Professional Documents
Culture Documents
O'Henry, New York'u Nasıl Sevdi
O'Henry, New York'u Nasıl Sevdi
O'Henry, New York'u Nasıl Sevdi
NOEL ARMAÐANI
Tam bir dolar seksen yedi senti vardý. O kadar, ne bir sent eksik, ne bir sent faz
la!.. Bunun da altmýþ senti peniden ibaret ufaklýktý. Bu penileri teker teker bakkal, ka
sap, manavla çekiþe çekiþe pazarlýk ederek ve her defasýnda satýcýlarýn cimrilik suçlamalar
cýndan kýpkýrmýzý kesilerek biriktirmiþti. Della paralarý üç kez saydý. Bir dolar seksen ye
o kadar! Oysa ertesi gün Noel'di.
Kendini odadaki partal divanýn üzerine atýp hýçkýra hýçkýra aðlamaktan baþka çare yoktu. De
ptý. Bu durumu bizi yaþamýn hýçkýrýktan, burun çekmekten ve gülümsemekten ibaret olduðu gib
lere yönlendiriyor.
Burun çekmenin öbürlerine üstün geldiðini de elbet kabul ediyoruz.
Bayan, birinci sahneden yavaþ yavaþ ikinciye doðru çekilirken evi þöyle bir gözden geçirive
Haftada sekiz dolara tutulmuþ mobilyalý bir apartman! Betimlemeye deðer bir durumu yok
. Tam bir yoksul evi!
Aþaðýda giriþte, içine tek bir zarf sýðdýrmaya olanak olmayan bir mektup kutusuyla hiçbir ö
la çalmayý baþaramayacaðý bir zil vardý. Kapýda da "Mr. James Dillingham Young" adýný taþýy
asýlýydý.
"Dillingham" adýný, sahibinin haftada otuz dolar kazandýðý bolluk döneminde ortaya atmýþlar
anç haftada yirmi dolara inince "Dillingham" pek donuk bir görünüþ almýþtý. Adeta kendini a
ir D. harfiyle belirtmeyi düþünüyor gibiydi. Bu böyle olmakla birlikte, Mr. James Dillingh
am eve geldiði vakit size biraz önce Della diye tanýttýðýmýz karýsý kendisine "Jim" diye se
boynuna sarýlarak onu baðrýna basardý.
Gözyaþlarý dindikten sonra Della eline bir ponpon alarak yüzünü pudraladý. Pencerede durara
partmanýn o iç karartan arka avlusundaki bulut rengi parmaklýðýn üzerinde yürüyen bulut ren
diyi aptal aptal seyretti. Ertesi günü Noel'di. Jim'e bir armaðan alabilecek yalnýzca bi
r dolar seksen yedi senti vardý. Bu penileri aylardan beri birer birer biriktirmiþti
. Oysa þimdi hiçbir iþe yaramadýklarýný görüyordu. Haftada yirmi dolarla pek bir þey yapmay
k yoktu. Giderleri sandýðýndan çok oluyordu. Zaten her zaman öyle olur! Þimdi Jim'e armaðan
acak yalnýzca bir dolar seksen yedi senti vardý. Sevgili Jimine güzel bir þey almak konu
sunda düþler kurarak birçok mutlu an yaþamýþtý. Güzel, ender, parlak bir þey, Jim'in olma o
az çok uyumlu bir armaðan.
Odanýn pencereleri arasýnda bir boy aynasý vardý. Sekiz dolarlýk dairelerde belki siz de bö
le bir ayna görmüþsünüzdür. Narin ve çevik bir insan, karþýlýklý iki pencere camýnýn içinde
a dikkat ederek görünüþü üzerine oldukça doðru bir kaný edinebilir. Ýnce yapýlý Della da bu
yordu.
Pencereden uzaklaþarak kendini aynanýn önüne attý. Gözleri pýrýl pýrýl yanýyordu, ama yirmi
e rengi uçuvermiþti. Saçlarýný çözerek omuzlarýnýn üzerine döktü.
James Dillingham Young ailesinin övündükleri iki þeyleri vardý. Birisi Jim'e babasýndan geç
ve aslýnda büyük babasýnýn olan altýn saat; öbürüyse Della'nýn saçlarý idi. Apartmanýn hava
a Saba Melikesi otursaydý Della, kraliçenin mücevherlerini deðerden düþürmek amacýyla, o gü
rýný pencereden dýþarý sarkýtýrdý. Hazreti Süleyman apartmanýn kapýcýsý olsa ve bütün serve
umda bulundursaydý, Jim yaþlý adamý kýskandýrýp hasetle sakalýný kaþýttýrmak için önünden h
saati çekip bakar gibi yaparak gösterirdi.
Della'nýn saçlarý altýn renkli bir çaðlayan gibi parlayarak ve dalgalanarak dizlerine kadar
döküldü ve bir giysi gibi vücudunu örttü. Bununla birlikte Della, saçlarýnýn uzun süre böy
izin vermedi. Sinirli ellerle hemen topladý. Sonra bir an için durdu. Duraksar gibi
oldu. Yerdeki kýrmýzý tüyleri dökük halýya bir iki damla gözyaþý aktý.
Della, gözlerinin yaþý kurumadan kahverengi ceketini kapýp ayný renkteki þapkasýný baþýna g
, eteklerini savurarak kapýdan fýrladý. Merdivenleri inip sokaða çýktý.
Üzerinde "Mm. Sofronie. Her tür saç gereçleri" yazýsý bulunan bir tabelanýn önünde durdu. B
endini yukarda buldu. Ýri yarý, süt beyaz, soðuk bir kadýn olan Madam Sofronie'ye, soluk s
oluða:
- Saçlarýmý alýr mýsýnýz? diye sordu.
Madam:
- Saç alýrým ama þapkaný çýkar da bir bakalým, yanýtýný verdi. Della altýn renkli, çaðlayan
rdi.
Madam, saçlarý piþkin bir alýcý eliyle bir yokladýktan sonra:
- Yirmi dolar, dedi.
Della:
- Peki. Derhal, yanýtýný verdi.
Ondan sonraki iki saati pembe bir bulut üstünde uçar gibi sevinçle nasýl geçirdiðini bilmiy
u. Edebiyat bir yana, Jim için istediði armaðaný bulmak isteðiyle dükkânlarýn altýný üstüne
Sonunda bulabildi. Özellikle Jim için yapýlmýþ bir þey! Dükkân dükkân gezmiþ, hiçbirinde bu
þey görmemiþti. Platin bir saat zinciri. Deðeri, fazla gösteriþli süslerde deðil, desenini
lýðýnda ve kibarlýðýndaydý.
Bütün iyi þeyler böyle olmalýdýr. Zincir Jim'in o benzersiz saatine yaraþacak kadar güzeldi
la ilk bakýþta kararýný verdi. Zincir týpký Jim gibiydi. Gösteriþsiz, fakat deðerli. Kocasý
iri de ayný biçimde betimlemek mümkündü. Yirmi bir dolar verdi. Bu zinciri taktýktan sonra
im artýk, saatine nerede olsa bakabilir, daha doðrusu bakmaya heveslenebilirdi. Oysa
, þimdi o benzersiz saate, bir kayýþa asýlý olduðundan hep gizleyerek bakýyordu.
Eve döndükten sonra Della'nýn sarhoþluðu biraz geçti. Aklý baþýna gelerek sakýngan davranma
rtarak havagazýný yaktý. Ve aþkla cömertliðin birleþmesinden doðan yýkýmý onarmaya koyuldu.
r, burun kývýrýp geçmeyin. Bu her zaman çok büyük bir iþtir. Korkunç bir iþ!
Kýrk dakika içinde saçlarý okul kaçaðý bir çocuk kafasý gibi kývrým kývrým olmuþtu. Della a
irici bir bakýþla uzun uzadýya ve dikkatle seyretti.
Kendi kendine:
- Jim bu halimi görüp de ilk bakýþta öldürmezse iyi. Tiyatro kýzlarýna benzetecek, ama ne y
Bir dolar seksen yedi sente ne alýnabilirdi ki!.. dedi.
Yedi buçukta kahve piþirilmiþti. Tava da, sobanýn arkasýna yerleþtirilerek ýsýtýlmýþ olan p
rtmak üzere hazýrlanmýþtý.
Jim, hiç geç kalmazdý. Della zinciri avcuna alarak kapýnýn yanýndaki masanýn baþýna oturdu.
merdivenlerin ilk basamaðýndaki ayak seslerini duyunca bembeyaz oldu. Gündelik, en ba
sit þeyler için dua etmeyi huy edinmiþti.
- Büyük Tanrým! Yalvarýrým sana, ne olur, saçlarýmý beðendir, diye mýrýldandý.
Jim kapýyý açtý ve içeri girip arkasýndan kapadý. Zayýf ve pek ciddi bir görünüþü vardý. Za
i yaþýnda aile yükü taþýyordu. Yeni bir pardesüye gereksinimi vardý, ellerinde eldiven yokt
Odaya koku almýþ bir av köpeði gibi çevresine kayýtsýz bir biçimde bakýnarak girdi. Gözleri
dikilmiþti. Della bu dik bakýþlarýn anlamýný çýkaramayarak korktu. Bu bakýþlar ne þaþkýnlý
, ne beðenmemezlik, yani genç kadýnýn hazýrlandýðý duygulardan hiçbirini taþýmýyordu. Jim,
nlatýmla bakýþlarýný karýsýna dikmiþ yalnýzca bakýyordu.
Della masanýn yanýndan kývrýlarak yaklaþtý.
- Jim, þekerim, ne olursun öyle bakma, diye yalvardý. Saçýmý kesip sattým. Noel'i sana arma
lmadan geçiremezdim, ölürdüm. Ne olacak, yine büyür. Baðýþlýyorsun, deðil mi? Ne yapayým ba
açlarým çabuk büyür. Unutalým bunu, haydi Jim, þekerim.
- Noel'in kutlu olsun de de barýþalým. Ne güzel, ne hoþ bir armaðan aldýðýmý düþünemezsin,
Jim kafasýný yoracak kadar düþünüp taþýndýðý halde bir türlü anlayamamýþ gibi yavaþ yavaþ:
- Saçýný mý kestin? dedi.
Della:
- Kesip sattým. Bu görünüþümü beðenmedin mi? Eskisi kadar sevmedin mi? Saçsýz da yine ayný
iyim, diye yalvardý.
Jim çevresine merakla baktý. Sonunda aptallaþmýþ gibi:
- Saçýmý kestim mi dedin, diye yanýt verdi.
Della:
- Evet, kesip sattým, diyorum, diye açýkladý. Yavrucuðum, bu akþam Noel! Beni anla, baðýþla
uðruna gitti, deyip ciddi bir tatlýlýkla:
- Saçlarýmýn tellerini belki sayabilirsin ama sana olan sevgimi ölçmek olanaksýzdýr. Þekeri
rzolalarý ateþe koyalým mý? diye sordu.
Jim, daldýðý düþten uyanýr gibi oldu. Dellacýðýný kollarýna aldý. Beþ on saniye gözlerimizi
bir yöne çevirelim. Önemsiz baþka bir sorun üzerinde duralým. Haftada sekiz veya yýlda bir
lyon dolar olsa ne fark eder sanki? Fakat bir matematikçiye veya herhangi akýllý birin
e sorsanýz size yanlýþ yanýt verir, doðrusunu bilmez. Çünkü Doðulu bilgelerin Ýsa'ya getird
r arasýnda bu sorunun gizini çözecek hikmetin anahtarý yoktu. Ama bu karanlýk noktayý biz i
erde aydýnlatacaðýz.
Jim, pardesüsünün cebinden bir paket çýkararak masanýn üstüne attý.
- Dellacýðým, aldanýyorsun. Saçýný nasýl kesersen kes, hiç fark etmez. Sana olan sevgimde h
yapmaz. Paketi açarsan birdenbire neden afalladýðýmý anlarsýn, dedi.
Della beyaz parmaklarýyla kâðýdý yýrtýp ipleri kopararak paketi açtý. Açmasýyla çýðlýðý bas
Gözlerinden yaþlar akmaya baþladý. Bu durum evin erkeðini, bütün avutma yeteneðini kullanma
unda býraktý.
Paketten Della'nýn Broodway'de bir vitrinde görüp uzun süredir düþlediði taraklar çýkmýþtý.
uðundan yapýlmýþ elmas kenarlý o güzel taraklar iþte önündeydi. Renkleri de saçlarýna ne ka
u. Pahalý olduklarýný bildiðinden hiç umuda kapýlmadan beðenmiþ ve istemiþti. Hiç beklemedi
ma ne çare ki onca istediði bu caným taraklarý süsleyecek lüleler gitmiþti.
Della sonunda kendini toplayarak kocasýnýn getirdiði armaðanlarý baðrýna bastý. Gülümseyere
baktý.
- Þekerim, saçým pek çabuk uzar, deyip tüyleri tutuþan bir kedi gibi yerinden fýrlayarak:
- Ay unutuyordum, diye baðýrdý.
Jim alýnan güzel armaðaný görmemiþti. Della avucunu açarak sevinçle kocasýna uzattý. Bu deð
donuk maden genç kadýnýn ruhundaki ateþin yansýmasýyla parlar gibi oldu.
- Þekerim, güzel deðil mi? Bütün kenti altüst ettikten sonra bulabildim. Saatini ver bakalý
asýl yakýþacak, dedi.
Jim, Della'nýn dediðini yapacak yerde kendini sedire attý. Ellerini baþýnýn arkasýna koyara
meye baþladý.
- Della sevgilim, Noel armaðanlarýmýzý bir yanakoyup bir süre saklayalým. Bugünkü durumumuz
un deðil. Biraz fazla. Taraklarý almak için saati sattým. Pirzolalarý koy da piþir, dedi.
Ýsa'ya, doðduðu zaman armaðan getiren Mecusiler akýllý insanlardý. Noel'de armaðan verme gö
onlar yarattýlar. Akýllý olduklarý için hep uygun armaðanlar getirirler ve çift olanlarý de
erdi.
Birbirleri için en deðerli þeylerini feda eden iki akýlsýz gencin öyküsünü anlattým. Fakat
nçleri! Size þunu anýmsatmak isterim. Bu iki gencin birbirine verdikleri armaðanlardan d
aha uygunu olamazdý. Alýnýp verilen armaðanlar arasýnda bunlarýnkinden daha uygunu yoktur.
gerçekten deðerli insanlarý iþte bu gibilerdir.
UNUTKANLIK HASTALIÐI
O sabah karýmdan her günkü gibi ayrýldým. Beni kapýya kadar geçirmek için, ikinci çayýný bi
ktý. Ceketimin yakasýndaki görünmeyen pamuk parçasýný silkti. (Kadýnlar kocalarý üzerindeki
aklarýný bütün dünyada bu davranýþla kanýtlamaya çalýþýrlar.)
- Soðuk almýþsýn, kendine iyi bak, artmasýn, dedi.
Oysa soðuk algýnlýðým filan yoktu. Sonunda bir veda öpücüðü kondurdu. Soðuk bir karý koca ö
Sürekli bir alýþkanlýða dönüþttürdüðü bu davranýþýna, yeni bir çeþni verecek ne bir deðiþik
katýyordu. Kökleþmiþ, kötü bir alýþkanlýktan doðan beceriksiz bir davranýþla özenle yerleþ
t iðnemi iðriltti. Kapýyý kapayýnca soðuyan çayýna doðru koþan terliklerinin týpýrtýsýný du
Yola çýktýðým vakit o gün baþýma geleceklerden hiç haberim yoktu. Duygularým beni hiç uyarm
rden bastýrdý.
Birkaç haftadan beri gece gündüz ünlü bir demiryolu davasýyla uðraþýyordum. Mahkemeyi ancak
i gün önce kazanmýþtým. Aslýnda yýllardan beri hiç ara vermeden yasa ve mahkemelerle becell
ruyordum. Dostum ve doktorum Volney bir iki kez uyarmýþ; hatta bir gün:
- Eðer iþleri biraz gevþetmezsen bir gün birden duracaksýn. Ya sinirlerin bozulacak ya da
aklýn dengesini þaþýracak. Hafta geçmez gazetelerde okursun: Adýnýn ne olduðunu bilmeyen, g
tümüyle unutan biri kaybolmuþ, adsýz kiþiliksiz dolaþýyor, neden? Endiþe ve fazla çalýþmak
pýhtýlaþýyor, diye açýkladý.
- Vallahi ben pýhtýlaþma iþine pek inanmam. Bu öyküler gazetecilerin uydurmalarý, diye yaný
dim.
Doktor Volney baþýný salladý.
- Ne dersen de. Böyle bir hastalýk var. Senin dinlenmeye, deðiþikliðe gereksinmen var. Mah
keme, büro, ev. Yürüdüðün tek yol bundan ibaret. Dinlenmek için de hukuk kitaplarý okuyorsu
uyarýyý zamaný geçmeden dinlesen iyi edersin, dedi.
Kendimi savunmak için:
- Çarþamba akþamlarý karýmla kâðýt oynarýz. Cumartesi akþamlarý bana annesinden aldýðý haft
Hukuk kitaplarýnýn dinlendirici olmadýklarý henüz kanýtlanmýþ deðil, yanýtýný verdim.
O sabah yürürken doktor Volney'in bu sözlerini düþünüyordum. Kendimi her zamankinden daha i
duyumsuyordum. Hatta biraz daha neþeliydim de.
***
Vagonun uzun ve rahatsýz koltuðunda fazlaca kestirmiþ olduðumdan kalktýðýmda eklemlerim ger
iþ, tutulmuþtu. Baþýmý dayayarak düþünmeye çalýþtým. Uzun bir süre sonra:
- Herhalde bir adým olacak, dedim. Ceplerimi araþtýrdým. Ne bir kart, ne bir mektup, ne
bir kâðýt parçasý vardý. Ceketimin cebinden üç bin dolar çýktý. Bozukluk yoktu, hepsi bütün
Kendi kendime:
Herhalde biri olacaðým, diye yineleyerek yeniden düþünmeye baþladým.
Vagon insanla doluydu. Birbirleriyle serbestçe karýþtýklarý ve pek keyifli göründükleri içi
anýþýklýklarý olacaðýný düþündüm. Ýçlerinden, keskin bir kimyon ve sabýrotu kokusu yayan þi
bir selamla yerimin boþ bölümüne oturarak bir gazete açtý. Arada bir okumasýna ara verdikç
lculara özgü bir biçimde günün olaylarý üzerine konuþtuk. Bu konular üzerinde, belleðim içi
bir biçimde konuþtuðumu gördüm. Biraz sonra karþýmdaki:
- Herhalde siz de bizlerden olacaksýnýz. Batý, doðrusu, bu gibi durumlarda, Doðu'ya birinc
i sýnýf insanlar gönderir. Toplantýyý, New-York'ta yaptýklarýna çok sevindim! Doðu'ya gitme
t olmamýþtý. Adým R.P. Bolder. Missouri'de, Hickorey Grove'da, Bolder ve Oðullarý þirketind
m.
Hazýrlýksýz olmakla birlikte kendimi toparlayýverdim. Aslýnda insanlarda, beklenmedik bir
olayla karþýlaþtýklarý zaman hemen kendilerine gelerek olayýn gereklerine uyuverme özelliði
. Hemen bir vaftiz töreni yapmam; hem bebek, hem papaz, hem de baba olmam gerekiyo
rdu. Duygularým yavaþ yavaþ çalýþan beynimin yardýmýna koþtu. Karþýmdakinin yayýnladýðý kes
bir düþünce esinlemiþti. Gazetesine gözüm iliþmiþ, açýk bir reklam görmüþtüm. Bu bana büsbü
- Adým Edward Pinkhammer'dir. Eczacýyým. Kansas'ta Cornopolis'de oturuyorum, dedim.
- Eczacý olduðunuzu anladým. Sað elinizin orta parmaðýndaki nasýrý gördüm. Havan tokmaðýnýn
Herhalde siz de kurultayda üyesiniz, deðil mi? dedi.
Þaþkýnlýkla:
- Bunlarýn hepsi eczacý mý? diye sordum.
- Evet. Vagon doðrudan doðruya Batý'dan geliyor. Hem de eski eczacýlardan. Öyle hazýr table
ler veya haplar satan takýmýndan deðil. Ýlaçlarýný kendileri hazýrlayan eski eczacýlar.
Haplarýmýzý kendimiz yaparýz. Burnumuz havada deðil. Ýlkyaz gelince çiçek tohumu satmaktan
z; ek olarak ayakkabý ve þekerleme ticareti de yapmaktan kaçýnmayýz. Dostum Hampinker, bak
sana söyliyeyim. Bu kurultayda ortaya yeni bir düþünce atacaðým -yeni düþünce- zehirli ila
ararsýz ilaçlarý bilirsin. Adlarýnýn benzerliði yüzünden bunlarý birbirine karýþtýrmak mümk
eczacýlar ne yaparlar? Zehirlilerle zehirsizleri karýþtýrmamak için birbirinden olabildiði
ce uzak tutarlar. Oysa bu yanlýþtýr. Yanyana koymak gerekir. Ýstediðin zaman karþýlaþtýrýr
maktan kurtulursun. Nasýl anlayabildin mi?
- Kötü düþünce deðil doðrusu.
- Mademki beðendin, pek güzel. Ben kurultayda önerince, sen de atýlýr beni desteklersin. P
iyasada kendilerinden baþka, pastile benziyen hipodermik tablet bulunmadýðýný sanan Doðu'da
i portakal fosfatý ve masaj kremi profesörlerini mat ederiz.
Coþkuyla:
- Eðer þiþe konusunda yardýmým dokunursa, diye baþladým. Lafýmý keserek:
- Antimuan ve potas tartratýyla soda ve potas tartratý demesine kalmadý:
- Bundan sonra yanyana oturacaklar, diye, sürdürdüm.
Mister Bolder:
- Bir konu daha var. Hap yaparken katýlaþtýrýcý madde olarak manyezi karbonunu mu, yoksa pü
verize gliserini mi yeðlersin? diye sordu.
- Evet, ý, ý,..., manyezi'yi dedim, bunun söyleniþi ötekinden daha kolay gelivermiþti.
Bu yanýtým üzerine Mister Bolder'in gözlüklerinin altýndan beni kuþkulu bakýþlarla süzdüðün
- Ben gliserini yeðlerim. Manyezi çamurlaþýr. Gazeteyi uzatarak ve parmaðýyla yazýyý göster
- Bak oku! Bir afazi olayý daha. Uydurma bir unutkanlýk. Hiçbirine inanmam doðrusu, onda
dokuzu uydurmadýr. Ýþinden, ailesinden býkan kimse, hoþ bir vakit geçirmek isteyince bir y
rlere sývýþýr. Arayýp bulduklarý zaman belleðini yitirmiþ gibi davranýr. Adýný bile anýmsam
mzundaki çilek iþaretini bile tanýmaz. Afazi! Sen onu benim külahýma anlat. Belleðin yitiri
mesini anlarým, ama evlerinden niye kaçýp giderler.
Gazeteyi aldým. Abartýlý baþlýktan sonra þunlarý okudum:
Donver - 12 Haziran:
Elwyn C. Bellford adýnda tanýnmýþ bir avukat üç günden beri gizemli bir biçimde ortadan kay
bulunmaktadýr. Bulunmasý için yapýlan bütün giriþimler boþa gitmiþtir. Mister Bellford sayg
ukattý. Evlidir. Güzel bir evi vardýr. Eyalet içinde en büyük kitaplýk onundur. Kaybolduðu
kadan büyük miktarda para çekmiþtir. Bankadan ayrýldýktan sonra da kendisini gören olmamýþt
erece sakin ve evcimen bir erkek olan Mister Bellford eðlence ve mutluluðunu evinde
ve mesleðinde bulmuþtur. Son birkaç aydan beri demiryolu þirketiyle ilgili bir davaya ke
ndini aþýrý vermiþ olmasý belki kaybolma nedeniyle ilgili görülebilir. Aþýrý çalýþmanýn akl
korkulmaktadýr. Kayýp avukatýn izini bulmak için çaba gösterilmektedir.
Yazýyý okuduktan sonra:
- Bana öyle geliyor ki bu konu hakkýnda aþýrý bir güvensizlik gösteriyorsunuz. Okuduðum ban
k bir afazi olayý gibi görünüyor. Böyle bolluk içinde, ailesinden hoþnut, çevresinin saygýs
r adam neden birdenbire her þeyden vazgeçiversin? Bazýlarýnýn belleklerini yitirdiklerini;
adsýz, evsiz barksýz, geçmiþsiz yollara düþtüklerini biliyorum.
- Laf, boþ laf. Bu gibileri zevklerinin peþindedirler. Bugünlerde kültür boþluðu var. Afazi
nusunda bilgisi olan erkekler bunu bir özür olarak kullanýveriyorlar. Bununla birlikte
kadýnlar da az kurnaz deðiller. Baþlarýna bir þey gelip yakalandýlar mý kocalarýnýn gözler
bakarak ve bilimsel bir tavýr takýnarak:
- Ne yapayým, ipnotize etti, diyiveriyorlar.
Mister Bolder konuþmamýza bu akýþý verince, açýkladýðý felsefe, ileri sürdüðü düþüncelerle
adý.
New-York'a gece saat ona doðru vardýk. Bir arabaya atlayarak otele gittim. Kayýt defte
rini Edward Pinkhammer diye imzaladým. Ýmzamý atarken bütün benliðim sarhoþ edici görkemli,
nýl, nefis bir kaynayýþla kabardý. Yeni elde edilen olanaklar ve sonsuz bir özgürlük duygus
a içim içime sýðmaz oldu. Sanki dünyaya yeni gelmiþ biriydim. Eski baðlar -zaten ne gibi ta
rým olduðunu pek bilmiyordum- her neyse ellerimden ayaklarýmdan çözülüvermiþti. Gelecek, ön
doðmuþ bir çocuðun adým attýðý gibi açýktý. Bu açýk yola büyük bir insanýn deneyim ve bilg
Otel yazmanýnýn beni beþ saniye kadar dikkatle süzdüðünü sezer gibi oldum. Valizim yoktu.
- Eczacýlar kurultayý için geldim, diyerek bir tomar para çýkardým.
- Valizim her nedense henüz gelmedi, diye ekledim.
Altýn diþlerini göstererek:
- Öyle mi, efendim. Batýlý delegelerden otelimizde kalan pek çok, dedi ve zili çalarak had
emeyi çaðýrdý.
Oynadýðým role renk vermek isteðiyle:
- Biz Batýlýlar arasýnda kurultaya bir öneri sunma konusunda önemli bir giriþim var. Antimu
n ve Potas tartratý þiþelerinin soda ve potas tartratý þiþeleriyle ayný rafta saklanmasýný
Yazman ivedi;
- Bayý üçüncü katta 14 numaraya götür, dedi. Hademeler beni alýp odama týktýlar.
Ertesi gün bir valizle giyim eþyasý aldým. Edward Pinkhammer'in hayatýný yaþamaya baþladým.
lgili sorunlarý çözmeye çalýþarak kafamý yormaktan kurtulmuþtum.
Bu büyük ada kent dudaklarýma keskin bir içkiyle dolu parlak bir kadeh uzatýyordu. Seviner
ek içtim. Manhattan'ýn anahtarlarý, kullanmasýný bilendedir. Yabancý, bu kentin ya konuðu,
kurbaný olur.
Ýlk günlerim altýn ve gümüþ kadar parlak geçti. Birkaç saat gibi kýsacýk bir sürede dünyaya
Pinkhammer baðsýz bir yaþam sürmenin zevkini tattý. Tiyatrolarda ve taraçalardaki bahçeler
sihirli halýlara oturarak güzel kýzlar, neþeli müzik ve insanlýðý acayip ve anlamsýz abartý
ya alan öykünmeler ülkesine uçtu. Zaman ve mekanla, toplum baðlarýyla baðlý olmadan þuraya
paþa gönlünün istediði yere gitti. Acayip barlarda, Macar müziðinin ezgileriyle birtakým c
k sanatçýlarýn çýðlýklarý arasýnda acayip yemeklerle karnýný doyurdu. Gece yaþamýnýn elektr
tüler gibi titrediði yerlerde ve son moda þapkalarýn, pahalý elmaslarýn ve bunlarý giyen ve
kan kadýnlarla giyilmesini ve takýlmasýný saðlayan erkeklerin neþelenmek ve boy göstermek i
uluþtuklarý gazinolarda bulundu. Bütün bu görünümler arasýnda o ana kadar algýlayamamýþ old
di.
Özgürlük, yasaða meydan okumakla elde edilemez. Özgür olmak isteyen genel eðilime uyar. Nez
t kapýsý geniþtir. Altýndan geçerken borcunu ödemelisin: Tersi durumda özgürlük ülkesine gi
Bütün bu didiþmelerin, görünen düzensizliðin, kayýtsýzlýðýn ortasýnda bu kuralýn kendini h
kat demir bir yasa gibi egemen olduðuna tanýk oldum.
Manhattan'da bu kurala uymak zorunludur. Bu ilkeye uyarsanýz tam bir özgürlüðe kavuþur, özg
sanlarýn en özgürü olursunuz. Eðer kendinizi yürürlükte bulunan töreyle baðlý saymazsanýz e
zu baðlamýþ olursunuz.
Bazen gönlüm çekince akþam yemeði için, nezaketten doðma zarif bir çekingenliðin egemen old
la konuþulan ve yüksek sosyete kokan palmiyeli, görkemli salonlarý arardým. Bazen birbiriy
le aþýkdaþlýk eden gürültücü, fazla süslü, patavatsýz yazmanlar ve satýcý kýzlarla dolu vap
ajlara gider, bu ilkel halkýn kaba eðlencelerine dalardým. Bunlarýn dýþýnda hep Broadway va
Zengin, parlak, kurnaz ve kaypak, hep çeþitlenen, çekici Broadway. Ýnsaný afyon tiryakiliði
gibi saran Broadway.
Bir gün otelime girerken koca burunlu, kara býyýklý, þiþman biri koridorda önüme çýktý. Yan
terken saldýrgan bir içtenlikle merhabalaþmaya kalktý.
Yüksek sesle:
- Merhaba Bellford. New-York'ta iþin ne? Senin o kitap ininden çýkacaðýna kesinlikle inanm
azdým. Madam da burada mý? Yoksa kendi baþýna mý geldin? dedi.
Elimi elinden çekerek soðuk bir sesle:
- Yanýlýyorsunuz herhalde efendim. Adým Pinkhammer, izninizle, dedim.
Adam belirgin bir þaþkýnlýkla yana çekildi.
Otel yazmanýnýn masasýna doðru ilerleyerek hademeyi çaðýrýp boþ bir telgraf kâðýdý hakkýnda
duydum.
Yazmana:
- Hesabýmý çýkarýn. Yarým saate kadar valizimi aþaðýya indirin. Dostluk taslayan yalancýlar
rahatsýz edilmeyi hiç sevmem, dedim...
O gün öðleden sonra Beþinci Cadde'nin aþaðýsýnda dingin, oturaklý, eski bir otele geçtim. B
n ilerisinde küçük bir lokanta vardý. Ýnsan burada yemeðini tropik bitkiler arasýnda hemen
en tam bir tropik dekoru içinde yerdi. Bir yandan servisin eksiksizliði, öbür yandan ses
sizlik ve lüks burasýný yemek ve aperitif için ideal bir yer haline getirmiþti. Bir gün öðl
sonra oraya gittim. Terementi otlarý arasýnda ilerlerken kolumdan birinin çektiðini duyu
msadým.
Þaþýlacak derecede tatlý bir ses:
- Mister Bellford, diye seslendi.
Dönünce bir bayanla karþýlaþtým. Yalnýz baþýna oturan otuz yaþlarýnda, son derece güzel göz
anki çok yakýn bir dostmuþum gibi bakýyordu.
- Az kalsýn beni görmeden geçiyordun. Tanýmadým diye yadsýma. On beþ yýlda bir el sýkýþsak
ye çýkýþtý.
Derhal elini sýktým. Bir sandalye çekerek karþýsýna kuruldum. Kaþlarýmla çevrede dolaþan bi
çaðýrdým. Bayan bir portakal dondurmasýyla haþýr neþir oluyordu. Ben de "nane likörü" ýsma
unç kýrmýzýsýydý, bununla birlikte saçlarýný seyre olanak yoktu, çünkü gözlerinizi gözlerin
akaranlýkta bir ormanýn derinliklerine baktýðýnýz zaman günbatýmýný nasýl duyumsarsanýz bu
uyumsardýnýz.
- Beni tanýdýðýnýzdan emin misiniz? diye sordum.
- Hayýr, ondan hiçbir zaman emin olamadým, diye gülümsedi.
Azýcýk bir endiþeyle:
- Adýmýn Edward Pikhammer olduðunu ve Kansas'ta Cornopolis'te oturduðumu söylesem ne dersi
niz, dedim.
Neþeli bir bakýþla:
- Madam Bellford'u birlikte New-York'a getirmemiþ, derdim. Getirsen çok iyi ederdin.
Marian'ý görmek isterdim doðrusu.
Sesini biraz alçaltarak:
- Pek deðiþmemiþsin doðrusu. Ewyn, dedi. Güzel gözlerinin gözlerimin içine baktýðýný ve yüz
adým.
- Hayýr; deðiþmiþsin, diye düzeltti. Son sözcüðü söylerken sesinde sevinç anlatan yumuþak b
.
- Görüyorum ki unutmamýþsýn. Bir yýl deðil, bir gün deðil, bir saat unutmamýþsýn. Sana unut
iydim?
Saman çubuðunu endiþeyle "nane likörü"ne daldýrdým. Bakýþlarý huzurumu kaçýrmýþtý.
- Baðýþlamanýzý dilerim ama unuttum. Her þeyi unuttum. Asýl zorluk da zaten orada... dedim.
Yadsýyýþýmla alay etti. Yüzümde okuduðu bir anlama tatlý tatlý güldü.
- Ara sýra haberlerini alýyordum. Batý'da Denver'de mi, Los Angeles'de mi, öyle bir yerd
e ünlü bir avukat olmuþsun. Marian herhalde seninle övünüyordur. Benim de senden altý ay so
evlendiðimi iþitmiþsindir. Herhalde gazetelerde görmüþsündür. Yalnýzca düðün çiçekleri iki
.
On beþ yýl demiþti. On beþ yýl uzun bir zamandýr.
Biraz çekinerek:
- Kutlamalarýmý sunsam çok gecikmiþ olmaz mý acaba? dedim.
Güzel ve ince bir ataklýkla:
- Eðer cesaret edebilirsen, ne iyi, diye yanýt verince baþparmaðýmla masanýn üzerinde biçim
meye koyuldum.
Heyecanla öne doðru eðilerek:
- Sana bir þey sormak istiyorum. Yýllardýr öðrenmek istediðim bir þey. Bir kadýn meraký yal
O geceden beri beyaz güle dokunmaya, koklamaya, bakmaya cesaretin yetti mi? Yaðmur v
e çiyle ýslanmýþ beyaz güllere...
Nane liköründen bir yudum içtim:
Ýçimi çekerek:
- Bunlarýn hiçbirini anýmsamadýðýmý yinelemek anlýyorum ki iþe yaramayacak... Belleðim yaný
böyle bir þey anýmsayamýyorum, dedim.
Bayan kollarýný masaya dayadý. Sözlerimi küçümseyen bakýþlarý ruhuma iþledi. Hafif bir kahk
inde acayip bir anlam sezdim. Hem mutluluk evet mutluluk- hem de mutsuzluk anlat
an bir kahkahaydý bu. Onu görmemeye, uzaklara bakmaya çalýþtým.
Sevinçle:
- Yalan söylüyorsun. Elwyn, yalan söylediðini biliyorum, dedi.
Hiç ilgi göstermeden aptal aptal terementi otlarýna baktým.
- Adým Edward Pinkhammer, eczacýlarýn ulusal kurultayýna geldim. Antimuan tartratýyla pota
s tartratý þiþelerinin yeni bir biçimde dizilmesi hakkýnda bir akým var, yalnýz, sanmam ki
bir þey sizi ilgilendirsin; dedim.
Kapýnýn önünde pýrýl pýrýl ýþýldayan bir landon durunca bayan kalktý. Elini sýktým, eðildim
- Anýmsayamadýðýma cidden üzgünüm. Durumu açýklamak isterdim ama, anlamazsýnýz diye çekindi
mmer'i kabul etmiyorsunuz. Bense gülleri ve öbür anlattýklarýnýzý bir türlü anýmsayamýyorum
Arabasýna binerek mutlu ve üzgün bir gülümsemeyle:
- Hoþça kalýn, Mister Bellford, dedi.
O gece tiyatroya gittim. otele döndüðümde týrnaklarýný ipekli bir mendille patlatmaya pek m
klý gibi görünen koyu giysili, sessiz birini yerden bitmiþ gibi birden yanýmda buldum.
Daha çok iþaret parmaðýnýn týrnaðýyla ilgilenerek ve öbürlerine önem vermeksizin:
- Baðýþlayýn, mister Pinkhammer, sizinle biraz özel görüþmek istiyorum. Bakýn þurada bir od
di.
- Buyrun, yanýtýný verdim.
Beni küçük, özel bir salona soktu. Ýçerde bir bayla bayan vardý. Bayanýn yüzünde büyük endi
belirtileri olmasaydý ortanýn üstünde güzel sayýlabilecekti. Boylu boslu, alýmlýydý. Yüzün
rengi gözüme pek hoþ göründü. Üzerinde bir yolculuk giysisi vardý. Beni endiþeli gözlerle
n elini göðsüne koydu. Sanýrým ileri atýlmak istedi. Fakat, yanýndaki bay egemen bir el har
tiyle onun bu davranýþýna engel oldu, kendi kalkýp yanýma geldi. Güçlü ve düþünceli bir yüz
afifçe kýrlaþmýþ, kýrk yaþlarýnda biriydi.
Ýçtenlikle:
- Merhaba, yahu, Bellfordcuðum. Seni gördüðüme çok sevindim. Bir þey olmadýðýný biliyoruz.
a önceden uyarýda bulunmuþtum. Fazla çalýþýyorsun, dedim. Þimdi seni alýp birlikte götürece
amanda kendine gelirsin.
Alayla güldüm:
- Bellford masalýný o kadar çok dinledim ki artýk yeniliðini yitirdi. Usanmaya baþladým. Ad
ward Pinkhammer olduðunu ve sizleri ömrümde ilk kez gördüðümü daha þimdiden kabule razý olu
Karþýmdaki yanýt vermeye vakit bulamadan kadýn çýðlýðý bastý. Ýlerlemesine engel olmak üzer
erek yanýma geldi. Sýký sýký sarýlarak:
- Elwyn, Elwyn, kalbimi kýrma, diye hýçkýrmaya baþladý.
- Ben karýným, karýn. Bir kerecik olsun adýmý söyle. Seni bu durumda görmektense ölü görmey
.
Kollarýný saygý fakat ayný zamanda kararlýlýkla çözdüm.
Þiddetle:
- Baðýþlamanýzý dilerim, madam. Benzeyiþe pek çabuk aldanýyorsunuz, dedim.
Bu arada aklýma eczacýnýn düþüncesi geldi, gülerek:
- Ne yazýk ki Bellford denilen kiþiyle bendeniz soda tartratýyla antimuan tartratý gibi
ayný rafta buluþamýyoruz, diye sürdürdüm. Ama bu benzetiyi anlayabilmek için eczacýlarýn ul
rultayýndaki görüþmeleri izlemeniz gerek, diye ekledim.
Bayan, arkadaþýna dönerek kolundan yakaladý.
- Doktorcuðum, doktor Volneyciðim. Nesi var? diye inledi.
Doktor diye konuþtuðu kiþi onu kapýya kadar götürdü.
- Siz biraz odanýza gidin. Ben kalýp kendisiyle konuþacaðým. Aklýnda bir þey galiba. Hayýr,
inin bir bölümü; iyileþeceðine eminim. Odanýza çekilin ve beni biraz kendisiyle baþbaþa býr
i duydum.
Bayan ortadan kayboldu. Koyu giysili kiþi de belirsiz bir biçimde parmaklarýyla ilgile
nmeyi sürdürerek dýþarý çýktý. Ama holde beklediðinden emindim.
Ýçerde kalan kiþi:
- Mister Pinkhammer izin verirseniz sizinle biraz konuþmak istiyorum, dedi.
- Peki, mademki öyle bir isteðiniz var, yalnýz izin verirseniz þöyle biraz rahat edeyim yo
rgunum da, dedim. Pencere yanýndaki koltuða kuruldum. Bir puro yaktým. Doktor bir sand
alye çekerek yaklaþtý.
Yatýþtýrýcý bir dille:
- Asýl konuya gelelim. Gerçek adýn Pinkhammer deðil, diye baþladý.
Soðuk soðuk:
- Onu senin kadar ben de biliyorum. Fakat insanýn bir adý olmasý gerek. Pinkhammer adýný ço
beðenmediðim konusunda sana güvence verebilirim. Fakat insan kendisini vaftiz etmeye
kalkýnca güzel adlarý anýmsayamýyor. Düþün bir kez, ya Tanrý korusun, Scheringhausen ve Scr
adýný almaya kalksaydým ne olurdu. Pinkhammer'i seçmekle pek kötü etmediðim kanýsýndayým.
Karþýmdaki ciddi olarak:
- Adýn Elwyn C. Bellford'dur. Denver'in en ileri gelen avukatlarýndan birisin. Þu an a
fazi hastalýðý çekmektesin. Bundan dolayý gerçek kimliðini unutmuþ bulunuyorsun. Hastalanma
den mesleðine fazla saplanmýþ olman, doðal zevklerden, dinlenmeden kendini yoksun býrakmýþ
unmandýr. Biraz önce odadan çýkan bayan karýndýr.
Yerinde bir duruþtan sonra:
- Güzel bir kadýn doðrusu. Saçýnýn kestane rengine özellikle bayýldým, dedim.
- Övünülecek bir eþtir. Kaybolduðundan beri, yani iki haftadýr gözlerini hemen hemen hiç ka
New-York'ta olduðunu Denverli bir tüccarýn -Ýsidore Newman'ýn- çektiði telgraftan öðrendik
bir otelde gördüðünü, fakat kendisini tanýmadýðýný bildiriyordu.
- Sanýrým anýmsadým. Bana Bellford diye seslenmiþti. Þimdi sizin kendinizi tanýtmanýza sýra
sanýrým.
- Ben Volney. Doktor Volney. 20 yýllýk dostun, 15 yýllýk doktorun. Telgrafý alýr almaz karý
geldim. Haydi Elwynciðim, göster kendini, anýmsamaya çalýþ.
Kaþlarýmý çatarak:
- Ne gereði var ki, doktorum, diyorsun. Afazi iyileþtirilebilir mi?.. Ýnsan belleðini yi
tirince birdenbire mi, yoksa yavaþ yavaþ mý kendine gelir?
- Bazen yavaþ yavaþ, bazen de yitirdiði gibi birden.
- Öyleyse, tedavimi kabul eder misin?
- Bu da laf mý? Eski dost düþman olur mu? Seni iyileþtirmek için elimden ne gelirse yapacað
Bilimin tüm güçlerini kullanacaðým.
- Peki. Artýk hastan sayýlýrým. Sana hastayla doktor arasýnda kalmasý gereken bir giz verec
m.
- Buyur.
Koltuktan kalktým. Ortadaki masaya bir demet beyaz çiçek býrakmýþlardý. Güzel kokulu yeni ý
demet beyaz gül. Yakaladýðým gibi pencereden fýrlattým. Geçip koltuða yine yaslandým.
- Bobbyciðim, birden iyileþmem daha doðru olacak. Artýk býktým. Marian'ý getirebilirsin...
Arkasýna bir tekme yerleþtirdiðim gibi içimi çekerek:
-Ama doktorcuðum, olaðanüstü güzel bir hastalýktý doðrusu, dedim.
DOMUZ HIRSIZI ADAMA ACIR MI?
Doðu treninin sigara salonuna geçtiðimde Wabash ýrmaðýnýn batýsýndaki aklýyla zihnini ayný
lanabilmek yeteneðine sahip tek akýllý insaný gördüm. Ama Jeff Peters dullarýn, yetimlerin
kacaðý bir insan deðildi. O yalnýzca fazlalýklarý týrtýklar! Savurganlarýn veya paralarýný
ere yatýrmaya hevesli atak paralýlarýn önemsiz birkaç dolarýný ele geçirerek dolaplar çevir
dasýndadýr. Tütün, Jeff'i kolayca dile getirir. Dolgun, kuru iki puronun yardýmýyla son ser
nini dinlemeyi baþardým.
Jeff:
- Bizim iþin en zor yaný dolabý birlikte döndürecek dürüst, güvenilir bir adam bulmaktýr, d
taklýk ettiðim adamlarýn en iyilerinin bazen hileye saptýklarýný gördüm.
Geçen yaz, doðuþtan dalavereye yatkýn olup da olanaksýzlýk dolayýsýyla bu Tanrý vergisi yet
yararlanamamýþ ve o yüzden baþarý sarhoþluðuna kapýlmayarak burnu büyümemiþ, ahlaký bozulm
um düþüncesiyle þeytanýn henüz ayak basmadýðýný iþittiðim bir yöreye gittim.
Aradýðým nitelikte bir köy buldum. Halk, Hazreti Adem'in cennetten kovulduðunu henüz iþitme
cennet bahçesinde yaþamayý sürdürüyormuþ gibi yýlanlarý öldürme ve öbür hayvanlara ad takma
nt Nebo adýnda bir köydü. Kentucky, West Virginia ve North Carolina eyaletlerinin birl
eþtiði noktada -ne o? Bu eyaletlerin ortak sýnýrý yok mu, dedin. Peki... anladýn ya o yakýn
da iþte!..
Vergi toplama görevlisi olmadýðýmý kanýtlamak için bir hafta uðraþtýktan sonra aradýðým ada
bir bilgi edinirim diye köy kabadayýlarýnýn geldiði kahveye gittim.
Burun buruna verip konuþtuktan ve kuru elma varilinin çevresine dizildikten sonra:
- Baylar, dünyada, hile ve dolabýn buradan daha az girmiþ olduðu bir yer bulunacaðýný hiç s
um. Bütün kadýnlarýn cüretli ve uygun, bütün erkeklerin namuslu ve becerikli olduklarý bu y
aþam bir cennettir. Burasý bana Goldstein'ýn (1) "Býrakýlmýþ köy" adýndaki yazýsýný anýmsat
I'll fares the land, to hastening ills a prey:
What art can drive its chorms away;
The judge rode slowly down the lane mother;
For I'm to bethe queen of May.
Dükkân sahibi:
- Hakkýnýz var Mister Peters, genel tanýya (1) oranla toplum yaþamý köyümüzdeki kadar doyum
) olan bir yer yoktur. Fakat Rufe Tatum'la tanýþmadýnýz galiba, dedi. Köyün polisi:
- Ne münasebet; nereden nereye diye söze karýþtý. Rufe, mýrdar aðacýnda (3), asýlmaktan kur
n amansýz hayduttur. Bak þimdi aklýma geldi. Onu önceki gün özgür býrakmam gerekti, Yance G
e'yi öldürmekten aldýðý otuz günü doldurdu. Ama bir iki gün ek Rufe'a výz gelir, dedi.
- Hadi caným, köyünüzde de böyle kötü birinin bulunabileceðine inanmam doðrusu, diye yanýtl
Dükkân sahibi:
- O bir þey deðil, dedi. Daha kötü bir yaný var; domuz çalýyor.
Bu Mister Tatum'u arayýp bulayým, diye düþündüm. Özgür býrakýldýktan bir iki gün sonra kend
köyün dýþýna çaðýrdým. Bir kütüðe oturup iþ üzerine konuþtuk. Bir perdelik bir iki dolap çe
Doðal olarak, bir taþralý rolü oynayacak bir ortaða gerek vardý. R. Tatum bana bu rol için
ratýlmýþ gibi geldi. Filmde, Eliza'nýn batmasýna engel olan Fairbanks nasýl o rol için yara
R. Tatum da bana, tasarladýðým o köylü rolü için dünyaya gelmiþ gibi geldi. Vücut olarak b
nler kadardý. Gözleri mavimsiydi. Þöminenin üzerinde duran ve Harriet halanýn çocukken oyna
eðin bakýþlarýný andýrýyordu. Saçlarý Roma'da Vakýfhan'daki (1) denk atýcýsý (2) yontusunun
lgalý olup renkleri salonlarda soba delikleri üzerine asýlan günbatýmý resimlerini andýrýyo
"Grand Canyon"da da günbatýmý, altýnda "Amerikalý bir sanatçý tarafýndan yapýlmýþtýr" yazýs
n rengindeydi. Evet, Tatum katýksýz, tam bir köylüydü. Vodvildeki tek kanatlý pantolon aský
kulaklarýna kadar geçirilmiþ bir þapkayla -yani yapmacýk- bir köylü giyimiyle bile görseni
rçekten köylü olduðunu hemen sezerdiniz. Amacýmý anlattým. Onu önerimi hemen kabule hazýr b
- Adam öldürme gibi hafif suçunu bir yana býrakalým, asýl karmanyolacýlýk alanýnda önerdiði
lduðunu kanýtlamaya yarar ne yaptýðýný söyle bakalým, dedim.
Güneylilere has þivesiyle aðzýný yayarak:
- Ne...? Ýþitmedin mi? Blue Ridge'de, bir domuz yavrusunu, benim gibi, görülmeden, iþitilm
eden, yakalanmadan aþýracak beyaz, kara tek bir insan yoktur. Ýster gece, ister gündüz ols
un, yavruyu kümes demem, bahçe ve balkon demem, çayýr koru demem, nereden olsa "gýk" dedir
tmeden kaldýrýrým. Bütün iþ tutuþ, taþýyýþ biçimindedir. Bir gün, domuz hýrsýzlarý arasýnda
acaðýmý umuyorum.
- Ýnsanýn az çok bir tutkusu olmasý çok güzel. Mount Nebo'da domuz hýrsýzlýðý uygun düþebil
"Bay State Gas" þirketi gibi önemsiz bir þirketin pay senetleriyle oynamak türünden pek k
aba bir iþ sayýlýr. Ama, iþe uygunluðunu kanýtlamak bakýmýndan yeter, ortak olabiliriz. Be
akit para bin dolar var. Senin o avanak taþralý görünüþünle, para piyasasýnýn saygýnlýðý yü
en birkaç pay senedi daha edinebiliriz.
Rufe'u kuyruðuma takarak Mount Nebo'dan ayrýldým. Vadiye indik. Yolda yeni ortaðýma tasarl
adýðým dolaplarý, oynayacaðý rolü öðretiyordum. Florida kýyýlarýnda iki ay keyif çatmýþtým.
ak için sabýrsýzlanýyordum. O kadar çok yeni marifetim vardý ki, torba yetmiyor, çuvala ger
oluyordu. Amacým Middle West'e (1) bir baca biçiminde dalýp 9 mil geniþliðinde bir yol açma
tý. Fakat Lexington'a varýnca Binkley Kardeþler Sirki'ne rasladýk. Ortalýk çarýklý kurmayla
olmuþtu.
Ev yapýsý çarýklarýný kentin tahta kaldýrýmlarýnda safdilce ve uzayýp giden bir mahkeme otu
sürüyen köylüleri gördüm mü dayanamam, beþ on kuruþ edinmek için balonun hava vanasýný çek
im. Bunu düþünerek sirk yakýnlarýnda Beevy adýndaki bir dulun evinde iki oda kiraladým. Ruf
bir hazýr giysiciye götürerek kýlýðýný baþtan aþaðýya deðiþtirttim. Düþündüðüm gibi, bu ha
nti görünüþü almýþtý. Dükkân sahibi Misfitzsky'nin yardýmýyla onu tam benzetmiþtim. Yeþil ç
ysiye bej rengi þýk bir yelek, kýrmýzý bir kravat yakýþtýrmýþ, sonra da kasabada bulunan en
kaplarý giydirmiþtim. Köyde giydiði o çizgili kundak taklidi takýmla taratorlu garnitüre be
yen gömleði dýþýnda, Rufe yaþamýnda ilk kez böyle bir giysi giyiyordu. Bu kýlýkla yeni bir
kasý takmýþ Afrikalý bir zenci gibi utangaç bir görünüþ almýþtý.
O akþam sirkin çadýrlarýnýn bulunduðu yere giderek küçük çapta bir "bul papazý, al papeli"y
Rufe bahsi kýzýþtýrmakla görevliydi. Ona bahse yatýrmak için bir miktar para verdikten sonr
azançlarýný ödemek üzere çekmeye bir miktar sahte kayme de koydum. Güvenmediðimden deðil ha
para görünce papazý kendi zararýma, yani kaybettirecek biçimde oynatamam da ondan.. ne zam
an denesem parmaklarým grev ilan eder.
Küçük masamý kurarak parayý kazandýran bezelyenin hangi topun altýnda olduðunu bilmenin ne
olduðunu göstermeye baþladým. Okur yazmaz andavallar çevremde halka olarak bahse katýlmak
n birbirlerini itip kakmaya baþladýlar. Rufe'un beþ on dolarla ortaya atýlarak iþi kýzýþtýr
lmiþti. Fakat görünürde yoktu. Bir iki kez aðzý þekerle dolu, saða sola bakýnýrken görmüþtü
aþmadý.
Kalabalýk bir iki vurdu ama iþi kýzýþtýracak biri olmadan çalýþmak, yemsiz balýk avlamaya b
unu pek sýkýntýsýz kazanýlan kýrk iki dolarla kapattým. Oysa çarýklýlardan hiç olmazsa iki
amayý düþünüyordum. Eve on birde döndüm ve derhal de yattým. Sirkin konserle ve öbür ayrýnt
, kendini unutturacak kadar çekici göründüðünü düþünerek ertesi gün bizim andavallýya genel
ine bir söylev geçmeyi tasarladým.
Uyku tanrýçasý her iki omzumu da çarþafa yapýþtýrmak üzere bulunduðu bir sýrada evi baþtan
münasebetsiz bir çýðlýk duydum. Yeþil elmadan sancýlanan çocuk iniltilerini andýran bir ha
idiyordu. Kapýmý açarak dula seslendim:
- Madam Meevy, çocuðunuzun aðzýný týkasanýz iyi edersiniz.
Namuslu insanlar uyuma olanaðýný bulup hak ettiði gibi dinlenmek ister.
Ev sahibim:
- Baðýþlayýn, bayým. Baðýran benim çocuðum deðil, dostunuz Mister Tatum'un birkaç saat önce
iði domuz. Dayý mý, kardeþ mi, yeðen mi ne oluyorsan kendin gidip susturursan sevinirim, d
edi.
Toplum için görgü gereði giyilmesi gereken bir þeyler giyerek Rufe'un odasýna gittim. Kalkm
ambasýný yakmýþ, yerde duran teneke kabýn içine, viyak viyak baðýran küçük, kirli beyaz bir
usu için süt döküyordu.
- Bu da ne? diye sordum. Bu akþamki rolünü kediye yüklettin. Oyunu berbat ettin. Þimdi de
bu domuz yavrusu ne oluyor? Ortaklýktan vazgeçtinse haber ver.
- Hoþ gör kardeþ. Domuz hýrsýzlýðýna alýþkanlýðýmý biliyorsun. Bu iþin tiryakisi olduk. Bu
kaçýrmak istemedim.
- Sende domuz çalma hastalýðý var. Domuz çevresinden uzaklaþýnca umarým daha yüksek düþünce
rur, daha kazançlý dalaverelerle akýl yorarsýn. Böyle pis, cýrtlak, budala bir yaratýk yüzü
musunu nasýl olup da lekelemeye razý olduðuna þaþýyorum doðrusu, dedim.
- Jeff, kardeþim, sen bunlarý anlamazsýn. Benim gibi domuz yavrularýna sevgin yoktur. Ka
nýmca bu yavru sýradan olanýn üstünde bir mantýk ve zeka gücüne sahip! Biraz önce odanýn bi
köþesine kadar arka ayaklarý üzerinde yürüdü, diye yanýt verdi.
- Vallahi ben yatýyorum. Sen dostunun o zeki kafasýna bu kadar gürültü yapmamasý gerektiðin
okmaya çalýþ. Bakalým alacak mý, dedim.
Rufe:
- Acýkmýþ, þimdi susar, uyur, yanýtýný verdi.
Bir basýmevinin yakýnlarýnda bulunduðum sürece taþ baskýsý mý, çaðdaþ, silindirli bir makin
uðuna bakmam, sabah gazeteleri ne olursa olsun okurum.
Ertesi sabah erkenden kalktým. Lexington'un günlük gazetesini kapýnýn önünde daðýtýcýnýn at
Birinci sayfada gözüme ilk çarpan þey, iki sütunluk bir ilan oldu. Þöyle yazýyordu:
BEÞ BÝN DOLAR ÖDÜL
Dün akþam Binkley Kardeþler Sirki'nin garip yaratýklar çadýrýndan Beppo adýndaki küçük domu
açmýþ veya çalýnmýþtýr. Avrupa'da eðitilmiþ olan yavruyu sað ve esen getirene hiçbir soru s
in dolar verilecektir.
Geo. B. Fabley
Yönetici
Sirk Alaný
Gazeteyi hemen katlayýp iç cebime attým. Rufe'un odasýna çýktým.
Giyinmiþ, domuza artan sütle birkaç elma kabuðu veriyordu.
Dostça ve neþeli neþeli:
- Merhabalar, kalktýk demek. Domuzcuðumuz da kahvaltý ediyor. Kuzum Rufe, yavruyu ne y
apmak niyetindesin, dedim.
- Kafese koyup Mount Nebo'ya, anneme yollayacaðým, ben yokken ona yoldaþlýk eder.
Arkasýný okþayarak:
- Güzel, çok güzel bir yavru, dedim.
Rufe:
- Ama dün akþam söylemediðini býrakmadýn.
- Sen ona bakma, bu sabah gözüme güzel göründü. Çiftlikte büyüdüðüm için domuzlarý severim.
tmaz yattýðým için lamba ýþýðýnda hiç görmemiþtim. Sana bir önerim var. Yavruyu on dolara a
- Satmaya niyetim yok. Baþka bir domuz olsaydý satardým, ama bunu satmam, yanýtýný verdi.
Bir þeyler bildiðinden korkarak:
- Niye satmýyorsun? dedim.
- Çünkü bu bana yaþamýmýn en büyük baþarýsýný tattýrdý. Bu iþi benden baþka kimse baþaramaz
ur, çoluða çocuða karýþýrsam oturup babalarýnýn bir sirk dolusu insan önünden bir domuz yav
ldýðýný anlatacaðým. Belki torunlarýma da anlatmak nasip olur. Çocuklarýmýn babalarýyla övü
esile olacak. Bak anlatayým, birbirine açýlan iki çadýr vardý. Bu yavru bir sehpanýn üzerin
ncirle baðlý duruyordu. Öbür çadýrda dev gibi biriyle, saçlarý kar gibi aðaracak kadar yaþl
gun saðlýklý bir kadýn vardý. Yavruyu yakaladýðým gibi gýk dedirtmeden çadýrýn altýndan sýy
a yerleþtirdikten sonra karanlýk bir sokaða varýncaya kadar renk vermeden belki yüz kiþinin
yanýndan geçtim. Satmaya hiç de niyetim yok, vallahi anneme göndereceðim. Baþarýmý gösterec
kanýt olarak saklasýn, dedi.
- Bunayýp ocak baþýnda palavracýlýða baþlayýncaya kadar yaþamaz, yapamazsýn. Torunlarýn söz
etinmek zorunda kalacaklardýr. Satarsan yüz dolara alýrým, dedim.
Rufe þaþkýnlýkla baktý.
- Bu kadar etmez.. niçin istiyorsun? diye sordu.
Sevimli sevimli gülümseyerek:
- Bana geliþigüzel baktýðýn zaman yaradýlýþýmýn bir de sanatçý yaný olduðunu fark edemezsin
bir yaným var. Domuz koleksiyonculuðu yaparým. Ender domuzlarý ele geçirmek için dünyayý a
ettim. Wabash vadisinde bir domuz otlaðým var. Ýçinde her türlüsünü bulabilirsin. Seninki b
ins gibi görünüyor. Gerçek Berkshire galiba. Onun için istiyorum, dedim.
Rufe:
- Seni hoþnut etmek isterdim, ama ne çare ki benim yanlýþýmýn da (1) sanatçý bir yaný var.
uzu herkesten daha büyük bir beceriyle çalmak sanat deðil de nedir? Domuzlar benim için bi
r tür esin kaynaðýdýr. Dehama besin olan esin kaynaklarý. Özellikle bu. Vallahi 250 dolara
ile satmam, yanýtýný verdi.
Alnýmýn terini silerek:
- Beni dinle, diye baþladým. Bu domuzla ilgileniþim ticari deðildir. Sanat kaygýsýna düþmüþ
rum. Hatta sanattan da çok felsefi bir amacým var. Bir domuz uzmaný ve yetiþtiricisi ola
rak bu Berkshire'ý koleksiyonuma eklemeyecek olursam dünyaya karþý olan görevimi yerine ge
tirmemiþ bulunacaðým. Yavruya, gerçek deðerinden dolayý deðil domuzlarýn insanlýðýn dostu v
ekili olmalarý nedeniyle beþ yüz dolar veriyorum.
Bizim domuz tutkunu:
- Jeff, bu iþte benim için söz konusu olan para deðil, duygudur, diye karþýlýk verdi.
- Yedi yüz dolar, dedim.
- Sekiz yüz yap da yüreðimdeki duyguyu söküp atayým, diye yanýt verdi.
Elimi iç cebime daldýrarak para kesemi çýkardým. Kýrk adet yirmi dolarlýk saydým.
- Yavruyu alýp kahvaltýmý bitirinceye kadar odama kilitleyeceðim, dedim.
Arka ayaðýndan yakalayýnca sirkteki yaban ördeði gibi öyle bir baðýrdý ki, Rufe:
- Býrak ben götüreyim, diye iþe karýþtý.
Kolunu beline sardýktan sonra öteki eliyle de aðzýný týkadý. Domuzu odama kadar uyuyan bir
ek gibi gýk dedirtmeden götürdü.
Çeyizini sattýktan sonra sancýlanmýþ gibi bir hal alan Rufe, kahvaltýdan sonra Misfitzky'ye
gidip þýk bir çift eflatun çorap almak istediðini söyledi. O gider gitmez, beni, duvar kâðý
alýn kurumasýndan korkan tek kollu bir adam gibi bir telaþ aldý. Yaþlý bir zenci buldum. Bi
yük arabasý kiraladým. Domuzu baðlayýp bir çuvala týktýktan sonra sirkin yolunu tuttuk. Ge
B. Fabley'i buldum. Penceresi açýk bir çadýrda oturuyordu. Þiþman, açýkgöz biriydi. Baþýna
akke geçirmiþti. Kýrmýzý kazaðýnýn göðsünde dört kýratlýk bir elmas parlýyordu.
- George B. Fabley siz misiniz? diye sordum.
- Ben olduðuma bahse girerim, dedi.
- Bende, yanýtýný verdim.
- Sende olan ne? diye sordu. Asya kobrasýna verdiðimiz fareler mi, yoksa kutsal camýza
yedirdiðimiz alfalfa mý? dedi.
- Hiçbiri: Eðitilmiþ domuz; Beppo ... bende, arabanýn içinde, çuvalda. Bu sabah evimin ön b
inde çiçekleri yerken buldum. Eðer mümkünse beþ bin dolarý büyük para olarak isteyeceðim, d
rdim.
George B. çadýrýn iki yanýna sürtünerek çýktý. Kendisini izlememi söyledi. Küçük çadýrlarda
pkara bir domuz gördüm. Boynunda kýrmýzý bir kurdele baðlýydý.Otlara uzanmýþ birinin verdið
ordu.
G.B.
- Mac... bizim ünlü Beppo'nun bu sabah keyfi yerinde, deðil mi? diye baðýrdý.
Mac:
- Hem de nasýl.. sabahýn saat birinde acýkan revü kýzý gibi iþtahý yerinde, diye yanýtladý.
Fabley bana dönerek:
- Bu parlak buluþ nereden? Dün akþam domuz pirzolasýný fazla kaçýrdýn galiba, dedi.
Gazeteyi çýkararak duyuruyu gösterdim.
- Sahte, haberim yok... Dörtbacaklýlar dünyasýnýn harikasý olan olaðanüstü yavruyu kendi gö
vet, çalýnmadan, kaçmadan, olaðanüstü bir duyarlýlýkla kahvaltýsýný ettiðini kendi gözünle
Anlamaya baþlamýþtým. Arabaya bindim. Ned amcaya en yakýn sokak aðzýna çekmesini söyledim.
rdým, sokaðýn karþý tarafýnýn uzaklýðýný iyice hesaplayýp gerisine doðru dikkatli bir niþan
meyi yerleþtirdim. Çýðlýk çýðlýða sokaðýn öbür yanýna kadar tekerlenip gitti.
Ned amcaya elli santimi ödedikten sonra, gazete yönetim yerine yürüdüm. Gerçeði açýklayan o
eri kendi kulaðýmla iþitmek istiyordum. Ýlancýyý pencereye çaðýrdým.
- Bahse girdik. Onun için öðrenmek istiyorum. Dün akþam bu ilaný veren kiþi kýsa boylu, þiþ
a bacaklý, kara býyýklý biri deðil miydi? diye sordum.
Karþýmdaki:
- Hayýr, sýrýk gibi, bir sekseni aþkýn, mýsýr püskülü saçlý, konservatuar zýpýrlarý kýlýklý
Yemek zamaný gelince Misis Peevy'nin pansiyonuna döndüm.
- Mister Tatum gelinceye kadar çorbasýný sýcak tutayým mý? diye sordu.
- Ýstersen bir dene. Dünyanýn göbeðindeki bütün kömür stoklarýný yakýp bitirinceye, bütün o
caya kadar beklesen iþe yaramaz, dedim.
* * *
Jeff:
- Ýþte dostum, görüyorsun ya, doðru, hakbilir bir ortak bulmak ne kadar güçtür, diye sözünü
Eski tanýþýklýðýn verdiði rahatlýða güvenerek:
- Bu kuralý iki yana da uygulamak gerekir. Eðer ödülü ikiye bölmeyi önerseydin belki... diy
aþladým. Fakat Jeff'in aðýrbaþlý çýkýþý karþýsýnda sustum.
- Her iki yana ayný ilkeyi teþmil uygulayamayýz, dedi. Benimki kurullara uygun ve dürüst b
ir spekülasyon giriþimiydi. Ucuza al, pahalýya sat. Wall Street ayný þeyi yapmýyor mu? Ýste
ister ayý, ister domuz olsun, fark eder mi? Boynuza ve posta izin var da, kýla yok
mu?
POLÝSLER
Büyük kentlerde birtakým insanlar söndürülen bir mumun alevi gibi apansýz ve büsbütün ortad
rirler. Bütün araþtýrmacýlar, izleyiciler, kent labirentlerinin kurdu polisler, büro kuramc
e "tümevarým"cý hafiyeler araþtýrmaya gönderilir, fakat çoðunlukla kaybolanýn yüzünü bir da
Ama bu gibilerden bazýlarý ara sýra Sheboygan'da veya Terre Haute'de yaþamlarýnýn belirli
ir dönemine kadar, bakkalýn hesabý da içinde olmak üzere her þeyi unutmuþ olarak, "Smith"e
zer takma bir adla ortaya çýkarlar. Bazen bütün kentleri tarar; belki iyi piþirilmiþ bir bo
file bekliyordur diye birer birer bütün lokantalarý gezersiniz de sonunda daha önce otur
duklarý evin bitiþiðine taþýnmýþ olduklarýný görürsünüz.
Kara tahta üzerine tebeþirle çizilmiþ bir resmin siliniþi gibi canlý bir insanýn ortadan ka
luþu tiyatro sanatýnýn en güçlü konularýndan birini oluþturur.
Bu konu üzerinde Mary Snyder olayýný ilgi çekici bulmamak olasý deðildir.
Meeks adýnda orta yaþlý biri, batýdan kalkýp New-York'a gelerek bir yýldan beri kentin ucuz
bir semtinde kalabalýk bir apartmanda oturmakta olan elli yaþýndaki dul kýz kardeþi Misis
Mary Snyder'i aramaya koyuldu.
Kýz kardeþinin verdiði adrese baþvurunca kadýncaðýzýn bir ay önce taþýnmýþ olduðunu öðrendi
yoktu. Bunun üzerine Mister Muks köþede bekleyen polise giderek derdini anlattý.
- Kýz kardeþim çok yoksul. Onun için kendisini bulmak istiyorum. Son zamanlarda bir kurþun
madeninden epeyce kazandým. Servetimi kendisiyle paylaþmak istiyorum. Gazetelere il
an vermek gereksiz. Kýz kardeþim okumasýný bilmez.
Polis býyýðýný burdu. Görkemli bir biçimde öyle bir düþünceye daldý ki Meeks "Buldu gitti"
e baþlayarak mavi boyunbaðýnýn üzerinde kýz kardeþi Mary'nin sevinç gözyaþlarýnýn izlerini
du.
Polis:
- Canal Street yakýnlarýna git. Kendini en büyük saka arabasýnýn sürücülüðüne verdir. Mahal
yaþlý kadýnlar saka arabalarýnýn altýnda kalýp durur. Kýz kardeþini de belki onlarýn arasý
n. Eðer buna razý olmazsan merkeze git, kardeþinin peþinden bir dedektif koþtursunlar, ded
i.
Merkezde hemencecik iþe koyuldular, Batýlýnýn yardýmýna koþtular. Dört yana haber saldýlar.
nyder'in kardeþi Muks'de bulunan tek fotoðrafýný istasyonlara daðýttýlar. Mulberry Sokaðý'n
miser bu iþle polis Mullins'i görevlendirdi.
Polis Meeks'i bir yana çekerek:
- Merak etme.. kolay bir iþ... Býyýklarýný kes, ceplerini iyi purolarla doldur, öðleden son
saat üçte beni Waldorf Gazinosu'nda bul, dedi.
Meeks polisin dediðini yaptý. Mullins'le buluþtular. Bir þiþe þarap getirttiler. Ýçerlerken
s kayýp kadýn hakkýnda bir iki soru sordu.
- New-York büyük bir kenttir. Fakat kayýp arama iþini sistemleþtirmiþ bulunuyoruz. Kýzkarde
i bulabilmek için iki yol var. Deneyelim. Elli yaþýnda demiþtiniz, deðil mi?..
- Biraz daha fazla.
Polis Batýlýyý en büyük gündelik gazetenin ilan þubesine götürdü. Orada þu ilaný yazýp Meek
"Yeni bir revü için acele olarak yüz güzel koro kýzýna gereksinim vardýr. Ýsteklilerin Broa
de ... numaraya baþvurmalarý rica olunur."
Meeks bu ilana pek kýzdý.
- Kardeþim gece gündüz demeyip çalýþan, yoksul, yaþlý bir kadýndýr. Böyle bir ilanýn, bulun
edeceðini bir türlü anlayamýyorum.
- Peki... New-York'u pek bilmediðin anlaþýlýyor. Mademki buna karþý çýkýyorsun, baþka bir y
lým. Fakat sana daha pahalýya oturacak, dedi.
- Zararý yok, onu deneyelim.
Polis kendisini yine Woldorf'a götürdü.
- Ýki yatak odasýyla bir salon tut, yukarý çýkalým, dedi.
Meeks bunu da yaptý. Dördüncü katta dayalý döþeli bir daireye çýktýlar. Meeks þaþýrmýþtý. P
ularak tabakasýný çýkardý. Daireyi aylýk tutmaný söylemeyi unuttum. Daha ucuz olurdu, dedi.
Meeks:
- Aylýk mý? Ne demek istiyorsun? diye sordu.
- Sorunu bu biçimde çözmek zamana baðlý. Zaten pahalý olacaðýný baþtan söylemiþtim. Ýlkyaza
iz gerekecek. Yeni telefon rehberi o zaman çýkar, çýkar çýkmaz alýr, kýz kardeþinin adýna b
esini buluruz.
Meeks polisi derhal gönderdi. Ertesi gün bir tanýþý New-York'un en ünlü hafiyesi Shamrock J
es'e baþvurmasýný salýk verdi. Jolnes her ne kadar pahacýysa da gizemli olaylarý çözme konu
mucizeler yaratýrdý.
Meeks ünlü hafiyenin huzuruna ancak salonda iki saat bekledikten sonra kabul edildi.
Jolnes mor bir sabahlýk giymiþ, sedef kakmalý bir satranç masasýnýn baþýna oturmuþ, önünde
günlük bulmacasýný çözmeye çalýþýyordu. Hafiyenin ince düþünür yüzü, keskin bakýþlarý ve a
atmayý gerektirmeyecek kadar ünlüdür.
Meeks ziyaret nedenini açýkladý.
Sharmrock Jolnes:
- Eðer bulmayý baþarýrsam 500 dolar isterim, dedi.
Meeks baþýný eðerek kabul ettiðini bildirdi.
Jolnes sonunda:
- Soruþturmayý üzerime almayý kabul ediyorum. Bu kentte kaybolan kimseleri arayýp bulmak b
enim için hep ilgi çekici bir iþ olmuþtur. Bundan bir yýl önce buna benzer bir iþ almýþtým.
nuçlandýrdýðýmý anýmsýyorum. Clark adýndaki bir aile, oturduklarý apartmandan taþýnmýþ ve o
dý. Bir ipucu ele geçirebilmek için apartmaný tam iki ay göz altýnda bulundurdum. Bir gün s
akkalýn yukarýya çýktýklarý vakit gerisin geriye yürüdüklerini gördüm. Bunun üzerine "tümev
rarak kaybolan aileyi derhal buluverdim. Karþý daireye taþýnmýþlar ve adlarýný Kralc'a çevi
.
Sharmrock Jolnes, Mary Snyder'in oturduðu apartmana giderek kayýp kadýnýn odasýný görmek is
i. Odaya Madam Snyder'den sonra baþka kiracý girmemiþti.
Küçük, karanlýk, yoksul bir odayla karþýlaþtýlar. Meeks umutsuzca kýrýk bir iskemleye çöktü
rlarý, yerleri, ortalýktaki bir iki kýrýk dökük eþya parçasýný bir ipucu ele geçirmek isteð
inceye araþtýrdý.
Yarým saat içinde Jolnes görünüþte önemsiz ve ne olduðu belirsiz birkaç þey toplamýþtý. Ucu
r þapka iðnesi; bir tiyatro programýndan koparýlmýþ bir kâðýt parçasý; üzerinde sol-C 12 ya
kart.
Þöminenin rafýna yaslanarak baþýný avcuna koyup on dakika dalgýn dalgýn düþündü. Entelektüe
k derinlere daldýðý görülüyordu.
Sonunda kararlý bir biçimde:
- Buyurun, Mister Meeks. Sorun çözülmüþtür. Sizi derhal kýz kardeþinizin adresine götürebil
a durumu konusunda endiþe etmenize gerek yok. Parasý, hiç olmazsa þimdilik, bol bol yete
cek gibi.
Meeks, hafiyenin bu buluþuna sevindiði kadar hayran oldu.
Hayranlýkla:
- Nasýl becerdiniz? diye sordu.
Jolnes'in belki en zayýf yaný tümevarýmla elde ettiði olaðanüstü baþarýlarla övünmekti. Din
kullandýðý yöntemle ilgili açýklama yapmaya ve ilgilerini çekerek onlarý þaþkýnlýklar içind
aman hazýrdý.
Jolnes topladýðý kanýtlarý masanýn üstüne yaydý.
- Çýkarým yoluyla... Misis Snyder'in kentin bazý semtlerine gitmesinin olasýlýk dýþý olduðu
adým. Þu þapka iðnesine bakýn! Bir kere Brooklyn'ý derhal saf dýþý býrakýr. Tek bir kadýn y
bir þapka iðnesi almadan Booklyn Bridge'de tramvaya binmeye kalkýþsýn. Ýðnesiz bir kadýn i
racak bir yer bulmak mümkün müdür? Þimdi Harlem'e gitmesine olanak olmadýðý kanýtlayacaðým.
asýnda kanca var. Bu kancalardan birine, Misis Snyder þapkasýný, öbürüne þalýný asýyordu. A
mýnýn, duvarýn badanasýný kirlettiðini görüyorsunuz. Þalýn býraktýðý lekenin dümdüz olduðun
, þalýn kenarýnýn düz ve saçaksýz olduðunu kanýtlýyor. Orta yaþlý bir kadýnýn Harlem trenin
rdiði görülmüþ müdür? Bu gibi kadýnlar hep kapýya takýlýp öbür yolcularý geciktirecek saçak
bakýmdan Harlem'i de çýkarmak gerek.
Sonuçta Misis Snyder'in pek uzaða gitmemiþ olduðuna karar verdim. Bu yýrtýk kart parçasýnda
-C 12" yazýsýný görüyorsunuz.
C Caddesi, 12 numarada birinci sýnýf bir pansiyon olduðunu biliyorum. Tahminimize göre kýz
kardeþinizin bütçesinin pek üstünde bir yer... Ama bu kýrýþmýþ tiyatro programýna bir baký
mý nedir? Sizce bir anlamý yoktur. Ama en küçük þeyleri bile göz önünde tutmayý alýþkanlýk
i biri için çok zengin bir anlamý vardýr.
Kardeþinizin gündelikle çamaþýra veya ev iþine gittiðini söylediniz. Salonlarý, bürolarý te
nlattýnýz. Bir tiyatroda böyle bir iþ almýþ olduðunu kabul edelim. Mister Meeks deðerli müc
r daha çok nerede kaybolur; biliyor musunuz? Elbet tiyatrolarda... Þu kýrýþýk program parça
bir bakýn, Mister Meeks... Yuvarlak bir biçimi var. Bir yüzüðe sarýlmýþ herhalde, çok deðe
.. Misis Synder yüzüðü tiyatroda çalýþýrken bulmuþ... programýn bir parçasýný keserek yüzüð
si gün satýp biraz paralanýnca daha rahat bir pansiyona geçmiþ... Sorunu bu kadar deþtikten
sonra C Caddesi 12 numarada bulunmamasý için hiçbir neden göremiyorum. Mister Meeks kard
eþiniz iþte bu adrestedir.
Shamrock Jolnes bu söylevini baþarýlý olmuþ bir sanatçýnýn gülümsemesiyle bitirdi. Meeks ka
e anlatýlamayacak derecede hayran olmuþtu. Birlikte C Caddesi 12 numaraya gittiler.
Seçkin ve zengin bir semtte eski moda, kahverengi bir yapýydý.
Zili çalýp sordular. Misis Snyder adýnda biri bulunmadýðý yanýtýný aldýlar. Son altý aydýr
cý da gelmemiþti.
Gerisin geriye dönüp kaldýrýma vardýklarýnda Meeks kýz kardeþinin odasýndan ipucu diye aldý
ten þeyleri bir inceledi.
Program parçasýný burnuna götürerek:
- Hafiye deðilim ama, bu kâðýda yüzük deðil nane þekeri sarýlmýþ. Sol-C 12'ye gelince, bu d
letinin bir parçasý... Sol kanatta, C bölümünde, 12 numaralý koltuk.
Shamrock Jolnes dalmýþtý. Uzaklara bakar gibi:
- Bir kez de Juggins'le görüþsek iyi ederdik, dedi.
Meeks:
- Juggins de kim? diye sordu.
Jolnes:
- Yeni bir kuramý olan hafiyelerdendir. Yöntemleri bizimkinden farklýysa da Juggins'in
son derece karýþýk sorunlarý çözdüðünü iþittim. Seni ona götüreyim, dedi.
Juggins'i çalýþma odasýnda buldular. Açýk sarý saçlý, ufak tefek bir adamdý. Nathaniel Hawt
kentsoylular için yazdýðý yapýtlarýndan birine dalmýþtý.
Farklý düþünen iki hafiye resmi bir biçimde el sýkýþtýlar. Jolnes, Meeks'i tanýttý. Juggins
ek:
- Anlatýn bakalým, dedi.
Meeks bitirip susunca büyük hafiye kitabýný kapatýp:
- Kýzkardeþinizin elli yaþýnda yaþamýný gündeliðe giderek güçlükle kazanan, çirkince yoksul
nlaþýlýyor; burnunun sol yanýnda da büyük bir et beni varmýþ; doðru mu? dedi.
Meeks:
- Tam üstüne bastýnýz, dedi.
Kalkýp þapkasýný giyen Juggins:
- On beþ dakika sonra buradayým. Gidip kardeþinizin adresini getireceðim, diye açýkladý.
Rengi uçan Shamrock Jolnes zorla gülümsemeye çalýþtý.
Belirtmiþ olduðu süre içinde dönen Juggins'in elinde bir pusula vardý.
Sükunetle:
- Kardeþiniz Mary Snyder, Chilton Sokaðý'nda 162 numarada oturuyor. Beþinci katta holden
çevrilme bir yatak odasýnda.
Meeks'le konuþmayý sürdürerek:
- Buradan ancak dört blok ilerde.. gidip bir baksanýz iyi olur. Yine buraya gelirsin
iz. Mister Jolnes sizi burada bekler.
Meeks yola koyuldu. Yirmi dakika sonra döndüðünde yüzü sevinçten parlýyordu.
- Hakkýnýz varmýþ. Kardeþimi verdiðiniz adreste buldum. Çok þükür iyi de! Borcumuz ne kadar
- Ýki dolar.
Meeks hesabýný ödeyip gittikten sonra Shamrock Jolnes þapka elde Juggins'in karþýsýnda diki
aldý.
- Bir istekte... bir þey... sormak... Nasýl baþardýðýnýzý, diye kekelemeye baþladý.
Juggins açýkladý.
- Sevinerek. Misis Snyder'in betimlemesini anýmsýyorsunuz, deðil mi? Bu gibi kadýnlar ka
rakalemle portrelerini yaptýrmaya meraklýdýrlar. Hem de haftalýk taksitle! Memlekette bu
iþle uðraþan en büyük kuruluþ köþe baþýnda. Uðrayýp defterlerinden adresini aldým. O kadar
EL ELDEN ÜSTÜNDÜR
Prodenzano Lokantasý'nýn bir köþesine oturmuþ, bir yandan makarna yiyor, bir yandan da kon
uþuyorduk. Jeff Peters önündeki makarna tabaðýnýn üzerinden bana dolandýrýcýlýðýn üç türünü
Jeff her kýþ New-York'a spagetti yemeye, kürk paltosuna gömülerek East River'dan gelip geçe
gemileri seyretmeye, Fulton Street'deki dükkânlardan birinden Þikago iþi biraz giysi al
maya gelirdi. Yýlýn öbür üç mevsimini daha batýda geçirirdi. Spokane ile Pumpa arasýnda dol
Jeff, övündüðü mesleðini benzeri görülmemiþ bir ahlak felsefesiyle savunurdu. Bunun yeni bi
k olduðunu söyleyemeyeceðiz. Jeff türdeþlerinin aklý kýt, oynak dolarlarýný kabul eden serm
tek katýlýmcýlý, sýnýrsýz bir sýðýnaktý.
Yýllýk tatilini geçirmek için bu yabanýl taþ duvarlar evrenine geldiði zaman Jeff, karanlýk
rken ormanda kalýp da elinde olmadan ýslýk tutturan bir çocuk gibi, serüvenlerini anlatmak
tan kendini alamazdý. Takvimime geleceði tarihi iþaretlemeyi bundan dolayý savsaklamazdým.
Prodenzano'nun bir köþesinde zavallý bir kauçuk aðacýyla "Palazzio della" bilmem ne tablosu
un arasýndaki þarap lekeleriyle süslü masada adamýmý sorguya çekme ayrýcalýðýna kavuþurdum.
Jeff:
- Yasanýn önüne geçmesi gereken iki türlü karmanyolacýlýk vardýr, dedi.
Wallstreet'de oynamak ve ev hýrsýzlýðý.
Gülerek:
- Doðru söylüyorsun. Saydýðýn iki þeyden biri hakkýndaki görüþüne hemen herkes katýlýr, yan
Jeff:
- Ama ev hýrsýzlýðýný ortadan kaldýrmalý, diye üsteleyince acaba boþ yere mi güldüm, diye d
Jeff sözünü sürdürdü:
- Bundan üç ay kadar önce bu iki yasa dýþý mesleðin birer temsilcisiyle tanýþtým. Ev hýrsýz
ir üyesi ve finans dünyasýnýn Napolyonlarýndan biriyle dostluk etme zorunda kalmýþtým, dedi
Esneyerek:
- Hiç de kötü bir üçlü deðil, yanýtýný verdikten sonra:
- Geçen hafta Ramapos'ta bir ördekle bir sincap vurduðunu sana anlatmýþ mýydým acaba? dedim
Huyunu biliyordum. Çenesini ancak böyle açtýrabilirdiniz. Nitekim:
- Izin ver de, önce, zehirli bakýþlarýyla doðruluk yaylarýný bozarak toplumun tekerleklerin
an bu yavþaklarý anlatayým, diye sözümü kesti.
Ama, bu sözleri söylerken kendi bakýþlarýnýn da dolandýrýcýlara özgü saf bir ýþýkla yandýðý
- Bundan üç ay önce kötü insanlar arasýna düþmüþtüm, diye sürdürdü. Ýnsan böyle bir þeye ya
lanýr. Ya meteliksiz kaldýðý zaman ya da zengin olunca! En yasal iþler bile arada bir tali
hsizliðe uðrarlar. Arkansas'da bir gün yanlýþ bir dönemece sapmýþ, hiç farkýna varmadan Pea
basýna gitmiþtim. Anlaþýldýðýna göre, bir önceki ilkyazda armut, kiraz, þeftali gibi altý y
türlerde meyve fidaný satarak köylüyü iyice bir benzetmiþtim.
Meðerse bütün kasaba yola göz kulak olup geçmemi bekliyormuþ.
- Kendimi ve beyaz atým Bill'i pusuya düþürdüðümü ancak büyük caddeden geçip Kristal Palas
nun önüne gelince anladým.
Çevredekiler koþup Bill'i geminden yakaladýlar. Benimle tartýþmaya baþladýlar. Arada bir me
fidanlarý hakkýnda bir þeyler anlatýyorlardý.
Ýçlerinden bir komite araba zincirini alarak yeleðimin kol aðzýndan geçirdiði gibi beni bah
inde bir gezintiye çýkardý.
Sattýðým fidanlar üzerlerindeki etiketleri yalancý çýkarmýþlardý. Kiraz, þeftali filizi sür
e gürgen, kökpýnar yapraklarý açmýþlardý. Þurada burada bir viþnelik yerine küme küme kavak
eye yeltenmiþlerdi.
Peavineliler bu meyvesiz gezintiyi kasabanýn dýþýna kadar uzattýlar. Hesabýma sayarak param
e saatimi aldýlar. Bill'le arabayý rehin olarak alýkoydular. Arabanýn zincirlerini çözdükte
onra Rochylere doðru iþaret ettiklerini gördüm. Sonra da taþkýn ýrmaklar, el deðmemiþ orman
bir iki takla attým.
Kendime gelince demiryolu üzerinde adýný bilmediðim bir kasabaya doðru yürüdüðümü anladým.
cebimde bir parça çikletten baþka bir þey býrakmamýþlardý. Bunu da beni öldürmek istemedikl
lmamýþlardý. Çikleti aðzýma götürdüm, raylarýn kenarýnda bir kalas yýðýnýnýn üzerine oturar
erin görüþümü kazanmaya çalýþtým.
Bu sýrada ekspres gelip geçti. Kasaba yakýnlarýnda biraz yavaþlayýnca içinden siyah bir tor
düþtü. Bir toz bulutu içinde yirmi metre kadar sürüklendikten sonra ayaða kalktý. Bir sürü
rak kömür tükürmeye baþladý. Karþýma furgondan çok yataklý vagonlarda yolculuk etmeye yakýþ
rlak, güleç yüzlü bir delikanlý çýkývermiþti.
- Düþtün mü? diye sordum.
- Yok indim. Yeter! Burasý da neresi? diye yanýtladý.
- Vallahi bilmiyorum. Haritaya bakmadým. Aslýnda ben de senden beþ dakika önce geldim. S
ana nasýl görünüyor?
- Pek ýlýmlý bulmuyorum, dedi ve kolunu burkarak:
- Galiba bu omzum... yok, iyiymiþ, diye sürdürdü.
Giysisinin tozunu silkmek üzere eðilince, cebinden, çelikten kocaman bir hýrsýz maymuncuðu
Hemen eðilip aldý. Yüzüme sert sert baktýktan sonra sýrýtarak elini uzattý.
- Eyvallah aðabey, diye baþladý. Geçen yaz seni Missouri'de gördüm. Kaþýðý yarým dolara ren
ordun. Petrol lambalarýnýn harlamasýný engeller diye yuturuyordun.
- Petrol kesinlikle patlamaz; çýkardýðý gaz, patlamaya neden olur, diye karþýlýk vermekle b
te elini sýkmaktan çekinmedim.
- Adým Bill Bassett'dir. Eðer boþ bir büyüklenme saymayýp da mesleki bir övünme olarak kabu
rsen sana benzersiz bir ev hýrsýzýyla tanýþmak onuruna eriþtiðini söyleyebilirim. Karþýndak
sipi ýrmaðýnýn yataklarýndan kurtulmuþ toprak üzerinde þimdiye kadar kauçuk ayakkabýyla dol
dedi.
Hattýn yanýndaki kalas yýðýnýna oturup bütün sanatçýlar gibi, karþýlýklý baþarýlarýmýzý övm
m gibi meteliksizdi. Baþbaþa vererek dertleþtik. Bill usta bir ev hýrsýzýnýn niçin bazen fu
arda yolculuk etmeye gerek duyduðunu açýkladý. Little Rock'da bir hizmetçi kýzýn ihanetine
n alelacele sývýþmak zorunda kalmýþtý.
Bill Bassett:
- Ýyi bir vurgun yapmak istediðiniz zaman abayý yakmýþ gibi görünmek gerekir. Vurgunun yaðl
nu aþýktaþlýk gösterir. Pahada aðýr, yükte hafifle dolu bir ev bul; içinde güzel bir hizmet
mam demektir. Gümüþ takýmýný eritilmiþ, piyasaya sürülüp satýlmýþ sayabilirsin! Ben masa ba
mpanyasýný boynuma asýlý peçeteye dökerek çekerken polis aranadursun! Ýþin içinde evden bir
aðý olduðunu düþünerek din dersi verdiði için ev sahibi bayanýn yeðeninden kuþkulanadursun;
larým, beni içeri aldýktan sonra sýra kilitlere gelir. Kalýplarýný çýkarýrým! Amma velakin
'taki az kaldý canýma okuyordu vallahi. Baþka bir kýzla tramvaya bindiðimi görmüþ. Gece ziy
ne gittiðim vakit kararlaþtýrdýðýmýz üzere kapýyý açýk býrakacak yerde kilitlemiþti. Ne bil
nýzca yukarýnýn anahtarlarýný hazýrlamýþtý. Yaman bir kýzdý vallahi. Beni yolun ortasýnda ç
Anlaþýldýðýna göre, Bill kapý kapalý olmasýna karþýn, maymuncukla içeri girmek istemiþ, fak
dünyayý ayaklandýrmýþ, Bill'i soluðu istasyonda almak zorunda býrakmýþtý. Ama orada da baga
nmesine engel olmaya çalýþmýþlar. Yine de bir yolunu bularak o sýrada kalkan bir trene atla
ayý baþarmýþtý. Geçmiþimizle ilgili anýlarýmýzý anlattýktan sonra Bill:
- Bir þeyler yiyebilirim gibi geliyor, diye baþladý. Hem de bu kasabada her þey "yale" k
ilidiyle kilitlenmiþe pek benzemiyor. Beþ on para kazandýracak þöyle yumuþak bir iþ becerse
yi olur. Bakýyorum, sende iþ yok; saç iksiri, altýn saat kordonu gibi enayi takýmýna yasaya
meydan okuyarak yutturulacak entipüften þeylerin eksik!
- Ne yapayým. Birkaç çift elmas küpeyle bir iki marifetim vardý ama Peavine'de valizimde k
aldý. Bizim gürgen, meþe fidanlarý erik ve þeftali çiçeði açýncaya kadar da orada kalacaða
lü seracý Luther Burbank'la ortak olmadýkça onlara güvenmemeli, dedim.
Basset:
- Pekâlâ ne yapalým? Bir çaresine bakarýz. Ortalýk kararsýn. Bir bayandan bir firkete kiral
Sýðýtmaçlar ve Çiftçiler Bankasý'na dalarýz, dedi.
Konuþurken bir yolcu treni gelip istasyonda durdu. Ters tarafýndan silindir þapkalý biri
inerek bize doðru yürümeye baþladý. Kýsa boylu, koca burunlu, fare gözlü, þiþman bir adamd
eydi. Elinde demiryolu tahvilleri veya yumurta doluymuþ gibi özenle taþýdýðý bir çanta vard
an geçerken kasabayý görmüyormuþ gibi yürüdü, gitti.
Bill Bassett:
- Haydi, diyerek peþine takýldý.
- Nereye? diye sordum.
- Çölde olduðumuzu unuttun mu? Bak yanýmýzdan Hýzýr geçti. Cennet yiyecekleri getirmiþ, þaþ
oðrusu, dedi.
Yabancýyý bir koruluðun kýyýsýnda çevirdik. Karanlýk bastýðý ve çevrede kimse bulunmadýðý i
amýn kafasýndaki silindiri kaptý. Koluyla tozunu aldýktan sonra yine yerine koydu.
Yabancý:
- Bu da ne oluyor, diye çýkýþmak istedi.
Bill:
- Baþýmda böyle bir þapka bulunup ta tiril olduðum zaman hep böyle yaparým. Kendi þapkam ol
ne yapayým, bu huyumu seninkinin üzerinde uyguladým, bayým. Sizinle olan iþimizi açýklamak
bilmem ki nasýl baþlasam?... Ama, ceplerinizi bir araþtýralým, bakalým.
Bill yabancýnýn bütün ceplerini yokladýktan sonra iðrenerek geriledi.
- Bir altýn saat bile yok, utanmýyor musun hiç? Aðarmýþ yontu kýlýklý herif. Bu baþgarson k
ar gibi çalýmla dolaþmaktan sýkýlmýyor musun? Tren paran bile yok. Servetin nerede?
Yabancý üzerinde deðerli bir þey bulunmadýðýný söyleyince Bill Bassett el çantasýný alarak
a birkaç çift çoraptan baþka bir de gazete parçasý çýktý. Bill gazeteyi dikkatle okuduktan
lini uzattý; tokalaþarak:
- Eyvallah, kardeþ, dedi. Dost olarak baðýþlamaný rica ederim. Ben ev hýrsýzý Bill Bassett.
er Peters, Mister Alfred E. Richs'le tanýþmalýsýn. Haydi bakalým el sýkýþýn. Mister Richs,
Peters alavere dalavere iþlerinde derece bakýmýndan sizinle benim aramda bir konumda b
ulunmaktadýr. Peters avladýðý mangiz karþýlýðýnda her zaman ve kesinlikle bir þeyler verir.
izle tanýþtýðýma pek hoþnutum. Her türlü aynacýlýðýn temsil olunduðu ulusal dolandýrýcýlýk
um; ev hýrsýzlýðý, finansal alavere dalavere ve göz boyacýlýk! Mister Peters, Mister Richs'
n belgesini incelemek istemez misiniz?
Bill Bassett'in uzattýðý Þikago gazetesine bakýnca yeni arkadaþýmýzýn güzel bir resmini taþ
a her satýrýnda sayýn bayý kaldýrýp kaldýrýp yerin dibine batýrdýðýný gözledim. Gazetenin s
adýndaki kiþi Florida'da su altýndaki bir kýsým araziyi parsellere ayýrmýþ ve Þikago'da day
r büroya kurularak birçok masuma arsa diye yutturmuþtu. Birkaç yüz bin dolar kývýrdýktan so
u gibi iþlerde her zaman baþ belasý olan kuþkucu alýcýlardan biri -bu gibilerin sattýðým al
eri asitle incelediklerini gözümle görmüþümdür- Florida'ya kadar þöyle bir uzanarak yeni al
parmaklýklarýnýn onarýma gereksinimleri olup olmadýðýný görmek ve bahçesinden Noel alýþver
üzere birkaç sandýk limon toplayýp göndermek isteðine kapýlmýþtý. Florida'da, arsasýnýn ye
ek için kadastro mühendisi tutmuþ. Ölçüp biçtikten sonra "Zengin bir kentin hemen yakýnýnda
nnet köþesi" diye ilan olunan yerin 40 roda ve 16 pola güneyde ve 27 doðuda Okeochebee gölü
ortasýnda olduðu anlaþýlýyor. Kuþkucu kiþinin arsasýnýn 30 ayak su altýnda bulunduðu ve uz
msahlara yataklýk ettiði için hiçbir deðer taþýmadýðý görülüyor.
Arsa tapusunun sahibi, elbet derhal Þikago'ya dönüyor ve meteorolojinin kar yaðacaðýný ilan
tiði günün ertesi sabah nasýl hava tahmincilerinin keyfini kaçýrýrsa o da öylece Richs'in r
bozulmasýna neden oluyor. Richs yapýlan suçlamalarý geri çeviriyorsa da timsahlarý yadsýyam
Bir sabah gazeteler sütunlarýnýn birini bu konuya ayýrmýþ olarak çýkýverince bürosunun ark
güç kaçabiliyor. Yetkili makamlar, parasýný sakladýðý yere ondan önce eriþince meteliksiz t
da kalýyor. Yalnýzca çantasýna her nasýlsa birkaç çift çorapla bir düzine yakalýk atabiliyo
ki ufaklýklarla Allahýn daðýndaki o ýssýz istasyona kadar geliyor.
Richs bir aralýk aç olduðu gibi bir þeyler fýsýldadýysa da bir lokma ekmek alamayacak kadar
ril olduðunu da eklemekten geri kalmadý. Eðer benzetme ve kýyaslara yatkýn bir aklýnýz vars
arþýnýzda çalýþma, giriþim ve sermayeyi temsil eden üç öðe bulunduðunu görürsünüz. Bununla
ayesiz hiçbir þey yapamaz. Öbür yandan sermayede de nakit bulunmazsa kebap alýþveriþi pek d
un geçer. Böyle olunca durumu kurtarmak maymuncuk sahibine düþer.
Bill Bassett:
- Ey alavere dalavere dostlarý, Bassett ömründe hiçbir zaman güç durumdaki bir arkadaþý yüz
dir. Bakýn, ilerde ormanda boþ konutlar var, gidelim, ortalýk kararýncaya kadar bekleyel
im, dedi.
Koruda eski býrakýlmýþ bir kulübe vardý. Ýçine dalýp yerleþtik. Karanlýk bastýktan sonra Bi
klememizi tembih ederek çekip gitti. Yarým saat içinde elleri dolu olarak döndü. Ekmek, pi
rzola, pastalar getirdi.
- Washita Bulvarý'ndaki bir çiftçi evinden kaldýrdým, ye iç, keyfine bak dedi.
Ay yusyuvarlak doðmuþtu. Dolunayda oturup karýnlarýmýzý doyurduk. Bu arada Bill Bassett övü
baþladý.
Aðzýndakini yutmadan:
- Vallahi meslekte benden yüksek olduðunu söyleyen sizin gibiler bazen pek sinirime do
kunur. Örneðin bu sýkýþýk durumda hanginiz ne yapabilirdi? Söyle bakalým Richs, dedi.
Pastayla avurtlarýný þiþirmiþ olan Richs güçlükle iþitilebilen bir sesle:
- Mister Bassett, doðruyu söylemek gerekirse bu durumda ben kendimi kurtaracak bir g
iriþimde bulunamazdým. Benim cebimdeki büyük iþlere doðal olarak önceden hazýrlanmak gereki
nýtýný verdi.
Bill Bassett:
- Anlýyorum, hakkýn var, diye derhal karþýsýndakinin sözünü kesti. Önce, sarýþýn bir daktil
büronun maroken döþemesinin ilk taksitini ödeyebilecek beþ yüz dolarýn bulunmasý gerekir. A
lan giderleri için de beþ yüz dolara gerek var. Bundan baþka balýklar yemi ýsýrmaya baþlayý
adar da geçim parasý gerekir. Richsçiðim. Doðrusunu istersen böyle sýkýþýk bir durumda seni
m para etmez. Havagazýyla kendini öldürmeye engel olmak için gazýn belediye tarafýndan üret
esini ileri sürmek gibi bir þey, dedi ve bana dönerek:
- Senin marifetin de bu gibi durumlarda metelik etmez, kardeþ, diye sürdürdü.
Bunun üzerine yine ben:
- Hýzýr Aleyhisselam Hazretleri, elindeki sihirli deðneðin henüz hiçbir þeyi altýna çevirdi
ik. Artýk bir iki lokma aþýrmak da marifet mi sanki? diye yanýt verdim.
Bassett neþeli neþeli övünerek:
- Dur bakalým, dedi, mercimeði daha fýrýna vermedik. Henüz tencereye yerleþtirdik. Sen bir
ler yumurtla bakalým, bir ipucu verecek bir þey söylersin belki, dedi.
- Beni dinle oðul, ben senden hem on beþ yaþ daha büyüðüm, hem de seninle aþýk atacak kadar
, dedim: Bundan önce de çok kereler meteliksiz kaldým. Bak kasabanýn ýþýklarý burnumuzun uc
bana Montagu Silver'ýn çýraðý, derler. Meslekte Montagu'nün üstüne yoktur. Bir gaz lambasý
ezici tezgah, iki dolarlýk Kastil sabunu ver, üstüne karýþma.
Bill Bassett:
- Ýki dolar nerede? diye sözümü kesince bu ev hýrsýzýyla tartýþýlamayacaðýný anladým.
- Ormana býrakýlmýþ iki bebekten farksýzsýnýz vallahi, diye sürdürdü. Finans uzmaný maroken
atmýþ, tüccar kepenkleri indirmiþ, iþe baþlayabilmek için her ikiniz de benden, yani "çalýþ
rdým umuyorsunuz. Peki mademki elinizden bir þey gelmediðini kabul ediyorsunuz. Bu gec
e size Bill Bassett'in ne marifetli olduðunu kanýtlayacaðým, diye ekledi.
Gün aðarsa da kulübeden ayrýlmayýn diye tembih edip ýslýkla neþeli bir hava tutturarak yola
ldu.
Alfred E.Richs ayakkaplarýný, ceketini çýkardý. Þapkasýnýn üzerine bir ipekli mendil örttük
ere uzanýverdi.
- Biraz uyumaya çalýþacaðým. Pek yorucu bir gün geçirdim. Allah rahatlýk versin, bevgili Mi
Peters, dedi.
- Uyku tanrýçasýna selamlarýmý söyle, ben biraz daha oturacaðým, yanýtýný verdim.
Saatimn Peavine'de kaldýðýndan yaptýðým tahmine göre, çalýþma arkadaþýmýz saat iki sularýna
i bir tekmeyle uandýrdýktan sonra her ikimizi de kulübenin kapýsýnda ýþýldayan parlak ay ýþ
omar bir dolarlýk sererek, yumurtladýktan sonra follukta gýdaklayan bir tavuk gibi ötmey
e koyuldu.
- Kasaba hakkýnda size biraz bilgi vereyim, diye baþladý. Adý Rich Spring. Bir mason tapýn
aðý yapýyorlar. Demokrat Parti'nin belediye baþkanlýðý seçimindeki adayý, Halkçýlara yenile
her'in bir süredir zatülcenp olan karýsý biraz iyileþmiþ bulunuyor.
Aradýðým bilgi kaynaðýndan bir yudum içebilmek için bu ývýr zývýrla uðraþmak zorunda kaldým
banka var. Ormancýlar ve Çiftçiler Tasarruf Bankasý. Dün kasa 23.000 dolarla kapanmýþ, bu
ah 18.000 dolarla açýlacak. On sekiz binin hepsi gümüþ, onun için fazlasýný getiremedim. Be
savdým. Haydi bakalým sermayeyle giriþim kendini göstersin. Ne dolaplar çevirebilecekler gö
elim.
Alfred E.Richs kollarýný havaya kaldýrarak:
- Dostum, bu paralarý çaldýn mý yoksa?... Vah!.. vah!.. dedi.
Bassett:
- Hayýr, deyim yerinde deðil. Çalmak pek kaba bir sözcük, hayýr bütün sorun bankanýn bulund
lmakla çözüldü. Kasaba o kadar sakin bir yer ki kasalar açýlýrken gýcýrtýlarýndan, veznedar
sola iki defa 80; saða bir defa 60, sola 15" dediðini adeta iþitir gibi oldum. Yale f
utbol kaptanýnýn oyuncularýna taktik veriþi gibi... Dostlar, öðrendiðime göre, kasaba halký
ken kalkarmýþ, daha ortalýk aðarmadan herkes ayakta olurmuþ. Nedenini sordum. Kahvaltý hazý
lduðu için, dediler. Bu durumda biz orman perilerine hemen yol göründü, demek. Sermaye haz
retleri söyle bakalým, kaç para istiyorsun?
Richs, yerden bitme bir sincap gibi arka ayaklarý üzerine dikilerek ve avuçlarýndaki fýndýk
arý þýkýrdatarak:
- Denver'de dostlarým var, bana yardým edeceklerine eminim. Yüz dolar olsa, diye baþlayýnc
a Bassett binlik tomardan birini açýp ayýrdýðý dört adet yirmi beþ dolarlýðý Richs'e doðru
dönerek:
- Ticaret hazretleri, sen kaç para istiyorsun? Söyle bakalým, dedi.
- "Çalýþma", paraný cebine koy bakalým. Þimdiye kadar alýnteriyle kazanýlan paraya el sürmü
ndan sonra da Tanrý korusun. Benim aldýðým dolarlar enayi takýmýnýn ve çaylaklarýn ellerini
paralardýr. Sokak baþýnda durup da açýkgözün birine koca bir elmas yüzüðü üç dolara sattýðý
nt kazanýrým. Alan adam bunu sevgilisine gerçek elmas diye verecek ve 125 dolarlýk bir yüzü
ten elde edilecek yararý saðlayacaktýr. Demek yüzüðü alanýn kârý 122 dolar oluyor. Bu durum
ben mi daha büyük dolandýrýcýyým? Var hesap eyle bakalým.
- Peki ama yoksul bir kadýna tonu kýrk sent olan kumun bir tutamýný elli sente sattýðýn vak
kadýnýn net kârý nedir acaba? diye sordu.
- Bak dinle, kumu satarken kadýna lambasýný iyi temizlemesini ve hep dolu tutmasýný tembih
ederim. Bunlara dikkat ederse gaz parlamaz. Öte yandan kadýn kumu düþünerek lambanýn parla
ayacaðýna güvenir. Endiþeden kurtulur. Ýçi rahat eder. Evet, herkese nasip olmayan, Tanrý v
isi bir iç ferahlýðýna kavuþur. Elli sente hem lambanýn parlamasýný önlüyor, hem de gönlü r
Bir taþla iki kuþ vuruyor.
Alfred E. Richs neredeyse Bill Bassett'in ayakkabýlarýnýn tozunu yalayacaktý.
- Sevgili dostum. Bu iyiliðini asla unutmayacaðým. Tanrý ödülünü verecektir. Ama izninle se
bir ricada bulunacaðým; izlediðin bu suç yolunu býrak, dedi.
Bill:
- Aðabeyciðim. Bu palavralara karným tok, öðütlerin bana bozulmak üzere bulunan bir bisikle
ompasýnýn son hýrýltýlarý gibi geliyor. Senin o yüksek, parlak dalaverelerin neye yaradý? D
na bak! Meteliksiz aç kaldýn. Bak, hýrsýzlýk sanatýný ticaret kuramlarýyla süslemekte diren
rs kardeþimiz bile çaresiz bir durumda kaldýðýný itiraf etti. Her ikiniz de yaldýzlý yasala
k uyar görünüyorsunuz, ama kaç para eder... Haydi Petersciðim, þu haram paradan sen de payý
bakalým, dedi.
Bill Bassett'e parasýný cebine koymasýný yineledim.
Bazýlarý hýrsýzlýða karþý bir saygý beslerse de ben bu mesleðe hiçbir zaman uygun gören bir
en aldýðým paraya karþýlýk her zaman, önemsiz de olsa, bir þeyler veririm. Bu, müþterilerim
azsa yine avlanmamalarýný saðlayacak bir aný olarak kalýr.
Bu arada Alfred E.Richs yine Bill'in ayaklarýna kapanýr gibi yaptýktan sonra "Allahaýsma
rladýk" dedi. Biraz ilerdeki çiftlikten bir araba kiralýyacaðýný, istasyona giderek Denver
renine bineceðini söyledi. Bu zararlý böcek çekip gidince hava temizlenir gibi oldu. Herif
ülkede sanayi dýþý (1) her meslek için bir yüz karasýydý. Tasarladýðý büyük planlara, daya
kmek parasý bulamayacak bir duruma düþmüþ ve açlýktan ancak garip, belki de pervasýz bir hý
liði sayesinde kurtulmuþtu. Kendini asla kurtaramayacak bir duruma düþtüðünü görerek acýdýy
ayesiz ne yapabilirdi ki?
Alfred E. Richs o günkü durumuyla arka üstü düþen bir kaplumbaða kadar umarsýzdý. Küçük bir
aþ kalemi apartmanýn yolunu bulamayacak kadar umarsýz kalmýþtý.
Bill Bassett'le baþbaþa kalýnca þöyle bir kafamý kurcaladým. Sonunda gizli bir oyunu olan b
plan kurdum. Þu hýrsýza "çalýþma"yla "ticaret" arasýndaki farký göstereyim de aklý baþýna g
"Ticaret" üzerine ileri sürdüðü bazý düþünceler, doðrusunu isterseniz meslek onurumu incit
- Mister Bassett paranýzý kabul etmeyeceðim. Fakat bu gece kasabanýn bütçesinde yarattýðýný
rarla, tehlike bölgesinden dýþarý çýkýncaya kadar olan yolculuk giderlerimi öderseniz size
t duyarým, dedim.
Bill Bassett bu önerimi kabul etti. Batý yönünde güvenli bir trene kapaðý atýncaya kadar yü
Arizona'da Los Perros yönünde bir kasabaya varýnca Bassett'e inip talihimizi bir de se
rsiz toprakta deneme önerisinde bulundum.
Burasý benim eski hocam ve halen iþten el çekip emekli sýnýfýna geçmiþ bulunan Montagu Silv
asabasýydý.
Monty yamandý vallahi. Ufacýk bir olanak gösterin, uçan sivrisineði tongaya düþürür, parasý
Bassett nasýl olsa karanlýkta çalýþtýðýný ileri sürerek bütün kasabalarý ayný bulduðunu sö
Los Perros gümüþ bölgesinde çok güzel bir kasabaydý.
Bill'in parasýný uyurken alýp kaçacak deðildim. Kafasýna, ticari bir giriþim kýlýfýna bürül
dirmek suretiyle onu dolarlarýndan yoksun edecektim. Evet, 4755 dolar karþýlýðýnda Bill'i u
utamýyacaðý bir deneyim sahibi yapacaktým.
Trenden indiðimiz zaman cebinde bu kadar kalmýþtý galiba! Parasýný iþletmek hakkýnda ilk ön
aptýðým vakit dönüp bu konudaki görüþ ve düþüncelerini þöyle bir biçemle anlattý:
- Aðabey, önerdiðin biçimde bir giriþimde bulunmak hiç de kötü olmayacak, eyvallah, derim.
u öyle yaman bir iþ olmalý ki yönetim kurulunda ülkenin en büyük finansçýlarý bulunmalý.
- Paraný katlamak isteyeceðini düþündüm, dedim.
- Hem de nasýl, vallahi gece bir yanýma yatýp uyuyamýyorum. Bak aðabey sana düþüncemi söyle
Bir poker salonu açmak istiyorum. Öyle senin biçemindeki alavere dalavereye hiç de isteðim
yok. Masanýn kazanan yanýnda bulunursan kumarcýlýk hiç de kötü deðildir. Bu, bir evin gümü
makla yoksullar yararýna kurulan pazarlarda dalavereyle öteberi yutturmak arasýnda ort
alama bir iþtir.
- Önerimin üzerinde durmak istemiyorsun demek, yanýtýný verdim.
- Ne kadar uðraþsan boþuna, alýklara özgü bu gibi yemleri o derece ender ýsýrýrým ki bulund
elli mil çevresinde kuduz hastanesine hiç gerek duyurmam, dedi.
Bassett bir meyhanenin üzerinde bir oda kiraladý. Birkaç parça eþya ve aþaðýlýk bir iki tab
Ben de ayný gece Monty Silver'a gidip planýmý açýkladýktan sonra iki yüz dolar ödünç aldým.
'da iskambil kâðýdý satan tek dükkânda ne kadar kâðýt varsa hepsini aldým. Ertesi sabah da
ldýðým kâðýtlarýn hepsini geri verdim. Ortaðýmýn kumarhane iþletmek düþüncesinden vazgeçmes
rmek istediðimi söylemiþtim. Bir miktar dolar zarar etmiþtim ama o gece kâðýtlarýn hepsini
birer iþaretlemiþtim. Bu az bir iþ deðilse de getirdiði kâra deðdi. Ektiðim buðday, yaðlý
ta olarak geri geldi.
Bill Bassett'ýn kumarhanesinde ilk fiþ alan ben oldum. Kasabada baþka satýcý olmadýðý için
lonuna benim bir gece önce iþaretlediðim kâðýtlarý almýþtý. Anlarsýnýz ya! Kâðýtlarýn arkas
ber saçýmýzý kestikten sonra çift aynada ensenizi gösterir. Ýþte ben de kâðýtlarýn arkasýný
a gördüðüm görüntüsünden daha iyi öðrenmiþtim. Oyun bitince beþ bin küsür dolar sahibi olmu
de yalnýzca uður getirmek üzere taþýdýðý küçük siyah bir kediyle yine yola koyulma isteði k
Ayrýlýrken Bill elimi sýkarak:
- Aðabey, ticari giriþime burnumu sokmakla yanýlmýþým, yaradýlýþýmda yok. "Çalýþmak" zorund
bir hýrsýz, maymuncuðunu bir yana býrakýr da bir kasa anahtarý edinmeye kalkarsa günah iþle
r. Kumarda okkalý bir talihin var. Uðurlar olsun, dedi. Bill'i ondan sonra bir daha
görmedim.
Dalavereciler þahý öyküsünü bitirince:
- Herhalde bu parayý iyi saklamýþsýndýr. Ýleride sürekli bir iþ sahibi olmak istersen olduk
bir sermaye sayýlýr, dedim.
Jeff namuslu bir edayla:
- Bu beþ bin dolarý iyi bir yere yatýrdýðýma güvenebilirsin, dedi.
Ceketinin göðsüne övünçle vurarak:
- Altýn madeni tahvilleri aldým, son meteliðine kadar! Hisseleri baþa baþ getirdim. Dolarlý
tahvili dolara aldým. Kesinlikle bir yýlda yüzde beþyüz yükselecekler. Henüz bir ay önce b
n yeni bir altýn madeni. Eðer elinde bir yana ayýrabileceðin birkaç dolar varsa hiç durmada
sen de bir iki hisse senedi al, dedi.
- Bazen bu madenler.. diye baþladým.
Peters:
- Bu, o bildiðin madenlerden deðil, diye sözümü aðzýma týktý. Elli bin dolarlýk külçe altýn
im. Ayrýca ayda yüzde on veriyorlar, diyerek cebinden uzun bir zarf çekip masanýn üstüne at
Hýrsýzlar sulanmasýn diye yanýmda taþýyorum, dedi.
Baktým çok güzel bir baskýlarý vardý.
- Colorado'da demek... Pek güzel, yahu Denver'e giden o çelimsiz herifin adý neydi?...
Caným, Bill'le rasladýðýnýz adam, diye sordum.
Jeff:
- Kurbaða suratlý herif kendini Alfred E. Richs, diye satýyordu, yanýtýný verdi.
- Ya... Bak bu þirketin müdürü de A.E.Frederich diye imza atýyor. Acaba...
Jeff tahvilleri elimden kapacak gibi atýlarak:
- Bakayým þunlara, dedi.
Üzüntüsünü azýcýk da olsa hafifletmek isteðiyle garsonu çaðýrarak bir þiþe þarap daha ýsmar
amazdým!
SON YAPRAK
Vaþington Alaný'nýn batýsýndaki küçük bir mahallede sokaklar birçok köþe ve dönemeç yaparak
ayrýlmýþlardýr. Bazan bu çýkmazlarýn bir iki kez kendi kendilerini kestikleri görülmüþtür.
atçý bu sokaklarýn çok deðerli bir özelliðini keþfetti. Tuval, resim kâðýdý ve boya aldýðýn
geldiðinde, dönüp dolaþýp beþ para alamadan kendini ilk geçtiði yerde bulmasý kesin gibiydi
Bunun üzerine bu antika Grenwich köyüne öbek öbek sanatçý üþüþmeye baþladý. On sekizinci yü
elemenk tavan aralarý, kuzey iklimlerine özgü pencereler arayan yeni kiracýlar, kiranýn da
ucuz olmasýný istiyorlardý. Bir süre sonra Altýncý Cadde'den birer maltýzla bir iki bakýr
getirip yerleþtiler. Burasýný bir sanatçý mahallesi yaptýlar.
Üç katlý, basýk tavanlý, tuðla bir yapýnýn en üst katýnda Sue ve Johnsy'nin stüdyosu bulunu
Maineli, öbürü Kaliforniyalý olan bu iki genç kýz Sekizinci Cadde'de "Delmonico"nun tabldo
lokantasýnda tanýþmýþlardý. Sanat üzerine düþüncelerinde olduðu gibi piskopos biçemi geniþ
yeðlemekte de uyuþuyorlar, hindiba salatasýna ikisi de bayýlýyorlardý. Zevklerinin bu dere
e birleþmesinin sonucu olarak da ortak stüdyo ortaya çýkmýþtý.
Bu iþ mayýsta olmuþtu. Kasýmda doktorlarýn zatürre diye andýklarý gözle görünmeyen bir yaba
e askýntý olarak buz gibi parmaklarýyla saðda solda ona buna dokunuverdi. Bu yýkýcý yaratýk
Side'da pek atak adýmlarla dolaþýyor ve kurbanlarýný düzinelerle götürüyordu. Fakat dar ve
u çýkmazlara daha dikkatli basýyordu. Bay Zatürre kadýnlara iyi davranan, kibar bir yaþlý a
diye tanýmlayacaðýnýz kimselerden deðildi. Bu yuumruðu aman vermeyen, soluðu kesik kesik h
oruk Kalifornia'nýn yumuþak havasýnda kaný sulanan ufak tefek bir yaþlý kadýný bile vurmakt
nmezdi. Johnsy'yi de çarptý. Kýzcaðýzý, demir karyolasýnda kýpýrdamadan yatarak Felemenk bi
erenin küçük camýndan karþýsýndaki evin tuðla duvarýný seyretmek zorunda býraktý.
Bir sabah doktor, Sue'yi hole çaðýrdý ve birbirine karýþan ak kaþlarýný çatarak:
- Durumu tehlikeli. Ancak bir... evet, onda bir olasýlýk var, dedi.
Cývayý indirmek için dereceyi silkerek:
- Bu olasýlýk da ancak yaþamaya azmetmesi koþuluyla gerçekleþebilir... Ýnsanlarýn garip bir
dýlýþý var. Hemen kefenciyle, mezarcýyla birlik oluveriyorlar. Bu durumda týp dünyasý apýþý
ným iyi olmamayý aklýna koymuþ... Kafasýný kurcalayan bir þey var galiba, diye ekledi.
Sue:
- Ýlerde bir gün Napoli körfezinin resmini yapmayý umuyordu, dedi.
- Laf, resim yapacakmýþ. Boþ þey. Aklýnda düþünmeye deðer bir þey var mý? Örneðin bir erkek
Sue:
- Bir erkek mi? Bir erkek için deðer mi? Hayýr doktor, böyle bir þey yok, diye yanýt verirk
n sesi bir Yahudi harpýnýn ezgisi gibi titremiþti.
Doktor:
- Öyleyse, yapýsý zayýf, dedi. Ben týbbýn bana baðýþladýðý bütün olanaklara baþvuracaðým, f
ne katýlacak arabalarý saymaya baþlayýnca ilaçlarýn iyileþtirme gücünden yüzde ellisini düþ
anýza bu kýþ paltolarda moda olan kollarla ilgili bir soru sordurmayý baþarýrsanýz iyileþme
da birden beþe indirmeye söz veririm.
Doktor gittikten sonra Sue çalýþma odasýna geçip Japon iþi bir mendili selüloz hamuru halin
etirinceye kadar aðladý. Sonra da bir resim tahtasý alarak ve ýslýkla neþeli bir hava tuttu
arak Johnsy'nin odasýna geçti.
Yüzü pencereye doðru çevrilmiþ olan Johnsy yatak çarþafýnýn altýnda kýlýný bile kýpýrdatmad
sanan Sue derhal sustu.
Resim tahtasýný düzelterek bir dergide yayýnlanmak üzere kaleme alýnan bir öykünün mürekkep
erini çizmeye baþladý. Genç ressamlar sanat dünyasýna giden yola katýlabilmek için genç yaz
debiyat dünyasýna katýlmak kaygýsýyla dergilere yazdýklarý öykülerin resimlerini çizmek zor
Sue, Idaholu bir sýðýrtmaç olan kahramanýna bir monokl ile at pazarlarýnda giyilen türden s
r pantolon çizerken birkaç kez yinelenen alçak bir ses iþitti. Hemencecik yataðýn baþýna ko
Johnsy'nin gözleri faltaþý gibi açýlmýþtý.
Sue onun büyükten küçüðe doðru bazý rakamlar saydýðýný duydu.
Johnsy bir süre sonra:
- On iki, dedi... on bir... on... dokuz, diye ekledi.
Birbiri arkasýna ikisini birden hecelermiþ gibi:
- Sekiz... yedi, dedi.
Sue, sayacak ne var, diye merakla pencereden dýþarý baktý.
Görünürde boþ, karanlýk bir avluyla yirmi yarda ilerdeki evin tuðla duvarlarýndan baþka bir
ktu. Bir de tuðla duvarýn yarýsýna kadar yükselen kökleri kemirilmiþ, çürümüþ, yaþlý mý yaþ
soluðu yapraklarýný düþürmüþ, iskelete dönmüþ dallarýný duvara hemen hemen çýrýlçýplak sarý
Sue:
- Ne o þekerim? diye sordu.
Johnsy mýrýldanýr gibi:
- Altý, dedi. Artýk çabuk düþüyorlar. Bundan daha üç gün önce yüzden çoktular. Sayarken baþ
aylaþtý. Ýþte biri daha düþtü. Kala kala beþ tane kaldý.
- Ne beþi, haydi Johnsyciðim, ne beþi olduðunu söyle bakalým.
- Yaprak. Sarmaþýðýn yapraklarý. Sonuncu düþünce ben de öleceðim. Üç gündür içime doðdu. Do
Sue, son derece alaycý bir tonla:
- Ömrümde böylesini hiç de duymamýþtým. Asma yapraklarýnýn iyileþmenle ne ilgisi olabilir?
asmayý pek severdin. Ne oluyorsun ayol? Kazlaþma. Daha bu sabah doktor kýsa bir zamand
a iyileþeceðini.. dur.. ne demiþti? Kýsa bir zamanda tümüyle iyileþmen olasýlýðýnýn birde o
i. Ne sandýn? Tehlike New-York'ta tramvaya bindiðimiz veya bir yapýnýn altýndan geçtiðimiz
an karþý karþýya olduðumuz tehlikeden fazla deðil ki... Haydi bakalým biraz çorba iç, býrak
raz çalýþsýn, yaptýðý resimleri satarak hasta çocuðuna þarap, aç gözlü kendine de bir iki d
sýn.
Johnsy, gözlerini pencereden ayýrmayarak:
- Þarap almana gerek yok, dedi. biri daha gitti. Çorba filan içmeyeceðim. Caným istemiyor.
Dört kaldý. Karanlýk olmadan sonuncusunu da düþerken görmek istiyorum, ondan sonra da ben
ideceðim.
Sue, arkadaþýnýn üzerine eðilerek:
- Þeker Johnsyciðim senden bir ricam var. Ýþimi bitirinceye kadar gözlerini kapayýp pencere
en dýþarýya bakmamaya söz verir misin? Resimleri yarýna kadar teslim etmeliyim. Perdeyi ka
patýrým ama, ýþýk gerekiyor, dedi.
Johnsy, soðuk soðuk:
- Öteki odada çalýþsan olmaz mý? diye yanýtladý.
Sue:
- Yanýnda olmayý yeðliyorum. Hem de o meymenetsiz asma yapraklarýna bakmaný istemiyorum, d
edi.
Johnsy gözlerini kapatarak ve o uçuk rengiyle devrilmiþ bir yontu gibi kýmýltýsýz yatarak:
- Biter bitmez haber ver. Son yapraðýn düþtüðünü görmek istiyorum. Beklemekten usandým, düþ
r þeyden vazgeçtim. Zavallý yorgun yapraklar gibi kendimi salývermek istiyorum. Salýp aþaðý
u uçmak istiyorum.
Sue:
- Haydi bakalým uyumaya çalýþ. Yalnýz bir maden arayýcýsý çizebilmek için Beherman'ý çaðýrm
ellik yapsýn. Þimdi gelirim. Sakýn kýmýldanayým deme, dedi.
Beherman alt katlarýnda oturan altmýþýný geçkin yaþlý bir ressamdý.
Yunan tanrýlarýný andýran baþýndan cüce vücuduna doðru kývrýlan sakalý Michelangelo'nun Mus
Beherman baþarýlý olamamýþ bir sanatçýydý. Sanat dünyasýnda yenilgiye uðramýþ bir ressamdý.
anat tanrýçasýnýn eteðine bile deðmeden fýrça kullanmýþtý. Hep bir baþyapýt yaratmak üzere
bir türlü baþlayamýyordu. Ticari amaçlar ve reklamlar için yaptýðý birkaç resimden baþka yý
bir þey yapamamýþtý. Mahallede, profesyonel modellerin ücretini ödeyemeyen genç sanatçýlara
ik ederek beþ on kuruþ kazanýyordu. Boðulasýya cin içiyor, hâlâ gelecekteki baþyapýtýndan s
Bunlarýn dýþýnda yumuþaklýða hiç dayanamayan ve yumuþaklýk gösterenlerle þiddetle alay eden
lup kendini üst kattaki stüdyonun sanatçýlarýný korumakla görevli bir bekçi köpeði sayýyord
Sue, cin kokan Beherman'ý alt kattaki ininde buldu. Odanýn bir köþesinde sehpanýn üzerinde
irmi beþ yýldýr ilk fýrçayý bekleyen baþyapýtýn beyaz tuvali duruyordu.
Sue, yaþlý adama Johnsy'nin kafasýnda yer etmiþ bulunan düþünceyi anlattý. Genç kýzý dünyay
bað da gidince zaten bir yaprak gibi hafif ve kýrýlgan olan ruhunun uçuvereceðinden korktuð
nu anlattý.
Kýrmýzý gözlerinden damla damla yaþlar akmaya baþlayan yaþlý Beherman baðýrarak bu aptalca
etti. Nefretini açýða vurdu. Alman þivesiyle:
- Ne diyorsun?.. Biçimsiz bir asmanýn yapraklarý dökülüyor diye, ölmeye hazýrlanan çýlgýnla
sini de hiç duymamýþtým. Hayýr, resmini yapacaðým, Budalaca dünya iþleri için modellik edem
y'nin bu durumunda ne halt edip de böyle þeylerle uðraþýyorsun; zavallý kýzcaðýz, diye baðý
Sue:
- Çok hasta, çok zayýf. Ateþi moralini etkiledi. Karabasanlar görüyor. Peki, madem ki bana
odellik yapmak istemiyorsun, yapma. Zaten kaçýk, bunak bir yaþlý adamdan baþka bir þey deði
n, dedi.
Beherman, baðýrarak:
- Sana modellik etmek istemediðimi kim söyledi. Ýþte kadýn kýsmý hep böyledir. Yarým saatti
ceðim diye avaz avaz haykýrýyorum. Mis Johnsy kadar iyi bir kýzýn hastalýktan ölmesine izin
remeyiz. Bir gün gelecek baþyapýtýmý yapacaðým. Hepimiz kurtulacaðýz, dedi.
Yukarý çýktýklarýnda Johnsy uyumuþtu.
Sue perdeyi indirerek Beherman'a bitiþik odaya geçmesini iþaret etti. Oradan korka kor
ka dýþardaki asmayý gözetlediler ve ses çýkarmadan bir an için bakýþtýlar. Karla karýþýk sü
rdu. Beherman eski mavi gömleðiyle tersine çevrilmiþ bir tencerenin üzerine oturdu. Bu ten
cere yalnýz madencinin oturduðu bir kayayý temsil ediyordu.
Sue o gece ancak bir saat uyuyabildi. Sabahleyin uyanýnca Johnsy'nin gözlerini açmýþ, donu
k bakýþlarla kapalý yeþil perdeye baktýðýný gördü.
Hasta:
- Perdeyi aç, görmek istiyorum diye mýrýldandý.
Sue, bitkin bir durumda buyruðu yerine getirdi. Þaþkýnlýk! Bütün gece sürmüþ olan sert yaðm
n fýrtýnaya karþýn tuðla duvarýn önündeki tek asma yapraðý hâlâ duruyordu. Son yaprak... Kö
engini korumakla birlikte dantelli uçlarý çürüme belirtisi olan sarý bir renk almýþtý. Yerd
dým yüksekte bir dala cesaretle asýlmýþ duruyordu.
Johnsy:
- Sonuncu yaprak. Gece kesinlikle düþeceðini sanmýþtým. Rüzgârý duydum. Bugün düþecek, ben
a öleceðim, dedi.
Sue, bitkin yüzünü yastýða doðru eðerek:
- Þekerim, sus, sus, kendine acýmýyorsan bana acý. Sensiz ne yaparým, dedi.
Johnsy yanýt vermedi. Dünyada; kendini o uzun, gizemli yolculuða hazýrlayan bir ruh kada
r tek baþýna bir þey yoktur. Genç kýzý bu dünyaya ve dostlarýna baðlayan baðlar birer birer
rakla birlikte ölme düþüncesi aklýna büsbütün yerleþiyordu.
Gün öylece geçti. Alaca karanlýkta bile asma yapraðýný duvara dayalý dalýna cesaretle asýlm
. Akþam olunca kuzey rüzgârý yine dizginleri kopardý. Yaðmur pencereyi dövmeyi ve Felemenk
i saçaklardan aþaðýya akmayý sürdürdü.
Þafak söker sökmez amansýz Johnsy perdenin açýlmasýný buyurdu.
Asma yapraðý hâlâ yerindeydi.
Johnsy yapraðý uzun süre süzdükten sonra gaz sobasýnýn üzerinde tavuk çorbasýný karýþtýran
- Suecüðüm, pek yaramazlýk ettim. Ne kadar kötü bir insan olduðumu kanýtlamak için gizemli
apraðý orada býraktýrdý. Ölmek istemek günah! Bana biraz çorbayla biraz süt getirebilirsin.
az da bordo þarabý koy.. Dur.. önce bir el aynasý getir. Sonra arkama bir iki yastýk yerleþ
ir. Çorbayý piþirirken seni seyretmek istiyorum.
Bir saat sonra da:
- Suecüðüm, umarým ilerde bir gün Napoli körfezinin tablosunu yapacaðým, dedi.
Doktor öðleden sonra geldi. Çýkarken Sue bir bahane bularak arkasýndan gitti. Doktor, genç
titreyen elini kavrayarak:
- Kurtulma olasýlýðý yüzde elli... Ýyi bakarsan kazanacaksýn. Þimdi baþka birine gideceðim,
eherman... Sanatçýymýþ galiba. O da zatürre... Yaþlý adam zor durumda: Hastalýk þiddetli. U
, ama rahat etsin diye hastaneye kaldýrýyoruz.
Ertesi gün doktor, Sue'ye:
- Kazandýn, tehlike yok. Þimdi iyi beslenme! Bakým gerek, dedi. Baþka bir þey istemez.
O gün öðleden sonra Sue, yataðýnda pek hoþnut bir biçimde gereksiz yere mavi bir yün omuzlu
le uðraþan Johnsy'nin yanýna geldi, Hastanýn yastýðýnýn arkasýndan kolunu dolayarak:
- Beyaz fareciðim. Sana bir haberim var, dedi. Mister Beherman bu sabah hastanede
zatürreden ölmüþ. Hastalýðý iki gün sürdü. Bir sabah onu odasýnda sancýdan bitkin bir durum
yakkaplarý, giysileri ýslak ve buz gibi soðukmuþ. O korkunç gece nereye gittiðini anlayamam
. Bir fener ele geçirmiþler, bulduklarý zaman daha yanýyormuþ. Bakmýþlar merdiven yerinden
miþ, bahçede birkaç çalý çýrpý birbirine girmiþ. Bir de palet görmüþler. Üzerinde yeþil sar
cereden bak, þekerim. Duvardaki son asma yapraðýný görüyor musun? Rüzgâr eserken neden yeri
kýmýldamadýðýný hiç düþünmedin mi? Ýþte Beherman'ýn baþyapýtý. Son yapraðýn düþtüðü gece ya
PARA
"Rockwall Eureka Sabunlarý" kuruluþunun sahibi olan ihtiyar Rockwall, Beþinci Cadde'de
ki konaðýnýn kitaplýk penceresinden caddeye bakarak sýrýttý. Sað yandaki bitiþik komþusu ki
, G. van Schuylight Suffolk-Jones kapýnýn önünde bekleyen otomobiline binmek üzere dýþarý ç
n kralýnýn konaðýnýn Ýtalyan Rönesansý biçemindeki önyüzüne bakýp her zamanki gibi burun ký
Emekli sabun kralý:
- Sahte yontu, diye okumaya baþladý. Kendini kollamazsan müzeyi boylayacaksýn! Yaz gelsi
n, þu evi kýrmýzý, mavi, beyaza rengarenk bir boyatayým da gör. Bakalým o zaman ne yapacaks
edikten sonra kitaplýk odasýnýn kapýsýna gitti ve bir zamanlar Kansas ovalarýnda gökleri çý
sesiyle:
- Mike, diye baðýrdý.
Zil kullanmasýný sevmeyen yaþlý Anthony Rockwall koþup gelen uþaðýna:
- Oðluma söyle, çýkmadan beni görsün, dedi.
Genç Rockwall kitaplýk odasýna girince, yaþlý adam gazetesini bir yana koydu.
Buruþuksuz kýrmýzý yüzünü kaldýrdý. Kýr saçlarýnýn bir tutamýný avuçladýktan sonra, öbür el
rý þýkýrdatarak oðluna sevgi dolu üzgün gözlerle baktý:
- Rickard, sabuna kaç para harcýyorsun, diye sordu.
Koleji henüz altý ay önce bitiren delikanlý bu soru karþýsýnda biraz afalladý. Baloya ilk k
den bir genç kýz gibi beklenmedik davranýþlarý çok seven babasýný henüz pek anlayamamýþtý.
- Düzinesini altý dolara alýyorum, babacýðým, dedi.
- Giysilerine ne veriyorsun?
- Genellikle altmýþ dolar.
Anthony, kesin :
- Aferin sana. Tam bir centilmen olmuþsun! Züppelerin bir düzine sabuna 24 dolar verdi
klerini ve bir kat giysi için yüz dolardan fazla harcadýklarýný duydum. Senin de onlar kad
ar paran var ama sen kararýný kaçýrmýyorsun. Ben de "Eureka" sabununu kullanýyorum. Kendi ü
iye duygusal nedenlerden dolayý deðil. En saf sabun olduðu için... Kalýp baþýna on sentten
la verdin mi paran ambalaja ve aþaðýlýk esanslara gidiyor demektir. Ama senin durumunda
bir genç için kalýp baþýna elli sent hiç de kötü deðil. Dedim ya. Tam bir centilmensin. Ýns
men olabilmesi için üç kuþak geçmesi gerekirmiþ diyorlar. Yanýlýyorlar. Para her þeyi yapar
im sen iþte pekâlâ bir centilmen oldun. Hatta ben bile centilmen olmuþ gibiyim. Bu evi a
lýp yerleþtiðimizden dolayý uykularý kaçan bitiþik kibar komþularýmýz kadar huysuz, suratsý
izim, dedi.
Delikanlý üzgün üzgün:
- Paranýn yapamayacaðý iþler de var, görüþünü ileri sürdü.
Bu söz yaþlý adamý kýzdýrdý.
- Yanýlýyorsun, dedi. Para her þeyi yapar. Ýstediðine bahse gireyim. Ansiklopediyi baþtan a
rýþtýrdým. Paranýn yapamayacaðý bir þey bulabilmek için "A"dan "Y" harfinin son sözcüðüne k
cek hafta içindekiler çizelgesine bakacaðým. Paranýn her þeye gücü yeter. Bana paranýn egem
bir þey söyleyebilir misin?
Richard hafif bir duraksamadan sonra:
- Para sosyetenin en yüksek tabakasýna girme olanaðýný vermez, dedi.
Her kötülüðün baþý olan paranýn savunucusu yaþlý adam:
- Ya, öyle mi? diye gürledi. Þu ünlü Astor ailesinin kurucusunda Atlantik'i geçecek kadar p
ra olmasaydý bugün senin o kibar Astorlarýnýn ne olduðunu görürdüm.
Richard içini çekti.
Yaþlý adam coþkuyla sürdürdü.
- Ben de ona geliyordum. Seni buraya çaðýrmamýn nedeni bu. Ýki haftadýr gözüme çarpýyor. Bi
var. Nedir söyle bakalým. Ýstesem bir gün içinde nakit on bir milyon dolar toplayabilirim.
Taþýnmazlarý saymadým... Canýn sýkýlýyorsa, yat körfezde hazýr. Ýki günde seni Bahamalara
- Babacýðým, üstüne bastýn. Ýçim içime sýðmýyor.
- Gördün mü ya, adý ne?
Richard odada bir aþaðý bir yukarý dolaþmaya baþladý. Bu yaþlý, kaba babasýný, derdini döke
dine yakýn buluyordu.
Yaþlý Anthony:
- Niye doktor olmadýn? Sana herhalde dört elle sarýlýr. Paran var, yakýþýklýsýn; üstelik iy
Ellerin iþ görmemiþ, temiz. Koleji de bitirdin. Belki bu eksikliktir, ama artýk o kadarýný
a hoþ görüverir, dedi.
Richard:
- Pek olanak görmüyorum, yanýtýný verdi.
Anthony:
- Böyle bir olanaðý yarat. Parkta yürüyüþe çýkar. O olmazsa kiliseden çýkarken evine kadar
naðý yokmuþ! Ah çocuk ah, gülerim sana! diye yüreklendirdi.
- Babacýðým, sen yüksek sosyeteyi tanýmýyorsun. Günün hangi saatinde, hangi dakikasýnda ne
erce önceden saptanmýþtýr. Babacýðým bu kýzý almalýyým. Yoksa bu kent bana cehennem olur. Y
af etmek olmaz.
Yaþlý adam þaþkýnlýkla:
- Bütün servetimize karþýn bu kýzla bir iki saat konuþamýyorsun demek? dedi.
- Çok geciktirdim. Yarýndan sonra Avrupa'ya gidiyor. Ýki yýl kalacak. Ancak yarýn akþam bir
iki dakika baþbaþa kalabileceðiz. Þimdi Larchmont'da teyzesinde. Oraya gidemem. Yarýn akþam
8.30'da onu Grand Station'da karþýlamaya gideceðim. Arabaya binip hemen Wallack'a geçeceði
z. Annesi bir loca tutmuþ, birkaç dostla bizi dýþarda bekleyecekler. Arabada altý yedi dak
ikalýk zaman içinde ilaný aþk edemem ki! Dinlemez. Olacak iþ deðil. Tiyatroda da olanak yok
Sonra da fýrsat bulabileceðimi hiç sanmýyorum. Babacýðým, görüyorsun. Parayla çözülecek bi
Parayla zaman satýn alýnamaz; öyle bir þey olsaydý zenginler daha çok yaþarlardý. Yolculuða
e de kendisiyle uzun uzadýya görüþmeye olanak olmayacak.
Yaþlý Anthony birden neþelenerek:
- Peki oðlum. Haydi güle güle. Ne yapalým öyle olsun. Hakkýn var. Parayý verince sonsuzluðu
pakete sarýlýp evimize teslim edilmesini bekleyemeyiz. Fakat ben zaman dediðimiz o yaþlý
adamýn, altýn külçeleri üzerinde yürürken tabanlarý þiþtiðinden bocaladýðýný gördüm.
Buruþuk suratlý Ellen hala zenginlikten bezmiþ, nazik, duyarlý bir kadýndý. Anthony akþam g
telerini okuduðu bir sýrada gelip yaþlý adama aþýklarýn karþýlaþtýklarý güçlükler üzerine b
Anthony esneyerek:
- Biliyorum, bana da anlattý. Bankadaki paralarýmýn buyruðunda olduðunu söyledim. Bu lafým
a gitmedi. Paraya karþý atýp tutmaya baþladý. Yüksek sosyetenin kurallarýný deðil bir, on m
in bütün serveti deðiþtiremezmiþ.
Ellen hala içini çekerek:
- Vallahi sana da þaþýyorum, diye baþladý. Paraya bu kadar deðer vermemelisin. Gerçek sevgi
konusu olduðu zaman para hiçtir. Aþkýn gücü her þeye yeter. Eðer Richard bu iþe daha önce g
ydý kýzcaðýz oðlumuzu geri çevirmezdi. Fakat þimdi pek geç olmasýndan korkuyorum. Evlenme ö
pmaya olanak bulamayacak. Bütün servetin oðlunu mutlu etmeye yetmez, dedi.
Ertesi akþam saat sekizde Ellen hala güve yeniði eski bir kutudan bir yüzük çýkararak yeðen
hard'a verdi.
- Bu gece hatýrým için bu yüzüðü tak... Annen bana vermiþti. Aþýklara uður getirirmiþ! Gönl
zaman sana vermemi söylemiþti, diye açýkladý.
Delikanlý yüzüðü saygýyla alarak en küçük parmaðýna taktý. Yüzük ikinci boðumda kalýnca erk
e çýkarýp yeleðinin cebine yerleþtirdi. Telefon ederek arabayý hazýrlattý. Saat tam 8.32'de
syonda kalabalýk arasýnda Mis Lantry'yi bulup yakaladý.
Genç kýz:
- Annemle yanýndakileri bekletmeyelim, dedi.
Richard söz dinleyerek, arabacýya:
- Dört nala Wallack Tiyatrosu'na, diye buyurdu.
Kýrk Ýkinci Sokak'tan Broadway'e geçtiler. Broadway'in ýþýklý, ýlýk caddesinden karanlýk, s
la saptýlar.
Otuz Dördüncü Sokak'ta Richard pencereyi açarak arabacýya durmasýný buyurduktan sonra:
- Bir yüzük düþürdüm, anemin anýsý, kaybolmasýný istemiyorum. Düþtüðü yeri gördüm, bir sani
dan özür diledi.
Dediði gibi hemencecik yüzüðü bulmuþ, arabaya dönmüþtü. Fakat bu sýrada baþka bir araba gel
e durmuþtu. Arabacý soldan geçmek istemiþ fakat, bu sefer de bir yük arabasý gelip o geçidi
týkamýþtý. Sað yaný denemiþ, o yönün de baþka bir araba tarafýndan kapandýðýný görmüþtü. G
inleri býrakarak küfürü basmýþtý. Çýkar yol kalmamýþ, dört bir yan birbirine giren bir sürü
rýlmýþtý.
Büyük kentlerde arada bir, ansýzýn bütün ulaþýmýn durduran böyle bir karýþýklýk olur.
Mis Landry sabýrsýzlýkla:
- Niye bekliyoruz? Geç kalacaðýz, diye acele etti.
Richard ayaða kalkarak çevresine baktý. Broadway Altýncý Cadde ile Otuz Dördüncü Sokaðýn bi
noktanýn dört bir yanýnýn binbir çeþit arabayla sarýlmýþ olduðunu gördü. Bu karmaþaya karþ
araba daha atlarýný koþtura koþtura, tekerleklerini týkýrdata týkýrdata geliyor, öbürlerin
akýlarak yollarý büsbütün kapatýyorlardý. Kentin bütün ulaþým araçlarý delikanlýyla genç ký
resinde týkanmýþ kalmýþ gibiydi. Bu görünümü seyretmek üzere kaldýrýmlarý dolduran New-York
yaþlýsý bile bu derece büyük bir kalabalýða tanýk olmamýþtý.
Richard yerine oturup:
- Üzgünüm ama týkandýk, diye baþladý. Yollar bir saatten önce açýlmaz. Hep suç bende, yüzüð
Mis Lantry:
- Þu yüzüðü bir göreyim, nasýl olsa sýkýþtýk kaldýk, keyfimize bakalým. Oyunu kaçýrdýðýmýza
dedi.
O gece saat on birde yaþlý Anthony Rockwall yatak odasýnýn kapýsýna vurulduðunu duydu.
Yaþlý adam, kýrmýzý sabahlýðýna bürümüþ, korsanlar arasýnda geçen bir serüven romaný okuyor
- Gir, diye baðýrdý.
Dünyada yanlýþlýkla kalmýþ kýr saçlý bir meleðe benzeyen Ellen hala içeri girerek tatlý bir
- Niþanlanmýþlar, diye baþladý. Oðlumuzla evlenmeye razý olmuþ. Tiyatroya giderlerken sokak
r kargaþalýk çýkmýþ, arabalar birbirine girmiþ, olduklarý yerde saatlerce kalmýþlar.
Bana bak. Bundan sonra bana paranýn gücünün her þeye yettiðini söyleyip gururlanma. Oðlumuz
mutluluðu gerçek bir aþkýn; hiçbir maddi çýkar gütmeyen sonsuz bir sevgnin simgesi olan küç
amýþ bulunuyor. Richard yüzüðü düþürünce arabayý durdurmuþ ve inip almýþ. Fakat bu sýrada y
sattan yararlanarak açýlmýþ, derdini dökmüþ, evlenme önerisinde bulunmuþ. Gerçek bir aþk sö
ca paranýn hiçbir deðeri yoktur, diye bitirdi.
Yaþlý Anthony yanýt olarak:
- Hoþuma gitti. Oðlumun isteðine kavuþmasýna sevindim, diye baþladý. Zaten ona para bakýmýn
inmemesini, istediði kadar harcayabileceðini...
Ellen kardeþinin sözünü keserek:
- Para bu iþte ne yapabilirdi ki? diye sordu.
Anthony:
- Beni artýk rahat býraksan iyi edersin. Kitaptaki korsan pek kötü bir durumda. Gemisi b
atýyor ama paranýn deðerini pekâlâ bildiðinden altýnlarý denizin dibine göndermeye pek razý
verdi.
Öykü burada sona ermeliydi. Bunu, bu öyküyü okuyan sizler kadar ben de istiyorum ama, gerçe
uðruna kuyunun dibine kadar inmeliyiz.
Ertesi gün, Kelly adýnda, benekli mavi boyunbaðlý biri Anthony Rockwall'in evine gelerek
yaþlý adamý görmek istedi. Anthony bu kýrmýzý elli ziyaretçiyi kitaplýk odasýnda derhal ka
Yaþlý adam çek defterini çýkararak:
- Aferin, bu iþi iyi becerdin doðrusu. 5.000 dolar peþin vermiþtim, dedi.
Kelly:
- 300 dolar ayrýca kendi cebimden ödedim. Tahmini biraz aþmak gerekti. Landonlarla bin
ek arabalarýný 5 dolara tuttum. Fakat yük arabalarýna ve dört atlýlara 10 dolar vermek gere
ti. Yüklü arabalarý yirmiþer dolar istediler. Ama polisler hepsinden fazla vurdu. Ýki kiþiy
elliþer dolar verildi. Öbürlerine yirmiþer ve yirmi beþer dolar daðýttým. Olaðanüstü oldu
ndim? Herkesin becereceði iþ deðil. William A. Brady'nin bu görünümü görmesini isterdim doð
kançlýðýndan çatlardý. Hem de tiyatroda olduðu gibi bin bir provadan sonra deðil, hiç prova
acýlar saniyesi saniyesine geldiler. Ýki saatten önce, o kargaþalýktan deðil araba, vallahi
yýlan sýyrýlamazdý!..
Anthony bir çek yapraðý kopararak:
- Al bakalým 1300 dolar. Tamam mý? Bini senin, 300'ü de cebinden harcadýðýn para... Parayý
zsin, deðil mi? diye sordu.
Kelly:
- Yoksulluðu icat edeni bulsam, ayaklarýmýn altýnda ezerim, yanýtýný verdi.
Anthony, adam kapýya yaklaþýnca arkasýndan baðýrdý:
- O kargaþada çýplak, topluca bir oðlan çocuðu gördün mü, acaba? Ok atan biri!
Kelly afallayarak:
- Hayýr, fakat dediðiniz gibi çýplak idiyse, görmeye vakit kalmadan polisler enseleyip içer
týkmýþlardýr, yanýtýný verdi.
Anthony gülerek:
- Yaramazýn vaktinde yetiþip okunu atamayacaðýndan korkmuþtum, diye mýrýldandý.