Download as doc, pdf, or txt
Download as doc, pdf, or txt
You are on page 1of 10

HATIRALAR

Bu notlar Seyfettin ALKAN ağabeyin 1999 Ümraniye’deki Kaside-i Bürde


derslerinden alınmıştır.

LEMYECÜZ

Seyfettin Alkan Abi 1967-70 yıllarında İstanbul’da bir camide vaaz ediyor. O
caminin imamı da sarıklı cübbeli birisi. Bir gün vaazdan sonra imam odasına giderken
hanımlar sıraya girmişler imamın elini öpüyorlar. Seyfeddin abi imamın kulağına eğilmiş
ve şöyle demiş. Ma üstaz hazel hal. Lemyecüz Lemmayecüz Mayecüzü Layecüzü
Lenyecüze.....................
Hazretimiz bu şekilde olan imam ve kişilere ; “Dam küreği gibi ellerini uzatırlar
onlarda şapur şupur öperler” diye teşbih ederdi. Hazretimiz hanımlara elini hiç
öptürmemiştir, öptürdüğü vaki değildir.
İmam-ı Rabbani Hz. bu gibi insanlara; “Ey kendine sofi diyen kişi sen daha
Müslüman olamadın” buyuruyor. Üstazımız KS. İse bu gibilere VAV’sız evliya
buyuruyor. (Evliyanın vavını kaldırdığın zaman “elya” olur ki kuyruk manasınadır.

HEZMEN LİNEFSİHİ

Seyfettin ağabi 1961’de Çatalca’da Lütfü ağabi ile ders okutuyor. Cami kursun
yanında olduğu için kimin gelip gittiği haliyle biliniyor. Camiye çok pis, süfli, elbiseleri
baştan aşağı yırtık birisi geliyormuş. Adam beş vakit namazını camide kılıyor. Üzeri çok
pis koktuğundan yanına kimse yaklaşamıyor. Niçin bu haldesin diyenlere; hezmen
linefsihi diyormuş. Bu adam köyde birisinin ahırında kalıyormuş. Ve o ahırda ölüp
gitmiş. Seyfi abi bir gün o adamla konuşmuş. Öğrenmiş ki adam Medreset-ül Kuzat
mezunu. Emekli hakim. Çokta iyi geliri var. Ona sorular sormuş Kavaidi (mecelle) yi
baştan sona okumuş.
İşte bu adamın hezmen linefsihi için yaptığı bu hareket şeriata aykırıdır. Tasavvuf
demek içi ve dışı tertemiz, pırıl pırıl demektir.

KAFA GÖZÜ

Hz. Üstazımız: Evladım! Bak kafa güzü, kafa burnu ,kafa kulağı, kafa ağzı deliktir.
Eğer okunan bu şeriat ilimlerini kafaya öğretirseniz kafa kalbur gibi deliktir. O ilimler
akar gider, tutmaz. Ama rabıtayı şerife ve zikri kalbi ile kalbinize okutursanız kalp delik
değildir. Orada durur. Ne koyarsan kalır.

MİSAFİRHANE’DEKİ MİSAFİR

Hazretimiz KS Misafirhanede ders okuturken birisi gelmiş ve Hazretimiz’in tam


karşısına oturmuş ve dersi dinlemeye başlamış. Hazretimiz ona perdeleri açmış olacak ki
adam adeta dünyayı unutmuş, kendinden geçmiş. Renkten renge girmeye başlamış. Öyle
bir hale gelmiş ki Hazretimiz’e sarılmak için yerinden ok gibi fırlayacak olmuş.
Hazretimiz onu eliyle firenlemiş. Adam yere öyle bir çakılmış ki Seyfeddin ağabi onu
duvara çivilendi sanmış.

TEVHİD HATMİ VE ESRARI

Hz. Üstazımız KS tevhid hatmini iki şekilde okuttururdu: 1 Lisan ile 2 Kalb(letaif) ile
Aşıka bir annemiz vardı. O’ rüyada ölen kocasını cehennemde ateşte yanar olduğunu
gördü. Hazretimiz’e geldi ve durumu anlattı. Hazretimiz ona Kelime-i Tevhid hatmi
yapmasını buyurdu. O’ da hatim etmiş fakat bu seferde kocasını, simsiyah bir şekilde
kenara itilmiş olduğunu görmüş. Tekrar üstazımıza gelmiş ve durumu anlattı.
Hazretimiz’de O ‘na Tevhid hatmini enfüsi (kalb ile) yapmasını söyledi. O şekilde
yapmış ve kocasını Cennet’te kurtulmuş bir halde görmüş. Üstazımız’a haber verdiğinde
Hazretimiz Elhamdülillah buyurdular. Hazretimiz; kardeşlerinizden biri vefat ettiğinde
hakkında Tevhid ve Kuran-ı Kerim hatmi yapın buyururlardı.

DÜHYAYA HAMAL OLMAYIN.

Hazretimiz şöyle buyururlardı: Dünyayı sırtınıza hamalın eşyayı,yükü bağladığı gibi


sımsıkı bağlamayın. Dünya ile sarmaş dolaş olursanız köprünün üstünden geçerken hafif
sallansa,veya sendeleseniz altıda derin bir derya uçurum onu sırtınızdan atamazsınız.
Çünkü adamakıllı bağlanmış. Çözecek vakitte bulamazsınız. Yükle beraber o sarsıntıda
ebedi cehenneme tepe takla gidersiniz. Ama öyle yapmayın. Siz dünyayı elinizde taşıyın.
Sendeleme anında elinden bırakıverirsin.

LEŞ KARGALARI

Hazretimizin vaiz bir hemşehrisi vardı. Hoş sohbet bir adamdı. Cemal efendi derlerdi.
İstanbul vaizlerinden. Nasreddin Hoca misali cemaati çok güldürürdü. Bazen vaaz
ederken müezzin gelir; hoca efendi mevlit okunacak biraz kısa keser misin der. O ‘da;
Cemaat cemaat bak benim vaazdan sonra mevlit varmış. Şeker de varmış ha diye espiri
yapardı.
Bazen üstazımız zamanın mevlithanlarına leş kargası derdi. İyi sesim çıksın diye
içipte okuyanlar vardı. Abdestli abdestsiz. Zenginlerden ölen olduğu zaman hemen
üşüşüyorlar. Bir mevlit okuyorlar adamı dosdoğru cennete gönderiyorlar. Onlardan
dünyalık alıyorlar. İşte hazretimiz böylelerine leş kargası derdi. Ölende hakiki mümin
değil. Ne? Leş. Kargalar ne yapar? Leş yerler. Her iki tarafta o tipten.
Çamlıca’da Hz.Üstaz’da okurken bir keresinde beni de götürdüler. Boğazda tanıdıklar
vardı. Bunlar; seni bu gece hatme götüreceğiz dediler. Yahu bırakın! Ben gelmeyeceğim
dedim. İllede götüreceğiz dediler. Neyse gittim. Baktım ev sahibi sarhoş. Cenazenin
acısını duymamak için işmiş. Demek onlar hep öyle. İbret için bir kere gittim ve
manzarayı gördüm.
Birisi vardı sonradan cenaze imamı oldu. Ona; Yahu sen nasıl cenaze yıkıyorsun
dedim. O’ da çalı süpürgesiyle yıkıyorum dedi. Böyle berbat bir şey yapar mı yapar. Daha
sonra o adamı caminin içinde bir kadınla yakaladılar. Gittiğimiz yerde hatim yaptılar.
Çıkarken herkese birer zarf verdiler. İçlerinde 10 ar lira var 1954’de 10 lira çok para.
Birisi hatimde kıvranıyor, karnı ağarıyor. Bırak git diyoruz. O’ da gitmem diyor.
Gidersem para alamayacağım diyor fısıltıyla. Neyse hatim bitti. Zarfları aldılar aşağı
inince zarfları açtılar. Herkeste 10’ar lira var o kıvranan adama 2.5 lira koymuşlar. O’ da
başladı sövmeye. Hem karnım ağarıyor kıvranıyorum birde bana bunu yapsınlar. Üstünü
isteyeceğim diyor. Yanındakiler yapma ayıp olur diyorlar. Ne ayıbı dedi gitti kapıyı çaldı.
Yanlışlık olmuş zarfın içinden 2.5 lira çıktı dedi. Ev sahibi de peki özür dileriz dedi ve
10 lirasını tamamladı. Şimdi bunlar leş kargası değil de ne? İşte bu tipler mevlid
okuyorlar. Sesleri de kıvrak herkes dinliyor.
İşte o Küçük Cemal Efendi onları temsilen anlatırdı derdi ki: Okuyanlar para alır,
dinleyenler şeker alır, okutanlar da hava alır.

KILIÇ KININDAN ÇIKTIĞINDA DAHA ÇOK KESER.

Hazretimiz: Kılıç kılıfından çıktığında daha çok keser. Kılıfından çıkmadan da


keskindir ama o zaman kesmez. Oradan çıktığı zaman keser. Yani üstazların bu alemden
çıkışları kınlarından çıkışları demektir. Önü de arkası da kesiyor : Bizim için değişen bir
şey yok demektir.

DİLSİZ MÜRİD.

1952-53 senelerinde Düzce de kurs açtığımızda orada birisi ile tanıştık. Sonradan
Hasan Arıkan Hocanın ahbabı oldu. Düzce’ye onu bırakmıştık. O dilsiz zanaatkâr bir
çocuktu. Ama namazını kılar, kurslarımızı da anlardı. Kurslara gelip giderdi. Bir gün;
sizin mensup olduğunuz üstazı görmek istiyorum dedi. O’ nu Kısıklıya Misafirhaneye
getirdik. Hz. Üstaz’ın huzuruna beraber çıktık. Öyle nasıl bakıyor!? Üstazımız konuşuyor
O’ da gözleri yaşlı dinliyor.Ü stazımızın huzurunda bir hayli kaldı. Üstazımız ona vazife
tarif etti. O ayrılınca Üstazımız: Her şeyi anlıyor buyurdular.
Not: Bu hatırayı “Vecealnahü semian basıra (S. İnsan / 2) ayetine mana verirken
anlatmıştır.

VEDA KONUŞMASI

Hazretimizin Topçulardaki son veda konuşması dua esnasında orada bulunanlar


hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı. Hazretimiz ağlaya ağlaya dua yapıyorlar. Safın içerisinde
birisi sıçrıyor yere düşüyor. Sıçrıyor yere düşüyor. Arabanın pistonu gibi yukarı fırlıyo
oturuyo, fırlıyo oturuyo. Kendi kendim dedim ki; Şimdi biz hepimiz ruhumuzu teslim
ettik. Yani ruh cesetten çıktı diyorum ben. Öyle bir halde seyrediyoruz. Biraz daha, bir
dakika daha o hal devam etseydi hakikaten ruhumuzu teslim etmiştik. Hazretimiz birden
bire durdu. Öyle bir firen yaptı ki gözlerimizin yaşı, hıçkırık birden kesiliverdi. Yani
anında dünyaya geliverdik. Çok süratli giden bir arabanın aniden firen yapması gibi.

ÜSTAZIMIZIN NEFSİ EMMAREYİ TEŞBİHİ

Hz. Üstazımız: Evladım nefsi emmare ile ruhu, bunu size temsili olarak anlatmak
icab ederse: Fotoğrafçının fotoğrafı gibidir derdi. Fotoğrafçılar evvela insanın arabını
(negatifini)çekerler.(eskiden öyle idi.) İnsan resminin bir arabı var mı yavrum? Var.
Fotoğrafçı bunu yıkıyor, yani banyo yapıyor. Sallıyor sallıyor biraz önce simsiyah olan
şey bembeyaz olmuş. İnsanın nefsi emmaresi siyah fotoğraf. Beyazı ise ruh. Eğer ehli
zikir ise beyaz, nefsin esareti altında ise siyahtır. Onu ehlüllah, viliyyullah görür. Ama
Hz. Allah (cc) insanı beyaz fotoğrafı ile gösteriyor. Halbuki onun arakasında siyahı da
var.

TALEBE UYKUSUNU ALMALIDIR.

Üstazımız talebelerinin 7 saatten az uyumamalarını, uykularını tam almalarını


emrederdi. Onun için onlara ihvana tarif ettiği derslerden daha azını verirdi. Çünkü talebe
sabahtan akşama kadar ders okuyacak zihnini yoracak. Talebeleri asker gibi gece
teheccüde kaldırmamamız lazım. Hazretimiz talebeyi vaktinde yatırır vaktinde kaldırırdı.
1957 yıllarında Ankara’da bir amca vardı. Ben kurstayım talebelere ders okutuyoruz.
Onu bir iki akşam misafir ettik. Bir sabah bana; Seyfi talebeler işe yaramaz dedi. Ne
oldu? Hayırdır amca dedim. Bunların hiç biri teheccüd namazına kalmıyor dedi. Sen ne
yapıyorsun amca dedim? Sen namaza kalktın diye herkesin namaza kalkması mı icap
eder? Sen kalk! Talebeye ne karışıyorsun? Bir daha kursun, hocanın, talebenin işine
karışma dedim. Sen kalkacaksan kimseyi rahatsız etmeyeceksin, kimse kalktığını
görmeyecek. Hazretimizin talimatı var. Bizim işimiz var, ders okuyacağız. Talabe
uykusunu alması lazım dedim.

TESİR İÇİN

Üstazımız şöyle anlatırlardı: Dedelerimizden alim bir zata cemaatin biri sormuş.
Efendim hiç köle azad etmekten bahs etmiyorsunuz. O’ da gitmiş bir köle alıp azad etmiş.
Ondan sonra anlatmaya başlamış. Demiş ki: Ben hiç köle azad etmediğim için azadın
sevabını anlattığım zaman daha müessir olması için köle alıp azad ettim

LA MEVCUDE İLLALLAH

Muhyiddin Arabi, Hz. “La mevcude illallah” demiş. Ankara diyanette Vahdeti
Vucutculuk ile alakalı bir toplantı var. Üstazımız ile beraber oradayız. Orada Ankara
müftüsü ve heyeti müşavereden Asım Köksal var. (1998 de vefat etti.) O zaman tarih
yazardı. Sık sık görüşürdük. Hazretimize çok hürmeti vardı. Vahdeti vucutculuk ile sordu,
Muhyiddin Arabi’nin görüşlerini sordu. Hazretimiz bu mesele ile alakalı şöyle buyurdu:
O murakabesinde tecelliyata mazhar olmuş, nurunda öyle bir tecelliyat vaki olmuş
ki nereye baksa Allah (cc) nurundan başka bir şey göremez olmuş. Yani her taraf nur. Bu
halde iken “lamevcude illallah” diyor. O anda söylediği doğrudur. Yani şurada bana vaki
olan tecelliyatla Allah’ın nurundan başka mevcut yok demektir. Bu cümle o anki
tecelliyata göre doğru. Ama o hal zail olunca, kendine gelince ve eşyaya bakınca eşya
mevcut. O sözü şimdi söylese yanlış. Çünkü hakayıkı eşya hem hariçte hem de zihinde
mevcuttur. Bu şekilde o sözü söylemek yanlıştır. Şirk olur. Nassa ve şeriata muhalif olur.

O’ NU ANLATAMAM.

Bana Üstazımızı anlat deseniz anlatamam. Zaten batınını anlatmak mevzu bahis
değil. Zahirini anlat diyorlar. Anlatalım anlatalım da nasıl? Tarif et deseniz ben tarif
edemem. Çünkü onlar her an ayrı bir tecelliyattalar. Hayalini, vechi şerflerini, vucudu
şeriflerini anlatmak mümkün değil.

BAK SIKARIM HA

Biz hazreti üstazda tefsir dersi okurken Kayseri2li süleyman diye biri vardı. O hemen
uyurdu. Hazretimiz Müsafihane’de koltuğunda oturuyor oda tam karşısında oturuyor.
Hazretimiz ona bazen latife ederek “adaş” derdi. Yüksek sesle “ Süleyman bey sıkarım
ha” buyururdu. O güler biraz sonra yine uyurdu. Hazretimiz yine sıkarım ha buyururdu.
( Yani limonu alır gözüne sıkarım, bir daha uykun gelmez) Hazretiimiz latife yapar o da
tebessüm eder, dinler di.
Dersteki ve harpteki uyku gaflet ve şeytandan değildir . Ancak namazda ki uyku
şeytandandır.

ALLAH cc. MÜNEVVİRDİR.

Hazretimiz Nur süresindeki “Allahü nurussemavati........) Ayetini şöyle tefsir ederdi:


Nur bimana Münevvir. Efendiler, Allahü münevirüssemavati vel arz demektir . Allah
münevvirdir.

KURAN-I KERİMİ KAFİRLERDE OKUR.

Kuran-ı Kerim’i kafirler de okur. Ama ondan hiçbir şey anlamazlar. Nitekim
Avrupa’da tanıdığımız profesör bir ahbabımız vardı. 15-20 sene evvel Ağabeyimizle
Avrupa Konseyinde tanışıyorlardı. Buraya davet ettik geldi. Türkiye ve Arabistan’da
kalmış. Arapça’yı gayet güzel biliyor. Nice sureleri de ezbere biliyor. Türkçe de biliyor.
Katolik kafir. Bizleri biliyor takdir ediyor. Ayrıca Almanya Köln’de Şarkiyat profesörü.
Yani çeşitli dinler üzerinde araştırma yapıyor. Onunla meşgul olduk. Ağabeyimizle
mülakatından sonra onu aldım otele götürdüm. Giderken ona dedim ki; size bir şey
sorabilirmiyim? Tabi sor dedi. Kaç taleben var dedim. 25-30 talebem var dedi. Bunlar
inançları itibariyle nasıl gençler dedim. O’ da aralarında müslüman yok dedi. Ama çeşitli
din ve milletlerden olanlar var dedi. Yani onlara İslam Hıristiyanlık vb hakkında bilgi
veriyor. Peki dedim bir daha soracağım. Buyrun dedi. Siz dedim Kuran-ı Kerim’i gayet
güzel okuyorsunuz. Hakkında geniş bilgiye sahipsiniz. Sureleri ezbere okuyorsunuz. Siz
yıllardır profesörsünüz, nice talebeleriniz oldu. Onlara Kurandan bahs ederken
diyorsunuz ki. Müslümanların kitabı 1400 sene evvel nazil oldu. Bugüne kadar h,ç bir
ayeti değişmemiş, hiçbir süreye benzer bir süre yazılamamış. Bir noktası dahi
değişmemiş. Yine yeryüzünde Kuran-ı Kerim’i ezbere bilen , okuyan milyonlarca kişi var
diyorsunuz. Talebeler araştırma yapıp efendim Kuran-ı Kerim hakkında bizde araştırma
yaptık. Hiç değişiklik yok. Çok şayanı dikkattir milyonlarcası ezbere biliyorlar. İncil’e
bakıyoruz dört çeşit incil var. Hıristiyanlardan bir mensubumuz, papazlarımızdan dahi
bunu ezbere bilenimiz yok deyip ben Müslüman oluyorum diyen hiç çıkmadı mı dedim.
Yani ey koca gavur sen neden Müslüman olmuyorsun demedim de. Talebelerinden birisi
çıkıp sana böyle demedi mi dedim. Adam şöyle durdu; hiç vaki olmadı dedi. Gavur
anladı ama hiçbir şey diyemedi
GAVURUN DOMUZU

Bizim Ali Erol ağabi (Allah selamet versin) hayatta, seyahatlerde onunla çok
beraberliğimiz var. O vaaz ederken “İnanmaz kafir, gavurun domuzu, seni gavurun
domuzu derdi, kürsüden öyle hitap ederdi.
1957’de Ramazan-ı Şerif için Trabzon’da idi. Hazretimiz onu her Ramazan bir yere
gönderir di. Kürsüye çıktımı o şehir mutlaka ikiye ayrılırdı. Ali hocayı tutanlar
tutmayanlar. 1955-56’da İzmir’de. 56 ‘da Balıkesir Zağanos Paşa camiinde vaaz etmişti.
Saat 10’a kadar kadınlara 12’den öğleye kadarda erkeklere vaaz ederdi. O zaman
gazetelere manşet olmuştu. Birisi kapının oradan itiraz edecek olmuş Ali Hocaya. O’ da
gavurun domuzu diye bağırıyo. Halk bu muterize bir hucum ediyor ayakkabısını
alamadan sokağa... Halkta onu yakalamak için koşuyor. O zaman gazetelerde manşet: Ali
Hocaya itiraz eden kişi Balıkesir’ de linç edilmek isteniyordu diye.

ALİ HOCA BÖYLE ÇEKER.

Ben Ankara’da idim Hazretimiz emir verdi. Ali Hoca ile beraber Karadeniz seyahati
yapınız diye. Ali Hoca ile beraber çıktık yola vaaz ede ede gidiyoruz. Çorum, Amasya
oradan Trabzon’a geçtik. Bir cumaya rastlattık. Ben hutbe okudum Ali abide vaaz etti.
Dedi kodu yapmışlar, şöyle ki: O’ nun hocalığına bakmayın. O gece çekiyor, içiyor. Bu
Ali abinin kulağına gitti. Cami ezana yakın dolmuş. Ali bey kürsüde cevap veriyor. Bak!
Haber aldığıma göre burada gavurun domuzları dedi kodu yapıyormuş. Ali hoca çekiyor
diye. Bak doğru söylüyorlar. Ali hoca çekiyor. (Cebinden tespihini çıkardı) Sübhanellah.
Sübhanellah..............diye. Anladın mı gavur, nasıl çektiğimi anladın mı?Ali Beyin dedi.
Ben O’ na bunu ara sıra anlatıyorum da bana hiç unutmuyor musun? Olduğu gibi
anlatıyorsun diyor.

Ben Hazretimizle 1952’de müşerref oldum. Ondan evvel Düzce’de Hafız Hasan
Efendide hafızlık yapıyordum. 1951-52 ‘de İstanbul Fatih’te hafızlık cemiyeti tertip
ediliyor. Hocamı da davet ediyorlar. Sesi gayet güzel. Namazları hatimle kıldırırdı.
Hafızlık cemiyeti o zaman ilk defa tertip ediliyor. Hocası Dülger zade ayağı kesik İsmail
Efendi idi. Onda aşere-takrip okumuş. O’nun davetlisi olarak katıldı. Orada Ömer
Nasuhi Bilmen hocayı, eski medrese mezunlarını ve Hz. Üstadımızı da davet etmişler.
İşte orada Hazretimiz’i bilen, tanıyan biri hocamı Üstadımızla tanıştırıyor. O zat hocama
diyor ki: o çok .abuk talebe okutuyor. Bir iki ayda kürsüye çıkarıyor. Keramet sahibi bir
zat. Elini öp, seni tanıştırayım. Oda tamam diyor. Tanışıyorlar. Hazretimiz memnun
oldum buyuruyorlar. Sohbet ediyorlar. Hazretimiz bizim hocaya diyorlar ki: hafızlık
yapan kaç taleben var? Yüze yakın diyor.( O zaman Türkiye’de 3-4 yerde hafızlık
yapılıyor, kuran kursu var. Of’ da Dursun hoca, Düzce’de ve İstanbul’da) Düzce’ye
dönünce bana o talebelerden iki tane seçeceksin ve göndereceksin. Kısıklı camiine
gelirler beni sorarlar, bulurlar buyuruyor. Adres veriyor. Hocamız dönüp geliyor tabi
bizim haberimiz yok.
Kimi göndereyim diye düşünüyor . O zaman çocuklar yaramaz. Sopayla zor
zaptediyor. En küçükleri de benim. En büyükte Salih Güngören. Askerliğini yapmış. O
kursta asayişi sağlardı. Hocamız mahcup olmamak ,için talebeler içinde araştırma
yapıyor.
İşte Allah’ın takdiri beni çağırdı. Dedi ki: orada çok mübarek bir zatla tanıştım
benden iki talebe istedi. Ben seni göndermek istiyorum. Annen baban ne der dedi. Ben
de okumak istiyorum, tamam dedim. Biz böyle konuşurken salih içeri girdi. Hocam; bu
var ama bu kart horozun biri dedi. O ‘da hayrola hocam dedi. Hocamızda ona durumu
anlattı. O ‘da ben zaten o zatı duydum. Buradan mezun olunca yanına gideceğim dedi. O
‘da hayırlı olsun, ikiniz zaten ayrılmışsınız dedi. İşte Hazretimizi öyle bulduk, bulduk
değil de Hazretimiz bizi bulmuş oldu.
Mezun olduktan sonra İstanbul’a gelmek için biletlerimizi de alıverdi. Ama o günden
beri dünyam hiç bir şeyi görmüyor. Sanki başka bir dünyadayım. İçime öyle bir aşk
düştü, bir an önce gitsem o zatı görsem. İçime öyle geliyor ki insan üstü bir zat. Neyse
Üsküdar’a indik. Oradan tramvayla kısıklıya geldik. Ama heyecan had safhada. İkimizin
de başında kasket var, ayağımızda lastik. Kısıklı camiinde sorduk. İşte orası dediler. Tam
kapıya geldik hazırlık yaparken kapı açıldı. Mübarek kendisi çıkıverdi. Ayın on dördü
gibi bütün güzelliği ile. Başında beresi var. Ben hemen kasketi geri doğru çevirdim.
Eline sarıldım. O‘da elini cömertçe verdi. Bizimle meşgul oldu ve içeri girin isminizi,
adresinizi yazın ben sizi çağıracağım buyurdu. Ramazan yaklaşıyor. Siz Düzce’ye gidin
boş durmayın hocanız başlatsın buyurdu. Bizde Düzce’ye gittik. Ramazan bitti tekrar
geldik. Adapazarı Hasırcılar camii imamı Of’lu, asker, hafız Mehmet Eren. Üstazımız
onunla anlaşmış. O imama kayıt olacağız. Yani onda kayıtlı görüneceğiz. Hazretimiz
Ahbap hoca efendiyi (Mehmet Aksoy Alaiyeli.) yolda gelip giderken okutmuş. O, ben,
Salih üç dört kişi daha derse başladık. Aradan birkaç hafta daha geçti, Adapazarı’nda
okuyan başka talebeler de duymuşlar. Bize geldiler bizde okuyacağız dediler. Çok zekiler.
Onlar iki- üç yıl Mollacami okumuşlar. Biri o başörtüsü meselesi olan kızın, Kavakçının
babası Yusuf Ziya Kavakçı. Kendisi gürcü. Zeki, imam hatip ve Arapça okuyor.
Bizbaşlayalı iki ay oldu ama Kafiyeyi bitirdik. Bu ziya Kavakçı Mollacami ile gelmiş.
Bir gün hocamızla oturuyoruz . Onlara nereden başlamak istiyorsunuz pehlivanlar dedi.
O’ da Mollacami okuyalım dedi. Bizim hocanın (Ahbab Hoca Efendi) elinde kitap yok.
Başla bakalım pehlivan. Elkelimetü lafzun....... mana veremiyorlar. Hocamız izah ediyor.
O, Z. Kavakçı efendim burada (Kavlühü...) {Kenar kayıt] yazıyor dedi. Oku bakalım
pehlivan dedi. Okuyamıyor. Ahbab Hoc aEfendi ezbere orayı da okudu. Onlar şaşırdılar
ve tam teslimiz dediler. O kış devam ettiler. Biz ayrıldık O imam hatibi, islam
enstitüsünü bitirmiş. Zaman zaman görüşüyorduk. Hırka-i Şerif Camii imamı olmuştu.
Bizde okuyanlardan birisiydi ama bizle alakası yoktu. “

CENNETTE YAZ – KIŞ VARMI?

Bizim arkadaşlardan Ersin vardı. Çok soru sorardı. Hususi dersler verirken oda
bulunurdu. Ben soramazdım hiçbir şey sorduğumu hatırlamıyorum. Yani derste. Efendim
burayı anlayamadım, şurası nedir? Falan diye hiçbir şey sormadım. O sorardı. Hazret
bazen ona latife eder, tebessüm ederdi.
Hazretimiz bize bazı ayetleri tefsir buyuruyordu. Hemen atıldı.
Efendim cennette yaz- kış var mı.? Mübarek tebessümle ona döndü. Ve “La şemse ve la
zemherira(Süre-i İnsan) Şems: Yaz Zemherira:Kış buyurdular. Ve nereden bu hatırına
geldi buyurdu tebessüm ederek.
ALLAH’IN NURU TECELLİ EDİNCE...

Bir gün Hazretimiz ve üç beş arkadaş Eminönü’nden vapura bindik Üsküdar’a


geliyoruz. Hazretimizin etrafında en arka tarafa oturduk. Bende talebe bileti var. O
zaman bizim pasolararımız vardı. Ben biletleri parmaklarımın arasına aldım. Çünkü
orada kadın erkek bize bakıyorlar. Vapur hareket etmek üzere Üstazımız mübarek veçhi
salona doğru bakmakta En arkada öne doğru oturuyor. Bizde yanındayız bir şeyler
söylüyor, bizde hürmetle dinliyoruz. Benim talebe biletimi herkes görüyor. Bunlar liseye
gidiyor manasına. Bu zata ne kadar hürmet ediyorlar diye karşımda oturanlar başladılar
fiskosa. Böyle devam ederken vapur hareket etti. Ama vapurun içindekilerin dikkati de
gittikçe ziyadeleşti . Allah Allah , ne mübarek zat , bakılamıyor yüzüne, talebeler nasılda
hürmet ediyor gibisinden. Benimde bir kulağım Hazrette bir kulağım onlarda, ne
diyorlar? Derken iş öteki koltuğa sıçradı. Oradan kalkıyorlar bakıp bakıp oturuyorlar.
Mübarek sanki farkında değilmiş gibi onların bu hareketini bize fark ettirmiyor. Ben
heyecanlandım . Ve vapur Üsküdar’a yanaştı. Mübarek bazen pardösesini şöyle yapı
verirdi(Yakalarını kaldırıp yüzünü kapatırdı.) Hazret arka kapıdan çıkı verdi. Ben de
arkadan çıktım. Bizim sözcümüz Ersin o hemen geride kaldı. Millet O’nun etrafını
sardı. Hazretimiz yan taraftan kaybolunca Ersin hemen izahat vermeye başladı. Efendim
siz hiç duymadınız mı: Medrese-i Kuzat mezunu, İstanbul dersiamlarından, Muhtelif
camilerde vaaz ediyor. Süleyman hilmi Hazretleri diyor. Onlarda hiç görmemiştik
diyorlar. Ersin arkadan bize yetişti. Hazretimiz kalabalığın arkasından hemen taksi
buyurdu. Oradan Kısıklı’ya geleceğiz. Hazretimizle biz ön tarafa onlar arkaya bindiler.
Parasını kendi veriyor. Beş lira, kişi başı bir lira. Bindik. Hazretimiz ne oldu? Ne
söylüyorlar buyurdu. Efendim ben anlattım, izahat verdim dedi. Hazretimiz’de : Evet
Allah’ın nuru tecelli edince öyle olur buyurdular.
Hazretimiz her gün geçiyor ama demek ki her gün kendini göstermiyor. Orada
asilerin bile perdelerinin kalktığını gördüm
Bir vapur seferinde Hazretimiz birinci mevkide oturuyor. Bir genç geldi. Etraf
kalabalık... Bilet kontrol memurları var. Hazretimizin yüzüne baktı baktı baktı. Allah
diyerek kafasını direğe vurmaya başladı. Allah diyor direğe öyle bir vuruyor ki... Kontrol
memurları ne oluyor diye koştular. Ne yaptığını anlamıyorlar. Ona bakmaktan hazreti
göremiyorlar. Kimdi? neyin nesiydi? Bizim için hala meçhul. Vapuru batıracaktı.
Demirleri direkleri kıracak. Kafasına bir şey olmuyor. Hazreti üstazın cemaline bakıp
kendinden geçip,kafasını vuruyordu. Hazretimiz hemen süratle oradan, kalabalığın
arasından üst kata arka tarafa geçti. Nasıl olduğunu halkta oradaki kontrol memurlarıda
anlayamadılar. O’da sakinleşti. Kimdi nereye gitti bilmiyorum.
Allah’ü teala size böyle bir devlet nasip etti. Bunun kıymetini biliniz, hep beraber
bilelim.

HAZRETİMİZİN İRTİHALLERİ

Bu alemden öbür aleme irtihallerine yakın Topçular’a beraber gidip geliyorduk.


İrtihallerine bir iki ay kala ders vermek için... Dürer ve Usulu Fıkıh okutmak üzere bizzat
kendisi ve ben beraber Kısıklı’dan kalkıyorduk. Ben Konyalı’nın Kursundan iniyorum.
Kısıklı meydanından tobüsle Üsküdar’a, oradan vapurla Sirkeci’ye, oradan tramvayla
Bayezıt’a veya Edirnekapı’ya yine oradan bir vasıtayla Topçular Kursuna gidiyorduk.
Yüz küsür talebe var. Mübarek akşama kadar orada ders okutur, ikindiden sonra beraber
dönerdik. İki saatten fazla sürerdi yolculluk. Git gel dört saat. Otobüste tramvayda
ayakta giderdik. Şimdi onlar gözümün önüne geliyorda, özel arabalara bindiğimde çok
mahcuop oluyorum. Ama mübarek “İlerde sizi uçaklarda taşıyacaklar, davet edecekler
ama vakit bulup gidemeyeceksiniz yavrum” buyururlardı. Hepsine işaret ederdi. O
sıkıntıları ben hiç unutmam, unutmama imkan da yok. Hatta birinde dayanamadım
bizimle ilgilenen tüccarlardan Hacı Refik Burungöz (cam tüccarı) araba almıştı. Adem
diyede bir şöförü vardı. Hazretimiz her gün Kısıklı’dan Edirnekapı’ya gidiyor. Senin
şoförün Eminönü’ne gelse oradan Topçular’a götürse Akşam dönüşte topçular’dan
Eminönü’ne getirse dedim . İyi hatırlattın, aferim evladım dedi. Hemen derhal. Ben
dayanamdımda söyledim. Şimdi birde Hazretimiz niye öyle dedin derse diyede
korkuyorum. Adam gönderdi şöförünü. O Hazretimiz’i karşıladı ve buyrun Efendim Bey
arabasını gönderdi dedi. Hazretimiz : zahmet etmişsiniz evladım, teşekkür ederim
buyurdu. Başka hiç bir şey söylemedi. O gün gittik. Ertesi gün yine geldi. Üçüncü gün
geç kaldı. Olmadı, maalesf devam edemediler. Şimdi bunlar hep bizim acı hanemiz. Hiç
biriniz o sıkıntıları görmemişsinizdir.
Otobüse bineriz, şoför bağırıyor;sıkışın. Otobüste bilet satılır,arkadan binilip önden
inilirdi. Biletçi sıkışın biraz daha diye bağırıyor. Ayaktayız.
Bir gün Hz. Üstazla Bayezıt’tan bindik. 37 numaralı Yıldız-Tarabya otobüsü.. Aynı
numara şimdide çalışıyor. O otobüs Rami’den geçiyor. Mübarek ayakta sıkışık, eliyle
tutunuyor. Ama benim içim parçalanıyor. Yarım saat mi sürecek,nekadar sürecek? Otobüs
daha haareket etmedi. İki kişilik oturağın, tam Hazretimizin tutunduğt yerde o zamanlar
bizim emsal bir genç oturuyor. Yavaşca onun kulağına eğildim. Bak dedim yaşlı bir zât
var. Yerini verirmisin? Şöyle bir baktı hemen fırladı. Buyrun efendim dedi. Yok evladım
niye zahmet ettin, sen rahatsız olma otur dedi. Aman efendim buyrun dedi. Rahatsız olma
çocuğum otur dedi. Aman efendim ben oturamam dedi. Hazretimiz; teşekür ederim
yavrum. Aferin yavrum buyurdu,oturdu. Oturduktan sonra asla son nefesime kadar
unutamayacağım “ yavrum seni rahatsız ettim, gel şu dizime otur” buyurdular. Bu
söylediğim irtihallerine bir iki ay kala.
Topçular’a en son Çarşamba günü geldi. O zaman bana irtihallerine bir iki hafta kala
emir vermişlerdi. Hatmi Kuran okuyacaksınız. Fatiha ile başlayıp Fatiha ile bitirin.
Dünya kelamı konuşmayın. Kuran hatmi esrarından biride dünya kelemı konuşulmadan
yapılmasıdır. Tevhid hatmi yaparsınız. Onu da iki çeşit yaparsınız: Bir telaffuz ederek,
her yüzde “Lailahe illellah Muhammedürrasülüllah” bir de dil olmadan letaif ile.
Kalp,ruh,sır ,hafi ve ahfa yaparsınız. Enfüsi ve afaki olarak bunların duasını Çarşamba
akşamı gelip kendisi yapardı. Son duasında Sultan Abdülhamit Han Hz.’nin, Eyup Sultan,
Hz.’nin, Üstazının, Ali Osmaniyyenin, Hz. Fatih’in ismini zikr ederek onların ruhlarına
hediyye eylediler. Biz diyoruz bu isimleri neden sayıyor. Sanki onların hepsi oradalar,
ben öyle zannettim. Göremiyorum ama hepsi oradalar. Sadece kafa gözüyle göremiyoruz.
Hiç şüphe yok . Çünkü öyle bir vaziyyet oldu ki, Hazretimiz dua edip onların ruhlarına
gönderirken hepimiz ağlıyoruz. Hüngür hüngür... İçimizden birisi Allah diyor, yerden
tavana doğru zıplıyor, düşüyor. Ok gibi... Ben gidiyoruz dedim. Dünya ile alakayı kestik.
Ama nerdeyiz. Onu şimdi benim tarif etmeme imkan yok. Nasıl tarif edelim?
Ruhlarımızın cesetkerden ayrıldığını fark ettim. Yani hepimiz başka bir dünyaya gittik.
Derken Hazretimiz birden duruverdi. Durunca herkesin sesi. Heyecanı kesiliverdi.
Aynen 100 Km ile giden arabanın ani firenle durması gibi. O tecelliyat, o cezbe birden
zail oluverdi. Yani tekrar dünyaya geliverdik.

* * * * * * * * * ** * * * * * * * * * *
Hazreti Üstazımız’ın 16 Eylül 1959 Çarşamba günü akşam yedi
civarında darı bakaya irtihal ettiğini....
Ertesi günün (13 Rebiulevvel) Mirac kandili olduğunu...
Bakanlar kurulu ve Menderes’ten Fatih Camii haznesinde Hz.
Fatih’in yanına defni için izin alındığını....
* * * * * * * * * ** * * * * * * * * * *
Daha sonra o zamanın iç işleri bakanı Namık Gedik’in buna izin
vermeyip “Karacaahmet’te polisin açtığı çukura gömülecek” dediğini...
Hazretimiz omuzlar üzerinde Kısıklı’dan Üsküdar’a doğru
götürülürken Altunizade’de polis barikatiyle karşılaşıldığını ....
Cenazede bulunan o zamanın meclis reis vekili İbrahim
Kirazoğlu’nun ısrarına rağmen Namık Gedik’in barikatı
kaldırmadığını....
Bunun üzerine Ağabeyimizin “ısrar etme Hazretimiz burayı istiyor”
dediğini..
Hazretimizin hali hayatında Kadıköy’den tramvayla gelirken
Karacaahmet için “burası garipler yeridir, burası mübarek yerdir”
diyerek buna işaret ettiğini..
* * * * * * * * * ** * * * * * * * * * *
Hazretimizin cenazesini Ağabeyimizin riyasetinde Çırpanlı hoca
efendi, Lütfü Davran abi ve Mecidiyeköy merkez camii imamı Of’lu
Mustafa Efendi’nin yıkadığını...
Namazının Altunizade camiinde kılındığını
Namazını yine Of’lu Mustafa Efendi’nin kıldırdığını..
Validemiz ve ablamızın namazları’da Altunizade camiinde kılındığın
* * * * * * * * * ** * * * * * * * * * *
Namık Gedik’in 7 ay sonra Ankara harp okulunda tevkıf edildiğini...
Namık Gedik’in Üstazımız’ı kurban bayramının arefe günü Kütahya
hapishanesine götürdüğünü..
Yine bir Arafe günü Harp okulu talebeleri tarafından pencereden
balıklama atıldığını....
Bunun gazetelerde intihar etti şeklinde yazıldığını....
Çöpçülerin dağılan et ve kemiklerini çöp küreği ve çalı
süpürgeleriyle topladığını...
Bilinmeyen bir çukura atıldığını..
Demokrat partililerin 16 Eylülde idam edildiklerini...

Biliyormuydunuz

You might also like