Professional Documents
Culture Documents
Mustafa Kemal, Fevzi Çakmak Vd. - 30 Ağustos Hatıraları (CT 165)
Mustafa Kemal, Fevzi Çakmak Vd. - 30 Ağustos Hatıraları (CT 165)
hazırlanmıştır.
Dizgi - Yayımlayan:
Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.
Baskı: ÇaQdaş Matbaacılık ve Yayıncılık Ltd. Şti.
AQustos 2000
MUSTAFA KEMAL, FEVZİ ÇAKMAK,
SALİH BOZOK, MUZAFFER KILIÇ,
CEVAT ABBAS GÜRER
30AGUSTOS
HATIRALARI
Cumhuriye(
ATATÜRK 30 AGUSTOS ZAFERİNİN KISA
BİR BİKAYESİNİ YAPIYOR
5
rinin verdiği kıymetli izahatla burada hazır olanlar "Afyon
karahisar-Dumlupınar" Meydan Muharebesinin ve neticei
katiye veren 30 Ağustos Muharebesinin sureti cereyanı
hakkında bir fikri icmali edinmişlerdir. Beş gün biliifasıla
geceli gündüzlü devam eden en büyük meydan muharebe
sinin mahiyeti hakikiyesi bugün verilen tafsiliittan ziyade,
yarın tarihin hükümleri, erbabı tetebbuun tetkik ve muha
kemeleri okunduğu zaman daha bariz, daha şumullü bir su
rette anlaşılacaktır. Beni, milletim, Türk Milleti, emniyet
ve itimadına Iiiyık görerek bu harekatın başında bulundur
du. Bu vazife ve memuriyetimin mesut hatırasını milleti
me karşı daima en derin minnettarlıkla mütehassıs olarak
haz ile, iftihar ile muhafaza ediyorum. Vazifelerini mille
tin arzuyu vicdanisine, ihtiyacı hakikisine, yalnız onun ira
dei aliyesine tevfikan yapmış olanlara mahsus bir istiraha
ti vicdan ile, bugün muvacehenizde bulunurken hissettiğim
bahtiyarlığı ifade edemem.
6
29/30 ağustos gecesi sabaha karşı Garp Cephesi Ha
rekat Şubesi Müdürü Tevfik Bey ( 1 ), bermutad o saate ka
dar muhtelif karargahlardan ve her taraftan gelen raporla
ra göre harita üzerinden tesbit ve işaret ettiği vaziyeti umu
miyeyi Cephe Kumandanı İsmet Paşaya göstermiş ve o da
derhal "Paşaya göster" emriyle Tevfik Beyi yanıma gön
dermişti. Karahisar'da ,Belediye dairesinde bana tahsis olu
nan odada yatmakta idim. Beni uyandıran Tevfik Beyin
gösterdiği haritaya baktım. Hemen yataktan fırladım.
7
lordumuzun nezdine giderek tasavvurumuza göre hareka
tı tanzim buyurmasını kendilerine rica ettim.
8
"- Kemalettin Paşayı bulunuz. Bizzat Trikôpis'le be
raber bütün düşman generallerini behemehal esir etmesini
söyleyiniz" dedim. Bu emir derakab telefonla tebliğ olun
du. Zavallı esir zabit benim bu emrimi işitir işitmez ikram
ettiğim çayı içemieyerek büyük bir baygınlık geçirdi. Da
ha fazla bu ordu karargahında kalamazdım. Muharebe va
ziyetini gözümle görmek benim için mukavemetsiz bir ih
tiyaç oldu. Ordu Kumandanını da beraber alarak Dördün
cü Kolordu Kumandanının tarassut için bulunduğu şu isti
kametteki bir tepeye geldik (Arpalık civarında).
9
mesturiyete bakmaksızın, ateş mevzilerine girip düşman
mevzilerini sarsmasını istiyordum. Yanımdaki kumandan
lar bu noktayı nazarlarımı anlar anlamaz derhal ve en asa
bi bir suretle faaliyete geçtiler. Maatteessüf şimdi ismini
hatırlayamadığım, yanımda bulunan bir süvan zabitine bir
kaç kelime not ettirerek düşman mevzilerini şimalden sa
ran ikinci orduya gönderdim. Ve şifahen burada benden
işittiklerini onlara da söylemesini emrettim. Bu zabit va
zifesini yapmış ve birkaç saat sonra tekrar yanıma gelerek
malUmat da vermişti.
Onbirinci Fırkanın kahraman kumandanı Derviş Bey
bizzat ileriye atılarak bütün kuvvetiyle düşman meziine
ilerliyordu. Kolordu Kumandanı Kemalettin Paşa, cenup
tan ve garptan düşmana saldırdığı diğer fırkalarına yeni
den yeniye teşdit ve tesrii harekat için emirlerini isal edi
yordu. İkinci Ordunun Onaltıncı ve Altmışbeşinci fırkala
rı düşmanla ciddi muharebeye girişiyorlar, diğer fırkaları
da ihata dairesini darlaştırıyorlardı. Bunları görüyordum.
Suvari Kolumuzun daha garptan düşmanın arkasını kes
mek üzere bulunduğunu bana haber getiren suvari zabiti
söylemişti.
10
lerinde sanki öldürücü hassa kalmamıştı. Bu ovadan, şimal
den ve cenuptan birbirini velyeden avcı hatlarımızın, guru
bu yaklaşan güneşin son şuaatiyle parlayan süngüleri her
an daha ileride görülüyordu. Düşman mevaziini saran bir
daire üzerinde mevzi almış olan bataryalanmızın fasılasız
ve amansız ateşleri düşman mevziini, içinde barınılmaz bir
cehennem haline getiriyordu. Güneş mağribe yaklaştıkça
ateşli, kanlı ve ölümlü bir kıyametin kopmak üzere olduğu
bütün ruhlarda hissolunuyordu.
Biran önce cihanda büyük bir inhidam olacaktı. Ve
beklediğimiz halas güneşinin tulu edebilmesi için bu inhi
dam lazımdı. Zulmetler içinde bu inhidam vuku bulmalı i
di. Hakikaten semanın karardığı bir dakikada Türk süngü
leri düşman dolu o sırtlara hücüm ettiler. Artık karşımda
bir ordu, bir kuvvet kalmamıştı. Kamilen mahvolmuş pe
rişan bir bakiyetüssüyuf kitlesi bulunuyordu. Kendilerinin
dediği gibi pürhavf ve lerzan, bişekil bir kitle, acaip bir ha
lita halinde firar için fürce arıyordu. Artık gecenin koyula
şan zulmeti neticeyi gözle görmek için güneşin tekrar şark
tan tulı1una intizarı zaruri kılıyordu.
11
zat ve malzeme ile ve bütün bu metrukatın aralarında yı
ğınlar teşkil eden ölülerler, toplanıp karargahlarımıza sev
kolunmakta, bulunan sürü sürü esir kafileleri hakikaten bir
mahşeri andırıyordu. Bu dar ateş ve savlet çemberinden
bugün için kurtulabilenler birkaç bin kişilik bakiyetüssü
yuftan ibaret idi. Fakat onlar da daha büyük Türk çemberi
içinde çıkmaya muvaffak olamayarak başlarında Başku
mandanları bulunduğu halde beyaz bayrak çekmeye mec
bur olmuşlardı.
12
senedir. Fakat bu tesbit ettiğimiz zaferi ihzar edebilmek
için bir seneyi çok bulmazsınız zannederim. Çünkü efen
diler, harp, muharebe, nihayet meydan muharabesi yalnız
karşı karşıya gelen iki ordunu çarpışması değildir. Millet
lerin çarpışmasıdır. Meydan muharebesi milletlerin bütün
mevcudiyetleriyle, ilim ve fen sahasındaki seviyeleriyle, ah
laklarıyla harslarıyla hülasa bütün maddi ve manevi kud
ret ve faziletleriyle ve her türlü vasıtalarıyla çarpıştığı bir
imtihan sahasıdır. Bu sahada, çarpışan milletlerin hakiki
kuvvet ve kıymetleri ölçülür. Netice yalnız kuvveti cisma
niyenin değil, bütün kuvvetlerin, bilhassa ahlaki ve harsi
kuvvetin tefevvukunu mertebei sübuta vardırır. Bu sebep
le meydan muharebesinde yenilen taraf milletçe ve mem
leketçe, bütün mevcudiyeti maddiye ve maneviyesiyle mağ
lup edilmiş sayılır. Böyle bir akibetin ne kadar feci olabi
leceğini tahmin edersiniz. Mahvü izmihlal yalnız cidal sa
hasında bulunan orduya münhasır kalmaz. Asıl ordunun
mensup olduğu millet feci akıbetlere uğrar. Tarih, başların
daki tacidarlann, haris politikacıların birtakım hayali emel-
· 1erle, vasıtası mevkiine düşen müstevli orduların, müstevli
milletlerin uğradığı bu nevi feci ak:ibetlerle malamaldir.
Efendiler, Türk vatanının fethetmek fikrini, Türk'ü e
sir etmek hayalini umumi, maaşeri bir fikir haline koyma
ya çalışanların da layık oldukları akibetten kurtulamamış
olduklarını gözlerimizle gördük.
Efendiler, kendilerine bir milletin talihi tevdi olunan
adamlar, milletin kuvvet ve kudretini yalnız ve ancak yine
milletin hakiki ve kabili istihsal menfaatları yolunda kul
lanmakla mükkellef olduklarını bir an hatırladan çıkarma-
13
malıdırlar. Bu adamlar düşünmelidirler ki, bir memleketi
zabt ve işgal etmek o memleketlerin sahiplerine hakim ol
mak için kafi değildir. Bir milletin ruhu zaptolunmadıkça,
bir milletin azim ve iradesi kırılmadıkça, o millete hakim
olmanın imkanı yoktur. Halbuki, asırların mevlı1du olan bir
ruhu milliye, kavi ve daimi bir iaredi milliyeye hiçbir kuv
vet mukavemet edemez.
Mahkum olmak istemeyen bir milleti, tahtı esaretinde
tutmaya muktedir olacak kadar kuvvetli müstebitler artık
bu dünya yüzünde kalmamıştır. Türk milleti son mücade
Iatiyle, bilhassa burada ihraz ettiği zaferle, izhar ettiği az
im ve irade ile malum olan bu hak'ayikı bir defa daha si
nei tarihe çelik kalemle hakketmiş bulunuyor.
14
miz "Şehit Asker" abidesi işte o ruhları, o ruhlarla beraber
gazi arkadaşlarını, fedakar ve kahraman Türk milletini tem
sil edecektir. Bu abide, Türk vatanına göz dikeceklere
Türk' ün 30 Ağustos günündeki ateşini, süngüsünü, savle
tini, kudret ve iradesindeki şiddeti hatırlatacaktır.
Efendiler, bu muazzam zaferin muhtelif amilleri fev
kinde en mühimi ve aslisi Türk milletinin bilakaydüşart
hakimiyetini eline almış olmasıdır. Bu hadisenin tarihimiz
de ve bütün cihanda ne büyük, ne feyizli bir inkilap oldu
ğunu izaha lı1zum görmem. Milletimizin uzun asırlardan
beri hanlar, hakanlar, sultanlar, halifeler elinde, onların ta
hakküm ve istibdadı altında ne kadar ezildiğini, onların
hırslarını temin yolunda ne kadar büyük felaketlere ve za
rarlara uğradığını düşünürsek, milletimizin hakimiyetini
eline almış olması hadisesinin bütün azamet ve ehemmiye
ti nazarlanmızda tecelli eder. Gerçi büyük zaferin ferdası
na kadar İstanbul'da halife ve sultan namı altında bir şahıs
ve onun işgal ettiği hilafet ve saltanat ünvaniyle bir makam
vardı. Fakat bu zaferden sonra millet o makamları ve o ma
kam sahiplerini layık olduğu akıbete isal etti.
15
Arkadaşlar, sarayların içinde Türkten gayri unsurlara
istinat ederek, düşmanlarla ittifak ederek Anadolu'nun,
Türklüğün aleyhine yürüyen çürümüş gölge adamlarının
Türk vatanından tarcı, düşmanların denize dökülmesinden
daha rehakiir bir harekettir. Türk milletini mübarek vediai
ecdat olan bu topraklarda tam manasıyla efendi olarak ya
şaması ancak o fuzuli bimana olduktan başka, mevcudi
yetleri mahzı zarar ve felkaket olan makamların bertaraf
edilmesiyle mümkün olabilirdi.
Efendiler, onlar yüzünden Türk vatanının ve Türk mil
letinin geçirdiği kederleri, elemleri hissetmemiş bir ferdi
miz yoktur. Bu kadar matemler ve feliiketler geçirdikten
sonra elbette Türk öğrenmiştir ki, vatanı yeniden yapmak
ve orada mesut ve hür yaşayabilmek için behemehal haki
miyetine sahip olmak ve Cumhuriyet bayrağı altında bütün
evlatlarını toplu ve dikkatli bulundurmak lazımdır. Efendi
ler, asırlardan beri inleyerek feryad eden, fakat müstebitle
rin, muğfillerin, cahillerin vucuda getirdikleri manialarla
canhıraş sedasını milletin kulağına isma edemeyen zavallı
vatan, bugün diyor ki, can kulağınızı harap olmuş, sinesin
de en derin ıstıraplar duymuş valdenizin samimi hitabına
daima açık bulundurunuz. Efendiler, Asya 'da, Avrupa 'da,
Afrika 'da hükümran olmak kudret ve kabiliyetini göstermiş
olan ecdadımız vaktinde bu sedayı işitmekten menedilme
miş olsalardı, Türk camiasının, Türk mefkı1resinin, Türk
menafiinin mahfuz ve feyizdar olacağı ana vatanı bugün
kü şekli harabisinde mi tevarüs ederdik? Efendiler, artık va
tan imar istiyor, zenginlik ve refah istiyor. İlim ve marifet,
yüksek medeniyet, hür fikir ve hür zihniyet istiyor. Şeref,
16
namus, isktiklal, hakiki varlık, vatanın bu taleplerini tama
men ve serian yerine getirmek için esaslı ve ciddi bir surat
te çalışmayı emreder.
Efendiler, asırlardanberi Türkilye'yi idare edenler çok
şeyler düşünmüşlerdir; fakat yalnız bir şeyi düşünmemiş
lerdir: Türkiye'yi. Bu düşüncesizlik yüzünden Türk vata
nının, Türk milletinin duçar olduğu zararları ancak bir tarz
da telafi edebiliriz: O da artık Türkiye'de Türkiye'den baş
ka bir şey düşünmemek. Ancak bu zihniyetle hareket ede
rek her türlü selamet ve saadet hedeflerine vasıl olabiliriz.
17
tün imaniyle o hedefe beraber yürüsün ve behemehal mu
vaffak olsun lazımdı. Efendiler, o hedef burası idi. Gayei
emel olan muvaffakiyet burada ihraz olunan zafer idi.
Efendiler, milletimiz bundan sonraki mesaisinde de
muvaffak olabilmek için, milli hedefini bütün vuzuh ve ka
tiyetle, tekmil vatandaşların nazarında ve vicdanında bütün
parlaklığıyla tesbit etmiş bulunuyor. İsterseniz benim bu
rada hedef dediğim şeyi, siz milletin mefkfuesi tesmiye
ediniz. Fakat bu unvanı verirken dikkat ediniz ki, hayali bir
manaya kendimizi kaptırmayalım.
18
yolu budur. Hayat ve maişete hakim olan ahkamın, zaman
ile tagayyür, tekamül ve teceddüdü zaruridir. Medeniyetin
ihtiraları, fennin harikaları, cihanı tahavvülden tahavvüle
duçar ettiği bir devirde, asırlık köhne zihniyetlerle, mazi
perestlikle muhafazai mevcudiyet mümkün değildir. Me
deniyetten bahsederken şunu da katiyetle beyan etmeliyim
ki, medeniyetin esası, terakki ve kuvvetin temeli, aile ha
yatındadır. Bu hayatta fenalık, muhakkak içtimai, iktisadi,
siyai aczi mucip olur. Aileyi teşkil eden kadın ve erkek un
surların hukuku tabiiyelerine malik olmaları, aile vazifele
rini idareye muktedir bulunmaları lazimedendir.
19
olunmak zaruridir. Asır mübarezesinde milletimizi muvaf
fak edecek bir iktisadi hayat teminini istihdaf eden umumi
maarif ve terbiye sistemlerimiz, her gün daha çok esasla
şacak ve elbette muvaffak olacaktır.
Efendiler, artık bugün hayat ve insaniyet icapları bü
tün hakikatiyle tecelli etmiştir. Bunlara mugayir olan riva
yetler ahlak ve imana esas olmaz. Hakikat tecelli edince k
izp ortadan kalkar. Safsatalar, hurafeler kafalardan çıkma
lıdır. Her türlü teali ve tekemmüle müsteit olan milletimi
zin içtimai ve fikri inkilap hatvelerini kısaltmak isteyen
maniler behemehal bertaraf edilmelidir.
Gençlere hitap
20
MAREŞAL ÇAKMAK'IN 30 AGUSTOS
ZAFERİNE VE
İZMİR'İN KURTULUŞUNA AİT BAZI
HATIRALARI
21
Bir Ecnebi, Mareşal Çakmak'ı (Büyük Mehmetçik)
diye tavsif etmişti. Bu tavsif, Türk askerinin kahramanlı
ğı ile Mareşal' in şahsiyetini birleştiren güzel bir buluştu.
Aşağıda Mareşalle yapılmış bir görüşmeyi okuyacaksınız:
Şimdi, 1 947 eylülünün yedinci günündeyim. "Öde
miş" dağlarının ( 1400) rakımlısına, yeşil bir leylek yuvası
gibi sığınmış "Gölcük" köyündeyiz. Yanımda, vaktiyle
düşmanın sahicisine ilk silahı atanlardan Alim Efe, karşım
da ise, bize, çocukluğumun imansız günlerinde erişilmez
bir rüya sandığım zafer saadetini kazandırmış olan sayılı
adamlardan birisi: Mareşal Çakmak var...
Onun, ne dış düşmanların, ne de yılların asil olgun, ve
içten güzelliğini' yıpratmadıkları ak yeleli çehresine baka
rak gülümsüyorum:
"- Sizi düşünüyorum Mareşalim . . . Sizi, ve nankörler
tarafından unutulan zeferinizin, vaktiyle bizi nelerden kur
tardığını! . . .
Mareşal, yaşaran gözlerime, babacan bir gülümseyiş
le bakıyor:
"- İzmirli, . . Hislerine kapılma... O zafer benim, şunun,
bunun değil, bizimdir. Biz onu nasıl olsa kazanacaktık . . . Zi
ra bu milletin, uzun müddet uşaklarının kölesi olarak yaşa
mayacağı muhakkaktı. .. Bizler, istiklalimize yapılan taaru
zun def 'ini, olsa olsa biraz hızlandırabilmiş, kolaylaştıra
bilmiş sayılabiliriz.
Sonra ciddileşerek ilave ediyor:
"- Fakat ne dersiniz? O sırada siz İzmir'de bizi bekler
ken, biz Anadolu'da, sade düşmanlarımızla değil, aynı za
manda, en yakın kavga arkadaşlarımızın -hemen hemen
22
düşman silahlan kadar tehlikeli olan- dalaletleriyle de mü
cadele ediyorduk. . . Sorduğunuz suale cevap vermek, yani
İzmir'e nasıl girdiğimizi anlatmak için, Dokuz Eylüle ta
kaddüm eden günlerin olaylarım da hatırlatmam zaruridir...
Zira "İzmir" in, istiklal kavgamızda, bir bakımdan, başka
vilayetlerimizinkine hiç benzemeyen bir hususiyeti vardır.
Faraza, şahsen, bana sorarsanız, ben bu hususiyeti hülasa
edebilmek için derim ki:
Bizçim İstiklal Harbimiz, fi 'len İzmir'de başlamış v�
fi'len İzmir'de sona ermiştir.
"Şimdi sırası geldiği için açıklamaya mecburum ki,
biz, hedefi İzmir olacak bir kat'i ve büyük taarruzu tasar
larken, karşımıza düşman ordusundan evvel, Millet Mec
lisinin pasif diplomatları dikildi.
Onlar, düşmanla anlaşmamıza taraftarlık ediyorlar ve
yapmak istediğimiz taarruz teşebbüsünü, bir cinnet sayıyor
lardı.
O sırada, Fransızlar bize, İngilizler ise Yunanlılar ta
raftardılar. . . Bu sayede bir Fransızlardan, bir miktar silah
almış bulunuyorduk. Ben, bütün cepheyi gezmiş, kuman
danlarla, zabitlerle, neferlerle konuşmuş ve ordumuzun du
rumunu, her bakımdan, yapmak istediğimiz taarruz hare
ketine alabildiğine elverişli bulmuştum.
Zaten, böyle olmasaydı bile, hakkımızı düşmana, kuv
vetimizi göstermeden tanıtmamız imkanı yoktu. Yunanlı
lar, İngilizler tarafından adamakıllı şımartılmışlardı. İstan
bul 'un gözde halifesi, Mısır Hidivliğinin sefil salahiyetle
rini kabule bile hazırlanmış bir uşak namzedi idi. Bu vazi
yette, onun tarafından idama mahkum edilmiş bulunan biz-
23
ler, mücadele meydanında ciddi bir kuvvet, ciddi bir varlık
olduğumuzu göstermeden, İngilizlere sözümüzü nasıl din
letebilirdik?
Böyle düşünmekte Mustafa Kemal 'le tamamen muta
bık olduğumuz için, ben, ordudaki vazifemden ayrılarak,
Erkanı Harbiye Dairesinin odasına kapanmış, yapılacak ta
arruzun planlarını hazırlamaya koyulmuştum.
O sırada, bir gün, Ankara 'da hükfunet konağının üst ka
tında, fevkalade bir toplantı yapıldı.
Toplanan Vekiller Heyetine, Rauf Bey riyaset ediyor
du. Ve müzakerelerin başlayışından pek az sonra, taarruz
aleyhtarlarının itirazları alabildiğine şiddetlendi.
Kimisi, taarruzun bir cinnet olduğunu söylüyor, ki
misi, "Ne diye boşu boşuna (!) kan dökelim?" diyor, ki
mısı ıse:
- Efendim, yüzde yirmi beş zafer ihtimali olsa, bu ta
arruza ben de taraftar olurdum, fakat, maalesef, yok! . . ." di
yordu.
Nihayet içlerinden birisi, kalkıp da:
- Efendim, bizim şu kadar katırımız .ve şu kadar deve
miz olsaydı, bu yapılabilirdi!. . . " kabilinden bir hezeyan sa
vurunca, dayanamayarak yumruğumu masaya vurdum, ve:
- Efendim, dedim, bu taarruzda zafer ihtimali, yüzde
yirmi beş değil, yüzde yetmiş beştir. Filvaki, bizim, muarız
larımızın istedikleri miktarda katırımız, veya devemiz yok
amma, ben Mehmetçiğin mücadele gücünü, dünyanın baş
ka hiçbir mahh1kiyle mukayese edemem .. "O Mehmetçik,
.
24
Sakarya kavgamıza, mermilerimizin çoğunu, Mehmetçiğin
kansı taşımıştır.
Muanzlarımıza göre, düşmanın tel örgüleri varmış.
Bunu söyleyenlere hatırlatırım ki, Mehmetçik sahiden hır
sa gelince, yumruklarıyla telleri değil, demirleri parala
mıştır! . . ."
Benim bu sözlerim üzerine rahmetli "Kara Vasıf":
- İyi amma efendim, Ankara'yla İzmir arasındaki 800
kilometrelik mesafeyi alırken, askeri neyle besleyeceğiz?
demezler mi?
"Tahmin buyuracağınız gibi, ona mesafeyi ölçerken,
pergeli her halde yanlış tutmuş olduğunu söyledim: Zira
belliydi ki, muterizlerimiz, bizim taarruza, Ankara'dan de
ğil, Afyon'dan başlayacağımızı bile hesaplamayacak kadar
gaflet içindeydiler.
Maamafih insafla itiraf edeyim ki, kendisine:
- Vasıf Bey. . . Şimdi harman mevsimidir. Şimdi köylü
nün elinde, her şey vardır. Onlar, kendi ordularını, fırınlar
dolusu ekmekler çıkararak, sürülerle kurbanlar keserek ve
çuvallar dolusu üzümler sağlayarak karşılayacaklardır. Bu
kavga, başka orduların, başka şartlar içinde yaptıkları kav
galardan hiçbirisine benzemez. Bunun içindir ki, bu kav
gada bizim iaşe menzilimiz, tarihin klasik harplerinde gö
rülen ordulannki gibi gerimizde değil, ilerimizdedir. . . "
25
"Mareşal" :
- Ötesini biliyorsunuz, diyor, çok şükür zafer, tarihler
de okuduğumuz şekilde kazanıldı. Fakat tuhafdeğil mi? Af
yon 'un sukut ettiğine, dürbünleriyle bakmadan inanma
yanlar ve bu meyanda bilhassa:
Bize:
- Efendim, bu işe deve lazım... Bu iş devesiz olmaz ! . .
diyen zevat:
- Aşkolsun. . . İyi oldu. Fakat siz yoruldunuz, artık işin
ötesini bize bırakın ... Tek biz biraz dinlenin de, alimallah,
biz gidip İzmir'e gireriz! ..." demezler mi?
Fakat müsaadenizle, biz henüz layıkıyla sağlanmış say
madığımız bu şerefi, onlara emanet edemezdik. Bunun için
dir ki, orduyu, Mustafa Kemal'le beraber Afyon'dan İz
mir' e kadar adım adım takip ettik..
Şimdi o yılda, hazan buğday, hazan da üzüm çuvalla
rı üzerinde, ikişer saat kestirerek geçirdiğimiz geceleri ha
tırlıyorum.
Hatta bu saatlerden birisinde, üzerine uzandığı çuva
lın deliğinden aldığı bir avuç üzümü ağzına atmadan evvel,
koca Mustafa Kemal'in gülerek:
- Paşam, şu hayatın cilvesine bak, arslanlıkedelim der
ken, farelere döndük: çuval deliğinden üzüm, çalıyoruz! .."
dediğini, o yolculuğumuzun en şirin nüktelerinden biri ola
rak hatırlanın ... Fakat, inanın bana, ömrümde hiçbir başka
yatağın rahatı, beni, o üzüm çuvalları üzerinde çekilen mu
zaffer uyku kadar mesut etmemiştir! . . .
Bu son cümleleri söylerken, gözleri dolan Mareşal söz
lerini şöyle tamamladı:
26
- Yalnız, bir büyük hatamız oldu. . . Büyük taarruzdan
sonra, Mareşal Penlöveden, "Franclen Buyon"dan ve arka
daşlarından müteşekkil bir Fransız heyetiı. bizimle, Anado
lu' nun herhangi bir yerinde temasta bulunmak istemişti.
Biz onlara, kendilerini 9 Eylülde "Nif" (Kemal Paşa)
de bulacağımızı bildirmiştik. "Nif"e vardığımız zaman, on
lardan, Türk ordusunun harekatını, aramızda geçecek mü
zakerlerden sonraya bırakmamızı isteyen bir başka tel al
dık. Elbette ki, hiç olmazsa zararsız ve diplomatik bir ne
zaket göstererek, onların bu ricalarını is' af etmek istedik.
Fakat hemen o anda İzmir'den gelen bir haber, Türk süva
rilerinin, Akdeniz kıyısına varmış bulunduklarını ve Kor
don boyunda haklı bir zafer neşvesi içinde at oynattıkları
nı bildiriyordu. Bu itibarla, belliydi ki, Fransız dostlarımı
zın teli, elimize geç gelmişti ! . . . " ve tevazula gülümseyerek
ilave etti:
"- Bu yüzden, İzmir' e varınca elimizde olmıyan sebep
ler yüzünden, randevumuzdan evvel geldiğimiz için, Fran
sız dostlarımızdan af istedik ! . . . "
27
BAŞKUMANDAN MUSTAFA KEMAUİN
SERYAVERİ
SALİH BEY İN HATIRALARI
29
birkaç hafta evvel cepheye gidildi. Gazi Paşa hazretleri va
ziyeti mahallinde tetkik ve yakında bir taarruza geçilecek
miş gibi hazırlık yapılmasını emrettiler. Birkaç gün cephe
de kaldıktan sonra tekrar döndük. Maksat, taarruz şayiası
nı bertaraf etmek ve etrafa, ancak bir teftiş seyahati icra edil
diği, hissini vermekti.
Nihayet bir gece (23 Ağustos) Gazi Paşa Ankara' yı
sessizce terketti. İkametgahımız Çankaya olduğu için şeh
re uğramaksızın Konya yolu takip edilebilirdi. Müfareka
tımızdan evvel paşanın ikametgahında kalanlara sureti
mahsusada emir verildi: Hareketimiz ifşaa edilmeyecekti.
Ve bir iki gün zarfında köşke gelenler olursa, Gazi Paşa
nın rahatsızlığı ileri sürülerek kimse ile görüşmesi müm
kün olmadığı anlatılacaktı. Bu suretle birkaç gün kazan
mak istiyorduk.
Ertesi gün, öğle üzeri otomobillerle Konya'ya vasıl ol
duk. Paşanın Ankara'dan hareket ettiğinden haberdar olma
dıkları için, ansızın gelişimiz Konyalıları hayrete düşürdü.
İki gün Konya'da kaldıktan sonra, Garp Cephesi kararga
hının bulunduğu Akşehir'e gittik.
30
dırlar kuruldu. Fevzi ve İsmet paşaların karargahları da sık
ağaçlarla kaplı ve her iki tarafı yalçın tepelerle çevrilmiş
vadinin içinde idi.
Bu sırada Anadolu Ajansı Çankaya'da süfera ve rical
şerefine tertip edilen bir çay ziyafetinden bahseylemekte i
di. Bu haber Gazi Paşanın Ankara'da bulunduğu hissini
vermek için ifşaa edilmişti. Nitekim İstanbul gazetelerine
de telgraflarla verildi. Ve kimse zerre kadar şüphe etmedi.
26 Ağustos sabahı
31
Güneş biraz yükseldi, Kocatepe 'de bulunanlar düşman
tarafından görülebildi. Tam bu sırada düşmanın büyük çap
lı toplarından birinin mermisi bizim bulunduğumuz tepe
nin altında patladı. Bu mermiyi ikincisi, üçüncüsü, dör
düncüsü takip etti. Anladık ki düşman, oradan geçmekte
olan hasta nakliyatına mahsus arabalarımızı hedef ittihaz
ederek ateş açmaktadır. Düşmanın yaralılarımıza karşı bu
denaetkarane tecavüzleri devam etmekte iken, kahraman ef
radımız da Tınaz ve Belen tepelerindeki Yunan mevzileri
ne şiddetli hücumlarda bulunmakta idi.
Yine bu sırada 57'nci fırka kumandanının karşısında
ki tepeyi dediği saatte alamamasından mütevellit teesssür
le intihar ettiği telefonla bildiriliyordu. Akşama kadar de
vam eden taarruz muvaffakiyetimizle neticelenmiş, düşma
nın bir çok mühim noktalan elimize geçmişti. Akşam ka
ranlığı etrafı sarınca, ufukta patlayan mermilerin çıkardığı
alevler seçilmeye başladı. Geceleyin de tarruza devam edil
mesi mukarrer olduğundan muharebe sabaha kadar fasıla
sız sürdü.
32
Rum berber, mütemadiyen taarruzu n şiddet ve dehşe
tinden bahsediyordu. Berhayat olarak siperlerde kimsenin
kalmadığına kaniydi ve yeminlerle, kasemlerle Yunanis
tan' ın elinde neler varsa hepsinin bizim elimize geçeceği
ni yana yakıla iddia ediyordu. Halinden, askerlerimizin as
lan gibi savletinden adam akıllı korkmuş olduğu anlaşılı
yordu. Onun ifadesine göre Afyon' un çoktan bizim elimi
ze geçmesi lazımdı.
33
rif etti. Biz şoseden ayrıldıktan sonra ancak bir müddet gi
debildik, yolu şaşırmıştık, dere, tepe arasında yine yol ara
maya başladık. Bu yüzden hayli vakit kaybettik. Bizden son
ra yola çıkan arkadaşlar Afyon'a vasıl olmuşlardı bile. Biz
hala ovanın içinde yol arıyorduk.
Ovada yürüye yürüye nihayet düşman siperlerine, tel
örgülerine tesadüf ettik. Bütün saha kazılmış ve derin hen
dekler açılmış olduğu için otomobilin geçmesi müşküldü.
Telleri kopardık, kestik. Hendeklerden otomobili geçirt
mek için de şu çareyi bulduk: Düşman siperlerinde elimi
ze geçen bir kapıyı çukurların üzerine koyarak otomobili
geçirdik.
Afyon Karahisar'nda
34
etmek üzere erkenden Afyon' a hareket ettiler. İsmet Paşa
Afyon'da kalmıştı. Dumlupınar civarında bir köyde Birin
ci Ordu Kumandanını çadırında bulduk. Gazi Paşa Kolor
du kumandanı Kemaleddin Sami Paşa ile telefonla görüşü
yorlardı.
Bu sırada, bir iki gün evvel esir edilmiş olan bazı Yu
nan zabitanı karargaha getirilmişti. Gazi Paşa esirlerin ara
sında bulunan erkanıharp zabitin yanına istedi. Yunan za
bitine bir çay ısmarladı ve kendisinden vaziyet hakkında
malfunat istedi.
Zabit iki gün evvel esir edilmiş olduğu için, son vazi
yetten haberdar olmadığını söyledi. Bunun üzerine başku
mandan Gazi Paşa haritayı açarak alınan raporlara göre ha
sıl olan vaziyeti işaret etti. Karargahımızdaki Yunan erka
nıharbi de Yunan ordusunun düşmüş olduğu ağı görmüş ve
vaziyetin vehametini anlamıştı. Gaynihtiyari parmağını ha
ritanın ü,zerinde gezdirdi:
- "Bu vaziyete nazaran, iki kolordu kumandanımızla,
dört fırka kumandanımızın, kıtaatınızın çemberi içinde bu
lunduğunu zannederim" dedi.
Gazi Paşa, aldığı bu malumatı derhal telefonla Kema
leddin Sami Paşaya bildirdi, bahsedilen kumandanların be
hemehal esir edilmesini emir buyurdu.
Yunan zabiti, evvelce T ürkçe bilmediğini söylemiş ve
kendisiyle tercüman vasıtasıyla ve Rumca görüşülmüştü,
fakat Gazi 'nin Türkçe olarak verdiği bu emri işitir işitmez
35
benzi kül gibi oldu. Elini alnına götürdü, teessüründen ge
tirilen çayı içemedi ve çadırdan dışarı çıkmak için müsa
ade istedi.
Kendisinin Türkçe bildiğini ve biraz evvel gayriihtiya
ri verdiği malumattan dolayı nedamet hissettiğin! anlamış
tım. Ben de beraber dışarı çıktım, kendisine T ürkçe:
- Nerelisin? dedim.
Selanikli olduğunu ve Kulekahvehaneleri mahallesin
de ikamet ettiğini söyledi. Ne tesadüf. Ben de Selanik'te o
mahallede ikamet etmekte idim:
- Ne için o güzel Selanik'i bıraktın da buralara geldin?
diye sordum.
- Askerim, emir aldım. Cevabını verdi. Başı fevkala
de ağrıdığından dolayı da fazla konuşmaya mütehammil ol
madığını ilave etti. İcap eden ilaçlan kendi bavulumuzdan
verdik.
36
Kemaleddin Sami Paşa cevap verdi:
- Düşman ağırlıklarını yakıyor, paşa hazretleri.
Gazi Paşa:
- Şu sağdaki köy ve duman nedir? dedi.
Kemaleddin Sami Paşa:
- Döğüştüğümüz düşman çekilirken yalnız ağırlıkları
nı değil, köyleri, şehirleri sakinleriyle beraber ateşe veren
bir düşmandır. Yanan Çal köyüdür, Yunanlılar yakmıştır ce
vabını verdi. Gazi Paşa orada hangi kıtalarımızın olduğu
nu da sordu. On Birinci Fırkanın bulunduğu cevabını alın
ca şu suali irad etti:
- Telefonla muhabere mümkün müdür?
- Henüz telefon tesis etmedik, çünkü bir gün evvel o
civardaki tepelerde düşmanla muharebe edilmiştir.
Gazi Paşa On Birinci Fırkanın bulunduğu mahalle git
mek arzusunu izhar buyurdukları için refaketimizde Kema
leddin Sami Paşa da bulunduğu haldde Çal köyü istikame
tine müteveccih olduk.
Tepeye geldiğimiz zaman düşmanla harp başlamıştı.
On Birinci Fırka kıtaatı avcı halinde ve bizim üç dört yüz
metre ilerimizde hareket ediyordu. 1 1 ' inci Fırkanın topçu
ları aramızdaki bir tepeden düşmana ateş açıyorlardı.
Gazi Paşa bu vaziyeti görtükten sonra neticei katiye
nin bir an evvel istihsali için fırka kumandanını da nezdle
rine celbetti ve topçunun önümüze geçmesini, piyadenin
ileri hareket devam etmesini emir buyurdu.
Fırka kumandanı derhal altına binerek yıldırım süra
tiyle avcı hattına gitti. Karşımızdaki düşmana -hareketleri
ni gözle seçebilecek kadar- yaklaşık. İkinci Ordu Kıtaatı-
37
nın da sağ cenahımızdan düşmanı tazyik etmekte olduğu
nu haber aldık. Her taraftan sıkıştırılmış ve ateşten bir çem
ber içine alınmış olan düşman tam manasıyla şaşkına dön
müştü.
38
harebede esir edilmiş olan dört Yunan generalini getirdi. Bu
generaller, bir gün evvel başkumandan paşanın esir edilme
lerini telefonla Kemaleddin Sami Paşaya emir buyurduk
ları kolordu kumandanları idi.
Gazi Paşa generallerle görüşerek icap eden maluma
tı aldı. Generallerden birisi kendilerine sorulan suallerin
hitamını müteakip, kiminle teşerrüf etmekte olduğunu
sordu:
- Mustafa Kemal Paşadır! Dedik. Hayretle gözlerini aç
tı, inanmak istemiyordu. Sualini tekrarladı:
- Fakat bu Mustafa Kemal Paşa, bizim bildiğimiz Ma
reşal Mustafa Kemal midir? dedi. Görüştüğü zatın hakika
ten Başkumandan Mustafa Kemal Paşa olduğunu öğrendik
ten sonra:
- Dün burada mıydı? diye sordu.
- Başkumandanlık muharebesini bizzat kendisi idare
etmiştir. Cevabını verdik. Düşman generali bir müddet sus
tu. Sonra nazarlarını hürmet ve takdirle Gazi Paşaya atfet
ti ve dudaklarından şu sözler döküldü:
- Zafer, galibiyet, şeref ve bu topraklar... Her şey sizin
hakkınız�r. Bizim Haci Anesti İzmir'den kıpırdanamadı.
Ertesi günü ben Büyük Millet Meclisi Riyasetine mu
harebeler ve cereyan eden ahval hakkında telgrafla malu
mat vermek üzere Gazi Paşa hazretlerinin emirleri muci
bince Dumlupınar'dan Afyon'a henüz telgraf hattı tesis
edilmediğinden Bolvadin'e gitmeye mecbur oldum.
39
lerine orada mülaki olmaklığımı emir zabiti Siirt Meb'usu
Mahmut Bey telefonla bildirdi. Ertesi günü Uşak'ta karar
gaha iltihak ettiğim zaman Yunan başkumandanı general
Trikopis'le General (Diyonis' in esir edilmiş olduklarını öğ
rendim.
Esir düşmüş başkumandanla general arkadaşı o gün
Mustafa Kemal Paşa hazretlerinin nezdine getirdiler. İsmet
Paşa ile Birinci Ordu Kumandanı da beraber gelmişlerdi.
Gazi Paşa hazretleri esir generalleri ayakta karşıladı.
Kendilerine yer gösterdi, birer çay ısmarladı, sonra Triko
pis'e sordu:
- Bu iş nasıl oldu?
Trikopis iki ellerini yanlarına doğru açarken başını
önüne eğdi. Vaziyetinden bu akıbeti mukadderattan ziya
de aciz ve zaafa hamletmek istediği anlaşılıyordu.
Gazi kendisini teselli etti:
- Üzerinize düşen vazifeyi ifa ettiğimize kailseniz müs
terih olunuz. En büyük kumandanlar için de esaret mukad
der olabilir.
Trikopis, verdiği cevapta bazı kusurları Diyonis'e at
fettikten sonra topçularımızın mükemmeliyetinden, iki tel
sizleri olduğu halde birinin evvelce bozulup 1zmir'e gön
derildiğinden, diğerinin topçu ateşimizle tahrip edildiğin
den bahsetti ve çaresizlikler içinde kaldığını ve hatta bir gün
evvel kendi yaverinin dahi yanından ayrıldığını söyledi.
Trikopis yapacak yalnız bir şey kaldığını fakat yapa
madığını ilave etti. Esir başkumandan intihar arzusunda ol
duğunu ıma ediyordu! Gazi Paşa:
- Kendi vicdanına muhavvel bir keyfiyettir, ona biz ka
rışamayız!.. Dedikten sonra İsmet Paşa'ya:
40
- Kumandanlar zannedersem istirahate muhtaçtırlar,
dedi.
Trikopis çıkacağı sırada, Gazi Paşadan gördüğü fev
kalade nezaketten cesaret alarak, İstanbul 'da bulunan aile
sinin sihhatinden haberdar edilmesini rica etti. Gazi Paşa,
adresinin alınmasını ve Hilaliahmer vasıtasıyla ricasının
is'afını emir buyurdular.
Başkumandan muharebesinden sonra İzmir' in istirda
dına kadar hemen hiçbir yerde şayanı dikkat mühim muha
rebat olmamıştır. Birkaç gün içerisinde İzmir'e girmek mü
yesser oldu. Afyon'da halkın halaskarlara karşı tezahüratı
nı bilvesile söyledim. Bu tezahürat, Akdeniz kıyısına ka
dar yollarda mütezayit bir alaka ve şiddetle devam etti.
41
katimle ihtiyarı tetkik ediyordum. İhtiyar bir karta, bir de
paşanın yüzüne baktıktan sonra sağ elinin şahadet parma
ğını evvela karta sonra paşaya tevcih etti ve:
- Bu sensin ! diye bağırdı ve müteakıben köylülere
döndü:
- Arkadaşlar, Mustafa Kemal'dir! dedi. Bunu işiten
köylüler, kadın, erkek ellerindeki destileri, bakraçları ata
rak her taraftan otomobile girdiler. Göz yaşlan dökerek pa
şanın kalpağını, omuzunu öptüler, paşanın ayağındaki toz
lan sürme gibi gözlerine çekenler vardı.
Köylünün elindeki kart kimbilir ne zamandanberi ve
ne müşkülatla sakladığı paşanın bir fotoğrafisi idi.
Köylüleri paşanın etrafından ayırmak müşkül olduğu
için, şoföre, naçar motorü işletmesini söyledim. Motör iş
leyince mecburen ayrıldılar. Hareket ettik, fakat sesleri ha
la bizimle beraber geliyordu:
- Yaşa paşamız... Namusumuzu, hayatımızı kurtardın,
hepimiz sana kurban olalım.
Yunanlılar tarafından hak ile yeksan edilmiş ve yakı
lıp yıkılmış olan bu havaliden geçtiğimiz sırada karşılaştı
ğımız bu samimi tezahürat bizi her defasında ağlatmıştır.
Halkın böyle heyecanla icra ettikleri candan tezahürat ara
sında istirdat edilen köylerden ve kasabalardan geçerek
Nif 'e geldik.
"Nif " e (Kemalpaşa) akşam üzeri vasıl olmuştuk. Ga
zi Paşa, buradan İzmir'in kaç kilometre mesafede olduğu
nu sordu. Nifliler İzmir'den 25, 30 kilometre uzakta oldu
ğumuzu söylediler. Başkumandan Paşa civarda bir tepeden
İzmir'i temaşa mümkün olup olmadığını sual etti. Belkah
ve denilen mahalden İzmir'in göiündüğü cevabını verdiler.
42
Gayri ihtiyari bağırmışız: Deniz ...
43
rüyüşlerine rağmen yorgunluk asan göstermiyorlar, bir an
evvel lzmir'e ulaşabilmek için can atıyorlardı.
Gazi Paşa bana:
- Askerlere, arkadaşlarının lzmir'e girdiklerini söyle!
dedi. Emri tebliğ etmek üzere ayağa kalktım. Kolbaşına el
le işaret ederek kıtayı durdurdum.
- Arkadaşlar nereye gidiyorsunuz? diye sordum.
- İzmir'e! diye haykırdılar.
- Süvarilerin İzmir' e girdiklerini biliyor musunuz? de-
dim ve arkadaşlarının İzmir' e geldiklerini haber verdim; İç
lerinden biri:
- Aferin be! diye bağırdı. Hepsi birden şevkle yolları
na devam ettiler, biz de Nif'e döndük.
Geceyi Nif'te geçirdik. Gazi Paşa ertesi günü - lz
mir'de kendilerine bir ikametgah ihzar etmek üzere - erken
den hareketimi emir buyurdular. Emirleri mucibince sa
bahleyin henüz şafak sökerken arkadaşım Mahmut Say
dan, Ruşen Eşref ve Paşa hazretlerinin maiyetinde şifre me
muru Memduh beylerle beraber hareket eyledik.
44
lıktan tevakkuf etmeğe mecbur olduğumuz zamanlar, halk
otomobilimize hücum ediyor, hepimizi ayn ayn öpüyordu.
Bu payansız şevk ve şadi arasında hükumet konağına
geldik. İzzeddin Paşa vali vekili olmuştu. Biz Karşıya
ka'da kral Konstantin' in, müteakiben de İstiryadiks'in otur
duğu köşkü Gazi Paşa için hazırlamak üzere yola çıktık.
Ecnebi sefainden çıkanları bahriye efradına şurada bura
da tesadüf ediliyordu. Bilhassa Karşıyaka' ya gitmek üze
re Bayraklı)'dan geçerken, rastgeldiğimiz ecnebi askerle
rinin otomobilimizin önünde vaziyet alarak selam verme
leri unutulur hatıralardan değildir. Muzatr;er ordunun biz
aciz fertlerine karşı yapılan bu muamele, insanın nazarla
rını bir zaman evvele, İstanbul'un işgal zamanındaki
vak'alara celbediyordu.
Köşke geldiğimiz zaman civardaki hanımlar yanımı
za geldiler. Maksadımızı anlar anlamaz:
- Biz paşamız için her şeyi kendi elimizle yapacağız,
siz yorulmayınız. Ancak her şeyin hazır olduğunu gidiniz,
kendilerine haber veriniz! dediler.
Biz-de yapacak bir iş kalmadığını anlayarak, Gazi'ye
keyfiyeti haber vermek üzere döndük. Halkapınar' a gelmiş
tik ki, süvarilerin tertibat almış olduklarını gördük. Sebe
bini sorduğumuz zaman Gazi Paşa hazretlerinin İzmir'e
geçmiş olduklarını öğrendik ve hayretler içinde kaldık. Zi
ra biz paşanın her şeyin hazır olduğunu kendilerine arzet
tikten sonra teşrif edeceklerini zannediyorduk.
Gazi Paşaya, İzmir hükümet konağında mülaki oldum.
Karargahın hazırlandığını arzettim. Gülerek:
- Çok iyi, fakat top seslerini iştiyor musunuz? dedi.
45
Hakikaten Söke cihetinden kaçıp İzmir' e sığınmak is
teyen iki alaylık bir düşman kuvveti Seydiköy'e geldiği za
man Kadifekale'sindeki Türk bayrağını görmüş ve yanla
rında bulunan toplarla şehire ateş açmıştı, fakat gerek on
ları takip eden Çolak İbrahim Beyin süvari fırkası, gerek
şehirden gönderilen kuvvetlerle hepsi esir edilerek İzmir' e
getirildiler.
46
diğimiz vakit, Atatürk derin bir nefes almıştı. Kendilerine:
" - Rahatsız mısınız paşam?" diye sordum.
- Hayır, dedi.
- O halde mühim bir şey düşünüyorsunuz, galiba ... de-
dim. Şu cevabı verdi:
- Evet, bir şey düşünüyorum. Ve eğer düşündüğümü
tatbik edecek zamana malik olursam - ki olacağımızı tah
min ediyorum - cihanın gözlerini kamaştıracak bir manza
ra husule gelecektir.
Nitekim on beş gün sonra hakikaten cihanın gözlerini
kamaştıran manzara husule geldi.
47
ATATÜRK'ÜN YAVERi MUZAFFER KILIÇ'IN
30 AGUSTOS ZAFERİNE AiT HATIRALARI
49
ti. Buna rağmen İkinci Ordu Kumandanı aksi kanaatini de
ğiştirmemişti. Bir ara dışarıya çıkan sayın Garp Kumanda
nının yüzü, neşeli mizacının aksine pek üzüntülü ve endi
şeliydi. Sebebini sordum... Manidar bir tebessümle müza
kerelerin cereyan ettiği mahalli işaret etti ve başka bir şey
söylemedi.
Başkumandanın endişesi
50
bir miktar parayı mübrem ihtiyaçlar için Milli Müdafaa
emrine bıraktım."
Bu mahrem şifrenin son cümlesi şöyle bitiyordu:
"Derhal harekete geçilecektir."
Bu kat'i ve sarih bir emirdi.
*
25 Ağustos 1 922 . . Afyon'un takriben 20 kilometre
.
51
25 Ağustos gecesi
52
kolordu filamaları çeviriyor. Artık ne haritaya bakılıyor, ne
bir emir veriliyor, ne de konuşuluyor. . . Burası büyük karar
gahtır ve konuşma sırası topçularımızındır. Bir saat sonra . . .
53
"Yarın öğleden sonra Afyon'dayız! "
Saat 9 . . .
Yarma hareketi kısmen muvaffak oluyor. Çiğil tepeden
maada bütün istinat noktalan el�mizde... Fakat düşman he
nüz Afyon ovasına dökülememiştir. Çiğil tepede düşman
mukavemet ediyor ve müdafaası sertleşiyor. Siperler mut
tasıl el değiştirmekte ... O kadar içiçeyiz ki, topçu müdaha
le edemiyor. Topçu, ancak takviye kuvvetlerinin yardımı
na mani olabiliyor. Başkumandan, Döğer'deki düşman ih
tiyar grupu hakkında acele malfunat istiyor ve sabırsızla
nıyor. Verilen cevaptan memnun.
Mukavemet eden Çiğil tepeyi takviye için ihtiyat kuv
vetlerimizin yanaşmasını emrediyorlar. Kuşatmayı yapan
Süvari Kolordumuz güçlükler Ahırdağ geçitlerinden geç
mektedir.
Akşam olmak üzere...
Çiğil tepenin bir an evvel alınmasını emrediyor. "Ge
ce olmadan tepe elimize geçmelidir! "
Buna muvaffak olamayan bir fırka kumandanı intihar
ediyor. Başkumandan çok üzüntülü. Etrafına bakarak:
- Yarın öğleden sonra Afyon'da olacağız! diyor.
Herkes birbirinin yüzüne şüphe ve tereddütle bakmak
ta... Birinci Ordu Kumandanı:
- Paşam çok yoruldunuz. Yarın mühim ve hayati ka
rarlar vereceksiniz. 1 -2 saat uyuyunuz, teklifinde bulunu
yor. Hava kararmış, Çiğil tepe henüz alınamamıştır. Bu va
ziyette yarın öğleden sonra Afyon'da olacağımıza kimse
inanmıyor. Fakat, ertesi günü şafakta başlayan taarruz, düş-
54
manı Çiğil tepeden de atmış, mağlUp kuvvetler Afyon ve
Sincanlı ovasına dökülmüştür. Başkumandan öğleden son
ra Afyon'a geliyorlar. Muharebe mevzi harbinden, harekat
harbine intikal etmiştir.
28-29 Ağustos ...
Başkumandanın verdiği emirlere göre, düşman takip
edilmekte ve sıkıştırılmaktadır. Mustafa Kemal' in evvelce
tasarladığı yerde, düşmana son darbe indirilecektir.
Nihayet 30 Ağustos
30 Ağustos...
Başkumandan Afyon'da, Balmahmut'ta Birinci Ordu
Karargahına geliyor. Son keşif raporlarını harita üzerinde
tetkik ettikten sonra, Dumlupınar civarında bulunan 4 ' ün
cü Ordu karargahına hareket ediyor. Vakit ikindi üzeridir.
Büyük asker Kolordu Kumandanına soruyor:
- Beyefendi, teşebbüs ve kararınız nedir?
- Paşam, yürüyüş halinde bulunan fırkamızın muvasa-
latı ile taarruza geçmeyi düşünüyorum.
- Duşünmeğe vakit yok. Güneş gurup etmeden kat'i ne
ticeyi almak lazım. Aksi takdirde düşman kısmı küllisi Mu
rat dağları eteklerinden ve Kızıltaş vadisini takiben çekile
bilir.
55
- Paşam, ateş hattına iniyorsunuz!
- Zatı devletiniz burada kalınız !
Ve hareket etti. Bir fırkanın topcu mevzileriyle avcı si
perleri arasında, düşmanın müessir topçu ateşinin bulundu
ğu bir yere indi.
Fırka Kumandanına:
- Burası Başkumandan Karargahıdır! dedi ve derhal
emirlerini vermeye başladı.
Topçurnuzun himayesinde piyade birliklerimiz, düş
manın kısmı küllisinin bulunduğu yığıntıya yanaşıyor; Baş
kumandan ayakları tamamen kısaltılmış bir batarya dürbü
niyle harekatı takip ve idare ediyordu. Düşman topçusunun
mermileri çok yakınlara düşüyordu. Başkumandan sigara
sını içiyordu. Güneş guruba yaklaşıyordu. Bir aralık başı
nı çevirerek:
- Güneş topçumuzun rüyetine mani oluyor. Fakat bi
raz sonra süngülerimize vuracağı akisleriyle düşmanın rü
yetini tamamen kesecek, dedi.
"Allah! Allah!"
56
re attı ve düşman ateşine aldırmadan siperde doğruldu? Bu
kalkış sevdiği ve üzerine titrediği askerlerinin manevi hu
zurunda bir ihtiram vazifesi idi. Askerlik sanatının büyük
dahisi, büyük strateji, harpten ve kandan açıkça nefret edi
yordu. Gözleri nemlenmişti. Güneş ufukta kaybolmak üze
reydi. Eliyle muharebe sahasını göstererek:
- Hacı Anesti! Mağrur kumandın! Neredesin? Gel, or
dularını kurtar... diye bağırdı.
Savaş meydanında
57
Düşman kumandanları
- Getirdiler mi?
Uşak'ta, büyük beyaz yağlı boyalı bir evin 3 üncü kat.
salonunda, üzerinde cephe haritası bulunan tahta bir masa
nın önünde oturan Başkumandan soruyordu. Getirilecek
olanlar, düşman ordusu Başkumandan Vekili General Tri
kopis ve General Diyenis isminde bir başka ordu kuman
danıydı.
Kapıdan, üst baş toz toprak içinde, göğüslerinde 3-4
sıra muhtelifnişanlar bulunan iki esir general girdi. Her iki
si de hazırol vaziyete geçerek selam verdiler. Başkuman
dan ağır ağır ayağa kalktı. İkisinin de ellerini sıktı ve yer
gösterdi. Esir kumandanlar gösterilen yere, düşünceli, ür
kek bir vaziyette oturdular ve başlarını önlerine eğdiler.
Başkumandan, önündeki haritaya bakarak, her iki ge
nerale de harbin tarzı cereyanı hakkında bazı sualler sordu.
Cevaplar aldı. Trikopis'in, "Bu akibeti hiçbir zaman tah
min etmiyorduk" şeklindeki beyanı, düşmanın nasıl gafil
avlandığını açıkca gösteriyordu.
Başkumanda bir ara, Döğer'de bulunan büyük ihtiyat
gruplarının niçin Dumlupınar sırtlarına çekilmediğini Ge
neral Trikopis'ten sordu ve bunu "büyük bir askeri hata"
olarak vasıflandırdı.
General Trikopis'in, ihntihar etmediği için müteessir
bulunduğu şeklindeki beyanı üzerine de Mustafa Kemal:
- Fazla teessüre kapılmayın. Büyük bir asker olan Na
polyon da bu akibete düşmüştür, dedi ve maiyetine döne
rek:
58
- Yıkansınlar, istirahat etsinler. Emniyet altında bulun
durun, diye emirler verdi. Geçmiş gün, zannedersem, kı
lıçlarının da iadesini emir buyurdular.
Sayın Muzaffer Kılıç, hatıratının burasında durdu. Son
ra ağır ağır:
- Türkün şeref ve istiklali bu büyük meydan muhare
besinde kurtulurken, Lozan'ın ve büyük inkılapların teme
li de burada atılmış oluyordu. Bu büyük zaferi hazırlayan
ve yaratan Başkumandanımızın manevi: huzurunda ve bu
uğurda canlarını veren aziz şehitlerimizin önünde şükran
ve minnet hisleriyle doluyum. . . dedi.
Göz pınarlarında iki damla yaş vardı.
59
BEŞ GÜNDE YARATILAN TARİH!
61
ye hareket edecekti. Hareketinden evvel hareketini gizle
me tedbiri olarak da Anadolu Ajansı gazetelere; Çankaya'da
Atatürk'ün çay ziyafeti verdiği haberini yaymakta idi.
Doğrusu ben de, Fuad da bu şerefli taarruzun başında
bulunacak olan Büyük Kumandanımızın emrinde cepheye
gitmek için can atıyorduk.
Beni, Meclisten beraberinde Çankaya'ya getiren Ata
türk, mevki kumandanı Yarbay Fuad'ın da köşke gelmesi
emrini vermişti. Zaman akşam üzeriydi. Atatürk hareketi
ni gece yapacağı için birkaç saatlik vaktini, hazan heybet
li kaşlarını çatarak düşünmeğe dalmakla, hazan da güler se
vimli bir yüzle yaptığı ufak tefek latifelerle geçiriyordu. Ve
fakat, büyük ruhu oturduğu yere sığamıyordu. Bir aralık
ayağa kalktı. Köşkün önünden beraberce yürüyerek Çan
kaya methalindeki birinci nöbetçi kulübesine kadar gittik.
Oradan Fuad Bulca'nın geldiğini gördük ve durduk.
Atatürk, yapacağı büyük işe bir an evvel kavuşmak is
teyen ve fakat çabuk geçmeyen saatlere kızan bir his için
de nöbetçi kulübesinin hemen arkasında sivrilen tabii ka
ya yığını işaret ederek:
- Burada oturalım, emrini verdi.
Kendisi kayanın yüksek yerinde oturdu, biz de dizleri
dibinde yer aldık. Üçümüzden başka kimse yoktu. Fuad be
ni, ben Fuad'ı takviye ederiz düşüncesiyle yapacağı savaş
hizmetinden bizi mahrum etmemesini evvela ben Ata
türk'ten rica ettim. Fuad da aynı ricada bulundu. Atatürk
gülerek:
- Sizin her ikinizin Ankara'da işiniz var, alamam, de-
di.
62
Fuad da, ben de bu, alamam, sözünden müteessir ol
muştuk. Fakat her ikimizde başka bir mütalea ile ricamızı
tekrar etmeyi münasip bulmadık. Sigaralarımıza sarılmak
la teessürümüzü dağıtmaya uğraşırken, oturduğumuz yere
yakın bulunan Fuad'ın evinden üç kahve geldi.
Tabiatin kudret ve kuvvetini gösteren bu kaya üzerin
de ellerimize gelen bu üç şekerli kahve bana mevhum çay
ziyafetini hatırlattı. Gülümsedim ve Atatürk'e:
- Çay ziyafeti birer kuru şekerli kahve ile geçiyor Pa
şam, dedim.
Bir an için, "Alamam"dan mütevellit teessürlü sükU
riıuz bu sözlerimle bozulmuştu. Bu esnada Atatürk:
- İkinizin de burada iki vazifeniz var. Biri Ankara'da
sizin gibi yakınlarımın kalması; birkaç güç için hareketi
min gizli tutulmasına hizmet edecektir. Her ikiniz de Mec
liste, şehirde görüldükçe ve benden bahsolundukça burada
olduğumu muhataplarınıza temin edersiniz.
Diğeri, pek zayıf bir ihtimal ise de, çok dikkatli takip
olunacak bir iştir. Taarruzda behemehal muvaffak olacağım,
ancak binde bir ihtimal dahi olsa; ordunun ileri, geri hare
ketlerini burada fena tefsir edenler bulunabilir.
Bana dönerek:
- Sen, Mecliste her türlü cereyanı takip eder ve ona gö
re icabedenleri tenvir edersin. Tezvirata meydan verme,
alacağın haberlere nazaran arkadaşları İrşad edersin.
Sonra da mevki kumandanı olarak dikkatli ve daima
her hadiseye karşı hazır bulun. Ankara efkarına sahip ol.
Ve her ikimize birden:
- Aleyhimize göreceğiniz en ufak hareketleri bile be-
63
nimseyin. Ve şifre ile bana bildirin. Alacağınız emrime gö
re kat'i harekete geçersiniz, emirlerini verdi.
Akşam olmuş, karanlık gittikçe koyulaşıyordu. O gün
lerden itibaren "Hacet Taşı" ismini verdiğim, kayayı ter
kettik. Köşkte hazırlanan sofraya sıralandık. Yemeği mü
teakip hareket olundu. Ellerini öperek Ataturk 'ü uğurladık.
*
30 Ağustosta kat'i neticeyi alan Atatürk İzmir�e mu-
vasalatında bir şifre ile beni yanına çağırdı. 14 EyliU saba
hı İzmir'de saat sekiz evvelde, gazasını tebrik ve kurtulu
şumuzun şükranlarını arz için söze başladığım zaman sö
zümü kesti:
- Ben vazifemi yaptım. Zaten bunu yapmak her Türke
borçtu. Sen şimdi bunları bırak da gel birer kahve içelim,
emrinde bulundular.
25 gün fasıla ile içilen iki kahve arasında Atatürk kah
ramanı Türk ordusuyla beş gün zarfında, parçalanmak is
tenen Türkiye'ye tam bir hayat ve yenibir tarih yaratmıştı.
64
Y UNAN BAŞKUMANDANI TRİKOPİS
ANADOLU SAVAŞINI VE NASIL ESİR
EDİLDİGİNİ ANLATIYOR
65
- 54 sene evvel İstanbul 'dan geçmiştim, diye devam et
ti. Güzel şehirdir İstanbul, ben de o zamanlar 30 yaşınday
dım. Hey gidi günler hey...
Odada generalin gençliğine ait bir yığın resim görü
yordum. İşte şu grubun ortasında bulunan burma kıyıklı
genç Teğmen Trikopis'tir. Bu resim galiba Paris'te çekil
miş. Sene 1 903. Şu masanın üstünde duran resim de Gene
ralin Birinci Cihan Savaşı'nda Yugoslavya'da çekilmiş bir
resmi. Masanın tam arkasında büyük bir resim daha görü
yorum. Bu da 1 92 1 'de Eskişehir'de çekilmiş. Yunan Kralı
Konstantin Anadolu harekatında başarı kazanan kuman
danlara şecaat nişanı tevzi ediyor. Trikopis o zaman kolor
du kumandanı. Konstantin'in yanında Başkumandan Papu
las, şimdiki Kral Paul, Prens Georges, Prens Andre, İstik
lal Savaşını müteakip Yunanlıların kurşuna dizdikleri Baş
bakan Gunaris ve Bakanlardan Teotakis bulunuyor. Hey
gidi günler. . .
- Generalim, diyorum. Nasıl oldu şu Anadolu hareka
tı? Ta Ankara kapılarına kadar ilerledikten sonra nasıl ol
du da davayı kaybettiniz?
Trikopis tekrar derin derin düşünüyor. Sonra:
- Bizim Anadolu'da işimiz ne idi? diyor. Bizim men
faatimiz Balkanlar'da, Makedonya'da, Adalarda olabilir
amma Anadolu'dan bize ne? Ne diye bizi oralara gönder
diler. Aradan bunca yıl geçti. Şimdi insan maziyi çok daha
iyi görebiliyor. Çok daha sağlam hükümlere varabiliyor.
Şimdi artık itiraf etmekten çekinmiyorum. Bizim Anado
lu savaşında hiçbir menfaatimiz yoktu. Biz yabancı devlet
lere alet olduk. Sizden de, bizden de bunca insan öldü. Bu
66
kadar şehit verdik Sonunda ne oldu? İşte bugün kardeşiz.
Hata idi Anadolu harekatı. Hem de muazzam bir hata...
Trikopis yine bir müddet susuyor. Emekli generalin
duyduğu pişmanlığı anlamaya çalışıyorum. Zavallı Yunan
şehitleri, zavallı İstiklal Harbi kahramanları! Boş yere ya
nan, yıkılan köylerimiz! Ve tarihin karanlık bulutları geri
sinden eski "büyük düşmanımız"ın duyduğu pişmanlık.
Ne muazzam tezat. Trikopis, Bugün seninle kardeş olabil
memiz için Anadolu topraklarının kanla sulanması lazım
mış ...
Emekli general tekrar anlatmaya devam ediyor:
"- Ben Anadolu'a sizinle dört defa çarpıştım. Birinci
sine biz "Avgin muharebesi" diyoruz. Siz, İnönü savaşı.
1 92 1 yılı mart ayının son günleriydi. Ben o zaman üçüncü
tümen kumandanıydım. İnönü'de bizim üç tümenimiz bu
lunuyordu 7 'nci tümen merkezde, 3 üncü tümen solda ve
1 O'uncu tümen da sağda olmak üzere muharebe vaziyeti al
mıştık. Hepimiz kahramanca çarpıştık. Fakat Türkler biz
den çok üstün oldukları için netice bizim lehimize tecelli
edemedi. Geri çekildik ve burada ilk olarak İnönü'nün as
kerlik kabiliyetini anlamış olduk.
İnönü ile ikinci karşılaşmam Eskişehir - Kütahya hat
tında oldu. 1 92 1 Haziranının sonlarına doğruydu. Ben Bur
sa'da bulunuyordum. Birliklerimiz Eskişehir ve Kütalıya
üzerinden taarruza geçmişlerdi. Türkler oyalama muhare
besiyle yardım bekliyorlardı. Ben derhal cepheye hareket
ederek bu yardıma mani oldum. Bu muharebe bizim gali
biyetimizle neticelendi.
67
Türk ordusu ile üçüncü defa Sakarya'da karşılaştık.
1 92 l Ağustosunun sonlarında cereyan eden bu savaşlarda
biz geri çekildik. Ben İkinci Kolorduya dumanda ediyor
dum. Afyon cephesini tutarak Yunan ordusunun çöküşüne
mani oldum. Eğer ben bu cepheyi tutmasaydım Sakarya'dan
sonra çok kötü bir mağlubiyete gidebilirdik.
Bundan sonra uzun bir duraklama devresi oldu. Bu es
nada Birinci Kolordu kumandanlığı da uhdeme tevdi edil
di. Aralık 1 92 1 'de Cenup Gurup Kumandanlığına getiril
dim. Türklerin büyük bir hazırlık içinde bulunduklarını far
kediyorduk. Anadolu'da üç kolordumuz vardı. Başkuman
dan General Papulas'ın uğradığı başarısızlıktan sonra ye
rine General Haci Anesti tayin edilmişti Muhtemel taarruz
ları önlemek için cepheyi yıkılmayacak bir şekilde tahkim
etmiştik. Ve bu cephenin çökmesine ihtimal vermiyorduk.
Nihayet 26 Ağustos 1 922 sabahı Türklerin beklenmedik ta
arruzu ile karşılaştık. Bu taarruz bizim için muazzam bir
darbe oldu. Haci Anesti bütün kolordulara bizzat kuman
da etmek istiyordu. En büyük korkumuz İzmir'le muvasa
lamızın kesilmesiydi. Bizim için en tehlikeli vaziyet bu i
di. Ben İzmir'e telgraf çekerek takviye istemiş ve aksi hal
de mağlup olacağımızı bildirmiştim. İstediğim bu takviye
yi gönderemediler. Halbuki karşımızda Mustafa Kemal var
dı. Neye uğradığımızı anlayamadık. Cephe çökmüş ve or
du mağlup olmuştu... "
68
- Türk ordusunun bu beklenmedik kuvveti karşısında
birliklerimiz perişan olmuştu. Yan birliklerle de irtibatı kay
betmiştik. Cephanemiz tükenmek üzereydi. Neşrettiğim bir
günlük emirle sonuna kadar muharebeye devam edilmesi
ni askere tebliğ etmiştim. Vaziyetimiz gittikçe müşkülleşi
yordu. Asker yorgundu. Kimsede muharebeye devam arzu
su kalmamıştı. Birinci Dünya Savaşı'ndan beri durmadan
çarpışan Yunan ordusunun maneviyatı hayli sarsılmıştı.
Halk artık savaştan bıkmıştı. Askeri zorla, inanmadığı bir
gaye uğrunda muharebeye sürüklemekteki güçlük harbin en
çetin meselelerinden birini teşkil eder. Ordunun adım adım
hezimete yaklaştığını hissediyorduk. Her tarafımız Türk
lerle çevrilmişti. Esir olacağımızı anlıyorduk. Bizde kılıcı
düşmana teslim etmek küçüklük sayılır. Vaziyetin kötüye
gittiğini gören yaverim bir ara yanıma gelerek:
- Generalim, kılıçlarımızı imha edelim" diye teklifte
bulundu. Kılıcımı kendisine verdim. Aldı ve parçaladı.
69
için büyük bir mağlubiyet olmuştu. Beni ilk evvela Garp
Cephesi Kumandanı İsmet İnönü'ye götürdüler. Kendisi ile
fazla bir şey konuşmadık. İnönü, beni yanına alarak Mus
tafa Kemal'in huzuruna çıkardı. Yunan Orduları Başku
mandanlığına tayin edildiğimi de bu sırada öğrendim.
Atatürk heni mert bir askere yaraşır bir şekilde kabul
etti. Teessür ve heyecan içindeydim. İnönü beni kendisine
takdim etti. Gazi'nin bu esnadaki sözlerini hiç unutmıya
cağım:
- Üzülmeyin General, dedi. Siz vazifenizi sonuna ka
dar yaptınız. Askerlikte mağlup olmak da vardır Napolyon
da. vaktiyle esir olmuştu. Size karsı büyük bir hürmet hissi
besliyoruz. Burada kendinızı esır addetmemenızı rıca edi
yorum. Misafirımizsinız. Yakında her şey düzelecektir. Bu
y urun, ıstırahat edin."
Atatürk'ün bu ince ve nazik muamelesi karşısında ben
de bu büyük kumandana karşı içimde hır hayranlık duyma
ya başlamıştım.
Bundan sonra bizi Kayseri 'nin Talas bölgesinde kuru
lan bir esir kampına sevkettiler. Yüksek rütbeli subaylar
dan başka yanımda dört general daha vardı. Artık bizim için
savaş bitmişti. Neticeyi beklemeye başladık. Bundan son
raki vaziyeti biliyorsunuz. Ordumuzun bakiyeleri birkaç
gün içinde Anadolu'yu terkettiler. Fakat barış muahedesi
nin imzalanması kolay olmadı.
70
dık. Daimi bir tarassut ve nezaret altında bulunuyorduk. Bir
gün kamp kumandanına:
- Beni bıraksanız bile bir yere kaçamam, dedim. Bun
dan sonra nereye gidebilirim? Haydi kamptan kaçtım, Yu
nanistan nerede, Kayseri nerede?"
Nihayet Türkiye ile Yunanistan arasında esirlerin kar
şılıklı mübadeleleri konusundaki anlaşma imzalandı. Biz
de memleketimize döndük. İşte Anadolu seferimizin hazin
hikayesi.
Fakat bu hikaye henüz bitmemişti. Yunanistan halkı
kendisini bu maceraya sürükleyen insanlardan hesap sora
caktı. Memleket karışıklık içindeydi. Anadolu harbine se
bep olanlar kurşuna dizildiler. Orduda tasfiye yapıldı. Fa
kat benim bu işlerde hiç bir suçum olmadığı için bütÜn bu
işlerden yüzümün akı, ile çıktım. Ordudaki vazifeme de
vam ediyordum. Fakat yaşım da ilerlemişti. Nihayet
1 928 'de emekliye ayrılmamı isteyerek ordudan istifa ettim.
Ve işte o zamandanberi köşemde dünyayı seyrediyorum.
Şimdiye kadar bir çok partilerin mebusluk teklifleri ile
.karşılaştun. Fakat hiçbirini kabul etmediğim gibi bundan
sonra da politika ile uğraşmak niyetinde değilim. Yegane
arzum yeni bir harp görmeden barış içinde hayata gözle
rimi kapamaktır."
71
Y UNAN BAŞKUMANDANI TRİKOPİS'İ ESİR
EDEN ASKERİMİZ: AHMET ÇAVUŞ
73
- Hangi kıtaya kumanda ediyorsun? dediler.
- Alay kumandanıyım, dedim.
Rütbemi sordular?
- Başçavuş ... dediğim zaman hepsi hayret içerisinde
kalmışlardı.
Hayretlerini gidermek için devam ettim:
- Bizde onbaşıdan fırka kumandanı bile var, dedim. On
lara, torbalarımızdan peksimet çıkararak verdik. Onlar da
bize, bol bol sigara ikram ettiler. Ceplerimizi doldurduk. Biz
onları böylece esir aldıktan epey sonra Kaymakam Hüse
yin Hüsnü Beyle tabur kumandanımız Fua� Bey geldiler.
Hüseyin Hüsnü Bey, esir zabitlerin içerisinden birisi
ni, eliyle işaret ederek bana sordu:
- Bu zabitin kim olduğunu biliyor musun?
- Ne bileyim, dedim. Elin düşmanı... Baba�m oğlu de..:
ğil ya!...
Fuat Beyin gözleri faltaşı gibi açılmıştı:
- Trikopis, Trikopis, diye haykırdı. Yunan Başkuman
danı. . .
Trikopis'i Uşak'a kadar getirdik. Orada bana bir istik
lal madalyası yazdılar. Trikopis'in esvaplarını da bana he
diye ettiler. Geçen seneye kadar bu esvapları giyerdim. Şim
di bunlar azıcık eskidi. Sokağa pek gelmiyor. Evde saklı
yorum.
74
MUSTAFA KEMAUİN B.M. MECLİSİNE
CEPHEDEN GÖNDERDİGİ BEŞ RAPOR
75
vukuunda bittabi düşmanın rahat rahat geri çekilmeye bı
rakılmaması esastı.
İzmit'te iken bir gün vali:
- Ordudan nakliye vasıtalarının yeniden tesbiti için bir
emir geldi. İlk anda acaba bir hareket mi var diye şüphe
lendim. Fakat bu mutad yoklamalardan biri olacak. İkide
bir böyle emirler gelir, demişti.
On iki gün sonra gene Geyve üzerinden Ankara'ya dö
nerken kumandan Halid Paşayı sakinleşmiş buldum:
- Mesele, düşmanın, içinde kargaşalık çıkan bir alayı
nı değiştirmesinden ibaretmiş, dedi. Nallıhan'dan evvel, sa
bah erken uğradığımız Yarhisar'da dağlar gibi yığılmış si
lah ve cephane her türlü vasıta ile cepheye gönderilmekte
idi. İlk defa orada gödüğüm bir zabit yanıma yaklaşarak ve
beni bir kenara çekerek kulağıma şunları fısladı:
- Erkanıharbiye Reisi bir iki gündür cepheye hareket
etmiş bulunuyor. Başkumandanın oraya gitmesi de gecik
meyecek sanıyorum. Taarruzun eli kulağında galiba.
O gün öğleyin Beypazarı'nda taarruzun çok yakın ol
duğu haberi her ağızda idi. Nakliye vasıtaları için oraya da
emir gelmiş ve halk bundan kat'i ahkam çıkarmıştı.
Ertesi gün sabahleyin Ankara'da idik. Ankara'nın ta
arruzundan hiç mi hiç haberi yoktu. Erkanıharbiye heyeti
mizin cepheye gittiğini bile kimse bilmiyordu. Başkuman
dan Ankara'da idi. Taarruza hazırlık işi şöyle dursun, bila
kis 25 Ağustos günü için Çankaya'da Gazi Mustafa Kemal
tarafından verilecek mükellef bir çay ziyafetinin haberini
gazeteye yazmağa memur ediliyorduk. Bu haberi Recep Pe
ker Çankaya 'dan bizzat bana telefon ediyor ve onu itinalı
76
bir yere koyınaklığımı bilhassa tavsiye ediyordu. Haberi
koymakla beraber bizim dahi umumi surette onun üzerin
de taşıdığı şüpheden ileri bir fikrimiz yoktu.
Neden sonra herkesle beraber biz de öğrendik ki Çan
kaya 'da mükellef çay ziyafetinin verileceği gün ziyafet sa
hibi olan Başkumandan Akşehir'de Cephe Kumandanı İs
met İnönü'nün karargahında idi ve bir gün evvel orada bü
tün kumandanlarla askeri vaziyetler üzerinde son konuşma
larını yapmış, son emirlerini vermiş bulunuyordu.
İşte 26 Ağustos 1 922 'de başlayan büyük taaruza
r ta
kaddüm eden beş on günün hikayesi. Bilahare an'anesiyle
bizim de malfunumuz oldu ki, bir haftadan beri Anado
lu 'nun dışarı ile ve bilhassa İstanbul'la her türlü münakale
ve muhaberesi kesilmiş ve bundan yalnız Çankaya'da veri
lecek mükellef çay ziyafeti haberi müstesna tutulmuştu.
Şüphesiz bililtizam dışarıya akis dahi ettirilmiş olan bu ha
ber İstanbul'u dolaşarak Avrupa'ya kadar gitmiş ve en iyi
si karşımızdaki düşman karargahına kadar ulaşmıştı.
Sakarya'da harp tarihine:
- Hattı müdafaa yok, sathı müdafaa vardır.
Kaidesini ilave eden Türk Başkumandanı büyük taar
ruzda büyük kuvvetlerini muayyen hedeflere tevcih ve tek
sif etmek kararıyla istihsal edileceğinden emin olduğu za
fer neticesine varmıştır.
Aynı zamanda Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisliği
ni muhafaza etmekte olan Başkumandan, büyük taarruzun
devam ettiği beş gün zarfında her gün Meclise telgrafla
şahsi bir rapor göndermiştir. İlki "Düşman imha edilecek
tir" diye başlayan bu raporların sonuncusu "Düşmanın im-
77
ha edildiğini" bildirir. Düşmanın Kızıltaş deresinde uğra
dığı feci akibeti bizzat görerek tasvir eden son rapor asker
lik edebiyatının ve insanlık hissiyatının şaheseri sayılacak
çok yüksek kıymetli bir sahifedir.
30 Ağustosta büyük taarruzu büyük zaferle bitiren
Türk orduları bir taraftan 9 Eylıllde İzmir'e varmış bulu
nuyorlar, diğer taraftan yıldırım çabukluğu ile Marmaraya
ve Çanakkale'ye ulaşıyorlardı. Üç beş gün fasıla ile Garp
Cephesinin muzaffer kumandanı, Mudanya'da, İtilaf Dev
letleri kumandanlarıyla İstikliil Savaşımızın Milli Misak
hudutlarını tanıtan mütarekesini imzalıyordu.
Büyük taarruz ve büyük zafer hatıralarını ikmal ede
cek bir noktacık: 1 924 senesinin 30 Ağustosunda Dumlu
pınar'da Başkumandanlık Meydan Muharebesinin ve zafe
rinin yıldönümünü tes' id için Gazi Mustafa Kemal' in de ha
zır olacağı büyük bir tören tertip olunmuştu. Neden sonra
bu törene iki fırka askerin de iştiraki pek muvafık olacağı
fikri ortaya çıktıysa da icrasında müşkülata uğranıldı. Bi
rer fırka asker Dumlupınar'a İzmir'den ve Konya'dan gele
bildi. Halbuki bu kadar kuvveti oralardan buraya nakletmek
için tahsisat yoktu. Bu zorluk önünde şöyle diyenler oldu:
- Şimendiferler için tahsisat yoksa fırkalar yürüyerek
gelsinler. Dumlupınar'dan bir haftada İzmir'e giden bu as
ker değil miydi?
Fikir yürümedi. Çünkü çok geçmeden anlaşıldı ve üze
rinde ittifak edildi ki, Dumlupınar'dan İzmir' e giden asker
ler zafer kanatlarıyla uçmuşlardı. O zaman bu gidiş müm
kündü, şimdi aynı yolu tersine yürüyerek katlamak kolay
değildi!
78
ATATÜRK BÜY ÜK ZAFERİ BİR GECE
BİZE NASIL ANLATTI
79
Çankaya'daki Gazi Mustafa Kemal ' in sofrasındayız.
Vakit gece yarısını epeyce geçmiş. Atatürk'ün neşeli bir ge
cesi. Sofrada on kişiyiz. Meclisin havasından bunalmış bir
halleri var. Galiba rahmetli Nuri Conker'le, yine kumandan
lık mevzuu üzerinde şakalaşırken, söz tarihteki büyük ku
mandanlara intikal etti ve davetlilerden birinin 30 Ağustos
zaferini ileri sürmesi üzerine, Gazi, bir an durarak ve san
ki bütün o hadiseyi kesif bir halde yaşayarak, birden, zafe
ri hikayeye girişti. Gerçi:
- Size zaferi anlatayım...
Dememişti. Konuşma, döne dolaşa o bahse intikal
edince, Atatürk, birdenbire, sözün getirdiği her hangi bir
mevzudan bahseder gibi, 30 Ağustos zaferini de öyle ale
lade bir hadise gibi anlatmaktaydı:
- Mecliste ve halkta düşmanı Anadolu'dan söküp at
mak hususunda artık şiddetli bir sabırsızlık göze çarpıyor
du. Vatan topraklan üzerinde istila ordularının zülmüne, ta
hakkümüne milletin tahümmülü kalmamıştı. Bununla be
raber acele etmiyordum. Her ihtimali hesaba katarak, hiç
bir noktayı tesadüfe bırakmayacak şekilde hazırlanıyor
dum.
Tertiplerimizi tamamladıktan sonra ilk tedbir olarak
Anadolu ile hariç arasındaki seyrüsefer kesildi ve muhabe
re vasıtaları sıkı bir kontrol altına alındı. En küçük bir ha
berin dışarıya sızmamasına gayret ediliyordu. İçeride ne
yaptığımızı dışarının bilmemesi, öğrenememesi lazımdı.
Cephe boyuna yığılmış orduları, gece yürüyüşleriyle,
muayyen bir noktaya teksife uğraşıyorduk. Günlerce süren
harekat - düşman farkına varmaksızın - muvaffakiyetle ba-
80
şarıldı. Bir çok noktalarda düşmanın karşısı büyük mikyas
ta boşaltılmış, boşaltılan kuvvetlerin hepsi düşmana çok üs
tün bir silah kudreti halinde onun canevine doğru istikamet
almıştı.
Bir taraftan ordular bütün ağırlıklarıyla yer değiştirir
ken, ben, daima Ankara'da, Çankaya'da idim.
Taarruzdan bir hafta kadar evvel, düşmanı büsbütün
gafil avlamak için, Anadolu Ajansı ile, ecnebi mümessil
lere Çankaya 'da bir çay ziyafeti vereceğimi ilan ettirdim ve
bu haberi dışarıya aksettirdim. Maksadım, Ankara'dan cep
heye hareketimi gizlemekti. Bu suretle, herkes beni Anka
ra'da ecenebi mümessillere çay ziyafeti veriyor zanneder
ken, yaverlerimi yanıma aldım ve Ağustosun yirmisinde
Ankara'dan cepheye hareket ettim. . . "
*
Atatürk bu başlangıçtan sonra bize cepheye varışını,
Fevzi ve İsmet paşalarla görüşerek askeri vaziyetin artık ta
arruza müsait kıvama geldiğini müşahededen sonra taarruz
tarihini kararlaştınşını, son talimatın verilişini ve 26 Ağus
tos şafak vakti taarruz emriyle beraber nasıl hücuma geçil
diğini, şimdi tamamen hatırladığım bir çok tafsilatla, eşsiz
bir destan gibi anlatıyordu. O gece, Çankaya'da, sofrada,
bir edebi teşbih olsun diye söylemiyorum, gerçekten tarih
dile gelmişti.
Gazi, zaferin elde edileceğine daha ilk taarruz günü�
nün akşamı hükmettiğini ve bir kere bu hükme vardıktan
sonra müteakib harekatı hep düşmanın büyük kısımını
imha etmek maksadına göre sevk ve idare ettiğini söylü
yordu.
81
Koca Çimentepe'den harekatı takip eden Gazi Musta
fa Kemal 'in, gözleri önünde cereyan eden ve kendisinin de
dehşetini tasdik ettiği tablo şuydu:
- Düşman dört taraftan sarılmış, evvela top ateşi altın
da ezildikten sonra süngü hücumlarıyla bütün mevcudunu
Anadolu toprağına gömer vaziyet gösteriyordu. Bu müthiş
manzarayı gördükten sonra, mecbur edildiğimiz bu harbin
düşman için ne korkunç bir cehennem halini almış olduğu
na hiç şüphem kalmadı. Bu vaziyet karşısında tereddüt et
medim ve ordularıma Akdenize yürüyün emrini verdim. Za
fer elde edilmişti! "
*
Gazi Mustafa Kemal, bize büyük zaferin tablosunu bu
yazdıklarınla kıyas edilemeyecek kadar güzel, çok cnalı
bir şekilde anlatıyordu. Büyük kahraman, 30 Ağustos Mey
dan Muharebesini sanki alelade bir hadise naklediyormuş
gibi sükunetle, çok tabii bir halle naklediliyordu. Ara sıra
ikinci derecede hadiseler üzerinde duruyordu. Bazan ten
kit ediyor, hazan alay ediyor, hazan takdir ediyor, 30 Ağus
tos Zaferi adını verdiğimiz eşsiz menkıbeyi, tarihin anlata
bileceğinden ve yazabileceğinden çok daha mükemmel şe
killer ve renkler içinde, çünkü olduğu gibi, çünkü yarattı
ğı gibi, çünkü kendi gözleriyle gördüğü ve kendi duyuşuy
la duyduğu gibi anlatıyordu. Tarihi, tarihi yaratanın ağzın
dan dinliyorduk. Bu, hiç şüphesiz, hayatımızın en büyük ta
lihi, erişilmez bir mazhariyetiydi.
Vuzuhla hatırlıyorum: Derin bir heyecan içinde, hepi
miz, sanki kalıplaşmış, donmuş vaziyette, susmuş, gözle
rimiz hayranlıkla yüzüne çevrili, daha anlatsın diye bekli
yorduk.
82
Bir an durduktan sonra birden yüzünün ifadesi değiş
miş ve menkıbenin bu sefer başka bir sayfasını çevirmişti.
- Bu müthiş tabloyu gördüğüm günün akşamı, karar
gahtaki odamda vaziyeti takip ederken, şu haberi getirdi
ler: Yüksek rütbeli bazı Yunan subayları esir edilmiş. Bun
lar, Yunan yüksek kumanda heyetine mensup olduklarını
söylemekte imiş. Bu haberi zaten bekliyordum. Derhal Yu
nan kumandanlarının getirilmesini emrettim. Az sonra, yor
gun, bitkin bir halde, General Trikopis ve diğer generaller
karşıma getirildi. Yunan ordusu Başkumandanına misafi
rim olduğunu söyledim ve bir arzusu olup olmadığını sor
dum. İlk sözü, karısına berhayat olduğunu bildirmek üze
re Atina'ya bir telgraf çekmek müsaadesini istemek oldu.
Arzusunu yerine getirdim ve sonra kendisiyle taarruzumu
za ait harekat üzerinde görüştüm. Verdiği cevaplardan ha
zırlıklannın asla farkına varmadıkları, tamamen gafil av-:
landıklan belliydi. Kendisini teselli ettim. Napolyon gibi
en büyük kumandanların bile meydan muharebeleri kaybet
tiklerini söyleyerek müteeessir olmamasını söyledim...
83
ATATÜRK, BİR OTUZ AGUSTOS SABAHI
TEBRİKLERİNİ KABUL ETTİGİ
MİSAFİRLERİNE NELER SÖY LEMİŞTİ?
29 Ağustos 1 928 . . .
Dolmabahçe Sarayı 'nın üst katındaki büyük salonun,
sofra başındayız. Meclis fazla kalabalık değil, Ebedi Şef o
geceki davetlilerini önce kütüphanesinde kabul etmiş, bir
kaç gündür kendi kendine devam ettiği fikri mesaiye dair
onlara malumat vermişti.
Büyjik Şefi o sırada işgal eden mesele harf inkılabı i
di. Arap alfabesinin arzeylediği güçlüklerle Türk irfan ha
yatında bir inkılap yapmaya, Türk kültürünü ileri götürme
ye ve yaymaya imkan göremiyordu. Bunun için bir çare arı
yor, kendi kendine denemeler yapıyordu.
Birer birer bu husustaki naçiz düşüncelerimizi sormak
ve ne kadar kıymetsiz de olsa dinlemek lfıtfunda bulundu.
Derken sofraya geçtik. Orada da aynı mübahase devam
etti. Lehte de aleyhte de söylenenler vardı. O, müstesna de
hasının yüce kudretiyle ve eşsiz mantığının kudret ve va-
85
izliğiyle davasını müdafaa ediyordu. Harf inkılabının en çe
tin muarızlarını ikna ediyordu.
Bu cazip mübahase saatlerce ve hep aynı hararetle de
vam etti. Nihayet, tasavvur edilen inkılabın lüzumunda her
kes ittifak etmiş, bunun şekli o gece hemen hemen karar
laşmıştı.
Artık sabah oluyordu. Salonun denize bakan pencere
lerinden ilk şafak hüzmeleri içeri süzülmeye başlamış, kar
şı yamaçlar peyderpey belirmekte idi.
Onun hatırasını tarihe bizzat malettiği 30 Ağustos gü
neşi memleket ufuklarında bütün parlaklığıyla yedinci de
fa doğuyordu.
Ebedi Şefin davetlileri birer birer sofradan kalktılar, ta
zimle yanına yaklaşarak mübarek ellerini öpmek üzere mü
saade istediler.
- Hayrola? dedi, gidiyor musunuz?
- Hayır; gideceğimizden değil, efendimiz bugün Zafer
Bayramıdır. O şerefli zaferi Türk milletine kazandıran yü
ce başbuğa tebriklerimizi arzetmek istiyoruz.
Ebedi Şef hemen ayağa kalktı. . . Çelik bakışlı gözleri
bir an için, tarihin enginlerine dahar gibi oldu. .. Hafif sis
lendi . . . Sonra etrafında bir tazim halkası çeviren misafirle
rıne dedi ki :
- Arkadaşlarım! Teşekkür ederim. Tebriklerinizi 30
Ağustos zaferinin hakiki amilleri bulunan Türk kumandan,
zabit, küçük zabit ve erlerinin mübeccel adlarına kabul edi
yorum.
Ne yazık ki o gün, orada sonsuz vatan ve istiklal aşkı
ile aslan gibi harbedip, mukaddes yurdun atisini kanlarıy-
86
la tarsin eden · mübarek şehit ve gazilerimizin adlarını ye
ğıin yeğan belliyerek tesbit edemedik. Lakin onların, kül ha
linde, gelecek nesillerin hayranlığına ve tebciline hak ka
zanmış bir müşterek adı vardır: Türk Ordusu.
Bugün kutlamak kadirşinaslığında bulunduğumuz bü
yük zafer münhasıran onundur! Türk ordusu ve Türk mil
leti varolsun!
Tarihin en büyük adamının bu sözlerini hepimiz huşu
ile ve heyecanla dinleyerek, hafızalann:ııza nakşetmeye ça
lışırken, açık pencereden salona süzülen ve mübarek Ana
dolu 'nun dağlarından kopup gelen hafif sabah rüzgan, o
nun asil alnına yurdun tebriklerini bir buse halinde kondu
ruyordu.
87
İZMİR'E İLK GİREN KAHRAMAN KUMANDAN
VE ZABİTLERİN HATIRALARI
89
Buradaki vazifemiz düşman ihtiyat kuvvetlerini asıl ta
arruz cephemize gitmekten manetmekti; bu maksatla ha
rekata geçildi ve Yunan ihtiyat kuvvetleri gurupunun bu
lunduğu tahmin edilen istikamete tevcih olundu. Yolda,
Küçük köyde küçük bir mukavemete maruz kalındı, bura
da bulunan ve köyü muhafaza etmek isteyen düşman İkin
ci Alay, kuvvetlerimizin hücumuyla tamamen imha edildi,
oralardan geçen takriben bir kilometrelik demiryolu da tah
rib edildi. Mülazım Yıldırım Kemal Bey, ki pek kıymetli
bir genç zabitimizdi, burada şehit düşmüştür.
27 Ağustos gecesi, durmadan yürüyüşe devam edildi.
Bu yürüyüş, düşman ordusunun gerisinde ve şimal istika
metinde yapılıyordu. Eğert civarına kadar varıldı, böylece
Başkumandanlık pergeriyle tersim edilen ilk büyük çem
berin ağzı, süvari kuvvetlerimiz tarafından, tayin edilen za
mandan evvel, kapanmış oldu.
28 Ağustos sabahı gün doğmadan, süvari fırkamız Tri
kopis karargahıyla düşman ihtiyat gurupu kumandanı Di
yenis karargahı arasında ve tamamen cephe boyundaki düş
man ordusunun arkasında mevki almış bulunuyordu. Bu va
ziyetimizden azami istifade gayesiyle, Diyenis kuvvetleri
ne, alaca karanlıkta atlı gurup baskınları yapıldı; henüz uy
kudan uyanmakta olan düşman ihtiyat kıt'aları bozguna
uğradı; bu arada Diyenis'in yattığı çadırın da delik deşik
edildiğini, bilahare esir edilen bu kumandan, bizzat ifade
etmiştir. İki düşman gurubu arasındaki yegane emin ve mü
sait yolda bulunan ve bütün düşman tekerlekli vasıtalarını
ihtiva eden nakliye teşkilatı da bu hücumumuzdan nasibi
ni adlı; yüzlerce araba ve otomobilin yoldan çıkarak dağ-
90
lara kaçmak istemeleri, ordugahtaki kıt' anın yığın halinde
firarları tasviri nakabil bir manzara teşkil ediyordu.
Dienis ' in bu sıralarda kararsız bir vazıyette bulundu
ğu sonradan öğrenilmiştir. Filhakika Yunan ıhtıyat kuvvet
len kumandanı o sırada Trikopis' in yardım davetıne icahe
te bir türlü karar verememiş ve henüz başkumandan bulu
nan Haci Anesti 'nin Bolvadin istikametındeki taarruz em
rini de ıfa edememış bulunuyor ve en mülayim yol telakkı
ettiği geride tecemmü hareketını yapmaya hazırlanıyordu.
Türk süvari kuvvetlerının alaca karanhktakı beklenmeyen
baskınına, işte böyle bir zamanda maruz kaimıştı.
Diyenıs, yemden toparlanıp mudafaa tertıbatı hazırla
mak maksadıyla Trıkopıs ıle acele görüşmek ıstedi. fakat
akşama kadar yaptığı teşebbüsler akim kaldı. iki saatlik
yolu, devamlı baskınlar ve çarpışmalar yüzlinden. ancak se
kiz saatte katedebildi . Bizim içın maksat hasıl olmuş, düş
manın el değmemiş kuvvetlerinin Dumlupmar·a zamanın
da yetişmelerini önlemek vazifesi muvaffakiyetle yapıl
mıştı. Filhakika süvari fırkamız kıt'alan fedakarane vazife
görmüş, ' tehlikeleri istihfaf etmiş, düşman kuvvetlerınin
ayağına takılan bir zincir olmuştu. Başta 1 3 ' üncü Alay Ku
mandanı Galib Bey olmak üzere, bir hayli zabit ve askeri
miz bu muharebelerde şehit düşmüştür.
Diğer düşman gurupu kumandanları Trikopis ve Di
yenis akşama doğru varabildikleri Olucak köyünde birleş
tikleri zaman öyle bir hale gelmişlerdi ki, kumanda ettik
leri ordular değil, kendi karargah kıt' alarma bile hakim de
ğillerdi. O kadar ki, Yunan karargah askerleri, ertesi sabah
kaçarken, kumandanlarının gecelediği bu köyü yakmak ve
91
zavallı köy halkını öldürmek gibi zalimane ve şenaatkara
ne hareketlerden çekinmemişlerdir.
Düşman kumandanlarının birleşip vaziyetlerine çare
aradıkları sırada Dumlupınar silsilesi cenuptan piyade fır
kalarımız tarafından işgal ediliyordu. İ kinci ordumuz ise
düşman ordularını daha dar ve kavi bir çember içine alı
yordu. Süvari fırkamız da, uzun bir yürüyüş yaparak Kı
zıltaş deresinin en dar mahalli olan Belve geçidine intikal
etmişti.
Kızıltaş deresi ve Belve geçidi . . . Başkumandanlık
Meydan Muharebesi'nden kurtulabilen ve Kızıltaş deresi
içine yığın halinde giden düşman sürüleri kesif ormanlar
içinde ve derenin en dar ve sarp mahallinde yeniden ateşe
uğrayınca cidden acınacak hale geldiler ve bu hal ile sürük
lenerek Murad dağlarına çıkmaya başladılar; fakat yine sü
varilerimizi önlerinde buldular! Bu vaziyetten kurtulmak
için bir yol aradılar, şimalden cenuba, Uşak istikametine
döndüler. Bundan sonra kendilerini o kadar emniyette san
dılar ki, güzergahtaki ağaçlara kağıtlar asarak arkadan ge
len sürülere istikamet tayin ediyorlardı. Halbuki bu yol da
kapanmıştı; cenuba sür'atle yetişen Kemalettin Sami Paşa
kolordusu, kurtulduklarını zanneden bütün bu sürüleri esir
etmişti .
Eylfılün 2 'si olmuştu. Bundan sonra Uşak mıntakasın
da kalıp garba kaçan düşman kıtaatını da yakalamak ve bu
maksatla uzun yürüyüşler yapmak lazımdı . O gün süvari
kolordusunun pişdarı olan fırka, gece yarısı Uşak' ın şima
linde Derbent köyünden hareket etti, yirmi kusur saat yü
rümek ve yolda yalnız iki saat istirahat etmek şartiyle 4 Ey-
92
lı11 sabahı şafak sökmeden Kula'ya varmıştı. 4 Eylül saba
hı şehri yakmak üzere Kula toplanan düşman askerleri ba
sıldı, yüz kadar esir bakiyesi imha, kaçanlar takip edildi.
Kurtulan kasabada sevinç avazeleriyle dışarı fırlayıp atla
rın ayakları altına atılan halkın manzarası en metin asker
leri bile ağlatmıştı.
Halkın şükran tezahüratı karşısında uykusuzluğu, yor
gunulğu unutan kıt'alarımız, yeni bir emir verilmediği hal
de kendiliklerinden takibe devam ediyorlardı . Bazen, biz
zarure, efrat yolda hayvan üzerinde uyuyor ve yollara dö
külen çoluk çocuğun ihzar ve tevzi eyledikleri saç ekm ek
leriyle iktifa ederek durmadan hareket devam ediyorlardı .
Varını yoğunu çıkaran ve askere vermek için birbirini çiğ
neyen köylülerin manzarası tasavvur edilemez bir haldi.
Alaşehir'le Salihli arasında ve az çok toplu bir halde
olan son Yunan kuvvetlerine Dereköy istasyonu civarında
yetişerek tekmil fırka ile hücum edildi. Kanlı bir muhare
be oldu. Düşman Ödemiş istikametinde dağlara kaçırmak
istediği adedi mahdut toplarından bir kısmını da burada
terkeyledi. Düşmanın bulunduğu ve geçtiği yeri bulmak
kolaydı: Yangın olan yerlerde düşman vardı veya buradan
geçmişti!
Bundan sonra hesapça düşman ancak şuradan buradan
getireceği perakende kıtaatla İ zmir önünde bir dümdar mu
harebesi verebilirdi. Fırkamızın, biri doktor olmak üzere
dört mecruh zabitle yaralı efradını, geriden gelmekte olan
Birinci Kolorduya emanet ederek yürüyüşe devam ettik ve
kestirmeden 7 Eylı11 akşamı Manisa'nın garbına yetiştik.
Maatteessüf Manisa da yanmıştı.
93
8 Eylfil sabahı . . . İzmir'i, o gün kurtaralım, diye istical
ettik. Fırkam Kolordunun diğer kıtaatiyle birlikte 8 Eylfil
sabahı Manisa civarında toplandı. Manisa 'yı yakıp Horos
köyü üzerinden İ zmir' e gitmek isteyen bir sürüye daha te
sadüf ettik. Bunları takip ve imha ede ede Bornova' nın şark
sırtlarına vasıl olduk. Düşmanın ufak bir kuvvetiyle cep
heden ve Nifüzerinden gelen kuvvetleriyle gerimizden tek
rar muharebeye başladık. Guruba kadar devam eden bu u
fak muharebe, düşmanın karanlıktan istifade ederek dağ yo
lundan Çeşme tarafına firarı ile neticelendi.
Fırka, 9 Eylfil sabahı, saat I O 'da süvari kolordusunun
piştarı olarak Bornova üzerinden İ zmir' e dahil oldu. Sakar
ya muharebesindeki akınlarda cesaretleriyle temayüz eden
mülazım Sıtkı Efendiyi İ zmir kapısında son kurban olarak
verdik. Başta giden piştar kuma!'ldanı Şerafeddin Beyin,
Bornova'da ufak bir müsademede atı yaralandı. Şurada bu
rada çeteler ve bilhassa Menemen yolundan gelen düşman
perakende kıtacıklarının karşı yakadan geldikleri görülü
yordu. Mersinli de o kadar çok esir alındı ki, fırka kıtaatı
bunların içcinde kayboldu!
Şerafeddin Bey kumandasında iki bölük pişdar olmak
üzere yirminci ve dördüncü alaylar tam bir intizam ve sü
kunetle caddeyi takiben ilerlemekte iken Halkapınar'da bir
un fabrikasından açılan ateşte başta gidenlerden dört ne
ferimiz ( 1 ) şehit düştü. Piştar, bu mütecavizlerle fazla meş
gul olmayarak ve bilhassa ateşle mukabeleye kıyam etmek-
94
sizin, yürüyüşüne devam eyledi. Arkadan bütün fırka ge
liyordu. Şerafeddin Bey, yanında emir zabiti Mülazim
Hamdi Bey ve Mülazım Riıza Efendiler ve birtakım asker
olduğu halde, Kordonboyu 'nu takip eylemişlerdir. Pasaport
mahalli civarında atılan bombamlardan Şerafeddin Bey
yaralanmışsa da sükunetle icap eden mukabelede bulun
muş ve yaralı olduğu halde tevakkuf etmeyerek hükumet
dairesine kadar gitmiştir. Şerafeddin Bey, kapalı hükumet
binasını Mülazım Rıza Efendiyle açarak Türk nöbetçile
rini yerleştirmiş ve sancağımızı keşide eylemiştir. İzmir'e
ilk giren Türk zabite mev'ut bir kıymettar kılıçla taltifedi
len Şerafeddin Bey, şayanı iftihar bir vakar ve celiidet gös�
termiştir.
Yirminci Alay Urla istikametinde kaçan düşmanı ta
kip etmiş, Dördüncü Alayın kısmı küllisiyle İkinci Alay
Punta'dan ayrılarak Kadifekale'ye gitmiştir. Kokaryalı 'dan
bazı evlerden edilen ateşten bir neferimiz yaralanmıştır.
Vaziyı:tten habersiz bir Yunan kıt' ası trenle Aydın'dan
Kemer i�tasyonuna gelirken bir süvari bölüğümüz tarafın
dan tevkif edilmiştir. Pek mütehayyir olan bu askerler kı
yama teşebbüs etmişlerse de, Fransa zabitlerinin de artık
mukabelenin faydasız olduğunu söylemeleri üzerine, bilii
hadise, esir kafilesine dahil edilmişlerdir. Tekmil sokaklar
düşman askeri, çete ve metri'ık eşyalarla dolu idi. Ecnebi
gemi ve askerleri düdük çalmak ve hurra bağırmak sure
tiyle askerlerimizi alkışlamışlar ve her yerde ihtaramla se
lamlamışlardır. İcap eden mahallere derhal muhafızlar ve
rilmiş, hemen şehir trenlerinin tahriki temin edilmişti.
95
Mersinli 'de Manisa havali kumandasını bekleyen iki
karargah otomobiline karargah arkadaşlarımla beraber bi
nerek piştarı müteakib hükı1met konağına geldim. Şerrafed
din Beyle görüşen konsoloslarla tanıştım, kendilerine sü
kun ve asayiş hususunda müsterih olmalarını söyledim. Hü
kumet binasına gelenler meyanında bulunan Sadayıhak ga
zetesi başmuharriri İsmail Hakkı vasıtasıyla ve gazete ile
şu ilanı neşrettirdim:
İzmir ahalisine
96
tir. Kolordunun diğer iki fırkası Çeşme ikstikametinde ha
reket ettiklerinden ikinci fırka dahi iki gün istirahetten son
ra Akdeniz sahillerine inip Adalara kaçmak isteyen düşman
döküntülerini temizleyeme memur edilmiş, Çanakkele'ye
kadar olan mıntakayı düşmandan tathir eylemiştir.
Yanmadan kurtarılmasına o kadar itina ettiğimiz İzmir
şehrinin, fırkanın şimale hareketinden birkaç saat sonra
yandığını kemali teessürle müşahede ettik.
Ayvalık ve Dikili 'de bir çok ganaimi harbiye elde edil
miş ve her kasaba ve köyde askerimiz tarifi gayri mümkün
tezahüratla istikbal edilmiştir.
Tekmil fırka ve zabitan ve efradının gösterdikleri ta
hümmül ve fedakarlıkları ve en gayri müsait şerait altında
süvari kolordusunu sevk ve idare eden Fahrettin Paşanın her
türlü vesaite müracaat ederek hemen her gün zamanın da
yetitirdiği emirler ile fırkayı en mühim hedeflere isal eyle
miş olmasını burada zikretmeyi şükran borcu bilirim.
*
97
2. KAYMAKAM REŞAT BEYİN HATIRALARI
99
başı Şerafeddin Beye bildirdim. Şerafeddin Bey kumanda
sındaki bölükler ve onu takip eden alay da Bornova'ya da
hil oldu. Bundan sonra Bornova - İ zmir şosesı takip olun
du. Yollarda her taraf Yunan perakende askerleriyle dolu i
di. Ara sıra ateş edenler oluyordu. Bun lara kat'iyyen ehem
miyet verilmedi. Tuçakoğlu fabnkasından uc bölüğüne edi
len ateşten alayımm kahraman efradının dört kişinın şehit
olduğunu biraz sonra haber aldım.
Bu fabrikanın bul unduğu mevkiden. tlrka kumanda
nından aldığım emir üzerine Kadifekale'ye tevcihi istika
met ettim. B inbaşı Şeraffeddin Bey de iki bölükle İ zmir hü
kumet konağına doğru gitmişti.
Yolda topladığım bir çok Yunan zabit ve efradını, em
nıyet tesisi için yaya olarak yürüttüğüm birkaç neferin önü
ne koydum. Bunlara, Rumca olarak, herkesin silahını tes
lim edip işiyle gücüyle meşgul olmaları ve kimseye fena
muamele yapılmıyacağını bağırtmakta idim. Geçtiğimiz
Hristiyan mahalleleri sekenesınin, küçüğünden en büyü
ğüne kadar, ellerinde s ilah ve bazılarında bomba bulunu
yordu. Hemen hiç birisi bunları istimale cesaret edemiyor,
sersem sersem bakınarak öteye beriye kaçışıyorlardı. Bu
mahallelerden kurtulur kurtulmaz Basmahane'ye geldik.
Dindaşlarımızın azim tezahüratı karşısında bin müşkülat
la Kadifekale'sine çıktım ve emir çavuşum Bilecekli Ce
lil'e kalenin üstüne Türk bayrağını çektikdim. Saat on bu
çuk vardı .
Ertesi gün Aydın'dan İ zmir'e ricat eden Zenginis fır
kasıyla muharebe ettik, mezkür fırka zabitan ve efradı ka
milen esir edildi."
100
3. İZMİR'E İLK GİREN SÜVARİ MÜFREZESİ
KUMANDANI BİNBAŞI ŞERAFEDDİN BEY İN
HATIRALARI
101
leyin Kaymakam Reşat Bey kumandası altında bulunan ala
yımız, aldığı emir üzerine orada tevakkuf etmeyerek İ zmir
üzerine harekete geçti. Reşat Bey alayın üçüncü bölüğünü
uc bölüğü olarak ileriden harekete ve beni de bölüğü idare
ye memur etmişti. alayımızın diğer bölükleri de arkadan ge
liyordu. Sabuncu Boğazı'ndan çıkar çıkmaz bütün ihtişa
miyle Akdenizin kıyısında uzanan İ zmir'i gördük. Seneler
denberi derin bir tahassürle özlediğimiz İ zmir, şimdi gözü
müzün önünde idi. Nihayet biraz sonra ona da kavuşacaktık.
Bu esnada heyecanımız fevkalade artmış, gözlerimiz
sevinç yaşlarıyla dolmuştu. Bütün sür'atimizle İ zmir' e doğ
ru koşuyorduk.
Bornova kasabası kenarına geldiğimiz zaman, Bomo
va'nın şimali garbi sırtlarında düşman ateşine maruz kal
dık. Üçüncü bölük kumandanı İ skender Beyle beraber dür
bünle tarassut ettik. Düşman bize o kadar ehemmiyetli gö
rünmemekle beraber oldukça kuvvetliydi . Buna rağmen
biz ateş muharebesiyle vakit geçirmeyip hemen .Borno
va'ya dahil olmaya ve sür'atle İ zmir şoşesine geçmeye ka
rar verdik ve seri yürüyüşle Bornova kasabqsına dahi1 . ol
duk. Fakat sokak aralarından geçerken tahmin ettiğimiz gi
bi bizi evlerden, şuradan buradan müthiş bir ateş karşıladı.
Bu esnada benim atım yaralanmış ye bilahare ölmüştü.
Düşmanla muharebe ettiğimizi gören Alay Kumandanı Re
şat 'Bey derhal Amasyal ı Mehmet Beyin bölüğün u de bi
zim bölüğü takviyey€ gönderdi. Beni de bu iki bölükten mü
rekkep olan müfrezenin kumandanlığına tayin etti. Sokak
muharebesinden sonra Bornova istasyonunu işgal ye bade
hu İzmir şoşesine dahil olarak yürüyüşümüze devam ettik .
1 02
Bu esnada sabık On Üçüncü Alay Kumandanı (sonradan
Başvekilet yaveri) Binbaşı Atıf Beyle fırkadan gönderilen
fırka emir zabiti Hamdi Efendi de bize iltihak etmişlerdi.
AtıfBey, İzmir'de mehafıli ecnebiye ile ordu namına temas
için mükileme memuru olarak gönderilmişti.
1 03
açıldı. Müfrezemizin önünde sekiz kahraman nefer yaya
olarak koşarak yürüyorlardı. Fabrikadan açılan ateşten bu
askerlerimizden dördü derhal şehit oldu. Müteakiben müf
rezemiz bu dört şehit yavrularına fatiha okuyarak teessür
le yoluna devam etmeye başladı. Artık buradan itibaren şe
hire epeyce yaklaşmış bulunuyorduk. Sokaklar Rum mu
hacirleri, içi eşya dolu arabalar, hayvanlar, silahlı bombalı
sivil, asker, binlerce insan sürüleriyle dolu idi. Biz bunlar
la hiç meşgul olmayarak yıldırım süratiyle yalın kılıç ge
çip gidiyorduk. Punta istasyonunun köşesine geldiğimiz
zaman bir İ ngiliz amiraline tesadüfettik. Yanında yaveri ve
bir de bahriye müfrezesi vardı. Atıf Bey bunlarla konuşmak
üzere orada kaldı.
1 04
O gün sivil, asker, elleri silahlarla dolu olan bu binle
re Yunanlı, Rum ve Ermeni arasından bilaperva dört nalla
yıldırım gibi geçip giden Türk asker ve zabitlerinin o daki
kadaki cesaret ve kahramanlıkları tasvir edilemeyecek ka
dar yüksek bir levha teşkil etmektedir. Kordon'da, İngiliz,
Fransız, Amerikan ve İtalyan bahriye müfrezelerine tesa
düf ediyorduk. Biraz daha ilerledikten sonra şayanı dikkat
bir vak'a karşısında kaldık: Müfrezemiz yürürken güzer
gahında rastgeldiği efrat ve zabitana ellerindeki silahlan de
nize attırıyordu. Pasaport dairesinin önünde müsellah bir
sivile tesadüf ederek silahını atmasını ihtar ettim. Fakat o
vakte kadar herkes emirlerimize itaat ederek silahını attığı
halde bu adam atmadı ve derhal elindeki bombayı üzerime
atarak hayvanımı öldürdü ve beni iki yerimden yaraladı .
Kendimi kılıçla müdafaa etmeme, bombanın sür'atle infi
laki mani olmuştu. Mütecaviz de derhal rıhtımdaki muha
cirlerin arasına karışarak kaybolmuştu.
1 05
nada, kadın, erkek, çocuk binlerce halk ağlaşarak, sevine
rek hükumete geliyorlar, askerlerimize, kumandanlarımı
za dualar ediyorlardı.
Ahali tarafından güzel bir Türk sancağı getirilmişti.
Hükumetin üstünde asılı olan Yunan bayrağını indirdik, ye
rine şanlı sancağımızı halkın, bitmek tükenmek bilmeyen
alkışları arasında çektik ve dalgalandırdık. Ahali bu esna
da Yunan bayrağını ayaklan altında parçalıyordu. Gerek yü
rüyüş esnasında, gerek burada müfrezemin bölükleri, bil
hassa onun zabitleri harikalar gösteriyorlar ve vazifelerini
tarihin nadiren kaydettiği bir cesaret ve metanetle ifa edi
yorlardı.
Bundan sonra üçüncü bölüğümüzü, Göztepe istikame
tine giden Yunanlıları takibe memur ettiğim gibi şehrin
muhtelif mahallelerine devriyeler çıkararak asayişin ihlat
edilmemesine çalıştım. Biraz sonra alayımızın kısmı kül
lisi de Reşat Beyin kumandası altında Kadifekale'yi işgal
ederek şanlı sancağımızı orada temevvüç ettirmişti. Fırka
mızın On Ü çüncü Alayı da Punta'da istasyonu muhafaza
ya memuru kalmıştı. Yirminci Alayımız da arkadan gelmiş
ve Göztepe istikametine geçmişti. Bir müddet sonra Fırka
Kumandanımız Zeki Beyle Kolordu Kumandanımız Fah
reddin Paşa hazretleri teşrif buyurdular. Abdülhalim Efen
di isminde yaşlı bir memur muvakkaten vali tayin edildi.
Halka hitaben beyannameler neşrolundu. Şehrin hayatı
umumiyesi tanzim edildi. Bu suretle ordumuz ilk tarihi va
zifesini yüksek bir şerefle hitama erdirmiş oluyordu."
1 06
İzmir'e ilk girenlerden Yüzbaşı İhsan Bekimoğlu
anlatıyor
1 07
mania karşı karşıya gelmek imkanı hasıl olamıyordu. Bu
yürüyüş esnasında içimizdekiler arasında şöyle konuşan
lar vardı:
- Herhangi bir yerde düşmanla karşılaşsak da muhare
be ile istirahat etmiş olsak. . . "
*
- Öyle bir gidiyorduk ki, yemek yemeğe dahi vakit bu-
lamıyorduk. Atlarımızın yem yemeden bu yürüyüşe nasıl
tahammül ettiklerini hayretle karşılıyorduk. Hele bizim ha
limizi hiç sormayın. Atların üzerinde kaba etlerimiz yara
olmuştu. Fakat bunu aldırış eden tek Türk askeri yoktu. He
yecan içinde bir an evvel İzmir'e kavuşmak istiyorduk.
Nihayet 9 Eylül sabahı Belkahve'den geçerek İzmir'in
varoşlarını teşkil eden Halkapınar'a vasıl olduk. öncü sü
variden bir kısmı Balkahve'den Bornova üzerine inerek o
cihetten İzmir' e girdi. Bir kısmı da doğrudan doğruya Hal
kapınardan geçerek Basmahane istikametinde ilerledi ve İz
mir' e ayak bastı. Bu suretle İzmir'e iki koldan girilmiş ol
du. Bir un fabrikası içine gizlenen birkaç Yunan askeri, sü
varilemiz üzerine ateş açtılar. Bu çarpışmada beş süvarimiz
şehit olmuştu. Biz yetişinceye kadar süvari kuvvetlerimiz
fabrikaya girerek Yunan askerlerini imha etmiş bulunuyor
lardı."
- Atatürk, malı1m olduğu üzere İzmir'e 1 1 Eylfü saba
hı geldi. O gün İzmir rıhtımında bağlı bulunan (İtalyan -
Fransız - İngiliz) müttefik kuvvetler gemilerinden karaya
çıkarılan bir manga askerle bir zabit Gazi Mustafa Kemal 'i
tebrik etmek üzere hükfunet konağına girdi. Askerler hü
kfunetin önünde selam vaziyetinde durdu ve bu mangaya
1 08
kumanda eden subay yukarıya çıkarak Mustafa Kemal Pa
şa tarafından kabul edildi. Bu subay tebrikatı arzettikten
sonra tekrar aşağıya inerek mangasını gemiye götürdü.
*
- 9 Eyllllde İzmir'e girdikten sonra, ki Türk ordusu he-
nüz İzmir' e yerleşmemişti, bir çok yağmacılar ve çeteler tü
redi. Bunlar zengin Türk evlerine girerek yağmaya koyul
dular. Ben bir manga askerle, mahallelerden birinde bu yağ
malan önlemeye memur edildim. Otomobille bir sokak içi
ne gireceğim sırada bir Türk kızı gelerek:
- Evimizi Türk askerleri yağma ediyorlar! dedi.
Hayret ettim! Derhal kızı otomobilin basamağına ala
rak evlerine kadar götürdüm.
- İşte evimiz budur! deyince otomobilden inerek kapı
dan içeriye girdim. Bir de ne göreyim ki, hakikaten birkaç
Türk askeri var! 'Bir tanesi bana ateş etmeye başladı. Ta
bancamı çekerek (çünkü bu gibi ahalde vur emri almıştım)
ateş etmeye başladım. Onun attığı bir kurşun sağ kolumu
sıyırıp geçti. Benim kurşun ise bu askeri cansız yere serdi.
Bu sırada mangamdan birkaç asker de içeriye girdi. Diğer
iki askeri yakaladık. Muayene edince bir de ne görelim ki,
bunlar Türk askeri kıyafetine girmiş düşman askerleriydi.
Ev halkı: "Aman içeriye fazla yürümeyin bomba attı
lar! " diye bağırırşırken yürüdüm. Bomba olarak gösterilen
şeyi alınca bunun da çaldıkları gümüş çatal ve kaşıklar tor
bası olduğunu gördük.
İşte bu Çapulculuk böylece devam edip giderken bir ta
raftan da 1 2 Eylfil akşam üzeri, Basmahane civarında ev
lere ateş verilmeye başlandı. o günkü bu ateş süratle sön-
1 09
dürüldü. Ertesi gün yine vazifeme devam ederken Basma
hane ve Çayırhbahçe'nin müteaddit yerlerinde - şimdi İz
mir Fuarının kurulduğu yer - ateş zuhur etti. O zamanki it
faiyenin mürattebatı Rum sigorta şirketlerine ait bulundu
ğundan dağılmıştı ve yangının asker tarafından söndürül
mesine çalışılıyordu. Lakin söndürülen bir eve mukabil 1 O
evden yangın çıkıyor ve gittikçe genişliyordu.
.. '
110
İZMİR KAPILARINDA MUZAFFER
BAŞKUMANDAN GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA
İLE ÜÇ AYRİ MÜLAKAT
111
huru ve intizar hiç olmadı denilemez, bunun sebeplerini de
mülahazat-ı siyasiyede aramak lazımdır. Filhakika, ordu
larımızı çok evvel bugünkü neticeye varmak kudretini in
kisap etmişti.
- Bu son harekat-ı askeriye ile tahakkuk eden büyük
muvaffakiyet, bilhassa düşman ordusunun seri bir suretle
imhası, esasen, bu ordunun maddi ve manevi kuvveti ile ah
vah-i dahiliy�indeki tezepzüpten mi ileri geldi? Trakya 'ya
naklediliş kuvvetlerin bıraktığı boşluk mühim mi idi?
- Bütün dünya bilir ki, Yunan ordusu .............. (nokta-
lı yerler İngiliz sansürü tarafından çıkarılmıştır) fenni ve as
keri icabata tama�en muvafık surette teşkil ve tensik edil
miş kuvvetli bir ordu idi ve Yunan devletinin şimdiye ka
dar malik olduğu orduların hepsinden kuvvetli idi. Ahval
i maneviyesinde, şayi olduğu gibi birtezepzüp olduğuna da
ir hakiki hiçbir emare yoktur. Yunan askerlerinin, askerle
rimizle temas ettikleri vakit kendilerini gevşemiş gibi gös
tererek hakikatte bizi gevşetmeğe matuf telkinatta bulun
duklarına bakılırsa, bütün bu işaattan maksat ne olduğu te
beyyün eder. Bu suretle bize Yunan ordusunun inhilaline
intizar ederek meselenin halledileceği ümidini vermek is
tediler ve bu vahi intizar ile geçecek zamanın bizim ordu
muzu inhilale uğrayacağı zannında bulundular. Son müsa
demelerde, bilhassa Afyonkarahisar, Dumlupınar büyük
meydan muharebesi günlerinde düşmanın mukavemet, mü
cadele ve bütün teşebbüsleri, ciddi ve ehemmiyetli idi. Düş
man ordusunda Trakya'ya mühim bir kuvvet geçirilmemiş
tir. Mübalağa ile bahsi geçen bu kuvvet, yeni teşekkül et
miş yahut teşkilatı henüz hitam bulmamış ve bir kısmı si-
1 12
lfilısız iki üç alaydan ibarettir. Yunan ordusu bütün aksamı
ve bütün vesaiti ile Anadolu'nun içinde milletin kalbine
saplanmış bir hançer vaziyetinde idi.
- Paşa hazretleri, Yunan ordusu daha iyi sevk ve idare
edilseydi düçar olduğu bu akibetten kurtulamaz mı idi?
- Düşman ordusu kumanda ve zabitan heyetinin Tür
kiye Büyük Millet Meclisi ordularının kumanda ve zabitan
heyetinden dün olduğuna şüphe yoktur. Ancak Yunan ku
mandanları ve zabitleri ordularını kurtarmak için her çare
ye büyük gayretlerle tevessül ettiler.
- İstanbul 'da, ordularımızın düşmana baskın yaparak
hücum ettiği söylendi, bu noktayı da istizaha müsaade ed
er misiniz?
- Ordularımızın sevkülceyşi ve tabiye harekatı günler
ce düşmanın gözü önünde ve tayyarelerinin keşfiyatı altın
da cereyan etti. Bu harekatımızı baskın zannediyorlarsa
söylediklerinin doğru olması lazım gelir. Fakat ben zanne
diyorum ki, Yunan kumandanlarıyla erkanı harbiyesi ordu
larımızın hazırlığından ve harekatından haberdar idi. An
cak ordularına ve bilhassa Afyonkarahisar, Seyitgazi, Es
kişehir ve bütün cephelerde bir seneden beri çalışarak vü
cuda getirdikleri ve her nevi vesaitle takviye ve teçhiz et
tikleri müstahkem mevzilerine, külliyetli topçularına, niha
yetsiz cephane ve mühimmat menbalarına lüzumundan zi
yade güveniyorlardı. Şu hakikatten tegafül ediyorlar ki, in
sanların mücadelesinde en kuvvetli istihkam imamı dolu
göğüslerdir.
- Taarruzdan iki gün evvel Ankara'da gazetecilere ta
raf-ı alinizden bir çay ziyafeti verildiğini işitmiştik. Hatta
1 13
İstanbul gazeteleri bu ziyafete dair telgraflar neşrettiler.
Buna nazaran, harekatın başlangıcında zatıalilerinin Anka
ra 'da bulunduğunuzu zannediyorum.
- Filhakika bu vaziyetten bahsedildiğini ben de duy
dum. Fakat bu ziyafet değildi. Bazen insanlara mütena'im
olmadıkları çok ziyafetler atfolunur.
Şimdi mülakatın asıl mühim safhasına gelmiştik:
- Taarruz harekatı nasıl başladı ve nasın ilkişafetti? Bu
muazzam Türk zaferinin hikayesini, en yüksek müessiri
nin lisanından dinlemekte müheyyiç bir şey var.
- Taarruz harekatı Afyonkarahisar cenup cephesinde
düşmanın bir kısım hutut-u müstahkemesini ezip çiğneye
rek tatbik edilmiş bir yarma harekatı ile başladı. Bunu mü
teakip düşman ordusu kuvayı asliyesinin bir araya gelerek
hazır bulunduğu Afyonkarahisar-Dumlupınar-Altıntaş mü
sellesi içindeki harekatı birçok kanlı mücadelelerle dolu
meydan muharebesine inkılap etti. Afyonkarahisar-Dum
lupınar meydan muharebesi tesmiye olunan ve J?eş gün de
vam eden harpler neticesinde düşman ordusunun kuvayı as
liyesi artık kuvvet olmaktan çıkarılmıştı.
- Başkumandan Muharebesi, namını alan harb hangi
si idi?
- Bu isim, büyük meydan muharebesinin son safhası
nı teşkil eden muharebeye verilmiştir. Düşman ordusu mey
dan muharebesi esnasında ikiye parçalanmıştı. Bunun bü
yük bir kısmı Dumlupınar şimalinde Adatepe civarında bir
dereye sıkıştırıldı ve orada imha ve esir edildi.
- Büyük meydan muharebesi cereyan ederken Eskişe
hir-Kocaeli-Menderes taraflarında nasıl hareketler vardı?
1 14
- Ordularımız hemen aynı günde Marmara'dan Akde
niz sahillerine kadar iıntidat eden bütün cepheler üzerinde
her cephenin iltizam ettiği derecedeki kuvvetlerle taarruza
geçtiler. Her taarruz gurubumuz büyük meydan muharebe
sindeki harekat ile mütenasip olmak üzere vazifesini mu
vaffakiyetle ifa etmekte idi. Düşman ordusunun kuvayı as
liyesi İzmir yolunda imha edildiği esnada Eskişehir vesair
düşman grupları da askerlerimizin süngüleri önünde ricat
etmekte idiler.
- Müsaade buyurulursa, tebliğ-i resmilerimiz hakkın
da bir istizahta bulunacağım: Tebliğlerimizde muvaffaki
yetlerimiz tamamıyla ifade edilmiyordu. Hatta biz kendi za
ferlerimizin derecesini Yunan tebliğlerinden öğreniyorduk.
- Hakkınız var. Biz tebliği resiınlerimizde sadece ha
rekat-ı askeriyenin devam ve suret-i inkişafını göstermek
le iktifa ettik. İstihsal ettiğimiz muvaffakiyetlerin ehemmi
yet ve azametini o kadar yakından anlamıştık ki, bunun ila
nını düşmanlarımıza bırakmakta beis görmüyorduk. Mu
zafferiyetlerimiziıi düşman ağzından ifade edildiğini işit
mek ayn�a bir zevk değil midir?
- Aloncı denilen müteferrik kuvvetlerimizin vazifesi
ne oldu?
- Bu nam altında tebliğ-i resmilerde gördüğünüz kuv
vetler düşman gerilerinde faaliyette bulunmaya memur edil
miş süvari kıtalarıyla bir kısım atlı piyadelerimizdir. Bu
kuvvetler mühim işler gördüler, ezcümle birçok kasaba ve
köylerimizi yangın ve tahripten kurtarmışlardır.
Zaferin İstanbul'u ve bütün dünyayı hayrete düşüren
muhayyirülfilrul taraflarından biri de sürati idi. Askerleri-
1 15
miz İzmir' e girdiği vakit, Yunan ordusunun bakiyetissüyu
fu henüz şehri terketmemişti.
Bu süratin nasıl mümkün olduğunu Paşa hazretlerin
den sorduk:
- Ordumuzun seri ve şedit takibatı sayesinde. . . Filha
kika daha taarruza başlamadan evvel, dört yüz kilometre
yi mütecaviz mesafe üzerinde bila intika ve bütün ordular
la, düşmana nefes aldırmayacak kadar seri bir takip icra et
mek noktai nazarından esaslı hazırlıklarda bulunmuş ve
tedbirler almıştık. Düşman kuvvetleri büyük meydan mu
harebesinde mağlup olduktan sonra, Dumlupınar mevzile
rinde, Uşak'ın şarkında Takmak, Alaşehir, Salihli civarın
da ve son defa olmak üzere İzmir'in yirmi beş otuz kilo
metre şarkındaki müstahzar müteaddit mevzilerde müda
faaya teşebbüs etti. Bu teşebbüslerin her birinde düşman or
dusunun bakiyeleri bir defa daha mağlup ve perişan edile
rek ordumuz İzmir' e girdi. Görülüyor ki, 26, 27 Ağustos
günleri tatbik olunan yarma hareketi ile 28, 29, 30 Ağus
tos günlerinde cereyan eden meydan muharebesi safahatı
ve yukarıda saydığımız müvazide düşmanı münhezim eden
müteaddit taarruzlar dahil olduğu halde ordularımız kuva
yı asliyeleri ve bütün vesaiti harbiye ile dört yüz kilomet
reyi on beş gün zarfında katettiler. Diyebilirim ki, süvari fır
kalanmızla piyade kıtaatımız düşmanı ezip İzmir' e yürü
mekle birbirleriyle müsabaka etmişlerdir. İzmir rıhtımında
süvarilerimizin kılıçlan denizde teressüm ederken, piyade
lerimiz Kadifekale'de Türk bayrağını semaya yükselttiler.
TBMM ordularının tarihi harbe verdiği son harekat nümu
nesinin kıymeti, bu harekatı bütün safahatıyla tetkik edilir-
1 16
ken sonra ve belki bugün değil, yarın anlaşılabilecektir.
Büyük orduların yürüyüş vahid-i kıyasisi hitınmızda aldan
mayacak, günde 20, 25 kilometredir. Binaenaleyh, asker
lerimize İzmir'e kavuşmak için her gün bu mesafeyi katet
tiren kuvvet menbaını ne ulvi bir vatan aşkı olduğunu an
lamak müşkül değildir.
- Harekatta istihdaf olunan gaye evvela yalnız İzmir'e
girmek mi idi? Bursa'ya harekat nasıl tevcih edildi?
- Tertibat-ı askeriyemiz ve tahsis olunan kuvvetlerimiz,
her iki hedefe kuvvet ve emniyetle vüsulu temin edecek de
recede idi. Nitekim tasavvurumuzda isabet olduğu İzmir' in
sabah, Bursa'nın akşam olmak üzere her ikisinin aynı gün
de istirdat edilmiş olmasından tezahür eder.
Paşa hazretlerinden bizim zayiatımızla düşman zayi
atı hakkındaki rakamları istizah ettim:
" - Bu hususta tespit olunan malumatı son beyanname
de bildirmiştim" dediler.
Bu beyannamenin lstanbul'da henüz neşredilmemiş
olması ihtimaline nazaran, adetleri tekrar etmek istiyorum:
Bizim zayiatımız, şehit, mecruh, hasta, zuafa dahil olmak
şartıyla i0.000 kişiden ibarettir. Yunanlılar yalnız maktul
olarak yüz bin neferden fazla zayiata uğramışlardır. Bugün
yüz binden pek çok fazla Yunanistan çocuğu Venizelos'un
hatalarını ödemek için Garbi Anadolu'nun topraklarının
altında yatıyor.
Mülakat bundan sonra siyasi vaziyete intikal etti. Bu
bahse ait Başkumandanımızın beyanatı şöyle hülasa edile
bilir:
Ordularımızın ilk hedefi Akdeniz'dir, ordularımız Mi-
1 17
sak-ı Milli ahkamını tamamıyla temin ettiği vakit, ikinci ve
üçüncü hedeflerine vasıl olmuş olacaklardır.
Paşa hazretleri son söz olarak dediler ki:
- Milletimizin neşve-i zaferle menafi-i hakikiye ve ha
yatiyesini unutacak kadar memnun olmamıştır.
Mülakat nihayet bulduğu vakit, hava kararmak üzere
idi. Yakup Kadri ile beraber bu uzun hasbihalin gaşyedici
havası içinden ayrılarak yerlerimize avdet ettik.
1 18
si tarikiyle vasıl olmak hususlarındaki nokta-i nazarınızı bil
mek pek faideli olur zannındayım.
Paşa hazretleri, aynı kati eda ile:
- Hiçbir vakitte fuzuli yere kan dökmek istemedik ve
istemeyiz, dedi. Milletimizin ve Türkiye Büyük Millet Mec-
1 isinin hakiki zihniyeti böyledir. Şimdiye kadar dökülen
kanların mesulleri cihan-ı medeniyetçe tanınmış ise faci
anın devamına mahal yoktur.
Mustafa Kemal Paşa hazretlerine tasavvur ettiği sul
hün nevi ve mahiyeti hakkında bir sual daha sormak iste
dim, dedim ki:
- Yunan ordusunu, senelerce kendi topraklarını bile
müdafaadan aciz bırakacak bir surette müzmahil ve peri
şan ettiniz. Böyle büyük ve kahhar bir zaferden sonra sul
hun tesisinde müzakerat-ı siyasiyeyi çetinleştirecek bazı
yeni şartlar mevzuubahs olacak mıdır?
Başkumandan tebessüm etti:
- Bu suali sormakla faideli bir iş yaptığınızı zannede
rim. Yalnız sizin değil, bütün dünyanın bize böyle bir sual
tevcih .etmeye hakkı var ve siz alacağınız cevapta bütün dün
yayı tatmine delalet etmiş olacaksınız. Evvela herkesin ka
tiyetle bilmesi lazımdır ki, Türkiye, halkın mukadderatına
bizzat vaziülyed olması suretiyle teessüs etmiş bulunan
Türkiye BM Meclisi Hükümetidir. Ve yine herkesin sarih
olarak bilmesi lazımdır ki, bugün Türkiye halkı asırlarca
kendi iradesini ve kendi idaresini başkasının elinde görme
ye tahammül eden halk değildir ve asıl bilinmesi lazım ge
len cihet de, bugünkü Türkiye halkının ve hükUmetinin tiil
i emel peşinde koşup kendi evini unutan ve harap bırakan
1 19
sergüzeştçi insanlardan olmadığıdır. Binaenaleyp, kemal-i
katiyetle beyan edebilirim ki, hükumetimiz neşve-i zafer
le menafi-i hakikiye ve hayatiyesini unutacak kadar mah
mur olmamıştır. Biz yalnız hukuk-u sarihamızı emniyetle
istihsal etmekten ibaret olan esaslan takip ederiz. Türkiye
Büyük Millet Meclisi teessüs ederken hangi hususları ha
yati ve Jazım-üttemin görmüş ise, bugün dahi yine aynı
şeyleri mevzuubahis eder.
Bunun üzerine nasıl oldu bilmiyorum, bahsimiz bir
denbire ordularımızın istihsal ettiği harikulade zafer ve bu
zaferi temin eden muazzam muharebeye intikal ediverdi.
Başkumandanımız, bazılarının zan ve iddia ettiği gibi taar
ruzumuzun nagihani bir baskın şeklinde inkişaf etmediği
ni söylüyor. Ona göre bu taarruz, geçen sene Sakarya'da ya
pılan mukabil taarruzun devamı gibidir. Ordumuz o za
mandan beri faaliyetine bir an sekte vermemiştir ve bütün
harekat ve istihzaratını düşmanın gözü önünde açıktan açı
ğa yapmıştır. Yine bazılarının zannettiği gibi, düşmanın
kuvvetlerinden bir kısmını Trakya'ya çekmiş olması da ta
arruza geçişimize bir vesile teşkil etmemiştir, zira Paşa haz
retleri, bu kuvvetlerin hesaba katılacak derecede mühim bir
kemmiyet olmadığı fikrindedir. Bundan anlaşılır ki, ordu
larımız bir seneden beri, her an için vatanı düşmandan tat
hir edecek bir kudreti haiz bulunuyordu ve şimdiye kadar
bu kudreti istimal etmemesinin yegane sebebi, milli dava
mızı belki siyaseten hallolunabilir, telakki etmesinden iba
retti. Nitekim taarruzdan evvel yapılan siyasi teşebbüsler
de bunu ispat eder.
1 20
Mustafa Kemal Paşa hazretleri, zaferimizin büyük bü
yük süratle istihsal edilmiş olmasına rağmen pek o kadar
kolay ve zahmetsizce inkişaf ettiğini de söylemiyor.
- Düşman, son derece şiddetle ve pek anüdane muha
rebe etmiştir, diyor.
*
121
ğildir. Hatta Yunan devleti bile yoktur. Rumeli'deki bir iki
fırkadan maada Yunan'm hiçbir kuvveti kalmamıştır.
Ateş-i mukaddes-i milli Mustafa Kemal Paşanın göz
lerinde parlıyordu. Defaatle Paşa. alemin bizi henüz anla
yamadığım ve bu harikayı ibrazda muvaffak olamayacağı
mızı zannettiğini söylüyordu.
Tevazu ve mahviyeti derece-i ifrata götüren Paşa, za
ferin amili olmak üzere mukaddes ve mübeccel Mehmet
çiğimizi gösteriyor. Müşarünileyhin bu hakkını bir kayd-ı
ihtirazi ile kabul ederiz: Mehmetçik ve Kumandanlarımız...
122
Bu kitabm hazırlanmasında istifade edilen
başlıca mehazlar
123
Sadullah, Naci, Mareşal Fevzi Çakmak' ı Dinlerken,
Demokrat İzmir Gazetesi 947.
Tanju, Sadun, 30 Ağustos Zaferi Nasıl Başarıldı, Na
sıl Kazanıldı?, Vatan Gazetesi, 953.
Talu, Ercümend Ekrem, Atatürk' ün Sözleri, Sonposta
Gazetesi.
Topuz, Hıfzı, Atatürk'ün Esir Ettiği Yunan Başkuman
danı, Akşam Gazetesi 952.
1 24