Professional Documents
Culture Documents
095 Muhammed Suresi̇
095 Muhammed Suresi̇
95 (47). SÛRE
MUHAMMED SÛRESİ
95 (47). MUHAMMED SÛRESİ
MEDENÎ, 38 ÂYET
GİRİŞ
Medîne de inen Muhammed sûresi, 95. sûre olarak kabul edilir. Adını 2. âyette
geçen [محّمدMuhammed] kelimesinden alan sûrenin genel içeriği ve 20. âyetteki قتال
[qıtâl/savaş] sözcüğü nedeniyle sûreye, “Qıtâl sûresi” de denilir.
Necmleri dikkate alındığında sûrenin Medîne döneminin değişik
zamanlarında indiği, bazı bölümlerinin ise Mekke'nin fethinden sonra indiği
anlaşılır. 13. âyetin Veda haccından sonra, Rasûlullah'ın Mekke'den çıkıp Ka‘be'ye
ağlayarak baktığı bir sırada indiğine dair nakiller meşhurdur.1
Sûrede genel olarak iman-küfür, mü’min-kâfir mukayesesi yapılır; küfrün ve
imanın doğuracağı sonuçlar genişçe açıklanır. Ayrıca, savaş, savaş hukuku ve infak
gibi konulara değinilir. Sûre, genel olarak kâfirleri uyarmaya ve mü’minleri sebata
davete yönelik mesajlardan oluşur.
RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA
MEAL:
1
13. Ve kuvvetçe, seni çıkaran kentten daha şiddetli nice kentler; onları
helâk ettik. Öyle ki kendileri için yardımcı diye bir şey olmadı.
12. Şüphesiz Allah, iman edip sâlih amellerde bulunan kimseleri, altından
ırmaklar akan cennetlere girdirir. İnkâr eden kimseler ise, kazançlanırlar ve
hayvanların yemesi gibi yerler; ateş de onlar için bir konaklama yeridir.
16. Onlardan sana kulak verenler de vardır. Öyle ki onlar, senin yanından
çıktıkları zaman, kendilerine ilim verilen kimselere, “O, demin ne dedi?” dediler.
İşte onlar, Allah'ın kalplerini damgaladığı ve kendi hevâlarına uyan kimselerdir.
19. Öyleyse, şüphesiz Allah'tan başka ilâh diye bir şeyin olmadığını bil!
Kendi günahın için, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar için bağışlanma dile. Ve
Allah, sizin gezip dolaştığınız yeri ve durduğunuz yeri bilir.
20-21. İman eden kimseler, “Keşke bir sûre indirilse” derler. Ama yasalarla
donatılmış bir sûre indirildiği ve içerisinde savaş anıldığı zaman, kalplerinde
hastalık olanların, ölüm korkusuyla baygınlık geçiren bir kimsenin bakışı gibi sana
baktığını görürsün. Artık itaat ve ma‘rûf söz onlara daha yakındır. Sonra iş
kesinleşince artık Allah'a sadakat gösterselerdi, kesinlikle kendileri için daha hayırlı
olurdu.
2
26. Bu, onların, Allah'ın indirdiğini beğenmeyen kimselere, “Bazı işlerde
biz size itaat edeceğiz” demeleri sebebiyledir. Oysa Allah onların gizlediklerini
biliyor.
27. Peki, melekler onların yüzlerine ve arkalarına vurarak onları vefat
ettirirken nasıl olacak!
28. Bu, onların Allah'ı gazaplandıran şeylere uymaları ve O'nun rızasını
beğenmemelerinden dolayıdır. Artık Allah, onların amellerini boşa çıkarmıştır.
30. Eğer Biz dileseydik, kesinlikle onları sana gösterirdik de. Sonra da sen
onları simalarından tanırdın. Yine de sen, onları sözlerinin üslubundan kesinlikle
tanırsın. Allah ise işlerinizi bilir.
33. Ey iman etmiş kimseler! Allah'a itaat edin, Elçi'ye itaat edin ve
amellerinizi boşa çıkarmayın.
34. Şüphesiz ki, inkâr eden, Allah'ın yolundan saptıran, sonra da kâfir
olarak ölen kimseler; artık, asla Allah onlara mağfiret etmeyecektir.
36. Şüphesiz şu basit hayat [dünya hayatı], ancak bir oyun ve eğlencedir.
Eğer iman eder ve takvâlı davranırsanız O [Allah], size ödüllerinizi verir, sizden
mallarınızı da istemez.
TAHLİL:
3
2. Ve iman eden, sâlihâtı işleyen ve Rabb'leri tarafından bir gerçek
olarak Muhammed'e indirilene inanan kimseler; O [Allah], onların kötülüklerini
örttü ve durumlarını düzeltti.
4
gitmiştir. Ve işte onlar, ateşin ashâbıdır. Onlar orada sürekli kalanlardır.
(Bakara/217)
Ve hani bir zaman, şu küfretmiş olan kimseler, seni tutup bağlamak veya
öldürmek veya sürüp çıkarmak için sana tuzak kuruyorlardı. Ve onlar tuzak
kurarken Allah da tuzak kuruyordu. Ve Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.
(Enfâl/30)
Şüphesiz, mallarını, Allah yolundan alıkoymak için sarfeden o küfretmiş olan
kişiler; yine onu sarfedeceklerdir. Sonra o, bir pişmanlık olacak, sonra da Allah'ın,
murdarı temizden ayırdetmesi için ve bir de murdar kısmını birbiri üzerine bindirip
hepsini bir araya getirmesi, sonra da topunu birden cehenneme koyması için
yenileceklerdir. Ve küfretmiş olan kişiler cehenneme toplanacaklar. İşte bunlar, o
hüsran içinde kalanların ta kendileridir. (Enfâl/36-37)
Ve andolsun ki, Biz, Mûsâ ile Hârûn'a da nimetler verdik. Ve o ikisini ve
kavimlerini o büyük sıkıntıdan kurtardık. Ve Biz, onlara yardım ettik de onlar gâlip
gelenlerin ta kendileri oldular. (Saffat/114-116)
Yoksa çok güçlü ve çok bağış yapan Rabbinin rahmet hazineleri onların
yanında mıdır? Ya da bütün o göklerin, yerin ve aralarında olanların mülkü onların
mıdır? Öyle ise sebeplerin içinde yükselsinler! (Onlar) burada, çeşitli gruplardan
oluşmuş, bozguna uğramış bir ordudur! (Sâd/9-11)
Her kim izzet istiyorsa, bilsin ki izzet tamamıyla yalnızca Allah'ındır. Hoş
kelimeler yalnızca O'na yükselir. Ve düzgün iş onu yükseltir. Şu, kötülüklerin
plânlarını yapan kişiler; onlar şiddetli azap kendileri için olanlardır. Onların plânları
ise; o, darmadağın olur. (Fâtır/10)
Ve insanlara dokunan bir sıkıntıdan sonra kendilerine bir rahmet tattırdığımız
zaman, âyetlerimiz hakkında onların bir plânı vardır. De ki: “Plân bakımından Allah
daha çabuktur.” Şüphesiz ki elçilerimiz plânladığınız şeyleri yazıp duruyorlar.
(Yûnus/21)
Ayrıca, Târık/16; Enbiyâ/70; Saffat/98; Tûr/42, 46; Âl-i İmrân/120; A‘râf/183
ve Saf/8'e de bakılmalıdır.
Târih de, kâfirlerin planlarının boşa çıktığına, sonunda hezimete uğradıklarına
tanıktır. Bu hususa 10-13. âyetlerde de değinilmiştir. Allah'ın mü’minlere yardım
ettiği ve edeceği de onlarca âyette zikredilmiştir. Burada bazılarını hatırlatmakla
yetiniyoruz:
Allah, “Elbette Ben ve elçilerim gâlip geleceğiz” yazmıştır. Şüphesiz Allah
kavî'dir, azîz'dir. (Mücâdele/21)
Ve andolsun ki gönderilen kullarımız [elçilerimiz] hakkında bizim sözümüz
geçmiştir: “Şüphesiz onlar, kesinlikle gâlip olanların ta kendisidir. Şüphesiz Bizim
ordularımız kesinlikle gâlip gelenlerin ta kendisidir.” (Saffat/171-173)
İşte iman etmiş olanlar ve sâlihâtı işleyenler; mağfiret ve kerîm rızık sadece
onlar içindir. (Hacc/50)
Ve inanan ve sâlihâtı işleyen kimseler, onların kötülüklerini, elbette örteceğiz
ve kesinlikle onlara yaptıklarının daha güzeli ile karşılık vereceğiz. (Ankebût/7)
Kâfirler de gösteriş ve yatırım için birtakım iyi şeyler yapıyorlar, ancak bunlar
hiçbir işe yaramayacak, kendilerine bir fayda vermeyecektir:
Dini yalanlayan şu kimseyi gördün mü? İşte odur, yetimi itip kakan ve
yoksulun yiyeceği üzerine teşvik etmeyen kimse. Bu nedenle, şu destekçilerin vay
hâline! Onlar, destek verişlerinden gâfildirler, onlar gösteriş yaparlar ve mâûnu
vermezler. (Mâûn/1-7)
5
Onların bu basit hayatta harcadıklarının durumu, kendilerine zulmeden bir
toplumun ekinlerine isâbet edip de onları helâk eden, içinde kavurucu soğuğu olan
rüzgârın durumu gibidir. Ve Allah, onlara zulmetmedi. Fakat onlar, kendilerine
zulmediyorlar. (Âl-i İmrân/117)
Münâfık erkekler ve münâfık kadınlar birbirlerindendir; kötülüğü emreder,
iyilikten sakındırırlar ve ellerini sıkı tutarlar [cimrilik ederler]. Allah'ı terk ederler
de, Allah da onları terk ediverir. Gerçekten de münâfıklar fâsık kimselerin ta
kendileridir. Allah, münâfık erkek ve münâfık kadınlara ve inkârcılara, temelli
kalacakları cehennem ateşini vaad etmiştir. O, onlara yeter. Ve Allah onlara lânet
etmiştir! Ve onlara kalıcı bir azap vardır. Siz de tıpkı kendinizden önceki, sizden
daha güçlü, kuvvetli, mal ve evlâtça sizden daha varlıklı ve de paylarına düşen
kadar yararlanan kimseler gibisiniz. İşte siz de sizden öncekiler, paylarına düşen
kadarıyla nasıl yararlanmak istedilerse siz de onlar gibi payınıza düşen kadarıyla
yararlanmak istediniz. Siz de dalanlar gibi daldınız. İşte bunların, dünyada ve
âhirette amelleri boşa gitti ve işte bunlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.
(Tevbe/67-69)
6
Rasûlullah ve inananları ortadan kaldırmaya çalışan kâfirlerdir. Bu şartlar altında
onların esirleştirilmesi bile yasaklanmıştır:
Yeryüzünde ağır basmadıkça, kendisi için esirler oluşturması hiç bir
peygambere uygun değildir. Siz dünya genişliğini istersiniz, Allah da âhireti ister.
Ve Allah, azîz'dir, hakîm'dir. (Enfâl/67)
7
bağışlanma isteyen, –Allah'tan başka günahları bağışlayan kimdir?– yaptıkları (kötü
şeylerde) bile bile ısrar etmeyen muttakiler için hazırlanmış olan cennete koşuşun.
Ve Allah, muhsinleri [iyilik-güzellik üretenleri] sever. (Âl-i İmrân/133-135)
Onların [muttakilerin] çevrelerinde altın tepsiler, kadehler dolaştırılır. Orada
nefislerin arzu duyacağı, gözlerin zevkleneceği her şey vardır. Ve siz orada sürekli
kalacaksınız. Ve işte bu, yapagelmiş olduğunuz şeyler sebebiyle, kendisine vâris
edildiğiniz cennettir. Orada sizin için birçok meyveler vardır. Onlardan
yiyeceksiniz. (Zuhruf/71-73)
Bu sûrenin 15. âyetinde de cennet şöyle tanıtılmıştır: Orada bozulmayan temiz
sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan
ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır. Onlar için cennette her çeşit meyve ve
Rabb'lerinden bir bağışlanma vardır.
Cennetin tasviri ile ilgili birçok pasaj bulunmaktadır. İşte onlardan bazıları:
(Onlar) yaptıklarına karşılık olarak mücevherlerle işlenmiş tahtlar
üzerindedirler. Karşılıklı onların üzerinde yaslanırlar. Üzerlerinde [çevrelerinde],
kaynağından doldurulmuş testiler, ibrikler, kadehler –ki ondan ne başları ağrıtılır, ne
de akılları giderilir– beğendiklerinden meyveler, canlarının çektiğinden kuş eti ile;
süreklileştirilmiş [hep aynı bırakılmış] çocuklar, saklı inciler gibi iri gözlüler
dolaşırlar. Orada lağv [boş söz, saçmalama] ve günaha sokan işitmezler. Sadece söz
olarak, “Selâm, selâm!” Ve sağın yaranı, nedir o sağın yaranı! (Onlar,) dikensiz
kirazlar, meyve dizili muzlar/akasyalar, uzamış gölgeler, fışkıran su, kesilmeyen
[tükenmeyen] ve yasaklanmayan birçok meyveler ve yükseltilmiş döşekler
içindedirler. Şüphesiz Biz onları [kiraz, muz, gölgeler, fışkıran su…] öyle bir inşa
ile inşa ettik [yarattık]. Ki onları, sağın ashâbı için albenili ve hepsi bir ayarda
bakireler [dokunulmamışlar] kıldık [yaptık]. (Vâkıa/15-38)
Şüphesiz ki takvâlı davrananlar Rabbinden bir lütuf olarak güvenli bir
makamdadırlar; Bahçelerde ve pınardadırlar. Onlar karşılıklı oturarak ince ipekten
ve parlak atlastan elbiseler giyerler. İşte böyle! Biz onları iri siyah gözlülerle
eşleştirdik. Onlar orada güven içinde her çeşit meyveyi isteyebilirler. Onlar orada
ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar. Ve O [Allah] onları cehennem azabından
korumuştur. İşte bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir. (Duhân/51-57)
Onların [muttakilerin] çevrelerinde altın tepsiler, kadehler dolaştırılır. Orada
nefislerin arzu duyacağı, gözlerin zevkleneceği her şey vardır. Ve siz orada sürekli
kalacaksınız. Ve işte bu, yapagelmiş olduğunuz şeyler sebebiyle kendisine vâris
edildiğiniz cennettir. Orada sizin için birçok meyveler vardır. Onlardan
yiyeceksiniz. (Zuhruf/71-73)
Sonra Biz Kitab'ı kullarımızdan süzüp seçtiklerimize miras bıraktık. Şimdi de
onlardan bazıları nefislerine zulmeden, bazıları orta yolu tutan, bazıları da Allah'ın
izniyle hayırlarda önde gidenlerdir. İşte bu büyük lütfun; Adn cennetlerinin ta
kendisidir. Onlar oraya gireceklerdir. Orada altın bileziklerle ve incilerle
süsleneceklerdir. Oradaki elbiseleri ipektir. (Fâtır/32-33)
Kesinlikle muttakiler için, Rabbinden; göklerin, yerin ve bu ikisi
arasındakilerin Rabbinden; Rahmân'dan bir karşılık ve yeterli bir bağış olarak
korunaklar/kurtuluş mekânları; sulak bağlar-bahçeler, üzümler, hepsi bir seviye
tomurcuklar [çiçek bahçeleri], dolu dolu su kapları vardır. Onlar, orada boş bir söz
ve yalan duymazlar. –Onlar, O'nun huzurunda söz söylemeye güç yetiremezler.–
(Nebe/31-37)
7. Ey iman etmiş kimseler! Eğer siz Allah'a yardım ederseniz, O da size
yardım eder ve ayaklarınızı sabit tutar.
8
8. İnkâr eden kişiler ise, artık yıkım onlara! Ve O [Allah], onların
amellerini saptırtmıştır.
9. Bu, şüphesiz onların, Allah'ın indirdiklerini beğenmediklerinden
dolayıdır. Artık O [Allah] da onların amellerini boşa çıkarmıştır.
9
10. Peki onlar, yeryüzünde yolculuk etmediler mi? Ki kendilerinden
öncekilerin âkıbeti nasıl olmuş bir görsünler. Allah, onları yerle bir etti. Bu
kâfirlere de onların benzerleri vardır.
13. Ve kuvvetçe, seni çıkaran kentten daha şiddetli nice kentler; onları
helâk ettik. Öyle ki kendileri için yardımcı diye bir şey olmadı.
Ve eğer onlar geri dururlarsa, artık siz, şüphesiz Allah'ın mevlânız olduğunu
bilin. O, ne güzel mevlâ, ne güzel yardımcıdır! (Enfâl/40)
3
Tebyînu'l-Kur’ân; c. 2, s. 511-512.
4
Tebyînu'l-Kur’ân; c. 5, s. 375.
10
Onlara, “Biz sizinle beraber değil miydik?” diye seslenirler. Onlar
[mü’minler], “Evet ama, siz kendi canlarınızı ateşe attınız, gözlediniz, kuşkuya
düştünüz ve kuruntular sizi aldattı. Nihâyet Allah'ın emri gelip çattı. O çok aldatan
da sizi Allah ile aldattı. Bugün artık sizden fidye alınmaz, kâfirlerden de. Sizin
varacağınız yer ateştir. O, size yaraşandır. O, ne kötü bir dönüş yeridir!” (Hadîd/14-
15)
12. âyette kâfirler için, İnkâr eden kimseler ise kazançlanırlar ve hayvanların
yemesi gibi yerler; ateş de onlar için bir konaklama yeridir buyurularak, kâfirlerin
düşüncesizliği ortaya konulmuştur. Yani kâfirler, akılsız şuursuz hayvanlar gibi,
evren hakkında araştırma yapmazlar, yedikleri rızkın kimden ve ne için geldiğini
düşünmezler, sadece kazanır ve yerler.
Katâde ve İbn Abbâs dedi ki: Peygamber (s.a) Mekke'den çıkıp mağaraya
doğru giderken, Mekke tarafına döndü ve Mekke'ye hitaben, “Sen Allah'ın en çok
sevdiği şehirsin. Benim de en sevdiğim şehir sensin, eğer senin ahalin olan
müşrikler beni çıkartmamış olsalardı, ben de senden çıkmazdım” dedi. Bunun
üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu.5
Âyetler, bu olay ile bağlantılı olarak kabul edilirse, Ve kuvvetçe, seni çıkaran
kentten daha şiddetli nice kentler; onları helâk ettik. Öyle ki kendileri için yardımcı
diye bir şey olmadı ifadesiyle Rasûlullah'a, kâfirlerin daima helâk olup mü’minlerin
zafer kazanacakları müjdesi verilmektedir.
14-15. Peki, Rabbi tarafından apaçık bir delil üzerinde bulunan kimse,
işinin kötülüğü kendisine süslü gösterilen ve hevâlarına uyan kimseler gibi;
ateş'te ebedî olarak kalacak olan ve kaynar su içirilip de bağırsakları paramparça
olan kimseler gibi midir? Takvâlı davranmışlara vaad edilen cennetin örneği:
“Orada bozulmayan temiz sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar,
içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır. Onlar
için cennette her çeşit meyve ve Rabb'lerinden bir bağışlanma vardır.
Bu âyet grubunda, hayatını Allah'ın apaçık delilleri üzerine idame ettiren
mü’minler ile işinin kötülüğü kendisine süslü gösterilen ve hevâlarına uyan,
sonunda da ebedî olarak ateş'e girip içtiği kaynar su ile bağırsakları paramparça olan
kimselerin eşit olmadığı, olmayacağı beyân edilmiştir:
Cehennem ashâbı ve cennet ashâbı eşit olmaz. Cennet ashâbı kurtulanların ta
kendileridir. (Haşr/20)
Burada özellikle kâfirlerin süse aldanışlarına vurgu yapılmıştır, ki süse
aldanarak geleceklerini tehlikeye atmamaları yönünde kâfirlere birçok uyarı
yapılmıştır:
Onun için, kötü ameli kendisine süslü gösterilen, sonra da onu güzel gören kişi
mi? Şüphe yok ki Allah dilediğini/dileyeni şaşırtır, dilediğine/dileyene de
kılavuzluk eder. O hâlde canın onlara karşı hasretlerle [üzüntülerle] sıkılıp gitmesin.
Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarını çok iyi bilir. (Fâtır/8)
Onlara, zorlu azabımız geldiği zaman yalvarmaları gerekmez miydi? Ama
onların kalpleri katılaştı ve şeytan onlara yapmakta oldukları şeyleri çekici gösterdi
[süsledi]. (En‘âm/43)
Allah'a yemin olsun ki, Biz kesinlikle senden önce birtakım ümmetlere elçiler
gönderdik de şeytan onlara amellerini bezeyip süslü gösterdi. İşte o şeytan, bugün
5
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.
11
onların velîsidir. Ve onlar için acı bir azap vardır. (Nahl/63)
Derken, çok beklemeden o [hüdhüd] geldi de, “Ben, senin bilmediğin bir şeyi
öğrendim. Sebe'den sana çok doğru ve önemli bir haber getirdim. Şüphesiz ki, onlara
[Sebelilere] hükümdarlık eden, kendisine her şeyden verilmiş ve çok büyük bir tahta
sahip olan bir kadın buldum. Onu ve kavmini, Allah'ın astlarından güneş'e secde
ederler buldum. Şeytan da göklerde ve yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğinizi ve
açıkladığınızı bilen Allah'a secde etmesinler diye kendilerine yaptıklarını süslü
göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş. Bunun için de onlar hidâyete
eremiyorlar –Allah; kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayandır, büyük arşın
sahibidir”– dedi. (Neml/22-26)
Sonra da takvâ sahiplerine vaat edilen cennet örneklenmektedir:
Muttakilere söz verilen cennetin misali şöyledir: Onun altından ırmaklar akar,
yemişleri ve gölgeleri süreklidir. İşte bu, takvâlı davrananların âkıbetidir. Kâfirlerin
âkıbeti de ateştir. (Ra‘d/35)
Peki, şüphesiz Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, kör
olan kimse gibi midir? Şüphesiz ancak kavrama yetenekleri olan kişiler; Allah'ın
ahdini yerine getirirler ve antlaşmayı bozmayan, Allah'ın birleştirilmesini istediği
şeyi birleştiren, Rabb'lerine haşyet duyan ve hesabın kötülüğünden korkan kişiler,
Rabb'lerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabretmiş, salâtı ikâme etmiş ve
kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık infak etmiş ve çirkinlikleri
güzelliklerle ortadan kaldıran kişiler öğüt alıp düşünürler. İşte bu yurdun âkıbeti;
adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar, atalarından, eşlerinden ve soylarından
sâlih olanlar oraya [adn cennetlerine] gireceklerdir. Melekler de her kapıdan
yanlarına girerler: “Sabrettiğiniz şeylere karşılık size selâm olsun! Bu yurdun sonu
ne güzeldir!” (Ra‘d/19-24)
Konumuz olan âyette, cennette ikram edilecek olan içecekler, Orada
bozulmayan temiz sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet
veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır şeklinde nitelenmiştir.
Daha evvel cennetteki içeceklerin başka özellikleri de bildirilmişti:
İşte onlar [Allah'ın arıtılmış kulları], kendileri için belli bir rızık; meyveler
olanlardır. Naîm cennetlerinde karşılıklı olarak tahtlar üzerinde ikram görenlerdir.
İçenlere lezzet veren, pınardan doldurulmuş, kendisinde zararlı bir yön olmayan,
sarhoşluk da vermeyen bembeyaz bir kadehle onların etrafında dolaşılır. Yanlarında
da gözlerini kendilerine dikmiş iri gözlüler vardır. Korunmuş yumurta gibidir onlar.
(Saffat/41-49)
Burada dikkat çeken husus, yapılan bu cennet tasvirleri için, “cennetin
meseli/örneği” denilmesidir. Bundan anlaşılan o ki, cennetin gerçeğini anlamaya
insanın kapasitesi müsait değildir. O nedenle örnekleme yapılmaktadır. Buradan
hareketle, cehennem tasvirlerinin de örnekleme olduğunu söyleyebiliriz.
12
Artık o [Sâ‘at], kendilerine geldiği zaman, kendilerinin öğüt alması, onlar için ne
ifade eder ki!
19. Öyleyse, şüphesiz Allah'tan başka ilâh diye bir şeyin olmadığını bil!
Kendi günahın için, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar için bağışlanma dile.
Ve Allah, sizin gezip dolaştığınız yeri ve durduğunuz yeri bilir.
İşte bu, ilk uyarıcılar gibi bir uyarıcıdır. Yaklaşacak olan yaklaştı. (Necm/56-
57)
Allah'ın emri geldi [kesinlikle gelecek]. Artık onu acele edip istemeyiniz. O
[Allah], onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir ve yücedir. (Nahl/1)
İnsanlar için hesapları yaklaştı. Onlar ise aldırmazlık içinde yüz çeviricidirler.
(Enbiyâ/1)
13
Âyetteki, Kendi günahın için… bağışlanma dile ifadesi, Rasûlullah'ın da her
beşer gibi kusurlarının olacağını, o'nun da her kul gibi Rabbinin mağfiretine
sığınması gerektiğini gösterir. Kul olarak Rasûlullah'ın bir kusuru olduğunda Allah
onu düzeltir. Buna Kur’ân'dan örnekler verilebilir:
Şimdi sen, “Ona bir hazine indirilse ya da beraberinde bir melek gelse ya!”
diyorlar diye sana vahyolunan vahyin bir kısmını terk edecek olursun ve bundan
dolayı göğsün daralır. Sen yalnızca bir uyarıcısın. Allah ise her şeye vekîl'dir.
(Hûd/12)
Yüzünü ekşitti ve sırt çevirdi; kendisine, o kör geldi diye. Ne bilirsin, belki o
da arınıp temizlenecek, belki öğütlenir ve de öğüt kendisine yararlı olur. O, kendini
her türlü ihtiyacın üstünde görene gelince, sen ona yöneliveriyorsun. Onun
arınmamasından sana bir sorumluluk olmadığı hâlde! Amma! Koşarak sana gelen
var ya; haşyet duyarak, sense ondan zevklenerek eğlenip oyalanıyorsun. (Abese/1-
10)
Ey Peygamber! Eşlerinin rızalarını arayarak Allah'ın helâl kıldığı şeyi niçin sen
kendine haramlaştırıyorsun? Ve Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.
(Tahrîm/1)
Allah seni affetti. Doğru söyleyenler kimseler, sana iyice belli oluncaya ve sen
yalancıları bilinceye kadar niçin onlara izin verdin? (Tevbe/43)
14
durumda sana hayatın iki katını ve ölümün iki katını tattırırdık. Sonra Bize karşı
kendine hiç bir yardımcı da bulamazdın. (İsrâ/73-75)
18. âyette, Artık o [Sâ‘at], kendilerine geldiği zaman, kendilerinin öğüt alması,
onlar için ne ifade eder ki! Buyrulmuştur, ki bu uyarı daha evvel de yapılmıştı:
Hayır, hayır… Yer üst üste sarsıntılarla dümdüz edildiği zaman, Rabbinin
geldiği ve meleklerin saf saf dizildiği zaman, o gün cehennem de getirilmiştir; o
insanın, o gün aklı başına gelecektir, artık aklının başına gelmesinin kendisine ne
yararı var ki! (Fecr/21-23)
Ve onlar, “O'na iman ettik” dediler. Fakat onlar için uzak bir yerden el sunmak
[ulaşabilmek] nerede? (Sebe/52)
20-21. İman eden kimseler, “Keşke bir sûre indirilse” derler. Ama yasalarla
donatılmış bir sûre indirildiği ve içerisinde savaş anıldığı zaman, kalplerinde
hastalık olanların, ölüm korkusuyla baygınlık geçiren bir kimsenin bakışı gibi
sana baktığını görürsün. Artık itaat ve ma‘rûf söz onlara daha yakındır. Sonra iş
kesinleşince artık Allah'a sadakat gösterselerdi, kesinlikle kendileri için daha
hayırlı olurdu.
İman eden kimseler, “Keşke bir sûre indirilse” derler. Ama yasalarla
donatılmış bir sûre indirildiği ve içerisinde savaş anıldığı zaman, kalplerinde
hastalık olanların, ölüm korkusuyla baygınlık geçiren bir kimsenin bakışı gibi
bakarlar. Numaradan itaat etmiş, kabullenmiş gözükerek güzel sözler söylerler.
Bunlar dürüst olup Allah'a sadakat gösterselerdi, kesinlikle kendileri için daha
hayırlı olurdu.
15
“Hepsi Allah'tandır.” Bunlara rağmen bu topluma ne oluyor ki, hepten söz anlamaz
olayazıyorlar? (Nisâ/77-78)
22. âyetteki, Ve akrabalık bağlarınızı paramparça etmeyi mi umdunuz?
ifadesiyle, Allah'ın akrabalık bağına verdiği öneme dikkat çekilmektedir, ki Allah'ın
koyduğu ilkelere göre akrabalık münasebetlerinin kesilmesi haramdır. Akraba
hukukuna birçok âyette dikkat çekilmiştir:
Şüphesiz Allah bir sivrisineği, hatta daha üstü [daha küçük] olan bir şeyi misal
getirmekten çekinmez. İşte iman eden kimseler bilirler ki, şüphesiz o hakktır,
Rabb'lerindendir. O küfretmiş olan kimseler de artık, “Allah böyle bir misal ile ne
demek istedi?” derler. O [Allah], onunla bir çoklarını şaşırtır, onunla bir çoklarını
kılavuzlar. O [Allah], onunla sadece, söz verip andlaştıktan sonra Allah'ın ahdini
[verdikleri sözü] bozan, Allah'ın birleştirmesini emrettiği şeyi kesen ve yeryüzünde
bozgunculuk yapan fâsıkları şaşırtır. İşte bunlar, zarara uğrayanların ta kendileridir.
(Bakara/26-27)
Peki, şüphesiz Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, kör
olan kimse gibi midir? Şüphesiz ancak kavrama yetenekleri olan kişiler; Allah'ın
ahdini yerine getirirler ve antlaşmayı bozmayan, Allah'ın birleştirilmesini istediği
şeyi birleştiren, Rabb'lerine haşyet duyan ve hesabın kötülüğünden korkan kişiler,
Rabb'lerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabretmiş, salâtı ikâme etmiş ve
kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık infak etmiş ve çirkinlikleri
güzelliklerle ortadan kaldıran kişiler öğüt alıp düşünürler. İşte bu yurdun âkıbeti;
adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar, atalarından, eşlerinden ve soylarından
sâlih olanlar oraya [adn cennetlerine] gireceklerdir. Melekler de her kapıdan
yanlarına girerler: “Sabrettiğiniz şeylere karşılık size selâm olsun! Bu yurdun sonu
ne güzeldir!” (Ra‘d/19-24)
Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten yaratan, ondan eşini yaratan ve her ikisinden
birçok erkek ve kadın türetip yayan Rabbinize takvâlı davranın. Ve kendisiyle
birbirinizle dilekleştiğiniz Allah'a ve akrabalığa takvâlı davranın. Şüphesiz Allah,
sizin üzerinizde gözeticidir. (Nisâ/1)
Yakınlık sahibine, yoksula ve yolda kalmışa da hakkını ver. Ve saçıp savurma.
Şüphesiz saçıp savuranlar, şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok
nankördür. (İsrâ/26-27)
Ayrıca Bakara/83, 177; Nahl/90 ve Nûr/22'ye de bakılmalıdır.
24. Peki, onlar, Kur’ân'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri üzerinde
kilitleri mi var?
25. Şüphesiz doğru yol kendilerine açıkça belli olduktan sonra gerisin
geri küfre dönen kimseler; şeytan, onlara hoş göstermiş ve onları uzun emellere
düşürmüştür.
26. Bu, onların, Allah'ın indirdiğini beğenmeyen kimselere, “Bazı işlerde
biz size itaat edeceğiz” demeleri sebebiyledir. Oysa Allah onların gizlediklerini
biliyor.
27. Peki, melekler onların yüzlerine ve arkalarına vurarak onları vefat
ettirirken nasıl olacak!
28. Bu, onların Allah'ı gazaplandıran şeylere uymaları ve O'nun rızasını
beğenmemelerinden dolayıdır. Artık Allah, onların amellerini boşa çıkarmıştır.
16
30. Eğer Biz dileseydik, kesinlikle onları sana gösterirdik de. Sonra da
sen onları simalarından tanırdın. Yine de sen, onları sözlerinin üslubundan
kesinlikle tanırsın. Allah ise işlerinizi bilir.
17
böbürlenmenizden dolayı alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız” derlerken bir
görsen! (En‘âm/93)
Ve sen, melekler o kâfirlerin yüzlerine ve sırtlarına vurarak, “Tadın bakalım
kızgın ateşin azabını! İşte bu, sizin kendi ellerinizle meydana getirdiğiniz şeyler
sebebiyledir. Ve şüphesiz Allah, kullara hiç bir şekilde zulmeden biri değildir” diye
onları vefat ettirirken bir görseydin. (Enfâl/50-51)
31. Ve kesinlikle Biz, içinizden cihad edenleri ve sabredenleri
bilmemiz/ortaya çıkarmamız için sizi belâlandıracağız [denemeye tâbi tutacağız].
Haberlerinizi de belâlandıracağız [denemeye tâbi tutacağız].
Bu âyette, imtihanın neticesi olarak gerçekten inananlar ile inanmış
görünenlerin ortaya çıkarılacağı; gerçekten inananların görevlerini teslimiyetle
yerine getirmesine mukabil, sözde inananların bahane ve mazeret ileri sürerek
kendilerini ele verecekleri bildirilmektedir. Burada toplum; mücâhid, sabırlı ve
samimi mü’minlerin diğerlerinden ayırt edilmesi ve her birinin tutum ve
davranışlarının açığa çıkması için savaş emriyle imtihan edilmektedir:
Yoksa Allah, içinizden çaba harcayanları bildirmeden ve sabredenleri de
bildirmeden cennet'e gireceğinizi mi sandınız?! (Âl-i İmrân/142)
İnsanlar, fitnelendirilmeden, “İman ettik” demeleriyle, bırakılıvereceklerini mi
sandılar?! Ve andolsun ki Biz, onlardan öncekileri de fitnelendirmiştik. Artık elbette
Allah, doğru kimseleri bildirecektir ve elbette yalancıları da mutlaka bildirecektir.
(Ankebût/2-3)
İki topluluğun karşılaştığı günde size dokunan şeyler de Allah'ın izniyledir. Ve
mü’minleri bilsin ve münâfıklık yapan kimseleri –kendileri oturup dururken
kardeşleri için, “Eğer bize itaat etselerdi öldürülmezlerdi” diyen kimseleri– bilsin
içindir. Ve onlara, “Geliniz, Allah yolunda savaşınız veya savunma yapınız”
denilmişti. Onlar, “Biz savaşı bilseydik kesinlikle size uyardık” dediler. Onlar, o
gün, imandan çok küfre yakındılar. Onlar, kalplerinde olmayan şeyleri ağızlarıyla
söylüyorlar. Allah, gizledikleri şeyleri daha iyi bilendir. De ki: “Eğer doğru
kimseler iseniz, haydiyin kendinizden ölümü uzaklaştırınız.” (Âl-i İmrân/166-168)
Sizden çaba harcayanları, Allah'ın Elçisi'nden ve inananların astlarından sırdaş
[can dostu] edinmeyenleri Allah bilmeden [ortaya çıkarmadan] bırakılacağınızı mı
sandınız?! Ve Allah, yaptıklarınızdan çok iyi haberi olandır. (Tevbe/16)
Yoksa siz, kendinizden önce gelip geçenlerin hâli size gelmeden cennete
gireceğinizi mi sandınız?! Onlara yoksulluklar, sıkıntılar dokundu ve sarsıldılar;
hatta elçi ve beraberinde iman edenler, “Allah'ın yardımı ne zaman?” derlerdi. –
Dikkat edin! Gerçekten Allah'ın yardımı pek yakındır.– (Bakara/214)
32. Şüphesiz ki, şu inkâr eden, Allah'ın yolundan alıkoyan ve kendilerine
doğru yol açıkça belli olduktan sonra Elçi'ye karşı gelen kişiler; onlar, Allah'a
hiç bir şeyce zarar veremezler. Ve O [Allah], onların işlerini boşa çıkaracaktır.
33. Ey iman etmiş kimseler! Allah'a itaat edin, Elçi'ye itaat edin ve
amellerinizi boşa çıkarmayın.
18
34. Şüphesiz ki, inkâr eden, Allah'ın yolundan saptıran, sonra da kâfir
olarak ölen kimseler; artık, asla Allah onlara mağfiret etmeyecektir.
Mü’minler için bir beyanname mahiyetinde olan ve savaş ortamında inen –ki
35. âyetten bu anlaşılıyor– bu âyetlerin mü’minlere şu mesajları verdiği anlaşılır:
• Allah; inkâr eden, Allah yolundan saptıran ve kâfir olarak ölen kimselere asla
mağfiret etmeyecektir.
19
kâfir olarak can verirse, artık onların bütün amelleri dünyada ve âhirette boşa
gitmiştir. Ve işte onlar, ateşin ashâbıdır. Onlar orada sürekli kalanlardır. Şüphesiz ki
iman eden kimseler, hicret eden kimseler ve Allah yolunda gayret gösteren
kimseler, Allah'ın rahmetini umarlar. Ve Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet
edicidir. (Bakara/217-218)
Ve gevşemeyin, üzülmeyin! Ve eğer inananlar iseniz en üstün olan sizsiniz.
(Âl-i İmrân/139)
36. Şüphesiz şu basit hayat [dünya hayatı], ancak bir oyun ve eğlencedir.
Eğer iman eder ve takvâlı davranırsanız O [Allah], size ödüllerinizi verir, sizden
mallarınızı da istemez.
20
Bilin ki, iğreti yaşam ancak bir oyun, tutkulu bir oyalama, bir süs, kendi
aranızda bir övünüş, mal ve çocuklar konusunda bir çoğaltma yarışıdır. –Bir yağmur
örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de
bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o bir çer-çöp oluvermiştir.– Âhirette ise şiddetli
bir azab; Allah'tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk vardır. İğreti yaşam, aldanış
metaından [malından, malzemesinden] başka bir şey değildir. (Hadîd/20)
Burada, Sizden mallarınızı da istemez ifadesindeki mallar, “kişinin zâtî
ihtiyaçları olan mallar”dır. Zira Allah ancak ihtiyaç fazlasını ister:
Sana hamrdan [aklı karıştıran/örten şeylerden] ve şans oyunlarından
soruyorlar. De ki: “Bu ikisinde büyük bir günah, bir de insanlar için bazı menfaatler
vardır. Fakat dünya ve âhirette günahları, menfaatlerinden daha büyüktür.” Yine
sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki: “İhtiyaçtan fazlasını infak edin.”
Allah, tefekkür edersiniz diye âyetlerini işte böyle sizin için ortaya koyuyor. Sana
yetimlerden de soruyorlar. De ki: “Onlar için iyileştirme, en iyisidir.” Eğer onlara
karışırsanız, artık onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah, bozguncuyla iyileştiriciyi bilir
[birbirinden ayırt eder]. Eğer Allah dileseydi, sizi zora koşardı. Şüphesiz Allah
azîz'dir, hakîm'dir. (Bakara/219-20)
Göklerin ve yerin mirası Allah'ın olmasına rağmen neden siz Allah yolunda
harcamıyorsunuz? Sizden, fetihten önce harcayan ve savaşan kimse eşit olmaz.
Onlar derece bakımından, sonradan infak eden ve savaşan kimselerden daha
büyüktür. Bununla beraber Allah hepsine de “en güzel”i vaad etmiştir. Ve Allah
yaptıklarınıza haberdardır. (Hadîd/10)
Allah doğrusunu en iyi bilendir.
21