Professional Documents
Culture Documents
Alejo Carpentier - Bu Dünyan - N Krall - PDF
Alejo Carpentier - Bu Dünyan - N Krall - PDF
WA
TA
SI KRALLIĞI I
Alejo Garpentier
ROMAN
Türkçesi
NAZIM ASLAN
ŞEYTAN
Girebilir miyim ?
TANRI
Kimsin sen?
ŞEYTAN
Batı'nın Kralı.
TANRI
Kahrolası. Kim olduğunu biliyorum
(Şeytan girer)
ŞEYTAN
Ey yüce mahkeme,
İlksiz ve sonsuz esirgeyici!
Nereye gönderiyorsun Colombus'u
Kötülüklerimi yinelesin diye?
Bilmiyor musun ki uzun süredir
Hüküm süren benim buralarda?
ISBN 975.510.242-6
© Alejo Caıpentier/Csm Yayınlan Ud. Şti. (1990)
1. Mumdan Kafalar
7
leyen dört kafayı rahatça seyretti "Ti Noel". Daha ön riydi bunlar. Saldırıya geçmiş savaşçılar, çatık kaşlı yar
ce donmuş yüzleri çerçeveleyen peruk saçları kırmızı gıçlar, altlarında bazı dizeler yazılı, gülümseyen kültür
halının üzerine lüle lüle yayılıyordu. Bu kafalar (gözle lü kişiler görülüyordu. Köleler okuma bilmediğinden,
rindeki kımıltısız ölü bakışlara karşın) birkaç yıl önce "Ti Noel" için hiçbir anlamı yoktu bu dizelerin. Daha
gezgin bir şarlatanın Cap'a getirip diş ve romatizma basit yapılmış başka renkli gravürler de vardı. Bunlar
ağrılarına iyi geldiğini ileri sürdüğü bir iksiri satmak da, bir kentin ele geçirilişini kutlamak için atılan şen
için kullandığı konuşan kafa kadar canlı görünüyordu. lik fişekleri; kocaman şırıngalı hekimlerle dansçılar;
Garip bir rastlantıyla, yandaki işkembecinin vitrinin bir parkta körebe oyunu; ellerini bir hizmetçinin eteği
de, dillerine bir tutam maydanoz konmuş, derileri yü nin altma daldıran çapkın gençler ya da salıncakta saf
zülmüş mum renkli dana kelleleri sergileniyordu. Kel ça, sere serpe salınan bir hanımın cömertliğini çimene
leler, kırmızı kuyruklar, jelatinli paçalar ve Caen usu uzanmış hayran hayran seyreden bir çapkının düzen
lü işkembeyle dolu güveçlerin ortasında, sanki uyuklu- bazlığı göze çarpıyordu. Bu sırada, bakır üzerine işlen
yormuş gibiydiler. İki vitrini tek bir tahta perde ayırı miş bir gravür "Ti Noel"in ilgisini çekti. Dizinin sonun-
yordu. "Ti Noel", aynı masada, renksiz dana kelleleri cusuydu bu. Konusu kadar yorumu yönünden de öteki
nin yanında beyaz efendilerin kellelerinin de sunuluşu lerden farklıydı. Bir zenci tarafından kabul edilen ami
nu düşleyerek eğleniyordu. Bir şölende konuklara sun rale benzer birini ya da Fransa elçisini temsil ediyor
mak için kümes hayvanlarının kendi tüyleriyle özenle du. Çevresi kuştüyünden yelpazelerle donatılmış zen
süslenişi gibi, usta ve acımasız bir aşçı bunların kellele ci, maymun ve kertenkele resimleriyle süslenmiş bir
rini de kendilerine en yakışan peruklarıyla donatmış tahta oturtmuştu. "Ti Noel", dükkânının eşiğinde top
olmalıydı. Masanın kenarmı süslemek için, geriye ka raktan yapılmış uzun bir pipoyu yakmaya çalışan kitap
la kala marul yaprağı ya da zambak çiçeği biçiminde çıya, "Bu kim?" diye sorma yürekliliğini gösterdi.
dizilmiş turp kalıyordu. Öte yandan, arapzamkı kava "Bir kral, senin ülkenin kralı."
nozlarının, lavanta suyu şişelerinin ve pirinç unu kutu Kendi düşüncesinin doğrulanmasının öyle gereği
larının, işkembe güveçleri ve koç yumurtası dolu tepsi yoktu; çünkü Lenormand de Mezy'nin konutundaki
lerle şaşırtıcı komşuluğu iğrenç bir şölen görünümünü en yaşlı at, şeker değirmeninin taş yuvaklarını çevirdi
çağrıştırıyordu. ği sırada Mackandal'ın ilahi söyler gibi anlattığı öykü
Bol kelle vardı o sabah, çünkü işkembecinin ya leri anımsamıştı genç köle. Öyküsünü istediği biçimde
nındaki kitapçı da Paris'ten gelen son gravürleri çama bitirmek amacıyla, büyük Popo, Arada, Nago ve Fon
şır mandallarıyla bir tele asmıştı. Bunlardan en az dör la Krallıklarında olup biten olayları her zaman yapma
dünde, Fransa kralının, çevresi güneş, kılıç ve defne cık ve keyifsiz bir sesle anlatırdı bu Mandingue'. Bü-
dallarıyla süslenmiş yüzü görülüyordu. Ama daha baş
ka peruklu kelleler vardı, belki de saray ileri gelenle- 1. Batı Afrika yerlisi. (Can Yayınlan)
8 9
yük insan göçlerinden, yüzyıllardan bu yana süregelen ya'da kral savaşa generallerini gönderiyordu; yargı iş
savaşlardan, hayvanların insanlara yardım ettiği inanıl lerinde yetersiz ve bilgisizdi; günah çıkardığı rasgele
maz kavgalardan söz ederdi. Adonhouesso'nun, Ango bir papaz tarafından tersleniyordu. Görevlilerin yardı
la Kralının, Kral Dâ'mn öykülerini bilirdi. Yılan, öl mı olmadan, bir geyik avlamaktan âcizdi. Ancak sıska
dükten sonra, yeniden diriliş ilkesine uygun olarak bir prens doğurtacak kadar cinsel güce. sahipti. Bu
Kral Dâ olup yeryüzüne dönmüş; suların ve doğumun prense, gülünç duruma düştüklerini düşünmeksizin,
efendisi, ebemkuşağı olan bir kraliçeyle gizemli bir bi yunus1 gibi uysal ve uçarı bir balığın adı veriliyordu.
çimde birleşmişti. Mandinguelerin yenilmez impara Oysa Afrika'da ağaçlarla konuşabilen, dört bir yana
torluğunun kurucusu acımasız Kankan Muza'nın des- buyruklar yağdıran, bulutlara hükmeden, erkeklik to
tanıyla ilgili bölümde sözü uzattıkça uzatırdı. Kankan humlan bronz ve ateşten, çelik kadar sert, leopar gibi
Muza'nın atları gümüşlerle, işlemeli örtülerle donatıl yırtıcı prensler vardı.
mıştı. Kişnemeleri kılıç şakırtılarını bastırıyordu; "Ti Noel", berberden çıkan ve yanakları pudralı
omuzlarının yan tarafındaki iki davulun sesi gök gürül efendisinin sesini duydu. Şimdi onun yüzünün de, vit
tüsünü andırıyordu. Üstelik ellerinde mızrakları, ordu rinde sıra sıra duran o donuk renkli dört mum yüzden
larının önündeydi bu krallar. Eczacı büyücülerinin ilr bir farkı yoktu. Bay Lenormand de Mezy, geçerken, iş
mi sayesinde yara almıyorlardı. Yanlışlıkla Yıldırım kembeciden bir dana kellesi alıp köleye verdi. Açlık
ya da Demir Tanrılarına saldırırlarsa ancak o zaman tan sabırsızlaşmış aygırın sırtındaki "Ti Noel", bu be
yara alırlardı. Bunlar gerçek krallardılar. Şu hacıyat yaz, soğuk kelleyi eliyle yoklayıp inceliyor ve efendisi
maz benzeri, Tanrısal rollerini ancak saraylarındaki nin peruğunun altında gizlediği kel kafaya da böylesi
sahnelerde yapan; oynak bir dansın ritmiyle kadınsı ne dokunduğunu hayal ediyordu. Bu arada, pazardan
bacaklarını sergileyen; kellerini bir başkasının saçlarıy dönen zenci kadınların ardından, hanımlar da saat on
la süsleyen beylerden değillerdi. Bu beyaz krallar, hila ayinini bitirip kiliseden çıkmışlar, sokak kalabalıklaş-
lin siperlerine ateş eden topların seslerinden çok ke mıştı. Zengin bir memurun nikâhsız melez karısının
man senfonilerini, taşlama türünden acemi dizeleri, ardından, onun kadar esmer bir hizmetçi geliyordu.
metreslerinin dedikodularını ve guguklu saatlerinin ez Elinde palmiye yaprağından yelpaze, dua kitabı ve gü
gilerini dinlerlerdi. "Ti Noel" eğitilmemiş olmasına neş şemsiyesi vardı. Sokağın köşesinde bir kuklacı
karşın, Mackandal'ın derin bilgisinden kaynaklanan kukla oynatıyordu. Daha ilerde bir denizci, hanımlade-
gerçeklerle adamakıllı yoğrulmuştu. Afrika'da kral nizci hanımlara İspanyol usulü giydirilmiş minik bir
hem savaşçı, hem avcı, hem yargıç, hem de din ada Brezilya maymunu gösteriyordu. Meyhanelerde, tuz
mıydı. Onun değerli tohumlarıyla yüzlerce kadın gebe ve nemli kum dolu fıçılarda soğutulmuş bira şişeleri
kalıyor, bu karınlardan güçlü ve soylu kahramanlar
dünyaya geliyordu. Buna karşılık Fransa ve İspan- 1. Le dauphin: Yunusbalığı. Aynı zamanda, (eskiden Fransa Krallığında) kralın bü
yük oğlu, veliaht. (Can Yayınlan)
10 11
boşaltılıyordu. Limonade papazı, Başpapaz Cornejo
boz katırına binmiş, kendi bölge kilisesine geliyordu.
1
Bay Lenormand de Mezy'yle kölesi, deniz kıyısın 2. Organ Kesimi
daki yolu izleyerek kentten çıktılar. Kalenin burcun
dan top sesleri duyuldu. Yaşlı at alışkın olduğu düzenli adımlarla değirmeni
Kralın donanmasından Korkusuz gemisi ufukta gö döndürürken, ters çevrilmiş büyük bir fıçının üstüne
rünmüştü; Kaplumbağa Adasından dönüyordu. Gemi oturmuştu "Ti Noel". Mackandal, şekerkamışlarını de
lerin bordalarında top atışlarının yükselen dumanı gö met yapıp uçlarını demir silindirlerin arasına sokuyor
rüldü. Bay Lenormand de Mezy yoksul bir subay oldu du. Bu ince uzun boylu, gövdesi güçlü Mandingue,
ğu günlerdeki anılarına dalıp ıslıkla bir "fifre" marşı kanlanmış gözleriyle 'Ti Noel" üzerinde garip bir etki
çalmaya başladı. "Ti Noel", fıçı işçilerinin sık sık söyle yaratıyordu. Ciddi ve sert sesiyle zenci kadınları kolay
diği denizci şarkısından bir nakarat mırıldadı. Bu na ca elde edebiliyordu. Ve masalcı sanatıyla (kişileri acı
karatta İngiltere Kralına küfrediliyordu. Şarkının söz masızca alaya alarak öykünürdü), özellikle Sierra Le-
leri kendi dilinde değildi, ama son bölümü iyi tanıyor one'deki zenci köle tüccarlarına satılmadan birkaç yıl
du. Bu nedenle de nakaratın anlamını biliyordu. Ayrı önce tutsak olarak yaptığı yolculuğu anımsadığı za
ca, ona göre İngiltere Kralı tıpkı adanın öbür yarısına man, herkesi susturuyordu. Onu dinlerken çan kulele
egemen olan Fransa ve İspanya Kralları gibi beş para riyle, yontulmuş taştan yapılarıyla, uzun kapalı balkon
etmezdi. MackandaPın ileri sürdüğüne göre, bu kralla lu Normandiya tipi evleriyle Fransız Cap'ının, Gine
rın karıları yanaklarına öküz kanından allık sürüyor kentlerinin yanında solda sıfır kaldığını anlıyordu ço
lar, birinci çocuktan sonraki dölütlerini bir manastıra cuk. Mazgal mazgal surlar üzerine kondurulmuş kırmı
gömüyorlardı. Bu manastırın mahzenleri, gerçek dün zı topraktan kubbeler; çöllerin ötelerine, topraksız in
yayı görmeyen iskeletlerle dolup taşmıştı. Gerçek Tan san topluluklarından öteye kadar uzanan, uçsuz bucak
rıları tanımayan ölüler istenmiyordu orada. sız ünlü çarşılar vardı orada.
Bu kentlerde, madenleri işleyip, bir savaşçının
elinde kuş kanadı kadar hafif, bıçak gibi keskin kılıç
yapan yetenekli ustalar vardı. Yağmurla beslenen su
yu bol ırmaklar insanların ayaklarının dibinde akıyor
du. Hiçbir şey eksik değildi Tuz Ülkesi'nde. Kocaman
evlere buğday, susam ve darı doldurulmuştu. Kral-
13
12
hklar arasında zeytinyağından tutun da Endülüs şarabı
na kadar mayi değiş tokuşu yapılıyordu. Palmiye dalın
dan çatılar altmda kocaman davullar, alt kısımları kır
mızıya boyanmış, insan yüzleri işlenmiş kocaman da 3. Elin Buldukları
vullar, yan gelmiş yatıyorlardı. Yağmurlar bilgelerin
büyüsüne boyun eğiyorlardı. Sünnet düğünlerinde yeni- Önemli işler için işe yaramaz hale gelen Mackandal,
yetmeler kardı kıçlarıyla oynarken, ses yansıtan taşlar sürüleri gütmekle görevlendirilmişti. Gün ağarmadan
fırlatılıyordu. Bu taşlar, uysal uysal akan büyük çağla inekleri ahırlardan çıkarıyor, dağlara, çiğin sabahın
yanlar gibi ezgili sesler çıkarıyordu. Kutsal Widah ken geç saatlerine dek kalkmadığı sık otlu ve gölgeli ya
tinde, sonsuz döngünün mistik simgesi olan Kobra'ya maçlara götürüyordu. Karınlarına kadar yoncalara gö
ayin düzenleniyordu. Tıpkı bitki dünyasını yöneten mülüp otlayan hayvanların ağır ağır dağılışlarını izle-
Tanrılara yapılan ayin gibi. Tuzlu göllerin kıyılarındaki ye izleye, hiç önemsemediği bazı bitkilere karşı garip
gürültüleri duyulmazlaştıran sazlıklarda, çoğu kez sırıl bir ilgi uyanmıştı onda. Bir keçiboynuzunun gölgesine
sıklam, parıltılar içinde ortaya çıkıyordu bu Tanrılar. yatıp sağlam kolunun dirseğine dayanarak, şimdiye ka
At çok yorulmuştu, dizlerinin üstüne çöküverdi. dar önemsemediği tüm toprak ürünlerini arıyordu.
Öylesine uzun> öylesine acılı bir çığlık duyuldu ki, biti Sinsiliği, fitneliği ve gizlenmeyi sevmesiyle dikkati çe
şik evlerin üzerinden yükselen bu çığlığı duyan güver ken tuhaf türlerin yaşamını şaşkınlıkla keşfediyordu.
cinler yuvalarından havalandılar. Mackandal, kamış Karıncaların yollarından kolayca sıyrılan zırhlı küçük
larla birlikte, birden beklenmedik bir hızla dönen yu evrenin dostlarıydı bunlar. Adı bilinmeyen kuş yemle
vaklara sol elini kaptırmış, kolu omzuna kadar araya rini; minik biberleri; ince kollarını kayalar arasına uza
sıkışmıştı. "Ti Noel" bir bıçak aldı, atı değirmenin dire tan sarmaşanları; geceleri terleyen, yaprakları tüylü,
ğine bağlayan kolanları kesti. Patronun ardından, ta yalnız yaşamayı seven bitkileri; insan sesini duyunca
bakhanedeki köleler değirmene koşuştular. Et tütsüle- büzülen küstümotlarını; tırnağın pire ezerken çıkardı
me ve kakao kurutma yerlerindeki işçiler de geldiler. ğı ses gibi öğle vakti çıt diye çatlayan kapsülleri; güneş
Mackandal şimdi silindirleri ters yöne çevirerek ezil siz yerlerde arapsaçına dönmüş yığınlar oluşturan sü
miş kolunu çekiyordu. Sağ eliyle de söz dinlemeyen rüngen sarmaşıkları tek elle topluyordu. Bu bitkiler
dirseği ve bileği hareket ettirmeye çalışıyordu. Şaşkın arasında bir tanesi insanlarda yanıklar oluşturuyor,
şaşkın bakıyor, başına geleni anlamamışa benziyordu. bir başkası da gölgesinde dinlenenin başını şişiriyor-
Kanı durdurmak için koltuk altından iple sıkı sıkıya du. Ama şimdi Mackandal daha çok mantarlarla ilgile
bağladılar. Patron ekmek bıçağını bilemek için bileği- niyordu: Küf, kelle, toprak ve hastalık kokan mantar
taşının getirilmesini buyurdu. Kol bununla kesilip ko- larla. Gözleri kımıldamayan, bakan ya da uyuklayan
parılacaktı. kurbağalara yuva olan karanlık mağaralarda benekli
14 15
şemsiyelerini açan ökseotu mantarlarıyla içleri salgı dikkatini çekti. Daha da garibi, kollarını yağdan çıkar
dolu mantarlarla. Mandingue, bir mantarı parmakları dığı zaman, ne bir kabarıklık, ne de bir yanık izi kal
nın arasında ezerken burnuna zehir kokusu geliyor, mıştı. Oysa kızaran yağda korkunç cızırtılar duyulmuş
sonra bunu bir ineğe koklatıyordu. Hayvan derin so tu. Mackandal olayı doğal karşılamış gibi görünürken,
luk alıp şaşkın şaşkın başını çevirirken, Mackandal ay "Ti Noel" şaşkınlığını gizlemek için büyük çaba harca
nı türden başka mantarlar aramaya koyuluyordu. dı. Mandingue ile büyücü kadın aralarında yavaş sesle
Mantarları boynuna asarak taşıdığı kaba saba, deri konuştular. Arada bir de uzun süre susup uzaklara ba
bir torbada saklıyordu. kıyorlardı.
"Ti Noel" atlan yıkama bahanesiyle Bay Lenor- Bir gün, Bay Lenormand de Mezy'nin av köpekle
mand de M6zy'nin konutundan sık sık uzun süre ayrı rinden birini yakaladılar. "Ti Noel" ata biner gibi du
lıp tek koluyla buluşuyordu. Birlikte vadinin sonuna rup köpeğin kulaklarından tutarken, Mackandal man
doğru yürüyorlardı. Orada arazi engebeliydi. Dağların tar suyuyla açık sarı renge boyanmış bir taşı hayvanın
eteklerinde derin mağaralar vardı. Çok uzaklardan ge burnuna sürdü. Köpeğin kasları'büzüldü, birden şid
lenlerin ziyaretini kabul etmesine karşın, yine de tek detle sarsılıp sırtüstü düştü. Bacakları kaskatı, dişleri
basma yaşayan yaşlı bir kadının evine varıyorlardı. Du dışarda kalmıştı. O akşam Mackandal eve dönünce de
varlarda, ağır direkli kırmızı bayrakların ortasında bir ğirmenleri, kakao ve kahve kurutma makinelerini, çi-
çok kılıç asılıydı. Nallar, parıltılı taşlar, demir tellerle vit fabrikasını, demirhaneleri, sarnıçları ve et tütsüle-
bağlanmış paslı kaşıklar, Baron Samedi'yi, Baron Pi- me yerlerini uzun süre. seyretti.
quant'i, Baron La Croix'yi ve buna benzer, mezarlıkta "Vakit geldi," dedi.
yatan beyleri defetmek için, haç biçiminde asılmıştı. Ertesi gün, boş yere çağırıp durdular onu. Efendi,
Mackandal, Loi Ana'ya torbasında taşıdığı yapraklan, zencinin kısa yoldan bulunması için bir sürek avı dü
otlan, mantarlan, bitkileri gösteriyordu. Yaşlı kadın zenledi. Ama fazla da üstelemedi. Tek kollu bir köle
bunlan özenle inceliyor, eziyor, kimilerini kokluyor, nin ne değeri vardı ki. Ve sonra her Mandingue, her
kimilerini kaldırıp atıyordu. Kimi kez, insan yavruları kesin bildiği gibi, kaçak çalışan bir zenciydi. Mandin
doğuran garip hayvanlardan, bazı duaların etkisiyle gue demek har vurup harman savuran, asi ruhlu iblis
kendilerini hayvan sanan insanlardan söz ediyorlardı. demekti. Ayrıca Mandingueler köle pazarlarında pek
Kimi hayvanların saldınsma uğrayan kadınların, gece ilgi görmüyorlardı. Düşündükleri tek şey ormana kaç
leri hayvan sesi çıkardıklan bilinen olaylardandı. Bi maktı. Önünde bunca arazi varken pek uzağa gide
rinde, Loi Ana garip bir tavırla öyküsünün tam orta mezdi. Kaldığı yere dönünce herkesin önünde, ibret
sında susuverdi. Gizli bir emir almış gibi mutfağa koş olsun diye işkence görecek, cezasını çekecekti. Alt ta
tu; kollarını kaynar yağ dolu bir tencereye daldırdı. rafı tek kollu bir zenciydi. İyi cins bir çift çoban köpe
Kadının yüz ifadesinin hiç değişmemesi "Ti Noefin ğini yitirme tehlikesini göze almak budalalık olurdu,
4. Çağrı
18 19
ağır ve dayanılmaz bir koku yayıyorlardı. Yerdeki yap bi çubuklu kıçlarında, içki çalma cezasından kalma kır
raklara üst üste kertenkele derileri yığılmıştı. îri, düz mızı izler taşıyorlardı. Mackandal, kambur Milot'nun
bir taş, birçok yuvarlak ve perdahlı taş kuşkusuz yeni ve hatta sıradağları aşmaya, Artibonitelerle ilişki kur
konulmuştu. Bıçakla uzunlamasına yontulup düzleşti- maya yarayan yük hayvanı bakıcılarının adlarını yal
rilmiş bir kütüğün üzerinde, Lenormand de Mezy'nin nızca kendisinin anlayıp çözebileceği gibi defterine ge
konutundaki veznedardan aşınılmış, sayfalan kömürle çirmişti.
üstünkörü çiziktirilmiş bir muhasebe defteri vardı. "Ti "Ti Noel", tek kollunun kendisinden ne beklediği
Noel", Cap'taki kökçü dükkânını anımsadı: Orada bü ni o gün anladı. O pazar, kiliseden dönen efendisi, en
yük eczacı havanlarından tutun da, rahleler üzerinde, iyi iki süt ineğinin -Rouen'dan getirilen beyaz kuy
reçete formülü kitaplarına, cevizden yapılmış tükürük ruklu inekler- safra çıkarıp can çekiştiğini öğrendi.
hokkalarına, dişetlerine iyi gelen hatmi kökü paketle 'Ti Noel", ona uzak ülkelerden gelen hayvanların ço
rine dek çok şey vardı. Yalnızca, alkole konmuş ak ğu kez yedikleri otu tanımadıklarını, tatlı ot yerine
rep, yağa batırümış gül ve sülük şişeleri eksikti. kanlarını zehirleyen filizler yediklerini ayrıntılarıyla
Mackandal zayıflamıştı. Kasları, güçlü gövdesini anlattı.
oluşturan kemiklere yapışmıştı sanki. Ama lâmba ışı
ğında zeytin yeşili görünen yüzü sakindi, sevinçliydi.
Alnına incik boncuk süslü kırmızı bir fular sarmıştı.
"Ti Noel"i en fazla şaşırtan şey, kaçtığı geceden beri
Mandingue'nin yaptığı uzun ve sabırlı çalışmaydı.
Ova'daki yerleşim yerlerini neredeyse teker teker gez
miş, burada çalışanlarla doğrudan ilişki kurmuştu.
Sözgelimi, Dondon çivit fabrikasındaki bahçıvan Ola-
in'e, kulübelerin kadm aşçısı Romaine'e, tek gözlü Je
an Pierrot'ya güvenebileceğini biliyordu. Lenormand
de Mezy'nin konutuna gelince: Pongue kardeşlere, ye
ni Kongolulara, paytak Foula'ya ve melez Marinette'e
haber salmıştı. Marinette bir zamanlar efendinin met
resi olmuş, Bayan de la Martiniere diye birinin gelişiy
le çamaşırcılığa dönmüş, sömürgeye hareket ederken
Havre'da bir manastırda vekâletle evlenmişti.
Mackandal, Bonnet de l'Eveque'in ötesindeki iki
Angolalı'yla da ilişki kurmuştu. Bunlar, zebra postu gi-
20 21
r
5. De Profundis •
23
an tabut çivileyen uğursuz çekiç sesleri duyuluyordu. ra, tarlalarda ya da evlerin çevresinde yakalanan her
Her sokak başında bir cenaze alayı görülüyordu. kes uyarılmadan vuruluyordu. Cap garnizonu yollarda
Cap'ın kiliselerinde yalnızca cenaze duaları okunuyor geçit töreni düzenlemişti. Anlaşılmaz düşmana ve ölü
ve ölümler birbirini izlediğinden, can çekişenler için me karşı gülünç bir gözdağıydı bu. Ama zehir en umul
yapılması gereken dinsel görevler zamanında yerine madık yollardan ağızlara kadar giriyordu. Bir gün, Du
getirilemiyordu. Papazlar, tüm yaslı ailelere karşı gö Perigny ailesinden sekiz kişi zehri şarap fıçısında bul
revlerini yapabilmek amacıyla dualarını kısa kesmek dular. Birkaç gün önce, demir atmış bir gemiden ken
zorunda kalmışlardı. Ova'da, her yerde aynı cenaze di elleriyle getirmişlerdi bu fıçıyı. Tüm bölge çürümüş
duası, korkunun büyük ezgisi duyuluyordu. Çünkü hayvan leşi kokuyordu.
korku insanların yüzlerini inceltiyor, gırtlaklarını sıkı Bir akşam, kıçında barut yakacaklarını söyleyerek
yordu. Yollarda gidip gelen gümüş haçın gölgesinde korkuttukları paytak Foula, sonunda her şeyi anlattı.
yeşil zehir, sarı zehir ya da suya renk vermeyen zehir, Çolak Mackandal, Rada ayininde Yüce Tanrıların em
tıpkı gövdesine gölge bulmaya çalışan arsız bir sarma rine girmiş, cinlerle perilerle dostluk kurmuş, bu ne
şık gibi mutfakların pencerelerinden iniyor, kapalı ka denle olağanüstü güçlerle donanarak Zehir Tanrısı ol
pıların çatlaklarından içeri sızıyordu. Miserere ve De muştu. Karşı Yaka'nın savunucularının verdiği geniş
Profundis makamlarını sürekli olarak ilahicilerin uğur yetkiye dayanarak, ölüm kalım savaşı ilan etmişti. Be
suz nakaratı izliyordu. yazların işini bitirmek, Saint-Dominique'te özgür si
Korkudan dehşete kapılan, kuyu suyuna dokun yahlardan büyük bir imparatorluk kurmak için o seçil
maya cesaret edemedikleri için şarap içip kafayı bu miş, bu görev ona verilmişti. Binlerce köle ona bağlan
lan toprak sahipleri, açıklayıcı bir bilgi elde etmek mıştı. Zehrin yürüyüşünü artık kimse durduramazdı.
için kölelerini kamçılıyor ve işkenceden geçiriyorlar- Bu beklenmedik açıklama, konutta bir kırbaç fırtınası
dı. Ama zehir hayvanları ve insanları öldürüyor, ailele na yol açtı. Öfkeyle ateşlenen barut, dili çözülen zenci
ri kırıp geçiriyordu. Ne halkm duası, ne doktorların nin barsaklarını parçalar parçalamaz Cap'a bir haber
öğütleri, ne azizlere yapılan adaklar işe yarıyor, ne de ci gönderildi. O akşam Mackandal'ı aramak amacıyla,
ruh çağıran ve çıkıkçılık yapan bir Brötanyalı denizci eli ayağı tutan tüm erkekler seferber edildi. Leş ko
nin etkisiz yöntemleri ölümün gizli yürüyüşünü durdu- kan, yarı yanmış toynak kokan, bit pire kaynaşan Ova
rabiliyordu. İstemeyerek de olsa, mezarlıkta boş bulu Çağrış bağrış ve küfürlerle dolup taştı.
nan son çukuru çabucak doldurmak için, Bayan Lenor-
mand de Mezy elinin erişebildiği kışkırtıcı bir daldan
kopardığı nefis bir portakalı ısırdıktan bir süre sonra,
paskalyadan sonraki yedinci pazar günü öldü. Ova'da
olağanüstü durum ilan edilmişti. Güneş battıktan son-
24 25
"
6. Başkalaşımlar
27
suzca yeni yasalar yapıp her türlü tehlikeyi göze ala larını anlamak için Ova'daki kulübeleri sık sık ziyaret
rak sömürgeyi kuran demir bilekli insanların anısına ediyordu. Kılıktan kılığa giren tek kollu her yerdeydi;
kadeh kaldırılıyordu. Dikenli tasmalan boğazlarında, bir gün kanatlı, bir başka gün solungaçlıydı. Koşarak,
iskemlelerin altında kıvrılıp yatmış köpekler dinleni sürünerek yeraltı ırmaklarını, yamaçtaki mağaraları,
yorlardı. ağaçların tepelerini ele geçirmişti. Tüm adaya ege
Şu anda isteksiz isteksiz sürdürülen, ağaçların göl mendi şimdi. Gücü sınırsızdı. Bir sarnıcın serinliğinde
gesinde öğle uykusu ve ikindi kahvaltısıyla ara verilen dinlenen bir kısrak gibi görünebilir, bir akasyanın ince
Mackandal'ı arama çalışmaları, yavaş yavaş tavsıyor cik dallarına konabilir, bir anahtar deliğinden geçebi
du. Aylar ayları kovaladı, tek kolluyla ilgili hiçbir şey lirdi. Ardından köpekler havlamıyordu. İstediği kalıba
öğrenilemedi. Kimileri ülkenin ortasında, kastanyetle girebiliyordu. Onun etkisiyle, bir zenci kadın domuz
rin kıvrak havasıyla zencilerin dans ettikleri Büyük başlı bir çocuk doğurdu. Geceleri, çoğu kez yollarda
Yayla'nın sisli tepelerinde gizlenmiş olabileceğini dü boynuzlarında kor bulunan bir teke görünümündeydi.
şünüyorlar; kimileri de bir deniz kuşunun sırtında uça Bir gün gelecek, büyük isyanın işaretini o verecek ve
rak gidip Jacmel bölgesinde eyleme geçtiğini ileri sü oradaki Tanrılar, başlarında Yolların Hakimi Dambal-
rüyorlardı. Bu bölgede ölmüş pek çok insan karm tok lah ile Ogoun-Ferraille, gök gürültüleriyle, şimşekler
luğuna çalışmıştı. Köleler yine de son derece sevinçliy le kasırgalar yaratacaklar ve insanların işini bitirecek
diler. Tempo tutarak mısır ekimini ya da şekerkamışı lerdi. O görkemli anda, beyazların kanı oluk oluk de
hasadını hızlandırmakla görevli olanlar, tamtamlarını relere akacak, sevinçten sarhoş olan Loaslılar yüzüko
şimdiye dek hiç böylesine istekle çalmamışlardı. Zen yun yatarak ciğerleri doluncaya dek bu kandan içecek
ciler olağanüstü haberi kulübelerinde geceleyin birbir ler diyordu "Ti Noel".
lerine sevinçle anlatıyorlardı: Tütün kurutma yerinin Kulaklar, dağdan gelecek boru sesini dört yıl bo
dammda yeşil bir iguana güneşlenmiş; biri, bir gece yunca umutlarını yitirmeden bekleyip durdular. Bu
kelebeğinin öğle vakti uçtuğunu görmüş; kılları diken ses, Mackandal'ın kılık değiştirme evresini kapattığı
diken iri bir köpek, bir karaca budunu kapmış, olanca nı, sert ve sinirli, hayaları taş gibi, gelip kendi insan
hızıyla kulübelerin ortasından geçmiş; bir pelikan-de- bacakları üzerinde durduğunu herkese ilan edecekti.
nizden böylesine uzakta!- arka avludaki asma çarda
ğında kanatlarını silkerek bitlerini ayıklamış.
Yeşil iguananın, gece kelebeğinin, bilinmeyen kö
peğin, garip pelikanın birer hayal olduğunu herkes bi
liyordu. Toynaklı hayvan, kuş, balık ya da böcek görü
nümüne girebilen Mackandal, kendine bağlı olanları
denetlemek ve geri döneceğine hâlâ inanıp inanmadık-
28 29
7. Erkek Giysisi
31
ediyorlardı. Ama, bu kez, 'Ti Noel", mumlar yakılıp Yenvalö moin Papa.
mağaranın altınları parıldadığı zaman orada bulunma Moinpas manga q'm bambo
yacağını biliyordu. O akşam uzaklarda olmayı, Dufr6- Yenvalö Papa, yenvalö moin.
n€ konutu kölelerinin hazırladığı eğlence sırasında Ou vlai moin lava chaudier,
kaçmayı düşünüyordu. Efendinin evinde ilk erkek ço Yenvalö moin?
cuğun doğumunu, kölelerin de adam başı bir tas İs
Hep kazanları mı yıkayacağım ben? Hep bambu
panyol rakısıyla kutlamalarına izin verilmişti.
mu yiyeceğim ben? Sorular, tıpkı barsak bölümleri gi
Route, route, Congoa route. bi birbirine ekleniyor, anıtmezarlar, kuleler, sonu gel
Route, route, Congoa route. mez surlar yapmak için sürgüne gönderilmiş insanla
rın koro halinde acı acı inleyişine dönüşüyorlardı. Ah!
A fort ti fille ya danse" congo ya-yaro.
babam ah! Ne uzun yol! Ah! babam ah! Ne bitmez tü
İki saati aşkın bir süredir meşalelerin ışığında kenmez çile. "Ti Noel" böylesine yanıp yakınırken, be
tamtamlar çalmıyor, kadınlar çamaşır makinesinin sü yazların da kulakları olduğunu unutmuştu. Bu sırada,
Dufrene konutunun avlusunda, salondaki asılı yerle
rekli hareketi gibi omuzlarını oynatarak dans ediyor
rinden çıkarılan fitilli tüfekler, karabinalar, tabanca
lardı. Birden şarkı söyleyenlerin heyecandan sesi titre lar dolduruluyor, atışa hazırlanıyordu. Ve ne olur ne
di. Büyük davulun ardında insan kişiliğiyle dikiliver- olmaz diye yedek bıçak, kılıç ve sopa hazırlandı. Bun
mişti Mackandal. Mandingue Mackandal. İnsan Mac- lar Mandingue'nin yakalanması için dua eden kadınla
kandal. Tek kollu. Eski kalıbına dönmüş, ortaya çık rın gözetimine bırakılacaktı.
mıştı. Kimse onu selâmlamadı, ama herkesle göz göze
geldi o. Tek ve boş eline doğru içki kâseleri elden ele
geçti. "Ti Noel", kılık değiştirdiğinden beri onu ilk kez
görüyordu. Gizemli yaşammdan onda sanki birşeyler
kalmış gibiydi. Onu kedi, köpek, kuş biçiminde göste
ren giysilerden birşeyler. Çenesi kedi gibi sivri, gözle
ri kalıbına girdiği bazı kuşların gözleri gibi şakakları
na doğru çekilmişti. Kadınlar dansm ritmiyle iki yana
sallanarak, dönüp dolaşıp önünden geçiyorlardı. Ama
havada o kadar soru vardı ki, birden nedeni anlaşılma
dan tüm sesler tamtamları bastıran görkemli bir ezgi
(yenvalö) tutturdular.
35
keri bandoyu derin bir sessizlik izledi. Çizgili kısa bir
pantolon giymiş, sicimlerle düğümlenip bağlanmış, he sağlam bir insanın yapacağından daha güçlü ve daha
nüz taze yaralar nedeniyle cilalanmış gibi görünen korkunçtu bu hareket. Onu saran ipler koptu, bedeni
Mackandal, alanın ortasına doğru ilerliyordu. Efendi havada uzandı ve kölelerin siyah selinde kaybolmadan
ler, bakışlarıyla kölelerinin yüz ifadelerini izliyorlardı. önce, başlar üstünde uçtu. Tek bir çığlık alanı çınlattı:
Zenciler efendilere onur kırıcı bir ilgisizlik gösteriyor "Mackandal kurtuldu!"
lardı. Beyazlar, siyahların işleri konusunda ne bilebilir Birden kargaşayla gürültü patırtı koptu. Binalar
lerdi ki? Mackandal, kılık değiştirme evrelerinde ço arasında durdurulamayan, balkonlara tırmanan, bağı
kayaklı, dört kanatlı ya da uzun duyargalı yaratıklar bi rıp çağıran zenci kölelerin üzerine muhafızlar dipçikle
çimine dönüşüp, böylelikle bir kolunun yokluğunu gi saldırıyorlardı. Öylesine gürültü, bağrış çağrış ve itişip
dererek sık sık böceklerin gizli dünyasına girmişti. Si kakışma oldu ki, on askerin Mackandal'ı tepe üstü ate
nek olmuş, çokayaklı, termit, tarantula, hanımböceği şe attığını, saçlarının yanmasıyla büyüyen alevin onun
ve hatta yeşil ışık vererek yanıp sönen bir tür ateşbö- son çığlığını bastırdığını çok az kimse görebildi. Köle
ceği olmuştu. Belli bir süre sonra, Mandingue'yi bağla ler yatıştığı zaman yakmalık, her kuru odun yığını gibi
yan ipler artık saracak bir beden kalmayınca, darağacı olağan biçimde yanıyordu. Hafif esintiyle balkonlara
boyunca yere düşmeden önce, havasal bir insanm ikin kadar siyah bir duman yükseliyor, balkonda bayılmış
ci siluetini çizecek ve sivrisineğe dönüşen Mackandal bir hanım kendine geliyordu. Artık görülecek hiçbir
beyazların kargaşasından yararlanarak gidip komuta şey kalmamıştı.
nın üç köşeli şapkasına konacaktı. Efendilerin bilme O akşam, köleler tüm yol boyunca gülüp eğlene
dikleri şey işte buydu. Efendiler, büyük Loashların rek kulübelerine döndüler. Mackandal sözünü tutmuş
kutsal önderi tek bir adama karşı çaresizliklerini orta tu. Bu dünyanın krallığında kalmıştı. Karşı Yaka'nın
ya koyacak olan bu yararsız gösteriyi düzenlemek için yüce güçleri beyazları bir kez daha aldatmışlardı. Bay
çok para harcamışlardı. Lenormand de Mezy, beresi başında, siyahların kendi
Mackandal'ın sırtı darağacına dayalıydı şimdi. Cel lerinden birinin ölüm cezası karşısındaki duygusuzlu
lât maşayla bir kor tutmuştu. Genel Vali, bir gün önce ğunu dindar karısıyla yorumlar ve bundan insan ırkla
ayna karşısında provasını yaptığı hareketi yineleyerek rının eşitsizliği konusunda bilgece sonuçlar çıkarıp La
kılıcını kınından çıkardı, kararın yerine getirilmesi tince alıntılarla dolu bir konuşmayla bunu geliştirmeyi
buyruğunu verdi. Alevler tek kollunun bacaklarını ya tasarlarken, "Ti Noel" ahırın bir köşesinde, mutfakta
layarak bedenine doğru yükselmeye başladı. Bu sırada çalışan hizmetçi kızların -birini kucaklayarak onunla
Mackandal, öfkeyle şişinip, bağıra bağıra anlaşılma sarmaş dolaş oluyordu.
yan büyülü sözler söyleyerek, kesik koldan arta kalan
güdük kısmı gözdağı verircesine hareket ettirdi. Kolu
36
37
IKINCI BOLUM
41
ges sokağının ötelerinden duyulan nefis bir hamurlu le yarışırcasına cıvıldıyorlardı.
yiyecekler hazırlıyordu. Bunun üzerinden yirmi yıl geçmişti. Aşçı kadınlar
Yeniden yalnız kalan Bay Lenormand de M6zy dan biriyle evlenen 'Ti NoeTin on iki çocuğu olmuştu.
ölen karısının anısına hiç saygı göstermiyordu. Sık sık Kent, kenarları çiçekli yolları, verimli bağlarıyla her
Cap tiyatrosuna gidiyordu. Tiyatroda Paris'ten gelen zaman olduğundan daha bayındırdı. Ama zamanla
gerçek sanatçılar Jean-Jacques Rousseau'dan parça Bay Lenormand de MĞzy kendini içkiye kaptırmış,
lar okuyor ya da zaman zaman yanm dizenin durağın durmadan içiyordu. Sürekli bir cinsel sapıklık yüzün
da terlerini silip güçlü bir sesle yurgulaya vurgulaya den, kokuları onda cinsel istek uyandıran küçük köle
trajedilerden dizeler söylüyorlardı. O günlerde, kimi kızları her an gözetliyordu. Özellikle zina halinde ya
dul erkeklerin vefasızlığını kınayan koşuklu bir yergi kaladığı erkeklere bedensel acılar verecek cezalar uy
den, zengin bir Ovalı toprak sahibinin hep küçük rol gulama eğilimi gün geçtikçe artıyordu. Sıtmaya yaka
lerde görünen ama aşk sanatında epeyce becerikli, lanmış, sararıp solmuş karısı, kendisini yıkayan ve saç
Flaman asıllı, etli butlu Bayan Floridor'la gecelerini larını tarayan zenci kadınları bir hiç uğruna kırbaçlata
süslediğini herkes öğrendi. Efendi, mevsim sonunda rak sanat yaşamındaki başarısızlığının öcünü alıyordu.
konutunun idaresini bir akrabasına bırakarak bu ha Kimi geceler kendini içkiye veriyordu. Hiçbir zaman
tunla birlikte ansızın Paris'e gitmişti. Ama başına bek oynayamadığı önemli rolleri şarap kokan geğirtilerle
lenmedik bir olay geldi: Birkaç ay sonra giderek artan kölelerin önünde yüksek sesle gecenin ortasında, ayışı-
bir güneş, toprak, bolluk ve insanlara buyurma özle ğında okumak için, sık sık herkesi ayağa kaldırıyordu.
mi, bir yol kenarına uzanmış zenci kadınların özlemi İncecik giysilere bürünüp bitkin bir sesle repertuarı
ona şunu öğretmişti: Uğruna uzun yıllar çalışıp çabala nın en yaman parçalarına saldırıyordu.
dığı bu "Fransa'ya dönüş" onun için artık mutluluğun
Cinayetlerim artık ölçüyü aştı benim,
anahtarı değildi. Sömürgeye ve iklimine defalarca la
Zinayla yalanı birlikte yaşıyorum.
net okuduktan, eski serüvencilerin torunlarının kaba
Öcümü geciktirmeyen katil ellerim,
lıklarım uzun uzadıya eleştirdikten sonra, dram sana
Suçsuz kana bulaşmaya can attyor.
tında yeteneksizliği nedeniyle Paris tiyatrolarından ko
vulan oyuncuyla birlikte konutuna dönmüştü. Pazar Hiçbir şey anlamadıkları için şaşkın, ancak cezası
günü, özel giysili sürücüleriyle katedrale doğru ilerle basit bir sopadan kelle kesmeye kadar varan kusurlar
yen görkemli iki arabanın Ova'yı yeniden onurlandır la ilgili bazı sözcükleri bozuk zenci Fransızcasıyla dile
masının nedeni buydu işte. Tiyatroya kendi adının ve getirebilen zenciler, bu kadının bir zamanlar sayısız
rilmesinde direnen Bayan Floridor'un arabasının arka suç işlediğine, büyük bir olasılıkla, tıpkı anavatanda
iskemlesinde yerlerinde duramayan, mavi etekli, on başı derde girmiş Cap'taki birçok orospu gibi, Paris
melez kız rüzgârda eteklerini hışırdatarak birbirleriy- polisinden kaçıp kurtulmak için sömürgeye geldiğine
42 43
inanıyorlardı. Cinayet sözcüğü adada konuşulan bo
zuk Fransızcada hep aynıydı. Yargıçlara Fransızca ne
dendiğini herkes biliyordu. Cehennem ve kızıl şeytan 2. Büyük Antlaşma
larına gelince; kösnül istekler konusunda alabildiğine
katı olan, Bay Lenormand de Mezy'nin ikinci eşi, bun Kuzey Ovası çalışanlarının bellerine dek çamura bu
dan yeterince söz etmişti onlara. Ayışığında içini gös lanmış temsücüeri, sırılsıklam gömlekleri içinde tir tir
teren beyaz bir tül giymiş bu kadınm itiraflarında ör titreyerek Caiman Ormanının en sık yerine geldikleri
nek alınacak hiçbir şey olamazdı. sırada, uçurumların dibinde uzun süre yuvarlanan Kı
Minos'a göre tüm soluk benizliler cehenneme zıl Morne'un kayalık katmanlarına çığ gibi çarpıp par
çalanıyor gibiydi gök gürültüsü. Bu yetmiyormuş gibi,
gidecek,
Ama şeytanın bile bilmediği bunca suçu, bu ılık ağustos yağmuru rüzgârın yönüne göre soğuya-
rak, kölelerin karartma işaretinin verilmesinden bu ya
bunca cinayeti,
na daha da artmıştı. Pantolonu kıçına yapışmış "Ti
Söylemek zorunda kalan kızını görünce,
Belki de korkudan gölgesi bile titreyecek Noel", yağmur başlığı biçiminde kıvrılmış bir hintkene-
viri çuvalın altında başını korumaya çalışıyordu. Ka
Lenormand de Mezy'nin konutundaki köleler, ranlık olmasına karşın, toplantıya hiçbir casusun sız
bunca ahlaksızlık karşısında, Mackandal'a büyük bir madığından herkes emindi. Güvenüir adamlar, toplan
saygı duymayı sürdürüyorlardı. "Ti Noel", Mandin- tı çağrısını tam son anda duyurmuşlardı. Yavaş sesle
gue'nin öykülerini çocuklarına aktarıyor; saçlarını ta konuşulmasına karşın, konuşmalardan çıkan uğultu
rarken onlara Mackandal'm ününü dile getiren basit tüm ormanı dolduruyor, hışırdayan yapraklar üzerine
ezgiler öğretiyordu. Ayrıca tek kolluyu sık sık anımsa aralıksız yağan sağnakla karışıyordu.
mak yararlıydı, çünkü büyük çabalarla ülkeden uzak Birden, zenci meclisinin ortasında güçlü bir ses
larda korunan Mandingue, bir gün ansızın ülkeye geri yükseldi. Ağır ve kalın bir tonla başlayıp keskinleşen
dönecekti. bu ses, sözcüklere tumturaklı, garip bir hava veriyor
du. Haykırışlarla dolu bu öfkeli konuşma bir yardım
çağrısına, cinleri perileri kovmak için yapılan törene
çok benziyordu. Konuşmayı yapan, Jamaikalı Bouck-
man'dı. Gök gürültüsünün bütün cümleleri bastırması
na karşın, Tfi Noel", bu sözlerden Fransa'da bazı şey
ler olduğunu, çok etkin kişüerin zencüeri serbest bı
rakmak gereğini açıkladıklarını, ama Cap'taki, hepsi
45
44
kraldan yana, orospu çocuğu zengin toprak sahipleri Ogoun Badagri,
nin buna uymayı kabul etmediklerini sezinledi. Daha Ginâral sanglant
sonra Bouckman, tıpkı denizin üstünde parlayan şim Saiziz'orage
şek gibi, ağaçların üzerine birkaç saniye yağmur yağ Ou scell'orage
dırdı. Gök gürültüsü kesilince, bu toplantıda bulunan Ou fait Kataoun z'âclai
larla Afrika'nın büyük Loasları arasında, savaşı daha
elverişli koşullarla başlatma konusunda bir antlaşma Birden palalar siyah bir domuzun karnına saplan
yapıldığını açıkladı. Alkış ve haykırışlar arasında Bo dı. Barsakları, ciğerleri dışarı fırlayan hayvan acıyla
uckman şu son uyarıyı yaptı: haykırdı. O zaman, efendilerinin adlarıyla çağrılan
temsilciler -çünkü başka adlan yoktu- domuzun bü
"Beyazlanıl Tanrısı cinayet emrediyor. Bizim Tan
yük bir tahta çanakta biriktirilen köpüklü kanını du
rılarımız öç istiyor. Tanrılar bize yol gösterecek ve yar
daklarına sürmek için teker teker çanağın önünden
dım edecekler. Gözyaşlarımıza susayan beyazların
geçtiler. Sonra, yüzükoyun ıslak toprak üzerine düştü
Tanrısının hayalini parçalayalım, özgürlük çağrısını
yüreklerimizde duyalım!" ler. "Ti Noel" de ötekiler gibi, Bouckman'a uyacağına
yemin etti. O zaman Bouckman, o akşam kulübeleri
Temsilciler, çenelerinden karınlarına kadar akan,
ne dönmeyecek olan Jean-Frahçois'ya Biassou'ya ve
palaskalarının köselelerini katılaştıran yağmuru unut
Jeannot'ya palasının yanıyla dokundu1. Ayaklanmanın
muşlardı. Fırtınanın ortasında haykırışlar yükseliyor
kurmayı oluşmuştu artık. İşaret sekiz gün sonra verile
du. Bouckman'ın yakınında, uzun kollu ve uzun bacak
cekti. Büyük bir olasılıkla, Fransızların uzlaşmaz düş
lı, yapılı bir zenci kadın, ayinlejde kullanılan kocaman
bir palayı hızla sallayıp duruyordu. manı Karşı Yaka'daki İspanyol çiftçilerden de yardım
gelecekti. Bir bildiri hazırlamak gerektiği ve kimse ya
Fai Ogoun, Fai Ogoun, Fai Ogoun; Oh! zı yazmayı bilmediği için, insan Hakları Bildirgesi'ni
Damballah m'ap tire" canon, okuduğundan beri zencilere içten bir sevgi besleyen,
Fai Ogoun, Fai Ogoun, Fai Ogoun, Oh! Voltaire'in felsefesine hayran Dondon papazı ve La.
Damballah m 'ap tirt canon. Haye başrahibinin işlek kaz tüyü kalemi akla geldi.
Yağmur dereleri taşırdığından, "Ti Noel" efendi
Kalabalığın uğultusu arasında Demir Ogoun, Sa
uyanmadan ahıra ulaşmak için, Gorge Verte Deresini
vaşçı Ogoun, Demirci Ogoun, Mareşal Ogoun, Okçu
yüzerek geçmek zorunda kaldı. Akşam duası çanı çaldı
Ogoun, Ogoun-Chango, Ogoun Kankanikan, Ogo-
ğında, güneşte mis gibi kokan bir hasır yığınının içine
un-Batala, Ogoun-Panama, Ogoun-Bakoul6, Rada ra
beline dek gömülüp oturmuş, bir de türkü tutturmuştu.
hibesi tarafından şimdi yardıma çağrılıyorlardı.
1. Töreye göre, şövalyeliğe kabul edilen birinin omzuna kılıcın yanıyla dokunulurdu.
(Çev.)
46 47
3. Boruların Çağrısı
50 51
4. Gemideki Dogon 1
53
sine ansızın durdurmuştu ki, hayvanın burnu şiddetle tüm soylu kızlarının ırzına geçmişlerdi. Bunca danteli
pencereye çarptı. Getirdiği haberler Bay Lenormand yırtıp, bunca çarşafta gülüp oynadıktan ve bunca işçi-
de Mezy'yi şaşkınlıktan kurtardı. Çapulcu takımı yenil başıyı öldürdükten sonra, artık onları durdurmanın yo
mişti. Şimdi Jamaikalı Bouckman'ın ağzı açık ve yeşi lu yoktu. Bay Blanchelande, zenciler ve özgür melez
limsi kellesi, tek kollu Mackandal'ın bedeninin pis ko ler kadar kölelerin de toptan yok edilmesinden yanay
kulu küllere dönüştüğü yerde, kurda kuşa yem oluyor dı. İster yarı melez, ister melez, ister Memlûk, ister
du. Zencilerin toptan yok edilmesi tasarlanıyordu, Marabut olsun, damarlarında Afrika kanı taşıyan her
ama hâlâ ıssız yerlere gizlenmiş silâhlı çeteler vardı. kes kılıçtan geçirilmeliydi. Noel'de odalardaki kandil
Bay Lenormand de MĞzy, eşini gömmek için oyalan ler yakıldığı sırada, kölelerin sevgi ve hayranlıkla ba
madan, büyük bir hızla Cap yoluna koyulan haberci ğırmalarına aldanümamahydı. Peder Labat, adalara
nin atınm arkasına atladı. Uzaklardan, bir ölüm man yaptığı ilk yolculuktan sonra bu durumu çok güzel be
gasının yaylım ateşi duyuldu. Haberci atını mahmuzla- lirtmişti: Siyahların davranışı Nuh'un gemisindeki Do-
dı. gon'a tapan Filistinlilerin davranışına benziyordu. Bu
Efendi, ikişer ikişer sırt sırta bağlanmış zencilerin sırada Genel Vali, Bay Lenormand de MĞzy'nin şim
kesici silâhla-çünkü barut tüketimini azaltmak akıllıca diye dek hiç ilgilenmediği bir sözcük kullandı: Vodu1.
bir işti-öldürülmeyi bekledikleri kışlanın avlusuna, Birkaç yıl önce, Cap'taki kırmızı yüzlü ve zevk düşkü
"Ti NoeTle öbür on iki kölesinin öldürülmesine engel nü Moreau de Saint-M6ry adlı bu avukatın, dağlarda
olmak için, tam zamanında vardı. Bunlar onun geri ka ki büyücülerin ilkel yöntemleri hakkında bilgiler topla
lan köleleriydi, Havana pazarında en azından altı bin dığını, zencilerin yılanlara taptıklarını saptadığını
beş yüz İspanyol pezosu değerindeydiler. Bay Lenor anımsadı. Aklına gelen bu olay, bir davulun bazı du
mand de Mezy, bunlara en ağır cezalarm verilmesini, rumlarda, oyulmuş bir ağaç kütüğü üzerine gerilen oğ
ama Genel Vali'yle konuşmadan ölüm emrinin uygu lak derisinden çok daha anlamlı olabildiğini düşündü
lanmamasını rica etti. Çok kahve içmekten, uykusuz rerek onu kaygılandırdı. Demek ki zencilere cesaret
luktan, sinirden tir tir titreyen Bay Blanchelande, 14. veren, başkaldırılarında onları dayanışma içinde tutan
Louis'yle Marie-Antoinette ve oğlunun portresi bulu gizli bir inanç vardı. Kimbilir, belki de zenciler yıllar
nan çalışma odasında, bir baştan öbürüne yürüyüp du ca onun gözleri önünde ayın ilk günlerinde çalınan
ruyordu. Kendi kendine mırıldandığı kırık dökük söz tamtamlarla iletişim sağlayarak, onu hiç kuşkulandır
lerden tam bir anlam çıkarmak güçtü. Bu sözlerde, fi madan bu inancın gereklerini yerine getirmişlerdi.
lozoflara yönelik hakaretler, Paris'e yolladığı ve yanıt Ama kültürlü bir kişinin aklı fikri hep yılana tapan in
sız kalan mektuplarm geleceği öngören bölümleri art sanların ilkel inançlarında olabilir miydi?
arda sıralanıyordu. Dünyada anarşi başa geçiyordu.
Sömürge çöküyordu. Zenciler, Ova'nın hemen hemen 1'. Afrika'da yöresel bir din ve bu dinin Tanrısı. (Çev.)
54 55,
Genel Vali'nin karamsarlığı nedeniyle son derece
çökmüş Bay Lenormand de Mezy, karanlık basmcaya
dek kentin sokaklarında anlamsız ve amaçsız dolaştı.
Bouckman'ın kellesini uzun uzun seyretti. Küfürler, 5. Küba Santiagosu
hakaretler yağdırdı ona. Bir süre sonra, pansiyoncu
şişman Louison'un evine gitti. Bu kadının müşterileri Şilep Cap burnunu geçmişti. İspanyolların silâh yardı
ince giysiler giyinmişler, çömlek dolu bir avluda çıplak mı önerdiğini ve zencilerin davasını savunan bazı cum
memelerini havalandırıyorlardı. Ama hava her yanda huriyet yanlısı devrimcilerin içten coşkusunu bilen
bozuktu. Bunun için, La Couronne lokantasında iç zencilerin durmadan tehdit ettiği kent gerilerde kalı
mek niyetiyle ispanyol sokağına doğru yöneldi. Lokan yordu. Sintineye kapatılmış "Ti NoeTle arkadaşları kö
tanın kapalı olduğunu görünce, aşçı Henri Christop- mür çuvalları üzerinde ter dökerken, önemli kişiler ar
he'un üniforma giyip sömürge topçusu olmak için bir ka güvertede toplanmış, püfür püfür esen boğazın se
kaç gün önce işini bıraktığını anımsadı. Henri Chris- rin rüzgârlarım ciğerlerine dolduruyorlardı. Cap'taki
tophe, lokantasının soyluluk göstergesi olan pirinç ta yeni tiyatro topluluğundan bir şarkıcı kadın vardı. Ça
belasını alıp götürdüğünden beri, Cap'ta soyluların lıştığı yer isyan gecesi yanmış, kendisine kala kala yal
zevklerine göre yemek yiyebilecekleri hiçbir yer kal nızca terk edilmiş bir Didon1 giysisi kalmıştı. Şu anda,
mamıştı. Basit bir garsonun getirdiği bir bardak romla güherçileden akordu bozulmuş klavsenini kurtarmayı
biraz kendine gelen Bay Lenormand de Mezy, aylar başaran Alsaslı bir müzisyen, sarı renkli denizsalkımı
dır yerinden kımıldamayan ve kalafatlama işi biter bit üzerinde bir uçanbalığın zıplayışını görmek için, çaldı
mez Küba Santiagosu'na gitmek için demir alacak ğı Jean Fr6d6ric Edelmann'ın sonatına bazan ara veri
Hollanda bandıralı bir kömür gemisinin kaptanıyla çe yordu. Kral yanlısı bir marki, cumhuriyetçi iki subay,
neye daldı. dantel işleyen bir kadın ve kilisedeki ekmek kabını
alıp götüren bir İtalyan papaz, şilepteki yolcuların lis
tesini tamamlıyordu.
Bay Lenormand de M6zy, Santiago'ya vardığı ak
şam, buraya ilk gelen Fransız mültecilerin daha yeni
yaptığı, çatısı palmiyelerle örtülmüş Tivoli tiyatrosuna
gitti hemen. Çünkü girişlerine eşek bağlanmış sinekli
küçük Küba kahvehanelerine karşı tiksinti duyuyor-
1. Didon: Efsaneye göre Kartaca'yı kuran kadın. Ülkesinden kaçıp Kartaca'ya gelen
Eneas'ı sever, ama Tanrıların buyruğuyla Eneas onu terk edince göğsüne bir hançer
saplayarak kendini öldürür. (Çev.)
56 57
du. Bunca sıkıntıdan, bunca korkudan ve çok büyük duymak olasıydı:
değişiklikten sonra, bu basit çalgılı kahvede rahatlatı
cı bir hava buldu. En iyi masaları, keskin palalar önün Yasalarına göre, aşk ister ki mutluluk hiç
den tıpkı onun gibi korkup kaçan büyük toprak sahibi bitmesin,
eski dostlar doldurmuşlardı. Ama işin garibi, servetle Bu mutluluktan herkes tat alsın, eğlensin...
ri ellerinden gitmiş, sağlıkları bozulmuş, ailelerinin ya Şimdi Paris'te modası iyice geçmiş büyük bir kır
rısını yitirmiş ve kızları zenciler tarafından kirletilmiş kıyafeti balosunun yapılacağı haber veriliyordu. Balo
eski sömürgeciler, ağlayıp sızlamayı unutmuşlardı; da giyilecek giysiler için, zencilerin yağmasından kur
gençleşmişe benziyorlardı. İleriyi gören bazı kimseler tarılmış sandıklardaki eşyalardan yararlanılmıştı. Ro
paralarını Saint-Domingue'den çekip New Orleans'a lüyle iyice bütünleşmiş bariton sesli bir koca, Mon-
geçerken ya da Kübâ'daki yeni kahve tarımsal işletme signy'nin Kaçak adlı yapıtındaki kahramanın yüreklili
lerini değerlendirirken, hiçbir şey kurtaramayanlar ğini sahnede hareketsiz durarak canlandırırken, süslü
şimdilik her şeyin tadmı çıkarmaya çalışarak, günü gü palmiye yapraklarından yapılmış localar kadınlar için
nüne düzensizce, sorumsuzca yaşamaktan hoşlanıyor çok uygun buluşma yerleri oluyordu. Küba Santiago-
lardı. Dul erkek, bekârlığın üstünlüklerini görmeye su'nda ilk kez çeşitli danslar yapılıyor, kadril müziği
başlıyor; saygıdeğer eş yepyeni bir heyecanla kendisi işitiliyordu. Sömürgecilerin kızlarının takma saçları,
ni aldatan kocaya bağlanıyordu. Askerler artık kalk saray müziğinin canlı vals havasına uyarak durmadan
borusu sesi duymayacaklarına seviniyorlardı. Protes dönüyordu. Kentte düzensizlik, karışıklık ve gösteriş
tan kızlar sahneye çıkmaktan, yüzlerine allık sürüp havası esiyordu. Sömürgelerde doğmuş melezler, mo
ben yaparak ilgi çekmekten şımarmışlardı. Sömürge dası geçmiş İspanyol giysilerini belediye danışmanları
deki tüm kentsoylu düzeni altüst olmuştu. Şimdi en na bırakarak göçmenlerin getirdiği modayı öykünme-
önemli şey trompet çalmak, bir menuet üçlüsünü bir ye başlamışlardı. Küba asıllı kimi kadınlar, günah çı
obua ile tamamlamak, ve hatta Tivoli orkestrasına da karttıkları papazlarma çaktırmadan Fransız terbiyesi
ha bir hava vermek amacıyla üçköşeye ahenkle vur dersleri alıyorlar, kunduralarının değerini ortaya koy
maktı. Eskiden noterlik yapanlar, müzik parçalarını mak amacıyla yürüme alıştırmaları yapıyorlardı. Ak
yeniden yazıyorlardı. Vergi tahsildarları, geniş tuval şamları, Bay Lenormand de Mezy temsilde elinde ka
ler üzerine güzel dekorlar yapıyorlardı. Prova saatle deh durmadan içerken, mültecilerin geleneklerine uy
rinde tüm Santiago, tahta parmaklıklar ve çivilenmiş gun olarak Aziz Louis'nin ilahisini ve Fransız ulusal
kapıların arkasında öğle uykusuna dalmışken Son Yor- marşını söylemek için yanındakilerle birlikte ayağa
tu'nun tozu toprağıyla örtülmüş ejderha mankenleri kalkıyordu.
nin yanında, dün sofuluğuyla ünlü bir hanımefendi Aklını belli bir şeye veremeyen, işsiz güçsüz Bay
nin, ölgün el kol hareketleriyle şu türküyü söylediğini Lenormand de M6zy, zamanını kumar oynamak ve
58 59
Georges'lar, Noel gecelerinde çalınan çobanlara ait
dua etmek arasında geçirmeye başladı. Önüne çıkan müzik aletleri (simgeler, özel nitelikler, işaretler) Yı
ilk kumarhanede kumar oynamak ve Tivoli tiyatrosu lan Tanrı Damballah'a adanan adakların sunakların
na olan gecikmiş borcunu ödemek için kölelerini birbi dan çıkanlara benzer büyüleyici bir güce, çekici bir
ri ardınca satıyor, limanda çalışan kıvırcık saçlı zenci kudrete sahiptiler. Ve sonra, Saint-Jacques, fırtınala
kızlarla yatıyordu. Ama aynada giderek yaşlandığını rın mareşali Ogoun Fai'dir. Onun büyüsüyle Bouck-
görüp, Tanrının çok yakında Azraili kendisine gönde man'ın adamları başkaldırmıştır. Bu nedenle, "Ti No
receğinden korkuyordu. Bir zamanların masonu, şim el" sık sık ona dua etmek yerine, eski bir Mackandal
di moda olan üçköşe adlı müzik aletinden kuşku duyu türküsü söylüyordu:
yordu. Bu nedenle, yüksek sesle ya da mırıltı halinde Saint-Jacques, savaşın oğluyum ben,
kısa dualar okuyarak, "Ti Noel'le birlikte Santiago ka Saint-Jacques,
tedralinde saatlerce gezinmeyi alışkanlık edinmişti. O Savaşın oğluyum ben, görmüyor musun?
katedrali gezerken zenci de bir piskopos portresinin
altında uyukluyor ya da Don Esteban Salaş adlı sıska,
mor suratlı yaşlı bir yaygaracının yönettiği Noel ilahisi
çalışmalarına katılıyordu. Herkesin saygı gösterdiği
bu kilise yöneticisinin, korocularına neden bağırarak
ilahi söylettiğini anlamak gerçekten olanaksızdı. Bu
korodan, en iyimser kişileri bile çileden çıkaran bir gü
rültü patırtı yükseliyordu. Bu belki de, silâh taşıdığı
ve soylular gibi pantolon giydiği için "Ti NoeTin bü
yük bir kilise yetkilisi saydığı kilise kavasının beğenisi
böyleydi. Don Esteban Salas'ın boru ve basson sesleri
ve korodaki çocukların tiz sesleriyle zenginleşen bu
uyumsuz senfonilere karşın, Cap'ın Sulpice kiliselerin
de hiçbir zaman bulamadığı vodu sıcaklığını İspanyol
kiliselerinde buluyordu zenci. Garip altın paralar,
İsa'nın insanınkine benzer saçları, heykelciklerle dop
dolu günah çıkarma yerlerinin gizi, Dominiken rahip
lerinin köpeği, kutsal ayakların ezdiği ejderhalar, Sa-
int-Antoine'ın domuzu, Saint-Benoit'nın esmer yüzü,
zenci bakireler, kaim ve yüksek topuklu ayakkabılarla
Fransız trajedi aktörlerinin hırkalarını giymiş Saint—
61
60
6. Köpekli Gemi
63
ler getiriyorlardı.
nerler sallandığı zaman, kamaralarda, kaptan köşkün
Pauline, gemiye bindiğinden bu yana kendisini de, güvertelerde ve güverte aralarında, yüzlerce erke
kraliçe gibi hissediyordu. Çok sayıda insanla dopdolu ğin kendisini düşündüğünü biliyordu. Giysilerini bede
gemi şimdi Antüler'e doğru yol alıyor, geniş halkalar nine yapıştıran, göğüslerinin alımlı görünümünü açığa
oluşturan dalgaların ritmik hareketleriyle halatları gı vuran rüzgârda saçları dağılmış, geminin ön tarafında,
cırdıyordu. Sevgilisi, aktör Lafont, bangır bangır bağı mizana direğinin yanında, her gece derin derin düşü
rarak Beyazıt ve Mitridat'dan güzel dizeler söyleyip, en nüyormuş gibi görünmeyi de seviyordu.
büyük rollere ahştırmıştı Pauline'i. Belleği çok zayıf Azor Kanalını geçtikten ve uzaktan beyaz Porte
olan Pauline, flaması hışırdayarak pupa yelken ilerle kiz kiliselerini hayran hayran seyretmeye başladıktan
yen Okyanus'un geride bıraktığı köpük iziyle çok gü birkaç gün sonra, Pauline denizin değiştiğini fark etti.
zel uyum sağlayan "küreklerimizin altında köpüren Şimdi deniz, doğuya doğru uzanan sarı denizsalkımla-
Çanakkale Boğazı" dizesini belli belirsiz anımsıyordu. rıyla donanıyordu. Sanki yeşil kristalden yapılmışa
Şu anda belleğindeki birçok dize, rüzgârın her esişin benzeyen zarganalar, uzun kırmızı ipçikleri arkasında
de kaybolup gidiyordu. Pauline, Paris'ten Brest'e ka çekip sürükleyen mavi sidik torbalarma benzer deniza
dar tahtırevanla yolculuk etme gibi çocuksu bir kapris naları, kazma dişli tehlikeli balıklar ve bulanık bölge
le bütün, bir ordunun hareketini geciktirdikten sonra, lerde sanki duvak giymişe benzeyen mürekkepbalıkla-
daha ciddi şeyler düşünüyor olmalıydı. Mühürlenmiş rı vardı. Gözde subayları, üniformalarının düğmeleri
torbalarda Maurice Adasından getirilmiş fularlar, kır ni açmaya zorlayan sıcak bir bölgeye girilmişti. Lec-
yelekleri ve ilk sıcaklarda giyeceği çizgili muslin etek lerc yakasını açıyor, subaylarma da yakalarını açmala
ler vardı. Çünkü Abrantes düşesi sömürge modasın rı için izin veriyordu. Çok sıcak ve boğucu bir gece,
dan ona daha önce söz etmişti. Sonuç olarak, bu yolcu Pauline geceliğiyle kamarasmdan çıktı, uzun öğle uy
luk hiç de sıkıcı değildi. Gaskonya Körfezindeki kötü kuları için kendisine ayrılan arka kasaraya gidip uzan
havayı savuştururken geminin ön tarafında bir papa dı. Garip yakamozlar, dalgalarda yeşil yansımalar
zın yönetiminde yapılan ayin, büyük üniformalarını oluşturuyordu. Geminin dalgalara her çarpışında sayı
giymiş tüm subayları Pauline'in kocası General Lec- ları artan yıldızlardan, hafif bir serinlik iniyormuş gi
lerc'in çevresine toplamıştı. Kimileri kasıntılı bir tavır biydi. Gün ağarırken direkteki gözcü, kıç direkteki yel
içindeydi. Genç olmasına karşın erkeklerle iyi anlaşan kenin altında, buruşmuş bir yelkenin üstünde uyumuş
Pauline, kendisini hedef alan ve gitgide tutuşan arzu çıplak bir kadının varlığını fark etti. Bunun temizlikçi
larla şımartıldığmı hissediyordu. Bu arzular, ona karşı bir kadm olduğunu sanıp bir halattan tutunarak az kal
gösterilen ilgi ve derin saygı perdesinin ardında gizle sın üzerine varacaktı. Ama kadının kımıldamasından
niyordu. Yıldızlı gecelerde, geminin direklerindeki fe- uyandığını ve hayran hayran seyrettiği bedenin Pauli
ne Bonaparte'ın bedeni olduğunu anladı. Pauline, bir
64
Bu Dünyanın Krallığı 65/5
çocuk gibi gülücükler saçarak gözlerini ovuşturdu. Sa bu bolluktan kaygısızca yararlanmayı sürdürüyordu.
bah rüzgârında, bir piliç kadar tazeydi. Yelken bezi Katedralin yakınında, loş bir bahçe içinde yontulmuş
nin kendisini bakışlardan gizlediğini sanarak, omuzla beyaz taşlardan yapılmış geniş bir evde oturuyordu.
rından aşağı birkaç kova tatü su döküp yıkandı. O ge Demirhindi ağaçlarının altında, mozaiklerle döşenmiş
ceden beri hep açık havada uyuyordu. Onun bu cö bir yüzme havuzu yaptırmıştı. Burada çırılçıplak yıka
mert umursamazlığını herkes öğrendi. Öyle ki, Sa- nıyordu. Önceleri Fransız hizmetçilerine masaj yaptı
int-Domingue'te polis örgütünü kurmakla görevli ve rıyordu. Ama bir gün, bir erkek elinin daha kuvvetli,
sert kişiliğiyle tanınan Bay d'Esmenard, Yunan mito daha iri olacağını düşündü ve bu iş için eski bir ha
1
lojisindeki Galateia'yı anımsayarak kuralları nasıl uy mam tellağı olan Soliman'ı uygun ve güvenilir buldu.
gulayacağını uzun uzun düşünmek zorunda kaldı. Soliman onu yalnızca özene bezene yıkamakla kalmı
Cap kentiyle Kuzey Ovası'nın, şekerkamışı tarım yor, aynı zamanda bedenini bademyağıyla ovuyor, tüy
işletmelerinden yükselen sislere bürünmüş dağlarla lerini alıyor, ayak tırnaklarını törpülüyordu. Zenci
birlikte tıpkı bir yelken gibi ortaya çıkıvermesi, Paul onu yıkarken, Pauline havuzun suyunda bu uşağın
ve Virginie'nin aşklarını okumuş Pauline'i büyüledi. sert göğsüne dokunmaktan şeytanca bir zevk duyuyor
Paris'te, Saumon sokağında "Adalı" adıyla yayımla du. Onun dayanılmaz arzular içinde sürekli kıvrandığı
nan, zencilerin konuştuğu bozuk Fransızca'yla söyle nı ve kırbaçla çileden çıkarılan bir köpeğin sahte uysal-
nen bir kadril müziği biliyordu. Muslin giysiler içinde, lığıyla bir yandan kendisine baktığını biliyordu. Pauli
kendini cennetkuşu gibi hafif ve özgür hissediyordu. ne, onu yaş bir çubukla dövmeyi alışkanlık haline ge
Körpe eğreltiotlarının güzelliğini, sıtmaağacı meyvele tirmişti. Ama canını yakmıyor, yapmacık acıyla surat
rinin bol ve kahverengi özsuyunu, bir yelpaze gibi açı asmasına gülüyordu. Gerçeği söylemek gerekirse, gü
lıp kapanabilen görkemli yaprakları görmeye başlıyor zelliğiyle ilgili her ayrıntıya özen gösterdiği için ona
du. Akşam Leclerc kaşlarını çatarak kralcı çiftçilerin karşı gönül borcu duyuyordu. Hatta ara sıra, bu zenci
çıkardığı güçlüklerden, türlü tehditlerden söz ediyor bir işi kaşla göz arasında ya da tam istenilen biçimde
du Pauline'e. Daha kötü durumları düşünerek Kap yaptığı zaman, ödül olarak yere diz çöküp bacaklarını
lumbağa Adasında bir ev satın aldırmıştı. Ama Pauli öpmesine izin veriyordu. Bernardin de Saint-Pierre
ne onu hiç önemsemiyordu. Joseph LavallĞe'nin göz bunu, aydınlığın alçakgönüllü çabaları önünde, basit
yaşartan romanı Beyazlar Arasında Bir Zenci'yi yüreği bir ruhun soylu gönül borcunun bir simgesi olarak yo
sızlayarak okumayı ve kuru incir, keçi peyniri ve acı rumlardı.
zeytin yediği çocukluğunda hiç görmediği bu lüksten, Leclerc Güneyde bulunduğu sırada, Pauline za
man zaman genç, ateşli ve yakışıldı bir subayın kollan
1. GaJaıeia: Deniz Tanrıçası Nereos ve Doris'in kızı. Kyklops Poryhemos, Gala- arasında avunmasına karşın, kendini biraz Virginie,
teia'ya âjık olur, ama o çaban Akis'i sever. Akit ile Galateia'nın aşkı birçok yapıta
konu olmuştur. (Çev.) biraz Atala sanıp, günlerini esneyerek ve öğle uykusu-
66 67
na yatarak geçiriyordu. Ama bir akşam, dört zencinin
yardımıyla saçlarım tarayan Fransız berber, pis kokan
yarı pıhtılaşmış bir kan kusarak onun önüne yığılıver-
di. Durup dururken bu korkunç ve iğrenç olay, Pauli
ne Bonaparte'ın tropikal rüyasını allak bullak etmişti. 7. Aziz Trouble
69
ölüme yenilmekte olan bir adam güçlükle soluk alıyor kıl elbise, oruç gibi her çareye başvurmak gerekiyor
du. Doktorların başarısızlığına inanan Pauline, buhur, du. Birden, Pauline evin zeminindeki taşların kesişim
Çİvit, limon kabuğu tütsüleri ve Büyük Yargıç'ın, Aziz yerlerine basmaktan sakına salana garip bir biçimde
Georges'un, Aziz Trouble'un olağanüstü gücü kadar yürümeye başladı. Günün her saatinde, insanların ha
etkili dualar salık veren Soliman'm öğütlerine kulak çı çiğnemelerini görmekten zevk duyan dinsiz imansız
verdi. Evin kapılarını kokulu bitkilerle ve tütün artık masonların kışkırtmasıyla bu taşlara özellikle kare bi
larıyla yıkattı. Gösterişli bir dindarlıkla, bir köylü ka çimi verildiğini herkes biliyordu. Soliman göğsüne ar
dın gibi, koyu renkli ağaçtan haç önüne diz çöküp dua tık güzel kokular ve ferahlatıcı nane suyu sürmüyor,
ederek, her duanın sonunda Soliman'la birlikte yük bunun yerine alkollü ıtırlar, öğütülmüş taneler, vıcık
sek sesle bağırıyordu: Malo, Presto, Pasto, Effacio, vıcık özsuyu ve kuş kanı sürüyordu. Bir sabah, hizmet
Amen. Bir başka olay, örneğin bir limon ağacının göv çi kadınlar, zencinin yere diz çöküp saçlarını da geriye
desine haç biçiminde çivi saplama olayı, ondaki eski doğru savurarak Pauline'in çevresinde garip bir biçim
Korsika kanını harekete geçiriyordu. Bu kana, zenci de dans ettiğini şaşkınlıkla gördüler. Elbise giymemiş
nin hareketli dünyası, Direktuvar'ın yalanlarından da ti. Belinde yalnızca bir kemer vardı. Bu kemerden aşa
ha yakındı. Direktuvar'ın inançsızlığı, ondaki var ol ğı cinsel organını gizleyen beyaz bir mendil sarkıyor
ma bilincini yitirmişti. Şimdi çoğu kez, günün modası du. Boynunu mavi ve kırmızı kolyeler süslüyordu. Pas
nı izleme uğruna, kutsal şeylerle alay ettiğine pişman lı bir bıçağı elinde sallayarak bir kuş gibi sıçrıyordu.
lık duyuyordu. Leclerc'in can çekişmesi, korkusunu ar Her ikisi de uzun uzun inliyordu. Göğsün derinlikle
tırıp onu Tanrısal güçler dünyasına doğru daha da çe rinden gelen bu iniltiler ayışığında köpek ulumalarına
kiyordu. Karşı Yaka'nın afetine karşı adanın tek savu benziyordu. Başı kesilmiş bir horoz, yere serpilmiş mı
nucusu, düzenbazların reçetelerinin yararsızlığı karşı sır taneleri üstünde hâlâ kanatlarını çırpıyordu. Zen
sında olası tek doktor Soliman, cin peri dualarıyla bu ci, hizmetçi kadınlardan birinin bu durumu seyrettiği
güçleri yardıma çağırıyordu. Zenci, hastalık getiren ni görünce öfkelendi, bir tekmede kapıyı kapadı. O ak
pis buğuların denizi geçmelerine engel olmak için kıyı şam, tavandan baş aşağı asılmış birçok aziz heykeli
da küçük kayıklar yüzdürüyordu. Bu kayıklar hindis- görmek mümkündü. Soliman artık Pauline'den ayrıl
tancevizinin yarısından yapılmış ve hepsi de Pauli- mıyor, onun odasında kırmızı bir hah üzerinde uyuyor
ne'in dikiş çantasından alınan, Deniz Tanrısı Agas- du.
sou'daki kabile sayısı kadar kurdelayla süslenmişti. Pa San hummaya yakalanan Leclerc'in ölümü, Pauli
uline bir sabah, Leclerc'in eşyaları arasında bir savaş ne'! deliye çevirdi. Birinin ölüm terleri döktüğü evle
gemisi maketi buldu. Soliman'm adaklarına bu sanat rin çatılarında sabırla bekleyen atmacalarıyla tropik
yapıtını da katmak için koşarak kıyıya götürdü. Hasta ler ona çok ürkütücü görünüyordu. Kocasını üniforma
lıktan korunmak için adak, tövbe, çile doldurmak için sıyla birlikte sedir ağacından yapılmjş bir tabuta yer-
70 71
leştirdikten sonra, hiç vakit kaybetmeden Switshure'e buk dehşet veren boyutlara vardı. Rochambeau bay
bindi. Zayıflamış, gözlerinin altında iri mor halkalar ram günlerinde zencileri köpeklere parçalattı. Köpek
oluşmuştu. Göğsünde muskaları vardı. Ama bir süre lerin sivri dişleri bir bedeni parçalamaya hevesli ol
sonra, batı rüzgârı, Paris'i görme heyecanının artışı, mazsa, ipekli elbiseler giymiş birçok tanınmış kişinin
tabutun halkalarını kemiren tuz, Pauline'in sıkıntısını önünde, iştah açıcı kan akması için, kurban bir kılıçla
biraz hafifletti. Bir akşam, fırtınada çalkalanan deniz yaralanıyordu. Genel Vali böylece siyahların rahat du
geminin omurgasını korkunç bir biçimde çatırdatır- racaklarını düşünerek, Küba'dan yüz kadar çoban kö
ken, Pauline'in yas için örtündüğü tül, General Lec- peği istemişti:
lerc'in ölüsüne saygı nöbeti tutmak için özel olarak gö "Zenciler köpeklere yedirilecek!"
revlendirilmiş genç bir subayın mahmuzlarına takıldı. "Ti NoeT'in gördüğü gemi Cap limanına girdiği
Solgun ve iğreti giysiler bulunan çantasında, Papa Leg- gün, Martinik'ten gelen, zehirli yılan yüklü bir başka
ba'ya adanmış, Solunan tarafından işlenmiş ve Pauli yelkenliyle karşılaştı. Genel Vali, birbirinden uzak ku
ne Bonaparte'ı Roma'ya götüren yolları açmak için lübelerde oturan ve dağlardaki kaçak kölelere yardım
hazırlanmış bir muska vardı. eden köylüleri zehirletmek için bu yılanları Ova'ya sa
lıvermek istiyordu. Ama, Damballah'm yaratıklan
Pauline'in ayrılışıyla sömürgedeki tüm sağduyu olan bu yılanlar, eski rejimin son toprak ağalarıyla ay
kayboldu. Bir önceki yılın rahatlığmı bulma umudunu nı zamanda yok olarak yumurtlayıp çoğalamadan öl
yitiren Ova'nın son toprak sahipleri, Rochambeau'- meliydiler. Büyük Loashlar şimdi ateşli silahları yeğli
nun yönetiminde, kendilerini dur durak bilmeyen bü yorlardı. Savaş Tanrılarından yardım alanlar, savaşla
yük bir içki âlemine kaptırdılar. Kimse saatin farkın rı kazanıyordu. Ogoun Badagri, Akıl Tanrıçasmm son
da değildi. Geceler sabahın alacakaranlığında sona er savunma mevzilerine karşı, kesici silâhlarla yapılan
iniyordu. Yeni bir felâket her türlü zevk olasılığını or saldırıları yönetiyordu. Gerçekten, gelecek kuşaklara
tadan kaldırmadan, şarabı son damlasına kadar bitir aktarılmaya hak kazanmış tüm savaşlarda olduğu gibi
meli, baygın düşünceye kadar eğlenmeliydi. Genel Va -çünkü bir kişi trompetle güneşi durdurmuş ya da
li kadınlara ilgi gösteriyordu. Cap kentinin hanımları, kent surlarını devirmişti- o günlerde çıplak bedeniy
merhum Leclerc'in, "Zencilere fahişelik yapan beyaz le düşman toplarının ağzını tıkayan, kurşunları beden
kadınlar, toplumsal konumları ne olursa olsun, Fran lerinden çekip çıkaran yiğitler vardı. O sırada köyler
sa'ya geri gönderilmeli" buyruğuyla alay ediyorlardı. de Savana Rahibi diye adlandırılan, papazlık sıfatı ve
Birçok hanım, 'kendi aşifteleri' adını verdikleri melez rilmemiş ve başlarının ortasında papazlık nişanı bulun
kadınlarla balolarda dikkatleri üzerlerine çekerek ken mayan kimseler ortaya çıkmıştı. Bunlar, ölüm döşeğin
dilerini seviciliğe veriyordu. Köle kızların çocuk yaşta deki bir insanın yanına hasıra oturup Latince dualar
ırzlarına geçiliyordu. Bu durum, bir iki derken, çarça- okuma konusunda Fransız papazlar kadar bilgiliydi-
72
73
ler. Ama onlar daha iyi anlaşılıyordu. Çünkü Notre Pi ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
re ya da. Ave Maria'yı okuduklan zaman, metne herke
sin bildiği öbür ilahilerinkine benzer vurgu ve ses to
nunu vermeyi biliyorlardı. Sonunda, bazı dünya ve ah
ret sorunları birlikte görüşülüp tartışılmaya başlanı
yordu.
Her yerde yaldızlı kral taçlan bulunuyordu; içle
rinde kaldırılamayacak kadar büyük olanlar var
dı.
Kari Ritter
(Sans-Souci yağmasının bir tanığı)
74 75
1. işaretler
77
hiçbir zaman yalnız değildi. Çoktandır sandalyelerle, Fransız zenciler gibi o da biliyordu. Bu hazırlığa katı
tencerelerle, bir inekle, bir gitarla ya da gölgeleriyle lan Loco, Petro, Ogoun Ferraille, Brise-Pimba, Cap-
konuşma sanatını biliyordu. Burada insanlar neşeliydi laou-Pimba, Marinette Bois-Cheche, tüm Ateş ve Şim
ler. Ama bir patikanm dönemecinde, bitki ve ağaçlar şek Tanrıları öylesine amansız davranmışlardı ki, ki
kurumuş, sanki tozlaşmış ve pürtüklü bir toprakta bit mi insanlar büyünün şiddetinden havaya uçmuş, kimi
ki iskeletlerine dönüşmüş gibiydiler. Mezarlıklar tıpkı leri de yere serilmişti. Sonra, atalarla ilişki kurabilen
köpek kulübesi büyüklüğündeki eski tapınaklar gibi bir yemek yapmak için kan, toz, buğday unu ve kahve
beyaz alçıdan küçük mezarlarıyla, belirgin bir biçimde den bir hamur yapılmıştı. Coşkuyla kendinden geçen
görünmüyordu artık. Bir başka yerde, kaktüslerin ve bir esinli iki adamın sırtlarına birer yaba saplamıştı.
akasyaların kapladığı suskun ve düşman bir ovada, yol Bu iki adam, yarısı at yansı insan efsane yaratığı gibi
kıyılarında ölüler gömülüyordu. Ara sıra terk edilmiş sırt sırta dönmüş, at gibi kişniyordu. Bunlar, gecenin
bir kulübe, burada oturanların hastalık yayan pis ko ötesinde, sayısız gecelerin ötesinde, Tanrılar dünyası
kulardan kaçtıklarını gösteriyordu. Orada biten tüm nın sınırlarını yalayan denize doğru sanki dörtnala ini-
bitkilerin kötülük saçan dalı, budağı, sivri kısımları ve yormuş gibiydiler.
özsuları vardı. "Ti NoeT'in karşılaştığı pek az insan
onun selâmına karşılık veriyor, burunları yerde gezen
köpekler gibi gözlerini yere dikerek yollarına gidiyor
lardı. Zenci birden durup derin bir soluk aldı. Dikenli
bir ağaca bir oğlak asılmıştı. Toprak işaretlerle kaplan
mıştı: Kapı yerine kubbe biçiminde yerleştirilmiş ağaç
dallarıyla birlikte yarım daire biçiminde üç taş. Daha
ilerde, birer ayağından bağlanmış siyah piliçler yağlan
mış bir daldan baş aşağı sallanıyorlardı. Son olarak,
işaretlerin sonunda, gövdesi kirpi gibi siyah dikenli,
özellikle uğursuz bir ağacın çevresi adaklarla kuşatıl
mıştı. Bu ağacın bükülmüş, sarılmış, çatlamış köklerin
de Yolların Efendisi Legba'nın koltuk değnekleri sar
maş dolaş olmuştu.
Ti Noel" diz çöktü ve Büyük Antlaşma ülkesine
dönme sevincini kendisinden esirgemediği için Tanrı
ya şükretti. Çünkü Dessalines'in zaferini korkunç bir
hazırlığın sağladığını, Küba Santiagosu'ndaki tüm
78 79
2. Sans-Souci1
83
82
ciydi; başsavcının yönettiği köylülerin omuzlarından
bir geyik alıp indiren, başında kürkten püsküllü bir "Ti Noel" kafasına bir cop yedi. Yine hiçbir şey
başlığı bulunan şu aşçı zenciydi; manejde at koşturan söyleyemeden, ellerinde birer tuğla taşıyan çocukla
şu süvariler zenciydiler; bir açık hava tiyatrosunun ka rın, hamilelerin ve ihtiyarların oluşturduğu sır,aya gire
ra derili oyuncularının provalarını şahin yetiştiricisiy- rek sarp dağa tırmanmaya başladı. İhtiyar, başını Mi-
le birlikte seyreden, boynunda gümüş zincir olan şu sa lot'ya doğru çevirdi. Alacakaranlıkta saray her zaman
ki zenciydi; parlak düğmeleri, yeşil ceketli başhademe kinden daha pembe görünüyordu. Bir zamanlar Cap'-
tarafından sayılıp denetlenen beyaz perukalı şu hiz taki evinin gülü olan Pauline Bonaparte'ın büstünün
metçiler zenciydiler; kilisenin en büyük sunağının üs yanında, Athenis ve Amethyste adlı genç prensesler
tünde yükselen ve bir duayı tekrarlayan kara derili Brandenbourg sateninden giysileriyle oyun oynuyor
müzisyenlere tatlı tatlı gülümseyen Meryem Ana da lardı. Biraz daha uzakta, kraliçenin rahibi, prense Plu-
kara, hem de kapkaraydı. Bir zamanlar İspanyollar so tarkhos'un Koşut Yaşamlar'ım okuyor; ardında bakan
kağında aşçılık yapan ve La Couronne adlı bir han iş larıyla kraliçenin bahçesinde gezinen Henri Christop-
leten, şimdiyse adınm baş harfleri ve mağrur 'Tanrı, he da sevecen bakışlarla onları izliyordu. Geçerken
davam ve kılıcım' özlü sözüyle adına para bastıran de, mermer yontuların dibinde bir taç ve anka kuşu bi
Kral Henri Christophe'un gözde konutu Sans-Souci'- çiminde yükselen şimşirlerin üzerinde pek az önce aç
nin karşısında bulunduğunu anladı "Ti Noel". mış olan bir beyaz gülü dalgın bir tavırla kopartıyordu
Yaşlı adamın sırtına bir sopa şiddetle indi. Bir majesteleri.
şey söylemeye zaman bulamadan bekçinin biri onu
tekme tokat, kışlalardan birinin arkasına götürdü. Bir
hücreye kapatıldığını gören "Ti Noel", Henri Christop-
he'u kişisel olarak tanıdığını ve hatta Lenormand de
Mezy'nin konutuna sık sık gelen, özgür bırakılmış bir
dantelci kadının yeğeni Marie-Louise Coidavid'le o
zamandan bu yana evli olduğunu bildiğini bağırarak
anlatmaya çalıştı. Ama kimse aldırış etmedi. Akşam
onu da öteki tutsaklarla birlikte Bonnet de l'Evaque
Dağının dibine kadar götürdüler. Burada bir yığın in
şaat malzemesi vardı. Eline bir tuğla tutuşturdular:
"Bunu yukarı çıkar, sonra dönüp bir başka tuğla
al."
"Ama ben çok yaşlıyım."
84
85
3. Boğaların Kurban Edilmesi
87
lüyordu. Düşenin kim olduğunu düşünmeye zaman taşmadan, yeni iskeleler serin bulutların altına varmış
kalmadan bir başkası hemen onun yerini alıyordu. Bu tı. "Ti Noel" bir tuğla daha almak için Milot'ya doğru
dev yapının derinliklerinde, her an kamçı ya da silâh inmeye başladı. Yolda giderken genç kızların, kadınla
tehdidi altında yüzlerce insan çalışıyordu. Bu insanlar rın, çocukların ve yaşlıların dağın yamaçlarındaki pati
şimdiye dek ancak Piranese'in1 gerçekdışı mimarisin kalardan, kestirme yollardan yukarı çıktıklarını gör
de görülen yapıları gerçekleştiriyorlardı. İlk toplar, da dü. Kalenin dibine koymak için hep aynı tuğlayı taşı
ğın dik yamaçlarından halatlarla çekilerek getiriliyor, yorlardı. İnşaat bir karınca yuvası gibiydi. Bu tuğlalar,
karanlık ve kubbeli odalarda sedir ağacından yapılmış her mevsim ve her yıl hiç ara vermeden kaleye taşını
kundaklar üzerine yerleştiriliyordu. Bu karanlık odala yordu. Bir süre sonra "Ti Noel", bu çalışmanın on iki
rın mazgal delikleri, ülkenin tüm geçitlerine ve dar bo yıldan fazla bir zamandır sürdüğünü, tüm Kuzey Ova
ğazlarına egemendi. "Scipion", "Annibal" ve "Amilcar" sı halkının bu işte çalışması için zor kullanılarak sefer
adları verilen, namluları parlak, pürüzsüz bronzdan ber edildiğini öğrendi. Buna karşı girişilen her türlü
toplar vardı. Bunlar, üzerlerindeki hâlâ kuşkulu "Öz gösteri kanlı biçimde bastırılmıştı. Hiç duraklamadan
gürlük, Eşitlik" yazılarıyla 1789'dan sonra yapılanların bir aşağı bir yukarı yürüyen zenci, Sans-Souci'nin oda
yanındaydılar. Bunların arasında bir İspanyol topu orkestralarının, üniformalardaki görkemin ve bahçe
vardı, üstünde şu hüzünlü kayıt okunuyordu: "Sadık lerde budanmış şimşirler arasında süslü püslü kaidele
ama mutsuz." Güneş KraPın2 damgasını taşıyan, "Ulti ri üzerinde güneşte ısınan çıplak beyaz heykellerinin,
ma Ratio RegumV yazılı daha gösterişli ve daha ge Bay Lenormand de M6zy'nin konutunda sürdürdüğü
niş namlulu toplar vardı. kölelikten daha iğrenç bir kölelik sonucu ortaya çıktı
"Ti Noel" elindeki tuğlayı bir duvarın dibine bırak ğını düşünmeye başladı. Hatta buradaki durum daha
tığı sırada, geceyarısı olmuştu. Ama yapı çalışmaları, da beterdi. Çünkü kendisi gibi siyah, kıvırcık ve yassı
meşale ve yalazların ışığında sürüyordu. Yollarda, ka burunlu, kendisi gibi damgalı bir zenciden dayak ye
yaların ya da terk edilmiş topların üstünde uyuyakal menin derin ezikliği içindeydi. Bu durum, bir evdeki
mış insanlar vardı. Yorgunluktan bitip tükenen "Ti çocukların anne ve babalarını, torunların büyükanne
Noel", çekme köprünün altında bir hendeğe uzanıp ve büyükbabalarını, gelinlerin kayınvalidelerini döv
yattı. Gün ağarırken bir kırbaçla uyandı. Tepede, gün melerine benziyordu. Eskiden, büyük çiftlik sahipleri
doğarken kurban edilecek boğalar böğürüyorlardı. kölelerini bir sakarlık yapmadıkça öldürmemeye özen
Tüm dağ at kişnemeleriyle, bağnşlarla, boru sesleriy gösterirlerdi. Çünkü ölenin yerine başkasını almak pa
le, kırbaç şaklamalarıyla, halat gıcırdamalarıyla dolup halıya mal olurdu. Oysa burada, bir zencinin ölümü
1. 1720-1778 yıllan arasında yaşamış bir İtalyan mimarı.
devlet hazinesi için bir değer taşımıyordu: Çocuk do
2. 14. Louis. ğuracak zenci kadınlar oldukça - ki vardı ve her za
3. "Kralların Son Kanıtı.- Richelieu'nun krallık donanmasının toplarına kazıtarak
yazdırdığı yazı. (Çev.) man da olacaktır- Bonnet de l'Eveque Dağının tepe-
88
89
sine tuğla taşıyacak işçiler hiç eksik olmayacaktı. yapımın nelere mal" olduğunu unutup gözlerini mısır,
Kral Christophe çalışmalar konusunda bilgi edin barut, silâh ve altınla dopdolu kaleye doğru çevirecek
mek için atlı subaylarının eşliğinde sık sık kaleye çıkı lerdi. Cahil insanlara bunun askeri inşaat tekniğinde
yordu. Kısa boylu, güçlüydü. Göğsü hafifçe kavisli, basit bir gelişme olduğu söylenmiş olmasına karşın, öz
burnu yassı, çenesi ceketinin işlemeli yakasına gömül verinin derin anlamını bilen yapıcılar tarafından yetiş
müştü. Mahmuzlarını şakırdatarak sonu gelmez mer tirildikten sonra boğazlanan, kanı akıtılan damızlık bo
divenleri çıkıp bataryaları, demirhaneleri ve atölyeleri ğaların uzun uzun böğürmeleri üzerinde boşuna yük-
denetliyordu. Napolyon'unkine benzer iki köşeli şap seltilmemişti bu kuleler.
kasında iki renkli bir nişan vardı. Arada bir kırbacıy-
la, aylak yakaladığı birinin ya da sarp bir kıyıda yontu
lan bir kayayı yukarı çıkarmakta ağır davranan kıla
vuzların öldürülmesini emrediyordu. Her zaman, de
netlemesi bitince, en alışkın olanların bile gözünü ka
rartan uçurumun kıyısında, denize bakan en üstteki ta-
raçaya bir koltuk getirtiyordu. Sonra, kendinden yu
karda hiçbir şeyin olmadığından emin, bir gölgelik bi
le istemeden her şeyin üstünde, kendi gölgesinin üs
tünde ayakta durup egemenliğinin boyutlarını değer
lendiriyordu. Fransa'nın adayı ele geçirmek için bir gi
rişimde bulunması durumunda, "Tanrı, davam ve kılı
cım," diyen Henri Christophe, maiyeti, ordusu, din
adamları, müzisyenleri, Afrikalı soyluları ve soytarüa-
rıyla kalede ölünceye kadar buna karşı koyacaktı. Ken
disiyle birlikte bu dev surlar içinde yoksulluk tanıma
yan on beş bin insan yaşayacaktı. Giriş kapısındaki
köprü hele bir kalksın, o zaman La Ferriere Kalesi,
hükümdarı, hazineleri ve bütün görkemiyle bağımsız
bir ülke olacaktı. Çünkü aşağıda zenciler, Ova'daki ya
şamın çan ve horoz sesleriyle kuşların sırtında uzaklar
dan geldiğini; kendi soylarından bir kralın gökyüzüne
yalan oturduğunu; on binlerce Ogoun'un brnozdan ya
pılmış pabuçlarının yeri göğü çınlattığını düşünerek,
90
4. Tutuklu
93
Kışı ve ardından gelen yağmurlu günleri burada Bunları duyan hamile kadınlar elleriyle karınlarını tu
geçirdi. Yaz geldi. Hep yaş meyve yemekten karnı şiş tuyor, buradan geçenler hiç durmadan istavroz çıkara
mişti. Christophe'un adamlarından korktuğu için sık rak koşmaya başlıyorlardı. Kanlı, cırtlak lanetler, anla
sık dışarı çıkmaya cesaret edemiyordu. Çünkü Artibo- şılmaz tehditler, kehanetler ve küfürler savurarak su-
nite kıyılarında, bir yıldaki gün sayısı kadar penceresi suncaya dek, bu ulumalar ve çılgınca bağırışlar sürü
olacak yeni bir sarayın yapımı için yollarda adam arı yordu. Sonra hıçkırarak ağlamalar başlıyordu. Bir yaş
yorlardı. Günleri hep sıkıntı ve yoksulluk içinde geçen lının seslerine karışan yeni doğmuş bebek viyaklamala
"Ti Noel", gezmek için Cap kentine gitmeye karar ver rı dayanılmaz bir duygu yaratıyordu. Sonunda ağlama
di. Bir zamanlar efendisi, bir tay kadar çevik ve yürü lar hırıltıya dönüşüyor, bu hırıltı da astımlı birinin so
yüşü bir maroken hışırtısı kadar yumuşak atıyla konu luk alıp verişi gibi yavaş yavaş hafifliyordu. Bu sahne,
ta dönerken, onun arkasından giderek izlediği deniz başpiskoposluğun karşısında gece gündüz yineleniyor
kıyısındaki şimdi kaybolmaya yüz tutmuş yol boyunca du. Cap'ta kimse uyumuyordu. Hiç kimse buraya ya
yürüyordu. Kentte, herkes omzunda taşıdığı torbaya kın yollardan geçmeyi göze alamıyordu. Evlerin en ıs
koyacak birşeyler bulabilir. Kentte, yaşlılara sadaka sız odalarında alçak sesle dua ediliyordu. Kimse olup
verecek cömert orospular; akıllı hayvanların, konuşan biteni yorumlamak cesaretini gösteremiyordu. Çünkü
kuklaların, ekmek yerine içki isteyenlere yakınlık gös başpiskoposluk binasında dört duvar arasında dar bir
teren aşçı kadınların bulunduğu eğlenceli pazarlar var hücreye kapatılan rahip, Henri Christophe'un sırdaşı,
dır. "Ti Noel", şiddetli bir soğuğun iliklerine işlediğini Anse Dükü Cornejo Breille'di. Yeni sıvanmış duvarın
duyumsuyordu. Eskiden konutun bodrumunda gördü dibinde ölüme mahkûm edilmişti; çünkü kralın tüm
ğü kahn camdan yapılmış, çeşitli otlarla alkole batırıl sırlarını ve kızıl kulelerine birçok kez yıldırım düşen
mış mis kokulu tereyle dopdolu şişeleri özlemle arıyor kalenin sırlarını bildiği halde Fransa'ya dönmek istedi
du. ği için suçlu görülmüştü. Kraliçe Marie-Louise, kocası
"Ti Noel" kente vardığında tüm kent bir ölü sessiz nın ayaklarına kapanarak boş yere durmadan yalvarı-
liği içindeydi. Evlerin tüm kapıları ve pencereleri, yordu; kalenin üzerine yeni bir fırtına göndermekle
tüm jaluziler, binanın dış görünüşüne iç sıkıcı bir hava suçlanan Aziz Pierre'e hakaretler yağdıran Henri Ch-
verecek biçimde, başpiskoposluk binasına dönmüşler ristophe, bir Fransız rahibin etkisiz aforozlarından
di sanki. Çatıların saçakları sarkmış, sokakların köşe korkmuyordu. Dahası, Sans-Souci'nin kimsenin kuşku-
leri bozulmuş, nem duvarları kabartmış, çatlaklar oluş lanamayacağı bir gözdesi vardı: Alçak sesle dua oku
turmuştu. Başpiskoposluk binasının karşısındaki du mayı seven, geveze ve düzenbaz, geniş şapkalı bir İs
varda bir delik vardı. Dişsiz bir ağız gibi karanlık olan panyol rahip. Herkes onu Peder Juan de Dios adıyla
bu delikten herkesi ürpertecek, evlerdeki çocukları ağ biliyordu. Nohut yemekten, Karşı Yaka'nın kaba İs-
latacak derecede korkunç bağırmalar duyuluyordu. panyollarının isli etinden bıkan rahip, kendisine mey-
94
95
ve ve Portekiz şarabı sunan, her isteğini yerine geti
ren kadınların bulunduğu Haiti sarayında keyfince ya
şıyordu. Bir gün Henri Christophe'un tazılarını eğitir
ken ona Cornejo Breille'e karşı bazı sözler söylediği
ve bu yüzden Cornejo Breille'in gözden düştüğü dedi 5. 15 Ağustos Olayı
kodusu yayılmıştı.
Dört duvar arasmda bir hafta kalan rahibin sesi - Quasi palma exaltata sum in Cades, et quasi planta-
yavaş yavaş kısılmış, hırıltılar zayıflamış, başpiskopos tio rosae in Jericho. Quasi oliva speciosa in campis, et
luğun karşısında sessizlik egemen olmuştu. Yeni do quasi platanus exaltata sum juxta aquam inplateis. Si-
ğan bir bebeğin viyaklaması bu sessizliği bozdu. Satıcı cut cinnamonum et balsamum aromatizans odorem de
1
ların bağınşları, çamaşır asan kadınların türküleri ve di: quasi myrrha electa dedi suavitatem odoris.
dedikodularıyla kentteki olağan yaşam sürüyordu. "Ti O sabah Kraliçe Marie-Louise, Juan de Dios Gon-
Noel", sarhoş bir denizciden beş bardak içki içmeye zalez'in etkileyici ve bariton bir sesle okuduğu Latin
yetecek para alarak, bazı şeyler alıp torbasına koydu. ce dualardan hiçbir şey anlamadan, günlük kokusu ve
Sonra, bir zamanlar kentten her dönüşünde söylediği iç avludaki portakal ağaçlarının hoş kokusuyla tanın
şarkıyı söyleyerek, sendeleye sendeleye ayışığında ge mış parfümleri anıştıran dinsel ayin ve yöntemlerle il
ri dönmek için yola koyuldu. Bu şarkıda bir krala kar gili bazı sözcükler arasında gizemli bir uyum buluyor
şı çirkin sözler vardı. Bir krala karşı söylenmiş olması du. Bu parfümlerin adlan, Sans-Souci'deki eczacı
önemliydi. "Ti Noel", Henri Christophe'a hakaretler çömleklerinin üzerine yazılmıştı. Henri Christophe
yağdırarak, tacı tahtı ve soyu sopuyla devrilip gideceği ise ayini dikkatle izleyemiyordu. Çünkü yüreğinde
ni düşünerek yürüdü. Yol ona o kadar kısa geldi ki, açıklayamadığı bir sıkıntı, bir kaygı vardı. Herkesten
hasır yatağına uzandığı zaman "Gerçekten Cap'a git farklı düşünmüş, Assumption2 ayininin Limonade kili
tim mi, yoksa düş mü gördüm?" diye düşünüyordu. sesinde yapılmasını istemişti. Bu kilisenin ince damar
lı gri mermerleri, insana yakası kapalı, çeşitli nişan ve
madalyalarla ağırlaşmış bir elbise içinde bile fazla ter-
letmeyip ferahlatıyormuş duygusu veriyordu. Gelişin
de ona alkış tutan halk, şimdi ona karşı kötü niyetler
besliyordu; tarlalan verimli olmasına karşm, halk
1. Sanki Cades'e yükselmiş bir hurma ağacıyım, sanki Eriha'da gül bahçesi gibiyim.
Kırlardaki gösterişli zeytin gibiyim, ovalarda su kenarında büyüyüp yükselmiş çınar
gibiyim. Güzel kokulu tarçın ve reçine gibi koku verdim; seçilmiş mürrisafı gibi koku
nun tadım verdim.
2. Meryem Ana'nın göğe yükselmesi olayı, bu olayın kutlandığı 13 Ağustos günü.
(Çev.)
96
Bu Dünyanın Krallığı 97/7
işitilince, Juan de Dios Gonzalez inleyerek kraliçenin
ürün alamamıştı. Çünkü, herkes kalenin yapımında ça
ayaklarının dibine yıkılıverdi. Gözleri faltaşı gibi açı
lışmıştı. Issız bir evde, iğnelerle delik deşik edilmiş ya 1
lan Henri Christophe, Rex tremendae majestatis'ten
da kalbinin ortasına bıçak saplanmış portrelerinden bi
ötesini dinlemeye kendinde güç bulamadı. Bu sırada
rinin duvarda çirkin çirkin sarktığını kestirebiliyordu.
tek şey duyuldu: Kilisenin kulesine yıldırım düşmüş,
Ara sıra uzaklarda bir trampet sesi duyuluyordu. Bu
tüm çanları parçalamıştı. Felç olmuş, sırtüstü yere se
trampet Tanrıdan ona uzun ömür dilemek için çalmı
rilmiş ve gözlerini tavana dikmiş kral, ilahi okuyanla
yordu herhalde. İşte dua başlıyordu.
rı, rahleyi ve kürsüyü göremiyordu. Korkunç hayalet
"Assumpta est Maria in caelum; gaudent Angeli, şimdi, tıpkı bir karacanın kanlı postunu açıp serer gibi
collaudantes benedicunt Dominum, Alleluia."' kollarını ve bacaklarını açarak bir sıçrayışta tam Chris-
Juan de Dios Gonzalez mermer basamaklardan tophe'un görebileceği yere çıkıp oturmuştu. Kulakla
beceriksizce kayarak kral ve kraliçenin oturduğu kol rında gitgide yükselen uyumlu bir ses çınlıyordu. Bu
tuklara dayandı. Kraliçe elinden tespihini düşürdü. ses, bedeninde dolaşan kanın ve dağda çalınan tam
Kral kılıcına davrandı. Mihrabın önünde, müminlerin tamların ritmi kadar güzeldi. Subayların kollarında ki
karşısına bir başka papaz dikilivermişti. Giysisinin liseden çıkan kral, homurdanarak anlaşılmaz küfürler
omuzları ve kollan yırtık pırtık, bedeni belli belirsiz savurdu ve horoz sesi duyarsa tüm Limonade halkını
bir hayalet görünüşündeydi. Yüz çizgileri giderek be- öldüreceği tehdidini savurdu. Marie-Louise ve pren
lirginleşip anlam kazandıkça, siyah bir deliğe benzer sesler kralla ilgilenirken onun saçmalarından dehşete
dişsiz dudaksız ağzından, kilisenin kubbesini çınlatan düşen köylüler tavuklarını ve horozlarını çuvallara dol
org sesi gibi korkunç bir ses çıkıyor, bu ses kurşun çer durup gıdaklamaları duyulmasın diye karanlık ve de
çeveli vitrayları titretiyordu. rin kuyulara saklamaya başladılar. Eşekleri döve döve
"Absolve, Domine, animas omnium fidelium de- ormanlara götürdüler. Kişnemeleri horoz sesine ben
functoram ab omni vinculo delictorum... 'n zetilerek yanlış anlaşılır diye, atların burunlarına sus-
Henri Christophe "Cornejo Breille bu" diyecek ol turmalık takılmıştı.
du, ama diyemedi. Çünkü hapsedilen Cornejo Breil- O akşam, dörtnala giden altı atın çektiği ağır sal
le'di bu. Herkes onun öldüğünü ve çoktan çürüdüğü tanat arabası hızla Sans-Souci'nin önündeki onur ala
nü sanıyordu. Şimdi görkemli piskopos giysisiyle bü nına vardı. Yakası bağrı açık kralı odasına çıkardılar.
yük ayin yerinde duruyor ve haykırarak Gazap Günle- Kral, kurşun dolu bir çuval gibi yatağının üzerine yığı-
ri'nin geldiğini bildiriyordu. Gitgide artan kudüm ses hverdi. Gözbebeğinden çok saydam tabakası görülen
leri arasında, Coget omnes ante thronum3 sözcükleri gözlerinde, kollarını ve bacaklarını kımıldatamama-
1. Meıyem göğe yükseldi; melekler seviliyorlar, "Alleluia" diyerek Tanrıya övgüler
düzüyorlar.
2. Ey Tanrı, her türlü bağdan kurtulmuş tüm inanan ölülerin ruhlarını kurtar. 1. Görkemiyle insanları titreten kral
3. Herkesi tahtın önünde toplar.
99
98
nın derin öfkesi seziliyordu. Hekimler, devimsiz bede
nini alkol, pudra ve kırmızıbiberden yapılmış bir karı
şımla ovdular. Yüksek rütbeli kişilerle, sarayın ileri ge
lenleriyle dolup taşan sıcacık salonlarıyla saray, baş 6. Ultima Ratio Regum
tan başa ilaç, bitki özü, tuz ve merhem kokularına bo
ğulmuştu. Prenses Athenais'le Prenses Amethyste, Ertesi pazar, gün ağarırken, Henri Christophe henüz
Amerikalı dadılarının kucağında ağlaşıyorlardı. Böyle uyuşukluğu geçmemiş kollarını ve bacaklarını kullana
durumlarda kraliçe davranış kurallarına pek önem bileceğini sandı. Yavaş yavaş dönerek, yatağından
vermiyordu: Sofanın bir köşesinde bağdaş kurup otur kalkmak için ayaklarını karyoladan aşağı sarkıttı. Ko
muştu. Köklerden elde edilmiş ve kömür ateşi üzeri lu kanadı kırılmış gibi, sırtı yatakta öylece kaldı. Uşa
ne konulmuş bir sıvının kaynamasını bekliyordu. Bu sı ğı Solunan, doğrulup ayağa kalkmasına yardım etti.
vıdan yükselen buğular, duvarı süsleyen ve Venüs'ü Sonra kral, kocaman bir robot gibi ağır ağır pencere
Volkan'ın demirhanesinde betimleyen bir goblen halı ye kadar yürümeyi başardı. Uşağın çağırdığı kraliçe
da, renkli ve garip bir şekil oluşturuyordu. Majestele ve prensesler sessizce odaya girdiler. Majestelerini at
ri, ağır ağır yanan ateşi harlatmak için bir yelpaze iste üstünde gösteren resmin altında karanlık bir köşeye
di. Nesneleri hızla sarıp sarmalamaya çalışan bu alaca yerleştiler. Kraliçeyle prensesler Yukarı Cap'ta çok iç
karanlıkta, berbat bir hava solunuyordu. Tamtam ses ki içildiğini biliyorlardı. Sokak başlarında çorba ve tüt
lerinin gerçekten dağdan mı, yoksa bir başka yerden sülenmiş et dolu kocaman kazanlar kurulmuştu; çorba
mi geldiği bilinemiyordu. Ama zaman zaman, çok ve eti, kepçe ve kevgirlerle durmadan masaları tıkırda
uzaklardan gelen uyumlu bir ses garip bir biçimde, ka tan kan ter içinde kalmış aşçı kadınlar dağıtıyordu. Ba
dınların onur salonunda söyledikleri Ave Manalara ğlaşmaların, gülüşmelerin doldurduğu dar bir sokakta
karışıyordu. bir bayram havası vardı.
Kral, akşamın serin havasını soludukça, içindeki
sıkıntının giderek hafiflediğini duyumsuyordu. Ağaçla
rın gölgeleri uzamış, dağların yamaçları kararmaya
başlamıştı. Karanlık bastırıyordu. Christophe birden,
krallık kilisesindeki müzisyenlerin çalgılarıyla ön avlu
dan geçtiklerini gördü. Hiçbirinde sanatçı görünüşü
yoktu. Harpçı, harpının ağırlığı altında bir kambur gi
bi eğilmişti; sıska davulcunun omzundaki davul göbeği
nin üstüne düşmüştü; bir başkası trombonunu koluna
dolamıştı. En arkada yürüyen bir cüce, her adım atış-
100 101
insanların Yukarı Cap'ta niçin o kadar çok içtikleri
ta zillerini şıngırdatarak, bir Çin şapkasının altında ne
redeyse kayboluyordu. Kral, müzisyenlerinin tenhada belli oluyordu şimdi.
ki bir ağacın altında sanki konser verecekmiş gibi, ay Christophe parmaklıklara, perdelere ve sandalye
nı saatte ormana doğru gidişlerine şaşkın şaşkın bakı lerin arkalıklarına tutunarak sarayında yürümeye baş
yordu. Tam bu sırada, sekiz trampet vuruşu duyuldu. ladı. Çevresindeki dalkavuklar, uşaklar, nöbetçiler
Nöbet değiştirme saati gelmişti. Majesteleri muhafız kaçmışlar, odalar ve koridorlar boşalmıştı. Duvarlar
kıtasını seyretmeye başladı; hastalığı sırasında, disip daha bir yükselmişe, döşeme taşları daha bir genişle
linlerinin gevşeyip gevşemediğini öğrenmek istiyordu. mişe benziyordu. Aynalı salon kralın siluetini yansıtı
Ama kral birdenbire şaşkın ve öfkeli bir hareket yap yordu yalnızca. Görüntüler aynalarda çoğalarak sanki
tı: Davullar töreye uygun çalmıyorlardı; farklı üç vu sonsuza uzanıyordu. Tavan süsleri arasında, daha ön
ruşla ritimler birbirine karışıyordu. Ayrıca, gergin de celeri hiç duyulmayan uğultular, hışırtılar ve çekirge
rilere çomakla değil, parmakla vuruyorlardı. Christop- sesleri vardı. Bir süre devam edip zaman zaman kesi
he iki köşeli şapkasını yere vurarak: "Bir curcunadan len bu sesler, sessizliği daha da çok hissettiriyordu.
farksız bu!" diye haykırdı. Şamdanlarda mumlar yavaş yavaş eriyordu. Toplantı
salonunda bir gece kelebeği uçuyordu. Ortalıkta uçu
Bu sırada muhafız kıtası dağıldı, kargaşa içinde
şan böcekler yaldızlı bir çerçeveye konduktan sonra,
onur alanının ortasından geçti. Subaylar yalınkılıç ko
mayısböcekleri gibi kanatlarıyla uğultular çıkararak
şuştular. Askerler, kışlaların pencerelerinden don
yere düşüyorlardı. Christophe, pencereleri sarayın gi
gömlek beşer onar aşağıya atladılar. Havaya ateş etti
rişine bakan büyük kabul salonunda yürürken kendi
ler. Sancaktar, kraliyet alayının taçlarla ve yunusbalık-
ayak seslerini duydu. O zaman yalnızlık duygusu daha
lanyla süslü sancağını yırttı. Bu kargaşada, bir hafif sü
bir arttı. Bir servis kapısından mutfak bölümüne indi.
vari takımı saraydan hızla uzaklaştı. Katırların çektiği
Izgaralar bomboştu, altlarındaki ateş sönüyordu. Et
bir yük arabası onu izliyordu. Çok şiddetli çalınan da
kıyma masasının yanında, yerde boş şarap şişeleri var
vullar askerleri harekete geçirmişti. Revirde yatan sıt
dı. Tespih gibi iplere dizilerek şömineye asılmış sarım
malı bir asker, bu beklenmedik ayaklanmanın şaşkınlı
sakları, mantarları ve sucukları koparıp almışlardı. Sa
ğı içinde, yatak çarşafına bürünüp kasketinin çene ba
ray ıssız, gece mehtapsızdı. Kim istese sarayı ele geçi
ğını ayarladıktan sonra dışarı fırladı. Christophe'un
rebilirdi; çünkü av köpeklerine varıncaya dek her şeyi
bulunduğu pencerenin önünden geçerken çirkin hare
alıp götürmüşlerdi. Henri Christophe dairesinin bu
ketler yaparak, olanca gücüyle kaçmaya başladı. Daha
lunduğu kata çıktı. Avizelerin aydınlığında mermer
sonra, gecenin sessizliğinde uzaklardan bir tavus kuşu
merdivenler soğuk ve hüzünlüydü. Çatı penceresin
nun iniltili sesi duyuldu. Kral başını çevirdi. Kraliçe
den bir yarasa girdi, tavanın altında fır dönmeye başla
Marie-Louise ve Prenses Athenais'le Prenses
dı. Kral, dinlenmek için mermer korkuluğa dayandı.
Amethyste odanın alacakanhğında ağlıyorlardı. O gün
103
102
Aşağıda, girişteki merdivenin son basamağına varlandı. Kral tahtına oturdu, bir şamdandaki eriyip
oturmuş beş zenci delikanlı kaygılı bakışlarla onu izli tükenen mumları uzun uzadıya seyretti. Aceleyle, hü
yordu. O anda Christophe onları sevdiğini hissetti. kümet programının basma yazılan metni ezbere oku
Delivrance, Valentin, La Couronne, John, Bien-AimĞ du: "Henri, Tanrının lütfü ve Devletin Anayasası saye
adlı bu delikanlılar Afrikalıydılar. Kral onları bir esir sinde Haiti Kralı, Kaplumbağa, Gonave ve bunlara ya
pazarından satın almıştı. Onlara özgürlüklerini bağış kın adaların hakimi; zorbalığın yıkıcısı; Haiti ulusu
layacak, kılıç kullanma sanatmı öğretecek, soyluluk nun kalkındırıcısı ve velinimeti; toplumsal, siyasal ve
unvanı verecekti. Christophe, Haiti'ye bağımsızlık ka askeri kurumların yaratıcısı; yeni dünyanın ilk taçlı
zandıran ilk önderlerin Afrika kültürü ve gelenekleri kralı; dinin savunucusu; Saint-Henry'deki kraliyet or
ne bağlı gizemli havasına kendini hiçbir zaman kaptır dusunun kurucusu, tüm gelmişe ve geleceğe selâm..."
mamış, sarayındaki her şeye Avrupalı bir görünüm Christophe birden yukarda, bulutların üstünde yapı
vermeye çalışmıştı. Ama dükleri, baronları, generalle lan La Ferriere Kalesini anımsadı.
ri ve bakanları kendisine ihanet edip de yapayalnız Ama o anda, gecenin karanlığında tamtam sesleri
kaldığında dürüst davrananlar yalnızca bu beş Afrika yoğunlaşmıştı. Karşıdan karşıya birbirini çağıran, dağ
lıydı. Sadık köpekler gibi, merdivenin soğuk mermeri dan dağa birbirine yanıt veren, deniz kıyılarından yu
ne oturmuş, artık toplarm seslerine aldırış etmeyen karı tırmanan, mağaralardan çıkan, ağaçların altında
bir Ultima Ratio Regum'u bekleyen Kongolu beş deli koşan, dere yataklarından ve sel çukurlarından inen
kanlı Mandingue. Christophe uzun süre onları seyret Rada tamtamları, Kongo tamtamları, Bouckman'ın
ti; sevgi dolu bir hareket yaptı onlara. Onlar da üzün tamtamları, Büyük Antlaşma'nın tamtamları ve Vo-
tülü bir reveransla yanıt verdiler. Kral salona geçti. du'nun tüm tamtamları ortalığı çın çın çınlatıyordu.
• Silâhlarla donatılmış tahtın önünde durdu. Çe- Sans-Souci'nin çevresini gitgide çember içine alan ge
lenklerle süslenmiş iki aslanın sırtındaki taçlı bir anka niş bir yankıydı bu. Ufukta yaklaşan bir fırtınaydı. Bir
kuşu1 ambleminde şu yazı okunuyordu: "Küllerimden kasırga çemberiydi. Merkezi de korumasız kalmış
yeniden doğuyorum." Flamanın kıvrımları arasında yu tahttı. Kral, dairesine döndü, pencereden baktı. Çift
varlak harflerle, "Tanrı, davam ve kılıcım" sözcükleri likler, şekerkamışı tarlaları yanmaya başlamıştı. Alev
yer alıyordu. Christophe, renkli püsküllerle gizlenmiş ler şimdi tam tamların önünde koşuyor, evden eve, bir
ağır bir sandık açtı. Bir avuç madeni para çıkardı. Son tarladan ötekine sıçrıyordu. Buğday ambarlarından
ra, çeşitli kalınlıktaki saf altından yapılmış bu paraları alevler yükseliyordu. Ot hangarının tahta duvarları tu
art arda yere saçtı. Paralardan biri kapıya kadar varıp tuşmuş, yan kömür haline gelmişti. Kuzey rüzgârı, mı
sarayı çınlatan bir gürültüyle merdivenden aşağı yu- sır tarlalarındaki alev alev yanan samanı saraya doğru
uçuruyordu. Sarayın taraçasma kaynar küller düşüyor
1. Ölümsüzlük ve yeniden doğuş simgesi (Çev.) du.
104 105
Henri Christophe kaleyi bir kez daha düşündü. Ul nüyordu.
tima Ratio Regum. Ama dünyada eşi olmayan bu kale, Silâh sesi hiç duyulmadı, çünkü tamtamlar çok ya
bir tek kişi için çok genişti. Kral bir gün yalnız kalabi kındaydılar. Christophe'un şakağına doğrultulmuş silâ
leceğini aklının ucuna bile getirmemişti. Kalenin kalın hı elinden düştü. Doğruldu, adım atacakmış gibi yap
duvarlarmda kullanılan harç boğa kanıyla yoğrulmuş tı, sonra tüm nişan ve madalyalarıyla yere yıkıldı. Afri
tu. Bu kan, beyazların silâhlarına karşı en etkin önlem kalı beş delikanlı salonun kapısında belirdiler. Kral,
di. Ama hiçbir zaman, ilerleyen yangınların tam önün kanının üstüne yüzükoyun uzanmış ölüyordu.
de bağıran, kurbanlar keserek doğaüstü güçleri yardı
ma çağıran zencilere karşı değildi. Reformcu Chris
tophe Vodu'yu tanımazlıktan gelmişti. Kırbaç korku
suyla, Katolik beyzadelerden oluşan bir sınıf yaratmış
tı. O akşam, Aziz Pierre'in, Aziz Francois rahipleri
nin, Aziz siyah Benoit'nın, esmer yüzlü ve mavi man
tolu Meryem Ana'nın, her bağlılık yemininde öptürdü
ğü İncil'in ve son olarak da ruhları için kandiller yakı
lan tüm inanç kurbanlarmm, davasına asıl ihanet
edenler olduğunu anlıyordu. Ona sırt çevirip düşman
tarafına geçtiklerini belirten heykellerle dolu kilisenin
kubbesine öfkeli öfkeli baktıktan sonra, temiz çama
şır ve koku istedi. Prensesleri dışarı çıkardı ve en gör
kemli gala üniformasını giydi. Krallık simgesi olan iki
renkli geniş şeridi beline sarıp uçlarını da kılıcının sa
pına düğümledi. Şimdi tamtamlar öylesine yaklaşmış
lardı ki, sanki hemen şurada, onur alanının parmaklık
larının arkasında, büyük taş merdivenlerin dibindey-
miş gibiydiler. O anda saraydaki aynalar, camlar, kris
tal çerçeveler, kristal kadehler ve lâmbalar, vazolar,
karolar, sedef konsollar alev aldı. Alevler her yana ya
yılmıştı. Sans-Souci'nin aynaları aynı anda ışıl ışıl par
lıyor, aynalarda yansıyan alevler birbirine karışıyordu.
Tüm saray karanlıkta çökmüş, alevler içinde kaybol
muştu. Her duvar, içi alev dolu birer sarnıç gibi görü-
106 107
7. Tek Kapı
109
mış ateşböceklerinin inanılmaz uçuşu gibi, yağmur lendiren bağrışlar duyuldu: Gardiyanlar tarafmdan
damlalıklarında koşuşuyorlardı. Yağma başlamıştı. Af serbest bırakılan tutsaklar hücrelerinden çıkıp herke
rikalı gençler, bu durumun serserileri oldukça uzun se tepeden bakan bir tavırla neşe içinde kral ailesinin
bir süre oyalayacağını düşünerek yürüyüşlerini biraz bulunduğu yere geliyorlardı. Kalabalık tarafmdan git
yavaşlattılar. Soliman tüfeğini emniyete alıp koltuğu gide çember içine alınan buruşuk şapkalı Afrikalı
nun altma yerleştirdi. gençler, yalınayak kraliçe, saygısızların saldırısına kar
Gün ağarıyordu. Kralı taşıyan kaçaklar La Ferri- şı Soliman'ın korka korka savunduğu prensesler geri
ere Kalesine yaklaştılar. Yamaçların çok dik oluşu, çekildiler. Henüz bitmemiş bölümler için daha yeni
kundaklarına konulmadan patikalara atılmış, buralar hazırlanmış bir harç yığınına kadar vardılar. Duvarcı
da pas tutup kalacak yüzlerce top yüzünden güçlükle ların bırakıp gittikleri kürekler, harç yığınının içine fır
ilerliyordu. Kaledeki iner kalkar köprünün zincirleri latılmıştı. Durumun gitgide güç]eştiğini gören vali, av
taşa sürtünürken insana ürperti veren gıcırtılar çıkar lunun boşaltılmasını buyurdu. Sesi uzun süren kahka
dığı sırada, Kaplumbağa Adası yönünde deniz ufkun halara neden oldu. Pantolonunun yırtık yerinden cin
da güneş doğuyordu. Ana kapının kanatları yavaş ya sel organı dışarı çıkmış bir tutsak, parmağını kraliçe
vaş açıldı. Henri Christophe'un hamakta taşınan cese nin boynuna doğru uzatarak: "Beyazların ülkesinde
di, çizmeleri önde kale kapısından içeri girdi. Gitgide bir başkan ölünce, karısının kafası kesilir," dedi.
ağırlaşan ceset merdivenlerden yukarı çıkarıldı. Kale Otuz yıl kadar önce Fransız Devrimi'nin ülkücüle
nin bir başından öbür basma, birbirlerine yanıt veren rinin verdiği örneği şimdi adamlarmm anımsadığını
kalk borusu sesleri sabahm erken saatinde ortalığı çın anlayan vali, artık yapacak bir şey kalmadığını düşün
lattı. Kırmızı mantarlarla kaplanmış ve gece karanlığı dü. Ama o anda yamaçlardan gürültü patırtı içinde
na bürünmüş kale, yanan ovadan yükselen gri renkli inen muhafız bölüğünün gelişiyle durum birden değişi
sis bulutlarından sıyrılarak kan kırmızı burcu ve pas verdi. Tutsaklar, kalenin ana kapışma en önde var
rengi temeliyle ortaya çıkıyordu. mak için itişip kakışarak merdivenlerde ve tünellerde
Kralın cesedini taşıyan kaçaklar, şimdi talimhane koşuştular. Atlayarak, kayarak, yuvarlanarak Sans-So-
nin ortasında, uğradıkları büyük felâketi kaledeki vah uci*ye en kısa sürede ulaşmak için yollar arayarak, dü
ye anlatıyorlardı. Haber hemen tünellerle, dehlizlerle, şe kalka dağdaki patikalara atıldılar. Henri Christop
havalandırma pencereleriyle taa yatak odalarına ve he'un ordusu bir çığ gibi yayıldı. Kocaman yapı ilk kez
bunların eklentilerine kadar yayıldı. Her yerde asker ıssızlaştı ve salonlarına egemen büyük sessizlik içinde,
ler görülmeye başladı; yepyeni üniformalar giyinmiş krallık mezarlığında yapılan hüzünlü bir tören havası
ler, öne eğilerek merdivenleri çıkıyorlar; bataryaları na büründü.
terk ederek nöbetçilere aldırış etmeden gözcü kulele Vah, majestelerinin yüzünü seyretmek için hama
rinden aşağı iniyorlardı. Kalenin burcunda çevreyi şen- ğı araladı. Kralın küçük parmağını kılıçla kesip krali-
110 111
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
çeye verdi. Kraliçe kesik parmağı koynuna soktu. Par
mak, tıpkı soğuk soğuk kıvrılan bir solucan gibi, krali
çenin göbeğine kadar kaydı. Sonra, verilen buyruğa
uyan Afrikalı gençler cesedi harç yığınının üstüne yer
leştirdiler. Henüz soğuyup katüaşmamış ceset, buraya
yerleştirilirken hafifçe yay biçimi almıştı. Bunun için,
önce karnı ve kalçaları kayboldu. Kolları ve çizmeleri Hep bu boş hayallerden korktum,
kır renkli karışımın içinde dalgalanmaya devam etti. ama bunion hayranlıkla seyrettim
Sonra iki kulağını ta dibine kadar örten iki köşeli şap seyredeli korkum daha da arttı.
kasına dayanan yüzünden başka her yeri görünmez ol Calderon
du. Vali, harç sertleşmeden tümüyle gömülsün diye,
tıpkı birinin ateşi olup olmadığına bakmak için yapıldı
ğı gibi, kralın alnma eliyle bastırdı. Daha sonra Chris-
tophe'un gözleri harç içinde kayboldu.
Sonunda ceset kendini saran harçla katılaşarak
durdu. Ölümünü böylece seçen Christophe'un harca
karışan cesedi çürümeyecek, kalenin geniş temeliyle
birleşip bütünleşecekti. Bonnet de PGveque Dağı bü
tünüyle ilk Haiti kralının anıtmezarına dönüşmüştü.
113/8
Bu Dünyanın Krallığı
112
1. Karanlıktaki Heykeller
115
sarmış peri kızlarını, yaşlı bir meşe ağacının kovuğuna kesin bir düşüncesi yoktu. Kimileri olayların Madagas
bir aşk mektubu gizleyen genç kızları betimleyen yeni kar'da, İran'da ya da Kuzey Afrika'daki Berberiler ül
moda gravürler süslüyordu bu romanların kapak! arı kesinde geçtiğini düşünüyorlardı. Renginin atıp atma
nı.
dığını anlamak için anlattıklarını önemsemeyen biri
her zaman bulunurdu. Bir akşam, dostluk gösterisi
Roma'nın bu yazından Soliman da hoşnuttu. La olarak onu dar ve pis komedi tiyatrolarından birine
hana yapraklarının, etlerin ve kahve küspelerinin kir götürdüler. Cezayir'de İtalyanların bir öyküsünü dile
lettiği, bedenine bol gelen nemli çamaşırlarıyla dar so getiren final korosu sona erdiği zaman onu sahneye çı
kaklarda halkın arasında görünmesi neredeyse olay kardılar. Onun bu sahneye beklenmedik çıkışı, tiyatro
yaratıyordu. Köşe başlarında mandolin çalan kör di da uzun süren gülüşmelere yol açtı. Sonunda tiyatro
lenciler bile hemen ellerindeki çalgıyı bırakıp zenciyi nun yetkilisi istediği zaman sahnenin kendisine açık
görmek için gözlerini dört açıyorlardı. Öteki dilenci olduğunu bildirdi. Soliman, Borghese sarayının hiz
ler, kopmuş kol ve bacaklarının geride kalan kısmını metçilerinden biriyle ilişki kurmuştu. Etine dolgun bu
açıp ileri uzatmışlar, uğradıkları felâketten kalan mira Piyemonteli kadın, kadınsı erkeklerden hoşlanmıyor
sı ve yoksulluklarını uluorta sergiliyorlardı. Çocuklar du. Hava sıcak olduğu zaman, koyun sürülerinin otla-
onu köşe bucak izliyorlardı; Kral Balthazar adını tak dığı Forum'un çimenlerinde öğle uykusuna yatıyordu.
mışlardı ona. Sokakta yürürken, kamış flütlerini ve Yemyeşil çimenlere kalıntıların dinlendirici gölgesi
ağız mızıkalarını çalarak gürültü patırtıyla arkasından düşüyordu. Buradaki toprak eşelenince bir mermer
gidiyorlardı. Meyhanelerde ona şarap sunuyorlardı. parçası, taştan yapılmış bir süs ya da pas tutmuş eski
Geçtiği yerlerde, bir domates ya da bir avuç ceviz ver bir para bulmak her zaman olasıydı. Ara sıra bir fahi
mek için dükkânlarından dışarı çıkıyordu esnaf. Ger şe genç bir rahiple buluşmak için burayı seçiyordu.
çek bir zenci profili, Flaminio Ponzio'nun ön yüzün Ama daha çok burayı kitap okumayı sevenler, yeşil
den ya da Antonio Labacco'nun kemerinden uzun za şemsiyeli papazlar, paramparça bir sütunun önünde
mandır hiç ayrılmıyordu. Başından geçenleri anlatma kendilerinden geçip anlaşılmaz yazıtlardan notlar alan
sını istiyorlardı ondan. Soliman öyküsünü bire bin ka narin elli kibar İngilizler ziyaret ediyordu. Soliman,
tıp süsleyerek anlatıyordu. Kendisini Henri Christop- alacakaranlıkta Borghese saraymm servis merdivenle
he'un yeğeniymiş gibi tanıtıyor; idam mangasının kra rini çıkıyor, Piyemonteli'yle birlikte kırmızı şarap do
lın evlilikdışı oğullarından birinin işini süngüyle bitir lu şişeleri boşaltmaya başlıyordu. Sarayın sahipleri
mek zorunda kaldığı - çünkü onu yaylım ateşiyle öldü- uzak bir yere gittiğinden, her yerde büyük bir düzen
rememişlerdi- Cap'taki o kırım gecesi mucize sonu sizlik görülüyordu. Girişteki fenerleri sinekler kirlet
cu kaçıp kurtulduğunu anlatıyordu. Soliman'ı dinle miş, uşaklar pasaklı giysiler giymişti, arabacı gece gün
yen saf kişilerin, bu olayların geçtiği yer konusunda düz sarhoştu ve arabanın cilası bozulmuştu. Kitaplığa
116 117
o kadar çok örümcek yerleşmişti ki, bu tiksinç hayvan Soliman heykellerden birinin kolunun kırık olduğunu
ların enselerinde ve koyunlarında gezinişini duyma gördüğünü sandı. Piyemonteli'yi kaygıyla alt katlara
mak için, yıllardan beri buraya girmeyi kimse göze ala giden merdivene doğru çekti. Burada, duvardan fışkı-
mıyordu. Prensin yeğeni olan genç bir rahip üst katta rıp canlanıyormuş gibi görünen resimler vardı. Birden
ki odalardan birinde kalmamış olsaydı, hizmetçiler bi güleç bir delikanlı bir perdeyi açıyor; asma yaprakla-
rinci kata çıkıp kardinallerin eski yataklarında yata rıyla donanmış bir yeniyetme, bir kamışı dudaklarına
caklardı. dayıyor ya da işaretparmağını ağzına dokunduruyor
Bir gece herkes çekildikten sonra, Soliman ile Pi- du. Üzerinde çiçek resimleri bulunan aynaların süsle
yemonteli mutfakta baş başa kalmışlardı. Soliman çok diği çevir dehlizi geçtikten sonra, Piyemonteli çapkın
sarhoştu. Hizmetçilerin odalarını dolaşmak istedi. bir hareketle cevizden yapılmış dar bir kapıyı açtı ve
Uzun bir koridoru izledikten sonra, birlikte çok geniş elindeki feneri aşağı eğdi.
bir avluya girdiler. Avludaki mermerler ayışığında ha Bu küçük odanın dibinde tek bir heykel vardı. Bir
fif mavi renkte görünüyorlardı. Avlunun çevresinde yatağa uzanmış, bir elma sunar gibi durmuş anadan
üst üste yerleştirilmiş iki sıralı sütun vardı. Sütun baş doğma çıplak bir kadın heykeli. Şarabın verdiği sar
lıklarının gölgeleri duvarların yan yüksekliğine kadar hoşluktan kurtulmaya çalışan Soliman, sendeleye sen-
uzanıyordu. Piyemonteli elindeki feneri indirip kaldı deleye bu heykele yaklaştı. Uğradığı şaşkınlık, sarhoş
rarak Soliman'a yandaki dehlizlere yerleştirilmiş hey luğunu biraz hafifletti. Bu yüzü tanıyordu. Bu beden,
kel topluluğunu gösterdi. Hepsi çıplak kadın heykeliy bütünüyle ona birşeyler anımsatıyordu. Dokunma duy
di; ama üstlerinde ince tüller vardı. Hayali bir esinti, gusuyla koku alma ve görme duygularını birbirine ka-
bu tülleri heykellerin ayıp yerlerine yapıştırıyormuş gi rıştınyormuş gibi bir kaygıya kapılarak mermeri yokla
biydi sanki. Bunlardan başka, çok sayıda hayvan var dı. Memelerini alttan kaldırdı. Küçük parmağını göbe
dı; çünkü bu heykellerin bazılarının kucaklarında bi ğinde tutarak, elinin ayasını dairesel bir hareketle kar
rer kuğu vardı. Bir boğanm boynunu kucaklıyorlar, ta nının üstünde gezdirdi. Ters çevirmek istermiş gibi
zıların arasında sıçrıyorlar, kuşkusuz şeytanla akraba, kalçalarının tatlı kıvrımını okşadı. Parmaklarıyla, bal
teke ayaklı iki boynuzlu adamlardan kaçıyorlardı. Şaş dırların yumuşak ve göğüslerin sıkı olup olmadığını
kınlık verecek kadar beyaz, soğuk ve devimsiz bir ev yokladı. Ellerinin bu hareketi ona geçmişi anımsata
rendi bu. rak belleğini tazeledi. Bir zamanlar aynı hareketi ya
Gözleri karanlıklar içinde, görünmez yerlerde kal parak, burkulma sonucu kımıldatılamayan bu topu
mış tüm bu yaratıklar sanki geceleyin kendilerini ziya ğun acısını hafifletmişti. Madde farklı, ama biçim ay
rete gelenlerin çevresinde dönüyorlarmış gibi, gölge nıydı. Kapalı bir kapının ardında bir Fransız generali
ler fenerin ışığında deviniyor ve büyüyordu. Sarhoşla can çekişirken Kaplumbağa Adasında geçirilen korku
rın göz ucuyla bakarak ürkütücü şeyler görmesi gibi, lu geceleri, uykusuz geçirdiği geceleri anımsıyordu
119
118
1
şimdi. Birden ne yaptığının farkında olmadan, kasla de titriyordu. Çünkü, Marais Pontins sıtmasına yaka
rın çizgilerini ve tendonlann kabartılarını izleyerek, lanmış Saint-Domingue'e dönmesine izin vermesi için
sırtı aşağıdan yukan ovarak, başparmağıyla memeleri Papa Legba'ya yakarıyordu. Tıpkı, Mezarlıkların
elleyerek, bedenin şurasını burasını yoklayarak masaj Efendileri'yle iyi anlaştıkları için köylülerin hem kor
yapmaya başladı. Ama birdenbire bileklerinin kor kup, hem de saydıkları oralı bazı esinlilerin basma gel
kunç bir kıskaç içinde sıkıldığını, soğuk mermerin bi diği gibi kendisinin de bir mezarm üzerinde kendin
leklerinde kaydığını hissetti. Bağırmak istedi, bağıra- den geçtiğini sanıyordu. Kraliçe Marie-Louise'in acı
madı ve donup kaldı. Birden içine fenalık geldi. Fene otlar kaynatarak onu sakinleştirmeye çalışmasının ya
rin ışığında sarı renkte görünen bu heykel Pauline Bo- ran olmadı. Kraliçe bu otları, Başkan Boyer'in özel iz
naparte'ın cesediydi. Bir süre önce katılaşmış bir ce niyle Londra üzerinden, Cap'tan getirtmişti. Soliman
set. Cansızdı, gözleri görmüyordu, ama belki de yeni üşüyordu. Beklenmedik bir sis Roma'nm mermerleri
den canlandırılabilirdi. Zenci, korkunç bir sesle Borg- ni nemle kuşatıyordu. Yaz mevsiminin renkleri gün
hese saraymm geniş koridorlarında avaz avaz bağırma den güne soluyordu. Prensesler Soliman'm sıkıntısını
ya başladı. Kilisenin mihrabını alttan davulla vuruyor hafifletmek için Napolyon'un Sainte-Helene Adasın
muş gibi titreştirerek, öylesine yabanıllaştı, topukları daki eski doktoru Antommarchi'yi getirttiler. Bu dok
nı yere öylesine sert vurdu ki, dehşete kapılan Piye- torun mesleğinde ve özellikle homiopathie2 alanında
monteli, Soliman'ı Cenova'nm Venüs'üyle karşı karşı çok yetenekli olduğu söyleniyordu. Ama onun önerdi
ya bırakıp merdivenleri hızla indi. ği ilaçlar şişelerde kaldı. Soliman, bu olayın etkisiyle
Avlu, lâmba ve fenerlerle aydınlandı. İkinci katta, kullanmak zorunda kaldığı koltuk değneğine dayanıp
korkunç bir biçimde çınlayan sesle uyanan uşaklar, ce herkese sırtını çeviriyor, san çiçekli yeşil kâğıt kaplı
ketlerini giyecek zaman bulamayan arabacılar, panto duvara dönüp inleyerek, uzaklarda, Dahomey'de yol
lonlarının düğmelerini ilikleyerek odalarmdan dışarı kavşağında bir Tannya ulaşmaya çalışıyordu; bu amaç
çıkıyorlardı. Araba kapısının tokmağı yankılandı. Gü la yanından ayırmadığı bir koltuk değneğinin üzerine
rültüyü duyan nöbetçiler olay yerine gelmişlerdi. Da koyduğu kırmızı kamışıyla birlikte:
ha sonra, arka arkaya öbür nöbetçiler de geldiler. Papa Legba, l'ouvri barriâ-apou moin, agöyâ
Zenci, aynaların parladığını görünce birdenbire geri Papa Legba, ouvri barriâ-a pou moin, pou moin
döndü. İki köşeli şapkalar, işlemeli elbiseler giyinmiş; passa.
ellerinde kınmdan sıyrılmış kılıçlarla, beyaz mermer
den heykellerle dolu avluda toplanan bu insanlar, bu
1. Marais Pontins: Tiren denizi kıyısında, Roma ili içinde, sağlık koşulları elverişsiz
ışıklar ona ürperti verdi ve Henri Christophe'un öldü geniş ova. (Cev.)
ğü geceyi anımsattı. Sandalyeyle bir pencereyi kırıp so 2. Homiopathie: Bir hastada görülen hastalık belirtilerinin, aynı belirtileri sağlam bir
insanda oluşturabilecek ilaçlan çok düşük dozda vererek tedavi etme yöntemi
kağa atladı. Sabah duası okunduğu sırada, ateşler için- (Çev.)
120 121
2. Kral Evi
123
Kralının eline düşmüş ve anlaşılması güç sözcüklerle
tophe'un yeşil ipekten yapılmış, kol uçları pembe dan
ve vaatlerle dolu uzun bir konuşma yapmıştı. Sonra,
telle işlenmiş hırkasını ele geçirmiş olmasıydı. Eski
birdenbire malikânesinde hayvan sürüleri ortaya çıkı-
miş, kırışmış ve kokart yerine kırmızı bir çiçekli süs
vermişti. Çünkü bir süreden beri viranelerde gezinen
lenmiş hasır şapkası başında, bir kral tavrıyla, hırkası
bu hayvanlar hiç kuşkusuz ona bağlı olanların armağa
nı böbürlenerek gösteriyordu her zaman. Öğleden
nıydı. "Ti Noel" koltuğuna kurulmuş, hırkasının yakası
sonraları, dışarıya yerleştirdiği eşyaları arasmda, göz
nı yarıya kadar açmış, hasır şapkasını kafasma iyice
lerini açıp kapayan oyuncak bebekle oynarken ya da geçirmiş, yavaş yavaş karnını kaşıyarak her yana buy
her gün Alman halk türküleri çalan müzik kutusunu ruklar yağdırıyordu. Barış ve dinginlik içindeki bir yö
kurarken görülüyordu. Şimdi 'Ti NoeT'in çenesi düş netimin buyruklarıydı bunlar. Çünkü bu yönetimin öz
müştü; sokak ortasmda el kol hareketleri yaparak dur gürlüğünü ne beyazlarm zulmü, ne de siyahların zorba
madan konuşuyordu. Kumlu derelerde göğsü bağrı lığı tehdit ediyordu. Yaşlı zenci, yıkılmış duvarlar ara
açık diz çöküp çamaşır yıkayan kadınlarla; el ele tutu sındaki boşlukları güzel şeylerle dolduruyordu; yoldan
şup oynayan çocuklarla konuşuyordu. Özellikle masa geçen birini bakanlığa atıyor, bir orakçıyı general yapı
sının karşısında oturup da krallık asası yerine bir ar yor, beylikler, baronluklar veriyor, kız çocuklarını kut-
mut dalını tuttuğu zaman, dur durak dinlemeden ko suyor, çelenkler gönderiyordu. Yılbaşı ve bayram ar
nuşuyordu. Çok eskiden, tek kollu MackandaPın anlat mağanı düzeni, barışsever deniz düzeni, yasemin düze
tığı ve tam olarak yerli yerine yerleştiremediği bula ni işte böylece doğmuştu. Ama en çok aranan düzen,
nık anılar belleğini zorluyordu. O günlerde hiçbir ha renkler nedeniyle turnusol düzeniydi. Kabul salonu
bercinin, hiçbir işaretin, nasıl bir görev yapacağını olarak kullandığı taş döşeli bölüm dans etmeye çok el
kendisine haber vermemesine karşın, yapması gere verişli olduğu için, "Ti NoeT'in sarayı bambudan yapıl
ken önemli bir görevi olduğuna inanıyordu. Kuşku mış kavalları, tef ve dümbelekleriyle gelen köylülerle
suz, yıllarca bu mutsuz dünyada yaşayan ve bu toprak sık sık dolup taşıyordu. Çak çırpı yığını üstünde keres
lar üzerinde çocuklar yetiştiren birinin kazandığı hak teleri yakıyorlardı. "Ti Noel" yeşil hırkasını giymiş,
lara uygun büyük bir görev olmalıydı bu. Çünkü bu ço her zamankinden daha kibirli bir tavırla eğlenceyi izli
cuklar artık onu unutmuşlar, yalnızca kendi çocukları yordu. Bir yanında köle kilisesinin temsilcisi bir rahip,
1
nı düşünüyorlardı. Büyük olayların yaşanacağı zaten öbür yanında Vertieres'de Rochambeau'yu yenen es
belliydi. Kadınlar onu bir patikada yürürken görünce ki bir savaşçı oturmuştu. Savaşçı, üzerinde hâlâ o gör
saygılarını belirtmek için renkli mendiller sallıyorlar kemli savaş üniformasını taşıyordu. Evinin içine ya
dı. Bir kulübenin önünden geçerken yaşlılar yanlarına ğan yağmurlar yüzünden üniformasının mavi ve kırmı
gelip oturması için onu buyur ediyorlar, bir bardak zı renkleri solmuştu.
romla taze bir puro sunuyorlardı. Ti Noel", tamtam 1. Conue de Rochambeaw 1725-1807 yıllan arasında yaşamı] Fransız mareşali. Birli
sesleri arasmda yapılan bir dansa gittiği sırada Angola ğiyle Amerika'ya gönderilmiş, Kuzey Ordusuna bir süre komutanlık etmiştir. (Çev.)
125
124
3. Yerölçümcüler
127
yakalı gömlekler ve askeri çizmeler giymişler, yüzler edecek bir durumun olmadığını görüyordu. Yaşh
ce zencinin araziyi belleme ve kazıklarla sınırlama ça adam, yazgısına razı olanların, olanlara boyun eğenle
lışmalarını yönetiyorlardı. Tavuklarını ve domuzlarını rin, ayaklanmanın ibret verici bir sonucu olarak değer
yanlarına alıp eşeklerine binmiş yüzlerce köylü, kadın lendirdikleri bu zincirler, durmadan yenisi yapılan bu
ların feryatları ve gözyaşları arasmda kulübelerini demirler ve gitgide artan bu yoksulluk karşısında
terk ederek dağlara kaçıyorlardı. Ti Noel", bunlardan umutsuzluğa kapılıyordu. Çok yaşlı olmasına karşm,
biriyle konuşunca, tarla çalışmalarının zorunlu hale kendisini de bu işlerde çalıştıracaklarından korkuyor
geldiğini ve şimdi kamçının Kuzey Ovası'nın yeni efen du 'Ti Noel". Mackandal'ın anısı kafasına yeniden ta
dileri olan cumhuriyetçi melezlerin eline geçtiğini öğ kıldı. Mademki yaratıklar insan biçimindeyken bunca
rendi. felâkate neden oluyorlar, öyleyse bu biçimden bir sü
Çalışmanın zorunlu olacağını ne Mackandal söyle re sıyrılıp Ova'da olup bitenleri yaygara koparmadan
mişti, ne de Jamaikalı Bouckman. Zenci melezlerin sakin sakin izlemek daha iyi olacaktı. İnsanoğlu bu ka
ortaya çıkması, Someruelos Markisi tarafmdan kafası rarı alır almaz, gerekli güce kavuştuğu zaman kolayca
kesilen Jose" Antonio Aponte'nin düşünemediği yeni hayvan biçimine girebilirdi. "Ti Noel" bunu kanıtla
bir durumdu. "Ti Noel", bu markinin önderliğinde ya mak için bir ağaca tırmandı, kuş olmak istedi ve he
pılan ayaklanmayı Küba'da tutsak olduğu zamandan men kuş oldu. Bir meyveye gagasını batırıp bir "dalın
bu yana biliyordu. Saint-Domingues topraklarının, bu ucundan yerölçümcüleri seyretti. Ertesi gün aygır ol
soyluların yönetimini güçlendireceğini; bu yarı melez mak istedi ve aygır oldu. Ama, bir ekmek bıçağıyla
sınıfın kendi hak ve ayrıcalıklarıymış gibi, şimdi, eski kendisini iğdiş etmek için kement atıp yakalamaya ça
yerleşim yerlerini ele geçireceğini kuşkusuz Henri Ch- lışan bir zenci melezden kaçıp kurtulmak zorunda kal
ristophe da bilemezdi. Yaşh adam, La Ferriere Kalesi dı. Yabanarısı olup hiç durmadan düzgün bir biçimde
ne doğru başını kaldırıp baktı, ama zayıflamış gözleri mumdan petek yapmaktan bıktı. Karınca oldu (kafa
pek uzakları göremedi. Henri Christophe'un bedeni sında hep bu kötü düşünce vardı); bitmek bilmeyen
artık insanlar arasmda değildi, harç olup taşlaşmıştı. yollarda, Lenormand de MĞzy'nin adamlarını, Chris
Olağanüstü kişiliğinden, Roma'da su dolu kristal bir tophe'un bekçilerini ve şimdiki zenci melezleri anım
şişede dalgalanan yalnızca bir parmak kalmıştı. Onu satan iri kafalı başka karıncaların denetiminde koca
örnek alan Kraliçe Marie-Louise, kızlarını Carlsbad koca yükleri taşımak zorunda kaldı. Ara sıra bir at, iş
kaplıcalarına götürdükten sonra bir vasiyetname hazır çi topluluklarını yarıp geçerek yüzlerce insanın ölümü
lamış, ölünce sağ ayağının kendi bağışıyla yapılan bir ne neden oluyordu. Bu olaydan sonra, koca başlı ka
kilisede, Pisa rahiplerince alkol içinde korunmasını is rıncalar yeniden safları sıklaştırıyor, patikalar yeniden
temişti. "Ti Noel" boş yere düşünüp duruyor, kırbaç al şenleniyor, insanlar işlerine koyuluyor ve her şey eski
tında yeniden iki büklüm olmuş adamlarına yardım durumuna dönüyordu. Ti Noel", ancak kılık değiştire-
131
na soksalar bile her zaman pusuda bekliyordu. Kendi de bu klana hiçbir zaman giremeyeceğini, törenlerine
lerini koruyamayan ince tüylü civcivler bir tehlikeyle kabul edilmeyeceğini, klanın her zaman onu dışlayaca
karşılaşınca yaşlı erkek kazlar onları korumayı üstleni ğını anladı. Tüm kazların eşit olduğuna inanmak için
yorlar, ne bir köpekten, ne bir atlıdan, ne de bir araba kaz olmanın yeterli olmadığı ona açıkça anlatılmıştı.
dan korkup kaçıyorlardı. Kazlar düzenli, ağırbaşlı ve Onun düğününde tanınmış hiçbir kaz ne şarkı söyle
yöntemli bireylerdi; bir birey aynı türden bir başka bi miş, ne de oynamıştı. Canlılar arasında kimse onu do
reyin egemenliği altında değildi. Yetke ilkesi, klan içi ğarken görmemişti. Kanının saflığını kanıtlayan kü
düzeni ayakta tutmak için titizlikle uyulması gereken çük bir belge bile olmadan, kazayaklı dört kuşak karşı
bir ilkeydi. Bu ilkeyi tıpkı kral ya da Afrikalı yaşlılar sına çıkıyordu. Kısacası o bir metekti.1
kurulunun şefleri rolündeki büyük erkek kaz koymuş Ti Noel", kazlar tarafından hor görülüşünün kor
tu. "Ti Noel" rasgele kalıp değiştirmekten bıkıp kaza kaklığından kaynaklanan bir ceza olduğunu anlar gibi
dönüşmek ve toprağına yerleşen bu topluluğun yaşa oldu. Mackandal insanlara hizmet etmek amacıyla
mını paylaşmak için olağanüstü güçlerini kullandı. hayvan biçimine girmişti, onları bırakıp gitmek için de
Ama bu toplum içinde bir yer almak istediği za ğil. Şu anda yeniden insan biçimine dönen yaşlı adam
man, her yerde düşman gagalar ve aradaki uzaklığı ko bir anlık hayal dünyasından kurtulup yüce gerçeğin bi
rumak istediklerini belirtip ona yüz vermeyen gergin lincine vardı. Çok kısa süreli bir evrende hayatınıii en
ve sinirli boyunlarla karşılaştı. Beyaz tüylü bir erkek önemli anılarını yaşamıştı. Kendisini güzel günlerin,
kaz, kendisine ilgisiz davranan dişilerin çevresinde ka- daha iyi bir geleceğin beklediğine inandıran, Afrikalı
barırken onu bir çayırın kıyısında yapayalnız bıraktı uzak atalarının gücünü ve zenginliğini muştulayan kah
lar. O zaman "Ti Noel" ölçülü olmayı, kendini zorla ka ramanları görmüştü. Yüzyılların yükü altında yaşlandı
bul ettirmemeyi, başkalarının söylediklerini beğenip ğım duyumsadı. Bunca didişme, çalışıp çabalayarak
onamayı denedi. Bu kez de hor görüldü, kimse onu ter dökme ve başkaldırma sonucu güçsüzleşen omuzla
önemsemedi. Kökleri körpe tere otunun bulunduğu rına taş gibi ağır bir gezegenin evrensel yorgunluğu çö-
yeri dişi kazlara haber vermesi de bir işe yaramadı. küyördu. "Ti Noel", soyunu ilgilendiren görevlerden
Gri kuyruklu kazlar, hoşnutsuzluklarını belirten davra kendi payma düşenleri yüklenmişti. Yoksulluğun son
nışlarda bulunuyorlardı. Sarı gözlüler, başlarmm her sınırına gelmiş olmasına karşın, bu kalıtı gene de ter
iki yanmdan kibirli bir güvensizlikle bakıyorlardı. Şim temiz devrediyordu. Yaşamının sonuna yaklaşmıştı.
di klan, başka sınıftan birine tümüyle kapalı aristok Kim için acı çektiğini, kim için umut beslediğini insa
rat bir topluma benziyordu. Sans-Sauci'nin büyük er noğlunun hiçbir zaman bilmediğini şimdi anlıyordu,
kek kazı, Dondon'un büyük erkek kazıyla hiçbir ilişki insan, hiç tanımadığı kişiler uğruna acı çeker, onlar
ye göz yummuyordu. Bunlar karşı karşıya gelseler, sa
1. Melek Eski Atina'da vergi vermek, askerlik görevi yapmak zorunda olan baklan
vaş çıkardı. Bir süre sonra Ti Noel", yıllarca diretse kısıtlı yabancılar sının. (Çev.)
132 133
için umutlanır ve çalışır. Sıra onlara gelince, onlar da n, eerip güneşi bekleyen, sonra kanatlarını kıvırıp Ca
mutsuz olan başka başka insanlar uğruna acı çekecek iman Ormanının derinliklerine dalan, leş seven o ıs
ler, onlar için umutlanacaklar ve çalışacaklardır. Çün lanmış akbabadan başka belki de kimse bir daha ne
kü insan, her zaman kendisine pay olarak verilenin »Ti Noefi gördü, ne de kol uçları pembe dantelli yeşil
ötesinde bir mutluluk peşindedir. Ama insanoğlu dün hırkasını
yayı iyileştirip güzelleştirmek istemesiyle, kendisini
görevlere adamasıyla büyüktür. Tanrıların krallığında SON
kazanılacak büyüklük yoktur. Çünkü orada her şey
aşamalı bir düzendedir: Sınırsız bir varoluş, özveri,
dinleme, zevk ve neşe vardır. İşte bu nedenle, acı çek
mekten ve çalışıp çabalamaktan bunalıp ezilmiş, felâ
ketler ortasında bile sevebilen insanoğlu, yüceliğini ve
yüksek değerini ancak bu dünyanın krallığında bulabi
lir.
"Ti Noel", örtüyü nasırlı ayaklarıyla yere atarak
masasının üstüne çıktı. Cap kenti tarafında gök karar
mıştı. Tıpkı yangından yükselen duman gibi. Dağdaki
ve deniz kıyısındaki tüm boruların ortalığı çınlattığı
gecenin karardığı gibi. Yaşlı adamlarına, şimdi yöneti
mi ele geçiren melezlerin yaptıkları küstahlıklara kar
şı saldırıya hazırlanmalarını buyurarak, yeni efendile
re savaş ilan etti. Tam bu sırada okyanustan yeşil bir
kasırga yükselip Kuzey Ovası'na indi ve yeri göğü inle
ten bir sesle Dondon Vadisine girdi. Bonnet de l'Ğve-
que Dağının tepesinde boğazlanan boğalar böğürür-
ken, koltuk, paravan, Ansiklopedi'nin ciltleri, müzik
kutusu, oyuncak bebek ve aybahğı eski konutun ayak
ta kalan son kalıntılarının birdenbire çökmesiyle kay
bolup gittiler. Tüm ağaçlar köklerinden sökülüp tepe
leri güneye dönerek devrildiler. Düştükleri yere tuz
tortusu bırakan deniz suyu yağdı bütün gece.
O zamandan bu yana, tıpkı bir haç gibi kanatlan-
134
BİRİNCİ BÖLÜM
1. Mumdan Yapılmış Kafalar
2. Organ Kesimi
3. Elin Buldukları
4.Çağn
5. De Profundis
6. Başkalaşımlar
7. Erkek Giysisi
8. Büyük Uçuş
İKİNCİ BÖLÜM
1. Minos ile Pasiphae'nin Kızı
2. Büyük Antlaşma
3. Boruların Çağrısı
4. Gemideki Dogon
5. Küba Santiagosu
6. Köpekli Gemi
7. Aziz Trouble
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
1. İşaretler
2. Sans-Souci
3. Boğalann Kurban Edilmesi
4. Tutuklu
5. 15 Ağustos Olayı
6. Ultima Ratio Regum
7. Tek Kapı
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
1. Karanlıktaki Heykeller
2. Kral Evi
3. Yerölçümcüler
BU DÜNYANIN
KRALLIĞI KRALLIĞI
Alejo Carpentier Alejo Carpentier
Küba'nın ve dünyanın büyük yazarlarından Alejo Carpentier
(1904-1980), ülkemizde pek tanınmayan, ama kesinlikle ta
nınması gereken bir yazar. Bu Dünyanın Krallığı, onun olgun
luk döneminde yazdığı romanlardan biri. Bu romanda hare
ket noktası olarak alman tarihsel olaylar, bizi gerçek yolu
muzdan saptırmamak Yer yer yoğun, anlaşılması güç gibi
gelen yanlarıyla bu roman, bir tarihsel olaylar romanıdır. Bu
olayları Vodu'nun uğursuz havası sarmıştır. Tek kollu büyü
WATASI
cü Mackandal, adadaki tüm hayvanları büyüler, öldürür. Ay
nı yıkıma toprak sahipleri de uğrar. Büyü, kaba güldürüye
dönüşür, güldürü de kanla sonuçlanır. Bu yangın ve kırım gö
rüntülerinin üzerinde güzelim bedenini zenci Soliman'a ov
duran güzel Pauline Bonaparte imgesi belirir.