Nazım Şiir

You might also like

Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 15

GİDEN

Camların üstünde gece ve kar.


Bembeyaz karanlıkta parlıyan raylar -
uzaklaşılıp kavuşulmamayı hatırlatıyor.
İstasyonun
üçüncü mevki bekleme salonunda
siyah başörtülü,
çıplak ayaklı bir çocuk yatıyor.
Ben dolaşıyorum...
Gece ve kar - pencerelerde.
Bir şarkı söylüyorlar içerde.
Bu, giden kardeşimin en sevdiği şarkıydı.
En sevdiği şarkı...
En sevdiği...
En......
Kardeşler, bakmayın gözlerime
ağlamak geliyor içimden...
Bembeyaz karanlıkta parlıyan raylar -
uzaklaşılıp kavuşulmamayı hatırlatıyor.
İstasyonun
üçüncü mevki bekleme salonunda
siyah başörtülü,
çıplak ayaklı bir çocuk yatıyor..
Gece ve kar pencerelerde.
Bir şarkı söylüyorlar içerde!..
1933
GÖVDEMDEKİ KURT

Sen
benim
minare boyunda çam gövdeme,
yumuşak
beyaz
bir kurt gibi girdin,
kemirdin!
Ben
barsaklarında solucan Makdonaldı besleyen
İngiliz amelesi gibi taşıyorum
                                        seni içimde!

Biliyorum
          kabahat kimde!

Ey ruhu lordlar kamarası kadın!


Ey uzun entarili tüysüz Puankare!
Karşımda:
demirleri kıpkızıl
                  bir şimendifer ocağı gibi yanmak
senin en basit hünerin;
yine en basit hünerin senin
buzun üstünde bir paten gibi kıvranmak!

Soğuk!
Sıcak!
Kaltak!
dur!
Yumuşak
          beyaz
                kıvrılışlarınla
                               beynime giriyorsun
                                                      kemiriyorsun!
Oraya giremezsin!
Onu kemiremezsin!

Yumuşak
beyaz
kıvrılışlarıyla
beynime giren kurdu
çürük bir diş çeker gibi söktüm!
Epeyce ter döktüm!
Bu sonuncuydu
                 bir daha olmayacak!
 

                                                                                        1924
 
GÜNEŞİN SOFRASINDA SÖYLENEN TÜRKÜ

Dalgaları karşılayan gemiler gibi,


gövdemizle karanlıkları yara yara
çıktık, rüzgarları en serin
uçurumları en derin
havaları en ışıklı sıra dağlara.
Arkamızda bir düşman gözü gibi karanlığın yolu.
Önümüzde bakır taslar güneş dolu.
Dostların arasındayız!
Güneşin sofrasındayız!
Dağlarda gölgeniz göklere vursun,
göz göze
yan yana
durun çocuklar.
Taşları birbirine vurun çocuklar.
Doldurun çocuklar,
doldurun
doldurun
doldur içelim.
Başları
göklere
atalım
serden geçelim..
Heeey, nerden geçelim?
Yalnayak
koşarak
devlerin
geçtiği
yerden geçelim.
Heeey
hop
Heeey
hep
birden geçelim.
Doldurun çocuklar,
doldurun
doldurun,
doldur içelim.
Dostların arasındayız!
Güneşin sofrasındayız!.

Nazım Hikmet Ran


HERKES GİBİ

Gönlümle baş başa düşündüm demin;


Artık bir sihirsiz nefes gibisin.
Şimdi tâ içinde bomboş kalbimin
Akisleri sönen bir ses gibisin.

Mâziye karışıp sevda yeminim,


Bir anda unuttum seni, eminim
Kalbimde kalbine yok bile kinim
Bence artık sen de herkes gibisin.
 

HOŞ GELDİN

Hoşgeldin!
Kesilmiş bir kol gibi
omuz başımızdaydı boşluğun...
Hoş geldin!
Ayrılık uzun sürdü.
Özledik.
Gözledik...
Hoş geldin!
Biz
bıraktığın gibiyiz.
Ustalaştık biraz daha
taşı kırmakta,
dostu düşmandan ayırmakta...
Hoş geldin.
Yerin hazır.
Hoş geldin.
Dinleyip diyecek çok.
Fakat uzun söze vaktimiz yok.
YÜRÜYELİM.....
1932 Birinciteşrin 5, Çarşamba gecesi

***

İşte geldik gidiyoruz


hoşça kal kardeşim deniz
biraz çakılından aldık
biraz da masmavi tuzundan
sonsuzluğundan da biraz
ışığından da birazcık
birazcık da kederinden
bir şeyler anlattın bize
denizliğin kaderinden
biraz daha umutluyuz
biraz daha adam olduk
işte geldik gidiyoruz
hoşça kal kardeşim deniz
 

                                                27 Eylül, Pitsunda, 1958

***

Seni düşünmek güzel şey


                                  ümitli şey
dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey.
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
ben artık şarkı dinlemek değil
                              şarkı söylemek istiyorum...
 

***

Hasretini, yokluğunu, sensizliği


bir ateş yanığı gibi öyle acıyla duydum ki yüreğimin etinde,
gitgide çoğalarak
           gitgide derinden işleyerek
                      öyle dayanılmaz oldu ki bu
                            seni boğabilirdim senden kurtulmak için
                            çünkü seni o kadar seviyorum.

                                                                                                    25-2-43
KARLI KAYIN ORMANINDA

Karlı kayın ormanında


yürüyorum geceleyin.
Efkârlıyım, efkârlıyım,
elini ver, nerde elin?

Ayışığı renginde kar,


keçe çizmelerim ağır.
İçimde çalınan ıslık
beni nereye çağırır?

Memleket mi, yıldızlar mı,


gençliğim mi daha uzak?
Kayınların arasında
bir pencere, sarı, sıcak.

Ben ordan geçerken biri :


"Amca, dese, gir içeri."
Girip yerden selâmlasam
hane içindekileri.

Eski takvim hesabıyle


bu sabah başladı bahar.
Geri geldi Memed'ime
yolladığım oyuncaklar.

Kurulmamış zembereği
küskün duruyor kamyonet,
yüzdüremedi leğende
beyaz kotrasını Memet.

Kar tertemiz, kar kabarık,


yürüyorum yumuşacık.
Dün gece on bir buçukta
ölmüş Berut, tanışırdık.

Bende boz bir halısı var


bir de kitabı, imzalı.
Elden ele geçer kitap,
daha yüz yıl yaşar halı.

Yedi tepeli şehrimde


bıraktım gonca gülümü.
Ne ölümden korkmak ayıp,
ne de düşünmek ölümü.

En acayip gücümüzdür,
kahramanlıktır yaşamak :
Öleceğimizi bilip
öleceğimizi mutlak.

Memleket mi, daha uzak,


gençliğim mi, yıldızlar mı?
Bayramoğlu, Bayramoğlu,
ölümden öte köy var mı?

Geceleyin, karlı kayın


ormanında yürüyorum.
Karanlıkta etrafımı
gündüz gibi görüyorum.

Şimdi şurdan saptım mıydı,


şose, tirenyolu, ova.
Yirmi beş kilometreden
pırıl pırıldır Moskova...
 

                                                        14 Mart 1956,


                                                        Moskova, Peredelkino

NİKBİNLİK

Güzel günler göreceğiz çocuklar,


güneşli günler
                göre-
                      -ceğiz...
Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar,
ışıklı maviliklere
                          süre-
                                -ceğiz...
Açtık mıydı hele bir
                            son vitesi,
adedi devir.
         Motorun sesi.
Uuuuuuuy! çocuklar kim bilir
                                  ne harikûlâdedir
             160 kilometre giderken öpüşmesi...

Hani şimdi bize


cumaları, pazarları çiçekli bahçeler vardır,
             yalnız cumaları
                      yalnız pazarları..
Hani şimdi biz
bir peri masalı dinler gibi seyrederiz
                    ışıklı caddelerde mağazaları,
hani bunlar
77 katlı yekpare camdan mağazalardır.
Hani şimdi biz haykırırız
     Cevap:
            açılır kara kaplı kitap:
                                              zindan..
Kayış kapar kolumuzu
                              kırılan kemik
                                                   kan.
Hani şimdi bizim soframıza
                                 haftada bir et gelir.
Ve
çocuklarımız işten eve
                            sapsarı iskelet gelir..
Hani şimdi biz..
İnanın:
        güzel günler göreceğiz çocuklar
        güneşli günler
                            göre-
                                  -ceğiz.
Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar,
ışıklı maviliklere
                          süre-
                               -ceğiz.....
 

                                                                                    1930
 

ÖLÇÜ

Sevdiğin müddetçe 
                      ve sevebildiğin kadar,
sevdiğine her şeyini verdiğin müddetçe
                      ve verebildiğin kadar gençsin.

                                                                     1947

Nazım Hikmet Ran


SESLER GELİYOR.....

Sesler geliyor günbatısından


sesler....
Koynunda güneşin kaybolduğu zindan
aydınlanacak mı?
Bekliyelim mi?
Bekliyebilir miyiz?
Biz
gündoğusunun milyonlarla milyonu
bekliyoruz bunu..
Sesler geliyor günbatısından
sesler..
Biz
çıplak ayaklı Hindistanın açlığını
esmer gözlerinde bir alev gibi taşıyanlar.
Biz
sarı yüzlerinden gözleri bıçak yarası gibi bakan
kavga meydanlarında kellesini koparıp
kocaman kanlı sarı bir çiçek gibi bırakan
Çin seddinin kulileri....
Biz
Borneo, Sumatra, Cava köylüleri....
Biz...
Biz güneşin doğduğu yerden haykırıyoruz
mavi gömlekli, mavi gözlü Almanyalılara...
Ve istiyoruz ki olsun naramızın aksisedası
Krup favrikalarından kopan:
- HURRRA......
***
Kurtuluşun kırmızı eli
dolaşıyor üstünde Almanyanın.
Dışarı fırlamak için tepiniyor
amele mahallelerinde tanklar.
Berlinin caddeleri kulak asıyor yine
Spartaküslerin ayak sesine..
Göbeğinden çatlıyacak Avrupa.
Avrupanın çatlıyacak göbeği....
Çatlıyacak
çatlıyor
çatla...
Çabuk olun haydı...
Diyelim:
- . .DI....
Diyelim milyonlarla milyon ağız birden:
SEVGİLİM

Sevgilim,
başlar önde, gözler alabildiğine açık,
yanan şehirlerin kızıltısı,
                            çiğnenen ekinler
                            ve bitmez tükenmez ayak sesleri :
                                                                                 gidiliyor.
Ve insanlar katlediliyor :
                                        ağaçlardan ve danalardan
                                                                            daha rahat
                                                                            daha kolay
                                                                            daha çok.

Sevgilim,
bu ayak sesleri, bu katliâmda
hürriyetimi, ekmeğimi ve seni kaybettiğim oldu,
fakat açlığın, karanlığın ve çığlıkların içinden
güneşli elleriyle kapımızı çalacak olan
gelecek günlere güvenimi kaybetmedim hiçbir zaman...
  

Nazım Hikmet Ran

VASİYET

Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü,


ölürsem kurtuluştan önce yani,
alıp götürün
Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni.

Hasan beyin vurdurduğu


            ırgat Osman yatsın bir yanımda
ve çavdarın dibinde toprağa çocuklayıp
kırkı çıkmadan ölen şehit Ayşe öbür yanımda.

Traktörlerle türküler geçsin altbaşından mezarlığın,


seher aydınlığında taze insan, yanık benzin kokusu,
tarlalar orta malı, kanallarda su,
ne kuraklık, ne candarma korkusu.

Biz bu türküleri elbette işitecek değiliz,


toprağın altında yatar upuzun,
            çürür kara dallar gibi ölüler,
toprağın altında sağır, kör, dilsiz.
Ama bu türküleri söylemişim ben
                     daha onlar düzülmeden,
duymuşum yanık benzin kokusunu
traktörlerin resmi bile çizilmeden.

Benim sessiz komşulara gelince,


şehit Ayşe'yle ırgat Osman
çektiler büyük hasreti sağlıklarında
belki de farkında bile olmadan.

Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,


- öyle gibi de görünüyor -
Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse,
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani...
 

VEDA

Hoşça kalın
              dostlarım benim
                             hoşça kalın!
Sizi canımda
      canımın içinde,
           kavgamı kafamda götürüyorum.
Hoşça kalın
              dostlarım benim
                             hoşça kalın...
Resimlerdeki kuşlar gibi
            dizilip üstüne kumsalın,
                         mendil sallamayın bana.
                                                        İstemez...
Ben dostların gözünde kendimi
                       boylu boyumca görüyorum...

A  dostlar
      a  kavga dostu
                   iş kardeşi
                            a  yoldaşlar  a..!!.
Tek hecesiz elveda..

Geceler sürecek kapımın sürgüsünü,


pencerelerde yıllar örecek örgüsünü.
Ve ben bir kavga şarkısı gibi haykıracağım
                                     mapusane türküsünü.

Yine görüşürüz
           dostlarım benim
                          yine görüşürüz...
Beraber güneşe güler,
                 beraber dövüşürüz...

A  dostlar
       a  kavga dostu
                    iş kardeşi
                              a  yoldaşlar  a..!!.
                                       ELVEDA..!!.......
 

YAŞAMAYA DAİR
1
Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
                       bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
                       yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
                        beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
                                    insanlar için ölebileceksin,
                        hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
                        hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
                        hem de en güzel en gerçek şeyin
                                      yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
           hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
           ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
                                      yaşamak yanı ağır bastığından.
                                                                            
         1947
2
Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan,
              bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
                                en son ajans haberlerini.
Diyelim ki, dövüşülmeye deşer bir şeyler için,
                               diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
                           yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
                        fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
                        belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
Diyelim ki hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
                                    yani, duvarın ardındaki dışarıyla.
Yani, nasıl ve nerede olursak olalım
          hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...
                                                                      1948

YİNE MEMLEKETİM ÜSTÜNE SÖYLENMİŞTİR

Memleketim, memleketim, memleketim,


ne kasketim kaldı senin ora işi
ne yollarını taşımış ayakkabım,
son mintanın da sırtımda paralandı çoktan,
                         Şile bezindendi.
Sen şimdi yalnız saçımın akında,
                        enfarktında yüreğimin,
                 alnımın çizgilerindesin memleketim,
memleketim,
memleketim...
 

                                                                    Pırağ, 8 Nisan 958

BENCE SEN DE ŞİMDİ HERKES GİBİSİN

Gözlerim gözünde aşkı seçmiyor


Onlardan kalbime sevda geçmiyor
Ben yordum ruhumu biraz da sen yor
Çünkü bence şimdi herkes gibisin

Yolunu beklerken daha dün gece


Kaçıyorum bugün senden gizlice
Kalbime baktım da işte iyice
Anladım ki sen de herkes gibisin

Büsbütün unuttum seni eminim


Maziye karıştı şimdi yeminim
Kalbimde senin için yok bile kinim
Bence sen de şimdi herkes gibisin

 
                                                    334 (1918) - Yaz - Kadıkö
                
DAVET
Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket, bizim.

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak


ve ipek bir halıya benziyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,


yok edin insanın insana kulluğunu,
bu dâvet bizim....

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür


ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim...

Nâzım HİKMET
HASRET

Denize dönmek istiyorum!


Mavi aynasında suların:
boy verip görünmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!

Gemiler gider aydın ufuklara gemiler gider!


Gergin beyaz yelkenleri doldurmaz keder.
Elbet ömrüm gemilerde bir gün olsun nöbete yeter.
Ve madem ki bir gün ölüm mukadder;
Ben sularda batan bir ışık gibi
sularda sönmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!
  HOŞ GELDİN
Hoş geldin!
Kesilmiş bir kol gibi
omuz başımızdaydı boşluğun...
Hoş geldin!
Ayrılık uzun sürdü.
Özledik.
Gözledik...
Hoş geldin!
Biz
bıraktığın gibiyiz.
Ustalaştık biraz daha
taşı kırmakta,
dostu düşmandan ayırmakta...
Hoş geldin.
Yerin hazır.
Hoş geldin.
Dinleyip diyecek çok.
Fakat uzun söze vaktimiz yok.
YÜRÜYELİM.....
N.Hikmet - 1932 Birinciteşrin 5, Çarşamba gecesi                                                 

MAVİ LİMAN

Çok yorgunum, beni bekleme kaptan.


Seyir defterini başkası yazsın.
Çınarlı, kubbeli, mavi bir liman.
Beni o limana çıkaramazsın...
Nâzım HİKMET

***

Hasretini, yokluğunu, sensizliği


bir ateş yanığı gibi öyle acıyla duydum ki yüreğimin etinde,
gitgide çoğalarak
           gitgide derinden işleyerek
                      öyle dayanılmaz oldu ki bu
                            seni boğabilirdim senden kurtulmak için
                            çünkü seni o kadar seviyorum.

                                                                                                    25-2-43

You might also like