O'Henry, New York'u Nasıl Sevdi

You might also like

Download as txt, pdf, or txt
Download as txt, pdf, or txt
You are on page 1of 47

O'HENRY

NEW YORK'U NASIL SEVDÝ?


(Seçme Öyküler)
ÝÇÝNDEKÝLER
Kadýna Güvenmek Doðru mu? 11
Noel Armaðaný 20
Unutkanlýk Hastalýðý 28
Domuz Hýrsýzý Adama Acýr mý? 45
Bilgiyle Gelen Mutluluk 59
Polisler 74
Jeff Peters'ýn Gözboyamacýlýðý 83
Ýnsanýn Vicdaný Rahat Olmalý 93
El Elden Üstündür 101
Son Yaprak 120
New-York'u Nasýl Sevdi? 130
Para 139
Yerinde Bir Karar 148
11KADINA GÜVENMEK DOÐRU MU?
Jeff Peters:
- Daha önce de söylediðim gibi kadýnlarýn dalaverecilikteki yeteneklerine hiçbir zaman inan
amýþýmdýr. Kadýna en masum dolandýrýcýlýkta bile ortak olarak güvenmek doðru deðildir, dedi
- Bu iltifatý hak etmiþlerdir. Namustan yana saðlam olduklarýný söyleyebiliriz, yanýtýný ve
Jeff:
- Namuslu olmamalarýna bir neden yok ki dedi. Erkekler neci oluyor? Kâh ölesiye çalýþarak,
dolandýrýcýlýk ederek kazandýklarý kimin için? Kadýnlar için! Ama ne de olsa kadýnlarý iþt
na atmamalý. Ancak saçlarýnýn ve duygularýnýn fazlaca okþanmasýna izin verdiler mi kötüdür.
r. Evini topraðýný tutuya koymuþ, yorgun argýn, kýr býyýklý bir koca ve beþ çocuklu bir bab
rhal hazýr bulundurmalýsýnýz.
Örneðin, Cairo'da Andy Tucher'le "evlendirme bürosu" adý altýnda kurduðumuz dolapta yardýmc
rak kullandýðýmýz dul bayaný alalým:
Reklama yetecek kadar sermayeniz, öyle bir masa aðzýný dolduracak kadar bir tomarýnýz oldu
u evlendirme bürolarýnda iyi para vardýr. Altý bin dolarýmýz vardý. Bu tutarý iki ayda iki
rmayý umuyorduk. Ýki ay dedim. Çünkü tasarladýðýmýz biçimde bir dolap yasal bir nitelik alm
iki ay çalýþabilir.
Þu biçimde bir duyuru hazýrladýk:
"Nakit üç bin dolarý ve taþrada deðerli emlaký bulunan güzel, sevimli, ev kadýný bir dul ev
isteðindedir. Yoksul sýnýflarýn genel olarak daha erdemli olduklarý kanýsýnda bulunduðundan
ginin ne olduðunu daha çok bilen varlýksýz erkekleri yeðlemektedir. Sadýk, dürüst olmak, em
etmeyi becerebilmek, parasal giriþimlere para yatýrmak konusunda uzman bulunmak koþulu
yla isteklilerin yaþlý ve gösteriþsiz olmalarýna karþý çýkýlmaz. Ýsteklilerin aþaðýdaki adr
olunur...
Peters and Tucker eliyle
Kimsesiz dul
Cairo, Ýllinois"
Ýþin edebiyat yanýný bitirdikten sonra:
- Ýyi, dedim. Bunun yapacaðý zarar bize yeter. Amma velakin kadýný nerede bulacaðýz.
Bu sözüme Andy biraz sinirlendiyse de kendini tutarak :
- Jeff ben seni mesleðinde gerçekçi olarak tanýrým. Oysa sen gerçekçi düþüncelerini unutmuþ
un. Kadýna ne gerek var? Wall Street'te su ve deniz tahvilleri satýlýrken deniz kýzýnýn söz
iði mi oluyor? Evlenme duyurusunda kadýna ne gerek var? diye karþý çýktý.
Derhal iþe el koydum.
- Andy, beni biliyorsun. Yasanýn basýlý kurallarýna aykýrý olarak giriþtiðim bütün iþlerde
yguladýðým ilke belli. Satýlan mal var olmalý, gözle görülebilmeli, istek olduðunda sunulab
Bu ilkeyi savsaklamamak, tren tarifelerini akýldan çýkarmamak, deðiþik kentlerde yürürlükt
n yönetmelikleri iyice bellemek sayesindedir ki bir puroyla bir beþ dolarlýðýn çözemeyeceði
rde polisle karþýlaþmaktan kurtulabildim. Planýmýzý baþarýyla uygulamaya koyabilmek için, s
olan sevimli dulu, güzel veya çirkin, yurttaþlýk yasasý hükümlerine göre, gerektiðinde, ya
bilmeliyiz.
Andy aklýný baþýna alarak:
- Hakkýn var. Savcýlýk veya emniyet müdürlüðü soruþturmaya giriþecek olursa, böyle bir kadý
suz bizim için daha iyi olur. Fakat, evlenmeyle ilgisi olmayan bir evlenme iþine va
ktini vermeye, para yatýrmaya razý olacak kadýný nereden bulmalý, diye yanýt verdi.
Andy'ye bu iþi becerecek birini tanýdýðýmý söyledim.
Gezgin cambazhanelerde su satarak ve diþ çekerek geçinen Zeke Trotter adýndaki eski bir
dostum, bir yýl önce sindirim zorluðuna karþý her zaman keyif çatarak aldýðý sývý yerine do
ir ilacý almýþ ve karýsýný dul býrakmýþtý. Evlerinde çok kalmýþtým. Kadýncaðýzý bu iþte kul
Misis Trotter'in oturduðu kasabadan 60 mil uzaklýkta bulunuyorduk. Hemen trene atlayýp
gittim. Kulübeyi olduðu yerde buldum. Yalakta ayný ayçiçeklerini, bahçede ayný horozlarý g
llik, yaþ ve emlak dýþýnda, Misis Trotter duyurudaki özelliklere aynen uyuyordu. Bununla b
irlikte göze de pek kötü görünmüyordu. Yenir yutulur gibiydi. Ona bu iþi vermek Zeke'nin an
aygý göstermek demekti..
Madam Trotter'e ne istediðimizi anlatýnca:
- Namuslu bir iþ mi? diye sordu.
- Misis Trotter, hiç merak etmeyin. Biz Andy ile hesapladýk. Adalet nedir bilmeyen b
u geniþ ülkede, duyuruyu okuduktan sonra güzel elinize bir yüzük geçirerek paranýza ve mall
konmak isteyecek en az üç bin kiþi çýkacaktýr. Tarafýnýzdan söz verilen þeylere karþýlýk h
mbel bir serseri iskeleti sunacaktýr. Yaþamda yerini bulamamýþ, iðrenç bir servet avcýsýnda
r dolandýrýcýdan artakalmýþ bir iskelet!
Andy ile toplumun bu asalaklarýna iyi bir ders vermeyi kararlaþtýrdýk. Geleneðe saygýlý, su
hlak (1) sahibi bir evlenme bürosu maskesi altýnda bir örgüt kurmaktan kendimizi zor aldýk
. Amacýmýzý anladýnýz deðil mi?
Misis Trotter:
- Anladým efendim, anladým, diye karþýlýk verdi. Sizin bereketli (2) olmayan bir iþle uðraþ
aðýnýzý bilmeliydim. Peki, bana ne gibi bir görev düþüyor? Bu üç bin serseriyi birer birer
toptan mý geri çevireceðim?
- Hiç merak etmeyin. Sizin iþiniz kekâ! Sakin bir otelde kurulup keyfinize bakacaksýnýz. Y
azýþma ve iþin ticari yanlarý Andy ile benim üzerimde olacak.
Þahsen, Ancak tren parasýný elde edebilen en istekli adaylarýn kendileri gelip sizinle e
vlenme isteklerini sözlü olarak bildireceklerdir. Siz de yalnýzca bu gibilerin yüzlerine
hayýr yanýtý vermek zorunda olacaksýnýz. Size otel giderlerinden baþka haftada 25 dolar öd
ceðiz.
Misis Trotter:
- Beþ dakika izin verin. Gidip pudra kutumu alayým. Evin anahtarýný komþuya býrakayým. Onda
onra aylýðým iþlemeye baþlasýn, yanýtýný verdi.
Böylece dul bayaný Cairo'ya götürdüm. Bürodan kuþku çekmeyecek kadar uzak, fakat ayný zaman
ktiðinde kolayca ele geçecek kadar yakýn bir aile oteline yerleþtirdim. Andy'ye durumu b
ildirdim.
Andy:
- Çok iyi, diye yanýtladý. Vicdanýn artýk rahat. Gözle görülebilir bir yem bulduk. Oltayý s
Gelirleri avlayalým.
Ayný duyuruyu ülkenin, uzak yakýn, deðiþik yerlerinde çýkan birçok gazeteye verdik. Ayný du
diyorum. Baþka duyurular kullanmaya kalksaydýk çalýþtýrmak zorunda kalacaðýmýz yazman ve öb
klet þapýrtýsý savcýlýðýn rahatýný bozmaktan baþka bir iþe yaramayacaktýr.
Bankaya Trotter hesabýna 2 bin dolar yatýrdýk. Banka defterini de iyi niyetimizden kuþku
lanacak olanlara gösterilmek üzere kendisine býraktýk. Esasen bizim eski dostun karýsýna gü
im tamdý.
Verdiðimiz duyuru hep aynýydý. Ama gelen mektuplara yanýt yetiþtirebilmek için Andy ile gün
12 saat çalýþmak zorunda kalýyorduk.
Günde yüze yakýn baþvuru oluyordu. Ülkede, çekici bir dulla evlenip parasýný kullanmak sýký
nacak bu kadar çok meteliksiz fakat gönlü bol insan olduðunu bilmiyordum doðrusu!
Büyük bir kýsmý boþ iþler peþinden koþmaktan ve býyýk uzatmaktan baþka bir þey yapmadýklarý
plumun kendilerini anlayamadýðýný itiraf eyliyor, fakat ayný zamanda yüreklerinin sevgiyle
aþtýðýndan emin olduklarýný belirterek çekici dulun kendilerini hayat arkadaþý olarak seçme
akýllý davranýþýnda bulunmuþ olacaðýný söylemek istiyorlardý.
Peters and Tucker kuruluþu her baþvuruyu yanýtlýyor, gönderilen mektuptaki içten anlatýmýn
büyük ilgisini uyandýrdýðýný ve üzerinde derin bir etki býraktýðýný bildiriyor, daha ayrýn
sýný ve mümkünse içine fotoðrafýný da koymasýný rica ediyordu. Peters and Tucker, ayný zama
n ikinci mektubun çekici müþterilerine teslim ücretinin iki dolar olduðunu ve bunun ikinci
mektupla birlikte gönderilmesinin gerektiðini belirtiyordu.
Dolabýn basit güzelliðini görüyor musunuz? Ev bark sahibi olmak isteyen bu soylu kiþilerden
yüzde doksaný, bir çaresini bulup iki dolar ediniyor ve bize gönderiyorlardý. Böylece konu
apanýyordu. Ancak tek bir yakýnmamýz vardý: Ýki dolarý alabilmek için zarflarý kesip açmak
kalýyorduk.
Birkaç müþteri kendileri geldiler. Kendilerini Misis Trotter'e gönderdik. Gerekeni o yap
tý. Birkaçý yine gelerek yol parasý istediler. Uzak yerlerden de ikinci mektuplar gelmey
e baþlayýnca gündelik girdimiz 200 dolarý buldu.
Bir gün öðleden sonra en sýký biçimde çalýþmakta olduðumuz bir sýrada -ben bir dolarlýklarl
arý ayýrýyor ve ayrý ayrý iki puro kutusuna yerleþtiriyordum, Andy de ýslýkla "senin için e
nlarý çalmayacak" havasýný tutturmuþtu- ufak tefek fakat iþini bilir biri belirdi. Duvarlar
bakýyor, sanki ünlü Gainisborugh'nýn yitik tablolarýný arýyordu. Herife bakar bakmaz iftih
a göðsüm kabardý. Çünkü iþimizi dört baþý mamur görmüþtük. Açýk yanýný býrakmamýþtýk.
Herif:
- Maaþallah bugün posta bereketli, dedi. Kalkýp þapkamý aldým.
- Buyur bakalým, sizi çoktandýr bekliyorduk, gel sermayemizi gör. Washington'dan ayrýldýðýn
n cumhurbaþkaný dostumuz nasýldý? dedim.
Kendisini Riverview Oteli'ne götürdüm. Misis Trotter'le tanýþtýrdým. Banka hesabýný gösterd
hesabýnda iki bin dolar bulunduðunu gördü.
Sonunda:
- Bu iþte pek hile yok gibi görünüyor, dedi.
- Ne sandýndý, yanýtýný verdim. Eðer evli deðilsen kal, bayanla konuþ, senden ücret almayýz
- Teþekkürler ederim. Bekâr olsaydým kalýrdým. Hoþça kalýn Mister Peters, dedi.
Üç ay içinde beþ bin dolar kazandýktan sonra artýk iþe son vermenin zamaný geldiðini düþünd
yakýnmalar gelmiþti. Misis Trotter de yavaþ yavaþ býkýyordu. Kendisini görmeye gelen istekl
r pek çoðaldýðýndan iþten hoþlanmamaya baþlamýþtý.
Dükkâný kapatmaya karar verdik. Misis Trotter'e son haftalýðý ödemek ve verdiðimiz iki bin
lýk çeki tahsil etmek üzere otele gittim.
Onu okula gitmek istemeyen bir çocuk gibi aðlar buldum.
- Ne oluyor? Bir þeye mi canýnýz sýkýldý? Yoksa evinizi mi göreceðiniz geldi? diye sordum.
- Hayýr Mister Peters, diye baþladý. Öyle bir þey yok. Bununla birlikte Zeke'nin dostu old
uðunuz için derdimi size açmakta sakýnca görmüyorum. Mister Peters, âþýk oldum. O derece se
ki onsuz yapamayacaðým. Bu ana kadar düþlerimde yaþatmýþ olduðum erkek...
- Evlenin. Sevginiz karþýlýklýysa birleþin. Duygularýnýza, anlattýðýnýz biçimde o da yüreði
karþýlýk veriyor mu?
- Tabii. Fakat ne yazýk ki beni þu sizin duyuru dolayýsýyla görmeye gelenlerden biri. Ýki b
n dolarý almadýkça evlenmekten kaçýnýyor. Wilkinson adýnda bir bey, dedi. Ve adýný söyler s
iden aþýkane kasýlmalar içinde çýrpýnmaya baþladý.
- Misis Trotter, ben kadýnlarýn duygularýna herkesten çok saygý gösteririm. Üstelik çok sev
ir dostun hayat arkadaþlýðýný etmiþ bulunuyorsunuz. Kararý yalnýzca ben verecek olsam iki b
lar sizin olsun. Bu iþten beþ bin dolar kazandýðýmýza göre size iki bin dolarý hibe edebili
Fakat ortaðým Andy Tucker'in görüþünü almam gerek. Andy iyi bir adamdýr. Ama iþini de pek b
arý yarýya ortaðýz. Onunla bir konuþayým. Bakalým bir þeyler yapmaya çalýþýrýz, dedim.
Otele dönüp Andy'ye sorunu anlattým.
- Bunu çoktandýr bekliyordum zaten, duygularý ve seçme hakký söz konusu olduðu zaman kadýna
nlikle güvenilemez, dedi.
- Andyciðim, bir insan kalbini kýrmaya neden olmak iyi bir þey deðildir, yanýtýný verdim.
- Hakkýn var Jeff. Esasen seni her zaman cömert, mert, yumuþak yürekli bir insan olarak
tanýmýþýmdýr. Bense belki fazla katý yüreklilik etmiþ; her þeyden, herkesten gereksiz yere
Hiç olmazsa bu seferlik dediðini yapacaðým! Git Misis Trotter'e söyle, iki bin dolarý bank
dan alsýn, sevdiði adama versin, dedi.
Yerimden fýrlayýp Andy'nin eline sarýldým. Beþ dakika elini býrakmadým. Sonra koþup Misis T
r'e haber verdim. Kadýncaðýz üzüntüsünden nasýl aðladýysa, sevincinden de öyle aðlamaya baþ
Ýki gün sonra Andy ile toplanýp yollanmaya hazýrlandýk.
- Buradan ayrýlmadan gidip Misis Trotter'e hoþça kal desek iyi olur. Seninle tanýþmak ve t
eþekkürlerini bildirmek ister herhalde, dedim.
Andy;
- Ne gerek var. Gitmesek daha iyi olur, acele edelim, treni kaçýrmayalým, yanýtýný verdi.
Hep yaptýðýmýz üzere sermayemizi kuþaðýma sarmak üzere çýkardým. Bunun üzerine Andy elini c
na bir deste para uzattý:
- Ötekilerinin üstüne koy, dedi.
- Nereden bu? diye sordum.
- Misis Trotter'in iki bin dolarý.
- Sende ne geziyor?
- Kendisi verdi. Bir aydan beri haftada üç gün onu görmeye gidiyorum.
- Villiam Wilkinson sensin demek!
- Elbet, dedi.

NOEL ARMAÐANI
Tam bir dolar seksen yedi senti vardý. O kadar, ne bir sent eksik, ne bir sent faz
la!.. Bunun da altmýþ senti peniden ibaret ufaklýktý. Bu penileri teker teker bakkal, ka
sap, manavla çekiþe çekiþe pazarlýk ederek ve her defasýnda satýcýlarýn cimrilik suçlamalar
cýndan kýpkýrmýzý kesilerek biriktirmiþti. Della paralarý üç kez saydý. Bir dolar seksen ye
o kadar! Oysa ertesi gün Noel'di.
Kendini odadaki partal divanýn üzerine atýp hýçkýra hýçkýra aðlamaktan baþka çare yoktu. De
ptý. Bu durumu bizi yaþamýn hýçkýrýktan, burun çekmekten ve gülümsemekten ibaret olduðu gib
lere yönlendiriyor.
Burun çekmenin öbürlerine üstün geldiðini de elbet kabul ediyoruz.
Bayan, birinci sahneden yavaþ yavaþ ikinciye doðru çekilirken evi þöyle bir gözden geçirive
Haftada sekiz dolara tutulmuþ mobilyalý bir apartman! Betimlemeye deðer bir durumu yok
. Tam bir yoksul evi!
Aþaðýda giriþte, içine tek bir zarf sýðdýrmaya olanak olmayan bir mektup kutusuyla hiçbir ö
la çalmayý baþaramayacaðý bir zil vardý. Kapýda da "Mr. James Dillingham Young" adýný taþýy
asýlýydý.
"Dillingham" adýný, sahibinin haftada otuz dolar kazandýðý bolluk döneminde ortaya atmýþlar
anç haftada yirmi dolara inince "Dillingham" pek donuk bir görünüþ almýþtý. Adeta kendini a
ir D. harfiyle belirtmeyi düþünüyor gibiydi. Bu böyle olmakla birlikte, Mr. James Dillingh
am eve geldiði vakit size biraz önce Della diye tanýttýðýmýz karýsý kendisine "Jim" diye se
boynuna sarýlarak onu baðrýna basardý.
Gözyaþlarý dindikten sonra Della eline bir ponpon alarak yüzünü pudraladý. Pencerede durara
partmanýn o iç karartan arka avlusundaki bulut rengi parmaklýðýn üzerinde yürüyen bulut ren
diyi aptal aptal seyretti. Ertesi günü Noel'di. Jim'e bir armaðan alabilecek yalnýzca bi
r dolar seksen yedi senti vardý. Bu penileri aylardan beri birer birer biriktirmiþti
. Oysa þimdi hiçbir iþe yaramadýklarýný görüyordu. Haftada yirmi dolarla pek bir þey yapmay
k yoktu. Giderleri sandýðýndan çok oluyordu. Zaten her zaman öyle olur! Þimdi Jim'e armaðan
acak yalnýzca bir dolar seksen yedi senti vardý. Sevgili Jimine güzel bir þey almak konu
sunda düþler kurarak birçok mutlu an yaþamýþtý. Güzel, ender, parlak bir þey, Jim'in olma o
az çok uyumlu bir armaðan.
Odanýn pencereleri arasýnda bir boy aynasý vardý. Sekiz dolarlýk dairelerde belki siz de bö
le bir ayna görmüþsünüzdür. Narin ve çevik bir insan, karþýlýklý iki pencere camýnýn içinde
a dikkat ederek görünüþü üzerine oldukça doðru bir kaný edinebilir. Ýnce yapýlý Della da bu
yordu.
Pencereden uzaklaþarak kendini aynanýn önüne attý. Gözleri pýrýl pýrýl yanýyordu, ama yirmi
e rengi uçuvermiþti. Saçlarýný çözerek omuzlarýnýn üzerine döktü.
James Dillingham Young ailesinin övündükleri iki þeyleri vardý. Birisi Jim'e babasýndan geç
ve aslýnda büyük babasýnýn olan altýn saat; öbürüyse Della'nýn saçlarý idi. Apartmanýn hava
a Saba Melikesi otursaydý Della, kraliçenin mücevherlerini deðerden düþürmek amacýyla, o gü
rýný pencereden dýþarý sarkýtýrdý. Hazreti Süleyman apartmanýn kapýcýsý olsa ve bütün serve
umda bulundursaydý, Jim yaþlý adamý kýskandýrýp hasetle sakalýný kaþýttýrmak için önünden h
saati çekip bakar gibi yaparak gösterirdi.
Della'nýn saçlarý altýn renkli bir çaðlayan gibi parlayarak ve dalgalanarak dizlerine kadar
döküldü ve bir giysi gibi vücudunu örttü. Bununla birlikte Della, saçlarýnýn uzun süre böy
izin vermedi. Sinirli ellerle hemen topladý. Sonra bir an için durdu. Duraksar gibi
oldu. Yerdeki kýrmýzý tüyleri dökük halýya bir iki damla gözyaþý aktý.
Della, gözlerinin yaþý kurumadan kahverengi ceketini kapýp ayný renkteki þapkasýný baþýna g
, eteklerini savurarak kapýdan fýrladý. Merdivenleri inip sokaða çýktý.
Üzerinde "Mm. Sofronie. Her tür saç gereçleri" yazýsý bulunan bir tabelanýn önünde durdu. B
endini yukarda buldu. Ýri yarý, süt beyaz, soðuk bir kadýn olan Madam Sofronie'ye, soluk s
oluða:
- Saçlarýmý alýr mýsýnýz? diye sordu.
Madam:
- Saç alýrým ama þapkaný çýkar da bir bakalým, yanýtýný verdi. Della altýn renkli, çaðlayan
rdi.
Madam, saçlarý piþkin bir alýcý eliyle bir yokladýktan sonra:
- Yirmi dolar, dedi.
Della:
- Peki. Derhal, yanýtýný verdi.
Ondan sonraki iki saati pembe bir bulut üstünde uçar gibi sevinçle nasýl geçirdiðini bilmiy
u. Edebiyat bir yana, Jim için istediði armaðaný bulmak isteðiyle dükkânlarýn altýný üstüne
Sonunda bulabildi. Özellikle Jim için yapýlmýþ bir þey! Dükkân dükkân gezmiþ, hiçbirinde bu
þey görmemiþti. Platin bir saat zinciri. Deðeri, fazla gösteriþli süslerde deðil, desenini
lýðýnda ve kibarlýðýndaydý.
Bütün iyi þeyler böyle olmalýdýr. Zincir Jim'in o benzersiz saatine yaraþacak kadar güzeldi
la ilk bakýþta kararýný verdi. Zincir týpký Jim gibiydi. Gösteriþsiz, fakat deðerli. Kocasý
iri de ayný biçimde betimlemek mümkündü. Yirmi bir dolar verdi. Bu zinciri taktýktan sonra
im artýk, saatine nerede olsa bakabilir, daha doðrusu bakmaya heveslenebilirdi. Oysa
, þimdi o benzersiz saate, bir kayýþa asýlý olduðundan hep gizleyerek bakýyordu.
Eve döndükten sonra Della'nýn sarhoþluðu biraz geçti. Aklý baþýna gelerek sakýngan davranma
rtarak havagazýný yaktý. Ve aþkla cömertliðin birleþmesinden doðan yýkýmý onarmaya koyuldu.
r, burun kývýrýp geçmeyin. Bu her zaman çok büyük bir iþtir. Korkunç bir iþ!
Kýrk dakika içinde saçlarý okul kaçaðý bir çocuk kafasý gibi kývrým kývrým olmuþtu. Della a
irici bir bakýþla uzun uzadýya ve dikkatle seyretti.
Kendi kendine:
- Jim bu halimi görüp de ilk bakýþta öldürmezse iyi. Tiyatro kýzlarýna benzetecek, ama ne y
Bir dolar seksen yedi sente ne alýnabilirdi ki!.. dedi.
Yedi buçukta kahve piþirilmiþti. Tava da, sobanýn arkasýna yerleþtirilerek ýsýtýlmýþ olan p
rtmak üzere hazýrlanmýþtý.
Jim, hiç geç kalmazdý. Della zinciri avcuna alarak kapýnýn yanýndaki masanýn baþýna oturdu.
merdivenlerin ilk basamaðýndaki ayak seslerini duyunca bembeyaz oldu. Gündelik, en ba
sit þeyler için dua etmeyi huy edinmiþti.
- Büyük Tanrým! Yalvarýrým sana, ne olur, saçlarýmý beðendir, diye mýrýldandý.
Jim kapýyý açtý ve içeri girip arkasýndan kapadý. Zayýf ve pek ciddi bir görünüþü vardý. Za
i yaþýnda aile yükü taþýyordu. Yeni bir pardesüye gereksinimi vardý, ellerinde eldiven yokt
Odaya koku almýþ bir av köpeði gibi çevresine kayýtsýz bir biçimde bakýnarak girdi. Gözleri
dikilmiþti. Della bu dik bakýþlarýn anlamýný çýkaramayarak korktu. Bu bakýþlar ne þaþkýnlý
, ne beðenmemezlik, yani genç kadýnýn hazýrlandýðý duygulardan hiçbirini taþýmýyordu. Jim,
nlatýmla bakýþlarýný karýsýna dikmiþ yalnýzca bakýyordu.
Della masanýn yanýndan kývrýlarak yaklaþtý.
- Jim, þekerim, ne olursun öyle bakma, diye yalvardý. Saçýmý kesip sattým. Noel'i sana arma
lmadan geçiremezdim, ölürdüm. Ne olacak, yine büyür. Baðýþlýyorsun, deðil mi? Ne yapayým ba
açlarým çabuk büyür. Unutalým bunu, haydi Jim, þekerim.
- Noel'in kutlu olsun de de barýþalým. Ne güzel, ne hoþ bir armaðan aldýðýmý düþünemezsin,
Jim kafasýný yoracak kadar düþünüp taþýndýðý halde bir türlü anlayamamýþ gibi yavaþ yavaþ:
- Saçýný mý kestin? dedi.
Della:
- Kesip sattým. Bu görünüþümü beðenmedin mi? Eskisi kadar sevmedin mi? Saçsýz da yine ayný
iyim, diye yalvardý.
Jim çevresine merakla baktý. Sonunda aptallaþmýþ gibi:
- Saçýmý kestim mi dedin, diye yanýt verdi.
Della:
- Evet, kesip sattým, diyorum, diye açýkladý. Yavrucuðum, bu akþam Noel! Beni anla, baðýþla
uðruna gitti, deyip ciddi bir tatlýlýkla:
- Saçlarýmýn tellerini belki sayabilirsin ama sana olan sevgimi ölçmek olanaksýzdýr. Þekeri
rzolalarý ateþe koyalým mý? diye sordu.
Jim, daldýðý düþten uyanýr gibi oldu. Dellacýðýný kollarýna aldý. Beþ on saniye gözlerimizi
bir yöne çevirelim. Önemsiz baþka bir sorun üzerinde duralým. Haftada sekiz veya yýlda bir
lyon dolar olsa ne fark eder sanki? Fakat bir matematikçiye veya herhangi akýllý birin
e sorsanýz size yanlýþ yanýt verir, doðrusunu bilmez. Çünkü Doðulu bilgelerin Ýsa'ya getird
r arasýnda bu sorunun gizini çözecek hikmetin anahtarý yoktu. Ama bu karanlýk noktayý biz i
erde aydýnlatacaðýz.
Jim, pardesüsünün cebinden bir paket çýkararak masanýn üstüne attý.
- Dellacýðým, aldanýyorsun. Saçýný nasýl kesersen kes, hiç fark etmez. Sana olan sevgimde h
yapmaz. Paketi açarsan birdenbire neden afalladýðýmý anlarsýn, dedi.
Della beyaz parmaklarýyla kâðýdý yýrtýp ipleri kopararak paketi açtý. Açmasýyla çýðlýðý bas
Gözlerinden yaþlar akmaya baþladý. Bu durum evin erkeðini, bütün avutma yeteneðini kullanma
unda býraktý.
Paketten Della'nýn Broodway'de bir vitrinde görüp uzun süredir düþlediði taraklar çýkmýþtý.
uðundan yapýlmýþ elmas kenarlý o güzel taraklar iþte önündeydi. Renkleri de saçlarýna ne ka
u. Pahalý olduklarýný bildiðinden hiç umuda kapýlmadan beðenmiþ ve istemiþti. Hiç beklemedi
ma ne çare ki onca istediði bu caným taraklarý süsleyecek lüleler gitmiþti.
Della sonunda kendini toplayarak kocasýnýn getirdiði armaðanlarý baðrýna bastý. Gülümseyere
baktý.
- Þekerim, saçým pek çabuk uzar, deyip tüyleri tutuþan bir kedi gibi yerinden fýrlayarak:
- Ay unutuyordum, diye baðýrdý.
Jim alýnan güzel armaðaný görmemiþti. Della avucunu açarak sevinçle kocasýna uzattý. Bu deð
donuk maden genç kadýnýn ruhundaki ateþin yansýmasýyla parlar gibi oldu.
- Þekerim, güzel deðil mi? Bütün kenti altüst ettikten sonra bulabildim. Saatini ver bakalý
asýl yakýþacak, dedi.
Jim, Della'nýn dediðini yapacak yerde kendini sedire attý. Ellerini baþýnýn arkasýna koyara
meye baþladý.
- Della sevgilim, Noel armaðanlarýmýzý bir yanakoyup bir süre saklayalým. Bugünkü durumumuz
un deðil. Biraz fazla. Taraklarý almak için saati sattým. Pirzolalarý koy da piþir, dedi.
Ýsa'ya, doðduðu zaman armaðan getiren Mecusiler akýllý insanlardý. Noel'de armaðan verme gö
onlar yarattýlar. Akýllý olduklarý için hep uygun armaðanlar getirirler ve çift olanlarý de
erdi.
Birbirleri için en deðerli þeylerini feda eden iki akýlsýz gencin öyküsünü anlattým. Fakat
nçleri! Size þunu anýmsatmak isterim. Bu iki gencin birbirine verdikleri armaðanlardan d
aha uygunu olamazdý. Alýnýp verilen armaðanlar arasýnda bunlarýnkinden daha uygunu yoktur.
gerçekten deðerli insanlarý iþte bu gibilerdir.

UNUTKANLIK HASTALIÐI
O sabah karýmdan her günkü gibi ayrýldým. Beni kapýya kadar geçirmek için, ikinci çayýný bi
ktý. Ceketimin yakasýndaki görünmeyen pamuk parçasýný silkti. (Kadýnlar kocalarý üzerindeki
aklarýný bütün dünyada bu davranýþla kanýtlamaya çalýþýrlar.)
- Soðuk almýþsýn, kendine iyi bak, artmasýn, dedi.
Oysa soðuk algýnlýðým filan yoktu. Sonunda bir veda öpücüðü kondurdu. Soðuk bir karý koca ö
Sürekli bir alýþkanlýða dönüþttürdüðü bu davranýþýna, yeni bir çeþni verecek ne bir deðiþik
katýyordu. Kökleþmiþ, kötü bir alýþkanlýktan doðan beceriksiz bir davranýþla özenle yerleþ
t iðnemi iðriltti. Kapýyý kapayýnca soðuyan çayýna doðru koþan terliklerinin týpýrtýsýný du
Yola çýktýðým vakit o gün baþýma geleceklerden hiç haberim yoktu. Duygularým beni hiç uyarm
rden bastýrdý.
Birkaç haftadan beri gece gündüz ünlü bir demiryolu davasýyla uðraþýyordum. Mahkemeyi ancak
i gün önce kazanmýþtým. Aslýnda yýllardan beri hiç ara vermeden yasa ve mahkemelerle becell
ruyordum. Dostum ve doktorum Volney bir iki kez uyarmýþ; hatta bir gün:
- Eðer iþleri biraz gevþetmezsen bir gün birden duracaksýn. Ya sinirlerin bozulacak ya da
aklýn dengesini þaþýracak. Hafta geçmez gazetelerde okursun: Adýnýn ne olduðunu bilmeyen, g
tümüyle unutan biri kaybolmuþ, adsýz kiþiliksiz dolaþýyor, neden? Endiþe ve fazla çalýþmak
pýhtýlaþýyor, diye açýkladý.
- Vallahi ben pýhtýlaþma iþine pek inanmam. Bu öyküler gazetecilerin uydurmalarý, diye yaný
dim.
Doktor Volney baþýný salladý.
- Ne dersen de. Böyle bir hastalýk var. Senin dinlenmeye, deðiþikliðe gereksinmen var. Mah
keme, büro, ev. Yürüdüðün tek yol bundan ibaret. Dinlenmek için de hukuk kitaplarý okuyorsu
uyarýyý zamaný geçmeden dinlesen iyi edersin, dedi.
Kendimi savunmak için:
- Çarþamba akþamlarý karýmla kâðýt oynarýz. Cumartesi akþamlarý bana annesinden aldýðý haft
Hukuk kitaplarýnýn dinlendirici olmadýklarý henüz kanýtlanmýþ deðil, yanýtýný verdim.
O sabah yürürken doktor Volney'in bu sözlerini düþünüyordum. Kendimi her zamankinden daha i
duyumsuyordum. Hatta biraz daha neþeliydim de.
***
Vagonun uzun ve rahatsýz koltuðunda fazlaca kestirmiþ olduðumdan kalktýðýmda eklemlerim ger
iþ, tutulmuþtu. Baþýmý dayayarak düþünmeye çalýþtým. Uzun bir süre sonra:
- Herhalde bir adým olacak, dedim. Ceplerimi araþtýrdým. Ne bir kart, ne bir mektup, ne
bir kâðýt parçasý vardý. Ceketimin cebinden üç bin dolar çýktý. Bozukluk yoktu, hepsi bütün
Kendi kendime:
Herhalde biri olacaðým, diye yineleyerek yeniden düþünmeye baþladým.
Vagon insanla doluydu. Birbirleriyle serbestçe karýþtýklarý ve pek keyifli göründükleri içi
anýþýklýklarý olacaðýný düþündüm. Ýçlerinden, keskin bir kimyon ve sabýrotu kokusu yayan þi
bir selamla yerimin boþ bölümüne oturarak bir gazete açtý. Arada bir okumasýna ara verdikç
lculara özgü bir biçimde günün olaylarý üzerine konuþtuk. Bu konular üzerinde, belleðim içi
bir biçimde konuþtuðumu gördüm. Biraz sonra karþýmdaki:
- Herhalde siz de bizlerden olacaksýnýz. Batý, doðrusu, bu gibi durumlarda, Doðu'ya birinc
i sýnýf insanlar gönderir. Toplantýyý, New-York'ta yaptýklarýna çok sevindim! Doðu'ya gitme
t olmamýþtý. Adým R.P. Bolder. Missouri'de, Hickorey Grove'da, Bolder ve Oðullarý þirketind
m.
Hazýrlýksýz olmakla birlikte kendimi toparlayýverdim. Aslýnda insanlarda, beklenmedik bir
olayla karþýlaþtýklarý zaman hemen kendilerine gelerek olayýn gereklerine uyuverme özelliði
. Hemen bir vaftiz töreni yapmam; hem bebek, hem papaz, hem de baba olmam gerekiyo
rdu. Duygularým yavaþ yavaþ çalýþan beynimin yardýmýna koþtu. Karþýmdakinin yayýnladýðý kes
bir düþünce esinlemiþti. Gazetesine gözüm iliþmiþ, açýk bir reklam görmüþtüm. Bu bana büsbü
- Adým Edward Pinkhammer'dir. Eczacýyým. Kansas'ta Cornopolis'de oturuyorum, dedim.
- Eczacý olduðunuzu anladým. Sað elinizin orta parmaðýndaki nasýrý gördüm. Havan tokmaðýnýn
Herhalde siz de kurultayda üyesiniz, deðil mi? dedi.
Þaþkýnlýkla:
- Bunlarýn hepsi eczacý mý? diye sordum.
- Evet. Vagon doðrudan doðruya Batý'dan geliyor. Hem de eski eczacýlardan. Öyle hazýr table
ler veya haplar satan takýmýndan deðil. Ýlaçlarýný kendileri hazýrlayan eski eczacýlar.
Haplarýmýzý kendimiz yaparýz. Burnumuz havada deðil. Ýlkyaz gelince çiçek tohumu satmaktan
z; ek olarak ayakkabý ve þekerleme ticareti de yapmaktan kaçýnmayýz. Dostum Hampinker, bak
sana söyliyeyim. Bu kurultayda ortaya yeni bir düþünce atacaðým -yeni düþünce- zehirli ila
ararsýz ilaçlarý bilirsin. Adlarýnýn benzerliði yüzünden bunlarý birbirine karýþtýrmak mümk
eczacýlar ne yaparlar? Zehirlilerle zehirsizleri karýþtýrmamak için birbirinden olabildiði
ce uzak tutarlar. Oysa bu yanlýþtýr. Yanyana koymak gerekir. Ýstediðin zaman karþýlaþtýrýr
maktan kurtulursun. Nasýl anlayabildin mi?
- Kötü düþünce deðil doðrusu.
- Mademki beðendin, pek güzel. Ben kurultayda önerince, sen de atýlýr beni desteklersin. P
iyasada kendilerinden baþka, pastile benziyen hipodermik tablet bulunmadýðýný sanan Doðu'da
i portakal fosfatý ve masaj kremi profesörlerini mat ederiz.
Coþkuyla:
- Eðer þiþe konusunda yardýmým dokunursa, diye baþladým. Lafýmý keserek:
- Antimuan ve potas tartratýyla soda ve potas tartratý demesine kalmadý:
- Bundan sonra yanyana oturacaklar, diye, sürdürdüm.
Mister Bolder:
- Bir konu daha var. Hap yaparken katýlaþtýrýcý madde olarak manyezi karbonunu mu, yoksa pü
verize gliserini mi yeðlersin? diye sordu.
- Evet, ý, ý,..., manyezi'yi dedim, bunun söyleniþi ötekinden daha kolay gelivermiþti.
Bu yanýtým üzerine Mister Bolder'in gözlüklerinin altýndan beni kuþkulu bakýþlarla süzdüðün
- Ben gliserini yeðlerim. Manyezi çamurlaþýr. Gazeteyi uzatarak ve parmaðýyla yazýyý göster
- Bak oku! Bir afazi olayý daha. Uydurma bir unutkanlýk. Hiçbirine inanmam doðrusu, onda
dokuzu uydurmadýr. Ýþinden, ailesinden býkan kimse, hoþ bir vakit geçirmek isteyince bir y
rlere sývýþýr. Arayýp bulduklarý zaman belleðini yitirmiþ gibi davranýr. Adýný bile anýmsam
mzundaki çilek iþaretini bile tanýmaz. Afazi! Sen onu benim külahýma anlat. Belleðin yitiri
mesini anlarým, ama evlerinden niye kaçýp giderler.
Gazeteyi aldým. Abartýlý baþlýktan sonra þunlarý okudum:
Donver - 12 Haziran:
Elwyn C. Bellford adýnda tanýnmýþ bir avukat üç günden beri gizemli bir biçimde ortadan kay
bulunmaktadýr. Bulunmasý için yapýlan bütün giriþimler boþa gitmiþtir. Mister Bellford sayg
ukattý. Evlidir. Güzel bir evi vardýr. Eyalet içinde en büyük kitaplýk onundur. Kaybolduðu
kadan büyük miktarda para çekmiþtir. Bankadan ayrýldýktan sonra da kendisini gören olmamýþt
erece sakin ve evcimen bir erkek olan Mister Bellford eðlence ve mutluluðunu evinde
ve mesleðinde bulmuþtur. Son birkaç aydan beri demiryolu þirketiyle ilgili bir davaya ke
ndini aþýrý vermiþ olmasý belki kaybolma nedeniyle ilgili görülebilir. Aþýrý çalýþmanýn akl
korkulmaktadýr. Kayýp avukatýn izini bulmak için çaba gösterilmektedir.
Yazýyý okuduktan sonra:
- Bana öyle geliyor ki bu konu hakkýnda aþýrý bir güvensizlik gösteriyorsunuz. Okuduðum ban
k bir afazi olayý gibi görünüyor. Böyle bolluk içinde, ailesinden hoþnut, çevresinin saygýs
r adam neden birdenbire her þeyden vazgeçiversin? Bazýlarýnýn belleklerini yitirdiklerini;
adsýz, evsiz barksýz, geçmiþsiz yollara düþtüklerini biliyorum.
- Laf, boþ laf. Bu gibileri zevklerinin peþindedirler. Bugünlerde kültür boþluðu var. Afazi
nusunda bilgisi olan erkekler bunu bir özür olarak kullanýveriyorlar. Bununla birlikte
kadýnlar da az kurnaz deðiller. Baþlarýna bir þey gelip yakalandýlar mý kocalarýnýn gözler
bakarak ve bilimsel bir tavýr takýnarak:
- Ne yapayým, ipnotize etti, diyiveriyorlar.
Mister Bolder konuþmamýza bu akýþý verince, açýkladýðý felsefe, ileri sürdüðü düþüncelerle
adý.
New-York'a gece saat ona doðru vardýk. Bir arabaya atlayarak otele gittim. Kayýt defte
rini Edward Pinkhammer diye imzaladým. Ýmzamý atarken bütün benliðim sarhoþ edici görkemli,
nýl, nefis bir kaynayýþla kabardý. Yeni elde edilen olanaklar ve sonsuz bir özgürlük duygus
a içim içime sýðmaz oldu. Sanki dünyaya yeni gelmiþ biriydim. Eski baðlar -zaten ne gibi ta
rým olduðunu pek bilmiyordum- her neyse ellerimden ayaklarýmdan çözülüvermiþti. Gelecek, ön
doðmuþ bir çocuðun adým attýðý gibi açýktý. Bu açýk yola büyük bir insanýn deneyim ve bilg
Otel yazmanýnýn beni beþ saniye kadar dikkatle süzdüðünü sezer gibi oldum. Valizim yoktu.
- Eczacýlar kurultayý için geldim, diyerek bir tomar para çýkardým.
- Valizim her nedense henüz gelmedi, diye ekledim.
Altýn diþlerini göstererek:
- Öyle mi, efendim. Batýlý delegelerden otelimizde kalan pek çok, dedi ve zili çalarak had
emeyi çaðýrdý.
Oynadýðým role renk vermek isteðiyle:
- Biz Batýlýlar arasýnda kurultaya bir öneri sunma konusunda önemli bir giriþim var. Antimu
n ve Potas tartratý þiþelerinin soda ve potas tartratý þiþeleriyle ayný rafta saklanmasýný
Yazman ivedi;
- Bayý üçüncü katta 14 numaraya götür, dedi. Hademeler beni alýp odama týktýlar.
Ertesi gün bir valizle giyim eþyasý aldým. Edward Pinkhammer'in hayatýný yaþamaya baþladým.
lgili sorunlarý çözmeye çalýþarak kafamý yormaktan kurtulmuþtum.
Bu büyük ada kent dudaklarýma keskin bir içkiyle dolu parlak bir kadeh uzatýyordu. Seviner
ek içtim. Manhattan'ýn anahtarlarý, kullanmasýný bilendedir. Yabancý, bu kentin ya konuðu,
kurbaný olur.
Ýlk günlerim altýn ve gümüþ kadar parlak geçti. Birkaç saat gibi kýsacýk bir sürede dünyaya
Pinkhammer baðsýz bir yaþam sürmenin zevkini tattý. Tiyatrolarda ve taraçalardaki bahçeler
sihirli halýlara oturarak güzel kýzlar, neþeli müzik ve insanlýðý acayip ve anlamsýz abartý
ya alan öykünmeler ülkesine uçtu. Zaman ve mekanla, toplum baðlarýyla baðlý olmadan þuraya
paþa gönlünün istediði yere gitti. Acayip barlarda, Macar müziðinin ezgileriyle birtakým c
k sanatçýlarýn çýðlýklarý arasýnda acayip yemeklerle karnýný doyurdu. Gece yaþamýnýn elektr
tüler gibi titrediði yerlerde ve son moda þapkalarýn, pahalý elmaslarýn ve bunlarý giyen ve
kan kadýnlarla giyilmesini ve takýlmasýný saðlayan erkeklerin neþelenmek ve boy göstermek i
uluþtuklarý gazinolarda bulundu. Bütün bu görünümler arasýnda o ana kadar algýlayamamýþ old
di.
Özgürlük, yasaða meydan okumakla elde edilemez. Özgür olmak isteyen genel eðilime uyar. Nez
t kapýsý geniþtir. Altýndan geçerken borcunu ödemelisin: Tersi durumda özgürlük ülkesine gi
Bütün bu didiþmelerin, görünen düzensizliðin, kayýtsýzlýðýn ortasýnda bu kuralýn kendini h
kat demir bir yasa gibi egemen olduðuna tanýk oldum.
Manhattan'da bu kurala uymak zorunludur. Bu ilkeye uyarsanýz tam bir özgürlüðe kavuþur, özg
sanlarýn en özgürü olursunuz. Eðer kendinizi yürürlükte bulunan töreyle baðlý saymazsanýz e
zu baðlamýþ olursunuz.
Bazen gönlüm çekince akþam yemeði için, nezaketten doðma zarif bir çekingenliðin egemen old
la konuþulan ve yüksek sosyete kokan palmiyeli, görkemli salonlarý arardým. Bazen birbiriy
le aþýkdaþlýk eden gürültücü, fazla süslü, patavatsýz yazmanlar ve satýcý kýzlarla dolu vap
ajlara gider, bu ilkel halkýn kaba eðlencelerine dalardým. Bunlarýn dýþýnda hep Broadway va
Zengin, parlak, kurnaz ve kaypak, hep çeþitlenen, çekici Broadway. Ýnsaný afyon tiryakiliði
gibi saran Broadway.
Bir gün otelime girerken koca burunlu, kara býyýklý, þiþman biri koridorda önüme çýktý. Yan
terken saldýrgan bir içtenlikle merhabalaþmaya kalktý.
Yüksek sesle:
- Merhaba Bellford. New-York'ta iþin ne? Senin o kitap ininden çýkacaðýna kesinlikle inanm
azdým. Madam da burada mý? Yoksa kendi baþýna mý geldin? dedi.
Elimi elinden çekerek soðuk bir sesle:
- Yanýlýyorsunuz herhalde efendim. Adým Pinkhammer, izninizle, dedim.
Adam belirgin bir þaþkýnlýkla yana çekildi.
Otel yazmanýnýn masasýna doðru ilerleyerek hademeyi çaðýrýp boþ bir telgraf kâðýdý hakkýnda
duydum.
Yazmana:
- Hesabýmý çýkarýn. Yarým saate kadar valizimi aþaðýya indirin. Dostluk taslayan yalancýlar
rahatsýz edilmeyi hiç sevmem, dedim...
O gün öðleden sonra Beþinci Cadde'nin aþaðýsýnda dingin, oturaklý, eski bir otele geçtim. B
n ilerisinde küçük bir lokanta vardý. Ýnsan burada yemeðini tropik bitkiler arasýnda hemen
en tam bir tropik dekoru içinde yerdi. Bir yandan servisin eksiksizliði, öbür yandan ses
sizlik ve lüks burasýný yemek ve aperitif için ideal bir yer haline getirmiþti. Bir gün öðl
sonra oraya gittim. Terementi otlarý arasýnda ilerlerken kolumdan birinin çektiðini duyu
msadým.
Þaþýlacak derecede tatlý bir ses:
- Mister Bellford, diye seslendi.
Dönünce bir bayanla karþýlaþtým. Yalnýz baþýna oturan otuz yaþlarýnda, son derece güzel göz
anki çok yakýn bir dostmuþum gibi bakýyordu.
- Az kalsýn beni görmeden geçiyordun. Tanýmadým diye yadsýma. On beþ yýlda bir el sýkýþsak
ye çýkýþtý.
Derhal elini sýktým. Bir sandalye çekerek karþýsýna kuruldum. Kaþlarýmla çevrede dolaþan bi
çaðýrdým. Bayan bir portakal dondurmasýyla haþýr neþir oluyordu. Ben de "nane likörü" ýsma
unç kýrmýzýsýydý, bununla birlikte saçlarýný seyre olanak yoktu, çünkü gözlerinizi gözlerin
akaranlýkta bir ormanýn derinliklerine baktýðýnýz zaman günbatýmýný nasýl duyumsarsanýz bu
uyumsardýnýz.
- Beni tanýdýðýnýzdan emin misiniz? diye sordum.
- Hayýr, ondan hiçbir zaman emin olamadým, diye gülümsedi.
Azýcýk bir endiþeyle:
- Adýmýn Edward Pikhammer olduðunu ve Kansas'ta Cornopolis'te oturduðumu söylesem ne dersi
niz, dedim.
Neþeli bir bakýþla:
- Madam Bellford'u birlikte New-York'a getirmemiþ, derdim. Getirsen çok iyi ederdin.
Marian'ý görmek isterdim doðrusu.
Sesini biraz alçaltarak:
- Pek deðiþmemiþsin doðrusu. Ewyn, dedi. Güzel gözlerinin gözlerimin içine baktýðýný ve yüz
adým.
- Hayýr; deðiþmiþsin, diye düzeltti. Son sözcüðü söylerken sesinde sevinç anlatan yumuþak b
.
- Görüyorum ki unutmamýþsýn. Bir yýl deðil, bir gün deðil, bir saat unutmamýþsýn. Sana unut
iydim?
Saman çubuðunu endiþeyle "nane likörü"ne daldýrdým. Bakýþlarý huzurumu kaçýrmýþtý.
- Baðýþlamanýzý dilerim ama unuttum. Her þeyi unuttum. Asýl zorluk da zaten orada... dedim.
Yadsýyýþýmla alay etti. Yüzümde okuduðu bir anlama tatlý tatlý güldü.
- Ara sýra haberlerini alýyordum. Batý'da Denver'de mi, Los Angeles'de mi, öyle bir yerd
e ünlü bir avukat olmuþsun. Marian herhalde seninle övünüyordur. Benim de senden altý ay so
evlendiðimi iþitmiþsindir. Herhalde gazetelerde görmüþsündür. Yalnýzca düðün çiçekleri iki
.
On beþ yýl demiþti. On beþ yýl uzun bir zamandýr.
Biraz çekinerek:
- Kutlamalarýmý sunsam çok gecikmiþ olmaz mý acaba? dedim.
Güzel ve ince bir ataklýkla:
- Eðer cesaret edebilirsen, ne iyi, diye yanýt verince baþparmaðýmla masanýn üzerinde biçim
meye koyuldum.
Heyecanla öne doðru eðilerek:
- Sana bir þey sormak istiyorum. Yýllardýr öðrenmek istediðim bir þey. Bir kadýn meraký yal
O geceden beri beyaz güle dokunmaya, koklamaya, bakmaya cesaretin yetti mi? Yaðmur v
e çiyle ýslanmýþ beyaz güllere...
Nane liköründen bir yudum içtim:
Ýçimi çekerek:
- Bunlarýn hiçbirini anýmsamadýðýmý yinelemek anlýyorum ki iþe yaramayacak... Belleðim yaný
böyle bir þey anýmsayamýyorum, dedim.
Bayan kollarýný masaya dayadý. Sözlerimi küçümseyen bakýþlarý ruhuma iþledi. Hafif bir kahk
inde acayip bir anlam sezdim. Hem mutluluk evet mutluluk- hem de mutsuzluk anlat
an bir kahkahaydý bu. Onu görmemeye, uzaklara bakmaya çalýþtým.
Sevinçle:
- Yalan söylüyorsun. Elwyn, yalan söylediðini biliyorum, dedi.
Hiç ilgi göstermeden aptal aptal terementi otlarýna baktým.
- Adým Edward Pinkhammer, eczacýlarýn ulusal kurultayýna geldim. Antimuan tartratýyla pota
s tartratý þiþelerinin yeni bir biçimde dizilmesi hakkýnda bir akým var, yalnýz, sanmam ki
bir þey sizi ilgilendirsin; dedim.
Kapýnýn önünde pýrýl pýrýl ýþýldayan bir landon durunca bayan kalktý. Elini sýktým, eðildim
- Anýmsayamadýðýma cidden üzgünüm. Durumu açýklamak isterdim ama, anlamazsýnýz diye çekindi
mmer'i kabul etmiyorsunuz. Bense gülleri ve öbür anlattýklarýnýzý bir türlü anýmsayamýyorum
Arabasýna binerek mutlu ve üzgün bir gülümsemeyle:
- Hoþça kalýn, Mister Bellford, dedi.
O gece tiyatroya gittim. otele döndüðümde týrnaklarýný ipekli bir mendille patlatmaya pek m
klý gibi görünen koyu giysili, sessiz birini yerden bitmiþ gibi birden yanýmda buldum.
Daha çok iþaret parmaðýnýn týrnaðýyla ilgilenerek ve öbürlerine önem vermeksizin:
- Baðýþlayýn, mister Pinkhammer, sizinle biraz özel görüþmek istiyorum. Bakýn þurada bir od
di.
- Buyrun, yanýtýný verdim.
Beni küçük, özel bir salona soktu. Ýçerde bir bayla bayan vardý. Bayanýn yüzünde büyük endi
belirtileri olmasaydý ortanýn üstünde güzel sayýlabilecekti. Boylu boslu, alýmlýydý. Yüzün
rengi gözüme pek hoþ göründü. Üzerinde bir yolculuk giysisi vardý. Beni endiþeli gözlerle
n elini göðsüne koydu. Sanýrým ileri atýlmak istedi. Fakat, yanýndaki bay egemen bir el har
tiyle onun bu davranýþýna engel oldu, kendi kalkýp yanýma geldi. Güçlü ve düþünceli bir yüz
afifçe kýrlaþmýþ, kýrk yaþlarýnda biriydi.
Ýçtenlikle:
- Merhaba, yahu, Bellfordcuðum. Seni gördüðüme çok sevindim. Bir þey olmadýðýný biliyoruz.
a önceden uyarýda bulunmuþtum. Fazla çalýþýyorsun, dedim. Þimdi seni alýp birlikte götürece
amanda kendine gelirsin.
Alayla güldüm:
- Bellford masalýný o kadar çok dinledim ki artýk yeniliðini yitirdi. Usanmaya baþladým. Ad
ward Pinkhammer olduðunu ve sizleri ömrümde ilk kez gördüðümü daha þimdiden kabule razý olu
Karþýmdaki yanýt vermeye vakit bulamadan kadýn çýðlýðý bastý. Ýlerlemesine engel olmak üzer
erek yanýma geldi. Sýký sýký sarýlarak:
- Elwyn, Elwyn, kalbimi kýrma, diye hýçkýrmaya baþladý.
- Ben karýným, karýn. Bir kerecik olsun adýmý söyle. Seni bu durumda görmektense ölü görmey
.
Kollarýný saygý fakat ayný zamanda kararlýlýkla çözdüm.
Þiddetle:
- Baðýþlamanýzý dilerim, madam. Benzeyiþe pek çabuk aldanýyorsunuz, dedim.
Bu arada aklýma eczacýnýn düþüncesi geldi, gülerek:
- Ne yazýk ki Bellford denilen kiþiyle bendeniz soda tartratýyla antimuan tartratý gibi
ayný rafta buluþamýyoruz, diye sürdürdüm. Ama bu benzetiyi anlayabilmek için eczacýlarýn ul
rultayýndaki görüþmeleri izlemeniz gerek, diye ekledim.
Bayan, arkadaþýna dönerek kolundan yakaladý.
- Doktorcuðum, doktor Volneyciðim. Nesi var? diye inledi.
Doktor diye konuþtuðu kiþi onu kapýya kadar götürdü.
- Siz biraz odanýza gidin. Ben kalýp kendisiyle konuþacaðým. Aklýnda bir þey galiba. Hayýr,
inin bir bölümü; iyileþeceðine eminim. Odanýza çekilin ve beni biraz kendisiyle baþbaþa býr
i duydum.
Bayan ortadan kayboldu. Koyu giysili kiþi de belirsiz bir biçimde parmaklarýyla ilgile
nmeyi sürdürerek dýþarý çýktý. Ama holde beklediðinden emindim.
Ýçerde kalan kiþi:
- Mister Pinkhammer izin verirseniz sizinle biraz konuþmak istiyorum, dedi.
- Peki, mademki öyle bir isteðiniz var, yalnýz izin verirseniz þöyle biraz rahat edeyim yo
rgunum da, dedim. Pencere yanýndaki koltuða kuruldum. Bir puro yaktým. Doktor bir sand
alye çekerek yaklaþtý.
Yatýþtýrýcý bir dille:
- Asýl konuya gelelim. Gerçek adýn Pinkhammer deðil, diye baþladý.
Soðuk soðuk:
- Onu senin kadar ben de biliyorum. Fakat insanýn bir adý olmasý gerek. Pinkhammer adýný ço
beðenmediðim konusunda sana güvence verebilirim. Fakat insan kendisini vaftiz etmeye
kalkýnca güzel adlarý anýmsayamýyor. Düþün bir kez, ya Tanrý korusun, Scheringhausen ve Scr
adýný almaya kalksaydým ne olurdu. Pinkhammer'i seçmekle pek kötü etmediðim kanýsýndayým.
Karþýmdaki ciddi olarak:
- Adýn Elwyn C. Bellford'dur. Denver'in en ileri gelen avukatlarýndan birisin. Þu an a
fazi hastalýðý çekmektesin. Bundan dolayý gerçek kimliðini unutmuþ bulunuyorsun. Hastalanma
den mesleðine fazla saplanmýþ olman, doðal zevklerden, dinlenmeden kendini yoksun býrakmýþ
unmandýr. Biraz önce odadan çýkan bayan karýndýr.
Yerinde bir duruþtan sonra:
- Güzel bir kadýn doðrusu. Saçýnýn kestane rengine özellikle bayýldým, dedim.
- Övünülecek bir eþtir. Kaybolduðundan beri, yani iki haftadýr gözlerini hemen hemen hiç ka
New-York'ta olduðunu Denverli bir tüccarýn -Ýsidore Newman'ýn- çektiði telgraftan öðrendik
bir otelde gördüðünü, fakat kendisini tanýmadýðýný bildiriyordu.
- Sanýrým anýmsadým. Bana Bellford diye seslenmiþti. Þimdi sizin kendinizi tanýtmanýza sýra
sanýrým.
- Ben Volney. Doktor Volney. 20 yýllýk dostun, 15 yýllýk doktorun. Telgrafý alýr almaz karý
geldim. Haydi Elwynciðim, göster kendini, anýmsamaya çalýþ.
Kaþlarýmý çatarak:
- Ne gereði var ki, doktorum, diyorsun. Afazi iyileþtirilebilir mi?.. Ýnsan belleðini yi
tirince birdenbire mi, yoksa yavaþ yavaþ mý kendine gelir?
- Bazen yavaþ yavaþ, bazen de yitirdiði gibi birden.
- Öyleyse, tedavimi kabul eder misin?
- Bu da laf mý? Eski dost düþman olur mu? Seni iyileþtirmek için elimden ne gelirse yapacað
Bilimin tüm güçlerini kullanacaðým.
- Peki. Artýk hastan sayýlýrým. Sana hastayla doktor arasýnda kalmasý gereken bir giz verec
m.
- Buyur.
Koltuktan kalktým. Ortadaki masaya bir demet beyaz çiçek býrakmýþlardý. Güzel kokulu yeni ý
demet beyaz gül. Yakaladýðým gibi pencereden fýrlattým. Geçip koltuða yine yaslandým.
- Bobbyciðim, birden iyileþmem daha doðru olacak. Artýk býktým. Marian'ý getirebilirsin...
Arkasýna bir tekme yerleþtirdiðim gibi içimi çekerek:
-Ama doktorcuðum, olaðanüstü güzel bir hastalýktý doðrusu, dedim.
DOMUZ HIRSIZI ADAMA ACIR MI?
Doðu treninin sigara salonuna geçtiðimde Wabash ýrmaðýnýn batýsýndaki aklýyla zihnini ayný
lanabilmek yeteneðine sahip tek akýllý insaný gördüm. Ama Jeff Peters dullarýn, yetimlerin
kacaðý bir insan deðildi. O yalnýzca fazlalýklarý týrtýklar! Savurganlarýn veya paralarýný
ere yatýrmaya hevesli atak paralýlarýn önemsiz birkaç dolarýný ele geçirerek dolaplar çevir
dasýndadýr. Tütün, Jeff'i kolayca dile getirir. Dolgun, kuru iki puronun yardýmýyla son ser
nini dinlemeyi baþardým.
Jeff:
- Bizim iþin en zor yaný dolabý birlikte döndürecek dürüst, güvenilir bir adam bulmaktýr, d
taklýk ettiðim adamlarýn en iyilerinin bazen hileye saptýklarýný gördüm.
Geçen yaz, doðuþtan dalavereye yatkýn olup da olanaksýzlýk dolayýsýyla bu Tanrý vergisi yet
yararlanamamýþ ve o yüzden baþarý sarhoþluðuna kapýlmayarak burnu büyümemiþ, ahlaký bozulm
um düþüncesiyle þeytanýn henüz ayak basmadýðýný iþittiðim bir yöreye gittim.
Aradýðým nitelikte bir köy buldum. Halk, Hazreti Adem'in cennetten kovulduðunu henüz iþitme
cennet bahçesinde yaþamayý sürdürüyormuþ gibi yýlanlarý öldürme ve öbür hayvanlara ad takma
nt Nebo adýnda bir köydü. Kentucky, West Virginia ve North Carolina eyaletlerinin birl
eþtiði noktada -ne o? Bu eyaletlerin ortak sýnýrý yok mu, dedin. Peki... anladýn ya o yakýn
da iþte!..
Vergi toplama görevlisi olmadýðýmý kanýtlamak için bir hafta uðraþtýktan sonra aradýðým ada
bir bilgi edinirim diye köy kabadayýlarýnýn geldiði kahveye gittim.
Burun buruna verip konuþtuktan ve kuru elma varilinin çevresine dizildikten sonra:
- Baylar, dünyada, hile ve dolabýn buradan daha az girmiþ olduðu bir yer bulunacaðýný hiç s
um. Bütün kadýnlarýn cüretli ve uygun, bütün erkeklerin namuslu ve becerikli olduklarý bu y
aþam bir cennettir. Burasý bana Goldstein'ýn (1) "Býrakýlmýþ köy" adýndaki yazýsýný anýmsat
I'll fares the land, to hastening ills a prey:
What art can drive its chorms away;
The judge rode slowly down the lane mother;
For I'm to bethe queen of May.
Dükkân sahibi:
- Hakkýnýz var Mister Peters, genel tanýya (1) oranla toplum yaþamý köyümüzdeki kadar doyum
) olan bir yer yoktur. Fakat Rufe Tatum'la tanýþmadýnýz galiba, dedi. Köyün polisi:
- Ne münasebet; nereden nereye diye söze karýþtý. Rufe, mýrdar aðacýnda (3), asýlmaktan kur
n amansýz hayduttur. Bak þimdi aklýma geldi. Onu önceki gün özgür býrakmam gerekti, Yance G
e'yi öldürmekten aldýðý otuz günü doldurdu. Ama bir iki gün ek Rufe'a výz gelir, dedi.
- Hadi caným, köyünüzde de böyle kötü birinin bulunabileceðine inanmam doðrusu, diye yanýtl
Dükkân sahibi:
- O bir þey deðil, dedi. Daha kötü bir yaný var; domuz çalýyor.
Bu Mister Tatum'u arayýp bulayým, diye düþündüm. Özgür býrakýldýktan bir iki gün sonra kend
köyün dýþýna çaðýrdým. Bir kütüðe oturup iþ üzerine konuþtuk. Bir perdelik bir iki dolap çe
Doðal olarak, bir taþralý rolü oynayacak bir ortaða gerek vardý. R. Tatum bana bu rol için
ratýlmýþ gibi geldi. Filmde, Eliza'nýn batmasýna engel olan Fairbanks nasýl o rol için yara
R. Tatum da bana, tasarladýðým o köylü rolü için dünyaya gelmiþ gibi geldi. Vücut olarak b
nler kadardý. Gözleri mavimsiydi. Þöminenin üzerinde duran ve Harriet halanýn çocukken oyna
eðin bakýþlarýný andýrýyordu. Saçlarý Roma'da Vakýfhan'daki (1) denk atýcýsý (2) yontusunun
lgalý olup renkleri salonlarda soba delikleri üzerine asýlan günbatýmý resimlerini andýrýyo
"Grand Canyon"da da günbatýmý, altýnda "Amerikalý bir sanatçý tarafýndan yapýlmýþtýr" yazýs
n rengindeydi. Evet, Tatum katýksýz, tam bir köylüydü. Vodvildeki tek kanatlý pantolon aský
kulaklarýna kadar geçirilmiþ bir þapkayla -yani yapmacýk- bir köylü giyimiyle bile görseni
rçekten köylü olduðunu hemen sezerdiniz. Amacýmý anlattým. Onu önerimi hemen kabule hazýr b
- Adam öldürme gibi hafif suçunu bir yana býrakalým, asýl karmanyolacýlýk alanýnda önerdiði
lduðunu kanýtlamaya yarar ne yaptýðýný söyle bakalým, dedim.
Güneylilere has þivesiyle aðzýný yayarak:
- Ne...? Ýþitmedin mi? Blue Ridge'de, bir domuz yavrusunu, benim gibi, görülmeden, iþitilm
eden, yakalanmadan aþýracak beyaz, kara tek bir insan yoktur. Ýster gece, ister gündüz ols
un, yavruyu kümes demem, bahçe ve balkon demem, çayýr koru demem, nereden olsa "gýk" dedir
tmeden kaldýrýrým. Bütün iþ tutuþ, taþýyýþ biçimindedir. Bir gün, domuz hýrsýzlarý arasýnda
acaðýmý umuyorum.
- Ýnsanýn az çok bir tutkusu olmasý çok güzel. Mount Nebo'da domuz hýrsýzlýðý uygun düþebil
"Bay State Gas" þirketi gibi önemsiz bir þirketin pay senetleriyle oynamak türünden pek k
aba bir iþ sayýlýr. Ama, iþe uygunluðunu kanýtlamak bakýmýndan yeter, ortak olabiliriz. Be
akit para bin dolar var. Senin o avanak taþralý görünüþünle, para piyasasýnýn saygýnlýðý yü
en birkaç pay senedi daha edinebiliriz.
Rufe'u kuyruðuma takarak Mount Nebo'dan ayrýldým. Vadiye indik. Yolda yeni ortaðýma tasarl
adýðým dolaplarý, oynayacaðý rolü öðretiyordum. Florida kýyýlarýnda iki ay keyif çatmýþtým.
ak için sabýrsýzlanýyordum. O kadar çok yeni marifetim vardý ki, torba yetmiyor, çuvala ger
oluyordu. Amacým Middle West'e (1) bir baca biçiminde dalýp 9 mil geniþliðinde bir yol açma
tý. Fakat Lexington'a varýnca Binkley Kardeþler Sirki'ne rasladýk. Ortalýk çarýklý kurmayla
olmuþtu.
Ev yapýsý çarýklarýný kentin tahta kaldýrýmlarýnda safdilce ve uzayýp giden bir mahkeme otu
sürüyen köylüleri gördüm mü dayanamam, beþ on kuruþ edinmek için balonun hava vanasýný çek
im. Bunu düþünerek sirk yakýnlarýnda Beevy adýndaki bir dulun evinde iki oda kiraladým. Ruf
bir hazýr giysiciye götürerek kýlýðýný baþtan aþaðýya deðiþtirttim. Düþündüðüm gibi, bu ha
nti görünüþü almýþtý. Dükkân sahibi Misfitzsky'nin yardýmýyla onu tam benzetmiþtim. Yeþil ç
ysiye bej rengi þýk bir yelek, kýrmýzý bir kravat yakýþtýrmýþ, sonra da kasabada bulunan en
kaplarý giydirmiþtim. Köyde giydiði o çizgili kundak taklidi takýmla taratorlu garnitüre be
yen gömleði dýþýnda, Rufe yaþamýnda ilk kez böyle bir giysi giyiyordu. Bu kýlýkla yeni bir
kasý takmýþ Afrikalý bir zenci gibi utangaç bir görünüþ almýþtý.
O akþam sirkin çadýrlarýnýn bulunduðu yere giderek küçük çapta bir "bul papazý, al papeli"y
Rufe bahsi kýzýþtýrmakla görevliydi. Ona bahse yatýrmak için bir miktar para verdikten sonr
azançlarýný ödemek üzere çekmeye bir miktar sahte kayme de koydum. Güvenmediðimden deðil ha
para görünce papazý kendi zararýma, yani kaybettirecek biçimde oynatamam da ondan.. ne zam
an denesem parmaklarým grev ilan eder.
Küçük masamý kurarak parayý kazandýran bezelyenin hangi topun altýnda olduðunu bilmenin ne
olduðunu göstermeye baþladým. Okur yazmaz andavallar çevremde halka olarak bahse katýlmak
n birbirlerini itip kakmaya baþladýlar. Rufe'un beþ on dolarla ortaya atýlarak iþi kýzýþtýr
lmiþti. Fakat görünürde yoktu. Bir iki kez aðzý þekerle dolu, saða sola bakýnýrken görmüþtü
aþmadý.
Kalabalýk bir iki vurdu ama iþi kýzýþtýracak biri olmadan çalýþmak, yemsiz balýk avlamaya b
unu pek sýkýntýsýz kazanýlan kýrk iki dolarla kapattým. Oysa çarýklýlardan hiç olmazsa iki
amayý düþünüyordum. Eve on birde döndüm ve derhal de yattým. Sirkin konserle ve öbür ayrýnt
, kendini unutturacak kadar çekici göründüðünü düþünerek ertesi gün bizim andavallýya genel
ine bir söylev geçmeyi tasarladým.
Uyku tanrýçasý her iki omzumu da çarþafa yapýþtýrmak üzere bulunduðu bir sýrada evi baþtan
münasebetsiz bir çýðlýk duydum. Yeþil elmadan sancýlanan çocuk iniltilerini andýran bir ha
idiyordu. Kapýmý açarak dula seslendim:
- Madam Meevy, çocuðunuzun aðzýný týkasanýz iyi edersiniz.
Namuslu insanlar uyuma olanaðýný bulup hak ettiði gibi dinlenmek ister.
Ev sahibim:
- Baðýþlayýn, bayým. Baðýran benim çocuðum deðil, dostunuz Mister Tatum'un birkaç saat önce
iði domuz. Dayý mý, kardeþ mi, yeðen mi ne oluyorsan kendin gidip susturursan sevinirim, d
edi.
Toplum için görgü gereði giyilmesi gereken bir þeyler giyerek Rufe'un odasýna gittim. Kalkm
ambasýný yakmýþ, yerde duran teneke kabýn içine, viyak viyak baðýran küçük, kirli beyaz bir
usu için süt döküyordu.
- Bu da ne? diye sordum. Bu akþamki rolünü kediye yüklettin. Oyunu berbat ettin. Þimdi de
bu domuz yavrusu ne oluyor? Ortaklýktan vazgeçtinse haber ver.
- Hoþ gör kardeþ. Domuz hýrsýzlýðýna alýþkanlýðýmý biliyorsun. Bu iþin tiryakisi olduk. Bu
kaçýrmak istemedim.
- Sende domuz çalma hastalýðý var. Domuz çevresinden uzaklaþýnca umarým daha yüksek düþünce
rur, daha kazançlý dalaverelerle akýl yorarsýn. Böyle pis, cýrtlak, budala bir yaratýk yüzü
musunu nasýl olup da lekelemeye razý olduðuna þaþýyorum doðrusu, dedim.
- Jeff, kardeþim, sen bunlarý anlamazsýn. Benim gibi domuz yavrularýna sevgin yoktur. Ka
nýmca bu yavru sýradan olanýn üstünde bir mantýk ve zeka gücüne sahip! Biraz önce odanýn bi
köþesine kadar arka ayaklarý üzerinde yürüdü, diye yanýt verdi.
- Vallahi ben yatýyorum. Sen dostunun o zeki kafasýna bu kadar gürültü yapmamasý gerektiðin
okmaya çalýþ. Bakalým alacak mý, dedim.
Rufe:
- Acýkmýþ, þimdi susar, uyur, yanýtýný verdi.
Bir basýmevinin yakýnlarýnda bulunduðum sürece taþ baskýsý mý, çaðdaþ, silindirli bir makin
uðuna bakmam, sabah gazeteleri ne olursa olsun okurum.
Ertesi sabah erkenden kalktým. Lexington'un günlük gazetesini kapýnýn önünde daðýtýcýnýn at
Birinci sayfada gözüme ilk çarpan þey, iki sütunluk bir ilan oldu. Þöyle yazýyordu:
BEÞ BÝN DOLAR ÖDÜL
Dün akþam Binkley Kardeþler Sirki'nin garip yaratýklar çadýrýndan Beppo adýndaki küçük domu
açmýþ veya çalýnmýþtýr. Avrupa'da eðitilmiþ olan yavruyu sað ve esen getirene hiçbir soru s
in dolar verilecektir.
Geo. B. Fabley
Yönetici
Sirk Alaný
Gazeteyi hemen katlayýp iç cebime attým. Rufe'un odasýna çýktým.
Giyinmiþ, domuza artan sütle birkaç elma kabuðu veriyordu.
Dostça ve neþeli neþeli:
- Merhabalar, kalktýk demek. Domuzcuðumuz da kahvaltý ediyor. Kuzum Rufe, yavruyu ne y
apmak niyetindesin, dedim.
- Kafese koyup Mount Nebo'ya, anneme yollayacaðým, ben yokken ona yoldaþlýk eder.
Arkasýný okþayarak:
- Güzel, çok güzel bir yavru, dedim.
Rufe:
- Ama dün akþam söylemediðini býrakmadýn.
- Sen ona bakma, bu sabah gözüme güzel göründü. Çiftlikte büyüdüðüm için domuzlarý severim.
tmaz yattýðým için lamba ýþýðýnda hiç görmemiþtim. Sana bir önerim var. Yavruyu on dolara a
- Satmaya niyetim yok. Baþka bir domuz olsaydý satardým, ama bunu satmam, yanýtýný verdi.
Bir þeyler bildiðinden korkarak:
- Niye satmýyorsun? dedim.
- Çünkü bu bana yaþamýmýn en büyük baþarýsýný tattýrdý. Bu iþi benden baþka kimse baþaramaz
ur, çoluða çocuða karýþýrsam oturup babalarýnýn bir sirk dolusu insan önünden bir domuz yav
ldýðýný anlatacaðým. Belki torunlarýma da anlatmak nasip olur. Çocuklarýmýn babalarýyla övü
esile olacak. Bak anlatayým, birbirine açýlan iki çadýr vardý. Bu yavru bir sehpanýn üzerin
ncirle baðlý duruyordu. Öbür çadýrda dev gibi biriyle, saçlarý kar gibi aðaracak kadar yaþl
gun saðlýklý bir kadýn vardý. Yavruyu yakaladýðým gibi gýk dedirtmeden çadýrýn altýndan sýy
a yerleþtirdikten sonra karanlýk bir sokaða varýncaya kadar renk vermeden belki yüz kiþinin
yanýndan geçtim. Satmaya hiç de niyetim yok, vallahi anneme göndereceðim. Baþarýmý gösterec
kanýt olarak saklasýn, dedi.
- Bunayýp ocak baþýnda palavracýlýða baþlayýncaya kadar yaþamaz, yapamazsýn. Torunlarýn söz
etinmek zorunda kalacaklardýr. Satarsan yüz dolara alýrým, dedim.
Rufe þaþkýnlýkla baktý.
- Bu kadar etmez.. niçin istiyorsun? diye sordu.
Sevimli sevimli gülümseyerek:
- Bana geliþigüzel baktýðýn zaman yaradýlýþýmýn bir de sanatçý yaný olduðunu fark edemezsin
bir yaným var. Domuz koleksiyonculuðu yaparým. Ender domuzlarý ele geçirmek için dünyayý a
ettim. Wabash vadisinde bir domuz otlaðým var. Ýçinde her türlüsünü bulabilirsin. Seninki b
ins gibi görünüyor. Gerçek Berkshire galiba. Onun için istiyorum, dedim.
Rufe:
- Seni hoþnut etmek isterdim, ama ne çare ki benim yanlýþýmýn da (1) sanatçý bir yaný var.
uzu herkesten daha büyük bir beceriyle çalmak sanat deðil de nedir? Domuzlar benim için bi
r tür esin kaynaðýdýr. Dehama besin olan esin kaynaklarý. Özellikle bu. Vallahi 250 dolara
ile satmam, yanýtýný verdi.
Alnýmýn terini silerek:
- Beni dinle, diye baþladým. Bu domuzla ilgileniþim ticari deðildir. Sanat kaygýsýna düþmüþ
rum. Hatta sanattan da çok felsefi bir amacým var. Bir domuz uzmaný ve yetiþtiricisi ola
rak bu Berkshire'ý koleksiyonuma eklemeyecek olursam dünyaya karþý olan görevimi yerine ge
tirmemiþ bulunacaðým. Yavruya, gerçek deðerinden dolayý deðil domuzlarýn insanlýðýn dostu v
ekili olmalarý nedeniyle beþ yüz dolar veriyorum.
Bizim domuz tutkunu:
- Jeff, bu iþte benim için söz konusu olan para deðil, duygudur, diye karþýlýk verdi.
- Yedi yüz dolar, dedim.
- Sekiz yüz yap da yüreðimdeki duyguyu söküp atayým, diye yanýt verdi.
Elimi iç cebime daldýrarak para kesemi çýkardým. Kýrk adet yirmi dolarlýk saydým.
- Yavruyu alýp kahvaltýmý bitirinceye kadar odama kilitleyeceðim, dedim.
Arka ayaðýndan yakalayýnca sirkteki yaban ördeði gibi öyle bir baðýrdý ki, Rufe:
- Býrak ben götüreyim, diye iþe karýþtý.
Kolunu beline sardýktan sonra öteki eliyle de aðzýný týkadý. Domuzu odama kadar uyuyan bir
ek gibi gýk dedirtmeden götürdü.
Çeyizini sattýktan sonra sancýlanmýþ gibi bir hal alan Rufe, kahvaltýdan sonra Misfitzky'ye
gidip þýk bir çift eflatun çorap almak istediðini söyledi. O gider gitmez, beni, duvar kâðý
alýn kurumasýndan korkan tek kollu bir adam gibi bir telaþ aldý. Yaþlý bir zenci buldum. Bi
yük arabasý kiraladým. Domuzu baðlayýp bir çuvala týktýktan sonra sirkin yolunu tuttuk. Ge
B. Fabley'i buldum. Penceresi açýk bir çadýrda oturuyordu. Þiþman, açýkgöz biriydi. Baþýna
akke geçirmiþti. Kýrmýzý kazaðýnýn göðsünde dört kýratlýk bir elmas parlýyordu.
- George B. Fabley siz misiniz? diye sordum.
- Ben olduðuma bahse girerim, dedi.
- Bende, yanýtýný verdim.
- Sende olan ne? diye sordu. Asya kobrasýna verdiðimiz fareler mi, yoksa kutsal camýza
yedirdiðimiz alfalfa mý? dedi.
- Hiçbiri: Eðitilmiþ domuz; Beppo ... bende, arabanýn içinde, çuvalda. Bu sabah evimin ön b
inde çiçekleri yerken buldum. Eðer mümkünse beþ bin dolarý büyük para olarak isteyeceðim, d
rdim.
George B. çadýrýn iki yanýna sürtünerek çýktý. Kendisini izlememi söyledi. Küçük çadýrlarda
pkara bir domuz gördüm. Boynunda kýrmýzý bir kurdele baðlýydý.Otlara uzanmýþ birinin verdið
ordu.
G.B.
- Mac... bizim ünlü Beppo'nun bu sabah keyfi yerinde, deðil mi? diye baðýrdý.
Mac:
- Hem de nasýl.. sabahýn saat birinde acýkan revü kýzý gibi iþtahý yerinde, diye yanýtladý.
Fabley bana dönerek:
- Bu parlak buluþ nereden? Dün akþam domuz pirzolasýný fazla kaçýrdýn galiba, dedi.
Gazeteyi çýkararak duyuruyu gösterdim.
- Sahte, haberim yok... Dörtbacaklýlar dünyasýnýn harikasý olan olaðanüstü yavruyu kendi gö
vet, çalýnmadan, kaçmadan, olaðanüstü bir duyarlýlýkla kahvaltýsýný ettiðini kendi gözünle
Anlamaya baþlamýþtým. Arabaya bindim. Ned amcaya en yakýn sokak aðzýna çekmesini söyledim.
rdým, sokaðýn karþý tarafýnýn uzaklýðýný iyice hesaplayýp gerisine doðru dikkatli bir niþan
meyi yerleþtirdim. Çýðlýk çýðlýða sokaðýn öbür yanýna kadar tekerlenip gitti.
Ned amcaya elli santimi ödedikten sonra, gazete yönetim yerine yürüdüm. Gerçeði açýklayan o
eri kendi kulaðýmla iþitmek istiyordum. Ýlancýyý pencereye çaðýrdým.
- Bahse girdik. Onun için öðrenmek istiyorum. Dün akþam bu ilaný veren kiþi kýsa boylu, þiþ
a bacaklý, kara býyýklý biri deðil miydi? diye sordum.
Karþýmdaki:
- Hayýr, sýrýk gibi, bir sekseni aþkýn, mýsýr püskülü saçlý, konservatuar zýpýrlarý kýlýklý
Yemek zamaný gelince Misis Peevy'nin pansiyonuna döndüm.
- Mister Tatum gelinceye kadar çorbasýný sýcak tutayým mý? diye sordu.
- Ýstersen bir dene. Dünyanýn göbeðindeki bütün kömür stoklarýný yakýp bitirinceye, bütün o
caya kadar beklesen iþe yaramaz, dedim.
* * *
Jeff:
- Ýþte dostum, görüyorsun ya, doðru, hakbilir bir ortak bulmak ne kadar güçtür, diye sözünü
Eski tanýþýklýðýn verdiði rahatlýða güvenerek:
- Bu kuralý iki yana da uygulamak gerekir. Eðer ödülü ikiye bölmeyi önerseydin belki... diy
aþladým. Fakat Jeff'in aðýrbaþlý çýkýþý karþýsýnda sustum.
- Her iki yana ayný ilkeyi teþmil uygulayamayýz, dedi. Benimki kurullara uygun ve dürüst b
ir spekülasyon giriþimiydi. Ucuza al, pahalýya sat. Wall Street ayný þeyi yapmýyor mu? Ýste
ister ayý, ister domuz olsun, fark eder mi? Boynuza ve posta izin var da, kýla yok
mu?

BÝLGÝYLE GELEN MUTLULUK


Kanýmca Birleþik Amerika eðitim ve öðretim iþlerinin yönetimini Meteoroloji'ye vermek gerek
i. Bunu laf olsun diye söylemiyorum. Akla yatkýn nedenlerim var. Ama sizler öðretmenleri
n meteoroloji dairesinin emrine verilmelerine karþý bir neden gösteremezsiniz. Bakýn düþünc
anlatayým... Okuyup yazmasýný bildikleri için öðretmenlerden, havanýn o günkü durumunu sab
telerinden öðrenip merkeze tellemelerini isteyebiliriz. Ama bu konunun baþka bir yönü var.
Þimdi ben, Patterson Pratt, size havanýn, arkadaþým Idaho Green ile bana nasýl lüks bir kü
saðladýðýný anlatacaðým.
Montana sýradaðlarýnda Bitter Root tepelerinde altýn arýyorduk. Walla-Walla'da, kesesinde
boþ yere harcayacak fazla umut taþýyan keçi sakallý birine raslamýþ, gereken gereçleri orta
hasýna buluþturarak, daðlara kazma sallamaya koyulmuþtuk. Yedeðimizde bir orduya barýþ görü
esince yetecek kadar bol yiyecek vardý.
Bir gün Karlos'tan gelen bir postacýya rasladýk. Oturup üç kutu erik reçelimizi yedikten so
ra yeni bir gazete býrakarak gitti. Havanýn durumu hakkýnda bazý tahminlerde bulunan bu
gazete Bitter-Root'un karþýsýna "ýlýk, sýcak; hafif batý rüzgârlarý" diye savurmuþtu.
O akþam þiddetli bir doðu rüzgârý çýktý. Hava karlamaya baþladý. Herhalde geçici bir kasým
daho ile daha yükseklerde bir kulübeye çekildik. Fýrtýna sürdü. Kar bir metreyi buldu. Yine
a vermeyince olduðumuz yerde saplanýp kaldýðýmýzý anladýk. Kulübeden çýkamayacak bir duruma
e yetecek kadar odun kestik. Ýki aylýk yiyeceðimiz olduðuna göre, içeri çekilip rüzgârý, fý
uru keyfine býraktýk.
Eðer adam öldürmek sanatýný özendirmek isterseniz, iki kiþiyi bir ay küçük bir kulübeye kap
anamaz vallahi!
Fýrtýnanýn ilk günlerinde birbirimizin þakalarýndan hoþlanarak zevkleniyor, tavada "ekmek"
etine piþirdiðimiz hamuru yiyerek gülüþüyorduk. Üçüncü haftanýn sonunda Idaho þöyle bir bil
- Yükseklerde uçan bir balonda teneke bir kutunun dibine akýtýlan kesik sütün çýkardýðý ses
ma senin konuþma organlarýndan çýkan o boðuk gürültüyle karþýlaþtýrýlýnca sütün sesi herhal
tatlýdýr. O kutlu aðzýndan çýkan þapýrtýlarý duydukça ineðin geviþ getiriþini anýmsýyorum.
larýna duyurmayacak kadar kibardýr. Oysa sen...
Ben de yanýt olarak:
- Mister Green, bir zamanlar seninle arkadaþlýk ettim ama þimdi, bir köpekle mi, yoksa b
u saygýn kiþiyle mi kalmak istersin, diye soracak olsalar çok geçmez kulübe sakinlerinden
biri kuyruðunu sallamaya baþlardý.
Ýki üç gün böyle sürdükten sonra birbirimizle konuþmaktan vazgeçtik. Mutfak gereçlerini iki
aho yemeði ocaðýn bir yanýnda ben öbür yanýnda piþiriyorduk. Kar pencerelere kadar yükselmi
bütün gün yanar tutmak zorundaydýk.
O ana kadar Idaho ile bütün öðrenimimiz kara tahta üzerinde yazýlý: "Jim'in üç, John'un beþ
rsa, toplam kaç elma vardýr"la sýnýrlý olmuþtu. Saðda solda sürterken deneyimlerimizle aklý
yontmuþ, üniversite derecesine hiç gerek duymamýþtýk. Sýkýþýnca deneyimin bize öðrettikler
uk. Fakat Bitter Root daðlarýnda kar yüzünden kulübeye kapanýnca durum deðiþti.
Eski Yunancayý bilsek, Homeros'u okumuþ bulunsak ve yüksek öðretimde verilen öbür dersleri
olsaydýk kulübede kapalý kaldýðýmýz sürece herhalde düþünecek konular bulur, düþüncelere da
olej öðrenimi görmüþ olanlarý taþrada çalýþýrken çok gördüm, ama öðrenimlerinin iþe yaradýð
River'da Andrew Mc William'ýn binek atý hastalanmýþtý. On mil uzaða araba göndererek botani
eçinen bir üniversite mezununu getirtti ama iþe yaramadý. Adam bildiðini okudu, dönüp gitti
t da öldü.
Bir sabah Idaho eline bir deðnek almýþ, elle eriþilemeyecek kadar yüksek olan bir rafý karý
a koyulmuþtu. Birden yere iki kitap düþtü. Saldýrýrken Idaho ile göz göze geldik. Bizimki b
ftadýr ilk kez olmak üzere aðzýný açtý.
Acele edip parmaklarýný yakma. Sana arkadaþ olarak ancak uyuþuk bir çamur kaplumbaðasý layý
ma ben yine kötü davranmayacaðým. Bunu az bir þey sanma. Ana babanýn yaptýðýndan çok. Bu ne
Çýngýraklý yýlan dostluk kurallarýný senden daha iyi bilir. Donmuþ bir turptan farkýn yok.
tacaðýz, kazanan beðendiði kitabý alacak.
Dediðini yaptýk. Idaho kazandý. Beðendiðini aldý. Ben de bana kalana el koyarak köþeme çeki
kumaya koyulduk.
Bir külçe altýn bulsaydým, bu kitabý görünce sevindiðim kadar sevinmezdim. Idaho ise payýna
bý küçük bir çocuðun bir külah þekeri seyrediþi gibi incelemeye koyulmuþtu.
Benimki Herkimer imzalý "Bilinmesi Gereken Þeyler" adlý küçük bir kitaptý. Belki yanýlýyor
kanýmca dünyanýn en büyük yapýtýydý. Hâlâ saklýyorum, içindeki bilgilerle yalnýzca seni de
rsa olsun beþ dakika içinde elli kez bozarým. Ýçinde Hazreti Süleyman'dan tut da New-York T
ibune gazetesine kadar her þeyden söz ediliyordu. Herif bu bilgileri toplamak için her
halde en aþaðý elli yýl çalýþmýþ, dünyayý dört dönmüþtür. Dünyadaki bütün kentlerin nüfusla
leceðini kaydetmiþ, devenin kaç diþi olduðunu bildirmeyi unutmamýþtý. Dünyanýn en uzun tüne
sayýsýný, çiçek hastalýðýnýn kaç günde kendini gösterdiðini, kadýn enselerinin ne kalýnlýk
nel valilerin veto haklarýný, Roma su bentlerinin yapýlýþ tarihlerini, Maine eyaletinde Au
gusta kasabasýnýn yýllýk ortalama ýsýsýný, bir dönüm havuç ekmek için gereken tohum miktarý
ullanýlacak ilaçlarý, sarýþýn bir kadýnýn baþýndaki saçlarýn sayýsýný, yumurta saklamanýn y
daðlarýn yüksekliðini, þimdiye kadar yapýlmýþ bütün savaþlarýn tarihlerini, boðulanlarý ken
in yollarýný, güneþ çarpmasýna karþý alýnacak önlemleri, dinamitin nasýl üretildiðini, çiçe
diðini, doktor gelmeden önce ne yapmak gerektiðini, söylüyor ve bunlar gibi daha bin türlü
u hakkýnda bilgi veriyordu. Herifin bilmediði yoktu doðrusu.
Oturup kitabý dört günde okudum. Kolej ve üniversite öðrenimlerinin kazandýrdýðý bilim ve b
itapta özetlenivermiþti. Kulübemizi saran karý, Idaho ile kavgalý olduðumuzu unuttum. Baktý
turmuþ, ses çýkarmadan okuyordu. Meþe kabuðu rengindeki sakalýnýn çevrelediði çehresi gizem
bir ýþýkla ýþýldýyordu.
- Idaho, senin kitabýn nasýl? diye sordum.
Dargýn olduðumuzu o da unutmuþ olacak ki tatlýlýkla yanýt verdi.
- Homer Keyem imzasýný taþýyan bir yapýt.
- Keyem de (1) ne oluyor? diye sordum.
- Ýmza, dedi.
Idaho'nun beni bu biçimde atlatmaya kalkýþýna kýzarak:
- Yalan söylüyorsun, dedim. Böyle imza olmaz. Herifin soyadý ne? Kitap yazsýn da soyadýný k
asýn, olur mu hiç. Doðruyu söylesene! Buzaðý gibi geveleyip duracaðýna çýkar baklayý aðzýnd
Idaho sükunetini yitirmeden:
- Sana doðruyu söyledim. Homer Keyem imzasýný taþýyan bir þiir kitabý. Önce pek anlayamadým
ayý sürdürünce zevkine varmaya baþladým. Vallahi iki kýrmýzý battaniyeye deðiþmem, dedi.
- Senin olsun, güle güle oku. Benim iþime elvermez. Ben kafamda yer edecek doðru bilgi i
stiyorum. Elimdeki kitap da bu isteðimi karþýlýyor, yanýtýný verdim.
Idaho:
- Ona istatistik derler. Var olan bilgilerin en bayaðýsý, insanýn kafasýný zehirler. Bizim
eyem'in varsayýmlarýnýn üzerine yok doðrusu! Þarap tüccarý galiba! Ama ne de olsa þiir. Ýns
arýna metre ve santimle seslenen senin o kitabýna metelik vermem. Felsefi eðilimleri d
oða yasalarýyla açýklama konusunda bizim Keyem seninkini yarý yolda býrakýr. Ne kentlerin n
, ne ortalama yaðmur düþüþü para eder, dedi.
Ne yapalým, onun düþüncesi baþka, benim düþüncem baþkaydý. Gecemizi, gündüzümüzü kitaplara
t geçiriyorduk. Kar fýrtýnasý bize epeyce þeyler öðretti doðrusu. Donlar çözüldükten sonra
rurken, birdenbire þöyle bir soru sorsaydýnýz:
- Sanderson Pratt, söyle bakalým: 28x20 boyutlarýnda bir çatýyý kutusu 9 dolardan tenekeyle
döþemek kaça mal olur? Derhal yanýtýný alýrdýnýz. Dakikada 192 bin mil yol alan ýþýktan dah
rdum. Bunu kaç kiþi yapabilir? Tanýdýðýnýz herhangi birini gece yarýsý uykudan kaldýrýp sor
an iskeletinde diþler dýþýnda kaç kemik vardýr? Veya Nebrasha eyaletinde valinin veto hakký
clisin kaçta kaç çoðunluðu geri kaldýrabilir? Deneyin, bilebilecek mi, bakalým?
Idaho'nun þiir kitabýndan ne yarar saðladýðýný bilemeyeceðim. Ama aðzýný ne zaman açsa þara
k göklere çýkarýrdý. Hoþ bu laflara benim kulak astýðým yoktu.
Idaho'nun sözlerinden anladýðýma göre, Homer Keyem denen köpek herif için yaþam, kuyruðuna
eneke kutuydu. Korkudan soluðu kesilinceye kadar koþtuktan sonra oturup kuyruðundaki t
enekeye bakar:
- Mademki çýkarýp atamýyorum, gidip meyhaneciye doldurtayým da birlikte kafalarý tütsüleyel
erdi.
Galiba Ýranlý imiþ. Böylesinden ne beklersiniz. Ýran'dan halýsýyla kedisinden baþka iyi bir
mý?
Ýlkyazda birkaç külçe altýn bulabildik. Bir yere saplanmak huyumuz olmadýðý için satýp geçt
sekiz bin dolar aldýktan sonra Salmon ýrmaðý kýyýsýndaki Rosa kasabasýna indik. Þöyle adam
ip içelim, saçlarýmýzý kýrktýralým, bir keyif çatalým, dedik.
Rosa curcunalý bir madenci kasabasý deðildi. Vadide çiftçi köyü gibi sessiz, temiz bir yerd
il uzunluðunda bir de tramvay hattý vardý. Idaho ile tam bir hafta tramvaydan inmedik.
Geceleri Sunset View Oteli'nde kalýyorduk. Gezmiþ, geçirmiþ, okumuþ, bilim görmüþ insanlar
muzdan Rosa'da en yüksek sosyeteye alýnmýþtýk. Bütün önemli þölenlere çaðrýlýyorduk.
Rosa sosyetesinin kraliçesi olan Misis De Armond Sampson'la, belediye dairesinde i
tfaiye þirketinin yararýna verilen bir piyano konseri ve býldýrcýn yeme yarýþmasýnda tanýþt
Misis Sampson kasabanýn iki katlý biricik yapýsýnýn sahibi bir duldu. Sarýya boyalý olan Sa
on kaþanesi, nereden baksanýz hemencecik gözünüze çarpardý. Rosa'da bu yumurta sarýsý eve I
e benden baþka çengel atmak isteyen daha yirmi iki kiþi vardý.
Býldýrcýn kemikleri toplanýp atýldýktan, birlikte þarkýlar söylenip bittikten sonra dans ba
stra baþlar baþlamaz 23 kiþi birden koþup Misis Sampson'un baþýna üþüþtüler. Ben dans sevda
ek kendisine eve kadar eþlik etmek dileðinde bulundum. Pek doðru yapmýþým!
Yola koyulduk. Bir aralýk Misis Sampson:
- Yýldýzlar bu gece ne parlak, ne çekici, dedi.
- Þu gördüðünüz büyük yýldýz dünyamýzdan 66 milyar mil uzak. Iþýðý bize 36 yýlda eriþir. 18
kopla bakacak olursanýz gökyüzündeki yýldýzlardan 43 milyonunu görebilirsiniz. Bu söz ettið
skopun görüþ alanýna on üçüncü ayaktaki yýldýzlar da girer. Bunlardan biri bugün sönecek ol
yedi yüz yýl daha görünür, yanýtýný verdim.
Misis Sampson:
- Ne diyorsunuz! Hiç de bilmiyordum. Pek fazla dans etmiþim. Sýcaktan yanýyorum. Terlemiþi
m de, dedi.
- Nedeni basit. Ýnsanda iki milyon ter bezesi vardýr. Hepsi birden çalýþýr. Yarým inç uzunl
olan ter bezelerini yan yana getirecek olsanýz yedi mil eder, dedim.
Misis Sampson:
- Þaþýlacak þey. Sulama çukurundan söz ediyorsunuz sandým. Bütün bunlarý nasýl, nasýl öðren
.
- Dünyada gözlerim açýk dolaþýrým. O sayede her þeyi öðrendim!
- Mister Pratt, öðrenim görmüþ insanlara hayranýmdýr. Buradakilerin hepsi kara cahil. Sizin
bi kültürlü biriyle tanýþmýþ olmak benim için büyük bir zevktir, evim size açýktýr. Ne zama
uyurun.
Böylece sarý boyalý evin sahibinin gözüne girmiþ oldum. Her salý ve cuma günleri görmeye gi
m. Herkimer'den içinde yaþadýðýmýz evrenin harikalarýyla ilgili öðrendiklerimi anlatýyordum
günlerinde de dul bayan, Idaho ile öbür hayranlarýný kabul ediyordu. Idaho'nun Keyem'den ö
ndiði ilaný aþk yöntemini uygulamaya kalkacaðý hiç de aklýma gelmemiþti. Bir gün öðleden so
pson'a bir sepet erik götürüyordum. Yolda karþýlaþtýk. Gözleri öfkeyle açýlýp kapanýyordu.
hlikeli bir biçimde eðilmiþti.
- Mister Pratt. Mister Green ismindeki kiþi dostunuz, deðil mi? diye baþladý.
- Dokuz yýllýk bir dost, dedim.
Derhal ahbaplýðý kesin. Yüzüne bakýlacak adam deðil, diye çýkýþtý. Görgünün "g"sini bilmiyo
- Vallahi þaþtým doðrusu. Benim bildiðim Idaho Green sýradan bir daðlýdýr. Bütün daðlýlar g
yalancý ve savurgandýr. Fakat ne olursa olsun centilmen olmadýðýný söylemeye dilim varmýyo
yim kuþamý, aðýrbaþlýlýðý ve gösteriþi bakýmýndan belki insanýn gözüne batar ama kalbi iyid
lýða karþý büyük bir direnci olduðunu gördüm. Baðýþlamanýzý dilerim. Dokuz yýl birlikte yaþ
karþý suçlamada bulunamayacaðým gibi önümde ona karþý konuþulmasýna da izin veremeyeceðim.
Misis Sampson:
- Dostunuzu savunmakta hakkýnýz var ama bu savunmanýz bana herhangi bir kadýnýn namusuna d
okunacak biçimde önerilerde bulunmuþ olmasý durumunu deðiþtirmez.
- Vallahi þaþtým. Idaho'nun böyle bir þey yapabileceðini hiç sanmazdým. Bir zamanlar sürekl
ar fýrtýnasý dengesini bozmuþtu, ama o kadar. Evet, bir süre önce daðlarda kar yüzünden týk
akit öldürmek için bazý þiirlere merak sarmýþtý. Belki bunlar ahlakýný bozmuþtur, dedim.
Misis Sampson:
- Tanýþtýðýmýzdan beri bana Dirty Henry (1) adýnda birinin þiirlerini okuyup duruyor. Bu þi
bakacak olursak herif kafirin biri.
- Öyleyse yeni bir kitap bulmuþ, yanýtýný verdim. Keyem takma adýný kullanan birinin yapýtý
du.
Misis Sampson:
- Her neyse. Bugün üstüne tuz biber ekti. Bir buket çiçek göndermiþ, üzerine ünlü þiirlerin
iðnelemiþ. Mister Pratt siz kültürlü bir insansýnýz. Kibar bir kadýn görünce anlarsýnýz. R
ndeki konumumu biliyorsunuz. Bir somun ekmek ve bir testi þarapla ormanlara kaçarak
onunla oynaþýp gülüþmeye razý olamayacaðýmý pekâlå kestirirsiniz. Testiyle þarap içerek orm
arýna dalacak insan deðilim. Yemekte bir kadeh Bordo þarabý içerim, o kadar. Þiir kitabýný
rlikte alacakmýþ. Öyle dedi. Kendisi gitsin. Olmazsa Dirty Henry'yi de yanýna alsýn. Emini
m karþý çýkmaz. Yeter ki þaraba göre ekmek fazla olmasýn. Söyleyin bakalým Mister Pratt, bu
karþýsýnda dostunuzun centilmenliði nerede kaldý?
- Idaho'nun bu çaðrýsý belki ciddi deðildir. Þiirden ibarettir. Belki de gizli anlamý olan
erdendir. Bu gibi yapýtlar yasa ve düzene karþý olmakla birlikte söylenmek istenen anlamýn
lenenden baþka olduðunu imayla basým iznini alýrlar. Bu kusurunu baðýþlarsanýz, Idaho'nun a
kkür ederim. Kafalarýmýzý þiir dünyasýnýn bayaðý havasýndan kurtaralým. Gerçek ve düþünce d
m. Býrakýn bunlarý Misis Sampson! Böyle güzel bir günde güzel þeyler düþünelim. Burasý sýca
vator serindir. Orada havanýn sürekli biçimde beþ bin metre yükseklikteki kadar soðuk olduð
unutmayalým. Kýrkýncý enlemle kýrk dokuzuncu enlem arasýnda iklim, bin ile üç bin metre yü
teki iklime benzer.
Misis Sampson:
- Ömrünüze bereket, Mister Pratt. Dirty'nin þiirlerinden aðzým yandýktan sonra bu güzel þey
mek hoþuma gidiyor, diye hoþnutluðunu gösterdi.
- Gelin, yolun kýyýsýndaki þu kütüðün üzerine oturup þairlerin edepsizliðini, acýmasýzlýðýn
ramýný ancak bilimsel bilgileri ve yasalaþmýþ düzeni anlatan rakamlarýn görkemli sütunlarýn
lirsiniz. Bakýn Misis Sampson, bu oturduðumuz kütük bir istatistiktir. Ve herhangi bir þii
rden daha güzeldir. Halkalar altmýþ yýllýk olduðunu gösteriyor. Yer altýnda, yedi yüz metre
ikte üç bin yýlda kömür olur. Dünyada en derin kömür madenleri Newcastle'de, Killingworth'd
t ayak uzunluðunda, üç ayak geniþliðinde, iki ayak sekiz inç derinliðinde bir kap bir ton k
. Eðer damar kesilecek olursa kesilen yerin üst bölümünü sýkmalýsýnýz. Ýnsan ayaðýnda 30 ke
a kalesi 1841'de yanmýþtýr.
Misis Sampson:
- Sürdürün, Mister Pratt. Çok güzel düþünceleriniz var. Hoþuma gidiyor. Ýstatistik kadar se
þey düþünemiyorum doðrusu, dedi.
Bununla birlikte Herkimer'den asýl yararý iki hafta sonra gördüm.
Bir gece:
- Yangýn var! sesleriyle uyandým. Fýrlayýp gittim, görünümü seyre koþtum. Misis Sampson'un
uðunu görünce rüzgâr gibi uçtum. Ýki dakika sonra oradaydým.
Sarý evin alt katýný alevler tümüyle sarmýþtý. Rosa'da erkek, kadýn, köpek, kýz, kýsrak adý
si yangýn yerine üþüþmüþtü. Baðrýþýyorlar, havlayýp haykýrýyorlar, itfaiyenin yolunu kesiyo
disini zorla tutan altý itfaiye erinin elinden kurtulmaya çalýþtýðýný gördüm. Alevlerin alt
ardýðýný, içeri girmenin ölüm demek olduðunu anlatmaya çalýþýyorlardý.
- Misis Sampson nerede? diye sordum.
Ýtfaiye erlerinden biri:
- Onu gören yok. Yatak odasý yukardadýr. Girip bakmak istedik, olanak yok. Merdivenimi
z de yok, yanýtýný verdi.
Ateþin ýþýðýna doðru koþarak elimi cebime attým. Çekip kitabýmý çýkardým. Aradýðýmý gözümün
eyecandan kendimi yitirmiþ olacaðým.
- Haydi yavrum Herkimer, kendini göster. Þimdiye kadar tek bir yalanýný yakalamadým. Her z
aman yardýmýný gördüm. Anlat bakalým, bu iþin içinden kurtulmanýn çaresi nedir? dedim.
"Kazalarda ne yapmak gerek" bölümünü açtým. 117'nci sayfadaydý. Elimle iþaret ede ede isted
ri buldum. Herkimer'in üstüne yoktu vallahi. Hiçbir þeyi unutmamýþtý.
"Gaz ve dumandan boðulma..." Keten tohumu çok iyi gelir. Gözün dýþ kenarýna biraz keten toh
koyun...
Kitabý cebime yerleþtirdikten sonra yanýmdan koþarak geçen bir çocuðu yakaladým.
Eline bir miktar para sýkýþtýrarak:
- Koþ, eczaneden bana bir dolarlýk keten tohumu getir, çabuk ol sana da bir dolar var
dedim.
Çevredeki halka seslenerek:
- Haydi bakalým, Misis Sampson'u kurtaralým, diye baðýrarak þapkamý ceketimi çýkardým.
Ýtfaiye erlerinden dördü çevremi alarak içeri girmenin ölüm olduðunu, tavanlarýn yanýp düþm
r.
Gülmek istemediðim halde sýrýtarak:
- Keten tohumu tedavisini yapabilmek için göz olmasý gerek, diye baðýrdým. Ýtfaiye erlerind
ikisini dirseklerimle ittim, üçüncüsünü yana savurdum, dördüncüsünün dizine bir tekme salla
eve daldým. Ölseydim, bir mektup yazýp öbür dünyanýn sarý evin o günkü durumundan daha iyi
dýðýný bildirirdim. Ama þimdilik içiniz rahat olsun. Ýyi atlattým. Lokantada acele ýsmarlad
rtmasýndan biraz daha fazla kavruldum o kadar.
Alev ve dumandan iki kez yýkýldým. Ýtfaiye hortumlarýnýn yardýmýyla doðrulmayý baþararak Mi
'un odasýna eriþebildim. Dumandan kendini yitirmiþti. Çarþaflara sarýp omzuma aldým. Yangýn
ikleri kadar zarar vermemiþti. Yoksa kurtulamazdým.
Zavallý kadýncaðýzý evden elli yarda kadar uzakta otlarýn üzerine yatýrdým. Adaylarýn yirmi
rden ellerinde kovalarla hemencecik çevremizi aldýlar. Her biri Misis Sampson'u kend
i kurtarmak istiyordu. Bu arada eczaneye gönderdiðim çocuk geldi. Keten tohumunu getir
miþti.
Örtüleri açýnca Misis Sampson baþýný kaldýrýp gözlerini araladý:
- Mister Pratt, siz misiniz? dedi.
- Aman, ilacý sürmeden konuþmayýn, susun, yanýtýný verdinm.
Elimi boynuna dolayýp özenle baþýný kaldýrdým. Öbür elimle keten tohumunun paketini açtým.
cacýk acýtmadan gözünün dýþ kenarýna birkaç tohum yerleþtirdim.
Bu sýrada kasabanýn doktoru koþa koþa çýkageldi. Ve Misis Sampson'un nabzýný yakalayýp muay
ikten sonra bana:
- Bu saçmalar da ne? diye çýkýþmaya baþladý.
- Keten tohumu! Doktor deðilim ama bunu nereden öðrendiðimi sana öðreteyim, yanýtýný verdim
Koþup ceketimi getirdiler, kitabý çýkarýp gösterdim.
- Duman ve gazdan boðulmanýn neyle tedavi olunduðunu öðrenmek istersen 117'nci sayfaya bak
dedim. Gözün dýþ kenarýna keten tohumu koyun diye yazýyor. Dumaný mý emiyor yoksa midenin
otam sinirini mi harekete getiriyormuþ, bilemeyeceðim. Bildiðim bir þey varsa o da bunu öðü
diðidir. Hastanýn tedavisine sizden önce o çaðrýldý. Ama konsültasyon yapmak isterseniz kar
Yaþlý doktor kitabý aldý. Gözlüðünü takarak itfaiye fenerinin ýþýðýnda þöyle bir inceledikt
- Mister Pratt küçük bir yanlýþ yapmýþsýnýz. Yanlýþ satýrý okumuþsunuz. Boðulmaya karþý öðü
ayý derhal temiz havaya çýkarýn, yan yatýrýn. Keten tohumu tedavisi göze toz ve çöp kaçtýðý
ir satýr üstünde.
Bu arada Misis Sampson araya girerek:
- Bana baksana, doktor. Bu konsültasyonda benim de söz söylemeye hakkým var, sanýrým. Hayat
a bana o keten tohumu kadar iyi gelen bir ilaç düþünemiyorum diyerek baþýný kaldýrýp koluma
- Sandy, þekerim, haydi öteki gözüme de biraz istiyorum, diye nazlandý.
Bugün, yarýn ne zaman istersen gel. Rosa'nýn ortasýnda güzel, sarý bir ev göreceksin. Bir z
nlar Misis Sampson diye anýlan ve artýk Misis Pratt adýný taþýyan o benzersiz kadýnýn varlý
lleþen güzel sarý bir ev! Ýçeri girecek olursan oturma odasýnýn ortasýndaki mermer masanýn
Herkimer'in "Bilinmesi Gereken Þeyler" adlý yapýtýný kýrmýzý marokenle ciltlenmiþ olarak ve
iðinde insanlarý mutlu etmeye yarar her konuda akýl öðretmeye hazýr bir durumda bekliyor bu
acaksýn.

POLÝSLER
Büyük kentlerde birtakým insanlar söndürülen bir mumun alevi gibi apansýz ve büsbütün ortad
rirler. Bütün araþtýrmacýlar, izleyiciler, kent labirentlerinin kurdu polisler, büro kuramc
e "tümevarým"cý hafiyeler araþtýrmaya gönderilir, fakat çoðunlukla kaybolanýn yüzünü bir da
Ama bu gibilerden bazýlarý ara sýra Sheboygan'da veya Terre Haute'de yaþamlarýnýn belirli
ir dönemine kadar, bakkalýn hesabý da içinde olmak üzere her þeyi unutmuþ olarak, "Smith"e
zer takma bir adla ortaya çýkarlar. Bazen bütün kentleri tarar; belki iyi piþirilmiþ bir bo
file bekliyordur diye birer birer bütün lokantalarý gezersiniz de sonunda daha önce otur
duklarý evin bitiþiðine taþýnmýþ olduklarýný görürsünüz.
Kara tahta üzerine tebeþirle çizilmiþ bir resmin siliniþi gibi canlý bir insanýn ortadan ka
luþu tiyatro sanatýnýn en güçlü konularýndan birini oluþturur.
Bu konu üzerinde Mary Snyder olayýný ilgi çekici bulmamak olasý deðildir.
Meeks adýnda orta yaþlý biri, batýdan kalkýp New-York'a gelerek bir yýldan beri kentin ucuz
bir semtinde kalabalýk bir apartmanda oturmakta olan elli yaþýndaki dul kýz kardeþi Misis
Mary Snyder'i aramaya koyuldu.
Kýz kardeþinin verdiði adrese baþvurunca kadýncaðýzýn bir ay önce taþýnmýþ olduðunu öðrendi
yoktu. Bunun üzerine Mister Muks köþede bekleyen polise giderek derdini anlattý.
- Kýz kardeþim çok yoksul. Onun için kendisini bulmak istiyorum. Son zamanlarda bir kurþun
madeninden epeyce kazandým. Servetimi kendisiyle paylaþmak istiyorum. Gazetelere il
an vermek gereksiz. Kýz kardeþim okumasýný bilmez.
Polis býyýðýný burdu. Görkemli bir biçimde öyle bir düþünceye daldý ki Meeks "Buldu gitti"
e baþlayarak mavi boyunbaðýnýn üzerinde kýz kardeþi Mary'nin sevinç gözyaþlarýnýn izlerini
du.
Polis:
- Canal Street yakýnlarýna git. Kendini en büyük saka arabasýnýn sürücülüðüne verdir. Mahal
yaþlý kadýnlar saka arabalarýnýn altýnda kalýp durur. Kýz kardeþini de belki onlarýn arasý
n. Eðer buna razý olmazsan merkeze git, kardeþinin peþinden bir dedektif koþtursunlar, ded
i.
Merkezde hemencecik iþe koyuldular, Batýlýnýn yardýmýna koþtular. Dört yana haber saldýlar.
nyder'in kardeþi Muks'de bulunan tek fotoðrafýný istasyonlara daðýttýlar. Mulberry Sokaðý'n
miser bu iþle polis Mullins'i görevlendirdi.
Polis Meeks'i bir yana çekerek:
- Merak etme.. kolay bir iþ... Býyýklarýný kes, ceplerini iyi purolarla doldur, öðleden son
saat üçte beni Waldorf Gazinosu'nda bul, dedi.
Meeks polisin dediðini yaptý. Mullins'le buluþtular. Bir þiþe þarap getirttiler. Ýçerlerken
s kayýp kadýn hakkýnda bir iki soru sordu.
- New-York büyük bir kenttir. Fakat kayýp arama iþini sistemleþtirmiþ bulunuyoruz. Kýzkarde
i bulabilmek için iki yol var. Deneyelim. Elli yaþýnda demiþtiniz, deðil mi?..
- Biraz daha fazla.
Polis Batýlýyý en büyük gündelik gazetenin ilan þubesine götürdü. Orada þu ilaný yazýp Meek
"Yeni bir revü için acele olarak yüz güzel koro kýzýna gereksinim vardýr. Ýsteklilerin Broa
de ... numaraya baþvurmalarý rica olunur."
Meeks bu ilana pek kýzdý.
- Kardeþim gece gündüz demeyip çalýþan, yoksul, yaþlý bir kadýndýr. Böyle bir ilanýn, bulun
edeceðini bir türlü anlayamýyorum.
- Peki... New-York'u pek bilmediðin anlaþýlýyor. Mademki buna karþý çýkýyorsun, baþka bir y
lým. Fakat sana daha pahalýya oturacak, dedi.
- Zararý yok, onu deneyelim.
Polis kendisini yine Woldorf'a götürdü.
- Ýki yatak odasýyla bir salon tut, yukarý çýkalým, dedi.
Meeks bunu da yaptý. Dördüncü katta dayalý döþeli bir daireye çýktýlar. Meeks þaþýrmýþtý. P
ularak tabakasýný çýkardý. Daireyi aylýk tutmaný söylemeyi unuttum. Daha ucuz olurdu, dedi.
Meeks:
- Aylýk mý? Ne demek istiyorsun? diye sordu.
- Sorunu bu biçimde çözmek zamana baðlý. Zaten pahalý olacaðýný baþtan söylemiþtim. Ýlkyaza
iz gerekecek. Yeni telefon rehberi o zaman çýkar, çýkar çýkmaz alýr, kýz kardeþinin adýna b
esini buluruz.
Meeks polisi derhal gönderdi. Ertesi gün bir tanýþý New-York'un en ünlü hafiyesi Shamrock J
es'e baþvurmasýný salýk verdi. Jolnes her ne kadar pahacýysa da gizemli olaylarý çözme konu
mucizeler yaratýrdý.
Meeks ünlü hafiyenin huzuruna ancak salonda iki saat bekledikten sonra kabul edildi.
Jolnes mor bir sabahlýk giymiþ, sedef kakmalý bir satranç masasýnýn baþýna oturmuþ, önünde
günlük bulmacasýný çözmeye çalýþýyordu. Hafiyenin ince düþünür yüzü, keskin bakýþlarý ve a
atmayý gerektirmeyecek kadar ünlüdür.
Meeks ziyaret nedenini açýkladý.
Sharmrock Jolnes:
- Eðer bulmayý baþarýrsam 500 dolar isterim, dedi.
Meeks baþýný eðerek kabul ettiðini bildirdi.
Jolnes sonunda:
- Soruþturmayý üzerime almayý kabul ediyorum. Bu kentte kaybolan kimseleri arayýp bulmak b
enim için hep ilgi çekici bir iþ olmuþtur. Bundan bir yýl önce buna benzer bir iþ almýþtým.
nuçlandýrdýðýmý anýmsýyorum. Clark adýndaki bir aile, oturduklarý apartmandan taþýnmýþ ve o
dý. Bir ipucu ele geçirebilmek için apartmaný tam iki ay göz altýnda bulundurdum. Bir gün s
akkalýn yukarýya çýktýklarý vakit gerisin geriye yürüdüklerini gördüm. Bunun üzerine "tümev
rarak kaybolan aileyi derhal buluverdim. Karþý daireye taþýnmýþlar ve adlarýný Kralc'a çevi
.
Sharmrock Jolnes, Mary Snyder'in oturduðu apartmana giderek kayýp kadýnýn odasýný görmek is
i. Odaya Madam Snyder'den sonra baþka kiracý girmemiþti.
Küçük, karanlýk, yoksul bir odayla karþýlaþtýlar. Meeks umutsuzca kýrýk bir iskemleye çöktü
rlarý, yerleri, ortalýktaki bir iki kýrýk dökük eþya parçasýný bir ipucu ele geçirmek isteð
inceye araþtýrdý.
Yarým saat içinde Jolnes görünüþte önemsiz ve ne olduðu belirsiz birkaç þey toplamýþtý. Ucu
r þapka iðnesi; bir tiyatro programýndan koparýlmýþ bir kâðýt parçasý; üzerinde sol-C 12 ya
kart.
Þöminenin rafýna yaslanarak baþýný avcuna koyup on dakika dalgýn dalgýn düþündü. Entelektüe
k derinlere daldýðý görülüyordu.
Sonunda kararlý bir biçimde:
- Buyurun, Mister Meeks. Sorun çözülmüþtür. Sizi derhal kýz kardeþinizin adresine götürebil
a durumu konusunda endiþe etmenize gerek yok. Parasý, hiç olmazsa þimdilik, bol bol yete
cek gibi.
Meeks, hafiyenin bu buluþuna sevindiði kadar hayran oldu.
Hayranlýkla:
- Nasýl becerdiniz? diye sordu.
Jolnes'in belki en zayýf yaný tümevarýmla elde ettiði olaðanüstü baþarýlarla övünmekti. Din
kullandýðý yöntemle ilgili açýklama yapmaya ve ilgilerini çekerek onlarý þaþkýnlýklar içind
aman hazýrdý.
Jolnes topladýðý kanýtlarý masanýn üstüne yaydý.
- Çýkarým yoluyla... Misis Snyder'in kentin bazý semtlerine gitmesinin olasýlýk dýþý olduðu
adým. Þu þapka iðnesine bakýn! Bir kere Brooklyn'ý derhal saf dýþý býrakýr. Tek bir kadýn y
bir þapka iðnesi almadan Booklyn Bridge'de tramvaya binmeye kalkýþsýn. Ýðnesiz bir kadýn i
racak bir yer bulmak mümkün müdür? Þimdi Harlem'e gitmesine olanak olmadýðý kanýtlayacaðým.
asýnda kanca var. Bu kancalardan birine, Misis Snyder þapkasýný, öbürüne þalýný asýyordu. A
mýnýn, duvarýn badanasýný kirlettiðini görüyorsunuz. Þalýn býraktýðý lekenin dümdüz olduðun
, þalýn kenarýnýn düz ve saçaksýz olduðunu kanýtlýyor. Orta yaþlý bir kadýnýn Harlem trenin
rdiði görülmüþ müdür? Bu gibi kadýnlar hep kapýya takýlýp öbür yolcularý geciktirecek saçak
bakýmdan Harlem'i de çýkarmak gerek.
Sonuçta Misis Snyder'in pek uzaða gitmemiþ olduðuna karar verdim. Bu yýrtýk kart parçasýnda
-C 12" yazýsýný görüyorsunuz.
C Caddesi, 12 numarada birinci sýnýf bir pansiyon olduðunu biliyorum. Tahminimize göre kýz
kardeþinizin bütçesinin pek üstünde bir yer... Ama bu kýrýþmýþ tiyatro programýna bir baký
mý nedir? Sizce bir anlamý yoktur. Ama en küçük þeyleri bile göz önünde tutmayý alýþkanlýk
i biri için çok zengin bir anlamý vardýr.
Kardeþinizin gündelikle çamaþýra veya ev iþine gittiðini söylediniz. Salonlarý, bürolarý te
nlattýnýz. Bir tiyatroda böyle bir iþ almýþ olduðunu kabul edelim. Mister Meeks deðerli müc
r daha çok nerede kaybolur; biliyor musunuz? Elbet tiyatrolarda... Þu kýrýþýk program parça
bir bakýn, Mister Meeks... Yuvarlak bir biçimi var. Bir yüzüðe sarýlmýþ herhalde, çok deðe
.. Misis Synder yüzüðü tiyatroda çalýþýrken bulmuþ... programýn bir parçasýný keserek yüzüð
si gün satýp biraz paralanýnca daha rahat bir pansiyona geçmiþ... Sorunu bu kadar deþtikten
sonra C Caddesi 12 numarada bulunmamasý için hiçbir neden göremiyorum. Mister Meeks kard
eþiniz iþte bu adrestedir.
Shamrock Jolnes bu söylevini baþarýlý olmuþ bir sanatçýnýn gülümsemesiyle bitirdi. Meeks ka
e anlatýlamayacak derecede hayran olmuþtu. Birlikte C Caddesi 12 numaraya gittiler.
Seçkin ve zengin bir semtte eski moda, kahverengi bir yapýydý.
Zili çalýp sordular. Misis Snyder adýnda biri bulunmadýðý yanýtýný aldýlar. Son altý aydýr
cý da gelmemiþti.
Gerisin geriye dönüp kaldýrýma vardýklarýnda Meeks kýz kardeþinin odasýndan ipucu diye aldý
ten þeyleri bir inceledi.
Program parçasýný burnuna götürerek:
- Hafiye deðilim ama, bu kâðýda yüzük deðil nane þekeri sarýlmýþ. Sol-C 12'ye gelince, bu d
letinin bir parçasý... Sol kanatta, C bölümünde, 12 numaralý koltuk.
Shamrock Jolnes dalmýþtý. Uzaklara bakar gibi:
- Bir kez de Juggins'le görüþsek iyi ederdik, dedi.
Meeks:
- Juggins de kim? diye sordu.
Jolnes:
- Yeni bir kuramý olan hafiyelerdendir. Yöntemleri bizimkinden farklýysa da Juggins'in
son derece karýþýk sorunlarý çözdüðünü iþittim. Seni ona götüreyim, dedi.
Juggins'i çalýþma odasýnda buldular. Açýk sarý saçlý, ufak tefek bir adamdý. Nathaniel Hawt
kentsoylular için yazdýðý yapýtlarýndan birine dalmýþtý.
Farklý düþünen iki hafiye resmi bir biçimde el sýkýþtýlar. Jolnes, Meeks'i tanýttý. Juggins
ek:
- Anlatýn bakalým, dedi.
Meeks bitirip susunca büyük hafiye kitabýný kapatýp:
- Kýzkardeþinizin elli yaþýnda yaþamýný gündeliðe giderek güçlükle kazanan, çirkince yoksul
nlaþýlýyor; burnunun sol yanýnda da büyük bir et beni varmýþ; doðru mu? dedi.
Meeks:
- Tam üstüne bastýnýz, dedi.
Kalkýp þapkasýný giyen Juggins:
- On beþ dakika sonra buradayým. Gidip kardeþinizin adresini getireceðim, diye açýkladý.
Rengi uçan Shamrock Jolnes zorla gülümsemeye çalýþtý.
Belirtmiþ olduðu süre içinde dönen Juggins'in elinde bir pusula vardý.
Sükunetle:
- Kardeþiniz Mary Snyder, Chilton Sokaðý'nda 162 numarada oturuyor. Beþinci katta holden
çevrilme bir yatak odasýnda.
Meeks'le konuþmayý sürdürerek:
- Buradan ancak dört blok ilerde.. gidip bir baksanýz iyi olur. Yine buraya gelirsin
iz. Mister Jolnes sizi burada bekler.
Meeks yola koyuldu. Yirmi dakika sonra döndüðünde yüzü sevinçten parlýyordu.
- Hakkýnýz varmýþ. Kardeþimi verdiðiniz adreste buldum. Çok þükür iyi de! Borcumuz ne kadar
- Ýki dolar.
Meeks hesabýný ödeyip gittikten sonra Shamrock Jolnes þapka elde Juggins'in karþýsýnda diki
aldý.
- Bir istekte... bir þey... sormak... Nasýl baþardýðýnýzý, diye kekelemeye baþladý.
Juggins açýkladý.
- Sevinerek. Misis Snyder'in betimlemesini anýmsýyorsunuz, deðil mi? Bu gibi kadýnlar ka
rakalemle portrelerini yaptýrmaya meraklýdýrlar. Hem de haftalýk taksitle! Memlekette bu
iþle uðraþan en büyük kuruluþ köþe baþýnda. Uðrayýp defterlerinden adresini aldým. O kadar

JEFF PETERS'IN GÖZBOYAMACILIÐI


Jeff Peters, para dolandýrmak için Charleston'da, pilav piþirme yöntemleri kadar çeþitli do
aplar çevirmiþtir.
Bununla birlikte ben her þeyden çok ilk zamanlarda, köþe baþlarýnda öksürük ilacý ve merhem
köþelerinde, halkla haþýr neþir olarak kýtý kýtýna kuru ekmekle geçindiði, son meteliðinin
ura atarak yaþadýðý günlerin öykülerini dinlemeyi severim.
Jeff:
- Arkansas'da Fisher Hill kasabasýna üstümde deri bir giysi, ayaðýmda bir çarýkla düþtüm. E
arkana'da bir oyuncudan aldýðým otuz kýratlýk elmas bir yüzük vardý. Herifin yüzüðe karþýlý
llahi söyleyemeyeceðim diye anlatmaya baþladý. Saçlarýmý uzatmýþ, doktor Waugh-Hoo kýlýðýna
lerin ünlü Lokman hekimi! Elimde tek bir marifet vardý. Ýkinci gençlik þurubu! Hayat verici
ot ve köklerden üretilen bu eriyiði Chocktai oymak baþkanýnýn güzel karýsý Faqua-la yýllýk
lanan köpek haþlamasýný süslemek üzere öteberi toplarken raslantý sonucu keþfetmiþti.
Bir önceki kasabada pek alýþveriþ olmadýðýndan cebimde beþ dolar vardý. Ecza deposuna gider
z onsluk altý düzine þiþeyle bu þiþelere uygun altý düzine mantar edindim. Öbür kasabadan a
yaftalarla eczalar valizde hazýrdý. Oteldeki odama dönüp musluðun gürül gürül aktýðýný ve
inci gençlik þurubunun düzinelerle sýralandýðýný görünce keyfim yerine geldi. Dünyayý yine
aþladým.
Sahtecilik mi? Haþa. Altý düzine þurup þiþesinde iki dolarlýk kýna kýna eriyiðiyle beþ sent
boya vardý. Yýllarca sonra yeniden uðradýðým birçok yerde birçok kimse bu ilacý benden yine
erdir.
O gece bir araba kiralayarak þuruplarý kasabanýn ana caddesinde satmaya baþladým. Fisher H
ill sýtmalý, alçak bir kasabaydý. Halkýn böyle pneumocardiac anti-scorpitique karýþýk, düþ
ereksinmesi olduðu tanýsýný koymuþtum. Þuruplar paskalya çöreði gibi kapýþ kapýþ gidiyordu.
Her biri elli sente iki düzine sattýktan sonra birinin arkamdan ceketimi çektiðini duydu
m. Bunun anlamýný kavrayarak derhal arabadan aþaðý indim ve göðsünde gümüþ bir Alman yýldýz
olar sýkýþtýrýverdim.
- Ne güzel bir gece, deðil mi? dedim.
- Ýlaç diye yutturduðun o yolsuz bulaþýk suyunu satmak için kent iznin var mý? diye sordu.
- Kent görmedik ki, izin belgesi alayým. Yarýn bakayým. Öyle bir þey görürsem alýrým, dedim
- Öyleyse yarýna kadar alýþveriþ yasak, dedi.
Satýþtan vazgeçerek otele döndüm. Otelciye olup biteni anlatýrken:
- Fisher Hill'de senin gibisine ekmek yok. Hiç boþuna yorulma, dedi. Kasabada bir te
k doktor var, Hopkins. O da belediye baþkanýnýn kayýnbiraderi. Sahte doktorlara asla izi
n vermezler.
- Doktorluk edecek deðilim ki: Taþrada gezgin satýcýlýk için izin belgem var. Gittiðim yerl
e isterlerse kent izin belgesi de alýrým, dedim.
Ertesi sabah belediye baþkanýnýn dairesine gittim. Henüz gelmemiþ olduðunu söylediler. Ne z
n geleceðini de bilmiyorlardý. Bunun üzerine Doktor Waugh-Hoo otel koltuðuna kurularak p
urosunu yakýp beklemeye koyuldu.
Bir aralýk mavi boyunbaðlý bir delikanlý usulcacýk yanýmdaki koltuða yerleþerek saati sordu
- On buçuk, dedim; sonra da: Seni tanýyorum. Andy Tucker deðil mi? Güney eyaletlerinde o
ünlü dolabý çeviren sen deðil miydin? Hani elli sente hem Þili iþi elmas bir niþan yüzüðü,
püresi yapmaya özgü bir aygýt, hem de iç açýcý bir þurup satma buluþunu yapar, caným, diye
Andy kendisini anýmsadýðýmý duyunca sevindi. Becerikli bir satýcýydý doðrusu! Becerikliliði
mesleðine saygýsý olan bir insandý. Ve yüzde üç yüz kazançla yetinirdi. Afyon iþine girmek
ri almýþtý. Ama yolsuz iþlerden hep kaçýnmýþ, hiçbir zaman doðru yoldan sapmamýþtý.
Bir ortaða gereksinmem olduðundan, Andy ile iþbirliði etmeye karar verdik. Fisher Hill'd
eki durumu anlattýktan sonra siyasetle ticaretin elbirliði etmiþ bulunmasý yüzünden alýþ ve
esat olduðunu anlattým. Andy, trenden daha o sabah inmiþti. O da meteliðe kurþun atýyordu.
a bir zýrhlý yapýmý için yardým toplayarak halký dolandýracaktý. Dýþarý çýktýk. Balkona otu
Ertesi sabah saat on birde otelde oturuyordum. Bir zenci gelip yargýç Banks'in dokto
ru çaðýrdýðýný söyledi. Anladýðýma göre pek hasta olan Banks, kasabanýn belediye baþkanýydý
- Ben doktor deðilim ki, doktoru çaðýrýn, dedim.
- Efendimiz, doktor Hopkins kentte deðil. Yirmi mil uzakta hastaya gitti. Baþkanýn dur
umu da pek kötü, rica ediyor, sizi istiyor, dedi.
- Mademki öyle, gelirim. Ama doktor olarak deðil, þöyle bir bakmak için, dedim.
Cebime bir þiþe "Ýkinci Gençlik" þurubundan yerleþtirdikten sonra belediye baþkanýnýn teped
nin yolunu tuttum. Baþkan kasabanýn kýrmalý çatýlý en güzel yapýsýnda oturuyordu. Bahçede ç
e tunçtan iki köpek yontusu yatýyordu.
Karyolaya gömülmüþ olan Banks'in yalnýzca sakalýyla býyýklarý görünüyordu. Midesi bütün San
rkudan sokaklara uðratacak gibi gürüldüyordu. Baþ ucunda, elinde bir bardak suyla, bir del
ikanlý duruyordu.
Baþkan:
- Aman doktorcuðum, ölüyorum. Bir þeyler yap, beni kurtar, dedi.
- Baþkan cenaplarý, bendeniz Lokman Hekim'in öðrenciliðini yapmýþ deðilim. Týbbiyede de oku
dan bir insan gibi yardýmým dokunur mu, diye geldim, yanýtýný verdim.
- Teþekkür ederim, Doktor Waugh-Hoo, bu iyiliðinizi hiçbir zaman unutmayacaðým. Delikanlý y
mdir. Mister Biddle acýmý azaltmaya çalýþtýysa da baþarýlý olamadý. Oooofff.. aman Tanrým,
nledi.
Mister Biddle'ý baþýmla selamladýktan sonra belediye baþkanýnýn karyolasýnýn yanýna oturup
m.
- Karaciðerinize, dilinize demek istiyorum, bir bakayým, dedim. Sonra da gözkapaklarýný çev
rerek gözbebeklerini iyice muayene ettim.
- Ne zamandan beri hastasýnýz? dedim.
Baþkan:
- Dün.. dün akþam.. aman.. hastalandým... Aman doktorcuðum bir ilaç ver, ne olur, diye inle
i.
- Mister Fiddle, pencerenin perdesini biraz kaldýrýr mýsýnýz? dedim.
Delikanlý:
- Biddle, diye düzelttikten sonra hastaya dönerek: Dayýcýðým, sucuklu yumurta yemek ister m
sin? diye sordu.
Kulaðýmý hastanýn sað omuz kemiðine dayayýp iyice dinledikten sonra:
- Baþkan cenaplarý, kötü. Akordeonunuzun sað lades kemiðinde fazla bir þiþlik var, dedim.
Hasta inleyerek:
- Yandým Allah! Kuzum doktorcuðum ovmak için bir ilaç veremez misin? Ya da baþka bir þey ya
amaz mýsýn?
Þapkamý alarak kapýya doðru ilerledim.
Baþkan:
- Yoksa gidiyor musun? Beni bu durumda mý býrakacaksýn? Bu Tanrýnýn belasý sancýdan ölmeme
mi vereceksin?
Mister Biddle da:
- Ýnsanlýk bunu mu gerektirir? Acý içindeki bir insan yüzüstü býrakýlýr mý? dedi.
Kendi kendime:
- Doktor Waugh-Hoo görevini yap, diyerek hastanýn yataðýna yaklaþtým. Uzun saçlarýmý geriye
;
- Bay Baþkan, ilaç para etmez, sizin için tek bir umut var, ilaç iyidir ama, ilaçtan daha ü
tün bir güç var, dedim.
- Nedir o? diye sordu.
- Fenni gösteriler. Kafanýn sarsaparillaya karþý zaferi! Hastalýk ve acýnýn yokluðuna inanm
vet, hastalýk ve acýnýn kendimizi iyi duyumsamadýðýmýz zaman düþ gücümüzün ürünü olduðuna i
kendinizi gösterin bakalým.
Baþkan:
- Nedir o anlattýklarýn, kuzum doktor? Kendine özgü bazý düþünceler galiba. Sakýn sosyalist
sýn? diye yanýt verdi.
- Psiþik finansman öðretisinden söz ediyorum.
Menenjitin ve boþ inançlarýn bilimaltý (1) tedavisini saðlayan aydýn düþünceleri söylemek i
Benzersiz bir ev içi sporu olan kiþisel gözboyamacýlýðý anlatmak istiyorum.
Baþkan:
- Doktorcuðum, bu söylediðini uygulayabilir misin? diye sordu.
- Bendeniz gözboyamacýlýk mezhebinin iç mihrabýnýn tek sultaný, baþ veziriyim. Þöyle bir el
rdim mi topallar konuþur, körler yürür. Hem medyum olurum, hem gözboyarým. Ann Arbour'daki
on seanslarým sýrasýnda sirke þuruplarý þirketinin müdürü dünyaya benim sayemde geri dönere
e konuþabildi.
Ama ben yaþamýmý sokaklarda, yoksullara ilaç satmakla kazanýyorum. Kiþisel gözboyama gücümü
inde uygulamýyorum. Bu iþi ayaða düþürmek istemiyorum. Çünkü giyecek pabuçlarý yok, dedim.
Baþkan:
- Peki, beni iyileþtirir misin? diye sordu.
- Vallahi bu yüzden birçok yerde týbbi makamlarla baþým derde girdi. Doktor deðilim. Ama be
ediye baþkaný olarak izin belgesi için kovuþturma açmayacaðýna söz verirsen yaþamýný kurtar
iþik tedavi yapmaya razý olurum. Ýki seansta iyileþeceðinize güvence vermek koþuluyla 250 d
r isterim, dedim.
Baþkan:
- Peki, veririm. Yaþamým 250 dolar etmez mi? dedi.
Karyolanýn yaný baþýnda oturarak gözlerimi gözlerine diktim.
- Þimdi hasta olduðunuzu unutun. Baþka þeyler düþünün. Hasta deðilseniz, ne yüreðiniz, ne l
eriniz, ne beyniniz var! Aðrý filan duyduðunuz yok. Yanýldýðýnýzý kabul edin. Zaten olmayan
i duyumsuyorsunuz, deðil mi?
Baþkan:
- Hakkýn var, doktorcuðum. Gerçekten biraz daha iyiyim. Vallahi de billahi de daha iyi
yim. Sol yanýmda sis bulunmadýðýný söyle. Hemen kalkýp sucukla birkaç pasta yiyeyim, dedi.
Elimle þöyle bir iki hareket yaptým.
- Hazizi þemsinin sað sarkýðý indi. Uykun geliyor, gözlerini açamýyor musun? Hastalýk önlen
uyu, dedim.
Baþkan yavaþça gözlerini kapatarak horlamaya baþladý.
- Çaðdaþ bilimin harikalarýný gördünüz mü mister Fiddle, dedim.
"Biddle" diye düzelterek:
- Doktor Pu-Ju tedavinin ikinci bölümünü ne zaman uygulayacaksýnýz? diye sordu.
Ben de:
"Waugh-Hoo" diye düzelttikten sonra:
- Yarýn saat on birde geleceðim. Uyanýnca üç damla terementiyle bir kilo biftek verin. Ýyi
ler, dedim.
Ertesi sabah tam vaktinde Baþkanýn evindeydim.
Yatak odasýnýn kapýsýný açýnca:
- Günaydýn Mister Biddle, dayýnýz bu sabah nasýl? diye sordum.
Delikanlý:
- Çok daha iyiye benziyor, dedi.
Baþkanýn nabzý düzelmiþ, rengi yerine gelmiþti. Bir tedavi daha geçtim. Aðrýlarýn da geçtið
- Bir iki gün daha yatarsanýz tümüyle iyileþirsiniz. Ýyi ki Fisher Hill'deydim. Yoksa týp d
kullandýðý bütün ilaçlar bir araya gelse yine yaþamýnýzý kurtaramazdýnýz. Yanlýþ sanýdan k
lýþ olduðunu kanýtladýðýna göre bunlarý unutalým. Daha neþeli bir konuya geçelim. Bizim 250
im. Teþekkür ederim. Çek istemem. Çekin arka kýsmýna imzamý basmaktan nefret ederim. Ön tar
alamaktan nefret ettiðim kadar.
Baþkan yastýðýnýn altýndan bir cüzdan çýkararak:
- Merak etmeyin, nakit vereceðim. Ýþte burada, diyerek beþ adet elli dolarlýk sayýp ayýrdý.
le'a dönüp:
- Faturayý getir, dedi.
Getirilen faturayý imzaladým. Ve parayý güzelce cebime yerleþtirdim. Baþkan hasta bir adama
hiç de yakýþmayan bir sýrýtýþla Biddle'a:
- Memur bey, haydi bakalým görevini yap, dedi.
Mister Biddle kolumdan tutarak:
- Doktor Waugh-Hoo, yani Peters, izin belgesiz doktorluk yapmaktan dolayý sizi tut
ukluyorum, dedi.
- Sen de kimsin? diye sordum.
Baþkan kalkýp oturarak:
- Kim olduðumu ben söyleyeyim. Týp Derneði'nin polisi. Seni ilçeden ilçeye izliyormuþ. Bu b
i ilçe. Dün bana geldi, suç üstü yakalamak için bu planý kurduk. Düzenbaz bayým. Bu çevrede
orluk yapamayacaksýn. Neydi o koyduðun taný? (Kahkahayla gülerek.) Beyin sulanmasý deðildi
a! dedi.
- Polis hafiyesi, ha? dedim.
Biddle:
- Üstüne bastýn. Gel bakalým. Seni Emniyet Müdürlüðü'ne teslim edeceðim, diye yanýtladý.
- Haydi yap da göreyim diye boðazýna sarýldým. Az kaldý pencereden dýþarý atacaktým. Fakat
bir tabanca çýkararak göðsüme dayayýnca olduðum yerde kaldým. Bunun üzerine Biddle ellerimi
eyip cebimden paramý aldý.
- Bakýn bay baþkan, iþaretlediðimiz dolarlar. Emniyet müdürüne teslim ederim. Size aldýðýna
pusula verir. Mahkemede kanýt olarak gerekli, dedi.
Belediye Baþkaný:
"Peki, Mister Biddle" dedikten sonra bana döndü.
- Haydi Doktor Waugh-Hoo, niye kendini göstermiyorsun? Diþlerinle gözboyama þiþesinin mant
arýný çýkarýp þu kelepçeleri açýver.
Aðýrbaþlýlýkla polise dönerek:
- Haydi gidelim, memur bey. Baþa gelen çekilir, dedim ve yaþlý Banks'e dönerek kelepçelerin
zincirini þakýrdattým;
- Bay Baþkan, gözboyamacýlýðýma inanacaðýmýz zaman çabuk gelecektir. Hatta bu iþte de baþar
iniz.
Gerçekten de dediðim oldu, galiba!
Bahçe kapýsýna yaklaþýnca:
- Andy, haydi çýkar þunlarý bakalým. Olur da birine raslarýz, dedim.
Þaþtýnýz mý? Þaþacak ne var? Andy'den baþka kim olabilirdi? Bu planý kurmuþ, ortaklýða baþl
n sermayeyi bu biçimde saðlamýþtýk.

ÝNSANIN VÝCDANI RAHAT OLMALI


Bir gün Jeff Peters;
- Ortaðým Andy Tucker'ý dolandýrýcýlýk ahlaký içinde kalmaya bir türlü alýþtýramadým diye a
slu davranmasýný olanaksýz kýlacak derecede zengindi. Para kazanmak için, öyle yüksek finan
esaplarýna dayanan dalavereli dolaplar çevirirdi ki benzerini, olanaðý yok, demiryollarýnýn
tarife indirimi yönetmeliklerinde bile bulamazdýnýz!
Ben kendi adýma karþýlýðýnda bir þey vermeden insanlarýn parasýný almayý hiçbir zaman doðru
karþýlýk sahte elmas, olmazsa uydurma çiçek tohumu, o da olmazsa kulunç yaðlarý veya pay se
ri veririm. Bunlardan hiçbiri olmazsa müþterinin baþýnda, parasýna karþýlýk göstermek üzere
akýrým. Damarlarýmda "New England"lý atalarýmýn kaný bulunsa gerek! Polisten korkularý bana
eçmiþ!
Bununla birlikte Andy'nin atalarý baþkaydý. Aslýnda bir kuþaktan gerisini ortaya çýkarabile
i hiç de sanmýyorum...
Bir yaz Middle West'de Ohio'da aile albümleri, baþaðrýsý tozlarý ve böcek ilaçlarý üzerinde
r nasýlsa birden aklýna yüksek finans uzmanlýðý esiverdi.
- Kardeþim Jeff, sana bir þey söyleyeyim mi? Artýk bu ývýr zývýrlarý defleyip daha kazançlý
ci bir iþle uðraþmamýz zorunlu oldu. "Gratciel" ülkesine dalýp etli yaðlý bir boða boðazlas
.
- Bilmem vallahi! Acayip huylarýmý bilirsin. Ben þimdi uðraþtýðýmýz gibi namuslu ve kuralla
n iþleri yeðlerim. Birinin parasýný aldýðým zaman adamýn elinde gözüne çarparak izimi örtec
ur bir þey býrakmak isterim. Hiç olmazsa bir dostun yüzüne mürekkep fýþkýrtmak için bir oyu
Ama yeni bir düþüncen varsa öt bakalým. Böyle küçük çaplý dolandýrýcýlýða büyük bir tutarý
, dedim.
Andy bunun üzerine:
- Genellikle "Pittsburg milyonerleri" diye tanýnan o koca "Midas Americanus" sürüsünün bul
unduðu yerde köpeksiz, fotoðraf makinesiz, borusuz bir sürü avýna çýkmayý düþünüyorum, dedi
- New-York'ta mý?
- Hayýr efendim, Pittsburg'ta. Bu gibiler New-York'u sevmezler. Ara sýra giderler. B
u yolculuk kendilerinden beklendiði için bu sýkýntýya katlanýrlar.
Pittsburglu bir milyoner New-York'ta sýcak bir kahve fincanýna düþmüþ sinek gibidir. Göze ç
, tartýþma konusu olursa da kendini hiç hoþlanmadýðý bir durumda bulur. Züppeler, kaygýsýzl
ar kenti onu boþ yere avuç dolusu para döktüðü için alaya alýr. 15.000.000 dolar deðerinde
tsburglunun New-York'ta 10 günlük harcamasýný gösteren pusulayý gördüm. Þöyle bir hesap çýk
Gidiþ geliþ tren parasý: 21 dolar
Ýstasyona gidiþ geliþ araba parasý: 2 dolar
Otel: 50 dolar
Bahþiþ: 5750 dolar
Toplam: 5823 dolar
New-York'un sesi bir baþgarson sesidir: Bahþiþi fazla kaçýrýrsan kapýda durup vestiyerdeki
emeyle iþaretleþerek arkandan alay eder. Pittsburglu para harcayýp eðlenmek istediði zaman
evinde kalýr. Biz de onu yakalamak için oraya gideceðiz, dedi.
Uzun lafýn kýsasý, Andy ile yeþil antipirin tozlarýmýzý ve bütün sermayemizi bir dostun kil
oldurup Pittsburg yolunu tuttuk. Andy ne bir dolap, ne de bir hareket planý tasarl
amýþtý. Bununla birlikte ahlaký hiçe sayan yaradýlýþýnýn olaylarýn üzerine yükseleceði kaný
Pittsburg'da tasarlayacaðýmýz ticari giriþime sorumluluk üstlenerek katýldýðým veya etkin b
oynadýðým takdirde, Andy, dürüstlük ve öz çýkarlarý savunma konusundaki ilkelerime uymuþ ol
anýmý rahat ettirmek üzere, avlayacaðý kimseye parasýna karþýlýk eline alabileceði, gözüyle
a tadýp koklayabileceði bir þey vermeye razý olmuþtu. Bunun üzerine içim rahat etti. Dalave
e neþe ve zevkle katýldým.
Smithfeld dedikleri küllü sokaðýn dumanlarý arasýnda yürürken:
- Bu kok krallarý ve pik demiri dövücüleriyle nasýl tanýþacaðýmýzý hiç hesabettin mi? Salon
larýný bildiðinden, pasta býçaðýyla zeytin çatalýný kullanmak konusundaki becerinden kuþkum
abrika bacalarýný tüttürenlerin salonlarýna "Entrez-vous" sandýðýmýzdan daha zor olmayacak
diye düþündüm, dedim.
- Buna olsa olsa incelik ve nezaketimiz, soydan gelme kültürümüz engel olur, dedi. Pitts
burglu milyonerler gurursuz, büyüklenmeleri olmayan, sýradan, eli açýk insanlardýr. Tavýr v
avranýþlarýnda kaba ve nezaketsizdirler. Gürültücü patýrtýcý olduklarý gibi yontulmamýþlard
ranýþlarýnýn arkasýnda bir hayli nezaketsizlik ve saygýsýzlýk gizlidir. Hemen hemen hepsi h
rasýndan yetiþmiþ, yükselmiþtir. Gösteriþ yapmaz, basitlikten vazgeçmez, gazinolarýn çevres
la uzaklaþmaz, demir raylar üzerindeki gümrük vergisi gibi sesimizi yükseltirsek aralarýnda
birkaçýyla buluþmakta güçlük çekmeyiz, dedi.
Andy ile üç dört gün çevreyi kolladýk. Bazý milyonerlerle tanýþmayý baþardýk.
Ýçlerinden biri otomobilini her gün kaldýðýmýz otelin önünde durduruyor, bir þiþe þampanya
son þiþeyi açýnca aðzýna dayýyor, lýkýr lýkýr içiyordu. Milyoner olmadan önce cam iþliðinde
Bir gece Andy otele yemeðe gelmedi. Saat 11'e doðru odama uðradý.
- Jeff aðabey, birini yakaladýk. On iki milyonluk fabrikatör, emlak sahibi, demir çekme
makineleri iþletiyor. Petrolcu... Çok hoþ bir adam... Özentisi yok. Bütün servetini son beþ
içinde kazanmýþ. Öðretmen tutmuþ, öðrenimini tamamlýyor. Sanat, edebiyat ve tuhafiyecilik g
alanlarýnda eksiklerini gideriyor. Alleghendy Demir Çekme Makineleri'nde bu gün dört kiþin
in kendini öldüreceði konusunda çelik korporasyonunun sahiplerinden biriyle on bin dolar
a bahse giriþmiþ. Ýlk karþýlaþtýðýmýz zaman bahsi henüz kazanmýþ bulunuyordu. Çevrede kim v
p kutluyor; içkisini içiyordu. Benden her nedense pek hoþlandý. Yemeðe çaðýrdý. Diamond All
ir gazinoya giderek bara kurulduk. Köpüklü Moselle þarabýyla bir hayli atýþtýrdýk. Yemekten
bana Liberty Street'deki garsoniyerini göstermek istedi. Balýkhanenin üzerinde on odalý
bir dairesi vardý. Ayrýca üst kattaki banyoyu kullanmak hakkýna da sahipti.
Bana anlattýðýna göre, daireyi istediði gibi döþeyebilmek için yalnýzca mobilya parasý olar
z bin dolar harcamýþ! Bu sözüne inandým doðrusu.
Odalarýn birinde 40 bin dolarlýk tablo vardý. Baþka bir oda 20 bin dolarlýk deðiþik antikal
a doluydu. Adý Scudder. 45 yaþýnda. Her gün piyano dersi ve kuyularýndan 15 bin varil petr
ol alýyor.
- Pekâlâ... Týrýsý güzel. Bakalým, dört nalý nasýl? Antikacýlýðýndan, petrollerinden bize n
Andy karyolanýn kýyýcýðýna çöktü. Derin derin düþünerek anlatmaya baþladý:
- Herif yutmaya hazýr. Antikalarýný gösterirken yüzü kok fýrýnýnýn aðzý gibi parlýyordu. Ýl
azý alýmlar için giriþimde bulunmuþ, eðer bunlarý sonuçlandýrabilirse, J.P.Morgan'ýn tatlýc
leksiyonu ve Augusta boncuklarý dizisi, sihirli bir ýþýkla beyaz perdeye yansýtýlan bir dev
kuþu kursaðýnýn içindekiler gibi kalacakmýþ. Sonunda bana bir oyma gösterdi. Güzel bir þey
nlamak için antikacý olmaya gerek yoktu. Ýki bin yýllýk olduðunu söyledi. Lotus çiçeðinin i
nden bir kadýn baþý oyulmuþtu.
Scudder kataloða bakarak gösterdiði antika hakkýnda bilgi verdi. Khafra adýndaki Mýsýrlý bi
acý, Kral Ýkinci Ramses için M.Ö. bilmem kaç yýlýnda böyle iki baþ oymuþ. Ýkinciyi bulmak b
mamýþ. Avrupa'yý baþtan aþaðýya dolaþmýþlar, bir türlü bulamamýþlar. Scudder eski püskü eki
miþ.
- Boþ yere soluk tüketiyoruz. Buraya milyonerlere iþ öðretmeye geldiðimizi sanýyordum. Yoks
nlardan sanat yapýtlarýnýn inceliklerini öðrenmeye deðil.
Andy sevecenlikle:
- Biraz sabýrlý ol. Herhalde yakýnda çevremizi saran dumanýn arasýndan bir boþluk göreceðiz
Ertesi sabah Andy erkenden çýktý gitti. Ancak öðleyin görebildim. Otele gelerek beni odasýn
Cebinden kaz yumurtasý kadar yuvarlakça bir paket çýkararak açtý. Bir gece önce anlattýðý o
ziyen fildiþi bir antika gördüm.
- Biraz önce bir eskici dükkânýna girmiþtim. Hançer ve benzeri ývýr zývýrýn yanýnda yarý gi
da buldum. Dükkân sahibi yýllardan beri durduðunu, bir ýrmak kýyýsýnda yaþayan birtakým Ara
ne olduðu belirsiz birileri tarafýndan yapýlmýþ bir antika olduðunu söyledi.
Ýki dolar verdim. Herhalde pek iþtahlý görünmüþ olacaðým ki "35 dolardan aþaðý satacak olur
meðini aðýzlarýndan almýþ olursun" dedi. Sonunda 25 dolara aldým.
- Bak aðabey, bu gördüðün fildiþi Scudder'ýn oymasýnýn ayný; týpkýsý týpkýsýna... Boynunun
in dolarý þýp diye vermeye hazýr. Bunun Mýsýr Kýptisinin oyduðu fildiþi olmamasý için hiçbi
.
- Niye olmasýn! Pek iyi, ama seninkini bunu almaya nasýl razý edeceðiz.
Andy planý hazýrlamýþtý. Nasýl uyguladýðýmýzý anlatacaðýz.
Siyah bonjurumu giydim. Mavi bir gözlük aldým. Saçlarýmý daðýtýp Profesör Pickleman oldum.
tele yerleþtim. Scudder'a bir telgraf göndererek önemli bir sanat yapýtý hakkýnda gelip ben
görmesini istedim. Bir saat geçmeden asansör kendisini bizim kata çýkardý. Naftalin kokulu
ince sesli, kalýn bir herifti.
- Merhaba profesörcüðüm, keyfin ne alemde? diye baðýrdý.
Saçýmý biraz daha karýþtýrarak karþýmdakini mavi gözlüklerimin altýndan soðuk bakýþlarla sü
- Pennsylvania eyaletinin Pittsburg kentinde oturan Scudder F.Cornelius siz misi
niz? diye sordum.
- Evet benim, buyur. Þöyle birlikte bir kadeh tokuþturalým.
- Bu gibi zararlý, manen maddeten zararý dokunacak eðlenceler için ne vakit uygun, ne de
isteðim var. New-York'tan bir iþ için, daha doðrusu sanat uðruna buraya kadar geldim.
Öðrendiðime göre sizde Mýsýr Firavunlarýndan II. Ramses çaðýndan kalma ve lotus yapraðý iç
n baþýný temsil eden bir fildiþi oymasý varmýþ. Bu oymalar çifttir. Teki yýllarca önce kayb
r tekini geçenlerde Viyana'da bir eskicide buldum, aldým. Þimdi sizinkini de almak ist
iyorum. Kaç para istersiniz?
- Hay Allah senden razý olsun, profesörcüðüm. Tekini gerçekten buldun mu? Satmak mý? Hayýr.
elius Scudder'ýn elinde tutmak istediði bir þeyi satmak zorunda olduðunu sanmýyorum. Profe
sörcüðüm, fildiþi yanýnda mý?
Scudder'a gösterdim, dikkatle her yanýný inceledi.
- Oo, dedi, benimkinin tam eþi. Çizgisi çizgisine, kývrýmý kývrýmýna bir bir uyuyor. Size b
eyeyim mi, benimkini satmayacaðým, sizinkini alacaðým, 2500 dolar veriyorum.
- Mademki satmýyorsunuz. Ufaklýk istemem, büyük para olsun. Fazla konuþmasýný sevmem. Bu ak
ew-York'a dönmek zorundayým. Yarýn sabah Aquarium'da konuþmam var.
Scudder bir çek yazýp aþaðýya yolladý. Otel derhal paralarý ödedi. Antikasýný alýp gittikte
de anlaþtýðýmýz üzere Andy'nin bulunduðu otele koþtum.
Andy odanýn içinde bir aþaðý bir yukarý dolaþarak saatine bakýyordu.
- Ne var? diye sordu.
- Peþin para iki bin beþ yüz dolar, dedim.
- Batý trenine yetiþebilmek için 11 dakikamýz var, bavullarýný al, fýrla.
- Acelen ne? Dalaveresiz, dürüst davrandýk. Fildiþi taklit bile olsa taklit olduðunu keþfed
nceye kadar epey vakit geçer. Aslýnda gerçek olduðuna eminmiþ gibi, görünüyordu.
- Sahte mi sandýn? Kendi oymasýydý, be adam. Geçen gün antikalarýný gösterirken bir aralýk
ben de fýrsattan yararlanarak cebime attým. Þimdi anladýn ya! Valizlerini alýp yollan baka
lým.
- Peki ama, eskicide buldum diye bana niye kýtýr attýn?
- Niye olacak, vicdanýn rahat olsun, diye; haydi yürü...

EL ELDEN ÜSTÜNDÜR
Prodenzano Lokantasý'nýn bir köþesine oturmuþ, bir yandan makarna yiyor, bir yandan da kon
uþuyorduk. Jeff Peters önündeki makarna tabaðýnýn üzerinden bana dolandýrýcýlýðýn üç türünü
Jeff her kýþ New-York'a spagetti yemeye, kürk paltosuna gömülerek East River'dan gelip geçe
gemileri seyretmeye, Fulton Street'deki dükkânlardan birinden Þikago iþi biraz giysi al
maya gelirdi. Yýlýn öbür üç mevsimini daha batýda geçirirdi. Spokane ile Pumpa arasýnda dol
Jeff, övündüðü mesleðini benzeri görülmemiþ bir ahlak felsefesiyle savunurdu. Bunun yeni bi
k olduðunu söyleyemeyeceðiz. Jeff türdeþlerinin aklý kýt, oynak dolarlarýný kabul eden serm
tek katýlýmcýlý, sýnýrsýz bir sýðýnaktý.
Yýllýk tatilini geçirmek için bu yabanýl taþ duvarlar evrenine geldiði zaman Jeff, karanlýk
rken ormanda kalýp da elinde olmadan ýslýk tutturan bir çocuk gibi, serüvenlerini anlatmak
tan kendini alamazdý. Takvimime geleceði tarihi iþaretlemeyi bundan dolayý savsaklamazdým.
Prodenzano'nun bir köþesinde zavallý bir kauçuk aðacýyla "Palazzio della" bilmem ne tablosu
un arasýndaki þarap lekeleriyle süslü masada adamýmý sorguya çekme ayrýcalýðýna kavuþurdum.
Jeff:
- Yasanýn önüne geçmesi gereken iki türlü karmanyolacýlýk vardýr, dedi.
Wallstreet'de oynamak ve ev hýrsýzlýðý.
Gülerek:
- Doðru söylüyorsun. Saydýðýn iki þeyden biri hakkýndaki görüþüne hemen herkes katýlýr, yan
Jeff:
- Ama ev hýrsýzlýðýný ortadan kaldýrmalý, diye üsteleyince acaba boþ yere mi güldüm, diye d
Jeff sözünü sürdürdü:
- Bundan üç ay kadar önce bu iki yasa dýþý mesleðin birer temsilcisiyle tanýþtým. Ev hýrsýz
ir üyesi ve finans dünyasýnýn Napolyonlarýndan biriyle dostluk etme zorunda kalmýþtým, dedi
Esneyerek:
- Hiç de kötü bir üçlü deðil, yanýtýný verdikten sonra:
- Geçen hafta Ramapos'ta bir ördekle bir sincap vurduðunu sana anlatmýþ mýydým acaba? dedim
Huyunu biliyordum. Çenesini ancak böyle açtýrabilirdiniz. Nitekim:
- Izin ver de, önce, zehirli bakýþlarýyla doðruluk yaylarýný bozarak toplumun tekerleklerin
an bu yavþaklarý anlatayým, diye sözümü kesti.
Ama, bu sözleri söylerken kendi bakýþlarýnýn da dolandýrýcýlara özgü saf bir ýþýkla yandýðý
- Bundan üç ay önce kötü insanlar arasýna düþmüþtüm, diye sürdürdü. Ýnsan böyle bir þeye ya
lanýr. Ya meteliksiz kaldýðý zaman ya da zengin olunca! En yasal iþler bile arada bir tali
hsizliðe uðrarlar. Arkansas'da bir gün yanlýþ bir dönemece sapmýþ, hiç farkýna varmadan Pea
basýna gitmiþtim. Anlaþýldýðýna göre, bir önceki ilkyazda armut, kiraz, þeftali gibi altý y
türlerde meyve fidaný satarak köylüyü iyice bir benzetmiþtim.
Meðerse bütün kasaba yola göz kulak olup geçmemi bekliyormuþ.
- Kendimi ve beyaz atým Bill'i pusuya düþürdüðümü ancak büyük caddeden geçip Kristal Palas
nun önüne gelince anladým.
Çevredekiler koþup Bill'i geminden yakaladýlar. Benimle tartýþmaya baþladýlar. Arada bir me
fidanlarý hakkýnda bir þeyler anlatýyorlardý.
Ýçlerinden bir komite araba zincirini alarak yeleðimin kol aðzýndan geçirdiði gibi beni bah
inde bir gezintiye çýkardý.
Sattýðým fidanlar üzerlerindeki etiketleri yalancý çýkarmýþlardý. Kiraz, þeftali filizi sür
e gürgen, kökpýnar yapraklarý açmýþlardý. Þurada burada bir viþnelik yerine küme küme kavak
eye yeltenmiþlerdi.
Peavineliler bu meyvesiz gezintiyi kasabanýn dýþýna kadar uzattýlar. Hesabýma sayarak param
e saatimi aldýlar. Bill'le arabayý rehin olarak alýkoydular. Arabanýn zincirlerini çözdükte
onra Rochylere doðru iþaret ettiklerini gördüm. Sonra da taþkýn ýrmaklar, el deðmemiþ orman
bir iki takla attým.
Kendime gelince demiryolu üzerinde adýný bilmediðim bir kasabaya doðru yürüdüðümü anladým.
cebimde bir parça çikletten baþka bir þey býrakmamýþlardý. Bunu da beni öldürmek istemedikl
lmamýþlardý. Çikleti aðzýma götürdüm, raylarýn kenarýnda bir kalas yýðýnýnýn üzerine oturar
erin görüþümü kazanmaya çalýþtým.
Bu sýrada ekspres gelip geçti. Kasaba yakýnlarýnda biraz yavaþlayýnca içinden siyah bir tor
düþtü. Bir toz bulutu içinde yirmi metre kadar sürüklendikten sonra ayaða kalktý. Bir sürü
rak kömür tükürmeye baþladý. Karþýma furgondan çok yataklý vagonlarda yolculuk etmeye yakýþ
rlak, güleç yüzlü bir delikanlý çýkývermiþti.
- Düþtün mü? diye sordum.
- Yok indim. Yeter! Burasý da neresi? diye yanýtladý.
- Vallahi bilmiyorum. Haritaya bakmadým. Aslýnda ben de senden beþ dakika önce geldim. S
ana nasýl görünüyor?
- Pek ýlýmlý bulmuyorum, dedi ve kolunu burkarak:
- Galiba bu omzum... yok, iyiymiþ, diye sürdürdü.
Giysisinin tozunu silkmek üzere eðilince, cebinden, çelikten kocaman bir hýrsýz maymuncuðu
Hemen eðilip aldý. Yüzüme sert sert baktýktan sonra sýrýtarak elini uzattý.
- Eyvallah aðabey, diye baþladý. Geçen yaz seni Missouri'de gördüm. Kaþýðý yarým dolara ren
ordun. Petrol lambalarýnýn harlamasýný engeller diye yuturuyordun.
- Petrol kesinlikle patlamaz; çýkardýðý gaz, patlamaya neden olur, diye karþýlýk vermekle b
te elini sýkmaktan çekinmedim.
- Adým Bill Bassett'dir. Eðer boþ bir büyüklenme saymayýp da mesleki bir övünme olarak kabu
rsen sana benzersiz bir ev hýrsýzýyla tanýþmak onuruna eriþtiðini söyleyebilirim. Karþýndak
sipi ýrmaðýnýn yataklarýndan kurtulmuþ toprak üzerinde þimdiye kadar kauçuk ayakkabýyla dol
dedi.
Hattýn yanýndaki kalas yýðýnýna oturup bütün sanatçýlar gibi, karþýlýklý baþarýlarýmýzý övm
m gibi meteliksizdi. Baþbaþa vererek dertleþtik. Bill usta bir ev hýrsýzýnýn niçin bazen fu
arda yolculuk etmeye gerek duyduðunu açýkladý. Little Rock'da bir hizmetçi kýzýn ihanetine
n alelacele sývýþmak zorunda kalmýþtý.
Bill Bassett:
- Ýyi bir vurgun yapmak istediðiniz zaman abayý yakmýþ gibi görünmek gerekir. Vurgunun yaðl
nu aþýktaþlýk gösterir. Pahada aðýr, yükte hafifle dolu bir ev bul; içinde güzel bir hizmet
mam demektir. Gümüþ takýmýný eritilmiþ, piyasaya sürülüp satýlmýþ sayabilirsin! Ben masa ba
mpanyasýný boynuma asýlý peçeteye dökerek çekerken polis aranadursun! Ýþin içinde evden bir
aðý olduðunu düþünerek din dersi verdiði için ev sahibi bayanýn yeðeninden kuþkulanadursun;
larým, beni içeri aldýktan sonra sýra kilitlere gelir. Kalýplarýný çýkarýrým! Amma velakin
'taki az kaldý canýma okuyordu vallahi. Baþka bir kýzla tramvaya bindiðimi görmüþ. Gece ziy
ne gittiðim vakit kararlaþtýrdýðýmýz üzere kapýyý açýk býrakacak yerde kilitlemiþti. Ne bil
nýzca yukarýnýn anahtarlarýný hazýrlamýþtý. Yaman bir kýzdý vallahi. Beni yolun ortasýnda ç
Anlaþýldýðýna göre, Bill kapý kapalý olmasýna karþýn, maymuncukla içeri girmek istemiþ, fak
dünyayý ayaklandýrmýþ, Bill'i soluðu istasyonda almak zorunda býrakmýþtý. Ama orada da baga
nmesine engel olmaya çalýþmýþlar. Yine de bir yolunu bularak o sýrada kalkan bir trene atla
ayý baþarmýþtý. Geçmiþimizle ilgili anýlarýmýzý anlattýktan sonra Bill:
- Bir þeyler yiyebilirim gibi geliyor, diye baþladý. Hem de bu kasabada her þey "yale" k
ilidiyle kilitlenmiþe pek benzemiyor. Beþ on para kazandýracak þöyle yumuþak bir iþ becerse
yi olur. Bakýyorum, sende iþ yok; saç iksiri, altýn saat kordonu gibi enayi takýmýna yasaya
meydan okuyarak yutturulacak entipüften þeylerin eksik!
- Ne yapayým. Birkaç çift elmas küpeyle bir iki marifetim vardý ama Peavine'de valizimde k
aldý. Bizim gürgen, meþe fidanlarý erik ve þeftali çiçeði açýncaya kadar da orada kalacaða
lü seracý Luther Burbank'la ortak olmadýkça onlara güvenmemeli, dedim.
Basset:
- Pekâlâ ne yapalým? Bir çaresine bakarýz. Ortalýk kararsýn. Bir bayandan bir firkete kiral
Sýðýtmaçlar ve Çiftçiler Bankasý'na dalarýz, dedi.
Konuþurken bir yolcu treni gelip istasyonda durdu. Ters tarafýndan silindir þapkalý biri
inerek bize doðru yürümeye baþladý. Kýsa boylu, koca burunlu, fare gözlü, þiþman bir adamd
eydi. Elinde demiryolu tahvilleri veya yumurta doluymuþ gibi özenle taþýdýðý bir çanta vard
an geçerken kasabayý görmüyormuþ gibi yürüdü, gitti.
Bill Bassett:
- Haydi, diyerek peþine takýldý.
- Nereye? diye sordum.
- Çölde olduðumuzu unuttun mu? Bak yanýmýzdan Hýzýr geçti. Cennet yiyecekleri getirmiþ, þaþ
oðrusu, dedi.
Yabancýyý bir koruluðun kýyýsýnda çevirdik. Karanlýk bastýðý ve çevrede kimse bulunmadýðý i
amýn kafasýndaki silindiri kaptý. Koluyla tozunu aldýktan sonra yine yerine koydu.
Yabancý:
- Bu da ne oluyor, diye çýkýþmak istedi.
Bill:
- Baþýmda böyle bir þapka bulunup ta tiril olduðum zaman hep böyle yaparým. Kendi þapkam ol
ne yapayým, bu huyumu seninkinin üzerinde uyguladým, bayým. Sizinle olan iþimizi açýklamak
bilmem ki nasýl baþlasam?... Ama, ceplerinizi bir araþtýralým, bakalým.
Bill yabancýnýn bütün ceplerini yokladýktan sonra iðrenerek geriledi.
- Bir altýn saat bile yok, utanmýyor musun hiç? Aðarmýþ yontu kýlýklý herif. Bu baþgarson k
ar gibi çalýmla dolaþmaktan sýkýlmýyor musun? Tren paran bile yok. Servetin nerede?
Yabancý üzerinde deðerli bir þey bulunmadýðýný söyleyince Bill Bassett el çantasýný alarak
a birkaç çift çoraptan baþka bir de gazete parçasý çýktý. Bill gazeteyi dikkatle okuduktan
lini uzattý; tokalaþarak:
- Eyvallah, kardeþ, dedi. Dost olarak baðýþlamaný rica ederim. Ben ev hýrsýzý Bill Bassett.
er Peters, Mister Alfred E. Richs'le tanýþmalýsýn. Haydi bakalým el sýkýþýn. Mister Richs,
Peters alavere dalavere iþlerinde derece bakýmýndan sizinle benim aramda bir konumda b
ulunmaktadýr. Peters avladýðý mangiz karþýlýðýnda her zaman ve kesinlikle bir þeyler verir.
izle tanýþtýðýma pek hoþnutum. Her türlü aynacýlýðýn temsil olunduðu ulusal dolandýrýcýlýk
um; ev hýrsýzlýðý, finansal alavere dalavere ve göz boyacýlýk! Mister Peters, Mister Richs'
n belgesini incelemek istemez misiniz?
Bill Bassett'in uzattýðý Þikago gazetesine bakýnca yeni arkadaþýmýzýn güzel bir resmini taþ
a her satýrýnda sayýn bayý kaldýrýp kaldýrýp yerin dibine batýrdýðýný gözledim. Gazetenin s
adýndaki kiþi Florida'da su altýndaki bir kýsým araziyi parsellere ayýrmýþ ve Þikago'da day
r büroya kurularak birçok masuma arsa diye yutturmuþtu. Birkaç yüz bin dolar kývýrdýktan so
u gibi iþlerde her zaman baþ belasý olan kuþkucu alýcýlardan biri -bu gibilerin sattýðým al
eri asitle incelediklerini gözümle görmüþümdür- Florida'ya kadar þöyle bir uzanarak yeni al
parmaklýklarýnýn onarýma gereksinimleri olup olmadýðýný görmek ve bahçesinden Noel alýþver
üzere birkaç sandýk limon toplayýp göndermek isteðine kapýlmýþtý. Florida'da, arsasýnýn ye
ek için kadastro mühendisi tutmuþ. Ölçüp biçtikten sonra "Zengin bir kentin hemen yakýnýnda
nnet köþesi" diye ilan olunan yerin 40 roda ve 16 pola güneyde ve 27 doðuda Okeochebee gölü
ortasýnda olduðu anlaþýlýyor. Kuþkucu kiþinin arsasýnýn 30 ayak su altýnda bulunduðu ve uz
msahlara yataklýk ettiði için hiçbir deðer taþýmadýðý görülüyor.
Arsa tapusunun sahibi, elbet derhal Þikago'ya dönüyor ve meteorolojinin kar yaðacaðýný ilan
tiði günün ertesi sabah nasýl hava tahmincilerinin keyfini kaçýrýrsa o da öylece Richs'in r
bozulmasýna neden oluyor. Richs yapýlan suçlamalarý geri çeviriyorsa da timsahlarý yadsýyam
Bir sabah gazeteler sütunlarýnýn birini bu konuya ayýrmýþ olarak çýkýverince bürosunun ark
güç kaçabiliyor. Yetkili makamlar, parasýný sakladýðý yere ondan önce eriþince meteliksiz t
da kalýyor. Yalnýzca çantasýna her nasýlsa birkaç çift çorapla bir düzine yakalýk atabiliyo
ki ufaklýklarla Allahýn daðýndaki o ýssýz istasyona kadar geliyor.
Richs bir aralýk aç olduðu gibi bir þeyler fýsýldadýysa da bir lokma ekmek alamayacak kadar
ril olduðunu da eklemekten geri kalmadý. Eðer benzetme ve kýyaslara yatkýn bir aklýnýz vars
arþýnýzda çalýþma, giriþim ve sermayeyi temsil eden üç öðe bulunduðunu görürsünüz. Bununla
ayesiz hiçbir þey yapamaz. Öbür yandan sermayede de nakit bulunmazsa kebap alýþveriþi pek d
un geçer. Böyle olunca durumu kurtarmak maymuncuk sahibine düþer.
Bill Bassett:
- Ey alavere dalavere dostlarý, Bassett ömründe hiçbir zaman güç durumdaki bir arkadaþý yüz
dir. Bakýn, ilerde ormanda boþ konutlar var, gidelim, ortalýk kararýncaya kadar bekleyel
im, dedi.
Koruda eski býrakýlmýþ bir kulübe vardý. Ýçine dalýp yerleþtik. Karanlýk bastýktan sonra Bi
klememizi tembih ederek çekip gitti. Yarým saat içinde elleri dolu olarak döndü. Ekmek, pi
rzola, pastalar getirdi.
- Washita Bulvarý'ndaki bir çiftçi evinden kaldýrdým, ye iç, keyfine bak dedi.
Ay yusyuvarlak doðmuþtu. Dolunayda oturup karýnlarýmýzý doyurduk. Bu arada Bill Bassett övü
baþladý.
Aðzýndakini yutmadan:
- Vallahi meslekte benden yüksek olduðunu söyleyen sizin gibiler bazen pek sinirime do
kunur. Örneðin bu sýkýþýk durumda hanginiz ne yapabilirdi? Söyle bakalým Richs, dedi.
Pastayla avurtlarýný þiþirmiþ olan Richs güçlükle iþitilebilen bir sesle:
- Mister Bassett, doðruyu söylemek gerekirse bu durumda ben kendimi kurtaracak bir g
iriþimde bulunamazdým. Benim cebimdeki büyük iþlere doðal olarak önceden hazýrlanmak gereki
nýtýný verdi.
Bill Bassett:
- Anlýyorum, hakkýn var, diye derhal karþýsýndakinin sözünü kesti. Önce, sarýþýn bir daktil
büronun maroken döþemesinin ilk taksitini ödeyebilecek beþ yüz dolarýn bulunmasý gerekir. A
lan giderleri için de beþ yüz dolara gerek var. Bundan baþka balýklar yemi ýsýrmaya baþlayý
adar da geçim parasý gerekir. Richsçiðim. Doðrusunu istersen böyle sýkýþýk bir durumda seni
m para etmez. Havagazýyla kendini öldürmeye engel olmak için gazýn belediye tarafýndan üret
esini ileri sürmek gibi bir þey, dedi ve bana dönerek:
- Senin marifetin de bu gibi durumlarda metelik etmez, kardeþ, diye sürdürdü.
Bunun üzerine yine ben:
- Hýzýr Aleyhisselam Hazretleri, elindeki sihirli deðneðin henüz hiçbir þeyi altýna çevirdi
ik. Artýk bir iki lokma aþýrmak da marifet mi sanki? diye yanýt verdim.
Bassett neþeli neþeli övünerek:
- Dur bakalým, dedi, mercimeði daha fýrýna vermedik. Henüz tencereye yerleþtirdik. Sen bir
ler yumurtla bakalým, bir ipucu verecek bir þey söylersin belki, dedi.
- Beni dinle oðul, ben senden hem on beþ yaþ daha büyüðüm, hem de seninle aþýk atacak kadar
, dedim: Bundan önce de çok kereler meteliksiz kaldým. Bak kasabanýn ýþýklarý burnumuzun uc
bana Montagu Silver'ýn çýraðý, derler. Meslekte Montagu'nün üstüne yoktur. Bir gaz lambasý
ezici tezgah, iki dolarlýk Kastil sabunu ver, üstüne karýþma.
Bill Bassett:
- Ýki dolar nerede? diye sözümü kesince bu ev hýrsýzýyla tartýþýlamayacaðýný anladým.
- Ormana býrakýlmýþ iki bebekten farksýzsýnýz vallahi, diye sürdürdü. Finans uzmaný maroken
atmýþ, tüccar kepenkleri indirmiþ, iþe baþlayabilmek için her ikiniz de benden, yani "çalýþ
rdým umuyorsunuz. Peki mademki elinizden bir þey gelmediðini kabul ediyorsunuz. Bu gec
e size Bill Bassett'in ne marifetli olduðunu kanýtlayacaðým, diye ekledi.
Gün aðarsa da kulübeden ayrýlmayýn diye tembih edip ýslýkla neþeli bir hava tutturarak yola
ldu.
Alfred E.Richs ayakkaplarýný, ceketini çýkardý. Þapkasýnýn üzerine bir ipekli mendil örttük
ere uzanýverdi.
- Biraz uyumaya çalýþacaðým. Pek yorucu bir gün geçirdim. Allah rahatlýk versin, bevgili Mi
Peters, dedi.
- Uyku tanrýçasýna selamlarýmý söyle, ben biraz daha oturacaðým, yanýtýný verdim.
Saatimn Peavine'de kaldýðýndan yaptýðým tahmine göre, çalýþma arkadaþýmýz saat iki sularýna
i bir tekmeyle uandýrdýktan sonra her ikimizi de kulübenin kapýsýnda ýþýldayan parlak ay ýþ
omar bir dolarlýk sererek, yumurtladýktan sonra follukta gýdaklayan bir tavuk gibi ötmey
e koyuldu.
- Kasaba hakkýnda size biraz bilgi vereyim, diye baþladý. Adý Rich Spring. Bir mason tapýn
aðý yapýyorlar. Demokrat Parti'nin belediye baþkanlýðý seçimindeki adayý, Halkçýlara yenile
her'in bir süredir zatülcenp olan karýsý biraz iyileþmiþ bulunuyor.
Aradýðým bilgi kaynaðýndan bir yudum içebilmek için bu ývýr zývýrla uðraþmak zorunda kaldým
banka var. Ormancýlar ve Çiftçiler Tasarruf Bankasý. Dün kasa 23.000 dolarla kapanmýþ, bu
ah 18.000 dolarla açýlacak. On sekiz binin hepsi gümüþ, onun için fazlasýný getiremedim. Be
savdým. Haydi bakalým sermayeyle giriþim kendini göstersin. Ne dolaplar çevirebilecekler gö
elim.
Alfred E.Richs kollarýný havaya kaldýrarak:
- Dostum, bu paralarý çaldýn mý yoksa?... Vah!.. vah!.. dedi.
Bassett:
- Hayýr, deyim yerinde deðil. Çalmak pek kaba bir sözcük, hayýr bütün sorun bankanýn bulund
lmakla çözüldü. Kasaba o kadar sakin bir yer ki kasalar açýlýrken gýcýrtýlarýndan, veznedar
sola iki defa 80; saða bir defa 60, sola 15" dediðini adeta iþitir gibi oldum. Yale f
utbol kaptanýnýn oyuncularýna taktik veriþi gibi... Dostlar, öðrendiðime göre, kasaba halký
ken kalkarmýþ, daha ortalýk aðarmadan herkes ayakta olurmuþ. Nedenini sordum. Kahvaltý hazý
lduðu için, dediler. Bu durumda biz orman perilerine hemen yol göründü, demek. Sermaye haz
retleri söyle bakalým, kaç para istiyorsun?
Richs, yerden bitme bir sincap gibi arka ayaklarý üzerine dikilerek ve avuçlarýndaki fýndýk
arý þýkýrdatarak:
- Denver'de dostlarým var, bana yardým edeceklerine eminim. Yüz dolar olsa, diye baþlayýnc
a Bassett binlik tomardan birini açýp ayýrdýðý dört adet yirmi beþ dolarlýðý Richs'e doðru
dönerek:
- Ticaret hazretleri, sen kaç para istiyorsun? Söyle bakalým, dedi.
- "Çalýþma", paraný cebine koy bakalým. Þimdiye kadar alýnteriyle kazanýlan paraya el sürmü
ndan sonra da Tanrý korusun. Benim aldýðým dolarlar enayi takýmýnýn ve çaylaklarýn ellerini
paralardýr. Sokak baþýnda durup da açýkgözün birine koca bir elmas yüzüðü üç dolara sattýðý
nt kazanýrým. Alan adam bunu sevgilisine gerçek elmas diye verecek ve 125 dolarlýk bir yüzü
ten elde edilecek yararý saðlayacaktýr. Demek yüzüðü alanýn kârý 122 dolar oluyor. Bu durum
ben mi daha büyük dolandýrýcýyým? Var hesap eyle bakalým.
- Peki ama yoksul bir kadýna tonu kýrk sent olan kumun bir tutamýný elli sente sattýðýn vak
kadýnýn net kârý nedir acaba? diye sordu.
- Bak dinle, kumu satarken kadýna lambasýný iyi temizlemesini ve hep dolu tutmasýný tembih
ederim. Bunlara dikkat ederse gaz parlamaz. Öte yandan kadýn kumu düþünerek lambanýn parla
ayacaðýna güvenir. Endiþeden kurtulur. Ýçi rahat eder. Evet, herkese nasip olmayan, Tanrý v
isi bir iç ferahlýðýna kavuþur. Elli sente hem lambanýn parlamasýný önlüyor, hem de gönlü r
Bir taþla iki kuþ vuruyor.
Alfred E. Richs neredeyse Bill Bassett'in ayakkabýlarýnýn tozunu yalayacaktý.
- Sevgili dostum. Bu iyiliðini asla unutmayacaðým. Tanrý ödülünü verecektir. Ama izninle se
bir ricada bulunacaðým; izlediðin bu suç yolunu býrak, dedi.
Bill:
- Aðabeyciðim. Bu palavralara karným tok, öðütlerin bana bozulmak üzere bulunan bir bisikle
ompasýnýn son hýrýltýlarý gibi geliyor. Senin o yüksek, parlak dalaverelerin neye yaradý? D
na bak! Meteliksiz aç kaldýn. Bak, hýrsýzlýk sanatýný ticaret kuramlarýyla süslemekte diren
rs kardeþimiz bile çaresiz bir durumda kaldýðýný itiraf etti. Her ikiniz de yaldýzlý yasala
k uyar görünüyorsunuz, ama kaç para eder... Haydi Petersciðim, þu haram paradan sen de payý
bakalým, dedi.
Bill Bassett'e parasýný cebine koymasýný yineledim.
Bazýlarý hýrsýzlýða karþý bir saygý beslerse de ben bu mesleðe hiçbir zaman uygun gören bir
en aldýðým paraya karþýlýk her zaman, önemsiz de olsa, bir þeyler veririm. Bu, müþterilerim
azsa yine avlanmamalarýný saðlayacak bir aný olarak kalýr.
Bu arada Alfred E.Richs yine Bill'in ayaklarýna kapanýr gibi yaptýktan sonra "Allahaýsma
rladýk" dedi. Biraz ilerdeki çiftlikten bir araba kiralýyacaðýný, istasyona giderek Denver
renine bineceðini söyledi. Bu zararlý böcek çekip gidince hava temizlenir gibi oldu. Herif
ülkede sanayi dýþý (1) her meslek için bir yüz karasýydý. Tasarladýðý büyük planlara, daya
kmek parasý bulamayacak bir duruma düþmüþ ve açlýktan ancak garip, belki de pervasýz bir hý
liði sayesinde kurtulmuþtu. Kendini asla kurtaramayacak bir duruma düþtüðünü görerek acýdýy
ayesiz ne yapabilirdi ki?
Alfred E. Richs o günkü durumuyla arka üstü düþen bir kaplumbaða kadar umarsýzdý. Küçük bir
aþ kalemi apartmanýn yolunu bulamayacak kadar umarsýz kalmýþtý.
Bill Bassett'le baþbaþa kalýnca þöyle bir kafamý kurcaladým. Sonunda gizli bir oyunu olan b
plan kurdum. Þu hýrsýza "çalýþma"yla "ticaret" arasýndaki farký göstereyim de aklý baþýna g
"Ticaret" üzerine ileri sürdüðü bazý düþünceler, doðrusunu isterseniz meslek onurumu incit
- Mister Bassett paranýzý kabul etmeyeceðim. Fakat bu gece kasabanýn bütçesinde yarattýðýný
rarla, tehlike bölgesinden dýþarý çýkýncaya kadar olan yolculuk giderlerimi öderseniz size
t duyarým, dedim.
Bill Bassett bu önerimi kabul etti. Batý yönünde güvenli bir trene kapaðý atýncaya kadar yü
Arizona'da Los Perros yönünde bir kasabaya varýnca Bassett'e inip talihimizi bir de se
rsiz toprakta deneme önerisinde bulundum.
Burasý benim eski hocam ve halen iþten el çekip emekli sýnýfýna geçmiþ bulunan Montagu Silv
asabasýydý.
Monty yamandý vallahi. Ufacýk bir olanak gösterin, uçan sivrisineði tongaya düþürür, parasý
Bassett nasýl olsa karanlýkta çalýþtýðýný ileri sürerek bütün kasabalarý ayný bulduðunu sö
Los Perros gümüþ bölgesinde çok güzel bir kasabaydý.
Bill'in parasýný uyurken alýp kaçacak deðildim. Kafasýna, ticari bir giriþim kýlýfýna bürül
dirmek suretiyle onu dolarlarýndan yoksun edecektim. Evet, 4755 dolar karþýlýðýnda Bill'i u
utamýyacaðý bir deneyim sahibi yapacaktým.
Trenden indiðimiz zaman cebinde bu kadar kalmýþtý galiba! Parasýný iþletmek hakkýnda ilk ön
aptýðým vakit dönüp bu konudaki görüþ ve düþüncelerini þöyle bir biçemle anlattý:
- Aðabey, önerdiðin biçimde bir giriþimde bulunmak hiç de kötü olmayacak, eyvallah, derim.
u öyle yaman bir iþ olmalý ki yönetim kurulunda ülkenin en büyük finansçýlarý bulunmalý.
- Paraný katlamak isteyeceðini düþündüm, dedim.
- Hem de nasýl, vallahi gece bir yanýma yatýp uyuyamýyorum. Bak aðabey sana düþüncemi söyle
Bir poker salonu açmak istiyorum. Öyle senin biçemindeki alavere dalavereye hiç de isteðim
yok. Masanýn kazanan yanýnda bulunursan kumarcýlýk hiç de kötü deðildir. Bu, bir evin gümü
makla yoksullar yararýna kurulan pazarlarda dalavereyle öteberi yutturmak arasýnda ort
alama bir iþtir.
- Önerimin üzerinde durmak istemiyorsun demek, yanýtýný verdim.
- Ne kadar uðraþsan boþuna, alýklara özgü bu gibi yemleri o derece ender ýsýrýrým ki bulund
elli mil çevresinde kuduz hastanesine hiç gerek duyurmam, dedi.
Bassett bir meyhanenin üzerinde bir oda kiraladý. Birkaç parça eþya ve aþaðýlýk bir iki tab
Ben de ayný gece Monty Silver'a gidip planýmý açýkladýktan sonra iki yüz dolar ödünç aldým.
'da iskambil kâðýdý satan tek dükkânda ne kadar kâðýt varsa hepsini aldým. Ertesi sabah da
ldýðým kâðýtlarýn hepsini geri verdim. Ortaðýmýn kumarhane iþletmek düþüncesinden vazgeçmes
rmek istediðimi söylemiþtim. Bir miktar dolar zarar etmiþtim ama o gece kâðýtlarýn hepsini
birer iþaretlemiþtim. Bu az bir iþ deðilse de getirdiði kâra deðdi. Ektiðim buðday, yaðlý
ta olarak geri geldi.
Bill Bassett'ýn kumarhanesinde ilk fiþ alan ben oldum. Kasabada baþka satýcý olmadýðý için
lonuna benim bir gece önce iþaretlediðim kâðýtlarý almýþtý. Anlarsýnýz ya! Kâðýtlarýn arkas
ber saçýmýzý kestikten sonra çift aynada ensenizi gösterir. Ýþte ben de kâðýtlarýn arkasýný
a gördüðüm görüntüsünden daha iyi öðrenmiþtim. Oyun bitince beþ bin küsür dolar sahibi olmu
de yalnýzca uður getirmek üzere taþýdýðý küçük siyah bir kediyle yine yola koyulma isteði k
Ayrýlýrken Bill elimi sýkarak:
- Aðabey, ticari giriþime burnumu sokmakla yanýlmýþým, yaradýlýþýmda yok. "Çalýþmak" zorund
bir hýrsýz, maymuncuðunu bir yana býrakýr da bir kasa anahtarý edinmeye kalkarsa günah iþle
r. Kumarda okkalý bir talihin var. Uðurlar olsun, dedi. Bill'i ondan sonra bir daha
görmedim.
Dalavereciler þahý öyküsünü bitirince:
- Herhalde bu parayý iyi saklamýþsýndýr. Ýleride sürekli bir iþ sahibi olmak istersen olduk
bir sermaye sayýlýr, dedim.
Jeff namuslu bir edayla:
- Bu beþ bin dolarý iyi bir yere yatýrdýðýma güvenebilirsin, dedi.
Ceketinin göðsüne övünçle vurarak:
- Altýn madeni tahvilleri aldým, son meteliðine kadar! Hisseleri baþa baþ getirdim. Dolarlý
tahvili dolara aldým. Kesinlikle bir yýlda yüzde beþyüz yükselecekler. Henüz bir ay önce b
n yeni bir altýn madeni. Eðer elinde bir yana ayýrabileceðin birkaç dolar varsa hiç durmada
sen de bir iki hisse senedi al, dedi.
- Bazen bu madenler.. diye baþladým.
Peters:
- Bu, o bildiðin madenlerden deðil, diye sözümü aðzýma týktý. Elli bin dolarlýk külçe altýn
im. Ayrýca ayda yüzde on veriyorlar, diyerek cebinden uzun bir zarf çekip masanýn üstüne at
Hýrsýzlar sulanmasýn diye yanýmda taþýyorum, dedi.
Baktým çok güzel bir baskýlarý vardý.
- Colorado'da demek... Pek güzel, yahu Denver'e giden o çelimsiz herifin adý neydi?...
Caným, Bill'le rasladýðýnýz adam, diye sordum.
Jeff:
- Kurbaða suratlý herif kendini Alfred E. Richs, diye satýyordu, yanýtýný verdi.
- Ya... Bak bu þirketin müdürü de A.E.Frederich diye imza atýyor. Acaba...
Jeff tahvilleri elimden kapacak gibi atýlarak:
- Bakayým þunlara, dedi.
Üzüntüsünü azýcýk da olsa hafifletmek isteðiyle garsonu çaðýrarak bir þiþe þarap daha ýsmar
amazdým!

SON YAPRAK
Vaþington Alaný'nýn batýsýndaki küçük bir mahallede sokaklar birçok köþe ve dönemeç yaparak
ayrýlmýþlardýr. Bazan bu çýkmazlarýn bir iki kez kendi kendilerini kestikleri görülmüþtür.
atçý bu sokaklarýn çok deðerli bir özelliðini keþfetti. Tuval, resim kâðýdý ve boya aldýðýn
geldiðinde, dönüp dolaþýp beþ para alamadan kendini ilk geçtiði yerde bulmasý kesin gibiydi
Bunun üzerine bu antika Grenwich köyüne öbek öbek sanatçý üþüþmeye baþladý. On sekizinci yü
elemenk tavan aralarý, kuzey iklimlerine özgü pencereler arayan yeni kiracýlar, kiranýn da
ucuz olmasýný istiyorlardý. Bir süre sonra Altýncý Cadde'den birer maltýzla bir iki bakýr
getirip yerleþtiler. Burasýný bir sanatçý mahallesi yaptýlar.
Üç katlý, basýk tavanlý, tuðla bir yapýnýn en üst katýnda Sue ve Johnsy'nin stüdyosu bulunu
Maineli, öbürü Kaliforniyalý olan bu iki genç kýz Sekizinci Cadde'de "Delmonico"nun tabldo
lokantasýnda tanýþmýþlardý. Sanat üzerine düþüncelerinde olduðu gibi piskopos biçemi geniþ
yeðlemekte de uyuþuyorlar, hindiba salatasýna ikisi de bayýlýyorlardý. Zevklerinin bu dere
e birleþmesinin sonucu olarak da ortak stüdyo ortaya çýkmýþtý.
Bu iþ mayýsta olmuþtu. Kasýmda doktorlarýn zatürre diye andýklarý gözle görünmeyen bir yaba
e askýntý olarak buz gibi parmaklarýyla saðda solda ona buna dokunuverdi. Bu yýkýcý yaratýk
Side'da pek atak adýmlarla dolaþýyor ve kurbanlarýný düzinelerle götürüyordu. Fakat dar ve
u çýkmazlara daha dikkatli basýyordu. Bay Zatürre kadýnlara iyi davranan, kibar bir yaþlý a
diye tanýmlayacaðýnýz kimselerden deðildi. Bu yuumruðu aman vermeyen, soluðu kesik kesik h
oruk Kalifornia'nýn yumuþak havasýnda kaný sulanan ufak tefek bir yaþlý kadýný bile vurmakt
nmezdi. Johnsy'yi de çarptý. Kýzcaðýzý, demir karyolasýnda kýpýrdamadan yatarak Felemenk bi
erenin küçük camýndan karþýsýndaki evin tuðla duvarýný seyretmek zorunda býraktý.
Bir sabah doktor, Sue'yi hole çaðýrdý ve birbirine karýþan ak kaþlarýný çatarak:
- Durumu tehlikeli. Ancak bir... evet, onda bir olasýlýk var, dedi.
Cývayý indirmek için dereceyi silkerek:
- Bu olasýlýk da ancak yaþamaya azmetmesi koþuluyla gerçekleþebilir... Ýnsanlarýn garip bir
dýlýþý var. Hemen kefenciyle, mezarcýyla birlik oluveriyorlar. Bu durumda týp dünyasý apýþý
ným iyi olmamayý aklýna koymuþ... Kafasýný kurcalayan bir þey var galiba, diye ekledi.
Sue:
- Ýlerde bir gün Napoli körfezinin resmini yapmayý umuyordu, dedi.
- Laf, resim yapacakmýþ. Boþ þey. Aklýnda düþünmeye deðer bir þey var mý? Örneðin bir erkek
Sue:
- Bir erkek mi? Bir erkek için deðer mi? Hayýr doktor, böyle bir þey yok, diye yanýt verirk
n sesi bir Yahudi harpýnýn ezgisi gibi titremiþti.
Doktor:
- Öyleyse, yapýsý zayýf, dedi. Ben týbbýn bana baðýþladýðý bütün olanaklara baþvuracaðým, f
ne katýlacak arabalarý saymaya baþlayýnca ilaçlarýn iyileþtirme gücünden yüzde ellisini düþ
anýza bu kýþ paltolarda moda olan kollarla ilgili bir soru sordurmayý baþarýrsanýz iyileþme
da birden beþe indirmeye söz veririm.
Doktor gittikten sonra Sue çalýþma odasýna geçip Japon iþi bir mendili selüloz hamuru halin
etirinceye kadar aðladý. Sonra da bir resim tahtasý alarak ve ýslýkla neþeli bir hava tuttu
arak Johnsy'nin odasýna geçti.
Yüzü pencereye doðru çevrilmiþ olan Johnsy yatak çarþafýnýn altýnda kýlýný bile kýpýrdatmad
sanan Sue derhal sustu.
Resim tahtasýný düzelterek bir dergide yayýnlanmak üzere kaleme alýnan bir öykünün mürekkep
erini çizmeye baþladý. Genç ressamlar sanat dünyasýna giden yola katýlabilmek için genç yaz
debiyat dünyasýna katýlmak kaygýsýyla dergilere yazdýklarý öykülerin resimlerini çizmek zor
Sue, Idaholu bir sýðýrtmaç olan kahramanýna bir monokl ile at pazarlarýnda giyilen türden s
r pantolon çizerken birkaç kez yinelenen alçak bir ses iþitti. Hemencecik yataðýn baþýna ko
Johnsy'nin gözleri faltaþý gibi açýlmýþtý.
Sue onun büyükten küçüðe doðru bazý rakamlar saydýðýný duydu.
Johnsy bir süre sonra:
- On iki, dedi... on bir... on... dokuz, diye ekledi.
Birbiri arkasýna ikisini birden hecelermiþ gibi:
- Sekiz... yedi, dedi.
Sue, sayacak ne var, diye merakla pencereden dýþarý baktý.
Görünürde boþ, karanlýk bir avluyla yirmi yarda ilerdeki evin tuðla duvarlarýndan baþka bir
ktu. Bir de tuðla duvarýn yarýsýna kadar yükselen kökleri kemirilmiþ, çürümüþ, yaþlý mý yaþ
soluðu yapraklarýný düþürmüþ, iskelete dönmüþ dallarýný duvara hemen hemen çýrýlçýplak sarý
Sue:
- Ne o þekerim? diye sordu.
Johnsy mýrýldanýr gibi:
- Altý, dedi. Artýk çabuk düþüyorlar. Bundan daha üç gün önce yüzden çoktular. Sayarken baþ
aylaþtý. Ýþte biri daha düþtü. Kala kala beþ tane kaldý.
- Ne beþi, haydi Johnsyciðim, ne beþi olduðunu söyle bakalým.
- Yaprak. Sarmaþýðýn yapraklarý. Sonuncu düþünce ben de öleceðim. Üç gündür içime doðdu. Do
Sue, son derece alaycý bir tonla:
- Ömrümde böylesini hiç de duymamýþtým. Asma yapraklarýnýn iyileþmenle ne ilgisi olabilir?
asmayý pek severdin. Ne oluyorsun ayol? Kazlaþma. Daha bu sabah doktor kýsa bir zamand
a iyileþeceðini.. dur.. ne demiþti? Kýsa bir zamanda tümüyle iyileþmen olasýlýðýnýn birde o
i. Ne sandýn? Tehlike New-York'ta tramvaya bindiðimiz veya bir yapýnýn altýndan geçtiðimiz
an karþý karþýya olduðumuz tehlikeden fazla deðil ki... Haydi bakalým biraz çorba iç, býrak
raz çalýþsýn, yaptýðý resimleri satarak hasta çocuðuna þarap, aç gözlü kendine de bir iki d
sýn.
Johnsy, gözlerini pencereden ayýrmayarak:
- Þarap almana gerek yok, dedi. biri daha gitti. Çorba filan içmeyeceðim. Caným istemiyor.
Dört kaldý. Karanlýk olmadan sonuncusunu da düþerken görmek istiyorum, ondan sonra da ben
ideceðim.
Sue, arkadaþýnýn üzerine eðilerek:
- Þeker Johnsyciðim senden bir ricam var. Ýþimi bitirinceye kadar gözlerini kapayýp pencere
en dýþarýya bakmamaya söz verir misin? Resimleri yarýna kadar teslim etmeliyim. Perdeyi ka
patýrým ama, ýþýk gerekiyor, dedi.
Johnsy, soðuk soðuk:
- Öteki odada çalýþsan olmaz mý? diye yanýtladý.
Sue:
- Yanýnda olmayý yeðliyorum. Hem de o meymenetsiz asma yapraklarýna bakmaný istemiyorum, d
edi.
Johnsy gözlerini kapatarak ve o uçuk rengiyle devrilmiþ bir yontu gibi kýmýltýsýz yatarak:
- Biter bitmez haber ver. Son yapraðýn düþtüðünü görmek istiyorum. Beklemekten usandým, düþ
r þeyden vazgeçtim. Zavallý yorgun yapraklar gibi kendimi salývermek istiyorum. Salýp aþaðý
u uçmak istiyorum.
Sue:
- Haydi bakalým uyumaya çalýþ. Yalnýz bir maden arayýcýsý çizebilmek için Beherman'ý çaðýrm
ellik yapsýn. Þimdi gelirim. Sakýn kýmýldanayým deme, dedi.
Beherman alt katlarýnda oturan altmýþýný geçkin yaþlý bir ressamdý.
Yunan tanrýlarýný andýran baþýndan cüce vücuduna doðru kývrýlan sakalý Michelangelo'nun Mus
Beherman baþarýlý olamamýþ bir sanatçýydý. Sanat dünyasýnda yenilgiye uðramýþ bir ressamdý.
anat tanrýçasýnýn eteðine bile deðmeden fýrça kullanmýþtý. Hep bir baþyapýt yaratmak üzere
bir türlü baþlayamýyordu. Ticari amaçlar ve reklamlar için yaptýðý birkaç resimden baþka yý
bir þey yapamamýþtý. Mahallede, profesyonel modellerin ücretini ödeyemeyen genç sanatçýlara
ik ederek beþ on kuruþ kazanýyordu. Boðulasýya cin içiyor, hâlâ gelecekteki baþyapýtýndan s
Bunlarýn dýþýnda yumuþaklýða hiç dayanamayan ve yumuþaklýk gösterenlerle þiddetle alay eden
lup kendini üst kattaki stüdyonun sanatçýlarýný korumakla görevli bir bekçi köpeði sayýyord
Sue, cin kokan Beherman'ý alt kattaki ininde buldu. Odanýn bir köþesinde sehpanýn üzerinde
irmi beþ yýldýr ilk fýrçayý bekleyen baþyapýtýn beyaz tuvali duruyordu.
Sue, yaþlý adama Johnsy'nin kafasýnda yer etmiþ bulunan düþünceyi anlattý. Genç kýzý dünyay
bað da gidince zaten bir yaprak gibi hafif ve kýrýlgan olan ruhunun uçuvereceðinden korktuð
nu anlattý.
Kýrmýzý gözlerinden damla damla yaþlar akmaya baþlayan yaþlý Beherman baðýrarak bu aptalca
etti. Nefretini açýða vurdu. Alman þivesiyle:
- Ne diyorsun?.. Biçimsiz bir asmanýn yapraklarý dökülüyor diye, ölmeye hazýrlanan çýlgýnla
sini de hiç duymamýþtým. Hayýr, resmini yapacaðým, Budalaca dünya iþleri için modellik edem
y'nin bu durumunda ne halt edip de böyle þeylerle uðraþýyorsun; zavallý kýzcaðýz, diye baðý
Sue:
- Çok hasta, çok zayýf. Ateþi moralini etkiledi. Karabasanlar görüyor. Peki, madem ki bana
odellik yapmak istemiyorsun, yapma. Zaten kaçýk, bunak bir yaþlý adamdan baþka bir þey deði
n, dedi.
Beherman, baðýrarak:
- Sana modellik etmek istemediðimi kim söyledi. Ýþte kadýn kýsmý hep böyledir. Yarým saatti
ceðim diye avaz avaz haykýrýyorum. Mis Johnsy kadar iyi bir kýzýn hastalýktan ölmesine izin
remeyiz. Bir gün gelecek baþyapýtýmý yapacaðým. Hepimiz kurtulacaðýz, dedi.
Yukarý çýktýklarýnda Johnsy uyumuþtu.
Sue perdeyi indirerek Beherman'a bitiþik odaya geçmesini iþaret etti. Oradan korka kor
ka dýþardaki asmayý gözetlediler ve ses çýkarmadan bir an için bakýþtýlar. Karla karýþýk sü
rdu. Beherman eski mavi gömleðiyle tersine çevrilmiþ bir tencerenin üzerine oturdu. Bu ten
cere yalnýz madencinin oturduðu bir kayayý temsil ediyordu.
Sue o gece ancak bir saat uyuyabildi. Sabahleyin uyanýnca Johnsy'nin gözlerini açmýþ, donu
k bakýþlarla kapalý yeþil perdeye baktýðýný gördü.
Hasta:
- Perdeyi aç, görmek istiyorum diye mýrýldandý.
Sue, bitkin bir durumda buyruðu yerine getirdi. Þaþkýnlýk! Bütün gece sürmüþ olan sert yaðm
n fýrtýnaya karþýn tuðla duvarýn önündeki tek asma yapraðý hâlâ duruyordu. Son yaprak... Kö
engini korumakla birlikte dantelli uçlarý çürüme belirtisi olan sarý bir renk almýþtý. Yerd
dým yüksekte bir dala cesaretle asýlmýþ duruyordu.
Johnsy:
- Sonuncu yaprak. Gece kesinlikle düþeceðini sanmýþtým. Rüzgârý duydum. Bugün düþecek, ben
a öleceðim, dedi.
Sue, bitkin yüzünü yastýða doðru eðerek:
- Þekerim, sus, sus, kendine acýmýyorsan bana acý. Sensiz ne yaparým, dedi.
Johnsy yanýt vermedi. Dünyada; kendini o uzun, gizemli yolculuða hazýrlayan bir ruh kada
r tek baþýna bir þey yoktur. Genç kýzý bu dünyaya ve dostlarýna baðlayan baðlar birer birer
rakla birlikte ölme düþüncesi aklýna büsbütün yerleþiyordu.
Gün öylece geçti. Alaca karanlýkta bile asma yapraðýný duvara dayalý dalýna cesaretle asýlm
. Akþam olunca kuzey rüzgârý yine dizginleri kopardý. Yaðmur pencereyi dövmeyi ve Felemenk
i saçaklardan aþaðýya akmayý sürdürdü.
Þafak söker sökmez amansýz Johnsy perdenin açýlmasýný buyurdu.
Asma yapraðý hâlâ yerindeydi.
Johnsy yapraðý uzun süre süzdükten sonra gaz sobasýnýn üzerinde tavuk çorbasýný karýþtýran
- Suecüðüm, pek yaramazlýk ettim. Ne kadar kötü bir insan olduðumu kanýtlamak için gizemli
apraðý orada býraktýrdý. Ölmek istemek günah! Bana biraz çorbayla biraz süt getirebilirsin.
az da bordo þarabý koy.. Dur.. önce bir el aynasý getir. Sonra arkama bir iki yastýk yerleþ
ir. Çorbayý piþirirken seni seyretmek istiyorum.
Bir saat sonra da:
- Suecüðüm, umarým ilerde bir gün Napoli körfezinin tablosunu yapacaðým, dedi.
Doktor öðleden sonra geldi. Çýkarken Sue bir bahane bularak arkasýndan gitti. Doktor, genç
titreyen elini kavrayarak:
- Kurtulma olasýlýðý yüzde elli... Ýyi bakarsan kazanacaksýn. Þimdi baþka birine gideceðim,
eherman... Sanatçýymýþ galiba. O da zatürre... Yaþlý adam zor durumda: Hastalýk þiddetli. U
, ama rahat etsin diye hastaneye kaldýrýyoruz.
Ertesi gün doktor, Sue'ye:
- Kazandýn, tehlike yok. Þimdi iyi beslenme! Bakým gerek, dedi. Baþka bir þey istemez.
O gün öðleden sonra Sue, yataðýnda pek hoþnut bir biçimde gereksiz yere mavi bir yün omuzlu
le uðraþan Johnsy'nin yanýna geldi, Hastanýn yastýðýnýn arkasýndan kolunu dolayarak:
- Beyaz fareciðim. Sana bir haberim var, dedi. Mister Beherman bu sabah hastanede
zatürreden ölmüþ. Hastalýðý iki gün sürdü. Bir sabah onu odasýnda sancýdan bitkin bir durum
yakkaplarý, giysileri ýslak ve buz gibi soðukmuþ. O korkunç gece nereye gittiðini anlayamam
. Bir fener ele geçirmiþler, bulduklarý zaman daha yanýyormuþ. Bakmýþlar merdiven yerinden
miþ, bahçede birkaç çalý çýrpý birbirine girmiþ. Bir de palet görmüþler. Üzerinde yeþil sar
cereden bak, þekerim. Duvardaki son asma yapraðýný görüyor musun? Rüzgâr eserken neden yeri
kýmýldamadýðýný hiç düþünmedin mi? Ýþte Beherman'ýn baþyapýtý. Son yapraðýn düþtüðü gece ya

NEW-YORK'U NASIL SEVDÝ?


Raggles'in öbür birçok özelliðinden baþka üstelik bir de þairliði vardý. Serseri diye anýlý
ona düþünür sanatçý, gezgin, doðabilimci, kaþif demenin dolambaçlý bir biçimiydi. Aslýnda þ
psinin üstündeydi. Raggles yaþamýnda tek bir dize yazmýþ deðildir; o þiirlerini yaþardý. Ba
giriþseydi ortaya iki satýrlýk saçma bir beyitten baþka bir þey koyamayacaktý. Ama biz esa
larak onun þairliði üzerinde duralým, ilerisine gitmeyelim.
Raggles kâðýda kaleme baþvurmak zorunda kalsaydý kentler üzerine þiirler yazardý. Kadýnlar
i yansýmalarýný, çocuklar kýrýlan bir bebekten kopan parçalarý, yaban hayvanlarý üzerine ya
hayvanat bahçelerindeki kafesleri nasýl gözden geçirirlerse o da kentleri öyle incelerdi.
Raggles için bir kent birçok insaný içine alan bir tuðla ve harç yýðýný deðildi. Birçok ya
tiren; kendine özgü bir çeþnisi, kendine özgü duygularý ve benliði, kendine özgü bir ruhu o
e bir varlýktý. Raggles iki mil içinde kuzeye, güneye, batýya, doðuya doðru yol alarak gezd
olaþtý, gördüðü kentleri yüreðine bastý. Zamana hiç deðer vermeden ya tozlu yollarda taban
a furgonlarda kurum kurum kurularak yol alýrdý. Gittiði kent yüreðine kadar giren bu yaban
cýyý kucaðýna alarak kulaðýna eðilip gizlerini dökmeye baþlayýnca Raggles pirelenir, yeni b
i peþinde yine yollara düþerdi.
Hercai diyeceksiniz ama pek hakkýnýz yok. Herhalde eleþtirici ruhunu çekim alaný içine alýp
nsuzluða kadar kendine baðlayacak kenti bir türlü bulamadýðýndan dolaþmaya kanamamýþtý.
Eski þairlerden kentlerin kadýna benzediðini öðrenmiþ bulunuyoruz. Þair Raggles için de bu
i. Aþkýný ilan ettiði her kent düþleminde bir kadýn tarafýndan temsil olunurdu.
Þikago'yu düþününce gözünün önüne tüylü giysileri, nefis kokusuyla Madam Partington gelir;
veren güzel sesi kulaklarýný çýnlatarak erincini bozardý. Bunun üzerine soðuktan titreyerek
ncecik kendine gelir, patates salatasýyla karýþýk bir balýk kokusu burnunu doldurur. Bir tü
lü eriþemediði ülkülerin özlemini çekerek bezginliðe kapýlýrdý.
Þikago iþte onu böyle etkilerdi. Bu betimlemede belki de bir yanlýþ, bir belirsizlik vardýr
ama suç yine kendisindedir. Duygularýný dergilere þiirler yazarak kayda geçirmeliydi.
Pittsburg deyince bir demiryolu istasyonunda Rusça olarak izlediði Othello oyununu a
nýmsardý. Pittsburg çirkin olmakla birlikte soylu ve eli açýk bir kadýndý. Canlý ve neþeliy
erinde ipekli bir giysi, ayaðýnda beyaz rugan terlikler, bulaþýk yýkýyor; bir yandan da Rag
les'ý gürül gürül yanan ateþin baþýna çaðýrarak kýzarmýþ patates ve domuz ayaðýyla þampanya
New Albany ona bir balkondan bakmýþtý. Raggles onun kývýlcýmlar saçan hülyalý gözlerini þöy
azesine gözü iliþmiþti, o kadar! Yalnýzca bir sabah yüzyüze gelmiþlerdi. Bir kova suyla avl
kýrmýzý tuðlalarýný yýkýyordu. Gülümseyerek neþeli bir þarký mýrýldanýyordu. Raggles'ýn aya
a doldurdu. Üstelik bir de:
- Haydi, çek arabaný diye, parladý.
Boston þair ruhlu Raggles'ýn yaþamýnda sürekli deðiþen acayip biçimler alýyordu. Boston'u d
i sanki soðuk çay içmiþ gibi duyumsuyordu. Boston onu derin derin düþünmeye, kafasýný korku
yla çalýþtýrmaya yönelten alnýna sarýlý beyaz soðuk bir bezdi. Düþünecek ne vardý sanki. Ya
nunda kar temizlemeye bile razý olmuþtu! Bu kenti düþündükçe alnýndaki bez ýslanýp düðümlen
ve bir türlü çözülemiyordu.
Anlaþýlmaz düþünceler, belirsiz anlatýmlar diyeceksiniz ama karþý çýkarken bana minnet duym
iðini bilmeli ve ona göre hoþgörülü davranmalýsýnýz. Çünkü bunlar þairane düþüncelerdir. Ya
k söylenselerdi.
Bir gün Raggles kalkýp büyük Manhattan kentinin kalbini kuþatma altýna aldý. Manhattan þimd
adar gördüðü kentlerin en büyüðüydü. Raggles onun da tadýna bakmak, deðerini ölçmek, sýnýfl
apýþtýrmak istedi. Þimdiye kadar ona benliklerinin gizini vermiþ olan kentlerin arasýnda Ma
hattan'a da yerini vermek isteðine düþtü! Buradan baþlayarak artýk duygularýnýn çevirmeni o
çýkýyor, anlatýcýsý oluyoruz.
Bir sabah Raggles feribottan inerek kozmopolitlere özgü piþkin bir halle kentin göbeðine d
oðru yürüdü. "Kimliði bilinmeyen" adam rolünü oynayabilecek biçimde özenle giyinmiþti. Hang
, hangi ýrktan, hangi sýnýftan, hangi birlikten, hangi partiden, hatta hangi spor kulübünd
en olduðunu bilemezdiniz. Giysisi ayný geniþlikte fakat boylarý farklý kimseler tarafýndan
ek tek armaðan edilmiþ bölümlerden oluþmakla birlikte ünlü terziler tarafýndan vücudunuza g
ek dikilen ve terzi tarafýndan armaðan olunan valizin içinde ipek mendil, aský ve bir çift
inci kol düðmesiyle birlikte Amerikan kýtasýnýn bir kýyýsýndan öbür kýyýsýna gönderilen gi
rahattý.
Raggles meteliksiz olmasýna karþýn samanyolunda yeni bir yýldýz bulan bir bilimadamýnýn özl
eya dolma kaleminden ansýzýn mürekkep damladýðýný gören bir yazarýn ivecenliðiyle daldý ken
siz dedik. Her þair öyle olmalýdýr, deðil mi?
Akþamüstü kendini dehþet içinde buldu. Uðultudan, görültüden afallamýþ, pusulayý þaþýrmýþ,
tler hiçti. Onlarýn abecesini okumak, köy kýzlarýný anlamak, istakozlu kokteyller yuvarlama
, dergilerin "yanýtla birlikte sürdürüm bedellerini gönderin" bulmacalarýný çözmek kadar ko
uþtu.
Oysa þimdi karþýsýnda parlak fakat soðuk ve kayýtsýz bir kent vardý. Mücevherci dükkânýnýn
dört kýratlýk elmasa cebindeki beþ parayý yoklayarak bakan elmas meraklýsýnýn isteðini karþ
için ne kadar olanaksýzca Raggles'ýn Manhattan'ý anlayýp baðrýna basmasý da o kadar uzak gö
Öbür kentlerin insaný bir karþýlayýþlarý vardý. Raggles kimisinin basit iyicilliðine, kimis
sevecenliðine, kendi tanýk olmuþtu. Bazýlarýnýn dostça sövgülerini duymuþ, geveze meraklar
Gösterdikleri kayýtsýzlýðýn veya güvenin derecesini artýk kolayca ölçebiliyordu. Oysa bu M
kenti ele hiçbir ipucu vermiyordu. Dört duvar arasýnda sýkýþmýþ kalmýþ gibiydi.
Sokaklarda sel gibi akan halk sanki taþtan bir ýrmak gibiydi. Ne yüzüne bakan, ne de bir
söz söyleyen vardý. Þu dakikada Pittsburg'un kurumlu eli omzuna dokunsa ne sevinecekti.
Þikago'nun gözdaðý veren, fakat ayný zamanda yardýmsever sesini, Boston'un gözlük altýndan
soluk fakat sevecen bakýþlarýný özledi. Hatta Louisville ve St. Louis'in arkasýndan telaþla
n fakat kötü bir niyeti olmadýðýný kanýtlayan adýmlarýný sevgiyle anýmsadý.
Birçok kente baþarýyla aþkýný ilan etmiþ olan Raggles, Roodway'de sýradan bir taþralý gibi
z olmak üzere onuru kýrýldý. Kimsenin aldýrýþ ettiði yoktu. Her an kýlýk deðiþtiren bu parl
gibi soðuk kenti sýnýflandýrma giriþiminde bulunduysa da baþarýlý olamadý. Þair olmasýna ka
ne bir renk görebiliyor, ne de onu anlamaya yarayacak bir benzeti bulabiliyordu. Müc
evherlerinin parlatýlmýþ yüzlerinde hiçbir kusur göremiyordu. Bu kent ona hiçbir ipucu verm
rdu. Bir kulp gerekliydi. Öbür kentlerde olduðu gibi yakalayýp kaldýracak, biçimini inceley
cek bir kulp gerekliydi.
Öbür kentleri kulplarýndan yakalayýp kaldýrmýþ, içtenlik, hatta tutarlýlýkla incelemiþti. M
vleri sanki aralýksýz bir sýra barýnaktý. Ýnsanlar parlak fakat kansýz birer hayaletten iba
ti. Kendilerinden baþkasýný düþünmeyerek uðursuz tavýrlarla sýralanmýþ, önünden geçip gidiy
Raggles'ýn aðýrýna giden, þairliðini sindiren yön bu kentte gördüðü insanlarýn üzerinden ta
illikti. Ýncelemek üzere seçtiði her insaný kendini beðenmiþin biri buldu. Küstahlýklarý da
anlýkla hiçbir ilgileri yoktu. Sanki taþ ve boyadan yapýlmýþlardý. Kendilerine tapýnmaktan
aygýlarý olmayan bu insanlar baþkalarýnýn da kendilerine tapmasýný isterler. Ve bu istekler
erine gelince gösterilen sevgiye hiç önem vermeden geçip giderlerdi. Kýyýcý, amansýz, vurdu
az görünüþleriyle bir tansýk sonucu olarak devinen beyaz mermerden yontularý andýrýyorlardý
rde ruh ve duygu var mýdýr?
Raggles yavaþ yavaþ bazý tipleri ayýrt etmeye baþladý. Bunlardan biri kýsa beyaz sakallý, t
mavi gözlü yaþlý bir adamdý. Pembe buruþuk bir teni vardý. Gençlere yakýþýr sýrmalý giysis
vetinin, olgunluðunun ve soðuk ilgisizliðinin bir simgesi gibiydi. Baþka bir tip de uzun
boylu, güzel bir kadýndý. Hatlarý çelikten kazýlmýþ gibi dümdüzdü. Sakin duruþuyla bir tan
i zamanlardaki prensesler gibi giyinmiþti. Gözlerinin rengi güneþin bir buzul üzerindeki y
ansýmasý kadar soðuk bir maviydi. Bir üçüncü tip de bu kuklalar kentinin bir seyircisiydi.
arý, cakacý, korkunç bir tip! Korkutucu bir aðýrbaþlýlýðý vardý, çenesi bir koðuþ kazaný ka
edilen bir bebek teni kadar duru, elleri profesyonel bir boksör eli kadar kocamandý.
Bu tip tiyatro ilanlarýna dayanarak dünyayý belirgin bir küstahlýkla seyrediyordu.
Raggles duyarlý bir insandý. Bu bulmacanýn soðuk havasýnda ürperdi. Kentin soðuk, sfenks gi
anlaþýlmaz, amansýz yüzü karþýsýnda titredi, düþ kýrýklýðýna uðradý. Ne kalpsiz bir kentti
rmak, arka kapýlarda sirke suratlý kahya kadýnlar tarafýndan paylanmak, köylerdeki parasýz
vlerinde iyi huylu meyhanecilerin keyfine uymak, taþra polisinin dostça meydan okuyuþu
na göðüs germek, New-York'un bu dondurucu kalpsizliðinden çok daha iyiydi. Doðrusu öbür bay
kaba kentlerde tekmelenmek, tutuklanmak, New-York'un bu soðuk kayýtsýzlýðýndan iyiydi.
Raggles cesarete gelerek dilenmeyi denedi. Hiç aldýrýþ etmeden, hatta varlýðýndan haberleri
duðunu gösterecek bir iþaret bile yapmadan geçip gittiler. Bunun üzerine, kesinlikle bu güz
l, fakat acýmasýz kentin ruhu olmadýðý kanýsýna vardý. Burada yaþayanlarýn yay ve telle dev
enlerden ibaret olduðunu düþünerek kendini geniþ bir vahþet içinde yapayalnýz duyumsadý.
Karþý kaldýrýma geçmek üzere ilerledi. Bir gürültü oldu, bir gýcýrtý duyuldu. Bir þey onu o
attý, ileri fýrlattý. Yere düþerken dünya ve bütün gördüðü kentler gözünün önünde baþ aþað
Raggles gözlerini açar açmaz bir koku duydu. Cennetin ilkyaz çiçeklerinin kokusu. Bir gül y
praðý kadar yumuþak bir el þakaðýný okþadý. Üzerine eðilen kadýný tanýdý. Sokakta gördüðü e
kadýndý. Mavi gözleri yumuþamýþ, yaþarmýþ, sevgiyle bakýyordu. Raggles, kaldýrýmda baþýnýn
ulunduðunu duyumsadý. Kentin olgunluðunu, servetini simgeleyen yaþlý bey yere düþen þapkasý
ent ortasýnda böyle hýzlý araba sürmeye karþý söyleniyordu. Öfkesinden pembe yanaklarý bira
rmýþtý. Kocaman çeneli ve bebek tenli tip de elinde yakýnlardaki bir kahveden buluþturduðu
ir içki þiþesiyle koþuyordu. Raggles içkinin rengini görünce pek sevindi. Bu renk zevk ve n
veriyordu.
Bardaðý Raggles'ýn çenesine yaklaþtýrarak:
- Ahbap, çek þunu bakalým, dedi.
Yüzlere insan kaza yerine yaklaþarak endiþeyle bakýyordu. Kocaman iki polis kalabalýða dala
ak kalabalýk edenleri uzaklaþtýrdýlar. Siyah þallý yaþlý bir kadýn:
- Kâfuru, diye baðýrýyordu. Bir gazete daðýtýcýsý gazetelerinden birini Raggles'ýn çamur iç
rseðinin altýna yerleþtirdi. Hareketli bir genç elinde bir defter, adýný soruyordu.
Cankurtaran arabasý çanýný çalarak kalabalýk arasýndan bir yol açýp yanaþtý. Soðukkanlý bir
ak derhal hastaya elkoydu.
- Neyin var, dostum? diye sordu. Ýpek satenlere bürünmüþ olan prenses, kokulu bir mendille
Raggles'ýn alnýndan bir iki kýrmýzý damla sildi.
Raggles Ýsrafil gibi bir gülümseyiþle:
- Ben mi? diye sordu. Ýyiyim!
Artýk bu kentin de kalbine girebilmiþti.
Üç gün sonra yataktan kalkmasýna ve hastanenin iyileþenler koðuþuna geçmesine izin verdiler
saat sonra hastabacýlar bir gürültü iþittiler, koþup gelince Raggles'ýn bir tren kazasý ge
a bir hastaya saldýrýp yaraladýðýný gördüler.
Baþhemþire:
- Bu kavga da ne? diye sordu.
Raggles:
- Kentimi kötülüyordu, dedi.
- Hangi kenti?
Raggles:
- New-York'u, yanýtýný verdi.

PARA
"Rockwall Eureka Sabunlarý" kuruluþunun sahibi olan ihtiyar Rockwall, Beþinci Cadde'de
ki konaðýnýn kitaplýk penceresinden caddeye bakarak sýrýttý. Sað yandaki bitiþik komþusu ki
, G. van Schuylight Suffolk-Jones kapýnýn önünde bekleyen otomobiline binmek üzere dýþarý ç
n kralýnýn konaðýnýn Ýtalyan Rönesansý biçemindeki önyüzüne bakýp her zamanki gibi burun ký
Emekli sabun kralý:
- Sahte yontu, diye okumaya baþladý. Kendini kollamazsan müzeyi boylayacaksýn! Yaz gelsi
n, þu evi kýrmýzý, mavi, beyaza rengarenk bir boyatayým da gör. Bakalým o zaman ne yapacaks
edikten sonra kitaplýk odasýnýn kapýsýna gitti ve bir zamanlar Kansas ovalarýnda gökleri çý
sesiyle:
- Mike, diye baðýrdý.
Zil kullanmasýný sevmeyen yaþlý Anthony Rockwall koþup gelen uþaðýna:
- Oðluma söyle, çýkmadan beni görsün, dedi.
Genç Rockwall kitaplýk odasýna girince, yaþlý adam gazetesini bir yana koydu.
Buruþuksuz kýrmýzý yüzünü kaldýrdý. Kýr saçlarýnýn bir tutamýný avuçladýktan sonra, öbür el
rý þýkýrdatarak oðluna sevgi dolu üzgün gözlerle baktý:
- Rickard, sabuna kaç para harcýyorsun, diye sordu.
Koleji henüz altý ay önce bitiren delikanlý bu soru karþýsýnda biraz afalladý. Baloya ilk k
den bir genç kýz gibi beklenmedik davranýþlarý çok seven babasýný henüz pek anlayamamýþtý.
- Düzinesini altý dolara alýyorum, babacýðým, dedi.
- Giysilerine ne veriyorsun?
- Genellikle altmýþ dolar.
Anthony, kesin :
- Aferin sana. Tam bir centilmen olmuþsun! Züppelerin bir düzine sabuna 24 dolar verdi
klerini ve bir kat giysi için yüz dolardan fazla harcadýklarýný duydum. Senin de onlar kad
ar paran var ama sen kararýný kaçýrmýyorsun. Ben de "Eureka" sabununu kullanýyorum. Kendi ü
iye duygusal nedenlerden dolayý deðil. En saf sabun olduðu için... Kalýp baþýna on sentten
la verdin mi paran ambalaja ve aþaðýlýk esanslara gidiyor demektir. Ama senin durumunda
bir genç için kalýp baþýna elli sent hiç de kötü deðil. Dedim ya. Tam bir centilmensin. Ýns
men olabilmesi için üç kuþak geçmesi gerekirmiþ diyorlar. Yanýlýyorlar. Para her þeyi yapar
im sen iþte pekâlâ bir centilmen oldun. Hatta ben bile centilmen olmuþ gibiyim. Bu evi a
lýp yerleþtiðimizden dolayý uykularý kaçan bitiþik kibar komþularýmýz kadar huysuz, suratsý
izim, dedi.
Delikanlý üzgün üzgün:
- Paranýn yapamayacaðý iþler de var, görüþünü ileri sürdü.
Bu söz yaþlý adamý kýzdýrdý.
- Yanýlýyorsun, dedi. Para her þeyi yapar. Ýstediðine bahse gireyim. Ansiklopediyi baþtan a
rýþtýrdým. Paranýn yapamayacaðý bir þey bulabilmek için "A"dan "Y" harfinin son sözcüðüne k
cek hafta içindekiler çizelgesine bakacaðým. Paranýn her þeye gücü yeter. Bana paranýn egem
bir þey söyleyebilir misin?
Richard hafif bir duraksamadan sonra:
- Para sosyetenin en yüksek tabakasýna girme olanaðýný vermez, dedi.
Her kötülüðün baþý olan paranýn savunucusu yaþlý adam:
- Ya, öyle mi? diye gürledi. Þu ünlü Astor ailesinin kurucusunda Atlantik'i geçecek kadar p
ra olmasaydý bugün senin o kibar Astorlarýnýn ne olduðunu görürdüm.
Richard içini çekti.
Yaþlý adam coþkuyla sürdürdü.
- Ben de ona geliyordum. Seni buraya çaðýrmamýn nedeni bu. Ýki haftadýr gözüme çarpýyor. Bi
var. Nedir söyle bakalým. Ýstesem bir gün içinde nakit on bir milyon dolar toplayabilirim.
Taþýnmazlarý saymadým... Canýn sýkýlýyorsa, yat körfezde hazýr. Ýki günde seni Bahamalara
- Babacýðým, üstüne bastýn. Ýçim içime sýðmýyor.
- Gördün mü ya, adý ne?
Richard odada bir aþaðý bir yukarý dolaþmaya baþladý. Bu yaþlý, kaba babasýný, derdini döke
dine yakýn buluyordu.
Yaþlý Anthony:
- Niye doktor olmadýn? Sana herhalde dört elle sarýlýr. Paran var, yakýþýklýsýn; üstelik iy
Ellerin iþ görmemiþ, temiz. Koleji de bitirdin. Belki bu eksikliktir, ama artýk o kadarýný
a hoþ görüverir, dedi.
Richard:
- Pek olanak görmüyorum, yanýtýný verdi.
Anthony:
- Böyle bir olanaðý yarat. Parkta yürüyüþe çýkar. O olmazsa kiliseden çýkarken evine kadar
naðý yokmuþ! Ah çocuk ah, gülerim sana! diye yüreklendirdi.
- Babacýðým, sen yüksek sosyeteyi tanýmýyorsun. Günün hangi saatinde, hangi dakikasýnda ne
erce önceden saptanmýþtýr. Babacýðým bu kýzý almalýyým. Yoksa bu kent bana cehennem olur. Y
af etmek olmaz.
Yaþlý adam þaþkýnlýkla:
- Bütün servetimize karþýn bu kýzla bir iki saat konuþamýyorsun demek? dedi.
- Çok geciktirdim. Yarýndan sonra Avrupa'ya gidiyor. Ýki yýl kalacak. Ancak yarýn akþam bir
iki dakika baþbaþa kalabileceðiz. Þimdi Larchmont'da teyzesinde. Oraya gidemem. Yarýn akþam
8.30'da onu Grand Station'da karþýlamaya gideceðim. Arabaya binip hemen Wallack'a geçeceði
z. Annesi bir loca tutmuþ, birkaç dostla bizi dýþarda bekleyecekler. Arabada altý yedi dak
ikalýk zaman içinde ilaný aþk edemem ki! Dinlemez. Olacak iþ deðil. Tiyatroda da olanak yok
Sonra da fýrsat bulabileceðimi hiç sanmýyorum. Babacýðým, görüyorsun. Parayla çözülecek bi
Parayla zaman satýn alýnamaz; öyle bir þey olsaydý zenginler daha çok yaþarlardý. Yolculuða
e de kendisiyle uzun uzadýya görüþmeye olanak olmayacak.
Yaþlý Anthony birden neþelenerek:
- Peki oðlum. Haydi güle güle. Ne yapalým öyle olsun. Hakkýn var. Parayý verince sonsuzluðu
pakete sarýlýp evimize teslim edilmesini bekleyemeyiz. Fakat ben zaman dediðimiz o yaþlý
adamýn, altýn külçeleri üzerinde yürürken tabanlarý þiþtiðinden bocaladýðýný gördüm.
Buruþuk suratlý Ellen hala zenginlikten bezmiþ, nazik, duyarlý bir kadýndý. Anthony akþam g
telerini okuduðu bir sýrada gelip yaþlý adama aþýklarýn karþýlaþtýklarý güçlükler üzerine b
Anthony esneyerek:
- Biliyorum, bana da anlattý. Bankadaki paralarýmýn buyruðunda olduðunu söyledim. Bu lafým
a gitmedi. Paraya karþý atýp tutmaya baþladý. Yüksek sosyetenin kurallarýný deðil bir, on m
in bütün serveti deðiþtiremezmiþ.
Ellen hala içini çekerek:
- Vallahi sana da þaþýyorum, diye baþladý. Paraya bu kadar deðer vermemelisin. Gerçek sevgi
konusu olduðu zaman para hiçtir. Aþkýn gücü her þeye yeter. Eðer Richard bu iþe daha önce g
ydý kýzcaðýz oðlumuzu geri çevirmezdi. Fakat þimdi pek geç olmasýndan korkuyorum. Evlenme ö
pmaya olanak bulamayacak. Bütün servetin oðlunu mutlu etmeye yetmez, dedi.
Ertesi akþam saat sekizde Ellen hala güve yeniði eski bir kutudan bir yüzük çýkararak yeðen
hard'a verdi.
- Bu gece hatýrým için bu yüzüðü tak... Annen bana vermiþti. Aþýklara uður getirirmiþ! Gönl
zaman sana vermemi söylemiþti, diye açýkladý.
Delikanlý yüzüðü saygýyla alarak en küçük parmaðýna taktý. Yüzük ikinci boðumda kalýnca erk
e çýkarýp yeleðinin cebine yerleþtirdi. Telefon ederek arabayý hazýrlattý. Saat tam 8.32'de
syonda kalabalýk arasýnda Mis Lantry'yi bulup yakaladý.
Genç kýz:
- Annemle yanýndakileri bekletmeyelim, dedi.
Richard söz dinleyerek, arabacýya:
- Dört nala Wallack Tiyatrosu'na, diye buyurdu.
Kýrk Ýkinci Sokak'tan Broadway'e geçtiler. Broadway'in ýþýklý, ýlýk caddesinden karanlýk, s
la saptýlar.
Otuz Dördüncü Sokak'ta Richard pencereyi açarak arabacýya durmasýný buyurduktan sonra:
- Bir yüzük düþürdüm, anemin anýsý, kaybolmasýný istemiyorum. Düþtüðü yeri gördüm, bir sani
dan özür diledi.
Dediði gibi hemencecik yüzüðü bulmuþ, arabaya dönmüþtü. Fakat bu sýrada baþka bir araba gel
e durmuþtu. Arabacý soldan geçmek istemiþ fakat, bu sefer de bir yük arabasý gelip o geçidi
týkamýþtý. Sað yaný denemiþ, o yönün de baþka bir araba tarafýndan kapandýðýný görmüþtü. G
inleri býrakarak küfürü basmýþtý. Çýkar yol kalmamýþ, dört bir yan birbirine giren bir sürü
rýlmýþtý.
Büyük kentlerde arada bir, ansýzýn bütün ulaþýmýn durduran böyle bir karýþýklýk olur.
Mis Landry sabýrsýzlýkla:
- Niye bekliyoruz? Geç kalacaðýz, diye acele etti.
Richard ayaða kalkarak çevresine baktý. Broadway Altýncý Cadde ile Otuz Dördüncü Sokaðýn bi
noktanýn dört bir yanýnýn binbir çeþit arabayla sarýlmýþ olduðunu gördü. Bu karmaþaya karþ
araba daha atlarýný koþtura koþtura, tekerleklerini týkýrdata týkýrdata geliyor, öbürlerin
akýlarak yollarý büsbütün kapatýyorlardý. Kentin bütün ulaþým araçlarý delikanlýyla genç ký
resinde týkanmýþ kalmýþ gibiydi. Bu görünümü seyretmek üzere kaldýrýmlarý dolduran New-York
yaþlýsý bile bu derece büyük bir kalabalýða tanýk olmamýþtý.
Richard yerine oturup:
- Üzgünüm ama týkandýk, diye baþladý. Yollar bir saatten önce açýlmaz. Hep suç bende, yüzüð
Mis Lantry:
- Þu yüzüðü bir göreyim, nasýl olsa sýkýþtýk kaldýk, keyfimize bakalým. Oyunu kaçýrdýðýmýza
dedi.
O gece saat on birde yaþlý Anthony Rockwall yatak odasýnýn kapýsýna vurulduðunu duydu.
Yaþlý adam, kýrmýzý sabahlýðýna bürümüþ, korsanlar arasýnda geçen bir serüven romaný okuyor
- Gir, diye baðýrdý.
Dünyada yanlýþlýkla kalmýþ kýr saçlý bir meleðe benzeyen Ellen hala içeri girerek tatlý bir
- Niþanlanmýþlar, diye baþladý. Oðlumuzla evlenmeye razý olmuþ. Tiyatroya giderlerken sokak
r kargaþalýk çýkmýþ, arabalar birbirine girmiþ, olduklarý yerde saatlerce kalmýþlar.
Bana bak. Bundan sonra bana paranýn gücünün her þeye yettiðini söyleyip gururlanma. Oðlumuz
mutluluðu gerçek bir aþkýn; hiçbir maddi çýkar gütmeyen sonsuz bir sevgnin simgesi olan küç
amýþ bulunuyor. Richard yüzüðü düþürünce arabayý durdurmuþ ve inip almýþ. Fakat bu sýrada y
sattan yararlanarak açýlmýþ, derdini dökmüþ, evlenme önerisinde bulunmuþ. Gerçek bir aþk sö
ca paranýn hiçbir deðeri yoktur, diye bitirdi.
Yaþlý Anthony yanýt olarak:
- Hoþuma gitti. Oðlumun isteðine kavuþmasýna sevindim, diye baþladý. Zaten ona para bakýmýn
inmemesini, istediði kadar harcayabileceðini...
Ellen kardeþinin sözünü keserek:
- Para bu iþte ne yapabilirdi ki? diye sordu.
Anthony:
- Beni artýk rahat býraksan iyi edersin. Kitaptaki korsan pek kötü bir durumda. Gemisi b
atýyor ama paranýn deðerini pekâlâ bildiðinden altýnlarý denizin dibine göndermeye pek razý
verdi.
Öykü burada sona ermeliydi. Bunu, bu öyküyü okuyan sizler kadar ben de istiyorum ama, gerçe
uðruna kuyunun dibine kadar inmeliyiz.
Ertesi gün, Kelly adýnda, benekli mavi boyunbaðlý biri Anthony Rockwall'in evine gelerek
yaþlý adamý görmek istedi. Anthony bu kýrmýzý elli ziyaretçiyi kitaplýk odasýnda derhal ka
Yaþlý adam çek defterini çýkararak:
- Aferin, bu iþi iyi becerdin doðrusu. 5.000 dolar peþin vermiþtim, dedi.
Kelly:
- 300 dolar ayrýca kendi cebimden ödedim. Tahmini biraz aþmak gerekti. Landonlarla bin
ek arabalarýný 5 dolara tuttum. Fakat yük arabalarýna ve dört atlýlara 10 dolar vermek gere
ti. Yüklü arabalarý yirmiþer dolar istediler. Ama polisler hepsinden fazla vurdu. Ýki kiþiy
elliþer dolar verildi. Öbürlerine yirmiþer ve yirmi beþer dolar daðýttým. Olaðanüstü oldu
ndim? Herkesin becereceði iþ deðil. William A. Brady'nin bu görünümü görmesini isterdim doð
kançlýðýndan çatlardý. Hem de tiyatroda olduðu gibi bin bir provadan sonra deðil, hiç prova
acýlar saniyesi saniyesine geldiler. Ýki saatten önce, o kargaþalýktan deðil araba, vallahi
yýlan sýyrýlamazdý!..
Anthony bir çek yapraðý kopararak:
- Al bakalým 1300 dolar. Tamam mý? Bini senin, 300'ü de cebinden harcadýðýn para... Parayý
zsin, deðil mi? diye sordu.
Kelly:
- Yoksulluðu icat edeni bulsam, ayaklarýmýn altýnda ezerim, yanýtýný verdi.
Anthony, adam kapýya yaklaþýnca arkasýndan baðýrdý:
- O kargaþada çýplak, topluca bir oðlan çocuðu gördün mü, acaba? Ok atan biri!
Kelly afallayarak:
- Hayýr, fakat dediðiniz gibi çýplak idiyse, görmeye vakit kalmadan polisler enseleyip içer
týkmýþlardýr, yanýtýný verdi.
Anthony gülerek:
- Yaramazýn vaktinde yetiþip okunu atamayacaðýndan korkmuþtum, diye mýrýldandý.

YERÝNDE BÝR KARAR


Gardiyan hapishanenin ayakkabý iþliðine girerek büyük bir çabayla vaketa dikmekle uðraþan J
Valentine'i müdürün odasýna götürdü. Müdür Jimmy'ye vali tarafýndan o sabah imzalanmýþ olan
ni uzattý. Tutuklu kararý býkkýn, bezgin bir tavýrla aldý. Dört yýllýk tutukluluðunun on ay
ysa o içerde ancak üç ay kalmayý umarak gelmiþti. Jimmy Valentine gibi eþi dostu bol olanla
dan koðuþa týkýlanlar saçlarýný bile kestirmeye gerek kalmadan kurtulurlar.
Müdür:
- Yarýn sabah býrakýlacaksýn. Kendine gel. Kasa kýrmaktan vazgeç. Aslýnda iyi yüreklisin. N
nla yaþamaya bak, diye öðüt verdi.
Jimmy þaþkýnlýkla:
- Ben mi kasa kýrmýþým! Ne münasebet efendim, diye yanýtladý.
Müdür gülerek:
- Nasýl olur, deðil mi? Dur bakalým. Springfield'deki olay dolayýsýyla nasýl oldu da seni y
kaladýlar? En yüksek tabakadan birini ele vermemek için olayýn geçtiði saatte baþka bir yer
bulunduðunu kanýtlamak istemedin de ondan galiba, deðil mi? Sizin gibiler hep suçsuzdur.
Boþ yere kurban gidersiniz, deðil mi? Jimmy namuslu bir tavýrla:
- Ben mi? Ömrümde Springfield'e ayak basmýþ deðilim ki, diye karþýlýk verdi.
Müdür:
- Haydi Cronin, al götür. Dýþarda giyebileceði bir giysi ver. Sabahleyin yedide býrakýrsýn.
de Valentine öðütlerimi unutmazsan iyi edersin, dedi.
Ertesi sabah saat yediyi çeyrek geçe Jimmy müdürlük bürosunun dýþ kýsmýnda bulunuyordu. Dev
unlu konuklarýný serbest býraktýðý zaman saðladýðý türden, hiç de yakýþmayan, uygunsuz bir
ve ayaklarýna gýcýrdayan türden sert bir ayakkabý geçirmiþti.
Yazman, eline bir demiryolu biletiyle yasanýn bu gibilerine iyi bir yurttaþ olmak üzer
e verdiði beþ dolarý sýkýþtýrdý. Müdür bey bir puro uzatarak elini sýktý. 9762 Valentine, h
arýna "vali tarafýndan baðýþlanmýþtýr" diye geçtikten sonra, dýþarýya, güneþe Mister James
Jimmy kuþlarýn ötüþlerine, yeþil yapraklarýn oynayýþýna, çiçeklerin kokularýna hiç aldýrmad
lokantaya daldý. Orada özgürlüðün ilk nimetlerini, bir tavuk kýzartmasý ve bir þiþe þarap
týktan sonra müdürün verdiðinden bir derece daha yüksek bir puro çekti. Yavaþ yavaþ istasyo
pýda duran kör bir dilencinin eline, bir çeyrek atarak trene atladý. 3 saat sonra eyalet
in sýnýrýnda küçük bir kasabaya varmýþtý. Mike Dolan'ýn kahvesine giderek tezgahýn arkasýnd
eyen Mike'ýn elini sýktý.
Mike:
- Daha önce davranamadýðýmýza çok üzüldüm, vallahi. Ne yapalým, Springfield polisinin prote
uðraþmak zorunda kaldýk. Vali az kaldý karþý çýkacaktý. Nasýlsýn, iyi misin? dedi.
- Keyfim yerinde. Anahtarlarým yanýnda mý?
Anahtarý alarak yukarý çýktý. Arka odanýn kapýsýný açtý. Her þeyi býraktýðý gibi buldu. Yer
düðmesi olduðu gibi duruyordu. Ünlü hafiyeyle adamlarý, Jimmy'yi tutuklamak üzere bastýrýp
larý zaman kopmuþtu. Duvarda katlý duran yataðý çekip çýkardýktan sonra Jimmy bir tahta kal
u bir valiz çýkardý. Kapaðýný açarak eþsiz olan kasa takýmýný sevgiyle süzdü. Özel bir çeli
burgular, kerpetenler, çekiçler, maymuncuklardan baþka kasa açmaya yarayan kendi buluþu bi
r iki aygýt daha vardý. Jimmy bunlarla övünç duyardý. Bu takýmý meslekten olanlar için bu t
üreten bir yerde doksan dolara yaptýrmýþtý.
Jimmy yarým saat sonra aþaðýya indi. Kahveden çýktý. Üstüne kalýp gibi oturan þýk bir giysi
enip tozu alýnmýþ olan valizini eline almýþtý.
Mike dostça bir edayla:
- Tasarladýðýn bir iþ var galiba, dedi.
Jimmy ne dediðini anlamamýþ gibi þaþkýn þaþkýn:
- Ben mi, yok caným! New-York'ta bulunan Grisin Bisküvi Çörek Þirketi'ni temsil ediyorum.
Bu yanýt Mike'ýn o kadar hoþuna gitti ki Jimmy ikram olunan sodalý sütü içmek zorunda kaldý
alý süt deyimi üzerinde durmak gerek. Jimmy sert içkileri aðzýna koymazdý.
Valentine 9762'nin býrakýlmasýndan bir hafta sonra Indiana'da Richmond'da bir kasa soy
ulmuþ, ortada yapanýn kim olduðunu gösterecek hiçbir iz býrakýlmadan sekiz yüz dolar kaldýr
a sonra da Logansport'da patentli, kasa hýrsýzlarýna karþý özel düzenekli bir kasa peynir k
r gibi açýlmýþ, bin beþ yüz dolar alýnmýþ, gümüþ para ve tahvillere el sürülmemiþti. Bu ola
sini çekmiþti. Bir süre sonra da Jefferson City'de eski bir banka kasasý bir yanardað gibi
patlamýþ, lavlarý arasýndan beþ bin dolar silkip atmýþtý. Kayýplar sorunu Ben Price'ýn çal
kacak kadar yükselmiþti. Kayýtlar karþýlaþtýrýlýnca bu üç olayýn oluþunda dikkate deðer bir
Price olay yerlerini inceledi.
Bir aralýk:
- Hepsi, züppe Jimmy Valentine'in imzasýný taþýyorlar, yine iþe baþlamýþ, kilit tokmaðýna b
avada topraktan turp söker gibi kolaylýkla sökülmüþ. Bu iþi becerecek burgular ondan baþka
de yoktur. Kilidin dillerini ne güzel sökmüþ. Jimmy bir delikten fazla delmeye hiçbir zama
n gerek görmez. Valentine hazretlerini ele geçirmeli, hem bu kez süresini doldurmadan
baðýþlanma filan yok. Yumuþak yürekliliðe papuç býrakmayacaðým, diye konuþtuðu iþitildi.
Ben Price, Jimmy'nin nasýl çalýþtýðýný biliyordu. Springfield olayýyla uðraþýrken öðrenmiþt
erlere kaçýyor; ortak kullanmýyordu. Yüksek sosyeteye pek düþkündü. Bu sayede de yakalanýp
sýný görmekten kurtuluyordu. Ben Price'ýn ele avuca sýðmayan soyguncunun izini sürdüðü açýk
ahipleri biraz ferahlar gibi oldular.
Bir gün öðleden sonra Jimmy Valentine posta arabasýndan, Arkansas'ta Elmore kasabasýna ind
i. Elmore demiryolundan beþ mil uzaklýktaydý.
Koleji henüz bitirmiþ atlet yapýlý bir delikanlýyý andýran haliyle kasabanýn tahta kaldýrým
ele doðru yürümeye baþladý. Sokaðýn karþý kýyýsýndan gelen genç bir kýz yanýndan geçerek üz
azýlý bir kapýdan içeri daldý. Kýzýn gözlerinin içine bakan Jimmy Valentine kim ve ne olduð
rak baþka bir insan oldu. Genç kýz gözlerini indirerek hafifçe kýzardý. Jimmy tipinde yakýþ
nlýlar Elmore'da pek enderdi.
Jimmy bankanýn kapýsý önünde sermayedarlardan biriymiþ gibi iþsiz güçsüz dolaþan bir çocuðu
bir beþ on sentle besleyerek kasaba üzerine sorular sormaya baþladý. Bir süre sonra genç ký
Kraliçelere özgü bir edayla, valizli gence aldýrýþ etmeden yürüyüp gitti.
Jimmy amacýný gizleyerek:
- Bu geçen Mis Polly Simpson deðil mi? diye sordu.
Çocuk:
- Yok caným. Oeis Annabel Adams. Babasý bankanýn sahibi. Elmore'a ne diye geldiniz? Sa
at zinciriniz altýn mý? Bir buldog almak istiyorum. Beþ on sentiniz daha var mý? diye söyl
endi.
Jimmy, çiftçilerin oteline gidip adýný Ralph D. Spencer diye yazdýrarak bir oda tuttu. Ban
koya dayanarak yazmana amacýný anlattý. Elmore'a dükkân açmak üzere gelmiþti. Ayakkabý iþi
aydý? Evet, ayakkabý satmayý düþünmüþtü. Ýþ var mýydý?
Giyim kuþamý ve görünüþü yazman üzerinde iyi bir etki býrakmýþtý. Çünkü yazman Elmore'un ký
öðretmek savýndaydý. Jimmy'yi görünce þýklýk konusundaki eksiklerini anlamýþtý. Bir yandan
yunbaðýný nasýl baðladýðýný çýkarmaya çalýþýrken bir yandan da içtenlikle istenen bilgiyi v
Ayakkabýcýlýkta kazanç vardý. Kasabada tek bir kunduracý yoktu. Tuhafiyeciler ve bakkallar
rada ayakkabý satýyorlardý. Genellikle kasabada iþ durumu oldukça iyiydi. Mister Spencer'ýn
Elmore'da kalmasýna sevinecekti. Elmore yaþanacak bir yerdi. Halký sýcak kanlýydý.
Spencer birkaç gün kalýp durumu inceleyeceðini söyledi. Hayýr, çocuðu çaðýrmanýza gerek yok
ndim taþýyabilirim. Oldukça aðýr, dedi.
Ansýzýn bir aþk yangýnýna tutulan Jimmy Valentine'in küllerinden doðan Mister Ralph Spencer
lmore'da kalarak refah yolunu tuttu. Kunduracý dükkâný açarak epey müþteri kazandý.
Toplum yaþamýnda da baþarýlý olarak birçok dost elde etti. Gönlünün isteðine kavuþtu. Mis A
s'la tanýþarak genç kýzýn çekiciliðine biraz daha kapýldý.
Yýlýn sonunda Ralph Spencer'in durumunu þöyle özetlemek mümkündü: Çevresinin saygýsýný kaza
zanç yolunu tutmuþtu. Mis Annabel'le niþanlanmýþ, iki hafta içinde evleneceklerdi. Tipik ta
bankacýsý olan Mister Adams Spencer'i beðeniyordu. Annabel ise niþanlýsýný sevdiði kadar o
övünüyordu da. Spencer gerek bankacýnýn, gerekse evli kýzýnýn evinde ailedenmiþ gibi özgür
lanaðýný buluyordu.
Bir gün Jimmy odasýna kapanýp aþaðýdaki mektubu yazdý. St. Louis'deki dostlarýndan birinin
ir adresine gönderdi.
"Eski dost;
Gelecek çarþamba akþamý saat dokuzda Little Rock'da Sullivan'ýn meyhanesinde bulunmaný isti
orum. Senden bazý þeyler rica edeceðim. Ayný zamanda aygýtlarýmý sana vereceðim. Sevineceði
yorum. Çünkü istesen eþlerini bin dolara yaptýramazsýn. Billyciðim, ben bir yýl önce mesleð
el bir dükkâným var. Yaþamýmý namusumla kazanýyorum. Ýki haftaya kadar da dünyanýn en iyi k
ceðim. Hayatta yaþamak istiyorsan doðruluk tek yoldur. Milyon versen baþkasýnýn olan tek bi
dolara olanaðý yok el sürmem. Evlendikten sonra varýmý yoðumu satýp Batýya göç edeceðim. E
sorumlu tutulmak tehlikesinden böylece kýsmen sýyrýlacaðýmý sanýyorum. Billyciðim, niþanlým
arksýz, vallahi bana inanýyor. Dünyanýn benim olacaðýný bilsem doðruluktan ayrýlmam. Sulliv
e olursa olsun bulunmalýsýn. Aygýtlarýmý oraya getireceðim.
Eski dostun Jimmy."
Jimmy'nin bu mektubu yazdýðý günün ertesi pazartesi Ben Price küçük bir arabayla kendini gö
en Elmore'a geldi. Öðrenmek istediðini öðreninceye kadar kasabada sakin sakin dolaþtý. Kund
cý dükkânýnýn karþýsýndaki eczaneden Ralph D. Spencer'i iyice gözetledi.
Kendi kendine: Demek bankacýnýn kýzýyla evlenecek. Görelim bakalým, belli olmaz, diye söyle
.
Ertesi sabah Jimmy kahvaltýya Annabellere gitti. Düðün giysisini ýsmarlamak ve Annabel'e gü
el bir armaðan almak üzere Little Bock'a hareket ediyordu. Elmore'a geldiðinden beri k
asabadan ilk ayrýlýþýydý. Son soygunlarýnýn üzerinden bir yýldan fazla geçtiðinden ortaya ç
.
Kahvaltýdan sonra ailece çýktýlar. Mister Adams, Annabel, Jimmy, Annabel'in evli kardeþiyl
e bunun beþ ve dokuz yaþlarýndaki iki kýzý birlikte Jimmy'nin oturduðu otele geldiler. Jimm
odasýna koþarak valizini getirdi. Oradan bankaya gittiler. Kapýda Jimmy'nin arabasýyla
atý ve arabayý istasyona kadar götürüp getirecek olan Ralph Gibson duruyordu.
Hep birden Jimmy de birlikte olmak üzere bankanýn iþlemeli meþe parmaklýklarýndan içeri dal
. Mister Adams gelecekteki damadýný her yere sevinerek kabul ederdi. Yazmanlar, Mis
Annabel ile evlenecek olan yakýþýklý, sevimli delikanlýyla merhabalaþmaktan adeta zevk alýr
dý. Jimmy valizini yere koydu. Aþk ve gençlikle içi içine sýðmayan Mis Annabel, Jimmy'nin þ
baþýna geçirdi. Valizi yakaladý.
- Bak, güzel bir davulcu olacaðým, deðil mi? diye baþladýysa da:
- Vay! Amma da aðýrmýþ, içi altýn dolu galiba, dedi.
Jimmy soðuk bir sesle:
- Geri vereceðim bir sürü ayakkabý çivisi var. Yanýma alýrsam taþýma parasýndan kurtulurum,
ek hesabçý oluyorum, deðil mi! diye açýkladý.
Elmore Bankasý yeni bir kasa almýþtý. Ýçi ufaktý ama kapýsýnda yeni buluþ bir kilit vardý.
a övünen Mister Adams her durumda herkese göstermeye meraklýydý. Kasanýn bir tek tokmakla i
yen üç çelik sürgüsü vardý. Kilidi de saatliydi. Adams kilidin nasýl çalýþtýðýný damadýna k
li bir yüzle anlattýysa da Jimmy nezaketle, fakat fazla bir ilgi göstermeden dinledi.
Küçük kýzlar kilidin acayip saatine, kapýnýn parlak tokmaðýna bayýlmýþlardý.
Bu sýrada Ben Price bankaya giderek tezgaha dirseðini dayayýp parmaklýðýn içerisinde olup b
nleri seyre daldý. Ne istediðini soran hademeye tanýdýðý birini beklediðini söylemekle yeti
Birden kadýnlar baðrýþmaya baþladý. Ortalýk karýþýr gibi oldu. Büyükler görmeden dokuz yaþý
atha'yý oyun olsun diye kasaya kapatývermiþti. Mister Adams'dan gördüðü biçimde tokmaðý çev
sürgülemiþ, kilidi kilitlemiþti.
Yaþlý bankacý atýlarak tokmaða sarýlýp bir iki kez þiddetle çektikten sonra:
- Bu kapý açýlmaz. Saati kurmadýk. Kilit iþlemez, dedi.
Agatha'nýn annesi sinir bunalýmlarý geçirerek yine çýðlýðý bastý. Mister Adams titreyen ell
rak:
- Sus. Agatha, bir dakika beni dinle, diye baðýrdý. Bu buyruðu izleyen sessizlik sýrasýnda
asanýn içinde dehþete kapýlarak avazý çýktýðý kadar baðýran çocuðun derinden derine gelen s
Anne inleyerek:
- Yavrucuðum korkudan ölecek. Kapýyý kýrýn. Bu kadar erkeksiniz, bir þey yapamýyor musunuz?
çýkýþtý.
Mister Adams titrek bir sesle:
- Little Rock'dan yakýnda bu iþi becerecek kimse yoktur. Tanrým, ne yapabiliriz! Spenc
er; oðlum, söyle ne yapabiliriz ki? Çocuk orada fazla kalamaz. Havasýzlýk.. üstelik korkuda
aklý gider, dedi.
Agatha'nýn iyice þaþýran annesi kapýyý yumruklamaya baþladý. Biri, "dinamit" diye hiç akýl
ir düþünce ortaya attý. Annabel, iri gözleri acýyla dolu, Spencer'e döndü. Henüz umutsuzluð
ir kadýn için sevdiði bir erkeðin yapamayacaðý hiçbir þey yoktur.
- Þekerim, bir þey yapamaz mýsýn? Bir dene, ne olur, dedi.
Jimmy dudaklarýnda ve zeki bakýþlarýnda hafif ve acayip bir gülümsemeyle niþanlýsýna baktý.
- Annabel, taktýðýn gülü bana ver olmaz mý, dedi.
Doðru iþitip iþitmediðinden kuþkulanarak genç kýz giysisinin göðsündeki gülü çýkarýp niþanl
iç cebine attýktan sonra ceketini atýp kollarýný sývadý. Böyle yaparak Ralph D. Spencer, Ji
alentin'e dönmüþ oldu.
- Kapýdan çekilin, diye kýsaca buyurdu.
Valizini masanýn üzerine koyarak açtý. O dakikadan baþlayarak çevresindekileri unutmuþ gibi
. Parlak acayip aygýtlarý birer birer çýkarýp düzenli bir biçimde dizerken, çalýþýrken hep
i kendine alçaktan bir ýslýk tutturdu. Çevresindekiler derin bir sessizlik içinde, oldukla
rý yerde mýhlanmýþ, büyülenmiþ gibi bakýyorlardý.
Bir dakika içinde Jimmy'nin burgusu çelik kapýya kolayca iþlemeye baþlamýþtý. On dakikada k
soygunculuk rekorunu kýrarak sürgüleri çýkarýp kapýyý açtý.
Agatha baygýn, fakat sað esen annesinin kollarýna alýndý.
Jimmy ceketini giyerek parmaklýklarýn arasýndan geçip kapýya doðru yürüdü. Bu arada bir zam
ek alýþkýn olduðu bir sesin uzaklardan "Ralph" diye baðýrdýðýný iþitir gibi oldu.
Fakat kuþkuya kapýlarak durakladý.
Kapýda iri yarý bir adamla karþýlaþtý. Ayný acayip gülümseyiþiyle:
- Merhaba. Ben, sonunda geldin, buldun deðil mi? Haydi gidelim. Artýk bundan sonra n
e olursa olsun umurumda deðil, dedi.
Bu söz üzerine Price pek acayip bir davranýþta bulundu.
- Yanýlýyorsunuz Mister Spencer, ben sizi tanýmýyorum. Arabanýz dýþarda bekliyor, buyurun;
erek döndü. Ters yönde yürüdü gitti.

You might also like