Professional Documents
Culture Documents
Çeviride Yerelleştirme Ve Yabancılaştırma
Çeviride Yerelleştirme Ve Yabancılaştırma
121008011
IMT-3
Yabancılaştırmadan anladığım şey ise bir metni çevirirken kaynak kültüre özgü olan
bir şeyi erek kültürde var olmamasına ya da az bilinir olmasına rağmen olduğu gibi bırakmak,
erek kültüre yakınlaştırmaya çalışmamaktır.Çoğunlukla bir kavramın“bizden” olmadığını
okurun görmesini istediğimiz durumlarda ya da bağlam ve çeviri amacımız doğrultusunda
(amacı belirleyen faktörlere daha sonra değineceğim) bunu göstermemiz gereken durumlarda
yabancılaştırma yöntemine başvururuz.
Bu konuda birkaç örnek vermek isterim ki kendimi daha iyi ifade edebileyim. İlk
örneğimde Talat Sait Halman’ın bir anısından alıntı yapacağım. Halman şöyle diyor:
Yunus’un “Ben yürürüm yane yane/Aşk boyadı beni kane” dizelerindeki “kane”
sözcüğü “kan’a” ya da “kana kana” gibi iki farklı anlamda yorumlanabilir. İngilizce’ye
çevirdiğimde; “love splattered my body with blood” dedim. 20 yıl kadar önce Fransızca’ya
da çevrildi bu şiir. Ayla Algan onu şarkı olarak söyledi. O zamanki Turizm Bakanlığı plak
olarak çıkardı. Plağı Brüksel radyosuna vermişler. Bir iki parçayı çok beğenmişler. Fakat bu
şiire gelince işler sarpa sarmış; çünkü “kane” sözcüğü Fransızca’da vahşiyane bir imaj
yaratıyor. Bütün vücudu kana boyanmış bir adam... bizim dinleyicimizi tedirgin eder bu,
demişler. Bu dize yüzünden o şarkıyı çalmadılar. İşte kültür farkının yol açtığı bir sorun.
Oysa bizde o imaj hiç garipsenmez. Aşkı biz çok çarpıcı imajlarla, kanla falan anlatırız. Çok
yorulduğumuzda “kan ter içinde kaldım” deriz. İngilizce’de de “I was drehened in sweat”
olur karşılığı bunun-kan sözcüğünü dışta bırakırız. Ama Yunus’un şiirinde bu olmaz.
Çözümsüz sorunlar bunlar. Ne yaparsanız yapın bir farklılık olacak.1
Ali Baykan’ın Sosyal Kültürel Faktörlerin Çevirideki Rolü isimli tezinde kültürel
farklılılarla ilgili başka bir örnek yer alıyor.
Ülkeden ülkeye, kültürden kültüre, yalnızca iklim, hayvanlar ve bitki örtüsü değil, aynı
zamanda davranış biçim ve kuralları, gelenek ve görenekler, alışkanlıklar ve daha pek çok
toplumsal kurumlar da değişir. Bunların çevrilmesinde karşılıklardan ya da eş anlamlardan
çok benzerlik, çağrışımlardan söz edilebilir. Örneğin Japonya’da beyaz renk yas tutma
belirtisi olduğu için, bir Japon romanında geçen “beyazlara bürünmüş kadın” sözünü
İngilizce’ye veya Türkçe’ye “siyahlara bürünmüş kadın” olarak çevirmek daha doğru olur.2
Baykan’ın örneğine benzer bir örnek de ben vermek isterim. Belki çeviri yaparken hiç
dikkatimizi çekmeyecek, üzerinde düşünmeden kullandığımız “meyve” kelimesi. Meyveden
Türkiye’deki insanın anlayacağı şey başkadır, Hindistan’daki insanın anlayacağı şey başkadır.
Meyve diyince bizim aklımıza belki elma gelirken, Hindistan’daki adamın aklına ilk olarak
mango gelebilir. Bir bakıma bu da yerelleştirme gereken bir şeydir. Çeviri yaparken
vereceğimiz kararlarda elimizden geldiğince işin tüm yönlerini düşünmeye çalışmalıyız.
Şimdi de elimden geldiğince “işin tüm yönleri” derken ne kastettiğime değinmek isterim.
Hatırlıyorum, bölüme gelişimizin ilk haftasında Çeviriye Giriş dersinde Esra
Hoca’mız bize bir metin vermişti ve “Bunu çevirin” demişti. Hatırlayabildiğim kadarıyla
metin İngiltere’de yazılmıştı ve içinde İngiliz isimleri, İngiliz gazetelerinin adları gibi o
kültüre ait pek çok öğe vardı. Aslında yarım sayfalık bir metindi. Biz de “Bunda
çeviremeyecek ne var?” diye düşünerek beş dakikada çevirivermiştik metni. Sonradan
hocamız bize çok önemli bir şeyi unuttuğumuzu, bunun da tüm çevirimizi etkilediğini
söylemişti. Bunun ne olduğuna dair fikir yürütmemizi istediğinde de sınıftan “Bu metin
nerede yayınlanacak ki?” diyenler oldu. Evet, çevirmenlik okumaya gelmiştik ancak çevirinin
pek çok etkene bağlı olduğunu bilmiyorduk. Ben o gün çok şaşırdığımı hatırlıyorum. “Kaynak
metni al, hoop kelimelerin Türkçe karşılıklarını bul, al sana çeviri” değilmiş olay. Bahsettiğim
metinde yerelleştirme/yabancılaştırma kararı vermemizi gerektirecek öğeler de vardı. İşte o
metin sayesinde daha ilk hafta çevirinin nelere bağlı olabileceğini ve neleri gerektirebileceğini
az da olsa gördüm. Geçtiğimiz iki yılda ise bunu çok daha iyi anladım, benimsedim.
Yerelleştirme/yabancılaştırma da çeviri kararlarımzı etkileyen bu pek çok etmene bağlı
aslında. Çünkü yerelleştime ya da yabancılaştırma stratejisi uygulamak da bir çeviri kararı.
Elbette Luther burada çeviriden ziyade dili göz önünde bulunduruyor, ancak çeviri
amacı da onun halkına yakın olan, “yabancı” olmayan ifadelerle çeviri yapmasını sağlıyor.
Yani Luther çeviri amacı doğrultusunda yerelleştirmeyi tercih ediyor.
Çeviride ideoloji tabii ki çok geniş bir konu, ancak yine de kendimce çeviri ve ideoloji
ilişkisini yerelleştirme-yabancılaştırma ekseninde tartışmak isterim. Çevirmenin ideolojisi
kadar işverenin ya da yayıncı kuruluşun ideolojisi de çevirinin nasıl olacağı konusunda büyük
etkiye sahiptir. Özellikle sosyal bilimler metinlerinde çevirimizde ideolojimizi
yansıtmamamız imkansıza yakındır. Çünkü zaten bizim o metni algılayışımız ve
yorumlamamız kendi ideolojik süzgeçimizden geçirmemizle olur. Bu yüzden tamamen
“tarafız” çevirmen diye bir şey mümkün değildir, olamaz. Aynı şekilde işverenler de kendi
dünya görüşlerini (özellikle yayınevlerinde bu daha çok dikkatimi çekiyor) çevirilecek metnin
seçiminde ortaya koymuş oluyorlar. Örneğin, medyada aynı haberi Yeni Şafak’ta, ardından da
Cumhuriyet’te okuduğumuzda birbirinden bambaşka yorumlarlar karşılaşıyoruz çoğunlukla.
Olay aynı olay ancak kuruluşların ideolojik görüşleri sebebiyle okuduğumuz şey aynı
olamıyor. Çeviride de durum aynen böyle. Farklı ideolojilere sahip çevirmen ve kuruluşlar
aynı metinden birbirinden çok farklı çeviri metinler ortaya çıkmasına neden olabiliyor ki bu
çok doğaldır. Kurum kimliği ve ideolojik çeviri deyince aklıma gelen –muhtemelen pek çok
kişinin de aklına bu örnek geliyordur- namaz kılan örümcek adam. Tamamen “yabancı” olan
bir çizgi roman kahramanının Diyanet İşleri Başkanlığı’nca çocuklara namaz öğretmek
amacıyla hazırlanan bir kitapta namaz kılması herhalde yapılmış olan yerelleştirmelerin en
göze batanlarındandır. Diyanet İşleri tarafından yapılan açıklamada ise şöyle denilmiş:
Çocuklarımızın ilgisini çekecek bir namaz kitabı düşünüyorduk. Bunun için
sevilen bir çizgi kahraman olan Örümcek Adam´ı kullanma fikri bize uygun geldi.
Biliyorsunuz ´örümceğin´, mağaranın girişine ağ örerek müşriklerin girmesine engel
olduğu için İslam dünyasında ayrı bir yeri vardır.
Bir de okurun talapleri meselesi var tabii. “Ben yabancı öğeleri de okuduğum
kitapta görmek istiyorum” ya da “ Ben bir okur olarak okuduğum kitap/izlediğim
film/oyun vs vasıtasıyla yabancı öğeleri de öğrenmek istiyorum” diyenler, çeviri
metinleri özellikle yabancı olanı da tanımak için tercih edenler olacaktır. Aynı şekilde,
çeviri metinleri sırf gördüğü yabancı öğeler ve dipnotlardan sıkıldığı için okumaktan
kaçınanlar da olacaktır. Nitekim “Benim için okuduğum/izlediğim şeyin akıcı olması
önemli kardeşim!” ya da “Bu kitap da baydı be habire dip not koymuşlar” diyenleri sık
sık duyuyoruz. Bu durumda da sanırım yine yayıncı kuruluşların halktan gelen
talepler doğrultusunda izledikleri pazarlama stratejileri çeviride hangi yöntemin
izleneceğini belirleyecektir.
1,2,3- Baykan, Ali. Sosyal Kültürel Faktörlerin Çevirideki Rolü. Konya, 1995
4- http://www.haber7.com/haber/20061020/-Orumcek-Adam-nasil-imana-
geldi.php