Esrime - Felsefenin Bir Kaybı Mı - Çetin Balanuye

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 4

Esrime: Felsefenin bir kaybı mı?

Çetin Balanuye

Georges Bataille
Nietzsche Üzerine
Kabalcı Yayınları, 1998, 230 s.

İç Deney
YKY, 1995, 183 s.

VİRGÜL 18, Nisan 1999, s. 8-9

'Deneyim'i kavramlaştırma eğilimindeyiz. Bu dönüştürme ile herhangi bir deneyim 'gelip


geçici' kalırken sözcükler ondan kalan 'her şey' oluyor. Dillendirmenin temel bir insan
yatkınlığı olduğunu düşünebiliriz: Bir mesajı aktarmak ya da basitçe 'anlaşılmak' üzere
sözcükleri bir amaca yönelik olarak kullanmanın yanı sıra sözcükleri kullanıyoruz, çünkü
başka türlüsünü bilmiyoruz.

Deneyimin yalnızca 'dilsel' (verbal) alanla sınırlı olmadığı açıktır. Eğer iç içe üç daire
çizersek, en dıştakine 'olanaklı toplam deneyim' alanı, bir küçük daireye 'iletilebilir
deneyim' alanı ve en içteki daireye de 'konuşulabilir deneyim' alanı diyebiliriz. Bunlardan
konuşulabilir deneyim alanı için sıradan grameri, iletilebilir alan için kimi özel söylem
türlerini, edebiyat ya da sanatı kullandığımızı varsaydığımızda geriye büyük ve başka bir
alanın kaldığını görürüz: Bu alan, tümüyle kendi içinde değerli (intrinsically valuable)
öznel deneyim alanıdır; bu alandaki yaşantı 'öteki'ne aktarmaya ne gerek ne de olanak
bulunan bir yaşantıdır. Cinsel haz, acı, mutluluk, coşku, Dionisyen tutku ve bunların bir
toplamı olan 'esrime' hep bu alanda gerçekleşir.

Toplumsalı yalnızca 'iletilebilir' ile 'konuşulabilir' olandan kurmamızdan dolayı hata yaptık.
Bütün deneyimlerimizi 'kavramlaştırma' eğiliminden (yatkınlığından) iki türlü zarar
gördük: İlkin, öznel deneyim alanını 'verbalize' edebildiğimizi sanarak felsefî, spiritüel ve
erotik bir kafa karışıklığı yarattık. Doğrusu, onu bu yatkınlıktan dolayı dillendirdik, ama
onun aslında ne konuşulabilir ne de iletilebilir olduğunu bilemedik. Sonra, onu kavram ile
bozarak dolayımsız yaşama olanaklılığını -tümüyle öznel yollardan- araştırmadık. Giderek
bir 'öznel deneyim alanı'nın farkındalığından (awareness) yoksun duruma geldik.

Bu hatanın farkına varan ve başkalarına da göstermeye çalışan düşünürler oldu.


Sözcükleri öznel alanı anlatabilir olmasa da (çünkü bu yapılamazdı) bir biçimde, insanın
'iletilebilir' ile 'konuşulabilir' olanın toplamından fazla bir şey olduğunu çağrıştırdılar.
Çabaları kimi zaman felsefeyi dilin dışına çıkarmaya yönelikti. Bunun için 'felsefe'yi
yeniden kurmaları gerekiyordu; bunu yaparken yine dili kullanacak olmaları işi bir kısır
döngüye dönüştürüyordu: Dilin ötesine de uzanan bir felsefenin, ama bu kez bir yaşama
felsefesinin üretilmesi gerekiyordu. Dilden kurtulmuş olmasına karşın felsefe kapsamında
görülebilecek bir varoluş biçimiydi aranan.

Bütünlük arayışındaki düşünürlerin çabasına eşlik eden ortak kaygı şu iki bilgi türüne de
sahip olan insana ulaşmaktı: 'Araçsal bilgi' ile 'kendi içinde değerli bilgi'. Bunlardan
birincisi genel olarak dilsel etkinlik alanıyla ilgili, diğeri ise öznel deneyim ile temsil edilen
alanla ilgilidir. İşte sanat ve benzeri söylem biçimleri ise bu iki etkinlik alanında kurulan
köprüdür. Sanat bir 'öte'nin olduğunu akla getirir; dille ilişkili olmasına karşın onun
ötesine ulaşmaya çalışır; hemen hiçbir zaman ulaşmayı başaramaz; 'öte' tümüyle
özneldir, 'salt deneyim' (pure experience) olduğundan 'kendi içinde değerlidir'.

Dilsel bir etkinlik alanı olarak felsefe içinde yer almakla birlikte, yaklaşımlarında her
zaman 'öte'ye ulaşma çabasını hissettiren düşünürler olmuştur. Bunların eserlerinde ortak
olan etki, dilden kurtulma çabasıdır. Çoğun bu çaba kendini dili bozma ya da
eğretilemeler ile söyleme biçiminde gösterir. Bu bir anlamda olağan (verbal) dilden kalkıp
köprüye çıkmak, sanatla kurulan bu köprü üzerinden 'öte'ye ulaşma arayışıdır. Ötede
'deneyim' vardır; deneyim öznel bir coşku olarak bir kez varınca dile daha fazla gerek
duyulmayacak etkinlik alanıdır; ondan söz edilmese de hep onunla olunacak bir dışsal
düzenleme gerekmektedir. İşte kimi düşünürlerin çabası böylece, aynı zamanda, kamusal
bir çabadır.

Dille temsili olanaklı olan etkinlik alanının sonsuz gerçeklik (truth) ödülünü elinde
tuttuğuna yönelik modern inanç nedeniyle insanlık tüm dikkatini bu alana yöneltmiştir.
Gerçekliğin bir kavram olarak ağırlığı, dilin baştan çıkarıcılığıyla birleşince 'öznel
deneyim'den yoksun bir etkinlik alanına hapsolunmuştur: Araçsal olandan ibaret bir varlık
çölü.

Bu varlık çölüne düşmeyi -en azından- bazı insanlara yakıştıramayan ve gözünü öteye
diken adamların başında Nietzsche geliyor. İşe, egemen değerleri yeniden ve bu kez
eleştirel bir tutumla değerlendirmekle başlayan Nietzsche, giderek dilden ibaret bir hal
alan insanı yıkmaya yönelmiştir: "Gramerden kurtulmadan Tanrı'dan kurtulamayacağız..."
(Nietzsche, Will To Power).

Nietzsche'de vurgusunu bulan 'kendi içinde değerli deneyim' baştan sona bedensel bir
deneyimdi. Tanrı ile doğalın iki karşıt kutuba yerleştirildiği yaygın değerler dünyasında
(Hıristiyanlık) insanın hor gördüğü 'doğallığını' yeniden tanıması gerekiyordu. İşte
Nietzsche'nin daveti buna yönelikti: O, dille işbirliğine girmiş sahte bir kutsallık yerine
insanı 'sinnlickheit'e (Duyusal ve bedensel olanla 'zevk-ü sefaya' varıncaya dek uğraşma)
çağırıyordu. Nietzsche'nin özlediği insan bedenli bir insandır; bedenin belirtileri için bir
'libertinaj' ortamı yaratılmalıdır; burada ortaya çıkıyor gibi görünen 'kamusal proje'
özünde öznel deneyimin erdemini sezen bir düşünürün karmaşık serzenişinden başka bir
şey değildir.

Bataille İç Deney'de geniş yer verdiği 'iç deney' kavramı ile, bir anlamda, dilden bağımsız
ve 'kendi içinde değerli' bir 'durum'dan söz ederken, Nietzsche ile benzer bir tutumu
paylaşıyordu. Bataille'da adımlar biraz daha belirgindir: İç deney demek 'kendinden
başka ne bir kaygısı ne de bir amacı olan' (İç Deney, s. 28) yaşantı, "esrime", "kendinden
geçme" ve "coşku" hallerinden başka bir şey değildir. Bu, "uca gitmek, ...olabilirin ucuna
yolculuk yapmaktır" (s. 28) Burası aynı zamanda öznel deneyim alanıdır. Bataille iç
deneyde yaşananın felsefî erekle (bilgi) hiçbir zorunlu bağının olmadığını, tersine -örneğin
esrime ile- tam bir 'sessizlik' ve 'bilgisizlik' düzeyine erişildiğini söylemektedir. İşte bu
düzey, Bataille'a göre 'açığa çıkarır'. Açığa çıkan felsefî ya da nesnel bir erek olan 'bilgi'
değildir. O, esrimeden önceki benden fazla olan bir 'ben'dir; bu yeni 'ben' ile nesnel
dünya da artık daha zengindir: Sessizlik sonunda söylemi zenginleştirir.

Bataille'ın bireysel kalkışmasıyla uzlaşarak okumalıyız Nietzsche Üzerine'yi. Bu, kendisi de


Nietzsche'yi aynı biçimde okuyan düşünüre haksızlık etmemenin, dahası onunla 'yürek
birliğine' ulaşmanın tek yoludur. Bataille, Nietzsche Üzerine'de Nietzsche hakkında
konuşmaz, Nietzscheleşir; onun çağrışımları arasında yükselip düşerek onun projesini
kendinde cisimleştirdiğini göstermek ister: Peki bunu yapabilir mi? Yaşarken, belki evet!
Ama kitaba dönüşmüş bir Nietzscheleşmenin olabileceğinden en çok kendisi kuşkuludur.

Biyografik bir çalışma izlenimi vermesine karşın kitap, İç Deney'de olduğu gibi, Bataille'ın
deneyiminin anlatısı olma çabasındadır: Nietzsche tarafından ateşlenen bir savaşta
Bataille'ın 'en uç'a yolculuğu da başlamıştır: Bu yolculuk Tanrı'nın ölümüyle başlamıştır.
Tanrı'nın ölümü 'merhamet' ile temellenen ahlâkın kökünün kurumasıdır. Kendine ve
ötekine duyulan her iki merhamet türü de artık, ahlâkı değil günahı temsil eder. Kendine
merhametin dildeki yansıması olan 'talihsizlik', Bataille'a ancak günah duygusunu
çağrıştırmaktadır. Bataille'da ifadesini bulan genel bir tuhaflık durumu, onun
Nietzsche'den devraldığı 'insan' kavrayışıyla ilgilidir. Geniş bir Varoluşçu yazınla da
desteklenen "insan belirsizliktir" nitelemesi Nietzsche'de apaçık 'tehlikeye davet'e
dönüşür. Yaşama en iyi hizmet eden şey tehlikedir. Bir şeyin kalıcılığı o şeyin ne denli
tehlikeyle çevrelendiği ile belirlenir. Nietzsche "Felsefeyi tehlikeli hale getireceğiz, yaşam
için tehlike olan bir felsefeyi öğreteceğiz" derken, insana yönelttiği "tehlikede yaşayın"
buyruğu ile uyumlu bir çerçeve çiziyordu. İşte Bataille'ın yakınlık duyduğu 'insan',
olabilirin ucundaki tehlikeye -kendiliğinden- hazır olması beklenen bir varlıktı. Böyle bir
varlık olmanın kendiliğinden beliriveren (bu bir amaç olmadığından, belki de belirmez...)
ödülü, 'kendinden geçmek'tir. Bataille'a göre bu ödül "Apollonian" merkezli bir insan ereği
ile kazanılamaz.

Her şeyin iyi olmasını isteseydim, ahlâksal güvence talep etseydim, sevincimin aptallığını
hissederdim. Aksine hiçbir şey istememekten ve güvence yokluğundan dolayı kendimden
geçiyorum. Bir özgürlük duygusu hissediyorum.... Yaşamı, onu kemiren (onu belirli
kavramlara bağlayan) kaygılardan kurtulmuş olarak duyumsuyorum. Bir hiç -veya hiçbir
şey- beni kendimden geçirtiyor. Bu sarhoşluğun koşulu, temel olarak kendime
gülmemdir. (Nietzsche Üzerine, s. 117)

İkinci bölümde Bataille, Nietzscheleşmeyi sürdürerek değerleri değersizleştirme yoluyla,


kendinden daha küçük parçaya bölünemeyecek 'değer çekirdekleri' yaratmaya koyulur.
Bu çekirdeklerden olan arzu, erotizm ve esrime bir kilisenin yıkıntıları arasında bile
bulunabilecek kadar hayata yayılmıştır. İsa'nın çarmıha gerilmesi olayını kutsal bir ritüele
dönüştürerek sürekli yaşayan aziz, cinayet ve kurban etmenin kökeninde gizlenen erotik
arzu ve bunun getireceği esrimeyle ilişkiye girmeye çalışmaktadır: Azizlerin en üst
derecedeki suçları erotiktir. Kilise kadar olmasa da, kendisi de bir çeşit maske olan
meditasyon bile kana, tene ve kurbana yönelen arzunun yerini alır: Meditasyon
toplumdan izinli bir esrime çabasıdır.

Olabilirin en ucuna yolculuk, esrimede olduğu gibi kendinden başka amacı olmayan
yolculuktur: Doruk hiçbir ahlâkla -erekle- temellendirilemez. "Yalnız bir çilekeş, esrimenin
araç olduğu bir amacı hedefler." Çünkü o, ne Nietzsche'nin ne de Bataille'ın insanıdır.
Sıradan insan bu gizemsel yola ancak ruhunun kurtulacağı inancıyla girer: Onun için 'ruh
kurtuluşunun zokası olmadan gizemsel yol bulunamayacaktı.'

Buraya kadar yazılanlar Nietzsche Üzerine'nin, Bay Nietzsche ve Doruk ve Düşüş


bölümlerine ilişkindir. Kitap üçüncü bölümde, Nietzsche'yi düşünen Bataille'ın 'bilinç
akımı'na benzer bir teknikle dile getirdiği 'sayıklamalardan' oluşur. Aynı bölüm, ayrıca,
İkinci Dünya Savaşından Fransa'nın payına düşenin anlatısı olduğu kadar, 'acı' ve 'haz'
arasında ancak 'yüksek ruh'ların kullanabileceği bir geçitin varlığından söz edip duran
düşünürün, Bataille'ın da günlüğüdür. Bataille, günlüğün çeşitli yerlerinde belli belirsiz de
olsa 'deneyime', zaman zaman da 'esrimeye' tutulur. Bu anlardan biri alaya kaçan bir
eğretilemeyi andırır (s. 101). Bataille bir saçmalık şenliğinde filozof Sartre ile karşı
karşıya, bir hayvan gibi dans eder, içer. Günlük bölümleri yer yer günü/anıyı anlatma işini
tümüyle bırakır; Nietzsche düşüncesi sürekli kendine dönen bir bumerangtır Bataille için;
çabasını hep Nietzsche'ninkine benzetir: "Nietzsche'nin doktrinleri izlenemez. Bunlar
önümüze belirsiz, çoğu zaman göz kamaştırıcı pırıltılar koyarlar: Hiçbir yol gösterilen
yöne götürmez" (s. 17).

Kitabın sonunda, kendi içinde bütünlük içeren altı ek vardır. Bu ekler ile Bataille,
Nietzscheleşmenin dışında Nietzsche'ye dışarıdan bakarak herkes gibi yazar. Bu ekler
Bataille'ın anladığı Nietzsche'nin, kendi deneyimi içinde Nietzsche öğretisinin yerinin,
kendi terimleriyle Nietzsche yorumlarının yer aldığı bölümlerdir. Zaman zaman,
Nietzsche'nin faşistçe okumalarına karşı geliştirdiği argümanlarda olduğu gibi (s. 207-
211) sıradanlığa düşebilse de, bu bölümler genel olarak ilginç ve çokça tartışılacak
belirlemeler içeriyor.

You might also like