Download as doc, pdf, or txt
Download as doc, pdf, or txt
You are on page 1of 7

HARBİYE NAZIRI OLAMAYINCA CUMHURBAŞKANI

OLDU
Fiyaskonun Böylesi Herkese Nasip Olmaz!
Kasım 1918, İstanbul- Ekim 1923, Ankara

Yirminci yüzyılın başında Osmanlı İmparatorluğunun başkenti


İstanbul'daki
Erkan-ı Harbiye'den mezun olan genç subayların birçoğu gibi
Mustafa Kemal de
ülkesinin içinde bulunduğu koşullardan hiç memnun değildi ve
günün birinde bu
durumu değiştirecek cüretkar düşüncelerle haşır neşirdi. Hatta
bunları kimi
arkadaşlarıyla da paylaşmış ve yazılı hale de getirmişlerdi.
Harbiye'de okudukları sırada Manastır'dan arkadaşları Ali Fuat,
Ömer Naci,
İsmail Hakkı ile 1904 yılında el yazması bir gazete çıkarmaya
kadar işi ileri
götürmüşlerdi. II. Abdülhamit'in istibdat rejiminin hüküm sürdüğü
bu tarihlerde
bu gizli faaliyet açığa çıkmıştı ve az kalsın ordudan atılmalarına
bile neden
olacaktı. Ali Fuat'ın babası İsmail Paşa devreye girmişti de bir
aylık bir
tutukluluktan sonra, sürgün gibi bir tayinle Filistin'e
gönderilmeleri sağlanmış,
böylece güç bela paçayı kurtarmışlardı.

Ancak Mustafa Kemal'in siyasi iddiaları ve hırsı hiç azalmadı. Bir


süre sonra
1908 hareketinin mayalanmakta olduğu Makedonya'ya geçmenin
yolunu buldu
ve buradaki III. Orduya tayinini yaptırdı. Selanik ve diğer
kentlerde
örgütlenmekte olan İttihat ve Terakki ile ilişkiye geçti ama önder
kadro ile arası
pek iyi olmayacaktı. Abdülhamit'i tahttan indiren Hareket
Ordusunun kurmay
kadrosuyla İstanbul'a geldi ama ilan edilen "Hürriyet"in bilinen
kahramanlarından değildi.

Enver ve Niyazi Makedonya'da birlikleriyle birlikte dağa çıkarak bu


süreçte
önemli bir rol oynamışlardı. Daha sonra Balkan Savaşı ve
Trablusgarp Savaşı'na
katılan Mustafa Kemal yıldızının parlaması için Birinci Dünya
Savaşı'nda
Müttefik donanmasının Çanakkale'ye saldırmasını bekleyecekti.
1915'de burada
gösterdiği yararlılıkla ismi duyulmaya başlayan Mustafa Kemal'in
fotoğrafı
ordunun çıkardığı bir dergiye kapak yapılmaya çalışılmış, ancak
iddialara göre
Enver Paşa tarafından engellenmişti.

Öteden beri yıldızları hiç barışmayan bu iki subaydan Mustafa


Kemal'in ülkenin
kaderine ilişkin gerçek bir inisiyatif kazanması için Enver Paşa'nın
Anadolu
topraklarını terk etmesi gerekecekti...

Çanakkale Savaşı sırasında gösterdiği başarılardan sonra


İstanbul'a dönen
Mustafa Kemal bazı gazeteler tarafından "Anafartalar Kahramanı",
"Payitahtın
ve Saltanatın Kurtarıcısı" olarak selamlanırken artık bilinmeyen
bir asker
değildi.

Daha sonra Doğu ve Güney cephelerinde görev üstlenen Mustafa


Kemal, İttihat
ve Terakki iktidarının Almanya ile kurduğu ilişkiden, Osmanlı
İmparatorluğunun kaderini Almanya'ya bağlamasından hoşnut
değildi. Esas
olarak Alman generallerinin yönetimindeki Osmanlı orduları
beklenenin
üzerinde bir performans göstermelerine rağmen Almanya'nın
yenileceğini ve
böylece Osmanlı'nın da yenilerek parçalanacağını öngörüyordu. İlk
fırsatta
Almanya ile yolların ayrılmasından ve ayrı bir barış antlaşması
yapılmasından
yana görüşlerini giderek daha açık bir şekilde savunur olmuştu.

Bu arada 1917 Aralık ayında veliaht Mehmet Vahdettin'in


Almanya'ya yapacağı
geziye eşlik etmesinin istenmesi Mustafa Kemal için iyi bir fırsat
oldu. Hem
Almanya'nın askeri ve siyasi durumunu yakından gözleme şansını
buldu, hem de
daha önemlisi geleceğin padişahı Vahdettin'e görüşlerini
aktarmak ve yakın bir
ilişki kurmak olanağını elde etti.

Gerçekten de on gün süren bu geziyi Mustafa Kemal iyi


değerlendirdi;
Almanya'nın savaşı kaybedeceğine ilişkin görüşleri yaptığı
gözlemlerle iyice
pekişirken Vahdettin'le de yakın bir ilişki kurmaya özen gösterdi.
Görüş ve
değerlendirmelerini geleceğin padişahına etraflıca anlatırken onu
etkilediğini
düşünüyordu. Gerçi Vahdettin pek renk vermiyordu ama bu genç
paşanın
anlattıklarını ve önerilerini de dikkatle dinliyordu.

Vahdettin 3 Temmuz 1918'de 36. Osmanlı padişahı olarak tahta


çıktığında
Mustafa Kemal böbreklerindeki ağrılar nedeniyle Avusturya'nın
kaplıcalarıyla
ünlü şehri Karlsbad'da tedavi görüyordu. Ancak altı ay önce Alman
Kayzeri'nin
karargahını birlikte ziyaret ettikleri ve düşünceleriyle etkilediğini
umduğu yeni
padişahın ipleri ele geçirmesiyle birlikte kendisine de iktidar
yolunun
açılabileceğini düşünen Mustafa Kemal tedavisini yarıda bırakarak
hemen
İstanbul'a dönmeye karar verdi. Kaderi önemli ölçüde belli olan
Dünya
Savaşı'nın ülkeye getireceği felaketi önlemek açısından bir fırsat
doğabilirdi.
Eğer yeni padişahı kendisini Harbiye Nazırı yapmaya ikna
edebilirse çok şey
değişebilirdi.

İstanbul'a gelir gelmez Vahdettin'den randevu istedi ve yeni


padişah da fazla
bekletmeden kendisini kabul etti. Bu ilk görüşmenin ardından
daha sonra iki
görüşme daha olacak ve Mustafa Kemal neden kendisinin Harbiye
Nazırı olması
gerektiğini Vahdettin'e anlatacaktı.

İlk iki görüşmede pek renk vermeyen ve esas olarak Mustafa


Kemal'i dinlemekle
yetinen Vahdettin üçüncü görüşmede baklayı ağzından çıkardı;
"Biz bütün bu
konuları Enver ve Talat Paşa Hazretleriyle görüştük" diyerek
Mustafa Kemal'e
yolu gösterdi. Hemen ardından da 7 Ağustos'ta Mustafa Kemal
Suriye'deki 7.
Ordu Komutanlığına atanarak İstanbul'dan uzaklaştırıldı.

Mustafa Kemal, "varlığı bile şüpheli" dediği bu ordunun başına


tayin edilerek
payitahttaki iktidar mücadelelerinden uzaklaştırılmasını Enver
Paşa'nın bir
oyunu olarak görüyordu. Yeni padişah duruma egemen değildi ve
hala iktidarda
bulunan İttihat ve Terakki'yi karşısına alacak gücü yoktu.

Kendisinin Harbiye Nazırlığı veya Erkan-ı Harbiye Reisliğine


getirilmesi için
ısrar edecek olsa İttihatçıları ve Enver Paşa'yı açıkça karşısına
alması
gerekecekti ancak Vahdettin bunu yapmaya hazır değildi. Böylece
Mustafa
Kemal Suriye'nin yolunu tuttu ama aklı da İstanbul'da ve burada
dönmekte olan
iktidar oyunlarındaydı.

Ama üç ay sonra Dünya Savaşı'nın sona ermesinin ardından


Mustafa Kemal
tekrar İstanbul'a dönecek ve bu kez amacına ulaşmak için
koşulların çok daha
uygun olduğuna inanarak yeniden girişimde bulunacaktı.

Daha 30 Ekim'de Mondros Mütarekesi imzalanmadan önce Yıldırım


Orduları
Grup Komutanı olarak bulunduğu Adana'dan padişahın yaveri
Naci'ye
ulaştırılmak üzere İstanbul'daki doktoru Rasim Ferit'e çektiği
telgrafta
düşüncelerini olanca açıklığıyla ifade ederek şöyle diyordu: "Talat
Paşa'nın
kabinesinin zor durumda olduğunu ve Tevfik Paşa'nın da istikrarlı
bir hükümet
kurmakta zorlandığını duydum. Ordu savaşacak durumda değil ve
mevcut güçler
kendilerini savunamazlar. Her geçen dakika düşmanın durumu
güçleniyor ve
başa çıkılamaz hale geliyor. Ayrı ya da beraberce barış derhal
sağlanmalıdır ve
yitirilecek bir an bile yoktur. Yoksa tüm ülkenin yitirilmesi ve
devletimizin
telafisi imkansız yaralar alması ihtimal dışı değildir. Eğer Tevfik
Paşa gerçekten
zorluklarla karşılaşmışsa sadrazamlık görevinin İzzet Paşa'ya
verilmesini ve
onun da Fethi, Tahsin, Rauf, İsmail Canbulat, Azmi, Şeyhülislam
Hayri ve
benden oluşan bir hükümet kurmasını öneriyorum. Böyle bir
kabinenin durumu
kontrol altına alabileceğine inanıyorum..."

Dünya Savaşı sırasında güney cephesinde kendisinin de


komutanlığını yapmış
olan Ahmet İzzet Paşa'nın hükümeti kurmasını önerirken Mustafa
Kemal
kendisini de Harbiye Nazırı olarak düşünüyordu. Sadrazamlık için
önerdiği
Ahmet İzzet Paşa saygın bir paşaydı ve o günlerin önemli sorunu
"Ermeni
tehciri" ile bir ilişkisi yoktu. Müttefik devletlerin özellikle bu
açıdan tepkisini
veya itirazını çekmeyecek bir isimdi.

Kabine için adı geçen diğerlerinin ve bu arada Mustafa Kemal'in


durumu da
aynıydı. Nitekim Ekim ayında önerdiğine çok yakın bir hükümet
kuruldu.
Mustafa Kemal'in yakın arkadaşlarından Fethi Okyar'ın Dahiliye
Nazırı, Rauf
Orbay'ın da Bahriye Nazırı olduğu bu hükümette Ahmet İzzet Paşa
sadrazamlığın yanı sıra Harbiye Nazırlığını da üstlendi. Bu duruma
çok
öfkelenen Mustafa Kemal kendisinin neden hükümete alınmadığını
sorduğunda
kendisine hala güney cephesinde çok ihtiyaç olduğu yanıtını aldı.
Ancak tabii ki
bu tatmin edici değildi.

Ahmet İzzet Paşa yakın çevresine Mustafa Kemal'in "çok hırslı"


olduğundan
şikayet ediyordu. Rauf Orbay'ın başkanlığındaki Osmanlı heyeti 30
Ekim 1918'de
Limni adasının Mondros limanında demirlemiş olan Agememnon
gemisinde
mütarekeyi imzaladıktan on gün kadar sonra istifa etmek zorunda
kalacaktı.
Hükümetin tek önemli işi bundan ibaret olurken, mütarekeden
hemen sonra l
Kasımı 2 Kasıma bağlayan gece de Enver, Talat ve Cemal paşalar
İttihat ve
Terakki'nin önde gelen bazı liderleriyle birlikte bir Alman
denizaltısına binerek
Kırım'a kaçtılar.

Böylece Yıldırım Orduları Grup Komutanlığının lağvedilmesinden


sonra 13
Kasım 1918'de Adana'dan trenle İstanbul'a gelen Mustafa Kemal,
Haydarpaşa'da
indiğinde Müttefiklerin savaş gemileri de İstanbul Boğazı'na giriş
yapıyorlar ve
Dolmabahçe önlerine demirliyorlardı.
Ahmet İzzet Paşa hükümeti 11 Kasımda istifa etmiş ve yeni
hükümeti kurma
görevi yeniden yaşlı Tevfik Paşa'ya verilmişti. Mustafa Kemal uzun
süredir
ulaşmak istediği Harbiye Nazırlığı için yeniden girişimlerde
bulunmaya
kararlıydı.

Şimdi artık koşullar kendisi için çok daha uygundu. Her şeyden
önce artık onu
engelleyecek Enver Paşa ve diğerleri yoktu. Ülkeyi yüzüstü bırakıp
kaçmışlardı.
Çanakkale başta olmak üzere savaş sırasında gösterdiği askeri
başarılar
dolayısıyla en itibarlı paşalardan biriydi. İttihat ve Terakki içinde
muhalif
olduğu, kaçıp giden lider kadroyla arasının hiç iyi olmadığı
biliniyordu. Hem bu
özelliği, hem de savaşı kaybeden Almanlarla da özellikle son
yıllarda hep
sürtüşme içinde olması mevcut koşullarda kendisi için avantajdı.
Müttefiklerin çok hassas oldukları "Ermeni tehciri"ne de
bulaşmamıştı. Ve
nihayet padişah Vahdettin'le veliahtlık döneminden gelen bir
ilişkisi vardı. Saray
çevresinde padişahın yakını olarak biliniyordu. Tüm bunlar dikkate
alındığında
Mustafa Kemal bu kez hedefine çok yakın olduğuna inanmakta
haksız
görülemezdi.

Ancak öncelikle Tevfik Paşa'nın hükümeti kurmasını engellemek


görevin
yeniden Ahmet İzzet Paşa'ya verilmesini sağlamak gerekiyordu.
Bunun için hiç
vakit kaybetmeden hemen ertesi gün Rauf Orbay'la birlikte
sadrazam makamını
boşaltmakta olan Ahmet İzzet Paşa'yı ziyarete gitti. Ancak
görüşmeden pek
umduğunu bulamadı. Bir sonraki gün, 15 Kasımdaki randevusu
sarayda,
padişahlaydı. Vahdettin yine sanki uyuyormuş gibi yan kapalı
gözlerle Mustafa
Kemal'i dinledi ama önerilerine ilişkin pek bir şey söylemedi.
29 Kasımda Mustafa Kemal Vahdettin'le bir kez daha görüşecek
ancak istediği
sonucu alamayacaktı. Bu arada Tevfik Paşa'nın meclisten güven
oyu almasını
engellemek için uğraşmaya da devam ediyordu. Fethi Okyar'la
birlikte çıkardığı
Minber gazetesini bir siyasi araç olarak kullanmaya ve kendisine
iktidar yolunu
açmaya çalışıyordu.

Ancak tüm bu çabaları Mustafa Kemal'i Harbiye Nazırlığına


taşımaya yetmedi
ve ülkenin kaderine payitahttan müdahalede bulunma olanağını
bulamadı. 1918
Kasımından 1919 Mayısına kadar tam altı ay süren bu iktidar
kavgasında
başarılı olamayan Mustafa Kemal kendisine önerilen 9. Ordu
müfettişliğini
kabul ederek Samsun'un yolunu tutacak ve Anadolu'da
örgütlenmekte olan milli
mücadeleye katılarak Erkan-ı Harbiye sıralarından beri
düşündüklerini
gerçekleştirme fırsatını bulacaktı.
Fiyaskonun böylesi herkese nasip olmaz; Osmanlı'nın Harbiye
Nazırı olamamıştı
ama yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk Cumhurbaşkanı
olmuştu!

You might also like