Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 11

Stoacı Zihin Felsefesi

Stoacılık, Eski Yunan ve Roma dünyasında ortaya çıkan en önemli ve en uzun ömürlü felsefe
okullarından biriydi. Stoacıların ahlak felsefesine yaptıkları katkılar çok iyi bilinir ancak son zamanlarda
mantık, gramer, dil felsefesi ve epistemoloji alanlarındaki çalışmaları da daha iyi anlaşılır olmuştur. Bu
yazıda Stoacıların zihin felsefesine yaptıkları katkı incelenecektir. Stoacılar, klasik dünyanın en ileri ve
felsefe olarak en ilginç teorilerini geliştirmişlerdi. Çağdaş bilişsel bilimlerde olduğu gibi Stoacılar da
zihnin maddi olmayan bir varlık olduğu düşüncesini reddediyorlardı. Bunun yerine zihnin (veya ruhun)
maddi olması ve fizik kanunlarına uyması gerektiğini düşünüyorlardı. Dahası tüm zihinsel durumların
ve eylemlerin de maddi ruhun halleri olduğunu savunuyorlardı. Ruhun (modern zihin kavramından
daha geniş bir kavram olarak) bedene yayılmış sıcak, ateşli bir nefes [pneuma] olduğuna inanılıyordu.
Son derece duyarlı bir madde olarak pneuma, duyusal bilgileri algılayan ve bu bilgileri göğüste yer alan
ruhun merkezi yönetim bölümüne iletilmesini sağlayan bir mekanizma oluşturuyordu. Bilgiler burada
işleniyor ve yaşantılanıyordu. Stoacılar zihnin etkinliklerini sadece fiziksel düzeyde değil aynı zamanda
mantıksal düzeyde de analiz ediyorlardı. Akıllı varlıklarda düşünce ve dil birbiri ile yakından bağlı
olduğu için bilişsel deneyim, önermesel yapısı açısından da değerlendiriliyordu. Algısal ve bilişsel
görünüm (presentation-phantasia) hakkındaki Stoacı kuram, zihinsel içerik ve tasarlanmış amaçların
tutarlı bir şekilde analizini sağlayan bir yol oluşturuyordu. Stoacılar zihin felsefesindeki çalışmalarının
bir sonucu olarak zengin bir bilgi kuramı ve güçlü bir eyleme felsefesi geliştirmişlerdi. Son olarak,
Stoacılar Platon ve Aristoteles’in ruh hem akılcı hem de akla uygun olmayan yetilere sahiptir görüşünü
reddediyorlardı. Bunun yerine, ruhun birleşmiş bir yapıda olduğunu, tüm yetilerinin akılcı olduğunu
öne sürüyorlar ve tutkuların ayrı bir akla uymayan yetinin sonucu değil de hatalı yargıların sonucu
olduğunu söylüyorlardı.

1. Giriş

Eski Yunanlı ve Romalı filozoflar zihin felsefesini ayrı bir çalışma alanı olarak görmemişlerdi. Bununla
birlikte, günümüzde zihin felsefesinin merkezi olduğu düşünülen algılama, imgelem, düşünce, zekâ,
duygu, hafıza, kimlik ve eyleme gibi konular genellikle Peri psyches ya da Ruh Üzerine başlığı altında
irdeleniyordu. Bu yazıda, antik Stoacıların ruh ve ruha ilişkin konularda savundukları, çağdaş felsefede
kabaca zihin felsefesi ve felsefi psikolojide ele alınan konulara karşılık gelen fikirlerinden bazıları
irdelenmektedir.

a. Zihin Felsefesi ve Felsefenin Bölümleri


Antik Yunan’daki ruh kavramı birçok bakımdan modern (Descartes sonrası) zihin düşüncesinden
farklıydı. Çağdaş düşünürler zihin ve bedeni keskin bir şekilde ayırmak eğilimindedirler. Bizler zihin
deyince öncelikle bilişsel yetilerimizi ve belki de kimlik duygumuzu düşünürüz. Yunan düşüncesinde
ise ruh kavramı çok daha geniştir ve temel bedensel işleyişe yakından bağlanmıştır. Ruh, hayatın ilk ve
en önde gelen ilkesidir; bedene canlılık veren odur. Ruh, düşünmek, algılamak, hayal etmek ve akıl

Stoacı Zihin Felsefesi Çev. Sayit Hidayetoğlu - 09/11/2017 1 / 11


yürütmek yetilerimizi açıklamakla birlikte nefes alma, hazmetme, üreme, büyüme ve hareket gibi
biyolojik süreçlerden de sorumludur. Antik Yunan düşüncesinde Dekartçı ruh kavramına en çok
yaklaşabildiklerimiz belki de Platon, Pisagorcular ve onların takipçileriydi. Stoacı psikoloji, yelpazenin
diğer ucunu temsil eder: ruhun bedensel ve fizikselci bir modeli.
Stoacılıkta çağdaş zihin felsefesine tam olarak karşılık gelen bir alan olmadığı için bu konudaki ifadeler
ancak Stoacı felsefi sistemin değişik bölümlerinden toplanabilir. Stoacılar felsefeyi üç genel “parçaya”
ayırmışlardır: Fizik, Mantık, Etik. Ruh konusundaki öğretiler bu üç parçanın hepsinin de içinde bulunur.
Fizikte Stoacılar ruhun tözünün çözümlemesini, onun Tanrı ve evren ile ilişkisini ve insan bedeninin
işleyişindeki rolünü incelemişlerdi. Mantıkta Stoacılar her ikisi de algılama, düşünme ve psikolojik
kavramlara dayanan anlam ve gerçeklik teorisini geliştirmişlerdi. Burada Stoacılar son derece ileri bir
zihinsel içerik ve yönelmişlik kuramı geliştirmişler ve bu kuramın varlıkbilimsel detayları ile
uğraşmışlardı. Son olarak etik alanında Stoacılar ahlak felsefesine damgasını vuran detaylı bir duygu
ve davranış psikolojisi kuramı geliştirmişlerdi. Kişinin bilişsel yetilerinin geliştirilmesinin ahlaktan
ayrılmayacağına inanılıyordu. Kısacası Stoacı psikoloji, tüm Stoacılığın merkezinde yer alıyordu.

2. Zihin Felsefesi ve Stoacı Fizik

a. Ruhun Tözü
Stoacılığın kurucusu Citium’lu Zeno (M.Ö. 335-263) ruhun doğası ile yakından ilgileniyordu. O ve
öğrencisi Cleanthes (M.Ö. 331-232) içteki bir ateş veya hayati sıcaklık olarak tanımlayarak zihnin etkin
niteliğini vurgulamışlardı. Stoacı psikoloji, Chrysippus’a (M.Ö. 280-207) kadar olgunluğa erişmemişti.
Chrysippus’a göre insan ruhu, pneuma olarak adlandırılan nefes-gibi bir tözdü. Bilişsel yetiler, bu
pneuma’nın özgül etkinliği olarak tanımlanıyordu. Yaşayan organizmaların bireysel ruhlarının tözünü
oluşturmasına ek olarak pneuma, aynı zamanda evrenin de düzenleyici temel ilkesi, yani Dünya-Ruhu
olarak da kabul ediliyordu. Stoacılar, bu Dünya-Ruhu’nu Tanrı veya Zeus ile özdeşleştirdiler. Bir
kaynakta Tanrı, sistematik olarak genleşerek evreni yaratan akıllı, sanatsal bir ateş olarak
betimleniyordu; aynı pasajda Tanrı, insan ruhunun ölümlü bedene yayıldığı gibi tüm evrene yayılmış
bir pneuma olarak adlandırılıyordu. Bugünkü fizik ve evrenbilim anlayışının aksine Stoacılar dünyayı
yaşayan bir organizma olarak görüyorlardı.
Stoacı psikoloji, Stoacı fizik ve evrenbilimden ayrılamaz. İnsan ruhunun pneuma’sı (pneuma psychikon)
hava ve ateşin bir karışımı olarak düşünülüyordu. Bazı Stoacılar bu ruhu, kelime anlamıyla ateş ve
havanın bir karışımı olarak görüyordu, bazıları ise daha arıtılmış (aeter’e benzer) bir ateş veya yaşamsal
sıcaklıkla bağdaştırıyordu. Bedenin içine işlemiş olan bu pneuma’nın, tüm evrene yayılmış olan ve onu
yöneten tanrısal pneuma’nın bir parçası olduğu kabul ediliyordu. İnsan ruhu Tanrının, bize hem can
katan hem de mantık ve akıl bağışlayan, içimizdeki bir parçasıydı.
Stoacılar, ruhun bedensel (maddesel) bir töz olduğunu öne sürüyorlardı. Ruh bir beden olmakla
birlikte, Stoacı psikolojiyi maddeci olarak nitelendirmekten kaçınmak gerekir. Stoacılar ruh ile maddeyi
ayrı tutuyorlardı. Bu nedenle bilim adamları Stoacıları genellikle maddeselciler, fizikselciler veya
dirimselciler olarak adlandırmayı tercih ederler. Madde, bedensel tözü oluşturan iki ilkeden biri
olmaktan başka bir şey değildi. Bu iki ilke etkin [to poioun] ve edilgin [to paschon] ilkelerdir. Madde

Stoacı Zihin Felsefesi Çev. Sayit Hidayetoğlu - 09/11/2017 2 / 11


edilgin ilke olmakla tanımlanır. Tamamlayıcısı etkin ilke, maddenin tamamına yayıldığı ve ona hareket,
form ve yapısını verdiği savunulan akıl [logos] veya Tanrı’dır. Her iki ilke de fiziksel ve maddesel
ilkelerdir, uzayda yer kaplarlar ve neden olarak etkilidirler, ancak ikisi de sadece kendi başına var
olamaz. Tözlerde bu iki ilkeden biri daha baskın olabilir; töz daha etkinse daha akıllı ve ilahidir, daha
edilginse daha maddeseldir.
Stoacılar, ilkeler [archai] ile elementler [stoicheia] arasında da bir ayrım yapıyorlardı. Temel
elementler toprak, su, hava ve ateşti. Toprak ve su, edilgin ilkenin ağır bastığı pasif elementlerdi. Diğer
yanda, hava ve ateş ise etkindiler ve duyarlılık ve zekâ ile yakından bağlantılıydılar. Biyolojik varlıklar
biyolojik olmayan varlıklardan bedendeki etkin elementlerin varlığıyla ilişkilendirilen özgül aktiviteleri
ile ayrılıyorlardı.

b. Pneuma ve Gerilme, ve Varlık zinciri (Scala naturae)


Stoacı fizik ve Stoacı psikolojide pneuma temel kuramsal araçtı. Atomcuların aksine Stoacılar, evrende
boşluğun varlığını reddeden süreklilik kuramını savunuyorlardı. Evren, pneuma-yüklü tek ve sürekli bir
töz olarak görülüyordu. Örneğin bir kaya ile bir su havuzu gibi iki tekil töz arasındaki niteliksel farklılık,
töze nüfuz ederek yayılmış pneuma’nın gerilme hareketinin derecesi ile belirleniyordu. Gerilme
hareketi (tonike kinesis) bir varlıkta eş zamanlı olarak yüzeyden merkeze ve merkezden yüzeye doğru
hareket eden pneuma’nın devinimi olarak görülüyordu. Etkin elementlerde (ateş ve hava) ve ruhta
yüksek seviyede bir gerilme etkinliği, edilgin elementlerde (toprak ve su) ve yoğun cisimlerde düşük
derecede bir gerilme etkinliği vardı. Stoacılar, tüm doğal tözleri güçlerin bir aşama düzeni (hierarchy)
veya scala naturae temeline dayanan farklı sınıflara ayırıyorlardı. Gerilme hareketi kavramı, Stoacıların
pneuma üzerine temellenen tek bir birleşmiş fizik teorisi kurmalarına, aynı zamanda organik ve
inorganik maddeleri ayırt etmelerine ve aralarındaki farkları açıklamalarına olanak sağlıyordu. Sonuç
olarak Stoacı fizik, zihin ve madde arasında fiziksel bir bağlantının ve sürekliliğin var olduğunu
gösteriyordu.
Stoacı scala naturae, pneuma’nın etkinliği ve düzenlenmesi temeli üzerine kurulmuş, doğa güçlerinin
bir aşama düzeniydi. Pneuma, bu düzenlemenin en düşük seviye ve yoğunluğunda, içinde yer aldığı
maddenin basit bağlaşıklığını sağlıyordu; tekli birleşmiş cisimleri bir arada tutuyordu. Bu bağlaşıklık ve
bağlaşıma hexis [bağlılık durumu] deniyordu. Cisimlerin bir olarak bulunması, pneuma’nın cismin
merkezinde başlayıp yüzeyine uzayan, buradan da kendi üzerine geri dönerek bu iki yönlü hareketten
bir gerilme üreten iç akışına dayandırılıyordu. Bu nedenle, Stoacılara göre en kararlı cisimlerde bile bir
iç hareket vardı. Odun ve taş, hexis’e sahip olan cisim örnekleriydi.
Bir cisimdeki pneuma daha yüksek derecede bir etkinlik düzeyinde düzenlenmiş olduğunda phusis,
diğer bir deyişle organik doğa vardır. Phusis’i olan varlıklar büyür ve çoğalırlar ancak bilişsel güç
belirtileri göstermezler. Phusis’i üreten pneuma, aynı zamanda hexis'in kararlılık veya bağlaşıklığını da
sağlar. Stoacılar, bu scala naturae’daki her bir gücün daha alttaki güçleri de kapsadığını savundular.
Bitkiler hem hexis hem de phusis’i olan ancak ruhu olmayan varlıkların açık örnekleriydi.
Bu pneumatic etkinlik aşama düzeninin bir üst basamağı ruhtur [psuche]. Bu düzenlenme seviyesinin
ayırt edici işaretleri içtepi ve algılamadır. Akıllı-olmayan hayvanlarda hexis [bağlılık durumu], phusis
[organik bir yapı], ve psuche [ruh] vardır.

Stoacı Zihin Felsefesi Çev. Sayit Hidayetoğlu - 09/11/2017 3 / 11


Sadece insanlar ve tanrılar pneumatic etkinliğin en yüksek düzeyi olan akla [logos] sahiptirler. Akıl,
kavramlar ve ön kavramların bir kümesi olarak tanımlanıyordu; özellikle dilin kullanılması ile
nitelendiriliyordu. Gerçekten de hayvanların nasıl düşündüğü ile insanların nasıl düşündüğü arasındaki
fark, insanların düşünmesinin dilbilimsel olması gibi görünüyor -- düşüncelerimizi seslendirmemiz
yönünden değil (çünkü papağanlar da insan seslerini çıkarabiliyor), fakat insanın düşünmesinin dilin
sözdizimi ve önerme yapısına uyuyor gibi görünmesinden dolayı böyledir. Stoacılar, akıllı
hayvanlardaki düşünmeyi iç konuşmanın bir biçimi olarak görüyorlardı.
Stoacı pneuma aşama düzeni, aralarında bazı benzerlikler olsa bile Aristoteles’in ruhun aşama düzeni
kuramı ile karıştırılmamalıdır. Stoacı scala naturae hem organik hem de inorganik maddeleri açıklarken
Aristoteles’in aşama düzeni sadece biyolojik organizmalara özgüdür. Buna ek olarak Aristoteles’in
kuramı çok daha farklı bir ruh kavramı üzerine kurulmuştur.
Stoacı psikolojinin altında yatan fiziksel kuramın oldukça şaşırtıcı bazı çıkarımları vardır. Örneğin,
Stoacılar etkin maddelerin edilgin maddelere nüfuz edebildiğini öne sürerler. Bu nedenle bir madde
olan ruh, yine bir madde olan fiziksel bedene yayılabilir. Ruh bedene bir süngerdeki su gibi dokudaki
boşlukları doldurarak yayılmaz; Stoacılar maddi pneuma’nın edilgin madde ile aynı hacmi kapladığını
öne sürerler, yani her iki töz de eşyayılımlıdır [coextended-antiparektasis]. Ruh bedene, ısının bir
demir çubuğa yayıldığı gibi yayılır: aynı hacmi işgal edip fakat nitelik olarak ayrık kalarak. Stoacılar bu
tür karışımı crasis veya toplam karışım olarak adlandırdılar.
Toplam karışım, parçacıkların karışımı ve birleşim karışımından çok farklıdır. Parçacık karışımına bir
örnek, farklı tohumların karıştırılmasıdır. Her bir tohum karışımda değişmeden kalır, sadece dağılım
değiştirilir. Buna bazen yan yana bulunma da denir. Birleşim karışımı, öğelerin karıştırıldığında fiziksel
olarak değişime uğradığı ve yeni tek bir maddenin ortaya çıktığı durumdur. Yumurta, süt, maya ve un
karıştırıldığında yeni bir madde (ekmek) ortaya çıkar. Birleşim karışımının aksine toplam karışımda
veya crasis’de, karıştırılan bileşenlerin (su ve şarap gibi) özelliklerini korudukları ve ilke olarak
birbirlerinden ayrılabilecekleri kabul ediliyordu.
Toplam karışımın kendine özgü ve oldukça tartışmalı olan niteliği, ortak eş yayılımın ortaya çıkmasıdır,
her iki maddenin aynı miktarda olması da gerekmiyordu. Bu nedenle Chrysippus kışkırtıcı bir şekilde
toplam karışımda bir damla şarabın (içine eş yayılarak) tüm okyanusa dağılabileceğini öne sürmüştü.
Bu, Aristoteles’in De generatione et corruptione’sindeki karışım kuramının açıkça reddedilmesiydi.
Etkin tözlerde bulunan pneuma, son derece esnek özelliğe sahip ve öznel niteliklerini muhafaza ederek
çok seyrelmiş bir halde de varlığını sürdürebilir gibi görünüyordu.

c. Ölüm
Toplam karışım ve pneuma öğretisi Stoacıların, Platon’un “ruhun bedenden ayrılması” olarak ifade
ettiği ölüm tanımını benimsemelerine olanak sağlıyordu. Fakat Stoacılar bu tanımı, sadece fiziksel
şeylerin fiziksel şeylerden ayrılabileceğini, bu yüzden de ruhun maddesel olması gerektiğini öne
sürerek Platon’a karşı kullandılar. Ruh, bedene crasis türü bir karışım oluşturarak yayılmış olduğu için
ayrışması da mümkündü. Ayrışma, ruhun gerilmesinin gevşemesi ile mümkün oluyor görünüyordu.
Uyku gerilmenin hafif bir gevşemesidir denirken, ölüm gerilmenin tümden gevşemeye uğraması
sonucu ruhun bedenden ayrılmasıdır deniyordu.

Stoacı Zihin Felsefesi Çev. Sayit Hidayetoğlu - 09/11/2017 4 / 11


Stoacılara göre ölüm, kişinin varoluşunun sonu değildi. Ruh bedenden ayrıldıktan sonra bir süre daha
bütünlüğünü koruyabiliyordu. Chrysippus ve Cleanthes ruhun ölümden sonraki kaderi hakkında aynı
fikirde değillerdi. Cleanthes insanların ruhlarının, ilahi ateşin yakarak evrendeki tüm maddeyi
tüketeceği düşünülen büyük yangın gününe kadar varlığını sürdürebileceğini öne sürüyordu. Öte
yanda Chrysippus, sadece bilgelerin ruhlarının böyle bir dayanıklılık gösterebileceğini düşünüyordu.
Bilge olmayanların ruhları, ancak kısa bir süre daha bozunmadan veya evrensel pneuma içine karışıp
gitmeden var olabilirdi. Akıllı olmayan yaratıkların ruhları ise bedenleri ile birlikte yok oluyordu. Ruhun
ölümden sonra var olmaya devam etmesinin kişiye herhangi bir faydası olduğuna veya Stoacıların bunu
kişinin etik veya entelektüel davranışı için bir teşvik unsuru olarak kullandığına ilişkin hiçbir belirti
yoktur. Stoacılıkta cennet de cehennem de yoktu; insanın hayatını yaşaması ve erdemlerini
mükemmelleştirmesi zamanı şimdiki zamandı.

d. Ruhun Bölümleri
Ruhun pneuma’sının, yetilerinin açıklanmasına yardımcı olan belirli bir yapısı vardır. Stoacılar ruhun,
pneuma’nın uzamsal olarak ayrılan parçaları ya da kolları olarak kabul edilen sekiz bölümden
oluştuğunu söylüyorlardı. Ruhun bu sekiz bölümü, beş duyu (görme, duyma, koku alma, tatma,
dokunma) ile üreme yetisi, konuşma yetisi ve merkezi yönetici ilkeydi (hegemonikon). Ruhun bütün
parçaları, pneuma’nın merkezi hegemonikon olan yapısının uzantıları olarak görülebilirdi. Ruhun bu
yapısını açıklamak için birçok benzetimler kullanılmıştı: Ruh bir ahtapot, bir ağaç, fışkıran bir su kaynağı
hatta bir örümceğin ağı gibiydi. Ahtapot, ağaç ve su kaynağı benzetimleri, ruhun bütünlüğünü, tek tek
güçlerin ve yetilerin köklerinin yürekteki hegemonikon’da olduğunu ve buradan filizlendiğini vurgular.
Aristoteles ile İstanköylü (Cos) Praxagoras gibi Stoacılar da bilişsel merkezin baş değil göğüste olduğuna
inanıyorlardı. Bu benzetmeler, Stoacıların embriyo gelişimi hakkındaki görüşleri ile de uyum içindedir;
Stoacılar anne karnındaki bebekte kalbin ilk işlemeye başlayan organ olduğunu farkındaydılar ve ruhun
pneuma’sının bebeğin kalbinden başladığını, bebek anne karnında büyüdükçe gücünü arıtarak tüm
bedenine yayıldığını öne sürüyorlardı. Duyu algıları, konuşma ve üreme yetileri, çocuk büyüyerek
yetişkinliğe ulaştığında olgunluğa erişen hegemonikon’un pneuma’sının uzantılarıydı.
Kimileri, Stoacıların yönetici ilke ile uzak uçtaki yetiler arasında yaptığı ayırımı günümüzde merkezi ve
periferal sinir sistemi arasında yapılan ayırıma benzetirler. Stoacıların üst düzey bilişsel fonksiyonların
ve tüm bilişsel yaşantılanmanın özellikle ve sadece hegemonikon’da gerçekleştiğini öne sürmeleri
düşünülürse bu karşılaştırma doğrulanabilir. Aristoteles, tüm dokunma deneyiminin deride, görmenin
gözde gerçekleştiğini rahatça ileri sürerken Stoacılar bize duyuların verileri sadece yaşantılanıp
işlendiği merkezi ilkeye bildirdiğini söylüyorlardı.
Duyumsamanın duyumsal verilerin iletilmesi [diadosis] olduğu düşüncesi, ruh hakkındaki son iki
benzetimde açıklanır. Birincisi ruhun etkinliğinin elçiler gönderen bir hükümdar gibi olduğunu söyler.
Elçiler bilgileri elde edince dönüp bunu hükümdara haber verirler. Benzer şekilde hegemonikon,
pneuma’sını duyu organlarına uzatır, böylece duyumsal veriler elde edildiğinde pneuma bunları kalbe
geri iletir. İkinci benzetimde ruh bir örümcek ağı gibidir. Bir böcek örümcek ağına dokunduğunda
hareket titreşimlerle merkezde duran örümceğe iletilir. İnsan ruhu benzer şekilde tüm bedene duyarlı
gerilme [tonos] oluşturan bir duyarlı ağ gibi uzanır. Tüm algısal bilgiler bir gerilme hareketi [kinesis
tonike] tarafından iletilir. Duyma ve görme durumlarında duyu organları ile duyumsanan nesneler

Stoacı Zihin Felsefesi Çev. Sayit Hidayetoğlu - 09/11/2017 5 / 11


arasındaki dış ortam ruh-pneuma’nın bir uzantısı olarak davranır. Havada aynı zamanda sesin, havuza
atılan bir taşın suyu dalgalandırması gibi dalgalandırdığı bir gerilme vardır; ses havada iletilir ve işitsel
bilgiyi küresel bir yapıda gönderir. Sesin gerilmesel hareketi kulağa ulaştığında, ses kalıbı bedenin
pneuma’sı tarafından alınır ve hegemonikon’a bilgi olarak iletilir. Görme de buna benzer; gözden çıkan
pneuma dışarıdaki ışık ile etkileşerek koni şeklinde bir görüş alanı oluşturur. Bu gerilmeli alan,
dokunmada olduğu gibi cisimlerin biçimlerini algılar. Gerçekten de tüm duyuların dokunmanın
biçimleri olduğu düşünülüyordu. Renk, cismin yüzey dokusunun bir türü olarak düşünülüyordu;
Stoacıların, her rengin görsel pneuma’yı farklı bir şekilde etkileyen kendi deseni olduğunu düşündükleri
anlaşılıyor.
Bu benzetimler yönetici ilke ile duyuların ilişkisini gösterir; fakat kalan diğer iki uç yetiyi: konuşma ve
üremeyi o etkinlikte yakalayamaz, açıklamaz. Duyular, duyumsanan nesnenin gerilme hareketini alıp
yönetici ilkeye ilettiği kadarı ile edilginken, konuşma ve üreme için hareket ters yöne doğrudur.
Konuşma, hegemonikon’da düşüncenin kurulması ile üretilen gerilme hareketinin ifadesi ve dile
getirilmesidir. İlginç bir şekilde, konuşmanın nefesle üretilmesi gerçeği Chrysippus tarafından
hegemonikon’un beyinde değil de kalpte yer aldığı yönünde temel kanıt olarak öne sürülmüştür.
Stoacıların yönetici ilke ile üreme yetisini nasıl ilişkilendirdikleri hakkında günümüze fazla bir bilgi
ulaşmamıştır. Kaynaklar bize çocuğu oluşturan üreme bilgisinin anne ve babanın tüm bedeninden
alındığını söylemektedir; bu, Aristoles’in erkek tarafın çocuğa biçimini, dişi tarafın ise maddesini verdiği
şeklindeki savına aykırı düşmektedir.
Ruhun sekiz bölümüne ek olarak insan hegemonikon’unun kendisi de dört temel güç ile
nitelendirilmiştir: görünüm [phantasia], içtepi [horme], onaylama [sugkatathesis], mantık [logos].
Iambilicus, ruhun sekiz bölümünün bedensel alt katman bakımından farklılaştığını ancak
hegemonikon’un dört yetisinin bedensel maddenin nitelik olarak özgünleşmesi olması gerektiğini
söyler. Başka bir deyişle, hegemonikon’un dört gücü mekânsal olarak ayrışmamıştır, onların kimliği
özel olarak işlevleri ile nitelendiriliyor gibidir.

3. Zihin Felsefesi ve Stoacı Mantık

a. Görünüm (phantasia), hafıza ve kavram oluşturma


Hegemonikon’un en temel gücü, görünümler [phantasiai] oluşturabilme yeteneğidir. Zihinsel onay
verme, algılama, içtepi ve bilgi gibi diğer psikolojik durumlar ve etkinliklerin tümü ya bu görünümlerin
uzantısı ya da onlara karşılık vermelerdir. Zeno görünümü, yönetici ilkede oluşan bir iz [tuposis] olarak
tanımlamıştı. Ruhta duyuların iz oluşturmasını, bir mühür yüzüğünün yumuşak balmumunda damga
izi oluşturmasına benzetiyordu. Doğuşta hegemonikon’un, üzerine yazılmaya uygun boş bir kâğıt
sayfası gibi olduğu söyleniyordu; tüm bilişsel birikimimiz duyu deneyimlerimiz tarafından doğrudan
veya dolaylı olarak, yani yaşantılanmaya dayalı olarak buraya yazılır. Zeno, phantasia teriminin ışık
[phos] kelimesinden geldiğini söylüyordu. Aynı ışık gibi görünümün de kendini ve nedenini ortaya
koyduğu söylenir. Kelimenin kökeni hakkında pek az kişi onunla aynı fikirdedir fakat bu söylem
Zeno’nun phantasia’yı iki öğe içerir gördüğünü gösterir; objenin fenomenal olarak deneyimlenmesi ve
görünen içerik (o, dünyada bir objeyi temsil eder). Stoacılar bazen phantasia’dan ruhtaki bir

Stoacı Zihin Felsefesi Çev. Sayit Hidayetoğlu - 09/11/2017 6 / 11


duygulanım [pathos] olarak da söz ederler; bu, görünen bilgiden ayrılamaz bir niteliksel deneyimin de
var olduğunu vurgulamak gibidir. Kırmızı bir daire gördüğümüzde, sadece bilgi edinmekle kalmayız,
onu aynı zamanda bir kırmıza daire olarak yaşantılarız.
Chrysippus, Zeno ve Cleanthes’in kullandığı damga basma benzetmesi konusunda rahat değildi. Sözlük
anlamı ile alındığında bu benzetim, zihinsel içeriğin karmaşıklığını anlatmakta yetersiz kalır. Bir renk
veya bir ses ne gibi bir iz bırakacaktır? Göğüs kafesinde yer alan pneuma bu çok zengin kalıplar ve
bilgiler toplamının ne kadarını tutabilir ve depolayabilir? Chrysippus, bu iz bırakma metaforunun terk
edilmesini ve bunun yerine görünümlerin hegemonikon’un “değişimleri” [alloiosis veya heteroiosis]
olarak adlandırılmasını önermişti. Aynı havayı birçok sesin eş zamanlı olarak değiştirebildiğini ve
havanın bu değişimleri barındırabildiğini belirterek, hegemonikon’un da bunun gibi çeşitli ve karmaşık
bilgiyi bir arada tutabileceğini ileri sürmüştü. Bu açıklamaların tatmin edici bir çözüm olmamasına
karşılık çağdaş zihin felsefesinin de hafıza ve kavramların saklanmasının açıklanması konusunda hala
yapması gereken çok işi olduğunu hatırlamalıyız.
Stoacılar, doğrudan duyulardan çıkarılan görünümlerle [aisthetike phantasiai] zihin tarafından daha
önceden yaşantılanan phantasiai tarafından üretilenleri ayırıyorlardı. Görünüm öğretisi, aynı zamanda
hafıza ve kavram oluşturma kuramına da bir dayanak oluşturuyordu. Hafıza, depolanmış phantasiai
olarak görülüyordu. Diğer taraftan kavramlar [ennoemata], saklanan phantasiai’lerin bir derlemesi
veya örüntüsü olarak görülüyordu. Stoacı kuram, gerçek ve kurgusal (tasarlanmış) nesnelere yer
verecek, böylece inandırıcı bir hayal etme kuramı oluşturacak kadar esnekti. Stoacılar, phantasia,
phantaston, phantastikon ve phantasma’yı ayrı ayrı değerlendiriyorlardı. Phantaston, phantasia’yı
doğuran nesnedir. Phantastikon, hayal gücümüz tarafından üretilende olduğu gibi, gerçek bir
nesneden kaynaklanmayan phantasia’dır. Hayal etmek, zihinsel içeriğin işlenmesi olarak açıklanıyordu.
Saklanmış yaşantılardan bazı öğeleri alıp phantasiai parçalarını genişleterek, daraltarak, başka bir yere
koyarak veya tersine çevirerek canavarlar hayal etmek mümkündür. Örneğin, bir balığın gövdesini
genç bir kadının bedeninin yerine koyarak bir denizkızı yaratabiliriz. Denizkızları ve canavarlar var
olmadıkları halde, var olmayan şeylerin nasıl düşüncelerimizin konusu olabildiklerini, hatta arzu ve
çekim yaratabildiklerini açıklayabilmemiz gerekir. Stoacılar bunu, hayal edilen nesne (phantasma),
yani denizkızı ile zihinsel inşa (phantastikon), denizkızının düşüncesini ayırarak yapmışlardı. Bizde,
denizkızı fikri veya zihinsel imajı değil, fakat fikrin yönelimsel nesnesi, yani denizkızının kendisi çekim
yaratır. Bu tür ayırımlar 20. Yüzyılın başlarında Meninong ve Russell gibi filozoflar tarafından da
yapılmıştı.
Stoacılar, görünümler öğretisinde bir ayırım daha yaptılar: Bazı görünümler akla uygundur, bazıları
değildir. Akılcı görünümler sadece insanlara özgüdür ve bunlara “düşünceler” [noeseis] denir. Diğer
phantasia’lar gibi düşünceler de ruh-pneuma’nın fiziksel durumlarıdır. Akılcı görünümün ayırt edici
özelliği onun yapısı veya sözdizimi olarak görülüyordu. Bir şey hakkında bir şey söyleniyor, dolayısıyla
düşüncenin şimdi -- anlamı vardır ve eğer söylenen bir önerme ise, ona ilişkin bir doğruluk değeri de
vardır. Basit düşünceler, dile getirildiğinde şu üç bileşeni vardır: Nesne (gösterilen şey), ses (gösteren),
ve dilsel/zihinsel içerik (söz). Örneğin “Şu kedi siyahtır” cümlesinde gösterilen şey siyah bir kedidir;
gösteren söylediğimiz sözlerin sesidir ve gösterilen şey söylenmekte olanın içeriğidir, yani belirli bir
hayvanın rengi hakkındaki savdır. Bu sonuncusu, cümlenin anlaşılır içeriğinin, akılcı görünüm veya
düşünce ile birlikte var olan lekton olduğu söylenir; işte doğru veya yanlış olan içerik nesne veya ses

Stoacı Zihin Felsefesi Çev. Sayit Hidayetoğlu - 09/11/2017 7 / 11


değil budur. Bir lekton, düşünce veya ruh gibi maddi bir varlık değildir; bu, çağdaş anlayışa göre bir
önerme, bir ifade, hatta belki de çıkarılan sesin anlamı gibi kuramsal bir varlıktır. Bir cümlenin seslerini
sadece “ses” den fazla bir şey yapan da işte bu Lekton’dur. Lekta öğretisi güncel bilimde oldukça çok
tartışma yaratmış ve Stoacı Zihin Kuramı ile Stoacı Mantık arasındaki önemli bir bağlantı olarak kabul
edilmiştir.

b. İçtepi, onaylama, ve hareket


Her türlü görünümü düşünüp yaşantılayabildiğimiz halde bunların tümünü kabul etmemiz veya
tümüne karşılık vermemiz gerekmez. Bu nedenle Stoacılar bazı phantasia’ların onay aldığını bazılarının
almadığını söylerler. Onay, zihnin bir phantasia’yı doğru olarak kabul etmesi halinde (veya daha doğru
bir deyişle ardındaki lekton’u doğru kabul ettiğinde) verilir. Onay vermek aynı zamanda insana özgü
bir etkinliktir, yani aklın gücünü gerektirir. Bir önermenin doğruluk değeri ikili, doğru veya yanlış
olduğu halde gerçekliği tanımanın çeşitli düzeyleri vardır. Stoacılara göre, kanı (doxa) zayıf veya yanlış
inançtır. Bilge kişi, koşullar bir sorun hakkında gerçeğin açık ve kesin bir şekilde kavranmasına izin
vermiyorsa onay vermeyi erteleyerek bir kanıya varmaktan kaçınır. Buna karşılık bazı görünümler
algılama için en uygun koşullarda yaşantılanır, öylesine açık ve belirgindir ki bunlar ancak gerçek
objelerden gelebilirler; bunlara kataleptike (kavranmaya uygun) deniyordu. Kataleptik görünümler,
kendi apaçıklıkları ile onay vermeyi zorunlu kılar, bazı Stoacılara göre bunlar gerçekliğin ölçütünü
oluşturur. Zihnin gerçekliği bu şekilde kavrama edimi, sağlam bir epistemik kavrama anlamına gelen
katalepsis olarak adlandırılıyordu.
Sağlam bir kavrama olarak katalepsis fikri, Zeno’nun ünlü yumruk benzetmesinde yeniden karşımıza
çıkar. Cicero’ya göre Zeno phantasia’yı açık bir ele, onayı kapanmakta olan bir ele, Katalepsis’i sıkılı bir
yumruğa ve bilgiyi de diğer el tarafından kavranmış sıkılı bir yumruğa benzetiyordu. Ancak, Zeno’nun
bu benzetimi, eğer okuyucu bunları aralarında zamansal ardışıklık olan ayrık süreçler dizisi varsayarsa
biraz yanıltıcı olur. Başka bazı veriler benzetim noktasının bu olmadığını gösterir. Örneğin, katalepsis
kendi başına bir onaylama-sonrası süreç değil, onaylamanın bir türü olarak tanımlanır. Katalepsis,
kesin kanı oluşturan bir görünüme verilen onaydır. Dahası bilgi [episteme], sağlam ve mantıksal olarak
değişmez bir katalepsis olarak tanımlanıyordu. Bu durumda yumruk benzetimindeki önemli nokta,
yönetici ilkenin merkezi güçlerinin farklı ve giderek daha büyük epistemik ağırlığa sahip olması gibi
görülür. Benzetim, basit görünümlerden bilginin sistematik bütünlüğüne (diğer katalepsis’lerle tutarlı
ve onlar tarafından onaylanıyor olmasıyla) doğru bir epistemik ilerleyişi vurgular; benzetim temelde
psikolojik güçlerin ayrı ayrılığı ile ilgili değildir.
Stoacı felsefede ve epistemolojide onaylamaya yapılan vurgu, antik felsefeye yapılan önemli bir
katkıdır. Stoacılar onaylamayı, phantasia’nın zihin tarafından kabul edildiğini göstermek için
kullanmışlardı. Bu, öznenin bir algıyı hem zihninde bulundurup hem de aynı zamanda onu
reddetmesine de olanak tanıyordu. Gerçekten de felsefi sağduyu sık sık, belirsiz durumlarda onay
vermeyi askıya almamızı ister. Onaylamanın, ayrı bir süreç olarak sunulması, öznenin bir özel
düşünceyi onu kabul etmesi gerekmeden zihninde barındırabilmesi olanağını sağlamıştır.
Epistemolojiye ek olarak, onaylama Stoacı eylem kuramında önemli bir rol oynar. Sergilenen içerik
çoğu zaman, arzu edilen şeyin simgesi olarak harekete geçirici bir eğilime yol açar. Bu tür sunumlar
phantasia hormetike veya içtepi-üretici sunumlar olarak adlandırılır ve harekete geçirici bir içtepi

Stoacı Zihin Felsefesi Çev. Sayit Hidayetoğlu - 09/11/2017 8 / 11


ürettiği savunulurdu. Bu nedenle içtepi, pneuma’nın kendini belli eylem organlarına dönük hareketi
olarak dışa vuran bir tür eyleme çağrıdır.
İçtepi’nin temel işlevi hareketi başlatmasıdır. Fiziksel dünyadaki bir nesneyi veya olayı algıladığımızda,
yönetici ilkede önce bir phantasia veya bir görünüm üretilir ve sonrasında bu akıl yetisi ile
değerlendirilir. Görünümün içeriğine ve bireyin iyinin ne olduğu kavramına bağlı olarak algılamanın
nesnesi iyi, kötü veya farksız olarak sınıflandırılır. Akıl ile birlikte onaylama yetisi nesnenin
değerlendirilmesine göre yargıyı kabul eder, reddeder veya askıda tutar. Eğer nesnenin iyi olduğu
kabul ediliyorsa ruh alt katmanında bir tür hareket olarak bir içtepi başlatılır. Eğer nesne kötü ise,
kaçınma [aphorme] tepkisi üretilir ve özne söz konusu nesneden uzaklaşır.

4. Zihin Felsefesi ve Stoacı Etik

a. Temel İçtepi ve Prolepsis


Stoacıların ruhta doğuştan deneyimsel içerik bulunmadığını savunduklarını görmüştük. Buna karşılık
Stoacılar, insanların doğuştan bazı nitelikler ve psikolojik içtepilerle donanmış olma olasılığını da göz
ardı etmiyorlardı. Yeni doğmuş canlılardaki en temel içtepi kendini koruma yönündedir. Bu insanların
temel içtepisidir ve Stoacı etiğin başlangıç noktasıdır. Bu içtepi, doğa tarafından yerleştirilmiştir ve
canlı varlık için uygun olan (veya organizmaya ait olan) şeyler ve varlığa yabancı veya düşmanca olan
şeyler hakkında bir farkındalık sağlar. Temel içtepinin haz alma yönünde olduğunu ileri süren
Epikürcülerin tersine Stoacılar, doğuştan içtepinin benlik saygısı yönünde olduğunu ve kişinin kendi
yaradılışının farkında olmasının daha da temelde olduğunu söylüyorlardı. Bu doğuştan içtepi,
hayvanların nasıl doğal olarak bacaklarını ve savunma organlarını kullandıklarını ve niçin yırtıcı
hayvanları ve düşmanlarını kendiliğinden tanıdıklarını açıklar.
Oysa çocuklar ve hayvanlar akılcı değildirler; bu yüzden doğa, davranışlarına temel olmak üzere onları
birincil içtepi ile donatmıştır. Hayvanlar söz konusu olduğunda doğuştan içtepiler, birçok durumda
akıllıca görünen bir dizi karmaşık davranışlar dizisini de açıklar. Örneğin Stoacılar, akıllıca görünen ağ
kurarak av yakama davranışına rağmen örümceğin akıllı olmadığını söylerler. Böylece hayvanlardaki
birincil içtepiler karmaşık içgüdüler olarak tanımlanırlar. İnsanlar söz konusu olduğunda, birincil içtepi
sonuç olarak bir geçiş mekanizmasıdır. Çocuk, yetişkinliğe doğru olgunlaştıkça akılcılığını geliştirir ve
kendini koruma yönündeki içtepi akıl yürütme alanına kayar. Akılcılık bireyin zamanla kendini
korumanın önüne geçen görev ve erdem kavramlarını geliştirmesini de sağlar. Kişi erdem ve akılda
ilerleme sağladıkça giderek, çocukları, aile üyeleri, komşuları, yurttaşları ve sonunda tüm insanlık
benzer şekilde doğal olarak değerli görülür, bireyin aidiyet ve ilgi küresine eklemlenirler. Bu süreç
oikeiosis ya da kendine mal etme öğretisi olarak adlandırılır ve Stoacı etiğin merkezidir.
Birincil içtepi ile yakından ilişkili diğer bir öğreti de Stoacı ön kavramlar [prolepsis] öğretisidir. Ön
kavram, belli kavramları oluşturmaya doğuştan eğilimdir. En sık sözü edilen ön kavramlar, iyi kavramı
ve tanrı kavramıdır. Stoacılar, doğumda ruhu boş bir kâğıt sayfasına benzettikleri için, ön kavramlar
özel bir bilme olamaz, sadece bazı kavramları oluşturmaya doğuştan yatkınlıktır.

Stoacı Zihin Felsefesi Çev. Sayit Hidayetoğlu - 09/11/2017 9 / 11


b. Tutku ve Eupatheia
Stoacı zihin felsefesinin burada anlatılacak bölümü tutkular öğretisidir. Platon ve Aristoteles ruhun
hem akılcı hem de akılcı olmayan bölümlerinin bulunduğunu öne sürüyorlar ve bu görüşü zihinsel
çelişkiyi açıklamakta kullanıyorlardı. Örneğin, ruhun akılcı olmayan “iştahlı parçası” sürekli olarak
kalorisi yüksek ve yağlı yiyeceklerden oluşan bir beslenmeyi isteyebilir. Oysa ruhun akılcı tarafı, böyle
bir beslenme sağlıklı olmayacağı için akılcı olmayan bölümünün isteklerine direnir. Sonuç, duygusal
çelişki, bazı durumlarda ise ahlaki bir çatışmadır. Stoacıların çoğu (Posidonius en iyi bilinen istisnadır)
tam tersine, akılcı olamayan bölümün varlığını reddederler. Buna karşılık zihinsel çatışma olayını
açıklayabilmek için Stoacılar Platon’un ve Aristoteles’in açıklamalarının yerine geçecek bir tutku kuramı
geliştirmişlerdir.
Stoacılar tutkuyu, her biri kavramın başka bir yönünü vurgulayan birçok değişik şekilde tanımlamışlardı.
Tutkunun en bilinen dört tanımı ve açıklaması şöyleydi:
1- Aşırı bir içtepi
2- Aklın söylediklerini dinlemeyen bir içtepi
3- Yanlış bir yargı veya kanı
4- Ruhun bir çırpıntısı [ptoia]
Her tanım, tutkunun değişik bir yönünü vurgular. İlk iki tanım bize tutkunun bir tür içtepi olduğunu
söyler. Bunlardan birincisi güce odaklanır. Tutku, denetimden çıkmış bir içtepi veya duygudur.
Chrysippus, tutkuyu yokuş aşağı koşan ve istediği zaman duramayan bir kişiye benzetmişti. Ruh,
içtepinin keskin kuvveti ve gücüyle sürüklenip gider. Tutkular genellikle kolayca durdurulamayacak bir
hareket gücü yaratır. Bazı metinler tutkunun zamansal bir boyutu olduğuna da vurgu yapar. Daha taze
tutku, daha güçlü bir içtepi demektir; tutkular genellikle zaman içinde zayıflar. İkinci ve üçüncü
tanımlar tutkunun mantıksal yönünü vurgular. Tutkular kuralsızdır ve mantığa aykırıdır. Onlar hatalı
düşünme ve yanlış fikirleri temel alır. Tutkuların mantığa aykırı olması onların akıldışı bir yetiden
kaynaklandığını göstermez. Onlar akıl yetisi tarafından üretilmiş hatalar olabilir. Akli yetiye sahip
olmak yanılmaz olmak anlamına gelmez. Daha çok, algısal durumların dile benzer sözdizimi yapısında
bir çıkarımsal süreç sonucu meydana geldiğini gösterir. Matematik de buna benzer bir şekilde işler.
Matematiksel yanlışlar yaptığımızda bunu ruhun matematiksel bölümü ile çatışan bir matematiksel
olmayan bölümüne bağlamayız. Daha çok tek, ama sınırlı ve hata yapabilen bir akıl yetisine yükleriz.
Stoacılar tutkuları da böyle görürler. Tutkular, bir şeylerin değeri hakkında hatalı yargılar veya
yanlışlardır ve böylece yanlış yönlendirilmiş içtepilerdir. Stoacı etiğe göre sadece erdem olanlar gerçek
iyilerdir, zenginlik, ün, kudret ve zevkler gibi dışarıdaki şeylerin, sonuç olarak bize zarar da
verebilecekleri için ve denetimimiz dışında oldukları için mutlulukla ilgisi olamaz. Dışsal şeylerin bu
nedenle ahlaki olarak “farksız” (adiaphoron) olduğu söyleniyordu. Yanılarak aslında farksız olan şeyleri
gerçek anlamda iyidir diye düşünürsek bir yanlış yargılama yapmış oluruz ve tutku yaşantılarız.
Geleneksel Stoacı tutkular yargılamadaki dört farklı tür veya sınıf hata olarak ayrılabilir. Bu hatalar iyi
ve kötü (değer) ile ve şimdi ve gelecek (zaman) ile ilişkilidir:
Şimdi Gelecek
İyi Zevk Arzu
Kötü Endişe Korku

Stoacı Zihin Felsefesi Çev. Sayit Hidayetoğlu - 09/11/2017 10 / 11


Şimdiki zamanda bir şeyi, gerçekte iyi olmayan bir şeyi, iyi olarak tanımlarsak, zevk olarak
adlandırdığımız bir tutkuyu veya onun alt türlerini yaşarız. Aynısını gelecek zaman için yaparsak arzu
duyarız. Bunun gibi şimdiki zamanda gerçekte kötü olmayan bir şeyi kötü olarak tanımlarsak endişe
adını verdiğimiz tutkuyu yaşantılarız; gelecekteki bir şey için hatamızda ona korku deriz.
Tutkunun dördüncü ve sonuncu tanımı olarak “ruhta bir çalkantı”, Aristoteles’in kızgınlığı kalbin
etrafındaki kanın ısınıp kaynaması olarak tarif etmesi gibi, tutkunun fiziksel bir tanımlanması olmalıdır.
Maddeselciler olarak Stoacılar, etkinlikleri ruhun pneuma’sının fiziksel tanımları olarak anlatmışlardı.
Stoacılar bireysel tutkuları akılcı olmayan dalgalanma ve kabarmalar (heparsis) olarak tanımladılar.
İçtepilerimiz aşırı ve başa çıkılmaz hale gelince, kişinin göğsündeki pneuma bir çalkantı olarak
hissedilebilir. Buna karşılık Zeno mutluluğu, akılcılığı ve erdemi içeren bir durum, sakince akan bir ruh
hali olarak tanımlamıştı. Çalkantı aynı zamanda yargılar olarak tutkuların kararsızlığına da işaret eder.
Chrysippus, tutkuların çalkantısından kaynaklanan duygusal patlamaya örnek olarak Euripides’in
durmadan bir yargıdan tersi bir yargıya atlayan Medea’sını göstermişti.
Tutkunun bu dört tanımı veya tarifi, her biri tutkunun başka bir yönünü vurgulasa bile yine de tutarlıdır.
Örneğin kaybolan ya da çalınan bir malınız için üzüntü duymanız bir tutku olarak, endişenin bir türü
olarak düşünülür. Söz konusu olan varlık (çalınan mal) gerçekte ahlaki bakımdan bir değer taşımadığı
için (farksız), sadece bizim duruma verdiğimiz erdemli tepki ahlaki olarak iyi veya kötü olarak
tanımlanabilir, üzüntü olarak ortaya çıkan içtepi aşırıdır (1). Bize mutluluğun sadece erdemde yattığını
söyleyen aklımızı önemsemediğimiz için akla aykırıdır (2). Benzer şekilde bir objeye yakıştırdığımız
değer onun gerçek değerini göstermediği için bir yanlış yargıdır (3). Son olarak da, üzüntü içinde
yaşadığımız endişe kendini yumuşak sakin bir şekilde değil de ruhumuzda bir çalkantı veya karmaşa
olarak kendini gösterir(4).
Eğer tutkular duygusal huzursuzlukla sonuçlanan aşırı içtepiler veya yersiz yargılarsa, duygusal esenliğe
varacak uygun içtepiler ve doğru yargıların da olması gerekir. Stoacıların tutkuları reddetmesinin
onların tüm duygulardan yoksun bir hayatı aradıkları anlamına geldiğini düşünmek yanlıştır. Stoacılığı
daha iyi bir okuma, amacın duygunun yokluğu değil iyi düzenlenmiş bir duygusal yaşam olduğu
yönündedir. Bu, içtepilerin akılcı, ılımlı ve denetimli olduğu bir hayattır. Kişinin içtepilerinin hem
yargının doğruluğu ve hem de tepkinin derecesi bakımından uygun ve şeylerin doğası ile uyumlu olması
halidir. Bu görüş, Stoacı eupatheiai öğretisi tarafından da desteklenir. Olumlu duyguları “iyi tutkular”
olarak adlandırmak, belki de okullarının duygulardan yoksun olduğu yanlış yorumuna karşı bir
düzeltme çabasıdır. Eupatheiai örnekleri keyif [khara], sakınma [eulabeia], makul isteme [boulesis].
Keyif, zevkin eşi, sakınma korkmanın karşıtı ve makul isteme ise arzulamaya karşılıktır. Farklılık,
eupatheiai’de içtepinin kuvvetinin objenin değerine uygun olmasında, içtepinin akılcı davranışla
uyumlu olmasında ve son olarak da nesnenin doğası hakkındaki inanç veya yargının doğru
olmasındadır.
Tutku için dört olmasına karşılık eupatheiai için sadece üç kategori olduğuna dikkat etmeliyiz. Endişeye
karşılık gelen bir eupatheiai yoktur. Bu, Stoacı ahlaken yenilmezlik anlayışı nedeniyledir. Endişe,
şimdiki zamandaki bir kötülük hakkındaki bir yanlış yargı olarak tanımlanır. Hâlbuki Stoacılar, iyinin
dışarıdaki olaylarda veya varlıklarda değil fakat ahlak sahibi kişinin her duruma karşı verdiği erdemli
karşılıkta olduğuna inanırlar. Her durumda erdemli bir tepki vermek mümkün olduğu için şimdiki
zamanda gerçek bir kötü yoktur. İyi her zaman burada ve şimdi mümkündür.

Stoacı Zihin Felsefesi Çev. Sayit Hidayetoğlu - 09/11/2017 11 / 11

You might also like