Professional Documents
Culture Documents
Richard Leakey - İnsanın Kökeni PDF
Richard Leakey - İnsanın Kökeni PDF
Richard Leakey - İnsanın Kökeni PDF
INSANIN KOKENI
RICHARD lEAKEY
Türkçesi:
.......ii.r::! E M GÜL
\9
VARLlK/ BiLiM
Tarih
Zaman Dönem (Milyon Çağ Kültür dü zeyi Kültür dönemi
yıl)
Holosen Neolitik
Azilien
0.01
Magdalenien
Solutreen
(Üst) Gravettien
(Üst) Aurignacien
� 0.04 Chatelperronien
·c;
"'
c
······································ ·········································
"'
.......
c
E
"'
(Orta) 1 Mousterien
.......... ............................ ... ........... ... ................. ......
"' N
c ,;:ı 0.5
"' u
N
Levalloisien
c
::ı '::ı
-" "C
"'
"C :0
"' o
N
':ı
E (Orta) Clactonien
,;:ı
c c
'::ı "'
"'
�
-" � �
"ô ·;:; o
N "'
ı (Alt)
o
li:
c c;;
"' ll..
V)
Acheuleen
(Alt)
2
Pliosen Oldavan
5
·c;
"' İnsansılar, insangillcrin kökeni
c
Miosen
"'
E 25
"'
N
,;:ı
u
Oligosen Antropoidlcr, insansıların kökeni
c
,;:ı
'->' 35
':ı
Eosen Antropoidlcrin kökeni?
53
Paleosen Prosimianlar
65
iÇiNDEKiLER
Ön söz 7
1 İlk İnsanlar ıs
4 Soylu A ve ı İ nsan'? 71
7
sinin ardından, kuru bir ırm ak yatağındaki kestirme yolu izle
yerek kampa geri dönüyorduk. İkimiz de susamı§tık ve yakıcı
öğlen sıcağından bir an önce kurtulmak istiyorduk. Birden ,
önümüzdeki portakal renkli kumda, göz çukurları bize bo§ bo§
bakan, eksiksiz, fosille§mi§ bir kafatası gördüm. Hiç ku§kusuz
insansı bir yapıya sahipti . O anda Meave'e tam olarak ne dedi
ğimi geçen yıllar bana unııllurdu, ama rastlantıyla bulduğumuz
§ey kar§ısında sevinç ve hayret karı§ımı bir duygu ifade ettiği
mi biliyorum .
Soyu çok uzun siire iince tiikenmi§ bir insan türü olan �t
ralopithecııs boisei'ye ait olduğıımı hemen anladığım kafatası,
-belli mevsim l e rd e ı' r rııağı ıı gcr,:t iği torıular arasından kısa bir
süre önee giin ışığına r,:ık rı ı ı şt ı. 1 .7S milyon yıl önce gömülme
sinden bu yana ilk kı�z giin ışığı na ı;ıkaıı iirnek, o zamana dek
bulunan birkaç sağlanı eski i nsan kafatasından biriydi. Ortaya
çıkı§ından sonraki lıi rkar,: hafta i<,.�inde yoğıııı yağı şlar kuru ya
tağı vah§i bir akınt ı yl a dol d ı ıraeaktı; Mt�avc'Iı� ikimiz o anda
bulmasaydık, bu narin kalıntı hiç kuşkusuz, taşkıııl a birlikte
yok olacaktı. Çok uzun süredir göm ü l ü kalan fosili t anı zama
nında bulup kurtarına olasılığı aslında çok d iişiikt ii.
İlginç bir rastlantı sonucu bu ke§fiın , aıııwııı Mary Le
akey'i n Tanzanya'daki Olduvai Boğazı'nda benzı� r l ı i r kafatası
bulu§unun neredeyse günü gününe onuncu yıl ı n a dı·ı ı k gdıni§
ti . (Ama o beyin kutusu, Paleolitik çağdan kalma l ı i r y a p l ı oz
lıul ınaca gibiydi; yüzlerce parçacıktan yeniden olıı şt ı ı rı ıl ııı as ı
gcrekmi§ti.) Anla§ılan, Mary'ye ve babam Louis'e ııa s i p olan
t• fsanevi 11 Leakey §<msı 11 bana da geçmi§ti . Bu §an s ı rıı il nide
dı· devam etti; Turkana Cili ii'nde sonraları yaptığım kı� ş i ll c r
dı·ıı dı� , aralarında, modern i nsan 1/omo sapiens'e dek uzanan
1/omo c insine ait bilinen ı�ıı l'ski sağlam kafatasının da lııı l ı ı n
dıı ğıı pek r,:ok fosille döndii ııı.
Cc ı ı ı;l iii;i rn de - dü nyaca iiı ı l ii l'lıeveynleriınin gölge si altı n d a
kal ıııarııak anı aeıyla- fosil avı-ıl ığıyla ilgilenmemeye yerni n d
ı ı ı i� ol ıı ıanıa rağırıı�n , l ııı ı ş ı ı ı lıiiyiisii beni içine çek m eye yı�t ı i .
Doğu Afrika'nın, atalarımızın kalıntılarını gizleyen eski, kıraç
yataklan yadsınması olanaksız, özel bir güzelliktedir; ama aynı
zamanda acımasız ve tehlikelidir. Fosil ve eski taş alet arayışı
çoğunlukla romantik bir deneyim olarak tanılılır ve gerçekten
de romantik yönleri vardır; ama bu, temel verilerin rahat labo
ratuvarlardan yüzlerce ya da binlerce mil uzaklıkta çıkartılma
sını gerektiren bir bilimdir. Fiziksel açıdan insanı zorlayan, öz
veri isteyen bir iştir; kimi zaman insanların yaşam güvenliğini n
bağlı olduğu lojistik bir operasyondur. Ö rgütlenmeye, zorlu ki
şisel ve fiziksel şartlar altında işleri sürdürmeye yetenekli oldu
ğumu fark etti m . Turkana Gölü'nün doğu kıyısındaki sayısız
önemli keşif beni, bir zamanlar şiddetle kaçtığım bir mesleğe
çekmekten öte, meslekte ün kazanmaını da sağladı . Yine de
asıl hayale - yani eksiksiz bir iskelete - bir türlü ulaşamıyor
dum.
1984 yazının sonlarında, çalışma arkadaşlarımla birlikte,
nefeslerimizi toplu olarak tutmuş ve sürekli artan umudumuz
deneyimin katı gerçekliği karşısında sönmüş bir haldeyken, bu
hayalİn şekillenmeye başlamlığını gö;·dük. O yıl ilk kez, gölü n
-batı kıyısını keşfetmeye karar vermiştik. 23 Ağustos'ta, e n eski
dostum ve çalışma arkadaşım olan Kaınoya Kimeu'yla birlikte,
mevsimlik akarsuyun oyduğu dar bir dere yatağı yakınlannda
ki çakılların üstünde, eski bir kafaıasına ait ki.içi.ik bir parça
bulduk. Dikkatle kafatasının diğer parçalarını aramaya başla
dık ve u mduğum uzdan çok daha fazlas ı nı lıulduk. Bu keşfi iz
leyen ve açık sahada yedi aydan fazla bi r zamana denk gelen
beş kazı mevsimi boyunca ekibimiz, bin l ıeş yi. i z ton tortu çı
kardı ve sonuçta, 1 . 5 milyon yıldan fazla bir si.i re önce eski gö
lün kıyısında iilıniiş birinin eksiksiz iskeieıini bulduk. Turkana
çocuğu adını ıakıığı mız bu birey öldi.i-ği.inde yalnızca dokuz ya
şındaymış; öl ii ın rıı�deni ise hala bilinmiyor.
Arka arkaya fosil kemikleri çıkarmak gerçekten eşi bulun
maz bir deneyiıııdi: kollar, bacaklar, om urga kemikleri, kabur
galar, leğeıı kı�ıııiği, çene, dişler ve yine kafataslan. Çocuğun
9
iskeleti §ekilleniyor ve ı . 6 milyon yıl parçalar halinde yattıktan
sonra, bir birey olarak yeniden olu§turuluyordu. İnsan fosili
kalıntılannda, yalnızca ı 00.000 y ı l öncesindeki N eanderthal
dönemine dek, bu iskelet kadar eksiksiz bir ba§ka §ey buluna
mamı§tır. Böyle bir ke§fin yarattığı duygusal heyecanın ötesin
de, bu ke§fin insana özgü tarihöncesindeki önemli bir evreye
dair çok önemli içgörüler sağlayacağını da biliyorduk.
Öyküye devam etmeden önce, antropolojik deyimler hak
kında birkaç söz elmek is t iyoru m Gizemli deyimler sağarıağı
.
lO
ŞEKil
Önemli fosil alanları. İlk erken İnsan fos iIleri, I 924'ten itibaren, Güney Af
rika'daki ıııağara sitlerinde buhıııınıı§tıı. llalıa sonraları, l959'dan itibaren,
Doğu .i\frika'da (Tanzanya, Kenya, Etiyopya) da iiııcnıli ke§İiler yapıldı.
ll
şeklinde, boyun kısa ve bel yok- insandan çok İnsansım ay
mun benzeriydi. Homo erectus'ta beyin büyüdü, yüz düzleşti ve
beden daha atietik yapılı hale geldi. Homo erectus'la birl i kte,
kendimizde gördüğümüz pek çok fiziksel özellik de ortaya çık
tı; anlaşılan İnsanın tarihöncesi, 2 milyon yıl önce çok önemli
bir dönüm noktasından geçmişti .
Homo erectus ateş kullanan, avcılığı beslenme düzeninin
önemli bir parçası haline getiren , modern insanlar gibi koşabi
len, belli bir zihinsel kalıba göre laş aleller yapabilen ve hare
ket alanını Afrika'nın ötesine Laşıyahil e n - ilk insan türüdür. Ho
mo erectus'un konuşma ı l il i ne salıi p oluı ı � ıl madıgı ��I-;;s in ola
rak bilemiyoruz, anıa l ı u n a işard cıbı ı;ı�şi ı l i kanıtlar var. B u
türde belli lıir lıen l i k l ı i l i n c i , i n sansı l ı i r l ıi l i nı; olup olmadığını
da b i l miyoruz ve lıii yii k olasılıkla asla l ı ikıııeyeceii;iz; ama ben
olduğunu d ii ş ii niiyo n ı m . 1/omo sapicns' i n •�n ı lı �ğı�rl i özellikleri
olan dil ve b i l i ncin tarihöncesi kal ıntılarında lıiı;l ı i r ka nı t bırak
madığını söylemeye herhalde gerek yok.
Anlropoloğun hedefi, İnsansı maymun l ıenzcri lıir yaratığı
bizim gibi insanlara dönüştüren evrim olayla rı nı aıılaıııaktır.
Bu olaylar romantik bir açıdan, büyük bir ı iya ı ro !'!'i eli g i l ı i ta
nımlanmış ve gelişen insanlığa da öykünün ka l ıra ııı a ı ı ı rol ii ve
rilmiştir. Oysa gerçek büyük olasılıkla çok daha l ıasitı i r ve bu
değişimi epik bir maceradan çok, ikl imsel ve ekoloji k ı li-ğişim
ler yönlendirmiştir. Yine de bu, dönüşümün ilgi ın izi ı lalıa az
çekmesine neden olm uyor. Biz, doğal dünyayı ve bu ı lii ııyaı l a
ki yerimizi merak eden bir türüz. Şu andaki halimiw ııa!oiıl gel
diğimizi ve geleceğimizin nasıl olacağını bilmek isı i yo rıız ; lıil
ınek zorunluluğu duyuyoruz. Buld uğumuz fosiller bizi fizi ksı�l
aç�ıdan geçmişimize bağlıyor ve sunduldan ipuçlarını, d oğayı
ve evrim tarihimizin izlediği yol u anlama yolu olarak yorıı ı ı ı l a
ın aya yönlendİrİyor.
İ ns a n oğl unun tarihöncesine a i ı daha pek çok kalınıı giin ışı
ğına ı;ıkart ı l ıp incelenene dı�k lıiı;lıir antrapolog kalkıp da,
.
12
lar, insan tarihöncesinin genel §eldine dair pek çok konuda ay
nı fikirdeler. İnsanın tarihöncesinde dört temel a§ama kesinlik
le saplanabiliyor.
İlk a§ama, 7 milyon yıl önceki, iki ayaklı, ya da dik hareket
eden insansımaymun benzeri bir türün geli§tiği insan ailesinin
kökeni dir. \ İkinci a§ama iki ayaklı türlerin çoğalması; yani, bi
yologların uyarlayıcı ı§ınım (adaptif radyasyon) adını verdikleri
bir süreçtir. 7 milyon ile 2 milyon yıl öncesi arasında, her biri
birbirinden biraz farklı ekolojik §artlara uyarlanmı§ pek çok
deği§ik iki ayaklı insansımaymun geli§li . Bu insan türleri ara
sından birisi, 3 milyon ile 2 milyon yıl önce arasında, önemli
oranda büyük bir beyin geli§tirdi. Beyin boyutundaki büyüme
üçüncü a§amayı olu§turur ve insan soyağacının, Homo erec
tus'tan sonuçta Homo sapiens'e dek uzanan dalı olan Homo
cinsinin kökenine i§arel eder. Dördüncü a§ama, modern insan
ların kökenidir; bizim gihi, doğada ba§ka hiçbir-§ekilde görül
meyen dile, bilince, sanatsal dü§ gücüne ve teknolojik yenilik
çiliğe sahip insanların ortaya çıkı§ıdır.
Bu dört temel olay, kitabımızdaki bili msel anlatının yapısını
olu§turuyor. İleride de görüleceği gibi, insanoğlunun tarihön
cesini araştırırken yalnızca neyin, ne zaman olduğundan öte,
neden olduğunu da sormaya başlıyoruz. Bizler ve atalarımız,
artık tıpkı fillerin ya da atların evrimi incelenirken olduğu gibi,
aşamalı bir evrim senaryosu bağlamında inceleniyoruz. Bu,
Homo sapiens'in pek çok açıdan özel old uğunu yadsımak anla
mına gelmiyor: en yakın evrimsel akrabamız olan §empanze
den bile bizi ayıran pek çok şey var; ama artık, doğayla bağ
lantımızı biyolojik anlamda anlamaya başladık.
Son otuz yıl içinde bilim dalımızda, daha önce eşi görülme
miş fosil keşiflerinin ve bu fosilieri yorumlayıp sundukları ipuç
larını bütünleştirmekıe kullandığımız yenilikçi yönlemlerin sa
yesinde, çok önemli ilerlemeler kaydedildi. Tüm bilimlerde ol
duğu gibi antropolojide de uygulayıcı bilimciler arasında dü
rüst ve kimi zaman da şiddetli fikir farklılıkları görülür. Bu fi-
13
kir farklılıkları kimi zaman fosil ve taş al e tle r gibi verilerin, ki
mi zaman da yonımiama yiinlemlerinin yetersizliğinden kay
naklamr. Kısacası , insanın tarihöncesi hakkında pek çok soru
y a kesin yanıılar verilemez. Örneğin: İnsan soyağacını n lanı
§ekli nedir'? Geli§mi§ kontı§ına dili ilk olarak ne zaman ortaya
çıktı? İnsanın tarihöncesinde beynin çarpıcı oranda b üyüm esi
14
1. BÖLÜM
iLK iNSANLAR
15
!5 Dünyanın her büyük bölgesinde hayatta olan memeliler, aynı
bölgede evrilmi§ türlerle yakın bağlantı içindedirler. Dolayı
sıyla, Afrika'da bir zamanlar, goril ve §empanzelerle yakından
bağlantılı ve günümüzde nesli tükenmi§ olan insansımaymun
lar (ape) ya§amı§ olabilir: bu iki tür insanın en yakın akrabala
rı olduğuna göre, ilk atalarımızın Afrika kıtasında ya§amı§ ol
maları olasılığı, ba§ka bir yerde ya§amı§ olmaları olasılığından
daha yüksektir.
16
Darwin'in İnsanı�ı Türeyi§i'nde ulaştığı ikinci önemli sonııç,
insanları n önemli ayıncı özelliklerinin - iki ayaklılık, teknoloji
ve büyük bir beyin - birbirleriyle_ uyum içinde gelişmi� olma
sıydı:
d Kollarının ve ellerinin serbest kalması ve ayaklan iisli'ıııdt>
sağlarnca d urabilmesi insan için bir avantaj olmu§sa . . . İıı,.;a
nın ataları için daha dik ya da iki ayaklı hale gelıneniıi daha
avantajlı olmaması için bir neden görı>ıniyonıın. Eller ve kol-
lar bı-denin tüm yükünü ta§ıınak iı;in kullanıldıkça . . . ya da
ağaçlara tırmanmaya uygun oldukça, silalı yapmak ya da la§
ve mızraklan hedefe atmak için gewkli §ekikl.� geli§emezdi.
İnsanın Kökeııi, F: 2 17
imgenin etrafında inandırıcı hipotezler dokuyabildiler. Ama se
naryo, bilimin ötesine geçti: İnsanların insansımaymunlardan
evrimsel farklılaşmaları aniden ve çok eski bir dönemde ger
çekleşmişse, bizimle doğanın geri kalan kısmı arasına büyük
bir uzaklık girmiş demekti. Homo sapiens'in tamamen farklı bir
yaratık olduğuna inananlar için bu bakış açısı son derece ra
hatlatıcıydı.
Bu inanç hem Darwin'in döneminde hem de yüzyılımızda
bilim adamları arasında oldukça yaygındı. Sözgelimi, on doku
zuncu yüzyıl İngiliz doğa bilimeisi - ve Darwin'den bağımsız
olarak doğal seçim kuramını yaratmış olan - Russel Wallace
bu kuramı, insanlığın en çok değer verdiğimiz yönlerine uygu
lamak istemedi. İnsanları , yalnızca doğal seçimin ürünü olarak
görülemeyecek d enli akıllı, irH'dmi§ ve gdi§rıı iş buluyordu. İl
kel avcı l o p l ay ıc ı l a rı n l ı i yoloji k aı;ıdan l ı ı ı i i zell iklere gereksi
-
18
1 8 7 1 'deki evrim 11 paketinde 11 böyle bir rasyonelle§Lirme vardı.
Darwin doğaüstü müdahale aramıyordu gerçi, ama evrim se
naryosu, insanları daha ba§langıçtan itibaren insansımaymun
lardan ayırıyordu .
Darwin'in tezi yakla§ık o n yıl öncesine dek etkisini sürdür
dü ve insanın ne zaman ortaya çıktığı konusunda önemli bir
çatı§ma ya§anmasına neden oldu . Darwin'in bağlantılı evrim
hipotezinin çekiciliğini göstermesi nedeniyle, bu çatı§mayı kısa
ca anlalacağım . Çatı§ma aynı zamanda, hipotezin antropolojik
dü§Ünܧteki etkisinin sona ermesine de i§aret eder.
1 96 1 'de, o dönemde Y ale Üniversitesi'nde olan Elwyn Si
mons çığır açıcı bir bilimsel bildiri yayınlayarak, bilinen ilk in
sangil türünün Ramapithecus adı verilen küçük bir insansımay
mun benzeri yaratık olduğunu savundu. O dönemde bilinen
tek Ramapithecus fosil kalıntıları, Yale'den C. Edward Lewis
adlı genç bir ara§tırmacının 1 931 'de Hindistan'da bulduğu üst
çene parçalarıydı. Simons, yanak di§lerinin (azı di§leri ve kü
çük azı di§leri), insansımaymunların di§leri gibi sivri değil, düz
olmaları açısından insanlardakilere benzediğini görmܧtÜ. Kö
pek di§leri de insansımaymunlara p;iire daha kısa ve düzdü. Si
mons, eksik haldeki üst çenenin yeniden olu§turulması duru
munda, §eklinin insanlardakine benzeyeeeğini de iddia ediyor
du; yani modern insansımaymunlardaki gibi 11 U 11 §eklinde de
ğil, arkaya doğru hafifçe geni§leyen bir kemer biçi minde.
Cambridge Üniversitesi'nden İngiliz anlropolop; David Pil
beam bu dönemde Yale'de Simons'a katıl dı ve bi rlikte, Rama
pithecus çenesinin insansı olduğu iddia edilen anatomik özellik
lerini tanımladılar. Ama anatomiden ele öteye p;eçtiler ve yal
nızca çene par��alarının güçlülüğüne dayanarak, Ranıapithe
cus'un iki ayağı üstünde dik yürüdüğünü, aveılık yaplığını ve
karma§ık bir sosyal ortamda ya§adığını öne sürdüler. Onların
usavurumları Darwin 'in ki gibiydi: İnsansı olduğu varsayılan bir
tek·Ö� eÜ iğiı ; (di� yapısı) varlığı, diğer özelliklerin de var oldu
ğunu gösteriyord u . Sonuçta, ilk insangit türü olduğu varsayılan
19
§ey, kültürel bir hayvan - yani kültürsüz bir i nsansımaymun
dan çok, modern insanların ilkel bir deği§keni - olarak görül
meye ba§landı .
İlk Ramapithecus fosillerinin bulunduğu ve ardından , Asya
ve Afrika'daki benzer ke§iflerin yapıldığı tortular eskiydi. D ola
yısıyla Simons ve Pilbeam, ilk i nsanı n en az 15 milyon ve belki
de 30 milyon önce ortaya çıktığı sonucuna vardılar ve antropo
loglann büyük çoğunluğu bu görÜ§Ü kabul etti. Dahası, köke
nin bu kadar eski olduğu inancı insanlarla doğanın geri kalan
kısmı arası n a büyük lıir uza k l ık koyarak, pek çok ki§iyi rahatla
tıyordu.
1 960 ' I ard a lkrkdcy'dc ki Califonıia Ü nive rsi tesi ' nden iki
kimyacı, Allan Wilson vt� Viıwı·nt Sariclı, ilk insan türlerinin
ne zaman ortaya çıktığı koıııısı ınıla çok farklı l ıir sonuc a ula§tı
lar. Fosiller iistiinılı� çal ı�ıııak yniıw, ya�ayan <"anlıl arla Afrika
lı i nsan sı m ay nı ı ı nlarıl aki kızı kan proll'iııll'riııiıı yapısını kar§ı
la§tırdılar. Amac)arı, insan ve insaıısıııı;ıyııııııı prolt·inlt�ri ar a
sındaki yapısal fark düzeyini saplaıııakıı; ıııııl;ısyoıı ne d eniy l e
bu fark zaman içinde hesaplanabilir lıir lıızla arlıııı� olmalıydı.
İnsanlar ve insansınıayın unlar ne kadar uzıııı siin· iiııı·ı· iki ayrı
tür haline gelnıi§lerse, biriken mutasyon sayısı ıla o kadar fazla
olacaktı . Wilson ve Sarich mutasyon hızını hesaplaı l ı la r vı� lıiiy
lece, kan proteini verilerini bir moleküler saat olarak kıılla ııa
bildiler.
Bu saate göre ilk insanlar, yalnızca yakla§ık 5 ınilyoıı yıl iiı ı
ce ortaya çıkmı§ olnıalıydılar; bu, egemen a ntropolo ji k ı ır a ıııın
daki 1 5 ile 30 milyon yıllık talıminle çarpıcı oranda çdi�ı·n lıir
hulguydu. Wilson ve Sarich'in verileri ayrıca, insanları rı, §t � ın
panzelerin ve goı·illerin kan proteinlerinin birbirlerinden aynı
dt�recede farklı olduğunu giisteriyordu. Yani 5 milyon iiııı:ı�
gerçekle§en bir evrim olayı ortak l ıir atanı n aynı anda ii�: ayrı
yii ıı e gitmesine neden olm ıı § tıı ; l ı ıı bölünme, modern insanla
rın yanı s ı ra , modern §empanzı� ve modern gorillerin de gdi§
meleriııi sağlamı§tı. Bu da, çoj!;ıı ant ro pologu n inançlarına ay-
20
kırıydı. Geleneksel düşüneeye göre şempanzelerle goriller bir
birlerinin en yakın akrabalarıdır ve insanlarla aralannda bü
yük bir uzaklık vardır. Molekül verileri hakkındaki yorumların
geçerli olması d urumunda antropologlar, insanlarla İnsansı
maymunlar arasında çoğunun inandığından daha yakın bir bi
yolojik ilişki olduğunu kabul etmek durumunda kalacaklardı.
Çok büyük bir tartışma doğdu ve antropologlarla biyokim
yacılar birbirlerinin mesleki tekniklerini şiddetle eleştirmeye
başladılar. Wilson ve Sarich 'in vardıklan sonuç, molekül saat
lerinin hatalı olduğu ve dolayısıyla, geçmişteki evrim olaylan
hakkında bir zaman saptamasının güvenilir olmayacağı iddi
asıyla eleştiriliyord u . Wilson ve Sarich ise, antropologlann kü
çük ve parçalanmış anatomik özelliklere çok fazla önem ver
diklerini ve dol ayısıyla, geçersiz sonuçlara ulaştıklarını savunu
yorlardı. Ben o dönemde Wilson ve Sarich'in hatalı olduklannı
düşünerek, antropolog topl uluğunun yanında yer almıştım.
Bu larıışma o n yılı aşkın lıir süre boyunca devam elli ve bu
dönem içinde Wilson 'la Sarich ve birbirlerinden bağı msız baş
ka araştırınacılar giderek daha çok sayıda yeni moleküler kanı
La ulaştılar. Bu yeni verilerin büyük �:oğunluğu, Wilson ve Sa
rich'in il k tezlerini destekliyorclıı. Kanıtlar anlropologların fikir
lerini değiştirmeye başladı, ama Inı yavaş bir değişimdi. So
nunda, l980'lerin başlarında Pillwaııı ile ekibinin Pakistan'da
\ " e L on dr a Doğa Tarihi Müzesi'nden !'eter Andrcws'un Türki
21
Asya'daki Afrika'daki Asya'daki Afrika'daki
ınsansı ınsansı ınsansı ınsansı
maymunlar maymunlar İ nsanlar maymunlar maymunlar İnsanlar
.
.
10
15
20
25
Milyon
yal
ŞEKiL 1-1
Molekiil kanıllan. l967'dcıı önce anlropolo�lar, fosil kaıııtlıınııııı, i ıısaıılarla
maymunlar arasında en azıııdan 15 milyoıı yıl iiııl"t"siıu· �idı·ıı ı·ski lıir ev
ıimsel farklılığı gösterdiğini dii§iiniiyorlardı. Ama 1 <J(ı7'ılı-, loıı farklılığııı
çok daha yeni olduğumı gösteren molckiil kaıııtlan bıılııııılıı: Yukla�ık S mil
yon yıl önce. Antropologlar yeni kanıtları kabullcnmcktc ılıırııksııdılarsa da,
'
sonunda kabul ettiler.
22
ailesinin kucusu üyesi olan ilk iki ayaklı insansımaymun, sanıl
dığı kadar eski bir dönemde değil, görece yakın bir zamanda
ortaya çıkmı§tı.
Wilson ve Sarich ilk yayınlarında, 5 milyon yıl öncesini bu
olayın tarihi olarak göstermi§lerdi, ama günümüzde moleküler
kanıtlar, tarihi yakla§ık 7 milyon yıl öncesine atıyor. Ancak in
sanlarla Afrikalı insansımaymunlar arasında olduğu öne sürü
len biyolojik yakınlık fikrinden vazgeçilmedi. Hatta bu ili§ki,
öne sürüldüğünden de yakın olabilir. Kimi genetikçilerin, mo
lekül verilerinin, insanlarla §empanzeler ve goriller arasında
birbirine e§it üç yollu bir ayrıma i§aret ettiğini dü§ünmelerine
kar§ın, ba§ka §ekilde dü§ünenler de var. Onlara göre insanlar
ve §empanzeler birbirlerinin en yakın akrabalarıdır ve goriller
le aralarındaki evrimsel uzaklık daha fazladır.
Ramapithecus olayı antropolojiyi iki §ekilde deği§tirmi§ti. İlk
olarak, ortak bir anatomik özellikten ortak bir evrimsel bağlantı
çıkarmanın tehlikelerini gösterdi. İkinci olarak, Darwinci "pa
ket"e körü körüne bağlı kalmanın budalalık olduğunu kanıtla
dı. Simons ve Pilbeam köpek di§inin §eklini temel alarak, Ra
mapithecus' a eksiksiz bir ya§ am tarzı atfetmi§lerdi: bir insangil
özelliği bulunduğunda, bu türden tüm özelliklerin de bulundu
ğu varsayılıyordu. Ramapithecus'un insangil statüsünü yitirme
sinin sonucunda, antropologlar Darwin paketinden ku§ku duy
maya ba§ladılar.
23
bir sava§ olduğuna ve ilerlemenin giri§imcilik ve çabayla sağ
landığına dair yaygın fikri yansıtıyordu . Victoria Çağının bu
etosu, bilime i§lemi§ ve insan evrimi de dahil olmak üzere ev
rim sürecine bakı§ açısını belirlemi§ti .
Yüzyılımızın ilk onyıllarında, Edward dönemine özgü iyim
serliğin en enerjik günlerinde, bizi biz yapan §eyin beyin ve
dü§ünce olduğu söylendi. Bu yaygın sosyal dünya görü§ü ant
ropolojide, insan evrimine ba§langıçta iki ayaklılığın değil, bey
nin büyümesinin ivme kazandırdığı fikrinde ifade buldu.
ı 940'larda dünya, teknolojinin büyüsüne ve gücüne kapılmı§
tı; dolayısıyla, " Alet Yapan Adam " hi po tezi popülerlik kazan
dı. Londra Doğa Tarihi Müzesi'nden Kennelh Oakley'in öne
sürdüğü bu hipolezde - s i lah deği l - La§ alet yapımı ve kullanı
mının evrimimiz için gerek l i d iirl iiyü sağlad ığı savunuluyordu.
Ve dünyanın İkinci Dünya Savw�ı'nın giilgı�siıw gi rdiği dönem
lerde , insanlarla i nsansırııayııııı ı ılar a rasınd aki dalıa karanlık
bir fark vurgulanmaya l ı a§laııd ı : l ıin�yiıı kend i ıi·ı riiıH� kar§ı §id
det uygulaması . İlk kez A v u sl ral yal ı aııaloıııi l ıili ı ııl'i Hay nı ond
Dart'ın öne sürdüğü " Katil M ay m unadaıı ı" fikri, l wlki de sa
Va§ta ya§anan korkunç olayları aç ı kl ı yo r (ya d a l ı a ı ı a , ı nazur
gösteriyor) olması nedeniyle, yaygın kabul gördii.
ı 960'larda antropologlar, insan kökeninin anal ılan olarak
avcı-toplayıcı ya§am tarzına yöneldiler. Pek çok a ra�lırııı a eki
bi, özellikle Afrika' da olmak üzere, teknolojik açıdan il kı�l mo
dern insan nüfuslarını inceliyorlardı . Bunların arasınd an en
kayda değerlerden biri (hatalı olarak Bushmen di' dı�rıen)
!Kung San halkıydı . Burada doğayla uyum i çinde, doğayı kar
ma§ık yöntemlerle kullanan ve doğaya saygı gösteren l ıi r lıalk
imgesi ortaya çıktı. Bu insanlık göri.i§Ü dönemin çevn�ciliğiyle
uyum içindeydi, ama antropologlar, karma avcılık ve toplayıcı
lık ekonomisinin karma§ıklığından ve ekonomik güvenliğinden
de etkilenmi§lerdi . Yine de asıl üstünde durulan, avcı l ı kı ı .
ı966'da Chicago Üniversiıesi'rı de, " Avcı Adam" lıa�l ıkl ı
önemli bir antropoloji korıfı�ransı gerçekle§tirildi. Topl antıya
24
egemen olan akım oldukça yalındı: İnsanı insan yapan, avcılık
tır.
Teknolojik açıdan ilkel toplumlarda avcılık genellikle, erkek
sorumluluğudur. Dolayısıyla, 1970'lerde kadın sorunu konu
sundaki bilincin gelişmesiyle birlikte, insanın kökenine dair bu
erkek merkezli açıklamanın sorgulanmaya başlanması son de
rece normaldi . " Toplayıcı Kadın" olarak bilinen alternatif bir
hipotezde, tüm primat türlerinde olduğu gibi, toplumun merke
zinin dişiyle çocukları arasındaki bağ olduğu savunuluyordu .
Karmaşık bir insan toplumunun oluşturulmasını, teknoloji ya
ratan ve herkes tarafından payiaşılmak üzere (en başta bitki)
yiyecek toplayan insan dişilerinin inisyatifi sağlamıştı. Ya da,
öyle olduğu savunuluyordu.
B u hipotezler İnsan evrimini asıl başlatan şey konusunda
farklı fikirler getirmekle birlikte, hepsi de, Darwin'in değer ve
rilen belli insan özellikleri paketinin daha ilk baştan oluşmuş
olduğunu söylüyorlardı: 1 lala, ilk insangil türünün belli bir dü
zeyde iki ayaklılık, teknoloji ve büyük beyin özelliklerine sahip
olduğu düşünülüyordu . Dolayısıyla insangiller, daha başlangıç
tan itibaren kültürel yaratıklardı; lıu nedenle de, doğanın geri
kalan kısmından farklıydılar. Oysa son yıllarda bunun doğru
olmadığını anlamaya başladık.
Arkeolajik kalıntılarda, Darwinci hipotezin doğru olmadığını
gösteren sağlam kanıtlar görülüyor. Darwin paketi doğru olsay
dı, arkeolajik kalıntılarda ve fosil kalıntılarında iki ayaklılığa,
teknolojiye ve büyük beyne dair kanıtları aynı anda görürdük.
Ama görmüyoruz. Tarihöncesi kalıntılarının ı�k bir yönü bile,
hipotezin yanlış olduğunu göstermeye yetiyor: Taş alet kalıntı
ları.
Çok ender olarak fosilleşen kemiklerirı tersine, taş aletlerin
yok olması neredeyse olanaksızdır. Dolayısıyla, tarihöncesi ka
lıntılarının büyiik l ıiilümünü taş aletler ol uştur u r ve en başın
dan itibaren ı.�kııolojinin gelişimi bu aletiere dayanılarak yeni
den oluştunılıır.
25
Bu tür aletlerin ilk örnekleri - çakıl ta§larından birkaç yon
ga çıkarılarak yapılan kaba yongalar, kazıma araçları ve balta
lar- yakla§ık 2 . 5 milyon yıl önce ortaya çıkar. Molekül kanıt
ları doğruysa ve ilk insan türü yakla§ık 7 milyon yıl önce orta
ya çıktıysa, atalarımızın iki ayaklı olmalarıyla la§ alet yapmaları
arasında yakla§ık 5 milyon yıl geçmݧ olmal ı . İki ayaklı bir in
sansımaymun yaralan evrim gücü her neyse, alet yapma ve
kullanma becerisiyle bağlantılı değildi. Ama pek çok antropo
log, 2.5 milyon yıl önce teknolojinin gelݧmesinin , beyindeki
büyümeyle aynı döneme denk geldiğine i n a nıyor.
26
larda kısa ve kutu gibi, §empanzelerdeyse uzundur. Kol ve ba
caklarla gövdede de önemli farklılıklar vardır (bkz. §ekil ı .2) .
İki ayaklılığın gelݧİmİ önemli bir biyolojik dönܧÜm olm�k
tan öte, aynı zamanda önemli bir uyarlanma dönü§ümüdiir.
Önsözde de savunduğum gibi, iki ayaklı hareket öylesine
önemli bir uyarlanmadır ki, tüm iki ayaklı İnsansımaymunlara
11
insan 11 demekte haklıyız. B u , ilk iki ayaklı insansımaymun tü
rünün belli bir düzeyde teknolojiye, geli§mi§ bir zekaya ya da
İnsanlığın kültürel niteliklerine sahip olduğu anlamına gelmi
yor. Bu niteliklere sahip değildi. Ben - kolların günün birinde
ellerin kullanılabileceği §ekilde serbest kalmasını sağlayan- iki
ayaklılık uyartanmasının son derece önemli bir evrim potansi
yeli ta§ıdığını ve bu nedenle, öneminin terminolojimizde yer al
ması gerektiğini söylüyorum. Bu insanlar bizim gibi değillerdi,
ama iki ayaklılık uyarlanması olmasa, bizim gibi olamazlardı.
Bir Afrikalı insansımaymunda bu yeni hareket §eklinin ge
li§mesini sağlayan evrim faktörleri nelerdir? İnsanın kökenine
dair popüler imgelerde çoğunlukla, ormanı terk edip açık sa
vanlara yönelen insansımaymun benzeri bir yaratık görürüz.
Bu, ku§kusuz çarpıcı bir imge olsa da, Harvard ve Yale üni
versitelerinden Doğu Afrika'nın pek çok bölgesinde toprak
kimyasını inceleyen ara§tırmacıların da yakın zamanlarda ka
nıtladıkları gibi, kesinlikle yanlı§tır. Büyük göçebe sürülerin
dola§tığı Afrika savanları, oldukça gençtir; :3 milyon yıldan da
ha az bir süre önce, ilk insan türünün ortaya çıkmasından
uzun süre sonra geli§mi§lerdir.
ıs milyon yıl öncesinin Afrika'sına bakarsak, batıdan doğu
ya uzanan ve aralarında çe§itli maymun ve insansımaymun tür:
lerinin de bulunduğu pek çok primata barınaklık eden bir or
'
m ari örtüsü görürüz. Günümüzün tersine o dönemde insansı
maymun türlerinin sayısı, maymun türlerinin sayısından çok
daha fazlaydı. Ama, sonraki birkaç milyon yıl içinde bölgede
ve sakinlerinde çarpıcı deği§iklikler yaralacak olan jeolojik
güçler gelişmekteydi.
27
Uzun, kıvnk 1f
parmak kem i kl e ri 1
ı
ŞEKİL 1 -2
Farklı hareket şekilleri. Dörtaya klı lıarekctıcıı iki ayaklı harckdı· gl'�· i � , l w
d e n i n anatomik yapısmda iiııcıııli d ı · � i �ik l i kler olnıasmı gerekı i rı ıwkı q d i .
. Sözgelimi, şempanze ve gorillere ı ı ra ı ı l a insanların hacakları d a l ı a ı ı zı ı ı ı , kı ıl
lan daha kısa, leğenleri daha bod ur, pa rmaklan daha kısa v� ıli'ı z , l wl l ı i il
ge s i daha belirs!zdir. Bilinen eıı l' � ki iıısaııgil ola ı ı Ausıralopithecl/.1 u/inr'/1.1 ��
hıç kuşkusuz ıkı ayaklıydı, a ı ı ı a agaı; l a rd a yaşayanların bazı aııal ı ı ıı ı ı k iizı·l
liklerini cle korumuştu. {Jolııı Flı·aglc·/A!'ade ıııic Press. )
28
Kıtanın doğu kısmında yerkab uğu, Kızıl Deniz' den gunu
müzün Etiyopya, Kenya ve Tanzanya'sından Mozambik'e doğ
ru bir hat halinde yarılmaktaydı . Sonuçt:lj. Etiyopya ve Ken
ya'da toprak kabardı ve 3000 metreyi aşkın yükseklikte geniş
dağlık alanlar oluştu. J3u büyük kubbeler kıtanın topografyasın
dan öJe, iklimini de değiştirdi. Eski tekelüze batıdan-doğuya
hava akışını bozan kubbeler, doğuda kalan toprakları yağış ala
nının dışında b_ırakarak ormanları beslenme kaynaklarından
yoksun bıraktılar. Aralıksız ağaç örtüsünün bölünmeye başla
masıyla birlikte orman parçacıklarından, ağaçlık alanlardan ve
çalılıklardan oluşan mozaik benzeri bir çevre oluştu.. Ama açık
otluk alanlar hala enderdi .
1 2 milyon yıl önce süregiden tektonik güçler çevreyi daha
da değiştirdi ve kuzeyden güneye doğru uzanan ı,ızun , dolarn
haçlı bir vadi oluştu: Büyük Yarık Vadisi. Büyük Yarık Vadi
si'nin ortaya çıkışı iki biyolojik etki yaratmıştır: hayvan toplu
luklarına doğudan batıya uzanan zorlu bir engel yaratmakta ve
zengin bir ekolojik şartlar rnozai�inin gelişmesini teşvik etmek
tedir.
Fransız antrapolog Yves Coppens, doğu-batı bariyerinin, in
sanlarla insansırnaymunl::ırı n lıirl ıirl e rinden ayrı olarak evril
mesinde büyük önem taşıdığına inanıyor. " Aynı atadan gelen
(insan] ve [insansımaymun] toplulukları ş<.u tların etkisiyle . . .
ayi"ıldılar. B u ortak ataların batıdaki torunları , yaşama uyarlan
m�larını nemli, ağaçlık ortarnlarda sürdürdüler; bunlar [insan
sımaymunlar]dır. Aynı ortak ataların do�udaki torunlarıysa \
,açık bir çevredeki yeni yaşamiarına uyarlan mak için yepyeni
bir repertuvar yaraıtılar: Bunlar [insanlar]dır. " Coppens bu se
naryoya " Doğu yakasının hikayes i " adını veriyor.
·
29
türün toplulukları birbirlerinden ayrılabilir ve doğal seçim sü
recinin yeni etkilerine maruz kalabilirler. Bu, evrimsel değişim
reçetesidir. Böylesine bir değişim kimi zaman, yaşama uygun
çevrelerin yok olmasıyla, yok oluşa uzanır. Afrikalı insansımay
munların çoğu bu kaderi yaşadılar; günümüze yalnızca üç tür
kalabildi: goıj.l_,_ bay�ğı şemQ.!inze ve ciice §empanze., Ama çoğu
insansımaymun türünün çevre değişiminden olumsuz etkiten
mesine karşın, içlerinden biri, hayalta kalmasını ve gelişmesini
sağlayacak yeni bir uyarlanma şansını yaşadı. Bu, ilk i ki ayaklı
insansımaymundu. İki ayaklılık hiç kuşkusuz, değişen şartlarda
hayatta kalması için önemli avantajlar sağlaınışlı. Antropologla
rın görevi, bu avantajların neler olduğunu bulmaktır.
Antropologlar iki ayaklılığın insan t�vrinı indeki iint�nıini ge
nellikle iki şekilde değt�rlend i ri rl c r : B i r d ii§ii ı ı t·e , iiıı ayakların
serbest kalarak taşıma iizt·lliği kazanmasını vıırgıılar; diğer dü
şünceyse, iki ayaklılığın eııl'rji aı;ıs ıı ı daıı dalıa <�tkin l ı i r lıareket
şekli olması üzeri ııdt� d ı ı rıır V<� ta§ı ına yl'lı·ıwğini yalnızca, dik
duruşun rastlantısal yarı ii rii nl e ri ıı ı l e n l ı i ri olarak giirii r.
Bu iki hipotezdeıı ilki Owen Lovcjoy tarafı ı ı ı l a n iin<� sürül
müş ve 198 1 'de, Science'taki önemli l ı i r l ı i l ı liriılı� yay ınhınmış
tır. Lovejo_y'a göre iki uyaklılık etkin olm ayan l ı i r lıan·kt�l §ekli
dir ve dolayısıyla, taşıma amacıyla geliştirilıııi§ olnıal ı ı l ı r. Taşı
ma yeteneği iki ayaklı insansımaymunlara, d iğt � r insansını ay
munlara göre nasıl bir rekabet avantajı sunmuş olal ıilir'?
Evrimsel başarı, sonuçta, hayatta kalacak nesilin iin� ı ın eye
bağlıdır ve Lovejoy'a göre yanıt, b u yeni yeteneğiıı nkt�k in
sansımaymunlara, dişi için yiyecek toplayarak ü reııw oraııırıı
artırma fırsatını sağlamasıdır. Lovejoy, insansımaynı ııııları ıı ya
vaş ürediklerini ve dört yılda bir tek yavru yaptıklarını vurgu
lar. İnsan dişileri d � daha ı;ok enerjiye - yani, yiyec<�ğe - ula
şabilmeleri durumunda dalıa ı;ok nesiller üretebilirler. Erk<�ğin
dişi ve yavruları için yiyect�k toplayarak dişiye daha Çok <�nerji
sağlaması durumunda dişi , ii rı�nı e çıktısını artırabileeektir.
30
Erkeğin bu eyleminin, bu kez sosyal alanda olmak üzere,
bir diğer biyolojik sonucu daha olacaktır. E rkeğin kendi çocuk
larını ürettiğine emin olmadıkça dişiyi beslemesinin Darwinci
açıdan erkeğe yararlı olmaması nedeniyle, Lovejoy, ilk insan
türünün tekeşli olduğunu ve üreme başarısını artırıp diğer in
sansımaym�nlara baskın gel me yöntemi olarak çekirdek aile
nin ortaya çıktığını öne sürdü. Bu tezini başka biyolojik benzet
melerle destekledi. Sözgelimi, primal türlerinin çoğunda erkek
ler, mümkün olduğunca çok dişi üzerinde cinsel denetim ka
zanmak için birbirleriyle rekabet ederler. Bu süreç sırasında
genellikle birbirleriyl� dövüşürler ve silah olarak kullanabile
cekleri büyük köpek cjişleri vardır. Gibonlar erkek-dişi çiftleri
oluşturmak gibi en der rası) anan bir özellik �österirler ve - her
halde birbirleriyle kavga etmeleri için bir neden olmamasından
dolayı - erkeklerin köpek dişleri küçüktür. Erken insanlarda
köpek dişlerinin küçük olması Lovejoy'a göre, gibonlar gibi er
kek-dişi çiftleri oluştuı'duklarının kanıtı olabilir. Yiyecek sağla
ma düzenlemesinin sosyal ve ekonomik bağları da, beynin bü
yümesini sağlayacaktır.
Lovejoy'un büyük ilgi ve destek gören hipotezi, kültürel de
ğil temel biyolojik konulara hitap etmesi nedeniyle güçlüdür.
Ama zayıf noktaları da vardır; öncelikle, teknolojik açıdan ilkel
halklarda � yaygın bir sosyal düzenleme değildir. (Bu
tür toplumların yalnızca o/o 20'si Leke�l idir.) I lipotez bu neden
le, avcı-toplayıcıların değil,' Balı Lopl u rn uııuıı lıir özelliğine da
yandığı iddiasıyla eleştiril mektedir. Bel ki de bunda_rı_ .daha
önemli bir eleştiri ise, bilinr-n en erken irısaıı türlerinde erkek
lerin, dişilerelen yaklaşık iki kat büyük ol maları dır. Beden bo
yut�ndaki iki lıi��i nılilik (dimorfizm) olarak bilinen bu büyük
farklılık, i ncdcrıcrı Lürn prinıat türlerinde ı,:okkanlılıkla, ya da
erkekle�·in di�ilı�rı� ulaşmak için aralanııda rekabet etmeleriyle
çakışır; Leke�li t ü rlerde iki biçimliliğe rastlanmaz. Bence bu
gerçek bile, ı ı ıı ı u t verici bir kuramsal yaklaşımı çökertıneye
yetmektedir vı� kiipck dişlerinin küçük olmasına tekeşlilikten
31
başka bir açıklama aranmalıdır . Bel ki de yiyecekleri çıgneme
mekanizması, kesmeden çok öğütme hareketini gerektiriyordu;
köpek dişlerinin büyük ol ması bu hareketi zorlaşlı racak ı ı . Lo
vejoy'un h i po l e z i gi/n ii nı üzde, on yıl öncesine göre daha az
elestek görmekted i r.
İkinci önemli iki ayaklılık kuramı , kısmen lıas i ı l i ği sayesi n
de, çok daha ikna edici d i r. Davis, Cal i fo rn i a Ünivt>rsi ıesi'nden
antrapolog Peıer Hod man ve Henry M cl lenry'nin öne sürd ü k
leri hipotezde, i k i ayakl ı l ığ ı n daha eıkin l ı i r l ıarekeı §ekli sun
ması nedeniyle, değişen çevre §arılarında d a l ı a av anıaj l ı oldu
ğu savunulur. Ormanları n kii ç ii l m es i yl c l ı i rl i kı . � ağa�· l ı k hahitat
larclaki meyve ağaçları gi l ı i y i yec!' k kay n a k l a rı , klas i k i nsansı
maymunların etkin § e kild t� yara rl anaıı ı ayal'akLırı d e n l i dağı nık
laşmıştır. Bu h i po l l'ze giirc, i l k i k i ayak l ı i ı ı s a ı ıs ı m ay m unlar
yalnızca harekeı §l'k i l l cr i y l • · i ı ı s a ı ı d ı ı l a r . l >iyd lt ' l"iııiıı dt�ğil , yal
n ızca y iyecek l o p l a ı ı ı a �l' k i l l t · r i ı ı i ı ı dt·ği:� ı ı ı i � ol ı ı ı ası ı w d t � rı i y le
elleri, �: e ıw l e r i V I' d i§ k r i i rı s a ı ı s ı ı r ı a y ı ı ı ı ı ı ı L ı rı L ı k i g i l ıi ka l m ı §l ı r.
Pe k - ço k l ı i yo l og I nı d i .ı§i i r ı ( '( : yi l ıa � l a ı ı g ı «," l a o la r ı a ks ı z gör
ınü ş l iir; Harvard . Ü r ı i v ers i l es i ' r ı d c r ı a ra�l ı r ı ı ı al " ı l a r y ı l l a r iince,
i k i ayak üstü nde yürümenin dörl ayak iisl i i ı u lt· y i i r i i ı ı w k ll · r ı da
ha az eıkin olacağını göstermişlerdi . ( K t�d isi ya da kiipı·ği o la n
l ar için bu hiç de şaşı r tıcı bir durum deği l ; I H' r i k i l ı a y v a rı da
sahiplerini' uıandıracak derecede daha hızlı ko§ a r. ) i\ ı ı ı a ! lar
van! araştırmacıları insanlardaki i ki ay aklıl ı ğ ı n l'l k i ı ı l iği ı ı i al ve
köpeklerdeki <lb rL ayakl ılığın etkinliğiyle kar§ı la§lı r ı ı ı ı�Lırd ı .
Hodın a n v e McHenry, kan�ılaşlırmanın i nsanlarla §•·ııı paıızder
arası nda yapılması gerektiği ni vu rguladılar. Bu kar§ıla� l ı rına
yapı ldığında, i nsanlardaki iki ayak l ı l ı ğ ı n şeınpanzel c r d t · k i ' d i i r t
�
ayaklıl ıklan çok d ah a elki rı o i duğıı görülüyor. Dolay ısıyla, iki
ayaklılık yararı na bir doğal sl 't; i ı ı ı giicii olarak enerji c ı k i r ı l iği
lczinin akla yatkın olduğu soı ı ı H · ı ı rıa vardılar.
i k i ayaklılık evri mini l t' � v i k t�d c r ı , l ı i r yandan avcıları izl er
k•·n l ı i r yandan da yüksek olları r ı iisl iinden bakabilme vt� giiıı
di"ı z saatlerinde y i y ece k l o p l a r k t · r ı s n i rı ley e h i l m ek için dalıa el-
32
kin bir durw�a geçme zorunlulukları gibi başka etkenler de ol
duğu öne sürüldü. Ben tüm bu düşüncelerin arasında en inan
dırıcısının, sağlam bir biyolojik temeli olması ve ilk insan türle
rinin evrildiği dönemde gelişen ekolojik değişimlere uyması ne
deniyle, Rodman ve McHenry'ninki olduğunu düşünüyorum .
Bu hipotez doğruysa, ilk insan türünün fosillerini bulduğumuz
da, hangi kemikleri bulduğumuza bağlı olarak, bu fosillerin ilk
İnsana ait olduğunu fark edemeyebiliriz. Leğen ya da bacak
kemiklerini bulmamız durumunda iki ayaklı hareket şekli görü
lür ve " insan " diyebiliriz. Ama kafatasının ve çenenin bazı
parçalarını ya da bazı dişleri bulmamız durumunda bunların
bir insansımaymuna ait olduğunu düşünebiliriz. Bunların iki
ayaklı bir insansımaymuna mı, yoksa klasik bir insansımaymu
na mı ait olduğunu nasıl anlayacağız? Bu, son derece heyecan
ı
İnsanın Kökeni, F: 3 33
sav;:ın_ primaLları gibi davranıyorlardı. Önlerinde.._ 7 milyon yıl
��recek ve ileride de göreceğimiz. gibi son dere�� Jillx [Iljl§ık ve
k�sin olmayan bir evrim modeli vardı. Çünkü doğal seçim
uzun vadeli bir hedefe doğru değil, anlık şartlara göre i§ler.
Homo sapien.s sonuçta, ilk i_nsanla_nn Loı_:_� �-�l;,ırak ortaya çıklı;
-
ama bunun kaçınılmaz bir geli§me olduğu da �öylenemezdi.
34
2 . BÖLÜM
KALABALIK B iR A i LE
35
gözlerden uzak kalır. Sözgelimi, en umut verici erken insan fo
silleri deposu olan Doğu Afrika'da, 4 milyon ile 8 milyon yıl
öncesi arasındaki dönemden kal m a fosiller barındıran pek az
tortu bulunmaktadır. Bu, insan ailesinin kÖkenini kapsaması
nedeniyle, insan tarihöncesinin çok önemli bir dönemidir. 4
milyon yıl sonrasındaki dönemden bile, istediğimizden çok da
ha az fosile sahibiz.
İkinci sava§ım , fosil örneklerinin çoğunun küçük parçalar
- bir beyin kutusu parçası, bir yanak kemiği, bir kol kemiği
parçası, çok sayıda di§ -· halinde buluıımasıdır. Böylesine ye
tersiz kanıtlardan türlerin saptanması çok zor, kimi zaman da
olanaksız bir i§tir. Sonuçta olu§an bel i rsizl i k , hem türlerin sap
tanmasında hem de türler arası ndaki l ıağl a ı ı ı ı l arı n belirlenme
sinde pek çok bil.imsel giirii§ fark l ı l ı ğı doğıııas ı ı ı a yol açar. Ant
ropolojinin taksonomi ve dizgd ı i l i ın olarak l ı i l i ı ı c ı ı I nı alanı ay
nı zamanda, en çeki§mdi al a ı ı l arı ı ıd a ı ı l ı i ri d i r. Bu konudaki
çok sayıda tarlı§marı ı rı ayrı n ı ı l a n ı ı ı vı�rıııckl c ı ı kaı; ı ı ı acak ve b u
nun yerine, ağacın genel §ekl i rı i taıı ı ıı ı l a ı ııak iizni ı ıdı� yoğunla
§acağım .
36
geçtiği deliğİn konumuydu. İnsansımaymunlarda bu açıklık,
beyin kutusu tabanının görece aşağı kısımlarında yer alır; in
sanlardaysa, merkeze çok daha yakındır. Bu fark, i nsanların
iki ayaklı duruşunu yansıtır. İki ayaklı duruşta kafa omurganın
üzerinde dengelenir, insansımaymunlardaysa öne doğru eğili r.
Taung çocuğunun 11 fo ram en magnum 11 u, çocuğun iki ayaklı bir
insansımaymun olduğunu gösterecek şekilde, merkezde yer
alıyordu.
Dart, Taung çocuğunun insangillerden olduğuna emindi
gerçi, ama profesyonel antropologlar fosilleşmiş bireyin eski
dönemlerden bir insansımaymun değil , i nsanın atalarından biri
olduğunu ancak, neredeyse çeyrek yüzyıl sonra kabul ettiler.
Afrika'nın insan evrim inin gerçekleştiği yer olarak görülmesine
karşı duyulan önyargı ve böylesine insansı maymun benzeri bir
şeyin insan geçmişinin parçası ol abileceği fikrine duyulan tep
ki, Dart'ın ve keşfinin uzun s ii re an lropolojik açıdan unutul m a
ya terk edilmesine yol açnll§l.ı. Antropologların hatalarını fark
ettikleri dönemde - 1 91-0'ları n sonl arı - Dart'a İskoçyalı Ro
bert Broom da katılmıştı ve i kisi lıi d ik te Güney Afrika'daki
,
37
sımaynı u n u " anlamına gelmektedir. Daha iri olan türeyse A ust
ralopithecus robustus {iri güney i nsansımaymunu) adı verildi
(bkz. şekil 2-1 ) .
Dişierin yapısı , africanus v e robustus 'un çoğunlukla bitkiler
le beslendiklerini gösteriyordu. Yanak dişleri, insansımaynı un
l arın görece yumuşak meyveleri ve diğer bitkileri yemeye uyar
lanmış sivri uçlu dişlerinin tersine, öğütme yüzeyi olabilecek
şekilde düzleşmişti . Benim de düşündüğüm gibi ilk insan türle
ri insansı maymunla aynı türden diyetlerle beslendilerse, dişle
rinin de insansımaymununkilere benzemesi gerekmektedir. 2
milyon ile 3 milyon yıl öncesi arasında insan diyeıi sert meyve
ler ve sert kabukl u yemişler gibi daha kat ı besinler içermeye
başlamış olmalı. Bu da neredeyse kesinl ikl e, A. ustralopithe
cus ' un insansımaymunlara oranla daha kurak l ı i r ortamda ya
şadıklarını gösterir. İri t ii rlı�riı ı a z ıd işl e r i n in l ıiiyiikl iiğii , yediği
besinierin özell ikle sert olduğıımı ve aşırı dc�rc�l'ı·dı� iiğiitiilnıe si
gerektiği n i diişii ndiiriir; l ıııııl ara " iiğiit iil'ii azıd işlı�ri " derı nıesi
ne şaşmarnalı.
Doğu Afrika'daki ilk e'i-ken ınsan fosilll'rini Ağustos
l 959'da Mary Leakey buldu. Leakey, Olduvai Boğazı'rıdaki
tortuları otuz yılı aşkın bir süre araştırmanı n iid iiliin ii, C iiney
Afrika'daki iri A ustralopithecus türündekine l wnzn dı·ğirınen
taşı azıdişlerini bularak �dı. Ama Olduvai bireyi , Ci"ıııı�y A fri
kalı kuzeninden de iriydi. Bu uzun arayışta M ary'ylı� birl i kte
yer almış olan Louis Leakey bu örneğe Zinjantlım1m.� boisei
adını verdi; cins adı 11 Doğu Afrika adamı 11 anlamına gc·l m ekte
dir ve boisei de, babamla 'annemin Olduvai Boğazı ilı� l ıaş�a
yerlerdeki çalışmalarını destekiemiş olan Charles Boisc�'a giin
dermedir. Zinj adı verilen bi reye uygulanan ilk modnn jeolo
jik tarihierne sonucunda, ] . 7 5 milyon yıl önce yaşamış olduğu
saptandı. Zinj'in adı sonraları, A ustralopithecus rob ust ııs ' un
Doğu Afrika çeşitlernesi ya da eoğrafi değişkeni olduğu varsa
yımıyla, A ustralopithecus bo�H�i ' e dönüştürüldü .
38
A ııstralopiı/ıecııs robııstıu Aııstralopiılıecııs africamıs
Oksu çıkıntı (erkek) Çıkıntı yok
S cm
ŞEKiL 2.1
Australopiıhecııs kuzeııler. A usıralopiıhecus robustı�1 (ve lıoisei) ile africanus
arası nda ki lcrııel fark, ÇPrıe yapısını, yanak kenıiklt'riııi ve ilgili kas bağlantı
lannı içeren çiArU'rııe rııekaniznıalandır. Robustı�l t i"ı rii, yoğun bir çiğneme
gerektiren scı1 lıitkisd l wsi ııleri içeren bir diyete uyarlaıınıı§ll. (A. Walker
ve R.E.F. Leakey/.'icimti/ic A merican, 1 9 7 8 , ti"ım Irakları saklıdır.)
39
Adlar kendi içlerinde çok da önemli değildir. Önemli olan,
aynı temel uyarlanmaya, yani i ki ayaklılığa, küçük bir beyne
ve görece büyük yanak dişlerine sahip pek çok insan türü gör
memizdir. Turkana Gölü'ne yaptığım ilk keşif gezisinde,
ı 969'da kuru bir akarsu yatağında bulduğum beyin kutusun
da da aynı özellikle vardı.
İskeletİn çeşitli kemiklerinin boyutl arından, A ustralopithe
cus türünün erkeğinin, dişiden çok daha b iiyük olduğunu anlı
yoruz. Eşierin boyu yalnızca ı 20 cm' e ı ı hı]ı r k e n , erkekler ı 50
cm'den uzundular . Erkekler d i ş i l e r i tı iki k a ı ı ağırlıkta olm alı
lar; bu, günümüzde kimi savan l ı al ı ıı ııları ııda giirdüğümüz tür
de bir farklılık. Dol ayısıyla, lı u.�tralnpitlı l'l'lls ' ı ı ıı sosyal örgüt
lenmesinin babunl ardakine I H� ı ı zı�diği ı ı i vı� d a l ı a iiııceki bölüm
de de beliıtildii!;i gi l ı i , ı�gc rıwrı ı · r k c k l ı�ri ı ı olgı ı ı ı d i ] i l e re ulaşa
bilmek için r e ka l ı d e l l i kl e ri n i ı a l ı r ı ı i ı ı ı�ı l ı - l ı i l i r i z .
Zinj ' i n l ı ı ı l ı ı n ı ı ı as ı ı ı d a ı ı lıir yıl so ı ı r a , a ğa l wy i ı ı ı .l o ı ı a l ha n ' ı n
y i n e O l d u v a i Boi!;azı'ııda l ıa]ka l ı i r i ı ı s a ı ı g i l ı · ; ı i ı l ı i r l ıc y i n kutu
su parçası bu l mas ı yl a l ı i rl i k l ı�, i ı ı s a ı ı'H ı l a r i l ıi i ı ın·si i y i ( '(� karma
şıklaştı . Beyin kulusunun giirece i ı ıcc o l ı ııası , l ı ı ı l ı i n� y i n lıili
nen diğer tüm Australopithecus türleriııdı�ıı d a l ı a i ı ı( ' ( � yapılı ol
duğunu gösteriyordu. Yanak dişleri daha ki iı,; i i k vı· ı · ı ı i i ı ı ı� m l i
si, beyni neredeyse o/o 50 daha büyükLü . Bal ı a ı ı ı , lı ustm.lnpit
hecus 'un da İnsan geçmişinin bir parçası ol m as ın a k a r�ı ı ı , i l eri
de modern insana ulaşan soyu bu yeni örneğin ı ı · ı ı ı s i l l'l l i ği so
nucuna vardı. Meslektaşlarından gelen yoğun İ l i ra z i a ra kar]ın,
bu örneğe Homo habilis adı n ı takmaya kar a r vı�n · n · k , I ' İ ı ı s i n
saptanmış ilk erken üyesi haline getirdi . ("Y ele n e k l i i ı ı sa ı ı " an
lamına gelen Homo habilis a d ı n ı kendisine l{ayıııoıııl Darl
önermiştir ve söz konusu ad, lı ı ı Lii rün alet ürettiği v ; ı rsa y ı r ı ı r ıı a
gönderme yapmaktadır.)
İtirazlar pek çok açıdan, gizl i kaygılara dayanmakıay d ı ; l ı u
denli gürültü kopmasının ııı�d ı · ı ı i kısmen, yeni fosile llnnw a d ı
nı vermek için Louis'in, e i rısı� d a i r kabul edilen tanımı d ı·ği]I İ r
mek zorunda kal m asıy < l r . ( ) giiııı� dek, İ ngil iz an tropolog S i r
40
Arthur Keith'in önerdiği standart tanımda, Homo cinsinin be
yin kapasitesinin 750 cm;1'ü bulması ya da a§ması gerektiği
belirtilmekteydi; bu, modern i nsanlarla insansımaymunlar ara
sında ara bir rakamdı ve insanın beyin hacmi e§iği olarak bili
niyordu. Olduvai Boğazı'nda bulunan yeni fosilin beyin kapasi
tesinin· yalnızca 650 cm:ı olmasına kar§ın Louis, daha insansı
{yani, daha az iri) beyin kutusu nedeniyle, bunun Homo oldu
ğu sonucuna varmı§tı. Dolayısıyla, beyin hacmi e§iğinin 600
cm 3 indirilmesini önererek, yeni Olduvai insangilini Homo cin
sine kabul etmi§ti. Bu taktik hiç ku§kusuz, hemen ardından
olu§an §iddetli tartı§manın duygusal düzeyini yükseltti. Ama
sonuçta, yeni tanım kabul edildi . (Sonraları, 650 cm3'ün Ho
mo kabilis' teki ortalama yeti§kin beyni için küçük ve 800
cm3'ün daha doğru bir rakam olduğu anla§ıldı.)
Bilimsel adlar bir yana bırakılırsa buradaki önemli nokta,
bu bulgulardan geli§tirilmeye ba§lanan evrim modelinde iki te
mel erken insan tipi bulunmas ı d ı r. Tiplerden birinde beyin kü
çük ve yanak di§leri büyükLü (ç e§i t l i A ustralopithecus türleri);
ikinci tipteyse daha büyük bir l ıeyin ve d ah a küçük yanak di§
leri vardı (Homo) (bkz. §eki] 2 .2 ) . 1 kr ikisi de iki ayaklı insan
sımaymunlardı, ama Ilanıo ' nun e vri m i n d e hiç ku§kusuz, olağa
nüstü bir §ey oiU§ffill§tU. Bu " §eyi " l ı i r sonr a k i bölümde daha
ayrıntılı olarak inceleyeceğiz. Her ne o l u rsa olsun, i nsan tarihi
nin bu noktasındaki - yani, yakla§ ı k 2 m i l yon yıl i i n ee - soya
ğacının §ekli konusunda antropologlar ol d ı ı kç a kısil lıir anlayı
§a sahiptiler: Ağaçta iki ana dal vard ı : t iiın i·ı 1 ı ı ı i l yo n yıl önce
yok olan Australopithecus türleri ve so ı ı ı ı n d a l ıizı� kadar ula§an
Homo .
Fosil kalınt ıları n ı i ııcelemi§ olan biyologl ar, yeni bir türün
yeni bir uyarlan rııayla ortaya çıkması d u rı ı ı ı ı u nda, sonraki bir
kaç milyon yıl i��iııde, bu ilk uyarian manın çı�§i Liemelerini yan
sıtan torun türlerinin görüldüğünü bil i rler; lıuna, uyarianma
41
S cm
'-------'
ŞEKi L 2 . 2
Erken Homo . M i"ızeye gi rıııe sayısı olan 1 170 adını ta�ıyan lııı fosil l 9 72 'de
Kenya'da bıılıınd ıı . Yakla�ık 2 ııı ilyoıı yıl iiı ıı..- ya�a n ı ı�t ı vı· 1/omo habili.s'in
en eksiksiz erken iirııı·giyd i ; lı ustr.ı/oj litlll·ı·u.l 'a manloı l w yindı: daha fazla
bir büyi'ı ıııc v e d i � l.,rdc k i'u ; i 'ı l ıııı· giiri.ı l i.ı r. ( i\ . W a l kn vı· H . F:.F. Lc-
akey/Scierııifıc lı mı•rim n , 1 'J 7 B , t i'ı ı ı ı l ı a k l a rı s a k l ıd ı r . ) "
ışınımı adı verilir. Cambridge Ü n i vcrsi l ı ·si ' ı ı dı·ıı a ı ı l ropolo� Ho
bert Foley, iki ay akl ı i nsansımaymunlarııı ''v r i ı ı ı l a r i l ı i ı ı i ı ı alışıl
mış uyarianma ışınımı modelini izlemiş .ol m a l a rı d ı ı rı ı ı ı ı ı ı nda,
grubun 7 milyon yıl önceki kökeniyle gii n ii nı iiz a ra s ı n d a c ı ı az
on altı Lürün olması gerektiğini hesaplamıştır. Soy ağacı l l ' k bir
gövdeyle (kurucu türler) başlar, zaman içinde Y�'tı i l ii rl ı · r i n ev
rilmesiyle yayılır ve türlerin yok olmalarının soı ı ı w ı ı ı ıda dalla
rın azalmasıyla, geriye tek b i r d al kalır: Homo saJJil'tls. H i i l ii n
bunlar, fosil kayıtlarından öğrendiklerimize ne şek i l d ı · ı ı y ı ı yor'?
Homo habilis'in kabul ed i l m es inden sonra uzuıı y ı l l a r lıo
yunca, 2 milyon yıl önce ii�: !t ustralopithecus ve bir 1/onw l ii r ü
olduğu düşün üldü. Tarihön!'cs i ı ı i n b u döneminde soyağacı n ı n
s o n derece kalabalık ol mas ı n ı l ıl'kleyebiliriz; öyleyse, a y n ı a n
da sadece dört tiiriin var o l m as ı pek olası görün müyor. Cer
çekten de yakın zamanlarda - yi' ni keşifler ve yeni düşii ı ı iişler
sayesinde- o dönernde t·ı ı az diirl A ustralopithecus t ü r i i n i i n ,
42
iki ya da hatta üç Homo türüyle yan yana yaşadığı anlaşıldı. Bu
tablo �enüz tam anlamıyla kesinleşmiş değil, ama eğer insan
türleri de diğer büyük memeli türleri gibiyse (ki tarihin o döne
minde öyle olmamaları için hiçbir neden yok), biyologların
beklentileri bu şekilde olacaktır. Burada şu soruları sormalıyız:
2 milyon yıl öncesinden önce ne oldu? Soyağacında kaç dal
vardı ve neye benziyorlardı?
Daha önce de belirttiğimiz gibi, 2 milyon yıl öncesinden iti
baren fosi l kalıntıları azalıyor ve 4 milyon yıldan öncesine indi
ğimizde sayfa iyice kararıyor. Bilinen en erken insan fosilleri
nin tümü Doğu Afrika'da bulunmuştur. Turkana Gölü'nün do
ğu kısmında 4 milyon yıl öncesine ait bir kol kemiği, bir bilek
kemiği, çene parçacıkları ve dişler bulduk; Amerikalı antropo
log Donald Johnson ile arkadaşları da Etiyopya'nın Awash böl
gesinde yaklaşık olarak aynı yaşta bir lıacak kemiği bulmuşlar
dı. Bunlar, insanoğluna ait erkt·rı tarihiincesinin yeniden yara
tılması için çok yetersiz ipuçları . Aıııa kal ı ntıların ender görül
düğü dönemin de bir istisnası var: Et iyopya'nın Haclar bölge
sindeki, 3 milyon ile 3 . 9 milyon yıl iiııcesinden kalma zengin
fosil koleksiyonu .
l 970'lerin ortalarında Maurice Taic l ı il ı� Johanson'ın baş
kanlığındaki ortak bir Fransız/Amerikan c�kilıi, aral arında Lucy
olarak bilinen küçük bir bireyin iskelet inin lıir lıöliim ünün de
yer aldığı yüzlerce şaşırtıcı fosil kem iği IHıld ıılar (lıkz. şekil
2 .3). Öldüğünde olgun bir yetişkin oları Lıwy 'nin l ıoyu ancak
90 cm'di, uzun kolları ve kısa bacaklarıyla iıısansımaymun
benzeri bir yapıdaydı. Bölgede bulunan diğı·r fosiller, 1 50
cm'i aşan boylarıyla çoğunun Lucy'den dalıa ıızıın olduklarını
göstermekten öte, yaklaşık bir milyon yıl sonra Ciiney ve Doğu
Afrika'da yaşayan insangillere oranla bazı a��ıl ardan - dişlerin
büyükl üğü ve yapısı, çıkıntılı çene- insansııııaymuna daha faz
la benziyorlanlı. i ıısaııın kökenine yaklaşt ık��a görmeyi bekledi
ğimiz manzara da zaten buydu.
43
ŞEKiL 2.3
Lucy. Lucy olarak bilinen bıı eksik iskcleıi Maurice Taieb ve Donald Johan
son ile arkadH§ları 1 9 74'ıe Eıiyopyu'ılu buldular. Bir di§i olan Lııcy'ııiıı ho
yu 90 cm'di. Tiiriinün erkekleriyse ııııa �öre çok daha uzundu. Lııcy, ] mil
yon yıldan biraz fazla bir siire öııı·ı· yıı§ıımı§lır. (Cleveland Doğa Tarilıi M ii
zesi)
44
Haclar fosillerini ilk gördüğümde iki ve belki de daha fazla
türü temsil ettiklerini sandım. 2 milyon yıl öncesinde gördüğü
müz tür çeşitliliğinin, bundan da bir milyon yıl önceki, A ustra
lopithecus'la Homo'yu da içeren benzer bir çeşitlilikten kay
naklandığını düşündüm. Fosiller hakkındaki ilk yorumlarında
Taieb ve Johanson, evrimimiz için bu modeli desteklemişlerdi.
Ama Johanson ile California Üniversitesi'nin Berkeley kampu
sundan Tim White, incelemeleri sürdürdüler ve Ocak l 979'da
Science dergisinde yayınlanan bir bildiride H aclar fosillerinin
çeşitli ilkel insan türlerini temsil etmediğini, Johanson'ın Aust
ralopithecus afarensis adını verdiği tek bir türe ait kemikler ol
duğunu savundular. Önceleri farklı türlerin varlığına kanıt ola
rak gösterilen geniş beden boyutu aralığı şimdi yalnızca cinsel
ikibiçimiilik olarak yorumlanıyordu. Sonraları gelişmiş bilinen
tüm insangil türlerinin bu tek türden geldiğini söylüyorlardı.
Bu cesur iddia pek çok meslektaşı mı şaşırttı ve uzun yıllar sü
recek bir tartışma başlattı (bkz. şekil 2 .4.).
O dönemden bu yana pek çok antropologun Johanson ve
White'ın senaryosunun muhtemelen doğru olduğuna karar ver
melerine karşın ben, iki nedenden iitiirü, senaryonun yanlış ol
duğuna inanıyoru m . İlk olarak, I l adar fosillerindeki boyut far
kı ve anatomik çeşitlilik, tek bir türü Lt�msil ederneyecek denli
fazladır. Kemiklerin iki ve belki de iiç türden geldiğini kabul
etmek çok daha mantıklı olacaktır. I l adar fosillerini bulan eki
bin üyelerinden Yves Coppens da bu dü�ünı:ededir. İkinci ola
rak, senaryo, biyolojik açıdan mantıklı değildir. İnsanlar 7 mil
yon ya da hatta yalnızca 5 milyon yıl önce ortaya çıktılarsa, 3
milyon yıl önceki tek bir türün daha sonraki liim türlerin atası
olması son derece alışılmadık bir durum olacaktır. Uyarianma
ışınımının tipik �ekli böyle olamaz ve Lersine bir kanıt bulma
dıkça, insan tarihinin de tipik modeli izlediğini düşünmek du
rumundayız.
Bu sorunun herkesi memnun edecek �ekilde çözülmesinin
tek yolu 3 milyon yıldan daha eski yeni fosillerin keşfedilmesi
45
ve incelenmesi olacaktır ki bu, l 994 başlannda mümkün gö
rünüyordu. 1 ladar bölgesindeki fosil zengini sitlere politik ne
denlerden ötürü on beş yıl boyunca yeniden gidemeyen Johan
son ve arkadaşları, 1 990'dan bu yana üç keşif gezisi yapabil
diler. Çabaları büyük bir başanya ulaştı ve aralarında ilk ek
siksiz beyin kutusunun da yer aldığı elli üç fosil örneği buldu
lar. Yeni bulgular, daha önce bu dönemde görülen modeli
Bugün
A.
9n
robı�•t�<•
l A. b,;,.;
2
"·
c
o
,;,.
:ı -7.
A . afarensL�
?
5
A B
H. sapiens
H. erectus
H. habilis
A. robıL•tu.s
A. africantt.."i
A. boisei
A. afaremis
Homo .•pi'
ŞEKil 2.4
Soyağaçları. Sonuçta ortaya çıkan ı'vriııı tarihinin genel yapısı aynı olsa da,
farklı akademisyenler mevcut fosil kanıtiarına farklı yorumlar gı·ıiriyorlar.
Burada iki çe§itlcme basitle§tirilıııi� l ı a l d e gösteıilmektedir. Ben, 1/omo C"insi
örneklerinin en eski insan fosilieri arasında yer aldığı B çe§itlcnıesini lt'rcilı
ediyonım; bu, bizim Homo halıilis olarak bildiğimiz tiiriin atası olmalıdır.
Fosil kalıntıları, insanın, molehılı·r p;ı·ıwtik kaıııtlardan anla§ıldığı kadarı yla
yakla§ık 7 milyon yıl önce gcn;t'klqm i'i kiikenine dek uzanmıyor.
46
- gen i§ bir beden boyutu aralığı - doğruluyor ve hatta geli§tiri
yordu . Bu gerçek nasıl yorumlanacaktı? Bir ya da daha çok tür
sorun, çözüme kavu§manın e§iğinde m iydi?
Ne yazık ki, böyle olmadı. Daha önce bulunan fosillerdeki
boyut aralığının erkeklerle di§iler arasındaki büyüklük farkın ı
gösterdiğini dü§ünenlere göre, yeni bulgular b u dü§ünceyi des
tekliyordu. Böylesine geni§ bir boyut aralığının tür içindeki
farklılıklara değil, türler arasındaki farklılığa i§aret ettiğini dü
§Ünenlerimize göre ise yeni fosiller bu görÜ§Ü güçlendirmek
teydi. Dolayısıyla, 2 milyon yıl öncesinden önceki soyağacının
§ekli hala çözülmemi§ bir sorun olarak görülmelidir.
l 97 4'te Lucy'nin eksik i s keletinin bulunması , erken bir in
sangildeki iki ayaklı harekete anatomik uyarianma düzeyine bir
i l k bakı§ olanağı sunar gibiydi. Yakhı§ık 7 milyon yıl önce orta
ya çıkmı§ olan ilk i nsangil Liirü tanı m gereği , sıradan bir iki
ayaklı insansımaym un olmalı yd ı . A m a Luey iskeletinin bulun
masına dek antropologlar, 2 m i l yon yıldan daha ya§lı bir insan
türünde iki ayaklılığa dair soııı ı ı l l ı i r kanıla sah i p değillerdi.
Lucy'nin iskelelindeki !eğen, bacak ve ayak kem ikleri bu soru
için çok önemli ipuçlarıydı.
Leğenin §ekli ve uyluk kerniğiylı� diz a rası ndaki açı , Lucy
ile arkada§larının bir tür dik yüriiyii§•� ııyarl a ı ı ı ı ı ı § olduklarını
göstermektedir. Bu anatomik özel l i kl e r i ı ısaıısımaymundan
çok, insana özgüydü. Kemikler iiwri ııdl' ilk aııaloınik ineele
rneyi yapan Owen Lovejoy gerçeklerı dı�, l ii rii ı ı iki aya klı hare
ketinin, bizim yürüyü§ §eklimizden ayı rt ı·dilı·ıııcyeeeği sonu
cuna vardı. Ama herkes onunla aynı fikirdı· d . -ğ i l di . Sözgelimi,
New York Eyald Ü n i ve rsitesi ' n i n Sıoııy Hro o k bınpusundan
iki anatoıni bilimci, J ack Stern ve Haıı ı b l l Sı ı s ı ı ı an , l 983'te
hazırladıkları iiııcııı l i bir bildiride Lııc y ' ı ı i ı ı aııalonı isine dair
farklı bir y orıı ı ı ı sundular: " Tam zaıııaıılı iki a y akl ıl ı ğa doğru
uzun bir yol al ı ı ı ı � , a ı ı ı a beslenınek, u y u ııı;ık ya da kaçmak için
ağaçlan eıkiıı l ı i.,.i ıııdt: kullanmasın ı sağlaya . . ;ık yapısal özellik-
47
leri de korumuş bir yaratığa tamamen uygun özellikler bileşi
mine sahiptir. "
Stern ve Susman'ın kendi vardıkları sonucu doğrulamak
için kullandıkları önemli kanıt parçacıklarından biri, Lucy'nin
ayaklarının şekliydi: kemikler, insanlarda · görülmeyen ama in
sansımaymunlarda görülen bir şekilde kıvrıklı; yani ağaçlara
tırmanmayı kolaylaşlıracak bir yapıdaydı. Lovejoy bu görüşü
gözardı eder ve kıvrık ayak kemiklerinin yalnızca, Lucy'nin in
sansımaymun benzeri geçmişinden kalma bir evrim kalınıısı ol
duğunu öne sürer. Bu iki karşıt saf, farklı görüş açılarını on yılı
aşkın bir süre şiddetle savundular. Ardından, 1 994 başların
da, aralarında hiç beklen medik bir kaynaklan gelen delillerin
de bulunduğu yeni kanıtlar Inı d e n� eyi dcği�tird i .
İlk olarak Johanson ile a rkada�la rı , A u.�tralopithecus afaren
sis'e atfeuikleri, üç m i l yon ya�ıııda iki kol kemiği, bir dirsek
kemiği ve bir üstkol kemiği l ıııldııkları r ı ı :u;ıkladı l a r. Bireyin
güçlü olduğu �örii l iiyordıı vı� kol kı·rııi klı·ri ııdl' bazı ii zdli kler,
şempanzelerdeki özelliklere benziyor, l ıazı l a rı da farkl ı l ı k gös
teriyordu. Londra'daki U nivers ity Collı����·daıı l .ı·�·d iı� Aidlo bu
keşif hakkındaki yorumlarını Natun� dı�r�isi ııdl' yayı nladı : "A.
afarensis dirsek kemiğinin m ozaik m orfolojisi, yoğı ııı ka s lı ve
iri üstkol kemiğiyle birlikte, ağaçlara tırrııaııaıı aıııa ayn ı za
manda yere indiğinde iki bacağı üstünde yii r i "ı y ı ·ıı bir yaratık
için idealdir . " Benim de destekiediğim bu giirii�, l .ovı ·joy yan
claşiarına ters düşmekte ve Susman yand aşlarına ıı yıııakıadır.
Bu erken insanların iç kulak anatomisinin ayrı ııı ıl arı ııı sap
tam"!k amacıyla bilgisayarlı eksen tomografisinin (CAT t a ra m a
sı) kullanılmasıyla birlikte, h ıı �öri.i�ü destekleyen l ıa�ka kanıt
lara da ulaşıldı. İç kulak anatomisinin bir bölüm ü nii , C !-iı·kl i n
de üç tüp - yarım daire kanalltı n - oluşturur. Kanalları n bir
birlerine dik olarak düzenlt�nd iği ve ikisinin dikey d urdıığıı Inı
yapı, beden dengesinin korıııırııasında temel bir rol oynar. Li
verpool Üniversitesi'nden Fred Spoor, 1 994 Nisan' ın da �er
çekleştirilen bir antropolo�lar toplantısında insan ve i ıısansı-
48
maymunlardaki yarı m daire kanal ları tanımladı. İki dikey ka
nal insanlarda, insansımaymunlara oranla çok daha büyüktür.
Spoor bu farkı, iki ayaklı türlerdeki dik dengenin getirdiği ek
taleplere bir uyarianma olarak yorumluyor. Ya erken in!-;an
türleri?
Spoor' u n gözlemleri gerçekten şaşırtıcı. Homo cinsinin tüm
türlerinde iç kulak yapısı, modern insanların iç kulak yapıs ı n
dan ayırt edilem iyor. Aynı şekilde, tüm A ustralopitlıecus t ü rle
rinde de yarım daire kanallar, insansımaymunlardakilere ben
ziyor. Bu, A ustralopitlıecus'un insansımaymunl ar gibi - yani,
dört ayak üstünde- hareket ettiği anlamına mı geliyor? Leğen
yapısı ve bacaklar bu son uca uymuyor. Annemin 1 976'da
yaptığı önemli bir keşif de öyle: Yaklaşık 3. 7 5 milyon yıl önce
bir volkanik kiil Lalıakasında oluşmuş son derece insansı ayak
izleri . Yine de, iç kula k yapısı alışılmış duruş ve hareket şeklini
gösle r iyorsa , lıu, A u..1tra lopit lwnt.l 'un , Lovejoy'un savund uğu
ve hala sa v u n mayı siirdiird iiğii g i lı i lam olarak bize benzerne
diğini düşündürüyor.
Lovejoy bu yoru mu savunarak, an l ro po l ogl ar arası ndaki, bu
böl ü m li n başlarında sözünü ell iği ı ı ı l ı i r ı · ğ i l i n ı l c , tüm insangille
ri daha ilk l nış l a n i t ibaren l anıa ı ı ı ı'ıı iıısaıı kılıııak islı'r gibi gö
rünüyor. Ama ben , ataları mızdan lıi ri nin insansııııayııı ıın dav
ranışları gösterdiğini ve yaşamında ağaı;Lırı n l ıiiyiik iincııı taşı
dığını d üşün mekle bir sorun g ör nı iiyo nı n ı . Bizler iki ayaklı in
sansı m aymunl arız ve bu gerçeğin alaları n ı ı z ı n ya�aıııa §Ckilleri
ne de yansıması nda şaşılacak bir şey yok.
49
rilmiş aletler ün�tmeye 2 . 5 m ilyon yıl önce, iki taşı birbirine
vurarak başladılar ve böylece, insanın tarihöncesi özelliğini be
lirleyen bir teknoloji yoluna girdiler.
İlk aletler bir taşa - genellikle bir !av taşı - başka bir taşla
vurularak yapılmış küçük yongalardı. Yongalar yaklaşık 2 . 5
cm uzunluğunda v e şaşırtıcı derecede keskindiler. Görünüşteki
basitliklerine karşın, pek çok işte kullanılıyorlardı . Bunu Illino
is Üniversitesi'nden Lawrence Keeley'in ve Indiana Üniversite
si'nden N icholas Toth'un, Turkana Gölü'nün doğusundaki 1 . 5
milyon yıllık kamp alanında bulunan hir düzine balta üzerinde
yaptıkları mikroskopik incelemelerden biliyoruz. Keeley ve
Toth yongalarda farklı aşın malar - bazıların ı n el , bazılarının
odun ve bazılarının da ot gibi yumuşak lıiı kisd malzemelerin
kesilmesinde kullanıldığını gösleren işaretlc�r- l ıuldular. Böyle
bir arkeolojik sitte dağınık halde laş yongalar l ı ıılduğumuzda,
oradaki yaşamın karma ş ı k l ıi!; ı n ı hayal cl ııırk i ı; i n yaralıcılığımızı
kullanmak zorunda kalınz; ı;iinkii kal ı ı ı ı ılar ��ok azdır: etler,
odunlar ve otlar yok olnı ıışl ıır. Ciiııiiııı iizdc� g i irdiiği i müz tek
şeyin taş yongalar olmasına rağııwı ı , l ıi r i ıısaıı ailc • si grubunun
fidanlardan yapılmış, ka m ış danılı l ı i r yapı ı ı ı ı ı gülgesinde et
kestiğini hayal edebiliriz.
Bulunan en eski taş alet grupl arı :l . !) ıııi lyoıı yaşındadır ve
aralarında yongaların yanı sıra sal ır, ka:r. ıııa ve çeşitli çokyüzlü
ler gibi daha büyük araçlar l ı ı ı l ı ı ı ı ıııak ı adır. Çoğu örnekte bu
aletler de !av taşından b irka ı; yoııga ı ı ı ı ı ı; ıka rı l masıyla yapılmış
tır. Mary Leakey, Olduvai Boğazı ' ı ıda yıllarca - Olduvai Bağa
zı'na göndermeyle Oldovan kiilı ii rii denilen - bu ilk teknoloji
leri incelemiş ve böylece, c�rkc ·ıı Afrika arkeolojisini kurmuştur.
Nicholas Toth alet yapıııa dc·ııc�ylc�rioin sonucunda, her bir
aletin belli şekillerinin ilk alc•ı yapıı ııe ılarının zihninde yer al
madığından - isterseniz l ı ı ı ı ıa zihinsel kalıp diyebiliriz- kuş
kulanıyor. Şekillerin ham ıııaddc�nin özgün biçimine göre veril
miş olması daha mümkün giiriiniiyor. Yaklaşık 1 .4 milyon yıl
so
öncesine dek kullanılan tek teknoloji şekli olan Oldovan kültü
rü temelde fırsatçı bir yapıdaydı.
Bu aletlerin üretilmesinin dü§ündürdüğü bilişsel beceriler
konusunda ilginç bir soruyla kar§ılaşıyoruz. İlk alet yapımcıla
rı, insansımaymunlardakine benzer zihinsel özelliklerini farklı
bir §ekilde mi kullanıyorlardı? Yoksa bu ݧ daha yüksek bir ze
ka mı gerektiriyordu? Alet yapımcılarının beyinleri insansımay
munlara oranla % 50 daha büyüktü; dolayısıyla, ikinci sonuç
daha olası görünüyor. Yine de, Colorado Ü niversitesi'nden ar
keolog Thomas Wynn ve İskoçya'daki Stirling Ü niversite
si'nden primatolog William McGrew aynı fikirde değillerdi . İn
sansımaymunların gösterdikleri bazı el becerilerini incelediler
ve l 989'da yayınladıkları, " Bir insansımaymunun Oldovan'a
Bakı§ı " b a§lıklı bir bildiride §U sonuca vardılar: " Oldovan alet
lerinin tüm uzamsal kavramları insansımaymunların zihinlerin
de bulunabilir. Gerçekten de, yukarıda belirtilen tüm uzam ye
tenekleri tüm büyük insansımaymunlar için geçerli olabilir ve
Oldovan alet kullanıcılarını benzersiz kılmaz . "
Bu yorumu §aşırtıcı buluyorum; lııınun nedeni, büyük oran
da, kimi insanların iki kayayı birbirine vurarak " Ta§ Devri "
aletleri yapmayı deneyip pek de ba�arılı olamadıklarını görmܧ
olmamdır. Bu ݧ böyle yapılmıyor. Ta� alet yapı mı için mükem
mel teknikler gelݧtİrmeye yıllarını veren Niclıolas Toth ta§tan
yonga çıkarmanın mekaniğini gayet iyi b i l i r. Taş kıncı, etkin
§ekilde çalışahilrnek üzere, vurmak için doj!;rıı açılı, doğru bir
kaya seçmelidir ve doğru yere, doğru miklarda güç verilebil
mek için, vurma hareketini de çok iyi bil melid i r. Toıh 1 985 ta
rihli bir bildiride, " Alet yapan erken ürrıek insanların taşı işle
me konusunda iyi bir içgüdüye sahip ol dukları açıkça görülü
yor , " demişti. Yakın zamanlarda da bana, " En erken alet ya
pımcılarının insansımaymunların ötesinde bir zihinsel kapasite
ye sahip olduklarına hiç ku§ ku yok, " ded i . " Alet yapımı, mo
to da ilgili ve bil işsel becerilerio koordinasyonunu gerektiri-
yor. "
51
Georgia eyaJetin i n Aılanla kentindeki Dil Araştırmal arı Mer
kezi'nde sürdürülmekıe olan lıi r deneyde bu soru sınanmakta
d ı r. Psikolog Sue Savage-Ru mbaugh on yılı aşkın bir süredir
bir cüce şempanzeyle, iletişim becerilerinin geliştirilmesi üze
rinde çal ışıyor. Toth yakın zamanlarda onunla işbirliğine gire
rek, Kanzi adlı şem panzeye taş alet yapmayı öğrelnıeyi denedi .
Kanzi keskin yonga üretiminde h i ç kuşkusuz yenilikçi bir dü
şünce tarzı sergiledi, ama ilk alet yapı nıcılarının sistematik
yonga çıkarma tekniğini yinelerneyi lıeııiiz l ı aşaraınadı. Ben
b u n u n , Wynn'le MeGrew'ün görüşlerinin yanlış olduğunu ve
ilk alet yapımcıları n ı n şu anda insaıısı mayrıı ıınlarda görülenin
ötesinde bilişsel beceriler kullandıklarını giislt•r•·n lıir işaret ol
duğunu düşünüyor u m .
İ l k aletlerin , yani Oldovan külıüriiıı iiıı l ı ; ı s i ı v • · fı rs a l çı oldu
ğu h i r gerçek. Yaklaşık 1 . 4 milyon yıl ii ı ı n · t\ fr i ka ' da, arke
ologların , bu aletlerin sonraki çeşi l l t· ı ı w l n i ı ı i n i l k o l a r a k lıııl un
duğu Fransa'nın kuzeyindeki S ı . A l " l w ı ı l ' a giiı ı d t · r ı ı wy l c A c l ı e
uleen sanayİsİ adını verdikleri y • · ı ı i l ı ir al . .ı g ıı ı l ı ı ı o l ı ışl ı ı . i nsa
nın tarihöneesinde ilk kez, alet y a p ı ı ı w ı L ı rı ı ı ı ı ı i i rl ' l r ı w k isl i'd ik
l eri şeyle ilgili bir zihinsel kalı p l a rı ı ı ı ı ı o l d ı ı ;!. ı ı ı ı ;ı d a i r ka ı ı ı l gö
riiliiyord u; yani onlar, k u l l an d ı k l a rı l ı ; ı ı ı ı ı ı ı a d d · ·�'(' l ı i l t · rc k lıir
şekil veriyorlardı . Bunu d ii ş ii n r ı w ı ı ı i zt · y o l ; u�a ı ı ald, yapılması
için önemli oranda beceri ve sa l ı ı r g• · ıT k l ' ı ı , d a r ı ı l a şekl indeki
bir el balıasıdır (bkz. şekil 2 . !l ) . Toı l ı V t ' d i ;!.t · r deneyciler, dö
nemin arkeoloj i k kayıtlarında gi i r i 'ı l t · ı ı ı ı i ı t · l i k ı e d balıaları ü re
lecek beceriye ancak aylar si'ı n · ı ı l ı i ı ·� a l ı ş ı ı ı a yla u laşabildiler.
Arkeoloj i k kalıntılarda . ı l ı a l ı a,.,ı ı ı ı ı ı o rtaya çıkması , /lama
.
52
sanlar birdenbire, eskiden yoksun kaldıkları yiyeceklere ulaşa
bilmeye başladılar. M ü tevazı yonga, Toth'un da pek çok kez
gösterdiği gibi, postun en sert kısı mları dışında her yerinin ke
silerek içindeki etin açığa çıkarılması için son derece etkin bir
araçtır. Bu basit taş yongaları yapan ve kullanan insanlar, ister
avcı olsunlar ister leş yiyici, yeni bir enerji kaynağına ulaşmış
lardı: hayvan proteini. Böylece yiyecek alanlarını genişletmek
ten öte, başarılı nesil üretme şanslarını da artırmış oldular.
Üreme süreci pahalıya mal olan bir iştir ve diyetin eti de içere
cek şekilde genişlemesi, bu sürecin daha da emniyete alınma
sını sağlayacaktı r.
ŞEKiL 2 . 5
Alet teknolojileri. Alttaki i k i sırada, arkeolujik kalıııtılarda ilk kez yakla§ık
2 . 5 milyon yıl öııce oıtaya çıkan Olduvan tekn o l oji s i görülmektedir: çekiç
(beyaz tU§), basit satır ve kazıyıcılar (çekiçle ayııı sırada) ve küçük, keskin
yongalar (üstteki sını). Ü sııeki iki sırada, kalıııtılarda ya kla§ık 1 .4 milyon yıl
önce ortaya çıkan Adıeııleen kültür göriilliyor. Bu kültüre özgü ale tle r el
baltalan (damla §f'kliıırleki iki alet), satır, kazma ve ayrıca, Oldavan alet
gruplannda bulıııııııılııra henzer çe§itli küçük aleılerdir. (N. Toth.)
53
Antropologların karşısında uzun süredir aynı soru var: Bu
aletleri kim yaptı? Aletlerin arkeolojik kalıntılarda ortaya çıktığı
dönemlerde pek çok A ııstralopithecus türü ve olasılıkla, pek
çok Homo türü mevcuttu. Aletleri kimin ürettiğine nasıl karar
verebiliriz? Bu, son derece zor bir iş. Aletleri yalnızca Homo
fosilleriyle bağlantılı olarak bulsaydık ve A ustralopithecus türle
rinin yanında hiç alet bulmamış olsaydık, tek alet yapımcısının
Homo olduğu sonucuna varabilirdik. Ama tarihöncesi kalıntıla
rı bu denli açık seçi k değil. Randali Susman, Güney Afri
ka'daki bir sitte bulunan ve A. robııstus'a ait olduğuna inandığı
el kemiklerine dayanarak, bu türün alet yapabilecek el beceri
lerine sahip olduğunu savund u . Ama bunun doğru olup olma
dığını kesinlikle bilmek olanaks ı z .
Ben, en basit açıklamayı aramamız gerektiğini düşünüyo
rum . Tarihöncesi kal ı n ı ıl a rı ı ıd a ı ı , 1 m i lyon yıl öncesinden son
ra yalnızca 1/om o l ii rleri n i ı ı var old ıığı ı n ı ı ve ay rıca, Inı türlerin
taş aletler yaptıkları n ı l ı i l i yor ı ı z Ba!-ika �l'kildı� dii�iin memiz
.
için iyi bir neden ol madık��a, l a r i l ıiiı wı·s i ı ı i r ı ı·rkı·n diirıenı lerin
de yalnızca Homo ' n u n al et yaplığını siiy l ı · ı ı wk ıııaııııklı olacak
tır. Australopithecus türleriyle 1/onw ' ı ı ı ı ı ı fa rklı u y ari an malar
geçirdikleri çok açık; bu farkın en iiıwmli ıwd'"ıılniııdcrı biri
nin, Homo'nun et yemesi olduğu d ii§ii ıı iilel ıil i r. Ta� ald yapı
mı, etoburların yeteneklerinin önemli bir pan;asıııı ol ı ı � l ıırm a
lıydı; oıoburların ise bu aletiere i htiyacı yok t u .
Toth, Kenya'daki arkeolojik s i tlerde bulunan alı�ııı�r iiwrin
deki çalışmalarından ve alet yapımı deneylerinden l ıiiyiilı�yici
ve önemli bir keşfe ulaştı . İlk alet yapı meıları çoğunl u k la, mo
dern insanlar gibi, sağ ellerini kullanıyorlardı. İ nsans ı ı ııayııııın
lar tercihe göre sağ ya da sol ı � l lı· riıı i kullanabilirler; l ii ri i r ı lii
müne özgü bir tercih yoktur. Bıı açıdan , insanların lwıızı�rsiz
bir konumda oldukları giiriiliiyor. Toıh'un ke§fi bize evrim
hakkında önemli bir içgörii sağl ıyor: yaklaşık 2 m ilyon yıl iiııı:e
Homo'nun beyni, bizim kendi mizi lıildiğimiz anlamda, gcrçı�k
ten i nsana özgü bir hal al nı a ya l ı a§lamıştı.
54
3 . BÖLÜM
55
ropologlar oaha çok, Homo halıilis'in ortaya çıkışıyl a beyin bo
yutunda görülen - yakl aşık tl.SO cm:1 'ten, 600 cm:1 ' ü n üstüne
sıçrama üzerinde yoğunlaştıl ar. 13u hiç kuşkusuz, i nsanın tari
höncesini yeni bir yöne sokan evrimsel uyarianmanın önemli
bir parçasıydı. Ama yalnızca bir parçası . Atalarım ızın biyolojisi
üzerinde yapılan yeni araştırmalar başka pek çok şeyin de de
ğiştiğini ve bu değişimierin onları insansımaymun benzeri ol
maktan, daha insansı olm aya götürdüğünü gösteriyor.
İnsan gelişiminin en önemli özelliklerinden biri, yavruların
tamamen çaresiz halde doğmaları ve uzun bir çocukluk döne
mi yaşamalarıdır. D ah ası , tüm ebeveynlerin de bildi kleri gibi,
çocuklar ergenli kte ani büyüme hamleleri gösterir ve şaşı rtıcı
bir h ızla boy atarlar. İnsan bu açıdan benzersizdir; i nsansı
maymunlar da dahil olmak üzere memeiiierin çoğu bebekli k
ten doğruca yetişkinl iğe gec;e rl er. Biiyiinı e hamlesi başlamak
üzere olan bir insan e rgc ı ı i ı ı i ıı l ıoy ı ı t l a rı yaklaş ı k % 25 oranın
da artabilir; şempaıızcl ndı�ki d iizı·ı ı l i l ı i'ı y i"ııııc yiiriingesinde
ise, ergen ye t iş k i n l i ğ ı� gcı; t i ğ i ı ı dı· l ıoyı ı t ları yal n ı zca n�r, 1 !J. artar.
M i ch i gan Ü n i versitı�si ' ı ı dı · ı ı l ı i yolog l h rry Bogi ı ı l ı iiyiime
grafiklerindeki bu fa r k l ı l ı k lıakkı ı ı d a y ı ·ıı i l i kı: i l ı i r yorı ı rı ı sunu
yor. İ nsan çocuklarında, l ıcyı ı i ı ı l ı i i y i i ı ı w l ı ızı ı ı ı ı ı l 11·ıızı·r o l m a
sına karşın , bedenin l ı ii y ii ı ıw l ı ı z ı i ı ı sa ı ı sı ı ı ı ay ı ı ı ı ı ı ı l a ra oranla
daha düşüktür. Sonuçta i ı ı sa ı ı ı:ı ll ' ı ı k L ı rı , ı ı o rı ı ı a l rıı a y ı ıı ı ı n bü
yüme hızını izlemeleri d u rı ı ı ı ı ı ı ı ı d a ol a l ' akl arı na oranla daha
küçüktürler. 13ogin'e göre l ı ı ı ı ı ı ı ı ı saf� L ı d ı ğı yarar, genç i nsanla
rın kültür kurallarını özi'ı ı ıı s ı · ı ı w k i ı� i ı ı ı d a ş m aları gereken yük
sek öğrenme düzeyiyle i l g i l i o l ı ı ı a l ı d ı r. Büyümekte olan çocuk
lar, beden boyutunda iiıwı ı ı l i l ı i r fa rk olması duru munda, ye
tişkinlerden daha iyi öğrı · ı ı i ı ı ı ; ı l a l ı i l i rl n , çünkü bu ş ek i l de b i r
öğretmen-öğrenci ilişkisi k ı ıı ı ı L ı l ıilcl'cktir. Genç çocukların in
sansımaym un benzeri l ı i r l ı i ı y i i ı ıw g rafiğinin sağlayacağı l ı oy u t
ta olm al arı dur u mu nda iiğrı·ıll 'i-iiğretmen ilişkisinden c;ok, fi
ziksel bir r ekabe t gelişd ıi l i rı l i . () ğre n m e süreci sona erdiği nde
beden, ergenlik büyüme l ı a ı ı ı l ı ·s i y l e " arayı kapatı r " .
56
İnsan, hayalta kalma becerilerinin ötesinde gelenekleri ve
sosyal töreleri, akrabalığı ve sosyal yasaları - yani kültürü
içeren yoğun bir öğrenme süreci sayesinde insan olur. Çaresiz
bebeklerin bakıldığı ve daha büyük çocukların eğitildiği sosyal
ortam , insansımaymunlardan çok insanlara özgüdür. İ nsan
uyarianmasının kültür olduğu ve bunun da, alışılmadık çocuk
luk ve olgunla§ma modeli sayesinde mümkün kılındığı söylene
bilir.
Ama yeni doğmuş i nsan bebeklerinin çaresizliği kültürel
uyarlarımadan çok, biyoloj i k bir zorunluluktur. Beynimizin bü
yüklüğü ve i nsan leğeninin yapısal kısıtlamaları nedeniyle, in
san bebekleri dünyaya çok erken gelirler. Biyologlar yakın za
manlarda, beyin büyüklüğünün zekadan başka şeyleri de etki
lediğini anlamaya başladılar. Beyin büyüklüğü sütten kesilme
yaşı, cinsel olgunluğa ulaşma ya§ı, gebeli k süresi ve ya§am sü
resi gibi ya§am larilıc,:esi etkenleriyle de bağlant ılıdır. Büyük
beyinli türlerde bu etkenlerde ıızama görülür: Bebekleri küçük
beyinli türlere göre daha geç süllen kesi l ir, cinsel olgunluğa
daha geç ula§ılır, g e beli k daha u z u n sürer ve lıirey daha uzun
ya§ar. Diğer primaılarla yapıl an kar�ıla�lı rıııalara dayanan ba
sit bir h esaplama, ortalama lıeyin kapasi lesi 1 :�SO c m :1 olan in
sanda gebelik süresinin şu andaki g i l ı i dokuz ay dı�ğil, yirmi
bir ay olması gerektiğin i g österiy o r. Dolayısıyla, insan bebekle
rinin doğduklarında bir yıllık bir arayı kapa l ı n alan gerekiyor
ve bu nedenle, çaresiz durumda oluyorlar.
Bu neden oldu? Doğa, i nsan bel11�kleriııi ıwdcn dünyaya
çok erken gelmenin tehlikelerine m aruz l ıır a kı ı "( Y an ı t, beyin
de. Yeni doğmuş bir insansımaymunun orıalarııa 200 cm:1 'lük
beyni, yetişkin l 11�yninin yakla§ık yarısı l ıiiyii kliikıed i r. Boyutta
gerçekleşmesi gereken iki kat oranındaki l ıiiyii rııe, hızla ve in
sansımaymunun yaşamının erken dönerııleriııde gerçekle§ir.
Yeni doğmuş i nsan lıcbeğinin beyniyse ydişkin beyninin üçte
biri kadardı r vı� erkı�ıı dönemdeki h ızlı lıir lıiiyümeyle üç kat
büyür. İnsanlar, l ıeyi nlerinin yetişkin beyni lıoyutuna ya§amın
57
erken dönemlerinde eri§mesi açısından insansımaymunlara
benzerler; dolayısıyla, insansımaymunlar gibi beyin boyutları
iki katına çıkacak olsaydı, yeni doğmu§ insan beyinlerinin 675
cm :ı olması gerekirdi. Tüm kadınların bildikleri gibi, normal
beyinli bebekleri doğurmak bile yeterince zordur ve hatta kimi
zaman , ölü m olasılığına yol açabilir. İnsan evrimi sırasında !e
ğen açıklığı, beyin boyutundaki büyümeye uyarlanacak §ekilde
büyümü§tür. Ama bu büyümenin - etkin iki ayaklı hareketin
yapısal zorunluluklarının getirdiği - bir sınırı vardı. Bu sınıra,
yeni doğmu§ bebeğin beyin boyutunun günümüzdeki değeri
3
- 385 cm - bulmasıyla ula§ıldı .
Evrimsel bir bakı§ açısından baktığımızda, insanların i nsan
sımaymun benzeri büyüme modelinden , yeti§kin beyninin 7 70
cm:1 ' ü a§masıyla ayrıldığını söyleyebiliriz. Bu rakamın ötesine
geçildiğinde beyin boyutu doğumdan son ra i ki kattan fazla bü
yümek zorunda kalaeak ve lı i iyl ece d ii rıyaya "ı ,:ok erken " ge
,
len bebeklerde çaresizl ik rııoddi giiriil rııt�ye l ıa�l arı acak t ı . Ye
:ı
Li§kin beyin boyutu yakla�ık 800 ı: rıı oları 1/omo lıabili.� 'in in
sansımaymun büyüme modeliyle insan l ıiiyiirııı: ıııodı·l i n i n ke
:1,
si§me noktasında olduğu, yakla§ık 900 ı:ııı 11' l'rkı:n 1/omo
erectus ' un ise türü insan yönüne doğru iiıwır ı l i oraııtla iLLiği
söylenebilir (bkz. §ekil 3 . 1) . U n utulmamal ı d ı r ki l ı ı ı " ilkesel "
bir tezdir; Homo erectus ' taki doğum kanalın ı n , ıııodnn insan
lardakiyle aynı büyüklükte olduğu varsayılmaktad ı r. I IJBO'le
rin ortalarında Turkana Göl ü'nün batı kıyısı y akın l a n ııda arka
da§larımla bulduğumuz erken llomo erectus iskelet i n i n (Tu rka
na çocuğu) leğeninde yapılan ölçümler, Homo erect u s ' ı ı n Inı
açıdan ne derece insanla§tığı hakkında bize daha açık l ıir fi k i r
sunuyor.
İnsanlarda leğen açıklığı lıoyııtu erkek ve kadınl arda aynı
dır. Dolayısıyla, Turkana çocuğunun leğen açıklığını iilı;n<'k ,
annesinin doğum kanalının l ıoyutu hakkında iyi bir tal ı ııı i rı e
ula§abildik . Dostum v e çal ı�nı a arkada§ım olan, John l lopki ııs
Üniversitesi'nden anatomi lıilinıei Alan W alker, birlı i rl e ri ııd ı:ıı
58
(a)
S an
L-.._ı (c) (d)
ŞEKiL 3 . 1
Homo erectus. (a), (b) ve (c)de, l 975'ıe Turkaııa (;iilii ' ııiiıı doğıısııııda bulu
1
nan KNMER 3 7 3 3 kafatası iiç açıdan göslr-rilıııı·kıı·ılir. HSO c ın 'liik bir be
yin kapasilesine sahip olan bu birey yakhı§ık l .H ııı ilyıııı yıl iiııce ya§amı§lır.
Kar§ıla§lırma amacıyla (d)de, 3 733'ten bir ınilyoıı yıl sorıra ya�amı� olan ve
3
beyin kapasilesi yakla§ık 1 000 cm diizeyiııdc lıtılııııaıı, c,:iıı'den bir 1/omo
erectus (Pekin adamı) verilmiştir. (W. E. Le Gros Clark/Ciıica!!;O U niversity
Press ve i\ . Walker ile R . E. F. Leakey/Scientific lı mı-rimn , I IJ78, Liim hak
lan saklıdır.)
ayrı olarak b ııld ıığıı ııı ıız kemikleri kullanarak çocuğun leğenini
yeniden olııştıırdıı Ul (bkz. şekil 3 . 2 . ) . Leğeıı açıklığını ölçtü
ğünde llomo sapi1·ns ' f': göre daha ki.içiik olduğunu gördü ve
:ı,
Homo erectus lıd wklcrinin yaklaşık 2 7 5 crn liik beyiniere sa-
59
hi p oldukl arı n ı hesaplad ı . B u , yeni doğm uş m odern i nsan la rı n
beyi nl e ri ne �öre ol du kça küçü k bir boyutlu.
Bunun anlamı çok açı k . Modern i nsanl arda olduğu gibi /lo
mo erectus ' ı a da bebekler yetişkin boyu t u n u n üçte b i ri b ü yü k
l ük te lıe yi nl erl e doğuyorlardı ve y i n e modern i nsanlar gibi,
dünyaya ç a res iz durumda gel iyor olm al ı yd ı l ar. B u ndan, m o
dern i nsana özgii sosyal ortam ı n parçası o l an , l ıehekl e re che
veynierin gösterd iği yoğun bakım ı n , yaklaş ı k ] . 7 m ilyon y ı l ön
ce, erken 1/omo erectus ' ta gelişmeye lıaşl am ış old uğu sonucu
n u ç ı kara bil i ri z .
Henüz bir 1/omo hnb ilis l eğeni l ıulamad ığı mız i ç i n aynı he
saplamay ı , erectus ' u n en yakın atası olan lwb ih� için yapanı ı yo
ruz. Ama eğer lıabilis b e be kl e r i crertus l ıoyııtunda heyinl erle
doğuyor i diysele r , onlar d a 11 çok er k en 11 doğııyorl ardı, am a bu
aşırı bir erken doğum d e ği ld i ; onlar da doğı ııııdaı ı sorıra çare
siz durumda olacakl ard ı , ama l ı ıı �·ok 1 1 z 1 1 ı ı s i ·ı r ı ı ıc yı�c e k ı i ; onlar
da i nsansı bir so s yal orlaıııı gnı·ksi ı ı ı ·ı Tklı·rd i ; a ııı a gereksi
nimleri daha az d ii zeyd ı � olaca kt ı . Dol a yısıyl a , llm1 1 o dalıa en
baştan iti baren i nsan yiiıı ii ı ı d ı · i l 1 · rl 1 · ı ı ı i -: g i l ıi giiriiıı iiyor. A u.�t
ralopitlıecus türleri ise i ıısaııs ı ıı ı a y ı ı ı ı ı ı ı l ıo\" l l l ı ı ı ıda l wy i r ı lt' n� sa
hipt iler ve dolayısıyla, t�rk1·n g1·l i -: ı ı w ı l i i ı w ı ı ı i r ıı l l ' ı ı ısaıısı ııı ay
mun benzeri b i r model izlenı i� ol ı ı ı : ı L ı ı ı gn1 · k i rd i .
Behekl ikıe uzun b i r c,;arı·s i zl i k diiı w ı ı ı i - yoğun l ı i r e b e veyn
bakırnma ge r eksi nim duyulan l ı i r ı li i ı w ı ı ı - d<.ılıa o zamandan
e r ken Homo'nun öze l l i ğiyd i ; l ı ı ı k:ıda rı ı ı ı s aplayabil d i k . A m a
ya çocu kl uğ u n geri kalan k ı s ı ı ı ı "( ı,:1 w ı ı k l ı ığ ı ı ıı p ra t i k ve kül türel
becerileri özii mseyecek V I ' a n l ı ı ı d a ı ı , l ' rg e nl i k ı e bir büyüme
hamles i yaşayac ak şeki l d l ' ı ı za ı ı ı ası l l l ' za man old u '?
60
1>1
M odern insanlarda çocukluk döneminin uzaması, insansı
maymunlara oranla daha düşük bir fiziksel büyüme hızıyla
mümkün olur. Sonuçta insanlar büyümedeki , ilk dişin çıkması
gibi çeşitli dönüm noktalarına insansımaymunlara oranla daha
geç ulaşırlar. Sözgelim i ilk kalıcı azıdişi insan çocukl arında altı,
insansımaymunlarda üç yaşında; ikinci azıdişi insanlarda on
bir ile on iki ve insansımaymunlarda yedi; üçüncü azıdişiyse
insanlarda on sekiz ile yirmi ve insansımaymunlarda dokuz ya
şında çıkar. İnsanın tarihöncesinde çocukluk döneminin ne za
man uzadığı sorusuna yanıt bulmak için, fosil çenelerine baktı
ğımızda azıdişlerinin ne zaman çıktığını anlamamızı sağlayacak
bir yönteme ihtiyacımız vardı .
Sözgelimi, Turkana çocuğu, ikinci azıdişinin çıkmaya başla
dığı sıralarda ölmüştii . 1/omo erectus'un insan çocukluğunun
daha yavaş gelişimini izlemiş olması d urumunda çocuk, yakla
şık on bir yaşl arı nda iil rııiiş ol mal ı y d ı . A m a türde insansımay
mun benzeri bir biiy iim e grafiği n i n ol ması d u ru mun d a , çocuk
yedi yaşında olaeaktı . Pt�ıı ıısylvaıı i a Ü niversi tesi'nden Alan
Mann 1 970'lerin başlan ııda fosil i ıısaıı d işlı�ri iiwri nde kap
samlı bir inceleme gerçekl eşti rd i ve t ii rıı Au.\tra lopitlıccus ile
Homo türlerinin, insanı n . yavaşlatılmış çoı : u k l ı ık gd işi m i mode
lini izledikleri sonucuna vardı. M ann'ın çalışmaları lıiiyiik etki
yarattı ve Australopithecus de dahil olmak üz e r e tiirıı iıısangil
türlerinin modern insan modelini izlediklerine dair geleneği
güçlendirdi. Gerçekten de Turkana çocuğunun çeııı�siııi lıulup
ikinci azıdişinin çıkmakta olduğunu gördüğümde, iildiiğünde
on bir yaşında olduğunu düşi.i ndüm; çünkü"Homo SOJiims gibi
olması durumunda, ölüm yaşı lıu olacaktı. Aynı şekild e A u.�t ,
62
çıkma yaşı arasında ilişki kurarak, fosil insanlardaki yaşam öy
küsü modelinin çıkarılması için bir yöntem geliştirdi. Ö ncelik
le, insanlar ve insansımaymunlarla ilgili verileri topladı. A rd ı n
dan, karşılaştırma yapmak amacıyla, bir dizi insan fosilini ince
ledi. Ortaya üç yaşam öyküsü modeli çıktı : İlk azıdişini n altı
yaşında çıktığı ve yaşam beklentisinin altmış altı yıl olduğu mo
dern i nsan düzeyi; ilk azıdişinin üç yaşından biraz sonra çıktığı
ve yaşam beklentisinin yakl aşık kırk yıl olduğu insansımaymun
düzeyi ve bir ara düzey. Son Homo erectus - yani, yaklaşık
800 . 000 yıl öncesinden sonra yaşayan bireyler - insan düze
yine uyuyordu ; Neanderthal insanı da öyle. Ama tüm Australo
pithecus türleri insansım aymun düzeyine giriyorlardı. Erken
Homo erectus, sözgelimi Turkana çocuğu, ara düzeydeydi : Ço
cuğun ilk azıdişi dört buçuk yaşını biraz aştığında çıkacak ve
ölümle erken yaşta tanışmamış olsa, yaklaşık elli iki yıl yaşa
ması beklenebilecekti.
Smith'in çalışması, Aııstralopitlıecus büyüme modelinin in
sanlardakinden çok, insansınıaymunlardakine benzediğini gös
terdi. Smith ayrıca, erken 1/omo erert as 'un büyüme açısından
modern insanla insansı nıaym ıııı arası nda olduğunu da göster
di: Artık, Turkana çocuğu nun, lıcııirıı i l k ıalımin elliğiın gibi on
bir değil, yaklaşık dokuz yaşında iild iiğii ı ı ii düşünüyoruz.
Bu sonuçlar, bir kuşak an lropologun varsayı m i arı na zıt ol
maları nedeniyle, büyük tartışmalara yol açt ı . Smith'in hata
yapmış olma olasılığı elbeıte vardı. Biiylt� dıını ın larda doğrula
yıcı çalışmalara gerek duyulur ve bu ii rıı<'klı�, Inı çalışmalar
hızla yapıldı. O dönemde Londra'daki Uııiv < 'rsit y College'da
bulunan anatonıi bilimciler Christopher l h·aıı ve Ti m 13roma
ge, diş yaşımn doğrudan belirlenmesi içiıı l ı i r yiiııtem gelişıir
diler. Bir ağacın yaşının saptanması için ağaç halkalarının kul
lanılınası gibi, dişiıı yaşını da üzerindeki m ikroskobik çizgiler
gösterir. Bu lwsaplanı a yöntemi sanıldığı kadar kolay değildir;
özellikle de, ı_:i zgilı:riıı nasıl oluştuğu kesinlikle biJinemediği
içi n . Yine de Dı : aı ı vı� Bromage tekniklerini ilk olarak, çenesi
63
di§ geli§imi açısından Tau ng çocuğunun kiyle aynı olan bir
A ustralopitlıecus 'a uyguladılar ve bireyin ii ç ya§ını l ı i raz geçti
ği nde, tam ilk azıdi§i ç ı karken öldiiğünü bu l guladılar; b u , in
sansı maymun benzeri bir lıii y ii me grafiği ydi.
Dean ve B ro mage diğer fosil i nsan d i§le ri ü zerinde b i r dizi
inceleme gerç e kle§ ti rd i kl erinde , Smith gib i , üç d ü zey saptadı
lar: M odern insan, i nsansı nı ay m u n ve ara bir d üzey . Yine
A ustralopitlıerus ins a nsımaynı u n , geç Homo erertus ile N ean
derthal m odern i nsan ve erken 1/omo erectus d a ara düzeyler
deydi ler. Ve sonuçlar y i n e , özellikle A ustralopitlıecus ' u n i nsan
gi bi mi, yoksa i nsansı m ay nı u n gibi mi büyüdüğü konusunda
tartı§m alara yol açtı .
St. Louis'deki W ash i ngt on Ü niversitesi'nden an tropolog
Glen n Conr oy ve kli n i k tedavi uzm anı M ichael Vannier' i n tı p
d ünyası nda kııllanılan y i i k sl ' k t l ' knoloj i yi a n t ro p ol oj i l aboratu
varı na ta§ ı nı a l a rı yl a l ı i rl i k t t • , l a rl ı �ı ıı a l a r sona l' rd i . Bilgi s aya rl ı
eksen tomogra l'is i (iiı; l ıoy ı ı t l ı ı C J\ T t a r a m a s ı ) k u l l a n a ra k Tau ng
çocuğu nun l a§ l a§ In ı § ı;�' ı ws i ı ı i ı ı i �· k ı s ıı ı ı ı ı ı i rw ı · l t · d i l n ve Dean
i l e Bromage' ırı ı ı l a § l r k l a rı so ı ı ı u: l ; ı rı l t · ıı w l d t · d oğ r ı r l a d ı l a r . Ta
ung ç ocuğu yakla§ r k iiı; ya�ı ı ı d ; ı y kt · ı ı , y;ı ı ı i i ı ıs ; ı ı ı s ı ı ı ı a y ı ıı ı ın ben
zeri bir büyüme g ra fiğ i n d ı · p; t · ı ı ı: l ı i r l ı i rt ·�· ı ı L ı ra k i i l r ı ı i·ı §tii .
Ya§am tari hi e t ken l e r i n i V t ' d i � gt · l i � i r ı ı i ı ı i i ı ı t TII'yt�rek fosil
l erden biyolojiye u Lı§ rııa l wı T r i -. i . k . . r ı ı i kl t · ri ı ı iizı·ri ne nıecazi
olarak et yerl e § t i rnıenı izi sa ğ L ı ı ı ı a -. ı ıwd .. ı ı i y l l ' , antropoloj i d e
büyük ö n e m ta§ı r . Sözgl'l i ı ı ı i . T ı ı r k a ı ı a ı; ı ll ' ı ı ğ ıı ıı un dördüncü
doğum gününden b i raz iiı ı n · -. i ı l l t · ı ı kt·s il d iğ i r ı i ve eğer ya§asay
dı yakla§ı k on dört ya §ı ı ı ı Lı . . i ı ı -.t ·1 o l g ı ı r ı l uğa eri§ mi§ olacağını
söyleyebiliriz. A n nesi i l k ı;ı w ı ı ğ ı ı ı ı ı ı l ı ii y ii k olasıl ı kl a on üç ya
§In<la ve dok ı ı z ayl ı k lı ir p; t · l wl i k t i ' l i sorıra doğu rnnı§ t u ; lnı ndan
sonra da lwr ii ç ya d a d i i rt ' ı l d ; ı l ı i r gebe kal a c� ak t ı . Bu model
ler bize, erken 1/onıo l'rt'd fl.\ d i i ı w ı r ı i ııde i nsan ı n alaları n ı n in
sansını ay m u n yöniind l ' ı ı ı ı 1. a k L ı �a ra k m odern i nsan l ı iy o loj isi
yö ıı ii ıı de ilerlemeye , l ı a§ l a ı ı ı ı � o l d u kları n ı , A ustmlopitlll'cus ' un
i se i nsansı may rn u ıı diizt · y i ı ı d ı · ka l d ı ğını gösteriyor.
64
Erken Homo'nun modern İnsan büyüme ve geli§me model
lerine evrimsel kayı§ı sosyal bir bağlam içinde gerçekle§tİ.
Tüm primatlar sosyaldir, ama modern insanlar sosyalliği en üst
düzeye ta§ımı§lardır. Erken Homo'nun di§lerini kanıt alarak
ula§tığımız biyoloji bize, bu türde sosyal etkileşimin gelݧmeye
ba§ladığını ve kültürü gelݧtİren bir ortam yarattığını gösteri
yor. Tüm sosyal örgütlenme de önemli oranda değݧmݧ gibi
görünüyor. Bunu nasıl bilebiliyoruz? Erkek ve di§İlerin beden
boyutları arasında yapılan kar§ıla§tırmalardan ve babunlarla
§empanzeler gibi modern primat türlerindeki bu tür farklılıklar
konusunda bildiklerimizden.
Daha önce de beli rttiği miz gibi, savan babunlarında erkek
ler di§İlerin iki katı büyüklüktedir. Primatologlar bu tür bir far
kın, çiftle§me fırsatları iç i n olgun erkeklerin yoğun §ekilde re
kabet etlikleri dur u m larda oluştuğunu artık biliyorlar. Çoğu
primat türlerinde old uğu gibi, e rkek babunlar olgunluğa erݧ
tiklerinde doğdukları topl uluğu terk elmek durumunda kalıyor
lar. Genellikle yakınlarda buld ukları b aşka bir topluluğa katılı
yor ve o andan itibaren, bu g ru pl a iiııcedı�n yerleşmݧ olan er
keklerle rekabete giriyorlar. Bu erkek giiı;ii mod el i yüzünden
çoğu grupta erkekler birbirleriyle akraba dl'ğild ir. Dolayısıyla,
birbirleriyle işbirliği yapmaları için Darwinı-İ (yani, geneıik) bir
neden yoktur.
Oysa §empanzelerde, henüz tam olarak anlaşıla ma m ış ne
denlerden dolayı, erkekler doğdukları grupla kal ır ve di§İler
göç eder. Sonuçta, bir §empanze gr ubund a k i e rkı�klerin, elişiie
rin elde edilmesinde işbirliği yapmak için l >arwirıci bir neden
leri vardır; çü n kü karde§ olarak genleri n i n yarısı ortaktır. Di
ğer şempanze gru plarına karşı savunma yapmakta ve çaresiz
durumdaki bir ırıayrıı unu ağaç üstünde kiişı�yı� sıkı§tırmaya ça
lı§tıkları av sefı�rlı�riııde i§birliği yaparlar. Bu görece rekabet
eksikliği ve gdişırı iş işlıirliği erkekle di§İ arasındaki boyut farkı-
İnsanın Kökeni, F: 5 65
na da yansır: Erkek dişiden yalnızca o/o 1 S ile 20 oranında b ü
yüktür.
Aııstralopithecus erkekleri boyut açısından babun modelini
izlerler. Dol ayısıyla,A ııstralopithecus türleri nde sosyal yaşamın
modern babunlardaki ne benzediğini düşünmek mantıklı bir
varsayım olacaktır. Erken Homo'da erkek. ve dişi beden boyul
ları arası nda karşılaştırma yapmayı başardığı mızda, önemli bir
kay m anın gerçekleşmiş olduğunu hemen anlayabildik: Şem
panzelerdeki gibi, erkekler artık dişilerden % 20'yi aşan bir
oranda büyük değillerdi. Cam bridge'li antropologlar Robert
Foley ve Phyllis Lee ' n i n de savundukları gibi, Homo cinsinin
türediği dönemde beden boyutunda görülen bu farklılık hiç
kuşkusuz, sosyal örgü tlen medeki bir değişi mi de temsil eder.
Erken Homo erkekleri b iiyük olasılıkl a doğd u kl arı grupta kalı
yor ve dişiler başka gruplara geçiyord u . Daha i i n ce de belirLLİ
ğimiz gib i , akrabalık, e rkeklı�r a rası rı d a i � l ı i rl iğ i rı i geliştiriyor.
Sosyal örgüılenmedı�ki l ı ı ı dcği�i ıııt� ıwy i r ı yol a �· ı ı ğ ı ıı ı kesin
ol arak bilem iyoru z: E rkı·klcr arasırıda i�l ı i rl iğ i ı ı i r ı ari ması bir
nedenle b iiyük yarar sağla ı ı ı ı � o l m a l ı . K i ı ı ı i a ı ı l ropologl ar, kom
şu Homo topl u lukları n a kar�ı sav ı ı r ı ı ı ı a ı ı ı ı ı l ı ii y i "ı k iiıwııı kazan
dığını savunuyorlar. Bel ki dt� l ı ı ı ı ı d a ı ı da l ı i.ı y i i k l ı i r o l ası l ı k ,
ekonomik gereksin imiere dayalı l ı i r d ı ·ği�i ı ı ı d i r. <,:ı·� i ı l i kan ıtlar,
Homo ' n u n diyelinin d e ği �ı i ğ i ı ı i giislni yor; v ı · d, önemli bir
enerji ve protein kaynağı hal i ne gı ·l i yo r. 1-:rkı·rı 1/omo nun diş '
66
eş beden boyutundaki bir insansı may m u n beyninin üç katı b ü
yüklüktedi r . Zürih' teki Antropoloji Enstitüsü'nden Robert M ar
tin , beyin boyutu ndaki bu büyümenin ancak enerji arzın ı n arl
masıyla m ü mkün olacağın ı vurguluyor: M artin'e göre erken
Homo diyetini n , güvenilir olmaklan öte, besin değeri de y ü k
sek olm alıyd ı . Et, yoğun b i r kalori, protein ve yağ kaynağıd ı r.
Erken Homo , A ustralopithecus boyu tunun ötesine geçmiş bir
beyin oluşturmaya ancak, diyetine önemli oranda e t katarak
" elverişli olabilmişti r " .
Tüm bu nedenlerden dolayı , erken Homo' n u n evrim pake
Lindeki başlıca u yarian m anın önemli oranda et tüketi mi oldu
ğunu savunuyoru m . Homo'nun canlı aviarı m ı yakaladığı, yok
sa yalnızca leş yiyiciliği mi yaptığı , ya da her i ki şekilde m i
beslendiği, bir sonraki bölümde de göreceğimiz gibi, an tropo
lojide son derece çekişıneli bir konudur. Ama atalarımızın
günlük yaşamında etin önemli bir rol oynadığından hiç kuş
kum yok. Dahası, bitkisel besinierin yanı sıra eti de içeren yeni
beslenme stratejisi d e önemli bir so sy al örgütlenme ve işbirliği
n i zorunlu kılmış ol abilir.
Bir türün beslenme m o d d i ı ı dı � tı·ııı d lı i r d e ğiş im gerçekleş
tiğinde, arkasından başka değişiııılcriıı dı� ge ldi ği ni tüm biyo
loglar bilir. Bu i kincil değişimler ı,:oğıı ı ı l ı ıkla, t iiriin yeni diyete
uyarlanmasıyla birlikte, anatomide gc rı;ı·kl ı·şi r. Erken Ila
m o ' n u n diş ve çene yapısı n ı n , muh terı wl ı ·ı ı t'l i�·ı·rı ·ıı bir diyete
uyarianma n ed eniyle, A ustralopithecus ' ı ı ı ı k i ııdı·ıı farklı olduğu
nu görmüştük.
Yakın zamanlarda an lropologlar, erken /lomo' ıııııı, d iş fark
lılıkların yanı s ı ra , fi ziksel açıdan daha ak t i f lıir y ara tı k ol m a
sıyla da lı u.�tmlopithccus ' tan ayrıldığına i ıı a ıı ııı a ya başladılar.
Birbirinden lı a ğ ı ı ı ı sız iki ayrı araştırm a dizisinde, erken Ho
mo' n u n etki n bir k o ş u cu ve b u özelliğe sa l ı i p ilk insan türü ol
duğu sonuc u n a varı l d ı .
Robert M arl i ı ı ' i ıı Zi i ri h ' ten çalışma arkadaşı olan antrapo
log Peter Sch ıııid lı i rkaı,: yıl önce, ü nlü L ıı ı : y iskeletini i ncele-
67
me fırsatını buldu. Fosil kem i klerin fiberglas kalıplarını kulla
narak Lucy'nin bedenini yeniden oluşturmaya başlad ı ; bede
nin insan şekline sahip olacağını u m uyord u . Sonuçta görd üğü
şey onu çok şaşırtacakt ı : Lucy' n i n göğüs kafesi, insanlardaki
gibi fıçı §eklinde değil, i nsansım ay m un lardaki gibi koni §eklin
deyd i . Lucy'nin o m uzları, gövdesi ve beli d e güçlü i nsansı may
mun özellikleri ne sahipti.
1 989'da Paris'te gerçekle§tİrilen önemli bir uluslararası
konferansta Schmid, bulgulann ı n anlamı n ı açıkladı ve b ulgula
rın çok önemli olduğu görüldü. Scm m i d ' e göre, Australopithe
cus afarensis'in 11 bizim ko§arken yaptığı m ı z gibi derin soluya
cak §ekild e göğsünü kaldırması m ümkün değild i . Karın §i§Li ve
bel yoktu; b u da, i nsan ı n ko§ması için gerekli olan esnekliği kı
s ı tlayacaktı . 11 Homo bir ko§ucuydu, ama Australopithecus ko§U
cu değildi.
Çeviklik kon usundaki iki nci kanı t dizisi, Leslie Aiell o ' n u n
beden ağırlığı ve b o y u konusundaki çalı§ın al a n y l a e l d e edildi.
Aiello modern insanlarla İ ıısarısı nıa y nı ı ı ıı larda bu özellikleri
ölçtürmܧ ve i nsan fosillerinde ı ı la�ı l a rı a y n ı L ii rd e verilerle
kar§ıla§tırmı§tı. Günüm üzdeki insansı may rıı ı ı n l a r boylarına gö
re iri bir yapıya sahiptirler ve aynı boydaki l ı i r insandan iki kat
ağırdırlar. Fosil verilerinden de çok ;u; ı k lıir model çıkıyord u :
Artık bize çok t anıdık gel meye l ıa�layan lıir rnodeldi b u . A ust
ralopithecus 'ların beden yapısı i ı ısaııs ı m a y m u nl arınki gibiyken,
tüm Homo türleri İnsans ı y d ı l a r. l l ı � m /\ iello' n u n bulguları h e m
de Schmid'in çalı§maları , Fn�d Spoor'un Australopithecus ile
Homo arasında iç kulağın anat o m i k yapısında görülen farkla il
gili ke§fiyle uyumludur: İki ayakl ı l ığın geli§mesi, yeni bir be
den boyutuyla birlikte geı-çı�klı·�i r .
Homo cinsinin ortaya ı.�ı k m asıyla birlikte, beyin boyutu dı
§ında da önemli değişi m b·iıı gürüldüğün e daha önce değin
mi§lİ m . B u deği§imlerin ne v l d ı ı ğ unu artık biliyoru z : AıL�tralo
pithecus i ki ayaklıydı, a m a ı.�ıwikl i k açısından kısıtlıydı ; llomo
ise, atletti.
68
İki ayaklılığın başlangıçta, d eğişmiş bir fiziksel çevreele i ki
ayaklı insansı m ay m u n u n , geleneksel insansı m aymunlara uygun
olmayan bir habilalla hayalla kalmaları nı sağlayan d aha etkin
bir hareket şekli olarak geliştiğini de ileri sürmüştü m . İ ki ayak
lı insansımay m u nlar beslenmek için açı k ağaçl ık bölgelerdeki
yaygın kaynakları ararken daha fazla alanda dolaşabiliyorlardı .
Homo'yla birlikte, hala iki ayaklılığa, am a b u kez daha üstün
bir çevikl i k ve hareketliliğe bağlı yeni bir hareket şekli gelişti .
Modern insanların i nce yapısı, uzun adımlı yürüyüşü uzun sü
re sürd ü rebilmelerini sağlar ve erken Homo gibi, açık, sıcak
ortamlarda hareket eden bir hayvan için çok önemli olan etkili
ısı kaybına olanak tanır. Uzu n , etkili adımlarla yürüyen iki
ayaklı , insangil uyarianın asında temel bir değişimi temsil eder.
Bir sonraki böl ü m d e d e göreceğimiz gibi, bu değişim hiç kuş
kusuz, aktif avianınayla bağl a n t ı l ı d ı r.
Aktif bir hayvanın ısı harca rıı ası , beynin fizyolojisi açısın
dan özell ikle önem taşır. Al lıany, N ı�w Y ork EyaJet Ü niversite
si'nden antropolog Dean Fai k da I nı n ok t a yı vurguluyor. Faik
l 980'lerdeki anatomik a raşt ı r ın al arı y l a , //onıo' n u n beynindeki
kanı boşaltan dam arların yapıs ı n ı n ��ı k i l i l ı i r soğı ı nı ay a elveriş
li, A ustralopithecus ' ta ise bu özel l iğin ı,-ok d a h a d i i � i i k d ü zeyde
old uğunu gösterd i . Faik'un radyatiir lıipol t·zi, //om o ' n ıı n geniş
çaplı bir uyarianm a geçirdiği d ii ş ii rwı�si ı ı i d ı ·s ı ı · k l ı · yı · ı ı tezler
den biridir.
69
meye gücü yetmeyen bir türün ba§ına gelecek bir §ey olarak
görme eğilimi ndeyiz. Oysa soyunun tükenmesi, t ü m türl erin ni
hai kaderi gibi görünüyor: Var olmu§ L ü m türlerin % 9 9 . 9 'dan
fazlasının - herhalde kötü genler kadar kötü talihin de sonucu
olarak- günümüzde soyu tüken mi§tir.) A ustralopithecus'un ka
deri hakkı nda neler biliyoruz?
Bana sık sık, et yemeye ba§layan Homo' n u n diyetine A ust
ralopithecus kuzenlerini de katarak, soylarının tükenmesine yol
açtığını dü§ü nüp dü§ü n m e diği m i sorarlar. Erken Homo'ların
tıpkı anLiloplar ya da diğer hayvanlar gibi, sav u n m asız A ustra
lopithecus kuzenlerini de arada bir öldürdülderine ku§kum
yok. Ama A ustralopithecus'un soyunun tükenmesinin çok daha
basit bir nedeni olmalı .
Alanı n ı Afrika ötesine de ta§ı masından dolayı, Homo erec
tus ' u n olağanüstü derecede ba§arı l ı bir tür olduğunu biliyoruz.
Dolayısıyla, erken Homo sayısının hızla artarak, A ustralopithe
cus' u n hayatta kal ması aç ı s ı n d an hiiyiik önem ta§ıyan bir kay
·nak olan yiyecek konusunda giiı;lii l ı i r ra ki p haline gelmi§ ol
ması m ü mkü n . Dahası , 1 m ilyon ilı� 2 m ilyon yı l öncesi arasın
da, yerde ya§ayan m aym unlar - l ıa l ı ı ı n l a r - d a çok lıa§arılı ol
mu§ ve hızla çoğal m aya ha§lanı ı�lard ı . Dolayısıyla, bunların da
yiyecek için Australopithecııs 'la n � ka l ı d l"l ırwye lı a§l adı kl arı
dü§ünülebilir. A ustralopitheru.� , iki yiiıılii l ı i r n�kalıeL baskısına
yenik dü§mܧ olabilir; bir ta ra fl a n 1/o m o , d iğer Laraftan d a ha
b u nlar.
70
4. BÖLÜM
71
Diyeller ortamdan ortama büyük farklılık gösterdi . Sözgeli m i ,
Kuzeybatı'nın Yerli A merikalıları şaşılacak m iktarlarda b al ı k
avlıyor, Kalahari 'nin ! Ku n g San halkı ise proteinleri n i n büyük
bölüm ü nü m ongongo y e mişlerinden alıyorlardı .
Yine de, diyeneki v e ekoloj i k çevredeki farklılıklara karşın,
avcı-toplayıcı yaşam tarzın d a pek çok ortak yön vardı. İ nsan
lar, yaklaşık yirmi beş bireyden oluşan küçük ve hareketli top
luluklarda - yetişkin erkek ve kadınlarla, çocukların d an oluşan
bir çekirdek hal i n d e - yaşıyorlardı. Bu topluluklar diğerleriyle
etkileşi me girerek, geleneklerle dilin bağlı tuttuğu sosyal ve po
l i ti k bir ağ oluşturuyorlard ı . Genellikl e yaklaşık beş yüz birey
den oluşan b u topluluklar ağı , d iyalektik kabile olarak bilinir.
Toplu luklar geçici kam plarda yaıııyor ve günlük b esin arayışla
rına çıkıyorlardı .
Antropologların i ncelediği, varlıkların ı hala sürdüren av
cı-toplayıcı toplu m l arın çoğu nda kesin bir işböl ü m ü vardı r ; er
kekle r avcılıktan ve kad ı n l a r
lıiı kisd hesinierin toplan masından
sorum l u d u r. Kam p yoğun lıir sosyal t�ı kileşim al anı ve yiyece
ğin payiaşıldığı yerd i r; et buluııduj!;ııııda bu paylaşım genell i k
l e , katı sosyal kuralların yöneli m iııd t �ki ayrı n t ı l ı lıir ı iirenle ya
pılır.
En basit teknolojileri kullan arak ,<�V r<"ı ı i ıı doj!;al kaynakla
rın d an zar zor b i r geçi m sağl a m ak Baı ı l ı l a ra l ı i r sav a ş ı m gibi
,
görünür. Gerçekteyse b u , soıı dt"rt '< " < � t�ıkiıı l ı i r geçi n m e şekli
dir; yiyecek toplayıcılar üç ya da diirl saat içinde, b ü tü n gün
yetecek kadar yiyecek topl a y a l t i l i rl <� r. 1 l ar vard l ı an tropologlar
'
dan oluşan bir eki b i n 1 9(ıO'lar V<' 1 < J 7() 'l erde yürüttüğü büyük
bir araştırma proj esi, Boısvaııa'daki K alahari Çöl ü ' n d e , aşırı
derecede m arji nal toprakl arda ya�ayan !Kung San halkı için
b u duru m un geçerli olduğı ı ı ı ı ı giis t nd i . Avcı-toplayıcılar fizik
sel çevrelerine, Balılı ken t zil ı ııiyct i ı ı i n anlamakla güçlük çeke
ceği bir şekilde uyum sağlaııı ı�la n l ı r . Sonuçta, modern gözlere
yetersiz bir kaynak olarak gi i r i i ı w l ı i lecek şeylerden yararl an
m ay ı bilirler. Yaşam tarzla rı ı ı ı ı ı giicii, bir sosyal sistem içirıdt�ki
72
bitkisel ve hayvansal kaynakları, karşılıklı bağımlılığı ve işbi rl i
ğin i geliştirecek şekilde kullanm alanndan kaynaklanır.
Avcılığın i nsan evriminde önemli bir yere sahip olduğu fikri
antropoloj i k düşüncede, Darwi n ' e dek uzanan köklü bir tarihe
sahiptir. 1 8 7 1 tarihli İnsanın Türeyi§i adlı kitabında Darwin ,
taş aletlerin avcılardan korunmaktan öte, avı yakalamak için de
kullanıldığın ı öne sürer. Yapay silahın kullanıldığı bir avcılığın
benimsenmesi, i nsanı insan yapan şeylerden biridir. Darwin ' i n
atalarım ı z konusun d a yarattığı imge, Beagle 'dak i beş yıllık yol
culuğunda yaşadığı deneyimlerin açık etkisini taşıyor. Darwin ,
Güney Amerika'n ı n güney ucundaki Tierra del Fuego halkıyla
karşılaşmasını şöyle anlatır :
73
kalı antrapolog John Robinson, bilimin insanın tarihöncesinde
avcılığa verdiği önemi ifade eder:
Diyete etin de katılması bana, geni§ ve yeni bir evrimsel alanı
açan, çok önemli bir evrimsel deği§im gibi görünüyor. Bence
b u deği§im, evrim açısından memeiiierin kökeniyle - daha
doğrusu, belki de dört ayaklıların kökeniyle- aynı önemi ta§ı
yor. Zekanın ve kültürün görece büyük oranda geli§mesiyle
birlikte, evrim tablosuna, diğer hayvanlarda en iyi olasılıkla
ender olarak gölgesi görülen yeni bir boyut ve yeni bir evrim
mekanizması kattı.
74
Üniversitesi'nden arkeolog Glynn Isaac'ın da dediği gibi, tari
höncesi kalıntılarındaki et tüketimine ili§kin açık kanıtlar - ta§
alet ve hayvan kemiği grupları - açık bir anlam ta§ıyordu:
" Pleistosen boyunca görünü§te kesintisiz bir ta§ ve kemik ka
lıntılar izini izledikten sonra, . . . bu alet ve birey kalıntılarını
" fosil ana üssü sitleri " olarak değerlendirmek son derece do
ğal görünüyordu. " Diğer bir deyi§le, atalarımızın, daha ilkel
bir §ekilde de olsa, modern avcı-toplayıcılar gibi ya§adıkları
dü§ünülüyordu.
lsaac, ı 978'de Scientific A merican'da yayınlanan önemli
bir makalede tanımladığı yiyecek payla§ımı hipoteziyle, antro
polojik dü§üncede önemli bir geli§meyi ilan etti . Bu hipotezle,
insan davranı§ını kendiliğinden yapılandıran güç olarak avcılık
üzerindeki vurgudan uzakla§ıyor ve yiyeceğin i§birliği içinde
elde edilerek payla§ılması üzerinde duruyordu . Darwin'in ölü
münün yüzüncü yılı olan ] 982'de yapılan bir toplantıda, " Yi
yeceğin payla§ılmaya ba§laması dilin, sosyal ili§kinin ve zeka
nın geli§mesini sağlayacaktır, " dedi.
lsaac, ı 978 tarihli bir bildiride, insanlan insansımaymun
akrabalarımızdan be§ davranı§ model inin ayırdıgını yazdı: ( ı )
iki ayaklı hareket §ekli, (2) koııu§rrıa dili, (]) yiyeceğin sosyal
bir bağlamda düzenli ve sistematik olarak payla§ıl ması, (1·) ana
üslerde ya§ama, (S) b üyük aviann yakal anması . Bunlar elbet
te, modern insan davranı§ını tanımlıyor. A ıııa l saae' e göre, 2
milyon yıl önce " insangillerin sosyal vıt ekolojik cliizenlemele
rinde çe§itli temel deği§iklikler olu§maya l ı<ı§l ar. " Daha o za
manlarda, küçük, hareketli gruplar içinde ve ı�rkcklerin avlan
mak, kadınların cia bitkisel besin toplamak i�:irı cl ı§arıya çıktık
ları geçici kamplarda ya§ayan avcı-toplayıeıl ar olm u§lardı .
Kamp, yiyeccğin payla§ıldığı sosyal odağı sunuyordu . lsaac
ı 984'te, yani gı�rıç ya§taki trajik ölümünden lı i r yıl önce bana,
" Et, diyetin i i rı ı � rı ı li lı ir unsuruydu, ama avcıl ıkla ya da le§ yiyi
cilikle elde ı�d i l ıııi§ olabilirdi, " demi§ti . " Çoğu arkeolojik sitten
75
elde ettiğimiz kanıtiara bakarak hangisinin doğru olduğun u
söylemek hiç kolay değil. 11
Isaac'in bakış açısı, arkeolojik kayıtların yonımlanış şeklini
büyük oranda etkilecli . Fosilleşmiş hayvan kemi kleriyle birlikte
taş aletler de bulunduğunda, bu, eski bir 11 ana üs 11 , bir av
cı-toplayıcı grubunun belki de günlerce sürmüş faaliyetinin ye
tersiz bir kalıntısı olarak görülüyordu . Isaac'in tezi akla yatkın
dı ve ı 98 ı tarihli The Making of Mankind adlı kitabımda şun
ları yazdım : 11 Besinierin paylaşılması hipotezi , erken insanları
modern i nsana dönüştüren şeyin güçlü bir açıklaması olabilir. 11
Hipotez, fosil kalıntılarını ve arkeoloji k kalıntıları görme tar
zınıla uyuıniuydu ve sağlam biyolojik ilkelere dayanıyordu.
Smithsonian lnstitution'dan Richard Potts da aynı düşüncedey
di. ı 988 tarihli Early fiorninid Activities at Olduvai adlı kita
bında, lsaac'in hipotezinin 11 son derece çekici bir yorum gibi
göründüğünü 11 söylemiş ve şöyle demişti :
Ana üs, yiyecek payla'iı rıı ı l ı ipokzi, in s a n d a v ra n ı § ın ın ve sos
yal ya§amın, antro p o l o p;l a r iı; i n iiıwııı t a'iıya ıı ıwk ı;rık yönünü
- ili§ki sistemleri, dt>ği�tcıkıı�, a k ra l ı a l ı k , l ws l •· ı ı ı ı w , i� l ıiilii m ü
ve dil- deği§tirir. K a l ı ıı t ıl a n l a , k • · rıı i k w ta�la n l a av
cı-toplayıcı ya§am tartı_n ı n ıınsıı rLı rı g i l ı i gi i r i i ı w ı ı >i• · y l c r i lıu
lan arkeologlar, ge ri s i n i ı� de kcııd i l ij!,iııd•·ıı g• ·ld i ğ i so n u c u n u
çıkardılar. B u , eksiksiz b i r t a hl o y d ı ı .
76
rı kesen insanların modern avcı-toplayıcılar gibi yaşadıkları an
lamına mı gelecekti?
lsaae'le sık sık çeşitli besin arayışı hipotezleri hakkında ko
mışurduk ve lsaae, kemiklerle taşların, avcı-toplayıcı yaşam
tarzıyla tamamen bağlantısız olarak aynı yerde bulunabilecek
lerine dai r h i po tezler üretirdi. Örneğin , bir grup erken insan,
gölge sağladığı için bir ağacın altında bir süre kalmış ve bura
da, leşleri kesmek dışında bir nedenle taş kırmış olabilirlerdi;
belki de sözgelim i , yumru kökleri çıkarınakla kullanacakları so
paları yonlmak için yonga yapıyorlardı. Grubun buradan ayrıl
masından sonra bir leopar gelip ağaca tırmanmış ve leoparla
rın sık sık yaptığı gibi, avını çekerek taşımış olabilirdi. Leş ya
vaş yavaş çürüyecek ve kemikler yere, alet yapımcılarının ar
kalarında bıraktıkları yaş yığının arasına düşecekti . Alanı 1 . 5
milyon yıl sonra kazan bir arkeolog, bu senaryo ile daha önce
leri popüler senaryo olan, göçebe aveı ve loplayıcıların et kes
tikl eri yorumu arasında nasıl ayrım yapabilir? İçgüdüleri m ba
na, erken insanların bir tür avcılık ve toplayıcılık yaptıkları nı
söylüyordu, ama lsaac'in kanı tları n doğru şekilde yoru mlan
masına ilişkin kaygısını da anlayalıiliyordı ı ın .
Lewis Binford'un geleneksel d iişii nceye saldırısı, lsaac' e
göre çok daha ölkeliydi. 1 98 1 t ari h l i //o/lı·.�: 11 w·i('fl.t Mm and
Modem Myth adlı kitabında, taş alet ve kerı ı i k �rıı pları nı eski
kamp alanlarının kalıntısı olarak gören arkcolo�l a rı ıı 11 i ıısangil
geçmişi hakkında 'öylesine' öyküler u y d ı ı rd ı ı kl a rı ııı 11 savunur.
Çalışmalarının çok az bir kısmını erken ark<'olojik siı lı�rde ger
çekleştirmiş olan Binford, görüşlerine, lcııı<'ldı� l :�5 .000 ile
34.000 yıl önce arasında Avrasya' da yaşaıııış olan N eandert
hal i nsanının kem i kleri üzerinde yapılan i rıl'dı�rı ı derle ulaşmış
tır.
1 985 'ıeki iirıemli bir i ncelemede, 11 Bıı �iin·ce yakın ataları
mııda avcı ve toplayıcı yaşam tarzı örgütlenmesinin, tam anla
mıyla modern llo11ıo .mpiens' tek.inden çok farklı olduğuna ikna
oldum, 11 diye yazar. 11 Eğer bu doğruysa, çok t�rken i nsangillere
77
dair 'oybirliğiyle edinilmiş' bakış açısında belimlenen neredey
se 'insani' yaşam tarzı, aşırı derecede olanaksız bir durum gibi
görünmektedir. " Binford, sislemaLik avcılığın ancak modern
insanlarla birlikte ortaya çıktığını öne sürer ve bunun için de
tarih olarak, 45 .000 ila 3 5 .000 yıl öncesini gösterir.
Binford, erken arkeolajik sitlerin hiçbirinin, eski kamp alan
larının yaşama bölgesi kalıntıları olarak göri.ilemeyeceğini savu
nur. Bu sonuca, Olduvai Bağazı'ndaki kimi önemli arkeolajik
alanlarda bulunan kemiklerden başkalannın elde ettiği verileri
inceleyerek ulaşmıştır. Bunların, insan dışındaki avcılann öl
dürme alanlan olduğunu söyler. Aslan ya da sırtlan gibi avcıla
rın bölgeden ayrılmasından sonra insangiller alana geliyor ve
yiyebilecekleri leş parçalarını topluyorlardı. " Kullanılabilecek
ya da yenilebilecek en önemli ve kimi zaman da Lek parçalar,
kemik iliğinden o l w ıuyo rd u . i n s an gill e r in yiyecekleri buldukla
n yerden , Lüketmek iizere iis ka m pa taşıdıkları fi krini destekle
78
ve doğanın geri kalan kısmından kopmuş olarak, tamamen tek
başına kalmamızdır.
lsaac, Binford'un tarihöncesi kalıntıların geçmişte aşırı bir
yoruma tabi tutulduğu yolundaki kaygılarını paylaşınakla bir
likte, durumun düzeltilmesinde farklı bir yaklaşım benimsedi .
Binford büyük oranda, başka insanların verileri üzerinde çalış
mıştı; Isaac ise bir arkeolajik siti kazarak, kanılları yeni bir
gözle incelemeye karar verdi . Avcılıkla leş yiyicilik arasındaki
ayrım lsaac'in yiyeceği paylaşma hipotezi için çok önemli de
ğildi gerçi, ama arkeolajik kalıntıların yeniden incelenmesinde
önem kazanmıştı . Avcı mı, leş yiyici mi? Tartışmanın dönüm
noktası buydu.
İlkesel olarak avcılık arkeolajik kalınıılarda, leş yiyicilikten
farklı bir iz bıı·akmış olmalı. Fark, avcı ile leş yiyicinin arkala
rında bıraktıkları beden par��alarında �ii r iil nı el i , Sözgelimi, av
cı avını öldürd üğünde ! eşi n Larııaıııını ya da bir kısmını kampa
taşıma seçeneğine sahiptir. Leş yiyiciyst� terk edil miş lıir katli
am alanında bulabildikleriyle yelin m e k zonındadır: Kampa gö
türebileceği gövde parçaları kısı ı l ı dı r. Dolayısıyla, avcı lıir in
sangilin kampında bulunacak kemik ı;eşid i , leş yiyici lıir iıısan
gilin kam pında bulunandan çok daha fazl ad ı r; vt� ki m i zaman,
eksiksiz bir iskelet de bulunabilir.
Ama bu derli toplu tabioyu ka rı şt ı ra r ı ıwk ı;ok ct ken var.
Potts'ın da dediği gibi: 11 Leş yiyici dogal ıwdı·ıılı·rdcn i il m i iş
bir hayvanın leşini bulduğunda Lüm vücut parı;alarına ulaşabi
lir; bu durumda, avcılığa benzeyen bi r kı�rııik rııoddi görüle
cektir. Leş yiyicinin avcıyı avından çabu e ak ıızaklaştınnak için
bir yol bulması d u n ı m u nda model y ine avc ı l ıga l w n z eyecekLir .
Bu durumda ne yapaeaksınız? 11 Afrika ve A v ru pa'da pek çok
kemik grulıunu inedemiş olan Chicagolu arı l ro polog Richard
Klein , iki besin arayışı yönlemi arasında ayrı m yapmanın ola
naks!zlığına i nanıyor: 11 Kemiklerin bir site ula�ınalarını sağla
yacak o kadar ı;ok yol var ve kemiklerin başı na o kadar çok
79
şey gelebilir ki, insangillerde avcı-leş yiyici sorunu asla çözüme
kavuşturulmayabilir. "
Isaac'i n yeni düşünüşü sınamak için giriştiği kazı, sit 50
olarak bilinir ve Kenya'nın kuzey bölümünde, Turkana Gö
lü'nün yaklaşık 24 km doğusundaki Karari Bayırı yakınların
dadır. ı 977 'den itibaren üç yıllık bir dönem içinde Isaac ile
arkeolog ve jeologlardan oluşan bir ekip, eski bir kara yüzeyi
olan küçük bir derenin kumluk kıyısını açığa çıkardılar. ı . 5
milyon yıl önce, mevsimsel b i r akarsuyun yağmur döneminde
yarattığı taşkın sonucu gömülmüş olan ı 405 taş yapıyı ve kimi
büyük, kimi küçük olmak üzere 2 1 00 kemik parçasını b üyük
bir özenle yüzeye çıkardılar. Günümüzde burası, sayısız eroz
yonun yarattığı çorak arazilerde çalılıkların yayıldığı kıraç bir
bölgedir. Isaac'le ekibinin hedefi, taş yapılarla pek çok hayvan
kemiğinin aynı yerde b uluştuğu 1 . 5 milyon yıl öncesinde neler
olduğunu öğrenmekti .
Binford ilk dönem eleştirilerinde, kemik v e taşların aynı
yerde bulunmasının su hareketinin bir sonucu olduğunu öne
sürüyordu. Yani, hızla akan bir akarsu beraberinde kemik ve
taş parçalan taşıyarak b u parçaları, sözgelimi akarsuyun geniş
lediği yerler ya da bir kıvnmın iç kıyısı gibi dii§iik enerjiyle ak
tığı noktalara boşaltabilir. Bu açıdan, la§ ve kern ikleı·in aynı
yerde toplanması i nsangillerin faaliyeıkriııin değil, rastlantının
eseri olacaktır. " Arkeolojik si t" hidrolojik bir kargaşadan baş
ka bir şey olmayabilir. Eski kara yiizeyinin derenin içinde de
ğil kıyısında yer alması ve jeolojik ipuçlarının sitin son derece
yavaş gömüldüğünü göstermesi ıwdeniyle, böyle bir açıklama
sit 50 için geçerli görünmüyord ı ı . Y ine de, kemikle taş arasın
da doğrudan bir bağlanıının varsayıl ması değil, kanıtlanması
gerekir. Bu kanıt hiç bekleıııı ıı·dik bir şekilde geldi ve arkeolo
jinin yakın zamanlardaki diiııiiııı noktalarından birini oluştur
du .
Ilayvan metal ya da la§ bir bıçakla parçalandığı nda ya da
kemikteki etler ayrıldığında kasap kaçınılmaz olarak bazen ke-
80
miğe de girerek uzun oluklar ya da kesik izleri b ırakır . Kesik
izleri parçalama sırasında eklemlerin üzerinde yoğunlaşacak,
etleri ayırma sırasında ise başka yerlerde görülecektir. Wiscon
sin Ü niversitesi'nden arkeolog Ilenry Bunn, sit SO'den gelme
bazı kemik parçaların ı incelerken b u tür oluklar buldu. M i k
roskop altında, kesitte V şeklinde olduklan görülebiliyord u .
Bu, 1 .5 milyon yıl önce yiyecek arayıcısı bir İnsangil tarafın
dan bırakılmış bir kesik izi miydi? Modern kemiklerle taş yon
galar üzerinde yapılan deneyler bu görüşü doğruluyor, sitteki
kemiklerle taşlar arasındaki n eden-sonuç ilişkisini kesinlikl e
kan ı tlıyordu: Bunları oraya İ nsanlar getirmiş ve yemek i ç i n iş
lemişlerdi . Bu keşif, erken bir arkeolaj i k sitteki kemi klerle taş
lar arasındaki davranışsal bağlan tın ı n ilk doğrudan kan ı tıyclı .
Eski sitlerin esrarın ı aydınlatacak bir i pucuydu .
Bilimde, pek çok kez önemli keşifler aynı dönemde, birbi
rinden bağımsız olarak yapılı r . Kesik i zlerinde de aynı durum
yaşandı. Turkana Gölü ile Olduvai Boğazı ' ndaki arkeolajik sil
lerde bulunan kemikler üzerinde çalışan Richard Potls ile John
Hopkins Ü n iversitesi' nden arkeolog Pat Shipman da kesik izle
ri bulmuşlardı. İ nceleme yöntemleri Bunn'dan biraz farkl ı ,
ama yanıt aynı yd ı : 2 mi l yo n y ı l önce i nsangiller, leşleri parça
lamak ve kemiklerdeki etleri a y ı r mak i ç i n taş yonga kullanıyor
lardı (bkz. şekil 4 . 1 ) . Geçmişe bakt ı ğ ı m ızda, ke s i k izlerinin da
ha önce keşfedilmemiş olması s o n d t � rı · t · e şa § ı r t ) ( ı , ı;; i ·ı nkii
'
İnsanın Kökeni. F: (ı HI
ŞEKiL 4.1
Eski dönem kasaplığıııa dair i§aretler. Kcnya'ııın kuzey büliiıniindeki 1 . 5
milyon ya§ındaki bir arkeolajik sitte bulunan fosille§mi§ hayvan kemiği üze
ıinde oklarla gösteıilen bu kiiçük kesik izleıi, erken insanların hayvan le§le
ıindeki etleıi ayırma'k için keskin ta§ aletler kullandıklarını gösteriyor. (R.
Lewin.)
miği örs gibi taş üzerin e yerleştirip içindeki iliğe ulaşmak içi n
üzerine vurmasın ı n sonucu olarak, parçalara ayrılmıştı. Bu se
naryo paleolitik bir yapboz bulmacadan oluşturulmuştu; parça
lar bütün kemiği oluşturacak şekilde toplanmış ve karakteristik
darbe işaretlerini de içermek üzere, kırılma model i i ncelenmiş
ti. Isaac ile arkadaşları bulgularının betimlendiği bir bildiri
de, " çekiçle parçalanmış kem i kleri n birbirine uyan parçaların ı
bulm ak, i nsan ı , erken i nsan örneklerini iliği çıkarıp yem e e yle-
82
mi sırasında hayal etmeye davet ediyor, 11 diye yazmı§lardı. Ke
sik izleri konusunda da §öyle diyorlardı: 11 Bir kemiği n , anıilo
pun hacağının keskin bir ta§la parçalanması sırasında olu§tuğu
anla§ılan izler ta§ıyan mafsal ucu bulunduğunda, insan gayet
belirgin kasaplık imgelerini dü§ünmekten kendini alamıyor. 11
1 . 5 milyon yıl önceki bu insangil faaliyeti i mgesine bir ek
de, ta§lardan gelen mesajdı. Ta§ kırıcı bir ta§tan yongalar çı
kardığında, parçalar genellikle etrafındaki küçük bir alana dü
§er. Wisconsin Üniversitesi'nden arkeolog Ellen Kroll sit 50'de
tam da bunu buldu: Ta§a vurma faaliyeti alanın bir ucunda yo
ğunla§mı§tı. Aynı §ekilde kemik parçaları da - zürafa, gerge
dan, boğa antilobu büyüklüğünde bir antilop, zebraya benze
yen bir hayvan ve yayınbal ığı kılçıkları - da aynı yerde yoğun
la§mı§lı. lsaac ve arkada§! arı, 11 Siıin kuzey ucunu ݧ yapmak
için uygun bir yer haline geliren §eyin ne olduğu hakkında an
cak tahmin yürütebiliriz, ama gözlenen model, sözgelimi orada
gölgelik bir ağaç bulunduğuna işaret edebilir, 11 diye yazmı§lar
dı. Ta§ yongaların daha da önemli bir diğer yönü, parçalanmı§
uzun kemikler gibi bunların da bazılarının bir !av la§ı olan ilk
hallerini olu§turacak §ekilde yeniden birleştirilebilmeleriydi.
2 . Bölüm'de, Nicholas Toth ile Lawn�rıce K eeley'in çok sa
yıda ta§ yonga üzerinde mikroskobik irıı:derııdı�r gerçekleştire
rek kasaplık, odun yontma ve yumu§ak bitki dokularını kesme
i§aretleri bulduklarını belirtmi§tİm. Bu yongalar sil 50'den
alınmı§tı ve analiz sonuçları, 1 . 5 milyon yıl iirıct�si ne ait eıkin
liklerin yer aldığı bir sahne imgesine yeni giiriirıtiiler ekliyor
du. Sit 50'deki faaliyet, hidrolik çöplük i nı gesirıdı�n çok öte,
insangillerin buraya leş parçaları getirmelerini ve Inı parçaların
sitte yapılmış la� alı�ılerle ݧlenmesini içeriyor o l m alıydı. Kemik
ve ta§ların m erkı�zi lıir yiyecek ݧleme yerİnı: bili nçli olarak ta
§ındığının gösterilrnı�si, l 970'lerin sonlarındaki kuramsal kar
ga§adan sonra arkı·olojik kuramın yeniden düzenlenmesinde
önemli bir adırn d ı . Ama bu kanıt, sit 50'nirı insangilleri, yani
Homo erectıı.�'urı avcı ya da le§ yiyici olduğun u gösteriyor mu?
83
lsaac ve arkadaşları şöyle diyorlar: " Kemik grubunun özel
likleri, egemen et bulma yöntemi olarak aktif avcılıktan çok leş
yiyiciliği düşündürüyor. " Alanda eksiksiz leşler bulu n m u ş olsa,
avcılık sonucuna varılalıilirdi. A m a daha önce de belirttiğim gi
bi, kemik grupları modellerinin yorumlanması hata olasılığını
da barındıran bir iştir. Ama başka kanıt dizilerinden de, erken
Homo'nun et bulma yönteminin leş yiyicil ik olduğu sonucu çı
karıldı. Sözgelimi, Shipınan eski kemiklerdeki kesik izlerinin
dağılımını inceledi ve iki gözlem yaptı. İlk olarak, içlerinden
ancak yaklaşık yarısı parçalamaya işaret ediyordu; ikinci ola
rak, içlerinden çoğu , çok az et taşıyan kemikler üzerindeyd i .
Dahası, kesikierin pek çoğu etobu r dişlerinin bıraktığı izlerle
çakışıyor ve bu da, eıoburl arın kem i klere insangillerden önce
ulaştıklaı·ına işaret ediyord u . Sh ipman bunun, " leş yiyiciliğe
dair zorlayıcı bir kanı t " olduğu sonucuna vardı ki, bu, Ship
man'ın deyişiyle, atal arı mıza ili�kiıı " a�iııa ol ırıayan ve gurur
kın c ı " bir imgeydi . E l l ıetle lı u , gdcneksd kuramın Soylu Avcı
İnsan imgesinden oldukça uzakıadır.
Ben, erken 1/omo'nun et arayışının leş yiyicil iği de içerdiği
ni sanıyorum . Shipman'ın da dediği gibi, " l·:ıol ı ı ı rlar fırsat çık
lığında leş yer ve zorunlu kaldıklarında avlaıı ırlar. " /\ m a ben
arkeolojide yakın zamanlarda oluşan devri min, lıiliıııde genel
likle görüldüğü gilıi, fazla ileriye gi ıtiğine inanıyonı rn . Erken
1/omo'nun avland ığının reddedilmesi aşırı derect�de ihtiyatlı
bir yaklaşımdı. Shipman'ın kesik izleri üzerindeki inı:dt�ıı ıesin
de, bu izierin pek çoğu nun az el taşıyan yerlerde Lıu1 ı ııı ııı asının
anlamlı old uğun u düşiiniiyonı m . Buralardan ne eldt� edilebi
lir? Tendon ve deri . Bu malzemelerle, oldukça b iiyiik avlar
için etkili kapanlar yapılabilir. 1/omo erectus'un bu tür lıir avcı
lıkla uğraşmamış olması lıeııi çok şaşırtırdı. 1/omo ciıısiııiıı or
taya çıkışıyla görülen iıısaıı fiziği , avcılığa uyarlanmayla uyum
içinded ir.
Sit 50'deki çalışma !saat· için çok yararlı old u . B u , iıısangil
lerin kemik ve ta§ları ııı c rkl'zi bir yere ta§ıdıklarını doğrula-
84
makla birlikte, onların bu yeri ana üs olarak kullandıklarını ka
nıtlamıyordu . Isaac, 1 983'te şöyle yazmıştı: " Önceki bildirile
rimde erken insangit davranışına ilişkin olarak öne sürdüğü m
hipotezlerin, erken insangillerin aşırı derecede insan gibi gö
rünmelerine yol açtığını şimdi anlıyoru m . " Dolayısıyla " yiye
cek paylaşımı hi po tezi " nin değiştirilerek, " merkezi yerde yiye
cek arayıcılığı " hipotezine dönüştürülmesini savunuyordu. Ben
onun aşırı derecede ihtiyatlı davrandığından kuşkulanıyoru m .
Sit S O projesinden alınan sonuçların Homo erectus 'un av
cı-toplayıcı olarak yaşadığını, birkaç günde bir geçici bir ana
üsten diğerine -yiyeceği getirip paylaştıkları üsler- geçtiğini
kanıtladığını söyleyemem . lsaac'in ilk yiyecek paylaşma hipote
zindeki sosyal ve ekonomik ortamın sit SO'de ne derece mev
cut olduğunu bilemiyoruz. Ama bence bu çalışma, erken Ila
nıo'nun şempanzenin sosyal, bilişsel ve teknolojik yetenek dü
zeyini çok az geçmiş olduğu düşüncesinden vazgeçmemize ye
tecek kadar kanı t sunuyor. B u yaratıkların minyatür av
cı-loplayıcılar olduklarını söylemiyorum, ama ilkel av
cı-toplayıcının bu dönemde insansı sınıfa girmeye başladığına
emını m .
85
sarı ve mor renkli havuzlar oluşturuyor ve a lçak akasya çalılı kları
beyaz bulut tarlalarına benziyor. Yağış mevsimi hemen kapıda.
Burada, deren in eğrisinde, beş yetişkin dişi ile çocu k ve genç
lerden oluşan küçük bir insan g rubu görüyoruz. Atieti k ve güçlü
bir ya pıla rı var. Yü ksek sesle so hbet ediyo rlar; konuşma ları n ı n bir
kısmının sosyal repertuvarın parçaları olduğu g ö rü lüyor, bir kısmı
da, günlük planlarla ilgili. Gün doğumundan ö nce g ru ptan dört
yetişkin erkek, et a ramak için erkenden yola çıktı. Dişilerin rolü bit
kisel besin toplamak, bunun yaşa mların ı n ekonomik dayanağı o l
duğunu da herkes biliyor. E rkekler avlar, kad ı n la r toplar: Bu, bizim
g rubu muzda ve bilindiğ i kadarıyla her zaman gayet iyi işe yaramış
bir sistem.
Dişilerden üçü yola koyu lmaya hazır; hem bebek taşıyıcısı hem
de daha son ra yiyecek torbası işlevleri ni gören, o muzlarına atılmış
bir hayvan derisi d ışında tamamen çıplaklar. Yan larında, d işilerden
birinin daha önce, iri dalları keskin taş yongalarla keserek hazırla
dığı kısa, keskin sapalar taşıyorla r. Bu nla r, diğer büyü k p rimatla rın
u laşa mad ığı, derine gömülmüş dolg u n yu m ru köklere u laşabi lme
lerini sağ layacak kazma sopaları. Dişiler en sonunda yola çı kıyor ve
genellikle yaptıkları gibi tek sıra hali nde, kend ileri n i zengin sert ka
buklu yemiş ve yumru kök kayna klarına götü receğ ini bild ikleri bir
patikayı izleyerek, göl havzasının uzak tepelerine doğru yü rüyor
lar. Taze meyve için yılın, yağmurun doğal işlevini yerine g eti receği
sonraki dönemlerini beklemeleri gerekiyor.
Akarsuyu n kenarında iki d işi, yüksek bir akasya nın altı ndaki yu
muşak kurnda oturuyor ve üç çocuğun soytarılıklarını izliyor. Hay
van derisinden bir bebek taş ıyıcısında taşınamayacak denli büyü k
ve avlanmaya ya da toplamaya çı kamayacak kada r küçük olan bu
çocuklar, tüm insan yavru ları n ı n yaptığı şeyi yapıyor: Yetiş kin ya
şamla rını ö nceden gösteren, "miş gibi yapma" oyu nla rı oynuyorla r.
Daha son ra, içlerinden en büyüğü o lan bir kız, dişilerden birini, taş
aletlerin nasıl yapıldığını kend isine bir kez daha göstermeye ikna
ediyor. Kadın sabırla, iki lav taş ı n ı keskin, ani bir da rbeyle birbirine
vu ruyor. M ü kemmel bir yo nga uçuyor. Kız da kararlı bir tavırla ay
nısını yapmaya çalışıyor, ama başarılı alam ıyor. Kadın kızın ellerini
tutuyor ve gerekli ha reketi yavaş yavaş yapmasını sağlıyor.
86
Keskin yongaların yapılması göründüğü nden daha zor bir iştir
ve sözlü tali mattan çok, göstererek öğ retilir. Kız bir kez daha deni
yor; ha reketleri bu kez biraz farklı. Taştan keskin bir yonga kopu
yor ve kız bir zafer çığlığı atıyor. Yongayı ka pıyor, gü lümseyen ka
dına gösteriyor ve sonra, oyun a rkadaş larına da göstermek için
ya nlarına koşuyor. Artık bir yetişkin aletiyle donanmış olarak,
oyu nlarına devam ediyorlar. Bir sapa bu luyorlar ve taş kırıcı ç ı rak
sapayı keskinleştiriyor. Ardından, bir avcı grubu oluşturuyor ve ya
yın balığı peşine düşüyorlar.
Akşama doğru üç kadın, hayvan derilerini bebekler ve kuş yu
m u rtası, üç küçü k kertenkele, beklen med i k bir h azine olarak da
balla doldu rmuş olarak geri dönüyor ve dere kıyısındaki kamp a la
nı yen iden hareketleniyor. Kendi çabala rı nın sonucundan memnun
olan kad ı nlar, erkeklerin ne getireceği kon us�.. ıda tahmin yapıyor
lar. Avc ı lar çoğ u n lu kla elleri boş dönüyor. Et a rayışının doğal yapı
sı gereğ i . Ama şansları yaver gittiğinde büyü k bir ödüle u laştıkları
da oluyor.
Kısa bir s ü re sonra uzakla rdan d uyulan sesler, erkeklerin geri
dönd üğünü belli ediyor. Ve, erkeklerin konuşmaları ndaki heyeca
na bakı lırsa, bu kez başarılı olmuşlar. Erkekler g ü n ü n büyü k bir
bölümü nde küçük bir antilop sürüsünü sessizce izlemiş ve içlerin
den birinin hafifçe topalladığını fark etmişlerd i. S ü rekli s ü rü n ü n
gerisinde ka lıyor v e o n lara yetişrnek i ç i n büyü k b i r çaba harcaması
gerekiyordu. Erkekler, büyük bir hayva nı ele geçirme fırsatı n ı yaka
lamışlard ı . Bizim grubumuz gibi, asgari düzeyde doğal ya da ya
pay silaha sahip avcılar daha çok h i leye başvu rmak zorundayd ı .
Sessizce ilerleyebilme, a raziye uyma yeteneği ve n e z a m a n vuraca
ğ ı n ı bilmek, bu avcıların en değerli silah larıyd ı .
Sonunda ka rşıianna b i r fırsat çıkıyor v e erkekler hiç konuşma
dan sözbirliğ i ederek, stratejik konu mlar alıyorla r. içlerinden biri,
n işan a larak elindeki kayayı tüm g ü cüyle fırlatıp hayva nı şaşırtan
bir darbe indi riyor; d iğer i kisi de avı hareketsız hale getirmeye ko
şuyor. Kısa, keskin bir sapa n ı n hızla saplanmasıyla birlikte hayva
nın boynundan bir çeşme d olusu kan fışkırıyor. Hayvan çırpın ıyor,
ama kısa bir s üre sonra ölüyor.
Yorg u n d üşen, üstleri kan ter içindeki üç adam çok sevinçli. Ya
kınla rdaki bir lav taşı yatağı nda hayvan ı n kesi lmesinde kullanılacak
R7
aletleri yapmak için gerekli ham mad deyi bu luyorlar. B i r taşın b i r
d iğerine sertçe birkaç kez vurulmasıyla bi rli kte, hayva nın sert deri
sinin kesi lmesine ve ekle m lerin, beyaz kem i k üzerindeki kırm ızı et
lerin ortaya çıkarılmasına yetecek yongalar ü retiliyor. Kaslar ve
tendonla r bu becerikli kasaba tes lim o luyor ve erkekler iki et yığ ı n ı
taşıyarak kampa d oğru yola koyuluyorlar. G ü lüşüyor, g ü n ü n olay
la rı ve her birinin bu o laylard aki farklı rolü hakkında birbirleriyle
şakalaşıyorlar. Dönü şlerinde büyü k bir coş kuyla karşılanaca kla rını
bi liyorlar.
Akşamın i lerleyen saatlerinde et, neredeyse bir ayin duygusu
içinde tü ketiliyor. Avcı g rubuna liderlik eden erkek, parça la rı kesi p
etrafında otu ran kad ın lara ve d iğer erkeklere uzatıyor. Kad ı n lar ço
cuklarına et parçaları veriyor ve çocuklar da oyu n oynar gibi, par
çaları aralarında değ iştokuş ed iyorlar. E rkekler eşieri ne ve onlar d a
erkeklerine et parça ları su nuyor. Etin yen mesi beslenmekten öte,
onları sosya l o la rak birbirine bağlayan bir eylem.
Av zaferi nin coşkusu a rtık yatıştı ve erkeklerle kad ınlar birbirle
rine, ayrı geçen g ü n ü n öyküsü nü a n latıyorlar. Bu güzel kam p ı ya
kında terk etmek zoru nda kalaca klarının fa rkındalar; çünkü uzak
tepelerde giderek yoğ u n laşan yağışlar yakında, deren in kabara ra k
kıyısına taş masına yol açacak. Ama şimd i lik, bulundukları yerde
hepsi mutlu .
Üç g ü n sonra g rup, g üvenli yü ksek a la n lar aramak a macıyla
kam ptan son kez ayrılıyor. Arkalarında, geçici mevcudiyetlerinin
kan ıtların ı bırakıyorlar. Yonga çıkarılmış lav taşı öbekleri, yontul
muş sopalar ve işlen miş hayvan gerileri, teknolojik beceri leri n i n ka
nıtları. Kırılmış hayvan kemikleri, bir yayın balığı kafas ı, yumurta
ka bu kları ve yumru kök kal ıntıları d iyetleri nin genişliğini gösteri
yor. Ama kampın odak noktası o lan yoğ u n sosya llik uçup g itmiş.
Et yeme ayi ni ve günlük o layla r hakkındaki öyküler de. Kısa b i r sü
re sonra, deren in kıyıya taşmaya başlamas ıyla birlikte bu boş, ses
siz kamp ağır ağır suyla kaplan maya başlıyor. ince sel ku mu küçük
grubumuzun yaşam ı ndan beş gü nlük bir kesitin kalıntılarını örtüp
içinde ancak, kısacık bir öykü saklıyor. En sonunda, kem i klerle taş
lar d ışında her şey çü rüyü p yok o luyor ve bu küçük öykü n ü n o luş
turu lması için g eriye ancak bi rkaç yeters iz kanıt ka lıyor.
R8
Çoğu kişi , bu kurgumun Homo erertus'u a§ırı derecede in
san gösterdiğini düşünecektir. Ben öyle dü§üıı müyonı m . Ben
bir avcı-toplayıcı yaşam tarzı yaralıyorum ve bu insanlara dil
atfediyorum. Kuşkusuz, modern insanlarda bildiğimizin ancak
ilkel çeşitlerneleri olmak kaydıyla, lıence her ikisi de akla yat
kın. Ne olursa olsun , arkeolajik kanıtlar, et ve yeraltı yumru
kökleri gibi yiyeceklere ulaşmak için teknoloji kullanan bu ya
ratıkların diğer büyük primatların ötesinde bir yaşam sürd ükle
rini açıkça gösteriyor. Tarihöncemizin bu aşamasında ataları
mız, bizim anında fark edeceğimiz bir şekilde insan olmaya
başlamışlardı .
89
S. BÖ LÜM
M O D ERN iNSAN LARlN KÖK ENi
91
pa ve Afrika'sının , bizim gibi insanların zihinsel dünyasını
uyandıran resimlerini, oymalarını görüyoruz. Ama bundan da
ha geriye -yaklaşık 3 5 . 000 yıl öncesine- gidildiğinde, insan
zihnine ili§kin bu i§aretler yok oluyor. Arkeolojik kalıntılarda
artık, bizimkine benzer zihinsel yeteneklere sahip insanların
yaptıkları işlerle ilgili inandıncı kanıtlar göremiyoruz.
Antropologlar, arkeolojik kalıntılarda yakla§ık 3 5.000 yıl
önce sanatsal ifadenin ve ineelikle i§lenmi§ teknolojinin ortaya
çıkmasını, uzun bir süre, modern insanın ortaya çıkışına dair
açık bir işaret olarak gördüler. 1 9 5 1 'de İ ngiliz antropolog
Kenneth Oakley, modern insan davranı§ının bu şekilde geliş
mesinin , tamamen modern dilin ilk kez ortaya çıkmasıyl a bağ
lantılı olduğunu öne süren ilk ki§ilerden biri oldu. Gerçekten
de, bir insan türünün tamamen modern bir dile sahip olmakla
birlikte, diğer açılardan tamamen modern olmaması düşünüle
mez gibi görünüyor. Bu nedenle, dilin geli§mesi çoğunlukla,
bugün bildiğimiz §ekliyle insanlığın ortaya çıkışını tamamlayan
olay olarak görülüyor.
İnsanın başlangıcı ne zamandı? Ve bu ne §ekilde oldu : Aşa
malı olarak ve çok uzun bir zamandır mı, yoksa hızla ve yakın
zamanlarda mı? Günümüzdeki tartışmanın terndinde bu soru
lar yer alıyor.
Oysa tüm insan evrimi dönemleri iı,�iııde son birkaç yüz bin
yıl, fosil kanıtlan açısından en zengin olanı. Eksiksiz bir kafata
sı ve önkafatası kemiklerinden ol ıı�ıııa koleksiyonun yanı sıra,
yaklaşık yirmi adet görece eksiksiz iskdel de bulundu. İnsanın
tarihöncesindeki fosil kanıtlarıııın son derece ender olduğu da
ha erken dönemler üzerinde yoğıınla�an benim gibi birisi için
bunlar, olağanüstü paleontolojik zcnginlikler. Yine de antropo
log meslektaşlanın h ala, evri m olaylannın sırası konusunda fi
kir birliğine ulaşamıyorlar.
Dahası, bulunan ilk erken insan fosilleri, tartı§mada önemli
bir rol oynayan Neandt�rı lıal insaniarına (herkesin zihni ndeki
mağara adamı karikatürii) aiıti. İlk Neanderthal kemiklerinin
92
gün ışığına çıkartıldığı 1 856'dan beri, bu insanların kaderleri
hiç durmaksızın tartışılıyor: Bunlar bizim en yakın atalarımız
mıydı, yoksa evrimin, günümüzden yaklaşık 30 bin yıl önce
soyu tükenmiş bir çıkmaz ucu mu? Bu soru neredeyse bir bu
çuk yüzyıl önce soruldu ve hala, en azından herkesi tatmin
edecek şekilde yanıtlanabilmiş değil.
Modern insanların kökeni konusundaki daha ince noktalara
dalınadan önce, daha geniş kapsamlı konular üzerinde durma
l ıyız. Öykü 2 milyon yıldan önceki bir dönemde, Homo cinsi
nin ortaya çıkışıyla başlıyor ve sonuçta Homo sapiens'in ortaya
çıkmasıyla sona eriyor. Bu konuda, birincisi anatomik değişim
lerle, ikincisi de teknolojik değişimlerle ve insan beyniyle eline
dair diğer göstergelerle ilgili iki kanıt dizisi uzun süredir mev
cuttu . Doğru şekil de yorumlandığında, bu iki kanıt dizisi insa
nın evrim tarihi konusunda aynı öyküyü anlatmalıydı. Zaman
içinde aynı değişim modeline işaret etmeliydi. Onlarca yıldır
antropolojinin malzemesi olan bu geleneksel kanıt dizilerine,
yakın zamanlarda bir üçüncüsü katıldı: moleküler genetik. Ge
netik kanıtlar ilkesel olarak, evrim tarihimizin öyküsünü şifreli
olarak içinde barındırmalıydı. Burada da, ortaya çıkacak öykü,
anatomiden ve taş aletl erden iiğrendiklerimizle uyumlu olma
lıydı .
Ne yazık ki üç kanıt dizisi arası rıda l ı öy l e l ı i r uyum görül
müyor. Bağlantı noktaları var bel ki , a nı a taııı l ı i r uyum yok.
Böylesi bir kanıt bolluğuna karşın a ka d c ııı isyenlc rin yaşadığı
zorluk, evrim tarihini yeniden kurmanın k i ııı i z a ı ı ı a ı ı ne kadar
güç olduğunu gösteriyor.
Turkana çoc ı ı ğ ı ı n ı ı n iskeleti bize, yaklaşık ı . (ı milyon yıl
önceki erhn insa n ı n anatomisi hakkında l ıir fikir veriyor. Er
ken 1/onıo crcctus bireylerinin uzun l ıoylıı (Tu rkana çocuğu
yaklaşık ı .BO l ı o y ı ı n d aydı) , alletik ve güçi ii kaslara sahip ol
duklannı görd ıil iyorıız. En güçlü modern profesyonel güreşçi
bile, ortalama 1/om o r�n�ctus kar§ısında kolay l ı i r av olurdu . Er
ken Homo r•rcr·tus' ı ın lı ey ni, A ustralopitlıccu.� atalarına oranla
93
büyük olmakla birlikte, modern insan beyninden küçükLü;
:ı
ercctus ' ıa yaklaşık 800 cm ve günümüzün modern Ila
:ı
mo'sunda ortalama 1 3 50 cm _ llomo crectus ' ıa beyin kutusu
uzun ve düşük, alın çok küçük, kafatası kalın, çene ileri doğru
çıkınttiıdır ve gözlerin üstünde belirgin çıkıntılar vardır. Bu te
mel anatomik m odel yaklaşık yarım milyon yıl öncesine dek
:1
aynı kaldı, ama aynı dönemde beyin 1 1 00 em ' ü n üstüne çık
tı. Bu dönemde Homo erectııs toplulukları Afrika' dan dışarı ya
yılarak Asya ve Avrupa'da geniş bölgelerele yaşamaya başla
mışlardı. (Avrupa'da kesinlikl e sapıanmış Homo erectus fosilieri
lıulunmuş olmasa da, bu türle bağlantılandırılan teknolojilere
dair kanıtlar, türün burada bulunduğunu gösteriyor.)
Yaklaşık 34.000 yıl öneesinden daha yakın bir dönemde
bulduğumuz fosil insan kalıntıları tamamen m odern Homo sa
piens 'e aittir. Beden daha az zinde ve kaslı, yüz daha düz, be
yin kutusu daha yüksek ve kafatası d uvarı daha incedir. Dola
yısıyla, modern insanı yaratan evrim faaliyetinin 500.000 ile
34.000 yıl öncesi arasında gerçekleştiğini görüyoruz. Afrika ve
Avrasya'da bu döneme ait fosil kalıntılarında ve arkeolojik ka
lıntılarda bulabildiklerimizden, evri min son derece kafa karıştı
rıcı biçimlerde olsa da, gerçekten ya�andığıııı giiriiyoruz.
Neanderthal insanı 1 3 5 . 000 ile J iJ. . OOO yıl öncesinde yaşa
dı ve Batı Avrupa'dan Yakın Doğu vt� Asya'ya dek uzanan bir
bölgeye yayıldı . Burada sözünü eıı iğiııı iz dönemin fosil kalıntı
larında en bol bulunan unsuru, Nı�anderıhal oluşturuyor. Bir
milyon ile 34.000 yıl öncesi arasıııdaki bu dönemde hiç kuş
kusuz, Eski Dünya'nın pek çok farklı nüfusunda evrim dalga
lanmaları sürüyordu . Neandertlıal'irı yanı sıra, romantik adlar
taşıyan -Yunanistan'dan Pet rolana Adamı, Fransa'nın güney
batısından Arago Adam ı, A l m anya ' dan Steinheim Adamı,
Zambiya'dan Kırık Tepe Adaını vb.- tek tek başka fosiller
- genellikle beyin kutusu ya da l ıeyin kutusu parçaları, ama ki
mi zaman da iskelelin ba�ka parçaları - de bulundu. Bu birey
sel örneklerde, pek çok farklıl ığa karşın, iki ortak özellik gö-
94
Homo erectus
Homo sapirns
SDpirns
ŞEKil 5 . 1
Neanderlhal a k ra l ıa l ı k l a r ı . ;\'<'anderılıal insanı, 1/omo sapirns'le b iiyük b i r
beyin gibi ve l lo m o t•rt•t·tus ' l a da, u z u n , dü§iik kafatası v" ç ı kınıılı k a §l a r g i b i
ortak öze l l i k l<'r<' sa h i pt i r. t\ ı ı ı a l ıazı be nzersiz iiz e l l i k l ni dt' vmdı r ve b u ı ı lar
dan en açıkça giiri'ı l ı · ı ı i , y i 'ı t. i i ı ı orta l ıö l i i n ı i'ı n i 'ı ı ı a�ırı ı !P rt"!'l'de iine çıkık ol
masıdır.
95
rülmektedir: Bunlar, sözgelimi daha büyük beyinleriyle Homo
erectus' tan daha fazla geli§mi§ ve kalın kafatasları, iri yapılany
la, Homo sapie ns ' ten daha ilkeldirler (bkz. §ekil 5 . 1 ) . Bu dö
nemden örneklerin farklı anatomiye sahip olmaları nedeniyle,
antropologlar bu fosillerin tümüne 11 arkaik sapiens 11 demeyi
seçtiler.
Bu anatomik biçim çe§itliliği nedeniyle kar§ıla§tığımız so
run, modern insan anatomisinin ve davranı§ının ortaya çıkı§ını
tanımlayacak bir evrim modeli kurmaktır. Yakın zamanlarda
bu konuda iki model önerildi.
Bunlardan çok bölgeli evrim hipotezi olarak bilinen ilki,
modern insanların kökenini, Homo erectus topluluklannın yer
le§tiği her yerde Homo sapi ens' i n ortaya çıktığı, tüm Eski Dün
ya'yı kapsayan bir olgu olarak görür. Bu bakı§ açısına göre Ne
anderthal, bu üç kıtalık eğilimin, anatomi açısından Homo erec
tus'la Avrupa, Ortadoğu ve Asya'nın batısındaki llomo sapiens
arasında yer alan bir parçasıdır ve Eski l hinya'nın bu bölgele
rinde günüm üzde ya§ayan nüfusları n doğrudan atası N eandert
hal i nsanıdır. Michigan Üniversitesi' ndt�rı aııtropolog Milford
Wolpoff, Homo sapiens'in biyolojik s l a t ii sii ııe doğru ilerleyen
ve her yerde görülen evrim eğilimini, a t ala rı m ızın yeni kültürel
ortamının Le§vik ettiğini savunur.
Doğa dünyasında bir yeniliği l t � nı s i l eden kültür, doğal se
çim güçlerine etkin, birle§tirici l ı i r yi in kazandıı·mı§ olabilir.
Dahası, California Üniversi tes i n i n Saıı t a Cruz kampusundan
'
96
tür bir otokatalitik, ya da olumlu geribildirim sürecinin oluşma
sı, büyük nüfuslar içinde genetik değişimin daha da hızla ger
çekleşmesine yardımcı olacaktır.
Çok bölgeli evrim düşüncesine yakınlık duyuyorum ve bir
zamanlar şöyle bir benzetme yapmıştı m : Bir avuç çakıl taşı alıp
bir su havuzuna fırlatırsanız, her çakıl bir dizi dalga yaratır ve
bu dalgalar önünde sonunda, diğer çakılların yarattığı dalga
larla birleşir. Havuz, temel sapiens nüfusunu barındıran Eski
D ünya'yı temsil ediyor. Havuzun yüzeyindeki, çakılların düştü
ğü noktalar Homo sapiens' e geçiş noktaları ve dalgacıklar da
Homo sapiens'in göçleridir. Tartışma katılımcılarının pek çoğu
bu benzetmeyi kullandılar; ama ben artık, benzetmenin belki
de doğru olmadığını düşünüyoru m . Bu ihtiyatlı yaklaşımıın ı n
nedenlerinden biri, İsrail'deki b i r dizi mağarada bulunan bazı
önemli fosil örnekleridir.
Bu sitlerde aralı kl ı olarak altmış yılı aşkın bir süredir de
vam eden kazılarda, kimi mağaralarda Neanderthal, kimilerin
de de modern insan fosİll eri bulundu. Yakın zamanlara dek
tablo çok açık görünüyor ve çok bölgeli evrim hipotezini des
tekliyordu. Kebarra, Tabun ve A nıud mağaraların dan gelen
tüm Neandeıthal fosilieri giirl'ce eski, belki de yaklw�ık
60.000 yıllıktı . Skhul ve Kafze'den gıdı�ıı l ii m modern insanlar
ise daha yeni, belki de 40.000 ya da ;) 0 . 000 yıllıkıı. B u tarih
ler göz önüne alındığında, bu bölgede N l'aııdl'rl lıal topl ıılukl a
rından modern topluluklara evrimsı�l l ı i r diiıı ii�iiııı olması
mümkün görünüyordu. Bu fosil s ı ralaması gnı;<'kl l�ıı de, çok
bölgeli evrim hipotezinin en güçlü dayanakl a rı ııdaı ı b i ri yd i .
Ama 1 9BO'Ierin sonlarında b u düzenl i sıralama altüst oldu.
İngiltere ve Fransa'dan araştırmacılar lııı fosillı�rin bazılarına,
elektron spiıı r<'zoııansı ve termoluminesans olarak b i linen yeni
tarihlendirıııı� yiinll�nı lerini uyguladılar; her iki teknik de pek
çok kayada giiriibı kimi radyoizotopların ç ii rümesini temel
alır ve bu, kayalardaki mineraller için atomik saat gibi işleyen
bir süreçtir. 1\ ra�l ırıııacılar, Skhul ve Kafze'deki modern insan
insanın Kökeni, F: 7 97
fosillerinin, Neanderthal fosillerin birçoğundan 40.000 yıl ka
dar daha ya§lı olduğun u b uldular. B u sonuçlar doğruysa, Ne
anderthaller, çok bölgeli evrim modelinde savunulduğu gibi
modern insanların ataları olamazlar. Öyleyse, alternatif nedir?
Alternatif modelde, modern insanların, tüm Eski Dünya'da
görülmü§ bir evrim eğiliminin ürünü olmak yerine, tek bir coğ
rafi bölgede ortaya çıktıkları savunuluyor (bkz. §ekil 5 . 2) . M o
dern Homo sapiens toplulukları bu yerden göç ederek Eski
Dünya'nın geri kalan bölgelerine de yayılmı§ ve oralaı·daki
mevcut modern öç.cesi toplulukların yerini almı§ olmalılar. B u
modele " Nuh'un Cemisi " hipotezi v e " Cennet Bahçesi " hipo
tezi gibi, pek çok ad takıldı. Yakın zamanlarda da, Sahra altı
Afrika'nın ilk modern insanların ortaya çıkı§ı için en olası yer
olarak görülmesi nedeniyle, " Afrika' dan Yayılma" h ipotezi
olarak adlandırıldı. Pek çok antropologun katkıda b ulunduğu
bu görü§ün en ate§li savunucusu, Londra Doğa Tarihi M üze
si'nden Christopher Stringer'dır.
İki model birbirinden tamamen farklıdır: Çok bölgeli evrim
modeli Eski Dünya'da modern Homo sapiens' e doğru, n üfus
göçünün çok az olduğu ve önceki nüfusun yerini alma d uru
munun hiç olmadığı bir evrim modeli tanı mlar; " Afrika'dan
Yayılma" hipotezi ise Homo sapiens ' i n yalnızca bir tek yerde
evrildiğini ve ardından, Eski Dünya içinde yoğun n üfus göçle
riyle, mevcut modern öncesi toplul uklarm yerini aldığını savu
nur. Dahası, ilk modele göre modern coğrafi n üfusların (" ırkla
rın " ) genetik kökleri çok geriye �idecek ve temelde, neredeyse
2 milyon yıldır birbirlerinden ayrı olacaklardır. İ kinci m odel
deyse genetik kökler daha yakında olacak ve tüm ü , yakın za
manlarda Afrika'da evrilmi§ t<�k l ıir nüfustan gelmi§ olacaklar
dır.
İki model, fosil kayıtlarında neler görmemiz gerektiği konu
sundaki tahminlerinde de lıirlıirlerinden çok farklıdır. Çok böl
geli evrim modeline göre, modern coğrafi nüfuslarda gördüğü
müz anatomik özellikler yine aynı bölgedeki, Homo erectus ' u n
alanını Afrika ötesine d e la�ıdığı 2 milyon yıl öncesine d e k gi-
98
Çokbölgeli Evrim Afrika'dan Yayılma
·. · H · - . _,.--
omo sapıens 1�l.
ın -4
-.. ,.. ���
� t
Homo sapiens'in � �
Afrika'daki
üç kıtada
başlangıcı
gen akışıyla ve yayılması
aşamalı evrimi
ŞEKiL 5.2
Modern insanın kökenieri konusunda iki görüş. Saldıi ki çok bölgeli model
de, Homo erecıus topluluklarının yaklaşık 2 milyon yıl önce Mrika'dan dışaıı
yayıldıklan ve tüm Eski Dünya' da yerleştikleri savunulur. Yer�) niifuslar.
arasında gen akışıyla genetik süreklilik sağlanmış ve dolayısıyla, modern Ho
mo sapiens'e giden evrim eğilimi, 1/omo erecıus topluluklarının var olduğu
her yerde uyum içinde gerçekleşmi§tir. Sağdaki "Afrika'dan Yayıl ina" mo
delindeyse, Homo sapiens'in yakın zamanlarda Afrika'da evrildiği ve Eski
Dünya'nın diğer bölgelerine hızla yayılarak, ıııeveııt 1/omo erecıus ve arkaik
Homo sapiens topluluklarının yerini aldığı savuıııılıır.
99
gibi bazı özellikler 750.000 yıllık fosillerde, çeyrek milyon yıl
lık Pekin Adamı fosillerinde ve modern Çin topluluklarında gö
rülmektedir. Stringer de bunu kabul eder, ama bu özelliklerin
kuzey Asya'yla sınırlı olduğunu ve dolayısıyla, bölgesel sürekli
liğe kanıt olarak gösterilemeyeceğini kaydeder.
Wolpoffla arkada§ları, Güneydoğu Asya ve Avustralya için
de benzer bir iddia getiriyorlar. Ama Stringer'ın da dediği gi
bi, varsayılan süreklilik dizisi yalnızca üç zaman dilimiyle ta
rihlenen fosiliere dayandırılmaktadır: 1 .8 milyon, 1 00.000 ve
30.000 yıl öncesi. Stringer, referans noktalarındaki yetersizli
ğin tezi zayıflaLtığını söylemektedir.
B u örnekler, antropologların kar§ıla§tıkları sorunları yansıtı
yor. Önemli anatomik özelliklerin anlamı konusunda .görü§ ay
rılıklarının olmasının ötesinde, Neanderthal insanı ayrı tutulur
sa, fosil kalıntıları da antropologların isteyeceğinden (ve antro
polog olmayanların sandığından) çok daha azdır. Bu engeller
a§ılmadıkça, daha genݧ kapsamlı soru hakkında bir fikir birliği
olu§ması olanaksız görünüyor.
100
den de destek alıyor: Çok bölgeli evrim hipotezinin doğru ol
ması durumunda, erken modern İnsan örneklerinin tü m Eski
Dünya'da az ya da çok e§zamanlı olarak görülmesi gerekirdi.
Ama böyle bir durum göremiyoruz. Bilinen en eski modern in
san fosilieri m uhtemelen Afrika'nın güneyinden gelmݧ. 11 Muh
temelen 11 dememin nedeni, b u fosillerin yalnızca çene parça
cıklarından olu§masından öte, gerçek ya§larının da kesin ola
rak bilinememesi. Sözgelimi, Güney Afrika'daki Border Mağa
rası ve Klas i es Irmak Ağzı M ağarası 'ndaki fosillerin ya§ ının
l 00.000' den biraz daha fazla olduğu sanılıyor ve bunlar 11 Af
rika' dan Yayılma 11 hipotezinin taraftarları tarafından kanıt ola
rak gösteriliyor. Ama Kafze ve Skhul' daki mağaralarda bulu
nan modern insan fosilieri de yakla§ık 1 00.000 ya§ında. Dola
yısıyla, modern insanların ilk olarak Afrika'nın kuzeyinde ya
da Ortadoğu'da ortaya çıkmaları ve sonralan b uralardan göç
etmݧ olmaları mümkün. Ama antropologların çoğu , kanıtl arın
genel ağırlığına dayanarak, modern insanın Sahra altı kökenli
olduğu tezini destekliyorlar. (bkz. §ekil 5 . 3) .
Asya'nın geri kalan kı s mıyla Avrupa'nın hiçbir yerinde, b u
ya§ta modern İnsan fosilieri bulunmadı. Eğer bu dur u m evrim
sel gerçekliği yansıtıyorsa ve fosil kal ıı ı t ı l arının acınacak dere
cede yetersiz olmasından kaynaklannı ıyorsa, 11 A frika'dan Ya
yılma 11 hi po tezi akla yakın göriiniiyor.
Nüfus genetikçilerinin çoğunluğ u l ıı ı lı i potezi n biyolojik
,
101
(40K) CroMagııoıı
(250K) Arago
[250K) Cebel
(92K) Kafzc
ŞEKiL 5.3
Fosil haritası. Harita modern insanların kökeniyle lıağlaııtılı fosillerin yerle
rini (ve bin yıl olarak yll§lannı) gösteriyor. Neaııdertlıaller taral ı alandan dı
§an çıkmamı§lardır. En eski modern insan örnekleri Salıra a l t ı Afrika'da ve
Oıtadoğu'da bulunmu§tur.
1 02
bölgeli evrim modeline ku§kuyla bakıyor . Çok bölgeli evrim
modelinin genݧ nüfuslar arasında, onları genetik açıdan bağla
yan ve evrimsel değݧİm sayesinde modern İnsanlara dönü§me
lerini sağlayan yoğun gen akı§ları gerektirdiğini belirtiyorlar.
Cava İ nsanı fosilieri için 1 994 ba§larında açıklanan yeni tarih
lendirmeler doğruysa, Homo erectus ya§am menzilini Afrika
ötesine yakla§ık 2 milyon yıl önce ta§ım ı§tır. Dolayısıyla, çok
bölgeli evrim modeli uyarınca, gen akı§ının genݧ bir coğrafi
alanda sürmesinden öte, çok uzun bir dönem boyunca sürmesi
de gerekecektir. Nüfus genetikçilerinin çoğu, bunun kesinlikle
gerçekçi olmadığını söylüyorlar. Modern öncesi toplulukların
Avrupa, Asya ve Afrika içinde dağılmalarıyla birlikte, bağlantı
lı bir b ütünden çok, (arkaik sapiens' te gördüğümüz gibi) coğra
fi varyantiarın olu§ması çok daha olası görünüyor.
Fosilieri bir süreliğine bırakarak davranı§a, yani, davranı§ın
gözle görülür ürünlerine, aletiere ve sanat objelerine yönelece
ğiz. Teknolojik açıdan ilkel İnsan gruplarında İnsan davranı§la
rının büyük çoğunluğunun arkeolajik açıdan görünmez olduğu
nu unutmamalıyız. Sözgelimi, bir §amanın yönettiği üyeliğe ka
bul töreninde efsaneler anlatılacak, §arkı söylenecek, dans edi
lecek, beden süslenecek; ve bu faaliyetlerin hiçbiri, arkeolajik
kalıntılarda yer almayacaktır. Dolayısıyla, ta§ aletler ve oyul
mu§ ya da boyanmı§ nesneler bulduğıı muzda, bunların eski
dünyaya son derece dar bir pencere açtıklarını unutmamalıyız.
Arkeolajik kalıntılarda, modern İnsan zilıninin İ!jleyݧİnİ gös
teren bir tür ݧaret saptamayı ve bu ݧaretiıı rakip hipotezlere
ı§ık tutmasını isteriz. Sözgelimi, i§aretin Eski D ünya'nın tüm
bölgelerinde az ya da çok e§zamanlı olarak ortaya çıkması du
rumunda, çok bölgeli evrim modelinin, modern insanların ev
rilmesine ili§kin en olası §ekli tanımladığını siiyleyebiliriz. Ama
i§aretin önce lıağımsız bir bölgede _ortaya çıkması ve ardından,
dünyanın geri kalan . kısmına a§amalı olarak dağılması duru
munda, alternatif modele ağırlık verilecektir. Elbette, arkeolo-
1 03
jik modelin fosil kalıntılarından elde edilen modelle çakışması
nı da isteyeceğiz.
2 . Bölüm'de, Homo cinsinin ortaya çıkışının, yaklaşık 2 . 5
milyon yıl önce, arkeolojik kalı n tıların başlangıcıyla az çok ça
kıştığını belirtmiştik. 1 .4 milyon yıl önce taş alet gruplarının
iyice karmaşıklaşarak Oldovan kültürden Acheuleen kültüre
geçilmesinin de, Homo erectus'un ortaya çıkışının hemen son
rasına denk geldiğini görmüştük. Demek ki, biyolojiyle davra
nış arasında son derece yakın bir bağlantı var: En erken Homo
en basit aletleri yapmıştı; karmaşıklığın hızla artması, Homo
erectus'un evrilmesiyle birlikte görüldü. Yaklaşık yarım milyon
yıl sonra arkaik sapiens'in ortaya çıkışında da aynı bağlantı gö
rülüyor.
Bir milyon yılı aşkın bir yavaşlamadan sonra, Homo erec
tus'un basit el baltası kültürü, yerini büyük yongalar üzerinde
gerçekl eştirilmiş daha karma�ık bir teknolojiye b ı raktı . Ache
uleen kültürde belki bir diizine saptanmış alcı vardı; ama bu
dönemde yeni teknoloji yakla�ık alımı� alet içeriyordu . Nean
derthaller de dahil ol mak üzere arkaik sapit•ns 'ı e gördüğümüz
biyolojik yenil iğe, yeni bir teknolojik bect•ri d iizı�yinin de eşlik
ettiği çok açık. Ama yeni teknoloji bir kez ycrl c�ıikıen sonra
çok az değişti . Yeni dönemi , yenilikten çok du rağanl ık belirli
yordu.
Ama değişim en nihayet geldiğinde, baş döndii rücüydü;
belki de, ardındaki gerçeğe karşı gözümüzü kiir eddıilecek
denli baş döndürücü. Yaklaşık 3 5 .000 yıl önce Avrupa'da in
sanlar özenle işlenmiş taş l>Içaklardan en m iikenı mel �ekilde
aletler yapmaya başladılar. Kemik ve boynuz ilk kez, ald yapı
mında hammadde olarak kullanıldı . Alet kutularında artı k, ka
ba giysilerin şekillendirilnıesi, oyma ve yonlma aleılerini de
içeren yüzü aşkın alet yer alıyord u . Alet ilk kez sanal eserine
dönüştü : Sözgelimi, boynuz ııı ızrak alıcıları hayvan oymaları yl a
süsleniyordu. Fosil kalıntı ları nda görülen boncuk ve s ii slı�r, ye
ni bir beden süsleme uygulamasının başladığını gösteriyor. Ve
- en kışkııtıcısı da- derin ın ağaraların duvarl arı ndaki n�si m-
104
ler, bizi mkine benzer olduğunu hemen fark edeceğimiz bir zi
hinsel dünyaya işaret ediyor. Durağanlaşmanın egemen olduğu
önceki dönemlerin tersine, kültürün özünü artık yenilik oluş
turmaya başladı ve değişim yüz binlerce yıl yerine, binlerce
yılla ölçülmeye başlandı . Üsı Paleolitik Devri mi adı verilen bu
kolektif arkeolajik işaret, modern insan zihninin çalışmasına
dair, kuşku götürmez bir kanııtır.
Üsı Paleoliıik Devri m i n i n arkt·olojik i§aıTi i ı ı i ı ı gnı;t'ğe kar
'
105
sil kanıtiarına dayanarak, kesinlikle Afrika' dan diyebiliriz; ya
da belki, Ortadoğu'dan . Arkeolajik kalıntılar, yetersizliğine
rağmen, modern insan davranışının Afrika kökenli olduğu tezi
ni destekliyor. Dar bıçaklara dayanan teknolojiler bu kıtada
yaklaşık 1 00.000 yıl önce görülmeye başladı. Unutmayın ki
bu da, modern insan anatomisinin bilindiği kadarıyla ilk kez
ortaya çıkmasıyla çakışmaktadır ve biyolojiyle davranış arasın
daki bağlantının üçüncü örneği olarak görülebilir.
Ama buradaki bağlantı bir yanılgı, bir rastlantının sonucu
olabilir. Bunu söylememin nedeni, hem fosil kalıntılarının hem
de arkeolajik kalıntıları n iyi durumda olduğu Ortadoğu' da hem
son derece açık, hem de paradoksal bir şey görmemizdir. Yeni
tarihlendirme yöntemleri, bölgede Neanderthallerle modern
insanların 60 .000 yıla ulaşan bir süre birlikte var olduklarını
gösteriyor. (1 989'da Tabun Neanderthal insanının en azından
1 00 . 000 yaşında, yani, Kafze ile Skhul'daki modern insanla
rın çağdaşı olduğu gösterild i .) Bu dönemde gördüğümüz tek
alet teknolojisi şekli, Neanderıhal'le bağlantılı olandır. Tekno
lojilerine, ilk kez keşfedildiği yer olan Fransa'daki Le Moustier
mağarasına göndermeyle, Mousterit�n adı veril mektedir. Orta
doğu'daki anatomik açıdan modern insan toplulukl arının, Üst
Paleolitik'e özgü yenilikçi alet grupları nılan çok, Mousterien
benzeri teknoloji üretmiş gibi göriirı rııdni, davranış değil, yal
nızca biçim açısından modern oldukları anlamına geliyor. Do
layısıyla, anatomiyle davranış arasındaki bağlantı kopmuş gibi
görünüyor. En erken modern i nsan davranışının arkeolajik işa
reti zayıf ve dağınıktır ve bu ılıınıın , l ıilinen kalıntıların yeter
sizliğinin sonucu olabilir. Bıçağa dayalı teknoloj i ilk kez Afri
ka'da görülmüş olsa da, kesinliklt� Afrika kıtasını işaret edip,
" M odern insan davranışı Afrika'da başladı, " demek ve ardın
dan, Avrasya'ya doğru yayılı lığını iddia etmek m ümkün değil.
1 06
en çekişıneli olanıdır. l 980'lerde, modern insanın kökenierine
dair yeni bir model ortaya çıktı. Mitokondriyal Havva hipotezi
olarak bilinen bu model temelde, " Afrika' dan Yayılma" mode
lini ikna edici şekilde desteklemekteydi. "Afrika'dan Yayılma"
hipotezini savunanların çoğu, modern İnsanların Afrika' dan
Eski Dünya'nın geri kalan kısmına yayılmalarıyla birlikte, bu
bölgelerde yerleşmiş modern öncesi topluluklada bir dereceye
dek çiftleşmeleri olasılığını benimsemeye hazır. Bu, eski toplu
luklardan modern topluluklara uzanan bir genetik sürekliliği
bir derece olanaklı kılardı. Ama mitokondriyal Havva modeli
bunu çürütüyor. Bu modele göre, modern topluluklar Afri
ka' dan göç edip sayılarını artırdıkça, mevcut modern öncesi
toplulukların yerini tamamen aldılar. Göçmen ve mevcut toplu
l uklar arasında çiftleşme, eğer gerçekten olduysa, ancak çok az
bir düzeydeydi.
M itokondriyal Havva modeli iki laboratuvarda - Emory
Üniversitesi'nden Douglas Wallece ile arkadaşlarının ve Cali
fornia Üniversitesi'nin Berkeley kampusundan Allan Wilson ile
arkadaşlarının laboratuvarlarında- yürütülen çalışmalar sonu
cu ortaya çıktı. Mitokondri adı verilen hücrenin içindeki küçük
organellerde ortaya çıkan genetik maddeyi, yani DNA'yı İnce
lediler. Anneden gelen yumurtayla lı<ıl ıadan gelen sperm bir
leştiğinde, yalnızca yumurtadarı gelen rniıokondri yeni oluşan
embriyonun bir parçası olur. Dolayısıyla, rnitokond riyal DNA
yalnızca anneden geçmektedir.
Bazı teknik nedenlerden ötürü mitokoııdriyal D N A , evrimin
izlediği yolun görülmesi amacıyla kuşakl ar lıoyurıca geriye
doğru bakılınasına son derece uygundur. D N A'nın anneden
geçmesi nedeniyle de, sonuçta tek bir dişi alaya uzanmaktadır .
Yapılan ineelemder, modern insanları n gı�ııdik atalarının,
muhtemelen 1 50 .000 yıl önce Afrika'da yaşaıııış bir dişiye da
yandığını gösteriyor. (Ama bu dişinin, yaklaşık 1 0.000 bireye
ulaşabilecek bir l opluluk içinde yer aldığını unutmamak gere
kiyor; yani o , Ade ın 'i yle birl ikte tek başına yaşayan bir Havva
değildi.)
107
Analizler, modern insanların kökenini Afrika'da göstermek
ten öte, modern öncesi lopluluklarla birleşmeye dair bir kanıt
sunmuyorlar. Şu ana dek yaşayan İnsan topluluklarından alına
rak incelenen mitokondriyal DNA'ların birbirlerine büyük
oranda benzemesi, yakın tarihli ve ortak bir kökene işaret edi
yor. Modern ve arkaik sapiens arasında genetik karışma olsay
dı, kimi insanlar ortalamadan çok farklı ve kökenierinin eskilİ
ğİnİ gösteren miıokondriyal DNA'lar taşırlanlı . Şimdiye kadar,
dünyanın her yanından t!. OOO' den fazla insanda bu tür eski bir
mitokondriyal DNA görülmedi. Modern İnsanlardan alınarak
analiz edilen tüm miıokondriyal DNA'ların kökeni oldukça ya
kın tarihli görünüyor. Bu da, modern göçmenlerin eski nüfus
ların yerini tamamen aldığı anlamına geliyor; süreç ] 50.000
yıl önce Afrika'da başhımış ve sonraki 1 00.000 yıl içinde Av
rasya'ya yayıl mıştı .
Allan Wilson ile eki l ı i , araştı rmalarını ilk kez Natııre dergi
sinin Ocak 1 987 sayısında yayı ıılaıııışlar, cesurca ilan edilen
sonuçlar antropologlar ar ası r ı da d ehşet yaralmış ve halkın ilgi
sini çekmişti. Wilson ilı� arkadaşl arı , verilerinin " arkaikten mo
dern 1/onıo sapil'ns formlarına gı·c;iş i ıı ilk olarak, yaklaşık
1 00.000 - 1 40.000 yıl önce A frika'da lıaşladığına ve . . . günü
müzün tüm insanlarının o niifusun t onı niarı olduğuna" işaret
elliğini yazdılar. (Daha sorıra yapılan a n al izll"r son ul"u, tarihler
biraz daha geriye çekildi . ) l>o uglas 'la a rkadaşları da, Berkeley
grubunun ulaştığı son uçları gcnı·l olarak destekliyorlardı.
Çok bölgeli evrim modı·l i ndı·n vazgeçmeyen Milford Wol
poff bu verilerin ve analizierin nıant ıksız olduğunu öne sürd ü ,
a m a Wilson'la arkadaşları dalıa c;ok veri üretmeyi sürdürdüler
ve sonunda, sonuçlara ist atisıiksı·l olarak karşı çıkıl amayacağı
nı belirttiler. Ama yine de, yakın zamanlarda analizlerde birla
kım istatistiksel sorunlar olduğu saptandı ve sonuçların, savu
nulduğundan daha az sorıı ı ı l olduğu kabul edildi . Yim� de pek
çok moleküler biyolog h ill tı, miıokondriyal verileri n " A fri
ka'dan Yayılma" hipo l ezi n i yl'lerince desteklediğine inanıyor.
Çekirdekteki DNA'ya day a l ı d ah a geleneksel genetik kanıtları n
108
da mitokondriyal DNA verilerinin ortaya koyduğu modele işa
ret etmeye başladığını vurgulamakla yarar var.
1 09
sonradan gelişti. Pek çok kişinin benimsediği ikinci bir açıkla
maya göre de, birliktelik durumu gerçek olmaktan çok, yalnız
ca bir görüntüydü. Farklı nüfusların aynı bölgede, iklim deği
şimlerini izleyerek sırayla yaşamış olmaları mümkü n . Soğuk
dönemlerde modern insanlar güneye geçiyor ve Ortadoğu'ya
Neanderthaller geliyordu; sıcak dönemlerde de bunun tam ter
si yaşanıyordu. Mağara kalıntılarındaki zaman ayrışımının ye
tersizliği nedeniyle, bir yerin bu şekilde 11 paylaşılması 11 , birlik
te var olma gibi görülebilir.
Ama Neanderthallerle modern insanların birlikte var olduk
lannı bildiğimiz yerlerde - 3 5 .000 yıl önce Batı Avrupa'da
bu durumun, Zubrow'un modeliyle uyumlu olarak, bir ya da
en fazla iki bin yıl sürmüş olduğunu belirtmekte yarar var.
Zubrow'un modeli, modern insanların karşılaştıkları modern
öncesi insanları yok etme yöntemlerinin demografik rekabet ol
duğunu kuşku götürmez şekilde kanıtlamıyor. Ama yerine geç
me mekanizması olarak şiddetin tek aday olmadığını gösteri
yor.
110
6 . BÖLÜM
SANJ\T DiLi
lll
Fransa'nın Ariege bölgesindeki , en az Lascaux kadar çarpı
cı olan Tuc d' Audoubert mağarası tam anlamıyla benzersizdir
ve insanı büyüler. M ağara, Kont Robert Begouen'e ait toprak
lardaki üç süslenmi§ mağaradan biridir. Dar, dolambaçlı bir
geçit parlak gün ı§ığından, karanlıkların en derinine doğru ki
lometrelerce ilerler. Konlun el feneri duvarlara dans eden göl
geler dü§ürür ve kil zemin portakal rengine b ürünür. Sonunda,
geçidin ucundaki küç ü k bir galeriye ula§ılır ve konl feneri ni,
odanın ortasındaki bir noktaya, altındaki zemine doğru meyle
den tavana tutar. Burada, kilden m ü kemmel §ekilde yontul m u§
ve kayalara yaslanmı§ i ki bizon figürü görülür.
Bu ünlii figürlerin resi mlerini görmü§tüm belki , ama özgün
olanlarına hazır değildi m . Gerçek boyutun yakla§ık altıda b i ri
bii y ii kl ü kteki bu fi g ürl e r i n m ükem mel bir yapısı vardır, hare
ketsi zl i kleri i ç i nd e hareketle doludurlar; içlerinde ya§amı ba
rındırırl ar. l !1 . 000 yıl önce bu figürleri yonları sanatçıların be
c e r i si ıwfes kesicid i r ; özellikle de, hangi ko§ullar altında çalı§
1 12
müyoruz? Topuk izleri, merkezi parçasında bizon figürlerinin
bulunduğu Üst Paleolitik m itolojisinin bir bölümünü kapsayan
bir ayİn sırasında mı yapılmı§tı? Bilmiyoruz ve belki de hiç bi
lemeyeceğiz. Güney Afrikalı arkeolog David Lewis-Williams'ın
tarihöncesi sanatı konusunda dediği gibi, " Anlam kültüre bağ
lıdır. "
Witwatersrand Üniversitesi'nden Lewis-Williams, Buzul Ça
ğı Avrupası da dahil olmak üzere tarihöncesi sanatının anlamı
nı aydınlatmak amacıyla, Kalahari'deki !Kung San halkının sa
natını inceler. Sanatsal ifadenin bir toplumun karma§ık kültü
rel dokusunda muammalı bir lif olu§turabileceğini fark eder.
Mitoloji, müzik ve dans da bu dokunun birer parçasıdır: Her
lif bütünün anlamına katkıda bulunur, ama kendi ba§ına eksik
siz olmayabilir.
Üst Paleolitik ya§amının, mağara resimlerinin rol aldıkları
parçasına tanıklık edebilseydik bile, bütünün anlamını kavra
yabilecek miydik? Pek sanmıyorum. Ait oldukları kültür dı§ın
da belki de bir anlam La§ı mayacak olan §İfreli simgelerin öne
mini değerlendirebilmek içi n , modern dinlerdeki benzer öykü
leri dü§ünmemiz yeterl i . El i n d e asa Lulan ve ayaklarının dibin
de bir kuzu bulunan adam İ rngt�si r ı i n l ı i r 1 l ı ri s t i yan i ç i n t a§ı d ı ğı
anlamı dü§ünün; ve bunun, l l ı ri s t i ya n l ı ğ ı n ii y kii s ii n ü bilmeyen
ler için hiçbir anlam ta§ ım ay ac ağ ı r ı ı d a .
Burada çaresizliği değil, ihtiy a t l ı ol m a gı�rı�ği rıi yansı t a n bir
mesaj vermek istiyoru m . Bugün el i m i zdı� l ı ı ı l ı ı n a ı ı e s k i imgeler,
eski bir öykünün parçalarıdır ve ne an l a m a gel d i kini n i l ı i l ın eyi
çok istesek de, kavrayı§ımızın olası sını rl arı nı kal ıııllenmek ge
rekecektir. Dahası, tarihöncesi sanatının algı l a r ı ı ı ı ası nda güçlü
ve belki de kaçınılmaz bir Batılı önyargısı g i i r ii l ii yo r. Bunun
yol açtığı sonuçlardan biri, doğu ve güney A fri ka'daki aynı de
recede, Lıd k i dalıa da eski tarihöncesi sarı atı iiwrinde yeterin
ce duru l m a ı rı a s ı d ı r. Diğe r bir sonuç da, san a t ı n Batılı yakla§ı
mıyla değerl e ı ı d i r i l ıııcs i d i r : Yani, yalnı zc a l ı i r ırı üze duvarına
asılıp seyredil ı�cı�k n·sinılerden olu§uyorı ı ı u� gi l ı i . Gerçekten
1 14
rı ilk kez, bazıları hayvan ve bazıları da insan olmak üzere, kil
heykelcikler yaptılar. Üst Paleolitik'in bu döneminden çok az
mağara resmi kalmış, ama bazı mağaralarda ters el izleri bu
lunmuştur; bu izler belki de, elin mağara duvarına Lutularak
kenarlara boya fışkırtılmasıyla oluşmuştu . (Bu uygulamanın bi
raz dehşet verici bir örneği Fransız Pireneleri'nde, Gargas si
linde bulundu. Burada, parmakların bir ya da daha fazla par
çasının eksik olduğu iki yüzden fazla İz sayılmıştır.) Graveltien
dönemi yeniliklerinin en ünlüsü ise, çoğunlukla yüz özellikleri
ve bacaklarının alt kısmı · olmayan kadın heykelcikleridir. Kil,
fildişi ya da kalsitten yapılan ve Avrupa'nın büyük bölümünde
bulunan bu heykelciklerin hepsine Venüs adı verilmiş ve tüm
kıtayı içeren bir dişi doğurganlık kühünü temsil ettikleri varsa
yılmıştır. Ama yakın zamanlarda yapılan daha dikkatli incele
meler bu figürlerin formunda büyük oranda çeşitlilik olduğunu
göstermiştir ve günümüzde, doğurganlık kültü fikrini savunan
pek az bilimci kalmıştır. ·
Genellikle bunlardan daha fazla ilgi çeken mağara resimle
ri, Üst Paleolitik'in , 2 2 . 000 ile 1 8.000 yıl önceki Solutreen
döneminden itibaren başlar. A m a daha yaygın başka sanatsal
ifade biçimleri de vanlı. Siizgd i ın i , gı�nı�llikle yaşama siLlerin
de bulunan büyük, etkileyici yarı m oyınalar, anlaşılan Solutre
en insanları için çok önemliydi. Bu diiııcıııden kal ma olağanüs
tü bir örnek, Fransa'nın Charanle biilgı�siııdeki Hoc de Sers si
tindedir. Burada bir barınağın arkasındaki kayaya büyük at,
bizon, rengeyiği, dağ keçisi figürleri ve l ı i r iıısan figiirü işlen
miştir; figürlerden bazıları yaklaşık 1 5 cnı lıoyıındad ı r.
Üst Paleol itik'in son dönemi - 1 8 . 000 ile 1 1 .000 yıl önce
ki Magdalenien - derin mağara resimcil ij!;i diiııı�rrı i y d i : Hesim
lendirilmiş maj!;arala rı n % 80'i bu döneındeııd i r. Lascaux'nun
yanı sıra, kuzı�y i spanya'daki Cantabriaıı l ıiilgesindeki, en az
Lascaux kadar giirkı� m l i Al tamira mağarası l ııı dönemde resim
lendirilmişLir. M agdalenien insanları aynı zamanda yetenekli
taş, kemik ve fildi�i ıwsne - kimi mızrak a l ıc ! ları gibi kullanım
115
amaçlı, kimi de 11 asalar11 gibi, kullanım amaçlı değil - yontucu
ları ve oymacılarıydı. Buzul Çağı sanatında insan formunun
çok ender görüldüğü söylenir; ama bu, M agdalenien dönemi
için geçerli değildir. Güneybatı Fransa'da, La Marche mağara
sındaki Magdalenien insanları, her biri bir portre izlenimi ve
recek denli kendine özgü, yüzün üzerinde insan başı profıli oy
muşlardır.
1 16
höncesi sanatının gerçekliği kabul edildi . Ama hiçbir resim es
ki olarak kabul edilmiyordu. Altamira'daki imgelerin bulunma
sından hemen önce, Leopold Chiron adlı bir öğretmen güney
batı Fransa'daki Chabot mağarasının duvarlarında oym alar
bulmu§tU. Ama oymaların çözümlenmesi zordu . Tarihöncesi
uzmanları, bunları Üst Paleolitik duvar sanatının kanıtları ola
rak kabul etmek istemediler. İngiliz arkeolog Paul Bahn'ın de
diği gibi, " Chabot'nun resimleri etki yaralamayacak denli mü
tevazı, Altamira'daki resimlerse inanılamayacak denli görkem
liydi. "
De Sautuola l 888'de öldüğünde, Altamira ha.la açık bir
sahtekarlık çabası olarak değerlendiriliyordu. Altamira'nın ger
çekten tarihöncesinden kaldığı, çoğu Fransa'da olmak ü zere,
daha az etkileyici ve benzer örneklerin bulunmasıyla ancak ka
bul edilebildi. Bunların arasında en önemlisi, Fransa'nın Dor
dogne bölgesindeki La Mouthe M ağarası'ydı. l 895'te ba§layıp
yüzyıl ba§ına dek süren kazılarda oyma bir bizon ve çok sayıda
resimlenmi§ imge gibi duvar sana_tları bulundu. Dahası, mağa
ra sanatçılarının ç al ı§ırk en ku lla n dıkları , kumta§ından yapılma
ilk Paleolitik lamba örn e �i de l ı ı ı l ı ı n niıı� l ı ı . Uzman çevrelerin
dü§ünceleri değişmeye lı a� l ad ı v e kısa s ii rede, :üst (Jal(�olitik
resminin gerçek 'olduğu kabul ��d i l d i . Bı ı k a l ıı ı l l ı �ıı i§ i iı eıi iin l ü
dön ü m noktası, resimlerin gerçekl i �i ı ı i ı ı iiııdı� gdt'll nı ı ı l ıal i n e
rinden biri olan E mile Carthailac'ın 1 1J02 'dt� yayı ı ı l a ııa ı ı Mea ."
Culpa d'un Sceptique" adlı bil d iris i d i r. Carı l ı ail ac, " � lıami
ra'dan ku§kulan mak için artık hiçbir ne< b ı i ı ı ı i z yok , " diye yaz
mı§tı. Carthailac'ın bildirisi, bir bilim iı ı saıı ı ı ı ı ıı halasını kabul
leni§ine klasik bir örnek haline geldiyse de, istl'ksizce yazıldığı
bellidir ve daha öneeki ku§kuculuğunu savıııııır.
Buzul Ça�ı rt�s i ın l eri ba§langıçta, B a l ı r ı ' ı ı ı dt�diği gibi " yal
nızca amaçsız karalamalar, grafiti, oyun; zaıııaııı bol avcıl arın
akılsızca siisleındt�ri " olarak görüldü . Balı n lııı yorumun, çağ
da§ Fransa'da sarıal ın algılanma §eklirıd <�ıı kaynaklandığını
söyler: " Sanal hala, port re! eri, peyjazları ve anlatımsal resim le-
117
riyle son yüzyılların terimleriyle değerlendiriliyordu : Yalnızca
'sanat'tı, tek işlevi hoşnut etmek ve süslemekti. 11 Dahası, kim i
.etkili Fransız tarihöncesi uzmanları ruhhan sınıfına şiddetle
muhalefet ediyor ve Üst Paleolitik insanfarına dini bir ifade at
fetmek istemiyorlardı. Bu ilk yorum , özellikle de ilk sanat ör
neklerinin - taşınabilir nesnelerin - gerçekten basit görü nmesi
nedeniyle, mantıklı görülebilir. Ama daha sonra mağara resmi
nin keşfedilmesiyle birlikte bu görüş değişti. Resimler, tavan
daki ve duvardaki hayvanların birbirlerine oranla sayıları açı
sından, gerçek yaşamı temsil etmiyorlardı. Ayrıca muammalı
imgeler, açık bir anlamı olmayan geometrik işaretler de vardı.
California Üniversitesi'nin Santa Cruz kampusundan John
Halverson yakın zamanlarda, tarihöncesi uzmanlarının 11 sanat
için sanat" yqrumuna dönmelerini önerdi. Halverson'a göre,
evrimimiz sırasında insan bilincinin Lam olarak gelişmiş olması
nı bekleyemeyiz ve dolayısıyla, tarihöncesindeki ilk sanat ör
nekleri büyük olasılıkla basit olacaktır; çünkü insanların zihin
leri de bilişsel açıdan basittir. Altami ra resimleri gerçekten ba
sit görünür: At, bizon ve diğer hayvan beti mlemeleri tek tek bi
reyler ya da gruplar halinde görülür, ama doğal bir ortam için
de ancak çok ender olarak göslerilıni§lerd i r. İmgeler doğru,
ama bağlamdan . yoksundur. Ve Halverson'a göre b u , Buzul
Çağı sanatçılarının, mitolojik bir anlam olmadan, kendi ortam
larının yalnızca bazı parçalarını resmeuiklerini ya da oydukla
rını gösteriyordu.
Bu savı ikna edici bulmuyonı rn . Buzul Çağı imgelerinden
yalnızca birkaç örnek bile, bu sanatın, modern zihnin ilk du
raksamalı ilerleyişlerinden dalıa fazlasını yansıttığını gösterme
ye yeter. Sözgelimi, Kon ı Bt'�gouen 'e ait diğer mağaralardan bi
ri olan Trois Freres mağarasıııda, B üyücü olarak bilinen, in
san/hayvan karışımı bir canavar i mgesi vardır. Yaratık arka
ayakları üstünde durur ve yiizi.i, duvardan dışarı bakacak şekil
de dönüktür. Büyük bir çift boynuzu olan yaratık, aralarında
insan da olmak üzere, pek çok farklı hayvana ait vücut parça-
118
larından olu§Ur. Bu, Halverson'ın inanmamızı istediği gibi,
" bilݧsel dü§ünce içermeyen " basit bir imge değildir'. Lascaux
mağarasında, Boğalar Salonu'ndaki ilk yaratık da öyle değildir.
Tek Boynuzlu olarak bilinen bu yaratık, hayvan kılığında giz
lenmݧ bir insan ya da bir canavar olabilir. Bu tür çok sayıda
resim, bili§sel dü§üncenin yarattığı imgeler gördüğümüze bizi
ikna etmeye yeter.
Ama daha da önemlisi, bu resimler, Halverson'ın iddia etti
ğinden daha karma§ıklır. Daha önce de belirttiğim gibi, bu re
sim ve oymalar, Buzul Çağı dünyasından natüralist manzaralar
değildi. Gerçek bir manzara resmine benzer hiçbir §ey içermi
yorlardı. Ve bu insanların ya§ama alanlarındaki hayvan kalıntı
larına bakılırsa, tasvirleri, günlük diyetin basit yansımaları da
değildi. Üst Paleoli tik İnsanların m idelerinde ren geyiği ve or
man tavuğu, zihinlerindeyse at ve bizon vardı. Kimi hayvanla
rın mağara duvarındaki i mgelerde, doğada olduğundan daha
fazla yer alm aları hiç ku§kusuz önemlidir: Bu imgeleri çizen
Paleolitik insanları için özel bir anlam la§ıyor olmalıydılar.
119
kaydetti, harİlaya döktü, kopyaladı ve saydı. Ayrıca, Üst Pale
olitik dönem boyunca sanatın evrimi için bir kronoloji hazırla
dı. Bu dönemde Breuil, arkeolajik geleneğin büyük bölümü gi
bi, sanatı avianma b üyüsü olarak yorumluyordu.
Avianma b üyüsü hipalezinde açıkça görülen bir sorun var
dı: Daha önce de belirtildiği gibi, resimler, Üst Paleolitik res
samlarının beslenme tarzını yansıtmıyordu. Fransız antrapolog
Claude Levi-Strauss, bir zamanlar Kal ahari San ve Avustralya
alıorijin sanatında ki mi hayvanların daha sık tasvir edilmesi
nin, " yemeye dayalı " deği l , " dü§iinmeye dayalı " ol malarından
kaynaklandığını belirtmݧLİ . Breuil ] 96 ] 'de öldüğünde, yeni
bir bakı§ açısının ortaya çıkma zamanı gelmi§tİ. Bu bakı§ açısı,
Fransız tarihöncesi bilim dalında Breuil kadar önem kazanacak
olan Andre Leroi-Gourhan'dan geldi.
Leroi-Gourhan sanalla yapı arıyor, anlamı Breuil gibi bi rey
sel imgelerde deği l , p e k çok imgenin ol u§Lurduğu modelde
bulmaya çalı§ıyordu. Hesinılendirilmi§ mağaralarda uzun ince
lemeler yaptı ve belli hayvan ları n nı ağa r ala rı n belli böl ümlerin
de " yer aldıkları " , yi nelenen m o d ell e r giirı lii . Sözgel imi, geyik
genelde girݧle görülüyor, ama ana o d al a rı l a pek yer al mıyor
du. Ana odaların egemen yaralıkları a l , l ı i zon ve iikii zd ü . Eto
IHırlar genellikle, mağara siste m i n i n dcrinliklı�rinde ortaya çıkı
yordu . Dahası , Gourhan'a göre, k i m i hayvanlar erkekliği ve ki
mileri de di§iliği temsil ediyord u . Al ı·rkekl iği, bizon da di§iliği
temsil etmekteydi; erkek gey ik vt� d ağkeçisi de erkek, mamul
ve öküz di§iydi. Leroi-Courlıan, resi mlerdeki düzenin, Üst Pa
leolitik toplumdaki bir ı l iizeııi; ya ı ı i erkeklik ve di§ilik arasınoa
ki ayrımı yansıtıığına inan ıyon l u . Annelle Laıning- l�nı peraire
adlı bir diğer Fransız anl ropolog da benzer bir erkek-di§İ ikiliği
kavramı gelݧLİrdi. Ama iki akaı leın isyen hangi imgelerin er
kekliği ve hangilerinin d i�il iği lt'msil ettiği konusunda genellikle
uzla§amıyorlardı. Bu fi k i r ayrılığı, §eınanın sonunda terk edil
mesinde etkili oldu.
Sanatsal ifadeyi m ağaraların yapılandırdığı fikri yakııı za-
1 20
manlarda yeniden canlandı; ama en alışılmadık şekilde. legor
Reznikoff ve Michel Dauvois adlı Fransız arkeologlar, güney
doğu Fransa'nın Ariege bölgesindeki resimlendirilmiş üç ma
ğarada ayrıntılı incelemeler yaptılar. Alışılmışın tersine, taş
aletler, oyulmuş nesneler ya da yeni resimler aramıyorlardı.
Şarkı söylüyorlardı . Mağaraların içinde yavaş yavaş ilediyor ve
her bölümün rezanansını sınamak için tekrar tekrar duruyor
lardı. Üç oktava ulaşan notalar kullanarak her mağaranın rezo
nans haritasını çıkardılar ve rezonansı en yüksek alanlarda bir
resim ya da oyma bulma olasılığının daha yüksek olduğunu
keşfettiler. Reznikoff ve Dauvois, l 988'de yayınladıkları ra
porlarında mağara rezanansının çarpıcı etkisi üzerinde durdu
lar; bu, Buzul Çağı 'ndaki basit kandillerin titrek ışığında etkisi
hiç kuşkusuz daha da artan bir deneyim olacaktı.
Üst Paleolitik insanları nın mağara resimlerinin önünde bü
yülü şarkılar söyled iklerini düşünmek için hayal gücünü çok
fazla çalıştırmak gerekmiyor. imgelerin alışılmadık yapısı ve
genellikle mağaral a rııı en ı ı l aşıl maz deri n l i klerinde yer almala
rı, tören dü ş i i ı ı n� siı ı i akla getırıyo r. Henim Le Tuc.
d' Audoubert' deki l ı i zoıı ıııı iiııiiııde d ıı r d ıı g ı ı ın gibi, Buzul Ça
ğı'nın bir yaralısmın iiıı iindl' d ı ı n ı l d u ğ ı ı ı ı c l a , b el ki de davul,
Oüt ve ıslıklar eşli ğ in d e eski sı�sler d o l ı ı yor zihne. Heznikoff ve
Dauvois, Cambridge Ü n iv ı�rsi tı�si 'ııdı·ıı arkı�olog Cl ı ı· i s Sc:ar
re'ın da dediği gibi, " erken aıaları ııı ı ı ı liin·ıılniııde ııı ii z ig in ve
şarkı söylemenin olası önemine yeııidı·ıı dikk a l " ı;ı·keıı , l ı ii y ü
leyici bir keşif yapmışlardı.
Leroi-Gourlıaıı l 986'da öldüğündı� larilıiiıwesi uzmanları,
tıpkı Breı ı i l ' u ıı iilii m iinde olduğu gilıi, yorı ı ı ıılarıııı kapsamlı şe
kilde yeııidı�n d ii ş i i ı ı nı eye bir kez daha lıazı n l ı l a r. Ciinümüzde
araştırın acılar <;ok çı�şi ı l i açıklamal arı l wıı i ı ıısı·ıııeye hazır olsa
lar da, h er l i i rl ii ı l ı ı nı nıda kültürel bağl am vu rgulanıyor ve mo
dern top l ı ı ı ı ıdaıı a l ı ı ı ıııa fikirl eri Üst Pal ı�ol i ı i k toplumuna uygu
lamanın ı d ı l i kı·lı·ri gidı�rek daha iyi anlaşıl ıyor.
121
Buzul Çağı sanatının en azından kimi unsurlarının, Üst Pa
leolitik insanlarının dünyalan hakkındaki fikirlerini derleme
tarzlarıyla - kendi Linsel evrenlerinin bir ifadesi - ilgili olduğu
na hiç ku§ku yok. Bu konuya biraz sonra yeniden döneceğiz.
Ama kendi sosyal ve ekonomik dünyalarını düzenleme tarzla
rında daha pek çok pratik yön olabilir. Sözgelimi, California
Üniversitesi'nin Berkeley kanıpusundan antropolog M argarel
Conkey, Altamira'nın bölgedeki yüzlerce insan için bir güz
toplantısı yeri olabileceğini söyledi. Kızıl geyiklerin ve deniz
salyangozunun bu dönemde bolla§ması, böylesi bir kabile top
lanlısı için yeterli bir ekonomik neden olu§turacaktı . Ama m o
dern avcı-toplayıcılardan da bildiğimiz gibi bu tür toplantılar,
görünürdeki ekonomik nedenleri ne olursa olsun, aslında gün
delik, sıradan konulardan çok, sosyal ve politik ittifakların ku
rulmasıyla ilgilidir.
İngiliz anlropolog Robert Laden, kuzey İspanya'daki mağa
ra alanlarında Lıu l ii r illifakların yapısına dair bir §eyler algıla
yabileceğine inanıyor. Alıarnira gibi önemli sitlerin etrafında
genellikle, 1 O millik bir yarıçap içinde daha k ii�: ük sitleri n yer
alması, politik ya da sosyal bir ittifakın merkezleri olduklarını
dü§ündürüyor. Bu tür bir kürenin 20 millik çapı , ittifakların
kolayca kurulabileceği en elveri§li uzaklığı temsil ediyor olabi
lir. Fransa'daki mağara alanlarında henüz böyle bir model bu
lunamadı.
Bizonla diğer hayvanların Altamira'nın resimlendirilmi§ ta
vanlarında yerle§tirilme tarzı , belki de bir §ekilde merkezin et
ki küresini tasvir ediyor. Resimlendirilmi§ tavanların ana yapısı
çoğunlukla, çevre etrafına yerle§Iİrilmi§ yakla§ık iki düzine çok
renkli bizon imgesinden olu§uyor. M argaret Conkey, Lıunların
ya§ama yerinde toplanarı farklı grupları temsil edebileceğini
söylüyor. Arkeologların Altamira'da buldukları oymalar, yöre
sel süsleme biçimleri arasından bir seçki gibi görünüyor. Bu
dönemde kuzey İspanya'da insanlar, kullanım amaçlı nesnele
ri, aralarında zikzakların, yarımay §eklinde yapıların, iç içe
122
geçmiş eğrilerin de bulunduğu çeşitli tasarımlada süslüyorlar
dı. Bu tür on beş tasarım saptandı. İçlerinden her birinin kısıtlı
bir coğrafi alanda yer alması, yerel tarziara ya da grup kimlik
lerine işaret ettiklerini düşündürüyor. Altamira'da bu yerel
tarzların pek çoğunun bir arada bulunması, bir tür toplumsal
ve siyasal öneme sahip bir toplantı yeri olduğu savını doğur
muştur. Şu ana dek Lascaux'da böyle bir kanı t bulunamadı.
Ama b u sitin, hevesli ressamların yerel ürünü olmaktan çok,
geniş bir alandaki insanlar üzerinde büyük öneme sahip bir
yer olduğunu düşünmek mantıklı olacaktır. .Belki de Lascaux
gücünü, söz��lim:i, Üst Paleolitik evreni nde ilahi bir gücün or
taya çıkması gibi önemli bir tinsel olayın görüldüğü yer olması
nedeniyle kazandı. Sözgelimi Avustralya aborijinlerinin çevre
lerinin, bunun dışında tamamen kısır olan pek çok bölümünde
bu durum görülmektedir.
1 23
içinde yaratılmış olanlar da var. Lewis-Williams zamanla, San
sanatı imgelerinin, Batılı antropologların uzun zamandır san
·
dıkları gibi, San yaşamının basit yansımala rı olmadığını anla
maya başladı. Bunlar, trans halindeki şamanların ürünleriydi :
imgeler, şamanist bir tinsel dünyayla bağlantılıydı ve şamanın
sanrı sırasında gördüklerinin tasvirleriydi. Lewis-Williams ile
çalışma arkadaşı Thomas Dowson, incelemelerinin bir nokta
sında Transkei'ın Tsolo bölgesinde yaşayan yaşlı bir kadınla
görüştüler. Bir şamanın kızı olan kadın, artık yok olmuş şama
nİst törenleri anlattı.
Dediğine göre şamanlar, uyuşturucu ya da aşırı havalandır
ma (hiper-ventilasyon) gibi çeşitli teknikleri kullanarak ıransa
geçebiliyorlardı. Kullanılan teknik ne olursa olsun, trans duru
muna neredeyse her zaman ritmik şarkılar, dans ve el çırpan
kadın grupları eşlik ediyordu. Transın derinleşmesiyle birlikte
şaman titremeye başlar, kolları ve bedeni şiddetle titreşirdi.
Tinsel dünyayı ziyaret ederken şaman sık sık, acı çekiyormuş
gibi kıvrılarak, " öl ii r " d ii . Boğa anıilobu San miıolojisinde
önemli bir güçlii r; şaman, hayvanın boyun ve lıoğazı kesilerek
alınan kanı, güç kazandırmak için, birisinin lıoyıı ıı ve boğazın
daki kesikiere siirebilirdi. Daha sonra şaman aynı kanı kulla
narak, Linsel dünyayla sanrısal lemasının bir kaydını resmeder
di. imgeler, resmedildikleri bağlamdan gelen bir güce sahipti
ler. Yaşlı kadın, Lewis-Williams'a, insanın ellerini bu imgelere
sürerek gücün bir kısmını alabileceğini söylemişti .
Boğa antilopu San resimlerinde en çok tasvir edilen hayvan
dır ve gücü pek çok biçimde ortaya çıkar. Lewis-Williams, at
ve bizonun da Üst Paleoliıik insanları için benzer bir giiı; kay
nağı - tinsel enerjiye gerek d uyulduğunda başvurulan ve do
kunulan imgeler- olup olmadıklarını merak etti . Bu soruyu ele
almak için, Üst Paleoliıik sanalın da şamanist olduğuna d air
kanıla ihtiyaç vardı. Geomeı rik işaretlerde bir ipucu bulundu.
Lewis-Williams'ın incelediği psikolojik literatüre göre sanrı
nın, her biri öncekinden daha derin ve karmaşık olmak ü zere
124
üç aşaması vardır. İlk aşamada denek ızgaralar, zikzaklar, nok
talar, spiraller ve eğriler gibi geometrik şekiller görür. Altı şe
kil den oluşan bu imgeler titrek, akkor halde, değişken ve güç
lüdür. Beynin temel nöron yapısı içinde üretilmeleri nedeniyle
bunlara " enioptik " (görüntü içinde) imgeler denir. Le
wis-Williams, Current Anthropology'de yayınlanan 1 986 tarihli
bir makalede, " İnsan sinir sisteminden türemeleri nedeniyle,
sanrılı bilinç durumlarına giren insanların tümü, kültürel arka
planları ne olursa olsun, bunları algılama eğilimi gösterirler , "
der. Transın ikinci aşamasında insanlar, bu imgeleri gerçek
nesneler olarak görmeye başlar. Sözgelimi, eğriler tepe ya da
zikzaklar silah olarak yorumlanabilir. Bireyin göreceği şeyin
yapısı, kültürel deneyimlerine ve kaygıianna bağlıdır. San şa
manları sık sık, eğri dizilerini bal peLeği imgelerine dönüştü
rürler; çünkü arı, bu insanların transa girerken kullandıkları
·d oğaüstü bir güç simgesidir.
Sanrının ikinci aşamasından üçüncü aşamasına geçişte ge
nellikle, bir girdabı ya da dönen bir tüneli geçme duygusu ya
şanır ve tam boyu tlu - kimi alı�ı l d ı k, kimi olağandışı - görüle
bilir. Bu aşamadaki ön emli l ı i r i mge, insan/hayvan canavar, ya
da therianthrop denilen §eydi r (lıkz. §eki! 6 . 1 ) . Bu yaratık şa
manist San sanaLında yaygııı olarak g i ir i i l ii r. Ayrıca, Üst Pale
olitik sanatının da merak uyarıdı rarı l ıi r ı ııısu nıd u r.
Sanrının birinci aşamasınırı c�ıı lopıik iıııgdc�ri San sanaLırıda
görülür ve b u da, sanalın şamarıisı oldııguııa dair ıwsııel bir
kanıt olarak değerlendirilebilir. A y n ı iıııgc·ln, k i ı ı ı i zaman hay
vanların üzerinde ve kimi zaman da ıc�k l ıa�l a rı ııa olıııak üzere,
Üst Paleolitik sanatında da görül mekıc�d i r. Tlwriarı l l ı ropla bir
likLe bunlar, Üst Paleolitik sanatının c�rı azıııdaıı l ı i r kısmının
gerçekten şaın anist olduğuna dair giiçl ii kaıuı lard ı r. Bu theri
anLhroplar bir zam anlar, Halverson'ın dc�yiıııiyle " insanla hay
van aras ı nda kesin bir sınır oluşturmaklan uzak i l kel bir zih
nin " ürünleri olarak göz ardı edil mişlerd i . A ıııa eğer gerçekten
trans sırasında güriilen imgelerse, Üst Pall'ol i ı i k ressamı ıçın
aLlar ve bizo n l a r kadar gerçek olm alıydılar.
1 25
ŞEKiL 6.1
Geçmişten bir yüz. Güney Fransa'daki Trois Freres rnağarasındaki Büyü
cü'de görüldüğü gibi, hayvan ve insan özelliklerinin birleştirilmesi, Ü st Pale
olitik sanatında yaygın olarak görülen bir özelliktir. LJıı, sanatın kökeninde
şamanist nitelikli olduğunu diişündürtür.
"126
geler değil, başka bir dünyanın sabit zihinsel imgeleriydi. 11 Ka
ya yüzeyinin gerçek dünya ile tinsel dünya arasında bir arayüz
- ikisi arasında bir geçit - olduğunu söyler. Kaya yüzeyi, yal
nızca imgeler için bir mecra değildir; imgelerin ve burada ya
şanan törenin temel bir parçasıdır. Lewis-Williams'ın hipotezi
ilgiyle ve kaçınılmaz olarak, kimi kuşkulada karşılandı . Bu hi
potezin değeri, sanatı farklı bir gözle görmemizi sağlamasında
dır. Şamarıİst sanat, uygulanışı ve yorumlanışıyla, Batı sanatın
dan çok farklıdır ve bu sanat sayesinde, Üst Paleolitik sanatına
yeni gözlerle bakabiliriz.
Fransız arkeolog Michel Lorblanchet de, Üst Paleolitik sa
natına farklı bir gözle bakmamızı sağlıyor. Yıllardır sürdürdü
ğü deneysel arkeoloji çalışmalarında, Buzul Çağı sanatçılarının
görevlerini ve deneyimlerini anlayabilmek için mağaralardaki
i mgeleri kopyalıyor. En hırslı projelerinden biri de, Fransa'nın
Lot bölgesindeki Peche Merle mağarasındaki atları yeniden ya
ratmaktı. İki atın yüzleri birbirlerinden başka yöne dönüktür,
sağrıları hafifçe iç içe geçmiştir ve boyları yaklaşık 1 20 cm'dir.
Üstlerinde siyah ve kırmızı noktalar, etraflarında da el kalıpları
görülür. imgelerin resmedild iği kaya yüzeyinin sertliği nede
niyle sanatçı fırça kullanmak yeri m�, lıoyayı bir tüpün içinden
sı km ış olmalıdır.
Lorblanchet, yakınlardaki bir nıaj!;arada buna benzer bir
kaya yüzeyi buldu ve fışkırtma tekrıij!;irıi kullanarak atları yeni
den yapmaya karar verdi. Bu denı�yi rıı irıi , lhw:oıwr d t�rgisinin
bir yazarına şöyle anlatacaktı: 1 1 Bir h afla l ıoyıı rıca giinde yedi
saat çalıştım. Puff. . puff. . puff. . . Çok yonıı:ıı lıir i�ti ; özellikle
de, mağaradaki karbon monoksit yüzii rıdı�rı. t\ rııa Inı şekilde
resim yaparken özel bir duyguya kapılıyorsuıııız. İ ıııgeyi kaya
ya soluduğıııı uzu hissediyorsunuz; ruh ıııııızıı bedeninizin de
rinliklerinden, kaya yüzeyine yansıtıyorsıııııız. 11 Bu pek de bi
limsel bir yakla§ırna benzemiyor, ama l ıiiylı�siııe zor bir enie
lektüel hedef, yı�ıı ilikçi yöntemler gerekl iriyordur belki . Lorb
lanchet daha iiııcı�ki kopyalama girişirnleriylı�, geçmişte de ye-
İnsanın Kök�ııi, F: !) 1 27
nilikçi bir insan olmu§tu. Bu deney de hiç kw�kusuz, üstünde
durulmaya değer. B uzul Çağı resimleri Üst Paleolitik milolojisi
nin bir parçasıysa, ressamlar, boyamak için kullandıkları yön
tem ne olursa olsun, duvara ruhlarını yansıtmı§lardır.
Tuc d' Audoubert' deki heykeltıra§ın bizonu §ekilİendirirken,
Lascaux'daki ressamların Tek Boynuzlu'yu resmederken ya da
diğer Buzul Çağı sanatçılarının sanat eserleri yaratırken zihin
lerinden neler geçirdiklerini belki de asla bilemeyeceğiz. Ama
yaptıklarının sanatçılar ve b u resimleri gören sonraki ku§aklar
dan insanlar için son derece büyük bir önem ta§ıdığına emin
olabiliriz. Sanat dili, anlayanlar için çok güçlü, anlamayanlar
içinse kafa karı§tırıcıdır. Bildiğimiz tek §ey, burada modern in
san zihninin i§lediği ve yalnızca Homo sapiens'in yapabildiği
bir biçimde, sembolizm ve soyutlamayla oynadığıdır. Modern
insanların ortaya çıkmalarını sağlayan süreci henüz tam anla
mıyla bilemiyoruz belki, ama bu sürecin, günümüzde hepimi
zin ya§adığı türde bir zihinsel dünyanın ortaya çıkı§ıyla ilgili ol
duğunu biliyoruz.
128
7. BÖLÜM
Dil SANATI
1 29
ınıısıyla birlikte, hızla ve yakın zamanlarda ortaya çıktığı düşü
nülmektedir. İkinci görüşte, konuşma dilinin insan olmayan
atalardaki - iletişimi de içeren, ama iletişimle sınırlı kalma
yan - çeşitli b ilişsel yetenekler üzerinde doğal seçimin etki
göstermesiyle geliştiği savunulur. Bu s üreklilik modeline göre
dil, İnsanın Larihöncesi nde, Homo cinsinin ortaya çıkışından i ti
baren, aşamalı olarak gelişmiştir.
MIT'ten dilbilimci Noam Chomsky ilk modelin yanında yer
almış ve büyük etki yaratmıştır. Dilbilimcilerin çoğunluğunu
oluşturan Chomskycilere göre, dil yeteneğinin kanıtlarını erken
insan kalıntılarında aramak yararsız, maymun kuzenlerimizde
aramak ise iyice anlamsızdır. Sonuçta, genellikle bir bilgisayar
ya da geçici leksigramlar kullanarak maymunlara bir tür sim
gesel iletişim öğretmeye çalışanlar düşmanlıkla karşılanmışlar
dır. Bu kitabın temel konularından biri de, insanları özel ve
doğanın geri kalan kısmından apayrı görenlerle, yakın bir bağ
lantı olduğunu kabul edenler arasındaki felsefi bölünmedir. Bu
bölünme özellikle, dilin doğası ve kökeni hakkındaki tartışma
larda ortaya çı kıyor. Dilbilimcilerin insansıın aymun-dili araştır
macılarına fırlaıtıkları oklar da hi<; kw�kusuz, bu bölünmeyi
yansıtıyor.
Teksas Ünversitesi'nden psikolog Kathleen Cibson, insan
dilinin benzersizliğini savunanlar hakkında, yakın zamanlarda
şu yorumu yaptı: 11 [Bu bakış açısı] önermeleri ve tartışmal arıy
la bilimsel olsa da, en azından Y aratılış'ın yazariarına ve Efla
tun 'la Aristo'nun yazılarına dek uzanan, insan zihniyetiyle dav
ranışımn nitelik açısından hayvanlardan çok farklı olduğunu
savunan köklü bir Batılı fdscfe geleneğine dayanmaktadır. 11
Bu düşünüşlin sonucu olarak ant ropolojik literatür uzun süre,
yalnızca insana özgü olduğu diişiinülen davranışlarla doldu.
Bu davranışların arasında ald yapı mı, simge kullanabilm e ye
teneği, aynada kendini taıııyalıilme ve elbette, dil yer alıyor.
1 960'lardan itibaren lıu lwııznsizlik duvarı, insansımaymunla
rın da alet yapıp kullanalıildiklı�riııin, simgelerden yararlandık-
1 30
larının ve aynada kendilerini tanıyabildiklerinin aniaşılmasıyla
birlikte, çatırdamaya başladı. Geriye bir tek dil kalıyor ve dola
yısıyla dilbilimciler, insanın benzersizliğinin son savunucuları
olarak kaldılar. Anlaşılan, işlerini çok da ciddiye alıyorlar.
Dil, tarihöncesinde - bilinmeyen bir araç sayesinde ve bi
linmeyen bir geçici grafik izleyerek- ortaya çıktı ve hem bi
rey, hem de tür olarak bizi dönüştürdü. Bickerton, " Tüm zi
hinsel yeteneklerimiz arasında dil, bilinç eşiğimizin altında en
derin, rasyonelleştiren zihin için de en ulaşılmaz olanıdır , " di
yor. " Ne dilsiz olduğum uz bir zamanı hatırlayabiliriz, ne de,
dile nasıl ulaştığımızı. " Birey olarak, d ünyada var olmak için
dile bağımlıyız ve d i lsiz bir d iinyayı hayal bile edemeyiz. Tür
olarak, dil, kültürün dikkatle işlenmesiyle, birbirimizle etkile
şim kurma şeklİmizi dönüştiiriir. Dil ve kii l ı ii r bizi hem birleşti
rir, hem de böler. Dünyada şu anda var olan beş bin dil, ortak
yeteneğimizin ürünüdür; ama yara t t ı kl a rı l ı t� § bin kül tür, birbi
rinden ayrıdır. Bizi yapılandıı·an kiiltii riin ürünü olduğu muz
için, kendi yarattığımız bir şey ol d u ğ ı ı n ı ı , çok farklı bir kültürl e
karşılaşana dek anlayamıyoruz.
Dil gerçekten de, Homo sapiens'lt� doğa n ı n �eri kalan kısmı
arasında bir uçurum yaratır. İ nsan ın a y rı �wslcr, ya da fonem
ler çıkarma yeteneği, insansımaymunlara �iin� an c a k ıııiitevazı
oranda gelişmiştir: Bizim elli, ins a ns ı ı ı ı a y ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı s a lıir d iizine
fonemi var. Ama bizim bu sesleri k ı ı l l a ı ı ı ı ı a ka p asih�rı ı i z son
suzdur. Bu sesler, ortalama bir insanı y i i z l ı i n siizı·iikl iik l ı i r
dağarcıkla donatacak şekilde tekrar h�kr a r d i i zı · n l l ' ı wl ı i l i r ve
bu sözcüklerden de, sonsuz sayıda türnce o l ı ı � t ı ı rı ı l a l ı i l i r. Yani,
Homo sapiens'in hızlı, ayrıntılı iletişim yı - ı i s i n i n vı� düşünce
zenginliğinin doğada bir benzeri daha yok t ı ı r .
Bizim anıacııııız, d i l i n i l k olarak nası l ortaya ı,- ı k t ı ğ ı nı açıkla
mak. Chomskyci �iirüşe göre, dilin k ay n ağı ol arak d oğal seçi
me bakmarıııza gı�rek yoktur; çünkü dil, taril ısı�l lıir kaza, biliş
sel bir eşiğin aşı l ı n as ıyla ortaya çıkmış bir yd ı � ı w k t i r . Chomsky
şöyle der: " ��� a n d a , i nsan evrimi s ı rası n d a ortaya çıkan özel
13 ı
şartlar altında, 1 O 10 adet nöron basketbol topu büyüklüğünde
bir nesneye yerleştirildiğinde, fizik kurallarının nasıl işleyeceği
konusunda hiçbir fikrimiz yok. " MIT'den dilbilimci Steven
Pinker gibi ben de bu görüşe karşıyım. Pinker az ama öz ola
rak, Chomsky'nin " işe tam tersinden baktığını " söylüyor. Bey
nin, dilin gelişmesi sonucu büyümüş olması daha yüksek bir
olasılıktır. Pinker' a göre, " dilin ortaya çıkmasını beynin brüt
boyutu, şekli ya da nöron ambalajı değil, m ikro devrelerinin
doğru şekilde döşenmesi sağlar. " 1 994 tarihli The Language
lnstinct adlı kitabında Pinker, konuşulan dil için, doğal seçim
sonucu evrimi destekleyen genetik bir temel fikri pekiştirecek
kanıtları derliyor. Şu anda incelenemeyecek denli kapsamlı
olan kanıtlar gerçekten etkileyici.
Burada karşımıza şu soru çıkıyor: Konuşma dilinin gelişimi
ni sağlayan doğal seçim güçleri nelerdi? B u yeteneğin eksiksiz
halde ortaya çıkmadığı varsayılıyor; öyleyse, az gelişmiş bir di
lin atalarımıza ne tür avantajlar sağladığını düşünmeliyiz. E n
açık yanıt, dilin etkin b i r iletişim aracı sunmasıdır. Atalarımız,
i nsansımaymunların beslenme yöntemlerine göre çok daha faz
l a savaşım gerektiren bir yöntem olan ilkel avcılık ve toplayıcı
lığı ilk benimsediklerinde, bu yöntem hiç kuşkusuz yararlı ol
muştu. Yaşam tarzlarının karmaşıklaşmasıyla birlikte, sosyal ve
ekonomik koordinasyon gereksinimi de arttı . Bu şartlar altında,
etkili bit iletişim büyük önem kazanı yordu. Dolayısıyla doğal
seçim, dil yeteneğini sürekli gdişı irecekıi . Sonuçta, - modern
insansımaymunların hızlı solıınıalanna, haykırışiarına ve ho
murtularına benzediği varsayıları - eski maymun seslerinin te
mel repertuvarı 'genݧIeyeı:ı�k ve ifade edilme şekli daha geliş
miş bir yapı kazanacaktı . Ciiııiimüzde bildiğimiz şekliyle dil,
avcılık ve toplayıcılığın get i rd ij!;i gereksinimierin ürünü olarak
gelişti. Ya da, öyle görünüyor. Dilin geli§imi konusunda başka
hipotezler de var.
Avcı-toplayıcı yaşam tarzının gelişmesiyle birlikte insanlar
teknolojik açıdan daha başarılı hale geldiler, aletleri daha ince-
132
li kle ve daha karmaşık şekiller vererek yapabilmeye başladılar.
2 milyon yıl öncesinden önce, Homo cinsinin ilk türüyle birlik
te başlayan ve son 200.000 yılı kapsayan bir dönemde mo
dern insanın ortaya çıkışıyla doruk noktasına ulaşan bu evrim
sel dönüşüme, beyin boyutunda üç kata ulaşan bir büyüme eş
lik etti . Beyin, en erken Australopithecus'lardaki yaklaşık 440
cm 3 ; ten, günümüzde ortalama 1 3 50 cm :1 'e ulaştı. Antrapolog
lar uzun süre, teknolojik gelişmişliğin artmasıyla beynin büyü
mesi arasında neden-sonuç bağlantısı kurdular: İlki, ikincisini
geliştiriyordu. Bunun, l . R öl ii m d e tanı mladığım Darwin evrim
'
1 33
delleri hakkındaki, 3 . Bölüm 'de tanı mladığım keşiflerle uyum
l u olduğunu görebilirsiniz.
Holloway'in öncü fikirleri pek çok kılığa büründükten son
ra, sosyal zeka hipotezi olarak biJinıneye başladı. Londra'daki
University College'dan primatalog Robin Dunbar, bu fikri ya
kın zamanlarda şöyle geliştirdi: " Geleneksel [kuramaJ göre
[primatların] dünyada yollarını bulabilmek ve günlük yiyecek
arayışlarındaki sorunlarını çözebilmek için daha büyük bir
beyne ihtiyaçları vardır. Alternatif kurama göre ise, primatların
kendilerini içinde buldukları karmaşık sosyal dünya, daha bü
yük beyinierin oluşması için gerekli dürtüyü sağlamıştır. " Pri
mat gruplarında sosyal etkileşimi değiştirmenin en önemli par
çalarından biri giyinip kuşanmaktır; bu, bireyler arasında ya
kın bağlantı ve birbirini izleme olanağını sağlar. Dunbar'a göre
giyim-kuşam, belli bir boyuı ı aki gruplarda etkilidir, ama bu
boyut aşıldığında topl umsal ilişkileri kolaylaştıracak başka bir
araca gereksinim duyul u r.
Dunbar, insanın tarihöncesi döneminde grup boyutunun
büyüdüğünü ve bunun da, daha etkili bir sosyal dış görünüş
için seçme baskısı yarattığını söylüyor. " Dilin , dış görünüşle
karşılaştırıldığında iki ilginç özelliği var. Aynı anda pek çok in
sanla konuşabilirsiniz ve seyahat ederken, yem ek yerken ya da
tarlada çalışırken konuşabilirsiniz. " Dunbar' a göre sonuçta,
" dil, daha çok sayıda bireyin sosyal gruplarla bütünleştirilmesi
için gelişti . " Bu senaryoya göre dil, "sesli giyim-kuşarn " dır ve
Dunbar dilin ancak, " llomo sapiens'le birlikte " ortaya çıktığına
inanır. Sosyal zeka hipotezine yakınlık duyuyoru m, ama ileride
de göstereceğim gibi, dilin insaııın tarihöncesindeki geç dö
nemlerde ortaya çıktığına inanmıyorum .
134
mi ortaya çıktı? B u n u n , kendi mizi ne kad ar özel görd iiğii ııı iize
ilişkin felsefi anlamlar taşıdığı unutulmamal ı .
Günüm üzde pek çok antropolog, d i l i n yakın zamanlarda ve
hızla gel işliğine i nanıyor; bunun temel neden leri nden biri , Ü st
Paleol itik Devri m i ' nd e göriilen ani davranış değişikliğidir. New
York Ü niversitesi 'nden arkeolog Randali White, yakh1şı k on yıl
önce kışkırtıcı bir bild irid e , 1 00 . 000 yıldan önceki çeşitli in
san faal iyetleriyle ilgili kanıtların " modern i nsanların dil olarak
görecekleri bir şeyin kesinl ikle olmadığın a " işaret eııiğini sa
vun<l u . Bu dönemde arıatomik açıdan modern insanları n orta
ya çıktığını kabul ediyord u , a ııı a lı ıınlar kültürel bağlamda dili
henüz " icat " etmeııı i�lerd i . Bıı daha sonra olacaktı : " 3 5 . 000
yıl önce . . . bu toplul u klar, l ı izirıı l ıild iği miz şekliyle dil ve kül
türü gel işıirm işlerdi . "
White kendi d iişüneesi ne giin�, dilin çarpıcı oranda geliş
mesinin Ü st Paleol iıik dönemiyle ı;akı�l ığı n ı gi i s te ren yedi arke
olajik kanıt k ii mesi sıralıyor. i l k olarak, Nl'aııclnthaller döne
minde başladığı kesin olarak bi li nen , arııa ııwzar e�yal a rı rıın da
e klenmesiyle ancak Ü st Paleoliı ik'ıı� gı·li�ı·rı, i i l iirıii n bili nçli
olarak gömülmesi uygulamasıydı . i kirıl'i olarak, i ıııge ol u�lıır
mayı ve bedenin süslenmesini içen·ıı sanalsal ifad ı� arıcak Ü st
Paleoli tik'ıe başlıyordu. Ü ç ii n e ii olarak, i'J sı P a lı - oli ı ik ' tı \ tek
noloj i k yenilik ve kültürel değişim lıız ı ı ı da arıi l ı i r iv rı ı ı � giiriilii
yord u . Dördüncü olarak, kül türde i l k kı·z l ıiilge·sı·l farkl ı l ı kl ar
oluşmaya başlamıştı; b u , sosyal s ı n ı rla rı n ifadl'si ve iirii n iiydü .
Beşinci olarak, egzo tik nesnelerin deği�ıokıı�ıı �e·kli nde uzun
mesafeli temasl arı n kanıtları bu dönemde� giie;le·ı ıi yord u . A l tıncı
olarak, y aşama alarıları önemli oranda l ıi i y i i ı ı ı ii � l i i ve bu d ü
zeyde bir pl a ı ı l a ı ı ı a ve koordinasyon içiıı d i l e · ge�n�k d uyulacak
lı. Yedi nci olarak, teknolojide, ağı rlıklı ola rak ıa�ııı kullanıl m a
sından kem ik, boynuz ve kil gibi yeni l ı a ı rı ıııaddderin kullanı
mına geçiliyor vı� b ı ı da, fiziksel ortaın ı n k ı ı l l a n ıl masında, dil
olmaksızın hayal ı�dilı�meyecek bir karma�ıkl ığa geçild iğini gös
teriyord u .
1 35
White ile, aralarında Lewis Binfo rd ve Richard Klein'ın da
bulunduğu birtakım antropologlar, insan faaliyetindeki bu " ilk
ler " öbeğinin altında, karmaşık ve tam anlamıyla modern bir
konuşma dilinin ortaya çıkışının yattığına inanıyor! ar. B inford ,
önceki bölümlerden birinde de belirttiğim gibi, modern öneesi
insanlarda planlamaya ilişkin bir kanı t göremiyor ve gelecekte
ki olay ve faaliyetlerin önceden tahmin edilip düzenlenmesinin
fazla yarar taşıyacağına inanmıyordu. İleriye doğru atılan
adım , dildi; " dil ve özellikle, soyutlamayı mümkün kılan sim
geleme. Böylesine hızlı bir değişimin oluşması için biyolojiye
dayalı, temelde iyi bir iletişim sisteminden başka araç göremi
yoru m . " Bu savı esas itibarıyla kabul eden Klein, güney Afri
ka'daki arkeolajik sitlerde, avcılık becerilerinde ani ve görece
yakın zamanda gerçekleşmiş bir gelişmenin kanıtlarını görüyor
ve bunun, dil olanağını da içeren modern insan zihninin ortaya
çıkışının bir sonucu olduğunu söyl üyor.
Dilin, modern insanların ortaya' . çıkışıyla çakışan hızlı bir
gelişme olduğuna dair görüş geniş destek görse ele, antrapolo
jik düşüneeye tam anlamıyla hakim olmu� değildir. İ nsan bey
ninin gelişimi hakkındaki incelemeleri nden :3 . Böl ii m' de söz et
tiğim Dean Faik, dilin daha erken geliştiği düşüncesini savunu
yor. Yakın zamanlarda bir yazısında şöyle demişti: " İ nsangiller
dili kullanmamış ve geliştirmemişlerse, kendi kendine gelişen
beyinleriyle ne yapmış olduklarını bilmek isterdim . " M assac
husetts'taki Belmont H astanesi'nden nörolog Terrence Deacon
da benzer bir görüşü savunuyor, ama onun düşünederi fosil
beyinler değil, modern beyinler üzerinde yapılan incel em elere
dayanıyor: 1 989'da Human /•,'ı,olution dergisinde yayınl anan
bir makalesinde, " Dil becerisi (en az 2 milyon yıl lı k) uzun bir
dönem içinde, beyin-dil etkile�i ıııinin belirlediği sürekl i l ıir se
çimle gelişti, " der. İnsansı nıaynı un beyniyle İnsan beyni ara
sındaki nöron bağlantısı farklarını karşılaştıran Deacon, insan
beyninin evrimi sırasında en çok değişen beyin yapı ve devre-
136
lerinin, söziii bir dilin alışılmadık hesaplama gereksinimlerini
yansıtıığıııı vurguluyor.
Sözcii kler fosilleşıııed iğine göre , anl ropologlar lıu ıarlı §m ayı
nası l ı;özii ınt• ka v u §l ı ı ra c a k l a r'? Dola ylı kan ı tl a r - ataları m ızın
yarallığı ıw� ı ı t · l • · !· 1 � � a ı ıaloııı i l e ri n deki değişi mler- t�v r i nı ı �ı r i
himiz h akkı nda fa rklı iiykiiler anlat ı yor. İşe, l ı e yi n yapısı H ' sı·s
organları n ı n yapısı da da h il ol mak iize re , anatom i k ka ı ı ı tları i n
celeyerek başlayacağız. Soııra - d av ran ı§ın arkeol oj i k kal ın ı ıl a
rı o l u ş t ur a n yönleri olan - teknoloj i k gel i.� ı ı ı i§I İğt' v ı· s an a l s al
ifadeye bakacağız.
1 37
na yetersiz bir açı kl ama gibi gel iyor; özellikle de, aleı yapı nıı
nın çok az beyin dokusuyla da mümkün olması yüzünden. Ba
sit, ama yararlı bir dil üretmek içinse çok büyük oranlarda be
yin dokusuna ih tiyaç var. "
Dilin alıında yalan beyin yapısı bir zamanlar sanıldı�ından
çok daha karma§ıkıır. İ nsan beyni nin çe§İLli bölgelerine dağıl
mı§, dille bağlantılı pek çok alan görül üyor. Ataları mızcia da
bu tür merkezlerin saptanabilmesi durumunda, dil konusunda
bir karara varmamız kolaylapbilirdi. Ama soyu Lükenmi§ in
sanların beyinlerine ilişkin anatomik kanıtlar yüzey hatlarıyla
sınırlı kalıyor; fosil beyinler, iç yapı hakkında hiçbir ipucu sun
muyor. Şansımıza, beynin yüzeyinde, hem dille hem de alet
kullanımıyla bağlanıılandırılan bir beyin özelliği görülüyor. B u ,
(çoğu insanda) sol §akak yakınlarında yer alan yüksek b i r yum
ru olan Broca kıvrı m ıdır. Fosil İnsan beyinlerinde B roca kıvrı
mına dair bir kanıt bulınaın ız, dil becerisinin gelişLiğine ili§kin ,
belirsiz d e olsa b i r işaret olacaktır.
Olası bir ikinci işaret de, mo d e rn insanlarda beynin sol ve
sağ yanları arasındaki l ı iiyiikliik farkıdı r. Çoğu insanda sol ya
rıküre sağ yarık ii r t>d e n daha b iiyiiklii r; ve I nı kı s m e n , dille ilgi
li mekanizmanın burada yer almasının sonııı·udur. İ nsanlarda
el kullanımı d a I nı as i nı e ı r iy l ı· l ıağl a r ı ı ı l ıdır. İ nsan nüfusunun
% 90'ı sağ ellidir; dolayısıyla, sağ ı·l l i l i k v t � dil yelisi sol beynin
daha büyük olmasıyla bağlan ı ı l arıı l ı rı l a l ıi l i r.
Ralph Holloway, l 972 'dc Tıırkana Gölü'nde bulunmu§,
çok iyi (?) bir J/omo habilis iirıw ğ i olan ve yaklaşık 2 milyon
yaşında olduğu sapıanan kafat ası 1 'l70'in beyin §eklini incele
di (bkz. §eki! 2.2). Beyin k ı ı ı ı ıs ı r ı ı ı ı n i ç yüzeyinde Broca alanı
nın izini saplamaktan lite, lwynin s o l -sağ §ekillenınesinde de
hafif bir asiınelri buld u. B ı ı , 1/unın lıa b ilis ' in modern §empan
zelerin soluma-haykırıııa-l ıoır ı ı ı rl ı ıdan çok daha fazla ileli§im
aracına sahip olduğunu giisı ı·riyordu . H olloway, Human Ne
urobiology'de yay ı n l ana n lıir bi ld iride, dilin ne zaman ve nasıl
ortaya çı klı ğ ı n ı kanı ı l a nıaı ı ı r ı ol anaksızlığına kar§ın, dilin ortaya
ç ı kı ş ı n ı n " paleon ı olojik :-':ı·ı;rıı i�in deri n l i klerin e " uzanııı ası n ı n
13R
mümkün olduğunu belirtti. Holloway, bu evrim çizgisinin A ust
ralopithecus'la başlamış olabileceğini söylüyordu , ama ben
onunla aynı fikirde değilim. Bu kitapta şu ana dek yer verilen
tüm tartışmalar, Homo cinsinin ortaya çıkışıyla birlikte, İnsangil
uyarianınasında önemli bir değişim yaşandığına işaret ediyor.
Dolayısıyla ben, ancak Homo kabilis'in · evrilmesiyle bir tür ko
nuşma dilinin oluşmaya başladığını düşünüyorum. Bickerton
gibi ben de bunun bir tür öndil, içeriği ve yapısı basit, ama in
sansımaymunların ve A ustralopithecus 'ların ötesine geçmiş bir
iletişim aracı olduğunu sanıyoru m .
Nicholas Toth'un, 2 . B ölüm 'de de sözü edilen, olağanüstü
özenli ve yenilikçi alet yapma d e n ı�y lı � r i beyin asimetrisinin er
,
1 39
Üs)Yut �utıaak
k
<;ıı ılak 1
SP� '
kıvrııııı Sc·s
kıvrııııı
ŞEKi L 7 . 1
Ses yolu. Soldaki §empaıızede, ti'ı ı ı ı ı ı ı e melilenle olduğu gibi, gııtlağıı ı bo ğa
zııı list kısımlanııda yer aldığı bir 5l'S yolu bıılııııı ır. Bıı, aynı a n d a lıcın solu
nıaya lıem de içıııeyc izin vere u , a ı ı ı a y uıa k bo§luğuııda yaratılabilecek ses
sayısını kısıtlayan bir y a p ı d ı r. İ ı ısa ı ı , gırılağı ı ı lıoğazııı al ı kısımlanııda yer
aldığı tek tiirdiir. Sonuçta i ı ıs a ı ı l a r a y ı ı ı a ı ı d a lwııı şolııyup lıcııı de içc ıı ı ez
ler, ama ço k dalıa fazla sayıda sı·s ı;ıkaral ıili dn. 1/omo crectus'taıı önceki
,
t iinı insan tiidt·ri ı ıde gırtla k . �t· ı ı q ı;ıı ızt· kııı ı ı ı ı ı u u ıd a d ı r. (J . Lai t m aıı P . Can
non ve H. Tl ıoıııas)
140
yup, hem içebilirl er; zaten, süt ernerken ikisini de yapabil me
leri gerekir. Yaklaşık on sekizinci aydan it ibaren gırtlak boğa
zın alt kısı mlarına kaymaya başlar ve yetişkin konu m una, ço
cuk yakla§ık on dört ya§ı ndayken ulaşı r. Ara§Lırmacılar, insa
nın erken dönem ataları nın boğazları nda gırtlağın kon u m u n u
saptayabilmeleri d u r u m unda, türün seslendi rnıe ve d i l yeLisi
kon usunda bazı sonuçlara ulaşabilect·kl erini fark etıiler. Ses
organların ı n fosilleşnıeyen yum uşak dokulardan - kı kı rdak,
kas ve et- olu§nıası ncdı·niyle, Inı oldukç:a güç bir i§Li . Yine
de, eski kafalarda, kafatası n ı n dibinde, yani lıasikranyumda
yer alan çok önemli lıir i pı ıc ı ı giiriil i'ı yor. Temel memeli mode
linde kafatası nın a l t kısmı d iizd i'ı r. i n sanlardaysa, belirgin §e
kilde kavisl i . Dolayısıyla, fosi l i nsan t ii rlı:ri nde basikranyum
§ekli , ses çıkarabilme y e t ı : ı wğ i n i ıı d iizcy i ı ı i giisterir.
İ nsan fosillerini in cel ı: yc n La i t ı ı ı a ı ı , A u5lmlopiıhecııs'taki
basikrany u m u n düz olduğu n u giird i i . l l i ğı ·r pek çok lıiyol ojik
özellikLe olduğu gilıi, b u aç:ıdan d a i ı ı s a ı ı s ı ı ı ı ay ıııurı gibiydiler
ve i nsansı m ay m u nlar gilıi, onl a rı n da sı·sli i l ı · ı i�i ı ı ı i kısıtlı olma
lıydı. A ııstralopithecus'lar, insan koıı ıı�ı ııa ı ııodı · l i ı ı ı : özgü ev
rensel ünlü seslerinin baz ı ları nı ç ı ka ra ı ı ı ayal'aklard ı . La i ı ın an,
§U sonuca vard ı : " Fosil ka l ı n tıl a rı nda l a ı ı ı a ı ı l a ı ı ı ı y l a ı : ğ r i l nı iş
bir basikranyum ilk olarak, yak l a�ı k : w o . ooo i l ı : IJ-00. 000 y ı l
önce, arkaik Homo sapiens adını vı·rd i ğ i ı ı ı i z i ı ısaı ı l arda gii r i i l
mektedi r . " Yani, anatomik açıdan ı ı ı ot lı· rı ı i ı ısa ı ı l a rı ıı cv ril me
sinden önce or,taya çıkan arkaik sapic11.1 l i i rl n i ı ı i ı ı l a ıı ı anl am ıy
la modern bir dilleri var mıydı? B u , pı:k olası giiri'ı ı ı ııı iiyor.
Basikranyum şeklindeki deği§i m , l ı i l i ı w ı ı ı·ıı ı·ski 1/omo erec
tııs örneği oları , kuzey Kenya'da bulu n a r ı vı· y a kla � ı k 2 m ilyon
yıl öncesindt:n ka l ı ı ı a kafatası 3 7 33 'tt: giiriil iiyor. Bu inceleme
ye göre Inı 1/omo acctus bireyi, bazı ii ı ı l i i sı·slni çı karma yete
neği ne sahipt i . Lai t nı an , erkenHomo ı•rt•ı·tw 'ta gı rtlak konu
m u n u n , al tı y a�ı ı ı d a ki modern bir çoc ı ı ğ ı ı ı ı gırtlak kon u m u na
e§değer olacağını lwsaplıyor. Ne yazık ki, � � � ana dek eksiksiz
bir habihç l w yi ıı kııt ıısu bulunamaması ı w d ı : n iyle Homo habi- ,
141
lis hakkı nda hiçbir §ey söylenemiyor. B e n , en erken Homo ' y a
ait eksiksiz bir b e y i n kutusu bulduğu m uzda, tabanda eğrilme
ba§langıcı göreceğimizi tah m i n ediyor u m . İ lkel b i r konu§ma di
li yetisi, Homo ' n u n ortaya çıkı§ıyla birlikte ba§lamı§ olmalı .
Bu evrim dizisi içinde açık bir paradoks görüyoruz. Basik
ranyumlarına bakılırsa, N eanderthallerin sözel becerileri , ken
dilerinden yüz b inlerce yıl önce ya§aını§ olan diğer arkaik sapi
ens'lere göre daha geriydi. N eanderthallerde basikranyum eğ
rilmesi, Homo erecıus' tan bile daha az düzeydeydi . N eandert
haller gerileyerek, atalaı·ın a göre konu§ma yeteneklerin i kay
betmi§ler miydi? (Gerçekten de kimi antropologlar, N eandert
h allerin soylarının tüke n m esiyle, dil yete neklerin i n alt d üzeyde
olması arasında bağlantı kurulabileceğini söylüyorlar.) Bu tür
evrimsel bir gerileme pek olası görül m üyor; bu tipte ba§ka hiç
bir örnek görem iyoruz. Yanıtı, N canderthal yüz ve beyin kutu
su anatomisinde bulmamız daha olası . Soğuk iklime bir uyar
lanma olarak, N eander l h alin yüzünün orta kısmı a§ırı derecede
çıkıntılıdır. Bu yapı, b u r u n geçişlerinin geni§lemesini ve dola
yısıyla, soğuk havanı n ısııılnıasını ve dı ş a rı verilen soluktaki n e
min yoğunla§masını sağlar . Bu yapı basikranyum §eklini, türün
dil yetisin i önemli oran d a azaltınadan eıkilt�nı i ş olabili r. An tro
pologlar bu noktayı hala ıartı§ıyor.
Kısacası anatom i k kanıtlar, dilin el·ken dönemlerde ortaya
çıktığını ve ardından , dil yeteneklerin i n a§amalı olarak geli§ti
ğin i dü§ündürüyor. Ama alet teknolojisi ve sanalsal i fade konu
sundaki arkeoloj i k kalıntılardan , genellikle farklı bir öykü çıkı
yor.
Daha önce de belirıtiğim gibi dil fosille§mese bile, insan eli
nin ürünleri ilkesel olarak, dil hakkında bazı içgörüler sun abi
lir. Bir önceki bölümdeki gibi , sanatsal ifadeden söz ederken,
modern i n san zihninin i§leyi§irıin bilincindeyiz; bu da, modern
bir dil düzeyine i§aret ediyor. Ta§ aletler de, alet yapımeıları
nın dil yetileri hakkında bir aıılayı§ sağlayabilir m i ?
1 976'da, N ew York Bilimler Akadem isi 'nde dilin kökeni ve
doğası hakkında bir bildiri s u n ması istenen Gly n n Isaac'ın ya-
1 42
mdaması gereken de buydu. Isaac, yaklaşı k 2 milyon yıl önce
ki ba§langıcından 3 5.000 yıl önceki Ü st Paleolitik devri mine
dek süren La§ alet kültürlerin i n karma§ıklığını gözden geçi rdi .
B u i n sanların aletlerle yaplı klan i§lerden çok, aletiere verdikl e
ri düzenle ilgileniyord u . Düzenleme insani bir saplantıdır; b u ,
en i nce ayrı ntıl arıyla gel i§mݧ b i r kon u§ma d il i gerektiren bir
davranı§ biçi midir. Dil ol masa, insanları n koyduğu keyfi düzen
de olamazdı .
Arkeoluj i k kalıntılar, d ii zen verm e n i n i nsanı n tarihöncesin
de çok yava§ - adeta b u zul hızıyl a - geli§Lİğini gösteriyor. 2.
Bölüm'de, 2 . 5 m ilyon ile yaklw�ık l .tl. milyon yıl öncesi arasın
daki Oldovan aleılerinin fı rsaıçı l ı i r d oğ aya sahi p oldu klannı
görmܧtük. Alet yapımcıl a rı n ın aldİn §Ckl ine önem vermedik
leri ve daha çok, keskin yon�alar ii r d ı ı w y i amaçl adıkları görü
lüyor. Kazıcılar, kesiciler ve d iskll'r �i lı i 11 çekirdek 11 aletler b u
sürecin y a n ürünleriyd i . Oldovan kii l l ii rii ııii izleyen ve yakl a§ık
2 50.000 yıl öncesine dek süren Aı·lwıılı·ı�ıı kiil ı ii r ii aletlerinde
d e ancak asgari d üzeyde bir §ekil �ii r i i l i i y o r. Damla şekl i ndeki
el baltası büyük olasılıkla, bir Lür zi l ı i ıı sı·l kal ı l ıa �iire iiretilmi§
t i , ama gruptaki d iğer aletlerin çoğu ıwk çok açı ı la n Oldovan
kültürüne benziyord u ; dahası, A cl w ı ı l ı ·ı · r ı alı·ı kıılıısııııda an
cak b i r düzine alet biçim i görülüyord ı ı . Yakla�ık 2!>0.000 yıl
öncesinden i t i baren, araların d a N earıılnılıallni ıı d1� l ıu l u n d u
ğu arkaik sapiens b ireyleri önceden l ı azı ıl aıııı ı ı� y o ıı� al a r dan
aletler yapmaya ba§ladılar. M o uste r i e ı ı 'i di' iı; n ı · r ı I n ı �ru plar
da belki altını§ alet tipi saptanabilıni§I İ . Aıııa ı i p l ı r 200.000
-
1 43
olarak ortaya çıkmasına i§aret ettiğini dü§ünüyor ve Ü st Pale
olitik Devri m i ' n i n bu evrim çizgisinde önemli bir dönüm n okta
sı olu§turduğunu savunuyordu . Çoğu arkeolog bu yoru m u ka
bul etmektedir; ancak, erken alet yapımcılannın konu§ma d ili
düzeyleri kon usunda farklı fikirler vardır; tabii, gerçekten b i r
dilleri varsa.
Colorado Ü niversitesi'nden Thomas Wynn , N icholas
Toth'un tersine, Oldovan kültü r ü n ü n genel özellikleriyle i nsan
değil, i nsansı m ay m u n benzeri olduğuna i n an ıyor. Man dergi
sinde l 989'da yayınlanan bir m akalede, " Bu tabloda dil gibi
unsurlan varsay mamız gerekmez, " diyor. B u basit aletlerin ya
pı m ının çok az bili§sel yeti gerektirdiği ni ve dolayısıyla, hiçbir
§ekilde i nsana özgü ol madığı nı savunuyor. Yine de, Acheuleen
el baltalannın yapı m ı nda " insana özgü bir §eyler" olduğu n u
kabulleniyor: " B unun g i b i i nsan eserleri, yapı mcının ü r ü n ü n
nihai §ekline önem ıwnliğini ve o n u n bu amaçlılığı n ı , Homo
erectus'un zih nine ac,-ılan kiic,-ii k l ı i r pencere olarak kullanabile
ceğimizi göste riyor. " Wyıın, 1/omo crertus ' u n bili§sel yetisi n i ,
Acheuleen alt'L i t-ri n i n yapı m ı n ı n gen�ktird iği z i h i nsel kapasiteyi
temel alarak, y ı · d i ya�ı rıdaki l ı i r m o d e rn insana denk görüyor.
Yedi ya�ırıdaki c,- o c ı ı k l a r gö n d e r m e (referans) ve gramer gibi,
,
144
t
Mı ııı:oılf•ric·ıı
Olduvan
3 2
�1ilpııılaıroı � ıl iiıwı·
(a )
�· �� l l- Nı·oıııılı·ı1lı;ıl
.....
(l ı )
ŞEKi L 7.2
Üç ka n ı t d i z i s i . j
,\ ı k . . ı ı l ı ı i k kalıııtı (a)ııın kılav ıız al ı ı ı ıııası d ı ı nım uııda, d i l iıı
saı ı ı ıı l a r i l ı i i ı wı·s i ı ı i ı ı ) a k ı n zaıııaıılarıııda ve l ı ı z l a url a y a ı.; ı k ı ı ı ı §tır. Beyin d ii
zeııi V!' l ıt�) i ı ı l ım ı ı l ı ı ı ıa da i r lıilgilerse (b) d i ldı · , llo mo C"İı ısiyle birlikte ba§
l aya ı ı a�a ı ı ı a l ı l ı i ı gı · l i � ı ı ı cyı· ݧaret eder. Beıızl'l' 'i' · k i l d .. , ses yolu evrimi de
erken bir lı a � L ı ı ı gw a i�;ııTt l ' l ı ııektedir.
i ı ı.•aııııı KiiJ.. ı ·ı ı i . F: l O 1 45
yapılmış resim ve oymalar, kalıntılard a 3 5 . 000 yıl öncesi nden
i tibare n , b i rdenbire görülüyor. Aşıboyası sopa ya da kemik
nesnelerin üzerine kazı n m ı ş eğriler gibi, daha önceki sanat
eserlerine dair kanı tlar, en iyi olasılıkla ender v e e n kötü olası
l ı kla da kuşkuludur.
Sanatsal ifadenin - sözgelim i , Avuslralyalı arkeolog Iain
Davidson'ın ısrarla savunduğu gib i - konuşma diline ilişkin tek
güvenilir gösterge olarak alı n ması durumunda dil, ancak yakın
zamanlarda tamamen m odern hale gelmiş, bunun da ötesinde,
başlangıcı yakın zamanlarda olmuştur. N ew England Ü n iversi
tesi'nden çalışma arkadaşı William N oble'la birlikte yazdıklan
yakın tarihli bir bildiride şöyle diyorlar: " Tarihöncesinde nes
. nelere benzeyen i m gelerin yapılması ancak, ortak anlamlar sis
temlerine sahip topluluklarda ortaya çıkmış olabilirdi . " " Ortak
anlamlar sistemleri " elbette, dil sayesinde yaratılabilird i . D a
vidson ve N oble , sanatı dilin olanaklı kıldığını değil, sanatsal
i fadenin, göndermeli dilin gel işmesini sağlayan bir ortam oldu
ğunu savunuyorlar. Sanat dilden öııc:e gelmeli, ya da en azın
dan , dille koşut olarak ortaya ı;.� ıknıalıyd ı . Dolayısıyla, arkeolo
jik kalıntilarda sanatın ilk ortaya çıkışı, günderıneli kon uşma
dilinin de ilk ortaya çıkışı n a işaret eder.
146
n ımlıyor: 11 İ nsan sosyal zekasın ı n , alet kullanımının ve d ili n ,
beyin boyutunda nicel geli§meyle ve bununla ilgili b ilgi i§leme
yetisiyle bağlantılı ol m ası nedeniyle, içlerinden hiçbiri tek ba§ı
na, M inerva'nın Zeus ' u n ba§ından doğması gibi, eksiksiz halde
ve birdenbire ortaya çıkmı§ olamaz. Beyin boyulu gibi bu ente
lektüel yetilerin her biri de kademelİ olarak geli§mi§ olmal ı .
Dahası, b u yetilerin birbirl erine bağımlı olm aları nedeniyle, iç
lerinden hiçbiri m odern karma§ıklık düzeyine tek ba§ı n a ula§
mı§ olamaz. 11 Bu kar§ılıklı bağı mlılıkları çözümlernek zorlu bir
sava§ım olacaktır.
Daha önce de belirıtiğinı gilıi burada, tarihöncesin i n yeni
den olu§turul m asından çok daha fazlası; kendim ize ve doğada
ki yeri mize dair bakı§ açını ız da siiz konusu. İ nsanları özel gör
mek isteyenler, d ilde yakın tarihli vı� ani lıir l nı§l angıca i§aret
eden delilleri ben i nıseyeeeklerd i r. İ nsanın doğanın geri kalan
kısmıyla bağlantısını reddetnıeyenlnse, I nı lı�ınel i nsan yelisi
nin erken dönemlerde ve U§amalı olarak gdi§ıııesi fikr i n den ra
hatsızlık duymayacaklardır. Doğa n ı n l ı i r garipl iği soı ı ııcu 1/omo
habilis ve Homo erectus toplulukl an ldlfı var olsaydı , herhalde,
çe§itli düzeylerde göndermeli dil k u l landıkla rı n ı giirii n l ü k . B u
durumda, bizimle doğan ı n geri kalan kıs ını arası ndaki u��urum
bizzat kendi atalarım ı z tarafından kapalı lıııı§ o l ı ı r d ı ı
.
1 47
8 . BÖLÜM
ZiHNiN KÖKENi
149
olduğum uzu bilmemizle bağlanlılı d eğildirler. Zihin, benlik
duygusunun kayn ağı dır; ki m i zaman özel olan, ki m i zaman da
başkalarıyla paylaşıl a n bir d uygud u r. Zihin aynı zamanda, düş
gücü aracılığıyla, günlük yaşamın maddi nesnelerinin ö tesinde
ki d ü nyalara erişme kanalıdır ve bize , soyut d ü n yaları Techni
color gerçekliğine indirme aracı sunar.
Ü ç yüzyıl önce Descartes, kişi n i n kendi içinde oluşan b e n
lik bilincinin kaynağı nın h u zursuz edici gizemini kavramaya
çalışmıştı. Felsefeciler b u i kiliğe, zihin-beden sorunu dediler.
Descartes şöyle yazmıştı: " Sanki beklen medik bir şekilde, de
rin bir girdaba gird i m ; beni öylesine al ıüst ediyor ki , ne d ipte
kalabiliyoru m , ne d e yüzeye çıkabiliyoru m . " Onun zihin-beden
sorununa getirdiği çözü m , zihinle bedeni tam amen ayrı varlık
lar, bir bütünü oluştura n bir ikilik ol arak tanı mlamakıı . Tufıs
Ü niversitesi'nden Daniel Dennet, Consciousness Explained adlı
yakın tarihli kitabında şöyle diyor: " I3u , bizi m bir araba edinip
onu kontrol etmemiz gilıi, l ıir l ıeden edinip onu kontrol eden
bir tür m addesiz hayalet şekl i ndeki l ı i r lıenlik vizyonuyd u . "
Descarles ay rıca,
z il ı n i yal n ızca i nsanlara özgü görüyordu ;
diğer L ü m hayvanlar ya l n ı zı - a l ı i rc r oloıııal l ı . Son yarım yüzyıl
boyu nca biyoloji ve psikol oji yı� buna l ıt�ıızı�r l ıi r göriiş egemen
oldu. Davran ışc,:ılık adı verilen lıu dünya giiriişiirıe güre, i nsan
dışındaki hayvanlar yalnızca kendi dünyaları ndaki olaylara ref
leks tepkileri veriyorlardı ve analitik d üşünce süreçleri yokt u .
Davranışçılar, hayvan z i h n i d i y e bir ş e y olmadığını söylüyorlar
dı; ya da olsa bile, bilimsel olarak ulaşma yolumuz yoktu ve b u
yüzden, göz ardı edilmeliyd i . B ı ı düşünce son zamanlarda, b ü
yük oranda, hayvan dünyası n a ili şk in b u olumsuz görüşten
vazgeçilmesi için yirmi yıldır u ğraşan, Harvard Ü niversi te
si'nden Donald Griffin sayesinde değişmeye başladı. Griffi n b u
kon u da, sonuncusu l 99 2 ' d e yayınlanan Animal Minds o l m ak
üzere üç kitap yayınladı . Cri rtl n , psikolog ve etnologların " hay
van bilinci fikri karşısında korkudan neredeyse donakal m ı ş "
görü ndüklerini sav u n uyord u . Criffin b u n u n , bilirnde bir haya
let gibi gezinen davranışc,:ılık cıkisinin h al a sürmesinin bir so-
1 50
nucu olduğunu söylüyor. " Bilimin diğer alanlarında kesinlik
oranı yüzde yüzün altında olan kan ı tları kabul etmek zorunda
yız. Tarihsel bilimler böyledir; kozmolojiyi, jeolojiyi dü§ünün .
Darwin de, biyolojik evrim gerçeğini kesin §ekilde kanı tlaya
madı . "
Antropologlar, insan biçiminin evrim i n i açıklamaya çalı§ır
ken , sonuçta, i nsan zihninin evrimini ve özellikle, biyologların
dü§ü n m eye daha hazırlıklı old ukları hir konu olan i nsan bilin
cini de ele alm alıdırl ar. Böyle bir olgunun i nsan beyninde na
sıl ortaya çıktığı n ı da sormalıyız: Yan i , davranı§çıların savun
d u klan gibi, doğa n ı n d iğer kısı rn l arında hiçbir öneeli ol madan ,
Homo sapiens'in beyn i Jl(lt� Laııı anlam ıyla olU§illU§ olarak m ı
doğdu ? Bilincin, İnsan lari lıiiıwPsinin hangi döneminde §U an
da bildiği m i z a§amaya u l a� Lı ğıı ı ı sor a l ı i l i riz: Erken tarihlerde
ortaya çıkıp tarihöncesi boy u ı ı ı· a gidı·rı · k kı·skiıılcşti mi? Zihnin
atal arı mıza ne tür evrim avanl aj l a rı kaza ı ı d ı rd ığı nı d a sorabili
riz. Bu soruların , d ilin gelݧinı iylı� ilgili sorı ıL ı ra ko�ul o l d u ğ u n u
fark e tmݧsİnizdir. Bu yal n ı zc a l ı i r rasl l;ıı ı l ı deği l; �:iin k ii d i l ve
dü§ünerek kendini bilmek h iç kıı�kıısıız, l ı i rl ıi rl niylı� yakından
bağlantılı olgulardır.
Bu sorulara yan ı t ararken, lıil i n ı : i ı ı 11 ı w iı� i ı ı 11 oldıığıı sorusu
n u göz ardı edemeyiz. Dennelt'ın da sorı lıığıı g i l ı i , " Hili ııı;li l ı i r
varlığın yapı p da, o varlığın bil i nçs i z ( a ı ı ı a ı,;ok i�, i l ıazırl a ı ı nı ış)
bir simulasyonunun kendi ba§ına yap;ı ıııayal';ığı l ıi r �ı·y var ın ı
dır? " Oxford Ü niversitesi' nden zoolog ( { id ı ; ı rı l l lawkiııs dt� ka
fasının karı §tığını kalıul ediyor. Orga ı ı i z ı ı ı a L ı r ı ı ı gı·kl'cği Lah
m i n edebi l m e gereksi n i rn inelen söz ediyor; l ı ı ı , l ı i lgisayarlarcla
ki sim ulasyonu ıı beyi nlerdeki e§değı�ri sayı:si ııdı� ı ı l a§ılan bir
yetenektir. l lawkins'e göre b u sürecin l ı i l i ı ıı�li ol ı ı ı ası gerekmi
yor. Yine de, 11 s i rı ı u l asyon ye t isi nd e ki cv r i ı ı ı i ı ı iiznd bili nçte
doruk nokı asıııa çık nı ı § gibi görü n d ii ğ ii ı ı i i 11 kal ıı ı l ediyor. Bu
nun olu§ma ıwdı:ı ı i ıı i n ele , modern l ıiyoloj i ı ıi ıı k a r §ıla§ t ığ ı en
zorlu gizenı oldıığı ı ıı ı ı clü§ünüyor. " Bel ki dı: lıilinç, beynin
d ü nyayla ilgili si ı ı ı ı ı l asyonu , artık keııd i s i ı ı i ı ı de bir modelini
151
içermesini gerektirecek denli eksiksiz h al e geldiği zaman orta
ya çıkıyor. "
Tabii, bilincin herhangi bir " am açla " ortaya çıkmış olma
ması ve yalnızca, büyük beyinierin çalışmasının bir yan ü r ü n ü
olması olasılığı d e var. Ben, böylesine güçlü bir zih insel olgu
nun hayalla kalma açısından bazı yararlar sağladığını ve dola
yısıyla, doğal seçi m i n bir sonucu olduğu nu savunan evrimci
bakış açısını benimserneyi yeğliyoru m . Bu tür b i r yarar bulu
nam aması durumunda, belki de alternatif yaklaş ı m ı n - yani,
bir uyarianma işlevi olmadığı n ı n - kabul edilmesi gerekecektir.
1 52
re bir şekilde daha akıllı ve üstün oldukların ı , kaynakları bir
şekilde daha iyi kullandıkların ı d üşünebiliriz. Ama biyologlar
bunun doğru olmadığını anlamışlardır. Memeliler dünyadaki
nݧleri kullanınada gerçekten üstün olsalardı , cinslerin çok çe
şitli olması gibi, bu kullanım şekilleri de çok çeşitli olmalıydı .
Ama yakın tarihlerinin bir noktasında var olmuş memeli cinsi
sayısı, daha erken bir dönemin çok başarılı sürüngenleri olan
dinozor cinsi sayısıyla ayn ı . D ahası , memeiiierin kullanabildik
leri ekolojik n iş sayısı, d inazor ni§l eri sayısıyla karşılaştırılabi
lir. Öyleyse, daha büyük bir beynin sağl adığı yarar nedir?
Evri mi motive eden güçlı�rden l ı i r i de t ii rl e r arasında sürek
li bir rekabettir; bu rekal ıet sırası nda lıir t ii r , bir evri m yeniliği
sayesinde geçici bir avantaj kaza n ı r , ama l ı u n a karşı bir yeni
likle avantaj ı n ı kaybeder ve I nı s i i n�ç si·ı n�kl i yinelenir. Sonuç
ta, daha hızlı koşma, daha iyi giirııu�, sal d ı n l ara dah a etkili bi
çimde karşı koym a ya da ku rnazı:a davra n m a gi l ı i daha iyi
yöntemler gelişir, ama daimi l ı i r a v a n t aj saglan a nı az . Askeri
terminolojide bu sürece silahian m a yan�ı d ı · ı ı i r : l l ı�r i ki tarafta
da silah sayısı ve silahları n etkisi artar, a ı ı ı a sonuı;t a hiçlıir La
raf karlı çıkm az. Akademisyenler, evri ı ı ı d ı·ki a y n ı olgu y u ta
nımlamak içi n , " silahlanm a yarı ş ı " tni ı ı1 i ı ı i l ı i yoloj i y P i t hal elli
ler. Daha b ü y ü k beyinierin oluşm ası , s i l a l ı l a n ı ıı a yan�lanrıın
sonucu olarak görülebilir.
Ama küçük beyiniere göre büyük l w y i ı ı l n dı · d a l ı a fa rklı bir
şey olmal ı . Bu şeyi nasıl göreceğiz? .l niso ı ı , l wy i ı ı l n i n l ı i r tü
rün kendine özgü gerçekliği yarattığı n ı d ii'iii ı ı ı ı w ı n i z gnı�ktiğini
söylüyor. Birey olarak algıladığımız d i i ıı y a a"l ı ı ı d a l ı i zi m eseri
mizdir ve kendi deneyimlerim izle yöıwt i l i r. A y ı ı ı 'iPki lde, bir
canlı türü ola rak algıladığı mız dünya da, sal ı i p o l d ı ı g u ın u z d u
yu kanallan n ı n doğasına tabidir. Kel el w kl t - r ı n oriitı�si ışığı gö
rebilir; biz gii n � m ı �yiz. Dolayısıyla, kafa ın ızı ı ı içindeki dünya
- ister /lomo sapims olal ı m , ister köpek ya da kel ebek- dış
dünyadan iç ı l ii ı ı yaya bilgi akışının rı itd i ksı·l yapısı ve iç dün
yanın bilgiyi i'ilı�ııu� ydeneğiyle oluşu r. 11 l l ı�andaki 11 gerçek
153
dü nyayla, zihinde algılanan , 11 içerideki 11 d ünya arası n d a fark
vardır.
Beyinierin evrim içinde büyümesiyle birlikte, daha çok sa
yıda duyusal bilgi kaynağı daha eksiksiz §ekilde kullanılabi l i r
ve verileri daha ayrı ntılı §ekilde b ü tünle§ti rilebili r. Dolayısıyla
zihinsel modeller 11 d ı§arıdaki 11 ile 11 içerideki 11 gerçeklikleri , bi
raz önce sözünü ettiğim gibi bazı kaçı nıl m az bilgi bo§l u kları ol
sa da, daha yakından denkle§tirebilirler. İ çe yönelik bilincimiz
le gurur d uyabiliriz; ama dünyad a ancak, beynin i zlemek için
gerekli donamma sah i p olduğu §eylerin b ilincinde olabiliriz.
Birçok kݧi dili bir ileti§im aracı olarak görse de, Jeriso n ' a göre
dil aynı zamanda, zihinsel gerçekliği mizin bilenınesini sağlayan
bir araçtır. Tıpkı görm e , koklama ve duyma d uyusal kanalları
n ı n , kendi zihinsel dünyaların ı n ol u§turul m asında bazı hayvan
grupları için özel önem ta§ı m ası gib i , dil d e insanlarda temel
unsurdur.
Felsefe ve psikolojide, d ii§Üncenin m i dile, yoksa dilin m i
dü§ünceye dayandığı konusu nda kapsamlı bir literatür vardır.
İ nsanın bili§st>l s ii n�ı;lı·ri ı ı i ıı ıwk ı,.�oğu ıı u ıı ve belki de çoğunlu
ğun u n , dil vehaıta l ıi l i ııı; ol ıııadaıı sürd iiğii ııe hiç ku§ku yok.
Tenis oynamak gilıi l ii ııı flzi ksı·l cı kiııl iklı�r, l ı i i yü k orand a oto
malik olarak; yan i , l ı ı ı ıı daıı soıı ra l l l ' yapılacağı h akk ın d a sü
rekli bir yorum yapıl ıııadaıı gı·rı;ı·klı·§l iril i r. B i r problem i n çö
zii m ünün i nsanı n zih n i ııdc, l ıa�ka l ı i r §'�Y d ii § ii n ü rken beliri
vermesi de, bir b a ş ka aı,.� ık iirı wkı i r . K i ıııi psikologlara göre ko
nu§ma dili, daha tem e l l ı i r l ıi l i�iıııiıı yal n ı zca bir yan ürünüdür.
A m a dil hiç ku§kusuz, d ii§iiıwı· ıı ıısıırl arını, suskun b i r zihnin
yapam ayacağı bir §ekilde � ı · kill ı · ııdi rıı ı e ktedir; dolayısıyla, J e ri
son vardığı sonuçta hakl ı d ı r.
154
değişti. İ nsansırnay rn unlarla insanların beyinleri aynı temel
modele göre yapılanrn ıştır. Her ikisi de sol ve sağ yarıkürelere
ayrılır ve her yarıkürede dört ayrı lop vardır: Alı n , yankafa, şa
kak ve artkafa loplan. İ nsansı m ay m unlarda, (beynin arka tara
fındaki) artkafa lopları alın loplarından daha b üyüktür; insan
lardaysa tam tersine, önkafa loplan daha büyük ve artkafa lop
ları daha küçüktür. İ nsansı rnaymun beynine karşın i nsan bey
ninin ortaya çıkmasında hu ayrı m ı n etkili olduğu varsayılm ak
tadır. Yapıdaki b u değişi min i nsanın tarihöncesinde ne zaman
oluştuğun u bilseydik, insan zi h n i n i n ortaya çıkışına dair bir
i pucu bulabilirdik.
Şansırnıza, beyn in dış yiizcyi, kafatasının iç y üzeyindeki
hatlarının bir haritasını b ır ak ı y o r Fosilleşmiş lıir beyin kutusu
.
1 55
Prim atlar sosyal yaratıklardır. Bir m ay m u n topluluğunda
yalnızca birkaç saat geçirmek bile, sosyal etkileşim i n grup üye
leri için ne kadar önemli olduğun u anlamaya yeter. Kurulu itti
fakl ar sü rekli sınanır ve korunur; yeni ittifaklar aranı r; dostlara
yard ı m edilir, rakipiere meydan okunur ve çiftleşm e fırsatları
için sürekli uyanık kalınır.
Pennsylvania Ü niversitesi primatologları Dorothy Cheney ve
Robert Seyfarth yıllarca, Kenya' daki Amboseli Ulusal Par
k.ı' ndaki pek çok bıyıklı m ay m u n grubunun yaşamların ı izleyip
kaydettiler. Genellikle saldırganca olan ani etkinlik patlamaları,
maymunları kayılsızca izleyen birine sosyal kargaşa gibi görü
nebilir. Ama gru ptaki bi reyleri tanıyan, kimin ki minle akraba
olduğunu ve ittifaklada rekabetierin yapısını bilen C heney ve
Seyfarth, görünürdeki kargaşadan anlam çıkarabiliyorlar. Tipik
bir karşılaşmayı şöyle betiml iyorlar: " N ewton adındaki bir dişi,
bir m eyve için rekabet ederken Tycho adlı başka bir dişiye sal
dı rabilir. T-ycho kaçarken , N ewton ' ı n kız kardeşi Charing Cross
rakibin kovatanmasında o·na yard ı m a koşar. Bu arada, N ew
ton'ın kız kardeşlerinden bir diğeri olan Wormwood Scrubs,
Tycho'nun, 20 met re ileride yemek yemekle olan kız kardeşi
·
Holborn'a doğru koşar ve kafası n a v ı ı n ı r. "
İ ki birey arasındaki lıir c;at ı�rı ı a olarak �iiriilen şey kısa za
manda büy;jyerek arkadaşlarl a akralıalara yayıl ı r ve yakın za
manlarda yaşan mış benzer saldırganlık ııi)betlerirı·den de e tki
lenmiş olabilir. Cli eney ve S.-yfarı l ı , " M Jy � unlar, diğer bir
mayınunun davranışları n ı iiıwı·dı�ıı t a l ı ı_tıj n etmekten öte, ilişki
lerini de saptamak zoru nd a l a r , "d i yorl ar. " Kesi nlikle rastlantı
sal olmayan böyle bir karrııa�ayla karşı karşıya kalan bir m ay
m u n , kirnin kendisinin iis t ii ı ı dı· vı� kirnin altında olduğu nu bil
mekle yetineınez; ki rnin kirıı i ı ıi P rıı iitlefik olduğunu ve rakibine
kimlerin yardı m edebileceği n i dı� bil melidir. " Cam bridge Ü ni
versitesi'nden psikolog N iı-lıolas l l u ınphrey d e , sosyal ittifakla
rı izlemenin getirdiği zilıi ı ı sı�l zorunlulı.iklarm':ı pri ın atolojideki
bir paradoksun anah tarı oldıığııııu sav unuyor. '
H u nı phrey bu paradoks koıı ıısunda şunları söylüyor: " La-
156
boratuvardaki yapay koşullar altında antropoid insansımay
m u nların etkileyici bir yaratıcı akıl yürütme gücüne sahip ol
dukları defalarca gösterildi; ama bu zeka gösterileri aynı hay
vanların doğal ortamlarındaki davranışlarında görül müyor.
Açık sahadaki bir şem panzenin biyolojik açıdan önemli pratik
bir sorumin çöz ü m ü nde çıkarsa m alı akıl yürütme yetisini kul
landığını gösteren bir örnek henüz duymadı m . " H u m ph rey,
aynı şeyin i nsanlar için de söylenebileceğini belirtiyor. Sözgeli
m i , Einstein'ın, primatologların şem panzeleri gözledikleri şekil
de gözlendiği n i varsayalım . Gözlemci bu büyük adamı n deha
parıltılarını çok en der görebil eeekıir. " [ Dehasını) kullanmıyor
du, çünkü sıradan gündelik i§ler dii nyasında kullanmasına ge
rek yoktu . "
İ nsanlar d a dahil olmak iiwre primalların gerçekte gerekti
ğinden daha akıllı olmalarında ya dogal seçimin cömertliği et
kili oldu , ya da, günlük yaşamları eıııdı�kı iid açıdan , dışarıdan
bakan bir gözlemcinin göreccği rı ı b ı d a l ı a fazla �ey gerektiri
yord u . H u mphrey b u iki alternaı ifıı�ıı ikiııı: isi ı ı i ıı doğru olduğu
na; yani, primat yaşamının sosyal ba ğ l a rı ı ı ı ı ı zorl u l ı i r enielek
tüel savaşım gerektirdiğine i nanıyor. l l ı ı ı ı ı p l m �y e giire yaralıcı
'
reylerin sürekli politik güçlerini artırmaya çal ı�ıı ıalarıyla birl ik
te ittifakların sürekli değişmesi bu işi d a l ıa da zorl a�l ı rı yor. Sü
rekli kendi çıkarlarını ve yakın akrabala rıı ı ı ı ı ı; ı ka rl a rı rıı gözet
meye çalışan bi rı�yler ki m i zaman mevcııl i l l i fakl arı l ıozabiliyor
ve belki de eski raki pi eri c olmak üzere, yı·ııi i ı ı i faklar kuruyor
lar. Dolayısıyla grup üyeleri kendileri ni sii rı·kli değişen i ttifak
modelleri içiııdı� bırluyorlar ve H u m pl ı w y ' ı ı i ı ı sosyal satranç
adını verdiği I nı s i i rekli değişen oyunu oyııaıııak için keskin bir
zeka gerekiyor.
1 57
Sosyal satranç oyu ncuları , eski oyu n u n oyuncuianna göre
çok d ah a becerikli olmalılar; çünkü la§ların kimliklerinin önce
den tahmin edilemeyecek §ekilde deği§mesinden öte - örneğin
atlar file, piyonlar kaleye dönü§ ü r - arada bir müttefikler de
taraf deği§tiriyor ve d ü§mana dönü§üyor. Sosyal satranç oyun
cuları sürekli uyanık olmak, olası avantajları aramak, beklen
medik dezavantajları fark etmek zorundalar. B u n u n asıl yapı
yorlar?
Prim at toplumların ı n bireyleri, diğerlerin i n davranı§ları n ı
önceden tah m i n etmek zorun d alar. B u n u n yolların dan biri , bi
reylerin beyinlerinde, grup üyelerin i n Lüm olası eylemlerini ve
kendilerin i n b unlara verdikleri doğru tepkileri kaydeden dev
bir zihinsel banka bulun mas ı . Güçlü b ilgisayar programı Derin
Dü§ünce, satrançta Büyük Usta kon u m u n a bu §ekilde ula§ıyor.
Ama belli bir §aı'llar dizisi nde olası tüm kombinasyonları ele
rnede bilgisayarlar i nsanlardan çok daha hızlılar. Demek ki,
başka bir yola ihtiyaç var. Sözgelimi, b i reyler yalnızca bilgisa
yar benzeri otom atlar gibi işlernekten öte kendi davranışların ı
izleyebilselerdi, belli kw�ullar al l ı n d a ne yapacaklarına dair
keşfe dayanan bir duygu geli§tirel ı i l i rlı�rd i . Elleri ndeki verilere
dayanarak tah mi nler yapal ıil i r vt� l ıiiylcı-t\ aynı §<ırtlar al lında
diğerlerinin nasıl d avranaı-ağı ııı ı al ı ı ı ı i ı ı t�dı·l ı i l i rl erd i . l l um ph
rey' nin İ ç Göz adını verdiği l ı u izlt�ıııt� yclt�ıwği, bilincin tanı m
larından biridir ve bu özelliği l a§ıyaıı lıireylere kayda değer bir
evrim avan taj ı sunacaktır.
Bilinç bir kez oluşluktan sonra geriye dönü§ olamazdı; ç ü n
kü bu ihsandan yeterince yara rları anıayan bireyler d iğerlerine
göre dezavantajlı durumda olaı -aklanl ı . Benzer §ekilde, küçük
bir avantajı olanlar daha da gt•li§ec:eklerdi . Bir silahianma sa
vaşı olu§arak bu süreci dalıa da ilerletecek, zekayı geliştirecek
ve özbilinci keskinle§tirecekt i. i ı,:sel Göz'ün gözlem yeteneğin i n
daha d a artmasıyla, kaçı nıl maz ol arak gerçek bir benlik du ygu
su, dü§ünen bir benlik, İ çsd Bı�n oluşacaktı.
Sosyal zekanın gelişimi lıi potezinin bir parçası olan bu hi po
tez büyük ilgi ve destek gön l ü . l 986'da Science'ta yaymlanan,
158
primat çalışmaları kon usu ndaki bir İ ncelemel erinde Cheney,
Seyfarth ve Barbara Smuls zekanı n sosyal bağlarnlardaki öne
mini, teknoloj i n i n gerekleri n i karşılamadaki önemiyle karşılaş
tırmalı olarak vurguladılar. Hobin Dunbar da çeşitli priınat tür
lerinde farklı beyin korlı"ksi - beynin 11 eliişiinen 11 kısm ı - m i k
Larlarını inceled i . R iiyiik gru pl arda yaşayan ve dolayısıyla daha
karmaşık sosyal satranç o y u n l a rı yl a karşı karşıya kalan türler
de beyin korteksinin daha fazl a olduğu n u buldu. Dunb ar'ın
ulaştığı sonuca göre, 11 Bu, sos yal zeka hi poleziyle uyumluyd u . 11
H ayvan dav ra n ı ş ı ıı ı anlayışı mızcia yaşanan - hayvanların zi
hinlerinin olmadı ğ ı n a dair davran ış��ı dogmayı yok ede n - dev
rimele i ki kanıt d i z i s i etki l i o l d u . B ı ıııl ardan biri, özbil i nci - ya
n i , kend i n i tanı ımı giislergt'lcri n i - saplanı ayı amaçlayan bir
dizi öncü deneyd i . İ k i n c i s iy s1 � pri rnaı l a rı n doğal yaşama alan
,
1 59
fark etmesi d ur u m u n d a , olasılıkla ken d i vücudundaki lekeye
dokunacaktı . Calhıp deneyi ilk olarak bir şempanzede gerçek
leştirdi ve hayvan yansı manın kendisine ait olduğun u biliyor
muş gibi davrandı ; alnındaki kırmızı lekeye doku n d u . Cal
lup'ın deney hakkı nda 1 9 70'te Science'ta yayınladığı m akale,
hayvan zihni kon usundaki anlayışı mızda bir dönüm noktası
oluşturdu ve psikologlar, kend i n i tanı m a duygusunun ne kadar
yaygın olduğun u merak etmeye başladılar.
Yan ı t : Pek de yaygın değil. Orangutanlar testi başarıyla
geçmişler ama goı·iller şaşırtıcı şekilde b aşarısız olm u şlardı . Ki
m i gözlemciler daha az formel durumlarda gorilleri n , ken d i
i m gelerin i tanıyormuş gibi ayna kull an d ığım gördükl erini iddia
ediyor v e b u n u n , b u hayvanlarda bir benlik d uygusu olduğun u
gösterdiği n i düşünüyorlar. Bir tarafta kendini tan ı m an ı n v e di
ğer tarafta d a b u özelliğin yokluğunun yer aldığı zihinsel bir
eşik, kendini tanıyan tarafı n İnsanlan v e büyük İ nsansımay
m u nları , diğer tarafın da geri kalan prim atları ve diğer hayvan
ları içermesi duru m u nda anlamlı olacaktır. A m a kimi primato
loglar, pek çok may m u n t ii rii ndeki karm aşık sosyal yaşam göz
lemlerine dayanar a k , l ı ı ı ı ı ı ı n çok aynıncı lıir lıiil ü m l e m e oldu
ğunu düşün üyorlar. Y akın zamanlarda, Inı ayrı m cılığı sın amak
için bir test ol w;tunıl d ı ı : "Takt iksl"l kaıı d ı r ı ı ı a test i . "
" Bi r bireyin kend i norıııal rqwrt ı ı varı ııdaıı 'd iiriist bir eyle
m i ' , tanıdık bir b i reyin l ıill' yaııl ı� y i i ı ı l l' ı ı d i ri l ın es ine yol açacak
şekild e farklı bir bağl a nı da kıı llaıııııa ydisi " olarak tanımlad ı k
ları bu teri m i , İ skoçya'daki St . A ıı d rews Ü niversitesi'nden
Andrew Whiten ve Richard B y rı w y a raı tıl a r. Diğer bir deyişle,
bir hayvan diğer bir hayvana l ı ilı-rı·k yalan söyler. Bilerek karı
dırmak için hayvan, h an·kc ·tlı- r i ı ı i ıı l ı aşka bir bireye nasıl görü
neceğine dair bir d uyguya sa lıip ol malıdır. Böylesi bir yetenek
d e kendini bilmeyi gerekt i r i r. Eğer karıciırma gerçekten oluyor
sa, ancak çok ender olarak yapıl.alıilir: İ nanılırlığınızı konı rn ak
istiyorsanız, 11 Kurt! 1 1 diye lı ağı ran çocuk örn eğinde göriildiiğü
gibi, böyle bir şeyi pek sık yapamazsınız.
B y rn e ve Whiten kaııd ı rıııayla, Afrika' n ı n güneyindeki ! >ra-
1 60
kensberg Dağları'nda gözlemekte oldukları bir babun gru b u n
da kandırma olarak yorumlanabilecek pek çok örnek görd ük
ten sonra ilgilen m eye ba§ladılar. Sözgelimi, genç bir erkek
olan Paul bir gün , bir köklü y u m ruyu topraktan çıkarınakla
me§gul olan genç di§i M el'e yakla§IDı§tı . Etrafına bakıp çevre
de ba§ka babun olmadığını gören Paul , tehlikedeymi§ gibi,
keskin bir çığlık altı . Paul 'ün, Mel'in üstünde bir konu m a sa
hip olan annesi çocuğu nu koruyan tüm anneler gibi davrand ı :
Hemen yanlarına g e l ip, sal d ı r r;a n old uğu n u dü§ündüğü M el ' i
kovdu. Paul de gayet rahat l ı i r ���kilde, Mel'den geride kalmı§
dan yumru kökü yem eye kı�l ad ı . Paı ı l acaba §öyle m i dü§ün
m ܧtÜ: " Hı m m , e ğe r l ıağır ı rsa ı ı ı , aıı rwııı Mel'in bana saldırdı
ğın ı sanır. Beni korumaya ko�ar vı� l ı ı ı s ı ı l ı ı yumru kök d e bana
kalır . " Eğer durum ger ç e kıen l ıiiylı·ysı·, l ı ı ı , taktik�el kandırma
örneğidir.
Byrne ve Whiten b u n u n doğrıı ol a l ı i lı·<"l'ği n i d ii� i i n e rek göz
lemlerini diğer pri m atologlarla ıarı ı� ı ı l a r . l 'a ı ı l ' ii n kiine benzer,
ama yalnızca söylenceye day and ı k l a rı V I ' dolayısı yla, lı ilimsel
olmadıkları için b il i m literatürü sayfalarına gireııwıııi� pı�k çok
öykü anlatıld ı . Byrne ve Whiten 1 9B;) v1� 1 1 >B 1 fda, y iiziin üs
tünde meslekta§ını içeren anke t l e r yaparak ıakı iks1·l kandı rma
olduğu söylenebilecek olayları sorıı�ı ı ın l ıılm V I ' iiı,: yiizii a�kın
öyküye ula§tılar. Olaylar yalnızca insansı ı ı ı a y ı ı ı ı ı ı ı l a rl a kısı ı l ı
değild i ; diğer m ay m unlar için d e l ıenzı-r giizl l ' ıııln vard ı . A m a
i§in ilginç yönü, galago ve makiler gil ı i , ıııay ı ı ı ıı ı ı l;ır V I ' insansı
maymunlar dı§ımla kalan prim atiarda l ıı ı l iir ka ı ı d ı rı ı ı a ö rn ek
leri hiç görül memi�ti.
l'an d ı rrııa kanıtı arama kon usunda pri ıı ı a ı ologl ar l ı ir sorun
l a kar§ı kar�ıyalar: Eylem gerçekten, l ı i r l wnlik ı lı ıygıısuna da
yalı bireysel l ıi r akıl r;ütme örneği m i d i r"? Ya ı l a yal ı ı ı zea , ben
lik duygusu gn1·kıirmeyen bir öğrı� ı ı ı ı w ı ı i ı ı smı ı ıeu m u d ur?
Sözgeli m i l 'a ı ı l , biiyle bir durumda bağırarak M d i n yumru kö
'
162
la şaşkınlığa düşüyorlar. Bir akrabaları öldüğünde h uzursuzlu
ğa düşen ya da ne yapacağını bilemeyen bireylere ya da hatta
ailelere dair pek çok öykü var. Sözgelimi, küçük bir bebek öl
düğünde annesi cesedini atmadan önce, birkaç gün kucağında
taşıyor. Anne, bizim acı olarak bildiğimiz şeye çok hayret et
miş gibi görün üyor. Ama bunu nasıl bileceğiz? Belki bundan
da önemlisi, çocuğunu yi tirmiş anneye diğer bireylerin bizim
sempati adını vereceğimiz bir yaklaşım göstermemeleridir. An
nenin çektiği neyse, tek başına çı�kiyor. Şempanzelerin diğerle
rine duydukları empatinin kısı ll ılığı, lıirey olarak kendilerine
de uzanıyor: Şempanzel(�rin k<�ndi iiliiın l iil üklerinin, ölümün
onları beklediğinin farkında ol dııkları ı ı a dair bir kanıt buluna
madı. Ama bir kez daha; l ı ı ı n ı ı ı ı t �rcdı·ıı h ilı·crğiz?
Atalarımızın kendini taı ı ı ı ı ı a dııygıısıı lıakkında neler söyle
yebiliriz? insanlarla şeın panzdcrin mlak lıir alaya sahip olduk
ları zamandan b u yana, yaklaşık 7 ı ı ı ily o n yıl gı·çli. Dolayısıyla,
şempanzelerin değişmediklerini vı� �t·ıııpaı ızı·lı�re lıaklığımızda
bu ortak atayı gördüğümüzü varsay rıı;ık ı wk i l ı l iyallı lıir yakla
şım olmayacaktır. Şempanzeler insan soyııı ıdan ayrıldıkların
dan bu yana çeşitli evrimler geçinııi� ol ı ı ı a l ı l a r . t\ ıı ı a I n ı ortak
atanın, sosyal açıdan karmaşık bir ya�;ıııı siin�ıı l ıiiyiik lıeyinli
insansımaymunun, şempanze d iiwyiııdı� lıir lıiliııç gdݧIirmiş
olduğunu savunmak akla yatkın olacaklır.
insanlarla Afrikalı insansımayın u ııları ı ı orlak al aları n ı n mo
dern bir şempanzeyle eşdeğer bir kı � nd i ıı i l a ı ı ı ı ı ı a diizı�yine sa
hip olduğunu varsayalım. A ustralopitlıı·cn.� l i.ı ıl n i n i n biyoloji
sinden ve sosyal örgütlenmelerinden iiğn·ı ıdiği ı ı ı i z kadarıyla,
bunlar temelde iki ayaklı insansımayıı ı ı ı ıılan l ı : l l ı ı l ii ılerde sos
yal yapı, modern babunlarda gördiiğiiııı iizdc·ıı dalıa yoğun ol
mayacaktı. Dol ayısıyla, insan ailesinin ilk lw!-i ıııilyoıı yılı içinde
kendini tan ı m a diizeylerinin gelişmesi i\iıı i ı ı a ı ı d ırıcı bir neden
yoktu.
Homo cinsinin orlaya çıkmasıyla lıirliklt� l ıeyin büyüklüğü
ve yapısında, sosyal örgütlenmede ve l ws l ı · ı ı ı ı ı e şeklinde görii-
1 63
len önemli değişi mler büyük olasılıkla, bilinç düzeyinde de b i r
değişi m i n başladığına işaret ediyord u . Avcı-toplayıcı yaşam
tarzın ı n başlaması hiç kuşkusuz, atal arımızın ustalaşmak zorun
da kaldıkları sosyal satrancın karmaşıkl ığını d a artırdı . B u oyu
nun becerikli oyuncuları - daha akut bir zihinsel modele, daha
keskin bir bilince sahi p olanlar - sosyal açıdan ve üreme açı
sından daha başarılı oldular. B u , bilinci daha da y ü ksek dü
zeylere ulaştıracak olan doğal seçi m i n özüd ür. Aşamalı olarak
oluşan bilinç bizi yeni bir tür hayvan yaptı . Doğru ya d a yanlış
olduğu varsayılan şeylere dayalı kendilerine göre d avranış
standartları getiren bir hayvana dönüştürd ü .
Bunların büyük böl ü m ü elbette, spekülasyondan ibaret.
Son 2 . 5 milyon yıl içinde atalarım ızın bilinç d üzeyine n e oldu
ğunu n asıl bilebiliriz? Bilincin bugünkü d üzeye geldiği anı na
sıl saptayabiliriz? Antropologların karşısındaki bu sorular belki
de asla yan ı tlanamayacak. Ben diğer bir i nsanı n benimle aynı
düzeyde bilince sahip old uğunu kanıtlamakla güçlük çekiyor
sam ve insan d ışındaki hayvanların bilinç d üzeyin i saptamakla
biyologların çoğu dııraksıyorlarsa, çok uzun süre önce ölm üş
yaratıklardaki düşünsel bilinç i§aretl (�ri ni nasıl saptayabiliriz?
Bilinç arkeolojik kalı ıı ı ılarda dil kadar l ıil(� gi i r ii n m ii yo r. Sanat
sal ifade gibi ki mi insan davraııı§ları kc ·si ı ı l i kle, lıem d i l i , hem
de bilinçli bir farkın d a l ı ğ ı yaıısıl ıyor. Ta� alet iire ı i m i gibi bazı
ları da, dil hakkında ipuçları vc·r«'l ıiliyor , ama bilinç için aynı
şey geçerli değil . Am a bilinç kokıısıı l a§ıyan hir i nsan etki nliği ,
tarihöncesi kayıtları nda ki mi za rııaıı iz l ı ı rakabiliyor: Ölülerin
bilerek gömülmesi.
Öl ü n ü n dini törenle
orıadaıı kaldırıl ması hiç kuşkusuz bir
ölüm bilincine ve dolayısıyla, l ıc·nlik bilincine işaret ediyor.
Tüm toplu mlarda ölüm hir �c·kildc�. topl u m u n mitoloji ve dini
nin bir parçası olarak yer kazan ı r. M odern çağlarda bun u nla
ilgili, cesedin uzun süre yoğıııı hakınıdan geçirilmesinden, bel
ki bir yıl ya da daha fazla hir siire sonra bir özel yerden başka
birine taşı n masından, bedc�rı(� asgari d üzeyde özen gösteril m e
sine dek, pek çok yöntem vard ı r . D i n i tören her zaman olm asa
164
bile kimi zaman gömmeyi de içerebiliyor. Eski toplumlardaki
gömm e ayinleri, töreni n zaman içinde donup " kalmasını ve da
ha sonra, arkeologların karşısına çıkmasını sağlayabiliyor.
İ nsan ı n tarihöncesinde kasıtlı göm m e işlemlerine dair ilk
kanı t , yaklaşık 1 00 . 000 yıl önce göm ül en bir N eanderthal'dir.
En belirgin göm m e işlemleri nden biri ise biraz daha sonra,
yaklaşık 60.000 yıl önce, kuzey Irak'taki Zagros Dağları'nda
gerçekleşmiş. Yetişkin bir erkek mağara girişin e gömülmüş; fo
silleşmiş iskeletİn e trafındaki t o p ra kta b ul unan pole nlere bakı
lırsa, bedeni şifa veren çiçeklerden ol u şan b.ir yatağa yatırıl
mış. Kimi antropologlar bunun l ıi r şamarı olabileceğin i düşü
nüyorlar. 1 00 .000 y ı l dan daha iinı:ı�sirıde, düşünsel bilince
işaret edebilecek bir Liirı�ne dair kanıt görü l m üyor. 6. Bö�
lüm' d e belirtildiği gibi, sanat da yok t ı ı r. B u liir kanıtların ol
maması el bette, bilincin ol rııaı lığı ı ı ı kan ı t l a ı ıııyor. Ama b u du
rumdan bilince dair bir işaret ıli' ı; ı karılaıııaz. A m a bence, ar
kaik sapiens i n sanlarının yakın atası g ı ·ı; 1/omo l'rt'clııs ' u n , şem
panzelerdekinden önemli o ra n da yii ksı·k l ı i r l ıi l i nç düzeyine
sahip olmaması çok şaşırtıcı olac ak t ı r. Sosyal karnı aşıklıkl arı,
büyük beyin boyu tları ve olası d i l l wı:ı·rilni, l ııı l ıi l i ncin işarel
leridir.
Daha önce de belirttiği m gibi N eaııılntlıallc r vı· l ı d ki d iğer
arkaik sapiens'ler ölü m ü n farkın d a ydılar vı· dolayısı yla lıiç kuş
kusuz, gelişmiş bir düşünsel b i l i n ce sal ı i pı i ln. A ıııa l ııı l ı i l i nç,
gün ü müzdeki kadar parlak mıydı? Olasıl ıkla, hayır. Ta m a m en
modern bir dille tamamen modern b i r l ıi l i ı w i ı ı ortaya çı kışı h iç
kuşkusuz birbirleriyle bağlan tılıydı ve 1 ı i ri ı i rini ı ı i 1 wslı�ınişler
di. M odern insanlar, bizim gibi korııı]l ı ı k l a rı vı· l wı ı l i ğ i bizim
gibi yaşa dı k l a n anda m odern old u l a r. ;�:) .000 yıl öneesinden
itibaren A v r ı ı pa vı� Asya sanatında ve Cı sı l 'alı·ol i ı i k'te göm me
ye eşlik eden ayrı nt ıl ı ayİnlerde bunun kaı ı ı t l a n ı ı ı görüyoruz.
1 65
Tüm insan toplulukları n ı n , en tem el öykü olan bir başlangıç
efsanesi vardı r. Bu başlangıç efsaneleri düşü nsel bilinç kayna
ğından, her şeye açı klama arayan içsel sesten fışkırır. D üşün
sel bili ncin insan zihninele tüm parlaklığıyla yan maya başladığı
andan itibaren m i toloji ve d i n , insan tarihinin bir parçası hali
n e gel d i . Şu bilim çağında bile, belki d e hala aynı d u ru m ge
çerl i . M i ı ol ojideki yaygın temalardan biri de, insan dışındaki
hayvaniara -ve hatta, dağ ya da fırtına gibi nesne ve güçlere
insani güdü ve duyguların atfedi lmesidir. Bu i nsaniaştırma eği
limi hiç kuşkusuz, bilincin geliştiği bağlamdan doğal olarak
kaynaklanır. Bilinç, başkalarının davranışların ı , kişinin kendi
d uygularına göre örneklendirip anlamasını sağlayan sosyal bir
araçtır. Aynı güdüleri d ünyanın insan dışındaki, ama önem ta
şıyan yönlerine aifetmek basit ve doğal bir açıkl amadır.
Avcı-toplayıcıların hayalta kalmasında hayvanlar ve b i t kiler
kadar, çevreyi besleyen doğal unsurlar d a önemlidir. Tüm bu
unsurları n karmw�ık bir etkileşi mi olarak yaşa m , sosyal bağ gi
bi, kasıtlı eylemlerin etkile§i mi olarak görü l ü r. Dolayısıyla,
hayvanların ve fiziksel p;iiı;lerin d ü n yad a besin arayan insanla
rın m i tolojisinde iirw m l i h i r rol oynarnaları çok doğaldır. Aynı
d u ru m geç mi§te de p;iirii l ı ı ı i·ı � ol mal ı .
O n yıl önce Fransa'daki siisl ı · r ı ı ı ı i� ııı ağa ral a ra y a p t ı ğım ge
zide akl ı m a sürekli lıu d ii�ii rıı·ı· gı·l d i . O r ı i i m d ı·ki, ki mileri yal
nızca çizikti rilmiş ve kim ile ri dı· ayrı r ı ı ılarıyla tasarlanmış olan
i mgeler zihnimi etkil iyord u , a ıııa a r ı l a ı ı ı l a rı l) ı çözem iyord u m .
Ö zellikle d e yarı insan/yarı l ıayvaıı figii rl e r hayal gücü m ü zor
luyo r ve yenilgiye uğral ı yord ı ı . l·:ski i ıısanların başlangıç efsa
nelerine ait unsurların kar�ısırıda h ı ı l ıı nduğuma emindi m , a m a
b u efsaneyi görme olanağım yok ı ı ı . Y akı n tari hten, Afrika'daki
San halkına göre antilop ı ı ı ı
ı;ok say ı ı l a tinsel güce sahip oldu
ğunu biliyoruz. Ama Buzul <,:ağı /\vnıpal ılarının tinsel ya�amla
rında al ve bizonun rolü lıakkı ııı la ancak spekülasyon yapabili
riz. Güçlü olduklarını biliyoruz, ama ne açıdan güçlü oldukl arı
na dair hiçbir fikrim i z yok.
Le Tııe d ' Audouber ı ' d .. ki lıizon figürlerinin karşıs ı n da d u-
1 66
rurke n , İlısan zihinlerinin binlerce y ı l ötesinden birbirine bağ
landıkları nı hissetti m : Bu figürlerin yaratıcıların ı n zihinleriyle
benim zih n i m ; yani gözlemcinin zihni. Ve yal nızca zaman de
ğil, farklı kül türlerin d e bizi ayırması yüzünden sanatçıların
dünyası n a ula§amamanın yılgınlığını hissetti m . Homo sapiens 'in
paradokslarından biri de budur: Avcı-toplayıcılar olarak, ya
§am tarafından çağlar boyu §ekillendirilen bir zihnin birliğin i
ve çe§İtliliği n i ya§ıyoruz. Benlik bilincine sahip o l m a m ı z ve ya
§am mucizesi kar§ısında hayranlı k duymamızl a birliği n i ; yarat
tığı mız ve bizi yaratan - dille, gel enekle ve dinlerle ifade edi
l en - farklı kültürlerimizle de ��e§İIIiliğini ya§ıyoruz. Evri mi n
böylesin e olağan üstü lıir ii rü n ü kar§ısında CO§ku d uymalıyız. ·
1 67
B i B LiYO G RAFYA VE EK METiNLER
ÖN SÖZ
1 . BÖLÜ M : i LK iNSANLAR
1 69
2. BÖLÜM: KALABALIK BiR AiLE
170
Brain (New York: American M useum of Natural History, 1 983).
Spoor, Fred ve diğ . , " lmplications of Early I lominid Labyrinthine
Morphology for Evolution of H uman Bipedal Locomotion, "
Nature 369 (1 994) : 645-648.
Stanley, Stecen M . , " An Ecological Theory for the Origin of Hom o , "
Paleobiology 1 8 ( 1 992): 237-2 5 7 .
Walker, Alan ve Richard E. Leakey, The Nariokotome Homo Erectus
(Cambridge: l l a rvard U niversiıy Press, 1 993).
Skeleton
Wood, Bernard, " Origin and Evoluıion of the Genus H omo , " Nature
355 ( 1 992): 783-790.
171
Shipman, Pat, " Scavenging or H u nting İn Early H ominids? "
American Anthropologist 88 (1 986) : 2 7-43 .
Zihlman, Adrienne, " Women as Shapers of the H uman Adııptation, "
Woman the Gatherer, yay. haz . Frances Dahlberg (New H aven :
Yale U n iversity Press, 1 9 8 1 ) .
1 72
Archaelogy 1 5 (1 987): 4 1 3-430.
Davidson, lain ve William Noble, " The Archeology of Depiction and
Language , " Current Anthropology 30 ( 1 989) : 1 2 5-1 56 .
Halverson, John, " Art for Art's Sake i n the Paleolithic , " Current
Anthropology 28 ( 1 987): 63-89.
Lewin, Roger, " Paleolithic Paint Job," Discover, Temmuz 1 993, ss.
64-70.
Lewis-Williams, J. David ve Thomas A. Dowson, "The Signs of All
Times, " Current Anthropology 29 ( ı 988) : 202-245.
Lindly, John M. ve Geoffrey A. Clark, " Symbolism and Modern
H uman Origins , " Current Antlıropology :3 1 ( l 99 ı ) : 233-262.
Lorblanchet, M ichel, " Spitting I m a ges , " Arclwology, Kasım/Aralık
ss. 2 7-3 1 .
1 99 1 ,
Scarre, Chris, " Painting by Hesoııa nct�, " N a ı ı ı re :3:�8 ( 1 989) : 382.
White, Randall, " Visual Think�ng i ıı ılw lee Age , " Scientific
A merican, Temmuz I 989, ss. 9 2-1)1) .
1 73
Pinker, Steven, The Language lnstinct (New York: William M orrow,
ı 994) .
Pinker, Steven ve Paul Bloo m , " Natural Language and Natural
Selectio n , " Behavioral and Brain Sciences 1 3 (1 990) : 7 0 7-784.
White, Randall, " Thoughts on Social Relationships and Language i n
Hom i n id Evolution , " Journal of Social and Personal Relationships
2 (1 985) 95-l l 5.
Wills, Christopher, The Runaway Brain (New York: Basic Books,
ı 993).
Wynn , Thomas ve William C. McGrew, " An Ape's View of the
Oldowan, " Man 24 (ı 989): 383-398.
1 74
.. BiLiM iN U STALARi n D i z i s i H a kkı n d a :
1 75