084 Rum Suresi̇

You might also like

Download as doc, pdf, or txt
Download as doc, pdf, or txt
You are on page 1of 29

84 RUM SURESİ

GİRİŞ

Rum suresi Mekke’de 84. sırada inmiş olup adını 2. ayetteki “ ‫اللّروم‬er-Rum
[Bizans]” sözcüğünden almıştır. Pasajlarındaki konu bütünlüğü, surenin bir defada
veya yakın aralıklarla indiğini göstermektedir.
Sure, bu ayetler indiği dönemde henüz olmamış, daha sonra meydana gelecek
olan tarihi olayları ve sonuçlarını [Bizanslılarla İranlılar arasında meydana gelecek
savaşta Bizanslıların galip gelmesini] bildirerek başlamaktadır. Verilen bu bilgiler,
surenin inişinden yıllar sonra aynen gerçekleşmiştir. Geleceğe dair bu bilgiler,
Kur’an’ın Allah tarafından indirildiğinin en büyük kanıtlarındandır.
Surede evrendeki birçok ayet [işaret, delil] gözler önüne serilerek Allah’ın
kudreti vurgulanmaktadır. Dünyaya bel bağlayıp ahireti ihmal eden inançsızlar
kınanmakta, ahirete dair birçok uyarı amaçlı sahne nakledilerek inkârcılar
uyarılmaktadır. Ayrıca Resulullah ve müminler teselli edilmekte ve moralleri
yükseltilmektedir.

1
MEAL

RAHMAN RAHÎM ALLAH ADINA

1 – Elif [1], Lâm [30], Mim [40] .


2 – 6- Rumlar, yeryüzünün en alçak yerinde yenildiler. Onlar, bu yenilgilerinin
ardından da birkaç yıl içinde galip geleceklerdir. Bundan önce ve sonra emir
Allah’ındır. Ve o gün müminler, Allah'ın yardımıyla sevineceklerdir. O [Allah],
kendisinin bir vaadi olarak dilediğine yardım eder [galip kılar]. Allah, vaadinden
dönmez. Ama insanların çoğu bilmezler. O, Azîz’dir [çok güçlüdür], Rahîm’dir [çok
merhamet edicidir].
7 – Onlar [insanların çoğu], basit yaşamdan görüneni bilirler. Ve onlar, ahıretten
gafil olanların ta kendileridirler.
8- Kendi içlerinde hiç düşünmediler mi ki, Allah, göklerde, yerde ve bu ikisi
arasında bulunan her şeyi ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre için yaratmıştır? Ve
şüphesiz insanlardan çoğu, Rabblerine kavuşmayı kesinlikle inkâr edenlerdir.
9- Onlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin akıbetlerinin nasıl
olduğuna bakmadılar mı? Onlar, kendilerinden daha güçlü idiler; yeryüzünü kazıp
altüst etmişler, onu bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi. Elçileri de
onlara nice açık delilleri getirmişlerdi. O hâlde Allah onlara zulmedecek değildi;
fakat onlar kendilerine zulmetmekteydiler.
10 - Sonra Allah'ın âyetlerini yalanladıkları için, o, kötülük eden kimselerin
akıbetleri “en kötü” oldu. Onlar alay da ediyorlardı.
11, 12 – Allah, yaratmayı ilkin yapar, sonra onu iade eder. Sonra da O’na
döndürülürsünüz. Saat’in dikildiği gün de suçlular ümidi keserler.
13 –Ortak koştuklarından, onlar için şefaat edecekler de bulunmaz. Ve onlar,
ortaklarını inkâr edenler oldular.
14 – Ve Saat’in dikildiği günde de; işte o gün onlar, ayrılırlar.
15- Şimdi iman etmiş ve salihatı işlemiş kimselere gelince; artık onlar, bir bahçe
içinde neşelendirilirler.
16 – Şu küfreden, ayetlerimizi ve ahiret buluşmasını yalanlayan kimselere de
gelince; işte onlar azap içinde hazır bulundurulurlar.
17, 18- O halde, Allah’ın arındırılması! Akşama erdiğinizde de, sabaha
erdiğinizde de... Gece sırasında da, öğleye erdiğinizde de… Göklerde ve yerde hamd
de sadece O’na aittir.
19- O, ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarır ve yeryüzüne ölümünden
sonra hayat verir. Sizler de işte öyle çıkarılacaksınız.
20 - Sizi bir topraktan yaratması da Kendisinin ayetlerindendir. Sonra da siz,
şimdi, dağılıp yayılan bir beşersiniz.
21- Yine O’nun ayetlerindendir ki, sizin için nefislerinizden kendilerine
ısınırsınız diye eşler yaratmış, aranıza bir sevgi ve merhamet koymuştur. Şüphesiz ki,
bunda tefekkür edecek bir kavim için nice ayetler vardır.
22 - Yine göklerin ve yerin yaratılışı, dillerinizin ve renklerinizin değişikliği
O'nun âyetlerindendir. Şüphesiz bunda bilginler için nice ayetler vardır.
23 - Yine gecede ve gündüzde uyumanız ve lütfundan rızık aramanız O'nun
ayetlerindendir. Şüphesiz bunda kulak verecek bir toplum için nice ayetler vardır.
24- Yine O’nun âyetlerindendir ki, size hem korku ve hem de umut vermek için
şimşeği gösteriyor. Ve gökten bir su indiriyor da onunla yeryüzüne ölümünden sonra
hayat veriyor. Şüphesiz ki, bunda aklını kullanacak bir kavim için nice ayetler vardır.

2
25 - Göğün ve yeryüzünün kendi emriyle durması yine O’nun ayetlerindendir.
Sonra sizi yeryüzünden bir tek çağırışla çağırdığı zaman bir de bakarsınız ki siz
çıkarılıyorsunuz.
46 – Size rahmetinden tattırsın, emriyle gemiler akıp gitsin diye ve
şükredersiniz diye lütfundan rızık aramanız için rüzgarları müjdeciler olarak
göndermesi de O’nun ayetlerindendir.
26 - Göklerde ve yerde kim varsa hepsi de O'nundur. Hepsi de O'na saygı
duyanlardır.
27 – Ve O, yaratmayı başlatan, sonra onu çevirip yeniden yapandır. Ve bu O'na
çok kolaydır. Ve göklerde ve yerde en yüce örnek O'nundur. Ve O, Azîz’dir,
Hakîm’dir.
28 - Allah, size kendinizden bir örnek veriyor: Hiç size rızık olarak verdiğimiz
şeylerde yeminlerinizin malik olduklarından [yasa ile size teslim edilen kişilerden]
ortaklarınız bulunur da onlarla siz eşit olur ve kendinize çekindiğiniz gibi onlarla da
karşılıklı çekinir misiniz? İşte Biz, aklını kullanan bir toplum için âyetleri böyle
açıklarız.
29 - Bilakis zulmetmiş kimseler, bilgisizce hevalarına uydular. Peki, Allah'ın
şaşırttığını kim yola getirebilir? Onlar için yardımcılardan da yoktur.
30 - O halde sen yüzünü, hanif olarak [eski inançlarını terk eden biri olarak]
dine, insanları üzerine ilk olarak yaratmış olduğu Allah'ın fıtratına doğrult. Allah'ın
yaratışında değişiklik söz konusu değildir. Dosdoğru/ayakta tutan din, budur. Fakat
insanların çoğu bilmiyorlar.
31, 32 – Kalben O’na yönelenler olarak, O’na takvalı davranın, salatı ikame
edin, müşriklerden; dinlerini parça parça bölmüş, fırka fırka olmuş kimselerden de
olmayın. -Her fırka kendi yanlarındaki şeylerle böbürlenmektedir.-
33, 34 - İnsanlara bir sıkıntı dokununca da, Rabblerine yönelerek O’na
yalvarırlar. Sonra, onlara kendinden bir rahmet tattırınca, bir de bakarsın ki,
içlerinden bir grup, kendilerine verdiğimiz nimetlere nankörlük etmek için
Rabblerine şirk koşarlar. -Haydi faydalanın bakalım! Yakında bileceksiniz.-
35 - Yoksa Biz, onlara bir sultan [delil] indirmişiz de o [delil], onların O'na
[Allah’a] ortak koştukları şeyleri mi söylüyor?
36 - Biz insanlara bir rahmet tattırdığımız zaman da, onunla şımarırlar.
Ellerinin önceden yaptığı şeyler sebebiyle kendilerine bir kötülük isabet ederse,
hemen onlar umutsuzluğa düşerler.
37 – Onlar, şüphesiz Allah’ın dilediği kimseye rızkı serdiğini ve
ölçülendirdiğini de mi görmediler? Şüphesiz bunda iman edecek bir kavim için
ayetler vardır.
38 – Öyleyse, yakınlık sahibine, miskine ve yolcuya hakkını ver. Bu, Allah'ın
yüzünü [rızasını] dileyenler için daha hayırlıdır. Ve bunlar felah bulanların ta
kendileridir.
39 – Ve insanların malları içinde artsınlar diye ribadan verdikleriniz, Allah
yanında artmaz. Allah'ın yüzünü [rızasını] dileyerek zekattan verdikleriniz … İşte o
kimseler, kat kat arttıranların ta kendileridir.
40 - Allah, sizi yaratan, sonra size rızık veren, sonra sizi öldüren ve sizi
diriltendir. Hiç sizin ortak koştuklarınızdan, bunlardan birini yapacak kimse var mı?
Allah, onların ortak koştuklarından münezzeh ve çok yücedir.
41- İnsanlar dönerler diye; kendilerinin elleriyle kazandıkları şeyler yüzünden,
yaptıklarının bir kısmını onlara tattırmak için karada ve denizde fesat/kargaşa ortaya
çıktı.

3
42 - De ki: Yeryüzünde gezin de bundan öncekilerin akıbeti nasıl olmuş bir
bakın. Onların çoğu ortak koşanlar idiler.
43 – 45 Öyleyse, Allah’tan, geri çevrilmesi olmayan bir gün gelmeden önce
yüzünü dosdoğru/koruyan dine çevir. O gün onlar, O’nun [Allah’ın], iman eden ve
salihatı işleyen kimselere lütfundan karşılık vermesi için bölük bölük ayrılırlar.
Şüphesiz O, kâfirleri sevmez. Kim inkâr ederse, artık inkârı kendi aleyhinedir. Kim
de salihi işlerse, artık onlar da kendileri için döşek [rahat bir yer] hazırlamış olurlar.
48 – Allah, rüzgârları gönderendir. Sonra bunlar [rüzgârlar], bir bulutu
savururlar. Sonra O [Allah], onu gökyüzünde nasıl dilerse öyle yayar ve onu parça
parça kılar. Sonra da sen, onun derinliklerinde yağmur çıkar görürsün. İşte O [Allah],
onu kullarından dilediği kimselere isabet ettirdiği vakit, onlar, müjdelenirler [mutlu
olurlar].
49 - Hâlbuki onlar, önceden; daha önce üzerlerine indirilmeden evvel kesinlikle
ümit kesenlerdirler.
50- Öyleyse Allah’ın rahmetinin eserlerine bir bak; yeryüzünü ölümünden sonra
nasıl diriltiyor? Şüphe yok ki O, mutlaka ölüleri diriltir ve O, her şeye gücü yetendir.
51 - Ve ant olsun ki Biz, bir rüzgâr göndersek de onu [ekini] sararmış görseler,
mutlaka onun arkasından küfretmeye başlarlar.
52 – Bu nedenle sen ölülere işittiremezsin. O daveti, arkalarını dönmüş
giderlerken sağırlara da dinletemezsin.
53 – Sen körleri de sapıklıklarından hidayete getiremezsin. Sen ancak
âyetlerimizi iman edeceklere duyurursun; artık onlar Müslümanlardır.
54 – Allah, sizi güçsüz olarak yaratandır. Sonra güçsüzlüğün arkasından kuvvet
kıldı. Sonra kuvvetin arkasından güçsüzlük ve ihtiyarlık kıldı. O, dilediğini yaratır.
Ve O, en iyi bilendir, en iyi güç yetirendir.
55 - Ve kıyametin kopacağı gün günahkârlar bir saatten fazla durmadıklarına
yemin ederler. Onlar işte böyle döndürülüyorlardı.
56 - Kendilerine ilim ve iman verilen kimseler de diyecekler ki: “Ant olsun ki,
Allah'ın kitabında, dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu, ölümden sonra dirilme
günüdür. Fakat siz bunu bilmiyordunuz.
57- Artık o gün zulmedenlere mazeretleri fayda vermez. Onlar, bağışlanmazlar
da.
58 – Ve ant olsun ki Biz, insanlar için bu Kur'ân'da tüm örneklerden kesinlikle
örnekler getirdik. Ve ant olsun ki sen, onlara bir âyet de getirsen o küfretmiş
kimseler: “Siz, sadece, batıl şeyleri ortaya koyanlarsınız” diyeceklerdir.
59 – İşte, bilmeyen kimselerin kalpleri üzerine Allah böyle damga vurur.
47 – Ve ant olsun ki Biz, senden önce birtakım elçileri kavimlerine gönderdik
de, onlar, onlara, apaçık delilleri getirdiler. Sonra Biz, günah işleyen kimselerden
intikam aldık. Müminlere yardım da, Bizim üzerimize bir hak idi.
60 - Şimdi sen sabret. Şüphesiz Allah'ın vaadi haktır. Sakın kesin inanmamış
kimseler seni hafifleştirmesinler.

4
TAHLİL

1 – Elif [1], Lâm [30], Mim [40] .

Sure “Elif, Lam, Ra” kesik harfleri ile başlamıştır. Kesik [Mukatta’] harfler ile
ilgili daha evvelki surelerin tahlilinde açıklama yapıldığından, detayın oralardan
okunmasını öneriyoruz.

2 – 6- Rumlar, yeryüzünün en alçak yerinde yenildiler. Onlar, bu yenilgilerinin


ardından da birkaç yıl içinde galip geleceklerdir. Bundan önce ve sonra emir
Allah’ındır. Ve o gün müminler, Allah'ın yardımıyla sevineceklerdir. O [Allah],
kendisinin bir vaadi olarak dilediğine yardım eder [galip kılar]. Allah, vaadinden
dönmez. Ama insanların çoğu bilmezler. O, Azîz’dir [çok güçlüdür], Rahîm’dir [çok
merhamet edicidir].
7 – Onlar [insanların çoğu], basit yaşamdan görüneni bilirler. Ve onlar,
ahıretten gafil olanların ta kendileridirler.

Bu ayetlerde gaybi konulara [Kur’an’ın indiği dönemde henüz olmamış bir


takım tarihi olaylara] değinilerek Kur’an’ın mucizeliği ortaya konurken müminlere
de Allah’ın yardımının geleceği ve zafere erişecekleri müjdelenmektedir. Bu tarihi
olaylar ve arka planları hem klasik eserler hem de çağdaş bilginler tarafından detaylı
olarak ortaya konmuştur. Bunlardan bir kaçını sunuyoruz:
“O günlerde Arabistan'a yakın Bizans yönetimindeki ülkeler Ürdün, Suriye ve Filistin'di ve bu
ülkelerde MS. 615'de Bizanslılar İranlılar'a yenilmişlerdi. O halde büyük bir kesinlikle bu surenin o yıl
nazil olduğu söylenebilir ki, bu, Habeşistan'a hicret edildiği yıldı.
Tarihsel arka plan: Bu surenin ilk ayetlerinde verilen gaybi bilgiler, Kur'an'ın Allah kelamı ve
Hz. Muhammed'in (s.a) Allah'ın Rasûlü olduğunun apaçık delilleridir. Şimdi bu ayetlerle ilgili tarihsel
arka plana bir göz atalım:
Hz. Muhammed'in (s.a) peygamber olarak ortaya çıkışından sekiz yıl önce Phokas, Bizans
İmparator'u Maurice'i tahtından indirip onun yerine kendisini İmparator ilan etti. Phokas, ilk önce
İmparatorun beş oğlunu onun gözleri önünde öldürttü, daha sonra İmparatoru da öldürttü ve başlarını
Konstantinopol [İstanbul] caddelerinde dolaştırdı. Bundan birkaç gün sonra da imparatoriçe ve üç
kızını öldürttü.
Bu olay, İran'ın Sasani Kralı Hüsrev Perviz'e, Bizans'a saldırması için iyi bir fırsat vermiş oldu.
Çünkü İmparator Maurice, Hüsrev'in dostuydu, Hüsrev onun yardım ve desteğiyle tahta geçmişti. Bu
nedenle Kral Hüsrev, tahtı gasp eden Phokas'tan manevî babasının ve onun çocuklarının intikamını
alacağını ilan etti. Bunun üzerine MS. 603'de Bizans'a karşı savaş açtı. Birkaç yıl içinde Phokas'ın
ordularını peş peşe yenilgiye uğratarak bir taraftan Anadolu'da Edessa'ya [bugünkü Urfa], diğer
taraftan Suriye'de Halep ve Antakya'ya kadar ilerledi. Bizanslı yöneticiler Phokas'ın ülkeyi
kurtaramayacağını görünce, Afrika valisinden yardım istediler. O da oğlu Herakliyus'u kuvvetli bir
ordu ile Konstantinopol'e gönderdi. Phokas hemen tahttan indirildi ve Herakliyus imparator ilan
edildi. Herakliyus, Phokas'a aynen onun eski İmparator Maurice'e davrandığı gibi davrandı. Bu olay,
Hz. Muhammed'e (s.a) peygamberliğin geldiği MS. 610 yılında vuku buldu.
Hüsrev Perviz'in savaş açma sebebi, Phokas tahttan indirilip öldürüldükten sonra artık geçerli
değildi. Eğer bu savaşın asıl sebebi dostunu öldürdüğü için Phokas'tan intikam almak olsaydı, Hüsrev,
Phokas'ın ölümünden sonra yeni imparatorla anlaşma yapardı. Fakat o savaşa devam etti ve savaşa
Mecusilik [Ateşperestlik] ve Hıristiyanlık arasındaki bir anlaşmazlık niteliği kazandırdı. Yıllardan beri
resmi kilise yetkilileri tarafından aforoz edilen ve zulmedilen Nasturî ve Yakubî gibi Hıristiyan
mezhepleri de Mecusileri desteklediler. Yahudiler de onlarla birlik oldu. Hatta Hüsrev'in ordusundaki
Yahudilerin sayısı 26.000'e ulaşıyordu.
Herakliyus bu güçlü saldırıyı durduramadı. Tahta geçtikten sonra doğudan aldığı ilk haber,
Antakya'nın İranlılar tarafından işgal edildiği oldu. Bundan sonra MS. 613'de Şam düştü. MS. 614'de
Kudüs'e giren İranlılar Hıristiyan dünyasını da yerle bir ettiler. Doksan bin Hıristiyan öldürülmüş ve
Mescid-i Aksa tahrip edilmişti. Hıristiyan inancına göre Hz. İsa'nın (a.s) üzerinde öldürüldüğü kutsal

5
haç yerinden sökülmüş ve Medyen'e taşınmıştı. Başrahip Zekeriya esir alınmış, şehrin bütün önemli
kiliseleri yerle bir edilmişti. Hüsrev Perviz'in bu zafer nedeniyle nasıl böbürlendiği, Kudüs'ten
Herakliyus'a yazdığı bir mektuptan anlaşılabilir: "Bütün tanrıların en büyüğü ve tüm dünyanın hâkimi
Hüsrev'den, onun zavallı ve aptal kuluna: "Sen rabbine güvenip dayandığını söylüyorsun. O halde
rabbin neden Kudüs'ü benden kurtarmadı?"
Bu başarıdan sonra bir yıl içinde İran orduları Ürdün, Filistin ve tüm Sina Yarımadası'nı geçip
Mısır sınırlarına ulaştılar. O günlerde Mekke'de daha büyük tarihî sonuçlara yol açacak başka bir
çatışma devam ediyordu.
Bir tek Allah'a inananlar, Hz. Muhammed'in (a.s) önderliğinde, Kureyş'in ileri gelenlerinin
yönetimindeki müşriklere karşı var olma savaşı veriyorlardı. MS. 615 yılında bu savaş öyle bir
dereceye ulaşmıştı ki, müslümanlardan oldukça büyük bir grup yurtlarını terk edip o günlerde
Bizans'ın müttefiki olan Hıristiyan Habeş Krallığına sığınmak zorunda kalmıştı. O günlerde
Sasanilerin Bizanslılara karşı zafer kazanması, Mekke'de çok konuşulan bir konu idi. Müşrikler bu
olaya çok seviniyor ve müminlerle şöyle alay ediyorlardı: "Bakın, İran'ın ateşperestleri zafer
kazanıyor ve vahye, peygamberliğe inanan Hıristiyanların kökü kurutuluyor. Aynı şekilde biz de
Arabistan putperestleri olarak sizi ve dininizi kökten yok edeceğiz."
Rum suresi nazil olduğunda şartlar böyleydi ve surede şöyle bir gaybî haber veriliyordu:
"Rumlar en yakın bir yerde yenildiler, fakat bu yenilgiden kısa bir süre sonra zafere ulaşacaklardır.
İşte o gün müminler Allah'ın lütfettiği zafere sevineceklerdir." Burada bir değil, iki gaybî haber
verilmektedir. Birincisi Rumlar zafer kazanacaklar; ikincisi, aynı zamanda müslümanlar da bir zafer
kazanacaklardır. Görünür şartlar dâhilinde bu iki müjdenin de gerçekleşmesi imkânsız gibiydi. Bir
taraftan Mekke'de ezilen, işkence gören bir avuç müslüman vardı ve bu müjdeden sonra sekiz yıl
boyunca bile müminlerin zafer kazanma şansları yokmuş gibi görünüyordu. Diğer taraftan Rumlar her
geçen gün toprak kaybediyorlardı. MS. 619'da Mısır'ın tamamı Sasanilerin eline geçmiş ve Mecusi
orduları Trablusgarb'a kadar ulaşmışlardı. Anadolu'da Rumları Boğaziçi'ne dek sürmüşler ve MS.
617'de Konstantinopol'un tam karşısındaki bölgeyi [bugünkü Kadıköy’ü] ele geçirmişlerdi. İmparator
bunun üzerine Hüsrev'e bütün şartları kabul etmek üzere bir barış yapmaya hazır olduğunu bildiren bir
elçi gönderdi. Fakat Hüsrev şu cevabı verdi: "İmparator, zincirlenmiş halde önüme getirilmedikçe ve
çarmıha gerilmiş tanrısından vazgeçip ateş tanrısına tapmadıkça ona eman vermeyeceğim." Bu
yenilgiden çok üzüntü duyan imparator en sonunda Konstantinopol'den Kartaca'ya [bugünkü Tunus’a]
gitmeye karar verdi. Kısacası, İngiliz tarihçi Gibbon'un da dediği gibi, hiç kimse Kur'an'ın bu müjdeyi
vermesinden sekiz yıl sonra Bizans İmparatorluğu'nun tekrar İran'ı yenilgiye uğratacağını hayal bile
edemezdi. Hatta değil İran'ı yenmek, hiç kimse bu şartlar altında İmparatorluğun hayatını idame
ettirebileceğine ihtimal vermiyordu.
Bu ayetler nazil olduğunda, Mekkeli müşrikler bunlarla çok alay ettiler ve Ubeyy b. Halef, Hz.
Ebu Bekir'le (r.a) Romalılar üç sene içinde zafer kazanması şartıyla on deve üzerinde bahse tutuştu.
Hz. Peygamber (s.a) bu bahsi duyunca şöyle dedi: "Kur'an, Bid'i Sinin- ifadesini kullanıyor.
Arapça "Bid" kelimesi, 10’a kadar olan sayıları kapsar. O halde bahsi on seneye, develerin miktarını
da yüze çıkarın." Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir (r.a) Ubeyy'le tekrar konuştu ve bahis on yıl ve yüz
deve üzerinden yapıldı.
MS. 622'de Hz. Peygamber (s.a) Medine'ye hicret ettiğinde, İmparator Herakliyus gizlice
Konstantinopol'dan ayrılıp Trabzon'a, oradan da Karadeniz'e gitti ve İran'a arkadan saldırma
hazırlıklarına girişti. Bunun için Kilise'den para yardımı istedi. Papa Sergius ona Hıristiyanlığı
Ateşperestliğe karşı koruması için Kilise hazinesinden faizle borç para verdi. Herakliyus karşı
saldırısına M.S 623'de başladı. Ertesi yıl MS. 624'de Azerbeycan'a girdi ve Zerdüşt'ün doğum yeri
olan Cloromia'yı yerle bir edip İran'ın en önemli ateş tapınağını yıktı. Allah'ın kudreti ne kadar da
büyük! Aynı yıl müslümanlar da Bedir'de müşriklere karşı ilk defa zafer kazandılar. Böylece Rum
Suresi'nde verilen iki gaybî haber de on yıl içinde gerçekleşmiş oldu.
Bizans kuvvetleri İranlıları püskürtmeye devam ettiler ve Ninova'daki çarpışmada (MS. 627)
onlara en büyük darbeyi vurdular. "Dastagerd"i ele geçirip, o günlerde İran'ın başkenti olan
"Ctesiphon" taraflarına kadar ulaştı. MS. 628'de bir iç ihtilâlde Hüsrev Perviz hapsedildi, on sekiz
oğlu gözleri önünde öldürüldü ve birkaç gün sonra da kendisi hapishanede öldü. Bu, Kur'an'ın "büyük
zafer" diye ifade ettiği Hudeybiye Anlaşmasının imzalandığı yıldı. Aynı yıl Hüsrev'in oğlu II. Kubâd,
işgal edilen Rum topraklarından çekildi. Hakiki çarmıh'ı [Hıristiyanlara göre Hz. İsa'nın (a.s) üzerinde
öldürüldüğü çarmıh] restore edip monte etmek üzere Kudüs'e gitti ve aynı yıl Hz. Muhammed (s.a) ,
Hicret'ten sonra ilk defa "Umret'ül-kaza" yapmak için, Mekke'ye girdi.
Bundan sonra artık Kur'an'ın önceden bildirdiği gaybî haberlerden kimse şüphe edemezdi. Bu
olay birçok Arap putperestin İslâm'ı kabul etmesine neden oldu. Ubeyy b. Halef'in varisleri bahsi
kaybetmişlerdi ve Hz. Ebu Bekir'e yüz deve vermek zorundaydılar. Hz. Ebu Bekir, bahisten kazandığı
develeri Hz. Peygamber'e getirdi. Hz. Peygamber (s.a), bahsin henüz kumar ve şans oyunlarının

6
yasaklanmadığı bir dönemde yapıldığını, fakat şimdi bunlar yasaklandığı için develerin sadaka olarak
verilmesi gerektiğini söyledi. Bu nedenle cedelci kâfirlerle girilmiş olan bahisten elde edilen malın
alınması kabul edilmiştir, fakat elde edilenin kişisel harcamalarda kullanılmayıp sadaka olarak
harcanması konusunda da talimat verilmiştir. (Mevdudi; Tefhimü’l Kur’an)

Müfessirler dediler ki: Rumların, İranlılara galip gelmesinin sebebi şudur: İranlılar arasında
çocukları hep hükümdar ve kahraman olan bir kadın vardı. Kisra bu kadına şöyle demişti: Ben
Bizanslıların üzerine gitmek üzere hazırladığım bir ordunun başına senin çocuklarından birisini
geçirmek isliyorum. Kadın şöyle dedi: İşte Hürmüz… Çünkü o tilkiden daha kurnaz, kartaldan daha
ihtiyatlıdır. İşte sana Ferruhan… Kılıçtan daha keskin, oktan daha derine işler. İşte Şehr Bazan,
şundan şundan daha tahammülkâr… Bunlardan istediğini seç. Bunun üzerine Kisra o tahammülkâr
olanı seçip kumandan tayin etti. Şehr, İranlılardan hazırlanmış ordu ile Rumların üzerine yürüdü ve
onlara galip geldi. İkrime ve başkaları dedi ki: Şehr Bazan, Bizanslılara galip gelince, körfeze
varıncaya kadar bütün Rum diyarını tahrip etti. Kardeşi Ferruhan ona dedi ki: Ben kendimi Kisra'nın
tahtı üzerinde oturur görüyorum. Bunun üzerine Kisra Şehr Bazan'a mektup yazarak bana Ferruhan'ın
başını gönder dedi, ancak Şehr bunu yapmadı. Bu sefer Kisra, İranlılara şunu yazdı: Ben size
Ferruhan'ı kumandan tayin ettim ve bunun yerine Şehr Bazan'ı da görevden aldım. Ferruhan'a da başa
geçtiği takdirde Şehr Bazan'ı öldürmesi için mektup yazdım, Ferruhan, Şehri öldürmek isteyince, Şehr
ona Kisra'dan kardeşi Ferruhan'ı öldürmesini emreden üç ayrı mektup gösterdi ve Ferruhan'a şunları
söyledi: Kisra bana seni öldürmek üzere üç ayrı mektup yazdı. Ben üçünde de ona: Bu emrini gözden
geçir diye cevap verdim. Şimdi sen beni sadece bir mektup yazdığı için mi öldüreceksin? Bunun üze-
rine Ferruhan tekrar kumandanlığı kardeşine geri verdi. Şehr de Bizans hükümdarı Kayser'e mektup
yazdı ve Kisra'ya karşı birbirleri ile yardımlaştılar. Böylelikle Bizanslılar da, İranlılara galip geldiler
ve Kisra öldü. Buna dair haber Peygamber (sav)'e Hudeybiye günü ulaştı. O da, beraberinde bulunan
müslumanlar da bu işe sevindiler. İşte Yüce Allah'ın: "Elif, Lâm, Mîm. Rumlar yenildiler; yakın bir
yerde" buyruğu bunu anlatmaktadır ki; yakın yerden kasıt ise Şam [Suriye] diyarıdır. (Kurtubi; el
Camiu li Ahkami’l Kur’an)

“Ebu îsâ et-Tirmizî der ki: Bize Muhammed b. İsmail'in... Niyâr b. Mükram el-Eslemî’den
rivayetine göre; o, şöyle anlatmış: «Elif, Lam, Mîm. Rumlar yenildiler. Yakm bir yerde... Onlar bu
yenilgilerinden sonra gâlip geleceklerdir. Birkaç yıl içinde.» ayetleri nazil olduğunda İranlılar
Rumlara galip idiler. Müslümanlar Rumların onları yenmelerini arzu ediyorlardı. Çünkü kendileri de
onlar da kitap ehli idiler. «O gün mü'minler de sevinecekler. Allah'ın yardımı ile... O, dilediğine
yardım eder ve Azîz'dir, Rahîm'dir» ayeti bunun hakkındadır. Kureyş ise İranlıların galip gelmesini
istiyordu. Çünkü onlar ve İranlılar kitap ehli olmadıkları gibi yeniden diriltilmeye de inanmıyorlardı.
Allah Teâlâ bu ayeti indirdiği zaman Ebubekir çıkıp Mekke'nin muhtelif yerlerinde yüksek sesle:
«Elif, Lâm, Mîm. Rumlar yenildiler. Yakın bir yerde... Onlar bu yenilgilerinden sonra galip
geleceklerdir. Birkaç yıl içinde...» ayetlerini okudu. Kureyş'ten bazı kimseler Ebubekir'e: “Bu bizimle
senin arandadır. Arkadaşın Rumların birkaç yıl içinde İranlıları yeneceğini sanıyor. Bunun üzerine
bahse tutuşmaya var mısın?” dediler. Ebubekir: “Evet, tutuşalım” dedi. Bu, bahse girmenin haram
kılınmasından önceydi. Ebubekir ve müşrikler bahse tutuşup bahse konu şeyleri karşılıklı olarak (bir
yed-i emîne) bıraktılar. Ve Ebubekir'e: “Bu birkaç yılı kaç sene yapalım; (birkaç yıl tabiri bizim
aramızda) üç yıldan dokuz yıla kadardır. Bizimle aranda orta bir miktar söyle de onda karar kılalım”
dediler. Aralarında altı yıllık bir süre tespit ettiler. Altı yıl geçtiği halde Rumlar galip gelemediler.
Müşrikler bahsi kazandılar. Yedinci sene girince Rumlar İranlılara galip geldiler. Müslümanlar altı
sene süre koymasından dolayı Ebubekir'i ayıpladılar. Ebubekir: (Altı sene koymuştum), çünkü Allah
Teâlâ: ‘Birkaç yıl içinde...’ buyurmuştu” dedi. İşte o zaman birçok kişi müslüman oldu. Tirmizî, hadîsi
bu ifâdelerle zikrettikten sonra şöyle der: Bu, hasen sahîh bir hadîstir. Sâdece Abdurrahmân İbn Ebu
Zinâd kanalından rivâyetiyle biliyoruz. Hadîsin bir benzeri mürsel olarak İkrime, Şa'bî, Mücâhid,
Katâde, Süddî, Zührî ve başkaları tarafından rivayet edildiği gibi, tabiîn'den bir cemaattan da rivayet
edilmiştir. İfadeleri itibarıyla bundan daha garibi imam Süneyd b. Davud'un tefsirinde rivayet etmiş
olduğu şu hadîstir: Haccâc'ın... İkrime'den rivayetine göre; İran'da bir kadın varmış. Hep kahramanlar
ve krallar doğururmuş. Kisrâ, onu çağırıp: Ben Rumların üzerine bir ordu göndermek istiyorum. Bu
ordunun üzerine senin oğullarından birisini kumandan yapacağım. Bana hangisini kumandan
yapacağım konusunda bir fikir ver, dedi. Kadın: Şu oğlum tilkiden daha zekî, şahin ve doğandan daha
temkinlidir. Şu oğlum Ferhân mızraklardan daha delicidir. Şu oğlum Şehrîrâz ise üç oğlumun en çok
hilim sahibi olanıdır. Onlardan dilediğini kumandan yap, dedi. Kisrâ: Hâlim olanını kumandan
yaptım, deyip Şehrirâz'ı ordunun başına kumandan olarak geçirdi. Şehrirâz İran ordusuyla Rumların
üzerine yürüdü, onlara gâlip gelip çoğunu öldürdü, şehirlerini tahrîp etti, zeytin ağaçlarını kesti. Ebu
Bekr İbn Abdullah der ki: Bu hadîsi Atâ el-Horasânî'ye rivayet ettim de: Şam ülkelerini görmedin mi?
diye sordu. Ben: Hayır, dedim. Şayet oraları görecek olursan mutlaka harâp edilmiş şehirleri ve

7
kesilmiş zeytin ağaçlarım göreceksin, dedi. Bundan sonra Şam'a gittim ve bunları gördüm. Atâ el-
Horasânî der ki: Bana Yahya İbn Ya'mûr'un rivayetine göre Kayser Rûm ordusu ile Katame denilen
bir adamı, Kisrâ da Şehrîrâz'ı göndermişti. Ezruât ve Busrâ'da karşılaştılar. Orası Şam'ın size en yakın
olan yeridir. Rumlarla karşılaştıklarında İranlılar gâlip geldiler. Kureyş kâfirleri buna sevinirken
müslümanlar üzüldüler. İkrime der ki: Müşrikler Hz. Peygamber (s.a.)in ashabı ile karşılaştılar ve: Siz
kitap ehlisiniz. Hıristiyanlar da kitap ehlidir. Biz ise ümmîleriz. Bizim İranlı kardeşlerimiz sizin kitap
ehli kardeşlerinize üstün geldiler. Şayet siz de bizimle savaşacak olursanız şüphesiz biz size galip
geleceğiz, dediler. Bunun üzerine Allah Teâlâ: «Elif, Lam, Mîm. Rumlar yenildiler. Yakın bir yerde...
Onlar bu yenilgilerinden sonra gâlib geleceklerdir. Birkaç yıl içinde... Eninde sonunda buyruk
Allah'ındır. O gün mü'minler de sevinecekler. Allah'ın yardımı ile... O, dilediğine yardım eder ve
Azîz'dir, Rahîm'dir» âyetlerini indirdi. Ebubekir es-Sıddîk, kâfirlere karşı çıkıp: Kardeşlerinizin bizim
kardeşlerimize galip gelmesine mi sevindiniz? Hiç sevinmeyin. Allah'a yemin ederim ki, şüphesiz
Allah, Rumları İranlılara galip getirecektir. Bize bunu peygamberimiz (s.a.) haber verdi, dedi. Übeyy
b. Halef, Hz. Ebubekir'in karşısına dikilip: Ey Ebu Fudayl, yalan söyledin, dedi. Ebubekir de ona: Ey
Allah'ın düşmanı, sen daha çok yalancısın, dedi. Übeyy b. Halef: Benden on genç deve, senden de on
genç deve, haydi bahse girelim. Üç seneye kadar eğer Rumlar İranlıları yenerse ben kaybedeceğim,
İranlılar üstün gelirse sen kaybedeceksin, dedi. Sonra Ebubekir Hz. Peygamber (s.a.)e gelip bunu
haber verdi. Allah Rasûlü: Bu, senin söylediğin gibi değildir. (Bizim dilimizdeki) birkaç yıl, üç ilâ
dokuz sene arasıdır. Bahse konu olan şeyleri artır, süreyi de uzat, buyurdu. Ebubekir çıkıp Übeyy'e
rastladı. Übeyy: Herhalde pişman olmuşsundur, dedi. Ebubekir: Hayır dedi, gel bahsi artıralım ve
süreyi uzatalım. Dokuz seneye kadar olmak üzere yüz genç deve benden, yüz genç deve senden, bahse
girelim, dedi. Übeyy de: Pekiyi kabul, dedi. Bu süreden önce Rumlar İranlıları yendiler ve
müslümanlar müşriklere (bahiste) üstün geldiler.
İkrime der ki: İranlılar Rumları yendiği zaman Şehrirâz'ın kardeşi olan Ferhân oturup içmeye
başladı ve arkadaşlarına: Kendimi Kisrâ’nm tahtı üzerinde oturuyormuş gibi gördüm, dedi. Bu
konuşma Kisrâ'ya ulaştığında Şehrirâz'a: Sana bu mektubum geldiği zaman Ferhân'ın kellesini bana
gönder, diye yazdı. Şehrirâz da ona: Ey kral, sen hiç bir zaman Ferhân gibisini bulamayacaksın. O
birçok düşman öldürmüştür ve düşmanlar içinde bir ünü vardır. Böyle yapma, diye yazdı. Kisrâ
Şehrirâz'a: Şüphesiz ki İran halkı içinde ona halef olacaklar vardır. Onun başını bana göndermekte
acele et, diye yazdı. Şehrirâz'm tekrar (kardeşinin affına dâir) müracaatına karşı Kisrâ öfkelenip bu
sefer ona cevap vermedi ve İran ordusuna: Ben Şehrirâz'ı sizin kumandanlığınızdan azlettim ve
Ferhân'ı üzerinize kumandan nasbettim diye bir haberci gönderdi. Haberciye ince, küçük bir kâğıt
verip: Ferhân krallığı devralıp kardeşi ona boyun eğdiğinde ona şu sayfayı ver, dedi. Şehrirâz mektubu
okuyunca başüstüne deyip tahtından indi ve Ferhân tahta oturdu. Haberci kâğıdı kendisine verdi.
Ferhân: Bana Şehrirâz'ı getirin deyip boynu vurulmak üzere onu öne sürdü. Şehrirâz: Vasiyetimi
yazıncaya kadar acele etmeyip müsaade eder misin, dedi. Ferhân’ın evet cevabı üzerine
(mektuplarının içinde bulunduğu) çuvalı getirtti, sayfaları (Kisrâ'nın ve kendisinin mektuplarını)
Ferhân'a verip: Bunların hepsi senin hakkında Kisrâ'ya mürâcaatlanmdır. Sen ise bir tek mektupla beni
öldürmek istedin, dedi. Ferhân krallığı kardeşi Şehrirâz'a geri verdi ve Şehrirâz Rûm kralı Kayser'e şu
mektubu yazdı: Sana ihtiyâcım var. Bu ihtiyâcımı ne haberciler, ne de kâğıtlar taşır. Seninle
buluşalım. Benimle elli Rûmla beraber buluşacaksın. Ben de sana elli İranlı içinde geleceğim. Kayser,
beş yüz bin Rûm askeri içinde geldi, yollara öncü casuslar gönderdi. Bunun kendisi için bir tuzak
olacağından korkuyordu. Casusları gelip de Şehrirâz'ın yanında sadece elli kişi olduğu haberini
getirince rahatladı. İkisi için kurulan atlas bir çadırda bir araya geldiler. İkisinde de sadece birer bıçak
vardı. Aralarında anlaşmak üzere bir tercüman çağırdılar. Şehrirâz şöyle konuştu: Senin şehirlerini
hile ve kahramanlığımızla harap eden ben ve kardeşimdir. Kisrâ bizi çekemedi ve kardeşimi
öldürmemi istedi, ben ise bundan kaçındım. Sonra kardeşime beni öldürmesini emretti. Biz de ikimiz
birden onun emrinden sıyrılıp çıktık. Biz seninle birlik olup onunla savaşacağız. Kayser: İsabet
etmişsiniz, dedi. Sonra onlardan birisi diğerine: Şüphesiz ki söz iki kişi arasındadır. İki kişiyi geçtiği
zaman yayılır değil mi, dedi. Diğeri buna evet cevabını verdi. Hemen birlikte bıçaklarıyla tercümanı
öldürdüler. Allah Teâlâ Kısrâ'yı helak buyurdu. Haber Hudeybiye günü Allah Rasûlü (s.a.)’e ulaştı ve
onunla beraber müslümanlar da buna sevindiler. (İbni Kesir)

İbn Abbas'tan, diğer sahabe ve tâbiun'dan rivayet edilenlere göre, Bizans'la İran arasındaki bu
savaşta müslümanların Bizans'ı, Mekkeli müşriklerin de İran'ı tuttukları ortaya çıkmaktadır. Bunun
birçok sebebi vardır. Birincisi, İranlılar bu savaşa Mecusilikle Hıristiyanlık arasındaki bir savaş havası
veriyorlar ve bunu siyasî bir fetihten çok Mecusiliği yayma aracı olarak kabul ediyorlardı. Kudüs'ün
fethinden sonra Hüsrev Perviz, İmparator Herakliyus'a yazdığı mektupta bu zaferi Mecusiliğin
doğruluğunun bir delili olarak kabul ettiğini belirtmektedir.

8
İlke olarak Mecusî inancı, Mekkeli müşriklerin inancına benziyordu, çünkü Mecusiler de tevhidi
inkâr ediyor, iki ilahın varlığına inanıyor ve ateşe tapıyorlardı. İşte bu nedenle Mekkeli müşrikler
savaşta onların tarafını tutuyorlardı. Bunların aksine Hıristiyanlar, tek tanrı inançları ne denli tahrif
olursa olsun bir tek Allah inancını dinin temeli olarak kabul ediyor, ahirete inanıyor, vahiy ve risaleti
hidayetin kaynağı olarak kabul ediyorlardı. Yani, onların dini ilke olarak İslâm'a benziyordu. İşte bu
nedenle müslümanlar, doğal olarak onların tarafını tutuyor ve putperestlerin kendilerine hâkim
olmasını istemiyorlardı. İkincisi, yeni bir peygamberin gelişinden önce, bir önceki peygambere
inananlar yeni peygamberin mesajı kendilerine ulaşıncaya ve onu açıktan reddedinceye dek müslüman
sayılırlar. (bkz. Kasas/73) . O sıralarda, Hz. Muhammed'e (s.a) peygamberlik geleli henüz beş altı yıl
olmuştu ve henüz mesajı Arabistan dışına ulaşmamıştı. Bu nedenle müslümanlar, Hıristiyanlara kâfir
gözüyle bakmıyorlar, fakat Yahudileri Hz. İsa'nın (a.s) peygamberliğini inkâr ettikleri için kâfir olarak
kabul ediyorlardı. Üçüncüsü Kasas/52-55 ve Maide/82-85'de de değinildiği gibi Hıristiyanlar ta
başından beri müslümanlara hoşgörülü davranıyorlar ve içlerinden çoğu hakkın mesajını
açıkgönüllülükle hemen kabul ediyorlardı. Bundan başka Hıristiyan Habeş Kralının kendisine sığınan
müslümanların tarafını tutup Mekkeli müşriklerin müslümanları kendilerine teslim etmesi isteklerini
geri çevirmesi de, müslümanların Mecusilere karşı Hıristiyanların tarafını tutmasını gerektiriyordu.
(Mevdudi; Tefhimü’l Kur’an)

Rumların Mağlup Olması Ve Sonraki Durum Hakkındaki Haber:


Müfcssirler bu ayetlerle ilgili birçok rivayet naklctmiştir. Makul çerçevede özeti şudur: Bu
ayetler Arap yarımadasına komşu Şam ve Fırat bölgelerinde Rumlarla Farslar arasında harp olduğu bir
dönemde inmiştir. Bu savaşta İranlılar Rumları mağlup etmişti ve Mekke müşrikleri buna çok
sevinerek müslümanlara karşı sevinçlerini izhar ederek onlarla alay etmeye başladılar. Çünkü
müslümanlar kaynak ve özün bir olduğunu, bunun kendileriyle Ehli Kitap arasını birleştirdiğini
söylüyorlardı ve Hıristiyan Rumlar da onlardandı.
Bu durum müslümanlara çok ağır geldi ve üzüldüler. Bunun üzerine Allah onları bu ayetlerle
müjdeleyerek rahatlattı. Ayetlerin içeriğinde her ne kadar açık olarak Farsların bahsi ve müşriklerin
sevinip alay etmeleri geçmese de, yukarıdaki özet bilgiyi teyit etmektedir.
Bundan başka çeşitli sığalarla gelen birçok rivayete göre müslümanlarla kâfirler arasında
durumun kızıştığı, hatta ayetlerin müjdelediği gibi Rumların hezimete uğramalarından sonra tekrar
galip olacakları müjdesinin doğruluğu üzerinde ödüllü bahislere girildiği ifade edilmektedir. Bunların
birinde bunun Ebu Bekir ile Ümeyye b. Halef arasında olduğu ve onların beş veya altı yıl gibi bir süre
koydukları aktarılmaktadır. Ebu Bekir bunu Peygamber'e bildirdiğinde ona bahis kıymetiyle süreyi
arttırmasını emretti, çünkü “bid'ı [birkaç]” kelimesi üçten dokuza kadar uzayabilmektedir. O da öyle
yaptı ve nihayette Rumlar galip oldu, Ebu Bekir bahsi kazandı ve müşriklerin çoğu müslüman oldu.
Başka bir rivayete göre Ebu Bekir ile Ümeyye'nin tayin ettikleri süre geçmiş ama Rumlar galip
olamamışlardı ve Ebu Bekir bahsi kaybetmişti. Dikkat edilirse bu rivayete göre sûre veya bu ayetlerin
hicretten çok önce inmiş olmaları gerekmektedir. Ancak hemen hemen üzerinde ittifak edilen
nakledilmiş tertiplere göre bu surenin veya ayetlerin nüzulü Mekke döneminin sonlarında olmuştur ve
bu dönemde Kur'an'dan inen son ayetler arasında yer almaktadır; zira bunun inmesinden az bir müddet
sonra Peygamber ve ashabı Medine'ye hicret etmişlerdir.
Her ne olursa olsun Allah vaadini ve müjdesini birkaç yıl içerisinde gerçekleştirmiş ve Rumlar
dönüp İranlıları tarih kayıtlarında sabit olduğu gibi mağlup etmiştir. Müfessirlerin naklettikleri
rivayetler arasında bunun Hicret'ten yaklaşık iki sene sonra Bedir gazvesi esnasında olduğu da ifade
edilmektedir. Bir kısım müfessir de bunun Hudcybiye olayı sırasında olduğunu nakletmektedir; bu
esnada Kureyş'in ileri gelenleri Peygamber ve müslümanlarla bahse girmek zorunda kalmışlardı, bu
Hicret'in altıncı yılında olmuştu, Fetih sûresi ilk ayetinin de vasfettiği gibi bu apaçık bir zaferle
sonuçlanmıştı: "Biz sana apaçık bir fetih verdik. (Fetih/1)” Müslümanlar, kitap ehli olmayan
Mecusilerle birlikte olan müşriklere karşı zafer kazanmışlardı, aynı dönemde kitap ehli olan Rumlar
da Mecusilere karşı zafer kazanmışlardı. Böylece müslümanların sevinci çift olmuş, Kur'an
haberlerinden biri gerçekleşmişti.
Müslümanların Rumların mağlup olmalarından üzülmeleri, galip olmalarından da sevinmeleri
kaynak ve özde birleşmelerinden dolayıdır. Bu daha önce tefsiri geçen, o sırada bizim de dikkat
çektiğimiz birçok surenin çeşitli ayetleriyle de teyit edilmiştir.
Bunlar arasında Peygamber'in üzerine Kur'an vahyinin inmesinden dolayı sevinen kitap ehlinin
bulunduğu haberinin yer aldığı ayetler de vardır. Ra'd sûresinin "Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler
sana indirilenden sevinirler..." ve bu indirilenin Allah tarafından olduğuna onlardan yakinen inananlar
olduğunu açıklayan En'am sûresinin 114. ayeti: "Allah, size kitabı açıklanmış olarak indirmiş iken
O'ndan başka bir hakem mi arayayım? Kendilerine kitap verdiklerimiz, O (Kur'an)'nun gerçekten
Rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler..." Açıkça iman ettiklerinin haberini içeren Kasas sûre-

9
sinin 52. ve 53. ayetleri: "Bundan önce kendilerine kitap verdiklerimiz, bu Kur'an'a inanırlar. Onlara
Kur'an okunduğu zaman: 'Ona inandık, O Rabbimizden gelen gerçektir... Zaten biz ondan önce de
müslümanlar idik' derler" ve İslam şeriatı ile Önceki peygamberlerin şeriatlarının aynı kök ve özden
olduklarını gösteren Şûra sûresinin 13. ayeti: "O 'Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa
düşmeyin diye dinden Nuh'a vasiyet ettiğini ve sana vahyettiğimizi; İbrahim e, Musa'ya ve İsa'ya
vasiyet ettiğimizi sizin için de teşri' etti (bir şeriat kıldı). Senin kendilerini çağırdığın şey, müşriklere
ağır geldi..." bunlardandır.
Bütün bunlar müşrikleri öfkelendiriyordu. Özellikle de kitap ehlinin Kur'an'a inanıp tasdik
etmeleri karşısında, onların Allah'ın kitabını ve Peygamberini inkâr etmelerinden dolayı Kur'an onları
kınıyordu. Farslar galip geldiğinde bu nedenden sevinip coşmuşlar, müslümanlar da üzülüp
kederlenmişlerdi.
Açıkça ifade etmek gerekir ki, bizim bu açıklamalarımız, Mekke ve Medine'de inen kitap
ehlinden bir grubun, özellikle de Hicaz Yahudilerinin Peygamber'e ve Kur'an'a karşı inkarcı ve
düşmanca bir tavır takındıklarını ifade eden birçok ayetle ters düşmemektedir. Biz önceki
münasebetlerde bunun sebeplerini Kur'an naslanyla da destekleyerek açıklamıştık. Bu açıklamalarımız
aynı şekilde daha sonra ortaya çıkıp Peygamber'den sonraki dönemlere kadar uzayan, Peygamber ile
Rumlar arasındaki düşmanlık ve savaş durumuyla da ters düşmemektedir; zira Rum vatandaşları
Peygamber'in elçilerine, Hıristiyan Arap kabileleri de müslümanların kafilelerine saldırmıştı ve bu,
söz konusu neticeye neden olmuştu; yani düşmanlığa başlayan Rum tarafı olmuştu ve böylece
düşmanlığı defetmek de müslümanların hakkı ve görevi haline gelmişti.
Bu arada Kur'an, anlattığı haber ve kıssalarla öğüt vermeyi amaçladığından, vahiy hikmeti bu
hadisenin de buna vesile olmasını murat etmiş ve ayetler Allah'ın yardım edeceğini, zaferi vaat ettiğini
ve sevinme hakkının da müminlere ait olduğunu ifade eden umumî bir müjde ihtiva etmiştir. Gelip
geçici işlerle ilgilenip dış görünüşlere önem vererek aldanan, önemli ve tehlikeli olandan gafil olan
insanlar da ayetlerde kınanmıştır.
Şunu da belirtelim ki, "Ğulibet" kelimesindeki "Ğayn" harfi fetha-üstün, "seyağlibûn"
kelimesindeki "ye" harfi zamme-ötre ile de okunmuştur. Ancak en doğru olanı birincisinde zamme-
ötre, ikincisinde fetha-üstün kıraatidir, çünkü Rumlar peygamberliğin ilk yıllarında mağlup olmuşlar,
sonra da galip gelmişlerdir (Derveze; et Tefsirü’l Hadis)

ROMALILARIN GALİBİYETİ VE EN ALÇAK YER

Romalılar yenilgiye uğradılar.


Dünyanın en alçak yerinde. Ama onlar yenilgilerinin ardından yeneceklerdir.
Üç ile dokuz yıl içinde. Bundan önce de, sonra da emir Allah'ındır. O gün inananlar
sevineceklerdir. (Rum Suresi 2-4)

Kuran ayetlerinin indiği dönemde, Romalılar [Rumlar] Hıristiyan, Persler [İranlılar] ise ortak
koşan [ateşe tapan] topluluklardı. Romalılar'la Persler'in arasında geçen savaşta Persler'in savaşı
kazanması, Hıristiyanlar gibi tek Allah'a inanan Müslümanlar'ı üzmüştü. Ortak koşan bir toplumun
Allah'a inanan bir topluluğa karşı galibiyeti moralleri bozmuştu. Bu durumun üzerine Kuran,
Romalılar'ın [Bizans'ın] yakında galip geleceğini ve inananların bu olay üzerine sevineceğini
müjdelemiştir. 4. ayette geçen "bıdı sinin" ifadesi üç ile dokuz arası sayıları ifade eder. Arapça'da
tekil için ayrı, iki adet için ayrı, ondan fazla sayıları belirtmek için ayrı ifadeler vardır.
Hz. Muhammed dini ilk yaymaya başladığı günden itibaren kendisine inanan insanlar hep var
olmuş, gittikçe bu sayı artmıştır. Eğer Kuran'ın bu ifadesi yanlış çıksaydı hiç şüphesiz Kuran'a ve
Hz. Muhammed'e karşı güven sarsılacak ve birçok kişi dine inanmaktan vazgeçecekti. Yani
Kuran'ın, Allah'ın vahyi olmadığını zanneden bir insan için, Kuran'da geleceğe yönelik böyle bir
haberin verilmesi, bütün bir sistemin tehlikeye atılmasıdır. Peygamberin, haberin yanlış çıkması
halinde kaybedecekleri, haberin doğru çıkması halinde kazanacaklarından çok daha fazladır. Fakat
bu dinin sahibi Allah'tır, bu müjdeyi veren de Allah'tır. Bu yüzden hiçbir tehlike yoktu ve hiçbir
sorun da olmamıştır. O küçük topluluğun Kuran'a duyduğu güven hiç sarsılmamış ve kısa zamanda
tüm bölge inananlarla dolmuştur.
BU NE CESARET!
Bu ne cesaret, bu ne kendine güven, bu ne tereddütsüz bir haber vermedir! Böyle bir cesaret
ya üstün bir bilginin cesaretidir, ya da cahil cesur olur misali cahil cesaretidir. (Sonuçlar hangi
şıkkın doğru olduğunu ispatlıyor.) Bu haberin Allah'ın vahyi olduğunu bilmeyenler, bu haberin tüm
bir sistemin tehlikeye atılması olduğunu zannederler. Üstelik bu haber, olması zor olanın
müjdelenmesidir. Çünkü savaşı kaybetmiş olan bir devletin, yakında kaybettiği topluluğa karşı

10
savaşı kazanacağı söylenmektedir. Bir de "bıdı sinin" ifadesinden üç ile dokuz sene arasında bu
olayın gerçekleşeceği anlaşılmaktadır.
Bu haber yalan çıksa, hem inananların inancı sarsılacak, hem ortak koşanların dine karşı bir
delilleri olacaktır. Oysa tarih şahittir ki; ortak koşanlar Peygamberimize deli, büyücü, menfaatçi
gibi suçlamalar yapmalarına karşın, hiçbiri Peygamberin şu söylediği yanlış çıktı, Kuran'ın bu vaadi
gerçekleşmedi dememişler, daha doğrusu diyememişlerdir. Oysa bu tarz delile o ortak koşanlar çok
muhtaçtılar. Peygamber'e ve inananlara karşı kılıçlarla savaşıp onları öldürmeye çalışmak zor bir
yoldu. Eğer ortak koşanların, dine karşı bu tarzda deliller ortaya çıkarmaları mümkün olsaydı,
savaşmak gibi zor bir yol yerine, bunu denerlerdi. Zor yolu seçmeleri böyle bir koza sahip
olmadıklarını göstermektedir. Kuran'ın tüm dedikleri çıkmış ve bu noktada ortak koşanlar bile bir
itirazda bulunamamışlardır. Nasıl günümüzde Kuran'ın birçok mucizesine rağmen ve Kuran'a
alternatif hiçbir kitabın, hiçbir sistemin gösterilememesine rağmen hâlâ inanmayanlar varsa ve de
olacaksa, o dönemde de böyle olmuştur, her türlü delili görmelerine rağmen inanmayanlar olmuştur.
Fakat tüm bu inanmayanlar, daha Peygamberimiz hayattayken yaşadığı bölgeye Kuran'ın hakim
olmasını engelleyememişlerdir.
UMUTSUZLUKTAN ZAFERE
Bizans [Doğu Roma] tarihini okuyanlar Bizans imparatorluğunun en büyük bunalımlarından
birini 7. yüzyılda [Kuran'ın indiği dönemde] yaşadığını, bu bunalımın en önemli sebeplerinden
birinin Persler'le yaşanan sorunlar olduğunu göreceklerdir. Bizans daha sonra sorunlarını aşmış ve
bu bunalımı atlatmıştır. Tarihi bilgiler, Kuran'ın, Bizans tarihi hakkındaki söylediklerinin
doğruluğunu onaylar.
Tarihi kaynaklarda Bizans'ın Persler'le yapılan savaşta uğradığı kayıp yüzünden bir daha
toparlanamayacağının sanıldığı anlatılır. Anlatılanlara göre, Bizans Kralı Heraklius bu bunalımlı
dönemde ordunun masrafları için kiliselerdeki altın ve gümüş süs eşyalarını bile eritip kullanmıştır.
Persler daha önce Bizans'ın olan Mezopotamya, Kilikya, Suriye, Filistin, Mısır ve Ermenistan'ı işgal
etmişlerdir. Umudun olmadığı bir dönemde Kuran, Bizans'ın yakında [3 ila 9 yıl arasında] galip
geleceğini müjdelemiştir. Tarihi kaynaklar bu müjdeden dolayı Peygamber ve etrafındakilerle alay
edildiğini, bu haberin çıkışına ihtimal verilmediğini kaydederler.
Oysa Kuran'ın her haberi gibi bu haberi de doğru çıkacaktır. Bizans, MS. 627 yılında Persler'i
Ninova harabelerinin yakınında yener. Persler işgal ettikleri yerleri Bizans'a geri veren bir anlaşma
imzaladılar (Bakınız Warren Treadgold, A History of the Byzantine State and Society, Stanford
University Press, sayfa 287-299)
DÜNYANIN EN ALÇAK YERİ
Rum Suresi 3. ayette Rumlar'ın Dünya'nın en alçak yerinde yenilgiye uğradıkları geçer.
Arapça Dünya'nın en alçak yeri "Edna el-Ard" olarak ifade edilir. Bu ifadeyi bazı çevirmenler en
yakın yer olarak çevirmişlerdir. Fakat bu çeviri, ayetin ifadesinin temel anlamına uygun değildir, bu
ancak yan bir anlam olarak kabul edilebilir. Ayetin Arapçası'nın temel ifadesi, bu yenilginin
Dünya'nın en alçak [Edna el-Ard] yerinde gerçekleştiği şeklindedir. Anlaşılıyor ki, ayetin temel
anlamıyla neyi ifade ettiğini anlamayan çevirmenler, yan bir anlamlandırmayla ayeti çevirmişlerdir.
Umarız ayetin ortaya koyduğu bir mucizeyi daha açıklayan açıklamamızdan sonra çevirmenler de
gerekli düzeltmeyi yaparlar.
Bizans İmparatorluğunun Persler'e yenildiği bölge Suriye, Filistin ve şimdiki Ürdün
topraklarının kesiştiği bölgede yer alan Lut gölü (ölü deniz) havzasıdır. Deniz seviyesinden 395
metre aşağıda olan Lut gölü çevresi, Dünya'mızın "en alçak" noktasıdır (Dünya'nın en yüksek
noktası Himalayalar, en alçak noktası Lut Gölü [Ölüdeniz] havzasıdır). Rumların ileride savaşı
kazanacağını söyleyerek geleceğe dair hiç tahmin edilmeyen bir haberi vererek bir mucize oluşturan
Kuran, bu ifadesiyle ancak son yüzyılın ölçüm teknikleriyle bilinebilmiş bir bilgiyi önceden
açıklayarak bir mucize daha oluşturmuştur.
MEKKE'Yİ FETHEDECEKSİNİZ

Allah, elçisinin gördüğü rüyanın gerçek olduğunu doğrulamaktadır. Allah dilerse (İnşallah),
siz güven içinde başlarınızı traş etmiş, kısaltmış olarak korkusuzca Mescidi Haram'a muhakkak
gireceksiniz. Sizin bilmediklerinizi bildiği için bundan önce size yakın bir fetih verdi. (48 Fetih
Suresi 27)

Allah, Kuran'da, Peygamber'in rüyasının gerçekleşeceğini ve Mescidi Haram'a saçlar tıraş


edilmiş veya kısaltılmış bir şekilde gireceklerini söyler. Kuran'ın bu mucizesi de bu bölümde
incelediğimiz Rumların yenilgilerinden sonra galip geleceklerini söyleyen ayet gibi gelecekle ilgili
verilen haberlerle ilgili bir mucizedir. Peygamberimizin ve inananların Mekke'den kovulduklarını,

11
Mekkelilerin sayısal ve askeri güç açısından başta üstün olduklarını, inananları hicrete [göçe]
mecbur ettiklerini biliyoruz.
Birçok Peygamber dini, dini yaydığı topraklara hâkim edemeden vefat etmiştir. Eğer Kuran'ın
müjdesi olmasa Peygamberimiz Mekke'yi fethedeceğini bilemez, bu konuda bir iddiada
bulunamazdı. Peygamberin başta rüyasında gördüğü bu olay, Kuran'ın ayetleriyle bir müjdeye
dönüşmüş ve inananlar kovuldukları, zayıf oldukları için terk etmek zorunda kaldıkları toprakları
geri almışlardır.
Kuran'ın bu ayetleri gibi, Ebu Leheb'in müslüman olmayacağını söyleyen ayetler de (111.
sure) mucizevî niteliktedir. Peygamberimizle baştan savaşan Ebu Süfyan, Vahşi gibi birçok
kimsenin sonradan müslüman olduğu bilinmektedir. Eğer Ebu Leheb sonradan müslüman olmaya
kalksaydı veya müslüman olduğuna dair rol yapsaydı (Sırf kendisi hakkındaki ayetleri yalanlamak
için) birçok kişinin aklını bulandırabilirdi.
Gelecekle ilgili tüm bu Kuran ayetleri, Kuran'ın ifadelerindeki endişesizliği, güveni,
iddialılığı göstermektedir. İnsan eliyle yazılacak olan bir kitapta duyulacak endişelerin hiçbiri
Kuran yazılırken duyulmamıştır. Bu Kuran'ın insan yazması olmadığının, geleceği de çok iyi bilen
Allah'ın vahyi olduğunun sayısız delillerinden biridir.
Biz bu kitabı sana her şeyin ayrıntılı açıklayıcısı, bir doğruya iletici, bir rahmet,
Müslümanlara bir müjde olarak indirdik. (16 Nahl Suresi 89)
(Kur’an araştırmaları gurubu; Kur’an hiç Tükenmeyen Mucize)

Tekrar konumuz olan 2- 7. ayetlerin tahliline dönersek, şu hususları da eklemek


gerekir:
Bu ayetlerde aynı zamanda müminlere uluslararası siyaset de öğretilmektedir.
Şöyle ki: Müminler her zaman ehli imandan yana olmalıdırlar. Mümin taraf
dururken, müşrik ve inkârcı tarafı tutulamaz, onlara destekçi olunamaz. İnanan taraf
ile inkârcı taraf arasındaki çatışmanın türü sıcak savaş da olsa böyledir, ekonomik,
siyasi ve kültürel savaş da olsa böyledir.
Ayetteki “Bundan önce ve sonra emir Allah’ındır” ifadesinden, zaferi ve
yenilgiyi Allah’ın takdir ettiğini anlamaktayız. Zaten birçok ayette Rabbimiz
inananlara yardım edeceğini vaat etmiştir, Ayrıca ileride birçok ayette yer aldığı gibi
bu vaadini de gerçekleştirmiştir.
Ve ant olsun ki Biz, senden önce birtakım elçileri kavimlerine gönderdik de, onlar, onlara,
apaçık delilleri getirdiler. Sonra Biz, günah işleyen kimselerden intikam aldık. Müminlere yardım da,
Bizim üzerimize bir hak idi. (Rum/47)

Ve hani sen, sabah erkenden müminleri savaş mevzilerine yerleştirmek için ehlinden ayrılmıştın.
-Ve Allah, en iyi işitendir, ve en iyi bilendir.-
O zaman sizden iki gurup, Allah, kendilerinin velisi olmasına rağmen bozulmaya yüz tutmuştu.
Artık inananlar, yalnızca Allah'a tevekkül etsinler.
Ve ant olsun, sizler güçsüz iken, Allah, şükredesiniz diye size Bedir'de yardım etti. Öyleyse
Allah'a takvalı davranın.
Hani sen inananlara, “Rabbinizin, indirilen/ hulûl ettirilen üç bin melekle size yardım etmesi
size yetmez mi?” diyordun.
Eğer sabrederseniz ve takvalı davranırsanız, evet [sizi Rabbiniz destekler]. Ve eğer onlar,
ansızın üzerinize gelseler, Rabbiniz size işaretlenmiş/ eğiten/gönderilmiş beş bin melekle yardım eder.
Ve Allah, bunu [yardımı] size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. Ve
bu yardım, sırf, O [Allah], küfretmiş olan kimselerden bir kısmının kökünü kessin yahut onları perişan
etsin de kaybeden kimseler olarak dönüp gitsinler diye Azîz ve Hakîm Allah katındandır. (Al-i
Imran/121-126)

Hiç kuşkusuz, Allah, birçok yerde ve Huneyn Günü size yardım etti. Hani çokluğunuz size
güven vermişti de onun size bir faydası olmamış ve yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar
gelmişti. Sonra da arkası dönenler halinde kaçmıştınız.
Sonra Allah, elçisinin üzerine ve müminlerin üzerine huzurunu indirdi ve sizin görmediğiniz
ordular indirdi. Küfreden kimseleri de azaba uğrattı. Ve işte bu, o kâfirlerin cezasıdır.
Sonra, bunun [bütün bu olup bitenlerin] arkasından Allah, dilediği kimseye dönüş nasip eder. Ve
Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. (Tevbe/25-27)

12
Hani siz Rabbinizden yardım diliyordunuz da O [Rabbiniz], “Şüphesiz Ben işte art arda bin
melekle size yardım ediyorum” diye cevap vermişti.
Ve Allah bunu sırf size bir müjde olsun ve bununla kalpleriniz yatışsın diye yapmıştı. Ve zafer
ancak Allah katındandır. Şüphesiz Allah, Azîz’dir, Hakîm’dir.

O sırada size, yine katından bir güven olarak bir uyku sardırıyordu, sizi temizlemek, şeytanın
pisliğini sizden gidermek, yüreklerinize kuvvet vermek ve ayaklarınızı sağlam durdurmak için gökten
üzerinize yağmur indiriyordu.
İşte o anda Rabbin meleklere: “Şüphesiz Ben, sizinle beraberim, inanmış kimselere sebat verin.
Ben, küfretmiş kimselerin yüreğine korku salacağım, hemen boyunların üstüne vurun, onlardan tüm
parmak uçlarına [eklemlerine] da!” (Enfâl/9-12)

Bu bağlamda ayrıca Ali Imran/138-164. ayetlerden oluşan pasaj da okunmalıdır.

8- Kendi içlerinde hiç düşünmediler mi ki Allah, göklerde, yerde ve bu ikisi


arasında bulunan her şeyi ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre için yaratmıştır? Ve
şüphesiz insanlardan çoğu, Rabblerine kavuşmayı kesinlikle inkâr edenlerdir.
9- Onlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin akıbetlerinin nasıl
olduğuna bakmadılar mı? Onlar, kendilerinden daha güçlü idiler; yeryüzünü kazıp
altüst etmişler, onu bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi. Elçileri de
onlara nice açık delilleri getirmişlerdi. O hâlde Allah onlara zulmedecek değildi;
fakat onlar kendilerine zulmetmekteydiler.

Bu ayetlerde Rabbimiz, insanlardan ve özellikle de yalanlayıcı kesimden


Kendisini tanımalarını istemekte; bunun için de onları yerde ve göklerde kurduğu
düzeni araştırmaya, evrenin geçici olmak gerçeği ile yaratıldığını tespite ve geçmişte
çok güçlü olmalarına rağmen inkârcılıkları yüzünden perişanlığa düşmüş,
mahvolmuş toplulukları araştırmaya, sonra da düşünmeye davet etmektedir. Onlar
bizzat kendilerine etmişlerdir, azap edilmelerinin nedeni kendi elleriyle yaptıklarıdır.
Burada konu edilen geçmiş kavimler Âd ve Semûd kavimleridir. Daha evvel
birçok kez açıkladığımız gibi, Resulullah’ın çağdaşı olan Araplar bu kavimlerin
geriye bıraktıkları kalıntıları görüyor, bir yere gittiklerinde o ülkelerin topraklarından
geçiyorlardı.
Ancak araştırılması gerektiği mesajı verilen eski toplumlar sadece o günün Arap
toplumunun bildiği bu kavimler ile sınırlı değildir. Dünyanın dört bir tarafındaki
geçmiş uygarlıkların tümü incelenip hepsinden ders çıkarılmalıdır.
8. ayette “Kendi içlerinde hiç düşünmediler mi ki, Allah, göklerde, yerde ve bu
ikisi arasında bulunan her şeyi ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre için
yaratmıştır?” denilerek evrenin kaderinin “sona ermek” olduğunun herkesçe
bilinebilecek bir olgu olduğuna işaret edilmektedir. Bu husus birçok ayette
vurgulanmıştır:
O [Allah], gökleri ve yeryüzünü hak ile yarattı. O, onların ortak koştukları şeylerden yücedir.
(Nahl/3)

Peki siz, Bizim sizi sadece boş yere yarattığımızı ve şüphesiz sizin yalnızca Bize
döndürülmeyeceğinizi mi sandınız? (Mü’minun/115)

Allah, gökleri ve yeri hak ile yarattı. Şüphesiz bunda, iman edenler için kesinlikle bir ayet
vardır. (Ankebut/44)

Eğer o ikisinde [yer ile gökte] Allah'tan başka ilâhlar olsaydı, bunların ikisi de kesinlikle kargaşa
içinde olurdu [düzenleri bozulurdu]. O halde Arş'ın Rabbi olan Allah, onların nitelemekte oldukları

13
şeylerden münezzehtir. (Enbiya/22)

9. ayette konu edilen “tarihten ve arkeolojik kalıntılardan, ören yerlerinden ibret


alma” konusu Kur’an’da sıkça vurgu yapılan bir konudur:
Görmediler mi ki Biz, onlardan önce yeryüzünde size vermediğimiz bütün imkânları kendilerine
verdiğimiz, gökyüzünü üzerlerine bereketlerle gönderip altlarında ırmaklar akıttığımız nice nesilleri
helâk ettik. Biz onları, günahları sebebiyle helâk ettik ve onların sonrasından başka bir nesil
oluşturduk. (En’am/6)

Ve yeryüzünde gezip de bir bakmadılar mı, kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuş? Hâlbuki
onlar, kuvvetçe kendilerinden daha çetin idiler. Göklerde ve yeryüzünde Allah’ı aciz bırakan hiçbir
şey yoktur. Kesinlikle O, en iyi bilendir, en güçlü olandır. (Fatır/44)

Daha yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuş bir bakmazlar mı? Onlar
kendilerinden hem daha çok, hem de kuvvetçe ve yeryüzündeki eserlerinin sağlamlığı bakımından
daha çetin idiler. Öyle iken o kazandıkları şeyler, kendilerine fayda vermedi. (Mü’min/82)

Bunlardan başka Al-i Imran/137, En’am/11, Yusuf/109, Nahl/36, Hacc/46,


Ankebut/20, Rum/42, Mü’min/21 ve Muhammed/10’a da bakılmalıdır.

10 - Sonra Allah'ın ayetlerini yalanladıkları için, o, kötülük eden kimselerin


akıbetleri, “en kötü” oldu. Onlar alay da ediyorlardı.

İnkârcıların açıkça tehdit edildiği bu ayette, Allah’ın ayetlerini yalanlayarak


onlarla alay edenlerin, işledikleri kötülüklerine karşılık ahiretteki akıbetlerinin “en
kötü” olacağı bildirilmektedir.
Ayette kötülüğün karşılığı “ ‫الشوأى‬es-Süa [en kötü]” diye nitelenmiştir. Ayetteki
“en kötü” ifadesiyle kastedilen, cehennem ateşidir. “Kötülük eden kimseler” ise şirk
koşanlar, inkârda bulunanlardır. Zira ayetin devamında “Onlar alay da ediyorlardı”
denilmiştir. Allah’ın ayetleriyle onlardan başkası alay etmez. İnandığını iddia edip de
alay eden kişi de aslında inkârcıdır.
İyiliğin karşılığı ise “ ‫الحسنى‬el-husna [en güzel olan]” olarak nitelenmişti:
Göklerde ne var, yerde ne varsa Allah'ındır; yaptıklarıyla kötülük sergileyenleri cezalandırması,
güzel davranıp güzel düşünenleri de güzellikle ödüllendirmesi için. (Necm/31)

O dedi ki: “Kim zalimlik ederse muhakkak ona azap edeceğiz; Sonra Rabbine geri
döndürülecek, sonra O da onu görülmemiş bir azapla azaplandırır. Amma her kim de iman eder ve
salihi işlerse artık buna da en güzel karşılık vardır. Ve Biz onun için emrimizden kolay olanı
söyleyeceğiz.” (Kehf/87, 88)

Güzellik yapan kişiler için daha güzeli ve fazlası vardır. Yüzlerine kara bulaşmaz, zillet de. İşte
bunlar cennet ashabıdırlar. Onlar orada ebedî kalıcıdırlar. (Yunus/26)

11, 12 – Allah, yaratmayı ilkin yapar, sonra onu iade eder. Sonra da O’na
döndürülürsünüz. Saat’in dikildiği gün de suçlular, ümidi keserler.
13 – ortak koştuklarından, onlar için şefaat edecekler de bulunmaz. Ve onlar,
ortaklarını inkâr edenler oldular.

Bu ayetlerde Rabbimiz kendisini tanıtmakta ve yarattıklarının kendisinden


kaçamayacaklarını, mutlaka sorgulanacaklarını bildirirken, aynı zamanda da bu gün
mağrurlanan müşriklerin o gün ümitlerini keseceklerini; güvendikleri sözde
şefaatçilerin [Allah’a ortak tanıdıkları kişi ve nesnelerin] de ortalarda
bulunmayacağını bildirmektedir.

14
Ayette geçen “ortak koştuklarından” şeklindeki ifadeden, geçmişten günümüze
şirk unsuru olarak kullanılan her türlü şirk malzemesi; melekler, peygamberler,
azizler, şehitler ve salih insanlar, Ay, güneş, gezegenler, ağaçlar, taşlar, hayvanlar
gibi cansız veya şuursuz varlıklar; ya da şeytan, dini liderler, zalimler, despotlar gibi
insanları kandırıp saptırarak veya baskı yaparak Allah'ın kullarını kendilerine ibadete
zorlayan tağutlar anlaşılabilir.
Bunların ahiret günü hiçbir işe yaramayacağı Kur’an’da yüzlerce kez ifade
edilmiştir:
Ve ant olsun ki, siz, sizi ilk defa yarattığımız zamanki gibi yapayalnız / teker teker Bize
geldiniz ve size verdiğimiz şeyleri arkanızda bıraktınız. Ve içinizde kendilerinin ortaklar olduğuna
inandığınız şefaatçilerinizi sizinle beraber görmüyoruz. Ant olsun aranızda kesilme olmuş ve yanlış
inandığınız şeyler kaybolmuştur. (En’am/94)

Ve hepsini toplayacağımız, sonra da o şirk koşanlar için “Yerlerinize! Siz ve ortaklarınız!”


diyeceğimiz gün, artık aralarını iyice açtık [açacağız] ve onların ortakları, “Siz sadece bize
tapmıyordunuz ki! Şimdi bizim aramızda ve sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. Biz sizin
ibadetinizden kesinlikle gafildik [duyarsızdık]” dediler [diyecekler]. (Yunus/28, 29)

İşte onlar, yeryüzünde âciz bırakanlar değillerdir. Kendilerinin Allah’ın astlarından veliyleri
[koruyan, yol gösteren, yardım edenleri] yoktur. Onlar için azap kat kat artırılır. Onlar [vahyi]
işitmeye tahammül edemiyorlardı ve de görmüyorlardı.
İşte onlar kendilerine zarar vermiş olan kimselerdir. O uydurdukları şeyler de kendilerinden
uzaklaşıp kaybolmuşlardır. (Hud/20, 21)

Ve o, ortak koşan kimseler, ortak koştukları şeyleri gördükleri zaman: "Rabbimiz! İşte bunlar,
Senin astlarından bizim kendilerine yakardığımız ortaklarımız olan kimselerdir" dediler. Onlar
[Koştukları ortaklar] da hemen onlara; "Şüphesiz siz kesinlikle yalancılarsınız" diye söz attılar.
Ve onlar, o gün, Allah'a teslimiyeti koydular. Uydurmuş oldukları şeyler de kendilerinden
uzaklaşıp gitti. (Nahl/86, 87)

Ve onlar, kendileri için bir izzet [güç, şan, şeref] olsun diye, Allah’ın astlarından ilâhlar
edindiler.
Hayır... Hayır... [Onların zannettikleri gibi değil]... Onlar [edindikleri ilâhlar] onların
ibadetlerini inkâr edecekler ve aleyhlerine dönüp karşı olacaklardır. (Meryem/81, 82)

Ve o gün O [Rabbin], onları ve onların Allah’ın astlarından taptıkları şeyleri toplar da, “Siz mi
saptırdınız şu kullarımı, yoksa kendileri mi o yolu kaybettiler?” der.
Onlar dediler ki: “Tespih ederiz Seni, Senin astlarından veliyler edinmek bize yaraşmaz. Ama
Sen onları ve atalarını öylesine nimetlendirdin ki, Zikr’i [Öğüt’ü] terk ettiler ve helâke giden bir
topluluk oldular.” (Furkan/17, 18)

Allah’ın âyetleri üzerinde tartışanları görmedin mi? Nasıl da döndürülüyorlar? Kitabı ve


elçilerimize gönderdiklerimizi yalanlayanlar elbette ileride, boyunlarında halkalar ve zincirler olarak
kaynar suya sürülüp, sonra ateşte yakılırlarken bileceklerdir. Sonra onlara: “Allah’ın astlarından
ortaklar koştuğunuz şeyler nerededir?” denir. Onlar: “Bizden kaybolup gittiler; aslında; biz zaten
önceleri hiç bir şeye yakarmıyorduk” derler. İşte Allah inkârcıları böyle saptırır: “İşte bu, yeryüzünde
haksız yere şımarmanız ve böbürlenmenizden ötürüdür. Orada sürekli kalmak üzere cehennem
kapılarına girin!” -İşte, büyüklenenlerin durağı ne de kötüdür!- (Mü’min/73, 74)

O saatin bilgisi sadece O’na [Allah’a] bırakılır. Onun bilgisi dışında hiçbir meyve kabuğundan
çıkmaz, hiçbir dişi gebe kalmaz ve bırakmaz [doğurmaz, düşük yapmaz]. Ve O [Allah], onlara:
“Benim ortaklarım nerede?" diye seslendiği gün, onlar: “Bizden hiçbir şahit olmadığını Sana arz
ederiz” derler.
Önceden tapmakta oldukları şeyler de kendilerinden uzaklaşıp kayboldu. Onlar kendileri için
kaçacak bir yer olmadığını da iyice anladılar. (Fussılet/47, 48)

14 – Ve Saat’in dikildiği günde de; işte o gün onlar, ayrılırlar.

15
15- Şimdi iman etmiş ve salihatı işlemiş kimselere gelince; artık onlar, bir
bahçe içinde neşelendirilirler.
16 – Şu küfreden, ayetlerimizi ve ahiret buluşmasını yalanlayan kimselere de
gelince; işte onlar azap içinde hazır bulundurulurlar.

Bu ayetlerde, kaçışı mümkün olmayan o günde inananlar ile inanmayanların


akıbetlerinin neler olduğu kısaca tasvir edilmiştir. O gün insanlar “inananlar” ve
“küfredenler” olarak iki guruba ayrılırlar. İnanmış ve salihatı işlemiş olan grup
cennette mutlu olarak yaşayacak; küfreden, ahireti ve Allah’ın ayetlerini yanlayan
grup ise azap içinde bulundurulacaktır. Bu gerçek Kur’an’da defalarca
hatırlatılmıştır:
Ve sizler üç eş [sınıf] olduğunuz zaman.
İşte sağın ashabı; sağın ashabı nedir?
Ve solun ashabı; solun ashabı nedir?
Öne geçenler de, öne geçenlerdir.
İşte onlar [öne geçenler], yaklaştırılanlardır.
İşte onlar [öne geçenler], Naim cennetlerindedirler.
Bir topluluk [çoğu] evvelkilerdendir, çok azı da sonrakilerdendir. (Vakıa/7-10)

Ve ey günahkârlar! Bugün [şimdi] siz hadi ayrılın!


Ben; “Ey âdemoğulları! Şeytana kulluk etmeyin, kesinlikle o size apaçık bir düşmandır ve Bana
kulluk edin, işte bu dosdoğru yoldur ve ant olsun ki o [şeytan] sizden birçok nesilleri saptırdı” diye
size ahd vermedim mi? Hâlâ aklını kullananlar değil miydiniz?
İşte bu, sizin vaat olunmuş olduğunuz cehennemdir.
İnkâr edip durduğunuz şeyler nedeniyle hadi bugün [şu an] yaslanın ona! (Ya Sin/59-64)

Toplayın o zulmedenleri, eşlerini ve Allah’ın astlarından tapmış oldukları şeyleri. Sonra da


onları Cahim’in [cehennemin] yoluna kılavuzlayın. (Saffat/22, 23)

Ve her ümmeti, diz çökmüş görürsün. Her ümmet, kendi kitabına çağırılır: “Bugün, yapmış
olduğunuz amellerin karşılığı size verilecektir. İşte bu, yüzünüze karşı hakkı konuşan kitabınızdır.
Şüphesiz Biz, sizin yaptıklarınızı yazdırıyorduk.” (Casiye/28)

Ve hepsini toplayacağımız, sonra da o şirk koşanlar için “Yerlerinize! Siz ve ortaklarınız!”


diyeceğimiz gün, artık aralarını iyice açtık [açacağız] ve onların ortakları, “Siz sadece bize
tapmıyordunuz ki! Şimdi bizim aramızda ve sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. Biz sizin
ibadetinizden kesinlikle gafildik [duyarsızdık]” dediler [diyecekler]. (Yunus/28)

Ve inkâr etmiş olanlar bölük bölük cehenneme sevk olundu [olunacak]. Nihayet oraya
vardıklarında kapıları açıldı [açılacak]. Ve onun bekçileri onlara: “İçinizden size Rabbinizin ayetlerini
okuyan, bu gününüzle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran elçiler gelmedi mi?” dediler [diyecekler].
Onlar: “Evet geldi” dediler [diyecekler]. -Velâkin kâfirler üzerine azap kelimesi hak oldu.-
“Sürekli olarak içinde kalmak üzere girin cehennemin kapılarından” denildi. -Büyüklük
taslayanların yeri ne kötüdür!-
Rablerine karşı takvalı olanlar da cennete bölük bölük sevk edildi. Nihayet oraya vardıkları,
kapıları açıldığı ve bekçileri onlara: "Selâm sizlere, tertemiz geldiniz!” dediği zaman “Ebedî olarak
içinde kalmak üzere haydi girin oraya!" dediler [denilecek].
Onlar da: "Bize vaadini doğru çıkaran ve bizi bu arza vâris kılan ve cennette bizi istediğimiz
yerde konup göçürten o Allah’a hamdolsun” dediler. -İşte, çalışanların ödülü ne güzeldir!- (Zümer/71-
74)

Şu ikisi, Rableri hakkında tartışmaya girmiş iki hasımdır. Artık küfretmiş kimseler; kendileri
için ateşten elbiseler biçilmiştir. Başlarının üstünden kaynar su dökülür. Bununla karınlarındaki şeyler
ve derileri eritilir. Ve onlar için demirden topuzlar vardır. Gamdan dolayı, oradan ne zaman çıkmak
isteseler, oraya geri çevrilirler. Ve, “Yakıcı azabı tadın!” (Hacc/19- 22)

Şüphesiz ki günahkârlar cehennem azabında süreklidirler. Kendilerinden hafifletilmeyecektir.

16
Onlar, orada da ümitsizlerdir. Ve Biz onlara zulmetmedik, fakat onlar, zalim kimselerin ta kendileri
idiler. (Zuhruf/75)

17, 18- O halde, Allah’ın arındırılması! Akşama erdiğinizde de sabaha


erdiğinizde de... Gece sırasında da öğleye erdiğinizde de… Göklerde ve yerde hamd
de sadece O’na aittir.

Bu ayetlerde, insanların akıllarını başlarına aldıkları takdirde ister istemez


yapmak zorunda kalacakları iş ortaya konmaktadır. Bu, “Allah’ı tanımak, O’nu her
türlü noksanlıktan arındırmak ve O’na hamd etmek”tir.
Daha önce de açıklandığı gibi, “tesbih”, “Yaratanı tüm nitelikleriyle tanımak ve
tanıtmak” demektir. Dolayısıyla Yüce Allah’ı tesbih etmek, “O’nu müşriklerin,
bilgisizlerin yakıştırdıkları noksanlıklardan, iftiralardan tenzih etmek ve sıfatları
gereğince yüceltmek” demektir. Peygamberimizden istenen tesbih budur; yani
Allah’ın gerektiği gibi tanıtılması eylemidir.
Dolayısıyla, bu ayetlere göre, bu gerçekleri bilenlerin Allah’ı gece gündüz
sürekli tanıtmaları gerekmektedir.
Bu konuyla ilgili olarak A’la/1, Kaf/39, 40, Ta Ha/130, Ali Imran/41, Hıcr/98,
Furkan/58, Mümin/55, Tur/48, Vakıa/74, Vakıa/96, Hakka/52 ve Nasr/3’e de
bakılmalıdır.
Ey iman eden kişiler! Allah'ı çok çok olmak üzere anın.
Ve O'nu sabah akşam [her zaman] tesbih edin [arındırın]. (Ahzab/ 41, 42)

19- O, ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarır ve yeryüzüne ölümünden


sonra hayat verir. Sizler de işte öyle çıkarılacaksınız.

Bu ayette Rabbimiz insanlar üzerindeki mutlak tasarrufunu vurgulamaktadır.


Asla unutulmaması gereken temel gerçek, yaratanın, diriltenin, öldürenin O olduğu;
ölüden diri, diriden ölü çıkardığıdır. O, yeryüzünü cansız iken bitkileri çıkartmak
suretiyle canlandırdığı gibi, insanları da ölümlerinden sonra diriltecektir.
Ve ölü toprak onlara [duyarsız kavme] bir delildir. Biz ona hayat verdik ve ondan taneler çıkardık da ondan
yiyip duruyorlar. (Ya Sin/33)

Ey insanlar! Eğer öldükten sonra dirilmekten kuşkuda iseniz, [bilin ki] ne olduğunuzu size açıklamak için
şüphesiz biz sizi topraktan, sonra nutfeden sonra bir alekadan [embriyondan] sonra yapısı belli belirsiz bir et
parçasından yaratmışızdır. Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız. Sonra sizi bir çocuk olarak
çıkartırız, sonra sizi, olgunluk çağına erişmeniz için bırakırız. Bununla beraber kiminiz öldürülür, kiminiz de
önceki bilgisinden sonra, hiçbir şey bilmemek üzere, ömrünün en rezil zamanına ulaştırılır. Bir de yeryüzünü
görürsün ki sönmüştür; fakat biz onun üzerine su indirdiğimiz zaman, harekete geçer, kabarır ve her güzel çiftten
bitkiler bitirir.
İşte bu [gösteriyor ki], şüphesiz ki Allah haktır [gerçektir]. Şüphesiz ölüleri sadece O diriltir ve şüphesiz
sadece O her şeye kadirdir.
Kıyamet ise şüphesiz gelicidir. Kesinlikle onda şüphe yoktur. Ve şüphesiz ki Allah bütün kabirlerde olan
kimseleri tekrar diriltecektir. ” (Hacc/5-7)

Ve O, hatırlarsınız/öğütlenirsiniz diye, rahmetinin önünde rüzgârları müjdeciler/dağıtıcılar [yayıcılar]


olmak üzere gönderir. O rüzgârlar, yağmur yüklü bulutları yüklenince, onu kurak bir beldeye gönderir, sonra
onunla suyu indiririz. Böylece onunla ürünün hepsinden çıkartırız. İşte Biz, ölüleri de böyle çıkaracağız.
(A'râf/57)

Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar
şeylerle denizde akıp giden gemide, Allah’ın semadan bir su indirip de onunla yeri ölümünden sonra diriltmesi
ve onda, her dabbeden [deprenen canlılardan] yaymasında, rüzgârları evirip çevirmesinde, gök ile yer arasında
emre hazır olan bulutta şüphesiz akıllarını çalıştıran bir kavim için elbette ayetler vardır. (Bakara/164)

17
Ve Allah gökten bir su indirdi de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltti. Şüphesiz ki bunda dinleyen
bir kavim için kesinlikle bir ayet vardır. (Nahl/65)

Ve Ant olsun, eğer onlara sorsan: “Kim gökten suyu indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra
diriltti?” Kesinlikle, “Allah” diyeceklerdir. De ki: “Hamd Allah’a özgüdür”. Bilakis onların çoğu akıllarını
kullanmazlar. (Ankebut/63)

Ve Allah rüzgârları gönderendir. Sonra onlar da bir bulutu harekete geçirip yukarılara kaldırır. Derken
Biz onu ölmüş bir beldeye sevk etmişizdir. Böylece yeryüzüne ölümünden sonra onunla hayat veririz. İşte
böyledir ölmüş çürümüş insanlara hayat vermek. (Fatır/9)

Şüphesiz senin yeryüzünü boynu bükük görüp de Bizim onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman onun
titreşmesi ve kabarması da O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz ki ona hayat veren kesinlikle ölüleri de diriltir.
Şüphesiz O, her şeye gücü yetendir. (Fussılet/39)

Şüphesiz göklerde ve yeryüzünde müminler için ayetler vardır. Ve sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı
dâbbelerde de [canlılarda da] kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır. Ve gece ile gündüzün birbiri
ardınca gelişinde ve Allah’ın gökten bir rızıktan indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği şeyde
ve rüzgârları evirip çevirmesinde aklını çalıştıran bir kavim için ayetler vardır. (Casiye/5)

20 – Sizi bir topraktan yaratması da Kendisinin ayetlerindendir. Sonra da siz,


şimdi, dağılıp- yayılan bir beşersiniz.
21- Yine O’nun ayetlerindendir ki, sizin için nefislerinizden kendilerine
ısınırsınız diye eşler yaratmış, aranıza bir sevgi ve merhamet koymuştur. Şüphesiz ki
bunda tefekkür edecek bir kavim için nice ayetler vardır.
22 - Yine göklerin ve yerin yaratılışı, dillerinizin ve renklerinizin değişikliği
O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda bilginler için nice ayetler vardır.
23 - Yine gecede ve gündüzde uyumanız ve lütfundan rızık aramanız O'nun
ayetlerindendir. Şüphesiz bunda kulak verecek bir toplum için nice ayetler vardır.
24- Yine O’nun âyetlerindendir ki, size hem korku ve hem de umut vermek için
şimşeği gösteriyor. Ve gökten bir su indiriyor da onunla yeryüzüne ölümünden sonra
hayat veriyor. Şüphesiz ki bunda aklını kullanacak bir kavim için nice ayetler vardır.
25 - Göğün ve yeryüzünün kendi emriyle durması yine O’nun ayetlerindendir.
Sonra sizi yeryüzünden bir tek çağırışla çağırdığı zaman bir de bakarsınız ki siz
çıkarılıyorsunuz.

46 – Size rahmetinden tattırsın, emriyle gemiler akıp gitsin diye ve


şükredersiniz diye lütfundan rızık aramanız için rüzgârları müjdeciler olarak
göndermesi de O’nun ayetlerindendir.

26 - Göklerde ve yerde kim varsa hepsi de O'nundur. Hepsi de O'na saygı


duyanlardır.
27 – Ve O, yaratmayı başlatan, sonra onu çevirip yeniden yapandır. Ve bu
O'na çok kolaydır. Ve göklerde ve yerde en yüce örnek O'nundur. Ve O, Azîz’dir,
Hakîm’dir.

Bu ayetlerde Rabbimiz neden övgüye layık olduğunu beyan etmektedir. Bu


beyanına göre Rabbimizin gerek kendi bünyemizde gerekse çevremizde, “İnsanın
topraktan yaratılması, sonra da yeryüzüne yayılması, kendi cinslerinden mutlu
olmaları için eşler sağlanması, eşler arasında sevgi merhamet bağı kurması, göklerin
ve yerin yaratılışı, dillerin ve renklerin farklılığı, gecede ve gündüzde uyumak,
O’nun lütfundan rızık aramak, hem korku hem umut vermek için şimşeğin
görülmesi, gökten su indirip onunla yeryüzüne ölümünden sonra hayat vermesi,
göğün ve yeryüzünün kendi emriyle durması” gibi binlerce ayeti mevcuttur.

18
TOPRAKTAN YARATILMA

Kur’an bağlamında ele alındığında, yaratılışın temeli olan topraktan kasıt,


insanın maddi yapısını oluşturan karbon, sodyum, kalsiyum gibi toprakta bulunan ölü
cevherlerdir. Rabbimiz bu maddeleri bir araya getirerek canlı varlıkları, özellikle de
insanı yaratmış ve bu maddeler ile uzaktan yakından alakası olmayan duyuları,
duyguları, akıl, vicdan ve diğer zihinsel fonksiyonları onun bünyesine yerleştirmiştir.

22. ayetteki “dillerinizin ve renklerinizin farklılığı” ifadesi, insanların renk ve


dillerinin birbirinden farklı oluşunun da Allah’ın plan ve programından
kaynaklandığı gerçeğine işaret etmektedir. Bu nedenle hiçbir ırk veya lisan sahibi bu
özellikleri nedeniyle horlanamayacağı gibi, bu özellikler hiçbir ırk veya lisan sahibi
tarafından tefahur/övünç kaynağı olarak da telakki edilemez.

24. ayette Rabbimiz “size hem korku ve hem de umut vermek için şimşeği
gösteriyor” buyurmuştur. Gök gürültüsü ve şimşek, yağmurun geleceğini gösteren,
dolayısıyla bitkilerin canlanacağı umudunu müjdeleyen bir tabiat olayıdır. Ancak bu
tabiat olayı aynı zamanda yıldırımla, sel felaketiyle her şeyi silip süpüreceği
korkusunu da beraberinde getirir.
25. ayetteki “Göğün ve yeryüzünün kendi emriyle durması yine O’nun
ayetlerindendir” ifadesiyle verilen mesaj Hacc ve Fatır surelerinde de yer almıştır:

Sen, Allah’ın yeryüzündekileri size boyun eğdirdiğini ve kendisinin emriyle denizlerde akıp
giden gemileri görmedin mi? Göğü de kendi izni olmaksızın yere düşmekten O tutuyor. Şüphesiz
Allah insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir. (Hacc/65)

Hiç şüphesiz gökleri ve yeryüzünü yok oluvermekten, Allah tutuyor. Ant olsun ki eğer onlar
[gökler ve yeryüzü] yok oluverirlerse, onları O’ndan sonra kimse tutamaz. Gerçekten O, çok yumuşak
davranan, çok bağışlayandır. (Fatır/41)

Yine 25. ayetteki “Sonra sizi yeryüzünden bir tek çağırışla çağırdığı zaman bir
de bakarsınız ki siz çıkarılıyorsunuz” ifadesi ise Rabbimizin evrenin varlığını süreli
olarak planladığını; yeri ve göğü belirli bir süre ayakta tutacağını; planladığı süre
dolduğunda da kıyameti koparacağını bildirmektedir.
De ki: “İster taş olun, ister demir. Veyahut gönlünüzde büyüyen başka bir yaratık olun.” Sonra
onlar; “Bizi kim geri döndürecek?” diyecekler. De ki: “Sizi ilk defa yaratmış olan.” Bunun üzerine
sana başlarını sallayacaklar ve “Ne zamandır bu?” diyecekler. De ki: “Çok yakın olması umulur! Sizi
çağıracağı [diriltileceğiniz] gün, O’nu överek O’nun çağrısına uyacaksınız ve sadece pek az
kaldığınızı zannedeceksiniz.” (İsrâ/52)

İşte o, bir tek haykırıştır.


Bir de bakmışsın onlar, meydandadır. (Nâziât/13, 14)

Sadece bir tek çığlık olmuştur. Bir de bakmışsın ki hepsi huzurumuzda “hazır ol”a
geçirilmişlerdir. (Ya Sin/53)

46. ayette Rabbimiz, 28. ayetin devamı mahiyetinde çevremizdeki ayetlerden


rüzgârın fonksiyonuna, denizcilikteki önem ve yararına dikkat çekmiştir. Rüzgârların
Allah’ın ayetleri oluşu ve yararları ile ilgili birçok ayet mevcuttur:
Ve Biz rüzgârları aşılayıcılar olarak gönderdik de gökten bir su indirip sizi onunla suladık. Onu
[suyu] hazinelerde tutanlar [biriktirenler] da siz değilsiniz. (Hicr/22)

19
Ve O, rüzgârları rahmetinin önünde müjdeci olarak gönderendir. Ve Biz ölü bir beldeye can
verelim, yarattığımız nice hayvanlara ve insanlara su sağlayalım diye gökten tertemiz bir su indirdik.
(Furkan/48, 49)

Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelişinde,


insanlara yarar şeylerle denizde akıp giden gemide, Allah’ın semadan bir su indirip de onunla yeri
ölümünden sonra diriltmesi ve onda, her dabbeden [deprenen canlılardan] yaymasında, rüzgârları
evirip çevirmesinde, gök ile yer arasında emre hazır olan bulutta şüphesiz akıllarını çalıştıran bir
kavim için elbette ayetler vardır. (Bakara/164)

28 - Allah, size kendinizden bir örnek veriyor: Hiç size rızık olarak verdiğimiz
şeylerde yeminlerinizin malik olduklarından [yasa ile size teslim edilen kişilerden]
ortaklarınız bulunur da onlarla siz eşit olur ve kendinize çekindiğiniz gibi onlarla da
karşılıklı çekinir misiniz? İşte Biz, aklını kullanan bir toplum için ayetleri böyle
açıklarız.
29 - Bilakis zulmetmiş kimseler, bilgisizce hevalarına uydular. Peki, Allah'ın
şaşırttığını kim yola getirebilir? Onlar için yardımcılardan da yoktur.

Bu ayetlerde Rabbimiz şirkin mantıksızlığını ortaya koymak için çok önemli,


dikkat çekici bir örnek vermektedir.
Verilen bu örnekte, “Hiç size rızık olarak verdiğimiz şeylerde yeminlerinizin
malik olduklarından [yasa ile size teslim edilen kişilerden] ortaklarınız bulunur da
onlarla siz eşit olur ve kendinize çekindiğiniz gibi onlarla da karşılıklı çekinir
misiniz?” denilerek kimsenin böyle bir ortaklığı, eşitliği kabul etmeyeceği, kimsenin
böyle bir saygı oluşturmayacağı inkari bir soruyla ortaya konulmuştur.
Örneği güncelleştirecek olursak: Hiçbir kimse evindeki hizmetçi ile
fabrikasındaki işçisini kendisi ile eşit kabul etmez. Durum böyle olunca, Allah'ın
kulları ve mahlûkları nasıl olur da Allah ile eşit ve O’nun ortağı olabilir? Nasıl olur
da kendilerine tapılmayı gerektirecek, Allah’ın özelliklerine denk bir özellikleri
olduğunu iddia edebilirler?
Bu örnek Kur’an’da kişi, nesne, kurum veya ne türden olursa olsun herhangi bir
şeyi Allah gibi mutlak otorite tanıyan kimseleri uyarmak için verilmektedir.

30 - O halde sen yüzünü, hanif olarak [eski inançlarını terk eden biri olarak]
dine, insanları üzerine ilk olarak yaratmış olduğu Allah'ın fıtratına doğrult. Allah'ın
yaratışında değişiklik söz konusu değildir. Dosdoğru/ayakta tutan din, budur. Fakat
insanların çoğu bilmiyorlar.
31, 32 – Kalben O’na yönelenler olarak, O’na takvalı davranın, salâtı ikame
edin, müşriklerden; dinlerini parça parça bölmüş, fırka fırka olmuş kimselerden de
olmayın. -Her fırka kendi yanlarındaki şeylerle böbürlenmektedir.-

Önceki ayetlerde yapılan açıklamalardan sonra bu ayetlerde de Resulullah’a ve


onun şahsında tüm insanlara Allah’a yönelmeleri emri verilmektedir. Daha sonra da
“Hanif [muvahhid]” (“Hanif” konusu için bkz: Tebyinü’l-Kur’an; c: 4, s: 587, 588)
müslümanlar muhatap alınarak dinde ayrılığa düşmüş olan, kendi inanç ve yollarıyla
böbürlenen kimselerden olmamaları yönünde uyarılmaktadır.

… Allah’a yönelmişler olarak, O’na şirk koşanlar olmayarak o putlardan olan kirlilikten
kaçının, yalan sözden de kaçının. Bilin ki, Allah’a ortak koşan kimse, gökten düşüp de kuşların
kaptığı veya rüzgârın kendisini ıssız bir yere sürüklediği şey gibidir. [Hacc/30, 31]

20
Yüce Allah insanların objektif olduğu ve kendilerine lütfedilen zihinsel yetileri
doğru kullandığı takdirde tevhid inancına erişeceğini, afak ve enfüsteki delilleri
değerlendirerek bu inancı bulabileceğini, insanın bunu başarabilecek yetilerle
donatıldığını açıklamaktadır.
İşte sen [o zaman], sırf Allah'ın rahmetiyle onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı
yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık onları bağışla, onlar için mağfiret dile.
İşlerde onlara da danış, bir kere de azmettin mi, artık Allah'a tevekkül et. Muhakkak ki Allah tevekkül
edenleri sever. (Al-i Imran/159)

Öyleyse, Allah’tan, geri çevrilmesi olmayan bir gün gelmeden önce yüzünü dosdoğru dine çevir.
O gün onlar, O’nun [Allah’ın], iman eden ve salihatı işleyen kimselere lütfundan karşılık vermesi için
bölük bölük ayrılırlar. Şüphesiz O, kâfirleri sevmez. Kim inkâr ederse, artık inkârı kendi aleyhinedir.
Kim de salihi işlerse, artık onlar da kendileri için döşek [rahat bir yer] hazırlamış olurlar. (Rum/43)

Güneş’e ve onun parıltısına ant olsun ki, onu izlediği zaman Ay’a, ona parlaklık verdiği zaman
gündüze, onu sarıp örterken geceye, göğe ve onu yapana, yeryüzüne ve onu yuvarlakça döşeyene,
nefse ve onu düzenleyene;
-ki O, ona fücurunu ve takvasını ilham etti- [ant olsun ki,] onu arındıran gerçekten kurtulmuştur.
Ve onu örten de kesinlikle zarara uğramıştır. (Şems/1- 10)

Hâlbuki senin Rabbin, kıyamet günü, “Biz, bunlardan gafildik” demeyesiniz yahut “Bundan
önce atalarımız şirk koşmuş, biz onlardan sonra gelen zürriyetiz/kuşaklarız, bâtılı işleyenlerin
işledikleri nedeniyle bizi mi helâk edeceksin?” demeyesiniz diye, Âdemoğullarının sulbünden onların
soylarını çıkarır ve onları kendi nefislerine tanık eder; “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Derler ki:
“Elbette Rabbimizsin, tanıklık ediyoruz.” (A'râf/172, 173)

Ve eğer yeryüzündekilerin çoğunluğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Çünkü onlar
sadece “zann”a uyuyorlar ve sadece saçmalıyorlar. (En'âm/116)

Rabbimiz, “Müşriklerden; dinlerini parça parça bölmüş, fırka fırka olmuş


kimselerden de olmayın!” buyurmaktadır. Böylece dinlerini değiştiren ve bir kısmına
inanıp bir kısmını inkâr edenler, dinlerini bir takım mezheplere ayırıp mezhep
fanatikliği yapanlar kınanmaktadır:

Şüphesiz şu, dinlerini parça parça edip grup grup olanlar; sen hiçbir şeyce onlardan değilsin.
Şüphesiz onların işi Allah’adır. Sonra O [Allah], onlara yapmakta oldukları şeyleri haber verecektir.
Kim iyilik getirirse, artık ona onun [getirdiğinin] on misli vardır. Kim de kötülük getirirse,
artık o, sadece onun misliyle cezalandırılır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar. (En’am/159, 160)

Ayette konu edilen tefrikacılar, geçmişte ayrılığa düşüp birbirini sapık ilan
eden Hıristiyanlar ve Yahudiler değildir. Burada, kimi Müslüman geçinenlerin
mezhep mezhep, tarikat tarikat, cemaat cemaat ayrılacakları; her birinin hakk dinden
ayrı bir takım inanç ve amel şekli oluşturacakları ve birbirilerinden kopacakları
bildirilmekte, müminlerin bu duruma karşı uyanık olmaları istenmektedir.
Rabbimiz, Kur’an’da, dinin kaynağında bildirilen ilkelerin hepsini almayıp
işine geleni almak ve helal-haram konusunda Allah’a iftira etmek suretiyle
insanların dini parça parça etmelerine birçok örnek vermiştir:

… Yoksa siz Kitap’ın bir kısmına inanıp da bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Şu hâlde
içinizden böyle yapanların alacağı karşılık dünya hayatında bir rüsvalıktan başka nedir? Kıyamet
günü de azabın en şiddetlisine uğratılırlar. Allah yaptıklarınızdan gafil/habersiz değildir. (Bakara/85)

Ve onlara, "Allah’ın indirdiğine iman edin" denildiği zaman, onlar; "Biz kendimize indirilene
iman ederiz." dediler. Ve onlar, o, kendilerinin beraberindekileri tasdik eden hakk olmasına rağmen
ondan ötesini inkâr ediyorlar. De ki; “Peki eğer müminler idiyseniz niçin daha önce Allah'ın
peygamberlerini öldürüyordunuz?” (Bakara/91)

21
Ve kendi dillerinizin yalan vasfetmesi ile Allah’a yalan uydurmak için, “şu helaldir, şu
haramdır” demeyin; aksi hâlde Allah'a iftira etmiş olursunuz. Şüphesiz Allah’a yalan uyduran
kimseler kurtulamazlar. (Nahl/116)

Oysa dinin kaynağı tektir ve o da Allah’ın vahyidir. Dolayısıyla dinde ayrılığa


düşülmemeli, din adına daima içinde tefrika, ihtilaf olmayan o vahye müracaat
edilmelidir.

O [Allah], dinden Nuh'a tavsiye ettiği şeyi, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya
tavsiye ettiğimiz şeyi şeriat kıldı: “Dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin.” Senin kendilerini
davet ettiğin şey, müşriklere ağır geldi. Allah dilediğini kendine seçer ve kalpten yöneleni de ona
kılavuzlar. (Şûra/13)

Ey iman edenler! Allah'ın ve Resulünün önüne geçmeyin! Allah'a karşı takvalı olun. Şüphesiz
Allah işitendir, bilendir. (Hucurat/1)

Ey iman etmiş kimseler! Allah'a itaat edin, Elçi’ye ve sizden olan emir sahibine itaat edin.
Sonra eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah'a ve ahiret gününe inanan kimseler
iseniz, onu Allah ve Elçi’ye havale edin. Bu, daha iyidir ve ilk iş olma bakımından daha güzeldir.
(Nisa/59)

Dinin asıl kaynağından sapıldığında tefrika kaçınılmazdır. Bilindiği üzere,


dinimizdeki ihtilafların pek çoğu, peygamberimize nispet edilen ve hadis, sünnet
diye adlandırılan haberlerden kaynaklanmaktadır. O hâlde dindar kişilerin de ilk
günden beri “aynı” olan ve bugün de “aynı”lığı devam eden Gerçek Din’e
[Kur’an’a] uymaları, parçalanmalara yol açıp bölük bölük olanların yoluna
uymamaları gerekmektedir. Aksi takdirde -ayette bildirildiği gibi- “... şüphesiz
onların işi Allah’adır (En’am/159)”; yani onlar hakkındaki hüküm Allah tarafından
verilecektir:

Şüphesiz o iman etmiş kimseler, Yahudi olmuş kimseler, Sabiîler, Hıristiyanlar, Mecusiler ve
eş koşmuş olanlar; şüphesiz Allah, kıyamet günü bunların arasını ayıracaktır. Şüphesiz Allah her şeye
en iyi tanıktır. (Hacc/17)

Gerçek Din'in temel ilkeleri şunlardır:


1- Kâinatın tek ilâhı ve rabbi Yüce Allah’tır.
2- Sıfatlarında, güç ve kudretinde kimse O'nun dengi ve ortağı tutulamaz.
3- Tüm insanların dünyada yaptıklarının hesabını vereceği bir başka âlem
kurulacaktır. Bu konu En’am suresinin 159, 160. ayetlerinde detaylandırılmıştı.
(Tebyinü’l Kur’an; c. 6 , s. 466- 468)

33, 34 - İnsanlara bir sıkıntı dokununca da, Rabb’lerine yönelerek O’na


yalvarırlar. Sonra, onlara kendinden bir rahmet tattırınca, bir de bakarsın ki,
içlerinden bir gurup, kendilerine verdiğimiz nimetlere nankörlük etmek için
Rabb’lerine şirk koşarlar. -Haydi, faydalanın bakalım! Yakında bileceksiniz.-
35 - Yoksa Biz, onlara bir sultan [delil] indirmişiz de o [delil], onların O'na
[Allah’a] ortak koştukları şeyleri mi söylüyor?
36 - Biz insanlara bir rahmet tattırdığımız zaman da, onunla şımarırlar.
Ellerinin önceden yaptığı şeyler sebebiyle kendilerine bir kötülük isabet ederse,
hemen onlar umutsuzluğa düşerler.

22
37 – Onlar, şüphesiz Allah’ın dilediği kimseye rızkı serdiğini ve ölçülendirdiğini
de mi görmediler? Şüphesiz bunda iman edecek bir kavim için ayetler vardır.

Bu ayetlerde, insanların, özellikle de müşriklerin genel karakteri


sergilenmektedir. Putperestlere ait bu genel karakter Kur’an’da birçok kez konu
edilmiştir.
İşte onlar, gemiye bindiklerinde, dini yalnız Allah’a özgü kılarak O’na yalvarırlar. Sonra ne
zaman ki onları karaya çıkarıp kurtardı, bir de bakarsın ki onlar, kendilerine verdiklerimize
nankörlük etmek ve kazançlı çıkmak için şirk koşuyorlar. Artık onlar, yakında bilecekler.
(Ankebut/65, 66)

Ve eğer insana, tarafımızdan bir rahmet tattırıp sonra da onu kendisinden çekip alsak, kuşkusuz
o umutsuzdur, çok nankördür.
Ve eğer, kendisine dokunan mutsuzluktan sonra, ona mutluluğu tattırsak, elbette, “Kötülükler
benden gitti” der. Ve kuşkusuz o, şımarıktır, böbürlenen biridir. (Hud/9, 10)

O, sizi bir candan yaratan ve ondan da, kendisine ısınsın diye eşini yapandır. Ne zaman ki o, onu
örtüp bürüdü, o zaman o hafif bir yük yüklendi. Ve bununla gidip geldi. Ne zamanki zevce ağırlaştı o
zaman onlar [o ikisi] Rabblerine dua ettiler: “Eğer bize sâlih [bir çocuk] verirsen, and olsun ki
[kesinlikle] şükredenlerden olacağız.”
Ne zaman ki onlara [o ikisine] sâlih [bir çocuk] verdi, o ikisine verdiği şey hakkında O'nun için
ortaklar kıldılar. Onların ortak koştuğu şeylerden Allah münezzehtir, yücedir. (A’raf/189, 190)

Ayetlerini size göstermek için, şüphesiz, Allah’ın nimetiyle geminin denizde kayıp gittiğini
görmedin mi? Şüphesiz bunda, tüm çok sabırlı ve çok şükreden için ayetler vardır.
Ve gölgeler gibi bir dalga onları bürüdüğünde, O’nun için dini arındırarak Allah’a yalvarırlar.
Ama ne zaman ki karaya çıkararak kurtardı, onlardan bir kısmı orta yolu tutar [iman küfür arasında bir
yol tutar]. Ve bizim ayetlerimizi ancak, tam hain ve tam nankör bile bile inkâr eder. (Lokman/31, 32)

Ve denizde size bir zarar dokunduğunda, o yalvardığınız kişiler kaybolup giderler. O, müstesna
[kaybolmaz]. Sonra O, sizi karaya çıkararak kurtarınca, yüz dönersiniz. Ve insan, çok nankördür!
(İsra/67)

O, sizi tek bir nefisten yarattı, sonra ondan eşini kıldı [yaptı]. Ve sizin için hayvanlardan sekiz eş
indirdi. Sizi annelerinizin karınlarında üç karanlık içinde, yaratılıştan sonra bir yaratılışla yaratıyor.
İşte bu, mülk [krallık, hâkimiyet] yalnız kendisinin olan Rabbiniz Allah’tır. O’ndan başka ilâh diye bir
şey yoktur. Öyleyse, nasıl oluyor da çevriliyorsunuz?
Eğer inkâr/nankörlük edecek olursanız, biliniz ki, şüphesiz Allah size hiç bir ihtiyacı olmayandır
ve O, kulları için küfre/nankörlüğe rıza göstermez. Ve eğer şükrederseniz, sizin için ona razı olur. Hiç
bir taşıyıcı, bir başkasının yükünü çekmez. Sonra dönüşünüz yalnızca Rabbinizedir. Böylece yapmış
olduklarınızı size haber verecektir. Şüphesiz O, sinelerin özünde saklı olanı iyi bilendir.
İnsana bir sıkıntı dokunduğu zaman, bütün gönlünü ona vererek Rabbine dua eder. Sonra
kendisine tarafından bir nimet lütfettiği zaman da önceden O’na dua ettiği hali unutur da Allah’ın
yolundan sapıtmak için O’na ortaklar kılar [oluşturur]. De ki: “Küfrünle biraz yararlan! Şüphesiz sen
ateşin ashabındansın.” (Zümer/6, 8)

Ve iyilik olarak sahip olduğunuz ne varsa, işte Allah’tandır. Sonra size bir zarar dokunduğunda,
hemen yalnız O’na sığınırsınız.
Sonra, zararı sizden giderince, sizden bir gurup, kendilerine verdiklerimizi inkâr
etmek/verdiklerimize nankörlük etmek için Rab’lerine şirk koşarlar. – Haydi, şimdi faydalanın! Fakat
yakında bileceksiniz.- (Nahl/53- 55)

İnsana gelince, Rabbi onu her ne zaman sınayıp da kendisini üstün kılar ve nimetler verirse:
"Rabbim beni üstün kıldı" der.
Ama her ne zaman da sınayıp rızkını daraltırsa: "Rabbim beni aşağıladı" der. (Fecr/15,16)

37. ayette “Onlar, şüphesiz Allah’ın dilediği kimseye rızkı serdiğini ve


ölçülendirdiğini de mi görmediler? Şüphesiz bunda iman edecek bir kavim için

23
ayetler vardır” buyrulmaktadır. Burada ekonomik değerlerin Rabbimiz tarafından
ayarlandığı; daralttığında kimsenin ümitsizliğe düşmemesi, bollaştırdığı zamanda da
kimsenin şımarmaması gerektiği bildirilmektedir. Nitekim bu husus Zuhruf suresinde
şöyle açıklanmış idi.
Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Şu basit hayatta [dünya hayatında] onların
geçimliklerini aralarında Biz paylaştırdık Biz. Birbirlerine işlerini gördürsünler diye Biz onların bir
kısmını bir kısmının üzerine derecelerle yükselttik. Ve Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri
şeylerden daha hayırlıdır. (Zuhruf/32)

38 – Öyleyse, yakınlık sahibine, miskine ve yolcuya hakkını ver. Bu, Allah'ın


yüzünü [rızasını] dileyenler için daha hayırlıdır. Ve bunlar felah bulanların ta
kendileridir.
39 – Ve insanların malları içinde artsınlar diye ribadan verdikleriniz, Allah
yanında artmaz. Allah'ın yüzünü [rızasını] dileyerek zekâttan verdikleriniz… İşte o
kimseler, kat kat arttıranların ta kendileridir.

Bu ayetler, rızkın Allah tarafından taksim edildiği konusunun devamı


mahiyetindedir. 37. ayette “Onlar, şüphesiz Allah’ın dilediği kimseye rızkı serdiğini
ve ölçülendirdiğini de mi görmediler? Şüphesiz bunda iman edecek bir kavim için
ayetler vardır” buyrulmuştu. İnsanın sahip olduğu mal varlığının esas sahibi Allah
olduğuna göre, 38. ayette de kişinin uhdesinde bulunan mal varlığını hak sahiplerine;
yakınlara, miskine ve yolcuya vermesi gerektiği bildirilmektedir.
39. ayette ise “Ve insanların malları içinde artsınlar diye ribadan verdikleriniz,
Allah yanında artmaz. Allah'ın yüzünü [rızasını] dileyerek zekâttan verdikleriniz…
İşte o kimseler, kat kat arttıranların ta kendileridir” buyrularak o günün insanlarının
çıkarcılıkları ve açgözlülükleri kınanmaktadır. Bunlar, mallarındaki Allah hakkını
yerine vermeyip daha da çoğaltabilmek için yatırım yapan kimselerdir.
O devirde kimileri mallarını kendilerine daha çok geri döneceğini gözeterek
zenginlere hediye verirlerdi. Böylece mallarını çoğaltmaya çalışırlardı. Yerinde bir
tabirle, “Kazın geleceği yerden tavuğu esirgemezlerdi.” Burada konu edilen “ ‫ربًا‬riba
[artış]”, Bakara suresinde konu edilen ve ciddi bir insanlık suçu olan “faiz” değildir;
çıkar amaçlı hediye vermek, çıkar amaçlı yardımda bulunmak demektir. Bu anlamda
riba serbest olmakla beraber, ayetten anlaşıldığına göre hoş bir davranış değildir.
Yasaklanan “ ‫ الّربوا‬riba [faiz]”, Bakara ve Al-i Imran surelerinde yer almaktadır:
O, ribayı yiyen kişiler, şeytanın bir dokunuşuyla çarptığı kişinin kalkışından başka türlü
kalkamazlar. Bu, şüphesiz onların, ”Alış-veriş, riba gibidir” demeleriyledir. Oysa ki Allah, alış-verişi
helal, ribayı haram kılmıştır. Kendisine rabbinden bir öğüt gelip de yaptığından vazgeçenin geçmişi
kendisine, işi Allah’adır. Ve kim ki yeniden dönerse, işte o dönenler ateşin dostlarıdır. Onlar orada
sürekli kalacaklardır.
Allah ribayı mahveder, oysa sadakaları bereketlendirir. Allah günahta ve inkârda direnen hiç
kimseyi sevmez.
Kesinlikle İman eden ve salihatı işleyen, namazı ikame eden ve zekatı veren kişilerin Rabbleri
katında mükafatları vardır. Ve onlar üzerine hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar.
Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve artık faizin peşini bırakın, eğer gerçekten müminler iseniz.
Eğer böyle yapmazsanız, o zaman Allah ve Resulü tarafından size savaş açılmış olduğunu bilin.
Eğer tevbe ederseniz, sermayeleriniz sizindir. Haksızlık etmezsiniz, haksızlığa da uğramazsınız.
(Bakara/275-279)

Ey iman etmiş kimseler! Kat kat artırılmış olarak ribayı yemeyin. Felah bulmanız için Allah'a
takvalı davranın.
Kâfirler için hazırlanmış olan ateşten de sakının.
Merhamet olunmanız için Allah ve Elçi’ye itaat edin.

24
Ve Rabbinizden bağışlanmaya ve eni göklerle yer kadar olan, bollukta ve darlıkta infak eden,
öfkelerini yutan ve insanları affeden muttakiler için hazırlanmış olan cennete yarışın. –Ve Allah,
Muhsinleri [iyilik güzellik üretenleri] sever. (Âl-i İmran/130-134)

40 - Allah, sizi yaratan, sonra size rızık veren, sonra sizi öldüren ve sizi
diriltendir. Hiç sizin ortak koştuklarınızdan, bunlardan birini yapacak kimse var mı?
Allah, onların ortak koştuklarından münezzeh ve çok yücedir.

Bu ayetle pasaj, tevhidi öğreten bir bildiri ile bağlanmaktadır: Yaratan da


rızıklandıran da Allah’tır. Yaratma ve rızıklandırma gücü olmayanlardan kesinlikle
ortak olmaz, böyleleri ilah da edinilmez, herkes bunu iyi bilmelidir. Allah, onların
ortak yakıştırmalarından münezzeh ve yücedir.

41- İnsanlar dönerler diye; kendilerinin elleriyle kazandıkları şeyler yüzünden,


yaptıklarının bir kısmını onlara tattırmak için karada ve denizde fesat/kargaşa
ortaya çıktı.

Bu ayette Rabbimiz, yaptıkları yanlışlar yüzünden insanlara hatalarının bir


kısmının cezasını tattırmak için yeryüzünde kargaşa; bozulmalar oluştuğunu
bildirerek onlardan akıllarını başlarına almaları, yaptıkları işlerle karada ve denizde
fesat çıkarmamalarını / doğadaki dengeyi bozmamalarını emretmektedir. İleride bu
mesaj farklı bir üslup ile de gelecektir.
Şüphesiz Biz, emaneti [güvenliği, düzeni, dengeyi] göklere, yere ve dağlara yaydık da, onlar,
onu taşımaya yanaşmadılar, ondan [güvenliğin, düzenin, dengenin alıp götürülmesinden] korktular.
Ve onu insan taşıdı [ona ihanet etti]. Şüphesiz o [insan], çok zalim ve çok cahildir. (Ahzab/72)

Ve onları yeryüzünde birçok ümmetlere ayırdık. Onlardan bir kısmı sâlihlerdi, bir kısmı da
bundan aşağı idi. Ve Biz, onları dönsünler diye iyiliklerle ve kötülüklerle belâlandırdık [imtihan ettik].
(A’raf/168)

Burada konu edilen fesat, doğal dengenin bozulmasıdır. Yani mevsimlerin


bozulması, yağışların azalması veya çoğalması, bitkilerin verimsizleşmesi, suların
kirlenmesi, buna bağlı olarak suda yaşayan canlıların yok olması, atmosferin
bozulması, ozon tabakasının zayıflaması ve delinmesi, buna bağlı olarak yüksek
radyasyonun neden olduğu kanser ve benzeri hastalıkların çoğalması; tüm bunların
sonucunda da yeryüzünde sıkıntılı bir hayatın meydana gelmesidir.
Bilinen bir gerçek ki; hazza dayalı bir üretim ve tüketim perspektifi yüzünden
insanoğlu kontrolsüz bir teknolojik gelişmeyle doğadaki dengeyi hızla bozmaktadır.
Bunun sonucu olarak içilecek temiz su kaynakları, solunacak temiz hava ve
yenilecek doğal ve sağlıklı yiyecek temini her geçen gün biraz daha zorlaşmaktadır.
Bu zorlukların oluşturduğu biyolojik ve psikolojik komplikasyonların insan sağlığını
ciddi olarak tehdit ettiği bilimsel çalışmalarla da teyit edilmiştir. Bugün bu tehlikeli
sürecin tüm devletlerce de algılandığı gerçek olmakla beraber, olumsuz sonuçlarının
giderilmesi konusundaki uluslararası irade henüz yeterince güçlü değildir.
BM şemsiyesi altında yapılan ve Kloro Floro Karbon gazlarının atmosfere
salınımı konusunda sınırlamalar getiren Kyoto Protokolü ancak 2005 yılında
imzalanabilmiştir. Bu ve benzer antlaşmalarla çevrenin insan ve diğer canlıların
sağlığına yeniden uygun hale getirilmesi çabalarına ağırlık verilmeli ve Allah’ın
doğaya koyduğu ekolojik denge yeniden sağlanmalıdır. Aksi halde insanlık daha
büyük felaketlerle karşılaşacak ve bu felaketler tadımlık olmayacaktır.
Ekolojik denge ve bu dengenin korunmasına yönelik son zamanlarda bir hayli

25
bilimsel çalışma yapılmakta ve bir takım tedbirler alınmaktadır. Okurların bu konuyu
detaylı olarak bilimsel verilerden okumasını ve takip etmesini öneriyoruz.

42 - De ki: Yeryüzünde gezin de bundan öncekilerin akıbeti nasıl olmuş bir


bakın. Onların çoğu ortak koşanlar idiler.

41. ayette “İnsanlar dönerler diye, kendilerinin elleriyle kazandıkları şeyler


yüzünden, yaptıklarının bir kısmını onlara tattırmak için karada ve denizde
fesat/kargaşa ortaya çıktı” denilmiş ve dikkatler insanoğlunun yeryüzündeki
olumsuz tasarruflarına çekilmişti. Bu ayette de bu olumsuz tasarrufların yol açtığı
yıkımı insanların bizzat kendi gözleriyle incelemeleri istenmektedir. Gezip
inceleyenler, müşrik toplumlarının akıbetlerinin nasıl olduğunu yeryüzünün her
tarafında açıkça gözlemleyebilirler. Rabbimizin emri gereğince, yeryüzünde kargaşa
çıkaranların sonunun nasıl olduğu, tarihi verilerle de örneklenerek bilimsel olarak
ortaya konulmalıdır.
O [Karun]; “O [servet], bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi.” dedi. Bilmez miydi ki
Allah, kendinden önceki nesillerden, ondan daha güçlü, ondan daha çok topluluğu [taraftarı, birikimi]
olan kimseleri kesinlikle helâk etmişti. Ve günahkârlar günahlarından sorulmaz [Allah onların hepsini
bilir]. (Kasas/78)

43 – 45- Öyleyse, Allah’tan, geri çevrilmesi olmayan bir gün gelmeden önce
yüzünü dosdoğru/koruyan dine çevir. O gün onlar, O’nun [Allah’ın], iman eden ve
salihatı işleyen kimselere lütfundan karşılık vermesi için bölük bölük ayrılırlar.
Şüphesiz O, kâfirleri sevmez. Kim inkâr ederse, artık inkârı kendi aleyhinedir. Kim
de salihi işlerse, artık onlar da kendileri için döşek [rahat bir yer] hazırlamış
olurlar.

Bu ayetlerde, Resulullah’ın şahsında tüm insanlığa hitap edilerek bir an evvel


gerçeğe dönmeleri ve hak dine koşmaları emredilmektedir.
Ayetteki “Allah’tan, geri çevrilmesi olmayan bir gün” ifadesi, “Allah'ın bizzat
geri çevirmeyeceği, başka birisinin de çeviremeyeceği; reddine kesinlikle imkân
bulunmayan gün” demektir."
Ayette geçen “dosdoğru din”, Yusuf suresinde şöyle tanıtılmıştı:
O [Yusuf]; “Size yiyecek olarak verilecek bir yemek gelmeden önce onun tevilini size
bildiririm. Bu, Rabbimin bana öğrettiği şeylerdendir. Şüphesiz ben Allah’a inanmayan bir kavmin –ki
onlar ahreti inkâr edenlerin ta kendileridir- milletini terk ettim. Ve atalarım İbrahim, İshak ve
Yakub'un milletine uydum. Bizim, Allah’a hiçbir şeyi ortak tutmamız olmaz. Bu, Allah’ın bize ve
insanlara bir lütfudur. Velâkin insanların çoğu şükretmiyorlar. Ey benim zindan arkadaşlarım! Ayrı
ayrı birçok rabler mi daha hayırlı, yoksa her şeye hâkim ve galip olan bir tek Allah mı? Sizin, O’nun
astlarından o taptıklarınız, sizin ve atalarınızın uydurduğu birtakım isimlerden başka bir şey değildir.
Ona [bunlara tapmanız konusuna] Allah hiçbir delil indirmiş değildir. Hüküm ancak Allah’a aittir: O,
size, kendisinden başkasına tapmamanızı emretti. İşte bu dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu
bilmiyorlar. Ey benim zindan arkadaşlarım! Biriniz efendisine yine şarap sunacak. Diğeri de asılacak
da kuşlar onu başından yiyecekler. İşte hakkında fetva istediğiniz iş gerçekleşti” dedi. (Yusuf/37- 41)

46- […….]

Bu ayet, teknik ve anlam bütünlüğü itibariyle 25. ayetin devamı niteliğinde


olduğundan tarafımızdan oradaki pasajda değerlendirilmiştir.]

47- […….]

26
Bu ayet, anlam bütünlüğü dikkate alınarak tarafımızdan 59, 60. ayetler arasında
tertip görmüştür.

48 – Allah, rüzgârları gönderendir. Sonra bunlar [rüzgârlar], bir bulutu


savururlar. Sonra O [Allah], onu gökyüzünde nasıl dilerse öyle yayar ve onu parça
parça kılar. Sonra da sen, onun derinliklerinde yağmur çıkar görürsün. İşte O
[Allah], onu kullarından dilediği kimselere isabet ettirdiği vakit, onlar,
müjdelenirler [mutlu olurlar].
49 - Hâlbuki onlar, önceden; daha önce üzerlerine indirilmeden evvel kesinlikle
ümit kesenlerdirler.
50- Öyleyse Allah’ın rahmetinin eserlerine bir bak; yeryüzünü ölümünden sonra
nasıl diriltiyor? Şüphe yok ki O, mutlaka ölüleri diriltir ve O, her şeye gücü yetendir.

Rabbimiz bu ayetlerde yine Zatını tanıtıp insanlara rahmetinin tecellilerinden


biri olan rüzgârlarla onları mutlu edişini açıklamaktadır. Rahmetinin eserleriyle
yeryüzünü nasıl canlandırdığına dikkat çekip ölümden sonraki dirilmenin de böyle
olacağına işaret etmektedir. Bu gerçeğe başka ayetlerde de işaret edilmişti:
Allah, gökleri ve yeri yaratan, gökten su indirip de onunla size rızık olarak çeşitli meyveler
çıkarandır. Ve O [Allah], emri gereğince denizde yüzüp gitmeleri için gemileri emrinize verdi,
ırmakları da emrinize verdi. Sürekli olarak dönüş halinde olan güneşi ve ayı da emrinize verdi. Geceyi
ve gündüzü de sizin emrinize verdi. Ve O, Kendisinden istediğiniz her şeyden size verdi. Allah’ın
nimetini saymak isterseniz de sayamazsınız! Şüphesiz insan kesinlikle çok zalim, çok nankördür.
(İbrahim/34)

Ve O, hatırlarsınız/öğütlenirsiniz diye, rahmetinin önünde rüzgârları müjdeciler/dağıtıcılar


[yayıcılar] olmak üzere gönderir. O rüzgârlar, yağmur yüklü bulutları yüklenince, onu kurak bir
beldeye gönderir, sonra onunla suyu indiririz. Böylece onunla ürünün hepsinden çıkartırız. İşte Biz,
ölüleri de böyle çıkaracağız. (A’râf/57)

51 - Ve ant olsun ki, Biz, bir rüzgâr göndersek de onu [ekini] sararmış
görseler, mutlaka onun arkasından küfretmeye başlarlar.
52 – Bu nedenle sen ölülere işittiremezsin. O daveti, arkalarını dönmüş
giderlerken sağırlara da dinletemezsin.
53 – Sen körleri de sapıklıklarından hidayete getiremezsin. Sen ancak
ayetlerimizi iman edeceklere duyurursun; artık onlar Müslümanlardır.

Bu ayetlerde Rabbimiz, yağmur getirmeyen rüzgârlarla sınadığı nankör


insanların cahilce tavırlarını sergilemektedir. Onlar, rüzgârların yağmursuz olarak
bulutları hareket ettirmesi sonucu ürünleri, ekinleri sararttığında Allah'a inan-
mayanlar hemen üzüntü ve umutsuzluklarını dışa vuruverirler. Rabbimiz bu tipleri
ölü, kör ve sağır kimseler olarak nitelemiştir. Ölü, sağır ve kör ile kastedilen,
vicdanları ölmüş, kendi hevalarına kul olmaları, inatçılıkları ve gözü bağlılıkları
yüzünden hakkı anlayıp kabul etme yetenekleri yok olmuş, Allah’ı tanımayan kâfir
ve müşriklerdir. Böyle kimseler yaşayan ölüler mesabesindedir. Bunlarda değişme
olmaz. Allah’ın Resulü de bu ölü, kör ve sağır kimseleri hisseder, görür ve işitir hale
getirmekle mükellef değildir. Ona ancak iman etmiş Müslümanlar kulak verirler. Bu
gerçek daha evvel Neml suresinde de yer almıştı:
Şüphesiz ki sen, ölülere dinletemezsin ve arkasını dönüp kaçtıkları zaman sağırlara da çağrıyı
işittiremezsin.
Sen körleri düştükleri sapıklıktan çekip hidayete erdirici de değilsin; sen ancak, ayetlerimize

27
iman edenlere -ki onlar teslim olanlardır- dinletebilirsin. (Neml/80, 81)

Ve eğer onların yüz çevirmesi sana ağır geldiyse, haydi gücün yetiyorsa yerin içinde bir delik,
ya da gökte bir merdiven ara da onlara bir ayet getir! Allah dileseydi, kesinlikle onları hidayet
üzerinde toplardı. O hâlde sakın cahillerden olma!
Ancak dinleyenler icabet eder. Ölüleri; onları da Allah diriltir. Sonra yalnızca O'na
döndürülürler. (En’am/35, 36)

54 – Allah, sizi güçsüz olarak yaratandır. Sonra güçsüzlüğün arkasından kuvvet


kıldı. Sonra kuvvetin arkasından güçsüzlük ve ihtiyarlık kıldı. O, dilediğini yaratır.
Ve O, en iyi bilendir, en iyi güç yetirendir.
55 - Ve kıyametin kopacağı gün günahkârlar bir saatten fazla durmadıklarına
yemin ederler. Onlar işte böyle döndürülüyorlardı.
56 - Kendilerine ilim ve iman verilen kimseler de diyecekler ki: “Ant olsun ki,
Allah'ın kitabında, dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu, ölümden sonra dirilme
günüdür. Fakat siz bunu bilmiyordunuz.
57- Artık o gün zulmedenlere mazeretleri fayda vermez. Onlar, bağışlanmazlar
da.

Bu ayetlerde Rabbimiz, insanı yaratma ve aşama aşama kendisine döndürme


sürecini açıklayarak inanan ve inanmayan kimselerin ahiretteki ilk hallerini
nakletmektedir: Önce insan güçsüz olarak [çocukluk evresi] yaratılmıştır, sonra
kuvvet kazandırılmıştır [gençlik ve olgunluk evresi]. Sonra ihtiyarlayarak yine
güçsüzleşecektir.
Kıyamette inançsız insanlar, dünyada çok az bir süre kaldıklarına yemin ederler,
yani öldükten sonra mahşere [tekrar dirilişe] kadar binlerce yıl geçmiş bile olsa
suçlular birkaç saat önce uyuduklarını ve ani bir felaketin onları uyandırdığını
sanırlar.
İnananlar ise Allah’ın diritme gününe kadar [yeterli bir süre] kaldıklarını beyan
etmektedirler:
Sonra onlar onu [kıyameti] görecekleri gün, dünyada bir akşam veya kuşluğundan başka
durmamış gibidirler. (Naziat/46)

Allah onların hepsini tekrar dirilttiği gün… İşte size yemin ettikleri gibi O'na da yemin
edecekler ve kendilerinin bir şey üzerinde bulunduklarını, sanacaklardır. Gözünüzü açın onlar,
yalancıların ta kendileridir. (Mücadele/18)

Sonra, onların fitneleri “Rabbimiz, Allah'a kasem olsun ki, ‘Biz müşriklerden değildik’
demekten başka bir şey değildi.”
Bak, kendi aleyhlerine nasıl yalan söylediler! O uydurdukları şeyler de kendilerinden ayrılıp
kayboldu. (En’am/23-24)

Ve O, yaratmayı başlatan, sonra onu çevirip yeniden yapandır. Ve bu O'na çok kolaydır. Ve
göklerde ve yerde en yüce örnek O'nundur. Ve O, Azîz’dir, Hakîm’dir. (Rum/27)

Şimdi eğer onlar sabrederlerse [şirki, yalanlamayı sürdürürlerse], artık onlar için konaklama yeri
ateştir. Ve eğer özür bildirmeye çalışsalar, onlar, özrü kabul edilecek kimseler değildirler.
(Fussilet/24)

58 – Ve ant olsun ki Biz, insanlar için bu Kur'ân'da tüm örneklerden kesinlikle


örnekler getirdik. Ve ant olsun ki sen, onlara bir ayet de getirsen o küfretmiş
kimseler: “Siz, sadece, batıl şeyleri ortaya koyanlarsınız” diyeceklerdir.
59 – İşte, bilmeyen kimselerin kalpleri üzerine Allah böyle damga vurur.

28
47 – Ve ant olsun ki Biz, senden önce birtakım elçileri kavimlerine gönderdik
de, onlar, onlara, apaçık delilleri getirdiler. Sonra Biz, günah işleyen kimselerden
intikam aldık. Müminlere yardım da, Bizim üzerimize bir hak idi.

Bu ayetlerde Rabbimiz, hangi deliller getirilirse getirilsin inkârcıların


inanmayacaklarını ve mutlaka bir bahane uyduracaklarını beyan ederek Resulullah’ı
teselli etmektedir. Resulullah’a teselli olan bu ifadeler kâfirler için açık birer tehdittir.
Bu ayetlerin indiği dönem Mekke müşriklerinin eziyetlerinin en ileri seviyeye
çıktığı dönemdir. O nedenle Rabbimiz elçisini teselli etmektedir. Allah’ın müminlere
yardımı, Allah’ın kendi üzerine aldığı bir haktır. Ayetlerin mesajı ve indiği süreç
dikkate alındığında, o günlerde hicret planı yapan peygamberimize ve müminlere bu
ayetlerle umut verilmektedir.
Rabbimiz müminlere yardım edeceğini Kur’an’da birçok kez taahhüt etmiştir:
Allah: ”Elbette Ben ve elçilerim galip geleceğiz” yazmıştır. Şüphesiz Allah Kaviyy’dir,
Aziz’dir. (Mücadele/21)

Ve ant olsun ki gönderilen kullarımız [elçilerimiz] hakkında bizim sözümüz geçmiştir:


“Şüphesiz onlar, kesinlikle galip olanların ta kendisidir. Şüphesiz Bizim ordularımız kesinlikle galip
gelenlerin ta kendisidir.”
Artık sen, bir süreye kadar onlardan yüz çevir. Ve onları gözetle. Onlar da yakında
göreceklerdir. (Saffat/171-175)

Şüphesiz Biz elçilerimize ve iman etmiş kişilere şu basit yaşamda ve şahitlerin kalktığı [şahitlik
edecekleri] günde [kıyamette] kesinlikle yardım ederiz. (Mü’min/51)

Ey iman etmiş kimseler! Eğer siz Allah'a yardım ederseniz O’da size yardım eder ve
ayaklarınızı sabit tutar. (Muhammed/7)

Kendilerine savaş açılan kimselere kendileri zulme uğramaları nedeniyle izin verildi. Ve
şüphesiz ki Allah onları zafere ulaştırmaya gücü yetendir. (Hacc/39)

Şüphesiz, şu, aleyhlerinde Rabbinin Kelime’si hakk olmuş olan kimseler, kendilerine bütün
mucizeler hep birden gelse, yine de o acıklı azabı görünceye kadar iman etmezler. (Yunus/96, 97)

Ve ant olsun ki, sana ve senden öncekilere vahyedildi ki: “Ant olsun ki, eğer şirk koşarsan
amelin kesinlikle boşa gidecek ve mutlaka kaybedenlerden olacaksın. Onun için, tam aksine, yalnız
Allah’a kulluk et ve şükredenlerden ol.” (Zümer/65)

60 - Şimdi sen sabret. Şüphesiz Allah'ın vaadi haktır. Sakın kesin inanmamış
kimseler seni hafifleştirmesinler.

Bu ayetteki “sabret!” emri birinci planda Resulullah’a yönelik olmakla beraber


tüm müminleri kapsayan bir emirdir. Müminler herhangi bir dönemde, herhangi bir
ülkede kâfirlerin ağır baskısı altında kalabilirler. Böyle koşullarda müminlerin bu
baskılardan kurtulmaları için sabretmeleri; yani planlı, programlı bir şekilde var
güçleriyle direnmeleri gerekmektedir. Sabır sözcüğü ile ilgili detay daha evvel birçok
kez verilmiştir. (Tebyinü’l Kur’an; c. 1, s. 108, 264)
Surenin bu son ayetindeki “Sakın kesin inanmamış kimseler seni
hafifleştirmesinler!” tembihi ile başta Resulullah’a olmak üzere tüm müminlere
kâfirlerin tuzaklarına kanarak gevşememeleri ve her türlü tedbiri alarak sürekli güçlü
ve donanımlı olmaları emri verilmektedir.
Allah, doğrusunu en iyi bilendir.

29

You might also like