Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 330

w w w . c i z g i l i f o r u m .

c o m

e n g i n e l
BİLGİ YAYINLARI: 291
JOHN STEINBECK BÜTÜN ESERLERİ

Birinci Basım
Mart 1984

IIİI.Gİ YAYINEVİ
M . i i n i l l y o l Cnd. 4 6 / A
lal| I I 81 22 — 31 16 65
johlr - Ankara

IIIIIJIIII ( ad. 1 9 / 2
I..U . ^ :•;< ".y 01
' nfllu l»l»nbul
JOHN STEINBECK
Bütün Eserleri

Mutsuzluğumuzun
Kışı

Türkçesi: F. Çiğdem Öztep .

BÎLGÎ YAYINEVİ
kapak: fahri karagözoğîu

Astımlar Basımevi — Ankara


Telf.. 31 87 53
BİRİNCİ KISIM

BİRİNCİ BÖLÜM

Nisan ayının güzei, altın renkli sabahının ışık­


larıyla u y a n a n M a r y Havvley, k o c a s ı n d a n y a n a d ö n ­
d ü ğ ü n d e onun kendisine nanik y a p t ı ğ ı n ı g ö r d ü ,
«Çok komiksin,» dedi. «Ethan, sende k o m i k l i k
dehası var.»
«Sahi mi Bayan fındık faresi, benimle evlenir
misin?»
«Uyandın mı?»
«Yıl günle başlar, gün de sabahla.»
«Sanırım u y a n m ı ş s ı n . B u g ü n ü n kutsal C u m a
o l d u ğ u n u u n u t m a d ı n değil mi?» dedi M a r y .
Eth,an ilahî bir sesle c e v a p verdi :
«Pis Romalılar, İsa'yı ç a r m ı h a gerecekleri yere
gitmeye hazırlanıyorlar!»
«Lütfen kutsal konularla alay etme. Senin pat­
ron M a r u l l o d ü k k â n ı saat on ıbirde k a p a t m a n a izin
verecek mi?»
«Sevgili t a v u ğ u m , M a r u l l o Katoliktir. O yüzden
b ü t ü n gün o r t a l ı k t a g ö r ü n m e y e c e k t i r . Öğle üzeri
idamın infazı bitene k a d a r d ü k k â n ı kaparım.»
«Amerika'ya ilk gelen din a d a m l a r ı gibi k o n u ­
ş u y o r s u n , hoş değil.»
«Saçma. Onlar ana t a r a f ı m d a n . Bu t a m a t a l a ­
rım gibi, k o r s a n k o n u ş m a s ı . Bir idamdı o biliyor­
sun.» dedi Ethan.
«Baba t a r a f ı n k o r s a n değildi. Sen kendin söyle­
miştin balina avcısıydılar diye. H a t t a , M e c l i s t e n a l ı n ­
mış izin kâğıtları ıbile var demiştin.»
«Ateş ettikleri gemiler onları korsan s a n ı y o r d u
a m a . O Romalı yöneticilerin uşakları da idam ge­
reklidir sanıyorlardı.»

5
«Çok ciddîleştin birden, komikken daha çok se­
v i y o r u m seni.» M a r y sevgiyle kocasına b a k t ı .
«Ben k o m i ğ i m bunu h e r k e s bilir.»
«Kafamı hep karıştırırsın. G u r u r l a n m a k için
herşeyin var; ailende hem ö n c ü din a d a m l a r ı hem
de balina avcıları var.»
«Sahi mi?» diye alaycı bir ifadeyle s o r d u Et-
han.
«Ne demek istiyorsun?»
«Benim büyük a t a l a r ı m , bir z a m a n l a r sahibi o l ­
dukları bu k a s a b a d a , Aîiahın cezası bir b a k k a l d a
t e z g â h t a r l ı k y a p a n t o r u n l a r ı o l d u ğ u n u bilseler, g u ­
rurlanırlar mıydı dersin?»
«Sen t e z g â h t a r değilsin ki, y ö n e t i c i gibisin.
Defterleri t u t u y o r , parayı idare ediyor, malları ıs­
marlıyorsun.»
«Kuşkusuz. Aynı z a m a n d a yerleri siliyorum,
ç ö p ü d ö k ü y o r u m , M a r u l l o ' n u n karşısında e l pençe
divan d u r u y o r u m ve eğer (bir kedi olsaydım M a r u l ­
lo'nun farelerini de yakalardım.»
M a r y kocasına sarılarak, «Haydi biraz neşe­
len» dedi. «Ve lütfen kutsal C u m a ' d a kötü sözler
söyleme, seni seviyorum.»
«Tamam» dedi Ethan az s o n r a , «Hep böyle
söylerler zaten.»
«Çocuklar h a k k ı n d a konuşacaktım.»
«Tutuklandılar mı?»
«İşte yine başladın. Belki, kendileri anlatsalar
d a h a iyi.»
«Peki sen neden anlatmıyorsun?»
M a r y konuyu d e ğ i ş t i r d i :
«Margie Young-Hunt Ibugün yine geleceğimi
okuyacak.»
«Kitap o k u r gibi mi? Kim bu M a r g i e Young-Hunt,
nedir necidir bu kadın. Bütün o âşıklar falan filan.»
«Eğer kıskanç o l s a y d ı m , yani demek istiyorum
ki, eğer bir erkek güzel bir kızı f a r k e t m e m i ş gibi
yaparsa...»
«Ha şu mesele. Kız mı? Onun iki kocası v a r m ı ş
yahu.»
«İkincisi ölmüş.»

6
«Kahvaltımı i s t i y o r u m . M a r g i e ' n i n söylediklerine
inanıyor musun?»
«Margie iskambil k â ğ ı t l a r ı n d a ağabeyimi gör­
d ü . Candan ve y a k ı n birisi dedi.»
«Eğer kahvaltım hazır o l m a z s a c a n d a n ve y a ­
kın birisinin a r k a s ı n a bir ç i m d i k atacağım.»
«Gidiyorum. Y u m u r t a ister misin?»
«İsterim. Neden bu g ü n e kutsal C u m a d i y o r l a r ?
Neresi kutsal?»
«Ah sen,» dedi M a r y , «Daima şakacısın.»

Ethan Ailen Hawley c a m ı n yanındaki masaya


o t u r d u ğ u n d a kahve yapılmış, t o s t l a r v e y u m u r t a t a ­
bağa k o n m u ş t u .
«Kendimi iyi hissediyorum.» dedi. «Neden bu
g ü n e kutsal Cuma diyorlar?»
«Bahar,» diye seslendi M a r y m u t f a k t a n .
«Bahar Cuma'sı mı?»
«Hayır baharın etkisi. Ç o c u k l a r kalktı mı?»
«Galiba. Tembel küçük haylazlar. Onları t u t u p
pataklamalı.»
«Bazen ç o k kötü k o n u ş u y o r s u n . Eve üçe oniki
kala gelebilecek misin?»
«Hayır.»
«Neden hayır?»
«Kadın müşterilerimden birkaçını içeri alırım
belki. Belki biri de M a r g i e olur.»
«Ethan böyle k o n u ş m a m a l ı s ı n . M a r g i e iyi bir
a r k a d a ş , istersen sırtındaki g ö m l e ğ i ç ı k a r ı r verir
sana.»
«Sahi mi? Peki gömlekleri nereden buluyor?»
«Yine din a d a m l a r ı gibi k o n u ş m a y a başladın.»
dedi M a r y .
«İstediğine iddiaya girerim ki o n u n l a benim
a r a m d a a k r a b a l ı k var. M a r g i e k o r s a n kanı t a ş ı -
yor ; »
«Yine s a ç m a l a m a y a b a ş l a d ı n . İşte liste.» M a r y
listeyi kocasının cebine k o y d u .
«Çok gibi g ö r ü n ü y o r a m a Paskalya haftası bu.
U n u t m a iki düzine y u m u r t a . Haydi geç kalıyorsun.»

7
«Biliyorum. Marullo için iki kat kayıp olacak.
Neden iki düzine.»
«Boyanacak da o n d a n . Ailen ve M a r y Ellen
özellikle istediler. A r t ı k gitsen iyi olur.»
«Peki b ö c e ğ i m g i d i y o r u m , f a k a t önce y u k a r ı ç ı ­
kıp ç o c u k l a r ı bir dövsem diyorum.»
«Onları ş ı m a r t ı y o r s u n Ethan.»
« o v a d a ey devlet kuşu.» dedi Ethan ve kapıyı
a r k a s ı n d a n k a p a t a r a k yeşil ışıklı altın sabahın içine
daldı.
Arkasını dönerek .büyükbabasının, balbasının
ve şimdi kendisinin o l a n , ön kapısının üzerinde ay­
dınlık bir penceresi b u l u n a n , ç a t ı s ı n d a k i pervazı
 d e m figürleriyle süslü eski güzel eve b a k t ı . Ev ley­
laklarla dolu bir bahçenin içindeydi. Karaağaç so­
kağındaki a ğ a ç l a r ı n birbirine karışmış üst k ı s ı m ­
larında yeni s ü r g ü n y a p r a k l a r ı sapsarıydı. Güneş
ışınları b a n k a binasını henüz aşmış, g ü m ü ş rengi
gaz kulesini a y d ı n l a t ı y o r d u . Eski Limandan tuz ve
y o s u n kokuları y ü k s e l m e k t e y d i .
Sabahın erken saatlerinde Karaağaç s o k a ğ ı n d a ­
ki tek canlı y a r a t ı k bankacı Bay Baker'ın kırmızı
tüylü seter köpeği Red Baker'dı. Ağır ve v a k u r bir
tavırla ağaçları kokluyor ve sanki s o k a k t a n g e ç e n ­
lerin bir listesini ç ı k a r t ı y o r d u .
«Günaydın bayım, a d ı m Ethan Ailen Havvley si­
zinle çişinizi y a p a r k e n tanışmıştık.» Red Baker dur­
du ve tüylü k u y r u ğ u n u y a v a ş ç a sallayarak bu se­
lama karşılık verdi. «Evime ^bakıyordum. Eskiler ev
y a p m a y ı iyi biliyorlarmış doğrusu.» dedi Ethan. Red
başını havaya kaldırdı vs a r k a ayağıyla karnını k a ­
şımaya koyuldu. «Neden bilmesinler ki? P a r a l a n
varmış. Yedi denizin balina ve ispermeçet yağı o n -
larınmış. İspermeçetin ne o l d u ğ u n u biliyor musun?»
Red ağlamaklı sesler ç ı k a r d ı .
«Sanırım bilmiyorsun, hafif, nefis gül kokulu bir
yağdır, balinaların k a f a b o ş l u ğ u n d a n çıkarılır. M o b y
Dick'i o k u m a l ı s ı n köpek, tavsiye ederim.»
Köpek su o l u ğ u n u çeviren p a r m a k l ı ğ a ayak­
larını d a y a d ı .
Yoluna d e v a m eden Ethan o m u z u n u n üzerinden

8
w w w . c i z g i l i f o r u m . c o m

e n g i n e l
«Kitabın bir özetini ç ı k a r , o ğ l u m a da ö ğ r e t i r s i n , is­
permeçet s ö z c ü ğ ü n ü söyleyemez bile o ğ l u m . Z a t e n
neyi söyler ki?» dedi.
K a r a a ğ a ç s o k a ğ ı Ethan Allen Hawley'in evinin
iki blok ötesindeki a n a caddeyle kesişiyordu. Birin­
ci blokun biraz a ş a ğ ı s ı n d a k i Elgar'ların evinin b a h ­
çesinde bir g r u p İngiliz serçesi d i d i ş i y o r d u . T o p l a ­
m a k y u t m a k ve k o ş u ş m a k l a öyle meşguldüler ki
Ethan'ın gelişini f a r k e t m e d i l e r bile. Ethan ibu savaşı
seyretmek için d u r d u . «Başka kuşlar k ü ç ü c ü k y u v a ­
l a r ı n d a pekâlâ geçiniyorlar, öyleyse siz neden a n ­
laşamıyorsunuz?» dedi. «Alın size bir yığın y e m .
Yaramaz kuşlar bu güzel sabahın t a d ı n ı niye ç ı ­
karmıyorsunuz? Sizler galiba Aziz Francis'in iyilik
ettiği haydutlarsınız. Oefoîun!» Ethan kuşlara d o ğ r u
koştu, bir y a n d a n da t e k m e l e r s a v u r u y o r d u . Kuş­
lar kanatlarını a ç a r a k havalandılar. Kapı gıcırtısı
gibi seslerle a c ı şikâyetler sıraladılar. Ethan a r k a ­
larından, «Size şunu söyleyeyim» dedi. «Öğle v a k t i
güneş k a r a r a c a k ve bu karanlık d ü n y a y ı ö r t e c e k .
Ödünüz patlayacak.»
Ethan k a l d ı r ı m a geri d ö n d ü ve y o l u n a d e v a m
etti. İkinci b l o k t a k i eski Phillips'lerin evi şimdi p a n ­
siyon o l m u ş t u . B a n k a n ı n veznedarı J o e y M o r p h y ön
k a p ı d a n ç ı k t ı . Bir y a n d a n dişlerini k a r ı ş t ı r ı y o r bir
y a n d a n da yeleğini d ü z e l t i y o r d u . Ethan'ı selamladı.
«Ben de sizinle g ö r ü ş m e k i s t i y o r d u m Bay Haw-
ley.»
«Neden bu g ü n e kutsal C u m a diyorlar?»
«Latinceden gelmedir.» dedi Jeoy. «Goodum
g o o d u s goodilius* i ğ r e n ç a n l a m ı n a gelir.»

Joey t ı p k ı a t a benzerdi ve t ı p k ı at gibi üst d u ­


dağını kaldırır ve büyük d ö r t köşe dişlerini g ö s t e ­
rerek gülerdi. J o s e p h Patrick M o r p h y , J o e M o r p h y ,
koca Joey, «Morphy», N e w B a y t o w n ' m sevilen, ger-

* Kutsal Cuma İngilizce Good Friday olarak söy­


lenir. Hz. İsa'nın çarmıha gerildiği günden sonra ge­
len ilk cuma'dır. Hıristiyanlar bu günü Paskalya ka­
bul etmişlerdir. (Çev.)

9
ç e k t e n popüler bir kişisiydi. Bir poker o y u n c u s u n u n
ciddî ifadesiyle sürekli ş a k a l a r y a p a r herkesi g ü l ­
d ü r ü r d ü , f a k a t d a h a ö n c e duymuş y a d a d u y m a m ı ş
olsun kendisine anlatılan her f ı k r a y ı a ğ l a m a k l ı bir
yüzle dinlerdi. Zekiydi. Ve herşeyin herkesin iç y ü ­
zünü bilirdi M a f y a ' d a n M o u n t b a t t e n ' e kadar. Bildik­
lerini hafif y ü k s e k bir ses t o n u y l a ve sanki soru
s o r a r m ı ş gibi a n l a t ı r d ı . Sesinin öyle sevimli bir t o ­
nu vardı ki karşısındaki dinleyici â d e t a a n l a t ı l a n ­
ların bir parçası o l u r , öyle ki daha s o n r a duyduklarını
kendi malıymış gibi çevresine anlatırdı. Joey büyülü
b i r m a y m u n d u s a n k i , k u m a r b a z d ı a m a hiç kimse
o n u n bahse girdiğini g ö r m e m i ş t i . İyi bir m u h a s e b e c i
ve ç o k iyi bir veznedardı. B a n k a n ı n b a ş k a n ı Bay
Baker, Joey'e o kadar güvenirdi ki b a n k a n ı n t ü m
işlerini o n a y ü k l e m i ş t i . M o r p h y herkesi y a k ı n d a n t a ­
nır, buna r a ğ m e n kimseye ilk a d ı y l a hitap etmezdi.
Joey'e göre Ethan Bay Havvley'di. M a r g i e Young-
Hunt ise B a y a n Young-Hunt. M o r p h y ' u n bu kadınla
y a t t ı ğ ı d e d i k o d u s u o l m a s ı n a rağmen. Ailesi y o k t u ,
a k r a b a l a r ı d a . Eski Phillips evinin iki odalı ve b a n ­
y o l u bir b ö l ü m ü n d e yalnız y a ş ı y o r d u . Yemeklerini
genellikle Foremaster l o k a n t a s ı n d a y e r d i . B a n k a c ı ­
lık geçmişi lekesiz tertemizdi o m a Joey olayları
sanki b a ş k a s ı n ı n başından g e ç m i ş gibi a n l a t ı r d ı .
Yine de herkes o l a y l a r ı n Joey'in b a ş ı n d a n geçtiğini
a n l a r d ı . Ö v ü n m e huyu olmadığı için herkesçe sevi­
lirdi. Tırnaklarını d a i m a temiz t u t a r , iyi giyinir, tıraş
olur, her gün temiz g ö m l e k giyer ve p a b u ç l a r ı n ı par­
latırdı.
i k i erkek K a r a a ğ a ç sokağından anacaddeye
d o ğ r u yürüdüler. «Size b i r ş e y s o r a c a k t ı m . Amiral
Havvley'le bir a k r a b a l ı ğ ı n ı z v a r mı?»
Ethan, «Galiba A m i r a l Halsey demek istediniz.»
diye cevap verdi. «Ailede pek ç o k k a p t a n vardır
a m a bir amiral o l d u ğ u n u hiç duymadım.»
«Büyükbabanızın balina avcısı o l d u ğ u n u işit-
m i ş t i m , bu yüzden amiralle karıştırmış olacağım.»
«Burası gibi k a s a b a l a r ı n pek ç o k efsanesi var­
dır.» dedi Ethan. «Örneğin benim baba t a r a f ı m ı n

10
korsanlık y a p t ı ğ ı n ı v e a n n e tarafımın Mayflower
gemisiyle geldiğini söylerler.»
«Ethan Ailen,» dedi Joey, «Aman T a n r ı m de­
m e k onlarla da akrabalığınız var?»
«Olabilir. Mümkündür.» dedi Ethan. «Ne güzel
bir gün değil mi? Beni n i ç i n arıyordunuz?»
«Ah evet, sanırım d ü k k â n ı üçe oniki kala k a p a ­
tacaksınız. Saat o n b i r b u ç u k sularında b a n a iki s a n d ­
viç y a p a r mısınız? Gelir alırım ve b i r şişe de süt is­
tiyorum.»
«Banka k a p a n m ı y o r mu?»
«Banka k a p a n ı y o r a m a ben k a p a n m ı y o r u m . Kü­
çük Joey orada olacak ve defterlerle boğuşacak.
Herkes çeklerini böyle önemli h a f t a s o n l a r ı n d a boz­
durur.»
«Bunu hiç düşünmemiştim.» diye y a n ı t l a d ı Et­
han.
«Eminim. Paskalyamda, 4 T e m m u z ' d a , B a h a r
b a y r a m ı n d a yani uzun bir hafta s o n u n d a hep böyle
olur. Bir bankayı s o y m a y a niyetlensem tatilden ö n ­
ceki g ü n ü s e ç e r d i m . Bütün p a r a b a n k a d a y a t m a k t a
ve sizi beklemektedir.»
«Sizi hiç s o y d u l a r mı Joey?»
«Hayır a m a bir a r k a d a ş ı m iki kez soyuldu.»
«Bu k o n u d a neler anlattı?»
«'Çok k o r k t u m ' d e d i . Sadece emirlere uymuş.
Yere y a t m ı ş ve paraları almalarını beklemiş. Söyle­
diğine göre, p a r a kendisinden d a h a iyi k o r u n u y o r ­
muş.»
«Dükkânı k a p a t ı n c a sandviçlerinizi g e t i r i r i m .
A r k a kapıyı ç a l a r ı m , nasıl olsun?»
«Zahmet etmeyin Bay Hawley, ben gelip alırım.
Biri jambonlu o l s u n , diğerine peynir mayonez ve
biraz salatalık k o y u n . Bir şişe de süt l ü t f e n , belki
s o n r a da bir kola alırım.»
«Nefis salam var, M a r u l l o cinsi.» dedi Ethan.
«Yoo istemem. Tek kişilik M a f y a ne âlemde?»
«İyidir herhalde.»
«Aslında İngiliz liralarını sevmeseniz bile her-
şeyi y o k t a n v a r e d e n Ibirine h a y r a n o l m a m a k elde
değil. M a r u l l o g e r ç e k t e n zeki biri. Kimse, o n u n ne

11
kadar parası o l d u ğ u n u bilmez. Belki de bunu söy-
lememeliydim. B a n k a c ı l a r ı n ağzı sıkı olmalıdır.»
«Hiç bir şey söylemediniz ki.»
Karaağaç s o k a ğ ı n ı n a n a c a d d e y l e kesiştiği kö­
şeye geldiler. Birdenbire d u r u p , a r t ı k pembe bir t u ğ ­
la ve t a h t a yığını haline gelmiş olan eski Körfez
Oteline baktılar. Buraya yeni bir W o o l w o r t h binası
y a p ı l a c a k t ı . Yıkıntıyı temizleyen sarı boyalı buldozer
ve büyük v i n ç sabahın öu erken saatlerinde birer
yırtıcı kuş gibi t e t i k t e bekliyorlardı.
Joey, «Hep bunu y a p m a y ı istemiştim.» dedi.
«Şu demir Ibalyozu s a v u r m a k ve koca b i r duvarın
yıkıldığını g ö r m e k ne hoş olurdu.»
«Fransa'da yeterince yıkıntı g ö r d ü m ben.» dedi
Ethan.
«Doğru. Adınız rıhtım b o y u n d a k i anıtın üzerinde
yazılı.»
«Arkadaşınızı soyan hırsızları yakalayabildiler
mi?» Ethan bu a r k a d a ş ı n Joey'in kendisi o l d u ğ u n ­
dan emindi. Bunu kim olsa anlardı zaten.
«Tabii. Fare gibi yakalandılar. Soyguncuların
sevimli olmamaları büyük şans. Eğer b e n nasıl b a n ­
ka soyulacağını anlatan bir kitap y a z s a m , polisler
i m k â n ı y o k hırsızı yakalayamazlar.»
Ethan güldü : «Neler yazardınız?»
«Müthiş bir hazinem var bay Hawley. Sürekli
gazete o k u r u m ve ç o k iyi t a n ı d ı ğ ı m bir polis a r k a ­
daşım var. İki dolarlık bir n u t u k ister misiniz?»
«Sadece başlangıç için altı penny verebilirim,
d ü k k â n ı açmalıyım.»
«Bayanlar baylar» d i y e başladı Joey, «Bu sa­
bah Iburada ben y o k o l m a d ı . B a n k a soygun­
cularını nasıl yakalıyorlar? N u m a r a b i r : a d a m sabı­
kalıdır, poliste kaydı vardır. N u m a r a i k i : malın bö­
lüşülmesinde anlaşmazlık çıkar, biri ihbar eder. N u ­
m a r a ü ç : kadınlar. Kadınlar asla yalnız b ı r a k ı l m a ­
malıdır, bu bizi n u m a r a dörde g ö t ü r ü r , ç o k para
harcarlar. Yeni b i r t ü k e t i c i görürsen gözaltına alır
ve o n u yakalarsın.»
Ethan, «Peki sizin öneriniz nedir sayın profe­
sör?» dedi.

12
«Çok basit. Herşeyin aksini y a p m a l ı . Poliste
kaydın varsa asla banka soymayacaksın. Ortak
y o k , tek başına y a p a c a k s ı n ve kimseye h a t t a ken­
dine bile a n l a t m a y a c a k s ı n . Kadınları u n u t a c a k s ı n .
Ve parayı h a r c a m a y a c a k s ı n . K o y a c a k s ı n bir yere
belki senelerce d u r a c a k . Çok s o n r a biraz p a r a n o l ­
masını a ç ı k l a y a b i l e c e k bir (bahane .bulduktan s o n r a
ancak, azar azar parays ç ı k a r m a l ı ve y a t ı r ı m y a p ­
malısın. H a r c a m a k yok.»
«Eğer s o y g u n c u t a n ı n ı r s a ne olacak?»
«Yüzünü k a p a r s a ve hiç k o n u ş m a z s a kim t a ­
nır? Tanıkların ifadelerini hiç o k u d u n u z mu? Saç­
ma sapan şeylerdir.' Poiis a r k a d a ş ı m t a n ı k ifade­
leriyle birşey y a p ı l a m a z diyor. İnsanlar gözlerine
güvenirler a m a hırsız y a k a l a n m a z . Bu kadarı t a m
altı penny tuttu.»
Ethan elini cebine s o k t u : «Size b o r c u m o l ­
sun.»
«Sandviçlere sayarım.» dedi Joey.
İki erkek a n a c a d d e y i geçerek bir ara s o k a ğ a
girdi. Joey s o k a ğ ı n bu t a r a f ı n a b a k a n b a n k a n ı n ar­
ka kapısına g i t t i . Ethan da M a r u l l o ' n u n sebze ve
b a k k a l d ü k k â n ı n ı n a r k a kapısını a ç t ı .
«Jamıbon ve peynir değil mi?» diye seslendi.
«Çavdar ekmeği m a y o n e z ve salatalık »
Dar s o k a k t a n gelen zayıf bir ışık, tozlu demir
p a r m a k l ı k l a r ı n griye d ö n ü ş t ü r d ü ğ ü c a m d a n giriyor
ve d ü k k â n ı a y d ı n l a t ı y o r d u . Ethan bu ışıkta d u r a r a k
t a v a n a kadar sıralanmış r a f l a r d a k a r t o n veya te­
neke kutular içinde bekleyen konserve meyvelere,
sebzelere, balık, et ve peynirlere b a k t ı . Un, k u r u f a ­
sulye, nohut, k a r t o n kutuların k â ğ ı t ve m ü r e k k e p
kokusu, arka kapıda duran çöpten yükselen koku­
larla k a r ı ş ı y o r d u . Ethan bu kadar k o k u içinde fare
k o k u s u duyabilmek için d i k k a t kesildi. Fareye ait
ıbir iz b u l a m a y ı n c a , a r k a s o k a k kapısını a ç t ı ve üstü
kapalı ç ö p kutularını s o k a ğ a t a ş ı d ı . Gri bir kedi ku­
t u l a r ı n içine a t l a m a y a niyetlendi a m a Ethan onu
kovaladı.
Kediye, «Hayır yapmamalısın.» d e d i . «Fareler
kedilerin h a k k ı d ı r . Fakat sen s a d e c e s u c u k kemi-

13
rirsin. Defol.... beni d u y d u n mu? defol!»
Kedi o t u r m u ş pembe patisini y a l ı y o r d u ; f a k a t
ikinci «Defol»da k u y r u ğ u n u havaya dikti ve b a n k a ­
nın a r k a s ı n d a k i p a r m a l ı k l o r d a n a t l a y a r a k k a y b o l d u .
Ethan y ü k s e k sesle, «Bu kelime sihirli olsa ge­
rek.» dedi. D ü k k â n a d ö n d ü , kapıyı a r k a s ı n d a n k a ­
padı.
Bakkalın sallanan k a p ı s ı n d a n tuvaletin kapısı­
n a kadar t ü m o d a y ı tuvaletin s i f o n u n d a n d a m l a y a n
su sesi k a p l a m ı ş t ı , ince t a h t a kapıyı a ç t ı , ışığını
yaktı ve sifonu ç e k t i . S o n r a üzerinde tel kafesi olan
kalın t a h t a kapıyı a ç t ı . B ü y ü k ön c a m l a r ı n güneş­
likleri kapalı o l d u ğ u için d ü k k â n yeşil bir ışıkla do­
luydu. Burada d a t a v a n a uzanan r a f l a r d a düzgün
sıralanmış konserve k u t u l a r ve c a m kavanozlar
v a r d ı . Mide i ç i n bir k ü t ü p h a n e y d i sanki. Bir y a n d a
tezgâh, kasa, kesekağıtları, ipler ve paslanmaz
çelikle e m a y e n i n zaferi o l a n buzdolabı v a r d ı .
Ethan bir düğmeyi ç e v i r i n c e peynir, sosis, pir­
zola, külbastı ve balıklar s o ğ u k mavimsi bir ışıkla
aydınlandılar. D ü k k â n bir katedrale benziyordu ş i m ­
d i . Ethan hayranlıkla d u r d u . Konserve domatesler­
den o r g b o r u l a r ı n a , zeytin ve hardal yığınlarından
m i h r a p l a r a , o v a l s a r d a l y a k u t u l a r ı n d a n yüzlerce me­
zara b a k t ı .
Genizden gelen b o ğ u k bir sesle, «Unimum et
unlmorum.» dedi. «Uni u n i m o u s e q u o d u n i b u g in
o m h e m unim domine-amüün.»
Ve karısının sesini d u y a r gibi o l d u .
«Bu ç o k s a ç m a ve b a ş k a l a r ı n ı n duygularını in­
citebilir, başkalarını üzerek yaşayamazsın.»
B a k k a l d ü k k â n ı n d a bir t e z g â h t a r d ı o.... M a -
rullo'nun bakkal d ü k k â n ı n d a . . . . Karısı ve iki se­
vimli ç o c u ğ u v a r d ı . Ne z a m a n yalnızdı ki? Ne za­
m a n yalnız olabilirdi? Gündüz müşteriler, a k ş a m
karısı ve ç o c u k l a r ı , g e c e karısı, g ü n d ü z müşteriler,
akşam «Banyo'da» d e d i y ü k s e k sesle, «İşte o
zaman» m u s l u ğ u açmadGn ö n c e k i o loş m i s kokulu
yavaş v e güzel a n . . . . İçinden karısına s e s l e n d i :
«Kimin d u y g u l a r ı n ı i n c i t i y o r m u ş u m ben?» «Burada
kimse y o k , d u y g u l a r d a y o k . Sadece ben v e benim

14
u n i m u m u n i m o r u m ' u m ver. Şu ön kapıyı a ç ı n c a y a
kadar t a b i » ı
Tezgâhın a r k a s ı n d a k i ç e k m e c e d e n temiz bir
ö n l ü k aldı beline t a k t ı ve a r k a s ı n d a bir fiyonk y a p ­
t ı . Önlük epeyce u z u n d u , dizlerine k a d a r g e l i y o r d u .
Sağ elini kaldırdı a v u c u n u t a v a n a çevirdi ve ko­
n u ş m a y a b a ş l a d ı ; «Beni dinleyin ey konserve ar­
m u t l a r t u r ş u l a r ve karışık turşular.» d e d i . «Gün ışır
ışımaz kentin ihtiyarları baş papaz ve yazıcılar
t o p l a n d ı l a r ve o n u k a r ş ı l a r ı n a aldılar.» gün ışır ışı­
maz. B ü t ü n t u t u c u l a r işe e r k e n b a ş l a r l a r değil mi?
Hiç zaman kaybetmediler. Şimdi b a k a l ı m . . . «Ve a l ­
tıncı saat o l d u ğ u n d a — s a n ı r ı m b u oniki d e m e k —
ve d o k u z u n c u s a a t e k a d a r dünyayı k a r a bir b u l u t
kaplayacak. Ve g ü n e ş k a r a r a c a k . Bunları nasıl ha­
t ı r l a y a b i l i y o r u m ? Güzel Allah'ım ö l m e s i ç o k uzun
s ü r d ü g e r ç e k t e n ç o k uzun.» Elini indirdi ve k a l a ­
balık r a f l a r d a n bir c e v a p beklercesine d u r d u .
S o n r a karısıyla içinden k o n u ş t u .
«Benimle k o n u ş m u y o r s u n M a r y sevgilim, y o k ­
sa sen Kudüs'lü kızlardan biri misin? Benim için
ağlamayın d e m i ş Hz. isa, kendiniz ve ç o c u k l a r ı n ı z
için a ğ l a y ı n . . . . Bir ç a m a ğ a c ı n a b u n l a r ı y a p a n l a r
a ğ a ç k u r u y u n c a neler y a p m a z l a r ? Beni hâlâ üzü­
yor. Deborah h a l a , s a n d ı ğ ı m d a n d a h a ç o k e t k i l e ­
miş beni. Henüz a l t ı n c ı s a a t olmadı.»
«Merhaba güzel gün.» diyerek b ü y ü k c a m l a r ı n
yeşil gölgeliklerini kaldırdı. Ön k a p ı n ı n kanatlarını
açtı.
«içeri gir dünya.» Demir p a r m a k l ı k l ı kapıları
a ç ı p geriye sürgüledi. S a b a h güneşi y u m u ş a k ışık­
larıyla kaldırımları y ı k ı y o r ve Nisan'a ö z g ü g ü n e ş
a n a c a d d e n i n körfeze v a r a n köşesinden y ü k s e l i ­
y o r d u . Ethan t u v a l e t e gidip kaldırımı s ü p ü r m e k için
süpürgeyi aldı.
Bir g ü n , bitmez t ü k e n m e z bir g ü n , birşey değil
f a k a t pek ç o k şeydi. Gün sadece zirveye d o ğ r u b ü ­
y ü y e n ışıkları değil, b u z y a d a çimen f a b r i k a l a r ı n ­
d a n esen k o k u l a r ı ve değişik t a d l a r ı t a ş ı y a n s o ğ u k
y a d a s ı c a k rüzgârlar, t o m u r c u k l a r , renkler gibi
mevsimin binlerce özelliğinin d e y a p ı s ı n ı , r u h u n u .

15
tonunu ve anlamını değiştiriyordu. Ve gün­
d e k i bu değişmeler böceklere, k u ş l a r a , kedilere,
köpeklere, kelebeklere ve insanlara y a n s ı y o r d u .
Ethan Ailen Hawley'in sessiz sakin ve tatsız
g ü n ü başlamıştı. S a b a h kaldırımı tekdüze hareket-
lerlerle süpüren a d a m , ne konserve yiyeceklerle t ö ­
r e n y a p a n ne u n i m u m u n i m o r u m diyen a d a m de­
ğildi sanki. Sigara izmaritlerini çiklet kâğıtlarını
a ğ a ç kabuklarını süpürgeyle topladı v e ç ö p ç ü a r a ­
basının gelip alması için bir kenara yığdı. Bay B a ­
ker e v i n d e n , kırmızı t u ğ l a d a n y a p ı l m ı ş kiliseye ben­
zeyen banka binasına kadar o l a n , uzunluğu ö l ç ü l ­
m ü ş yolda y ü r ü m e k t e y d i . Ve eğer a d ı m l a r ı eşit
uzunlukta olmazsa annesinden kalan tarihi alış­
kanlığı b o z d u ğ u n u kim a n l a y a c a k t ı ki.
«Günaydın Bay Baker.» dedi Ethan ve b a n k a ­
cının ütülü serj p a n t o l o n u n a t o z b u l a ş m a s ı n diye
süpürmeyi b ı r a k t ı .
«Güzel b i r s a b a h Ethan.»
«Evet g ü z e l . Bahar geldi Bay Baker.»
Bay Baker d u r d u : «Seninle k o n u ş m a k isti­
y o r d u m . Karına ağabeysinden kalan para beşbin
d o l a r d a n fazlaydı değil mi?»
«Vergiler ç ı k t ı k t a n s o n r a altıbin beşyüz dolar
kaldı.»
«fiyi a m a para b a n k a d a öylece d u r u y o r . İşle­
tilmesi gerek. Seninle b u n u k o n u ş a c a k t ı m . Paran
çalışmalı.»
«Altıbin b e ş y ü z dolar pek fazla işe y a r a m a z
e f e n d i m . Â c i l d u r u m l a r i ç i n s a k l a m a k d a h a iyi.» de­
di E t h a n .
«İşletilmeyen p a r a y a i n a n m a m ben Ethan.»
«Paranın beklemesinin de bir y a r a r ı v a r ama.»
'Bankacının sesindeki yakınlık k a y b o l d u s o ğ u k -
iaştı.
«Seni anlamıyorum.» dedi. Fakat sesinin t o n u
p e k â l â anladığını v e d u r u m u pek a p t a l c a b u l d u ğ u ­
nu hissettiriyordu. Ethan (bu sesten rahatsız oldu
ve y a l a n söylemek ihtiyacını d u y d u . Süpürgeyi kal­
d ı r ı m a d a y a y a r a k : «Şöyle e f e n d i m ; bu p a r a eğer
b a n a bir şey olursa M a r y ' y i bir süre geçindirebilsin
diye duruyor.»
16
«Öyleyse b i r kısmını kendine hayat sigortası
y a p t ı r m a k için kullanabilirsin.»
«Fakat sadece g e ç i c i bir z a m a n için e f e n d i m .
Para M a r y ' n i n ağabeyine aitti. 'Mary'nin a n n e s i ise
hâlâ yaşıyor. Uzun yıllar yaşayabilir.»
«Anlıyorum. Yaşlılar bazen çekilmesi a ğ ı r bir
yük olurlar.»
«Paraların üzerine de oturuyorlar.» Ethan ya­
lanını söylerken b a n k a c ı n ı n y ü z ü n e b a k t ı ve ada­
mın b o y n u n d a n y ü z ü n e d o ğ r u bir kırmızılığın yayıl­
dığını f a r k e t t i . «İşte d u r u m bu e f e n d i m . Üstelik eğer
M a r y ' n i n parasını işletirsem kendiminkini batırdı­
ğ ı m gibi o n u n parasını da Ibatırabilirim. Biliyorsu­
nuz b a b a m da iflas etmişti.» t,
«Köprülerin a l t ı n d a n ç o k sular aktı Ethan. Bili­
y o r u m , ç o k sıkıntılı z a m a n l a r y a ş a d ı n a m a zaman
değişiyor. Yeni yeni f ı r s a t l a r doğuyor.»
«Ben fırsatlarımı kullandım Bay Baker. S a ğ d u ­
y u d a n daha ç o k f ı r s a t ı m vardı. Savaştan hemen
s o n r a bu d ü k k â n ı n sahibiydim biliyorsunuz. D ü k k â n ı
d o l d u r m a k i ç i n g a y r i m e n k u l l e r i m i n yarısını s a t m a k
g e r e k t i . T i c a r e t t e n ne k a d a r anladığımı g ö r ü y o r s u ­
nuz.»
«Biliyorum Ethan b a n k a işlerine b e n .bakardım.
Aile d o k t o r u n nabzının kaç a t t ı ğ ı n ı nasıl bilirse ben
de senin işini öyle bilirdim.»
«Kuşkusuz bilirdiniz. İki yıldan az bir süre için­
de meteliksiz k a l d ı m . B o r ç l a r ı m ı ödeyebilmek için
herşeyiml s a t t ı m . Sadece evim kaldı Bay Baker.»
«Kendini bu kadar s u ç l a m a . A s k e r d e n yeni gel­
miştin iş t e c r ü b e n y o k t u . Üstelik e k o n o m i k b u n a ­
lım vardı. O devrede pek ç o k işadamı iflas etti.»
«Ben de iflas e t t i m , a m a Havvley'lerin t a r i h i n ­
de bakkal d ü k k â n ı n d a t e z g â h t a r o l a n tek ben va­
rım.»
«İşte benim a n l a m a d ı ğ ı m da (bu y a . Herkes ye­
nilebilir Ethan. A m a böyle y e n i k y a ş a m a k isteme­
ne bir a n l a m v e r e m i y o r u m . Hele senin gibi eğitimi,
ailesi ve geçmişi parlak bir a d a m nasıl bu d u r u m u
kabullenebilir? Belki de ailenin özelliği olan cesa-

17
w w w . c i z g i l i f o r u m . c o m

e n g i n e l
ret sende yok. Seni y ı k a n , hareketsiz b ı r a k a n şey
nedir Ethan?»
Ethan öfkeyle, «Tabii anlamazsınız hiç başını­
za gelmedi ki.» dedi. S o n r a çiklet kâğıtlarını sigara
izmaritlerini bir piramit şeklinde kümeledi. «İnsan­
lar yıkılmazlar, yani b ü y ü k şeylerle m ü c a d e l e ede­
bilirler. İnsanı öldüren şey kemirilmektir. İflas et­
mesi i ç i n sürekli dürtüklenir. Yavaş yavaş k o r k m a ­
ya başlar. Ben de k o r k u y o r u m . L o n g Island Elek­
trik Şirketi iflas edebilir. A m a benim karım elbise
ister, ç o c u k l a r ı m ı n ayakkalbı ve eğlenceye ihtiyaç­
ları var. Ya o k u l a gidemezlerse? Aylık faturaları,
d o k t o r , dişçi, .bademcik ameliyatları masraflarını
kim ö d e y e c e k ? Bir de hastalandığımı ve bu A l l a h '
ın cezası kaldırımı süpüremediğimi düşünün
Elbette anlayamazsınız. Yavaşça gelir cesaretinizi
sıiler süpürür. Gelecek a y ı n buzdolabı taksitinden
ötesini d ü ş ü n m e k elimde değil. İşimden nefret edi­
y o r u m ve k a y b e d e c e ğ i m diye de ö d ü m patlıyor. B ü ­
t ü n bunları nasıl anlayabilirsiniz?»
«Peki M a r y ' n i n annesi y a r d ı m etmiyor mu?»
«Söyledim size. Paranın üzerine o t u r d u ölene
kadar da oturacak.»
«Bilmiyordum. Mary'nin y o k s u l bir aileden
geldiğini s a n ı y o r d u m . A m a insanın hastalanınca
ilaca, ameliyata ve belki de bir şoka ihtiyacı o l d u ­
ğ u n u bilirim. Atalarımız cesur kişilerdi. Sen de bili­
y o r s u n . Ölümün kendilerini yenmesine izin vermez­
lerdi. Ve şimdi z a m a n değişiyor. Atalarımızın hayal
bile edemediği pek ç o k i m k â n var önümüzde. Hep­
sinden de y a b a n c ı l a r yararlanıyor. Yabancılar bizi
geçiyor, uyan a r t ı k Ethan.»
«Peki buzdolabı ne olacak?»
«Kendi haline bırak.»
«Peki y a , M a r y ve çocuklar?»
«Bir süre i ç i n onları unut. Bu ç u k u r d a n ç ı k a r -
san seni daha ç o k seveceklerdir. Onlar için e n d i ­
şelenmekle o n l a r a ne f a y d a n d o k u n u y o r ki?»
«Peki M a r y ' n i n parası?»
«Kayibedeceksen kaybet, a m a dene bir kere.
Biraz d i k k a t l i o l u r ve ö ğ ü t dinlersen parayı kaybet-

18
mezsin. Denemek k a y b e t m e k değildir. A t a l a r ı m ı z
d a i m a riskli işlere girmişler a m a kaybetmemişler­
dir. Seni biraz üzeceğim Ethan. Yaşlı k a p t a n Haw-
ley'in anısına saygısızlık e d i y o r s u n . Anısına ç o k şey
b o r ç l u s u n . K a p t a n ve benim b a b a m balina gemile­
rinin en iyisi olan Belle Adair'i birlikte almışlardı.
Toparlan Ethan. Cesaratinle ö d e m e n gereken şey­
ler b o r ç l u s u n Belle Adair'e.»
Ethan bir kâğıdı s ü p ü r g e n i n u c u y l a ç ö p l e r d e n
y a n a s a v u r d u . Yavaşça, «Belle Adair denizde yandı
efendim.» dedi.
«Evet b i l i y o r u m ; f a k a t ıbu bizi d u r d u r m a d ı de­
ğil mi?»
«Gemi sigortalıydı.» dedi Ethan.
«Elbette sigortalıydı.» dedi Bay Baker.
«Ama ben değildim, evimden b a ş k a hiçbir şe­
yimi kurtaramadım.»
«Bunu u n u t m a k zorundasın. Geçmişe üzülüp
d u r m a k b o ş u n a . Cesur olmalısın s ı ç r a m a l ı s ı n . Bu
yüzden M a r y ' n i n parasını işletmen gerektiğini söy­
lüyorum. Sana y a r d ı m etmek istiyorum Ethan.»
«Teşekkür ederim efendim.»
«Şu ö n l ü ğ ü ç ı k a r ı p at. Yaşlı k a p t a n Hawley'e
b o r ç l u s u n b u n u . Seni böyle görseydi inanmazdı.»
«Sanırım haklısınız.»
«İşte böyle k o n u ş m a l ı s ı n . Haydi ç ı k a r şu ö n ­
lüğü.»
>«Eğer M a r y ve ç o c u k l a r için olmasa....»
«Sana söyledim unut o n l a r ı , kendi iyilikleri için.
Burada N e w B a y t o w n ' d a ilginç gelişmeler o l a c a k .
Sen de bunların bir parçası olabilirsin.»
«Teşekkür ederim efendim.»
«Bu konu h a k k ı n d a düşüneceğim.»
«Bay M o r p h y , öğleyin siz b a n k a y ı kapattığınız­
da ç a l ı ş m a y a devam edeceğini söyledi. O n a b i r k a ç
sandviç h a z ı r l a y a c a ğ ı m . Siz de ister misiniz?»
«Hayır sağol. Joey bazı işleri tamamlayacak.
Cok iyi bir a d a m . Benim de g ö r m e k istediğim bir yer
var. Belki o r a d a n sana da b i r iş çıkar. Yakında tek­
rar konuşuruz. Haydi hoşçakal.»
B a n k a c ı b i r ç u k u r u a t l a m a k için uzun bir a d ı m

19
a t t ı ve sokağı geçerek bankanın ön kapi9ina d o ğ r u
y ü r ü d ü . Ethan b a n k a c ı n ı n arkasından bakıp gü­
lümsedi.
Süpürmeyi ç a b u c a k bitirdi, insanlar işlerine git­
meye b a ş l a m ı ş l a r d ı , s o k a k c a n l a n ı y o r d u . Taze mey-
va tezgâhını d ü k k â n ı n ö n ü n e k o y d u . Kimsenin geç­
mediğinden e m i n olduğu (bir a n d a üç k u t u köpek
m a m a s ı n ı kaldırdı ve yerine k ü ç ü k t o r b a l a r içindeki
kuş üzümlerini koydu. Kasayı sıfıra getirdi, paraları
m i k t a r l a r ı n a göre yerleştirdi. Kasanın ö n ü n d e k i tah­
t a ç a n a ğ a bozuklukları koydu v e kasayı k a p a t t ı .
Sadece birkaç müşteri v a r d ı . Saçları karışık
k ü ç ü k kızlar, ç o c u k l a r e k m e k süt ya da alınması
u n u t u l m u ş biraz kahve a l m a k için geldiler.
Şuh göğüslerini örten pembe bluzuyla M a r g l e
Young-Hunt içeri girdi. Etekliği kalçalarını sevgiyle
sarıyor, gözlerindeki bakış ç o k şey ifade ediyordu.
E t h a n karısının asla bu bakışı göremeyeceğini bili­
y o r d u , ç ü n k ü kadınlar çevredeyken Margle b ö y l e
b a k m a z d ı . Bu kadın Ibir avcı, yırtıcı bir k u ş t u . Yaşlı
k a p t a n Havvley'in deyimiyle «gözleri fıldır fıldır»dı.
Sesinde de birşeyler v a r d ı kadının. Kadınlar çevre-
sindeyken güvenli sır saklayıcı bir t o n a sahip olan
sesi, nedense erkeklerle beraberken y u m u ş a k bir
mırıltıya d ö n ü ş ü y o r d u .
«Günaydın Ethan,» dedi Margıie. «Piknik için
h a r i k a bir gün.»
«Günaydın. Kahve a l m a y a geldin sanırım.»
«Hayır, A l k a Seltzer a l m a y a geldim. M i d e m e iyi
geliyor.»
«Eğlenceli bir gece geçirmiş gibisin.»
«Eh biraz. Seyahat eden satıcı hikâyesi. Dul
bir kadın İçin ç o k güvenli. Belki de onu t a n ı r s ı n .
Ç ü n k ü seni g ö r m e y e geleceğini söyledi. Adı Bigger
mi Bogger mi ne? BBD ve D şirketinde çalışıyor­
muş.»
«Biz VVayland'dan alışveriş ederiz.»
«Belli olmaz, Bay B u g g e r gelip kafanı şişire­
bilir, tabii kendini iyi hissediyorsa. Bana bir b a r d a k
su verir misin, şu ilaçtan hemen içeyim.»
Ethan a r k a t a r a f a giderek bir b a r d a k su a l d ı .

20
Margie'ye .bardağı u z a t t ı , kadın üç t a n e mide h a ­
pını suya atıp erimesini bekledi. S o n r a , «Şerefine»
diyerek s o n u n a kadar içti.
«Bugün M a r y ' n i n falına jbakacakmışsın.»
«Aman T a n r ı m neredeyse u n u t u y o r d u m . Bu işi
t i c a r e t e dökebilirim böylece kendi geleceğimi g a ­
ranti ederim belki.»
«Mary hoşlanıyor bu işten. G e r ç e k t e n iyi b a k ı ­
yor musun?»
«İyi olmaya gerek y o k ki. İnsanları bırakırsın
kendi hallerine, özellikle de k a d ı n l a r ı , o n l a r a n l a t ı p
dururlar, sen de anlatılanları t e k r a r e d e r s i n , nasıl
bildiğine şaşar kalırlar.»
«Peki şu uzun boylu esmer yabancı?» dedi
Ethan.
«O m u t l a k a olmalı. Eğer erkekleri de o k u y a b i l -
seydim o berbat evlilikleri y a p m a z d ı m . Nasıl da y a -
nıldım...»
«ilk kocan ö l m ü ş t ü değil mi?»
«Hayır, ikincisi öldü. T o p r a ğ ı bol o l s u n ne piçti
o. Neyse, nur İçinde yatsın.»
Ethan içeri giren yaşlı bayan Ezyzinski'yi özen­
le karşıladı ve iki yüz elli g r a m l ı k t e r e y a ğ l a r ı n d a n
verdi. Yaşlı kadına b i r k a ç i l t i f a t t a b u l u n d u , h a t t â
hava h a k k ı n d a da birşeyier söyledi.
M a r g i e Young-Hunt ise rahat ve gülümseyen
bir yüzle, kasanın y a n ı n d a k i t e z g â h t a d u r a n altın
m ü h ü r l ü Pare de foie ve m ü c e v h e r k u t u s u n u a n d ı ­
ran k ü ç ü k kutuları i n c e l i y o r d u .
Yaşlı kadın kendi kendine m ı r ı l d a n a r a k d ü k k â n ı
t e r k edince M a r g i e , «Şimdi» dedi.
«Şimdi ne?»
«Düşünüyorum da kadınları t a n ı d ı ğ ı m kadar er­
kekleri de t a n ı s a y d ı m şansım ç a b u k d ö n e r d i . Bana
erkekleri ö ğ r e t i r misin Ethan?»
«Yeterince (biliyorsun. Belki de d a h a fazla.»
«Hadi o r a d a n sen de, erkek değil misin?»
«Hemen b a ş l a m a k ister misin?»
«Belki bir a k ş a m başlarız.»
«İyi olur» dedi Ethan. «Grup yaparız. M a r y , sen

21
ben ve ç o c u k l a r . Konu erkekler. Onların zayıflıkları
ve aptallıkları. Erkekleri nasıl kullanmalı.»
Margie a n l a m a m ı ş gibi d a v r a n d ı : «Geç saatlere
kadar çalışıyor m u s u n hiç? Aylık hesap ç ı k a r t m a k
f a l a n gibi işlerin oluyor herhalde?»
«Tabii, a m a ç a l ı ş m a m gerekiyorsa işimi evde
yaparım.»
M a r g i e kollarını havaya kaldırarak p a r m a k l a ­
rıyla saçlarını d ü z e l t t i : «Neden?» diye s o r d u .
«Kediler neden yavrularını yalarsa ondan.»
«Gördün m ü , istesen bana neler öğretebilirsin?»
Ethan : «Hz. İsa'yla alay ettikten sonra elbise­
lerini çıkardılar, sırtına yüklediler ve onu ç a r m ı h a
gerecekleri yere götürdüler. Oraya gelince Simon
a d ı n d a biriyle karşılaştılar. İsa'ya kendi ç a r m ı h ı n ı
taşıttılar ve G o l g o t h a denen yere geldiklerinde....»
«Allah a ş k ı n a sus!»
«Ama bu söylediklerim doğru.»
«Ne namussuz herif o l d u ğ u n u n f a r k ı n d a s ı n de­
ğil mi?»
«Evet ey Kudüs'lü kız.»
Birden M a r g i e g ü l ü m s e d i : «Bil bakalım ne y a ­
p a c a ğ ı m ? Bu s c b a h birisinin geleceğini o k u y a c a ­
ğ ı m : Çok b ü y ü k biri olacak. D o k u n d u ğ u n herşey
altın o l a c a k ey insanlığın lideri.» Çabucak kapıya
y ü r ü d ü sonra gülümseyeıek döndü : «Bahse girerim
bu d u r u m a uyarsın ve ben uymamanı dilerim Hoşça-
kal kurtarıcı!» Kaldırımlara öfkeyle vuran t o p u k l a r ı n ı n
sesi ne kadar garipti.
Saat 10'da herşey değişti. B a n k a n ı n toüyük
camlı kapıları açıldı, insanlar para ç e k t i l e r ve para­
yı getirip Paskalya için yiyecekler almak üzere M a -
rullo'nun d ü k k â n ı n a bıraktılar. Ethan altıncı saat
olana kadar harıl harıl çalıştı. Kasabanın tepesin­
deki yangın kulesinin çanı öfkeli çınlamalarla a l t ı n ­
cı saati* çaldı. Müşteriler dağıldılar. Ethan meyva
tezgâhını içeri aldı, ön kapıları kapadı. Hiç sebepsiz
d ü n y a y a ve Ethan'ın üzerine bir karanlık ç ö k t ü . Ye­
şil kalın gölgelikleri ç e k i p kapadı, şimdi d ü k k â n da

* Altıncı saat : Saat 12'dir. (Çev.)

22
karanlıktı. Sadece buzdolabının neon lambası et­
rafa hortlak mavisi ışıklar s a ç ı y o r d u .
Tezgâhın a r k a s ı n a g e ç e r e k d ö r t dilim ç a v d a r
ekmeği kesti ve hepsine d i k k a t l e y a ğ s ü r d ü . Buz­
dolabının kapağını a ç a r a k iki dilim isviçre peyniri
ve üç dilim ¡ambón aldı. «Salatalık ve peynir,» dedi.
«Salatalık ve peynir?» Bir k a v a n o z d a n 'mayonez ala­
rak e k m e k l e r i n üstüne s ü r d ü . Ekmekleri ikişer ikişer
k a p a t a r a k aralarına salatalık ve j a m b o n k o y d u . Bir
k a r t o n süt ve sandviçleri s a r a c a ğ ı m u m l u kâğıdı aldı.
Kâğıdın kenarlarını d ü z g ü n c e k a t l ı y o r d u ki kilitte bir
a n a h t a r d ö n d ü ve M a r u i l o içeri g i r d i . Ayı gibi iriydi
ve v ü c u d u n u n üst kısmı öyle uzundu ki kolları kı­
sacık ve sanki v ü c u d u n a ait d e ğ i l m i ş gibi d u r u y o r ­
d u . Şapkası geriye d o ğ r u kaykılmış gri d a ğ ı n ı k saç­
ları g ö r ü n ü y o r d u . M a r u l l c ' n u n gözleri ıslak d o n u k
ve uykuluydu f a k a t ön dişindeki altın k a p l a m a buz­
dolabının mavi ışığında p a r ı l d ı y o r d u . P a n t o l o n u n u n
üst iki düğmesi a ç ı k t ı ve içindeki y ü n l ü gri iç ç a ­
maşırı g ö r ü n m e k t e y d i . T o m b u l p a r m a k l a r ı n ı p a n t o ­
lonunun kemer ariflerine geçirerek yarı k a r a n l ı k t a
etrafı g ö r m e k için gözlerini k ı r p ı ş t ı r d ı .
«Günaydın Bay M a r u i l o sanırım öğleden s o n r a
oldu.»
« M e r h a b a k ü ç ü k iyi ki d ü k k â n ı kapamışsın.»
«Bütün k a s a b a kapalı. Sizi kilisede sanıyor­
dum.»
«Bugün kilise yok. Yılın kilise o l m a y a n tek
günü.»
«Öyle mi? B i l m i y o r d u m . Sizin i ç i n ne y a p a b i ­
lirim.»
M a r u i l o kısa t o m b u l kollarını ileri geri salla­
dı : «Kollarım a ğ r ı y o r küçük. A r t i r i t i m var. G i t t i k ç e
kötüleşiyor.»
«Yapabileceğiniz hiç bir şey y o k mu?»
«Herşeyi y a p ı y o r u m . Sıcak yastıklar, kremler,
ilaçlar, yine de ağrıyor. Seninle biraz k o n u ş a l ı m mı
ha küçük?»
«Bir hata mı yaptım?»
«Hata? Ne hatası?» d i y e s o r d u M a r u i l o .

23
«Eğer biraz bekleyebilirseniz şu sandviçleri
b a n k a y a g ö t ü r e c e ğ i m . Bay M o r p h y istemişti.»
«İyi bir ç o c u k s u n s e n , hizmet v e r i y o r s u n bu
iyi.»
Ethan d ü k k â n d a n çıktı sokağı geçti ve b a n k a ­
nın a r k a kapısını çaldı. Sandviçleri ve sütü Joey'e
verdi.
«Teşekkür ederim zahmet oldu.»
«Bu bir hizmet. Marullo öyle dedi.»
«Dolaba iki kola koyar mısınız? Dilim d a m a ğ ı m
kurudu.»
Ethan d ö n d ü ğ ü n d e Marullo'yu ç ö p tenekele­
rinden birine b a k a r k e n b u l d u .
«Nerede k o n u ş m a k isterdiniz bay Marullo?»
«Burada başlayalım küçük.» Çöp tenekesinden
birkaç karnı bahar y a p r a ğ ı a l d ı : «Çok fazla kesiyor­
sun.»
«Sadece temizliyorum.»
«Karnıbahar kiloyla satılır. Parayı çöpe atıyor­
sun, 20 lokantası o l a n bir Rum t a n ı y o r u m . Çöp k u ­
tularına b a k m a k en önemli sırrımdır der. Attığını as­
la satamazsın. Sevimli heriftir.»
«Evet bay Marullo.» Ethan kollarını İleri geri
sallayarak d ü k k â n ı n ö n ü n e yürüyen M a r u l l o ' y u t a k i p
etti.
«Sebzeleri sana söylediğim gibi iyice suluyor
musun?»
«Elbette.»
Patron bir salatalığı alıp b a k t ı .
«Kuru görünüyor.»
«Aslında b e n . . . . M a r u l l o , onları suya b o ğ m a k is­
t e m i y o r u m zaten üçte b i r i su.»
«Sularsan taze, gevrek ve güzel görünür. Be­
n i m bilmediğimi sanıyorsun? Bu işe el arabasıyla
başladım ben. Bilirim. Hileleri öğreneceksin k ü ç ü k ,
y o k s a iflas edersin. Sonra et için çok para ödüyor­
sun.»
«En iyi eti alıyoruz da ondan.» dedi Ethan.
«İyi k ö t ü kim bilecek ki? Şimdi seninle a ç ı k ç a
konuşalım. Veresiyeler yüzünden batacağız. Ayın
15'ine kadar hesabını k a p a t m a y a n l a r ı , defterden
sil.»
24
«Bunu y a p a m a y ı z . Bazı müşterilerimiz yirmi
yıldır b u r a d a n a l ı ş v e r i ş ediyorlar.»
«Dinle k ü ç ü k . Bir s ü r ü d ü k k â n ı olması J o h n D.
Rockfeller'in cimri o l m a s ı n a engel değildir.
«Evet a m a bu i n s a n l a r b u n u hak etmemiştir.»
«Ne demek 'hak e t m e m e k ' , p a r a y a bağlıdır bu
iş. Ö ğ r e n e c e k s i n k ü ç ü k . Onlar, elbette iyi insan
a m a , para da iyidir. Ç ö p e bir s ü r ü et atmışsın?»
«Onlar y a ğ ve d e r i parçaları.»
«Tarttıktan s o n r a kesip a t ı y o r s a n mesele y o k .
1. kurala uymalısın, t a m a m mı? Ö ğ r e n e c e k s i n k ü ­
çük.» Altın dişi a r t ı k p a r l a m ı y o r d u , ç ü n k ü d u d a k l a r ı
sıkı sıkı k a p a n m ı ş t ı M a r u l l o ' n u n .
Öfke ansızın s a r d ı Ethan'ı ve söylediklerine ken­
disi de şaşırdı: «Ben dolandırıcı değilim Marullo.»
«Kim d o l a n d ı r ı c ı ? Bu iyi bir iş, iyi iş de a y a k t a
kalabilen İş d e m e k t i r . Bay Baker'in e t r a f a bedava
ödüller dağıttığını d u y d u n mu hiç küçük?»
Ethan birden p a r l a d ı : «Beni dinleyeceksin!» B a ­
ğ ı r ı y o r d u : «Havvley'ler b u r a d a 18. yüzyıldan beri y a ş ı ­
yorlar. Sen y a b a n c ı s ı n . Birşey b i l m i y o r s u n . K o m ş u ­
larımızla d a i m a iyi geçiniriz ve namusluyuz. Eğer,
ben Sicilya'dan g e l d i m , herşeyi değiştiririm diye d ü ­
ş ü n ü y o r s a n y a n ı l ı r s ı n . Beni k o v m a k istiyorsan y a p
hadi. Şimdi b u r a d a . . . Ve bana bir d a h a da k ü ç ü k
deme, y o k s a b u r n u n a bir y u m r u k atarım.»
M a r u l l o ' n u n dişi yeniden p a r l a d ı :
«Tamam t a m a m , sinirlenme s a n a iyilik o l s u n
diye söyledim.»
«Bana k ü ç ü k deme, ailem iki yüzyıldır b u r a d a
yaşar.» Ethan söylediğinin ne k a d a r ç o c u k ç a o l ­
d u ğ u n u n f a r k ı n a v a r d ı , ö f k e s i dağıldı.
«Çok iyi İngilizce k o n u ş a m ı y o r u m . Sen M a r u l l o
adının k ö t ü , aşağılık bir yerden geldiğini sanıyor­
s u n . Benim s o y u m , adım belki 2-3 bin yıllık. M a r u l -
lus Romalıdır. Valerius M a x i m u s bile bizden söz-
eder. İki yüzyıl da neymiş?...»
«Buralı değilsin.»
«İki yüzyıl ö n c e sen de b u r a l ı değildin.»
Ethan'm öfkesi g e ç m i ş t i , insanı kendi dışındaki
gerçeklerin sürekliliğinden k u ş k u y a d ü ş ü r e n bir d u y -

25
guyu f a r k e d i y o r d u . G ö ç m e n , y a b a n c ı ve seyyar s a ­
tıcı M a r u l l o , gözlerinin ö n ü n d e değişiyor, yüksek
alınlı, güçlü gaga burunlu ve korkusuz gözlerle b a ­
kan, sert omuzları üzerinde yükselen m a ğ r u r bir baş
t a ş ı y a n , Romalı bir c e n g â v e r e d ö n ü ş ü y o r d u .
Bu insanı ş a ş k ı n a çeviren bir keşifti ve insan
bilmek istiyordu : Eğer bunun f a r k ı n a v a r m a s a y d ı m
daha nicelerini de g ö r e m e y e c e k t i m ?
«Bu şekilde konuşmamalısınız» dedi y u m u ş a k ­
ça.
«İyi iş. Sana işi ö ğ r e t i y o r u m . 68 yıl y a ş a d ı m .
Karım ö l d ü . A r t i r l t i m var. C a n ı m a c ı y o r . Sana işi
g ö s t e r m e y e ç a l ı ş ı y o r u m . Belki de öğrenemezsin. Pek
ç o k kişi öğrenemez, iflas eder.»
«Halbire bunu söyleyip d u r m a y ı n ben de iflas
ettim.»
«Hayır hata y a p t ı n . Sana ö ğ r e t e c e ğ i m , kl bir
daha iflas etmeyeceksin.»
«Ne k ö t ü şan9 ki, bîr İşim bile yok.»
«Hâlâ çocuksun.»
Ethan : «Bak M a r u l l o , bu d ü k k â n ı senin İçin y ö ­
n e t i y o r u m . Defterleri t u t u y o r u m , parayı b a n k a y a ko­
y u y o r u m , malları ı s m a r l ı y o r u m . Müşterilere bakıyo­
r u m ve onlar y i n e geliyorlar. Bu iyi iş değil mi?» dedi.
«Elbette, birşeyler biliyorsun. A r t ı k sana k ü ç ü k
d e m i y e c e ğ l m ; ç ü n k ü kızıyorsun. Peki seni nasıl ç a ğ ı ­
r a c a ğ ı m ? Herkese k ü ç ü k d e r i m ben.»
«İsmimi kullanmayı dene.»
«Arkadaşça d e ğ i l , k ü ç ü k d a h a dostça.»
«Ama ciddî değil.»
«Ciddiyet a r k a d a ş ç a değildir.»
Ethan g ü l d ü : «Siz d e bir y a b a n c ı n ı n d ü k k â ­
nında t e z g â h t a r olsanız, ciddî olurdunuz, karınız ve
ç o c u k l a r ı n ı z için. Anladınız mı?»
«Cok yapmacık.»
«Şüphesiz öyle. G e r ç e k t e n ciddî olsaydım b u ­
nun üzerinde d ü ş ü n m e z d i m bile. B a b a m ı n ölmeden
ö n c e söylediği blrşey geldi a k l ı m a . Derdi ki, 'Haka­
r e t i n zekâ ve güvenle ilişkisi vardır. Yani birisine
piç dersen bu a n c a k annesinin kim o l d u ğ u n u iyice
bilemeyen biri için hakaret sayılır.' F a k a t Albert

26
w w w . c i z g i l i f o r u m . c o m

e n g i n e l
Einstein'a nasıl h a k a r e t edebilirsiniz? Onun için is­
terseniz beni ' k ü ç ü k ' diye çağırabilirsiniz.»
«Gördün mü? K ü ç ü k d a h a arkadaşça.»
«Tamam anlaştık. İşin hangi t a r a f ı n ı becereme­
diğimi anlatacaktınız.»
«İş d e m e k para d e m e k t i r . Para dost değildir.
Belki sen ç o k iyi sevimli birisin küçük. A m a para
sevimli değildir. Paranın, daha ç o k p a r a d a n başka
d o s t u yoktur.»
«Bu çok anlamsız M a r u l l o . Bir sürü sevimli,
d o s t canlısı, şerefli işadamı tanıyorum.»
«Onlarla iş y a p m a d ı ğ ı n z a m a n öyledirler küçük.
Bunları ö ğ r e n e c e k s i n . A m a ö ğ r e n d i ğ i n d e ç o k geç
o l a c a k . D ü k k â n a iyi b a k ı y o r s u n küçük, a m a , eğer
burası senin d ü k k â n ı n olsaydı ç o k t a n batmıştın.
O k u l d a k i gibi g e r ç e k l e n ö ğ r e t m e k istiyorum sana.
H o ş ç a k a l küçük.» M a r u l i o kollarını sallayarak ön
kapıdan ç ı k t ı . Kapıyı ç e k i p k a p a d ı . Ethan d ü n y a y ı
kaplayan karanlığı hisetti....
Ön kapıdan keskin metalik bir şeyin kapıya sür-
tülmesi gibi bir ses geldi.
Ethan perdeyi ç e k e r e k dışarı baktı ve s e s l e n d i :
«Üçe kadar kapalıyız.»
Yabancı yine de içeri girdi. Gelen ince yapılı,
asla genç o l m a m ı ş o m a d a i m a genç g ö r ü n e n , iyi
giyimli, saçlarını başına y a p ı ş t ı r m ı ş , gözlerinde ne­
şeli f a k a t huzursuz bir ifade taşıyan biriydi.
«Rahatsız ettiğim için özür dilerim. Buradan
g e ç i y o r d u m . Sizinle yalnız g ö r ü ş m e k istedim. İhti­
yar hiç g i t m e y e c e k sandım.»
«'Marullo mu?»
«Evet. Sokağın karşı tarafındaydım.»
Ethan a d a m ı n t e r t e m i z ellerine b a k t ı , sol elinin
ü ç ü n c ü p a r m a ğ ı n d a k o c a m a n taşlı altın bir yüzük
vardı.
Yabancı bu b a k ı ş ı f a r k e t t i : «Çalıntı değil.» de­
di. «Geçen gece bir a r k a d a ş ı n ı z l a , tanıştım.»
«Evet?»
«Bayan Young-Hunt. M a r g i e Young-Hunt.»
«Öyle mi?»
Ethan y a b a n c ı n ı n d u y d u ğ u h u z u r s u z l u ğ u f a r k -

27
ediyordu. A d a m ilişki kurabilecek bir ç ı k ı ş , bir b a ğ
arıyordu.
«Sevimli bir kadın, Size ook ö n e m veriyor. Bu
yüzden d ü ş ü n d ü m k i . . . . A d ı m Biggers'dir. BBD ve D
şirketi için bu bölgeyi dolaşıyorum.»
«Biz Vvayland'dan alışveriş ederiz.»
«Biliyorum, bu nedenle geldim. Belki işinizi b i ­
raz b ü y ü l t m e k istersiniz diye d ü ş ü n d ü m . Biz bu
bölgede yeniyiz a m a ç a b u k gelişiyoruz. Müşteri
kazanmak için bazı avantajlar sağlayacağız. Siz de
b u n d a n yararlanabilirsiniz.»
«Bu konu için Bay M a r u l l a ile görüşmelisiniz.
VVayland'ın daimi müşterisidir.»
Yabancının sesi alçalmadı a m a daha içtenlikli
bir tavır a l d ı .
«Siparişi siz veriyorsunuz değil mi?»
«Evet öyle. Belki g ö r d ü n ü z M a r u l l o ' n u n a r t l r i t i
var, hasta. Üstelik b a ş k a işlerle de u ğ r a ş m a s ı ge­
rekiyor.»
«Fiyatları biraz düşürebiliriz.»
«Sanırım, Marullo fiyatları indirtebildiği k a d a r
İndirtir. Onunla görüşseniz daha iyi olur.»
«Bunu y a p m a k i s t e m i y o r u m . Siparişi verenle
g ö r ü ş m e k i s t i y o r d u m , o da sizsiniz.»
«Ben sadece tezgâhtarım.»
«Siparişi siz veriyorsunuz bay Havvley. Sizin
için % 5 indirim yaparım.»
«Kalite düşmediği sürece M a r u l l o böyle bir in­
dirimi kabul edebilir.
«Anlamıyorsunuz. Ben Marullo'yu i s t e m i y o r u m .
Bu y ü z d e b e ş nakit olacak. Çek y o k , kayıt yok,
vergicilerle bir sorun yok. Sadece temiz yeni bir yeşil
dolar benim elimden sizin elinize, sizden de cebi­
nize geçecek.»
«Peki bu indirimi neden Marullo'ya vermiyor­
sunuz?»
«Hesap meselesi.»
«Tamam. Diyelim ki ben (bu yüzde beşi aldım
ve M a r u l l o ' y a verdim?»
«Bu t i p a d a m l a r ı benim kadar t a n ı m ı y o r s u n u z .
Parayı ona verdiğinizde ne kadarını kendinize ayır-

28
dığınızı m e r a k edecektir. Ç o k d o ğ a l bir şey bu.»
Ethan sesini a l ç a l t t ı : «Hesabına ç a l ı ş t ı ğ ı m
a d a m ı a l d a t m a m ı istiyorsunuz yani?»
«Kim aldatılıyor? O hiç bir şey k a y b e t m e y e c e k ,
siz dolarlar kazanacaksınız. Herkesin para kazan­
m a y a hakkı var. M a r g i e sevimli biri o l d u ğ u n u söyle­
mişti.»
«Karanlık bir gün,» dedi Ethan.
«Hayır değil gölgelikleri indirmişsiniz.» Yabancı­
nın a r a ş t ı r a n zekâsı bir tehlike sezmişti. Peynir ko­
kusuyla kapan a r a s ı n d a kalan bir f a r e gibiydi. «Şöy­
le y a p a l ı m , siz bu k o n u y u d ü ş ü n ü n . Bizimle iş y a p ı p
y a p a m ı y a c a ğ ı n ı z a b a k ı n . İki h a f t a d a bir bu bölgeye
g e l i y o r u m , bir d a h a k i gelişimde size u ğ r a r ı m . İşte
kartım.»
Ethan elini (bile k ı p ı r d a t m a d ı . Biggers kartı buz­
dolabının üzerine k o y d u . «İşte yeni a r k a d a ş l a r için
k ü ç ü k bir hatıra» diyerek c e b i n d e n ayıbalığı deri­
sinden yapılmış pahalı ve zarif bir cüzdan ç ı k a r d ı .
Cüzdanı da kartın y a n ı n a k o y d u . «Küçük bir a r m a ­
ğan.» Ehliyetinizi, kimlik kartınızı koyarsınız.» dedi.
Ethan y a n ı t v e r m e d i .
«İki h a f t a y a kadar gelirim. D ü ş ü n ü n . M u t l a k a
geleceğim. M a r g i e ile randevum var.» Bir cevap ala­
m a y ı n c a , «Ben gidiyorum,» dedi, «yakında g ö r ü ş ü ­
rüz.» Birden Ethan'a iyice y a k l a ş t ı i «Aptallık etme,
herkes yapıyor,» dedi. «Herkes.» Ç a b u c a k dışarı
ç ı k t ı , kapıyı a r k a s ı n d a n sessizce k a p a d ı .
O sessiz k a r a n l ı k t a E t h a n , buzdolabının neon
ışığını ç a l ı ş t ı r a n t r a n s f o r m a t ö r ü n y a v a ş mırıltısını
d u y u y o r d u . Yavaşça raflara dizilmiş dinleyicilerine
döndü.
«Sizleri a r k a d a ş ı m s a n ı r d ı m . Bana y a r d ı m et­
mediniz. Kurabiyeler, istiridyeler, t u r ş u l a r artık size
unimus y o k . Saint Francis'i bir köpek ısırsa ya da
üzerine bir kuş pislese ne derdi a c a b a , merak edi­
y o r u m . T e ş e k k ü r e d e r i m bay köpek. Grazie t a n t o
sinyora kuş mu derdi?»
A r k a kapının sarsıldığını y u m r u k l a n d ı ğ ı n ı işitin­
ce ç a b u c a k o r a y a y ü r ü d ü . Bir y a n d a n da söyleni­
y o r d u : «Açık olsaydık bu k a d a r müşteri gelmezdi.»

29
umum

Joey M o r p h y boğazını t u t a r a k içeri daldı.


«Tanrı aşkına!» diye inledi. «Yardım et de bir
k o k a kola ver, y o k s a susuzluktan ö l e c e ğ i m . Burası
neden bu kadar karanlık. Yoksa gözlerim de mi
'bozuldu?»
«Gölgelikler kapalı. Susamış b a n k a c ı l a r ı n cesa­
retini k ı r m a k için.»
Buzdolabına giderek d o n m u ş bir şişe ç ı k a r d ı ,
kapağını a ç t ı , gene uzanarak bir de kendisi için
aldı.
«Ben de içsem iyi olacak.»
K o c a Joey b a r d a ğ a k o y m a d a n ö n c e şişenin ya­
rısını bir dikişte içti. «Hey! birisi hazinesini unut­
muş.»
Cüzdanı a l d ı .
«BBD ve D şirketinden k ü ç ü k bir hediye. Bi­
zimle iş y a p m a k istiyorlar.»
«Akıllı a d a m l a r m ı ş . B u n a kalite derler oğlum.
Adının ıbaş harflerini yazmışlar üzerine, hem de al­
tından.»
«Sahi mi?»
«Bilmiyor m u s u n yani.»
«Birkaç d a k i k a ö n c e bıraktı adam.»
Joey deri cüzdanı a ç a r k e n , «Bu işe girişsen iyi
olur.» dedi. Cüzdanın a r k a kısmını a ç t ı :
«İşte buna düşüncelilik derim.» İki p a r m a ğ ı y l a
t u t t u ğ u yeni bir yirmi dolarlığı sallıyordu.
«Saldırıya geçtiklerini d u y m u ş t u m a m a tank­
larla geleceklerini b i l m i y o r d u m . H a t ı r l a m a y a değer
bir hatıra bu.»
«Para o r a d a mıydı?»
«Ben mi k o y d u m sandın?»
«Joey seninle k o n u ş m a k i s t i y o r u m . A d a m o n ­
larla y a p a c a ğ ı m her iş için yüzde beş önerdi.»
«Vay vay, s o n u n d a refaha k a v u ş a c a k s ı n . Ap­
t a l c a bir öneri de değil. Kolaları hazırlamalısın. Bu
senin günün.»
«Bu parayı a l a c a ğ ı m ı söylemek istemiyorsun
herhalde.»
«Neden a l m a y a c a k m ı ş s ı n ? Bu parayı fiyatlara
eklemeyeceklerse kim kaybeder?»

30
«Adam, M a r u l l o ' y a söylersem o n u n , benim ne
kadar a l d ı ğ ı m ı m e r a k edeceğini söyledi.»
«Doğru söylemiş. Ne oldu sana Hawley? Sanı­
rım ışıktan yeşil g ö r ü n ü y o r s u n , ben de yeşil m i y i m ?
Bu öneriyi geri çevirmeyi d ü ş ü n m ü y o r s u n değil mi.»
«Adamın a r k a s ı n d a n bir t e k m e a t m a m a k için
kendimi zor tuttum.»
«Sahi mi? Sen ve dinozor.»
«Herkesin y a p t ı ğ ı n ı söyledi.»
«Herkesin eline böyle f ı r s a t geçmez. Sen şans­
lılardan birisin.»
«Dürüstlüğe sığmaz bu.»
«Neden? Kim incinecek ki? K a n u n a karşı da
değil.»
«Sen olsan alır miydin?»
«Almak? o t u r u p dua bile e d e r d i m . Benim işim­
de b ü t ü n k a ç a m a k l a r ı t ı k a m ı ş l a r . A s l ı n d a bir b a n ­
kada y a p a b i l e c e ğ i m t ü m işler y a s a y a aykırıdır, tabii
banka müdürü olmadığın sürece. A n l a y a m ı y o r u m
neden ç e k m i y o r s u n ? Bu işi birisinin elinden olsay­
dın pek d o ğ r u o l m a z d ı , a m a öyle y a p m ı y o r s u n . O n ­
lara bir iyilik y a p a c a k s ı n , karşılığını iyilikle ödeye­
cekler, yeşil ince bir iyilikle. Deli o l m a . Düşünmen
gereken karın ve ç o c u k l a r ı n var. Ç o c u k l a r ı n b ü y ü ­
mesi ucuza olmuyor.»
«Gitmeni İstiyorum.»
Joey M o r p h y boşalmış şişeyi s e r t ç e t e z g â h a
koydu.
«Bay Havvley. Hayır, Bay Ethan Hawley.»dedi
soğuk bir sesle. «Eğer d ü r ü s t o l m a y a n b i r iş y a p a ­
bileceğimi ve size de y a p m a n ı z ı önerdiğimi s a n ı ­
yorsanız.... a m a n bana ne, kendinizi yiyip durun....»
Joey d e p o y a d o ğ r u y ü r ü d ü .
«Onu d e m e k istemedim. Yemin ederim o n u de­
m e k İstemedim Joey. B u g ü n iki kez şok g e ç i r d i m
ve bu k o r k u n ç bayram.»
M o r p h y d u r d u : «Ne d e m e k istedin? A h ! evet
p n l a d ı m , a n l a d ı ğ ı m a inanıyorsun değil mj?
«Her yıl, ç o c u k l u ğ u m d a n bu y a n a , g i t t i k ç e kö­
tüleşiyor, ç ü n k ü , ç ü n k ü belki de a n l a m ı n ı daha faz­
la k a v r ı y o r u m . O sözler k u l a ğ ı m d a çınlıyoı 'lama
s a b a c h thani'.»
31
«Biliyorum Ethan, b i t m e k üzere. Yakında bite­
cek. Birden patlayıverdiğimi, kızdığımı unut e mi?»
Demir y a n g ı n çanı çaldı — bir tek vuruş.
«İşte bitti» dedi k o c a Joey, «bitti, bir yıl için
bitti.»
Sessizce d ü k k â n d a n ç ı k t ı , a r k a s o k a k kapısını
y a v a ş ç a kapadı.
Ethan gölgelikleri kaldırdı ve d ü k k â n ı yeniden
a ç t ı ; f a k a t fazla satış o l m a d ı . Birkaç şişe süt ve ek­
mek, bir kilo pirzola ve b a y a n Borcher'e de ç o r b a
y a p m a s ı için bir kutu bezelye sattı. S o k a k l a r d a bile
insan y o k t u . Saat a l t ı d a n önceki y a r ı m saat içinde
Ethan d ü k k â n ı k a p a t m a k için hazırlanırken kimse­
ler gelmedi. Dükkânı kilitleyip yola d ü ş t ü .
Fakat eve g ö t ü r e c e ğ i şeyler o l d u ğ u n u h a t ı r l a ­
y ı n c a geri d ö n d ü , a l d ı k l a r ı n ı iki büyük t o r b a y a koy­
du ve d ü k k â n ı yeniden kilitledi.
Sahil y o l u n a inip doklara ç a r p a n gri dalgaları
seyretmek denizin k o k u s u n u d u y m a k v e ş a m a n d r a
üzerinde rüzgâra karşı d u r m u ş martıyla k o n u ş m a k
istiyordu. M a r t ı l a r ı n sarmal uçuşları karşısında he­
y e c a n l a n ı p yazılmış bir şiiri hatırladı. Şiir şöyle baş­
lıyordu : «Oh m u t l u kuş seni böylesine heyecan­
landıran şey nedir?» Şiiri yazan kadın bu s o r u n u n
cevabını asla b u l a m a m ı ş , belki de b u l m a k isteme­
mişti. Tatilin yiyecekleriyie dolu a ğ ı r t o r b a l a r y ü ­
rüme hevesini k a ç ı r d ı . Ethan ağır ağır yürüyerek
a n a caddeyi g e ç t i , Karaağaç sokağı b o y u n c a eski
Havvley evine d o ğ r u ilerledi.

ÎKÎNCÎ BÖLÜM

M a r y m u t f a k t a n gelip kocasının elindeki ağır


t o r b a l a r d a n birini aldı.
«Anlatacak bir s ü r ü şey var. Sabırsızlanıyo­
rum.»
Ethan karısını ö p t ü . M a r y k o c a s ı n ı n d u d a k l a ­
rını hissetti.

82
«Ne oldu?» M a r y s o r d u .
«Biraz yorgunum.»
«Ama üç saat kapalıydı dükkân.»
«Yapacak bir sürü işim vardı.»
«Umarım kederli değilsindir?»
«Kederli bir gündü.»
«Çok güzel bir g ü n d ü . Neler neler oldu.»
«Çocuklar nerede?»
«Yukarıda r a d y o n u n başındalar. Onların da sa­
na söyleyecekleri ıbir şey var.»
«Bir s o r u n mu çıktı?»
«Neden bunu s o r d u n şimdi?»
«Ne bileyim.»
«Boşver, iyiyim.»
«Bir s ü r ü güzel şey a n l a t a c a ğ ı m a m a , yomek-
t e n s o n r a . Ş a ş ı r a c a k s ı n t a m a m mı?»
Ailen ve M a r y Ellen u ç a r a k merdivenlerden
inip m u t f a ğ a daldılar. «Gelmiş!» diye bağırıştılar.
«Baba d ü k k â n d a Peeks v a r mı?»
«O ç o r b a d a n m ı , evet var Ailen.»
«Birkaç tane getirseydiniz keşke. Üzerinde f a r e
resmi var, hani kesip m a s k e yapılıyor.»
«Fare maskesi t a k m a k için biraz yaşlı sayılmaz
mısın?»
Ellen, «Kutunun k a p a ğ ı n ı ve on sent yollaymca
karından k o n u ş m a aleti g ö n d e r i y o r l a r m ı ş . Şimdi
r a d y o d a n duyduk.» d e d i .
M a r y «Babanıza ne y a p m a k istediğinizi anlatın
haydi.» dedi.
«Biz Ulusal A m e r i k a ' y ı S e v i y o r u m yarışmasına
katılacağız. Birincilik ö d ü l ü VVashington'a gitmek ve
b a ş k a n l a t a n ı ş m a k . A n n e - b a b a l a r l a birlikte. Bir s ü r ü
b a ş k a ödül de var.»
«Güzel» dedi Ethan, «Ne y a p m a n ı z gerekiyor?»
«Yarışmayı Hearst gazetesi açtı.» Ellen bağırdı:
«Tüm ülkede yapılıyor. Sadece A m e r i k a ' y ı niçin sev­
diğinizi a n l a t a n bir yazı y a z a c a k s ı n ı z . Bütün k a ­
zananlar televizyona çıkacak.»
«Fıstık gibi iş!» dedi Ailen, «VVashington'a git­
mek, otelde kalmak, gösteriler, b a ş k a n l a tanışmak.
Şahane bir fırsat.»

33
«Dersleriniz ne olacak?»
«Yarışma yazın. Kazananları T e m m u z ' ı m 4'ün-
de ilan edecekler.»
«O z a m a n o l d u . Gerçekten Amerika'yı mı sevi­
yorsunuz, y o k s a ödülleri mi?»
«Aman Ethan,» dedi Mary, «heveslerini kırma
çocukların.»
«Ben s a d e c e ç o r b a y ı f a r e maskesinden ayır­
m a k i s t e d i m , hepsini birbirine karıştırıyorlar.»
«Baba nereye bakalım dersiniz?»
«Bakmak?»
«Tabii başkaları böyle söylüyor.»
«Büyükbabanızın babasının ç o k güzel kitapları
v a r d ı , t a v a n a r a s ı n d a olacak.»
«Neler var?»
«Lincoln'un, Daniel Webster'in ve Henry Clay'
İn n u t u k l a r ı var. T h o r e a u ' n u n , W a l t W h i t m a n ya da
Emerson'un kitaplarına da bakabilirsiniz. M a r k
Twain'e tabii. Hepsi y u k a r ı d a olacak.»
«Sen bu kitapları o k u m u ş m u y d u n baba?»
«Kitaplar d e d e m i n d i , bazen bana da okurdu.»
«Belki b i z i m yazımıza da y a r d ı m edersiniz.»
«O z a m a n sizin olmaz kl.»
«Tamam,» dedi Ailen. «Eve birkaç Peeks getir­
meyi unutmazsınız değil mi? Demir ve v i t a m i n var
onda.»
« U n u t m a m a y a çalışırım.»
«Sinemaya gidebilir miyiz?»
M a r y , «Hani y u m u r t a l a r ı boyayacaktınız?» de­
d i . «Şimdi k a y n a t ı y o r u m y e m e k t e n s o n r a b a l k o n a
çıkarsınız.»
«Yukarı ç ı k ı p o k i t a p l a r a bakabilir miyiz?»
«Işığı k a p a m a y ı u n u t m a z s a n ı z t a b i i . Geçen se­
fer bir h a f t a y a n m ı ş t ı ışığı. Sen u n u t m u ş t u n Ethan.»
dedi M a r y .
Çocuklar gidince, «Yarışmaya k a t ı l a c a k l a r ı n a
sevinmedin mi?» d e d i .
«Sevindim t a b i i , u m a r ı m becerirler.»
«Anlatmadan duramayacağım. Margie bugün
iskambil falı b a k t ı , hem de üç kere, ç ü n k ü dahp

34
ö n c e hiç böyle bîr şey g ö r m e m i ş . Üç kere. K a r t l a ­
rın dizilmesini ben de gördüm.»
«Aman Tanrım.»
«Hepsini d u y u n c a bu k a d a r ş ü p h e etmeyecek­
sin. Her z a m a n uzun boylu esmer y a b a n c ı l a r l a d a l ­
ga geçersin. Ne hakkında o l d u ğ u n u t a h m i n bile
edemezsin. Evet, hadi t a h m i n et.»
Ethan, «Mary seni u y a r m a k istiyorum,» d e d i .
«Uyarmak? Niçin? Daha b i l m i y o r s u n bile. Be­
nim geleceğim sensin.»
Ethan dişlerinin a r a s ı n d a n bir şeyler söyledi.
«Ne dedin?»
«Kurnaz m u h b i r dedim.»
«Bu senin f i k r i n . Kartlar öyle söylemiyor, üç
kere a ç t ı kartları.»
«Kartlar d ü ş ü n ü y o r mu?»
«Biliyor,» dedi Mary «Benim falıma baktı
ve hep senin h a k k ı n d a k o n u ş t u . Bu k a s a b a n ı n en
önemli a d a m l a r ı n d a n biri o l a c a k s ı n . İyi dinle, en
önemli ve bu kısa sürede o l a c a k . Çok y a k ı n d a . Aç­
tığı her kâğıt, p a r a g ö s t e r d i . Çok p a r a . Zengin ola­
caksın.»
«Sevgilim» dedi Ethan «Lütfen, seni u y a r m a l ı y ı m
lütfen.»
«Bir y a t ı r ı m yapacaksın.»
«Neyle?»
«Ağabeyimden kalan parayı düşündüm.»
«Hayır!» Ethan b a ğ ı r ı y o r d u . «O p a r a y a d o k u n ­
m a m . O senin. Ve senin o l a r a k kalacak. Bunu sen
mi d ü ş ü n d ü n y o k s a »
«İma bile e t m e d i . K a r t l a r d a T e m m u z ' d a Ibir y a ­
t ı r ı m y a p a c a ğ ı n ı g ö s t e r d i . S o n r a a r d a r d a gelecek.
Biri bitince diğeri .başlayacak. Ne hoş değil mi? Ay­
nen şöyle d e d i : 'Ethan senin geleceğindir. Çok
zengin biri o l a c a k ve b u r a n ı n belki de en b ü y ü k
a d a m ı olacak!'.»
«Allah kahretsin o k a d ı n ı , b u n a h a k k ı yok.»
«Ethan!»
«O kadının ne y a p m a y a çalıştığının f a r k ı n d a
mısın? Sen ne y a p t ı ğ ı n ı n f a r k ı n d a mısın?»
«Kendimin iyi bir k o d ı n , M a r g i e ' n i n de iyi bir

35
w w w . c i z g i l i f o r u m . c o m

e n g i n e l
arkadaş olduğunun farkındayım. Ve çocukların du­
yabileceği bir t a r t ı ş m a y a p m a k i s t e m i y o r u m . Mar-
gie Young-Hunt en iyi a r k a d a ş ı m . O n d a n hoşlan­
madığını biliyorum. Arkadaşlarımı kıskanıyorsun,
bildiğim bu. Güzel bir g ü n geçirdim ve sen b u n u
b o z m a k i s t i y o r s u n . Hiç hoş değil.» M a r y ' n i n yüzü
d u y d u ğ u hayal kırıklığından ve ö f k e d e n ö t ü r ü kıp­
kırmızı kesilmişti. Hayal k u r m a s ı n a engel olan ko­
casına karşı hınç doluydu.
«Sen burada otur Bay a f a c a n ve herkesi hır­
pala. Hepsini Margie'nin u y d u r d u ğ u n u s a n ı y o r s u n .
Hayır efendim; kartları üç kez ben kestim. Hem
M a r g i e uydursa bile, biraz y a r d ı m , d o s t l u k ve ne­
z a k e t t e n başka ne a m a c ı olabilir ki? Söyle bana
bay a f a c a n , sen aptalca bir neden b u l m u ş s u n d u r
nasılsa.»
«Keşke bilebilseydim,» dedi Ethan. «Su katıl­
m a m ı ş bir k ö t ü l ü k o n u n k i . İşi y o k , kocası y o k .
Hainlik ediyor.»
M a r y sesini alçalttı ve aşağılayan bir t a v ı r l a :
«Kötülükten söz ediyorsun, a m a sen a n c a k y ü ­
zünün ortasına t o k a t gibi ç a r p a n k ö t ü l ü ğ ü f a r k -
edersin. M a r g i e ' n i n neler çektiğini biliyor m u s u n ?
B u r a d a o n u n peşinde koşan bir sürü a d a m var.
Evli a d a m l a r ı s r a r ediyorlar, fısıldıyorlar. Bazen
nereye k a ç a c a ğ ı n ı bile bilmiyor. Bu yüzden ıbana,
bir kadın a r k a d a ş a ihtiyacı var. Bana neler a n l a t t ı .
Kesinlikle i n a n m a z s ı n . Bazı erkekler t o p l u m için­
deyken o n d a n h i ç h o ş l a n m ı y o r m u ş gibi d a v r a n ı p ,
gece gizlice evine gidip onu arıyorlarmış. T u t u c u
erkekler sürekli o l a r a k y ü k s e k a h l a k t a n söz edip
s o n r a bunları y a p a r l a r . Sen hâlâ k ö t ü l ü k t e n söz
et.»
«Onların k i m l e r o l d u ğ u n u söyledi mi?»
«Hayır s ö y l e m e d i . İşte bu da başka bir kanıt.
M a r g i e kendisini kırsalar bile kimseyi incitmek ni­
yetinde değil. Dediğine g ö r e , hele birisi varmış,
asla i n a n m a z m ı ş ı m . Bana adını söyleseymiş, saç­
larım b i r d e n b e m b e y a z kesilirmiş.»
Ethan d e r i n bir s o l u k a l d ı , az s o n r a , rahat­
lamış olarak s o l u ğ u n u b ı r a k t ı .

36
«Kim o l d u ğ u n u bilmek isterdim,» dedi M a r y ,
«Söylediğine g ö r e ç o k y a k ı n d a n t a n ı d ı ğ ı m ı z ve
i n a n m a y a c a ğ ı m ı z biriymiş.»
«Belki bazı şartlar a l t ı n d a söyleyebilir,» dedi
Ethan y u m u ş a k bir sesle.
«Zorlanırsa söyler. Kendisi söyledi, belki o n u ­
ru ve n a m u s u üzerine y e m i n edilirse.... Sence kim
olabilir?»
«Galiba biliyorum.»
«Biliyor m u s u n ? Kim?»
«Ben!»
Mary'nin ağzı bir karış a ç ı l d ı . «Ah seni ap­
tal!» dedi. «Dikkat etmezsem beni hep t u z a ğ a d ü ­
ş ü r ü r s ü n . A m a bu d ü ş ü n ü p d u r m a k t a n daha iyi.»
«Benim sevgili k e d i m , karısının en y a k ı n ar­
kadaşıyla karıştırdığı haltları itiraf eden birine her­
kes poposuyla güler.»
«Çok kötü konuşuyorsun.»
«Belki de erkeklerin inkâr etmeleri gerekir.
Hiç değilse karılarını k u ş k u l a n d ı r m a k o n u r u n a eri­
şirler. Sevgilim t ü m kutsal şeylerim üzerine y e m i n
ederim ki ne sözcüklerle ne de davranışlarımla
M a r g i e Young-Hunt'a a s ı l m a d ı m . Suçlu o l d u ğ u m a
inanıyor musun?»
«Ah sen!»
«Beni yeterince iyi, arzu edilebilir biri o l a r a k
g ö r m ü y o r s u n . B a ş k a bir deyişle, sınavı veremedim
galiba.»
«Şakayı severim bilirsin, a m a bu k o n u d a be­
nimle şaka etme. Umarım ç o c u k l a r ortalığı d a ğ ı l ­
mamışlardır. Aldıklarını yerine koymazlar hiç.»
«Bir kez d a h a a n l a t a y ı m güzel k a r ı c ı ğ ı m . A d ı ­
nın baş harfleri M Y H o l a n tanıdık ıbir k a d ı n , yal­
nız kendisinin bildiği nedenlerle e t r a f ı m a bir s ü r ü
tuzak k u r d u . Bu t u z a k l a r d a n birine düşme tehli­
kesi içindeyim.»
«Neden talihini d ü ş ü n m ü y o r s u n ? Kartlar üç kez
T e m m u z dedi. Ben g ö r d ü m . Paran olacak, ç o k p a ­
ran. Bunu düşün.»
«Parayı bu denli çok mu seviyorsun güzelim?»
«Parayı sevmek mi? Ne demek istiyorsun?»

37
«Parayı, b ü y ü c ü l ü k sihirbazlık falcılık gibi k a ­
ranlık işlere u m u t b a ğ l a y a c a k k a d a r mı seviyor­
sun?»
«Sen başladın! Sen söyledin! Sözcüklere sak­
l a n m a n a izin v e r m e y e c e ğ i m . Parayı seviyor mu­
y u m ? Hayır s e v m i y o r u m a m a , kaygıyı, y o k s u l l u ğ u
da s e v m i y o r u m . Bu k a s a b a d a b a ş ı m ı dik t u t m a k
i s t i y o r u m . Ç o c u k l a r ı m ı n diğer ç o c u k l a r k a d a r iyi
giyinmedikleri için ezilmelerini i s t e m i y o r u m . Başım
dik olsun istiyorum.»
«Yani para başını dikleştirecek mi?»
«Senin, o kutsal a t a l a r ı n a alayla b a k a n yüz­
lerdeki a n l a m değişir hiç değilse.»
«Kimse Havvley'lerle alay edemez.»
«Sen öyle san. G ö r m ü y o r s u n bile.»
«Bunu g ö r m e k için b a k m a d ı ğ ı m d a n herhalde.»
«Kutsal Havvley'lerini bana karşı kullanıyor­
sun.»
«Hayır sevgilim. A r t ı k onları silah olarak kul­
l a n m a k t a n vazgeçtim.»
«Buna sevindim. Bu k a s a b a d a ya da b a ş k a
bir y e r d e o l s u n , isterse Havvley olsun bir t e z g â h ­
t a r d a i m a tezgâhtardır.»
«Başarısızlığım için beni suçluyor musun?»
«Hayır, tabii ki s u ç l a m ı y o r u m . A m a d u r u m u n u
kabullenip o t u r d u ğ u n için seni s u ç l u y o r u m . O eski
m o d a , küf t u t m u ş düşüncelerin o l m a s a b u d u r u m ­
d a n kurtulabilirsin. Herkes sana gülüyor. Parasız
bir beyefendi hiç bir işe yaramaz.» M a r y söylediği
şeyin anlamını k a v r a y ı n c a utandı ve s u s t u .
«Üzgünüm.» dedi Ethan. «Bana bir şey ö ğ r e t ­
t i n . Belki de üç şey. A s l a varlığına i n a n ı l m a y a n üç
şey, gerçek, olasılık ve m a n t ı k . Servetimi b a ş l a t a ­
c a k parayı nerden b u l a c a ğ ı m ı biliyorum şimdi.»
«Nereden bulacaksın?»
«Banka soyacağım.»
O c a ğ ı n üzerindeki saatin çanı ç a l m a y a başla­
d ı . M a r y , «Gidip ç o c u k l a r ı çağır. Yemek hazır. İşı­
ğı kapatmalarını söyle.» dedi. Kocasının a y a k ses­
lerini dinledi.

38
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

K a r ı m , M a r y ' i m , bir d o l a b ı n kapağını nasıl k a ­


patırsanız öyle u y k u y a dalar. Çok z a m a n o n u
kıskançlıkla seyretmişimdir. Güzel v ü c u d u bir ko­
zanın İçine g i r m e k i s t e r c e s i n e kıvrılır. Önce içini
çeker s o n r a gözleri k a p a n ı r ve d u d a k l a r ı eski Yu­
nan tanrılarına özgü k u s u r s u z ve geniş b i r g ü l ü m ­
semeyle kaplanır. B ü t ü n gece b o y u n c a g ü l ü m s e r .
Nefesi b o ğ a z ı n d a n bir kedinin mırıltısı gibi ç ı k a r .
Bir saniye içinde ateşi yükselir, öyle ki, ısısını f a r k -
e d e r i m , s o n r a ateşi düşer ve k a r ı m u z a k l a r a gider.
Nereye gittiğini b i l m e m . Düş g ö r m e d i ğ i n i söyler.
A m a g ö r ü r t a b i i . Bunun a n l a m ı , d ü ş l e r i n i n ö n e m ­
siz o l u ş u d u r ya da öyle rahatsız e d i c i d i r ki d ü ş ü ,
u y a n m a d a n ö n c e unutuverir. Uykuyu sever k a r ı m
ve uyku karşılar o n u . Ben de o n u n gibi o l m a y ı is­
t e r d i m . Uykuyla savaşırım b e n , bir y a n d a n da u y u ­
mayı arzu e d e r i m .
Sanırım a r a m ı z d a k i f a r k b u , M a r y ' i m s o n s u ­
za d e k y a ş a y a c a ğ ı n ı düşler öyle ki, bu y a ş a m d a n
b a ş k a bir y a ş a m a , u y k u d a n u y a n ı k l ı ğ a geçebildiği
kadar rahat geçebileceğini sanır. B u n u t ü m v ü c u ­
duyla bilir. Bildiği için de nasıl nefes almayı d ü ­
şünmezse bunu da d ü ş ü n m e z . Bu y ü z d e n , M a r y '
nin u y u m a y a , dinlenmeye, kısa bir s ü r e için de olsa
y o k o l m a y a , zamanı var.
Öte y a n d a n b e n , iliklerime v e kemiklerime k a ­
dar bilirim ki g ü n ü n birinde, er ya da geç y a ş a ­
m ı m n o k t a l a n a c a k . İşte bu yüzden uykuyla s a v a ­
ş ı y o r u m , o n a kul köle o l u y o r u m ve h a t t â gelmesi
için hilelere b a ş v u r u y o r u m . Uyku zamanı benim
için büyük acı ve ıstırap kaynağıdır. Bunu biliyo­
r u m , ç ü n k ü şimdi u y a n d ı m ve o ezilmeyi hissedi­
y o r u m . U y k u l a r ı m d a ç o k hareketli v a k i t g e ç i r i r i m .
Rüyalarım, o g ü n olan olayların a r t ı k s a ç m a bir
hal a l m ı ş o l a n t e k r a r l a n d ı r . Boynuzlar ve hayvan
maskeleri t a k m ı ş d a n s e d e n a d a m l a r gibi. M a r y '
den ç o k d a h a a z u y u r u m . M a r y d a h a ç o k u y k u y a

39
g e r e k s i n i m i o l d u ğ u n u söyler. Ben de daha az u y k u y l a
yetinebileceğimi kabul e d e r i m . Sadece v ü c u t t a yiye­
c e k l e r d e n alınan ve d e p o l a n a n pek ç o k enerji vardır.
Kimi bunu hemen kullanır. Çocukların şeker yemeleri
gibi. Ya da ç o c u k l a r ı n şekeri k â ğ ı d ı n d a n yavaş y a ­
vaş ç ı k a r m a l a r ı gibi y a v a ş yavaş kullanılabilir. Şe­
kerinin yarısını saklayıp böylece u z u n c a bir süre
şekerlerini b i t i r m e y e n k ü ç ü k kızlar vardır.
M a r y sanırım benden uzun y a ş a y a c a k . S o n ­
ra kullanmak için h a y a t ı n ı n bir b ö l ü m ü n ü s a k l ı y o r
ç ü n k ü . Neden pek ç o k kadının erkeklerden uzun
yaşadığı üzerinde d ü ş ü n ü l m e l i .
Kutsal C u m a d a i m a rahatsız etmiştir beni. Ço­
c u k k e n de ç a r m ı h a gerilmenin ıstırabına değil, çar­
m ı h t a k i insanın içini k a v u r a n yalnızlığına derin bir
keder d u y a r d ı m . N e w England'lı büyük h a l a m De-
borah'ın beynime çivi gibi çakılan kuru bir sesle
o k u d u ğ u M a t t h e w b ö l ü m ü n ü n İçime yerleştirdiği bu
kederi asla u n u t m a d ı m . Belki bu yıiki d a h a da kö­
t ü y d ü . Hikâyeyi a l ı p t a n ı m l a m a y a çalışıyoruz. B u ­
gün M a r n i l o bana birşey ö ğ r e t t i , b ö y l e c e ben bel­
ki de ilk kez, t i c a r e t i n doğasını a n l a d ı m . Hemen
a r d ı n d a n ilk rüşvet önerisini aldım. Bu y a ş t a bu
sözü k u l l a n m a k biraz t u h a f a m a bu t ü r b a ş k a bir
olay h a t ı r l a m ı y o r u m . M a r g i e Young-Hunt h a k k ı n d a
düşünmeliyim. O bir şeytan mı? Niyeti nedir? De­
diklerini y a p m a l ı y m ı ş ı m , kabul etmezsem sonu kö­
tü o l u r m u ş diye gözdağı verdi b a n a . Bir e r k e k y a ­
şamını düşünebilir m i , y o k s a bir izleyici o l a r a k ya­
şayıp gitmeli midir? Pek çok gece y a n ı b a ş ı m d a
uyuyan Mary'imin mırıltılarını dinleyerek uyanık
y a t t ı m . Karanlığa b a k a r s a n ı z gözlerinizin ö n ü n d e
kırmızı benekler uçuşur ve zaman uzar. M a r y uy­
k u s u n u öyle sever ki beni kaşıntılar t u t s a bile o n u
u y a n d ı r m a m a k için k ı m ı l d a m a m . Eğer y a t a k t a n ç ı -
k a r s a m uyanır. Ve kaygılanır. Ç ü n k ü uykusuzluk
h a k k ı n d a (bildiği t e k sebep hastalıktır. Hasta o l d u ­
ğ u m u sanır.
Bu gece kalkıp dışarı ç ı k m a m gerekiyor. So­
luması hafif mırıltılı ç ı k ı y o r d u ve d u d a k l a r ı n d a k i o

40
yüz yıllık g ü l ü m s e m e y i g ö r e b i l i y o r d u m . Belki de ser­
vetimizi, k a z a n a c a ğ ı m parayı g ö r ü y o r d u rüyasın­
da. Mary gurur duymak istiyordu.
Bir e r k e ğ i n özel bir y e r d e d a h a iyi d ü ş ü n e c e ­
ğine inanması biraz gariptir. Benim böyle bir ye­
rim var. Her z a m a n d a vardı a m a o r a d a d ü ş ü n m e ­
diğimi, sadece hissettiğimi, h a t ı r l a d ı ğ ı m ı ve de­
nediğimi bilirim. Güvenli bir yerdir. Böyle bir yeri
o l d u ğ u n u söyleyen hiç kimseyle k a r ş ı l a ş m a d ı m a m a
yine de herkesin bir yeri o l m a l ı . Bazen uyuyan b i ­
rini normal bir hareket u y a n d ı r m a z d a , sessiz­
ce yapılan u f a c ı k bir k ı m ı l d a n m a bile uyandırır.
Uyuyan zihinlerin b a ş k a l a r ı n ı n d ü ş ü n c e l e r i n i b i l m e k
istediklerine dair bir inanç t a ş ı r ı m . Banyoya gidip
o r a d a kalmayı d ü ş ü n d ü m , b u n u b a ş a r ı n c a d a kalk­
t ı m , banyoya g i t t i m . Sonra elbiselerimi de t a ş ı y a ­
rak sessizce a ş a ğ ı y a indim. M u t f a k t a giyindim.
M a r y b a ş k a l a r ı n ı n , o l m a y a n dertlerini paylaştığımı
söyler. Belki öyledir a m a m u t f a ğ ı n loş ışığında o l a ­
bilecek, olası bir o y u n u g ö r e b i l d i m . M a r y u y a n m ı ş
ve y ü z ü n d e üzüntülü bir i f a d e ile evi d o l a ş a r a k be­
ni arıyor. Kesekâğıdının üzerine bir n o t y a z d ı m :
«Sevgilim, biraz h u z u r s u z u m , y ü r ü y ü ş e çıkıyoru'm;
hemen döneceğim.» M u t f a k m a s a s ı n ı n t a m o r t a s ı ­
n a k o y d u m n o t u . Böylece M a r y m u t f a ğ ı n ışığını y a ­
k a c a k olursa ilkin kâğıdı g ö r e b i l e c e k t i .
A r k a kapıyı y a v a ş ç a a ç t ı m v e havayı t a t t ı m .
Hava serin ve k u r u y d u . P a l t o m a s a r ı n d ı m , b a ş ı ­
ma da k u l a k l a r ı m a k a d a r bir denizci şapkası ge­
ç i r d i m . Elektrikli saat çaldı, üçü çeyrek g e ç i y o r d u .
K a r a n l ı k t a kırmızı b e n e k l e r i saat on birden bu y a n a
izliyormuşum d e m e k ki.
Bizim k a s a b a , New B a y t o w n , yakışıklı ve yaşlı
bir kasabadır. A m e r i k a ' n ı n t ü m kasabaları içinde de
en temiz ve düzenli o l a n l a r ı n d a n biridir. Buraya ilk
yerleşenlerin ve benim a t a l a r ı m ı n , Elizabeth dev­
rinde A v r u p a ' n ı n toaşağrısı olan o k a v g a c ı , huzur­
suz, hileci, a ç g ö z l ü denizcilerin oğulları o l d u k l a ­
rına i n a n ı y o r u m . Cromwell devrinde Batı Hint ada­
larını ele geçirmişler ve s o n u n d a kuzey kıyısına
yerleşerek t a h t ı n a geri d ö n e n Charles S t u a r t ' t a n

41
imtiyazlar a l m ı ş l a r d ı . Birbiriyle asla b a ğ d a ş a m a z
olan k o r s a n l ı k ve püritenüği birleştirmişlerdi. İkisi
de b a ş k a l d ı r m a k t a n h o ş l a n m a z ve ikisinin de baş­
kasının m a l ı n d a m ü l k ü n d e gözleri vardır. Birleşe­
bildikleri yerlerde sert ve geçimsiz bir s ü r ü may­
m u n ürettiler. Ben o n l a r ı biliyorum, ç ü n k ü b a b a m
ö ğ r e t t i . B a b a m a m a t ö r ruhlu tarihî b i r a d a m d ı . V e
d a i m a d i k k a t e t m i ş i m d i r : tarihî kişiler başkalarını
kalitesizlikleri y ü z ü n d e n kutlarlar. B a b a m nazik,
k ü l t ü r l ü , ö ğ ü t dinlemesini sevmeyen, bazen de t a m
a p t a l g ö r ü n ü ş l ü biriydi. T e k başına arazileri, p a r a y ı ,
saygınlığını ve geleceğini kaybetti. Allen'lerin ve
Hawley'lerin foiriktirebildikleri herşeyi yani. Sadece
isim kaldı. Z a t e n b a b a m ı ilgilendiren d e a d d a n
b a ş k a bir şey değildi. B a b a m b a n a «Miras dersleri»
adını verdiği dersler v e r i r d i . Bu yüzden eskiler hak­
k ı n d a ç o k şey bilirim.. Belki de bunun için Hawley'
lere ait olan bir b l o k t a k i Sicilyalı b a k k a l d ü k k â n ı n ­
da t e z g â h t a r l ı k y a p ı y o r u m . Keşke b u n a bu kadar
içerlemesem. Bizi silip s ü p ü r e n geçirdiğimiz b u n a ­
lımlar ya da zor z a m a n l a r değildi. B ü t ü n bunlar
N e w B a y t o w n ' u n güzel bir yer o l d u ğ u n u s ö y l e m e m ­
le başladı. K a r a a ğ a ç s o k a ğ ı n d a sola değil de sağa
d ö n d ü m ve a n a y o l a paralel o l a n Porlock s o k a ğ ı n a
y ü r ü d ü m . Ş i ş m a n polis m e m u r u m u z W e e Willie
şimdi a n a y o l d a k i poli9 arabasının içinde kestiri­
y o r d u n Ve ıbu geceyi o n u n l a g e ç i r m e k i s t e m i y o r u m .
«Bu s a a t t e ne y a p ı y o r s u n Ethan? k ü ç ü k bir par­
ça mı v a r ha?» W e e Willie y a l n ı z d ı r ve k o n u ş m a y ı
sever. Sonra a n l a t t ı k l a r ı n ı yeniden anlatır. Willie'nin
yalnızlığı b i r k a ç u f a k s k a n d a l i n d o ğ m a s ı n a sebep
olmuştur. Gündüz polisi T a ş d u v a r J e k s o n S m i t h '
dir. B u o n u n t a k m a adı değildir. T a ş d u v a r J e k s o n
o l a r a k vaftiz edilmiş b u d a o n u t ü m diğer S m i t h '
lerden ayırmıştır. Kasaba polislerinin n e d e n , olduk­
larından b a ş k a t ü r l ü g ö r ü n m e y e çalıştıklarını bilmi­
y o r u m . T a ş d u v a r Smith hamlığını s a k l a m a y a çalı­
şan biriydi ve y e m i n e t m e d e n günün tarihini bile
söylemezdi. Şef Smith k a s a b a n ı n polis işlerine b a ­
k a r d ı , işine bağlıydı, en son m e t o d l a r ı uygulardı
h a t t â W a s h i n g t o n ' d a FBI'de bile kurs g ö r m ü ş t ü .

42
Bence bulunabilecek en iyi polis m e m u r u y d u . Uzun
boylu, sessiz ve metal gibi parlayan bakışları o l a n
biri. Eğer b i r suç işlemeye niyetiniz v a r s a , şef k a ­
çınılması gereken biridir.
Yine b ü t ü n b u n l a r W e e Willie ile k o n u ş m a m a k
için Porlock s o k a ğ ı n a s a p m a m d a n ç ı k t ı . New Bay-
t o w n ' u n en güzel evleri Porlock s o k a ğ ı n d a d ı r . Bi­
liyorsunuz ilk 1800'lerde, y ü z l e r c e balina gemimiz
v a r d ı . Gemiler a n t a r t i k veya Çin denizine y a p t ı k ­
ları y o l c u l u k l a r d a n bir ya da iki yıl s o n r a yağla
y ü k l ü d ö n d ü k l e r i n d e , ç o k zengin o l u r l a r d ı . Uğradık­
ları y a b a n c ı l i m a n l a r d a görgülerini a r t ı r d ı k l a r ı k a ­
dar, eşya da t o p l a r l a r d ı o r a l a r d a n . Bu y ü z d e n Por­
lock s o k a ğ ı n d a k i evlerde pek ç o k Cin eşyası b u l u ­
n u r d u . Bu evlerin sahipleri olan eski k a p t a n l a r ı n
bazılarında zevk de b u l u n u r d u . Evlerini y a p t ı r t m a k
için İngiliz m i m a r l a r g e t i r m i ş o l a n l a r v a r d ı . Porlock
s o k a ğ ı n d a  d e m f i g ü r l ü Yunan m i m a r i s i ö r n e k l e ­
rine r a s t l a n m a s ı n ı n nedeni de budur. İngiltere'de o
zaman bu t ü r mimarlık v a r d ı . F a k a t b ü t ü n o kapı
üstlerindeki yelpaze şeklindeki pencerelere, yivli
s ü t u n l a r a v e t ü m Yunan hatlarına k a r ş ı n , ç a t ı y a
bir bölme y a p m a y ı asla ihmal e t m e m i ş l e r d i . Bu b ö l ­
meler sadık, evine bağlı kadınların b u r a y a ç ı k a r a k
dönen gemileri beklemeleri a m a c ı y l a yapılırdı. Kim-
bilir b e l k i de bekleyenler o l m u ş t u r .
Ailem y a n i Hawley'Ier; Phillips'ler Elgar'lar ve
B a k e r s ' l a r d a n d a h a da eskidirler. Evlerini ilk Ame­
rikan biçeminde. K a r a a ğ a ç s o k a ğ ı n a kurmuşlardır.
Damları sivri, y a n t a r a f l a r ı birbirine bindirilmiş ke­
restelerden o l u ş a n evlerdir bunlar. Benim evim de
öyledir. Ve b ü y ü k k a r a a ğ a ç l a r evler k a d a r yaşlı­
dır.
Porlock s o k a ğ ı n d a gazlı s o k a k lambaları o za­
m a n d a n kalmıştır, a m a şimdi içlerinde elektrik a m ­
pulleri var. Yazın turistler mimarîyi ve «eski d ü n ­
y a n ı n cazibesi» dedikleri şeyi g ö r m e y e gelirler k a ­
sabamıza. Çekicilik neden eski d ü n y a ' y a ait olsun?
V e r m o n t Allen'lerin Hawley'lerle nasıl birleştiklerini
u n u t t u m . Devrimden hemen s o n r a o l m u ş bu. İster­
s e m yeniden öğrenebilirim elbette. T a v a n a r a s ı n d a

43
bir yerlerde bu k o n u y a ilişkin bir kayıt vardır. Ba­
b a m ö l d ü k t e n sonra Hawley'lerin aile t a r i h i n d e n
y o r g u n düşen M a r y ' i m , herşeyi t a v a n a r a s ı n a g ö t ü ­
rüp d e p o l a m a m ı z ı ö n e r d i ğ i n d e neler hissettiğini an­
l a m ı ş t ı m . B a ş k a l a r ı n ı n aile tarihlerinden g e r ç e k t e n
bıkabilirsiniz. M a r y New B a y t o w n ' d a bile d o ğ m a ­
mıştı üstelik. İrlanda kökenli Katolik o l m a y a n bir
aileden geliyordu. Bu noktayı o, önemle belirtir.
Ailesine Ulster ailesi der. B o s t o n l u d u r M a r y .
Aslında oralı da değildir. B o s t o n ' d a buldum.
İkimizi de o z a m a n k i n d e n daha belirgin biçimde
gözümde c a n l a n d ı r a b i l i y o r u m . Sinirli, ü r k m ü ş bir
a s t e ğ m e n ve h a f t a sonu iznini birlikte geçirdiği
pembe y a n a k l ı , t a t l ı gülüşlü y u m u ş a k bir kız. T ü m
bunlar savaş y ü z ü n d e n d i . Ne kadar ciddîydik, nasıl
da ö l ü m ü n e ciddî. Ben ö l d ü r ü l e c e k t i m , o da hayatını
benim k a h r a m a n a n ı m a a d a y a c a k t ı . B u m i l y o n l a r c a
yeşil ü n i f o r m a l ı n ı n ve m i l y o n l a r c a b a s m a entarilinin,
m ı h gibi o t u r m u ş , m i l y o n l a r c a d ü ş ü n d e n sadece bi­
riydi. Hikâyemiz geleneksel, o «Sevgili John» diye
başlayan bir m e k t u p l a s o n a erebilirdi, eğer M a r y ha­
yatını bana a d a m a y a k a r a r vermiş o l m a s a y d ı .
Tatlı ve inatçı m e k t u p l a r ı beni her yerde izledi.
Yuvarlak, temiz elyazısıyla, a ç ı k mavi k â ğ ı t l a r a , koyu
mavi m ü r e k k e p l e yazdığı mektuplarını t ü m t a b u r t a ­
nıyor ve herkes benim a d ı m a m u t l u o l u y o r d u . Eğer
M a r y ile evlenmeyi Istemeseydim bile o n u n sebatı
beni sadık ve güzel bir kadının sürekli d ü ş ü n ü kur­
m a y a z o r l a y a c a k t ı . M a r y B o s t o n ' d a k i kira evinden
K a r a a ğ a ç s o k a ğ ı n d a k i eski Hawley evine t a ş ı n m a k t a
t e r e d d ü t e t m e d i . M a r y b a t a n işimin d u r a ğ a n ümit­
sizliğinde, ç o c u k l a r ı m ı z ı n d o ğ u m u n d a y a d a uzun s ü ­
ren t e z g â h t a r l ı k felcinde asla kaygıya k a p ı l m a d ı .
Bekliyordu bunu. Şimdi d a h a iyi a n l ı y o r u m . Ve sa­
nırım a r t ı k b e k l e m e k o n a zor geliyor. M a r y ' i m y a p -
m a c ı l ı k t a n hoşlanmaz ve hor görmeyi de bir a r a ç
o l a r a k kullanmaz. Bu y ü z d e n de bundan ö n c e k i is­
teklerini bu k a d a r katı bir dille a ç ı ğ a vurmamıştı.
Pek ç o k olayı en iyi şekilde g e r ç e k l e ş t i r m e k için ç o k
çalışır. Sadece, d a h a ö n c e o r a d a o l m a y a n bir zehi-
rlh k a f a s ı n a yerleşmiş olması önemli. Gece s o k a k t a

44
w w w . c i z g i l i f o r u m . c o m

e n g i n e l
buzları ezeri a y a k l a r ı n sesine karşılık ne ç o k d ü ş ü n ­
ce şekillenebiliyor insanın k a f a s ı n d a , N e w B a y t o w n '
d a s a b a h ı n erken saatlerinde y ü r ü m e k t e n k a ç ı n m a k
için hiç bir neden y o k t u r . Wee Willie k ü ç ü k ş a k a l a r
yapar, beni s a b a h ı n üçünde körfeze d o ğ r u y ü r ü r ­
ken gören başkaları d a , b a l ı ğ a g i t t i ğ i m i düşünürler.
İnsanlarımızın balık a v l a m a y ö n t e m l e r i çeşit çeşittir.
Bazıları aile sırları k a d a r gizlidir ve b u n l a r saygınlığı
o l a n , geliştirilmiş özel kuramlardır. S o k a ğ ı n s o l g u n
ışığı, kaldırımda ve çimlerin üzerindeki k a t ı , beyaz
buzları, m i l y o n l a r c a ufak elmasmış gibi pırıl pırıl
p a r l a t ı y o r d u . Bu buzda ayak izleri kalır a m a şimdi
y o k t u . Ç o c u k k e n d e d o k u n u l m a m ı ş yepyeni kar y a
da buz üzerinde y ü r ü m e k t e n meraklı bir heyecan
d u y a r d ı m . Yeni bir d ü n y a y a a y a k b a s a n İlk insan o l ­
m a k gibidir. Kullanılmamış, kirletilmemiş temiz, yeni
bir şeyi keşfetmenin o derin ve d o y u m l u hissini d u ­
y a r ı m . Olağan gececiler, kediler yani, buzda y ü r ü ­
m e k t e n hoşlanmazlar. Bir kezinde h a t ı r l ı y o r u m , ç ı p ­
lak ayakla buza b a s m ı ş t ı m , a y a ğ ı m y a n m ı ş t ı s a n k i .
A m a şimdi Ibotlarım ve kalın ç o r a p l a r ı m l a parlayan
yeniliğin üzerinde ilk yaraları a ç t ı m .
Porlock s o k a ğ ı n ı n T o r g u a y ' l a kesiştiği y e r d e ,
— b i s i k l e t f a b r i k a s ı d a (buradadır—• H i c k s o k a ­
ğ ı n d a k i temiz buz, s ü r ü k l e n e n ayak izleriyle y a r a ­
lanmıştı. Huzursuz, kararsız bir insan o l a n , b a ş k a
bir yerde o l m a k isteyen ve o r a y a s ü r ü k l e n e n Danny
Taylor'un ayak izleriydi b u n l a r . . . Danny k a s a b a n ı n
ayyaşı. Her k a s a b a d a böyle bir kişi v a r d ı r s a n ı r ı m .
Danny Taylor k a s a b a d a herkesin başını sağdan sola
sallatan, iyi aileden, eski aileden gelen iyi eğitim
g ö r m ü ş biridir. Kültürlüdür. A k a d e m i d e bazı s o r u n ­
ları o l m a m ı ş mıydı? Neden silkelenip a y a ğ a kalk­
mıyor? Kafayı ç e k e r e k kendini ö l d ü r ü y o r , a m a bu
hatalı, ç ü n k ü Danny b i r beyefendidir. İçmek için
para dilenmek ayıptır. İyi ki anne babası sağ d e ğ i l ,
o n u n bu halini görmediler. Bu onları öldürebilirdi
a m a zaten ç o k t a n öldüler. İşte New B a y t o w n ' d a
bunların d e d i k o d u s u yapılır.
Benim içinse, Danny derin bir yaradır. B u n d a n
dp ö t e (bir suçtur. O n a y a r d ı m edebilirdim. Denedim

45
d e , a m a izin vermedi. D a n n y kardeşim gibidir, birlik­
te büyüdük, aynı yaştayız. Boyumuz, kilomuz da ay­
nıdır. Ben onun k o r u y u c u s u y d u m ve o n u k u r t a r a m a ­
d ı m . Belki bu yüzden s u ç l u l u k d u y u y o r u m . Yüreği­
m i n derinliklerinde Özürlerim var. Bazıları geçerli,
a m a bu beni r a h a t l a t m ı y o r . Taylor'lar en az Hawley'
ler, Baker'ler ya da diğerleri kadar eski bir ailedir.
Ç o c u k l u ğ u m d a , b a n a sağ k o l u m k a d a r y a k ı n olan
Danny o l m a d a n gittiğim hiç bir piknik, sirk, yarış­
ma ya da yılbaşı h a t ı r l a m ı y o r u m . Üniversiteye birlik­
te gitseydik belki bunlar o l m a y a c a k t ı . Ben Harvard'a
g i t t i m . Bir lisan zenginliği y a ş a d ı m . Edebiyat içinde
y ü z d ü m , eski, güzel ve meçhule sığındım ve bir bak­
kal d ü k k â n ı n d a t e z g â h t a r l ı k y a p a r k e n kullanmanın
imkânsız o l d u ğ u bir yığın bilgiyi kazanmaya çalış­
t ı m . Bu heyecanlı ve p a r l a k serüvende Danny'nin
y a n ı m d a olmasını istedim hep. A m a Danny deniz
için d o ğ m u ş t u sanki. Deniz A k a d e m i s i n e gitmesi
d a h a biz ç o c u k k e n planlanmış, kabul edilmiş, h a t t â
kesinleşmişti. Ne z a m a n yeni bir s e n a t ö r ü m ü z olsa
babası bu k o n u y u g ü n d e m e getirirdi.
Üç yıl o n u r listesindeydi, s o n r a k o v u l d u . Anne-
babasını bu ö l d ü r d ü derler. Danny'nin de pek ç o ğ u ­
nu ö l d ü r d ü . Geriye bu s ü r ü k l e n e n ıstırap kaldı. Bir
b a r d a k i ç k i içebilmek İçin dilenen bir keder.
S a n ı r ı m İngilizler b u n a «battı balık y a n gider.»
derler a m a bana kalırsa y a n değil dibe gidiyor.
Danny şimdi gece gezen, s a b a h ı n erken saatle-
ine ait, yalnız sürüklenen Ibiri o l d u . Bir b a r d a k içki
/çin dilenirken gözleri o n u bağışlamanız için yalva­
rır size, ç ü n k ü o hiç kendini bağışlayamaz. Taylor'la­
rın eskiden gemi y a p t ı k l a r ı y e r d e bir kulübede uyur.
A y a k izlerini g ö r ü n c e d u r d u m , eve mi g i t m i ş t i , y o k ­
sa evden mi ç ı k m ı ş t ı b u n u ö ğ r e n m e k istiyordum.
Buzdaki izlere b a k ı l ı r s a dışarı ç ı k m ı ş t ı ve her an
o n u n l a karşılaşabilirdim.
W e e Willie o n u hapse a t m a z d ı . N e y a r a r ı o l a ­
c a k t ı ki? Nereye g i t t i ğ i m i b i l i y o r d u m , d a h a y a t a k t a n
ç ı k m a d a n g ö r m ü ş hissetmiş v e k o k u s u n u a l m ı ş t ı m .
Eski Liman a r t ı k y o k . Eskiden gemilerin d e m i r
a t ı p sığındıkları W h i t s o n kayaları yeni d a l g a k ı r a n ı n

46
ve belediyeye ait iskelenin yapılmasıyla kum ve ç a ­
murla d o l m u ş , o parlak kayalar a r t ı k sığlaşmışlardı.
Gemiler, ambarlar, ipcambazları nerede şimdi?
Balina yağını varillere d o l d u r u r k e n t ü m ailele­
riyle çalışan işçiler ve d o k l a r ı n üzerindeki balina av­
cılarının demir atabildikleri cıvadralar*, keman ç a l a n
denizciler hani? Genellikle üç a n a gemi v a r d ı , ar­
maları köşeli, a r k a l a r ı n d a n da kare yelkenli hızlı ge­
miler giderdi. Gemiler her h a v a d a dayanıklı olsun d i ­
ye derin yapılırdı. Uçan b a s t o n ayrı p i r seren dire­
ğiydi sanki ve ikili balina v u r u c u s u en az yelkenler
kadar hızlıydı.
Eski limanı gemiler de v a r k e n g ö s t e r e n , çelik
üzerine k a b a r t m a yapılmış bir resim var bende. Te­
neke k u t u d a ise eski sararmış f o t o ğ r a f l a r var. A m a
o n l a r a ihtiyacım yok. Limanı da gemileri de biliyo­
r u m . Dedem balina dişinden y a p ı l m ı ş b a s t o n u y l a be­
nim için bunları sanki yeniden inşa etti. Eskiden
Havvley'lerin d o k ' u olan bir k ü t ü k p a r ç a s ı n a b a s t o ­
nunu vurarak, denizcilik terimleri s a v u r a savura beni
eğitti. Hiddetli bir yaşlı a d a m d ı d e d e m , saçları ve
favorileri bembeyazdı. O n u öyle severdim ki kal­
bim bu sevgiden a ğ r ı r d ı . *
M e g a f o n a ihtiyaç d u y m a y a c a ğ ı n ı z bir sesle köp­
rüden b a ğ ı r ı r d ı : «Tamam, ş a r k ı n ı n hepsini eöyle,
yüksek sesle, f ı s ı l t ı d a n nefret ederim.»
Ben şarkıya b a ş l a r d ı m o da balina dişinden bas­
t o n u y l a k ü t ü ğ e v u r u r d u . «Uçan zıpkın» (şak) söyler­
d i m , «dışarı zıpkın» (şak) «içeri z ı p k ı n zıpkın» (şak
şak) «Söyle, fısıldıyorsun.»
«Önce gökler ö n c e kral, ö n c e a l ç a k tepeler, ö n ­
ce y ü k s e k tepeler..» (Her seferinde k ü t ü ğ e vururdu.)
«Okyanus. Söyle.»
«Okyanus gökler» (şak).
Y a ş l a n d ı k ç a ç a b u k yorulur o l m u ş t u .
«Okyanusu boşver Mizana*'yp geç.»

* Civadra : Gemilerin bas taraflarından belirli


bir açıda uzatılan, pruva direği ile çubuklarının ist­
ralyaların (arma) bağlandığı serenler.
* Mizama; Gemilerin üçüncü direği.

47
«Başüstüne k a p t a n . M i z a n a gökler, mizana kra!,
mizana alçak tepe, mizana y ü k s e k tepe, k o r s a n b a y -
rağı.»
«Sonra?»
«Hızlı.»
«Arması ne?»
«Balıkçı kancası ve b a s t o n kaptan.»
Şak-şak-şak, b a s t o n u kütüğe v u r u r d u .
İşitmesi a ğ ı r l a ş t ı k ç a insanları f ı s ı l d a m a k l a daha
ç o k suçladı. «Eğer birşey gerçekse veya değilse bu­
nu söyleyebilmelisin. Bağır.»
Yaşlı k a p t a n ı n işitmesi ağırlaştı a m a belleği ye­
rinde kaldı. Her geminin tonajını ve kalitesini söy­
leyebilirdi. Hattâ balina avcılığının o şaşaalı d e v r i ,
o k a p t a n o l m a d a n ö n c e neredeyse bitmesine r a ğ ­
m e n , körfezden ç ı k a n her geminin neyle d ö n e c e ğ i n i ,
getirilenlerin nasıl paylaştırılacağını bilirdi. Gazyağı-
na «kokarca yağı» gazlı l a m b a l a r a da «kokarca yu­
vası» d i y o r d u . Elektrik lambaları kullanılmaya baş­
layınca pek a l d ı r m a d ı , belki de sadece h a t ı r l a m a k
ona y e t i y o r d u . Ölümü beni ş a ş ı r t m a d ı . Ç ü n k ü yaşlı
a d a m beni gemiler için o l d u ğ u k a d a r kendi ö l ü m ü
için de eğitmişti, i ç i m d e ve d ı ş ı m d a ne y a p ı l m a s ı ge­
rektiğini b i l i y o r d u m .
Eski Liman'ın k u m ve ç a m u r l a d o l m u ş olan y a ­
nında Havvley'lerin d o k u ' n u n b u l u n d u ğ u yerde taş
temel hâlâ duruyor.
Cezir z a m a n ı n d a k i su seviyesindedir, sular yük­
selince kare taşlarını yalar. Temelin s o n u n d a n üç
m e t r e ötede k ü ç ü k bir giriş vardır, yaklaşık bir met­
re genişliğinde, bir metre yüksekliği ve bir b u ç u k
metre derinliği o l a n , üzeri kapalı bir bölmedir. Belki
eskiden su yoluydu a m a şimdi t o p r a k l a t e m a s eden
kısmı kum ve p a r ç a l a n m ı ş kayalarla birleşmişti s a n ­
ki. İşte burası benim y e r i m , herkesin ihtiyacı olan
bir yer. İçine girdiğinizde denizden b a ş k a kimse g ö ­
remez sizi. Eski L i m a n d a n geriye hiç bir şey k a l m a ­
dı. Midyecilerin kulübeleri v a r şimdi b u r a d a , epey de
ç o k t u r l a r a m a kışın t e r k e d e r l e r kulübeleri. M i d y e c i ­
ler zor konuşurlar, o da belki a k ş a m o l u n c a . Başları
önlerinde, o m u z l a r ı ç ö k m ü ş yürürler.

48
İşte b u r a y a g e l i y o r d u m . Askere g i t m e d e n ö n c e k i
gecemi b u r a d a g e ç i r m i ş t i m . M a r y ile evlenmeden
ö n c e k i son gecemi de. 'Hattâ M a r y ' y i harap eden
Eilen'in d o ğ d u ğ u gecenin bir b ö l ü m ü n ü de b u r a d a
g e ç i r m i ş t i m . B u r a y a gelmek, o t u r u p t a ş l a r a ç a r p a n
d a l g a l a r ı n sesini d u y m a k ve W h i t s o n kayalıklarına
b a k m a k için z o r l a n ı y o r d u m sanki. G ö r m ü ş t ü m o n u ,
y a t a k t a yatıp kırmızı benekleri seyrederken ve gelip
b u r a d a o t u r m a m gerektiğini b i l i y o r d u m . Beni b u r a y a
getiren büyük değişmelerdir — ö n e m l i değişmeler.
S o u t h Devon k u m s a l b o y u n c a ilerler ve b u r a d a
âşıkların başı d e r d e girmesin diye iyi insanlar t a r a ­
f ı n d a n k o n u l m u ş lambalar vardır. Â ş ı k l a r b a ş k a bir
y e r e g i t m e k z o r u n d a kaldılar t a b i i . Kasaba y ö n e t m e ­
liği Wee Willie'nin buraları s a a t t e bir kolaçan et­
mesini emreder.
Kumsalda hiç kimse yok. Çok garip, ç ü n k ü d a i ­
ma balığa giden veya b a l ı k t a n d ö n e n birileri olur­
d u . Kenardan a ş a ğ ı d o ğ r u ç ö k t ü m , kovuğun t a b a n ı n ı
b u l d u m ve iyice yerleştim. Wee Willie'nin arabası
g e ç m e d e n b i r a z ö n c e o t u r m u ş t u m . Böylece geceyi
Willie'yle g e ç i r m e tehlikesini ikinci kez a t l a t m ı ş ­
tım.
Bu k ü ç ü k k o v u k t a , b a ğ d a ş k u r m u ş göz kırpan
Buda gibi o t u r m a k , biraz rahatsız ve a p t a l c a gele­
bilir a m a her nasılsa kovuk bana u y g u n d u ya da ben
o n a u y g u n d u m . Belki de b u r a y a o k a d a r sık geliyor­
d u m ki sırtım t a ş l a r a u y g u n bir hal a l ı y o r d u . Bunun
Aptalca o l m a s ı n a hiç a l d ı r m ı y o r u m . Bazen aptallık
etmek insanı ç o k eğlendirir. Bazen de tekdüze y a ­
şantınızı bozar, yeni b i r b a ş l a n g ı ç y a p m a n ı z a yo!
açar. S o r u n l a r ı m o l d u ğ u zaman a p t a l l ı k o y u n u oy­
n a r ı m , böylece sevgili karım s o r u n l a r ı m ı n f a r k ı n a
varmaz. Karım henüz beni t a m o l a r a k bulamadı veya
bulduysa da ben asla bilemeyeceğim. Mary'imle il­
gili p e k ç o k şeyi b i l m i y o r u m . Bunların a r a s ı n d a onun
beni ne kadar t a n ı d ı ğ ı da var. Bu kovuğu bildiğini
s a n m ı y o r u m . Nasıl bilebüir ki? Kimseye a n l a t m a ­
dım'. İsmi bile y o k , sadece ben «Yer» d i y o r u m . Olay­
ları d ü ş ü n e b i l e c e ğ i m bir yer. Hiç kimse diğer insan­
lar h a k k ı n d a k i gerçekleri bilemez. Yapabileceği en

49
iyi şey onların kendisine benzediğini s a n m a k t ı r . Şim­
di (burada, rüzgârdan ırak, g ö k y ü z ü n ü n karanlığıyla
kararmış, yükselen suları seyrederek o t u r u r k e n , her­
kesin böyle bir yeri var mıdır diye d ü ş ü n ü y o r u m . Ve­
ya böyle bir yere ihtiyaç d u y a r l a r m ı , isterler mi?
Bazen yüzlerde bir bakış y a k a l a r ı m . İnsanın kor­
kularının hafifleyebileceği, insanın tek olabileceği ve
bunu depo edebileceği, sessiz, gizli bir yere ihtiyaç
d u y a n , kapana kısılmış hayvanlarınki gibi bir b a k ı ş .
Elbette ana rahmine geri d ö n m e k ya da ö l m e k isteği
gibi teorileri b i l i y o r u m ; b u n l a r bazı insanlar için ge­
çerli olabilir. Bunların geçerli olduklarını sanmıyo­
rum a m a bu k u r a m l a r ı n , kolay olmayan bir şeyi a n ­
latmanın kolay yolu olduklarını kabul e d i y o r u m . Ben
bu yerde olan şeye «Stok etmek» d i y o r u m . B a ş k a ­
ları buna dua etmek diyebilirler. Belki de aynı şey­
dir. B u n u n bir d ü ş ü n c e o l d u ğ u n a i n a n m ı y o r u m . Ken­
d i m için b i r resmini y a p m a k istersem tatlı bir rüz-^
g a r d a u ç a r a k , dönerek, k u r u y a n , k u r u d u k ç a d a be-
yazlaşan ıslak bir kâğıt çizerdim. İster iyi ister k ö t ü
olsun işte bana olan da b u .
O k u l d a d i k k a t i ç e k m e k için ellerini sallayıp zıp­
layan k ü ç ü k ç o c u k l a r gibi d ü ş ü n ü l e c e k her s o r u ­
num öne g e ç m e k için hoplayıp zıplıyorlardı. Birden
bir balıkçı m o t o r u n u n y a v a ş hırıltısını d u y d u m . M o ­
t o r u n ö n ü n d e k i ışık VVhitson kayalıklarının güneyine
d o ğ r u ilerledi. M o t o r kırmızı ve yeşil ışıklarını k a ­
nala d ö n d ü r ü p girinceye k a d a r herşeyi bir y a n a b ı ­
rakıp bekledim. Kayalıklara d e m i r atan m o t o r d a n ç ı ­
kan i k i a d a m ellerinde küreklerle kıyıya çıktılar. K u m ­
sala k ü ç ü k d a l g a c ı k l a r gelmeye başladı. Tedirgin
olan m a r t ı l a r ı n yeniden ş a m a n d r a l a r ı n üzerine yer­
leşmeleri biraz z a m a n aldı.
Sorun : M a r y v a r d ı , sevgilim, düşünülmesi ge­
reken. D u d a k l a r ı n d a gizemli bir gülüşle uyanmış.
Umarım uyanıp beni a r a m a m ı ş t ı r . A m a uyandıysa
bunu b a n a söyler mi? Hiç s a n m a m . Bana öyle ge­
liyor ki M a r y herşeyi a n l a t ı r gibi g ö r ü n m e s i n e rağ­
men pek az şey anlatıyor.
Düşünmem gereken «Servet» vardı bir de. M a r y
servet istiyor mu y o k s a b e n i m için mi istiyor?

50
A n l a y a m a d ı ğ ı m bazı nedenlerle M a r g i e Young-
Hunt'un o r t a y a attığı Ibu sahte servet k o n u s u pek
f a r k y a r a t m ı y o r d u . Aslında sahte bir servet de diğer
servetler kadar iyidir. Hem her servet biraz sahte
değil midir? M a n t ı k l ı düşünen herkes bir servet k a ­
zanabilir, tabii bunu istiyorsa. G e r ç e k t e erkeğin
ç o ğ u zaman istediği, kadınların istediği giysiler ya
dq beğenilmektir ve bunlar insanın y o l u n u çizer zor­
larlar. M o r g a n ve Rockfeller gibi p a r a d ü n y a s ı n ı n
büyük a d a m l a r ı z o r l a n m a m ı ş l a r d ı r . Parayı istemişler
ve elde etmişlerdir. O parayla ne y a p t ı k l a r ı İse baş­
ka b i r k o n u . Hep y a r a t t ı k l a r ı h o r t l a k t a n k o r k t u k l a ­
rını ve onu satın a l m a y a uğraştıklarını d ü ş ü n m ü ­
şümdür.
Sorun : M a r y parayla yeni perdeler alabilir. Ço­
c u k l a r ı n eğitimini sağlayabilir. Başını dik t u t a b i l i r ve
benden u t a n m a k yerine benimle gururlanabilir. Bu­
nu sinirliyken söyledi a m a gerçek.
Sorun : Ben p a r a istiyo.r m u y u m ? A s l ı n d a hayır.
İçimde ıbirşey b a k k a l d a tezgâhtar o l m a k t a n nefret
ediyor. O r d u d a y ü z b a ş ı y d ı m . Bu rütbeye beni neyin
getirdiğini b i l i y o r d u m , a i l e m ve ilişkilerimdi. Güzel
gözlerim için seçilmiş değildim ve iyi bir subay ol­
d u m . A m a emir vermeyi, irademi b a ş k a l a r ı n a kabul
ettirmeyi ve onları s ı ç r a t m a y ı sevseydim o r d u d a ka­
lırdım, b e l k i d e albay o l u r d u m şimdiye kadar. A m a
k a l m a d ı m . Bitmesini istedim. İyi asker savaşta değil,
savaşla m ü c a d e l e eder derler. Bence bu siviller için
geçerli a n c a k .
Sorun : M a r u l l o bana iş k o n u s u n d a k i g e r ç e k ­
leri a n l a t t ı . Evet, iş bir para k a z a n m a sürecidir. Joey
M o r p h y de (böyle söyledi, Bay Baker de, h a t t â o
gezgin satıcı da aynı şeyi söyledi. Hepsi a ç ı k ç a söy­
ledi. Peki bu sözler neden beni isyana sevkediyor,
ağzımda bozuk y u m u r t a gibi bir t a t b ı r a k ı y o r ? Çok.
mu iyiyim, çok mu nazik, ç o k mu hakseverim? Hiç
s a n m a m . Çok mu g u r u r l u y u m ? Evet belki biraz.
Tembel miyim, t e z g â h t a r l ı ğ a g ö m ü l e c e k kadar t e m ­
belin teki miyim? Ç o c u k s u bir d u r g u n l u ğ u m var
a m a , hiçbir s o r u n , ç a b a , karışıklık i s t e m e m e k t e n do­
ğ a n b i r tembellik bu. Ortalık aydınlanmadan çok

51
ö n c e şafağın k o k u s u sezilebilir. Şimdi havada, rüz­
g â r ı n k ı v a m ı n d a , ıbir k o k u vardı. Arasıra d o ğ u y a
doğru yeni bir yıldız ya da planet ışıktan izler b ı ­
r a k a r a k kayıyordu. Hangi yıldız ya do gezegen o l ­
d u ğ u n u biimem gerekirdi a m a b i l m i y o r d u m . Şafak
sökerken rüzgâr serinleşir ya da aynı kalır. Ger­
ç e k t e n . Artık geri d ö n m e z a m a n ı m yaklaşıyor. Şu
yükselen yıldız günışığından önce d ü n y a y a v a r m a k
için geç kaldı. «Yıldızlar b u y u r m a z l a r a m a insanı
yönetirler.» diye bir söz vardır. Ciddî işadamlarının
hisse senedi alıp a l m a m a k o n u s u n d a bilgi edinmek
için a s t r o l o g l a r a b a ş v u r d u ğ u n u d u y m u ş t u m . A c a b a
yıldızlar borsada fiyatların yükselmesini nasıl ayar­
lıyorlar? Benim servetimle ilgili en t a t l ı , en ilgisiz şey
bir yıldız olabilir. A p t a l ve kötü yürekli bir. kadının
elindeki bir deste servet habercisi kâğıdı, yıldızım
etkileyebilir mi? İmkambil kâğıtları emretmez a m a
yönetir mi? Gecenin y a n s ı n d a beni b u r a y a getirme­
ye, nefret ettiğim bir k o n u d a istediğimden ç o k d ü ­
ş ü n m e y e , yönelttiler beni. Evet beni yönelttiler. Hiç
bir zaman sahip o l a m a d ı ğ ı m iş aklına ve bana y a ­
bancı olan açgözlülüğe beni itebilirler mi? Bu d ü n ­
yada yiyiciler ve yemler var. Bu başlamak için iyi
bir kural. Yiyiciler yemlerden daha mı erdemli? So­
n u ç t a nasılsa herkes d ü n y a y a yem oluyor; en kur­
naz, en sert kişileri bile t o p r a k yutuyor.
Clam tepesindeki horozlar uzun z a m a n d ı r ö t ü ­
yor olmalılar, onları d u y d u m a m a d u y m a d ı m . Güne­
şin d o ğ u ş u n u b u r a d a n seyredebilmeyi i s t e d i m .
Bu yerin dinsel bir y a n ı yok d e m i ş t i m a m a bu
t a m d o ğ r u değil. Buraya her gelişimde eski Limanı
zihnimde c a n l a n d ı r ı r ı m , d o k l a r ı , a m b a r l a r ı , gemi
y a p m a k için kullanılan o r m a n ı , yelken yığınlarını ha­
t ı r l a r ı m . Ve a t a l a r ı m ı t a b i i , k a n ı m d a n olanları hatır­
larım. Gençler g ü v e r t e d e , yaşlılar daha y u k a r d a , kü­
ç ü k l e r köprüdedirler. Ne M a d i s o n Avenue'nin, ne de
karnabahar yapraklarını ç o k fazla kesmenin bir an­
lamı v a r d ı . İnsanlar o n u r l u y d u , bir değerleri vardı.
Rahat nefes alınabiliyordu
"Babam böyle k o n u ş u r d u işte. Yaşlı k a p t a n ise
paylaşma yüzünden ç ı k a n kavgaları, d ü k k â n l a r l a y a -

52
pılcn pazarlıkları, her t a h t a d a n her o m u r g a d a n şüp­
helenen denizcileri, m a h k e m e l e r i ve evet, cinayet­
leri hatırlardı. Kadın, zafer, m a c e r a için mi cinayet
işlerlerdi? T a m o l a r a k değil. Genellikle paraydı s o r u n ,
Bir y o l c u l u k t a n kısa süren a r k a d a ş l ı k l a r ı ve nedeni
u n u t u l d u k t a n sonra bile s ü r ü p giden kan davalarını
anlatırdı.
Yaşlı k a p t a n Havvley'in u n u t a m a d ı ğ ı bir a c ı , b a -
ğışlayamadığı bir tek suç v a r d ı . Eski Liman'ın kıyı­
sında d u r u r veya o t u r u r k e n bana bunu pek çok kez
anlatmıştır. O ve ben ç o k güzel saatler geçirdik o r a ­
d a . Bastonuyla işaret edişini h a t ı r l ı y o r u m .
«VVhitson kayalıklarının ü ç ü n c ü kayasına bak!»
derdi. «Onu buldun mu? Şimdi sular yükselince Porty
N o k t a s ı ile bu kaya a r a s ı n a ,bir çizgi çiz. İşte o bu
çizginin 50 kulaç derinliğinde yatıyor; hiç değilse
o m u r g a s ı kalmıştır.»
«Belle-Adair mi?»
«Belle-Adair.»
«Bizim gemimiz.»
«Yarısı bizimdi. Ortaklık v a r d ı . Demirliyken su
hattına kadar y a n d ı . Bunun bir kaza o l d u ğ u n a asla
inanmadım.»
«Sizce yakıldı mı efendim?»
«Evet.»
«Ama bunu sîz yapamazsınız.»
«Yapmadım.»
«Kim yaptı öyleyse?»
«Bilmiyorum.»
«Neden yaktılar?»
«Sigorta.»
«Öyleyse şimdikinden f a r k ı yok.»
«Hiç f a r k yok.»
«Ama olmalıydı.»
«Sadece insan f a r k l ı y d ı , insan. İşte Ibu tek kuv­
v e t t i , insan o l m a k . Hiç bir şeye dayanmadan.»
B a b a m ı n dediğine göre k a p t a n Baker'la bir d a ­
ha asla k o n u ş m a m ı ş t i ; a m a kızgınlığını o ğ l u n a , b a n ­
kacı Bay Baker'a kadar g ö t ü r m e d i . Nasıl ki bir ge­
miyi y a k a m a z s a b u n u da y a p a m a z d ı .
Güzel A l l a h ı m , eve g i t m e m gerek. Hemen. Ne-

53
w w w . c i z g i l i f o r u m . c o m

e n g i n e l
redeyse koşarak ve hiç d ü ş ü n m e d e n ana caddeyi
g e ç t i m . Hâlâ karanlıktı a m a deniz kıyısındaki ince
ışık demeti d a l g a l a r ı griye b o y u y o r d u . Savaş a n ı t ı n ı
d o l a ş t ı m ve postanenin önüne geldim. Kapıda Danny
J a y l o r elleri ceplerinde, h a r a p p a l t o s u n u n yakaları
d ö n m ü ş , avcı beresinin kulaklıkları inmiş, öylece d u ­
r u y o r d u . Yüzü soluk ve hastalıktan mavi-gri bir
renkti.
«Eth» dedi. «Seni rahatsız ettiğim için affet. Ba­
ğışla. Biraz içki almalıyım. Biliyorsun, ihtiyacım o l ­
m a s a istemezdim.»
«Biliyorum. Yani aslında b i l m i y o r u m ama sana
inanıyorum.» Ona bir dolar uzattım. «Bu işini görür
mü?»
Dudakları a ğ l a m a k üzere olan bir bebeğinki
gibi t i t r i y o r d u . «Teşekkürler Eth.» dedi. «Evet bu beni
b ü t ü n gün belki de Ibütün g e c e idare eder.» Sadece
içebileceğini düşünmesi bile daha iyi görünmesine
neden o l u y o r d u .
«Danny bunu bırakmalısın. U n u t t u ğ u m u mu san­
dın? Sen benim kardeşimdin Danny. Hâlâ öylesin.
Sana yardım e t m e k için herşeyi yaparım.»
Süzülmüş, ince y a n a k l a r ı n a biraz renk geldi.
A v u c u n d a k i p a r a y a b a k t ı , ve sanki ilk bardağı içmiş
gibiydi. Sonra sert ve soğuk bakışlarını bana çe­
virdi :
«Bir: bu kimseyi ilgilendirmez, i k i : senin buna
h a k k ı n y o k Ethan. Sen de benim kadar körsün,
evet, b a ş k a bir t ü r körlük seninki de.»
«Danny ,beni dinle.»
«Ne için? Belki ıben senden daha iyi d u r u m ­
d a y ı m . Kendi deliğimde kendi acımı ç e k i y o r u m . Ka­
s a b a d a k i yerimi hatırlıyor musun?»
«O y a n a n evimizdeki yer m i ? Kilerde oyun oy­
nadığımız?»
«Evet, d o ğ r u hatırladın. Orası benim.»
«Danny orayı satıp yeni bir başlangıç yapabilir­
sin.»
«Satmayacağım. Vergileri için her yıl birazını
alıyorlar. B ü y ü k çayırlık ise hâlâ benim.»
«Neden satmıyorsun?»

54
«Çünkü o b e n i m . O D a n n y T a y l o r ' u n . Ona sahıı
o l d u ğ u m s ü r e c e hiçbir o r o s p u ç o c u ğ u bana ne yap
m a m gerektiğini söyleyemez ve h i ç b i r piç de beni
kendi iyiliğim için hapse tıkamaz. Anladın mı?»
«Dinle Danny.»
«Dinlemeyeceğim. Eğer verdiğin bu dolar sana
öğüt v e r m e h a k k ı n ı da veriyorsa, al istemiyorum.»
«Sende kalsın.»
«Tamam. Ne söylediğini bilmiyorsun. Sen hiç...
ayyaş o l m a d ı n . Ben sana nasıl paket yapılacağını
a n l a t ı y o r m u y u m ? Şimdi sen kendi y o l u n a git ben
de bir b a r d a k içki bulayım. Ve u n u t m a , ,ben senden
iyi d u r u m d a y ı m . T e z g â h t a r d e ğ i l i m hiç değilse.»
Bana arkasını d ö n e r e k başını kapalı kapının
köşesine d a y a d ı . O n a b a k m a d ı k ç a d ü n y a n ı n o l m a ­
y a c a ğ ı n ı s a n a n bir ç o c u k gibiydi. Ben y ü r ü y ü p g i ­
dinceye kadar y e r i n d e n k ı p ı r d a m a d ı .
Wee Willie otelin ö n ü n e p a r k e t m i ş t i , u y k u s u n ­
dan uyanıp Chevroletı'n c a m ı n ı i n d i r d i .
«Günaydın Ethan!» d e d i . «Erken mi k a l k t ı n , yok­
sa eve geç mi kaldın?»
«'İkisi de.»
«Tatlı bir p a r ç a b u l d u n herhalde.»
«Buldum ya Willie, bir huri.»
«Şimdi b a n a s o k a k kızlarıyla ilgilenmediğini söy­
lemeye kalkma.»
«Yemin ederim.»
«Artık hiç bir şeye i n a n m ı y o r u m . Bahse girerim
ki balığa ç ı k t ı n . Karın nasıl?»
«Uyuyor.»
«Nöbet biter bitmez ben de uyuyabileceğim.»
Zaten u y u d u ğ u n u o n a h a t ı r l a t m a d a n uzaklaş
tim.
A r k a merdivenleri y a v a ş ç a ç ı k t ı m v e m u t f a ğ ı n
ışığını y a k t ı m . N o t u m m a s a n ı n üzerinde b ı r a k t ı ğ ı m
yerin b i r a z s o l u n d a d u r u y o r d u . T a m o r t a yerde b ı ­
r a k t ı ğ ı m a y e m i n edebilirim. Kahveyi o c a ğ a k o y d u m
k a y n a m a s ı n ı beklemeye b a ş l a d ı m . T a m kaynadığı
sırada M a r y aşağı indi. Sevgilim uyandığı zaman
k ü ç ü k bir kıza benzer. İki k o c a m a n y u m u r c a ğ ı n anası
o l d u ğ u n a inanamazsınız. Cildi yeni kesilmiş çimen

55
gibi şahane kokar, bildiğim en rahatlatıcı ve içaçıcı
kokudur.
«Bu kadar e r k e n ne yapıyorsun?»
«Sormakta haklısın. Gecenin büyük bir bölü­
m ü n d e u y a n ı k t ı m . Kapıda b o t l a r ı m var. Hâlâ ıslak
olmalılar.»
«Nereye gittin?»
«Denizin o r a d a , aşağıda k ü ç ü k bir kovuk var
sevgilim, onun içine g i r d i m ve gece b o y u n c a çalış­
tım.»
«Dur bir dakika....»
«Sonra denizden gelen bir yıldız g ö r d ü m , sahibi
olmadığı için onu ben a l d ı m , bizim yıldızımız olsun
diye. Onu evcilleştirdim ve semirsin diye geri y o l ­
ladım.»
«Aptallaşma gene. Senin yeni kalktığını bunun
da b e n i uyandırdığını sandım.»
«Bana inanmıyorsan VVillie'ye sor. Onunla ko­
n u ş t u m . Danny Taylor'a sor. Ona bir dolar verdim.»
«Vermemeliydin. Hemen gidip içki almıştır.»
«Biliyorum. İsteği buydu zaten. Yıldızımızı ne­
rede yatıracağız sevgilim?»
«Kahve güzel k o k u y o r değil mi? Yeniden neşeni
b u l d u ğ u n a sevindim. Canın s ı k k ı n k e n pek çirkindin.
O servet h a k k ı n d a k i laflar için özür dilerim. M u t s u z
o l d u ğ u m u düşünmeni istemem.»
«Bu kadar üzülme. Kartlar söylemiş ya?»
«Ne?» diye sordu hayretle Mary.
«Şaka değil. Servet edinmeye karar verdim.»
«Ne d ü ş ü n d ü ğ ü n ü asla bilemeyeceğim.»
«İşte gerçeği söylemenin en zor yanı bu. Kıya­
m e t t e n önceki bu g ü n ü k u t l a m a k için ç o c u k l a r ı b i ­
raz dövebilir miyim? Hiç k e m i k k ı r m a y a c a ğ ı m , söz.»
«Daha y ü z ü m ü yıkamadım,» dedi M a r y «Mutfak­
ta kim dolaştı acaba?»
M a r y banyoya g i d i n c e o n a y a z d ı ğ ı m notu ce­
bime k o y d u m . Hâlâ b i l e m i y o r d u m . Bir insan karşısın­
dakinin hiç değilse dış y ü z ü n ü bilebilir mi? Siz nasıl
birisiniz? M a r y beni d u y u y o r m u s u n ? Sen kimsin?
Nasıl birisin?

56
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

O Cumartesi s a b a h ı n ı n bir şekli modeli vardı san­


ki: Diğer günlerin de v a r mıydı a c a b a ? Karanlık bir
g ü n d ü , h a l a m Deborah'ın k ü ç ü k gri fısıltısı k u l a ğ ı m a
geldi s «Şüphesiz İsa öldü. Dünyanın günleri içinde
İsa'nın ölü o l d u ğ u t e k g ü n b u g ü n . B ü t ü n e r k e k l e r ve
kadınlar da öldü t a b i i . İsa c e h e n n e m d e . A m a y a r ı n ,
yarına kadar bekle. Bir şey göreceksin.»
Halamı ç o k net h a t ı r l a m ı y o r u m . B a k m a k için
fazla y a k ı n d a olan birini s o n r a nasıl h a t ı r l a m a z s a k
işte böyle. Kutsal kitabı bana g ü n l ü k gazeteymiş gibi
o k u r d u . Sanırım böyle de g ö r ü y o r d u , d a i m a olan ve
o l m a k t a o l a n , a m a hep yeni ve heyecanlı bir haber
gibi. Her Paskalyada İsa dirilirdi, bir p a t l a m a , bekle­
nen a m a yeniliğinden birşey yitirmeyen bir dirilişti
b u . Halam için bu iki bin sene önce değildi, şimdiy­
d i . Bu inancının b i r a z ı n ı b a n a vermişti.
Dükkânı a ç m a k istediğimi hiç h a t ı r l a m ı y o r u m .
Sabahımı alan her bir işten nefret ettiğimi s a n ı r d ı m .
A m a bugün g i t m e k i s t i y o r d u m . Mary'yi t ü m k a l b i m ­
le severim, bazen kendimden de çok. Bu ne kadar
g e r ç e k s e onu her z a m a n t a m bir d i k k a t l e d i n l e m e d i ­
ğim de gerçektir. Son giyim m o d a s ı n d a n , s a ğ l ı k t a n
ve onu hoşnut eden bir g ö r ü ş m e d e n sözettiği z a m a n
onu d i n l e m e m , bu yüzden de bazen sitem e d e r :
«Bilmen gerekir. Sana a n l a t m ı ş t ı m . Perşembe sa­
bahı anlattığımı gayet iyi hatırlıyorum.» Hiç şüphe
y o k ki anlatmıştır. Belirli k o n u l a r d a k i herşeyi a n l a t ı r
bana.
Bu sabah dinlemedim ve bundan k u r t u l m a k is­
t e d i m . Belki kendimle k o n u ş m a k i s t i y o r d u m ve söy­
leyecek hiç bir şeyim y o k t u . Ç ü n k ü işin d o ğ r u s u
M a r y de b e n i dinlemez a m a bazen bu ç o k iyidir.
M a r y sesimin t o n u n u ve iniş çıkışlarını dinleyerek
sağlığım ve m o r a l i m h a k k ı n d a , y o r g u n ya da neşeli
oluşum h a k k ı n d a bilgiler edinir. Bu da en az diğer­
leri kadar güzel bir y o l . Şimdi bunu d ü ş ü n ü y o r u m
d a Mary beni dinlemiyor; ç ü n k ü o n u n l a k o n u ş m u -

57
y o r u m ki. İçimde bir yerlerde k a r a n l ı k t a kalan bi­
riyle k o n u ş u y o r u m . Ve o da benimle gerçek a n l a m ­
da konuşmuyor. Tabii ç o c u k l a r ya da b a ş k a bir b u h ­
ran sözkonusu o l d u ğ u n d a d u r u m değişir.
Bazen anlatılanların dinleyicinin d o ğ a s ı n a göre
nasıl değiştiğini d ü ş ü n ü r ü m . Benim k o n u ş m a l a r ı ­
mın büyük bir b ö l ü m ü ölmüş insanlara yönelik. Ha­
lam Deborah ya da yaşls k a p t a n gibi. Kendimi o n ­
larla t a r t ı ş ı r k e n b u l u r u m . Bir keresinde tozlu, y o ­
r u c u bir m ü c a d e l e sırasında yaşlı k a p t a n a şöyle
seslendiğimi h a t ı r l a r ı m . «Yapmak z o r u n d a mıyım?»
Çok a ç ı k ç a yanıtlamıştı <. «Elbette y a p a c a k s ı n . Ve
fısıldama.» Hiç t a r t ı ş m a z d ı , asla. Sadece y a p m a m ı
söylemişti ben de y a p m ı ş t ı m . Esrarlı ve karanlık Ibir
şey değil bu. İçinizde o l u ş m u ş bulunan ve kesin olan
bir b ö l ü m d e n , bir ö ğ ü t , bir özür istemektir.
Bakkal d ü k k a n ı n d a k i dilsiz, düzenli sıralanmış
k u t u l a n m ı ş ve şişelenmiş mallar, istemenin bir baş­
ka yolu o l a n , saf bir anlatışa ç o k yi hizmet ediyor­
lar. Tabii ö n ü m d e n geçen bir hayvan ya da kuşlar
da öyle. T a r t ı ş m ı y o r l a r hiç ve söylenenleri gidip
b a ş k a l a r ı n a yetiştirmiyorlar.
M a r y , «Şimdiden gidiyor musun?» dedi. «Daha
y a r ı m saatin var. İşte erken kalkarsan böyle olur.»
«Açılacak bir sürü s a n d ı k var,» d e d i m . «Dük­
kânı a ç m a d a n ö n c e raflara k o y m a m gerek. Önemli
kararlar vereceğim. D o m a t e s ve t u r ş u l a r a y n ı rafa
konabilir mi? Zerdali konserveleriyle şeftaliler ara­
sında ağız kavgası ç ı k m a z mı? Bilirsin b i r elbisenin
renklerinin b i r b i r i n e uygun olması ne kadar ö n e m ­
lidir.»
«Herşeyle ş a k a yaparsın,» dedi M a r y . «Ama
m e m n u n u m . Aksilik e t m e k t e n iyidir. Pek ç o k erkek
aksidir.»
Erkenden dışarı ç ı k t ı m . Red Baker henüz o r t a d a
y o k t u . Saatinizi bu köpeğe ya da b a ş k a bir köpeğe
g ö r e ayarlayabilirdiniz. T a m yarım saat sonra Red
Baker t u r u n a b a ş l a y a c a k t ı .
Joey M o r p h y ' i g ö r e m e d i m . B a n k a açılmamıştı
d a h a , a m a b u Joey'in b a n k a d a o t u r m u ş defterlere
bakıyor o l m a s ı n a engel olamazdı.

58
Kasaba ç o k sessizdi a m a t a b i i . Paskalya h a l t a
sonu için pek ç o k kişi tatile ç ı k m ı ş t ı . Bu, 4 T e m m u z
ve Bahar bayramı büyük tatillerdir. İnsanlar iste­
meseler bile tatile giderler. K a r a a ğ a ç s o k a ğ ı n d a k i
serçelerin bile gittiğine inanırım.
T a ş d u v a r J a c k s o n Smith'i iş b a ş ı n d a y k e n gör­
d ü m . F o r e m a s t e r kahvehanesinde biraz ö n c e kah­
vesini içmişti. O kadar ince uzundu ki t a b a n c a l a r ı
ve kelepçeleri ona b ü y ü k geliyordu. Polis şapkasını
t a k m ı ş , cakalı Ibir şekilde y a n a eğmişti. Sivriltilmiş
bir kaz tüyüyle de dişlerini t e m i z l i y o r d u .
«İyi işler Stoney,» dedim «Para k a z a n m a k için
uzun bir gün.»
«Ha?» dedi. «Kasabada kimse kal'inamış.» Ken­
disinin de g i t m e k istediğini söylemeye ç a l ı ş ı y o r d u .
«Cinayet ya da b a ş k a dehşetli zevk verici olay
y o k mu Stoney?»
«Çok sakin,» d e d i . «Birkaç ç o c u k k ö p r ü d e ara­
ba kazası y a p m ı ş . A m a kendi a r a b a l a r ı y m ı ş . Yar­
gıç k ö p r ü n ü n o n a r ı l m a s ı için p a r a cezası verdi.
F l o o d h a m p t o n ' d a k i b a n k a işini d u y d u n mu?»
«Hayır.»
«Televizyondan da mı duymadın?»
«Henüz televizyon a l a m a d ı k . Çok p a r a almış­
lar mı?»
«On üç bin d o l a r diyorlar. Dün t a m kapanırken
olmuş. Üç t a n e herif. Dört eyalet a l a r m a g e ç t i . Wil­
lie şimdi ana yolda şikâyet edip duruyor.»
«Willie ç o k uyuyoir.» d e d i m b e n .
«Biliyorum a m a ben u y u m a m . B ü t ü n g e c e dışar-
daydım.»
«Onları y a k a l a r l a r mı dersin?»
«Umarım. Çalınan şey p a r a y s a genellikle bu
lurlar. S i g o r t a şirketleri habire dırdır eder hiç kes­
mez.»
«Ucunda y a k a l a n m a k o l m a s a iyi iş doğrusu.»
«Şüphesiz iyi iş.» d e d i .
«Stoney, senden Danny T a y l o r ' a göz kulak ol­
manı i s t i y o r u m . Çok kötü hasta görünüyor.»
«Bu bir z a m a n sorunu,» dedi Stoney. «Ama ça­
lışırım. Ç o k üzücü. İyi a d a m d ı . İyi aileydi.»

59
«Onu ç o k severim, bu d u r u m beni kahrediyor.»
«Onun için birşey y a p a m a z s ı n . Yağmur y a ğ a c a k
Ethan. Willie ı s l a n m a k t a n nefret eder.»
Ö m r ü m d e ilk kez a r k a sokağa zevkle girdim ve
a r k a kapıyı heyecanla a ç t ı m . Kedi kapının o r a d a y d ı ,
bekliyordu. O sıska ve u s t a kedinin a r k a kapıdan
içeri d a l m a k için beklemediği ve benim de o n a bir-
şeyler a t a r a k k o v a l a m a d ı ğ ı m bir sabahı hatırlamı­
y o r u m . Bildiğim kadarıyla hiç içeri girememişti. Ke­
di bence erkek, ç ü n k ü ettiği kavgalarda kulakları
yırtılmış. Kediler garip hayvanlar mıdır y o k s a bize
benzedikleri için mi onları m a y m u n l a r gibi g a r i p bu­
luruz? Belki altıyüz veya sekizyüz kere, kedi içeri
d a l m a y a çalıştı ve hiç b a ş a r a m a d ı . «Gaddar bir
sürprize hazır ol,» dedim kediye. K u y r u ğ u n u daire
y a p m ı ş , içinde o t u r u y o r d u . Kuyruğunun u c u n u da
iki ön a y a ğ ı n ı n a r a s ı n a k o y m u ş t u . Karanlık d ü k k â n a
g i r d i m , r a f t a n bir kutu süt a l d ı m , a ç ı p bir kaba bo­
ş a l t t ı m . Sonra kabı d e p o n u n içine k o y d u m , kapıyı da
a ç ı k b ı r a k t ı m . Kedi ö l ç ü p b i ç e r e k bir bana bir süte
baktı; sonra yürüyüp bankanın arkasındaki parmak­
lıkların a r a s ı n d a n kayıp g i t t i .
Joey M o r p h y s o k a ğ a girdiğinde kedinin a r k a ­
sından b a k ı y o r d u m . Joey'in elinde b a n k a n ı n a r k a
kapısının a n a h t a r ı hazırdı. Keyifsiz bitkin g ö r ü n ü ­
y o r d u , sanki y a t m a m ı ş t ı b ü t ü n gece.
« M e r h a b a Bay Havvley.»
«Bugün kapalı olacağınızı sanmıştım.»
«Galiba ben hiç k a p a n m ı y o r u m . 36 dolarlık y a n ­
lışlık var. Gece y a r ı s ı n a kadar çalıştım dün.»
«Açık mı var?»
«Hayır fazlalık var.»
«Bu iyi olmalı.»
«Aslında değil. Sebebini bulmalıyım.»
«Bankalar bu kadar dürüst mü?»
«Bankalar öyledir. İnsanlar d ü r ü s t olmazlar.
Eğer tatil y a p a c a k s a m ö n c e yanlışlığı bulmalıyım.»
«Bu iş h a k k ı n d a birşeyler bilmek isterdim.»
«Bütün bilgiyi tek c ü m l e d e verebilirim. Para pa­
rayı çeker.»
«Bu işime pek yaramaz.»

60
«Bana da yaramaz. A m a ö ğ ü t verebilirim.»
«Ne gibi?»
«Örneğin asla ilk verileni a l m a , örneğin birisi
birşeyi s a t m a k istiyorsa m u t l a k a bir nedeni vardır,
birşey sadece o n a sahip o l m a k isteyen k a d a r de­
ğerlidir gibi.»
«Etkili bir d e r s mi bu?»
«Öyledir a m a ilk m a d d e o l m a d a n bir a n l a m t a ­
şımazlar.»
«Para p a r a y ı ç e k e r kuralı mı?»
«Bu kural pek ç o k kişi için geçerlidir.»
«Bazı insanlar borç alıyor, değil mi?»
«Evet a m a kredisi o i m a l ı , bu da bir çeşit p a ­
radır.»
«Bakkallıkla u ğ r a ş s a m d a h a iyi ederim.»
«Herhalde. Floodhampton bankasını d u y d u n
mu?»
«Stoney söyledi. Ne komik, d a h a dün bu k o n u d a
k o n u ş u y o r d u k , hatırladın mı?»
«Orada bir a r k a d a ş ı m var. Üç kişiymişler. Biri
bozuk k o n u ş u y o r m u ş bîri de t o p a l m ı ş . Üç kişi. Uma­
rım onları yakalarlar. Belki bir h a f t a , belki iki hafta
sürer.»
«Biraz zor.»
«Ah (bilmiyorum. Usta değillermiş. Yetenekli o l ­
m a m a y a karşı kanun var.»
«Dün olanlar için üzgünüm.»
«Unut gitsin. Çok k o n u ş u y o r u m . Bu da b a ş k a
bir kural, k o n u ş m a . Bunu hiç ö ğ r e n e m e y e c e ğ i m . İyi
görünüyorsun.»
«Olmamam gerekir, iyi uyuyamadım.»
«Biri mi hastalandı?»
«Hayır. Öyle bir geceydi işte.»
«Bilmez miyim?»

Dükkânı s ü p ü r d ü m , gölgelikleri a ç t ı m , b u n l a r ı
y a p ı y o r m u y d u m y o k s a nefret m i e d i y o r d u m bilmi­
y o r u m . Joey'in kuralları k a f a m ı n içinde d ö n ü p d u ­
r u y o r d u . Olanları r a f l a r d a k i a r k a d a ş l a r ı m l a tartış­
t ı m , belki y ü k s e k sesle, belki a l ç a k sesle bilmiyo­
rum.

61
«Sevgili dostlari'm» d e d i m , «eğer bu kadar basit­
se, neden d a h a ç o k insan bu işe kalkışmıyor? JMo-
den insanlar aynı hataları yineleyip d u r u y o r l a r ? Hep
u n u t u l a n birşey mi var? Belki iyiliğin bir b a ş k a şekli
olan zayıflılıktır, esas gerçek. Marullo insafı
y o k t u r dedi. Paranın herhangi bir iyiliği insanı
zayıflığa itiyorsa bu g e r ç e k t e n d o ğ r u olur. Sı­
r a d a n , iyi kalpli Joe'lar savaşta kan d ö k ü c ü y a r a ­
tıklar haline nasıl gelebiliyor? Eğer d ü ş m a n ı n g ö r ü ­
nüşü de dili de farklıysa bu da ç o k y a r d ı m c ı olur. Pe­
ki sivil h a r p t e d u r u m nasıl? Kuzeyliler bebekleri ye­
m i ş . Cumhuriyetçiler m a h k û m l a r ı a ç l ı k t a n ö l d ü r m ü ş ­
lerdi. Bu y a r d ı m c ı o l m u ş t u onlara. Şimdi yanınıza
g e l i y o r u m dilimlenmiş pancarlar, konserve m a n t a r ­
lar, sizinle ilgili k o n u l a r d a k o n u ş m a m ı istiyorsunuz,
b i l i y o r u m . Herkes ister. A m a ben sınıra geldim ar­
tık, referans n o k t a s ı n d a y ı m . Eğer d ü ş ü n m e n i n y a s a ­
ları eşyaların da yasasıysa o zaman ahlak da g ü ­
nah da g ö r g ü de görelidir. Şu göreli evrende hepsi
görelidir. Öyle o l m a l ı . B u n d a n kaçış y o k . Referans
noktası. Sen üzerinde M i k i Fare m a s k e s i t a ş ı y a n
ve etiketle on sent g ö n d e r e n e karından k o n u ş m a
zımbırtısı veren hazır ç o r b a . Seni eve g ö t ü r e c e ğ i m
a m a , şimdi o t u r v e p e n i d i n l e :
Mary'ye ş a k a o l a r a k söylediğim şey a s l ı n d a
g e r ç e k t i . A t a l a r ı m , bu saygın gemi sahipleri ve kap­
tanlar, d e v r i m d e ve 1812'de deniz t i c a r e t i n i durdur­
m a k için komisyonlarını a l m ı ş l a r d ı . Çok y u r t s e v e r c e
ve erdemli bir davranış d o ğ r u s u . A m a İngilizlere gö­
re onlar korsandı ve a l d ı k l a r ı n ı kendileri için sak­
ladılar. İşte b a b a m ı n kaybettiği aile servetimizin
başlangıcı budur. Diğer paraları çeken ilk paranın
kaynağı yani. B u n u n l a g u r u r duymalıyız.»
Bir k u t u d o m a t e s salçası g e t i r d i m , k u t u y u aç­
t ı m v e ç e k i c i zarif t e n e k e k u t u l a r ı , boşalmış r a f ­
larına dizmeye b a ş l a d ı m . «Belki siz bilmiyorsunuz
y a b a n c ı sayılırsınız. Paranın insafı o l m a d ı ğ ı gilbi şe­
refi veya anıları da y o k t u r . P a r a y ı elinizde t u t t u ğ u ­
nuz sürece biraz saygıdeğerdir. Parayı k ü ç ü m s e d i -
ğimi s a n m a y ı n sakın. O n a hayranlığım büyük. Bay­
lar, a r a m ı z a yeni katılan birilerini t a n ı t m a k istiyo-

G2
w w w . c i z g i l i f o r u m . c o m

e n g i n e l
r u m . Keççaplar, onları sizin yanınıza k o y a c a ğ ı m . Bu
işleri t ı k ı r ı n d a t u r ş u l a r a yeni evlerinde iyi d a v r a n ı n .
D o ğ m a d i l i m l e n m e ve şişelenme New York'lular. B u ­
r a d a a r k a d a ş l a r ı m l a para konusunu tartışıyorduk.
Sizin o r a n ı n en iyi ailesi, ismini bilirsiniz. D ü n y a d a
herke9 bilir. Ülkemiz İngiltere ile savaş h a l i n d e y k e n
bu aile İngilizlere biftek s a t a r a k b ü y ü k b a ş l a n g ı ç l a ­
rını yaptılar. O aileye ve p a r a l a r ı n a b ü y ü k h a y r a n ­
lık duyulur. Bir b a ş k a hanedan ise s a n ı r ı m en b ü ­
y ü k bankacılar. Kurucuları o r d u d a n üçyüz adet t ü ­
fek almış. Ordu silahları bozuk diye ç ü r ü ğ e çıkar­
d ı ğ ı n d a n p d a m ç o k u c u z a a l m ı ş , belki tanesi 50
sente falan.
Çok kısa bir z a m a n s o n r a General Fremont
k a h r a m a n c a mücadelesi i ç i n B a t ı y a d o ğ r u yola ç ı ­
k a r k e n , g ö r m e d e n bu t ü f e k l e r i a l m ı ş , kulaklarınızı
a ç ı n , tanesi yirmi d o l a r d a n almış hem de. Tüfeklerin
askerlerin ellerinde patlayıp p a t l a m a d ı ğ ı n ı kimse bil­
miyor. Onların servetinin (başlangıcı da bu para işte.
Parayı elde ederseniz ve onu b a ş k a paraları kazan­
m a k t a kullanırsanız nasıl elde ettiğiniz hiç ö n e m l i
değil. Alay e t m i y o r u m . Eski Roma'lı efendimiz ve
sahibimiz M a r u l l o ç o k haklı. Para söz k o n u s u o l d u ­
ğ u n d a a h l a k kuralları tatile ç ı k a r l a r . Neden b a k k a ­
liye malzemeleriyle k o n u ş u y o r u m ? Belki tedbirli o l ­
d u ğ u n u z için. Söylediklerimi başkalarına anlatmı­
yor, d e d i k o d u y a p m ı y o r s u n u z .
Para sadece ona sahip o l d u ğ u n u z zaman t e ­
nezzül etmeyeceğiniz, a h m a k bir maddedir. Fakirler
parayı büyüleyici bulurlar. A m a eğer birisi parayla
ilgileniyorsa paranın d o ğ a s ı n ı karakterini ve eğilim­
lerini bilmesi gerekir değil mi? Bu k o n u d a benimle,
aynı fikirde misiniz? K o r k a r ı m ki g e r ç e k t e n ç o k az
kişi, b ü y ü k s a n a t ç ı l a r veya cimriler paranın kendi­
siyle ilgilenirler.
Ve t a b i i k o r k u n u n koşullandırdığı cimrileri b u n ­
ların dışında tutabiliriz.»
Şimdiden y e r d e bir yığın boş k a r t o n b i r i k m i ş t i .
Onları katlayıp s a k l a m a k i ç i n d e p o y a t a ş ı d ı m . Pek
ç o k kişi aldıklarını bunlarla taşır ve M a r u l l o ' n u n de­
diği gilbi, «Çantaların eskimesini önlerler küçük.» Yi*

63
ne bu ' k ü ç ü k ' k o n u s u . A r t ı k a l d ı r m a y a c a ğ ı m . Beni
'küçük' diye ç a ğ ı r m a s ı n ı istiyorum, h a t t â beni 'kü­
ç ü k ' o l a r a k d ü ş ü n s ü n isterse. Kutuları yerleştirir­
ken ön kapının v u r u l d u ğ u n u d u y d u m . K o l u m d a k i
eski b ü y ü k g ü m ü ş saate b a k t ı m ve inanır mısınız
h a y a t ı m d a ilk kez d ü k k â n ı t a m saat 9'da a ç m a m ı ş
o l d u ğ u m u f a r k e t t i m . T a m o l a r a k 9'u çeyrek geçi­
y o r d u . Yiyeceklerle y a p t ı ğ ı m o t a r t ı ş m a u n u t t u r ­
m u ş t u bunu b a n a . Kapının demirli c a m ı n d a n gele­
nin M a r g i e Young-Hunt olduğunu görebiliyordum.
Ona hiçbir zaman g e r ç e k t e n b a k m a m ı ş , inceleme­
m i ş t i m . Belki bu yüzden o da servet k o n u s u n u or­
t a y a a t m ı ş t ı o n u n varlığından emin o l m a m için
bu kadar ç a b u k d e ğ i ş m e m e m gerekirdi.
Gidip k a p ı l a n a ç t ı m .
«Seni rahatsız etmek istememiştim.»
«Ama ben geç kaldım.»
«Sahi mi?»
«Tabii 9'u geçiyor.»
Salınarak içeri girdi. Arkası güzel ve y u v a r l a k t ı .
Her a d ı m atışında ö n c e yukarı sonra aşağı y a v a ş ç a
k ı m ı l d ı y o r d u . Önden de yeterince gösterişliydi. Yani
göğüslerini göstermesine gerek y o k t u . Onlar o r a ­
d a y d ı . Margie, Koca Jeoy'in 'güzel kız' dediği şey­
d i , belki o ğ l u m Ailen de böyle derdi. Belki de Mar-
gie'yi ilk kez g ö r ü y o r d u m . Hatları d ü z g ü n , bir p a r ç a
uzun b u r u n l u , dudakları o l d u ğ u n d a n b ü y ü k b o y a n ­
mış, a ş a ğ ı t a r a f l a r ı m u n t a z a m biriydi. Saçları f ı n -
d ı k k d b u ğ u rengi boyalıydı, doğal değildi a m a güzel
g ö r ü n ü y o r d u . Çenesi zarif ve uzundu a m a y a n a k l a ­
rında epey kas vardı ve e l m a c ı k kemikleri o l d u k ç a
genişti. M a r g i e ' n i n gözlerinde endişe vardı. Işıkla
mavi ya da griye dönüşen ela gözleri vardı. Daya­
nıklı ,bir yüzdü b u , d a y a n m ı ş t ı ve h a t t â şiddete, i t i ­
lip k a k ı l m a y a bile dayanabilirdi hâlâ. Gözleri etraf­
t a d o l a ş ı y o r d u , b a n a , yiyeceklere b a k t ı , s o n r a yine
b a n a b a k t ı . Çok iyi bir gözlemci ve belleği iyi ç a l ı ­
ş a n biri o l d u ğ u n u s a n ı y o r u m .
«Umarım derdin d ü n k ü n ü n a y n ı değildir.»
Güldü. «Hayır hayır. Her gece seyyar satıcı ile
y a t m ı y o r u m ki. Bu kez kahvem kalmamış.»

64
«Pek ç o k insanın kalmıyor.»
«Ne d e m e k istiyorsun?»
«Her s a b a h ilk gelen on kişi kahve almaya ge­
lir.»
«Gerçek mi?»
«Evet. Seyyar satıcını b u r a y a yolladığın için te­
ş e k k ü r ederim.»
«Bu o n u n fikriydi.»
«Ama sen yolladın. Ne cins kahve istersin?»
«Farketmez, ne cins alırsam alayım ç o k kötü
kahve yaparım.»
«Ölçü kullanmıyor musun?»
«Tabi k u l l a n ı y o r u m , y i n e de k ö t ü oluyor. Kah­
veyi kötü y a p a r ı m a m a . . . , '...çayım iyidir,' diyecek­
tim.»
«Dedin bile. Bu cinsi dene.» Raftan bir k u t u al­
d ı m . Kutuyu benden a l m a k için uzandı, bu u f a c ı k
devinimle t ü m v ü c u d u o y n a d ı , k a y d ı , sessizce ken­
dini belli e t t i . B u r a d a y ı m d i y o r d u b a c a k l a r ı , ben de
d i y o r d u şeyi, b e n d e n iyi değilsin diyordu ince beli.
Herşeyi yeni, ilk kez g ö r ü l ü y o r d u . Nefesimi t u t t u m .
Mary, bir kadının isterse sinyaller verebileceğini söy­
ler. Eğer bu d o ğ r u y s a M a r g i e ' n i n ayağının u c u n ­
d a n , bukleli f ı n d ı k k a b u ğ u saçlarına kadar bir ileti­
şim sistemi v a r d ı .
«Cinlerini defetmiş görünüyorsun.»
«Dün ç o k k ö t ü y d ü m . Nereden geliyorlar bilmem
ki.»
«Bilmez m i y i m . Bazen hiç sebepsiz benim de
y a k a m a yapışırlar.»
«Şu servet lafıyla b ü y ü k işler becerdin.»
«Bana kızdın mı?»
«Hayır. Sadece nasıl y a p t ı ğ ı n ı bilmek isterdim.»
«Sen fala inanmazsın ki.»
«İnançla ilgisi yok. Bazı şeyleri b u r n u m u n u c u ­
na kadar i t t i n . D ü ş ü n d ü ğ ü m ve y a p m a k t a o l d u ğ u m
şeyleri.»
«Ne gibi?»
«Örneğin a r t ı k d e ğ i ş m e zamanı geldi.»
«İskambil kâğıtlarını dizdiğimi sanıyorsun değil
mi?»

65
«Fark etmez. Eğer dizdiysen ne kazancın olur?
Bunu d ü ş ü n d ü n mü?»
Şüpheci, s o r a n , a r a ş t ı r a n gözlerle baktı (bana.
«Evet.» dedi y u m u ş a k bir sesle. «Yani hayır, hiç
d ü ş ü n m e d i m . Eğer kartları dizdiysem beni b u n a ne
yöneltmiş olabilir? Bir dizilişin düzenini b o z m a k is­
teğidir belki de.»
Bay Baker k a p ı d a belirdi. «Günaydın Margie!»
dedi. «Ethan önerimi düşünebildin mi?»
«Düşündüm. Sizinle k o n u ş m a k istiyorum.»
«İstediğin zaman gel Ethan.»
«Hafta içinde ç ı k a m ı y o r u m . Biliyorsunuz M a r u l -
lo hemen hemen hiç uğramıyor. Yarın evde o l a c a k
mısınız?»
«Kiliseden s o n r a evdeyim. İyi fikir Mary'yi de ge­
tir saat 4'te falan. Kadınlar Paskalya ş a p k a l a r ı hak­
kında k o n u ş u r k e n biz kaybolur ve konuşuruz.»
«Sormak istediğim yüzlerce şey var. Yazsam
d a h a iyi o l a c a k galiba.»
«Bildiğim her s o r u n u cevaplarım. Görüşmek
üzere. Hoşçakal Margie.»
B a n k a c ı gidince Margie, «Hızlı başlamışsın.»
dedi.
«Belki sadece harekete g e ç t i m . İlginç olan ne
biliyor m u s u n ? Dün kartları gözlerin kapalı açsay-
dın bile gerçeğe ne kadar yaklaştığını bilemezdin.»
«Yoo,» dedi, «bu işe y a r a m a z d ı . Benimle d a l g a
g e ç i y o r s u n . Yoksa ciddi misin?»
«Bence i n a n m a k l a hiç ilgisi yok. Duyum ötesi
algıya d a i n a n m a m , yıldırıma d a , hidrojen b o m b a s ı n a
d a , h a t t â m e n e k ş e l e r e ve b a l ı k ç ı l ı k o k u l u n a da inan­
mam a m a , var olduklarını bilirim. Hayaletlere de
i n a n m a m a m a , onları gördüm.»
«Alay ediyorsun.»
«Etmiyorum.»
«Sanki başka biri oldun.»
«Aynı a d a m değilim, belki kimse değil.»
«Buna yol a ç a n şey ne Eth?»
«Bilmiyorum. Belki de b a k k a l t e z g â h t a n olmak
beni hasta etti.»
«Bu bir zaman sorunu.»

66
«•Mary'yi g e r ç e k t e n sever misin?» diye s o r d u m .
«Tabii severim. Neden s o r d u n b u n u ? »
«Sadece ona hiç benzemiyorsun, ç o k farklısın.»
«Ne demek istediğini a n l a d ı m . A m a onu seve­
rim.»
«Ben de severim.» d e d i m .
«Şanslısın.»
«Evet şanslıyım gerçekten.»
«Mary şanslı d e m e k istemiştim. Gidip şu k ö t ü
kahvemi y a p a y ı m . Fal k o n u s u n u da düşüneceğim.»
«Ne kadar ç a b u k olursa o kadar iyi, s o ğ u m a ­
dan d ü ş ü n m e l i »
Kalçaları canlı t o p gibi zıplayarak d ü k k â n d a n
ç ı k t ı . Onu daha ö n c e hiç g ö r m e m i ş t i m . Ö m r ü m bo­
y u n c a kaç kişiye b a k ı p da g ö r m e d i ğ i m i merak e t ­
t i m . Bunu d ü ş ü n m e k bile acı veriyor.
İşte yine referans n o k t a s ı . İki insan t a n ı ş ı n c a
her biri diğeri y ü z ü n d e n değişiyor, böylece iki yeni
insan elde ediyorsunuz. Belki b u n u n a n l a m ı Öff
ç o k karmaşık. Bu t i p konuları gece u y u y a m a d ı ğ ı m
zaman d ü ş ü n m e k için kendimle a n l a ş t ı m .
Dükkânı z a m a n ı n d a acrnayı u n u t m a k k o r k u t ­
m u ş t u beni. Cinayet mahallinde 'mendilinizi ya da üs­
t ü n d e adınız yazılı Ş i k a g o ' d a n alınma gözlüğünüzü
d ü ş ü r m e k giıbi bir şeydi bu. Peki b u n u n anlamı ne?
Hangi suç? Hangi cinayet?
Öğle vakti d ö r t sandviç y a p t ı m , peynir ve j a m ­
b o n , salatalık ve mayonezli. J a m b o n ve peynir... jam­
bon ve peynir... evli a d a m a ğ a ç l a r ı n üstündedir. San­
dviçlerin ikisini ve bir şişe k o k a kolayı alarak b a n ­
kanın a r k a kapısına g i t t i m , Joey'e v e r d i m .
«Yanlışı b u l d u n mu?»
«Henüz b u l a m a d ı m . A m a ç o k y a k l a ş t ı m . Nere­
deyse kör olacağım.»
«Neden Pazartesi'ye kadar y a t ı p dinlenmiyor­
sun.»
«Yapamam, b a n k a c ı l a r biraz k a f a d a n ç a t l a k
olurlar.»
«Bazen bir şeyi düşünmezsen aniden aklına ge­
lir.»
«Bilirim. Sandviçler İçin t e ş e k k ü r ederim.»

67
«Fark etmez. Eğer dizdiysen ne k a z a n c ı n olur?
Bunu d ü ş ü n d ü n mü?»
Şüpheci, s o r a n , a r a ş t ı r a n gözlerle b a k t ı Ibana.
«Evet.» dedi y u m u ş a k bir sesle. «Yani hayır, hiç
d ü ş ü n m e d i m . Eğer kartları dizdiysem beni ,buna ne
yöneltmiş olabilir? Bir dizilişin düzenini b o z m a k is­
teğidir belki de.»
Bay Baker k a p ı d a belirdi. «Günaydın Margie!»
dedi. «Ethan önerimi düşünebildin mi?»
«Düşündüm. Sizinle k o n u ş m a k istiyorum.»
«istediğin zaman gel Ethan.»
«Hafta içinde 'çıkamıyorum. Biliyorsunuz M a r u l -
lo hemen hemen hiç uğramıyor. Yarın evde olacak
mısınız?»
«Kiliseden s o n r a evdeyim. İyi fikir M a r y ' y i de ge­
tir saat 4'te falan. Kadınlar Paskalya ş a p k a l a r ı hak­
kında konuşurken biz kaybolur ve konuşuruz.»
«Sormak istediğim yüzlerce şey var. Yazsam
daha iyi o l a c a k galiba.»
«Bildiğim her s o r u n u cevaplarım. G ö r ü ş m e k
üzere. Hoşçakal Margie.»
Bankacı gidince Margie, «Hızlı başlamışsın.»
dedi.
«Belki sadece harekete g e ç t i m . İlginç olan ne
biliyor m u s u n ? Dün kartları gözlerin kapalı açsay-
dın bile gerçeğe ne kadar yaklaştığını bilemezdin.»
«Yoo,» dedi, «bu işe y a r a m a z d ı . Benimle d a l g a
g e ç i y o r s u n . Yoksa ciddi misin?»
«Bence inanmakla hiç ilgisi yok. D u y u m ötesi
algıya d a i n a n m a m , yıldırıma d a , hidrojen b o m b a s ı n a
d a , h a t t â m e n e k ş e l e r e v e b a l ı k ç ı l ı k o k u l u n a d a inan­
mam a m a , var olduklarını bilirim. Hayaletlere de
i n a n m a m a m a , onları gördüm.»
«Alay ediyorsun.»
«Etmiyorum.»
«Sanki başka biri oldun.»
«Aynı a d a m değilim, belki kimse değil.»
«Buna yol a ç a n şey ne Eth?»
«Bilmiyorum. Belki de b a k k a l t e z g â h t a n olmak
beni hasta etti.»
«Bu bir zaman sorunu.»

66
«Mary'yi g e r ç e k t e n sever misin?» diye s o r d u m .
«Tabii severim. Neden s o r d u n b u n u ? »
«Sadece o n a hiç ben2emiyorsun, ç o k farklısın.»
«Ne demek istediğini a n l a d ı m . A m a onu seve­
rim.»
«Ben de severim.» d e d i m .
«Şanslısın.»
«Evet şanslıyım gerçekten.»
«Mary şanslı demek istemiştim. Gidip şu k ö t ü
kahvemi y a p a y ı m . Fal k o n u s u n u da düşüneceğim.»
«Ne kadar ç a b u k olursa o kadar iyi, s o ğ u m a ­
dan düşünmeli.»
Kalçaları canlı t o p gibi zıplayarak d ü k k â n d a n
ç ı k t ı . Onu daha ö n c e hiç g ö r m e m i ş t i m . Ö m r ü m b o ­
y u n c a kaç kişiye b a k ı p da g ö r m e d i ğ i m i merak et­
t i m . Bunu d ü ş ü n m e k bile acı veriyor.
İşte yine referans n o k t a s ı . İki insan t a n ı ş ı n c a
her biri diğeri y ü z ü n d e n değişiyor, böylece iki yeni
insan elde ediyorsunuz. Belki bunun a n l a m ı Öff
ç o k karmaşık. Bu t i p konuları gece u y u y a m a d ı ğ ı m
zaman d ü ş ü n m e k için kendimle a n l a ş t ı m .
Dükkânı z a m a n ı n d a açmayı unutmak korkut­
m u ş t u beni. Cinayet mahallinde mendilinizi ya da üs­
t ü n d e adınız yazılı Ş i k a g o ' d a n alınma g ö z l ü ğ ü n ü z ü
d ü ş ü r m e k giıbi bir şeydi b u . Peki bunun anlamı ne?
Hangi suç? Hangi cinayet?
Öğle vakti d ö r t sandviç y a p t ı m , peynir ve j a m ­
b o n , salatalık ve mayonezli. J a m b o n ve peynir... jam­
bon ve peynir... evli a d a m a ğ a ç l a r ı n üstündedir. San­
dviçlerin ikisini ve bir şişe k o k a kolayı alarak b a n ­
kanın a r k a kapısına g i t t i m , Joey'e v e r d i m .
«Yanlışı b u l d u n mu?»
«Henüz b u l a m a d ı m . A m a ç o k y a k l a ş t ı m . Nere­
deyse kör olacağım.»
«Neden Pazartesi'ye kadar yatıp dinlenmiyor­
sun.»
«Yapamam, b a n k a c ı l a r biraz k a f a d a n ç a t l a k
olurlar.»
«Bazen bir şeyi düşünmezsen aniden aklına ge­
lir.»
«Bilirim. Sandviçler İçin t e ş e k k ü r ederim.»

67
M a y o n e z ve salatalık o l d u ğ u n a e m i n o l m a k için
sandviçleri açıp b a k t ı . Paskalyadan önceki Cumar­
tesi günü öğleden sonra bakkallar benim 'muhte­
r e m ' ve ' k a r a c a h i l ' o ğ l u m u n deyimiyle, «Sinek av­
larlar.» A m a yine de içimin derinliklerinde, sular al­
t ı n d a olagelen bir değişmeyi bana ispatlayan iki olay
o l d u . Demek istediğim, dün ya da daha ö n c e k i her­
hangi bir g ü n , şu y a p t ı ğ ı m şeyi y a p m a z d ı m . Bu,
duvar kâğıdı örneklerine b a k m a y a benziyordu. Yeni
bir model Ibulduğumu u m u y o r d u m .
İlk olay : M a r u l l o geldi. Artiriti g e r ç e k t e n canını
fena y a k ı y o r d u . Kollarını halterciler gibi sallayıp
duruyordu.
«Nasıl gidiyor?»
«Yavaş, Alfio,» O n a d a h a ö n c e ilk adıyla hiç
hitap e t m e m i ş t i m .
«Kasabada kimse yok....»
«Bana ' k ü ç ü k ' demen hoşuma gidiyor.»
«Hoşlanmadığını sanmıştım.»
«Hoşlandığımı keşfettim Alfio.»
«Herkes gitmiş.» Eklemlerinde kızgın taşlar var­
mış gibi omuzları y a n ı p t u t u ş u y o r olmalıydı.
«Sen Sicilya'dan geleli ne kadar oldu?»
«47 y ı l . Uzun zaman.»
«Hiç gitmediniz mi b i r daha?»
«Hayır.»
«Niye bir ziyarete gitmiyorsunuz?»
«Niye gideyim? Herşey değişti.»
«Oraları m e r a k ediyor musunuz?»
«Pek değil.»
«Hayatta olan a k r a b a l a r ı n ı z var mı?»
«Tabii, kardeşim var ve ç o c u k l a r ı t o r u n l a r ı var.»
«Onları g ö r m e k istersiniz sanmıştım.»
B a n a b a k t ı , sanırım benim M a r g i e ' y e b a k t ı ğ ı m
gibi beni ilk kez g ö r d ü .
«Aklından neler geçiyor küçük?»
«Hastalığınıza ü z ü l ü y o r u m . Sicilya'nın sıcak o l ­
d u ğ u n u d ü ş ü n m ü ş t ü m . Belki ağrılarınıza iyi gelir.»
Kuşkuyla baktı bana : «Neyin var?»
«Ne demek istiyorsunuz?»
«Değişmiş görünüyorsun.»

68
«Oh, İyi haberlerim var.»
«İşten mi ayrılıyorsun?»
«Tam o l a r a k değil. İtalya'ya Ibir y o l c u l u k y a p a r ­
sanız b u r a d a o l a c a ğ ı m a söz veririm.»
«Neymiş iyi haber?»
«Henüz söyleyemem. Şeye benziyor....» Par­
m a k l a r ı m ı birbirine sürterek p a r a işareti y a p t ı m .
«Para mı?»
«Olabilir. B a k ı n , siz y e t e r i n c e zenginsiniz. Ne­
den Sicilya'ya gidip o n l a r a , zengin bir Amerikalı na­
sıl o l u r m u ş g ö s t e r m i y o r s u n u z ? Biraz güneş b a n y o s u
y a p ı n . Dükkâna, b a k a r ı m biliyorsunuz.»
«İşten a y r ı l a c a k mısın?»
«Hayır, sizi o r t a d a b ı r a k m a y a c a ğ ı m ı bilecek k a ­
dar tanırsınız beni.»
«Değişmişsin küçük. Neden?»
«Söyledim size. Gidip bebeklerle ö v ü n ü n biraz.»
«Oraya ait değilim.» dedi, a m a aklına birşey
s o k t u ğ u m u b i l i y o r d u m . Ve yine biliyordum ki gece
g e ç saatte gelip defterleri kontrol edecek. K u ş k u c u
bir hinoğluhindi o.
Güçbela g i t t i ğ i n d e — a y n ı d ü n g i b i — BBD v e
D'nin satıcısı içeri girdi.
«İşte değilim» dedi. «Hafta sonunu M o n t a u k ' t a
g e ç i r e c e ğ i m , bir u ğ r a y a y ı m dedim.»
«Sevindim,» d e d i m , «size şunu v e r m e k istiyor­
dum.» İçinde yirmi doların g ö r ü n d ü ğ ü cüzdanı o n a
uzattım.
«Aşkolsun, iyiniyetli bir hediyeydi. İşte o l m a d ı ğ ı ­
mı söylemiştim.»
«Al bunu.»
«Nereye v a r m a k istiyorsun?»
«Bizim köyde buna kontrat y a p m a k denir.»
«Neyin var, ç o k mu kızdın?»
«Hayır.»
«Öyleyse neden?»
«Al d e d i m . Henüz önerini kabul etmedim.»
«Tanrım, VVayland daha iyi b i r ö n e r i d e mi b u ­
lundu?»
«Hayır.»
«Peki kim? Şu indirimli d ü k k â n l a r mı?»

69
w w w . c i z g i l i f o r u m . c o m

e n g i n e l
20 d o l a n g ö ğ ü s cebine süslü mendilinin a r k a ­
sına sıkıştırdım. «Cüzdanı beğendim bende kalsın.»
dedim.
«Bak, şefle k o n u ş m a d a n d a h a fazla fiyat vere­
m e m . Salı gününe kadar telefon ederim. Eğer, 'ben
H u g h ' dersem kim o l d u ğ u m u anlarsınız.»
«Telefon parasını siz ödeyin.»
«Tamam, d ü k k â n açık olsun e mi?»
«Açık!» dedim, «Balık avlar mısınız?»
«Sadece kadınları avlarım. O M a r g i e denen k a ­
dını da g ö t ü r m e k istedim. Gelmeyecekmiş. Nere­
deyse kafamı k ı r a c a k t ı . Kadınları anlayamıyorum.»
«Gittikçe daha ç o k garipleşiyorlar.»
«Çok doğru söylediniz.» dedi. Bu lafı son oh
beş yıldır hiç d u y m a m ı ş t ı m . Kaygılı g ö r ü n ü y o r d u ,
«Benden haber a l m a d a n birşey yapmayın,» dedi.
«Hey t a n r ı m , ben de bir köylü ç o c u ğ u n u kafesliyo­
rum sanmıştım.»
«Bu k o n u d a k o n u ş m a y ı seviyorsan, sana şimdi
bir rüşvet önerisini reddettiğimi h a t ı r l a t m a k İsterim.»
Bunu söylerken benim değişik biri o l d u ğ u ­
mu sanmasını istemiştim. A d a m bana saygıyla ıbaktı,
ben de ç o k hoşlandım b u n d a n . Herif kendisine ben­
zediğimi sanmıştı a m a o n d a n daha ü s t ü n d ü m .
T a m d ü k k â n ı k a p a t ı y o r d u m ki M a r y telefon e t t i .
«Ethan» dedi, «Lütfen kızma, ben....»
«Ne oldu canım?»
«Çok yalnız. Ben de d ü ş ü n d ü m ki, yani M a r g i e '
yi y e m e ğ e davet ettim.»
«Neden e t m e y e c e k s i n ki?»
«Kızmadın mı?»
«Aşkolsun, kızmadım tabii.»
«Küfretme s a k ı n , yarın Paskalya.»
«İyi ki söyledin, en güzel elbiseni ütüle. Yarın
Baker'lara gidiyoruz, saat 4'te.»
«Evlerine mi?»
«Evet, çaya.»
«Paskalya için, kilisede giyeceğim elbise olur
mu?»
«Çok güzel sevgilim.»

70
«Margie için k ı z m a d ı n değü mi?»
«Seni seviyorum!» d e d i m . S e v i y o r d u m . Gerçek­
ten s e v i y o r d u m . Ve bir erkeğin isterse kendine ne
cehennemler yaratabileceğini a n ı m s a d ı m .

BEŞİNCİ BÖLÜM

K a r a a ğ a ç s o k a ğ ı n d a n y ü r ü d ü m , ziftli taşlarla d ö ­
şeli yola d ö n d ü m , d u r d u m ve eski evime b a k t ı m .
Farklıydı sanki. Ben imdi. M a r y ' n i n , b a b a m ı n , yaşlı
k a p t a n ı n d e ğ i l d i , a m a benimdi. Onu satabilir, y a k a ­
bilir veya k o r u y a b i l i r d i m .
Ailen kapıyı a ç ı p b a ğ ı r a r a k ü s t ü m e d o ğ r u ko­
şarken ikinci b a s a m a ğ ı henüz ç ı k m ı ş t ı m .
«Çorbalar nerede? B a n a ç o r b a getirmediniz
mi?»
«Hayır!» d e d i m . Şaşkınlık b a z e n mucizeler ya­
ratır, acısını ve ü z ü n t ü s ü n ü h a y k ı r m a d ı . Söz verdi­
ğime t a n ı k o l d u ğ u n u söylemesi için annesini de yar­
d ı m a ç a ğ ı r m a d ı . Sadece «Oh!» dedi ve ç a b u c a k
uzaklaştı. A r k a s ı n d a n seslendim: «İyi akşamlar.» Du­
r u p c e v a p l a d ı : «İyi akşamlar.» Yeni ö ğ r e n d i ğ i y a ­
bancı bir dildendi sanki söyledikleri.
M a r y m u t f a ğ a g e l d i : «Saçlarını kestirmelisin!»
dedi.
Bendeki herhangi b i r garipliği ateşim o l d u ğ u n u
ya da saçlarımı kestirmem gerektiğini söyleyerek for­
müle eder.
«Hayır, İpek saçlı k a r ı m , k e s t i r m e m gerekmez.»
«Evi t o p a r l a y a n a kadar c a n ı m çıktı.»
«Toparlandı mı?»
«Söyledim ya. M a r g i e y e m e ğ e gelecek.»
«Biliyorum a m a niye bu kadar koşuşturdun.»
«Uzun z a m a n d ı r yemeğe k o n u k gelmemişti.»
«Doğru, ç o k doğru.»
«Siyah t a k ı m ı n ı mı giyeceksin.»
«Hayır, yaşlı beygiri, eski griyi giyerim.»

71
«Neden siyahı değil?»
«Yarın kilise için g i y e c e ğ i m , ütüsü bozulsun is­
temem.»
«Yarın sabah ütüleyebilirim.»
«Ypşlı beygirimi g i y e c e ğ i m . Bu eyalette b u l u ­
nabilecek en güzel t a k ı m elbisedir.»
«Çocuklar!» diye seslendi. «Hiç bir şeye d o k u n ­
m a y ı n . Çerezleri m a s a y a k o y m u ş t u m . Siyahı giyme­
yecek misin?»
«Hayır.»
«Margie, '9'da g e l i r i m ' dedi.»
«Margie Yaşlı beygiri seviyor.»
«Nenden biliyorsun?»
«Kendisi söyledi.»
«Öyle şey söylemez o.»
«Bu k o n u d a ibana m e k t u p yazdı.»
«Ciddi o l . Ona iyi d a v r a n a c a k s ı n değil mi?»
«Onunla aşk yapacağım.»
«Margie gelecek diye siyahı giyersin s a n m ı ş ­
tım.» ,
«Bak bana çiçek kız, e v e geldiğimde ne giye­
ceğimi hiç d ü ş ü n m e m i ş t i m . İki kısa d a k i k a içinde
yaşlı beygirimi g i y m e k t e n b a ş k a hiç bir seçenek
kalmadı.»
«Öyle mi oldu?»
«Elbette.»
«Oh.» Bunu aynı Allen'in söylediği t o n d a söyle­
mişti.
«Yemekte ne var? Etle a s o r t i bir kravat t a k m a k
isterim.»
«Fırında t a v u k var. K o k u s u n u almıyor musun?»
«Alıyorum herhalde. M a r y b e n » Ama devam
edemedim. Neden söylemeli? Ulusal bir i ç g ü d ü y ü
kıramazsınız ki. Safe Rite d ü k k â n ı n d a düzenlenen
ucuz t a v u k g ü n ü n e gitmişti b u g ü n .
Marullo'nunkilerden u c u z d u . Elbette ben t o p ­
tan a l ı y o r d u m v e M a r y ' y e d ü k k â n l a r d a y a p ı l a n i n ­
dirimli satışlardan söz e t m i ş t i m . İndirim içinize g i ­
rer ve sadece elinizin a l t ı n d a olduğu için i n d i r i m ­
siz bir yığın malı da alıverirsiniz. Herkes b u n u bilir
vo y a p m a y a d e v a m eder.

72
Mary Çokçiçekli'ye verdiğim k o n f e r a n s l a r ı n bir
yararı o l m u y o r d u . Yeni Ethan Ailen Havvley, ulusal
aptallıkları bilen ve yapabildiği zaman bunları k u l ­
lanan biriydi.
M a r y ; «Hain o l d u ğ u m u d ü ş ü n ü y o r s u n değil
mi?»
«Sevgilim ıbir t a v u ğ u n g ü n a h k â r ya da erdemli
o l m a k l a ne ilgisi var?»
«Çok ucuzdu.»
«En iyisini, en kadıncasını yapmışsın.»
«Alay ediyorsun.»
Ailen y a t a k o d a m d a beni bekliyordu. «Sizin şö­
valye Templar kılıcınıza bakabilir miyim.»
«Tabii, dolabın köşesinde olacak.»
Nerede o l d u ğ u n u gayet iyi b i l i y o r d u . Ben so­
y u n u r k e n kılıcı deri kılıfından ç ı k a r d ı ve kaldırıp
ışıkta parlayan kılıca b a k t ı . S o n r a a y n a d a k i soylu
görünüşüne baktı.
«Yazı nasıl gidiyor?»
«Ha?i»
«Ne dediniz e f e n d i m ? demek istedin herhalde.»
«Evet efendim.»
«Yazı nasıl g i d i y o r dedim.»
«İyi gidiyor.»
«Yapabilecek misin?»
«Elbette.»
«Elbette ne?»
«Elbette efendim.»
«Şapkaya da bakabilirsin. Rafın üstündeki b ü ­
yük deri k u t u d a . Tüyleri biraz s a r a r m ı ş gibi.»
Aslan ayaklı, b ü y ü k , eski, dilbi derin banyo k ü ­
vetine girdim. Eskiden zevk a l m a k için yeterince b ü ­
yük yapılırmış küvetler. Marullo'yu ve b ü t ü n g ü n ü ,
f ı r ç a l a y a r a k v ü c u d u m d a n ç ı k a r d ı m ve a y n a y a bak­
m a d a n , sakallarımı elimle y o k l a y a r a k t ı r a ş o l d u m .
Herkes bunu esıki Roma'lı ve asilce b u l a c a k t ı r emi­
nim. Saçlarımı t a r a r k e n aynaya b a k t ı m . Uzun z a ­
m a n d ı r y ü z ü m ü g ö r m e m i ş t i m . Her g ü n t ı r a ş o l u r s u ­
nuz a m a , yüzünüzü görmeyebilirsiniz. Özellikle y ü ­
zünüze pek aldırmıyorsanız. Güzellik yüzeyseldir,
esas güzellik i ç t e n gelir. Ben ikincisini yeğlerim.

73
Ç i r k i n . b i r y ü z ü m o l d u ğ u için değil. Benim için ilginç
değil o kadar. Çeşitli ifadeler t a k ı n d ı m sonra vaz­
g e ç t i m . M i m i k l e r i m soylu, k o r k u t u c u , g u r u r l u ya da
k o m i k değildi. Yüzüme ne a n l a m verirsem vereyim
h e p aynı yüzdü işte.
Yatak o d a s ı n a geri d ö n d ü ğ ü m d e Ailen, Şövalye
Templar şapkasını başına g e ç i r m i ş t i . Eğer bu şap­
kayı giydiğimde iben de bu kadar a p t a l g ö r ü n ü y o r -
ş a m istifa etmeliyim. Ş a p k a n ı n deri kutusu yerde
a ç ı k d u r u y o r d u . Ş a p k a k a d i f e kaplanmış k a r t o n ­
dandı ve sanki başaşağı çevrilmiş leğene benzi­
yordu.
«Şu t ü y ü n ü boyayabiiirler mi y o k s a bir yenisini
mi almalı?»
«Yenisini alırsanız bunu Ibana verir misiniz?»
«Nsden olmasın? Ellen nerede? İnce keskin
sesini işitmedim.»
«Amerika'yı severim yazısını yazıyor.»
«Peki, ya sen?»
«Ben henüz d ü ş ü n ü y o r u m . Eve ç o r b a getirecek
misiniz?»
«Herhalde yine u n u t u r u m . Neden gelip de ken­
din almıyorsun?»
«Tamam gelirim. Birşey sorabilir 'miyim
efendim?»
«Memnun olurum.»
«İki blok b o y u n c a a n a c a d d e n i n sahibi miydik?»
«Öyleydik.»
«Balina gemilerimiz de var mıydı?»
«Evet.»
«Peki şimdi niye yok?»
«Kaybettik.»
«Nasıl oldu?»
«Sadece k a y b e t t i k işte.»
«Şaka bu.»
«Güzel hazırlanmış ciddi bir ş a k a bu. Eğer in­
celersen.»
«Okulda kurbağayı inceliyoruz.»
«Senin için faydalı a m a k u r b a ğ a i ç i n k ö t ü o l ­
muş. Şu güzel k r a v a t l a r ı n hangisini t a k s a m ? »
Hiç ilgilenmeden, «Maviyi,» dedi. «Giyindikten

74
s o n r a y u k a r ı t a v a n a r a s ı n o gelebilir misiniz, z a m a n ı ­
n ı z var mı?»
«Çok Önemliyse z a m a n bulurum.»
«Gelecek misiniz?»
«Geleceğim.»
«Tamam, şimdi y u k a r ı ç ı k ı p ışığını yakayım.»
«iki k r a v a t b a ğ l a m a dakikası içinde geliyorum.»
A d ı m l a r ı , halisiz t a v a n a r a s ı merdiveninde kor­
k u n ç sesler ç ı k a r ı y o r d u .
Kravatımı b a ğ l a r k e n b u n u d ü ş ü n ü r s e m kravat
d ö n ü p d u r u r a m a eğer p a r m a k l a r ı m ı kendi haline
b ı r a k ı r s a m s o n u ç m ü k e m m e l olur. P a r m a k l a r ı m ı b ı ­
r a k t ı m ve eski Hawley evinin, benim evimin t a -
vanarasını (benim t a v a n a r a m ı ) d ü ş ü n d ü m . Kırık ve
terkedilmiş şeylerin k o n u l d u ğ u karanlık, ö r ü m c e k l i
bir hapishane d e ğ i l d i r orası. K ü ç ü k camlı pencere­
leri vardır. C a m l a n o kadar eskidir ki odaya giren
t ü m ışık lavanta rengi olur, dışarısı da d a l g a l ı , sanki
su altından b a k ı l ı y o r m u ş gibi g ö r ü l ü c
Oraya koyduğumuz kitaplar f ı r l a t ı l ı p atılmayı
ya da Denizcilik Enstitüsüne verilmeyi beklemiyor­
lar. Raflarında r a h a t ç a o t u r m u ş yeniden keşfedil­
meyi bekliyorlar. Ve tabii k o l t u k l a r var, modası b i r a z
g e ç m i ş , bazılarının yayı fırlamış a m a yine de rahat
ve geniş. Tozlu bir yer de değildir. Ev temizliği aynı
z a m a n d a t a v a n a r a s ı n ı n da temizliği demektir. Ve ge­
nellikle kapalı d u r d u ğ u n d a n içeri toz girmez.
Ç o c u k k e n t a v a n a r a s ı n d a bir y ı ğ ı n kitabın içine
g ö m ü l d ü ğ ü m ü veya heyecanlarla savaştığımı veya
yalnızlığı gerektiren bir yarım-insan hayali içinde t a -
vanarasına s ı ğ ı n d ı ğ ı m ı , v ü c u d u m a o l d u k ç a bol ge­
len bir k o l t u k t a kıvrılıp c a m d a n gelen eflatun rengi
İşıkta o t u r d u ğ u m u h a t ı r l a d ı m . O r a d a n çatıyı destek­
leyen iri kalasları inceler, birbirine t a h t a çivilerle na­
sıl ç a k ı l d ı k l a r ı n a b a k a r d ı m . Yağmur ç a t ı d a büyük
kükremeler ç ı k a r ı r k e n güvenli bir yerdi t a v a n a r a s ı .
Kitaplar ışıkta parlardı. B ü y ü m ü ş y e t i ş m i ş ve gitmiş
ç o c u k l a r ı n resimli kitapları.. C h a t t e r b o x ve Rollo se­
risi, T a n r ı n ı n Bin Faaliyeti, Ateş-Sel-Yükselen Dai-
galar-Depremler, hepsi resimliydi. Gustave Doré Hell'
in Dante'nin mısralarıyla süslü k i t a p l a r ı , Haus O

75
Andersen'in insanın yüreğini b u r a n hikâyeleri, G r i m m
Kardeşler'in d o n d u r a n bir şiddet ve dehşet dolu h i ­
kâyeleri, Aubrey Beardsley'in resimlediği majesteyi
a n l a t a n M o r t e d'Arthur kitabı. B u b ü y ü k e r k e k s i des­
t a n ı resimlemek için o sapık, hastalıklı yaratığı seç­
meleri ne kadar garip.
H. C. Andersen'in ne bilge bir a d a m o l d u ğ u n u
d ü ş ü n d ü ğ ü m ü h a t ı r l ı y o r u m . Kral sırlarını kuyuya a n ­
latıyor, böylece sırlar g ü v e n c e d e oluyor. Sırlarını ya
d a öykülerini a n l a t a n biri bunları duyan y a d a o k u ­
yanları d a d ü ş ü n m e k zorundadır. Günkü bir ö y k ü n ü n
ne kadar o k u y u c u s u varsa o k a d a r değişik a n l a m ı
vardır. Herkes ö y k ü d e n dilediğini ya da alabilece­
ğini alır, bu yüzden de o k u y a n ı n ö l ç ü l e r i n e göre öy­
kü farklılaşır. Kimi insan ö y k ü n ü n bir b ö l ü m ü n ü alır
gerisini görmezden gelir, kimisi ö n y a r g ı l a r ı n ı n çar­
kında öyküleri çarpıtır, kimisi de zevkine göre b o ­
yar.
O k u y u c u n u n kendini o r a d a y m ı ş gi|bi d u y a b i l -
mesi için bir ö y k ü bazı şeylere sahip olmalı. A n c a k
o zaman o k u y u c u mucizelere inanabilir.
Allen'e a n l a t a c a ğ ı m bir ö y k ü Mary'ye a n l a t a c a ­
ğ ı m aynı ö y k ü d e n biraz farklı olmalıdır. H a t t â M a -
rullo'yu d a ilgilendiriyorsa ona uyması i ç i n b i ç i m i
biraz d a h a değişecektir. A m a Andersen'in Kuyu
masalı en iyisi. Kuyu sadece alıyor ve geri verdiği
de sessizlik.
Bence hepimiz ya da pek ç o ğ u m u z şu ölçüle-
meyen veya a ç ı k l a n a m a y a n herşeyin varlığını r e d ­
deden 19. yüzyıl biliminin k o r u m a s ı altındayız.
A ç ı k l a y a m a d ı ğ ı m ı z şeyler v a r o l m a y a devam et­
tiler a m a elbette bizim b a y ı r dualarımızla değil.
A ç ı k l a y a m a d ı k l a r ı m ı z ı göremedik, bu yüzden de d ü n ­
yanın büyük bir b ö l ü m ü bir şeyin sebebinden ç o k ,
ne olduğuyla ilgilenen mistiklere, a p t a l l a r a , ç o c u k l a ­
ra ve delilere terkedildi. •
Dünyanın t a v a n a r a s ı n d a , etrafımızda istemedi­
ğimiz a m a a t m a y a d a kıyamadığımız bir sürü eski
ve güzel şey duruyor.
Çatı direklerinin birinden çıplak tek Ibir l a m b a
sarkar. T a v a n a r a s ı n d a yerler elde y o n t u l m u ş 5 c m .

76
genişliğinde, 5 m m . k a l ı n l ı ğ ı n d a ç a m keresteleriyle
döşelidir. Sandık, k u t u , k â ğ ı t l a r a sarılmış lambalar,
vazolar ve sürjün e d i l m i ş her çeşit eşya için m ü ­
kemmel bir tabandı. Işık, raflarda dizili k i t a p k u ş a ­
ğının üzerine Yavaşça d ö k ü l ü r . Kitaplar tozsuz ve
temizdir. Mary'ın c i d d i , uzlaşmaz bir toz a l ı c ı y d ı ve
bir b a ş ç a v u ş kadar da titizdi.
Kitaplar r e ı k e l e r i n e ve boylarına göre dizilmiş­
t i . Ailen alnını kitaplığa d a y a m ı ş k i t a p l a r a bakıyor­
d u . Sağ eli Şâ/alye Templar kılıcının sapını t u t u ­
y o r d u ; kılıcı bcstori g i b i aşağı s a r k ı t m ı ş t ı .
«Simgesel »ir r e s i m gibisin o ğ l u m . Adını 'Genç­
lik savaş ve ö j r e n m e ' koyalım.»
«Size sormak i s t i y o r d u m . Konuyla ilgili kitaplar
var demiştiniz.!
«Hangi konu?»
«Yurtseverlik ru h u . Yarışma yazısı için.»
«Anladım, f u r t s t e v e r l i k r u h u . Şöyle başlasak :
Hayat bedelini pranggp ve kölelikle ö d e m e y e değecek
kadar aziz, batış b u n a d e ğ e c e k kadar tatlı m ı d ı r ?
Bizi bundan koru T a n r ı m . Diğerlerinin neyi kabui
edeceğini ıbilmiprurm a m a bana ya ö z g ü r l ü ğ ü m ü ver
ya da ölümü.»
«Müthiş. Tadımdan yenmiyor.»
«Öyle tabii O s a m a n l a r d ü n y a d a b ü y ü k a d a m ­
lar vardı.»
«Keşke o devinde y a ş a s a y d ı m . Korsan gemileri,
ah ne hoş, Bang baıraıg. Renklerini göster. Küpler d o ­
lusu altın, mücevherr ve ipek elbiseler i ç i n d e k a d ı n ­
lar. O zamanda yanşamak istediğime eminim. Aile­
mizden bazıları böylîee yaşamış. Siz söylemiştiniz.»
«Bir çeşit kibcnıır k o r s a n l ı k m ı ş o n l a r ı n k i , h ü k ü ­
met izniyle korsanlııık yapmışlar. Korsanlığın sandı­
ğın kadar hoş bir iüş o l d u ğ u n u s a n m ı y o r u m . Tuzlu
et ve bisküi yerlerimliş. O z a m a n l a r S k o r p i t hastalığı
da y a y g ı n m ı ş tabü.j»
«Ben aldırmazdiım. Altınları alır eve d ö n e r d i m .
A m a artık buno izlim vermezler herhalde.»
«Hayır. Şimdi bıuu iş d a h a b ü y ü k ç a p t a ve düzenli
yapılıyor. Adine dipuhlomasi diyorlar.»
«Okulda bir oğrjfilan var, ödül o l a r a k iki televiz-

77
y o n , 50 dolar ve 200 dolar kazanmış. Ne dersiniz?»
«Açıkgöz biri olmalı.»
«O mu? Hiç de değil. 'Hile' diyor. Hileyi ö ğ r e ­
n e c e k s i n , gösteriyi yapacaksın.»
«Gösteri mi?»
«Elbette. Ya k ö t ü r ü m olacaksın ya b ü y ü k a n n e n i
k u r b a ğ a beslemek için k a n d ı r a c a k s ı n . Bu size t o p ­
lumsal Ibir ilgi duyulmasını sağlar, böylece de sizi
seçerler. O a r k a d a ş ülkedeki t ü m yarışmaları d u y u ­
ran bir dergiye a b o n e olmuş. Ben de o d e r g i d e n
alabilir miyim babacığım?»
«Korsanlık sona erdi a m a etkisi s ü r ü p g i d i y o r
desene.»
«Ne demek istediniz?»
«Bir şey veya hiç bir şey. Çaba hiç yok, p a r a
pek çok.»
«O dergiden alabilir rniyim?»
«Rüşvet s k a n d a l l a r ı n d a n bu yana o t ü r d e r g i ­
ler k ö t ü şöhret kazandılar.»
«Öff, hayır. Yani hayır demek istedim e f e n d i m .
Herşey biraz değişti. Bu ganimetten biraz da b e n
f a y d a l a n s a m diyorum.»
«Bu, g a n i m e t d e ğ i l mi?»
«Aldıktan s o n r a nasıl kazandığınız önemli d e ­
ğil.»
«Buna i n a n a m a m . Parayı bu şekilde elde e t m e k
parayı değil a m a p a r a y ı alanı lekeler.»
«Ben de bunu a n l a m ı y o r u m . Yasaya karşı d e ­
ğil ki. Bu ülkedeki b i r sürü büyük adamın....»
«Charles, y a v r u m evladım....»
«Charles da kim?»
«Zengin olmak z o r u n d a mısın Ailen? M e c b u r
musun?»
«Bir m o t o r s i k l e t i m bile olmadan y a ş a m a k t a n
hoşlanıyor m u y u m s a n ı y o r s u n u z ? M o t o r s i k l e t i o l a n
en az yirmi a r k a d a ş ı m var. Ve ailenizin ibir a r a b a s ı ,
bırakın o n u , bir t e l e v i z y o n u bile o l m a m a s ı nasıl b i r -
şey biliyor musunuz?»
«Çok sarsıldım.»
«Nasıl birşey o l d u ğ u n u bilemezsiniz baba. S ı -

78
w w w . c i z g i l i f o r u m . c o m

e n g i n e l
n ı f t a bir gün büyük-büyük dedemin balina avcısı o l ­
d u ğ u n u anlattım.»
«Evet öyleydi.»
«Bütün sınıf g ü l m e k t e n bayıldı. Bana ne diyor­
lar biliyor musunuz? BALİNOŞ. Kulağınıza nasıl
geliyor. Eğer bir a v u k a t ya da b a n k a d a çalışan biri
olsaydınız bu kadar k ö t ü o l m a y a c a k t ı . K a z a n a c a ğ ı m
g a n i m e t i n bir bölümüyle ne y a p a c a ğ ı m biliyor m u ­
sunuz?»
«Hayır ne?»
«Size bir a r a b a a l a c a ğ ı m , böylece herkesin a r a ­
bası varken siz kendinizi kötü hissetmeyeceksiniz.»
«Sağol Ailen!» d e d i m . Boğazım k u p k u r u y d u .
«Öyleyse t a m a m . Nasılsa ben henüz ehiiyet ala­
mam.»
«Ulusumuza ait t ü m nutukları şu k u t u d a bula­
bilirsin Ailen. Bazılarını o k u m a n ı isterim.»
«Okurum. Bana gerekiyor.»
«Eminim. Sana iyi avlar dilerim.» Sessizce mer­
divenleri inerken kuruyan d u d a k l a r ı m ı ıslatmaya ç a ­
lışıyordum. Ailen haklıydı. Kendimi berbat hisset­
tim.
Ayaklı lambanın altındaki büyük k o l t u ğ u m a
o t u r u n c a M a r y gazeteyi getirdi.
«Ne hoş kadınsın sen.»
«Elbisen yakışmış.»
«Oyunu kaybedince kızmıyorsun ve iyi bir aşçı­
sın sen.»
«Kravatın gözlerinin rengine uymuş.»
«Sana birşey söyleyeceğim. A m a bir sırra kar­
şılık bir sır veririm.*
«Benim verecek sırrım y o k ki.» d e d i .
«Uydur bir tane.»
«Uyduramam. Haydi Ethan anlat.»
«Etrafta kulağı delik ç o c u k var mı?»
«Hayır.»
«Bugün M a r g i e Young-Hunt d ü k k â n a geldi.
Kahvesi bitmiş, öyle dedi. Beni karşılıksız bir aşkla
seviyor galiba.»
«Devam et anlat.»

79
«Neyse şu servet h a k k ı n d a k o n u ş t u k : Ben ae
yeniden fal b a k m a s ı n ı aynı şeyin ç ı k ı p ç ı k m a d ı ğ ı n ı
g ö r m e n i n ilginç olacağını söyledim.»
«Sahi mi?»
«Söyledim t a b i i . O da ilginç olur dedi.»
«Ama sen böyle şeyleri sevmezsin.»
«İyi haberler verirse severim.»
«Sence bu gece fal b a k a r mı?»
«Her doğru d ü ş ü n c e m için bana para versen
keşke. Bu gece sırf bu iş için geliyor derim ben.»
«Hayır onu ıben davet ettim.»
«O sana bunu ima ettikten sonra tabii.»
«Sen o n d a n hoşlanmıyorsun.»
«Tam tersine, o n d a n ç o k hoşlanmaya başladım
ve saygı da d u y u y o r u m ona.»
«Ne zaman ş a k a y a p t ı ğ ı n ı bilebilsem.»
Ellen öyle sessizce geldi ki dinleyip dinleme­
diğini kestirmek olanaksızdı a m a ben şüphelenmiş-
t i m . Ellen o n ü ç y a ş ı n d a ve üstüne üstlük tatlı ve
üzgün, neşeli ve içli, gerektiğinde keyifsiz olabilen
bir kızdı. Ellen şimdi y a p ı l m a y a hazır bir h a m u r
gibidir, güzel olabilir de olmayabilir de. Ellen yas­
lanmayı sever, bana yaslanır, hattâ benim ü s t ü m d e
nefes alır a m a nefesi de süt gibi kokar. D o k u n m a y ı
da sever kızım. Ellen k o l t u ğ u m u n koluna yaslandı,
o m z u benim o m u z u m a d e ğ i y o r d u . Pembe p a r m a ğ ı
c e k e t i m i n kolundan aşağı inip bileğimdeki tüyleri
g ı d ı k l a d ı . O m u z l a r ı n a d ö k ü l m ü ş s a n saçları ışık al­
t ı n d a altın tozları gibi parlıyordu.
Ellen ç a p r a ş ı k biridir a m a bu yaştaki b ü t ü n
kızlar öyle değil mi?
«Tırnak boyası ha?» dedim.
«Annem sadece pembe sürmeme izin verdi. Si­
zin t ı r n a k l a r ı n ı z düzgün değil.»
«Olmasınlar mı?»
«Ama temiz.»
«Fırçaladım da.»
«Allen'inki gibi kirli tırnaklardan iğreniyorum.»
«Belki de sen sadece Allen'in varlığından nef­
ret ediyorsun.»
«Evet.»

30
«Aman ne iyi. Niye onu ö l d ü r m ü y o r s u n ? »
«Aşkolsun baba.» Parmakları kulağımın a r k a s ı n -
d a y d ı . Şimdiden bazı k ü ç ü k o ğ l a n l a r ı ç o k heye­
canlandırıyor olmalıydı.
«Yazı ü s t ü n d e çalıştığını duydum.»
«Ailen söyledi size değil mi?»
«İyi o l u y o r mu?»
«Evet. Çok güzel oldu. Bitince size okurum.»
«Sevinirim. B a k ı y o r u m yemek i ç i n giyinmişsin.»
«Şu eski şey mi? Yeni elbisemi yarın için sak­
lıyorum.»
«İyi fikir. Belki oğlanlar da gelir oraya.»
«Oğlanlardan nefret ediyorum.»
«Biliyorum. Düşmanlık senin huyun zaten. As­
lında onları ben de pek sevmem. Şimdi ü s t ü m d e n
kalk lütfen. Gazeteyi okuyacağım.»
1920 yılının film artisleri gibi yerinden öfkeyle
fırladı ve hemen ö c ü n ü aldı.
«Ne zaman zengin olacaksın.»
Evet, bazı erkeklerin başına bela o l a c a k bu
kız. İçimden onu y a k a l a y ı p p a t a k l a m a k geldi. Onun
istediği de buydu zaten, Gözlerini de b o y a d ı ğ ı n a
e m i n i m . Ve bir panterin gözlerinde bulabileceğiniz
kadar a c ı m a vardı a n c a k .
«Gelecek Cuma.» d e d i m .
«Umarım elinizi ç a b u k tutarsınız. Fakir olmak­
tan ibiktim artık.»
Ç a b u c a k dışarı ç ı k t ı . Kapıları dinlediğini bili­
y o r u m . Onu ç o k seviyorum. Ve i n a n ı n bu ç o k garip,
ç ü n k ü başka birinde olsa nefret edeceğim her özel­
liğe sahiptir a m a ben kızıma h a y r a n ı m .
Gazete o k u m a k y a s a k t ı b u g ü n b a n a . Margie
Young-Hunt geldiğinde d a h a gazeteyi a ç a m a m ı ş t ı m
bile. Saçlarını y a p m ı ş t ı , y a n i k u a f ö r y a p m ı ş t ı . Her­
halde M a r y böyle bir saçın nasıl yapılabileceğini bi­
lirdi, ben b i l m i y o r u m .
Sabahleyin kahvesiz kalmış M a r g i e benim için
k u r u l m u ş bir ayı tuzağıydı sanki. Aynı g ü n ü n ak­
şamı ise Mary'yi hedef almıştı. Gene arkası salmı­
y o r s a ben g ö r e m e z d i m . İnce elbisenin altında bir-
şeyler varsa eğer, onlar da saklanmıştı. Bir ev kadını

31
için en m ü k e m m e l k o n u k t u Margie. Yardımcı, çe­
kici iltifatlar eden, düşünceli ve a l ç a k g ö n ü l l ü .
S a b a h t a n bu y a n a k ı r k yaş ihtiyarlamışım gibi
d a v r a n ı y o r d u b a n a . Ne h a r i k u l a d e şey şu kadınlar.
Neden yaptıklarını a n l a m a s a m bile y a p t ı k l a r ı şeye
hayran o l u y o r u m .
«Margie ve M a r y zevkli sohbetlerine başladılar.
«Saçlarına ne yaptın?» — «Çok beğendim.» —
«Tam senin rengin. Hep böyle yap.» Kadınların za­
rarsız iltifatları.
D u y d u ğ u m en k a d ı n c a hikâyeyi hatırladım. İki
kadın karşılaşıyorlar. Biri b a ğ ı r ı y o r :
«Saçlarına ne y a p t ı n a y n ı p e r u k a y a benzemiş.»
«Zaten peruka» d i y o r ö t e k i . İlk kadın yanıtlıyor:
«Aşkolsun hiç belli değil.»
Belki ıbu t ü r şeyler bildiklerimizden ya da bil­
meye hakkımızın o l d u ğ u d a h a derin konular.
Yemek, pilicin ne kadar nefis o l d u ğ u n a değgin
iltifatlar ve sadece yenebilir o l d u ğ u n a d e ğ g i n iti­
razlarla s ü r d ü .
Ellen k o n u ğ u m u z u n saçını ve m a k y a j ı n ı iyice
inceleyip aklında bir yere k a y d e t t i . Birden a n l a d ı m
ki kadınların sezgisi d e n e n şey, ç o k e r k e n d e n ö ğ r e ­
nilmeye başlanan incelemelerin y a r a t t ı ğ ı b i r özellik.
Ellen gözlerimden k a ç ı y o r d u . Ö l d ü r m e k için ateş et­
tiğini biliyordu ve o n d a n ö c ü m ü a l m a m ı bekliyordu.
Pekâlâ vahşi kızım. Düşünebileceğin en k ö t ü y o l d a n
öcümü alacağım. Unutacağım.
O l d u k ç a zengin çeşitli iyi bir y e m e k t i ve a r k a ­
d a ş yemeklerinde olması gerektiği gibi herşeyden,
bol bol vardı. Genellikle kullanmadığımız t a b a k l a r ­
dan bir dağ o l u ş m u ş t u m u t f a k t a . A r k a s ı n d a n , her
z a m a n içmediğimiz kahve g e l d i .
«Uykunuzu k a ç ı r m a z mı?» diye s o r d u m .
«Hiç bir şey u y k u m u k a ç ı r a m a z benim.» M a r ­
gie yanıtladı.
«Ben bile mi?»
«Ethan.» bu M a r y ' d i .
Sonra sessiz b u l a ş ı k l a r l a ö l ü m ü n e savaş vakti
geldi.
«Lütfen y a r d ı m edeyim.»

82
«Kesinlikle olmaz. Sen misafirsin.»
«Öyleyse sofrayı topiayayım.»
M a r y ' n i n gözleri ç o c u k l a r ı t a r a d ı ; bakışlarıyla
süngüledi o n l a r ı . Ç o c u k l a r b a ş l a r ı n a geleni anla­
mışlardı a m a çaresizdiler. M a r y , «Her z a m a n ç o c u k ­
lar y a p a r bu işi. Ç o k severler. Hem iyi de yaparlar.
Onlarla g u r u r duyarım.» ded'i.
«Çok güzel. A r t ı k böyle şeylere pek r a s t l a n m ı ­
yor.»
«Biliyorum. Bana y a r d ı m etmeyi istemeleri en
b ü y ü k mutluluğum.»
Ç o c u k l a r ı m ı n a r a ş t ı r a n k ü ç ü k zihinlerini o k u ­
y a b i l i y o r d u m . Bir k a ç ı ş a r ı y o r l a r d ı , itiraz e t m e k ,
h a s t a l a n m ı ş n u m a r a s ı y a p m a k veya o güzel eski
tabakları düşürüp kırmak gibi.
M a r y d e onların ş e y t a n c a düşüncelerini o k u y o r
olmalıydı, ç ü n k ü , «En güzeli de bu güne kadar hiç
bir şey k ı r m a m ı ş olmaları.» dedi. «Bir b a r d a k bile
kırmadılar.»
«Seni kutlamalıyım.» dedi Margie. «Nasıl ö ğ ­
rettin onlara?»
«Öğretmedim ki. Yapılarında var. Bilirsin bazı
insanlar d o ğ u ş t a n beceriksiz olurlar. Ailen ve Ellen
ise d o ğ u ş t a n d i k k a t l i çocuklardır.»
Bu sözleri nasıl karşıladıklarını a n l a m a k için
ç o c u k l a r a b a k t ı m . Yakalandıklarını biliyorlardı. A c a ­
ba M a r g i e Young-Hunt anlamış mıydı? Çocukların
b u n u d ü ş ü n d ü k l e r i n i f a r k e t t i m . Hâlâ b i r kaçış a r ı ­
yorlardı. Bekledikleri kurtuluşu sağladım o n l a r a .
«Çocuklar iltifatlarını d u y m a k t a n hoşlanıyorlar
elbette karıcığım,» d e d i m , «ama onları t u t m a y a l ı m .
Biraz daha kalırlarsa sinema vaktini kaçıracaklar.»
M a r g i e g ü l m e m e k inceliğini g ö s t e r d i . M a r y d e
ç a b u k ve hayranlık d o l u bir b a k ı ş l a bana b a k t ı . Ço­
c u k l a r sinemaya g i t m e k istediklerini bile söyleme­
mişlerdi.
B ü y ü m e k t e olan ç o c u k l a r g ü r ü l t ü c ü o l m a s a l a r
b i l e onlar evde y o k k e n ç e v r e daha sessizleşir. S a n k i
dolaylarındaki hava f ı k ı r f ı k ı r kaynıyor. Onlar gidince
t ü m ev derin bir oh ç e k m i ş ve r a h a t l a m ı ş gibi geldi
b a n a . Tabii öyle gelir, ç ü n k ü g ü r ü l t ü c ü h o r t l a k l a r

83
a r t ı k sadece ilk gençlik ç a ğ ı n d a k i ç o c u k l a r ı n b u l u n ­
duğu evleri yeğliyorlarmış.
Üçümüz de yaklaştığını bildiğimiz k o n u y a d o ­
k u n m a d a n dolayında dolaşıp d u r u y o r d u k . C a m k a ­
paklı büfeye gidip uzun b a c a k l ı z a m b a k şeklinde üç
kadeh a l d ı m . Kimbilir kaç z a m a n önce İngiltere'den
gelmişti kadehler. S o n r a , k a r a r m ı ş ve yılların e t k i ­
siyle rengini yitirmiş hasır kaplı bir şişeden bar­
d a k l a r a İçki b o ş a l t t ı m .
«Jamaika romu» d e d i m , «Havvley'ler denizciydi­
ler.»
«Çok eski olmalı,» dedi M a r g i e Young-Hunt.
«Sizden benden, h a t t â benim b a b a m d a n bile
yaşlıdır.» dedim.
«Ben bir şey söyleyeceğim,» dedi M a r y , «evet
bu bir parti sayılır a m a Ethan bu içkiyi sadece kut­
l a m a l a r d a ve cenaze törenlerinde o r t a y a çıkarır.
Sence bu y a p t ı ğ ı n d o ğ r u mu canım? Yani Paskal­
y a d a n ö n c e demek istiyorum.»
«Koka-kolayla dini ayin yapılmaz ki.»
«Mary kocanı hiç bu kadar neşeli görmemiş­
tim.»
«Senin söylediğin servet yüzünden,» dedi M a r y ,
«Bir gecede değiştiriverdi onu.»
İnsan ne k o r k u verici bir y a r a t ı k t ı r . Bir ö l ç ü ,
tartı ve kayıt yığını. Biz bunların sadece birkaçını
okuyabiliriz ve sanırım pek d o ğ r u o l a r a k değil.
B a ğ ı r s a k l a r ı m d a b ü y ü k bir acı oluştu ve acı d a ­
ğılıp y u k a r ı ç ı k a r a k k a b u r g a kemiklerimin a l t ı n d a
bir yere saplandı.
Kulaklarımda dehşetli bir rüzgârın estiğini his­
settim yelkenlerini indirmeye f ı r s a t b u l a m a m ı ş ç a ­
resiz p i r gemi gibi salladı ıbeni. A ğ z ı m d a acı bir tuz
tadı vardı. Birden nabız gibi a t a n , k a b a r a n bir o d a
gördüm. .
Her u y a n sinyali, tehlike, şok, y ı k ı m , diye haykı­
r ı y o r d u . Kadınların o t u r d u ğ u koltuğun arkasından
g e ç e r k e n y a k a l a m ı ş t ı beni. Ani bir acıyla iki bük­
lüm o l d u m . Geldiği gibi a n i d e n gitti. Oikleştim ve
y ü r ü d ü m , ne o l d u ğ u n u n f a r k ı n d a değildiler. Eskiden
insanların şeytanın kendilerini zaptetmesine neden

84
inandıklarını anlayıverdim. Ben de i n a n m a d ı ğ ı m ­
dan emin değilim. Teslim o l m a k !
İçimdeki her gözeneğin bu yeni d o ğ a n y a b a n c ı ­
ya direndiğini ve savaşı kaybettiğini bu istilacıyla
barış y a p m a k için boyun eğdiğini h i s s e d i y o r d u m .
Tecavüz. İşte kelime b u . Bir meşalenin mavi
alevleriyle çevrili bir sözcük. Sevgilimin sesi kula­
ğ ı m a geldi. «Güzel şeyler işitmek insana zarar ver­
mez,» d i y o r d u .
Sesimi dinledim, g ü ç l ü ve iyiydi. «Biraz umut,
hattâ umutsuz bir u m u t kimseyi incitmez,» d e d i m
v.e şişeyi b ü f e y e k o y d u m . K o l t u ğ u m a d ö n ü p b a r d a -
ğ ı m d a k i tarihi içkinin yarısını i ç t i m . B a c a k b a c a k
üstüne atıp p a r m a k l a r ı m ı k u c a ğ ı m d a kenetledim.
«Onu hiç anlayamıyorum,» d e d i M a r y . «Hep falcılık­
t a n nefret etmiş, a l a y etmiştir. Hiç anlamıyorum.»
Sinir uçlarım kış r ü z g â r ı n d a k u r u m u ş çimenler
gibi gergindi. P a r m a k l a r ı m b a s ı n ç t a n bembeyaz ke­
silmişti.
«Bayan Young-Hunt'a, Margie'ye açıklamaya
çalışayım,» d e d i m . «Mary soylu ama f a k i r bir İr­
landa'n aileden gelmedir.»
«Çok f a k i r sayılmazdık.»
«Konuşmasından sen de anlamışsındır herhal­
de.»
«Şimdi sen söyleyince....»
«Mary bir melektir, büyükannesi de iyi bir Hı-
ristiyandı değil mi Mary?»
Karımda d ü ş m a n l ı k filizlenmeye b a ş l a m ı ş t ı . De­
vam ettim :
«Ama y i n e de karım büyülü şeylere inanır, bu
d ü ş ü n c e Hıristiyan diniyle asla b a ğ d a ş m a s a bile.»
«Ama bu farklı.»
«Kuşkusuz öyle sevgilim. Neredeyse herşey
f a r k l ı . Üzerinde hiç bir şey Ibiimediğin bir konuya
inanmamazlık edemezsin.»
«Ona d i k k a t et!» dedi Mary, «Seni t u z a ğ a d ü ş ü ­
recek.»
«Hayır. Servet ve servet habercileriyle ilgili bir-
şey b i l m i y o r u m . Nasıl -inanmam? Varlığına inanıyo­
r u m , ç ü n k ü oluyor.»

35
«Ama gerçekliğine inanmazsın.»
«İnsanların b u n u istedikleri, bunun için p a r a
ödedikleri gerçek. İlgi d u y m a k için bu kadarını bile
bilmek yeter.»
«Ama sen....»
«Bekle. İ n a n m a d ı ğ ı m d a n değil b i l m e d i ğ i m d e n .
Aynı şey değildir. Hangisi ö n d e gelir b i l m i y o r u m , fal
mı f a l c ı l ı k mı?»
«Sanırım ne d e m e k istediğini anlıyorum,» dedi
Margie. ,
«Anlıyor musun?» M a r y m e m n u n o l m a m ı ş t ı .
«Bir falcının her nasılsa gelecekte o l a c a k olan
şeylere duyarlı o l d u ğ u n u v a r s a y a l ı m , bunu mu söy­
lemek istedin?»
«O b a ş k a . İskambil kâğıtları nasıl bilebilir?»
dedim.
«Kartlar onları çeviren biri o l m a d a n hareket ede­
mezler ki?»
M a r g i e b a n a b a k m ı y o r d u a m a M a r y ' n i n huzur­
suzluğunu, d a h a fazla a ç ı k l a m a istediğini, hissetti­
ğini biliyordum.
«Bir deneme y a p a m a z mıyız?» diye s o r d u m .
«Bu ç o k komik. Bu t ü r şeyler d e n e n m e k t e n hoş­
lanmaz ve giderler; a m a d e n e m e k t e n bir zarar gel­
mez. Bunu (bir deney o l a r a k mı görüyorsun?»
«İçkine d o k u n m a m ı ş s ı n bile.» d e d i m . İkisi de
.bardaklarını kaldırıp içtiler ve birlikte indirdiler. Ben
içkimi bitirip yeniden şişeye y ö n e l d i m .
«Ethan içmen gerekiyor mu?»
«Evet sevgilim.» Bardağımı d o l d u r d u m . «Göz­
lerin kapalıyken f a l a b a k s a n olmaz mı?»
«Kartların o k u n m a s ı gerekir.»
«Öyleyse M a r y açsın veya ben a ç a y ı m da sen
oku.»
«Okuyucuyla kartlar a r a s ı n d a bir y a k ı n l ı k o l ­
ması gerekir a m a , b i l m i y o r u m , deneyebiliriz.»
M a r y , «Bence bu iş y a p ı l a c a k s a kurallara uy­
gun o l a r a k yapılmalı.» dedi. Hep böyledir zaten. De­
ğişiklikten, ufak değişiklikler demek istiyorum hiç
hoşlanmaz. Büyük değişikliklere b a ş k a birinden ç o k
daha iyi şekilde katlanabilir. Yani kesilmiş bir par-

86
m q k için k ı y a m e t l e r koparır da kesik bir g ı r t l a k kar­
şısında s o ğ u k k a n l ı ve tedbirlidir. İçimde bir h u ­
zursuzluk v a r d ı , ç ü n k ü M a r y ' y e b u k o n u y u M a r g i e
ile k o n u ş t u ğ u m u a n l a t m ı ş t ı m a m a şimdi Iburada,
sanki İlk kez d ü ş ü n ü y o r m u ş u z gibi g ö r ü n ü y o r d u k .
«Bu s a b a h k o n u ş m u ş t u k bunu,» d e d i m .
«Evet. Kahve a l m a y a geldiğimde. B ü t ü n gün b u ­
nu d ü ş ü n d ü m . İskambil k â ğ ı t l a r ı m ı da getirdim.»
Dikkatini ö f k e y l e , ö f k e s i n i şiddetle k a r ı ş t ı r m a
eğilimi v a r d ı r M a r y ' n i n . Şiddetten ç o k korkar. Sar­
h o ş a m c a l a r ı n d a n biri içine y e r l e ş t i r m i ş bu k o r k u ­
yu ve b u n d a n u t a n m a y ı . K o r k u s u n u n b ü y ü d ü ğ ü n ü
hissediyordum.
«Bu konuyu boşverin. Kâğıt o y n a y a l ı m d a h a iyi,»
d e d i m . M a r g i e t a k t i ğ i m i a n l a d ı , b i l i y o r d u , daha ö n c e
keodisi de kullanmıştı s a n ı r ı m .
«Bana göre hava hoş,» d e d i .
«Benim k a d e r i m belü. Zengin o l a c a ğ ı m . B ı r a ­
kın böyle kalsın.»
«Görüyorsun, sana i n a n m a d ı ğ ı n ı söylemiştim.
Bu kadar laf etti s o n r a da o y u n b o z a n l ı k ediyor. B a ­
zen beni deli eder.»
«Sahi mi? Hiç belli etmezsin a m a . Her z a m a n
benim b i r i c i k karımsın.»
Bazen insanın akımları ve karşı akımları hisse­
debilmesi ne garip. M a r y düzenli d ü ş ü n c e l e r kul­
lanmaz, (belki bu yüzden kolay etkilenlyordur. O d a ­
daki hava gerginleşiyordu. Birden M a r y ' n i n b i r d a ­
ha Margie'yi en iyi a r k a d a ş ı o l a r a k görmeyeceğini
a n l a d ı m . Onun y a n ı n d a d a i m a huzursuz o l a c a k t ı .
«Fal b a k m a y ı bilmek isterdim,» d e d i m , «Bu ko­
nuyu ö n e m s e m e m i ş t i m hiç. Fala çingenelerin bak­
tığını d u y m u ş u m d u r . Sen çingene misin? Hiç ç i n ­
gene tanımıyorum.»
' M a r y , «Kızlık soyadı Rusça a m a A l a s k a ' d a d o ğ ­
muş.» dedi. Geniş e l m a c ı k kemiklerinin sırrı çözül­
müştü.
M a r g i e : «Sana Alaska'ya nasıl geldiğimizi hiç
a n l a t m a m ı ş t ı m M a r y . Suçlu bir sır bu.»
«Puslarındı,» dedim. «Biz o n l a r d a n a l d ı k Alas­
ka'yı.»

87
w w w . c i z g i l i f o r u m . c o m

e n g i n e l
«Doğru, a m a orasının Sibirya gibi, ama sadece
d a h a ağır suçlar için bir hapishane o l d u ğ u n u biliyor
muydunuz?»
«Ne gibi suçlar?»
«En kötüleri. B ü y ü k - b ü y ü k a n n e m Alaska'ya bü­
y ü c ü l ü k yüzünden yollanmış.»
«Ne y a p m ı ş ki?»
«Rüzgârlar estirmiş.»
Güldüm : «Demek bu sizde d o ğ u ş t a n var.»
«Rüzgâr e s t i r m e k mi?»
«Hayır kartları o k u m a k , belki de aynı şeydir.»
M a r y , «Şaka e d i y o r s u n , bu d o ğ r u olamaz.» dedi.
«Şaka olabilir M a r y , a m a d o ğ r u . Bu en büyük
suçmuş. Cinayetten de büyük. Ben de bazı kâğıt­
ları var ama Rusça tabii.» dedi Margie.
«Rusça konuşabiliyor musunuz?»
«Çok az.»
«Belki de b ü y ü c ü l ü k hâlâ en büyük suçtur.» de­
dim.
«Ne dediğimi anladın mı şimdi?» dedi M a r y , «bir
o y a n a bir bu y a n a geçiyor. Ne d ü ş ü n d ü ğ ü n ü a s l a bi­
lemezsin. Dün gece gün ı ş ı m a d a n y a t a k t a n k a l k m ı ş
yürüyüşe çıkmış.»
«Bir a l ç a ğ ı m ben.» d e d i m . «Islah olmaz, alçağın
daniskasıyım.»
«Marg'ie'nin fal b a k m a s ı n ı istiyorum, a m a sen
k a r ı ş m a d a n bildiği gibi y a p s ı n . Eğer konuşmayı sür-
d ü r e c e k s e k ç o c u k l a r eve döner ve fala b a k a m a ­
yız.»
«Bana bir d a k i k a izin verin.» dedim. Yukarı, ya-
t a k o d a s ı n a ç ı k t ı m . Kılıç y a t a ğ ı n üstünde, ş a p k a k u ­
tusu da yerde a ç ı k d u r u y o r d u . Banyoya girip mus­
luğu a ç t ı m . Suyun akışı evin her yanından d u y u l u ­
yordu. Soğuk suda bir havluyu ıslatıp a l n ı m a , göz­
lerime b a s t ı r d ı m . Gözlerim içten gelen bir Ibasınçla
Heri fırlamışlardı sanki. S o ğ u k su iyi geldi. Tuvalet
iskemlesine o t u r u p y ü z ü m ü ıslak havluya g ö m d ü m .
Havlu ısındıkça yeniden ı s l a t t ı m . Sonra y a t a k o d a s ı -
ııa gidip Şövalye Templar şapkasını aldım. Şapka
başımda merdivenlerden r a p r a p indim.
«Ah seni şapşal.» dedi M a r y . M e m n u n ve gevşe-

88
miş g ö r ü n ü y o r d u . Havadaki ağırlık dağıldı.
«Devekuşu tüylerini b o y a r l a r mı acaba?» de­
d i m , «sararmış.»
«Herhalde boyarlar. Bay Schultz'a sorun.»
«Pazartesi g ö t ü r ü r ü m ona.»
«Margie'nin f a l a b a k m a s ı n ı istiyorum,» dedi
M a r y : «Bakarsan ç o k sevinirim.»
Şapkayı merdivenin t o p u z u n a g e ç i r d i m . S a r h o ş
bir amirale benzedi, öyle birşey v a r s a t a b i i .
«Oyun masasını getirse ne Eth. O d a n ı n yarısını
kaplıyor diye kaldırmıştım.»
Masayı holdeki d o l a p t a n a l d ı m , b a c a k l a r ı n ı a ç ı p
koydum.
«Margie dik bir iskemle ister.»
Yemek masasının sandalyelerinden birini getir­
dim.
«Bizim birşey y a p m a m ı z gerekiyor mu?»
«Konsantre olun.» dedi M a r g i e .
«Neye?»
« M ü m k ü n o l d u ğ u n c a hiçbir şeye. Kartlar ç a n ­
t a m d a , divanın üstünde.»
Fal bakılan kâğıtların yağlı, kalın ve kırışık o l d u ­
ğ u n u sanırdım nedense. B u n l a r temizdi, plastikle kap­
lanmış gibi pırıl pırıl parlıyorlardı. N o r m a l oyun k â ­
ğıtlarından uzun ve d a h a dardılar, üstelik 52 tane­
den d e fazla v a r d ı . M a r g i e d i m d i k o t u r u p kâğıtları
yelpaze giibi dizdi. Kartlarda parlak renkli resimler
ve girintili çıkıntılı giysiler vardı. İsimler Fransızcay-
dı : l'empereur. I'er mite, le chpriot, ta justice, le mat,
le diabie — t o p r a k , g ü n e ş , ay, yıldızlar ve kılıç grup­
ları, t a k ı m l a r ı v a r d ı , kâseler, asalar ve para s a n ı r ı m ,
eğer «denier» parayı ifade ediyorsa. A m a s e m b o l ü n
şekli Gül hanedanı resımine benziyordu ve her bir
g r u b u n üstünde, roi reine ve chevalier y a z ı y o r d u .
Sonra bazı g a r i p kartlar g ö r d ü m . Sinir bozucu kart­
lar. Yıldırımla a y d ı n l a n m ı ş bir kule, şans t e k e r l e ğ i ,
ayağından d a r a ğ a c ı n a asılmış bir a d a m ve Ö l ü m
(la mort)... elinde t ı r p a n ı y l a iskelet.
«Pek iç karartıcı,» d e d i m . «Resimler gösterdik­
leri şeyi mi ifade ederler?»

89
«Nasıl geldiklerine göre değişir bu. Eğer baş-
aşağı gelirlerse a n l a m ı tersine döner.»
«Anlamlan da d e ğ i ş i r mi?»
«Evet. Buna y o r u m l a m a denir.»
M a r g i e kartları e l i n e aldığı andan beri resmi­
leşmişti. Işıkların a l t ı n d a elleri daha ö n c e g ö r d ü ­
ğ ü m bir şeyi g ö s t e r i y o r d u . M a r g i e g ö r ü n d ü ğ ü n d e n
yaşlıydı.
«Nereden ö ğ r e n d i n fol bakmayı?» d i y e s o r d u m .
«Büyükannemi s e y r e d e r d i m . Daha s o n r a t o p l a n ­
t ı l a r d a falan b a k m a y a b a ş l a d ı m , ilgiyi ç e k m e k için
k u l l a n ı y o r d u m herhalde.»
«Peki f a l a inanıyor rnusun?»
«Bilmiyorum. B a z e n a c a y i p şeyler oluyor, bile­
miyorum.»
«Kartlar fiziksel v e y a r u h s a l konularda mı yo­
ğunlaşır?»
«Bazen ben de b u n u n d o ğ r u o l d u ğ u n u d ü ş ü n ü ­
r ü m . Bir k a r t a daha ö n c e hiç sahip olmadığı b i r
a n l a m veririm, genellikle de d o ğ r u çıkar.» Kâğıtları
karıştırıp keserken elleri c a n l ı birer y a r a t ı k gibiydi,
karıştırdı kesti ve k e s m e m için b a n a uzattı.
«Bunu neden y a p ı y o r u m ki?»
«Ethan'ı oku!» M a r y bağırdı. «Bakalım d ü n ­
küne u y a c a k mı?»
M a r g i e bana b a k t ı . «Sarı saç» dedi. «Mavi göz.
40 y a ş ı n d a n k ü ç ü k m ü s ü n ? »
«Yaklaştın.»
«Asalı kral.» Destenin içinden o kartı buldu.
«Bu sensin.» Başında t a ç o l a n şık bir k r a l , elinde
kırmızı mavili b ü y ü k bir a s a vardı ve resmin a l t ı n d a
Roi Le Bâton y a z ı y o r d u . M a r g i e kartı yüzü a ç ı k ola­
rak m a s a y a koydu ve d e s t e y i yeniden karıştırdı.
Sonra çabuk çabuk açmaya başladı, şarkı söyler
gibi k o n u ş u y o r d u . B e n i m k a r t ı m ı n üstüne bir kart
koydu : «Bu seni kaplıyor.» dedi. Yukarıya çapraz
bir t a n e k o y d u : «Bu s a n a zıt.» Daha y u k a r ı Pir
kart d a h a : «Bu şerefiniz.» Bir t a n e a ş a ğ ı : «Bu d a ­
yanağınız. Bu ö n d e , bu sizin arkanızda.» Kartlar­
d a n bir a r t ı işareti y a p m ı ş t ı m a s a n ı n üstünde. Son­
ra ç a r ç a b u k bu dizilişin s o l u n a bir sırada d ö r t kart

90
a ç t ı , k o n u ş u y o r : «Sen, evin u m u t l a r ı n , geleceğin.»
Son k a r t t a b a ş a ş a ğ ı a s ı i m ı ş a d a m resmi v a r d ı , le
pendu, a m a benim o t u r d u ğ u m yerden a d a m düzgün
oyakta duruyor görünüyordu.
«Geleceğim ç o k parlak.» d e d i m .
«Kurtuluş a n l a m ı n a da gelebilir.» İşaret p a r m a ­
ğıyla üst d u d a k çizgisini y o k l a d ı .
M a r y bilmek i s t i y o r d u : «Para b u r a d a mı?»
«Evet orada.» dedi a m a s a n k i b a ş k a bir yer­
deydi Margie.
Birden kartları t o p l a d ı , üst üste k a r ı ş t ı r d ı , k a ­
rıştırdı ve yeniden a ç t ı . İçinden dua o k u y o r d u . Kart­
ları tek t e k incelediğini s a n m ı y o r u m a m a b ü t ü n g r u ­
bu daha ö n c e g ö r m ü ş t ü . Gözleri dalgın ve sisliydi.
Güzel n u m a r a diye d ü ş ü n d ü m . Bayanlar k u l ü -
bündeki katil rolü iyi o t u r m u ş t u üstüne. Piton y ı ­
lanları da böyle o l m a l ı y d ı ; s o ğ u k k a n l ı , e m i n ve şa­
ş ı r t ı c ı . Eğer insanları soluklarını t u t t u r u p yeterince
bekletirseniz her şeye i n a n a c a k hale gelirler. Bu­
nun için birşey y a p m a n ı z a , t e k n i ğ e veya z a m a n l a ­
m a y a gerek k a l m a d a n . Bu kadın seyahat eden s a ­
tıcılarla b o ş u n a z a m a n k a y b e d i y o r d u . Peki benden
ya da bizden ne istiyordu?
M a r g i e birden kâğıtları t o p l a d ı , p a t pat v u r u p
düzeltti ve kırmızı k u t u s u n a k o y d u .
«Yapamıyorum,» dedi. «Bazen olur.»
M a r y s o l u k a l m a d a n s o r d u : «Söylemek iste­
m e d i ğ i n b i r ş e y mi gördün?»
«Tamam söyleyeyim. K ü ç ü k b i r kızken ç ı n g ı ­
raklı ,bir yılanı derisini değiştirirken seyretmiştim,
herşeyi g ö r d ü m . K a r t l a r a b a k a r k e n de kartlar yok-
o l d u l a r ve o yılanı g ö r d ü m . Deri d e ğ i ş t i r i y o r d u , y a ­
rısı tozlu ve pürüzlü, yarısı parlak ve yeni. Siz y o ­
rumlayın.»
Ben : «Trans hali gibi geliyor b a n a . Daha ö n c e
o l m u ş muydu?»
«Üç kez olmuştu.»
«Başka t r a n s l a r ı n ı etkiledi mi?»
«Bildiğim kadarıyla hayır.»
«Hep yılanı mı gördün?»
«Hayır. B a ş k a şeyler a m a en az bunun k a d a r
garip.»
91
Mary c o ş k u y l a : «Belki de Ethan'a gelmekte
olan servette değişiklik o l d u ğ u n u ifade eden bir
semboldü.»
«Ethan çıngıraklı yılan mıdır?»
«Ne dediğini anladım.» dedi Mary,
«Kendimi k ö t ü hissetmeme yol açtı,» dedi Mar-
gie. «Eskiden yılanları severdim, sonra b ü y ü y ü n c e
o n l a r d a n nefret ettim. Hep canımı sıkarlar. Gitsem
iyi olacak.»
«Ethan seni eve bıraksın.»
«Bunu d ü ş ü n m e hiç.»
M a r g i e M a r y ' y e g ü l ü m s e d i : «Kocanı hiç y a n ı n ­
dan ayırma.» dedi. «Kimsesiz o l m a k ne d e m e k bil­
miyorsun.»
«Saçma,» dedi M a r y , «parmağını şıklptsan bir
koca bulursun.»
«Onu d a h a ö n c e y a p t ı m . İyi olmadı. Bu kadar
kolay elde edilen birşeyin değeri kalmaz. Onu evde
t u t . Biri onu çalabilir.» K o n u ş u r k e n p a l t o s u n u a l d ı :
«Hemen çalıp sıvışabilir. Nefis bir yemekti. Umarım
beni yine çağırırsınız. Fal için üzgünüm Ethan.»
«Seni yarın kilisede g ö r e c e k miyiz?»
«Hayır bu gece M o n t a u k ' a gidiyorum.»
«Ama orası soğuk ve yağmurludur.»
«Deniz kıyısında geçirilen sabahları severim. İyi
geceler.»
Ben henüz kapıyı ıbile a ç o m a d a n sanki a r k a ­
sından b i r kovalayan v a r m ı ş gibi dışarı ç ı k t ı .
Mary, «Bu gece gideceğini bilmiyordum.» dedi.
M a r g i e de bilmiyordu diyemezdim.
«Ethan bu geceki f a l d a n ne anladın?»
«Hiç bir şey söylemedi ki.»
«Unutuyorsun, para var dedi. A m a sen ne a n ­
larsın. Bence söylemek istemediği birşey g ö r d ü . O n u
k o r k u t a n birşey.»
«Zihnine yerleşmiş o yılanı g ö r m ü ş t ü r belki.»
«Sence bunun bir a n l a m ı var mı?»
«Balım, fal uzmanı sensin. Ben ne bileyim.»
«Her neyse Margie'den nefret etmediğine se­
vindim. Ona kızgınsın sanıyordum.»
«Hile yapıyorum,» d e d i m . «Düşüncelerimi gizli­
yorum.»
92
«Ama benden s a k l a y a m a z s m . İ k i n c i filme de
kalacaklar.»
«Ne dedin?»
«Çocuklar. Her z a m a n ikinci f i l m e kalırlar. Bula­
şıklar k o n u s u n d a harikaydın.»
«Karmaşık bir insanım ben» d e d i m . «Zamanı ge­
lince şerefinizle ilgili bazı planlarım o l d u ğ u n u göre­
ceksiniz.»

ALTINCI BÖLÜM

Bir kararı ileriki g ü n l e r d e d ü ş ü n ü p taşınmak


için bir kenara k o y m a k daha ö n c e de y a p t ı ğ ı m bir-
şeydi. Sonra bir gün s o r u n u yüzlemek için Ibir p a r ç a
zaman b u l d u ğ u m d a o s o r u n u n ç o k t a n ç ö z ü l m ü ş , t a ­
m a m l a n m ı ş v e kararın a l ı n m ı ş o l d u ğ u n u görürüm.
Herkese o l m u ş t u r ,bü, oma ben nasıl o l d u ğ u n u bil­
m i y o r u m . Zihnimin karanlık ve terkedilmiş kovuk­
larında yüzleri o l m a y a n bir jüri t o p l a n m ı ş ve karara
v a r m ı ş t ı r sanki. İçimdeki bu gizli ve uykusuz alanı,
hep karanlık, d e r i n , dalgasız bir deniz, sadece yeni
şekillerin yüzeye çıkabildiği b i r s o n u ç .yeri olarak
d ü ş ü n ü r d ü m . Veya belki de hayatımın başladığı a n ­
d a n bu y a n a olan herşeyin kayıtlarını t u t a n büyük
bîr kütüphanedir. Bazı insanların, örneğin şairlerin,
bu yere diğer i n s a n l a r d a n d a h a y a k ı n olduklarını sa­
n ı y o r u m . Bir sabah erken k a l k m a m gerekiyordu ve
çaiar saatim y o k t u . Bir sinyal yollamanın ve bir ce­
v a p almanın yolunu b u l m a y a u ğ r a ş t ı m . Gece ya­
t a k t a y a t a r k e n kendimi siyah ıbir suyun kenarında
g ö r d ü m , elimde beyaz bir t a ş t u t u y o r d u m , y u v a r l a k
bir taş. Taşın üzerine k a p k a r a harflerle «saat 4»
y a z ı y o r d u m ve sonra taşı atıp suda batışını, halka­
l a r y a r a t a y a r a t a gözden kayboluşunu seyrediyor­
d u m . Saniyesi saniyesine t a m 4'te uyandım. Sonra
b u n u 4'e on kala veya çeyrek geçe uyanmak için
k u l l a n d ı m . Ve hiç başarısızlığa u ğ r a m a d ı m .

93
D a h a sonraları bazen garip, bazen de dehşet
verici birşey, bir deniz yılanı, ya da derinliklere sak­
lanmış b i r c a n a v a r suyun y ü z ü n e ç ı k m a y a başladı.
Bir yıl kadar oluyor, M a r y ' n l n ağabeyi Dennis,
evimizde öldü. A d a m c a ğ ı z ı sert, k o r k a k ve öfkeli
bir hale getiren hastalık t i r o i d iltihaplanmasıydı ve
iğrenç b i r şekilde ölmesine sebep oldu. Sevimli bir
a t a benzeyen İrlandalı s u r a t ı , vahşlleşirdi. B u ö l ü m
hayali i ç i n d e onu s a k i n l e ş t i r m e k teselli e t m e k için
çok u ğ r a ş t ı m . Bu d u r u m ciğerleri dolana k a d a r sür­
dü. M a r y ' n i n onu ö l ü r k e n görmesini i s t e m i y o r d u m .
Hiç ö l ü m g ö r m e m i ş t i ve Ibiliyordum ki bu ö l ü m , bel­
leğindeki ağabeyi olan o sevimli a d a m ı n anısını sile­
c e k t i . O n u n y a t a ğ ı n ı n başında b e k l e r l e r k e n siyah
s u l a r ı m d a bir c a n a v a r belirdi. Dennis'ten n e f r e t
e d i y o r d u m , onu ö l d ü r m e k boğazını s ı k m a k istiyor­
d u m . K a s l a r ı m gerildi ve ağzım p a r ç a l a m a y a hazır­
lanmış bir k u r t u n k i gibi a ç ı l d ı .
Bu g e ç i n c e , suçlu bir panik içinde hissettikle­
rimi, ö l ü m kâğıdını imzalayan yaşlı d o k t o r Peele'ye
anlattım.
«Bunun olağandışı o l d u ğ u n u sanmıyorum,» d e ­
d i , «İnsanların y ü z ü n d e hep g ö r ü r ü m a m a itiraf
eden p e k az kişi vardır.»
«Ama sebebi nedir?» diye s o r d u m .
«Belki eski bir hatıra,» dedi. «Belki insanların
h a s t a v e y a yaralı üyelerini tehlike sandıkları z a ­
m a n l a r a bir dönüştür. Bazı hayvanlar ve b a l ı k l a r ı n
ç o ğ u zayıf düşen kardeşlerini yer.»
«Ama ben bir hayvan ya da balık değilim ki.»
«Yoo, değilsin. Bu yüzden de sana y a b a n c ı z a ­
t e n . A m a o r a d a d ı r , hep orada.»
D o k t o r Peele iyi bir a d a m d ı r . Yaşlı, y o r g u n ve
iyi. 50 senedir, bizi h a y a t a getirmiş ve g ö m m ü ş t ü r .
Şu «Kara Kongresye dönelim, ç o k çalışmak­
t a n o l u y o r d u belki de. Bazen insan o l d u ğ u n u n t a m
tersi g ö r ü n ü r de hani, siz d e , «O bunu y a p a m a z .
İ m k â n y o k . Karakterine uymaz,» dersiniz. Belki de
y o k t u r , Sadece b a ş k a bir b a k ı ş açısıdır veya a d a m ı n
şeklini d e ğ i ş t i r e n a ş a ğ ı d a n ya da y u k a r ı d a n bir baskı
vardır. Bunu savaşta ç o k g ö r ü r s ü n ü z , k o r k a k b i r i

94
k a h r a m a n kesilir ve k a h r a m a n biri yükselen alevler
karşısında f e l ç o l u r k o r k u d a n . S a b a h gazetelerin­
den de okuyabilirsiniz, iyi bir aile reisi karısını ve
iki ç o c u ğ u n u baltayla d o ğ r a m ı ş t ı r . Ben insanların
her z a m a n değişebileceğini d ü ş ü n ü r ü m . A m a değiş­
menin d i k k a t ç e k t i ğ i bazı anlar vardır. Eğer yete­
rince derin k a z a r s a m , bendeki değişimin t o h u m l a ­
rını d o ğ u m u m d a , h a t t â d a h a d a ö n c e k i z a m a n l a r d a
bulabilirim.
Son z a m a n l a r d a pek ç o k ufak şey, b ü y ü k şey­
lerin modelini o l u ş t u r m a y a ıbaşladı. Sanki k a n ı t l a r
ve olaylar beni n o r m a l d e n ya da p e n i m n o r m a l say­
dığım şeyden uzaklaştırıyor. Benim n o r m a l sandı­
ğım şey, b a k k a l d ü k k â n ı n d a t e z g â h t a r o l m a k , b a ş a ­
rısız, g e r ç e k u m u t ve g ü d ü d e n y o k s u n , g ı r t l a k l a r ı
d o y u r m a k ya da v ü c u t l a r ı g i y d i r m e k gibi s o r u m l u l u k ­
lara zincirlenmiş, a h l a k s a l h a t t â erdemli sanılan
alışkanlıkların ve t u t u m l a r ı n kafese k a p a t t ı ğ ı biri
o l a r a k , y a ş a m a k olabilir. «İyi insan» d e d i ğ i m bir-
şeyden o l d u ğ u m için kendimi b e ğ e n m e m de olabilir.
V e eminim ç e v r e m d e neier döndüğünü biliyorum.
M a r u l l o ' n u n söylemesine g e r e k y o k t u . New B a y t o w n
gibi k ü ç ü k bir y e r d e y a ş a y ı p da birşey b i l m e m e n i ­
ze i m k â n y o k . Ben p e k ilgilenmiyorum. Yargıç Dor­
c a s hatır için yığınla ehliyet verdi. Bu sır değil. Ve
hatır hatırı d o ğ u r u r . Belediye başkanımız, a y n ı za­
m a n d a Budd İ n ş a a t Malzemeleri şirketinin sahibi o l ­
d u ğ u n d a n k a s a b a y a o l d u k ç a y ü k s e k fiyatlı malzeme­
ler s a t t ı . Üstelik bu malzemelerin ç o ğ u n a da ihti­
yaç y o k t u .
Eğer k a s a b a d a bir s o k a ğ ı n taşları yenilene-
cekse. Bay Baker, M a r u l l o ve d i ğ e r işadamlarının
yarısının henüz plan a ç ı k l a n m a d a n , gerekli malze­
meleri satın aldıkları g ö r ü l ü r d ü . Bunlar d o ğ a l şeyler
a m a d o ğ a m a uygun o l m a d ı ğ ı n a i n a n ı r d ı m . M a r u l l o ,
Bay Baker, s a t ı c ı , M a r g i e Young-Hunt ve Joey
M o r p h y birleşip beni d ü r t ü k l e m i ş l e r ve hepsinin
d ü r t m e s i birikerek amansız bir İtme halini almıştı.
Öyle ki bunu d ü ş ü n m e y e m u t l a k a z a m a n a y ı r m a m
gerekiyordu.
Sevgilim, d u d a k l a r ı n d a o t a r i h s e l g ü l ü m s e m e .

95
uykusunda mırıldanıyordu. Seviştikten s o n r a duy­
d u ğ u büyük rahatlık ve barış, o sessiz t a t m i n o l -
muşluk, yüzünden o k u n u y o r d u . ,
Bir gece ö n c e e t r a f t a d o l a ş t ı ğ ı m d a n , bu gece
u y k u m u n olması gerekirdi, o m a y o k t u işte. Eğer s a ­
bah geç k a l k a c a k s a m , bazen u y k u m gelir. Kırmızı
n o k t a l a r gözlerimin önündeydi yine. Sokağın ışığı
çıplak k a r a a ğ a ç dallarının gölgelerini t a v a n a yansı­
tıyor, bahar rüzgârının etkisiyle gölgeler bir kedinin
pençeleri gibi yavaş ve heybetli bir şekilde kımılda­
nıyordu. Pencere y a r ı m a ç ı k t ı ve beyaz perdesi de­
mir almış yelkenli b i r geminin yelkeniymiş giıbi rüz­
g â r l a şişiyor, k a b a r ı y o r d u .
M a r y ' n i n beyaz perdeleri olması ve onları sık
sık y ı k a m a s ı gerekliydi. O n a bir güven ve saygınlık
d u y g u s u veriyordu bu. Dantelli perdelerin İrlandalı
r u h u n d a n bir kalıntı o l d u ğ u n u söylediğimde, kızmış
gibi yapar.
Ben de kendimi iyi ve güçlü hissediyor­
d u m a m a M a r y uykuya daldığı halde ben u y u m a k is­
t e m i y o r d u m . Kendimi iyi hissetmenin t a d ı n ı çıkar­
m a k istiyordum. Ç o c u k l a r ı m ı n katılacağı Amerika'yı
Severim yazı yarışmasını d ü ş ü n m e k i s t i y o r d u m . Bü­
t ü n bunların dışında ise, bana ne o l d u ğ u n u ve ne
y a p m a m gerektiğini d ü ş ü n m e k istiyordum. Bu yüz­
den de son düşünceyi öne aldım ve derinliklerde­
ki karanlık j ü r i n i n , b u kararı ç o k t a n a l m ı ş o l d u ğ u n u
farkettim.
O r a d a y d ı , kesin ve hazır. Sanki bir yarışa ha­
zırlanmak gibiydi. T a m b a ş l a m a yerine geldiğinizde
içinizdeki t ü m engeller kendi kovuğuna ç e k i l i y o r d u .
A r t ı k başka seçenek k a l m ı y o r d u . Silah p a t l a d ı ğ ı n d a
gidecektiniz. Engellerimin o r t a d a n k a l k t ı ğ ı n ı , sadece
silahın patlamasını beklediğimi, hazır o l d u ğ u m u an­
lamıştım. Galiba en son anlayan da Ibendim. Bütün
g ü n insanlar ne kadar iyi g ö r ü n d ü ğ ü m ü söylemiş­
lerdi. Biliyorum, a s l ı n d a ne kadar değiştiğimi, d a h a
güvenli ve farklı o l d u ğ u m u söylemek istemişlerdi.
O satıcı bile, öğleden sonra epey şaşırmıştı.
M a r u l l o beni huzursuzca s ü z m ü ş t ü . Ve K o c a Joey
benim y a p t ı ğ ı m birşey için özür dilemek gereğini

96
w w w . c i z g i l i f o r u m . c o m

e n g i n e l
d u y m u ş t u . Sonra M a r g i e Young-Hunt, belki de ç ı n ­
gıraklı yılan düşüyle en zekileri o y d u . Her nasılsa
içime nüfuz e t m i ş ve bende, henüz benim emin o l ­
m a d ı ğ ı m bir kesinlik keşfetmişti. S e m b o l ü de ç ı n g ı ­
raklı yılandı. K a r a n l ı k t a g ü l ü m s e d i ğ i m i f a r k e t t i m ve
s o n r a ş a ş ı r d ı m , en eski hileyi k u l l a n m ı ş t ı , bir s a d a ­
katsizlik, zina t e h d i d i . K a b a r a n sulara bir ağ atmış­
t ı , o r a d a hangi balığın b u l u n d u ğ u n u a n l a m a k için.
Gizlenmiş v ü c u d u n u n gizli fısıltısını anımsamıyo­
r u m . Hayır, yaşını gösteren o damarlı elleri ve bir
d u r u m u n k o n t r o l ü n ü k a y b e t t i ğ i n d e d u y d u ğ u sinirli­
lik ve a c ı m a s ı z l ı k geliyor sadece gözlerimin ö n ü n e .
Bazen, gece aklıma gelen d ü ş ü n c e l e r i m i n do­
ğasını bilmek isterim. Rüyalarla y a k ı n a k r a b a l ı k l a r ı
var herhalde. Bazen onları y ö n e t e b i l i r i m , bazen de
başlarını kaldırıp huysuz, güçlü atlar gibi diledikleri
gibi koşarlar. Danny Taylor belirdi gözlerimin ö n ü n ­
de. Onu d ü ş ü n m e k i s t e m i y o r u m , üzüleceğimi 'bili­
y o r u m , a m a y i n e de geldi.
Yaşlı bir ç a v u ş u n bana ö ğ r e t t i ğ i bir hileyi kul­
lanmalıyım. Bu hile daima yararlı o l m u ş t u r .
Savaşta bir g ü n , bir gece ve bir gün hep bir­
liktedir, ayrılmaz bir b ü t ü n d ü r , o illetli o r t a m d a o l a ­
bilecek t ü m kirli ve dehşetli işlerin yeraldığı bir b i ­
rimdir. Savaş sürerken ne k a d a r b e r b a t bir şey o l ­
duğunun farkında değildim; çünkü meşguldüm ve
k o r k u n ç y o r g u n d u m . A m a s o n r a l a r ı , bir g ü n , bir
gece ve bir g ü n d e n oluşan bu birlik üstüme gel­
meye başladı, özellikle de gece d ü ş ü n c e l e r i m e m u ­
sallat oldu. Öyle ki s o n u n d a savaş çılgınlığı ya da
b o m b a ş o k u denen deliliğe kadar vardı. Her hileyi
kullandım, d ü ş ü n m e m e y e çalışıyordum pma sürü­
nerek gelip y e r l e ş i y o r d u , k a r a n l ı k t a beni y a k a l a m a k
için bütün gün b o y u n c a b e k l i y o r d u . Bir keresinde iç­
kiden hassaslaşmış bir haldeyken b a ş ç a v u ş u m a içi­
mi d ö k m ü ş t ü m . Olduğunu bile u n u t t u ğ u m u z savaş­
larda ç a r p ı ş m ı ş yaşlı bir profesyoneldi. Kurdelelerini
t a k s a d ü ğ m e l e r i n e y e r kalmazdı. Adı M i k e Pulaski'y-
d i , Ş i k a g o l u y d u . Bir ş a n s eseri o l a r a k da içkiliydi;
y o k s a bir subayla a r k a d a ş l ı k ettiği için ceza göre­
bilirdi. M i k e gözlerimin a r a s ı n d a bir n o k t a y a b a k a ­
rak, dinledi beni.
87
«Evet!» dedi. «Bilirim. S o r u n o n u k a f a d a n s ö k ü p
a t m a y a çalışmaktır. Bu işe yaramaz. Yapacağın şey,
o n a hoşgeldin demektir.»
«Ne demek istiyorsun Mike?»
«Uzun s ü r e n birşeyi al, en başından b a ş l a , ha­
tırlayabildiğin herşeyi hatırla, s o n u n a kadar. Geri
geldiğinde aynı şeyi y a p , en baştan en s o n a kadar
d ü ş ü n . Kısa z a m a n d a y o r u l u p p a r ç a l a r a ayrılacak ve
y o k olacaktır.»
Denedim ve işe y a r a d ı . Çekingen insanlar bunu
biliyorlar mı a c a b a ?
Danny Taylor gözlerimin ö n ü n e gelince o n a ç a ­
vuş Mike'nin y ö n t e m i n i u y g u l a d ı m .
Aynı y a ş t a , a y n ı b o y d a , aynı ağırlıkta iki ç o ­
c u k k e n , a n a c a d d e d e k i tahıl d e p o s u n a gider t a r t ı -
lırdık. Bir h a f t a (ben y a r ı m kilo fazla gelsem Danny
bana yetişmek için u ğ r a ş ı r d ı . Balık t u t a r d ı k , avla-
nırdık, yüzerdik ve a y n ı kızlarla çıkardık. Danny'nin
ailesi. New B a y t o w n ' u n b ü t ü n eski aileleri gibi ka­
sabanın yerlisiydi. Taylor'ların evi, Porlock s o k a ğ ı n ­
d a k i , burmalı sütunları olan beyaz evdi. Eskiden
Taylor'ların yazlığı da v a r d ı , kasabadan üç mil
uzakta.
Etrafımızdaki arazi, a ğ a ç l a r l a kaplı yuvarlak
tepelerle çevriliydi. Bazı tepelerde çamlar, bazıla­
rında sedir ve b o d u r m e ş e ağaçları vardı. Eskiden,
ben d o ğ m a d a n ç o k ö n c e meşeler dev gibiymiş. Öy­
le b ü y ü m ü ş ki, b u r a d a y a p ı l a n gemilerde hep o ağaç­
lar kullanılırmış. Bu bodur k a s a b a d a , Taylor'ların bir
evi vardı. Büyük bir çayırlığın t a m o r t a s ı n d a y d ı ev.
Mülerce genişlikteki arazide t e k düzgün yer o r a ­
sıydı. Eskiden göl t a b a n ı y d ı herhalde, ç ü n k ü bir
masa kadar düzdü. A l ç a k tepeler çevrelemişti a r a ­
ziyi. Belki 60 sene k a d a r ö n c e Taylor'ların evi yandı
ve s o n r a t a m i r edilmedi. Danny ve ben ç o c u k k e n
oraya bisikletlerimizle giderdik. Taş mahzende oy­
nardık. Bir de eski temelden aldığımız t u ğ l a l a r l a bir
av evi yapmıştık. Bahçeler harikuladeydi herhalde.
Bir o r m a n a d ö n ü ş t ü r ü l m ü ş b a h ç e d e n a r t a kalan ağaç
köklerini görebilirdik. S u r d a burda taş sütunlar
yükselirdi, bir keresinde de Tanrı Pan'ın b ü s t ü n ü

98
b u l m u ş t u k . Yüzü koyun düşmüş, b o y n u z l a n kırıl­
mış, sakalı da k u m l u t o p r a ğ a g ö m ü l m ü ş t ü . Onu kal­
dırıp temizledik, bir süre t a p t ı k ona, ama sonra
kızlar ve açgözlülük yendi bizi. S o n u ç t a Floodhamp-
îon'da bir eskiciye 5 d o l a r a sattık. A n t i k a o l m a l ı y d ı ,
ç o k da değerliydi herhalde.
Danny ve b e n i m , b ü t ü n o ğ l a n l a r ı n sahip olması
gereken bir d o s t l u ğ u m u z v a r d ı . S o n r a deniz a k a ­
demisine kabul edildiğini duyduk. Onu ilk kez üni­
f o r m a ile g ö r d ü m , sonra senelerce hiç g ö r ü ş m e d i k .
New B a y t o w n , o zaman da şimdi de d a r ve
y a k ı n bir kasabadır. Herkes Danny'nin k o v u l d u ğ u n u
biliyordu ve kimse bu konuyu t a r t ı ş m a d ı . Taylor'lar
ö l ü p gittiler, aynı Hawley'lerin gittiği gibi. Bir b e n
kaldım ve tabii o ğ l u m Ailen var. Danny, ailesinin
t ü m ü ölene kadar d ö n m e d i . D ö n d ü ğ ü n d e ise a l k o ­
likti. Önce o n a y a r d ı m etmeye çalıştım a m a beni
istemedi. Kimseyi istemedi. A m a b u n a r a ğ m e n y a ­
kındık birbirimize, ç o k yakındık.
Ona, u n u t m a s ı n ı sağlayabilecek o doları v e r d i ­
ğim sabaha kadar, hatırlayabildiğim ne v a r s a hep­
sini d ü ş ü n d ü m .
Değişmenin özü d u y g u l a r ı m d ı . M a r y ' n i n dilek­
leri, Allen'in özlemleri, Eilen'in öfkesi ya da Bay
Baker'in y a r d ı m ı n ı n baskısı o l m a d a n .
Sadece, harekete h a z ı r l a n d ı k t a n , onu oluştur­
d u k t a n sonra bir binanın çatısını yerleştiriyor ve
a ç ı k l a m a k , d o ğ r u l a m a k için kelimelere d ö k ü y o r u m .
Ya benim «hürmetkar» ve s o n u gelmez tez­
g â h t a r l ı ğ ı m , erdemlilik değil de a h l a k tembelliği ise?
Her başarı b i r a z yüreklilik gerektirir. Belki de ben,
sadece o l a y l a r d a n k o r k a n , ç e k i n g e n , t e k keiimeyle
t e m b e l b i r i y i m . Bizim k a s a b a d a başarılı bir iş kur­
m a k ç o k karışık ya da z o r değildir. Hattâ önemli
bile sayılmaz, ç ü n k ü b u n u deneyenler işlerine bazı
sınırlar koymuşlardır. Küçük suçlar işlerler, bu yüz­
den başarıları da k ü ç ü k t ü r .
Eğer New B a y t o w n ' u n y ö n e t i m i ve iş h a y a t ı ,
derinine incelenirse yüzlerce kanunun ve binlerce ah­
lak kuralının hiçe sayıldığı görülür. A m a bunlar kü­
ç ü k ihlallerdir, m a s u m hırsızlıklardır. On emirin bi-

99
razına boş verip, gerisini uygularlar. Başarılı i ş a d a m -
larımızdan biri istediğini ya da ihtiyacı olanı elde
ettiği z a m a n , gömleğini değiştirir gibi erdemli ya­
şantısına döner. Ve herkesin görebildiği gibi bu y o l ­
suzluktan ö t ü r ü zarar da görmez. Hiçbiri bu konuyu
d ü ş ü n m ü ş m ü d ü r , b i l m i y o r u m . Eğer, insanın kendisi
küçük suçlarını a f f e d e p i l i y o r s a , hızlı, c e s u r ve sert
suçlar neden bağışlanmasın?
Yavaş, sürekli b a s k ı l a r l a işlenen bir cinayet,
hızla, kurtarıcı bir bıçağın ani vuruşuyla işlenen bir
cinayetten daha mı az cinayet sayılır? Ö l d ü r d ü ğ ü m
A l m a n l a r için s u ç l u l u k d u y m u y o r u m . Diyelim ki sı­
nırlı bir zaman için, kuralların t ü m ü n ü hiçe saydım.
A m a c a ulaştıktan s o n r a , kurallara yeniden b a ğ l a n ı -
lamaz mı? İş hayatının bir t ü r savaş olduğundan
hiç k u ş k u m yok. Neden o l m a s ı n ki, s a v a ş t a herşey
barış için değil mi? Bay Baker ve a r k a d a ş ı b a b a m ı
a r k a d a n vurmadılar, a m a ona ö ğ ü t verdiler ve ba­
b a m ç ö k ü n c e de paylarını aldılar. Bu da bir çeşit
cinayet değil mi? Hayran olup imrendiğiniz servet­
lerin hangisi, insafsızlık etmeden kazanılmıştır? Be­
nim aklıma gelmiyor.
Eğer kuralları bir süre için bir kenara kaidırır-
sam y a r a l a n ı r ı m , biliyorum. A m a a c a b a bunlar, şim­
di t a ş ı d ı ğ ı m başarısızlık y a r a l a r ı n d a n daha ç o k a c ı
verir mi? Zaten y a ş a m a k y a r a l a n m a k değil de ne­
dir?
T ü m bu d ü ş ü n c e l e r huzursuzluk ve mutsuzluk
binasının tepesindeki rüzgâr fırıldağıydı. Yapılabilirdi
ç ü n k ü y a p ı l m ı ş t ı . A m a eğer o kapıyı a ç a r s a m , bir
d a h a kapatabilir miydim? B i l m i y o r u m . A ç a n a kadar
da bilemeyeceğim. Bay Baker biliyor mu? Bay Ba­
ker bunu hiç d ü ş ü n m ü ş m ü d ü r ? Yaşlı k a p t a n , Ba-
ker'lerin s i g o r t a parası için Belle-Adair'i y a k t ı ğ ı n ı
d ü ş ü n m ü ş t ü . Bay Baker'in b a n a y a r d ı m etmek is­
temesinin sebebi bu ve b a b a m ı n kaybolan serveti
miydi? Bunlar d a o n u n y a r a l a r ı mıydı?
Olanlar, büyük b i r geminin bir sürü k ü ç ü k tek­
ne t a r a f ı n d a n çekilip d ö n d ü r ü l m e s i gibiydi. Suların
yükselmesi ve t e k n e l e r y ü z ü n d e n d ö n d ü r ü l e n gemi
yeni bir rota çizmek ve m a k i n a l a r ı n ı İşletmek zo-

100
rundaydı. Herşeyin planlandığı merkez olan k ö p r ü ­
de, şu soru m u t l a k a sorulmalıydı : T a m a m , nereye
gitmek istediğimi biliyorum. Oraya nasıl gideceğim?
Kayalar nerededir ve hava nasıl o l a c a k ?
Bildiğim ö l d ü r ü c ü k a y a l a r d a n biri de konuş­
maktır. Pek ç o k kişi, kendilerine ihanet edilmeden
ö n c e kendi kendilerini a ç ı ğ a çıkarırlar, zafer açlı­
ğından ya da cezalandırılmanın zaferine ulaşmak
için. Andersen'in kuyusu güvenilecek tek d o s t . . .
Andersen'in k u y u s u . . .
Yaşlı k a p t a n a içimden seslendim : «Bu yola çık­
malı mıyım efendim? Rotam iyi mi? Beni o r a y a
ulaştırır mı?»
ilk kez, yaşlı kaptan bana yol g ö s t e r m e k t e n
k a ç ı n d ı : «Bunu kendin b u l a c a k s ı n . Birisi için iyi
olan şey, diğeri için kötü olabilir ve bunu y a p m a ­
dığın sürece bilemezsin.» Yaşlı a d a m bana y a r d ı m
edebilirdi, a m a belki de hiç f a r k e t m e z d i . Kimse
ö ğ ü t istemez — sadece o n a y l a n m a k ister.

YEDİNCİ BÖLÜM

U y a n d ı ğ ı m d a , eski u y k u c u l a r d a n Mary kalkmış


ve kahve île ekmeği hazırlamaya gitmişti. Kokula­
rını d u y u y o r d u m . Yeniden d o ğ m a k için b u n d a n d a h a
güzel bir gün bulunamazdı. Yeşil, mavi ve sarı renkli
pir g ü n d ü . Yatakodasının penceresinden, çimenlerin,
a ğ a ç l a r ı n , herşeyin yeniden d o ğ d u ğ u n u görebili­
y o r d u m . En uygun mevsimi seçmişlerdi. Yılbaşı he­
diyem olan r o b d ö ş a m b r ı m ı ve d o ğ u m g ü n ü hediyem
olan terliklerimi giydim. B a n y o d a , Allen'in kafasına
s ü r d ü ğ ü o ç a m u r gibi şeyden b u l d u m . Biraz sür­
d ü m , t a r a n m ı ş , düzgün saçlarım bîrden başımı sıkı
bir başlık gibi sarıverdi. Kafa derim m ü t h i ş gerildi.
Paskalya pazarı kahvaltısı y u m u r t a , p o ğ a ç a ve
tereyağdan oluşmuş ziyafettir. Mary'ye, y a v a ş ç a
yaklaşıp ipekle kaplı p o p o s u n a v u r d u m .

101
«Ya Rabbi, m e r h a m e t et!» dedim.
«Ah!» d e d i . «Geldiğini duymadım.» R o b d ö ş a m b -
r ı m a bakarak. «Güzel!» dedi, «yeterince giymiyor­
sun.»
«Zamanım yok. Z a m a n ı m yok.»
«Her neyse, güzel.» d e d i .
«Olması gerek, sen aidin. Gocuklar bu nefis ko­
kulara rağmen uyuyorlar mı?»
«Hayır, dışarıdalar. Yumurtaları saklıyorlar. Bay
Baker'in ne istediğini düşünüyordum.»
Ani a t a k l a r beni hep şaşırtır. «Bay Baker, Bay
Baker. Ha! Servetimi k a z a n m a m için bana yar­
d ı m c ı o l m a k istiyor herhalde.»
«Ona söyledin mi? Falı a n l a t t ı n mı?»
«Tabii ki hayır sevgilim, a m a belki de t a h m i n
etmiştir.» Sonra ciddiyetle e k l e d i m : «Bak peynirli
b ö r e ğ i m , büyük bir t a c a r î beynim o l d u ğ u n a inanı­
y o r s u n değil mi?»
«Ne d e m e k istiyorsun?» Tavadaki omleti çe­
virmesi g e r e k i y o r d u , o m l e t havaya u ç t u .
«Bay Baker, ağabeyinin mirasını işletmemi isti­
yor.»
«Eğer Bay Baker...»
«Dinle, ben işletmek i s t e m i y o r u m . O senin pa­
ran ve senin güvenliğin.»
«Bay Baker senden d a h a fazla şey biliyor.»
«Bundan emin değilim. Bildiğim tek şey b a b a ­
mın ona inanmış o l d u ğ u . Bu yüzden de ben M a -
rullo için çalışıyorum.»
«Bence Bay Baker hâlâ...»
«Benim önderliğimi kabul edecek misin c a ­
nım?»
«Tabii.»
«Heyşeyde mi?»
«Yine saçmalıyorsun.»
«Ölümüne c i d d i y i m , ölümüne.»
«Eminim öylesin. A m a Bay Baker'dan şüphe
ederek y a ş a y a m a z s ı n . Ç ü n k ü o, o....»
«O Bay B a k e r d ı r . Söyleyeceklerini dinleyeceğiz
ve s o n r a . . . Hâlâ p a r a n ı n b a n k a d a kalması gerek­
tiğine inanıyorum.»

102
Ailen t o p gibi içeri d a l d ı : «Marullo!» dedi. «Bay
M a r u l l o d ı ş a r d a . Sizi g ö r m e k istiyor.»
«Neden gelmiş?» M a r y bilmek istiyordu.
«Söyle içeri gelsin.»
«Söyledim. Dışarda görüşecekmişsiniz.»
«Ethan, ne o l u y o r ? Böyle dışarı çıkamazsın,
Paskalya pazarı bugün.»
«Ailen,» d e d i m , «Bay M a r u l l o ' y a giyinik o l m a ­
dığımı söyle. İsterse sonra gelsin. A m a acelesi var­
sa, ön kapıya gelsin.» Ailen f ı r l a d ı .
«Ne istediğini b i l m i y o r u m . Belki d ü k k â n ı so­
yulmuştur.»
Ailen geri g e l d i : «Ön kapıya gidiyor.»
«Kahvaltının g ü m b ü r t ü y e g i t m e s i n e izin verme
sevgilim.»
Evi boydan boya geçip ön kapıya g i t t i m , a ç t ı m .
M a r u l l o s u n d u r m a d a y d ı . Paskalya için en iyi elbi­
selerini g i y m i ş t i , en iyi elbisesi de ince p a m u k l u ve
siyahtı, büyük altın kösteğini de t a k m ı ş t ı . Siyah
şapkasını eline almıştı. Sınırları a ş m ı ş b i r köpek gibi
sinirli, gülümsedi b a n a .
«İçeri girin.»
«Hayır,» dedi. «Bir t e k şey söylemeye geldim.
O herifin sana yaptığı rüşvet teklifini duydum.»
«Evet.»
«Onu nasıl p ü s k ü r t t ü ğ ü n ü de duydum.»
«Kim a n l a t t ı size?»
«Söyleyemem.» Yine g ü l ü m s e d i .
«Peki ne var? Kabul e t m e m gerektiğini mi söy­
lemeye geldiniz?»
Bir a d ı m öne gelerek elimi s ı k t ı . Gayet resmice
elimi bir aşağı bir y u k a r ı s a l l a d ı : «İyi bir insansın
sen.» d e d i .
«Belki teklif yeterince fazla değildi?»
«Şaka mı ediyorsun? Sen iyi a d a m s ı n . Hepsi bu.
Çok iyi bir adamsın.» Elini k a b a r ı k cebine sokup bir
t o r b a ç ı k a r d ı . «Al bunu.» O m u z u m a v u r d u ve utanç­
t a n büzülerek d ö n d ü , gitti. Kısa b a c a k l a r ı onu zor­
luyor, beyaz gömlek y a k a s ı n ı n kızarttığı şişman
b o y n u alev alev y a n ı y o r d u .
«O nedir?» M a r y s o r u y o r d u .

103
T o r b a y a b a k t ı m , b o y a n m ı ş Paskalya y u m u r t a s ı
şeklinde şekerler vardı içinde. D ü k k â n d a k o c a m a n
p i r c a m kavanozda d u r u r d u bunlar. «Çocuklara ar­
m a ğ a n getirmiş.» d e d i m .
«Marullo mu? Hediye getiriyor, inanamıyorum.»
«Getirmiş işte.»
«Neden? Hiç böyle bir şey yapmamıştı.»
«Sanırım beni ç o k seviyor.» dedim.
«Bilmediğim birşey mi var?»
«Kırçiçeğim, hiçbirimizin bilmediği sekiz m i l y o n
şey var.»
Açık d u r a n a r k a k a p ı d a n , ç o c u k l a r içeriyi göz-
lüyorlardı. Torbayı o n l a r a uzattım. «Hayranınızdan
bir hediye geldi. Kahvaltıdan ö n c e içine düşmeyin.»
Kilise için giyinirken M a r y «Bunu neden y a p t ı ­
ğını .bilmek isterdim.» dedi.
«Maruilo mu? İtiraf edeyim sevgilim, b e n de
bilmek İsterdim.»
«Ama bir t o r b a ucuz şeker.»
«Ağır başlı bir saflık o l a r a k düşünelim bunu.»
«Anlamıyorum.»
«Marullo'nun karısı ö l m ü ş , ç o l u k ç o c u ğ u yok.
Yaşlanıyor. Belki, şeyy... belki yalnızdır.»
«Daha ö n c e buraya hiç gelmemişti. Kendini
böyle yalnız hissettiği bir z a m a n , maaşına zam yap­
masını iste. Bay Baker'lere gelmez değil mi? sinirimi
bozuyor.»
Siyah elbisemi g i y d i m , g ö m l e ğ i m ve y a k a m o
kadar beyazdı ki, güneş ışıklarını güneşe geri y o l -
luyorlardı. Gök mavisi puanlı kravatımı da t a k t ı m .
İki d i r h e m bir ç e k i r d e k o l d u m .
Bayan M a r g i e Young-Hunt, atalarının yaptığı g i ­
bi rüzgârlar estiriyordu g a l i b a . M a r u l l o bu bilgiyi
nereden almıştı? Sadece Bay s a t ı c ı d a n Bayan M a r -
gie'ye, o r a d a n da Bay M a r u l l o ' y a aktarılmış olabi­
lirdi. Dile getiremediğimi bir sebepten ö t ü r ü bu Mar­
gie Young'a g ü v e n m i y o r u m . A m a bunu b i l i y o r u m ,
kesinlikle biliyorum ki size g ü v e n m i y o r u m Bayan
Young. K a f a m d a bu sözler dans ederken a ş a ğ ı inip
bahçeden, y a k a m a t a k m a k için beyaz bir çiçek ko­
parmaya g i t t i m . Temelin ve e ğ i m l i mahzen kapısının

1C4
o l u ş t u r d u ğ u a ç ı d a k o r u n m a l ı bir yer vardır, kış g ü ­
neşinin yolladığı her ışına a ç ı k olan t o p r a k ılıktır.
B u r a d a atalarımızın mezarı üstünde yetişen y a b a n
(beyaz menekşelerden vardır. Y a k a m için ince aslan
yüzlü üç m e n e k ş e k o p a r d ı m , sevgilim için de bir
d e m e t çiçek t o p l a d ı m , kokularını k o r u m a s ı için yap­
raklarını b ı r a k t ı m . V e m u t f a k t a n aldığım a l ü m i n y u m
folyoyla s ı k ı c a s a r d ı m .
«Ah ne kadar güzel!» dedi M a r y . «Bekle de bir
iğne bulayım, hemen takacağım.»
«Bu daha ilk, en ilk sevgili k u ş u m . Senin köle-
nim ben. İsa yeniden c a n l a n d ı . Dünya düzeldi.»
«Lütfen, kutsal konularla alay etme canım?»
«Saçlarına ne yaptın?»
«Beğendin mi?»
«Çok sevdim, hep Iböyie yaptır.»
«Beğeneceğini s a n m ı y o r d u m . M a r g i e f a r k ı n a b i ­
le v a r m a y a c a ğ ı n ı söylemişti. Bakalım şimdi ne diye­
cek.» Çiçekleri saçlarına t a k t ı . «Beğendin mi?»
«Çok güzel oldu.»
Şimdi ç o c u k l a r 'teftiş' edilecekti, kulaklar, b u ­
run delikleri, a y a k k a b ı l a r ı n ı n boyaları, en ince ay­
rıntısına kadar. Her anından nefret ederdi ç o c u k l a r .
Ailen saçlarını alnına öyle y a p ı ş t ı r m ı ş t ı ki, gözlerini
a ç ı p kaparken zorluk ç e k i y o r d u . A y a k k a b ı s ı n ı n t o ­
puğu b o y a n m a m ı ş t ı a m a sonsuz d i k k a t i n i verdiği bir
t u t a m saç, bir yaz d a l g a s ı gibi kıvrılıp alnına d ü ş ü ­
yordu.
Ellen bir genç kız anıtı o l m u ş sanki. T ü m g ö ­
r ü n ü ş ü d ü z g ü n d ü . Şansımı denedim : «Ellen, saçla­
rına değişik birşeyler y a p m ı ş s ı n . Sana y a k ı ş m ı ş ,
M a r y , sevgilim, sen de sevdin değil mi?» d e d i m .
«Kendini fazla beğenmeye başlıyor.» dedi M a r y .
Karaağaç sokağından aşağı yürüdük. Sonra
Porlock s o k a ğ ı n ı n soluna geçtik. Beyaz merdivenli
yaşlı kilisemiz oradaydı ç ü n k ü . B ü y ü y e n bir dalgaya
,biz de karıştık, y ü r ü m e k t e olan her kadının, bir baş­
ka kadının ş a p k a s ı n a d u y d u ğ u zevk, yüzlerinden
okunabiliyordu.
«Bir Paskalya şapkası modeli düşündüm.» de­
dim.

105
w w w . c i z g i l i f o r u m . c o m

e n g i n e l
«Basit Ibirşey, altın dikenlerden oluşan bir taç
ve alına d o ğ r u düşen g e r ç e k y a k u t damlalar.»
«Ethan,» dedi M a r y , ciddiydi. «Birisi seni d u ­
yabilir.»
«Hoyır, böyle bir ş a p k a n ı n fazla 'meşhur' o l a ­
cağını sanmam.»
«Çok kötüsün,» dedi M a r y . Öyleydim, belki kö­
t ü d e n de beter. A m a Bay Baker'in, saçları h a k k ı n ­
d a k i bir söze nasıl karşılık vereceğini bilmek isti­
yordum.
Bizim k ü ç ü k aile deresi diğer a k ı n t ı l a r a karışıp
sürekli selamlaşmalardan geçerek ilerledi. Bu d a l g a ,
Aziz Thomas'ın Episkopal kilisesine a k a n bir de­
reydi.
Kilise o r t a yüksekliktedir, belki de merkez kili­
seden biraz daha büyüktür.
Z a m a n ı geldiğinde o ğ l u m a , bildiğinden asla
kuşku d u y m a d ı ğ ı m , yaşamın sırlarını a n l a t m a l ı y ı m .
Saç k o n u s u n d a da birşeyler söylemeliyim m u t l a k a .
Saçlar h a k k ı n d a b i r k a ç nazik sözle silahlanarak,
şehvetle karışık birkaç kalp ağrısına neden olabilir.
O ğ l u m u u y a r m a l ı y ı m , insanları itebilir, dövebilir, d ü ­
şürebilir, vurabilir a m a asia, asla saçlarını d a ğ ı l m a ­
malıdır. Bu bilgiyle kral bile olabilir.
Baker'lar merdivende y a n ı b a ş ı m ı z a geldiler, koro
halinde selamlaştık. «Sizi çay saatinde göreceğimizi
umarız.»
«Tabii. Neşeli Paskalyalar dileriz.»
«Bu Ailen mi? Ne kadar büyümüş. Ve M a r y El­
len. İnsan izleyemiyor bile, ç a b u c a k büyüyorlar.»
İçinde b ü y ü d ü ğ ü n ü z kilisenin size kutsal gelen
bazı özelliklen vardır. Gizli her köşesini, kapısını
bilirim. Şu ç e ş m e d e vaftiz edildim, ş u r a d a k u t s a n ­
d ı m , kimbilir kaç senedir Hawley'ler şu sırada o t u ­
rurlar. Kutsallıkla y a k ı n d a n ilgili olmalıyım, çünkü
o n a yapılan her saygısızlığı a n ı m s ı y o r u m , öyle de
ç o k t u r ki... T ı r n a k l a r ı m l a adımın ,baş h a r f l e r i n i kazı­
dığım her yeri bilirim. Danny Taylor ve ben dua ki­
t a b ı n d a k i a y ı p anlamlı sözcükleri iğneyle delerken,
p e d e r Bay Wheeler bizi y a k a l a m ı ş ve cezalandır­
mıştı. S o n r a Ibütün d u a kitaplarını kontrol e t m e k zo-

1C6
runda kaldılar, diğerlerine de aynı şeyi yapıp yap­
madığımızı a n l a m a k için. Bir keresinde, kilise kür­
s ü s ü n ü n a l t ı n d a k i k o r o yerinde b e r b a t bir olay ol­
m u ş t u . Dantelli elbiseyi giymiş, haçı t a ş ı y o r , bir y a n ­
dan da ilahiyi s ö y l ü y o r d u m . O z a m a n k i peder sevimli,
yaşlı bir a d a m d ı , kaynamış soğan gibi de saçsızdı.
A m a benim için kutsallığın en ateşli simgesiydi. O
kadar kendimi k a p t ı r m ı ş ı m ki, ilahinin s o n u n d a haçı
yerine k o y m u ş , a m a o n u t u t a n b a k ı r mandalı kilitle­
meyi u n u t m u ş t u m . İkinci bölüm o k u n u r k e n , dehşetle,
haçın sallandığını ve o kutsal kel k a f a y a d ü ş t ü ğ ü n ü
g ö r d ü m . Peder ensesine balta y e m i ş öküz gibi ç ö k ­
t ü ; ben de k o r o d a k i yerimi .benim kadar iyi ilahi söy-
leyemeyen S k u n k f o o t Hill a d ı n d a bir o ğ l a n a kaptır­
d ı m . Şimdi b a t ı d a biryerlerde a n t r o p o l o g o l a r a k ç a ­
lışıyor. Bu kaza b a n a iyi ya da k ö t ü o l s u n , sadece
niyetin yeterli o l m a d ı ğ ı n ı k a n ı t l a d ı . Şans, kader ya
da d a h a fcıaşka bir şey v a r ki kazaların o l u ş m a s ı n d a
b ü y ü k rol oynuyor.
Tören b o y u n c a o t u r u p , İsa'nın yeniden c a n l a n ­
d ı ğ ı n a dair haberleri dinledik. Her z a m a n k i g i b i , sır­
t ı m d a n aşağı s o ğ u k birşeyler a k t ı . G r u b a t ü m kal­
bimle katıldım. Ailen ve M a r y Ellen henüz yeterince
inanmış o l m a d ı k l a r ı için h u z u r s u z d u l a r ve k ı p ı r d a n ­
m a l a r ı n a engel o l m a k için b i r k a ç kez sert bakışlar
f ı r l a t m a k g e r e k t i . M a r y ' n i n bakışları sertleşti m i , b ü ­
yüklerin zırhını ,bile delip geçebilir.
S o n r a , güneşin altında terleyerek birbirimizi
kutladık; el sıkıştık, mevsimin k o m ş u l a r ı m ı z a hayırlı
o l m a s ı için dileklerde bulunduk. B ü t ü n bu insanlarla
içeri girerken selamlaşmıştık, ç ı k a r k e n d e selamlaş-
t ı k , duanın devamıydı bu a m a d a h a güzel düzenlen­
m i ş bir d u a . Farkedilmek ve saygı g ö r m e k için y a ­
pılan sessiz bir g e r e k s i n m e y d i .
«Günaydın. Bu harika g ü n d e nasılsınız?»
«Çok iyiyim, s a ğ o l u n . Anneniz nasıl?»
«Yaşlanıyor, ağrıları sızıları var. Selamınızı söy­
lerim.»
D u y g u l a n ifade etmediği z a m a n sözcükler a n ­
lamsızdır. İnsanlar bir d ü ş ü n c e n i n s o n u c u o l a r a k mı
davranırlar; y o k s a d u y g u l a r davranışı başlatır ve

107
bazen düşünceler davranışı destekler mi?
Küçük t o p l u l u m u z ı m önünde Bay Baker, t a ş l a r a
b a s m a m a y a çalışarak y ü r ü y o r d u . Annesi, yirmi yıl
ö n c e d ü ş ü p belkemiğini kırmış, bu yüzden de ö l ­
m ü ş t ü . Bayan Baker, Amelia, kocasının düzensiz
a d ı m l a r ı n a u y m a y a ç a b a l ı y o r d u . Ufak tefek, p a r l a k
gözlü bir kuşa benzerdi Amelia, a m a t o h u m g a g a ­
layan bir kuşa.
O ğ l u m Ailen, kızkardeşinin y a n ı n d a ikisi de s a n k i
birbirlerini hiç t a n ı m ı y o r l a r m ı ş gibi bir izlenim yarat­
m a y a çalışıyorlardı. Bence kızım, o ğ l u m u k ü ç ü m s ü ­
yor, o ğ l u m da o n d a n nefret ediyor. Bu d u r u m , ikisi
de duygularını güzel sözcüklerin gül renkli b u l u t u
içine saklamayı ö ğ r e n e n e kadar sürecek herhalde,
yani t ü m y a ş a m l a r ı b o y u n c a .
O n l a r a yemeklerini, katı y u m u r t a l a r ı n ı , reçel­
lerini, fıstık ezmeli sandviçlerini ver, kırmızı elma­
larını da t a b i i , s o n r a da salıver dünyaya, s o n u c a
kendi kendilerine ulaşsınlar.
İşte M a r y ' n i n şimdi y a p t ı ğ ı ıbuydu. Çocuklar
k â ğ ı t t o r b a l a r ı ellerinde, her biri ayrı bir özel d ü n ­
y a y a d o ğ r u y ü r ü y ü p gittiler.
«Töreni beğendin mi sevgilim?»
«Tabii. Hep severim. A m a senin bazen inanıp
inanmadığını merak e d i y o r u m . Yani ş a k a l a r ı n , b a ­
zen o kadar....»
«Sandalyeni y a k l a ş t ı r güzelim.»
«Öğle yemeğini hazırlamalıyım.»
«Körolasıca yemek.»
«işte bunu demek istedim. Şakaların ç o k g a ­
rip.»
«Yemek kutsal değildir. Hava biraz d a h a s ı c a k
olsaydı seninle sandala biner, d a l g a k ı r a n a g i d e r d i k .
Balık avlardık.»
«Baker'lara gideceğiz. Kiliseye inanıp i n a n m a ­
dığını biliyor musun Ethan? Bir de neden beni h e p
a p t a l c a adlarla ç a ğ ı r ı y o r s u n ? Neredeyse hiç a d ı m ı
kullanmadın.»
«Tekrarlardan ve bıktırıcı o l m a k t a n k a ç ı n d ı ğ ı m
için elbette, a m a adın k a l b i m d e bir çan gibi çalıyor.
'İnanıyor m u y u m ? ' Soruya bak! Hıristiyanlık ilkele-

108
rinin şatafatlı Ibütün cümlelerini a l s a m , öyle de çok
t u r ki ş a ş a r s ı n , ve incelesem. Hayır, bu gerekli değil.
Bu özel birşey M a r y . Eğer r u h u m , a k l ı m ve v ü c u ­
d u m askeri fasulye gibi i m a n d a n y o k s u n olsaydı,
T a n r ı benim ç o b a n ı ı n d ı r , ben hiç bir şey i s t e m e m ,
o beni yeşil ç a y ı r l a r d a otlatır,' sözü midemi d ö n d ü ­
rür, kalbimi t i t r e t i r ve beynim alev alev yanardı.»
«Anlamıyorum.»
«Aferin cici kız. Ben de a n l a m ı y o r u m . Şöyle d i ­
yelim, ben u f a c ı k bir b e b e k k e n , kemiklerim y u m u ­
şak ve şekil verilmeye u y g u n k e n , beni ufak bir Epis-
kopal haç k u t u s u n a koyuyorlar ve : böylece şeklimi
alıyorum. S o n r a ben kutuyu kırıp ç ı k t ı ğ ı m d a , civci­
vin y u m u r t a y ı kırıp ç ı k m a s ı gilbi, a r t ı k haç şeklinde
bir insan o l m a m şaşırtıcı olur mu? Cicivlerin k a b a c a
y u m u r t a şeklinde olduklarını f a r k e t m i ş miydin?»
«Bu feci lafları ç o c u k l a r a bile söylüyorsun.»
«Onlar da bana söylüyorlar. Daha d ü n gece Ellen
s o r d u : 'Baba, ne z a m a n zengin o l a c a ğ ı z ? ' Ona bil­
diğim herşeyi s ö y l e m e d i m . Yakında zengin olacağız
a m a sen y o k s u l l u ğ a ne kadar g ü ç a l ı ş t ı y s a n , zen­
ginliğe de o kadar güç a l ı ş a c a k s ı n , d e m e d i m . Ve
bu gerçek. Yoksulken k ı s k a n ç t ı r kızımız, zenginken
züppe olacak. Para hastalıklı olmayı değiştirmez,
sadece belirtileri değiştirir.»
«Kendi ç o c u k l a r ı n için böyle k o n u ş a b i l i y o r s u n ,
kimbilir benim için neler dersin.»
«Derim ki : sen h a y a t s ı n , sevgilimsin, sisli ö m ­
r ü m ü n ışığısın.»
«Sarhoşsun sen. Zehirlenmişsin.»
«Öyleyim.»
«Değilsin. K o k u s u n u alırdım.»
«Kokusunu d u y u y o r s u n ya bebeğim.»
«Sana neler oldu böyle?»
«Biliyorsun, değil mi? Değişiyorum, değişmenin
kanlı rüzgârı esiyor. Sen sadece d ı ş a r d a n gelen d a l ­
g a l a n farkediycrsun.»
«Beni kaygılandırıyorsun Ethan, ciddîyim. Vah-
şileştin sanki.»
«Nişanlarımı hatırladın mı?»
«Madalyaların, savaşta a l d ı k l a r ı n hani?»

109
«Onlar vahşiliğin ödülleriydi. Dünyada hiç kimse
benden daha çok ö l d ü r m e k t e n nefret edemez. A m a
b a ş k a bir kutu yapıp b e n i içine tıktılar. Z a m a n ı ge­
lince benden insanları ö l d ü r m e m istendi, ben de
yaptım.»
«O zaman savaş vardı ve ülken için savaşıyor­
dun.»
«Zamanın esiriydim, bu yüzden kendime zaman
a y ı r m a k t a n kaçındım. İyi bir a s k e r d i m ben, akıllı ve
acımasız. Savaş için etkili bir bileşim. Belki şimdi için
de etkili bir bileşim olabilir.»
«Bana birşey a n l a t m a y a çalışıyorsun galiba.»
«Galiba, a m a bana özür d i l i y o r m u ş u m gibi geli­
yor, u m a r ı m öyle değildir.»
«Yemeği hazırlayacağım.»
«O nefis kahvaltı y ü z ü n d e n acıkmadım.» d e d i m .
«Yine de birşeyler yersin. Bayan Baker'in şap­
kasını g ö r d ü n m ü . New Y o r k t a n almış olmalı.»
«Saçlarına ne o l m u ş t u onun?»
«Farkettin demek. Çilek gilbi olmuş.»
«İsraillilerin zaferi ve onları a y d ı n l a t a c a k ışık.»
«Margie neden bu mevsimde M o n t a u k ' a gitti
aca.ba?»
«Sabahın e r k e n saatlerini seviyormuş.»
«Erken kalkmaz ki. Bu yüzden de ona t a k ı l ı r ı m
hep. M a r u l l o ' n u n şeker getirmesi de biraz garip de­
ğil mi?»
«Bu iki olayı birleştirmeye mi uğraşıyorsun?
M a r g i e s a b a h erken kalkıyor ve Marullo şeker ge­
tiriyor.»
«Saçmalama lütfen.»
« S a ç m a l a m ı y o r u m , ilk d e f a saçmalamıyorum.
Eğer sana bir sır verirsem kimseye söylemeyece­
ğine söz verir misin?»
«Şaka bu.»
«Hayır.»
«Peki söz.»
«Sanırım M a r u l l o İtalya'ya bir y o l c u l u k y a p a ­
cak.»
«Nereden biliyorsun? Kendisi mi söyledi?»
«Tam değil. Bazı şeyleri biraraya getiriyorum.»

110
«O z a m a n d ü k k â n d a yalnız k a l a c a k s ı n . Bir yar­
d ı m c ı a l m a n gerekecek.»
«Ben başa çıkabilirim.»
«Şimdi de herşeyi sen y a p ı y o r s u n . Yardımcı al­
malısın.»
«Unutma, kesin değil, üstelik de sır bu.»
«Sözümü asla unutmam.»
«Ama ağzından kaçırabilirsin.»
«Ethan, kimseye söylemeyeceğim.»
«Neye benziyorsun biliyor m u s u n ? Başına ç i ­
çekler t a k m ı ş şipşirin, b e b e k bir t a v ş a n a .benziyor­
sun.»
«Sen m u t f a k t a birşeyler atıştırıver, ben biraz
uzanacağım.»
Karım gidince k o l t u ğ u m a yayıldım ve kulakla­
r ı m d a , «Tanrım İzin ver de kölen, barışla h u z u r u n ­
dan ayrılsın» sözleri çınladı. Birden u y k u b a s t ı r d ı ,
o t u r m a o d a s ı n d a k i bir k a y a d a n , k a r a n l ı k l a r a a t l a d ı m .
Bu sık sık olan birşey değildir. Danny Taylor'u d ü ­
ş ü n d ü ğ ü m için, r ü y a m d a da onu g ö r d ü m . K ü ç ü k ya
da büyük değildik a m a b ü y ü m ü ş t ü k . Eski evin göl
dibi gibi, d ü m d ü z arazisinde d u r u y o r d u k , mahzen
kapısını ve evin eski temelini görebiliyorduk. Yazın
ilk başlarıydı, b u n u şişman y a p r a k l a r d a n ve kendi
ağırlıklarından iki b ü k l ü m olmuş ç i m e n l e r d e n anla­
d ı m . İnsanın kendisini çılgın ve besili hisettiği g ü n ­
lerden biriydi. Danny, Ibir s ü t u n gibi d ü z g ü n ve zarif
olan a r d ı ç a ğ a c ı n ı n a r k a s ı n a g i t t i . Suyun a l t ı n d a
k o n u ş u y o r m u ş izlenimini veren b o ğ u k ve kalın se­
sini d u y u y o r d u m . S o n r a birden ben de o n u n y a n ı n ­
d a d u r d u m . Danny e r i y o r d u , a k ı y o r d u . Ellerimle o n u
düzeltmeye, eski şekline getirmeye ç a l ı ş ı y o r d u m . Is­
lak ç i m e n t o y u nasıl düzeltirseniz, işte öyle, a m a b a -
ş a r a m ı y o r d u m . Varlığı p a r m a k l a r ı m ı n a r a s ı n d a n a k ı ­
y o r d u . Rüyaların bir d a k i k a s ü r d ü ğ ü n ü söylerler.
A m a bu rüya s ü r d ü g i t t i , ben ç a b a l a d ı k ç a Danny
d a h a fazla e r i y o r d u .
M a r y beni u y a n d ı r d ı ğ ı n d a , h a r c a d ı ğ ı m g ü ç t e n
nefes nefese k a l m ı ş t ı m .
«Bahar ateşi.» dedi. «Bu ilk işaretidir. Ben yeni
yetişirken o k a d a r çok u y u r d u m ki, s o n u n d a a n n e m

111
beni d o k t o r Grady'ye g ö t ü r m ü ş t ü . Uyku hastalığına
t u t u l d u m sanmıştı a m a sadece baharın etkisiymiş.»
«Gündüz kâbusu g ö r d ü m . Kimsenin böyle bir
rüyayı görmesini istemem.»
«Kafan karışmış da ondandır. Haydi kalk, saç­
larını t a r a ve yüzünü yıka. Çok y o r g u n g ö r ü n ü y o r ­
s u n c a n ı m . İyi misin? Gitme vakti geliyor. İki saat
u y u d u n . İhtiyacın vardı herhalde. Bay Baker'in ne
d ü ş ü n d ü ğ ü n ü bilmek isterdim.»
«Öğreneceksin sevgilim. B a n a söz ver, her ke­
limesini dinleyeceksin.»
«Ama .belki seninle yalnız kalmak ister. İşadam­
ları kadınların böyle konuları dinlemesinden hoş­
lanmazlar.»
«Buna karışamaz, ben senin dinlemeni istiyo­
rum.»
«Biliyorsun ki iş k o n u l a r ı n d a n hiç anlamam.»
«Biliyorum, a m a k o n u ş u l a c a k olan şey senin
paran.»
Baker'lar gibi insanları bilerek d o ğ m a m ı ş s a n ı z ,
s o n r a d a n öğrenmenize i m k â n yoktur. Tanışlık h a t t â
a r k a d a ş l ı k başka bir konudur. Ben onları biliyorum
ç ü n k ü Havvley'ler ve Baker'lar, k a n , soy, t e c r ü b e ­
ler ve kayıp servetler açısından birbirlerine benzer­
ler. Dışarıdakilere karşı hendek ve duvarlarla çevril­
miş bir çeşit çekirdeği o l u ş t u r u r bunlar. B a b a m p a ­
ramızı kaybettiği z a m a n , beni bu ç e k i r d e ğ i n dışına
a t m a m ı ş l a r d ı . Baker'lara göre ben hâlâ ,bir Haw-
ley'im ve s a n ı r ı m , ö m r ü m ü n sonuna kadar da bu böy­
le kalacak, ç ü n k ü kendilerini bana a k r a b a sayıyorlar.
Fakir bir a k r a b a y ı m ben. Parasız soyluluk, soyluluk
o l m a k t a n çıkar. Para o l m a d a n , o ğ l u m , Ailen, Baker'
l a n t a n ı m a y a c a k ve ataları kim olursa, ya da adı ne
olursa olsun Allen'in oğlu bu çekirdeğin dışına a t ı ­
lacaktı.
Arazisi o l m a y a n ç i f t ç i , t ü f e k s i z asker, atsız bir
binici o l m u ş t u k . Yaşayamazdık. Bendeki değişimin
nedenlerinden biri de b u d u r belki. Hiçbir z a m a n asla
parayı p a r a olduğu için istemedim. A m a p a r a , içinde
b u l u n d u ğ u m ve r a h a t ettiğim yerimi k o r u m a k için
gerekli. B ü t ü n bunlar, d ü ş ü n m e düzeyimin a l t ı n d a k i

112
o karanlık y e r d e ö n c e d e n belirlenmiş o l m a l ı . Ç ü n k ü
bir d ü ş ü n c e değil, inanç o l a r a k o r t a y a çıktılar.
«Tünaydın,» dedi Bayan Baker. «Geldiğinize
ç o k m e m n u n olduk. Bizi ihmal ediyorsunuz Mary.
Ne güzel bir gün değil mi? Peder ç o k ilginç bir in­
san.»
«Sizinle yeterince görüşemiyoruz.» dedi Bay
Baker.
«Büyükbabanızı h a t ı r i ı y o r u m , şu k o l t u ğ a o t u r u r ,
pis İspanyolların M a i n e gemisini nasıl Ibatırdıklarını
anlatırdı. Bir keresinde çayını d ö k m ü ş t ü , tabii sa­
d e c e çay değildi. Yaşlı k a p t a n Havvley r o m u n u biraz
çayla karıştırmayı severdi. Sert bir a d a m d ı , bazıla­
rına göre de kavgacı.»
M a r y ' n i n bu içten k a r ş ı l a m a d a n ö n c e şaşırdığı­
nı, sonra d a m e m n u n o l d u ğ u n u g ö r e b i l i y o r d u m . Şüp­
hesiz M a r y kendisini m i r a s ç ı m o l a r a k kabul ettiğimi
biliyordu. Para için şöhret, en az paranın kendisi k a ­
ç a r önemlidir.
Bayan B a k e r bir sinirsel t i k t e n ö t ü r ü kafasını
sallayarak m a n o l y a y a p r a ğ ı kadar ince ve zarif f i n ­
c a n l a r a çaylarımızı k o y d u . Çaydanlığı t u t a n eli, v ü ­
c u d u n u n tek sabit d u r a n b ö l ü m ü y d ü .
Bay Baker, çayını karıştırırken düşünceliydi.
«Çayı mı seviyorum y o k s a merasimini mi seviyorum
acaba?» dedi. «Bütün törenleri severim, en a p t a l c a
olanları bile.»
«Sizi anladığımı sanıyorum» d e d i m . «Bu sabah
t ö r e n d e kendimi ç o k rahat hissettim ç ü n k ü şaşırtıcı
birşey o l m a y a c a ğ ı n ı b i l i y o r d u m . Sözler d a h a söylen­
m e d e n , ben söylenecekleri biliyordum.»
«Savaş sırasında Ethan, siz de dinleyin b a y a n ­
lar, bakalım böyle bir şey işittiniz mi hiç? Savaş sı­
rasında, savaş sekreterliğinde ç a l ı ş ı y o r d u m . Was-
hington'da da biraz kaldım.»
«Nefret e d i y o r u m savaştan.» dedi bayan Baker.
«Evet, bir askerî çay düzenlenmişti, büyük bir
partiydi, belki beş yüz davetli vardı. En önemli bayan
konuk, beş yıldızlı generalin karısıydı, o n d a n sonra
gelen konuk ise üç yıldızlı generalin karısıydı. Ev
sahibesi bayan sekreter beş yıldızlı b a y a n d a n çayları

113
koymasını, üç yıldızlı bayandan da kahveleri k o y m a ­
sını rica e t t i . A m a baş k o n u k bu ricayı reddetti.
'Herkes kahvenin ç a y d a n d a h a üstün o l d u ğ u n u .bilir'
diyerek. Hiç böyle şey d u y d u n u z mu?» G ü l d ü : «As­
lına bakarsanız Viski de pek çok insandan ü s t ü n ­
dür.»
«Öyle huzursuz bir kent ki,» dedi Bayan Baker,
«insanları yolluyorlar a m a birtakım âdetleri, insan­
ları t a n ı m a d a n , hemen b a ş k a bir yere naklediyor­
lar.»
M a r y , B o s t o n ' d a k i İrlanda usulü çay hikâyesini
a n l a t t ı . Yuvarlak k a p l a r d a ve açık a t e ş t e kaynayan
çay, ince teneke b a r d a k l a r l a içiliyordu. «Hiç s o ğ u ­
mazlar, d a i m a kaynar.» dedi. «Öyle bir ç a y m a s a ­
nın cilasını bile bozabilir.»
Ciddi bir konuya ya da işe b a ş l a m a d a n ö n c e
törensel bir başlangıç ş a r t t ı r ve konu ne kadar c i d ­
diyse, giriş o kadar uzun ve cıvıl cıvıl olmalıdır.
Herkes buna katılmalı. M a r y ve Bayan Baker ciddi
bir d u r u m u n parçası o l m a d ı k l a r ı için bu anı alış­
verişini sürdürebilirlerdi. Bay Baker k o n u ş m a k o n u ­
sunu ş a r a b a çevirdi. M a r y de gösterdikleri ilgiden
m e m n u n ve heyecanlı birşeyler a n l a t t ı . Şimdi Bayan
Baker ve bendeydi sıra, ben sona kaldım. Bayan
Baker diğerlerinin ilk b a ş t a y a p t ı ğ ı gibi ilham kay­
nağı o l a n ç a y d a n l ı k t a n başladı. «Bir düzineye yakın
çay çeşidi o l d u ğ u n u h a t ı r l ı y o r u m » Cok canlı k o n u ­
ş u y o r d u . «Herkesin çay pişirme tarifeleri v a r d ı ; çay­
da kullanılmayan t o h u m , y a p r a k ya da çiçek kal­
m a m ı ş t ı sanırım. Hint ve Çin. Çin çayı da pek kal­
m a d ı . Portakal y a p r a ğ ı ve çiçeği, solucan o t u pa­
patya ve keten çaylarını hatırlıyorum.»
M a r y , «Keten çayı nasıl oluyor?» diye s o r d u .
«Eşit m i k t a r d a s ı c a k su ve s ı c a k süt. Ç o c u k l a r
ç o k sever. Tadı su veya süt gibi değildir.» Bayan
Baker'in konuşması bitmişti.
Sıra bendeydi. B o s t o n çay partilerine ait birkaç
manasız söz söylemeye niyetlendim. A m a niyetlen­
diğiniz şeyi y a p m a k her z a m a n m ü m k ü n olmuyor.
Sürprizler, izin a l m a d a n o r t a y a çıkıveriyorlar. «Tö­
renden sonra uyumuşum,» dediğimi d u y d u m , «Danny'

114
w w w . c i z g i l i f o r u m . c o m

e n g i n e l
yi g ö r d ü m , k o r k u n ç bir rüyaydı. Danny'i hatırlıyor­
sunuz değil mi?»
«Zavallı çocuk.» dedi Bayan Baker.
«Bir z a m a n l a r kardeşten de y a k ı n d ı k . Benim
kardeşim y o k a m a o n u n l a kardeştik ve bir ağabey
gibi onu k o r u y a b i l m e k isterdim.»
M a r y konuşmayı d e ğ i ş t i r d i ğ i m için bana kızdı
ve ufak bir intikam aldı. «Ethan o n a para veriyor.
Bunun d o ğ r u o l d u ğ u n u s a n m ı y o r u m . Sadece s a r h o ş
olmasına yarıyor.»
«Bir g ü n d ü z kâbusu g ö r d ü m . O n a ç o k az şey
v e r i y o r u m , bir dolar nedir ki? Bir dolarla i ç m e k t e n
başka ne yapabilir? Belki birpz parası olsa iyileşe­
bilir.»
«Kimse buna cesaret edemez!» M a r y bağırıyor­
du şimdi. «Onu ö l d ü r m e k d e m e k olur. Değil mi Bay
Baker?»
«Zavallı çocuk!» dedi Bay Baker. «Taylor'lar
iyi aileydiler. Onu böyle g ö r m e k beni ç o k üzüyor.
Fakat Mary haklı. Ölene k a d a r içecek herhalde.»
«Zaten öyle. A m a benden y a n a k o r k u s u yok, o n a
verecek fazla p a r a m o l m a d ı ğ ı n ı biliyor.»
«Prensip meselesi,» dedi Bay Baker.
Bayan Baker kadınlara özgü bir hainlikle, «Ona
iyi b a k a c a k l a r ı bir kliniğe yatması şart.» d e d i .
Üçü de bana kızmıştı. Boston çay partisiyle
b a ş l a m a m gerekirdi.
Zihnin gizli planlar ve bastırılmış engellerle do­
lu mayınlı arazide bir y o l b u l a b i l m e k için her o l a ­
sılığı değerlendirmesi, h a t t a korebe o y n a m a s ı , sıç­
raması ne k a d a r gariptir. Baker ve Hawley evlerini
a n l a y a b i l i y o r d u m , kara duvarlar ve perdeler, güneş­
t e n asla f a y d a l a n m a y a n k a u ç u k çiçekler, portreler,
resimler, b a ş k a z a m a n l a n h a t ı r l a t a n çaydanlıklar,
fildişi oymalar. Sanki bir gerçeklik ve d e v a m l ı l ı k bağ­
larıydı evdeki t ü m eşyalar. Koltukların stili ve rahatı
değişmişti a m a s a t r a n ç t a k ı m l a r ı , masalar, kitaplık­
lar ve sıralar katı bir g e ç m i ş e bağlıydılar.
Havvley'ler sadece bir aile değildiler. Onlar bir
birlikti. İşte bu yüzden zavallı Danny, Taylor çayır­
lığına sıkı sarıldı. Çünkü bu o l m a d a n , aile o l m a -

115
d a n , insanın kısa sürede adı da kaybolur. Seslerinin
t o n u , ifadeleri ve arzularıyla karşımda o t u r a n şu üç
kişi Danny'yi silip a t m ı ş l a r d ı .
Bazı erkekler, varolduklarını kendilerine ispat­
lamak için bir geçmişe ve bir eve ihtiyaç duyarlar,
hatta ne kadar fazla bağ bulunursa o kadar İyi olur.
D ü k k â n d a b a ş a r ı s ı z bir a d a m ve t e z g â h t a r d a n baş­
ka bir şey değilim a m a evde, ben bir Hawley'im,
b u n d a n pek de emin o l m a m a l ı y ı m a s l ı n d a . Baker, bir
Havvley'e elini uzatabilirdi. Evim o l m a s a y d ı ben de
ç o k t a n silinip a t ı l m ı ş t ı m . İnsan insana değil, ev eve
idi ilişki. Danny T a y l o r gerçeğinin uzaklaştırılmasına
üzüldüm a m a engel o l a m a d ı m . Bu d ü ş ü n c e beni
sertleştirdi ve ö f k e l e n d i r d i . Baker, M a r y ' n i n hayalî m i ­
rasına kendisini de k a t m a k için Havvley'leri cilalayıp
d u r u y o r d u . Mayınlı alanın sınırına gelmiştim. Bencil
velinimetime karşı kalbim sertleşmişti. O l d u k ç a sert,
tehlikeli ve saldırgan o l d u ğ u m u hissettim. Beni m ü ­
cadele etmeye ve k o n t r o l altına alınan şiddetin ya­
salarını h a t ı r l a m a y a itiyordu. İlk y a s a «Savunmanızı
bile saldırı şeklinde yapınsdır.
Söze b a ş l a d ı m : «Bay Baker, eskilere dönmeye
gerek yok. B a b a m ı n Hawley servetini nasıl ağır ve
sistemli bir şekilde kaybettiğini benden iyi biliyor­
sunuz. Ben o sıra s a v a ş t a y d ı m , Nasıl olmuştu?»
«Niyeti k ö t ü değildi a m a fikirleri »
«Bu d ü n y a y a ait değildi biliyorum, a m a nasıl
oldu?»
«Kötü y a t ı r ı m l a r ı n yapıldığı bir ç a ğ d ı . Berbat
yatırımlar yaptı.»
«Hiç ö ğ ü t d i n l e m e d i mi?»
«Parasını askerî levazımata y a t ı r m ı ş t ı . Bunların
d a modası ç o k t a n geçmişti. K o n t r a t l a r feshedilince
b a b a n herşeyini kaybetti.»
«Siz VVashington'daydinız. K o n t r a t l a r k o n u s u n d a
bilginiz y o k m u y d u ? »
«Genel a l a r a k biliyordum.»
«Ama y a t ı r ı m y a p m a y a c a k kadar iyi biliyordu­
nuz.»
«Yoo hayır.»

116
«Bu y a t ı r ı m l a r h a k k ı n d a b a b a m a tavsiyelerde
bulunmuş muydunuz?»
«Ben VVashington'daydım.»
«Ama b a b a m ı n , Havvley'lerin t ü m g a y r i m e n k u i -
lerini ipotek ederek para aldığını .biliyordunuz, bu
p a r a ile y a t ı r ı m y a p t ı ğ ı n ı da.»
«Evet bunu biliyordum?»
«Yine de karşı ç ı k m a d ı n ı z mı?»
«Ben VVashington'daydım.»
«Ama bankanız, parayı ö d e m e d i ğ i için mallarını
b a b a m ı n elinden aldı.»
«Bankaların tercih hakkı y o k t u r Ethan, bunu b i ­
tiyorsun.»
«Evet b i l i y o r u m . Sadece ona yol g ö s t e r m e m i ş
olmanız büyük ayıp.»
«Onu s u ç l a m a m a l ı s ı n Ethan.»
«Şimdi, onu s u ç l a m a d ı ğ ı m ı n farkına vardım,
olanları iyice bilmiyordum.»
Sanırım Bay Baker bir açılış hazırlamıştı.. Şan­
sını kaybedince ikinci bir herekât hazırlaması gerek­
t i . Ö k s ü r d ü , b u r n u n u bir p a k e t t e n ç ı k a r d ı ğ ı kâğıt
mendile sildi, ikinci bir mendille gözlerini ü ç ü n c ü -
süyle gözlüklerini sildi. Herkesin z a m a n k a z a n m a k
için kendine ö z g ü m e t o d l a r ı vardır. Piposunu d o l d u ­
r u p , y a k m a k için t a m beş d a k i k a h a r c a y a n birini
bilirim.
Yeniden hazır o l d u ğ u n d a , ona d e d i m ki, «Sizden
y a r d ı m istemek için kendimde hak b u l a m ı y o r u m .
A m a ailelerimizin uzun süren iş ve d o s t l u k ilişkileri
k o n u s u n u siz açmıştınız.»
«İyi adamlardı,» dedi. «Mantıkları s a ğ l a m , t u t u c u
adamlardı.»
«Ama bu kadar kör değillerdi, efendim. Gide­
cekleri yolu ö n c e d e n belirlediklerine inanıyorum.»
«Öyleydiler.»
«Hatta Ibu bir d ü ş m a n gemisini b a t ı r m a ya da
bir gemiyi y a k m a işi bile olsa.»
«Elbette, görevlerini severek yaparlardı.»
«1801'de d ü ş m a n l a r h a k k ı n d a bilgi almak için
s o r g u y a çekilmişlerdi.»
«Her savaştan sonra yeni düzenlemelere gerek
duyulur.»
117
«Doğru, aslında eski defterleri k a r ı ş t ı r m a k de­
ğildi niyetim. A ç ı k ç a s ı Bay Baker, servetimi yeniden
k a z a n m a k istiyorum.»
«İşte canlılık bu Ethan, senin eski Havvley r u ­
h u n u kaybettiğini sanmıştım.»
«Kaybetmiştim ya da belki yeterince geliştirme­
m i ş t i m . Siz bana yardım önerdiniz. Nereden başla­
yacağım?»
«Başlıca s o r u n , b a ş l a m a k için sermaye lazım.»
«Biliyorum a m a eğer biraz s e r m a y e m o l u r s a ,
nereden başlamalıyım?»
«Bayanlar için bu konu sıkıcı olabilir,» dedi. «Biz
k ü t ü p h a n e y e geçsek iyi oiur. Kadınlar iş konularını
sevmezler.»
Bayan Baker ayağa kalktı • «Ben de şimdi
M a r y ' d e n bana yardım etmesini rica e d e c e k t i m . B ü ­
y ü k y a t a k o d a s ı için d u v a r kâğıdı s e ç m e m g e r e k i ­
yor. Örnekler y u k a r ı d a Mary.»
«Mary'nin dinlemesini isterdim.»
A m a M a r y o n u n l a g i t t i , gideceğini b i l i y o r d u m
zaten. «İş k o n u l a r ı n d a n hiç a n l a m a m a m a d u v a r k â ­
ğıtlarını (bilirim.» dedi.
«Ama seni de ilgilendiriyor sevgilim.»
«Hiç a n l a m a m ki-Ethan, biliyorsun.»
«Belki sen y a n ı m d a olmazsan, ben de birşey
anlamam.»
Galiba bu duvar kâğıdı k o n u s u n u Bay Baker
ö n e r m i ş t i . Karısının duvar kâğıtlarını seçtiğini san­
m ı y o r u m . Ç ü n k ü e m i n i m hiç bir kadın, şu o t u r d u ğ u ­
muz odanın karanlık g e o m e t r i k desenli kâğıdını
seçmez.
Kadınlar gidince, «Şimdi,» dedi, «senin s o r u n u n
E t h a n , sermaye. Evin güzel ve s a ğ l a m , i p o t e k e d e ­
bilirsin.»
«Bunu yapmam.»
«Fikrine saygı d u y a r ı m a m a bu t e k ş a n s ı n . Bir
de M a r y ' n i n parası var. Çok değil a m a biraz p a r a
ile, d a h a ç o k para kazanabilirsin.»
«Onun p a r a s ı n a d o k u n m a k i s t e m i y o r u m . Onun
güvenliği o para.»
«Para o r t a k hesapta d u r u y o r ve hiç bir şey ka­
zanmıyor.»
118
«Diyelim ki tereddütlerimi y e n d i m . Öneriniz ne­
dir?»
«Mary'nin annesinin ne k a d a r parası var?»
«Bilmiyorum a m a varlıklı gibi.»
Büyük .bir d i k k a t l e gözlüklerini temizledi. «Söy­
leyeceğim şey a r a m ı z d a kalmalı,» dedi.
«Elbette.»
«Aslında senin geveze o l m a d ı ğ ı n ı biliyorum.
Hiç bir Hawley değildi z a t e n , a m a belki ıbaban biraz.
Neyse, bir işadamı o l a r a k New B a y t o w n ' u n b ü y ü ­
mekte o l d u ğ u n u biliyorum. B ü y ü m e k için herşeye
sahip, limanı, plajı, ve alanı içinde kendine ait suyu
var. Bir başlarsa, hiç bir şey bu büyümeyi d u r d u r a ­
maz. İyi bir işadamı bu k a s a b a n ı n büyümesine yar­
d ı m c ı olmalıdır.»
«Ve b u n d a n kâr sağlamalıdır.»
«Tabii.»
«Peki neden d a h a ö n c e gelişmedi?»
«Bunu bildiğini s a n ı y o r d u m . M e c l i s t e k i geri k a ­
falılar yüzünden. Geçmişte yaşıyorlar. Gelişmeyi
geri bırakıyorlar.»
Bir işten k a z a n ç s a ğ l a m a n ı n ne kadar hayırse­
ver bir davranış o l d u ğ u n u dinlemek beni d a i m a il­
gilendirmiştir. 'İleri görümlü' ve ' t o p l u m u n iyiliğini
isteyen' s ı f a t l a r ı n d a n s o y u n d u ğ u t a k t i r d e Bay B a ­
ker t a m bulunması gereken y e r d e d u r u y o r d u . O ve
pek az işadamı gelecekteki tesislerin hepsini a l ­
m a k veya k o n t r o l e t m e k için kasabanın gelişimini
destekleyeceklerdi. S o n r a meclisi ayarlayıp, beledi­
ye başkanını a t t ı r a c a k l a r ve gelişmenin t ü m hızıyla
y a y ı l m a s ı n a izin vereceklerdi. A n c a k b ü t ü n bunlar­
d a n s o n r a , v a r o l a n v e v a r o l a c a k olan t ü m tesislerin,
h a t t a her s o k a ğ ı n sahibi o l d u k l a r ı a n l a ş ı l a c a k t ı . Bay
Baker saf bir düşünceyle b u n d a n benim de k ü ç ü k
bir pay a l m a m ı istiyordu. Bana zamanını söyleyecek
miydi y o k s a her şeyi o n a b ı r a k m a m ı mı istiyordu
b i l m i y o r u m , ç ü n k ü k o n u y u genel o l a r a k a n l a t t ı . Ka­
saba seçimleri T e m m u z u n 7'sinde yapılır. O za­
m a n a k a d a r ileri g ö r ü ş l ü g r u b u n gelişme ç a r k ı n ı
k o n t r o l altına alması ş a r t t ı .
Dünyada ö ğ ü t vermeyi sevmeyenlerin b u l u n d u -

I
119
ğ u n u hiç s a n m p m . B e n ilgisiz d u r d u k ç a , ö ğ r e t m e n i m
d a h a da heyecanlanıyor, d a h a özel konulara giriyor­
du.
«Düşünmem gerekiyor efendim,» d e d i m . «Sizin
için kolay olan şey benim için bir sır, bunu bir de
M a r y ile t a r t ı ş m a m gerekiyor.»
«İşte bence yanıldığın n o k t a bu.» dedi. «Bugün­
lerde iş o r t a m ı n d a y e t e r i n c e uzun etekli var.»
«Ama para onun.»
«Karın için y a p a b i l e c e ğ i n en güzel şey biraz p a ­
ra kazanıp ona sürpriz y a p m a k t ı r . İnan böylesini d a ­
ha ç o k severler.»
«Lütfen, size m i n n e t t a r olmadığımı s a n m a y ı n .
Biraz y a v a ş d ü ş ü n ü r ü m ,ben. T e k r a r g ö z d e n geçire­
c e ğ i m . M a r u l l o ' n u n İtalya'ya gideceğini d u y d u n mu?»
Gözleri büyüdü : «Yerleşmeye mi?»
«Hayır sadece ziyaret yapacak.»
«Güzel. Umarım kendisine birşey olursa seni ko­
r u y a c a k bazı şeyler düşünür. A r t ı k genç değil ki, va­
siyetini y a p m ı ş mı?»
«Bilmiyorum.»
«İtalyan a k r a b a l a r ı t a k ı m halinde o r t a y a ç ı k a r s a
kendine b a ş k a Ibir iş b u l m a n gerekebilir.»
Bu gizli k o r u y u c u l u k t a n b ı k m ı ş t ı m artık. «Dü­
ş ü n m e m gereken pek ç e k şey söylediniz,» d e d i m .
«Yalnız, a c a b a ne zaman başlayacağınızı söyleye­
bilir misiniz?»
«Şunu söyleyebilirim; gelişme büyük ölçüde t a ş ı ­
m a c ı l ı ğ a dayanır.»
«Bir sürü büyük yol yapılıyor.»
«Yine de y o l c u l u k için uzun mesafe. Etkilemek
istediğimiz parası o l a n bazı a d a m l a r b u r a y a h a v a
y o l u y l a gelmek isteyeceklerdir.»
«Ve bizim havaalanımız yok.»
«Doğru.»
«Üstelik e t r a f t a k i tepeleri y o k etmediğimiz t a k ­
dirde havaalanı y a p a c a k yerimiz de yok.»
«Çok pahalıya malelur. Özellikle tepeler için
fazla işçi gerekir ki o n l a r a ö d e n e c e k para da ç o k
fazla tutar.»
«Öyleyse planınız nedir?»

120
«Ethan b a n a güvenmelisin, a m a lütfen beni af­
fet, şimdi bunu s ö y l e y e b i l m e m imkânsız. Sana söz
veririm, eğer biraz sermaye (bulursan t a b a n ı o l u ş ­
t u r a c a k kişilere katılırsın. Şunu da söyleyebilirim: Ka­
rarlaştırılan bir d u r u m var, a m a y a k ı n d a t a m o l a r a k
belirlenecek.»
«Sanırım h a k e t t i ğ i m d e n fazla bu.»
«Eski aileler birbirine d e s t e k olmalıdır.»
«Marullo da bu g r u b a dahil mi?»
«Kesinlikle hayır. Kendi a d a m l a r ı y l a kendi y o l u ­
na gidiyor.»
«İyi çalışıyorlar, değil mi?»
«Benim refah dediğim şeyden fazla parası var.
Yabancıların içimize g i r m e s i n d e n hoşlanmıyorum.»
«Temmuzun 7'sinde iş bitecek demek.»
«Bunu .ben mi söyledim?»
«Hayır galiba ben uydurdum.»
«Öyle olmalı.»
M a r y d u v a r kâğıdı seçiminden d ö n d ü . Güle g ü l e
törenini başarıyla bitirip, a ğ ı r ağır eve y ü r ü d ü k .
«Bundan d a h a sevimli o l a m a z l a r d ı . Ne dedi
sana?»
«Aynı eski laf. B a ş l a m a k için senin paranı kul-
lanmalıymışım, bunu yapmayacağım.»
«Beni d ü ş ü n d ü ğ ü n ü biliyorum c a n ı m . A m a b e n ­
ce tavsiyesini dinlemezsen aptalsın.»
«Hoşlanmıyorum Mary. Diyelim ki Bay Baker
hatalı. Seni koruyabilecek hiç bir şey kalmaz.»
«Sana birşey söyleyeyim Ethan, eğer sen y a p ­
mazsan ben parayı alıp Bay Baker'in eline verece­
ğ i m . Yemin ederim yapacağım.»
«Bırak da d ü ş ü n e y i m biraz, seni işe k a r ı ş t ı r m a k
istemiyorum.»
«Karışmam gerekmez zaten. O p a r a o r t a k he­
sabımız. Falda ne çıktığını biliyorsun.»
«Tanrım y i n e mi o fal?»
«Ne y a p a y ı m , ben inanıyorum.»
«Eğer paranı k a y b e d e r s e m benden nefret eder­
sin.»
«Etmem. Benim servetim sensin. M a r g i e böyle
demişti.»

121
«Margie'nin söyledikleri kıpkırmızı harflerle k a ­
f a m d a yazılı, ölene kadar da kalacak.»
«Şaka yapma.»
«Belki de şaka d e ğ i l , şu servet lafının başarı­
sızlığımın tatlılığını b o z m a s ı n a izin vermeyelim.»
«Bu k a d a r az bir p a r a n ı n neyi bozacağını a n ­
l a m ı y o r u m . Çok bir p a r a değil ki, sadece yeterli.»
«Ey kralın kızı, yeterli para diye birşey y o k t u r ,
sadece iki ö l ç ü vardır, hiç para o l m a m a s ı ya da
yeterli o l m a y a n p a r a olması.»
«Niye? Bu d o ğ r u değil.»
«Doğru. Geçenlerde ölen Teksaslı milyarderi
düşünsene. Bir otel o d a s ı n d a y a ş ı y o r m u ş , valizi bile
y o k m u ş . Geride ne mirasçı ne de vasiyet b ı r a k m ı ş ,
a m a o n u n yeterli parası y o k t u . Ne kadar ç o k paran
o l u r s a o para o k a d a r az yeterlidir.»
Alaycı ıbir t a v ı r l a , «Herhalde sen o t u r m a o d a ­
sına yeni perdeler a l m a m ı ve bir günde d ö r t kişinin
yıkanabileceği b ü y ü k l ü k t e bir t e r m o s i f o n istememi
g ü n a h sayarsın.» d e d i .
«Günahtan sözeden kim, ben bir e t k e n d e n , bir
d o ğ a y a s a s ı n d a n söz ediyorum.»
«İnsan d o ğ a s ı n a hiç saygın y o k senin.»
«İnsan doğası değil M a r y , sadece doğa.
Sincaplar y i y e b i l e c e k l e r i n d e n on kat fazla f ı n d ı k
biriktirirler. Üstelik mideleri p a t l a y a c a k k a d a r doy­
duğu halde gene d e a v u r t l a r ı t ı k a basa doludur.
Arıların t o p l a d ı k l a r ı b a l ı n ne kadarını yediklerini b i ­
liyor musun?»
M a r y kafası k a r ı ş t ı ğ ı y a d a şaşırdığı zaman,
mürekkepbalığının mürekkep f ı ş k ı r t m a s ı gibi ö f k e
fışkırtır ve bu ö f k e b u l u t u n u n a r k a s ı n a saklanır.
«Beni h a s t a ediyorsun,» dedi. «Kimsenin biraz­
c ı k m u t l u o l m a s ı n ı istemezsin zaten.»
«Sevgilim ö y l e değil, bu yıkıcı ibir mutsuzluk.
Paranın g e t i r e c e ğ i p a n i k t e n , k ı s k a n ç l ı k t a n v e t u t ­
saklıktan korkuyorum.»
(Bilincinde d e ğ i l d i a m a o da aynı şeyden kor­
k u y o r d u . Beni y a r a l a m a y a niyetlendi, a c ı t a c a k bir
n o k t a a r a d ı , b u l d u , s o n r a kelimelerini s e ç t i . «Beş

122
k u r u ş u büe o l m a y a n bir b a k k a l t e z g â h t a r ı o t u r u p
zengin o l u r s a ne f e c i şeyler olur diye kaygılanıyor.
Sanki istediğin z a m a n bir servet sahibi olabilirmişsin
gibi davranıyorsun.»
«Kazanabilirim.»
«Nasıl?»
«İşte sorun bu.»
«Nasıl kazanacağını b i l m i y o r s u n , eskiden de
bilmezdin. Sadece b l ö f y a p ı y o r s u n . Her zaman.»
Tahrip e t m e isteğim ö f k e d o ğ u r u r . İçimdeki
ateşi hissediyordum. Çirkin, yıkıcı sözcükler zehir
gibi yükseliyordu. Ekşi bir nefret h i s s e t t i m .
Mary b i r d e n , «Bak, gidiyor g ö r d ü n mü?» dedi.
«Ne, nerede?»
«Şu a ğ a c ı n y a n ı n d a n geçip bizim bahçeye gir­
di.»
«Neydi o M a r y ? Söyle ne gördün?»
Alacakaranlıkta gülümsediğini g ö r d ü m , o d a ­
yanılmaz k a d ı n c a gülümseyi. Buna zekâ denir a m a
b e n c e anlayış demek d a h a d o ğ r u . Ç ü n k ü anlayış
zekâyı gereksiz kılar.
«Hiç bir şey g ö r m e d i n değil mi Mary?»
«Belki bir ok g ö r d ü m a m a gitti.»
Kolumu o n a dolayıp kendime çevirdim, «İçeri
girmeden ö n c e biraz dolaşalım.» d e d i m .
Gecenin tüneline daldık ve b a ş k a şey konuş­
madık, ihtiyacımız y o k t u ki.

SEKİZİNCİ B Ö L Ü M

Ç o c u k k e n k ü ç ü k yaratıkları b ü y ü k bir enerji ve


zevkle a v l a r d ı m . Tavşanlar, sincaplar, k ü ç ü k kuşlar,
sonraları .ördek ve vahşi kazları u ç a r k e n v u r m a y a
b a ş l a d ı m . Kemik, k a n v e t ü y d e n oluşan y ı k ı n t ı l a r
o l u ş t u r d u m . Kin, suçluluk ya da nefretin karışma­
dığı şiddete y ö n e l i k bir y a r a t ı c ı l ı k t ı b u . Savaş benim
t a h r i b e olan eğilimimi y o k e t t i . Belki de fazla mik-

123
w w w . c i z g i l i f o r u m . c o m

e n g i n e l
t a r d a şekere b o ğ u l a n bir ç o c u k gibiydim. Av t ü f e ­
ğinin p a t l a m a s ı , bir m u t l u l u k sesi değildi artık.
Baharın ilk günlerinde bir ç i f t t a v ş a n , b a h ç e m i ­
ze düzenli g ü n l ü k ziyaretler y a p m a y a başladılar. En
ç o k d a M a r y ' n i n karanfillerini seviyorlardı. K ö k ü n e
kadar yiyorlardı karanfilleri.
«Onlardan k u r t u l m a m ı z gerek,» dedi M a r y .
Yağdan yapışmış 12'lik ç i f t e m i ç ı k a r d ı m , b i r k a ç
tane beş n u m a r a , eski sertleşmiş mermi b u l d u m . Ak­
ş a m ü s t ü a r k a merdivenlere o t u r d u m ve t a v ş a n l a r ı n
ikisini de tek atışla v u r d u m . Büyük leylak a ğ a c ı n ı n
altına ç u k u r kazıp o n l a n g ö m d ü m . Perişan olmuş­
tum.
Birşeyleri ö l d ü r m e n i n gereksizliğini kavramış­
t ı m , bu kadar basit. Bir insan herşeye alışabilir. Öl­
d ü r m e y e a l d ı r m a m a y a ; hatta idama bile; insan alış­
t ı k t a n sonra işkence e t m e k meslek bile olabilir.
Ç o c u k l a r y a t m a y a g i d i n c e Mary'ye biraz dışarı
ç ı k a c a ğ ı m ı söyledim.
M a r y neden veya nereye diye s o r m a d ı . Birkaç
g ü n ö n c e olsaydı s o r a r d ı . «Geç k a l a c a k mısın?»
«Hayır gecikmem.»
«Seni b e k l e m e m , u y k u m var.» dedi. Görünüşe
bakılırsın, bir y ö n b e l i r l e n d i k t e n s o n r a , o benden ç o k
d a h a ç a b u k ilerliyordu. Hâlâ t a v ş a n l a r a üzülüyor­
d u m . Belki insanın mahvettiği bir şeyi, başka bir şeyi
y a r a t a r a k dengelemeye ç a b a l a m a s ı doğaldır. Ama
b e n böyle d a v r a n ı r mıydım?»
Danny Taylor'un yaşadığı pis kokulu yere git­
t i m . A s k e r karyolasının y a n ı n d a , t a b a ğ ı n içinde b i r
m u m y a n ı y o r d u . Danny'nin hali b e r b a t t ı , yüzü mavi
ve k u r u y d u . Hastaydı. Cildi kurşuni bir renkti. Böy­
lesine pis bir y e r d e ve bu kadar pis bir y o r g a n ı n a l ­
t ı n d a hasta o l m a m a y a i m k â n y o k t u . Gözleri açık ve
d o n u k t u . Sayıklayacağını d ü ş ü n m ü ş t ü m . Gayet a ç ı k
ve eski Danny Taylor gibi k o n u ş u n c a ç o k şaşırdım.
«Ne istiyorsun Eth?»
«Sana yardım e t m e k istiyorum.»
«Başka işin y o k mu?»
«Hastasın.»

124
«Bilmiyorum mu sandın? Herkesten iyi biliyo­
rum.»
Yatağın a r k a s ı n a eğilerek, ü ç t e ,biri dolu eski bir
viski şişesi ç ı k a r d ı .
«İçer misin?»
«Hayır Danny, pahalı bir viski o.»
«Dostlarım var.»
«Kim verdi o n u sana?»
«Seni ilgilendirmez Eth.» Biraz içki içip, a ş a ğ ı ­
lara varmasını bekledi, bir an için huzursuz o l d u .
A m a s o n r a rengi yerine geldi. Güldü : «Arkadaşım iş
k o n u ş m a k istedi a m a onu a l d a t t ı m . O daha k o n u ş ­
m a d a n ben sızdım. Ne kadar kısa z a m a n d a sızdığımı
bilmiyor. Sen de iş k o n u ş m a y a mı geldin Eth? Çün­
kü hemen sızabilirim.»
«Bana karşı bazı d u y g u l a r ı n var mı Danny? Bi­
raz g ü v e n , biraz iyi duygular?»
«Elbette var, a m a s o n u ç t a şuna geliriz, ben al­
koliğim ve bir alkolik en ç o k içkiyi sever.»
«Eğer biraz p a r a b u l u r s a m , tedavi o l u r m u ­
sun?»
En ü r k ü t ü c ü şey, bu k a d a r ç a b u k n o r m a l , hu­
zurlu ve eski Danny Taylor gibi olabilmesiydi.
«Tedavi o l a c a ğ ı m ı söylerim Eth. A m a sarhoşları
bilemezsin. Parayı alırım o n u n l a da içerim.»
«Diyelim ki parayı d o ğ r u d a n hastaneye ya ela
her neresiyse işte o r a y a ödedim.»
«Sana a n l a t m a y a ç a l ı ş ı y o r u m . En iyi niyetlerle
g i d e r i m , birkaç gün s o n r a d a ç ı k a r ı m . Bir s a r h o ş a
güvenemezsin Eth. Bunu a n l a m ı y o r s u n . Ne d e s e m ,
ne y a p s a m f a r k e t m e z , s o n u n d a boşveririm.»
«Bundan k u r t u l m a k istiyor m u s u n Danny?»
«Galiba hayır. S a n ı r ı m sen ne istediğimi bili­
yorsun?»
Yeniden şişeye uzandı ve ben yeniden içkinin
hızına ş a ş t ı m . Sadece eskiden bildiğim Danny o l m a ­
m ı ş t ı , d u y u l a n ve algısı da keskinleşmiştl, öyle ki
düşüncelerimi o k u d u . «İnanma» dedi. «Çok kısa s ü ­
rer. Alkol ö n c e uyarır s o n r a batırır. Bunu g ö r m e k
için beklemiyorsun herhalde. Şimdi, tedavi o l a c a ğ ı m a
i n a n m ı y o r u m . A y ı k k e n hiç i n a n m a m zaten.» S o n r a

125
m u m ışığında parlayan gözlerini bana çevirdi. «Et-
han,» dedi. «Tedavi için para vermeyi istiyorsun. Pa­
ran y o k ki Ethan.»
«Bulabilirim. Mary'ye a ğ a b e y s i n d e n miras kal­
dı.»
«Ve o n u bana vereceksin.»
«Evet.»
«Bir s a r h o ş a i n a n m a dediğim halde öyle mi?
Parayı alıp, senin kalbini k ı r a c a ğ ı m ı söylediğim halde
haa?»
«Kalbimi şimdi kırıyorsun Danny. Seninle ilgili
bir rüya g ö r d ü m . O eski yerdeydik, hatırladın mı?»
Şişeyi kaldırdı, s o n r a , «Hayır, henüz değil, henüz
değil Ethan, asla asla bir sarhoşa g ü v e n m e . Bir
s a r h o ş yani b e n . . . ne z a m a n çok kötüleşsem zih­
nimde bir yer daima uyanık kalıyor ve pek de dost­
ça fikirlerle dolu bir n o k t a değil. Şimdi, şimdi şu
d a k i k a d a ben senin eski a r k a d a ş ı n ı m . Sızmak ko­
n u s u n d a sana yalan söyledim. Evet aslında sızdım
a m a , şişeyi düşünüyordum.»
«Bekle,» d e d i m , «daha fazla içmeden bir şey
söyleyeyim y o k s a sanırsın k i . . . yani benden k u ş k u ­
lanırsın. Şişeyi Baker getirdi değil mi?»
«Evet.»
«Ve birşeyi imzalamanı istedi.»
«Evet, a m a ben sızdım.» Kendi kendine g ü l d ü
ve şişeyi d u d a k l a r ı n a kaldırdı a m a m u m ışığında
g ö r d ü m çok az içti. Sadece bir d a m l a .
«İşte söylemek istediğim şeylerden biri de bu
Danny. O eski yeri mi istedi?»
«Evet.»
«Nasıl o|du da satmadın?»
«Sana söyledim g a l i b a , orası beni beyefendi y a ­
pıyor. Sadece ıbir beyefendinin d a v r a n ı ş l a r ı n d a n yok­
s u n u m o kadar.»
«Satma onu Danny. Sıkıca sarıl.»
«Sana ne? Neden s a t m a y a c a k m ı ş ı m ? »
«Gururun için.»
«Hiç g u r u r u m k a l m a d ı , sadece şu anki d u r u ­
m u m var.»

126
«Evet ya, ne z a m a n para istesen utanıyorsun.
Bu g u r u r demektir.»
«Hayır, söyleyeyim. O bir hile. Alkolikler kurnaz
olurlar. Bu seni utandırır, a m a sen benim u t a n d ı -
dığımı sanıp para verirsin. U t a n m a m t ş t ı m . S a d e c e
içki i ç m e k istiyordum.»
«Satma Danny. Çok değerli. Baker biliyor. De­
ğeri o l m a y a n hiç b i r ş e y i a l m a z o.»
«Nesi değerli?»
«Havaalanı y a p m a y a en elverişli yer orası.»
«Anladım.»
«Eğer elinde t u t a b i l i r s e n , senin için yeni bir
başlangıç olabilir Danny. Sıkı tut. Tedavi olabilirsin
ve d ö n d ü ğ ü n d e b i r y u v a n olur.»
«Ama rahatım kalmaz. Belki satıp, parasını iç­
kiye y a t ı r s a m ve... dallar kırılırsa, beşik d ü ş e r , be­
şik düşerse, bebek düşer, bebek düşerse herşey d ü ­
şer.» Bunları tiz bir sesle şarkı gibi s ö y l ü y o r d u .
Güldü. «Orayı sen mi istiyorsun Eth? Bunun için mi
geldin?»
«Senin iyi o l m a n ı istiyorum.»
«İyiyim.»
«Açıklamak istiyorum Danny. Eğer başıboş biri
olsaydın istediğini y a p m a k t a serbest o l u r d u n . A m a
bir g r u p ileri g ö r ü ş l ü şehirlinin istediği birşey v a r
sende.»
«Taylor çayırlığı. Ve o n a s ı k ı c a sarılacağım.
Ben de ileri görüşlüyüm.» Şişesine sevgiyle b a k t ı .
«Danny, söyledim s a n a , orası havaalanı için t e k
yer. A n a h t a r n o k t a . Orayı a l m a k zorundalar, y o k s a
tepeleri d ü z l e ş t i r m e k z o r u n d a kalacaklar, buna da
paraları yetmez.»
«Öyleyse onların c a n ı n a okurum.»
«Unutuyorsun Danny, mal m ü l k sahibi insan,
değerli bir kaynaktır. Yakınlarda, senin için yapıla­
c a k en iyi şeyin bir kliniğe y a t ı r ı l m a n o l d u ğ u n u söy­
lediklerini duydum.»
«Buna cesaret edemezler.»
«Edebilirler. Ve b u n d a n m u t l u l u k duyarlar. N a ­
sıl olur biliyorsun. Yargıcı t a n ı r s ı n , malına sahip o l a ­
maz diye bir karar çıkarır. Bir vasi tayin eder, kimi

127
.önerir biliyorsun. Tabii bütün bunlar p a r a ister, d o ­
layısıyla arazinin satılıp, bu işin parasının ö d e n m e s i
gerekir. Bil bakalım araziyi kim satın alır?»
Gözleri p a r l ı y o r d u , Ibeni dinlerken ağzı a r a l a n d ı .
Şimdi uzaklara b a k ı y o r d u .
«Beni k o r k u t m a y a çalışıyorsun Eth. Yanlış za­
m a n seçtin. Beni sabah üşürken ve d ü n y a yeşil bir
k u s m u ğ a b ü r ü n d ü ğ ü saatlerde a r a . Şimdi, on kişi
k a d a r g ü ç l ü y ü m . Ç ü n k ü şişem burada.» Şişesini k ı ­
lıç gibi salladı. Gözleri m u m ışığında k ü ç ü l m ü ş t ü .
«Sana söylemiş miydim Eth? Galiba söylemiştim,
sarhoşların şeytani bir zekâları vardır.»
«Ama sana neler olabileceğini anlattım.»
«Sana k a t ı l ı y o r u m . Doğru o l d u ğ u n u biliyorum.
Sen kendi fikirlerini a ç ı k l a d ı n . A m a beni k o r k u t m a k
yerine içimdeki şeytanı uyandırdın. Bir s a r h o ş u n ç a ­
resiz o l d u ğ u n u söyleyenler delidir. Bir s a r h o ş demek,
özel yetenekle d o n a t ı l m ı ş özel biri demektir. On­
larla mücadele edebilirim ve şimdi, mücadeleye ha­
zırım.»
«İyi ç o c u k , d u y m a k istediğim buydu.»
İçki şişesinin b o y n u n u n a r k a s ı n d a n bana b a k t ı .
«Mary'nin parasını (bana verecek misin?»
«Evet.»
«Teminat a l m a d a n mı?»
«Evet.»
«Parayı geri a l m a n ı n binde bir ş a n s olacağını
bilerek mi?»
«Evet.»
«Sarhoşların kötü bir yanı v a r d ı r Eth. Sana
inanmıyorum.»
Kuruyan dudaklarını y a l a d ı : «Parayı elime mi
vereceksin?»
«Ne zaman istersen.»
«Yapmamanı söyledim.»
«Ama yapacağım.»
Bu d e f a şişeyi d i k i p içti, şişenin içindeki içkinin
akışını g ö r e b i l i y o r d u m , içmeyi bitirdiğinde gözleri
d a h a da parlamıştı a m a , bir yılanın gözleri gibi so­
ğ u k ve kişiliksiz b a k ı y o r d u . «Parayı bu hafta b u ­
labilir misin Eth?»

128
«Evet.»
«Çarşambaya?»
«Evet.»
«Şimdi üzerinde b i r k a ç doların var mı?»
T a m bir d o l a r ı m v a r d ı , bozukluk o l a r a k , hepsini
uzattığı a v u c u n a b ı r a k t ı m .
Şişeyi bitirip, yere a î t i . «Nedense seni hiç akıllı
b u l m u y o r u m Ethan. En (basit tedavinin binlerce d o ­
lar t u t t u ğ u n u biliyor musun?»
«Tamam.»
«Bu bir eğlence Ethan. S a t r a n ç değil, poker bu.
İyi poker o y n a r ı m , ç o k iyi. Çayırlığımı t e m i n a t ola­
rak g ö s t e r e c e ğ i m e iddiaya girdin. Hatta bin dolar­
lık içkinin beni ö l d ü r e c e ğ i n e de iddiaya girdin. Böy­
lece havaalanı a v c u n u n içine düşecek.»
«Çok iğrenç şeyler bunlar Danny.»
«İğrenç olabileceğimi söylemiştim.»
«Söylediklerime inanmayı denesene.»
«Hayır. A m a a k l ı m d a t u t a c a ğ ı m . Beni eski g ü n ­
lerden hatırlıyorsun Ethan. Ben seni h a t ı r l a m ı y o r u m
mu sandın? M a n t ı ğ ı iyi gelişen ,bir ç o c u k t u n . T a ­
m a m . S u s a d ı m . Şişe boşaldı. Dışarı ç ı k ı y o r u m . Fi­
y a t ı m bin dolardır.»
«Tamam.»
«Çarşamba g ü n ü nakit para!»
«Getireceğim.»
«Yazı y o k , imza y o k , hiç bir şey y o k ! Beni eski
günlerden tanıdığını da s a n m a Ethan. B u r a d a k i her-
şeyi değiştirdi. Hiç bir b a ğ ı m l ı l ı ğ ı m , hiç bir güzelli­
ğ i m yok. A l a c a ğ ı n t e k şey kalpten bir g ü l ü ş t ü r o
kadar.»
«Sadece denemeni isterdim.»
«Elbette. Yemin ederim Eth. A m a u m a r ı m sana
bir s a r h o ş u n yemininin değeri nedir, söylemiştim.
Sadece parayı getir. İstediğin kadar kalabilirsin.
Evim, senin sayılır. Ben g i d i y o r u m . Ç a r ş a m b a y a gö­
r ü ş ü r ü z Eth.»
Eski a s k e r y a t a ğ ı n d a n k a l k m a y a u ğ r a ş t ı . O pis
y o r g a n ı sırtına alıp sallanarak y ü r ü y ü p gitti. Pan­
t o l o n u n u n ö n ü n ü bile k a p a m a m ı ş t ı .
Biraz d a h a o t u r u p , m u m u n eriyerek t a b a k t a k i

129
y a ğ a karışmasını seyrettim. Benim girdiğim iddialar
d ı ş ı n d a söylediği her şey d o ğ r u y d u . O k a d a r ç o k
değişmemişti. O yıkıntının biryerlerinde Danny Tay­
lor hâlâ vardı. Danny'i s ö k ü p a t a c a ğ ı n ı s a n m ı y o r ­
d u m . Danny'i severdim ve söylediğini y a p m a y a ha­
z ı r l a n m ı ş t ı m . Uzaktan, d u r u ve y ü k s e k bir sesle şarkı
söylediğini işittim.
«Hızlan, güzel g e m i , kanatlı bir kuş gibi.
Denizciler b a ğ ı r ı y o r : 'ileri!'
Kral o l m a k için d o ğ m u ş ç o c u ğ u taşıyor
Denizden g ö k y ü z ü n e g ö t ü r ü y o r
Bir süre yalnız o t u r d u k t a n s o n r a , m u m u sön­
d ü r ü p , a n a c a d d e d e n eve g i t m e k için yola ç ı k t ı m .
Willie henüz u y u m a m ı ş t ı , polis a r a b a s ı n ı n içinde o t u ­
ruyordu.
«Bence ç o k fazlp d ı ş a r ı ç ı k ı y o r s u n Eth.» dedi.
«Neden o l d u ğ u n u bilirsin.»
«Bilirim t a b i i . Bahar. Genç a d a m ı n eğlencesi.»

M a r y gülümseyerek u y u y o r d u . A m a y a n ı n a yat­
t ı ğ ı m d a yarı uyandı. Üzüntü midemdeydi s a n k i , so­
ğuk, a c ı t a n bir üzüntü. 'Mary d ö n e r e k beni kolla­
rına aldı. Çimen k o k u l u v ü c u d u n u yasladı. Ona ih­
t i y a c ı m vardı. Üzüntü z a m a n l a azalır, biliyorum a m a
k a r ı m a ihtiyacım vardı şimdi. Gerçekten uyanmış
mıydı b i l m i y o r u m a m a uyuyor bile olsa ihtiyacımı
hissetmişti.
Daha s o n r a u y a n d ı . «Sanırım karnın aç!» dedi.
«Evet Helen.»
«Ne istersin?»
«Soğanlı sandviç. Yok, y o k , ç a v d a r ekmeğiyle
y a p ı l m ı ş iki soğanlı sandviç.»
«Sana u y m a k için ben de yerim.»
«İstemeden mi?»
«Tabii ki istiyorum.»
Merdivenlerden aşağı indi. Birkaç d a k i k a s o n r a
sandviçler, bir k a r t o n süt ve iki b a r d a k l a geldi.
Nefis bir acı s o ğ a n d ı . «Mary.. canım!» diye başla­
dım.
«Önce yut.»

130
«İş h a k k ı n d a birşey bilmek istemediğini söyler­
ken ciddi miydin?»
«Evet, neden?»
«Bir isteğim var. Bin dolar istiyorum.»
«Bay Baker mi birşey söyledi?»
«Öyle denebilir. A m a özel bir konu.»
«İyi, b i r ç e k yazıver.»
«Hayır sevgilim. Parayı nakit i s t i y o r u m senden.
B a n k a y a yeni mobilyalar, yeni h a l ı l a r ya da b a ş k a
birşey alacağını söyleyebilirsin.»
«Ama birşey a l m a y a c a ğ ı m ki?»
«Alacaksın.»
«Bu bir sır mı?»
«Sen böyle istediğini söylersin.»
«Evet, yani, Öyle d e r i m . Peki. Böylesi d a h a iyi.
Ne acı soğanmış. Bay Baker onaylar mı dersin?»
«Kendisi y a p s a ç o k beğenirdi.»
«Ne zaman istiyorsun?»
«Yarın.»
«Şu soğanı y i y e m i y o r u m . Yeterince k ö t ü k o k u ­
y o r u m zaten.»
«Sen benim biricik sevgilimsin.»
«Marullo'yu ç ö z e m e d i m daha.»
«Ne demek istiyorsun?»
«Eve gelmesi, şeker getirmesi.»
«Tanrının işleri gizlidir.»
«Lütfen alaya b a ş l a m a . Paskalya d a h a b i t m e ­
di.»
«Bitti. Biri çeyrek geçiyor.»
«Güzel T a n r ı m . Uyusak iyi olacak.»
«Ah işte şimdi kızdım. Shakespeare'den k o n u ­
şuyorsun.»
«Herşeyle ş a k a edersin.»
A m a ş a k a değildi. Üzüntü yerinde d u r u y o r d u ,
eskisi gibi değildi a m a Gğrıyordu. Bazen kendime
neden c a n ı m a c ı y o r diye s o r a r ı m . İnsanlar herşeye
alışır a m a bu da zaman alır. Çok eskiden d i n a m i t
f a b r i k a s ı n a nitrogliserin t a ş ı m a işine g i r m i ş t i m . Üc­
ret y ü k s e k t i , ç ü n k ü iş ç o k tehlikeliydi. Önceleri at­
t ı ğ ı m her a d ı m d a dehşete kapılıyordum a m a bir
h a f t a s o n r a sadece bir iş o l a r a k g ö r m e y e başla-

131
d ı m . Niye ş a ş ı y o r u m ki, b a k k a l t e z g â h t a r ı o l m a y a
bile a l ı ş t ı k t a n s o n r a . . . . Alıştığımız ya da t a m ter­
sine alışmadığımız herşeyin çekici bir özelliği o l u ­
yor.
Karanlıkta gözlerimin ö n ü n d e kırmızı n o k t a c ı k ­
lar dansederken v i c d a n m u h a s e b e s i denen şeyi y a p ­
maya kalkıştım. V i c d a n ı m d a hiç yara b u l a m a d ı m .
A c a b a bir yol t u t t u r s a m , y ö n ü n ü değiştirebilir m i ­
y i m , ya da pusulayı d o k s a n derece d ö n d ü r e b i l i r m i ­
yim diye a r a ş t ı r d ı m . Evet, bunları yapabilirdim a m a
yapmayı istemedim.
Yepyeni bir b o y u t kazanmıştım ve beni büyülü-
y o r d u b u . Hiç kullanılmamış bir g r u p adalenin f a r ­
kına v a r m a k ya da uçabileceğime ilişkin ç o c u k ç a
bir rüyanın gerçekleşmesi gibiydi.
Bazen olayları, sahneleri, konuşmaları yeniden
g ö z ü m d e c a n l a n d ı r ı r d ı m . Böylece ilk seferinde g ö ­
zümden k a ç m ı ş o l a n detayları y a k a l a y a b i l i y o r d u m .
Mary, Marullo'nun elinde şekerlerle eve gel­
mesini g a r i p b u l u y o r d u . M a r y ' n i n gariplik d u y g u s u ­
na d a i m a güvenirim.
Ben, M a r u l l o ' n u n geliş nedeni o l a r a k , o n u al­
d a t m a d ı ğ ı m için t e ş e k k ü r etmek istemesini d ü ş ü n ­
m ü ş t ü m . A m a M a r y ' n i n sorusu beni bildiğim a m a
g ö r m e d e n g e ç t i ğ i m bir şeyi bulmak için yeniden d ü ­
şünmeye itmişti. M a r u l l o d a h a önce hiç bir şeyi öa'ül-
lendirmemişti. Şimdi ise gelecek bazı şeyler için
hazırlık y a p ı y o r d u . Beni kullanabileceğini anladığı
an'a kadar benimle hiç ilgilenmemişti. İş ve Sicilya
ile ilgili konuşmamızı h a t ı r l a d ı m . Bir a r a kesin ka­
rarlılığını kaybetmişti. Şu veya bu şekilde benden
bir şey istiyordu ve bir şeye ihtiyacı v a r d ı . Bunu
a n l a m a n ı n bir yolu var. O n d a n genellikle reddet­
tiği bir şeyi istersem ve o da verirse, o z a m a n d e n ­
gesini kaybettiğini ve ç o k dertli o l d u ğ u n u bilebilir­
d i m . M a r u l l o ' y u bir y a n a b ı r a k ı p Margie'yi ele a l d ı m .
M a r g i e d e y i n c e a k l ı m a hemen kadının yaşı geliyor.
«Daima seni d ü ş ü n ü y o r u m M a r g i e , dünyaları
verirdim......
Margie'nin hayalini, t a v a n d a danseden kırmızı
beneklerin yerine k o y d u m . Kendimden hiç bir şey

132
w w w . c i z g i l i f o r u m . c o m

e n g i n e l
eklemeden, o l d u ğ u gibi g ö r m e y e ç a l ı ş t ı m . Uzun bir
süredir, belki iki yıldır, karımın a r k a d a ş ı olan bir
bayan M a r g i e Young-Hunt vardı. Karımın hiç din­
lemediğim k o n u ş m a l a r ı n ı n bir p a r ç a s ı y d ı bu kadın.
Sonra birdenbire o r t a y a M a r g i e Young-Hunt ç ı k t ı ,
sonra da M a r g i e . Kutsal C u m a d a n önce de dük­
kâna gelmiş olmalıydı a m a hiç h a t ı r l a y a m ı y o r u m . O
g ü n sanki kendisini d u y u r m u ş t u . Bu t a r i h t e n ö n c e ,
ben onu nasıl g ö r e m e d i y s e m o n u n da beni görme­
miş olması m ü m k ü n d ü . A m a o g ü n d e n beri M a r g i e
vardı, hareketli ve ş a ş ı r t ı c ı . Ne istiyordu? Yapacak
hiç bir işi o l m a y a n bir k a d ı n ı n katıksız kötülüğü
olabilir mi? Yoksa bir plana göre mi hareket edi­
yordu? Bence, o n u n f a r k ı n a v a r m a m v e o n u d ü ş ü n ­
mem için kendini b a n a d u y u r m u ş t u .
Sanırım, ikinci fal b a k m a işine iyi niyetlerle baş­
lamıştı, her z a m a n k i cilalı ve profesyonelce başarı­
sını gösterecekti. A m a bir şey o l m u ş ve d u r u m u
bozmuştu. Ne M a r y , ne de ben o n u sinirlendirecek
bir şey söylemiştik. G e r ç e k t e n yılanı g ö r m ü ş müy­
dü? Bu en basit ve galiba da en d o ğ r u a ç ı k l a m a y d ı .
Belki gerçekten sezgileri kuvvetliydi, b a ş k a zihin­
leri kolayca o k u y a b i l i y o r d u . Önemli olan beni ıbir
değişmenin o r t a y e r i n d e y a k a l a y ı p b u n a inanmamı
kolaylaştırmış o l m a s ı y d ı . A m a belki de t e s a d ü f t ü r .
Peki, hiç niyeti olmadığı halde o satıcıyla M a n t a u k ' a
gitmesinin ve M a r u l l o ' y a herseyi a n l a t m a s ı n ı n ne­
deni neydi? Nedense söylemeye niyeti olmadığı bir-
şeyi söyleyeceğine i n a n m ı y o r u m . Tavanarasındaki
kitaplığın bir yerinde Bering'in m i , y o k B a r a n o v ' u n ,
1800'lerde yaşamış A l e x a n d e r B a r a n o v ' u n hayat hi­
kâyesi olacak. O Rus devlet adamının kitabında,
Alaska'nın b ü y ü c ü l e r için hapishane olarak kulla­
nılmasına ait bilgiler v a r d ı r m u t l a k a . U y d u r m a bir
hikâyeye benzemiyor hiç. B a k m a m gerekiyor. Belki
de şimdi Mary'yi u y a n d ı r m a d a n o r a y a ç ı k a b i l i r i m .
Tam bu sırada eski meşe merdivenlerin gıcır­
dadığını d u y d u m , s o n r a ikinci ve ü ç ü n c ü defa duy
d u m . Evin ısıya g ö r e genişleyip daralması değildi
nedeni, uykusunda gezen Ellen olmalıydı.
Kızımı severim elbette a m a zeki olduğu

133
kadar kıskançtır, bu da (beni k o r k u t u y o r . Dai­
ma kardeşini ki9kanmıştır, bazen beni de kıs­
kanıyor galiba. Cinsel konularla ç o k erken ilgilen­
meye başladı bence. Belki babalar hep böyle his­
seder. Çok k ü ç ü k k e n , erkeklik o r g a n ı n a d u y d u ğ u
a ç ı k ilgi ç o k u t a n d ı r ı c ı y d ı . Sonra farklılığı keşfetti.
Dergilerde sözü edilen melek m a s u m l u ğ u n d a bir
genç-kız değildi a r t ı k . Ev sinirden kaynıyor, duvar­
lar huzursuzluktan t i t r i y o r l a r d ı . Böyle geçiş ç a ğ ı n ­
d a k i kızların b ü y ü c ü l ü ğ e yatkın olduklarını o k u ­
m u ş t u m , galiba d o ğ r u . Bir z a m a n h o r t l a k ş a k a y a ­
pıyor dediğimiz şeyler o l u y o r d u evde. T a b l o l a r d u ­
v a r d a n düşüyor, t a b a k l a r yerlere düşüp p a r ç a l a n ı ­
yorlardı. T a v a n a r a s ı n d a n ayak sesleri, kilerden v u ­
ruşlar d u y u l u y o r d u . Bunlara neyin sebep o l d u ğ u n u
b i l m i y o r d u m a m a Ellen'den gözlerimi a y ı r m a m a m
için yeterdi bunlar. Ellen gizli gizli d o l a ş ı y o r d u . Ge­
celeri dolaşan kediler gibiydi. Tabloların d ü ş m e s i n ­
d e n , evdeki bazı şeylerin sebepsiz yere kırılmasın­
d a n , v u r m a seslerinden Ellen'in s o r u m l u o l m a d ı ğ ı ­
na inandırdım kendimi. A m a sonra birşey f a r k e t t i m .
Ellen evde y o k k e n hiç bir şey o l m u y o r d u . Hortlak
geldiğinde kızım o t u r m u ş b o ş l u ğ a b a k ı y o r o l u r d u
a m a o an .bizimle birlikte değildi, bu kesin. Ben
ç o c u k k e n , eski Havvley evinin, püriten k o r s a n a t a ­
larımızdan birinin hayaleti t a r a f ı n d a n ziyaret edil­
diği söylenirdi. Yazılı belgelere göre, bu y ü r ü y e n ,
d o l a ş a n ve inleyen bir hayaletti. Merdivenler onun
g ö r ü n m e z ağırlığı a l t ı n d a g ı c ı r d a r d ı . Evde bir ö l ü m
o l a c a ğ ı zaman duvarlara v u r u r d u . İşler y o l u n d a y k e n
d e v u r u r d u . A m a hortlak böyle değildi, k ö t ü niyetli,
uğursuz, zarar veren, kinci biriydi. Değersiz şeyleri
asla k ı r m a d ı . Sonra birden gidiverdi. Ben o n a hiç
i n a n m a d ı m . Orada o l u ş u , kırılan porselenler, par­
ç a l a n a n resimler bir y a n a bırakılırsa ailemiz için bir
şaka konusuydu.

H o r t l a k g i t t i k t e n s o n r a , şimdi yaptığı gibi Ellen


u y k u s u n d a y ü r ü m e y e başladı. Merdivenlerden inen
yavaş a m a kararlı adımları d u y u y o r d u m . Aynı a n d a
M a r y derin bir nefes aldı, birşeyler m ı r ı l d a n d ı . Hafif
bir rüzgâr başladı ve t a v a n d a k i dalların gölgesini
hareketlendirdi.

134
Yavaşça y a t a k t a n ç ı k ı p r o b d ö ş a m b r ı m ı giydim.
Ben de herkes gi,bi uyurgezerlerin u y a n d ı r ı l m a m a s ı
gerektiğine i n a n ı r ı m .
Söylediklerimden sanki kızımı s e v m l y o r m u ş u m
gibi bir a n l a m ç ı k ı y o r , a m a s e v i y o r u m . Yalnızca onu
a n l a y a m a d ı ğ ı m için nedense k o r k u y o r u m o n d a n .
Eğer merdivenin d u v a r a bitişik olan y a n ı n a ba­
sılırsa gıcırdamaz. Gençliğimde k a ç a m a k y a p t ı ğ ı m
bir gece k e ş f e t m i ş t i m b u n u . Mary'yi rahatsız etme­
m e k için b u g ü n bile bu bilgiyi kullanırım. Şimdi de
p a r m a k l a r ı m l a duvarı y o k l a y a r a k y a v a ş ç a aşağı in­
d i m . S o k a k l a m b a s ı n d a n gelen hafif sarı ışık k a ­
ranlığı b ö l ü y o r d u . Ellen'i g ö r e b i l i y o r d u m . Kızım be-
yazlaşmış gibiydi, belki de beyaz geceliği yüzünden
y a n ı l ı y o r d u m . Yüzü gölgede kalıyordu a m a kolları
ve elleri ışık içindeydi. Değersiz aile hatıralarının
d u r d u ğ u c a m kapaklı b ü f e n i n ö n ü n d e duruyordu.
O y m a gemici işleri v a r d ı , demirler, kürekler ve için­
deki gemicilerle sandallar hepsi dişe benzeyen b a ­
lina kemiğinden o y u l m u ş t u . Belle-Adair'in k ü ç ü k bir
modeli de v a r d ı , t o p l a n m ı ş yelkenleri, ipleri vernikle
parlıyordu g e m i n i n . Eski k a p t a n l a r ı n Çin'e y a p t ı k ­
ları y o l c u l u k l a r d a n kalan Chinoiserie p a r ç a l a r ı , a b a ­
nozlar, fildişi, gülen ya da ciddi tanrılar. B u d a , gül-
a ğ a c ı n d a n , s a b u n a ğ a c ı n d a n ve bazıları da yeşilden
oyulmuş çiçekler, s a y d a m , güzel incecik f i n c a n l a r
vardı. Bunların bazıları değerliydi belki, a r t ı k b u ­
lunmayan şekilsiz at heykelleri ö r n e ğ i n . A m a b u n l a ­
rın değerli olması rastlantı o l m a l ı y d ı . Ç ü n k ü o ge­
m i c i , balina ö l d ü r e n a d a m l a r iyiyi k ö t ü y ü ayırabilir­
ler miydi? Ya da ayırırlar mıydı?
Dolap b e n i m için d a i m a kutsal bir yer o l m u ş t u .
A t a l a r ı m ı n Romalı m a s k e l e r i , a y d a n d ü ş m ü ş t a ş l a r a
oydukları tanrı figürleri vardı d o l a p t a . M u h a b b e t o t u
bile vardı, a s ı l m ı ş bir a d a m ı n ölüm aşılayan s p e r m ­
lerinden o l u ş m u ş kusursuz b i r k ü ç ü k a d a m vardı.
Ve bir de denizkızı... iyice s o l m u ş t u a r t ı k a m a ger­
ç e k t e n usta İşiydi. Bir insanın ön t a r a f ı y l a balığın
a r k a tarafını akıllıca birleştirmişti onu y a p a n kişi.
Yıllar g e ç t i k ç e k u r u m u ş dikişleri o r t a y a ç ı k m ı ş t ı
a m a k ü ç ü k dişlerini göstererek g ü l ü y o r d u hâlâ.

135
Her ailenin sihirii, k u ş a k l a n kuşağa d e v a m eden,
r a h a t l a t a n ve d ü ş ü n d ü r e n bir eşyası o l d u ğ u n a emi­
nim. Bizimkisi, nasıl a n l a t s a m , s a y d a m , y u v a r l a k
bir t a ş t ı . Belki kuvartz, belki de y e ş i m t a ş ı n d a n d ı r ,
hatta sabuntaşı bile olabilir. Çapı 16 c m . , yüksekliği
5 c m . civarındadır ve yuvarlaktır. Üzeri kıvrımlı, ha-
reketliymiş gibi g ö r ü n e n g e r ç e k t e ise hiç kımılda­
m a y a n dalgalarla süslüdür. Canlıydı a m a başı, kuy­
ruğu ya da başlangıcı, sonu y o k t u . D o k u n u l d u ğ u za­
man pürüzsüz d e ğ i l d i , deri gibi hafif y a p ı ş k a n d ı da
a m a d o k u n u n c a sıcak o l d u ğ u anlaşılırdı, içini gö­
rebilirdiniz de ö b ü r yanı göremezdiniz. Galiba be­
nim k a n ı m d a n olan eski denizcilerden biri bunu Çin'
den getirmişti. Sihirliydi, o n a b a k m a k d o k u n m a k ,
yanağınıza sürtmek ya da o k ş a m a k ç o k zevkliydi.
Bu g a r i p ve sihirli taş c a m d o l a p t a y a ş a r d ı . Çocuk­
l u ğ u m d a , delikanlılığımda ve b ü y ü d ü k t e n s o n r a da
bu taşı elime a l m a m a d o k u n m a m a izin vardı, a m a
evden dışarı ç ı k a r m a m y a s a k t ı . Rengi, büklümleri
ve d o k u s u benim g e r e k s i n m e l e r i m e göre değişirdi.
İlk önceleri o n u yürek s a n ı r d ı m , sonraları uzaktan
alev p l e v y a n a n , ağrıyan bir şey olarak kabul e t t i m .
Çok daha s o n r a ise beyin ya da bir bilmece o l a r a k
g ö r d ü m o n u , başı ve sonu o l m a y a n , hareket eden,
s o r u s u n u kendi içinde t a ş ı y a n ve onu b o z a c a k ya­
nıtlara gerek d u y m a y a n , başlangıçsız veya onu sı-
nnlandıracak bir sonu o l m a y a n birşeydi o.
Cam dolabın, eski z a m a n l a r d a n kalma bir kilidi
ve d a i m a kilitte d u r a n Ibüyük kare prinçten bir a n a h ­
tarı v a r d ı .
Uyuyan kızım, sihirli t a ş ı eline almıştı, sanki
canlıymış gibi onu o k ş u y o r d u . Henüz o l g u n l a ş m a m ı ş
göğsüne b a t ı r d ı , yanağına s ü r d ü , süt emen enik gibi
kokladı. Özlem ve zevk a n l a t a n bir şarkı mırıldanı­
y o r d u a l ç a k sesle.
Ellen'in içi kırıp d ö k m e k arzusuyla doludur. Ö n ­
ce taşı yere a t ı p k ı r a c a k ya da bir yere s a k l a y a c a k
diye k o r k t u m a m a şimdi taşın ellerinde, bir a n n e ,
bir ç o c u k , bir âşık yerine geçtiğini g ö r ü y o r d u m .
Kızımı k o r k u t m a d a n nasıl uyandırabilirim diye
d ü ş ü n d ü m . Uykuda gezenleri neden uyandırırlar?

136
Kendilerine zarar verebileceklerinden k o r k t u ğ u m u z
için mi? Başlarına bir şey geldiğini d u y m a d ı m , s a ­
dece uyandırılırlarsa bir şey olabilirmiş. Neden a r a ­
ya gireyim? Bu a c ı ve k o r k u y l a dolu bir kâbus de­
ğil ki, uyanıkların anlayışı d ı ş ı n d a kalan bir zevk
ve birlikti. Bunu b o z m a y a ne h a k k ı m var? Sessizce
geri ç e k i l i p , k o l t u ğ u m a o t u r d u m , beklemeye b a ş l a ­
dım.
Loş o d a d a d ö n e n y u v a r l a n a n , t a t a r c ı k b u l u t l a ­
rına benzeyen parlak bir ışık n o k t a c ı k l a r ı vardı s a n ­
ki. G e r ç e k t e y o k t u l a r , sanırım benim gözlerim y a n ı ­
y o r d u . Kızım Ellen'den beyazlık fışkırdığı g e r ç e k t i ,
sadece beyaz geceliğinden d e ğ i l , derisinden de f ı ş ­
kı rıyordu. Yüzünü g ö r e b i l i y o r d u m , k a r a n l ı k t a g ö r e ­
m e m e m gerekmesine rağmen. Bana k ü ç ü k bir kı­
zın yüzü gibi g ö z ü k m e d i , yaşlı da değildi a m a o l ­
g u n , t a m a m l a n m ı ş ve biçimli bir yüzdü. N o r m a l d e
hiç y a p m a z k e n şimdi d u d a k l a r ı sımsıkı kapalıydı.
Bir süre s o n r a Ellen taşı yerine k o y d u , d o l a b ı n
kapaklarını kapatıp, a n a h t a r ı n ı çevirdi. S o n r a d ö ­
nüp benim y a n ı m d a n g e ç t i , merdivenlere yöneldi.
İki şeyi hayal etmiş olabilirim, birincisi, kızım ç o ­
c u k gibi değil t a m bir kadın gibi y ü r ü y o r d u . İkin­
cisi, y ü r ü r k e n ışık s a ç m ı y o r d u artık. Bunları zihnim-
deki ç o c u k taraf u y d u r m u ş olabilir. Ne v a r ki ü ç ü n ­
cü şey g e r ç e k t i . Ç ı k a r k e n merdivenler hiç g ı c ı r d a ­
m a d ı . Tahtaların şikâyet etmediği d u v a r k e n a r ı n d a n
y ü r ü y o r olmalıydı.
Birkaç d a k i k a s o n r a peşinden g i t t i m . Yatağın­
da u y u y o r d u , üstü iyice ö r t ü l m ü ş t ü . A ğ z ı n d a n nefes
a l ı y o r d u , yüzü uyuyan bir ç o c u k y ü z ü y d ü .
İçimden gelen itici bir d u y g u y l a t e k r a r aşağı
indim ve camlı dolabı a ç t ı m . Taşı elime a l d ı m . Ei-
len'in v ü c u d u n u n ısısıyla sıcaktı. Çocukluğumda
y a p t ı ğ ı m gibi işaret p a r m a ğ ı m ı s o n s u z şekillerin
üzerinde gezdirdim ve rahatladığımı hissettim. Taş
yüzünden kendimi Ellen'e y a k ı n b u l u y o r d u m .
A c a b a bu taş kızımı b a n a , Hawley'lere y a k ı n -
îaştırmış mıydı bilmek istedim.

137
DOKUZUNCU BÖLÜM

Pazartesi günü vefasız bahar, s o ğ u k y a ğ m u r ­


larla ve b a h a r a güvenen a ğ a ç l a r ı n y a p r a k l a r ı n ı sa­
v u r a n şiddetli bir rüzgârla sanki kışa d o ğ r u geri
gitmeye b a ş l a d ı .
Çimenlere yayılmış a ç g ö z l ü , cesur serçeler dar­
m a d a ğ ı n ı k oldular, y o l l a n ve hedefleri bozuldu. Bu
yüzden değişken havaya lanetler yağdırdılar.
Sabah gezintisini y a p a n , kuyruğu savaş bayrağı
gibi dikilmiş Red Baker'la karşılaştım. Eski bir t a ­
nıdıktı. Gözlerini y a ğ m u r d a n k o r u m a k için kırpıştı­
rıyordu.
O n a , «Şu a n d a n itibaren sen ve ben sadece
g ö r ü n ü ş t e dostuz. Sana şunu söylemeliyim, g ü l ü m ­
semelerimiz vahşi bir ç a t ı ş m a y ı gizlemektedir. Se­
nin sahibinin işini bitirip b i r yere s a k l a n m a y a niye­
t i m var.» d e d i m .
M o r p h y z a m a n ı n d a geldi. Galiba beni bekli­
yordu.
«Berbat bir gün!» dedi. Yağmurluğu b a c a k l a r ı n a
d o l a n ı y o r d u . «Patronumla sosyal ilişkiler k u r m u ş s u n
diye duydum.»
«Birkaç ö ğ ü t e i h t i y a c ı m vardı. Bana çay ikram
etti.»
«Etmesi gerekirdi.»
«Nasihat dinlemenin nasıl o l d u ğ u n u bilirsin.
Senin y a p m a k istediğin ş e y e uyan nasihatleri d i n ­
lersin sadece.»
«Yatırım k o n u s u galiba.»
«Mary yeni mobilyalar istiyor. Bir kadın bir şey
istemeye niyetlendi m i , o n u süsleyip püsler, adını
' y a t ı r ı m ' koyar.»
M o r p h y , «Sadece kadınlar değil ki,» dedi. «Ay­
nı şeyi b e n de yaparım.»
«Neyse, p a r a o n u n . indirimli s a t ı ş l a r d a n biraz
alışveriş edecek.»
A n a c a d d e n i n köşesinde, Rapp'ın o y u n c a k dük-

138
kânının ince tabelasının d ü ş ü p y u v a r l a n d ı ğ ı n ı , sanki
t r a f i k kazası o l m u ş gibi sesler ç ı k a r d ı ğ ı n ı g ö r d ü k .
«Senin p a t r o n u n a n a v a t a n ı İtalya'ya ıbir gezi ya­
pacağını d u y d u m , d o ğ r u mu?»
«Bilmiyorum. Daha ö n c e hiç g i t m e m i ş olması
bana garip geliyor. O aüeler birbirlerine ç o k bağlı­
dırlar.»
«Bir f i n c a n kahve için v a k t i n var mı?»
«Dükkânı silip s ü p ü r m e m gerek. Tatilden son­
raki sabahlar işler y o ğ u n olur.»
«Amaan, boşver. Yaşamana bak. Bay Baker'in
şahsi d o s t u olan birinin kahveye a y ı r a c a k zamanı
vardır.»
Bunu herhangi bir kasıtla söylememişti a m a
kulağa y a p m a c ı k geliyordu. M o r p h y herşeyi m a s u m
ve iyi niyetli gösterebilirdi.
Foremaster lokantasına sabahları kahve içmek
için bir kere bile u ğ r a m a m ı ş t ı m . K a s a b a d a o r a y a git­
meyen tek kişi bendim g a l i b a . Bu bir alışkanlık, bir
âdetti oysa.
Tezgâhın yanındaki taburelere tünedik. Bayan
L y n c h , okulda sınıf a r k a d a ş ı m d ı , talbaklara bir d a m ­
la kahve d ö k m e d e n fincanlarımızı d o l d u r d u . Finca­
nın yanındaki k ü ç ü k kavanozda k r e m a vardı a m a
Bayan Lynch pize iki kesme şeker vermekle yetindi.
M o r p h y a t ı l d ı : «Yılan gözieri.»
B a y a n L y n c h , Bayan Lynch şu bayan lafı
a r t ı k isminin ve tabii kendisinin bir parçası o l m u ş t u .
B u n d a n asla k u r t u l a m a y a c a k t ı , galiba. Burnu her
sene biraz d a h a k ı z a r ı y o f d u , a m a içkiden değildi si­
nüziti vardı.
«Günaydın Ethan.» dedi. «Birşey mi kutluyor-
sun?»
«Beni o sürükledi» dedim, s o n r a bir içtenlik
gösterisi y a p m a k için ekledim ; «Annie.»
Kafasına bir y u m r u k yemiş gibi sarsıldı, s o n r a
birden anladı ve g ü l ü m s e d i . Şimdi t ı p k ı 5. sınıftaki
halini a n d ı r ı y o r d u . «Seni g ö r d ü ğ ü m e sevindim Et­
han,» diyerek b u r n u n u kâğıt mendile sildi.
«Duyduğum zaman epey şaşırdım» dedi M o r p h y .
Şekerin kâğıdını y ı r t m a y a u ğ r a ş ı y o r d u . Tırnakları

139
cilalıydı. «Aklına bir fikir gelir s o n r a iyice yerleşir.
Sen de onu gerçek sanırsın. Eğer gerçek değilse bu
defa korkarsın.»
«Neden sözettiğini anlayamadım.»
«Galiba b e n de a n l a m ı y o r u m . Kahrolası kâğıt­
lar. Neden bunları bir kavanoza koymazlar?»
«Belki ç o k fazla kullanılmasın diye.»
«Herhalde. Bir süre sadece şekerle karnını do­
yuran birini t a n ı m ı ş t ı m . O t o m a t i k m a k i n e y e giderdi.
Kahve on sentti, y a n s ı n ı içip f i n c a n ı şekerle d o l d u ­
r u r d u . En azından a ç l ı k t a n ölmesini engelliyordu.»
Her zamanki gibi, sözünü ettiği kişinin kendisi
o l u p olmadığını d ü ş ü n d ü m . M a n i k ü r y a p t ı r a n , sert,,
g a r i p ve yaşını göstermeyen biriydi. D ü ş ü n m e tek­
niği ve işinde gösterdiği başarı, o n u n iyi eğitim
g ö r m ü ş biri o l d u ğ u n u d ü ş ü n d ü r ü y o r d u . K ü l t ü r ü , bil­
gisi, bu garip çifte kişilikli k o n u ş m a s ı n d a gizliydi,
parlak, sert ve sağlam sözcüklerle k o n u ş u r k e n , bir­
den cahil biri gibi k o n u ş a b i l i y o r d u .
«Bu yüzden mi tek şeker kullanıyorsun?» diye
sordum.
Gülümsedi : «Herkesin bir teorisi vardır,» dedi.
«Ben bir insanın neden y ı p r a n m ı ş olduğuyla ilgilen­
m e m , ç ü n k ü o n u n bir y ı p r a n m a teorisi vardır. Teo­
riler seni yol işaretlerini izlemekten vazgeçirip bir
t o p r a k yola girmeni sağlayabilir. İşte senin patron
beni b u r a d a yanılttı.»
Uzun z a m a n d a n beri evden b a ş k a b i r yerde
kahve içmemiştim. Kahve iyi değildi, t a d ı kahveye
benzemiyordu a m a s ı c a k t ı , g ö m l e ğ i m e d e birkaç
d a m l a d ö k t ü ğ ü m d e n renginin kahverengi o l d u ğ u n u
biliyordum.
«Ne demek istediğini bulamıyorum.»
«Bu fikre neden kapıldığımı bulmaya çalışıyo­
rum. Kırk yıldır b u r a d a o l d u ğ u n u söylediği için her­
halde. Otuz beş veya otuz yedi yıl t a m a m . A m a kırk
yıl olmaz.»
«Hâlâ anlayamadım.»
«Bu da 1920 d e m e k t i r . Hâlâ b u l a m a d ı n mı? Bilir­
sin, b a n k a c ı l ı k t a insanları ç a b u k t a n ı m a k şarttır.
Pek çok kural öğrenirsin. Düşünmezsin bile o ye-

140
r i n i bulur. Yanılabilirsin de. Belki 1920'de gelmiştir.
A m a yanılabilirim.»
Kahvemi b i t i r d i m : «Temizlik v a k t i geldi,» de­
dim.
«Sen de beni yanılttın,» dedi M o r p h y . «Eğer
s o r u s o r s a y d ı n a n l a t m a z d ı m , a m a s o r m a d ı n . Ben
de a n l a t a c a ğ ı m . 1921'de ilk g ö ç m e n engelleyici yasa
«çıktı.»
«Yani?»
«1920'de gelmiş olabilir. 1921'de gelemezdi çün­
kü.»
«Evet?»
«Yani Ibence, 1921'de a r k a k a p ı d a n geldi, kaçak
olarak yani. Bu yüzden de İtalya'ya g i d e m i y o r ç ü n ­
kü p a s a p o r t alamaz.»
«Hey A l l a h ı m , iyi ki b a n k a c ı değilim.»
«Olsaydın benden iyi b a n k a c ı o l u r d u n . Ben çok
k o n u ş u y o r u m . Eğer g e r ç e k t e n g i d i y o r s a yanıldım
demektir. Bekle, ,ben de g e l i y o r u m . Kahveler ben­
den.»
«Hoşçakal Annie,» dedim.
«Yine gel Eth. Hiç u ğ r a m ı y o r s u n . »
«Gelirim.»
Sokağı g e ç e r k e n M o r p h y , «Patronuna bu ko­
n u ş m a m ı z d a n sözetmezsin değil mi?» dedi.
«Neden söyleyeyim?»
«Ben neden a n l a t t ı m ? Bu k u t u d a ne var?»
«Şövalye Templar'ın ş a p k a s ı . Tüyü sararmış.
Yemden beyaza b o y a r l a r mı diye araştıracaktım.»
«Senin mi?»
«Ailemizin idi. George W a s h i n g t o n c u m h u r b a ş ­
kanı o l m a d a n ö n c e masonduk.»
«O da M a s o n m u y d u ? Ya Bay Baker?»
«Onun ailesinde de M a s o n l a r vardı.»
A r a s o k a ğ a gelmiştik. M o r p h y b a n k a n ı n a r k a
k a p ı s ı n ı n a n a h t a r ı n ı a r ı y o r d u . «Belki de bu yüzden
kasayı loca toplantısı y a p a r gibi a ç ı y o r u z . M u m l a r
y a k s a k yeridir. Kutsal bir şey bizim kasa.»
«Morphy,» d e d i m , «bu sabah s a ç m a l a y ı p dur­
d u n . Paskalya r u h u n u a r ı t m a m ı ş senin.»
«Sekiz g ü n e kadar belli olur,» d e d i . «Ciddiyim.

141
w w w . c i z g i l i f o r u m . c o m

e n g i n e l
Saat dokuz o l d u ğ u n d a en kutsal varlık ö n ü n d e ç ı ­
rılçıplak duracağız. S o n r a Peder B a k e r d i z ç ö k ü p
kasayı a ç a c a k v e hepimiz büyük t a n r ı nakit p a r a ­
nın önünde eğileceğiz.»
«Senin a k l ı n d a n zorun mu var Morphy?»
« M ü m k ü n . Kahrolası m o r u k kilit. Buz kıracağı
ile açılır a m a a n a h t a r l a asla!» A n a h t a r l a biraz u ğ ­
raştı, s o n r a kapı a ç ı l ı n c a y a kadar t e k m e l e r indirdi.
Cebinden bir kâğıt mendil ç ı k a r ı p kilit dilinin girdiği
yuvaya s o k u ş t u r d u .
Az d a h a , «bu tehlikeli değil mi?» diye s o r a c a k ­
t ı m . A m a ben s o r m a d ı ğ ı m halde o cevap verdi.
«Kahrolasıca şey, kendi kendine açılmaz. Baker k a ­
sayı a ç t ı k t a n sonra bu kapının kilitli olup o l m a d ı ğ ı n ı
k o n t r o l e gelir. M a r u l l o h a k k ı n d a k i pis şüphelerimi
o n a a n l a t m a e m i . Bana hemen d ü ş m a n olabilir.»
«Tamam Morphy,» d e d i m . Kendi k a p ı m a d ö ­
nüp, her sabah içeri g i r m e k için u ğ r a ş a n kediyi
a r a d ı m . Yoktu.
İçeri girdiğimde d ü k k â n bana değişmiş ve yeni
g ö r ü n d ü . Daha ö n c e hiç g ö r m e d i ğ i m şeyleri gör­
d ü m . 'Beni sinirlendiren ve canımı sıkan şeyleri ise
g ö r m e d i m . Neden o l m a s m ? Dünyaya yeni gözlerle
h a t t a yeni merceklerle b a k m a l ı yepyeni bir d ü n ­
y a y a bakmalı insan. T u v a i e t t e k i d a m l a y a n s i f o n d a n
hafif bir ses g e l i y o r d u . M a r u l l o t a m i r e t t i r m i y o r d u ;
ç ü n k ü s u saatimiz y o k t u . D ü k k â n ı n ö n t a r a f ı n a g i ­
dip, eski model terazinin üzerinde duran kiloluk
ağırlığı sifon zincirine b a ğ l a d ı m . Sifon b o ş a l d ı , s u
devamlı b o ş a l a c a k t ı artık. D ü k k â n ı n ö n t a r a f ı n a g i ­
dip sesi dinledim. Gayet iyi d u y u l u y o r d u . Öyle bir
sesti ki bu, b a ş k a hiçbir sesle karıştırılamazdı. Gi­
dip ağırlığı aldım ve yerine k o y d u m . Ben de tez­
g â h ı n a r k a s ı n d a k i k ü r s ü m e yerleştim. Raflarda k o n g ­
re üyeleri bekleşiyorlardı. Zavallılar, bir yere kımıl-
dayamazlar. Kahvaltılıkların b u l u n d u ğ u rafın üze­
rinde d u r a n k u t u ve ü s t ü n d e k i gülümseyen M i k i Fare
maskesi d i k k a t i m i ç e k t i . Allen'e v e r d i ğ i m sözü ha­
t ı r l a t m ı ş t ı bana. Üst r a f l a r d a k l malzemeleri indir­
meye y a r a y a n s o p a m ı bulup kutuyu aşağı i n d i r d i m .
Depoda d u r a n p a l t o m u n a l t ı n a k o y d u m . K ü r s ü m e

142
d ö n d ü ğ ü m d e bu kez bir diğer Miki Fare g ü l ü m -
süyordu.
Konservelerin a r k a s ı n a uzanıp, bozuk paraları
k o y d u ğ u m keseyi d ı ş a r ı o ı k a r d ı m . Birden b a ş k a bir
şey h a t ı r l a d ı m , elimi biraz d a h a ileri uzattım ve b i l ­
dim bileli o r a d a d u r a n y a ğ l ı , eski 38 kalibrelik t a ­
b a n c a y ı b u l d u m . G ü m ü ş bir İver J o h n s o n ' d u a m a
gümüşü çoktan kararmıştı. Silahı a ç t ı m , içindeki
k u r ş u n l a r yemyeşil o l m u ş t u . Silindiri o k a d a r e s k i ­
den y a ğ l a n m ı ş t ı ki şimdi ç o k zor d ö n ü y o r d u . Bu
sevimsiz ve büyük olasılıkla tehlikeli aleti kasanın
a l t ı n d a k i ç e k m e c e y e k o y d u m . Temiz bir önlük aiıp
belime b a ğ l a d ı m .
Dünyanın g ü ç l ü kişilerinin k a r a r l a r ı n ı , faaliyet­
lerini ve d o s t l u k l a r ı n ı m e r a k etmeyen v a r m ı d ı r ?
Güçlüler, d o ğ u ş t a n m a n t ı k l ı , faziletle d o n a n m ı ş ki­
şiler midir y o k s a bazıları raslantıların, hayallerin, r ü ­
y a l a r ı n ve b i z i m kendimize a n l a t t ı ğ ı m ı z masalların
s o n u c u o l a r a k mı g ü ç l ü o l m u ş l a r d ı r ? Ne k p d a r uzun
süredir hayal k u r d u ğ u m u iyi biliyorum. Ç ü n k ü bu
M o r p h y ' u n iyi b i r b a n k a s o y g u n u n u n nasıl o l m a s ı
g e r e k t i ğ i n i anlattığı gün başladı. Yetişkinlerin be­
ğenmediği ç o c u k ç a bir zevkle o n u d i n l e m i ş t i m . Dük­
k â n d a k i y a ş a n t ı m a paralel bir o y u n d u bu. Ve s a n k i
olan herşeyin bu o y u n d a bir yeri v a r d ı . A k m a k t a
olan t u v a l e t , Allen'in istediği Miki Fare m a s k e s i ,
kasanın açılış ö y k ü s ü . Yeni açılar, yeni olaylar ka­
tılıyordu, oyuna. Ara sokaktaki kapının kilidinde
yağlı mendil v a r d ı . O y u n yavaş yavaş büyüyordu
a m a b u sabaha k a d a r s a d e c e z i h n i m d e y d i . T u v a ­
letteki zincire a s t ı ğ ı m ağırlık, zihnimdeki o y u n a y a p ­
t ı ğ ı m ilk fiziksel y a r d ı m d ı . Eski silahı b u l m a k da
ikincisiydi. Şimdi z a m a n l a m a y ı y a p m a l ı y d ı m . O y u n
kesinlikle b ü y ü y o r d u .
Hâlâ babamın büyük g ü m ü ş H a m i l t o n saatini
kullanıyordum. Kolları kalın, harfleri k o c a m a n siyah
m ü k e m m e l bir s a a t t i . Z a m a n ı g ö s t e r m e k a ç ı s ı n d a n
tabii, güzellik a ç ı s ı n d a n d e ğ i l . Bu s a b a h , d ü k k â n ı
süpürmeden ö n c e saatimi g ö m l e ğ i m i n cebine koy­
d u m . Zamanı k o n t r o l e t t i m . Öyleki 9'a 5 kala ön k a ­
pıları a ç m ı ş ve kaldırım! d ü ş ü n c e l i d ü ş ü n c e l i s ü -

143
p ü r m e y e .başlamıştım. Bir hafta s o n u n d a ne kadar
ç ö p biriktiğini g ö r m e k hayret vericiydi, y a ğ m u r yü­
zünden iyice b u l a m a ç o l m u ş t u üstelik.
B a b a m ı n saati gibi bankamız da dakik bir m a ­
kineydi. 9'a 5 kala Bay Baker Karaağaç s o k a ğ ı n d a n
geldi. Harry Robbit ve Edith Alden o n u g ö z l ü y o r
olmalıydılar. Hemen Foremaster l o k a n t a s ı n d a n ç ı ­
kıp, yolun o r t a s ı n d a Bay Baker'e katıldılar.
«Günaydın Bay Baker,» diye seslendim. «Günay­
dın Edith, Harry!»
«Günaydın Ethan. Senin h o r t u m a ihtiyacın var,
a n c a k öyle temizlenir.» Bankaya girdiler.
Süpürgemi d ü k k â n ı n girişine d a y a d ı m . Ağırlığı
yerinden a l ı p kasanın a r k a s ı n a geçip, çekmeceyi
a ç t ı m . Hızlı a m a t e m k i n l i d a v r a n ı y o r d u m . Depoya
g i d i p ağırlığı sifon zincirine a s t ı m . Önlüğümün
eteklerini belime t o p l a y ı p y a ğ m u r l u ğ u m u giydim.
S o n r a a r k a kapıya gidip, kapıyı a ç t ı m . Saatimin si­
yah yelkovanı 12'yi gösterdiği anda yangın kulesinin
çanı ç a l m a y a başladı. A r a s o k a k b o y u n c a sekiz
a d ı m y ü r ü d ü m , yirmi a d ı m d a zihnimden s a y d ı m .
Dudaklarım hiç k ı p ı r d a m ı y o r d u , sadece ellerim oy­
n u y o r d u , on saniye izin verdim, t e k r a r ellerimi
hareket e t t i r d i m . T ü m bunları zihnimde g ö r ü y o r d u m .
Ellerim gerekli hareketleri y a p a r k e n , ben sayıyor­
d u m , yirmi a d ı m , hızlı a m a t e m k i n l i , sonra sekiz a d ı m
d a h a . A r k a kapıyı k a p a t ı p , y a ğ m u r l u ğ u m u ç ı k a r d ı m ,
ö n l ü ğ ü m ü düzelttim. Tuvalete gidip ağırlığı a l d ı m ,
suyun a k m a s ı n ı d u r d u r d u m , tezgâhın a r k a s ı n a geçip
çekmeceyi ç e k t i m . Ş a p k a k u t u s u n u a ç t ı m , k a p a t t ı m
ve bağladım. Girişe y ö n e l d i m , s ü p ü r g e m i aldım ve
saatime b a k t ı m . 9'u iki d a k i k a yirmi saniye geçiyor­
d u . Çok iyiydi a m a biraz daha pratik y a p s a m iki
dakikanın altına inerdim.
Kaldırımın henüz yarısını bitirmiştim ki polis
şefi Stoney Foremaster l o k a n t a s ı n d a n çıkıp geldi.
«Günaydın Eth. Bana hemen 250 g r a m y a ğ , y a ­
r ı m kilo u n , bir şişe süt ve bir düzine y u m u r t a ver.
Evde herşey bitmiş.»
«Hemen şef. işler nasıl?» İstediklerini t o p a r l a ­
yıp torbaya koydum.

144
«İyi!» dedi. «Demin de geldim a m a sen tuva
letteydin.»
«Bütün o katı y u m u r t a l a r d a n k u r t u l a b i l m e m bir
h a f t a sürer.»
«Bu d o ğ r u işte!» d e d i . «Herkesin gitmesi gerek,
o n u n da gitmesi gerek.»
Söylediği t a m a m e n d o ğ r u y d u .
Stoney t a m g i d e c e k k e n , s o r d u «Arkadaşın Dan-
ny Taylor'a ne oldu?»
«Bilmem, hasta mı?»
«Hayır ç o k iyi g ö r ü n ü y o r d u . Tertemiz olmuş.
A r a b a d a o t u r u y o r d u m . İmzasını a t a r k e n t a n ı k o l m a ­
mı istedi.»
«Ne için?»
«Bilmiyorum. Elinde iki t a n e kâğıt vardı a m a ben
göremeden a r k a l a r ı n ı çevirdi.»
«İki k â ğ ı t mı?»
«Evet, iki. İki kere imza a t t ı . Ben de iki kez t a ­
nık oldum.»
«Ayık mıydı?»
«Öyle g ö r ü n ü y o r d u . Saçlarını kestirmiş, kravatı
da vardı.»
«Keşke inanabilsem şef.»
«Ben de. Zavallı a d a m . Galiba d e n e m e k t e n vaz­
geçemiyorlar. Eve gitmeliyim.» Ç a b u c a k uzaklaştı.
Stoney'in karısı kendisinden yirmi y a ş k ü ç ü k t ü . Kaldı­
rımı s ü p ü r m e y e d e v a m e t t i m . Kendimi kötü hisset­
t i m . Belki ilk d e f a l a r hep böyle z o r olur.
İşlerin ç o k o l a c a ğ ı n ı söylerken haklıymışım.
Sanki k a s a b a d a k i herkesin, herşeyleri bitmişti. Mey-
va ve sebze siparişlerimizi öğleden evvel gelmedi­
ğinden d ü k k â n d a az mal vardı. B u n a r a ğ m e n müş­
terilere yetişebilmek için epey t e r d ö k t ü m .
M a r u l l o s a a t on c i v a r ı n d a geldi ve nedense b a ­
na y a r d ı m e t t i . T a r t t ı , paketledi ve parayı kasaya
k o y d u . Çok uzun z a m a n d ı r d ü k k â n d a y a r d ı m e t m i ­
y o r d u . Ç o ğ u n l u k l a şehirde o t u r a n arazi sahibi gibi
gelip e t r a f t a dolaşır, bakınır ve giderdi. A m a bu s a ­
b a h yeni gelen malların k u t u l a r ı n ı , sandıklarını aç­
m a m a d a y a r d ı m e t m i ş t i . Bence M a r u l l o ç o k huzur­
suzdu ç ü n k ü o n a b a k m a d ı ğ ı m z a m a n beni inceli-

145
y o r d u . K o n u ş a c a k zamanımız olmamıştı a m a göz­
leri üzerimdeydi, hissediyordum. Şu rüşvet teklifini
reddettiğim içindi herhalde. Belki de M o r p h y hak­
lıydı. Bazı insanlar sizin d ü r ü s t davrandığınızı d u ­
y u n c a , bunun a l t ı n d a namussuz bir sebep arıyor­
lardı. Bu «acaba b u n d a n ç ı k a r ı ne?» t u t u m u , i s k a m ­
bil oynar gibi kendi hayatlarıyla o y n a y a n insanlarda
ç o k g ü ç l ü olmalı. Bu d ü ş ü n c e beni g ü l d ü r d ü , yüzeye
bir tek k a b a r c ı k bile ç ı k a r m a d a n içimin t a a d e r i n ­
liklerinden g ü l d ü m .
Saat on bir c i v a r ı n d a M a r y ' i m geldi. Yeni p a ­
m u k l u elbisesi içinde p a r l ı y o r d u . Sanki zevkli a m a
tehlikeli bir şey y a p m ı ş gSbi neşeli, soluk soluğa ve
güzel g ö r ü n ü y o r d u . Yapmıştı d a . Bana kahverengi
iri bir zarf uzattı.
«Bunu istediğini düşündüm.» d e d i . H o ş l a n m a d ı ğ ı
insanlara yaptığı gSbi parlak k ü ç ü k bir gülümsemeyle
Marullo'yu selamladı. M a r u l l o ' y u da sevmez ve g ü -
venmezdi. Kadınların kocalarının p a t r o n u n u ya da
sekreterini hiç sevmedikleri gerçeğine u y u y o r d u b u .
«Teşekkür ederim canım,» d e d i m . «Çok d ü ş ü n ­
celisin. Seni Nil nehrinde sandal gezintisine g ö t ü r e -
meyeceğim için affet.»
«Meşgulsün.» d e d i .
«Herşey t a m a m mı sevgilim?»
«Tabii. İşte liste b u r a d a . A k ş a m bunları eve
getirir m i s i n ? Şimdi veremezsin, işin var.»
«Katı y u m u r t a yok değil mi?»
«Yok c a n ı m . Bir sene süreyle yok.»
«Şu paskalya yiyecekleri pek tatsız.»
«Margie bizi bu a k ş a m Foremaster l o k a n t a s ı n a
yemeğe davet etti. Bizi hiç eğlendiremediğini söy­
ledi.»
«Güzel» dedim.
«Evi ç o k ufakmış.»
«Öyle mi?»
«Seni meşgul etmeyeyim.» dedi.
M a r u l l o ' n u n gözleri elimdeki kahverengi z a r f a
ç a k ı l m ı ş t ı . Ö n l ü ğ ü m ü n a l t ı n a sokup, cebime koy­
d u m . Banka zarfı o l d u ğ u n u biliyordu. Zihni t a v ş a n
kokusu almış köpek gibi a r a ş t ı r ı y o r d u .

146
M a r y , «Size şekerler için t e ş e k k ü r etmeye fır­
sat b u l a m a d ı m Bay Maruilo. Ç o c u k l a r ç o k sevindi­
ler.» dedi.
«Paskalya için hediyeydi. Bahar gelmiş gibi g i ­
yinmişsiniz.»
«Teşekkür ederim. Islandım d a . Y a ğ m u r dindi
s a n m ı ş t ı m a m a yine başladı.»
«Benim y a ğ m u r l u ğ u m u al Mary.»
«Olur mu hiç. Şimdi geçer. Haydi sen m ü ş t e r i ­
lerine dön.»
Oyun b o z u l u y o r d u . Bay Baker geldi içeri b a k t ı ,
müşterileri g ö r ü n c e «sonra gelirim» d i y e r e k g i t t i .
Hâlâ müşteri geliyordu, öğleye k a d a r geldiler ve
sonra genellikle o l d u ğ u gibi alışveriş d u r d u . İnsan­
lar öğle yemeği y i y o r d u . S o k a k t a k i t r a f i k d u r d u . Sa­
bahtan bu yana ilk kez1 hiç kimse bir şey istemiyor­
d u . A ç t ı ğ ı m k u t u d a n biraz daha süt içtim. D ü k k â n ­
dan aldığım herşeyi k a y d e d i y o r d u m , ü c r e t i m d e n d ü ­
şüyorduk. M a r u i l o bana t o p t a n f i y a t ı n d a n veriyor­
d u . Epey f a r k ediyordu b u . Böyle olmasa benim
aldığım parayla geçinemezdik.
Tezgâhın a r k a s ı n d a d u v a r a yaslanıp kollarını
k a v u ş t u r d u , canı a c ı y ı n c a ellerini cebine s o k t u , bu
da o l m a d ı .
«Bana y a r d ı m etmene ç o k sevindim. Hiç böyle
kalabalık g ö r m e m i ş t i m . Patates salatası yiyerek y a ­
ş a y a m a y a c a k l a r ı n ı anladılar galiba.»
«İyi iş y a p ı y o r s u n küçük.»
«îşimi yapıyorum.»
«Hayır, geri geliyorlar. Seni seviyorlar.»
«Sadece b a n a alıştılar. Hep buradaydım.» Kü­
ç ü k bir t u z a k hazırladım : «Eminim s ı c a k Sicilya g ü ­
neşine h a s r e t kaldınız.. Sicilya s ı c a k t ı r . S a v a ş t a o r a ­
daydım.»
«Henüz karar vermedim.» Maruilo uzaklara b a ­
kıyordu.
«Neden?»
«Çok uzun z a m a n d ı r u z a k t a y ı m . Kırk yıl. O r a d a
kimseyi tanımıyorum.»
«Ama a k r a b a l a r ı n ı z var.»
«Onlar da beni tanımazlar.»

147
«Tüfeğrm ve sırt ç a n t a m olmadan İtalya'ya bir
gezi y a p m a y ı ç o k isterdim. A m a doğru kırk yıl uzun
z a m a n . Hangi yıl gelmiştiniz buraya?»
«1920'de, ç o k z a m a n önce.»
M o r p h y , konuyu b u r n u n d a n y a k a l a m ı ş t ı . Belki
de b a n k a c ı l a r ı n , polislerin ve g ü m r ü k m e m u r l a r ı n ı n
içgüdüleri kuvvetli oluyor. S o n r a bir b a ş k a , belki
biraz daha derin bir t u z a k geldi a k l ı m a . Çekme­
ceyi a ç ı p eski silahı ç ı k a r d ı m , t e z g â h ı n üstüne koy­
d u m . M a r u l l o ellerini a r k a s ı n a g ö t ü r d ü . «Bunu nere­
den buldun küçük?»
«Bence, eğer y o k s a t a b i i hemen bir ruhsat al­
manız gerek. Polis şefi bu k o n u d a ç o k serttir.»
«Nereden geldi bu?»
«Hep buradaydı.»
«Ben hiç g ö r m e d i m . Benim değil. Senin.»
«Benim değil. Ben de hiç g ö r m e m i ş t i m . Birisine
ait olması gerek. Epeydir b u r a d a , ruhsat için baş-
vursanız iyi olmaz mı? Sizin o l m a d ı ğ ı n a emin m i ­
siniz?»
«Onu hiç g ö r m e d i ğ i m i söylemiştim. Silahları
sevmem.»
«Çok komik. M a f y a üyelerinin silah sevdiğini
düşünürdüm.»
«Mafya ile ne d e m e k istiyorsun? Ben M a f y a
m ı y ı m yani?»
K o c a m a n m a s u m b i r ş a k a y a p t ı m ; «Bütün Si­
cilyalıların M a f y a ' y a d a h i i olduklarını duymuştum.»
«Çok s a ç m a . M a f y a nedir, d a h a onu bile bilmi­
yorum.»
Silahı ç e k m e c e y e k o y a r k e n , «Yaşa ve öğren.»
d e d i m . «Bunu i s t e m e d i ğ i m e e m i n i m . Stoney'e vereyim.
Birşeylerin a r k a s ı n d a t e s a d ü f e n b u l d u ğ u m u söyle­
rim. Z a t e n öyle olmuştu.»
«Öyle yap,» dedi M a r u l l o . «Onu hiç g ö r m e d i m .
İstemiyorum. Benim değil.»
«Tamam,» d e d i m . «Veririz olur biter.»
Ruhsat a l m a k için p e k az birkaç belge gerekir­
d i , p a s a p o r t vermek için istenen belgelerin benzerleri
yani.

148
P a t r o n u m pirelenmişti. Belki pek ç o k k ü ç ü k şey
üstüste gelmişti.
New B a y t o w n ' u n prensesi yaşlı b a y a n Elgar iki
b a s t o n u n u sıkıca y a k a l a m ı ş , d ü k k â n a geldi. Bayan
Elgar'la d ü n y a a r a s ı n d a ç i f t e güvenlik c a m ı v a r d ı .
Bir düzine y u m u r t a istedi. Beni ç o c u k l u ğ u m d a n beri
tanıdığı için b a ş k a bir şekilde düşünemezdi.
«Teşekkür e d e r i m Ethan,» d e d i . Gözleri kahve
değirmeninden M a r u l l o ' y a k a y d ı . İkisine de eşit ilgi
g ö s t e r i y o r d u : «Baban nasıl Ethan?»
«İyi, Bayan Elgar,» d e d i m .
«Ona selamlarımı söyie, iyi çocuktur.»
«Söylerim efendim.» O n u n z a m a n d u y u s u n u d ü ­
zenlemek bana d ü ş m e z d i . B ü y ü k b a b a s ı n d a n kalan
büyük s a a t i , s a a t yıllardır elektrikle çalıştığı halde,
her pazar a k ş a m ı d i k k a t l e k u r d u ğ u n u söylerler. Z a ­
man içinde böyle d u r m a k hiç de k ö t ü o l m a s a gerek,
sonsuz bir öğleden s o n r a , mesela. Gitmeden ö n c e
kahve değirmenine başını salladı.
«Kafadan çatlak!» dedi M a r u l l o , p a r m a ğ ı y l a k a ­
fasını g ö s t e r i y o r d u .
«Kimse değişmiyor o n u n için. Kimse i n c i n m i ­
yor.»
«Senin baban ö l d ü . Neden ona babanın ö l d ü ­
ğ ü n ü söylemedin.»
«Eğer buna inansa Ibile, hemen unutur. B a b a m ı
hep sorar. B ü y ü k b a b a m a selam yollamayı keseli he­
nüz b i r k a ç yıl o l d u . D e d e m i n a r k a d a ş ı y m ı ş , öyle
söylerler.»
«Kafadan çatlak.» M a r u l l o fikrini belirtti. Bil­
m e m neden, Bayan Elgar'm zaman h a k k ı n d a k i g a r i p
hislerini k o n u ş u r k e n M a r u l l o birden kendini t o p a r ­
lamıştı. İnsanın ne kadar basit ya da k a r m a ş ı k o l ­
d u ğ u n u bilmek ç o k güç. Ç o k emin o l d u ğ u n u z d a ge­
nellikle y a n ı l m ı ş olursunuz. Sanırım M a r u l l o , alış­
k a n l ı k t a n y a d a t e c r ü b e l e r i n d e n dolayı, insanlara
y a k l a ş ı m ı n ı üç y o l d a n y a p ı y o r d u . Emrediyor, d a l k a ­
v u k l u k ediyor y a d a satın a l ı y o r d u . B u ü ç y a k l a ­
şım ç o k işe y a r a m ı ş o l m a l ı y d ı ; ç ü n k ü bunlara güve­
n i y o r d u . Benimle o i a n ilişkisinin bir yerinde emret­
mekten v a z g e ç m i ş t i .

149
«İyi çocuksun,» dedi. «İyi bir a r k a d a ş s ı n da.»
«Yaşlı k a p t a n , yani benim b ü y ü k b a b a m , hep
'Arkadaşlığını s ü r d ü r m e k istiyorsan, karşındakini
deneme,' derdi.»
«Çok iyi.»
«Dedem ç o k iyiydi.»
«Bütün pazar g ü n ü d ü ş ü n d ü m . Kilisede bile d ü ­
şündüm.»
Benim t e r s bir tepki g ö s t e r m e m d e n korkuyor­
d u , biliyordum. Ona z a m a n k a z a n d ı r m a k için a t ı l ­
d ı m : «O güzel hediyeyi mi düşündün?»
«Evet!» B a n a beğeniyle b a k t ı : «Sen de ç o k iyi­
sin!»
«Kendim için ç a l ı ş a c a k kadar iyi değilim.»
«Uzun z a m a n d ı r b u r a d a s ı n , on iki yıl değil mi?»
«Evet ç o k uzun zamandır. A r t ı k değişme zamanı
geldi, öyle değii mi?»
«Kasadan p a r a aldığını hiç g ö r m e d i m . Yazma­
dan hiçbir şeyi eve götürmezsin.»
«Dürüstlük benim p a r a sızdırma aracım.»
«Şaka y a p m a . Söylediklerim gerçek. Kontrol et­
t i m . Biliyorum.»
«Göğsümün sol y a n m a bir m a d a l y a asabilir­
sin.»
«Herkes çalar, bazısı az, bazısı çok, a m a sen
ç a l m a d ı n , biliyorum.»
«Belki herşeyi ç a l m a k için bekliyorum.»
«Şaka y a p m a . D o ğ r u söylüyorum.»
«Alfio elinde bir m ü c e v h e r var. Beni fazla c i ­
lalama. Elmas yerine bir c a m parçası bulabilirsin.»
«Neden benimle o r t a k olmuyorsun?»
«Neyle? M a a ş ı m l a mı?»
«Bunu hallederiz.»
«Böylece kendimi s o y m a d a n senden bir şey ç a -
lamam.»
Hoşlanarak g ü l d ü : «Zekisin küçük. A m a ç a l m ı ­
yorsun.»
«Beni dinlemedin galiba. Belki herşeyi birden
çalacağım.»
«Sen d ü r ü s t s ü n küçük.»
«Ben de bunu a n l a t m a y a ç a l ı ş ı y o r u m . Fazla d ü -

150
w w w . c i z g i l i f o r u m . c o m

e n g i n e l
rüst o l d u ğ u m zaman kimse bana inanmaz. Sana
şunu söyleyeyim Alfio, duygularını s a k l a m a k isti­
y o r s a n gerçeği söyle.»
«Ne söylemek istiyorsun, anlamadım?»
«Ars est celare artem.»
Söylediklerimi içinden t e k r a r edip, gülmeye baş­
ladı.
«Hahh h a h h . Hic erat demonstrandum.»
«Soğuk ıbir k o k a kola ister misin?»
«Buraya d o k u n u y o r » diyerek kollarını k a r n ı n a
doladı.
«Kötüleşmiş bir mide için yaşın genç d a h a . Elli
yaşını geçmedin.»
«Elli iki y a ş ı n d a y ı m ve midem ç o k kötü.»
«Tamam,» d e d i m . «Öyleyse b u r a y a geldiğinde
on iki y a ş ı n d a y d ı m Yani 1920'de geldiysen. Sicilya'
da Latinceye erken başlıyorlarmış.»
Marullo, «Ben korodaydım,» dedi.
«Ben de k o r o d a y k e n haçı t a ş ı r d ı m . Bir kola içe­
ceğim Alfio,» d e d i m . «Buraya o r t a k olabilmem için
bir çare d ü ş ü n , ben de d ü ş ü n e c e ğ i m . A m a seni b a ş ­
t a n u y a r ı y o r u m param yok.»
«Hallederiz.»
«Ama p a r a m olacak.»
Bakışları y ü z ü m d e dolaşıyordu ve galiba beni
süzmeye d e v a m e d e c e k t i . S o n r a birden y u m u ş a k bir
sesle «lo lo credo» dedi.
Zafer değildi a m a bir g ü ç l ü l ü k hissiydi beni sa­
ran. Bir kola a ç ı p , M a r u i l o ' n u n kahverengi gözbe-
beklerine d i k t i m gözlerimi.
«İyi ç o c u k s u n » dedi. Elimi sıktı ve d ü k k â n d a n
ç ı k ı p gitti.
İçimden gelen bir dürtüyle seslendim : «Kolun
nasıl?»
Hayretle d ö n ü p b a k t ı : «Artık acımıyor» dedi.
S o n r a kendi kendine söylediklerini t e k r a r ederek
gitti.
B i r k a ç saniye sonra geri geldi. Heyecanlıydı:
«O parayı almalısın.»
«Hangi parayı?»
«O yüzde beş vardı ya.»

151
«Neden?»
«Almalısın. O p a r a y l a y a v a ş yavaş buradan
hisse alırsın, yalnız yüzde altıya y ü k s e l t daha iyi.»
«Hayır.»
«Ben evet d i y o r s a m , sen nasıl hayır diyebilir­
sin.»
«İhtiyacım y o k Alfio. İhtiyacım olsaydı a l ı r d ı m
a m a yok.»
İçini ç e k t i .
Öğleden s o n r a , s a b a h k i kadar iş olmadı a m a
yine de m ü ş t e r i ç o k t u . Daima saat üç ile d ö r t a r a ­
sında bir gevşeme olur. Genellikle yirmi d a k i k a veya
y a r ı m saat süren bu müşteri azalmasının nedenini
b i l m i y o r u m . Sonra yeniden ortalık hareketlenir, ç a ­
lışanlar evlerine d ö n m e k t e , kadınlar a k ş a m yemeği
i ç i n hazırlık y a p m a k t a d ı r l a r .
Bu gevşeme süresinde Bay Baker geldi. Buz­
d o l a b ı n d a k i peynirleri, sosisleri seyrederek d ü k k â n ­
daki iki müşterinin gitmesini bekledi. Müşterilerin
ikisi de ş a p ş a l d ı , hani şu ne istediğini blmeyen,
herşeyi elleyip s o n r a yerine k o y a n , yiyeceklerin k o l ­
larına a t ı l ı p , 'beni a l ' demesini bekleyen c i n s t e n .
S o n u n d a m ü ş t e r i l e r i n işi b i t t i , gittiler.
Bay B a k e r : «Ethan, M a r y ' n i n bin d o l a r ç e k t i ­
ğini biliyor musun?» dedi.
«Evet efendim. A l a c a ğ ı n ı söylemişti.»
«Peki, parayı ne için istediğini biliyor musun?»
«Elbette efendim. A y l a r d ı r bu k o n u d a n sözedi-
y o r d u . Kadınları bilirsiniz. Mobilyalar biraz eskidiği
an yenisin; almaya karar verirler. Eskisini k u l l a n m a ­
ları i m k â n s ı z d ı r artık.»
«Paranın şu z a m a n d a böyle ibir şeye h a r c a n ­
masını a p t a l c a b u l m u y o r m u s u n ? S a n a d ü n bir baş­
langıçtan sözetmiştim.»
«Para o n u n efendim.»
«Ben k u m a r d a n s ö z e t m e d i m Ethan. S a ğ l a m bir
y a t ı r ı m h a k k ı n d a k o n u ş m u ş t u k . M a r y o bin dolarla
yeni mobilyalarını alabileceği g i b i , bir bin d o l a r d a h a
kazanabilirdi.»
«Bay Baker karımın kendi parasını h a r c a m a s ı n ı
yasaklayamam.»

152
«Onu ikna edemez misin, mantıklı olanı g ö s t e ­
remez misin?»
«Bunu hiç yapmadım.»
«Bana babanı h a t ı r l a t ı y o r s u n Ethan. Bu söyle­
diklerin ç o k tatsız. Kendi a y a k l a r ı n ı n üzerinde dur­
m a n a y a r d ı m e d e c e k s e m böyle t a t s ı z l ı k l a r istemem.»
«Anladım efendim.»
«Bence karın parayı b u r a d a sarfetmeyecek.
İndirimli satışları dolaşıp nakit ö d e m e y a p a c a k . Ne
a l a c a ğ ı d a belli değil. B u r a d a alışveriş p a h a l ı d ı r a m a
limon bile a l s a ben d u y a r ı m . Sen işe karışmalısın
Ethan. Parayı geri y a t ı r m a s ı için çalbalamalısın. Ve­
ya parayı getirip b a n a vermesini söyle, b u n u reddet­
mez eminim.»
«Para o n a a ğ a b e y i n d e n kaldı efendim.»
«Biliyorum. Parayı ç e k e r k e n o n a a n l a t m a y a ç a ­
lıştım. Belirsiz şeyler söyledi, e t r a f a şöyle bir b a -
k a c a k m ı ş . Cebinde bin d o l a r o l m a d a n e t r a f a b a -
kamaz mı? Eğer ö ğ l e y s e sen d a h a iyi bilirsin.»
«Sanırım b i l m i y o r u m Bay B a k e r . Evlendiğimiz­
den beri p a r a m ı z olmadı.»
«Öyleyse ö ğ r e n s e n iyi olur, hemen öğren yok­
sa yine paran olmaz. H a r c a m a alışkanlığı bazı k a ­
dınlarda hastalık haline gelir.»
«Mary'nin böyle bir hastalığa y a k a l a n a c a k fır­
satı o l m a d ı efendim.»
«Olsun, yine de y a k a l a n a b i l i r . Bırak k a n t a d ı
alsın, hemen katil olacaktır.»
«Bay Baker c i d d i olamazsınız.»
«Ciddiyim.»
«Para k o n u s u n d a M a r y ' d e n d a h a d i k k a t l i bir
kadın bulunamaz. Öyle olması da gerek zaten.»
Bilmem neden b i r d e n p a t l a d ı : «Beni d ü ş kırık­
lığına uğratan sensin Ethan. Eğer bir mevki sahibi
o l a c a k s a n , ö n c e evin h a k i m i olmalısın. Yeni m o b i l ­
yaların alınmasını bir s ü r e erteleyebilirdin.»
«Ben erteleyebilirdim a m a M a r y hayır.» Birden
a k l ı m a bir şey geldi. Ya b a n k a c ı l a r ı n parayı gören
özel X-ışınlı gözleri v a r s a , o z a m a n Bay Baker ce­
bimde d u r a n z a r f ı g ö r e b i l i r d i . «Onunla konuşaca­
ğım Bay Baker.» d e d i m .

153
«Tabii henüz parayı h a r c a m a m ı ş s a . Şimdi evde
midir?»
«Ridgehampton'a gideceğini söylemişti.»
«Hey güzel A l l a h ı m . Gitti bin dolar.»
«Ama hâlâ biraz daha parası var.»
«Bu önemli değil. Senin tek başlangıç n o k t a n ,
para.»
Yumuşak bir sesle, «Para parayı çeker,» d e d i m .
«Doğru. Bunu u n u t t u ğ u n a n d a başaşağı gider,
hayatının geri kalan b ö l ü m ü n ü t e z g â h t a r olarak ge­
çirirsin.»
«Bu olanlara üzüldüm.»
«Öyleyse kendi kurallarını koy.»
«Kadınlar g a r i p t i r efendim. Dün sizin para ka­
z a n m a k k o n u s u n d a söyledikleriniz yüzünden para
kazanmanın kolay o l d u ğ u n u sanmış olabilir.»
«Karına d o ğ r u yolu göster. Para o l m a d a n para
kazanılmaz.»
«Koka kola i ç e r ' m i y d i n i z efendim.»
«Evet, içerim.»
Şişeden içmezdi, bu yüzden kâğıt b a r d a k bul­
d u m o n a . S o ğ u k kola sinirlerini biraz y a t ı ş t ı r d ı a m a
yine de geri çekilen bir f ı r t ı n a gibi m ı r ı l d a n ı y o r d u .
D ü k k â n a iki siyah bayan müşteri girince, koka
kolayı da öfkesini de y u t m a k z o r u n d a kaldı. Sertçe,
«Onunla konuş» diyerek ç ı k ı p , evine yöneldi. Şüp­
helendiği için mi çılgına d ö n m ü ş t ü a c a b a ? S a n m ı ­
y o r u m . Hayır. Bence böylesine kızmasının nedeni
e m i r v e r m e alışkanlığını kaybettiğini anlamasıydı.
Öğütlerinizi dinlemeyen biri sizi çılgına çevirir.
Zenci bayanlar güzeldiler. Yolun karşı t a r a f ı n ­
da ,bir t o p l u l u k l a r ı v a r d ı , ç o k t a t l ı insanlardı. Bizden
alışveriş y a p m a z l a r d ı pek, ç ü n k ü kendi d ü k k â n l a r ı
vardı. A m a bazen kendi d ü k k â n l a r ı a c a b a daha mı
p a h a l ı y a satış y a p ı y o r diye, karşılaştırmalı alışverişe
.gelirlerdi. Şimdi de alışverişten ç o k f i y a t soruyor­
lardı. Nedenini biliyordum. Uzun d ü z g ü n nefis ba­
caklı güzel k a d ı n l a r d ı . B u b a k ı m d a n ç o c u k l u k ç a ­
ğ ı n d a gıdasız k a l m a n ı n insan v ü c u d u n a ve ruhuna
,neler yapabildiğini g ö r m e k ilginçti.
K a p a t m a v a k t i gelince M a r y ' y e t e l e f o n e t t i m .

154
«Güvercinim, biraz gecikeceğim.»
«Foremaster'de M a r g i e ile y e m e k yiyeceğiz,
unutma.»
«Unutmadım.»
«Ne kadar gecikirsin?»
«On, on beş d a k i k a kadar. Limana kadar gidip
t a r a m a makinesine b a k m a k istiyorum.»
«Neden?»
«Onu a l m a k niyetindeyim.»
«Yaa?»
«Balık a l m a m ı ister misin?»
«İyi dil .balığı bulursan al. T ü m bu k o ş u ş t u r m a -
c a n ı n nedeni bu mu?»
«Tamam, koşuyorum.»
«Fazla s a l l a n m a , b a n y o yapıp giyineceksin. Fo-
remaster için. Unutma.»
«Gecikmem güzelim, a ş k ı m . Bay Baker senin
bin dolar h a r c a m a n a izin verdim diye c a n ı m a o k u ­
du.»
«Nedenmiş o? O yaşlı keçi niye karışıyor?»
«Mary, M a r y yerin kulağı vardır.»
«Ona ne y a p m a s ı gerektiğini söyle.»
«Söylerim, a m a y a p a m a z . Üstelik senin kuş be­
yinli o l d u ğ u n u sanıyor.»
«Ne?»
«Ben de t a t s ı z m ı ş ı m , k a r a k t e r s i z m i ş i m . Sen be­
n i m ne o l d u ğ u m u bilirsin.» M a r y r u h u m a neşe ve
zevk katan o güzel sesiyle g ü l ü y o r d u .
«Eve ç a b u k gel sevgilim,» dedi. «Çabuk gel.»
Bir e r k e k b a ş k a ne ister? T e l e f o n u kapadığımda
m u t l u , gevşek ve s a r h o ş t u m , tabii böyle bir d u r u m
varsa. M a r y ' d e n önceki y a ş a n t ı m ı d ü ş ü n d ü m . Ha-
t ı r l a y a m a d ı m . M a r y o l m a s a y d ı nasıl olurdu diye d ü ­
ş ü n d ü m . K a p k a r a bir d u r u m d a n b a ş k a birşey ha­
y a l e d e m e d i m . Sanırım h e r k e s bazen kendi mezar
taşının yazısını d ü ş ü n ü r , (bazısı da kendi yazar. Be­
nim t a ş ı m d a «Elveda Charley» y a z a c a k t ı galiba.
Güneş b a t ı d a k i tepelerin a r d ı n d a y d ı a m a büyük
bir bulut g ü n e ş ışınlarını a l ı p limana, d a l g a k ı r a n a
ve denize g ö n d e r i y o r d u . Bu yüzden dalgalar pes­
pembeydi. İskelenin o r a d a k i suya b a t m ı ş üç kazık

155
b i r b i r i n e tepelerinden b a ğ l a n m ı ş t ı . Sanki buzları
k ı r m a k için bekliyorlardı. Her birinin tepesinde hare­
k e t s i z bir martı v a r d ı . Genellikle temiz gri k a n a t l ı ,
b e y a z göğüslü erkek martılardı bunlar. A c a b a bu
k u ş l a r ı n kendilerine ait bir yerleri var mıydı ve a c a -
bp istedikleri zaman bu yerleri kiralar ya da satarlar
m ı y d ı diye d ü ş ü n d ü m .
Denizde pek az balıkçı sandalı vardı. T ü m balık­
çıları tanırım, hayatım boyunca da tanıyacaktım.
M a r y haklıydı. Sadece d i l balığı vardı ç ü n k ü . J o e
L o z a n ' d a n d ö r t t a n e baîık a l d ı m ve balıkların te­
m i z l e n m e s i n i seyrettim. Bıçağı sanki su yüzeyinde
k a y a r gibi kolay hareket ediyordu. B a h a r d a bir t e k
k o n u o l u r d u , lüfer n e z a m a n gelecek? Leylaklar ç i ­
ç e k a ç t ı ğ ı z a m a n lüfer gelir, derdik a m a buna g ü -
v e n i l e m e z d i . Bana öyle geliyor ki t ü m ö m r ü m bo­
y u n c a lüferler ya hiç gelmediler ya da henüz gittiler.
Ne güzel balıktır, düz zarif, temiz ve g ü m ü ş renkli.
K o k u l a n d a güzeldir. Henüz gelmemişlerdi herhalde,
ç ü n k ü J o e L o g a n b i r t a n e bile y a k a l a y a m a m ı ş t ı .
J o e , «Ben lüferi severim,» dedi. «Ne garip lüfer
d i y e b a ğ ı r ı r s a n kimse elini sürmez a m a derya k u ­
z u s u dedin mi müşteriler a l m a k için birbirleriyle kav­
ga bile ederler.»
«Kızın nasıl Joe?»
«Bir b a k ı y o r s u n iyileşmiş, bir b a k ı y o r s u n t e k r a r
k ö t ü l e ş m i ş . Çok üzülüyorum.»
«Ne k ö t ü . S e n de üzüldüm.»
«Yapılabilecek bir şey olsa...»
«Biliyorum. Zavallı küçük. İşte t o r b a , balıkları
içine koyuver. Kızına sevgilerimi söyle Joe.»
Benden bir şey isteyecekmiş gibi, bir ilaç, biraz
teselli belki, uzun uzun gözlerimin içine b a k t ı . «Olur
Eth,» d e d i , «Söylerim.»
D a l g a k ı r a n ı n a r k a s ı n d a kasabanın t a r a m a m a k i -
nası ç a l ı ş ı y o r d u . Dev t a r a k l a r ı ç a m u r ve deniz k a ­
buklarını çıkarıyor, p o m p a l a r b u n l a r ı b o r u l a r bo­
y u n c a sahildeki k a t r a n l a sıvalı t a h t a bölmelerin içi­
ne a k ı t ı y o r d u . T ü m ışıkları y a n ı y o r d u ve çalıştığını
g ö s t e r e n iki k ı r m ı z ı b a l o n havaya u ç u r u l m u ş t u . Be­
yaz başlığı ve önlüğüyle soluk yüzlü bir aşçı ç ı p l a k

156
kollarını demire d a y a m ı ş , ç a l k a l a n a n suya bakıyor­
d u . Rüzgâr sahilde e s i y o r d u . Uzun z a m a n ö n c e ö l ­
m ü ş kabukların ve ç a m u r u n k o k u s u birbirine karı­
şıyor, elmalı p a s t a n ı n üzerinde t a r ç ı n k o k u s u n a b e n ­
zer kokular etrafı sarıyordu. Dev t a r a k l a r g u r u r l a
d ö n ü y o r kanalı s o n d a j l ı y o r d u .
O sırada k ü ç ü k bir y a t ı n yelkenlerinin gün b a ­
tışının rengine, pembeye b o y a n d ı ğ ı n ı g ö r d ü m . Son­
ra renk k a y b o l d u . Geri d ö n ü p , yeni yat l i m a n ı n ı n ,
eski yat k u l ü b ü n ü n ve kahverengiye boyalı makinalı
t ü f e k l e r i n merdiveninin altına saklandığı A m e r i k a n
Lejyon s a l o n u n u n ö n ü n d e n g e ç t i m .
Yat l i m a n ı n d a , y a k l a ş m a k t a olan yaza hazırlık
y a p a n , tekneleri o n a r ı p boyayan insanlar geç saat­
lere kadar çalışıyorlardı. Baharın bu g a r i p s o ğ u ğ u
b o y a m a ve vernikleme işinde geç k a l m a l a r ı n a se­
bep o l m u ş t u .
Teknelerin yanından geçip umanın kıyısı bo­
y u n c a y ü r ü y e r e k Danny'nin y a n a ç a r p ı l m ı ş kulü­
besine ilerledim. Bir y a n d a n da Danny'nin hoşlan­
madığı eski bir melodiyi ıslıkla ç a l ı y o r d u m .
Gerçekten de h o ş l a n m ı y o r d u g a l i b a . Kulübesi
b o ş t u . A m a Danny'nin otların a r a s ı n d a y a d a b ü ­
y ü k kerestelik a ğ a ç l a r ı n a r a s ı n d a s a k l a n m ı ş o l d u ­
ğ u n d a n e m i n d i m . Ben gider gitmez eve geleceğini
bildiğim için, kahverengi zarfı c e b i m d e n ç ı k a r t t ı m
ve kirli y a t a ğ ı n üstüne b ı r a k ı p ç ı k t ı m . Bir an d u r u p ,
«Hoşçakal Danny. İyi şanslar» d e d i k t e n s o n r a ıslı­
ğıma devam ettim.
Geri dönerek, P o r l o c k ve K a r a a ğ a ç s o k a ğ ı n ­
d a k i b ü y ü k evlerin ö n ü n d e n geçip kendi evime,
Havvley evine geldim.
M a r y ' i m b ü y ü k bir f ı r t ı n a n ı n içinde sessiz ve
yavaş o l m a y a gayret ederek k o ş u ş t u r u y o r d u . Aya­
ğ ı n d a terlikler, üzerinde ince beyaz bir kilotla karı­
şıklığı y ö n e t m e y e ç a l ı ş ı y o r d u . Yeni y ı k a n m ı ş saç­
larını bigudilerle s a r m ı ş t ı , bu yüzden kafası sosis­
lerle d o l u bir ç a n a ğ a b e n z i y o r d u . En son ne zaman
l o k a n t a d a a k ş a m yemeği yediğimizi hatırlayama-
d ı m . Bu işe a y ı r a c a k paramız o l m a d ı ğ ı n d a n , alış­
kanlığımızı da kaybetmiştik. M a r y ' n i n c o ş k u l u he-

157
yecanı ç o c u k l a r ı da etkilemişti. Çocukları doyur­
d u , y ı k a d ı , yeni emirler verdi, eski emirleri iptal et­
ti. Ütü masası m u t f a k t a y d ı . Canım karım benim de­
ğerli elbisemi ütülemiş sandalyenin a r k a s ı n a asmış­
t ı . Kendi elbisesine ise, k o ş u ş t u r m a l a r ı n arasında
d u r u p bir ütü sürüyor, (biraz s o n r a yine gelip ü t ü l ü ­
y o r d u . Ç o c u k l a r y e m e k y i y e m e y e c e k k a d a r heye­
canlıydılar a m a emir verilmişti bir kez, yiyeceklerdi.
İyi dediğim d ö r t t a n e elbisem v a r d ı , b a k k a l tez­
g â h t a r ı olan biri için ç o k sayılırdı. Parmaklarımı
üzerlerinde gezdirdim. Hepsinin adı vardı. Eski mavi,
tatlı George B r o w n , Dorian Gray, ö l ü m l ü k siyah ve
yaşlı beygir gibi.
«Hangisini giyeceğim canım?»
«Resmi bir gece değil, üstelik Pazartesi. Bence
tatlı George veya Dorian olabilir. Evet Dorian d a h a
iyi. Resmi o l m a y a n bir resmiyet için en iyisi o.»
«Ve puanlı papyonum.»
«Elbette.»
Ellen araya girdi. «Baba. Papyon takamazsınız,
ç o k yaşlısınız.»
«Değilim. Genç, neşeli ve hayat doluyum.»
«Alay konusu olacaksınız. İyi ki ben sizinle gel­
miyorum.»
«Gelmeyişine b e n de sevindim. Yaşlı o l d u ğ u m u
d a nereden çıkardın?»
«Aslında ç o k yaşlı sayılmazsınız a m a p a p y o n
t a k m a k için yaşlısınız.»
«Sen k ü ç ü k ve huzur bozucu bir yaratıksın.»
«Eğer siz alay konusu o l m a k istiyorsanız....»
«Evet i s t i y o r u m . M a r y sen de benim m a s k a r a
o l m a m ı istemez miydin?»
«Babanı r a h a t bırak, b a n y o y a p a c a k . Yatağın
üzerine k o y d u m gömleğini.»
Ailen, «Amerikayı severim yazısını yarıladım.»
dedi.
«Çok iyi, ç ü n k ü yaz geldiğinde s a n a iş b u l a c a ­
ğım.»
«iş?»
«Evet, dükkânda.»
«Ya!» Çok h e y e c a n l a n m ı ş g ö r ü n m ü y o r d u

158
Ellen birşeyler söylemek için nefes aldı a m a
yüzümüzdeki ifadeyi g ö r ü n c e v a z g e ç t i . M a r y ç o ­
c u k l a r a y a p m a m a l a r ı ve y a p m a l a r ı gereken 88 şeyi
s a y a r k e n ben b a n y o y a p m a k için y u k a r ı ç ı k t ı m .
Sevgili mavi puanlı p a p y o n u m u b a ğ l a r k e n Ellen
kapının a r k a s ı n d a n k o r k u n ç kadınsı bir sesle, «Bi­
raz d a h a genç olsaydınız, bu kadar k ö t ü o l m a y a ­
caktı.» dedi.
«Mutlu bir k o c a n ı n t ü m hayatını zehir e d e c e k s i n
canım.» d e d i m .
«Lisedeki son sınıf öğrencileri bile t a k m ı y o r l a r
artık.»
«Başbakan M a c m i l l a n takıyor.»
«O b a ş k a . B a b a , k i t a p t a n birşeyi kopya etmek
hilekârlık sayılır mı?»
«Bjrpz açıkla.»
«Yani eğer b i r i s i , mesela ben bir yazı yazsqm
ve başka ıbir k i t a p t a n kopya çeksem ne olur?»
«Nasıl y a p t ı ğ ı n a bağlı.»
«Sizin dediğiniz g i b i , biraz açıkla.»
«Açıklar mısınız, d e m e k istedin herhalde?»
«Evet.»
«Kitaptan a l d ı ğ ı n kısma tırnak işaretleri k o y u p ,
kimden aldığını da yazarsan bu yazıya o t o r i t e ve
saygınlık katar. Amerikandaki yazıların hepsi eğer
antoloji değilse, başka bir y e r d e n alınmalıdır. A r t ı k
p a p y o n u m u beğenirsin herhalde.»
«Farzedelim ki t ı r n a k işaretlerini koymadım.»
«O zaman hırsızlık olur ve diğer hırsızlıklardan
hiç f a r k ı y o k t u r . Öyle şey y a p m a d ı n değil mi?»
«Hayır.»
«Öyleyse derdin nedir?»
«Mahkemeye verirler mi?»
«Belki, eğer bu işten p a r a kazandıysan. Sakın
y a p m a kızım. Şimdi, p a p y o n u m h a k k ı n d a ne d ü ş ü ­
nüyorsun?»
«Sizinle a n l a ş m a k m ü m k ü n değil.» d e d i .
«Eğer aşağı ineceksen, o g a r i p k a r d e ş i n e söyle,
v
M i k i Fare maskesini g e t i r d i m . Ve de u t a n m a s ı n ı
söyle.»
«Asla dinlemiyorsunuz, gerçekten.»

159
w w w . c i z g i l i f o r u m . c o m

e n g i n e l
«Dinliyorum.»
«Hayır. Bu yüzden de ç o k üzüleceksiniz.»
«Hoşçakal Leda. Kuğulara m e r h a b a de.»
Bebek y ü r ü m e s i gibi ağır a ğ ı r uzaklaştı. Kızlar
beni öldürecek. Kızlıktan ç ı k ı y o r l a r a r t ı k .
M a r y ' i m şahaneydi. Şahane ve pırıl pırıl. İçin­
deki ışık d o k u l a r ı n d a n dışarı v u r u y o r d u . Karaağaç
sokağı b o y u n c a y ü r ü r k e n koluma girdi. S o k a k l a m ­
baları ışıkları üzerimize d ö k ü l ü y o r , b a c a k l a r ı m ı z g ü ­
venli ve y u m u ş a k a d ı m l a r l a , engel a t l a m a y a hazır­
lanan atlar gibi düzenli hareket e d i y o r l a r d ı .
«Roma'ya gelmelisin. Mısır senin için yeterince
b ü y ü k değil. Dünya çağırıyor.»
M a r y k ı k ı r d a d ı . Sanki ç o c u k l a r ı m ı z a şeref ver­
miştim.
«Daha sık dışarı çıkmalıyız sevgilim.»
«Ne zaman?»
«Zengin olunca.»
«O ne zaman olacak?»
«Yakında. S a n a y a ş a m a k nasıl o l u r m u ş öğre­
teceğim.»
«Sigaranı on dolarla y a k a c a k mısın?»
«Yirmi d o l a r l a yakacağım.»
«Seni seviyorum.»
«Sağolun m a d a m . Bunu söylemeniz iyi oldu.
Sizden utanıyordum.»
Kısa ,bir süre ö n c e Foremaster l o k a n t a s ı n ı n sa­
hipleri s o k a k t a r a f ı n a , şişe c a m l a r ı y l a kaplı küçük
kare pencereler y a p t ı r m ı ş l a r d ı , l o k a n t a eski ve o r i ­
jinal görünüşlü olsun diye. A m a c a ulaşılmıştı a m a
bu sefer de içerde o t u r a n insanların yüzleri bu g a ­
rip c a m d a n b a k ı n c a ç a r p ı l m ı ş g ü r ü n ü y o r d u . Bazen
bir yüz sadece bir çene, bazen büyük ve boş bir
göz o l u y o r d u . A m a b ü t ü n bunlar eski Foremaster
l o k a n t a s ı n a saygınlık ve orijinallik k a t ı y o r d u . Pen­
cere önlerinde c a m k u t u l a r d a yetişen sardunyalar
d a tabii.
M a r g i e bizi b e k l i y o r d u . Parmak uçlarına k a a a r
evsahibesi r o l ü n e b ü r ü n m ü ş t ü . A r k a d a ş ı n ı bize t a ­
nıştırdı. New York'tan Bay Hartog.. Cildi güneş y a ­
nığı rengiydi ve kulaklarına k a d a r uzanan dişleri

160
vardı. Bay H a r t o g s a r s ı l m ı ş v e k a b u ğ u n a çekilmiş
biri gibi g ö r ü n ü y o r d u a m a h e r söze ç e k i c i bir g ü ­
lümsemeyle cevap v e r i y o r d u . Bu da o n u n alışkan­
lığıydı herhalde a m a hiç d e k ö t ü d e ğ i l d i .
«Nasılsınız?» dedi M a r y .
Bay H a r t o g g ü l d ü .
Ben, «Herhalde y a n ı n ı z d a k i h a n ı m ı n b ü y ü c ü o l ­
d u ğ u n u biliyorsunuz?» d e d i m . Bay H a r t o g güldü.
Hepimiz m e m n u n d u k .
Margie. «Cam kenarında m a s a a y ı r t m ı ş t ı m . İş­
te şuradaki» dedi.
«Özel ç i ç e k l e r de k o y m u ş s u n m a s a y a Margie.»
«Mary, sizlerin nezaketinize karşılık birşeyler
yapmalıydım.»
M a r g i e bizi o t u r t a n a kadar bu t i p k o n u ş m a l a r
sürdü g i t t i . Bay H a r t o g her an g ü l ü y o r d u , temiz ve
parlaktı a d a m . O n a birşeyler a n l a t t ı r a b i l m e k için plan
yaptım, sonra kullanacaktım ama.
M a s a m ı z güzel düzenlenmişti, bembeyazdı. Gü­
müş olmayan yemek takımları gümüşten daha çok
g ü m ü ş e benziyordu. M a r g i e , «Ev sahibesi benim.
Yani p a t r o n . Bu y ü z d e n de isteseniz de istemeseniz
d e m a r t i n i ısmarladım.» dedi. Bay H a r t o g g ü l d ü .
Martiniler geldi, k ü ç ü k c a m b a r d a k l a r d a değil­
d i . Aksine içinde bir k u ş u n banyo yapabileceği b ü ­
yüklükteydiler, üstelik iki limon dilimi yüzüyordu
içinde. İlk y u d u m u n t a d ı k o r k u n ç t u . Biraz uyuştur­
d u beni, s o n r a içki y u m u ş a d ı , a ş a ğ ı l a r a d o ğ r u r a ­
h a t ç a kaydı g i t t i .
«İkincileri içeceğiz,» dedi Margie. «Buranın ye­
mekleri ç o k iyidir a m a içkisi k a d a r nefis değildir.»
Sadece i k i n c i martinilerin içilebileceği bir bar
planladığımı a n l a t t ı m . Ne p a r a kazanırdım değil mi?
Bay H a r t o g g ü l d ü . Ben d a h a ilk limonu ç i ğ n e r ­
ken d ö r t t a n e d a h a kuş b a n y o s u geldi m a s a y a .
İkinci içkinin ilk y u d u m u n d a Bay H a r t o g konuş­
ma g ü c ü bulabildi. Düşük, t i t r e k bir sesi v a r d ı . Sanki
m ü ş t e r i n i n a l m a k istemediği bir malı satan satıcı
y a d a a k t ö r v e y a şarkıcılarınki gibi bir sesti bu.
H a t t a y a t a k o d a s ı sesi de denebilirdi.
«Bayan Young4-iunt b u r a d a bir işiniz o l d u ğ u n u

161
söyledi,» dedi. «Büyüleyici bir kasaba, hiç yozlaş-
mamış.»
T a m işimin ne o l d u ğ u n u a n l a t a c a k t ı m ki M a r -
gie t o p u a l d ı : «Bay Hawiey kasabamızın g ü ç l ü ki­
şilerinden olacak,» dedi.
«Yani? Neyle i l g i l e n i y o r s u n u z Bay Havvley?»
«Herşeyle.» M a r g i e c e v a p vermişti. «Kesinlikle
herşeyle, a m a a ç ı k ç a değil t a b i i , anlarsın ya.»
Gözleri parlıyordu. M a r y ' n i n gözlerine b a k t ı m ,
henüz yeni yeni p a r l ı y o r d u , böylece o n l a r ı n , hiç de­
ğilse M a r g i e ' n i n , biz gelmeden bir iki kadeh içtiğine
karar verdim.
«Artık i n k â r dp edemem,» d e d i m .
Bay H a r t o g ' u n gülümsemesi geri geldi • «Hari­
ka bir karınız var. Bu da s a v a ş ı n yarısı eder,»
dedi.
«Savaşın t ü m ü eder,» d e d i m .
«Ethan, bizim kavga ettiğimizi sanacaklar.»
«Ediyoruz ama.» B a r d a ğ ı m ı n yarısını y u v a r l a ­
yıp k u l a k l a r ı m a kadar yayılan sıcaklığı hissettim.
C a m d a k i şişe diplerinden birine b a k t ı m . M u m ışığını
y a k a l a m ı ş d ö n d ü r ü y o r d u s a n k i . Kendi kendimi hip­
notize etmişim g a l i b a , ç ü n k ü kendi d ı ş ı m d a d u r u p
k e n d i sesimi dinledim.
«Bayan M a r g i e d o ğ u n u n b ü y ü c ü s ü d ü r . M a r t i n i
içki d e ğ i l , iksirdir,» d i y o r d u m . Parlayan c a m s ı k ı c a
sarmıştı beni.
«Hey A l l a h ı m . Ben de kendimi hep O z m a s a ­
nırdım. D o ğ u n u n b ü y ü c ü s ü k ö t ü bir b ü y ü c ü değil
miydi?»
«Öyleydi gerçekten.»
«Sonra erimişti değil mi?»
Kıvrımlı c a m d a n , bir e r k e k siluetinin geçip git­
tiğini g ö r d ü m . Kırılmalardan ö t ü r ü şekilsizmiş gibiydi
a m a başının biraz sola e ğ i k o l d u ğ u n u ve g p r i p bir
şekilde ayaklarının d ı ş t a r a f ı n a b a s a r a k y ü r ü d ü ğ ü n ü
f a r k e t t i m . Danny böyle y ü r ü r d ü . Kendimi p y a ğ a kalk­
m ı ş o n u n peşinden k o ş u y o r g ö r d ü m . K a r p a ğ a ç so­
kağının köşesine k a d a r k o ş u y o r d u m a m a o y o k o l -
m ı ı ş t u . Belki d e ikinci e v i n a r k a b a h ç e s i n e g i r m i ş t i .
«Danny. Danny. Parayı geri v e r b a n a . L ü t f e n , Danny.

162
ver parayı. Sakın a l m a . Zehirli o. Ben zehirledim!»
diye b a ğ ı n y o r d u m .
Bir k a h k a h a işittim. Bay H a r t o g g ü l ü y o r d u .
M a r g i e , «Ozma olmamalıymışım.» d e d i .
Peçetemle gözlerimdeki yaşları sildim ve açık­
lama y a p t ı m : «Bunu i ç s e l i y i m , gözlerimi y ı k a m a -
malıyım. Yakıyor,» d e d i m .
«Gözlerin kıpkırmızı,» dedi M a r y .
Tekrar aralarına k a t ı l a m a d ı m bir t ü r l ü , a m a
k o n u ş t u ğ u m u , hikâyeler a n l a t t ı ğ ı m ı , sevgili M a r y ' n i n
altından k a h k a h a l a r attığını d u y u y o r d u m . K o m i k t i m
herhalde, h a t t a ç e k i c i o l m u ş t u m a m a m a s a y a d ö ­
nemedim bir t ü r l ü . Sanırım M a r g i e biliyordu. Giz­
lenmiş bir soruyla bana b a k t ı d u r d u . Kahrolasıca
kadın. B ü y ü c ü .
Ne yediğimizi b i l e m i y o r u m . Beyaz şarabı hatır­
lıyorum, demek ki b a l ı k yedik. İncecik kadeh per­
vane gibi d ö n ü y o r d u . Konyak da v a r d ı , öyleyse kah­
ve de içmişiz. S o n r a y e m e k bitti.
Dışarı ç ı k a r k e n , M a r y ve Bay H a r t o g önde g i ­
d i y o r l a r d ı , M a r g i e s o r d u -. «Nereye gittin?»
«Anlamadım. Ne?»
«Uzaklara g i t t i n . B u r a d a s q d e c e bir parçan
kaldı.»
«Hadi o r a d a n büyücü.»
«Pekâlâ bayım,» d e d i .
Eve d ö n e r k e n bahçelerdeki gölgeleri a r a ş t ı r d ı m .
M a r y k o l u m a g i r m i ş t i , a y a k l a n dolaşıyordu biraz.
«Ne güzel,» d e d i , «Hiç böyle eğlenmemlştim.»
«Güzeldi.»
«Margie m ü k e m m e l bir evsahiıbi. Ben olsaydım
nasıl becerirdim bilemiyorum.»
«Gerçekten M a r g i e iyiydi.»
«Sen de Ethan. Bilirim espriyi seversin, bizi
hep g ü l d ü r d ü n . Bay H a r t o g , sen Red Baker'i a n l a ­
t ı r k e n g ü l m e k t e n bayılacaktı.»
Bunu da 1 mı a n l a t m ı ş t ı m ? Hangisini? A n l a t m ı ş
p l m a l ı y ı m . Ah Danny, parayı geri ver lütfen.
«Şahaneydin. Ook eğlendik,» dedi Mary'im. Ka­
pımızın ö n ü n d e o n a öyle sıkı sarıldım ki, s ı z l a n d ı :

163
«Sarhoşsun sevgilim. A c ı t ı y o r s u n . Lütfen ç o c u k l a r ı
uyandırmayalım.»
N i y e t i m , karım uyuyana k a d a r beklemek, s o n r a
y a v a ş ç a dışarı ç ı k ı p , o n u n kulübesine g i t m e k , ona
b a k m a k h a t t a başına bir polis d i k m e k t i . A m a iyi b i ­
l i y o r d u m . Danny gitmişti. Dpnny'nin gittiğini biliyor­
dum.
Karanlıkta y a t ı p , gözlerimin ö n ü n d e d a n s e d e n
kırmızı ve sarı n o k t a c ı k l a r ı s e y r e t t i m . Ne y a p m ı ş
o l d u ğ u m u b i l i y o r d u m , Danny de biliyordu. Yaptığım
t a v ş a n katliamını d ü ş ü n d ü m . Belki de sadece ilkinde
insan m u t s u z o l u y o r d u . B u n l a r ı g ö ğ ü s l e m e k ş a r t t ı .
T i c a r e t ve p o l i t i k a d a , «Dağın Kralı» olabilmek için
d i ğ e r insanları h ı r p a l a m a k , p a r ç a l a m a k gerekliydi.
Oraya v a r ı n c a büyük ve nazik olunabilirdi a m a önce
o r a y a v a r m a k gerekirdi.

ONUNCU BÖLÜM

T e m p l e t o n havalanı New B a y t o w n ' d a n sadece


40 mil uzaktaydı, jetler için beş d a k i k a l ı k bir uçuş
mesafesi yani. Jetler, ö l ü m c ü l t a t a r c ı k sürüleri gibi
a r t a n bir d ü z e n d e gelmekteler. O ğ l u m Ailen gibi o n ­
lara hayran olabilmek, h a t t a sevebilmek isterdim.
Birden fazla a m a ç l a r ı olsa belki sevebilirdim a m a
tek y a p t ı k l a r ı ö l d ü r m e k . Benim d e b u n a k a r n ı m tok.
O ğ l u m Allen'in yaptığı gibi ç ı k a r d ı k l a r ı sese
b a k a r a k yerlerini s a p t a m a y ı ö ğ r e n m e d i m . Sanki f ı ­
rın patlamış gibi bir sesle, ses duvarını a ş ı p g i d i y o r ­
lar. G e ç i p gittikleri z a m a n geceleri r ü y a l a r ı m a g i ­
riyorlar ve ben sanki r u h u m ülser o l m u ş gibi bir
hisle u y a n ı y o r d u m .
S a b a h erkenden bir jet sürüsü g e ç i n c e s ı ç r a ­
yarak u y a n d ı m , t i t r i y o r d u m . Bana o ç o k özendiğimiz
ve bir o kadar da k o r k t u ğ u m u z 88 milimetre A l m a n
ç o k a m a ç l ı tüfeklerini h a t ı r l a t ı y o r olmalıydılar.
İçeri d o l a n s a b a h ışıklarında y a t a r k e n v ü c u d u m

164
k o r k u d a n diken d i k e n o l m u ş t u . Uzaklaşan seslerini
dinledim. Bu k o r k u n u n , d ü n y a d a y a ş a y a n herkesin
derisinde, zihninde d e ğ i l , derisinin derinliklerinde b u ­
l u n d u ğ u n u d ü ş ü n d ü m . J e t l e r d e n çok, amaçlarıydı
bizi- k o r k u t a n .
N e z a m a n bir d u r u m y a d a p r o b l e m ç o k b ü ­
yürse insanlar onu d ü ş ü n m e k t e n k a ç ı n a r a k k o r u ­
nurlar. A m a o içerlere sızar, içerde b i r i k m i ş bir y ı ­
ğın şeyle karışır ve huzursuzluk, m u t s u z l u k , s u ç l u ­
luk ve bir şeyi, herhangi bir şeyi t a m a m e n yitip
g i t m e d e n elde edebilmek i ç i n z o r l a m a d o ğ u r u r . Belki
de f a b r i k a s y o n psikanalizciler böyle komplekslerle
uğraş yerine, g ü n ü n birinde nükleer p a t l a m a l a r a y o l
açabilecek insanın s a l d ı r g a n dürtüleriyle u ğ r a ş m a y ı
yeğ t u t a r l a r . Bence g ö r d ü ğ ü m hemen herkes, yılbaşı
gecesi zilzurna s a r h o ş olan insanlar gibi sinirli, hu­
zursuz, biraz aşırı ve delicesine sevinçli. Eski d o s t ­
lar u n u t u l m a l ı , ve k o m ş u n u z u n karısı öpülmelidir.
Başımı k a r ı m a ç e v i r d i m . U y k u s u n d a g ü l ü m s e -
m i y o r d u . Ağzı a ç ı k t ı , kapalı gözlerinin etrafı çizgi­
lerle d o l u y d u , öyleyse h a s t a y d ı . Ç ü n k ü h a s t a o l u n c a
karım böyle g ö r ü n ü r . Hasta değilken d ü n y a n ı n en
iyi karışıdır a m a nadiren de olsa h a s t a l a n d ı ğ ı n d a
d ü n y a n ı n en h a s t a karısı olur.
Bir ıbaşka jetin u ç u ş u ses duvarını a ş t ı . Ateşe
alışabilmek için belki y a r ı m m i l y o n yıl s ü r d ü a m a
ateşi, ateşten daha d a k o r k u n ç bir g ü ç haline getir­
memiz sadece o n p e ş yıl s ü r d ü . B u n l a r d a n daha
yararlı aletler y a p a b i l m e şansımız y o k mu hiç? Eğer
d ü ş ü n m e n i n k a n u n l a r ı , eşyanın d a k a n u n l a r ı y s a , ruh­
ta b ö l ü n m e olabilir mi? B a n a o l a n , bize o l a n bu
mu?
Çok z a m a n ö n c e h a l a m Deborah'ın anlattığı bir
hikâyeyi h a t ı r l ı y o r u m . Geçen yüzyılın b a ş l a r ı n d a a t a ­
larımdan bazıları CampbeH'lerdenmiş. Deborah h a ­
la ç o c u k m u ş O' z a m a n . Belli bir z a m a n d a dünyanın
s o n u n u n nasıl geleceğini h a t ı r l ı y o r d u . A n n e ve b a ­
bası y a t a k ç a r ş a f l a r ı n d a n b a ş k a sahip o l d u k l a r ı her-
şeyi dağıtmışlar. Ç a r ş a f l a r ı n a sarılmış ve dünyanın
s o n u n u n geleceğini s a n d ı k l a r ı (bir z a m a n d a , bu ola­
yı b e k l e m e k üzere tepelere çıkmışlar. Çarşaflara

165
b ü r ü n m ü ş yüzlerce kişi dua edip, ilahîler söylemişler.
Gece o l d u ğ u n d a d a h a y ü k s e k sesle ş a r k ı l a r söyle­
yip, dansetmişler. O saat y a k l a ş t ı ğ ı n d a k a y a n bir
yıldız görmüşler. Ve herkes b a ğ ı r m a y a başlamış. O
bağırışı hatırlayabiliyordu. Kurtlar gibi sırtlanlar gibi
bağırıyorlardı demişti. Halam ö m r ü n d e hiç sırtlan
sesi işitmemişti o y s a . Ve beklenen saat gelmiş. Be­
yaz giysili erkekler, kadınlar ve ç o c u k l a r nefeslerini
t u t m u ş l a r . A m a z a m a n g e ç m i ş , gitmiş. Ç o c u k l a r ı n
yüzleri m o r a r m ı ş v e saatler ilerlemiş. Z a m a n t a m a m ­
lanmış ve onlar aldatıldıklarını anlamışlar. Şafak
s ö k e r k e n tepelerden s ü r ü n e r e k inmişler v e e t r a f a
d a ğ ı t t ı k l a r ı elbiselerini, k a p k a c a k l a r ı n ı , öküzlerini ve
eşeklerini geri a l m a y a çalışmışlar. Kendilerini ne
kadar k ö t ü hissetmişlerdir kimbillr.
Bu hikâyeyi h a t ı r l a m a m a jetler sebep oldu sa­
n ı r ı m . B ü t ü n o ö l ü m l e r i g e r ç e k l e ş t i r e b i l m e k için p a ­
r a , g ü ç ve z a m a n h a r c a m a k Onları asla kullan-
m a s a y d ı k . kendimizi aldatılmış hissedecek miydik?
Uzaya roketler fırlatabiliyoruz a m a m u t s u z l u ğ u ve
kızgınlığı tedavi edemiyoruz.
M a r y ' i m gözlerini a ç t ı . «Ethan,» dedi. «Kendi
kendine k o n u ş u y o r s u n . Ne dediğini b i l m i y o r u m a m a
g ü r ü l t ü oluyor. D ü ş ü n m e y i bırak Ethan.»
O n a içecek bir şey getirmeyi ö n e r e c e k t i m a m a
ç o k ıberbat g ö r ü n ü y o r d u . Ne zaman ş a k a y a p ı l m a ­
y a c a ğ ı n ı hiç b i l m e m , a m a bu sefer bildim : «Başın
mı ağrıyor?»
«Evet.»
«Miden?»
«Evet.»
«Her yerin mi?»
«Her yerim.»
«Sana bir şey getireyim.»
«Bana bir mezar hazırla.»
«Yatakta kalmalısın.»
«Kalamam. Ç o c u k l a r ı o k u l a göndermeliyim.»
«Ben yaparım.»
«İşe g i t m e n gerek senin.»
«Ben y a p a r ı m , dedim.»

166
Bir an s o n r a , «Ethan, galiba k a l k a m a y a c a ğ ı m ,
ç o k kötüyüm,» dedi.
«Doktor ç a ğ ı r a y ı m mı?»
«Hayır.»
«Seni yalnız b ı r a k a m a m . Ellen seninle kalsın.»
«Hayır. B u g ü n sınavı var.»
«Margie Young-Hunt'u ç a ğ ı r a y ı m mı?»
«Onun t e l e f o n u bozuk. Yeni bir zımbırtı ala­
caktı.»
«Evine gidip, söyleyebilirim.»
«Kendisini bu k a d a r erken k a l d ı r a n birini ö l d ü ­
rebilir.»
«Kapısının a l t ı n d a n bir k â ğ ı t atarım.»
«Yoo, istemem.»
«Bunda bir şey y o k ama.»
«Hayır hayır. Bunu y a p m a n ı i s t e m e m . İstemem.»
«Seni yalnız bırakamam.»
«Nedenmiş o? Şimdi daha iyiyim. Sana b a ğ ı r d ı ­
ğım için herhalde. Evet, o n d a n olmalı,» dedi ve b u ­
nu k a n ı t l a m a k için k a l k ı p sabahlığını giydi. İyi gö­
rünüyordu.
«Şahanesin sevgilim.»
Tıraş o l u r k e n y ü z ü m ü kestim ve kahvaltıya yü­
züme y a p ı ş m ı ş kırmızı bir tuvalet kâğıdı p a r ç a s ı y l a
indim.
D ü k k â n a g i d e r k e n , dişlerini k a r ı ş t ı r a n M o r p h y ' a
r a s l a m a d ı m . M e m n u n o l m u ş t u m . Onu g ö r m e k iste­
m i y o r d u m . Yolda beni yakalayabileceğini düşünerek
hızlı hızlı y ü r ü d ü m .
A r k a kapıyı a ç ı n c a , kahverengi b a n k a zarfının
kapının a l t ı n d a n atılmış o l d u ğ u n u g ö r d ü m . M ü h ü r ­
lenmişti v e t ü m resmi z a r f l a r gibi s e r t t i . A ç a b i l m e k
İçin ç a k ı m ı ç ı k a r t t ı m .
Beş sentlik çizgili o k u l k â ğ ı d ı n a , y u m u ş a k k u r ­
şun kalemle yazılmış üç k â ğ ı t ç ı k t ı içinden. Biri va­
siyetti; «Ben, a k l ı m yerinde o l a r a k » ve
«Bu nedenle ben » El yazısıyla, «Geri ö d e ­
meyi kabul e d i y o r u m ve rehin o l a r a k » İki
k â ğ ı t da imzalanmıştı, yazı a ç ı k ve d ü z g ü n d ü :
«Sevgili Eth. İşte istediğin şey.»
Yüzüm bir yengecin sırtı gibi sertleşmişti. Bir

167
kasayı kapar gibi y a v a ş ç a a r k a kapıyı k a p a d ı m . İlk
iki kâğıdı d ü z g ü n c e katlayıp c ü z d a n ı m ı n içine koy­
dum. Ve öbürünü buruşturup tuvalete attım, sifonu
ç e t i m . Tuvaletin içinde b a s a m a k gibi bir çıkıntı
vardır. Kâğıt t o p o r a y a t a k ı l a r a k , d ü ş m e m e k için
direndi, a m a s o n u n d a gitti.
Tuvaletten ç ı k t ı ğ ı m d a a r k a kapıyı biraz aralık
b u l d u m . K a p a t t ı ğ ı m ı s a n m ı ş t ı m . K a p ı y a giderken bir
ses d u y d u m , d i k k a t l i c e b a k t ı m , o k ö r o l a s ı c a kedi
d e p o n u n r a f l a r ı n d a n birine çıkmış, aşağı sarkan
sosisleri pençeleriyle y a k a l a m a y a u ğ r a ş ı y o r d u . Uzun
saplı s ü p ü r g e m i alıp kediyi k o v a l a d ı m , yanımdan
geçerken süpürgeyi s a v u r d u m a m a ıskalamıştım,
kapıya ç a r p a n süpürgenin sapı kırıldı.
Bu sabdh konservelere n u t u k a t m a y a c a k t ı m . Ne
söyleyeceğimi b i l e m i y o r d u m çünkü. Ama hortumu
alıp ö n kaldırımı h a t t a ç ö p kovalarını bile y ı k a d ı m .
S o n r a t ü m d ü k k â n ı t e m i z l e d i m . Uzun z a m a n d ı r ih­
m a l edilmiş t ü m köşeleri sildim s ü p ü r d ü m . Çtok yo­
r u l m u ş t u m a m a şarkı bile s ö y l e d i m .
«Şimdi mutsuzluğumun kışıdır
York güneşiyle zafer dolu yaz olmuştur.»
Bir şarkı değildi b u , biliyorum, yine de söyledim.

163
w w w . c i z g i l i f o r u m . c o m

e n g i n e l
İKİNCİ KISIM

ON BİRİNCİ BÖLÜM

New B a y t o w n ç o k güzeldir. Eskiden ç o k büyük


olan limanı, a ç ı k t a k i a d a l a r d a n gelen kuzeydoğu
r ü z g â r l a r ı n d a n korunur. K a s a b a , akıntıların besle­
diği pek çok yeraltı suyunun çevresinde k u r u l m u ş ­
tur. Kalabalık ya da kentleşmiş b i r yer değildir b u ­
rası. G e ç m i ş t e kalan balinacıların b ü y ü k evleri d ı ­
şındaki t ü m evler iyi cins meşe, k a r a a ğ a ç , a k ç a a ğ a ç ,
ceviz ve bazıları selvilerle çevrilmiş k ü ç ü k ve temiz
evlerdir. Eski s o k a k l a r a ç o k ö n c e d e n dikilmiş k a ­
r a a ğ a ç l a r ı s a y m a z s a k , buranın asıl a ğ a c ı meşedir.
Eskiden meşe a ğ a ç l a n öyle ç o k ve öyle b ü y ü k m ü ş -
ler ki, bir sürü gemi t e z g â h ı , k a p l a m a , iç ve d ı ş
o m u r g a için gerekli t ü m keresteyi b u r a d a n sağlar-
larmış.
T o p l u m l a r ı n da t ı p k ı insanlar gibi sağlık ve h a s ­
t a l ı k h a t t a gençlik ve yaşlılık, ümit ve ümitsizlik
devirleri vardır. Bir z a m a n l a r N e w B a y t o w n t ü m Batı
dünyasını a y d ı n l a t a n balina y a ğ ı n ı n sahibiydi. Ox­
f o r d ve C a m b r i d g e üniversitelerindeki ö ğ r e n c i l e r i n
lambaları, bu A m e r i k a n ileri k a r a k o l u n d a n s a ğ l a n a n
y a k ı t l a y a n a r d ı . S o n r a Pennsylvanya'dan p e t r o l , k a -
y a y a ğ ı f ı ş k ı r d ı . K ö m ü r y a ğ ı denen ucuz gazyağı, b a ­
lina yağının yerini alarak, pek ç o k denizcinin e m e k l i
o l m a s ı n a sebep o l d u . Hastalık y a d a ümitsizlik
ç ö k t ü New B a y t o w n ' u n üzerine, bir d a h a da sıyrıla-
m a d ı b u n d a n . Çok uzakta o l m a y a n bazı kasabalar
büyüdüler, b a ş k a ürün ve enerjilere yöneldiler. A m a
t ü m y a ş a m a g ü c ü n ü balina v e balina g e m i l e r i n d e n
alan N e w B a y t o w n uyuşukluğa gömüldü. New
York'un t a ş a n n ü f u s u New B a y t o w n ' u n y a n ı n d a n
g e ç i p g i t t i . Ve hep o l d u ğ u gibi New Baytown'lular,

169
böyle olmasını daha ç o k istediklerine kendilerini
inandırdılar.
G ü r ü l t ü d e n , tatile gelenlerin çeşitliliğinden, ne­
on lambalarının göz alan ışıklarından, turistlerin p a ­
ra harcamalarından ve ayakaltında dolaşmaların­
d a n k u r t u l m u ş l a r d ı . Tatlı içsularının çevresinde sa­
d e c e b i r k a ç yeni ev yapıldı. Fakat bir yılan gibi iler­
leyen n ü f u s yine de u z a k t a n geçmeye devam e t t i .
A m a h e r k e s e r y a d a geç n ü f u s u n N e w B a y t o w n ' u
y u t a c a ğ ı n ı biliyordu. Yerii halk hem bunu özlüyor
hem de bu fikirden n e f r e t e d i y o r l a r d ı ve kasabalar­
da yeni zenginlerin y a p t ı r d ı ğ ı evler p a r l ı y o r d u .
Eski B a y t o w n s a n a t t a n , seramiklerden, mozaik­
lerden, midillilerden, menekşelerden ve elişlerinden
sözederek z a m a n geçirirdi. Yeni B a y t o w n ' d a ise eski
g ü n l e r d e n , d i l b a l ı k l a r ı n d a n ve lüferin ne z a m a n ge­
leceğinden sözediliyordu.
İçsuların kamışla d o l u kıyılarına sivrisinekler
y u v a yapar, y u m u r t a l a r ı n ı bırakır, misk sıçanları
t o p l u c a y u v a kazar ve sabah erken s a a t l e r d e çevik
hareketlerle yüzerlerdi. Balık kartalları balıkların
üzerine ok gibi atılır, m a r t ı l a r midyeleri kapıp yük­
selirler, kırabilmek için ta tepeden aşağıya bırakır­
lardı. Bazı su s a m u r l a r ı , hâlâ gizli bir öfkeyle suya
dalarlar, t a v ş a n l a r bahçelerde ç u k u r l a r açarlar, gri
s i n c a p l a r kasaba s o k a k l a r ı n d a k o ş u ş u r d u . Mavi
horonlar, sığ s u d a bacağı o l a n kılıç balığı gibi d i m ­
d i k d u r u r l a r , a l a b a n kuşları g e c e o l u n c a , yalnızlık
ç e k e n hayaletler gibi Ibağrışıriardı.
New B a y t o w n ' a b a h a r dp yaz da geç gelir. A m a
geldiği z a m a n , y u m u ş a k , vahşi ve özel bir sesle ko­
ku ve duygu da getirir. Haziranın başlarında y a p r a k ,
t o m u r c u k ve çiçek d ü n y a s ı fışkırır s a n k i . Ve her gün
batışı birbirinden farklıdır. Akşamlprı bıldırcınlar
isimlerine yakışır şekilde d a v r a n ı r ve karanlık ç ö k ­
t ü k t e n sonra ç o b a n kuşlarının sesinden bir d u v a r
oluşur. Meşeler, yapraklarla şişmanlar ve uzun
p ü s k ü l l ü t o m u r c u k l a r ı n ı y a p r a ğ a dökerler. S o n r a bir
s ü r ü evden k ö p e k l e r çıkar, buluşup pikniğe giderler.
M e m n u n ve m e s u t ornrtGnda d o l a ş ı r l a r ve bazen
günlerce evlerine dönmezler.

170
H a z i r a n d a erkekler, içgüdüleriyle d a v r a n a r a k ,
ç i m l e r i biçer, t o p r a ğ ı t o h u m l a d o l d u r u r ve bahçesini
elinden a l m a y a çalışan t a v ş a n , k a r ı n c a , kuş ve
k u r t ç u k l a r l a mücadeleye girişir. Kadınlar, güllerin
kıvrımlı y a p r a k l a r ı n a bakarlar, iç çekerler, e r i m e l e r
başlar, ciltleri kadife y u m u ş a k l ı ğ ı n a kavuşur s a n k i .
Haziran neşelidir, serindir ve s ı c a k t ı r , nemlidir,
gelişen ve yenilenen t o p r a ğ ı n g ü r ü l t ü s ü duyulur.
Pantolonları d a p d a r a c ı k kızlar, o m u z l a r ı n d a , kulak­
larına aşk şarkıları fısıldayan t r a n s i s t o r l u radyofa-
rıyla, elele a n a c a d d e d e gezinirler. Tanger'ın dük­
kânının ö n ü n d e k i t a b u r e l e r d e o t u r a n genç oğlanlar,
içleri ihtirastan titreyerek, g e l i p geçen kızlara laf
atarlar.
Haziranda işadamları Al ve Sue ya da Foremas-
ter l o k a n t a s ı n d a b i r a i ç m e k için uğrar, viski i ç m e k
için kalır ve a k ş a m ü s t ü t e r içinde s a r h o ş olurlar.
H a t t a , öğleden sonraları bile, k a s a b a n ı n o r o s ­
p u s u Alice'in Haziran y o r g u n u erkekleri a v u t t u ğ u ,
Mili s o k a ğ ı n ı n s o n u n d a k i perdeleri kapalı, boyasız,
ve harap evinin ö n ü n d e tozlu a r a b a l a r durur. Ve
t ü m gün b o y u n c a sandallar, d a l g a k ı r a n a d e m i r atar,
m u t l u kadınlar ve e r k e k l e r yemeklerini denizden ç ı ­
k a r m a y a uğraşırlar.
Haziran, b o y a m a , o n a r m a , plan ve proje y a p m a
zamanıdır. Evine ç i m e n t o t o r b a l a r ı , kiriş tahtaları
t a ş ı m a y a n , zarfların a r k a s ı n a Tac M a h a l ' i n kaba
krokilerini ç i z m e y e n erkek y o k gibidir.
Yüzlerce k ü ç ü k sandal o m u r g a l a r ı havada, dip­
leri Ibakır boyasıyla pırı) pırıl k u m s a l d a yatarlar.
Sahipleri, dizi dizi d u r a n bu hareketsiz sandalları
düzeltir ve y a v a ş ç a gülümserler. Ayın s o n u n a ka­
d a r uzlaşmaz ç o c u k l a r ı zaptetmeye uğraşır, sınav
zamanı geldiğinde isyan d o r u ğ a ç ı k a r ve s o ğ u k a l -
gınlığı birden yaygınlaşır. O k u l u n k a p a n m a g ü n ü n d e
ise geldiği gibi birden gidiverir hastalık.
Haziranda yaz günlerinin mutlu t o h u m l a r ı ye-
şerir.
«Şanlı Dört T e m m u z d a nereye gideceğiz?...»
«Zamanı geliyor, tatilimiz için plan y a p m a l ı ­
yız,» gifbi d ü ş ü n c e l e r başlar.

171
Haziran kudretin anasıdır. Ördek y a v r u l a r ı , bel­
ki de su k a m l u m b a ğ a l a n n ı n keskin dişli, açılmış ağız­
larına cesaretle yüzerler. M a r u l l a r k u r a k l ı ğ a karşı
su d e p o l a r l a r , d o m a t e s l e r k u r t l a r a karşı koymak
için saplar ç ı k a r ı r l a r ve aileler sivrisinek senfonileri
ile d o l u gecelerde, tepelerden kumun ve güneşin
zevkini ç ı k a r m a y ı hayal ederler. Bu yıl ç o c u k l a r ı n
iki h a f t a m ı cehenneme çevirmelerine izin vermeye­
c e ğ i m . T ü m sene ç a l ı ş t ı m . Şimdi eğleneceğim. Hep
çalıştım. Tatil planları zafere ulaşır ve sanki d ü n ­
y a d a k i herşey y o l u n a girer.
New B a y t o w n uzun süredir u y u m u ş t u . O n u , a h ­
lakî, siyasî ve e k o n o m i k o l a r a k yönetenler, kendi
kurallarını ç o k uzun süredir k o r u m u ş l a r d ı . Belediye
B a ş k a n ı , kent meclisi, y a r g ı ç l a r ve polisler ö l ü m ­
süzdürler. Belediye Başkanı kasabaya malzeme s a ­
tar, y a r g ı ç l a r ehliyet verirlerdi. Bu işleri öyle uzun
z a m a n d ı r y a p ı y o r l a r d ı ki, k a n u n a aykırı olduklarını
u n u t m u ş l a r d ı . En a z ı n d a n , kanunların dediğini unut­
muşlardı. Normal kişiler o l d u k l a r ı n d a n , y a p t ı k l a r ı n ı
kesinlikle a h l a k a aykırı bulmazlardı. Herkes iyi a h ­
laklıdır. Sadece onların komşuları değildir.
Sarı öğleden s o n r a , yazın sıcak nefesini getir­
mişti. Mevsimi e r k e n a ç m ı ş birkaç kişi, okul k a p a ­
nana kadar ç o c u ğ u n u (beklemek z o r u n d a k a l m a ­
mış, ç o c u k s u z y a b a n c ı l a r s o k a k l a r d a dolaşıyorlar­
d ı . Üstlerinde v e a r k a l a r ı n d a k ü ç ü k botlar, b ü y ü k
m o t o r l a r taşıyan b i r k a ç a r a b a g e ç t i . Ethan satın a l ­
dıkları şeylere b a k a r a k , gözleri kapalı yazlığa gelen
kişileri t a n ı r d ı . S o ğ u k et, peynir, k r a k e r ve sardalye
konservesi alırlardı.
Hava ısındığından beri öğleden sonraları se­
rinlemeye gelen Joey M o r p h y yine geldi. Şişeyi
buzdolabından çıkartırken,
«Dolaba su doldurmalısın» d e d i .
«Evet, a y r ı c a d ö r t yeni kola da ihtiyacım var
veya ikiye bölünmeliyim. U n u t u y o r s u n k o m ş u m , ben
bu d ü k k â n ı n sahibi değilim.»
«Olmalısın.»
«Sana kralların ö l ü m ü h a k k ı n d a k i acıklı öy­
k ü m ü a n l a t a y ı m mı?»

172
«Öykünü biliyorum. Girdiğin o d e l i k t e n ç ı k m a y ı
b e c e r e m i y o r s u n . En zor y o l d a n ö ğ r e n m e k z o r u n d a
kaldın. Şimdi sabret, ç ü n k ü öğrendin.»
«Bana bir y a r a r ı olmuyor.»
«Burası senin d ü k k â n ı n olsaydı, p a r a kazanır­
dın.»
«Ama değil.»
«Yan t a r a f a b i r d ü k k â n açacak olsan, t ü m
müşteriler s a n a gelir.»
«Neden böyle d ü ş ü n ü y o r s u n ? » . ;.
«Çünkü, insanlar tanıdıkları kişiden alışveriş
ederler. Buna iyiniyet denir. Çok işe yarar.»
«Daha ö n c e y a r a m a m ı ş t ı . K a s a b a d a k i herkes
beni t a n ı r a m a iflas ettim.»
«Bu işin t e k n i k y ö n ü . Nasıl mal a l a c a ğ ı n ı b i l ­
iniyordun.»
«Belki hâlâ bilmiyorum.»
«Biliyorsun. Ne ö ğ r e n d i ğ i n i bile bilmiyorsun.
A m a senin k a f a n d a iflas etmiş bir yer var. Unut
bunu Bay Havvley. Unut Ethan.»
«Sağol.»
«Senden hoşlanırım. M a r u l l o İtalya'ya ne za­
m a n gidiyor?»
«Söylemedi d a h a . Söyle Joey, ne k a d a r zengin?
Hayır, söyleme. M ü ş t e r i l e r h a k k ı n d a k o n u ş a m a z s ı n
biliyorum.»
«Arkadaşlık a d ı n a kurallardan vazgeçebilirim
Ethan. T ü m yatırımlarını b i l e m i y o r u m a m a , bizdeki
hesabının bir anlamı v a r s a , o l d u k ç a zengin diye­
bilirim. Elini her işe s o k u y o r , .burada biraz g a y r i ­
m e n k u l , ş u r a d a b i r k a ç arazi, b i r k a ç yazlık ev ve
beli kalınlığında bir t o m a r ipotek belgesi.»
«Nereden biliyorsun?»
«Kasadan. En b ü y ü k k a s a l a r ı m ı z d a n birini ki­
raladı. A n a h t a r ı n biri o n d a , biri de bende. İçine bir
göz a t t ı ğ ı m ı itiraf e d e r i m . Galiba ben y a r a d ı l ı ş t a n
meraklıyım.»
«Herşeyi d ü z g ü n a m a , değil mi? Yani, şu ilaç­
lar, şantaj gibi şeyleri duyarız d a , bu t i p işleri de
var mı?»

173
«O kadarını bilemem. İşlerinden pek söz e t m e z .
Biraz p a r a çeker, b i r a z p a r a yatırır. B a ş k a b a n k a ­
larla da İŞ yapıyor m u , b i l m i y o r u m . D i k k a t edersen,
hesabının miktarını söylemedim.»
«Sormadım ki.»
«Bira içebilir miyim?»
«(Dışarıda içersen olur. K â ğ ı t b a r d a ğ a koyarım.»
«Kanunlara karşı gelmeni istemem.»
«Saçma!» Ethan k u t u n u n tepesini deldi. «Biri
gelir, şöyle y a n ı n a tut.»
«Sağol. Seni ç o k d ü ş ü n ü y o r u m Ethan.»
«Neden?»
«IBelki herşeye b u r n u m u s o k t u ğ u m için. B a ş a ­
rısızlık zihnin b i r b ö l ü m ü d ü r . Karıncaların a ç t ı ğ ı k u m
t u z a k l a r ı n a benzer. Geriye kayar d u r u r s u n . B u n d a n
k u r t u l m a k için b ü y ü k b i r g ü ç l e s ı ç r a m a k gerekir.
Sen de bu sıçrayışı y a p m a l ı s ı n Ethan. Dışarı ç ı k t ı n
m ı , başarının d a zihnin bir b ö l ü m ü o l d u ğ u n u a n l a ­
yacaksın.»
«Bu da t u z a k olabilir mi?»
tfEğer öyleyse... d a h a iyi bir t u z a k o l d u ğ u n a
inan.»
«Farzedelim b i r i b u sıçrayışı yapıyor v e b a ş k a
biri de tepe t a k l a k oluyor.»
«Sadece Tanrı bir kuşun d ü ş ü ş ü n ü görebilir a m a
o bile b u n a karışmaz.»
«'Bana ne y a p m a m ı söylediğini bilmek ister­
dim.» -
«Ben de. B i l s e y d i m belki b e n kendim 1 y a p a r d ı m .
B a n k a memurları b a ş k a n olamazlar. A m a elinde m a l ı
olanın y ü k s e l m e şansı vardır. Sanırım söylemek is­
t e d i ğ i m şu, eline geçen herşeyi sıkıca t u t . Bir d a n a
aynı fırsatı bulamazsın.»
«Sen filozofsun J o e y malî bir filozof.»
«Bunu y ü z ü m e v u r m a lütfen. Bir şey sende y o k ­
s a , hep onu d ü ş ü n ü r s ü n . Yalnız kişiler hep bir şeyleri
d ü ş ü n ü r l e r . Bilirsin insanların yüzde d o k s a n ı geç­
mişte, yüzde yedisi şimdi'ki z a m a n d a , yüzde üçü de
gelecek z a m a n d a yaşarlar. Yaşlı Satchel Paige bu
k o n u d a d u y d u ğ u m en akıllı şeyi söylemişti. ' A r k a n a

174
b a k m a , (belki g e ç m i ş t e n bir şey seni yakalar.' A r ­
tık gitmeliyim. Bay Baker y a r ı n , b i r k a ç g ü n k a l m a k
üzere New York'a gidiyor. Arı gibi çalışıyor.»
«Neyle ilgileniyor?»
«Nereden bileyim, a m a m e k t u p l a r ı ben ayırıyo­
rum. Albany'den bir sürü m e k t u p alıyor.»
«Politika ile mi ilgili?»
«iBen sadece ayırırım. M e k t u p l a r ı o k u m a m . İş­
ler hep b ö y l e y a v a ş mıdır?»
«Saat d ö r t s ı r a l a r ı n d a evet. On d a k i k a sonra
düzelir.»
«Gördün m ü ? Öğrenmişsin işte. 'İddiaya g i r e r i m
ki, iflas e t m e d e n ö n c e b u n l a r ı b i l m l y o r d u n . S o n r a
görüşürüz. Eline g e ç e n i sıkı tut.»
Saat beş ile altı a r a s ı n d a k ü ç ü k bir alışveriş
kasırgası m e y d a n a geldi. Gün ışıkları s a ç a n güneş
hâlâ y ü k s e k t e y d i ve s o k a k l a r s a n k i ö ğ l e d e n sonraıy-
mış gibi a y d ı n l ı k t ı . Ethan meyva t e z g â h ı n ı içeri alıp,
ön kapıları k a p a d ı , güneşlikleri indirdi. S o n r a liste­
den o k u y a r a k eve g ö t ü r m e s i g e r e k e n l e r i topladı,
hepsini k o c a m a n bir ç a n t a y a d o l d u r d u . Önlüğünü
çıkarıp, palto ve şapkasını g i y d i k t e n s o n r a sıçrayıp
tezgâhın üstüne o t u r d u . Raflardaki yiyeceklere bir
bakış a t a r a k t o p l a n t ı y ı a ç t ı .
«Mesaj yok!» d e d i . «Sadece S a t c h e l Paige'in
sözlerini hatırlayın. S a n ı r ı m benim de g e r i y e b a k ­
mamayı ö ğ r e n m e m gerek.»
C ü z d a n ı n d a n k a t l a n m ı ş çizgili k â ğ ı t l a r ı ç ı k a r d ı
v e o n l a r a yağlı k â ğ ı t t a n b i r zarf y a p t ı . S o n r a buzdo­
labının m o t o r k a p a ğ ı n ı a ç ı p , zarfı k o m p r e s ö r ü n ar­
kasına koydu ve kapağı 'kapadı.
Kasanın a l t ı n d a k i r a f t a , tozlu v e y ı r t ı k p ı r t ı k
o l m u ş M a n h a t t a n t e l e f o n rehberini b u l d u . D ü k k â n a
acele mal ı s m a r l a m a k için d u r a n rehberin «U» har­
fini a ç t ı . U n i t e d States'in a l t ı n d a «Göç v e Uyruğa
Giriş Servisi 20 W B w a y BA 7-0300, Geceleri, Cumar­
t e s i , Pazar ve Tatillerde OL 6-5888» n u m a r a s ı n ı b u l ­
du.
Yüksek sesle, «OL 6-5888, OL 6-5888 çünkü
g e ç oldu.» dedi. V e s o n r a konservelerine b a k m a -

175
dan k o n u ş t u : «Eğer herşey d ü z g ü n ve k a n u n a uy­
g u n s a , kimse incinmez.»
Ethan a r k a kapıdan ç ı k t ı , 'kapıyı kilitledi. Yiye­
cek d o l u t o r b a s ı n ı t a ş ı y a r a k yolun k a r ş ı t a r a f ı n d a k i
Foremaster l o k a n t a s ı n a g i t t i . L o k a n t a kokteyl içen
müşterilerle d o l u y d u a m a genel t e l e f o n u n d u r d u ğ u
bölümde hiç 'kimse y o k t u . Kabinin c a m kapısını k a ­
payıp, t o r b a s ı n ı yere, bozuk paralarını da rafın üze­
rine koydu, 'içinden b i r ç e y r e k l i k alarak «0»ı çevirdi.
«Santral.»
«Santral, New York ile k o n u ş m a k istiyorum.»
«Lütfen numaranızı çevirin.»
Ve Ethan çevirdi.

Ethan yiyecek t o r b a s ı n ı t a ş ı y a r a k işten d ö n d ü .


Öğleden sonraların uzun olması ne iyiydi. Çimenler
öyle uzun ve y u m u ş a k t ı ki ayak izleri hemen belli
o l u y o r d u . Mary'yi şapırtıyla ö p t ü .
«Güzelim,» dedi. «Çimenler ç o k uzamış. Allen'e
söylesem b i ç e r mi dersin?»
«Vallahi, şimdi sınav zamanı. Bilirsin nasıldır,
o k u l k a p a n m a k üzere.»
«Öbür o d a d a n gelen o g a r i p ses ne?»
«Ailen sesini a ç m a y a çalışıyor. O k u l u n k a p a n ­
ma günü y a p ı l a c a k g ö s t e r i y e çıkacakmış.»
«Galiba çimenleri b e n i m kesmem gerekiyor.»
«'Kusura b a k m a c a n ı m . A m a ç o c u k l a r ı n neler
hissettiğini bilirsin.»
«Evet. Öğrenmeye başlıyorum.»
«Keyfin yök g a l i b a . Y o r u c u bir g ü n mü geçir­
din?»
«Yoo, pek sayılmaz. B ü t ü n g ü n ayaktaydım.
Şimdi d e ç i m e n b i ç m e aletini o r a d a n o r a y a itmek
p e k iç a ç ı c ı gelmiyor.»
«Elektriklisinden almalıyız. J o h n s o n î a r d a ( var
b i r t a n e , insan üzerine o t u r u p sürebiliyor.»
«Bir bahçıvanımız ve o n u n bir y a r d ı m c ı s ı da
o l m a l ı . B ü y ü k b a b a m ı n v a r m ı ş . Sürebiliyor h a ! Öyle
bir aletimiz o l s a A i l e n ç i m l e r i biçerdi.»

176
«Ona anlayış göster. Sadece o n d ö r t yaşında.
«Çocukların c a n a y a k ı n oldukları k a n ı s ı nereden
çıkıyor dersin?»
«Senin keyfin yok.»
«Evet, galiba. Ve bu c ı r t l a k ses b e n i deli edi­
yor.»
«Deneme yapıyor.»
«Söyledin.»
«Öfkeni o n d a n çıkarma.»
«Tamam a m a y a p a b ü s e m rahatlardım.» Ethan,
Allen'in dilinin üzerine k o y d u ğ u bir aletle ç a t l a k ses­
ler, anlaşılmaz kelimeler söylediği o t u r m a o d a s ı n a
girdi.
«'Bu da ne?»
Ailen aleti o v u c u n a aldı. «Çorba kutusundan
ç ı k t ı . B u n a vantrilogluk denir.»
«Çorbayı içtin mi peki?»
«Hayır, Tadını s e v m i y o r u m . Ç a l ı ş m a m gerek
baba.»
«Bir d a k i k a a r a ver.» Ethan o t u r d u . «Hayatta
ne yapmayı tasarlıyorsun?»
«Ha?»
«Gelecekte. Size o k u l d a ö ğ r e t m e d i l e r ml? Gele­
cek sizin ellerinizdedir.»
Ellen kayar gibi o d a y a girdi ve kedi gibi der­
t o p o l a r a k kanepeye yerleşti. Çeliğin kesilmesini
a n d ı r a n bir sesle güldü :
«Televizyona ç ı k m a k istiyor.»
«Yarışma p r o g r a m ı n d a n yüz otuz bin dolar alan
o n ü ç yaşında bir veletti.»
«Hileli o l d u ğ u anlaşılmıştı.» dedi Ellen.
«Olsun paralar yine de onda kaldı.»
Ethan y u m u ş a k b i r sesle, «Ahlakî değerler seni
hiç ilgilendirmiyor mu?» diye s o r d u .
«Ama bir s ü r ü para var.»
«Yani s e n c e ahlaksızlık değil?»
«Ne olmuş, herkes yapıyor?»
«Peki, kendisini g ü m ü ş t a b a k İçinde sunan a m a
alıcısı o l m a y a n l a r a ne demeli? Dürüst olmadıkları
gibi paraları da olmaz.»
«ıBu ş a n s a bağlı-, aldığınız p a s t a u n u f a k o l a ­
bilir.»
177
w w w . c i z g i l i f o r u m . c o m

e n g i n e l
«Evet, unufak oluyor, değil mi?» dedi Ethan.
«Sen ve senin terbiyen de öyle, kendine gel! Efen­
dim sözcüğünü lügatından ç ı k a r d ı n galiba.»
Oğlan şaşırdı, babasının c i d d i o l u p o l m a d ı ğ ı n ı
kontrol e t t i , s o n r a d i m d i k d u r d u ve g ü c e n m e dolu
sesiyle,
«Hayır efendim.» d e d i .
«Okul nasıl gidiyor?»
«İyi sanırım.»
«Amerika'yı ne k a d a r sevdiğini a n l a t a n bir yazı
yazıyordun. Ülkeni m a h v e t m e k isteğin, yazıyı yaz­
m a n a engel mi oldu?»
« M a h v e t m e k t e n kastınız nedir... efendim?»
«Dürüst o l m a y a n bir şeyi d ü r ü s t ç e sevebilir m i ­
sin?»
«Ama baba h e r k e s yapıyor.»
«Herkes y a p ı n c a o iş 'iyi' mi oluyor?»
«Aslında, b i r k a ç y u m u r t a k a f a d a n b a ş k a kimse
aldırmıyor. Yazıyı bitirdim.»
«Güzel, g ö r m e k isterdim.»
«Gönderdim.»
«Bir kopyası vardır herhalde.»
«Hayır efendim.»
«Peki, ya kaybolursa?»
«Bunu d ü ş ü n m e d i m . Baba, b e n d e b ü t ü n ö t e k i
ç o c u k l a r gibi k a m p a gidebilmeyi İsterdim.»
«Bunu 'karşılayamayız. B ü t ü n ö t e k i ç o c u k l a r d e ­
ğil, sadece b i r k a ç tanesi gidiyor.»
«Keşke biraz paramız olsaydı.» Başını eğip el­
lerine b a k t ı ve d u d a k l a r ı n ı yaladı.
Ellen'in gözleri kısılmış, düşünceye d a l m ı ş t ı . Et­
h a n o ğ l u n u inceledi. «Belki b i r çaresini buluruz.»
«Efendim?»
«Sana bu yaz ç a l ı ş m a n için d ü k k â n d a b i r iş b u ­
labilirim.»
«Çalışmaktan kastınız nedir?»
«Çalışmaktan kastınız nedir dedin değil mi?
M a l l a r ı t a ş ı y a c a k , rafları yerleştirecek ve ortalığı t e ­
mizleyeceksin, b ü t ü n bu işleri iyi y a p a r s a n , belki
müşterilerle ilgilenmene izin veririm.»

178
«Ben k a m p a g i t m e k istiyorum.»
«Aynı z a m a n d a y ü z b i n lira k a z a n m a k da İsti­
yorsun.» \
«Belki k o m p o z i s y o n yarışmasını kazanırım. En
azından VVasnington gezisi var. O k u l d a g e ç e n b ü t ü n
bir seneden sonra yine ide tatil sayılır.»
«Ailen! Kendini y ö n e t m e n i n saygının d ü r ü s t l ü ­
ğ ü n , evet, h a t t a ç a l ı ş m a n ı n bile değişmez kuralları
vardır. S a n ı r ı m s a n a b u n l a r ı ö ğ r e t m e vakti gelmiş.
Çalışacaksın.»
Oğlan b a b a s ı n a b a k t ı : «Çalıştıramazsınız.»
«Affedersin, anlayamadım.»
«Çocuk iş yasası. Onaltı y a ş ı n d a n önce ç a l ı ş m a
izni bile a l a m a m . Yasalara ikarşı g e l m e m i mi isti­
yorsunuz?»
«Ana b a b a l a r ı n a yardım eden b ü t ü n kızların ve
oğlanların yarı k ö l e yarı suçlu o l d u ğ u n u m u sanı­
yorsun?» Ethan'ın ö f k e s i , aşk gibi çıplak ve zalimdi.
Ailen b a k ı ş l a r ı n ı uzaklara çevirdi.
«Böyle demek istemedim efendim.»
«Eminim öyledir. B i r d a h a y a p m a sakın. Haw-
ley'lerin ve Allen'lerin yirmi kuşağına t e k başına kök
s ö k t ü r ü r s ü n sen. Onlar d ü r ü s t i n s a n l a r d ı . Bir g ü n
o n l a r a layık biri olabilirsin umarım.»
«Evet e f e n d i m . O d a m a gidebilir miyim e f e n ­
dim?»
«Gidebilirsin.»
Ailen yavaş yavaş merdivenleri ç ı k t ı . Ailen g i ­
dince, Ellen b a c a k l a r ı n ı ileri uzattı ve s o n r a kıvı­
rıp, yerleşti. Genç b i r k a d ı n gibi eteğini düzeltti.
«Henry Clay'in nutuklarını o k u y o r d u m . Çok iyiy­
miş.»
«Evet öyledir.»
«Onları hatırlıyor musunuz?»
«Tam o l a r a k değil g a l i b a . Onları okuyalı çok
z a m a n oldu.»
«Müthiş bir adam.»
«Okullu kızların o k u y a b i l e c e ğ i şeyler değii gibi
geldi bana.»
«Büyük adammış.»

179
Ethan, sırtında o uzun y o r u c u g ü n ü n ağırlığı,
k o l t u ğ u n d a n kalktı.
M u t f a k t a Mary'yl gözleri kızarmış ve öfkeli
buldu.
«Seni duydum.» dedi. «Ne y a p m a y a çalıştığını
bilmiyorum. Ailen k ü ç ü k bir ç o c u k sadece.»
«Başlamanın zamanı geldi sevgilim.»
«Bana sevgilim deme. Zorbalığa gelemem hiç.»
«Zorba? A m a n Tanrım!»
«Küçük bir ç o c u k o, üstüne gidiyorsun.»
«Bence, şimdi kendini daha iyi hissediyordur.»
«Ne demek istediğini a n l a m ı y o r u m . Onu bir b ö ­
cek gibi ezdin.»
«Hayır sevgilim. Ona dünyanın k ü ç ü k kısmını
g ö s t e r d i m . Yanlış bir dünya yaratıyordu.»
«Sen kimsin ki, d ü n y a n ı n ne o l d u ğ u n u bilecek­
sin?»
Ethan karısının yanından geçip a r k a kapıdan
çıktı.
«Nereye gidiyorsun.»
«Çimenleri biçmeye.»
«Yorgunsun sanıyordum.»
«Öyleyim öyleydim yani.» Omuzunun
üzerinden tel kafesin ardında duran Mary'ye b a k t ı :
«Erkekler yalnız insanlardır.» dedi ve ç i m biçme m a ­
kinesini ç ı k a r m a y a g i t m e d e n önce bir an d u r u p k a ­
rısına gülümsedi.
M a r y yumuşak ve gür çimenleri b i ç e n , d ö n e n
bıçakların sesini dinledi. Ses kapının önüne geldi,
d u r d u , Ethan seslendi : «Mary Mary, sevgilim, sen
çok seviyorum.» Ve vızıldayan bıçaklar yeniden ç -
menleri kesmeye başladı.

ON ÎKÎNCİ BÖLÜM

Margie Young-Hunt ç e k i c i , kültürlü, zeki bir k a ­


dındı. Hem öyle zekiydi ki ne zaman ve nasıl bu ze-

180
kâyı saklayacağını iyi b i i i r d i . Evlilikleri başarısızdı.
Erkekler başarısızdı; birincisi iradesiz, ikincisi d a h a
da iradesizdi, ö l m ü ş t ü . Margie'ye randevu veren o l ­
mamıştı hiç. M a r g i e yaratırdı onları, sık t e l e f o n ko­
nuşmalarıyla, m e k t u p l a r l a , iyi dilek kartlarıyla ve
rastlantı olarak gösterdiği karşılaşmalarla.
Hastalara evde y a p t ı ğ ı ç o r b a d a n g ö t ü r ü r , d o ­
ğum günlerini hatırlardı. B ü t ü n bunları, insanlar ken­
di varlığının f a r k ı n d a o l s u n diye y a p a r d ı . K a s a b a d a k i
her k a d ı n d a n daha ç o k karnını dümdüz, cildini t e ­
miz ve canlı, dişlerini parlak ve çenesini g e r g i n t u ­
tardı. Gelirinin önemli bir kısmı s a ç ı n a , t ı r n a k l a r ı n a ,
masaja, k r e m l e r e ve losyonlara giderdi. Öteki k a ­
dınlar, «Margie g ö r ü n d ü ğ ü n d e n yaşlı olmalı,» der­
lerdi.
Göğüslerinin destekleyici kasları, kremlere, ma­
saja ve c i m n a s t i ğ e a l d ı r m a d a n gevşemeye başlayın­
c a , M a r g i e onları dimdik ve şişkin t u t a n sutyenlerin
içine k o y d u . M a k y a j ı g i t t i k ç e daha ç o k z a m a n alı­
yordu. Saçları, televizyon reklamlarının vaadettiği
bütün parlaklığa, y u m u ş a k l ı ğ a ve d a l g a y a sahipti.
Bir b u l u ş m a d a , yemekte, d a n s t a ya da gülerken,
çevrede hayranlık uyandırırken, kavalyesini bir yığın
k ü ç ü k cilveyle yönetirken, M a r g i e ' n i n artık bunları
ezberlediğini, davranışlarının içten olmadığını kimse
anlayamazdı.
Uygun bir süre g e ç t i k t e n ve paranın varlığından
sözedildikten s o n r a , eğer tehlikesiz o l a c a ğ ı n a e m j n -
se kavalyesiyle y a t a ğ a girerdi. Sonra silahını u s t a c a
kullanmaya başlardı.
Er ya da geç, bu paylaşılan y a t a k / g e l e c e ğ i n i
güvene a l m a k için kullandığı bir t u z a k oluyordu.
Ama b e k l e n e n o y u n , yorganını paylaşanlara vız ge­
liyordu. G i t t i k ç e sözleştiği kişilerin ç o ğ u ihtiyatlı ya
da güçsüz evli erkekler a r a s ı n d a n ç ı k ı y o r d u .
Ve M a r g i e yaşının geçtiğini herkesten iyi b i l i ­
yordu. Fal 'kâğıtları, yardım istediği z a m a n cevap
vermiyorlardı.
M a r g i e çok erkek t a n ı m ı ş t ı , ç o ğ u suçlu, gurur­
ları kırılmış veya umutsuz erkekler. Bu nedenle pro­
fesyonel b i r haşerat avcısı gibi, avına karşı bîr tik-

181
I sinme geliştirmişti. Bu t i p erkekleri, k o r k u l a r ı ve
gururlarını k u l l a n a r a k y ö n e t m e k kolaydı. A p t a l ye­
rine k o n m a k t a n öylesine mutluydular k i , Margie ar­
tık zafer sevinci duymaz o l m u ş t u . Hissettiği iğrenç
bir acımaydı sadece. Bunlar onun arkadaşları ve
yardımcılarıydı, a m a k e n d i s i n i n d o s t u olduklarını
öğrenmelerine bile engel o l u r d u . Margle'den bir şey
beklemedikleri İçin o n l a r a verebileceklerinin en iyi­
sini verirdi. İlişkilerini gizli t u t a r d ı , ç ü n k ü içinde bir
yerlerde yaptıklarını doğru b u l m u y o r d u . Danny Tay­
lor bunlardan biriydi, A l f i o Marullo bir başkası ve
Şef Taşduvar J a k s o n Smith ıblr ü ç ü h c ü s ü . . . d a h a
başkaları da vardı. Onlar Margie'ye g ü v e n i r d i , Mar­
gie de onlara. Ve bu dostların gizil varlığı, kadının
yaşayabilmesini sağlayan tek sıcak, d ü r ü s t t a r a f t ı .
Bu arkadaşlar o n u n l a k o r k m a d a n ve serbestçe ko­
nuşurlardı, ç ü n k ü onlar i ç i n M a r g i e b i r t ü r Ander-
sen'in k u y u s u y d u . . . alıcı, yargılamayan ve sessiz.
Pek çok insanın gizli b i r y ö n ü vardır. M a r g i e Young-
Hunt da bu gizli özelliği iyi saklardı. Ve belki de bu
gizli şey y ü z ü n d e n M a r g i e , New B a y t o w n h a t t a Wes-
sex eyaleti hakkında herkesten çok bilgiye sahipti.
A m a bildiklerini kendi yararına kullanamadığı, kul­
lanamayacağı için o r t a y a dökmezdi. B a ş k a k o n u ­
larda ise eline geçen herşeyi kendi y a r a r ı n a kulla­
nırdı.
M a r g l e ' n l n Ethan Alien Hawley projesi raslan-
t ı y l a v e boş o t u r m a k y ü z ü n d e n başlamıştı. Ethan
b u n u n k ö t ü l ü k etme isteği o l d u ğ u n u düşünmekte
haklıydı. M a r g i e kendi kadınlık g ü c ü n ü deneyecekti.
Rahatlamak ve yenilenmek için o n a gelen üz­
g ü n erkeklerin pek ç o ğ u , yaşantılarının diğer bö­
lümlerine de yansıyan b i r iktidarsızlık ve çaresiz
cinsel bunalımlarla ç e v r e l e n m i ş o l u r l a r d ı .
Birkaç k ü ç ü k iltifat ve güvenle o n l a r ı rahatlat­
m a k ve eli silahlı karılarına karşı y e n i d e n savaşma
g ü c ü k a z a n d ı r m a k M a r g i e için k o l a y d ı .
M a r y Hawley'den gerçekten ç o k hoşlanıyordu
ve o n u n vasıtasıyla sosyo-ekonomik koşullar yüzün­
den, g ü c ü n ü v e güvenini k a y b e d e n , b a ş k a bir t ü r
b u n a l ı m geçiren Ethan'ın farkına varmıştı.

182
Margie, işi, a ş k ı , ç o c u ğ u olmadığı için bu has­
talanmış erkeği b a ş k a bir s o n a itip itemeyeceğini d ü ­
şünmeye başlamıştı. Bu bir o y u n , b i r boz-yap, bir
denemeydi. İyiliğin değil, merakın ve tembelliğin bir
ü r ü n ü y d ü . Ethan üstün b i r e r k e k t i . Onu yönlendire­
bilmek Margie'ye kendi ü s t ü n l ü ğ ü n ü k a n ı t l a y a c a k t ı .
V e b u k a n ı t a g i t t i k ç e daha ç o k ihtiyaç d u y m a k t a y d ı .
B e l k i de Ethan'daki değişimi derinliğine bilen
tek kişiydi. B u n u n k e n d i etkisiyle o l d u ğ u n u düşüne­
rek k o r k u y o r d u . Fare bir aslana dönüşmekteydi.
Ethan'ın elbisesinin a l t ı n d a k i adalelerini, gözlerinin
a r d ı n d a gelişmekte olan insafsızlığı... g ö r e b i l i y o r d u .
Nazik ve iyi kalpli Einstein da m a d d e n i n doğası kav­
ramı Hiroşima üzerinde p a t l a y ı n c a a y n ı şeyleri his­
setmiş o l m a l ı y d ı .
iMargie, M a r y Havvley'den ç o k h o ş l a n ı y o r d u a m a
sempati ve a c ı m a d u y m u y o r d u . Talihsizlik ya da k ö t ü
kader, özellikle b a ş k a kadınların başına geldiği za­
m a n k o l a y c a kabullenilebilen b i r d u r u m d u r .
Eski L i m a n a o l d u k ç a y a k ı n , b ü y ü k , ağaçlıklı bir
bahçenin içindeki tertemiz evinde M a r g i e makyajını
incelemek üzere aynaya uzandı. Krem, p u d r a , f a r ve
rimelle k a p k a r a kesilmiş kirpiklerinin a r a s ı n d a n yü­
zündeki gizli kırışıklıkları, cildinin sarkıklığını g ö r d ü
Margie. Yılların sakin bir denizdeki kayalara t ı r m a ­
nan sular gibi sessizce geldiğini hissetti. Olgunlu­
ğ u n , o r t a yaşın da k e n d i n e özgü silahları vardır a m a
bunları elide e t m e k deneyler ve t e k n i k l e r gerektirirdi
ki, Margie'de b u n l a r y o k t u .
G e n ç yapısı v e heyecanı ç ö k ü p g i t m e d e n , o n u
çıplak, komik ve b e r b a t bir halde b ı r a k m a d a n önce.
öğrenmesi gereken şeylerdi b u n l a r . Başarısı, yaf^
nızken bile k e n d i n i b ı r a k m o m a s ı n d a y d ı . Şimdi bir
deneme olarak, ağzını o n u n istediği biçimde sar­
kıttı, g ö z k a p a k l a r ı n ı yarı k a p a t t ı . Dik t u t t u ğ u çenesini
indirdi ve b o y n u kırışıklıklarla d o l d u . Ö n ü n d e k i ay­
nada yirmi yıl d a h a yaşlandığını g ö r d ü . Buz gibi bir
sesin, o n u nelerin beklediğini fısıldamasıyla t i t r e d i .
Çok geç kalmıştı. Bir k a d ı n içinde y a ş l a n a c a ğ ı , ışıklı,
siyah k a d i f e l i , ç o c u k l a r l a d o l u , saçlarının beyazlaşa-
cağı, şişmanlayacağı, aşk, k o r u n m a , desteklenme ile

183
d o l u , küçük değişikliklerin y e r aldığı, istekte bulun­
mayan bir k o c a ya da ç o k sakin ve az istekleri o l a n
bir kocanın iradesi ve güveniyle k a p l ı , paylaşılan bir
yuvaya sablp olmalıydı.
Yalnız başına yaşlanan bir k a d ı n , bir ç ö p k a d a r
faydasız, ağrılarını dindirecek ve acılarına o r t a k o l a ­
c a k kimsesi b u l u n m a y a n , yüzü kırışıklıklarla dolu bi­
ridir.
K o r k u n u n sıcak dalgasını midesinde hissetti. İlk
k o c a s ı n d a şanslı ç ı k m ı ş t ı . Zayıf bir a d a m d ı ve Mar-
gie, bu zayıflığın a n a h t a r ı n ı ç a b u c a k b u l m u ş t u . Ka­
dına öyle u m u t s u z c a âşıktı ki, b o ş a n m a k istediği za­
man, yeniden evlenmesi halinde n a f a k a n ı n kesilme­
sini ş a r t k o ş m a m ı ş t ı . İkinci kocası Margie'nin özel
bir servete sahip o l d u ğ u n u sanmıştı, öyleydi de. Öl­
d ü ğ ü n d e pek bir şeyler b ı r a k m a d ı a m a , M a r g i e ilk
k o c a s ı n d a n gelen n a f a k a ile yaşayabiliyor, iyi giyi­
nebiliyor ve başıboş dolaşabiliyordu, ilk kocasının
ö l m e s i . . . İşte k o r k u s u b u y d u . Bir gece ya da gündüz
karabasanıydı bu, aylık, n a f a k a ç e k i n i n gelmediği
bir karabasan.
O c a k ayında M a d i s o n Bulvarıyla 57. sokağın ke­
siştiği köşede g ö r m ü ş t ü ilk kocasını. A d a m yaşlı ve
y o r g u n g ö r ü n ü y o r d u . Onun ölümü ile herşey mahvo­
lurdu. Eğer o herif ölürse, pgra gelmezdi artık. M a r ­
gie, a d a m ı n sağlığı için t ü m kalbiyle d u a eden tek
kişi o l d u ğ u n d a n e m i n d i .
A d a m ı n zayıf, sessiz yüzü ve ö l g ü n gözleri ak­
lına gelince, midesindeki k o r k u büyüdü. Eğer p he^
rif ölecek o l u r s a ! . . .
A y n a y a eğilen Margie, b i r atağa hazırlanıyor-
m u ş ç a s ı n a iradesini t o p l a d ı . Çenesi y ü k s e l d i , k ı r ı ­
şıklıklar yok oldu, gözleri parladı, cildi gerilip kemik­
lerine yapıştı, omuzları dikleşti. Ayağa kalkıp kırmızı
tüylü halının üzerinde daireler çizerek vats yaptı.
Pembe boyalı ayak tırnakları parlıyordu, yalınayaktı.
Çok geç o l m a d a n koşmalı, ç a b u k o l m a l ı y d ı .
Dolabını açıp, 4 T e m m u z h a f t a sonu için sak­
ladığı tatlı, kışkırtıcı elbisesini ç ı k a r d ı , incecik t o ­
puklu ayakkabılarını, sanki y o k m u ş gibi g ö r ü n e n ipek
çoraplarını çıkandı. İçindeki b i t k i n l i k kaybolmuştu.

184
şimdi. B i r kasabın b ı ç a ğ ı n ı bilemesi k a d a r çabuk v e
k u s u r s u z c a giyindi. Giyinme bitince, k a s a b ı n b ı ç a ­
ğın keskinliğini p a r m a ğ ı y l a k o n t r o l etmesi gibi, boy
aynasında kendini d i k k a t l e inceledi. Hızlanmalı a m a
hamle y a p m a m a l ı y d ı . Beklemeyecek bir erkek için
hızlanması ş a r t t ı . Ve sonra 'kültürlü, şık, zeki, k e n ­
dine güvenen, güzel bacaklı ve t e r t e m i z beyaz eldi­
venli b i r h a n ı m e f e n d i n i n ilgisiz yavaşlığı. Yanından
geçen b ü t ü n erkekler ona b a k m a d a n edemediler.
Miller kardeşlerin k a m y o n şoförü, kereste yüklü
k a m y o n d a n s a r k a r a k ıslık çaldı, iki lise öğrencisi
Valentino b a k ı ş l a r ı y l a süzdüler 'kadını. Yarı açık
ağızlarından süzülen salyayı güçlükle y u t t u l a r
B i r i , «Ne dersin buna?» d e d i .
Diğeri, «Mmmmm!» d i y e c e v a p l a d ı .
«Ama sen sevmez...»
«Mmmmm!»
B i r h a n ı m e f e n d i b a ş ı b o ş d'olaşamazdı, hele New
B a y t o w n ' d a . B i r yere g i d i y o r d u h e r h a l d e , ufak v e
önemsiz de olsa m u t l a k a bir işi o l m a l ı y d ı . A n a c a d -
d e d e topuklarını t ı k ı r d a t a r a k y ü r ü r k e n , y a n ı n d a n ge­
çenlere selam veriyor, onlarla k o n u ş u y o r ve insan­
ları gözden g e ç i r i y o r d u .
Bay Hail — Bir süreden beri b o r ç a l a r a k y a ş ı y o r d u .
Stoney — Sert, erkek a d a m d ı , a m a hangi kadın bir
polisin h a f t a l ı ğ ı ya da emekli aylığıyla y a ş a ­
m a k isterdi? Üstelik, a d a m a r k a d a ş ı y d ı .
Harold B e c k — Pek çok malı m ü l k ü v a r d ı , a m a H a ­
rold b i r ö r d e k kadar şüpheciydi. Herhalde d ü n ­
yada b u n u bilmeyen t e k kişi de kendisiydi.
Mo DowelI — «Sizi g ö r d ü ğ ü m e çok sevindim b a y ı m .
Milly nasıl?» M ü m k ü n d e ğ i l . . . İrlandalı, sert,
'karısına b a ğ l ı , k a r ı s ı ise sonsuza dök ö l m e ­
y e n hastalardan b i r i . A d a m b i r sırdı. Kaç p a ­
rası o l d u ğ u n u 'kimse bilmezdi.
Sulu gözlü Donald Randolph — Yanınızdaki bar t a ­
buresinde o t u r d u ğ u s ü r e c e m ü k e m m e l , iyi huy­
ları s a r h o ş k e n k a y b o l m a y a n biri. A m a b i r b a r
t a b u r e s i n e ev gözüyle b a k m a y a n l a r için y a ­
rarsız b i r adaımı.

185
H a r o l d Luce — Time dergisinin sahibiyle a k r a b a o l ­
d u ğ u söyleniyordu, a m a kim söylemişti, k e n ­
disi m i ? K o n u ş m a yeteneği o l m a d ı ğ ı için ken­
dini ilim-irfan sahibi gibi g ö s t e r e n , sert b i r i .
Ed Wantoner — Yalancı, dolandırıcı ve hırsızdı.
Ç o k parası v a r sanılıyordu v e 'karısı olmak
üzereydi. A m a Ed k i m s e y e güvenmeydi. Hat­
ta köpeğine bile güvenmediğinden 'kaçmasın
diye k ö p e ğ i bağlar, ulumasına aldırmazdı.
Paul Strait — C u m h u r i y e t ç i Parti içinde g ü ç l ü biri.
Karısının adı Butterfly'dı. T a k m a isim değildi
b u , Butterfly* Strait, Butterfly olarak vaftiz
edilmişti. New York eyaletinde Cumhuriyetçi
bir vali olsaydı eğer, Paul bu iş i ç i n ç a k u y g u n ­
d u . Şehir ç ö p l ü ğ ü n ü n sahibiydi, b u r a y a bir
teneke ç ö p d ö k m e k bir çeyreğe maloluyordu.
Söylentiye g ö r e , ç ö p l ü k t e k i fareler tehlikeli
o l a c a k kadar b ü y ü k ve k o r k u n ç hale gelince,
Paul onları v u r m a k isteyenlere bilet satmış,
a y r ı c a bu iş için 22 kalibrelik kurşunlarla d o l ­
d u r u l m u ş silahları k i r a l a m ı ş t ı . B a ş k a n a öyle
ç o k benziyordu ki, pek ç o k kişi o n a «İke»
d e r d i . A m a Danny Taylor hafif sarhoş olduğu
b i r sırada o n d a n Asil P a u l d i y e sözedince, bu
isim 'kalmış, PauJ'un olmadığı yerlerde a d ı
hep, Asil Paul o l a r a k g e ç m e y e b a ş l a m ı ş t ı .
Marullo — Göründüğünden daha hastaydı. Kötü
hastaydı. K a r n ı n d a n 45'likle v u r u l m u ş biri gi­
biydi gözleri. Kendi d ü k k â n ı n ı n ö n ü n d e n geç­
m i ş a m a içeri g i r m e m i ş t i .
M a r g i e kalçalarını sallayarak d ü k k â n a girdi.
Ethan, g e n ç t e n , siyah saçlı, kaliteli bir p a n t o l o n
giymiş ve ş a p k a s ı n d a ince b i r şerit olan y a b a n c ı bir
a d a m l a k o n u ş u y o r d u . Kırk yaşlarında, sert ve k e n ­
dini yaptığı işe 'kaptıran bir t i p t i . Tezgâhın üzerine
eğilmiş, neredeyse Ethan'ın burnuna k a d a r sokul­
muştu.

Margie, «Merhaba Erhan!» dedi. «Meşgulsün.


S o n r a gelirim.»

BUTTERFLY: Kelebek (Çev.)

186
w w w . c i z g i l i f o r u m . c o m

e n g i n e l
Gezmeye ç ı k a n bir k a d ı n ı n b a n k a d a y a p a c a k
gereksiz a m a yasal b i r sürü işi vardır. M a r g i e a r k a
sakağın ağzından g e ç i p , m e r m e r v e parlatılmış ç e ­
likten a n ı t a girdi.
J o e y M o r p h y o n u g ö r ü n c e , demir p a r m a k l ı k l ı
veznenin t ü m ışıklarını y a k t ı . O ne gülüş, o ne k a ­
rakter, o ne iyi o y u n a r k a d a ş ı y d ı . A m a k o c a o l a r a k
b e r b a t biri o l u r d u herhaide. M a r g i e , b e k â r d o ğ m u ş
ve ölene dek b e k â r k a l m a k için m ü c a d e l e e d e c e k
bu a d a m ı t a k d i r ediyordu. J o e y ' i n iki 'mezarı o l m a ­
yacaktı.
Margie, «Beyefendi, a c a b a , yeni, t u z l a n m a m ı ş
paranız b u l u n u r mu?» dedi.
«©ir d a k i k a 'hanımefendi, b a k a y ı m . Sanırım bir-
yerlerde o l a c a k t ı . Ne kadar a l m a k isterdiniz?»
«Yüz g r a m tadar mösyö!» M a r g i e k ü ç ü k b e ­
yaz ç a n t a s ı n d a n k a t l a n m ı ş b i r d e f t e r ç ı k a r ı p yirmi
dolarlık bir çek yazdı.
Joey g ü l d ü . Margie'den hoşlanırdı. Bir süre­
den b e r i , pek sık o l m a m a k l a b i r l i k t e , J o e y o n u y e ­
meğe g ö t ü r ü y o r v e y a t ı y o r l a r d ı . A m a J o e y kadının
a r k a d a ş l ı ğ ı n d a n v e şaka k a l d ı r m a s ı n d a n d a hoşla­
nıyordu.
«Bayan Young-Hunt, b a n a , M e k s i k a ' d a Pancho
Villa ile b i r l i k t e b u l u n m u ş b i r a r k a d a ş ı m ı h a t ı r l a t t ı ­
nız. Kendisini t a n ı r mısınız?»
«•Hiç tanımıyorum.»
«Şaka değil, a r k a d a ş ı m a n l a t m ı ş t ı b a n a . Panc­
ho k u z e y d e y k e n y i r m i pesoluk b a n k n o t l a r ı b a s m a k l a
uğraşıyormuş. Öyle ç o k basmış ki, a d a m l a r ı say­
mayı bırakmışlar. Paraları teraziye k o y u p t a r t m ı ş ­
lar.»
Margie, «Joey, kendinden sözetmeden d u r a m a z
mısın?» dedi.
«Hayır B a y a n Young-Hunt. B e n o sıralar b e ş
yaşındaydım. Bu b i r hikâye. B i r g ü n de, şişman
bir kadın, a ç a m a ş i ş m a n b i r k a d ı n gelmiş, 'Gene­
ralim, k o c a m ı ö l d ü r d ü n ü z , beni beş ç o c u ğ u m l a dul
bıraktınız. Halimiz perişan. Yaptığınız d e v r i m i n so­
nucu bu, m u ? ' demiş. 'Pancho k a d ı n ı , şimdi b e n i m
de yaptığım gibi iyice süzmüş.»

187
«Senin malın m ü l k ü n y o k ki Joey.»
«Biliyorum. Hikâye bu. Pancho y a r d ı m c ı l a r ı n a
d ö n ü p , B e ş k i l o p a r a t a r t ı n b u kadına" demiş. Eh,
bu epeyce para eder. B i r tel parçasıyla paraları
deste yapıp bağlamışlar, k a d ı n da paraları alıp git­
miş. Az sonra bir yüzbaşı gelmiş, selam vermiş ve
'Generalim' d e m i ş , 'biz o n u n k o c a s ı n ı vurmadık.
Sarhoştu, h a p i s h a n e y e kapadık.' Pancho paraları
sallayarak giden k a d ı n d a n gözlerini a y ı r m a d a n , 'Gi­
dip, herifi vur. Zavallı dul kadını hayal kırıklığına
uğratamayız!' demiş.»
«Jeoy, k o r k u n ç b i r adamsın.»
«Bu hikâye gerçek. Ben İnanıyorum.» M a r g i e '
nin çekini alıp, b a k t ı : «Bunu 20'likler 50'likler yoksa
100'lükler h a l i n d e mi istersiniz?»
«iki p a r ç a halinde ver.»
B i r b i r l e r i n d e n hoşlanıyorlardı.
B a y Baker b u z l u camlı ofisinden dışarı b a k t ı .
Bir b a h s e g i r m i ş l e r d i . Bay Baker daha önce M a r g i e '
ye dilbilgisi a ç ı s ı n d a n d o ğ r u a m a belirsiz b i r teklifte
b u l u n m u ş t u . Bay B a k e r , B a y 'Paraydı. Elbette, karısı
vardı, a m a M a r g i e bu dünyanın B a k e r ' l a r ı n ı iyi bi­
lirdi. Yapmayı k a f a l a r ı n a koydukları herhangi bir şey
için yeni a h l a k k u r a l l a r ı bile yaratabilirlerdi. Margie
o n u reddettiği için m e m n u n d u . B ö y l e c e a d a m hâlâ
listedeydi.
; Margie, Joey'in uzattığı d ö r t t a n e b e ş dolarlığı
aldı ve Bay Baker'in ofisine g i t m e y e hazırlandı. T a m
o sırada E t h a n ' l a k o n u ş u r k e n g ö r d ü ğ ü a d a m ses­
sizce İçeri g i r d i , Margie'nin ö n ü n d e n g e ç t i , kartını
g ö s t e r d i ve B a y Baker'in o d a s ı n a alındı. Kapı ar­
d ı n d a n kapandı.
«Ayağım uğurlu geldi,» dedi Joey'e.
«Wessex Eyaletindeki en güzel ayak,» dedi
Joey. «Bu gece bir yerlere gitmek ister misin? Dansa,
yemeğe falan.»
«Gidemem,» dedi Margie. «Kimdi o?»
«Daha ö n c e hiç g ö r m e d i m . B a n k a müfettişine
benziyor. Böyle z a m a n l a r d a d ü r ü s t b i r i o l d u ğ u m a ,
h a t t a t o p l a m a , ç ı k a r m a yapabildiğime ç o k m e m n u n
oluyorum.»

183
«Biliyor m u s u n Joey, m ü k e m m e l bir kadını, e v ­
den k a ç ı r a c a k herşeye sahipsin.»
«Bütün d u a l a r ı m , ümitlerim b u n u n l a dolu M a ­
dam.»
«Görüşürüz.»
M a r g i e dışarı ıçııktı, a r a sokağı g e ç i p , yeniden
Marullo'nun dükkânına girdi.
«Merhaba Elh.»
«Merhaba Margie.»
«O yakışıklı y a b a n c ı kimdi?»
«Kristal küren y a n ı n d a y o k mu?»
«Gizli a j a n mı?»
«Daha da k ö t ü s ü . Margie, h e r k e s polisten kor­
kar mı dersin? Hiç b i r şey y a p m a s a m bile, polis­
ten ö d ü m kopuyor.»
«O kıvırcık saçlı a d a m g e r ç e k t e n polİ9 mi?»
«Pek değil. Federal polis o l d u ğ u n u söyledi.»
«Ne işler karıştırıyorsun Ethan?»
«Karıştırmak? Ben mi? Neden karıştırayım?»
«Adam ne İstiyordu?»
«Sadece ne s o r d u ğ u n u biliyorum. Ne istediği
h a k k ı n d a hiç bir f i k r i m yok.»
, «Peki ne sordu?»
«Patronumu ne z a m a n d ı r t a n ı y o r m u ş u m ? O n u .
başka kimler t a n ı r m ı ş ? . New B a y t o w n ' a ne z a m a n
gelmiş?»
«Sen o n a ne dedin?»
«Orduya katıldığım sıra, o n u tanımıyordum.
Geri d ö n d ü ğ ü m d e b u r a d a y d ı . Ben iflas edince, dük-
Kânı devraldı ve bana iş verdi.»
«Sence bu s o r u ş t u r m a n ı n a m a c ı nedir?»
«Allah bilir.»
Margie, Ethan'ın gözlerinin gerisindekileri gör­
meye çabaladı. Ethan aptal rolü oynuyor, diye d ü ­
şündü. A d a m ı n g e r ç e k t e n ne istediğini bilebilsey-
dim...
Ethan öyle y a v g ş k o n u ş t u ki, M a r g i e korktu
birden. «Bana i n a n m ı y o r s u n . A m a u n u t m a Margie,
hiç kimse gerçeğe inanmaz.»
«Tüm gerçeğe? Bir t a v u ğ u parçaladığın z a m a n

183
Ethan, o b ü t ü n b i r t a v u k t u r . Arna birazı beyaz ettir,
birazı da siyah.»
«Haklısın. Doğru söylemek gerekirse, ç o k kay­
g ı l a n ı y o r u m Margie. iBu işe ihtiyacım vur. Eğer A l -
fio'ya b i r şey o l u r s a , a ç ı k t a kalırım.»
«Zengin o l a c a k s ı n , u n u t t u n mu?»
«Parasız b i r i için bunu h a t ı r l a m a k güç.»
«Ethan, bilmem h a t ı r l ı y o r musun? Paskalyaya
yakın b i r b a h a r g ü n ü y d ü . 8 e n b u r a y a gelmiştim, sen
de bana Kudüslü kız demiştin.»
«'Kutsal Cumaydı.»
«Hatırladın. Yerini b u l d u m . M a t t h e w b ö l ü m ü n -
deymlş, aslında m ü k e m m e l ve.... dehşet verici.»
«Öyledir.»
«Seninle ne ilgisi var?»
«iBüyük h a l a m Deborah, beni h e r yıl b i r kez çar­
mıha gererdi. Hâlâ da d e v a m ediyor.»
«Şaka ediyorsun, ilk söylediğinde şaka değildi
ama.»
«Hayır. Ne o z a m a n ne de ş i m d i söylediklerim
ş a k a değil.»
M a r g i e şaka olsun diye, «Biliyorsun, sana bak­
t ı ğ ı m fal doğru çıkıyor,» dedi.
«Biliyorum.»
«Bana b o r c u n yok mu?»
«Elbette.»
«Ne z a m a n ödeyeceksin?»
«Arka o d a y a gelebilir misin?»
«Yapabileceğini sanmam.»
«Sanmaz mısın?»
«Hayır Ethan. Sen de biliyorsun y a p a m a y a c a ­
ğını. Ö m r ü n d e hiç bu k a d q r hızlı s ı ç r a m a l a r y a p ­
m a d ı n ki.»
«Öğrenebilirim, belki.»
«İstesen de zina y a p a m a z s ı n sen.»
«Deneyebilirim.»
«Seni u y a r m a k için a ş k ya da k i n gerekir. B u n ­
ların o l u ş m a s ı içinse uzun v e s a b i t b i r süre g e ç ­
melidir.»
«Belki h a k l ı s ı n . Peki nereden b i l i y o r s u n b u n ­
ları?»

190
«Asla nasıl bildiğimi bilemem.»
Ethan buzdolabını a ç t ı , buzla kaplı b i r kola şi­
şesi ç ı k a r d ı . Şişeyi a ç ı p Margie'ye v e r d i k t e n s o n r a ,
bir t a n e d a h a aldı.
«Benden istediğin nedir?»
«Şenin gibi bir erkeği hiç t a n ı m a d ı m . Belki de
bu kadar sevilmek ya da n e f r e t edilmek nasıl bir
d u y g u d u r b i l m e k istiyorum.»
«Sen b i r cadısın. Neden f ı r t ı n a ç ı k a r m ı y o r s u n ? »
«Fırtına ç ı k a r a m a m . Sadece p e k ç o k e r k e ğ i n
içinde b a k ı ş l a n m l a rüzgârlar estirebilirim. Senin
ateşini neyle yakabilirim acaba?»
«Belki de yaktın bile.»
Ethan d i k k a t l e Margie'yl inceledi v e b u 'bakışı
k a d ı n d a n gizlemeye gerek d u y m a d ı .
«Tuğladan yapılmış b i r çiftlik evi gibisin,» d e d i .
«Yumuşak, d ü z g ü n , g ü ç l ü ve iyi.»
«Nereden biliyorsun? B a n a 'hiç d o k u n m a d ı n ki.»
«Eğer d o k u n s a y d ı m , deli g i b i koşardın,»
«Aşkım.»
«Boşversene. Bu İşte bir yanlışlık var. Ç e k i c i ­
liğimi bilecek k a d a r kibirliyim. Ne istiyorsun? B a -
lıketinde b i r hanımefendisin, üstelik sevimlisin. Ne
istiyorsun?»
«Sana servetini ben söyledim ve gerçekleşi­
yor.»
«Sen de b u n d a n f a y d a l a n m a k istiyorsun.»
«Evet.»
«Şimdi sana inanabilirim.» Ethan gözlerini y u ­
karılara kaldırdı. «Kalbimin Mary'si» d e d i . «Kocana,
aşkına, sevgili a r k a d a ş ı n a iyi b a k . Beni içimdeki şey­
t a n d a n v e d ı ş t a n gelecek z a r a r l a r d a n k o r u . G a r i p
ve rüzgâra kapılmış, İhtiyaçları o l a n ve t o h u m l a r ı n ı
her yere s a ç m a k için yüzyılların b i r i k m i ş acısını t a ­
şıyan biri o l a r a k yardımını d i l e n i y o r u m . M a r y . Ora
pro mini.»
«Sen b i r ş a r l a t a n s ı n Ethan.»
«Biliyorum. A m a a l ç a k g ö n ü l l ü b i r ş a r l a t a n o l a ­
maz mıyım?»
«Şimdi senden korktum. Ö n c e d e n korkmaz­
dım.»

181
«Acaba neden?»
Fal bakarkenkî düşünceli 'haliyle b a k t ı Margie,
Ethan d a gördü b u n u , B a y B a k e r içeri g i r d i .
«Marullo,» d e d i .
«Ne o l m u ş ona?»
«Önce ben sordum.»
«Birazdan gelir herhalde. Yarım düzine yumur­
t a , bir kalıp tereyağ. Kahve de ister misiniz?»
«Evet, bir k u t u da kahve. Şu r a f t a k i n d e n olsun.
Bu W h u m p d u m sığır eti nasıl?»
«Henüz d e n e m e d i m . Çok lezzetli o l d u ğ u n u söy­
lüyorlar. B a y a n B a k e r , W h u m p d u m sığır etinden al­
m a m ı ş mıydı?»
«Bilmiyorum Ethan. Önüme ne k o n u r s a y e r i m .
Bayan Young-Hunt her g ü n daha güzelleşiyorsunuz.»
«Çok naziksiniz.»
«Doğru s ö y l ü y o r u m . Çok da güzel g i y i n i y o r s u ­
nuz.»
«Ben de sizin için aynı şeyi d ü ş ü n ü y o r d u m . Siz
güzel değilsiniz a m a terziniz harika.»
«Öyledir. Çok para alıyor.»
«Eski deyimi a n ı m s a y ı n : 'Davranışlar insanı,
insan yapar.' Şimdilerde bu söz değişti. Terziler er­
kekleri istedikleri kılığa sokabiliyorlar.»
«iyi dikilmiş bir elbisenin kötü yanı, uzun süre
d a y a n m a s ı . Şu ü s t ü m d e k i on yaşında.»
«İnanmak güç. Bayan Baker nasıl?»
«Şikâyet edecek k a d a r iyi. Onu neden a r a m ı ­
yorsunuz bayan Young-Hunt? Kendini yalnız hisse­
diyor. Bu k u ş a k t a aydınlatıcı k o n u ş m a l a r y a p a c a k
pek insan yok. Bunu W y k e h a m söylemişti. Winc­
hester Kolejinin sloganıdır.»
'Margie Ethan'a dönerek, «Bunu bilen başka bir
Amerikalı b a n k a c ı göstersenize bana,» dedi.
ıBay B a k e r kızardı : «Karım Dev Eserler'e abo­
nedir. Çok okur. Lütfen o n u arayın.»
«Seve seve. Aldıklarımı t o r b a y a k o y u n Bay Haw-
ley. Eve d ö n e r k e n uğrayıp alırım.»
«Tamam hanımefendi.»
«Dikkat ç e k i c i genç b i r kadın,» dedi Bay Baker.

192
«O ve M a r y b u n u n için uğraşıyorlar.»
«Ethan, o devlet görevlisi a d a m b u r a y a golıll
mi?»
«Evet.»
«Ne istiyormuş?»
«Bilmiyorum. Bay M a r u l l o h a k k ı n d a birkaç soru
sordu. Cevaplarını bilemedim.»
B a y Baker, b i r ç i ç e ğ i n açışı 'kadar yavaş, Mar
gie'nin hayalini k a f a s ı n d a n k o v d u k t a n sonra, terte­
miz t e z g â h a eğilerek s o r d u
«Ethan, Danny Taylor'u g ö r d ü n mü?»
«Hayır.»
«Nerede o l d u ğ u n u biliyor musun?»
«Hayır, bilmiyorum.»
«Onunla t e m a s a g e ç m e l i y i m . Nerede olabilir, bit
fikrin v a r mı?»
«Epeydir, sanırım 'Mayıstan b e r i onu g ö r m e d i m .
Yeniden tedavi o l m a y ı deneyecekti.»
«Nerede?»
«Söylemedi. Sadece d e n e m e k istediğinden söz-
etti.»
«Halk hastanesine mi a c a b a ? »
«Pek s a n m a m e f e n d i m . B e n d e n b i r a z borç al
dı.»
«Ne!»
«Ona b i r a z p a r a verdim.»
«Ne kadar?»
«Efendim iyi d u y a m a d ı m ? »
«Bağışla Ethan. Siz eski arkadaşsınız. Bağışla.
B a ş k a parası var mıydı?»
«Galiba.»
«Ne kadar o l d u ğ u n u b i l m i y o r s u n , değil mi?»
«Bilmiyorum. A m a epey parası v a r gibi geliyoı
bana.»
«Nerede o l d u ğ u n u biliyorsan lütfen söyle.»
«Bilseydim söylerdim Bay B a k e r . Belki hasta
nelerin bir listesini ç ı k a r ı p t e l e f o n ederseniz bula
bilirsiniz.»
«Senden nakit para mı aldı?»
«Evet.»

193
«Öyleyse işe yaramaz. Adını değiştirmiştir.»
«Neden yapsın?»
«İyi ailelerden o l a n l a r hep böyle yaparlar. Et-
han, parayı M a r y ' d e n mi aldın?»
«Evet.»
«Aldırmadı mı?»
«Bilmiyordu.»
«İşte a k ı l l a n m a y a başladın.»
«Sizden ö ğ r e n d i m efendim.»
«Öyleyse sakın unutma.»
«Belki yavaş yavaş ö ğ r e n i y o r u m . Çoğunlukla da
ne kadar çok şeyi bilemediğimi öğreniyorum.»
«Bu daha sağlıklı. M a r y iyi mi?»
«Güçlü ve s a ğ l a m . O n u tatile g ö t ü r m e y i ister­
dim.. K a ç yıldır k a s a b a d a n çıkamadık.»
«O günler gelecek E t h a n . T e m m u z u n 4'ünde s a ­
nırım b e n de Maine'e gideceğim. Bu g ü r ü l t ü y e d a h a
fazla dayanamayacağım.»
«Siz b a n k a c ı l a r şanslı insanlarsınız. Geçenlerde
Albany'de değil miydiniz?»
«Bu fikre nereden kapıldın?»
«Bilmem.... biryerlerden d u y d u m . ıBelki Bayan
Baker, Mary'ye sözetmiştir.»
«Söyleyemez, ç ü n k ü b i l m i y o r d u . Nereden duy­
d u ğ u n u b u l m a y a çalış.»
«Belki sadece uydurdum.»
«Bu iş canımı sıktı E t n a n . 'İyi d ü ş ü n , nereden
duydun?»
«Bulamıyorum efendim. iDoğru o l m a s a bile ne
farkeder ki.»
«Sana a ç ı k ç a neden k a y g ı l a n d ı ğ ı m ı a n l a t a c a ­
ğ ı m . Ç ü n k ü d o ğ r u . B e n i o r a y a eyalet reisi çağırmış­
t ı . Ciddi b i r mesele. Nereden sızdı acaba?»
«Sizi o r a d a görenler olmuştur.»
«Bildiğim kadarıyla hayır. Oradan h e m e n ayrıl­
d ı m . Ciddi b i r k o n u b u . S a n a birşey söyleyeceğim.
Eğer b u k o n u o r t a l ı ğ a yayılırsa, nereden çıktığını b i ­
leceğim.»
«Öyleyse bana anlatmayın.»
«Albany'yi bildiğine göre b a ş k a ş a n s ı n yok. Dev­
let, eyalet ve k a s a b a n ı n hesaplarını inceliyor.»

194
«Neden?»
«Bence, işlerin k o k u s u Albany'ye k a d a r ulaş­
mış.»
«Politik değil ama?»
«Valinin yaptığı herşey p o l i t i k t i r denebilir.»
«Bay B a k e r . 'Konu neden a ç ı ğ a çıkmıyor?»
«Nedenini söyleyeyim. Eyalet merkezi lafları
d u y m u ş v e müfettişler ç a l ı ş m a y a 'başladıklarında
kayıtların pek ç o ğ u n u n y o k o l d u ğ u n u farketmişler.»
«Anlıyorum. Keşke 'bana anlatmasaydınız. Ge­
veze değilimdir a m a yine de bilmeseydim keşke.»
«Bazı a ç ı l a r d a n b e n de aynı şeyi d i l i y o r u m Et-
han.»
«Seçim T e m m u z u n 7'sinde. B u n d a n ö n c e o r t a ­
lığa yayılır mı?»
«Bilmem, bu e y a l e t e bağlı.»
«Marulla bu işe k a r ı ş t ı mı dersiniz? İşimi kay­
betmeye dayanamam.»
«Pek s a n m a m . A d a m federal b ü r o d a n d ı . A d a l e t
bölümünden. A d a m ı n k i m l i k k a r t ı n ı s o r m a d ı n mı?»
«Düşünemedim. Kendisi birşeyler g ö s t e r d i a m a
bakmadım.»
«Bakmalıydın. Her zaman bakmalısın.»
«Uzaklara g i t m e k isteyeceğinizi hiç sanmaz­
dım.»
«Önemli değil. T e m m u z u n 4'ünde, h a f t a s o n u n ­
da hiç b i r şey olmaz. Neden J a p o n l a r Pearl Har-
b o r ' a h a f t a s o n u n d a saldırdılar. Herkesin uzakta
olacağını biliyorlardı.»
«Keşke Mary'yi bir yerlere götürebilsem.»
«Belki sonra g ö t ü r e b i l i r s i n . Senden iyi d ü ş ü n ­
meni, Danny Taylor'un nerede olabileceğini b u l m a n ı
istiyorum.»
«Neden? Ç o k mu önemli?»
«Evet. Şimdi sana nedenini a n l a t a m a m »
«Onu bulabilmeyi g e r ç e k t e n isterim.»
«Belki de Danny'yi b u l u p b u r a y a getirirsen, bu
işe ihtiyacın kalmaz.»
«Durum buysa g e r ç e k t e n d e n e y e c e ğ i m efen­
dim.»

195
w w w . c i z g i l i f o r u m . c o m

e n g i n e l
«!İyi insansın Ethan. B u l a c a ğ ı n d a n e m i n i m . Ve
o n u bulursan, beni a r a , g e c e ya da gündüz, ne za­
m a n olursa.»

ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

'Düşünmek için v a k t i m y o k diyen insanlara ş a ­


ş a r ı m . Ben herşeyî iki k e r e d ü ş ü n ü r ü m örneğin. Seb­
zeleri t a r t m a n ı n , t ü m b i r g ü n ü müşterilerle geçir­
menin, Mary'yi sevmenin ya da o n u n l a kavga et­
m e n i n , ç o c u k l a r l a u ğ r a ş m a n ı n , bunların hiçbirinin d ü ­
ş ü n m e m i , ikinci kez ve sürekli d ü ş ü n m e m i engelle­
mediğini k e ş f e t t i m . Hayal kurmamı ve t a h m i n l e r d e
b u l u n m a m ı da engellemezler. Herkes için bu böyle
olmalı eminim. Belki, d ü ş ü n m e y e z a m a n o l m a m a s ı ,
aslında d ü ş ü n m e isteğinin olmaması a n l a m ı n a ge­
liyor.
Girdiğim bu, garip ve meçhul ülkede belki de
hiç şansım y o k t u . Sorular, farkedilmeyi dileyerek
fışkırıyorlardı. Ve b e n i m için öylesine yeni bir d ü n ­
yaydı ki, b u k a s a b a d a o t u r a n sakinlerin b e l k i d e
ç o c u k k e n ç ö z ü p r a f a kaldırdıkları s o r u n l a r benim k a ­
famı altüst ediyordu.
Davranışlarımı bir süreç boyunca ortaya koyma
ve k o n t r o l edebilmeyi, h a t t a istediğim zaman b u n u
s o n a erdirmeyi d ü ş ü n m ü ş t ü m . V e şimdi içimde b ü ­
yüyen k o r k u t u c u inanç b a n a böyle b i r sürecin k e n d i
b a ş ı n a b i r varlık, h a t t a k i ş i olabileceğini, kendi so­
nunu, anlamını içinde t a ş ı y a n , yaratıcısından ba­
ğımsız bir şey haline gelebileceğini d ü ş ü n d ü r ü y o r .
B a ş k a b i r s o r u n d a h a var. Onu g e r ç e k t e n ben mî
b a ş l a t t ı m , y o k s a s a d e c e k a r ş ı m ı k o y m a m ı ş t ı m ? Ha­
rekete g e ç i c i o l a n benim, evet a m a a y n ı z a m a n d a
harekete yöneltilen de ben değil miyim? Bu uzun
s o k a k t a , ne k e s i ş e n yollar, ne yol ayrımları ne de
seçenekler vard<.
Seçenek evrimin ilk b a s a m a k l a r ı n d a y d ı . Ahlak

196
'curallorı nelerdir? S a d e c e 'kelimeler mi? (Başkaları
d a t a b a m k a d a r a s i l k e n , o n u n asilliğini v e h a s t a ­
lıklı d ü ş l e r i n i , zayıflığına bağlamak, şerefli bir dav­
ranış mıdır? Hayır, tabamın k u y u s u n u k a z m a y a iyi
iş diyorlardı. O kendi içine d ü ş t ü . Kimse i t m e m i ş t i .
Bir k e r e i t t i k t e n s o n r a , o n u s o n d a m l a s ı n a k a d a r
sağmak ahlaksızlık mıydı? G ö r ü n ü ş t e hayır.
Şimdi, yavaş, a m a c ı belirli b i r ç e v i r m e h a r e ­
keti varidi New B a y t o w n ' d a ve bunu, bazı şerefli
a d a m l a r y a p ı y o r d u . Başarılı o l u r l a r s a , namussuz de­
ğil, akıllı kişiler o l a r a k a n ı l a c a k l a r d ı . Ve eğer göz­
den kaçırdıkları b i r d u r u m o r t a y a ç ı k a r s a , b u a h l a k ­
sızlık mı o l a c a k t ı yoksa şerefsizlik mi? Bence bu
başarılı o l u p o l a m a y a c a k l a r ı n a bağlı. Dünyada b a ­
şarı asla kötü sayılmaz. Hitler yıldırım gibi harekete
geçtiği z a m a n , b i r s ü r ü şerefli a d a m ı n o n d a nasıl
bazı erdemler b u l d u k l a r ı n ı h a t ı r l ı y o r u m . Ve M u s s o ­
lini trenleri z a m a n ı n d a yollamış, V i c h y Fransa'nın
iyiliği için ç a b a l a m ı ş ve Stalin her ne o l u r s a o l s u n
güçlü a d a m m ı ş . G ü ç v e b a ş a r ı b u n l a r a h l a k ı n v e
eleştirinin ü s t ü n d e şeylerdi. Bu yüzden de ne yap­
tığınız değil, nasıl yaptığınız ve yaptığınıza ne ad
koyduğunuz önemli gibi g ö r ü n ü y o r d u . İnsanların
içinde, derinliklerinde onları d u r d u r a n ya da ceza­
landıran b i r k o n t r o l mekanizması var mıydı? Yok
galiba. Tek ceza başarısızlığa verilirdi. Suçlu y a ­
k a l a n m a d ı k ç a , hiçbir sulç cezalandırılmıyor. New
Baytown için hazırlanan p l a n d a , bazı kişiler inci­
necek, h a t t a bazıları y ı k ı l a c a k , a m a b u n l a r p l a n ı
bozmayacak, engellemeyecekti.
V i c d a n ı m b u n a mücadele demeye elvermiyor.
Daha önce, b i r k e z planı g ö r m ü ş ve k a b u l l e n m i ş t i m .
Yol a ç ı k ç a belirtilmiş, tehlikeler işaretlenmişti. Beni
şaşırtan şey sanki k e n d i kendisini hazırlamış gibi
görünmesiydi. Bir şeyin i ç i n d e n bir b a ş k a şey b ü ­
yüyor ve herşey b i r b i r i n e u y u y o r d u . Onun büyüme­
sini seyrediyor ve sadece hafif d o k u n u ş l a r l a y ö n e ­
tiyordum.
Y a p t ı ğ ı m v e planladığım şey b a n a t a m a m e n ya­
bancı o l a n bazı bilgilerle hazırlanmıştı, a m a y ü k s e k
bir ata b i n m e k için y a p ı l a c a k sıçrayış k a d a r g e r e k -

197
liydi. A m a bir k e r e bindikten sonra, s ı ç r a m a y a ge­
rek k a l m ı y o r d u . B e l k i b u süreci d u r d u r a m o d ı m a m a ,
bir b a ş k a s ı n ı b a ş l a t m a y a İhtiyacım y o k t u . Bu yaşlı
ve tehlikeli ülkenin v a t a n d a ş ı olmaya gerek d u y m a ­
mış, istememiştim. T e m m u z u n 7'sinde o l a c a k t r a ­
jediyle bir alışverişim y o k t u . IBu b e n i m s ü r e c i m de­
ğildi, a m a onu bekleyebilir ve y a r a r l a n a b i l i r d i m .
B i z i m en eski ve en sık eleştirilen inançlarımız­
d a n b i r i , insanın d ü ş ü n c e l e r i n i n yüzden o k u n a b i l e ­
ceği ve gözlerin r u h u n penceresi o l d u ğ u d u r . A m a
böyle değildir. Sadece h a s t a l ı k ya da umutsuzluk ve
yenilgi gibi başka ç e ş i t hastalıklar görünebilir. Pek
az insan içeriyi, değişimi ya da gizli bir işareti gö­
rebilir. Galiba M a r y değişimi hissetti, a m a yanlış
a n l a m l a n d ı r d ı . Ve galiba M a r g i e Young-Hunt bili­
y o r d u , a m a o b i r cadı ve bu k a y g ı verici b i r şey.
B e n c e o büyülü o l d u ğ u k a d a r da zeki, bu d a h a da
k a y g ı verici.
( B a y Baker'rn b ü y ü k b i r olasılıkla C u m a g ü n ü n ­
de, 4 T e m m u z b a y r a m ı n ı g e ç i r m e k üzere t a t i l e ç ı k a ­
c a ğ ı n d a n emindim.
S e ç i m d e n ö n c e etkili olabilsin diye fırtınanın
C u m a ya da Cumartesi g ü n ü patlaması gerekiyordu
ve tabii B a y B a k e r ' ı n bu p a t l a m a s ı r a s ı n d a uzakta
o l m a k istemesi mantıklıydı. Elbette b e n i m l e pek il­
gisi y o k t u . Sadece b i r a z d a h a bekleyiş tecrübesi
y a p m a m a y a r a r d ı , b i r d e gece g i d e c e ğ i n i düşünür­
s e m Perşembe günü birkaç şey d a h a y a p m a m g e ­
rekiyordu. Cumartesi günü için planladıklarımı öyle
iyi b i l i y o r d u m ki, u y k u m d a b i l e yapabilirdim. Eğer
birazcık k o r k u m v a r s a , b u daha çok k ü ç ü k b i r sah­
ne k o r k u s u y d u .
Pazartesi g ü n ü 'Haziranın 27'sinde, b e n d ü k k â ­
nı a ç t ı k t a n h e m e n s o n r a M a r u l l o geldi. D ü k k â n d a
dolaştı, r a f l a r a , kasaya, buzdolabına g a r i p g a r i p
b a k t ı . Yüzündeki ifadeden herşeyi yeni g ö r ü y o r sa­
nırdınız.
B e n , «4 T e m m u z ' d a s e y a h a t mi var?» d e d i m .
«Neden böyle dedin?»
«Eh, parası o l a n h e r k e s gidiyor.»
«Öyle mi? B e n nereye gideyim?»

193
«Herkes nereye gidiyor? Ccıts'kills'e, balık t u t m a k
için M o n t a u k ' a T u r n a balıkları geliyor.»
15 kiloluk balıklarla m ü c a d e l e e t m e düşüncesi
r o m a t i z m a l a r ı n ı n a z m a s ı n a sebep o l m u ş t u herhalde,
kollarını salladı.
Az d a h a ne z a m a n italya'ya gideceğini sora­
c a k t ı m , a m a ç o k fazla o l u r d u . B u n u n yerine ya­
nına gidip sağ dirseğini t u t t u m , «Alfio.» d e d i m ,
«hata ediyorsun. Neden New York'a gidip iyj bir
d o k t o r a g ö r ü n m ü y o r s u n ? B u p c ı y ı d u r d u r a c a k bir-
şeyler olmalı.»
«Hiç sanmam.»
«Ne kaybedersin? Git. Bir dene.»
«Bağlığım neden seni ilgilendiriyor?»
«'İlgilendirmiyor. A m a a p t a l herifin t e k i için yıl­
larca burada ç a l ı ş t ı m . B u r a y a gelip kollarını sallı­
y o r s u n ve b e n i m d a y a n a b i l e c e ğ i m d e n çok daha uzun
sürüyor.»
«Beni sever misin?»
«Öf, hayır! M a a ş ı m ı a r t t ı r m a k için sana yağcılık
yapıyorum.»
Gözbebekleri k ü ç ü l m ü ş , kan o t u r m u ş gözleriyle
baktı bana. Bir şey söyleyecek gibiydi, a m a nedense
fikrini d e ğ i ş t i r d i .
d y i ç o c u k s u n sen,» d e d i .
«Bana pek güvenme.»
«İyi çocuk!» B ü y ü k bir heyecanla söylemişti
b u n u ve gösterdiği d u y g u s a l l ı k şaşırtmıştı o n u . Dük­
k â n d a n çıkıp g i t t i .
B a y a n Davidson'a taze fasulye t a r t t ı ğ ı m sıra
M a r u l l o yeniden geldi. Kapının ö n ü n d e d u r u p ba­
ğırdı. I
«Arabamı al!»
«Ne!»
«Pazar 'Pazartesi g ü n ü biryerlere git.»
«'Param yok.»
«Çocukları da aî. Pontiac'ı a l m a n için g a r a j a
haber verdim. Deposu dolu.»
«Bir d a k i k a dur.»
«Canın cehenneme. Ç o c u k l a r ı da al.» B a n a fır­
lattığı ş e y t a z e fasulyelerin a r a s ı n a d ü ş t ü . Bayan

189
D a v i d s p n , Marullo'nun s o k a k t a n aşağı gidişine bak­
t ı . Fasulyelerin a r a s ı n d a k i yeşil desteyi a l d ı m , üç
t a n e yirmi Dolarlık s ı k ı c a k a t l a n m ı ş t ı .
«Nesi v a r o a d a m ı n ? »
«Heyecanlı b i r italyan'dır.»
«Öyle olmalı paraları f ı r l a t t ı ğ ı n a göre!»
'Marulla h a f t a n ı n geri kalanında o r t a d a g ö r ü n ­
m e d i , herşey y o l u n d a y a n i . İBana söylemeden hiç bir
yere gitmezdi. Bu s a n k i bir merasimi seyretmek g i ­
b i y d i , duruyor ve g e ç m e s i n i s e y r e d i y o r d u m , gele­
c e k gösterinin n e o l d u ğ u n u b i l i y o r d u m a m a y i n e d e
seyrediyordum.
Pontiac'ı vereceğini s a n m a z d ı m . A r a b a s ı n ı kim­
seye vermezdi. Garip b i r z a m a n d ı . B a z ı d ı ş güçler
veya etkenler sanki o l a y l a r ı n k o n t r o l ü n ü ele geçir­
mişlerdi, öyle ki, o l a y l a r b i r k a m y o n a y ü k l e n m i ş sı­
ğırlar gibi birbirlerine yakınlaşmışlar, kalabalıklaş-
mışlardı. Bunun tersinin d e d o ğ r u olabileceğini bili­
y o r u m . Bazen planlama n e k a d a r dikkatli y a d a de­
taylı y a p ı l m ı ş olursa o l s u n , bir g ü ç y a d a etken planı
bozup tahrip edebilir. Galiba bu nedenle ş a n s ya da
şanssızlığa inanıyoruz.
Perşembe günü Haziranın 30'unda, her z a m a n
o l d u ğ u g i b i , şafağın inci gibi p a r l a k ışıklarıyla uyan­
d ı m . Yazın o r t a s ı n d a o l d u ğ u m u z a g ö r e ç o k e r k e n
sayılırdı. Sandalye ve k o m o d i n kara leke gibiydi,
sadece resimler biraz Idalha açık' renkteydiler. Beyaz
perdeler soluk a l ı y o r d u sanki, ç ü n k ü rüzgârsız b i r
şafak g ö r ü l m e m i ş birşeydî.
Uyanırken iki d ü n y a y a b i r d e n sahip o l m a n ı n
avantajı vardır. Rüyanın sakinliği ve u y a n ı k b i r zih­
nin z a m a n a ait saplantıları. Doyasıya g e r i n d i m , g ü ­
zel ve sızlatıcı b i r his. Sanki g e c e d e r i m ç e k i l m i ş t i ,
gündüz ö l ç ü l e r e uyabilmesl i ç i n kasları o y n a t a r a k
genişletmek g e r e k i y o r d u . G ı d ı k l a n m a g i b i bir histi
bU. ' _ ;
Önce ö n e m l i b i r şey v a r mı diye gazeteye göz
gezdirmişim g i b i , hatırladığım rüyalarımı d ü ş ü n d ü m .
S o n r a , henüz o l m a m ı ş olayları getiren yeni g ü n ü
k e ş f e t m e y e ç a l ı ş t ı m . Daha s o n r a t a n ı d ı ğ ı m en iyi
subaydan ö ğ r e n d i ğ i m bir y ö n t e m i denedim. Adı
Ohorley Edvrards'tı, o r t a yaşlı bir binbaşı. S a v a ş m a k
için belki ç o k yaşlıydı a m a iyi b i r s u b a y d ı . Geniş bir
ailesi vardı, güzel b i r k a r ı s ı v e d ö r t ç o c u ğ u v a r d ı .
Ve eğer izin verse k a l b i , o n l a r a d u y d u ğ u sevgi ve
özlemden a c ı r d ı . B a n a a n l a t m ı ş t ı b u n u . B u ö l ü m c ü l
işte d i k k a t i n i n sevgiyle b ö l ü n m e s i n e izin v e r e m e z d i ,
bu y ü z d e n de bir m e t o d geliştirmişti.
Sabahları, t a b i i eğer a l a r m ziliyle y a t a k t a n sıç-
ramamışsa, zihnini ve kalbini ailesine a ç a r d ı . Her
birinin nasıl g ö r ü n d ü k l e r i n i , k i m e benzediklerini d ü ­
şünür, onları k o r u r ve sevgisiyle d o y u r u r d u . Sanki
bir d o l a p t a n , değerli şeyleri birer birer alıyor, o n l a r a
bakıyor, hissediyor, ö p ü y o r ve y e r i n e k o y u y o r d u . So­
nunda o n l a r a veda edip d o l a b ı n kapağını k a p a t ı y o r ­
du. B ü t ü n bunlar, eğer yapabildiyse, y a r ı m saatini
alıyordu. Ve b ü t ü n gün ailesini aklına getirmesi ge­
rekmiyordu. T ü m g ü c ü n ü , d u y g u v e d ü ş ü n c e l e r i n
ç a t ı ş m a s ı n d a n ayırarak, y a p m a k zorunda olduğu
işe, insanları ö l d ü r m e y e h a r c ı y o r d u . Bildiğim en İyi
subaydı. M e t o d u n u k u l l a n m a k için izin istemiştim, o
d a vermişti. Öldürüldüğü z a m a n t ü m d ü ş ü n e b i l d i ğ i m
İyi ve etkili bir yaşam s ü r m ü ş o l d u ğ u y d u . Zevkleri
yaşamış, a ş k ı n lezzetini t a t m ı ş ve b o r ç l a r ı n ı ö d e ­
mişti. Kaç kişi b u n a ulaşabilmiştir k i ?
Binbaşı Chariey'ln m e t o d u n u her zaman k u l ­
lanamazdım a m a b u P e r ş e m b e gibi b i r g ü n d e yani
dikkatimin b ö l ü n m e y e c e ğ i , gün ışıklarının ç ı k t ı ğ ı k a ­
pının sesiyle uyandığım b ö y l e b i r g ü n d e . Binbaşı
Charley gibi t ü m ailemi ziyaret e t t i m .
Onları k r o n o l o j i k sıraya g ö r e ziyaret e t t i m . D e -
borah halayı selamladım. İsrail y a r g ı c ı n d a n s o n r a .
İsmi Deborah k o n m u ş t u . Y a r g ı c ı n bir a s k e r i lider
olduğunu o k u m u ş t u m . Belki de halam adını t e m s i l
ottiğine inanıyordu. B e n i m b ü y ü k h a l a m ordulara
idare edebilirdi. Düşünceleri yöneten b i r mareşaldi.
Görünüşte b i r yararı o l m a y a n ö ğ r e n m e zevkini
ondan a l d ı m . Sert o l d u ğ u k a d a r meraklıydı d a v e
onun bu huyu meraklı o l m a y a n kişilerin bile işine
yorardı. Ona minnetlerimi s u n d u m . Yaşlı kaptanın
ı.ıoreflne hayalimde b i r k a d e h k a l d ı r ı p , b a b a m a d ö n -
diim.

201
Geçmişte a n n e m diye bildiğim o karanlık me­
zara karşı bile g ö r e v i m i y a p t ı m . Onu 'hiç t a n ı m a d ı m .
Tanıyabileceğim z a m a n d a n ö n c e öldü ve b u l u n m a s ı
gereken yerde sadece bir ç u k u r v a r d ı .
Bir şey c a n ı m ı sikti. O e b o r a h hala, yaşlı k a p t a n
ve b a b a m netleşmediler bir t ü r l ü . Fotoğraf kadar
kesin hatlı olmaları g e r e k i r k e n , b u l a n ı k ve belirsiz­
diler. Belki de zihin, anıları z a m a n l a silmektedir,
g e ç m i ş i n g ü n l ü k y a ş a m ikonaları içinde kaybolması
gibi. Onları s o n s u z a dek s a k l a y a m a z d ı m .
Şimdi M a r y ' n i n gelmesi lazım a m a onu s o n r a y a
bıraktım.
Allen'e g e ç t i m . Bebeklikteki yüzünü hatırlaya-
madırn. B a n a insanın mükemmelliğini hissettiren o
m u t l u l u k ve 'heyecan dolu y ü z ü n ü , b u l a m a d ı m . Ş i m ­
diki haliyle belirdi, a s ı k s u r a t l ı , g ü c e n i k , kibirli, y a ­
b a n c ı ve ergenlik ç a ğ ı n ı n belirsizliği ve a ç ı s ı n a giz­
lenmiş, t u z a ğ a y a k a l a n m ı ş köpek gibi herkesi hatta
kendini ,bîle ısırmaya kalkışan, d e h ş e t e kapılmış
biri olarak. Z i h n i m d e k i resimde b i l e , bu u m u t s u z mut­
luluktan k u r t u l a m a d ı . O n u , «Biliyorum, ne kadar
berbattılar, a m a y a r d ı m e d e m i y o r u m s a n a . Kimse
edemez. Sadece geçeceğini söyleyebilirim. Ama. bu­
na inanmazsın. Barış içinde y a ş a , şu an b i r b i r i ­
mize k a t l a n a m a d ı ğ ı m ı z hplde seni sevdiğimi bil,»
diyerek bir k e n a r a b ı r a k t ı m .
Ellen bir zevk d a l g a s ı g e t i r d i . Güzel o l a c a k ,
h a t t q a n n e s i n d e n bile güzel o l a c a k . Ç ü n k ü o küçük
yüzü son şeklini a l d ı ğ ı n d a , Deborah halanın o g a ­
rip otoritesine sahip o l a c a k . Davranışları, aptallık­
ları, sinirliliği, güzel ve aziz olan bir varlığın bile­
şenleriydi. Biliyorum, ç ü n k ü u y k u s u n d a kalkıp o t ı l ­
sımı g ö ğ s ü n e bastırdığını ve t a t m i n o l m u ş bir kadın
gibi d u r d u ğ u n u g ö r m ü ş t ü m . V e b e n i m i ç i n tılsım
ne kadar önemliyse Ellen için de o k a d a r önemliydi.
Belki d e , içimdeki ölümsüz şey herneyse o n u taşı­
y a c a k ve b a ş k a l a r ı n a da v e r e c e k olan Ellen'di. Kol­
l a r ı m a a l d ı m o n u v e g e r ç e k t e d e o l d u ğ u g i b i , El­
len kulağımı g ı d ı k l a y ı p k ı k ı r d a d ı . Ellen'im. Kızım.
S a ğ ı m d a uyuyan ve g ü l ü m s e y e n M a r y ' y e çevir
d i m b a ş ı m ı . Burası o n u n y e r i y d i , bu y ü z d e n de iyi.

202
d o ğ r u ve hazır o l d u ğ u z a m a n , başımı sağ k o l u m a
yaslar, sol elimi, o n u koruyabilsin d i y e s e r b e s t b ı ­
rakırdı.
Birkaç g ü n ö n c e d ü k k â n d a ucu k ı v r ı k muz b ı ­
çağıyla işaret p a r m a ğ ı m ı kesmiştim. Parmağımın
u c u n d a k i deri sertleşti. B u yüzden, k u l a ğ ı n d a n o m u -
z u n a kadar o l a n o gazelim çizgiyi ikinci p a r m a ­
ğ ı m l a o k ş a d ı m . Onu u y a n d ı r m a y a c a k k a d a r yavaş,
g ı d ı k l a m a y a c a k kadar sert o k ş a d ı m . Her z a m a n k i
gibi içini ç e k t i , d e r i n , içten gelen ve huzurun sesi
olan bir iççekiş. Bazı kişiler u y a n m a y ı istemezler.
A m a M a r y değil. Gelecek g ü n ü n iyi o l a c a ğ ı n ı u m a ­
rak uyanır. B u n u b i l d i ğ i m d e n , inancını d o ğ r u çıkar­
m a k için, ufak hediyeler a l m a y a çalışırım o n a . He­
diyeleri ö n e m l i günlerde vermeyi de severim, tıpkı
şimdi zihnimde ü r e t t i ğ i m gibilerini.
M a r y uykuyla d o l u gözlerini a ç t ı . «Sabah oldu
mu?» ve g ü n ü n ne k q d a r yaklaştığını a n l a m a k için
pencereye b a k t ı .
Çekmeceli d o l a b ı n üzerinde ıbir resim asılıydı.
Ağaçlar, g ö l ve g ö l ü n içinde d u r a n u f a k bir inek.
Yatağımdan ineğin k u y r u ğ u n u f a r k e d i n c e s a b a h o l ­
duğunu anladım.
«Sana b ü y ü k m u t l u l u ğ u n haberini g e t i r d i m , sin­
cabım.»
«Deli.»
«Sana hiç y a l a n söyledim mi?»
«Belki.»
«Büyük m u t l u l u ğ u n haberini duyacak kadar
uyandın mı?»
«Hayır.»
«Öyleyse söylemiyorum.»
Sol o m u z u üzerinde d ö n d ü ve y u m u ş a k s ı r t ı n d a
derin bir çizgi o l u ş t u .
«Çok ş a k a y a p ı y o r s u n . Eğer bu da ç i m e n l e r i
ç i m e n t o l a m a k gibi....»
«Öyle değil.»
«Ya da kriket sahası yapmaya.»
«Hayır. A m a e s k i planları iyi hatırlıyorsun d o ğ ­
rusu.»
«Şaka mı bu?»

203
«Öyle garip ve sihirli bir şey ki, i n a n m a y a c a k ­
sın.»
Gözleri d u r u ve aydınlıktılar şimdi. Gülmeye h a ­
zırlanan d u d a k l a r ı n d a k i titremeleri g ö r e b i l i y o r d u m .
«Haydi anlat.»
«Marulla a d ı n d a İtalyan asıllı birini t a n ı y o r m u ­
sun?»
«Deli, s a ç m a l ı y o r s u n yine.»
«Gerisini dinle. Diyorum ki, M a r u l l o bir süre
için b u r a d a n gitti.»
«Nereye?»
«Söylemedi.»
«Ne zaman dönecek?»
«Aklımı karıştırmayı bırak. Onu da s ö y l e m e d i .
Söylediği, ben reddedince de emrettiği şey ş u ; a r a ­
basını alıp. tatilde m u t l u b i r y o l c u l u k yapmalıy-
mışız.»
«Benimle d a l g a geçiyorsun.»
«Seni üzecek bir y a l a n söyler 'miyim hiç?»
«Ama neden?»
«Bunu, sana söyleyemem. A m a izci y e m i n i n d e n ,
p a p a yeminine k a d a r h e r y e m i n i e d e b i l i r i m k i , kol­
t u k l a r ı kürkle kaplı Pontiac, d e p o s u süper benzinle
d o p d o l u o l a r a k majestelerinin zevkine sunuldu?»
«Ama nereye gidebiliriz ki?»
«Bu, b e n i m güzel b ö c e k k a r ı m , senin k a r a r ı n a
bağlı. B u g ü n , y a r ı n v e c u m a r t e s i g ü n ü o t u r u p p l a n
yap.»
«Ama pazartesi g ü n ü de t a t i l . İki t a m g ü n eder.»
«Doğru.»
«Paramız var* mı? Yani m o t e l falan için?»
«Paramız var ya dp y o k , gideceğiz. Gizli p a r a m
var.»
«Aptal, ben senin gizlini bilirim. A r a b a s ı n ı ve­
receğini ummazdım.»
«Bende a m a , verdi.»
«Paskalyada şeker getirdiğini unutma.»
«Belki bunamıştır.»
«Ne istediğini bilseydim.»
«Hiç önemi y o k k a r ı c ı ğ ı m . Belki o n u sevme­
mizi istiyor.»

204
w w w . c i z g i l i f o r u m . c o m

e n g i n e l
«Binlerce şey y a p m a m gerekecek.»
«Evet canım.» Mary'nin elindeki i m k â n l a r a bul­
dozer gibi dalan zihnini o k u y a b i l i y o r d u m . Onun dik­
k a t i n i k a y b e t m i ş t i m v e t e k r a r üzerime ç e k m e m i m ­
kânsızdı, iyiydi b u .
K a h v a l t ı d a , ikinci f i n c a n kahvemi içmeden ö n c e
M a r y Doğu A m e r i k a ' n ı n e ğ l e n c e merkezlerinin y a r ı ­
sını d ü ş ü n m ü ş v e v a z g e ç m i ş t i . Zavallı sevgilim ş u
son b i r k a ç sene y e t e r i n c e eğlenmemişti hiç.
«Sevgilim, d i k k a t i n i b a n a v e r m e n g ü ç o l a c a k ,
biliyorum a m a , ç o k önemli bir y a t ı r ı m teklif edildi.
Senden biraz d a h a para i s t i y o r u m . Birincisi iyi g i ­
diyor.»
«Bay Baker biliyor mu?»
«Onun f i k r i bu?»
«Öyleyse al. Bir çek imzala.»
«Miktarını bilmek istemiyor musun?»
«Galiba istemiyorum?»
«Yatırımın ne o l d u ğ u n u bilmek istemez misin?
Rakamları, riskleri, g r a f i k l e r i , olası k â r l a r ı , malî bi­
l a n ç o y u ve bu t i p şeyleri bilmek istemez misin?»
«Anlamam ki.»
«Evet, anlarsın.»
«Pekâlâ, a n l a m a k istemiyorum o halde.»
«Sana neden Wall Street'in tilkisi dediklerini
a n l a d ı m . Bu buz gibi s o ğ u k e l m a s k a d a r keskin iş
zekâsı k o r k u t u y o r insanı.» /
«Tatile gidiyoruz.» dedi. «İki g ü n l ü ğ ü n e tatile
gidiyoruz.»
İnsan onu nasıl sevmez, o n a nasıl t a p m a z ?
«Mory kimdir? Mary nedir?» diye şarkı söyle­
yerek boş süt şişelerini t o p l a d ı m ve İşe g i t t i m .
Joey'i y a k a l a m a k , o n u hissetmek ihtiyacını d u ­
y u y o r d u m . A m a y a ben bir d a k i k a g e c i k m i ş t i m y a
o bir d a k i k a erken d a v r a n m ı ş t ı . Ben a n a y o l a d ö n ­
d ü ğ ü m d e , kahveye girdiğini gölrdüm. A r d ı n d a n gidip,
yanındaki t a b u r e y e o t u r d u m . «Bu alışkanlığı bana
sen kazandırdın Joey.»
«Merhaba bay Hawley. G e r ç e k t e n güzel kahve­
miz vardır.»

205
Eski o k u l a r k a d a ş ı m ı selamladım. «Günaydın
Annie.»
«Sen de m ü d a v i m i o l d u n buranın ha Ethan?»
«Öyle g ö r ü n ü y o r . B i r f i n c a n siyah kahve.»
«Siyah zaten.»
«Ümitsizliğin gözü gibi kara.»
«Ne?!»
«Kara.»
«İçinde bir t e k beyaz n o k t a b u l u r s a n Eth, s a n a
yenisini veririm.»
«İşler nasıl Morphy.»
«Hep aynı, s a d e c e kötüye gidiyor.»
«İşlerimizi değiş t o k u ş edelim mi?»
«Ederdim/ uzun ,bir h a f t a s o n u n d a n önce?»
«Derdi olan bir t e k insan sen değilsin. İnsanlar
yiyeceği de d e p o l a m a y a uğraşıyor.»
«Haklısın. Bunu düşünemedim.»
«Piknik malzemeleri, turşular, sosisler ve T a n ­
rı y a r d ı m c ı m ı z olsun, lokum alıyorlar. Bu tatil sence
büyük mü?»
«4 Temmuz Pazartesiye r a s t l a r k e n ve hava bu
kadar güzelken., alay mı ediyorsun? İşin daha kö­
t ü s ü herşeye kadir T a n r ı , d a ğ l a r a çekilip d i n l e n m e k
ve yeniden y a r a t m a k niyetinde.»
«Bay Baker mi yani?»
«James Blaine değil herhalde.»
«Onu g ö r m e k i s t i y o r u m . G ö r m e m gerek.»
«Eh becerebilirsen onu y a k a l a m a y a bak. Tefin
içindeki p a r a gibi zıp zıp zıplıyor.»
«Savaş a l a n ı n a sandviçler getirebilirim Joey.»
«Ben de şimdi o n u diyecektim.»
«Bu sefer kahveleri ben ödeyeceğim.» d e d i m .
«Tamam.»
Birlikte sokağı geçip, a r a s o k a ğ a girdik. «Pek
bitkinsin Joey.»
«Öyleyim ya. B a ş k a l a r ı n ı n p a r a l a r ı n d a n b ı k t ı m
u s a n d ı m . H a f t a s o n u için ateşli bir r a n d e v u m v a r d ı
a m a ı s ı n a m a y a c a k kadar p e r i ş a n o l a c a ğ ı m yine.»
Kilide bir çiklet kâğıdı s o k u p , içeri girdi. «Görü­
şürüz,» diyerek kapıyı k a p a d ı . Ben kapıyı itip a ç t ı m :
«Joey! B u g ü n s a n d v i ç ister misin?»

206
«Hayır sağol!» diye (bağırdı, loş cila k o k u l u sa­
londan. «Cumaya belki. C u m a r t e s i y e kesinlikle is­
terim.»
«Öğle vakti k a p a t m ı y o r musun?»
«Sana s ö y l e m i ş t i m . B a n k a kapanır, M o r p h y k a ­
panmaz.»
«Bana bir uğra.»
«Sağol, sağol bay Hawley.»
Bu sabah r a f t a k i g ü d e r i m e söyleyecek bir şe­
yim y o k t u . Sadece, «Günaydın, .baylar — Rahat!»
dedim-.
Saat 9'dan birkaç d a k i k a ö n c e , ö n l ü ğ ü m ü ve
s ü p ü r g e m i kuşanıp, dışarı ç ı k t ı m . Kaldırımı süpür­
meye başladım. Bay B a k e r öyle düzenlidir kl, t i k
taklarını duyabilirsiniz, ben, b o y n u n d a bir saat yayı
olduğundan eminim.
8:56: Karaağaç s o k a ğ ı n d a n aşağı geliyor, 8:58:
karşıya g e ç t i , 8.59: elimde süpürgemle durduğum
c a m kapının ö n ü n e geldi.
«Bay Baker, sizinle k o n u ş m a k istiyorum.»
«Günaydın Ethan. Bir d a k i k a bekler m i s i n ? İçeri
gir.»
Peşinden g i t t i m , t ı p k ı Joey'in anlattığı gibiydi,
kutsal bir tören sanki. B a n k a d a k i l e r , saatin k o l u
d o k u z d a y k e n a y a k t a , p ü r d i k k a t d u r u y o r l a r d ı . Kasa­
nın güvenli kapısından bir klik sesi d u y u l d u . S o n r a
Joey sihirli r a k a m l a r ı çevirdi ve kilidi a ç a n tekerleği
d ö n d ü r d ü . Kutsalların kutsalı açıldı ve Bay Baker
t o p l a n m ı ş paraların selamını kabul e t t i . B e n de
parmaklığın d ı ş ı n d a dini ayinin bitmesini bekleyen
alçak gönüllü bir v a t a n d a ş gibi durdum,.
B a y Baker d ö n d ü : «Evet Ethan. Senin için ne
yapabilirim?»
Y u m u ş a k bir sesle, «Sizinle özel o l a r a k g ö r ü ş ­
mek isterdim, d ü k k â n ı da yalnız bırakamam.»
«Bekleyemez mi?»
«Korkarım ki hayır?»
«Bir y a r d ı m c ı tutmalısın.»
«Biliyorum.»
«Vaktim olursa u ğ r a r ı m . Taylor'dan haber var
mı?»

207
«Henüz yok. A m a ,bazı şeyler buldum.»
«Uğramaya çalışırım.»
«Spğolun efendim.» Geleceğini b i l i y o r d u m .
Ve geldi, a r a d a n b i r saat bile g e ç m e m i ş t i , dük­
kândaki müşteriler gidene dek bekledi.
«Evet, ne v a r Ethan?»
«Bay Baker, bir d o k t o r u n , bir a v u k a t ı n v e y a bir
papazın sır v e r m e m e yemini vardır. B a n k a c ı l a r ı n da
var m ı ? »
G ü l ü m s e d i : «Müşterilerinin işlerini t a r t ı ş a n b a n ­
kacı d u y d u n mu hiç Ethan?»
«Hayır.»
«Bir sor d a , ne kadar bilgi a l a c a ğ ı n ı gör. İl­
keler bir y a n a Ethan, ben senin dostunum.»
«Biliyorum. Galiba biraz heyecanlıyım. İflas
edeli ç o k zaman geçti.»
«İflas?»
«Açık k o n u ş a c a ğ ı m Bay Baker. Marullo'nun
başı dertte.»
Yanıma s o k u l d u : «Ne gibi bir dert?»
«Tam olarak b i l m i y o r u m efendim. Bence yasal
o l m a y a n girişle ilgili bir şey.»
«Nereden biliyorsun?»
«Kendisi a n l a t m ı ş t ı , pek a ç ı k o l a r a k değil t a b i i ,
nasıl b i r i o l d u ğ u n u bilirsiniz.»
Zihninin k o ş t u r d u ğ u n u , parçacıkları toplayıp
birleştirmeye çalıştığını g ö r e b i l i y o r d u m sanki. «De­
v a m et.» dedi. «Bu s ü r g ü n demektir.»
« K o r k a r ı m ki öyle. B a n a hep iyi d a v r a n m ı ş t ı r
Bay Baker. Onu incitecek b i r şey yapamam.»
«Sen kendine birşeyler b o r ç l u s u n Ethan. M a ­
rullo'nun teklifi neydi?»
«Buna t a m bir teklif denemez. Söylediği bir s ü ­
rü şeyi birleştirince a n l a m çıkıyor. A m a g a l i b a , he­
m e n nakit o l a r a k 5000 dolar b u l u r s a m , d ü k k â n ı ala­
bileceğim..»
«Sanki h e m e n k a c a c a k m ı ş g i b i . . . . a m a bile­
m e z s i n ki.»
«Gerçekten hiç bir şey bilmiyorum.»
«Yani bir ç a t ı ş m a o l m a y a c a k . S a n a kesin bir
şey söylemedi mi?»

208
«Hayır efendim.»
«Peki, 5000 d o l a r istediğini nereden çıkardın?»
«Çok basit e f e n d i m . T ü m p a r a m ı z bu kadar.»
«Ama belki d a h a azına alabilirsin.»
«Belki.»
Hızlı gözleri d ü k k â n ı a r a ş t ı r ı p d e ğ e r biçti. «Eğer
t a h m i n i n d e y a n ı l m ı y o r s a n , iyi pazarlık edebilirsin.»
«Pazarlıkta başarılı değilimdir pek.»
«Bilirsin, ben ö y l e masaaltı işlerinden hoşlan­
m a m . Belki M a r u l l o ile konuşabilirim.»
«Kasaba d ı ş ı n a gitti.»
«Ne z a m a n d ö n e c e k ? »
«Bilmiyorum e f e n d i m . A n ı m s a r s a n ı z , b u r a y a ge­
lebileceği ve eğer nakit param o l u r s a burayı b a n a
satabileceği s a d e c e benim f i k r i m d i . Beni sever b i ­
lirsiniz.»
«Sever, bilirim.»
«Fırsatlardan y a r a r l a n ı y o r gibi g ö r ü n m e k t e n
nefret ediyorum.»
«Başka b i r i n e de satabilir. Kime istese 10.000'e
satabilir.»
«Öyleyse fazla umutlanmamalıyım.»
«Lütfen k ü ç ü k d ü ş ü n m e , ö n c e bir n u m a r a l ı so­
runu çözmelisin.»
«İkinci s o r u n bu M a r y ' n i n parası.»
«Evet öyle. Pekâlâ, s e n ne d ü ş ü n ü y o r s u n b a ­
kalım?» J
«Düşündüm k i , siz belki bazı kâğıtlar hazırlaya­
bilir, tarih ye m i k t a r yerlerini b o ş bırakabilirsiniz.
Böylece, ben de parayı C u m a g ü n ü alabilirim.»
«Neden C u m a günü?»
«Bu bir t a h m i n , a m a b u n u n y a n ı sıra, herkesin
t a t i l e ı gitmesi k o n u s u n d a birşeyler söylemişti. T a ­
tilden sonra o r t a y a ç ı k a c a ğ ı n ı ima etti sanki. Onun
hesabı sizde değil mi?»
«Hayır. Hay A l l a h ! Geçenlerde hepsini ç e k t i .
S t o k a l m a k için d e m i ş t i . A k l ı m a bir şey g e l m e d i ;
ç ü n k ü bunu d a h a ö n c e de y a p m ı ş t ı ve her sefe­
rinde çektiğinden d a h a fazlasını g e t i r i p yatırdı.»
Buzdolabının üzerindeki ç o k renkli bayan t u r ş u y a
b a k t ı a m a o n u n davet edici g ü l ü ş ü n e karşılık ver­
medi.
209
«Biliyorsun, bu işte b ü y ü k bir yenilgiye de uğ­
rayabilirsin.»
«Nasıl yani?»
«Örneğin b u r a y ı y a r ı m düzine kişiye de s a t a b i ­
lir, belki de ipotek ettirmiştir. Belki t a p u h a k k ı yok­
tur.»
«Kasaba b ü r o s u n d a n öğrenebilirim. Ne kadar
meşgul o l d u ğ u n u z u b i l i y o r u m Bay Baker. Ailem için
d o s t l u ğ u n u z u n değerini biliyorum. Üstelik bu tip şey­
leri bilen tek dostumsunuz.»
«Tapu konusu için T o m Vvatsbn'u a r a r ı m . Al­
lah kahretsin, Ethan, kötü bir z a m a n d a yaşıyoruz.
Yarın a k ş a m ufak Ibir y o l c u l u ğ a ç ı k ı y o r u m . Eğer
söylediklerin d o ğ r u y s a ve M a r u l l o bir s a h t e k â r s a sa­
na da sorarlar. Başın d e r d e girer.»
«Belki de boşversem daha iyi o l a c a k . A m a , g ü ­
zel A l l u h ı m , Bay Baker, b a k k a l t e z g â h t a r ı o l m a k t a n
sıkıldım artık.!»
«Sana boşver d e m e d i m . Bir f ı r s a t yakaladın
dedim.»
«Eğer d ü k k â n ı n sahibi o l u r s q m M a r y ç o k m u t l u
olacaktır. A m a galiba siz haklısınız. Onun parasıyla
k u m a r o y n a m a m a l ı y ı m . Herhalde y a p m a m gereken
şey o federal polise h a b e r vermektir.»
«Bu sana s a h i p o l d u ğ u n t ü m avantajları kay­
bettirir.»
«Nasıl?»
«Eğer s ü r g ü n edilirse, t ü m mallarını b ü r o a r a ­
cılığıyla sattırabilir ve bu d ü k k â n , senin ödeyebi­
leceğinden d a h a fazla p a r a eder. K a ç a c a ğ ı n ı bilmi­
y o r s u n . Bilmediğin bir şeyi nasıl söyleyebilirsin?
D a h a yakalandığını bile bilmiyorsun.»
«Haklısınız.»
«Aslında M a r u l l o h a k k ı n d a bir şey b i l m i y o r s u n ,
g e r ç e k t e n y a n i . Bana b ü t ü n a n l a t t ı ğ ı n belirsiz şüp­
heler, öyle değil mi?»
«Evet.»
«Ve bunları u n u t u r s a n , d a h a iyi edersin.»
«Peki bu k ö t ü g ö r ü n m e z m i , y a n i senet o l m a ­
d a n p a r a vermek?»
«Çekin üzerine b a k k a l i y e işine A. M a r u l l o île

210
birlikte y a p a c a ğ ı m y a t ı r ı m için gi,bi bir şey yaza­
bilirsin. Bu senin niyetini belirtir.»
«Farzedellm ki bunlar bir işe y a r a m a d ı ? »
«O zaman parayı geri yatırırsın.»
«Sizce riski göze a l m a y a d e ğ e r mi?»
«Herşey risktir. O k a d a r p a r a y ı üzerinde t a ş ı ­
m a k bile risktir.»
«Parayı korurum.»
«Keşke k a s a b a d ı ş ı n d a olsaydım.»
Zamanlama konusunda söylediğim şey hâlâ
geçerliydi. B ü t ü n bu süre içinde d ü k k â n a kimse
gelmedi. A m a şimdi y a r ı m düzinesi geliyor, üç k a d ı n
bir yaşlı a d a m , iki de ç o c u k . Bay B a k e r y a n ı m a so­
kulup, alçak sesle, «Parayı 100 d o l a r l ı k l a r o l a r a k
hazırlar, numaralarını kaydederim. Böylece o n u y a ­
kalarlarsa sen de paranı geri alabilirsin.» dedi. Üç
kadını nazikçe selamladı, yaşlı a d a m a , «Günaydın
George,» dedi ve iki ç o c u ğ u n saçlarını o k ş a d ı .
Bay Baker ç o k akıllı ıbir a d a m .

ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

T e m m u z u n biri, yılı sanki saçları ikiye böler


gibi ayırır. Benim işim bir sınır çizgisidir, d ü n b a ş k a
bir bendim, y a r ı n b a ş k a bir Iben o l a c a ğ ı m . Davra­
nışlarımı, d a h a ö n c e y a p m a d ı k l a r ı m gibi a y a r l a r ı m .
Z a m a n ve olaylar benimle işbirliği y a p a r sanki.
Yaptıklarımı kendimden s a k l a m a d ı m hiç. Seçtiğim
yola kimse itmemişti beni. Rahatlık, saygınlık ve
güvenlik için t u t u m ve y ö n e t m e özelliklerimi kul­
lanmıştım, doğal olarak. Bunu ailem için y a p t ı ğ ı m ı
söylemek ç o k kolay olur; ç ü n k ü onların rahat ve
güveninde saygınlığımı b u l a c a ğ ı m ı biliyorum. A m a
benim a m a c ı m sınırlıydı ve bir kere Ibaşarırsam, a l ı ­
şılmış d a v r a n ı ş l a r ı m a dönebilirdim. Dönebilirim, b i ­
liyorum. Bir süre İçin insanları Öldürmüş o l m a m a
rağmen savaş b e n i katil y a p m a m ı ş t ı . Bazılarının

211
öleceğini bilerek b i r k a ç kişiyi devriye çıkarmak,
b a ş k a l a r ı n d a o l d u ğ u g i b i , bende bir sevinç y a r a t ­
m a d ı . V e y a p t ı ğ ı m d a n asla sevinç d u y m a d ı m , m a ­
zeretler de b u l m a d ı m , d u r u m u hafifletmeye de ç a ­
lışmadım. A n a s o r u n , sınırlı a m a c ı n n e o l d u ğ u n u
bilmek ve bir kere b a ş a r d ı k t a n s o n r a , bu süreci
d u r d u r m a k t ı . A n c a k b u , jben ne y a p t ı ğ ı m ı bilirsem
ve kendimi güvenlik, saygınlık adına a l d a t m a z s a m
gerçekleşebilirdi. S o n r a süreci d u r d u r a c a k t ı m . Sa­
v a ş t a n bilirim, ölüler bir sürecin kurbanlarıdırlar,
ö f k e n i n , nefretin ya da aptallığın d e ğ i l . Ve şu an
içinde b u l u n d u ğ u m hoşgörüyle, kazananla kaybe­
d e n ve katille k u r b a n a r a s ı n d a bir sevgi o l d u ğ u n a
inanıyorum.
A m p Danny'nin kaleme aldığı kâğıtlar ve M a -
rullo'nun ş ü k r a n dolu gözleri, canımı yakıyor.
Bazı kişilerin savaş g ü n ü n ü n gecesi u y u y a m a -
dığı söylenir a m a b e n u y u d u m . Uyku ç a b u c a k , a ğ ı r
ve t a m o l a r a k geldi ve şafak sökülmesine kadar r a ­
h a t l a m a m ı , yenilenmemi sağladı. Her z a m a n k i gibi
u y a n ı k y a t m a d ı m . A c i l e n y a p m a m gereken şey ha­
y a t ı m ı gözden g e ç i r m e k t i . Ç a b u c a k ve sessizce y a ­
t a k t a n ç ı k t ı m , b a n y o d a g i y i n d i m , duvarın kenarın­
d a n y ü r ü y e r e k merdivenlerden aşağı i n d i m . Camlı
d o l a b p gidip kilidini a ç m a m ve gül renkli y u v a r l a k
taşı ellerimde hissetmem hiç şaşırtmadı (beni. O n u
cebime k o y u p d o l a b ı n kapağını k a p a d ı m , ve kilit­
ledim. B ü t ü n ö m r ü m b o y u n c a taşı bir kez bile dışarı
ç ı k a r m a m ı ş t ı m , bu sabah ç ı k a r a c a ğ ı m ı da bilmi­
y o r d u m . Anılar beni karanlık m u t f a ğ a d o ğ r u , o r a ­
d a n d a b a h ç e y e itti. Eğilmiş k a r a a ğ a ç l a r yaprak­
lanmış, g e r ç e k bir m a ğ a r a y a benzemişlerdi.
Eğer M a r u l l o ' n u n arabasını almış olspydım,
N e w B a y t o w n ' d a n çıkar, u y a n a n d ü n y a y a d o ğ r u yol
a l ı r d ı m . P a r m a k l a r ı m c e b i m d e k i ılık t ı l s ı m ı n sonsuz
şekilleri üzerinde d o l a ş t ı . Tılsım?
Beni ç o c u k k e n G o l g o t h a ' y a y o l l a y a n Deborah
hala, kelimeleri k u l l a n m a k t a ustaydı. A n l a m s ı z o l a n ­
larla, elastik olanları k u l l a n m a m a izin vermezdi. Ne
kadar g ü ç l ü bir yaşlı kadındı o! Eğer ölümsüzlük

212
dilediyse benim beynimde buna ulaşmıştı. Taşı par­
maklarımla aksadığımı görünce,
«Ethan (bu a c a y i p şey senin t ı l s ı m ı n olabilir,»
demişti.
«Tıilsım nedir?»
«Eğer s a n a a n l a t ı r s a m , d i k k a t i n i n yarısını kul­
lanarak y a r ı m bir ö ğ r e n m e y a p m ı ş o l u r s u n . Sen
pul!»
D a ğ a r c ı ğ ı m d a k i p e k ç o k kelime benimdir, ç ü n ­
kü Deborah hala ö n c e m e r a k ı m ı uyandırır, s o n r a
kendi g ü c ü m l e ö ğ r e n m e m için beni z o r l a r d ı . Tabii
ben, «Bana ne!» diye c e v a p l a n d ı r ı r d ı m a m a h a l a m
o kelimeyi ö ğ r e n m e k için u ğ r a ş a c a ğ ı m ı bildiğinden
a n l a y a c a ğ ı m şekilde hecelerdi. T-l-L-S-l-M. Kelime­
lere ç o k önem verirdi ve değerli p i r şeyin a p t a l c a
kullanılmasına d a y a n a m a d ı ğ ı gibi, kelimelerin y a n ­
lış a n l a m l a r d a k u l l a n ı l m a l a r ı n a da d a y a n a m a z d ı . Şim­
di b i r ç o k nesil s o n r a k e n d i m i , «Tılsım» s ö z c ü ğ ü n ü
yanlış telaffuz ederken g ö r e b i l i y o r u m . A r a p ç a a n ­
lamı, u c u n d a bir balon bulunan kıvrık bir teldi. Yu-
nancasını o yaşlı kadının zoruyla o k u y a b i l d i m . «Et­
kisi a l t ı n d a o l u ş t u ğ u göksel güçlerin ve g e z e g e n ­
lerin gizli kuvvetlerinin sağladığı varsayılan resim­
ler ve rakamlarla üzerleri şekillenmiş t a ş ya da baş­
ka bir maddedir. Genel o l a r a k k ö t ü l ü k l e r d e n k o r u ­
ması ya da şans getirmesi için m u s k a o l a r a k takılır.»
Bu kez, «gizli kuvvetler», «gezegen», «muska»
ve «göksel» sözcüklerini a r a ş t ı r m ı ş t ı m . Hep böyle
o l u r d u . B i r s ö z c ü k , bir dizi fişek gibi bir diğerini
ateşlerdi.
Daha s o n r a o n a , «Siz t ı l s ı m l a r a inanır mısınız?»
diye s o r d u ğ u m d a , «Benim inancımla ne İlgisi var?»
demişti. Tılsımı o v u c u n a k o y m u ş t u m . «Şu şekil ne
ifade ediyor?»
«Bu senin t ı l s ı m ı n , b e n i m d e ğ i l . Sen ne ifade
etmesini istiyorsan, anlamı odur. Onu d o l a b a koy.
Seni bekleyecektir.»
Şimdi, k a r a a ğ a ç l a r ı n o l u ş t u r d u ğ u tünelde y ü ­
rürken Deborah hala canlıydı, b u g e r ç e k ö l ü m s ü z ­
lüktür. Kendisinin ü s t ü n d e ve a l t ı n d a , şekil verme
devam etmiş, çevresinde, ü s t ü n d e ve a l t ı n d a başı,

213
w w w . c i z g i l i f o r u m . c o m

e n g i n e l
k u y r u ğ u , başlangıcı ve sanu a l m a y a n bir y ı l a n gibi
v a r o l m a y a devam e t m i ş t i . Taşımı ilk kez dışarı çıkar­
t ı y o r d u m , şeytandan k o r u m a s ı için mi? Servetimi
getirmesi için mi? Falcılığa da İnanmam gerçi. Ve
ö l ü m s ü z l ü k bana hayalleri kırılmış kişilerin hasta­
lıklı vaadlerini hatırlatır.
D o ğ u n u n hafif ışıklı sınırı T e m m u z d u . Haziran
gece vakti gitmişti. Haziran a l t ı n k e n , t e m m u z pirinç­
tir, haziran g ü m ü ş k e n , t e m m u z kurşundur. T e m ­
m u z d a y a p r a k l a r ağır, şişman ve kalabalık olurlar.
T e m m u z d a k i kuş şarkıları ibtirassız, boş bir tek­
rardır, çünkü: yuvalar boşalmıştır, a p t a l yavrular
uçmaya çalışmaktadırlar.
Hayır, t e m m u z , yeminler y a d a t a h m i n l e r a y ı
değildir. Meyveler b ü y ü m e k t e d i r a m a tatsız ve renk­
sizdirler. Mısır, g e n ç ve sarı y a p r a k l a r ı olan yeşil
bir bitkidir sadece. B a l k a b a k l a r ı hâlâ k u r u m u ş ç i ­
çeklerini t a ş ı m a y a d e v a m ederler.
Sessiz ve m e m n u n g ö r ü n e n Porlock sokağına
y ü r ü d ü m . Şafağın ışıkları, b a c a k l a r ı ne kadar güzel
kalırsa kalsın korsesinin a r t ı k sarkan karnını gizle-
yemediği kadınlar gibi s a r m a ş ı k güllerinin üzerin­
d e k i o r t a yaşlı t o m u r c u k l a r ı g ö s t e r d i b a n a .
Yavaş y a v a ş y ü r ü r k e n kendimi, «güle güle» de­
ğil de «Allahaısmarladık» der gibi hissettim. Güle
güle'de, isteksizliğin t a t l ı sesi vardır. Allahaısmar­
ladık ise kısa ve kesindir, geçmişle geleceği b a ğ ­
layan o çelik ipi kesecek keskin dişleri olan bir
sözcüktür.
Eski limana geldim. Neye A l l a h a ı s m a r l a d ı k ? Bil­
m i y o r u m . H a t ı r l a m ı y o r u m . Galiba «yer»e g i t m e k is­
t i y o r d u m a m a denizle dostluğu olan b i r i şimdi su­
ların yükseldiğini ve «yer»in karanlık sularla ör-
t ü l d ü ğ ü n ü bilir. Dün gece, ay'ın bir c e r r a h ı n kıvrık
iğnesi gibi incecik ve sadece d ö r t günlük o l d u ğ u n u
g ö r d ü m a m a suları benim yerime d o l d u r a c a k ka­
dar g ü ç l ü y d ü .
Geldiğini u m a r a k Danny'nln kulübesini ziyaret
etmek gerekmiyordu. Ç ü n k ü , ışık Danny'nin evine
giden y o l d a , ayaklarıyla d ü m d ü z ettiği otların sapa­
sağlam ve dik d u r d u k l a r ı n ı göstermeye y e t i y o r d u .

214
Eski l i m a n , yaz tekneleriyle benek b e n e k t i . Yel­
kenler t o p l a n m ı ş , b r a n d a bezleriyle üzerleri ö r t ü l ­
m ü ş t ü . Ş u r a d a b u r a d a bazı erkenciler hazırlığa baş­
lamışlardı, direkleri temizliyor, demirleri parlatıyor­
lardı.
Yeni l i m a n daha f a a l d i . Dolmuş y a p a n s a n d a l ­
lar, yolcuları a l m a k için limana ç o k y a k ı n b a ğ l a n ­
mışlardı. Para ödeyerek, kovalarını balıkla d o l d u r a n
çılgın yaz b a l ı k ç ı l a r ı , öğleden s o n r a balıkları ne y a ­
pacaklarını bilmeden dolaşırlardı. Torbalar, sepet­
ler ve d a ğ l a r gibi sinaritler, sinekler, deniz ardıç­
ları, narin köpek b a l ı k l a n , hepsi aç gözlülükle par­
ç a l a n m a k , ölmek ve bekleyen martılara atılmak
içindiler. M a r t ı l a r balıkçıların fazla b a l ı k t a n u s a n a ­
caklarını bilerek beklerlerdi. Bir sürü balığı temiz­
leyip, pişirmeyi kim ister? Balık t u t m a k t a n vazgeç­
mek, balığı y a k a l a m a k t a n d a h a zordur.
Körfez y a ğ içindeydi şimdi ve prinç ışıklar üze­
rine a k ı y o r d u . Suyun a l t ı n d a ç a r p ı l m ı ş ikizleri olan
konserve kutular ve t o r b a l a r kanal b o y u n c a ilerli­
yorlardı.
Bayrak direğine ve savaş anıtına d ö n d ü m . Ya­
şayan k a h r a m a n l a r a r a s ı n d a k i adımı b u l d u m . G ü ­
m ü ş harflerle yazılmıştı. Yzb. E. A. HAWLEY, p d ı -
mın altında a l t ı n l a yazılmış, evlerine d ö n m e y e n o n -
sekiz New B a y t o w n ' l u n u n adı vardı. Ç o ğ u n u n adını
bilir ve a d a m l a r ı da t a n ı r d ı m , b a ş k a l a r ı n d a n pek
f a r k l a r ı y o k t u . A m a şimdi farklıydılar. Adları altın­
d a n yazılmıştı. Kısa bir an için alt s a t ı r l a r d a o n ­
larla birlikte o l m a k istedim. A l t ı n d a n bir Yzb. E. A.
HAWLEY; a p t a l l a r , hastalar, a l ç a k l a r ve k a h r a m a n ­
lar, hepsi birlikte, a l t ı n d a n . Cesurlar sadece ölmek­
le k a l m a m ı ş d a h a da şanslı ç ı k m ı ş l a r d ı .
Şişko Willie a r a b a y l a gelip, anıtın yanına park­
e n i ve y a n k o l t u k t a n bir bayrak a l d ı .
«Selam Eth.» dedi. Prinç halkaları a ç ı p , b a y r a ğ ı
yavaşça t e p e y e ç e k t i . Bayrak, asılmış bir a d a m gibi
sallanıyordu. «Zor yetişti» dedi Willie, soluk so­
luğa k a l m ı ş t ı : «Şuna bak. İki g ü n ü d a h a var, sonra
yenisi gelecek.»
«50. yıldızlısı mı?»

215
«Bildin. Naylondan k o c a m a n , p u h u n en az iki
misli, a m a yarısı k a d a r ağır, bir bayrak d a h a var.»
«İşler n a s ı l Willie?»
«Şikâyet e d e m e m a m a y o r u l d u m . Bu 4 Tem­
muz zaferi hep karışıklık i ç i n d e geçer. Pazartesiye
rastlaması y ü z ü n d e n , her z a m a n k i n d e n ç o k kaza,
dövüş ve sarhoş o l a c a k . Seni d ü k k â n a b ı r a k a y ı m
mı?»
«Sağol. Postaneye u ğ r a y a c a ğ ı m ve s a n ı r ı m bir
f i n c a n kahve içeceğim.» .
«Tamam. Seni g ö t ü r ü r ü m . Ben de kahve ister­
d i m a m a Stoney kızgın bîr b o ğ a gibi.»
«Ne derdi v a r ki?»
«Allah bilir. İki g ü n l ü ğ ü n e gitti ve geriye a k s i
sert bir herif olarak döndü.»
«Nereye gitmişti?»
«Söylemedi a m a ç o k kızmış d ö n d ü . Sen mek­
tuplarını a l ı r k e n beklerim.»
«Rahatsız o l m a Willie, Postaya v e r e c e ğ i m bir
şeyler var.»
«Sen bilirsin.» A r a b a y ı geriye alıp, a n a c a d d e y e
doğru gitti.
Postanenin içi hâlâ loştu ve y e r yeni cilalan-
m ı ş t ı . Bir de uyarı v a r d ı : 'DjıKAT! YER KAYGAN.'
Eski postane y a p ı l d ı ğ ı n d a n beri 7 n u m a r a l ı k u ­
tuyu kullanırdık. G 1/2 R'yi çevirdim ve «kutu a d ­
resine» y o l l a n m ı ş bir y ı ğ ı n plan ve v a a t dolu kâğıdı
a l d ı m . Hepsi bu k a d a r d ı , ç ö p k u t u s u n a y a k ı ş a c a k
şeyler. A n a c a d d e y e ç ı k t ı m , kahve içmeye niyetleni­
y o r d u m a m a s o n a n d a v a z g e ç t i m y a k o n u ş m a k is­
t e m e d i m , ya da ne bileyim işte, sadece F o r e m a s t e r
l o k a n t a s ı n a g i t m e k istemedim. Güzel A l l a h ı m , ne
kadar d u y g u l a r ı n a k o ş u l l a n m ı ş y a r a t ı k l a r şu erkek­
ler ve sanırım kadınlar da öyle.
Bay Baker Karaağaç s o k a ğ ı n d a n gelirken, ben
kaldırımı s ü p ü r ü y o r d u m . Saatli k a s a töreni için
b a n k a y a girdi. Ve ben kapı ö n ü n d e k i t e z g â h l a r a is­
teksizce kavunları dizerken, e s k i model yeşil zırhlı
bir a r a b a b a n k a n ı n ö n ü n d e d u r d u . K o m a n d o l a r gibi
f i l l a h l a n m ı ş iki a d a m a r a b a n ı n a r k a kapılarını a ç ı p .

216
gri t o r b a l a r içindeki paraları b a n k a y a taşıdılar. On
dakika içinde geri gelip a r a b a y a b i n i p gittiler.
S a n ı r ı m M o r p h y p a r a l a n saymış, Bay Baker d a
kontrol e d i p , m a k b u z verene kadar b a n k a d a bekle­
mişlerdi. Parayı k o r u m a k dertli bir iş, M o r p h y ' u n
dediği g i b i , başkalarının p a r a s ı n d a n b ı k m a k d a b u n a
dahil. T o r b a l a r ı n e b a d ı n a v e a ğ ı r l ı ğ ı n a bakılacak
olursa, b a n k a d a n epey p a r a çekilecek d e m e k t i . Eğer
banka s o y g u n c u s u o l s a y d ı m , harekete g e ç m e n i n
tpm zamanıydı ş i m d i . A m a s o y g u n c u d e ğ i l d i m . B i l ­
diğim herşeyi d o s t u m J o e y ' e b o r ç l u y u m . İsteseydi
büyük bir s o y g u n c u olabilirdi. Neden istemediğini
merak e d i y o r u m , hiç değiise teorisini d e n e r d i .
O sabah ç o k iş o l d u . Olacağını u m d u ğ u m d a n
daha d a ç o k t u . Güneş kızışmıştı v e ç o k a z r ü z g â r
vardı. İnsanı istese de istemese de tatile g i t m e y e
zorlayan (bir havaydı. Hizmet edilecek m ü ş t e r i l e r
kuyruk o l m u ş l a r d ı . Kesinlikle bildiğim bir şey v a r d ı ,
bir y a r d ı m c ı y a ihtiyacım o l d u ğ u . Eğer Ailen ç a l ı ş ­
mazsa o n u boşverip b a ş k a birini b u l m a l ı y d ı m .
Saat on b i r sıralarınaa Bay Baker geldi, telaşlıy­
d ı . B i r k a ç müşteriyi bekletip, onunla d e p o y a g i t m e m
g e r e k i y o r d u . A v u c u m a bir b ü y ü k bir d e k ü ç ü k iki
zarf k o y d u , o kadar a c e l e s i vardı ki t e f e c i gibi dav­
ranıyordu.
«Tom W a t s o n , senetler t a m a m diyor. A m a kay­
da g e ç i p g e ç m e d i ğ i n i bilmiyor, işte bu f e r a g a t n a m e .
İmzaladığı zaman getir, k o n t r o l edeyim. Para hazır,
numaralarını not e t t i m . Bu da hazır bir çek. S a d e c e
imzala. Kusura b a k m a Ethan, acelem var, böyle iş­
ler y a p m a k t a n n e f r e t ederim.»
«Gerçekten işe b a ş l a m a m ı istiyor musunuz?»
«Kahretsin. Ethan ç e k t i ğ i m bunca sıkıntıdan
sonra...»
«Özür dilerim e f e n d i m , affedin. Biliyorum hak­
lısınız.»
Çeki b i r süt k u t u s u n u n üstüne k o y u p sabit k a ­
lemimle imzaladım. Bay Baker çeki incelerken fazla
acele etmedi.
«Önce ikibin teklif et, s o n r a her seferinde iki
yüz dolar arttır. Şüphesiz f a r k ı n d a s ı n , b a n k a d a sa-

217
HHHBHffiffiHHHHHHSHHHI

dece beş yüz d o l a r ı n var. A ç ı ğ ı n ç ı k a r s a Tanrı yar­


d ı m c ı n olsun.»
«Eğer öyle o l u r s a , d ü k k â n ı göstererek borç
alamaz mıyım?»
«Alırsın t a b i i , a m a kârını yemiş olursun.»
«Size nasıl t e ş e k k ü r edeceğimi bilemiyorum.»
«Yumuşama Ethan, Seni yiyip y u t m a s ı n a izin
verme. Çenesi kuvvetli olabilir. B ü t ü n İtalyanlar öy­
ledir. Sadece 1. kuralı u n u t m a m a y a bak.»
«Size minnettarım.»
«Gitmeliyim,» d e d i . «Öğle trafiği başlamadan
a n a y o l a ç ı k m a k istiyorum.» Sonra dışarı ç ı k t ı , g i ­
d e r k e n az d a h q , her kavunu iki kez elleyen bayan
Willow'u devirecekti.
Gün aynı çılgınlıkta devam etti. Galiba sokak­
ları kavuran sıcak, insanları sinirli ve k a v g a c ı yap­
m ı ş t ı . Sanki tatil için değil de, bir f e l a k e t için s t o k
yapıyorlar sanırdınız. İsteseydi bile M o r p h y ' a s a n d ­
viç g ö t ü r e m e y e c e k t i m .
Sadece müşterilere hizmet etmekle kalmayıp
gözlerimi a ç ı k t u t m a m g e r e k i y o r d u . Müşterilerin pek
ç o ğ u yaz için gelenlerdi, y a b a n c ı l a r yani ve o n l a r a
b a k m a y a c a k olursanız, çalıyorlardı. S a n k i çalmayı
d u r d u r a m ı y o r l a r d ı . Ve çaldıkları da genellikle ihti­
yaçları o l m a y a n şeyler o l u r d u . Küçük lüks' yiyecek
kutuları ç o k gözdeydi, havyar, m a n t a r ve foie gras
(karaciğer ezmesi). Bu yüzden M a r u l l o , bu t i p yi­
yecekleri tezgâhın a r k a s ı n a k o y d u r u r d u . M ü ş t e r i ­
lerin u l a ş a m a y a c a k l a r ı forzedilen yere yani. Dük­
kânda hırsız y a k a l a m a n ı n iyi o l m a y a c a ğ ı n ı da ö ğ ­
retmişti b a n a . Herkesi huzursuz ederdi ,bu. Belki de,
M a r u l l o ' n u n düşüncesine g ö r e herkes bir parça
s u ç l u y d u . Biricik y o l , kaybı b i r b a ş k a s ı n a ödet­
m e k t i . A m a eğer birisinin belirli raflara fazla yak­
laştığını g ö r ü r s e m , «Bu s o ğ a n l a r ç o k ucuz» diye
seslenerek, davranışını önleyebiliyordum. Müşteri­
lerin, sanki zihinlerini o k u m u ş u m gibi sıçradıklarını
g ö r ü r d ü m . En ç o k nefret e t t i ğ i m şey şüphedir.
Ş ü p h e c i o l m a k , b e r b a t bir d u r u m . Sanki p e k ç o k in­
s a n birden tek bir kişiyi h ı r p a l ı y o r m u ş gibi sinirlen­
dirir beni.

218
G ü n , hüzünle dolu s a n k i , z a m a n ağırlaştı. Saat
beşten sonra şef Stoney geldi, ince, uzun ve c i d ­
diydi. Televizyon yemeği aldı, bir a l ü m i n y u m t e p s i
içinde, pişmiş s o ğ u k biftek, kızarmış p a t a t e s ve
h a v u ç t a n ibaretti y e m e k .
«Güneş ç a r p m ı ş gibi g ö r ü n ü y o r s u n şef.» d e d i m .
«Evet. Kendimi iyi hissetmiyorum.»
«İki tepsi ister misin?»
«Hayır. Bir t a n e ver. Karım g i t t i . Polislere tatil
yok.»
«Çok kötü.»
«Belki de d a h a iyi. O r t a d a d o l a ş a n serseriler
y ü z ü n d e n eve bile gidemiyorum.»
«Bir yerlere gittiğini duydum.»
«Kim söyledi?»
«Willie.»
«Ağzını k a p a m a y ı ö ğ r e n s e iyi olacak.»
«Kötülük o i s u n diye y a p m a d ı ki.»
«Kötülük edecek kadar bile ıbeyni y o k t u r o n u n .
Belki de beyinsiz o l m a k , t u t u k l a n m a k için yetiyor.»
«Öyle mi dersin?» Bunu bir a m a ç l a s o r d u m ve
beklediğimden fazla t e p k i g ö r d ü m .
«Ne d e m e k i s t e d i n Ethan?» V
«O kadar ç o k y a s a v a r ki, b i r k a ç tanesini çiğ­
nemeden nefes bile a l a m ı y o r insan.»
«Bu d o ğ r u . Öyle ç o k ki, hepsini bilemiyoruz.»
«Bir şey s o r a c a k t ı m şef, temizlik y a p a r k e n eski
bir Revolver b u l d u m , k i r l i ve paslı. M a r u l l o , benim
değil d e d i , benim de d e ğ i l , eminim. Ne y a p a b i l i r i m
onu?»
«Bana ver. Eğer ruhsat ç ı k a r m a k istemiyorsan.»
«Yarın evden g e t i r i r i m . Yağ tenekesinin içine
k o y d u m . Bu t i p şeyleri ne y a p ı y o r s u n u z Stoney?»
«Kullanılıp kullanılmadığına b a k a r , s o n r a o k y a ­
nusa atarız.» Daha iyi g ö r ü n ü y o r d u . A m a uzun ve
s ı c a k bir gün o l a c a k t ı . Onu b ı r a k a m a z d ı m .
«İki yıl ö n c e merkezde olan olayı hatırladın mı?
Polisler el k o n m u ş silahları satıyorlardı.»
Stoney, bir t i m s a h ı n tatlı gülüşüyle ve m a s u m
bir i f a d e y l e :
«Cehennem gibi bir h a f t a g e ç i r d i m Ethan. Eğer

219
beni iğnelemek niyetindeysen vazgeç. B e r b a t bir
h a f t a geçirdim.»
«Özür dilerim şef. Ciddi bir v a t a n d a ş olarak
herşeyi y a p a b i l i r i m , seninle içip s a r h o ş olabilirim
örneğin.»
«Keşke içebilsem. Herhangi bir şeyi d ü ş ü n e c e ­
ğime, sarhoş olmayı t e r c i h ederim.»
«Neden içemiyorsun?»
«Bilmiyor m u s u n ? Hayır nereden bileceksin?
Eğer sadece ne için ve nereden o l d u ğ u n u bilsen.»
«Neden sözediyarsun?»
«Boşver Eth. Hayır boşverme. Sen Bay Baker'ın
a r k a d a ş ı s ı n , yaptığı bazı a n l a ş m a l a r var mı?»
«O kadar da iyi a r k a d a ş değiliz şef.»
«Marullo'dan ne haber? Nerede o?»
«New York'a g i t t i . Romatizmalarına b a k t ı r m a k
için.»
«Hey b ü y ü k T a n r ı . B i l m i y o r d u m . G e r ç e k t e n b i l -
m i y o r d u m . Sadece bir tek ipucu olsaydı nereye
b a k a c a ğ ı m ı bilirdim.»
«Mantıklı k o n u ş m u y o r s u n Stoney.»
«Hayır, mantıklı değiiim. Zaten ç o k fazla ko­
nuştum.»
«Pek a n l a y a m a d ı m a m a eğer içini d ö k m e k is­
tersen »
«İstemiyorum. Hayır istemiyorum. Kim olduk­
larını bilsem bile, bana açık vermezler. Boşver Eth.
Ben sadece telaşlı (bir adamım.»
«Benden laf sızmaz Stoney. Nedir, büyük jüri
mi?»
«Demek biliyorsun?»
«Biraz.»
«İşin g e r i s i n d e ne var?»
«Gelişme.»
Stoney y a n ı m a s o k u i u p , demir gibi eliyle, k o ­
lumu kuvvetlice s ı k t ı , k o l u m a c ı m ı ş t ı . Telaşla, «Et-
han» d e d i . «Ben iyi bir polis miyim?»
«En iyisisin.»
«Amacım bu. En iyisi o l m a k isterim. Ethan
sence insanın kendini k u r t a r m a s ı için a r k a d a ş l a r ı n ı
ele vermesi d o ğ r u mu?»

220
«Hayır değildir.»
«Bence de öyle. Böyle bir hükümeti t a k d i r ede­
mem. Beni k o r k u t a n şey Eth y a p t ı ğ ı m şeyi
beğenmediğim için. iyi b i r polis o l a m a m artık.»
«Seni saf dışı mı b ı r a k t ı l a r şef?»
«Tam dediğin gibi. Öyle ç o k y a s a var ki, bir­
kaçını çiğnemeden, nefes alamazsın. Ama, kutsal
İsa, onlar benim a r k a d a ş ı m . Kimseye söylemeyecek­
sin değil mi Eth?»
«Hayır söylemem. Yemeğini u n u t u y o r s u n şef.»
«Evet!» dedi. «Eve g i d i p a y a k k a b ı l a r ı m ı ç ı k a r a ­
cağım ve televizyon polislerinin nasıl iş gördüklerini
seyredeceğim. Bilirsin, bazen boş b i r ev, en iyi d i n ­
lenmeyi sağlar. Görüşürüz Eth.»
Stoney'i severim. Bence iyi bir polis. İşler ne­
rede a k s a d ı a c a b a ?
Dükkânı k a p a m a k için meyva tezgâhlarını içeri
taşırken, Joey M o r p h y sallanarak geldi.
«Çabuk ol,» dedim ve ç i f t ön kapıları kapayıp,
koyu yeşil gölgelikleri indirdim. «Fısıltıyla konuş.»
«Ne oluyor?»
«Birileri, ıbirşeyler s a t ı n a l m a k isteyebilir.»
«Evet! Ne demek istediğini a n l a d ı m . T a n r ı m .
Uzun tatillerden nefret ediyorum. Herkesin kötü y ö n ­
lerini a ç ı ğ a çıkarıyor. Tatile ç ı l g ı n c a başlıyor, s o n r a
meteliksiz ve perişan dönüyorlar.»
«Ben ortalığı t o p l a r k e n soğuk b i r şey i ç m e k is­
ter misin?»
«Farketmez. Soğuk b i r a var mı?»
«Depodan a l m a k gerek.»
«Ben alırım. Sen sadece kutuyu aç.»
Kutuya iki delik a ç t ı m . Morphy, ağzını a ç ı p bi­
rayı boşalttı. «Oh!» diyerek içti, boş kutuyu tezgâ­
hın üstüne koydu.
«Yolculuğa çıkacağız.»
«Vah zavallı, nereye?»
«Bilmiyorum. Henüz k a r a r a varamadık.»
«Ortalıkta birşeyler dönüyor. Ne olduğunu bi­
liyor musun?»
«Bir ipucu ver.»
«Veremem. Sadece hissediyorum. Ensemdeki

221
tüyler d i k e n d i k e n o l d u . 6 u kesin bir işarettir. Her­
keste bir gariplik var.»
«Belki sana ö y l e geliyor.»
«Belki, a m a Bay Baker tatile ç ı k m a z d ı . Kasa­
badan ç ı k m a k için m ü t h i ş a c e l e ediyordu.»
G ü l d ü m : «Defterleri kontrol ettin mi?»
«İnanır mısın o n u da yaptım.»
«Şaka ediyorsun.»
«Eskiden bir p o s t a m ü d ü r ü t a n ı m ı ş t ı m . K ü ç ü k
bir k a s a b a d a y d ı . Oradp çalışan k ü ç ü k bir g a n g s t e r
vardı. Ralph, soluk s a ç l ı , gözlüklü, ince y a n a k l ı y d ı ,
k o c a m a n bir g u a t ı r ı v a r d ı . Ralph pul ç a l m a k t a n y a ­
kalandı, bir y ı ğ ı n pul. Belki 1800 dolar değerinde.
Hiç bir şey y a p ı l a m a d ı . Gangsterdi o.»
«Yani pulları o a l m a m ı ş mı?»
«Alsa da a l m a s a da bir. Ben ürkeğimdir. Eğer
elimdeyse, a s l a beni d a m g a l a m a l a n n a izin vermem.»
«Bu yüzden mi hiç evlenmedin?»
«Bunu düşünmeliyim. Evet, bu nedenlerden
biri.»
Ö n l ü ğ ü m ü katlayıp, k a s a n ı n a l t ı n d a k i çekme­
ceye k o y d u m . «Şüpheci o l m a k ç o k z a m a n ve enerji
alır Joey. Benim o kadar v a k t i m yok.»
«Bankada 'çalışanların olmalı a m a . Sadece bir
kez kaybedersin. B ü t ü n g e r e k e n , bir fısıltı.»
«Bana şüpheci o l d u ğ u n u söyleme.»
«Bu bir i ç g ü d ü . Eğer bir şey, birazcık da o l s a
değerlere ters düşse, a l a r m ı m çalıyor.»
«Ne biçim bir hayat! Ş a k a ediyorsun.»
«Galiba e t m i y o r u m ; Birşeyler d u y d u n s a , b a n a
söylersin diye d ü ş ü n m ü ş t ü m . Yani beni İlgilendiren
bir şey.»
«Sanırım, bildiğim herşeyi, herkese a n l a t a b i l i r i m .
Belki de bu yüzden b a n a kimse bir şey a n l a t m ı y o r .
Eve mi gidiyorsun?»
«Hayır s o k a ğ ı n karşı t a r a f ı n d a yiyeceğim.»
Ön t a r a f t a k i l a m b a l a r ı k a p a d ı m . «Arka sokak­
t a n ç ı k a l ı m mı? B a k s a b a h , kalabalık o l m a d a n se­
nin sandviçleri y a p a r ı m . Biri j a m b o n l u , biri de pey­
nir ve ç a v d a r e k m e ğ i , s a l a t a ve mayonez, d o ğ r u
m u ? Ve bir ç e y r e k k u t u süt?»

222
w w w . c i z g i l i f o r u m . c o m

e n g i n e l
«Sen b a n k a d a çalışmalıymışsın.» dedi.
Sanırım, yalnız y a ş a d ı ğ ı halde, h e r k e s t e n d a h a
da yalnız değildi. Foremaster l o k a n t a s ı n ı n k a p ı s ı n d a
ayrıldık, bir an için o n u n l a gidebilmeyi i s t e d i m .
Evin k a r m a k a r ı ş ı k olabileceğini d ü ş ü n d ü m .
Öyleydi de. M a r y y o l c u l u ğ u planlamıştı. M o n -
tauk tepesinin d ı ş ı n d a yaşlı k o v b o y l a r a özgü t ü m
eğlenceleri bulabileceğimiz, züppe bir ç i f t l i k v a r d ı .
Amerika'nın en e s k i ve halen faaliyette o l a n sığır
çiftliği olması özelliğiydi. T e x a s keşfedilmeden ö n c e
de sığır çiftliğiymiş. İlk o l a r a k Charles II kirala­
mış orasını. New York'u besleyen s ü r ü l e r b u r a d a
otlar ve b a k ı c ı l a r ı , jüri üyeleri gibi d i k k a t l e seçilir­
lerdi. Elbette şimdi g ü m ü ş m a h m u z l u k o v b o y ö z e n -
tileriyle d o l u a m a kırmızı sığırlar hâlâ o r a d a o t l u -
yorlar. Mary, Pazar gecesini o r a d a k i k o n u k evlerin­
den birinde g e ç i r m e n i n hoş o l a c a ğ ı n ı d ü ş ü n m ü ş t ü .
Ellen New York'a gidip otelde kalmayı ve i k i
günü T i m e s m e y d a n ı n d a geçirmeyi istiyordu. Ailen
hiçbir yere g i t m e k istemiyordu. Bu o n u n d i k k a t i
çekme v e v a r o l d u ğ u n u kanıtlama yollarından bi­
riydi.
Ev d u y g u s a l l ı k t a n k a y n ı y o r d u . Ellen y a v a ş , sulu
gözyaşları d ö k ü y o r d u , M a r y y o r u l m u ş , kızgınlıktan
terlemişti, Ailen kulağına y a p ı ş t ı r d ı ğ ı k ü ç ü k radyosu
omuzunda, içine kapanmış somurtup duruyordu.
Radyodan k a f a şişiren bir a ş k şarkısı ve histeri nö-
betiyle sarsılan bir ses y ü k s e l i y o r d u . «Bana dürüst
olacağına söz vermiştin ve sonra tutup fırlattın be­
nim seven, yalnız: kalbimi yerlere.»
«Vazgeçmek üzereyim.» dedi M a r y .
«Sadece y a r d ı m etmeye çalışıyorlar.»
«İşleri d a h a z o r l a ş t ı r m a k t a n b a ş k a bir şey yap­
mıyorlar.»
«Ben hiç bir şey yapmadım.» Ellen b u r n u n u
çekti. O t u r m a o d a s ı n d a Ailen r a d y o n u n sesini a ç t ı :
«...benim seven yalnız kalbimi yerlere...»
«Çocukları mahzene kilitleyip yalnız b a ş ı m ı z a
gidemez miyiz sevgilim?»
«Biliyorsun şu an öyle y a p a b i l m e y i ç o k i s t e r ­
dim.»

223
Seven, yalnız k a l b i n kükreyen sesini b a s t ı r a b i l ­
mek için b a ğ ı r m a k z o r u n d a katmıştı.
Bir u y a n d a b u l u n m a d a n bir ö f k e yerleşti içime.
Dönüp, o ğ l u m u p a r ç a l a r ı n a a y ı r m a k ve onun seven
yalnız kalp belasını yere a t ı p ç i ğ n e m e k için o t u r m a
odasına ilerledim. T a m kapının ö n ü n d e y k e n müzik
durdu: «Özel bir haberi vermek için programımızı
yarıda kesiyoruz. New Baytown ve W e s s e x eyaleti
memurları bugün öğleden sonra rüşvet almak, pa­
rayla ehliyet vermek, eyalet ve kasaba anlaşmala­
rından pay almak gibi suçlarla büyük jüri önüne çık­
mak üzere mahkemeye verilmişlerdir »
S o n u n d a o l m u ş t u , belediye b a ş k a n ı , y a r g ı ç l a r ,
memurlar. D u y m a d a n , d i n l i y o r d u m . Üzgün v e y o r ­
g u n d u m . Suçlandıkları şeyleri y a p ı y o r l a r d ı belki, a m a
öyle uzun z a m a n d ı r yapıyorlardı ki, y a n l ı ş o l d u ğ u n u
d ü ş ü n m e m i ş l e r d i bile. M a s u m olsalar bNe, yerel se­
ç i m l e r d e n ö n c e , o r t a y a ç ı k m a z d ı b u , h a t t a insan
temize ç ı k s a bile, h a k k ı n d a k i ithamlar d a l m a hatır­
lanırdı. Yakalanmışlardı. Biliyor olmaları gerekirdi.
Stoney'in adını d u y m a k için b e k l e d i m , a m a y o k t u .
Kendisi için onları ele verdiğini t a h m i n e t t i m . Bu
yüzden ç o k üzgün ve yalnızdı demek.
M a r y k a p ı d a d u r m u ş dinliyordu. «Uzun zaman­
dır böyle heyecanlı olay o l m a m ı ş t ı . Sence d o ğ r u
mu b ü t ü n bunlar Ethan?»
«Farketmez!» d e d i m . «Neden y a p t ı k l a r ı önemli
değil.»
«Bay B a k e r ne d ü ş ü n ü y o r d u r , bilmek isterdim.»
«Tatile g i t m i ş t i . Evet ben de ne hissettiğini me­
rak ettim.»
Müziği kesildiği için Ailen huzursuzlanmaya
b a ş l a m ı ş t ı . Haberler, y e m e k ve b u l a ş ı k l a r yolculuk
s o r u n u m u z u n bir k a r a r a v a r ı l a m a y a c a k y a d a y e n i ­
d e n gözyaşı ve k a v g a edilemeyecek k a d a r geç saat­
lere kalmasına neden o l d u .
Y a t a k t a , t ü m v ü c u d u m t i t r e m e y e başladı. Ya­
pılan saldırının s o ğ u k , d u y g u s u z v a h ş e t i , sıcak yaz
gecesinde iliklerime kadar işliyordu.
M a r y , «Vücudunda şişlikler v a r c a n ı m . M i k r o p
mu kaptın acaba?» dedi.

224
«Hayır güzelim. Galiba, o a d a m l a r ı n hissetme­
leri g e r e k e n şeyleri hissediyorum. Halleri b e r b a t o l ­
malı.»
«Vazgeç E t h a n . Başkalarının s o r u n l a r ı n ı , kendi
o m u z l a r ı n a alamazsın.»
«Alabilirim. Ç ü n k ü aldım.»
«Merak e d i y o r u m , işadamı olabilir misin a c a b a .
Çok duyarlısın Ethan. Bu senin s u ç u f ı değil.»
«Düşünüyorum da b e l k i b u . . . . ınerkesin suçu.»
«Anlamıyorum.»
«Ben de pek a n l a m ı y o r u m tatlım.»
«Onlarla kalabilecek birisi olsaydı keşke.»
«Tekrarla bakayım.»
«Yalnız seninle tatile ç ı k m a y ı nasıl istiyorum
bilsen! Evlenmemiş yaşlı k a d ı n a k r a b a l a r ı m ı z y o k ne
yazık ki. Bunu a k l ı n a koy. Belki onları kutulayabiliriz
veya tuzlayıp kaldırabiliriz, bir süre i ç i n . M a r y M a -
d o n n a , b u n u da a k l ı n a yaz. Yabancı bir y e r d e se­
ninle yalnız olabilmek için neler vermezdim. Tepe­
lerde dolaşır, geceleri ç ı p l a k yüzerdik ve seni ot
bir y a t a k t a severdim.»
«Sevgilim, biliyorum sevgilim. Senin için de kolay
o l m a d ı , b i l m i y o r u m m u sandın?»
«Sokul b a n a . B a ş k a bir yol düşünelim.»
«Hâlâ t i t r i y o r s u n . Üşüdün mü?»
. «Sıcak ve s o ğ u k , dolu ve boş ve yorgun.»
«Başka bir y o l d ü ş ü n m e y e ç a l ı ş ı y o r u m . Ger­
ç e k t e n . Elbette onları severim ama...»
«Biliyorum, ben de p a p y o n u m u takar...»
«Onları hapsederler mi?»
«Keşke (biz »
«O adamları?»
«Hayır gerekmez. Gelecek salıdan ö n c e o r t a d a
görünmezler. Seçim ise perşembe g ü n ü . Bu yüzden
yapıldı işte.»
«Ethan, alay ediyorsun. Sen böyle değildin.
Böyle alaycı o l a c a k s a n , t a t i l e ç ı k m a m ı z gerek ç ü n ­
kü Bu ş a k a değildi. Senin şakalarını bilirim.»
İçim k o r k u y l a d o l d u . Az kalsın belli e d i y o r d u m .
Duygularımı g ö s t e r m e m e m gerek. «Ah bayan f a r e ­
cik benimle evlenir, misiniz?»

225
Mary, «Oho! Oho!» dedi.
Belli edeceğime d a i r d u y d u ğ u m ani k o r k u ç o k
b ü y ü k t ü . Gözlerin r u h u n a y n a s ı o l m a d ı ğ ı n a kendimi
inandırmıştım. B i r k a ç ö l ü m l ü k ü ç ü k k a d ı n d a bir me­
leğin gözlerini ve y ü z ü n ü g ö r m ü ş t ü m . Derinin altını
ya da kemikleri geçerek merkezdekini okuyabilen
cinsleri vardır. A m a nadirdir bunlar, İnsanların pek
ç o ğ u kendisinden başkasını merak etmezler. Bir
keresinde İskoç kanı t a ş ı y a n Kanadalı bir kız, bana
kendisini etkileyen, a n l a t t ı ğ ı n d a beni de etkileyen
bir hikâye a n l a t m ı ş t ı . Büyüme ç a ğ ı n d a y k e n b ü t ü n
gözlerin o n u n üzerinde o l d u ğ u n u ve pek de iyi bak­
madıklarını s a n ı r m ı ş , bu yüzden de a ğ l a r m ı ş sürekli.
Yine bir gün a ğ l a r k e n b ü y ü k b a b a s ı , ıstırabını gör­
m ü ş ve sert bir sesle, «Başkalarının ne kadar az
düşündüklerini bilsen, bu k a d a r kaygılanıp üzülmez­
din,» demiş. Bu sözler kızı iyileştirmiş. Bana a n l a t ­
ması da kişisel d o k u n u l m a z l ı k k o n u s u n d a k i f i k r i m i
p e k i ş t i r d i , ç ü n k ü d o ğ r u y d u . A m a M a r y , kendi ye­
tiştirdiği çiçeklerle d o l u bir evde yaşayan M a r y , se­
simde bir şey d u y m u ş t u v e y a kesici bir r ü z g â r his­
setmişti. Bu y a r ı n a kadar geçmesi gereken bir t e h ­
likeydi.
Eğer planım t a m a m l a n m ı ş ve kesinleşmiş o l a ­
rak birden o r t a y a ç ı k s a y d ı , s a ç m a diyerek o n u red­
d e d e r d i m . İnsanlar böyle şeyler y a p m a z l a r a m a in­
sanlar gizli oyunlar oynarlar. Benimki, Joey'in b a n ­
ka s o y m a k kurallarını anlatmasıyla b a ş l a m ı ş t ı . İşi­
min sıkıcılığına karşı, b u n u n l a o y n a m ı ş ve yol üze­
rindeki herşey o y u n a k a t ı l m ı ş t ı . Ailen ve miki fare
maskesi, damlayan tuvalet, paslı silah, y a k l a ş a n
t a t i l , Joey'in a r k a k a p ı n ı n kilidine k o y d u ğ u katlı
kâğıt. Bir o y u n o l a r a k t ü m işleri z a m a n l a m ı ş , pro­
va y a p m ı ş ve d e n e m i ş t i m . A m a polislere a t e ş eden
silahlı a d a m l a r o n l a r hünerlerini kullanacak
denli iyi olabilmek için polis t a b a n c a l a r ı y l a hızlı si­
lah çekmeyi deneyen k ü ç ü k oğlanlar değil mi?
O y u n u m , ne z a m a n o y u n o l m a k t a n ç ı k t ı bile­
m i y o r u m . Belki, d ü k k â n ı olpbileceğimi v e b u n u n
için p a r a y a ihtiyacım o l d u ğ u n u d ü ş ü n d ü ğ ü m z a m a n .
Bir şey d a h a var, m ü k e m m e l bir planı, d e n e m e d e n

226
ç ö p e a t m a k ç o k zor. Ahlaksızlığa, s u ç a gelince, bu
insana karşı değil, s a d e c e p a r a y a karşı işlenen bir
suç. İsimse incinmeyecek. Para s i g o r t a l ı .
Gerçek suçlar insanlara karşı olanlar, Danny'ye,
M a r u l l o ' y a karşı işlenenler. Y a p t ı ğ ı m ı , yapabilsey-
d i m , hırsızlık hiç kalırdı y a n ı n d a . B ü t ü n b u n l a r g e ­
ç i c i . Hiçbiri bir d a h a t e k r a r l a n m a y a c a k . G e r ç e k t e
bir o y u n o l m a d ı ğ ı n ı a n l a m a d a n ö n c e , işleyiş, a r a ç ­
lar v e z a m a n l a m a neredeyse m ü k e m m e l olmuştu.
K ü ç ü k oğlan elinde bir 45'lik b u l m u ş t u .
Elbette ,bir aksilik o l m a s ı m ü m k ü n d ü a m a bir
sokağı g e ç e r k e n y a d a bir a ğ a c ı n a l t ı n d a durur­
ken de aksilik olabilirdi. K o r k t u ğ u m u s a n m ı y o r u m .
Korkuyu içimden silmiştim, a m a s o l u k s u z k a l m ı ş t ı m ,
piyesin açılış gecesinde sahne a r k a s ı n d a bekleyen
bir a k t ö r g i b i . Ve aynı bir piyesteki gibi o l a b i l e c e k
t ü m aksilikler incelenmiş ve saf dışı b ı r a k ı l m ı ş t ı .
U y u y a m a y a c a ğ ı m kaygısıyla u y u d u m , derin ve
bildiğim kadarıyla rüyasız, b a s k ı n bir u y k u y d u . G ü ­
nün ilk karanlık saatlerini, t a s a r l a m a n ı n r a h p t l a t ı c ı
ilacı olarak kullanmayı p l a n l a m ı ş t ı m . B u n u n yerine
gözlerimi a ç t ı ğ ı m d a , göldeki ineğin k u y r u ğ u en az
yarım saatten beri g ö r ü n e b i l i y o r d u . Büyük bir pat­
lamanın rüzgârıyla u y a n d ı m , sanki. Bazen böyle
u y a n m a , kasları gerer. Benimki y a t a ğ ı sallladı, ö y ­
le ki M a r y uyanıp, «Ne oidu?» d i y e s o r d u .
«Fazla uyumuşum.»
«Boşver, d a h a erken.»
«Hayır, bir t a n e m . Benim i ç i n c a n a v a r bir gün
bu. Dünya bugün b a k k a l m u t l u s u olacak. K a l k m ı y o r
musun?»
«İyi bir k a h v a l t ı y a i h t i y a c ı n var.»
«Ne y a p a c a ğ ı m biliyor m u s u n ? Foremaster'de
bir kahve içeceğim ve M a r u l l o ' n u n raflarını bir kurt
gibi y a ğ m a edeceğim.»
«Gerçekten mi?»
«Sen dinlen, güzellerin güzeli ve sevgili ç o c u k ­
larımızdan k u r t u l m a k için bir y o l d ü ş ü n . B u n a i h t i ­
yacımız var. Ciddiyim.»
«Evet ihtiyacımız var. Bir yol b u l m a y a çalışa­
cağım.»

227
K o r u n m a m ve r a h a t ı m için mevsime ait şeyler
söylemeden, giyinip ç ı k t ı m .
Joey kahvedeydi, y a n ı n d a k i t a b u r e y i işaret e t t i .
«Oturamam M o r p h y . Geç kaldım. Annie bana
bir kutu kahve verebilir misin?»
«Yarım litre o l u r Eth.»
«iyi, d a h a iyi hatta.»
Küçük kâğıt bardakları doldurup onları t o r b a y a
k o y d u . Joey kahvesini bitirip benimle y ü r ü d ü .
«Bu s a b a h papaz o l m a d a n ayin yapacaksın.»
«Galiba. Haberleri nasıl buldun? Söyle.»
«İnanamadım.»
«Bir k o k u a l d ı ğ ı m ı söylemiştim, hatırladın mı?»
«Duyduğum z a m a n seni hatırladım zaten. Kuv­
vetli b u r n u n varmış.»
«İş icabı. Baker p r t ı k geri dönebilir. Döner mi
acaba?»
«Dönmek mi?»
«Sen bir k o k u a l m ı y o r m u s u n ? »
Çaresiz bir halde y ü z ü n e b a k t ı m : «Birşeyler
k a ç ı r ı y o r u m ve ne o l d u ğ u n u n f a r k ı n d a bile değilim.»
«Hey Tanrım.»
«Bir şey g ö r m e m gerektiğini söylüyorsun.»
«Evet, b u n u d i y o r u m . Yılanın zehri y o k e d i l e -
mez.»
«Olan biten herşeyi k a ç ı r ı y o r u m . Salatalı mı,
mayonezli mi seviyordun?»
«İkisini de severim.» A r k a cebinden sigara pa­
ketini ç ı k a r d ı , üstündeki jelatini Sıyırdı. Katlayıp ki­
lidin içine s o k t u .
«Gitmeliyim.» dedim. «Özel çay satışımız var
b u g ü n . Bir kutu hediye edersen belki karşılığında
bir bebeğin olur. T a n ı d ı ğ ı n hanımlar var mı?»
«Elbette var, a m a bu isteyecekleri son şeydir.
Sen zahmet etme, sandviçleri a l m a y a gelirim.»
i ç e r i girdi. Kilidin yayının sesi d u y u l m a d ı . Uma­
rım Joey bugüne kadar edindiğim en kusursuz ö ğ ­
r e t m e n o l d u ğ u n u f a r k e t m e z . Sadece bilgi vermekle
kalmıyor, uygulama da y a p ı y o r ve tabii bilmeden
bana yol g ö s t e r i y o r d u .

228
Bu t i p işleri bilen herkes, uzmanlar, sadece p a ­
ranın parayı kazandırdığı f i k r i n d e birleşirler. En ba­
sit yol d a i m a en iyisidir. Birşeyin şaşırtıcı basit­
liği, o şeyin en b ü y ü k g ü c ü d ü r . A m a M a r u l l o kendi
suçu olmaksızın u ç u r u m u n kenarına gelene dek b u ­
nun detaylı bir r ü y a d a n b a ş k a bir şey o l m a d ı ğ ı n a
g e r ç e k t e n i n a n ı y o r u m . Önceleri d ü k k â n a sahip o l a ­
bileceğimden e m i n d i m , işte o z a m a n yükseklerde
uçan hayallerim yere inmişti. Güzel a m a yanlış bir
soru s o r u l a b i l i r : Eğer d ü k k â n ı o l a c a k s a m p a r a y a
neden ihtiyacım var. Bay Baker bunu anlayabilirdi,
tabii Joey de, aynı nedenle M a r u l l o da anlayacak­
tır. İşletme sermayesi o l m a y a n bir d ü k k â n , dük­
kânı o l m a m a k t a n d a h a k ö t ü bir d u r u m d u r . İflasın
gölgeli yolu k o r u n m a m ı ş atılımcıların mezarlarıyla
d o l u y d u . Benim de o r a d a bir mezarım v a r d ı . En
aptal asker bile t ü m g ü c ü n ü iflas e t m e k l e kaybet­
mez, ipotekler k a y n a k l a r ya da bunların yerine k o ­
yabileceği birşeyler o l m a s a bile, a m a birsürü sıkıcı
meslek v a r ki b u n l a r insanı güçsüz bırakabiliyor.
N u m a r a l a r ı kaydedilmiş b a n k n o t l a r d a n oluşan M a r y '
nin parası a r k a c e b i m d e şişkinlik y a p m ı ş t ı . M a ­
rullo bu p a r a d a n alabileceğinin en fazlasını ala­
c a k t ı . Sonra ayın biri g e l e c e k t i . T o p t a n c ı l a r kendini
kanıtlamamış kuruluşlara kredili davranmazlar. Bu
yüzden yine p a r a y a ihtiyacım o l a c a k t ı ve o p a r a
da beni f ı k ı r d a y a n çelik kapıların a r d ı n d a b e k l i y o r d u .
Onu elde etme süreci bir d ü ş gibi d ü z e n l e n m i ş t i ,
d ü ş ü n ü n c e a p a ç ı k Deliriyordu. S o y g u n u n yasal o l ­
mayışını pek az dert e d i n i y o r d u m . M a r u l l o sorun
değildi. Eğer k u r b a n o o l m a s a y d ı bu planı kendisi
yapardı. Danny, o n u n t ü k e n m i ş o l d u ğ u n a inanıyor­
d u m a m a yine de beni rahatsız e d i y o r d u . Bay Baker'
ın Danny'ye a y n ı şeyi y a p m a k i ç i n giriştiği sonuç­
suz p t ı l ı m , beni, pek ç o k kişinin ihtiyaç d u y d u ğ u n ­
dan d a h a fazla temize ç ı k a r ı y o r d u . A m a yine de
Danny m i d e m d e y a n a n bîr n o k t a y d ı . Ve onu başarılı
bir savaşta alınan yarayı kabullenir gibi kpbullen-
meliydim. B u n u n l a y a ş a m a k z o r u n d a y d ı m . A m a b e l ­
ki de zamanla iyileşir, ya da bir m e r m i n i n k ı k ı r d a k l a
çevrilmesi gibi u n u t k a n l ı k d u v a r ı y l a çevrilirdi.

229
Acil olan şey p a r a y d ı , bu plan ise d i k k a t l e
hazırlanmış ve bir elektrik devresi gibi z a m a n l a n -
mıştı.
M o r p h y kanunlarını iyi ö ğ r e n m i ş t i m . Hepsi ak-
lımdaydı, h a t t a bir t a n e de ben e k l e m i ş t i m . İlk ka­
nun : S a b ı k a kaydı o l m a m a k . Benim y o k t u . İkincisi:
Yardımcı ve sırdaş y o k . Benim de y o k t u . Ü ç ü n c ü s ü :
Oynaş yok. Oynaş denebilecek bir t e k M a r g i e
Y o u n g j H u n t ' u t a n ı y o r d u m ve onun terliğinden ş a m ­
p a n y a içmeye de hiç n i y e t i m y o k t u . D ö r d ü n c ü s ü :
Gösteriş y a p m a . Y a p m a y a c a k t ı m . G e r ç e k t e parayı
t o p t a n c ı l a r a Ödeme y a p a r k e n k u l l a n a c a k t ı m . Para
için bir yerim v a r d ı . Benim Şövalye T e m p l a r ş a p k a
k u t u s u n u n içinde, kadife kaplı k a r t o n d a n k a f a m ı n
şekli ve b ü y ü k l ü ğ ü n d e bir y a t a k , b i r o y u n t u v a r d ı .
Bunun uçları kaldırılmış ve hemen eski haline g e t i r i -
lebüsin diye a l ç ı l a n m ı ş t ı .
T a n ı n m a m a k içinse Miki Fare maskesi v a r d ı .
Kimse başka birşey g ö r e m e y e c e k t i . M a r u l l o ' n u n e s k i ,
p a m u k l u y a ğ m u r l u ğ u . Y a ğ m u r l u k l a r hep birbirine
benzer. S o n r a bir ç i f t y ı r t ı k pırtık naylon eldiven.
M a s k e , günler ö n c e hazırlanmış, ç o r b a , kutusuyla
birlikte tuvalete a t ı l m ı ş t ı . Maskeyle eldivenlerin de
s o n u buydu. Eski g ü m ü ş Ivor J o h n s o n tabancası
l a m b a isiyle k a r a l a n m ı ş ve t u v a l e t t e içi y a ğ dolu te­
neke hazırlanmıştı. İş b i t t i k t e n s o n r a silahı tenekeye
a t a c a k ve. Şef Stoney'e verilmek üzere b e k l e t e c e k -
t i m . Kendi b u l d u ğ u m s o n k a n u n d a ş u y d u : Domuzluk
etme. Ook p a r a a l m a ve b ü y ü k b a n k n o t l a r d a n k a ç ı n .
Eğer o n l u k ve yirmilik olarak, altı ya da o n b i n dolar
a l a b i l i r s e m , hem t a ş ı m a s ı hem de s a k l a m a s ı kolay
o l a c a k t ı . Buzdolabının üzerindeki k a r t o n kek k u ­
t u s u , d e ğ i ş t o k u ş için k u l l a n ı l a c a k t ı v e bir d e f a
d a h a içine b a k ı l d ı ğ ı n d a o r a d a kek o l a c a k t ı . Sesi­
mi d e ğ i ş t i r m e k için o b e r b a t k a r ı n d a n k o n u ş m a ale­
tini d e n e m i ş t i m . S o n r a v a z g e ç t i m . Sessiz olup işa­
retlerle a n l a ş m a y a k a r a r v e r d i m . Herşey yerli ye­
rinde ve hazırdı.
Neredeyse Bay Baker'ın b a n k a d a o l m a y ı ş ı n a
üzülecektim. İçeride sadece M o r p h y , Harry Robblt
ve Edith Alden o l a c a k t ı . S o n saniysine k a d a r plan-

230
l a m ı ş t ı m . Dokuza beş d a k i k a kala s ü p ü r g e m i g i r i ­
ş e k o y a c a k t ı m . Bunu ü s t - ü s t e denemiştim. Ön­
lüğümü kıvıracak, ağırlığı t u v a l e t zincirine a s a r a k
sürekli a k m a s ı n ı s a ğ l a y a c a k t ı m . İçeri giren birisi
suyun sesini d u y a c a k ve kararını v e r e c e k t i . Yağ­
m u r l u k , m a s k e , kek k u t u s u , silah, eldivenler. Saat
d o k u z u v u r u r k e n a r k a s o k a ğ ı g e ç , a r k a kapıyı itip
a ç , maskeyi t a k , saatin ç a l m a s ı bittiği a n , Joey
kasa kapısını a ç a r k e n gir. Silahla üçüne de yere
y a t m a l a r ı n ı işaret et. Problem çıkarmayacaklardı.
Joey'in dediği gibi p a r a s i g o r t a l ı y d ı , o n l a r değil.
Parayı t o p l a kek k u t u s u n a koy, s o k a ğ ı geç, m a s k e
ve eldivenleri tuvalete at, silahı y a ğ tenekesine
koy, y a ğ m u r l u ğ u çıkar. Ö n l ü ğ ü indir, p a r a y ı ş a p k a
k u t u s u n a koy, süpürgeyi a l , kaldırımı süpür. A l a r m
zilleri ç a l a r k e n g ö r ü n ü r d e ve hazır o l . Herşey bir
d a k i k a kırk saniye t u t u y o r d u . Z a m a n l a n m ı ş , kont­
rol edilmiş, yeniden k o n t r o l edilmişti. Dikkatle p l a n ­
l a m a m a ve z a m a n ı a y a r l a m a m a rağmen yine de
biraz heyecanlıydım. İ k i ö n kapıyı a ç m p d a n ö n c e
dükkânı süpürdüm. Dünkü önlüğümü giymiştim,
böylece yeni kırışıklıklar g ö r ü n m e y e c e k t l .
Ve İnanır m ı s ı n ı z , sanki k a n a t t a n yakalarını
t a k m ı ş Hazret! Yusuf, g ü n e ş i y ö r ü n g e s i n d e durdur­
m u ş gibiydi, z a m a n geçmiyordu. Babamın büyük
saatinin y e l k o v p n ı yerinde d u r m u ş sabahı reddedi­
yordu.
Uzun z a m a n d ı r n u t u k atmayı ihmal e t m i ş t i m ,
a m a b u sabah y a p t ı m . Belki sinir b o z u k l u ğ u n d a n :
«Dostlarım,» d e d i m , «Tanık o l a c a ğ ı n ı z şey bir sır­
dır. Biliyorum, sessizliğinize güvenebilirim. İçiniz­
den herhangi birinin ahlaki bazı kpygıları varsa,
e m r e d i y o r u m hemen dışarı çıksın.» Durakladım.
«Yok m u ? C o k g ü z e l . A m a eğer bir lahanın ya da
t a v u k etinin b u konuyu y a b a n c ı l a r l a t a r t ı ş t ı ğ ı n ı d u ­
y a r s a m , k a r a r çptalla ö l ü m o l a c a k t ı r . Hepinize t e ­
ş e k k ü r e t m e k istiyorum. A l ç a k g ö n ü l l ü işçiler o l a r a k
p u r a d a h e p b i r l i k t e çalıştık. Ben de sizin gibi bir
h i z m e t k â r ı m . A m a şimdi bir ş a n s var., Buranın sa­
hibi olabilirim, hepinize söz v e r i y o r u m , iyi nazik ve

231
w w w . c i z g i l i f o r u m . c o m

e n g i n e l
anlayışlı bir patron o l a c a ğ ı m . Vakit geliyor d o s t l a ­
rım, perde kalkıyor... Uğurlar olsun.»
Süpürgemle ön kapıya giderken kendi sesimin,
«Danny, Danny m i d e m d e n çtk.» diye inlediğini duy­
d u m . Büyük bir dehşet sarstı beni, kapıları a ç m a ­
dan bir an s ü p ü r g e m e d a y a n m a k z o r u n d a k a l d ı m .
. B a b a m ı n saatinin k a r a akrebi saat d o k u z diyor­
d u , ince uzun yelkovanı ise altı d a k i k a kaldığını g ö s ­
t e r i y o r d u . Saate b a k a r k e n k a l b i m i n o v u c u m d a ç a r p ­
tığını hissedebiliyordum.

ON BEŞİNCİ BÖLÜM

Köpekler, kedilerden ve her ikisi krizantemler­


den ya da yükselen d a l g a l a r d a n ya d a . kızıl hum­
m a d a n ne k a d a r f a r k l ı y s a , g ü n de ö t e k i g ü n l e r d e n
o kadar f a r k l ı y d ı . Uzun h a f t a sonu t a t i l l e r i n d e y a ğ ­
mur y a ğ m a s ı , pek ç o k eyalette, özellikle de bizim­
kinde y a s a haline gelmiştir. Başka t ü r l ü o kadar
insan, nasıl ıslanıp, perişan olabilir? T e m m u z g ü ­
neşi, k ü ç ü k t ü y l ü b u l u t kümeleriyle d ö v ü ş ü p onları
kovaladı, a m a batı u f k u n d a n yıldırımlar g ö z ü k m e y e
başladı. 'Hudsbn nehri v a d i s i n d e n gelen bileği kuv­
vetli, y a ğ m u r taşıyıcı bulutlar, şimşeklerle s i l a h l a n ­
mış ve şimdiden kendi kendilerine mırıldanmaya
başlamışlardı. Yasanın gereği gibi u y g u l a n m a s ı İçin,
bulutlar, en fazla sayıda insanın yaz giyişin ve m u t ­
lu insanların a n a y o l a ve sahile ç ı k m a s ı n ı bekliyor­
lardı.
Diğer d ü k k â n l a r ı n pek ç o ğ u d o k u z b u ç u k t a n ö n ­
ce açılmaz. Yarım saat ö n c e d e n elime silahı verip
beni o r a d a n o r a y a s ı ç r a t a r a k kâr etmek, M a r u l l a '
nun f i k r i y d i . B u n u değiştirebileceğimi düşünüyor­
d u m . Elde edilen k â r d a n ç o k diğer d ü k k â n l a r ı n kö­
tü hisler beslemesine sebep o l u y o r d u . M a r u l l a bili­
y o r s a bile a l d ı r m ı y o r d u b u n a . O bir y a b a n c ı , bir
İtalyan, bir s u ç l u , b i r z o r b a , y o k s u l l a r ı ezen, bir

232
ergele ve sekiz ç e ş i t o r o s p u ç p c u ğ u y d u . Onu m a h ­
veden ben o l d u ğ u m a göre kusurlarının ve s u ç l a r ı ­
nın b i r d e n b i r e b a n a g ö r ü n m e s i ç o k d o ğ a l d ı .
B a b a m ı n s a a t i n d e k i eski u z u n kolun k e n a r d a n
ilerlediğini hissediyordum ve kendimi gergin kas­
larla kaldırımı s ü p ü r ü p ve o ç a b u k , d ü z g ü n hare­
keti y a p m a y ı bekler b u l d u m . A ğ z ı m d a n n e f e s alı­
y o r d u m , midem bir hamleye hazırlanırken o l d u ğ u g i ­
bi ciğerlerimi s ı k ı ş t ı r ı y o r d u .
Cumartesi g ü n ü , 4 T e m m u z h a f t a s o n u n a göre
çok a z i n s a n vardı e t r a f t a . B i r y a b a n c ı , yaşlı biri,
oltalar ve yeşil plastik bir kova t a ş ı y a r a k geçti.
Bütün g ü n oltasını s a r k ı t ı p beklemek i ç i n iskeleye
gidiyordu. Bana b a k m a d ı bile a m a o n u n d i k k a t i n i
zorladım.
«Umarım b ü y ü k balıklar yakalarsınız.»
«Hiç bir şey yakalayamam,» dedi.
«Bazen şans insana güler.»
«Buna inanmam.»
İşte kızıl, terli bir k ö t ü m s e r a m a en azından
d i k k a t i n d e bir delik a ç t ı m .
Jennie Single kaldırım b o y u n c a salınarak geldi.
Sanki ayak yerine tekerlekleri v a r m ı ş gibi hareket
e d i y o r d u , b ü y ü k b i r olasılıkla New B a y t o w n ' u n e n
az güvenilecek t a n ı ğ ı y d ı . Bir keresinde havagazı
musluğunu a ç m ı ş ve y a k m a y ı u n u t m u ş t u . Kibritleri
nereye k o y d u ğ u n u hatırlasaydı, kendini h a v a y a u ç u ­
racaktı.
«Günaydın Bayan Jenny.»
«Günaydın Danny.»
«Ben Ethan'ım.»
«Elbette öylesin. Bir k e k yapacağım.»
Belleğinde bir iz b ı r a k m a y a ç a l ı ş t ı m : «Ne cins?»
«Fannie Farmer'di g a l i b a , a m a etiketi d ü ş m ü ş
bu yüzden bilemiyorum.»
Eğer bir t a n ı ğ a ihtiyacım o l u r s a , ne t a n ı k olur­
du ya! Bana neden Danny d e m i ş t i ?
Kaldırımdaki k ü ç ü k bir kâğıt, süpürgeye d i r e n ­
di. Eğilip t ı r n a ğ ı m l a a l m a k z o r u n d a k a l d ı m . Kedi
Baker uzakta o l d u ğ u için b a n k a c ı fareler z a m a n ı n
tadını ç ı k a r ı y o r l a r d ı . İstediklerim o n l a r d ı . Kahve-

233
den fırlayıp, s o k a ğ a d ö k ü l d ü k l e r i n d e d o k u z a birkaç
saniye vardı.
«Koşun, koşun!» diye seslendim, o n l a r da b a n ­
ka kapısından g i r e r k e n , kendine güvenle dolu g ü ­
lümsediler.
Vakit t a m a m d ı . B ü t ü n ü n ü d ü ş ü n m e m e l i y d i m , sa­
d e c e b a s a m a k l a r ı n ı , z a m a n ı n d a ve hepsi yerli y e ­
rinde, d a h a ö n c e y a p t ı ğ ı m gibi.
G ö z ü m ü n u c u y l a , s o k a k b o y u n c a bir a r a b a n ı n
geldiğini g ö r d ü m ve geçip gitmesi için d u a e t t i m .
«Bay Hawley!»
Filmlerde enselenen g a n g s t e r l e r i n y a p t ı ğ ı gübi
hızla d ö n d ü m . Tozlu yeşil Chevrolet k a l d ı r ı m a y a ­
naşmıştı ve b ü y ü k Allahım, o federal b ü r o a d a m ı
ç ı k ı y o r d u içinden. Benim t a ş t a n yapılmış d ü n y a m ,
sanki sudaki bir y a n s ı m a y m ı ş gibi t i t r e d i . Felç o l ­
m u ş bir halde kaldırımı geçişini izledim. Sanki yüz­
y ı l l a r c a s ü r d ü . B e n i m uzun süre p l a n l a n m ı ş m ü k e m ­
mel y a p ı m , epeyce g ö m ü l ü kalmış bir eser hava
a k ı n ı n d a nasıl d a ğ ı l ı r s a , öyle dağıldı. Tuvalete k o ş ­
m a y ı ve planımı s ü r d ü r m e y i d ü ş ü n d ü m . A m a olmaz­
d ı . M o r p h y kanunlarını çiğneyemezdim. Düşünce ve
ışık aynı hızda olmalıydılar. Bu kadar uzun d ü ş ü ­
nülmüş, o k a d a r ç o k denenmiş, h a t t a uygulanması
bile bir t e k r a r d a n öte g i t m e y e c e k olan bir planı fır­
l a t ı p a t m a k k o r k u n ç bir şey, a m a b o ş v e r d i m , a t t ı m ,
k a p a t t ı m . B a ş k a şansım y o k t u . Ve ışık hızlı d ü ş ü n ­
c e m , Tanrıya şükür ki bir d a k i k a s o n r a gelmedi bu
a d a m , dedi. Cinayet hikâyelerindeki ö l d ü r ü c ü h a t a ­
l a r d a n biri o l u r d u bu.
Bütün b u sürede, genç a d a m k a l d ı r ı m d a d ö r t
a d ı m a t m ı ş t ı . Bir şey g ö z ü k m ü ş olmalıydı o n a .
«Ne o bay Hawley h a s t a görünüyorsunuz?»
«Bulanıyor.» d e d i m .
«Beklemeye gelmez. Hemen k o ş u n . Ben b u r a ­
dayım.» d e d i .
Tuvalete d a l ı p kapıyı k a p a t t ı m ve su a k s ı n diye
s i f o n u ç e k t i m . Işığı y a k m a m l ş t ı m . O r a d a , k a r a n l ı k t a
oturdum. Midemdeki burkulmalar devam ediyordu.
Bir d a k i k a s o n r a d ı ş a r ı ç ı k m a l ı y d ı m v e ç ı k t ı m , i ç i m ­
deki ısırgan basınç y a v a ş ç a azaldı. M o r p h y ' n i n k i l e r e

234
bir kanun daha e k l e d i m : A c i l bir d u r u m d a planı de­
ğiştir hemen.
Daha ö n c e d e o l m u ş t u , bir b u h r a n y a d a b ü y ü k
tehlike k a r ş ı s ı n d a , kendimden ayrılır ve m e r a k l a n ­
m ı ş bir y a b a n c ı gibi kendimi, d a v r a n ı ş l a r ı m ı ve zih­
nimi gözlerdim a m a gözlediğim şeyin d u y g u l a r ı y l a
ilgilenmezdim.
K a r a n l ı k t a o t u r u r k e n , ö b ü r kişinin k u s u r s u z pla­
nını katladığını bir k u t u y a k o y d u ğ u n u ve kutuyu
k a p a t t ı ğ ı n ı ve o şeyi sadece g ö z ö n ü n d e n değil d ü ­
şüncelerinden de ç ı k a r d ı ğ ı n ı g ö r d ü m . Yani k a r a n l ı k t a
a y a ğ a k a l k t ı ğ ı m enerjik ve sakin o l a r a k , elimi k a ­
pının t o k m a ğ ı n a a t t ı ğ ı m a n , y o r u c u bir güne hazır­
lanan bir b a k k a l t e z g â h t a r ı n d a n b a ş k a bir şey de­
ğildim. Bunda bir gizlilik y o k . G e r ç e k t e n öyleydim.
Genç a d a m ı n ne istediğini m e r a k e t t i m o m a s a d e c e
polislerden k o r k m a n ı n verdiği soluk ifade vardı y ü ­
zümde.
«Beklettiğim İçin ö z ü r dilerim.» dedim. «Ne ye­
d i m böyle, hatırlamıyorum.»
«Salgın halinde.» dedi. «Geçen h a f t a karım da
olmuştu.»
«Salgının bir de silahı var g a l i b a , f e n a y a k a ­
l a n d ı m , sizin için ne yapabilirim?»
U t a n m ı ş , özür diler g i b i , hatta ç e k i n g e n g ö r ü ­
nüyordu.
«İnsan g a r i p şeyler yapıyor,» d e d i .
Herkesi y a p a r d e m e m e k için kendimi z o r t u t ­
t u m , b u n a d a m e m n u n o l d u m ; ç ü n k ü s o n r a k i sözleri,
«Benim i ş i m d e ç o k çeşitli İnsanlarla karşılaşır­
sınız,» o l d u .
T e z g â h ı n a r k a s ı n a y ü r ü y ü p , deri Şövalye T e m p -
lar ş a p k a k u t u s u n u a y a ğ ı m l a v u r u p k a p a t t ı m . V e
dirseklerimi t e z g â h a d a y a d ı m .
Ç o k garip. Beş d a k i k a ö n c e kendimi başkala­
rının gözleriyle g ö r ü y o r d u m . Ş u ş a r t t ı . Onların g ö r ­
d ü ğ ü önemliydi. A d a m , k a l d ı r ı m d a n gelirken, büyük
karanlık, ümitsiz bir a n , b i r d ü ş m a n , bir c a n a v a r d ı .
A m a projem buruşturulup a t ı l ı n c a v e benim bir
p a r ç a m o l a r a k g i d i n c e a d a m ı benimle iyi y a d a k ö t ü
bir bağlantısı o l m a y a n , ayrı bir v a r l ı k o l a r a k gör-

235
meye b a ş l a d ı m . O, s a n ı r ı m , benim y a ş l a r ı m d a y d ı
a m a bir o k u l d a , gelenekler İçinde, b i r k ü l t ü r d e şe­
killenmişti. İnce bir yüz ve kısö kesilmiş, d i k k a t l e
taranmış dimdik saçlar, y ü n l ü , beyaz b i r g ö m l e k ve
karısı t a r a f ı n d a n seçildiğine şüphe o l m a y a n bir k r a ­
vat ve yine şüphesiz, evden ç ı k m a d a n ö n c e k a r ı s ı ­
nın düzelttiği bir ceket. Elbisesi koyu g r i y d i , tır­
nakları b a k ı m l ı y d ı , sol elinde geniş bir n i k â h hal­
kası ve y a k a deliğinde ince bir çubuk' v a r d ı . Tak­
m a m a s ı gereken nişanın b i r işaretiydi. Ağzı ve k o y u
mavi gözleri Sertlik için eğitilmişti, şimdi sert d e ­
ğildi o y s a . bu da a d a m a bir g a r i p l i k v e r i y o r d u . Her-
nasılsa içinde bir delik a ç ı l m ı ş t ı . Soruları kısa, ko­
n u ş t u ğ u kişiyi kendisinden aşağı görerek a r a y a çe­
lik p a r m a k l ı k l a r koyan a d a m l a aynı kişi d e ğ i l d i a r ­
tık.
«Daha önce de gelmiştiniz.» d e d i m , «İşiniz
nedir?»
«Adalet Bölüm ündenim.»
«İşiniz a d a l e t ml?»
G ü l ü m s e d i : «Evet, e n a z ı n d a n u m d u ğ u m b u .
A m a b u r a y a resmi görevle gelmedim. H a t t a b ö l ü ­
m ü n bunu o n a y l a y a c a ğ ı n d a n bile emin değilim. Bu
g ü n ü m boştu.»
«Sizin için ne yapabilirim?»
«Karışık bir iş, nerden b a ş l a y a c a ğ ı m ı dahi bilmi­
y o r u m . Bu d u r u m k i t a p t a yok. Hawley, oniki yıldır
servisteyim, inan d a n a ö n c e başıma hiç böyle bir
şey gelmemişti.»
«Belki ne o l d u ğ u n u anlatırsanız size y a r d ı m
edebilirim.»
B a n a g ü l ü m s e d i : «Toparlamak zor. N e w York'
t a n beri ü ç saattir y o l d a y ı m v e b u t a t i l t r a f i ğ i n d e
geri d ö n m e k için üç saat d a h a a r a b a kullanacağım.»
«Ciddi bir işe benziyor.»
«Öyle.»
«Adınızın W a l d e r o l d u ğ u n u söylemiştiniz galiba.»
«Richard Walder.»
«Bay Walder müşterilerin k u ş a t m a s ı başlaya­
cak, şimdiye k a d a r neden b a ş l a m a d ı l a r şaşırdım.

236
Bu g ü n sosis ve h a r d a l ticareti yapıyorum. Artık
başlasanız iyi olur. Başım d e r t t e mi?»
«Benim işimde her ç e ş i t insanla karşılaşılır.
Sert olanlar, yalancılar, dolandırıcılar, a p t a l l a r ve
zekiler. Ç o ğ u n l u k l a onları b o ğ m a k arzusu d u y a r
a m a yine d e işe d e v a m edecek g ü c ü bulursunuz.
Anlıyor musunuz?»
«Hayır, sanırım a n l a m a d ı m . B a k ı n Walder, c a ­
nınızı s ı k a n nedir? Ben a p t a l s a y ı l m a m . Bay B a -
ker'la bankfada k o n u ş t u m . Bay M a r u l l o ' n u n , p a t r o ­
n u m u n peşindesiniz siz.»
«Ve o n u yakaladım.» Bunu pek hafif söylemişti.
«Neden?»
«Kanunsuz giriş. Bu benim işim d e ğ i l . Bana bir
dosya verdiler o n u t a k i p ediyorum. Onu yargılamı­
y o r u m , bunu başkaları yapacak.»
«Sürülecek mi?»
«Evet.»
«Mücadele edebilir mi? O n a y a r d ı m edebilir m i ­
yim?»
«Hayır. İstemedi. Suçu kabul ediyor ve g i t m e k
istiyor.»
«Hey A l l a h ı m , o l a c a k iş değil.»
İçeri altı yedi m ü ş t e r i g i r d i : «Sizi uyarmıştım»
diye seslendim o n a ve ihtiyaçlarını ya da i h t i y a ç l a r ı
o l d u ğ u n u sandıkları şeyleri seçmeleri için m ü ş t e r i ­
lere y a r d ı m e t t i m . Tanrıya şükür, d a ğ l a r kadar sosis
ve h a m b u r g e r ekmeği a l m ı ş t ı m .
Walder seslendi: «Baharatlı karışık t u r ş u n u n
f i y a t ı ne?»
«Etiketinde yazar.»
«Otuzdokuz sent bayan,» dedi. Ve ölçerek, p a ­
ketleyerek, t o p a r l a y a r a k çalışmayı s ü r d ü r d ü . Ö n ü m ­
den uzanıp kasaya p a r a k o y d u . Uzaklaşınca y ı ğ ı n ­
d a n bir t o r b a alıp ç e k m e c e y i a ç t ı m v e t o r b a y ı t u t a ­
c a k gibi kullanıp eski silahı a l d ı m , tuvaletin a r k a ­
sına g ö t ü r d ü m ve o n u bekleyen y a ğ t e n e k e s i n i n içi­
ne a t t ı m . D ö n ü n c e , «İşi iyi beceriyorsunuz,» d e d i m .
«Okuldan s o n r a Ibir s ü p e r m a r k e t t e çalışıyor­
dum.»
«Belli oluyor.»

237
«Yardımcınız y o k mu?»
«Oğlumu getireceğim.»
Müşteriler d a i m a s ü r ü halinde gelirler, tek t e k
geldiklerini hiç g ö r m e d i m . Bir t e z g â h t a r a r a o l d u ­
ğ u n d a gelecek filoyu karşılamaya hazırlanır. B a ş k a
birşeyde aynı işi birlikte y a p a n kişiler, birbirlerine
benzemeye başlarlar, d ü ş ü n c e f a r k l a r ı g i t t i k ç e aza­
lır. O r d u , siyahlarla b e y a z l a r ı n , birleşip b a ş k a bir-
şeyle s a v a ş m a y a b a ş l a d ı k l a r ı n d a , birbirleriyle d ö ­
vüşmediklerini keşfetmişti. VValder y a r ı m kilo d o ­
m a t e s t a r t ı p kesekâğıdının a r k a s ı n d a hesap yap­
m a y a başlayınca polislere d u y d u ğ u m , dirimin al­
t ı n d a gizli o k o r k u a z a l m a y a başladı.
İlk filoyu s a v u ş t u r m u ş t u k .
«Ne istediğinizi ç a b u k söyleseniz iyi olur.» d e ­
dim.
«Buraya geleceğime dair M a r u l l o ' y a söz v e r d i m .
D ü k k â n ı size v e r m e k istiyor.»
«Sen delisin. Affedersiniz bayan. Arkadaşıma
söylüyordum.»
«Ah, evet, t a b i i . Şeyy biz (beş kişiyiz, üç ç o c u k
var. Ne kadar sosis alsam acaba?»
«Çocuk başına beş t a n e , üç t a n e kocanız, iki
tane de sizin, yirmi t a n e yapar.»
«Beşer t a n e yerler mi dersiniz?»
«Onlar yiyeceklerini sanırlar. Piknik mi?»
«Hı hı.»
«Beş tane de fazla alın, ateşe düşürecekleriniz
için.»
«Lavabo tıkaçlarınız nerede?»
«Temizleyicilerle a m o n y a k l a r ı n arkasındp.»
İşte böyle dağıldı k o n u ve t o p a r l a n m a s ı gere­
kiyordu. Müşterilerle u ğ r a ş ı r k e n a n c a k bu şekilde
olabilirdi.
«Galiba şoke o l d u m . Ben s a d e c e işimi y a p m a y a
çalışıyorum ve çoğunlukla da aptallarla uğraşırım.
D o l a n d ı r ı c ı l a r a , hırsızlara ve y a l a n c ı l a r a alıştıktan
sonra d ü r ü s t biriyle k a r ş ı l a ş m a k insanı altüst e d i ­
yor.»
«Dürüst kelimesinden kastınız nedir? P a t r o n u m
hiç bir şeyi b o ş a y a p m a z . Sert bir m a y m u n d u r o.»

238
«Öyle o l d u ğ u n u biliyorum. Onu o hale getiren
bizleriz. B o n a anlattı ve ben o n a i n a n d ı m . Gelme­
den ö n c e ö z g ü r l ü k a n ı t ı n ı n kaidesindeki sözleri ö ğ ­
renmiş. Bağımsızlık Bildirisi'ni kendi a k s a n ı y l a ezber­
lemiş. İnsan Hakları Bildirisi içini y a k ı y o r d u . Ve o n u
ülkeye sokmadılar. A m a o ne y a p ı p y a p ı p girdi. Se­
vimli biri y a r d ı m e t t i , herşeyini aldı elinden ve o n u
kıyıdan epey u z a k t a denize b ı r a k t ı . A m e r i k a n âdet­
lerini ö ğ r e n m e s i zaman aldı t a b i i , a m a ö ğ r e n d i .
Hem d e nasıl... 'İnsanda m a n g ı r gani o l a c a k k i . „
Birinci kurala d i k k a t et.' A m a ö ğ r e n d i . A p t a l d e ğ i l ­
di. Birinci kurala d i k k a t etti.»
K o n u ş m a m ı z müşteriler y ü z ü n d e n kesiliyordu,
bu yüzden de üzücü bir o r t a m d o ğ m a d ı , sadece bir
dizi kısa c ü m l e l e r d e n oluştu k o n u ş m a m ı z .
«İşte bu yüzden biri o n u ihbar edince üzül­
medi.»
«İhbar mı edildi?»
«Elbette. Bir telefon yeterli olur.»
«Kim yapmış?»
«Kimbilir? Şube m a k i n e gibidir. Sen numarayı
çevirirsin, gerisi o t o m a t i k y ı k a y ı c ı gibi kendiliğin­
den gelir.»
«Neden m ü c a d e l e etmiyor?»
«Yorgun. Kemiklerine kadar y o r g u n . Bıkmış. Bi­
raz parası var. Sicilya'ya g i t m e k istiyor.»
«Dükkân işini hâlâ anlayamadım.»
«Marullo bana benziyor. Hilekârları g ö z a l t ı n d a
t u t a b i l i r i m , benim işim bu. D ü r ü s t birisi ise a k l ı m ı
karıştırır, a y a ğ ı m ı yerden keser. Ona da olan bu
işte. Birisi o n u a l d a t m a m ı ş , ç a l m a m ı ş , y o n t m a m ı ş ,
hile y a p m a m ı ş . M a r u l l o o n a bu ö z g ü r ülkede ken­
disini k o r u m a y ı ö ğ r e t m e y e çalışmış a m a o budala
herif ö ğ r e n e m e m i ş . Uzun süre k o r k u t m u ş s u n o n u .
Senin dümenini b u l m a y a ç a l ı ş m ı ş ve s o n u n d a senin
d ü m e n i n i n d ü r ü s t l ü k o l d u ğ u n u keşfetmiş.»
«Yanıldığını farzedelim.»
«Yanıldığını sanmıyor. Seni bir z a m a n l a r inan­
dığı şeyin anıtı y a p m a k istiyor. Belgeler bende,
a r a b a m d a . Tek y a p a c a ğ ı n onları doldurmak.»
«Anlamıyorum.»

239
«Ben d e a n l a y ı p a n l a m a d ı ğ ı m d a n e m i n d e ğ i ­
lim. Nasıl k o n u ş t u ğ u n u biliyorsun. M ı s ı r patlıyor­
m u ş gibi. Onun a ç ı k l a m a y a çalıştığı şeyi sana a k ­
t a r m a y a u ğ r a ş ı y o r u m . Bu bir a d a m ı n .belli bir y o l
için belli bir y ö n d e y a r a t ı l m a s ı n a benziyor. Eğer b u ­
nu değiştirmeye k a l k a r s a birşeyler havaya uçar, vi­
dalar gevşer, a d a m hastalanır. Şey gibi Suçüstü
mahkemesi gibi. Şiddet için bedel ödersin. Sen de
bir t ü r o n u n ödediği b i r bedelsin. Böylece ışık hiç
sönmeyecek.»
«Buraya neden geldin?»
«Tam bilemiyorum. Belki d e . . . Işık sönmesin
diye.»
«Ah Tanrım.»
D ü k k â n g ü r ü l t ü c ü ç o c u k l a r ve sıkıcı kadınlarla
d o l d u . En az öğlene kadar k o n u ş a c a k , kesintisiz bir
dakikamız bile olmayacaktı.
Walder dışarıya, a r a b a s ı n a gitti ve geri d ö n ü p
çılgın yaz kadınlarını y a r a r a k t e z g â h a y a k l a ş t ı . Kö­
r ü k l ü , kalın, b a n t l a n m ı ş bir zarfı t e z g â h a b ı r a k t ı .
«Gitmeliyim. Bu t r a f i k t e yol d ö r t saat alır. Ka­
rım deliye d ö n m ü ş t ü r . 'Sonraya kalabilir' demişti
a m a , kalamazdı.»
«Bayım on d a k i k a d ı r bekliyorum.»
«Şimdi g e l i y o r u m bayan.»
«Herhangi bir mesajı olup o l m a d ı ğ ı n ı sordu­
ğ u m d a , M a r u l l o , 'Ona haşçakal dersin." demişti.
Sizin ibir mesajınız v a r mı?»
«Ona hoşçakal deyin.»
Kılık d e ğ i ş t i r m i ş aç mideler kuşattı beni ve ç o k
da iyi oldu. Z a r f ı kasanın a l t ı n d a k i ç e k m e c e y e koy­
d u m , o n u n l a birlikte yalnızlığı dp.

ON ALTINCI BÖLÜM

Gün ç a b u k g e ç t i ve hâlâ s o n s u z d u . Kapatma


z a m a n ı n ı n , a ç m a z a m a n ı y l a bir ilgisi y o k t u . Öyle

24Ö
w w w . c i z g i l i f o r u m . c o m

e n g i n e l
uzun zaman a ç m ı ş t ı m k i d ü k k â n ı z o r h a t ı r l a y a b i l i ­
y o r d u m . Ön kapıları k a p a t m a k üzereyken J o e y gel­
d i . O n a s o r m a d a n bir bira a ç ı p e l i n e v e r d i m . Daha
ö n c e hiç y a p m a m ı ş t ı m a m a k e n d i m e d e bir b i r a
a ç t ı m . Ona M a r u l l o v e d ü k k â n d a n sözetmek iste­
d i m , y a p a m a d ı m . H a t t a g e r ç e ğ i n yerine kabul etti­
ğ i m hikâyeyi bile a n l a t a m a d ı m .
«Yorgun görünüyorsun,» dedi.
«Yorgunum. Şu raflara bak... s o y u l d u . İsteme­
dikleri, ihtiyaçları o l m a y a n şeyleri aldılar.»
Kasayı gri çuval-torbayp b o ş a l t t ı m . Bay B a k e r '
ın getirdiği parayı da ekledim. En üste k ö r ü k l ü zarfı
k o y d u m ve t o r b a n ı n ağzını iple b a ğ l a d ı m .
«Onu o r t a l a r d a bırakmamalısın.»
«Haklısın. Saklıyayım. Başka bira ister misin?»
«Tabii.»
«Ben de.»
«Bir dinleyici o l a r a k ç o k iyisin,» dedi. «Nere­
deyse kendi hikâyelerime inanacağım.»
«Ne gibi?»
«İçgüdülerim g i b i . B u s a b a h d a o l d u . O n u n l a
u y a n d ı m . Ö n c e hayal e t t i ğ i m i Sandım a m a ger­
ç e k t e n g ü ç l ü bir histi, ensemdeki tüyler, herşey.
Bankanın b u g ü n soyulacağını d ü ş ü n m e d i m , b u n u b i ­
liyordum. Y a t a k t a y a t a r k e n biliyordum. Ayağımı­
zın a l t ı n d a k i a l a r m zillerine yanlışlıkla basmamak
için t a k o z l a r koyarız. Bu s a b a h ilk işim o n l a r ı kal­
d ı r m a k o l d u . Emindim, h a z ı r l a n m ı ş t ı m . N e diyorsun
buna?»
«Belki ,biri b u n u p l a n l a d ı , sen o n u n zihnini o k u ­
d u n , o da vazgeçti.»
«İnsanın y a n l ı ş t a h m i n l e r d e bulunmasını, d ü ­
r ü s t l ü ğ ü n l e kolaylaştırıyarslın.»
«Sen ne a n l a m veriyorsun?»
«Allah bilir. Galiba, senin gözünde Bay Her-
şeyi bilen o l d u ğ u m için, k e n d i m d e b u n a İnanmaya
b a ş l a d ı m . A m a ç o k sarsıldım.»
«Biliyorsun M o r p h y , öyle y o r g u n u m ki temizlik
yapamıyacağım.»
«O t o r b a y ı b u r a d a b ı r a k m a . Eve götür.»
«Tamam, sen öyle diyorsan...»

241
«İçimde, birşeyler o l a c a ğ ı n a dair garip bir his
var.»
Deri kutuyu a ç ı p , p a r a torbasını tüylü ş a p k a ­
mın yanına k o y d u m ve kutuyu k a p a t t ı m . Joey beni
izlerken, «New York'a g i d i y o r u m . Otelde bir oda
t u t u p , ayakkabılarımı ç ı k a r a c a ğ ı m ve iki gün bo­
y u n c a Times m e y d a n ı n d a k i fıskiyeleri s e y r e d e c e ­
ğim» d e d i .
«Sevgilinle mi?,»
«Öyle biri yok. Bir şişe viskiyle bir kadın ısmar-
lıyacağım. İkisiyle de k o n u ş m a m gerekmez.»
«Sana s ö y l e m i ş t i m . . . belki ,biz de y o l c u l u ğ a ç ı ­
kacağız.»
«İyi olur. İhtiyacın vardı. Gitmeye hazır mısın?»
«Bir iki işim var. Sen g i t Joey, a y a k k a b ı l a r ı n ı
çıkar.»
İlk işim Mary'ye telefon etmek ve biraz geci­
keceğimi söylemekti.
«Evet, ama ç a b u k ol. M u i d e , müjde, müjde.»
«Şimdi söyleyemez misin güzelim?»
«Hayır, yüzünü g ö r m e k istiyorum.»
Miki Fare m a s k e s i n i , lastik bağından kasanın
üzerine a s t ı m , sayıların g ö r ü n d ü ğ ü k ü ç ü k c a m ı k a ­
p a t ı y o r d u . S o n r a p a l t o m u ve ş a p k a m ı giyip, ışık­
ları k a p a t t ı m . Tezgâhın üzerine o t u r d u m , b a c a k l a ­
rımı sallandırdım. Çıplak, kara bir muz hevengi bir
y a n ı m a , kasa sol o m z u m a değiyordu.
Gölgelikler a ç ı k t ı , p k ş a m ışıkları demir parmak­
lıklardan süzülüyordu, ç o k sessizdi, b e n i m de buna
ihtiyacım v a r d ı .
Kasaya fazla y a s l a n ı n c a sol cebimdeki ş i ş k i n ­
liği hissettim. Tılsım... iki elimle t u t a r a k içine bak­
t ı m . Dün, ona ihtiyacım olacağını s a n m ı ş t ı m . Yerine
koymayı u n u t m u ş m u y d u m , y o k s a hâlâ yanımda ol­
ması bir tesadüf değil miydi? Bilmiyorum.
Her zaman o l d u ğ u gibi, p a r m a k l a r ı m yüzeyinde
d o l a ş ı n c a , beni etkisi altına a l d ı . Öğle v a k t i gül pem-
besiydi, a m a a k ş a m üzeri d a h a koyu b i r renge b ü ­
r ü n m ü ş t ü , sanki içine biraz kan girmiş gibi kır­
mızıydı.
Ona ihtiyacım o l d u ğ u n u düşünmemiştim ama

242
yeniden düzenlenmeye, şekillerin değişmesine ihti­
y a c ı m v a r d ı . S a n k i , gece vakti içindeki evin t a ş ı n ­
dığı bir b a h ç e d e y d i m . Yeniden k u r a b i l m e m için beni
k o r u y a c a k geçici önlemler b u l u n m a l ı y d ı .
Yeni şeylerin y a v a ş ç a gelip yerleşmelerine ve
geldiklerinde onları ipnıyabilinoeye k a d a r işten ç e ­
kilmiştim. B ü t ü n g ü n saldırıya u ğ r a m ı ş r a f l a r d a , s a ­
vurana hattının o aç, sivri dişli k a l a b a l ı k t a r a f ı n d a n
aşıldığı yerlerde b o ş l u k l a r vardı. T o p ateşine t u t u l ­
m u ş surlarla çevrili bir kent gibiydi, raflar.
«Aramızdan ayrılan a r k a d a ş l a r ı m ı z için dua ede­
lim,» d e d i m . «Keççaplann ince kırmızı çizgisi, tur­
şular, hardallar. A d a k adayamayız, k u t s a y a m a y ı z . . .
hayır. Yaşamak bizim i ç i n . . . hayır. A l f i o . . . Sana şans
v e a c ı d a n k u r t u l m a dilerim. H a t a l ı y d ı n elbette, a m a
hataların y a r a l a r ı n a m e r h e m olabilir. Feda edildiğin
için f e d a k â r l ı k yaptın.»
S o k a k t a n g e ç e n i n s a n l a r d ü k k â n a giren ışığı
titretiyorlardı. VValder'in söylediklerini ve bunları
söylerken y ü z ü n ü n aldığı ifadeyi h a t ı r l a m a k için bir­
kaç g ü n öncesini e ş e l e d i m ; «Suçüstü m a h k e m e s i
gibi. Şiddet için bedel ö d e m e k z o r u n d a s ı n . Sen de
bir t ü r o n u n ödediği b e d e l s i n , böylece ışık hiç s ö n ­
meyecek.» A d a m bunları söylemişti. VValder dolan­
dırıcılarla dolu güvenli d ü n y a s ı n d a , parlayan biricik
d ü r ü s t l ü k ışığıyla sarsılmıştı.
Böylece ışık hiç sönmeyecek. A l f i o b u n u böyle
mi söylerdi? VValder b i l m i y o r d u , o n u n bildiği M a -
rullo'nun ne demek istediğiydi.
Tılsımın üzerindeki kıvrımları inceledim ve as­
lında son olan b a ş l a n g ı c ı n a t e k r a r geri d ö n d ü m . Bu
eski bir ı ş ı k t ı . . . Marullo'lar, sürüleri k u r t l a r d a n ko­
ruyan Tanrı Pan'a k u r b a n s u n m a k i ç i n , üçbin yıl
ö n c e Filistin'deki Lupercal'e gelmişlerdi. Ve o ışık
sönmemişti. O İtalyan, d ü z e n b a z M a r u l l o d a , aynı
nedenden aynı t a n r ı y a k u r b a n vermişti. Tombul
b o y n u n u n ve a ğ r ı y a n omuzlarının üzerindeki başını
kaldırdığını g ö r d ü m , soylu kafasını, ateşli gözlerini...
ve ışığı. Benim ö d e m e m gereken bedelin ne olduğu­
nu ve ne z a m a n isteneceğini m e r a k e t t i m . Eğer t ı l -

243
simimi Eski Limona g ö t ü r s e m ve denize f ı r l a t s a m . . .
kabul edilir miydi?
Gölgelikleri i n d i r m e d i m . Uzun t a t i l l e r d e a ç ı k b ı ­
rakırdık ki, polisler içeriyi görebilsin. D ü k k â n ı n içi
k a r a n l ı k t ı . A r k a s o k a k kapısını kilitledim ve yarı y o ­
la geldiğimde tezgâhın a r k a s ı n d a k i ş a p k a k u t u s u n u
h a t ı r l a d ı m . A l m a k için geri d ö n m e d i m . Bazı sorulara
yol açabilirdi. O c u m a r t e s i , ikindi üzeri kuvvetlenen
rüzgâr, tatilcilerin ıslanması için gereken y a ğ m u r u
t a ş ı y a n bulutları g ü n e y d o ğ u d a n t o p l a y ı p g e t i r i y o r d u .
Salı g ü n ü için, kapının ö n ü n e o gri kediye süt
koymayı ve kediyi d ü k k â n ı m a d a v e t e t m e y i d ü ş ü n ­
düm.

ON YEDİNCİ BÖLÜM

Diğer insanların içyüzlerinin nasıl o l d u ğ u n u k e ­


sin o l p r a k b i l m i y o r u m . . . . hepsi b a ş k a b a ş k a d ı r ve
aynı z a m a n d a birbirine benzer. Sadece t a h m i n y ü ­
rütebilirim. A m a a c ı verici bir g e r ç e k t e n k a ç ı n m a k
için nasıl k ı v r a n d ı ğ ı m ı , s o n u n d a b a ş k a şansım kal­
m a d ı ğ ı n d a o n d a n k u r t u l a c a ğ ı m ı u m a r a k nasıl bir
k e n a r a a t t ı ğ ı m ı iyi biliyorum. B a ş k a l a r ı , «Biraz din­
lendikten sonra, y a r ı n , o k o n u y u düşüneceğim,» der­
ler ve y a t m a s a a t i n i n kaçınılmazlığına karşı k o y m a k
İçin hızla o y u n a d e v a m eden ç o c u k l a r g i b i , gelecek­
ten beklediklerine ve y a ş a n m ı ş geçmişlerine g ö m ü ­
lerek k o n u y u bir t a r a f a b ı r a k m a z l a r mı?
Eve g i t m e k t e hiç acele etmeyen a d ı m l a r ı m , ger­
çeğin m a y ı n t a r l a l a r ı n d a n g e ç i y o r d u . Gelecek d o ­
ğurgan canavarlarla doluydu. G e ç m i ş t e k i güvenli
sığınağa k o ş m a k t a n d a h a d o ğ a l bir şey o l a m a z d ı .
A m p o y o l u n üzerinde de y a l a n l a r a t a h a m m ü l ü o l ­
m a y a n , gözleri s o r u işaretleriyle p a r l a y a n Deborah
Hala d u r u y o r d u .
Uygun d ü ş e c e k u z u n l u k t a bir s ü r e k u y u m c u n u n
vitrinindeki Saat kayışlarını ve g ö z l ü k çerçevelerini

244
seyrettim. Nemli, rüzgârlı a k ş a m bir f ı r t ı n a y a ge­
beydi.
Geçen yüzyılın b a ş l a r ı n d a b ü y ü k halam Debo­
rah gibi bir m e r a k ve bilgi k u m k u m a s ı o l a n kişiler
ç o k t u . B u n u n nedeni b e l k i y a ş ı t l a r ı n d a n uzak o l ­
ması ya da belki gemilerin eve dönmesi için bazen
üç yıl, bazen sonsuza dek s ü r e n bekleyişin onu b u ­
gün tavanaramızı dolduran kitaplara yöneltmesiydi.
B ü y ü k halaların en b ü y ü ğ ü y d ü . B a n a k â ğ ı d a geçir­
d i ğ i m z a m a n a n l a m kazanan a m a y i n e d e sihirini
k o r u y a n , anlamsız sihirli kelimeler söyleyen, gaip­
ten haber veren bir kadın kâhindi o. Me beswach
fah wyrm thurh faegir word» d e r d i , «Seo leo gif heo
blades on birigth abit aerest hike ladteovj.» Hâlâ
h a t ı r l a d ı ğ ı m a göre, söyledikleri h a r i k a şeyler o l ­
malı.
New B a y t o w n ' u n k a s a b a idare m ü d ü r ü , başı
ö n ü n d e hızla y a n ı m d a n g e ç t i . A n c a k ilk selamı ben
verince karşılık v e r d i .
Evimi, eski Hawley evini y a r ı m blok ö t e d e n his­
sedebiliyordum. Geçen gece bir sıkıntı ağı içindeydi
a m a f ı r t ı n a n ı n süslediği b u a k ş a m , evim heyecan
y a y ı y o r d u . Opal taşı gibi g ü n ü n renklerini a l ı y o r d u .
M a r y ayakseslerimi d u y u n c a telkafesli kapıdan bir
alev gibi d ı ş a r ı f ı r l a d ı .
«Asla t a h m i n edemezsin,» d e d i elleri bir şey t a -
ş ı y o r m u ş gibi s a r k m ı ş t ı . A k l ı m d a o l d u ğ u için söy­
ledim. «Seo leo gif heo blades onbirigth abıt aerest
hire ladteow.»
«Eh, a s l ı n d a iyi bir t a h m i n a m a bilemedin.»
«Gizli bir h a y r a n ı m ı z bize ,bîr d i n a z o r verdi.»
«Yine bilemedin a m a en az o k a d a r h a r i k a bir
şey oldu. Sen y ı k a n a n a kadar s ö y l e m e y e c e ğ i m ç ü n ­
kü bunu d u y m a k için tertemiz o l m a n gerek.»
«Mavi kıçlı bir m a y m u n u n a ş k şarkısını d u y u ­
y o r u m galiba.» Doğru d u y m u ş u m . . . . Allen'in bir is­
yan kaygısızlığı içinde r u h u n u aradığı o t u r m a o d a ­
s ı n d a n geliyordu s e s : «Ben hazır o l d u ğ u m d a , s a n a
d e v a m d e d i ğ i m d e onlar aklını yitirmişsin dediler, s e ­
viştiğimizde bakışları içimi gıdıklıyor ve onlar aklımı
yitirdiğimi söylüyorlar.»

245
«Canım k a r ı c ı ğ ı m Ibu oğlanı y a k m a k istiyorum.»
«Hayır, haberi d u y d u ğ u n zaman istemeyecek­
sin.»
«Kirliyken söyleyemez misin?»
«Hayır.»
O t u r m a o d a s ı n a d o ğ r u y ü r ü d ü m . Oğlum sela­
m ı m a çiğnenmiş bir çiklet parçasının sert ifadesiyle
karşılık verdi.
«Umarım seven yalnız kalbi s ü p ü r ü p attın?»
«Ha?»
«Ha, e f e n d i m ! Son d u y d u ğ u m d a biri onu yerlere
fırlatmıştı.»
«Bir numara,» dedi. «Tüm ülkede liste başı, iki
h a f t a d a bir milyon sattı.»
«Müthiş. Geleceğin sizin ellerinizde olmasına
memnunum.» Merdivenleri ç ı k a r k e n şarkıya katıl­
d ı m . «Bakışların içimi gıdıklıyor ve onlar aklımı yitir­
diğimi söylüyorlar.»
Ellen eline bir k i t a p a l m ı ş , sezdirmeden beni iz­
liyordu, p a r m a ğ ı n ı kitabın içine s o k m u ş t u . Onun
y ö n t e m i n i biliyorum. Benim ilginç b u l a c a ğ ı m ı sandığı
bir soru s o r a c a k ve sonra Mary'nin söyleyeceği her-
neyse o n u f a r k ı n d a değilmiş gibi a ğ z ı n d a n kaçıra­
cak. Bir şeyi ilk söyleyen o l m a k Ellen'e zafer hissi
verir. D e d i k o d u c u d u r demeyeceğim a m a bir p a r ç a
öyledir. P a r m a k l a r ı m ı ç a p r a z l a y a r a k o n a d o ğ r u sal­
ladım.
«Kralın sırrı.»
«Ama baba....»
«Kralın sırrı d e d i m Bayan ' S ı c a k y u v a ' 'Kuvvet-
hapı,' bu kralın sırrıdır.»
Kapıyı k a p a t ı p bağırdım : «Bir e r k e ğ i n b a n y o s u ,
kalesidir.» G ü l d ü ğ ü n ü d u y d u m . Ş a k a l a r ı m a g ü l d ü k ­
lerinde ç o c u k l a r a g ü v e n m e m . Yüzümü y ı k a d ı m ve
diş etlerim k a n a y a n a dek dişlerimi f ı r ç a l a d ı m . Tıraş
o l d u m , temiz bir g ö m l e k giydim ve isyan bayrağı
olarak kızımın nefret ettiği p a p y o n u m u t a k t ı m .
Yanına g i t t i ğ i m d e M a r y sabırsızlıktan yerinde
duramıyordu.
«İ na nmay a ca ksı n.»

246
«Seo leo gif blades on birigth. Söyle.»
«Margie e d i n d i ğ i m en iyi arkadaş.»
«İyi dinle G u g u k l u saati icat eden a d a m
öldü. Eski a m a iyi bir haber.»
«Asla t a h m i n e d e m e z s i n . . . Margie çocuklara
b a k a c a k , ,biz de y o l c u l u ğ a çıkabileceğiz.»
«Hile mi a c a b a ? »
«Ben s o r m a d ı m . Kendisi teklif etti.»
«Gocuklarımız o n u c o n l ı canlı yerler.»
«Margle'ye bayılıyorlar. Pazar g ü n ü t r e n l e New
York'a g ö t ü r e c e k ç o c u k l a r ı , geceyi bir a r k a d a ş ı n d a
geçirecekler. Pazartesi g ü n ü de Rockfeller M e r k e ­
zindeki yeni elli yıldızlı b a y r a ğ ı n g ö n d e r e çekilişini
ve gösterileri seyredecekler. Herşeyi görecekler.»
«linanamam.»
«Ne güzel değil mi?»
«Çok güzel. Biz de M o n t a u k çayırlarına yayıla­
biliriz, bayan farecik.»
«Ben ç o k t a n telefon edip o d a ayırttım.»
«Bu ç ı l g ı n c a . Sevinçten a ğ l a y a c a ğ ı m . Kendimi
şişmiş hissediyorum.»
Dükkânı söylemeyi d ü ş ü n d ü m a m a ç o k fazla ha­
ber kabızlık y a p a r diye v a z g e ç t i m . Bekleyip, ç a y ı r ­
larda a n l a t m a k d a h a iyi o l a c a k t ı .
Ellen salınarak m u t f a ğ a g i r d i : «Baba o pembe
şey d o l a p t a yok.»
«Bende. Cebimde d u r u y o r . İşte, al yerine ko­
yabilirsin.»
«Bunu hiç dışarı ç ı k a r m a m a m ı z gerektiğini söy­
lemiştin.»
«Hâlâ aynı şeyi söylüyorum.»
Taşı neredeyse hırsla elimden aldı, iki eliyle
tutarak oturma odasına taşıdı.
Mary g a r i p , a r a ş t ı r a n gözlerle b a k ı y o r d u : «Ne­
den aldın onu Ethan?»
«Şans getirsin diye. Ve getirdi de.»

247
ON SEKİZİNCİ BÖLÜM

T e m m u z u n üçünde — o l m a s ı gerektiği g i b i —
Pazar g ü n ü y a ğ m u r y a ğ d ı ve iri damlalar her za­
m a n k i n d e n d a h a ıslaktı. Biraz m u t l u , çaresiz v e k a ­
feste b ü y ü m ü ş p m a ö z g ü r bırakılmış kuşlar g i b i
kayıp v e ö z g ü r l ü ğ ü n dişlerinden k o r k m u ş p i r halde
t r a f i k solucanları a r a s ı n d a y o l u m u z a d e v a m ettik.
M a r y , yeni ütülenmiş p a m u k l u k u m a ş k o k a r a k , d i m ­
dik oturuyordu.
«Mutlu m u s u n , neşeli misin?»
«Çocukları düşünüyorum.»
«Biliyorum. Deborah Hala b u n a mutlu yalnızlık
derdi. Uç, güzel k u ş u m ! Omuzlarındaki bu uzun şey­
ler kanatlarındır.»
Gülümsedi ve b a n a s o k u l d u . «İyiyim a m a h â l â
ç o c u k l a r ı d ü ş ü n ü y o r u m . A c a b a şimdi ne yapıyorlar?»
«Bizim ne yaptığımızı d ü ş ü n m e k t e n b a ş k a her-
şeyi yapıyorlardır.»
«Galiba haklısın. Bizimle pek ilgilenmiyorlar.»
«Öyleyse onları t a k l i t edelim. Nil y ı l a n ı n d a ka­
yığını y a n a ş t ı r ı r k e n seni g ö r d ü ğ ü m d e , b i z i m g ü n ü ­
m ü z olacağını a n l a m ı ş t ı m . O c t a v , bu gece e k m e ğ i n i
bir Yunanlı ç o b a n d a n dilenecek!»
«Sen delisin. Ailen nereye gittiğine hiç b a k m a z .
Işıklara a l d ı r m a d a n y o l a fırlayabilir.»
«Biliyorum. Ve zavallı k ü ç ü k , y a m u k ayaklı El­
len. A s l ı n d a yüreği iyi, yüzü güzel. Belki biri o n a
âşık olur ve ayaklarını kesiverir.»
«Oh! Bırak biraz kaygılanayım. Kendimi d a h a
iyi hissediyorum o zaman.»
• «Daha iyi bir ifade d u y m a m ı ş t ı m . B ü t ü n d e h ­
şet verici olasılıkları, birlikte gözden geçirelim mi?»
«Ne d e m e k istediğimi biliyorsun.»
«Biliyorum. A m a siz, h a ş m e t m e a p , aileye siz
getirdiniz b u n u . Sadece k a d ı n l a r d a n geçiyor. Kü­
ç ü k hemofilliler.1»
«Kimse ç o c u k l a r ı n ı senden fazla sevemez.»
«Suçum, on kişinin s u ç u n a eşit, ç ü n k ü ben p i s
a d a m ı n tekiyim?»

248
«Senden hoşlanıyorum.»
«İşte bu beğendiğim bir üzülme t ü r ü . Şu a r a ­
ziyi g ö r d ü n mü? Bak, k a t ı r t ı r n a k l a r ı çalılar nasıl
yerlerinden k o p u p , rüzgârla savruluyorlar. Yağmur
t o p r a ğ a d ö k ü l ü y o r v e ince bir buğu o l a r a k yeniden
doğruluyor. B u r a l a r ı n t ı p k ı D a r t m o o r veya E x m o o r ' a
benzediğini d ü ş ü n m ü ş t ü m . Onların d a resimlerini g ö r ­
m ü ş t ü m yalnızca. İlk Devonlular kendilerini b u r a d a
evlerinde hissetmişlerdir. Perili midir dersin?»
«Değilse bile, sen onları çağırırsın.»
«Söylediğine i n a n m a d ı k ç a i l t i f a t t a b u l u n m a m a l ı ­
sın.»
«Şimdi için değil. Yola bak. ' M o o r c r o f t ' yazması
gerekiyor.»
Yazıyordu ve Long Island'ın bu u c u n a gelmenin
en iyi yanı y a ğ m u r u n hemen b i t m i ş o l m a s ı y d ı , ç a ­
m u r bile y o k t u .
Bebek evi gibiydi bizimki, temiz ve d ü z g ü n .
T ü m ülkede reklamı y a p ı l a n ikiz y a t a k l a r d a n koy­
m u ş l a r d ı , pufla gibi t o m b u l d u l a r .
«Bunları beğenmedim.»
«Aptal... birinden ö t e k i n e geçebilirsin.»
«Bundan daha iyisini y a p a b i l i r i m , seni gidi kal­
tak.»
Istakoz ve beyaz ş a r a p l a sakin bir a k ş a m y e ­
meği yedik. M a r y ' n i n gözlerinin p a r l a m a s ı için epey
beyaz şarap g e r e k t i , b e n d e başım d ö n e n e kadar
k o n y a k içerek o n a eşlik e t t i m . Bebek evimizin n u ­
marasını hatırlayan Mary'ydi ve a n a h t a r deliğini de
o bulabildi. O n u n l a istediğimi y a p a m a y a c a k kadar
s a r h o ş değildim a m a yine d e isteseydi kaçabilirdi
diye d ü ş ü n d ü m .
Sonra r a h a t l ı k l a , başını sağ k o l u m a yerleştirdi.
Gülümsedi ve hafif şımarık sesler ç ı k a r d ı .
«Birşeye m i üzülüyorsun?»
«Ne d ü ş ü n c e ! U y u m a d a n rüya görüyorsun.»
«Beni m u t l u e t m e k için ç o k ç a l ı ş ı y o r s u n . Seninle
ilgilenmemezlik e d e m e m . Üzüldüğün nedir?»
Garip ve anlayışlı z a m a n , u y k u n u n ilk a d ı m l a r ı .
«Evet, ü z g ü n ü m . İkna o l d u n mu? T e k r a r l a m a m

249
w w w . c i z g i l i f o r u m . c o m

e n g i n e l
istemiyorum, a m a g ö k y ü z ü d ü ş ü y o r ve bir parçası
da k u y r u ğ u m a düştü.»
M a r y tanrısal gülümsemesiyle dalıp g i t m i ş t i . Ko­
lumu ç e k t i m ve y a t a k l a r ı n a r a s ı n d a d u r d u m . Yağ­
m u r dinmişti, sadece d a m l a r d a n a k a n suyun sesi
vardı. Ay hilal o l m u ş , hayalini milyarlarca d a m l a y a
yansıtıyordu.
«Beaux rêves* benim c a n ı m sevgilim. G ö k y ü ­
zünün üzerime d ü ş m e s i n e izin verme.»
Yatağım serin v e fazla y u m u ş a k t ı a m a b u l u t l a ­
rın arasından g e ç e n keskin ayı g ö r e b i l i y o r d u m . Bir
b a l a b a n kuşunun dehşet verici çığlığını d u y d u m , iki,
elimin d e p a r m a k l a r ı n ı ç a p r a z l a d ı m . . . Kralın s ı r r ı ,
bir süre için. Çifte kralın sırrı. K u y r u ğ u m a düşen
s a d e c e bir bezelye tanesiydi.
Ş a f a k , eğer şimşeklerle geldiyse bile ben duy­
m a d ı m . Karanlık s ü p ü r g e otları, soluk eğrelti o t l a r ı ,
sarımsı ıslak kumlar, hepsi, berşey ben u y a n d ı ğ ı m ­
da altın yeşili rengindeydi. Parlayan, d ö v ü l m ü ş , g ü ­
m ü ş renkli A t l a n t i k p e k uzakta değildi. Evimizin
yanındaki meşenin dibinde y a s t ı k gibi bir bitki ör­
t ü s ü o l u ş m u ş t u , inci beyazlığındaydı.
Bebek evlerinden oluşan küçük k a s a b a , i ç i n ­
den geçen kıvrımlı bir yolla, kendisini besleyen b ü ­
yük bir eve b a ğ l a n ı y o r d u . Burada bürolar, posta
kartları', hediyelikler, pullar ve biz bebeklerin ye­
m e k yiyebileceği mavi kareli örtülerle süslü yemek
salonu vardı.
Yönetici bu sayım evindeydi, listeleri kontrol
ediyordu. Kaydımızı y a p t ı n r k e n g ö r m ü ş t ü m . Dik saç­
lı bir a d a m d ı ve t ı r a ş o l m a y a ihtiyacı v a r d ı . Herşey-
den ö n c e sinsi bir a d a m d ı . Neşemizden tatilimizi
gizlice birlikte geçiren b i r ç i f t o l d u ğ u m u z a öylesine
emindi ki, a d a m ı mutlu etmek için az daha deftere
«John Smith ve karısı» y a z a c a k t ı m . Günah k o k u s u
a r a ş t ı r ı y o r d u . Köstebeğin y a p t ı ğ ı gibi uzun, sivri bur­
nuyla g ö r ü y o r d u sanki.
«Günaydın!» d e d i m .

* Güzel rüyalar

250
B u r n u n u bana doğru k a l d ı r d ı : «İyi uyudunuz-
mu?»
« M ü k e m m e l . K a r ı m a kahvaltısını tepsiyle g ö t ü ­
rebilir miyim a c a b a ? »
«Sadece y e m e k s a l o n u n d a servisimiz vardır.
Yedi b u ç u k t a n d o k u z b u ç u ğ a kadar.»
«Ama eğer ben taşırsam....»
«Kurallpra aykırıdır.»
«Bir k e r e c i k kuralı b o z a m a z m ı y ı z ? Bilirsiniz
işte.» t
Bunu s ö y l e m i ş t i m , ç ü n k ü d u y m a y ı öyle ç o k is­
tiyordu ki. Yeterince m u t l u o l m u ş t u .
Gözleri b u ğ u l a n d ı , b u r n u titredi. «Utanıyor g a ­
liba, öyle mi?»
«Siz nasıl o l d u ğ u n u bilirsiniz.»
«Aşçı ne der bilmem?»
«Ona s o r u n ve sisli d a ğ ı n t e p e s i n d e b i r d o l a r ı n
onu beklediğini söyleyin.»
A ş ç ı , Yunanlıydı ve d o l a r ı ç o k ç e k i c i buldu. Az
s o n r a elimde k o c a m a n bir peçeteyle ö r t ü l ü tepsiyle
kıvrımlı p a t i k a d a y ü r ü y o r d u m . Bir p r a tepsiyi bir
t a h t a sıranın üzerine bırakıp, sevgilimin soylu k a h ­
valtısını süslemek için mini m i n n a c ı k kır ç i ç e k l e r i n ­
d e n bir b u k e t y a p t ı m .
Belki uyanıktı a m a , yine de ben o d a y a girince
gözlerini a ç t ı . «Kahve k o k u s u a l ı y o r u m . O h ! O h ! Ne
iyi k o c a s ı n . . . ve... çiçekler!» dedi. B ü t ü n bu k ü ç ü k
sesler, çekiciliklerini a s l a kaybetmiyorlar.
Kahvaltımızı ettik, kahve içtik, yine kahve içtik.
M a r y ' i m y a t a ğ ı n içine o t u r m u ş t u , kızından d a h a
m a s u m g ö r ü n ü y o r d u . Her ikimiz de, ne kadar iyi
u y u d u ğ u m u z u ciddiyetle k o n u ş t u k .
Sıram gelmişti. «Rahatça yerleş. Hem üzücü
h e m sevindirici haberlerim 1 var!» dedim.
«İyi! O k y a n u s u mu satın aldın?»
«Marullo'nun başı dertte.»
«M e?»
«Çok uzun z a m a n ö n c e , giriş izni a l m a d a n
A m e r i k a ' y a gelmiş.»
«Eee... ne?»
«Şimdi g i t m e s i n i istiyorlar.»

251
«Sürgün mü?»
«Evet.»
«Ama ç o k çirkin.»
«Hoş değil.»
«Ne yapabiliriz? Sen ne yapacaksın?»
«Oyun bitti. Dükkânı b a n a s a t t ı . . . d a h a d o ğ r u ­
su s a n a s a t t ı . Senin p a r a n . Mallarını s a t m a k zo­
r u n d a y d ı , beni de sever; d ü k k â n ı b a n a v e r d i . . . üç
bin dolar.»
«Çok k ö t ü . Şimdi s e n . . . sen d ü k k â n ı n sahibi
misin?»
«Evet.»
«Tezgâhtar değilsin, Tezgâhtar değilsin.»
D ö n ü p y ü z ü n ü y a s t ı k l a r a g ö m d ü v e bir köle­
nin zincirlerinden k u r t u l d u ğ u z a m a n a ğ l a y a b i l e c e ğ i
g i b i , büyük, dolu dolu gözyaşlarıyla ağladı.
Bebek evinin ö n ü n e ç ı k t ı m ve k a r ı m hazır ola­
na kadar g ü n e ş t e o t u r d u m . Yıkanıp, saçını t a r a y ı p
giyindiğinde kapıyı a ç ı p b a n a seslendi. Değişmişti
ve b u n d a n sonra hep değişik o l a c a k t ı . Söylemesine
gerek y o k t u . B o y n u n u n d u r u ş u açıklıyordu herşeyi.
Başını dik t u t a b i l e c e k t i . T e k r a r kibar insanlar ol­
muştuk.
«Bay M a r u l l o ' y a y a r d ı m için birşeyler y a p a m a z
mıyız?»
«Korkarım hayır.»
«Nasıl oldu? Kim o r t a y a çıkarmış?»
«Bilmiyorum.»
«İyi a d a m d ı . Bunu ona y a p m a m a l a r ı g e r e k i r d i .
Nasıl karşıladı?»
«Vekarla, şerefle.»
K o n u ş t u ğ u m u z gibi k u m s a l d a y ü r d ü k . K u m l a r a
o t u r d u k , p a r l a k deniz k a b u k l a r ı t o p l a y ı p birbirimize
g ö s t e r d i k ve y a p m a m ı z gerektiği gibi, Yaradan b i ­
zim iltifatlarımızı dînliyormuşçasına hava, deniz,
ışık ve r ü z g â r ı n serinlettiği güneş h a k k ı n d a b a s m a ­
kalıp sözler ettik.
M a r y ' n i n d i k k a t i d a ğ ı l m ı ş t ı . Sanırım yeni po­
zisyonunda eve d ö n m e k , diğer k a d ı n l a r ı n gözlerin­
deki farklı bakışları g ö r m e k , A n a c a d d e n i n ses t o n u
f a r k l ı l a ş a n tebriklerini d i n l e m e k istiyordu. Artık, hiç-

252
bir z a m a n «Zavpllı M a r y Hawley, ç o k çalışıyor» o l ­
m a y a c a k t ı . Bayan Ethan AMen Hpvvley o l m u ş t u , s o n ­
s u z a d e k böyle o l a c a k t ı . V e ben b u n u k o r u m a l ı y d ı m .
Parası ödendiği ve planlandığı için g ü n e devam! e t t i .
A m a a r t ı k g e r ç e k k a b u ğ u n a b ü r ü n m ü ş t ü v e gelece­
ğ i n parlak g ü n l e r g e t i r e c e ğ i n e i n a n ı y o r d u .
Öğle yemeğimizi mavi ö r t ü l ü y e m e k s a l o n u n d a
yedik. M a r y ' n l n hali, d u r u m u n u n ve y e r i n i n kesinliği
Bay Köstebeği hayal kırıklığına u ğ r a t m ı ş t ı . Günah
k o k u s u aldığında zevklenen b u r n u sivriliğini kay­
b e t m i ş t i . M a s a m ı z a gelip Bayan Havvley'ln t e l e f o n ­
d a n istendiğini söylediğinde d ü ş kırıklığı t a m o l d u .
«Burada o l d u ğ u m u z u kimi biliyor?»
«Margie elbette. Ç o c u k l a r y ü z ü n d e n ona söy­
l e m e k z o r u n d a y d ı m . O h ! U m a r ı m . . . nereye g i t t i ğ i n e
hiç d i k k a t etmez bilirsin.»
Bir yıldız gibi titreyerek d ö n d ü . «Asla t a h m i n
edemezsin. Asla.»
«İyi bir h a b e r sanırım.»
«Dedi k i : ''Haberleri d u y d u n m u ? Radyoyu d i n ­
ledin m i ? ' Onun sesinden k ö t ü h d b e r o l m a d ı ğ ı n ı
anladım.»
«Önce haberi verip, s o n r a Margîe'nin nasıl söy­
lediğini a n l a t a m a z mısın?»
«İnanamıyorum.»
«Benim i n a n m a m ı ister misin?»
«Ailen şeref ödülü kazanmış.»
«Ne? Ailen? Anlat!»
«Kompozisyon y a r ı ş m a s ı n d a , b ü t ü n ülkede y a ­
p ı l d ı . . . şeref ödülü.»
«Hayır!»
«Almış. S a d e c e beş şeref ö d ü l ü . . . ve bir saat,
televizyona da ç ı k a c a k . İnanabiliyor m u s u n ? Ailede
ü n l ü biri v a r artık.»
«İnanamam. B ü t ü n o a p t a l c a haller numara
mıydı? Ne a k t ö r ! Seven y a l n ı z kalbi yerlere a t ı l m a ­
m ı ş d e m e k ki.»
«Dalga g e ç m e . D ü ş ü n , o ğ l u m u z b ü t ü n A m e r i ­
ka'da şeref ö d ü l ü alan beş o ğ l a n d a n b i r i . . . tele­
vizyona çıkacak.»
«Ve bir saat. U m a r ı m zamanı söyleyebilir.»

253
«Ethan, böyle d a l g a geoersen, herkes senin oğ­
l u n u kıskandığını düşünecektir.»
«Sadece ç o k ş a ş ı r d ı m . Yazı y a z m a stilinin Ge­
neral Eisenhovver'ın d ü z e y i n d e o l d u ğ u n u sanıyor­
d u m . Allen'in hayalet-edebiyatçısı da yok.»
«Seni bilirimi Eth. Onları b a t ı r m a y a uğraşıyor­
sun a m a ş ı m a r t a n da sensin. Bu da s e n i n gizli me­
t o d u n . Bilmek i s t i y o r u m . . . yazısına y a r d ı m ettin
mi?»
«Yardım mı? Yazısını b a n a g ö s t e r m e d i bile.»
«Eh, öyleyse t a m a m . Yazıya y a r d ı m ettin diye
kibirle d o l a ş m a n ı istemem.»
«Kabul e d e m i y o r u m . Bu bize ç o c u k l a r ı m ı z ı ne
kadar az tanıdığımıza gösteriyor. Ellen nasıl karşı­
lamış?»
«Tavus gibi g u r u r l a k a b a r m ı ş . M a r g i e ö y l e he­
yecanlıydı ki, zorlukla k o n u ş t u . Gazeteler Onunla
g ö r ü ş m e k istiyorlarmış ve televizyona da ç ı k a c a k .
O n u seyredebilecek bir cihazımız bile o l m a d ı ğ ı n ı n
f a r k ı n d a mısın? M a r g i e kendisininkinde seyredebi­
leceğimizi söyledi. Ailede bir ünlü kişi var! E t h a n ,
televizyon almalıyız.»
«Alacağız. Yarın sabah ilk işim bu o l a c a k . Ya
da neden sen bir t a n e ısmarlamıyormusiun?»
«Olur m u . . . E t h a n , d ü k k â n ı aldığını u n u t t u m ,
t a m a m e n u n u t t u m . Anlıyor m u s u n ? Bir ünlü.»
«Onunla birlikte yaşayabiliriz inşallah.»
«Bırak g ü n ü n ü yaşasın. Evde başlarız. 7.18'de
geliyorlar, o r a d a olmalıyız. Biliyorsun, k a r ş ı l a m a
yapmalıyız.»
«Ve bir pasta.»
«Yapacağım!»
«Ve krepon k â ğ ı t l a r ı n d a n süsler.»
«Kıskanmıyorsun değil mi?»
«Hayır. G e ç t i . Bence krepon kâğıdı iyi fikir,
b ü t ü n evi süsleriz.»
«Dışarısını değil a m a . BU... kendini beğenmiş­
lik olur. Margie, bilmiyor gibi davranıp, kendisinin
bize söylemesini beklememizi önerdi.»
«Katılmıyorum. Utanabilir, aldırmadığımızı s a n a ­
bilir. Hayır, g ü l ü m s e y e n , zafer çığlıkları atan ve

254
içinde pasta olan bir eve d ö n m e l i . A ç ı k d ü k k â n
kaldıysa m a y t a p d a alırım.»
«Sokaktaki işportacılar...»
«Elbette, eve d ö n e r k e n , tabii ellerinde kaldıysa.»
M a r y d u a edermiş gibi bir an başını öne e ğ d i .
«Sen d ü k k â n ı a l d ı n , Ailen de ünlü o l d u . Hepsi­
nin bir a n d a olabileceğine kim inanır? Ethan eve
gitmeliyiz. Geldiklerinde evde olmalıyız. Neden öyle
bakıyorsun?»
«Bir d a l g a gibi sarstı b e n i . . . başkalarını ne ka­
dar az tanıyoruz. Katır t e p m i ş gibiyim. H a t ı r l ı y o r u m
d a , mutlu o l m a m gereken yılbaşlarında Welshrat*
a l m a k a d e t olmuştu.»
«Ne rat'ı?»
«Büyük hala Deborah WELTSOHMERZ** diye t e ­
laffuz e d e r d i , ben de yanlış anlamıştım.»
«O nedir?»
«Mezarının üstünde yürüyen bir kaz.»
«Oh! Öyle mi? Boşver. B ü t ü n ö m r ü m ü n en g ü ­
zel g ü n ü b u g ü n . Öyle o l m a l ı . . . f a r k ı n d a değilsek,
n a n k ö r l ü k e t m i ş oluruz. Şimdi gül ve o Gali i fareleri
kovala. Çok komik Ethan. 'Galli Fareler!' Sen he­
sabı öde, ben de eşyaları toplayayım.»
Hesabı sıkıca katlanmış p a r a d a n ö d e d i m . Ve
Bay Köstebeğe s o r d u m : «Hediye tezgâhında hiç
m a y t a p kaldı mı?»
«Sanırım. Bakayım. İşte b u r a d a , kaç t a n e isti­
yorsunuz?»
«Hepsini» d e d i m . «Oğlumuz ünlü oldu.»
«Gerçek mi? Ne cins?»
«Sadece bir cins vardır.»
«Dick Clark gibi mi?»
«Ya da Chessman veya Dillinger gibi.»
«Şaka ediyorsunuz.»
«Televizyona çıkacak.»

* Welsh B a t : Kelime anlalrtıı Galli fare. Aslın­


da kızarmış ekmeğin üzerine eritilmiş peynir konula­
rak yapılan bir çeşit yiyecek.
** Weltschmerz : Dünyanın tadı anlamında Al­
manca bir sözcük.

253
«Hangi i s t a s y o n ? Ne zaman?»
«Bilmiyorum... henüz.»
«Seyredeceğim. Adı nedir?»
«Benimkinin a y n ı . Ethan Ailen Hawley... biz Ai­
len deriz.»
«Sizi ve Bayan Allen'ı a ğ ı r l a m a k bizim i ç i n şe­
refti.»
«Bayan Hawley.»
«Ah, elbette. U m a r ı m y i n e gelirsiniz. Burada
ünlü pek ç o k kişi kalmıştır. Sessizlik için gelirler.»
M a r y , eve giden a l t ı n y o l d a , a ğ ı r v e kıvrılarak
ilerleyen t r a f i k t e dimdik ve g u r u r l a a r a b a d a o t u r u ­
yordu.
«Koca bir k u t u m a y t a p a l d ı m . Yüzden fazla.»
«İşte şimdi s a n a y a k ı ş a n ı y a p t ı n c a n ı m . Baker"
ler d ö n d ü mü a c a b a ? »

ON DOKUZUNCU BÖLÜM

O ğ l u m kendini iyi idare e t t i . Gevşemiş ve bize


kibar d a v r a n m ı ş t ı . Öç a l m a d ı , ö l ü m emirleri ver­
medi. Ödüllerini ve ibizim övgülerimizi a l ç a k g ö n ü l ­
lülük g ö s t e r m e d e n a m a k i b i r l e n m e d e n de, h a k k ı y m ı ş
gibi kabul e t t i . O t u r m a o d a s ı n d a k i k o l t u ğ u n a yerle­
şip, yüzlerce m a y t a p y a n ı p dp k a r a ç u b u k l a r haline
d ö n ü ş ü p bitmeden r a d y o s u n u a ç t ı . Günahlarımızı b a ­
ğışladığı a ç ı k t ı . B u k a d a r z a r i f ç e b ü y ü k l ü ğ ü n ü k a ­
bullenen ç o c u k g ö r m e m i ş t i m hiç.
G e r ç e k t e n mucizelerle d o l u bir geceydi. Ailen"
in c e n n e t e bu k a d a r kolayca ulaşması ne k a d a r şa-
ş ı r t ı c ı y s a , Ellen'ln t e p k i s i de o kadar şaşırtıcıydı.
B i r k a ç yıllık y a k ı n v e z o r u n l u inceleme b a n a
Bayan Ellen'in k ı s k a n ç l ı k t a n f ı r t ı n a l a r ç ı k a r a c a ğ ı n ı
ve kardeşinin önemini küçümSeyeceğini d ü ş ü n d ü r ­
m ü ş t ü . Beni y a n ı l t t ı . Kardeşinin d a l k a v u ğ u kesildi.
Büyülü bir a k ş a m ü s t ü 67. s o k a k t a k i zarif bir d a i ­
rede o t u r u p televizyonda Allen'in zaferinin d u y u r u l -

256
d u ğ u haberleri CBS'den dinlediklerini a n l a t a n El-
len'di. Neler söylediklerini, nasıl g ö r ü n d ü k l e r i n i , k ü ­
ç ü c ü k birinin bile onları nasıl şaşırtabileceğini a n l a ­
t a n da o y d u . Ellen kardeşinin ö b ü r d ö r t kişiyle te­
levizyonda nasıl g ö r ü n e c e ğ i n i , m i l y o n l a r c a kişi o n u
seyredip dinlerken k o m p o z i s y o n u n u nasıl o k u y a c a ­
ğını anlatır, M a r y a r a l a r d a k a h k a h a l a r a t a r k e n Ailen
s o ğ u k k a n l ı ve y a b a n c ı gibi d u r u y o r d u . Margie
Young-Hunt'a b a k t ı m . Fal kâğıtlarını okuduğunda
o l d u ğ u gibi İçine çekilmişti. Ve sessiz bir karanlık
ç ö k t ü odaya.
«Kaçmak yok!» dedim:. «Buz gibi bira içeceğiz.»
«Ellen getirir. Ellen nerede? D u m a n gibi g i r i p
çıkıyor.»
Margie YoungHHunt sinirli bir tavırla ayağa
kalktı:
«Bu bir aile partisi. Gitmeliyim.»
«Ama M a r g i e , sen de bizden sayılırsın. Ellen
nereye gitti?»
«Mary beni k a n d ı r m a , ç o k bitkinim.»
«Öyle o l m a l ı c a n ı m . Herşeyi u n u t u y o r u m . Biz
öyle dinlendik kî, bilemezsin. Sana ç o k teşekkür
ederiz.»
«Ben de ç o k h o ş l a n d ı m . K a ç ı r m a m a m gereki­
yordu.»
G i t m e k istiyordu, hemen. Bizim ve Allen'ih te­
şekkürlerini k a b u l e t t i v e g i t t i .
M a r y y a v a ş ç a , «Ong d ü k k â n d a n sözetmedik.»
dedi.
«Sonra söyleriz. Oğlumuzun Pembe Doruktaki
yeri ö n c e gelir, bu o n u n h a k k ı . Ellen nereye gitti?»
«Yatmaya gitti» dedi M a r y . «Çok düşüncelisin
sevgilim ve haklısın. Ailen, önemli bîr g ü n g e ç i r d i n .
Yatma z a m a n ı geldi.»
Ailen nazikçe «Biraz d a h a o t u r a b i l i r i m herhal­
de,» dedi.
«Ama dinlenmeye ihtiyacın var.»
«Dinleniyorum.*
M a r y y a r d ı m için b a n a b a k t ı .
«Erkeklerin böyle kendilerini denedikleri z a m a n -

257
lar vardır. İstersen döveyim. Ya da bırakalım, za­
ferini, h a t t a bizi yendiği hissini tatsın.»
«Aslında k ü ç ü k bir ç o c u k o. Dinlenmeye ihti­
y a c ı var.»
«Pek ç o k şeye ihtiyacı var, a m a dinlenmeye
değil.»
«Herkes ç o c u k l a r ı n dinlenmeye ihtiyacı o l d u ğ u ­
nu bilir.»
«Herkesin bildiği şeyier genellikle yanlıştır. Faz­
l a ç a l ı ş m a k t a n ölen ç o c u k d u y d u n m u hiç? Hayır...
sadece yetişkinler. Ç o c u k l a r bu işi y a p m a y a c a k ka­
d a r zekidirler. Dinlenmeye ihtiyaçları o l d u ğ u n d a din­
lenirler.»
«Ama saat geceyarısını geçti.»
«Öyle sevgilimi, Ailen y a n n öğleye kadar uyu­
y a c a k t ı r . S e n ve ben altıdp kalkacağız.»
«Yani y a t a ğ a gidip, o n u b u r d a o t u r u r m u b ı ­
rakacaksın?»
«Onp can verdiğimiz için bizden intikam alması
gerekiyor.»
«Ne dediğini a n l a m a d ı m . Ne intikamı?»
«Kızmaya başlıyorsun, ,bu yüzden seninle bir
a n l a ş m a yapalım.»
«Evet kızıyorum. A p t a l c a konuşuyorsun.»
«Biz y a t a ğ a g i r d i k t e n y a r ı m saat s o n r a , Ailen
y a t a ğ ı n a y a t m a z s a , s a n a kırk yedi milyon, sekiz yüz
yirmi altı dolar ve s e k s e n sent vereceğim.»
Kaybettim ve bu parayı ödemeliyim. O n a iyi
geceler d e d i k t e n t a m o t u z b e ş d a k i k a s o n r a , merdi­
ven ünlü o ğ l u m u z u n adımlarıyla g ı c ı r d a d ı .
«Haklı o l d u ğ u n z a m a n senden nefret ediyorum»
dedi M a r y ' i m . Bütün geceyi dinleyerek g e ç i r m e y e
hazırlanmıştı.
«Haklı değilim c a n ı m . Beş d a k i k a y l a k a y b e t t i m .
H a t ı r l a d ı ğ ı m sadece ıbu.»
O z a m a n u y u d u . Ellen'in merdivenlerden indi­
ğini d u y m a d ı a m a ben d u y d u m . K a r a n l ı k t a kımılda­
y a n kırmızı n o k t a c ı k l a r ı m ı s e y r e d i y o r d u m . Dolabın
kilidinin sesini d u y d u ğ u m için o n u i z l e m e d i m , kızı­
m ı n bataryalarını d o l d u r d u ğ u n u b i l i y o r d u m .
Kırmızı beneklerim ç o k hareketliydi. D i k k a t i m i

258
w w w . c i z g i l i f o r u m . c o m

e n g i n e l
o n l a r a y ö n e l t i n c e d a ğ ı l ı p kaçışıyorlardı. İhtiyar kap­
t a n benden k a ç ı y o r d u . Şeyden b e r i . . . Paskalyadan
beri. Pek net d e ğ i l d i . O e b o r a h hala gibi — C e n n e t t e
o l m a l ı — değildi o . A m a ben kendimle d o s t olmadı­
ğ ı m zaman ihtiyar k a p t a n ı n a ç ı k ç a g ö r ü n m e d i ğ i n i
biliyorum. Kendimle olan kişisel b a ğ l a r ı m ı n bir t ü r
denenmesiydi.
Bu gece onu z o r l a d ı m . Yatağın b a n a ait b ö l ü ­
m ü n ü n u c u n d a d ü m d ü z v e k a t ı , y a t t ı m . Bedenimin
her kasını, boyun ve ç e n e m i n b i r a z ı n ı s e r t l e ş t i r d i m ,
y u m r u k l a r ı m ı belime b a s t ı r d ı m ve ihtiyar kaptanı
z o r l a d ı m . Parlak k ü ç ü k g ö z l e r i , sivri bıyığı ve bir
z a m a n l a r g ü ç l ü bir bedeni ve bu g ü c ü kullandığını
g ö s t e r e n öne kıvrık o m u z l p r ı y l a o n u düşündüm.
H a t t a kısa, parlak siperlî, üzerinde ç a p r a z iki ç ı p a
b u l u n a n altın H. harfli mavi k a s k e t i n i , nadiren giy­
diği o kasketi bile g i y d i r d i m . K o c a o ğ l a n isteksizdi
a m a onu getirdim 1 v e Yer'in y a n ı n d a k i Eski L i m a n ı n
u f a l a n a n duvarının üzerine o t u r t t u m . Çakıl t a ş ı n d a n
o l u ş a n d u v a r a Sağlamca yerleştirdim ve kıvrık avuç­
larını balina dişinden b a s t o n u n u n sapına t u t t u r d u m .
O b a s t o n bir fili y ı k a b i l i r d i .
«Nefret edecek birşeye ihtiyacım var. Üzgün ve
anlayışlıyım... B u n a imtiyaz diyorlar. Ateşimi sön­
d ü r e c e k g e r ç e k bir nefret arıyorum.»
Bellek üretkendir. A ç ı k , detaylı t e k b i r resimle
başlar, hareketlenir ve bir film gibi geri ya da ileri
gidebilir, y e t e r ki başlasın.
İhtiyar k a p t a n kımıldadı. B a s t o n u y l a İşaret ede­
rek, «Sular y ü k s e l d i ğ i n d e d a l g a k ı r a n ı n a r k a s ı n d a k i
ü ç ü n c ü kaya ile Porty noktasını birleştir, s o n r a
b u n u n y a r ı m p a l a m a r b o y u d ı ş ı n a çık, o r a d a y a t ı ­
yor, o n d a n n e kaldıysa.» d e d i
«Yarım p a l a m a r b o y u ne k a d a r d ı r efendim?»
«Ne kadar mı? Tabii ki, y ü z ü n yarısı kulaç ka­
dar. Sular yükseldiği i ç i n salınabilsin diye demirlen-
m i ş t i . İki kötü y o l . Yağ varillerinin yarısı b o ş t u . Yan­
m a y a b a ş l a d ı ğ ı n d a k ı y ı d a y d ı m , gece y a r ı s ı n a yakın­
d ı . Yağ y a n m c a , b ü t ü n kasabayı g ü n d ü z gibi ay­
d ı n l a t m ı ş t ı . Yağın üzerindeki alevler Osprey nok­
t a s ı n a kadar g i t m i ş t i . Dokları y a k a r ı z k o r k u s u n d a n

259
o n u sahile çekememiştik. Bir saatte y a n ı p g i t t i .
O m u r g a s ı ve k o n t r a o m u r g a s ı o r a d a , aşağıda ş i m ­
d i . Shelter adasının bakir meşesinden yapılmıştı
omurgası.»
«Nasıl b a ş l a m ı ş t ı ? »
«Başladığını s a n m ı y o r u m hiç. Ben kıyıdaydım.»
«Onu kim y a k m a k ister?»
«Sahipleri Tabii.»
«Sahibi sizdiniz.»
«Yarı sahibiydim. Ben gemi y a k a m a m . Kereste­
lerini g ö r m e k i s t e r d i m . . . ne hal almışlardır acaba?»
«Artık gidebilirsiniz k a p t a n , efendim.»
«Nefret edilecek kadar güçlü değil bu.»
«Hiç bir şey o l m a m a s ı n d a n İyidir. O o m u r g a y ı
ç ı k a r a c a ğ ı m . . . zengin olur olmaz. Bunu sizin için
y a p a c a ğ ı m . Su y ü k s e l i n c e ü ç ü n c ü kayayı Porty nok­
tasıyla birleştir, elli kulaç dışında.» U y u m u y o r d u m .
Y u m r u k l a r ı m ve kollarım katılaşmıştı ve ihtiyar kap­
l a n ı t u t m a k i ç i n m i d e m e b a s t ı r ı y o r d u m , a m a gitme­
sine izin verince uyku üzerime t ı r m a n d ı .
Firavun rüya g ö r d ü ğ ü zaman kâhinlerini ç a -
ğ ı r t ı r m ı ş , onlar da krallıkta nelerin o l a c a ğ ı n ı söy­
lerlermiş ve d o ğ r u ç ı k a r m ı ş , ç ü n k ü kral f i r a v u n u n
kendisiymiş. Bazılarımız da rüya gördükleri z a m a n ,
u z m a n l a r a danışırlar, uzmanlar da bize kendi içi­
mizdeki ü l k e d e neler o l d u ğ u n u anlatırlar. Uzmana
gerek o l m a y a n bir rüya g ö r m ü ş t ü m . M o d e r n insan­
ların ç o ğ u gibi ben de kehanete ve büyüye inan­
m a m v e s o n r a v a k t i m i n yarısını rüyayı yorumla­
makla geçiririm.
Baharda Ailen, kendini a l ç a k ve yalnız hissede­
rek ailesini ve Tanrıyı c e z a l a n d ı r m a k için ateistllğini
ilan etmişti. Tanrı ve ailesi. Ona desteksiz k a l a c a ­
ğını m e r d i v e n a l t ı n d a n geçer, kara kedi g ö r ü r ve
severse, yeni ayı g ö r ü n c e dilek dilemezse işe y a r a ­
m a z biri olacağını s ö y l e m i ş t i m .
Rüyalarından k o r k a n kişiler, kendilerini rüya
görmediklerine inandırırlar. Ben rüyamı kolayca
açıklayabilirim a m a b u k o r k m a m ı engellemez.
Nasıl o l d u ğ u n u b i l m i y o r u m . Danny'den bir erriir
geldi. Deniz yoluyla g i d e c e k t i ve benden, benim yap-

26ö
m a m gereken bazı şeyler istiyordu. M a r y ' d e n bir
ş a p k a istiyordu. Koyu kahverengi s ü e t t e n , içi y ü n l ü
olmalıydı. Benim eski koyun derisi terliklerimin de­
risinden o l a c a k ve beyzbol ş a p k a s ı gibi siperi uzun
o l a c a k t ı . Bir de rüzgâr fırıldağı istemişti. Dönen
k ü ç ü k m a d e n i kaplar d e ğ i l , p o s t a kartları kalınlı­
ğ ı n d a bir k â ğ ı t t a n elle y a p ı l m ı ş olacak, b a m b u ç u ­
b u k l a r a a s ı l a c a k t ı . Gitmeden ö n c e g ö r ü ş m e m i z için
beni ç a ğ ı r d ı . İhtiyar k a p t a n ı n balina dişi b a s t o n u ­
nu da y a n ı m a a l d ı m . 'Holdeki fil ayağı şeklinde şem­
siyelikte d u r u y o r d u .
Bu fil a y a ğ ı bize hediye edildiğinde, iri m o r
renkli ayak t ı r n a k l a r ı n a b a k m ı ş , ç o c u k l a r ı m a , «Bu
t ı r n a k l a r a oje süren ilk ç o c u ğ u m ü t h i ş p a t a k l a r ı m . . .
anladınız mı?» d e m i ş t i m . Sözüme uydular, bu yüz­
d e n ben kendim b o y a m a k z o r u n d a k a l d ı m , M a r y ' n i n
tuvalet m a s a s ı n d a n aldığım parlak kırmızı ojeyle.
Danny'le b u l u ş m a y a M a r u l l o ' n u n Pontiac'ı ile
g i t t i m . Havaalanı da New Baytovvn postanesiydi.
Arabayı park edince, b a s t o n u a r k a koltuğa k o y d u m ,
iki k ö t ü bakışlı polis a r a b a y l a yanıma yaklaşıp,
«Koltuğa k o y m a k yok» dediler.
«Kanuna a y k ı r ı mı?»
«Kendini akıllı s a n ı y o r s u n ha?»
«Hayır, sadece soruyorum.»
«Oraya koyma!»
Danny p o s t a n e n i n a r k a t a r a f ı n d a y d ı , paketleri
ayırıyordu. Kuzu derisi şapkayı giymiş, k a r t o n d a n
rüzgâr fırıldağını ç e v i r i y o r d u . Yüzü i n c e c i k t i , d u ­
dakları çatlamıştı a m a elleri şişmişti. Sanki arı sok­
m u ş g i b i . Sıcak su şişesine benziyordu.
El sıkışmak için a y a ğ a kalktı ve benim sağ elim
sıcak, lastik gibi birşeyin içine girdi. Elime bir şey
k o y d u , küçük, ağır v e serin, a n a h t a r b o y u n d a y d ı a m a
a n a h t a r değildi. Keskin kenarlı, cilalı, şekilli, metal
bir şey. Ne o l d u ğ u n u b i l m i y o r u m , ç ü n k ü b a k m a d ı m ,
sadece hissettim. Yanına s o k u l u p d u d a k l a r ı n d a n öp­
t ü m . D u d a k l a r ı m o n u n pürüzlü, k u r u , ç a t l a m ı ş d u ­
daklarını hissetti. O z a m a n uyandım, ü ş ü m ü ş ve
sarsılmıştım. Şafak s ö k ü y o r d u . Gölü g ö r e b i l i y o r d u m
a m a içindeki ineği g ö r e m i y o r d u m ve hâlâ ç a t l a m ı ş

261
kuru dudakları hissediyordum. Hemen y a t a k t a n kalk­
t ı m , onu düşünerek y a t m a k i s t e m i y o r d u m . Kahve
y a p m a d ı m , fil ayağına g i t t i m ve baston d e n e n gü­
n a h k â r ı n hâlâ o r a d a o l d u ğ u n u g ö r d ü m .
Ş a f a ğ ı n s ö k t ü ğ ü a n d ı , s a b a h r ü z g â r ı esmeye
başlamadığı için s ı c a k ve nemli. S o k a k gri ve g ü ­
m ü ş rengiydi, kaldırımlar ise insan t o r t u s u ve a r t ı k ­
larıyla y a ğ içindeydi. Foremaster kahvesi a ç ı l m a ­
mıştı a m a ben de zaten kahve i s t e m i y o r d u m . A r k a
s o k a ğ a gidip, a r k a kapımı a ç t ı m . Öne b a k ı n c a tez­
g â h ı n a r k a s ı n d a k i deri şapka k u t u s u n u g ö r d ü m . Bir
kahve kutusu a ç t ı m ve kahveyi çöpe d ö k t ü m . Sonra
bir süt tenekesine iki delik a ç t ı m ve s ü t ü kahve
k u t u s u n a b o ş a l t t ı m . A r k a kapıyı a ç ı p , kutuyu girişe
k o y d u m . Kedi a r a s o k a k t a y d ı a m a ben d ü k k â n ı n ö n
t a r a f ı n a gidene kadar süte y a n a ş m a d ı . Oradan ke­
diyi g ö r e b i l i y o r d u m . Grimsi bir a r k a s o k a k t a , gri
bir kedi süt içiyor. Başını kaldırdığında sütten bir
bıyık o l m u ş t u yüzünde. O t u r d u , ağzını y a l a d ı ve p a -
tilerini temizledi.
Şapka kutusunu açıp cumartesi makbuzlarını
ç ı k a r d ı m . Sıraya dizilmiş ve hepsi ataşla t u t t u r u l ­
m u ş t u . Kahverengi b a n k a z a r f ı n d a n üçyüz dolar ç ı ­
k a r ı p ö b ü r ikiyüzün y a n ı n a k o y d u m . Bu üçbin do­
lar, d ü k k â n ı n ekonomisi dengeye o t u r a n a kadar
b e n i m g ü v e n c e m , güvenlik sınırım o l a c a k t ı . M a r y '
nin d i ğ e r ikibin d o l a r ı n ı , o n u n hesabına geri y a t ı ­
r a c a k t ı m ve güvenlik içinde ne kadar kısa z a m a n d a
becerebilirsem, bu üç bini de hesabına y a t ı r a c a ğ ı m .
Üç yüz doları yeni c ü z d a n ı m a k o y u n c a , a r k a cebim
epey şişti. S o n r a d e p o d a n kasaları, k a r t o n kutuları
g e t i r d i m . Açıp, t ü k e n m i ş r a f l a r ı m a yerleştirmeye
b a ş l a d ı m , bir y a n d a n da y ı r t t ı ğ ı m bir kâğıda ye­
niden ısmarlanması g e r e k e n l e r i y a z ı y o r d u m . Kutu­
ları ve kasaları, ç ö p a r a b a s ı alsın d i y e kapının ö n ü ­
ne dizdim ve o kahve k u t u s u n u yeniden sütle d o l ­
d u r d u m , a m a kedi gelmedi. Ya karnı d o y m u ş t u ya
d a a n c a k çaldığı z a m a n zevk d u y u y o r d u .

Bir g ü n ü n iklim ve yapı açısından bir b a ş k a


g ü n d e n f a r k l ı olabilmesi g i b i , diğerlerine benzeme-

262
yen yıllar da a l m a l ı y d ı . Bu 1960 yılı, bir değişim y ı ­
lıydı. Gizli k o r k u l a r ı n a ç ı ğ a ç ı k t ı ğ ı , m u t s u z l u k l a r ı n
uyuşukluğu d u r d u r d u ğ u v e ö f k e y e d ö n ü ş t ü r d ü ğ ü b i r
y ı l d ı . S a d e c e bende y a d a N e w B a y t o w n ' d a değildi
b u . B a ş k a n l ı k seçimleri y a k l a ş m a k t a y d ı ve h a v a d a k i
hoşnutsuzluk, ö f k e n i n getirdiği heyecanla kızgınlığa
d ö n ü ş ü y o r d u . V e b u sadece bir u l u s t a değildi; t ü m
d ü n y a , hoşnutsuzluk kızgınlığı getirdiği ve kızgınlık
harekete d ö n ü ş e c e k bir n o k t a a r a d ı ğ ı i ç i n huzursuz
Ve rahatsızdı. Bu hareket eninde s o n u n d a şiddeti
g e t i r e c e k t i . . . . A f r i k a , Küba, Güney A m e r i k a , Av­
r u p a , A s y a ve Yakındoğu engel ö n ü n d e k i a t l a r gibi
huzursuzdular.
Biliyordum, a Perşembe g ü n ü , T e m m u z u n b e ş i ,
diğer günlerden uzun o l a c a k t ı . H a t t a , o l m a d a n ö n c e
nelerin olabileceğini bildiğimi d ü ş ü n ü y o r d u m . A m a
olana kadar d a g e r ç e k t e n bilip b i l m e d i ğ i m d e n e m i n
olamam.
Sanırım, on yedi mücevherli d a k i k s a a t Bay B a -
ker'ın b a n k a n ı n açılışından bir s a a t ö n c e ö n k a p ı m ­
d a belireceğini biliyordum. Ben d ü k k â n ı a ç m a d a n
geldi. Onu içeri alıp, k a p ı l a r ı k a p a d ı m .
«Ne ç i r k i n şey!» d e d i . «Çok u z a k t a y d ı m , d u y a r
d u y m a z geldim.»
«Hangi çirkin şey, efendim?»
«Skandal t a b i i ! O adGmlar b e n i m a r k a d a ş l a r ı m ,
eski d o s t l a r ı m . Birşeyler yapmalıyım.»
«Seçimden ö n c e s o r g u y a bile ç e k i l m e y e c e k l e r ,
sadece g ö z a l t ı n a alındılar.»
«Biliyorum. Masumiyetlerine inandığımızı belir­
t e c e k birşeyler y a p a m a z ' mıyız? Gerekirse paralı
ilan verelim!»
«Nereye efendim? Bay Harbor gazetesi perşem­
beye kadar çıkmıyor.»
«Birşeyler y a p m a k gerek.»
«Biliyorum.»
Ç o k c i d d i y d i . B e n i m bildiğimi b i l m e s i g e r e k i r d i .
A m a yine de gözlerimin içine bakabiliyor ve gerçek­
ten kaygılanmış g ö z ü k e b i l i y o r d u .
«Birşeyler y a p m a z s a k , b u a p t a l c a d u r u m kasa­
ba seçimlerini zedeleyecektir. Yeni a d a y l a r ö n e r m e -

263
liyiz. Başka şansımız yok. Eski dostlara bunu yap­
m a k k o r k u n ç , a m a bu çılgın p l a n a boyun eğemeye-
ceğlmizi öncelikle onların bilmesi gerekir.»
«Neden onlarla k o n u ş m u y o r s u n u z ? »
«Kırgın ve kızmış bir haldeler. Düşünecek za­
manları bile olmamış. M a r u l l o geldi mi?»
«Bir a r k a d a ş ı n ı yolladı. Dükkânı üçbine satın
aldım.»
«Güzel. Ucuza almışsın. Kâğıtlar sende mi?»
«Evet.»
«Eh, eğer k a ç a r s a , p a r a l a r ı n numarasını aldık
nasılsa.»
«Kaçmayacak. G i t m e k istiyor. Yorulmuş.»
«Ona a s l a g ü v e n m e d i m . Neyin içinde p a r m a ğ ı
o l d u ğ u n u asla bilemezsin.»
«Dolandırıcı mıydı efendim?»
«Bilekârdı, sokağın i k i y a n ı n d a d a o y n a d ı . M a l ­
larını s a t m a y a kalksa epey para eder, ama ü ç b i n . . .
bedava.»
«Beni severdi.»
«Sevmeliydi. Kimi y o l l a d ı , M a f y a ' y rnı?»
«Bir h ü k ü m e t a d a m ı . Görüyorsunuz M a r u l l o b a ­
na güvendi.»
Bay B a k e r kaşlarını ç a t t ı , karakterine uygun
bir d a v r a n ı ş değildi aslında. «Neden d ü ş ü n e m e d i m .
Sensin o. İyi aileden, güvenilir, mal-mülk sahibi, iş­
a d a m ı , saygıdeğer. K a s a b a d a hiç d ü ş m a n ı n yok. El­
bette, a r a d ı ğ ı m sensin.»
«Aradığınız?»
«Kasaba yöneticiliği için.»
«Sadece Cumartesiden beri işadamıyım ben.»
«Ne demek istediğimi biliyorsun. Senin e t r a f ı ­
na saygıdeğer yeni kişiler toplayabiliriz. En iyisi
bu?»
«Bakkal t e z g â h t a r l ı ğ ı n d a n , kasaba yöneticiliği­
ne?»
«Hiç kimse bir Havvley'i b a k k a l tezgâhtarı ola­
rak düşünemez.»
«Ben d ü ş ü n d ü m . M a r y düşündü.»
«Ama düşünmemeliydin. B u g ü n ilan edebiliriz.»
«Konuyu baştan sona incelemem gerek.»

264
«Zdrnan yok.»
«Daha ö n c e kimi düşünmüştünüz?»
«Neden önce?»
«Meclis alaşağı edilmeden ö n c e . Sizinle s o n r a
k o n u ş a c a ğ ı m . C u m a r t e s i bereketli bir g ü n d ü . Tera­
ziyi bile satabilirdim.»
«Bu d ü k k â n için güzel şeyler yapabilirsin Et-
han. Sana, b u r a y ı o n a r m a n ı v e s a t m a n ı ö ğ ü t l e r i m .
M ü ş t e r i beklemek i ç i n fazla önemli biri o l a c a k s ı n .
Danny'den bir h a b e r v a r mı?»
«Henüz y o k . Daha haber almadım.»
«Ona para vermeyecektin.»
«Belki de. İyilik ediyorum sanmıştım.»
«Öyle s a n d ı ğ ı n d a n k u ş k u m yok.»
«Bay Baker, e f e n d i m . . . Belle-Adair'e ne oldu?»
«Ne mi o l d u ? Yandı.»
«Limanda... nasıl başladı efendim?»
«Bunu s o r m a k için g a r i p bir z a m a n . Ben s a d e c e
d u y d u ğ u m u b i l i y o r u m . H a t ı r l a m a y a c a k kadar ufak­
t ı m . O eski gemiler y a ğ içinde olurlardı hep. Sanırım
bir gemici kibrit d ü ş ü r m ü ş t ü r . Senin b ü y ü k b a b a n
k a p t a n ı y d ı . Kıyıdaydı sanırım. Yeni gelmişti.»
«Kötü bir y o l c u l u k olmuş.»
«Ben de öyle duymuştum.»
«Sigorta parasını a l ı r k e n s o r u n ç ı k t ı mı?»
«Her z a m a n m ü f e t t i ş gönderirler. Hayır, hatır­
ladığım kadarıyla, bir s ü r e sonra parayı a l m ı ş t ı k ,
Havvley'ler ve Baker'ler.»
«Büyükbabam onun y a k ı l d ı ğ ı n a inanırdı.»
«Hey A l l a h ı m ! Neden?»
«Parayı a l m a k için. Balina endüstrisi çökmüştü.»
«Bunu söylediğini hiç duymadım.»
«Hiç d u y m a d ı n ı z mı?»
«Ethan... ne söylemeye çalışıyorsun? Bu kadar
eskiden o l m u ş bir şeyi neden sözkonusu ediyor­
sun?»
«Gemi y a k m a k k o r k u n ç bir şey. Cinayet Bir
g ü n o m u r g a s ı n ı çıkaracağım.»
«Omurgası mı?»

265
«Nerede y a t t ı ğ ı n ı biliyorum. Kıyıdan y a r ı m pa­
lamar boyu* ötede.»
«Bunu neden yapacaksın?»
«Meşesinin sağlam olup olmadığını g ö r m e k is­
t i y o r u m . Shelter adasının bakir meşesindendi. Eğer
o m u r g a s ı yaşıyorsa hepten ölmüş sayılmaz. Kasa­
nın açılışına şükranlarınızı sunmak istiyorsanız, git­
seniz iyi olur. Ben de d ü k k â n ı açmalıyım.»
Bunun üzerine Baker'ın dengeli tekerlekleri ha­
rekete geçti ve b a n k a y a yollandı.
Sanırım şimdi Biggers'ı bekliyordum. Zavallı
a d a m , zamanının ç o ğ u n u kapıları gözlemekle ge­
çirmiş olmalıydı. Ve biryerlerde Bay B a k e r ' ı n gitme­
sini bekliyordu.
«Umarım g ı r t l a ğ ı m a sarılmazsınız?»
«Ne o l d u ki?»
«Neden kızdığınızı anladım. Galiba pek diplo­
m a t i k değildim.»
«Galiba.»
«Önerimi d ü ş ü n d ü n ü z mü?»
«Evet.»
«Ne karara vardınız?»
«Yüzde altının d a h a u y g u n olacağına.»
«BB b u n u kabul eder mi bilemem?»
«Kendileri bilir.»
«Belki b e ş b u ç u k verirler.»
«Siz de ö t e k i yarımı alırsınız.»
«Kutsal İsa, biraz ileri gidiyorsunuz.»
«Kabul et ya da defol git.»
«Eh, ne kadar t u t a r dersiniz?»
«Kasanın üzerinde listenin bir kısmı var.»
Yırtılmış k â ğ ı t t a k i listeyi inceledi. «Galiba av­
landım. Kan a ğ l ı y o r u m . B ü t ü n listeyi b u g ü n alabilir
miyim?*
«Yarın d a h a iyi ve d a h a çok.»
«Yani hepsini bizden mi alacaksınız?»
«Güzelce oynarsan...»

* Palamar boyu : Deniz milinin onda biri, 120


kulaç.

266
«Patronunu boğazından y a k a l a m ı ş olmalısın,
kardeş, i d a r e edebilecek misin?»
«Bakalım.»
«Satıcının a r k a d a ş ı h a k k ı n d a birşey söyleyeyim
mi? Kardeş, sen bir balık kadar s o ğ u k olmalısın.
O kadın müthiş.»
«Karımın arkadaşıdır.»
«Oh! Evet! Nasıl o l d u ğ u n u bilirim. Eve y a k ı n o l ­
ması iyi değildir. Sen a ç ı k g ö z s ü n . Bunu Önceden bil-
meseydim bile, şimdi .biliyorum. Yüzde a l t ı , hay Al­
l a h . Yarın sabah gelirim.»
«Eğer z a m a n ı n o l u r s a , b u g ü n a k ş a m ü s t ü de
olur.»
«Yarın s a b a h olsun.»
Cumartesi g ü n ü iş y o ğ u n d u . Bu salı ise t e m p o
değişmişti. İnsanlar z a m a n alıyordu. Skandalden
sözediyor, k ö t ü , ç i r k i n , üzücü, kaba o l d u ğ u n u söy­
lüyor a m a b u n d a n zevk d u y u y o r l a r d ı . Uzun z a m a n ­
dır s k a n d a l o l m a m ı ş t ı . Kimse Los Angeles'te yapı­
l a c a k D e m o k r a t i k Ulusal K o n g r e d e n s ö z e t m i y o r d u . . .
bir kere ıbile. Elbette New B a y t o w n , C u m h u r i y e t ç i
bir kasabaydı a m a bence en ç o k ilgilendikleri ev­
lerine y a k ı n o l a n şeylerdi. Üzerinde dansettiğimiz
mezarlarda y a t a n l a r ı t a n ı y o r d u k .
Şef T a ş d u v a r J a c k s o n , öğle vakti geldi, y o r g u n
ve üzgün g ö r ü n ü y o r d u .
Yağ tenekesini t e z g â h ı n üzerine koyup, bir tel
parçasıyla eski silahı y a k a l a d ı m .
«İşte delil şef. Al g ö t ü r e mi? Sinirimi bozu­
yor.»
«Bunu temizlersin değil mi? Ş u n a bak. İşte iki
d o l a r l ı k silah dedikleri b u , Ivor J o h n s o n . Dükkânı
b ı r a k a b i l e c e ğ i n biri v a r mı?»
«Hayır yok.»
«Morullo nerede?»
«Kasaba dışında.»
«Belki bir süre için kapatabilirsin.»
«Ne oluyor şef?»
«Charles Pryor'un o ğ l u bu sabah evden kaç­
mış. B u r a d a s o ğ u k bir içecek v a r mı?»
«Elbette. P o r t a k a l , limon, kola?»

267
w w w . c i z g i l i f o r u m . c o m

e n g i n e l
«Meyvalı gazoz ver. Charley garip ıbir a d a m d ı r .
Oğlu T o m sekiz yaşında. B ü t ü n d ü n y a n ı n o n a düş­
m a n o l d u ğ u n u d ü ş ü n ü y o r ve korsan o l m a k için ev­
den kaçmış. Başkası olsa onu iyice p a t a k l a r a m a
Charley yapmaz. Şunu a ç m a y a c a k mısın?»
«Özür dilerim. İşte al. Charley'in benimle ne
ilgisi var? Onu severim tabii.»
«Charley başkalarına benzemez. T o m ' u iyileş­
tirmenin en iyi y o l u n u n ona y a r d ı m e t m e k o l d u ğ u n u
sanıyor. Kahvaltıdan hemen s o n r a yanlarına y a t a k
ve yiyecek almışlar. T o m kendini koruyabilmek için
J a p o n kılıcını a l m a k istemiş a m a yerlere s ü r ü n d ü ­
ğ ü n d e n , kasatura a l m a y a karar vermiş. Charley o n u
a r a b a y a bindirip, iyi bir .başlangıç yapabilsin diye
k a s a b a d ı ş ı n a g ö t ü r m ü ş . Taylor çayırlığı c i v a r ı n d a
oğlanı b ı r a k m ı ş . . . bilirsin Taylor'ların eski yeri. Bu
sabah saat d o k u z suları. Charley bir s ü r e oğlanı
izlemiş. Ç o c u ğ u n yaptığı ilk iş, o t u r u p altı sandviç
ve iki katı y u m u r t a y e m e k olmuş. Sonra ç a y ı r l ı k t a
yürümeye başlamış cesur küçük, paketi ve kasatu-
rasıyla. Charley de eve dönmüş.»
İşte geldi. Biliyordum, biliyordum. A t l a m a m ge­
r e k e n bir r a h a t l a m a d u y d u m .
«On bir sıralarında salyalarını a k ı t a r a k y o l a çık­
mış ve eve d ö n e c e k bir araç bulmuş.»
«Galiba t a h m i n e d i y o r u m şef... Danny mi?»
«Korkarım evet. Eski evin mahzenindeymiş. Bir
kasa viski, sadece iki şişesi boş ve bir k u t u u y k u
h a p ı . S a n a bunu s o r d u ğ u m i ç i n üzgünüm Eth. Uzun
zamandır o r a d a imiş ve y ü z ü n e b i r şey o l m u ş . Bel­
ki kediler... Bir işaret ya da iz var mıydı onda?»
«Ona b a k m a k i s t e m i y o r u m Şef.»
«Kim ister? İz v a r mıydı?»
«Sol b a c a ğ ı n d a , dizinde bir dikenli t e l y a r a s ı
o l a c a k ve... ve...» K o l u m u sıvazladım... «aynı b ö y l e
bir k a l p d ö v m e s i olacak. Ç o c u k k e n birlikte yapmışı-
tık. Jiletle kesip m ü r e k k e p d o l d u r m u ş t u k . Hâlâ g ö ­
rünüyor, g ö r d ü n mü?»
«İşe yarayabilir. Başka?»
«Evet... sol k o l u n u n a l t ı n d a büyük bir yara var.

268
K a b u r g a s ı n ı n biri kesikti. Yeni ilaçlar ç ı k m a d a n za-
t ü r e e o l m u ş t u d a içeri h o r t u m sokmuşlardı.»
«Katburga kesiği v a r s a t a m a m . Benim g i t m e m e
bile gerek y o k . M ü f e t t i ş işini y a p s ı n . Eğer oysa,
y a r a izleri i ç i n y e m i n e t m e n gerekecek.»
«Tamam. A m a o n a b a k t ı r m a beni. Stoney. O...
b i l i y o r s u n . . . o benim dostumdu.»
«Tabii Eth. Kasaba yöneticiliği h a k k ı n d a d u y ­
d u k l a r ı m d o ğ r u m u , söyle bakalım?»
«Ben de yeni ö ğ r e n d i m Şef... İki d a k i k a b u r a d a
durabilir misin?!»
«Gitmem gerek.»
«Sadece iki d a k i k a , s o k a ğ ı n karşısına gidip, bir
şey içene kadar.»
«Oh! Tabii! A n l a d ı m . T a b i i . . . git hadi. Yeni ka­
s a b a yöneticisiyle iyi geçinmeliyim.»
İçkimi içip, y a r ı m litre de y a n ı m a a|ıp d ö n d ü m .
Stoney gidince, bir k a r t a «İKİDE DÖNECEĞİM» y a ­
zıp kapıyı k a p a d ı m , gölgelikleri indirdim.
D ü k k â n ı m d a , tezgâhın a r k a s ı n d a k i deri ş a p k a
üzerine, loş yeşil k a r a n l ı k t a o t u r d u m .

YİRMİNCİ BÖLÜM

Üçe on d a k i k a kala, a r k a d a n ç ı k t ı m , köşeyi dö­


n ü p , b a n k a n ı n ö n ü n e g i t t i m . M o r p h y bronz kafesi
içinde p a r a , çek, kahverengi z a r f l a r ve depozit
makbuzlarıyla m e ş g u l d ü . Parmaklarını Y y a p m ı ş ,
k ü ç ü k b a n k a defterlerini karıştırıyor, kâğıdın üze­
rinde ses ç ı k a r a n k u r ş u n kalemle köşeü, k ü ç ü k r a ­
k a m l a r y a z ı y o r d u . Defterleri b a n a d o ğ r u itip b a k t ı .
Gözleri ihtiyatlı ve gölgeliydi.
«Ondan s ö z e t m e y e c e ğ i m Ethan. A r k a d a ş ı n d ı bi­
liyorum.»
«Sağol.»
«Acele edersen Bay Beyin'den kaçabilirsin.»
Ama olmadı. Morphy onu uyarmış olabilirdi.

269
B ü r o s u n u n buzlu-camlı kapısı aniden açıldı ve Bay
B a k e r temiz, ayrıcalıklı ve p u s l u , y a v a ş ç a , «Bir d a ­
k i k a n v a r mı Ethan?» d e d i .
S o n r a y a b ı r a k m a n ı n faydası y o k t u . Buzlu inine
y ü r ü d ü m . Kapıyı öyle y a v a ş kapattı ki kilidin sesini
d u y m a d ı m bile. M a s a s ı n ı n üstü kalın c a m l ı y d ı , c a m ı n
a l t ı n d a d a k t i l o e d i l m i ş n u m a r a listeleri v a r d ı . İki
m ü ş t e r i k o l t u ğ u , o n u n uzun aralıklı k o l t u ğ u n u n ya­
nında e m i ş m e k t e o l a n iki buzağı gibi d u r u y o r d u . Ra­
hattılar a m a o n u n k o l t u ğ u n d a n a l ç a k t a y d ı l a r . Otu­
r u n c a , Bay Baker'e b a k t ı m ve bu bakışla s a n k i o n a
y a l v a r ı y o r m u ş u m gibi o l d u .
«Üzücü bir olay.»
«Evet.»
«Bütün suçu üzerine a l m a n gerekmez. Belki de
nasılsa olacaktı.»
«Belki de.»
«Eminim, sen en d o ğ r u s u n u yaptığını sandın.»
«Şansı o l d u ğ u n u düşünmüştüm.»
«Elbette.»
N e f r e t i m b o ğ a z ı m d a sarı bir b a l g a m gibi yük­
seliyor, ö f k e d e n ç o k beni h a s t a e d i y o r d u .
«İnsan d r a m ı n d a n ve k a y ı p t a n ayrı o l a r a k , bazı
güçlükler var. Bildiğin kadarıyla a k r a b a s ı var mıy­
dı?»
«Sanmıyorum.»
«Paralı birinin a k r a b a s ı bulunur.»
«Parası yoktu.»
«Taylor Çayırlığı v a r d ı . S e r b e s t ve temiz...»
«Öyle mi? Bir ç a y ı r l ı k ve bir mahzen...»
«Ethan, sana t ü m b ö l g e y e hizmet v e r e c e k bir
havaalanı planladığımızdan sözetmiştim. Çayırlık
düz. Eğer orayı kullanamazsak, tepelere buldozer
ç ı k a r m a k bize m i l y o n l a r a patlar. Ve şimdi mirasçısı
y o k s a bile, m a h k e m e y e aksedecek. Aylar sürer.»
«Anlıyorum.»
Öfkesinden ç a t l a y a c a k t ı . «Anladın mı a c a b a ,
m e r a k e d i y o r u m ! İyi niyetlerinle herşeyl f ı r l a t ı p a t ­
t ı n . Bazen iyi niyetlilerin, d l ü n y a d a k i en tehlikeli k i ­
şiler o l d u k l a r ı n ı düşünüyorum.»
«Belki haklısınız. D ü k k â n a dönmeliyim.»

270
«O senin dükkânın.»
« ö y l e y a . Daha a l ı ş a m a d ı m . Unutmuşum.»
«Evet, u n u t t u n . O n a verdiğin M a r y ' n i n paradiydi.
Bir d a h a parasını g ö r e m e y e c e k , o n u d a attın.»
«Danny Mary'yi severdi. O n u n parası o l d u ğ u n u
d a biliyordu.»
«Bunun M a r y ' y e ç o k f a y d a s ı var da.»
«Şaka yaptığını s a n m ı ş t ı m . Bana bunları ver­
mişti.»
İç c e b i m d e n , k o y d u ğ u m yerden k a t l a n m ı ş iki
kâğıdı ç ı k a r d ı m , onları böyle ç ı k a r a c a ğ ı m ı bilerek.
Bay Baker kâğıtları c a m kaplı m a s a s ı n a y a y d ı .
Onları o k u r k e n s a ğ kulağının a r k a s ı n d a k i kas öyle
şiddetle a t ı y o r d u k i , kulağı şişmişti s a n k i . Gözleri
t e k r a r t e k r a r a r a ş t ı r d ı , bu kez bir a ç ı k a r ı y o r d u .
O r o s p u ç o c u ğ u y ü z ü m e b a k t ı ğ ı n d a , gözlerinde
k o r k u vardı. V a r o l d u ğ u n u bilmediği birini g ö r m ü ş ­
t ü . B u y a b a n c ı y ı t a n ı m a s ı bir d a k i k a s ı n ı aldı.
«Fiyatın nedir?»
«Yüzde ellibir.»
«Neyin?»
«Kooperatifin, o r t a k l ı ğ ı n , ya da herneyse.»
«Çok komik.»
«Siz bir h a v a a l a n ı istiyorsunuz. Tek u y g u n y e r
benimki.»
Paketten ç ı k a r d ı ğ ı bir kâğıt mendille, gözlükle­
rini d i k k a t l e sildi v e yerine t a k t ı . A m a b a n a b a k m a d ı .
Benim çevreme b a k t ı , içinde ben y o k t u m . S o n u n d a
s o r d u . «Ne y a p t ı ğ ı n ı biliyor m u s u n Ethan?»
«Evet.»
«Hoşuna gidiyor mu?»
«Galiba. Ona b i r şişe viski g ö t ü r ü p , k â ğ ı t l a r ı
imzalamasını isteyen a d a m ne hissettlyse o n u his­
sediyorum.»
«Sana a n l a t m ı ş t ı demek.»
«Evet.»
«Yalancıydı.»
«Öyle o l d u ğ u n u söylemişti. Beni u y a r m ı ş t ı . Belki
k â ğ ı t l a r d a bir hile vardır.»
K â ğ ı t l a r ı nazikçe ö n ü n d e n ç e k i p , kurşun k a ­
lemle yazılmış iki kâğıdı k a t l a d ı m ,

271
«Tamam Ethan, bir hile var. O kâğıtlar d ü z g ü n ,
t a r i h i , tanıkları var. Belki de senden nefret e d i y o r d u .
Belki de onun hilesi, bir insanın mahvoluşunda.»
«Bay Baker, ailemden hiçkimse b i r gemiyi
yakmadı.»
«Konuşacağız Ethan, iş yapacağız. Para kaza­
nacağız. Çayırlığın e t r a f ı n d a k i tepelerde k ü ç ü k bir
kasaba d o ğ a c a k . Sanırım şimdi k a s a b a yöneticisi
olabilirsin.»
«Olamam efendim. O zaman çıkarlarımız ç a t ı ­
ş a c a k t ı r . Bazı sevimli üzgün a d a m l a r b u n u kısa sü­
rede anlarlar.»
İçini ç e k t i . Boğazındaki bir şeyi u y a n d ı r m a k t a n
k o r k a r gibi ihtiyatlı bir iç ç e k i ş t i bu.
A y a ğ a kalkıp, elimi y a k a r ı c ı n ı n k o l t u ğ u n u n ar­
kasına k o y d u m . «Kendinizi d a h a iyi hissedeceksi­
niz efendim, benim sevimli bir aptal o l m a d ı ğ ı m fik­
rine alıştığınız zaman.»
«Neden bana güvenmiyorsun?»
«Suçortağı d a i m a tehlikelidir.»
«Öyleyse b i r suç işlemeye niyetlendiğinin far-
kındasın.»
«Hayır. Suç bir başkasının i ş l e m e y e kalktığı
şeydi. Dükkânı a ç m a l ı y ı m , benim d ü k k â n ı m olsa
bile.»
«Marullo'yu i h b a r eden kim?» diye s o r d u ğ u n d a ,
elim kapı t o k m a ğ ı n d a y d ı .
«Sizin yaptığınızı s a n ı y o r u m efendim.» d e d i m .
A y a ğ a fırladı a m a ben kapıyı a r k a m d a n kapayıp,
d ü k k â n ı m a geri d ö n d ü m .

YİRMİ BİRİNCİ BÖLÜM

D ü n y a d a hiç kimse benim M a r y ' i m k a d a r iyi


parti y a d a bir k u t l a m a merasimi düzenleyemez.
O n u bir m ü c e v h e r gibi p a t l a t a n şey verdikleri de­
ğ i l , aldıklarıdır. Gözleri parlar, d u d a k l a r ı gülümse­
yişlerle kıvrılır, ç a b u k g ü l ü ş ü en soğuk ş a k a y a bile

272
g ü ç verir. Bir p a r t i n i n eşiğinde M a r y ile h e r k e s ken­
dini o l d u k l a r ı n d a n d a h a ç e k i c i ve akıllı hisseder.
S o n r a d a öyle o l u r l a r z a t e n . B u n u n ö t e s i n d e M a r y
bir şey vermez, vermesine de gerek y o k t u r .
Ben eve geldiğimde b ü t ü n Havvley evi k u t l a m a
ile c a n l a n m ı ş t ı . Parlak renkli plastik bayraklar, or­
t a d a k i l a m b a d a n d u v a r r e s i m l e r i n e kadar b o y d a n
b o y a asılmıştı. M e r d i v e n p a r m a k l ı k l a r ı n d a renkli
plastik şeritler s a l l a n ı y o r d u .
«İnanmayacaksın!» M a r y b a ğ ı r d ı . «Ellen bunla­
rı Esso servis i s t a s y o n u n d a n aldı. George Sandovv
vermiş.»
«Neyi kutluyoruz?»
«Herşeyi, zafer sevinci bu.»
B i l m i y o r u m Danny Taylor'u d u y m u ş m u y d u , y a
d a d u y u p a k l ı n d a n ç ı k a r m ı ş a l a b i l i r d i . Elbette, o n u
ziyafete davet e t m e d i m a m a d ı ş a r d a dolaşıp d u r d u .
O n u n l a b u l u ş m a m gerektiğini biliyordum a m a içeriye
çağırmadım.
«Şeref ö d ü l ü n ü kazandı sanırsın,» dedi M a r y .
«Kendisi kazansa bu k a d a r g u r u r l a n m a z d ı . Yaptığı
şu pastaya bak.» Üzerinde yeşil, kırmızı, sarı ve
mavi harflerle K A H R A M A N yazan k a b a r ı k bir pas­
taydı bu.
«Kızarmış t a v u k , salçalı b ö r e k ve yaz o l m a s ı n a
r a ğ m e n p a t a t e s püresi yiyeceğiz.»
«İyi sevgilim, iyi. Genç şöhretimiz nerede?»
«O da ç o k değişti. B a n y o y a p ı y o r , y e m e k için
üzerini değiştirecek.»
«Bugün mucizeler g ü n ü . Bir katırın d o ğ u r d u ğ u ­
nu ve yeni b i r gezegenin keşfedildiğini duyabilirsin.
Yemekten ö n c e b a n y o y a p m a k ! Olanaksız.»
«Sen de üzerini d e ğ i ş t i r m e k istersin s a n ı r ı m . Bir
şişe ş a r a b ı m var. Sadece aile içinde bile o l s a , bit
k o n u ş m a şerefe kadeh k a l d ı r m a ya da benzeri bir
şey yaparız diye düşündüm.» M a r y evi parti hava'
sına b ü r ü m ü ş t ü , k e n d i m i b a n y o y a p m a k v e parti­
nin bir p a r ç a s ı o l m a k için merdivenleri t ı r m a n ı r k e n
buldum.
Allen'ın kapısının ö n ü n d e n g e ç e r k e n , kapıyı
ç a l d ı m v e h o m u r d a n m a d u y u n c a içeri g i r d i m .

273
A y n a s ı n ı n ö n ü n d e d u r u y o r d u . Elinde bir el ay­
nası vardı, profilini görebilmek için. Kara birşeyle,
belki de M a r y ' n i n rimeliydi, ince bir bıyık çizmiş
kaşlarını k o y u l t m u ş ve şeytanın kaşları gjbi uçlarını
yukarı kaldırmıştı. B e n içeri girdiğimde, dünyayı
u m u r s a m a y a n alaycı bir gülüşle aynaya b a k ı y o r d u .
Ve benim mavi puanlı p a p y o n u m u t a k m ı ş t ı . Yaka­
landığı için u t a n m ı ş g ö r ü n m ü y o r d u .
«Alıştırma yapıyorum» diyerek el aynasını bı­
raktı.
«Oğlum, b ü t ü n o h e y e c a n içinde seninle ne ka­
dar g u r u r l a n d ı ğ ı m ı söyleyemedim.»
«Evet... neyse, bu sadece başlangıç.»
«Dürüst o l m a k gerekirse b a ş k a n kadar iyi bir
yazar o l d u ğ u n u hiç s a n m a m ı ş t ı m . Hoşlandığım k a ­
dar şaşırdım da. K o m p o z i s y o n u n u ne zaman t ü m
dünyaya okuyacaksın?»
«Pazar g ü n ü onaltı o t u z d a . Ulusal bir birleşme
olacak. New York'a g i t m e m gerekiyor. Özel bir
u ç a k l a uçacağım.»
«İyice prova y a p t ı n mı?»
«Oh, en iyisini y a p a r ı m . Bu sadece başlangıç.»
«Bütün ülkedeki beş kişiden biri olabilmek
önemli bir sıçrama.»
«Ulusal birleşme» d e d i . Bir p a m u k p a r ç a s ı y l a
bıyığı silmeye başladı. Hayretle t a m bir m a k y a j t a ­
kımına sahip o l d u ğ u n u g ö r d ü m , farlar, yağlı k r e m ,
pudra vardı.
«Hepimizin y a ş a m ı n d a değişiklikler o l d u bu s ı ­
ra. D ü k k â n ı aldığımı biliyor musun?»
«Evet, işittim.»
«Bütün bu k u t l a m a l a r ve gösterişler bitince,
y a r d ı m ı n a ihtiyacım olacak.»
«Nasıl yani?»
«Sana daha ö n c e de söylemiştim, d ü k k â n d a
b a n a y a r d ı m edeceksin.»
«Bunu y a p a m a m » dedi ve el aynasını alarak
dişini inceledi.
«Neyi yapamazsın?»
«İki p r o g r a m d a k o n u k o l a c a ğ ı m . Sonra 'Yolum
Nedir?' ve 'Esrarlı M i s a f i r ' var. S o n r a da 'İkiz Ka-

274
sıracı' a d ı n d a yeni bir y a r ı ş m a p r o g r a m ı var. O r a ­
da p r o t o k o l görevlisi bile olabilirim. G ö r ü y o r s u n u z
ya hiç boş v a k t i m yok?» S a ç ı n a yağlı birşeyler
püskürttü.
«Mesleğini seçtin yani?»
«Demin elediğim gibi bu sadece başlangıç.»
«Bu gece savaşı k a y b e t m e y e hiç niyetim yok.
Sonra tartışacağız.»
«iNBC'den biri var, t e l e f o n l a a r a y ı p duruyor.
Belki yaşım k ü ç ü k o l d u ğ u için sizinle k o n t r a t ya­
pacaktır.»
«Okulunu hiç d ü ş ü n d ü n m ü oğlum?»
«Eğer k o n t r a t l a r ı y a p a r s a m o k u l a ne gerek
var?»
Ç a b u c a k dışarı ç ı k ı p kapıyı k a p a d ı m ve b a n ­
y o m d a s o ğ u k suyu a ç ı p , v ü c u d u m buz kesene,
içimi sarsan ö f k e y i k o n t r o l e d e b i l m e k için s o ğ u k
i ç i m e işleyene d e k b e k l e d i m . Temizlenip p a r l a y ı n c a
ve b i r de Mary'nin kokusundan sürünce özgüvenim
geri geldi. Yemekten ö n c e Ellen b i r k a ç d a k i k a kol­
t u ğ u m u n koluna o t u r d u , s o n r a k u c a ğ ı m a g e ç i p k o l ­
larını bana d o l a d ı . «Sizi seviyorum.» d e d i . «Ne he­
y e c a n verici değil mi? Ve Ailen ne m ü t h i ş ? S a n k i
b u n u n için doğmuş.!» Biraz k ö t ü ve bencil o l d u ğ u n u
s a n d ı ğ ı m kız, buydu işte.
Pastadan hemen ö n c e genç k a h r a m a n ı k u t l a ­
d ı m , ona ş a n s d i l e d i m , ve «Şimdi York'un o ğ l u n u n
o n u r l u bir yaz haline getirdiği h o ş n u t s u z l u ğ u m u z u n
kışıdır.» diyerek b i t i r d i m .
«Bu Shakespeare!» dedi Ellen.
«Evet c a n ı m . A m a hangi o y u n , kim söylüyor ve
nerede?»
«Ben bilemem,» d e d i Ailen. «Bunlar b u r j u v a l a r a
göre.»
Tabakların mutfağa taşınmasına yardım ettim.
M a r y hâlâ parlaklığını k o r u y o r d u .
«Kızma.» d e d i . «Kendi y o l u n u bulacak. İyi o l a ­
cak. O n a sabırlı d a v r a n lütfen.»
«Sabırlı o l a c a ğ ı m , kutsal kuşum.»
«New Y o r k ' t p n a r a y a n biri var. S a n ı r ı m Ailen
h a k k ı n d a . N e m ü t h i ş değil mi? O n u n için u ç a k y o l -

275
lamaları yani. Senin d ü k k â n ı n sahibi o l m a n a da
a l ı ş a m a d ı m . B i l i y o r u m . . . B ü t ü n kasaba senin kasaba
yöneticisi o l a c a ğ ı n d a n sözediyor.»
«Olmayacağım.»
«En az yirmi d e f a duydum.»
«Başka bir iş yüzünden o l a m ı y o r u m . Biraz d ı ­
şarı ç ı k m a m gerek sevgilim. Biriyle buluşacağım.»
«Belki yeniden b a k k a l tezgâhtarı o l m a n ı isteye­
c e ğ i m . Geceleri evde o l u y o r d u n o z a m a n . A d a m yi­
ne ararsa?»
«Beklesin.»
«Beklemek istemiyor. Geç kalacak mısın?»
«Bilemem. Nasıl gideceğine bağlı.»
«Danny Taylor. Ne ü z ü c ü değil mi? Y a ğ m u r l u ­
ğ u n u a|.»
«Evet, ç o k üzücü.»
Holde ş a p k a m ı g i y d i m ve ani bir hareketle yaşlı
k a p t a n ı n b a l i n a dişi b a s t o n u n u k a p t ı m . Ellen y a ­
nımda maddeleşti.
«Sizinle gelebilir miyim?»
«Bu g e c e olmaz.»
«Sizi seviyorum.»
Bir an kızıma derin derin b a k t ı m . «Ben de seni
seviyorum.» d e d i m . «Sana mücevherler getirece­
ğ i m . . . . İstediğin v a r mı?»
K ı k ı r d a d ı : «Baston m u taşıyacaksınız?»
«Kendimi k o r u m a k için.» B a s t o n u bir kılıç gibi
kıvrık b a ş ı n d a n t u t u p k a l d ı r d ı m .
«Geç k a l a c a k mısınız?»
«Ook değil.»
j ç N e d e n b a s t o n u alıyorsunuz?»
«Saf bir etki i ç i n . . . t e h d i t , k o r k u , kolları b a ğ ­
l a m a k için a t a l a r d a n a r t a k a l m ı ş b i r gereklilik.»
«Sizi b e k l e y e c e ğ i m . O p e m b e şeyi alabilir m i ­
yim?»
«Hayır, b e k l e m e y e c e k s i n k ü ç ü k ç i ç e ğ i m . Pembe
şey? Tılsımı mı k a s t e t t i n ? T a b i alabilirsin?»
«Tılsım nedir?»
«Sözlüğe bak, Nasıl söylendiğini biliyor mu­
sun?»
«T-I-L-I-S-HM.»

276
w w w . c i z g i l i f o r u m . c o m

e n g i n e l
«Hayır Tılsım.»
«Neden siz a n l a t m ı y o r s u n u z ? »
«Kendin a r a ş t ı r ı r s a n d a h a iyi öğrenirsin.»
Sarıldı bana s i k t i , s o n r a b ı r a k t ı .
Nemli ve kalın g e c e üzerime ö r t ü l d ü . Hava
t a v u k ç o r b a s ı gibi y o ğ u n d u , nemliydi. K a r a a ğ a ç so­
kağının a ğ a ç l a r ı n ı n şişman y a p r a k l a r ı a r d ı n a giz­
lenmiş s o k a k l a m b a l a r ı nemli, haleli ışıklar s a ç ı ­
yordu.
İş g ü ç sahibi bir a d a m , n o r m a l g ü n d ü z d ü n y a ­
sını ç o k az t a n ı r . T a b i i , kendisini ilgilendiren ha­
berleri ve y a p a c a ğ ı şeyieri k a r ı s ı n d a n ö ğ r e n m e l i ­
dir. Kadın d a i m a ne o l d u ğ u n u , kimin ne h a k k ı n d a
ne söylediğini bilir. A m a herşeyi kendi k a d ı n l ı ğ ı n d a n
süzdüğü için pek ç o k çalışan a d a m g ü n d ü z d ü n ­
yasını kadınların gözüyle g ö r ü r . A m a gece d ü k k â n ı
veya işi k a p a n d ı ğ ı z a m a n , işte o z a m a n , erkeklerin
dünyası başlar... bir s ü r e için.
Balina dişi b a s t o n u n kıvrık u c u elime u y m u ş t u .
Yaşlı k a p t a n o v u c u y l a oîlalamıştı g ü m ü ş sapını.
Bir zamanlar, epey e s k i d e n , g ü n d ü z d ü n y a s ı n d a
y a ş a r k e n fazlasıyla o n u n i a b i r l i k t e y d i m . Yeşilliklere
k o ş a r d ı m . Yüzüstü uzanır yeşil köklere y a k l a ş ı r d ı m .
K a r ı n c a l a r l a , y a p r a k bitleriyle, t o h u m kurtlarıyla t e k
bir beden o l u r d u m , b e d e n i m d e n , büyüklüğümden
k u r t u l u r d u m . Ve çimenlerin o vahşi o r m a n ı n d a ba-
riş denilen şaşkınlığı b u l m u ş t u m .
Şimdi, bu gece eski limanı ve Yerimi istiyor­
d u m . Perişanlığımı a n c a k o r a d a k i z a m a n ı n , hayatın
ye yükselişin kaçınılmaz d ö n g ü s ü silebilirdi.
Çabuk a d ı m l a r l a a n a c a d d e y e d o ğ r u y ü r ü d ü m .
Foremaster'in ö n ü n d e n g e ç e r k e n y o l u n karşı t a ­
rafına sadece yeşil gölgelikli d ü k k â n ı m a baktım.
İtfaiyenin ö n ü n d e k i polis a r a b a s ı n d a Şişko Willie
o t u r u y o r d u , yüzü kıpkırmızı o l m u ş t u , domuz gibi
terliyordu.
«Yine av p e ş i n d e s i n ha Ethan?»
«Evet.»
«Danny Taylor'a ç o k üzüldüm. Sevimli herifti.»
«Ben de üzüldüm.» d e y i p aceleyle a y r ı l d ı m ,
Havada d u m a n l a r s a v u r a r a k b i r k a ç a r a b a geçti

277
a m a dolaşan k i m s e y o k t u . Yürüyüşe ç ı k ı p d a ter­
lemeyi kimse göze a l m a z d ı .
Anıtın o r a d a n d ö n ü p , eski limana d o ğ r u y ü r ü ­
d ü m ve b i r k a ç y a t ı n , kıyıya çekilmiş balıkçı k a ­
yıklarının ışıklarını g ö r d ü m . O sırada P o r l o c k s o k a ­
ğ ı n d a n d ö n ü p , ıbana d o ğ r u gelen bir gölgeyi f a r k -
e t t i m . Y ü r ü y ü ş ü n d e n ve gölgesinden .biliyordum, ge­
len M a r g i y e Young-Hunt'du.
Geçmeme olanak bırakmadan önümde durdu.
Bazı kadınlar sıcak bir g e c e d e bile serin g ö r ü n e b i -
liyorlar. Bu izlenim belki de p a m u k l u eteğinin t i t r e k
hareketinden kaynaklanıyordu.
M a r g i e , «Beni aradığını t a h m i n ettim,» dedi.
Yerinden a y r ı l m ı ş bir s a ç t u t a m ı n ı yerine yerleştirdi.
«Neden?»
D ö n ü p k o l u m u t u t t u , p a r m a k l a r ı beni y ü r ü m e y e
zorluyordu.
«Bu da benim Özelliğim. Foremaster'deydim,
Senin geçtiğini g ö r d ü m ve beni a r a y a b i l e c e ğ i n i t a h ­
min e t t i m , b u yüzden d e blokların a r k a s ı n d a n do­
laştım ve senin ö n ü n e çıktım.»
«Hangi y o l a g i d e c e ğ i m i nasıl bildin?»
«Bilmem. Bildim işte. Ağustoslböceklerini d i n ­
le...» d e d i . «Hava ç o k İsınınca ve rüzgâr y o k s a ses­
leri a r t ı y o r . Kaygılanma E t h a n , biraz s o n r a ışıktan
ç ı k a c a ğ ı z . Eğer istersen evime gelebilirsin. Sana
içki v e r i r i m . . . k o c a m a n s o ğ u k bir i ç k i , k o c a m a n
s ı c a k b i r kadından.»
P a r m a k l a r ı n ı n b a n a y o l g ö s t e r i p uzamış otların
gölgesine g ö t ü r m e s i n e izin verdim. Bir c i n s sarı ç i ­
çekler karanlığı bölüyorlardı s a n k i .
«İşte benim evim.... üzerinde zevk d a m ı b u l u ­
nan bir garaj.»
«Seni a r a d ı ğ ı m ı d ü ş ü n d ü r e n nedir?»
«Beni ya da bana benzeyen birini a r ı y o r d u n . Hiç
b o ğ a güreşi g ö r d ü n m ü Ethan?»
«Savaştan s o n r a Arles'te g ö r m ü ş t ü m bir kez.»
«İkinci k o c a m hep g ö t ü r ü r d ü beni. Onları se­
verdi. Bence b o ğ a güreşleri cesur o l m a y a n a m a
olmayı isteyen a d a m l a r a g ö r e . Eğer g ö r m ü ş s e n ne
d e m e k istediğimi a n l a r s ı n . Pelerinle y a p ı l a n b ü t ü n o

278
n u m a r a l a r d a n s o n r a b o ğ a n ı n o r a d a o l m a y a n bir-
şeyi ö l d ü r m e y e uğraştığını h a t ı r l a d ı n mı?»
«Evet.»
«Nasıl huzursuz o l d u ğ u n u , kafasının karıştığını,
bazen nasıl s a d e c e d u r u p bir c e v a p aradığını hatır­
ladın mı? Eh, işte o z a m a n o n a bir at vermeleri
g e r e k , y o k s a kalıbı kırılır. Boynuzlarını s o m u t b l r -
şeye saplamalıdır y o k s a r u h u ölür. İşte o at b e n i m .
V e b u l d u ğ u m a d a m l a r d a kafaları k a r ı ş m ı ş şaşkın
kişiler. Eğer boynuzlarını b a n a s a p l a r l a r s a bu u f p k
ç a p t a bir zafer olur. Sonra gidip 'şerefe' yapabilir­
ler.»
«Margie!»
«Bir d a k i k a . A n a h t a r ı m ı b u l m a y a u ğ r a ş ı y o r u m .
Hanımeli kokularını d u y u y o r musun?»
«Ama ben bir zafer kazandım.»
«Öyle mi? Pelerini k a p ı p . . . a y a k l a r ı n ı n altına
a l d ı n mı?»
«Nereden biliyorsun?»
«Bir e r k e k beni ya da bir b a ş k a Margie'yi ara­
dığı zaman bilirim. Merdivenlere d i k k a t , d a r d ı r . Ka­
fanı tepeye ç a r p m a . İşte... d ü ş m e b u r a d a . . . g ö r d ü n
m ü ? Zevk d a m ı , y u m u ş a k ışıklar, m i s k o k u l a r . . . g ü ­
neşsiz denizden aşağı.»
«Galiba sen t a m b i r b ü y ü c ü s ü n . »
«Biliyorsun, hem de en iyisiyim. Zavallı, a c ı n a ­
c a k bir k ü ç ü k k a s a b a cadısiı. Oraya otur, camın
y a n ı n a . V a n t i l a t ö r ü ç a l ı ş t ı r a c a ğ ı m , 'rahat bir şey g i ­
y e y i m ' dedikleri cinsten bir şey g i y m e y e g i d i y o r u m
s o n r a da s a n a k o c a bir b a r d a k s o ğ u k k a f a - bul­
d u r a n getireceğim.»
«O lafı nereden duydun?»
«Nereden d u y d u ğ u m u biliyorsun.»
«Onu iyi t a n ı r miydin?»
«Bir p a r ç a s ı n ı . Bir kadının bir e r k e k t e t a n ı y a ­
bileceği kadarını. Bazen o p a r ç a en iyisidir a m a her
zaman değil. Danny'de ise öyleydi. Bana güvenirdi.»
O d a , diğer o d a l a r ı n h a y a t l a r ı n ve zamanların
anılarıyla dolu bir p l b ü m g i b i y d i . C a m d a k i vantila­
t ö r fısıltıyla k ü k r ü y o r d u .
Cok g e ç m e d e n uzun, b o l , d a l g a l ı m a v i bir e l b i -

279
şeyle g e l d i , (beraberinde bir de k o k u bulutu g e t i r d i .
Kokuyu içime ç e k t i ğ i m d e , M a r g i e « K o r k m a , M a r y '
nin bende hiç d u y m a d ı ğ ı bir k o k u bu,» d e d i . «İşte
i ç k i n . . , cin tonik. B a r d a ğ ı t o n i k l e ç a l k a l a d ı m . S a ­
d e c e cin v a r içinde. Eğer buzlarını sallarsan s o ğ u k
o l d u ğ u n a inanırsın.»
Bira gibi bir dikişte i ç t i m ve k u r u s ı c a k l ı ğ ı n ı n
o m u z l a r ı m a yükseldiğini ve s o n r a k o l l a r ı m d a n a ş a ğ ı
jridiğini hissettim, d e r i m ü r p e r m i ş t i .
«Sanırım buna i h t i y a c ı n vardı.» dedi.
«Sanırım.»
«Seni cesur bir b o ğ a y a p a c a ğ ı m . . . yeterince
direnirsen zaferi kazandığını sanırsın. Boğaların
b u n a ihtiyacı Vardır.»
Ellerime b a k t ı m , ç a p r a z l a m a izler ve kutuları
a ç m a n ı n sebep olduğu u f a k kesikler vardı ve tır­
naklarım- pek t e m i z d e ğ i l d i .
B a s t o n u b ı r a k t ı ğ ı m y e r d e n aldı. «Umarım za­
yıflayan üzüntün için b u n a m u h t a ç değilsindir.»
dedi.
«Şimdi benim d ü ş m a n ı m mısın?»
«Ben, N e w B a y t o w n ' u n o r o s p u s u senin düş­
m a n ı n ha?»
Öyle uzun s ü r e s u s t u m ki, o n u n gittikçe a r t a n
huzursuzluğunu hissedebiliyordum. «Keyfine bak.»
dedi. «Cevap v e r m e k için ö n ü n d e t ü m b i r y a ş a m
var. Sanp içki getireyim.»
Dolu (bardağı o n d a n a l d ı m , d u d a k l a r ı m ve a ğ z ı m
öyle k u r u y d u k i k o n u ş m a d a n ö n c e i ç k i m d e n bir y u ­
d u m a l d ı m , boğazım k a b u k t u t t u s a n k i .
«Ne istiyorsun?»
«Aşk İsteyebilirim.»
«Karısını seven bir e r k e k t e n mi?»
«Mary? Sen o n u t a n ı m ı y o r s u n bile.»
«Yumuşak, t a t l ı ve çaresiz o l d u ğ u n u biliyorum.»
«Çaresiz? Demir kadar serttir o. S e n m a k i n e n i
p a r a m p a r ç a e t t i k t e n s o n r a bile uzun süre a y a k t a
kalabilir. Tıpkı h a v a d a kalabilmek için rüzgârı kul­
lanıp kanatlarını eskitmeyen bir m a r t ı y a benziyor.»
«Doğru değil.»' ; •; •

280
«Büyük s o r u n l a r ç ı k a c a k . Sen y a n a r k e n o ese­
cek.» , |
«Ne istiyorsun?»
«Kabul e l e m e y e c e k misin? H ı n c ı n ı , nefretini ih­
tiyar iyi kalpli M a r g i e ' d e n ç ı k a r m a y a c a k mısın?»
Yarı b o ş a l m ı ş b a r d a ğ ı m ı yanımdaki masaya
k o y d u m , M a r g i e bjr y ı l a n kadar hızlı, .bardağımı
k a l d ı r d ı , a l t ı n a Ibir kültablası koydu ve m a s a d a k i
ıslak izi eliyle sildi.
«Margie seni t a n ı m a k istiyorum.»
«Çocuklaşma. Senin başarın h a k k ı n d a ne d ü ­
ş ü n d ü ğ ü m ü bilmek istiyorsun.»
«Senin kim o l d u ğ u n u bilmeden, ne istediğini b i ­
lemem ki.»
«Adam d a b u n u d e m e k i s t e m i ş t i . . . ş i m d i p a r a ­
nın devri. M a r g i e Young-Hunt, b a ş t a n başa s i l a h
v e f o t o ğ r a f makinesi gibi k a d ı n . T a t l ı , k ü ç ü k bir ç o ­
c u k t u m . Akıllı b i r ç o c u k v e k ö t ü bir d a n s ö z d ü m .
Yaşlı a d a m d e d i k l e r i c i n s t e n biriyle t a n ı ş t ı m ve ev­
l e n d i m . Beni s e v m e d i . . . â ş ı k t ı b a n a . İyi, akıllı bir
ç o c u k için g ü m ü ş t a b a k t a sunulan birşeydi b u .
Dansı ç o k fazla sevmezdim. Ve e m i n i m ç a l ı ş m a y ı
s e v m i y o r u m Iben. O n d a n b o ş a n d ı ğ ı m d a öyle a p t a l -
laştı k i , n a f a k a için yeniden evlenirsem kesilmesi
şartını bile k o y m a d ı . B a ş k a biriyle evlendim ve bu
telaşlı d ü n y a ö l d ü r d ü o n u . Yirmi yıldır o ç e k gelir, her
ayın birinci g ü n ü . Yirmi yıldır h a y r a n l a r ı m d a n b i r k a ç
ufak hediye a l m a k d ı ş ı n d a h i ç b i r iş y a p m a d ı m . Yirmi
yıl gibi g ö r ü n m ü y o r a m a öyle. A r t ı k iyi ve k ü ç ü k bir
ç o c u k değilim.»
Ufak m u t f a ğ ı n a gidip, elinde ü ç b u z p a r ç a s ı y l a
d ö n d ü , onları bardağı k o y u p üzerlerine c i n boşalt­
t ı . M ı r ı l d a y a n v a n t i l a t ö r çekilen suların b ı r a k t ı ğ ı y o ­
sunların k o k u s u n u g e t i r i y o r d u .
Yavaşça, «Çok p a r a k a z a n a c a k s ı n Ethan.» d e d i .
«Anlaşmayı biliyor m u s u n ? »
«Soylu Romalıların ç o ğ u yerlerde sürünürdü.»
«Devam et.»
Eliyle bir hayali k o v a l a m a k istedi, b a r d a ğ ı h a ­
v a y a u ç t u , buz p a r ç a l a n zpr gibi d u v a r a ç a r p ı p
zıpladılar.

281
«Âşık o ğ l a n geçen h a f t a bir kriz geçirmiş. Be­
deni s o ğ u r s a , çekler kesilir. Yaşlıyım, t e m b e l i m ve
k o r k u y o r u m . Seni yedeğe a l m ı ş t ı m a m a s a n a güven­
m i y o r u m . Kuralları bozabilirsin. Aniden d ü r ü s t l ü ğ ü n
tutabilir. Sana k o r k u y o r u m diyorum.»
A y a ğ a k a l k t ı m , b a c a k l a r ı m a ğ ı r l a ş m ı ş t ı , titre­
miyorlardı. Sadece ağır v e b e n d e n a y r ı y m ı ş l a r g i ­
biydi.
«Ne iş yapabilirsin?»
«Marullo benim de dostumda.»
«Anlıyorum.»
«Benimle y a t m a k islemiyor musun? İyiyimdir,
h e p söylerler.»
«Senden nefret etmiyorum.»
«Ben de bu yüzden sana güvenmiyorum.»
«Başka bir yol deneyelim. Baker'dan nefret
e d e r i m . Belki o n u tavlayabilirsin.»
«Bu ne biçim k o n u ş m a . İçkini içmiyorsun.»
«Mutlu olduğumı z a m a n içerim.»
«Baker senin Danny'ye ne y a p t ı ğ ı n ı biliyor mu?»
«Eyet.»
«Nasıl karşıladı?»
«İyi, a m a o n a a r k a m ı d ö n m e k istemem »
«Alfio sana arkasını d ö n m e k z o r u n d a kaldı.»
«Ne d e m e k istiyorsun?»
«Sadece t a h m i n . A m a t a h m i n l e r i m üzerine k i ­
t a p bile yazabilirim. K a y g ı l a n m a . Onp s ö y l e m e d i m .
M a r u l l o benim d o s t u m d a »
«Galiba a n l ı y o r u m , kılıcını kullanabilmek için
beni k ı ş k ı r t ı y o r s u n . Senin kılıcın plastik, Margie.»
«Bilmediğimi mi sandın Eth? A m a parayı önse­
zilerimle elde edeceğim.»
«Bana a n l a t m a k ister misin?»
«Belki. Bahse girerim ki Havvley'lerin on nesli
b i r d e n , senin a r k a n a t e k m e a t a c a k l a r ve o n l a r seni
b ı r a k ı p g i t t i ğ i n d e y a r a n a b a s a c a k tuzu v e s a r a c a k
ıslak bezleri kendin b u l m a k z o r u n d a kalacaksın.»
«Öyle bile olsa sana ne bundan?»
«Konuşacak bir d o s t a ihtiyacın o l a c a k ve bu
d ü n y a d a b u ihtiyacı g i d e r e c e k t e k kişi ben o l a c a -

282
ğ ı m . Sır b e r b a t birşeydir Ethan. V e b u s a n a p a ­
halıya patlamaz. Belki k ü ç ü k bir yüzde.»
«Artık g i t m e m gerek.»
«İçkini iç.»
«İstemiyorum.!»
«Aşağı inerken kafanı ç a r p m a Ethan.»
Yarı yola g e l m i ş t i m ki a r k a m d a n geldi. «Basto­
n u n u b ı r a k a c a k miydin?»
«Allahım. Hayır.»
«İşte al. D ü ş ü n d ü m de bu bir c i n s . . . f e d a k â r l ı k
olabilir.»
Yağmur y a ğ ı y o r d u v e y a ğ m u r hanımeli k o k u ­
larının tatlılaşmasını s a ğ l ı y o r d u . B a c a k l a r ı m öyle
ağırdı ki b a s t o n a g e r ç e k t e n ihtiyacım vardı.
Şişko Willie k a f a s ı n ı n terini silmek için y a n ı n ­
daki koltuğa p i r t o m a r k â ğ ı t mendil k o y m u ş t u .
«Kadının kim o l d u ğ u n u biliyorum.»
«Kazandın.»
«Eth, seni a r a y a n |bir a d a m var... b ü y ü k bir
Chrysler a r a b a , ş o f ö r ü bile var.»
«Ne istiyormuş?»
«Bilmiyorum. Seni g ö r ü p g ö r m e d i ğ i m i s o r d u . Sır
vermedim.»
«Yeni yılda bir a r m a ğ a n ı h a k e t t i n Willie.»
«Söylesene Eth, ayağına ne oldu?»
«Poker o y n u y o r d u m . A y a k l a r ı m uyuşmuşlar.»
«Evet. Hep yaparlar. A d a m ı g ö r ü r s e m eve git­
tiğini söyleyeyim mi?»
«Yarın d ü k k â n a gelmesini söyle.»
«Chrysler imperial. B ü y ü k o r o s p u ç o c u ğ u . T r e n
gibi de uzun.»
K o c a J o e y Foremaster'in ö n ü n d e k i k a l d ı r ı m d a
d u r u y o r d u , ıslak v e t o p a l d ı .
«Soğuk birşeyler i ç m e k için New York'a g i d e ­
ceğini sanmıştım.»
«Çok sıcak. Bir t ü r l ü g i d e m e d i m . Gel, bir şey
iç E t h a n . Kendimi yalnız hissediyorum.»
«İçmek için fazla s ı c a k Morphy.»
«Bira bile mi?»
«Bira beni kızıştırır.»
«Ömrümün hikâyesi.... kâğıtlar kötüyse ne g i -

283
d e c e k bir yerin olur, ne k o n u ş a c a k bir dostun.»
«Evlenmelisin.»
«O da k a l a b a l ı k t a k o n u ş a c a k birini b u l a m a m a k
demektir.»
«Belki de haklısın.»
«Ne yazık ki haklıyım. Hiç kimse evli bir er­
kek kadar yalnız olamaz.»
«Nereden biliyorsun?»
«Görüyorum. İşte biri k a r ş ı m d a . Bir k a r t o n b i r a
alıp, M a r g i e benimle k â ğ ı t o y n a r m ı diye b a k a y ı m
bari. Saate aldırmaz.»
«Kasabada o l d u ğ u n u s a n m a m M o r p h y . K a r ı m a
söylemiş... y a d a ben ö y l e s a n d ı m . . . S ı c a k l a r b i ­
tene kadar Maine'e gidecekmiş.»
«Kahrolasıca k a r ı . O n u n k a y b ı , b a r m e n i n ka­
zancı demektir. Boşa h a r c a n m ı ş hayatın ü z ü c ü bö­
lümlerini ona a n l a t ı r ı m b e n de. Aslında dinlemiyor
ya. Geç oldu Eth. Tanrıyla y ü r ü ! M e k s i k a ' d a böyle
derler.»
Balina dişinden b a s t o n k a l d ı r ı m d a sesler ç ı k a ­
rıyor ve Joey'e neden öyle d e d i ğ i m k o n u s u n d a k i m e ­
rakımı paylaşıyordu. M a r g i e k o n u ş m a y a c a k t ı . Bu
o n u n o y u n u n u bozardı. Eî b o m b a s ı n ı n pimini ç e k e ­
mezdi. N e d e n b i l m i y o r u m .
A n a c a d d e d e n , K q r a q ğ a ç s o k a ğ ı n a d ö n ü n c e es­
ki Hawley evinin kenarına y a n a ş m ı ş Chrysler'i g ö ­
rebildim. Trenden ç o k , cenaze arabasını andırı­
y o r d u . Siyahtı a m a üzerindeki y a ğ m u r damlaları v e
a n a y o l d a b u l u n a n yağlı ç a m u r y ü z ü n d e n p a r l a m ı -
y o r d u . Buzlu p a r k lambaları y a n ı y o r d u .
V a k i t ç o k geç o l m u ş t u herhalde. Karaağaç
s o k a ğ ı n ı n u y u y a n evlerinden hiç ışık g e l m i y o r d u . Is­
l a n m ı ş t ı m v e biryerlerde ç a m u r a b a s m ı ş t ı m s a n ı r ı m ,
ben y ü r ü d ü k ç e a y a k k a b ı l a r ı m ıslak sesler çıkarı­
yordu.
Ş o f ö r kasketi g i y m i ş birini g ö r d ü m . Canavar
arabanın yanında durup, cama vurdum. Cam oto­
m a t i k o l a r a k açıldı. H a v a l a n d ı r m a n ı n d o ğ a l o l m a y a n
iklimini y ü z ü m d e d u y d u m .
«Ben Ethan Havvley'im. Beni arıyormuşsunuz.»

284
O l o ş l u k t a dişlerini g ö r d ü m . . . S o k a k ışığımızın par­
lattığı bir s ı r a diş.
Kapı kendiliğinden a c i l d i ve ince y a p ı l ı , iyi g i ­
yimli bir a d a m ç ı k t ı d ı ş a n «Ben D u n s c o m b e , Brock
a n d Schvvin'in televizyon bölümündenlm. Sizinle
k o n u ş m a m gerek.» Ş o f ö r e b a k t ı . «Burada olmaz.
İçeri girebilir miyim?»
«Tabii. S a n ı r ı m herkes uyumuş. Eğer sessiz
olursanız.....!»
Çimlerin a r a s ı n d a k i k a r e t a ş l a r a b a s a r a k beni
izledi. Holdeki gece ışığı y a n ı y o r d u . İçeri girince .bas­
t o n u m u fil a y a ğ ı n a k o y d u m . Geniş k o l t u ğ u m u n ar­
kasındaki o k u m a ışığımı a ç t ı m .
Ev sessizdi, a m a b a n a b a ş k a t ü r bir sessizlik
gibi g e l d i . . . Sinirli bir sessizlik. Üst k a t t a k i y a t a k -
odalarının k a p ı l a r ı n a b a k t ı m .
«Bu kadar geç geldiğinize g ö r e , önemli olmalı.»
«Öyle.»
Onu g ö r e b i l i y o r d u m ş i m d i . En ilgi ç e k e n yeri
dişleriydi, y o r g u n a m a uyanık gözleri ona y a r d ı m c ı
olmuyordu.
«Bunu gizli t u t m a k İstedik. Sizin de bildiğiniz gibi
k ö t ü bir yıldı. K a m u o y u , sınav s k a n d a l l a r ı , rüşvet
hikâyeleri ve k o n g r e komiteleri ile o l d u k ç a sarsıldı.
Herşeyi g ö z ö n ü n d e bulundurmalıyız. Tehlikeli bir
zaman.»
«Bana ne istediğinizi söyler misiniz?» <
«Oğlunuzun Amerika'yı Severim yazısını o k u d u ­
n u z mu?»
«Hayır. O k u y a m a d ı m . Bana sürpriz y a p m a k is­
tedi.»
«Yaptı d a . Nasıl a n l a y a m a d ı k b i l m e m , a m a y a ­
k a l a y a m a d ı k işte.» K a t l a n m ı ş mavi bir dosya uzattı
b a n a . «Altı çizilmiş yerleri okuyun.»
K o l t u ğ u m a g ö m ü l ü p , d o s y a y ı a ç t ı m . Ya basılmış,
ya da d a k t i l o y a benzeyen o yeni t i p makinelerle
yazılmıştı, bazı s a t ı r l a r ı n altı kalın siyah kalemle
çizilmişti.

285
w w w . c i z g i l i f o r u m . c o m

e n g i n e l
AMERİKA'YI SEVERİM
YAZAN
ETHAN A T.T,EN HAWLEY II

«Tek başına insan nedir? Büyülteç olmadan gö­


rünmeyen bir atom... dünya yüzeyinde görülmeyen
bir benektir; bir saniye bile, ölçülemeyenle, başı ve
sonu olmayan ölümsüzlükle, büyük derinliklerde bu­
harlaşan bir damla suyla, kısa sürede toza karışıp
savrulacak bir kum tanesiyle kıyaslamamaz. Bu kadar
küçük, uçucu, ölümlü bir varlık, çağlar boyu yaşa­
mış ve yaşayacak büyük bir ulusun ilerlemesine, dün­
yanın varoluşuna dayanan sabırlı kuşaklardan doğan
o uzun gelecek nesiller çizgisine karşı durabilir mi?
Kendi ulusumuza bakalım, kendimizi kahramanların
saf, bencillikten uzak değerleriyle yüceltelim ve ül­
kemizi bekleyen tüm tehlikelerden kurtulalım. Biz
neyiz... Bir kişi nedir... Kendisini ülkesi için feda
etmeyi istemeyen ve buna hazır olmayan kişinin de­
ğeri nedir?»

Sayfaları karıştırdım ve o kara işaretleri g ö r d ü m ,


heryerde vardı.
«Tanıdınız mı?»
«¡Hayìr. Tanıdık geliyor a m a . . . belki geçen yüz­
yıl.»
«Öyle. Henry Clay. 1850'de yazılmış.»
«Gerisi? Hepsi Clay'den mi?»
«Hayır. Parçalar, bölümler alınmış. Biraz Daniel
Webster, biraz J e f f e r s o n ve Tanrı y a r d ı m c ı m o l ­
s u n . . . Lincoln'ün ikinci n u t k u n d a n bir pasaj bile var.
Gözümüzden nasıl kaçtı b i l m i y o r u m . Binlerce v a r d ı ,
belki de o yüzden. Tanrıya şükür zamanında f a r k -
ettik... Bütün o sınav dertleri, Van Doren filan.»
«Bir ç o c u ğ u n ifadesine benzemiyor.»
«Nasıl oldu b i l m i y o r u m . Aslında o kartı o l m a ­
saydık, b e l k i yakalayamazdık.»
«Kart mı?»
«Resimli bir kart. Empire State binasının resmi
vardı.»

286
«Kim yollamış?»
«İsim yoktu.»
«Nereden yollanmış?»
«New York'tan.»
«Görebilir miyim?»
«Bir sorun ç ı k a r s a diye sakladık. S o r u n ç ı k a r ­
m a k istemezsiniz değil mi?»
«İstediğiniz nedir?»
«Herşeyi unutmanızı istiyoruz. Biz u n u t t u k . lüt­
fen siz de.... unutabllirseniz tabii.»
«Unutulması kolay değil.»
«Yani, sadece ağzınızı sıkı t u t u n . . . Başımıza
dert a ç m a y ı n . Kötü bir yıldı. Seçim yılında herkes
herşeyi a r a ş t ı r m a y a kalkar.»
Zengin mavi dosyayı k a p a t ı p , geri v e r d i m .
«Sorun çıkarmayacağım.»
Dişleri inci gibi p a r l a d ı . «Biliyordum. Onlara da
s ö y l e m i ş t i m . Sizi a r a ş t ı r d ı m . Siciliniz iyi... İyi aile­
densiniz.»
«Artık gider misiniz?»
«Neler hissettiğinizi a n l a d ı ğ ı m ı bilmenizi iste­
rim.»
«Teşekkür e d e r i m . Ben de sizin neler hissetti­
ğinizi biliyorum. Üzerini ö r t t ü ğ ü n ü z herşey v a r o l m a ­
mış oluyor.»
«Sizi böyle ö f k e l i b ı r a k ı p g i t m e k i s t e m i y o r u m .
Mesleğim Halkla İlişkilerdir. Bir çaresini buluruz,
b u r s gibi ya da benzeri... şöyle ciddi bir şey.»
«Günah ücretini y ü k s e l t m e k için g r e v mi y a ­
pıyor? Hayır, s a d e c e g i d i n . . . lütfen.»
«Bir ç a r e buluruz.»
«Bulacağınızdan eminim.»
Onu dışarı ç ı k a r ı p , y e n i d e n o t u r d u m . Işığımı
k a p a t t ı m ve evimi dinledim. Kalp gibi a t ı y o r d u , [belki
o benrm kalbimdi ve ev ç a t ı r d ı y o r d u . Camlı d o l a b a
gidip tılsımı ellerime a l m a k İ s t e d i m . . . a y a ğ a k a l k t ı m .
K u l a ğ ı m a bir hışırtı, s o n r a k o r k m u ş bir çığlık
ve holde hızlı a d ı m l a r ı n sesi g e l d i , s o n r a sessizlik.
A y a k k a b ı l a r ı m m e r d i v e n d e g ı c r t ı l a r ç ı k a r d ı . Ellen'in
o d a s ı n a g i t t i m v e ışığı y a k t ı m . Ellen y o r g a n ı n a l t ı n ­
d a kıvrılmış, b a ş ı n r y a s t ı ğ ı n ı n a l t ı n a s o k m u ş t u . Yas-

287
tığı kaldırmak isteyince sıkıca sarıldı. H i z l a ç e k i p a l ­
m a k z o r u n d a k a l d ı m . Ağzının k e n a r ı n d a n k a n sızı­
yordu.
«Banyoda a y a ğ ı m kaydı.»
«Görüyorum. Çok c a n ı n y a n d ı mı?»
«Hayır.»
«Yani b e n i ilgilendirmez değil mi?»
«Onun t u t u k l a n m a s ı n ı istemiyorum.»
Ailen y a t a ğ ı n ı n kenarına o t u r m u ş t u , üzerinde
ş o r t t a n b a ş k a bir şey y o k t u . Gözleri... köşeye s ı ­
kışmış ve süpürgeyle dövüşmeyi göze a l m ı ş bir f a ­
reyi d ü ş ü n d ü r d ü b a n a .
«Pis k o k u l u sinsi!»
«Hepsini d u y d u n mu?»
«Pis sinsinin ne y a p t ı ğ ı n ı duydum.»
«Kendi yaptığını da duydun mu?»
Kıstırılmış f a r e saldırıya g e ç t i . «Kim aldırır?
Herkes yapıyor. Su testisi su y o l u n d a kırılır.»
«Buna inanıyor musun?»
«Gazeteleri o k u m u y o r m u s u n u z ? Tepedeki her­
kes... Gazeteleri o k u y u n . Kendinizi kutsal hissede­
bilirsiniz. Eminim, siz de z a m a n ı n d a yapmışsınızdır,
ç ü n k ü herkes yapıyor. H e r k e s i n suçunu üstüme
a l a c a k d e ğ i l i m . Hiç bir şeye a l d ı r m ı y o r u m . O pis
k o k u l u sinsiden başka,»
M a r y y a v a ş ç a uyanır, a m a şimdi k a l k m ı ş t ı . Bel­
ki de u y u m a m ı ş t ı . EHen'in o d a s ı n d a y d ı , y a t a ğ ı n ke­
narına oturmuştu. Sokak ışığında, y ü z ü n d e d a n s
eden y a p r a k l a r ı n gölgesini a ç ı k ç a g ö r e b i l i y o r d u m . O
bir kayaydı, sular y ü k s e l m e s i n diye k o n m u ş b ü y ü k
g r a n i t bir kaya. D o ğ r u y d u . Demir gibi sert, hare­
ketsiz, a c ı m a s ı z ve g ü v e n l i .
«Yatağa geliyor m u s u n Eth?»
Demek o da dinlemişti.
«Şimdi değil, c a n ı m sevgilim.»
«Yine d ı ş a r ı mı ç ı k ı y o r s u n ? »
«Evet... Yürüyüşe.»
«Uykuya ihtiyacın var. H â l â y a ğ m u r yağıyor.
G i t m e n ş a r t mı?»
«Evet. Bir yer var. Oraya, gitmeliyim.»

288
Y a ğ m u r l u ğ u n u al. Daha ö n c e unutmuştun.»
«Evet sevgilim.»
Sonra onu ö p m e d i m . A r k a s ı n d a k i o kıvrılmış ve
ö r t ü n m ü ş şekil varken y a p a m a z d ı m . A m a o m z u n a
s o n r a yüzüne d o k u n d u m . Demir gibi s e r t t i . Bir an
için tıraş jiletlerimi a l m a y a b a n y o y a g i r d i m .
M a r y ' n i n isteği üzerine y a ğ m u r l u ğ u m u almak
üzereydim ki, bir itişip k a k ı ş m a ve k o ş m a d u y d u m ,
s o n r a Ellen üstüme a t ı l d ı , hırlayıp b u r n u n u ç e k i ­
y o r d u . Kanayan b u r n u n u g ö ğ s ü m e s o k t u ve kolla­
rıyla beni s a r a r a k hareketsiz b ı r a k t ı . K ü ç ü k bedeni
tümüyle titriyordu.
Kâküllerini t u t u p , holdeki gece lambasının altın­
da başını k a l d ı r d ı m .
«Beni de alın.»
«Aptal, olmaz. A m a m u t f a ğ a gelirsen, y ü z ü n ü
yıkarım.»
«Beni de alın, geri gelmeyeceksiniz.»
«Ne d e m e k istiyorsun bebeğim. Elbette geri
d ö n e c e ğ i m . Yatağına git ve dinlen. Kendini d a h a iyi
hissedeceksin.»
«Beni a l m ı y o r musunuz?»
«Benim gideceğim yere seni sokmazlar. Gece­
liğinle dışardp beklemek ister misin?»
«Gidemezsiniz.»
Yeniden sarıldı, elleri kollarımı k o r u y o r o k ş u ­
y o r d u , y u m r u k yaptığı ellerini cebime s o k t u , jiletleri
bulacak d i y e k o r k t u m . Elien d a i m a seven, k o r u y a n
ve şaşırtan bir kızdı. Birden beni bıraktı ve başını
kaldırdı, gözlerini indirip; a ğ l a m a d a n d u r d u . Kirli
k ü ç ü k y a n a ğ ı n d a n ö p t ü m v e a ğ z ı n d a k i k u r u m u ş ka­
nı h i s s e t t i m . S o n r a kapıya d ö n d ü m . .
«Bastonu İstemiyor musunuz?»
«Hayır Ellen. Bu gece değil. Yatağına git g ü ­
l ü m , y a t a ğ ı n a git.»
Ç a b u c a k uzaklaştım. Galiba o n d a n v e M a r y '
den k a ç ı y o r d u m . Ölçülü a d ı m l a r ı y l a M a r y ' n i n mer­
divenlerden İndiğini d u y a b i l i y o r d u m .

289
tığı k a l d ı r m a k isteyince sıkıca sarıldı. Hızla ç e k i p a l ­
m a k z o r u n d a k a l d ı m . Ağzının k e n a r ı n d a n k a n sızı­
yordu.
«Banyoda a y a ğ ı m kaydı.»
«Görüyorum. Çok canın y a n d ı mı?»
«Hayır.»
«Yani p e n i ilgilendirmez değil mi?»
«Onun t u t u k l a n m a s ı n ı istemiyorum.»
Ailen y a t a ğ ı n ı n kenarına o t u r m u ş t u , üzerinde
ş o r t t a n b a ş k a bir şey y o k t u . Gözleri... köşeye s ı ­
k ı ş m ı ş ve süpürgeyle dövüşmeyi göze a l m ı ş bir f a ­
reyi d ü ş ü n d ü r d ü b a n a .
«Pis k o k u l u sinsi!»
«Hepsini d u y d u n mu?»
«Pis sinsinin ne yaptığını duydum.»
«Kendi y a p t ı ğ ı n ı da d u y d u n mu?»
Kıstırılmış f a r e saldıriya g e ç t i . «Kim aldırır?
Herkes yapıyor. Su testisi su y o l u n d a kırılır.»
«Buna inanıyor musun?»
«Gazeteleri o k u m u y o r m u s u n u z ? Tepedeki her­
kes... Gazeteleri o k u y u n . Kendinizi kutsal hissede­
bilirsiniz. Eminim, siz de z a m a n ı n d a yapmışsınızdır,
ç ü n k ü herkes yapıyor. H e r k e s i n s u ç u n u üstüme
a l a c a k değilim. Hiç bir şeye a l d ı r m ı y o r u m . O pis
k o k u l u sinsiden başka.»
M a r y y a v a ş ç a uyanır, a m a şimdi k a l k m ı ş t ı . Bel­
ki de u y u m a m ı ş t ı . EHen'in o d a s ı n d a y d ı , y a t a ğ ı n ke­
narına oturmuştu. Sokak ışığında, y ü z ü n d e d a n s
eden y a p r a k l a r ı n gölgesini a ç ı k ç a g ö r e b i l i y o r d u m . O
bir kayaydı, sular y ü k s e l m e s i n diye k o n m u ş büyük
g r a n i t bir kaya. D o ğ r u y d u . Demir gibi sert, hare­
ketsiz, a c ı m a s ı z ve güvenli.
«Yatağa geliyor m u s u n Eth?»
Demek o da dinlemişti.
«Şimdi d e ğ i l , c a n ı m sevgilim.»
«Yine d ı ş a r ı mı ç ı k ı y o r s u n ? »
«Evet... Yürüyüşe.»
«Uykuya ihtiyacın var, H â l â y a ğ m u r yağıyor.
G i t m e n ş a r t mı?»
«Evet. Bir yer var. O r a y a gitmeliyim.»

288
i y a ğ m u r l u ğ u n u al. Daha ö n c e unutmuştun.»
«Evet sevgilim.»
Sonra onu ö p m e d i m . A r k a s ı n d a k i o kıvrılmış vo
ö r t ü n m ü ş şekil v a r k e n y a p a m a z d ı m . A m a omzuna
sonra yüzüne d o k u n d u m . Demir gibi sertti. Bir an
için t ı r a ş jiletlerimi a l m a y a b a n y o y a g i r d i m .
Mary'nin isteği üzerine y a ğ m u r l u ğ u m u almak
üzereydim ki, bir itişip k a k ı ş m a ve k o ş m a d u y d u m ,
s o n r a Ellen üstüme a t ı l d ı , hırlayıp b u r n u n u ç e k i ­
y o r d u . Kanayan p u r n u n u g ö ğ s ü m e s o k t u ve kolla­
rıyla beni s a r a r a k hareketsiz b ı r a k t ı . K ü ç ü k bedeni
tümüyle t i t r i y o r d u .
Kâküllerini t u t u p , holdeki gece lambasının altın­
da başını k a l d ı r d ı m .
«Beni de alın.»
«Aptal, olmaz. A m a m u t f a ğ a gelirsen, yüzünü
yıkarım.»
«Beni de a l ı n , geri gelmeyeceksiniz.»
«Ne demek istiyorsun bebeğim. Elbette geri
d ö n e c e ğ i m . Yatağına git ve dinlen. Kendini daha iyi
hissedeceksin.»
«Beni a l m ı y o r musunuz?»
«Benim g i d e c e ğ i m yere seni sokmazlar. Gece­
liğinle dışarda beklemek ister misin?»
«Gidemezsiniz.»
Yeniden sarıldı, elleri kollarımı k o r u y o r o k ş u ­
y o r d u , y u m r u k y a p t ı ğ ı ellerini c e b i m e s o k t u , jiletleri
b u l a c a k diye k o r k t u m . Ellen d a i m a seven, k o r u y a n
ve şaşırtan bir kızdı. Birden beni bıraktı ve başını
kaldırdı, gözlerini indirip; a ğ l a m a d a n d u r d u . Kirli
k ü ç ü k y a n a ğ ı n d a n ö p t ü m v e a ğ z ı n d a k i k u r u m u ş ka­
nı hissettim. S o n r a kapıya d ö n d ü m . .
«Bastonu istemiyor musunuz?»
«Hayır Ellen. Bu gece değil. Yatağına git g ü ­
lüm,, y a t a ğ ı n a git.»
Ç a b u c a k uzaklaştım. Galiba o n d a n ve M p r y '
den k a ç ı y o r d u m . Ölçülü a d ı m l a r ı y l a M a r y ' n i n mer­
divenlerden İndiğini d u y a b i l i y o r d u m .

289
YİRMİ İKİNCİ BÖLÜM

Sular y ü k s e l m e k t e y d i , ılık körfez s u y u n a g i r ­


d i m ve Yer'în içine t ı r m a n d ı m . Yavaş b i r su dalgası
girişte içeri dışarı oynuyor, p a ç a l a r ı m a kadar ula­
ş ı y o r d u . A r k a c e b i m d e k i parayla dolu cüzdan şişi­
yor, s o n r a ağırlığım a l t ı n d a ıslandıkça inceliyordu.
Yaz denizi üzüm b ü y ü k l ü ğ ü n d e denizanalarıyla d o ­
luydu, uzantılarını ve ı s ı r g a n hücrelerini sallıyorlar­
d ı . B a c a k l a r ı m a ve k a r n ı m a değince c a n ı m yanı­
y o r d u . Ve ufak d a l g a Yer'in içinde ve dışında nefes
a l ı y o r d u . Yağmur şimdi ince bir sis o l m u ş t u , b ü t ü n
yıldızların ve kasabanın ışıklarını t o p l u y o r ve hemen
yeniden d a ğ ı t ı y o r d u . . . Karanlık, kurşun renkli pırıl­
tılarla.
Ü ç ü n c ü kayayı görebiliyordum a m a , Yer'den b a ­
kınca Belle Adair'in b a t ı k o m u r g a s ı y l a düz bir çizgi
o l u ş t u r m u y o r d u . Kuvvetli b i r dalga b a c a k l a r ı m ı k a l ­
d ı r d ı , b a c a k l a r ı m kendilerini özgür ve benden ayrı
hissettiler. Nereden çıktığı belli o l m a y a n istekli bir
rüzgâr, sis bulutunu koyun gibi ö n ü n e kattı. O za­
m a n bir yıldız g ö r d ü m . . . Geç d o ğ a n , kıyının üzerin­
de epey geç d o ğ a n . Bir sandal y a v a ş ç a sessiz İş­
leyen m o t o r u y l a g e ç t i , yelkeni v a r d ı .
Dalgakıranın devril'miş dişlerinden tepesindeki
ışığı g ö r e b i l i y o r d u m a m a , kırmızı ve yeşil ışıkları
g ö r ü ş alanımın altında k a l ı y o r d u .
Cildim, denizanalarının dokunuşlarıyla yanıyor­
d u . Bir demirin atıldığını d u y d u m , ve tepedeki ışık
söndü.
M a r u l l o ' n u n ışığı hâlâ y a n ı y o r d u , ihtiyar kap­
t a n ı n ve Deborah halanınki d e .
Işıkların bir birliği o l d u ğ u , d ü n y a n ı n bir şenlik
ateşi o l d u ğ u d o ğ r u değil. Herkes kendi ışığını taşır,
kendi yalnız ışığını.
Sahil b o y u n c a bir g r u p k ü ç ü k y e m balığı g e ç t i .
Benim ışığım s ö n d ü . Bir fitilden daha k a r a bir
şey y o k t u r .
içimden «eve g i t m e k istiyorum» d i y o r u m . . . hayır,

290
eve değil, ışıkların verildiği evin ö t e y a n ı n a g i t m e k
istiyorum.
Bir ışık s ö n d ü ğ ü z a m a n , ortalık, hiç y a n m a d ı ğ ı
z a m a n k i n d e n d a h a karanlık oluyor. Dünya karanlık
sahipsizlerle d o l u . En iyisi... O Eski Romalı M a r u l l o
biliyor o l m a l ı y d ı . . . terbiyeli, şerefli ıbir ayrılışın z a ­
manı geliyor. D r a m a t i k o l m a y a n , kişinin kendisi için
de, ailesi için de bir ceza o l m a y a n . . . Sadece v e d a ,
bir s ı c a k b a n y o ve açılan d a m a r l a r , s ı c a k bir deniz
ve bir jilet.
Yükselen sular, t o p r a ğ ı kapattı ve Yer'den içe­
ri girip, b a c a k l a r ı m ı , k a l ç a l a r ı m ı k a l d ı r d ı , bir y a n a itti
ve ıslak y a ğ m u r l u ğ u m u alıp g i t t i .
Bir k a l ç a m ı n üzerinde d o ğ r u l u p , jiletlerimi a l ­
mak için y a n cebime uzandım ve şişkinliği hissettim.
O zaman nedense ışık taşıyıcısının k o r u y a n , seven
ellerini h a t ı r l a d ı m . Bir a n , ıslak c e b i m d e n ç ı k m a ­
m a k t a direndi. S o n r a ellerim de, o r a d a k i ışığın her
zerresini t o p l a d ı , kırmızı g ö r ü n ü y o r d u . . . koyu kır­
mızı.
Bir dalga dizisi beni Yer'in epey gerisine itti.
Ve denizin u y u m l u vuruşu hızlandı. Ç ı k m a k için d a l ­
galarla b o ğ u ş m a l ı y d ı m ve ç ı k m a k zorundaydım.
Yuvarlandım, t ı r m a n d ı m ve b o ğ a z ı m a kadar s u l a r a
b a t t ı m ve k ö p ü k l ü dalgalar beni eski deniz d u v a r ı n a
d o ğ r u ittiler.
Ç ı k m a k z o r u n d a y d ı m . . . tılsımı yeni sahibine
vermek z o r u n d a y d ı m .
y o k s a Bir ışık d a h a sönebilir.
w w w . c i z g i l i f o r u m . c o m

e n g i n e l

You might also like