Download as doc, pdf, or txt
Download as doc, pdf, or txt
You are on page 1of 21

95 Muhammed suresi

95 (47). SÛRE
MUHAMMED SÛRESİ
95 (47). MUHAMMED SÛRESİ
MEDENÎ, 38 ÂYET
GİRİŞ
Medîne de inen Muhammed sûresi, 95. sûre olarak kabul edilir. Adını 2. âyette
geçen ‫[محّمد‬Muhammed] kelimesinden alan sûrenin genel içeriği ve 20. âyetteki ‫قتال‬
[qıtâl/savaş] sözcüğü nedeniyle sûreye, “Qıtâl sûresi” de denilir.
Necmleri dikkate alındığında sûrenin Medîne döneminin değişik
zamanlarında indiği, bazı bölümlerinin ise Mekke'nin fethinden sonra indiği
anlaşılır. 13. âyetin Veda haccından sonra, Rasûlullah'ın Mekke'den çıkıp Ka‘be'ye
ağlayarak baktığı bir sırada indiğine dair nakiller meşhurdur.1
Sûrede genel olarak iman-küfür, mü’min-kâfir mukayesesi yapılır; küfrün ve
imanın doğuracağı sonuçlar genişçe açıklanır. Ayrıca, savaş, savaş hukuku ve infak
gibi konulara değinilir. Sûre, genel olarak kâfirleri uyarmaya ve mü’minleri sebata
davete yönelik mesajlardan oluşur.
RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA
MEAL:

1. İnkâr eden ve Allah'ın yolundan alıkoyan kimseler; O [Allah], onların


amellerini saptırttı.

2. Ve iman eden, sâlihâtı işleyen ve Rabb'leri tarafından bir gerçek olarak


Muhammed'e indirilene inanan kimseler; O [Allah], onların kötülüklerini örttü ve
durumlarını düzeltti.

3. Bu [Allah'ın böyle yapması], şüphesiz inkâr eden kimselerin bâtıla


uymaları, şüphesiz iman eden kimselerin de Rabb'lerinden gelen gerçeğe tâbi
olmaları sebebiyledir. İşte, Allah insanlara, onların misallerini böyle vurur [verir].

4-6. Artık inkâr eden kimselerle karşılaştığınız zaman, hemen boyunları


vuruş… Sonra onlara üstün geldiğiniz zaman, hemen bağı sıkı bağlayın. Sonra harp
ağırlıklarını atıp, savaş bitince de onları ya karşılıksız olarak, ya da fidye ile
salıverin. İşte! Eğer Allah dileseydi onlardan elbette intikam alırdı [onları
cezalandırıp adaleti sağlardı]. Fakat (böyle olması), sizi birbirinizle denemek
içindir. Allah yolunda öldürülen/öldüren/savaşan kimseler; artık O [Allah], onların
amellerini asla boşa çıkartmaz. O [Allah], onları kılavuzlayacak, durumlarını
düzeltecek ve onları, kendilerine tanıttığı cennete girdirecektir.
7. Ey iman etmiş kimseler! Eğer siz Allah'a yardım ederseniz O'da size
yardım eder ve ayaklarınızı sabit tutar.
8. İnkâr eden kişiler ise, artık yıkım onlara! Ve O [Allah], onların
amellerini saptırtmıştır.
9. Bu, şüphesiz onların, Allah'ın indirdiklerini beğenmediklerinden
dolayıdır. Artık O [Allah] da onların amellerini boşa çıkarmıştır.

10. Peki onlar, yeryüzünde yolculuk etmediler mi? Ki kendilerinden


öncekilerin âkıbeti nasıl olmuş bir görsünler. Allah, onları yerle bir etti. Bu kâfirlere
de onların benzerleri vardır.
1
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

1
13. Ve kuvvetçe, seni çıkaran kentten daha şiddetli nice kentler; onları
helâk ettik. Öyle ki kendileri için yardımcı diye bir şey olmadı.

12. Şüphesiz Allah, iman edip sâlih amellerde bulunan kimseleri, altından
ırmaklar akan cennetlere girdirir. İnkâr eden kimseler ise, kazançlanırlar ve
hayvanların yemesi gibi yerler; ateş de onlar için bir konaklama yeridir.

11. İşte bu [mü’minlerin bahtiyarlığı, kâfirlerin perişanlığı], şüphesiz


Allah'ın iman eden kimselerin mevlâsı olması, inkâr edenler için mevlâ diye bir
şeyin olmamasındandır.
14-15. Peki, Rabbi tarafından apaçık bir delil üzerinde bulunan kimse, işinin
kötülüğü kendisine süslü gösterilen ve hevâlarına uyan kimseler gibi; ateş'te ebedî
olarak kalacak olan ve kaynar su içirilip de bağırsakları paramparça olan kimseler
gibi midir? Takvâlı davranmışlara vaad edilen cennetin örneği: “Orada bozulmayan
temiz sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren
şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır. Onlar için cennette her çeşit
meyve ve Rabb'lerinden bir bağışlanma vardır.

16. Onlardan sana kulak verenler de vardır. Öyle ki onlar, senin yanından
çıktıkları zaman, kendilerine ilim verilen kimselere, “O, demin ne dedi?” dediler.
İşte onlar, Allah'ın kalplerini damgaladığı ve kendi hevâlarına uyan kimselerdir.

17. Ve hidâyete ermiş kimseler; O [Allah], onlara hidâyetlerini artırmış ve


onlara takvâlarını vermiştir.

18. Artık onlar, Sâ‘at'in [kıyâmetin kopuşunun] kendilerine ansızın


gelmesinden başkasını mı gözlüyorlar? İşte, şüphesiz onun alâmetleri gelmiştir.
Artık o [Sâ‘at], kendilerine geldiği zaman, kendilerinin öğüt alması, onlar için ne
ifade eder ki!

19. Öyleyse, şüphesiz Allah'tan başka ilâh diye bir şeyin olmadığını bil!
Kendi günahın için, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar için bağışlanma dile. Ve
Allah, sizin gezip dolaştığınız yeri ve durduğunuz yeri bilir.

20-21. İman eden kimseler, “Keşke bir sûre indirilse” derler. Ama yasalarla
donatılmış bir sûre indirildiği ve içerisinde savaş anıldığı zaman, kalplerinde
hastalık olanların, ölüm korkusuyla baygınlık geçiren bir kimsenin bakışı gibi sana
baktığını görürsün. Artık itaat ve ma‘rûf söz onlara daha yakındır. Sonra iş
kesinleşince artık Allah'a sadakat gösterselerdi, kesinlikle kendileri için daha hayırlı
olurdu.

22. Peki, siz, velîleşirseniz [yönetimi ele geçirirseniz], yeryüzünde kargaşa


çıkarmayı ve akrabalık bağlarınızı paramparça etmeyi mi umdunuz?
23. İşte onlar, Allah'ın kendilerini lânetlediği sonra kulaklarını sağır,
gözlerini kör ettiği kimselerdir.
24. Peki, onlar, Kur’ân'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri üzerinde
kilitleri mi var?
25. Şüphesiz doğru yol kendilerine açıkça belli olduktan sonra gerisin geri
küfre dönen kimseler; şeytan, onlara hoş göstermiş ve onları uzun emellere
düşürmüştür.

2
26. Bu, onların, Allah'ın indirdiğini beğenmeyen kimselere, “Bazı işlerde
biz size itaat edeceğiz” demeleri sebebiyledir. Oysa Allah onların gizlediklerini
biliyor.
27. Peki, melekler onların yüzlerine ve arkalarına vurarak onları vefat
ettirirken nasıl olacak!
28. Bu, onların Allah'ı gazaplandıran şeylere uymaları ve O'nun rızasını
beğenmemelerinden dolayıdır. Artık Allah, onların amellerini boşa çıkarmıştır.

29. Yoksa kalplerinde hastalık olan kimseler, Allah'ın, kendilerinin


kinlerini asla ortaya çıkarmayacağını mı sandılar?

30. Eğer Biz dileseydik, kesinlikle onları sana gösterirdik de. Sonra da sen
onları simalarından tanırdın. Yine de sen, onları sözlerinin üslubundan kesinlikle
tanırsın. Allah ise işlerinizi bilir.

31. Ve kesinlikle Biz, içinizden cihad edenleri ve sabredenleri


bilmemiz/ortaya çıkarmamız için sizi belâlandıracağız [denemeye tâbi tutacağız],
haberlerinizi de belâlandıracağız [denemeye tâbi tutacağız].
32. Şüphesiz ki, şu inkâr eden, Allah'ın yolundan alıkoyan ve kendilerine
doğru yol açıkça belli olduktan sonra Elçi'ye karşı gelen kişiler; onlar, Allah'a hiç
bir şeyce zarar veremezler. Ve O [Allah], onların işlerini boşa çıkaracaktır.

33. Ey iman etmiş kimseler! Allah'a itaat edin, Elçi'ye itaat edin ve
amellerinizi boşa çıkarmayın.

34. Şüphesiz ki, inkâr eden, Allah'ın yolundan saptıran, sonra da kâfir
olarak ölen kimseler; artık, asla Allah onlara mağfiret etmeyecektir.

35. Öyleyse gevşemeyin ve siz üstün iken barışa çağırmayın. Allah da


sizinle beraberdir. Ve O [Allah], sizin amellerinizi asla eksiltmeyecektir.

36. Şüphesiz şu basit hayat [dünya hayatı], ancak bir oyun ve eğlencedir.
Eğer iman eder ve takvâlı davranırsanız O [Allah], size ödüllerinizi verir, sizden
mallarınızı da istemez.

37. Eğer O [Allah], sizden onları [mallarınızı] isteyip de sizi zorlasaydı


cimrilik ederdiniz. Sizin kinlerinizi de çıkarırdı.

38. İşte sizler, Allah yolunda harcamaya çağrılan kimselersiniz. Öyleyken


sizden kimileri cimrilik ediyor. Ve kim cimrilik ederse, artık kendi benliğinden
cimrilik ediyordur. Ve Allah zengindir, siz ise fakirlersiniz. Eğer siz yüz
çevirirseniz O [Allah], yerinize sizden başka bir toplum getirir. Sonra onlar, sizin
benzerleriniz olmazlar.

TAHLİL:

1. İnkâr eden ve Allah'ın yolundan alıkoyan kimseler; O [Allah],


onların amellerini saptırttı.

3
2. Ve iman eden, sâlihâtı işleyen ve Rabb'leri tarafından bir gerçek
olarak Muhammed'e indirilene inanan kimseler; O [Allah], onların kötülüklerini
örttü ve durumlarını düzeltti.

3. Bu [Allah'ın böyle yapması], şüphesiz inkâr eden kimselerin bâtıla


uymaları, şüphesiz iman eden kimselerin de Rabb'lerinden gelen gerçeğe tâbi
olmaları sebebiyledir. İşte, Allah insanlara, onların misallerini böyle vurur
[verir].

Bu âyetlerde, insanların amellerinin boşa gitmesinin veya dünya ve âhirette


yararlı olmasının nedenleri beyân ediliyor. Âyetlerden açıkça anlaşılıyor ki, Allah
kimseye zulmetmemekte, amellerin işe yaramaması kişinin yanlışlarından
kaynaklanmaktadır. Keza, inananların kötülüklerinin örtülmesi, durumlarının
düzeltilmesi; nimetlere kavuşturulması da iman ve gayretlerinin sonucudur. Allah
iman ve sâlihât işleyenlere, hakk ettiklerinden fazla ödül de vermektedir.
1. âyette, İnkâr eden ve Allah'ın yolundan alıkoyan kimseler ifadesiyle;
küfretmekle yetinmeyip başkalarını da küfre teşvik eden ve insanları Allahın
yolundan alıkoyan bir kitle konu edilmiştir. Allah'ın yolundan alıkoyan kimseler,
“insanların iman etmesini engelleyen, inananlara işkence yapan, insanları hakka
davet eden Elçi'yi ve diğer davetçileri zora sokan kimseler” olarak anlaşılabilir.
İşte bunların yaptıkları iyi ya da kötü işlerin tümü boşa gitmektedir. Onların
amellerinin boşa gidişi iki yönlü olarak ele alınabilir:
A) Dünyadaki kötü planları; küfür faaliyetleri.
B) Dünyadaki gösteriş için yaptıkları sosyal yardımlar vs.
Birçok âyette müşriklerin, münâfık ve kâfirlerin Allah'ın nûrunu
söndürebilmek için; Elçi'yi ve mü’minleri öldürmek, insanların İslâm'a girmelerini
engellemek… kısaca Allah'ın dinini ortadan kaldırmak için faaliyet gösterdikleri ve
gösterecekleri, fakat bunu başaramayacakları ifade edilmiştir:
Onlar, Allah'ın nûrunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Hâlbuki Allah, sadece,
kâfirler hoş görmeseler de Kendi nûrunu tamamlamaya dayatıyor. (Tevbe/32)
Görmedin mi nasıl etti Rabbin ashâb-ı file! Onların kötü plânlarını boşa
çıkarmadı mı? Onların üzerlerine öbek öbek uçanlar [bulutlar, boran] göndermedi
mi? Ki onlara pişmiş taşlar ile birlikte büyük taneli yağmur yağdırıyorlardı.
Sonunda onları bir yenik bitki yaprağı gibi yapıverdi. (Fil/1-5)
Ve Biz onların [Bize kavuşmayı ummayanların] amelden her yaptıklarının
önüne geçtik de onu saçılmış toz zerreleri hâline getiriverdik. (Furkân/23)
Şüphesiz Allah'ın âyetlerini inkâr eden, hakksız yere peygamberleri öldüren ve
insanlardan hakkaniyeti emreden kimseleri öldüren kişiler; sen hemen bunları acıklı
bir azapla müjdele! İşte bunlar, dünyada ve âhirette amelleri boşa gitmiş
kimselerdir. Onlar için yardımcılardan da bir şey yoktur. (Âl-i İmrân/21-22)
Küfretmiş şu kimselere, “Siz, yakında yenilgiye uğrayacak ve cehenneme
toplanacaksınız” de. Ve o, ne kötü bir döşektir! (Âl-i İmrân/12)

Sana harâm aydan ve onda [harâm ayda] savaşmaktan soruyorlar. De ki:


“Onda savaşmak, büyüktür. Ve Allah yolundan alıkoymak, O'nu ve Mescid-i
Harâm'ı inkâr etmek ve onun [Mescid-i Harâm'ın] halkını [hacc ve umre yapanları]
oradan çıkarmak, Allah yanında daha büyüktür. Ve fitne, öldürmekten daha
büyüktür.” Onlar, eğer güç yetirirlerse, sizi dininizden döndürmek için sizinle
savaşmaktan hiç bir zaman geri durmazlar. Sizden de her kim, dininden döner ve
kâfir olarak can verirse, artık onların bütün amelleri, dünyada ve âhirette boşa

4
gitmiştir. Ve işte onlar, ateşin ashâbıdır. Onlar orada sürekli kalanlardır.
(Bakara/217)

Ve hani bir zaman, şu küfretmiş olan kimseler, seni tutup bağlamak veya
öldürmek veya sürüp çıkarmak için sana tuzak kuruyorlardı. Ve onlar tuzak
kurarken Allah da tuzak kuruyordu. Ve Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.
(Enfâl/30)
Şüphesiz, mallarını, Allah yolundan alıkoymak için sarfeden o küfretmiş olan
kişiler; yine onu sarfedeceklerdir. Sonra o, bir pişmanlık olacak, sonra da Allah'ın,
murdarı temizden ayırdetmesi için ve bir de murdar kısmını birbiri üzerine bindirip
hepsini bir araya getirmesi, sonra da topunu birden cehenneme koyması için
yenileceklerdir. Ve küfretmiş olan kişiler cehenneme toplanacaklar. İşte bunlar, o
hüsran içinde kalanların ta kendileridir. (Enfâl/36-37)
Ve andolsun ki, Biz, Mûsâ ile Hârûn'a da nimetler verdik. Ve o ikisini ve
kavimlerini o büyük sıkıntıdan kurtardık. Ve Biz, onlara yardım ettik de onlar gâlip
gelenlerin ta kendileri oldular. (Saffat/114-116)
Yoksa çok güçlü ve çok bağış yapan Rabbinin rahmet hazineleri onların
yanında mıdır? Ya da bütün o göklerin, yerin ve aralarında olanların mülkü onların
mıdır? Öyle ise sebeplerin içinde yükselsinler! (Onlar) burada, çeşitli gruplardan
oluşmuş, bozguna uğramış bir ordudur! (Sâd/9-11)
Her kim izzet istiyorsa, bilsin ki izzet tamamıyla yalnızca Allah'ındır. Hoş
kelimeler yalnızca O'na yükselir. Ve düzgün iş onu yükseltir. Şu, kötülüklerin
plânlarını yapan kişiler; onlar şiddetli azap kendileri için olanlardır. Onların plânları
ise; o, darmadağın olur. (Fâtır/10)
Ve insanlara dokunan bir sıkıntıdan sonra kendilerine bir rahmet tattırdığımız
zaman, âyetlerimiz hakkında onların bir plânı vardır. De ki: “Plân bakımından Allah
daha çabuktur.” Şüphesiz ki elçilerimiz plânladığınız şeyleri yazıp duruyorlar.
(Yûnus/21)
Ayrıca, Târık/16; Enbiyâ/70; Saffat/98; Tûr/42, 46; Âl-i İmrân/120; A‘râf/183
ve Saf/8'e de bakılmalıdır.
Târih de, kâfirlerin planlarının boşa çıktığına, sonunda hezimete uğradıklarına
tanıktır. Bu hususa 10-13. âyetlerde de değinilmiştir. Allah'ın mü’minlere yardım
ettiği ve edeceği de onlarca âyette zikredilmiştir. Burada bazılarını hatırlatmakla
yetiniyoruz:
Allah, “Elbette Ben ve elçilerim gâlip geleceğiz” yazmıştır. Şüphesiz Allah
kavî'dir, azîz'dir. (Mücâdele/21)
Ve andolsun ki gönderilen kullarımız [elçilerimiz] hakkında bizim sözümüz
geçmiştir: “Şüphesiz onlar, kesinlikle gâlip olanların ta kendisidir. Şüphesiz Bizim
ordularımız kesinlikle gâlip gelenlerin ta kendisidir.” (Saffat/171-173)
İşte iman etmiş olanlar ve sâlihâtı işleyenler; mağfiret ve kerîm rızık sadece
onlar içindir. (Hacc/50)
Ve inanan ve sâlihâtı işleyen kimseler, onların kötülüklerini, elbette örteceğiz
ve kesinlikle onlara yaptıklarının daha güzeli ile karşılık vereceğiz. (Ankebût/7)
Kâfirler de gösteriş ve yatırım için birtakım iyi şeyler yapıyorlar, ancak bunlar
hiçbir işe yaramayacak, kendilerine bir fayda vermeyecektir:
Dini yalanlayan şu kimseyi gördün mü? İşte odur, yetimi itip kakan ve
yoksulun yiyeceği üzerine teşvik etmeyen kimse. Bu nedenle, şu destekçilerin vay
hâline! Onlar, destek verişlerinden gâfildirler, onlar gösteriş yaparlar ve mâûnu
vermezler. (Mâûn/1-7)

5
Onların bu basit hayatta harcadıklarının durumu, kendilerine zulmeden bir
toplumun ekinlerine isâbet edip de onları helâk eden, içinde kavurucu soğuğu olan
rüzgârın durumu gibidir. Ve Allah, onlara zulmetmedi. Fakat onlar, kendilerine
zulmediyorlar. (Âl-i İmrân/117)
Münâfık erkekler ve münâfık kadınlar birbirlerindendir; kötülüğü emreder,
iyilikten sakındırırlar ve ellerini sıkı tutarlar [cimrilik ederler]. Allah'ı terk ederler
de, Allah da onları terk ediverir. Gerçekten de münâfıklar fâsık kimselerin ta
kendileridir. Allah, münâfık erkek ve münâfık kadınlara ve inkârcılara, temelli
kalacakları cehennem ateşini vaad etmiştir. O, onlara yeter. Ve Allah onlara lânet
etmiştir! Ve onlara kalıcı bir azap vardır. Siz de tıpkı kendinizden önceki, sizden
daha güçlü, kuvvetli, mal ve evlâtça sizden daha varlıklı ve de paylarına düşen
kadar yararlanan kimseler gibisiniz. İşte siz de sizden öncekiler, paylarına düşen
kadarıyla nasıl yararlanmak istedilerse siz de onlar gibi payınıza düşen kadarıyla
yararlanmak istediniz. Siz de dalanlar gibi daldınız. İşte bunların, dünyada ve
âhirette amelleri boşa gitti ve işte bunlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.
(Tevbe/67-69)

İşte onlar, Rabb'lerinin âyetlerini ve O'na ulaşmayı inkâr etmiş kimselerdi de


bu yüzden yaptıkları bütün amelleri boşa gitti. Artık kıyâmet günü onlar için hiç bir
ölçü tutturmayız [hiç bir değer vermeyiz]. (Kehf/105)

Ayrıca, Zuhruf/74-76; En‘âm/88; Mâide/5, 53; Hûd/15-16, 101; Bakara/212;


A‘râf/147 ve Zümer/65-66'ya bakılabilir.

4-6. Artık inkâr eden kimselerle karşılaştığınız zaman, hemen boyunları


vuruş… Sonra onlara üstün geldiğiniz zaman, hemen bağı sıkı bağlayın. Sonra
harp ağırlıklarını atıp, savaş bitince de onları ya karşılıksız olarak, ya da fidye ile
salıverin. İşte! Eğer Allah dileseydi onlardan elbette intikam alırdı [onları
cezalandırıp adaleti sağlardı]. Fakat (böyle olması), sizi birbirinizle denemek
içindir. Allah yolunda öldürülen/öldüren/savaşan kimseler; artık O [Allah],
onların amellerini asla boşa çıkartmaz. O [Allah], onları kılavuzlayacak,
durumlarını düzeltecek ve onları, kendilerine tanıttığı cennete girdirecektir.
Yukarıdaki âyetlerde, inkâr eden ve Allah'ın yolundan alıkoymak için çaba
harcayanların, emeklerinin boşa gideceği ifade edildikten sonra, Allah'ın verdiği
vaadi dikkate alarak mü’minlerin Allah yolunda savaşırken kâfirlerin boyunlarını
vurmaları, zafere ulaşıldığı zaman bağı sıkı bağlamaları, sonra da onları karşılıksız
ya da fidye karşılığında serbest bırakmaları istenmektedir. Ayrıca, Eğer Allah
dileseydi onlardan elbette intikam alırdı [onları cezalandırıp adaleti sağlardı].
Fakat (böyle olması), sizi birbirinizle denemek içindir ifadesiyle mü’minlerin
zihninde oluşan, “Allah bunları niye yaptırıyor ki?” tarzındaki istifhamlar da
giderilmektedir:
Yoksa Allah, içinizden çaba harcayanları bildirmeden ve sabredenleri de
bildirmeden cennet'e gireceğinizi mi sandınız. (Âl-i İmrân/142)
Onlarla savaşın ki Allah, sizin ellerinizle onları cezalandırsın ve onları rezil-
rüsvay etsin. Sizi de, onlara karşı muzaffer kılsın ve mü’min bir toplumun
göğüslerine şifa versin, göğüslerinin kinini gidersin. Allah dilediğinin tevbesini de
kabul eder. Ve Allah, alîm'dir, hakîm'dir. (Tevbe/14-15)
Âyetteki, boyunları vuruş… ifadesi, “savaş esnasında acımadan düşmanın
öldürülmesi”ni ifade eder. Bunlar ise, Allah'ın dininin yayılmasına engel olan,

6
Rasûlullah ve inananları ortadan kaldırmaya çalışan kâfirlerdir. Bu şartlar altında
onların esirleştirilmesi bile yasaklanmıştır:
Yeryüzünde ağır basmadıkça, kendisi için esirler oluşturması hiç bir
peygambere uygun değildir. Siz dünya genişliğini istersiniz, Allah da âhireti ister.
Ve Allah, azîz'dir, hakîm'dir. (Enfâl/67)

Bedir'de alınan esirlerin öldürülmeleri, fidye karşılığında serbest


bırakılmalarından daha uygun idi; zira o şartlarda, Mekkeli müşrikleri fidye
karşılığında serbest bırakmak, geçici dünya malını istemekten başka bir şey değildi.
Hâlbuki Müslümanların, kalıcı olan âhireti, dünya malına tercih etmeleri gerekirdi.

Sulh ortamında kimse öldürülemeyeceği gibi, savaşa katılmayanlar da


öldürülmez. Allah'ın izin verdiği savaş, fitneyi ve tevhide karşı yürütülen düşmanlık
ve harekatı ortadan kaldırmaya yöneliktir. Bu husus birçok âyette beyân edilmiştir:
Ve sizinle savaşan kimselerle Allah yolunda savaşın [ölün, öldürün]. Ve haddi
aşmayın. Şüphesiz Allah, haddi aşanları sevmez. Ve onları nerede yakalarsanız
öldürün, sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Ve fitne, öldürmeden daha
şiddetlidir. Mescid-i Harâm yanında onlar, orada sizinle savaşmadıkça da onlarla
savaşmayın. Buna rağmen onlar sizinle savaşırlarsa, hemen onları öldürün.
Kâfirlerin cezası işte böyledir. Bununla beraber, eğer vazgeçerlerse, biliniz ki
şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. Ve de fitne kalmayıp, din
yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Artık eğer, vazgeçerlerse,
düşmanlık, zâlimlerden başkasına yoktur. (Bakara/190-193)
Ve fitne kalmayıp, din tamamıyla Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın.
Artık vazgeçerlerse bilinsin ki, şüphesiz Allah, yaptıklarını en iyi görendir.
(Enfâl/39)
Bu âyetlerin iniş sebebiyle alâkalı şu bilgi verilmiştir:
Katâde dedi ki: Bize nakledildiğine güre bu âyet-i kerîme, Rasûlullah (s.a)
dağ geçidinde iken Uhud günü inmiştir. O sırada aralarında hem yaralılar, hem de
öldürülenler pek çoktu. Müşrikler şöyle demişlerdi:
— Yücel ey Hubel.
Müslümanlar da şöyle karşılık vermişlerdi:
— Allah en yüce ve en büyüktür.
Bunun üzerine Müşrikler şöyle dediler:
— Bugün Bedir günü'ne karşılık olsun, zaten savaş bir o tarafa bir bu tarafa
döner.
Peygamber (s.a) de Müslümanlara şöyle karşılık vermelerini emretti:
— Eşitlik yoktur. Bizim ölülerimiz Rabb'leri katında diridir, rızıklanırlar.
Sizin ölüleriniz ise cehennem ateşinde azaplanırlar.
Bunun üzerine müşrikler şöyle dediler:
— Bizim Uzza'mız var, sizin ise Uzza'nız yok.
Müslümanlar şöyle karşılık verdiler:
— Allah bizim mevlâmızdır, sizin ise mevlânız yok.2
6. âyette, O [Allah], onları kılavuzlayacak, durumlarını düzeltecek ve onları,
kendilerine tanıttığı cennete girdirecektir buyurmuştur, zira cennet daha evvel
birçok âyette tanıtılmıştı:
Ve Rabbinizden bağışlanmaya, eni göklerle yer kadar olan, bollukta ve darlıkta
infak eden, öfkelerini yutan, insanları affeden, çirkin bir hayâsızlık işledikleri ya da
nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı
2
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

7
bağışlanma isteyen, –Allah'tan başka günahları bağışlayan kimdir?– yaptıkları (kötü
şeylerde) bile bile ısrar etmeyen muttakiler için hazırlanmış olan cennete koşuşun.
Ve Allah, muhsinleri [iyilik-güzellik üretenleri] sever. (Âl-i İmrân/133-135)
Onların [muttakilerin] çevrelerinde altın tepsiler, kadehler dolaştırılır. Orada
nefislerin arzu duyacağı, gözlerin zevkleneceği her şey vardır. Ve siz orada sürekli
kalacaksınız. Ve işte bu, yapagelmiş olduğunuz şeyler sebebiyle, kendisine vâris
edildiğiniz cennettir. Orada sizin için birçok meyveler vardır. Onlardan
yiyeceksiniz. (Zuhruf/71-73)
Bu sûrenin 15. âyetinde de cennet şöyle tanıtılmıştır: Orada bozulmayan temiz
sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan
ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır. Onlar için cennette her çeşit meyve ve
Rabb'lerinden bir bağışlanma vardır.
Cennetin tasviri ile ilgili birçok pasaj bulunmaktadır. İşte onlardan bazıları:
(Onlar) yaptıklarına karşılık olarak mücevherlerle işlenmiş tahtlar
üzerindedirler. Karşılıklı onların üzerinde yaslanırlar. Üzerlerinde [çevrelerinde],
kaynağından doldurulmuş testiler, ibrikler, kadehler –ki ondan ne başları ağrıtılır, ne
de akılları giderilir– beğendiklerinden meyveler, canlarının çektiğinden kuş eti ile;
süreklileştirilmiş [hep aynı bırakılmış] çocuklar, saklı inciler gibi iri gözlüler
dolaşırlar. Orada lağv [boş söz, saçmalama] ve günaha sokan işitmezler. Sadece söz
olarak, “Selâm, selâm!” Ve sağın yaranı, nedir o sağın yaranı! (Onlar,) dikensiz
kirazlar, meyve dizili muzlar/akasyalar, uzamış gölgeler, fışkıran su, kesilmeyen
[tükenmeyen] ve yasaklanmayan birçok meyveler ve yükseltilmiş döşekler
içindedirler. Şüphesiz Biz onları [kiraz, muz, gölgeler, fışkıran su…] öyle bir inşa
ile inşa ettik [yarattık]. Ki onları, sağın ashâbı için albenili ve hepsi bir ayarda
bakireler [dokunulmamışlar] kıldık [yaptık]. (Vâkıa/15-38)
Şüphesiz ki takvâlı davrananlar Rabbinden bir lütuf olarak güvenli bir
makamdadırlar; Bahçelerde ve pınardadırlar. Onlar karşılıklı oturarak ince ipekten
ve parlak atlastan elbiseler giyerler. İşte böyle! Biz onları iri siyah gözlülerle
eşleştirdik. Onlar orada güven içinde her çeşit meyveyi isteyebilirler. Onlar orada
ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar. Ve O [Allah] onları cehennem azabından
korumuştur. İşte bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir. (Duhân/51-57)
Onların [muttakilerin] çevrelerinde altın tepsiler, kadehler dolaştırılır. Orada
nefislerin arzu duyacağı, gözlerin zevkleneceği her şey vardır. Ve siz orada sürekli
kalacaksınız. Ve işte bu, yapagelmiş olduğunuz şeyler sebebiyle kendisine vâris
edildiğiniz cennettir. Orada sizin için birçok meyveler vardır. Onlardan
yiyeceksiniz. (Zuhruf/71-73)
Sonra Biz Kitab'ı kullarımızdan süzüp seçtiklerimize miras bıraktık. Şimdi de
onlardan bazıları nefislerine zulmeden, bazıları orta yolu tutan, bazıları da Allah'ın
izniyle hayırlarda önde gidenlerdir. İşte bu büyük lütfun; Adn cennetlerinin ta
kendisidir. Onlar oraya gireceklerdir. Orada altın bileziklerle ve incilerle
süsleneceklerdir. Oradaki elbiseleri ipektir. (Fâtır/32-33)
Kesinlikle muttakiler için, Rabbinden; göklerin, yerin ve bu ikisi
arasındakilerin Rabbinden; Rahmân'dan bir karşılık ve yeterli bir bağış olarak
korunaklar/kurtuluş mekânları; sulak bağlar-bahçeler, üzümler, hepsi bir seviye
tomurcuklar [çiçek bahçeleri], dolu dolu su kapları vardır. Onlar, orada boş bir söz
ve yalan duymazlar. –Onlar, O'nun huzurunda söz söylemeye güç yetiremezler.–
(Nebe/31-37)
7. Ey iman etmiş kimseler! Eğer siz Allah'a yardım ederseniz, O da size
yardım eder ve ayaklarınızı sabit tutar.

8
8. İnkâr eden kişiler ise, artık yıkım onlara! Ve O [Allah], onların
amellerini saptırtmıştır.
9. Bu, şüphesiz onların, Allah'ın indirdiklerini beğenmediklerinden
dolayıdır. Artık O [Allah] da onların amellerini boşa çıkarmıştır.

Bu âyetler, sûrenin girişindeki âyetlerin bir açılımı mahiyetinde olup, Allah


mü’minlerden beklentilerini açıklanmış, ardından da görevlerini ve onları bekleyen
neticeleri bildirmiştir. Daha sonra da kâfirlerin âkıbeti ve bu kötü âkıbetin nedenini
beyân etmiştir.

7. âyetteki, Ey iman etmiş kimseler! Eğer siz Allah'a yardım ederseniz, O da


size yardım eder ve ayaklarınızı sabit tutar ifadesi, Allah'ın yardımının, Allah'a
yardım etmeye bağlı olduğunu göstermektedir. Buradaki Allah'a yardım, “Allah'ın
dininin yücelmesi için malıyla canıyla Allah yolunda çaba harcamak, gerektiğinde
de canını feda etmektir.
Bu âyetin bir benzeri de Saff sûresi'nde yer almaktadır:
Ey iman etmiş kişiler! Allah'ın yardımcıları olun; nitekim Meryem oğlu Îsâ,
havarilere, “Allah'a benim yardımcılarım kimdir?” demişti. Havariler, “Allah'ın
yardımcıları biziz” dediler. Sonra İsrâîloğulları'ndan bir zümre inandı, bir zümre
inkâr etti. Sonra da Biz, inanmış kimseleri düşmanlarına karşı destekledik de onlar
üstün geldiler. (Saff/14)BLOK]
Saff/14'te konu edilen Îsâ peygamberin, çevresindekileri Allah'a yardıma
daveti ve bunun sonucu Âl-i İmrân sûresi'nde şöyle geçmişti:
Sonra Îsâ, onlardan inkârcılıklarını sezince, “Allah yolunda benim
yardımcılarım kimlerdir?” dedi. Havariler, “Allah'ın yardımcıları biziz; biz, Allah'a
iman ettik, bizim şüphesiz müslimler olduğumuza tanık ol. Rabbimiz! Biz senin
indirdiğine iman ettik, Elçi'ye de uyduk. Artık bizi şahitlerle beraber yaz” dediler.
Ve onlar [inanmayanlar] kötü plan yaptılar, Allah da kötü plan yaptı [onların kötü
planlarını boşa çıkardı]. Ve Allah, plancıların [kötü planları boşa çıkaranların] en
hayırlısıdır. (Âl-i İmrân/52-54)
Daha evvel detaylı olarak açıkladığımız gibi, Îsâ'nın havarileri Allah için
mallarını ve canlarını feda edeceklerini ifade etmişler ve Îsâ peygamberi öldürmeye
gelenlere karşı da içlerinden biri, “Ben Îsâ'yım” diye ileri çıkarak, Îsâ yerine canını
vermiştir. Bu hususu, Âl-i İmrân/52 ve Nisâ/157'nin tahlillerinde açıklamıştık.
Burada verilen mesaj da, Allah için can verecek kişilerin olması gerektiğidir.
Zira Allah için can verecek kişiler olmazsa yeryüzünde düzen söz konusu olmaz:

Kendilerine savaş açılan kimselere kendileri zulme uğramaları; onlar, başka


değil, sırf “Rabbimiz Allah'tır” dedikleri için hakksız yere yurtlarından çıkarılmaları
nedeniyle izin verildi. Ve şüphesiz ki Allah onları zafere ulaştırmaya gücü yetendir.
Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak
sûrette, içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve
mescitler yerle bir edilirdi. Allah, Kendisine yardım edenlere muhakkak sûrette
yardım eder. Hiç şüphesiz Allah güçlüdür, gâliptir. (Hacc/39-40)

9. âyette, Artık O [Allah] da onların amellerini boşa çıkarmıştır ifadesiyle


konu edilen netice, ilk âyetlerde de konu edilmiş ve yukarıda detayı sunulmuştu.

9
10. Peki onlar, yeryüzünde yolculuk etmediler mi? Ki kendilerinden
öncekilerin âkıbeti nasıl olmuş bir görsünler. Allah, onları yerle bir etti. Bu
kâfirlere de onların benzerleri vardır.

13. Ve kuvvetçe, seni çıkaran kentten daha şiddetli nice kentler; onları
helâk ettik. Öyle ki kendileri için yardımcı diye bir şey olmadı.

12. Şüphesiz Allah, iman edip sâlih amellerde bulunan kimseleri,


altından ırmaklar akan cennetlere girdirir. İnkâr eden kimseler ise,
kazançlanırlar ve hayvanların yemesi gibi yerler; ateş de onlar için bir
konaklama yeridir.

11. İşte bu [mü’minlerin bahtiyarlığı, kâfirlerin perişanlığı], şüphesiz


Allah'ın iman eden kimselerin mevlâsı olması, inkâr edenler için mevlâ diye bir
şeyin olmamasındandır.

Bu paragrafta, teknik ve semantik açıdan zorluklar olduğu için âyetleri farklı


tertip ettik. Zira 11. âyetteki zâlike edatıyla işaret edilen, gelecek âyetlerdeki
ifadeler değil, geçmiş âyetlerdeki ifadelerdir. Hâlbuki elimizdeki Mushafın
tertibinde, kendisinden sonraki âyetlerin ifadelerine de işaret olacak bir tertip
yapılmıştır, ki bu teknik olarak mümkün değildir, dil bilime aykırıdır. Ayrıca, 11.
âyet mevcut Mushaftaki yerinde olduğunda, ‫'ذلللللك‬nin [zâlike'nin] manası
anlaşılamamaktadır.

Bu âyetlerde, kâfirlerin târihten ibret almaları istenmektedir. Zira târih, sayıca


ve donanımca çok güçlü kâfirlerin, az sayıdaki mü’minler karşısında Allah'ın
yardımıyla hezimete uğradıklarına tanıktır. Bunun nedeni, Allah tarafından,
“Allah'ın iman eden kimselerin mevlâsı olması, inkâr edenler için mevlâ olmaması”
olarak bildirilmektedir.
Mevlâ sözcüğü, –A‘râf3 ve En‘âm sûresi'nde4 de belirttiğimiz gibi– velî
sözcüğünün eş anlamlısı olup, “yakın olan, yardım eden, koruyan ve yol gösteren”
demektir. Birileri kulları mevlâ edinse de, Allah'tan başkalarına “mevlâ, mevlânâ”
dese de, gerçek mevlâ Allah'tır. Kullara, Allah'tan başka kimseden hayır gelmez.
Allah'ı bırakıp birilerini mevlâ edinen ve onların koltuğuna sığınanlar kendilerini
asla kurtaramazlar:

Sonra kendi gerçek mevlâları Allah'a döndürülürler. Dikkatli olun, hüküm


ancak O'nundur ve O, hesap görenlerin en süratlisidir. (En‘âm/62)

Ve eğer onlar geri dururlarsa, artık siz, şüphesiz Allah'ın mevlânız olduğunu
bilin. O, ne güzel mevlâ, ne güzel yardımcıdır! (Enfâl/40)

O, sizin mevlânızdır [yol gösteren, yardım eden, koruyan yakınınızdır]. O, ne


güzel mevlâ ve ne güzel yardımcıdır! (Hacc/78)

O, zararı faydasından daha yakın olana yalvarıyor. O [yalvardığı şey] ne kötü


mevlâ [yardımcı, koruyucu] ve ne kötü yoldaştır! (Hacc/13)

3
Tebyînu'l-Kur’ân; c. 2, s. 511-512.
4
Tebyînu'l-Kur’ân; c. 5, s. 375.

10
Onlara, “Biz sizinle beraber değil miydik?” diye seslenirler. Onlar
[mü’minler], “Evet ama, siz kendi canlarınızı ateşe attınız, gözlediniz, kuşkuya
düştünüz ve kuruntular sizi aldattı. Nihâyet Allah'ın emri gelip çattı. O çok aldatan
da sizi Allah ile aldattı. Bugün artık sizden fidye alınmaz, kâfirlerden de. Sizin
varacağınız yer ateştir. O, size yaraşandır. O, ne kötü bir dönüş yeridir!” (Hadîd/14-
15)

12. âyette kâfirler için, İnkâr eden kimseler ise kazançlanırlar ve hayvanların
yemesi gibi yerler; ateş de onlar için bir konaklama yeridir buyurularak, kâfirlerin
düşüncesizliği ortaya konulmuştur. Yani kâfirler, akılsız şuursuz hayvanlar gibi,
evren hakkında araştırma yapmazlar, yedikleri rızkın kimden ve ne için geldiğini
düşünmezler, sadece kazanır ve yerler.

Bu âyet grubunun sebeb-i nüzûlüne dair şu nakledilmiştir:

Katâde ve İbn Abbâs dedi ki: Peygamber (s.a) Mekke'den çıkıp mağaraya
doğru giderken, Mekke tarafına döndü ve Mekke'ye hitaben, “Sen Allah'ın en çok
sevdiği şehirsin. Benim de en sevdiğim şehir sensin, eğer senin ahalin olan
müşrikler beni çıkartmamış olsalardı, ben de senden çıkmazdım” dedi. Bunun
üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu.5
Âyetler, bu olay ile bağlantılı olarak kabul edilirse, Ve kuvvetçe, seni çıkaran
kentten daha şiddetli nice kentler; onları helâk ettik. Öyle ki kendileri için yardımcı
diye bir şey olmadı ifadesiyle Rasûlullah'a, kâfirlerin daima helâk olup mü’minlerin
zafer kazanacakları müjdesi verilmektedir.
14-15. Peki, Rabbi tarafından apaçık bir delil üzerinde bulunan kimse,
işinin kötülüğü kendisine süslü gösterilen ve hevâlarına uyan kimseler gibi;
ateş'te ebedî olarak kalacak olan ve kaynar su içirilip de bağırsakları paramparça
olan kimseler gibi midir? Takvâlı davranmışlara vaad edilen cennetin örneği:
“Orada bozulmayan temiz sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar,
içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır. Onlar
için cennette her çeşit meyve ve Rabb'lerinden bir bağışlanma vardır.
Bu âyet grubunda, hayatını Allah'ın apaçık delilleri üzerine idame ettiren
mü’minler ile işinin kötülüğü kendisine süslü gösterilen ve hevâlarına uyan,
sonunda da ebedî olarak ateş'e girip içtiği kaynar su ile bağırsakları paramparça olan
kimselerin eşit olmadığı, olmayacağı beyân edilmiştir:
Cehennem ashâbı ve cennet ashâbı eşit olmaz. Cennet ashâbı kurtulanların ta
kendileridir. (Haşr/20)
Burada özellikle kâfirlerin süse aldanışlarına vurgu yapılmıştır, ki süse
aldanarak geleceklerini tehlikeye atmamaları yönünde kâfirlere birçok uyarı
yapılmıştır:
Onun için, kötü ameli kendisine süslü gösterilen, sonra da onu güzel gören kişi
mi? Şüphe yok ki Allah dilediğini/dileyeni şaşırtır, dilediğine/dileyene de
kılavuzluk eder. O hâlde canın onlara karşı hasretlerle [üzüntülerle] sıkılıp gitmesin.
Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarını çok iyi bilir. (Fâtır/8)
Onlara, zorlu azabımız geldiği zaman yalvarmaları gerekmez miydi? Ama
onların kalpleri katılaştı ve şeytan onlara yapmakta oldukları şeyleri çekici gösterdi
[süsledi]. (En‘âm/43)
Allah'a yemin olsun ki, Biz kesinlikle senden önce birtakım ümmetlere elçiler
gönderdik de şeytan onlara amellerini bezeyip süslü gösterdi. İşte o şeytan, bugün
5
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

11
onların velîsidir. Ve onlar için acı bir azap vardır. (Nahl/63)
Derken, çok beklemeden o [hüdhüd] geldi de, “Ben, senin bilmediğin bir şeyi
öğrendim. Sebe'den sana çok doğru ve önemli bir haber getirdim. Şüphesiz ki, onlara
[Sebelilere] hükümdarlık eden, kendisine her şeyden verilmiş ve çok büyük bir tahta
sahip olan bir kadın buldum. Onu ve kavmini, Allah'ın astlarından güneş'e secde
ederler buldum. Şeytan da göklerde ve yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğinizi ve
açıkladığınızı bilen Allah'a secde etmesinler diye kendilerine yaptıklarını süslü
göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş. Bunun için de onlar hidâyete
eremiyorlar –Allah; kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayandır, büyük arşın
sahibidir”– dedi. (Neml/22-26)
Sonra da takvâ sahiplerine vaat edilen cennet örneklenmektedir:
Muttakilere söz verilen cennetin misali şöyledir: Onun altından ırmaklar akar,
yemişleri ve gölgeleri süreklidir. İşte bu, takvâlı davrananların âkıbetidir. Kâfirlerin
âkıbeti de ateştir. (Ra‘d/35)
Peki, şüphesiz Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, kör
olan kimse gibi midir? Şüphesiz ancak kavrama yetenekleri olan kişiler; Allah'ın
ahdini yerine getirirler ve antlaşmayı bozmayan, Allah'ın birleştirilmesini istediği
şeyi birleştiren, Rabb'lerine haşyet duyan ve hesabın kötülüğünden korkan kişiler,
Rabb'lerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabretmiş, salâtı ikâme etmiş ve
kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık infak etmiş ve çirkinlikleri
güzelliklerle ortadan kaldıran kişiler öğüt alıp düşünürler. İşte bu yurdun âkıbeti;
adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar, atalarından, eşlerinden ve soylarından
sâlih olanlar oraya [adn cennetlerine] gireceklerdir. Melekler de her kapıdan
yanlarına girerler: “Sabrettiğiniz şeylere karşılık size selâm olsun! Bu yurdun sonu
ne güzeldir!” (Ra‘d/19-24)
Konumuz olan âyette, cennette ikram edilecek olan içecekler, Orada
bozulmayan temiz sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet
veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır şeklinde nitelenmiştir.
Daha evvel cennetteki içeceklerin başka özellikleri de bildirilmişti:
İşte onlar [Allah'ın arıtılmış kulları], kendileri için belli bir rızık; meyveler
olanlardır. Naîm cennetlerinde karşılıklı olarak tahtlar üzerinde ikram görenlerdir.
İçenlere lezzet veren, pınardan doldurulmuş, kendisinde zararlı bir yön olmayan,
sarhoşluk da vermeyen bembeyaz bir kadehle onların etrafında dolaşılır. Yanlarında
da gözlerini kendilerine dikmiş iri gözlüler vardır. Korunmuş yumurta gibidir onlar.
(Saffat/41-49)
Burada dikkat çeken husus, yapılan bu cennet tasvirleri için, “cennetin
meseli/örneği” denilmesidir. Bundan anlaşılan o ki, cennetin gerçeğini anlamaya
insanın kapasitesi müsait değildir. O nedenle örnekleme yapılmaktadır. Buradan
hareketle, cehennem tasvirlerinin de örnekleme olduğunu söyleyebiliriz.

16. Onlardan sana kulak verenler de vardır. Öyle ki onlar, senin


yanından çıktıkları zaman, kendilerine ilim verilen kimselere, “O, demin ne
dedi?” dediler. İşte onlar, Allah'ın kalplerini damgaladığı ve kendi hevâlarına
uyan kimselerdir.

17. Ve hidâyete ermiş kimseler; O [Allah], onlara hidâyetlerini artırmış


ve onlara takvâlarını vermiştir.

18. Artık onlar, Sâ‘at'in [kıyâmetin kopuşunun] kendilerine ansızın


gelmesinden başkasını mı gözlüyorlar? İşte, şüphesiz onun alâmetleri gelmiştir.

12
Artık o [Sâ‘at], kendilerine geldiği zaman, kendilerinin öğüt alması, onlar için ne
ifade eder ki!

19. Öyleyse, şüphesiz Allah'tan başka ilâh diye bir şeyin olmadığını bil!
Kendi günahın için, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar için bağışlanma dile.
Ve Allah, sizin gezip dolaştığınız yeri ve durduğunuz yeri bilir.

Bu paragrafta, Rasûlullah'ın çevresindeki inançsız bir grup deşifre


edilmektedir, ki bunlar, Ehl-i Kitaptan birine: Abdullah ibn Selâm'a, Demin ne
dedi? diye soran münâfıklardır. Bunlar, Tevbe sûresi'nde de şöyle deşifre
edilmişlerdi:

Ey inanmış olan kişiler! İnkârcılardan yakınınızda bulunan kişiler ile savaşın


ve sizde bir sertlik bulsunlar. Ve kesinlikle Allah'ın, takvâlılarla birlikte olduğunu
biliniz. Ve bir sûre indirildiği zaman, içlerinden bir kimse, “O [indirilmiş sûre]
hanginizin imanını arttırdı?” der. Fakat iman etmiş kimselere gelince, o [inen sûre],
onların imanını arttırmıştır ve onlar sürekli olarak müjdelenip duruyorlar.
Kalplerinde bir hastalık olanlara gelince de; onların da pisliklerinin içine pislik ilave
etmiştir. Ve onlar kâfir olarak ölmüşlerdir. (Tevbe/123-125)

Bunlar deşifre edildikten sonra, örnek olması açısından, O [Allah], onlara


hidâyetlerini artırmış ve onlara takvâlarını vermiştir ifadesiyle hidâyete erenler
övülmüş, ardından da münâfıklara, Artık onlar, Sâ‘at'in [kıyâmetin kopuşunun]
kendilerine ansızın gelmesinden başkasını mı gözlüyorlar? sorusu yöneltilmiş,
sonra da, İşte, şüphesiz onun alâmetleri gelmiştir. Artık o [Sâ‘at], kendilerine
geldiği zaman, kendilerinin öğüt alması, onlar için ne ifade eder ki! buyurularak
fırsatın kaçmakta olduğu ihtar edilmiştir.

Bu ihtardan sonra yine Rasûlullah'ın şahsında mü’minlere hitap edilerek,


kendilerini kurtarmak için tevhidden sapmamaları ve Allah'tan bağışlanma
dilemeleri emredilmiştir.

Âyette bulunan, İşte, şüphesiz onun alâmetleri gelmiştir ifadesindeki


alâmetler'den maksat, “kıyâmet'in kopuşunun yaklaştığını gösteren alâmetler”dir.
Bunların en önemlilerinden biri de, Muhammed'in son nebi oluşu, artık nebi
gelmeyecek olmasıdır. Diğer işaretler ise şöyle bildirilmiştir:

İşte bu, ilk uyarıcılar gibi bir uyarıcıdır. Yaklaşacak olan yaklaştı. (Necm/56-
57)

O Sâ‘at yaklaştı. Ve ay yarıldı/ay yarılacak/ay doğdu [her şey açığa çıkarıldı].


(Kamer/1)

Allah'ın emri geldi [kesinlikle gelecek]. Artık onu acele edip istemeyiniz. O
[Allah], onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir ve yücedir. (Nahl/1)

İnsanlar için hesapları yaklaştı. Onlar ise aldırmazlık içinde yüz çeviricidirler.
(Enbiyâ/1)

13
Âyetteki, Kendi günahın için… bağışlanma dile ifadesi, Rasûlullah'ın da her
beşer gibi kusurlarının olacağını, o'nun da her kul gibi Rabbinin mağfiretine
sığınması gerektiğini gösterir. Kul olarak Rasûlullah'ın bir kusuru olduğunda Allah
onu düzeltir. Buna Kur’ân'dan örnekler verilebilir:

Seni sapıtmış olarak bulup da hidâyet etmedi mi? (Duhâ/7)

Yeryüzünde ağır basmadıkça, kendisi için esirler oluşturması hiç bir


peygambere uygun değildir. Siz dünya genişliğini istersiniz, Allah da âhireti ister.
Ve Allah, azîz'dir, hakîm'dir. Eğer Allah'tan bir yazı olmasa idi, kesinlikle aldığınız
şeylerden dolayı size büyük bir azap dokunurdu. (Enfâl/67-68)

Şimdi sen, “Ona bir hazine indirilse ya da beraberinde bir melek gelse ya!”
diyorlar diye sana vahyolunan vahyin bir kısmını terk edecek olursun ve bundan
dolayı göğsün daralır. Sen yalnızca bir uyarıcısın. Allah ise her şeye vekîl'dir.
(Hûd/12)

Yüzünü ekşitti ve sırt çevirdi; kendisine, o kör geldi diye. Ne bilirsin, belki o
da arınıp temizlenecek, belki öğütlenir ve de öğüt kendisine yararlı olur. O, kendini
her türlü ihtiyacın üstünde görene gelince, sen ona yöneliveriyorsun. Onun
arınmamasından sana bir sorumluluk olmadığı hâlde! Amma! Koşarak sana gelen
var ya; haşyet duyarak, sense ondan zevklenerek eğlenip oyalanıyorsun. (Abese/1-
10)

Ve andolsun ki sen, o kitap verilmiş olan kimselere, bütün âyetleri de getirsen,


yine de senin kıblene tâbi olmazlar. Sen de onların kıblesine uyan biri değilsin.
Zaten onlar da birbirlerinin kıblesine tâbi değiller. Yine andolsun ki, sana gelen
bunca bilgiden sonra, sen onların hevâlarına uyacak olursan, o zaman hiç şüphesiz
sen, zâlimlerden olursun. (Bakara/145)

Ve Allah'ın rızasını dileyerek sabah-akşam Rabb'lerine dua eden kimseleri


kovma! Onların hesabından sana hiç bir şey [sorumluluk] yoktur, senin hesabından
da onlara hiç bir şey yoktur. Ki onları kovup da zâlimlerden olasın! (En‘âm/52)

Şüphesiz Biz, Allah senin günahlarından geçmiş ve gelecek olanları bağışlasın,


sana olan nimetini tamamlasın, seni dosdoğru yola kılavuzlasın ve Allah sana çok
güçlü bir zaferle yardım etsin diye sana apaçık bir fetih açtık. (Fetih/1-3)

Ey Peygamber! Eşlerinin rızalarını arayarak Allah'ın helâl kıldığı şeyi niçin sen
kendine haramlaştırıyorsun? Ve Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.
(Tahrîm/1)

Allah seni affetti. Doğru söyleyenler kimseler, sana iyice belli oluncaya ve sen
yalancıları bilinceye kadar niçin onlara izin verdin? (Tevbe/43)

Az kalsın onlar seni, sana vahyettiğimizden uzaklaştırarak ondan başkasını


Bize isnat edesin diye fitneye düşüreceklerdi [sana yanlış yaptırıp seni ateşte
yakacaklardı]. İşte o takdirde seni halîl [izdaş, yoldaş, dost] edinirlerdi. Ve eğer Biz
seni sağlamlaştırmamış olsaydık, gerçekten onlara birazcık meylediverecektin. O

14
durumda sana hayatın iki katını ve ölümün iki katını tattırırdık. Sonra Bize karşı
kendine hiç bir yardımcı da bulamazdın. (İsrâ/73-75)

18. âyette, Artık o [Sâ‘at], kendilerine geldiği zaman, kendilerinin öğüt alması,
onlar için ne ifade eder ki! Buyrulmuştur, ki bu uyarı daha evvel de yapılmıştı:

Hayır, hayır… Yer üst üste sarsıntılarla dümdüz edildiği zaman, Rabbinin
geldiği ve meleklerin saf saf dizildiği zaman, o gün cehennem de getirilmiştir; o
insanın, o gün aklı başına gelecektir, artık aklının başına gelmesinin kendisine ne
yararı var ki! (Fecr/21-23)

Ve onlar, “O'na iman ettik” dediler. Fakat onlar için uzak bir yerden el sunmak
[ulaşabilmek] nerede? (Sebe/52)

20-21. İman eden kimseler, “Keşke bir sûre indirilse” derler. Ama yasalarla
donatılmış bir sûre indirildiği ve içerisinde savaş anıldığı zaman, kalplerinde
hastalık olanların, ölüm korkusuyla baygınlık geçiren bir kimsenin bakışı gibi
sana baktığını görürsün. Artık itaat ve ma‘rûf söz onlara daha yakındır. Sonra iş
kesinleşince artık Allah'a sadakat gösterselerdi, kesinlikle kendileri için daha
hayırlı olurdu.

22. Peki, siz, velîleşirseniz [yönetimi ele geçirirseniz], yeryüzünde kargaşa


çıkarmayı ve akrabalık bağlarınızı paramparça etmeyi mi umdunuz?
23. İşte onlar, Allah'ın kendilerini lânetlediği, sonra kulaklarını sağır,
gözlerini kör ettiği kimselerdir.
Bu âyetlerde sözde iman edenler, inanmış gözükmelerine rağmen iş ciddiye
binince yan çizenler deşifre edilip kınanıyor ve gerçekten iman etmiş kimsenin
böyle olamayacağı bildiriliyor.

İman eden kimseler, “Keşke bir sûre indirilse” derler. Ama yasalarla
donatılmış bir sûre indirildiği ve içerisinde savaş anıldığı zaman, kalplerinde
hastalık olanların, ölüm korkusuyla baygınlık geçiren bir kimsenin bakışı gibi
bakarlar. Numaradan itaat etmiş, kabullenmiş gözükerek güzel sözler söylerler.
Bunlar dürüst olup Allah'a sadakat gösterselerdi, kesinlikle kendileri için daha
hayırlı olurdu.

Bu açıklamadan sonra bu sözde Müslümanlara, Peki, siz velîleşirseniz


[yönetimi ele geçirirseniz], yeryüzünde kargaşa çıkarmayı ve akrabalık bağlarınızı
paramparça etmeyi mi umdunuz? denilerek, beklentilerinin boş olduğu bildirilmiş,
ardından da Allah'ın onları lânetlediği, kulaklarını sağır, gözlerini kör ettiği beyân
edilmiştir. Bu iki yüzlüler Nisâ sûresi'nde de şöyle tanıtılmışlardır:
Kendilerine, “Elinizi çekin, salâtı ikâme edin, zekâtı verin” denilenleri
görmedin mi? Sonra savaş üzerlerine yazıldığında, onlardan bir grup, Allah'ın
haşyeti gibi yahut haşyetçe daha şiddetli olarak insanlara haşyet duyarlar. Ve
“Rabbimiz, ne diye savaşı üzerimize yazdın, bizi yakın bir zamana ertelemeli değil
miydin?” dediler. De ki: “Dünyanın kazanımı, çok azdır. Âhiret ise muttakiler için
daha hayırlıdır ve siz “bir hurma çekirdeğindeki ipince bir iplik kadar” bile
hakksızlığa uğratılmayacaksınız. Her nerede olursanız olun ölüm size yetişir, son
derece sağlam kaleler içinde bulunsanız bile.” Ve onlara bir iyilik isâbet ederse,
“Bu, Allah'tandır” derler, bir kötülüğe uğrarlarsa, “Bu, sendendir” derler. De ki:

15
“Hepsi Allah'tandır.” Bunlara rağmen bu topluma ne oluyor ki, hepten söz anlamaz
olayazıyorlar? (Nisâ/77-78)
22. âyetteki, Ve akrabalık bağlarınızı paramparça etmeyi mi umdunuz?
ifadesiyle, Allah'ın akrabalık bağına verdiği öneme dikkat çekilmektedir, ki Allah'ın
koyduğu ilkelere göre akrabalık münasebetlerinin kesilmesi haramdır. Akraba
hukukuna birçok âyette dikkat çekilmiştir:
Şüphesiz Allah bir sivrisineği, hatta daha üstü [daha küçük] olan bir şeyi misal
getirmekten çekinmez. İşte iman eden kimseler bilirler ki, şüphesiz o hakktır,
Rabb'lerindendir. O küfretmiş olan kimseler de artık, “Allah böyle bir misal ile ne
demek istedi?” derler. O [Allah], onunla bir çoklarını şaşırtır, onunla bir çoklarını
kılavuzlar. O [Allah], onunla sadece, söz verip andlaştıktan sonra Allah'ın ahdini
[verdikleri sözü] bozan, Allah'ın birleştirmesini emrettiği şeyi kesen ve yeryüzünde
bozgunculuk yapan fâsıkları şaşırtır. İşte bunlar, zarara uğrayanların ta kendileridir.
(Bakara/26-27)
Peki, şüphesiz Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, kör
olan kimse gibi midir? Şüphesiz ancak kavrama yetenekleri olan kişiler; Allah'ın
ahdini yerine getirirler ve antlaşmayı bozmayan, Allah'ın birleştirilmesini istediği
şeyi birleştiren, Rabb'lerine haşyet duyan ve hesabın kötülüğünden korkan kişiler,
Rabb'lerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabretmiş, salâtı ikâme etmiş ve
kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık infak etmiş ve çirkinlikleri
güzelliklerle ortadan kaldıran kişiler öğüt alıp düşünürler. İşte bu yurdun âkıbeti;
adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar, atalarından, eşlerinden ve soylarından
sâlih olanlar oraya [adn cennetlerine] gireceklerdir. Melekler de her kapıdan
yanlarına girerler: “Sabrettiğiniz şeylere karşılık size selâm olsun! Bu yurdun sonu
ne güzeldir!” (Ra‘d/19-24)
Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten yaratan, ondan eşini yaratan ve her ikisinden
birçok erkek ve kadın türetip yayan Rabbinize takvâlı davranın. Ve kendisiyle
birbirinizle dilekleştiğiniz Allah'a ve akrabalığa takvâlı davranın. Şüphesiz Allah,
sizin üzerinizde gözeticidir. (Nisâ/1)
Yakınlık sahibine, yoksula ve yolda kalmışa da hakkını ver. Ve saçıp savurma.
Şüphesiz saçıp savuranlar, şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok
nankördür. (İsrâ/26-27)
Ayrıca Bakara/83, 177; Nahl/90 ve Nûr/22'ye de bakılmalıdır.
24. Peki, onlar, Kur’ân'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri üzerinde
kilitleri mi var?
25. Şüphesiz doğru yol kendilerine açıkça belli olduktan sonra gerisin
geri küfre dönen kimseler; şeytan, onlara hoş göstermiş ve onları uzun emellere
düşürmüştür.
26. Bu, onların, Allah'ın indirdiğini beğenmeyen kimselere, “Bazı işlerde
biz size itaat edeceğiz” demeleri sebebiyledir. Oysa Allah onların gizlediklerini
biliyor.
27. Peki, melekler onların yüzlerine ve arkalarına vurarak onları vefat
ettirirken nasıl olacak!
28. Bu, onların Allah'ı gazaplandıran şeylere uymaları ve O'nun rızasını
beğenmemelerinden dolayıdır. Artık Allah, onların amellerini boşa çıkarmıştır.

29. Yoksa kalplerinde hastalık olan kimseler, Allah'ın, kendilerinin


kinlerini asla ortaya çıkarmayacağını mı sandılar?

16
30. Eğer Biz dileseydik, kesinlikle onları sana gösterirdik de. Sonra da
sen onları simalarından tanırdın. Yine de sen, onları sözlerinin üslubundan
kesinlikle tanırsın. Allah ise işlerinizi bilir.

Bu paragrafta yine münâfıklar azarlanarak, başlarına gelenlerin kendi hataları


yüzünden olduğu bildirilmekte ve düşünmeleri istenmektedir.
Burada münâfıkları yola getirecek en büyük etkenin Kur’ân olduğuna işaret
edilmektedir. Zira, Kur’ân'ı incelediklerinde onun Allah'tan geldiğini ve apaçık
âyetler içerdiğini görürler. Ama onlar, kalplerine kilit vurarak Kur’ân'dan
kaçmaktadırlar:
Eğer Biz bu Kur’ân'ı bir dağa indirseydik, Allah'ın haşyetinden onu huşû yapar
[saygı duyar, baş eğmiş], parça, parça olmuş görürdün. Ve Biz bu misalleri tefekkür
ederler diye insanlara veriyoruz. (Haşr/21)
Hâlâ Kur’ân'ı gereği gibi düşünmezler mi? Eğer ki o, Allah'tan başkası
tarafından olsaydı, kesinlikle onun içinde birçok karışıklıklar bulurlardı. (Nisâ/82)
29-30. âyetler ile münâfıklar psikolojik işkenceye tâbi tutulmuşlar; deşifre
edilecekleri, kimliklerinin açıklanacağı korkusuyla tedirgin olmuşlardır:
Ve çevrenizdeki bedevilerden/bilgiçlik taslayanlardan münâfıklar var. Medîne
halkından da münâfıklığa iyice alışmış olanlar var. Onları sen bilmezsin. Biz biliriz
onları. İki kez azap edeceğiz onlara, sonra da çok büyük bir azaba itilecekler.
(Tevbe/101)
Münâfıklar, kalplerindeki şeyleri kendilerine haber verecek bir sûrenin
üzerlerine indirilmesinden çekinirler. De ki: “Siz, alay edin! Şüphesiz Allah, sizin
çekindiğiniz şeyi ortaya çıkarandır.” (Tevbe/64)

Öyleyse onların malları ve evlâtları seni imrendirmesin. Ancak Allah, bunlarla,


onları basit yaşamda cezalandırmak, onlar kâfir iken benliklerini çıkarmak istiyor.
Sizden olmadıkları hâlde, şüphesiz kendilerinin kesinlikle sizden olduğuna dair
Allah'a yemin de ederler. Velâkin onlar, korkup duran bir topluluktur. (Tevbe/55-
56)

Onlar, söylemediklerine Allah'a yemin ederler. Hâlbuki onlar, o küfür


kelimesini kesinlikle söylediler. İslâmlaşmalarından sonra da kâfir oldular. Ve nail
olamadıkları şeyleri çok istediler. Onlar, sadece, Allah'ın ve Elçisi'nin onları
[mü’minleri] O'nun [Allah'ın] lütfundan zenginleştirmiş olmasından kinlendiler.
Artık, eğer tevbe ederlerse kendileri için hayırlı olur. Eğer geri dururlarsa da Allah
onları dünyada ve âhirette çok acıklı bir azab ile azaplandıracaktır. Yeryüzünde
onlar için bir velî ve iyi bir yardımcı da yoktur. (Tevbe/74)

Âyetlerden açıkça anlaşıldığına göre münâfıklar, hem kâfir hem de kalleştir.

27. âyetteki, Peki, melekler onların yüzlerine ve arkalarına vurarak onları


vefat ettirirken nasıl olacak? ifadesiyle, bu kâfirlerin dünyada vefat anında [her şeyi
eksiksiz hatırlayacakları anda] da işkence çekecekleri bildirilmiştir, ki akıllarını
başlarına alsınlar. Benzeri uyarılar başka âyetlerde de yapılmıştır:
Ve Allah'a karşı yalan uydurandan yahut kendisine hiç bir şey vahyolunmadığı
hâlde, “Bana vahyolundu” diyenden ve “Allah'ın indirdiği gibi ben de indireceğim”
diyenden daha zâlim kim olabilir? O zâlimleri ölümün şiddetleri içindeyken,
melekler de onlara ellerini uzatmış, “Nefislerinizi [canlarınızı] çıkarın. Bugün,
Allah'a karşı gerçek dışı şeyler söylediğinizden ve O'nun âyetlerine karşı

17
böbürlenmenizden dolayı alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız” derlerken bir
görsen! (En‘âm/93)
Ve sen, melekler o kâfirlerin yüzlerine ve sırtlarına vurarak, “Tadın bakalım
kızgın ateşin azabını! İşte bu, sizin kendi ellerinizle meydana getirdiğiniz şeyler
sebebiyledir. Ve şüphesiz Allah, kullara hiç bir şekilde zulmeden biri değildir” diye
onları vefat ettirirken bir görseydin. (Enfâl/50-51)
31. Ve kesinlikle Biz, içinizden cihad edenleri ve sabredenleri
bilmemiz/ortaya çıkarmamız için sizi belâlandıracağız [denemeye tâbi tutacağız].
Haberlerinizi de belâlandıracağız [denemeye tâbi tutacağız].
Bu âyette, imtihanın neticesi olarak gerçekten inananlar ile inanmış
görünenlerin ortaya çıkarılacağı; gerçekten inananların görevlerini teslimiyetle
yerine getirmesine mukabil, sözde inananların bahane ve mazeret ileri sürerek
kendilerini ele verecekleri bildirilmektedir. Burada toplum; mücâhid, sabırlı ve
samimi mü’minlerin diğerlerinden ayırt edilmesi ve her birinin tutum ve
davranışlarının açığa çıkması için savaş emriyle imtihan edilmektedir:
Yoksa Allah, içinizden çaba harcayanları bildirmeden ve sabredenleri de
bildirmeden cennet'e gireceğinizi mi sandınız?! (Âl-i İmrân/142)
İnsanlar, fitnelendirilmeden, “İman ettik” demeleriyle, bırakılıvereceklerini mi
sandılar?! Ve andolsun ki Biz, onlardan öncekileri de fitnelendirmiştik. Artık elbette
Allah, doğru kimseleri bildirecektir ve elbette yalancıları da mutlaka bildirecektir.
(Ankebût/2-3)
İki topluluğun karşılaştığı günde size dokunan şeyler de Allah'ın izniyledir. Ve
mü’minleri bilsin ve münâfıklık yapan kimseleri –kendileri oturup dururken
kardeşleri için, “Eğer bize itaat etselerdi öldürülmezlerdi” diyen kimseleri– bilsin
içindir. Ve onlara, “Geliniz, Allah yolunda savaşınız veya savunma yapınız”
denilmişti. Onlar, “Biz savaşı bilseydik kesinlikle size uyardık” dediler. Onlar, o
gün, imandan çok küfre yakındılar. Onlar, kalplerinde olmayan şeyleri ağızlarıyla
söylüyorlar. Allah, gizledikleri şeyleri daha iyi bilendir. De ki: “Eğer doğru
kimseler iseniz, haydiyin kendinizden ölümü uzaklaştırınız.” (Âl-i İmrân/166-168)
Sizden çaba harcayanları, Allah'ın Elçisi'nden ve inananların astlarından sırdaş
[can dostu] edinmeyenleri Allah bilmeden [ortaya çıkarmadan] bırakılacağınızı mı
sandınız?! Ve Allah, yaptıklarınızdan çok iyi haberi olandır. (Tevbe/16)
Yoksa siz, kendinizden önce gelip geçenlerin hâli size gelmeden cennete
gireceğinizi mi sandınız?! Onlara yoksulluklar, sıkıntılar dokundu ve sarsıldılar;
hatta elçi ve beraberinde iman edenler, “Allah'ın yardımı ne zaman?” derlerdi. –
Dikkat edin! Gerçekten Allah'ın yardımı pek yakındır.– (Bakara/214)
32. Şüphesiz ki, şu inkâr eden, Allah'ın yolundan alıkoyan ve kendilerine
doğru yol açıkça belli olduktan sonra Elçi'ye karşı gelen kişiler; onlar, Allah'a
hiç bir şeyce zarar veremezler. Ve O [Allah], onların işlerini boşa çıkaracaktır.

Bu âyette, insanları Allah'ın yolundan alıkoymaya çalışan tüm insanlara hitap


edilerek, Şüphesiz ki, şu inkâr eden, Allah'ın yolundan alıkoyan ve kendilerine
doğru yol açıkça belli olduktan sonra Elçi'ye karşı gelen kişiler; onlar, Allah'a hiç
bir şeyce zarar veremezler. Ve O [Allah], onların işlerini boşa çıkaracaktır
denilmiştir, ki aynı hususa, sûrenin 1. âyetinde, İnkâr eden ve Allah'ın yolundan
alıkoyan kimseler; O [Allah], onların amellerini saptırttı şeklinde işaret edilmiş ve
orada detaylı açıklama yapılmıştı.

33. Ey iman etmiş kimseler! Allah'a itaat edin, Elçi'ye itaat edin ve
amellerinizi boşa çıkarmayın.

18
34. Şüphesiz ki, inkâr eden, Allah'ın yolundan saptıran, sonra da kâfir
olarak ölen kimseler; artık, asla Allah onlara mağfiret etmeyecektir.

35. Öyleyse gevşemeyin ve siz üstün iken barışa çağırmayın. Allah da


sizinle beraberdir. Ve O [Allah], sizin amellerinizi asla eksiltmeyecektir.

Mü’minler için bir beyanname mahiyetinde olan ve savaş ortamında inen –ki
35. âyetten bu anlaşılıyor– bu âyetlerin mü’minlere şu mesajları verdiği anlaşılır:

• Allah'a itaat edin, Elçi'ye itaat edin ve amellerinizi boşa çıkarmayın.

• Allah; inkâr eden, Allah yolundan saptıran ve kâfir olarak ölen kimselere asla
mağfiret etmeyecektir.

• Gevşemeyin ve siz üstün iken barışa çağırmayın. Allah sizinle beraberdir ve


O sizin amellerinizi asla eksiltmeyecektir.

Bu paragrafta, Allah ve Elçi'ye karşı çıkanların kâfirle oldukları, o nedenle


bunlara karşı tedbirli olunması gerektiği bildirilmekte ve mü’minler
yönlendirilmektedir. Bu âyetlerin indiği dönemde mü’minler; müşrik, kâfir ve
münâfıklara göre bir avuç zayıf fakirden ibarettiler. Buna rağmen, Allah'ın
yardımıyla mü’minler zafere ermiştir.
33. âyetteki, Amellerinizi boşa çıkarmayın ifadesi, “yaptığınız âhirette boşa
gitmesin” anlamındadır:
İmanlarından ve şüphesiz Elçi'nin hakk olduğuna tanık olduktan ve kendilerine
açık deliller geldikten sonra küfreden bir topluma Allah nasıl kılavuzluk eder? Ve
Allah, zâlimler toplumuna kılavuzluk etmez. İşte onların cezaları, Allah'ın,
meleklerin, insanların hepsinin lâneti sürekli içinde kalmak üzere şüphesiz onların
üzerlerindedir. Kendilerinden bu azap hafifletilmez ve kendilerine mühlet verilmez.
Ancak bundan sonra tevbe eden ve düzeltenler başka. Artık, şüphesiz Allah, çok
bağışlayan ve çok merhamet edendir. Şüphesiz imanlarının arkasından küfreden,
sonra da küfrünü artırmış olan şu kimseler; onların tevbeleri asla kabul
olunmayacaktır. Ve işte onlar sapıkların ta kendileridir. Şüphesiz ki, şu inkâr etmiş
ve inkârcı oldukları hâlde de ölen kişilerin hiç birinden, yeryüzü dolusu altın –onu
fidye verseler bile– asla kabul edilmeyecektir. İşte onlar, dayanılmaz azap kendileri
için olanlardır. Onlar için yardımcılardan da yoktur. (Âl-i İmrân/86-91)
Ve andolsun ki, sana ve senden öncekilere vahyedildi ki: “Andolsun ki, eğer
şirk koşarsan amelin kesinlikle boşa gidecek ve mutlaka kaybedenlerden olacaksın.
Onun için, tam aksine, yalnız Allah'a kulluk et ve şükredenlerden ol.” (Zümer/65-
66)
Her kim basit hayatı ve süsünü isterse, yaptıklarının karşılığını, ona hiç
eksiltmeden, burada tastamam veririz. Onlar orada hiç bir zarara uğratılmazlar. İşte
onlar, kendileri için âhirette ateşten başka bir şey olmayanlardır. Yapıp ürettikleri de
orada boşa gitmiştir. Yaptıkları şeyler de bâtıldır. (Hûd/15-16)
Sana harâm aydan ve onda [o harâm ayda] savaşmaktan soruyorlar. De ki:
“Onda savaşmak büyüktür. Ve Allah yolundan alıkoymak, O'nu ve Mescid-i
Harâm'ı inkâr etmek ve onun [Mescid-i Harâm'ın] halkını [hacc ve umre yapanları]
oradan çıkarmak, Allah yanında daha büyüktür. Ve fitne, öldürmekten daha
büyüktür.” Onlar, eğer güç yetirirlerse, sizi dininizden döndürmek için sizinle
savaşmaktan hiç bir zaman geri durmazlar. Sizden de her kim dininden döner ve

19
kâfir olarak can verirse, artık onların bütün amelleri dünyada ve âhirette boşa
gitmiştir. Ve işte onlar, ateşin ashâbıdır. Onlar orada sürekli kalanlardır. Şüphesiz ki
iman eden kimseler, hicret eden kimseler ve Allah yolunda gayret gösteren
kimseler, Allah'ın rahmetini umarlar. Ve Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet
edicidir. (Bakara/217-218)
Ve gevşemeyin, üzülmeyin! Ve eğer inananlar iseniz en üstün olan sizsiniz.
(Âl-i İmrân/139)

35. âyetteki, Allah da sizinle beraberdir. Ve O [Allah], sizin amellerinizi asla


eksiltmeyecektir ifadesiyle Allah, her zaman mü’minleri destekleyeceğini ve onları
ödüllendireceğini bildirmektedir:

Allah, “Elbette Ben ve elçilerim gâlip geleceğiz” yazmıştır. Şüphesiz Allah


kavî'dir, azîz'dir. (Mücâdele/21)
Ve andolsun ki gönderilen kullarımız [elçilerimiz] hakkında Bizim sözümüz
geçmiştir: “Şüphesiz onlar, kesinlikle gâlip olanların ta kendisidir. Şüphesiz Bizim
ordularımız kesinlikle gâlip gelenlerin ta kendisidir.” (Saffat/171-173)
35. âyetteki, Öyleyse gevşemeyin ve siz üstün iken barışa çağırmayın ifadesiyle
Müslümanlara, üstün durumda iken barış teklifinde bulunmamaları
emredilmektedir. Bu hususa Enfâl sûresi'nde de işaret edilmişti:
Ve eğer onlar barış için yanaşırlarsa, sen de ona [barışa] yanaş! Ve Allah'a
tevekkül et. Şüphesiz O [Allah], en iyi işitenin, en iyi bilenin ta kendisidir.
(Enfâl/61)

36. Şüphesiz şu basit hayat [dünya hayatı], ancak bir oyun ve eğlencedir.
Eğer iman eder ve takvâlı davranırsanız O [Allah], size ödüllerinizi verir, sizden
mallarınızı da istemez.

37. Eğer O [Allah], sizden onları [mallarınızı] isteyip de sizi zorlasaydı


cimrilik ederdiniz. Sizin kinlerinizi de çıkarırdı.

38. İşte sizler, Allah yolunda harcamaya çağrılan kimselersiniz. Öyleyken


sizden kimileri cimrilik ediyor. Ve kim cimrilik ederse, artık kendi benliğinden
cimrilik ediyordur. Ve Allah zengindir, siz ise fakirlersiniz. Eğer siz yüz
çevirirseniz O [Allah], yerinize sizden başka bir toplum getirir. Sonra onlar, sizin
benzerleriniz olmazlar.

Mü’minler için başka bir beyanname durumunda olan bu âyetlerde de


inananlar, dünyaya aldanmamaya, ellerindekinin fazlasını Allah yolunda infaka
davet edilmektedir.
36. âyetteki, Şüphesiz şu basit hayat [dünya hayatı], ancak bir oyun ve
eğlencedir ifadesiyle, dünyanın oyun-oynaş ile çabucak geçip gideceği uyarısı
yapılıyor, ki bu uyarı başka âyetlerde de yapılmıştır:
Allah'a kavuşmayı yalanlayanlar, kesinlikle hüsrana uğramışlardır. Sâ‘at
[kıyâmet anı] ansızın gelince, onlar, günahlarını sırtlarına yüklenmiş olarak derler
[diyecekler] ki: “Dünyada yaptığımız kusurlardan dolayı yazıklar olsun bize!” –
Dikkat edin, yüklenip durdukları [günahları] ne kötüdür!– (En‘âm/32)
Ve bu iğreti yaşam, sadece bir eğlence ve oyundur. Şüphesiz son yurt ise
kesinlikle hayatın ta kendisidir. Keşke onlar bilmiş olsalardı. (Ankebût/64)

20
Bilin ki, iğreti yaşam ancak bir oyun, tutkulu bir oyalama, bir süs, kendi
aranızda bir övünüş, mal ve çocuklar konusunda bir çoğaltma yarışıdır. –Bir yağmur
örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de
bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o bir çer-çöp oluvermiştir.– Âhirette ise şiddetli
bir azab; Allah'tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk vardır. İğreti yaşam, aldanış
metaından [malından, malzemesinden] başka bir şey değildir. (Hadîd/20)
Burada, Sizden mallarınızı da istemez ifadesindeki mallar, “kişinin zâtî
ihtiyaçları olan mallar”dır. Zira Allah ancak ihtiyaç fazlasını ister:
Sana hamrdan [aklı karıştıran/örten şeylerden] ve şans oyunlarından
soruyorlar. De ki: “Bu ikisinde büyük bir günah, bir de insanlar için bazı menfaatler
vardır. Fakat dünya ve âhirette günahları, menfaatlerinden daha büyüktür.” Yine
sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki: “İhtiyaçtan fazlasını infak edin.”
Allah, tefekkür edersiniz diye âyetlerini işte böyle sizin için ortaya koyuyor. Sana
yetimlerden de soruyorlar. De ki: “Onlar için iyileştirme, en iyisidir.” Eğer onlara
karışırsanız, artık onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah, bozguncuyla iyileştiriciyi bilir
[birbirinden ayırt eder]. Eğer Allah dileseydi, sizi zora koşardı. Şüphesiz Allah
azîz'dir, hakîm'dir. (Bakara/219-20)
Göklerin ve yerin mirası Allah'ın olmasına rağmen neden siz Allah yolunda
harcamıyorsunuz? Sizden, fetihten önce harcayan ve savaşan kimse eşit olmaz.
Onlar derece bakımından, sonradan infak eden ve savaşan kimselerden daha
büyüktür. Bununla beraber Allah hepsine de “en güzel”i vaad etmiştir. Ve Allah
yaptıklarınıza haberdardır. (Hadîd/10)
Allah doğrusunu en iyi bilendir.

21

You might also like