Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 3

(Kapitalizmin çürüttüğü değerler-1)

GERÇEKLİK DUYGUSU

-1-

Gerçeklik duygusu nedir?

Yazı masamın üstünde duran kocaman yengeç kıskacı, bedeninden kopuk ve kurumuş olsa da beni
ürpertiyor. İster istemez o büyük yengeci, kıskaçlarını kaldırmış bir saldırı pozisyonunda hayal
ediyorum. (Kış denizinin kumsala getirip bıraktığı bir yengeç kolu.)

Gerçeklik duygusu, teknik olarak, böyle bir şey olmalı.

-2-

Daha bir kaç on yıl önce, gelişmiş batı toplumlarında, yardıma ihtiyacı olanlar karşısında, insanların
vurdumduymazlıkları bizi çileden çıkarırdı.Trafik kazası geçirmiş olan birinin yanından vızır vızır
geçen arabalar, kalabalık bir kent caddesinde yerde yatan bir yaralıyı umursamadan geçip giden
insanlar...bu manzaralardan artık eskisi kadar sık bahsedilmiyor. Muhtemelen aynısını yapmaya
başladığımız içindir.

Peki nedir bu? Başımıza gelen ne?

Muhtemelen, kapitalizmin Türkiye'de vardığı gelişim aşamasıyla, ister istemez (!) yaşam tarzımız
da kapitalizmle uyumlu olarak değişti. Her uygarlık, hatta her düzen kendi insanını yaratmaz mı?

Kapitalizmin insanlığa biçtiği yaşama modelinin, 'kesintisiz ekonomik hayatın' kuklası olduk.

-3-

Kapitalizmin 'insana' ihtiyacı yoktur. 'İşgücüne' ihtiyacı vardır. Bu anlamda 'insani gerçekliğe' de
ihtiyacı yoktur. Ekonomik göstergelere, mekanizmalara, tüketicilere ihtiyacı varduır. Kapitalizmin
ideal yaşam ortamı 'basit' olmalıdır; her zaman artı değer yaratacak bir çalışma ve tüketim düzeni.

Peki ne yaparlar kapitalistler o kadar artı değeri?

Daha çok yatırım. Daha çok üretim. Güç. Daha çok güç.

Ne için?

Daha çok istihdam. Daha çok refah...diyemeyeceğim. Ekonomik hayata, başka türlü çok daha
büyük olabilecek, bu tür katkıları olsa da..

Esas olan Tanrılaşma sürecidir.


İşin özünde ölüm korkusu vardır. Açlık ve sefaletten kaçmanın sonu gelmez yolculuğudur bu. Yani,
bir bakıma insan olarak hepimizin derdi!
-4-

Tarihin bir noktasında bir kırılma yaşanmış olmalıdır. İnsanlar biriktirmeye ve birikimi
merkezileştirmeye başladıktan sonra niceliksel değişim, niteliksel değişime yol açmıştır. Bu sözünü
ettiğim, kapitalizmden çok önceki çağlara ait bir gerçektir. Tanrılaşma süreçlerinin ilk başladığı
zamanlara...İmparator Domitianus'un, Komagene Kralı Antiochos'un kendi devasa heykelerini
tanrılara özenerek yaptırdıkları zamanlara...

Zenginlik ve güç, insan gerçekliğiyle yetinmeyerek, hiper gerçeklik ihtiyacını doğurmuştur. Olabilir
ki, bu kadar zenginlik ve güce sahip insan formundaki yaratıklar, Tanrı ile aralarındaki farkı, ölüm
olmasa, ayırt edemez hale gelmişlerdir. Muhtemelen Mısır firavunlarının mumyalanmasının
arkasındaki asıl güdü budur. Ölümsüzlük ve Tanrılaşma.

1789 Fransız devriminden sonra ise, Tanrılaşma konusundaki tekel yıkılmıştır. Ama Tanrılaşma
süreçleri akıl almaz yöntemlerle bugüne kadar geliştirilmiştir. Artık bu sürecin sistematiği, sıradan
insanların dünyasına tiranlıkla değil, başka seçenek bırakılmamış olması da gizlenerek, özgür seçim
gibi dayatılmaktadır.

Bu düzende insani gerçeklere ihtiyaç yok. Kara ve karın sürdürülebilirliğine ihtiyaç var. Artık bütün
gerçekler, bu düzenin ihtiyaçlarına göre manipüle edilmektedir.

Esas olarak, dünyanın nüfusu fazlaca arttığı, kentleşme, hatta metropolleşme ihtiyacı, reklamın
dayattığı iletişim ihtiyacı kapitalizmle birlikte bir zorunluluk olarak ortaya çıktığı için, artık
demokratik sistemlerle yönetmenin maliyeti başka yöntemlere göre çok daha düşüktür. Önemli olan
bu demokratik sistemlerin Tanrılaşma sürecine uyarlanacak şekilde nasıl kontrol altına
alınabileceğidir.
-5-

Bu yazı çerçevesinde anlamak istediğim şey, sistemin aklının içkin olarak ürettiği, en etkili
'ideolojik' çözüm araçlarından birini deşifre etmeye çalışmaktır; gerçeklik duygusundaki toplumsal
erozyonun nasıl bir mekanizmayla gerçekleştiği!

Yine gelişmiş batı insanının vurdumduymazlığına şaştığımız dönemlere dönersek, o günlerde hala
yastık altında altınlarımız vardı. Büyük aile geleneği vardı. Askeliğini yapmayana (Bergama
Kozak'ta on onbeş metrelik çam ağaçlarına çıkamayanlara) kız vermezlerdi. Aynı cinsten arkadaşlar
(eşcinsel olmadıkları halde) el ele dolaşabilirlerdi. Komşu komşuya muhtaçtı. Köylerde tanrı
misafirliği vardı...ve daha bir çok şey.

Bunlara ne oldu?...ve konuyla ilgisi ne?

Hayat değişti. Üç kademeli bir ekonomik hayata sıkıştırıldık; çalış, dinlen, eğlen!
('Herkes iş bulup hayatını kurmak isteyecek.' varsayımını, dinamik sistemin dışında bir öncül kabul
ediyorum.)
-İşçiler çalışacak.
-Onların üstleri dinlenebilecek.
-Onların da üstleri ayrıca eğlenebilecek.

...ve bütün bunlar yapılırken 'amentü' gibi tüketim yapılacak.


Kapitalist yaşama kalıbı bu! Eski alışkanlıklarımız, kapitalizm öncesi yaşam formlarıyla birlikte
yok olup gittiler. Yani, gerçekliği kalmadı o anıların. Daha rasyonel, daha otomatik, daha teknolojik,
daha konforlu v.b. bir hayat için sahneden çekildiler.

Şimdi, gerçek nerede?

Bireysel planda baktığımızda;

-Çalışıyorum. İşim var. Vida sıkıyorum. (Dinlenmeye vaktim yok. Fazla mesai yapıyorum.)
-Çok çalışmaktan yoruluyorum. Dinleniyorum. (Eğlenmeye param yok.)
-Çok çalışıyorum. Eğlenmek benim de hakkım.

Artı değer süreci, gelişmiş sistemlerde, analitik felsefe ve ona uygun modern eğitimin büyük bir
başarısı olarak, iş süreçlerinin iyi analiz edilmesiyle rasyonelleştirilmiş, hem verimlilik artırılmıştır,
hem daha karmaşık ürünlerin üretimi mümkün kılınmıştır ve hem de 'iş' daha tahammül edilebilir
hale getirilmiştir. Yani amaç, başarılabildiği ölçüde, çalışma dünyasının askerlerinin kendilerini
mutlu addetmelerini ve sömürülmeyi fazla hissetmemelerini, dolayısıyla itiraz etmemelerini
sağlamaktır. Sadece sıkıntı olsundur tek dertleri. Can sıkıntısı. Biteviyelik...Yaratıcılığın
öldürülmesi. İnsan hayatının doğal gerçeklerinin yaratacağı düzensizliklerinin önüne geçmeye
çalışır sistem. Öyle ki, sistem 'işgücü olarak insanın' sağlığına da dikkat eder. (Gelişmiş
sistemlerden bahsediyoruz.)

Bütün bunlar, 'yapay bir dünya' yaratır. Vidanın en iyi nasıl sıkılabileceğini konuşmak, Mutki'deki
faili meçhul cinayetlerin maktüllerinin kemiklerinin bulunmasını konuşmaktan daha çok gerçeklik
duygusunu harekete geçirir. 'Gerçeklik duygumuzu' oluşturan şey, yaşam pratiğimizdir çünkü.

Benzer şekilde, bilgisayar sistemlerini, öğrenci için ÖSS sorularını, ev hanımı için TV dizilerini,
siyasetçi için içi boşalmış kavramları konuşmak, ikinci, üçüncü türev mekanizmaların marifetiyle,
aynı anlama gelir.

Sistemin aklı, tanrısallaşma sürecinde, 'sistem içindeki' herkese, öyle veya böyle, çoğu zaman bir
yanılsama olarak, 'haz' dağıtır. Haz, gerçeğin yerine geçer.

-6-

O halde, gelişmiş batının tümden kaybettiği, bizim ise büyük oranda kaybettiğimiz 'gerçeklik
duygusuna' bir daha bakalım.

Kaybettiğimizi düşündüğümüz 'gerçeklik duygusu', insanı insanın ilacı yapan gerçeklik duygusudur.
Peşinde olduğumuz da budur, başka 'gerçeklik duyguları' değil. Kapitalist yaşam modeline
baktığımızda, gerçeklik duygusunun nasıl alan değiştirmekte olduğunu da açıkça görebiliriz.
Ekonomik fonksiyonlardan ibaret bir aktör haline getirilen 'insan' için önerilen model, 'oyunsu bir
yaşam', kurgulanabilir bir yaşam'dır. Artı değer yaratan yaşam ideasının gereği olarak, 'yapay
gerçeklerin' hakim olması sonucunda düşünsel dünyamız değişmekte ve sözcükler aynı kalsa bile
temsil yeteneklerini ya kaybetmekte ya da temsil nesneleri değişmektedir.

Kapitalizmin insani gerçekleri merkez değer alan bir yaşam üretmediği, insanın ait olduğu doğayla
barışık, bir yaşam üretme yeteneği olmadığı açıktır.

Aslolan ölümden olabildiğince uzağa kaçmaktır ki, bu da gerçekleşmesi imkansız olan


Tanrısallaşma sürecini tetikler.
-7-

Toplumsal gerçeklik duygusundaki erozyon, yaşam pratiğimizdeki değişimden, giderek kapitalist


sisteme uyumlu hale gelmesinden kaynaklanmaktadır.

Ne yaparsak, o'yuz sonuç olarak.

Ömer Haluk Yılmaz


21 Ocak 2011
Yoncaköy

You might also like