Professional Documents
Culture Documents
078 Hakka Suresi̇
078 Hakka Suresi̇
GİRİŞ
Hakkah suresi Mekke’de 78. sırada inmiş olup adını ilk ayetindeki “ الحاّقةel
Hakkah” ifadesinden almıştır.
İnkârcıların tehdit edildiği ayetler içeren surede, geçmişteki Âd, Semûd, Lût,
Firavun ve Nûh kavimleri ile yeryüzünde fesat çıkaran, peygamberlerini yalanlayan
diğer azgın, sapkın kavimlerin kötü sonları hatırlatılmaktadır. Bu hatırlatmalar
eşliğinde, “Kitabı Sağ Eline Verilenler”in ödüllendirilişi ile “Kitabı Sol Eline
Verilenler”in cezalandırılışına ilişkin uhrevî sahneler nakledilerek inkârcılar
uyarılmakta, müminler ise teselli edilip desteklenmektedir. Ayrıca surede elçilik
görevi, Elçi’nin ne yapıp ne yapmayacağı ile ilgili ince uyarılar yapılırken
Kur’an’ın korunmuşluğuna da vurgu yapılmaktadır.
1
MEAL
1 – Gerçekleşecek olan!
2 – “Gerçekleşecek olan” nedir?
3 – “Gerçekleşecek olanın ne olduğunu”, sana ne bildirdi?
4- Semûd ve Âd, Kariah’ı [felaket kapısını şiddetli çalanı, şok edeni]
yalanladılar.
5- Sonra, Semûd’a gelince; onlar korkunç bir sesle helak edildiler.
6 – Âd’a gelince; onlar gürültülü ve azgın bir fırtına ile helak ediliverdiler.
7 – O [Allah], onu [fırtınayı] üzerlerine yedi gece sekiz gündüz peş peşe
musallat etmişti. Öyle ki, o kavmi, onun [fırtınanın] içinde, içi boş hurma kütükleri
gibi yere serilmiş halde görürsün.
8 - Bak şimdi görebilir misin onlara ait herhangi bir kalıntı?
9 - Firavun, ondan öncekiler ve altı üstüne getirilenler, o hata ile geldiler.
10 – Sonra da onlar Rablerinin elçisine karşı geldiler de O [Rableri], onları pek
şiddetli bir yakalayışla yakalayıverdi.
11, 12 – Şüphesiz Biz; onu size bir ibret yapalım ve belleyici kulaklar bellesin
diye sular kabarınca sizi akanda [gemide] Biz taşıdık.
13- 17 - Sûr'a bir tek üfleme üflendiği, yeryüzü ve dağlar yerlerinden kaldırılıp
bir çarpışla birbirine çarpılarak darmadağın olduğu zaman, işte o gün, “o olay”
olmuştur. Ve gök yarılmıştır, artık o, o gün dayanaksızdır. Melekler onun [semanın]
çevresindedirler. O gün Rabbinin Arşını da bunların fevkinde, “Bedel olanlar” [yok
edilenlerin yerine getirilen daha üstün varlıklar] taşır.
18 - O gün siz genişçe yayılırsınız, sizden hiçbir sır, gizli kalmayacak.
19- 24 - Sonra, kitabı sağından verilen kişiye gelince; hemen o, “Alın, okuyun
kitabımı! Şüphesiz ben, hesabıma kavuşacağıma inanıyordum/ kesinlikle
biliyordum” der. Artık o, meyveleri sarkmış yüksek bir cennette hoşnut bir
yaşamdadır. –Geçmiş günlerde yaptığınız işlerden ötürü afiyetle yiyin, için!-
25- 29 – Ve kitabı solundan verilen kimseye gelince; işte o: “Keşke kitabım
bana verilmeseydi, hesabımın ne olduğunu da bilmeseydim! Ne olurdu, o iş bitmiş
olsaydı! Malım bana hiç fayda vermedi. Gücüm [otoritem] de benden yok olup
gitti” der.
30 -37 - -Onu yakalayın, sonra da bağlayın! Sonra cehenneme yaslayın onu!
Sonra da onu yetmiş arşın zincir içerisinde oraya [cehenneme]sokun! Şüphesiz o,
büyük Allah'a inanmıyordu. Miskinin yiyeceği üzerine teşvik de etmiyordu. Bu
sebeple bugün burada onun için hiçbir sıcak dost yoktur. Sadece hata edenlerin
yiyeceği olan bir irinden başka yiyecek de yok.
38 – 43- Artık gördüklerinize ve görmediklerinize kasem olsun ki, şüphesiz o
[Kur'ân], şerefli bir elçi sözüdür. Ve o, bir şair sözü değildir. -Siz ne az
inanıyorsunuz!- Bir kâhin sözü de değildir. -Siz ne az düşünüyorsunuz/
öğütleniyorsunuz!- O [Kur’an], âlemlerin Rabbinden indirilmedir.
44 - 47- Eğer o [elçi; Muhammed], bazı sözleri Bizim sözlerimiz olarak ortaya
sürseydi, kesinlikle ondan sağ elini [tüm gücünü] alırdık. Sonra ondan can damarını
mutlaka keserdik. Artık sizden hiç biriniz ona siper de olamazdınız.
48 – Ve şüphesiz o [Kur’an], takva sahipleri için bir öğüttür.
49 – Ve Biz kesinlikle sizden yalanlayanların varlığını biliyoruz.
50 – Ve şüphesiz o [Kur'ân], kâfirler için bir hasrettir.
2
51 – Ve şüphesiz o [Kur’an], kesin bilginin gerçeğidir.
52 - O halde, çok büyük Rabbinin ismini tesbih et [temize çıkar]!
TAHLİL:
1 – Gerçekleşecek olan!
2 – “Gerçekleşecek olan” nedir?
3 – “Gerçekleşecek olanın ne olduğunu”, sana ne bildirdi?
Kur’an, evrenin şimdiki düzeninin yok edilerek yerine yeni bir düzenin
kurulacağı ve tüm insanların yaptıklarından sorguya çekileceği Kıyamet Günü’nü
birçok farklı kavramla ifade etmiştir. Bu kavramlardan ikisi de “Gerçekleşecek
olan” anlamındaki “el-Hâkka” ile “Felaket Kapısını Şiddetli Çalan, Şok Eden”
anlamındaki “el-Kariah” kavramlarıdır.
Surenin girişi üslup bakımından Kariah suresinin girişine benzemektedir.
Cümle veya cümle öğesi olmayan ilk ayet birden bomba patlar gibi patlamaktadır:
“Gerçekleşecek olan!” Ani bir irkilme hissi veren bu ifadeyle dikkatler bir sonraki
ifadeye çevrilmekte, orada da açıklama yapılmayıp zihinlerin verilecek mesaja iyice
konsantre olması sağlanmaktadır: “Nedir ‘Gerçekleşecek olan?” “Gerçekleşecek
olan nedir, sana ne bildirdi?”
Surenin bu üç ayetinde zımnen şöyle denilmektedir: “Ne kadar bilgiye sahip
olursanız olun, ne kadar tahmin yürütürseniz yürütün, kıyamet olgusunu tümüyle
idrak etmeniz mümkün olmaz. O kadar dehşetli bir hadisedir ki, insan havsalası tam
olarak onu kavrayamaz; ancak onun parçalarını kavrayabilir.”
Konu akışı dikkate alındığında, surede sözü edilen “ الحّاققققةel-Hakkah
[gerçekleşecek olan]” ifadesi ile “azgınların başına gelen felaketler” ve “kıyamet”in
kastedildiği anlaşılmaktadır. Bu olguların “ الحّاقققةel-Hakkah” diye adlandırılması,
gerçekleşeceklerinde hiçbir kuşkunun olmamasından dolayıdır. O gün herkes hak
ettiğini elde edecek, inananlar cenneti, inanmayanlar da cehennemi alacaktır. Evet,
kıyamet kesinlikle vuku bulacak, Allah kötüleri cezalandıracak, kimse de buna
engel olamayacaktır.
Olacak o vak’a olduğu zaman. -Ki onun [o vak’anın] oluşu için yalan söyleyen yoktur. O [o
vak’a], alçaltıcıdır, yükselticidir.- Yeryüzü şiddetle sarsıldıkça sarsıldığı ve dağlar ufalandıkça
ufalanıp da toza dumana dönüşüverdiği zaman. (Vakıa/1- 6)
Tûr’a, yayılmış ince deri [parşömen] üzerine satırlaştırılmış Kitap’a, Mamur Ev’e, yükseltilmiş
tavana, doldurulmuş/tutuşturulmuş denize kasem olsun ki, Şüphesiz Rabbinin azabı, kesinlikle vuku
bulacaktır, ona engel olacak yoktur. (Tur/1-8)
Artık o zorlu bir haykırıştan ibarettir. Bir de bakmışsın ki, onlar karşıda duruverirler. Ve
“Eyvah bizlere! İşte bu, Din Günü’dür!” derler.
-“İşte bu, sizin yalanlamakta olduğunuz Ayırma Günü’dür!”- (Saffat/19-21)
3
2, 3. ayetlerdeki muhatap tekil olarak Resulullah gözükse de, onun şahsında
tüm zamanların insanlarıdır.
Şüphesiz Biz onların üzerine tek sayha [korkunç bir ses] gönderdik; ağılcının topladığı çalı
çırpı gibi oluverdiler. (Kamer/31)
Şüphesiz Biz; onu size bir ibret yapalım ve belleyici kulaklar bellesin diye sular kabarınca sizi
akanda [gemide] Biz taşıdık. (Hâkka/11)
Bu yüzden Biz de onlara bu en basit hayatta rezillik azabını tattırmak için o uğursuz günlerde
dondurucu bir kasırga gönderdik. Ahiret azabı ise elbette daha çok rezil edicidir. Onlar yardım da
olunmazlar. (Fussılet/16)
İşte, onların, işledikleri zulümler yüzünden çatıları çöküp ıpıssız kalmış evleri. Hiç şüphesiz ki
bunda, bilen bir kavim için bir ayet [gösterge] vardır. (Neml/52)
Nihayet onu, vadilerine doğru gelen geniş bir bulut halinde gördüklerinde: “Ha işte! Bu, bize
yağmur getirecek bir bulut!” dediler, Hayır, aksine o, çabuklaştırmaya çalıştığınız şeyin ta kendisi;
Rabbinin emriyle her şeyi yerle bir eden, içinde acıklı bir azap olan rüzgâr... Sonunda o hale
geldiler ki, konutlarından başka hiçbir şey görünmüyordu. Biz, günahkârlar topluluğunu işte böyle
cezalandırırız. (Ahkaf/25)
Bu ayetlerde de yine “geçekleşmesi kesin olan” olay ile yüzleşen Firavun, Nuh
kavmi ve ülkeleri altüst olan diğer kavimler [Lut kavmi] hatırlatılmaktadır.
Azgınlaşmalarından ve peygamberlerini yalanlamalarından dolayı bu toplumların
hepsi de Allah'ın çok çeşitli belalarına uğramışlardır. Rabbimiz bu kavimlerin
akıbetini hatırlatarak peygamberimizin muhatabı olan o günkü müşriklere ibret ve
4
öğüt almaları; aksi halde onların da bu kavimler gibi bela ve felaketlerle helak
edilecekleri mesajını vermektedir.
Bilindiği üzere, Firavun, Nuh ve Lut kavimleri ile ilgili detaylar geçmiş
surelerde yer almıştı.
9. ayetteki “ondan öncekiler” ifadesiyle Nuh Tufanı hadisesine ve Nuh’un (as)
gemisine işaret edilmektedir:
Biz de onu ve ehlini [ailesini, yakınlarını, inananlarını] o büyük sıkıntıdan kurtardık.
Ve onun neslini baki kalanların ta kendisi kıldık. (Saffat/77)
Böylece Biz, onların üstünü altı kıldık ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdık.
(Hıcr/74)
11, 12 – Şüphesiz Biz; onu size bir ibret yapalım ve belleyici kulaklar bellesin
diye sular kabarınca sizi akanda [gemide] Biz taşıdık.
Ayetteki “belleyici kulaklar bellesin” ifadesi ile aklı olanın hayvanlar gibi
olmaması gerektiği mesajı verilmektedir.
Ve and olsun ki, cinnden ve insten [tanıdığınız-tanımadığınız] bir çoğunu cehennem için
yarattık; onların kalpleri vardır, onlarla anlamazlar. Gözleri vardır, onlarla görmezler. Kulakları
vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar dört ayaklı hayvanlar gibidirler. Hatta daha da sapıktırlar. İşte
onlar gâfillerin [duyarsızların] ta kendileridir. (A’raf/179)
5
Biz onlardan önce kendilerinden daha çetin güce sahip nice nesilleri helâk ettik. Öyle ki onlar
beldeleri delik deşik ediyorlardı. Hiç kaçıp kurtulacak yer var mı?
Şüphesiz ki bunda kalbi [aklı] olan veya kendisi şâhit olarak kulak veren kimse için elbette
öğüt vardır. (Kaf/37)
Bu ayet grubunda kıyametin kopuş sahneleri yer almaktadır. O gün Sûr'a bir
kez üflenir; yeryüzü ve dağlar yerlerinden kaldırılıp birbirine çarpılarak darmadağın
edilir; gök yarılır. Melekler semanın çevresindedirler. O gün Rabbimizin Arş’ını
bunların fevkinde, “Bedel olanlar” [yok edilenlerin yerine getirilen daha üstün
varlıklar] taşır.
Ayetteki “Melekler onun [semanın] çevresindedirler” ifadesinden evrendeki
tüm güçlerin ve yeryüzündeki vahyin artık yeryüzünden ayrıldığını anlıyoruz.
Bu, kıyametin kopması için yapılacak ilk üfürüştür. Ölmedik hiçbir kimse
kalmayacaktır:
Ve şu kâfir olan kimseler, gökler ve yer bitişik bir halde idi de Bizim onları [o ikisini]
ayırdığımızı ve hayatı olan her şeyi sudan kıldığımızı görmediler mi? Buna rağmen hâlâ
inanmıyorlar mı? (Enbiya/30)
Ve o gün gökyüzü bulutlar ile yarılır ve melekler ardı arkasına indirilir. (Furkan/25)
Ey cinn ve ins toplulukları, eğer göklerin ve yerin bucaklarından aşıp geçmeye güç
yetirebilirseniz, hemen aşın; ancak sultan/ üstün bir güç olmadan aşamazsınız. (Rahman/33)
Yanınızdaki şeyi (Tevrat'ı) tasdik edici olarak indirdiğim şeye (Kur'ân’a) iman edin, O'nu,
inkar edenlerin ilki siz olmayın. Benim âyetlerimi çok az bir bedelle satmayın. Ve sadece Bana
takvalı davranınız. (Bakara/ 41)
Ve onu düşük bir fiyata; birkaç dirheme sattılar. Onlar bu konuda [Yusuf’un satılmasında]
zahitlerden idiler. (Yusuf/ 20)
6
Ve hani Allah, kendilerine kitap verilen kimselerin misakını almıştı: "Onu mutlaka insanların
önüne apaçık koyacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz". Onlar ise bunu sırtlarının ötesine attılar ve onu
az bir bedel karşılığı sattılar. Satın aldıkları şeyler, ne kadar kötüdür! (Al-i Imran/ 187)
Aynı kökten gelen “ ثمانىSemaniye” ise “biten, bitki” demektir. Bunu Ebu
Ubeyde, Esmaî’den nakletmiştir. (Lisanü’l Arab, c.1, s. 705-707, Tacü’l Arus; c. 18,
s. 97-99 “ ثمنsmn” mad.) Buradan anlaşıldığına göre, “semen” sözcüğünün “bedel,
kıymet, paha” anlamı, “biten; tohumun yerine ortaya çıkan bitki” anlamından
gelmektedir. Yani satılan bir malın yerine bedel olarak yeni bir şey elde
edilmektedir.
Bütün bu anlamlar düşünüldüğünde; konumuz olan ayetteki “ ثمانيةsemaniyet”
sözcüğü ile “şimdiki evren ortadan kaldırıldıktan sonra onun yerine ikame edilecek
yeni varlıklar” anlamına ulaşılmaktadır.
O gün, Allah’ın her nefsi kazandığı ile karşılıklandırması için, yeryüzü bir başka yeryüzüyle
değiştirilecek, gökler de. Ve onlar, Bir ve gücüne karşı durulmaz olan Allah için ortaya
çıkacaklardır. O gün, suçluları zincire vurulmuş olarak görürsün. Onların gömlekleri katrandandır,
yüzlerini de ateş kaplayacaktır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. (İbrahim/48- 51)
Biz, göğü, kitapların dürüldüğü gibi dürdüğümüz zaman, yaratmaya ilk başladığımız gibi
-katımızdan verilmiş bir söz olarak- onu iade edeceğiz [yeniden var edeceğiz]. Şüphesiz Biz
yapanlarız. (Enbiya/ 104)
Sözcüğün sonundaki “ ةt” eki ise seci’ [armoni] nedeniyle gelmiştir. Bunun
Şems, Nur ve Ahzab surelerinde örnekleri vardır:
“Arşı taşıyanlar” ile ilgili olarak Mü’min suresinde gerekli detay verilmişti.
(Tebyinü’l-Kur’an; c. 6, s. 221-226) Bu ifade ile kastedilenler, “Allah ile ilgi
bilgileri taşıyanlar”dır. Hatırlanacağı üzere, dünyada iken Arş’ı taşıyanların, Arş’ın
sahibi tarafından görevlendirilmek suretiyle “Allah” bilgisini, “tevhid”i bir yerden
bir yere götürenler, Allah’ı tanıtıp öğreten peygamberler olduğunu belirtmiştik.
Kıyamet sonrası Arş’ı taşıyacak olan, yani Allah ile ilgi bilgileri yansıtacak olanlar
ise yok edilen varlıkların yerine yaratılmış olan ve daha fevkalade varlıklardır.
Ayetteki “onların fevkinde” ifadesiyle yeni oluşumun eskisinden daha güzel, daha
7
üst seviyede olacağı ifade edilmektedir.
Biz bir âyetten her neyi nesheder veya söylettirmezsek, ondan daha iyisini yahut benzerini
getiririz. Sen, Allah’ın her şeye en iyi güç yetiren olduğunu bilmedin mi? (Bakara/106)
Bu ayet “müteşabihat”tandır. Tam olarak manasını bilmemiz zordur. Arş'ın nasıl olduğu,
kıyamet günü sekiz meleğin onu nasıl taşıyacağını bilemiyoruz. Her ne olursa olsun Allah'ın arş
üzerine oturacağı ve diğer sekiz meleğin de onu taşıyacağı düşünülemez. Ayette, Allah'ın arş üzerine
oturmuş olacağına dair böyle bir ifade yoktur. Allah Teâlâ cisim, mekân ve yönden münezzeh
olduğu için Kur'an-ı Kerim böyle düşünmemize manidir. Çünkü taşımak eylemi için bir cismin
ortada olması lazımdır. Bu konuları fazla kurcalamanın, bir mana bulmaya çalışmanın insanı dalâlete
düşürme tehlikesi vardır. Fakat şunu da bilmeliyiz ki, Kur'an'da, Allah'ın hükümranlığı ve benzeri
konuları anlatmak için bizim dünyada kullandığımız terminoloji kullanılmaktadır. Yalnız, bu
kelimelere harfi harfine bir anlam vermekten kaçınmalıyız. (Mevdudi; Tefhimü’l Kur’an)
O gün, Allah’ın her benliği kazandığı ile karşılıklandırması için, yeryüzü bir başka yeryüzüyle
değiştirilecek, gökler de. Ve onlar, Bir ve gücüne karşı durulmaz olan Allah için ortaya
çıkacaklardır. O gün, suçluları zincire vurulmuş olarak görürsün. Onların gömlekleri katrandandır,
yüzlerini de ateş kaplayacaktır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. (İbrahim/48-51)
Ve sen dağları görürsün; sen onları donuk, durgun sanırsın. Oysa onlar her şeyi sapasağlam
yapan Allah’ın yapımı olarak bulutun yürümesi gibi yürümektedirler. Şüphesiz ki O, yaptıklarınıza
tamamıyla haberdardır. (Neml/88)
8
Ve Bizim dağları yürüttüğümüz gün; ve sen yer yüzünü çırılçıplak/dümdüz göreceksin. Ve Biz
onları bir araya topladık. Böylece onlardan hiçbir kimseyi bırakmadık.
Ve onlar, saf halinde Rabbine yayılmışlardır: “Şüphesiz sizi ilk önce yarattığımız gibi Bize
geldiniz. Aslında siz, sizin için buluşma zamanı kılmayacağımıza batılca inanıyordunuz.” (Kehf/47,
48)
Ama hışmımızı gördükleri zamanki imanları kendilerine fayda verecek değildi. -Allah’ın,
kulları hakkındaki sürüp giden tutumu [kanunu] ...- İşte o kâfirler burada hüsrana düştüler
[kaybettiler, zarara uğradılar].” (Mümin/85)
Sana dağlardan soruyorlar, de ki: “Rabbim onları savurdukça savuracaktır. Böylece onları
dümdüz boş bir hâlde bırakacak. Orada bir çukur ve bir tümsek görmeyeceksin.” (Ta Ha/105- 107)
Olacak o vak’a olduğu zaman. -Ki onun [o vak’anın] oluşu için yalan söyleyen yoktur. O [o
vak’a], alçaltıcıdır, yükselticidir.- Yeryüzü şiddetle sarsıldıkça sarsıldığı ve dağlar ufalandıkça
ufalanıp da toza dumana dönüşüverdiği zaman. (Vakıa/5)
O gün gök erimiş bir maden gibi olur. Dağlar da atılmış renkli yün gibi olur. Ve bir sıcak dost
bir sıcak dosta sormaz. (Meariç/9)
O günde ki yer ve dağlar sarsılır ve dağlar eriyip akan bir kum yığınına dönüşür.
(Müzzemmil/14)
O gün [buluşma günü], onlar, meydana çıkarlar. Kendilerinden hiçbir şey Allah'a karşı gizli
kalmaz. -‘Bugün mülk kimindir?’, Sadece tek ve kahhar olan Allah'ındır!’- (Mümin/16)
Şüphe yok ki O, bütün sırların meydana çıkarıldığı gün onun geri döndürülmesine güç
yetirendir.
Artık onun için ne herhangi bir güç vardır, ne de herhangi bir yardımcı. (Tarık/9, 10)
9
almak” ifadesi, dünyadayken kişi için tutulan davranış kayıtlarının temiz olduğunu,
böyle kayıtları olanların korkutulmayacaklarını, suçlanmayacaklarını sembolize
etmektedir.
Mümin bir insanın ahiretteki durumu daha evvel bir birçok ayette detaylı
olarak verilmişti. Bunlardan sadece bir pasajı hatırlatmakla yetiniyoruz:
Şüphesiz, ebrar/iyiler/yardımseverler, kâfur katılmış bir tastan içerler; fışkırtıldıkça
fışkırtılacak bir pınardan ki, ondan, verdikleri sözleri yerine getiren ve kötülüğü yayılan bir günden
korkan ve “Biz sizi, ancak Allah yüzü [Allah rızası] için doyuruyoruz ve sizden bir karşılık ve
teşekkür beklemiyoruz; evet, biz asık suratlı ve çatık kaşlı bir günde, Rabbimizden korkarız”
diyerek Allah sevgisi için, yiyeceği, yoksula ve öksüze ve tutsağa veren Allah’ın kulları, içerler.
Allah da, bu yüzden onları, o günün kötülüğünden korur; onlara aydınlık ve sevinç rastlayacak,
sabretmelerine karşılık onlara Cennet’i ve ipekleri verecek; orada tahtlara kurulmuş olarak
kalacaklar; orada bir güneş de, dondurucu bir soğuk da görmeyecekler ve bahçenin gölgeleri onların
üzerlerine sarkacak ve onların koparılması son derece kolaylaştırılacak. Ve aralarında gümüş bir kap
ve billûr kâseler dolaştırılacak, Kendilerinin ayarladığı billûrları gümüştendir. Ve orada, onlara
karışımı zencefil olan bir tastan sulanırlar, Orada, Selsebil denilen bir pınardan... Ve aralarında
büyümez, yaşlanmaz çocuklar dolaşır; onları gördüğünde, saçılmış birer inci sanacaksın! Orayı
gördüğünde, mutluluk ve büyük bir krallık [mülk ve yönetim] göreceksin; üzerlerinde ince, yeşil
ipekli, parlak atlastan giysiler olacak; gümüş bileziklerle süslenmiş olacaklar; Rabbleri, onlara
tertemiz bir içecek içirecek. Şüphesiz ki bu, sizin için karşılıktır. Çalışmalarınız da meşkûrdur
[karşılık ödenecek niteliktedir]. (Însan/14)
10
Onlara: “Allah’ın sizi rızıklandırdığı şeylerden infak edin” denildiği zaman da o kâfirleşmiş
kişiler, şu iman etmiş kişiler için: “Allah’ın dileyince doyurabileceği kimseyi biz mi doyuracağız?
Siz ancak apaçık bir sapıklık içindesiniz” dediler. (Yasin/47)
O gün Biz bütün insanları önderleriyle çağıracağız. Ki o gün, kimin kitabı sağ eline verilirse,
işte onlar kendi kitaplarını okuyacaklar ve onlar kandil fitili/ çekirdeğin iplikçiği kadar [en küçük]
bir haksızlığa uğratılmayacaklar. (İsra/71)
Onlar için güç vermeyen ve açlığı gidermeyen kuru bir dikenden başka yiyecek yoktur.
(Gâşiye/6)
11
“Gördüklerinize ve görmediklerinize kasem olsun ki” ifadesiyle başlayan
pasajda, Kur’an’ın Allah tarafından indirilmiş bir kitap olduğuna, o güne kadar
ortaya çıkan mucizeler ve ondan sonra çıkacak olanlar kanıt gösterilmektedir. O
günün şartlarında Kur’an’ın bir “Beyan” mucizesi [Edebi mucize] olduğu daha
evvel birçok kez dile getirilmişti. O günden bugüne Kur’an’ın içeriğinde binlerce
mucize daha keşfedilmiş bulunmaktadır.
Kur’an’ın gelecekte de sayısız mucizelerinin ortaya çıkacağı hususunu ise
Fussılet suresinin tahlilinde ((Tebyinü’l-Kur’an, c: 5, s: 314-15) detaylı olarak ele
almıştık.
Pasajın kasemle başlaması, Kur’an’ın Allah’ın indirmesi olup Muhammed (as)
ile ilgisinin olmadığını kanıtlamaya yöneliktir. Burada Kur’an “elçi sözü” olarak
nitelenmiştir. “Elçi sözü”, “katışıksız ve elçiye ait olmayan, elçiyi gönderen
otoritenin ifadesidir. Elçi buna ekleme, çıkarma yapamaz, kendisine öğretilenleri
gizleyemez. Bu konu Tekvir suresinde de geçmiş idi:
kuşkusuz bu, değerli bir elçi sözüdür;
güçlü, Arş'ın Sahibi'nin yanında çok itibarlı,
itaat edilir, güvenilir… (Tekvîr/19-20)
44 -47- Eğer o [elçi; Muhammed], bazı sözleri Bizim sözlerimiz olarak ortaya
sürseydi, kesinlikle ondan sağ elini [tüm gücünü] alırdık. Sonra ondan can
damarını mutlaka keserdik. Artık sizden hiç biriniz ona siper de olamazdınız.
Az kalsın onlar seni, sana vahyettiğimizden uzaklaştırarak ondan başkasını Bize isnat edesin
diye fitneye düşüreceklerdi [sana yanlış yaptırıp seni ateşte yakacaklardı]. İşte o takdirde seni halil
[izdaş, yoldaş, dost] edinirlerdi.
Ve eğer Biz seni sağlamlaştırmamış olsaydık, gerçekten onlara birazcık meylediverecektin.
O durumda sana hayatın iki katını ve ölümün iki katını tattırırdık. Sonra Bize karşı kendine
hiçbir yardımcı da bulamazdın. (İsra/73-75)
İşte bunun için sen davet et ve sana emredildiği gibi dosdoğru ol. Onların hevalarına uyma ve
de ki: "Ben Allah'ın kitaptan indirdiğine inandım ve ben aranızda adaleti gerçekleştirmemle
emrolundum. Allah, bizim Rabbimizdir sizin de Rabbinizdir. Bizim yaptıklarımız yalnızca bize,
sizin yaptıklarınız da yalnızca size aittir. Sizinle bizim aramızda hiçbir delile yer yoktur. Allah,
bizim aramızı toplayacaktır. Dönüş de yalnız O'nadır. Ve hakkında ihtilâfa düştüğünüz herhangi bir
şey; artık onun hükmü Allah'a aittir. İşte bu, benim Rabbim Allah’tır. Ben yalnız O'na tevekkül ettim
ve ben yalnız O'na yöneliyorum” de. (Şura/15, 10)
12
Sonra da seni Emir’den apaçık bir şeriat sahibi kıldık. Artık sen ona uy, bilmeyen kimselerin
hevâlarına uyma. (Casiye/18)
De ki: “Geliniz, Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O’na hiçbir şeyi ortak
koşmayın, ana babaya iyilik edin, imlak haşyetiyle [fakirlik endişesiyle / fakirleştiriliriz korkusuyla]
çocuklarınızı öldürmeyin. Sizi ve onları Biz rızklandırıyoruz. Ve kötülüklerin açığına ve gizlisine
yaklaşmayın. Haksız yere Allah'ın haram kıldığı nefsi öldürmeyin. İşte bunlar, aklınızı kullanasınız
diye O’nun size vasiyet ettikleridir. (En’am/151)
Ve kendi dillerinizin yalan vasfetmesi ile Allah’a yalan uydurmak için, “Şu helaldir, şu
haramdır” demeyin. Şüphesiz Allah’a yalan uyduran kimseler iflah olmazlar.(Nahl/116)
Böylece Kur’an’ın takva sahipleri için bir öğüt olduğu kanıtlarla gösterilmiş
olmaktadır.
50. ayetteki “Ve şüphesiz o [Kur'ân], kâfirler için bir hasrettir” ifadesiyle,
kâfirlerin eninde sonunda “Kur'an’ı niye yalanladık?” diye pişman olacakları
gerçeği açıklanmaktadır. Hıcr suresinde de bu anlamda bir pasaj bulunmaktadır:
Zaman zaman şu inkâr etmiş olan kişiler, ‘Keşke müslüman olsaydık!’ temennisinde
bulunacaklar.
Böylece Biz onu [Kur’an’ı], günahkârların [suçluların] kalplerine sokarız. (Hicr/2,3 [12])
13
sokması karşısında zaman zaman “Keşke ben de müslüman olsaymışım!" diye
temennide bulunmaktadırlar.
Gerçekten de Kur’an’ın etkin mesajının ciğerlerine işlemesi sonucu sürekli
tedirgin olan Mekkeli müşriklerin birçoğu, hicretten önce veya sonra pişman
olmuşlardır.
51. ayetteki “Ve şüphesiz o [Kur’an], kesin bilginin gerçeğidir” ifadesiyle
Kur’an’da saçma sapan şeylerin, hakka, adalete aykırı şeylerin bulunmadığı; onda
şüpheli, çelişkili bir şey olmadığı, içinde ne varsa hepsinin de kesin bilgi ile
sağlamasının yapılabileceği vurgusu yapılmıştır.
14