Download as doc, pdf, or txt
Download as doc, pdf, or txt
You are on page 1of 14

78 HAKKAH [GERÇEKLEŞECEK OLAN] SURESİ

GİRİŞ

Hakkah suresi Mekke’de 78. sırada inmiş olup adını ilk ayetindeki “ ‫الحاّقة‬el
Hakkah” ifadesinden almıştır.
İnkârcıların tehdit edildiği ayetler içeren surede, geçmişteki Âd, Semûd, Lût,
Firavun ve Nûh kavimleri ile yeryüzünde fesat çıkaran, peygamberlerini yalanlayan
diğer azgın, sapkın kavimlerin kötü sonları hatırlatılmaktadır. Bu hatırlatmalar
eşliğinde, “Kitabı Sağ Eline Verilenler”in ödüllendirilişi ile “Kitabı Sol Eline
Verilenler”in cezalandırılışına ilişkin uhrevî sahneler nakledilerek inkârcılar
uyarılmakta, müminler ise teselli edilip desteklenmektedir. Ayrıca surede elçilik
görevi, Elçi’nin ne yapıp ne yapmayacağı ile ilgili ince uyarılar yapılırken
Kur’an’ın korunmuşluğuna da vurgu yapılmaktadır.

1
MEAL

RAHMAN RAHÎM ALLAH ADINA

1 – Gerçekleşecek olan!
2 – “Gerçekleşecek olan” nedir?
3 – “Gerçekleşecek olanın ne olduğunu”, sana ne bildirdi?
4- Semûd ve Âd, Kariah’ı [felaket kapısını şiddetli çalanı, şok edeni]
yalanladılar.
5- Sonra, Semûd’a gelince; onlar korkunç bir sesle helak edildiler.
6 – Âd’a gelince; onlar gürültülü ve azgın bir fırtına ile helak ediliverdiler.
7 – O [Allah], onu [fırtınayı] üzerlerine yedi gece sekiz gündüz peş peşe
musallat etmişti. Öyle ki, o kavmi, onun [fırtınanın] içinde, içi boş hurma kütükleri
gibi yere serilmiş halde görürsün.
8 - Bak şimdi görebilir misin onlara ait herhangi bir kalıntı?
9 - Firavun, ondan öncekiler ve altı üstüne getirilenler, o hata ile geldiler.
10 – Sonra da onlar Rablerinin elçisine karşı geldiler de O [Rableri], onları pek
şiddetli bir yakalayışla yakalayıverdi.
11, 12 – Şüphesiz Biz; onu size bir ibret yapalım ve belleyici kulaklar bellesin
diye sular kabarınca sizi akanda [gemide] Biz taşıdık.
13- 17 - Sûr'a bir tek üfleme üflendiği, yeryüzü ve dağlar yerlerinden kaldırılıp
bir çarpışla birbirine çarpılarak darmadağın olduğu zaman, işte o gün, “o olay”
olmuştur. Ve gök yarılmıştır, artık o, o gün dayanaksızdır. Melekler onun [semanın]
çevresindedirler. O gün Rabbinin Arşını da bunların fevkinde, “Bedel olanlar” [yok
edilenlerin yerine getirilen daha üstün varlıklar] taşır.
18 - O gün siz genişçe yayılırsınız, sizden hiçbir sır, gizli kalmayacak.
19- 24 - Sonra, kitabı sağından verilen kişiye gelince; hemen o, “Alın, okuyun
kitabımı! Şüphesiz ben, hesabıma kavuşacağıma inanıyordum/ kesinlikle
biliyordum” der. Artık o, meyveleri sarkmış yüksek bir cennette hoşnut bir
yaşamdadır. –Geçmiş günlerde yaptığınız işlerden ötürü afiyetle yiyin, için!-
25- 29 – Ve kitabı solundan verilen kimseye gelince; işte o: “Keşke kitabım
bana verilmeseydi, hesabımın ne olduğunu da bilmeseydim! Ne olurdu, o iş bitmiş
olsaydı! Malım bana hiç fayda vermedi. Gücüm [otoritem] de benden yok olup
gitti” der.
30 -37 - -Onu yakalayın, sonra da bağlayın! Sonra cehenneme yaslayın onu!
Sonra da onu yetmiş arşın zincir içerisinde oraya [cehenneme]sokun! Şüphesiz o,
büyük Allah'a inanmıyordu. Miskinin yiyeceği üzerine teşvik de etmiyordu. Bu
sebeple bugün burada onun için hiçbir sıcak dost yoktur. Sadece hata edenlerin
yiyeceği olan bir irinden başka yiyecek de yok.
38 – 43- Artık gördüklerinize ve görmediklerinize kasem olsun ki, şüphesiz o
[Kur'ân], şerefli bir elçi sözüdür. Ve o, bir şair sözü değildir. -Siz ne az
inanıyorsunuz!- Bir kâhin sözü de değildir. -Siz ne az düşünüyorsunuz/
öğütleniyorsunuz!- O [Kur’an], âlemlerin Rabbinden indirilmedir.
44 - 47- Eğer o [elçi; Muhammed], bazı sözleri Bizim sözlerimiz olarak ortaya
sürseydi, kesinlikle ondan sağ elini [tüm gücünü] alırdık. Sonra ondan can damarını
mutlaka keserdik. Artık sizden hiç biriniz ona siper de olamazdınız.
48 – Ve şüphesiz o [Kur’an], takva sahipleri için bir öğüttür.
49 – Ve Biz kesinlikle sizden yalanlayanların varlığını biliyoruz.
50 – Ve şüphesiz o [Kur'ân], kâfirler için bir hasrettir.

2
51 – Ve şüphesiz o [Kur’an], kesin bilginin gerçeğidir.
52 - O halde, çok büyük Rabbinin ismini tesbih et [temize çıkar]!

TAHLİL:

1 – Gerçekleşecek olan!
2 – “Gerçekleşecek olan” nedir?
3 – “Gerçekleşecek olanın ne olduğunu”, sana ne bildirdi?

Kur’an, evrenin şimdiki düzeninin yok edilerek yerine yeni bir düzenin
kurulacağı ve tüm insanların yaptıklarından sorguya çekileceği Kıyamet Günü’nü
birçok farklı kavramla ifade etmiştir. Bu kavramlardan ikisi de “Gerçekleşecek
olan” anlamındaki “el-Hâkka” ile “Felaket Kapısını Şiddetli Çalan, Şok Eden”
anlamındaki “el-Kariah” kavramlarıdır.
Surenin girişi üslup bakımından Kariah suresinin girişine benzemektedir.
Cümle veya cümle öğesi olmayan ilk ayet birden bomba patlar gibi patlamaktadır:
“Gerçekleşecek olan!” Ani bir irkilme hissi veren bu ifadeyle dikkatler bir sonraki
ifadeye çevrilmekte, orada da açıklama yapılmayıp zihinlerin verilecek mesaja iyice
konsantre olması sağlanmaktadır: “Nedir ‘Gerçekleşecek olan?” “Gerçekleşecek
olan nedir, sana ne bildirdi?”
Surenin bu üç ayetinde zımnen şöyle denilmektedir: “Ne kadar bilgiye sahip
olursanız olun, ne kadar tahmin yürütürseniz yürütün, kıyamet olgusunu tümüyle
idrak etmeniz mümkün olmaz. O kadar dehşetli bir hadisedir ki, insan havsalası tam
olarak onu kavrayamaz; ancak onun parçalarını kavrayabilir.”
Konu akışı dikkate alındığında, surede sözü edilen “ ‫ الحّاققققة‬el-Hakkah
[gerçekleşecek olan]” ifadesi ile “azgınların başına gelen felaketler” ve “kıyamet”in
kastedildiği anlaşılmaktadır. Bu olguların “‫ الحّاقققة‬el-Hakkah” diye adlandırılması,
gerçekleşeceklerinde hiçbir kuşkunun olmamasından dolayıdır. O gün herkes hak
ettiğini elde edecek, inananlar cenneti, inanmayanlar da cehennemi alacaktır. Evet,
kıyamet kesinlikle vuku bulacak, Allah kötüleri cezalandıracak, kimse de buna
engel olamayacaktır.
Olacak o vak’a olduğu zaman. -Ki onun [o vak’anın] oluşu için yalan söyleyen yoktur. O [o
vak’a], alçaltıcıdır, yükselticidir.- Yeryüzü şiddetle sarsıldıkça sarsıldığı ve dağlar ufalandıkça
ufalanıp da toza dumana dönüşüverdiği zaman. (Vakıa/1- 6)

Kariah! [Felâket kapısını şiddetli çalan!]


Nedir o kariah [felâket kapısını şiddetli çalan]?
Kariah’ın [felâket kapısını şiddetli çalanın] ne olduğunu sana ne bildirdi? (Kâria/1-3)

Tûr’a, yayılmış ince deri [parşömen] üzerine satırlaştırılmış Kitap’a, Mamur Ev’e, yükseltilmiş
tavana, doldurulmuş/tutuşturulmuş denize kasem olsun ki, Şüphesiz Rabbinin azabı, kesinlikle vuku
bulacaktır, ona engel olacak yoktur. (Tur/1-8)

Artık o zorlu bir haykırıştan ibarettir. Bir de bakmışsın ki, onlar karşıda duruverirler. Ve
“Eyvah bizlere! İşte bu, Din Günü’dür!” derler.
-“İşte bu, sizin yalanlamakta olduğunuz Ayırma Günü’dür!”- (Saffat/19-21)

3
2, 3. ayetlerdeki muhatap tekil olarak Resulullah gözükse de, onun şahsında
tüm zamanların insanlarıdır.

4- Semûd ve Âd, Kariah’ı [felaket kapısını şiddetli çalanı, şok edeni]


yalanladılar.
5- Sonra, Semûd’a gelince; onlar korkunç bir sesle helak edildiler.
6 – Âd’a gelince; onlar gürültülü ve azgın bir fırtına ile helak ediliverdiler.
7 – O [Allah], onu [fırtınayı] üzerlerine yedi gece sekiz gündüz peş peşe
musallat etmişti. Öyle ki, o kavmi, onun [fırtınanın] içinde, içi boş hurma kütükleri
gibi yere serilmiş halde görürsün.
8 – Bak, şimdi görebilir misin onlara ait herhangi bir kalıntı?

Bu ayetlerde, kaçınılmaz gerçekle yüzleşenlerden Semûd ve Âd’a değinilmiş


ve her iki kavim de yalanlayıcıların örneği olarak gösterilmiştir. Bu kavimlerin her
ikisi de ahireti kabul etmeyen, kendilerine gelen uyarıcı elçileri yalanlayan birer
toplum idi. Arabistan bölgesinde yaşamış olan bu iki toplumdan o günün Arapları
da haberdardı. Onların yaşadıkları yerler haklarında yeterince bilgiye sahiptiler. Bu
nedenle, bu kavimlerin başlarına gelen korkunç akıbet ibret olsun diye o günkü
Araplara da hatırlatılmaktadır.
Bu sureye kadar Âd ve Semûd kavimleri ile azgınlık yapan diğer toplumlar
hakkında ibret alınacak birçok bilgi verilmişti. Bu nedenle burada birkaç ayeti
hatırlatmakla yetiniyoruz:
(And olsun ki) Âd'a da kardeşleri Hûd'u (elçi gönderdik). O, “Ey kavmim! Allah'a kulluk edin,
sizin için O'ndan başka bir ilâh yoktur. Hâlâ sakınmaz mısınız?” dedi. (A’raf/65)

Şüphesiz Biz onların üzerine tek sayha [korkunç bir ses] gönderdik; ağılcının topladığı çalı
çırpı gibi oluverdiler. (Kamer/31)

Şüphesiz Biz; onu size bir ibret yapalım ve belleyici kulaklar bellesin diye sular kabarınca sizi
akanda [gemide] Biz taşıdık. (Hâkka/11)

Bu yüzden Biz de onlara bu en basit hayatta rezillik azabını tattırmak için o uğursuz günlerde
dondurucu bir kasırga gönderdik. Ahiret azabı ise elbette daha çok rezil edicidir. Onlar yardım da
olunmazlar. (Fussılet/16)

İşte, onların, işledikleri zulümler yüzünden çatıları çöküp ıpıssız kalmış evleri. Hiç şüphesiz ki
bunda, bilen bir kavim için bir ayet [gösterge] vardır. (Neml/52)

Nihayet onu, vadilerine doğru gelen geniş bir bulut halinde gördüklerinde: “Ha işte! Bu, bize
yağmur getirecek bir bulut!” dediler, Hayır, aksine o, çabuklaştırmaya çalıştığınız şeyin ta kendisi;
Rabbinin emriyle her şeyi yerle bir eden, içinde acıklı bir azap olan rüzgâr... Sonunda o hale
geldiler ki, konutlarından başka hiçbir şey görünmüyordu. Biz, günahkârlar topluluğunu işte böyle
cezalandırırız. (Ahkaf/25)

9 - Firavun, ondan öncekiler ve altı üstüne getirilenler, o hata ile geldiler.


10 – Sonra da onlar Rablerinin elçisine karşı geldiler de O [Rabbleri], onları
pek şiddetli bir yakalayışla yakalayıverdi.

Bu ayetlerde de yine “geçekleşmesi kesin olan” olay ile yüzleşen Firavun, Nuh
kavmi ve ülkeleri altüst olan diğer kavimler [Lut kavmi] hatırlatılmaktadır.
Azgınlaşmalarından ve peygamberlerini yalanlamalarından dolayı bu toplumların
hepsi de Allah'ın çok çeşitli belalarına uğramışlardır. Rabbimiz bu kavimlerin
akıbetini hatırlatarak peygamberimizin muhatabı olan o günkü müşriklere ibret ve

4
öğüt almaları; aksi halde onların da bu kavimler gibi bela ve felaketlerle helak
edilecekleri mesajını vermektedir.
Bilindiği üzere, Firavun, Nuh ve Lut kavimleri ile ilgili detaylar geçmiş
surelerde yer almıştı.
9. ayetteki “ondan öncekiler” ifadesiyle Nuh Tufanı hadisesine ve Nuh’un (as)
gemisine işaret edilmektedir:
Biz de onu ve ehlini [ailesini, yakınlarını, inananlarını] o büyük sıkıntıdan kurtardık.
Ve onun neslini baki kalanların ta kendisi kıldık. (Saffat/77)

Şüphesiz bu toplumların dünyada cezalandırılmaları ile iş bitmemiştir. Onlar


ahirette de cezalandırılacaklardır:
Onlar, hatalarından dolayı suda boğuldular sonra da ateşe sokuldular. Sonra da kendileri için
Allah'ın astlarından yardımcılar bulamadılar. (Nuh/25)

Aynı ayetteki “ve altı üstüne getirilenler” ifadesiyle de Lut kavmi


kastedilmektedir. Zira bu nitelik onlara aittir:
Nihayet emrimiz gelince, oranın üstünü altına getirdik. Ve üzerlerine, istif edilmiş pişmiş
çamurdan Rabbinin katında işaretlenmiş taşlar yağdırdık. Ve bunlar, zalimlerden uzak değildir.
(Hud/82, 83)

Böylece Biz, onların üstünü altı kıldık ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdık.
(Hıcr/74)

11, 12 – Şüphesiz Biz; onu size bir ibret yapalım ve belleyici kulaklar bellesin
diye sular kabarınca sizi akanda [gemide] Biz taşıdık.

Bu ayetlerde de yine Nuh’a (as) ve kavmine işaret edilmiştir. İsim verilmeden,


Nuh’un (as) ve ona inananların kurtuldukları; inkârcıların ise o kaçınılmaz olayı
yaşadıkları hatırlatılmıştır. Bu hatırlatma ile Kureyşli inkârcılara “Dikkatli olun da
Nuh kavminin başına gelenler sizin de başınıza gelmesin” mesajı verilmektedir.
Ayrıca Araplar ile Nuh arasında bir bağ olduğuna dikkat çekilerek zımnen “Biz
Nuh’u kurtarmasaydık bu gün sizler olmazdınız” denilmektedir.
Onlardan önce Nûh'un kavmi de yalanlamıştı. Öyle ki kulumuzu yalanladılar ve “O,
cinlenmiştir/delidir” dediler. Ve o alıkonulmuştu.
Bunun üzerine o [Nûh] Rabbine yalvardı: “Ben gerçekten yenik düşürüldüm, bana yardım
et/intikamımı al!”
Biz de hemen sel gibi boşalan bir su ile göğün kapılarını açıverdik.
Yeri de kaynaklar hâlinde fışkırttık, derken sular takdir edilmiş/ayarlanmış bir iş üzerine
birbirine kavuştu.
Onu [Nûh'u] da, nankörlük edilen kişiye bir mükâfaat olmak üzere, korumamız/gözetimimiz
altında akıp giden levhaları [tahtaları] ve çivileri/urganları olan [sal] üzerinde taşıdık.
Ve and olsun Biz, bunu bir ayet olarak bıraktık. O hâlde var mı ibret alıp düşünen?
Peki, Benim azabım ve uyarılarım nasılmış? (Kamer/9- 16)

Ayetteki “belleyici kulaklar bellesin” ifadesi ile aklı olanın hayvanlar gibi
olmaması gerektiği mesajı verilmektedir.
Ve and olsun ki, cinnden ve insten [tanıdığınız-tanımadığınız] bir çoğunu cehennem için
yarattık; onların kalpleri vardır, onlarla anlamazlar. Gözleri vardır, onlarla görmezler. Kulakları
vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar dört ayaklı hayvanlar gibidirler. Hatta daha da sapıktırlar. İşte
onlar gâfillerin [duyarsızların] ta kendileridir. (A’raf/179)

5
Biz onlardan önce kendilerinden daha çetin güce sahip nice nesilleri helâk ettik. Öyle ki onlar
beldeleri delik deşik ediyorlardı. Hiç kaçıp kurtulacak yer var mı?
Şüphesiz ki bunda kalbi [aklı] olan veya kendisi şâhit olarak kulak veren kimse için elbette
öğüt vardır. (Kaf/37)

13- 17 - Sûr'a bir tek üfleme üflendiği, yeryüzü ve dağlar yerlerinden


kaldırılıp bir çarpışla birbirine çarpılarak darmadağın olduğu zaman, işte o gün,
“o olay” olmuştur. Ve gök yarılmıştır, artık o, o gün dayanaksızdır. Melekler onun
[semanın] çevresindedirler. O gün Rabbinin Arşını da bunların fevkinde, , “Bedel
olanlar” [yok edilenlerin yerine getirilen daha üstün varlıklar] taşır.

Bu ayet grubunda kıyametin kopuş sahneleri yer almaktadır. O gün Sûr'a bir
kez üflenir; yeryüzü ve dağlar yerlerinden kaldırılıp birbirine çarpılarak darmadağın
edilir; gök yarılır. Melekler semanın çevresindedirler. O gün Rabbimizin Arş’ını
bunların fevkinde, “Bedel olanlar” [yok edilenlerin yerine getirilen daha üstün
varlıklar] taşır.
Ayetteki “Melekler onun [semanın] çevresindedirler” ifadesinden evrendeki
tüm güçlerin ve yeryüzündeki vahyin artık yeryüzünden ayrıldığını anlıyoruz.
Bu, kıyametin kopması için yapılacak ilk üfürüştür. Ölmedik hiçbir kimse
kalmayacaktır:
Ve şu kâfir olan kimseler, gökler ve yer bitişik bir halde idi de Bizim onları [o ikisini]
ayırdığımızı ve hayatı olan her şeyi sudan kıldığımızı görmediler mi? Buna rağmen hâlâ
inanmıyorlar mı? (Enbiya/30)

Yeryüzü sarsıldıkça sarsıldığı zaman… (Zilzal/1)

Ve o gün gökyüzü bulutlar ile yarılır ve melekler ardı arkasına indirilir. (Furkan/25)

Ey cinn ve ins toplulukları, eğer göklerin ve yerin bucaklarından aşıp geçmeye güç
yetirebilirseniz, hemen aşın; ancak sultan/ üstün bir güç olmadan aşamazsınız. (Rahman/33)

Ayette yer alan “ ‫ثمانيقققة‬semaniyete” sözcüğü genellikle “sekiz” sayısı


anlamında; aynı sözcüğün “ ‫ُثُمن‬sümün” kalıbı ise “sekizde bir” anlamında kullanılır.
“ ‫ثمانيققة‬semaniyete” sözcüğünün hep “sekiz” sayısı ekseninde kullanıldığı göz
önünde tutulduğunda, doğal olarak bu ayettekinin de aynı anlamda kullanıldığı
kabul edilmektedir. Ancak bu ayetteki “semaniyete” sözcüğüne de “sekiz” anlamını
vermek ayetin anlaşılmasında zorluklar oluşturmaktadır. Bu nedenle sözcüğün
başka bir anlamının olup olmadığına bakmanın yararlı olacağı kanaatindeyiz. Şöyle
ki:
Sözcüğün kökü olan “ ‫َثَمن‬semen”, “kendisiyle her hangi bir şey hak edilen şey”
demektir. (Lisanü’l-Arab, c.1, s. 705-707, Tacü’l-Arus; c. 18, s. 97-99 “ ‫ثمن‬smn”
mad.) Türkçede bu anlam “bedel, fiyat; malın kıymeti” sözcükleriyle ifade
edilmektedir. Sözcük Kur’an’da da bu anlamda kullanılmıştır:

Yanınızdaki şeyi (Tevrat'ı) tasdik edici olarak indirdiğim şeye (Kur'ân’a) iman edin, O'nu,
inkar edenlerin ilki siz olmayın. Benim âyetlerimi çok az bir bedelle satmayın. Ve sadece Bana
takvalı davranınız. (Bakara/ 41)

Ve onu düşük bir fiyata; birkaç dirheme sattılar. Onlar bu konuda [Yusuf’un satılmasında]
zahitlerden idiler. (Yusuf/ 20)

6
Ve hani Allah, kendilerine kitap verilen kimselerin misakını almıştı: "Onu mutlaka insanların
önüne apaçık koyacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz". Onlar ise bunu sırtlarının ötesine attılar ve onu
az bir bedel karşılığı sattılar. Satın aldıkları şeyler, ne kadar kötüdür! (Al-i Imran/ 187)

Aynı kökten gelen “ ‫ثمانى‬Semaniye” ise “biten, bitki” demektir. Bunu Ebu
Ubeyde, Esmaî’den nakletmiştir. (Lisanü’l Arab, c.1, s. 705-707, Tacü’l Arus; c. 18,
s. 97-99 “ ‫ثمن‬smn” mad.) Buradan anlaşıldığına göre, “semen” sözcüğünün “bedel,
kıymet, paha” anlamı, “biten; tohumun yerine ortaya çıkan bitki” anlamından
gelmektedir. Yani satılan bir malın yerine bedel olarak yeni bir şey elde
edilmektedir.
Bütün bu anlamlar düşünüldüğünde; konumuz olan ayetteki “ ‫ثمانية‬semaniyet”
sözcüğü ile “şimdiki evren ortadan kaldırıldıktan sonra onun yerine ikame edilecek
yeni varlıklar” anlamına ulaşılmaktadır.

O gün, Allah’ın her nefsi kazandığı ile karşılıklandırması için, yeryüzü bir başka yeryüzüyle
değiştirilecek, gökler de. Ve onlar, Bir ve gücüne karşı durulmaz olan Allah için ortaya
çıkacaklardır. O gün, suçluları zincire vurulmuş olarak görürsün. Onların gömlekleri katrandandır,
yüzlerini de ateş kaplayacaktır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. (İbrahim/48- 51)

Biz, göğü, kitapların dürüldüğü gibi dürdüğümüz zaman, yaratmaya ilk başladığımız gibi
-katımızdan verilmiş bir söz olarak- onu iade edeceğiz [yeniden var edeceğiz]. Şüphesiz Biz
yapanlarız. (Enbiya/ 104)

Sözcüğün sonundaki “ ‫ة‬t” eki ise seci’ [armoni] nedeniyle gelmiştir. Bunun
Şems, Nur ve Ahzab surelerinde örnekleri vardır:

Ayrıca bu surenin 19. ayetinden itibaren yer alan “‫ كتقققابيه‬kitabiyeh,


‫حسققابيه‬hısabiyeh, ‫مققاليه‬maliyeh” sözcüklerinin sonundaki “ ‫ه‬h” harfleri hep bu
cinstendir. Bu harflerin/zamirlerin anlamı söz konusu değildir. Bu demektir ki yüce
Rabbimiz, yanlışa gitmememiz için bu özelliği gözümüzün önüne serivermiş. Ama
biz dikkat etmemekteyiz.

“‫ ثمانية‬Semaniyetün”, sözcüğün nekre oluşu, ve seci’ için olan “ ‫ة‬te” nin


özelliklerinden olan “mübaleğa (abartma, çoğaltma)” anlamı (Lisanü’l Arab, c. 9,
s. 9, “ ‫ه‬h” mad.) dikkate alınırsa, “ ‫ثمانية‬semaniyeten” ifadesini “Bitenler (eski
varlıkların yerine oluşturulan yeni varlıkların tümü)” anlamı elde edilir. Tıpkı
“Allame”, “Ebuhanife” sözcüklerinde olduğu gibi. “ ‫لمققة‬ ّ ‫ع‬Allame” ve “ ‫ابققو‬
‫حنيفققة‬Ebuhanife” sözcüklerinin sonlarındaki “ ‫ة‬t” harfi dişillik alameti olmayıp
övgüyü mübaleğa alametidir. Kur’an’da yüzlerce yerde örnekleri mevcuttur.

“Arşı taşıyanlar” ile ilgili olarak Mü’min suresinde gerekli detay verilmişti.
(Tebyinü’l-Kur’an; c. 6, s. 221-226) Bu ifade ile kastedilenler, “Allah ile ilgi
bilgileri taşıyanlar”dır. Hatırlanacağı üzere, dünyada iken Arş’ı taşıyanların, Arş’ın
sahibi tarafından görevlendirilmek suretiyle “Allah” bilgisini, “tevhid”i bir yerden
bir yere götürenler, Allah’ı tanıtıp öğreten peygamberler olduğunu belirtmiştik.
Kıyamet sonrası Arş’ı taşıyacak olan, yani Allah ile ilgi bilgileri yansıtacak olanlar
ise yok edilen varlıkların yerine yaratılmış olan ve daha fevkalade varlıklardır.
Ayetteki “onların fevkinde” ifadesiyle yeni oluşumun eskisinden daha güzel, daha

7
üst seviyede olacağı ifade edilmektedir.
Biz bir âyetten her neyi nesheder veya söylettirmezsek, ondan daha iyisini yahut benzerini
getiririz. Sen, Allah’ın her şeye en iyi güç yetiren olduğunu bilmedin mi? (Bakara/106)

Klasik anlayışta “ ‫ثمانية‬semaniyete” sözcüğü “sekiz” anlamında alınmış ve bu


sayının ma’dûdu [sayılan varlık] belirtilmediği için de genellikle “sekiz melek”,
“sekiz şahıs” gibi anlamlar takdir edilmiştir. Ya da “sekiz” sayısı ile ne
kastedildiğinin insan anlayışının ötesinde olduğu açıklamasıyla yetinilmiştir. Biz ise
Allah’ın izniyle “semen” kökünden hareket ederek yukarıdaki anlama ulaşmış
bulunuyoruz.
Bu konuya ait klasik eserlerde yer alıp da herkesin taklit ettiği bir görüşü
naklediyoruz:
“O günde üstlerinde bulunan sekiz [melek] Rabbinin Arş'ını yüklenir” buyruğu hakkında İbn
Abbas şöyle demiştir: Bunlar sayılarını Allah'tan başka hiç kimsenin bilmediği sekiz saf melektir.
İbn Zeyd dedi ki: bunlar sekiz melektirler. el-Hasen de: “Onların kaç tane olduklarını en iyi bilen
Allah'tır. Sekiz mi yoksa sekiz bin mi?”
Peygamber (sav)'den şöyle buyurduğu nakledilmektedir: “Bugün Arş'ı taşıyanlar dörttür.
Kıyamet günü olacağında Yüce Allah onları dört melekle daha destekleyecektir. Böylelikle sekiz
melek olacaklardır.” Bunu es-Sa'lebî zikretmiştir. e]-Maverdî de bunu Ebu Hureyre'den rivayet
etmektedir. Ebu Hureyre dedi ki: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: “Bugün onu [Arşı] dört melek ta-
şımaktadır. Kıyamet gününde ise bunlar sekiz olacaktır
el-Abbas b. Abdi'l-Melik dedi ki: Bunlar dağ keçisi suretinde sekiz melektirler. Bunu
Peygamber (sav)'den rivayet etmektedir. Hadiste de şöyle denilmektedir: “Bu meleklerden her
birinin dört tane yüzü vardır. Biri adanı yüzü, biri aslan yüzü, biri öküz yüzü, biri de kartal yüzüdür.
Bu yüzlerin her biri o tür için Allah'tan rızık diler. (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)

Bu ayet “müteşabihat”tandır. Tam olarak manasını bilmemiz zordur. Arş'ın nasıl olduğu,
kıyamet günü sekiz meleğin onu nasıl taşıyacağını bilemiyoruz. Her ne olursa olsun Allah'ın arş
üzerine oturacağı ve diğer sekiz meleğin de onu taşıyacağı düşünülemez. Ayette, Allah'ın arş üzerine
oturmuş olacağına dair böyle bir ifade yoktur. Allah Teâlâ cisim, mekân ve yönden münezzeh
olduğu için Kur'an-ı Kerim böyle düşünmemize manidir. Çünkü taşımak eylemi için bir cismin
ortada olması lazımdır. Bu konuları fazla kurcalamanın, bir mana bulmaya çalışmanın insanı dalâlete
düşürme tehlikesi vardır. Fakat şunu da bilmeliyiz ki, Kur'an'da, Allah'ın hükümranlığı ve benzeri
konuları anlatmak için bizim dünyada kullandığımız terminoloji kullanılmaktadır. Yalnız, bu
kelimelere harfi harfine bir anlam vermekten kaçınmalıyız. (Mevdudi; Tefhimü’l Kur’an)

Kur’an’da kıyametin kopuşunun tasvir edildiği birçok ayet vardır. Bunların


çoğu geçmiş surelerde yer almıştı:
Ve Sûr’a üflenmiştir de Allah’ın dilediği hariç, göklerde kim var, yerde kim varsa çarpılıp
yıkılıvermiştir. Sonra ona başka bir daha üflenmiştir de onlar kalkmışlar karşıda bakıp duruyorlar.
(Zümer/68)

O gün gök, sarsıldıkça sarsılır, dağlar da yürüdükçe yürür.


Öyleyse, o gün boş uğraş içinde oynayıp duran yalanlayıcıların vay haline! (Tur/9- 12)

O gün, Allah’ın her benliği kazandığı ile karşılıklandırması için, yeryüzü bir başka yeryüzüyle
değiştirilecek, gökler de. Ve onlar, Bir ve gücüne karşı durulmaz olan Allah için ortaya
çıkacaklardır. O gün, suçluları zincire vurulmuş olarak görürsün. Onların gömlekleri katrandandır,
yüzlerini de ateş kaplayacaktır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. (İbrahim/48-51)

Ve sen dağları görürsün; sen onları donuk, durgun sanırsın. Oysa onlar her şeyi sapasağlam
yapan Allah’ın yapımı olarak bulutun yürümesi gibi yürümektedirler. Şüphesiz ki O, yaptıklarınıza
tamamıyla haberdardır. (Neml/88)

8
Ve Bizim dağları yürüttüğümüz gün; ve sen yer yüzünü çırılçıplak/dümdüz göreceksin. Ve Biz
onları bir araya topladık. Böylece onlardan hiçbir kimseyi bırakmadık.
Ve onlar, saf halinde Rabbine yayılmışlardır: “Şüphesiz sizi ilk önce yarattığımız gibi Bize
geldiniz. Aslında siz, sizin için buluşma zamanı kılmayacağımıza batılca inanıyordunuz.” (Kehf/47,
48)

Ama hışmımızı gördükleri zamanki imanları kendilerine fayda verecek değildi. -Allah’ın,
kulları hakkındaki sürüp giden tutumu [kanunu] ...- İşte o kâfirler burada hüsrana düştüler
[kaybettiler, zarara uğradılar].” (Mümin/85)

Sana dağlardan soruyorlar, de ki: “Rabbim onları savurdukça savuracaktır. Böylece onları
dümdüz boş bir hâlde bırakacak. Orada bir çukur ve bir tümsek görmeyeceksin.” (Ta Ha/105- 107)

Olacak o vak’a olduğu zaman. -Ki onun [o vak’anın] oluşu için yalan söyleyen yoktur. O [o
vak’a], alçaltıcıdır, yükselticidir.- Yeryüzü şiddetle sarsıldıkça sarsıldığı ve dağlar ufalandıkça
ufalanıp da toza dumana dönüşüverdiği zaman. (Vakıa/5)

O gün gök erimiş bir maden gibi olur. Dağlar da atılmış renkli yün gibi olur. Ve bir sıcak dost
bir sıcak dosta sormaz. (Meariç/9)

O günde ki yer ve dağlar sarsılır ve dağlar eriyip akan bir kum yığınına dönüşür.
(Müzzemmil/14)

Dağlar savrulduğu zaman… (Mürselat/10)

O gün Sûr’a üflenir: Siz de hemen bölükler halinde gelirsiniz.


Ve gökyüzü açıldı da kapı kapı oluvermiştir [oluverecektir].
Ve dağlar yürütülmüş de serap oluvermiştir. (Nebe’/20)

Dağlar yürütüldüğünde… (Tekvir/3)

Dağlar da atılmış renkli yün gibi olur. (Kariah/5)

18 - O gün siz genişçe yayılırsınız, sizden hiçbir sır, gizli kalmayacak.


19- 24- Sonra kitabı sağından verilen kişiye gelince; hemen o, “Alın, okuyun
kitabımı. Şüphesiz ben, hesabıma kavuşacağıma inanıyordum/ kesinlikle
biliyordum” der. Artık o, meyveleri sarkmış yüksek bir cennette hoşnut bir
yaşamdadır. -Geçmiş günlerde yaptığınız işlerden ötürü afiyetle yiyin, için!-

18-37. ayetlerde, kıyametin kopmasından sonraki bazı mahşer sahneleri yer


almaktadır. O gün kimsenin gizlisi, “gizli” kalmayacaktır. Hepsi yayılıp ortaya
dökülecektir:
Ve onlar, saf halinde Rabbine yayılmışlardır: “Şüphesiz sizi ilk önce yarattığımız gibi Bize
geldiniz. Aslında siz, sizin için buluşma zamanı kılmayacağımıza batılca inanıyordunuz.” (Kehf/48)

O gün [buluşma günü], onlar, meydana çıkarlar. Kendilerinden hiçbir şey Allah'a karşı gizli
kalmaz. -‘Bugün mülk kimindir?’, Sadece tek ve kahhar olan Allah'ındır!’- (Mümin/16)

Şüphe yok ki O, bütün sırların meydana çıkarıldığı gün onun geri döndürülmesine güç
yetirendir.
Artık onun için ne herhangi bir güç vardır, ne de herhangi bir yardımcı. (Tarık/9, 10)

19-24. ayetlerde ise müminlerin mahşerdeki durumu yer almaktadır.

“Kitabı sağdan verilen”ler mümin kişilerdir. Daha evvel de açıkladığımız gibi,


“sağ”, uğur, mutluluk, sağlamlık ve kurtuluşu ifade eder. “Amel defterini sağ el ile

9
almak” ifadesi, dünyadayken kişi için tutulan davranış kayıtlarının temiz olduğunu,
böyle kayıtları olanların korkutulmayacaklarını, suçlanmayacaklarını sembolize
etmektedir.
Mümin bir insanın ahiretteki durumu daha evvel bir birçok ayette detaylı
olarak verilmişti. Bunlardan sadece bir pasajı hatırlatmakla yetiniyoruz:
Şüphesiz, ebrar/iyiler/yardımseverler, kâfur katılmış bir tastan içerler; fışkırtıldıkça
fışkırtılacak bir pınardan ki, ondan, verdikleri sözleri yerine getiren ve kötülüğü yayılan bir günden
korkan ve “Biz sizi, ancak Allah yüzü [Allah rızası] için doyuruyoruz ve sizden bir karşılık ve
teşekkür beklemiyoruz; evet, biz asık suratlı ve çatık kaşlı bir günde, Rabbimizden korkarız”
diyerek Allah sevgisi için, yiyeceği, yoksula ve öksüze ve tutsağa veren Allah’ın kulları, içerler.
Allah da, bu yüzden onları, o günün kötülüğünden korur; onlara aydınlık ve sevinç rastlayacak,
sabretmelerine karşılık onlara Cennet’i ve ipekleri verecek; orada tahtlara kurulmuş olarak
kalacaklar; orada bir güneş de, dondurucu bir soğuk da görmeyecekler ve bahçenin gölgeleri onların
üzerlerine sarkacak ve onların koparılması son derece kolaylaştırılacak. Ve aralarında gümüş bir kap
ve billûr kâseler dolaştırılacak, Kendilerinin ayarladığı billûrları gümüştendir. Ve orada, onlara
karışımı zencefil olan bir tastan sulanırlar, Orada, Selsebil denilen bir pınardan... Ve aralarında
büyümez, yaşlanmaz çocuklar dolaşır; onları gördüğünde, saçılmış birer inci sanacaksın! Orayı
gördüğünde, mutluluk ve büyük bir krallık [mülk ve yönetim] göreceksin; üzerlerinde ince, yeşil
ipekli, parlak atlastan giysiler olacak; gümüş bileziklerle süslenmiş olacaklar; Rabbleri, onlara
tertemiz bir içecek içirecek. Şüphesiz ki bu, sizin için karşılıktır. Çalışmalarınız da meşkûrdur
[karşılık ödenecek niteliktedir]. (Însan/14)

25- 29 – Ve kitabı solundan verilen kimseye gelince; işte o: “Keşke kitabım


bana verilmeseydi, hesabımın ne olduğunu da bilmeseydim. Ne olurdu o iş bitmiş
olsaydı. Malım bana hiç fayda vermedi. Gücüm [otoritem] de benden yok olup
gitti” der.
30 -37 - -Onu yakalayın sonra da bağlayın! Sonra cehenneme yaslayın onu.
Sonra da onu yetmiş arşın zincir içerisinde oraya [cehenneme]sokun! Şüphesiz o,
büyük Allah'a inanmıyordu. Miskinin yiyeceği üzerine teşvik de etmiyordu. Bu
sebeple bugün burada onun için hiçbir sıcak dost yoktur. Sadece hata edenlerin
yiyeceği olan bir irinden başka yiyecek de yok.-

Müminlerden sonra bu ayetlerde de inançsızların ahiretteki durumları tasvir


edilmiştir. Ürpertici sahnelerin yer aldığı pasajda, inkârcı örnek bir kişi ele alınarak
onu bu elim vaziyete sokan günahının, Allah’ı hesaba katmaması ve buna bağlı
olarak sosyal ve ekonomik yönden ahlaki sorumluluklarını yerine getirmemesi
olduğuna işaret edilmektedir.
Yoksulu doyurmayı teşvik etmeme, kendisi yoksullara yemek yedirmediği gibi
başkalarının da onlara yemek vermesinden hoşlanmama tavrıdır. Bilindiği üzere,
Allah’ın önemle üzerinde durduğu, insanlara din adına verdiği ilk emirlerden biri
yetimlerin kerimleştirilmesi, yoksulların işe kavuşturulup karınlarını kendi el
emekleriyle doyurmalarının sağlanmasıdır.
Dini yalanlayan şu kimseyi gördün mü?
İşte odur, yetimi itip kakan ve yoksulun yiyeceği üzerine teşvik etmeyen kimse.
Bu nedenle, şu namaz kılanların / şu destekçilerin vay haline!
Onlar namazlarından / destek verişlerinden gafildirler.
Onlar, gösteriş yaparlar,
ve mâûnu vermezler. (Maun/1-7)

Hayır… Hayır… Doğrusu siz yetimi kerimleştirmiyorsunuz. Yoksulun yiyeceği üzerine


birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. Oysa mirası yağmalarcasına öyle bir yiyişle yiyorsunuz ki! Malı öyle
bir sevişle seviyorsunuz ki, yığmacasına! (Fecr/17- 20) :

10
Onlara: “Allah’ın sizi rızıklandırdığı şeylerden infak edin” denildiği zaman da o kâfirleşmiş
kişiler, şu iman etmiş kişiler için: “Allah’ın dileyince doyurabileceği kimseyi biz mi doyuracağız?
Siz ancak apaçık bir sapıklık içindesiniz” dediler. (Yasin/47)

Ve ‘Akabe'nin [o sarp yokuşun] ne olduğunu sana ne bildirdi?


Köle azat etmektir,
veya salgın bir kıtlık gününde yemek yedirmektir;
akrabalığı olan [yakında bulunan] bir yetime,
veya topraklara düşmüş [sürünen] miskine [yoksula, işsize],
sonra da iman edip de sabrı tavsiyeleşenlerden ve merhameti tavsiyeleşenlerden olmaktır.
(Beled/12-17)

Amel defterleri suç kayıtları ile dolu kişilerin akıbetleri, pişmanlıkları ve


rüsvalıkları ile ilgili birçok canlı, tiksindirici sahne nakledilmiştir:
O gün, Allah’ın her benliği kazandığı ile karşılıklandırması için, yeryüzü bir başka yeryüzüyle
değiştirilecek, gökler de. Ve onlar, Bir ve gücüne karşı durulmaz olan Allah için ortaya
çıkacaklardır. O gün, suçluları zincire vurulmuş olarak görürsün. Onların gömlekleri katrandandır,
yüzlerini de ateş kaplayacaktır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. (İbrahim/48-51)

O gün Biz bütün insanları önderleriyle çağıracağız. Ki o gün, kimin kitabı sağ eline verilirse,
işte onlar kendi kitaplarını okuyacaklar ve onlar kandil fitili/ çekirdeğin iplikçiği kadar [en küçük]
bir haksızlığa uğratılmayacaklar. (İsra/71)

Onlar için güç vermeyen ve açlığı gidermeyen kuru bir dikenden başka yiyecek yoktur.
(Gâşiye/6)

“Sonra da onu yetmiş arşın zincir içerisinde oraya [cehenneme] sokun!”


ayetindeki “yetmiş arşın” ifadesi hem çokluktan hem de suçlunun mutlak bir kontrol
altında bulundurulacağından kinayedir. Yetmiş rakamının çokluktan kinaye olduğu
şu ayette de görülmektedir:
Onlar için ister mağfiret dile, ister dileme. Onlar için yetmiş kere mağfiret dilesen de yine
Allah onları bağışlamayacaktır. Bu, onların Allah'ı ve Resulünü inkâr etmeleri nedeniyledir. Allah,
fasıklar kavmine kılavuzluk etmez. (Tevbe/ 80)

İnşikak suresinde de benzer bir ifade olarak “Defteri arkasından verilen”


kimselerden bahsedilmektedir:
Kitabı kendisine arkasından verilen kişiye gelince de o, ölümü çağıracak ve alevli ateşe
girecektir. Şüphesiz o, yakınları içinde sevinçli idi. Şüphesiz o, asla dönmeyeceğine kani idi.
(İnşikak/10, 14)

“Defterin arkadan verilmesi” ifadesi, amel defterinin iç açıcı kayıtlar


içermediğini bilen bir kişinin utancından dolayı defterini gizlemeye çalışacağına
işaret etse gerektir.
Daha evvel “Sağ” ve “sol” [Ashâbu'l-Meymene ve Ashâbu'l-Meş’eme]
kavramları ile ilgili olarak Beled suresinin tahlilinde (Tebyinü’l-Kur’an, c:3 s: 652-
656) geniş açıklama yapıldığından, detayın oradan okunmasını öneriyoruz.

38 – 43- Artık gördüklerinize ve görmediklerinize kasem olsun ki, şüphesiz o


[Kur'ân], şerefli bir elçi sözüdür. Ve o, bir şair sözü değildir. -Siz ne az
inanıyorsunuz!- Bir kâhin sözü de değildir. Siz ne az düşünüyorsunuz/
öğütleniyorsunuz!- O [Kur’an], âlemlerin Rabbinden indirilmedir.

11
“Gördüklerinize ve görmediklerinize kasem olsun ki” ifadesiyle başlayan
pasajda, Kur’an’ın Allah tarafından indirilmiş bir kitap olduğuna, o güne kadar
ortaya çıkan mucizeler ve ondan sonra çıkacak olanlar kanıt gösterilmektedir. O
günün şartlarında Kur’an’ın bir “Beyan” mucizesi [Edebi mucize] olduğu daha
evvel birçok kez dile getirilmişti. O günden bugüne Kur’an’ın içeriğinde binlerce
mucize daha keşfedilmiş bulunmaktadır.
Kur’an’ın gelecekte de sayısız mucizelerinin ortaya çıkacağı hususunu ise
Fussılet suresinin tahlilinde ((Tebyinü’l-Kur’an, c: 5, s: 314-15) detaylı olarak ele
almıştık.
Pasajın kasemle başlaması, Kur’an’ın Allah’ın indirmesi olup Muhammed (as)
ile ilgisinin olmadığını kanıtlamaya yöneliktir. Burada Kur’an “elçi sözü” olarak
nitelenmiştir. “Elçi sözü”, “katışıksız ve elçiye ait olmayan, elçiyi gönderen
otoritenin ifadesidir. Elçi buna ekleme, çıkarma yapamaz, kendisine öğretilenleri
gizleyemez. Bu konu Tekvir suresinde de geçmiş idi:
kuşkusuz bu, değerli bir elçi sözüdür;
güçlü, Arş'ın Sahibi'nin yanında çok itibarlı,
itaat edilir, güvenilir… (Tekvîr/19-20)

Ayetlerdeki “Siz ne az inanıyorsunuz!”, “Siz ne az düşünüyorsunuz/


öğütleniyorsunuz!” ifadeleriyle müşriklerin Kur’an’ın içerdiği bunca mucizeyi
görmelerine, onun bir şair sözü, kahin sözü olmadığını bilmelerine rağmen
inançsızlıkta direndikleri beyan edilmektedir.

44 -47- Eğer o [elçi; Muhammed], bazı sözleri Bizim sözlerimiz olarak ortaya
sürseydi, kesinlikle ondan sağ elini [tüm gücünü] alırdık. Sonra ondan can
damarını mutlaka keserdik. Artık sizden hiç biriniz ona siper de olamazdınız.

Bu ayetlerde tüm insanlığa açık bir beyanat vardır: “Eğer Muhammed


Kur’an’a dahletmeye; ekleme, çıkarma, değiştirme, saklama yapmaya kalksa, Allah
adına laf uydursa, feci şekilde cezalandırılır.
Bu tehdit, Resulullah’a olduğu kadar tüm zamanların insanlarına da yöneliktir.
Hiçbir kimse Allah adına laf üretmemelidir. Din adına verilecek hükümler mutlaka
Kur’an’dan olmalıdır.
Ve ayetlerimiz onlara açıkça okunduğunda, Bize kavuşmayı ummayanlar: “Bundan başka bir
Kur’an getir yahut bunu değiştir!” dediler. De ki: “Onu nefsimin [kendimin] öngörmesiyle
değiştirmem benim için söz konusu olamaz. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum. Rabbime
isyan edersem, kesinlikle büyük bir günün azabından korkarım. (Yunus/15)

Az kalsın onlar seni, sana vahyettiğimizden uzaklaştırarak ondan başkasını Bize isnat edesin
diye fitneye düşüreceklerdi [sana yanlış yaptırıp seni ateşte yakacaklardı]. İşte o takdirde seni halil
[izdaş, yoldaş, dost] edinirlerdi.
Ve eğer Biz seni sağlamlaştırmamış olsaydık, gerçekten onlara birazcık meylediverecektin.
O durumda sana hayatın iki katını ve ölümün iki katını tattırırdık. Sonra Bize karşı kendine
hiçbir yardımcı da bulamazdın. (İsra/73-75)

İşte bunun için sen davet et ve sana emredildiği gibi dosdoğru ol. Onların hevalarına uyma ve
de ki: "Ben Allah'ın kitaptan indirdiğine inandım ve ben aranızda adaleti gerçekleştirmemle
emrolundum. Allah, bizim Rabbimizdir sizin de Rabbinizdir. Bizim yaptıklarımız yalnızca bize,
sizin yaptıklarınız da yalnızca size aittir. Sizinle bizim aramızda hiçbir delile yer yoktur. Allah,
bizim aramızı toplayacaktır. Dönüş de yalnız O'nadır. Ve hakkında ihtilâfa düştüğünüz herhangi bir
şey; artık onun hükmü Allah'a aittir. İşte bu, benim Rabbim Allah’tır. Ben yalnız O'na tevekkül ettim
ve ben yalnız O'na yöneliyorum” de. (Şura/15, 10)

12
Sonra da seni Emir’den apaçık bir şeriat sahibi kıldık. Artık sen ona uy, bilmeyen kimselerin
hevâlarına uyma. (Casiye/18)

O halde o yalanlayıcılara itaat etme!


Arzu ettiler ki, sen onlara yağ çeksen/yaltaklanıversen onlar da sana yağ çekeceklerdi/
yaltaklanacaklardı. (Kalem/8, 9)

İnsanların Allah adına neler uydurduklarından değişik ayetlerde bahsedilmiştir:


İşte bu, Şüphesiz Allah’ın Kitab’ı hak ile indirmesi sebebi iledir. Ve şu, şüphesiz Kitap
hakkında ihtilafa düşenler kesinlikle çok uzak, bir parçalanma içindedirler. (Bakara/176)

De ki: “Geliniz, Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O’na hiçbir şeyi ortak
koşmayın, ana babaya iyilik edin, imlak haşyetiyle [fakirlik endişesiyle / fakirleştiriliriz korkusuyla]
çocuklarınızı öldürmeyin. Sizi ve onları Biz rızklandırıyoruz. Ve kötülüklerin açığına ve gizlisine
yaklaşmayın. Haksız yere Allah'ın haram kıldığı nefsi öldürmeyin. İşte bunlar, aklınızı kullanasınız
diye O’nun size vasiyet ettikleridir. (En’am/151)

Ve kendi dillerinizin yalan vasfetmesi ile Allah’a yalan uydurmak için, “Şu helaldir, şu
haramdır” demeyin. Şüphesiz Allah’a yalan uyduran kimseler iflah olmazlar.(Nahl/116)

48 – Ve şüphesiz o [Kur’an], takva sahipleri için bir öğüttür.


49 – Ve Biz kesinlikle sizden yalanlayanların varlığını biliyoruz.
50 – Ve şüphesiz o [Kur'ân], kafirler için bir hasrettir.
51 – Ve şüphesiz o [Kur’an], kesin bilginin gerçeğidir.

Bu ayetlerde, yukarıdaki kasemin ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci


cevapları yer almaktadır. Buna göre, paragrafın takdiri şöyledir:
“Artık gördüklerinize ve görmediklerinize kasem olsun ki, şüphesiz o [Kur'ân],
şerefli bir elçi sözüdür. Ve o, bir şair sözü değildir. Bir kâhin sözü de değildir. O
[Kur’an], âlemlerin Rabbinden indirilmedir. Ve şüphesiz o [Kur’an], takva sahipleri
için bir öğüttür. Ve Biz kesinlikle sizden yalanlayanların varlığını biliyoruz. Ve
şüphesiz o [Kur'ân], kâfirler için bir hasrettir. Ve şüphesiz o [Kur’an], kesin bilginin
gerçeğidir.”

Böylece Kur’an’ın takva sahipleri için bir öğüt olduğu kanıtlarla gösterilmiş
olmaktadır.
50. ayetteki “Ve şüphesiz o [Kur'ân], kâfirler için bir hasrettir” ifadesiyle,
kâfirlerin eninde sonunda “Kur'an’ı niye yalanladık?” diye pişman olacakları
gerçeği açıklanmaktadır. Hıcr suresinde de bu anlamda bir pasaj bulunmaktadır:
Zaman zaman şu inkâr etmiş olan kişiler, ‘Keşke müslüman olsaydık!’ temennisinde
bulunacaklar.
Böylece Biz onu [Kur’an’ı], günahkârların [suçluların] kalplerine sokarız. (Hicr/2,3 [12])

Şüpheci akılsızlar her ne kadar Kur’an’a ve haber verdiklerine inanmaz


görünseler de, kafalarının içinde daima bir “acaba?” taşımaktadırlar. Yani, görünüşte
inanmaz bir tavır sergileseler de, içlerinden “Ya doğruysa, ya varsa?” diye şüpheye
düşmekte ve huzursuz olmaktadırlar.
Pasaj, o günün zorlu kâfirlerinin gün gelip pişman olacaklarını bildirmektedir.
Bu pişmanlıkları ölüm anındaki ve ahiretteki pişmanlıkları değil, dünyadaki
pişmanlıklarıdır. Çünkü her ne kadar inanmamış olsalar bile, Allah’ın afak ve
enfüsteki ayetlere dikkat çekerek bu mucizeleri Kur’an ile âdeta tüm gözlere

13
sokması karşısında zaman zaman “Keşke ben de müslüman olsaymışım!" diye
temennide bulunmaktadırlar.
Gerçekten de Kur’an’ın etkin mesajının ciğerlerine işlemesi sonucu sürekli
tedirgin olan Mekkeli müşriklerin birçoğu, hicretten önce veya sonra pişman
olmuşlardır.
51. ayetteki “Ve şüphesiz o [Kur’an], kesin bilginin gerçeğidir” ifadesiyle
Kur’an’da saçma sapan şeylerin, hakka, adalete aykırı şeylerin bulunmadığı; onda
şüpheli, çelişkili bir şey olmadığı, içinde ne varsa hepsinin de kesin bilgi ile
sağlamasının yapılabileceği vurgusu yapılmıştır.

52 - O halde, çok büyük Rabbinin ismini tesbih et [temize çıkar]!

Tüm bu açıklamalardan sonra Rabbimiz, elçisine görevini sürdürmesi mesajını


vererek “O halde, çok büyük Rabbinin ismini tesbih et [temize çıkar]!” demektedir.
Allah’ı doğru tanıma ve doğru tanıtma demek olan “Tesbih” ile ilgili olarak
geçmiş surelerin tahlilinde (Tebyinü’l Kur’an; c. 1, s. 187, 188; c.2, s. 130-132)
birçok kez açıklama yaptığımızdan, detayın oradan okunmasını öneriyoruz.
Allah doğrusunu en iyi bilendir.

14

You might also like