Professional Documents
Culture Documents
Diyanet Aylik Dergi Aralik 2010
Diyanet Aylik Dergi Aralik 2010
‹Ç‹NDEK‹LER
GÜNDEM
Din ve gelenek . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .5
Yrd. Doç. Dr. Fatih Özkan
Atalar gelene¤ine karfl› Tevhid gelene¤i . . . . . . . . . . .9
Doç. Dr. Hülya Alper
Gelenek: Pranga m›, s›n›r m›? . . . . . . . . . . . . . . . . . .12
Doç. Dr. Aliye Ç›nar
Gelene¤in diriltici solu¤u . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .15
Doç. Dr. Ahmet Albayrak
Örf âdet olarak gelenekler ve din . . . . . . . . . . . . . . . .18
Dr. M. Selim Ar›k
D‹N - DÜfiÜNCE - YORUM
Dindar›n kül yutmas› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .22
Prof. Dr. M. fievki Ayd›n
Din hizmetlerinde dinî dan›flmanl›k ve
rehberli¤in temelleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .25
Prof. Dr. Suat Cebeci
D‹N ve SOSYAL HAYAT
Hz. Peygamber’in insan haklar› ihlâlleri ile
5
mücadelesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .28
H›z›r Ya¤c›
‹nsan›n di¤er canl›lara sayg›s› . . . . . . . . . . . . . . . . . .30
Doç. Dr. Fikret Karaman
Bir engelli çevresinden ne bekler? . . . . . . . . . . . . . .33 Din ve
Bülent Acun gelenek
SÖYLEfi‹
Galip Gerede ile babas› Haf›z Esad Gerede üzerine . .35
Elif Arslan
A‹LE
22
Bir insan bir ömür . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .38
Nazl› Özburun
B‹R KONU B‹R AYET
Fazilet hissi Allah korkusundand›r . . . . . . . . . . . . . . .40
Doç. Dr. ‹brahim Hilmi Karsl›
Dindar›n kül
B‹R HAD‹S B‹R YORUM
yutmas›
Tedbir bizden . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .42
Prof. Dr. ‹. Hakk› Ünal
DÜNDEN BUGÜNE D‹YANET ‹fiLER‹ BAfiKANLI⁄I
Din hizmetlisi yetifltiren e¤itim kurumlar›n›n idaresinin
Diyanet ‹flleri Baflkanl›¤›’nda olmas› teklifleri . . . . . . . .44
Dr. Mehmet Bulut
D‹N GÖREVL‹S‹N‹N HATIRA DEFTER‹NDEN
Kalplere hudut çizilemez . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .48
Dr. Ülfet Görgülü
KÜLTÜR-SANAT
38
Bir insan
Mevlâna’n›n kuflat›c›l›¤› ve hoflgörüsü . . . . . . . . . . . .50
Tülay Çankaya bir ömür
EDEB‹YAT
Mehmet Âkif’in medeniyet alg›s› . . . . . . . . . . . . . . . .52
Mustafa Özçelik
SÖZÜN ÖZÜ - BERCESTE BEY‹TLER
58
Biflnev in-ney kim hikâyet mikuned
Ez-cüdâyihâ flikâyet mikuned . . . . . . . . . . . . . . . . . .56
Vedat Ali Tok
CAM‹LER‹M‹Z
Y›ld›r›m Bayezid Camii ve Külliyesi . . . . . . . . . . . . . . .58
Cevat Akkanat
Y›ld›r›m Bayezid
PORTRE Camii ve Külliyesi
Câbir b. Abdullah (r.a.) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .62
Doç. Dr. Adem Apak
ed‹törden
ed‹törden
Bu ayki gündem konumuz, farkl› yönleriyle öteden lumuzu do¤ru çizebilmemiz için bir s›n›r çizgisi mi, di-
beri çok tart›fl›lan konulardan biri olan “gelenek”. Ge- nin sahih yorumuyla aram›zdaki uçurum mudur?
lenek, toplumda sayg›n tutulup kuflaktan kufla¤a ile- Kökün a¤ac› hayata ba¤lad›¤› gibi gelenek de dini
tilen, yapt›r›m gücü olan kültürel kal›nt›lar, al›flkanl›k- hayatla buluflturup, canl› tutar m›, yoksa hayat da-
lar, bilgi, töre ve davran›fllar, anane olarak tarif edil- marlar›n› t›kayan, canl› bir sosyal organizma olarak
mektedir. kalmas›n› engelleyen bir pranga m›d›r? Gelenekle il-
gili tart›flmalar›n oda¤›n› oluflturan bu sorular, konu-
Gelenek, y›llar›n deneyim ve tecrübe birikimini, vic- nun ne kadar önemli oldu¤unu göstermektedir. Sa-
dani ve toplumsal kabulü, ortak haf›zay› ifade eder. dece flunu ifade edelim ki, iyi tahlil etmeden, özünü
Gelenek, daha önceden yaflanm›fl ve kabullenilmifl ve ruhunu al›p bugüne tafl›madan, yaflanan hayat›
olmas› itibar›yla güven verir. Bir binan›n temeli, bir dikkate almadan körü körüne ba¤lan›lan bir gelenek,
a¤ac›n kökü gibi, üzerine yükselecek yap›n›n sa¤lam toplumlar› açmazlara ve t›kan›kl›¤a götürebilir. ‹slam
ve güvenli olmas›n› sa¤lar. Bu yüzden bask›n olan f›kh› içtihat mekanizmas›yla gelene¤i olmas› gerekti-
toplumsal kabul, gelene¤in korunmas›ndan ve yafla- ¤i flekilde her zaman canl› tutabilmeyi ve bugüne
t›lmas›ndan yanad›r. Geçmiflte oluflan dinî, kültürel, sa¤l›kl› bir flekilde tafl›yabilmeyi baflarabilmifltir.
bilimsel ve sanatsal birikimi bir tarafa b›rak›p hiçe sa-
2010 y›l›n›n bu son say›s›nda, “gelece¤e bakan yüzü
yan toplumlar ayakta kalamazlar.
ile gelenek” konusunda birbirinden de¤erli kalemlerin
Gelece¤e yönelik bir s›çrama tafl›d›r gelenek. Gele- yaz›lar›n› ilginize sunuyoruz. Doç. Dr. Hülya Alper
nek ayn› zamanda gelece¤e ilham verir, yeni ufuklar “Atalar Gelene¤ine Karfl› Tevhid Gelene¤i”, Doç. Dr.
açar. Gelene¤i dikkate almamak; özünden kopmak, Aliye Ç›nar “Gelenek: Pranga m› S›n›r m›?”, Doç. Dr.
tekrara düflmek, mevcudu yeniden keflfetmeye ça- Ahmet Albayrak “Gelene¤in Diriltici Solu¤u”, Dr. M.
l›flmak ve s›f›r noktas›ndan bafllamak olur. Çünkü Selim Ar›k, “Örf ve Âdet Olarak Gelenekler ve Din”
gelenek bir köktür, dallar bunun üzerinde yükselir, bafll›kl› yaz›lar›yla konuya ›fl›k tutuyorlar. Bu ›fl›¤›n gö-
gelecek bunun üzerine infla edilir. Gelenek, geçmifli nüllerimizde de parlamas›n› ve gelene¤in güven ve-
gelece¤e, bugünü yar›na tafl›yan güçlü bir köprüdür. ren sa¤lam yap›s›n›n bizi sa¤l›kl› ve ayd›nl›k bir gele-
ce¤e tafl›mas›n› diliyorum.
Peki, gelenek geliflmeye, ilerlemeye, yeni düflünce-
ler, yeni fikirler üretmeye engel midir? Gelenek dirilti- Bu vesileyle hicri y›lbafl›n›z› tebrik ediyor, 2011 y›l›n›n
ci bir soluk mu, içinde yaflad›¤›m›z flartlara uyum bereketli, bar›fl ve huzur dolu bir y›l olmas›n› temen-
sa¤lamam›z› imkâns›z k›lan bir ölü topra¤› m›d›r? Yo- ni ediyorum.
Din ve gelenek
Gelenek, geçmiflten gelen ortak haf›zada muhafaza edilen bir nevi al›flkan-
l›klard›r. Bunlar hayat› kolaylaflt›r›r ve insanlar aras›ndaki iliflkileri düzen-
ler. Toplumsal hayat›n devasa boyutlar› göz önüne al›nd›¤›nda hakk›nda
yasal hükümler oluflturulmayan hususlarda önemli ifllevler yürütür.
‹nsan›n varl›¤›n› devam ettirme çabas›, tabiatta beflerî ve tabii olabilmektedir. Her birinin yapt›r›m
bulunan her canl› türünde oldu¤u gibi f›tri bir nite- gücü, tafl›d›klar› iç dinamikler ve bunlara yüklenen
lik tafl›r. ‹nsan, varolufl mücadelesinde kendisini anlam ölçüsünde gerçekleflir.
di¤er varl›klardan ay›ran insan türüne mahsus ni-
‹nsanlar›n de¤iflik etkenlerden hareketle bir araya
teliklerle temayüz eder. Hemcinsleri ile çeflit-
gelmeleri toplumlar› oluflturur. Toplumlar da bün-
li flekillerde münasebet kurmak, insan varl›¤›n›n
yesine ald›¤› bireylerin huzur ve güvenini temin
devam flartlar›ndan biridir. ‹nsan›n zihinsel olsun
için, onlar›n katk› ve onaylar›n› da almak suretiyle
bedensel olsun, di¤er insanlarla kurdu¤u müna-
bir arada yaflamay› mümkün k›lan kurallara müra-
sebetlerdeki konumu hem etkin hem de edilgin-
caat eder. Bu kurallar toplumlar›n dinî, tabii ve
dir. Dolay›s›yla insan hem kendi tabiat›n›n hem de
sosyo-kültürel birikimleri ›fl›¤›nda teflekkül eder.
varl›klar âleminde yürürlükte olan kurallar›n tesiri
alt›ndad›r. ‹nsan›n kendine has özelliklerini muha- Toplum kurallar› belli bir tarihî süreçte ortaya ç›kar
faza ederek di¤er insanlarla birlikte varl›¤›n› sür- ve toplumlar›n de¤er yarg›lar›n›, hayat tarzlar›n› ve
dürmesi birtak›m kurallar›n geçerlilik kazanmas›n› öz niteliklerini içinde bar›nd›r›r. Bir anlamda top-
gerekli k›lar. Bu kurallar›n bir k›sm› dinî, bir k›sm› lumlar›n haf›zas›n› yans›tan bu kurallar, gelenek,
âdet, anane, örf gibi kendi aralar›nda kimi farklar Gelene¤in oluflumuna kaynakl›k eden etmenlerin
içeren kavramlar ile tan›mlanmaktad›r. bilinmesi, insanlar›n ona karfl› tak›nd›klar› tutum-
lar› etkiler. Bu olufluma kaynakl›k eden de¤erlerin
Gelenek, geçmiflten gelen ortak haf›zada muha-
bafll›ca referans›n› ise din oluflturur. ‹nsanlar›n bi-
faza edilen bir nevi al›flkanl›klard›r. Bunlar hayat›
reysel hayat serüvenlerine bak›ld›¤›nda da onlar›n
kolaylaflt›r›r ve insanlar aras›ndaki iliflkileri düzen-
tecrübelerinde inanç ve itikada yönelik hususlar›n
ler. Toplumsal hayat›n devasa boyutlar› göz önü-
önemli bir yer tuttu¤u görülür. Tarihsel tecrübe
ne al›nd›¤›nda, hakk›nda yasal hükümler olufltu-
de dinin gelenek üzerindeki etkisinin ciddi boyut-
rulmayan hususlarda önemli ifllevler yürütür. Hat-
larda oldu¤unu ortaya koymaktad›r. ‹lk insan›n
ta örfün hukuki de¤er ifade etmesi de bu ba¤-
ayn› zamanda ilk peygamber oluflu, ilahî iradenin
lamda önemlidir.
tarihî süreçlere müdahil konumunu kavramam›z ma karmaflas› yaflad›¤› bir dönemde, Hz. Ebube-
aç›s›ndan anlaml› olacakt›r. kir’in hadiseye müdahalesi takdire flayan bir du-
rumdur. Onun meseleye hikmetli ve firasetli yak-
‹lahî irade peygamberleri ve kitaplar› ile dönem
lafl›m›, ‹slam toplumunda sahih bir gelene¤in yer-
dönem insanlar›n hayat›na müdahalede bulun-
leflmesine hayati katk› sa¤lam›flt›r. Hat›rlanaca¤›
mufl, onlar› özlerine sad›k kalmaya ça¤›rm›flt›r.
üzere, Allah Rasulü ebediyete irtihal etti¤inde pek
Tarih boyunca insanlara yap›lan kutlu ça¤r›n›n
çok sahabe bu gerçe¤i kabullenmekte güçlük
sonuncusu ve en mükemmeli ‹slam dinidir. ‹s-
çekmifltir. Hatta Hz. Ömer, Hz. Peygambere
lam’›n inanan insanlar›n hayatlar›n›n her evresine
ölüm isnat edenin karfl›s›nda kendisini bulaca¤›n›
müdahil olmas› yani insan›n bireysel ve toplumsal
hiddetle beyan etmifltir. Ancak Hz. Ebubekir bir
hayat› ile ilgili düzenlemeler öngörmesi, inanan in-
tafl›n üstüne ç›karak flu tarihi sözleri sarfetmifltir:
sanlar›n amelî ve itikadî tutumlar› üzerinde tayin
‘‘Her kim Muhammed’e tap›yor idiyse bilsin ki, o
edici rol üstlenmifltir. Dolay›s›yla Müslümanlar›n
ölmüfltür; kim de Allah’a tap›yorsa ediyorsa O
‹slam tarihi içerisinde oluflturduklar› gelenek, gö-
Hayy’d›r, Bâkî’dir.’’ (Buhârî, Menâk›bu's-Sahâbe, 5.)
renek, âdet ve al›flkanl›klar›, ‹slam’dan ba¤›ms›z
fiayet Hz. Ebubekir bu davran›fl› o zamanda or-
olarak ele almak ve anlamland›rmak mümkün de-
taya koymam›fl olsayd›, bugün ‹slam toplumunda
¤ildir. Din özelinde ‹slam, kendi inanç, ibadet ve
H›ristiyanvari bir gelene¤in izlerini görmemiz im-
ahlaki ilkeleri ›fl›¤›nda Müslümanlar›n geleneklerini
kan dahiline girebilirdi.
flekillendirmifl, ilmî, siyasi, toplumsal ve kültürel
alanda Müslümanlar›n oluflturdu¤u güzel örnek- Gayrisahih gelenek ise gelene¤in olumsuz form-
lere kaynakl›k etmifltir. lar›n› içerir. Bu anlamdaki gelenek, meflruiyetini
geçmiflte olan› mutlaklaflt›rmaktan al›r. Temelinde
Gelene¤i, dayand›¤› referans mercii aç›s›ndan sa-
ilkelerden ziyade toplumsal pratikler yer al›r. Baz›
hih ve gayrisahih olmak üzere iki k›s›mda etüt
ilim adamlar›m›z gelene¤in bu tür formlar›n› “gele-
edebiliriz. Sahih gelenek, insanlar›n hayatlar›n›
nekçilik” olarak vas›fland›rmaktad›r. Kur’an-› Ke-
Kur’an ve sünnete uygun olarak düzenleme kay-
rim, salt olarak geçmiflteki uygulamalara dayanan
g›lar›n›n bir neticesi olarak ortaya ç›kan, zamanla
ve kutsall›¤›n› “atalar”dan tevarüs etmekten alan
toplumsal pratiklerle itiyat hâline gelen de¤erler
gelenekle müflriklerin kurduklar› irtibat› flöyle tas-
bütünüdür. Bunlar ayn› zamanda ‹slam’›n, Müslü-
vir eder: "…Asl›nda, Allah’tan baflkas›na tanr›sal
manlar›n hayat›ndaki tan›ml› tezahür biçimlerini
nitelikler yak›flt›ranlar önce (biz de¤il) atalar›m›zd›,
oluflturur. Bu tarz gelenek, hayat›n ak›fl› içerisin-
biz sadece onlar›n izinden yürüyen bir kufla¤›z.
de Müslüman kitlenin dinle olan irtibat›n› güçlen-
Öyleyse, bât›l› ihdas edenlerin ifllediklerinden do-
dirir ve dinî pratikleri daha kolay anlamland›rma
lay› bizi mi helak edeceksin?..." (Araf, 173.)
imkân› sa¤lar. Müslüman kitlenin dinî esaslar› an-
Kur’an’›n aç›k daveti karfl›s›nda bu tarz gelenekçi
lamland›rmas›nda ve sahih gelene¤in oluflumun-
bir gerekçenin geçerlili¤i kabul görmemektedir.
da dinî ilimlerde derinlik sahibi kimseler büyük rol
Ayette de ifade edildi¤i üzere müflriklerin yaklafl›-
sahibidir. Nitekim Peygamberimizin “Âlimler, pey-
m› iki temel gerçe¤i z›mn›nda bar›nd›rmaktad›r. ‹l-
gamberlerin varisleridir.” (Buhârî, ‹lim, 10.) buyru¤u-
ki, uygulaman›n do¤rulu¤unu tayin ederken kül-
nu da bu çerçevede anlayabiliriz.
türel unsurlara müracaat edilmektedir. ‹kincisi ise
Her dönemde nebevî solu¤u hissettiren ve özgün belirli davran›fl kal›plar›n›n kutsanmas›yla uygula-
tavr›yla sahih gelene¤in oluflumuna katk› sa¤la- ma yüceltilmektedir. Bu temel dayanaktan hare-
yan, ilahî hikmetten nasibi olan insanlar olagel- ketle gelenekçi yap›, nebevî davetin karfl›s›na ga-
mifltir. Bu ba¤lamda Peygamber Efendimizin ve- yet kararl› bir tav›rla ç›kmaktad›r.
fat› üzerine, sahabenin bu durumu anlamland›r-
Gelenekselci yap›n›n öncülerinin tarihî pratiklere
yaslanarak toplumu statükoya ba¤lama gayretle- ki,) benzer bir belaya (baflka) insanlar da u¤ra-
ri karfl›s›na, modern zamanlarda en az öncekiler m›flt›r; zira böyle (iyi ve kötü) günleri insanlar ara-
kadar kabulü güç bir düflüncenin ortaya ç›kt›¤›na s›nda nöbetlefle döndürür dururuz. (Bu,) Allah'›n,
tan›kl›k etmekteyiz. Modern düflünce, yede¤ine imana erenleri seçip ay›rmas› ve aran›zdan haki-
ak›l, bilim, deneyim, özgürlük gibi f›tri nitelikleri al- kate (hayatlar› ile) flahitlik yapanlar› seçmesi için-
mak suretiyle geleneksel yap›lar›n karfl›s›nda ko- dir…” (Âl-i ‹mran, 140.)
numlanm›flt›r. Modern düflüncenin dayanak nok-
Kur’an, insan›n kendi geçmifliyle sa¤l›kl› bir ba¤
tas› fludur: Toplumlar›n ortaya koyduklar› kültürel
kurmas›n› ve tarihî süreklili¤e yabanc›laflmamas›-
canl›l›k bir süre sonra sönümlenir ve tekrarlar bafl
n› ister: “Allah (bütün bunlar›) size aç›klamak, ön-
gösterir. Dolay›s›yla yeni duruma adapte edile-
cekilerin (do¤ru) yollar›na erdirmek ve size ba¤›fl-
meyen kültürel kal›plar al›flkanl›klar›n da etkisiyle
lay›c›l›¤› ile yaklaflmak ister…” (Nisa, 26.) Bu saye-
toplumsal bilinci zaafa u¤rat›r. Modern düflünce
de insan kendini sahih bir silsilenin meflru bir
bu vak›adan hareketle geçmifli horlar, ilerlemeyi
temsilcisi olarak görür.
ülkü edinir, akl›n evrimleflti¤ini savunur ve bilimsel
bilgiyi kutsar. Geleneksel de¤erlerin reddini, akl›n Bu durumda e¤er gelenek denilen fenomene
ve bilimin gere¤i olarak görür. Toplumlar›n geç- meflru bir anlam verilecekse bunun çerçevesini,
mifline ve gelene¤ine karfl› tak›n›lan bu tav›r, vak›- Allah’a inanma, O’nun emir ve nehiylerini gözet-
alar› tarihî ba¤lam›ndan koparmakta, tarihten me fluurunun oluflturdu¤unu söyleyebiliriz. ‹nsan-
dersler ç›karmay› güçlefltirmektedir. l›k tarihi böyle bir gelene¤e geçmiflte tan›kl›k et-
mifl ve bugün de tan›kl›¤›n› sürdürmektedir. Bura-
Tarih boyunca toplumlar›n hayat›nda ortaya ç›kan
da dikkat edilmesi gereken husus, gelene¤in tev-
dinî tezahürler ve gelenek konusuna ‹slam’›n ›fl›-
hidi süreklilikle ba¤›n›n kurulup kurulamamas›,
¤›nda bakt›¤›m›zda, kutlu elçilerin yinelenen ça¤-
kurulmuflsa bunun ne tür bir keyfiyete sahip oldu-
r›larla insanlar› ortak bir ilkeye, tevhide ça¤›rd›¤›n›
¤udur.
görmekteyiz. Tarih bize tevhidin süreklili¤ini gös-
termektedir. Bir kelam-› kibarda vurguland›¤› gibi, ‹slam, topluma ait geleneklerin saf yap›lar olmad›-
“‹slam’›n de¤irmeni süreklidir.” Nitekim Kur’an’›n ¤› gerçe¤ini göz ard› etmez. Bununla birlikte ge-
Peygamberimize yönelik ilahî hitab›nda, onun in- leneksel yap›n›n içindeki tevhide ayk›r› düflmeyen
sanlar› önce kendi peygamberli¤ine, sonra da ev- unsurlar varsa, bunlar›n kabulünde bir sak›nca
velce ayn› görevi üstlenen elçilerin peygamberli¤i- görmez. Bir uygulaman›n ‹slam’a göre meflruiye-
ne inanmaya ça¤›rmas› istenmifltir: “Elçi ve onun- tinin ölçütü, ‹slam’›n öngördü¤ü flekil flartlar›n›
la birlikte olan müminler, Rabbi taraf›ndan ona in- bünyesinde bar›nd›rmas› de¤il; ilahî r›zan›n göze-
dirilene inan›rlar. Hepsi, Allah'a, meleklerine, va- tilerek uygulaman›n dayand›¤› iradenin Allah’a
hiylerine ve elçilerine inan›rlar. O’nun elçilerinden has k›l›nmas›d›r. Dolay›s›yla geleneksel yap›n›n
hiç biri aras›nda ayr›m yapmazlar ve ‘‹flittik ve ita- dayand›¤› referans sistemi sürekli gözden geçiril-
at ettik. Bize ma¤firet et ey Rabbimiz, zira bütün meli, ilahî hükümlerle irtibat› canl› tutulmal›d›r. Zi-
yolculuklar›n var›fl yeri sensin!’ derler.” (Bakara, 285.) ra ‹slam kendisini gelene¤e, örf ve âdete, kültürel
mirasa dönüfltürmek yerine o, bu tarz toplumsal
Kur’an’›n tarihten verdi¤i olumlu ve olumsuz ör-
yap›lar›n ana referans kayna¤› olmak ister.
neklere bak›ld›¤›nda onun, insanl›¤›n tarihî serü-
venini çizgisel ya da çevrimsel zaman teorileriyle ‹slam toplumunda sahip ç›k›lmas› gereken meflru
izah edilebilecek bir sunumda bulunmaktan ziya- bir gelenekten bahsedilecekse bu, sahih sünne-
de, inifl ve ç›k›fllar›yla, süreklilik ve devaml›l›¤›yla tin insanlar›n tutum ve davran›fllar›n› flekillendir-
helezonik bir zaman sunumunu öngördü¤ünü mesi ve ‹slam’›n nab›z at›fllar›n›n toplumun her
söyleyebiliriz: “E¤er bafl›n›za bir bela gelirse, (bilin katman›nda hissedilmesiyle olur.
Kur’an’›n bütününde hak ve bât›l çat›flmas› konu edinilmekte, böylece bir bak›ma iki
farkl› gelenek ele al›narak insanlar hak, sahih ve do¤ru gelene¤e uymaya davet
edilmektedir. Dolay›s›yla Âdem aleyhisselâmdan beri tarih boyunca süregelen hak-
bât›l, iyi-kötü, tevhid-flirk mücadelesini iki farkl› gelene¤in mücadelesi olarak da
yorumlamak mümkündür.
Gelene¤e karfl› nas›l bir tutum gelifltirmeliyiz? Bir sine bir hususu reddetmek için gelenekte olma-
fleyin pozitif bir de¤er verilerek kabul görmesi s›n› kâfi görenler bulunsa da asl›nda bir fleyin
için gelenekte bulunmas› yeterli midir? Veya tam gelenekte yer almas› ya da gelenek hâline gel-
aksine gelenek ve geleneksel olmas› bir fleyin mesi, onun iyi veya kötü fleklinde nitelenmesi
olumsuzlan›p reddedilmesi için yeter sebep mi- için yeterli de¤ildir. Bu sebepledir ki “hangi gele-
dir? Ya da gelene¤e tamamen karfl› ç›kmayan, nek?” sorusuna cevap aramak öncelikli ve an-
ama onun s›n›rlar› içine de hapsolmayan üçün- laml›d›r.
cü bir durumdan bahsedilebilir mi?
Kur'an-› Kerim’in gelene¤e karfl› yaklafl›m›n›n
Gelenek üzerine düflünmeye bafllad›¤›m›zda yu- do¤ru tespit edilebilmesi için de öncelikle bu so-
kar›daki gibi onlarca sorunun gündeme gelmesi runun cevab›n› vermek zorunludur. Nitekim
tabiidir. Ancak bu sorular›n do¤ru cevab›n›n bu- Kur'an’da bir taraftan atalar gelene¤ine uyma
lunabilmesi için öncelikle “hangi gelenek” soru- elefltirilirken di¤er taraftan tevhid gelene¤ine, bir
sunun ayd›nlat›lmas› gerekir. Her ne kadar bütü- baflka ifadeyle ‹brahimî gelene¤e tabi olunmas›
nüyle gelene¤i kutsayanlar veya onlar›n tam ak- istenmektedir. ‹lâhi vahiy incelendi¤inde görüle-
ce¤i gibi, Kur’an’›n bütününde hak ve bât›l ça- Asl›nda sadece yapt›klar› kötülüklere mazeret
t›flmas› konu edinilmekte, böylece bir bak›ma iki bulma fleklinde de¤il, üzerinde bulunduklar› yo-
farkl› gelenek ele al›narak insanlar hak, sahih ve lun do¤rulu¤unu tamamen atalar›n›n yaflant›s›y-
do¤ru gelene¤e uymaya davet edilmektedir. la delillendirmek, bu gelene¤i izleyenlerin genel
Dolay›s›yla Âdem aleyhisselâmdan beri tarih bo- bir tutumudur. Kur’an-› Kerim’de, “Senden ön-
yunca süregelen hak-bât›l, iyi-kötü, tevhid-flirk ce de hangi memlekete uyar›c› göndermiflsek
mücadelesini iki farkl› gelene¤in mücadelesi ola- mutlaka oran›n varl›kl›lar›: ‘Babalar›m›z› bir din
rak da yorumlamak mümkündür. Bu gerçe¤e üzerinde bulduk, biz de onlar›n izlerine uyar›z’,
iflaret eder bir biçimde bu yaz›n›n bafll›¤› “Atalar derlerdi.”(Zuhruf, 23) âyeti ile bu gerçek gözler
Gelene¤ine Karfl› Tevhid Gelene¤i” fleklinde önüne serilmektedir. Ayr›ca yine çeflitli âyetlerde
isimlendirilmifltir. Mekkeli müflriklerin vahyin ça¤r›s›na, “Hay›r, biz
atalar›m›z› üzerinde buldu¤umuza uyar›z.” gibi
Kur’an-› Kerim’de peygamberler ile kavimleri
itirazlarla karfl› ç›kt›klar› bildirilmektedir. Onlar›n
aras›nda geçen diyaloglar› konu edinen metin-
bu olumsuz tav›rlar›n›n, “Peki ama, atalar› bir
ler, atalar gelene¤i ile tevhid gelene¤i aras›nda-
fley düflünmeyen, do¤ru yolu bulamayan kimse-
ki çat›flmay› da ortaya koymaktad›r. Bu noktada
ler olsalar da m›?” fleklindeki ilâhi hitap yanl›fll›¤›
Hz. ‹brahim’in tecrübesi bilhassa hat›rlanmaya
ortaya koymaktad›r. (bk. Bakara, 170; Mâide 104.)
de¤erdir. Zaten Kur’an, Hz. ‹brahim’in güzel ör-
nekli¤ine dikkat çekmekle (Mümtehine, 4), onun di- Kur’an bu gibi ifadelerle atalar yoluna uyanlar›
nine tabi olanlar›n iyili¤ini zikretmekle (Nisâ,125) ve elefltirerek, gelenekte var olman›n do¤ruluk kri-
Hz. Peygamber’e onun yoluna uymas›n› emret- teri say›lamayaca¤›n› beyan etmektedir. Yani bir
mekle (Nahl, 123) Hz. ‹brahim’in peygamberler ta- fleyin devam edegelmesi, herkes taraf›ndan uy-
raf›ndan aktar›lan tevhid gelene¤i içindeki üst gulanmas›, onun do¤rulu¤unun ne delili ne de
konumuna iflaret etmektedir. Nitekim Hz. ‹bra- ölçütü olabilir. Ama böyle bir prensip elbette
him’in dini, dosdo¤ru olarak tan›mlanmakta ve hiçbir zaman bizi gelenekte olan›n yanl›fl say›la-
Hz. Peygamber’in de bu yola iletildi¤i belirtil- ca¤› sonucuna da götürmez. Kuflkusuz her za-
mektedir. (En‘âm, 161) Bu sebeple tevhid gelene- man bât›l bir gelenek oldu¤u gibi, hak bir gele-
¤inin bir ad› da ‹brahimî gelenektir. Kur’an Hz. nek de vard›r.
‹brahim’in Yahudi veya H›ristiyan de¤il ama ha-
Bilindi¤i üzere tarih boyunca tevhid inanc› her
nif bir Müslüman oldu¤unu hat›rlatarak (Âl-i ‹mrân,
dönemde sürekli bir flekilde var olagelmifltir. Al-
67) bir kez daha Hz. ‹brahim’in tevhid gelene¤i-
lah Teâlâ’n›n Kur’an-› Kerim’de pek çok pey-
nin en büyük temsilcilerinden biri oldu¤unu vur-
gambere vahiy gönderdi¤ini zikretmesi de bu
gulamaktad›r.
devaml›l›¤› ortaya koymaktad›r. Müslümanlar,
Hz. ‹brahim tevhid gelene¤ini temsil ederken, iman esaslar› aras›nda Hz. Peygamber’le birlik-
ona karfl› ç›kan kavmi atalar gelene¤ini temsil te daha önce geçen bütün peygamberlere iman
etmektedir. Nitekim Hz. ‹brahim’in kavmi, Al- ettiklerini dile getirmekle, asl›nda vahiy gelene¤i-
lah’a flirk koflmalar›n›n gerekçesini, “babalar›n› ni ve bu gelene¤in devaml›l›¤›n› da ikrar etmifl
bu flekilde yapar bulmalar›” olarak atalar gelene- olmaktad›rlar. Yine pek çok peygamberin kendi-
¤ine ba¤lamaktad›rlar. (fiuarâ, 26) Benzer bir lerini Müslüman olarak tan›mlamalar›, bunun ya-
mant›¤›n inkâr edenler taraf›ndan da ileri sürül- n›nda Hz. Peygamber’in de kendisinin peygam-
dü¤ü görülmektedir. Onlar da yapt›klar› kötülük- berlerin ilki olmad›¤›n› belirtmesi (Ahkâf, 9) tevhid
leri atalar›na uymaya dayand›rmaktad›rlar. (A‘râf, gelene¤inin varl›¤›n› ve süreklili¤ini ortaya koy-
28.) maktad›r.
Gelenek:
Pranga m›, s›n›r m›?
fiimdi, geçmiflin bir ön plan›d›r. Geçmifl de, flimdinin arka plan›d›r. fiimdi-
nin, geçmiflten ay›rt edilebilmesi için belirli temel hususlarda ona benze-
mesi gerekir. Gelene¤in tarihsel önemi, her dönemi, bir anlamda kendin-
den önceki dönemin bir devam› ya da geliflmifl flekli k›lar.
Gelenek denildi¤inde din; dinden söz edildi¤inde miras b›rak›lan herhangi bir fleydir. Tevarüs edilen
de gelenek ak›llara geliverir. Bu iki kelimenin ar- fley, kültürel bir yap›d›r. ‹ster fiziki, isterse de
d›nda “ahlak” haritas› belirmeye bafllar. Bu üçgen manevi bir fley olsun, gelenekle bir ‘ö¤reti’ ya da
bazen bir özgürlük deltas› bazen de bir abluka ‘bilgi’ kast edilmektedir. Öte yandan kültür de, bir
olarak görülür. fiüphesiz ayn› kalenin pranga ya gelene¤i ön varsayan ö¤reti ve irfana dayan›r.
da özgürlük olarak alg›lan›fl›n›n farkl› gerekçeleri Dolay›s›yla gelenek kavram›, bilim, sanat ve ede-
ve nedenleri vard›r. Özgürlükten önce gelene¤in biyat, e¤itim, hukuk, politika ve din dâhil olmak
kimlik teflekkülünde bir s›n›r ifllevi gördü¤ünün üzere bütün kültür sahalar›yla ilgilidir.
unutulmamas› gerekir. Acaba gelenek ne zaman
‹nsan› sadece biyolojik varl›k olarak tan›mlaman›n
bir s›n›r, dolay›s›yla özgürlük; ne zaman geliflme-
bir boyut kayb› oldu¤unu kabul edersek, onun
nin önündeki bir zincir olarak telakki edilir?
kendi tensel ve duyusal s›n›rlar›n›n ötesine aflabil-
Bu soruyu cevaplamaya geçmeden önce gelene- mesi, ifllenip e¤itilebilmesi, kültürlenmesi için ge-
¤in ne oldu¤unu belirtmeliyiz. Gelenek, geçmifl- lene¤in önemi kendili¤inden a盤a ç›kmaktad›r.
ten günümüze nakledilen, intikal ettirilen ya da ‹nsan, gelenek ve kültür sayesinde, anlam ve de-
Gelene¤in
diriltici solu¤u
Ülkemiz Do¤u ile Bat› aras›nda bir s›n›r toplumu görünümünde… Bu du-
rum, bizim geleneksel hikmet ve de¤erlerimiz ile hiper modern Bat› stan-
dartlar› aras›nda s›k›flmam›z› do¤urabiliyor. Bizde belli bir ölçüde dinamizm
oldu¤unu söyleyebilsek bile, geleneksel birikimden ilim, hikmet ve irfan
boyutlar›yla yeterince istifade edebildi¤imizi iddia edebilir miyiz?
"Üç bin y›ll›k geçmiflinin hesab›n› yapamayan insan, ler. Direklerin varl›¤› ve çoklu¤u temelin kapsa-
günübirlik yaflamaya mahkumdur." m›n› daraltmaz. Aksine her yeni kat ile temel, ye-
(Goethe) ni bir aç›l›m kazanm›flt›r. Her kat, temelin tekra-
ren kendini ortaya koyufludur.
Kaç y›ll›k geçmiflimizi özümseyebildi¤imizi hiç
düflünebildik mi? Geçmiflimizin kalbî ve zihnî Binan›n her bir dire¤i, kirifli ve duvar malzemesi
dünyam›zdaki izlerini takip edebiliyor muyuz? ile temel aras›nda organik bir ba¤ vard›r. Bir di-
Allah’›n ezelî ve ebedî olmas› gerçe¤ini göz önü- re¤i “bu gereksizmifl” diyerek ortadan kald›rabi-
lir miyiz? Binan›n üst katlar›nda oturanlar›n ara-
ne alarak, maddî varoluflun ilk ân›ndan sonsuz-
lar›ndaki katlar› unutup temelde yafl›yormufl gibi
lu¤a kadar hakikatin mutlakl›¤›na dair mü’min
düflünmeleri, “Ponzo ‹llüzyonu”nun tersi gibi bir
olarak flahitli¤imizi yads›yabilir miyiz?
fley olsa gerektir. Bu durum süreklilik kazan›rsa
Bilindi¤i gibi, bir bina yap›l›rken temelin üstünde halüsinasyona yol açacak ve kifli taraf›ndan bi-
yükselen direklere ihtiyaç vard›r. Temelin sa¤- na, var oldu¤undan farkl› alg›lanacakt›r. Aradaki
laml›¤›n› ve kapasitesini bu direkler temsil eder- katlar› yok sayd›¤›nda bulundu¤u kat, temelden
kendisi için de¤il, bütün yarat›klardan üstün ol- ve yeni bir formla keflfedilmesidir. Aksi takdirde
du¤u ve Allah’›n halifesi oldu¤u içindir. Dinin ih- Necip Faz›l’›n, “Kökünü be¤enmeyen dal ve da-
yas›n› gerçeklefltirebilecek böyle bir insan mo- l›n› be¤enmeyen meyve, olmadan çürür.” dedi¤i
delinin belirginleflmesi, vahyin ve sünnetin yo- gibi, ilâhî gelenekten yeterince beslenmeden
rumlar›yla birlikte ele al›nmas›yla mümkündür. birfleyler yap›yor olsak bile, ortaya koyduklar›m›-
Bu süreçte, Schuon’un vurgulad›¤› gibi, hem z›n kal›c›l›¤›ndan flüphe etmeliyiz.
Gelenek için tarih, geçmifl bilgi ve kültürün çok
güçlü ve olumluluk içeren bir imaj›d›r. Bundan
dolay›d›r ki, bir dinin ve medeniyetin dengelerini
muhafaza etti¤inin ve hayatiyetini sürdürdü¤ü-
nün en önemli göstergesi, bilgi üretimini yönlen-
diren bir ilmî ve irfanî gelene¤e ve meflruiyetini
bu gelenekten alan bir ilmî önderli¤e sahip ol-
mas›d›r. Bu seviyeye ulaflabilmek ise, Eliot’un,
"Gelenek, hiçbir gayret sarf etmeksizin edinile-
cek bir miras de¤ildir." cümleleriyle vurgulad›¤›
gibi, hakikatin ve hayat›n her yönünü kapsay›c›
yo¤un bir çabay› gerektirmektedir. Bu çaban›n
kayna¤› ise salt bilgi de¤il, hikmetle sentezlen-
mifl ilimdir.
René Guenon’un ifadesiyle, tersine çevrilmifl,
gökyüzüne do¤ru yükselen kar›nca yuvalar› gibi
günümüzün yüksek tafl binalar›, geleneksel an-
lamda özgür olan insan› duvarlarla örmüfltür.
Duvarlar ard›nda sakl› kalan yiti¤imizi aramak
için yola koyulmal›y›z. D›fl›m›zdaki maddî duvar-
lar ile içimizde örülü duvarlar aras›nda anlaml›
bir iliflki vard›r. Bu iliflkinin merkez noktas› insan-
d›r. Çünkü insan, duygu, düflünce ve davran›fl-
lar›yla bu dünyay› anlamland›rabilir. ‹nsan›n, za-
zâhirin aç›klanmas› anlam›nda tefsirin, hem de man ve mekân boyutlar›n› aflarak, hem d›flar›-
bât›n›n yorumu anlam›nda te’vilin birlikte ele dan kendisine örülen duvarlar› hem de kendi
al›nmas› gerekmektedir. Tefsir, vahyin semantik, kendisine durmadan ördü¤ü duvarlar› y›kabil-
teolojik ve tarihî bir aç›klamas› iken, te’vil, sem- mesi, onun bu dünyada var olmas›n›n bir so-
bolist, metafiziksel ve mistik bir yorumudur. rumlulu¤udur.
Böylece dinin simgesel boyutunun içsellefltiril- Düflüncelerimizin s›¤laflt›¤›, ufuklar›m›z›n daral-
mesiyle insan›n psiko-sosyokültürel bütünlefl- d›¤›, duygular›m›z›n yoksunlaflt›¤›, insanlar›m›z›n
mesinde vahyin rolü artacakt›r. bunal›mdan bunal›ma koflarken ümitlerini yitir-
Hayat›n ve medeniyetin her alan›n›n özünü ihata meye yüz tuttu¤u, nitelikten ziyade niceli¤in
eden gelene¤in söz konusu kapsay›c›l›¤› dolay›- egemen oldu¤u günümüzde yap›lan ilmî ve kül-
s›yla insan, art›k sadece kendi zaman›nda de¤il, türel çal›flmalar›n bir ideal haline gelebilmesi ve
geçmifl ve gelecek baflka zamanlarda da yafla- bu gayretlerin din binas›n›n yeniden ihyas›n›n
yabilir; geçmifl âlimler ve yaz›lan eserler onunla yap› malzemeleri olabilmesi için tarihî geliflim se-
ça¤dafl olabilir, böylece bir tür al›flverifl yap›labi- rüvenimizdeki köfle tafllar›m›za ihtiyac›m›z var-
lir. Bu al›flverifl sonucu, Peyami Safa’n›n, “Eski d›r. Düflündüklerimizin, duygular›m›z›n ve aksi-
baflkad›r, eskimifl baflkad›r. Nice eskiler vard›r ki yonlar›m›z›n sa¤lam bir perspektifle tutarl›l›k ve
hiç eskimez.” fleklinde ifade etti¤i gibi, eski diye süreklilik kazanmas›yla varolufl zincirine bir katk›
düflündü¤ümüz fley, eskimemifl olmaktad›r. yapabilmemiz, geleneksel birikimin fark›na var›l-
Böylece gelenek, geçmiflin ideallerinin yeniden mas›yla mümkün olacakt›r.
Örf ve âdetler, toplum taraf›ndan bilinen, kabul edilen, hofl karfl›lanan, dine
göre de meflrû ve makbul olan davran›fllard›r. Kur’an’da geleneklerin ak›l ve
vahiy süzgecinden geçirilmesi, vahye ayk›r› olmayan, akla ve insan yarat›l›-
fl›na uygun bulunan örf ve âdetlerin kabul edilmesi emredilmektedir.
Din, f›trî (yarat›l›fla uygun) olup insanl›k tarihi ile mayan ve toplumun yap›s›n› yans›tan kültürel
bafllar. Din, tarihin bütün devirlerinde ve bütün ifadelerdir. Kur’an-› Kerim’de önceki dinlere de
toplumlarda daima mevcut olmufl, milletlerin örf “‹slam” denildi¤i görülmektedir. (Bkz. Âl-i ‹mran, 19.)
ve âdetlerinin oluflmas›nda önemli rol alm›flt›r. ‹slam, tüm dinlerin ortak ismidir. Hz. Peygam-
Millet ve din kelimeleri aras›ndaki mana bütünlü- ber’in tebli¤ etti¤i ‹slam dininin kendine özgü
¤ü de dikkat çekicidir. Nitekim “Millet-i ‹brahim” hükümleri varsa da, önceki peygamberlere em-
terimi “Din-i ‹brahim” anlam›nda kullan›lmakta- redilen birçok husus aynen devam etmektedir.
d›r. Ünlü Türk filozofu Fârâbî (339/950) milleti; Mesela adam öldürmek, zina etmek ve h›rs›zl›k
“Bir toplulu¤un bafl yöneticisinin koydu¤u flart- yapmak tüm dinlerde yasak k›l›nm›flt›r. Erkekle-
larla mukayyet görüfl ve davran›fllar” fleklinde rin sünnet olmas› ise, Hz. ‹brahim’den intikal
tan›mlar. Din ise, “Allah taraf›ndan konulmufl, eden f›trî bir gelenektir. (Bkz. Buhari, Enbiya, 8.) Gü-
ak›l sahiplerini kendi arzular› ile bizzat hay›rlara nümüzde Yahudilerde bu gelenek hâlâ devam
sevk eden ilahî bir nizam” olarak tarif edilir. fiu etmektedir. Hak dinler; kiflinin can›n›, mal›n›, ak-
hâlde “din” ve “millet” terimleri birbirinden ayr›l- l›n›, dinini ve neslini korumay› hedeflemifltir.
taki kimseler zina ve fuhfla yönelmiyor, içki içmi- bir mazhariyet ve flerefti. Müflrikler, Kâbe’de ge-
yor, ya¤ma-soygun, h›rs›zl›k, cinayet vs. gibi dö- leneklerine göre ibâdet ederken ›sl›k çal›p el ç›r-
nemin yayg›n kötülüklerine bulaflm›yor, k›z ço- parak Beytullah’›n çevresinde dolafl›yorlar ve
cuklar›n› diri diri topra¤a gömenlere engel olma- Kureyflîler’in imtiyaz alâmeti olarak Kâbe’yi ç›p-
ya çal›fl›yorlard›. Bunlar aras›nda Hz. Ebu Bekir lak tavaf ediyorlard›. (‹bn Kesîr, III, 593-594.) Yine ca-
ilk s›ralarda yer almaktayd›. Cafer b. Ebî Talib, hiliye dönemindeki bir gelene¤e göre Araplar ih-
Habeflistan Kral› Necafli’ye vard›¤› zaman Arap- raml› iken veya daha baflka baz› dinî gerekçeler-
lar›n baz› cahiliye geleneklerini flöyle anlatm›flt›r: le evlerine girmezler; mutlaka girmeleri gerekti-
“Ey Hükümdar! Biz cahiliye taassubuna sahip ¤inde de -kap›y› kullanman›n do¤ru olmad›¤›na
bir kavimdik. Putlara tapar, ölü hayvan eti yer, inand›klar› için- evlerin arkas›ndaki bir pencere-
fuhufl yapard›k. Akrabal›k ba¤lar›na riayet et- den veya açt›klar› bir delikten girerlerdi. Çünkü
mez, komflular›m›za kötülük eder, güçlü olan›- bunun iyi ve erdemli bir davran›fl oldu¤una ina-
m›z zay›flar› ezerdi.” (‹bn Hiflam, es-Sire, I, 335.) Bu n›rlard›. Kur’an-› Kerim, “‹yilik, evlere arkalar›n-
gelenekler yaln›z Arabistan’da de¤il, her dö- dan girmeniz de¤ildir. Ama iyi davran›fl takva
nemde taassup olarak yerleflmifl kötü âdetleri sahibi insan›n davran›fl›d›r. Evlere kap›lar›ndan
ifade etmektedir. ‹slam, cahiliye dönemindeki girin. Allah’a sayg›l› olun ki kurtulufla eresiniz.”
evlat edinme, iki k›z kardefli bir nikâhta tutma, (Bakara, 189.) ayeti ile bu davran›fl›n anlams›z bir
kardefllik sözleflmesi, s›rf vasiyete dayal› miras meflakkat oldu¤unu anlatm›flt›r. Ayr›ca bu dav-
paylaflt›rma usulleri gibi gelenekleri de kald›r- ran›fl evdekileri rahats›z edece¤i için edebe de
m›flt›r. (Nisa, 11-14.) Araplar›n Kâbe ile iliflkileri, ayk›r›d›r. As›l iyi ve erdemli olan davran›fl, anlam-
ibâdetleri de cahiliye taassubuna dayanmaktay- s›z geleneklerin tekrar› de¤il, insan›n her iflini
d›. Zira onlar, Kâbe’nin içine koyduklar› putlara takvâya göre yapmas›, yani tutum ve davran›fl-
tap›yorlard›. Arap gelene¤inde de Kâbe’nin ba- lar›n› Allah’a ve O’nun buyruklar›na sayg› bilinci
k›m ve yönetim sorumlusu (velîsi) olmak büyük içinde yerine getirmesidir mesaj› verilmektedir.
Bu anlam(land›rm)a/kavrama görevini yerine ge- rü ve Ahlak Bilgisi ö¤retmenli¤i yapan ve din e¤i-
tirmeye çabalayan Müslüman, Allah’›n maksad›n› timi dal›nda yüksek lisans diplomas› bulunan çok
yakalamaya çal›fl›rken, Hz. Peygamber (s.a.s.) d›- çal›flkan bir bayan ö¤rencim göndermifl. Onun
fl›nda, karfl›laflt›¤› hiçbir beflerî yoruma kay›ts›z yazd›klar› bu konuda tipik bir örnek teflkil etti¤i
flarts›z teslim olma, onu kabullenme tavr›n› tak›n- için onlar› sizinle paylaflmak istiyorum:
mak durumunda de¤ildir/olmamal›d›r. Allah ve
“Say›n Hocam, bu hafta arkadafllar taraf›ndan bir
Rasulü (s.a.s.) d›fl›nda hiçbir otorite, kay›ts›z flart-
cuma oturmas›na davet edilmifltik. Gitti¤imizde
s›z ba¤lanmaya de¤er ve sorgulanamaz gö-
iki hoca han›m›n da Kur’an okumak ve sohbet et-
rül(e)mez. Hristiyanl›kta oldu¤u gibi bir din adam›
mek için geldiklerini gördük. Okunan Kur’an’dan
s›n›f›n›n bulunmad›¤› ‹slam’da, dinin temel kayna-
sonra hoca han›mlardan biri sohbet etmeye bafl-
¤›n›n anlafl›lmas› ve yorumlanmas› konusunda te-
lad›. Bir saat boyunca hiç susmadan pefl pefle
kel söz konusu de¤ildir. Bu konuda Müslüman›n
ayet ve hadisleri s›ralad›, büyüklerin hâllerinden
körü körüne bir ba¤lanma içinde olmas›n› ‹slam
örnekler verdi. Sözü namaza getirdi ve ikindi na-
asla hofl görmemektedir.
maz›yla ilgili flöyle bir olay anlatt›: Bir gün ashab-›
Bu yüzden Müslüman›n, karfl›laflt›¤› dinî nitelik- kiram mescidde bir kad›n›n a¤lamas›na flahit
li her bilgiyi Kur’an ve Sünnet ölçütüyle test et- olurlar ve niçin a¤lad›¤›n› sorarlar, söylemez. He-
mek suretiyle do¤ru olup olmad›¤›n› belirlemeye men onu al›p Peygamber Efendimiz’in huzuruna
çal›flma yükümlülü¤ü bulunmaktad›r. ‹slam’› ge- götürürler. Kad›n hâlâ a¤lamaktad›r. Peygambe-
nel hatlar›yla ve bir bütün olarak kavram›fl bir rimiz niçin a¤lad›¤›n› sorar. O da çok büyük gü-
Müslüman, bunu flu veya bu ölçüde yapabilir. nahlar iflledi¤ini ve bunlardan dolay› a¤lad›¤›n›
Özellikle de dinin sabiteleri dedi¤imiz dinin olmaz- söyler. Peygamberimiz de bunlar› kendisine an-
sa olmazlar› aç›s›ndan bunu rahatl›kla yapabilme- latmas›n› ister. Kad›n bafllar anlatmaya. ”Ya Ra-
lidir. sulallah! Ben zina ettim, bu zinadan bir çocuk
do¤du ve ben bu çocu¤u öldürdüm ve bir sirke
Sahip oldu¤u bu imkan, Müslüman›n kolay kolay
küpüne att›m. Bu sirkeyi de insanlara satt›m. Ben
kül yutmamas›na katk› sa¤lamaktad›r. Ancak ne
a¤lamayay›m da kimler a¤las›n!” demifl. Peygam-
yaz›k ki, bu imkân›n iyi de¤erlendirilmemesi nede-
berimiz de: “Sus kad›n sus. Ben de ikindi nama-
niyle tarihte zaman zaman bir çok hurafe ‹slam’a
z›n› kaç›rd›n zannettim.” demifl.
mal edilebilmifl; bir çok Müslüman bunlar› ‹slam
sayabilmifltir. Osmanl›n›n son asr›nda özellikle Hoca han›m bunlar› anlat›rken çok flafl›rd›m ve
hoca k›l›¤›na girmifl gayrimüslimlerin katk›lar›yla her kesimden insanlar›n geldi¤i misafirlerin tepki-
hurafelerin oldukça rahat yay›ld›¤› söylenebilir. leri nas›l olacak diye yüzlerine bakt›m. Hepsi gü-
Bunun önünü almak, karfl›laflt›¤› dinî nitelikli bilgi- zel güzel dinliyordu. Kimse flafl›rmam›flt›. Bu beni
leri ‹slam’›n temel de¤erleri ›fl›¤›nda sorgulay›p daha da flafl›rtt›. …”
anlamland›rabilecek müminleri yetifltirmekle
Dikkat edin, dinleyenler aras›nda okumufl/e¤itimli
mümkün olacakt›r.
bayanlar var. Bu foto¤raf, ‹slam ad›na ne kadar
Geçenlerde bir mektup ald›m. Y›llard›r Din Kültü- ürkütücü ve endifle verici! Din diye anlat›lanlar›n
hiçbir do¤ru taraf› yok. Üstelik ‹slam’›n temel ce kolayd›r. Akl›na eseni, a¤z›na geleni din diye
prensipleriyle aç›kça çeliflen ifller (büyük günah- anlatabilir. Bu kifli, bir de kötü niyetli ise, her tür-
lar), rahatl›kla hafife al›n›yor. Zina, cana k›yma, lü as›ls›z fleyleri, hurafeleri ‹slam diye rahatl›kla tel-
hem de öz çocu¤unu öldürme, insanlar›n sa¤l›¤›- kin edebilir. Böyle birinin söyledikleri ne kadar
n› tehlikeye sokma, sahtekârl›k, haram kazanç el- as›ls›z olursa olsun, onlar› meflhur ‹slam büyükle-
de etme gibi büyük haramlar, bir ikindi namaz›y- rinden birine dayand›r›yorsa, sorgusuz sualsiz ka-
la karfl›laflt›r›larak onun önemini vurgulamak ad›- bul edilmesini garanti eder. Söze, “Hz. Peygam-
na alabildi¤ine hafife al›n›yor. “Kul hakk›yla Al- ber buyuruyor ki,…” diye bafllad› m›, karfl›s›nda-
lah’›n huzuruna gitmemeye özellikle özen göster- kiler o sözün gerçekten Sevgili Peygamberimiz’e
me” anlay›fl› âdeta s›f›rlan›yor. ait olup olmad›¤›n› merak etmedikleri gibi, ger-
çekte ona ait oldu¤u bilinen hadis-i flerifleri do¤-
Bütün bunlar›n ‹slam’la asla ba¤daflmayan as›ls›z
ru anlay›p anlamad›¤›n› sorgulama ihtiyac› da
fleyler oldu¤unu anlamak için öyle ileri düzeyde
duymazlar. Söze “Allah buyuruyor ki,…” diye
bir ‹slam bilgisine sahip olmak gerekmez; ‹slam’›
bafllarsa, bu takdirde onun do¤ru anlay›p anla-
ana hatlar›yla tan›m›fl olmak, bu gerçe¤i fark et-
mad›¤›n› araflt›rmaya hiç yeltenmezler. Yanl›fl an-
mek için yeter de artar bile. Ama bizim e¤itim-
lat›mlara herhangi bir olumsuz tepkinin verilme-
li insanlar›m›z›n bile bunu baflaramad›¤›n› görmek
mesi, böyle hocalar› iyice rahatlatmaktad›r. Böyle
gerçekten düflündürücüdür.
bir ortamda, yanl›fllar›n düzeltilmesi imkân› da or-
Bu insanlar, genelde dinî bilgi karfl›s›nda özne tadan kalkmaktad›r. ‹slam’› içten çökertmenin en
olarak kalmaya yönelik hiç bir çaba göster(e)mi- kestirme ve ekonomik yolu da bu olsa gerek.
yorlar. Hoca diye tan›d›klar› bir han›m›n din ad›na
Sevdiklerinin aktard›klar› bilgilerle kal›planan bu
söylediklerini pasif kabullenici yaklafl›mla dinle-
kimseler, ayn› zamanda baflkalar›ndan gelen
mekle yetiniyorlar. Sunulan dinî bilgiler üzerinde
farkl› bilgileri anlamaya çal›flmaya ihtiyaç duyma-
düflünmek, onlar› sorgulay›p anlamland›rmaya,
dan hemen reddetme refleksiyle de hareket
onlar› bütünlefltirip tutarl›l›¤›n olup olmad›¤›n›, bil-
ederler; aforizmac›d›rlar, tahammülsüzdürler.
dikleri temel dinî prensiplerle ba¤dafl›p ba¤dafl-
mad›¤›n› yoklamaya yönelik hiçbir çaba göstermi- Diyanet ‹flleri Baflkanl›¤› olarak alt› y›l önce Kur’an
yorlar. Hoca diye tan›nan kifli, Hz. Peygam- Kurslar› ve E¤itim Merkezlerinde uygulamaya
ber’den nakletti¤ini belirtince akar sular duruyor; koydu¤umuz yeni din e¤itimiyle, her insan›m›z›n
onu dinleyip söylediklerini oldu¤u gibi kabullen- sözü edilen olumsuzluklardan ar›n(d›r›l)mas› he-
mek, onlar›n kal›b›na dökülmekten baflka bir al- deflenmektedir. Bu yeni e¤itim anlay›fl›na göre
ternatif oldu¤unu düflünemiyorlar. Çark›ndan yürütülecek olan din e¤itimi faaliyetleri, insan›m›-
geçtikleri ezberci/kal›play›c› e¤itim ortam›/çevresi, z›n düflünme, anlamland›rma, sorgulama yete-
elefltirel düflünme/anlamland›rma/sorgulama ye- neklerini besleyerek gelifltirecektir. Bu e¤itimden
teneklerini böylesine dumura u¤ratm›fl. Aktar›lan geçen birey, dinin esaslar›n› ezberlemekle yetinen
bilginin güdümüne girmekten baflka bir alternatif- de¤il, onlar› anlam(land›rm)aya çabalayan ko-
leri kalmam›fl. numda olacak ve sonuçta din alan›nda kolay ko-
lay kül yutmama yetkinli¤ine eriflecektir. Bu an-
Bilgiye böyle yaklaflma, kifliyi kullan›lmaya haz›r
laml› ö¤renmeyi gerçeklefltiren din e¤itiminden
nesneye dönüfltürür; dolay›s›yla her türlü kullan›-
yararlanan insan›m›z, kolay kolay hatalar›n üzeri-
ma ve istismara müsait hâle getirir. Bu “her tür
ne yatmayacak, tepkilerini gösterecektir. Böylece
kullan›m ve istismara”, ‹slam’la taban tabana z›t
din ö¤retenler/anlatanlar hata yapmamak için
durumlar da dahildir. ‹slam ad› alt›nda onunla as-
alabildi¤ine titiz davranmak zorunda kalacaklar›
la ba¤daflmayan fikirler bile bunlara rahatl›kla ka-
gibi, yap›labilecek hatalar da geliflen elefltirel dü-
bul ettirilebilir, savundurulabilir, haram ifller bunla-
flünce sayesinde hemen fark edilerek düzeltilebi-
ra yapt›r›labilir. Hem de büyük bir içtenlikle ve öz-
lecektir.
veriyle yaparlar. ‹slam dünyas›nda bugün bunun
örnekleri bolca sergilenmektedir. KAYNAK
AYDIN M. fievki, “Ezberci Din E¤itimi”, Diyanet Ayl›k Dergi,
Söylediklerinin hesab›n› Allah’a verece¤i bilincin- Kas›m, 2009.
AYDIN M. fievki, “ Din E¤itimi Sorgulay›c› Düflünmeyi Besle-
den yoksun veya bu düflüncesi çok zay›f olan bi- melidir”, Diyanet Ayl›k Dergi, Aral›k, 2009.
rilerinin, böyle kiflilere hocal›k yapmas› son dere-
Din hizmetlerinde
dinî dan›flmanl›k ve
rehberli¤in temelleri
Namaz, oruç, zekât, hac, kurban ibadetlerinin yerine getirilmesinde oldu¤u gibi,
toplumda s›kl›kla karfl›lafl›lan do¤um ve ölümler, evlenme ve boflanmalar, anlafl-
mazl›k ve huzursuzluklar, aile ve akraba iliflkileri, dinî bilgi ihtiyaçlar›, yard›mlaflma
ve dayan›flma konular›nda da din görevlisinin yard›m ve rehberli¤ine ihtiyaç duyul-
maktad›r. Bunlar›n yan›nda hastalara, düflkünlere, engellilere, fakirlere, çaresizlere
yönelik hizmetler de ayr› bir önem arz etmektedir. Bu alanlarda yap›lmas› gereken-
ler bir dinî dan›flmanl›k ve rehberlik hizmetidir.
D
in hizmetleri cami ile s›n›rl› kalmamakta, cami d›fl›nda da ge-
nifl bir alan› kuflatmaktad›r. Namaz, oruç, zekât, hac, kur-
ban ibadetlerinin yerine getirilmesinde oldu¤u gibi, toplum-
da s›kl›kla karfl›lafl›lan do¤um ve ölümler, evlenme ve boflanmalar,
anlaflmazl›k ve huzursuzluklar, aile ve akraba iliflkileri, dinî bilgi ihti-
yaçlar›, yard›mlaflma ve dayan›flma konular›nda da din görevlisinin
yard›m ve rehberli¤ine ihtiyaç duyulmaktad›r. Bunlar›n yan›nda has-
talara, düflkünlere, engellilere, fakirlere, çaresizlere yönelik hizmetler
de ayr› bir önem arz etmektedir. Bu alanlarda yap›lmas› gerekenler
bir dinî dan›flmanl›k ve rehberlik hizmetidir.
Kur'an ve Sünnette dinî dan›flma ve rehberlik anlam›na gelebilecek
görev ve hizmetlere dair epeyce bilgi mevcuttur. Bu bilgiler, dinî da-
n›flma ve rehberlik hizmetinin befl temel gerekçeye dayand›¤›n› gös-
termektedir.
1. Bilme ihtiyac›
Allah, insanlar› ö¤renme ve bilme ihtiyac› ile yaratm›fl ve bilmedikleri
hususlar› bilenlere sormalar›n› "E¤er bilmiyorsan›z ilim sahiplerine so-
run" (Nahl, 43.) mealindeki ayetle emretmifltir. Peygamberimiz de,
"Kim bir bilgi kendinden istenir de onu gizlerse, k›yamet gününde Al-
lah onun a¤z›na ateflten bir gem vurur." (Ebu Davud, ‹lim: 9; Tirmizi, ‹lim:
3.) buyurarak kendisinden bir bilgi istenen kimsenin mutlaka bu tale-
bi karfl›lamas› gerekti¤ini beyan etmifltir. Bu ayet ve hadisten anlafl›-
l›yor ki, hem bilinmeyen hususlar›n sorulmas› hem de sorulana ce-
vap verilmesi Müslümanlar için bir vecibedir.
runa ç›kanlar› müflis tüccara benzetmifltir. (Müs- hürriyetini hayata tafl›yarak, Medine sözleflme-
lim, Birr, 59.) sinde Yahudilere inançlar›n› serbestçe yaflama
hakk› tan›m›flt›r. H›ristiyan Necran heyetine, ba-
Medine sözleflmesinde yer verdi¤i, bir Müslü-
z› sahabilerin karfl› ç›kmas›na ra¤men peygam-
man’›n haks›z yere öldürülmesi durumunda bü-
ber mescidinde ibadetlerini özgürce yapma f›r-
tün Müslümanlar katilin karfl›s›nda yer al›r, (Mu-
sat› tan›m›flt›r. Esirlere Müslümanl›¤› kabul et-
hammed Hamidullah, el-Vesâiku’s-Siyâsiyye, ‘Terc. Vecdi
meleri için bask› yap›lmas›n› kabul etmemifltir.
Akyüz, ‹stanbul, 1997, 69’) ifadesi ile insan›n yaflama
(Ebû Davud, Cihad, 116.) savafl esnas›nda kendini
hakk›n› anayasal güvence alt›na alm›flt›r. Veda
ibadete veren insanlara dokunulmamas›n›, ‹slam
hutbesinde cahiliye döneminin kan gütme dava-
savafl hukukunun ilkelerinden biri olarak benim-
lar›n› bütünüyle kald›rm›fl ve ilk uygulamaya da
semifltir.
kendi yak›nlar›ndan bafllayaca¤›n› ilan etmifltir.
(Müslim, Hacc, 147.) ‹ntihar etmeyi, herhangi bir ne- ‹fade hürriyetine olan sayg›s›ndan dolay›, genç-
denle çocuklar› öldürmeyi ve insanlara iflkence yafll›, kad›n-erkek herkes onun huzurunda ken-
yapmay› da yasaklam›flt›r. (Müslim, Birr, 117-119; disini rahatl›kla ifade etmifltir. Gençli¤inin güzel
Nesâî, Tahrimu’d-dem, 9.) y›llar›n› kocas›yla geçirdikten sonra kocas›n›n
kendisini z›har talak›yla boflamas› üzerine, Hz.
Peygamber’e gelerek ma¤duriyetini gidermesi
için onunla tart›flan kad›na hiçbir olumsuz söz
söylememifltir. (Mücadele, 1.) Zaman zaman elefl-
tiri s›n›rlar›n› bile zorlayan durumlarla karfl›laflma-
s›na ra¤men, insanlar›n düflüncelerini serbestçe
ifade etmelerine imkân tan›m›flt›r.
Henüz ‹slam’›n ilk günlerinde müflriklerden çek-
ti¤i s›k›nt›lar yüzünden bunalan ve bunun için
Rasulüllah (s.a.s.)’tan kendileri için dua etmesini
isteyen Habbab b. Eret’e, önceki milletlerden
baz› kimselerin inançlar› u¤runda yapt›klar› feda-
kârl›klar› hat›rlatt›ktan sonra, “Andolsun ki Allah
Mülkiyet hakk›n› insan›n en temel haklar›ndan bu dini tamamlayacakt›r. Öyle ki, bir süvari
biri olarak kabul eden ‹slam, bu hakk›n güvence San’a’dan, Hadramevt’e (bizdeki ifadeyle Edir-
alt›na al›nmas› için h›rs›zl›¤›, tefecili¤i, doland›r›- ne’den, Kars’a) kadar yol alacak da Allah’tan
c›l›¤› ve her türlü hak ihlâllerini yasaklam›flt›r. Hz. baflkas›ndan korkmayacakt›r.” (Buharî, Menakibu’l-
Peygamber, mülkiyet hakk›n›n dokunulmazl›¤›n› ensar, 29.) buyurarak daha o dönemde seyahat
ve ihlâl edilmeye kalk›fl›lmas› durumunda takip özgürlü¤ünün bu dinin önemli hedeflerinden biri
edilmesi gereken durumu flöyle ifade etmekte- oldu¤unu ifade etmifltir.
dir.
Hz. Peygamber, insanlar›n ay›plar›n›n, gizli du-
Adam›n biri Rasulüllah (s.a.s.)’a gelerek: “Bir rumlar›n›n pefline düflmenin, gereksiz kuflku
adam bana gelip mal›m› zorla almak istiyor” de- duyman›n, onlar›n suça itilmesine ve ahlaklar›n›n
di. Rasulüllah (s.a.s.), “Ona Allah’› hat›rlat” bu- bozulmas›na neden olabilece¤ini hat›rlatarak,
yurdu. Adam: “Hat›rlamak istemezse” dedi. Ra- özel hayat›n gizlili¤inin korunmas›n› istemifltir.
sulüllah (s.a.s.), “Yak›n›ndaki Müslümanlardan (Ebû Davud, Edeb, 37; Müslim, Birr, 30.) ‹nsan›n mane-
yard›m iste” buyurdu. Adam: “Çevremde Müslü- vi flahsiyetini ayakta tutan de¤erlerin korunmas›-
manlardan kimse yoksa” dedi. Rasulüllah na yönelik birçok tavsiye ve sak›nd›rmalarda bu-
(s.a.s.): “Devletten yard›m iste” buyurdu. Adam: lunmufltur. O, do¤umundan itibaren Allah
“E¤er devlet benden uzak ise” deyince, Hz. (c.c.)’›n flekilden flekile sokarak, hayat›n›n her
Peygamber: “Mal›n›n u¤runda dövüfl ya ahiret devresinde onda farkl› sanat harikalar› yans›tt›¤›
flehidlerinden olursun veya mal›n› kurtar›rs›n” ve bu yüzden kâinatta baflköfleye oturtulmas›
buyurdu. (Nesâî, Tahrimu’d-dem, 20.) gereken bir varl›k olan insan›n, erdemli bir hayat
sürebilmesine yönelik gerekli hukuki ve ahlaki
Hz. Peygamber, Kur’an’›n insana tan›d›¤› inanç
zemini oluflturma gayretiyle yaflam›flt›r.
‹nsan›n di¤er
canl›lara sayg›s›
Canl›lar âlemi
Teknolojinin ön plana Çevremize bakt›¤›m›zda her fleyin bir hesap, ölçü ve düzen içinde
ç›kt›¤›, flehirleflmenin yarat›ld›¤›n› görürüz. Biz nedenini bilemesek bile yarat›lan can-
h›zla ilerledi¤i ba¤, l› ve cans›z varl›klar›n hepsinin bir amac› ve hikmeti vard›r. Bir an
bahçe gibi alanlar›n için insan› bu varl›klar›n d›fl›nda tutal›m. Karada ve denizde birçok
ilaçland›¤› günümüz- hayvan türünün yaflad›¤›n› biliyoruz, Bunlardan bir bölümü sürüne-
de canl›lar›n yaflama rek, bir bölümü yürüyerek, bir bölümü uçarak, bir bölümü de su-
larda yüzerek hayatlar›n› devam ettirmektedir. Bunlar›n her biri top-
hakk› iyice daralm›flt›r.
luma ve üzerinde yaflad›¤›m›z dünyaya ayr› bir katk› sa¤lamakta-
Di¤er taraftan çevre
d›r. Görüntü yönünden çok renkli, birbirinden farkl› cilveleri, güzel-
bilincinin yeterince likleri, hareket tarzlar› ve durufllar›na flahit oluyoruz. Böylece hay-
geliflmemifl olmas› ko- vanlar âlemi, günlük hayat›m›z›n önemli bir parças› olmufltur. Bu iti-
nuyu daha da olumsuz barla üzerinde yaflad›¤›m›z dünyay› onlarla paylaflmak zorunday›z.
yönden etkilemifl ve Nitekim tarihin en eski dönemlerinde yaflayan toplumlar›n bile hay-
birçok hayvan türü- vanlar›n resimlerini ve motiflerini a¤aç, tafl, duvar ve ma¤ara gibi
nün tükenmesine ne- yerlere kaz›yarak iflledikleri anlafl›lmaktad›r. Bu uygulama, onlara
den olmufltur. Oysaki çok de¤er verildi¤inin bir ifadesidir. Bir k›sm›na da sayg› ve tap›n-
yaflayan bütün canl›la- ma derecesinde afl›r›l›¤a varan anlamlar yüklenmifltir. Di¤er taraf-
r›n kendilerine özgü tan bu canl›lar edebiyat, hikâye, masal ve fliir metinlerinde de s›k-
öncelikleri ve haklar› ça an›lm›fllard›r. Anka, hüma, güvercin, serçe, geyik, ceylan, at,
deve ve fil gibi türler, bunlardan sadece birkaç tanesidir.
vard›r. ‹nsano¤lu ken-
di cinsine gösterdi¤i fiüphesiz ki tarihte her toplumun hayvanlar âlemine yönelik fark-
sayg› ve sevgiyi onlar- l› muamele ve yaklafl›mlar› olmufltur. ‹slam dininin Kur’an, hadis gi-
dan da esirgememeli- bi sahih kaynaklar›nda, bunlarla ilgili kapsaml› aç›klamalar yer al-
dir. Unutmayal›m ki m›flt›r. Hat›rlanaca¤› üzere Kur’an surelerinden birkaç tanesi hay-
bütün hayvanlar, in- van isimlerini tafl›maktad›r. Bunlar; Bakara (inek), En’am (s›¤›r-da-
var), Nahl (bal ar›s›), Neml (kar›nca), Ankebut (örümcek) ve Fil (fil)
sanlar gibi sayg› göste-
sureleridir. Hadis ve f›k›h metinlerinde de; hayvanlara iyi muamele
rilme hakk›na sahiptir. edilmesi gerekti¤i, bunlardan zararl› olanlar›n hangi durumlarda it-
laf edilece¤i, eti yenen ve yenmeyenler ile kurbanl›klar›n nas›l kesi-
lece¤i, ölü hayvan›n hükmü ve zekât gibi konula- Ömer bin Abdüaziz de hayvanlara a¤›r yük yük-
ra yer verilmifltir. Kur’an’da ve hadislerde hayvan- lenmemesi, demir, de¤nek ve tafl gibi sert cisim-
lar›n s›kça an›lmalar›n›n nedeni; bunlar›n da Allah lerle dövülmemesi için talimat yay›nlam›flt›r. ‹slam
taraf›ndan yarat›ld›¤›n› hat›rlatmak ve onlar›n ya- hukukçular› da hayvanlar›n canlar›n› ac›tacak fle-
rat›l›fl›ndaki güzellikler üzerinde düflünmeye dik- kilde dövülmesini, aç b›rak›lmas›n›, gücünün üs-
kat çekmek içindir. Bunlar›n bir bölümü de; in- tünde yük vurulmas›n› suç kabul etmifltir.
sanlar›n g›da, binek ve tafl›t ihtiyaçlar›n› karfl›la-
Hayatlar›n›n devam› için gerekli önlemlerin al›n-
malar›, servet ve ziynet de¤eri tafl›malar› ve ken-
mas›, toplumun ortak bir görevidir. Hayvan›n güç
disinin istifadesine sunuldu¤una iflaret edilmifltir.
ve yafl bak›m›ndan verimini kaybetmesi hâlinde
Di¤er taraftan bu nimetlere karfl›l›k flükretmenin
bile terk edilmemesi gerekir. Bak›m›, tedavisi ya-
bir kulluk görevi oldu¤u vurgulanm›flt›r. Çünkü in-
flad›¤› müddetçe devam etmelidir.
san›n hayvanlardan faydalanma hususunda hu-
kuki kurallar›n›n düzenlenmesi, helal ve haram Hayvanlar›n maruz kald›klar› haks›zl›klar› önlemek
olanlar›n belirlenmesi önem arz etmektedir. Ayr›- maksad›yla 15 Ekim 1978 tarihinde Paris’teki
ca bunlardan bir k›sm›; kurban ve zekât ibadetle- UNESCO Merkezinde Hayvan Haklar› Evrensel
rinde de¤erlendirildi¤i için bunlarla insanlar›n Al- Beyannamesi ilan edilmifltir. Bu metnin 9 ve 10.
lah’a yaklaflmas› söz konusu olmaktad›r. maddeleri hayvan koruma hakk›n› ve güvenli¤ini
önemli ölçüde teminat alt›na alm›flt›r.
Haklar›n›n korunmas›
Madde: 9- Hayvanlar›n kendilerine özgü yasal
Üzülerek belirtelim ki teknolojinin ön plana ç›kt›¤›,
statüleri ve haklar› hukuk taraf›ndan tan›nmak zo-
flehirleflmenin h›zla ilerledi¤i, ba¤, bahçe gibi
rundad›r. Hayvanlar›n güvenli¤inin koruma alt›na
alanlar›n ilaçland›¤› günümüzde canl›lar›n yaflama
al›nmas› hususu devlet örgütleri düzeyinde temsil
hakk› iyice daralm›flt›r. Di¤er taraftan çevre bilin-
edilmelidir.
cinin yeterince geliflmemifl
olmas› konuyu daha da
olumsuz etkilemifl ve birçok Kur’an’da ve hadislerde hayvanlar›n s›kça an›lmalar›n›n
hayvan türünün tükenmesi- nedeni; bunlar›n da Allah taraf›ndan yarat›ld›¤›n› hat›rlat-
ne neden olmufltur. Oysaki mak ve onlar›n yarat›l›fl›ndaki güzellikler üzerinde düflün-
yaflayan bütün canl›lar›n meye dikkat çekmek içindir.
kendilerine özgü öncelikleri
ve haklar› vard›r. ‹nsano¤lu
kendi cinsine gösterdi¤i sayg› ve sevgiyi, onlar- Madde: 10- E¤itimden ve okullaflmadan sorumlu
dan da esirgememelidir. Unutmayal›m ki bütün merciler, vatandafllar›na çocukluktan itibaren
hayvanlar, insanlar gibi sayg› gösterilme hakk›na hayvanlar› anlamay› ve sayg› göstermeyi ö¤ren-
sahiptir. Onlara kötü muamele edilemez. Zalima- meleri için imkân sa¤lamak zorundad›r.
ne davran›fllarda bulunulamaz. Do¤al çevrelerin- Hayvanlara karfl› flefkat ve merhamet
de özgürce üreme hakk› ve f›rsat› k›s›tlanamaz.
‹nsan yard›m›na muhtaç olan bu varl›klar›n, bes- ‹nsan›n emrine verilen veya kendisine emanet
lenme ve bar›nma ihtiyac› usulüne uygun olarak edilen say›s›z nimetler aras›nda hayvanlar›n çok
karfl›lanmal›d›r. Kesinlikle aç ve susuz b›rak›lma- istisnai bir yeri vard›r. Bunlardan elde edilen ürün-
mal›d›r. Üzerlerinde fiziksel veya psikolojik ac› lerin her biri ayr› bir fayda ve flifa kayna¤›d›r. Bir
çekmeye yönelik deneyler yap›lmamal›d›r. Bu ey- bölümünden binek, yük ve ulafl›m olarak istifade
lemler hayvan haklar›n›n ihlali say›l›r. ‹slam tarihin- edilmektedir. Bir bölümünden de g›da, deri ve
de hayvanlar›n sahipsiz b›rak›lmamas› için koru- yün gibi gelirinden yararlan›lmaktad›r. Do¤al ola-
ma ve tedavi amaçl› vak›flar kurulmufl ve bar›nak- rak insanlar›n günlük ve hayati ihtiyaçlar›yla iç içe
lar yap›lm›flt›r. Etlerine ihtiyac› olmad›¤› halde sa- olan ve bizim gibi ruh tafl›yan, ac›, s›z› duyan, ko-
dece zevk ve e¤lence için avlamak da do¤ru de- nuflamayan, kendisini savunamayan bu çaresiz
¤ildir. Yüzlerine ac› oluflturacak damgalar yap›l- varl›klara karfl› sorumluluklar›m›z›n oldu¤u tart›fl›-
mamal›d›r. Gücünden fazla yük vurulmamal›d›r. lamaz. Gerçekten evcil veya vahfli hangi tür olur-
Hz. Ömer (r.a.) devesine fazla yük vuranlar› ciddi sa olsun, bu çaresiz varl›klara karfl› flefkat ve
anlamda ikaz ederek gerekli cezay› vermifltir. merhamet gösterilmelidir. Allah’›n emri ve iradesi
Bir engelli
çevresinden
ne bekler?
‹stisnas›z bütün aile bireyleri,
içlerindeki engelliyi sevgiyle
ba¤r›na basmal›, ona anlay›flla
yaklaflmal›; bir s›rdafl, bir yoldafl,
bir arkadafl olarak onu, aileye ve
topluma kazand›rmal›d›r.
Hayat Beklentiler Aras› Yolculuk… Yukar›daki soruyu bir de tersten soral›m: Bir engel-
li, ailesinden, hocalar›ndan, idarecilerinden, arka-
Esasen hayat bafll› bafl›na bir beklentiler yuma¤›d›r.
dafllar›ndan ve çevresinden ne bekler? ‹flte bu çok
‹nsano¤lu hayat› boyunca beklentiden beklentiye
önemli soruya mütevaz› birkaç cevap denemesi:
gelir gider.
Engellinin, ailesinden beklentileri: Engelli bir kim-
Beklenti deyip geçmemek laz›m, zira insan beklen-
senin, isyan batakl›¤›ndan ç›k›p huzur tepelerine
tileri karfl›land›¤› ölçüde huzurlu ve mutlu, beklenti-
yükselmesinin merdiveni ailedir. Ailesinden yeter-
lerini karfl›layabildi¤i ölçüde baflar›l›d›r. Bu itibarla
li derecede destek alm›fl bir engelliye hiçbir zorluk
denilebilir ki, bir ö¤retmen ö¤rencilerinin beklentile-
köstek olamaz, ailesini arkas›na alm›fl bir engel-
rine cevap verebildi¤i ölçüde onlara yararl› olabilir.
li hedefledi¤i bütün baflar›lar› da önüne alm›fl de-
Bir din görevlisi, cemaatin taleplerine cevap verebil-
mektir. Bu meyanda anne, baba, kardefller, efl ve
di¤i kadar onlar üzerinde etkili olur. Bir köfle yazar›,
çocuklara düflen görevleri tek bir cümleyle özetle-
okurlar›n›n duygular›na tercüman olabildi¤i kadar
mek gerekirse, zannediyorum flöyle bir cümle kur-
okunur. Bir futbolcu taraftar›n›, bir sanatç›, izleyici-
mak yerinde olacakt›r: “‹stisnas›z bütün aile bireyle-
sini coflturabildi¤i kadar sevilir.
ri, içlerindeki engelliyi sevgiyle ba¤r›na basmal›, ona
Hepimizin herkesten beklentileri var, mesela biz anlay›flla yaklaflmal›; bir s›rdafl, bir yoldafl, bir arka-
toplum olarak bir engelliden ne bekleriz? Bu bek- dafl olarak onu aileye ve topluma kazand›rmal›d›r.”
lentileri flu flekilde s›ralamak mümkün:
Engellinin, ö¤retmenden beklentileri: Her baflar›-
Biz bir engelli kifliden öncelikle engelini aflmas›n› l› engellinin arkas›nda fedakâr, cefakâr ve vefakâr
bekleriz, çal›flkan bir kifli, üretken bir insan, azim- bir ö¤retmen vard›r. Anne-baban›n elinden tutarak
li bir birey olmas›n› arzu ederiz. okula getirdi¤i engelliyi, ö¤retmen de akl›ndan tuta-
Engelli olman›n peygamber olmaya, peygamber Engellilerle ilgili yaln›z gö¤üs kabartan ve yürek bur-
kan haber, yorum ve analizler de¤il; en az bunlar
müezzini olmaya, devlet baflkan› olmaya, muhad-
kadar “kafa yoran, çözüm sunan” haber, yorum ve
dis, müfessir ve mütefekkir olmaya engel olmad›¤›-
analizlere de yer verilmeli.
n› bilen bir engelli bütün engellere meydan okur. Ni-
telikli bir din görevlisi, gönlünden tuttu¤u bir engel- Engellinin toplumdan beklentileri: Hiçbir s›n›fsal
liyi Allah (c.c.)’›n izniyle aciz insan konumundan ç›- fark gözetmeksizin engellilerin toplumdan beklenti-
kar›p, herkesin el üstünde tuttu¤u aziz insan duru- leri konusunda flunlar söylenebilir:
muna getirebilir. Esasen bir engellinin toplumdan beklentileri her-
Bütün engellileri kederden emin k›lman›n en güzel hangi bir insan›n beklentilerinden çok da fark-
yolu, onlara her fleyin Allah (c.c.)’tan geldi¤ini, yani l› de¤ildir. Bir engelli, her insan gibi toplumdan ön-
kaza ve kader kavram›n› tüm boyutlar›yla özümset- celikle iki fley bekler: Sevgi ve anlay›fl. Sonra bir tatl›
mekten geçmektedir. dil, bir güler yüz. Bir engelli, insanlardan özde ve
sözde, nezaket ve zarafet bekler. Herkesin bir gün
Yüce dinimiz ‹slam’›n diriltici soluklar›na belki de en engelli olabilece¤ini hiç kimsenin unutmamas›n›
çok muhtaç olan kitlelerden birisi de engellilerdir. bekler.
‹slam’›n engellilere verdi¤i de¤eri bilen bir engelli, is-
Engelli, ifl üretmeyip bahane üretenlere flöyle ses-
yankâr dillerden akl›na düflen sonra da kalbini pas-
lenmek ister: Ya bir yol aç, ya da yoldan çekil; gü-
land›ran, “Ben kulun de¤il miyim?”, “Bats›n bu dün-
nefl olam›yorsan bari gölge etme; elin baston ola-
ya!”, “Kader utans›n!” cümlelerini, kadere iman sil-
m›yorsa hiç olmazsa dilin sopa olmas›n.
gisiyle siler; onlar›n yerine sab›r kalemi ve tevekkül
harfleriyle flunlar› yazar: Ve bir engelli bütün dünya insanl›¤›na flu hakikati
hayk›rmak ister:
“Kahr›n da hofl, lütfun da hofl.”
“Görelim Mevla neyler, neylerse güzel eyler.” “Görmek istemeyenden kör, duymak istemeyen-
“Göz, Hakk’› görendir, gündüz gören göz de¤il.” den sa¤›r ve anlamak istemeyenden daha cahi-
“Gönül gözü görmeyen, can gözünü neylesin.” li yoktur.”
sad Gerede 1917 y›l›nda Bolu’nun Gerede ilçesinin A¤›zörengüney Köyü’nde dünyaya gelir.
E Babas› köyün ileri gelenlerinden olan Zaim Mehmet (Esat A¤a) o¤lu Ali’dir. Annesi ise Gere-
de’nin ileri gelenlerinden Hüseyin Avni (deli molla)’nin k›z› Fatma’d›r. Çocuklu¤unda medrese
tahsili al›r. Babas›ndan akait, felsefe, f›k›h dersleri alm›fl, ayn› köyden Abdurrahman Efendi,
Salih Efendi ve Muharrem Hocadan dersler alm›fl. Haf›z olmas›yla devam eden Kur’an e¤iti-
mi ömrü boyunca de¤iflik flehirlerde farkl› hocalarla devam etmifltir. Otuzlu yafllarda okuyuflunun güzel-
li¤i ve durulu¤u, sosyal iliflkilerde baflar›s›, haf›zl›¤›n›n hakk›n› veren oturmufl kiflili¤i, giyimine özeni ve
temsil etti¤i makamlar›n hakk›n› vermesiyle Türkiye’nin her yerinde tan›nan ve sevilen, halk›n gönlünde
taht kuran genç bir haf›zd›r. Ancak askerlik y›llar›nda yakaland›¤› böbrek yetmezli¤inden muzdariptir. Bu
rahats›zl›¤› sebebiyle k›rkbir yafl›nda aram›zdan ayr›l›r. Vefat›yla Türkiye’nin her yan›ndan sevenlerini ya-
sa bo¤an merhum Haf›z Esat Gerede’nin o¤lu Galip Gerede ile görüfltük, Esat Gerede’yi o¤lundan din-
lemek istedik.
“
gün okunacak mevlidi Bafl- Kur’an okuyuflu ve o oku-
kan, babam›n organize et- Kur’an okuyuflu ve o maya efllik eden karakteri
mesini istemifltir. Daha son- ve ahlak›yla, insanlar›n
okumaya efllik eden karak- kalplerindeki Kur’an sevgi-
ra bu program radyoda ya-
y›nlanm›flt›r. Babam, prog- teri ve ahlak›yla, insanlar›n sini perçinlemiflti. Giyimi-
ram›n kendisinin tan›nma- kalplerindeki Kur’an sevgi- ne, kuflam›na her zaman
s›nda katk›s› oldu¤unu söy- özen gösterirdi. Kur’an
lerdi. sini perçinlemiflti. Giyimine, okuyan, Kur’an’› temsil et-
kuflam›na her zaman özen me konumunda olan biri-
Mevlit kandili münasebetiyle
nin temiz ve fl›k giyinmesi
Ankara Radyosunda ilk gösterirdi. Kur’an okuyan, gerekti¤ini söylerdi.
mevlit okunmas›…
Kur’an’› temsil etme konu- Son günleri nas›ld›?
Galip Gerede: O da ilginç
bir flekilde olmufl. Yine plan
munda olan birinin temiz Galip Gerede: 1958 y›l›n›n
ve çal›flmalar› önceden ya- ve fl›k giyinmesi gerekti¤ini May›s ay›n›n son günlerin-
de müzmin hastal›¤› onu
”
p›lmam›fl, yar›m saat içinde söylerdi.
yap›lan bir haz›rl›kla prog- yata¤a düflürüyor ve has-
ram gerçeklefltirilmifl. Rah- taneye yat›r›l›yor. O dö-
metli, radyo yay›n›n›n k›sa bir süre içinde olmas› nemde herkes seferber oluyor. Dr. Alaaddin Ya-
ayn› zamanda namaz vakitlerinin s›k›fl›k bir za- vaflça bizzat ilgileniyor. Maalesef 1 Haziran gü-
man b›rakmas› sebebiyle mevlidin okuyacaklar› nü kurtulamayarak hayata veda ediyor. Vefat›
bölümlerinin kaç dakika sürece¤i konusunda Türkiye radyolar›ndan haber olarak veriliyor, ül-
önceden tecrübe etmedi¤i için yaflad›¤› heyeca- kede sevenleri taraf›ndan büyük bir üzüntü ile
n› adeta tekrar yaflarak anlat›rd›. O program s›- karfl›lan›yor. Büyük bir kalabal›kla Fatih Cami-
ras›nda Mehmet Akif Ersoy’un Çanakkale Des- i’nde ö¤le namaz›na müteakip cenaze namaz›
tan›n› hemen orada besteleyip okumufl, ‘Güfte- k›l›n›yor. Naafl› do¤du¤u yer olan Bolu’nun Ge-
ler bile akl›mda de¤ilken nas›l besteledim, nas›l rede ilçesi A¤›zörengüney Köyü’nde topra¤a ve-
okudum da güzel oldu, bu kadar be¤eni ald›, rilmek üzere yine büyük bir kalabal›kla yola ç›k›-
bunu Allah’›n yard›m›ndan baflka bir fleyle aç›k- yor. Yol boyunca Kocaeli, Düzce, Bolu’da se-
layam›yorum.’ derdi. venleri taraf›ndan cenaze namazlar› k›l›nm›fl, yi-
ne büyük bir kalabal›k ve salâvat› flerifelerle ebe-
Türkiye radyolar›nda her Cuma Kur’an-› Kerim
di mekân›na defnedilmifltir. Allah rahmet eylesin.
okuma nas›l geliflti?
B‹R ‹NSAN
B‹R ÖMÜR
fiimdi ben bir ömür boyu her
Fazilet hissi
Allah korkusundand›r
“Allah’a iman edip O’na ba¤lananlar var ya, iflte Allah onlar› lütuf ve rah-
metiyle kuflatacakt›r.” (Nisâ, 175)
Tevhidin özü, “Allah’tan baflka hiçbir ilâh olmad›¤›” ilkesine dayanmaktad›r. Baflka bir anlat›mla,
mümin olmak, Yüce Allah’› yegâne ilâh kabul etmeyi ve O’nun d›fl›nda tanr›sall›¤› iddia edilen güç-
leri reddetmeyi ifade etmektedir. Gönülden böyle bir inanca sahip olman›n ve gere¤ini yerine ge-
tirmenin, insan ve toplum üzerindeki tezahürleri nelerdir? K›saca ifade edecek olursak flunlar› söy-
lemek mümkündür:
Öncelikle ilâh, kelime manas› itibariyle, kalbin huzura ermesi ve rahatlamas› anlam›na gelmekte-
dir. Yine bu kelime, iç huzuru veren, korku, s›k›nt› ve endifleleri gideren, emniyet ve güven telkin
eden, ak›llar› hayrete düflüren manalar›n› içermektedir. Bu aç›dan bakt›¤›m›zda, Allah’a ba¤lanma,
flu ayet mealinde belirtildi¤i gibi en temel huzur ve mutluluk kaynaklar›ndand›r. “‹yi bilin ki, gönül-
ler ancak Allah’› anmakla huzur bulur.” (Ra’d, 28.)
Allah hakk›ndaki bilgi/marifet artt›kça O’na olan sevgi/muhabbet artacakt›r; muhabbet artt›kça
O’na olan teslimiyet artacakt›r; bu da kiflide gönül huzuru ve güven duygusunun artmas›na sebep
Bir Konu
olacakt›r. Yine Allah’a karfl› duyulan huflu/sayg› da insan›n di¤er varl›klara karfl› olan korku ve en-
Bir Ayet diflelerini giderecektir. Yayg›n ifadesiyle, “Allah’tan korkmayan her fleyden korkar, Allah’tan kor-
kan ise hiçbir fleyden korkmaz”. K›saca Allah’a karfl› duyulan huflu/sayg› ve sevgi, kalplerin huzur
ve sükûna ermesine sebep olacakt›r.
Yine insan, yarat›l›fl› itibariyle korkular›, zaaflar› ve endifleleri olan bir varl›kt›r. Yaln›zl›k, çaresizlik,
kederler, hastal›klar, musibet ve felaketler, onun hayat›nda her zaman karfl›laflabilece¤i durumlar-
d›r. ‹nsan, hayat› boyunca kendini tehdit eden, korku ve fobilere sebep olan durum ve varl›klar-
dan korunmaya çal›fl›r. Fakat baz› insanlarda korku ve endifle, saplant›lara dönüflür; hayat›n nor-
mal ak›fl› bozulur, hatta psikolojik ve psikiyatrik tedavi alma ihtiyac› bir zorunluluk hâline gelir.
‹flte Allah’a karfl› duyulan sevgi ve sayg›, insandaki bu psikolojik ve duygusal sapmalar› büyük öl-
çüde giderir, böylece insandaki zihinsel ve duygusal potansiyel yüce amaçlar istikametinde flekil-
lenir. Kiflinin Allah’a gönülden ba¤lanmas›, onun gücüne güç katar. Görünür-görünmez, maddi-
psikolojik k›saca bütün endifle ve korkulara karfl› eflsiz bir direnme gücü kazan›r (Âl-i ‹mrân, 3, 173;
Mâide, 54.) Çünkü insan, sonsuz kudret ve ilim sahibi Allah’a s›¤›n›r ve O’nun engin flefkat ve mer-
hametine ümit ba¤lar.
Allah’›n Rahmân yani sonsuz merhamet sahibi oluflu, asl›nda bütün varl›klar için bir güven kayna-
¤› ve yaflama ümididir. Çünkü O’nun sayesinde hayat bulmufl ve varl›klar›n› devam ettirmektedir-
ler. Müminler aç›s›ndan ise, durum çok daha farkl› bir boyut kazanmaktad›r. Çünkü onlar, Allah’›n
katmerlenmifl rahmetine nail olmaktad›rlar. (Ahzâb, 43.) ‹man edip muhabbetle O’na ba¤lananlar,
Tedbir bizden
Diyanet ‹flleri Baflkanl›¤› statüsü itibariyle bir istihdam kurumudur, bir e¤itim kurumu de¤ildir; ancak,
temel görevi olan din hizmeti yan›nda veya din hizmeti kapsam›nda de¤iflik ortamlarda ve farkl› vas›-
talarla toplumu din konusunda ayd›nlatma, bilgilendirme görevi de vard›r. “Yayg›n din e¤itimi” etkin-
likleri olarak de¤erlendirilebilecek bu görevini de a¤›rl›kl› olarak kendi elemanlar›yla yerine getirmeye
çal›flmaktad›r. Buna göre “Baflkanl›k görevlileri ve e¤itim” söz konusu oldu¤unda iki husus akla gel-
mektedir. Birincisi “yayg›n din e¤itimcisi” de say›labilen din hizmetlilerinin yetifltirilmesi, ikincisi ise din
hizmetlilerinin yayg›n din e¤itimi kapsam›ndaki faaliyetleri.
Konuya din hizmetlilerinin yetifltirilmesi aç›s›ndan bakt›¤›m›zda, tarihi tecrübenin aksine, süreç içinde
Diyanet ‹flleri Baflkanl›¤›’n›n istihdam etti¤i elemanlar›n kendi d›fl›ndaki kurumlar maharetiyle yetiflti¤i-
ni görüyoruz. fiöyle de diyebiliriz: Kur’an kurslar›n› bir kenara b›rak›rsak, tarihi boyunca Baflkanl›k, ne
kendi eleman›n› yetifltirecek bir kuruma ne de genel anlamda formel herhangi bir e¤itim kurumuna
sahip olmufltur. Kur’an kurslar› ise daha çok yayg›n din e¤itim kurumlar› olarak telakki edilmifltir.
Baflkanl›¤›n, kendisinin yetifltirmedi¤i elemanlar› istihdam etmek durumunda kalmas›n›n, teflkilatça
sunulan din hizmetlerinde birçok zorlu¤u beraberinde getirdi¤i söylenebilir. Bu durumdan öteden be-
ri flikâyetçi olan Diyanet ‹flleri Baflkanl›¤›, elemen yetifltiren e¤itim kurumlar›n›n, kendilerine, arzu edi-
len nitelikte din hizmetlisi yetifltiremedi¤ini, “iyi yetiflmifl” eleman gönderemedi¤ini dile getirmifl; din
hizmetinin hassasiyetine paralel olarak, bu e¤itim kurumlar›n›n ne kadar daha nitelikli eleman yetiflti-
rirse kendilerinin sundu¤u hizmetin kalitesinin de o nispette yüksek olaca¤›n› ileri sürmüfltür. Nitelik-
li din hizmetlisi yetifltirilemeyiflinde ise, Baflkanl›¤›n kendi eleman›n› kendisinin yetifltirme imkân›n›n ol-
de edilecekti. Hatta daha o günlerde bu kanunla, askeri idadilerin aynen muhafaza edilece¤ini ve
bütün ink›lâb›n yaln›z medreseleri kapatmakla s›n›rl› kalaca¤›n› söyleyenler olmufltu. Gelinen nokta-
da bu öngörü ve kuflkunun yersiz olmad›¤› anlafl›ld›. Nitekim askeri mektepler de o zaman ayn› ka-
nunla Milli Savunma Bakanl›¤›’ndan al›narak bütçesi ve e¤itim kadrolar› ile Maarif Vekâleti’ne ba¤-
lanm›flt›. Fakat çok geçmeden askeri okullar Milli Savunma Bakanl›¤›’na iade edilirken mesleki dini
e¤itim verilmek amac›yla aç›lm›fl olan ‹mam-Hatip mektepleri as›l istihdam mercileri olan Diyanet ‹fl-
leri Reisli¤i’ne iade edilmemifl, sonuçta önce medreseler, birkaç y›l sonra da ‹mam ve Hatip mek-
tepleri ile ‹lahiyat Fakültesi kapanmaktan kurtulamam›flt›.
1950’li Y›llardaki Hâkim Görüfl: “Mesleki Din E¤itimi Kurumlar›n›n As›l Mercii Diyanet ‹flleri Baflkan-
l›¤›d›r”
Bu köfledeki yaz›lar›m›z›n birinde “din hizmetlerinde kasvetli y›llar” olarak niteledi¤imiz o a¤›r hasar-
l› dönemi yaflam›fl, ülkemizde ve dünyadaki din e¤itimi ve din hizmeti alan›ndaki geliflmeleri yak›n-
dan takip etmifl de¤erli hocalar›m›z, yaflanan olumsuzluklara da iflaretle, din hizmetlisi yetifltirecek
e¤itim kurumlar›n›n as›l merciinin Diyanet ‹flleri Baflkanl›¤› oldu¤unu, dolay›s›yla bu kurumlar›n ida-
resinin ta iflin bafl›nda Diyanet ‹flleri Baflkanl›¤›’na verilmifl olmas› gerekti¤ini aç›klamaktan geri dur-
mam›fllard›r. Bu görüflte olanlar›n bafl›nda Diyanet ‹flleri Baflkanlar›ndan merhum A. Hamdi Akseki
gelmektedir.
1924 sonras› s›k›nt›lar›n› da yaflam›fl olan Akseki, 1950’de, Diyanet ‹flleri Baflkan› olarak haz›rlad›¤›
bir raporda, Tevhid-i Tedrisat sonras›nda, askeri okullar›n, as›l mercileri olan Milli Savunma Bakan-
l›¤›’na iade edildi¤ini hat›rlatarak flöyle diyordu: “E¤er o s›rada ‹mam ve Hatip mektepleriyle ‹lahiyat
Fakültesi de hakiki mercileri olan Diyanet ‹flleri Baflkanl›¤›’na iade edilmifl olsayd› ne talebesi da¤›l›r
ne de mektep kapan›rd›; daha do¤rusu kapat›lmalar›na bahane bulunamazd›. Çünkü bunlarla ilgili
makam yaln›z Diyanet ‹flleri Baflkanl›¤› idi. Bu müesseselerin Diyanet ‹flleri Baflkanl›¤›’ndan ayr› her-
hangi bir makama ba¤lanmalar› kadar gayri tabii bir hareket olamazd›.”
‹mam-hatiplerin aç›l›fl›n›n hemen öncesinde haz›rlanm›fl olan söz konusu raporunda merhum Akse-
ki, konuyu flöyle özetliyordu: “Memleketin hakiki din ihtiyac›n› karfl›layacak orta ve yüksek dereceli
din müesseselerinin aç›lmas› ve bütün mekteplerdeki din iflleri ile ciddi bir flekilde meflgul olmas›
için, Amerika’da, Avrupa’da oldu¤u gibi, bunun yegâne mercii bulunan Diyanet ‹flleri Baflkanl›¤›’na
salahiyet verilmesi laz›md›r…”
Akseki bunlar› söylerken, o y›llarda aç›lmas› beklenen mesleki dini e¤itim kurumlar›n›n art›k Diyanet
‹flleri Baflkanl›¤›’na ba¤l› olmas›n›n bir zorunluluk haline geldi¤ini anlatmaya çal›fl›yor ve flu öneride
bulunuyordu: “Müftü, vaiz, imam, hatip, müezzin ve yüksek din adamlar› yetifltirilmesi için do¤rudan
do¤ruya D‹B’na ba¤l› müesseseler aç›lmas›na müsaade edilmeli…”
Bir önceki paragrafta yer verdi¤imiz ifadesinde de görüldü¤ü gibi, asl›nda merhum Baflkan›m›z, sa-
dece mesleki din e¤itimi veren okullar›n de¤il, okullarda verilecek din derslerinde de bir flekilde Di-
yanet ‹flleri Baflkanl›¤›’n›n etkin olmas›n› da talep etmekteydi.
Ayn› raporda Akseki, 1949’da Ankara Üniversitesine ba¤l› olarak bir ‹lahiyat Fakültesinin aç›lm›fl ol-
mas›na karfl› olmamak ve onu da faydal› görmekle birlikte, kendilerinin esas arzu etti¤i fleyin, “mem-
leketin her sahas›ndaki dini ihtiyaçlarla mütenasip yüksek ‹slam âlimleri yetifltirecek hakiki bir din
müessesesi” oldu¤unu, ‹slam din hizmetlerinde ihtiyaç duyulan elemanlar›n ve ‹slam din bilginlerinin
yetiflmesi için ayr› yüksek okullar›n aç›lmas›n› ve bunun da, dünyan›n her taraf›nda oldu¤u gibi, din
hizmetlerini ifa eden Diyanet ‹flleri Baflkanl›¤›’na ba¤l› olmas› gerekti¤ini ifade etmiflti. Çünkü üniver-
siteye ba¤l› bir ilahiyat fakültesi, dinler ve mezhepler üstü tarafs›z görüflle bilimsel araflt›rmalar ya-
pacak ve bu do¤rultuda e¤itim verecek bir kurumdur deniliyordu. Haliyle buras› ‹slam din âlimini,
gelece¤in müftüsünü, vaizini yetifltiremezdi. Keza yine 1949’da aç›lan 10 ayl›k ‹mam-Hatip kursla-
r›n›n Milli E¤itime ba¤l› olmas›n› da “at›lan yanl›fl ad›mlar›” olarak nitelendirmiflti. Çünkü ona göre bu
kurumlar›n mercii Diyanet ‹flleri Baflkanl›¤› idi.
Tam s›n›rdan kaçarken vurulmak nedir bilir bin ah iflitiyor, “Rabbim kimseyi dünyada da
misin? ahirette de az›nl›k eylemesin” dualar›na flahit
Nöbetçiler ha gördü, ha görecek oluyorsunuz.
Parmaklar›n dikenli tellere de¤di de¤ecek… “Az›nl›k” olmak neye göre? Hangi say›ya vu-
Ama... Bir ad›m daha atamazs›n. ruyor, hangi ölçüte göre de¤erlendiriyoruz
bunu? Üstelik Yüce Rabbimiz buyurmuyor
Uzan›p tutamazs›n;
mu: “Nice az say›daki, çok say›dakini Al-
Göz p›narlar›nda donup kal›r hayallerin lah’›n izniyle yenmifltir.” (Bakara, 249.) diye?
Planlar›n, kaç›fl›n, kurtuluflun Bat› Trakya’daki soydafllar›m›z›n mevcut nü-
Ve deler sevgi dolu yüre¤ini, fus içinde say›ca oran› az olabilir ama, Ra-
Sevgi nedir bilmeyen bir kurflun.. mazan ay› süresince tan›k olduk ki; iman›
çok, özverisi çok, anavatana ba¤l›l›¤›, mu-
Ö¤rencilik y›llar›mda ezberledi¤im bir çeviri habbeti çok! Tatl› dili, güler yüzü çok! Cö-
fliirin ilk m›sralar›n› m›r›ldanarak geçiyorum mertli¤i, ikram› çok..
Bat› Trakya’ya, ‹psala s›n›r kap›s›ndan. Bir
hudut çizilmifl görülmeyen. Meriç nehrinin Bat› Trakya’l›; ‹skeçe, Gümülcine, Dedea-
bir yakas› Türkiye, di¤er yakas› Yunanistan. ¤aç’l› kardefllerimiz! Siz az›nl›k de¤ilsiniz bi-
zim nezdimizde. Her biriniz bir âleme bedel,
Mübadele y›llar› canlan›yor gözümde. Rah- Yüce Rabbimizin meth u sena etti¤i kullar›s›-
metli dedem, anneannem ve di¤erleri Sela- n›z. ‹nsan, kâinat›n gözbebe¤i, yarat›lm›flla-
nik’in köylerinden kalk›p, yola düfltüklerinde, r›n en flereflisi ve faziletlisidir. Mevlân›n en
bir daha dönmemek üzere ayr›ld›klar› top- de¤erli, k›ymetli varl›¤›d›r. ‹nsan, anavatan›n-
raklara, köylerine son bir kez nas›l bakt›lar dan, akraba ve dostlar›ndan uzakta olsa da,
acaba? diye düflünüyorum, gözlerim dolu- Allah kuluna flah damar›ndan da yak›nd›r.
yor.. Art›k o günler çok gerilerde kalm›fl, ni- (Kaf, 16.) Siz az›nl›k de¤ilsiniz! Her biriniz bir
ce zorluklar afl›larak gelinmifl bugünlere. Yi- kocaman özlemsiniz yüre¤imizde, bir bitme-
ne de bir kez dokundu¤unuz yüreklerden yen flark› dillerimizde ve tükenmeyen bir
MEVLÂNA’NIN
KUfiATICILI⁄I VE
HOfiGÖRÜSÜ
“Ben yaflad›¤›m müddetçe Kur’ân’›n
kölesiyim. Ben Hazret-i Muhammed’in
aya¤›n›n topra¤›y›m. E¤er biri, benim
sözümden bundan baflka en ufak bir fley
bile nakledecek olursa, o kimseden de
onun sözünden de uza¤›m.”
Mevlâna Celaleddin-i Rumi
‹
nsanl›k tarihi hayat› ilgilendiren her lar ve hahamlar da dahil, kültürel bak›mdan çok
alanda yetifltirdi¤i seçkin insanlarla dolu- farkl› inançlar›n mensuplar› kat›lm›flt›r.
dur. Gerek tefekkür, araflt›rma, gerekse
Günümüzde taassup, hoflgörüsüzlük, cimrilik,
keflif ve bulufllarla yak›ndan ilgilenmeyi ha-
bencillik, baflkalar›n›n kusurlar›n› araflt›rma,
yat gereklili¤i ve tarz› olarak hisseden marifet
gerginlik ve öfke gibi yerilen hususiyetlerin dün-
ehli insanlar, bir anlamda di¤er insanlar›n ak›l,
ya insanlar› aras›nda yay›lm›fl olmas› sonucu
gönül ve ruh inkiflaflar›na ayna olmufllard›r.
ortaya ç›kan bunal›mlara karfl› o, as›rlar ötesin-
Mevlâna da kendisinden önceki büyük düflü-
den gönderdi¤i sözlerle bir bilgi kayna¤› olarak
nürleri do¤ru anlay›p özümseyebilmifl bir dü-
insan akl›n› nur ile y›kam›fl, ak›l ve gönülleri kir-
flünce adam› ve insandaki fiziksel, ruhsal gelifli-
den kurtarm›fl, bir veli hüviyetiyle gönüller cofl-
me ›fl›k tutabilmifl, onu do¤ru yorumlam›fl en-
turmufl, bir pir, bir mürflit olarak insan kalbini
der flahsiyetlerden birisidir.
Mevlâna, 30 Eylül 1207 (6 Rebi- Toplumlara özgürlük ve demokrasi getirme ad›na iflle-
ülevvel 604)’de Belh'te dünyaya nen cinayetler ve savafllar, bitmek bilmeyen k›y›mlar
gelmifltir. Belh'te siyasi istikrar ve yaflanan y›k›mlar, bizi yeniden durup düflünmeye
bozuldu¤unda ailesi ile birlikte sevk etmekte ve Mevlânalar yetifltirmifl kültür ve me-
13. asr›n ortalar›nda Horasan deniyeti yeniden okumaya yöneltmektedir.
da¤lar› ile bozk›rlar›ndan gelerek
Selçuklu devletinin baflkenti olan Konya'ya yer- saflaflt›rm›flt›r. Bizlerin bir kufl sütü eksik olan
leflmifltir. Görüflleri ve felsefi çal›flmalar› ile Sel- sofralar›m›za, flu markay› giyiyorum, bu marka-
çuklu devletinin yönetimi taraf›ndan büyük say- y› kullan›yorum gösterifliyle böbürlendi¤imiz bu
g› görüp, fikirlerinden istifade edilmifltir. ‹lmin, zamana inat, evinin sofras›nda bir kâse çorba-
irfan›n ve flairce duygunun bulufltu¤u bir bilge dan fazlas›n› görünce öfkelenmesi, dünya mal›-
kifli olarak, toplumun gündelik hayat›yla yak›n- na hiç yüz vermeyerek maddenin çok ötesine
dan ilgilenmifl ve insan ruhunun problemlerine geçebilmifl olmas›, hiç flüphesiz Mevlâna’y› da-
ikna edici çözümler sunmufltur. Ünü ça¤›n›n ve ha da yüceltmifltir.
yaflad›¤› co¤rafyan›n s›n›rlar›n› aflan Mevlâna;
Toplumlara özgürlük ve demokrasi getirme ad›-
sufi kimli¤inin yan› s›ra, âlim, flair ve mütefekkir
na ifllenen cinayetler ve savafllar, bitmek bilme-
bir flahsiyettir. ‹slam dünyas›nda hürmet belirt-
yen k›y›mlar ve yaflanan y›k›mlar, bizi yeniden
mek için önemli kiflilerin isimlerinin önünde kul-
durup düflünmeye sevk etmekte ve Mevlânalar
lan›lan “Efendimiz” anlam›ndaki “Mevlâna” la-
yetifltirmifl kültür ve medeniyeti yeniden oku-
kab› Mevlâna Celaleddin Muhammed ile birlikte
maya yöneltmektedir. Biz, Mevlâna'n›n beslen-
özel bir isime dönüflmüfltür. Onu yücelten ve
di¤i kaynaktan beslenmekteyiz. Tasasavuf bü-
kendi deyimiyle ‘gönüllerde yer bulmas›n›’ sa¤-
yükleri üzerine çal›flmalar yapan ünlü Alman ‹s-
layan, engin hoflgörüsü, sevgi insan› olmas›, in-
lam bilimcisi Annemarie Schimmel, “Türklerin
sanlara bir yandan özgüven afl›larken di¤er
niçin Bat›’ya yönelme gereklili¤i duydu¤unu an-
yandan korkular›n› giderip zihinsel bak›mdan
lam›yorum; Mevlâna gibi bütün insanl›¤a yol
ar›nmalar›n› sa¤layarak onlardaki dinsel taassu-
gösteren bir ›fl›k varken…” diyor. Gelece¤imizin
bu y›km›fl olmas›d›r. Onun, “Putperest olsan
sevgiyi, huzuru, hoflgörüyü yakalayabilmesi için
da, mecusî olsan da…, tövbeni bin kez boz-
Mevlâna gibi sevgi kahramanlar›m›zla, dünyaya
mufl olsan da gel!... Bizim dergâh›m›z, umut-
sevgi ve hoflgörü mesajlar›m›z› sürekli ulaflt›r-
suzluk dergâh› de¤ildir.” sözleri onu evrensel
mak zorunday›z.
yapm›fl; o yüzden cenaze törenine, her inanç
ve anlay›fltan kifliler taraf›ndan ona duyulan bü- Mevlâna’y› ve kendimizi daha iyi tan›yabilmek
yük sevgi ve sayg›dan dolay›, o devirde papaz- ve daha iyi anlayabilmek ümidiyle…
Mehmet Âkif’in
Medeniyet Alg›s›
Arapça “Medîne” kelimesi ile ayn› kökten olan “medeniyet” kelimesi¸
sosyoloji literatürüne girdi¤i andan beri pek çok flekilde tarif edilmifl¸ ki-
mi zaman sadece “maddi”¸ kimi zaman “manevi”; kimi zaman da “hem
maddi hem de manevi” dinamikleriyle birlikte ele al›nm›flt›r. Bu fark-
l› yaklafl›mlar› tabii karfl›lamak gerekir. Çünkü kavramlar›n anlam hari-
tas›n› “inan›fllar” belirlemektedir. Dolay›s›yla bir Müslüman›n medeniyet
tan›m›yla¸ bir putperestinki ayn› olmaz¸ olamaz.
Medeniyet kavram›ndaki bu alg›lama farkl›l›¤› onu bu yüzden her za-
man tart›fl›lan bir kavram hâline getirmifltir. Bilhassa kültürel çat›flmala-
r›n yafland›¤› toplumlarda bu tür tart›flmalar¸ hiçbir zaman sona erme-
mifl¸ hatta giderek dozunu hep yükseltmifltir. Tarihinde çok ciddi k›r›l-
ma noktalar› yaflayan ülkemizde de medeniyet¸ hep bu tür tart›flmala-
r›n öznesi olmufltur. Çünkü geçmiflimiz itibariyle biz zaten bir medeni-
yetin ba¤l›s›yd›k. ‹slam medeniyeti idi bu ve temel dinamikleri vahye
dayal› idi. Tanzimat’ta ise¸ yönümüzü Bat›’ya çevirdik ve yeni bir me-
deniyet kavram›yla¸ Bat› medeniyetiyle karfl› karfl›ya geldik.
Konuyu Türkiye düzleminde ele alacak olursak iflte o tarihten beri¸ me-
deniyet “tek”e indirgendi. Arap¸ ‹ran¸ Endülüs ve Anadolu co¤rafyala-
r›nda kurulma ve yaflama alan› bulan ‹slam medeniyeti¸ Müslümanlar›n
bilinen sebepler yüzünden geri kal›fllar›yla birlikte adeta sosyolo-
ji literatüründen ç›kar›ld› ve medeniyet denilince akla sadece Bat› me-
deniyeti gelir oldu. Tart›flmalar da bu medeniyete girilip girilmemesi
noktas›nda flekillendi. Bu mesele bir varolufl ve yok olufl meselesi ola-
rak görüldü¸ lehinde ve aleyhinde taraflar olufltu. Hâlen Türkiye’nin
Cumhuriyet’ten bu yana yönünü “muas›r medeniyet”e göre ayarlad›¤›-
n› ve bu hedefe mutlaka varmak istedi¤ini hat›rlayacak olursak mede-
niyet konusundaki bu alg› yanl›fll›¤›n›n hâlâ devam etti¤ini söyleyebiliriz.
Yani medeniyet denilince akla sadece Bat› medeniyeti getirilmekte¸
‹slam medeniyeti bu meselenin bir öznesi olarak görülmemektedir.
Akif¸ ‹stiklal Marfl›’nda iflte böyle bir medeniyet için “Canavar..” s›fat›n› kullanmaktad›r. Fa-
kat¸ devrinde ve sonraki zamanlarda körü körüne¸ Bat›’n›n sadece bir yüzüne bakanlar bu
durumu anlayamam›fl¸ onu “medeniyet düflmanl›¤›” ile suçlam›fllard›r. Konunun bu yönü bir
tarafa b›rak›lsa bile¸ burada flu soru da sorulmal›d›r: Bat›’n›n bilim ve tekni¤i al›n›rken¸ ahlâ-
k› ve davran›fl kal›plar› reddedilebilir mi? Bu yüzden Akif’in ve onun gibi düflünenlerin bu ta-
v›rlar› da kimi zaman elefltirilmifltir. Bu elefltirilerin temel ç›k›fl noktas› ise medeniyetlerin bir
bütün olduklar› gerçe¤idir. Bu görüfl sahiplerine göre bir medeniyet ya tamamen al›n›r ya da
reddedilir.
Bu fikir¸ teoride bir bak›ma do¤rudur ama¸ Akif’in sahip oldu¤u dünya görüflü ve Müslüman
bak›fl aç›s› bunu kabul edemez. Ayr›ca onun bu tavr› de¤erlendirilirken yaflad›¤› zaman›n
flartlar› gözden uzak tutulmamal›d›r. Kendi medeniyetimizi yeniden ihya etmek için uzun va-
deli ve çok yönlü çal›flmalara ihtiyaç vard›r. Bunu k›sa bir sürede yapabilmek mümkün de-
¤ildir. Zaten Bat› Medeniyeti de uzun bir sürecin sonunda bulundu¤u seviyeye gelmifl¸ bu
gelifl sürecinde sadece kendi millî köklerine ve H›ristiyan kimli¤ini reddetmemekle beraber¸
sadece H›ristiyanl›k düflüncesine dayanmakla yetinmemifl¸ ‹spanya yoluyla Endülüs/‹slam
medeniyetinden çokça yararlanm›flt›r. Öyle ise medeniyetlerin evrensel bir taraflar› da var-
d›r. Bunlar ilim ve fen k›sm›d›r. Bu yönlerin al›nmas›nda sak›nca olmas› bir yana¸ zaruret bi-
le vard›r.
Meseleye böyle bakmak da mümkündür. Fakat flu da bir gerçektir ki¸ medeniyetin dayand›-
¤› temel ideoloji¸ ilim ve fen gibi evrensel sayd›¤›m›z hususlar›n kullan›m biçimini etkiler. Me-
sela psikoloji ilmi¸ Do¤u’da insan›n ruhsal anlamda geliflmesini öngörürken¸ ilahî olanla sü-
rekli bir ba¤ içindedir. Ayn› ilim; Bat›’da mesela bir ürünün pazarlanmas›nda¸ insan›n bak›fl¸
düflünüfl biçimlerinin kodlanmas›nda bir araç olarak kullan›labilmektedir. Bunu ekonomi¸
sosyoloji¸ siyaset gibi her saha için düflünebiliriz. Öyleyse¸ k›sa vadede¸ güçlü olan medeni-
yetin evrensel taraflar›n› zorunluluk nedeniyle al›rken¸ uzun vadede¸ ald›klar›m›z› bir yandan
bizim yapmam›z, bir yandan da kendi fikir ve ürün üretimimizi kendi de¤er yarg›lar›m›za gö-
re gerçeklefltirmemiz gerekir. Zira¸ bir medeniyetin bütün yönleriyle tam bir üyesi olmam›z
da mümkün de¤ildir. Yak›n tarihimiz bunun olamad›¤›n›n aç›k göstergesidir. Bu olamay›flta
Bat› karfl›tlar›n›n mücadeleleri meseleyi izah için yeterli de¤ildir. Yani bugün tam Bat›l› ola-
mam›flsak Bat›l› olmak istemeyenlerin varl›¤›ndan de¤il¸ bunun sosyolojik olarak imkâns›zl›-
¤›ndand›r. Bunu anlad›¤›m›z gün¸ baflka bir medeniyet karfl›s›ndaki tavr›m›z› daha sa¤l›kl›
tesbit edip kendi medeniyetimizi diriltmenin imkânlar›na kavuflabiliriz.
Y›ld›r›m Bayezid
Camii ve Külliyesi
E (r.a.), Miladi 607 y›l›nda Medine’de dünyaya geldi. Ensar’›n iki büyük kabilesinden
Hazrec’in Benî Seleme koluna mensuptur. Babas› Uhud Gazvesi'nde ilk flehid
düflen sahâbî Abdullah b. Amr b. Haram, annesi ise han›m sahâbîlerden Enîse
(Üneyse) bint Aneme'dir. (‹bn Sad, et-Tabakat, (thk. Ali Muhammed Umeyr), I-XI), Kahire ts. IV,
382; ‹bn Abdilberr, el-‹stîâb fî Ma’rifeti’l-Ashâb, I-VI, Kahire ts, (Dâru Nehdati M›sr), I, 219-220; Zehe-
bî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, I-XXIII, (thk. fiuyab Arnavud), Beyrut 1985, III, 189.)
Câbir b. Abdullah (r.a.) risaletin on üçüncü y›l›nda (622) yap›lan ‹kinci Akabe Biat›'na 70
kiflilik Medineli grup aras›nda babas› ile birlikte kat›ld›. (‹bn Hiflam, es-Sîretü’n-Nebeviyye,
(thk. Mustafa es-Sakkâ-‹brahim el-Ebyârî-Abdülhâf›z fielebî), I-IV, Beyrut ts.II, 106.) Hatta onun he-
yet içindeki en küçük üye oldu¤u zikredilir. (‹bn Abdilberr, I, 220.)
Câbir (r.a.), yafl›n›n küçük olmas› sebebiyle Bedir Gazvesi'ne ifltirak edemedi. (Müslim,
Cihâd, 145.) Daha sonra Uhud’a ifltirak etmek için Allah Rasulü’ne (s.a.s.) müracaat et-
ti. Hz. Peygamber (s.a.s.) de gidip babas›ndan izin ald›¤› takdirde savafla kat›labilece-
¤ini söyledi. Heyecanl› bir flekilde babas›na gitti. Ancak babas› geride yedi k›z karde-
flini himaye edecek baflka bir kimse olmad›¤› için onun savafla ifltirakine izin vermedi,
ard›ndan da flayet kendi bafl›na bir fley gelirse kardefllerinin sorumlulu¤unu onun üst-
lenmesini istedi. Bu sebeple Câbir (r.a.) çok arzu etmesine ra¤men Uhud’a da ifltirak
edemedi. Ancak babas›n›n bu savaflta flehit olmas› üzerine onun vasiyeti gere¤i aile
fertlerinin bak›m ve himayesini üstlendi. (‹bn Hiflam, III, 127; (‹bn Sa’d, IV, 383.) Uhud’a ma-
zereti sebebiyle kat›lamayan Câbir (r.a.) bu hadiseden sonra Allah Rasulü’nün (s.a.s.)
bütün faaliyetlerine ifltirak etmifltir.
Hendek Harbi öncesinde Müslümanlar bir taraftan hendek kazarak muhasara için ha-
z›rl›k yap›yor, di¤er taraftan da açl›k tehlikesi ile mücadele ediyorlard›. Hendek kazmak-
la meflgul olan sahabîler, bir kaya parças›na tesadüf ederler ve onu bir türlü yerinden
oynatamazlar. Hz. Peygamber (s.a.s.) kayan›n üzerine biraz su serpmelerini söyler ve
eline ald›¤› balyozu üç defa tafla vurur, tafl param parça olup da¤›l›r. Hz. Câbir (r.a.)
der ki: "Dikkat ettim, Allah Rasulü (s.a.s.) bu ifli yapt›¤› makla birlikte (‹bn Abdilberr, I, 220.), daha sonraki siyasî
s›rada karn›na açl›¤›n› bast›rmak için tafl ba¤lam›flt›”. ihtilâflar›n d›fl›nda kald›. Müslümanlar aras›ndaki ihtilâf-
‹flte bu s›k›nt›l› ve ›st›rapl› günlerden birinde, Hz. Câ- lardan söz edildi¤i zamanlarda flu hadis-i flerifi nakle-
bir'in (r.a.) evinde bir miktar arpa ile bir o¤lak vard›. Ha- derdi: “‹nsanlar Allah'›n dinine cemaatler hâlinde girdi-
n›m›yla konuflarak, bunlar› Rasulüllah (s.a.s.) ile bera- ler. Yine zaman gelecek, cemaatler hâlinde ondan ç›-
berinde bulunan birkaç sahabiye ikram etmeye karar kacaklar”. (Ahmed b. Hanbel, III, 390.)
verdi. Bu amaçla Rasulüllah’a (s.a.s.) gelip yeme¤e
Hz. Hasan (r.a.)’›n halifelikten çekilmesi üzerine Müslü-
davet etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.), "Pe-
manlar›n idaresini üstlenen Muâviye b. Ebû Süfyân,
ki, han›m›na söyle, ben gelinceye kadar yeme¤i ocak- kumandanlar›ndan Büsr b. Ebû Ertât’› kendi ad›na
tan indirmesin, arpa ekme¤ini de tand›rdan ç›karma- halktan biat almak üzere Medine'ye gönderdi¤inde
s›n" buyurdu. Biraz sonra Hz. Câbir (r.a.) Hendek ma- (H.40/M.660), Büsr, Ensar büyüklerinden Câbir b. Ab-
hallinden ayr›larak evine döndü. Bu arada Peygambe- dullah (r.a.) biat etmeden flehirde kimsenin biatini ka-
rimiz (s.a.s.) bütün Ensâr ve Muhâcirîne iflittirecek bir bul etmeyece¤ini ilân etti. Peygamber flehrinde bir
sesle, "Ey Hendek ahâlisi! Câbir bir yemek haz›rlam›fl, kargaflan›n ç›kmas›ndan endiflelenen Câbir (r.a.) mü-
bizi davet ediyor. Haydi gidelim" diye ça¤r›da bulundu. minlerin annesi Ümmü Seleme (r.anha) ile istiflare et-
Bunun üzerine açl›ktan k›vranan yüzlerce sahabi bu tikten sonra istemeyerek de olsa Muaviye’ye biat et-
davete icabet ederek Câbir'in (r.a.) evinin yolunu tuttu- meye karar verdi. (‹bn Sa’d, IV, 385.)
lar. Sahabiler gruplar hâlinde evin içini ve civar›n› dol-
durmufltu. Bu arada, Hz. Câbir (r.a.) bir piflen yeme¤e, Emevilerin ilk halifesi Muâviye b. Ebû Süfyân Miladi
bir de gelenlere bakarak flaflk›nl›ktan ne yapaca¤›n› bi- 670 y›l›nda, Medineliler'in Hz. Osman (r.a.)'› katlettikle-
lemiyordu. En sonunda eve Rasulüllah (s.a.s.) geldi ve ri iddias›yla Hz. Peygamber'in (s.a.s.) minberiyle asas›-
yeme¤i ortaya koymalar›n› emretti. Yeme¤in bafl›na n› al›p fiam'a götürmeye karar verdi. Ancak baflta Câ-
geçerek gelenlere da¤›tmaya bafllad›. Biraz ekmek bir (r.a.) olmak üzere Müslüman önderleri bunun yan-
al›p, üzerine bir miktar piflmifl et koyarak s›raya dizilmifl l›fll›¤›n› ifade ederek, onu niyetinden vazgeçirdiler. Mi-
olan sahabilere ikram etti. Yüzlerce Müslüman karn›n› ladi 692 y›l›nda Halife Abdülmelik’in Mekke ve Medine
doyurdu¤u halde birkaç kiflilik olan yemek bir türlü bit- valisi Haccâc, Medine'ye gelince Hz. Osman (r.a.)'› fle-
mek bilmiyordu. Herkes yeme¤ini ald›ktan sonra, Allah hid ettikleri itham›yla flehir halk›na hakaret etti ve baz›
Rasulü (s.a.s.) de bir miktar al›p yedi. Ve geride hâlâ sahâbîlerin elini kurflunla damgalatt›. Bu sayg›s›zca gi-
ekmek ve et duruyordu. Hadiseye flahit olan ev sahibi riflimden Câbir b. Abdullah (r.a.) da nasibini alm›flt›r.
(Zehebî, III, 192-193.)
Câbir (r.a.) flöyle der:
"Bütün misafirler yemekten ve o¤laktan yediler, gittiler. Hayat›n›n sonlar›na do¤ru gözlerini kaybeden Câbir b.
Daha tenceremiz dolu kayn›yor, daha hamurumuz ek- Abdullah (r.a.) Hicretin 78. (M.697) y›l›nda Medine'de
mek yap›l›yor. Zira Allah Rasulü (s.a.s.) o hamura, o hayata veda etti. (‹bn Abdilberr, I, 220.) Onun doksan dört
tencereye mübarek a¤z›n› koyup, bereketle duâ et- y›l yaflad›¤›, öldü¤ünde de namaz›n› Hz. Osman'›n
Medine valisi olan o¤lu Ebân b. Osman'›n k›ld›rd›¤› ri-
miflti.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 377.)
vayet edilmektedir. (‹bn Sa’d, IV, 391-392; ‹bn Abdilberr, I,
Câbir b. Abdullah› (r.a.)’ Hz. Peygamber (s.a.s.)’in vefa- 220.)
t›ndan sonraki dönemde de ‹slam fetihlerinde aktif bir
Câbir b. Abdullah (r.a.), Hz. Peygamber (s.a.s.)’in özel
flekilde görmek mümkündür. O daha ziyade fiam fetih-
iltifat ve ilgisine mazhar olan sahâbîlerden say›l›r. Nite-
lerine kat›lmay› tercih etmifltir. Hz. Ebû Bekir (r.a.) dö-
kim Rasulüllah (s.a.s.) bir defas›nda onu devesinin ar-
neminde bafllayan bu faaliyetler, Hz. Ömer’in (r.a.) ha-
kas›na bindirmifl, hastaland›¤› zaman ziyaretine gitmifl,
lifeli¤i esnas›nda aral›ks›z bir flekilde devam etmifltir.
babas›n›n flehadeti dolay›s›yla üzüldü¤ünü görünce,
Câbir (r.a.), Halid b. Velid (r.a.)’in ordusu içinde fiam
onun Allah Teâlâ'n›n iltifat›na nail oldu¤unu haber ve-
muhasaras›na ifltirak etmifltir. (Zehebî, Siyeru Âlâm, III, 192.)
rerek kendisini teselli etmifltir. Câbir (r.a.)'in Rasûl-i Ek-
Hulefa-i Raflidin dönemini ilim ve cihad faaliyetleriyle rem (s.a.s.)’e olan yak›nl›¤›n› gösteren baz› rivayetler
geçiren Câbir b. Abdullah (r.a.), Hz. Ali (r.a.) ile Muâvi- hadis kitaplar›nda önemli bir yer tutar. Bunlar›n en
ye aras›ndaki ihtilâfta Hz. Ali (r.a.)'nin yan›nda yer al- önemlileri flunlard›r:
Câbir (r.a.)’in babas› Abdullah bin Amr'›n geride b›rak- Hz. Zübeyr b. Avvâm (r.a.) ve di¤er sahabîlerden pek
t›¤› mal çok az oldu¤u gibi, çok miktarda da borcu çok hadis rivayet etmifltir. Binden fazla hadis nakleden
vard›. Ancak küçücük bir hurma bahçesine sahip olan alt› sahâbîden (müksirûn) biri olarak onun 1540 rivaye-
Câbir (r.a.)'in bahçesindeki hurmalar›n geliri birkaç se- ti hadis külliyat›nda yer alm›flt›r. Rivayet etti¤i hadisler-
nede bile babas›n›n borcunu ödeyebilecek durumda den elli sekizi Buhârî ve Müslim'de, ayr›ca yirmi alt›s›
de¤ildi. Ço¤u Yahudi olan alacakl›lar ise hurmalar›n sadece Sahîh-i Buhârî'de, 126's› da Sahîh-i Müs-
toplanma zaman› gelince Câbir (r.a.)'in kap›s›n› çalma- lim'de yer almaktad›r. (Zehebî, III, 190-191.) Onun rivayet-
ya bafllad›lar. 0 da hurma bahçesinden baflka gelirleri leri toplu olarak da Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde
olmad›¤›n› ve o y›lki mahsulün borcunu karfl›lamaya bulunmaktad›r (III, 292-400.) Ayn› zamanda Medine'de
yetmeyece¤ini görünce durumunu Allah Rasulü fetva veren sahâbîler aras›nda yer alan Câbir (r.a.)'in
(s.a.s.)’ne bildirdi. Hz. Peygamber (s.a.s.) toplanan verdi¤i fetvalar bir küçük cüz tutacak hacme ulaflm›fl-
hurmalar› birkaç öbek hâlinde y›¤d›rd›. Sonra da bun- t›r. (Zehebî, III, 190.) Ayr›ca onun talebelerinden Süley-
lardan en büyük öbe¤in yan›na oturarak ölçe¤i eline man b. Kays el-Yeflkürî’nin kendisinden bir sahîfe ya-
ald› ve alacakl›lardan herkese alaca¤› nisbetinde hur- z›p rivayet etti¤i kaydedilmektedir (‹bn Hacer, Tehzîbü't-
ma vermeye bafllad›. Hz. Peygamber (s.a.s.)'in bir Tehzib, IV, 215.) Abdullah b. Üneys'in, Câbir (r.a.)'in Hz.
mucizesi olarak Câbir (r.a.)'in bütün borçlar› ödendik- Peygamber (s.a.s.)'den duydu¤u, üzerinde mazlum
ten sonra da hurmalar›n hiç eksilmedi¤i görüldü. (Bu- hakk› bulunan kimsenin cennete giremeyece¤ine dair
hârî, Vesâyâ, 36, Megâzî, 18.) bir hadisi (Buhârî, Tevhîd, 32.) bizzat onun a¤z›ndan ö¤-
Baflka bir rivayete göre Câbir (r.a.), Zâtürrikâ Gazve- renmek maksad›yla deve s›rt›nda fiam'a kadar bir ay
si'ne gidildi¤ini duyunca Hz. Peygamber (s.a.s.)'le bir- süren uzun bir yolculuk yapt›¤› bilinmektedir. (Müsned,
likte savafla kat›ld›. Bu gazveden dönerken onun zay›f III, 495; Buhârî, ‹lim, 19.)
ve bak›ms›z devesinin en geride kald›¤›n› gören Rasûli Mescid-i Nebevî’de bir ilim meclisi oluflturan Câbir
Ekrem (s.a.s.), Câbir (r.a.)'e devesini çöktürmesini (r.a.)'den faydalanan tabiîler aras›nda o¤ullar› Abdur-
söyledi; sonra da eline ald›¤› bir sopa ile deveye rahman, Ak›l ve Muhammed ile Saîd b. Müseyyeb,
vurunca dermans›z hayvan birçok deveyi geride b›ra- Atâ b. Ebü Rebâh, Hasan-› Basrî, Muhammed b.
kacak kadar canlan›p süratlendi. (‹bn Sad, IV, 390.) Bu Münkedir, Bilâl b. Sa'd, Mücâhid, fiabî, Tâvûs b. Key-
s›rada Câbir (r.a.)'le sohbet eden Allah Rasulü (s.a.s.) sân ve Muhammed el-Bâk›r gibi âlimler vard›r.
onun evlendi¤ini ö¤renince bir k›zla m›, yoksa dul bir
han›mla m› evlendi¤ini sordu. Evlendi¤i kad›n›n dul ol- Sünni kaynaklarda oldu¤u gibi, fiiîler'e ait eserlerde de
du¤unu ö¤renince bir k›zla evlenmenin daha iyi so- Câbir b. Abdullah (r.a.)'a nisbet edilen birçok rivayet
nuçlar do¤urabilece¤ini hat›rlatmas› üzerine Câbir bulunmaktad›r. fiiî akîdesinin temel esaslar›n› meyda-
(r.a.), çocuklar› bafl›na toplay›p onlarla meflgul olabile- na getiren Hz. Ali (r.a.)'nin vesayeti, müminler üzerin-
cek bir kad›n› özellikle tercih etti¤ini, kardefllerinin ara- deki otoritesi, "s›rât-› müstakîm"in o oldu¤u, on iki
s›na onlar›n yafl›nda birini getirmeyi do¤ru bulmad›¤›n› imam›n dindeki yeri gibi konularda Câbir (r.a.)'in riva-
söyleyince, Hz. Peygamber (s.a.s.) onun bu fedakârl›- yetlerine bu eserlerde yer verilmifltir. Yine fiiî kaynak-
¤›n› takdir etti. (‹bn Hiflam, III, 216-217.) l› rivayetlere göre Hz. Peygamber (s.a.s.)'in ‹mam Bâ-
k›r'a gönderdi¤i selâm› Câbir (r.a.) tebli¤ etmifltir (Ta-
Rivayete göre bir yolculuk esnas›nda Hz. Peygamber bersî, s. 262-263.) Allah Teâlâ'n›n do¤rudan Hz. Fatma
(s.a.s.), maddi s›k›nt› içinde bulundu¤unu bildi¤i Câbir
(r.anha)'ya gönderdi¤i, imamlar›n adlar› ile onlar›n hilâ-
(r.a.)'den devesini kendisine satmas›n› istedi. Uzun bir
fet s›ras›n› belirleyen yaz›l› belgeyi (levha) Hz. Fât›ma
pazarl›ktan sonra Medine'ye var›nca teslim etmek
(r.anha)'dan izin alarak yine o istinsah etmifltir. ‹mam
flart›yla deveyi sat›n ald›. Gazve dönüflü Câbir (r.a.)
Bak›r, Câbir (r.a.)'le görüfltü¤ü zaman bu belge hak-
deveyi teslim etmek üzere götürünce, Hz. Peygamber
k›nda ona birtak›m sorular sormufl, sonra kendi elin-
(s.a.s.) ona olan borcunu ödedi ve deveyi de kendisi-
deki belgelerle onun istinsah etti¤i nüshay› karfl›laflt›r-
ne hediye etti. (‹bn Hiflam, III, 215; ‹bn Sad, IV, 384.)
m›fl ve ikisi aras›nda fark bulunmad›¤›n› tesbit etmifltir.
Câbir b. Abdullah (r.a.) Hz. Peygamber'den (s.a.s.), Ancak bu gibi iddialar›n hiçbiri Sünnî kaynaklarda yer
Hz. Ebû Bekir (r.a.), Hz. Ömer (r.a.), Hz. Ali (r.a.), Hz. almamaktad›r. (Kandemir, M. Yaflar, “Câbir b. Abdullah, D‹A,
Ebû Ubeyde b. Cerrah (r.a.), Hz. Muâz b. Cebel (r.a.), VI, 530-531.)