Download as doc, pdf, or txt
Download as doc, pdf, or txt
You are on page 1of 4

OSMANLI MAGNA CARTASI

Bu Topraklarda 'Sivil Sözleşme' Dediğin Böyle Olur!


Ekim 1808, İstanbul
Tahtta III. Selim'le 19. yüzyıla giren Osmanlı İmparatorluğu
1789'da gerçekleşen
Fransız Devrimi'nin tüm Avrupa'ya yaydığı rüzgarlardan
etkileniyordu. Zaten
oldukça uzun bir zamandır sürmekte olan "yenileşme" ve
"modernleşme" çabaları
III. Selim'le birlikte yeni boyutlar kazanıyordu. Uzun zamandır
askeri bir
örgütlenme olarak etkinliğini yitirmiş olan Yeniçeri Ocağı yerine
kurulan Nizamı
Cedid, yani "Yeni Düzen" adını taşıyan ordu sadece askeri açıdan
değil bütün
bir toplumsal düzen açısından da bir mesajı içeriyordu.

Yeniçeriler bu "Yeni Düzen" işinden memnun değildiler ve sonuçta


ayaklandılar.
Kabakçı Mustafa İsyanıyla III. Selim'i devirdiler ve 29 Mayıs
1807'de yerine IV.
Mustafa'yı tahta çıkardılar. Nizam-ı Cedid yanlıları kılıçtan
geçirilirken önde
gelen bazıları kaçarak Rusçuk Ayanı Alemdar Mustafa Paşa'ya
sığındılar.
Rusları Silistre'de durdurmakla ünlü Alemdar Mustafa Paşa okuma
yazma
bilmeyen bir askerdi, ancak III. Selim'e bağlı ve onun yapmak
istediği
düzenlemeleri destekliyordu. Kendisine sığınanlar Alemdar
Mustafa Paşa'yı
ordusuyla İstanbul'a yürümeye ve III. Selim'i yeniden tahta
çıkartmaya ikna
ettiler. Nitekim 1808 yazında Rumeli askeriyle İstanbul'a yürüyen
Alemdar
Mustafa Paşa, daha önce Kabakçı Mustafa'yı öldürttüğü için hızla
duruma
egemen oldu ve sarayın kapısına dayandı.

Ancak IV. Mustafa III. Selim'in ve şehzade Mahmud'un


öldürülmelerini
emretmişti. Saraya girdiğinde III. Selim'in cesediyle karşılaşan
Alemdar Mustafa
Paşa haremdeki kadınların kendisini saklamaları sayesinde
kurtulan II.
Mahmud'u 28 Temmuz 1808'de tahta çıkaracaktı.

Yeni padişah tarafından sadrazamlığa getirilen Alemdar Mustafa


Paşa III.
Selim'in başlattığı reformların sürdürülebilmesi için merkezi
otorite (padişah ve
İstanbul) ile yerel otoriteler (ayan ve taşra) arasında bir
uzlaşmanın
yapılmasının ve ilişkilerin yeniden düzenlenmesinin zorunlu
olduğunu
düşünüyordu. Kendisi de bir ayan, yani bir tür yerel derebeyi
olduğu için bu
zümreyi iyi tanıyordu.

Merkezi otorite zayıfladıkça doğal olarak yerel otoriteler güçlenip


çoğalıyor,
bunlar arasında karşılıklı olarak belirlenmiş ve kabullenilmiş bir
ilişki
olmayınca da ortaya bir kaos çıkıyordu. En ünlüleri Anadolu'da
Çapanoğulları,
Cabbarzadeler, Karaosmanoğulları, Trabzon'da Tuzcuoğulları,
Musul'da
Kotalhalilzadeler, Arnavutluk'ta İşkodralı Mustafa Paşa,
Yunanistan'da
Tepedelenli Ali Paşa olmak üzere Bulgaristan, Lübnan ve Arabistan
da zaten
yerel derebeylerin yönetimindeydi.

İstanbul'daki merkezi yönetimin yeni güçlü adamı Sadrazam


Alemdar Mustafa
Paşa tüm ayanları İstanbul'da bir toplantıya, "Meşveret-i Amme"ye
davet etti.
Her biri kendi ordusuyla İstanbul'a çağrılan ayanların bu
toplantıya fazla rağbet
ettikleri söylenemez. Kavalalı Mehmet Ali Paşa ve Bulgaristan
ayanları başta
olmak üzere önemlice bir bölümü toplantıya katılmadı. Ama yine
de ayanlardan
bazıları kendisi geldiği gibi, bazıları da temsilci gönderdiler.
İstanbul'un çevresi bu ayanların askerlerinin rengarenk
giysilerinden ve
çadırlarından oluşan ordugahlarla ilginç bir görüntüye bürünürken
Kağıthane'deki Çağlayan Köşkü'nde gerçekleştirilen toplantı
sonucunda 7 Ekim
1808'de yerel otoritelerle merkezi otorite arasında bir tür
konsensüs anlamına
gelen yazılı bir sözleşme ortaya çıktı. Aslında yine çok fazla ayan
tarafından
onaylanmayan ve 'Sened-i İttifak' adı verilen bu belgeye göre,
padişahın ve onun
temsilcisi olan sadrazamın otoritesi yeniden sağlamlaştırılarak
buyruklarına
uyulacağına söz veriliyor, ama buna karşılık ayanların da
meşruiyeti tanınmış
oluyordu.

Padişaha karşı bir ayaklanma durumunda ayanların emir


beklemeden İstanbul'a
askeri yardıma gelmeleri de kabul edilen belgede, ayrıca vergi
sisteminin her
yerde aynı şekilde uygulanacağı ve padişahın gelirlerine el
konmayacağı,
ayanların bölgelerinde adil bir yönetim sağlayacağı ve birbirlerinin
özerkliğine
dokunmayacakları da benimseniyordu. Aslında merkezi otoriteyle
yerel
otoritenin karşılıklı olarak birbirlerini tanırken yetkilerinin de
sınırlandırılmasını içeren bu sözleşmeden ne padişah, ne de
mühür basmak
zorunda kalan ayanlar memnun olmuştu, ama durumu kabullenmiş
göründüler.
Sened-i İttifak'la konumunu güçlendirdiğine inanan Alemdar
Mustafa Paşa,
Nizam-ı Cedid yerine Sekban-ı Cedid'in kurulmasına karar verecek
ve bu arada
Yeniçerileri çok rahatsız eden önemli bir karar daha alacaktı;
yeniçerilerin aylık
cüzdanları olan esamelerin alınıp satılmasını yasaklayacak,
böylece önemli bir
gelir kaynağını ortadan kaldırmış olacaktı.

Tüm bu gelişmelerin sonucunda Yeniçerilerin Alemdar Mustafa


Paşa'yı ortadan
kaldırmak için örgütlenmeleri kadar doğal bir şey olamazdı.
Nitekim bu
doğrultuda hazırlıklara giriştikleri açıkça görülüyordu. Bu arada
Alemdar
Mustafa Paşa'nın Rumeli'den yanında getirdiği askerler de
İstanbul'da yozlaşmış
ve dağılmıştı. Alemdar Mustafa Paşa hem kendi elleriyle tahta
oturttuğu
padişaha, hem de ayanlarla yaptığı sözleşmeye fazla güvenmiş
olacak ki,
Yeniçerilerin hazırlıklarına karşı Rumeli'ye gidip tekrar asker
toplayarak
İstanbul'a gelmesi önerilerim reddedecekti.

Sonunda Yeniçeriler ayaklandılar. Sened-i İttifak'la yetkilerinin


sınırlanmasından hoşnut olmayan padişah da parmağını
oynatmadı,
Yeniçerilerin ayaklanması durumunda İstanbul'a koşup gelmeye
söz veren ayan
da. Alemdar Mustafa Paşa, konağını saran Yeniçerilerle baş
edemeyeceğini
anlayınca 15 Kasım 1808'de mahzenine barut doldurup
ateşleyerek kendisiyle
birlikte yüzlerce yeniçeriyi de havaya uçurdu.

Osmanlı'da sivil toplum sözleşmesine ilk örnek, hatta İngiltere'de


kral ile
derebeyleri arasında yapılan Magna Carta Libertatum'a gönderme
yapılarak
"Osmanlı Magna Cartası" diye de anılan bu belgenin ömrü ancak
beş hafta
sürdü. İngiltere'de yerel otoriteler merkezi otoritenin yetkilerini
sınırlamak
üzere Magna Carta'yı kabul ettirmişti, oysa Osmanlı'da yerel
otorite arasından
sivrilerek merkeze gelmiş bir sadrazam, hem padişahı, hem de
diğer ayanları
hizaya getirmeye kalkışmıştı.
Yani Magna Carta'nın İngilizi ile Osmanlısının karşılaştırılması pek
mümkün
değildi. Birisi gerçekten anayasal bir düzen doğrultusunda sahici
bir adımdı,
diğeri ise daha baştan ölü doğmuştu ve tek sahibinin de ölümüyle
birlikte
tamamen tarihten silinecekti. "Tarihten silinmesi" sözcükleri bir
mecaz değil
gerçekti; çünkü daha sonra güçlenerek yerel derebeylerini yok
etmeye girişen II.
Mahmud, Sened-i İttifak'ın aslını da yakıp, yok edecekti.
Sonraki kuşaklar bu belgenin ancak Cevdet Tarihi'nde verilen
kopyasını görüp,
inceleyebileceklerdi...

You might also like