Professional Documents
Culture Documents
Fizikist Dergisi Nisan 2010
Fizikist Dergisi Nisan 2010
Fizikist Dergisi Nisan 2010
Yazarlar
Kaynaklar : Fizikist.Com
© 2010
Fizikist.Com 2 Yaşında!
Siz değerli ziyaretçilerimiz ve üyelerimizle beraber 2. yılımızı doldurduk. Sitemiz sizlerin sayesinde
gelişerek iyi bir bilim ve teknoloji sitesi haline geldi. Ziyaretçilerimizin ve yazarlarımızın katkıları,
sitemizin daha da gelişmesine sebep oldu.
26 Mart 2008 gecesi sitemiz fizik, bilim ve teknoloji severlere kapısını açmıştı. Aradan 2 yıl geçti ve
üyelerimizle beraber bir aile ortamı oluşturduk.
Son zamanlarda çıkan Fizikist E-Dergi sayesinde site dışı okunma payıda kazanmış olduk. Fizikist
Haber Alarmı, Fizikist Araç çubuğu eklentileri sayesinde ziyaretçilerimize ve üyelerimize sitemizdeki
son haber ve içeriklere ulaşım kolaylığı sağladık.
Umarım Fizikist.Com ile beraber bu bilim ve teknoloji yolculuğu uzun yıllar sürer.
Emre Altın
Fizikist.Com Yöneticisi
3
Dalga-Tanecik Dualitesi
Işıkla ilgili dördüncü yazımıza De Broglie’nin beklenen dalga tanecik kardeşliğini
sağladığını söylemekle başlayabiliriz. Fizikte bu dalga tanecik dualitesi olarak bilinir. Dual-
ite ikili gerçeklik demektir. Yani ışık dalgadır ve taneciktir ikili gerçekliği…
De Broglie (1892-1987) Fransız düküdür.Yani soylu bir ailenin çocuğudur. Dönem ortaçağ
avrupası olunca soyluluğun çok işe yaradığını söylemeden geçemeyeceğim doğrusu. Abisi fizikçi
olan De Broglie bir tarihçidir. Ancak abisi ile laboratuarda geçirdiği zamanlar fiziğe olan ilgisini ve
merakını ortaya çıkarmış ve tarih öğrenimini tamamladıktan sonra doktora tezi için bir fizik konusu
seçmeye karar vermişti. Dönem ışığın dalga olduğunu savunan fizikçilerle tanecik olduğunu savuna
fizikçilerin karşı karşıya olduğu bir dönemdi.Muhtemelen abisi de bu fizikçiler içinde yer alıyordu.
Şöyle dedi; De Broglie ‘Ya ikisi de doğruysa?’.Doktora tezinde de savunduğu konu bu oldu .
Işık tanecikli yapıdadır ve Einstein ‘ın dediği gibi fotonlardan oluşmuştur. Ancak bu tanecikler aynı
zamanda dalga özelliği de göstermektedirler. Ve tarihi fikrini ortaya attı.’ Işık tanecik özelliği gös-
teriyorsa, neden tanecikler de dalga özelliği göstermesin?. Evet tarihi diyorum çünkü bu fikir onun
doktora teziydi ve 1929 yılında Nobel fizik ödülüne layık görüldü. Formülize edilmiş hali λ= h/P
Momentumu olan tanecik yapını n dalga boyu var. Ancak fark edeceğimiz gibi bir taneciğin
momentumu ne kadar büyükse dalga boyu o kadar küçüktür. Yani ışık aynı anda hem dalga hem
tanecik özelliği göstermez.Her taneciğe eşlik eden bir dalga vardır.Ancak farklı olaylarda bir baskın
özellik gösterir. Fotoelektrik olayda tanecik baskınken, kırınım olayında dalganın baskın olması gibi.
Bu arada Davisson ve Germer i de anmadan geçemeyeceğim doğrusu. Yaptıkları bir deneyle biraz-
da tavafuk demek doğru olur sanırım elektronun nikel kristalinde kırınıma uğradığını keşfettiler.
4
Bu da bize gösteriyor ki dalga yalnızca fotonlara değil
kütlesi ve hızı ne olursa olsun tüm maddesel tan-
eciklere eşlik etmektedir. Maddesel tanecikler denince
aklımıza doğal olarak mekanik gelmektedir. Heisen-
berg ve Schrödinger de bu özellikleri gösteren ışığında
mekanik incelemesi yapılabilir diyerek dalga mekaniği
yani kuantum mekaniğini kurdular.
Kuatum konusunu ileriki sayılarda ayrıntılı olarak işlemeyi düşünüyorum.ancak ışıkla ilgili son
noktayı koymadan başlamak uygun olmaz herhalde. De Brogli dalga ve taneciği birleştirince Max-
well de elektrik manyetizma ve optik konularını birleştirdi. Bu fizikteki en büyük birleştirmedir. Elek-
trik alandaki değişim manyetik alanı, manyetik alandaki değişim ise elektrik alanı doğurur. Bu iki
gerçek daha önce Faraday ve Amper tarafından ayrı ayrı keşfedilmişti. Peki elektro manyetik olarak
adlandırabileceğimiz bu birleştirmede ışığın rolü nedir? Bir dahaki sayımızda bu soruyu yanıtlamaya
çalışacağız.
Müberra Altın
Yüksek Fizik Öğretmeni
5
Einstein’den 10 Hayat Dersi
Albert Einstein çoğu insan tarafından dahi olarak görülür. Şu ana kadar yaşamış en etkili
bilim insanı olmanın yanında teorik fizikçi, filozof ve yazardı. Bilime birçok katkı sağlamış
Einsteinın başarı sırlarını merak ediyor musunuz?
Sizin merakınızı çeken nedir? Neyi en çok merak ediyorsunuz? Benim merak ettiğim neden
bazı insanların başarılı olup bazılarının olamadığıdır. Bu yüzden yıllarca başarı üzerine çalıştım.
Merakınızın peşinden giderseniz başarıya ulaşırsınız.
Belirlediğiniz yolun sonuna ulaşacak kadar sabırlı mısınız? Posta pullarının gideceği yere varasıya
kadar mektuba yapışıp kalmasından ötürü çok değerli olduğu söylenir. Posta pulu gibi olun ve
başladığınız işi bitirin.
3. Bugüne odaklanın
‘Güzel bir kızı öperken düzgün araba kullanan birisi, öpücüğe hak ettiği dikkati vermiyor demektir.’
İki atı aynı anda süremezsiniz. Bir şeyler yapabilirsiniz ama her şeyi yapamazsınız. Şimdiye odaklanın
ve bütün enerjinizi şu anda yaptığınız işe verin.
6
4. Hayal gücü güç verir
‘Hayal gücü her şeydir. Sizi bekleyen güzelliklerin önizlemesi gibidir. Hayal gücü bilgiden daha
önemlidir.’
Hayal gücünüz geleceğinizi belirler. Einstein şöyle der: ‘Zekanın gerçek göstergesi hayal gücüdür,
bilgi değil’. Bu yüzden hayal gücünüzün hantallaşmasına izin vermeyin.’
5. Hata yapın
‘Hiç hata yapmamış bir insan yeni bir şey denememiş demektir.’
Hata yapmaktan korkmayın. Eğer nasıl okuyacağınızı bilirseniz hatalar sizi daha iyi bir konuma get-
irebilir. Başarılı olmak istiyorsanız yaptığınız hataları üçe katlayın.
6. Anı yaşayın
Geleceği ayarlamanın tek yolu olabilidiğiniz kadar şimdide olmaktır. Şu anda dünü ya da yarını
değiştiremezsiniz. Önemli olan tek an şimdidir.
7. Değer yaratın
Zamanınızı başarılı olmak için harcamayın, değerler yaratın. Eğer değerli olursanız başarı
kendiliğinden gelecektir.
Bir konuyu tartışabilirsiniz ama bu size sadece felsefi bir anlayış kazandırır. Bir konuyu bilmek
istiyorsanız onu deneyimlemelisiniz.
Yapmanız gereken iki şey var. Birincisi oynadığınız oyunun kurallarını öğrenmek. İkincisi ise oyunu
herkesten iyi oynamayı istemek. Bu iki şeyi yaparsanız başarı sizinle olur!
7
İşte geleceğin pratik otomobili
Bundan 20 yıl önce arabanın büyüğü ve hızlı gideni makbüldü. Ancak giderek artan şehir
nüfusları ve petrol fiyatları bu görüşün yok olmasını sağladı. İşte tüm bu sorunları çözecek
araba tasarımı...
Büyük şehirde yaşayan otomobil sahipleri için benzin parası, trafik çilesi ve park yapmak büyük bir
sorun haline geldi. Aslında bu üç önemli sorun tamamen aracınızın özellikleriyle de bağlantılı. Şu
anda bulunan ekonomik araçlar, bu sorunları bir nebze de olsa çözüyor.
Ancak ekonomik araçlar hem fiyat hem de tasarım olarak kendi sorunlarını yaratıyor. Kazalara karşı
dayanıksız olan bu araçlar aynı zamanda donanımsal olarak da eksiklikler yaşıyor. Günümüzde bir-
çok arabada bulunan teknolojik sürücü yardımı çoğunlukla bu cihazlarda kullanılmıyor.
Tasarımcılar teknolojinin nimetlerini kullanıp tüm bu sorunları ortadan kaldıracak bir araç geliştirdi.
Geçtiğimiz yıllarda yüz yılın en büyük buluşlarından biri olarak seçilen ve Amerika’daki posta
teşkilatının resmi ulaşım aracı olan Segway geleceğin otomobil tasarımı için kilit konuma geldi.
General Motors’un alt şirketlerinden biri, EN-V adlı konsept bir tasarım bu konuda büyük bir adım
atacak. Segway ve otomobillerin tasarımı olarak hazırlanan bu araç, iki kişinin kullanacağı şekilde
tasarlanmış. Teknoloji sitesi ShiftDelete.Net’in haberine göre, içinde GPS ve teknolojik sürüş desteği
bulunan EN-V’yi kullanmak için özel bir dokunmatik ekran tasarlanmış.
9
Bu teknolojik araç günümüzdeki en ekonomik otomobillerden bile daha ufak tasarlanmış. Lion
bateriyle çalışacak olan bu araç dolu şarjla 40 kilometre gidebiliyor. Aracın en ilginç özelliği ise
kendiliğinden kablosuz internet özelliğinin bulunması.
Niels Bohr
10
Güneyde de tyrannosaur varmış
Avustralya'nın güneydoğu kesiminde yer alan en az 105 milyon yıllık bir jeolojik bölgedeki bir dino-
zor barınağında bulunan bu kalça kemiğinin 30 santimetre uzunluğunda olduğu belirtildi.
Benson, bu keşfin çok ilginç olduğunu, bu zamana kadar tyrannosaur fosillerinin sadece kuzey
yarımkürede bulunduğunu, bu durumun da paleontologları bu dinozor türünün hiçbir zaman gün-
eye ulaşmayı başaramadığı düşüncesine sevk ettiğini söyledi.
Sadece bir kemik bulmalarına karşın, bu keşfin, 110 milyon yıl önce bunun gibi küçük
tyrannosaurların gezegenin her yerinde yaşamış olabileceklerini gösterdiğini belirten Benson, bu
keşfin, bu dinozor grubunun evriminin anlaşılması açısından çok önemli olduğunu bildirdi.
Avustralya’da bulunan bu fosilleşmiş kemiğin, yaklaşık üç metre boyunda ve 80 kilo ağırlığa sahip
bir tyrannosaura ait olduğu, bu dinozorun başının büyük, kollarının kısa olduğunun düşünüldüğü
ifade edildi.
11
Mamutların soyu nasıl kurudu?
Araştırma, kalıntıların yaşını belirlemek için kullanılan karbon 14 sayesinde, Sibirya'nın kuzeyine
yakın Rusya'ya ait Wrangel adasında MÖ 1700 yılında birkaç mamutun yaşadığını gösterdiğini ifade
ediyor. 4 bin yıl önce Wrangel'de bir mamut kolonisinin yaşadığı biliniyor.
Araştırmacılar ayrıca, Wrangel adasına mamutların yok olmasından yüzlerce yıl sonra gelen
insanoğlunun da mamutların yok olmasına sebep olmuş olmasının imkansız oluduğunu açıklıyor.
750 bin yıl önce yaşamış step mamudundan yünlü mamut gelişmiştir.
12
Robot Dünyası’nda neler oluyor?
13
Uçarken uyuyan kuş
Tüm ömrünü uçarak geçiriyor... Sadece üremek için konuyor... Baharın habercilerinden...
Ebabil kuşu...
Yaşayan Bahar kampanyası başımızın üzerinden geçip giden kuşları tanıtıyor... İşte onlardan
biri... Ebabil...
Ebabiller aslında kahverengidir, fakat gökyüzünde uçarlarken siyah görünürler. Uzun, bumeranga
benzer kanatları, kısa ve çatallı kuyrukları vardır.
Ebabilleri, kırlangıçla
karıştırabilirsiniz. Fakat kırlangıçlar
gibi uçarken kanatlarını kırmazlar.
Ayrıca onları kırsal bir alanda görmek
de imkansızdır. Yuvalarını çatıların
gizli yerlerinde yaparlar ve yuvalarına
çok hızlı girip çıkarlar.
Bazı ebabillerin 21 yıl yaşadığı gözlenmiştir. Bu kadar küçük bir kuş için bu oldukça uzun bir süre
değil mi?
Ebabil görmek için yaz aylarında gökyüzünün çok yükseklerine bakmalıyız. Ebabiller asla kırlangıçlar
gibi teller gibi yerlere tünemezler. Onları, özellikle akşam üstü çatıların ve evlerin üzerinde çılgınca
çığlıklar atarak hızla uçarken görebilirsiniz. Ebabiller mükemmel uçan kuşlardır. Yaşamlarının büyük
bir kısmını uçarak geçirirler. Sadece üremek için bir yere konarlar. Uçarken uyurlar!
Ebabiller Avrupa’ya Mayıs’ın başında gelir ve genellikle iki hafta içinde, oldukça hızlı bir şekilde tüm
kıtaya yayılırlar. Türkiye’nin bir çok yerinde ürerler. En çok sayıda ebabiliyse Mardin şehrinde gör-
meniz mümkün. Kışı geçirmek için Afrika’nın güneyine geri dönerler.
Avrupa’daki ebabillerin sayısı iyi durumda. Durumları iyi olmasına rağmen yine de ebabillerin
yuvalarını ve yaşam alanlarını koruyarak onlara yardım edebilirsiniz. “Kuşlara Yardım Edelim” bölü-
müne bakarak kontrol ederek nasıl yardım edebileceğinizi görebilirsiniz.
14
Depremi erkek kurbağadan öğreneceğiz
İngilterede yapılan bir araştırmaya göre, erkek kara kurbağaların günler öncesinden depre-
mi hissettikleri ortaya çıktı.
The Open University uzmanları, İtalya'da bir kurbağa üreme tesisinde gerçekleşen bir olay
sonrası, kurbağalar üzerindeki araştırmalarını genişletti.
Uzmanlar, geçtiğimiz yıl İtalya'nın L'aquila bölgesindeki bir kurbağa üreme merkezinde bulunan
erkek kurbağaların yüzde 96'sının, bölgede meydana gelen depremden 5 gün önce üreme tesisin-
den kaçtıklarına dikkat çekerek, kurbağaların depremi günler öncesinden seze bildiklerini açıkladı.
İngiliz araştırmacıların raporuna göre, İtalya'da meydana gelen depremin ana üssü üreme tesisine 74
kilometre uzaklıkta bulunuyor. Raporda, depremin meydana gelmesinden günler öncesinde atmos-
ferde yayılan gaz ve dalgalar nedeniyle özellikle erkek kara kurbağaların davranışlarında belirgin
değişimin gözlendiğine dikkat çekiliyor.
Uzmanlar, üreme tesisinde normal şartlarda kurbağaların bulundukları yerleri terk etmedikleri, üreme
sezonu bitene kadar bütün kurbağaların yerlerinde kaldıklarını dile getiriyor.
Raporda ayrıca, özellikle deprem öncesi radon gazı ve yer çekimi dalgalarının atmosferdeki elek-
tromanyetik dalgaların değişimini etkilediği, bu değişimin de kurbağalar üzerinde davranış
değişikliklerine neden olduğu vurgulanıyor.
15
Bir yıldızın ölümü
Geceleri gökyüzüne baktığımızda bizleri büyüleyen yıldızların nasıl yok olduğunu hiç
düşündünüz mü?
Uzayın incileri olan bu gök yıldızları aslında insanın kanını donduracak şekilde yok oluyor.
Bulutsuz sakin bir gece vakti bir de gökyüzünde bol bol yıldız görünüyorsa, herkesin içine bir
mutluluk ve huzur gelir. Bize evrenin büyüklüğünü ve gizemini anımsatan bu gök cisimleri aslında
göründüğünden daha farklı bir yapıya sahip.
Bize her ne kadar ufak pırlantalar gibi gözükse de yıldızlara yakından baktığımız zaman onların
güneşimizden bir farkı olmadığını görüyoruz.
Aslında bu gök cisimleriyle ilgili bilmediğimiz diğer bir ayrıntı ise en romantik anlarınıza eşlik eden
yıldızlarının bazılarının bundan çok önce ölmüş olabilecekleri.
Bu izlediğimiz görüntüler yıldızın uzaklığına göre ışık hızının boşluktaki hızı ile bize ulaşan
görüntüsüne dayanıyor..
16
Güneş uçağı havalandı
Güneş enerjisiyle çalışan Solar Impulse adlı prototip uçak, yaklaşık iki saat sürecek ilk uçuşu
için İsviçrenin batısındaki Payerne askeri üssünden havalandı.
Kanat açıklığı bir Airbus A340 genişliğinde (63,40 metre) olmasına karşılık sadece bir otomobil
ağırlığında (1600 kilo) olan dünyanın güneş enerjisiyle çalışan ilk uçağı, saatte 45 km hıza ulaştı ve
pistte yaklaşık bin metre katettikten sonra yerden kalktı.
İsviçreli kaşif ve pilot Bertrand Piccard ile aynı ülkeden mühendis Andre Borschberg'in projesi, daha
önce kötü hava koşullarından ötürü birçok kez ertelenmişti.
7 yıldır üzerinde çalışılan prototip, Aralık başındaki ilk havalanma denemesinde yerden bir metre
yükseklikte 400 metre uçmuştu.
Pilot Markus Scherdel bugünkü asıl denemede 2 saat süreyle 1000 metre irtifada uçacak.
Haziran 2009’da tanıtılan Solar Impulse’ın dev kanatları, her biri 10 beygir gücünde dört elektrik
motorunu besleyen ve 400 kilo ağırlığındaki lityum-polimer bataryaları şarj eden 12 bin foto-voltaik
hücre ile kaplı bulunuyor.
Proje, güneş uçağının iki yıl içinde beş etapta dünya çevresini dolaşmayı hedefliyor.
17
Davisson Germer Deneyi
Newton’ın dehasının oluşturduğu evren modeli, öyle-
sine kapsamlı ve anlaşılırdı ki; uzunca bir süre fizikçiler
kendilerini boşlukta hisettiler. Nasılsa Newton’ın den-
klemleri herşeyi açıklıyordu. Bunun için yapılacak tek
şey, Newton’ın dehasının önünde eğilmekti. Ama “her
şey” i açıklamak çok abartılı bir yakıştırmaydı.
Bunun bilincindeki bir bilim adamı olan Huygens, ışığın yayılması üzerine Newton’ın tanecik
modeline alternatif bir model geliştirdi. Işığın yapısını tanecikler gibi değil de su dalgaları gibi
modellemişti. O zamana kadar bilinen tüm ışık olaylarını en azından Newton’ın modeli kadar sade
bir dille betimliyordu. Ama bu görüşlerin Newton’a duyulan hayranlık yüzünden objektif olarak
değerlendirilmesi için biraz zamana ve deneysel olarak kanıta ihtiyacı vardı. Işığın dalga modeline
deneysel destek, 1801’de Young tarafından geldi. Young öyle bir deney düzeneği yapmıştı ki,
ışığın su dalgalarında olduğu gibi birbiri ile girişim yaparak bazı noktalarda birbirini kuvvetlendir-
erek parlak bölgeler, bazı noktalarda ise birbirini sönümlendirerek karanlık bölgeler oluşturduğunu
kanıtlamıştı. Ayrıca Young, deneyini yapmadan evvel sadece dalgalara has bir özelik olan kırınım
olayının ışıkta da gerçekleştiği Grimaldi tarafından gözlemlenmişti.
Maxwell’in keşfi, ölümünden sonra Hertz tarafından deneysel olarak ispatlandı. Elektromagnetik
dalgalar, aynı ışıkta olduğu gibi yansıma, kırılma, kırınım, girişim ve renklerine ayrılma gibi olayların
tümünü gerçekleştirebiliyor du. Bunun bilim çevrelerince duyulması ile ışığın dalgalar şeklinde
yayıldığı kabul gördü. Artık herkez çok rahatlamıştı ama bu rahatlık uzun sürmeyecekti.
Teorik olarak EM. Dalgalar dalga boylarına bağlı olarak herhangi bir enerji değerini alabilmeliydi.
Ancak böyle olması demek, uzayın belli bir bölgesinde sonsuz enerji yoğunlunun olması anlamına
geliyordu. Mor ötesi felaketi olarak
bilinen bu olayın açıklanmasını Planck, maddenin enerjiyi kesikli paketler şeklinde alabilmesi ile
açıkladı ve kuantum fiziğinin temellerini attı. Bir süre sonra bir metal üzerine düşürülen bir ışık
demetinin metalden elektron kopardığı fark edildi. Bunun ayrıntılı incelemesi ile şu verilere ulaşıldı:
Işığın metale düşmesi ile elektronun kopması arasında hiç zaman aralığı
yoktur. Işığın parlaklığı değiştikçe kopan elektronların enerjileri hiç değişmiyordu. Değişen şey,
elektronların sayısı idi. Kopan elektronların enerjisi, sadece gelen ışığın dalhaboğuna bağlıydı. Eğer
ışık bir dalga ise, elektronun kopabilmesi için elektrona ışık dalgaları ile aktarılması gereken enerji
belli bir süre gerektiriyordu.
Bu olayı Einstein açıklamayı başardı. Einstein’a göre bu olay, enerjinin kendisinin paketlenmiş
olmasının bir sonucuydu. Böylelikle Einstein, Planck’ın bir adım ötesine geçmiş oldu. Bundan sonra
ışığın yapısı yine karışmaya başladı. Einstein’in , görelilik kuramından çıkan bir sonuç, foton mo-
mentumu fikriydi. Işık paketlerinin taşıdığı momentum, ışığın dalga boyuna bağlıdır. Bir tarafta
taneciklerin bir özeliği olan momentum, diğer tarafta ise dalgaların bir özeliği olan
dalgaboyu! Bu nasıl bir arada olabiliyordu? Çok geçmeden Compton, foton momentumu fikri ile
uyum içinde olan ve kendi adı ile anılan deneyini yaptı. Fotonlar, aynen esnek çarpışma yapan bi-
lardo topları gibi davranıyordu. Bu bulgu, ışığın tanecik modelinin en önemli kanıtı olarak görülme-
ktedir. Işığın yapısı ile ilgili bu iki zıt düşünce hiç birleşmiyecekmiş gibi
görünmekteydi. Ancak görünürdeki bu ikilik, maddenin doğasının daha iyi anlaşılması için bir vesile
oldu. Gelinen noktada, ışığın bir enerji iletim biçimi olduğu, dalgalar biçiminde yayıldığını ama bu
dalgaların enerjilerinin kesikli birimler halinde paketlenmiş olduğu ortaya çıkmıştı.
Ayrıca daha genel olarak dalgaların tanecik özelliği gösterebildiği ispatlanmıştı. Acaba tanecikler
de dalga özelliği gösterir mi? Bu soruyu kendisine soran Luis de Broglie, maddenin yapısı hakkında
yeni ufuklar açacaktı.
20
De Broglie, Her maddesel yapının dalga özelliği gösterebileceğini var saydı. Bu dalga özelliği, cis-
min ölçülen bölgede olma olasılığı ile ilişkilendirilebilirdi.
Ancak dalgalar bazı durumlarda negatif değerler alacağı için, bu mantığa aykırı durumdan
kurtulmanın bir yolu olarak söz konusu dalga fonksiyonunun karesini almak gereklidir. Bazı ci-
simler, sahip oldukları dalga özelliğini sergileyemiyorlardı çünkü sahip oldukları dalgalar, cismin
boyutlarına oranla o kadar küçüktü ki dalga fonksiyonu tanecikli yapının gölgesinde kalıyordu.
Maddenin dalga yapısını anlamak için atom boyutundaki yapıları incelemek gerekiyordu.
Buradan, λ = h / P çıkar.
P yerine m.v yazılırsa, madde ile ona eşlik eden dalga boyu arasında bir ilişki kurulmuş olur. Elektro-
nun boyutları ve kütlesi, dalga özelliği göstermesine olanak sağlayacak boyutlardadır. Madem ki De
Brogle dalga boyları söz konusu taneciğin o bölgede bulunma olasılıkları ile ilgili ise, o zaman bir
söz konusu elektronun atomun neresinde bulunacağı, hesaplanan kendi dalga özelliğine bağlıdır.
Formüldeki değişken, momentum olduğuna göre; elektronun bulunacağı olası yer, tama-
men momentumuna bağlı olacaktır. Peki neden elektronlar belli bir enerji kabuğu üzerinde
bulunurlar? Bu sorunun yanıtı De Brogle dalga boyları ile verilebilir. Çekirdekten herhangi bir
uzaklıktaki keyfi bir yörünge düşünelim. Bu yörünge üzerinde elektronun bulunma olasılığı hesap-
lanmak istenirse, öncelikle elektronun çekirdeğe o uzaklıkta sahip olacağı momentum bulunmalıdır.
Bunu λ = h / P formülünde yerine koyarak bu elektrona karşılık gelen dalgayı bulabiliriz.
Oksit tabakasını yok etmek için nikel plaka hidrojen buharı ile ısıtıldıktan sonra yerine
yerleştirildi ve deney tekrarlandı. Ancak bu olaydan sonra sonuçlar hiç
beklenmediği gibi çıkıyordu. Elektronlar belli bolgelerde oldukça yoğun iken belli bölgelere
ise hiç elektron gelmiyordu.
Bu beklenmeyen sonuçlar şu şekilde yorumlandı: Isıtma sonucunda nikel metalinde büyük kristal
örgüleri oluşmuştu. Bu örgüler elektron için bir kırınım ağı gibi davranıyordu. Elektron nikelden
geçerken bir dalga gibi davranarak kırınım ve girişim yapıyordu.
Daha sonra tekbir kristalden saçılmasının ayrıntılı olarak incelenmesi, De Brogle dalgaları nın varlığı
kabul görmüş oldu.
Bu dalga elektronun üzerinde bulunacağı yürüngenin üzerine sarılacağı için iki durum söz konusu
olabilir. Birinci durumda, bu dalga, düzensiz sarıldığı için ikinci defa kendi üzerinden geçtiği zaman
yok edici girişimden ötürü var olamaz. İkinci durumda ise, yörünge çevresi elektronun dalga boyu-
nun bir tam katıdır ve dalga zaman içerisinde yok olmadan varlığını sürdürebilir.
De Brogle nin önerdiği madde dalgaları, Davisson ve Germer tarafından düzenlenen bir
deney sırasında tesadüfen doğrulanmıştır. ABD’den C.S. Davisson ve L.H. Germer adındaki bu
iki bilim adamının ilk baştaki amaçları düşük enerjili elektronların boşlukta nikel bir metalden
saçılmasını incelemekti. Ancak deneyi yaparlarken vakumu oluşturan kap kaza sonucunda kırıldı ve
nikel yüzey hava ile temas ederek oksitlendi.
21
Max Planck
Almanya'nın Kiel şehrinde entelektüel bir
ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası
Kiel Üniversitesi'nde hukuk profesörüydü. Orta
öğrenimini Münih'te Max Millian Lisesi'nde
tamamlayan Planck, bilime gönül vermiş bir
öğretmenin etkisinde fiziğe özel bir ilgiyle
bağlandı; bir yandan da ailesinin sağladığı
olanakla piyano dersleri aldı.
Bu, küçük bir ısının bile son derece parlak bir ışık vermesi demekti. Öyle ki, vücut ısımızın bizi
bir ampul gibi aydınlatması beklenirdi. Radyasyon enerjisi sürekli bir akış olarak varsayıldığından,
spektrumun kısa dalga (yüksek frekans) kesiminin alabildiğine geniş olması, hatta sınırsız uzaması
gerekirdi.
Başka bir deyişle dalga uzunluğunun giderek kısalmasıyla enerjinin sonsuza doğru artması söz
konusuydu. Fizikçiler bu beklentiyi mor ötesi facia diye niteliyorlardı. Oysa, deney sonuçları spek-
trumda çok değişik bir enerji dağılımı ortaya koymaktaydı. Bir kez deney, hiçbir maddenin, ne denli
akkor haline getirilirse getirilsin, sonsuz enerji salacağını kanıtlamıyordu. Sonra çıkan enerjinin
büyük bir bölümünün orta dalga uzunluktaki kesimde olduğu görülüyordu.
Yerleşik kuram ile deney sonuçları arasındaki tutarsızlık gözden kaçmayacak kadar açıktı.
Sorun deneysel verilere dayalı hesaplamalarda bir hatadan kaynaklanmıyor idiyse, yerleşik kuramın
yetersizliği söz konusu olmalıydı.
Planck’ın yetkin örnek olarak aldığı kara-cisim üzerinde yürüttüğü kuramsal çalışması 1900’de
yayımlanır.
Çalışmanın dayandığı temel düşünce şuydu: Madde her biri kendine özgü titreşim frekansına
sahip ve bu frekansla radyasyon salan vibratörlerden ibarettir. Gerçi bu düşüncenin yürürlükteki
kurama ters düşen yanı yoktu: Ne var ki, Planck aynı zamanda vibratörlerin enerjiyi sürekli bir akıntı
olarak değil, bir dizi kesik fışkırmalarla saldığı görüşünü de ileri sürmekteydi. Bu demekti ki, belli bir
frekanstaki bir osilatörün saldığı veya aldığı enerji ancak tam birimler biçimde olabilir; birim kesirl-
eriyle olamazdı. 1900 yılında Kuantum Mekanigini keşfetmiştir.
23
Planck'ın çözüm arayışında başvurduğu istatistiksel
yöntemin de, inceleme konusu ilişkilerin sayılabilir
olmasını gerektirmesi, radyasyon enerjisinin birey-
sel bölümlerden oluştuğu varsayımını kaçınılmaz
kılıyordu.
Önerilen çözüm basitti: Gözlem sonuçlarıyla
bağdaşmayan sürekli akış varsayımından vazgeçmek!
Ne var ki, şimdi oldukça açık ve mantıksal görünen bu
çözümün o dönemde hemen benimsenmesi bir yana,
akla yakınlığı bile kolayca düşünülemezdi. Doğanın
sürekliliği bir hipotez ya da sıradan bir varsayım
olmanın ötesinde doğruluğu sorgulanmaz bir inançtı
adeta! Newton mekaniği gibi Maxwell'in elektromany-
etik teorisi de doğanın sürekliliğini içeriyordu.
Nitekim elektromanyetik teoriyi deneysel olarak doğrulayan Hertz, ışığın dalga teorisine değinerek
bu teoriyle fiziğin değişik kollarının sağlam, tutarlı bir bütünlük kazandığını belirtmekten geri kal-
maz.
Yerleşik bir kuramı sorgulamak kolay değildir gerçekten. Hele yeni bir kuram oluşturmak, üstün
zeka ve hayal gücünün de ötesinde yüreklilik ister. Doğrusu, Planck'ın, getirdiği çözümle devr-
imsel bir gelişmeyi başlattığının farkında olduğu; dahası çözümünün, bağlı olduğu klasik fiziği
sarsabileceğini öngördüğü söylenemez. Ama onun yadsınamaz yanı, karşılaştığı soruna gösterdiği
olağanüstü duyarlılıktı.
Bir özelliği de özentisiz olmasıydı: Çözümüne deneysel verileri matematiksel olarak dile getiren
masum bir formül gözüyle bakıyordu.
Buna göre, bir enerji kuvantumu, dalga frekansıyla Planck değişmezinin çarpımına eşittir (ışık hızı
gibi doğanın temel değişmezlerinden sayılan h, herhangi bir radyasyon enerji miktarının dalga
frekansına orantısını simgelemektedir).
Planck'ın önerdiği hipotez başlangıçta hiç değilse ışığın dalga teorisine doğrudan bir teh-
like oluşturmuyordu, belki. Ama klasik fiziğin önemli bir ilkesi olan doğanın sürekliliği varsayımı
sarsılmıştı. "Doğa asla sıçramaz" anlamına gelen eski Latince özdeyiş, Natura non facit saltus
geçerliliğini sürdüremezdi artık!
Kaldı ki, çok geçmeden Einstein'in 1905'te ortaya koyduğu "Fotoelektrik etki" diye bilinen teorisiyle
ışık da kuvantum teorisinin kapsamına girer. Böylece ısı, ışık, elektromanyetizma vb. radyasyon türl-
erinin tümünün kuvanta biçiminde verilip alındığı hipotezi doğrulanmış olur. Bu hipotez daha sonra
Bohr, Schrödinger, Heisenberg vb. bilim adamlarının önemli katkılarıyla çağımız fiziğine egemen
kuvantum mekaniğine dönüşür. Planck, istemeyerek de olsa bu büyük devrimin öncüsüydü.
Çağımızın ünlü fizikçisi Born, Planck'ın bilimsel kişiliğini kısaca şöyle belirtmişti: "Yaratılıştan tutucu
bir kafa yapısına sahipti; "devrimsel" diyebileceğimiz hiçbir eğilim ve özentisi yoktu.
Olguları aşan spekülasyonlardan da hoşlanmazdı. Ne var ki, salt deney verilerine olan saygısı
nedeniyle, fiziği temelinden sarsan en devrimci düşünceyi ileri sürmekten de kendini alamadı."
Bu erdemli kişi, ne yazık ki, uzun yaşamını trajik bir kararla noktalamak zorunda bırakılır. Yedi
çocuğundan yaşamda kalan tek oğlu 1944'te Hitler'e suikast suçlamasıyla yakalananlar arasındaydı.
Nazi yöneticilerinin yaşlı Planck'a önerileri "basit" olduğu kadar korkunçtu: "Nazizme inanç ve
bağlılık duyurusunu imzala, oğlun idamdan kurtulsun!" Planck, tek umudu olan oğlunun ölümü
pahasına, yaşam anlayışına ters düşen duyuruyu imzalamaz!
24
Louis De Broglie
Atomik sistemlerin yeni mekaniğine doğru ilk cesur adım, 1923' te Louis Victor de Broglie
tarafından atıldı. Broglie, ne yaptı?
E= hf ve E= mc2
Eşitlenen denklemler bunlar. Bilindiği gibi h, Planc sabiti; f, frekans; m, kütle c de ışık hızı.
Maddenin ikili doğası bu iki eşitlikte açıkça ortaya çıkar. Yani her bir eşitlik hem parçacık
kavramlarını (mv ve E), hem de dalga kavramlarını (dalga boyu ve frekansı) içerir. Şöyle demişti:
“ Kuantum kuramının temel düşüncesinin,ayrık bir enerji miktarını, ona belli bir frekans bağlamadan
düşünmenin olanaksız görülmesidir.”
De Broglie’nin çalışması, bilim tarihinde Albert Einstein’ın çalışmasının bir devamı anlamında çok
önemlidir. De bRdoglie bağıntılarının fotonlar ve elektronlar için deneysel olarak doğrulanması
önerisinin kolayca kabul görmesini sağladı.
25
Kafanızın içindeki evrene yolculuk: BEYİN
Bu satırları okurken başınızın içinde neler olup bitiyor? Gözlerinizle kelimeleri görüyorsunuz
ve bu kelimeleri anlamdırıyorsunuz. Peki, bunları nasıl biliyorsunuz ve gerektiğinde hatırlıyorsunuz?
Duyduğunuz seslere nasıl tepkide bulunuyorsunuz? Yediğiniz bir yemeğin tadını, kokusunu,
görüntüsünü, ne şekilde değerlendiriyorsunuz? 5 duyu ordanıylaaldığınız mesajları nasıl ve nerede
anlamlandırıyorsunuz, hiç düşündünüz mü? Bütün bu soruların cevabı kafanızın içindeki mükemmel
evrenin kıvrımlarında. Evren diyorum, çünkü sınırları ve potansiyeli hakkında evrenle kıyaslanacak
derecede muhteşem bir organa sahibiz. Bu organımızın adı BEYİN.
Beyin, vücudumuzun tüm faaliyetlerini denetleyen bir kumanda merkezi gibidir. Zira kokpit
gibi basit değil. Mükemmel ve kusursuz yapısıyla, bilim adamlarını hayretler içinde bırakacak kadar
kompleks bir yapıdadır. İşitme, görme, dokunma , tatma ve koklama gibi faaliyetlerin gerçekleştiği
yerdir beyin. Beynin fonksiyonlarını sıralamakla bitiremeyiz. Çünkü sınırsız diyebileceğimiz sayıda
fonksiyonu vardır. Vücudumuzun her noktası arasında beynimiz, milyarlarca sinir ve bağlantı kurar.
Tıpkı elektrik kabloları gibi vücudunuzdaki sinirler beyninize mesajlar iletmektedir. Bu bağlantının
anlamlandırıldığı yer beyindir.
26
Beyin denge testi!
1) Zaman kavramını yitirdiğiniz oluyor mu? 6) Gök gürültüleri ve okyanus dalgaları gibi
doğal olaylarla ilgilenir misiniz?
A) Sık sık
B) Ara sıra A) Boş vaktim olursa
C) Nadiren B) Hayır
C) Evet
2) Bir müzik aleti çalsa, 7) Şarkı ya da reklam jenerikleri
mırıldanırım.
A) Şarkı okulayı tercih ederim.
B) Kulaktan çalmasını tercih ederim. A) Sık sık
C) Tercihim yok. B) Ara sıra
C) Hiçbir zaman
3) Keyif için kitap okurken,
8) İkna yöntemi olarak,
A) Kurgu olmayanları tercih ederim.
A) Gerçekleri, biçimleri ve duyguları kullanırım.
B) Her çeşit okurum.
B) Gerçekleri ve biçimleri kullanırım.
C) Kurgu tercih ederim.
C) Duyguları kullanırım.
27
Cevaplar Skorunuz
1) A) sağ B) nötr C) sol
Sonuç
Sol çoğunluktaysa: Mantığınızı ve analizlerinizi kullanıyorsunuz.
Emest Rutherford
28
Zekanı Test Et!
Bu sayfa kafanızı kurcalamak için hazırlanmıştır.
Asker
İki asker, aynı noktadan başlayarak zıt yönlere doğru 4’er metre yürürler.
Sonra her ikisi de sağa dönerek 3’er metre daha yürürse aralarındaki
uzaklık ne olur?
Saat
Tüm saat çeşitlerini göz önünde bulundurduğunuzda, hareket eden birim-
leri en fazla olan saat hangisidir?
Rusça
Rusça olarak yazılan ve hiç Rusça bilmeyen biri tarafında kolaylıkla
okunabilen ve anlanan sözcük nedir?
Müzisyen
4 müzisyen Mozart’ın 40. Senfonisi’nden kısa bir bölümü 6 dakikada çalar
ise, 6 müzisyen aynı bölümü kaç dakikada çalar?
29
Kim demiş ne demiş?
Herkesin her söylediğine hiçbir araştırma yapmadan inanmak bilgisizliktir. (İbn-i Sina)
Elbette nev-i beşer, ahir vakitte ulum ve fünuna dökülecektir. Bütün kuvvetini ilimden
alacaktır. Hüküm ve kuvvet ise, ilmin eline geçecektir. (Yirminci Söz)
Bilmediğini bilmeyenden uzak dur, bilmediğini bilene öğret, bildiğini bilmeyeni aydınlat,
bildiğini bilene itaat et. (Arap Atasözü)
Asıl yetimler anadan babadan değil ilim ve ahlaktan yoksul olandır. (Hz.Ali)
İnsan ebed için yaratılmıştır. Onun hakiki lezzetleri, ancak merifetullah, muhabbetullah,
ilim gibi umur-u ebediyedir. (Bedüzzaman)
30
Bu sana neyi gösteriyor?
Bir bilim adamı ve karısı birlikte tatile çıkarlar. Gittikleri yerde kamp kurarlar. Tatillerinin ikinci
gününün akşamı güzel bir yemekten sonra çadırlarına girip uykuya dalarlar. Birkaç saat sonra kadın
uyanır ve kocasını da uyandırır. Adam karısına kendisini neden uyandırdığını sorar. Karısı: “Yukarıya
bak ve bana ne gördüğünü söyle.” Der. Adam, önce yıldızlı gökyüzüne bakar ve biraz huzursuz
“Bunu sormak için mi uyandırdın beni?” diye sorar. Karısı ıslarla tekrarlar: “Yukarıya bak ve bana
gördüğünü söyle.”
Adam püfleyip kafasını tekrar yukarıya çevirir. “Baktım işte, bir sürü yıldız görüyorum. Işıl ışıl
parlayan milyonlarca yıldız…” Karısı tekrar sorar: “Peki bu sana neyi gösteriyor.”
Artık uykusu iyice kaçan adam biraz düşünür ve cevap verir. “Teolojik olarak; Tanrı’nın kudre-
tini ve kendi acizliğimizi görüyorum. Felsefi olarak; evrenin sonsuzluğunu ve onun karşısındaki
önemsizliğimizi görüyorum. Astronomik olarak; galaksilerin , yıldızların, gezegenlerin varlığını ve
yıldızların konumuna bakarak saatin yaklaşık üç sularında olduğunu görüyorum. Meteorolojik
olarak da; bugün havanın çok güzel olacağını görüyorum.
Niye sordun şimdi bunu bana? Sana neyi gösteriyor?”
“Hayatım, çadırımız çalmışlar!”
Akşam serinliği
Bütün ülkelerin bilim adamlarının davet edildiği bir uzay konferansı için Türkiye’den de bilim adamı
olarak Temel gönderilmiş.Konferans başlamış. Rus bilim adamı, uzaya ilk biz gittik diye hemen
böbürlenmiş. Amerikalı bilim adamı, Ay’a ilk ayak basan biziz diye böbürlenmiş. Sırayla tüm ülkeler-
in bilim adamları konuşmuş, bir ara Amerikalı bilim adamı, Temel’ dönmüş, siz ne yaptınız, ne gibi
çalışmalarınız var diye sormuş.
Salonda derin bir sessizlik olmuş ve bütün başlar Temel’e çevrilmiş. Temel şöyle bir etrafına bakmış,
ayağa kalkmış ve göğsünü kabartarak, biz Güneş’e gideceğiz demiş. Birden bir uğultu ve ardından
kıpırdanmalar olmuş. Rus hemen, ama mümkün değil henüz Güneş’e erimeden ulaşacak bir uzay
gemisi yapılmadı demiş. Temel yine göğsünü kabartarak cevaplamış, biz onuda düşünduk, akşam
serinliğunda gideceğuz…
32
İlginç bir düşünce deneyi..
İkizler Çelişkisi
Bir düşünce deneyi yapalım. 25 yaşında olan bir
astronotumuzu ışığın %95'ine erişen bir rokete bindir-
erek 25 ışık yılı uzakta olan bir yıldıza gitsin
. Giderken dünyada 25 yaşında ikiz kardeşini 22 yaşında karısını ve 2 yaşında çocuğunu bıraksın.
Acaba 20 ışık yılı uzaktaki yıldızdan geldiğinde evinde neyle karşılaşır?
Astronotumuz 95/100 c lik bir hızla yolculuk yaptığı için zamanı yavaşlayacaktır. Fakat o bunu his-
setmeyecektir. Bu yavaşlamanın ise yaklaşık 15 yıla karşılık gelmektedir.
Yani normalde dünyada 50 yıl geçerken astronotumuz için 15 yıl geçmiştir. Yani 40 yaşında
olacaktır. İkizi ise 75, eşi 72 ve 52 yaşında olur. Çocuk babasından tez yaşlanmıştır.
Burada şu soru sorulabilir; "İkizlerimizden hangisi ışık hızına yakın bir hızla yolculuk yapmış ve
neden yaşlanmayan kişi olmuştur." Buradaki problem ikizlerimizin bağıl hareketinde yatmaktadır.
Evde kalan ikizimize göre kardeşi çok hızlı bir şekilde dünyadan uzaklaşmaktadır. Roket içinde-
ki astronotumuzu referans noktası olarak alırsak kendisi durgundur , ailesi ve kardeşi ondan
uzaklaşmaktadır. Bu durumda hangi ikizimizin yaşlandığı çelişkisi ortay çıkar. Bu çelişki ikizler para-
doksu olarak bilinir.
Paradoksun çözümü ile hareketlerin aynı olmadığını anlamakta yatar. Astronot olan ikizimiz uzay-
daki yolculuğu boyunca hızlanma ve yavaşlama hareketi yapmış olmalıdır. Bu sebeple eylemsiz bir
sistem olamaz. Bu sebeple de (eylemsiz olduğu için) özel göreliliğe dayanan düşüncelerimiz onun
sisteminde geçerli olmazlar. Dünyada kalan ikizimiz eylemsiz bir sistemde bulunduğu için görelilik
hakkında doğru tespitler yapabilir. Buna göre astronotumuz yolculuğunu bitirip evine döndüğünde
normale göre aha genç olacaktır.
Düşüncelerle karşılaşınca, zayıflar korkar, aptallar karşı gelir, akıllılar karar verir.
J.Roland.
33
Aşılamayan engeller karşısındaki seçenekler nelerdir?
1.Sabır yolu:
2.Esneklik yolu:
Hiçbir hedefe tek yoldan girilmez. Başka yolları dene. Bir hedefe giden yol, gökteki yıldızların
sayısı kadardır. Bir kapıyı kırk kere çaldığında açmadılarsa, kır kapıyı bir daha çal. Esnek ol. Öteki
seçenekleri yokla.
3.Kararlılık yolu:
Kendini ve şartları zorla. Tüm konsantrasyonunu ver ve tüm gücünle yüklen. Kırk yere bir me-
trelik kuyu kazma, bir yere kırk metrelik kuyu kaz. Kırk kapıyı çalma, bir kapıyı kırk kere çal. Açan
olmadıysa çilingir çağır! Kapıyı farklı anahtarlala açmayı dene. Olmadıysa kapıyı kır! Kararlılık en
olmazı doldurur.
İnsanın yolu değil aklı tıkalıdır. Kör noktalarını görmek için ya aklını geliştir ya da başka insanların
fikrini sor. Yeni bir çözüm için gereken yeni bir akıldır. Unutma: “Zihnin paraşüt gibidir, açıldığında iş
görür.”
Başarısızlık yetersizlikten doğar. Kendini engellerinden büyük hale getir. O kadar değerli hale gel ki,
o kapıdan geçmen için seni davet etsinler!
6.Modelleme yolu:
O engelleri başkasının nasıl aştığını öğren. En iyileri taklit et. Yapanlar nasıl yapmış?
O hedeften vazgeç. Kendini bırak ve bir daha deneme. Müslüm Gürses’in ‘Kul Kaderini Yaşar,
Bahtına Ne Çıkarsa’ şarkısını dinle. Bunalıma gir ve hiçbirşey yapma.
Fizikist.com, Eğitim, Okul, ve Öğrenci kategorisi olarak 3 ayrı kateogiroride yarışma adayı.
Bu yarışma sürecinde desteklerinizi bekliyoruz.
Fizikist.Com 2 Yaşında!
Fizikist.Com web sitesine ve Fizikist E-Dergi’ye göstermiş olduğunuz ilgi için
teşekkür ederiz.
© 2010