Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 2

feminizm çoğu kaynakta üç dönem altında incelenir:

ilk dönem eğitimli beyaz elit sınıfın mücadelesi niteliğindedir daha çok ve birinci dünya savaşı
dönemlerinde kuvvetlenmiştir. oy hakkı, eğitimde fırsat eşitliği gibi istekler revaçtadır. ikinci dönem
marksizm desteklidir ve 60'ların politik ortamında filizlenmiştir. kadın eğitim ve kültürde söz sahibi
olmaya başlamıştır .eril bakışın eleştirisi yapılmaktadır ve ilk döneme göre daha politiktir. üçüncü
dönem ise post feminist dalga olarak görülür ve eril isteklerin kültürü domine edişine karşı ortodoks
feminizmin belli başlı prensiplerini terk edip gerekli muhalefeti yapamadığı için eleştirilir. bu
dönemler boyunca biyolojik öze dayalı farklılıklardan hareket eden tezler olduğu gibi , erkeğin
söylemi ile kadının muhalif tavrını göstermeye çalıştığı için eleştirilenler de vardır.

batı kanonu incelendiğinde edebi açıdan kadının eserlerinin yok sayıldığı ve mevcut eserlerde kadının
pasif konumunun kuvvetlendirildiği görülmektedir. nadiren, gotik 18.yy eserlerinde bunun tam tersi
olarak, kadın kahramana dayalı anlatılara rastlanmaktadır.

sinema da erkek bakışının domine ettiği bir sanattır, günümüzde buna muhalif yapıtlar verilse de
çoğunlukla aynı sistem devam ettirilmektedir. laura mulvey erkek bakışını ve görsel hazzı anlattığı
makalesi ile bu olaya dikkat çekip feminizmin sinemaya daha kuvvetli bir şekilde eklemlenmesine
yardımcı olmuştur. buna dikkat çeken filmler de çekmiştir ama başkan reagan'ın avangard film
fonunu kesmesi ile tıkanıp kalmıştır.

feminizmin canını sıkan sinema düzenine bakmakta fayda var:

kadın, erkeğin hadım edilme korkusunun kaynağıdır , ayrıca onu simgesele(dilin alanı) sürükleyecek
olan ve babanın alanına girişini sağlayan penise sahip olma durumuna signifier olarak katılır. yani
çocuğu simgesel olarak büyütür ve aradan çıkar. çocuk annesinin değil de babasının güçlü olduğunu
görüp , güç arayışına çıkıp dilin alanına girdiğinde babanın kurallarına tabii olur. buradan anlaşılacağı
üzere kadın doğanın, özel olanın alanındayken , kamusal alan ve kültür alanı erkeğindir. dış dünyayı
şekillendirdiği için düzen erkeğin düzenidir ve kadın, erkeğin bu düzen çerçevesinde ona yüklediği
tüm fantezilere ve takıntılara boyun eğecektir, çünkü dilin alanında kadın yoktur. hatta kadının
imgesel alanında fazla kalan çocuklar ataerkil toplumda yeterince "straight" erkekler olamazlar
görüşü hakimdir. çocukken hastalığından dolayı annesinin bakımına muhtaç kalanlar, annesinden
ayrılamayıp ona duyduğu sevgiyi arzu nesnesi olacak başka bir kadına yöneltemeyenler, hatta
ideolojik bir harekette lider ile kolaylıkla füzyona giden eksik karakterliler(nazizm örneği) buna örnek
gösterilir. çocuklar simgesele ışık hızıyla geçmelidirler.

yeni bir dil yaratmak mümkün olmasa da , her ne kadar erkek egemen o dilin başlangıcında
(sembolik) devreye giren psikanaliz ile patriarkın alanını incelemek çok sağlıklı olmasa da psikanaliz
sinema çalışmalarında sıklıkla tercih edilen bir metottur.

skopofili bakmanın hazzıdır. erkek bakışına göre inşaa edilen sinema da kadını nesneleştirerek bu
hazza hizmet eder. bazen çocuksu bir voyorism bazense sapıkça bir röntgencilik ile bu bakış ile
denetim altında tutma durumuna destek çıkar. her ne kadar illüzyonu açığa çıkaran araçlar belirgin
olsa da seyirci, salonda kendini gözetlemeci konumuna koymayı başarır ve karşısında onun
göremeyeceği biri olmasını, onu denetlemeyi arzular. ayna evresinde biyolojik gelişmemişliğinin etkisi
ile aynada gördüğü ben'i yanlış yorumlayıp egonun doğuşunda bir eksiklik barındıran erkek, izlediği
filmlerde kendi bakışını karakterin bakışına aktarıp, onunla özdeşleşerek bu ego açığını tatmin eder.
bu, egoyu anlık kaybetme durumu egoyu güçlendirir. seyirci karakter ile özdeşleşip onun kişiliğinde
eriyip bu dünyanın acılarından kaçar. bu anne ile bir olduğumuz imgesel döneme duyulan özlemdir.
simgesele, gerçek dünyanın alanına girdiğimiz anda bu dünyanın acılarını tecrübe etmeye başlarız ve
korunaklı o döneme dönme arzusu duyarız. bu "ana rahmine dönüş" metaforu otorite yanlısıdır
aslında . (psikanaliz marksist tabanlı grupların bazıları tarafından otoriter bulunur), amerikan
sineması(en belirgin örnek) aşkın idealler peşinde koşup sistemin içinde sistemin meşru(?) kanalları
ile yükselmek isteyenlere ilham verir. hollywood'da aykırı sesler ancak ideolojiye hizmet edecek bir
formda sunulurlar. mesela kötücül lezbiyen vampir erkek ideolojisinin aynısını takip edip hesapta
patriarkal toplum eleştirisi yapar gibi görünür ama bu elbette ki bir illüzyondur, sistem onanmıştır
aksine.

erkek izleyici sahnedeki öykünün içindeki erkeğe bakışını teslim eder ve onu kendi vekili yapar. bu
hem skopofilik hem de erotik hazzın tesisi için gereklidir. bazı durumlarda kadının cinsiyet kimliği
(hadım edici etki) kuvvetlenir ve diegesis zarar görür. bu durumlarda ya kadın önemsizleştirilir ya da
fetişize edilir. mesela fetişize etme durumu dietrich'in blue angel'da bacaklarını göstermesi ile kendini
göstermektedir . ya da monroe gibi kadının bütün vücudu fetişize edilebilir ve bu onu değersizleştirir.
kara filmlerinin vamplarının cezalandırılması da buna örnektir. çünkü onlar arada bir seyirciye dönüp
(kameraya bakıp) sigara içerler ve erkek bakışını yakalarlar. bu cezalandırılması gereken isyankar bir
harekettir.

film uzamındaki karakterlerin bakışı, kameranın bakışı ve seyircinin bakışı bu düzeni tesis etmek için
kullanılan üç bakıştır ve filmler büyük oranda bunların aralarındaki ilişki sonucu ortaya çıkan babaerkil
söylemin ürünleridir. bu da elbette ki kadının kabullenmemesi gereken bir üründür. tam da bu
sebeple buna ters düşecek filmlerin yapımı artmaktadır, yine de asla bu döngüye çomak sokacak
sayıya ulaşamamıştır.

You might also like