Batı Müziği Hayranlığı Kore Savaşı İle Başladı

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 4

Batı Müziği Hayranlığı Kore Savaşından Sonra Başladı

İSMET BURKAY

Yeşilçam filmlerinin değeri; kuşkusuz dönemini yansıtması bakımından tartışılamaz.

Türk’e ait aile yapısı, ahlak anlayışı, içtimai durumu…

İnsanların birbirine olan saygısı…

Çıkarsız sevgisi…

Fakirliğinin ardına saklanmış ümitleri…

Hele insanlar evindeyken, işinde çalışırken oyalanırken, eğlenirken dinledikleri müzik… Hep kendi
müziğimize ait şarkılarımız, türkülerimiz…

Bazen bakıyorsun sahneyi, ya Ebu Bekir ağanın bir şarkısı, ya da Mustafa Çavuş’un bir şarkısı sarıyor
sarmalıyor… Bazen de İnsanın hasretlikleri, ayrılıkları, gurbetlikleri bir çobanın kavalında dile geliyor…
Köy delikanlısının tezenesi, sazın teline her dokunduğunda bir hançer gibi insanın yüreğine iniyor…

Kuşaklar ya devraldıkları kültürlerini pozitif anlamda genişletirler, ya da başka kültürlerin etkisi altında
kalarak, kendi kültürlerini yozlaştırırlar.

Kültürel yozlaşma; bir memleketin ortadan kalkması, tarihten silinmesi sonunu hazırlar.

‘’Kültürün yozlaştırılmasının getirdiği noksanlıklar sadece kültürel değerleri değil, bu


değerlere sahip olan toplumu bile ortadan kaldırabilir. Çünkü bir toplumu ayakta tutan, o
toplumu diğerlerinden ayrı kılan kendine has kuralları ve görgüleridir. Buradan yola
çıkarak kültürün toplum açısından ne denli önemli olduğunu görebiliriz.’’ 1

1950’li yıllar ülkenin eğitimi ile ekonomisi ile teknolojisi ile Amerikan emperyalizmine teslim olduğu
yıllardır.

Atatürk’le başlayan sanayileşme hamlelerine basiretsiz yöneticilerin uygulamaları sonucu hepsine son
verildi.

Toplum yapısı; üretmeyen, tüketen, hazır yiyen, çalışmadan kazanmayı düşünen toplum haline
sokuldu.

Yüzyıllardır, Türk milletinin DNA’sına yerleşen kahramanlık, yurtseverlilik, yardımseverlik gibi


duygular; ahlaksız politikacıların çıkarları doğrultusunda elin tersi ile itilerek bu hasletler horlanır
oldu.

1
http://akademikperspektif.com/2014/10/13/kulturel-yozlasmanin-sonucu-kulturel-kimlik-kaybi/
Eğitimimizi Amerikalının eline yaptığımız anlaşmalar ile bir bir teslim edip, müfredatlarımızın içini
oyduk. 2018’lere gelindiğinde eğitim ve öğretim adına elle tutulan bir yapı kalmamış hepsi un ufak
olmuştur.

Türk milletinin aydınlanmaması için Atatürk’ün gösterdiği hedeflerden uzaklaştırıldı. Okullar birer
birer kötülendi, değersizleştirildi, kapatıldı.

Yüzyıllardır aç bi ilaç seferden sefere koşan Türk milleti okumanın tadını almaya başlamışken Amerika
ile yapılan antlaşmalar neticesinde Anadolu’nun aydınlanması yarım bırakıldı.

Gelinen sonuç ortada!

Nisan 1949’da; Türkiye, Nato’ya girmek için müracaat etmişti. ABD, bu isteğe olumlu karşılık
vermemişti. Kore’ye asker gönderme karşılığında, Nota’ya alınabileceğini söylenmişti, Türkiye’ye.
Hükümet, bu isteği olumlu karşılamıştı. Muhalefet bile, Kore’ye asker gönderme konusunda destek
vermişti, hükümete. Toplum, Kore’ye asker göndermek için öyle güzel hazırlanmıştı ki; Diyanet İşleri
Reisi (Ahmet Hamdi Akseki) ; Kore’de ölen askerlerin ‘’şehit olacaklarını ‘’ bile açıkladı.

1950’lerde Nato’ya girme sevdası uğruna, o kadar Türk askeri, Türk Çocuğu, Amerikan çıkarları
uğruna telef edildi.

Türk askeri Kore’de, Amerikan askeri yetkililerinin bilgisi dâhilinde hedef haline getirildi. Türk
askerinin verdiği kayıplar Türk halkından saklandı.2

Yaklaşık 8000 km uzakta olan Kore’den dönen Türk askeri üzerinde, Vietnam Sendromu gibi psikolojik
bozukluklar baş göstermişti. Türk askeri, bir heyecan içerinde götürüldükleri, memleket
topraklarından binlerce km uzakta olan bir ülkede, ne için savaştığını belli bir zaman sonra sorgular
hale geldiler. Binlerce asker, Kore topraklarında hayatını kaybetti. Onlarcası, yüzlercesi esir düştü.
Geri kalanlar, dönüş için sevinemediler bile… Eve dönüş paraları yoktu! Limanda mahzur kaldılar!

Kore Gazileri, İzmir Limanına vardıklarında memleketlerine dönecekleri parayı bulamadılar. Kimisi
çırılçıplak sokağa attılar kendilerini… Sokaklarda aç bi ilaç yaşadılar. Yük götürecek kamyon
şoförlerine, otobüs şoförlerine yalvara yakara, Kore’den geldiklerini anlatarak, memleketlerine
döndüler.

Ne acıdır ki Kore’ye asker olarak gönderilen Türk askerinin çoğunluğu ilkokul mezunu bile değildi.
Genel olarak 1929 doğumlu erlerin oluşturduğu birliklerdeki askerin okuryazar bile olmaması, ta
Kore’ye kadar gitmenin anlamını daha karmaşık bir hale getiriyordu. Okuryazar olanların en iyisi
ilkokul mezunu idi, çoğunluk ilkokul üçüncü sınıftan terk idi…

Politikacılar; köylerinden vatan savunması diye askere alınan ülke çocuğunu, Amerikan çıkarlarını
müdafaa etme uğruna Kore’ye gönderdiler. Türk Milletinin ‘’vatan müdafaası’’ gibi güzel hasleti
dumura uğrattılar.

20 yaşında, 21 yaşında Kore’ye gönderilen Türk askeri; köylerinde (belki) davul zurnadan başka müzik
aleti görmemiş, hayatında hiç müzik (radyo dahi) dinlememiş, sadece anasından babasından,
atasından dinlediği türküleri öz nefsine katmış insanlardı. Eğitimli değillerdi ki kendi kültürel
değerlerinin farkına varsınlar, savunsunlar, ona sahip olsunlar. Herhangi bir bilgi birikimine de sahip
değillerdi elbet…

2
http://www.haber7.com/yasam/haber/191414-kore-savasi-718-turk-sehidin-sirri
Kore’de, Amerikan askerlerinin içinde bulundukları ekonomik şartları gören askerimiz, birdenbire darı
görmüş tavuk misali şaşırdı, bocaladı, öz kimliğini kaybetmese bile bir Amerikan hayranlığı başladı
kendisinde…

Emperyalist Amerika’nın sağdan soldan topladığı her bir askerinin elinde o devre ait plaklar ve
plakçalarlar mevcuttu.

(Zaten) Türkiye gibi bir ülke onun yerine savaşıyordu. Amerikan askerinin müzik dinleyecek vakti
olacaktı elbet.

Yeri geldiğinde ta Amerika’dan film artistleri geliyor onları eğlendirme adına konserler veriyordu.

Türk askeri bütün bunların karşısında afallamış, Amerikan askerlerine ve Amerika’ya karşı bir
hayranlık duymaya başlamıştı.

Amerikan askerlerinin dinledikleri plakları dinleyerek birkaç kelime İngilizce şarkı, hatta caz parçaları
söyler oldular.

Emperyalizm; bir ülkenin artı değerlerini zorla ya da işbirlikçileri yardımı ile kendi ülkesine taşımaktır.

Kültürel emperyalizm ise emperyalist ülkenin, kendi amacına ulaşması için soymak istediği ülkenin
insanlarının kültürel değerlerini ala aşağı ederek, kendi kültürel değerlerini şırınga etmesinden başka
şey değildir.

Türkiye gibi bir ülke Amerika için en az Kore gibi soyup soğana çevrilecek ülke namzedinden başka şey
değildi. Ta 1800 yılların son çeyreğinde Türkiye üzerindeki başlayan Amerikan emelleri 1945’ten sonra
yapılan anlaşmalarla olgunlaşmaya başladı. 1950’den sonra yönetime gelenler daha açık Amerikan
muhibbiliği yapabiliyorlardı. 1960’dan sonra ülke tam olarak Amerika eksenine girdi.

Kore’de, Türk askerinin Amerikan askerleri ile etkileşim içinde olması, ülkeye döndüklerinde işe
yarayacaktı elbet!

Kore’den sersefil köyüne dönen gençlerin dilinde Amerikan askerlerinin çaldığı plaklardaki şarkılar
vardı. İlk defa Anadolu insanı, askere diye gönderdikleri kardeşlerinin, oğullarının torunlarının
dilinden türkülerin yerine Amerikan caz müziklerini dinlediler.

Müzikte batı rüzgârı estirmeye çalışanlar dahi, hiçbir zaman bu kadar fırsat elde edemediler. Bu kadar
geniş kitle ilk defa yüzyıllarca bağrında taşıdığı öz müziğin yerine Amerikan cazı dinliyordu.

Radyodan dinlenilen alafranga müzikler ; ‘’ Biz Kore’deyken…’’ diye başlayan hikâyelere eşlik etmeye
başladı.

1960’lara gelindiğinde Türk kültürü üzerinde açıktan yapılan operasyonlara (soft power operations)
sahne oluyordu.

‘’Elvis Presley’lerin Türk versiyonları’’ hızla yayılma başladı ülkede… Yabancı şarkıların altına Türkçe
sözler yazılarak ‘’Arajman’’ adı altında yurdun insanına sunulmaya başlandı.

Arajmanlarda sözler daha basit daha gündelik hayatın içinde olan sözlerdi. Üstüne üslük gazete ve
dergilerin sayfalarında ‘’müzik sayfası’’diye verdikleri Amerikan müziğinin, Angıl-Sokson müziğinin
yaygınlaştırılması çalışmalarından başka şey değildi.

Yaşları müsait olanlar gün gibi hatırlar: Önceleri reddedilen, sonra kabul edilen müzik sayfaları Türk
halkını dönüştürme görevi yapıyorlardı; halkı, kendi türkülerini, şarkılarını dinleyen bir ülke olmaktan,
onlardan nefret eden bir ülke haline getirdiler.
1960’larda çevrilen filmlerde yabancı müzik parçası söyleyen sanatkârların nasıl yadırgandığı yaşı
müsait olanlar iyi hatırlar.

Zamanın deyimi ile ‘’arajman’’ yapan hiç kimse, özgün beste yapma düşüncesi içinde değildi. Belki o
zaman piyasaya sahip olanları, gizli bir el yönlendiriyordu, kim bilir?

Arajmancılarımız, koskoca on yılı, Amerikan ve Angıl- Sokson şarkılarının altına söz yazarak geçirdiler.
(Ufak denemeler yapanlar yok değildi ama etkileri hiç olmadı.) Yıllar heba olurken binlerce yıldan beri
taşınan kültürün de canına okudular…

Elvis gibi dans etmeyi marifet sayanlar, daha sonra Michel Jakson gibi beyazlaşma hastalığına
tutuldular.

Yurdum insanı (hala ama hala) derisinin rengi dâhil olmak üzere, bütün değerlerini kaybettiğini
anlayacak durumda değil!

You might also like