Professional Documents
Culture Documents
Namazı Terk Etmek
Namazı Terk Etmek
MARMARA ÜNĠVERSĠTESĠ
(NAMAZ ÖRNEĞĠ)
DOKTORA TEZĠ
Ġstanbul, 2014
T.C.
MARMARA ÜNĠVERSĠTESĠ
(NAMAZ ÖRNEĞĠ)
DOKTORA TEZĠ
DanıĢman:
Ġstanbul, 2014
GENEL BĠLGĠLER
ÖZET
Tâbiîn döneminden itibaren belirginleşen ve daha çok ehl-i hadis ve ehl-i re‟y
diye anılan iki ilim muhiti arasındaki tartışmalar, hadislerin tedvini ve mezheplerin
teşekkülü yanında fıkhu‟l-hadis ilminin ortaya çıkmasında ciddi bir paya sahip
olmuştur. Bu tartışmaların oluşturduğu fikrî potansiyelin ilk kapsamlı ürünü olan İbn
Ebî Şeybe‟nin el-Musannef‟i kendisinden sonra gelenlere örneklik etmiştir. Nitekim
onun talebesi ve ehl-i hadisin önde gelen ismi İmam Buhârî el-Câmi„ü‟s-sahîh‟inde
ve bazı özel risâlelerinde farklı bir üslûpla Ebû Hanîfe‟ye olan itirazlarını yazıya
geçirmiştir. Ehl-i re‟yin ve ehl-i hadisin iki otorite İmamı Ebû Hanîfe ile Buhârî
arasındaki bu fıkhî ihtilaflar ilim ehli nezdinde her zaman merak uyandırmış olup,
tezimizde bunlar farklı bir yöntemle ele alınmıştır.
Birinci bölümde Ebû Hanîfe / Hanefîler ile Buhârî arasında fıkhın değişik
bölümlerindeki belli başlı ihtilâf konusu meselelere genel bir bakış yapılmaya
çalışılmış; ikinci bölümde (namaz konusunda öne çıkan örnekler çerçevesinde) Hanefî
mezhebinde Buhârî rivayetlerine ters düşen hükümler, tarihî süreç içinde karşılaşılan
farklı yaklaşımlar ışığında analize tâbi tutulmuştur. Yaptığımız incelemeler söz
konusu hüküm farklılıklarının bir çoğunun fıkhî ihtilâfların genel olarak bilinen
sebepleriyle ilintili olması yanında, zıtlık bulunduğu bilinen birçok meselede gerçekte
zıtlığın olmadığını göstermiştir. Bunun yanında, fıkhî bir meselenin hükmü ile ilgili
olarak aynı mezhep içinde farklı tavırların gelişmesinde tarihî, coğrafî ve sosyo-
kültürel şartların önemli bir etkiye sahip olduğu da gözlenmiştir.
3
GENERAL INFORMATION
Name and Surname : Muhammad Hüsnü Çiftçi
Department : Basic Islamic Sciences
Department : Islamic Law
Thesis Advisor : Prof. Dr. İbrahim Kâfi DÖNMEZ
Thesis Type and Date : PhD - March 2014
Keywords : Abu Hanifa, al-Bukhari, Conflict, Fiqh, Hadith
ABSTRACT
Arguments between two Islamic schools, ahl al hadith and ahl al rey, which is
clearly appeared especially since the tabiin era played a significant role for fiqh al-
hadith formation along with the collection of hadiths and sect formation.
Indeed, his follower and leading name in the Ahl al-Hadith Imam Bukhari,
noted their objections to Abu Hanifa by using a different style in writing in his el-
Câmi„ü‟s-Sahîh and some special treatises. This fiqh dispute between Imam Abu
Hanifa and Ahl al-Bukhari as two authorities of ahl al hadith and ahl al rey has always
been aroused curiosity in the eyes of scholars. Our dissertation was dealt with them a
different way.
In the first part, an overview was made to state Bukhari‟s challenges to Abu
Hanifa in particular and Hanafism in general and also major disputes between Abu
Hanifa/Hanafism and Bukhari about different topics within the different parts of
jurisprudence. In the second part, (prayer about prominent examples in the
framework) the provisions in Hanafism contrary to Bukhari narratives, in light of the
historical processes encountered in the different approaches were submitted for
analysis.
Our study mention that there is no contradiction in reality for many matters
which have been known as contradiction along with provision differences due to
conflict in fiqh associated with known causes of conflict in general.
Besides, a significant effect of historical, geographical, and socio-cultural
conditions for a matter of fiqh regarding the different provisions of the same
denomination in different attitudes were also observed.
4
ÖNSÖZ
5
ĠÇĠNDEKĠLER
ÖZET 3
ABSTRACT 4
ÖNSÖZ 5
ĠÇĠNDEKĠLER 6
KISALTMALAR 14
GĠRĠġ
BĠRĠNCĠ BÖLÜM
I. ĠBÂDETLER
A. TAHÂRET
6
B. NAMAZ
C. ZEKÂT ve VERGĠLER
7
5. Hac Kurbanına (Hedye) Binmek 97
6. Hac veya Umre Esnasında Kadının Aybaşı Olması 98
7. Medine‟nin Harem Bölge Oluşu 100
8. Müslüman Olmadan Önce Yapılan Nezrin Hükmü 101
E. HELALLER ve HARAMLAR
II. MUÂMELÂT
A. ġAHIS HUKUKU
B. AĠLE HUKUKU
C. BORÇLAR HUKUKU
8
7. İkrah
a. İkrah Yoluyla Kölenin Hibe Edilmesi veya Satılması 149
b. İkrahta Akraba ve Yabancı Ayırımı 151
D. EġYA HUKUKU
E. MĠRAS HUKUKU
F. CEZA HUKUKU
G. YARGILAMA HUKUKU
H. ĠFLAS HUKUKU
9
ĠKĠNCĠ BÖLÜM
10
III. SEFERDE NAMAZLARIN CEM„ EDĠLMESĠ
11
4. Kur‟ân 315
5. Hanefî Âlimlerinin Görüşleri 318
C. Buhârî‟nin Delilleri ve Tartışılması 323
D. Değerlendirme 324
12
3. Hanefî Âlimlerinin Görüşleri 370
C. Buhârî‟nin Delilleri ve Tartışılması 373
D. Değerlendirme 375
SONUÇ 389
KAYNAKLAR 392
13
KISALTMALAR
a.g.e. : Adı geçen eser
a.mlf. : Aynı Müellif
b. : Bin, İbn (oğlu)
bnt. : Bintü/binti (kızı)
bk. : Bakınız
c. : Cilt
c.c. : Celle celâlüh
çev. : Çeviren
DİA : Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
DİB : Türkiye İşleri Başkanlığı
dp. : Dipnot
drs. : Dirâse
göz. geç. : Gözden geçiren
haz. : Hazırlayan
Hz. : Hazreti
Hmş : Hâşiye
İht. : İhtisar
İFAV : Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı
İSAM : Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi
Ktp. : Kütüphane
md. : Madde
Neş. : Neşriyat
nşr. : Neşreden
s. : Sahife
SBE : Sosyal Bilimler Enstitüsü
sy. : Sayı
ta„rîb : Arapçaya çeviren
TDV : Türkiye Diyanet Vakfı
thk. : Tahkik
thr. : Tahric
tlk. : Talik
trc. : Tercüme
14
tsh. : Tashih
t.y. : Tarih yok
Üni. : Üniversite
v. : Vefat
vb. : Ve benzeri
y.y. : (Yayın) yeri yok
vd. : Ve devamı / Ve diğerleri
vs. : Ve sâir
yay. : Yayın evi
15
GĠRĠġ
16
ilgili tüketici bir çalışmayı hedeflemediğimizi, fıkhın değişik bölümlerinden öne çıkan
ihtilaflı meseleleri tespit edip ikinci bölüme hazırlayıcı bir zemin oluşturmaya
çalıştığımızı belirtmeliyiz. Bu sebeple birinci bölümde ele alınan her bir meselenin
mahiyeti ve o hususta fakihlerin görüşleri hakkında kısa bir bilgiden sonra Ebû
Hanîfe‟nin / Hanefîlerin ve Buhârî‟nin görüşlerinin dayandığı deliller özlü olarak
verilmeye çalışılmış, tarafımızdan bir değerlendirme cihetine gidilmeksizin
olabildiğince Hanefî âlimlerin ve Buhârî‟nin birbirlerinin delillerini nasıl
değerlendirdiğine işaret edilmiştir. Diğer mezheplerin görüşleri kendi kaynaklarından,
Hanefîlerin istidlâl ettiği öncelikli delil mümkünse ilk el kaynaklardan, değilse
sonraki dönem kaynaklarından verilmeye, diğer deliller dipnotta zikredilmeye
çalışılmıştır.
İkinci bölümde ise namaz örneği çerçevesinde Ebû Hanîfe / Hanefî mezhebi
ile Buhârî arasındaki ihtilâflı meselelerden ters hüküm içerenleri inceledik. Bu
bağlamda genelde Buhârî‟nin “sünnet” veya “müstehap” gördüğü, buna mukabil
Hanefîlerin “mekruh” veya “haram (bidat)” olarak değerlendirdiği namazla ilgili bir
takım fıkhî meseleler ele alındı. Bu sebeple namazla alakalı önemli bir ihtilâf konusu
olduğu halde vitir namazının hükmü meselesi, zıt hüküm içermemesi sebebiyle bu
bölümün dışında bırakılmıştır. Zira vitir namazının hükmü Hanefî mezhebince vâcip,
cumhur tarafından ise sünnet görüldüğü için ters hüküm içermemektedir. Fakat
araştırmanın birinci bölümünde incelenmiştir.
17
olarak zikrettikten sonra şayet varsa “Ġmam Ebû Yûsuf‟un Eserlerinde Yer Alan
Rivayet ve GörüĢler” ve “Ġmam Muhammed‟in Eserlerinde Yer Alan Rivayet ve
GörüĢler” şeklinde başlıklar zikrederek mezhebin ilk kaynaklarında Ebû Hanîfe‟ye
nispet edilen görüş, delil veya rivayetleri naklettik. Şayet İmameyn‟in konuyla ilgili
rivayetleri benzerlik arzediyorsa bu durumda mezkûr iki başlığı tek başlıkta toplamayı
uygun gördük. Bunu takiben “Mezhep Ġmamları Sonrası Hanefî Kaynaklarında Yer
Alan Diğer Rivayetler” başlığı altında mezhebin temel delili olduğu halde, ilk dönem
eserlerde yani İmam Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed‟in eserlerinde zikredilmeyip,
Tahâvî ve sonrası döneme ait kaynaklarda zikredilenleri -tespit edebildiğimiz
kadarıyla- naklettik. Öncelikle bu rivayetlerin Hanefî kaynaklarında yer alan lafız
farklılıkları belirtilmiş, daha sonra cerh ve ta„dîl kriterleri çerçevesinde muhaddislerin
ilgili hadis hakkındaki tenkitleri zikredilmiştir.
18
ettiğini ileri sürmüştür.1 Fakat daha sonra Hanefîlerden bu itirazlara cevap sadedinde
bazı eserler telif edilmiştir. Muhammed Zâhid el-Kevserî‟nin ifadesine göre bu
konuda ilk eseri Muhyiddîn Abdülkâdir el-Kureşî (v. 775/1374), ed-Dürerü‟l-münîfe
fi‟r-reddi alâ Ġbn Ebî ġeybe ani‟l-Ġmâm Ebî Hanîfe ismiyle telif etmiş ve konuyu
geniş olarak ele almıştır. İkinci eser ise yine Hanefî fakihlerden Kâsım b. Kutluboğa
(v. 879/1475) tarafından el-Ecvibe an i„tirâzâti Ġbn Ebî ġeybe alâ Ebî Hanîfe adıyla
telif edilmiştir.2 En son olarak M. Zâhid el-Kevserî (v. 1371/1952), en-Nüketü‟t-tarîfe
fi‟t-tehaddüsi an rudûdi Ġbn Ebî ġeybe alâ Ebî Hanîfe adlı eseri kaleme almıştır.
İbn Ebî Şeybe‟den sonra Ebû Hanîfe‟ye Buhârî tarafından da bazı itirazlar
yapılmıştır. Özellikle Buhârî‟nin, el-Câmi„ü‟s-sahîh‟inde yirmi beş yerde kullandığı
“ve kâle ba„zu‟n-nâs” ifadesi ile Ebû Hanîfe‟yi tenkit ettiği ileri sürülmektedir.3 Hatta
bazı şârihler onun es-Sahîh‟inin son cildinde yer alan Kitâbu‟l-Hiyel kısmını
Hanefîlere reddiye olarak kaleme aldığını belirtmişlerdir. Ayrıca Buhârî‟nin es-
Sahîh‟indeki ilgili bölümler dışında Ref„u‟l-yedeyn fi‟s-salâh ve Hayru‟l-kelâm fî‟l-
kırâ‟a halfe‟l-imâm isimli risâleleri de aynı maksatla kaleme aldığı zikredilmektedir.
Daha sonraki dönemlerde özellikle Buhârî‟nin “ve kâle ba„zu‟n-nâs”
ifadesini kullandığı yirmi beş yerde gerçekten Ebû Hanîfe‟yi kastedip kastetmediği
merak konusu olmuş ve bu meyanda Abdülganî b. Tâlib b. Hammâde el-Meydânî (v.
1298/1881), KeĢfü'l-iltibâs ammâ evredehü'l-Ġmâmü‟l-Buhârî alâ ba'zi'n-nâs adlı
eseri telif ederek Buhârî‟nin bu ifadeyi kullandığı her yerde muhatabının sadece Ebû
Hanîfe olmadığını, olduğu yerlerin bir kısmında diğer müctehidlerin de bu eleştirilere
muhatap olduğunu belirtmiştir.
1
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, VIII, 363-433. Muasır muhaddislerden Şuayb el-Arnaût, İbn Ebî
Şeybe‟nin 13.000 hadis arasından sadece 125 meselede Ebû Hanîfe‟ye itiraz etmiş olmasının
oldukça az bir miktar olduğunu söylemektedir. bk. Yıldırım, Enbiya, Hadisler ve Zihinlerdeki
Sorular, s. 345.
2
Kevserî bu eserin Bağdat‟da bulunan Mektebetü‟l-Evkâf‟ın hadis bölümünde el-Emâli ale‟l-
Müsned isimli bir kitapla aynı ciltte bulunduğunu, fakat her iki kaynağı da araştırmasına rağmen
bulamadığını haber vermektedir. (en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 6-7.)
3
Her ne kadar bazı şârihler böyle iddia etse de birinci bölümün ilgili kısımlarında zikredileceği üzere
bu iddiaların bir kısmının doğru olmadığı anlaşılacaktır.
19
el-Muvatta‟, el-Câmi„ü‟s-sağîr, el-Câmi„ü‟l-kebîr, es-Siyerü‟l-kebîr ve es-Siyerü‟s-
sağîr adlı fıkıh eserleri sık sık atıfta bulunduğumuz temel kaynaklardır. Tahâvî‟nin (v.
321/933) ġerhü Me„âni‟l-âsâr, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ ve ġerhü MüĢkili‟l-âsâr‟ı,
Debûsî‟nin (v. 430/1039) el-Esrâr‟ı, Serâhsî‟nin (v. 483/1090) el-Mebsût‟u ve
Kâsânî‟nin (v. 587/1191) Bedâi„u‟s-sanâi„ fî tertîbi‟Ģ-Ģerâî„i ile Burhânuddîn el-
Mergînânî‟nin (v. 593/1197) el-Hidâye Ģerhü Bidâyeti‟l mübtedî‟si, Sadruddîn İbn
Ebi‟l-İzz‟in (v. 792/1390) et-Tenbîh alâ müĢkilâti‟l-Hidâye‟si, Aynî‟nin el-Binâye‟si,
Ali el-Kârî‟nin Fethü bâbi‟l-inâye‟si ile Zafer Ahmed et-Tehânevî‟nin (v. 1362/1943)
Ġ„lâü's-sünen eserleri araştırmanın ikinci derece kaynakları arasında yer almıştır.
20
Buhârî‟nin Ebû Hanîfe‟ye yönelttiği bir kısım itirazları usûl ve fürû cihetinden
incelemiştir. Ataullah Şahyar, Ġbn Ebî ġeybe‟nin Ebû Hanîfe‟ye itirazları adlı doktora
teziyle, özelde İbn Ebî Şeybe‟nin genelde muhaddislerin Ebû Hanîfe‟ye yöneltiği
itirazlara ışık tutmaktadır. Yine bu meyanda Cafer Yılmaz‟ın Hanefî Fıkıhçılarının
Buhârî‟den Almadıkları Ahkâm Hadisleri4 ile Mücâhid Küçüksarı‟nın Ġbn Ebî
ġeybe'nin Ebû Hanîfe'ye yönelttiği eleĢtiriler (Muâmelât alanında) adlı yüksek lisans
çalışmaları zikredilebilir. Yine doğrudan olmasa da konuyla alakalı olarak İsmail
Hakkı Ünal‟ın Ebû Hanîfe‟nin Hadis AnlayıĢı ve Hanefî Mezhebinin Hadis Metodu,
Mehmet Emin Özafşar‟ın Fıkhî Hadisler ve Değerlendirmesindeki Esaslar adlı
doktora tezleri ile Zekeriya Güler‟in kaleme aldığı Zâhirî Muhaddislerle Hanefî
Fakihleri Arasındaki MünakaĢalar ve Ġhtilaf Sebepleri adlı çalışmalar anılabilir.
Ayrıca maalesef kendisine ulaşamadığımız Arapça bir tez çalışmasından
bahsedilmektedir.5
GENEL BAKIġ
4
İhtilâflı elli dokuz konunun işlediği bu çalışmada Hanefîler arasında bazı konularda farklı görüşlerin
olduğunu belirtilmekle beraber deliller, senet ve metin yönünden herhangi bir değerlendirmeye tâbi
tutulmamaktadır.
5
Şuayb el-Arnaût, Buhârî‟nin Ebû Hanîfe‟ye muhalefet ettiği ve kendisine verilen cevaplara dair
Arapça matbu bir tez hatırladığını haber vermektedir. bk. Yıldırım, Enbiya, Hadisler ve Zihinlerdeki
Sorular, s. 353.
6
Nevevî, Tehzîbü‟l-esmâ, I, 136-137.
7
Cezîre, bugünkü Irak‟ın kuzeyi, Anadolu‟nun güneyi ve kısmen de Suriye‟nin kuzey doğusunu içine
alan, Dicle ve Fırat gibi önemli nehirlerin bulunduğu bir bölgedir.
8
Cemâleddîn el-Kâsımî, Hayâtü'l-Buhârî, s. 15.
21
Râhûye‟nin tavsiyesi doğrultusunda9 600 bin hadis arasından seçerek tasnif ettiği el-
Câmi„ü‟s-sahîh‟inde10 yer alan 3261 babda tertip etmiştir.11 Mezkûr eserinin dışında
çoğunluğu rical ilmiyle ilgili olmak üzere yirmi 12 eser daha telif eden Buhârî‟nin
hangi mezhepten olduğu konusu ise her zaman merak konusu olmuştur. Buhârî
üzerine yapılan çalışmalarda onun gerek fetvalarında, gerekse es-Sahîh‟inde muayyen
bir fıkhî mezhebi taklit etmediği, aksine sahih olarak elde ettiği hadislerden anladığı
şeye tâbi olduğu13 ifade edilmektedir. Bununla beraber bazı âlimlerin Buhârî
rivayetlerini kendi mezhep görüşleri doğrultusunda açıklamaya çalıştıkları
görülmektedir.14
9
İbn Hacer, Hedyü‟s-sârî, I, 6.
10
Bazı kaynaklar Buhârî ve Müslim rivayetlerinin sıhhati hususunda icmâ oluştuğunu belirtirler. (İbn
Hacer, Hedyü‟s-sârî, I, 6; Yıldırım, Enbiya, Hadisler ve Zihinlerdeki Sorular, s. 152.)
11
Meydânî, KeĢfü‟l-iltibâs, s. 6.
12
Cemâleddîn el-Kâsımî, Hayâtü'l-Buhârî, s. 66-67.
13
Keşmîrî, Feyzü‟l-bârî, I, 335.
14
Sübkî, Tabakâtü'Ģ-ġâfiîyyeti'l-kübrâ, II, 212-241; Abdülmecîd Hâşim, el-Ġmâm el-Buhârî, s. 167;
Cezâirî, Tevcîhü'n-nazar ilâ usûli'l-eser, I, 438.
15
Buhârî, et-Târîhu‟l-kebîr‟de Ebû Hanîfe‟nin hal tercemesinde şu ifadeye yer vermektedir: “Numan
b. Sâbit Ebû Hanîfe el-Kûfî Mürcî idi. Hadis ehli, onun görüĢü ve hadis rivayeti hakkında sükût
ettiler.” (et-Târîhu‟l-kebîr, VIII, 81); ٚؼ٣ػٖ كيٝ ٚ٣ ػٖ ٍأٝ )ٚ٘ح (ػٞ ًخٕ َٓؿجخ ٌٓظ٢كٌُٞلش ح٤٘ كٞٗؼٔخٕ رٖ ػخرض أر
16
Buhârî, mezkûr cerhiyle de yetinmemiş et-Târîhu‟s-sağîr ve et-Târîhu‟l-evsat‟ında Nuaym b.
Hammâd‟ın Ebû Hanîfe hakkında naklettiği şu rivayete yer vermiştir: “el-Fezârî dedi ki: Süfyân es-
Sevrî‟nin yanındaydık. Numan b. Sâbit‟in vefat ettiği haber verilince Ģöyle dedi: Allah‟a hamdolsun
Ebû Hanîfe, Ġslâm‟ı ilmik ilmik söken biriydi. Ġslâm‟da ondan daha uğursuz biri doğmamıĢtır.”
(Buhârî, et-Târîhu‟l-evsat, II, 77; et-Târîhu‟s-sağîr, II, 100; هخٍ ً٘ض ػ٘ي١ٍْ رٖ كٔخى هخٍ كيػ٘خ حُلِح٤كيػ٘خ ٗؼ
)ٚ٘ٓ ّ حالٓالّ أشؤ٢ُي كٝ س ٓخَٝ٘وغ حالٓالّ ػ٣ ٕ حُ٘ؼٔخٕ كوخٍ حُلٔي هلل ًخ٠خٕ ك٘ؼ٤ٓل
17
Mürcie mezhebi, imanı tasdikten ibaret sayan, ameli önemsemeyen bir gruptur. Ebû Hanîfe ise
ameli imandan bir cüz saymamakla birlikte yapılmasının gerekli olduğunu, aksi takdirde kişinin
günahkar olacağını savunarak Mürcie‟den ayrılmaktadır. (Tehânevî, Kavâid, s. 235-236).
18
Buhârî, Kitâbu‟d-du„âfâi‟s-sağîr‟inde ise şunu söylemektedir: “Numan b. Sâbit, Ebû Hanîfe hadiste
kuvvetli değildir.” (Buhârî, Kitâbu‟d-du„âfâi‟s-sağîr, s. 240; لش٤٘ كٞغ ٗؼٔخٕ رٖ ػخرض أر٣ حُلي٠ ك١ْٞ رخُو٤ُ)
22
daha sonraki dönemlerde bunlara Hanefî âlimleri tarafından cevaplar verilmiştir.19
Buhârî‟nin özellikle el-Câmi„ü‟s-sahîh‟inde Hanefîlere yönelttiği bu itirazlara
geçmeden önce bunları hangi usûlle ele aldığını kısaca zikretmek istiyoruz.
19
Hatîb el-Bağdâdî, Ebû Hanîfe hakkındaki lehte ve aleyhteki tüm rivayetleri Târîhu Bağdâd adlı
eserinde “Menâkıbü Ebî Hanîfe” başlığında toplamıştır. (Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII,
335-454). Daha sonra Zahîd el-Kevserî, Te‟nîbü‟l-Hatîb adlı eserde aleyte olan rivayetleri cerh ve
ta„dîlkriterleri çerçevesinde tenkit etmiştir.
20
İbn Hacer, Hedyü‟s-sârî, I, 11; Sezgin, Fuat, Buhârî‟nin Kaynakları, s. 72.
21
Bilgen, Osman, Hadis‟te tarih Tarih‟te hadis, s. 140.
22
Buhârî, “Vudû„” 71; ٌ٤ ُء رِخَُّ٘ ِزُٞػُٞ ُ ُُ ْحُٞـ٣َ رَخد َال
ِ ْ ُِ د ْحُوِ ََح َء ِس
ِ ُٞؿُٝ رَخدve ط َال ِس ْحُ َـ َٔخ َػ ِش
23
Buna ِ ّْل َٓ ِخ َ د
ِ ُٞؿُٝ رَخدmisalleri verilebilir. Şârihler Buhârî‟nin bu gibi
yerlerde vücûbdan kastının aynî veya kifâyî vâcib olabileceğini söylerler. Fakat bu iki misalde aynî
vâcibi kastettiği ifade edilmektedir. (İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, II, 125, 237).
24
Buhârî, sağ elle istincanın nehyi hususunda genel bir başlık zikrederken (ٖ٤ٔ٤ُ ػٖ حالٓظ٘ـخء رخ٢ُٜ٘)رخد ح
bu konudaki tereddüdünü de göstermektedir.
25
Mescitte şarap ve benzeri şeylerin satılmasının haram olduğunu ifade eden bab başlığı gibi. ْ٣َرخد طل
حُٔٔـي٢طـخٍس حُؤَ ك
26
Buhârî bab başlığında zikrettiği kerâhiyet bazen doğrudan َ حُٔوخر٢ش حُظالس ك٤ٛ رخد ًَحşeklinde isim
olarak, bazen de غ٤ حُز٢ ٖٓ حُويحع كٌَٙ٣ رخد ٓخşeklinde fiil siğası ile ifade edilmektedir. (Buhârî,
“Salât”, 52.)
23
müstehap28 olduğunu bu meyanda zikreder. Buhârî bu ve benzeri ifadelerden her
biriyle görüşünü belirttiği gibi bunlardan hiç birini kullanmadan da itiraz etmektedir.29
Buhârî bir kısım yerlerde bab başlıklarını soru cümleleri şeklinde tanzim etmektedir.
Fakat şârihler onun bu gibi yerlerin bazısında kesin bir görüşünün olmadığını,
tereddütlü olduğunu ifade ederler.30
ِ ُِ رَخد َُّٓ٘ ِش ْحُ ُـve benzeri bab başlıklarında olduğu gibi.
ُّ ِيٜ حُظَّ َش٢ِّ كٞ
27
28
Buhârî, “Cenâiz”, 9.
29
Zeylaî, Buhârî‟nin “Ameller niyetlere göredir” hadisini bab başlığı yapmadığı halde bunu
Hanefîlere itiraz olarak getirdiğini söylemektedir. (Nasbu‟r-râye, I, 355-356.)
30
Aclûnî, el-Fevâidü'd-derârî fî tercemeti'l-Ġmâm el-Buhârî, s. 228; Abdülmecîd Hâşim, el-Ġmâm el-
Buhârî, s. 182. Keşmîrî, mescidlerde cenaze namazının câiz olup olmaması konusunu Buhârî‟nin
tereddütlü olduğu yerler arasında saymaktadır. (Keşmîrî, Feyzü‟l-bârî, II, 470). Yine sağ elle
tahâret almanın tenzihen mi yoksa tahrimen mi mekruh olduğu hususunda mütereddid olduğu için
kerâhiyet yerinde ٖ٤ٔ٤ُ ػٖ حالٓظ٘ـخء رخ٢ُٜ٘ رخد حşeklinde daha kapsamlı bir ifade kullanmıştır. (İbn
Hacer, Fethü‟l-bârî, I, 253.)
31
Bu ifadenin Ebû Hanîfe ve Hanefîlere yönelik olarak Buhârî tarafından kullanıldığı yaygın olsa da
“ba„zu‟n-nâs” şekliyle ilk kullananın İmam Şâfiî olduğu görülmektedir. Şâfiî, el-Ümm, VII, 180,
187; Meselâ hayız ve istihâze halinin en azı için bir sınırlandırma olmadığını savunan İmam Şâfiî,
bunu üç günle sınırlandıran Hanefîleri kasten “hâlefenâ ba„zu‟n-nâs”(insanların bazısı bize
muhalefet etti) ifadesini kullanmaktadır. Şâfiî, el-Ümm, I, 205; هخُل٘خ رؼغٝ : ٠ُ هللا طؼخٚٔ ٍك٢هخٍ حُشخكؼ
حُٔٔظلخػشٝ غ٤ء ٖٓ حُٔل٢ ش٢ ;حُ٘خّ كYine irtidat meselesindeki kullanım için bk. el-Ümm, VIII, 108.
32
Zeylaî, Nasbu‟r-râye, I, 355-356.
33
Meydânî, KeĢfü‟l-iltibâs, s. 7. Fakat Keşmîrî, Buhârî‟nin bu ifadeyi yirmi iki yerde kullandığını
söylemektedir. (el-„Arfü‟Ģ-Ģezî, II, 117.)
34
Buhârî, Hayru‟l-kelâm fî‟l-kırâ‟a halfe‟l-imâm, s. 43. Buhârî, buradaki ifade ile doğrudan Ebû
Hanîfe‟yi kastetmiş olmalıdır. Zira namazda Arapça dışında kıraatin cevazına dair görüş, sadece
Ebû Hanîfe‟ye aittir.
35
Abdülmecîd Hâşim, el-Ġmâm el-Buhârî, s. 192.
24
genelde ehl-i re‟y‟e yönelik olduğunu, bazen ise muhatabın Ebû Hanîfe olduğunu
belirtir.36
36
Abdülfettâh Ebû Gudde‟nin, Meydânî‟nin KeĢfü‟l-iltibâs adlı eserine yazdığı Mukaddime, s. 36.
37
Keşmîrî, el-„Arfü‟Ģ-Ģezî, II, 117.
38
Buhârî‟nin bu ifadeyle Hanefîlerden sadece İmam Muhammed‟i kastettiğine misal olarak
“Duruşma Sırasında Tercüman Sayısı” meselesi verilebilir. Zira Buhârî, mahkemede tek
tercümanın yeterli olacağını savunan Ebû Hanîfe ile aynı görüştedir. (“Ahkâm”, 40.)
39
Keşmîrî, Feyzü‟l-bârî, III, 54; a.mlf, el-„Arfü‟Ģ-Ģezî, II, 117.
40
Keşmrî, “Seni bu ata yükledim.” sözünün hibe mi yoksa emanet mi olduğu konusunu buna misal
vermektedir. (Keşmîrî, Feyzü‟l-bârî, III, 381; Meydânî, KeĢfü‟l-iltibâs, s.7.)
41
Keşmîrî, “Bu câriyeyi senin hizmetine verdim.” sözünün hibe mi yoksa emanet mi olduğu
konusunu buna misal vermektedir. (Keşmîrî, Feyzü‟l-bârî, III, 381; Meydânî, KeĢfü‟l-iltibâs, s.7.)
42
Buhârî nebîz hususunda iki farklı yerde itiraz eder. Bunlardan ilki Vudû‟ bahsindedir. Fakat
müellif burada „ve kâle ba‟zu‟n-nâs‟ ifadesini kullanmamaktadır.
25
14 Gasp Edilen Malın Tazmininde Hile Hiyel / 9 1
15 Nikâhta Yalancı Şâhitliğin Hükmü Hiyel / 11 3
16 Hibe yoluyla Zekâttan Kaçmak Hiyel / 14 1
17 Şüf„a (Önalım) Hakkının Düşürülmesi Hiyel / 14-15 4
43
Sözlükte “çare” manasına (İbn Manzûr, Lisanü‟l Arab, XI, 185.) gelen hile, fıkıh terimi olarak
“gizli bir yolla maksada ulaĢtıran Ģey” demektir. (Süyûtî, et-TevĢîh, IX, 4072.)
44
Kirmânî, el-Kevâkibü‟d-derârî, XXIV, 74; Aynî, Umdetü‟l-kârî, XXIV, 109.
45
Meselâ Buhârî, birinci babı Terkü‟l-Hiyel (hilelerin terk edilmesi) adıyla başlatarak Hz. Ömer‟in
rivayet ettiği “Ameller niyetlere göredir(…)” hadisini rivayet eder. Hem es-Sahîh‟inin hem de bu
bölümün ilk hadisi olarak zikreden Buhârî, Zeylaî‟nin de ifade ettiği gibi bunu Hanefîlere itiraz
olarak zikretmektedir. (Zeylaî, Nasbu‟r-râye, I, 356). İkinci babı ise “Namazda Hile” şeklinde
isimlendirir ki biz bunu “Namazdan Selam Vermeden Ayrılmanın Hükmü” başlığı altında işledik.
Kısaca Buhârî, bu ilk iki babı Ebû Hanîfe‟ye itiraz olarak getirdiği halde “ve kâle ba„zu‟n-nâs”
ifadesini kullanmamıştır.
26
C. Buhârî‟nin Cumhura itiraz Ettiği Yerler
46
Buhârî, “Gusül”, 28.
47
Buhârî, “Savm”, 29; Abdülmecîd Hâşim, el-Ġmâm el-Buhârî, s. 191.
48
Buhârî, “Hayız”, 8; Abdülmecîd Hâşim, el-Ġmâm el-Buhârî, s. 190.
49
Buhârî, “Lukata”, 1, 2, 3, 4, 9, 10,11; İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, V, 84; Şevkanî, Neylü‟l-evtâr, V, 385;
Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 97.
50
Cemâleddîn el-Kâsımî, Hayâtü'l-Buhârî, s. 39-43.
51
M. Mustafa el-Azamî, “Buhârî, Muhammed b. İsmâil”, DĠA, VI, 371.
27
Hâtim er-Râzî (v. 327/939) gibi hadis otoritelerinin her ikisine nispet edilen52
“Beyânü hatai Muhammed b. Ġsmâil el-Buhârî fî târîhih” adlı eserde tenkide tâbi
tutulmuştur. Buhârî ayrıca bazı hadis ehli tarafından el-Câmi„ü‟s-sahîh‟inde bir kısım
râvileri53 diğer bir kısmı tarihi verilerle örtüşmemesi54 ve benzeri sebeplerle
Dârekutnî,55 Hatip el-Bağdâdî56 ve Aynî57 gibi muhaddislerce tenkit edilmiştir.
Kısaca ifade etmek gerekirse Ebû Hanîfe‟ye yapılan haksız ithamların
özellikle İmam Şâfiî sonrası ivme kazandığı göz önünde bulundurulduğunda bu
konudaki asıl sâikin, hadislerin tedvini ile başlayan ehl-i hadis ile ehl-i re‟y arasında
cereyan eden rekabet ortamı olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim İmam Şâfiî‟nin İmam
Muhammed ile karşılaşması ve ondaki ilmi kudrete izafeten Ebû Hanîfe‟nin ilmi
otoritesini “Ġnsanların hepsi, fıkıhta Ebû Hanîfe‟nin öğrencileridir.”58 şeklindeki
sözlerle itiraf etmiş olması ve bir kadirşinaslık örneği olarak kaynaklarda zikredilmesi
bu tezi teyit etmektedir.
52
Mezkûr eser, kaynaklarda hem Ebû Zür„a er-Râzî‟ye (Kandemir, Yaşar, “Ebû Zür„a er-Râzî”,DĠA,
X, 275.), hem de İbn Ebî Hâtim‟e nispet edilmektedir. (Küçük, Raşid, “İbn Ebû Hâtim”, DĠA, XIX,
433.)
53
İbn Hacer, Hedyü‟s-sârî, II, 138-218; Cemâleddîn el-Kâsımî, Hayâtü'l-Buhârî, s. 36; Hatiboğlu,
Mehmed Said, Hadis Tetkikleri, s. 100. Nuaym b. Hammâd ve Humeydî tariki ile Ebû Hanîfe
aleyhinde gelen rivayetler sebebiyle de tenkit edilmiştir. (Zehebî, Mizânü‟l-itidâl, VII, 40-41;
Tehânevî, Kavâid, s. 232-233.)
54
Buhârî, et-Târîhu‟s-sağîr, s. 49‟da Hz. Peygamber‟in vefatından sonra ilk vefat edenin Zeynep b.
Cahş (v. 13) olduğunu haber verirken -ki doğru olan da bu rivayettir- el-Câmi„ü‟s-Sahîh‟in “Zekât”,
11 ile et-Târîhu‟s-sağîr, s. 50‟de bunun Hz. Sevde (v. 54) olduğunu söylemesi sebebiyle tenkit
edilmiştir. (Nevevî, ġerhu‟l-Müslim, XVI, 11; ووقع ىذا احلديث يف كتاب الزكاة من البخاري بلفظ متعقد يوىم أن أسرعهن حلاقا
)سودة وىذا الوىم باطل باالمجاع
55
Meselâ Dârekutnî, “Ġmrân itikatının bozukluğu ve kötü düĢüncesinden dolayı metrûktur” sözüyle
râvilerinden İmrân b. Hittân sebebiyle Buhârî‟yi tenkit etmektedir. (Dârekutnî, el-Ġlzâmât ve't-
tetebbu', s. 259; Bâcî, et-Ta„dîl ve‟t-tecrîh, I, 310; İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, I, 432.)
56
Dayhan, Ahmet Tahir, Buhârî‟ye Yöneltilen Bazı Tenkitler, s. 88.
57
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XXII, 13.
58
Serahsî, el-Mebsût, I, 3; Heytemî, el-Hayrâtü'l-hisân, s. 44; ٠ِخٍ ػ٤ْ ػًِٜ ّ حُ٘خٚ٘ هللا ػ٢ ٍػ٢هخٍ حُشخكؼ
ٚ حُلو٢ هللا كٚٔلش ٍك٤٘ ك٢أر
28
bu haksız hücumlara dayanamayarak “Ashâbımız (ehl-i hadis) Ebû Hanîfe ve ashâbı
hakkında aĢırı gitmektedirler.”59 sözüyle adeta muhataplarını insafa davet etmektedir.
Tehânevî, Kavâid, s. 327; ٚحطلخرٝ لش٤٘ ك٠ حر٠َٕ كُُٞ ْل َِؽ٣ حطلخر٘خ: ٖ٤ رٖ ٓؼ٢٤ل٣ ٍهخٝ
59
29
BĠRĠNCĠ BÖLÜM
30
Hanefî mezhebindeki Buhârî rivayetleri ve Buhârî‟nin görüşleri ile uyum
içinde olmayan bütün hükümleri delilleriyle tespit ve tahlil etmek kuşkusuz bu tezin
sınırlarını aşmaktadır. Ancak İkinci Bölüm‟de analitik biçimde ele alınacak konulara
fikrî bir hazırlık oluşturma amacıyla bu bölümde, Buhârî‟nin genelde Ebû Hanîfe ve
Hanefîleri kastederek kullandığı “ve kâle ba„zu‟n-nâs” ifadesinin geçtiği yirmi beş
mesele başta olmak üzere iki ilim çevresi arasındaki ihtilaflara bütüncül bir bakış
yapmaya çalışılacaktır. Bu meseleler fıkıh bablarına göre tasnif edilerek ele alınacak,
gerektiği ölçüde ilgili terimlerin tanıtımına yer verildikten sonra Hanefî mezhebinin
aynı / yakın kanaati paylaşanların, ardında da Buhârî‟nin ve onlarla aynı /yakın
görüşte olanların yaklaşımları ve öne çıkan delilleri temel kaynaklara dayalı olarak
tanıtılacaktır.
I. ĠBÂDETLER
A. TAHÂRET
Sözlükte “elden bırakılıp atılmıĢ, değersiz Ģey” anlamına gelen nebîz, fıkıh
terimi olarak “kuru üzüm, hurma, bal, arpa, buğday ve benzeriĢeylerin suda
bekletilmesi sonucunda elde edilen sarhoĢluk vermeyen bir tür içecek”60 şeklinde
tanımlanır.
Abdestte kullanılan suyun hiçbir karışım içermeyen, saf (mutlak) su olması
gerekmektedir. Dolayısıyla gül, çay ve meyve suyu gibi vasıflarından (tadı, kokusu ve
renginden) en az ikisi değişmiş su ile abdest almak âlimlerin ittifakıyla câiz değildir. 61
Fakat suyun bulunmadığı durumlarda saf su özelliğini kaybetmiş olan nebîz ile
abdestin câiz olup olmayacağı hususu ihtilâflıdır.62
60
Kal„acî, “Nebîz”, s. 474; İbnü‟l-Esîr, sarhoş etsin veya etmesin her türlü içeceğe de nebîz
denilebileceğini söylemektedir. (en-Nihâye, V, 7.)
61
Serahsî, el-Mebsût, I, 52; Mâverdî, el-Hâvî, I, 325; Meydânî, el-Lübâb fî Ģerhi'l-Kitâb, I, 43.
62
İbnü‟d-Dehhân, Takvîmü‟n-nazar, I, 44-46.
31
abdest almasını câiz gördüğü nakledilmektedir.63 Bununla beraber kaynaklarda Nûh b.
Ebî Meryem‟den gelen başka bir rivayette Ebû Hanîfe‟nin bu görüşünden döndüğü ve
teyemmümü gerekli gördüğü belirtilmektedir.64 Ayrıca kaynaklarda İkrime,65 Hasan-ı
Basrî,66 Evzâî,67 İbn Ebî Şeybe68 ve İshâk69 gibi âlimlerin de nebîz ile abdesti câiz
gördükleri ifade edilmektedir.70
İmam Muhammed bu durumda olan kişinin nebîzle abdestinin yeterli
olmayacağını ayrıca teyemmüm de alması gerektiğini söyler. 71 Ebû Yûsuf,72 Sevrî,
İmam Mâlik,73 Şâfiî74 ve Ebû Ubeyd‟in de aralarında bulunduğu âlimlerin çoğunluğu
ise hiçbir sûrette nebîzle abdesti câiz görmemektedir.75 Buhârî de bu görüştedir.
63
Şeybânî, el-Asl, I, 86-87; ػؤٞظ٣ ْ هخٍ ٗؼٚػؤ رٞظ٣ أَٙ٤ ؿْٚ ٓؼ٤ُ ٌَٔ حُظ٤ ٗزٚٓؼٝ ض ٓٔخكَح كؼَص حُظالس٣هِض أٍأ
ٚ ;رbenzerleri için bk. Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 95; Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 10.
64
Şeybânî, el-Asl, I, 87;ٚػؤ رٞظ٣ الٝ ْٔ٤ظ٣ ٍهخٝ ٌحٛ ٖ ٍؿغ ػٚٗ أٚ٘ف حُـخٓغ ػٞٗ ٍٟٝٝ; benzer ifadeler için bk.
Cessâs, Ahkâmü‟l-Kur‟ân, II, 544.
65
İkrime‟nin bu görüşü ile ilgili rivayete bk. İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, I, 38.
66
İbn Kudâme, el-Muğnî, I, 18.
67
Evzâî, Sünen, s. 104; Kal„acî, Mevsûatu fıkhi Abdurrahmân el-Evzâî, s. 693.
68
İbn Ebî Şeybe‟nin bu konuda Ebû Hanîfe‟ye herhangi bir itiraz yöneltmemesi nebîzle abdesti câiz
gördüğünü göstermektedir. (el-Musannef, VIII, 363-433)
69
İshâk‟ın bu görüşü ile ilgili rivayete bk. Mübârekfûrî, Tuhfetü'l-ahvezî,I, 214.
70
Aynî, Umdetü‟l-kârî, III, 179; İbn Kudâme, el-Muğnî, I, 18; İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, I, 354; Ali el
Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I, 120.
71
Şeybânî, el-Asl, I, 86-87; Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, I, 129; ْٔ ٓغ ًُي٤ظ٣ٝ ػؤٞظ٣ هخٍ ٓلٔيٝ
72
Şeybânî, el-Asl, I, 87; ٌ٤ػؤ رخُ٘زٞظ٣ الٝ ْٔ٤ظ٣ ٓقٞ٣ ٞهخٍ أرٝ
73
Sahnûn, el-Müdevvene, I, 4.
74
Müzenî, Muhtasaru‟l-Müzenî, s. 7; Zencânî, Tahrîcü‟l-furû„, s. 42; İmrânî, el-Beyân, I, 17.
75
İbnü‟l-Kassâr,Uyûnü‟l-edille, II, 779; İbn Kudâme, el-Muğnî, I, 18.
76
Şeybânî, el-Asl, I, 87; ٌ٤ػؤ رخُ٘زِْٞٓ طٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ٍِ هللا طٍٞٓ ٕ رِـ٘خ أٚٗهخٍ أل
77
Bu ifade Hz. Peygamber‟in cinlere İslâm dinini öğretmeye gittiği gece için kullanılır. Bu gece ile
ilgili rivayetler için bk. Müslim, “Salât”, 150 (450); Tirmizî, “Tefsir”, (el-Ahkâf) 3254; Ebû
Dâvûd, “Tahâret”, 42 (85).
78
Şeybânî, el-Câmi„ü‟s-sağîr, s. 74; ٠ حُٔالّ ُٔخ هؼٚ٤ِ ػ٢ِش حُـٖ إٔ حُ٘ز٤ُ ىٞغ حرٖ ٓٔؼ٣ كي٠ِ ػٙػؤ حػظٔخىٞ طُٚٞه
ٍَُٜٞ َٓخء ؽَٝ ِّزَش٤ؽ
َ ٌ حُظَٔ كوخٍ طَ ْٔ ََس٤َ ٓؼي ٓخء كوخٍ ال حال ٗزٛ ُٚ ٍ هخٚ كخؿظAyrıca benzer rivayetler için bk. Ebû
Dâvûd, “Tahâret”, 42 (84).
32
Buhârî,“Nebîzle ve sarhoĢ edici Ģeyle abdest câiz değildir.” bab başlığı
altında79 zikrettiği “Hasan-ı Basrî ve Ebû‟l-Âliye bunu kerih gördü. (Tâbiînden) Atâ
b. Ebî Rebâh: „Teyemmüm bana, nebîz ve süt ile alınan abdestten daha sevimlidir.‟
dedi.”80 rivayeti ile benzeri rivayetleri81 esas almaktadır.
Karşı görüş sahipleri, Ebû Hanîfe‟nin delil olarak ileri sürdüğü İbn Mes„ûd
rivayetinin Mekke döneminde cereyan ettiğini, dolayısıyla Medine‟de nâzil olan
teyemmüm âyeti ile mensuh olduğunu ileri sürerler; hatta bir kısmı İbn Mes„ûd‟un
cin gecesinde Peygamberle beraber olmadığına dair aksi yöndeki rivayeti sebebiyle
İbn Mes„ûd rivayetine dayanılamayacağını söylerler.82
79
Buhârî, “Vudû”, 71;“َِ ٌِ ْٔ ُٔ ُال ْحَٝ ٌِ ٤ ُء رِخَُّ٘ ِزُٞػُٞ ُ ُُ ْحُٞـ٣َ ”رَخدُ ال
80
Buhârî, “Vudû”, 71; ِٖ َحَُِّزَٝ ٌِ ٤ِ ِء رِخَُّ٘زُٞػُٞ ُ َِٖٓ ْح٢ َّ ََُِ ُّٔ ُْ أَ َكذُّ ا٤َّ حُظ: هَخ ٍَ َػطَخ ٌءَٝ . َ ِش٤ُِ ْحُ َؼخُٞأَرَٝ َُٖٔ ُ ْحُ َلَََٚٛ
ِ ًَٝ
81
Hz. Âişe‟nin rivayet ettiği “SarhoĢluk veren her içecek haramdır.” (Buhârî, “Vudû”, 71; Müslim,
“Eşribe”, 2001 (67). ٌّ َك ََحَٞ َُٜد أَ ْٓ ٌَ ََ ك ٍ ًَُُّ َش ََح
82
Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I, 120. İbn Mes„ûd‟un o gece Hz. Peygamber ile beraber olmadığına
dair rivayetler için bk. Müslim, “Salât”, 450 (152); Ebû Dâvûd, “Tahâret”, 42 (85).
83
Feyyûmî, “Mesh”, s. 339; Vehbe Zuhaylî, el-Fıkhu‟l-Ġslâmî ve edilletüh, I, 271.
84
Erdoğan, Mehmet, “Mesh”, DĠA, XXIX, 301.
85
İbn Hazm, Merâtibü‟l-icmâ, s. 38.
86
Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 4; İbn Abdilber, el-Ġcmâ„ât, s. 226-227.
87
Sahnûn, el-Müdevvene, I, 16; Dihlevî, el-Müsevvâ ġerhu‟l-Muvatta‟, I, 83.
88
Ahmed b. Hanbel‟den gelen diğer bir rivayete göre başın bir kısmının meshedilmesi câizdir. (İbn
Kudâme, el-Muğnî, I, 175.)
89
Mâverdî, el-Hâvî, I, 118.
33
Hanefî mezhebinde başın meshedilecek miktarı hususunda imamlar arasında
ihtilâf söz konusudur.90 İmam Muhammed, el-Asl‟da mesh miktarını elin üç parmağı
kadarıyla izah ederken91 Hasan b. Ziyâd, Ebû Hanîfe‟nin bunu, başın dörtte biri ile
açıkladığını rivayet etmektedir.92 Meshin üç parmakla yapılması hükmüne elin beş
parmağının olmasından hareketle ve “Bir Ģeyin çoğu, tamamı hükmündedir.”93 kuralı
işletilerek (kıyas yoluyla) ulaşılmıştır. Başın dörtte birlik kısmının (perçem/nâsiye)
meshedilmesinin gerekliliği94 hususunda ise Tahâvî‟nin Sâlim b. Abdullah‟tan
naklettiği “Ġbn Ömer, abdest alırken, baĢının ön tarafını (dörtte birini)
meshederdi.”95 rivayeti ile Muğire‟nin rivayet ettiği “Hz. Peygamber, bevl etti, abdest
aldı ve perçemini (baĢın ön tarafından bir tutamlık yeri) meshetti.”96 mealindeki
hadisi delil gösterilmektedir.
İbn Hacer, bu konudaki âyetin mücmel olduğunu, âyetteki “bâ” harf-i cerrinin
zâid olması halinde başın tamamına, bâ harfinin ba„zıyet ifade etmesi halinde ise bir
34
kısmının meshedilmesine delâlet edeceğini; ancak Hanefîlerin istidlâl ettiği Muğîre
hadisinden başın tamamının meshedilmesinin farz olmadığının anlaşıldığını belirtir.100
Namazın edası için abdestli olmak şarttır. Abdestli olmanın şartlarından biri de
başın meshedilmesidir. Çıplak başa meshedilecek miktar hususunda ulemâ arasında
ihtilâf mevcut olduğu gibi, başa örtülen sarık ve başörtüsü gibi şeylere meshin câiz
olup olmayacağı konusu da ihtilâflıdır.101
İbrâhim en-Nehaî, Urve b. Zübeyr, Kâsım b. Muhammed, İmam Şa„bî,
Hammâd b. Ebî Süleyman, Hanefîler, Hasan b. Hayy, İmam Mâlik, İbn Mübârek102 ve
Şâfiî103 gibi âlimler sarık ve benzeri şeyler üzerine meshetmenin câiz olmayacağını
söylerken,104 Evzâî, bir rivayette Sevrî, İshâk, Ebû Sevr, Ahmed b. Hanbel, 105 Taberî
ve İbn Huzeyme sarık üzerine meshi câiz görmektedirler.106 Buhârî de bu görüştedir.
100
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, I, 290.
101
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, I, 309.
102
Adevî, HâĢiyetü'l-Adevî, I, 172; Leknevi, et-Ta„liku‟l-mümecced, I, 286.
103
Şâfiîlere göre başın bir kısmı meshedildikten sonra sarık üzerine de meshetmek müstehaptır. Fakat
sadece sarık üzerine meshetmek câiz değildir. (Mâverdî, el-Hâvî, I, 119; İmrânî, el-Beyân, I, 127.)
104
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, I, 145; Aynî, Umdetü‟l-kârî, III, 101; İbn Münzîr, el-Evsât, I,
468; Tirmizî, “Tahâret”, 75.
105
İbn Kudâme, el-Muğnî, I, 379. Hanbelîler bunu bazı şartlara bağlamaktadırlar. a.g.e, s. 81. vd.
106
Sadruddîn İbn Ebi‟l-İzz, et-Tenbîh, I, 251; İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, I, 309; Zuhaylî, el-Fıkhu‟l-
Ġslâmî, I, 495.
107
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 45; خ ػْ طٔٔقٍٛطِ٘ع هٔخٝ ػؤٞي طظ٤ ػز٢ش حر٘ش أر٤ض طل٣ ٍأ: ٍأهزَٗخ ٓخُي كيػ٘خ ٗخكغ هخ
َ٤ٓجٌ طـٞ٣ أٗخٝ : خ هخٍ ٗخكغٜٓرَأ
108
Hanefîler abdest âyetindeki “(…) baĢınızı meshediniz.” (el-Mâide, 5/6) emrinin genel ifadesinden
hareketle sarık, şapka, bürgü ve eldivenler üzerine mesh yapmayı, herhangi bir zaruret olmaması
sebebiyle câiz görmemektedirler. (İbn Âbidîn, Reddü‟l-muhtâr, I, 272.)
109
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 45.
35
Buhârî, Ca„fer İbn Amr‟ın rivayet ettiği “Hz. Peygamber‟in sarığına ve
mestlerine mesh ettiğini gördüm.”110 mealindeki hadisle istidlâl etmektedir.
Hanefîler, sarık ve başörtüsü üzerine meshe dair karşı tarafın istidlâl ettiği
rivayetlerin tamamının illetli olduğunu, dolayısıyla kesin olan bir delil (âyet)
karşısında ihtimalli bir delil (hadis)in tercih edilemeyeceğini söylerler.111 Mübârekfûrî
ise mezkûr hadislerin sırf İmam Muhammed‟in (mezkûr) sözüne binaen nesh
edilemeyeceğini, dolayısıyla açık bir nesih delilinin ortaya konması gerektiğini
söyler.112
İdrar ve dışkı yollarından (sebileyn) her türlü sıvı ve katı maddelerin çıkması
ve yellenme ile abdestin bozulacağı hususunda İslâm âlimleri ittifak etmekle beraber,
bu iki yerin dışında vücuttan akan kan, irin ve benzeri sıvıların abdesti bozup
bozmayacağı hususunda ihtilâf etmişlerdir.
Mâlik b. Enes115 ve Şâfiî116 gibi âlimler ise idrar ve dışkı yolunun dışında
vücudun herhangi bir yerinden kan, irin veya herhangi bir maddenin akmasıyla
abdestin bozulmayacağını, sadece çıkan yerin yıkanmasının yeterli olacağını
savunmaktadır. Buhârî de bu görüştedir.117
110
Buhârî, “Vudû”, 51; Bezzâr, el-Bahrü'z-zehhâr, VI, 475 (2505); ٢ ُ ٣َ هَخ ٍَ ٍَأِٚ ٤ِ ػ َْٖ أَرٍَٝ ْٔ ػ َْٖ َؿ ْؼلَ َِ ْر ِٖ َػ
َّ ِْض حَُّ٘ز
َّ َّ َّ
ِٚ ٤ْ ُهلَٝ ِٚ ِ ِػ َٔخ َٓظ٠ََِ ْٔ َٔ ُق َػ٣ ْْ َِٓ َٝ ِٚ ٤ْ َِ هللاُ َػ٠ِط َ
111
Şibbîr Ahmed el-Osmânî, Fethü‟l-mülhim, I, 434. Ayrıca bk. Tehânevî, Ġ„lâü‟s-sünen, I, 52.
112
Mübârekfûrî, Tuhfetü‟l-ahvezî, I, 255.
113
İbn Kudâme, el-Kâfî, s. 32.
114
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, I, 163-164.
115
İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, II, 269-270; İbn Rüşd, el-Bidâye, I, 82.
116
Mâverdî, el-Hâvî, I, 201; Nevevî, Ravzatü't-tâlibîn, I, 183-184; a.mlf., el-Mecmû„, I, 54.
117
İbn Hacer ayrıca Hz. Ömer‟in yarası kanadığı halde namazını kıldığına dair rivayetin sahih
olduğunu söyler. (Fethü‟l-bârî, I, 281.) خِٜزط٣ حُظالس ال٢ؽ حُيّ كَٝ إٔ هَٟ٣ ٕ ًخ١ٍَ إٔ حُزوخٛحُظخٝ
36
Hanefîler, İbn Ömer‟in rivayet ettiği “Namaz kılan bir kiĢinin burnu kanasa
-konuĢmadan- gider abdest alır, sonra geri döner ve kaldığı yerden namazını
tamamlar.”118 rivayeti ile benzeri rivayetleri119 delil getirmektedirler. İmam
Muhammed, mezkûr rivayetlerden sonra “biz bu rivayetlerin tamamını alıyoruz.”120
ifadesini kullanarak mezhebin genel kanaatini belirtir.
118
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 40; ٠َِّط
َ َٓخ٠َِ َػ٠َََ٘ظٌَََِّ ْْ ػُ َّْ ٍَ َؿ َغ كَز٣ ُْٝ َ ػَّؤَٞ َُ ًَخَٕ اِ ًَح ٍَػَقَ ٍَ َؿ َغ كَظَّٚٗأ
119
Şeybânî,el-Hücce, I, 60-69; ٍَ ِحؿذٌ ِٓ ْٖ ًُ َِّ ى ٍَّ َٓخث
ِ َٝ ُءُٞػُٞ ُ“ حHer damlayan kandan dolayı abdest vâcip
olur.”; benzer rivayetler için bk. Ebû Yûsuf, el-Âsâr, s. 6; Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 40; a.mlf., el-
Asl, I, 73; Debûsî, el-Esrâr, I, 5; Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 24.
120
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 40.
121
Buhârî, “Vudû”, 34; Müslim, “Hayız”, 18 ضوءَ إِاال ِم ْن َح َد ٍث ُ َال ُو
122
Buhârî, el-Mâide, 5/6. âyetinin genel ifadesi yanında, “Kişi, ses ve koku duymadıkça namazdan
ayrılmaz.”, “Müslümanlar yaralı (kanları akıyor olduğu) halde namazlarını kılardı.”, “Kandan
dolayı abdest gerekmez.” mealindeki benzer hadis ve eserleri delil olarak zikreder. (“Vudû”, 34.)
123
Aynî, Umdetü‟l-kârî, III, 53.
124
Sahnûn, el-Müdevvene, I, 29.
125
Şâfiî, el-Ümm, I, 128-129.
126
İbn Kudâme, el-Muğnî, I, 292.
127
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, I, 157; Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 55.
128
Buhârî, “Gusl”, 28.
37
Hanefîler, Saîd b. Müseyyeb‟in rivayet ettiği “Hz. Ömer, Osmân ve ÂiĢe
derlerdi ki: Tenâsül uzuvları birbirine temas ettiğinde gusül vâcip olur.”129 ve benzeri
rivayetleri130 delil getirmektedir.
Buhârî, rivayetlerin akabinde konuyla ilgili görüşünü şöyle izah eder: “Ebû
Abdillah Buhârî Ģöyle dedi: „(Meni akıtmadan da) yıkanmak (dinde) daha ihtiyatlı
olandır. Biz bu rivayeti, bu hususta sahâbenin (yıkanmanın vâcip olup olmaması
hususundaki) ihtilâflarından dolayı beyan ettik.”134
38
6. Cünübün ve Hayız Halindeki Kadının Kur‟ân Okuması
Sözlükte “uzaklık” manasında bir ism-i mastar olan cünüp, fıkıh terimi olarak
“cinsel iliĢki veya meninin gelmesi sebebiyle gusletmesi gereken kiĢi”136 olarak
tanımlanırken “akmak” manasına gelen hayız, fıkıh terimi olarak “herhangi bir
sağlık problemi olmadığı halde kadından (her ay periyodik olarak) gelen
kan”137şeklinde tarif edilmektedir. İslâm dininde ibadetlerde kişinin, hakikî ve hükmî
kirlilikten arınmış olması şarttır. Kişinin, abdestsiz Kur‟ân okuyabileceği konusunda
âlimler ittifak etmekle birlikte cünübün ve hayız halindeki kadının okuyup
okuyamayacağı hususunda ihtilâf etmişlerdir.
Hanefîler, İbn Ömer‟in söylediği “Bir adam ancak temiz (tahir) olduğu halde
secde edebilir ve Kur‟ân okuyabilir.”144 sözünü delil getirmektedirler. İmam
Muhammed bu rivayetin akabinde: “Biz bunu alıyoruz. Bu, Ebû Hanîfe‟nin de
görüĢüdür. KiĢinin namaz abdesti olmaksızın Kur‟ân okumasında bir mahzur yok
fakat cünüp iken okuyamaz.” diyerek mezhebin genel tercihini ifade etmektedir. Daha
sonraki dönemde Tahâvî, İbn Ömer‟den nakledilen “Hayızlı ve cünüp kiĢi Kur‟ân‟dan
136
Kal„acî, “Cünüp”, s. 167.
137
Sâğircî, el-Fıkhu‟l-Hanefî ve edilletüh, I, 93.
138
Hattâbî, Me„âlimü‟s-sünne, I, 66.
139
İmam Mâlik, hayızlı kadının Kur‟ân‟ı unutma korkusu ve cünüp kişi gibi gusül alarak hayızlığını
izale etme gibi bir durumunun olmaması sebebiyle hayızlının az da olsa Kur‟ân okumasını câiz
görmektedir. (İbn Rüşd, el-Bidâye, I, 110-111; Desûkî, HâĢiyetü‟Ģ-ġerhi‟l-kebîr, I, 94.)
140
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, II, 408; İbn Hacer‟in bu rivayeti “َ٤ َ ِ ”هsiğasıyla zikretmesi bu rivayetin
oldukça zayıf olduğunu göstermektedir. Ayrıca mezhepte tercih edilen görüş ise cünüp ve hayızlı
kimsenin Kur‟ân‟dan ne az ne de çok okuyabileceği şeklindedir. (Mâverdî, el-Hâvî, I, 147;
Nevevî, el-Mecmû„, II, 158.)
141
İbn Hazm, el-Muhallâ, I, 77.
142
Aynî, Umdetü‟l-kârî, III, 274; İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, II, 408.
143
Tahâvî, Kur‟ân‟ın nazmı ile manasının, her bir kelimeye hasredildiğini dolayısıyla, bir âyetten
daha az olan kıraatle namazın câiz olmadığını söyler. (Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I, 141.)
144
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 107. َٛ ؽخٞٛ ٝ وَأ حُوَإٓ اال٣ الٝ َٔـي حَُؿ٣ ال:ٍٞو٣ ٕ ًخٚٗػٖ حرٖ ػَٔ ح
39
bir Ģey okuyamaz.”145 ve benzeri146 rivayetleri esas aldığı görülmekle beraber sonraki
kaynaklarda onun cünüp, hayızlı ve loğusa kadının Kur‟ân‟dan bir âyeti veya daha
azını okumasının câiz olacağı görüşünde olduğu zikredilmektedir.147
Buhârî, “Hayızlı kadın, Kâbe‟yi tavaf etmesi müstesna bütün hac fiillerini
yerine getirir.”148 bab başlığı altında İbn Abbâs‟ın “Cünübün kıraatinde bir sakınca
yoktur.” sözü ile tâbiînden İbrâhim en-Nehaî‟nin “Hayızlı kadının âyet okumasında
bir sakınca yoktur.”149 sözünü esas alır. Buhârî ayrıca Hz. Peygamber tüm hallerinde
Allah‟ı zikrettiğine,150 hayızlı kadınlar da dahil olmak üzere tüm sahâbe kadınlarının
bayram günü namazgaha çıkmalarının emredildiğine151 ve Hz. Peygamber‟in
Herakleios‟a içinde iki âyet bulunan bir mektup gönderdiğini, onun da kâfir ve cünüp
olduğu halde bunu okuduğuna dair rivayetleri152 delil zikrederek hayızlı kadının hac
sırasında tavaf dışında dua, zikir -ki buna Kur‟ân tilaveti de dahil tüm tesbihatları-
yapabileceğinin câiz olduğunu153 ileri sürmektedir.
145
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 88; ٕال حُلخثغ حُوَآٝ وَأ حُـ٘ذ٣ ;الKüçük lafız değişiklikleriyle beraber
bk. Tirmizî, “Tahâret”, 98; İbn Mâce, “Tahâret”, 105; Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I, 141.
146
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 87, 90; Aynî, el-Binâye, I, 644.
147
Merğînânî, el-Hidâye, I, 74; Hattâbî, Me„âlimü‟s-sünne, I, 66.
ِ ٤ْ َحفَ رِ ْخُزَٞ ََّخ اِال حُطًَُِّٜ ي ِ َ٘ٔ ُ ْحُ َلخثِغُ ْح٠ؼ
ِ رخد طَ ْو
148
Buhârî, “Hayız”, 7; ض َ َٓخ
149
Buhârî, “Hayız”, 7; Ali el-Kârî, Fethü bâbı‟l-Ġnâye, I, 141.
150
Buhârî, “Hayız”, 7.
151
Buhârî, “Îdeyn”, 12.
152
Buhârî, “Hayız”, 7.
153
Aynî, Umdetü‟l-kârî, III, 275.
154
Mâverdî, el-Hâvî, I, 149.
155
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, II, 408.
156
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, I, 126.
40
İbrâhim‟den naklettiği “Cünüp kiĢi tam bir âyet değil, daha azını okur.”157
mealindeki sözünü zikreder.158
Sözlükte “bir iĢe yönelmek, bir Ģeyi kastetmek”159 manasına gelen teyemmüm,
fıkıh terimi olarak, “suyun hakikaten veya hükmen olmadığı durumlarda küçük veya
büyük abdestsizliği gidermek niyetiyle, temiz toprağa veya o cinsten olan bir maddeye
elleri vurarak, yüzü ve kolları meshetmek”160 şeklinde tanımlanmaktadır. İslâm
âlimleri teyemmümde mesh edilecek miktar161 hususunda ihtilâf ettiği gibi ellerin kaç
kez toprağa vurulacağı (darp) konusunda da ihtilâf etmiştir.162
Câbir, İbn Ömer, en-Nehaî, İbn Ebî Leylâ,163 Sevrî, Leys b. Sa„d, İmam
Mâlik,164 İbn Mübârek, Şâfiî165 ve Hanefîler teyemmümün iki darptan ibaret olduğunu
söylerken166 Şa„bî, Mekhûl, Atâ, meşhur kavline göre Evzâî,167 İshâk, Ahmed b.
Hanbel,168 Taberî ve İbn Münzir gibi âlimler el ve yüz için tek darbın yeterli olacağı
görüşündedir.169 Buhârî de bu görüştedir. Muhammed b. Sîrîn ise teyemmümde üç
darp yapılması gerektiğini söyler.170
157
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, I, 126.
158
Aynî, Umdetü‟l-kârî, III, 274.
159
Nesefî, Tılbetü't-talebe, s. 9.
160
Serahsî, el-Mebsût, I, 106.
161
Mübârekfûrî, Ġbkârü‟l-minen, s. 153; Mâhir Yâsîn Fahl, Eserü ihtilâfi‟l-esânîd, s. 354-358.
162
Mâhir Yâsîn Fahl, a.g.e., s. 350; Mûsâ b. Ali el-Emîr, Câbir b. Abdillah ve fıkhuh, I, 204.
163
Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 45.
164
İbn Rüşd, el-Bidâye, I, 157. Fakat Karâfî, mezhebin görüşünü tek darp olarak göstermektedir. (ez-
Zahîre, I, 353.)
165
Şâfiî, el-Ümm, IX, 136; Mâverdî, el-Hâvî, I, 233; Kâsânî, Şâfiî‟nin iki kavlinden birinin bu yönde
olduğunu söylerken (Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 45), Aynî bunun Şâfiî‟nin kavl-i cedîdi olduğunu (el-
Binâye, I, 493.) belirtir.
166
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, I, 146; Merğînânî, el-Hidâye, I, 60; Aynî, Umdetü‟l-kârî, IV,
19.
167
Evzâî‟den gelen meşhur rivayete göre teyemmümde tek vuruş yeterlidir. (Kal„acî, Mevsûatu fıkhi
Abdurrahmân el-Evzâî, s. 253.)
168
İbn Kudâme, el-Kâfî, s. 45.
169
Mâhir Yâsîn Fahl, Eserü ihtilâfi‟l-esânîd, s. 350; Mûsâ b. Ali, Câbir b. Abdillah ve fıkhuh, I, 204.
170
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, I, 456; Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 45; Aynî, el-Binâye, I, 493.
41
nüzulü ile ilgili bilgi veren uzunca rivayetin akabinde “Biz de bunu alıyoruz.
Teyemmüm, bir kez yüze ve bir kez de dirseklerle beraber iki eli toprağa vurmaktan
ibarettir.”171 ifadesiyle mezhebin genel kanaatini belirtmektedir.
Buhârî, es-Sahîh‟inde “tek darp (vuruĢ) ile teyemmüm”174 bab başlığı altında
Şakîk (r.a)‟ın rivayet ettiği “Resûlullah (s.a):„Senin Ģöyle yapman sana yeterdi‟
buyurdu ve (göstermek için) ellerini yere vurup çırptı, yüzünü ve avuçlarını
meshetti.”175 ve benzeri hadisleri176 esas almaktadır.
171
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 49; ٍٞ هٞٛٝ ٖ٤ حَُٔكو٠ُٖ ا٣ي٤ُِ ػَرشٝ ٚؿُِٞ ْٔ ػَرظخٕ ػَرش٤حُظٝ ٌٌح ٗؤهٜرٝ : هخٍ ٓلٔي
لش٤٘ ك٢أر
172
Tahâvî, Ahkâmü‟l-Kur‟ân, I, 104; ،د ِ َ ُّٔ ِْ رِخُظُّ ََح٤ََّشُ حُظ٣ض آ ْ ََُِ َٗ َٖ٤ ََِّٓ َْ ِكَٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ
َّ ٠َِّط َ ٢ِّ ِض َٓ َغ حَُّ٘ز
ُ ْ٘ ًُ :ٍَ هَخ،ٍخ
ٍ َّٔ ػ َْٖ َػ
ط٘اخ ْ َرَٝ َاحْٜ َ ِٖ ظ٤ْ ْحُٔ ٌْ٘ َزَٝ ِٖ ٣ْ َي٤َ ِْ ُِ ح ِك َيساَٝ ػَْ رَشا
َ َخ ٘ ْ
ر َ ػ ْ ُ ػ ، ٚ
َ َ َّ ِ َ ِ ِ َ َ َْؿ ٞ ْ
ِ ُ ا سيَ ك حٝ ا شر َْ ػ َخ ٘رْ َ ؼ
َ َ َ ك
173
Zeylaî, Nasbu'r-râye, I, 151; Semerkandî, el-Fıkhu‟n-Nâfî, I, 118.
174
Buhârî, “Teyemmüm”, 8.
175
Buhârî, “Teyemmüm”, 4, 8; هللا٠ِ (ط٠ُّ د حَُّ٘ ِز َ ََ ؼ َ َ ك، - َ ٌَ ٌَحٛ ي َ ٤َِ ٌْل٣ َٕ طٔض اَِّٗ َٔخ ًَخ: )ِْٓٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ِ (ط٠ُّ ِكَوَخ ٍَ حَُّ٘ز
َّ ُ
ِٚ ٤ْ ًَلَٝ َُٜٚ ْؿَٝ َٔخِٜ ِ ػ َّْ َٓ َٔ َق ر، َٔخِٜ ٤َِٗلَ َن كَٝ ، ع َّ
َ ٍْ حألِٚ ٤ْ ِْٓ ) رِ ٌَلٝ ٚ٤ِ; ػ
Buhârî, “Teyemmüm”, 4.ِٚ ٤ْ َّ ًَلَٝ َُٜٚ ْؿَٝ ع كَ َٔ َٔ َق َ ٍَْ ْحألِٙ َ ِي٤ِ ََِّْٓ رَٝ ِٚ ٤ْ َِ هللاُ َػ٠َِط َ ٢ُّ ِد حَُّ٘ز َ َهَخ ٍَ َػ َّٔخ ٍُ ك
176
َ ََ ؼ
177
Aynî, Umdetü‟l-kârî, IV, 37.
178
Mübârekfûrî, Ġbkârü‟l-minen, s. 155.
42
8. Köpeğin Yaladığı Kabın Temizliği
179
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, I, 118.
180
Serahsî, el-Mebsût, I, 93.
181
İbn Rüşd, el-Bidâye, I, 68; Desûkî, HâĢiyetü‟Ģ-ġerhi‟l-kebîr, I, 83.
182
Mâverdî, el-Hâvî, I, 307; İmrânî, el-Beyân, I, 429; İmam Şâfiî, yedi temizlenmenin birincisinin
toprakla olması gerektiğini söyler.
183
Ahmed b. Hanbel böyle kapların, birincisi toprakla olmak kaydıyla sekiz kez temizlenmesinin
vâcip olduğunu söyler. (İbn Kudâme, el-Muğnî, I, 73.)
184
İbn Hazm, suyla beraber yedi kez temizlemenin ilkinin toprakla olması gerektiğini belirtir. (el-
Muhallâ, I, 109)
185
Nevevî, el-Mecmû„, II, 580; a.mlf, ġerhu‟l-Müslim, III, 188; Mübârekfûrî, Tuhfetü'l-ahvezî, I, 221.
186
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, I, 118; Nevevî, el-Mecmû„, II, 580.
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 23; İbn Nüceym, el-Bahrü‟r-râik, I, 225; َْٖ ي ػ َْٖ َػطَخ ٍء ػ ِ َِِٔ َُك َّيػََ٘خ َػ ْز ُي ْح
187
43
Buhârî, Ebû Hüreyre‟nin rivayet ettiği “Birinizin kabından köpek (ağzını
sokup bir Ģey) içtiği zaman o kabı yedi kere yıkasın.”189 mealindeki hadisi esas
almaktadır.
B. NAMAZ
Namazların eda edilmesi için Allah Teâla belirli vakitler tayin etmiştir.
Güneşin doğması ile sabah vakti bitmiş olur. Sabah namazı vaktinin dışındaki
herhangi bir vakitte başlanan bir namazın, diğer namaz vaktinin girmesi durumunda
tamamlanabileceği hususunda âlimlerin ittifakı söz konusudur. Fakat sabah namazının
ikinci rekatının edası sırasında güneşin doğması halinde bu namazın sahih olup
olmayacağı konusu âlimler arasında ihtilâflıdır.191
Hanefîler, böyle bir namazın kamil bir vakitte başladığını fakat güneşin
doğmasıyla nakıs bir vaktin girdiğini dolayısıyla kamil vakitte başlanan namazın
nakıs vakitte eda edilemeyeceği ilkesine istinaden geçersiz olduğunu söylerken,192
Mâlik,193 Şâfiî,194 İbn Ebî Şeybe,195 İshâk ve Ahmed b. Hanbel196 gibi âlimler sahih
olduğunu ileri sürmektedir.197 Buhârî de bu görüştedir.
189
Buhârî, “Vudû”, 33; Müslim, “Tahâret”, 279 (90); Ebû Dâvûd “Tahâret”, 37 (71); Tirmizî,
“Tahâret”, 68 (91); İbn Mâce, “Tahâret”, I, 129.
190
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 23; Merğînânî, el-Hidâye, I, 55; Aynî, Umdetü‟l-kârî, III, 41.
191
Aynî, Umdetü‟l-kârî, V, 48.
192
Aynî, Umdetü‟l-kârî, V, 48.
193
İbn Rüşd, el-Bidâye, I, 243-244.
194
Şâfiî, el-Ümm, I, 232.
195
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, VIII, 385.
44
Hanefîlerin bu görüşü temel kaynaklarda herhangi bir naklî delile
dayandırılmamakla beraber İmam Muhammed, Hanefî mezhebinin görüşünü şu
ifadelerle aktarmaktadır. Hz. Peygamber, kendisinde namaz kılınan (üç) vakitten
nehyetti. GüneĢ doğup da yükseldiği ve parlaklaĢtığı zaman, günün ortasında zeval
vaktinde ve güneĢ batmadan önceki kızardığı sırada. Ancak kiĢi, o günün ikindi
namazını kılmamıĢsa -güneĢ kızarmıĢ olsa da- batana kadar kılabilir.198
196
İbn Kudâme, el-Muğnî, II, 30.
197
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, II, 56.
198
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 78-79; ٖ ططِغ٤ ك: خٜ٤حُٔالّ ػٖ حُظالس كٝ حُظالسٚ٤ٍِ هللا ػٍٞٓ ٠ٜٗ ٢ حُٔخػش حُظ٢ك
إ حكَٔصٝ خٜ٤ِظ٣ ٚٗ كبٚٓٞ٣ َذ اال ػظ٤ طـ٠ٖ طلَٔ حُشْٔ كظ٤ٍ كِٝ ط٠خٍ كظُٜ٘ٗظق حٝ غ٤طزٝ طَطلغ٠حُشْٔ كظ
- هللاٚٔ ٍك- لش٤٘ ك٢ٍ أرٞ هٞٛٝ حُشْٔ هزَ إٔ طـَد
199
Serahsî, el-Mebsût, I, 151; Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 296; Benzer rivayetler için bk. Müslim,
“Salâtü‟l-müsâfirîn”, 51 (285) طَخٗخَٞٓ َخٜ٤ِإَٔ ٗوزَ كَٝ َخٜ٤ِ ك٢ِ ََِّْٓ َ إَٔ ٗظَٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ َّ ٠َِّطَ ٍ هللاٍَُٞٓ َخَٗخَٜٗ ْ هَخصَٝػَ َالع أ
دَٝق ُِـ٤ٖ طؼ٤كَٝ ٍُِٝ َ ط٠ََّخ َكظُٜحَٝ َُ ػ٘يَٝ طَْ طَلغ٠َّع حُ َّش ْْٔ َكظُُِِٞػ ْ٘ي ؽ
200
Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 296; Benzer rivayet için bk. Müslim, “Salâtü‟l-müsâfirîn”, 290.
201
Buhârî, “Mevâkît”, 29, 17; Müslim, “Mesâcid”, 163, (608); Muvatta‟, “Vukût”, 5, (1, 6); Tirmizî,
“Salât”, 137, (186); Ebû Dâvûd, “Salât”, 5; ْٖ َٓ َٝ ى حُظُّ ْز َق ْ ى ِٓ ْٖ حُظُّ زْق ٍَ ًْ َؼشا هَ ْز ََ أَ ْٕ ط
َ ٍَ َطُِ َغ حُ َّش ُْْٔ كَوَ ْي أَ ْى َ ٍَ َٓ ْٖ أَ ْى
ِ
ََ ْى ْحُ َؼظ
َ ٍَ ُد حُ َّش ُْْٔ كَوَ ْي أَ ْى
َ َى ٍَ ًْ َؼشا ِٓ ْٖ ْحُ َؼظْ َِ هَ ْز ََ أَ ْٕ طَ ْـ
َ ٍَ أَ ْى
202
İbnü‟l-Hümâm, Fethü‟l-kadîr, I, 386.
203
Aynî, Umdetü‟l-kârî, V, 77.
45
2. Kerâhet Vakitlerinde Kaza Namazı
Beş vakit namazın kendilerine tayin edilen zaman dilimi içinde kılınmasının
farziyeti hususunda âlimler ittifak etmekle beraber, kişinin namaz vaktinde uyuya
kalması veya namazını unutması sebebiyle kılamaması halinde uyandığı veya
hatırladığı zaman (kerâhet vakti olsa dahi) namazını kaza edip edemeyeceği konusu
tartışmalıdır.
204
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 399- 402; Merğînânî, el-Hidâye, I, 98; Mübârekfûrî, Tuhfetü‟l-
ahvezî, III, 469.
205
Sahnûn, el-Müdevvene, I, 130.
206
Mâverdî, el-Hâvî, II, 271.
207
İbn Kudâme, el-Muğnî, I, 336.
208
Tirmizî, “Salât”, 16-18 (130); Aynî, el-Binâye, I, 837.
209
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 78-79; ْٖٔ ططِغ حُش٤ ك: خٜ٤حُٔالّ ػٖ حُظالس كٝ حُظالسٚ٤ٍِ هللا ػٍٞٓ ٠ٜٗ ٢ حُٔخػش حُظ٢ك
َإ حكَٔص حُشْٔ هزٝ خٜ٤ِظ٣ ٚٗ كبٚٓٞ٣ َذ اال ػظ٤ طـ٠ٖ طلَٔ حُشْٔ كظ٤ٍ كِٝ ط٠خٍ كظُٜ٘ٗظق حٝ غ٤طزٝ طَطلغ٠كظ
- هللاٚٔ ٍك- لش٤٘ ك٢ٍ أرٞ هٞٛٝ إٔ طـَد
46
ve güneĢin batmaya yaklaĢtığı sırada.”210 mealindeki hadisle temellendirilmektedir.
Buhârî, Enes b. Mâlik‟in rivayet ettiği “Her kim bir namazı unutur, yahut uyur
kalırsa, hatırladığı zaman onu kılsın, bunun kefâreti sadece budur.(...)” 211 ve benzeri
rivayetlerle istidlâlde bulunur.
Ebû Hanîfe‟nin bu görüşü, ilk kaynaklarda doğrudan herhangi bir naklî delille
temellendirilmemekle beraber İmam Ebû Yûsuf, el-Âsâr‟da en-Nehaî‟nin rivayet
ettiği “Cuma günü imam hutbe verirken biri Ġbn Mes„ûd‟dan âyet okumasını istedi. O
210
Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 296; طَخٗخَٞٓ َخٜ٤ِإَٔ ٗوزَ كَٝ َخٜ٤ِ ك٢ِ ََِّْٓ َ إَٔ ٗظَٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ
َّ ٠َِّطَ ٍ هللاٍَُٞٓ َخَٗخَٜٗ ْ هَخصَٝػَ َالع أ
َّ ُ ُ
دَٝق ُِـ٤ٖ طؼ٤كَٝ ٍُِٝ َ ط٠ََّخ َكظُٜحَٝ َُ ػ٘يَٝ طَْ طَلغ٠َّع حُش ْْٔ َكظِٞ ; ِػ ْ٘ي ؽBenzer rivayetler için bk. Müslim,
“Salâtü‟l-müsâfirîn”, 51 (285); Tirmizî, “Cenâiz”, 41.
Buhârî, “Mevâkît”, 37; Müslim, “Mesâcid”, 55 (314-316); ط َالسا َ ٢َ ِٔ َٗ ْٖ َٓ ٍَ ََِّٓ َْ هَخَٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ
َّ ٠َِّط
َ ٢ِّ ِػ َْٖ حَُّ٘ز
211
ََخ اِ َّال ًَُِيَُٜ ََخ َال ًَلَّخ ٍَسََٛ ًَ ًَ ُظ َِّ اِ ًَح
َ ٤ِْ َ ك
212
Merğînânî, el-Hidâye, I, 208; Zeylaî ve İbn Hacer el-Hidâye‟de geçen bu ifadenin hadis olmayıp
Zührî‟nin sözü olduğunu, hatta İmam Mâlik‟in bunu doğrudan Zührî‟den naklettiğini söyler.
(Zeylaî, Nasbu‟r-râye, II, 201; İbn Hacer, ed-Dirâye, I, 216-217.)
213
Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 264; Merğînânî, el-Hidâye, I, 98; Aynî, el-Binâye, I, 832.
214
İbn Rüşd, el-Beyân ve‟t-tahsîl, I, 368; Desûkî, HâĢiyetü‟Ģ-ġerhi‟l-kebîr, I, 388.
215
Şâfiî mezhebinde Cuma günü imam minberde iken mescide giren kişinin oturmadan önce iki rekat
kılması sünnettir. (Mâverdî, el-Hâvî, II, 427; Nevevî,el-Mecmû„, IV, 52, 551.)
216
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, VIII, 425.
217
İbn Kudâme, el-Muğnî, II, 554.
218
Nevevî, el-Mecmû„, IV, 174; İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, II, 309.
47
da namaz bitene kadar konuĢmadı. Namazdan sonra o kiĢiye: „Senin namazdan
nasibin (alacağın sevap), sorduğun Ģeydir (yani azdır).‟ dedi.”219 rivayeti ve benzeri
rivayetlerle220 delillendirdiği görülmektedir.
Buhârî, konuyla ilgili rivayetleri “Ġmam hutbe sırasında bir adamın geldiğini
gördüğünde o kiĢiye iki rekat kılmasını emreder.”221 ve“Ġmam hutbedeyken gelen
kimse iki rekat namaz kılar.”222 adlı bab başlıklarında zikretmektedir.
Buhârî, Câbir b. Abdillah‟tan rivayet ettiği “Hz. Peygamber Cuma günü hutbe
verdiği sırada bir adam geldi. O adama hitaben: „Namazını kıldın mı? diye sordu.
Adam „Hayır‟ deyince: „O takdirde kalk, kıl‟ dedi.”223 şeklindeki konuşması ve
tahiyyetü‟l-mescid namazıyla ilgili bazı rivayetlerin224 genel ifadesini esas almaktadır.
219
Ebû Yûsuf, el-Âsâr, s. 72.
220
Hanefîler ayrıca İbrâhim en-Nehaî‟nin rivayet ettiği “Cuma günü imamın hutbe vermediği bir
sırada dört rekat kıl.” (Ebû Yûsuf, el-Âsâr, s. 73) anlamındaki hadis ile Ebû Hanîfe‟nin söylediği:
“Ġmam hutbeye çıktığında ne namaz ne de bir konuĢma söz konusudur.” mealindeki sözü nakleder.
(Merğînânî el-Hidâye, I, 208-209.)
221
Buhârî, “Cuma”, 31.
222
Buhârî, “Salât”, 59.
223
Buhârî, “Cuma”, 32; َْض٤َِّط َ َْ َّ ْحُ ُـ ُٔ َؼ ِش كَوَخ ٍَ أَٞ٣ ّخ
َ ََُّ٘ ْوطُذُ ح٣ َْ ََِّٓ َٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ
َّ ٠َِّط َّ ػ َْٖ َؿخرِ َِ ْر ِٖ َػ ْز ِي
َ ٢ُّ ِحَُّ٘زَٝ ٌَ هللاِ هَخ ٍَ َؿخ َء ٍَ ُؿ
َخ كُ َالُٕ هَخ ٍَ َال هَخ ٍَ هُ ْْ كَخٍْ ًَ ْغ٣
224
Buhârî, “Salât”, 59, “İstikrâz”, 7; Müslim, “Salâtü‟l-müsâfirîn”, 71; Ebû Katâde es-Selemî‟nin
rivayet ettiği “Biriniz mescide girdiğinde, iki rekat namaz kılmadan oturmasın.” (Buhârî, “Salât”,
60, “Teheccüd”, 28; Müslim, “Salâtü‟l-müsâfirîn”, 69, 70 (714); َٖ هز٤ًَغ ًٍؼظ٤ِاًح ىهَ أكيًْ حُٔٔـي ك
ِْـ٣ ٕأ
225
el-Bakara, 2/238.
226
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, I, 260.
227
Mustafa Sabri Efendi, Kâsânî‟nin Ebû Hanîfe‟nin İmâmeyn‟in görüşüne döndüğüne dair güvenilir
âlimlerin sözlerini zikretmeyip aksine Sâhibeyn‟in görüşünü çürütmeye çalışmasının tuhaf bir şey
olduğunu söyler. Ayrıca Ebû Hanîfe‟nin, ilk görüşünden döndüğünü, bu meselede İmameyn ve üç
mezhebin haklı olduğunu belirtir. (Meseletü tercümeti‟l-Kur‟ân, s. 51-52.)
48
Şâfiî,229 Mâlikî,230 Hanbelî231 ve Zâhirî mezheplerine232 göre ise Arapçanın dışında
herhangi bir dille namaz kesinlikle câiz değildir.233 Buhârî de bu görüştedir.
Bu görüş sahiplerine göre, namaz kılan kişinin Arapça kıraati düzgün olsun
veya olmasın Farsça kıraat yapması mutlak olarak câiz değildir.234 Çünkü Kur‟ân
Arap dilinde inmiştir. Bu sebeple Farsça okunan şey, onlara göre Kur'ân olamaz.
Ancak Arapça‟yı telaffuzda zorlanan kimse bunu öğreninceye kadar kıraat yerine
tesbîh (Sübhânellâh) ve tehlilde (Lâ ilâhe illallâh) bulunabilir.235 Şayet kişi bunu da
okuyamıyor ise Fâtiha sûresini okuyacak kadar bekler.236
Namazda Kur‟ân tercümesi ile kıraatin cevazına dair Ebû Hanîfe‟ye isnat
edilen görüş, mezhebin ilk kaynaklarında yer almasına rağmen İmameyn tarafından
benimsenmediği görülmektedir.
Ebû Hanîfe, “Rabbinin adını anıp namaz kılan/O'na kulluk eden (…)‟‟237
mealindeki âyetin genel manası238 ile İbrâhim en-Nehaî‟nin naklettiği şu rivayeti esas
َّ
almaktadır: “Bir gün Abdullah b. Mes„ûd, Arap olmayan bir adama Kur‟ân‟dan ٕا
َ ّٞ( َش َـ ََس حُِ ُهġüphesiz zakkum ağacı, günahkârların yemeğidir.)239 âyetini
ْ٤ِؽ َؼخّ حألػ
okutmaya çalıĢıyordu. (Adam bir türlü âyeti gerektiği gibi okuyamayınca) Abdullah
(r.a) ona: „Peki, „Ta„âmu‟l-esîm‟ yerine „Ta„âmu‟l-fâcir‟ diyebilir misin?‟ diye
sordu240 ve Ģöyle devam etti: „Allah‟ın kitabını okumada hata, onda bulunan „el-
Ğafûru‟r-Rahîm, el-Ğafûru‟l-Hakîm, el-Azîzü‟r-Rahîm, Allah Tebâreke ve Teâlâ
ifadelerini kullanman değil, azap âyetini rahmet âyeti yerine, rahmet âyetini de azap
228
Teftâzânî, et-Telvîh ġerhu‟t-tenkîh, s. 37; Aynî, el-Binâye, II, 206; İbn Âbidîn, Reddü‟l-muhtâr, I,
480.
229
İmam Şâfiî‟ye göre, namaz kılan kişinin kıraati düzgün olsun veya olmasın Farsça kıraat mutlak
olarak câiz değildir. (Nevevî, el-Mecmû„, III, 379.)
230
Desûkî, HâĢiyetü‟Ģ-ġerhi‟l-kebîr, I, 125; İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, IV, 132.
231
İbn Kudâme, el-Kâfî, s. 88; İbn Kudâme, el-Muğnî, II, 158.
232
İbn Hazm, el-Muhallâ, IV, 159.
233
Nevevî, el-Mecmû„, III, 341; Abdülazîz el-Buhârî, KeĢfü‟l-esrâr, I, 72.
234
Nevevî, el-Mecmû„, III, 237; İbn Kudâme, el-Muğnî, II, 158.
235
Kâsânî, Bedâ‟i„, I, 112; Aynısı Hanbelî mezhebi için de söz konusudur. İbn Kudâme, el-Kâfî, s. 88.
236
Zemahşerî, Ruûsu‟l-mesâil, s. 158.
237
el-A„lâ, 87/15; َْ ْٓ ًَ ًَ ََ حَٝ ٠َِّظ
َ َ كِٚ ٍَِّر
238
Ebû Hanîfe, Arapça dışında başka bir dille kıraati câiz görürken temelde kulluğu esas almaktadır.
Dolayısıyla bu kişi, dili dönmediği halde iman eden, hac sırasında telbiye yapan ve hayvan
boğazlayan gibidir. (Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I, 241.)
239
ed-Duhân, 44/43-44.
240
Zemahşerî, Ruûsu‟l-mesâil, s. 158; Kurtubî, Tefsîru‟l-Kurtubî, XXIX, 132.
49
âyeti yerine okuman ve Allah‟ın kitabında bulunmayan bir Ģeyi ona ilave etmendir.‟241
İmam Muhammed‟in bu rivayetin akabinde “Biz bu rivayeti kabul ediyoruz.
Ebû Hanîfe‟nin görüĢü budur.”242 ifadesine yer vermektedir.
İmam Muhammed, Ebû Hanîfe‟nin “KiĢi Arapçayı güzel telaffuz ettiği halde
namazda tekbiri Farsça alıp, sonra kıraate Farsça devam etse bu ona yeterlidir
(namazı câizdir).”243 ve benzeri sözlerini244 nakletmesi Ebû Hanîfe‟nin Farsça kıraati
mutlak olarak kabul ettiğini göstermesi bakımından önemli bir ayrıntıdır.245
Bu rivayetin akabinde “Ġmam Ebû Yûsuf ve Muhammed‟in kiĢinin ancak
Arapçayı güzel (yeterli ve istenilir derecede) telaffuz edemediği takdirde Farsça
(veya baĢka bir dille) okumasının câiz olacağı” görüşünde oldukları
belirtilmektedir.246 Zira İmâmeyn‟e göre Kur‟ân, nazmı Arapça olan kitaptan
ibarettir.247
Bu konuda Hanefî kaynaklarında ihtilâfa sebep olan delillerden biri de
Selmân-ı Fârisî rivayetidir.248 Bu rivayete göre Selmân-ı Fârisî yeni Müslüman olan
bazı Fârisîlerin Kur‟ân okuyamamaları sebebiyle kendisinden onlara Fâtiha sûresini
Farsça yazıp yollamalarını isterler. O da bu isteklerini yerine getirir.249
241
Şeybânî, el-Âsâr, I, 301; Ebû Yûsuf, el-Âsâr, s. 44; Tehânevî, Ġ„lâü‟s-sünen, IV, 132; أهزَٗخ: هخٍ ٓلٔي
ػزيُٚ ٍ هخ، ٙخ٤ْ كِٔخ إٔ أػ٤ّ ؽؼخّ حألػٞخ إ شـَس حُِه٤ٔوَة ٍؿال أػـ٣ ٕى ًخْٞ إٔ حرٖ ٓٔؼ٤ٛ ػٖ ارَح، ػٖ كٔخى، لش٤٘ كٞأر
ْ إٔ طوَأ٤ُ ، َؿٝ ِ ًظخد هللا ػ٢ إ حُوطؤ ك: ٚ٘ هللا ػ٢ى ٍػٞهخٍ ػزي هللا رٖ ٓٔؼٝ ، َ ؽؼخّ حُلخؿ: ٍٞ أ َٓخ طلٖٔ إٔ طو: هللا
ش حُؼٌحد٣ٌُٖ حُوطؤ إٔ طوَأ آٝ ٠ُطؼخٝ ًٌُي هللا طزخٍى، ْ٤ِ حَُك٣ِ حُؼ، ْ٤ٌِ حُل٣ِ حُؼ، ْ٤ٍ حَُكٞ حُـل: ٍٞ طو، رؼغ٢ كٚرؼؼ
.ٚ٤ْ ك٤ُ ٓخ٠ُ ًظخد هللا طؼخ٢ي ك٣ِإٔ طٝ ، ش حُؼٌحد٣ش حَُكٔش آ٣آٝ ، ش حَُكٔش٣آ
242
Şeybânî, el-Âsâr, I, 301; Tehânevî, Ġ„lâü‟s-sünen, IV, 132; لش٤٘ ك٢ٍ أرٞ هٞٛٝ .ٌ ٗؤهًِٚ ٌحٜرٝ : هخٍ ٓلٔي
243
Şeybânî, el-Asl, I, 39; َ ُٓ َل َّٔ ٌي الَٝ َُٓقُٞ٣ ُٞهَخ ٍَ أَرَٝ ََُّٙشَ أَؿْ َِح٤ُِلْ ُِٖٔ ْحُ َؼ ََر٣ َٞ َُٛٝ َخِٜهَ ََأَ رَٝ َّ ِش٤ِٓ ٍخ
ِ َلَشَ اِ ِٕ ح ْكظَظَ َق حُظ ََّالسَ رِ ْخُل٤ِ٘ َكُٞهَخ ٍَ أَرٝ
ََّش٤ُِلْ ُِٖٔ ْحُ َؼ ََر٣ ٕ َالٌُٞ َ٣ ْٕ َ اِالَّ أِٚ ٣ِِ ُْـ٣
244
Şeybânî, Ebû Hanîfe‟nin şöyle dediğini rivayet etmektedir: “Arapçayı güzel telaffuz ettiği halde bir
kiĢinin namazda Farsça tekbir alıp, kıraat yapması veya besmele çekerek hayvan boğazlaması
câizdir.” (el-Câmi„ü‟s-sağîr, s. 94)
245
Faruk Beşer, konuyla ilgili kaleme aldığı “Ebû Hanîfe‟nin Kur‟ân Anlayışı” (Beşer, Faruk, Usûl
Ġslam AraĢtırmaları, c. 1, sy. 1, s. 12, 0cak-Haziran 2004.) adlı makalede imamın bu görüşünün
birinci derecede fıkıh kaynaklarında yer almadığını belirtmektedir. Fakat bunun İmam
Muhammed‟in Kitâbü‟l-Asl ile el-Câmi„ü‟s-sağir‟inde yer aldığı görülmektedir. (Şeybânî, el-Asl, I,
39, 236; el-Câmi„ü‟s-sağîr, s. 94.)
246
Şeybânî, el-Asl, I, 16; Leknevî, Fevâtihu'r-rahâmût, II, 10; Zuhaylî, el-Fıkhu‟l-Ġslâmî, II, 818.
247
Mergînânî, el-Hidâye, I, 117; Zeylaî, a.g.e., I, 289; Ahmed Mollacîyûn, Nûru‟l-envâr, I, 13.
248
Serahsî, el-Mebsût, I, 37; Hatipoğlu, İbrahim “Selmân-ı Fârisî”, DĠA, XXXVI, 442.
249
Serahsî, el-Mebsût, I, 37.
50
Selmân-ı Fârisî‟nin bu fetvası bu konuyla ilgili rivayetlere muhalif görünmektedir.
Nitekim namazda kıraat yapamayan bir kişiye Hz. Peygamber: “(…) Sübhânellâhi
ve‟l hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber. Velâ havle velâ kuvvete illâ
billâhi‟l-aliyyil azîm (…)” şeklinde dua etmesini söylemiştir. Bu sebeple cumhur
ulemâ, namazda kıraatı icra edemeyen kişinin, tesbihat okumasının uygun olacağı
kanaatindedir. Ayrıca Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi, bu rivayetin doğru
olmadığını, doğru olsa dahi bunun mütevâtir derecesine ulaşmadığını, bu gibi
hususlarda ancak yazılı olan mütevâtir rivayetlerin bağlayıcı olabileceğini söyler.250
Buna ilaveten Mustafa Sabri Efendi, Leknevî‟nin “Selmân hadisini araĢtırdım, ancak
Ģu ana kadar hadis kitaplarında bu konuda bir delil bulamadım.” şeklindeki sözünü
naklederek görüşünü teyid etmeye çalışır.251
Buhârî, Ebû Hüreyre‟nin rivayet ettiği, “(…) Namaza kalktığında abdesti tam
al! Sonra kıbleye yönel, tekbir al, sonra Kur‟ân‟dan bildiğin kolay olanını
oku!(…)”252 ve benzeri hadisleri253 esas alarak Arapça dışında başka bir dille kıraatin
-zaruret durumu dahi olsa- câiz olamayacağını söylemektedir.254
250
Mustafa Sabri, Mes‟eletü tercümeti‟l-Kur‟ân, s. 51-52.
251
Mustafa Sabri, a.g.e., s. 61.
252
Buhârî, “İsti‟zân”, 18; ِٕ ي ِٓ ْٖ ْحُوَُْ آ َ َ َّٔ ََ َٓ َؼ٤َ َء ػُ َّْ ح ْٓظَ ْوزَِْ ْحُوِ ْزَِشَ كَ ٌَزَِّْ ػُ َّْ ح ْه ََ ْأ رِ َٔخ طُٞػُٞ ُ حُظ ََّال ِس كَؤ َ ْٓزِ ْؾ ْح٠َُِكَوَخ ٍَ اِ ًَح هُ ْٔضَ ا
253
Buhârî, “Ezan”, 18; “Benim namaz kıldığım gibi namaz kılın.(…)”٢ِ أط٢ٗٞٔظ٣ح ًٔخ ٍحِٞط
254
Buhârî‟nin, muktedînin Fâtiha okumasının vücûbu ile ilgili kaleme aldığı “Hayru‟l-kelâm fi‟l-
kırâ‟a halfe‟l-imâm” adlı eserinde Ebû Hanîfe‟yi Farsça kıraat hususunda açıkça tenkit etmesi,
onun bu görüşte olduğunu net olarak ortaya koymaktadır. (Hayru‟l-kelâm s. 43) : ّ هَخ ٍَ رَؼْغُ حَُّ٘خَٝ
ِْٖ ٤٣َ ََ حألُ ْه٠َِ ْو ََأُ ك٣ الَٝ َّ ِش٤ِٓ ٍخ
ِ َ ِٖ رِخُل٤َ٤َُُٝ ِٖ حال٤ْ َ حُ ََّ ًْ َؼظ٠َشٌ ك٣شٌ آ٣َ آِٚ ٣ِِ ُْـ٣
255
Zemahşerî, Ruûsu‟l-mesâil, s. 158.
256
Zemahşerî, el-KeĢĢâf, III, 506.
51
Kur‟ân olarak okumakla aynı Ģey değildir. Bu, Kur‟ân-ı Kerîm‟in korunmuĢluğu
akidesine de aykırıdır. Üstelik tartıĢılan husus da sadece namazdaki kıraat
meselesidir. Mutlak anlamda Kur‟ân-ı Kerîm‟in tercümesinin Kur‟ân olabileceğini
söyleyen hiçbir âlim yoktur.257
İzmirli İbrâhim Hakkı da şunu ifade eder:“ġurası unutulmasın ki hiç bir lisan
Kur‟ân-ı mucizü‟l-beyâna hakkıyla tercüman olamaz. Hiç bir tercüme, aslının yerini
tutamaz. Hangi tercüme aslındaki iĢârât-ı latîfeyi, muhassanat-ı bedî„iyyeyi kemali ile
tecelli ettirebilir.”258
Sözlükte “yerleĢmek” manasına gelen iftiraş, fıkhî bir terim olarak “kiĢinin
namaz sırasında ilk celsede sağ ayağını dikip sol ayağı üzerine oturması” şeklinde
tanımlanmaktadır.259 Teverrük ise sözlükte “kalçalar üzere oturmak” manasına
gelirken, terim olarak “bir kimsenin son celsede sağ ayağını dikip, sol kalçası üzerine
oturması ve sol ayağını sağ ayağının altından çıkarması” şeklinde tarif
edilmektedir.260
257
Beşer, Faruk, Usûl Ġslam AraĢtırmaları, “Ebû Hanîfe‟nin Kur‟ân Anlayışı.” c. 1, sy.1, s. 23, 0cak-
Haziran 2004; Ayrıca Kurtubî, İbn Mes„ûd‟un bu konuda söylediği şeyin delil olamayacağını
söylemektedir. (Kurtubî, el-Câmi' li-ahkâmi'l-Kur'ân, XIX,132.)
258
İzmirli İbrahîm Hakkı, Meâni-yi Kur‟ân, Önsöz, s. 4.
259
Kal„acî, “İftirâş”, s. 80.
260
Kal„acî, “Teverrük”, s. 151; Zuhaylî, el-Fıkhu‟l-Ġslâmî ve edilletüh, II, 853-854.
261
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, I, 212; Aynî, el-Binâye, II, 229;Umdetü‟l-kârî, VI, 105; Ali el-
Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I, 267-268; Nevevî, ġerhu‟l-Müslim, V, 84.
262
İbn Rüşd, el-Bidâye, I, 319.
263
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, II, 305; Naim, Ahmed, Tecrîd-i sarîh, II, 860.
264
Nevevî, el-Mecmû„, III, 451.
265
İbn Kudâme, el-Kâfî, s. 93.
52
ise birinci oturuşta iftiraş, ikincisinde ise teverrük yapmayı evlâ görmektedir.266
Buhârî “Ümmü Derdâ, namazında erkek oturuĢu gibi otururdu, kendisi bir
fakihe idi.” şeklinde bir bab başlığı altında zikrettiği iki farklı rivayetle kadın ve
erkeğin gerek iftiraş gerekse teverrük şeklindeki oturuşları hususunda herhangi bir
fark görmediğini ifade etmektedir.
266
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, I, 212.
267
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 70; el-Hücce, I, 269-270; ََ َٔ هللاِ رَْٖ ُػ َّ َػ ْز َيََٟ َ٣ َُٕ ًَخََُّٚٗ أََٙ َُ أَ ْهزََّٚٗهللاِ أ
َّ هللاِ ْر ِٖ َػ ْز ِي
َّ ػ َْٖ َػ ْز ِي
ْٕ َهَخ ٍَ اَِّٗ َٔخ َُّٓ٘شُ حُظ ََّال ِس أَٝ ََ َٔ هللاِ رُْٖ ُػ َّ َػ ْز ُي٢َِٗخََٜ٘غ حُِِّّٖٔ ك٣ ُ ْ َٓجِ ٌٍ َك ِيَٞ٣ أََٗخَٝ ُُْٚ كَلَ َؼ ِْظ
َ َِ حُظ ََّال ِس اِ ًَح َؿ٢َِظَ ََرَّ ُغ ك٣ ُ َٔخْٜ٘ هللاُ َػ َّ ٢َ ػ ِ ٍَ
٢ِٗ َال طَلْ ِٔ َال٢ َّ َِ ْي كَوَخ ٍَ اِ َّٕ ٍِؿ ْ َ َِّٗض ا
َ ًَُِ َُ ي طَل َؼ ْ ُ ْ ْ
ُ ِ كَوََٟ ْٔ ُ٤ُ ح٢َ ِ٘طَؼَٝ ٠َْ٘ٔ ُ٤ُي ح ْ َ َِ ْذ ٍِؿ َ ظِ ْ٘ َط
268
Ebû Yûsuf, el-Âsâr, s. 67; Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 261.) Ayrıca bk. (Müslim, “Salât”, 240)
269
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 70; لش٤٘ ك٢ٍ أرٞ هٞٛٝ ٌٌح ٗؤهٜرٝ : هخٍ ٓلٔي
270
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 70.
َ َِاِ ًَح َؿَٝ ٠َْ٘ٔ ُ٤ُذ ْح َ ََٗٝ ََٟ ْٔ ُ٤ُ ْحِٚ ِِ ْ ٍِؿ٠َِْ َػ َ َِ ِٖ َؿ٤ْ َ حُ ََّ ًْ َؼظ٢ِْ ك َ َِكَب ِ ًَح َؿ
271
Buhârî, “Ebvâbü sıfati‟s-salât”, 64; ٢ِْ ك َ ظ
ِٚ ِ َٓ ْو َؼ َيط٠َِهَ َؼ َي َػَٝ ََٟ ذ ْحألُ ْه َظ
َ َ َ َ ٗ ٝ ٟ َ ْٔ ُ ٤ ْ
ُح ُ َٚ ِ ْؿ ٍ ّيَّ َ ه
ِ َ َِ ِ ِ َسَ ه ْ
٥ح شؼ ْ
ً َّ
َ ُ;ح Müslim, “Mesâcid”, 21 (579).
53
6. Selamsız Namazdan Ayrılmanın Hükmü
Âlimler, namaza iftitah tekbiri ile başlamanın farz olduğu konusunda ittifak
etmekle beraber namazın selamla bitirilmesinin farz mı yoksa vâcip mi olduğu
hususunda ihtilaf etmişlerdir.
Ebû Hanîfe ve Hanefîler, selamı namazın vâciplerinden sayarken Hasan b.
Hayy, Leys b. Sa„d, İmam Mâlik,272 Şâfiî273 ve Hanbelîlerin274 de aralarında
bulunduğu âlimlerin çoğunluğu, selamın namazın bir rüknü olduğunu, dolayısıyla
namazın ancak selamla bitirilmesi gerektiğini, aksi takdirde kişinin namazını iade
etmesinin farz olacağını ileri sürmektedirler.275 Buhârî de bu görüştedir.
Kaynaklarda zikredildiği üzere kişinin kendi isteğine bağlı bir fiille namazdan
çıkması (el-hurûc bi sun„ih), Ebû Hanîfe‟ye göre farz, İmameyn‟e göre ise vâciptir.276
Bu görüşe göre namazın son teşehhüdünü tamamlayan birisinin mutlaka selamla
ayrılması gerekmemektedir. Dolayısıyla kişinin teşehhüdden sonra kendi isteğiyle
konuşması, abdest bozması, namazdan kalkması, gülmesi veya bir şey yiyip içmesi
“tahrimen mekruh” olmakla beraber namazdan ayrılmasına mani değildir. Namazı
tamdır, iade etmesi gerekmez.277
272
İbn Rüşd, el-Bidâye, I, 309; İbn Battâl, ġerhu Sahîhi‟l-Buhârî, VIII, 312. Mâlikîlere göre son
oturuşta namazdan çıkmak için ilk selam farzdır.
273
Mâverdî, el-Hâvî, II, 144-145; İbnü‟d-Dehhân, Takvîmü‟n-nazar, I, 166.
274
İbn Kudâme, el-Muğnî, II, 240.
275
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, I, 222; Nevevî, ġerhu‟l-Müslim, V, 87.
276
Ebû Hanîfe, el-Hurûc bi sun„ih fiilini rükün (farz) kabul ederken, Ebû Yûsuf ve Muhammed vâcip
görmektedir. (Serahsî, el-Mebsût, I, 125) ْ٤ُ ٔخٛلش ػ٘ي٤٘ ك٢ كَع ػ٘ي حر٢ِؽ ٖٓ حُظالس رظ٘غ حُٔظَٝحٕ حُو
رلَع
277
Merğînânî, el-Hidâye, I, 153; İbnü'l-Cevzî, KeĢfü‟l-müĢkil, IV, 416; Abdülfettâh Ebû Gudde‟nin,
Meydânî‟nin KeĢfü‟l-iltibâs adlı eserine yazdığı Mukaddime, s. 37-38;
54
alması gerekmez.‟dedi.”278
Şeybânî, el-Asl, I, 167; ُطالَس َ َٝ ُُٚطالَط َ ٍَ َ هَخَٚوْٜ َ ه٠َّي َكظ َ َّْ ُُّ ِي ػٜ حََُّحرِ َؼ ِش هَ ْي ٍَ حُظَّ َش٢ِْ ٍّ كَوَ َؼ َي كَٞ رِو٠َِّط
َ ْضَ ٍَ ُؿالا٣َض َأ ٍَأ ُ ِْ ُه
278
َ ػ ِل
ْ
ِّ َْٞ حُو٠َِ َء َػُٞػُٝ َالَٝ ََٟ ظالَ ٍس أ ْه ُ ْ َ ٌ ْ
َ ُِ َءُٞػُٞ ُ َي ح٤ُ ِؼ٣ ْٕ ح ِإل َٓ ِخّ أ٠َِ َػَٝ ُ طَخ َّٓشََٚٓ ْٖ هَِل
279
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 274; خٜ٤ى كٞؼ٣ كالِْٚٔ حالٓخّ كوي طٔض طالط٣ ٕ هزَ حٚ حكي ٖٓٔ حطْ حُظالس ٓؼٝ حٞٛ
َعَ هَ َؼ َي كَؤَكْ يَٝ َظالَسَّ ُ ح ِإل َٓخ ُّ ح٠ؼ َ َ ; اِ ًَح هBenzer rivayet için bk. Ebû Dâvûd, “Salât”, 73; Tirmizî, “Salât”,
183.
280
Tahâvî, Ahkâmü‟l-Kur‟ân, I, 182; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, II, 373 (8468); Ebû Dâvûd,
“Teşehhüd”, 187; Zeylaî, Nasbu‟r-râye, II,63; Abdülfettâh Ebû Gudde‟nin, Meydânî‟nin KeĢfü‟l-
iltibâs adlı eserine yazdığı Mukaddime, s. 38.
281
Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 194.
282
Buhârî, Kitâbü‟l-Hiyel‟i, on beş bab olarak hazırlamış ve “ve kâle ba„zu‟n-nâs” ifadesini en fazla
burada kullanmıştır.
283
Kirmânî, el-Kevâkibü‟d-derârî, XXIV, 74; Aynî, Umdetü‟l-kârî, XXIV, 109.
284
Buhârî, “Hiyel”, 2; Müslim, “Tahâret”, 225; Buhârî, “Hiyel”, 2; Müslim, “Tahâret”, 225; ُهللا َّ َُ ََ ْوز٣ ال
َػَّؤَٞ ََظ٣ ٠ََّع َكظ َ َ
َ طالسَ أ َك ِي ًُ ْْ اِ ًَح أكْ يَ
285
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, XII, 329.
55
böyle bir kişi namazını iade etmesi gerekmektedir.286
Ebû Ca„fer el-Kettânî iki tarafa selam verilmesiyle ilgili rivayetleri, mütevâtir
hadisler arasında zikretmektedir.287
286
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, I, 235.
287
Kettânî, Nazmü'l-mütenâsir, s. 108.
288
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, III, 92.
289
Öğüt, Salim, “Sehiv Secdesi”, DĠA, XXXVI, 318.
290
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 65-66; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, I, 489.
291
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, I, 489.
292
İbn Rüşd, el-Bidâye, I, 281-283.
293
Aynî, Umdetü‟l-kârî, VII, 309.
294
Mâlikî mezhebinde meşhur olan görüşe göre namazın düzeltilmesi gayesiyle kişinin kasten
konuşması namazına zarar vermez. (İbn Rüşd, el-Bidâye, I, 282-283)
295
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, VIII, 382.
56
b. Hanbel296 ve muhaddislerin geneli, kişinin uzun olmamak kaydıyla unutarak
konuşması halinde namazının bozulmayacağını ileri sürer.297 Buhârî de imamın rekat
sayısını şaşırması halinde onu sözlü olarak uyarabileceği ve devamında kılınmayan
rekatları sehiv secdesiyle tamamlayabileceği kanaatindedir.
296
Hanbelî mezhebinde bir rivayete göre namazın düzeltilmesi gayesiyle kişinin konuşması namazına
zarar vermez. Diğer rivayete göre namazda konuşmak namazın cinsinden olmaması sebebiyle
namazı batıl kılar (İbn Kudâme, el-Kâfî, s. 107). Bu rivayete göre Hanbelîler, Hanefîlerle aynı
görüşte sayılır.
297
Nevevî, el-Mecmû‟, IV, 46.
298
Şeybânî, el-Hücce, I, 245-246.
299
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 447; ٝ َ٤حُظٌزٝ ق٤ حُظٔز٢ٛ ء ٖٓ ًالّ حُ٘خّ اٗٔخ٢خ شٜ٤ظِق ك٣ الٌٙٛ إ طالط٘خ
ٕس حُوَآٝ ; طالMüslim, “Mesâcid”, 33.
300
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 447.
301
Buhârî, “Sehiv”, 4; ُص حُظ ََّالس ْ ََ ظ ُ َ ِٖ أَه٣ْ َ َي٤ُْ حًُٝ َُُٚ ٍخ َ َ ِٖ كَو٤ْ َظََفَ ِٓ ْٖ ْحػَ٘ظ َ ْٗ ََِّٓ َْ حَٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ
َّ ٠َِّط َّ ٍَ ٍَُٞٓ َّٕ َ ََْسَ ُ أ٣ََ ُٛ ٢ِػ َْٖ أَر
َ ِهللا
َْ ََِّٓ َٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ
َّ ٠َِّط َّ ٍُ ٍَُٞٓ َّ ِٖ كَوَخ ٍَ حَُّ٘خُّ َٗ َؼ ْْ كَوَخ٣ْ َ َي٤ُ ْحًُٝ م
َ ِهللا َ ط َي َ َ ََِّٓ َْ أَٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ
َّ ٠َِّط َ ِهللاَّ ٍُ ٍَُٞٓ ٍَ هللاِ كَوَخ
َّ ٍَ ٍَُٞٓ َخ٣ َض٤ِٔ َٗ ّْ َأ
ُ ْ َ َ ْ ُ َّ ُ ُ ْ
ٍَ ػ َّْ ٍَكَ َغَٞ ْ أؽٝ أِٙ ِىُٞ ِٖ ػ َّْ َِٓ َْ ػ َّْ ًَزَّ ََ كَ َٔ َـ َي ِٓؼ ََ ُٓـ٤ْ َ٣ََ ِٖ أ ْه٤ْ َ حػَ٘ظ٠ِظ َّ َ َك
302
Buhârî, “Sehiv”, 4; “Salât”, 88, “Ezan”, 69, “Edep”, 45, “Eymân”, 15, “Ahad”, 1; Müslim,
“Mesâcid”, 97, 98, 99; Zeylaî, Nasbu‟r-râye, II, 167.
303
Şeybânî, el-Hücce, I, 247; Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 448; Aynî, Umdetü‟l-kârî, VII, 309.
57
8. Kamette Bazı Lafızların Tek veya Çift Okunması
304
el-Mâide, 5/58.
305
Ezanın meşru olması ile ilgili rivayetler için bk. Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I, 198.
306
Aynî, el-Binâye, II, 9.
307
İbnü‟d-Dehhân, Takvîmü‟n-nazar, I, 107.
308
İbn Battâl, ġerhu‟l-Buhârî, II, 232; Mübârekfûrî, Tuhfetü‟l-ahvezî, I, 432; Ali el-Kârî, Fethü
bâbi‟l-inâye, I, 205.
309
İbn Rüşd, Bidâyetü‟l-müctehid, I, 261.
310
Mâverdî, el-Hâvî, II, 53.
311
İbn Kudâme, el-Muğnî, II, 60.
312
Aynî, Umdetü‟l-kârî, V, 104; Mübârekfûrî, Tuhfetü‟l-ahvezî, I, 429.
313
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, II, 84; Mübârekfûrî, Tuhfetü‟l-ahvezî, I, 434; İbn Rüşd, el-Bidâye, I, 261.
314
Şeybânî, el-Asl, I, 132; اًح٠ كظٚٗ أًح٢ٔظوزَ حُوزِش ك٣ ٍ هخٚٗ أًح٢ق ك٤ًٝ ًٕئ٣ ق٤ً ًٕئ٣ ٕض حَُؿَ اًح أٍحى أ٣هِض أٍأ
حُوزِش هِض٠ُ اٜٚؿٝ ٍٞحُلالف كٝ ٔخ كبًحكَؽ ٖٓ حُظالسٜٗ ٌٓخٙهيٓخٝ شٔخالٝ ٘خ٤ٔ٣ ٜٚؿٝ ٍٞ حُلالف ك٠ُاٝ حُظالس٠ُ ا٠ٜحٗظ
ْ اال هللا هخٍ ٗؼُٚآهَ حألًحٕ ال اٝ ٠٘ ٓؼ٠٘حإلهخٓش ٓؼٝ ٕحألًحٝ
58
“Ebû Hanîfe, ezanın çift çift, Medine ehli ise ezanın çift çift, kametin “kad kâmet”
lafzı hariç tek tek ve “kad kâmet”in iki defa okunacağı kanaatindedir.”315
Buhârî, Enes‟in (r.a) rivayet ettiği “Bilal ezanı çift, kameti tek okumakla
emrolundu.”319 ve benzeri rivayetlerden320 hareketle kametin ezandan farklı olarak tek
lafızla okunması gerektiğini kanaatindedir.
Ezanın çift kametin tek lafızla olduğunu ileri sürenler, Hanefîlerin istidlâl
ettiği delillerin mensuh olduğunu söylerler. Hanefîler ise ezan ve kametin çift
lafızlarla okunduğuna dair rivayetlerin tarih bakımından sonra olduğunu, bu sebeple
karşı tarafın ileri sürdüğü delillerin mensuh sayılacağını belirtirler.321
315
Şeybânî, el-Hücce, I, 83; ٟ كَحىٟحالهخٓش كَحىٝ ٠٘) ٓؼ٠٘٘ش (حالًحٕ ٓؼ٣َ حُٔيٛهخٍ حٝ ٠٘ ٓؼ٠٘لش حالًحٕ ٓؼ٤٘ كٞهخٍ حرٝ
ٖ٤خ َٓطُٜٞو٣ ٚٗ هي هخٓض حُظالس كخَُٚٞ ه٤ؿ
316
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 134.
317
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 134; ٠ْ٘ ٓؼ٤و٣ٝ ٠٘ئًٕ ٓؼ٣ ٓٔؼض رالال: ٍي رٖ ؿلِش هخ٣ٞٓ ٖػ
318
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 133; Merğînânî, el-Hidâye, I, 103; Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye,
I, 204; Hanefîlere göre ezan, kamet gibidir, sadece ف ِ َ ْحُلَال٠َِ َػ٠ ِ َٓ هَ ْي هَخ
َّ َكlafzından sonra iki kez ض
ُظالَس
َّ ُ حifadesi okunur.
ِ ََ ِطُٞ٣َٝ ََٕ ْشلَ َغ حألَ ًَح٣ ْٕ َأُ ِٓ ََ رِالَ ٌٍ أ
Buhârî, “Ezan”, 1, Müslim, “Salât”, 2, 3, 5; حإلهَخ َٓش
319
320
Buhârî, “Ezan”, 2, 3.
321
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, II, 100; Aynî, Umdetü‟l-kârî, V, 104.
322
Kahraman, Abdullah, “Ta„dîl-i Erkâna”, DĠA, XXXIX, 366.
59
Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed‟e göre namazda ta„dîl-i erkâna riayet etmek
vâciptir.323 Kasten terkedilmesi durumunda kişi günahkar olur, namazı ise geçersiz
olmaz, fakat noksan olur.324 İmam Ebû Yûsuf,325 İmam Şâfiî,326 İshâk b. Râhûye,
Ahmed b. Hanbel327 ile bazı Mâlikîlere328 göre ta„dîl-i erkân farzdır. Dolayısıyla
ta„dîl-i erkâna riayet etmeksizin kılınan namazlar, bu âlimlere göre geçersizdir, iade
edilmesi farzdır.329 Buhârî de bu görüştedir.
323
Kaynaklarda bu konuda Ebû Hanîfe‟ye ait sünnet-i müekkede görüşü de yer almaktadır. (Serahsî,
el-Mebsût, I, 188; İbn Nüceym, el-Bahrü‟r-râik, I, 522.)
324
Serahsî, el-Mebsût, I, 188; İbn Nüceym, el-Bahrü‟r-râik, I, 522; Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 144.
Bu görüşe göre noksanlığın telafisi ancak namazın iadesiyle mümkündür.
325
Ebû Yûsuf‟a göre ise her bir rükünde, bir tesbih miktarınca beklemek ta„dîl-i erkânın oluşması için
farzdır. (Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 105, 162; Aynî, a.g.e, VI, 65-66; İbnü‟l-Hümâm, Ebû
Yûsuf‟un farz hükmünü ameli farz şeklinde yorumlayarak mezhep içindeki ihtilâfı kaldırmaya
çalışmaktadır. (İbn Nüceym, el-Bahrü‟r-râik, I, 523.)
326
Mâverdî, el-Hâvî, II, 130, 233.
327
Buhûtî, KeĢĢâfü'l-kına„, I, 328.
328
Mâlikî mezhebinde bu konuda farz, sünnet ve nafile şeklinde üç görüş nakledilmektedir.
(HâĢiyetü‟Ģ-ġerhi‟l-kebîr, I, 244.)
329
Mübârekfûrî, Tuhfetü'l-ahvezî, II, 6.
330
Serahsî, el-Mebsût, I, 189; حٝهلق كِٔخ هَؽ أٓخءٝ ٠ِطٝ َ كيهَ ٍؿٚ حُٔٔـي ٓغ أطلخر٢ ًخٕ كٚٗ أ٢ ػٖ حُ٘زٍٟٝ ٓخ
٠ُ هللا طؼخ٠َس ٍػ٣َٛ ٞ كوَؽ أرٚ٘ٓ ٚ طالطَٟشظ٣ حُٔالّ أال أكيٝ حُظالسٚ٤ِخ كوخٍ ػٛلٖٔ أىحء٣ ُْ ْخ ػَٛح أهُٞ كوخٚ٤ٍ كٞحُو
ٍ هللاٍٞٓ ٠ُخ كؼخى اٌٜزخ ٓخ رؼظًٛ َٓء حألٍع٢٘ظ٤ أػطُٞ ٍ ػـَ حَُؿَ كوخ٠ي كظ٣ِ٣ ٍ كٔخ ُح٠ْ كؤرٍٛخ ريٛ كخشظَحٚ٘ػ
ٖ٤ٌِْ ػٖ حُٔظٜٗ رٌُي كوخٍ أُْ أَٙكؤهز
331
Serahsî, el-Mebsût, I, 189.
60
Buhârî, Ebû Hüreyre‟nin rivayet ettiği “Hz. Peygamber, mescide girdi. PeĢi
sıra bir adam da mescide girdi, namaz kıldı ve Hz. Peygamber'e gelerek selam verdi.
O da selamını aldı ve ona: „Geri dön ve namazını tekrar kıl! Zira sen namaz
kılmadın.‟ buyurdu. (bu durum) üç kez tahakkuk etti. Bunun üzere adam: „Seni hak
üzere yollayan Allah‟a yemin olsun ki ben bundan daha güzelini yapamıyorum. Bana
öğretir misin?‟ dedi. Namaza kalktığın zaman tekbir al. Sonra kolayına geldiği kadar
Kur‟ân oku, sonra rükû et ve aza yatıĢıncaya kadar rükûda kal. Sonra baĢını
kaldırarak iyice doğrul. Sonra secdeye vararak aza yatıĢıncaya kadar secde et. Sonra
baĢını kaldır ve aza yatıĢıncaya kadar otur ve bunu bütün namazlarında böyle yap.‟
buyurdu.”332 ve benzeri hadisleri333 esas almaktadır.
332
Buhârî, “Ezan”, 95, 122, “Eymân”, 15; َ ِْٓ ىهَ حُٔٔـي كيهَ ٍؿٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ٍِ هللا طٍٞٓ ٕ أ: َس٣َٛ ٢ػٖ أر
٠ِ ػْ ؿخء كِْٔ ػ٠ِ ًٔخ ط٢ِظ٣ كَؿغ. )َهخٍ (حٍؿغ كظَ كبٗي ُْ طظٝ ِْٓ كَىٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ِ ط٢ حُ٘ز٠ِ كِْٔ ػ٠ِكظ
؟ كوخٍ (اًح٢ِ٘ٔ كؼَٙ٤ رؼؼي رخُلن ٓخ أكٖٔ ؿ١ٌُحٝ ٍ ػالػخ كوخ. )َ ِْٓ كوخٍ (حٍؿغ كظَ كبٗي ُْ طظٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ِ ط٢حُ٘ز
ٖ ططٔج٠ طؼظيٍ هخثٔخ ػْ حٓـي كظ٠ ططٔجٖ ٍحًؼخ ػْ حٍكغ كظ٠َٔ ٓؼي ٖٓ حُوَحٕ ػْ حًٍغ كظ٤ حُظالس كٌزَ ػْ حهَأ ٓخ ط٠ُهٔض ا
)خًِٜ طالطي٢حكؼَ ًُي كٝ ططٔجٖ ؿخُٔخ٠ ; ٓخؿيح ػْ حٍكغ كظMüslim, “Salât”, 45; Ebû Dâvûd, “Salât”, 144;
Tirmizî, “Salât”, 110.
333
Buhârî, “Salât”, 26, “Ezan”, 119, “Eymân”, 3.
334
Aynî, Umdetü‟l-kârî, VI, 65.
335
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, III, 3; XI, 343; Kal„acî, “Tatavvu”, s. 473.
61
Farz namaz ve orucun herhangi bir sebepten dolayı eda edilememesi
durumunda, kazasının farz olduğu hususunda âlimlerin ittifakı336 söz konusu olmakla
beraber, başlanılmış nafile namaz veya orucun herhangi bir gerekçe ile bozulması
halinde kaza edilip edilmemesi meselesi ihtilâflıdır.
İbrâhim en-Nehaî, Hanefîler, Sevrî,337 İmam Mâlik338 ve İbn Ebî Şeybe339 gibi
âlimler başlanmış bir nafile ibadetin ister özürlü isterse özürsüz olsun bozulması
durumunda kaza edilmesinin vâcip olduğunu söylerken340 Şâfiî,341 İshâk342 ve Ahmed
b. Hanbel343 gibi âlimler bunu müstehap görmektedirler.344 Buhârî de bu görüştedir.
İmam Muhammed, bozulan nafile orucun kazasının vücûbu ile ilgili olarak Hz.
Hafsa‟nın rivayet ettiği “Ya Resûlellah, ben ve ÂiĢe, nafile oruç tutuyorduk, bize bir
yemek ikram edildi ve biz de orucumuzu bozduk. Bunun üzerine Hz. Peygamber, her
ikisine; „Kaza edin.‟ buyurdu.”345 mealindeki hadisi zikrettikten sonra "Biz bunu
alıyoruz, kim nafile oruç tutar, sonra orucunu bozarsa, onu kaza etmesi gerekir. Bu,
Ebû Hanîfe‟nin ve (bizden önceki Ġbn Abbâs ve Ġbn Ömer gibi) umumun
görüĢüdür.”346 ifadesiyle mezhebin genel kanaatini belirtir.
336
İbn Hazm, Merâtibü‟l-icmâ, s. 58.
337
Leknevî, et-Ta„liku‟l-mümecced, II, 202.
338
İmam Mâlik, zaruret durumunda bozulan nafile namaz ve orucun kazasını gerekli görmemekle
Hanefîlerden ayrılmaktadır. (Sahnûn, el-Müdevvene, I, 98, 205, 211; İbn Şâs, Ikdü‟l-cevâhir, I,
367.)
339
İbn Ebî Şeybe‟nin bu konuda Ebû Hanîfe‟ye herhangi bir itirazda bulunmaması onunla aynı
görüşte olduğunu göstermektedir. (İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, VIII, 363-433.)
340
Merğînânî, el-Hidâye, I, 175; Aynî, Umdetü‟l-kârî, XI, 81. Hanefîlere göre kişinin nafile bir
namaza iftitah tekbiri ile başlaması veya ilk iki rekatı tamamlayıp üçüncü rekata kalkması
durumunda bu namazı tamamlaması vâcip olur. Şayet ikinci yarıda nafile namaz bozulursa sadece
son iki rekatı kaza etmesi gerekir. Namazın fâsit olması ilk iki rekata sirayet etmez. (Zuhaylî, el-
Fıkhu‟l-Ġslâmî ve edilletüh, II, 1068.)
341
Nevevî, el-Mecmû„, V, 4.
342
Leknevî, et-Ta„liku‟l-mümecced, II, 203.
343
İbn Kudâme, el-Muğnî, IV, 410.
344
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, IV, 212.
345
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 127; ّٔخ ؽؼخُٜ ١يٖٛ كؤ٤ػظٖٞ ٓظط٤ٔخ أطزلظخ طخثٔظٜ٘ هللا ػ٢كلظش ٍػٝ إٔ ػخثشش
خ٣ : - خٜ٤ًخٗض حر٘ش أرٝ ّ رخٌُال٢٘ ريٍط- كوخُض كلظش: حُٔالّ هخُض ػخثششٝ حُظالسٚ٤ٍِ هللا ػٍٞٓ ٔخٜ٤ِ كيهَ ػٚ٤ِكؤكطَطخ ػ
ّحُٔالٝ حُظالسٚ٤ٍِ هللا ػٍٞٓ ٔخُٜ ٍ كوخٚ٤ِ ُ٘خ ؽؼخّ كؤكطَٗخ ػ١يٖٛ كؤ٤ػظٖٞ ٓظط٤ػخثشش طخثٔظٝ أطزلض أٗخ٢ٍٗ هللا اٍٞٓ
ٚٗٓخ ٌٓخٞ٣ خ٤حهؼ
346
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 127.
62
İmam Muhammed, el-Asl‟da da bunu şöyle teyit etmektedir: “Ebû Hanîfe‟ye
(baĢlanılmıĢ) nafile namazın kazası vâcip mi diye sordum. O da: „Evet‟ dedi.”347
Daha sonraki dönemde Hanefîler, Enes b. Sîrîn‟in rivayet ettiği “Ġbn Abbâs ve Ġbn
Ömer‟e: Arefe günü oruç tuttum (fakat) oruç beni zorladı, ben de açtım, diye sordum.
Onlar da bana: kaza et! dediler.”348 ve benzeri rivayetleri349 zikrederek bu görüşü
teyit etmektedirler.
347
Şeybânî, el-Asl, I, 123;ْع هخٍ ٗؼٞ هؼخء حُظطٚ٤ِـذ ػ٣ َٜهِض ك
348
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, I, 311.
349
Hanefîler ayrıca el-Muhammed, 47/33 âyeti ile bazı hadisleri delil gösterir. (Kâsânî, Bedâi„ü‟s-
sanâi„, I, 290; Aynî, Umdetü‟l-kârî, XI, 81; Zuhaylî, el-Fıkhu‟l-Ġslâmî ve edilletüh, II, 1068).
350
Buhârî, “Savm”, 50; “Edep”, 86; “Teheccüd”, 15; Tirmizî, “Zühd”, 64 (2413); َلَش٤ْ ُؿ َل٢ِْ ِٕ ْر ِٖ أَرَٞػ َْٖ ػ
َخ َٓخَُٜ ٍَ أُ َّّ حُيٍَّْ ىَح ِء ُٓظَزَ ٌَُِّشا كَوَخَٟ حُيٍَّْ ىَح ِء كََِح ٍَ َٓ ِْ َٔخُٕ أَرَخ حُيٍَّْ ىَح ِء كَ ََأ٢ِأَرَٝ ََْٕٖ َٓ ِْ َٔخ٤ ََِّٓ َْ َرَٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ َّ ٠َِّط َ ٢ُّ ِ حَُّ٘ز٠ هَخ ٍَ آ َهِٚ ٤ِػ َْٖ أَر
َ
ٍَ ًِ خٍ َٓخ أَٗخ رِآ َ َطخثِ ٌْ ه َ ٢ُِِّٗ ؽَ َؼخ آخ كَوَخ ٍَ ًَُْ هَخ ٍَ كَبَُٚ ظَ٘ َغ َ ٌ
َ َ حُيٍَّْ ىَح ِء كَُٞخ كَ َـخ َء أر٤ْٗ حُ ُّي٢ُِ َكخ َؿش كَُٚ ْْ َ ٤َُ حُيٍَّْ ىَح ِءُٞى أَر َ ٞض أَ ُه ْ َُي هَخ ِ ُْٗشَؤ
َٕ٥ َِ هَخ ٍَ َٓ ِْ َٔخُٕ هُ ْْ ْح٤ْ َُِّ ُّ كَوَخ ٍَ َٗ ْْ كََِ َّٔخ ًَخَٕ ِٓ ْٖ آ ِه َِ حَُٞو٣ َذ َ ًَٛ َّْ ُ ُّ هَخ ٍَ َٗ ْْ كََ٘خ َّ ػَُٞو٣ حُيٍَّْ ىَح ِءَُٞذ أَرَ ًَٛ َُ ٤ْ َُِّ طَؤْ ًُ ََ هَخ ٍَ كَؤ َ ًَ ََ كََِ َّٔخ ًَخَٕ ح٠ََّكظ
َّ
ِٚ ٤ْ َِ هللاُ َػ٠ِط َّ َ ٢ َ َّ
َّ ِ حَُّ٘ز٠َُ كَؤطٚ َكن َكو١ًِ ََّ ًُ ي َكوخ كَؤ ْػ ِؾ َ ا ّ َ ٤ْ َِي َػ َ ا ّ
َ ِِْٛ ِألَٝ ي َكوخ َ ٤ْ َِي َػ ْ ا ّ
َ ِٔ َُِ٘لَٝ ي َكوخ َ ٤ْ َِي َػ َ ُِّ َٓ ِْ َٔخُٕ اِ َّٕ ُِ ََرَُٚ ٍَ َخ كَوَخ٤َِّظ
َ َك
ُٕم َٓ ِْ َٔخ َ ط َي َّْ
َ َ َ َ ِ ِٓ ٝ ٚ٤ْ َ ِػَ ُ َّ
هللا ٠َّ ِط ٢ زَّ
َ ُّ ِ َ ٘ ُح ٍ خَ وَ ك ُ َٚ ُ ي
َ ًُ
ِ ََ َ َ
ً ٌَ َ ك ْ َّ
َ َ َِٓٝ
63
Buhârî, bu hadiste geçen Hz. Peygamber‟in Ebü‟d-Derdâ‟ya bozduğu oruçtan
dolayı kaza etmesini emretmemesini delil kabul etmektedir.
Diğer mezhep imamları ise köylerde Cuma namazının vâcip olduğu hususunda
ittifak etmekle beraber bu namazın sıhhat şartlarında ihtilâf etmektedirler. İmam
Mâlik, cami ve çarşısı bulunan her yerde cumanın vâcip olacağını, söylerken;354 İmam
Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel355 en az mukim olan kırk kişinin köyde bulunması
durumunda cumanın farz olacağını belirtir.356
351
İmam Muhammed, Ebû Yûsuf‟tan naklen, ِٓظْ َ ؿخٓغterimini, kendisinde hüküm ve hadlerin
uygulanabildiği yer olarak tanımlamaktadır. (el-Câmi„ü‟s-sağîr, s. 113; Merğînânî, el-Hidâye, I,
204.)
352
Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I, 401. Onlara göre bir yerin şehir olarak adlandırılabilmesi için o
yerin mescidinin o mahallin insanlarını almayacak durumda olması veya devletin o yeri şehir
statüsünde sayması gerekmektedir. (Karaman, Hayrettin, DĠA, “Cuma” VIII, 86.)
353
İbn Hacer, Buhârî‟nin ilgili rivayetleri “Köy ve şehirlerde Cuma” adlı bab başlığında zikretmesinin
Ebû Hanîfe‟nin aksi yöndeki görüşüne işaret olabileceğini söyler. (Fethü‟l-bârî, II, 380.)
354
Sahnûn, el-Müdevvene, I, 151-152; İbn Rüşd, el-Bidâye, I, 379; Aynî, Umdetü‟l-kârî, VI, 187.
355
İbn Kudâme, el-Muğnî, III, 215.
356
Nevevî, el-Mecmû„, IV, 505; Mâverdî, el-Hâvî, II, 407.
357
Diğer kaynaklarda bu rivayet Hz. Ali‟ye nispet edilmektedir. (Ebû Yûsuf, el-Âsâr, s. 60 (dp. 3)
358
Ebû Yûsuf, el-Âsâr, s. 60. َ ٓظ٢ن حال ك٣َال طشٝ هخٍ ال ؿٔؼشِْٚٗٓ حٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ِ ط٢ ػٖ حُ٘زٚ رِـٚٗلش ح٤٘ كُٞػْ حرٝ
ؿخٓغ
359
Merğînânî, el-Hidâye, I, 204. İbn Hacer bu hadisi bulamadığını söyler. (İbn Hacer, ed-Dirâye, I,
214). ُُِٚ ِٓ ْؼ٢ِِ ػ َْٖ َػ١ َ ُِٝ ٍَٝ ، ٍ ِٓظْ ٍَ َؿخ ِٓغ٢ِن َّاال ك َ ٣َِ َال طَ ْشَٝ َ{ال ُؿ ُٔ َؼش َ :ٍخ َ َُ هََّٚٗ ََِّٓ َْ أَٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ
َّ ٠َِّط َ ُِٝ ٍ :ٍَ ٌْ َ رُٞهَخ ٍَ أَر
َ ٢ِّ ِ ػ َْٖ حَُّ٘ز١
َ ّ ْحُ َلٞ
.ِٚ ٤ْ َُخؿ ِش ا ِ ُٔ خٍ؛ ُِ ُؼ
ِ ظَ ْٓ َ ْحأل٢َِخ كِِٜ كِ ْؼ٢ِ كِٙ ِىٍُُٝٞ ًَ حطَِاحَٞ َ ُٔظِٜ ِ ٍَ َى حَُّ٘ ْو َُ رَٞ َُ ََٟ ُ ْحُو٢َِض ْحُ ُـ ُٔ َؼشُ َؿخثِ َِسا ك ْ ْٗ ًَخَُٞ ؼاخ٣ْ َأَٝ
64
Buhârî, İbn Abbâs‟ın rivayet ettiği “Hz. Peygamber‟in mescidinden sonra
Cuma namazı ilk olarak Bahreyn‟in Cuvâsâ köyündeki Abdülkays mescidinde
kılınmıĢtır.”360 ve benzeri rivayetleri361 esas almaktadır.
Aynî, hadiste zikredilen Cuvâsâ denilen yerin aslında köy olmadığını, aksine
dört bin kişinin yaşadığı bir şehir olduğunu belirtir.362
İslâm âlimleri, vitir namazının tek rekatlı bir namaz olduğu hususunda ittifak
etmekle beraber hükmü, rekat sayısı, vakti, kazasının yapılıp yapılamayacağı, binek
üzerinde kılınıp kılınamayacağı ve benzeri konularda ihtilâf etmişlerdir. Aşağıda
çalışmamızın yöntemi çerçevesinde konuyla ilgili tespit edebildiğimiz bazı ihtilaflı
meseleleri inceleyeceğiz.
Sözlükte “tek” manasına gelen vitir (vitr/vetr), fıkıh terimi olarak “yatsı
namazının son sünnetini müteakip kılınan ve rekat sayısı tek olan namaz”363 şeklinde
tanımlanmaktadır.
Sahâbeden İbn Mes„ûd, Huzeyfe, tâbiînden İbrâhim en-Nehaî, Ebû Hanîfe,
Yûsuf b. Hâlid, Dahhâk ve Mâlikîlerden Sahnûn364 vitir namazının vâcip olduğunu
söylerken.365 Sahâbeden Hz. Ali, Ubâde b. Sâmit; tâbiînden Saîd b. Müseyyeb, Şa„bî,
Hasan-ı Basrî, İmam Mâlik,366 İmam Ebû Yûsuf, Muhammed,367 Şâfiî,368 İbn Ebî
360
Buhârî, “Cuma”, 11; ٢ِ ََِّٓ َْ كَٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ َّ ٠َِّط ِ َّ ٍِ ٍَُٞٓ ْـ ِي
َ هللا ْ ٍَ ُؿ ُٔ َؼ ٍش ُؿ ِّٔ َؼَّٝ َُ هَخ ٍَ اِ َّٕ أََّّٚٗ أ
ِ َٔٓ ٢ِض رَ ْؼ َي ُؿ ُٔ َؼ ٍش ك ٍ ػ َْٖ ح ْر ِٖ َػزَّخ
ِْٖ ٣ََ ْ ِٓ ْٖ ْحُزَل٠َحػَٞ ْْ رِ ُـ
ِ ٤َ و ْ
ُح ي ْ
ز ػ
َ
ِ ِِ َي ـ ْ
ٔ ٓ
361
Buhârî aynı babda İbn Ömer‟den gelen iki rivayete daha yer vermektedir. bk. Buhârî, “Cuma”, 11.
362
Aynî, Umdetü‟l-kârî, VI, 187.
363
İbn Manzûr, Lisânü‟l-arab, “Vitr”, XV, 205; Kal„acî, “Vitr”, s. 498; s. 5; Tehânevî, KeĢĢâf, IV,
314.
364
Nablusî, Abdülganî b. İsmâil, KeĢfü‟s-setr an fardiyyeti‟l-vitr, (Mukaddime, M. Zâhid el-Kevserî,
s. 3.) Kevserî ayrıca İmam Mâlik‟in vitri sünnet kabul etmesine rağmen onu terk eden kişinin
te‟dîb edilmesiyle hükmettiğini nakleder.
365
Mübârekfûrî, Tuhfetü'l-ahvezî, II, 304.
366
Sahnûn, el-Müdevvene, I, 128; Kayrevânî, en-Nevâdir ve'z-ziyâdât, I, 489; İbn Abdilber, el-Ġstizkâr,
V, 267.
367
Serahsî, el-Mebsût, I, 155; Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 270.
368
Nevevî, el-Mecmû„, IV, 12; طَ ٓ٘ش ػ٘يٗخ رال هالفُٞ ;حŞirbînî, Muğni‟l-muhtâc, I, 451-452.
65
Şeybe369 ve Ahmed b. Hanbel370 gibi âlimler vitir namazının sünnet olduğunu ileri
sürmektedirler.371 Buhârî de bu görüştedir.372
Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed‟e göre ise vitir, itikat, amel ve delil
yönünden sünnet hükmünde olmakla beraber diğer vakit sünnetlerinden daha kuvvetli
bir sünnettir.378 Onlar bu konuda bazı kaynaklarda zikredilen “Üç Ģey bana farz, size
sünnet kılındı. Bunlar vitr, kurban ve duha (kuĢluk) namazıdır.”379 mealindeki hadisle
istidlâl ederler.380
Ebû Hanîfe, “Hz. Peygamber: „Gerçekten Allah Teâla (sizin namazınıza) bir
namaz (daha) ilave etti.‟ buyurdu ve vitri zikretti.”381 ve benzeri hadisleri382 delil
kabul etmektedir.383
369
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, VIII, 410-411.
370
İbn Kudâme, el-Muğnî, II, 594; el-Kâfî, s. 99.
371
Şevkânî, Neylü‟l-evtâr, III, 35.
372
İbn Battâl, ġerhu‟l-Buhârî, II, 580; Aynî, Umdetü‟l-kârî, VII, 11; Mübârekfûrî, Tuhfetü'l-ahvezî, II,
304-305.
373
Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I, 318.
374
Serahsî, el-Mebsût, I, 155; Ali el-Kârî bunun amelî bir farz olduğunu söyler. (Fethü bâbi‟l-inâye, I,
318.)
375
Serahsî, el-Usûl, I, 82; a.mlf., el-Mebsût, I, 155.
376
Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 270. Ali el-Kârî, buradaki sünnetten kastın ya “sünnet yoluyla gelen”
veyahut da “vâcibe yakın müekked sünnet” manasında olduğunu söyler. (Fethü bâbi‟l-inâye, I,
318.)
377
Serahsî, el-Mebsût, I, 155.
378
İbn Âbidîn, Reddü‟l-muhtâr, II, 4.
379
Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 270.َُ ْطِٞ ُ ْحَٝ ، ٠حألَػْ َلٝ ، ٠ حُؼُّ َل: ْْ ٌُ ٤ْ ََُِ ْْ طُ ٌْظَذْ َػَٝ ٢ّ َِض َػ
ْ َ ;ػَ َالع ًُظِزNesâî,
Dârekutnî Fellâs ve Ebû Zür„a bu hadisin senedinde yer alan Yahyâ b. Ebî Hayye el-Kelbî‟yi
cerhetmektedir. (İbnü‟l-Cevzî, ed-Duafâ, III, 193; Zehebî, Mizânü‟l-itidâl, VII, 170; a.mlf., el-
KâĢif, II, 364.)
380
Hanefî kaynaklarında yer alan bu rivayete meşhur hadis kitaplarında rastlayamadık.
381
Ebû Yûsuf, el-Âsâr, s. 68; Şeybânî, el-Hücce, I, 186; هخٍ حٕ هللا ُحىًْ طالسِْٚٗٓ حٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ِ ط٢ػٖ حُ٘ز
َطُٞكًٌَ ح
66
Hanefîlere göre Hz. Peygamber‟in binek üzerinde vitri kıldığına dair hüküm,
bu namazın vücûbunun tekit edilmesinden önce vârid olmuş, daha sonra ise
neshedilmiştir.384
İbn Hacer, Buhârî‟nin vitri teheccüd ve nafilelerden ayrı müstakil olarak ele
almasının onu, vitri bu kısımdan saymadığına387 işaret ettiğini ancak hayvan üzerinde
kılınmasının câiz olduğuna dair rivayetlere yer vermesinin ise vitri vâcip görmediğini
gösterdiğini söyler.388
382
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 430.
383
Zeylaî, konuyla ilgili Hanefîlerin en çok istidlâl ettiği ط َالس َّ َّٕ ِ اhadisinin sekiz tarikininin
َ ْْ ًُ هللاَ َُح َى
tahricini yapmakta ve bu hadislerin neredeyse tamamının râvileri sebebiyle illetli olduğunu
göstermektedir (Nasbu‟r-râye, II, 109).
384
Tahâvî, ġerhu me„âni‟l-âsâr, I, 431; ٚ٤ِ هللا ػ٠ٍِ هللا طٍٞٓ ٖٔخ ػٜ٘ هللا ػ٢ رٖ ػَٔ ٍػٍٟٝ ٕ ٓخٌٞ٣ ُٕ أٞـ٤ك
ٖٓ رؼي ٗٔن ًُيٙ ػْ أًيٙخ٣ اٙي٤ً هزَ طؤٚ٘ٓ حَُحكِش ًخٕ ًُي٠ِ ػَٙطٝ ٖٓ ِْٓ ٝ
385
Buhârî, “Savm”, 1; Müslim, “İman”, 8; ٍٍٞٓ خ٣ ٍ ِْٓ ػخثَ حَُأّ كوخٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ٍِ هللا طٍٞٓ ٠ُخ ؿخء ا٤إٔ أػَحر
)جخ٤ع شٞحص حُؤْ اال إٔ ططِٞ ٖٓ حُظالس كوخٍ (حُظ٢ِ ٓخًح كَع هللا ػ٢َٗهللا أهز
386
Buhârî, “Salât”, 84, 103;“Vitr”, 2, 3, 4,“Zekât”, 1; Müslim, “Salâtü‟l-müsâfirîn”, 135, 151, 745,
“Salât”, 267-269; Ebû Dâvûd, “Salât”, 111; Nesâî, “Kıble”, 10.
387
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, II, 478.
388
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, II, 488.
389
Sadruddîn İbn Ebî‟l-İzz, et-Tenbîh, II, 641-643.
390
Dihlevî, Hüccetullahi‟l-bâliğa, II, 43-44.
67
nakledildiğini fakat zâhir olanın onun binekten inmemeyi tercih etmesine rağmen
inmeyi câiz gördüğü yönünde olduğunu söyler.391
391
Leknevî, et-Ta„liku‟l-mümecced, I, 580; II, 7-8.
392
Serahsî, el-Mebsût, I, 164, Merğînânî, el-Hidâye, I, 168; Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I, 318.
393
Mâlikî mezhebine göre, vitir namazı tek rekattir. Üç rekat kılındığında aralarının tek selamla
ayrılması müstehaptır. (Mâlik, el-Muvatta‟, “Kitâbü‟l-leyl”, 8; İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, V, 253.)
394
Şâfiîlere göre vitir namazı, en azı bir, en fazlası on bir rekat şeklinde kılınır. (Nevevî, Mecmû, III,
350, 358.)
395
Hanbelîlere göre vitir namazı, en az bir veya daha fazla da kılınabilir. (İbn Kudâme, el-Kâfî, s. 87.)
396
Keşmîrî, vitir namazının en azının bir rekat, en çoğunun on bir rekat olabileceği hususunda
âlimlerin çoğunluğunun ittifak ettiğini fakat on üç rekat kılınıp kılınamayacağı hususunda ihtilâf
olduğunu bildirir. (Feyzü‟l-bârî, II, 365.)
397
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 96; a.mlf., el-Hücce, I, 190; ٖ ػ١ىٞ أهزَٗخ ػزي حَُكٖٔ رٖ ػزي هللا حُٔٔؼ: هخٍ ٓلٔي
طَ ػالع ًؼالع حُٔـَدُٞ ح: ىٞ هخٍ ػزي هللا رٖ ٓٔؼ: ٍيس هخ٤ ػز٢ رٖ َٓس ػٖ أرَٝٔػ
398
Hanefîler ayrıca “Hz. Peygamber, vitrin iki rekatında selam vermezdi” (Şeybânî, el-Muvatta‟, s.
96; Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I, 319.) ile “Hz. Peygamber, vitiri üç rekat kılardı.” (Serahsî,
el-Mebsût, III, 164) ve benzeri rivayetleri esas almaktadır. (Merğînânî, el-Hidâye, I, 168; İbn Ebi‟l-
İzz, et-Tenbîh, II, 644; Zeylaî, Nasbu‟r-râye, II, 118.)
399
Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I, 318.
68
sayıda kılınırsa kılınsın) bir sakınca olmadığını umuyorum, demiĢtir.”400 rivayetini
esas alarak vitir namazının belli bir sayı ile sınırlı olmadığını söylemektedir.
Buhârî, “Vitir”, 1; ّ حُٔ ََّالِٚ ٤ْ َِهللا َػ ِ َّ ٍُ ٍَُٞٓ ٍَ َِ كَوَخ٤ْ َُِّط َال ِس حَ َْٖ ََِّٓ َْ ػَٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ
َّ ٠َِّط َّ ٍَ ٍَُٞٓ ٍَ َ ػ َْٖ ح ْر ِٖ ُػ َٔ ََ أَ َّٕ ٍَؿ اُال َٓؤ
400
َ ِهللا
َّ
٠ِط ا َّ
َ ُ َٓخ هَ ْيَُٚ َُ ِطُٞح ِك َيسا طَٝ ٍَ ًْ َؼش٠ِط َ ْ ْ َّ
َ أ َك ُي ًُ ْْ حُظُّ ْز َق٢َ كَب ِ ًَح َه ِش٠َ٘ َٓؼ٠َ٘ َِ َٓؼ٤ْ ُِط َالسُ ح َ ; Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, “Vitir”,
3; Nesâî, “Kıyâmu‟l-leyl”, 40; İbn Mâce, “İkâmetu‟s-Salât”, 123.
401
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, II, 563.
402
Aynî, Umdetü‟l-kârî, VII, 4.
403
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 429, 431; Aynî, Umdetü‟l-kârî, VII, 14; Ebû Hanîfe vitrin vâcip,
İmameyn sünnet olduğunu söylemesine rağmen binek üzerinde kılınmayacağı hususunda ittifak
etmişlerdir.
404
Aynî, Umdetü‟l-kârî, VII, 14.
405
Hattâbî, Me„âlimü‟s-sünne, I, 230.
406
İmam Mâlik‟e göre binek üzerinde kıble harici de olsa vitir kılınabilir. (Sahnûn, el-Müdevvene,
I,126.)
407
Şâfiî mezhebinde sefer sırasında kişi özürlü olsun veya olmasın binek üzerinde vitir kılabilir.
(Nevevî, el-Mecmû„, III, 358.)
408
İbn Kudâme, el-Kâfî, s. 99.
409
Nevevî, el-Mecmû„, III, 358.
410
Kirmânî, el-Kevâkibü‟d-derârî, VI, 95; İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, II, 488.
411
İbn Ömer‟in aksi yöndeki rivayetleri için bk. (İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, II, 202-203;
Abdürrezzâk, el-Musannef, II, 578-579)
69
binek üzerinde kıldığına dair rivayetini naklettikten sonra “Bu hadis gelmiĢtir, (fakat)
bunun dıĢında baĢka (rivayetler de) gelmiĢtir.”412 ifadesine el-Hücce‟de ise “… kiĢi
sefer sırasında farz veya vitir kılıyorsa bunları yerde kılması gereklidir.”413 ve
benzeri ifadelere414 yer vererek mezhebin genel kanaatini ortaya koymaktadır. Daha
sonraki dönemde Tahâvî, Nâfi‟nin rivayet ettiği “Ġbn Ömer, (nafileyi) bineği
üzerinde, vitri de yerde kılardı. Hz. Peygamber‟in de böyle yaptığını söylerdi.”415 ve
benzeri rivayetleri416 esas alarak vitrin farzlar gibi, yerde kılınması gerektiğine dair
görüşü teyit etmeye çalışmıştır.
Tahâvî, vitrin ilk dönemlerde binek üzerinde kılındığını, daha sonra hükmü
iyice yerleşip, ağırlaştırıldıktan sonra Hz. Peygamber‟in vitri artık yerde kıldığını,
dolayısıyla karşı tarafın zikrettiği hadislerin mensuh olduğunu iddia etmektedir.417
Buhârî,418 Saîd b. Yesâr'ın rivayet ettiği “Abdullah b. Ömer (r.a) ile Mekke
yolunda gidiyordum. Sabah vaktinin girmesinden korkunca indim ve vitir kıldım.
Sonra Ġbni Ömer'e yetiĢtim. Abdullah bana: 'Neredeydin?' diye sordu. Ben de:
„Sabahın girmesinden korktum. Ġnip vitri kıldım.‟ dedim. Abdullah Ģöyle dedi: „Senin
için Allah Resûlü'nde (s.a) uyulacak güzel bir örnek yok mu?‟ „Tabii var.' diye cevap
verdim. Bunun üzerine: „Allah Resûlü (s.a) deve üzerinde vitir namazı kılardı.‟
dedi.”419 ve benzeri hadisleri420 esas almaktadır.
Bu görüş sahipleri, Hanefîlerin istidlâl ettiği İbn Ömer‟e ait aksi yöndeki
rivayetin vitir namazını yerde kılmanın faziletine işaret ettiğini söylerler.421
412
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 94; َٙ٤ؿخء ؿٝ غ٣ٌح حُليٛ هي ؿخء: هخٍ ٓلٔي
413
Şeybânî, el-Hücce, I, 182; ٠ِطَ ػٞ٣ٝ حالٍع٠ِؼش ػ٣َ حُل٢ِظ٣ ٠ٍِ٘ كظ٣ ٕطَح كال ري حٝ ٝؼش ح٣َكخًح ًخٕ ك
حالٍع
414
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 94.
ِ ٍَْطِ َُ رِ ْخألُٞ٣َٝ ِٚ ٍَح ِكَِ ِظ٠َِ َػ٢ُِِّظ َ ٣ َُٕ ًَخََُّٚٗ َٔخ أْٜ٘ هللاُ َػ َّ ٢َ ػ ِ ٍَ ََ َٔ ػ َْٖ ح ْر ِٖ ُػ
415
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 429; ، ع
ي ْ َّ َّ
َ ٌَُِ ًَ َُ َل َؼ٣ َٕ َِٓ َْ ًَخَٝ ِٚ ٤ْ َِ هللاُ َػ٠ِط َّ َّ َ
َ ِ ٍَ هللاٍَُٞٓ َّٕ َ ِْ ُػ ُْ أ٣َٝ
416
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 429-431. İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, II, 202-203; Abdürrezzâk,
el-Musannef, II, 578-579.
417
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 431.
418
İbn Hacer, Buhârî‟nin “Binek üzerinde vitir” ve “Sefer sırasında vitir” bab başlıklarıyla vitrin
diğer nafilelerden daha kuvvetli olduğuna işaret etmek istediğini söylemektedir. (Fethü‟l-bârî, II,
486.)
419
Buhârî, “Vitir”, 5; ض ُ َُْ َِٗ ض حُظُّ ْز َق٤ ُ ٌي كََِ َّٔخ َه ِش٤خٍ َٓ ِؼَ َن َٓ ٌَّشَ كَو٣ ِ َّ َُ َٓ َغ َػ ْز ِي٤ِٓ َض أ
ِ َِ َهللا ْر ِٖ ُػ َٔ ََ رِط ُ ْ٘ ًُ ٍَ ُ هَخََّٚٗخٍ أ
ٍ َٔ َ٣ ِٖ ِي ْر٤ػ َْٖ َٓ ِؼ
َُّ هللا٠َِّطَ هللا َّ
ِ ٍِ ٍَُٞٓ ٢ِي ك َ َُ ْْ َ َّ
َ ٤َُص كَوَخ ٍَ َػ ْز ُي هللاِ أ َ
ُ ََْْ طٝض كَؤ ْ
ُ َََُِ٘ض حُظُّ ْز َق ك٤ ُ ض هَ ِش ْ َ َّ
ُ َِْٖ ًُ ْ٘ضَ كَو٣ُ كَوَخ ٍَ َػ ْز ُي هللاِ رُْٖ ُػ َٔ ََ أُٚص ػُ َّْ َُ ِل ْوظ
ُ ُ ََْْ طَٝكَؤ
ِ ْحُزَ ِؼ٠َِطِ َُ َػُٞ٣ َٕ ََِّٓ َْ ًَخَٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ
َ٤ َّ ٠َِّط َّ ٍَ ٍَُٞٓ َّٕ ِ هللاِ هَخ ٍَ كَب
َ ِهللا َّ َٝ ٠ََِض رُ ِْ ُسٌ َك ََٔ٘شٌ كَوَٞ ْٓ ِ ََِّٓ َْ اَٝ ِٚ ٤ْ ََِػ
420
Buhârî, “Taksiru‟s-salât”, 14; Müslim, “Salâtü‟l-müsafirîn”, 39.
421
Kirmânî, el-Kevâkibü‟d-derârî, VI, 95; İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, II, 488.
70
13. ġehit Ġçin Cenaze Namazı Kılmak
422
Aynî, Umdetü‟l-kârî, VIII, 152.
423
Sahnûn, el-Müdevvene, I, 183.
424
Şâfiî, el-Ümm, II, 132; Mâverdî, el-Hâvî, III, 33; İbnü‟d-Dehhân, Takvîmü‟n-nazar, I, 173.
425
İbn Kudâme, el-Muğnî, III, 467.
426
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, I, 397.
427
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, VIII, 209. Aynî, Buhârî‟nin bab başlığında genel bir ifade kullandığını
dolayısıyla herhangi bir hüküm belirtmediğini söyler. (Umdetü‟l-kârî, VIII, 152.)
428
Şeybânî, el-Hücce, I, 359; كِٔس رٖ ػزي٠ِٓجٌ ػٞ٣ ٠ِيحء حكي كظٜ ش٠ِ ػ٠ِِْٓ طٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ٍِ هللا طٍٞٓ ٕح
ٖ طالس٤حُٔطِذ ٓزؼ
429
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, II, 503; Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 325.
430
Şeybânî, el-Asl, I, 363; َ أػٌٖٚ ر٣ ُْ ٕاٝ َٔـ٣ الٝ ي٤ٜ شٜٞ أػَ ؿَحكش كٚرٝ حُٔؼًَش٢ؿي حَُؿَ كٝ هخٍ ٓلٔي اًحٝ
َٔـ٣ٝ ض٤ٓ ٜٞؿَحكش ك
71
cenaze namazları kılınmadan kanları içinde defnedilmelerini emretti.”431 ve benzeri
hadisleri432 esas almaktadır.
431
Buhârî, “Cenâiz”, 73, 76; ْٜ٣ٍ (أٞو٣ ْحكي ػٝ دٞ ػ٢ أكي ك٠ِٖ ٖٓ هظ٤ِٖ حَُؿ٤ـٔغ ر٣ ِْٓ ٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ِ ط٢ ًخٕ حُ٘ز:
ُْٝ ْٜ ىٓخث٢ْ كٜ٘أَٓ ريكٝ . )خٓش٤ّ حُوٞ٣ ئالءٛ ٠ِي ػ٤ٜهخٍ (أٗخ شٝ حُِلي٢ كٚٓٔخ هيٛ أكي٠ُ اُٚ َ٤ كبًح أش. ) ٕأًؼَ أهٌح ُِوَآ
ٍٔخ هخٜ٘ هللا ػ٢ْ ػٖ ؿخرَ رٖ ػزي هللا ٍػٜ٤ِظَ ػ٣ ُْٝ حِٞٔـ٣
432
Buhârî ayrıca Ukbe b. Âmir‟in rivayet ettiği “Nebî (s.a) bir gün çıktı ve Uhut ta Ģehid olanlar
üzerine namaz kıldı sonra da minbere yöneldi.(…)” mealindeki hadisi zikreder. (“Cenâiz”, 73.)
433
Şâfiî, el-Ümm, II, 132; İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, III, 210.
434
Naim, Ahmed, Tecrîd-i sarîh, III, 312. vd; Yaşaroğlu, Kâmil, “Küsûf”, DĠA, XXVI, 576-577.
435
Bir kısım âlimler, bu namazların iki rekat, dört rükûdan ibaret olduğunu söylerken kimisi de
rekatların dört, altı veya sekiz şeklinde kılınacağını söylemiştir. (Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I,
327-328 vd.)
436
Ebû Hanîfe‟ye göre küsûf namazında kıraat gizli yapılırken, İmameyn‟e göre aşikar okunmasında
bir sakınca yoktur. (Şeybânî, el-Hücce, I, 320; Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 333.
437
Hanefîlere göre Hz. Peygamber sahâbeye sadece namaz kılmayı, tekbir getirmeyi ve sadaka
vermeyi emretmiştir. Bu sebeple bu namazlarda hutbe yoktur. (Aynî, Umdetü‟l-kârî, VIII, 71.)
72
Hanefîler küsûf namazının yalnız veya cemaatle iki rekat şeklinde eda
edilebilecek bir namaz olduğunu dolayısıyla imamın herhangi bir hutbe irat
etmeyeceğini, husûf (ay tutulması) namazının ise gece kılınması sebebiyle cemaatin
toplanamaması ve fitne korkusu sebebiyle herkesin namazını evinde kılabileceğini
söylerken,438 Leys b. Sa„d, İmam Mâlik,439 Şâfiî,440 Ebû Sevr, Ahmed b. Hanbel,441
Hicaz ehli ve cumhur, her iki namazın da cemaatle ve hutbe ile eda edileceğini ileri
sürer.442 Buhârî de bu görüştedir.
Buhârî, Ebû Bekre‟nin rivayet ettiği “Biz Hz. Peygamber‟in yanında idik.
Derken GüneĢ tutuldu ve Hz. Peygamber kalktı ve ridâsını sürükleyerek mescide
girdi. Biz de (peĢi sıra) girdik. Bize güneĢ açılana kadar iki rekat namaz kıldırdı.
Sonra; „ġüphesiz güneĢ ve ay hiçbir kimsenin ölümünden dolayı tutulmazlar. Siz
bunların böyle tutulduklarını gördüğünüzde bu durum geçene kadar namaz kılıp dua
edin.‟ buyurdu.”445 ve benzeri hadisleri446 esas almaktadır.
438
Serahsî, el-Mebsût, II, 76, 77.
439
Sahnûn, el-Müdevvene, I, 163.
440
Şâfiî, el-Ümm, II, 75-77; Mâverdî, el-Hâvî, II, 283.
441
İbn Kudâme, el-Muğnî, III, 321-323.
442
İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, VII, 94.
443
Ebû Yûsuf, el-Âsâr, s. 55; Şeybânî, el-Asl, I, 395; a.mlf., el-Âsâr, I, 261; Serahsî, el-Mebsût, II, 74.
444
Serahsî, el-Mebsût, II, 74.
445
Buhârî, “Küsûf”, 1; َْ ََِّٓ َٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ َّ ٠َِّط َ ٢ُّ ِض حُ َّش ُْْٔ كَوَخ َّ حَُّ٘زْ َ ََِّٓ َْ كَخ ْٗ ٌَ َٔلَٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ
َّ ٠َِّط َّ ٍِ ٍَُٞٓ رَ ٌْ ََسَ هَخ ٍَ ًَُّ٘خ ِػ ْ٘ َي٢ِػ َْٖ أَر
َ ِهللا
ٕخِ ََ ْ٘ ٌَ ِٔل٣ ْحُوَ َٔ ََ َالَٝ ْ
َ ْٔ ََِّٓ َْ اِ َّٕ حُ َّشَٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ
َّ ٠َِّط َ ٍَ ض حُ َّش ُْْٔ كَوَخ ْ َِ ح ْٗ َـ٠َّ ِٖ َكظ٤ْ َ ِرَ٘خ ٍَ ًْ َؼظ٠َِّظ َ َْـ َي كَ َي َه َِْ٘خ ك
ِ َٔٔ ُ َىهَ ََ ْح٠َُّ َكظَٙـَُُّ ٍِىَح َء٣
ْْ ٌُ ُِ ٌْ َشقَ َٓخ ر٣ ٠َّح َكظُٞح ْىػَٝ حِٞظ ُّ َ َ
َ َُ َٔخ كُٛٞٔ ُظ٣ْ ص أ َك ٍي كَب ِ ًَح ٍَأ ِ َْٞٔ ُِ
446
Buhârî, “Küsûf”, 4.
73
isimlendirilen kaynaklarda rivayet edildiğini, hatta Buhârî‟nin de Hz. Peygamber‟in
hutbe olmaksızın da namaz kıldırdığına dair rivayette447 bulunduğunu söyler.448
Bazı âlimler de deprem, fırtına, yıldırım düşmesi, şiddetli yağmur, dolu, kar ve
salgın hastalık gibi tabii felâket zamanlarında küsûf namazına kıyasla cemaatsiz
olarak, iki rekat namaz kılmanın mendub olacağını söylemektedirler.449
447
Buhârî, “Küsûf”, 1, 2.
448
Sadruddîn İbn Ebi‟l-İzz, et-Tenbîh, II, 774-775.
449
Zeylaî, Nasbu'r-râye, II, 234-235.
450
İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, VIII, 261; İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, III, 242.
451
Tirmizî, “Cenâiz”, 39 (1027).
452
İmam Mâlik “ameli ehl-i Medine” prensibine aykırı olması sebebiyle Fâtiha‟nın cenaze
namazında okunmayacağını söylemektedir. (Sahnûn, el-Müdevvene, I, 174; İbn Abdilber, el-
Ġstizkâr, VIII, 262.)
453
İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, VIII, 26.
454
İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, VIII, 265; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, III, 181-2.
455
Buhârî‟nin talebesi Tirmizî‟nin, İbn Abbâs‟tan naklettiği “Cenâze namazında Fâtiha sûresini
okumak sünnettendir.” rivayet, onun da sünnet görüşünde olduğu izlenimini vermektedir.
(“Cenâiz”, 39 (1027).
456
Leknevî, Ġmâmü'l-kelâm, s. 338.
457
Buhârî, “Cenâiz”, 65.
458
Şâfiî, el-Ümm, II, 174; Mâverdî, el-Hâvî, III, 55-56.
459
İbn Kudâme, el-Kâfî, s. 167.
460
İbn Rüşd, el-Bidâye, I, 539.
74
Hanefîler, Ebû Hüreyre‟nin rivayet ettiği “Ebû Saîd el-Makberî: Cenaze
namazı nasıl kılınır? diye Ebû Hüreyre‟ye sordu. O da dedi ki: „Allah için bildireyim,
onu (cenazeyi) evinden itibaren takip ederim; musallâya konduğu zaman, tekbir
alırım, Allah'a hamd ederim (sübhâneke okurum), Peygamber (s.a)‟e salavât
getiririm, sonra Ģöyle derim: Allahım! Senin kölenin ve câriyenin oğlu olan (bu)
kulun, senden baĢka hiçbir ilâh olmadığına, Muhammed'in de senin kulun ve elçin
olduğuna Ģehâdet ederdi. Sen bunu daha iyi bilirsin. Allahım! Eğer bu, iyi biriyse
onun iyiliğini artır. Eğer kötü ise kötülüklerini bağıĢla. Allahım! Onun ecrinden bizi
mahrum etme, ondan sonra bizi ĢaĢırtma!”461 ve benzeri rivayetleri462 delil kabul
etmektedir. Zira bu rivayette cenaze namazında Fâtiha‟nın okunduğuna dair herhangi
bir ifade bulunmamaktadır.
461
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 111; ٍ حُـ٘خُس كوخ٠ِ ػ٢ِظ٣ ق٤ً َس٣َٛ ٓؤٍ أرخٚٗ أٚ٤ ػٖ أر١َي حُٔوز٤أهزَٗخ ٓخُي كيػ٘خ ٓؼ
حرٖ أٓظيٝ حرٖ ػزيىٝ ْ ػزيىُِٜ ح: ػْ هِضٚ٤ ٗز٠ِض ػ٤ِطٝ ػؼض ًزَص كلٔيص هللاٝ خ كبًحِٜٛخ ٖٓ أٜأٗخ ُؼَٔ هللا أهزَى أطزؼ
ْ الُِٜ حُٚ٘ ػٝجخ كظـخ٤ٔٓ ٕإ ًخٝ ٚٗ اكٔخ٢ ا ٕ ًخٕ ٓلٔ٘خ كِى كٚأٗض أػِْ رٝ ُيٍٞٓ إٔ ٓلٔيحٝ اال أٗضُٚي إٔ ال اٜش٣ ًٕخ
ٙال طلظ٘خ رؼيٝ َٙطلَٓ٘خ أؿ
462
Hanefîler ayrıca “Cenaze namazında bize herhangi bir dua veya kıraat tayin edilmedi. Ġmam tekbir
aldığında sen de tekbir al ve en güzel duayı oku.” (Serahsî, el-Mebsût, II, 64; Ali el-Kârî, Fethü
bâbi‟l-inâye, I, 438) ve benzeri hadisleri esas alırlar. (Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 500)
463
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 111; هللاٚٔلش ٍك٤٘ ك٢ٍ أرٞ هٞٛٝ حُـ٘خُس٠ٌِح ٗؤهٌ ال هَحءس ػٜرٝ : هخٍ ٓلٔي
464
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, I, 393; Serahsî, el-Mebsût, II, 64.
465
Kudûrî, et-Tecrîd, III, 1113; Tehânevî, Ġ„lâü‟s-sünen, VIII, 255.
466
Mevsılî, el-Ġhtiyâr, (thk. Şuayb el-Arnaût) I, 316, ٌَٙٝٓ سٝش حُظال٤٘ حٓخ رٚش حُيػخء ال رؤّ ر٤٘ هَأ حُلخطلش رُٞ
467
Leknevî, et-Ta„lîku‟l-mümecced, II, 112.
75
olduğunu vurgular.468 Ayrıca Leknevî, bu görüşünü teyit etmek maksadıyla
Şürünbülâlî‟nin469 Fâtiha‟yı okumanın evlâ olacağına dair sözünü nakleder.470
İslâm âlimleri hac üzerine farz olduktan sonra eda edemeden ölen kişi adına
başkasının bu haccı yapabileceği hususunda ittifak etmekle beraber namaz ve orucun
bir başkası tarafından kaza edilip edilemeyeceği hususunda ihtilâf etmişlerdir.
468
Leknevî, Ġmâmü'l-kelâm, s. 338; a.mlf., et-Ta„lîku‟l-mümecced, II, 113.
469
Şürünbülâlî konuyla ilgili olarak “en-Nazmu‟l-müstetâb li hükmi‟l-kırâ‟a fi salâti‟l-cenâze bi
ümmi‟l-kitâb” isimli eseri kaleme almıştır. (Leknevî, Ġmâmü'l-kelâm, s. 338.)
470
Leknevî, Ġmâmü'l-kelâm, s. 338.
471
Buhârî, “Cenâiz”, 65; ٌَخ َُّٓ٘شََّٜٗح أُٞٔ ََِ ْؼ٤ُِ ٍَ د هَخ
ِ َؿَ٘خ َُ ٍس كَوَ ََأَ رِلَخطِ َل ِش ْحُ ٌِظَخ٠َُِ َٔخ َػْٜ٘ هللاُ َػ
َّ ٢َ ػ ٍ ْض ه َِْقَ ح ْر ِٖ َػزَّخ
ِ ٍَ ّ ُ ٤َِّط
َ ٍَ هَخ
472
Buhârî ayrıca Hasan-ı Basrî‟nin şu sözünü de nakleder: “Çocuk üzerine cenaze namazı kıldıracak
kimse Fâtiha‟yı okur.(…).” (“Cenâiz”, 65.)
473
Nevevî, Şâfiî‟ye ait iki görüş bulunduğunu, bunlardan meşhur olana göre ölü adına kişinin oruç
tutamayacağını (Hattâbî, Meâlimü‟s-sünne, II, 105.), ikinci görüşe göre ise velinin, ölen adına
oruç tutmasının müstehap olduğunu söyler. Nevevî, kendisinin de tercih ettiği ikinci görüşün,
sahih olduğunu söyler. (ġerhu‟l Müslim, VIII, 28.)
474
Hattâbî, Meâlimü‟s-sünne, II, 105; İbn Rüşd, el-Bidâye, II, 722.
475
Aynî, el-Umdetü‟l-kârî, XXIII, 210; Hattâbî, Meâlimü‟s-sünne, II, 105.
476
Mübârekfûrî, Tuhfetü'l-ahvezî, III, 134.
477
Aynî, el-Umdetü‟l-kârî, XI, 59.
478
Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve ġerhi, VI, 179.
76
İmam Ebû Yûsuf, en-Nehaî‟nin rivayet ettiği “Hiç kimse baĢkası adına oruç
tutamaz, kimse de baĢka biri adına namaz kılamaz.”479 mealindeki rivayete yer
verirken daha sonra Tahâvî, İbn Abbâs‟dan rivayet ettiği “Bir kimse baĢkası adına ne
namaz kılabilir ne de oruç tutabilir. Fakat her günün yerine onun adına bir fakire bir
müd buğday verir.”480 ve benzeri rivayetleri481 delil getirir.
Buhârî İbn Abbâs‟ın (r.a) rivayet ettiği “Resûlullah‟ın huzuruna bir sahâbî
geldi ve Ģöyle dedi: „Ya Resûlellah, annem öldü, üzerinde bir aylık oruç borcu var.
Onun yerine kaza edebilir miyim?‟ Resûlullah (s.a) sordu: „Annenin borcu olsaydı,
onu öder miydin?‟ Sahâbî: „Evet‟ diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber:
„Allah, borcu ödenmeye daha layıktır.‟ buyurdu.”482 ve benzeri rivayetler483 ile İbn
Ömer‟in (r.a) rivayet ettiği “Ġbn Ömer annesi Kubâ‟da namaz kılmayı nezretmiĢ olan
bir kadına: „Annen adına bu namaz nezrini yerine getir!‟ diye emretmiĢtir.”484
mealindeki uygulamayı esas alarak başkası adına oruç ve namazın kaza
edilebileceğini söylemektedir.
Buhârî ayrıca İbn Abbâs‟ın rivayet ettiği “Hz. Peygamber‟e bir adam geldi, ve
„KızkardeĢim hacc yapmayı nezretmiĢti, fakat nezrini yerine getiremeden vefat etti.‟
dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber: „ġayet kızkardeĢinin üzerinde bir borç olsaydı
sen o borcu öder miydin?‟ buyurdu. O da: „Evet öderdim.‟ buyurdu. Hz. Peygamber
de: „Öyleyse Allah‟a olan borcu da öde, Allah, borcu ödenmeye daha layıktır.”485
mealindeki rivayetle de başkası adına hac kazasının yapılabileceğini ileri sürmektedir.
479
Ebû Yûsuf, el-Âsâr, s. 28, 141, 175.
480
Tahâvî, ġerhu müĢkili‟l-âsâr, VI, 177; ّٞ٣ ًَ ٕ ٌٓخٚ٘طؼْ ػ٣ ٌُٖ ٝ ّ أكي ػٖ أكيٞظ٣ الٝ أكي ػٖ أكي٢ِظ٣ ال
; ٓي ك٘طشMübârekfûrî, Tuhfetü'l-ahvezî, III, 133.
481
Hanefîler ayrıca “(…) Ancak onun adına yemek yedirebilir.” ve benzeri rivayetleri delil alırlar.
(Cessâs, Ahkâmü‟l-Kur‟ân, I, 249; Serahsî, el-Mebsût, III, 8.)
482
Buhârî, “Savm”, 42; Müslim, “Savm”, 155 (1148); صلاى اللاوُ َعلَْي ِو َ اِب َ َاس َر ِض َي اللاوُ َعْنػ ُه َما ق
ِّ ِال َجاءَ َر ُج ٌل إِ ََل الن ٍ َع ْن ابْ ِن َعبا
ِ َ َص ْوُم َش ْه ٍر أَفَأَ ْق ِض ِيو َعْنػ َها ق ِ َ ال يا رس
ضى َ ال فَ َديْ ُن اللاو أ
َ َح ُّق أَ ْن يػُ ْق َ َال نػَ َع ْم ق ْ َول اللاو إِ ان أ ُِّمي َمات
َ ت َو َعلَْيػ َها ُ َ َ َ َو َسلا َم فَػ َق
483
Buhârî ayrıca Hz. Âişe‟nin rivayet ettiği “Üzerinde oruç borcu olan bir kimse öldüğünde velisi
onun yerine oruç tutar.” mealindeki hadisi delil getirir. (“Savm”, 42; Müslim, “Savm”, 153
(1147)
484
Buhârî, İbn Abbâs‟ın (bunu) İbn Ömer‟in sözü gibi naklettiğini söyler. (“Eymân”, 30.)
485
Buhârî, “Eymân”, 30.
77
C. ZEKÂT VE VERGĠLER
Rikâzı daha geniş manada tarif eden Hanefîler, Ebû Hüreyre‟nin rivayet ettiği
şu hadisi delil getirmektedirler: “Hz. Peygamber, rikâzda beĢte bir zekât vardır,
dediğinde: „Ya Resûlellah, rikâz nedir?‟ diye soruldu. O da: „Allah, yeri ve gökleri
486
Mutarrizî, el-Muğrib s. 196; Mahmûd Abdurrahmân, Mu„cemu‟l-mustalahât, II, 175.
487
Ebû Ubeyd, Kitâbü‟l-Emvâl, s. 431; İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, IX, 62.
488
İbn Tîn gibi âlimler her ne kadar Buhârî‟nin bu meselede kullandığı “ve kâle ba„zu‟n-nâs”
ifadesinden kastın Ebû Hanîfe olduğunu söylese de (İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, III, 364. Aynî,
Umdetü‟l-kârî, IX, 100; Meydânî, KeĢfü‟l-iltibâs, s. 60). Aynî, İbn Tîn‟in bu menfi tavrının
aslında, Buhârî‟nin Ebû Hanîfe hakkında (et-Târîhu‟l-kebîr, VIII, 81.)‟de yapmış olduğu cerhden
etkilenmiş olabileceği ihtimaline bağlamaktadır.
489
İbn Battâl, ġerhu Sahîhi‟l-Buhârî, III, 553; Aynî, Umdetü‟l-kârî, IX, 100; Kal„acî, Mevsûatu fıkhi
Abdurrahmân el-Evzâî, s. 404.
490
Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I, 514; Zuhaylî, el-Fıkhu‟l Ġslâmî, III, 1854-1855.
491
Sahnûn, el-Müdevvene, I, 116; Zuhaylî, el-Fıkhu‟l Ġslâmî, III, 1855; İmam Mâlik‟in daha sonra
madenlerin de rikâz hükmünde olduğu görüşüne döndüğü haber verilmektedir. (İbn Battâl, ġerhu
Sahîhi‟l-Buhârî, III, 553.)
492
Şâfiî, el-Ümm, II, 283; Gazzâlî, el-Hulâsa, s. 201; Nevevî, el-Mecmû„, VI, 25; Aynî, İmam
Şâfiî‟nin bu kavlinin kadîm olduğunu, kavl-i cedîdine göre ise zekât nisabına ulaşmadığı
müddetçe definelere zekât düşmeyeceği yönünde olduğunu nakleder. (Umdetü‟l-kârî, IX, 99.)
493
İbn Kudâme, el-Muğnî, IV, 231; Zuhaylî, el-Fıkhu‟l Ġslâmî, III, 1861.
494
Buhârî, rikâz kelimesinin tarifini İmam Mâlik ve Şâfiî‟den naklen “Rikâz câhiliye defnidir. Azında
ve çoğunda beĢte bir zekât vardır. Maden, rikâz değildir.” şeklindeki bab başlığında
tanımlamaktadır. (“Zekât”, 66) ِٙ َ٤ ِ ِ ًَؼَٝ ِٚ ِِ٤َِِ ه٢َِّ ِش ك٤ِِِٛ ْ حُ ًََِّخ ُُ َى ْكُٖ ْحُ َـخ٣ ٌ ُِهَخ ٍَ َٓخَٝ ُُْٔ َخُ ْحُ ُو
َ ٍِ حرُْٖ اِ ْىَٝ ي ِ ًَِّ ُ ح٢ِرَخدٌ ك
َُخ
ً َ ر ُٕ ي ْ
ؼ
ٍ ِ ِ ِ َ َ َ ُٔ ْ
ُح ْْ
٤ َ ُٝ ُْٔ ُ
و ْ
ُح
78
yarattığı gün yer içinde yarattığı maldır; iĢte bu madenlerde beĢte bir zekât gerekir.‟
buyurdu.”495 Görüldüğü gibi bu hadiste Hz. Peygamber rikâzı açıkça tarif etmiş ve
Cenâb-ı Hak tarafından yaratılan madenlerin tamamını rikâzdan saymıştır.496
Rikâzın tarifinde İmam Mâlik ve Şâfiî‟ye tâbi olan Buhârî, Ebû Hüreyre‟nin
rivayet ettiği “Maden(ler), hederdir. Rikâzda ise beĢte bir oranında zekât vardır.”497
mealindeki hadisi esas almıştır. Zira bu hadiste maden ile rikâz ayrılmıştır. Ayrıca
İmam Buhârî, Ömer b. Abdülazîz‟in madenden -beşte bir değil de- kırkta bir aldığına
dair uygulamasını delil getirmektedir.498
Ġnsanlardan bazısı dedi ki: “Maden, câhiliye definesi gibi rikâzdır.” Çünkü (arap
dilinde) maden (iĢletilip de ocaktan) cevher çıkmaya baĢladığında „maden, vermeye
baĢladı ( ُٕ) َأٍْ ًََِ ح ُْ َٔ ْؼ ِي.‟ denilir. (Ona) denildi ki: Bir kimseye bir mal hibe edildiğinde
495
Şeybânî, el-Hücce, I, 429-430. Küçük bir ilaveyle bk. Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 119; a.mlf., el-Asl,
II, 111-2; Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, III, 276; خ٣ : َ٤ حًَُخُ حُؤْ ه٢ ك: ٍحُٔالّ هخٝ حُظالسٚ٤ِ ػ٢إٔ حُ٘ز
. ْٔخ حُوٜ٤ حُٔؼخىٕ كلٌٙٛ ٢حألٍع كٝ حصُّٞٔٔ هِن حٞ٣ حألٍع٢ ك٠ُ هللا طؼخٚ هِو١ٌُ حُٔخٍ ح: ٍٓخ حًَُخُ ؟ هخٝ ٍ هللاٍٞٓ
خث٘خٜحُؼخٓش ٖٓ كوٝ - ٠ُ هللا طؼخٚٔ ٍك- لش٤٘ ك٢ٍ أرٞ هٞٛٝ;
496
Şeybânî, el-Câmi„ü‟s-sağîr, s. 133; Serahsî, el-Mebsût, III, 211; Merğînânî, el-Hidâye, I, 273.
497
Buhârî, “Zekât”, 66; وقال مالك وابن إدريس الركاز دفن اجلاىلية يف قليلو وكثريه اخلمس وليس ادلعدن بركاز وقد قال النِب صلى اهلل عليو و سلم يف
); ادلعدن (جبار ويف الركاز اخلمس
498
Buhârî, “Zekât”, 66; Müslim, “Hudûd”, 45 (1710); ٖ هٔٔش٤ِ ٖٓ حُٔؼخىٕ ٖٓ ًَ ٓخثظ٣ِأهٌ ػَٔ رٖ ػزي حُؼٝ
499
Serahsî, el-Mebsût, III, 211; İbn Kemâl, el-Îzâh, I, 200; Karaman, Hayreddin, Mukayeseli Ġslâm
Hukuku, III, 58, 78-79.
500
Lukatayı bulan kişi öncelikle bunu sahibine teslim etmelidir. Şayet sahipsiz bir arazide bulmuş ve
ihtiyaç sahibi ise bulduğu kendisine kalır. Aksi takdirde fakirlere veya devlete teslim etmesi
gerekir.
501
İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, IX, 65.
502
Bu mesele Buhârî‟nin, es-Sahîh‟inde “ve kâle ba„zu‟n-nâs” ifadesini kullandığı ilk yerdir. bk.
Muhammed İsmâil İsrâîlî Ali Garhî, Ref'u'l-iltibâs an ba'zi'n-nâs, s. 2.
79
veya birisi çok para kazandığında yahut meyve ağacının mahsulü çok olduğunda o
kiĢiyeْ َ( َأرْ َك ْْزتsen maden buldun) denilir. Sonra (bu insan), tenâkuza düĢmüĢ ve
kiĢinin madeni gizleyip beĢte bir zekât vermemek için madeni gizlemesinde sakınca
yoktur.‟ demiĢtir.”503
Ancak âlimler, Buhârî‟nin Ebû Hanîfe‟ye isnat ettiği bu iki görüşünde isabet
etmediğini belirtmişlerdir. Aynî, İbnü‟l-Esîr‟in maden ile rikâzın aynı manada
kullanıldığına dair sözünü naklettikten504 sonra Buhârî‟nin iddia ettiği ُٕأٍَْ ًََِ ْحُ َٔ ْؼ ِي
şeklinde bir ifadenin ne Hanefî kaynaklarında ne de Arapça kaynaklarda yer
almadığını belirtir.505
Aynî, Buhârî‟nin Ebû Hanîfe‟ye ait olduğunu iddia ettiği „maden bulanın bunu
gizli tutarak beĢte bir vermeyeceği‟ şeklindeki görüşünü, Tahâvî‟den yaptığı şu
yorumla cevaplamaktadır: “Ebû Hanîfe‟ye göre rikâz bulan kiĢi, Ģayet ihtiyaç sahibi
ise beytülmalden alacağı yardıma karĢılık olmak üzere devlete vereceği beĢte birlik
hisseyi kendisine saklayabilir.”506
2. Zekâtta Hile508
Buhârî, “Zekât”, 66; ُ هَ ْيَُٚ ََ ٤ِ ٌء ه٢َ ْ ُ شْٚ٘ ِٓ ُوَخ ٍُ أٍَْ ًَ َِ ْحُ َٔ ْؼ ِيُٕ اِ ًَح َه ََ َؽ٣ َُّٚٗأل
َ ِ َّ ِش٤ِِِٛ خّ ْحُ َٔ ْؼ ِيُٕ ًٍَِخ ٌُ ِٓ ْؼ َُ ِى ْك ِٖ ْحُ َـخ
ِ َُّ٘هَخ ٍَ رَؼْغُ حَٝ
503
ْ ْ َ
َ ُ َئ ِّى٣ ُ كَ َالَٚٔ َُ ٌْظ٣ ْٕ ّ أ
َ ُٔ حُ ُو١ ْ
َ هَخ ٍَ َال رَؤَٝ غ ُ َ ُ َ
َ َُ أٍْ ً َِْصَ ػ َّْ َٗخهَُٙ َٔ َْ ًَؼ ََ ػَٝاح أ٤ِْ ٍَرِ َق ٍِ ْرلاخ ًَؼٝ ٌء أ٢َ َ ْ ُ شَُٚ ذ َ ِٛ ُٝ ْٖ َٔ ُِ ٍُ ُوَخ٣
504
İbnü‟l-Esîr, en-Nihâye, II, 258.
505
Aynî, Umdetü‟l-kârî, IX, 100.
506
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, I, 459; ٚ٤كٝ ُْٜٞ ه٢حؿي كُِٞ ٜٞ كالس ك٢ كٙؿيٝ ٕإ ًخٝ حؿيُِٞ ْٔ حُوٚ٤كٝ
ٚٔ ُ٘لٌٙؤه٣ ٕإ ًخٕ ٓلظخؿخ ؿخُ أٝ ٖ٤ً حُؤْ حُٔٔخ٢ؼط٣ ٕ أُٚٝ ْٔحُو
507
İbn Battâl, ġerhu Sahîhi‟l-Buhârî, III, 556; Konuyla ilgili değerlendirmeler için bk. Miras, Kamil,
Tecrîd-i Sarîh Tercümesi, V, 311-319.
508
Buhârî, es-Sahîh‟inde zekâtta hile yapıldığı iddiasıyla “ve kâle ba„zu‟n-nâs” ifadesi altında Ebû
Hanîfe, Ebû Yûsuf ve Şâfiî‟ye itirazda bulunmaktadır. Buhârî bu ifadeyi üç kez kullanmış olsa da
tekrardan ibarettir. Bu sebeple tümü tek başlık altında incelenecektir.
80
Müslümanların mallarından alınan belli pay”509 şeklinde tanımlanmaktadır. Âlimler,
meşru olma kaydıyla kişinin malında istediği zaman tasarrufta bulunmasının câiz
olacağı hususunda ittifak etmekle beraber zekât vermemek kastıyla malında tasarrufta
bulunup bulunmayacağı hususunda ihtilâf etmişlerdir.
Ebû Hanîfe‟nin mezkûr görüşü temel kaynaklarda herhangi bir naklî delille
temellendirilmemekte, İmam Muhammed onun bu görüşünü şu örnekle
açıklamaktadır: “Zekât vâcip olacağı endiĢesiyle ve zekâttan kaçma maksadıyla
(vücûp vaktinden) bir gün önce koyunlarını, deve veya sığırla trampa etse, yahut
parayla satan kiĢi hakkında görüĢün nedir?(diye Ebû Hanîfe‟ye sordum.) O da:
„Senesi dolana kadar kendisine bir Ģey gerekmez.‟ dedi.”512
509
Erkal, Mehmet, “Zekât”, XXXXIV, 197.
510
Şeybânî, el-Asl (thk. Boynukalın), II, 69.
511
Meydânî, KeĢfü‟l-iltibâs, s. 39.
512
Şeybânî, el-Asl (thk. Boynukalın), II, 69; َخ هزٜخ طيهش رخػٜ٤ حُـْ٘ كبًح هخف إٔ طـذ كُٚ ٌٕٞ٣ َض حَُؿ٣هِض أٍأ
ٍٞ حُلٚ٤ٍِ ػٞل٣ ٠ء كظ٢ شٚ٤ِْ ػ٤ُ ٍي رٌُي حُلَحٍ ٖٓ حُظيهش هخ٣َ٣ ْٛ ريٍحٝ رزوَ أّٝ ربرَ أٞ٤ًُي ر
513
Şârihler, Ebû Yûsuf‟un bu görüşünden kastının fakirin hakkı olan zekatı düşürmek değil, sadece
zekât vâcip olmadan önce zekât malında tasarrufta bulunmak olarak yorumlamaktadırlar.
(Şeyhzâde, Mecmaü'l-enhur fî Ģerhi Mülteka'l-ebhur, I, 196.)
514
Meselâ her birinin kırkar koyunu olan iki kişi, zekât memuruna iki koyun zekât vermemek için
koyunları bir araya toplayarak tek koyun vermeye çalışması câiz değildir.
81
da ayrılmaz.‟515 buyurdu.”516
(2) Ebû Hüreyre rivayeti: “Resûlullah Ģöyle buyurdu: „Sizden birinizin (zekâtı
verilmeden saklanılmıĢ) hazinesi, kıyamet gününde çok zehirli bir yılan (sûretinde)
olur. Sahibi ondan kaçar, o da sahibini ister ve: „Ben senin (dünyadaki) hazinenim!‟
der durur.” Resûlullah (s.a) devamla buyurdu ki: „Vallâhi o yılan devamlı sahibini
arayıp, onun ardından ayrılmaz. Nihayet mal sahibi elini uzatır da kendi elini onun
ağzına verip yutturur.‟ Yine Resûlullah (s.a): „Hakkını yani zekâtını vermeyen deve
sahibine de kıyamet günü o develer kendisine saldırtılır da, onlar tabanları ile
sahibinin yüzüne basıp çiğnerler.‟ buyurdu. “519
Ġnsanların bazısı dedi ki:“Bir adam çok develeri olup da kendisine zekât vâcip
olacağından korkarak bu develerini, onların benzeri olan baĢka develer yahut koyunlar
yahut sığırlar karĢılığında satsa yahut zekât yılı dolmadan bir gün önce zekâttan
kaçmak için onları bir hile yaparak parayla satsa, o kimsenin zekât vermesi gerekli
değildir. Halbuki o yine: Bu develerin sahibi eğer zekât yılı tamam olmadan bir gün
veya bir sene önce develerinin zekâtlarını verirse, bu vermesi de onun zekâtı yerine
geçer, demektedir.”520
515
Meselâ kırk koyunu olan birinin bir koyun zekât vermemek için koyunlarını iki sürüye ayırıp, bir
kısmının başkasına ait olduğunu iddia etmesi câiz değildir.
516
Buhârî, “Hiyel”, 3; ـٔغ٣ الٝ ِْٓٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ٍِ هللا طٍٞٓ كَع٢ؼش حُظيهش حُظ٣َ كُٚ ًظذٚ٘ هللا ػ٢إٔ أرخ رٌَ ٍػ
ش حُظيهش٤ٖ ٓـظٔغ هش٤لَم ر٣ الٝ ٖ ٓظلَم٤ر
517
Talha b. Ubeydullah‟ın rivayet ettiği hadise bk. (Buhârî, “Hiyel”, 3);
518
Buhârî, “Hiyel”, 3; ٖٓ خ كَحٍحٜ٤ حكظخٍ كٝخ أٜزٛٝ ٝخ ٓظؼٔيح أٌَِٜٛ كوظخٕ كبٕ أ٤ٓخثش رؼٝ ٖ٣َ ػش٢هخٍ رؼغ حُ٘خّ كٝ
ٚ٤ِء ػ٢حًُِخس كال ش
519
Buhârî, “Hiyel”, 3; خٓش٤ّ حُوٞ٣ ًْٕ ًِ٘ أكيٌٞ٣( ِْٓ ٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ٍِ هللا طٍٞٓ ٍ هخ: ٍ هخٚ٘ هللا ػ٢َس ٍػ٣َٛ ٢ػٖ أر
ٍ هللاٍٞٓ ٍهخٝ . )ٙخ كخَٜٔ ِ ُِْو٤ كٙي٣ َز ُٔؾ٣ ٠ كظٚطِز٣ ٍِح٣ ُٖ هللاٝ ٍٍ أٗخ ًِ٘ى هخٞو٣ٝ ٚطِز٤ كٚ طخكزٚ٘ٓ َل٣ ُشـخػخ أ ْه ََ َع ٠ِط
)خِٜ رؤ َ ْهلَخكَٜٚ ؿٝ ُخٓش كَظ َْوزِؾ٤ّ حُوٞ٣ ٚ٤ِخ طُ َِّٔؾَ ػٜؼؾ كو٣ ُْ ْ ِْٓ (اًح ٓخ ٍد حُ٘ؼٝ ٚ٤ِهللا ػ
520
Buhârî, “Hiyel”, 3; َْْٝ رِزَوَ ٍَ أَْٝ رِ َـ٘ ٍَْ أََٝخ أَِِٜخ رِبِرِ ٍَ ِٓ ْؼٜظ َيهَشُ كَزَخ َػ َّ ُ حِٚ ٤ْ َِذ َػ َ ُ اِرِ ٌَ كَوَ خفَ أَ ْٕ ط َِـَُٚ ٍَ ٍَ ُؿ٢ِخّ ك ِ َُّ٘هَخ ٍَ رَ ْؼغُ حَٝ
ْ ُْ رِ ََٔ٘ ٍش َؿخَْٝ ٍّ أَٞ٤ْ ٍُ ِرَٞ ٍَ ْحُلَُٞل٣ ْٕ َُ هَز ََْ أَِِٚ اِر٠ًَّ َُ ْٕ ِ ٍُ اَُٞو٣ َٞ َُٛٝ ِٚ ٤ْ َِّ َػ
ُْٚ٘ َص َػ ْ
َ َ ؤ ر َ
ال َ ك ا
خال٤ ظ ْحك
َِ ٍ ِ ِّ َْٞ ٤ر شَ هيَ َّ
ظ ُح ْ
ٖ ٓ
ِ اح
ٍ حََ ِ َْ كِٛ رِ َي ٍَح
82
dolduktan sonra vâcip olur. Dolayısıyla bu süre dolmadan kiĢinin zekât vermesi farz
olmayacağına göre Ebû Hanîfe‟nin sözleri arasında herhangi bir tenâkuz söz konusu
değildir.”521
(3) İbn Abbâs rivayeti: “Sa„d b. Ubâde el-Ensârî (r.a) anasının bir adak borcu
bulunduğunu ve anasının bu nezrini yerini getiremeden vefat ettiğini zikredip,
Resûlullah‟tan (s.a) bu konuda fetva istedi. Resûlullah da ona: „Anan adına o nezri
yerine getir!‟ buyurdu.”524
Ġnsanların bazısı dedi ki:“Develer yirmi sayısına ulaĢınca, onlarda dört koyun zekât
vardır. Eğer develerin sahibi bu develeri zekât yılı tamam olmadan evvel hibe eder
yahut zekâtı düĢürmek için bir hile yaparak veya zekâttan kaçmak için onları satarsa,
kendisine zekât vermesi gerekmez (çünkü malın aynı, zekât yılından önce kendisinden
zail olmuĢtur.) Eğer develeri (kesmek gibi bir yolla) helak eder ve develer ölürse, yine
aynı Ģekilde o kimseye malı hakkında bir Ģey vermesi gerekli değildir.”525
521
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XXIV, 111.
522
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, XII, 332; Aynî, Umdetü‟l-kârî, XXIV, 110.
523
Meydânî, KeĢfü‟l-iltibâs, s. 39.
524
Buhârî, “Hiyel”, 3; ٕ ٌٍٗ ًخ٢ ِْٓ كٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ٍِ هللا طٍٞٓ ١ٍ ٓؼي رٖ ػزخىس حألٗظخ٠ حٓظلظ: ٍ هخٚٗػٖ حرٖ ػزخّ أ
)خٜ٘ ػٚ ِْٓ (حهؼٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ٍِ هللا طٍٞٓ ٍ كوخٚ٤ض هزَ إٔ طوؼ٤كٞ طٚٓ أ٠ِػ
525
Buhârî, “Hiyel”, 3; خال٤ حكظٝخ كَحٍح أٜ رخػٍٝ أٞخ هزَ حُلٜزٛٝ ٕ كبٙخ٤خ أٍرغ شٜ٤ٖ كل٣َهخٍ رؼغ حُ٘خّ اًح رِـض حإلرَ ػشٝ
ُٚ ٓخ٢ء ك٢خ كٔخص كال شًٌُٜي إ أطِلٝ ٚ٤ِء ػ٢إلٓوخؽ حًُِخس كال ش
526
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, XII, 333.
83
tekrardan ileri gitmeyeceğini ifade eder.527
Sözlükte “verimsiz yerler” manasına gelen arazi-i mevât (ölü topraklar), fıkıh
terimi olarak “hiç kimsenin mülkiyeti altında bulunmayan, ziraate elveriĢsiz çorak,
batak, taĢlık, insanların mer'a veya harman yeri olarak kullanmayıp, terkettikleri
topraklar”530 şeklinde tanımlanır. Âlimler, sahibi olmayan verimsiz toprağı işleten
kişinin bu arazide mülkiyet hakkının olup olmadığı hususunda ihtilâf etmişlerdir.
İbrâhim en-Nehaî, Ebû Hanîfe, İbn Müseyyeb, İbn Sîrîn, Mekhûl ve bir
rivayete göre İmam Mâlik531 bu gibi yerlerin istimlak ve işletilmesinin ancak devlet
izni ile gerçekleşebileceğini söylerken,532 İmam Ebû Yûsuf, Muhammed533 Şâfiî,534
İshâk535 ve Ahmed b. Hanbel536 gibi âlimler Ebû Hanîfe‟nin aksine devlet başkanının
izni olmaksızın kişinin ihya ettiği toprağa sahip olabileceğini ileri sürmektedirler.
Buhârî de bu görüştedir.
527
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XXIV, 112.
528
Kirmânî, el-Kevâkibü‟d-derârî, XXIV, 75.
529
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XXIV, 112; Meydânî, KeĢfü‟l-iltibâs, s. 39.
530
Mecelle md. 1270.
531
İmam Mâlik, ihya edilen yer insanların yaşadığı yerlere yakınsa imamın iznini şart koşar. (İbn
Abdilber, el-Ġstizkâr, XXII, 213; İbn Şâs, Ikdü‟l-cevâhir, III, 15.)
532
Merğînânî, el-Hidâye, IV, 1513; Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, II, 557.
533
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XII, 176.
534
Mâverdî, el-Hâvî, VII, 474, 478; Nevevî, el-Mecmû„, XV, 204.
535
Mübârekfûrî, Tuhfetü'l-ahvezî, IV, 288.
536
İbn Kudâme, el-Kâfî, s. 506.
84
ifadelerle nakletmektedir: “Ebû Hanîfe: „Bir kimse, ancak imamın verdiği yere sahip
olabilir.‟ dedi.”537
Buhârî, Hz. Ömer‟den rivayet ettiği “Her kim ölü bir araziyi ihya ederse onun
mülkiyeti kendisine aittir.”542 ve benzeri rivayetlerin543 genel manasını esas
almaktadır.
Sözlükte “külfetsiz elde edilen Ģey” manasına gelen ganîmet, fıkıh terimi
olarak, “harbe katılan mücahitlerin düĢmandan elde ettikleri (esir ve) mal(lar)”
şeklinde tanımlanır.544 Âlimler, ganimet mallarının beşte birinin beytülmala kalacağı
537
Ebû Yûsuf, Kitâbu‟l-harâc (thk. Muhammed Abdülhâfız ), s. 276; Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 296; كؤٓخ
ّ حإلٓخُٚ خِٜـؼ٣ ٕ اال أُٚ ٌٕٞ٣ ال: ٍلش كوخ٤٘ كٞأر
538
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 295; خد ػٖ ٓخُْ رٖ ػزي هللا ػٖ ػزي هللا رٖ ػَٔ ػٖ ػَٔ رٖ حُوطخدٜ أهزَٗخ ٓخُي ػٖ حرٖ ش-
ُٚ ٢ِّٜظَشا ك٤َٓ َخ أٍػخ٤ ْ ٖٓ أك: ٍ هخٚ٘ هللا ػ٢ٍػ
539
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 296; ُٚ ٢ٜ كًَٚٗ ا٤ رـٝظش ربًٕ حإلٓخّ أ٤ٓ أٍػخ٠٤ ٖٓ أك. ٌٌح ٗؤهٜرٝ : هخٍ ٓلٔي-; Tahâvî,
ġerhu Me„âni‟l-âsâr, IV, 310; a.mlf., Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, III, 518.
540
Ebû Yûsuf, Kitâbu‟l-harâc (thk. Muhammed Abdülhâfız), s. 278. Ebû Yûsuf, ilgili yerde Ebû
Hanîfe‟den farklı düşünmesine rağmen onun görüşünün hadise tamamen muarız olmadığını söyler.
541
Merğînânî, el-Hidâye, IV, 1513; Zeylaî, Nasbu‟r-râye, IV, 290; Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, II,
ْ ْْ ُِ ِْ ََْٔ ِء َّاال َٓخ ؽَخ َر
558; (ِٚ ِٓ َٗ ْلُْ ا َٓخِٚ ِض ر َ ٤َُ). Fakat hadisin zayıf olduğu söylenmektedir. (Beyhakî,
Ma'rifetü's-sünen ve'l-âsâr, IX, 8; Sadruddîn İbn Ebi‟l-İzz, et-Tenbîh, V, 809.)
542
Buhârî, “Müzâra‟a”, 15; ُٚ ٢ٜظش ك٤ٓ َخ أٍػخ٤ ْٖٓ أك
543
Buhârî, “Müzâra‟a”, 15.
544
Kal„acî, “Ganîmet”, s. 335.
85
hususunda ittifak etmekle beraber savaşa katılan piyade ve süvarilerin geri kalan beşte
dörtlük orandan alacakları hisse miktarı hususunda ihtilâf etmişlerdir.545
Ebû Hanîfe, Züfer ve Hasan b. Ziyâd, süvari ile yaya askerler arasında
herhangi bir fark görmediğinden ganimetten biri süvariye diğeri ata olmak üzere
atlıya toplam iki hisse verileceğini söylerken546 sahâbeden İbn Abbâs, Ömer b.
Abdülazîz, tâbiînden Mücâhid, Hasan-ı Basrî, İbn Sîrîn, Evzâî, Sevrî, Leys b. Sa„d,
Mâlik,547 İmam Ebû Yûsuf, Muhammed,548 Şâfiî,549 Ebû Ubeyd, İbn Ebî Şeybe,550
İshâk, Ahmed b. Hanbel551 ve İbn Cerîr‟in de aralarında bulunduğu cumhur ulemâ,
biri süvariye ikisi ata olmak üzere atlıya toplam üç hissenin verilmesi gerektiğini ileri
sürer.552 Buhârî de bu görüştedir.
545
Hâşimî, Lübbü‟l-lübâb fi‟t-terâcim, II, 449; Erkal, Mehmet, “Ganimet”, XIII, 353.
546
Ebû Yûsuf, Kitâbu‟l-harâc, s. 19; Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 17; Bazı kaynaklarda Hz. Ali ve
Ebû Mûsâ‟nın da Ebû Hanîfe gibi düşündüğü kaydedilmektedir. (Nevevî, ġerhu‟l-Müslim, XII,
84.) Bazıları süvarilere ganimetten fazla pay verilmesinin, askerleri at yetiştirmeye teşvik için
yapıldığını, daha sonra bu ihtiyacın kalktığını, bu sebeple Ebû Hanîfe‟nin bu yönde içtihad ettiğini
söyler. (Açıkgenç, Alparslan, DĠA, “Fazlurrahman”, XII, 283).
547
Sahnûn, el-Müdevvene, II, 32.
548
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, III, 43.
549
Şâfiî, el-Ümm, IX, s. 466; Mâverdî, el-Hâvî, VIII, 416.
550
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, VIII, 365.
551
İbn Kudâme, el-Muğnî, XIII, 103.
552
İbn Rüşd, el-Bidâye, II, 972; Nevevî, ġerhu‟l-Müslim, XII, 84
553
Şeybânî, el-Âsâr, II, 824; ٚ رؼؼ: ٍ كٔظش هخ٢ ػٖ حٌٍُٔ٘ رٖ أر، ىٝ كيػ٘خ ػزي هللا رٖ ىح: ٍلش هخ٤٘ كٞ أهزَٗخ أر: هخٍ ٓلٔي
َٔ رٌُي ػ٢ كَػ.ٔخٜٓ ٍَُِؿخٝ ، ٖ٤ٜٔٓ ٍّح ؿ٘خثْ كؤْ ُِلخٞ ٓظَ كؤطخر٠ُش ا٤ ؿ٢ كٚ٘ هللا ػ٢ػَٔ ٍػ
554
Ebû Yûsuf, el-Âsâr, s. 171; a.mlf., Kitâbu‟l-harâc, s. 19; Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 17; عن عمر بن
;اخلطاب رضى اهلل عنو انو بعثو على بعض الشام على محص او غريىا فقسم للفارس سهمني والراجل سهما فبلغ ذلك عمر فرضى بوBu rivayet,
Kitâbu‟l-harâc‟da للفرس سهمşeklinde küçük bir lafız değişikliği ile yer almaktadır.
555
Şeybânî, el-Âsâr, II, 824; ُٚ ٔخٜٓ : ٌُْٜٓ٘خ ٗؤهٌ ُِلخٍّ ػالػش أٝ .ٌحُٜٔ٘خ ٗؤهٌ رٝ ، لش٤٘ ك٢ٍ أرٌٞح هٛٝ : هخٍ ٓلٔي
َٖٚٓ ُل٤ٜٔٓٝ
86
belirtmektedir.
Buhârî, İbn Ömer‟in rivayet ettiği “Hz. Peygamber (s.a) ata iki, sahibine ise
tek pay takdir etti.”556 ve benzeri rivayetleri557 esas almaktadır.
Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed ise hocalarından farklı olarak süvarinin atına
iki, kendisine bir olmak üzere toplam üç, piyadenin ise bir hisse alacağını söyleyerek
cumhurla aynı görüşü paylaşmaktadır. Onlar bu konuda Ebû Yûsuf‟un, Abdullah b.
Abbâs‟tan rivayet ettiği “Resûlullah (s.a) Bedir ganimetlerini taksim etti. Atlıya iki
hisse, yayaya bir hisse, verdi.” hadisi ile Ebû Zerr el-Gifarî‟nin rivayet ettiği “Ben ve
kardeĢim Huneyn savaĢında Resûlullah ile beraberdik. Ġkimizin de kendimize ait iki
atı vardı. Resûlullah bize dördü atlarımıza ikisi de bize ait olmak üzere altı hisse
verdi. Biz bu sehmi iki düveye sattık, yani onunla iki düve aldık.”560 mealindeki hadisi
delil getirmektedirler.
556
Buhârî, “Cihâd”, 51; هللا٢ٔخػٖ حرٖ ػَٔ ٍػٜٓ ُٚظخكزٝ ٖ٤ٜٔٓ َّ ِْٓ ؿؼَ ُِلٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ٍِ هللا طٍٞٓ ٕ أ:
ٔخٜ٘ػ
557
Buhârî, “Cihâd”, 51.
558
Ebû Yûsuf, Kitâbu‟l-harâc, s. 19; ٔخٜٓ ََُِحؿٝ ٔخٜٓ َّـؼَ ُِل٣ٝ غ٣ٌح حُليٜؤهٌ ر٣ لش٤٘ كٞكٌخٕ أر
559
Ebû Yûsuf, Kitâbu‟l-harâc, s. 20; ٝ ْٜٓ ٍَُِؿخ:ٍٞو٣ ٢ُ هللا طؼخٚٔلش ٍك٤٘ كٞ حُٔيّ حرٚ٤ًخٕ حُلوٝ :ٓقٞ٣ ٞهخٍ حر
ِْٔٓ َ ٍؿ٢ِٔش ػ٤ْٜ ال أكؼَ رٜٓ َُِّل
560
Ebû Yûsuf, Kitâbu‟l-harâc, s. 19-21.
87
cihetindendir. Ayrıca bir diğer sebep de insanları Allah yolunda cihat etmek için
hayvan beslemeye teĢvik etmektir.”561
Mübârekfûrî, Ebû Hanîfe‟ye isnat edilen delillerin hiçbirinin eleştiriden uzak
olmadığını söylemektedir.562
Sahâbeden Hz. Ömer, Hz. Ali, Abdullah b. Ömer, Ebû Hüreyre, Fudâle b.
Ubeyd564 ve Hanefîler hibeden dönmeye engel teşkil eden bir durum565 olmadığı
müddetçe hibeden dönülebileceğini söylerken,566 İmam Mâlik,567 Şâfiî,568 Ahmed b.
Hanbel569 ve Dâvûd ez-Zâhîrî gibi âlimler, babanın çocuğuna yaptığı hibe müstesna
hibeden dönülmesini câiz görmemektedirler.570 Buhârî de bu görüştedir.
561
Ebû Yûsuf, Kitâbu‟l-harâc, s. 19-21.
562
Mübârekfûrî, Tuhfetü'l-ahvezî, IV, 502.
563
Nesefî, Kenzü‟d-dekâik, II, 261; Sâğircî, el-Fıkhu‟l-Hanefî ve edülletüh, III, 76; Mecelle md. 833;
Kal„acî, “Hibe”, s. 492.
564
Davudoğlu, Ahmed, Sahih-i Müslim Tercüme ve ġerhi, VIII, 147-148.
565
Hibeden dönmeye engel sayılan durumlar için bk. Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, IV, 77; İbn
Âbidîn, Reddü‟l-muhtâr, V, 699.
566
Merğînânî, el-Hidâye, III, 1261.
567
İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, XXII, 298.
568
Şâfiî, el-Ümm, IV, 399.
569
Buhûtî, KeĢĢâfü'l-kına„, IV, 301.
570
İbn Hacer, Fethü bâbi‟l-inâye, V, 279; Hattâbî, Me„âlimü‟s-sünne, III, 145.
571
Şeybânî, el-Asl, III, 388; زش هخثٔشُٜ حٕ ًخٗض ح:ٍخ؟ هخٜ٤َؿغ ك٣ ٕغ ح٤ٔظط٣ َٛ ٚ٤ُخ حٜيكؼ٣ زشُٜذ َُؿَ حٜ٣ ض ٍؿال٣حٍح
خٜ٤َؿغ ك٣ ٕ حِٚذ كٛحُٞع حٞؼ٣ ُْ ٝ َّ ٍكْ ٓل١ٌ رُٚ دُْٞٛٞٔ ح٤ُ ٝ َح٤خ ُْ طِىى هٜ٘٤رؼ
88
Daha sonra Tahâvî, bu görüşü Abdurrahmân b. Ebzâ‟nın Hz. Ali‟den rivayet
ettiği “Hibede bulunan bir kimse, hibesinin karĢılığı verilmediği müddetçe (onu geri
almaya) daha çok hak sahibidir.”572 ve benzeri rivayetlerle573 temellendirmeye
çalışmıştır.
Buhârî, Hiyel kitabında ele aldığı bu meselede Hanefîlerin zekâttan kaçma
gayesiyle malını önce başkasına hibe ettiklerini, yıllarca hibe edilende kaldıktan sonra
hibe edenin bu hibesinden döndüğünü ve bu zaman zarfında bu mala hiçbir şekilde
zekât terettüp etmediğini söyleyerek hile yaptıklarını ve sünnete muhalefet ettiklerini
iddia eder.574
Buhârî, İbn Abbâs (r.a)‟tan rivayet ettiği “Hz. Peygamber: „Hibesinden dönen
kiĢi, kustuğunuyutan köpek gibidir. Böyle kötü bir davranıĢ bize yakıĢmaz.‟
buyurdu.”575 mealindeki hadisi esas almaktadır. Buhârî konuyla ilgili itirazını ise
şöyle ifade etmektedir:
Ġnsanların bazısı dedi ki: “Eğer bir Ģahıs bin dirhem veya daha fazlasını hibe etse ve
hile maksadıyla bu miktar, hibe edilen kimsenin yanında yıllarca kalsa sonra hibe eden
bu hibeden dönse, hiçbirine zekât yoktur, dedi. Bunu söyleyen kiĢi, hibe hususunda
Resûlullah (s.a)‟a muhalefet etmiĢ ve zekâtı düĢürmüĢtür.” 576
Tahâvî, konuyla ilgili rivayetlerde hibeden dönen kişinin iki kısım olduğunu,
bir kısım rivayetlerde böyle bir kişinin, kustuğunu yutan kişiye diğer bir kısım
rivayetlerde ise kusmuğunu yutan köpeğe benzetildiğini fakat bunlardan sadece ikinci
kısma dair rivayetlerin bu işin haramlılığına delâletinin ihtimal dahilinde olduğunu
söyler.577
Hanefîlere ve yukarıda isimleri zikredilen sahâbîlere göre Buhârî‟nin zikrettiği
hadislerde Hz. Peygamberin hibeden dönmeyi çirkin gördüğüne dair benzetmeler,
572
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, IV, 82; Merğînânî, el-Hidâye, III, 1261. Mezkûr hadis, hibesinin
karşılığı verilmediği müddetçe kişinin hibesinden dönebileceğine delâlet etmektedir. Diğer
rivayetler için bk. Meydânî, KeĢfü'l-iltibâs, s. 92.
573
Hanefîler ayrıca “Hibede bulunan kiĢi, bir bedel (ivaz) almamıĢsa, hibesinden rücu edebilir.”
mealindeki benzeri hadisleri delil alırlar. (Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, IV, 79; Serahsî, el-
Mebsût, XII, 54; Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, VI, 128-134)
574
Buhârî, “Hibe”, 14.
575
Buhârî, “Hibe”, 14, 30; “Zekât”, 59; “Cihâd”, 137; Müslim, “Hibât”, 1, 2, 7, 8; Ebû Dâvûd,
“Büyû„”, 8; Tirmizî, “Büyû„”, 62; el-Muvatta‟, “Zekât”, 49; َْ ُ٘خ ٓؼ٤ُ ٚج٤ ه٢ى كٞؼ٣ ًخٌُِذٚزظٛ ٢حُؼخثي ك
ءُٞٔح
576
Buhârî, “Hiyel”, 14; ًُي ػْ ٍؿغ٢حكظخٍ كٝ ٖ٤٘ٓ ٙ ٌٓغ ػ٘ي٠ أًؼَ كظْٝ أٍٛزش أ ُق ىٛ ذٛٝ ٕهخٍ رؼغ حُ٘خّ اٝ
أٓوؾ حًُِخسٝ زشُٜ ح٢ ِْٓ كٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ٍِ طَُٞٓ كوخُق ح. ٔخٜ٘ٓ حكيٝ ٠ِخ كال ًُخس ػٜ٤ذ كٛحُٞح
577
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, IV, 77.
89
şer„î bir hüküm ifade etmekten öte, olayın ahlâkî yönüne vurgu yaparak davranışın
çirkinliğine dikkat çekmektedir.578
Hanefîler, Süfyân es-Sevrî ve İmam Mâlik583 kişinin ihram için iki parça
kumaş ve terlik bulamadığı takdirde normal elbiseleriyle hac ve umre yapabileceğini
578
Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve ġerhi, VIII, 147-148.
579
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XXIV, 121; Meydânî, KeĢfü'l-iltibâs, s. 92.
580
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XXIV, 121; Mevsılî, el-Ġhtiyâr, III, 48; Meydânî, KeĢfü'l-iltibâs, s. 92.
581
Kal„acî, “İhrâm”, s. 47.
582
Öğüt, Salim, “İhram”, DĠA, XXI, 539.
583
İbn Abdilber, et-Temhîd, XV, 112.
90
ancak fidye ödemesi gerektiğini söylerken,584 Şâfiî,585 Ebû Sevr, Ahmed b. Hanbel586
ve Dâvûd ez-Zâhîrî, izâr (bedenin yarıdan aşağısını örten elbise)587 bulamayan kişinin
pantolon (sirvâl), terlik bulamayanın ise arkası kesilmiş mest giyebileceği ve herhangi
bir bedel ödemeyeceği şeklinde hükmetmektedir.588 Buhârî de bu görüştedir.
Hanefîlerin bu görüşü temel kaynaklarda herhangi bir naklî delile
dayandırılmamakla beraber İmam Muhammed, el-Asl‟da “Ġhramlı kiĢinin, bir gün
boyunca gömlek, pantolon veya sarık giymesi durumunda kurban kesmesi, bir günden
az olması durumunda ise sadaka vermesi gerekir.”589 ifadesine yer vererek mezhebin
genel kanaatini ifade etmektedir. Daha sonraki dönemde ise Serahsî, İbn Ömer‟in
rivayet ettiği “Ġhramlı kiĢi mont, gömlek, pantolon, Ģapka ve mest giymez ancak mesti,
aĢık kemiklerinden aĢağısını keserek giyebilir.”590 mealindeki hadisi zikreder.
Buhârî, İbn Ömer‟in rivayet ettiği “Bir adam Hz. Peygamber‟e: „Ġhrama giren
(kimse) ne giyer?‟ diye sorduğunda o da: „Ne gömlek, ne don, ne burnus (bornoz), ne
cehrî veya zağferân ile boyanmıĢ bir kumaĢ giyer, ne de sarık sarar. Na‟leyn (terlik)
bulamadığı takdirde mest giysin. (Mest giydiği vakitte de) onları aĢık kemiklerinin
aĢağısına kadar kessin.‟ buyurdu.”591 mealindeki hadisi esas almaktadır.
584
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, II, 105; Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, II, 186; Mübârekfûrî,
Tuhfetü'l-ahvezî, III, 271.
585
Mâverdî, el-Hâvî, IV, 98; Nevevî, Ģerhu‟l Müslim, VIII, 78.
586
İbn Kudâme, el-Muğnî, V, 120.
587
Kal„acî, “İzâr”, s. 56.
588
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, II, 105; İbn Ebû‟l-İz, et-Tenbîh, III, 1002-1003.
589
Şeybânî, el-Asl, I, 428.ّ ىٚ٤ِٓخ كؼٞ٣ سِٞٔ٘ هَٝ أ٣ٝ َٓحٝظخ أ٤ًٌُٔي إ ُزْ ه
590
Serahsî, el-Mebsût, VI, 7. ٖ اال إٔ ال٤ال حُولٝ سِٞٔ٘ال حُوٝ َ٣ٝال حَُٔحٝ ض٤ٔال حُوٝ ِزْ حُٔلَّ حُوزخء٣ هخٍ ال٢إٔ حُ٘ز
ٖ٤ٔخ أٓلَ ٖٓ حٌُؼزٜوطؼ٤ِٖ ك٤ِـي ٗؼ٣
591
Buhârî, “Hac”, 21; َالَٝ َ َال ْحُ ِؼ َٔخ َٓشَٝ ض٤ َ ِٔ ََ ِْ َزُْ ْحُو٣ َ ِْزَُْ ْحُ ُٔلْ َِ ُّ كَوَخ ٍَ َال٣ ُ َٓخََُٚ ََِّٓ َْ أَ َّٕ ٍَؿ اُال َٓؤَٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ َّ ٠َِّط َ ٢ِّ ِػ َْٖ حَُّ٘ز
ْ ْ ْ َّ ْ ْ ْ َ ْ
ِٖ ٤ْ ََٗخ طَلْ ضَ حُ ٌَ ْؼزٌُٞ َ٣ ٠َُّ َٔخ َكظَٜوطَ ْؼ٤َُٝ ِٖ ٤ْ َِزَْْ حُ ُول٤َِ ِٖ ك٤ْ ََِ ِـ ْي حَُّ٘ ْؼ٣ ْْ َُ ْٕ ِ ْ حُ َِّ ْػلَ ََحُٕ كَبٍْٝ ُّ أَٞ ُُ حَّٚٔ َٓ ْ راخَٞ َال ػَٝ ْ ْ
َ ُٗ َُْ َال حُزَٝ ََ ٣ٝح
ِ ََ َّٔ ُح
592
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, II, 134.
91
Bunu başka bir şeyle ödeyemez. Şayet bir gün, bir geceden daha az bir müddet (kâsır
irtifak) giymişse yarım sa„ sadaka vermesi vâcip olur.593
593
Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, II, 186-187.
594
Taklîd, alamet olsun diye hayvanın boynuna gerdanlık, ip, terlik veya deri gibi bir şey
bağlanmasına denilir. (Nesefî, Tılbetü‟t-talebe, s. 120)
595
Nevevî, ġerhu‟l-Müslim, VIII, 224.
596
Kirmânî, ġerhu‟l-Buhârî, VIII, 179-180; Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I, 684; Kal„acî, “İş„âr”, s.
69.
597
İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, XI, 176.
598
İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, XI, 177.
599
En-Nehaî ise iş„ârı müsle olarak görmektedir. (Kal„acî, Mevsûatu fıkhi Ġbrâhîm en-Nehaî, II, 65.)
600
Serahsî, el-Mebsût, IV, 139; Tirmizî, “Hac”, 67; İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, III, 544.
601
İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, XI, 175.
602
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfı‟l-ulemâ, II, 73.
603
Şâfiî mezhebi, deve ve sığırların iş„ârının sünnet olduğu, koyun gibi küçükbaş hayvanların ise
sadece taklîd edileceği hususunda ittifak etmiştir. (Nevevî, el-Mecmû„, VIII, 197.)
604
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, VIII, 367.
605
Hanbelî mezhebinde iş„âr ve taklîd sünnettir. (İbn Kudâme, el-Muğnî, V, 454-455.)
606
Aynî, Umdetü‟l-kârî, X, 35.
607
İbn Hacer, İbn Battâl‟dan naklen Buhârî‟nin müstehap görüşünde olduğunu söyler. (Fethü‟l-bârî,
III, 542.
92
şöyle nakletmektedir: “Ebû Hanîfe, iĢ„âr‟ı (tahrimen) mekruh görmektedir. Ebû Yûsuf
ve Muhammed ise; „Biz kiĢinin deve ve sığır (bedene) iĢ„ârlamasını câiz görüyoruz.
ġayet iĢ„âr yapmazsa bu kendisine zarar vermez.”608
Sözlükte “ibadet edilen yer” manasına gelen mensek kelimesinin çoğulu olan
menâsik, fıkıh terimi olarak “haccın farz, vâcip ve sünnet olan fiilleri”616 şeklinde
608
Şeybânî, el-Asl, II, 410; َٙؼ٣ ُْ َشؼ٣ ُْ ٕاٝ شؼَ حُزيٗش٣ ٕ أَٟٗ :ٓلٔيٝ ٓقٞ٣ ٞهخٍ أرٝ .ٍ حإلشؼخًَٙ ;أa.mlf., el-
Câmi„ü‟s-sağîr, s. 149; a.mlf., el-Muvatta‟, s. 139; a.mlf., es-Siyerü‟l-kebîr, V, 2085.
609
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfı‟l-ulemâ, II, 73.
610
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfı‟l-ulemâ, II, 73.
611
Serahsî, el-Mebsût, IV, 139; Zeylaî, Tebyînu‟l-hakâik, II, 47; Aynî, el-Binâye, III, 642.
612
Buhârî, “Hac”, 106; ِرؼْ َغ َػ ْش ََسَ ِٓخثَشا٠َِ٘ ِش ك٣ ِش َِٖٓ ْحُ َٔ ِي٤َ ِز٣ْ َُ ََٖٓ ْحُ ُل َي، ّ حَُّٔالٚ٤ِ ػ، ٠ُّ ِ َه ََ َؽ حَُّ٘ز: هَخال، ٍَٞ ْٔ ِٔ ُ ْحَٝ ، َٕحَٝ ََْٓ
أَكْ ََ َّ رِ ْخُ ُؼ ْٔ ََ ِسَٝ ، ََ أَ ْش َؼَٝ ، ٟ
َ َ ْيُٜ ْح، ّ حَُّٔالٚ٤ِ ػ، ٠ُّ ِ هََِّ َي حَُّ٘ز، لَ ِش٤ْ َِ ْحُ ُلٌِٟ ِح رُٞٗ اِ ًَح ًَخ٠َّ َكظ، ِٚ ِِٓ ْٖ أَطْ َلخر
613
Buhârî, “Hac”, 106; َٔ ِٖ رِخُ َّش ْل ََ ِس٣ْ حألِٚ ِٓ ن ََٓ٘خ ِّ ِش٠ِطؼُُٖ ك ْ َ٣ ، لَ ِش٤ْ َِ ْحُ ُلٌِٟ ُ ِرََٙ أَ ْش َؼَٝ َُٙ٘ ِش هََِّ َي٣ َِٖٓ ْحُ َٔ ِيَٟيْٛ َ ًَخَٕ حرُْٖ ُػ َٔ ََ اِ ًَح أَٝ
خٍ ًَشا ْ
ِ َ حُوِ ْزَِ ِش ر٠َُخ اُٜٜ ْؿَٝ َٝ
614
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, III, 544.
615
Leknevî, et-Ta„liku‟l-mümecced, II, 273.
616
Erdoğan, Mehmet, Fıkıh ve hukuk terimleri, “Nüsük”, s. 460.
93
tanımlanmaktadır.
Âlimler, Hac Menâsikineait fiillerin tertibinin hükmü hususunda ihtilâf
etmişlerdir.617
Ebû Hanîfe, İmam Muhammed‟in İbn Abbâs‟tan naklettiği “Bir kimse haccına
ait bir ameli unutur veya terk ederse, bundan dolayı kan akıtsın.”618 mealindeki hadisi
delil almaktadır.
İmam Muhammed bu rivayetin akabinde “Ebû Hanîfe, bu durumda herhangi
bir Ģeyi gerekli görmezdi (fakat) temettü ve kıran haccı yapan kiĢi, kurban kesmeden
önce saçını keserse o takdirde kendisine kan akıtması (dem) gerekir. Biz ise bu
durumda bir Ģeyi gerekli görmeyiz.”619 şeklindeki ifadeye yer vererek Ebû Hanîfe ile
kendileri arasındaki görüş ayrılığına işaret etmektedir .
617
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, III, 568.
618
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 168; ٖٓ : ٍٞو٤ٗ ًخَٚٗ ػٖ حرٖ ػزخّ أ٤ي رٖ ؿز٤ ػٖ ٓؼ٢ٗخ٤د حُٔوظٞ٣أهزَٗخ ٓخُي كيػ٘خ أ
؟٢ٔٗ ّ أهخٍ طَى أ١ٍ ال أى: دٞ٣ هخٍ أ. َم ىٓخٜ٤ِ ك- طَىٝ أ- جخ٤ شٌٚٔٗ ٖٓ ٢ٔٗ
619
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 168; ٢ ال كَؽ ك: ٍ هخٚٗحُٔالّ ٗؤهٌ أٝ حُظالسٚ٤ِ ػ٢ ػٖ حُ٘ز١ٍٝ ١ٌُغ ح٣رخُليٝ : هخٍ ٓلٔي
حكيس حُٔظٔظغٝ هظِش٢ء ٖٓ ًُي ًلخٍس اال ك٢ ش٢َ ك٣ ُْٝ ء ٖٓ ًُي٢ ش٢ ال كَؽ ك: هللاٚٔلش ٍك٤٘ كٞهخٍ أرٝ . ء ٖٓ ًُي٢ش
جخ٤ شٚ٤ِ ػَٟٗ أٓخ ٗلٖ كالٝ ّ ىٚ٤ِ ػ:ٌٍرق هخ٣ ٕحُوخٍٕ اًح كِن هزَ أٝ
ِ ِْ ْحُ َلَٝ ْق
Buhârî, “Hac”, 131; ْ٣ِ حُظَّ ْو ِيَٝ ٢ِ ْٓ ََّ ُحَٝ ن َّ ٢ُِ كَُٚ ََ ٤ِ ََِّٓ َْ هَٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ
َّ ٠َِّط َّ ُِ َٔخ أَ َّٕ حَُّ٘زْٜ٘ هللاُ َػ
َّ ٢َ ػ ٍ ػ َْٖ ح ْر ِٖ َػزَّخ
620
ِ حٌُر َ ٢ ِ ٍَ ّ
َ كَوَخ ٍَ َال َك ََ َؽ٤هِْ حُظَّؤَٝ
ِ
621
Buhârî, “Hac”, 131; “İlim”, 24, 47; Müslim, “Hac”, 327-333; Ebû Dâvûd, “Menâsık”, 87; Tirmizî,
“Hac”, 76; Muvatta‟, “Hac”, 242.
622
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, II, 238. ٍٟٝ ٖٓ أكيٞٛٝ ىٓخَٙ أهٝ أٌٚٔٗ ٖٓ جخ٤ ٖٓ هيّ ش٠ِؿذ ػٞ٣ ٌّح رٖ ػزخٜك
ٙ ًُي ػ٘ي٠ٌٖ٘ ٓؼ٣ ِْال أهَ ٖٓ أَٓ حُلؾ اال هخٍ ال كَؽ كٝ ّء هي٢ٓ جٌ ػٖ شٞ٣ َ ٓخ ٓجٚٗ ِْٓ أٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ِ ط٢ػٖ حُ٘ز
ٕ أ٠ِ ػٙ ًُي ػ٘ي٠ٌُٖ٘ ًخٕ ٓؼٝ ًُي ىٓخ٢ؿذ كٞ٣ ٕح ٓٔخ ًًَٗخ اً ًخََٝ ٓخ أه٤ طؤه٢ال كٝ حْٞٓ ٓخ هي٣ طوي٢ حإلرخكش ك٠٘ٓؼ
ٚ٤ْ رخُلٌْ كٜ٘ٓ َٜ حُـ٠ِ ِْٓ ًخٕ ػٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ِ ط٢ كـش حُ٘ز٢ كِٙٞ كؼ١ٌُح
94
vermesinin, “Bu yaptıklarınız doğrudur, bundan sonra da takdim ve tehir yapmanız
mubahtır.” manasına gelmeyeceğini söylemektedir.623
Aynî, “Ebû Hanîfe ve Züfer, hadise muhalefet etmiĢlerdir. Bunun bir izahı
yoktur.” şeklindeki bir itirazı ise şöyle cevaplamaktadır: “Hadise ancak cüretkar olan
muhalefet eder. Halbuki Ebû Hanîfe, Ġbn Ebî ġeybe ve Ġbrâhim b. Muhâcir‟in de Ġbn
Abbâs‟tan rivayet ettiği (yukardaki mezkûr) hadisi delil kabul etmiĢtir. Ayrıca Ġmam
Tahâvî de aynı hadisi farklı bir senetle rivayet etmektedir.”624
Kevserî konuyla ilgili karşı tarafın ileri sürdüğü rivayetlerde menâsikle ilgili
soru soranlar arasında meşhur sahâbe bulunmadığını aksine bu kimselerin bilgisiz
olduğunu iddia eder ve Üsâme b. Şerîk‟in rivayet ettiği “(…) Hz. Peygamber‟e soru
soranların Bedevî olduğunu görmüyor musun? Onların hac hakkında hiçbir bilgileri
yoktu. Bu sebeple Hz. Peygamber onlara „hiçbir sakınca yoktur‟ dedi.” mealindeki
hadisin bunu açıkça ifade ettiğini söyler.625
İhramlı iken ölen bir kişinin, iki parça elbise içinde kefenlenmesi, üzerine
koku sürülmemesi ve benzer konularda İslâm âlimleri ittifak etmekle beraber yüzünün
örtülüp örtülmemesi hususunda ihtilâf etmişlerdir.626
Hanefîler, Evzâî ve İmam Mâlik627 ölen ihramlının yüzünün, ihramsız kişi gibi
örtülmesi gerektiğini söylerken,628Atâ, Sevrî, İmam Şâfiî,629 İbn Ebî Şeybe,630 İshâk,
Ahmed b. Hanbel631 ve Zâhirîler ihramlı olarak ölen kimsenin öldükten sonra da
ihramlı sayılacağını dolayısı yüzünün örtülmeyeceğini ileri sürmektedir. 632 Buhârî de
bu görüştedir.
623
Aynî, Umdetü‟l-kârî, X, 59; Leknevî, et-Taliku‟l-mümecced, II, 416.
624
Aynî, Umdetü‟l-kârî, X, 59.
625
Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 58.
626
İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, XI, 45.
627
İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, XI, 45.
628
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, I, 402; Mübârekfûrî, Tuhfetü'l-ahvezî, III, 386.
629
Mâverdî, el-Hâvî, IV, 101.
630
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, VIII, 395.
631
İbn Kudâme, el-Muğnî, III, 478; a.mlf., el-Kâfî, s. 256.
632
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, IV, 54.
95
Hanefîler, İmam Muhammed‟in Nâfi‟den rivayet ettiği “Abdullah b. Ömer,
oğlu Vâkid, Cuhfe denilen yerde ihramlı iken vefat ettiğinde Vâkid‟in baĢını ve yüzünü
örttü sonra defnetti.”633 ve benzeri rivayetleri634 delil almaktadır.
Buhârî, İbn Abbâs‟ın rivayet ettiği “(Biz Peygamber ile bulunduğumuz sırada)
Arafat‟ta vakfede olan biri ansızın hayvanından düĢtü ve devesi adamın boynunu
kırdı, Peygamber: Onu su ve sidr636 ile yıkayınız, iki parça ihramı içinde kefenleyiniz.
Ona hiçbir koku sürmeyiniz ve baĢına da bez sarmayınız. Çünkü Allah onu kıyamet
gününde telbiye getiriyor olduğu halde diriltecektir.”637 mealindeki hadisi esas
almaktadır.
633
Şeybânî, el-Muvatta‟, 171; Serahsî, el-Mebsût, II, 53; هي ٓخصٝ حهي رٖ ػزي هللاٝ ٚ٘أهزَٗخ ٗخكغ إٔ حرٖ ػَٔ ًلٖ حر
ٚٓهَٔ ٍأٝ ٓلَٓخ رخُـللش
634
Hanefîlerin ayrıca “Ġhramlının baĢını ve yüzünü örtünüz, onu Yahudilere benzetmeyiniz.” ve
“Ölülerinize ne yapıyorsanız ona da aynısını yapınız.” manasındaki hadisleri delil kabul ederler.
(Serahsî, el-Mebsût, II, 53; Aynî, el-Binâye, III, 480; Zeylaî, Nasbu‟r-râye, II, 27; Dârekutnî, II,
297)
635
Şeybânî, el-Muvatta‟, 171; ٚ٘ذ حإلكَحّ ػًٛ اًح ٓخص كوي: - هللاٚٔلش ٍك٤٘ ك٢ٍ أرٞ هٞٛٝ - ٌٌح ٗؤهٜرٝ : هخٍ ٓلٔي
636
Temizlik maksadıyla suya atılan ağaç yaprağı. (Kal„acî, “Sidr”, s. 243.)
637
Buhârî, “Cenâiz”, 19, 20; “Cezâu‟s-sayd”, 13; Müslim, “Hac”, 94 (1206); ْٜ٘ هللا ػ٢ػٖ حرٖ ػزخّ ٍػ
ًٙٞ٘لٝ ٍٓيٝ رٔخءِٙٞٔ ِْٓ حؿٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ِ ط٢ هخٍ حُ٘زٚهظظٝ هخٍ كؤٝ أٚهظظٞ كٚه غ ػٖ ٍحكِظٝ ًحهق رؼَكش اٝ َ٘ٔخ ٍؿ٤ ر:ٍهخ
خ٤خٓش ِٓز٤ّ حُوٞ٣ زؼغ٣ ٚٗ كبٚٓح ٍأَٝٔال طوٝ ٙٞال طل٘طٝ ٖ٤رٞ ػ٢ك
638
Müslim, “Hac”, 102; Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, I, 402.
639
İbnü‟l-Hümâm, Fethü‟l-kadîr, II, 441; ٖ ػٖ حرٚحرٖ ٓخؿٝ ٢حُ٘ٔخثٝ ِْٔٓ ٔخ أهَؽ٤حُٔالّ كٝ حُظالسٚ٤ِ ػُُٚٞ٘خ هٝ
ِِْٙٞٔٓ حؿٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ٍِ هللا طٍٞٓ ٍ ٓلَّ كٔخص كوخٞٛٝ ٚش كؤهؼظظ٣حٍٝ ٢كٝ ٚ ٍحكِظٚهظظٝ ٔخ إٔ ٍؿالٜ٘ هللا ػ٢ػزخّ ٍػ
ش٤ ػيّ طـط٢خ أكخى إٔ ُْلكَحّ أػَح ك٤خٓش ِٓز٤ّ حُوٞ٣ زؼغ٣ ٚٗ كبٜٚؿٝ الٝ ٚٓح ٍأَٝٔال طوٝ زخ٤ ؽٙٞٔٔال طٝ ًٙٞ٘لٝ ٍٓيٝ رٔخء
٠ُإ شخء هللا طؼخٝ ًٌَٙٗ ََ آه٤ُ ُيٜٚؿٝ ٢ـط٣ َّ ٓخص حُٔلُٞ حُٞإ ًخٕ أطلخر٘خ هخٝ ٚؿُٞح
96
şeklinde tevil etmiş olabileceğini söyler.640 Kevserî ise karşı tarafın ileri sürdüğü
delillerin genele hitap etmediğini söyler.641
640
Leknevî, et-Ta„liku‟l-mümecced, II, 429; Mübârekfûrî, Tuhfetü'l-ahvezî, III, 387.
641
Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 125.
642
Kal„acî, “Hedy”, s. 493; Öğüt, Salim, “Hedy”, DĠA, XVII, 156.
643
Aynî bu konudaki görüşleri altı kısımda toplamaktadır. bk. Aynî, Umdetü‟l-kârî, X, 29; a.mlf., el-
Binâye, IV, 455.
644
İbn Abdilber, el-Kâfî, I, 404. Bazı kaynaklarda İmam Mâlik‟in bunu ihtiyaç halinde câiz gördüğü
zikredilmektedir (Aynî, Umdetü‟l-kârî, X, 29; Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 162).
645
Mâverdî, el-Hâvî, IV, 376; Nevevî, el-Mecmû„, VIII, 204.
646
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, VIII, 407.
647
İbn Kudâme, el-Muğnî, V, 442.
648
Nevevî, buradaki ihtiyacı (ٍَ حػَح٤“ )ٖٓ ؿzaruret hali olmaksızın” şeklinde kayıtlamaktadır
(ġerhu‟l Müslim, IX, 77).
649
Aynî, Umdetü‟l-kârî, X, 29.
650
Aynî, konuyla ilgili görüşleri altı kısımda toplamaktadır. bk. Aynî, Umdetü‟l-kârî, X, 29.
651
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 142; خٜ ريٗظي كخًٍز٠ُ اًح حػطٍَص ا: ٍ هخٚٗ أٚ٤س ػٖ أرَٝشخّ رٖ ػٛ أهزَٗخ ٓخُي أهزَٗخ
َ كخىف٤رخ ؿًٍٞ
97
rivayetleri652 zikrettikten sonra “biz bunu alıyoruz, kim hedy kurbanına binmek
zorunda kalırsa binsin, bu hayvanda bir Ģeyi eksiltirse bu eksiklik kadar tasaddukta
bulunsun. Bu, Ebû Hanîfe‟nin de görüĢüdür.” şeklindeki ifadeye yer vererek
mezhebin genel kanaatini belirtmektedir.
Hz. Peygamber, Vedâ haccı sırasında bazılarının hacca niyet ettikleri halde
yanlarına hedy kurbanı almadıklarını görünce hac niyetlerini bozmalarını ve umreye
niyetlenmelerini emretmiştir. Hz. Âişe de hac niyetini bozarak umreye niyet etmiş,
652
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 142-143.
ِ
el-Hac, 22/36; اىا لَ ُك ْم َ َك َس اخ ْرن َ َك ََٰذل
653
ُ صلاى اللاوُ َعلَْي ِو َو َسلا َم َرأَى َر ُج ًًل يَ ُس ِ َ عن أَِِب ىريػرَة ر ِضي اللاو عْنو أَ ان رس
َ ول اللاو
654
Buhârî, “Hac”, 104; Müslim, “Hac”, 371 (1322); وؽ ُ َ ُ َ ُ َ َ َ َْ ُ ْ َ
ك ِيف الثاالِثَِة أ َْو ِيف الثاانِيَ ِة َ َال إِنػ َاها بَ َدنَةٌ ق
َ َال ْارَكْبػ َها َويْػل َ ال إِنػ َاها بَ َدنَةٌ فَػ َق
َ َال ْارَكْبػ َها ق َ ال ْارَكْبػ َها فَػ َق
َ بَ َدنَةً فَػ َق
655
Buhârî, “Hac”, 104.
656
Merğînânî, el-Hidâye, I, 450-451.
657
Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 225; İbnü‟l-Hümâm, Fethü‟l-kadîr, III, 165.
658
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, II, 162; Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 161.
98
fakat umreyi bitiremeden hayız görünce Hz. Peygamber tekrar hacca niyet etmesini
söylemiştir. O da hacca niyet ederek kıran haccı yapmıştır.659
Hanefîler, hac aylarında umre yapan kadının aybaşı olması halinde hacca niyet
edeceği daha sonra temizlenip haccı tamamladıktan sonra umresini kaza
edebileceğini, bedel (diyet) olarak da bir sığır kesmesi gerektiğiyle hükmederken,660
İmam Mâlik,661 Şâfiî,662 İbn Ebî Şeybe663 ve Ahmed b. Hanbel664 gibi âlimler
Hanefîlerin aksine, umre esnasında aybaşı olan kadının tavafı bırakıp hac için ihrama
girerek kaldığı yerden devam edebileceği ve herhangi bir cezâî müeyyide ile
karşılaşmayacağını ileri sürerler. Buhârî de bu görüştedir.
Buhârî, Hz. Âişe‟nin rivayet ettiği “Hz. Peygamber ile beraber (Vedâ
haccında) Zilhicce hilaline yakın (bir günde) yola çıktık. Hz. Peygamber sizden kim
umreye niyet etmek istiyorsa etsin! eğer hedy kurbanı göndermeseydim ben de umreye
niyet ederdim, buyurdu. Cemaatten bazıları umreye, bazıları da hacca niyet
etmiĢlerdir. Ben umreye niyet edenler arasındaydım. Bu sûretle Arafe günü, ben
hayızlı olduğum güne tevafuk etti. Bu durumu Hz. Peygamber‟e arzettim. Ve bana
umreni bırak, saçını çöz ve taran da hacca niyet et! buyurdular. Ben de öyle yaptım
(…)”668
659
Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve ġerhi, VI, 410.
660
Aynî, Umdetü‟l-kârî, III, 257; İbnü‟l-Hümâm, Fethü‟l-kadîr, III, 23.
661
İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, XIII, 262.
662
Şâfiî, el-Ümm, III, 37; Mâverdî, el-Hâvî, IV, 214.
663
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, VIII, 398.
664
İbn Kudâme, el-Muğnî, V, 341.
665
Şeybânî, el-Hücce, II, 139. خٜ ػَٔط٢خ كٜ٘ هللا ػ٢ِْٓ ًرق ػٖ ػخثشش ٍػٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ٍِ هللا طٍٞٓ ٕ هالرش ح٢ػٖ أر
خٜ٤ِْٓ كٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ِ ط٢ هيٓض ٓغ حُ٘ز٢ حُظ٢٘ؼ٣ روَس
666
Tahâvî, Ahkâmü‟l-Kur‟ân, II, 76-78; ٚحؿُِْٝٓ ػٖ حٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ٍِ هللا طٍٞٓ َٗل.
667
Benzer rivayetler için bk. İbnü‟l-Hümâm, Fethü‟l-kadîr, I, 164; Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I,
663
668
Buhârî, “Umre”, 5; Müslim, “Hac”, (1213-1216); ِهللا َّ ٍِ ٍَُٞٓ ض َه ََؿْ َ٘خ َٓ َغ َّ ٢َ ػ
ْ ََُخ هَخْٜ٘ هللاُ َػ ِ ٍَ ُ ػَخثِ َشش٢ِ٘هَخ ٍَ أَ ْهزَ ََ ْط
ََّ ِٜ ُ٣ ْٕ َ َٓ ْٖ أَ َكذَّ أَٝ ََّ ِٜ ُ٤ِْ َ ََّ رِ ُؼ ْٔ ََ ٍس كِٜ ُ٣ ْٕ َ ََِّٓ َْ َٓ ْٖ أَ َكذَّ أَٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ
َّ ٠َِّط َّ ٍُ ٍَُٞٓ ٍَ ْحُ َل َّـ ِش كَوَخ١ًِ ٍِ َالِٜ ُِ َٖ٤ِحكَٞ ُٓ َْ ََِّٓ َٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ
َ ِهللا َّ ٠َِّط
َ
99
Hanefîlere göre tavaf için temiz (olmak) namazın şartı gibi bir şart değildir;
kurban kesilerek telafi edilebilecek bir vazifedir. Onlara göre hayızlı kadın böylece
tavaf yapar ve bir büyükbaş hayvan kurban ederek bu eksikliği giderir.669
Ebû Hanîfe‟nin bu görüşü, ilk kaynaklarda yer almakla beraber herhangi bir
naklî delille temellendirilmemektedir. Fakat daha sonra Tahâvî, İbn Ömer‟in rivayet
ettiği “Bunları, (el-Âtâm: Kale gibi büyük evleri) yıkmayınız. Zira onlar Medine‟nin
ziynetidir.”677 mealindeki benzeri rivayetlerle temellendirmektedir.678
ََ ض هَ ْز ََ أَ ْٕ أَ ْى ُه
ُ َْ ََّ رِ ُؼ ْٔ ََ ٍس كَ ِلؼَٛض ِٓ َّٔ ْٖ أ
ُ ْ٘ ًُ َٝ ََِّزِ َل َّـ ٍشَُٛ ْْ َٓ ْٖ أْٜ٘ ِٓ َٝ َ ََّ رِ ُؼ ْٔ ََ ٍسَُٛ ْْ َٓ ْٖ أْٜ٘ ِٔ َض رِ ُؼ ْٔ ََ ٍس ك
ُ ِْ َِْٛ َْض َأل
ُ ٣ َيْٛ َ أ٢َِّْٗ َال أََُٞٝ ََّ ِٜ ُ٤ِْ َرِ َل َّـ ٍش ك
٢ح ْٓظَ ِش ِطَٞ ٌِ َٓ ٍَ ْأ٢ؼ ِ ُح ْٗوَٝ ي ِ َ ُػ ْٔ ََط٢ ََِّٓ َْ كَوَخ ٍَ َى ِػَٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ َّ ٠َِّط َ ِهللا َّ ٍِ ٍَُٞٓ ٠َُِي ا َ ًَُِ ص ُ ٌَْٞ أََٗخ َكخثِغٌ كَ َشَٝ َْ ُّ َػ ََكَشَٞ٣ ٢ًَِ٘ ٍَ َٓ ٌَّشَ كَؤ َ ْى
ْ ِّ َ
َْ رِخُ َل ِّؾ كَلَ َؼ٢ِِٛ أَٝ
669
Şeybânî, el-Hücce, II, 137.
670
Feyyûmî, “Harem”, s. 82; Öğüt, Salim, “Harem”, DĠA, XVI, 127.
671
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, IV, 196; Aynî, Umdetü‟l-kârî, X, 229; Mübârekfûrî, Tuhfetü‟l-ahvezî,
V, 556.
672
Harem bölgesinden herhangi bir şey koparılmaz. Şayet koparılacak olursa bunun için keffaret
gerekmez. Fakat tövbe etmesi gerekir. (Sahnûn, el-Müdevvene, I, 451).
673
Nevevî, Mecmû, VII, 476; Mâverdî, el-Hâvî, IV, 16; İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, IV, 84.
674
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, VIII, 391-392.
675
İbn Kudâme, el-Muğnî, V, 194; el-Kâfî, s. 269.
676
Zuhaylî, el-Fıkhu‟l Ġslâmî, III, 2398.
677
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, IV, 194. ٘ش٣٘ش حُٔي٣ُ خٜٗؽخّ كب٥ح حٞٓيٜ ;ال طküçük lafız değişiklikleriyle
beraber bk. Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, III, 191-192; Beyhakî, Ma„rifetü‟s-sünne, VII,
433.
100
Bununla beraber Ebû Yûsuf, karşı görüş sahiplerinin istidlâl ettiği Medine‟nin
harem bölgesi olduğunu ifade eden rivayetleri zikretmekle beraber farklı yorumladığı
görülmektedir. Onun bu yaklaşımına göre insanların o dönemde odundan çok süte
ihtiyaçları olduğunu, bu sebeple böyle bir yasağın konulduğunu söyleyerek
Medine‟nin harem bölgesi olmadığını ifade etmeye çalışmıştır.679
Sözlükte “hayır veya Ģer ile vaad etmek” manasına gelen nezr/adak, fıkıh
terimi olarak “dinen gerekli olmadığı halde kiĢinin (ibadet türü) bir Ģeyi yapmayı
kendi üzerine vâcip kılması”684 şeklinde tanımlanmaktadır.
Kişinin bir sıkıntıdan kurtulmak ya da arzu ettiği şeye nail olabilmek için hayır
olduğuna inandığı şeyi yapma vaadinde bulunması İslâmdan önce de yaygın olan bir
678
Hanefîler ayrıca “Sahâbeden Hz. Seleme, ara sıra Medine‟de av avlanıp Hz. Peygamber‟e hediye
ederdi. (…)” mealindeki rivayet ile (Aynî, Umdetü‟l-kârî, X, 230; Davudoğlu, Sahih-i Müslim
Tercüme ve ġerhi, VII, 162-163). benzeri rivayetleri esas alırlar. (Buhârî, “Fezâilü'l-Medîne”, 1;
Zuhaylî, el-Fıkhu‟l Ġslâmî, III, 2398.)
679
Ebû Yûsuf, Kitâbu‟l-harâc, s. 112.
680
Buhârî, “Fezâilü'l-Medîne”, 1, “İ'tisam”, 6; Müslim, “Hac”, 462, 463,464, (1365, 1366, 1367); َْٖ ػ
ْٖ َٓ َع ٌ َخ َكيٜ٤َِع كُ ُلْ ي٣ َالَٝ َخَُٛ ُ ْوطَ ُغ َش َـ٣ ًَ ٌَح َال٠ََُِ٘شُ َك ََ ٌّ ِٓ ْٖ ًَ ٌَح ا٣ ََِّٓ َْ هَخ ٍَ ْحُ َٔ ِيَٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ
َّ ٠َِّط َّ ٢َ ػ
َ ٢ِّ ُِ ػ َْٖ حَُّ٘زْٚ٘ هللاُ َػ ٍ ََٗأ
ِ ٍَ ْ
َ ْ َّ ُ ا
ِ َُّ٘حَٝ حُ َٔ َالثِ ٌَ ِشَٝ ِ َُ ْؼَ٘ش هللاِٚ ٤ْ ََِع َك َيػخ كَ َؼ
َٖ٤خّ أؿْ َٔ ِؼ َ
َ أكْ ي
681
Buhârî, “Fezâilü'l-Medîne”, 1; Müslim, “Hac”, 404; Müslim, “Hac”, 467, 468; Tirmizî, “Velâ”,
2127; Ebû Dâvûd, “Menâsik”, 95-96.
682
Kettânî, Nazmü'l-mütenâsir, s. 212.
683
Aynî, Umdetü‟l-kârî, X, 230-231.
684
Tehânevî, KeĢĢâf, IV, 197; Feyyûmî, “Nezr”, s. 355; Özel, Ahmet, “Adak”, DĠA, I, 337.
101
ibadet türü idi. Nitekim câhiliye döneminde insanlar, ibadetleri putlar için yaptıkları
gibi nezri de sadece putlar için yaparlardı. Kişinin Müslüman olmadan önce bu türden
yaptığı bir nezri Müslüman olduktan sonra yerine getirmesinin dinen vâcip olup
olmadığı konusu âlimler arasında ihtilâflıdır.
Hanefîler, “Kim Allah‟a itaat olan bir Ģey nezr ederse onu yapsın, kim de
Allah‟a isyan olan Ģeyde nezir yaparsa O‟na asi olmasın (yani isyan olan nezri
yerine getirmesin).”691 ve benzeri hadisleri692 delil alırlar.
685
İbn Rüşd, el-Beyân ve‟t-tahsîl, XV, 43.
686
Nevevî, el-Mecmû„, VIII, 449.
687
İbn Kudâme, el-Muğnî, XIII, 436.
688
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, VIII, 374.
689
Nevevî, ġerhu‟l-Müslim, IX, 128; Aynî, Umdetü‟l-kârî, XXIII, 209.
690
Mübârekfûrî, Tuhfetü‟l-ahvezî, IV, 484.
691
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 264; ٚؼظ٣ كالٚ٤ؼظ٣ ٕٖٓ ٌٍٗ أٝ ٚطؼ٤ِغ هللا ك٤ط٣ ٕ ٖٓ ٌٍٗ أ: ٍهخ
692
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, III, 134; ش٤ ٓؼظ٢ ;ال ٌٍٗ كEbû Hanîfe‟nin diğer bir delili de “Nezir,
ancak Allah rızası kendisinden arzulanan Ģeydir.” mealindeki rivayettir. (Aynî, Umdetü‟l-kârî,
XXIII, 209)
693
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 264; وىو قول أِب حنيفة. من نذر نذرا يف معصية ومل يسم فليطع اهلل وليكفر عن ميينو. وهبذا نأخذ
694
Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, III, 82; Zuhaylî, el-Fıkhu‟l-Ġslâmî ve edilletüh, IV, 2553.
102
Buhârî, İbn Ömer‟in rivayet ettiği “Hz. Ömer, Efendimiz (s.a)‟e: „Ben câhiliye
döneminde Mescid-i Harâm‟da bir gece i„tikafa girmeyi nezr etmiĢtim.‟ diye sordu. O
da: „Öyle ise nezrini yerine getir.‟ dedi.”695 ve benzeri rivayetleri696 esas almaktadır.
Hanefîler karşı tarafın zikrettiği hadisleri sahih kabul etmekle beraber itikaf
yapmak için yapılan nezirlerin edası sırasında kişinin oruçlu olması gerektiğini,
halbuki Hz. Ömer‟in itikafa nezrettiği sırasında orucun henüz Müslümanlara farz
olmadığını, bu sebebiyle Hz. Ömer‟in nezrini yerine getirmesinin vâcip olmayacağını
söylerler.697
E. HELÂLLER VE HARAMLAR
Eskiden beri önemli bir savaş aracı olarak kullanılan atın, etinin yenilip
yenilmeyeceği hususunda İslâm âlimleri ihtilâf etmişlerdir.698
Ebû Hanîfe, at etinin yenmesini -kendisine isnat edilen bir görüşe göre
tenzihen diğer görüşe göre tahrimen- mekruh görürken,699 İbrâhim en-Nehaî,700
Esved b. Yezîd, Kâdı Şüreyh, Saîd b. Cübeyr, İbn Sîrîn, Hasan-ı Basrî, Atâ, Hammâd
b. Ebî Süleyman, Leys b. Sa„d, İbn Mübârek, Ebû Yûsuf, İmam Muhammed, Şâfiî,701
İbn Ebî Şeybe,702 Ebû Sevr, Ahmed b. Hanbel703 ve Dâvûd ez-Zâhirî gibi âlimler ise
at etinin mubah olduğunu söylemektedirler. Buhârî de bu görüştedir. Fakat
kaynaklarda İbn Abbâs, Evzâî, İmam Mâlik704 ve Ebû Ubeyd‟in de at eti yemeyi
haram (tahrimen mekruh) gördüğü nakledilmektedir.705
695
Buhârî, “İtikâf”, 5, 15, 16; “Fardu‟l-humus”, 19; “Megâzî”, 54; “Nüzûr”, 29; Müslim, “Eymân”,
27, 28; Tirmizî, “Nüzûr”, 12; ٢َِِشا ك٤ْ َُ ََّ ِش أَ ْٕ أَ ْػظَ ٌِق٤ِِِٛ ْحُ َـخ٢ِص ك ُ ْ٘ ًُ ٍَ ََِّٓ َْ هَخَٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ
ُ ٌٍَْ َٗ ض َّ ٠َِّط َّ ِأَ َّٕ ُػ َٔ ََ َٓؤ َ ٍَ حَُّ٘ز
َ ٢
َ ٍِ ٌَْ ِ٘ف ر
ى ِ َْْٝحُ َٔ ْٔ ِـ ِي ْحُ َل ََ ِحّ هَخ ٍَ كَؤ
696
Buhârî, “Nüzûr”, 29; Ebî Şeybe, el-Musannef, VIII, 374.
697
Serahsî, el-Mebsût, III, 116.
698
Şevkânî, Neylü‟l-evtâr, VIII, 126.
699
Kâsânî, Bedâ‟i„ü's-sanâi„, V, 38; Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 65.
700
Kal„acî, Mevsûatu fıkhi Ġbrâhîm en-Nehaî, II, 469.
701
Mâverdî, el-Hâvî Ģerhu Muhtasari‟l-Müzenî, XV, 142; Nevevî, el-Mecmû„, IX, 4.
702
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, VIII, 380.
703
İbn Kudâme, el-Muğnî, XIII, 324.
704
İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, XV, 331.
705
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XVII, 248; İbn Rüşd, el-Bidâye, III, 1211.
103
Ebû Hanîfe, Heysem‟in rivayet ettiği “Ġbn Abbâs, at etinin yenmesini mekruh
gördü.”706 ve benzeri rivayetleri707 delil almaktadır.
Buhârî, Câbir b. Abdillah‟ın rivayet ettiği “Hz. Peygamber, Hayber günü ehlî
eĢek etinin yenmesini yasaklamıĢ, at etine izin vermiĢtir.”709 ve benzeri rivayetleri710
esas almaktadır.
Tahâvî, at etinin cevazı ile ilgili Câbir ve Esmâ bnt. Ebî Bekir rivayetlerini
zikrettikten sonra İmameyn‟in de tercih ettiği bu rivayetlerin mütevâtir derecesinde
olduğunu, bu sebeple tercih edilmesi gerektiğini söyler.711
Serahsî, at etinin kerâhiyetine dair Ebû Hanîfe‟nin iki farklı ifadesine dikkat
çeker. Serahsî, Ebû Hanîfe‟nin el-Câmi„ü‟s-sagîr‟de “At etini mekruh görüyorum”
ifadesini kullandığını bunun üzerine Ebû Yûsuf‟un Ebû Hanîfe‟ye bu mekruhtan neyi
kastettiğini sorduğunu, onun da bununla “tahrimen mekruh”u kastettiğini nakleder.712
Avcılık (Sayd) kitabında ise yine Ebû Hanîfe‟nin “Bazı âlimler, at etine izin
vermektedirler, ama onu yemek bana pek hoĢ gelmiyor.” şeklinde bir ifade
kullandığını ve bununla “tenzihen mekruh”u kastettiğini nakleder.713
706
Şeybânî, el-Âsâr, II, 785; َّ ُلْ حُلًَٙ ٚٗٔخ أٜ٘ هللا ػ٢ ػٖ حرٖ ػزخّ ٍػ، ْؼ٤ُٜ ػٖ ح، لش٤٘ كٞ أهزَٗخ أر: هخٍ ٓلٔي
707
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, IV, 210; Ebû Dâvûd, “Et„ime”, 3790.
708
Şeybânî, el-Âsâr, II, 785; ُٚ اكال٢هي ؿخء كٝ ، رِلْ حُلَّ رؤٓخَٟٗ ال، ُٚٔ٘خ ٗؤهٌ رٝ لش٤٘ ك٢ٍ أرٌٞح هٛ : هخٍ ٓلٔي
َس٤آػخٍ ًؼ
709
Buhârî, “Meğazî”, 38; ٖزَ ػ٤ّ هٞ٣ ِْٓ ٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ٍِ هللا طٍٞٓ ٠ٜٗ : ٍٔخ هخٜ٘ هللا ػ٢ػٖ ؿخرَ رٖ ػزي هللا ٍػ
َ٤ حُو٢ٍهض كٝ ش٤ِّٛ حُلَٔ حألُٞل
710
Buhârî ayrıca Esmâ bnt. Ebî Bekr‟in rivayet ettiği “Hz. Peygamber zamanında at boğazladık ve
onu yedik.” mealindeki hadisi delil almaktadır. (Buhârî, “Zebâih”, 24; Müslim, “Sayd”, 36-37
(1941); ٙ ِْٓ كَٓخ كؤًِ٘خٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ِ ط٢ي حُ٘زٜ ػ٠ِ ٗلَٗخ ػ: ٔخ هخُضٜ٘ هللا ػ٢ رٌَ ٍػ٢ػٖ أٓٔخء ر٘ض أر
711
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, IV, 211; ٕ أ٠ُٝحطَص أٞطٝ ِْٓ اًح طلضٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ٍِ هللا طٍٞٓ ٖػخٍ ػ٥ٌُٖ حٝ
َخ ٖٓ حُ٘ظٜوخٍ ر٣
712
Serahsî, el-Mebsût, XI, 233; ُ كَ َٔخََُٚٛ ًْ َ ٍء أ٢َ ُ ِْ ُهللاُ ا ًَح ه
ْ ش٢ِض ك َّ َُٚٔ لَشَ ٍَ ِك٤ِ٘ َك٢ِ هَخ ٍَ ِألَر٠َُهللاُ طَ َؼخ َّ َُٚٔ ُٓقَ ٍَ ِكُٞ٣ أَ َّٕ أَرَخ١
َ ُِٝ ٍ كَوَ ْي
َ ُ٣ٍَ ْأ
ُْ ٣َِ ْ حُظَّل: ٍَ هَخِٚ ٤ِي ك
713
Serahsî, el-Mebsût, XI, 233; ٢ِ َٓخ هَخ ٍَ كَٝ ، ًُُِْٚ َ أ٢ُُِ٘ ْؼ ِـز٣ كَؤ َ َّٓخ أََٗخ َال، َِ ٤ْ َُلْ ِْ ْحُ َو٢ِهللا ُ ك
َّ ُْ َُٜٔ ض رَؼْغُ ْحُ ُؼَِ َٔخ ِء ٍَ ِك
َ ٍَ َّه: ٍَ هَخ
َ٤
ِ ِ ـ َّ
ظ ُح غ ٓ خ
ِ ِ َـ ْ
ُح
104
Serahsî Ebû Hanîfe‟nin “Atları, katırları ve eĢekleri binmeniz ve süslenmeniz
için (yarattı). Allah Ģu an bilmediğiniz daha nice (nakil vasıtaları) yaratır.”714
âyetinden hareketle atın savaş ve diğer zamanlarda önemli bir araç olduğunu, bu
sebeple etinin yenmesini mekruh gördüğünü belirtir. Musannif, ayrıca atın artığının
temiz olmasının ve sidiğinin de eti yenen hayvanların sidiği hükmünde olmasının
bunu teyit ettiğini söyler.715
714
en-Nahl, 15/8.
715
Serahsî, el-Mebsût, XI, 233.
716
Serahsî, el-Mebsût, XI, 234; Kâsânî, Bedâ‟i„ü's-sanâi„, V, 38.
717
Serahsî, el-Mebsût, XI, 234.
718
Kâsânî, Bedâ‟i„ü's-sanâi„, V, 38.
719
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XVII, 248.
720
Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, II, 132; Aynî, Umdetü‟l-kârî, X, 59.
105
Tâvûs, Hasan-ı Basrî, Atâ, Evzâî, Sevrî, İmam Mâlik,721 İmam Ebû Yûsuf ve
Muhammed,722 Şâfiî,723 İbn Ebî Şeybe,724 İshâk, Ebû Sevr, Ahmed b. Hanbel,725
Dâvûd ez-Zâhirî ve İbn Cerîr‟in de aralarında bulunduğu âlimlerin cumhuru tertibin
sünnet olduğunu, dolayısıyla böyle bir cezâî müeyyidenin gerekli olmadığını ileri
sürmektedirler.726 Buhârî de bu görüştedir.
2. Nebîz Kavramı727
Sözlükte “elden bırakılıp atılmıĢ, değersiz Ģey” anlamına gelen nebîz, fıkıh
terimi olarak “kuru üzüm, hurma, bal, arpa, buğday ve benzeri Ģeylerin suda
bekletilmesi sonucunda elde edilen sarhoĢluk vermeyen bir tür içecek” 728 şeklinde
tanımlanmaktadır.
İslâm âlimleri, nebîzin hükmü729 hususunda ihtilaf ettikleri gibi nebîz kavramı
hakkında da ihtilaf etmişlerdir.
Çeşitli meyve ve hububattan elde edilen içeceklerin hangisinin nebîz kavramı
içine girip girmediği Hanefîlerle İmam Buhârî arasında geçen ihtilaflı konulardan
biridir. Hanefîlere göre tılâ, seker ve asîr adıyla anılan içecekler nebîzden
sayılmazken Buhârî‟ye göre bunlar nebîzdir. Zira ona göre gerek kuru üzüm, hurma,
bal, arpa, buğday ve benzeri şeylerin suda bekletilmesi ile elde edilen maddeler
gerekse fadîh, tılâ, nakî„ ve seker gibi özel adlarla anılan içecekler, nebîz kapsamında
mütalaa edilmelidir. Dolayısıyla nebîz içmeyeceğine dair yemin eden birisinin tılâ,
721
İbn Abdilber, İmam Mâlik‟in sünnet görüşünde olduğunu (el-Ġstizkâr, XIII, 324), Mübârekfûrî ve
Davudoğlu ise İmam Mâlik‟in de Ebû Hanîfe ile aynı görüşte olduğunu nakleder. (Tuhvetü‟l-
ahvezî, III, 351; Sahih-i Müslim Tercüme ve ġerhi, VI, 611.
722
Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, II, 142; Aynî, Umdetü‟l-kârî, X, 59.
723
Mâverdî, el-Hâvî, IV, 187.
724
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, VIII, 379.
725
İbn Kudâme, el-Muğnî, V, 320.
726
Tahâvî, ġerhu müĢkili‟l-âsâr, XV, 282; İbn Kudâme, el-Muğnî, V, 320.
727
Buhârî nebîz ile ilgili iki farklı yerde itiraz eder. Bunlardan biri burada, ilki ise “Nebîzle Abdest
Almanın Hükmü” başlığında zikredilmiştir. Fakat Buhârî, orada “ve kâle ba„zu‟n-nâs” ifadesini
kullanmamıştır.
728
İbnü‟l-Esîr, en-Nihâye, III, 128-129; Kal„acî, “Nebîz”, s. 444; Baktır, “İçki”, DĠA, XXI, 460.
729
Nebîzin hükmü hususunda Hanefî mezhebinde farklı yaklaşımlar söz konusudur. Ebû Hanîfe ve
Ebû Yûsuf, bu gruptaki içeceklerin sarhoşluk vermeyen miktarının içilmesini câiz görürken
(Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, IV, 222; İbn Âbidîn, Reddü‟l-muhtâr, VI, 453; Kevserî, en-
Nüketü‟t-tarîfe, s. 94), İmam Muhammed‟den bu konuda câiz, mekruh ve haram olduğuna dair üç
farklı rivayet söz konusudur (Şeybânî, el-Âsâr, II, 800-801). Cumhur ise bunun haram olduğunu
savunmaktadır. (Şevkanî, Neylü‟l-evtâr, VIII, 210.)
106
seker ve asîr gibi maddeleri içtiği takdirde yeminini bozmuş olacağını, Ebû
Hanîfe‟nin ise aksini ileri sürdüğü nakledilmektedir.730
Buna göre bir insan nebîz içmeyeceğim diye yemin etse de yukarıdaki üç
maddeden birini içse yemini bozulmaz. Çünkü Buhârî‟nin iddiasına göre bu içecekler
nebîzden sayılmamaktadır.
Buhârî konuyla ilgili Sehl b. Sa„d‟ın rivayet ettiği “Sahâbeden Ebû Useyd
evlendi. Düğününe Hz. Peygamber‟i çağırdı. Gelin hanım misafirlere hizmet
ediyordu. Olayı anlatan Sehl yanındakilere: „Biliyor musunuz o hanım Hz.
Peygamber‟e ne ikram etti?‟ dedi ve devam etti. Kadın geceden tevr denilen bir kap
içinde bir miktar hurma ıslatmıĢtı. Sabah olunca da bu tatlı Ģırayı ona ikram etti.”733
ve benzeri rivayetleri734 esas almaktadır.
730
İbn Battâl, ġerhu Sahîhi‟l-Buhârî, VI, 143.
731
Kal„acî, “Seker”, s. 262; Merğînânî, el-Hidâye, IV, 1527.
732
Kal„acî, “Seker”, s. 220; Merğînânî, el-Hidâye, IV, 1527, 1530; Meydânî, KeĢfü'l-iltibâs, s. 28.
733
Buhârî, “Eymân”, 21; َُّٙخ٣ُ ِاٚ كَ َٔوَ ْظِٚ ٤ْ َِ أَطْ زَ َق َػ٠َّ َِ َكظ٤ْ َُِّْ ٍٍ ِٓ ْٖ حَٞ ط٢ُِ طَ َْٔاح كَُٚ ض
ْ ُ هَخ ٍَ أَ ْٗوَ َؼَٕٚ َٓخ َٓوَ ْظٍََُْٝ طَ ْيٛ ِّ َْٞ ٌَ ُِ ِْوْٜ َٓ ٍَ كَوَخ
734
Buhârî ayrıca Hz. Sevde‟nin rivayet ettiği şu hadisi zikreder :“Bizim bir koyunumuz vardı. Ölünce
derisini tabakladık. Sonra bu derinin içinde ekĢiyene kadar nebîz saklardık.” (“Eymân”, 21)
735
Buhârî, “Eymân”, 21; ٍّ رؼغ حُ٘خٞ ه٢ل٘غ ك٣ ُْ َح٤ ػظٝ ٌَٓح أٌٝح كشَد ؽالء أ٤شَد ٗز٣ رخد إ كِق إٔ ال
ٙ رؤٗزٌس ػ٘يٌٙٛ ٔض٤ُٝ
107
yemin etse fakat bu üç Ģeyden birini içse yeminini bozmaması gerekir.‟ dersen biz de
deriz ki kiĢi bunlardan birini niyet ederek bu sözü söylerse yeminini bozmaması
gerekir, Ģayet mutlak olarak söylerse o zaman, örfî manaya değil de asıl manaya göre
yeminini bozmuĢ sayılır.”736
Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf,740 İmam Şâfiî741 ve Ebû Sevr gibi âlimler deve dahil
eti yenen bütün hayvanların idrarların necis olduğunu dolayısıyla içilmesinin câiz
olmayacağını söylemektedirler.742 en-Nehaî, Şa„bî, İbn Sîrîn, Atâ, Zührî, Sevrî, İmam
Mâlik,743 İmam Muhammed,744 İbn Ebî Şeybe,745 Ahmed b. Hanbel,746 Şâfiîlerden
İstahrî ve Rûhânî gibi âlimler ise deve de dahil olmak üzere eti yenen hayvanların
idrarının içilmesinin câiz olduğunu söylemektedirler.747 Buhârî de bu görüştedir.
736
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XXIII, 200.
737
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XXIII, 200.
738
E. Pormann, Peter, “Tıp”, DĠA, XLI, 96.
739
Kâsânî, Bedâ‟i„ü's-sanâi„, I, 61.
740
Ebû Yûsuf, deve idrarının necis olduğu hususunda Ebû Hanîfe ile ittifak etmekle beraber Ureyne
hadisine istinaden tedavi maksadıyla içilmesini câiz görür. (Merğînânî, el-Hidâye, I, 51).
741
Şâfiî, el-Ümm, I, 276.
742
Aynî, Umdetü‟l-kârî, III, 154; Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 105.
743
İbn Rüşd, el-Beyân ve‟t-tahsîl, I, 266.
744
İmam Muhammed, eti yenilen hayvanların idrarlarının temiz olması sebebiyle tedavi için olsun
veya olmasın içilmesini câiz görerek Şeyhayn‟den ayrılmaktadır. (Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I,
108)
745
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, VIII, 390-391.
746
İbn Kudâme, el-Muğnî, II, 492.
747
Mübârekfûrî, Tuhfetü'l-ahvezî, I, 181.
108
Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf‟un bu görüşü temel kaynaklarda zikredilmekle
beraber herhangi bir naklî delille temellendirilmemektedir. İmam Muhammed, Ebû
Hanîfe ile aralarında geçen “Kuyuya bevleden koyun için ne dersin? (diye Ebû
Hanîfe‟ye sordum) Ebû Hanîfe (de cevaben): „Kuyunun suyu temiz olana kadar
mevcut suyun tamamı çıkarılır.‟ dedi.”748 ve benzeri ifadeleri749 naklederek eti yenen
hayvanların idrarının necis olduğuna dair Ebû Hanîfe‟nin genel kanaatini
belirtmektedir. Daha sonraki dönemde Serahsî, Şeyhayn‟in mezkûr görüşünü Ebû
Hüreyre‟nin rivayet ettiği “Ġdrardan sakınınız. Zira kabir azabının çoğu bundan
dolayıdır.”750 ve benzeri hadislerle751 temellendirdiği görülmektedir.
Ebû Hanîfe‟ye göre eti temiz olan her hayvanın idrarının da temiz olması
gerekmemektedir. Zira insanın da eti temizdir fakat kanı gibi idrarı da necis
dolayısıyla içilmesi haramdır. Dolayısıyla Hanefîler, karşı tarafın istidlâl ettiği Hz.
Enes tarafından rivayet edilen Ureyne hadisindeki cevaz hükmünün zaruret haline
mahsus veya mensuh olduğunu ileri sürerler.753
Ebû Hanîfe‟ye göre bu müsade hükmüya savaş, şiddetli kaşıntı, soğuk gibi
durumlarda ipek giymenin zarurete binaen mubah olması gibidir, ya da Allah Teâla,
748
Şeybânî, el-Asl, I, 85. ٍ ٓخًٌُٞي رٝ ْ حُٔخء هِضٜـِز٣ ٕ أ٠ُ اًِٚ َِ٘ف ٓخء حُزج٣ ٍ رجَ حُٔخء هخ٢ض حُشخس اًح رخُض ك٣هِض أٍح
ْ حُٔخءٜـِز٣ ٠ كظًِٚ َِ٘ف ٓخء حُزج٣ ٕ رجَ حُٔخء أَٓص أ٢خ كٜ٘ٓ ء٢ اًح رخٍ شٚٔئًَ ُل٣ ٓخ الٝ ٚٔئًَ ُل٣
749
Ebû Yûsuf, el-Âsâr, s. 7. حًح حطخدٚ٤شظي ك٣ٝ َحُزوٝ َحٍ حالرٞ حرٌَٙ٣ ْٕ حٕ ًخ٤ٛلش ػٖ كٔخى ػٖ حرَح٤٘ ك٢ ػٖ حرٚ٤ػٖ حر
ٕد حٗٔخٞػ
750
Serahsî, el-Mebsût, I, 54; Merğînânî, el-Hidâye, I, 51; Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I, 160; ُ َٔخََُٜٝ
ُْٚ٘ ِٓ َِْ د ْحُوَزِ ْ ٍِ كَب ِ َّٕ ػَخ َّٓشَ َػ ٌَحَٞح ِٓ ْٖ ْحُزُِِٞٛ ْ٘ َ ح ْٓظ: َْ ََِّٓ َٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ َّ ٠َِّط َ ُُٚ َْٞ ;هDârekutnî, I, 127.
751
Hanefîlerin diğer bir delili de İbn Mes„ûd‟un rivayet ettiği “Allah Teâla size haram kıldığı Ģeylerde
Ģifa vermez.” mealindeki hadistir. (Kâsânî, Bedâ‟i„ü's-sanâi„, I, 61; Buhârî, “Eşribe”, 15)
ٍ صلاى اللاوُ َعلَْي ِو َو َسلا َم بِلِ َق ِ
ُّ ِاجتَػ َوْوا ال َْمدينَ َة فَأ ََمَرُى ْم الن ٍ اس ِم ْن ُعك ِ َ َس ق
ٍ ََع ْن أَن
752
Buhârî, “Tıp”, 5, 6; “Diyat”, 22. اح َوأَ ْن َ اِب ْ َْل أ َْو ُعَريْػنَ َة ف ٌ َال قَد َم أُن
ِ ِ ِ ِ ِ
اع َم
َ استَاقُوا النػْ صلاى اللاوُ َعلَْيو َو َسلا َم َو ِّ ِص ُّحوا قَػتَػلُوا َراع َي الن
َ اِب َ يَ ْشَربُوا م ْن أَبْػ َواذلَا َوأَلْبَاِنَا فَانْطَلَ ُقوا فَػلَ اما
753
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 109; Aynî, Umdetü‟l-kârî, III, 155.
109
Ureyne hadisinde zikri geçen çobanı katleden, develeri yağmalayan ve irtidat eden
kimselerin durumunu vahiy yoluyla Hz. Peygamber‟e önceden bildirdiği için o da
onlara deve idrarını içmelerini tavsiye etmiştir.754
Kevserî, Ebû Hanîfe‟ye göre sahâbe adalet yönünden güvenilir olsa da beşer
olmaları hasebiyle rivayetlerinde hata ve unutma olabileceğini, dolayısıyla Hz.
Enes‟in de mezkûr rivayetinde hata veya unutma bulunabileceğini söyleyerek, hadiste
zikredilen „deve idrarı‟ kaydının olmaması ihtimalini ön plana çıkarmaya çalışır.755
II. MUAMELAT
A. ġAHIS HUKUKU
1. Bulûğ YaĢı
Ebû Hanîfe, erkeklerin çoğunlukla on iki ile on beş yaş arasında, kızların ise
dokuz ile on iki yaş arasında ihtilam olacağını esas almaktadır. 758 Fakat bu yaşlarda
ihtilam olmamaları halinde ihtiyaten erkeklerde on sekiz veya on dokuz, hayız
görmeyen kızlarda ise on beş,759 bazı rivayetlerde ise on yedi veya on dokuz olarak
belirlemektedir.760 İmam Muhammed, Ebû Yûsuf, on beş yaşını doldurmuş kız ve
erkeği eşit kabul ederken İmam Muhammed‟den iki farklı rivayet gelmektedir. Bir
754
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 109; Aynî, Umdetü‟l-kârî, III, 154–155.
755
Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 106.
756
Kal„acî, “Bulûğ”, s. 110.
757
İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, XXIII, 163; İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, V, 277; Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe,
s. 100.
758
Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 99.
759
Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 100.
760
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, II, 5; Serahsî, el-Mebsût, VI, 53-54; Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„,
ِ ْحُ َـ٢ َٓ ْز َغ َػ ْش ََسَ كَٝ ِّ ْحُ ُـ َال٢ َػ ْش ََسَ ََٓ٘شا ك٢َ ِٗ ػَ َٔخٚ٘هللاُ ػ
VII, 172; َ ِش٣ٍخ َّ ٢لَشَ ٍػ٤ِ٘ َكٞ ;هخٍ أرAynî, Umdetü‟l-kârî,
XIII, 239; Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 100.
110
rivayete göre Ebû Yûsuf gibi düşündüğü,761 başka bir rivayette ise erkek çocuk
hakkında Ebû Yûsuf‟un, kız çocuk hakkında da Ebû Hanîfe‟nin görüşünü tercih ettiği
nakledilmektedir.762 Evzâî,763 İbn Vehb,764 Şâfiî,765 İbn Ebî Şeybe766 ve Ahmed b.
Hanbel767 gibi âlimler de on beş yaşını dolduran kız veya erkeğin mükellef olacağını
söyler.768 Buhârî de bu görüştedir. İmam Mâlik ise bulûğ yaşı için erkek çocuğun tüy
çıkarmasını veya ihtilam olmasını esas alırken,769 Mâlikîlerin çoğunluğu kız ve
erkeğin bülûğ çağını on sekiz yaş olarak kabul ederler.770
Ebû Hanîfe‟nin bu görüşü, ilk kaynaklarda yer almakla beraber herhangi bir
naklî delille temellendirilmemektedir. Tahâvî, Ebû Hanîfe‟nin bu görüşünü Ebû
Yûsuf tariki ile şu ifadelerle nakletmektedir: “Ebû Hanîfe: „Çocuk on sekiz yaĢına
girdiğinde yetiĢkin erkeklerin hükümlerine tâbi olur.‟ dedi.”771 Tahâvî, ayrıca
Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ‟da “on dokuz” rivayetine de yer vermektedir.772 Nitekim
Serahsî de ġerhü‟s-Siyeri‟l-kebîr‟de nihaî bulûğ yaşının “on sekiz veya on dokuz”
olduğuna dair Ebû Hanîfe‟den iki rivayet nakledildiğini belirtir.773
Buhârî, İbn Ömer‟in rivayet ettiği “Hz. Peygamber (s.a) onu (Ġbn Ömer‟i)
Uhud günü sınadı, o (o zaman) on dört yaĢında idi. (Ġbn Ömer bana): „Hz.
Peygamber (s.a) bana müsaade etmedi. Daha sonra beni Hendek günü (tekrar)
denedi, (o zaman) ben on beĢ yaĢındaydım.‟ dedi. Nâfi dedi ki: „Bunun üzerine o gün
halife olan Ömer b. Abdülazîz‟in yanına gittim ve bu hadisi naklettim.‟ O da: „Bu
küçükle büyük arasında bir sınırdır.‟ dedi. Ve memurlarına on beĢ yaĢında olan
761
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, II, 5.
762
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, III, 218.
763
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, II, 5.
764
İbn Kudâme, el-Muğnî, VI, 598; İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, V, 277.
765
Mâverdî, el-Hâvî, II, 314.
766
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, VIII, 389. Musannifin mezkûr eserinde Ebû Hanîfe‟nin “Kız
çocukları, on yedi veya on sekiz yaĢına kadar sorumlu değildir” şeklinde bir söz söylediğini iddia
etmesi, bu konudaki tüm rivayetleri dikkate almadığını göstermektedir.
767
İbn Kudâme, el-Muğnî, VI, 599.
768
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, III, 218; Nevevî, ġerhu‟l-Müslim, XIII, 15; Aynî, Umdetü‟l-kârî,
XIII, 239.
769
İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, XXIII, 163.
770
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, V, 277.
771
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, III, 218; ٍٞو٣ ٓقٞ٣ هخٍ ٓٔؼض أرخٚ ػَٔحٕ هخٍ ػ٘خ ٓلٔي رٖ ٓٔخػ٢كيػ٘خ أكٔي رٖ أر
ٍ أكٌخّ حَُؿخ٢ ػشَس ٓ٘ش كوي طخٍ رٌُي ك٢ٗ ػٔخٚ٤ِ اًح أطض ػ: لش٤٘ كٞهخٍ أر
772
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, II, 5.
773
Serahsî, ġerhu‟s-Siyeri‟l-kebîr, II, 592; ش٣حٍٝ ٢طٔغ ػشَس ٓ٘ش كٝ ش٣حٍٝ ٢لش ػٔخٕ ػشَس ٓ٘ش ك٤٘ ك٠ٍ أرٞ ه٠كٝ
111
kimseye asker aylığı bağlamalarını yazdı.”774 mealindeki hadisi esas alarak bulûğ
çağını on beş ile sınırlamaktadır.
Tahâvî, karşı tarafın istidlâl ettiği İbn Ömer hadisini şöyle yorumlar: Hz.
Peygamber‟in, İbn Ömer‟i on dört yaşında geri çevirmesi, baliğ olmadığından dolayı
değil onu zayıf olarak gördüğünden dolayı olabilir; nitekim Semura b. Cündeb‟e de
buna benzer davranmıştır. Sonuç olarak Tahâvî, Ebû Yûsuf‟un görüşünün tercih
edilmesi gerektiğini söyler.775
Kâsânî ise bulûğ çağını on beş yaş olarak belirleyen asıl unsurun akıl
olduğunu, ihtilam olma durumunun ise aklın belirlenmesinde ölçü olarak alındığını
söyler. Ona göre ihtilam, herhangi bir bedensel rahatsızlık olmadıkça en geç on beş
yaşında gerçekleşir, sonraya sarkmaz. Eğer bu durum daha sonraki bir yaşa sarkıyorsa
bu fıtrî bir durumdan kaynaklanır ki bunun böyle olması akıl ve zihin sağlığına tesir
etmez. Aklına tesir etmediğinden dolayı bedensel rahatsızlığı on beş yaşında mükellef
kılınmasına mani değildir.776
2. Vakfın GerçekleĢmesi
Sözlükte “bir Ģeyi hapsetmek”777 manasına kullanılan vakıf, fıkıh terimi olarak
“bir mülkün aynının temlik ve temellükten menedilerek menfaatinin, bir hayır cihetine
ebedî olarak tahsis edilmesidir.”778
Bir malın, Allah rızası için insanların istifadesine arzedilmesinin câiz olduğu
hususunda âlimler ittifak etmekle beraber,779 vakfın hukukî niteliği, kurucu unsurları,
bağlayıcılığı ve vakfedilen malın mülkiyeti gibi hususlar ihtilâflıdır.780
İbrâhim en-Nehaî, Ebû Hanîfe ve Züfer‟e göre vakıf, vakfedenin mülk bir aynı
mülkiyetinde tutarak menfaatini fakirlere veya bir hayır cihetine tasadduk etmesidir.
774
Buhârî, “Şehâdât”, 18, “Meğazî”, 29; Müslim, “İmâre”, 91 (1868); ُح ٍد ُ ضوُ يػَ ْوَم أ
ِ
َ صلاى اللاوُ َعلَْيو َو َسلا َم َعَر
ِ َ أَ ان رس
َ ول اللاو َُ
ِ ِ
ت َعلَى ُع َمَر بْ ِن َعْبد ال َْع ِزي ِز َوُى َو َخلي َفةٌ فَ َح ادثػْتُ ُو م ِ
د ق ػف ع ِ
اف ن ال ق ِنِاز َج أ ف ة نس ةر ش ع س َخ ن اب انَ
أو ِ
ؽ دناخل مو ػ ي ِ
ِن ض ر ع ُث ِنِز ِ
َ َ
ُ ْ َ َ ٌ َ َ َ َ َ ً َ َ َ ْ َ َ َْ ُ ْ َ َ َ َْ َ ْ َ َ ََ ْ ُا ْ ْ َ ً َ َ َ ْ َ َ َ ْ ُ ْ َوُى َو
ُي
ُ م َل ػف ة نس ة
َر ش ع ع ب
َرأ ن اب
ِ ِ ِ ِ ِ ِ ِ
ِ ني ال ا ِ ِ
س َع ْشَرَة َ َْضوا ل َم ْن بػَلَ َغ َخُ ب إ ََل عُ امالو أَ ْن يػَ ْف ِر
َ َصغري َوالْ َكبري َوَكت َ ْ َال إ ان َى َذا َحلَ ٌّد بػ
َ يث فَػ َق
َ احلَد
ْ َى َذا
775
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, III, 220.
776
Kâsânî, Bedâ‟i„ü's-sanâi„, VII, 172.
777
Feyyûmî, “Vakf”, s. 397; Cürcânî, et-Ta„rîfât, s. 202; Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, II, 565.
778
Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, VI, 218; Ömer Hilmi Efendi, Ġthâfü‟l-ahlâf fi ahkâmi'l-evkâf, s. 13 (1.
Mesele). Ayrıca bk. Berki, Vakıflar, s. 41.
779
Şevkânî, Neylü‟l-evtâr, VI, 26.
780
Günay, “Vakıf”, DĠA, XLII, 475.
112
Ayrıca onlar, kişinin “vakfettim” şeklindeki sözü veya vakıf senedi mahkemece tescil
edilmedikçe781 akarın vakıf vasfı kazanamayacağını,782 dolayısıyla vakfedenin
vakfetmekten vazgeçmesinin câiz olacağını söylerken,783 Leys b. Sa„d, Ebû Yûsuf,784
Şâfiî785 ve Hanbelîlerin çoğunluğu ile bazı Mâlikî786 âlimleri mücerret sözün vakfın
bağlayıcılığı hususunda yeterli olacağını söylemektedirler.787 Buhârî de bu görüştedir.
İbn Ebî Leylâ, Evzâî, Hasan b. Hayy, İmam Muhammed, İmam Mâlik 788 ve
Ahmed b. Hanbel789 gibi âlimler ise vakfın bağlayıcı olabilmesi için sadece irade
beyanının yeterli olmayıp, vakfedilen malın mütevelliye teslimini şart koşarlar.790
Hanefî mezhebinde tercih edilen görüş, İmam Ebû Yûsuf‟un791 dolayısıyla cumhurun
görüşü doğrultusundadır.
781
İbn Âbidîn, Reddü‟l-muhtâr, IV, 338; Selîm Hânî Mensûr, Vakf, s. 26.
782
Meselâ kişinin “Ben öldüğümde bu evimi vakfediyorum” şeklindeki sözünü hâkimin onaylaması
halinde mirasçılar, bu vakıf malından rücû edemez. Yahut da kişinin bir yeri namaz kılınması için
vakfetmesi halinde orada tek bir kişinin dahi namaz kılması durumunda o mescid o kişinin
mülkiyetinden çıkar. (Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, VI, 219; Zuhaylî, el-Fıkhu‟l-Ġslâmî ve edilletüh,
X, 7599-7600). Dolayısıyla Ebû Hanîfe ve Züfer‟e göre vakıf, “Bir mülkün aynı, sahibinin
mülkünde kalmak üzere -âriyet gibi- menfaatinin bir cihete tasadduk edilmesi” şeklindedir.
(Merğînânî, el-Hidâye, II, 923; İbn Âbidîn, Reddü‟l-muhtâr, IV, 337-338.)
783
Şeybânî, el-Hücce, II, 43; ġerhu Me„âni‟l-âsâr, IV, 95; Kudûrî, Kitâbü'l-Kudûrî (el-Lübâb ile
birlikte), II, 99.
Merğînânî, el-Hidâye, II, 932; ٌّ ُِ َ ْهقُ الَٞ ُحَٝ ْْ رِشََْ ٍؽ َ ٤َُ ُٙ ُْ ِػ ْ٘ َي٤ِِْٔ َُّ اِ ًْ حُظُِٚ ْ أَطَٞ ُٛ ْ ٍِ ًَ َٔخَُٞ رِ ْخُوٌُٚ ِْ ِٓ ٍُ ُِٝ َ٣ َُٓقُٞ٣ ٢ِِػ ْ٘ َي أَر
784
785
Dımeşkî, Rahmetü‟l-Ümme fî ihtilâfi‟l-eimme, s. 191.
786
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, IV, 157; Nevevî, el-Mecmû„, XVI, 180; İbn Kudâme, el-
Muğnî, VIII, 186.
787
Zekiyyüddîn Şa„bân, Ahkâmü'l-vasiyye ve'l-mirâs ve'l-vakf, s. 465.
788
İbn Rüşd, el-Mukaddimâtü'l-mümehhedât, II, 408; Zekiyyüddîn Şa„bân, Ahkâmü'l-vasiyye ve'l-
mirâs ve'l-vakf, s. 458.
789
İbn Hanbel‟den gelen diğer bir rivayete göre, sadece sözle de vakıf câizdir. bk. İbn Kudâme, el-
Muğnî, VIII, 187; Ukberî, Ruûsü‟l-mesâili‟l-hilâfiyye, III, 1038.
790
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, IV, 157.
791
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, IV, 98; ِٚ ٤ْ َُِٓقَ ٍَ ِك َٔشُ هللاِ َػُٞ٣ ُٞ أَرِٚ ٤ْ ََُِذ ا َ ًَٛ ;كَؼَزَضَ رِ َٔخ ًًَََْ َٗخ َٓخİbn Âbidîn,
Reddü‟l-muhtâr, IV, 338.
792
İmam Muhammed, el-Hücce‟de Kâdı Şüreyh‟tan gelen şu rivayete yer vermektedir: “Muhammed
(a.s.) hapsedilen (vakfedilen) Ģeyin satılmasının câiz olduğu hükmünü getirmiĢtir.” (el-Hücce, II,
41; Serahsî, el-Mebsût, XII, 28; Aynî, el-Binâye, VI, 144; Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, II, 567;
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, V, 109; ْْ ِ ِْغ ْحُ َلز٤َ ََِّٓ ْْ رِزَٝ ِٚ ٤َِ هللاُ َػ٠َِّط َ هَ ْي َؿخ َء ُٓ َل َّٔ ٌيّْٚٗق أ٣ََ ػٖ ُشZuhaylî, el-
113
Buhârî, İbn Ömer‟in rivayet ettiği “Hz. Ömer‟e Hayber‟den güzel bir arazi
ganimet olarak düĢmüĢtü. Hz. Ömer, Resûlullah (s.a)‟e geldi ve:„Ya Resûlullah!
Hayber‟den öyle bir toprak parçası (ganimet olarak elime) geçti ki Ģimdiye kadar
bundan daha değerli bir mala sahip olmamıĢtım; bana neyi tavsiye buyurursun?‟
dedi. Resûlullah da ona : „Ġstersen aslını tasadduk et (sadaka yap, vakfet). Bunun
üzerine Hz. Ömer, bu arsasını „aslı satılmamak, hibe edilmemek, mirascılara intikal
etmemek üzere; fakirler, akraba, köleler, Allah yolunda savaĢanlar, misafirler ve
yolcular için vakfetti. Onu idare edenin (mütevellinin) mülküne bir Ģey geçirmeksizin,
normal ölçüler içinde -vakıf malından- yemesi ve dostuna yedirmesi serbesttir.‟
dedi.”793 ve benzeri hadisleri794 esas almaktadır.
Ebû Hanîfe, İbn Abbâs hadisinden hareketle vakfedilen şeyin aslında malın
menfaati olduğunu, aslının ise vakfedenin mülkiyetinde kaldığını ileri sürer. Ona göre
vakfın ebedî olabilmesi için mücerret sözün yeterli olamayacağını ancak yukarıda
zikredilen şartların yerine getirilmesiyle gerçekleşebileceğini söyler.795 Aksi takdirde
kişi vakıftan rücû edebilir. Dolayısıyla bu mal, akde konu olabildiği gibi miras
yoluyla varislere intikal edebilir. Ona göre şayet mal mücerret sözle mülkiyetten
çıkmış olsaydı, o takdirde Allah‟ın farzlarından biri olan miras hakkı, vakıf sebebiyle
mirascılarla miras hakları arasında engel teşkil etmiş olacaktır.796
Tahâvî‟nin, İsâ b. Ebân‟dan rivayet ettiğine göre İmam Ebû Yûsuf, Bağdat‟ı
ziyareti sırasında İsmâil b. Uleyye, yukarıda zikri geçen İbn Ömer hadisini kendisine
söyleyince Ebû Yûsuf: „Bu, kendisine muhalefet edilmesi câiz olmayan bir durumdur,
bu (hadis) Ebû Hanîfe‟ye ulaĢsaydı bununla hükmederdi ve buna muhalefet etmezdi.‟
şeklindeki sözü söyler. 797
Fıkhu‟l-Ġslâmî ve edilletüh, X, 7600). Sadruddîn İbn Ebi‟l-İzz, bu nakil sahih olsa dahi Şüreyh‟in
bunu kendi içtihadına göre söylediğini belirtir. (et-Tenbîh, IV, 329.)
793
Buhârî, “Vasâyâ”, 28, 29, “Eymân”, 33; Bu hadis, Kütüb-i Sitte‟nin tamamında İbn Ömer ve Nâfi
tarikiyle nakletmektedir. ، َخَِٜ ْ اِ ْٕ َش ْجضَ َكزَّْٔضَ أَط: ٍخ َ َ ؟ هِٚ ِر٠َُِٗ ُٓ ْْقَ طَؤ٤ٌَ َ ك، ُْٚ٘ ِٓ ْ َ َؾ أَ ْٗل ُّ َطذْ َٓخال هِ ُػخ َُ ْْ أ
ْض أٍَْ اُ طز َ َ أ:
ْقِ ٤ؼ َّ ُحَٝ هللا َّ
ِ َِ ٤ِ َٓز٠ِكَٝ د ُ ْ ُ ْ ُ
ِ حُ َِّهَخَٝ ٠َحُوَْ رَٝ حُلوَ ََح ِء٠ِ ك، ٍَعُٞ٣ الَٝ َُذُٛٞ٣ الَٝ َخِٜ ْع أط ُ َ َّ َ
ُ ُزَخ٣ ُ الٚٗ أ، َُ َٔ م ُػ ْ
َ َ كَظ، َخِٜظ َّيهضَ ر
َ ظ َّي َ َطَٝ
ِٚ ٤ِ ٍٍ كِّٞ َٔ َ ََ ُٓظ٤ْ واخ َؿ٣ط ِي ْؼ
َ َِ ْ
ُط ٣ َْٝ أ فُٝ
ِ َ ؼْ ٔ ْ
ُخر خٜ ْ
٘
َ ِ َ ِ َ َ ٓ َ ُ
ً ْ ؤ٣ ْ
ٕ َ أ خ ٜ ٤ُٝ
َ َِ َ َْ
ٖ ٓ ٠ َ ِػَ ف
َ َخ ٘ؿُ ال َ
ِ ِ ٤ز َّ
ٔ ُح ، ِٖ َْ
ر حٝ
794
Buhârî, “Vasâyâ”, 30.
795
Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 41.
796
Zuhaylî, el-Fıkhu‟l-Ġslâmî ve edilletüh, X, 7599-7600.
797
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, IV, 158; Şevkânî, Neylü‟l-evtâr, VI, 26; Kevserî, en-Nüketü‟t-
tarîfe, s. 41; Muhammed Avvâme, Eseru‟l-hadisi‟Ģ-Ģerîf, s.123; َُ َٔخَٝ ِٚ ِلَشَ َُوَخ ٍَ ر٤ِ٘ َك٢ِ أَر٢َُ ٌَح حٛ ٢َْٛ طََ٘خَُٞ َٝ
َُُٚ هَخَُلَُٚ َٔغ ِهالَك٣ َ ٌَح ِٓ َّٔخ الٛ ; Bu ifade bazı kaynaklarda ٚلش ُوخٍ ر٤٘ رِؾ حرخ كُٞ ٝ ٚٔغ حكيح هالك٣ ٌح الٛ şeklinde de
nakledilmektedir. (Tehânevî, Ġ„lâü‟s-sünen, XIII, 105.)
114
İbn Âbidîn, bazılarının el-Asl‟da yer alan “Ebû Hanîfe, vakfı câiz
görmüyordu.” şeklindeki ifadenin zâhirine bakarak hükmettiğini, halbuki mezhep
imamlarının hepsine göre câiz olduğunu, aralarındaki ihtilâfın sadece vakfın bağlayıcı
olup olmaması hususunda olduğunu, fetvanın ise Ebû Yûsuf‟un kavli üzere olduğunu
bildirir.798
Kevserî, Ebû Hanîfe‟nin bazen Kâdı Şüreyh799 ve İbrâhim en-Nehaî gibi
müctehidlerin içtihatlarını, delillerini araştırmadan doğrudan kabul ettiğini bildirir.800
Kevserî, müctehidin içtihadından sonra delilin bu içtihadın aksine tezahür etmesi
durumunda kendi görüşünü, tâbi olduğu müctehide -delilsiz- isnat etmesinin sahih
olmayacağını zira içtihadın ancak nass olmadığı yerde geçerli olabileceğini söyler. 801
Kevserî, Ebû Yûsuf‟un eskiden Ebû Hanîfe ile aynı görüşte olduğunu fakat
İbn Ömer hadisini gördüğünde: “Bu hadis Ebû Hanîfe‟ye ulaĢsaydı eski görüĢünden
vazgeçerdi”802 sözünü söyleyerek eski görüşünden vazgeçtiğini nakleder. Kevserî,
ayrıca İbn Ebî Avvâm‟ın “Ebû Hanîfe‟nin durumunu Ebû Yûsuf‟dan daha iyi
kimsenin bilemeyeceğini” naklederek Ebû Yûsuf‟un bu sözünü teyit etmeye çalışır.803
Kevserî buna ek olarak Ebû Yûsuf‟un da bildirdiği üzere, Ebû Hanîfe‟nin bu hadisin
kendisine ulaşmaması sebebiyle hata ettiğini bildirir.804
İbn Âbidîn, Reddü‟l-muhtâr, IV, 338; َ ٌَحٛ َِ ِٛ ظخ ِ َُّ٘ ْهقَ كَؤَهَ ٌَ رَؼْغُ حَٞ ُ ُِ ْح٤ُ ِـ٣ لَشَ َال٤ِ٘ َكُٞ ًَخَٕ أَر: َِ ْ ْحألَط٢ِ ًَ ًَ ََ كَٝ
َ خّ ِر
798
ِٚ ِٓ َػ َيَٝ ّٝ ُّ ْ ْ َ
ِ ُِ ُِ ح٢ُِ ْْ كَٜ٘٤ْ َاَِّٗ َٔخ حُ ِو َالفُ رَٝ ، َِّ ٌُ ُُ َؿخثِ ٌِ ِػ ْ٘ َي حَّٚٗ ُق أ٤ظ ِلَّ ُحَٝ . ُٙ ْهقُ ِػ ْ٘ َيَٞ ُ ُُ ْحَُٞـ٣ هَخ ٍَ َالَٝ حَُِّ ْل ِع
799
Ebû Ümeyye b. Hâris el-Kindî, tâbiînin büyüklerindendir. Kırk yaşında iken Hz. Ömer tarafından
Kûfe‟ye kâdı tayin edildi. Hz. Ömer, Osmân ve Ali zamanında kâdılık yapmıştır. Hz. Ali, halife
iken onun karşısında, zimmî bir yahudi ile muhakeme edilmişti. Adâleti ve verdiği hükümlerle
haklı bir üne sahip olan Kâdı Şüreyh hicrî 79. yılında, 120 yaşında vefat etti. bk. Aynî, el-Binâye,
VI, 145. Ebû Hanîfe‟nin muasırı Kûfe kâdısı Şüreyk (v. 177) ile karıştırılmamalıdır.
800
Buna benzer bir ifade için bk. Tehânevî, Ġ„lâü‟s-sünen, I, 100; Abdülfettâh Ebû Gudde,
Tehânevî‟nin (Kavâid, s. 137) (dp. 60) adlı eserine yaptığı talik.
801
Kevserî, Makâlât, s. 157; Sâğircî, el-Fıkhu‟l-Hanefî ve edilletüh, III, 136; َخٜ٤ِلَشَ َٓ َٔخثِ َُ طَخرَ َغ ك٤ِ٘ َك٢ِ ِألَرَٝ
َف ًَُِي ِ ِه َال٢ِص ْحُ ُل َّـشُ ك ْ ََ ََٜ ظَٝ ن ُّ حُل
َ ػ َق ِ َٓؼ٢ِ َى كُٜٞ َْ ْز ٌُ ٍَ ْحُ ُٔـ٣ ْٕ َ َِْ أ٤ ِٓ ْٖ َؿ٢ِّ حَُّ٘ َو ِؼَٝ ق٣
َ َٝ َُ ٌِ ْٖ اِ ًَح،َخْٜ٘ ِٓ ٍٍ َْٞ َِ ه٤َُِْكَ ِش َى ٍ ََ أَ ْٓؼَخ ٍُ ُش
ْ
ٌُُٕٞ َ٣ َخ َى اَِّٗ َٔخِٜحالؿْ ظ َ ُ ُ َ َ ٤ََِْ ٍِ كَْٞحُو
ِ َّٕ ْق ِأل
ِ ق حُظُّ ز ِ ْػَٞ ًَ ِٚ ِػَُٞ ََ هَ طَؤ َٓ ْظزَٜ ٍَ ػ َّْ ظ٤ُِ ِٕ َىُُٝ رِيٙحَٞ ِٓ ِٚ ٤ِ ٓخ طَخرَ َغ كِٙ َخ ِىِٜ حؿْ ظ٠َُِ اٟ ِ َؼ٣ ْٕ ظقُّ أ
َ ِْ ِ َ٣ ْْ
"ِٚ ٤ِ َٔخ َال َٗضَّ ك٤ِك
802
Tehânevî, Ġ„lâü‟s-sünen, XIII, 105; Kevserî, Makâlât, s. 157; Kevserî, Ġhkâku‟l-hak, s. 26; َ ٌَحٛ ْ رََِ َؾَُٞ
ُْٚ٘ لَشَ َُ ََ َؿ َغ َػ٤ِ٘ َك٢ِ أَر٢ُغ ح٣ ُ حُ َل ِي
803
Kevserî, Makâlât, s. 157.
804
Kevserî, Makâlât, s. 164; Kevserî son olarak şunu söyler: “Ebû Yûsuf ve Muhammed‟in sözünden
anlaĢılıyor ki Ebû Hanîfe‟nin talebeleri, hocalarının hatasının zâhir olduğu yerde ona
musamahakar davranmıyorlar. Ġlimde ihlas da budur zaten.” (en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 41.)
115
İlk kaynaklarda Ebû Hanîfe‟nin iki talebesinin hocalarının görüşlerine
katılmadıkları, bilakis hocalarının vakıf hususundaki görüşüne getirdikleri eleştirilere
yer verilmektedir. Nitekim İmam Muhammed, Kitâbü‟l-Asl‟da hocasının vakıf
hususunda ileri sürdüğü tescil şartını kabul etmediği gibi, bunun delilsiz bir tahakküm
(zorlama) olduğunu şöyle belirtmektedir: “Ġnsanlar, Ebû Hanîfe ve ashâbının
sözlerini ancak onların insanlar üzerinde (herhangi bir) tahakküm/zorlama söz
konusu olmadığında kabul edebilirler. Aksine delil ve kıyas olmaksızın insanlara
tahakküm ettikleri takdirde taklit etmeyeceklerdir. ġayet (bu Ģekil) taklit câiz olacak
olsaydı, Ebû Hanîfe‟den önce gelmiĢ olan Hasan-ı Basrî ve Ġbrâhim en-Nehaî gibi
âlimlerin taklit edilmeleri (buna) daha layık olurdu.”805
805
Şeybânî, el-Asl, Süleymaniye Kütüphanesi, Murad Molla, 1040 Mükerrer, 253a-b; Serahsî, el-
Mebsût, XII, 28; İbn Nüceym, el-Bahrü‟r-râik, V, 324-325; Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, II,
567; ُّ َِْ ُك َّـ ٍش كَوَخ ٍَ َٓخ أَ َه ٌَ حَُّ٘خ٤خّ ِٓ ْٖ َؿ ِ ْحُ ٌِظَخ٢ِلَشَ ك٤ِ٘ َك٢ِْ ٍَ أَرَٞ ه٠َُُ هللاِ طَ َؼخَٚٔ هَ ْي ح ْٓظَ ْز َؼ َي ُٓ َل َّٔ ٌي ٍَ ِكَٝ
ِ َُّ٘ ح٠َُِ طَ َل ٌُّ أخ َػٙ َٓ َّٔخَٝ َ ٌَحُِٜ د
ٍ َخ٤ِ َال هَٝ ٍَ َ َِْ أَػ٤خّ رِ َـ
ِٙ ٌِ ِٛ حُُٝوَِِّي٣ ْْ َُ ّ ِ َُّ٘ ح٠ََِٕ َػُٞٔ ٌَّ َظ ََل٣ َٖ٣ٌِ َُُّ ُْ حٛ حُٞٗخّ كَب ِ ًَح ًَخ
ِ َُّ٘ ح٠َِْ حُظَّ َل ٌُّ َْ َػِٜ ًِ ََْ اِالَّ رِظِٚ ِأَطْ َلخرَٝ َلَش٤ِ٘ َك٢ِْ ٍِ أَرَٞرِو
َ َ
ْٕ أََٟ ْ أك٠َُُ َٔخ هللا ُ طَ َؼخَٜٔ ٍَ ِك٢ْ حَُّ٘ َو ِؼ٤ِ ِٛ اِ ْر ََحَٝ ١َِ ظ َ َلَشَ ِٓؼ ََ حُ َل َٔ ِٖ حُز٤ِ٘ َك٢ِ ِٓ ْٖ هَ ْز َِ أَر٢ؼ
ْ ْ ْ َ َٓ ْٖ َٓ َٕ ُي َُ ٌَخ٤ِِْ َؿخ َُ حُظَّ ْوََُٞٝ َخ َء٤ْحألَ ْش
حُُٝوََِّي٣
Şeybânî, el-Hücce, III, 58; َلَش٤ِ٘ َكُٞخٍ أر َ َ َٓخ ه٠َِ ََسٌ َػ٤ِْ آػَخ ٌٍ ًَؼ ِ ْحُ َل ْز٠ِص ك ْ هَ ْي َؿخ َء
806
807
Tehânevî, Ġ„lâü‟s-sünen, XIII, 116.
808
Ömer Hilmi Efendi, Ġthâfü‟l-ahlâf fi ahkâmi'l-evkâf, s. 24 (70. Mesele)
809
Halil Şükrü Efendi, Ahkâmü‟l-evkâf, s. 30.
116
B. AĠLE HUKUKU
1. ġiğâr Nikâhı
Sözlükte “kaldırmak, boĢ olmak” anlamına gelen şiğâr, fıkıh terimi olarak “iki
kiĢinin kızlarını veya kızkardeĢlerini birbirlerine mehirsiz olarak nikâhlaması”810
şeklinde tanımlanmaktadır. Türkçede berdel nikâhı olarak bilinmektedir.
İslâm dini nikâh akdinde erkeğin kadına mehir vermesini vâcip kılmış,
câhiliye dönemi örf ve âdetlerinden sayılan şiğâr nikâhını ise yasaklamıştır. İslâm
âlimleri, bu nikâh akdinin yasak oluşu hususunda ittifak etmekle beraber yapıldığı
takdirde hükmü konusunda ihtilâf etmişlerdir.811
Hanefîler, Mekhûl, Atâ, Zührî, Sevrî,812 Leys b. Sa„d, İshâk, Ebû Sevr ve bir
rivayete göre Ahmed b. Hanbel evlenilen kadınlardan her birinin diğerine mehir
sayılmasını fâsit bir şart olarak gördüklerinden şiğâr nikâhının mekruh olacağını,
fakat her bir kadına mehr-i misil ödenmesi halinde akdin sahihe dönüşeceğini
söylerken813 İmam Mâlik,814 Şâfiî,815 Ahmed b. Hanbel816 ve cumhur böyle bir akdin
geçersiz ve haram olduğunu ileri sürmektedir.817 Buhârî de bu görüştedir.
810
Buhârî, “Hiyel”, 4; Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, II, 279.
811
İbn Rüşd, el-Bidâye, III, 1369; Zelemî, Esbâbu ihtilâfi‟l-fukahâ, s. 114.
812
Kal„acî, Mevsûatu fıkhi Süfyân es-Sevrî, s. 530.
813
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, II, 279; İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, IX, 164; İbnü‟l-Hümâm,
Fethü‟l-kadîr, III, 338.
814
Sahnûn, el-Müdevvene, II, 152; İbn Rüşd, el-Bidâye, III, 1369.
815
Mâverdî, el-Hâvî, IX, 324; Nevevî, el-Mecmû„, XVI, 245; İbnü‟d-Dehhân, Takvîmü‟n-nazar, II,
148-149.
816
İbn Kudâme, el-Muğnî, X, 43.
817
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, IX, 163; İbn Rüşd, el-Bidâye, III, 1369.
818
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 179; ٌ٘ق٣ ٕحُشـخٍ أٝ . ٍ ػٖ حُشـخ٠ٜٗ ّحُٔالٝ حُظالسٚ٤ٍِ هللا ػٍٞٓ ٕ أ: َٔػٖ حرٖ ػ
ٔخ طيحمٜ٘٤ْ ر٤ُ ٚهَ حر٘ظ٥ حٌٚ٘ل٣ ٕ أ٠ِ ػٚحَُؿَ حر٘ظ
819
Bu mesele usûl kaynaklarında mutlak nehyin fesadı gerektirip gerektirmediği münakaşaları
arasında zikredilmektedir. bk. Zelemî, Esbâbu ihtilâfi‟l-fukahâ, s. 114.
117
İmam Muhammed bu rivayetin akabinde “Biz bu görüĢü alıyoruz, kadını
nikâhlamak mehir olmaz. Böyle bir nikâh yapıldığında kadına ne az ne de çok (tam
olarak) mehr-i misl verildiği takdirde akid câiz olur. Ebû Hanîfe‟nin ve fukahamızın
genelinin görüĢü de budur.”820 ifadesini kullanarak mezhebin genel kanaatini belirtir.
Şiğâr ve müt„a nikâhları birbirinden farklı iki akid olmasına rağmen Buhârî,
Kitâbu‟l-Hiyel‟de “nikâhta hile” bab başlığı altında “ve kâle ba„zu‟n-nâs” ifadesini
iki kez kullanarak aslen geçersiz olmasına rağmen bazılarının hile yaparak bu iki akdi
câiz gördüklerini iddia etmiştir. Biz önce şiğâr nikâhı olmak üzere bu iki konuyu ayrı
ayrı inceleyeceğiz.
Ġnsanların bazısı dedi ki:“Bir insan (kadına mehir vermemek için) hileye baĢvurarak
Ģiğâr nikâhı yaparsa bu akid câizdir, fakat Ģart geçersiz dır.”823 Yine o kişi müt„a
hakkında şöyle dedi: “Müt„a fâsit, Ģart geçersiz dır.”824 Onların bazısı da Ģöyle derdi:
“Müt„a ve Ģiğâr câizdir, Ģart ise geçersizdir.”825
Serahsî, şiğâr nikâhında her bir kadının diğerinin mehri sayılmasının tıpkı
erkeğin mehir olarak şarap ve domuz vermesi örneğinde olduğu gibi akdi fâsit
820
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 179; خٜٕ طيحهٌٞ٣ ٕ أ٠ِخ ػٜؿِٕٝ حُظيحم ٌٗخف حَٓأس كبًح طٌٞ٣ ال. ٌٌح ٗؤهٜرٝ : هخٍ ٓلٔي
خث٘خٜحُؼخٓش ٖٓ كوٝ لش٤٘ ك٢ٍ أرٞ هٞٛٝ ال شطؾٝ ًْٝ الٝ خٜخ ٖٓ ٗٔخثِٜخ طيحم ٓؼُٜٝ ِ كخٌُ٘خف ؿخثٚ حر٘ظٚؿِٝ٣ ٕأ
821
Buhârî, “Hiyel”, 4; هِض ُ٘خكغ ٓخ حُشـخٍ ؟. ٍ ػٖ حُشـخ٠ٜٗ ِْٓ ٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ٍِ هللا طٍٞٓ ٕ أ: ٚ٘ هللا ػ٢ػٖ ػزي هللا ٍػ
َ طيحم٤ رـٚ أهظٌٚ٘ل٣ٝ ٌَ٘ق أهض حَُؿ٣ٝ َ طيحم٤ رـٚ حر٘ظٌٚ٘ل٣ٝ ٌَ٘ق حر٘ش حَُؿ٣ ٍهخ
822
Kirmânî, Buhârî‟nin buradaki “ve kâle ba„zu‟n-nâs” ifadesinden kastının Ebû Hanîfe olduğunu
söyler. (Aynî, Umdetü‟l-kârî, XX, 290.)
823
Buhârî, “Hiyel”, 4; َحُشَؽ رخؽٝ ِ ؿخثٜٞ حُشـخٍ ك٠ِؽ ػِٝ ط٠هخٍ رؼغ حُ٘خّ إ حكظخٍ كظٝ
824
Buhârî, “Hiyel”, 4; َحُشَؽ رخؽٝ حُٔظؼش حٌُ٘خف كخٓي٢هخٍ كٝ
825
Buhârî, “Hiyel”, 4; َحُشَؽ رخؽٝ ِحُشـخٍ ؿخثٝ ْ حُٔظؼشٜهخٍ رؼؼٝ
118
kıldığını belirtir.826 Aynî ise konuyla ilgili şunları söyler: “Hanefîler rüknü oluĢmuĢ
böyle bir akdi, mehrin kadına ödenmesi durumunda geçerli görmektedirler. Dolayısı
ile hadiste ifade edilen nehiy, tamamen mehirsiz yapılan nikâh akdi hususundadır.
Halbuki Hanefîlerden hiç kimse “in ihtâle” (Ģayet hile yaparsa) gibi bir terim
kullanmamıĢtır. Onlar bunu sadece Ģiğâr nikâhını tasvir ettikleri „Bir adam bir
diğerine dese ki: „Ben kızımı seninle, senin kızınla evlenmem mukabilinde
evlendiriyorum.‟ Ģeklindeki misalde kullanmıĢlardır.”827
2. Müt„a Nikâhı
Buhârî Hz. Ali‟nin rivayet ettiği “Hz. Ali‟ye Ġbn Abbâs‟ın kadınların müt„a
nikâhı ile nikâhlanmasına bir sakınca görmediği haber verilince Hz. Ali: „ġüphesiz
Resûlullah (s.a) Hayber günü müt„a nikâhı yapmaktan ve ehlî eĢek eti yemekten
nehyetti.‟ demiĢtir.”831 mealindeki hadisi esas almıştır.
826
Serahsî, el-Mebsût, V, 105; وحجتنا يف ذلك أنو مسى مبقابلة بضع كل واحدة منهما ما ال يصلح أن يكون صداقا فكأنو تزوجها على َخر أو
خنزير
827
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XXIV, 112.
828
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XXIV, 112.
829
Dönmez, İbrahim Kâfi, “Müt„a”, DĠA, XXXII, 174.
830
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, II, 307; Aynî, Umdetü‟l-kârî, XXIV, 113; İbnü‟l-Hümâm,
Fethü‟l-kadîr, III, 246.
831
Buhârî, “Hiyel”, 4. ٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ٍِ هللا طٍٞٓ ٕ رٔظؼش حُ٘ٔخء رؤٓخ كوخٍ اَٟ٣ إ حرٖ ػزخّ الُٚ َ٤ هٚ٘ هللا ػ٢خ ٍػ٤ِإٔ ػ
ش٤ّٔٗ حُلَٔ حإلٞػٖ ُلٝ َز٤ّ هٞ٣ خٜ٘ ػ٠ٜٗ ِْٓ
119
Buhârî daha sonra “ve kâle ba„zu‟n-nâs”832 ifadesini kullanarak bazılarının bu
sebeple çelişkiye düştüklerini şu ifadelerle dile getirmiştir:
Ġnsanların bazısı dedi ki: “Bir kimse hile yapar da nihayet müt„a nikâhı ile kadından
faydalanırsa, bu nikâh fâsittir.” dedi. Onlardan bazısı da: “Bu nikâh câizdir. Fakat
Ģart geçersizdir.‟ dedi.”833
832
Kirmânî, Buhârî‟nin buradaki “ve kâle ba„zu‟n-nâs” ifadesinden kastının Ebû Hanîfe olduğunu
söyler. (Aynî, Umdetü‟l-kârî, XX, 290.)
833
Buhârî, “Hiyel”, 4; وقال بعضهم النكاح جائز والشرط باطل. وقال بعض الناس إن احتال حىت متتع فالنكاح فاسد
834
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XXIV, 113; Meydânî, KeĢfü'l-iltibâs, s. 87.
835
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XXIV, 113; Meydânî, KeĢfü'l-iltibâs, s. 88; Dönmez, “Müt„a”, DĠA, XXXII,
176-177.
836
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, XII, 334; Meydânî, KeĢfü'l-iltibâs, s. 87.
837
Merğînânî, el-Hidâye, II, 472; Meydânî, KeĢfü'l-iltibâs, s. 88.
120
İbn Şübrüme, Ebû Hanîfe, Züfer, İmam Mâlik838 ve İmam Muhammed, kişinin
câriyeyi hürriyete kavuşturmasını mehir sayarak onunla evlenmesini câiz görmezken,
İbrâhim En-Nehâî, Saîd b. Müseyyeb, Şa„bî, Tâvûs, Atâ, ez-Zührî, Evzâî, Sevrî,
Hasan b. Hayy, Ebû Yûsuf, Şâfiî839 İshâk ve Ahmed b. Hanbel840 aksi görüşü ileri
sürmektedir.841 Buhârî de bu görüştedir.
Hanefîlerin bu görüşü ilk kaynaklarda yer almakla beraber herhangi bir naklî
delile dayandırılmamaktadır. İmam Muhammed, Ebû Hanîfe‟nin bu görüşünü şu
ifadelerle nakletmektedir: “Ebû Hanîfe, câriye evlenme kaydıyla ona hürriyetini veren
adam hakkında Ģunu söyledi: Bu durumu kabul ederim, fakat kadın hür olması
hasebiyle adam onunla evlenecek olursa adam ona mehr-i müeccel vermelidir. Aksi
halde hürriyetini mehir sayamaz. ġayet kadın evlenmek istemezse adama kendi
kıymetini ödemesi gerekir.”842
Tahâvî, daha sonra Hanefîlerin bu görüşünü “Ġbn Ömer, câriyenin hürriyete
kavuĢturulmasının onun mehri sayılmasını mekruh görüyordu.”843 ve benzeri
rivayetlerle844 temellendirmektedir.
838
Desûkî, HâĢiyetü Ģerhi‟l-kebîr, II, 303.
839
Mâverdî, el-Hâvî, IX, 85.
840
İbn Kudâme, el-Muğnî, XI, 453.
841
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, II, 272; İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, IX, 129-130; Kevserî, en-
Nüketü‟t-tarîfe, s. 77.
842
Şeybânî, el-Hücce, III, 421; خٜخ ػظوٜـؼَ طيحه٣ٝ خٜؿِٝظ٣ ٕ ح٠ِ ػٚؼظن حٓظ٣ َ حَُؿ٢ كٚ٘ هللا ػ٢لش ٍػ٤٘ كٞهخٍ حر
خٜخ ػظوٜٕ طيحهٌٞ٣ الٝ َش طيحم ٓٔظوز٤ِخ كؼٜؿِٝخ كَس كخٕ طٜٗض رٌُي ح٤كَػ
843
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, II, 273; ـؼَ ػظن٣ ٕ أٌَٙ٣ ٚٗي ػٖ ٗخكغ ػٖ حرٖ ػَٔ أ٣ُ ٖ أٓخٓش رٍٟٝ هيٝ
خٜحألٓش طيحه
844
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, III, 20 خٜ حُٔظطِن كؤػظو٢٘س رِٝ ؿ٢ش ك٣َ٣ٞ ِْٓ أهٌ ؿٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ِ ط٢إٔ حُ٘ز
خ طيحهخُٜ ـيى٣ ٌٕح أٛ َ ٓؼ٢ِْٓ كٝ ُٚ آ٠ِػٝ ِْٓ ٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ِ ط٢ ٖٓ رؼي حُ٘زٞٛ ٍخ ػْ هخٜخ طيحهٜؿؼَ ػظوٝ خٜؿِٝطٝ
845
Buhârî, “Nikâh”, 13, 68; Müslim “Nikâh”, 85; Tirmizî, “Nikâh”, 24; Ebû Dâvûd, “Nikâh”, 5; ٖػ
خٜخ طيحهٜؿؼَ ػظوٝ ش٤ ِْٓ أػظن طلٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ٍِ هللا طٍٞٓ ٕ أ: أْٗ رٖ ٓخُي
846
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, III, 20.
121
gerektiğini savunurlar.847
4. Mehrin En Az Miktarı
Nikâh akdi sırasında erkeğin kadına sosyal bir güvence olarak vermesi şart
koşulan850 mehrin azami haddi için muayyen bir miktar belirlenmemekle851 beraber
fukaha, mehrin cinsi ve asgari sınırı hususunda ihtilâf etmiştir.852
İbrâhim en-Nehaî,853 Şa„bî,854 Hanefîler,855 Leys b. Sa„d,856 İmam Mâlik857 ve
Şâfiîlerden Müzenî858 gibi âlimler mehrin para veya mal cinsinden olacağı hususunda
ittifak etmekle beraber asgari miktarı hususunda farklı yaklaşımlar sergilemektedirler.
İbn Ebî Leylâ, Hasan b. Hayy, Leys b. Sa„d, Şâfiî,859 İbn Ebî Şeybe,860 Ahmed
b. Hanbel861 ve Zâhirîler862 mehrin en azı için maddî bir alt sınır koymadıkları gibi,
847
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, II, 272; ġerhu Me„âni‟l-âsâr, III, 20.
848
Ali el-Kârî, hadislerde geçen yüzük, ayakkabı vs. şeylerin kadına peşin verilmesinin karı kocanın
bir birlerine ülfet ve yakınlık sağlanması gayesi ile olabileceğini söylemektedir. (Fethü bâbi‟l-
inâye, II, 51.)
849
Kur‟ân‟da mehir manasında ecrin çoğulu olan ucûr, farîza, saduka‟nın çoğulu sadukât ve nıhle,
hadislerde ise mehir ve sadâk terimleri kullanılmaktadır. (İbn Âbidîn, Reddü‟l-muhtâr, III, 101.)
850
Kur‟ân-ı Kerîm‟de zikri geçen “Kadınlara, mehirlerini seve seve verin” َّٖ ِٗلْ َِشاِٜ ط ُيهَخ ِط َ ح حَُّ٘ َٔخءُٞآطَٝ (en-
Nisâ, 4/4) ve benzeri âyetler (el-Bakara, 2/236-237; el-Mâide, 5/5) mehrin vâcip olduğunu ifade
etmektedir.
851
İbn Rüşd, el-Mukaddimâtü'l-mümehhedât, I, 468.
852
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, II, 252; Ebû Zehre, Muhâdarât, s. 230-231.
853
Cessâs, Ahkâmü‟l-Kur‟ân, II, 200; ََ ْٜ َٓ " َال:ٍَ ُ هَخََُّٚٗ أْٚ٘ هللا ُ َػ َّ ٢َ ػ
ِ ٍَ ٢ِِ ػ َْٖ َػ١ َ ُِٝ ََ ك،َِْ َٜٔ َُحٍ ْح
ِ ِٓ ْوي٢َِخ ُء كَٜحهظََِقَ ْحُلُو
ْ َٝ
ِٖ َٔ ْحُ َلَٝ ََ َ ُُكَٝ ُٓ َل َّٔ ٍيَٝ َُٓقُٞ٣ ٢ِأَرَٝ َلَش٤ِ٘ َك٢ِْ ٍُ أَرَٞهَٝ ، َٖ٤َٖ ِٓ ْٖ حُظَّخرِ ِؼ٣َِ آ َه٢ِ َْ ك٤ِٛ اِ ْر ََحَٝ ٢ِّ ِْ ٍُ حُ َّش ْؼزَٞ هَٞ َُٛٝ ،" َْ ِٛ أَهََُّ ِٓ ْٖ َػ َش ََ ِس َى ٍَح
.َخ ٍى٣ُِ ِٖ ْر
854
İbn Battâl, ġerhu‟l-Buhârî, VII, 267.
855
Hanefîler, mehrin en az miktarının, on dirhem gümüş olduğunu savunur. (Kudûrî, Muhtasar (el-
Lübâb ile beraber), II, 149; Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, II, 276; Merğînânî, el-Hidâye, II, 489; İbn
Kemâl, el-Îzâh, I, 313)
856
Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 75-76.
857
İmam Mâlik, mehrin en azını, bir dinarın dörtte biri veya üç dirhem olarak tayin eder. (Muvatta‟,
“Nikâh”, 11; Bâcî, el-Müntekâ, III, 289)
858
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, IX, 209.
859
Mâverdî, el-Hâvî, IX, 403; Ebû Zehre, Muhâdarât, s. 230.
860
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, VIII, 382-383.
861
İbn Kudâme, el-Muğnî, X, 101 vd.
122
Kur‟ân ve ilim talimi, bir dirhem bile etmeyen kavut, hurma, kamçı, ayakkabı veya
müslüman olmak gibi maddî olmayan şeylerin de mehir yerine geçebileceğini ileri
sürmektedirler.863 Buhârî de bu görüştedir.
.
Buna ilaveten kaynaklarda İbn Şübrüme mehrin en azını beş,864 İbrâhim en-
Nehaî kırk, Saîd b. Cübeyr ise elli dirhem olarak tayin etmektedirler. 865 Bunların
takdir ettikleri bu oranların hırsızlıkta elin kesilme oranlarına denk olduğu
görülmektedir.866 Ebû Saîd el-Hudrî, Saîd b. Müseyyeb, Hasan-ı Basrî ve Atâ ise
mehrin azı veya çoğu için herhangi bir sınırlandırma getirmemektedirler.867
Buhârî, Süheyl‟den rivayet ettiği “(…) Hz. Peygamber adama: (Mehir olarak)
„Neyin var?‟ diye sorunca adam: „Yanımda bir Ģeyim yoktur.‟ dedi. Bunun üzerine
Hz. Peygamber: „Hadi git araĢtır ve demir bir yüzük de (olsa bul getir.)‟ buyurdu.
Adam onu da bulamadım, sadece Ģu izârım(elbisem) var deyince Hz. Peygamber (bu
izarın ihtiyaç olduğunu söyleyince) adam ümitsiz bir halde oturdu, sonra kalkıp
giderken Efendimiz onu tekrar çağırdı. Kur‟ân‟dan ezberinde ne var diye sordu. O
862
İbn Hazm, el-Muhallâ, IX, 497.
863
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, IX, 209; Aynî, Umdetü‟l-kârî, XX, 139; Zekiyyüddîn Şa„bân, el-
Ahkâmü‟Ģ-Ģer„iyye, s. 262; Muhammed Mustafa Şelebî, Ahkâmü‟l-üsre, s. 345-346.
864
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, IX, 209; Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, II, 51.
865
Ebû Zehre, Muhâdarât fî akdi'z-zevâc ve âsâruh, s. 230.
866
Aynî, el-Binâye, IV, 648.
867
Cessâs, Ahkâmü‟l-Kur‟ân, II, 200.
868
َ َْ َٓخ طُ ْوِٛ َِْ َػ ْش ََسُ َى ٍَحَٜٔ ُ ْح٠َٗ أَ ْى.ٌُ َ ٌَح َٗؤْ ُهِٜرَٝ : هَخ ٍَ ُٓ َل َّٔ ٌي
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 176; َلَش٤ِ٘ َك٢ِْ ٍُ أَرَٞ هَٞ َُٛٝ . َ ُي٤ُ ْحِٚ ٤ِط ُغ ك
َخثَِ٘خَٜ ْحُ َؼخ َّٓ ِش َِٖٓ كُوَٝ
869
Ebû Yûsuf, en-Nehaî‟den şunu rivayet etmektedir: “Bir kadın, kendisini Ģâhitler huzurunda bir
adama hibe etse, adam da bunu kabul etse, bu nikâh geçerli olup, kadına mehri misil verilmesi
gerekmektedir(…)” (el-Âsâr, s. 135); benzer rivayetler için bk. Şeybânî el-Câmi„ü‟s-sağîr, s. 172.
870
Dârekutnî, III, 222; Zeylaî, Nasbu‟r-râye, III, 199; İbn Hacer, ed-Dirâye, II, 63; San„ânî, Sübülü‟s-
selâm, III, 320.
871
Cessâs, Ahkâmü‟l-Kur‟ân, II, 200; َْ ِٛ ََ أَهََُّ ِٓ ْٖ َػ َش ََ ِس َى ٍَحْٜ َٓ َال
123
da: „ġu Ģu sûreler var.‟ dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber: „Kur‟ân‟dan
ezberlediğin sûreler mukabilinde seni bu kadına mâlik kıldık (öğretmen karĢılığında
evlendirdik)‟ buyurdu.”872 ve benzeri rivayetleri873 esas almaktadır.
Hanefîler, karşı görüş sahiplerinin ileri sürdüğü hadislerde geçen „خٌَٜ ُحَ ٌَْٗلْ ظ,
خٌٜؿْ ظَّٝ َُ (Onu sana nikâhladım) veya خٌَٜ ُ( رٔخ ٓؼي ٖٓ حُوَآٗخ َِْٓ ٌْظOnu sana Kur‟ân‟dan
bildiklerini ona öğretmen mukabilinde nikâhladım) gibi maddî bir bedel olmayan
veya on dirhemden daha az mehirin câiz olduğunu ifade eden rivayetlerin Hz.
Peygamber‟e ait özel durumlar874 babından olması sebebiyle kabul edilemeyeceğini
belirtmektedirler.875
Sadruddîn İbn Ebî‟l-İzz, bunun hırsızlıktaki nisap miktarına kıyas
yapılmasının doğru olmadığını, zira hırsızlıkta böyle bir takdirin olmadığını belirtir.
Buna ilaveten o, mehrin menfaat cinsinden olsa da câiz olabileceğini söyler.876
Aynî, demir yüzüğün mehir olabileceğine dair hadisin “Demir yüzük,
cehennemliklerin süsüdür.”877 hadisiyle mensuh olduğunu söyler.878
Zeynüddîn İbn Nüceym, ücret mukabilinde Kur‟an taliminin cevazı
hususundaki İmam Şâfiî‟nin fetvasına istinaden bunun mehir olarak da
sayılabileceğine kanaat getirmektedir.879
872
Buhârî, “Nikâh”, 33; ٍ اُحٚ٤ِػٝ ي٣ال هخطٔخ ٖٓ كيٝ هللاٝ ذ ػْ ٍؿغ هخٍ الٌٛ ك. )ي٣ هخطٔخ ٖٓ كيُٞٝ ْٔذ كخُظًٛهخٍ (ح
ٌٖ٣ ُْ ٚإ ُزٔظٝ ء٢ شٚ٘ٓ ي٤ٌِٖ ػ٣ ُْ ٚ ِْٓ (اُحٍى إ ُزٔظٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ِ ط٢ كوخٍ حُ٘ز١ٍخ اُحٜ ٍىحء كوخٍ أطيهٚ٤ِٓ خ ػ
ٍسٞٓ ٍ هخ. )ٕ كوخٍ (ٓخ ٓؼي ٖٓ حُوَآ٢ كيػٚخ كؤَٓ ر٤ُٞٓ ِْٓ ٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ِ ط٢ حُ٘زٙ حَُؿَ كـِْ كَآ٠ كظ٘ل. ) شتٚ٘ٓ خٜ٤ِػ
)ٕخ رٔخ ٓؼي ٖٓ حُوَآٌٜخ هخٍ (هي ٌِٓظٍٛ ػيىُٞٔ ًٌحٝ ًٌح
873
Buhârî, “Nikâh”, 51; “Fezâilü‟l-Kur‟ân”, 21, 22; “Vekâlet”, 9 Müslim, “Nikâh”, 13 (1425)
874
el-Ahzâb, 33/50; َٖ٤ِِ٘ٓ ِٕ ْحُ ُٔ ْئُٝي ِٖٓ ى
َ َُّ ظشا
َ ُِهَخ
875
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, III, 18; Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, II, 282. Serahsî, el-Mebsût, V,
81; Aynî, Umdetü‟l-kârî, XX, 139; İbn Battâl, ġerhu‟l-Buhârî, VII, 267; Ali el-Kârî, Hanefî
delillerinin Dârekutnî ve Beyhakî‟de yer aldığını, bu rivayetlerde zikri geçen el-Evdî‟den başka
Cuveybîr ve Muhammed b. Mervân Ebû Ca„fer gibi râvilerden dolayı zayıf kılındığını fakat
rivayet tariklerinin çokluğu sebebiyle hadislerin, hasen mertebesine çıktığını ve bunun da hüccet
olması açısından yeterli olduğunu söyler. (Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, II, 51; Zeylaî, Nasbu‟r-
râye, I, 200.)
876
Sadruddîn İbn Ebi‟l-İzz, et-Tenbîh, III, 1232.
877
Ahmed b. Hanbel, II, 163.
878
Aynî, Umdetü‟l-kârî, IX, 433; İbn Âbidîn, on dirhemden aşağı mehrin câiz olduğuna dair karşı
tarafın ileri sürdüğü hadislerin tamamının zayıf olduğunu, ancak demir yüzüğün mehir
olabileceğine dair hadisin bundan müstesna kılındığını söyler. O, bu hadisin sahih fakat Araplarda
yaygın olan ve mehrin bir kısmının zifaftan önce müeccel olarak verilmesine işaret ettiğini ve
böyle yorumlanması gerektiğini belirtir. (Reddü‟l-muhtâr, III, 101.)
879
İbn Nüceym, el-Bahrü‟r-râik, III, 275.
124
Leknevî, Hanefîlerin delil getirdiği “On dirhemden daha az mehir yoktur.”880
şeklindeki rivayet hakkında lehte ve aleyhte çok şey söylendiğini, fakat insafla
bakıldığında bu hadisin on dirhemden daha aşağısıyla mehir olmayacağına delâlet
etmediğini, zira mehrin on dirhem ve benzeri bir rakamla kayıtlanmadığına dair pek
çok hadisin varit olduğunu, ayrıca konuyla ilgili âyetlerin zâhirinin de bunu teyit
ettiğini bildirir. Buna ilave olarak Leknevî, bu hadisin kabulünde acele edilmemesi
gerektiğini, çünkü bu durumun Hanefî usûlüne aykırı bir durum olduğunu, zira
onların âyetin haber-i vâhidle nesh ve takyidini kabul etmediklerini söyler.881
880
Cessâs, Ahkâmü‟l-Kur‟ân, II, 200; َْ ِٛ ََ أَهََُّ ِٓ ْٖ َػ َش ََ ِس َى ٍَحْٜ َٓ ;ال
َ Dârekutnî, III, 222.
881
Leknevî, et-Ta„liku‟l-mümecced, II, 454.
882
Tehânevî, Ġ„lâü‟s-sünen, XI, 82 vd.
883
Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 76.
884
Çeker, Osmanlı Hukûk-i Aile Kararnâmesi, s. 93.
885
Zekiyyüddîn Şa„bân, el-Ahkâmü'Ģ-Ģer„iyye, s. 265; Zuhaylî, el-Fıkhu‟l-Ġslâmî, IX, 6768.
125
haramları mubah kılar”886 prensibi çerçevesinde değerlendirmek mümkün. Yahutta
şahsa özel kaydıyla hükmün tamamen terkedilmektense sembolik te olsa
uygulanması887 gerektiği türden saymak mümkündür.
886
Mecelle md. 21.
887
Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I, 380; Erdoğan, Ġslâm Hukukunda Ahkâmın DeğiĢmesi, s. 30;
Güler, Zâhirî Muhaddislerle Hanefî Fakihleri Arasındaki MünakaĢalar, s. 101; ى ُ ََ ُ ْظ٣ الًِٚ ى
ُ ٍَ ُ ْي٣ ٓخ ال
ًِٚ
888
Nesefî, Kenzü‟d-dekâik, II, 261; Sâğircî, el-Fıkhu‟l-Hanefî ve edülletüh, III, 76; Mecelle md. 833;
Kal„acî, “Hibe”, s. 492.
889
İmam Mâlik, malın tümünün değil, bir kısmının bağışlanabileceğini belirtir. Hepsini bağışlamak
câiz değildir. Ayrıca bazı Mâlikîler, eşitliğin miras taksimindeki gibi ikiye bir oranında
sağlanabileceğini söyler. (İbn Rüşd, el-Bidâye, IV, 2024; Nevevî, ġerhu‟l-Müslim, XI, 71;
Gazzâlî, el-Hulâsâ, s. 374)
890
Nevevî, evlatlar arasındaki hibenin aynı oranda olması gerektiğini vurgular. (ġerhu‟l-Müslim, XI,
71.) Bazı Şâfiî âlimleri ise bunun miras taksiminde olduğu gibi ikiye bir oranında yapılması
gerektiğini savunurlar. (İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, V, 214.)
891
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, IV, 88; Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 22; Zuhaylî, el-Fıkhu‟l-Ġslâmî
ve edilletüh, V, 4012.
892
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, VIII, 366.
893
İbn Kudâme, el-Muğnî, VIII, 256.
894
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XIII, 142; Leknevî, et-Ta„liku‟l-mümecced, III, 277; Şevkanî, Neylü‟l-evtâr,
VI, 10.
895
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, V, 214.
126
Ebû Hanîfe‟nin bu görüşü ilk kaynaklarda yer almakla beraber herhangi bir
naklî delille temellendirilmemektedir. Ancak İmam Muhammed, el-Muvatta‟da
zikrettiği rivayetlerin akabinde “Biz bunların tamamını alıyoruz, babanın çocuklarına
hediye verirken eĢit davranması gerekir (…)”896 ifadesine yer vererek mezhebin genel
tercihini ortaya koymaya çalışmaktadır. Fakat malın çocuklar arasında “eşit” olarak
taksim edilmesi konusu mezhep içinde farklı değerlendirildiğinden dolayı ihtilâfa
sebep olmuştur. Nitekim Tahâvî, bu konuda şu ifadeye yer vermektedir: “Ashâbımız
çocuklara yapılan hibenin eĢit olması hususunda ihtilâf etmiĢtir. Ebû Yûsuf, kız ve
erkeğin aynı oranda pay alacağını, Ġmam Muhammed ise miras taksimine kıyasla
ikiye bir oranında taksimat yapılması gerektiğini savunur.”897
896
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 285; ينبغي للرجل أن يسوي بني ولده يف النحلة وال يفضل بعضهم على بعض. وهبذا كلو نأخذ: زلمد
897
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, IV, 89; Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, VI, 127; Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-
inâye, II, 413.
898
Buhârî, “Hibe”, 12; Müslim, “Hibât”, 9 (1623); ُهللا َّ ٠َِّط َّ ٍُٞ
َ ِهللا ِ ٍَٓ ٠َُِ اِٚ ِر٠َُ أَطَٙ أَ َّٕ أَرَخ٤
ٍ ُ ػ َْٖ حُ ُّ٘ ْؼ َٔخ ِٕ ْر ِٖ رَ ِشَٙك َّيػَخ
ْ ْ َ
َ َُ ِيَٝ ََّ ًُ َ ٌَح ُؿ َال آخ كَوَخ ٍَ أٛ ٢ِ٘ض ح ْر
َ َُ هَخ ٍَ َال هَِٚى َٗ َلِضَ ِٓؼ
ٍخ ْ َّ
ُ ِ َٗ َل٢ِِّٗ َِٓ َْ كَوَخ ٍَ اَٝ ِٚ ٤ْ َِ ; َػbenzer bir hadis için bk. Ebû Dâvûd,
“Büyû„”, 83.
899
Buhârî, ayrıca “Allah'tan korkunuz, evlâdınız arasında adalete riayet ediniz.” mealindeki hadisi
rivayet etmektedir. (“Hibe”, 11.)
900
Serahsî, el-Mebsût, XII, 56; Benzer örnekler için bk. Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, VI, 117, 120;
Zeylaî, Nasbu‟r-râye, IV, 123.
901
Müslim, “Hibât”, 13 (1623).
902
Serahsî, el-Mebsût, XII, 56.
127
„Onu geri al‟ ifadesindeki emrin vücûb ifade etmediğini, dolayısıyla kişinin hayatta
iken çocukları arasında hibe hususunda farklı muamelede bulunmasını kerâhiyetle
(tenzihen mekruh) beraber câiz görmektedirler.
903
Kal„acî, “Şehâdet”, s. 266.
904
Cessâs, Ahkâmü‟l-Kur‟ân, I, 346; ْْ ََُُّٜٗ أَُٚ ُّ ٌُٞ ْ ٍى ا ًَح َػِِ َْ ْحُ َٔلَُٜٞخ َى ِس ُشْٜن َػ ْو ٍي رِ َش ِ َْٔ كَٝ ُك ٌْ ِْ ْحُ َلخ ًِ ِْ رِ َؼ ْو ٍي أ٢ِح كُٞحهظََِل
ْ َٝ
ْ ٌ َ َ
ْٕ ِاَٝ ُ َٔخَٜ٘٤ْ َُ رُٕٙ ًَ َؼو ٍي َٗخكِ ٌٍ َػوَيَحٌُٞ َ٣َٝ ٌِ َٗخكَٞ َُُٜ ْزظَيَأ ك٣ ْٕ ظقُّ أ ْ َ ْ ْ َ
ِ َْٔ كَِّٝ٘ ٍش رِ َؼو ٍي أ٤َ ا ًَح َك ٌَ َْ حُ َلخ ًِ ُْ رِز:َلَش٤ِ٘ َكُٞ كَوَخ ٍَ أر،ٍٝ
ِ َ٣ ْن َػو ٍي ِٓ َّٔخ ٍ ُُ ُىُُٜٞش
ِٖ ْحُزَخ ِؽ٢ِ كَٞ ًَُٜ َِ ِٛ حُظَّخ٢ِ ُك ٌْ ُْ ْحُ َلخ ًِ ِْ ك:٢ُّ حُ َّشخكِ ِؼَٝ ُٓ َل َّٔ ٌيَٝ َُٓقُٞ٣ ُٞهَخ ٍَ أَرَٝ ٍٝ ٍ ُ
ُ ى
َ ُٞ ٜ ُ
ش ُ
ى ُٞ ٜ ُّ
ش ُح َٕخ َ
ً ; ayrıca bk. Tahâvî,
ġerhu Me„âni‟l-âsâr, IV, 156; Şevkânî, Neylü‟l-Evtâr, VIII, 315; Nevevî, ġerhu‟l-Müslim, XII, 9;
Mübârekfûrî, Tuhfetü'l-ahvezî, IV, 237.
905
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, IV, 155.
906
İbn Rüşd, el-Bidâye, IV, 2293.
907
Nevevî, el-Mecmû‟, XX, 284.
908
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, VIII, 426.
909
İbn Kudâme, el-Kâfî, s. 1024.
910
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, IV, 155; Nevevî, ġerhu‟l-Müslim, XII, 9; İbn Rüşd, el-Bidâye, IV,
2293.
911
İbn Battâl, ġerhu Sahîhi‟l-Buhârî, VIII, 324.
128
bilmediği yalancı şâhitlikle hem kazâen hem de diyâneten geçerli olan bir hüküm
vermiştir.912
Buhârî, Ümmü Seleme‟nin rivayet ettiği “Ben sadece bir beĢerim. Sizler bana
yargılanmak üzere geliyorsunuz. Belki sizin biriniz, delilini getirmekte diğerinizden
daha becerikli ve daha üstün anlatımlı olabilir. (…) Kimin sözüne sözüne dayanarak
kardeĢinin hakkından bir miktar alıp lehine hüküm verirsem, gerçekten ona
cehennemden bir parça vermiĢ olurum. Sakın böyle bir Ģey olmasın!”915 mealindeki
hadisi esas alır.
(1) Ebû Hüreyre rivayeti: “Hz. Peygamber (s.a) buyurdu ki: Ġzni alınmayan
912
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, IV, 155; Aynî, Umdetü‟l-kârî, XXIV, 116.
913
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, IV, 156.
914
Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, VII, 15.
915
Buhârî, “Şehâdât”, 27, “Hiyel”, 10, “Ahkâm”, 20; Müslim, “Akdiye”, 4; Tirmizî, “Ahkâm”, 11, 18;
Ebû Dâvûd, “Akdiye”, 7, Edeb 87; Nesâî, “Kudât”, 12, 33; İbni Mâce, “Ahkâm”, 5; ٢ػٖ أّ ِٓٔش ٍػ
رلنُٚ ض٤ ٖٓ رؼغ كٖٔ هؼُٚؼَ رؼؼٌْ أُلٖ رلـظٝ ٢ُٕ اٞٔ ِْٓ هخٍ (اٌْٗ طوظظٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ٍِ هللا طٍٞٓ ٕ أ: خٜ٘هللا ػ
) خٌٛؤه٣ هطؼش ٖٓ حُ٘خٍ كالُٚ كبٗٔخ أهطغُٚٞجخ رو٤ شٚ٤أه
129
bakire kız ve emri alınmayan dul kadın nikâhlanamaz.‟ Bunun üzerine: „Ya
Resûlallah! Bakire kızın izni nasıl olur? diye soruldu. Resûlullah: „Onun izni, sustuğu
zamandır.‟ buyurdu.”916 mealindeki hadis nikâhta izni şart koşmaktadır.
Ġnsanların bazısı Ģöyle dedi:“Bakire kızın izni alınmadığı zaman evlendirilmez. Fakat
bir adam hile yapar kendisinin onun da rızasını alarak evlendiğine dair iki yalancı
Ģâhit getirir ve hâkim de bunların Ģâhitlikleriyle nikâhı geçerli sayarsa koca bu
Ģâhitliğin bâtıl olduğunu bildiği halde o kızla cinsî münasebette bulunabilir. Zira bu
evlilik sahihtir.”917
(2) Ebû Hüreyre rivayeti: “Hz. Peygamber, dul kadın, kendisinin açıkça izni
alınmadıkça nikâh olunmaz, buyurdu. (orda bulunanlar): „Ya Resûlallah: Bakire bir
kızın izni nasıl olur?‟ diye sordular o da: „Onun izni sükût etmesidir‟ diye
buyurdu.”918
Ġnsanların bazısı Ģöyle dedi:“Bir insan dul bir kadınla, onun emri (irade beyanı) ile
evlendiğine dair iki yalancı Ģâhit getirmek sûretiyle hile yapsa, hâkim de nikâhı geçerli
saysa, -koca o kadınla asla evlenmediğini bildiği halde- bu nikâh o kimse bakımından
câiz olur ve bu adamın o kadınla beraber ikamet etmesinde bir mahzur yoktur.” 919
(3) Hz. Âişe rivayeti: “Hz. Peygamber, bekâr olan kızdan (evlenmek için) izni
istenir, buyurdu. Ben de: „Ya Resûlullah bekâr kız utanır (rızasını bildirmez) dedim.
Resûlullah: „Onun izni susmasıdır.‟ buyurdu.”920
Ġnsanların bazısı Ģöyle dedi: “Bir adam yetim bir kızı yahut bakire küçük kızı kendisine
nikahlamak istese ama o bunu kabul etmese, (bunun üzerine) adam hile yaparak
kendisinin o kızla nikahlanmıĢ olduğuna dair iki yalancı Ģâhit getirse, kız da bu sıra
bulûğ çağına eriĢmiĢ bu evliliğe razı olsa ve hâkim de yalan Ģahadeti kabul etse, -koca
bunun bâtıl olduğunu bildiği halde- onunla cinsî münasebette bulunması helâl olur.”921
916
Buhârî, “Hiyel”, 11; ََ َٓ ْ طُ ْٔظَؤ٠َِّّذُ َكظ٤َّالَ حُؼَٝ ، ًََٕ ْ طُ ْٔظَؤ٠َّالَ طُ ْ٘ ٌَ ُق حُزِ ٌْ َُ َكظ:ٍخ َ َ ه،َْ ََِّٓ َٝ ِٚ ٤ْ َِ هللاُ َػ٠َِّط َ ٢ِّ ِ َػ ِٖ حَُّ٘ز،َ ََس٣ْ ََ ُٛ ٢ِػ َْٖ أَر
َضْ اِ ًَح َٓ ٌَظ:ٍَ َخ؟ هَخًُْٜٗ ِْقَ ا٤ًَ ،هللا ِ َّ ٍَ ٍَُٞٓ َخ٣ :ََ ٤ِكَو
Buhârî, “Hiyel”, 11; َخٜ َؿَّٝ َِ َُ طََّٚٗ أ:ٍٝ ْ
ٍ ُُ ْ١َيِٛ كَؤَهَخ َّ شَخ،ٌَ كَخكْ ظَخ ٍَ ٍَ ُؿ، َّْؽَِٝ َُ ْْ طَٝ َُ ٌْ ِ اِ ْٕ َُ ْْ طُ ْٔظَؤ ًَ ِٕ حُز:ّخ ِ َُّ٘هَخ ٍَ رَؼْغُ حَٝ
917
130
Aynî ve Kirmânî mezkûr üç yerde Buhârî‟nin Ebû Hanîfe'yi oldukça sert bir
şekilde eleştirdiğini belirtirken, Aynî bu yerlerin aslında tek bir yer olduğunu
dolayısıyla tekrar edilmesinin herhangi bir faydasının olmadığını söyler.922
C. BORÇLAR HUKUKU
İslâmda alış-verişte her türlü faizli işlem haram kılındığı gibi buna götüren
şeyler de haram kılınmıştır. Çünkü Hz. Peygamber, meşhur fâiz (eşya-i sitte)
hadisinde hurmayı hurma ile takas ederken kalitesine bakmaksızın her iki cinsin de
aynı miktarda olmasını emretmiştir. Genel prensip bu olmakla birlikte ihtiyaca binaen
buna aykırı bazı alış-verişlere ruhsat verilmiştir. Bunlardan biri de arâyâ satışıdır.
Arâyâ‟nın tekili olan “ariyye” sözlükte “meyvesi yenmiĢ veya hediye edilmiĢ
hurma ağacı” manasında kullanılırken fıkıh terimi olarak bey„u‟l-arâyâ (arâyâ satışı),
“dalındaki taze hurmanın, aynı miktardaki kuru hurma ile takas yapılması iĢlemine
denir.”925
922
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XXIV, 118.
923
Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 225.
924
İbn Âbidîn, Reddü‟l-muhtâr, V, 406.
925
İbn Manzûr, Lisânü‟l-arab, “Cem”, IX, 180; Kal„acî, “Ârâyâ”, s. 308; Naim, Ahmed, Tecrîd-i
sarîh, III, 484; Ünal, “Arâyâ”, DĠA, III, 337.
131
Âlimler, arâyâ satışı ile ilgili rivayet edilen hadislerin sıhhati hususunda
ittifak926 etmekle beraber satışın şekli konusunda ihtilâf etmişlerdir. 927 Bazıları bunun
hibeden ibaret olduğunu söylerken çoğunluk, satış akdi olarak değerlendirmiştir.
İmam Mâlik,931 Şâfiî,932 İbn Ebî Şeybe ve Ahmed b. Hanbel933 gibi âlimler,
arâyânın ihtiyaca binaen ruhsat verilen gerçek bir satım akdi olduğunu söyleyerek
şöyle tasvir etmektedirler: “Ensâr‟dan bazı ihtiyaç sahipleri Hz. Peygamber‟e gelerek
taze hurma mevsiminin geldiğini fakat ellerinde bunu alacak paralarının
bulunmadığını, sadece fazla kuru hurmalarının bulunduğunu bildirdiler. Hz.
Peygamber de onlara yaĢ hurmaların miktarını tahmin ederek kuru hurmalarla takas
etmelerine müsaade etti.”934 Buhârî de bu görüştedir.
926
Kettânî, konuyla ilgili rivayetleri mütevâtir hadisler arasında zikretmektedir. bk. Nazmü'l-
mütenâsir mine'l-hadîsi'l-mütevâtir, s. 167.
927
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, IV, 30; İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, XIX, 119. Tahâvî, ilgili yerde bu
konudaki hadislerin mütevâtir derecesinde olduğunu belirtir.
928
Merğînânî, el-Hidâye, III, 975.
929
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, IV, 30-31.
930
Serahsî, el-Mebsût, XII, 193.
931
Sahnûn, el-Müdevvene, IV, 258; İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, XIX, 116.
932
Nevevî, arâyâ satışının esas olarak haram olduğunu fakat maslahata binaen hurma ve üzümde
uygulanan bir işlem olduğunu, bunun da beş vesk miktarından az olması gerektiğini söyler. İmam
Şâfiî‟ye göre ise ariyye, bir tahmincinin birkaç hurma ağacı hususunda tahminde bulunması
işlemidir. Şöyle ki tahminci bu ağaçlardan meselâ üç evsâk (Bir vesk = yaklaşık 175 kg) çıkar
demesi; hurma sahibinin de ağaçlardaki taze hurmayı isteyen kimseye üç evsâk kuru hurma
mukabilinde satması işlemidir. (ġerhu‟l-Müslim, X, 184-185.)
933
İbn Kudâme, el-Muğnî, VI, 119.
934
Zuhaylî, el-Fıkhu‟l-Ġslâmî ve edilletüh, IV, 440.
132
Ebû Hanîfe‟nin bu görüşü ilk kaynaklarda zikredilmekle beraber herhangi bir
rivayetle temellendirilmemektedir. Ancak sonraki dönemde Tahâvî, İbn Ömer (r.a)‟ın
rivayet ettiği “(…) (Ġbn Ömer) dedi ki: Zeyd b. Sâbit Ģöyle dedi: Peygamber (s.a) bir
ya da iki hurma ağacının ariyye satıĢına izin verdi. Bunlar bir kimseye hibe edilir de o
da onları göz kararı ile kuru hurma karĢılığında satar.”935 mealindeki hadisi delil
getirmektedir.
Buhârî, Zeyd b. Sâbit‟in rivayet ettiği “Hz. Peygamber (s.a) tahmin yoluyla
arâyâ satıĢına izin verdi.”936 ve benzeri rivayetleri937 esas almaktadır.
Hanefîler bu tür satışı bir hibe akdi olarak değerlendirdiklerinden herhangi bir
şarta bağlamamaktadırlar. Cumhur ise bunun bir satış akdi kabul ettiklerinden sıhhati
için bazı şartlar ileri sürmüşlerdir. 1. Ağaçtaki taze hurma tahmini, kuru hurmanın
ölçekle belirlenmesi, 2. Alış verişin sadece hurma üzerinden yapılması, 3. Satışın
peşin (yeden bi yed) olması, 4. Satıma mevzu hurmanın beş veskten az olması, 5.
Taze hurma almak isteyenin kuru hurmadan başka malı olmayan ihtiyaç sahibi biri
olması.938
935
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, IV, 34; a.mlf., Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, III, 122; ٕ أ: َٔػٖ رٖ ػ
ٖ٤حُ٘وِظٝ حُ٘وِش٢خ ك٣ حُؼَح٢ي رٖ ػخرض ٍهض ك٣ُ ٍهخٝ ٍحُٔزظخع ػٖ حُِٔحر٘ش هخٝ حُزخثغ٠ٜٗ ِْٓ ٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ٍِ هللا طٍٞٓ
ٔخ طَٔحٜٔخ روَطٜؼ٤ز٤زخٕ َُِؿَ كٛٞ ;طTahâvî bu rivayeti akabinde Zeyd b. Sâbit‟in de ariyyeye ruhsat
veren hadisi rivayet edenlerden olduğunu ve onun da buna hibe olarak baktığını söyler.
َ ََِّٓ َْ ٍَ َّهَٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ
َّ ٠َِّط َّ ِض أَ َّٕ حَُّ٘ز
ٍ ِ ُي رُْٖ ػَخر٣ْ َُ ٢َِ٘ َك َّيػَٝ ٍَ هَخ
936
Buhârî, “Büyû„”, 75; Müslim, “Büyû„”, 60, 61; ٢ِض ك َ ٢
ْ
ِ ََْخ رِ َو٣حُ َؼ ََح
َخٜط
937
Buhârî, “Büyû„”, 83, 84. Buhârî, ilgili yerde İmam Mâlik‟in arâyâ hususunda yapmış olduğu şu
tarifi nakleder: “Arâyâ, bir adamın bir adama hurma ağacı verdikten sonra, bahçe sahibinin
adamın bahçeye girip çıkmasından rahatsız olmasından dolayı bahçe sahibinin hibe ettiği Ģahıstan
kuru hurma mukabilinde yaĢ hurmayı satın alması iĢlemidir.” (Mübârekfûrî, Tuhfetü'l-ahvezî, IV,
197.)
938
Ünal, Halit, “Arâyâ”, DĠA, III, 337.
939
Kayapınar, Hüseyin “Müzâraa”, DĠA, XXXII, 234.
133
Âlimler, günümüzde “ortakçılık veya yarıcılık” olarak bilinen arazi-emek
ortaklığına dayalı bu akdin cevazı hususunda ihtilâf etmişlerdir.940
İbn Abbâs, İbn Ömer, İbrâhim en-Nehaî,941 Saîd b. Cübeyr, Mücâhid, İkrime,
Hasan-ı Basrî, Atâ, Ebû Hanîfe, Züfer,942 Leys b. Sa„d, Mâlik,943 Şâfiî944 ve Ebû
Sevr945 müzâraa akdini câiz görmezken946 Muaz b. Cebel, İbn Mes„ûd, Habbâb, Hz.
Ali, Zübeyr, Üsâme, bir rivayete göre İbn Ömer, İbn Müseyyeb, Sâlim,947 Tâvûs, İbn
Ebî Leylâ,948 Evzâî,949 Sevrî,950 Hasan b. Hayy, İmam Ebû Yûsuf, İmam Muhammed
ve Ahmed b. Hanbel951 aksi görüşü ileri sürerler.952 Buhârî de bu görüştedir.
Ebû Hanîfe, Râfi„ b. Hadîc‟in rivayet ettiği “Resûlullah (s.a) bir bahçeye
uğradı. „Bu bahçe kimindir?‟ dedi. Râfi„ b. Hadîc: „Benimdir. Onu sahibinden
kiraladım.‟ dedi. „Resûlullah (s.a) onu hiçbir Ģey karĢılığında kiralama!‟ buyurdu.”953
ve benzeri rivayetleri954 delil getirmektedir.
Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed, Ebû Hanîfe‟nin bu görüşünü bir birine yakın
ifadelerle şöyle zikretmektedirler: “Ebû Hanîfe, gerek ekin arazilerinde gerekse
ağaçlık arazide üçte bir ve dörtte bir ile veya yarısı ve dörtte birinden az veya çok
940
İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, XXI, 209.
941
Kal„acî, Mevsûatu fıkhi Ġbrâhîm en-Nehaî, II, 607.
942
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XII, 167; İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, XXI, 209.
943
İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, XXI, 209. İmam Mâlik, müsâkât akdini câiz görmesine rağmen müzâraa
akdini bazı durumlar müstesna câiz görmez.
944
Nevevî, el-Mecmû„, XIV, 421.
945
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XII, 167.
946
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 295.Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, IV, 21.
947
Ebû Yûsuf, el-Âsâr, s. 188. Hatta Ebû Yûsuf, Tâvûs‟un kiraya verdiği bir tarlası olduğunu haber
verir.
948
Ebû Yûsuf, el-Harâc, s. 96; Serahsî, el-Mebsût, XXIII, 17.
949
Kal„acî, Muhammed Revvâs, Mevsûatu fıkhi Abdurrahmân el-Evzâî, s. 681.
950
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, IV, 21-22.
951
İbn Kudâme, el-Muğnî, VII, 562. Hanbelî mezhebinde bu konuda iki rivayet bulunmaktadır. Bir
rivayete göre bu akid tohumun tarla sahibi tarafından verilmesi, diğer rivayete göre emek sahibi
tarafından verilmesi halinde geçerlidir.
952
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XII, 167.
953
Ebû Yûsuf, Kitâbu‟l-harâc, s. 95-96; َٓ ٚٗ ََِّٓ َْ أَٝ ِٚ ٤ْ َِ هللاُ َػ٠َِّط
َ ِْ ٍ هللاٍَُٞٓ ٖ ػٚ٤ؾ ػٖ أر٣ػٖ [ حرٖ ] ٍحكغ رٖ هي
" ٚ٘ٓ ء٢ رشَٙ" ال طٔظؤؿ:ٍَ كوَخ. ٚ حٓظؤؿَط, ٢ُ : ؾ٣ ؟ كوَخ ٍَ ٍحكغ رٖ هيٞٛ ُٖٔ : ٍ كخثؾ كٔؤ٠ََِػ
954
Şeybânî, yine Râfi„ b. Hadîc‟in rivayet ettiğine göre “Râfi„, Hz. Peygamber‟e, ekin arazilerinin
kiralanması hakkında sordu. O da bundan nehyetti.” mealindeki hadisi delil getirmektedir. (el-
Muvatta‟, s. 294).
134
miktar ile müsâkâtı ve ziraat ortaklığını mekruh görürdü. Ġbn Ebî Leylâ ise bu
iĢlemlerde bir mahzur görmezdi.”955
Ebû Hanîfe, müzâraanın bir tür kiralama akdi olduğunu, fakat kira bedeli olan
ürünün gerek akid sırasında gerekse ilerde bulunup bulunmayacağının belirsizliği
sebebiyle câiz olmadığını ileri sürmektedir.956 Ona göre bu konudaki hadisler
mensuhtur.957
Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed, Ebû Hanîfe‟nin aksine müzâraa akdinin câiz
olduğu kanaatine sahiptirler. Ebû Yûsuf, konuyla ilgili olarak Ebû Ca„fer‟in rivayet
ettiği “Hz. Peygamber, Hayber arazilerini yarı yarıya ortağa verdi.”958 ve benzeri
rivayetleri959 delil getirmektedir.
955
Ebû Yûsuf, el-Harâc, s. 96; Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 295; ٢ِ كًِٚ ًُيٌَٙ٣ ٖٔٓ ُُ هللاَٚٔ لش ٍَ ِك٤٘ كًٞخٕ أرٝ
. رٌُي رؤٓخَٟ٣ ٖٓٔ ال٠ِ٤ُ ٢ًخٕ رٖ أرٝ .َحًؼٝ َأهٝ حَُرغٝ حُشـَ رخُؼِغٝ َ حُ٘و٢كٝ ؼخء٤حألٍع حُز
956
Serahsî, el-Mebsût, XXIII, 18.
957
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XII, 167.
958
Ebû Yûsuf, el-Harâc, s. 97; ٌَ رٞ كٌخٕ أر: ٍزَ رخُ٘ظق هخ٤ ه٠ أػطِٚٗٓٔؤٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ِ ط٢ ؿؼلَ ػٖ حُ٘ز٢ػٖ أر
ْ رخُؼِغٜٕ أٍػٞؼط٣ ْٜ٘ ػ٠ُ هللا طؼخ٢ػؼٔخٕ ٍػٝ َٔػٝ
959
Ebû Yûsuf, el-Harâc, s. 97. Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed ayrıca Ebû Ca„fer‟in rivayet ettiği
“Hz. Ebû Bekir, Ömer ve Osmân yerlerini üçte biri mukabilinde ortağa verirlerdi.” mealindeki
rivayeti delil getirir.
960
Ebû Yûsuf, Kitâbu‟l-harâc, s. 96; ْ حطزؼ٘خ٤هللا أػِْ إٔ ًُي ؿخثِ ٓٔظوٝ ًُي٢ كٌخٕ أكٖٔ ٓخ ٓٔؼ٘خ ك: ٓقٞ٣ ٞهخٍ أر
ٖٓ خٜ هالك٢أػِْ ٓٔخ ؿخء كٝ َأًؼٝ ػن ػ٘يٗخٝخ أٜٗزَ أل٤ ٓٔخهخس ه٢ِْٓ كٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ٍِ هللا طٍٞٓ ٖ ؿخءص ػ٢غ حُظ٣حألكخى
غ٣أكخى
961
Mecelle md. 1431-1440.
962
Bir vesk yaklaşık 175 kg‟dır.
135
veskleri tazmin etme arasında muhayyer bıraktı. Onlar bu teklifi benimsemede farklı
kararlara vardılar. Bir kısmı arazi ve suyu tercih etti, bir kısmı da veski tercih etti.
Hz. ÂiĢe (r.a) araziyi tercih etti.”963 ve benzeri rivayetleri964 esas almaktadır.
963
Buhârî, “Müzâraat”, 8; َِ َط ْ زَ ََ رِش٤ْ ََِّٓ َْ ػَخ َٓ ََ َهَٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ
َّ ٠َِّط َ ٢َّ ُِ أَ َّٕ حَُّ٘زََٙ َُ َٔخ أَ ْهزْٜ٘ هللاُ َػ
َّ ٢َ ػ َّ ػ َْٖ َٗخكِغٍ أَ َّٕ َػ ْز َي
ِ ٍَ ََ َٔ هللاِ رَْٖ ُػ
ََ َّ٤زَ ََ كَ َو٤ْ َ كَوَ َٔ َْ ُػ َٔ َُ َه٤
ٍ ن َش ِؼ َ ْٓ َٝ ََُٕٝ ِػ ْشَٝ ٍَ ْٔ َن ط َ ْٓ َٝ َُٕٞٗن ػَ َٔخ ٍ ْٓ َٝ َُ ِٓخثَشٚح َؿَٝ ُْ َ أ٢ُ ْؼ ِط٣ َٕع كَ ٌَخ ٍ ٍَُْ ََْٝخ ِٓ ْٖ ػَ َٔ ٍَ أْٜ٘ ِٓ َ ْو َُ ُؽ٣ َٓخ
ٍَ حهظَخ ْ ْٖ َٓ َُّٖ ْٜ٘ ِٓ َٝ ع َ ْ
َ ٍْحهظَخ ٍَ حأل ْ ْٖ َٓ َُّٖ ْٜ٘ ِٔ َ َُّٖ كَُٜ ٢َ ؼ ِ ْٔ ُ٣ ْٝع أ َ َ ْ ْ ْ َ َّ
ِ ٍْحألَٝ ُ َّٖ ِٓ ْٖ حُ َٔخ ِءَُٜ ُو ِط َغ٣ ْٕ َِٓ َْ أَٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ َّ ٠َِّط َ ٢ِّ ِح َؽ حَُّ٘زَٝ ُْ َأ
ع َ ٍَْص ْحأل ْ َُض ػَخثِ َشش
ْ ٍَ حهظَخ ْ ًَٗخَٝ ن َ ْٓ َٞ ُْح
964
Buhârî aynı yerde şu rivayete de yer vermektedir: “Ġbrâhim en-Nehaî, Ġbn Sîrîn, Atâ, Hakem b.
Uteybe, Zührî ve Katâde, dokuyacağı bezin üçte bir ve dörtte bir gibi bir miktarı çulhaya (tezgahta
bez dokuyana) ait olmak üzere iplik verilerek ortaklık akdi yapmayı câiz görmüĢlerdir.”
965
Şeybânî, el-Hücce, II, 503; ٍْٛ حُق ىُٚحشظَؽ ٓخٝ ػزيحَٟظْ ٍؿال حشظ٣ؼخ حٍح٣ْ حُٜ هِ٘خٝ ٖٔهخٍ ٓلٔي رٖ حُلٝ
٠حُؼزي ػْ حػطٝ ًُي رؤٔٔخثش كوزغ حالُقَٟ ;كخشظKevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 158.
966
Nevevî, ġerhu‟l-Müslim, X, 187
967
Sahnûn, el-Müdevvene, V, 430.
968
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, VIII, 405-6.
969
Zerkeşî, ġerhu'z-ZerkeĢî alâ Muhtasari'l-Hırakî, III, 593-594.
970
Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 158.
136
kölenin malı satıcınındır.”971
Buhârî, Abdullah b. Ömer‟in rivayet ettiği “(…) Her kim bir köle satın alsa, o
kölenin malı satana aittir; ancak müĢteriye ait olması Ģart koĢulursa onun olur.”972
rivayetini esas almaktadır.
Hanefîlerle karşı taraf aynı hadislerle istidlâl etmiş olsalar da hadisleri farklı
şekilde yorumlamışlardır. Yukarıda da örneklendirdiğimiz gibi Hanefîler, kölenin
kendi değerinden daha fazla kazandığı parayla satın alınmasını aynı cinslerin farklı
rakamlarla satın alınması sebebiyle faiz olabileceğini söylemektedirler.973
Sözlükte “bir Ģeyi zorla almak” manasına gelen gasp, fıkıh terimi olarak “bir
malı sahibinin veya yetkili kimsenin izni olmaksızın zorla alarak malikin zilyedliğini
gidermek ve yerine haksız bir zilyetlik kurmak” şeklinde tanımlanmaktadır.974
İslâm hukukunda gasp edilen (mağsûp) bir malın gasp edenin (ğâsıbın) elinden
alınıp sahibine iade edilmesi asıldır.975 Âlimler, gasp edilen malın yok olması
durumunda bedelinin ödettirilmesi (tazmini) hususunda ittifak etmiş olmakla birlikte
gasp edilen ve mevcut olduğu halde sahibine telef olduğu söylenerek kıymeti verilen
malın sahibine iadesinin gerekli olup olmadığı hususunda ihtilâf etmişlerdir.
Konu câriye örneği özelinde ele alınırken Hanefîler, gasp edilen câriyenin
satışına hükmedip gâsıba bir bedel karşılığında kıymetinin tazmin ettirilebileceğini976
cumhur âlimler ise böyle bir satışın aldatma ve hile içermesi sebebiyle câiz
olmayacağını söylerler.977 Buhârî de bu görüştedir.
971
Şeybânî, el-Hücce, II, 503; شظَؽ حُٔزظخع٣ ٕ ُِزخثغ حال حُٚ ػزيح كٔخ١َشظ٣ َرخد حَُؿ
972
Buhârî, “Şirb”, 17; Müslim, “Büyû„”, 80; شظَؽ حُٔزظخع٣ ٕ اال أٚ رخػ١ٌُِ ُٚ ٓخٍ كٔخُٚٝ ٖٓ حرظخع ػزيح
973
Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 158.
974
Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, II, 462; Kal„acî, “Gasp”, s. 332; Aydın, M. Akif, “Gasp”, DĠA,
XIII, 387; Tarif hususunda farklı yaklaşımlar söz konusu olmakla beraber Ebû Hanîfe ve Ebû
Yûsuf‟un tarifi esas alınmıştır.
975
Merğînânî, el-Hidâye, IV, 1376.
976
Serahsî, el-Mebsût, XI, 67.
977
Meydânî, KeĢfü'l-iltibâs, s. 44.
137
dayandırdıkları görülmektedir. Hanefîlere göre malı gasp edilen kişi, gâsıptan malının
kıymetini tazmin yoluyla da olsa almıştır. Dolayısıyla bedel alınınca mülkiyet mal
sahibinden gâsıba intikal etmiştir. Zira kaide gereği bir şey bedeliyle beraber bir
şahısta toplanamaz.978
Buhârî konuyla ilgili görüşünü bu şekilde zikrettikten sonra “ve kâle ba„zu‟n-
nâs” ifadesini kullanarak karşı görüşü eleştirir, ardından da kendi görüşünü
destekleyen delilleri zikreder:
Ġnsanların bazısı dedi ki: “Câriye, onu gasp eden gâsıpa aittir. Çünkü sahibi onun
kıymetini gasp edenden almıĢtı.”980 Bu meselede bir adamın satmak istemediği
câriyesini elde etmek isteyen kimsenin hilesi söz konusudur. ġöyleki: o kiĢi câriyeyi
gaspedip sahibi bedelini kabul etsin diye onun onun öldüğü gerekçesini ileri sürmekte,
böylece gâsip için baĢkasının câriyesi helal hale gelmektedir. Ayrıca Hz. Peygamber
Ģöyle buyurmuĢtur: Mallarınız birbirinize haramdır. Kıyamet gününde her hilekârın
kendisini belli eden bir iĢareti/alâmeti bulunur.”981
Şârihler, Buhârî‟nin “ve kâle ba„zu‟n-nâs” ifadesi ile kastının Ebû Hanîfe
olduğunu söylerler.982 İbn Battâl, Ebû Hanîfe‟nin bu konuda hata ettiğini, dolayısıyla
aralarında Buhârî, Şâfiî, İmam Mâlik ve Ebû Sevr‟in de bulunduğu cumhurun ileri
sürdüğü görüşün doğru olduğunu belirtir. İbn Battâl ayrıca bir şeyin kıymetinin
tazmininin ancak o şeyin ya helak olması ile veya fasit bir akte konu olmasıyla
gerçekleşebileceğini, halbuki bu meselede bu iki durumdan birinin gerçekleşmediğini,
dolayısıyla câriyenin sahibine iade edilmesinin şart olduğunu söyler.983
Aynî, karşı tarafın zikrettiği mezkûr rivayeti iki yönden tenkit eder. Öncelikle
978
Meydânî, KeĢfü'l-iltibâs, s. 44.
Buhârî, “Hiyel”, 9; َ َُ ُّى٣َٝ َُُٚ ٠َ ِٜ َ ك، َخُٜطخ ِكز َ َخٛ َؿ َيَٝ َّْ ُ ػ، ِّظَ ِش٤َٔ َُ ِش ْح٣ٍخ ِ َٔ ِش ْحُ َـ٤ِ رِو٠َ ؼ ْ َخ َٓخطَََّٜٗشا كَ َِ َػ َْ أ٣ٍخ
ِ ُ كَو، َض َ رخد اِ ًَح ؿ
979
ِ ذ َؿ
َ َظ
َٔشُ ػَ َٔ٘اخ٤ُِٕ ْحُوٌُٞ َال طَٝ ، َ َٔش٤ِْحُو
980
Buhârî, “Hiyel”, 9; َ َٔش٤ِ ْحُوِٙ ٌِ أله ْ ذ
ِ َخطِ َشُ ُِ ِْـ٣ٍخِ ْحُ َـ: ّخ ِ َُّ٘هَخ ٍَ رَؼْغُ حَٝ
981
Buhârî, “Hiyel”, 9. خ َٓ ِش٤َ ِْ َّ ْحُوَٞ٣ ح ٌءَٞ ُِ ٍٍ ُِ ٌُ َِّ ؿَخ ِىَٝ ٌّ ٌُ ْْ َك ََح٤ْ َِحُُ ٌُ ْْ َػَٞ ْٓ َ ََِّٓ َْ أَٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ
َّ ٠َِّط
َ ٢ُّ ِهَخ ٍَ حَُّ٘ز
982
İbn Battâl, ġerhu Sahîhi‟l-Buhârî, VIII, 321; Aynî, Umdetü‟l-kârî, XXIV, 115.
983
İbn Battâl, ġerhu Sahîhi‟l-Buhârî, VIII, 321-322.
138
rivayette geçen “Mallarınız birbirinize haramdır.” ifadesinin bu olayla ilgili
olmadığını, aksine karşılıklı rızaya dayanmayan akitler için geçerli olduğunu belirtir.
Zira bu meselede mal sahibi câriyenin kıymetini almaktadır. Müellifin ikinci tenkidi
ise etimolojik yöndendir. Ona göre hadiste zikredilen „gâdir‟ kelimesi, sözlük
itibariyle „gâsıb‟ ile örtüşmemektedir.984
984
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XXIV, 115.
985
Meydânî, KeĢfü'l-iltibâs, s. 45.
986
Kirmânî, el-Kevâkibü‟d-derârî, XI, 155.
987
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XIII, 189.
988
Buhârî, “Hibe”, 36.
139
Ģu demektir: Senin onu hizmetinde kullanmana imkan verdim, bu ise câriyenin
kendisinde değil, sağlayacağı faydayla ilgili bir tasarruftur.”989
Buhârî mezkûr itirazını “Bir adam diğerine insanların örf haline getirdikleri
tabir üzere „Ģu câriyeyi sana hizmetçi olarak verdim.‟ dediğinde, bu câiz olmuĢtur.
(Yani bu hizmetine sunma/ihdâm, hibe veya âriyet verme demektir.)” 990 bab başlığı
altında serdettikten sonra “ve kâle ba„zu‟n-nâs” ifadesiyle başladığı itirazını şöyle
zikreder.
İnsanların bazısı dedi ki: “Bu câriyeyi senin hizmetine verdim” ifadesi emanettir. ġayet
„Bu elbiseyi sana giydirdim.‟ derse bu hibe olur.‟ dedi.”991
989
Serahsî, el-Mebsût, XII, 95; ًُيٝ خٜٓ ٌٓ٘ظي ٖٓ إٔ طٔظويٙش ألٕ ٓؼ٘خ٣ٍ ػخ٢ٜش ك٣ٍ حُـخٌٙٛ هخٍ هي أهيٓظيُٞ ًٌُيٝ
خٜ٘٤ ػ٢خ ال كٜ ٓ٘خكؼ٢طظَف ك
Buhârî, “Hibe”, 36; ٌِ ِ َؿخثَٞ ََُٜظَ َؼخ ٍَفُ حَُّ٘خُّ ك٣ َٓخ٠ََِشَ َػ٣ٍخ ِ ْحُ َـِٙ ٌِ َٛ ي
َ ُرَخد اِ ًَح هَخ ٍَ أَ ْه َي ْٓظ
990
Buhârî, “Hibe”, 36; ٌزَشِٛ َٞ َُٜد ك َ ََّْٞ ٌَح حُؼٛ َْ طُيًََٞٔ : ٍَ اِ ْٕ هَخَٝ ، ٌَّش٣ٍَخ ِ َُّ٘هَخ ٍَ رَؼْغُ حَٝ
991
ِ ػِٙ ٌِ َٛ : ّخ
992
Buhârî, “Hibe”, 36; ََ َخ آ َؿٛ َْٞ ُْ رِ َٔخ ٍَسَ كَؤ ْػط٤ِٛ َخ َؿ ََ اِ ْر ََحٛ ٍَ َِٓ َْ هَخَٝ ِٚ ٤ْ َِ هللاُ َػ٠َِّط
َ َّ َّ َ ِهللا َّ ٍَ ٍَُٞٓ َّٕ َُ أْٚ٘ هللاُ َػ
َّ ٢َ ػِ ٍَ َ ََس٣ْ ََ ُٛ ٢ِػ َْٖ أَر
َخَٜٓ ََِّٓ َْ كَؤ َ ْه َيَٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ
َّ ٠َِّط
َ ٢ِّ ِ ََسَ ػ َْٖ حَُّ٘ز٣ْ ََ ُٛ ٢َِٖ ػ َْٖ أَر٣َ٤ِ ِٓ ُْٖهَخ ٍَ حرَٝ َيسا٤ُِ َٝ َّ أَ ْه َيَٝ ََ ِهللاَ ًَ َزضَ ْحٌَُخك َّ َّٕ َض أَ َش َؼَْ صَ أ
ْ َُض كَوَخ
ْ كَ ََ َؿ َؼ
ََ َخ َؿٛ
993
Buhârî ayrıca Ebû Hüreyre‟den rivayet ettiği “Hz. Peygamber buyurdu ki:„O kiĢi, Hâcer
(validemizi) Sâre (validemizin) hizmetine verdi.” mealindeki hadisi delil getirir.
994
Kirmânî, el-Kevâkibü‟d-derârî, XI, 154; Aynî, Umdetü‟l-kârî, XIII, 189.
140
temlikini gerektirmediğini söyleyerek995 Buhârî‟nin yaptığı istidlâlin sahih
olmadığı996 gibi cumhurun da görüşüne aykırı olduğunu belirtir.
İbn Battâl, kendisinde herhangi bir zaman kaydı bulunmayan „Bu elbiseyi
ُ ًْٞٔ sözünün hibe olmasında ise herhangi bir
giydirdim‟ manasına gelen دٌٞح حُؼٛ ص
ihtilâf olmadığını söyler.997 Nitekim“Bunun da keffâreti, ailenize yedirdiğiniz
yemeğin orta hallisinden on fakire yedirmek, yahut onları giydirmek, yahut da bir
köle azat etmektir. Bunları bulamıyan üç gün oruç tutmalıdır. Yemin ettiğiniz takdirde
yeminlerinizin keffâreti iĢte budur.” manasına gelen ْ َٓ ِؾ َٓخََٖٝ ِٓ ْٖ أ٤ًِ ؽ َؼخ ُّ َػ َش ََ ِس َٓ َٔخ ْ ُِ اُٚكَ ٌَلَّخ ٍَط
ْ ُ طâyetindeki ْْ ُُٜطَٞ ْٔ ًِ 998 lafzının temlik manasında olduğu
َُ ٍَهَزَ ٍش٣َِ ْْ طَلَُٝ ْْ أُٜطَْٞ ًِٔ َْٝ ٌُ ْْ أ٤ِِْٛ ََٕ أُٞٔ ط ِؼ
hususunda âlimler arasında ihtilâf olmadığını belirtir.999
ْ (Hâcer‟i Sâre‟nin
Şârihler, Buhârî‟nin naklettiği Hâcer kıssasında َخؿٛ خَٜٓأهي
hizmetine verdi.) sözünden ziyade hibeye delil olabilecek tek lafızın َخؿٛ خٛ َْٞكؤ ْػط
(Sâre validemize Hâcer validemizi verdiler „hediye ettiler‟) ifadesi olabileceğini
söylerler.1000
Bir kimse bir başkasına „Seni bu ata yükledim.‟ dediği takdirde bu sözün
hibeye mi yoksa emanete mi delâlet ettiği hususu ulemâ arasında tartışmalıdır. Ebû
Hanîfe‟ye göre bu, âriyet manasını ifade eder ki bu durumda kişi bu verdiği şeyden
995
İbn Battâl, ġerhu Sahîhi‟l-Buhârî, VII, 155; İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, V, 246.
996
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XIII, 189.
997
İbn Battâl, ġerhu Sahîhi‟l-Buhârî, VII, 155.
998
el-Mâide, 5/89.
999
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XIII, 189.
1000
İbn Battâl, ġerhu Sahîhi‟l-Buhârî, VII, 155; Aynî, Umdetü‟l-kârî, XIII, 189.
1001
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, V, 246.
141
dolayı rücû hakkına sahiptir. İmam Buhârî‟ye göre bu işlem umrâ1002 ve sadaka gibi
temlik ifade ettiğinden dolayı bir tür hibedir.1003
Buhârî konuyla ilgili görüşünü “Bir kimse baĢka bir kimseyi at üzerine
bindirirse bu tıpkı umrâ ve sadaka gibidir.” bab başlığında zikrettikten sonra
bazılarının (Ebû Hanîfe‟nin) bunu hibe kabul etmediğini şu satırlarla ifade eder ve
akabinde delilini zikreder.
Ġnsanların bazısı dedi ki: “Bu kimsenin at hususunda yapmıĢ olduğu (bu
tasarrufun)dan dönme hakkı vardır.”1004
Ebû Hanîfe‟ye göre burada kullanılan „haml‟ kelimesi „bir Ģeyi hapsetmek‟
manasında olan vakıf anlamına gelir. Zira Ebû Hanîfe‟ye göre vakıf mülkiyeti, vakf-ı
lüzûmî (ebediyyen vakıf) değildir. Dolayısıyla hâkim kararı ile tescillenmediği sürece
kişi vakfından dönebilir. Dâvûdî adlı âlim, Buhârî‟nin buradaki haml lafzını umrâ ve
1002
Umrâ, bir kişinin kendisine ait bir malı bir başkasına ömrü boyunca vermesine denir (Kal„acî,
“Umrâ”, s. 321). O adam ölünce veren malı geriye alabilir mi alamaz mı meselesi ise
tartışmalıdır.
1003
Buhârî, “Hibe”, 36 „Bir adam bir baĢkasını ata yüklese. Bu sanki umrâ veya sadaka gibidir.‟
1004
Buhârî, “Hibe”, 35; َخٜ٤ََِْ ِؿ َغ ك٣ ْٕ َُ أَُٚ ّخ ِ َُّ٘هَخ ٍَ رَؼْغُ حَٝ ظ َيهَ ِش َّ ُحَٝ ََٟ ْٔ ً َْخُ ُؼَٞ َُّٜ ك ٍ ََ َ ك٠َِرَخد اِ ًَح َك َٔ ََ ٍَؿ اُال َػ
1005
Buhârî, “Hibe”, 37; ٢َ ػ ٍ
ِ َ َ َ َُ ٔ ػُ ٍ خَ ه ٍ
ُ ٞ ُ و ٣
َ ِ ٢ رَ أ ْض ُ ؼ ٔ ٓ ٍ
َِ َ َ خَ ه َْ ِ ْ
ٓ َ أ َْٖ ر ي
َ ْ
٣ َ
ُ ٍُ َ ْؤ
ٔ ا
َ ِ َٓ ْض
٣ خ ٌ ُخ ُ َخُٕ هَخ ٍَ َٓ ِٔؼ٤ُّ أَ ْهزَ َََٗخ ُٓ ْل١ ِي٤ْ َٔ َك َّيػََ٘خ ْحُ ُل
َّ َّ
َ ٢ِ َال طَ ُؼ ْي كَٝ ِٙ ََِ َِٓ َْ كَوَخ ٍَ َال طَ ْشظَٝ ِٚ ٤ْ َِ هللاُ َػ٠ِط
َط َيهَظِي َّ َّ
َ ِ ٍَ هللاٍَُٞٓ ض ْ َ
ُ ُع كَ َٔؤ َ ِ َّ َِ ٤ِ َٓز٢ِّ ك
ُ ُزَخ٣ ُُٚظ٣ْ هللا كَ ََأ ٍ ََ َ ك٠َِض َػ ُ ِْ َٔ ُ َكْٚ٘ هللاُ َػ َّ ;
Müslim‟in Hz. Ömer (r.a)‟den rivayet ettiği “Allah yolunda iyi bir ata, adam bindirdim
(bağıĢladım.) sonra onu sahibi (ucuza satması sebebiyle) zayi etti(ğini gördüm.) Bu durumu Hz.
Peygamber(s.a)‟e sordum ve bana: „Sakın onu satın alma ve (verdiğin) sadakandan dönme! Zira
sadakasından dönenen kiĢi kusmuğunu yiyen köpek gibidir.‟ buyurdu.” (“Hibât”, 1, (1620).
1006
Kirmânî, el-Kevâkibü‟d-derârî, XI, 155; Kastalânî, ĠrĢâdü‟s-sârî, VI, 70; Aynî, Umdetü‟l-kârî,
XIII, 190.
1007
Nevevî, ġerhu‟l-Müslim, XI, 66; ْ٣َ ال طلٚ٣ِ٘ ط٢ٜٗ ٌحٛ
142
sadakaya benzetmesini düşünmeden söylenen tahakküm (zorlama yorum) olarak
değerlendirir. Ebû Hanîfe‟nin söylediğinin ise doğru olduğunu belirtir.1008
Hanefîlere göre böyle bir ifade ancak niyetle hibe olabilir. Nitekim el-
Hidâye‟de ifade edildiği üzere „Bir kiĢi bir baĢkasına „seni bu hayvana yüklüyorum.‟
dese ve „haml‟ kelimesiyle hibe‟ye niyet etmiş ise bu hibe olmuş olur. Zira haml
(burada) gerçek manada bindirmek demektir.1009
Sonuç olarak diyebiliriz ki bir kimsenin bir başkasına „Seni bu ata yükledim.‟
şeklinde bir söz söylemesi lafız itibariyle âriyete, yani geri alınmak üzere kullanma
ödüncü olarak verilen mala delâlet eder. Şayet kişi bu ifadeden hibeye niyet ederse
hibe olur. Buhârî ise niyete bakmaksızın lafız itibariyle bu ifadenin umrâ ve sadaka
gibi olduğunu iddia etmektedir.
1012
Hanefîler ile tâbiînden İbrâhim en-Nehaî, Mücâhid, İbn Sîrîn ve Atâ
satıcıya ait malın piyasa fiyatının altında alınmaması şartıyla üreticinin yolda
karşılanmasının câiz olabileceğini, aksi takdirde (tahrimen) mekruh olduğunu
söylerken1013 Buhârî‟nin de1014 aralarında bulunduğu Evzâî, Leys b. Sa„d, İmam
1008
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XIII, 190.
1009
Merğînânî, el-Hidâye, III, 1249; Aynî, Umdetü‟l-kârî, XIII, 190.
1010
Müslim, “Salât”, 43 (101); ْ ٓ٘خ٤ِٖٓ ؿش٘خ كٝ
1011
İbnü‟l-Münzir, el-Evsat, X, 109; Mübârekfûrî, Tuhfetü'l-ahvezî, IV, 101.
1012
İbn Battâl, ġerhu Sahîhi‟l-Buhârî, VI, 286; Nevevî, el-Mecmû‟, XV, 342; Azîmâbâdî, Avnü‟l-
ma„bûd, IV, 335.
1013
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, IV, 437; Merğînânî, el-Hidâye, III, 989; Aynî, Umdetü‟l-kârî, XI,
282, 284; İbnü‟l-Hümâm, Fethü‟l-kadîr, VI, 477; Karaman, Ġslâm Hukukuna Göre AlıĢ VeriĢte
Vade Farkı ve Kar Haddi (MüĢterek), s. 49.
143
Mâlik,1015 Şâfiî, İbn Ebî Şeybe,1016 İshâk b. Râhûye ve Ahmed b. Hanbel1017 gibi
âlimler böyle bir alış-verişin her hâlükârda geçersiz olacağını savunmaktadır.
Buhârî, Ebû Hüreyre (r.a)‟ın rivayet ettiği “Hz. Peygamber, satılık malları
(pazara girmeden) yolda karĢılamayı ve Ģehirlinin köylünün malını satmasını
yasakladı.”1020 ve benzeri rivayetleri1021 esas almaktadır.
1014
Buhârî, İbni Sîrîn, Atâ b. Ebî Rebâh, İbrâhim en-Nehaî ve Hasan-ı Basrî‟nin simsarlığı câiz
gördüğünü ifade etmektedir. (Buhârî, “İcâre”, 14)
1015
İmam Mâlik, şehirlinin köylüyü pazara girmeden altı mil mesafeden önce karşılamasını câiz
görmemektedir. (İbn Rüşd, el-Bidâye, III, 1651).
1016
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, VIII, 395.
1017
Hanbelî mezhebine göre şehirlinin köylü adına satış yapması köylünün, çarşıya malını günün
fiyatıyla satma niyetinde olması ve pazar fiyatı hakkında ön bilgisinin olmaması gibi bazı
şartlardan birinin gerçekleşmesi halinde haramdır. (İbn Kudâme, el-Kâfî, s. 319-320)
1018
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 272-273; : َٔ حُِٔغ أهزَٗخ ٓخُي أهزَٗخ ٗخكغ ػٖ ػزي هللا رٖ ػ٢طِوٝ ٖٓ حُ٘ـشٌَٙ٣ رخد ٓخ
حمٞٓزؾ حألٜ ط٠ حُِٔغ كظ٢ ػٖ طِو٠ٜٗ ّحُٔالٝ حُظالسٚ٤ٍِ هللا ػٍٞٓ ٕ…… أٌَٙٝٓ ًَ ًُي. ٌٌح ٗؤهٜرٝ : هخٍ ٓلٔي
1019
Hanefîler ayrıca şu rivayetleri de delil almaktadırlar: a. Ebû Hüreyre‟nin rivayet ettiğine göre
“Celebi (satıĢa arzedilen malı) yolda karĢılamayın kim karĢılar ve ondan bir Ģey satın alırsa,
sahibi pazara geldiğinde muhayyer olur.” (Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, IV, 8; Müslim, “Büyû„”,
17; Tirmizî, “Büyû„”, 12 (1221); ٙح حُـِذ كٖٔ طِوخِْٞٓ هخٍ ال طِوٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ٍِ هللا طٍٞٓ ٍٕ اٞو٣ َس٣َٛ أرخ
ٍخ٤ رخُوٜٞم كُٞٔ حٙي٤ٓ ٠ كبًح أطٚ٘ٓ َٟ ; كخشظb. İbn Ömer‟in rivayet ettiğine göre“Bizler (pazara giden)
kervanları karĢılar ve onlardan yiyecek satın alırdık. Hz. Peygamber, piyasa fiyatından
satmaktan bizi nehyetti” (Aynî, Umdetü‟l-kârî, XI, 284; İbn Esîr, en-Nihâye, I, 282).
1020
Buhârî, “Büyû„”, 71; Müslim, “Büyû„”, 19 (1521); ٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ِ ط٢ حُ٘ز٠ٜٗ :ٍ هللا هخ٢َس ٍػ٣َٛ ٢ػٖ أر
غ كخػَ ُزخى٤ز٣ ٕأٝ ٢ِْٓ ػٖ حُظِو
1021
Buhârî ayrıca Ebû Hüreyre ve Enes b. Mâlik‟in rivayet ettiği “ġehirli, köylü adına satıĢ
yapmasın.” mealindeki hadisi delil getirmektedir. (Buhârî, “Büyû„”, 58, 64, 70, 71; “Şurût”, 8;
Müslim, “Nikâh”, 51, 53.) غ كخػَ ُزخى٤ز٣ ٕ ِْٓ أٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ٍِ هللا طٍٞٓ ٠ٜٗ : ٍ هخٚ٘ هللا ػ٢َس ٍػ٣َٛ ٢ػٖ أر
1022
Buhârî, “Büyû„”, 71; ٢ِع ك ٌ ِهيَحَٞ َُٛٝ ػَخُِ أخِٚ ِص آػِ ٌْ اِ ًَح ًَخَٕ ر
ٍ ُ ػَخَٚطخ ِكز َ ِ ٌىُُٝ ََْٓ ىٚ َؼ٤ْ َأَ َّٕ رَٝ ِٕ حَُُّ ًْزَخ٢ِّ ػ َْٖ طََِو٢ِْ َُّٜ٘رَخد ح
َ َّٕ أل
ْ ْ
ُُ َُٞـ٣ حُ ِويَح ُع َالَٝ ِْغ٤َ ; حُزBuhârî‟nin bu ifadeleri onun sadece hadislerin zâhiriyle amel ettiğini
göstermektedir. (Sofuoğlu, Mehmet, Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, IV, 1990)
144
belirtir.1023 Nitekim Buhârî bu konuda zikrettiği hadislerin bir kısmını “Ģehirlinin,
köylülünün malını ücret mukabilinde onun adına satmasını mekruh gören kiĢi”1024
adlı bab başlığında zikretmektedir. Bu konudaki ihtilâfın nehiy ile ilgili rivayetlerin
farklı anlaşılmasından kaynaklandığı görülmektedir.
Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed, aşağıda zikredilecek bazı âyet
ve hadisler ile kıyasa aykırı olduğu gerekçesiyle musarrât hadisiyle amel etmedikleri
1023
İbn Battâl, ġerhu Sahîhi‟l-Buhârî, VI, 287.
1024
Buhârî, “Büyû„”, 70; ٍَ ْػ ٌَ ُِزَخ ٍى رِؤَؿ ِ َغ َكخ٤َِز٣ ْٕ ََ أََٙ
ِ ً ْٖ َٓ رَخد
1025
Kal„acî, “Cem”, 403; Özen, Şükrü, “Musarrât” DĠA, XXXI, 240. Benzer bir tarif için bk. Buhârî,
“Büyû„”, 64; ْض ْحُ َٔخ َء َ ُْٚ٘ ِٓ ٍُ ُوَخ٣ َّ ِش َكزُْْ ْحُ َٔخ ِء٣َِ ْحطْ َُ حُظَّظَٝ َّخ آخ٣َُلْ َِذْ أ٣ ْْ ََِ ُؿ ِٔ َغ كَٝ ِٚ ٤ِ ُكوَِٖ كَٝ َخَُٜ٘ َُز١
ُ ٣ََّ ط ُ ٢ِظََّحسُ حَُّظ
َ َِّ ط َ ُٔ ُ ْحَٝ
َُٚاِ ًَح َكزَ ْٔظ
1026
Ebû Yûsuf‟dan gelen zayıf bir rivayet şöyledir: “Memesinde süt biriktirilmiĢ koyun meselesinde
hadisi esas alır ve onun geri verileceğiyle hükmederim. Bunun dıĢındaki yerlerde ise kıyası esas
alırız.” (Serahsî, el-Mebsût, XIII, 38.)
1027
Ebû Yûsuf, Ġhtilafu Ebî Hanîfe ve Ġbn Ebî Leylâ, s. 16; Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 90.
1028
Sahnûn, el-Müdevvene, IV, 286.
1029
Mâverdî, el-Hâvî, VI, 236; Nevevî, el-Mecmû„, XII, 3.
1030
İbn Kudâme, el-Muğnî, VI, 216.
1031
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, VIII, 386.
1032
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, III, 58-61.
145
anlaşılmaktadır.1033 Nitekim İmam Muhammed, konuyla ilgili şu ifadelere yer
vermektedir: “Bir kiĢi bir koyun veya deve satın alsa ve sağıp sütünü içse onu ayıbı
ile geri veremez ancak malı, önceki bir ayıbından dolayı geri verebilir.”1034
Ebû Hanîfe karşı tarafın zikrettiği musarrât hadisini sahih kabul etmekle
beraber özel bir durumla alakalı olabileceği gerekçesiyle amel etmemektedir. Onlar
böyle bir satışın, “Eğer ceza verecekseniz, size yapılan iĢkencenin misliyle ceza
verin.”1038 ve “Size kim düĢmanlıkta bulunursa, siz de ona aynısı kadarıyla düĢmanlık
yapın.”1039 âyeti ile Hz. Âişe‟nin rivayet ettiği “Bir Ģeyin yararı, damânı (hasar
sorumluluğu) mukabilindedir (el-Harâc bi‟d-damân).”1040 mealindeki hadislerden
elde edilen “Bir Ģey tazmin edilirken varsa misli, yoksa kıymeti ödenir” şeklindeki
fıkhın genel prensiplerine aykırı olacağını savunurlar. Zira musarrât hadisinde ifade
edildiği gibi satın aldığı hayvanı umduğu gibi sütlü bulamayan müşteri, bunu geriye
vermek istediğinde verdiği hurma, sağdığı sütün ne misli ne de kıymetidir, aksine
sağılan süt, değer bakımından verilen hurma miktarından oldukça fazladır.
Dolayısıyla onlar, musarrât hayvanının geriye iade edilmesi durumunda müşterinin bu
1033
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XI, 272; Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve ġerhi,VII, 613–614;
Zelemî, Esbâbu ihtilâfi‟l-fukahâ fi‟l-ahkâmi‟Ģ-Ģer„iyye, s. 295 vd.
1034
Şeybânî, el-Asl, V, 185; ذ٤َؿغ ر٘وظخٕ حُؼ٣ ٌُٖ ٝ ذ٤خ رؼَٛى٣ ٕ حُٚ ٌٖ٣ ُْ ٗخهشٝ حًِٚخ كخٜ حَُؿَ شخس كلِزَٟحًح حشظ
1035
Buhârî konuyla ilgili hadisleri “Satıcının deve, sığır, davar ve sütü memesinde toplanabilecek her
hayvanın sütünü memesinde biriktirmekten nehyedilmesi” bab başlığında toplamıştır.
1036
Buhârî, “Büyû„”, 64, 65; َِْ ٤ َُ رِوَِّٚٗ كَب، َخ رَ ْؼ ُيٜ ْحُ َـَ٘ َْ كَ َٔ ِٖ ح ْرظَخ َػَٝ ََ ح ح ِإل ِرٝ َُّظ َ ُ الَ ط: ّ حَُّٔالٚ٤ِ ػ٠ّ ِ هَخ ٍَ حَُّ٘ز، َ ََس٣ْ ََ ُٛ ُٞأَر
َ َ
َ َٝ َخٛاِ ْٕ شَخ َء ٍَ َّىَٝ ، َخٌَٜ َٔ ْٓ َخ اِ ْٕ شَخ َء أََٜلْ ِِز٣ ْٕ ِٖ رَ ْؼ َي أ٣ْ ََ َحَُّ٘ظ
ٍَ ْٔ َطخ َع ط
1037
Buhârî‟nin diğer bir delili de Ebû Hüreyre‟nin rivayet ettiği “Her kim sütü sağılmayıp göğsünde
biriktirilmiĢ bir koyunu satın alır, akabinde de sağarsa -bu hileli durum karĢısında müĢteri
muhayyerdir- eğer bu duruma razı ise koyunu mülkiyetinde alıkor, Ģayet (bu aldatmaya) razı
göstermez ise koyunu geri iade edebilir. (Fakat koyunu sağdığından dolayı) sağma mukabilinde
satıcıya bir sa„ hurma vermesi gerekir.” mealindeki hadistir. (“Büyû„”, 65) ٚ٤ِ ػ، ٠ّ هَخ ٍَ حَُّ٘ ِز، َ ََس٣ْ ََ ُٛ ُٞأَر
ٍَ ْٔ َع ِٓ ْٖ ط َ َخِٜ َك ِْزَظ٠َِخ كَلَٜاِ ْٕ َٓ ِوطَٝ ، َخٌَٜ َٔ ْٓ ََخ أَٜ٤ػ
ٌ طخ َ ُٓ َؿَ٘ أخََٟ َ ( َٓ ِٖ ح ْشظ: ّحَُّٔال
ِ ٍَ ْٕ ِ كَب، َخَٜظََّحسا كَخكْ ظََِز
1038
en-Nahl, 16/126.
1039
el-Bakara, 2/194.
1040
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, IV, 21; Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 91; Tirmizî, “Büyû„”, 53.
146
zaman zarfında sağdığı sütün bedelini, tazmin ilkesi gereği, satıcıya ödemesi
gerektiğini savunurlar.
1041
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XI, 272; Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 91; Haber-i vâhidle ilgili ayrıca bk.
Şahyar, Ataullah, Ehl-i Hadis ve Ehl-i Re‟y Ġhtilafları, s. 163-187.
1042
Serahsî, el-Mebsût, XIII, 40; İbnü'l-Cevzi, Vesâilü‟l-eslâf, s. 495-496.
1043
Serahsî, el-Mebsût, XIII, 319.
1044
Kevserî, râvinin fakih olması (fıkhu‟r-râvi) şartının Ebû Hanîfe ve talebelerine veya İsâ b. Ebân‟a
isnat edilmesinin doğru olmadığını belirtir. (Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 92.)
1045
Mübârekfûrî, Tuhfetü'l-ahvezî, IV, 141.
1046
Kal„acî, “Tedbîr”, s. 126.
147
Âlimler, müdebber kölenin satılıp satılamayacağı hususunda ihtilâf
etmişlerdir.1047 Sahâbeden Hz. Ömer, Abdullah b. Mes„ûd, Osmân, Zeyd b. Sâbit,
Abdullah b. Abbâs ve Abdullah b. Ömer ile tâbiînden Ömer b. Abdülazîz, Mesrûk,
Kâdı Şüreyh, Saîd b. Müseyyeb, Saîd b. Cübeyr, Kâsım b. Muhammed, Ebû Ca„fer,
Muhammed b. Ali, Şa„bî, Mücâhid, Sâlim b. Abdillah, Tâvûs, Muhammed b. Sîrîn,
Hasan-ı Basrî, Katâde ve Zührî ile müctehidlerden İmam İbn Ebî Leylâ, Hanefîler,
Evzâî, Süfyân es-Sevrî, Hasan b. Hayy ve Mâlik1048 müdebber kölenin
satılamayacağını söylemektedir.1049
Hz. Âişe, Atâ, İmam Şâfiî,1050 İbn Ebî Şeybe,1051 İshâk, Ebû Sevr, Ahmed b.
Hanbel1052 ve Zâhirîler müdebber kölenin satışına cevaz vermektedirler.1053 Buhârî de
bu görüştedir.
Hanefîler, Saîd b. Müseyyeb‟in rivayet ettiği “Kim müdebber bir kölenin kız
çocuğunu hürriyetine kavuĢturursa o kiĢinin, o kızla cima etme veya onu evlendirme
hakkı vardır. Fakat onu satması veya hibe etmesi câiz değildir. Çocuğu da onun
konumundadır.”1054 ve benzeri hadisleri1055 delil kabul etmektedir.
İmam muhammed, mezhebin genel kanaatini ise şöyle ifade etmektedir: “Biz
müdebber kölenin satımını (câiz) görmüyoruz. Zeyd b. Sâbit ve Ġbn Ömer bu
görüĢtedir, biz de bunu alıyoruz. Ebû Hanîfe ve fukahamızın tamamı da bu
görüĢtedir.”1056
1047
Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 23.
1048
İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, XXIII, 22.
1049
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, III, 183; Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, IV, 120; Mübârekfûrî,
Tuhfetü'l-ahvezî, IV, 99. Hatta Ebû Hanîfe‟nin: „Bu kadri yüce topluluk olmasaydı ben de
müdebber kölenin cevazına fetva verecektim.‟ dediği nakledilir.
1050
Mâverdî, el-Hâvî, VI, 105; Nevevî, el-Mecmû‟, IX, 244.
1051
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, VIII, 366.
1052
İbn Kudâme, el-Muğnî, XIV, 412.
1053
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XI, 262; Keşmîrî, Feyzü‟l-bârî, III, 226-264.
1054
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 300; ٖيس ػ٤ُٝ ٖٓ أػظن: ٍٞو٣ ذ٤ُٔٔي رٖ ح٤ ٓٔغ ٓؼٚٗي أ٤ رٖ ٓؼ٠٤ل٣ أهزَٗخ ٓخُي أهزَٗخ
خٜخ رُِٔ٘ظُٛيٝٝ خٜزٜ٣ ٕال أٝ خٜؼ٤ز٣ ٕ أُٚ ْ٤ُٝ خٜؿِٝ٣ ٕحٝ خٛطؤ٣ ٕ أُٚ ٕ كبٚ٘ٓ َىر
1055
Hanefîler ayrıca Câbir b. Abdillah‟ın rivayet ettiği “Hz. Peygamber, müdebberin satıĢından
nehyetti.” hadis ile İbn Ömer‟in rivayet ettiği “Hz. Peygamber, müdebber köle ne satılır ne de
hibe olur, o, malın üçte birlik kısmından hür sayılır” hadisi esas alırlar. (Bedâi„ü‟s-sanâi„, IV,
120)
1056
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 300; ٚرٝ َٔػزي هللا رٖ ػٝ ي رٖ ػخرض٣ُ ٍٞ هٞٛٝ َزخع حُٔير٣ ٕ أَٟٗ أٓخ ٗلٖ كال: هخٍ ٓلٔي
خث٘خٜحُؼخٓش ٖٓ كوٝ لش٤٘ ك٢ٍ أرٞ هٞٛٝ . ٌٗؤه
148
Buhârî, Câbir b. Abdullah‟dan rivayet ettiği “Hz. Peygamber, müdebber bir
köleyi sattı.”1057 ve benzeri rivayetleri1058 esas almaktadır.
3. Ġkrah
Ferdin tasarruflarında serbest olması yani herhangi bir cebir ve tehdit altında
kalmadan kendi hür iradesiyle hareket etmesi İslâm‟ın temel ilkelerindendir. Fakat
tehdit ve cebre maruz kalan mükrehin hibe, satış ve benzeri tasarruflarının hukukî
bağlayıcılığının olup olmayacağı hususunda ihtilâf etmişlerdir. Aşağıda sadece
konumuzla doğrudan ilgili olan ikrah yolu ile kölenin hibe edilmesi veya satılması
meselesini inceleyeceğiz.
Bu konuda Hanefîlerde asıl olan şudur: Kişi malını (kölesini) ikrah altında
satar ve ikrah altında teslim ederse o malın mülkiyeti müşteriye intikal eder. Öyleki
müşteri bu köle üzerinde azad etme, nezretme (adak), tedbir yapma gibi nakzı
(bozulması) mümkün olmayan bir tasarrufta bulunsa bu tasarrufu geçerli olur.1061
1057
Buhârî, “Büyû„”, 110; َ ِْٓ حُٔيرٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ِ ط٢ رخع حُ٘ز: ٍ هخٚ٘ هللا ػ٢ػٖ ؿخرَ ٍػ
1058
Buhârî‟nin diğer bir delili de Câbir b. Abdullah‟tan rivayet ettiği “Bir kölesinden baĢka malı
bulunmayan Ensâr‟dan bir adamın, kölesine tedbir yaptığı Peygamber‟e haber verilmiĢti. Hz.
Peygamber: „Bu köleyi benden kim satın alacak?‟ diye buyurdu. (…)” mealindeki hadistir.
(“Keffârât”, 6; “İkrâh”, 4; Müslim, “Eymân”, 58-59; Tirmizî, “Büyû„”, 11 (1219)
1059
Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 23-24.
1060
Mecelle md. 948; Kal„acî, “İkrâh”, s. 85.
1061
Merğînânî, el-Hidâye, III, 1335.
149
akdin rüknü olan icap-kabul ehliyet sahibi tarafından sadır olmuştur. Ancak rüknün
sıhhat şartı olan rıza, mevcut olmadığından akid fâsittir. Yine Hanefîlerin esasına göre
akid, fâsit olsa da kabz (teslim-tesellüm) ile mülkiyet müşteriye intikal eder.
Dolayısıyla müşterinin, mezkûr köle üzerindeki tasarrufları sahih olur.
1062
Bazı Buhârî nüshalarında ٚ رٞٓ هخٍ رؼغ حُ٘خifadesinde ٚ رkaydı yer almamaktadır. Asıl olan da
olmamasıdır.
1063
Buhârî, “İkrah”, 4; َْ ََِّٓ َٝ ِٚ ٤ْ َِ هللاُ َػ٠َِّط َّ ِ كَزََِ َؾ حَُّ٘ز،َُُٙ ٤ْ ُ َٓخ ٌٍ َؿَُٚ ْٖ ٌُ َ٣ ْْ ََُٝ ،َُُٚ اًخُِْٞٔ َٓ ََ َّخٍ َىر
َ ٢ ِ ظَ ْٗ َ أَ َّٕ ٍَؿ اُال َِٖٓ حأل،ٍَ ِػ َْٖ َؿخر
٢ِِّ٘ٓ ِٚ ٣ََِ َ ْشظ٣ ْٖ َٓ :ٍَ كَوَخ
1064
Buhârî, “İkrah”, 4; ًٌَُٙي إ ىرٝ ٚٔ ؿخثِ رِػٜٞ ٌٍٗح كٚ٤ ك١َهخٍ كبٕ ٌٍٗ حُٔشظٝ ّ هخٍ رؼغ حُ٘خٝ
1065
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, XII, 320.
1066
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XXIV, 103.
150
b. Ġkrahta Akraba ve Yabancı Ayırımı
İkrah, kişiyi razı olmadığı bir işi yapmaya zorlamak manasına gelir.1067 Bu
yolla yaptırılan işler ya içki içmek, zina yapmak, leş yemek, dini bir esası inkar etmek
gibi sonucu kişi ile Allah arasında kalan bir konu olur. Yahut hanımını boşatmak,
malını satmak veya hibe etmek, borç ikrarında bulunmak veya kölesini azat etmek
gibi fertler arası hukukî işlemlerle alakalı olur. Diğer taraftan tehdit unsuru olarak
öldürme, yaralama, dövme veya hapsetme gibi hususlar olur. Bunlar da ya doğrudan
kişinin şahsına yahut da oğlu, anası, babası gibi yakınlarına yönelik olur. Yahut da
yakını olmayan herhangi bir din kardeşine yönelik olur.
Hanefî mezhebinde ikrah, ancak kişinin kendi şahsî varlığına yönelik olduğu
zaman itibar edilir. Bu durumda Allah, yapılan bu cürmün hesabını tehdit edilene
değil de edene soracaktır. Çünkü tehdide maruz kalan kişi bu fiili zorla yapmıştır.
Böyle bir durumda Hanefîlere göre bu kişinin sabretmesi gerekir. Fakat başkasının
canı veya uzvuna yönelik tehdidi kaldırmak için, kişinin Allah‟a asi olması câiz
değildir. Meselâ kişi “Şu ölü etini yiyeceksin, bu içkiyi içeceksin aksi takdirde babanı
ya da oğlunu öldüreceğiz” şeklinde tehdit edildiğinde, ölü eti yemesi veya şarap
içmesi zaruret gerçekleşmediğinden dolayı câiz olmaz.1068
1067
Kal„acî, “İkrâh”, s. 85.
1068
Serahsî, el-Mebsût, XXIV, 143.
1069
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XXIV, 106; Kastalânî, ĠrĢâdü‟s-sârî, XIV, 377; Zuhaylî, el-Fıkhu‟l-Ġslâmî ve
edilletüh, VI, 4455.
151
Buhârî, bu konuda şunları söyler: “Bir kimseye, kendisini zorlamakta olan bir
zâlim tarafından: „ġarap içeceksin, leĢ yiyeceksin, köleni satacaksın veya üzerinde
hiçbir borç yokken filan kiĢiye borcun olduğunu itiraf edeceksin, gönül rızan olmadan
bir hibe yapacaksın, boĢanma, azat etme gibi bir akdi çözüp feshedeceksin aksi halde
„Babanı yahut din kardeĢini öldürürüz!‟ denilse o kimsenin babasını ve müslüman
kardeĢini kurtarmak için bu söylenen Ģeylerin hepsini yapması câizdir. Zira Hz.
Peygamber (s.a)‟in „Müslüman, müslümanın kardeĢidir.‟ sözü mevcuttur.”1070
Buhârî‟nin ikrah-ı mülcî ile tehdit edilen kişi hakkında Hanefîlerin gösterdiği
farklı yoruma getirdiği eleştirinin pek de yabana atılacak cinsten olmadığı
anlaşılmaktadır. Zira Hanefîler tehdit olayına konu olan yakın akraba ile yabancıyı
farklı mülahaza etmişler ve onlar böylesi durumlarda yakın akrabanın öldürülmesi
1070
Buhârî, “İkrah”, 7; ٚ٤ِى ػّٞ كال هِٕٞ حُٔظٝ كبٕ هخطَ ىٌُٚو٣ الٝ ٚٗٝوخطَ ى٣ٝ ُْ حُظخٌٚ٘د ػ٣ ٚٗوخف كب٣ ٌَٙٓ ًَ ًٌُيٝ
ٝ ُ٘وظِٖ أرخى أٝ طلَ ػويس أٝزش أٛ ذٜ طٖٝ أ٣ طوَ ريٝؼٖ ػزيى أ٤ ُظزٝظش أ٤ُٔ ُظؤًِٖ حٝ ُظشَرٖ حُؤَ أُٚ َ٤إ هٝ ال هظخصٝ
)ُِْٔٔ حٞ ِْٓ (حُِْٔٔ أهٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ِ ط٢ٍ حُ٘زٞ ًُي ُوٚٓؼٝ ًُيٚٓخ أشزٝ ّ حإلٓال٢ ;أهخى كBuhârî‟nin diğer delili
de “Müslüman müslümanın kardeĢidir, ona zulüm ve hainlik etmez.” (Buhârî, “Mezâlim”, 4)
mealindeki hadistir.
1071
Buhârî, “İkrah”, 7; ٚٔؼ٣ ُْ َّ ًح ٍكْ ٓلٝ أرخى أٝ ُ٘وظِٖ حر٘ي أٝظش أ٤ُٔ ُظؤًِٖ حَٝ ُظشَرٖ حُؤَ أ٤ هُٞ ّهخٍ رؼغ حُ٘خٝ
ّخ٤ حُو٢ كِِٚٓ٣ ذٜ طٖٝ أ٣ ُظوَٕ ريٌٝح حُؼزي أٛ ٖؼ٤ ُظزٝ حر٘ي أٝ ُ٘وظِٖ أرخى أُٚ َ٤ ػْ ٗخهغ كوخٍ إ ه. َْ رٔؼط٤ُ ٌحٛ ٕأل
ٍهخٝ . ال ٓ٘شٝ َ ًظخد٤ رـَٙ٤ؿٝ َّ ٍكْ ٓل١ً ًَ ٖ٤ح رٞ كَه. َ ًُي رخؽ٢ًَ ػويس كٝ زشُٜ حٝ غ٤ٍ حُزٞٗوٝ ٌُٖٔ٘خ ٗٔظلٝ
هللا٢ًُي كٝ ٢ أهظٌٙٛ ْٚ الَٓأط٤ٛ ِْٓ هخٍ ارَحٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ِ ط٢حُ٘ز
1072
Buhârî, “İkrah”, 7; ال ٓ٘شٝ َ ًظخد٤ رـَٙ٤ؿٝ َّ ٍكْ ٓل١ً ًَ ٖ٤ح رٞكَه
152
tehdi ile yapılan cürmü istihsan yoluyla câiz görürken yabancı kişinin öldürülmesinde
sabrı tavsiye ettikleri görülmektedir.
D. EġYA HUKUKU
1073
Serahsî, el-Mebsût, XXIV, 144; Bardakoğlu, Ali, “İkrah”, DĠA, XXII, 30-37; Hanefîler, yakın
akrabanın öldürülmesi tehdidi ile yapılan ikraha konu edilen şeyin yapılabileceği ve yapanın
bundan hem hukuken hem de dinen mesul olmayacağına istihsan deliliyle hükmetmişlerdir.
İstihsan: Müctehidin bir meselede, kendi kanaatince o meselenin benzerlerinde verdiği hükümden
vazgeçmesini gerektiren nass, icmâ, zarûret, gizli kıyas, örf veya maslahat gibi bir delile
dayanarak o hükmü bırakıp başka bir hükme yönelmesidir. bk. Zekiyüddîn Şa„bân, Usûlü‟l-fıkh, s.
174.
1074
Dönmez, “Şüf„a”, DĠA, XXXIX, 248.
1075
Abdullah b. Abdülazîz ed-Der„ân, Ahkâmü'Ģ-Ģüf'a fi'l-fıkhi'l-Ġslâmî, s. 346.
1076
Abdülfettâh Ebû Gudde‟nin, Meydânî‟nin KeĢfü‟l-iltibâs adlı eserine yazdığı Mukaddime, s. 47.
153
bu hakkın düşürülmesi câizdir. Fakat İmam Muhammed bu şekil bir hilenin mekruh
olduğunu söyler. Şayet şüf„a hakkı sabit olmuşsa her ikisine göre de mekruhtur.1077
Âlimlerin çoğunluğu ise bu hakkın hiçbir sûrette düşürülemeyeceğini savunmaktadır.
Buhârî de bu görüştedir.
Buhârî, Ebû Hanîfe ve Hanefîlerin komşuya şüf„a hakkı tanıdıkları halde daha
sonra bu hakkı düşürme hususunda hileye başvurmayı câiz görmeleri sebebiye
tenâkuza düştüklerini iddia etmektedir.1078 Buhârî konuyla ilgili olarak iki hadis
nakletmektedir. Bunlardan biri Câbir b. Abdillah rivayeti, diğeri birkaç tarikten
nakledilen „KomĢu komĢuya en haklı Ģefi„dir.‟ mealindeki hadistir.1079 Birinci hadis
bir kez zikredilirken ikincisi ise “ve kâle ba„zu‟n-nâs” ifadesi ile birlikte üç kez, bu
ifade kullanılmaksızın bir kez daha tekrar edilmektedir. Şimdi bu rivayetleri
zikredelim.
Ġnsanların bazısı dedi ki: “ġüf„a komĢuluk nedeniyle meĢrû‟dur. Sonra bu zat,
sağlamlaĢtırdığı bu (Ģüf„a hakkını, ortaklık hakkı gibi sayan) kaideyi iptal etti. (yani
kendi koyduğu prensibi yine kendisi hile yoluyla ihlal etti.) ve (Ģöyle) dedi: Bir Ģahıs,
bir evi tamamen satın almak istese ve komĢusunun o evi Ģüf„a sebebiyle alacağından
korksa da o evdeki yüz hisseden Ģâyi„(dağınık) olan bir hisseyi satın alsa (ki bu
durumda evin sahibiyle ortak olmuĢ görünür) sonra da geri kalan kısmı satın alsa
komĢu için Ģüf„a birinci hissede olur. Ve evin kalanında komĢu için Ģüf„a olmaz. Evi
satın alan da komĢusunun evi almasından korkan kiĢi için bu konuda hile yapma hakkı
söz konusudur.”1082
Aynî, Buhârî‟nin anlattığı şekliyle burada herhangi bir tenâkuzun söz konusu
1077
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XXIV, 122; Meydânî, el-Lübâb fi Ģerhi‟l-Kitâb, II, 50-51.
1078
İbn Battâl, ġerhu‟l-Buhârî, VIII, 329.
1079
Abdülfettâh Ebû Gudde‟nin, Meydânî‟nin KeĢfü‟l-iltibâs adlı eserine yazdığı Mukaddime, s. 47.
1080
Bazıları bu ikinci cümlenin râvi Câbir‟e ait olduğunu söylenmektedir. (Cezâirî, Tevcîhü'n-nazar ilâ
usûli'l-eser, II, 645.)
1081
Buhârî, “Hiyel”, 14; ض ْ هَ َؼَٝ ُ ْو َٔ ْْ كَبِ ًَح٣ ْْ َُ ًُ َِّ َٓخ٢ِ ََِّٓ َْ حُ ُّش ْل َؼشَ كَٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ
َّ ٠َِّط
َ ٢ُّ ِخٍ اَِّٗ َٔخ َؿ َؼ ََ حَُّ٘ز َ َهللاِ ه َّ ػ َْٖ َؿخرِ َِ ر ِْٖ َػ ْز ِي
ْ
َم كَ َال ُشل َؼش ُّ
ُ َُ ض حُط ْ َط َِّك ْ
ُ َٝ ُىُٝحُ ُلي
1082
Buhârî, “Hiyel”, 14; ٍُ َؤْ ُه ٌَ ْحُ َـخ٣ ْٕ َ ىَحٍاح كَ َوخفَ أََٟ َهَخ ٍَ اِ ْٕ ح ْشظَٝ ََُُِٚ كَؤ َ ْرطٙ َٓخ َش َّي َى٠َُحٍ ػُ َّْ َػ َٔ َي ِا ِ َٞ خّ حُ ُّش ْل َؼشُ ُِ ِْ ِـ
ِ َُّ٘هَخ ٍَ رَ ْؼغُ حَٝ
َ
ٍَ َلْ ظَخ٣ ْٕ ُ أََُٚٝ ٍح ْ َ ْ ُ ْ
ِ حُ َّي٢ِ رَخه٢ُِ كَُٚ َ َال ُشل َؼشَٝ ٍِ َّٝ ِْْ حألَّٜٔ ُ ح٢ِخٍ حُ ُّشل َؼش ك ْ ْ
ِ ًَخَٕ ُِِ َـَٝ ٢َ ِ حُزَخهََٟ َ ٍْْ ػ َّْ ح ْشظَٜٓ أخ ِٓ ْٖ ِٓخثَ ِشْٜ َٓ ََٟ َرِخُ ُّش ْل َؼ ِش كَخ ْشظ
ُ
َ ًَُِي٢ِك
154
olmadığını, zira müşterinin yüz hisseden birini satın almasıyla mülkiyette ortak
olacağını daha sonra mülkiyetin geri kısmını satın aldığında da komşuya nisbetle
şüf„a hakkında öncelikli bir hakka sahip olacağını belirtir. Zira bu durumda komşunun
şüf„a hakkı ortaklıktan sonra gerçekleşmiştir.1083
(2) İbrâhim b. Meysere rivayeti: “Ben Amr b. ġerîd‟den iĢittiğime göre o Ģöyle
dedi: „Misver b. Mahreme (r.a) geldi de elini benim omuzum üzerine koydu. Ben de
onunla beraber Sa‟d b. Ebî Vakkâs‟a gittim. (Resûlullah‟ın hizmetcisi) Ebû Râfi„,
Misver‟e (hitaben): „Ben bedeli sana dört bin dirhemden fazla veremem. Bu da ya
kesik kesik yahut da ceste ceste olarak!‟ dedi. Ebû Râfi„: Bana (bu ev için) beĢ yüz
dinar nakit verildi de, ben bu satıĢı men ettim. Eğer ben Peygamber (s.a)‟den „KomĢu
komĢuya en haklı Ģefi„dir.‟ buyururken iĢitmemiĢ olsaydım, ben bu evi satmazdım. -
yahut Ben bu evi sana vermezdim- dedi. (Ali b. Medînî dedi ki:) Ben Süfyân b.
Uyeyne‟ye: Ma‟mer bu hadisi böyle (yani „KomĢu komĢuya en haklı Ģefî„dir.‟
Ģeklinde) söylemedi, dedim. Süfyân: Ġbrâhim b. Meysere bana böyle söyledi, dedi.”1084
Ġnsanların bazısı dedi ki: “Bir kimse Ģüf„a konusu malı satmak istediği zaman, Ģüf‟ayı
iptal edecek Ģekilde hile yapma hakkına sahiptir. ġöyle ki; satıcı evi müĢteriye hibe
eder ve evin sınırını çizer ve devreder, müsteri de ona bin dirhem verir. Bu böylece
Ģefi„in evde hakkı olmaz.”1085
(3) Ebû Râfi„ rivayeti: “Sa‟d b. Ebî Vakkâs, bir ev için dört yüz miskale
pazarlık etti de: „Eğer ben Resûlullah (s.a)‟den „KomĢu komĢuya en haklı Ģefî‟dir.‟
buyururken iĢitmiĢ olmasaydım, bu evi sana (bu fiyata) vermezdim.‟ dedi.”1086 Buhârî
bu rivayetin bir benzerini iki rivayet sonra Sa„d b. Mâlik hakkında nakletmektedir.1087
Ġnsanların bazısı dedi ki: “Bir evin payını satın alıp Ģüf‟ayı iptal etmek istese, (satın
1083
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XXIV, 122; Meydânî, KeĢfü‟l-iltibâs, s. 93.
1084
Buhârî, “Hiyel”, 14; ٍِ أَ َالَٞ ْٔ ِٔ ِْ ُِ ٍَح ِك ٍغُٞ َٓ ْؼ ٍي كَوَخ ٍَ أَر٠َُُِ اٚض َٓ َؼ ُ كَخ ْٗطََِ ْو٢ َٓ ْ٘ ٌِ ِز٠َُِ َػَٙ َي٣ ػ َغَ َٞ َ ٍُ رُْٖ َٓ ْو ََ َٓشَ كَٞ ْٔ ِٔ ُهَخ ٍَ َؿخ َء ْح
ْ
ْ ِٓخثَ ٍش َٗوياح َ ْٔ ض َه٤ ُ َّ َ َ
ُ اِ َّٓخ َُٓ٘ َّـ َٔ ٍش هَخ ٍَ أ ْػ ِطَٝ أٍْ رَ ِغ ِٓخثَ ٍش اِ َّٓخ ُٓوَط َؼ ٍش٠َُِ َػٙ ُي٣ُِ كَوَخ ٍَ َال أ١ٍَح ِ ى٢ِ ك١ٌِ َُّ ح٢ِظ٤ْ َ ر٢ِِّ٘ٓ ١ َ ََِ َ ْشظ٣ ْٕ ََ ٌَح أٛ َُ ُٓ ْطَؤ
ْْ َُ َخَٕ ِا َّٕ َٓ ْؼ ََٔاح٤ض ُِ ُٔ ْل ُ ِْ ُُ هٌَٚ ُظ٤ْ َْ هَخ ٍَ َٓخ أَ ْػطَُٝ أٌَٚ ُ َٓخ رِ ْؼظِٚ ِظوَز َ ِن ر ُّ ٍُ ْحُ َـخ ٍُ أَ َكَُٞو٣ َْ ََِّٓ َٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ
َّ ٠َِّط َ ٢ ُ َٓ ِٔؼ٢َِّْٗ َال أََُٞٝ ُُٚكَ ََٔ٘ ْؼظ
َّ ِْض حَُّ٘ز
ٌَ ٌَ َٛ ٢ُِ ٍَ ُ هَخٌَِّٚ٘ َُ ٍَ َ ٌَ ٌَح هَخٛ ََْو٣ ُ
1085
Buhârî, “Hiyel”, 14; ٍَ حُ َّيح١ََِ ذ ْحُزَخثِ ُغ ُِ ِْ ُٔ ْشظ َ َٜ َ٤َُ ْز ِط ََ حُ ُّش ْل َؼشَ ك٣ ٠ََّلْ ظَخ ٍَ َكظ٣ ْٕ َُ أََِٚ َغ حُ ُّش ْل َؼشَ ك٤َِز٣ ْٕ َخّ اِ ًَح أَ ٍَح َى أ
ِ َُّ٘هَخ ٍَ رَؼْغُ حَٝ
ٌَخ ُش ْل َؼشٜ٤ِغ ك٤ ْ َ
ِ ُِٕ ُِِ َّشلٌُٞ َ٣ ٍَْ كَ َالٛ ٍْ أُقَ ِى١ََِ ُ حُ ُٔ ْشظٚػ ْ ُ ِّٞ ُ َؼ٣َٝ ِٚ ٤ْ ََُِخ اَٜ ْيكَ ُؼ٣َٝ َخَٛ ُل ُّي٣َٝ
1086
Buhârî, “Hiyel”, 14; ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ َّ ٠َِّط َّ
َ ِ َ ٍَٓ ْض
هللا ٍ ُٞ ُ َٓ ِٔؼ٢َِّْٗ َال أَُٞ ٍَ ظاخ رِؤٍَْ رَ ِغ ِٓخثَ ِش ِٓ ْؼوَخ ٍٍ كَوَخ٤ْ َُ رَٚٓ َٝ ٍَحكِ ٍغ أَ َّٕ َٓ ْؼياح َٓخ٢ِػ َْٖ أَر
ي َ
َ ُظ٤ْ َ َُ َٔخ أ ْػطِٚ ِظوَز
َ ِن ر َ ْ ُ
ُّ ٍُ حُ َـخ ٍُ أ َكَٞو٣ َْ َِٓ َٝ َّ
1087
Buhârî, “Hiyel”, 15.
155
aldığı Ģeyi) küçük oğluna hibe eder ve üzerine yemin gerekmez.” 1088
(4) Buhârî, Ebû Râfi„‟in rivayet ettiği “Hz. Peygamber: „KomĢu komĢuya en
haklı Ģefi„dir.‟ dedi.”1089 mealindeki hadisi rivayet ettikten sonra aşağıdaki itirazı
yapmaktadır:
Ġnsanların bazısı dedi ki: “Bir kimse yirmi bin dirhem mukabilinde bir ev satın almak
istese, Ģüf„ayı düĢürmek üzere hile yapmasında bir mahzur yoktur. (ġöyle ki) o kimse
yirmi bin dirheme evi satın alır, satıcıya 9999 dirhem nakit öder ve yine satıcıya yirmi
binden kalan mukabilinde bir dinar öder. Eğer Ģefi„ bu evi Ģüf„a sebebiyle akid yapılan
bedel olan 20 bin mukabilinde almak isterse ne a‟la! ġayet 20 bin dirheme almaya razı
olmazsa, artık bu Ģefî„e Ģüf„anın düĢmesinden dolayı ev üzerinde hiçbir hakkı yoktur
(Çünkü üzerinde akid yapılan bedeli vermekten çekinmiĢtir.) Eğer ev, satıcıdan baĢkası
için hak edilmiĢ bir mal olarak meydana çıkarsa, müĢteri satıcıya ödediği Ģeyi geri alır.
Ki o da 9999 dirhem ile bir dinardır. Çünkü satılan Ģey, baĢkası için hak edilmiĢ bir
mal olduğu zaman, satıcı ile müĢteri arasında vâki olan ev hakkındaki sarf (muamele)
bozulur. Eğer ev baĢkasının hakkı çıkmadığı halde bu evde bir ayıp bulursa, bu
takdirde o kimse evi 20 bin dirhem karĢılığında ona geri verir.” “Bazıları,
Müslümanlar arasında bu hileyi câiz kılmıĢtır.‟ dedi. (Halbuki) Peygamber (s.a)
„Müslümanın satıĢı hastalıklı, pis ve gizli saklı olmaz.‟ buyurmuĢtur.” 1090
Buhârî‟nin mezkûr Ebû Râfi„ hadisini bir önceki babda (Hiyel 14.) zikretmesi
gerekirken „Devlet Memurunun Hediye Alması‟ (Hiyel 15.) ile ilgili babda zikretmesi
şârihler tarafından tenkit edilmiştir. Nitekim Kirmânî ve Aynî, süf„a ile ilgili iki
rivayetin (Hiyel 15.)‟de zikredilmesinin münasip olmadığına dikkat çekmektedir.1091
Buhârî, “Hiyel”, 14; ِٚ ٤ْ َُِٕ َػٌُٞ َ٣ َالَٝ َ٤ َ َٛٝ َُ ْز ِط ََ حُ ُّش ْل َؼش٣ ْٕ ََحٍ كَؤ َ ٍَح َى أ ِ َٗ ََٟ َخّ اِ ْٕ ح ْشظ ِ َُّ٘هَخ ٍَ رَؼْغُ حَٝ
1088
ِ حُظ َِّـِٚ َِ٘ذ ِال ْر ٍ ذ ى٤ َ ظ
ٌٖ٤ِٔ َ٣
1089
Buhârî, “Hiyel”, 14; ِٚ ِظوَز َ ِن ر ُّ ََِّٓ َْ ْحُ َـخ ٍُ أَ َكَٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ
َّ ٠َِّط َ ٢ُّ ِ ٍَحكِغٍ هَخ ٍَ هَخ ٍَ حَُّ٘ز٢ِػ َْٖ أَر
1090
Buhârî, “Hiyel”, 14; ىَح اٍحََٟ َخّ اِ ْٕ ح ْشظ ِ َُّ٘هَخ ٍَ رَؼْغُ حَٝ ِٚ ظوَ ِز َ ِن ر ُّ ََِّٓ َْ ْحُ َـخ ٍُ أَ َكَٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ
َّ ٠َِّط
َ ٢ُّ ِ ٍَحكِ ٍغ هَخ ٍَ هَخ ٍَ حَُّ٘ز٢ِػ َْٖ أَر
طِ ْٔ َؼشاَٝ ٍَْ ٛ ٍْطِ ْٔ َغ ِٓخثَ ِش ِىَٝ ٍَْ ٛ ٍْف ِى ُ ْ َ
ِ ُ طِ ْٔ َؼشَ َآالَٙ ْ٘و َي٣َٝ ٍَْ ٛ ٍَْٖ أُقَ ِى٣َِ حُ َّيح ٍَ رِ ِؼ ْش١ َ ََِ َ ْشظ٣ ٠ََّلْ ظَخ ٍَ َكظ٣ ْٕ َّ أَ ْ ٍَْ كَ َال رَؤٛ ٍَْٖ أَ ُْقَ ِى٣َِ رِ ِؼ ْش
ِ حُ َّي٠َُِ َػَُٚ ََ ٤ِاِ َّال كَ َال َٓزَٝ ٍَْ ٛ ٍَْٖ أَ ُْقَ ِى٣َِ َخ رِ ِؼ ْشٌَٛ ُغ أَ َه٤ِذ حُ َّشل
ْٕ ِ حٍ كَب َ َََِٖ ْحألَ ُْقَ كَب ِ ْٕ ؽ٣َِ ِٓ ْٖ ْحُ ِؼ ْش٢َ َِ٘خٍاح رِ َٔخ رَو٣ُ ِىَٙ ْ٘وُ َي٣َٝ َٖ٤طِ ْٔ ِؼَٝ
ْ َ ٌ
َغ٤ْ ََ٘خ ٌٍ ِأل َّٕ حُز٣ ِىَٝ َ أخٛ ٍَْٕ ِىُٞطِ ْٔؼَٝ طِ ْٔ َؼشَٝ طِ ْٔ ُغ ِٓخثَ ٍشَٝ ٍَْ ٛ ٍْف ِى ِ طِ ْٔ َؼش َآالَٞ َُٛٝ ِٚ ٤ْ َُِ ْحُزَخثِ ِغ رِ َٔخ َىكَ َغ ا٠َِ َػ١ََِ ض حُ َّيح ٍُ ٍَ َؿ َغ ْحُ ُٔ ْشظ
ُ ْ َّح ْٓظُ ِلو
َ ٌَحٛ َُ ٍَْ هَخ ٍَ كَؤ َ َؿخٛ ٍَْٖ أَ ُْقَ ِى٣َِ رِ ِؼ ْشِٚ ٤ْ ََِخ َػَٛ َُ ُّى٣ َُِّٚٗن كَب َّ َُ ْْ طُ ْٔظَ َلَٝ زاخ٤ْ حٍ َػِ حُ َّيِٙ ٌِ َِٜ َؿ َي رَٝ ْٕ ِ َخٍ كَبِ ٘٣ِّ حُي٢ِغ حُظََّْ فُ ك َ َن ح ْٗظَوَّ َٖ ح ْٓظُ ِل٤ِك
ْ َّ َّ
َ َال ؿَخثَِِشَٝ َ َال ِه ْزؼَشَٝ ُغ حُ ُٔ ِِْٔ ِْ َال ىَح َء٤ْ َ َِٓ َْ رَٝ ِٚ ٤ْ َِ هللاُ َػ٠ِط َّ ْ
َ ٢ُّ ِهَخ ٍَ حَُّ٘زَٝ َٖ٤ِٔ ِِْٔ ُٔ َُْٖ ح٤َحُ ِويَح َع ر ْ
1091
Kirmânî, el-Kevâkibü‟d-derârî, XXIV, 92; Aynî, Umdetü‟l-kârî, XXIV, 125.
156
mukabilinde belli bir süre hapsetme”1092 manasında kullanılır. Rehin verene “râhin”,
rehin alana “mürtehin”, rehnedilen şeye “merhûn, rehin veya rehine” denilir.1093
1092
Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, II, 474; İbn Âbidîn, Reddü‟l-muhtâr, VI, 477; Ebû'r-Reyş, Beyânu
mezâhibi'l-ulemâ, s. 8.
1093
Mecelle md. 703-704.
1094
İbn Rüşd el-Hafîd, el-Bidâye, IV, 1914.
1095
İbn Rüşd el-cedd, el-Beyân ve‟t-tahsîl, XI, 111; İbn Rüşd el-Hafîd, el-Bidâye, IV, 1914.
1096
Mâverdî, el-Hâvî, VI, 203; Nevevî, el-Mecmû„, XIII, 226.
1097
İbn Kudâme, el-Kâfî, 374; Mübârek b. Muhammed ed-Düaylec, er-Rehn, s. 554.
1098
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, IV, 100; Cessâs, Ahkâmü‟l-Kur‟ân, I, 724; Mübârekfûrî, Tuhfetü‟l-
ahvezî, IV, 143; İbn Âbidîn, râhinin izni olmadan mürtehinin rehin malından istifade
edemeyeceğini, izinsiz faydalandığı takdirde bunu tazmin etmesi gerektiğini ifade eder. (Reddü‟l-
muhtâr, VI, 522.)
1099
Buhârî, mürtehinin rehinden istifade edebileceğine dair en-Nehaî‟den rivayette bulunsa da onun,
bunu mekruh gördüğü de nakledilmektedir. bk. Kal„acî, Mevsûatu fıkhi Ġbrâhîm en-Nehaî, II, 297.
1100
İbn Rüşd, el-Bidâye, IV, 1914; İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, V, 144; Azîmâbâdî, Avnü‟l-ma„bûd, IX,
440; Muhammed İkberî, Ruûsü‟l-mesâili‟l-hilâfiyye, III, 812.
1101
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 311; Buhârî, “Lukata”, 8; ِٚ ًِْٗ ِ َِْ ا٤ة رِ َـ ٍ َِ ْٓ َشَ ح٤َلْ ُِزَ َّٖ أَ َك ٌي َٓخ ِش٣ َال
ْ ِٖ رِشْٛ ََّ ُُ ْ٘ظَلَ ُغ َِٖٓ ح٣ َال:ٍَ هَخ٢ِّ ِ ; َػ ِٖ حُ َّش ْؼزCessâs, Ahkâmü‟l-
1102
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, IV, 111; ٍء٢َ
Kur‟ân‟ında Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf, Muhammed, Züfer ve Hasan b. Ziyâd‟in şöyle dediğini
nakleder: “Râhin ve mürtehinin rehinden hiçbir sûrette faydalanması câiz değildir.” (Cessâs,
157
İmam Muhammed bu rivayetin akabinde “Biz bu rivayeti alıyoruz, zaruret
hali müstesnâ bir kimsenin izinsiz olarak bir baĢkasının ağacından meyve yemesi,
hayvanından süt içmesi câiz değildir. Ancak zaruret hali bundan müstesnâdır, bu
durumda yer, içer ve bedelini öder. Bu Ebû Hanîfe‟nin de görüĢüdür.” şeklinde
birifade kullanması, Hanefîlerin böyle bir şeyi sadece zaruret durumunda câiz
gördüklerini göstermektedir. Zira Hanefîlere göre rehin bırakılan hayvan sütüyle,
yünüyle, yavruladığı takdirde yavrusuyla ve menfaatiyle beraber rehindir. Dolayısıyla
izinsiz olarak hayvana binmesi ve hayvanın helak olması durumunda tazmin etmesi
gerekir.1104
Buhârî konuyla ilgili hadisleri Kitâbü‟r-rehn kısmında ٌدًُٞ ََْٓ َٝ ٌدُِٞ ُْْٖ َٓلََّٛ ُح
“Rehin edilen hayvan, binilir ve sağılır.” mealindeki bab başlığı altında istidlâl ettiği
üç rivayet doğrultusunda mürtehinin, -sahibinin izni olmaksızın- kendisine rehin
bırakılan eşya veya hayvana yaptığı masraflar mukabilinde gücünden ve sütünden
faydalanabileceğini savunmaktadır.
Buhârî, Ebû Hüreyre‟nin rivayet ettiği “Rehin olan hayvana, yapılan bakım
masrafı karĢılığında binilir. Sağım hayvanı da rehin olduğunda nafakası mukabilinde
sütü içilir.”1105 ve benzeri rivayetleri1106 esas almaktadır.
Ahkâmü‟l-Kur‟ân, I, 724); ْؼا خ٣َ ِٖ أِٛ َال ََُِِّحَٝ ِٖ ْٛ ََّ ُ ٍء ِٓ ْٖ ح٢َ ْ ع رِش ُ ِٖ ِحال ْٗظِلَخِٜ َ ُُ ُِ ِْ َُْٔ طَُٞـ٣ ;ال
َ Cessâs, Tahâvî‟nin
yukarıda zikrettiği Şa„bî rivayetini de zikreder ve Ebû Hüreyre tariki ile gelen bu rivayetin ya hiç
vârid olmadığını yahut da ribânın haram kılınmasından önce câiz olabileceğini, daha sonra ise
haram kılındığını, bunun musarrât hadisinde zikredilen mesele ile benzerlik arzettiğini söyler.
(Cessâs, Ahkâmü‟l-Kur‟ân, I, 726; Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 69.)
1103
İmam Muhammed ayrıca şu ifadeye yer vermektedir: “Bir adam bir köle, câriye veya deve, inek
ve koyun gibi bir hayvanı rehin olarak alsa bu câizdir. Hayvanın yem masrafı -eğer varsa- çoban
masrafı râhine aittir.”(el-Asl (thk. Boynukalın), III, 163.)
1104
Şeybânî, el-Asl (thk. Boynukalın), III, 163-164.
1105
Buhârî, “Rehin”, 4; ، ِٚ َُِْ ًَذُ رَِ٘لَوَظ٣ ُْٖٛ ََّ ُ ٍُ حَُٞو٣ َُٕ ًَخََّٚٗ ََِّٓ َْ أَٝ ِٚ ٤ْ َِ هللاُ َػ٠َِّط ِ ٍَ َ ََس٣ََ ُٛ ٢ِػ َْٖ أَر
َ ٢ِّ ِ َػ ِٖ حَُّ٘ز:ُْٚ٘ هللاُ َػ٢َ ػ
ٗاخُٞٛ ََْٓ َُٕ ْش ََدُ َُزَُٖ حُ َّي ٍِّ اِ ًَح ًَخ٣َٝ
1106
Buhârî ayrıca Ebû Hüreyre‟den rivayet ettiği “Binek hayvanı rehin olduğu zaman yemi
karĢılığında binilir. Sağım hayvanı rehin olduğu zaman, onun sütü de yemi karĢılığında içilir.
Hulasa, rehin edilen hayvanın nafakası, ona binen ve sütünü içen kimse üzerine vâciptir.”
melindeki rivayet ile (Buhârî, “Rehin”, 4, Tirmizî, “Büyû„”,31 (1254); ٗخَٞٛٓ ٕ اًح ًخًَٚذ ر٘لوظ٣ َٜحُظ
شَد حُ٘لوش٣ٝ ًَذ٣ ١ٌُ ح٠ِػٝ ٗخَٞٛٓ ٕ اًح ًخٚشَد ر٘لوظ٣ ٍُزٖ حُيٝ İbrâhim en-Nehaî‟den rivayet ettiği
“Buluntu hayvan, bakım masrafı mukabilinde binilir ve sütünden istifade edilir. Rehin de bunun
gibidir.” mealindeki rivayeti delil göstermektedir. (Buhârî, “Rehin”, 4); ُ طَُْ ًَذُ حُؼَّخَُّش: َْ ٤ِٛ هَخ ٍَ اِ ْر ََحَٝ
ُُُِْٖٚ ِٓ ْؼََّٛ ُحَٝ ، َخِٜطُلْ َِذُ رِوَ ْي ٍِ َػَِلَٝ ، َخِٜرِوَ ْي ٍِ َػَِل
158
râhinden izinsiz herhangi bir tasarrufta bulunamayacağını belirtir. Müellif, ayrıca
karşı tarafın zikrettiği hadislerde rehin için yapılan masraflar karşısında râhinin mi
yoksa mürtehinin mi faydalanacağı konusunun açık olmadığını belirtir.1107 Müellif,
özellikle karşı tarafın Şa„bî tariki ile Ebû Hüreyre‟den naklettiği rivayetin yine
Şa„bî‟den gelen aksi yöndeki rivayetlerle mensuh olduğunu,1108 nesh kabul edilmediği
takdirde ise Şa„bi‟nin adâletine halel geleceğini savunur.1109
Serahsî, karşı tarafın ileri sürdüğü ( ٌدًُٞ ََْٓ َٝ ٌدُِٞ ُْْٖ َٓلََّٛ ُ“ )حRehin edilen hayvan,
binilir ve sağılır.” mealindeki hadisten anlaşılan faydalanmanın izin verme şartıyla iki
taraf için de geçerli olabileceğini, bu takdire göre hadisin manasının “Rehin verenin
izniyle rehin alan binebilir ve sağabilir; rehin alanın izniyle de rehin veren binebilir
ve sağabilir.” şeklinde anlaşılması gerektiğini savunur. O, “Rehin alan rehinden
faydalanır ve masrafını karĢılar.” şeklindeki rivayetlerin ise “Yarar sağlayan ödünç,
ribâdır.” hadisi ile mensuh olduğunu iddia eder.1110
1107
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XIII, 73.
1108
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, IV, 111; Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, IV, 308.
1109
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, IV, 99; İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, V, 144; Aynî, Umdetü‟l-kârî, XIII,
73; Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 66.
1110
Serahsî, el-Mebsût, XXI, 109.
1111
Sadruddîn İbn Ebi‟l-İzz, et-Tenbîh, V, 860; O, bazen râhinin ortadan kaybolması durumunda
mürtehinin olayı hâkime götürmesi ve râhinin kaybolduğunu ispat etmesinin zor olacağını, bu
sebeple hayvana bakma zaruretinin doğacağını belirtir.
1112
Tehânevî, Ġ„lâü‟s-sünen, XVIII, 65-66.
159
Âlimlerin çoğunluğu, Buhârî ve bu görüşte olanların getirdiği bu yaklaşımı iki
yönden kıyasa aykırı görmektedir. Birincisi sahibinin izni olmadan başkasının
malından istifade etmenin câiz olmaması, ikincisi ise kıyemî malların kıymetiyle
tazmin edilmesi gerekli iken böyle yapılmayıp, menfaatle tazmin edilmiş
olmasıdır.1113 Bu da yapılan bu uygulamada ribâ kaygısını ön plana çıkarmaktadır.
İslâmda komşu hakları genel olarak kul hakları (hukûk-ı ibâd) çerçevesinde
ele alınır. Sosyal hayatın aileden sonra en önemli halkasını oluşturan komşuluk ilişkisi
komşuya eziyet etmemek,1114 ondan gelebilecek olumsuz tutumlara sabretmek, hatta
bu durumda bile ona iyilik etmek1115 gibi ilke ve tavsiyelerle sağlam temellere
dayandırılmıştır. Âlimler bu genel prensipler hususunda ittifak etmekle beraber
komşuların birbirinin duvarından izinsiz olarak istifade edip edemeyeceği hususunda
ihtilâf etmişlerdir.1116
1113
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, V, 144; Mübârekfûrî, Tuhfetü'l-ahvezî, IV, 142.
1114
Buhârî, “Rikâk”, 23.
1115
Buhârî, “Edep”, 31.
1116
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XIII, 10.
1117
İbn Rüşd, el-Beyân ve‟t-tahsîl, XVII, 629; İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, XXII, 224-225. Nevevî,
Mâlikîlerin esas görüşünün, duvar sahibine zarar vermemek şartıyla böyle bir faydalanmanın
mendup olacağı yönünde olduğunu söyler. (ġerhu‟l-Müslim, XI, 50)
1118
İmam Şâfiî‟den bu konuda üç rivayet söz konusudur. Kavl-i cedîdine göre Ebû Hanîfe ile aynı
görüşü paylaşırken diğer kavline göre komşusuna duvardan istifade imkanı vermeyen şahsa, bu
konuda icbar uygulanır. (Nevevî, el-Mecmû‟, XIII, 407).
1119
Tahâvî, Muhtasaru ihtilâfi‟l-ulemâ, III, 401; Aynî, Umdetü‟l-kârî, XIII, 10.
1120
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, VIII, 404.
1121
Buhûtî, KeĢĢâfü'l-kına„, III, 411-412.
1122
Nevevî, el-Mecmû‟, XIII, 407.
160
delil göstermektedir: “Kâdı ġüreyh‟e bu konuda bir dava geldi. Kâdı, komĢusunun
duvarına tahta kiriĢ koyan kiĢiyi „KomĢunun binitinden ayağını kaldır.‟ Ģeklinde
uyardı.”1123
Buhârî Ebû Hüreyre‟den rivayet ettiği “Hiç kimse komĢusunu, duvarına kazık
çakmaktan menetmesin.”1127 mealindeki hadisi esas almaktadır. Ebû Hüreyre, bu
hadisi naklettikten sonra “Acaba ben neden sizlerin buna yanaĢmadığını görüyorum,
Vallahi bunu sizin omuzlarınız arasına atacağım (bununla amel edeceksiniz)” sözünü
eklemiştir.
1123
Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 150; ش٤ حٍكغ ٍؿِي ػٖ ٓط:ػغ حُوشزشٝ ١ٌُِ ٍ ًُي كوخ٢ كٚ٤ُلخ حهظظْ ا٣َرِـ٘خ إٔ ش
َٓغ أكؼٞحُظٝ ًُي٢ٌح حُلٌْ كٜ ك.ي٤أه
1124
Şeybânî, el-Muvatta‟, ٌْ حُل٢كٖٔ حُوِن كؤٓخ كٝ رؼغ٠ِْ ػٜٓغ ٖٓ حُ٘خّ رؼؼٞ حُظٚؿٝ ٠ٌِح ػ٘يٗخ ػٛ : هخٍ ٓلٔي
ًُي٠ِٕ ػَٝـز٣ كال
1125
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, III, 401.
1126
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, III, 401. Bu rivayetlere ilaveten Amr b. Yesrîbî‟nin rivayet
ettiği “Hiç kimseye, gönül rızasıyla verdiği dıĢında, müslüman kardeĢinin malı helâl değildir.”
mealindeki hadisi zikretmek de mümkündür. (Dârekutnî, III, 26; Hakîm, el-Müstedrek, I, 171); َال
ُُٚٔ َٗ ْلِٚ ِض رْ َؽخر ْ شِٚ ٤ة ِٓ ْٖ َٓخ ٍِ أَ ِه
َ ٌء اِالَّ َٓخ٠َ ٍ َِ ْٓ َ ِلَُّ ِال٣
1127
Buhârî, “Mezâlim”, 20; Müslim, “Müsâkât”, 136; ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ َّ ٠َِّط َّ ٍَ ٍَُٞٓ َّٕ َُ أْٚ٘ هللاُ َػ
َ ِهللا َّ ٢َ ػ
ِ ٍَ َ ََس٣ْ ََ ُٛ ٢ِػ َْٖ أَر
َْٖ٤ََخ رَِٜ َّٖ ر٤ِٓ ٍَْهللاِ َأل
َّ َٝ َٖ٤ػِ َِْ َخ ُٓؼْٜ٘ أَ ٍَح ًُ ْْ َػ٢ُِ ََسَ َٓخ٣ْ ََ ُٛ ُٞ ٍُ أَرَُٞو٣ َّْ ُ ػِٙ ٍَح
ِ ِؿي٢ُِ كََٚ ْـ َِ َُ َه َشز٣ ْٕ َُ أٍَٙ َ َْٔ٘ ْغ َؿخ ٌٍ َؿخ٣ ََِّٓ َْ هَخ ٍَ َالَٝ
َ
ْْ ٌُ ِأ ًْظَخك
1128
Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 150.
161
olmakla beraber, deve gibi büyükbaş hayvanlarda ne yapılması gerektiği hususunda
ihtilâf söz konusudur.
Hanefîler yitik devenin sahibine verilmek üzere alınmasını müstehap
görürken1129 İmam Mâlik,1130 Şâfiî1131 ve Ahmed b. Hanbel‟in1132 de aralarında
bulunduğu cumhur ulemâ alınmaması gerektiğini savunmaktadır.1133 Buhârî de bu
görüştedir.
Alındığı takdirde, âlimlerin çoğunluğuna göre sahibinin bulunması durumunda
devenin aslının iadesi, helak olması durumunda ise bedelinin tazmin edilmesi gerekir;
Buhârî, Kerâbîsî ve Dâvûd ez-Zâhirî1134 ise tazminin gerekli olmayacağını söyler.1135
Hanefîler, “Hz. Ali‟nin, lukata hakkında söylediği: Bulan kiĢi onu bir sene ilan
eder, sahibi gelirse onu ona verir, aksi takdirde onu tasadduk eder veya satar
parasını bağıĢlar. Sahibi ise Ģayet malı adamın elinde bulamazsa dilerse tazmin
ettirir veya geri istemez, bırakır.”1136 ve benzeri rivayetleri1137 delil almaktadırlar.
1129
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, IV, 347; Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, VI, 200; Merğînânî, el-
Hidâye, II, 893; Kâsânî, ilgili yerde buluntunun alınmasını mendup, mubah ve haram olmak üzere
üç kısma ayırmaktadır.
1130
İbn Rüşd, el-Beyân ve‟t-tahsîl, XVIII, 12.
1131
Şâfiî, el-Ümm, IV, 413; Mâverdî, el-Hâvî, VIII, 3.
1132
İbn Kudâme, el-Muğnî, VIII, 290; a.mlf., el-Kâfî, s. 467.
1133
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, V, 80.
1134
İbn Hacer, Dâvûd ez-Zâhirî‟nin mevcut olduğu takdirde, devenin geri verilebileceği hususunda
cumhurla aynı kanaati paylaştığını söyler. (Fethü‟l-bârî, V, 84.)
1135
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, V, 84; Şevkanî, Neylü‟l-evtâr, V, 385; Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 97.
1136
Şeybânî, el-Asâr, II, 853; ٍ هخٚ٘ هللا ػ٢ ٍػ٢ِ ػٖ ػ، َ ػٖ ٍؿ، آلخمٞ كيػ٘خ أر: ٍلش هخ٤٘ كٞ أهزَٗخ أر: هخٍ ٓلٔي
، ٚ٘ٔخٍ إ شخء ػ٤خ رخُوَٜ إٔ طخكز٤ ؿ.خٜ٘ٔطظيم رؼٝ ، خٜ رخػٝ أ، خٜاال طظيم رٝ خٜال كبٕ ؿخء طخكزٞخ كٜؼَك٣ حُِوطش٢ك
.ًَٚإ شخء طٝ
1137
Şeybânî, el-Asl, IX, 505-506; Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, IV, 349.
162
ne? Su tulumu ve çarığı ile beraber sahibi rastlayıncaya kadar suya gider ve ağaçları
yer.‟ buyurdu.”1138 hadisini esas alır.
Tahâvî, Hz. Peygamber‟in “Onu al. O ya senin yahut din kardeĢinin veya
kurdundur." mealindeki hadisten hareketle kurdun zarar vereceği yitik koyunun
sahibine verilmek üzere alıkonulmasında bir mahzur olmadığı gibi devenin de kurdun
dışında bir tehlikeyle karşı karşıya kalması halinde sahibine verilmek üzere alı
konulabileceğini söyleyerek mezhebin genel görüşünü kıyasla teyit etmeye çalışır.1139
E. MĠRAS HUKUKU
1138
Buhârî, “Lukata”, 1, 2, 3, 4, 9, 10,11; Müslim, “Lukata”, 1, 2, 5, 7, 8, 9; هللا٢ ٍػ٢ٜ٘ي رٖ هخُي حُـ٣ُ ٖػ
خ كبٕ ؿخء أكيًٛخءٝٝ خٜخ ٓ٘ش ػْ حكلع ػلخطٜ كوخٍ (ػَكِٚظوط٣ ػٔخُٚ ِْٓ كٔؤٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ِ ط٢ حُ٘ز٢ ؿخء أػَحر: ٍ هخٚ٘ػ
٢ حُ٘زٚؿٝ َ هخٍ ػآُش حإلرَ ؟ كظٔؼ. ) ٌُِثذٝي أ٤ ألهٍٝ هللا كؼآُش حُـْ٘ ؟ هخٍ (ُي أٍٞٓ خ٣ ٍ هخ.)خٜاال كخٓظ٘لوٝ خٜوزَى ر٣
)َطؤًَ حُشـٝ خ طَى حُٔخءٛٓوخإٝ خٛخ كٌحإٜخ ٓؼُٜٝ ِْٓ كوخٍ (ٓخ ُيٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ِط
1139
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr,IV, 136.
1140
Koca, Ferhat, “İkrar”, DĠA, XXII, 38-40.
1141
Mâlik, borç ikrarında bulunan kişi itham edildiğinde (yani ölüm hastalığında olan kişinin vârisler
lehine borç ikrarında bulunması durumunda) Hanefîler gibi düşünmektedir. (Desûkî, HâĢiyetü‟Ģ-
ġerhi‟l-kebîr, III, 398; İbn Rüşd, el-Beyân ve‟t-tahsîl, X, 55.)
1142
Mâverdî, el-Hâvî, VII, 30. Şâfiî mezhebinin en meşhur görüşüne göre mirasçıya vasiyet etmek
câizdir. Fakat bu vasiyet, diğer mirasçılar izin verdiğinde yerine getirilir.
1143
Koca, Ferhat, “İkrar”, DĠA, XXII, 38.
1144
Aynî, Buhârî‟nin bab başlıklarından hareketle onun hastanın ister yakını isterse yabancı olsun
lehindeki ikrarını câiz gördüğünü belirtir. (Aynî, Umdetü‟l-kârî, XIV, 40.)
163
Hanefîlerin bu görüşü temel kaynaklarda herhangi bir naklî delille
temellendirilmemekle beraber Tahâvî, mezhebin görüşünü şu şekilde ifade
etmektedir: “Ashâbımıza göre kiĢinin ölüm hastalığında yaptığı ikrar, diğerleri
(varisler) tarafından tasdik edilmedikçe geçerli değildir.”1145
Hanefîler, “Vâris için vasiyet ve lehine borç ikrarı söz konusu değildir.”1146 ve
benzeri hadisleri1147 delil alarak ölenin vârisi hususundaki ikrarında açık bir töhmet
söz konusu olması sebebiyle murisin, ölüm hastalığındaki ikrarını geçersiz
saymaktadır.
Ġnsanların bazısı dedi ki: “(ölüm hastalığında olan kiĢinin sû-i zan sebebiyle vârisler
lehine) ikrarı câiz değildir.” ve sonra bu kimse istihsan yaparak: „Vedi‟a, bidâ„a ve
mudarebe ikrarı ise câizdir.‟ dedi.”1152
1145
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, IV, 210; ْٜظ٤ روٚظيه٣ ٕ اال أٚ َٓػ٢ُ اًح ٓخص كٞـ٣ ;هخٍ أطلخر٘خ ال
benzer ifadeler için bk. Serahsî, el-Mebsût, XVIII, 31.
1146
Serahsî, el-Mebsût, XVIII, 31; Aynî, Umdetü‟l-kârî, XIV, 41; ٖ٣ ريُٚ ٍال اهَحٝ حٍعُٞ ش٤طٝ ال
1147
Buhârî, “Vasâyâ”, 8; “Vârise vasiyet yoktur.” حٍعُٞ ش٤طٝ رخد ال
1148
en-Nisâ, 5/11.
ُ
ِ َِ َٔ ُح اِ ْه ََح ٍَ ْحُُٝ َ٘شَ أَ َؿخ٣ْ ًَ حرَْٖ أَٝ َػطَخ اءَٝ ٓاخُٝ ؽَخَٝ ِ٣ ِ ِِ ُػ َٔ ََ رَْٖ َػ ْز ِي ْحُ َؼَٝ لاخ٣ْ ََ أَ َّٕ ُش
1149
Buhârî, “Vesâyâ”, 8; ٍٖ ٣ْ غ رِ َي٣
1150
Buhârî ilgili yerde ayrıca Hasan-ı Basrî ile Şa„bî‟nin sözlerini delil olarak getirmektedir.
1151
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XIV, 40.
1152
Buhârî, “Vasâya”, 8; َؼ ِش٣ ِىَٞ ُُ رِ ْخٍُٙ ُُ اِ ْه ََحَُٞـ٣ ٍَ ٍَػَ ِش ػُ َّْ ح ْٓظَلْ ََٖٔ كَوَخَٞ ِْ ُِ ِٚ ِ ِء حُظَِّّٖ رُُِٞٔ ٍُُٙ ُُ اِ ْه ََحَُٞـ٣ خّ َال ِ َُّ٘هَخ ٍَ رَؼْغُ حَٝ
خٍرَ ِش
َ ؼ ْ
َ ُٔ ُحَٝ ؼخ َػ ِش ْ
َ ِحُزَٝ
1153
Temrîz sîgası, rivayet edilen şey hakkında „Ģöyle deniliyor, Ģöyle zikrediliyor.‟ gibi bir ifade
kullanılmasıdır ki hadisin zayıflığına delâlet eder. bk. Cezâirî, Tevcihü'n-nazar ilâ usûli'l-eser, II,
669.
164
bunun da rivayetlerin zayıflığına delâlet ettiğini söyler. Aynî, ayrıca Kâdı Şüreyh‟ten
gelen eserin İbn Ebî Şeybe‟nin el-Musannef‟inde yer aldığını, fakat senette adı geçen
râvi Câbir el-Cu„fî sebebiyle Tâvûs tarafından gelen eserin ise râvi Leys b. Ebî Selîm
sebebiyle zayıf olduğunu ifade eder.1154
F. CEZA HUKUKU
Âlimler, irtidat eden erkeğin tövbeye davet edileceği, kabul etmediği takdirde
öldürüleceği hususunda ittifak etmekle beraber irtidat eden kadın hakkında ihtilâf
etmişlerdir.1157
Hanefîler irtidat eden kadınların, genel olarak İslâm‟ı kabul etme hususunda
erkeklere nispetle daha yatkın olduklarını, dolayısı ile öldürülmeyip İslâm‟a tekrar
dönmeleri için hapsedileceğini söylerken,1158 İmam Mâlik,1159 Şâfiî,1160 İbn Ebî
Şeybe1161 ve Ahmed b. Hanbel‟in1162 de aralarında bulunduğu âlimlerin çoğunluğu,
tövbe etmediği takdirde erkek gibi kadınların da öldürüleceğini ileri sürmektedir.1163
1154
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XIV, 40.
1155
Kal„acî, “Mürted”, s. 421.
1156
el-Bakara, 2/108; Âl-i İmrân, 3/91.
1157
Hüsnî Cündî, Ahkâmü'l-mer'e, s. 51; Zelemî, Esbâbu ihtilâfi‟l-fukahâ, s. 346-348. Son kaynakta bu
mesele, delillerin teâruzu çerçevesinde değerlendirilmektedir.
1158
Merğînânî, el-Hidâye, II, 872; Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, VII, 135.
1159
İbn Rüşd, el-Beyân ve‟t-tahsîl, XVI, 392-393.
1160
Şâfiî, el-Ümm, VIII, 108; Mâverdî, el-Hâvî, XIII, 155.
1161
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, VIII, 426-427.
1162
İbn Kudâme, el-Muğnî, XII, 264.
1163
Serahsî, el-Mebsût, X, 109; َُْخ طُلْ َزٌَِّٜ٘ ََُٝ ، ُ َال طُ ْوظَ َُ ْحُ َُْٔ طَ َّيسَٝ ; İbn Rüşd, el-Bidâye, IV, 2289.
165
Buhârî de bu görüştedir.
Buhârî, İkrime‟nin İbn Abbâs‟tan rivayet ettiği “Hz. Peygamber: „Kim dinini
değiĢtirirse onu öldürün.‟ buyurdu.”1168 ve benzeri rivayetleri1169 esas almaktadır.
1164
Ebû Yûsuf, Kitâbu‟l-harâc, s. 196; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, VII, 601; Kevserî, en-Nüketü‟t-
tarîfe, s. 226; ال طوظَ حُ٘ٔخء: ٍ ػٖ حرٖ ػزخّ هخ، ٖ٣ٍُ ٢ ػٖ أر، ىٞ حُ٘ـ٢ ػٖ ػخطْ رٖ أر، لش٤٘ كٞ أهزَٗخ أر: هخٍ ٓلٔي
.ٚ٤ِـزَٕ ػ٣ٝ ّاًح حٍطيىٕ ػٖ حإلٓال
1165
Şeybânî, el-Âsâr, s. 589-590; Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 227; ٢خ كٌُٜٔ٘خ ٗلزٝ ، ٌ ٗؤهٚرٝ : هخٍ ٓلٔي
دٞ طظٝص أٞٔ ط٠حُٔـٖ كظ
1166
Şeybânî, el-Âsâr, s. 589; ولسنا نأخذ هبذا: قال زلمد. تقتل ادلرأة إذا ارتدت عن اإلسًلم: عن إبراىيم أنو قال
1167
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, X, 268; Aynî, Umdetü‟l-kârî, XXIV, 77.
1168
Buhârî, “Cihâd”, 149; “İstitâbetü‟l-mürteddîn”, 2. )ِٙٞ٘ش كخهظ٣ ِْٓ ( ٖٓ ريٍ ىٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ِ ط٢هخٍ حُ٘ز
1169
Buhârî, “Diyât”, 6.
1170
Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 227.
166
2. Zina Eden Bekârın Sürgün Edilmesi
Hanefîler “Zina eden kadın ve erkeğin her birine yüzer sopa vurun.”1180
mealindeki âyetin genel ifadesi ile Hz. Ali‟nin söylediği “Zina edenlere sürgün
uygulanması fitneye yol açar.”1181 ve benzeri rivayetleri1182 delil getirmektedir.
Buhârî, Hz. Peygamber‟in kendisine getirilen bir davada bekar zâniye zina
haddi yanında bir yıl sürgün uygulanacağına hükmettiğine dair rivayeti esas
almaktadır.1183
1171
en-Nûr, 2/24; ُ َٔخ ِٓجَشَ َؿ ِْ َي ٍسْٜ٘ ِّٓ ح ِك ٍيَٝ ََّ ًُ حُٝ كَخؿْ ِِي٢ِٗحُ َِّحَٝ َُش٤ِٗحُ َِّح
1172
Bâcî, el-Müntekâ, VII, 143; Nevevî, el-Mecmû„, XX, 16; Ûdeh, et-TeĢrî„ü'l-cinâîyyü'l-Ġslâmî, I,
639.
1173
Sürgün konusunda en-Nehaî‟den iki rivayet söz konusudur. (Kal„acî, Mevsûatu fıkhi Ġbrâhîm en-
Nehaî, II, 323.)
1174
Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 45; Ûdeh, et-TeĢrî„ü'l-cinâîyyü'l-Ġslâmî, I, 639.
1175
Bâcî,el-Müntekâ, VII, 143; İbn Rüşd, el-Bidâye, IV, 2241; Sâlih b. Nâsır, Ukûbetü‟z-zinâ, s. 105.
İmam Mâlik ve Evzâî kadının mahremsiz sefere çıkamayacağından dolayı sürgünün sadece
erkeğe vâcip olduğunuileri sürerek diğerlerinden ayrılır. Ayrıca İmam Mâlik, köleye sürgün
cezasının gerekli olmadığını söyler.
1176
Mâverdî, el-Hâvî, XIII, 187; Nevevî, el-Mecmû„, XX, 16. Şâfiî mezhebine göre sürgün cezasında
kadın erkek ayırımı söz konusu değildir.
1177
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, VIII, 375-376.
1178
İbn Kudâme, el-Muğnî, XII, 322.
1179
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XIII, 273; Şevkanî, Neylü‟l-evtâr, VII, 100; Sâlih b. Nâsır, Ukûbetü‟z-zinâ
ve Ģurûtu tenfîzihâ, s. 101.
1180
en-Nûr, 24/2; ُ َٔخ ِٓخثَشَ َؿ ِْ َي ٍسْٜ٘ ِٓ ح ِك ٍيَٝ ََّ ًُ حُٝ كَخؿْ ِِي٢ِٗحُ َِّحَٝ َُش٤ِٗحُ َِّح
1181
Şeybânî, el-Âsâr, II, 610; Serahsî, el-Mebsût, IX, 44; Şeybânî bu rivayetten önce İbn Mes„ûd‟un
zina eden iki bekâr hakkındaki söylediği “Her ikisine sopa vurulur ve bir sene sürgüne
gönderilir.” sözünü nakleder.
1182
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, III, 278-9; Buhârî, “Hudûd”, 35; “Büyû„”, 66; Müslim,
“Hudûd”, 32; Tirmizî, “Hudûd”, 8.
167
Hanefîler kadın ve erkeğin sürgününe dair hükmün İslâmın ilk dönemlerinde
içki kaplarının kırılmasının emredilmesi gibi1184 mensuh olduğunu ileri sürerler.1185
Diğer taraftan kişinin tanınmadığı yere sürgün edilmesi halinde aynı suçu tekrar
işlemesinin kolaylaşacağı1186 ve kendi çevresindeki sosyal baskının azalacağı gibi
gerekçelerle görüşlerini desteklemeye çalışırlar.1187
Tahâvî, ayrıca karşı tarafın ileri sürdüğü hadislerin haber-i vâhid derecesinde
olduğunu, kabulü halinde bunun ilgili âyeti ziyade yoluyla mensûh saymak manasına
geleceğini idda eder. Bununla beraber Hanefîler, hâkimin böyle bir kişiye, tazir
kapsamında sürgün cezası uygulayabileceğini söylerler.1188
3. Kazf Haddi
Sözlükte “atmak” manasına gelen kazf, fıkıh terimi olarak “(Muhsan/iffetli bir
erkeğe veya kadına) sarâhaten veya delâleten zina isnadında bulunma”1190 şeklinde
tanımlanmaktadır.
Kazf cezasının seksen sopa olduğu hususunda âlimler ittifak etmekle beraber,
bu suçu işleyenin şâhitliğinin düşürülmesi şeklindeki müeyyidenin tövbe etmesi
halinde ortadan kalkıp kalkmayacağı hususunda ihtilâf etmişlerdir.
1183
Buhârî, “Sulh”, 5; “Hudûd”, 30-34; Müslim, “Hudûd”, 25.
1184
Sâlih b. Nâsır, Ukûbetü‟z-zinâ ve Ģurûtu tenfîzihâ, s. 107.
1185
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, III, 279.
1186
Serahsî, el-Mebsût, IX, 44-45.
1187
Merğînânî, el-Hidâye, II, 746.
1188
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, III, 135, 138; Serahsî, el-Mebsût, IX, 44.
1189
َ ِْ َُجُٝأَٝ َخ َىسا أَرَياحُٜ ْْ َشَُٜ حَُِٞ َال طَ ْوزَٝ َٖ َؿ ِْ َيسا٤ُِٗ ْْ ػَ َٔخَُٛٝيَحء كَخؿْ ِِيٜح رِؤٍَْ رَ َؼ ِش ُشَُٞؤْط٣ ْْ َُ َّْ ُص ػ
en-Nûr, 24/4; ُْ ُٛ ي َ َْٕ ْحُ ُٔلُٞٓ ََْ٣ َٖ٣ٌِ َُّحَٝ
ِ ظَ٘خ
ُ ْ
َٕٞحُلَخ ِٓو
1190
Kal„acî, “Kazf”, s. 359.
168
Hanefîler, Süfyân es-Sevrî ve Hasan b. Hayy, kazf cezası alan kişinin -tövbe
etse dahi- şâhitliğinin asla kabul edilmeyeceğini, sadece kendisinden fasıklık
hükmünün kalkacağını söylerken,1191 Ömer b. Abdülazîz, Abdullah b. Utbe, Şüreyh b.
Hâris, Saîd b. Cübeyr, Mücâhid, Şa„bî, Tâvûs b. Keysân, İkrime, Muhârib b. Disâr,
Zührî, Osmân el-Bettî, Leys, İmam Mâlik,1192 Şâfiî1193 ve Ahmed b. Hanbel1194 gibi
âlimler, kazf edenin tövbe etmesi halinde şâhitliğinin tekrar geçerli olabileceğine
hükmetmişlerdir.1195 Buhârî de bu görüştedir.
1191
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, V, 257.
1192
Sahnûn, el-Müdevvene, V, 158-159.
1193
Mâverdî, el-Hâvî, XVII, 24.
1194
İbn Kudâme, el-Kâfî, s. 1004; ٖٓ طَىٝ ٚخىطٜرخد ٖٓ طوزَ ش
1195
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, III, 328-329; İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, V, 255.
1196
Şeybânî, el-Âsâr, II, 643; ْٜخىس رؼؼُٜ شٞ أٍرؼش ال طـ: ٍق هخ٣َ ػٖ ش، ْؼ٤ُٜ كيػ٘خ ح: ٍلش هخ٤٘ كٞ أهزَٗخ أر: هخٍ ٓلٔي
ى كي حُوٌفٝحُٔليٝ ، ٌٚ٣َي ُش٣َحُشٝ ، ٚ٤حالرٖ ألرٝ ، ٚ٘حألد الرٝ ، ٚؽ الَٓأطُِٝحٝ ، خٜؿُِٝ حَُٔأس: ُزؼغ
1197
Şeybânî, el-Âsâr, II, 643; خىس حُوخًفِٜ ش٤ أؿ: ٍ هخ٢ ػٖ ػخَٓ حُشؼز، ْؼ٤ُٜ كيػ٘خ ح: ٍلش هخ٤٘ كٞ أهزَٗخ أر: هخٍ ٓلٔي
ٌحُٜٔ٘خ ٗؤهٌ رٝ : ; اًح طخد هخٍ ٓلٔيDaha sonraki dönemde Serahsî, Hasan b. Ziyâd‟dan naklen Ebû
Hanîfe‟nin bu görüşünü şu sözlerle de nakletmektedir: “Kazften dolayı had uygulanmıĢ bir
kiĢinin -tövbesi güzel dahi olsa- ru‟yetü‟l-hilâl meselesinde Ģâhitliği makbul değildir. Zira bu
kimse âyetin delâletiyle yalancılığı ile hükmedilmiĢtir.” Serahsî, el-Mebsût, III, 140; ِٖ َٔ َ ِش ْحُ َل٣حَٝ ٍِ ٢ِكَٝ
ِٚ ِ ٌّ رِ ٌَ ٌِرٌُٞ ُْ َٓلََُّٚٗ ؛ ِألُْٚ رَظََٞض طْ ُ٘ٔ اِ ْٕ َكَٝ ، ٍِ َالِٜ َُ ِش ْح٣ ٍ ُْإ٠َِف َػ ِ ٌْ َ ْحُو٢ِ ِى كَُٝخ َىسُ ْحُ َٔلْ يٜ َال طُ ْوزَ َُ َش٠َُهللاُ طَ َؼخ
َّ ُ َٔخَٜٔ لَشَ ٍَ ِك٤ِ٘ َك٢ِػ َْٖ أَر
ْ
ٍِ ُٞ ََ َٓوز٤ْ ن َؿ ْ
ُ ِٓ حُلَخَٞ َُٛٝ ، د ْ ْ ْ َّ
ِ ٌِ ٌَ َُ ُْ رِخََّٜٕ كَبِ ًَح ًَخَٕ حُ ُٔظُُٞ ْْ حٌَُخ ًِرٛ ِي ِػ ْ٘ َي هللا ُ ْ ْ
َ َُِجَٝيَح ِء كَؤٜح رِخُ ُّشَُٞؤط٣ ْْ َُ ًِ { كَب: ٠َُهللاُ طَ َؼخَّ ٍَ شََْ ػاخ هَخ
٠َُ َْٝ ًَخَٕ أِٚ ِ ُّ رِ ٌَ ٌِرٌُٞ َُْ٘خ كَ ْخُ َٔلٛ َخ َى ِسٜحُ َّش
1198
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, III, 329; خىسُٜ شٞ ِْٓ ال طـٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ٍِ هللا طٍٞٓ ٍ هخ: ػٖ ػخثشش هخُض
ىِٞال ٓـٝ ال هخث٘شٝ ٖهخث
169
Buhârî, muallak olarak naklettiği “Hz. Ömer, Ebû Bekre, ġibl b. Ma„bed ve
Nâfi‟ye, Muğîre‟ye attıkları iftiradan dolayı kazf haddini uygulamıĢtır. Sonra
onlardan tövbe etmelerini isteyerek: „Kim tövbe ederse Ģâhitliğini kabul edeceğim‟
demiĢtir.”1200 şeklindeki rivayeti ve benzeri rivayetleri1201 esas almaktadır.
1199
Hadisin benzerleri için bk. Tirmizî, “Şehâdât”, 2 (9998); İbn Mâce, “Kitâbu‟l-ahkâm”, 30;
Tirmizî, Hz. Âişe‟den rivayet edilen hadisin senedinin sahih olmadığını bildirmektedir.
1200
ُ ِْ َِخد هَز
Buhârî, “Şehâdât”, 8; ََُٚخ َىطٜض َش َ َٓ ْٖ ط: ٍَ هَخَٝ . ْْ َُٜ ػُ َّْ ح ْٓظَظَخر، ََ ِس٤ف ْحُ ُٔ ِـ
ِ ٌْ ََٗخكِؼاخ رِوَٝ ِش ْز ََ رَْٖ َٓ ْؼزَ ٍيَٝ َ َؿَِ َي ُػ َٔ َُ أَرَخ رَ ٌْ ََسَٝ
1201
Buhârî, ayrıca Şa„bî, Katâde, Sevrî ve Ebû Zinâd‟dan rivayet edilen eserleri esas almaktadır.
1202
Buhârî, “Şehâdât”, 8; ؽِٖٝ كبٕ ط٣يَٛ شخ٤ُ ٌٗخف رـٞـ٣ إ طخد ػْ هخٍ الٝ خىس حُوخًفُٜ شٞهخٍ رؼغ حُ٘خّ ال طـٝ
ٕالٍ ٍٓؼخٛ ش٣حألٓش َُإٝ حُؼزيٝ ىٝخىس حُٔليٜأؿخُ شٝ ِـ٣ ُْ ٖ٣خىس ػزيٜؽ رشِٝإ طٝ ُٖ ؿخ٣ىٝخىس ٓليٜرش
1203
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, V, 257;َالَٝ الَ هَخثَِ٘ ٍشَٝ ٍٖ َِخ َىسُ هَخثٜ ُُ َشُٞ حال ْٓالَ ِّ الَ طَـ٢ِ ٌى كَُٝٓلْ ي
1204
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, V, 257; Tirmizî, “Şehâdât”, 2 (9998).
1205
Şeybânî, el-Asl, IV, 517 (thk. Boynukalın).
1206
İbn Kudâme, el-Muğnî, XI, 127-128.
170
gerçekleşmesi gerektiği prensibinden hareketle dilsizin kazfinden dolayı kendisine
kazif haddinin uygulanmayacağı görüşünü savunmaktadırlar. Zira dilsizin kazfinde
şüphe söz konusudur ve hadler de şüphelerle düşürülür.1207 Kaynaklarda Evzâî‟nin de
bu görüşte olduğu zikredilmektedir.1208 Şâfiî,1209 Mâlikî1210 ve Zâhirîler nikâh, talâk,
alış-veriş ve benzeri tasarruflarda dilsizin bilinen işaretle liânda taraf olmasının
geçerli olacağını ileri sürmektedirler.1211 Buhârî de bu görüştedir.
Buhârî, liân babında “Dilsiz kiĢi hanımına yazıyla, iĢaretle veya anlaĢılan bir
Ģekilde kazifte bulunsa bu kiĢi konuĢan kiĢi gibidir. Çünkü Hz. Peygamber farzlarda
iĢareti câiz kılmıĢtır. Ehl-i ilim ve Hicaz ehlinin görüĢü de budur.”1213 şeklinde
özetlediği görüşünü “Hanımlarına zina isnat edip de, kendilerinden baĢka Ģâhitleri
olmayanların Ģâhitliği, (…) beĢinci defasında; kocası doğru söyleyenlerden ise,
Allah'ın gazabının kendi üzerine olmasını diler”1214 mealindeki âyetin genel
ifadesi1215 ve benzeri âyetlerle1216 temellendirmeye çalışır.
1207
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, II, 508; Serahsî, el-Mebsût, IX, 118, 129; Merğînânî, el-
Hidâye, II, 617; İbnü‟l-Hümâm, Fethü‟l-kadîr, IV, 293; Liân Hanefîlere göre şâhitlik kabilinden
olduğundan dolayıdır ki bu konuda “eĢhedü” (şâhitlik ederim) lafzı kullanılır. Hatta bunun
yerinde “ahlifu” (yemin ederim) demesi halinde liânlaşma gerçekleşmiş olmaz. Dilsiz kişinin ise
hiçbir sûretle şâhitliği söz konusu değildir. Dolayısıyla kendisine kazf haddi uygulanmaz. Dilsizin
şâhitliği malî işlerde de makbul değildir. (Fethü‟l-kadîr, IV, 293)
1208
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, II, 508.
1209
Nevevî, el-Mecmû„, XX, 70; ayrıca bk. Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, II, 508.
1210
Sahnûn, el-Müdevvene, VI, 214, İbn Rüşd, el-Bidâye, II, 368.
1211
İbnü‟l-Hümâm, Fethü‟l-kadîr, IV, 293.
1212
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, II, 508; ٖالػ٣ ُْٝ لي٣ ُْ ربشخٍسٚهخٍ أطلخر٘خ اًح هٌف حألهَّ حَٓأط
1213
Buhârî, “Talâk”, 25; ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ َّ ٠َِّط َّ ِ ً َْخُ ُٔظَ ٌَِِّ ِْ ِألَ َّٕ حَُّ٘زَٞ َُٜف كُٝ
َ ٢ ٍ َ َٔخ ٍء َٓ ْؼ٣ِْ رِبَْٝ اِشَخ ٍَ ٍس أَُٝ رِ ٌِظَخرَ ٍش أَٚحأل ْه ََُّ ح ْٓ ََأَط
َ ْ َكَب ِ ًَح هَ ٌَف
غ ْ ْ
ِ ِ حُلَ ََحث٢ِحإلشَخ ٍَسَ ك َ َّ
ِ َُ َِٓ َْ هَ ْي أ َؿخَٝ
1214
en-Nûr, 24/6-9; َٖ٤ِ اِ ْٕ ًَخَٕ ِٓ ْٖ حُظَّخ ِىهِٚ ُِ َْٞ ه٠َُُِ ْْ أُٜ َُيَح ُء اِ َّال أَ ْٗلُٜ ْْ ُشَُٜ ْٖ ٌُ َ٣ ْْ ََُٝ ْْ ُٜح َؿَٝ ُْ ََٕ أُٞٓ ََْ٣ َٖ٣ٌِ َُّحَٝ
1215
Buhârî, “Talâk”, 25; Zira âyette geçen “َٕٞٓ٣” fiili hem lafza hem de bilinen, anlaşılan işaretlere
şâmildir. (Aynî, Umdetü‟l-kârî, XX, 290.)
1216
“Hz. Meryem (beĢikteki çocuğa) iĢaret etti. Onlar da: „BeĢikteki çocukla nasıl konuĢacağız.‟
dediler.” (Meryem, 19/30). Buhârî, bu ve benzeri âyetleri Sehl hadisinden sonra zikretmektedir.
171
Buhârî daha sonra Sehl b. Sâ„idî‟nin rivayet ettiği “Hz. Peygamber: „Ben ve
yetim hakkını gözeten kiĢi cennette Ģöyleyiz.‟ dedi ve iĢaret ve orta parmakları
aralarını biraz açarak iĢaret etti.”1217 ve benzeri hadisleri1218 esas alarak Hz.
Peygamber‟in bazı durumlarda işareti kelam yerinde kullandığını ileri sürer.
Aynî, Buhârî‟nin talâk ile kazf arasında bir fark olmadığına dair yaklaşımının
kabul edilemeyeceğini, zira talâk lafzının, manayı ifade bakımından açık olmasına
rağmen kazfte böyle bir durumun olmadığını belirtir. Çünkü kazfte zina ile ilgili açık
bir ifade bulunmadığından ceza terettüp etmemektedir. Dolayısıyla aralarındaki fark
zâhirdir.
Aynî, ayrıca Buhârî‟nin bu meseleyi (tam) anlayamadığını, zira talâkta sözlü
ifadenin şart koşulmasından maksadın mananın ortaya çıkarılması olduğunu
dolayısıyla talâk kelimesi telaffuz edilmediği takdirde herhangi bir şey vâki olmuş
olmayacağını söyler. Fakat dilsiz kimse zaruretten dolayı konuşamadığı için anlaşılan
işareti, söz ve yazı gibi sayılarak talâkı geçerli kabul edilmektedir.1221
1217
Buhârî, “Talâk”, 25; ٍَ ٍُ هَخَُٞو٣ َْ ََِّٓ َٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ َّ ٠َِّط َ ِهللاَّ ٍِ ٍَُٞٓ ذ ِ طخ ِك
َ ١ ِ َكُٞهَخ ٍَ أَر
ِّ َِ ْر ِٖ َٓ ْؼ ٍي حَُّٔخ ِػ ِيْٜ َٓ ْٖ ِٓ ُُٚخُ ٍّ َٓ ِٔ ْؼظ
ْ َ َ
٠َ ْٓطُٞ ُحَٝ َْٖ حُ َّٔزَّخرَ ِش٤َهَ َََٕ رَٝ ِٖ ٤ْ ََخطًَٜ ْٝ أِٙ ٌِ َٛ ْٖ ِٓ ِٙ ٌِ ًََٜ َحَُّٔخ َػشَٝ ض أَٗخ ْ َّ َّ
ُ َِٓ َْ رُ ِؼؼَٝ ِٚ ٤ْ َِ هللاُ َػ٠ِط َّ َّ
َ ِ ٍُ هللاٍَُٞٓ
1218
Buhârî, ayrıca İbn Ömer‟in rivayet ettiği şu hadisi nakletmektedir: “Hz. Peygamber (otuz sayısını
kastederek): Ay Ģöyle, Ģöyle, Ģöyledir, buyurdu. Sonra da (yine iki eliyle yirmi dokuzu kastederek):
ve Ģöyle, Ģöyle, Ģöyledir, buyurdu. Bu el hareketleriyle bir kere otuzu, bir kere de yirmi dokuzu
iĢaret ediyordu.” ٍَ َٖ ػُ َّْ هَخ٤ِ ػَ َالػ٢َِ٘ ْؼ٣ َ ٌَ ٌَحَٛٝ َ ٌَ ٌَحَٛٝ َ ٌَ ٌَحٛ َُ ْٜ ََِّٓ َْ حُ َّشَٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ َّ ٠َِّط َ ٢ُّ ِ ٍُ هَخ ٍَ حَُّ٘زَُٞو٣ ََ َٔ ْض حرَْٖ ُػ ُ ٍْْ َٓ ِٔؼ٤رُْٖ ُٓ َل
َٖ٣َِ ِػ ْشَٝ َٓ ََّسا طِ ْٔؼاخَٝ َٖ٤ِ ٍُ َٓ ََّسا ػَ َالػَُٞو٣ َٖ٣َِ ِػ ْشَٝ طِ ْٔ اؼخ٢َِ٘ ْؼ٣ َ ٌَ ٌَحَٛٝ َ ٌَ ٌَحَٛٝ َ ٌَ ٌَحَٛٝ ; Buhârî aynı yerde Şa„bî, Katâde,
İbrâhim en-Nehaî ile Hammâd‟ın dilsizin işaretleriyle yaptığı tasarrufları geçerli gördüklerine dair
sözlerini nakletmektedir.
1219
Kirmânî, Buhârî‟nin buradaki “ve kâle ba„zu‟n-nâs” ifadesinden kastının Ebû Hanîfe olduğunu
söyler. (Aynî, Umdetü‟l-kârî, XX, 290.)
1220
Buhârî, “Talâk”, 25; ٌِ ِ َٔخ ٍء َؿخث٣ِْ اَْٝ اِشَخ ٍَ ٍس أَٝد أ َ َال ُِؼَخَٕ ػُ َّْ َُ َػ َْ أَ َّٕ حُطَّ َالَٝ خّ َال َك َّي
ٍ م رِ ٌِظَخ ِ َُّ٘هَخ ٍَ رَؼْغُ حَٝ
1221
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XX, 291.
172
4. Ġçki Haddinin Ölçüsü
Hanefîler, Hasan-ı Basrî, Şa„bî, İmam Mâlik, bir rivayete göre Ahmed b.
Hanbel gibi âlimler içki haddinin seksen sopa olacağını söylerken 1222 İmam Şâfiî,1223
İshâk, Ebû Sevr, Ahmed b. Hanbel1224 ve Dâvûd ez-Zâhirî‟ye göre içki haddi kırk
sopadır.1225 Buhârî ise içki haddinin herhangi bir sayıyla sınırlı olmadığı
görüşündedir.
Hanefîler, Sevr b. Zeyd‟in rivayet ettiği “Hz. Ömer, Ģarap içen kiĢi hakkında
sahâbe ile istiĢare etti. Hz. Ali: „Seksen sopa vurmanı öneriyorum, zira kiĢi içtiğinde
hezeyanda bulunur, hezeyanda bulunduğunda ise (namuslu kadına) iftira atar.‟ dedi.
Bunun üzerine Hz. Ömer, seksen sopa vurdu.”1226 ve benzeri rivayetleri1227 delil
almaktadırlar.
Buhârî, Alî b. Ebî Tâlib‟nin rivayet ettiği “(…) Çünkü Hz. Peygamber hadd-i
Ģirb (içki içme haddi) hakkında bize kesin bir sünnet bırakmamıĢtır. (Yani
vurduğumuz had, bizim kendi takdirimizdir.)”1228 ve benzeri rivayetleri1229 esas
almaktadır.
1222
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XXIII, 266.
1223
Mâverdî, el-Hâvî, XIII, 412; Nevevî, ġerhu‟l-Müslim, XI, 221. İmam Şâfiî‟ye göre içki haddi asıl
kırk sopadır. Seksen sopa uygulamasındaki kırk fazlalık ise tazir cezasıdır.
1224
İbn Kudâme, el-Muğnî, XII, 499.
1225
İbn Rüşd, el-Bidâye, IV, 2257.
1226
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 247; ٕ أٍٟ أ: ؽخُذ٢ رٖ أر٢ِخ حَُؿَ كوخٍ ػٜشَر٣ َٔ حُو٢إٔ ػَٔ رٖ حُوطخد حٓظشخٍ ك
ٖ٤ٗ حُؤَ ػٔخ٢ كـِي ػَٔ ك. ٍ ًٔخ هخٝ أَٟ حكظٌٟٛ اًحٝ ٌٟٛ ٌَٓ اًحٝ ٌَٓ خٜ اًح شَرٖٚٗ كب٤ٗ ػٔخٚ ; طؼَرAynî,
Umdetü‟l-kârî, XXIII, 266.
1227
Hanefîlerin diğer delili Abdullah b. Yezîd‟in rivayet ettiği “Her kim bir damla Ģarap dahi içerse
ona seksen sopa vurun.” mealindeki hadistir. (Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, III, 158.)
1228
Buhârî, “Hudûd”, 7; ًُٕي أٝ ٚظ٣ىٝ ٓخصُٞ ٚٗ اال طخكذ حُؤَ كب٢ٔ ٗل٢ص كؤؿي كٞٔ٤ أكي ك٠ِْ كيح ػ٤هخٍ ٓخ ً٘ض أله
ٚ٘ٔ٣ ُْ ِْٓ ٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ٍِ هللا طٍٞٓ
1229
Buhârî, “Hudûd”, 6, 8.
173
olarak belirlenmediğine işaret olduğunu söyler.1230
Tahâvî, Hz. Ali‟den “Hz. Peygamber Ģarap içene kırk had vurdu, Ebû Bekir
de böyle cezalandırdı. Hz. Ömer, bunu seksene çıkardı. Bu kırk ve seksen hadlerinin
hepsi sünnettir.” şeklinde rivayetler gelse de buna muhalif rivayetlerin de gelmesi
sebebiyle bu rivayetin kabul edilemeyeceğini belirtir.1231
1230
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, XII, 66; Aynî de Nevevî‟nin benzer sözünü nakleder. (Umdetü‟l-kârî,
XXIII, 268.)
1231
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, III, 153.
1232
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, III, 158.
1233
Merğînânî, el-Hidâye, III, 766.
1234
Şevkanî, Neylü‟l-evtâr, VII, 150-151.
1235
Nesefî, Tılbetü't-talebe, s. 181; Kal„acî, “Serika”, s. 243.
174
ve hikmet sahibidir”1236 mealindeki âyette el kesme olarak belirlenmesine karşın bu
cezayı gerekli kılan çalınan malın asgari miktarı belirtilmemiştir. Hadislerde el kesme
hükmünü gerekli kılan dinar ve dirhem cinsinden malî miktar (nisab) hususunda farklı
rivayetler sebebiyle âlimler ihtilâf etmiştir.1237
1236
el-Mâide, 5/38; ٌْ ٤ٌِ ٌِ َك٣َِ ّ َٝ ِهللا
ِ هللاُ ػ ّ َِّٖٓ ُ َٔخ َؿَِحء رِ َٔخ ًَ َٔزَخ ٌََٗخالاَٜ٣ ِي٣ْ َح أُٞ
ْ َّخٍهَشُ كَخ ْهطَؼ ُ ٍَّخ
ِ ُٔحَٝ م ِ ُٔحَٝ
1237
Azîmâbâdî, Avnü‟l-ma„bûd, XII, 49.
1238
Kal„acî, Mevsûatu fıkhi Süfyân es-Sevrî, s. 497.
1239
Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, VII, 77; Aynî, Umdetü‟l-kârî, XIII, 279.
1240
Desûkî, HâĢiyetü‟Ģ-ġerhi‟l-kebîr, IV, 333.
1241
Mâverdî, el-Hâvî, XIII, 266.
1242
İbn Kudâme, el-Muğnî, XII, 415.
1243
1 dinar= 4,25 gr altın
1244
1 dirhem= 3 gr gümüş
1245
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XIII, 279; Mübârekfûrî, Tuhfetü'l-ahvezî, IV, 373.
1246
Şeybânî, el-Âsâr, s. 623; ٖ ػٖ ػزي هللا ر، ٚ٤ ػٖ أر، ٖٔ كيػ٘خ حُوخْٓ رٖ ػزي حَُك: ٍلش هخ٤٘ كٞ أهزَٗخ أر: هخٍ ٓلٔي
ْ و ورووا ذلك عن النِب عليو الصًلة والسًلمعن عمر وعن عثمان وعنٛ أهَ ٖٓ ػشَس ىٍح٢ي حُٔخٍم ك٣ وطغ٣ ال: ٍ هخٚ٘ هللا ػ٢ى ٍػٞٓٔؼ
علي وعن عبد اهلل بن مسعود وعن غري واحد (ػ ػ ػ) وىو قول أِب حنيفة والعامة من فقهائنا
1247
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, III, 167; ْٛ ػشَس ىٍحٝ٘خٍ أ٣ حُي٢ي اال ك٤ُ ال طوطغ ح: ٍى هخٞإٔ ػزي هللا رٖ ٓٔؼ
1248
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 239; ٌٙٛ حٍٝٝٝ ٍ٘خ٣ ٍرغ ى: ٘ش٣َ حُٔيٛ كوخٍ أ: ي٤ُ حٚ٤وطغ ك٣ ٔخ٤ هي حهظِق حُ٘خّ ك: هخٍ ٓلٔي
ْٛ أهَ ٖٓ ػشَس ىٍح٢ي ك٤ُ ال طوطغ ح: هخٍ حُؼَحمٝ غ٣ ;حألكخىbenzer ifadeler için ayrıca bk. el-Âsâr, II, 623.
175
Buhârî, Hz. Âişe‟nin rivayet ettiği “Hz. Peygamber (s.a): „El, çeyrek dinar ve
üzeri miktarların çalınmasından dolayı kesilir.‟ buyurdu.”1249 ve benzer rivayetleri1250
esas almakla beraber az bir kıymeti haiz eşyaların çalınmasından dolayı da el
kesilebileceğine dair rivayetlere yer vermektedir.1251
1249
Buhârî, “Hudûd”, 14; Benzer rivayetler için bk. Müslim, “Hudûd”, 1684 (1).
1250
Buhârî konuyla ilgili İbn Ömer‟in rivayet ettiği “Hz. Peygamber üç dirhem değerinde olan bir
kalkan hırsızlığında hırsızın elini kestirdi.” (Buhârî, “Hudûd”, 14.) mealindeki hadis ile Hz.
Âişe‟nin rivayet ettiği “Hz. Peygamber (s.a) zamanında hırsızın eli çelik veya deriden mamul bir
kalkan kıymetinden -ki ikisi de kıymet sahibidir- daha azı için kesilmemiĢtir.” mealindeki hadisi
nakletmektedir. (Buhârî, “Hudûd”, 14; Müslim, “Hudûd”, 1685 (5).
1251
Ebû Hüreyre‟den rivayet edildiğine göre “Hz. Peygamber Ģöyle buyurdu: Allah miğfer ve ip (gibi
basit Ģeyleri) çalan ve eli kesilen hırsıza lanet etsin.” (Buhârî, “Hudûd”, 14.)
1252
Tahâvî, Âmir b. Sa„d‟ın rivayet ettiği “Hz. Peygamber, hırsızın eli ancak kalkan değerinde kesilir,
buyurdu.” mealindeki hadise yer vermektedir. (el-Müsned, III, 141.)
1253
Müslim, “Hudûd”, 6 (1686); İbn Ömer‟in rivayet ettiğine göre: “Resûlullah (s.a), bir hırsızın elini
kıymeti üç dirhem olan bir kalkandan dolayı kesti.”
1254
Nesâî,“kat„us-sârık” 4906; “Hz. Peygamber, kıymeti beĢ dirhem olan kalkandan dolayı (hırsızın
elini) kesmiĢtir.”
1255
Tirmizî, İbn Mes„ûd‟un rivayet ettiği “Hz. Peygamber, kıymeti on dirhem olan kalkandan dolayı
(hırsızın elini) kesmiĢtir.” mealindeki hadisin râvilerinden Kâsım b. Abdurrahmân‟ın bu hadisi
doğrudan İbn Mes„ûd‟dan işitmediğini dolayısı ile hadisin mürsel olduğunu söyler. (“Hudûd”, 16).
Tirmizî, Hz. Ali‟nin rivayet ettiği “On dirhemden daha aĢağı el kesme yoktur.” mealindeki bu
hadisi hadisin ise muttasıl olmadığını bildirmektedir. (“Hudûd”, 16).
1256
Dârekutnî, Atâ‟nın rivayet ettiği “O gün kalkanın fiyatı on dirhemdi.” mealindeki hadisini rivayet
etmektedir. (Dârekutnî, III, 191). İlgili yerde aynı manada İbn Abbâs ve Amr b. Şuayb hadislerine
bk.
1257
Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 116.
1258
Kâsânî‟nin Amr b. Âs‟dan rivayet ettiğine göre “Hz. Peygamber, ancak kalkan değerindeki
(eĢyada el) keserdi.”
1259
Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, VII, 77.
1260
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, III, 164.
176
Tahâvî, karşı tarafın istidlâl ettiği hadislerde el kesmeyi gerektiren en az
miktarın kalkan miktarı olduğunu söylese de1261 kaynaklarda miğfer ve ip
mukabilinde de elin kesilebileceğini ifade eden hadisler de yer almaktadır.1262
1261
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, III, 163.
1262
Buhârî, “Hudûd”, 14.
1263
Azîmâbâdî, Avnü‟l-ma„bûd, XII, 54.
1264
Harbî, müslümanlarla savaş halinde olan kâfir kişiye denir. (Kal„acî, “Harbî”, s. 156.)
1265
Zimmî, İslâm devletinde yaşayan kâfir kişiye denir. (Kal„acî, “Zimmî”, s. 191.)
1266
Şeybânî, el-Asl, IV, 437; İmam Muhammed mezhebin genel görüşünü şu ifadelerle
nakletmektedir: “Müslüman biri kasten zimmî olan birini öldürürse kendisine kısas gerekir” اًحٝ
حُوظخصٚ٤ كٚ٤َِ حٌُٓش ػٔيح كخٕ ػٛ( ;حهظَ حَُؿَ حُِْٔٔ حَُؿَ ٖٓ أTahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, V, 157;
Aynî, Umdetü‟l-kârî, II, 161, İbn Kudâme, el-Muğnî, XI, 466.)
1267
İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, XXV, 170.
1268
Mâverdî, el-Hâvî, XII, 10.
1269
İbn Kudâme, el-Muğnî, XI, 466.
1270
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, V, 157; İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, XXV, 170.
177
Hanefîler, İmam Muhammed‟in muallak olarak zikrettiği1271 “Bize Hz.
Peygamber‟den geldiğine göre o, zimmîlerden birini öldüren bir Müslümana kısas
uygulamıĢtır. Müslüman zimmîye mukabil öldürüldükten sonra Hz. Peygamber: „Ben
zimmete en fazla riayet edenim.‟ buyurdu.”1272 ve benzeri rivayetleri1273 delil
almaktadır.
Özel hayatın gizliliği önemli bir fıkıh ilkesi olup, bir kimsenin bir başkasının
1271
Benzer bir rivayet İbn Selmânî ve Muhammed b. el-Münkedir‟den rivayet edilmektedir.
1272
Şeybânî, el-Asl, IV, 437; َُِْٔٔ حٌُٓش كوظَ حٛ أهخى ٍؿال ِٓٔٔخ رَؿَ ٖٓ أِْٚٗٓ أٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ٍِ هللا طٞٓ ٍ ٖرِـ٘خ ػ
ٚ رٌٓظ٢كٝ ٖٓ ػْ هخٍ أٗخ أكن٢ٌُٓ ; رخŞeybânî, el-Âsâr, II, 587. Bu rivayetin benzerleri için bk. Tahâvî,
ġerhu Me„âni‟l-âsâr, III, 195; Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, V, 158-159.
1273
Konuyla ilgili İbn Ömer ve Abdurrahmân b. Beylemânî tariki ile gelen rivayetlerin, bazı râviler
sebebiyle zayıf olduğuna dair yapılan değerlendirmeler için bk. Aynî, Umdetü‟l-kârî, II, 161; İbn
Kudâme, el-Muğnî, XI, 466; Dârekutnî, III, 134; Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, III, 323.
1274
Buhârî, “İlim”, 39; ٢ اال ٓخ ك٢كُٞء ٖٓ ح٢َ ػ٘يًْ شٛ ٚ٘ هللا ػ٢ ٍػ٢ِ هِض ُؼ: ٍ هخٚ٘ هللا ػ٢لش ٍػ٤ ؿل٢ػٖ أر
٢ٓخ كٝ هِض. لش٤ حُظلٌٙٛ ٢ٓخ كٝ ٕ حُوَآ٢ هللا ٍؿال كٚ٤ؼط٣ ٔخٜ اال كِٚٔرَأ حُ٘ٔٔش ٓخ أػٝ كِن حُلزش١ٌُحٝ ًٍظخد هللا ؟ هخ
َوظَ ِْٓٔ رٌخك٣ إٔ الٝ َ٤ٓكٌخى حألٝ َلش هخٍ حُؼو٤حُظل
1275
Buhârî ayrıca Abdullah b. Amr'ın rivayet ettiği “Kim anlaĢmalı birisini öldürürse cennetin
kokusunu duyamaz. Oysa cennetin kokusu kırk yıllık bir mesafeden duyulur.” mealindeki hadisi
delil almaktadır. (Buhârî, “Cizye”, 5) َٖ٤ ََ ِس أٍَْ رَ ِؼ٤ِٔ َٓ ْٖ ِٓ َؿ ُيَُٞخ طٜ َل٣ٍِ َّٕ ِاَٝ َ َِفْ ٍَحثِ َلشَ ْحُ َـَّ٘ ِش٣ ْْ َُ َياحٛهَخ ٍَ َٓ ْٖ هَظَ ََ ُٓ َؼخ
ػَخ آخ
1276
Nesâî, “Kasâme”, 4735; ٙيٜ ػ٢ي كٜ ػًٝ الٝ َوظَ ٓئٖٓ رٌخك٣ ال
1277
٢ رٌخكَ كَر٢ًٓ الٝ ٖٓوظَ ٓئ٣ الٝ
1278
Serahsî, el-Mebsût, XXVI, 134-5; İbn Âbidîn, Reddü‟l-muhtâr, VI, 534; Tehânevî, Ġ„lâü's-sünen,
XVIII, 108.
178
mahremiyetine gizli veya açıktan muttali olmaya çalışması yasaklanmıştır. Bu
bağlamda ilgili hadislerden hareketle kişinin bir başkasının evini kapı veya
penceresinden izinsiz gözetlemesi durumunda ev sahibi tarafından gözüne vurularak
kör edilmesi halinde vuran kişiye kısas gerekip gerekmeyeceği hususu İslâm
hukukçuları tarafından tartışılmıştır.1279
Hanefî ve Mâlikîler1280 bir kimsenin bir başkasının evinin içine kapı, pencere
vs.‟den izinsiz bakması halinde ev sahibinin tahta, taş vs. ile o kişinin görme
fonksiyonunu ortadan kaldırması durumunda bu kişiye yarım diyet vermesi
gerektiğini söylerken, Şâfiî,1281 İbn Ebî Şeybe1282 ve Ahmed b. Hanbel1283 gibi âlimler
böyle bir olay karşısında herhangi bir tazminin gerekmeyeceğini ileri sürerler. Buhârî
de bu görüştedir.
Buhârî, Ebû Hüreyre‟nin rivayet ettiği “Eğer bir kimse izinsiz olarak senin
mahremiyetine bakar, sen de sopa (veya benzeri bir Ģey) ile onun gözünü çıkarırsan,
bundan dolayı artık sana herhangi bir günah sabit olmaz.”1287 ve benzeri
rivayetleri1288 esas almaktadır.
Hanefîlere göre İslâm hukukunda suç ile ceza arasında bir orantının olması
1279
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, XII, 244.
1280
Hattâb Ru„aynî, Mevâhibü‟l-celîl, VIII, 442; Aynî, Umdetü‟l-kârî, XXIV, 65.
1281
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XXII, 239; XXIV, 65.
1282
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, VIII, 395-396.
1283
İbn Kudâme, el-Muğnî, X, 539.
1284
el-Mâide, 5/45.
1285
İbn Âbidîn, Reddü‟l-muhtâr, VI, 550; Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 126; َ ِش٣ ِٖ ِٗظْ قُ حُ ِّي٤ْ ْحُ َؼ٢ِك
1286
Ali el-Kârî, konuyla ilgili olarak “Müslüman kanı helâl değildir.” mealindeki hadisi delil
göstermektedir. (Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, III, 332.)
1287
Buhârî, “Diyât”, 22; ظخ ٍس َ ٤ْ َِْ أَ َّٕ ح ْٓ ََأا حؽََِّ َغ َػَُٞ َْ ََِّٓ َٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ
َ ُ رِ َؼَٚ َِْ اِ ًْ ٍٕ كَ َو ٌَ ْكظ٤ي رِ َـ َّ ٠َِّط
َ ِْ ِٓ ْحُوَخُٞ ََسَ هَخ ٍَ هَخ ٍَ أَر٣ْ ََ ُٛ ٢ِػ َْٖ أَر
ْ
َ ٤ْ ََِ ٌُ ْٖ َػ٣ ْْ َُ َُٚ٘٤ْ كَلَوَؤصَ َػ
ي ُؿَ٘خ ٌف
1288
Buhârî, “Libâs”, 75; “İsti„zan”, 11.
179
gerekmektedir. Halbuki Buhârî‟nin rivayet ettiği hadislerde başkasının evine izinsiz
bakan kimsenin suçu ile cezası arasında orantı yoktur. Nitekim Tahâvî, evin
mahremiyetine muttali olmaya çalışan kişinin öncelikle sözlü olarak menedilmesi
gerektiğini bu da yeterli gelmezse mekandan uzaklaştırılması gerektiğini
savunmaktadır.1289 Şayet kişi eve girip kişinin malını çalmayı veya şahsına veya
ailesine zarar vermeyi kastederse bu durumda önce uzaklaştırılmaya çalışılır, kişi yine
de ısrar ederse o takdirde öldürülür. Bunun öncesinde gözüne dahi zarar verilemez.1290
Dolayısıyla Hanefîler karşı tarafın istidlâl ettiği hadisleri sahih kabul etmekle beraber
bunların tehdit kabilinden olduğunu söylerler.1291
G. YARGILAMA HUKUKU
Hanefîler ve Ebû Sevr had ve kısas konuları dışında hâkimlerin bir birine
gönderdiği resmî evrakın iki erkek veya bir erkek ve iki kadının şâhitliği
doğrultusunda geçerli olacağını söylerken,1293 âlimlerin cumhuru, resmî evrakın
herhangi bir haricî karine olmaksızın geçerli olacağını ileri sürmektedir.1294 Buhârî de
bu görüştedir.
Buhârî, konuyla ilgili rivayetleri “Mühürlü belgeye Ģâhitlik, bunun câiz olan
ve ihtiyatla karĢılanan kısmı ile yönetici ve hâkimlerin resmî yazıĢmaları” bab başlığı
altında toplamaktadır.
1289
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, V, 195; Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, III, 332.
1290
Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, III, 332.
1291
Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, III, 332; İbn Âbidîn, Reddü‟l-muhtâr, VI, 534; ُٞ أَرَٟٝ ٍَ ْحُ ُٔ ََح ُى رِ َٔخَٝ
حُ َِّؿْ َِ ػ َْٖ ًَُِي٢ِ ََسَ ْحُ ُٔزَخَُ َـشُ ك٣ْ ََ ُٛ
1292
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, XIII, 145.
1293
Merğînânî, el-Hidâye, III, 1076; ;وال يقبل الكتاب إال بشهادة رجلني أو رجل وامرأتنيİbn Kudâme, el-Muğnî, XIV,
80.
1294
İbn Battâl, ġerhu Sahîhi‟l-Buhârî, VIII, 232.
180
Buhârî, “ve kâle ba„zu‟n-nâs”1295 ifadesini kullandığı bu yerde bazılarının
(Hanefîlerin) hâkimlerin resmî evraklarının sadece hadler dışında geçerli olduğunu
savunduğu halde hata ile katlde bunu geçerli sayarak çelişkiye düştüklerini şu
ifadelerle dile getirmiştir:
Ġnsanların bazısı dedi ki: “Hâkimin mektubu ancak hadlerin dıĢında câizdir. Sonra da:
„Eğer katl (adam öldürme), hata ile iĢlenmiĢse hâkimin (diğer hâkime gönderdiği)
mektup geçerlidir. Çünkü hata ile katlde kısas olmayacağından onun nezdinde
maldır.”1296
1295
İbn Battâl, Buhârî‟nin buradaki “ve kâle ba„zu‟n-nâs” ifadesinden kastının Ebû Hanîfe olduğunu
ve bu görüşü ondan önce savunan hiç kimsenin olmadığını söyler. (ġerhu Sahîhi‟l-Buhârî, VIII,
232.)
1296
Buhârî, “Kitâbu‟l-ahkâm”, 15; ٌِ ِ َؿخثَٞ َُٜ ِى ػُ َّْ هَخ ٍَ اِ ْٕ ًَخَٕ ْحُوَ ْظ َُ َهطَؤ ا كُٝ ْحُ ُلي٢ِخّ ًِظَخدُ ْحُ َلخ ًِ ِْ َؿخثِ ٌِ اِ َّال ك ِ َُّ٘هَخ ٍَ رَؼْغُ حَٝ
ح ِك ٌيَٝ ْحُ َؼ ْٔ ُيَٝ ُ طخ ٍَ َٓ اخال رَ ْؼ َي أَ ْٕ ػَزَضَ ْحُوَ ْظ َُ كَ ْخُوَ طَؤ خٔ َّ ٗاٝ ٚ
َ َ َِ ِ ِ ِ َٔ ػْ َ
ِ ر ٍ
ٌ خ ٓ حٌَ َ ٛ َّ
ٕ َ أل
ِ
ْ ََ ِٔ ًُ ِٖٓ ٢ِِ ك٣ ِ ِِ َذ ُػ َٔ َُ رُْٖ َػ ْز ِي ْحُ َؼ
َ ًَظَٝ ِىٍُٝ ْحُ َـخ٢ِ كِٚ ِِِٓ ػَخ٠َُِذ ُػ َٔ َُ اَ َهَ ْي ًَظَٝ
1297
Buhârî, “Kitâbu‟l-ahkâm”, 15; ص
1298
Buhârî, ayrıca İbrâhim en-Nehaî‟nin “Yazı ve mührün kime ait olduğunu bildiğinde, hâkimin
hâkime gönderdiği yazı geçerlidir.” sözü ile benzeri söz ve uygulamaları delil olarak
zikretmektedir. (“Kitâbu‟l-ahkâm”, 15.)
1299
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XXIV, 236.
1300
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XXIV, 237; Meydânî, KeĢfü‟l-iltibâs, s. 95-96.
181
2. DuruĢma Sırasında Tercüman Sayısı
1301
Nevevî, Ravzatü't-tâlibîn, VI, 327.
1302
İbn Kudâme, el-Muğnî, XIV, 84.
1303
Ali Haydar Efendi, Dürerü'l-hükkâm Ģerhu Mecelleti'l-ahkâm, IV, 657.
1304
İbn Kudâme, el-Muğnî, XIV, 84.
1305
Abdülmecîd Hâşim, el-Ġmâm el-Buhârî, s. 198.
1306
Buhârî, “Kitâbu‟l-ahkâm”, 40; ْض ُ ًَظَز٠َّ ِى َكظَُٜٞ٤َُخد ْح َ َظَ َؼَِّ َْ ًِظ٣ ْٕ َُ أََٙ َٓ َ ََِّٓ َْ أَٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ
َّ ٠َِّطَ ٢ َّ ِض أَ َّٕ حَُّ٘زٍ ِ ِي ْر ِٖ ػَخر٣ْ َُ َْٖ ػ
ِٚ ٤ْ َُِح اُُٞ ْْ اِ ًَح ًَظَزَُٜ ًُظُزُٚأَ ْه ََ ْأطَٝ َُٚ ََِّٓ َْ ًُظُزَٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ
َّ ٠َِّط ٢
َ ِّ ِ ِزَّ ٘ ُِ
1307
Buhârî, “Kitâbu‟l-ahkâm”, 40; ْض ُ ًَظَز٠َّ ِى َكظَُٜٞ٤َُخد ْح َ َظَ َؼَِّ َْ ًِظ٣ ْٕ َُ أََٙ َٓ َ ََِّٓ َْ أَٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ
َّ ٠َِّط َ ٢َّ ِض أَ َّٕ حَُّ٘ز ٍ ِ ِي ْر ِٖ ػَخر٣ْ َُ َْٖ ػ
ِٚ ٤ْ َُِح اُُٞ ْْ اِ ًَح ًَظَزَُٜ ًُظُزُٚأَ ْه ََ ْأطَٝ َُٚ ََِّٓ َْ ًُظُزَٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ
َّ ٠َِّط ٢
َ ِّ ِ ِ زَّ ٘ ُِ ; Buhârî, ilgili yerde ayrıca Abdurrahmân b. Hâtib‟in
zina yapan bir kadının ikrarı hususunda tercümanlık yaptığına dair rivayet ile Ebû Cemre‟nin İbn
Abbâs ile beraber insanlar arasında tercümanlık yaptığına dair rivayetleri nakleder.
182
Buhârî, daha sonra “ve kâle ba„zu‟n-nâs” ifadesini kullanarak şöyle itiraz
etmektedir:
Bazıları dedi ki: “Hâkim için iki tercüman gereklidir.”1308
Özetle bu meselede Buhârî‟nin “ve kâle ba„zu‟n-nâs” ifadesi ile İmam Züfer,
Ebû Yûsuf veya İmam Muhammed ile ihtilaf ettiğini söylemek mümkünse de Ebû
Hanîfe ile hemfikir olduğu açıktır.1311 Dolayısıyla „Buhârî bu ifadeyi her kullandığı
yerde Ebû Hanîfe‟yi kastetmiştir.‟ şeklindeki bir yaklaşımın doğru olmadığı
anlaşılmaktadır. Ayrıca Mecelle‟de de tek tercümanın yeterli olacağı görüşü tercih
edilmiştir.1312
Aynı anneden süt içenler arasında hukukî bir yakınlığa (karabete) sebep olan
süt kardeşliğin, tarafların evliliğine engel olduğu hususunda âlimler ittifak etmekle
1308
Buhârî, “Kitâbu‟l-ahkâm”, 40; ِٖ ٤ْ َٔ خّ َال رُ َّي ُِ ِْ َلخ ًِ ِْ ِٓ ْٖ ُٓظََْ ِؿ
ِ َُّ٘هَخ ٍَ رَؼْغُ حَٝ
1309
Kirmânî, el-Kevâkibü‟d-derârî fî Ģerhi Sahîhi‟l-Buhârî, XXIV, 234; Aynî, Umdetü‟l-kârî, XXIV,
267.
1310
Kirmânî, el-Kevâkibü‟d-derârî, XXIV, 234; İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, XIII, 188.
1311
Abdülmecîd Hâşim, el-Ġmâm el-Buhârî, s. 198.
1312
Mecelle md. 1825.
183
beraber, süt kardeşliğin isbatında süt annenin tek başına şâhitliğinin yeterli olup
olmayacağı hususu ihtilâflıdır.1313
İbn Şübrüme,1314 İbn Ebî Leylâ,1315 Hanefîler ve İmam Mâlik1316 bu sayıyı iki,
Atâ, Katâde ve İmam Şâfiî1317 ise dört şeklinde belirlerken, Hz. Osmân, İbn Abbâs,
Hasan-ı Basrî, Zührî, Evzâî, Ebû Ubeyd, İshâk b. Râhûye, İbn Ebî Şeybe 1318 ve
Ahmed b. Hanbel1319 gibi âlimler ise sadece süt annenin şâhitliğinin yeterli olacağını
ileri sürmektedir.1320 Buhârî de bu görüştedir.
Buhârî, Ukbe b. Hâris‟den gelen “Bir kadınla evlenmiĢtim. Sonra bir kadın
gelerek: „Ben sizin ikinizi de emzirmiĢtim.‟ dedi. Bunun üzerine durumu Hz.
Peygamber‟e arzettim. Hz. Peygamber Ģöyle veya buna yakın bir cevap verdi: „Böyle
1313
Hattâbî, Me„âlimu‟s-sünen, IV, 158; İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, V, 269; Aynî, Umdetü‟l-kârî, XIII,
222.
1314
Hattâbî, Me„âlimu‟s-sünen, IV, 158.
1315
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XIII, 222.
1316
Sahnûn, el-Müdevvene, I, 411; İbn Rüşd, el-Beyân ve‟t-tahsîl, V, 367.
1317
Hattâbî, Me„âlimu‟s-sünen, IV, 158; Mâverdî, el-Hâvî, XI, 402.
1318
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, VIII, 378.
1319
İbn Kudâme, el-Muğnî, X, 340.
1320
Tirmizî, “Radâ”, 4 (1151); İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, V, 269; Şevkanî, Neylü‟l-evtâr, VI, 358.
1321
Şeybânî, el-Asl, III, 92; ٖ هخٍ ػَٔ رٖ حُوطخد٣يٛ حَُػخع أهَ ٖٓ شخ٠ِوزَ ػ٣ ;الBenzer bir rivayet için bk.
Abdürrazzâk, el-Musannef , VIII, 332.
1322
Şeybânî, el-Asl, III, 92; ٌٌح ٗؤهٜهخٍ ٓلٔي كز
1323
Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 52.
1324
Serahsî, el-Mebsût, X, 169; Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, IV, 14; Aynî, Umdetü‟l-kârî, XIII, 222.
184
bir söz söylenmiĢken evliliğini nasıl sürdürebilirsin! Onu bırak!‟”1325 şeklindeki
rivayet ile benzeri rivayetleri1326 esas almaktadır.
Ebû Ubeyd, Hz. Ömer, Muğîre, Ali ve İbn Abbâs‟ın böyle bir şâhitliğe
istinaden evlileri ayırmaktan kaçındıklarını nakletmektedir. Hatta Hz Ömer‟in bu
hususta “Delil bulunursa onların arasını ayır, aksi halde kadınla erkeğin arasına
girme, ancak kendiliklerinden evliliğe son verirlerse bu baĢka” dediği rivayet
edilmektedir.1327
H. ĠFLAS HUKUKU
Malını sattığı halde henüz bedelini almayan satıcının, iflas eden müşterisinde
bu malı bulduğu takdirde geri alıp alamayacağı âlimler arasında ihtilâflıdır.
1325
Buhârî, “Şehâdât”, 14; هللا٠ِ ط٢ض حُ٘ز٤ هي أٍػؼظٌٔخ كؤط٢ٗؿض حَٓأس كـخءص حَٓأس كوخُض اِٝػٖ ػوزش رٖ حُلخٍع هخٍ ط
ٙٞ ٗلٝ أ. )خ ػ٘يَٜ ىػ٤هي هٝ ق٤ًٝ( ٍ ِْٓ كوخٝ ٚ٤ِػ
1326
Bu görüşü savunanların diğer bir delili de Abdürrazzâk‟ın İbn Şihâb tarikiyle rivayet ettiği “Hz.
Osmân, zenci bir kadının „Ben onları emzirmiĢtim.‟ sözüne dayanarak evli birçok kiĢiyi
ayırmıĢtır.” mealindeki rivayettir. İbn Şihâb, bugün âlimlerin Hz. Osmân‟ın görüşünü tercih
ettiklerini söyler. Ebû Ubeyd ise Hz. Ömer, Muğire ve Ali‟nin de bu görüşte olduğunu nakleder ve
bunu tercih eder. (İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, V, 269.)
1327
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, V, 269; Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 52.
1328
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, IV, 167; Aynî, Umdetü‟l-kârî, XII, 240.
1329
Desûkî, HâĢiyetü‟Ģ-ġerhi‟l-kebîr, III, 282.
1330
Nevevî, el-Mecmû‟, XIII, 298.
1331
Zerkeşî, ġerhu'z-ZerkeĢî alâ Muhtasari'l-Hırakî, IV, 63.
1332
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XII, 238.
185
kabzettikten sonra malını aynen bulursa diğer alacaklılardan daha fazla hak sahibi
değildir. Çünkü müĢteri, malı kabzetmiĢ, mal da zimmetine geçmiĢtir.‟ dedi.”1333
Tahâvî ise konuyla ilgili olarak İbrâhim en-Nehaî‟nin söylediği: “Satıcı diğer
alacaklılardan biridir.”1334 söz ve benzer rivayetlerle1335 mezhebin bu görüşünü
temellendirmeye çalışır.
Hanefîler karşı tarafın ileri sürdüğü “ٚ٘٤ رؼُٚ ”ٖٓ أىٍى ٓخrivayetinde yer alan ََُُٚٓخ
ifadesinden maksadın emanet, gasp, karz veya rehin yoluyla diğer tarafa intikal etmiş
bir mal olabileceğini ileri sürerler.1338 Zira karşı görüşte olanlara göre bir malın gasp
edenin veya hırsızın elinde bulunması zulüm ve tecavüz yolu ile olduğundan mülkiyet
sabit olamaz. Bu sebeple iflas edenin elinde bu gibi mallardan biri bulunduğu takdirde
malın asıl sahibi diğer alacaklılara nispeten daha haklı konumda olur.1339 Fakat satılan
malın durumu farklı olup ücreti alınmasa dahi artık satıcının mülkiyetinden çıkmış ve
müşterinin zimmetine girmiştir. Dolayısıyla müflisin elinde kalan mallar hususunda
bütün alacaklılar eşittir.1340
1333
Şeybânî, el-Hücce, II, 714; ٍؿَ رخع ٖٓ ٍؿَ ٓظخػخ كؤكِْ حُٔزظخع حٕ حُزخثغ٢ٔخ كٜ٘ هللا ػ٢لش ٍػ٤٘ كٞٓلٔي هخٍ هخٍ أر
ٚٗ ػٔخ٢طخٍ كٝ ٚ هي هزؼ١َْ رؤكن ٖٓ حُـَٓخء الٕ حُٔشظ٤ِ كٚ هزؼ١َهي ًخٕ حُٔشظٝ ٚ٘٤ رؼٚؿي ٓظخػٝ ٕح
1334
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, IV, 167; س حُـَٓخءٞٓ أٜٞك
1335
Hanefîlerin diğer bir delili de Hasan-ı Basrî‟ye isnat edilen “O (satıcı) diğer alacaklılarla
aynıdır.” mealindeki sözdür. (Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, IV, 167; Aynî, Umdetü‟l-kârî, XII,
240.)
1336
Buhârî, “İstikrâz”, 14; Müslim, “Müsâkât”, 22; ِْٓ ٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ٍِ هللا طٍٞٓ ٍٍ هخٞو٣ ٚ٘ هللا ػ٢َس ٍػ٣َٛ أرخ
َٙ٤ ٖٓ ؿٚ أكن رٜٞ اٗٔخٕ هي أكِْ كٝ ػ٘ي ٍؿَ أٚ٘٤ رؼٍُٚ (ٖٓ أىٍى ٓخٞو٣ ِْٓ ٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ٍِ هللا طٍٞٓ هخٍ ٓٔؼضٝأ
1337
Buhârî, konuyla ilgili Hz. Osmân‟ın uygulaması ile Hasan-ı Basrî‟nin söylediği “Bir kimse
satma, ödünç verme, emanet bırakma sûretlerinden biri ile elinden çıkardığı kendi malını iflas
etmiĢ bir Ģahsın yanında bulduğu takdirde, o kimse bu malı geri almaya baĢkalarından daha
müstehaktır.” mealindeki sözü bab başlığı olarak zikretmektedir. (“İstikrâz”, 15.)
1338
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, IV, 165.
1339
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XII, 240-241; Davudoğlu, Sahîh-i Müslim Tercüme ve ġerhi, VII, 716; Atar,
Fahrettin, Ġslâm Ġcra ve Ġflâs Hukuku, s. 352-355.
1340
Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 239.
186
ĠKĠNCĠ BÖLÜM
187
Bu bölümde Hanefî mezhebindeki Buhârî rivayetlerine ters düşen
hükümlerden örnekler ele alınıp analiz edilecektir. Bu örnekler “namaz” bahsinde öne
çıkan ihtilâflı meselelerden oluşmaktadır. Öncelikle her bir meselede görüş sahipleri
zikredilecek, daha sonra Hanefî mezhebinin ve Buhârî‟nin görüş ve delilleri
tartışılacak, sonunda konuya ilişkin bir değerlendirme yapılacaktır. Hanefî
mezhebinin görüşleri mümkün olduğu ölçüde birinci derece kaynaklardan verilmeye
çalışılıp dayanılan rivayetler hadis kritiğine tâbi tutulacak, ayrıca Hanefî fakihlerinin
konuyla ilgili görüşleri kronolojik olarak ele alınıp zamanla mezhep içinde ortaya
çıkan farklı yaklaşım ve yorumlara dikkat çekilecektir.
1341
İbn Rüşd, Bidâyetü‟l-müctehid ve nihâyetü‟l-muktesid, I, 114; Nevevî, el-Mecmû„, III, 255.
1342
İbn Hazm, el-Muhallâ, III, 236.
1343
Bu görüş sahipleri arasında sahâbeden İbn Ömer, Ebû Katâde ile bazı Şâfiî âlimleri, -bir rivayete
göre- Ahmed b. Hanbel, Buhârî ve İbn Hazm yer almaktadır. bk. Mâhir Yâsîn Fahl, Eseru
ihtilâfi‟l-esânîd, s. 396; Bu görüşün argümanları arasında zikredilen Hz. Peygamber‟in
uygulamalarına ilişkin rivayetler için bk. Ebû Dâvûd, “Salât”, 1 (738, 743); Nesâî, “Sehv”, 3.
1344
Bu görüş sahipleri arasında sahâbeden Hz. Enes, İbn Ömer, İbn Abbâs, tâbiînden Nâfi, Atâ,
Tâvûs, Hasan-ı Basrî, İbn Sîrîn, mezhep imamlarından bir rivayete göre Ahmed b. Hanbel, İbn
Hazm ile bir kısım muhaddisler yer almaktadır. bk. Mâhir Yâsîn Fahl, Eseru ihtilâfi‟l-esânîd, s.
397; Bu görüş sahipleri “Hz. Peygamber, secde yaparken de ellerini kaldırırdı.” (Nesâî, “Tatbîk”,
87; Dârekutnî, I, 290; Beyhakî, Ma„rifetü‟s-sünen, II, 414.) mealindeki hadisle amel etmektedir.
bk. İbn Rüşd, el-Bidâye, I, 115.
188
olduğunu ileri sürmüştür.1345
Bu başlık altında rükûa giderken ve rükûdan doğrulurken ellerin kaldırılması
anlamında “ref„u‟l-yedeyn”in hükmü incelenecek, kaldırılmamasını benimseyenlerin
görüşü “Hanefî Mezhebinin Delilleri ve Tartışılması”, kaldırılmasını tercih eden
çoğunluğun görüşü ise “Buhârî‟nin Delilleri ve Tartışılması” alt başlıkları altında ele
alınacaktır. Daha sonra “Değerlendirme” alt başlığı altında konu hakkında genel bir
tahlil ve değerlendirme yapılacaktır.
1345
İbn Rüşd, el-Bidâye, 114-115; Nevevî, el-Mecmû„, III, 262; Muhyiddîn İbnü‟l-Arabî, el-
Fütûhâtü‟l- Mekkiyye, I, 436.
1346
Mervezî, Ġhtilâfü‟l-fukahâ, s. 128.
1347
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, I, 199; Serahsî, el-Mebsût, I, 14; Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I,
208; Aynî, Umdetü‟l-kârî, V, 272; İbn Rüşd, el-Bidâye, I, 114; Leknevî, et-Ta„liku‟l-mümecced,
I, 388.
1348
Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, XIV, 286 (18760).
1349
Mervezî, Ġhtilâfü‟l-fukahâ, s. 129.
1350
Bu konuda İmam Mâlik‟ten gelen farklı rivayetler bulunmaktadır. İbn Abdilber, İmam Mâlik‟ten
ellerin kaldırılmayacağına dair tek rivayetin İbn Kâsım tariki ile geldiğini dolayısıyla tercih
edilen görüşün ellerin kaldırılması yönünde olduğunu belirtir. bk. İbn Abdilber, Ġhtilâfu akvâli
Mâlik ve ashâbihi, s.108; İbnü‟l-Arabî, Ârızatü‟l-ahvezî, I, 265.
1351
Şâfiî, el-Ümm, I, 298; Şâfiî mezhebinde namaz kılanın rükûa giderken, rükûdan doğrulurken ve
birinci oturuştan kalkarken ellerini kaldırması sünnettir. (Mâverdî, el-Hâvî Ģerhu muhtasari‟l-
Müzenî, II, 116, 134; Nevevî, el-Mecmû„, III, 399.)
1352
Hanbelî mezhebinde ref„u‟l-yedeyn müstehaptır. (İbn Kudâme, el-Muğnî, II, 171.)
189
Cerîr et-Taberî gibi âlimler.1353 Buhârî de bu görüştedir.
1353
Tirmizî, Salât 190; Mübârekfûrî, Tuhfetü‟l-ahvezî, I, 551; İbn Battâl, ġerhu Sahîhi‟l-Buhârî, II,
354; Beğavî, ġerhu‟s-sünne, III, 25; Azîmâbâdî, Avnü‟l-ma„bûd, II, 338; Aynî, Umdetü‟l-kârî, V,
272.
1354
es-Sübkî‟nin Ref„u‟l-yedeyn inde‟r-rükû„ adlı eserini Hanefî âlimlerinden Kıvâmüddîn el-
İtkânî‟ye reddiye olarak kaleme aldığı söylenmektedir. bk. İbn Hacer, ed-Dürerü‟l-kâmine, I,
414.
1355
İbn Kayyim el-Cevziyye‟nin Ref„u‟l-yedeyn fi's-salât adlı eseri, Iyâd b. Abdillatif el-Kaysî
tarafından tahkîk edilerek neşredilmiştir. (Dâru‟l-beşâir, Beyrut). bk.
http://www.sunnah.org.sa/ar/sunnah-sciences/released-books-year/2810-2011-01-14-20-03-28z
1356
Süleymaniye Ktp., Fatih, nr. 2269. Bu eser ve müellifiyle ilgili geniş bilgi “Hanefî âlimlerinin
görüşü” kısmında zikredilecektir.
1357
Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 1384.
1358
Keşmîrî, Mecmû„atü resâili‟l-KeĢmîrî, I, 1-178; http://www.ahlalhdeeth.com
1359
Süleymaniye Ktp., Yeni Cami, nr. 1186.
1360
Bu eser ve müellifiyle ilgili geniş bilgi “Hanefî âlimlerinin görüşü” kısmında zikredilecektir.
190
zikredilebilir.1361
İmam Ebû Yûsuf‟a ait eserlerde yer alan konuyla ilgili rivayetler tespit
edebildiğimiz kadarıyla şunlardır:
(a) Ebû Yûsuf, el-Âsâr‟da Ebû Hanîfe tariki ile gelen bir rivayette İbrâhim en-
Nehaî‟nin şöyle söylediğine yer verir: “Eller yedi yerde kaldırılır: Namaza baĢlarken
1361
Abdülfettâh Ebû Gudde, Tehânevî‟nin Kavâid fî ulûmi‟l-hadîs adlı eserine yazdığı mukaddimede
mezkûr eserden bahsetmektedir. s. 9.
1362
Şeybânî, el-Âsâr, I, 142; ٢َُُٝي رَ ْؼ َي حُ َٔ ََّ ِس حال
َ ِطالَط َ ٣ْ َ َي٣ ال طََْ كَ ْغ: ٍَ هَخَّٚٗ َْ ح٤ٛرََِ َـَ٘خ ػ َْٖ ح ْر ََح
َ ْٖ ِٓ ٍء٢َ ش٢ِي ك
1363
Şeybânî, el-Âsâr, I, 142.
1364
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 58; ٠َُٝس حأل٤ء ٖٓ حُظالس رؼي حُظٌز٢ ش٢ي ك٣ي٣ ال طَكغ
191
(iftitah tekbiri), vitir namazında kunuttan önce, bayram namazlarında (zevâid
tekbirlerinde), Hacer-i esved‟i selamlarken, Safâ ve Merve‟de, Arafat‟ta, Cem
(Müzdelife1365)‟de ve iki Cemre‟de.”1366
Bu rivayete yöneltilen eleştirilere aşağıda “İbn Abbâs ve İbn Ömer Rivayeti”
başlığında yer verilecektir.
(b) Ebû Yûsuf, yine el-Âsâr‟da Ebû Hanîfe tariki ile gelen bir rivayette
İbrâhim en-Nehaî‟nin şöyle söylediğine yer verir: “Ġftitah tekbirinde ellerini kaldır,
onun dıĢında kaldırma!”1367
Bu rivayet, aşağıda değişik vesilelerle tekrar ele alınacaktır.
İmam Muhammed‟e ait eserlerde yer alan konuyla ilgili rivayetler tespit
edebildiğimiz kadarıyla şunlardır:
(b) İmam Muhammed, yine aynı yerde Ebû Bekr en-Nehşelî‟den gelen şu
rivayete yer vermektedir: “Hz. Ali, ellerini ilk tekbirde kaldırır, sonra
kaldırmazdı.”1369
1365
Müzdelife, Hz. Adem ile Havva‟nın buluştuğu, insanların toplanıp bir araya geldikleri, akşam ve
yatsı namazlarının akşam vakti girdikten sonra birlikte kılındığı için Cem„ diye de
isimlendirilmiştir. Şeker, Dursun Ali, “Müzdelife” DĠA, XXXII, 239.
1366
Ebû Yûsuf, el-Âsâr, s. 21; Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, II, 131; Serahsî, el-Mebsût, I, 165,
483;IV, 23, 68; Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 199; حكظظخف٢ ك: ٖحؽٞٓ ٓزؼش٢ ك١ي٣ طَكغ حأل: ٍ هخٚٗ أ، ْ٤ٛػٖ ارَح
ػ٘يٝ ، ؿٔغٝ ، ػَكخصٝ ، سَُٝٔحٝ حُظلخ٠ِػٝ ، َػ٘ي حٓظالّ حُلـٝ ، ٖ٣ي٤ حُؼ٢كٝ ، َطُٞ ح٢ص كٞ٘حكظظخف حُوٝ ، حُظالس
ٖ٤حُـَٔط
1367
Ebû Yûsuf, el-Âsâr, s. 21; ٔخ٤ي ك٣ي٣ ال طَكغٝ ، حكظظخف حُظالس٢ ك٠َُٝس حأل٤ حُظٌز٢ي ك٣ي٣ « حٍكغ: ٍ هخٚٗ أ، ْ٤ٛػٖ ارَح
» خٛحٞٓ
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 58; ََ ِس٤ِ حُظَّ ٌْز٢ِ كِٚ ٣ََي٣ ذ ٍَكَ َغ ٍ ُِ ؽَخ٢ِ رَْٖ أَر٠ ُ ٣َ ٍَأ: ٍَ هَخِٚ ٤ِ ػ َْٖ أَر٢ِٓ َْذ حُ َـ ٍ ٤ْ ًَُِ ِٖ ط ِْ ْر
ِ َػ ْٖ ػَخ
1368
َّ ِِْض َػ
َّ ُ َِٖٓ ح٠َُُْٝحأل
َ ًَُِيَٟٞ ِٓ َٔخ٤ُِ َٔخ كََْٜ كَ ْؼ٣ ْْ ََُٝ رَ ِشُٞظالَ ِس ْحُ َٔ ٌْظ
1369
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 58; ٔخَٜكؼ٣ ُْٝ رشٞ ٖٓ حُظالس حٌُٔظ٠َُٝس حأل٤ حُظٌز٢ كٚ٣ي٣ ؽخُذ ٍكغ٢ رٖ أر٠ِض ػ٣ ٍأَٟٞ ِٓ
ٔخ ًُي٤ ;كAli el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I, 257; ََُْٙ كَ ُغ رَ ْؼ َي٣ َ ػُ َّْ ال،َ ٍس٤ ِ ِ ٍِ طَ ٌْزَّٝ َ أ٢ِ كِٚ ٣ْ َي٣َ ََْ كَ ُغ٣ َّٕخ ا ًَخ٤ِِّإٔ َػ َّ
192
rivayet hakkında, Sevrî‟nin “münker”1370 dediğini nakleder.1371 Ayrıca Hz. Ali‟nin
ellerini kaldırdığına dair bir rivayete de yer verir.1372
1370
Münker hadis, zayıf bir râvinin sika râvilere muhalif olarak rivayet ettiği ve bu rivayetiyle tek
kaldığı hadise denir. bk. Süyûtî, Tedrîbü‟r-râvî, I, 199; Haldun Ahdeb, Esbâbu ihtilâfi'l-
muhaddisîn, I, 378; Subhî es-Sâlih (trc. M. Yaşar Kandemir), Hadis Ġlimleri ve Hadis Istılahları,
162-163.
1371
Buhârî, Ref„u‟l-yedeyn fi's-salât, s. 49.
1372
Buhârî, Ref„u‟l-yedeyn fi's-salât, s. 46.
1373
Şeybânî, el-Hücce, I, 94; حكظظخف٢ كٚ٤ًٗ حٌٝ كٚ٣ي٣ ٍكغٝ َ حًح حكظظق حَُؿَ حُظالس ًزٚ٘ هللا ػ٢لش ٍػ٤٘ كٞهخٍ حر
َس حالكظظخف٤َ طٌز٤َ حُظالس ؿ٤ء ٖٓ طٌز٢ ش٢ٔخ كَٜكؼ٣ ُْٝ حُظالس
1374
Şeybânî, el-Hücce, I, 94; ٢َكؼخٕ ك٣ ٔخ الٜٗى حٞػزي هللا رٖ ٓٔؼٝ ؽخُذ٢ رٖ حر٢ِهخٍ ٓلٔي رٖ حُلٖٔ ؿخء حُؼزض ػٖ ػٝ
َس حالكظظخف٤ طٌز٢ء ٖٓ ًُي حال ك٢ش
1375
Şeybânî, el-Âsâr, I, 142; ٢َُُٝي رَ ْؼ َي حُ َٔ ََّ ِس حال
َ ِطالَط َ ٣ْ َ َي٣ ال طََْ كَ ْغ: ٍَ هَخَّٚٗ َْ ح٤ٛرََِ َـَ٘خ ػ َْٖ ح ْر ََح
َ ْٖ ِٓ ٍء٢َ ش٢ِي ك
1376
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 58-59.
193
söylemek mümkünse de tevâtürünün şöhret derecesine ulaştığını söylemek oldukça
zordur. Ayrıca en-Nehaî‟nin gelen bu rivayeti sahih kabul etmekle beraber râvinin
durumuna hamlederek tevil etmesi bu tür rivayetlerin kendilerine farklı tariklerle
gelmediğini göstermektedir. Çünkü ilerde zikredileceği üzere on yedi tarikten gelen
bir hadisin tüm tariklerini bu hadiste olduğu gibi yorumlamak hadis kriterleri
açısından yeterli olmaz.
Burada dikkat çeken diğer bir husus, gerek İmam Ebû Yûsuf gerekse İmam
Muhammed‟in zikrettiği rivayetlerin doğrudan Hz. Peygamber‟in söz veya fiilini
değil, Hz. Ali ve İbn Mes„ûd‟un uygulamaları ile en-Nehaî‟nin sözlerini içermesidir.
1377
Şeybânî, el-Âsâr, I, 283; َظَوَ َّي َّ حََُّح ًِذُ أَ َٓخ َّ ْحُ َـَ٘خ َُ ِس٣ ْٕ َُ أََٙ ٌْ ُ٣ ٍ هخ، ْ٤ٛ ػٖ ارَح، ػٖ كٔخى، لش٤٘ ك٢ ػٖ أرٚ٤ػٖ أر
1378
Ebû Yûsuf, el-Âsâr, I, 48; ه ََ ِس َّاال٥غ رَ ْؼ َي ْحُ ِؼشَخ ِء ح٣ َ ُ ْحُ َل ِيََٙ ٌْ َ٣ َُٕ ًَخََّٚٗ أ، ْ٤ٛ ػٖ ارَح، ػٖ كٔخى، لش٤٘ ك٢ ػٖ أرٚ٤ػٖ أر
ٍَْ ٤ َه٢ك
ِ
1379
İmam Mâlik, bu konuda Abdullah b. Ömer‟den “Hz. Peygamber namaza baĢladığında
omuzlarına kadar ellerini kaldırırdı. Rükûa giderken ve rükûdan doğrulurken de ellerini
kaldırırdı.” mealindeki hadisi ve benzerlerini zikreder. bk. Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 57.
194
3. Mezhep Ġmamları Sonrası Hanefî Kaynaklarında Yer Alan Diğer
Rivayetler
1380
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 196; Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I, 257; Ebû Dâvûd, “Salât”,
118 (752); ُىَُٞؼ٣ َ ػُ َّْ الِٚ ٤ْ ًَُٗ ُذ ِٓ ْٖ أ َّ ٍَ ٍَُٞٓ َّٕ ََػ ِٖ ْحُزَ ََح ِء أ
َّ ُ ًَخَٕ اِ ًَح ح ْكظَظَ َق ح-ِْٓٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ِط- ِهللا
ٍ ٣َِ َ ه٠َُِ اِٚ ٣ْ َ َي٣ ظالَسَ ٍَكَ َغ
1381
Ebû Dâvûd, “Salât”, 118 (751); Beyhakî, Ma„rifetü‟s-sünen, II, 418; ػ٘خ١َُِٛكيػ٘خ ػزي هللا رٖ ٓلٔي ح
" ىٞؼ٣ كش رؼي " ػْ الٌُٞخٕ هخٍ ُ٘خ رخ٤ى " هخٍ ٓلٞؼ٣ وَ " ػْ ال٣ ُْ ي٣َغ ش٣ كيٞي ٗل٣ِ٣ ٖخٕ ػ٤ٓل
1382
Ebû Dâvûd, “Salât”, 118 (751); ح "ػْ الًٌَٝ٣ ُْ ي٣ِ٣ ْٖ ػ٣ٍحرٖ اىٝ هخُيٝ ْ٤شٛ غ٣ٌح حُليٛ ٍٟٝٝ ىٝ ىحٞهخٍ أر
"ىٞؼ٣
1383
Evzâî, Sünenü‟l-Evzâî, s. 147; İbn Hacer, et-Takrîbü‟t-tehzîb, s. 601; Azîmâbâdî, Avnü‟l-ma„bûd,
II, 342.
1384
İbnü'l-Mülakkın, el-Bedrü‟l-münîr, III, 487.
1385
Humeydî (v. 219), Mekke âlimlerinden ve Buhârî‟nin hocalarından olup hâfız ve hüccet bir
âlimdir.
195
yapan biri olduğunu söyler.1386
*Dârekutnî, “ ُىَُٞؼ٣ ”ػُ َّْ الkısmını zikretmeksizin hadisi Yezîd b. Ebî Ziyâd
yoluyla el-Berâ'dan rivayet etmiş ve doğrusunun da bu olduğunu ilave etmiştir.1387
*Yahyâ b. Maîn, Ahmed b. Hanbel, Buhârî, Bezzâr ve Dârimî‟nin de
aralarında bulunduğu birçok âlim “ ُىَُٞؼ٣ ”الilavesi sebebiyle Yezîd hadisinin sahih
olmadığını söylemişlerdir.1388
*Hadis hâfızları, “Sonra bir daha kaldırmazdı” cümlesinin hadisten olmayıp,
râvi Yezîd b. Ebî Ziyâd‟ın sözü olması sebebi ile haberin “müdrec”1389 olduğu
hususunda ittifak etmişlerdir. Nitekim Şu„be, Sevrî, Hâlid et-Tahhân, Züheyr ve diğer
hadis hâfızlarına ait rivayetlerde bu son kısım bulunmamaktadır.1390
*İbnü‟l-Kattân da “ ُىَُٞؼ٣ ”الcümlesi hariç hadisin diğer kısmının sahih
olduğunu söyler.1391
*Hanefîlerden Zeylaî, Beyhakî‟den naklen Yezîd b. Ebî Yezîd‟in önceleri
hafızasının sağlam olduğunu ama yaşlanınca kötüleştiğini, senetleri karıştırdığını ve
hadis metinlerinde eklemeler yaptığını nakleder.1392
*Aynî, İbn Adî‟den naklen Hüşeym ve Şerîk‟in mezkûr ziyade ile Yezîd‟den
rivayette bulunduğunu dolayısıyla Hattâbî‟nin “ ُىَُٞؼ٣ ”ػُ َّْ الkaydını “ġerîk‟den baĢkası
rivayet etmedi” şeklindeki sözün doğru olmadığını söyler. Aynî, ayrıca İclî‟nin Yezîd
hakkında „câizü‟l-hadîs‟, Yakup b. Süfyân‟ın „sika‟, Ebû Dâvûd‟un „Yezîd‟in hadisini
terkeden birini bilmiyorum‟ şeklindeki değerlendirmelerini nakleder.1393
*Elbânî, râvi Yezîd‟in de aralarında bulunduğu “ ُىَُٞؼ٣ ”ػُ َّْ الilavesiyle nakledilen
Berâ hadislerinin zayıf olduğunu belirtmektedir.1394
1386
Mübârekfûrî, Tuhfetü‟l-ahvezî, I, 552.
1387
Azîmâbâdî, Avnü‟l-ma„bûd, II, 342.
1388
İbn Kayyim el-Cevziyye, el-Menâru‟l-münîf, s. 138; Azîmâbâdî, Avnü‟l-ma„bûd, II, 342;
Şevkânî, Neylü‟l-evtâr, II, 210.
1389
Sözlükte, “bir Ģeyi bir Ģeye eklemek, ilave etmek” manasına gelen idrâc, hadis terimi olarak
“hadisin aslında olmayan sözlerin ona eklenmesi” işlemidir. Metninde veya isnadında, hadisin
aslından olmayan ziyadeleri ihtiva eden hadislere ise müdrec hadis denir. Râvi, hadisi rivayet
ederken, ona kendisinin veya başkasının sözünü de ekler ve dinleyen kimse de bu ziyadeyi
hadisten zanneder. (Nevevî, et-Takrîb ve‟t-te‟sîr, s. 160; Cezâirî, Tevcîhü'n-nazar ilâ usûli'l-eser,
II, 575.)
1390
Azîmâbâdî, Avnü‟l-ma„bûd, II, 342; Şevkânî, Neylü‟l-evtâr, II, 210.
1391
İbn Hacer, ed-Dirâye, I, 150.
1392
Zeylaî, Nasbu‟r-râye, I, 402.
1393
Aynî, Umdetü‟l-kârî, V, 273.
1394
Elbânî, Da„îfu sünen-i Ebî Dâvûd, s. 73-74.
196
Yukarıda nakledilen bilgilerden Berâ b. Âzib'in rivayet ettiği mezkûr hadisin,
râvi Yezîd‟in “Sonra bir daha ellerini kaldırmazdı” şeklindeki ilavesi sebebiyle zayıf
görüldüğü anlaşılmaktadır.
a) Mücâhid‟in bu rivayeti sahih1401 kabul edilse dahi İbn Ömer‟i gören Tâvûs,
Sâlim, Nâfî, Muhârib b. Disâr ve İbn Zübeyr‟in ondan rivayet ettiği Resûlullah‟ın
rükûa giderken ve rükûdan kalkarken ellerini kaldırdığına dair hadis,1402 tercih
1395
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 225; Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I, 257; : ٍي هخٖٛ ػٖ ٓـخ٤ػٖ كظ
ٖٓ حُظالس٠َُٝس حأل٤ حُظٌز٢ اال كٚ٣ي٣ َكغ٣ ٌٖ٣ ِْٔخ كٜ٘ هللا ػ٢ض هِق رٖ ػَٔ ٍػ٤ِط
1396
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, I, 268; Beyhakî, Ma„rifetü‟s-sünen, II, 428; ي هخٍ ٓخٖٛ ػٖ ٓـخ٤ػٖ كظ
لظظق٣ ٍ ٓخٝ ح٠ حال كٚ٣ي٣ َكغ٣ َٔض حرٖ ػ٣ٍح
1397
Beyhakî, Ma„rifetü‟s-sünen, II, 428; َس٤ حُظٌز٢ اال كٚ٣ي٣ َكغ٣ ِْض هِق رٖ ػَٔ ك٤ِ ط: ٍي هخٖٛ ػٖ ٓـخ٤ػٖ كظ
ٖٓ حُظالس٠ُٝحأل
1398
Debûsî, el-Esrâr, I, 127;يٛ هللا ػٖ ٓـخ٢ض هِق رٖ ػَٔ ٍػ٤ِ ط:ٔخٜ٘س ػِٞ حال الكظظخف حُظٚ٣ي٣ َكغ٣ ٍٖٙ كِْ ح٤ٓ٘ظ
1399
Buhârî, Ref„u‟l-yedeyn fi's-salât, s. 54, 55, 74, 150.
1400
Mücâhid‟in kendi uygulaması hakkındaki bazı rivayetler için bk. Buhârî, Ref„u‟l-yedeyn fi's-salât,
s. 121, 150.
1401
İbn Recep el-Hanbelî, Mücâhid‟in bu rivayetinin Ahmed b. Hanbel, Buhârî ve Dârekutnî
tarafından zayıf kabul edildiğini bildirir. bk. İbn Receb el-Hanbelî, Fethü‟l-bârî, VI, 331.
1402
Buhârî, “Sıfatü‟s-salât”, 4; İbn Mâce, “Salât”, 863; Nesâî, “İftitah”, 1, 2, 3; Beyhakî, Ma„rifetü‟s-
sünen, II, 404; İbn Hibbân, III, 129.
197
bakımından evlâdır. Zira söz konusu rivayet İbn Ömer‟in bu uygulamayı bizzat Hz.
Peygamber‟den gördüğünü ortaya koymaktadır.1403
Tahâvî ise bu durumu şöyle açıklamaya çalışır: “İbn Ömer önce Hz.
Peygamber‟in ellerini kaldırdığını görmüş, onun vefatı sonrasında ise bu uygulamayı
terk etmiştir. Bu da onun nazarında eski hükmü nesheden yeni bir delilin
bulunduğunu göstermektedir.”1406 Bu yaklaşım, Hanefî usûlcüleri tarafından haber-i
vâhidin kabulü hususunda benimsenen “Râvinin kendi rivayetine muhalif fetva
vermesi veya amel etmesi halinde, fetvası ve ameli rivayetine takdim edilir”
kaidesiyle yakından ilgilidir. Halbuki bu örnekte, Hanefîlerin istidlâl ettiği rivayetlerle
yetinilmeyip ellerin kaldırılmasına ilişkin tevâtür düzeyinde rivayetlerin bulunduğu
dikkate alındığı takdirde haber-i vâhid düzeyinde kalmış bir rivayet söz konusu
değildir.
Öte yandan, seyrek karşılaşılan bazı olaylar bakımından aralarında nesih
ilişkisi kurulabilecek iki uygulamadan söz edilebilirse de ellerin kaldırılması konusu
bu ihtimale elverişli değildir. Zira namaz her gün defalarca tekrarlanan bir ameldir. Şu
halde, İbn Ömer‟in elleri kaldırmadığına dair rivayet sahih kabul edildiği takdirde, bu
durumu Hz. Peygamber‟in bazen ellerini kaldırdığı bazen de kaldırmadığını görmüş
1403
Buhârî, Ref„u‟l-yedeyn fi's-salât, s. 74.
1404
Bu rivayet için bk. Buhârî, Ref„u‟l-yedeyn fi's-salât, s. 53; Hâşiye sahibi Bedî„uddîn Râşidî,
râvilerden el-Velîd b. Müslim‟in sika fakat müdellis bir râvi olduğunu zikretmektedir. Müdelles
hadis ise; râvisi (müdellis) görüşmediği ya da görüştüğü halde kendisinden hadis işitmediği
hocasından işittiği zannını uyandıracak biçimde rivayet edilen hadise denir. (İbn Hacer, en-Nüket,
s. 113; Süyûtî, Tedrîbü‟r-râvî, s. 186; Cezâirî, Tevcîhü'n-nazar ilâ usûli'l-eser, II, 566; Erul,
Bünyamin, “Tedlîs”, DĠA, XL, 262.)
1405
Buhârî, Ref„u‟l-yedeyn fi's-salât, s. 54.
1406
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 225; Benzer ifadeler için bk. Serahsî, el-Usûl, II, 6; Ali el-Kârî,
Fethü bâbi‟l-inâye, I, 257.
198
ve kendisinin de bu yönde uygulama yapmış olabileceği tarzında bir izaha
kavuşturulması daha uygun olur.
Ayrıca Tahâvî‟nin ileri sürdüğü İbn Ömer rivayetine ait hükmün, diğerlerinin
hükmünü neshedebilmesi bu rivayetin diğerlerine nispeten tarih bakımından sonra
olduğunun ispatına bağlıdır. Bunu tespit etmek ise oldukça zordur.
1407
Müslim, “Salât”, 119-120; Ebû Dâvûd, “Salât”, 190 (882); Debûsî, el-Esrâr, I, 127; َػ َْٖ َؿخرِ َِ ْر ِٖ َٓ ُٔ ََس
ٍ ْٔ ٍَ ُش٤ْ َخ أَ ًَْٗخدُ َهََّٜٗ ٌُ ْْ ًَؤ٣ ِي٣ْ َ أ٢ أَ ٍَح ًُ ْْ ٍَحكِ ِؼ٢ُِ ح: ٍَ ِْٓ ـ كَوَخٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ِ ٍُ هللاِ ـ طٍَُٞٓ َ٘خ٤ْ َِ َه ََ َؽ َػ: ٍَ ؛ هَخ
حُظَّال ِس٢ِح كٌُُٞ٘ ْٓ ْ ؟ ح
1408
Hanefî kaynaklarında zikredilen حُظ ََّال ِس٢َِ ٌُ ْْ ك٣ ِي٣ْ َح أُّٞ ًُلَٝ حُظ ََّال ِس٢ِح كٌُُٞ٘ ْٓ ُ“ حNamazda sakin olunuz ve
ellerinizi bağlayınız” mealindeki hadis bu rivayeti destekler mahiyettedir. (Cessâs, Ahkâmü‟l-
Kur‟ân, III, 372.)
1409
Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 207; İtkânî, Mukaddime fî terki ref‟i‟l-yed fi‟s-salât, s. 8.
1410
İtkânî, Mukaddime fî terki ref‟i‟l-yed fi‟s-salât, s. 8.
1411
Hanefîlere göre teşehhüd sırasında kişi “eĢhedü enlâ ilâhe illallâh” dediği sırada işaret parmağını
kaldırması sünnettir. bk. Ali el-Kârî, Tezyînü‟l-ibâre li tahsîni‟l-iĢâre, s. 63-64; Tehânevî, Ġ„lâü's-
199
zâhiren sükûne aykırı olduğu halde Hanefîlerce de sünnet kabul edilmektedir.1412
Buna göre ref„u‟l-yedeyn‟in de nassa dayalı olduğunun kabulü halinde bunu amel-i
kesir çerçevesinde değerlendirmek isabetli olmaz.
Diğer taraftan Hanefî mezhebi içinde amel-i kesirin tarifi hususunda da tam bir
ittifakın söz konusu olmadığı görülmektedir. Konevî‟nin de belirttiği gibi bazıları
amel-i kesiri, namaz kılan kişinin çok gördüğü hareket olarak sınırlarken diğer bir
kısmı dışarıdan bakan kişinin takdiri gibi izafi bir duruma bağlamaktadır. Bazıları ise
amel-i kesiri böyle bir nisbilikten uzak, belli sayılarla sınırlama cihetine gitmiş ve elin
tek hareketini amel-i yesir (namaza zarar vermeyen amel) kabul edip, iki veya üç
hareketini amel-i kesir saymıştır. Tüm bu rivayetlere rağmen Konevî, ref„u‟l-
yedeyn‟in namazı ifsât edecek derecede bir amel olmadığını savunur.1413
sünen, III, 104; Ayrıca Kettânî, bu konudaki rivayetleri mütevâtir hadisler arasında zikretmektedir.
(Nazmü'l-mütenâsir mine'l-hadîsi'l-mütevâtir, s. 106-108.)
1412
Tehânevî, Ġ„lâü's-sünen, III, 9-10.
1413
Süleymaniye Ktp., Fazıl Ahmed Paşa, nr. 1606, vr. 174/b.
1414
Buhârî, Ref„u‟l-yedeyn fi's-salât, s. 90-91; Zeylaî, Nasbu‟r-râye, I, 393.
1415
Buhârî, Ref„u‟l-yedeyn fi's-salât, s. 91-2; Müslim, “Salât”, 120; Zeylaî, Nasbu‟r-râye, I, 393.
200
ettiğini söylediğini nakleder.1416
Debûsî‟nin el-Esrâr adlı eserinde İbn Abbâs ve İbn Ömer‟den gelen şu rivayet
zikredilmektedir: “Eller yedi yerde kaldırılır: Ġftitah tekbiri, kunut tekbiri, bayram
namazlarının tekbirleri ve hacdaki dört tekbir.”1418
Daha önce geçtiği üzere Ebû Yûsuf, el-Âsâr‟da ellerin yedi yerde kaldırılması
hususunda Ebû Hanîfe tariki ile İbrâhim en-Nehaî‟den şöyle bir nakilde
bulunmaktadır: “Eller yedi yerde kaldırılır: Namaza baĢlarken (iftitah tekbiri), vitir
namazında kunuttan önce, bayram namazlarında (zevâid tekbirleri), Hacer-i esved‟i
1416
İbn Teymiyye, el-Fetâvâ, XXII, 56.
1417
Nevevî, ġerhu‟l-Müslim, III, 403; İbnü‟l-Mülakkın, el-Bedrü‟l-münîr, III, 485.
ِ ْ ََ ِس٤ِ طَ ٌْز: َٖح ِؽَٞ َٓ َٓ ْز َؼ ِش٢ِ االَّ ك١ ِي٣ْ َالَ طَُْ كَ ُغ ْحأل
ِ حال ْكظِظ
1418
Debûsî, el-Esrâr, I, 127; Merğînânî, el-Hidâye, I, 131; َخف
ِّ ْحُ َلؾ٢ك
ِ ًَ ًَ ََ ْحألٍَْ رَ َغَٝ ِٖ ٣َي٤ص ْحُ ِؼ ِ ُُٞ٘ ََ ِس ْحُو٤ِطَ ٌْزَٝ ; Ayrıca Buhârî, Edebü‟l-müfred (s. 20)‟de muallak
ِ ََح٤طَ ٌْ ِزَٝ ص
olarak Veki„, İbn Ebî Leylâ, Hakem, Miksem yoluyla İbn Abbâs‟tan “Eller yedi yerde kaldırılır:
Namaza baĢlarken (iftitah tekbiri), Kâbe‟ye yönelirken, Safâ ve Merve tepesine çıkarken,
Arafat‟ta iken, Cem‟de, iki makamda ve iki cemreye taĢ atarken.” mealindeki hadisi rivayet eder.
Ayrıca Şu„be: “Hakem (el-Hakem b. Uteybe), Miksem‟den dört hadis rivayet etmiĢtir. Bu hadis,
onlardan biri olmaması sebebiyle mürsel ve gayr-i mahfûzdur.” şeklinde bir açıklama yapar. bk.
Zeylaî, Nasbu‟r-râye, I, 390. Gayr-i mahfûz ise sika veya zayıf râvilerin kendilerinden daha
güvenilir râvilere aykırı biçimde rivayet ettikleri hadise denir. (Aydınlı, Abdullah, “Şâz”, DĠA,
XXXVIII, 385.)
201
selamlarken, Safâ ve Merve‟de, Arafat‟ta, Cem (Müzdelife)‟de ve iki Cemre‟de.”1419
Ancak âlimler gerek İbn Abbâs ve İbn Ömer‟den gerekse İbrâhim en-
Nehaî‟den yapılan bu rivayetlerle ilgili bazı eleştirilerde bulunmaktadır.
Zeylaî hadisin bu lafızla garip olduğunu söyler.1420 el-Hakem, elleri
kaldırmanın yedi yerle sınırlandırılmasının vakıaya ters düşmesi ve bunların dışında
da ellerin kaldırıldığına dair pek çok hadisin mevcut olması sebebiyle bu hadisin sahih
olamayacağını söyler. Meselâ istiskâ (yağmur duası) namazından sonraki okunan dua
ile sabah ve vitir namazlarında kunut okunması sırasında da ellerin kaldırıldığına dair
mütevâtir derecesinde hadisler olduğu halde bu yedi yer arasında zikredilmediğini
ifade eder.1421 Hanefîlerden Sadruddîn İbn Ebi‟l-İzzde ellerin kaldırılmasını yedi yerle
sınırlayan hadisin geçersiz olduğunu söyler.1422
İbn Kayyim el-Cevziyye, her ne kadar ellerin yedi yerde kaldırıldığına dair
Hanefîlerce delil gösterilen İbn Abbâs ve İbn Ömer rivayetlerinin merfu olmadığını
söylese de1423 sırf merfu olmamasının Hanefî uslûlü bakımından sorun teşkil etmediği
bilinmektedir.
Bu rivayet, Ebû Hanîfe ile Evzâî (v. 157) arasında geçtiği söylenen şu
konuşmada1424 yer almaktadır1425: “Süfyân b. Uyeyne‟nin rivayet ettiğine göre Ebû
Hanîfe ve Evzâî Mekke'de Dâru‟l-Hannâtîn denilen yerde buluşurlar. Evzâî, Ebû
Hanîfe'ye hitaben rükûa giderken ve rükûdan kalkarken neden ellerinizi
kaldırmıyorsunuz? diye sorduğunda Ebû Hanîfe: „Çünkü Resûlullah'ın böyle
1419
Ebû Yûsuf, el-Âsâr, s. 21; Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, II, 131; Serahsî, el-Mebsût, I, 165,
483; IV, 23, 68; Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 199; ٢ ك: ٖحؽٞٓ ٓزؼش٢ ك١ي٣ طَكغ حأل: ٍ هخٚٗ أ، ْ٤ٛػٖ ارَح
ػ٘يٝ ، ؿٔغٝ ، ػَكخصٝ ، سَُٝٔحٝ حُظلخ٠ِػٝ ، َػ٘ي حٓظالّ حُلـٝ ، ٖ٣ي٤ حُؼ٢كٝ ، َطُٞ ح٢ص كٞ٘حكظظخف حُوٝ ، حكظظخف حُظالس
ٖ٤حُـَٔط
1420
Zeylaî, Nasbu‟r-râye, I, 390.
1421
Zeylaî, Nasbu‟r-râye, I, 391.
1422
Sadruddîn İbn Ebi‟l-İzz, et-Tenbîh, II, 523.
1423
İbn Kayyim el-Cevziyye, el-Menâru‟l-münîf fi‟s-sahîhi ve‟d-da„îf, s. 138.
1424
Serahsî, el-Mebsût, I, 14; Harizmî, Câmi„ü'l-mesânîd, I, 352-353.
1425
Bu münakaşanın bir benzerinin Evzâî ile Süfyân es-Sevrî arasında geçtiği de rivayet edilmektedir.
bk. Kal„acî, Muhammed Revvâs, Mevsûatu fıkhi Abdurrahmân el-Evzâî, s. 505-506.
202
yaptığına dair sahih bir rivayet yoktur. Ondan kaldırmıyoruz.‟ der. Evzâî: „Nasıl olur?
Bana Zührî, Sâlim‟den O da babası (İbn Ömer)‟den rivayet ettiğine göre Resûlullah
namaza başlarken, rükûa giderken ve rükûdan kalkarken ellerini kaldırırdı.‟ dedi. Ebû
Hanîfe bunun üzerine dedi ki: „Bize Hammâd, İbrâhim'den, O da Alkame ve
Esved‟ten, onlar da İbn Mes„ûd‟dan rivayet ettiğine göre “Resûlullah (sadece)
namaza baĢlarken ellerini kaldırırdı.” Evzâî: „Ben sana Zührî, Sâlim ve babasından
hadis naklediyorum, sen hala Hammâd, İbrâhim'den rivayet etti, diyorsun.‟ dedi.
Bunun üzerine Ebû Hanîfe: „Hammâd, Zührî‟den, İbrâhim de, Sâlim'den daha
fakihtir. Alkame ise İbn Ömer'den aşağı değildir, İbn Ömer'in ashâbtan olma fazileti
varsa, Esved'in de birçok fazileti vardır. İbn Mes„ûd‟un mevkii de malumdur.‟ dedi.
Evzâî bunun üzerine sustu.”1426
Ebû Hanîfe‟nin râvinin fıkhını, Evzâî‟nin ise âlî isnâdı (uluvu‟l-isnâd) tercih
1427
ettiği bu konuşmanın, sahih olduğunun kabul edilmesi durumunda, aynı konuda
farklı hüküm içeren iki hadisin varlığından söz edilebilir ve böyle bir durumun fıkıh
usûlünde “delillerin teâruzu ve teâruzu giderme yolları” başlığı altında yer alan
kurallara göre değerlendirilmesi gerekir. Ancak gerek Hanefîlere gerekse cumhura ait
eserlerde bu rivayetin sahih olduğu kabul edilerek söz konusu usûl kuralları
çerçevesinde ele alınıp tartışıldığına rastlanmamaktadır. Aksine Tehânevî, bu
rivayetin zayıf olduğunu belirtmektedir.1428
1426
Bu rivayetin bir benzeri Evzâî‟nin Sünen‟inde yer almaktadır. Bu rivayete göre Evzâî ile Sevrî,
Mina‟da karşılaşır. (Sünenü‟l-Evzâî, s. 147; İbn Receb el-Hanbelî, Fethü‟l-bârî, VI, 329.)
1427
İbnü‟l-Hümâm, Fethü‟l-kadîr, I, 311.
1428
Tehânevî, Ġ„lâü's-sünen, III, 74-75.
1429
Zeylaî, Tebyînü‟l-hakâik, I, 120; İbnü‟l-Hümâm, Fethü‟l-kadîr, I, 310; Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-
inâye, I, 257; Ebû Dâvûd, “Salât”, 118 (748); İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, I, 267; Nesâî, “Salât”,
َّ ٍِ ٍَُٞٓ َطالَس
1058; Tirmizî, “Salât”, 257; Ahmed b. Hanbel, III, 543 (3681); هللا٠ِط- ِهللا َ ُأَالَ أ
َ ْْ ٌُ ِ ر٠ِِّط
. اِالَّ َٓ ََّساِٚ ٣ْ َ َي٣ ََْ كَ ْغ٣ ْْ ََِ ك٠َِّظ
َ َ هَخ ٍَ ك-ِْٓٝ ٚ٤ِػ
203
Bu rivayet hakkındaki değerlendirmeleri/eleştirileri şöyle özetlemek
mümkündür:
*İbn Mübârek (v. 181),1430 konuyla ilgili olarak Sâlim‟in ellerin kaldırılması
hususunda rivayet ettiği hadisin sabit, fakat Abdullah b. Mes„ûd hadisinin
(uygulamasının) sabit olmadığını söyler.1431
*Ebû Dâvûd, bunun uzun bir rivayetin muhtasarı olduğunu ve bu lafızla
hadisin sahih olmadığını söyler.1432
*Tirmizî, her ne kadar bu hadisi naklettikten sonra hasen-sahih ifadesini
kullansa da1433 şârih Mübârekfûrî: “Ellerin kaldırılmasının neshine hükmedenler bu
hadisi delil getirmektedirler; fakat bu hadis zayıftır, hüccet olmaz. Nitekim bu babda
sahih hadis olmadığını göreceksin.” ifadesini kullanmaktadır.1434
*İbn Abdilber (v. 463), İbn Mes„ûd hadisinin illetli olduğunu, Bezzâr‟dan
naklen bu hadisin sabit olmadığını, bu sebeple hüccet olamayacağını belirtir.1435
*İbn Kayyim el-Cevziyye (v. 751), mezkûr rivayetin munkatı„ olup1436 sahih
olmadığını söyler.1437
*Azîmâbâdî, bu rivayetle ilgili olarak şunları eklemektedir: “Hanefîler ile İbn
1430
Bazı eserlerde Ebû Hanîfe ile öğrencisi Abdullah b. Mübârek arasında geçen şu konuşmaya yer
verilir: “Ben bir gün Ebû Hanîfe‟nin yanında namaz kıldım ve ellerimi kaldırdım. Bana:
„Korkarım ki uçacaksın.‟ dedi. Ben de: „Ġlk tekbirde uçmadığıma göre ikincisinde de uçmam.‟
dedim.” Bu konuşma hakkında Vekî şunu söyler: “Allah, Abdullah b. Mübârek‟e rahmet etsin,
hazır cevap biriydi.” bk. Zeylaî, Nasbu‟r-râye, I, 417; İbn Hacer, ed-Dirâye fî tahrîci ehâdîsi‟l-
Hidâye, I, 155. Bu konuşma sahih kabul edildiği takdirde şu sonuca varmak da mümkündür.
Şayet Ebû Hanîfe ellerin kaldırılması ile ilgili rivayetleri tahrimen mekruh olarak algılamış
olsaydı bu meseleyi mezkûr latife ile geçiştirmemesi aksine İbn Mübârek‟e namazını iade etmesi
gerektiğini söylemesi gerekirdi. Bu da Ebû Hanîfe‟nin ref„u‟l-yedeyni tahrimen mekruh
görmediğine işaret etmektedir.
1431
Buhârî, İbn Mübârek ve tâbiîlerinden Ali b. Hasan, Abdullah b. Osmân ve Yahyâ b. Yahyâ‟nın
ellerini kaldırdığını nakleder.Buhârî, Ref„u‟l-yedeyn fi's-salât, s. 32-33; Ayrıca İbn Hacer et-
Telhîs adlı eserinde Ebû Hanîfe‟nin talebelerinden İbn Mübârek‟in “İbn Mes„ûd hadisi benim
katımda sabit olmadı.” ifadesini nakleder; Ayrıca bk. İbn Kayyim el-Cevziyye, el-Menâru‟l-
münîf fi‟s-sahîh ve‟d- da„îf, s. 137; Beğavî, ġerhu‟s-sünne, III, 25; İbnü‟l-Arabî, Ârızatü‟l-ahvezî,
I, 265; Tirmizî, “Salât”, 257; Mübârekfûrî, Tuhfetü‟l-ahvezî, I, 553.
Ebû Dâvûd, “Salât”, 118 (748); َٞ ُٛ َْْ ٤ََُٝ ٍَ ٣ِٞ َغ ؽ َ ََ ٌَح ُٓ ْوظٛ َىُٝ ىَحَُٞ ٌَح حَُِّ ْلظوَخ ٍَ أَرٛ ٠َِق َػ٤
ٍ ٣ظ ٌَ ِٓ ْٖ َك ِي
1432
ٍ ظ ِل
َ ِر
1433
Tirmizî, “Salât”, 257.
1434
Mübârekfûrî, Tuhfetü‟l-ahvezî, I, 553.
1435
İbn Abdilber, et-Temhîd, IX, 215; .ٚلظؾ ر٣ الٝ ؼزض٣ غ ال٣ كيٞٛٝ ٍ رٌَ أكٔي رٖ ػَٔ حُزِحٞهخٍ أرٝ ; Fakat
Bezzâr‟da bu ifade yerinde hadisin muzdarip olduğu kaydı bulunmaktadır. bk. Bezzâr, el-
Bahrü'z-zehhâr, V, 47; حػطَحدٚؼ٣ كي٢ػخطْ كٝ ذ٤ًِ ٖ ػخطْ رٙحٍٝ غ٣ٌح حُليٛٝ
1436
Munkatı„ hadis, senedin başından ya da sonundan olmaksızın, peş peşe olmamak kaydıyla, bir ya
da birden fazla râvisi düşen hadise denir. bk. İbn Hacer, en-Nüket, s. 112.
1437
İbn Kayyim el-Cevziyye, el-Menâru‟l-münîf fi‟s-sahîh ve‟d-da„îf, s. 137.
204
Ebî Leylâ, İbn Mes„ûd hadisini (uygulamasını) delil kabul ederler. İftitah tekbirinden
başka ellerin kaldırılmasını doğru bulmazlar. Fakat bu hadis zayıf olduğu için bunu
delil göstermek doğru değildir.”1438
1438
Azîmâbâdî Avnü‟l-ma„bûd, II, 338.
1439
Zeylaî, Nasbu‟r-râye, I, 401; Leknevî, et-Ta„liku‟l-mümecced, I, 394.
1440
Ebû Dâvûd, “Salât”, 117 (743); Buhârî, Ref„u‟l-yedeyn fi's-salât, s. 83; Bu hadis Abdurahman b.
el-Esved ve Alkame tariki ile gelmiştir. Buhârî ve Ebû Dâvûd, “Bu hadis Sa„d‟a geldiğinde:
KardeĢim (Ġbn Mes„ûd) doğru söyler. Evet önceden böyle yapardık ama sonra dizleri kavramakla
emrolunduk.” der. Hattâbî, İbn Mes„ûd‟un bu hususta sahâbeye muhalif olduğunu söylemektedir
(Azîmabâdî, Avnü‟l-ma„bûd, II, 338). Tirmizî, İbn Mes„ûd‟un tatbîk ile ilgili hadisin ehl-i ilim
nazarında mensuh olduğunu söyler. bk. Tirmizî, “Salât”, 192; Zeylaî de tatbîk hadisine ait hükmün
mensuh olduğunu söyler. bk. Zeylaî, Nasbu‟r-râye 1, 374.
1441
Azîmâbâdî Avnü‟l-ma„bûd, II, 339; Leknevî, et-Ta„liku‟l-mümecced, I, 394.
1442
İbn Kudâme, el-Muğnî, II, 174.
1443
Leknevî, et-Ta„liku‟l-mümecced, I, 394.
1444
İbn Kudâme, el-Muğnî, II, 174; Ayrıca bk. Mûsâ b. Aliel-Emîr, Câbir b. Abdillah ve fıkhuh, I,
245.
205
*Leknevî, hadiscilerin bu hadis hakkında tenkitleri olduğunu fakat hadisin
birçok tarikleri olması sebebiyle hasen derecesinde sayılabileceğini iddia eder.1445
*Elbânî, en-Nesâî‟nin sahihlerini topladığı çalışmasında bu hadisin sahih
olduğunu söylemektedir. 1446
Yukarıda nakledilen bilgiler doğrultusunda Abdullah b. Mes„ûd‟un
uygulamasıyla ilgili bu rivayetin, bazılarınca sahih sayıldığı ancak çoğunluk
tarafından zayıf kabul edildiği anlaşılmaktadır.
Ebû Bekr el-Cessâs (v. 370/980), elleri kaldırma meselesinin kişinin tercihine
bırakılması gerektiğini savunmaktadır. Zira o, ezanda tercî„in1447 yapılması, kametin
tek lafızlarla okunması, rükûda ellerin kaldırılması, bayram ve teşrik tekbirleri gibi
meselelerin umûmü‟l-belvâ türünden ihtilâflı konular olduğunu,1448 dolayısıyla
bunların yapılmaları hususunda kişilerin muhayyer bırakılması gerektiğini söyler.1449
1445
Leknevî, et-Ta„liku‟l-mümecced, I, 388.
1446
Elbânî, Sahîhu süneni‟n-Nesâî, I, 228.
1447
Tercî„, müezzinin ezan sırasında şehâdeteynlafızlarını önce kısık daha sonra yüksek sesle
okumasıdır. (Cürcânî, et-Ta„rîfât, s. 51.)
Cessâs, Ahkâmü‟l-Kur‟ân, I, 282; َٝ ٖ٣َي٤ ََحص حُ ِؼ٤ِ طَ ٌْزَٝ عٞ ِ ًُ َُ َُ ح٤ِ ِ طَ ٌْز٢ِ ِٖ ك٣ََي٤ُ ٍَ ْك ِغ حَٝ حإلهخٓ ِشٝ ِٕ ََ أَ ْٓ َُ حألًح٤ِكَبٕ ه
1448
ُ ْ ْ َ
ْ هَ ِيَٝ ؛ِٚ ِ رَٟٞ َِن ِٓ َّٔخ َػ َّٔض حُز٣َ َِّخّ حُظَّ ْش٣أ
... ِٚ ٤ِح كٞحهظََِل
1449
Cessâs, Ahkâmü‟l-Kur‟ân, I, 282; ِٖٓ َخٛٞٗلٝ ِ ن٣َحُظشٝ
ِ ِٖ ٣ي٤َ حُ ِؼ٤طٌزٝ
ِ حإلهخٓ ِشٝ ِٕ ًًَص ِٓ ْٖ أَ ْٓ َِ حألًح
ُ َ ٓخ٤ٌح ٓزٛٝ
كخى٥ن ح٣َ ٖٓ ؽٚ٤ى رؼغ حألهزخٍ كٍٝٝ ُخ كٌُِي ؿخٜ٘ٓ َ حألكؼ٢خء كٜٖ حُلو٤اٗٔخ حُ ِوالَفُ رَٝ َخٜ٤َِٕ كََُّٝ٤ َٗلٖ ُٓ َو٢ٍ حُظٞٓحأل ِ
َ٤٤ حُظوٚؿٝ ٠ِ ػٚ٘ٓ ٔخ٤ِغ ًُي طؼ٤ٔ ؿٚ٘ٓ ٕ هي ًخ- ص٢ إٔ حُ٘ز٠ِلَٔ حألَٓ ػ٣ٝ
206
rükûdan kalkarken elleri kaldırmamaktır.” şeklinde bir ifade kullanır.1450 Bu ifadeden
hareketle, onun bu vb. delillerden rükûa varırken ve rükûdan kalkarken elleri
kaldırmanın “tenzihen mekruh” olduğu sonucunu çıkardığı söylenebilir.
Kâsânî (v. 587/1191) ise ellerin kaldırılmasına dair rivayet edilen hadislerin
Hz. Ali, İbn Mes„ûd ve İbn Ömer‟in rivayet ettiği hadisler sebebiyle mensuh
olduğunu, ayrıca ellerin kaldırılmamasının evlâ olduğunu ve bunun namazı
bozmayacağını fakat hakkında bir delil olmadığı halde kaldırmanın “bidat” olacağını
ve “namazı bozacağını” söyleyerek1452 konuyu kendinden önceki imamlardan farklı
bir üslüpla değerlendirmektedir. O‟nun ref„ul-yedeyn‟i bidat olarak
değerlendirmesinin, kendisinden sonra gelen bir kısım âlimlerin bunu tahrimen
mekruh şeklinde yorumlamasında etkili olduğu söylenebilir.
Ayrıca Serahsî ve Kâsânî, iftitah tekbirinde ellerin kaldırılmasındaki gayenin
cemaatle kılınan namazda imam arkasında bulunan sağır kişinin imamın ilk tekbirini
görmesi için olduğunu, dolayısıyla intikal tekbirlerinde buna ihtiyaç olmadığından
yapılmaması gerektiğini söylemektedir.1453 Serahsî, Kâsânî‟yle bu noktada hemfikir
olmakla beraber elleri kaldırmanın “bidat” olduğuna dair herhangi bir ifade
kullanmamaktadır.
ْ
ِ ًُ َُُّّ َِٖٓ ح ِ ِػ ْ٘ َي ٍَ ْك ِغ حََُّأٝ عٞ ِ ًُ َُُّ ِػ ْ٘ َي حٟي٣حُ َُّّٔ٘شُ حالَّ طَُْ كَ ُغ حال
1450
Debûsî, el-Esrâr, I, 127; عٞ
1451 ْ ْ ِ ْ ٍِ َكخ٢ِ كِٚ ِ ر٢َ ُْئط٣ َ ََس٤َِ ٌَح حُظَّ ٌْزٛ َّٕ َأ
Serahsî, el-Mebsût, I, 14; ِىُٞ ََ ِس حُ ُّٔـ٤ُِ ًَظَ ٌْزَٙ ِي ِػ ْ٘ َي٤ُُ َُّٖٔ ٍَك ُغ ح٣ َحال ْٗظِوَخ ٍِ كَال
1452
Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 208; Ayrıca bk. Kuhistânî, Câmi„ü‟r-rumûz, I, 97.
1453
Serahsî, el-Mebsût, I, 14; Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, II, 306.
1454
Merğînânî, el-Hidâye, I, 131; ٠َُُٝ ََ ِس ْحأل٤ حُظَّ ٌْ ِز٢ِ اِ َّال كِٚ ٣ْ َ َي٣ ََْ كَ ُغ٣ َالَٝ
207
Kâşgarî (v. 705/1305), Münyetü‟l-musallî adlı eserinde muhtemelen selefi
Kâsânî‟nin bidat görüşünden1455 hareketle ref„ul-yedeyn‟i “tahrîmen mekruh”
şeklinde mütalaa etmektedir.1456 Kâşgarî‟nin bu yorumu görebildiğimiz kadarıyla
Hanefî müdevvenatında bir ilk olup, sonraki dönem ulemâ için “tahrîmen mekruh”
hükmü hususunda kaynak olmuştur.1457
Kâşgarî‟nin böyle bir niteleme yapmasının Hanefî mezhebinin çok yaygın
olduğu Mâverâünnehir bölgesinde yaşamış olmasıyla yakın ilgisinin bulunduğu
söylenebilir. Zira müellifin daha sonra Yemen‟e yerleşmesi ve ref'u'l-yedeyni şiddetle
savunan Şâfiî mezhebine geçmesi1458 bizim bu tezimizi doğrular mahiyettedir. Öte
yandan Münye şârihi İbrâhim el-Halebî, -herhangi bir tercih belirtmemekle beraber-
Ebû Hanîfe‟den gelen bir rivayete göre elleri kaldırmanın namazı ifsât edeceğini
nakletmektedir.1459
Müellif konuyla ilgili olarak yer yer kıyas deliline de başvurmaktadır. Fakat
yaptığı bu kıyaslarda bazen mantıkî insicamı yakalamak mümkün olmamaktadır.
Meselâ İtkânî bir yerde “Haber ve eserler teâruz ettiği durumda kıyas deliline
1455
Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 208.
1456
Kâşgarî, Münyetü‟l-musalli ve ğunyetü‟l-mübtedî, s. 131; ٖٓ ّ ػ٘ي ٍكغ حَُأٝ عًَُٞ ػ٘ي حٚ٣ي٣ َكغ٣ ٕح
عًَُٞح
1457
Ayrıca bk. Kuhistânî, Câmi„ü‟r-rumûz, I, 97.
1458
Kayapınar, Hüseyin, “Münyetü‟l-musallî”, DĠA, XXXII, 32.
1459
İbrâhim el-Halebî, Halebî sağîr, s. 211; Ebû Hanîfe‟ye isnat edilen bu rivayet hususunda
Konevî‟nin değerlendirmeleri az ilerde zikredilecektir.
1460
İtkânî, Mukaddime, s. 92/a, Süleymaniye Ktp., Fatih, nr. 2269.
208
baĢvururuz. Zira kıyas Zâhirîler‟in dıĢında hüccettir.” ibaresini kullanır.1461 Halbuki
İtkânî‟nin işaret ettiği bu usûl kaidesi delillerin eşit olduğu durumlarda uygulanabilir.
Ref„u‟l-yedeyn meselesinde ise karşı tarafın dayanağını teşkil eden hadisler
Hanefîlerinkinden oldukça fazla olup birçok âlime göre tevâtür derecesindedir.
İtkânî, bundan sonra karşı tarafa ait on altısı merfu, üçü mürsel olmak üzere on
dokuz hadisi nakleder1463 ve hadis kriterlerine göre ikna edici olduğu söylenemeyecek
gerekçelerle bunların delil olma özelliğini zayıflatmaya çalışan açıklamalar yapar.
Meselâ İbn Mes„ûd‟un fakih ve faziletçe üstün olması sebebiyle karşı tarafın zikrettiği
Huveyris ve Vâil hadislerinin mercûh olduğunu söyler.1464 Halbuki bir hadisin
tercihinde rivayetin sahih olması esastır. Râvilerin fazileti birinci derecede cerh ve
ta„dîl kriteri değildir.
1461
İtkânî, Mukaddime, s. 108/a.
1462
İtkânî, Mukaddime, s. 106/a.
1463
İtkânî, Mukaddime, s. 101/b.
1464
İtkânî, Mukaddime, s. 110/a, 111/b.
1465
İtkânî, Mukaddime, s. 104/b.
209
Ayrıca musannifin bu üslûbu, isimlerini zikrettiği diğer âlimlerin gerçekten
Ebû Hanîfe gibi düşünüp düşünmediği şüphesini de akla getirmektedir. Keza müellif
karşı tarafın istidlâl ettiği bazı hadisleri Buhârî ve Müslim‟de yer almaması sebebiyle
cerh etmeye çalışmaktadır.1466 Burada iki yönden eksiklik görülmektedir. Öncelikle
bir hadisin sahih kabul edilmesi için bu iki kitapta olması gerekmediği gibi bunu cerh
sebebi saymak da doğru değildir.
1466
İtkânî, Mukaddime, s. 112/b.
1467
Leknevî, el-Fevâidü‟l-behiyye fî terâcimi‟l-Hanefîyye, s. 50.
1468
İbn Hacer, ed-Dürerü‟l-kâmine, I, 416.
1469
Süleymaniye Ktp., Yeni Cami, nr. 1186
1470
Müellifin altı sayfalık bu çalışması ayrıca Mukaddime fi ademi fesâdi's-salât bi ref„i‟l-yedeyn
ismiyle de kaleme alınmıştır. bk. Süleymaniye Ktp., Fazıl Ahmed Paşa, nr. 1606, vr. 173-175.
Fakat DİA‟da konuyla ilgili maddede risâleler arasındaki bu isim farklılığına değinilmemiştir.
(Yaşaroğlu, Kâmil, “Konevî”, DĠA, XXVI, 164.)
210
Musannif, buna ilave olarak el-Muhît ve Serahsî‟nin ġerhü‟l-Câmi„i‟s-
sağîr‟inden naklen Şâfiî bir imama uymanın câiz olacağını söyler. Konevî, İtkanî‟yi
dirâyet bakımından da tenkite tâbi tutar ve İmam Muhammed tariki ile Ebû Hanîfe‟ye
isnat edilen “Sabah namazını, kunut okuyan bir imamın arkasında kılan kiĢi sükût
eder, imama (kunutta) tâbi olmaz.” mealindeki rivayette geçen imam lafzının marife
veya nekire getirilmesinin manayı değiştirmediğini dolayısıyla imamın kunut okuması
veya ellerini kaldırmış olmasının mutlak anlamda imama uyma (iktida)ya mani
olmadığını ifade etmeye çalışır.1471 Müellif, ayrıca Ebû Hanîfe‟den böyle bir imama
iktida etmenin câiz olmadığına dair herhangi bir rivayetin de söz konusu olmadığını
aksine Hanefî birinin, Şâfiî imama uymasının câiz olacağına dair Kâdıhân ve el-
Hidâye gibi kaynakları referans gösterir.1472
Konevî ayrıca elleri kaldırmanın farz, vâcip ve nafile namazlar ile bayram
namazlarının tamamında yapılan namazın cinsinden ve rükünlerinden bir amel
olduğunu, şayet namazı bozan bir hareket olmuş olsaydı bu yerlerde meşrû olmaması
gerektiğini söyler. Konevî buna ilave olarak ref„u‟l-yedeyn meselesinin yeni bir konu
olmadığını İslâm‟ın ilk dönemlerinden beri uygulana gelen ve hiç kimsenin inkar
etmediği bir amel olduğunu, hatta bu konuda bir icmâ oluştuğunu belirtir.1473
1471
Süleymaniye Ktp., Fazıl Ahmed Paşa, nr. 1606, vr. 173/a.
1472
Süleymaniye Ktp., Fazıl Ahmed Paşa, nr. 1606, vr. 173/b.
1473
Süleymaniye Ktp., Fazıl Ahmed Paşa, nr. 1606, vr. 174/b.
1474
Zeylaî, Nasbu‟r-râye, I, 401-2; Leknevî, et-Ta„liku‟l-mümecced, I, 394; ٠َٔ ْ٘ َ٣ ْٕ َ ٍى أُٞ ح ْر ِٖ َٓ ْٔؼ٠َِاًح َؿخ َُ َػٝ
ِ ي٤َ ُ ٍَ ْك ِغ ْح٢ُِ كِٚٓؼ
ٖ٣َ ْ ُُ َُٞـ٣ ْقَ َال٤ًَ ظالَ ِس ْ
َّ ُ ح٢َِ ٌَح كٛ ََ ٓؼ
211
bu olsaydı kişinin namazını münferit kıldığı sırada Safâ ve Merve, Arafat ve iki cemre
sırasında ellerini kaldırmaması gerekirdi.1475
1475
Sadruddîn b. Ebi‟l-İzz, et-Tenbîh, II, 523.
1476
Dihlevî, Hüccetullâhi‟l-bâliğa, II, 25.
1477
Leknevî, et-Ta„liku‟l-mümecced, I, 388; َٖ٤ًِ ٍخ َّ ُ ُٓ ْـظَ ّاَح رِ ُل ْٔ ِٖ حُظَِّّٖ رِخ١ٝخ
ِ َّظ َلخرَ ِش حُظ ِ ط َي ٍَ َػ ِٖ حُطّ َل
َ ٌَ َٔخِٜ َ٘ ْٔ ِو٣َٞ أ َّٓخ َى ْػ
ََ ٤ِِ ْحُ َـ١ِٝ ََْ٣ َٝ ََ ِ٤ِ ْحُ َؼ٢َِ ْشل٣ َخ رِ َٔخٜ٤ْ ََِ ٍٖ َػٛ ََْض رِ ُٔز
ْ َٔ ٤ْ َُ َٝ ْ ِٓ ْٖ أَطْ َلخرَِ٘خِٛ َِْ ٤ َؿَٝ ٢ِ٘ ٤ْ ْحُ َؼَٝ ُّ َٔ ِخُٜحرْٖ حٝ
212
Keşmîrî ayrıca müteahhir âlimlerin “tahrimen mekruh” hükmüne varmalarında
Tahâvî‟nin nesh hususundaki usûlünün etkili olduğunu, zira onun fâdıla göre mefdûlü,
kuvvetliye göre zayıfı mensuh saydığını söyler.1478
1478
Keşmîrî, Feyzü‟l-bârî, II, 255-256.
1479
Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 9.
1480
İbn Kayyim el-Cevziyye, el-Menâru‟l-münîf fi‟s-sahîhi ve‟d-da„îf, s. 137.
213
“Allah, bu hadisi uyduranı rezil rüsvâ etsin!” şeklinde bedduada bulunmaktadır.1481
Oysa bu rivayetin Hanefî mezhebinin güvenilir kaynaklarında yer alan bir delil
olduğunu söylemek mümkün değildir.
(2) Sâlim‟den rivayete göre “Allah Resûlü (s.a.) namaz için iftitah tekbiri
aldığında, rükûa varmadan önce ve rükûdan doğrulduğunda ellerini omuzlarına
kadar kaldırırdı. Secdeler arasında ise ellerini kaldırmazdı.”1483
(3) İbn Ömer‟den rivayete göre1484 “Allah Resûlünü namaza kalktığı zaman,
ellerini omuzları hizasına kaldırdığını gördüm. Rükû için tekbir getirdiği ve rükûdan
baĢını kaldırdığında da böyle yapardı. Sonra: „Semi„allâhü limen hamideh‟ derdi.
Fakat secdelerde böyle yapmazdı.”1485
1481
İbn Kayyim el-Cevziyye, el-Menâru‟l-münîf fi‟s-sahîhi ve‟d-da„îf, s. 138.
1482
Buhârî, “Sıfatü‟s-salât”, 2; Müslim, “Salât”, 24 (391); ، َ اِ ًَح ح ْكظَظَ َق حُظَّالسِٚ ٤ْ َ َٓ ْ٘ ٌِزَٝ ٌْ َكِٚ ٣ْ َ َي٣ ََْ كَ ُغ٣ َٕهللاِ ًَخ َّ ٍَ ٍَُٞٓ َّٕ َأ
ْ َ ْ
)ُي حُ َل ْٔي َ ََُٝ ُ ٍَرََّ٘خٙهَخ ٍَ ( َٓ ِٔ َغ هللاُ ُ ِٖٔ َك ِٔ َيَٝ ؼاخ٣ْ ي أ َ ٌَُِ ًَ ُ َٔخٜ ٍَكَ َؼ، عٞ ِ ًُ َُُُّ َِٖٓ حَٚٓ اِ ًَح ٍَكَ َغ ٍَأَٝ ، عٞ ِ ًُ َُُِِّ ََ َّاِ ًَح ًَزَٝ
1483
Buhârî, “Sıfatü‟s-salât”, 2, 3; Müslim, “Salât”, 21(390); ُهللا َّ ٠َِّطَ ِ َ ٍَ َّٕ َ أِٚ ٤هللا ػ َْٖ أَ ِر
َّ
هللا ٍ ُٞ
ٓ ِ َّ ػ َْٖ َٓخُِ ِْ ْر ِٖ َػ ْز ِي
َ ْ َّ ُ اِ ًَح حكظَظَ َق حِٚ ٤ْ َ َٓ ْ٘ ٌِزَٝ ٌ َكِٚ ٣ْ َ َي٣ ََْ كَ ُغ٣ َٕ ََِّٓ َْ ًَخَٝ ِٚ ٤ْ ََِػ
ْ ْ
هَخ ٍَ َٓ ِٔ َغَٝ ؼخ ا٣ْ ي أ ِ ًُ َُُُّ ِٓ ْٖ حَٚٓ اِ ًَح ٍَكَ َغ ٍَأَٝ عٞ
َ ٌَُِ ًَ ُ َٔخٜع ٍَكَ َؼٞ ِ ًُ َُُِِّ ََ َّاِ ًَح ًَزَٝ َظ َالس
ِىُٞ حُ ُّٔـ٢ِي ك َ ًَُِ َُ َ ْل َؼ٣ ًَخَٕ َالَٝ ي ْحُ َل ْٔ ُي َّ
َ ََُٝ ُ ٍَرََّ٘خٙهللاُ ُِ َٔ ْٖ َك ِٔ َي
1484
Bu konuda İbn Ömer‟den gelen diğer rivayetler için bk. Buhârî, Ref„u‟l-yedeyn fi's-salât, s. 69;
Buhârî‟nin buradaki rivayetine göre Muhârib b. Dessâr der ki: “Abdullah b. Ömer‟i rükûda ellerini
kaldırırken gördüm. Ona bunun hakkında bir Ģey sorduğumda bana: „Peygamber (s.a.) ikinci
rekattan kalktığında ellerini kaldırırdı.‟ dedi.”
1485
Buhârî, “Sıfatü‟s-salât”, 4; َٕ ًَخَٝ ِٚ ٤ْ َ َٓ ْ٘ ٌِزَٝ ٌْ َٗخ َكٌُٞ َ ط٠َّ َكظِٚ ٣ْ َ َي٣ حُظ ََّال ِس ٍَكَ َغ٢ِ ََِّٓ َْ اِ ًَح هَخ َّ كَٝ ِٚ ٤ْ َِ هللاُ َػ٠َِّط َ ِ ٍَ هللاٍَُٞٓ ْض ُ ٣ٍََأ
َ ًَُِ َُ َ ْل َؼ٣ َالَٝ . )ُٙ ٍُ ( َٓ ِٔ َغ هللاُ ُِ َٔ ْٖ َك ِٔ َيَُٞو٣َٝ ع ْ َ ًَُِ َُ َ ْل َؼ٣َٝ عٞ َ ًَُِ َُ َ ْل َؼ٣
ِىُٞ حُ ُّٔـ٢ِي ك ِ ُٞ ً َُُُّ َِٖٓ حَٚٓ ي اِ ًَح ٍَكَ َغ ٍَأ ِ ًُ َُُِِّ َُ ُِّ ٌَز٣ َْٖ٤ي ِك
Müslim, “Salât”, 21(390); Nesâî, “İftitah”, 1, 2, 3; İbn Ömer hadisini Ebû Dâvûd, “Salât”, 116
(741); Tirmizî, “Salât”, 190 (255); Dârekutnî, I, 288; Beyhakî, Ma„rifetü‟s-sünen, II, 404.
214
(4) Nâfî‟den rivayete göre “Ġbn Ömer namaza baĢlarken tekbir alır ve ellerini
kaldırırdı. Rükû yaptığında iki elini kaldırırdı. (Yine) rükûdan kalkarken „semi„allâhü
limen hamideh‟ dediğinde ve ikinci rekattan kalktığında iki elini kaldırırdı.”1486
Buhârî‟nin on yedi olarak zikrettiği sahâbî sayısının daha fazla olduğunu ileri
süren âlimler de vardır.1489 Meselâ Buhârî şârihi Aynî, bu sayının on dokuz şeklinde
de rivayet edildiğini, hatta bunların içinde Hulefâ-yi Râşidîn ile Aşere-i
Mübeşşere'nin tamamının yer aldığını nakletmektedir.1490 Ebû Ca„fer el-Kettânî ise bu
sayının yirmi üç,1491 Beyhakî1492 ve İbn Kayyim el-Cevziyye otuz‟a yakın olduğunu
söyler.1493 Bedî„üddîn Râşidî, el-Irâkî‟nin, Fethü‟l-muğîs adlı eserinden naklen bu
husustaki hadislerin, aralarında cennetle müjdelenen sahâbîlerin de yer aldığı yaklaşık
elli kişilik bir topluluk tarafından rivayet edildiğini iddia etmektedir.1494 Hatta İbn
Hacer,1495 Süyûtî,1496 Kettânî, Zürkânî (1122/1710),1497 Keşmîrî (v.1350/1931)1498 ve
1486
Buhârî, “Sıfatü‟s-salât”, 4; İbn Mâce, “Salât”, 863; Beyhakî, Ma„rifetü‟s-sünen, II, 404; İbn
Hibbân, III, 129.
1487
Buhârî, Ref„u‟l-yedeyn fi's-salât, s. 22.
1488
Beyhakî, Ma„rifetü‟s-sünen ve‟l-âsâr, II, 417.
1489
İmam Şâfiî, İbn Ömer hadisi dışında bu konudaki râvi sayısının on iki olduğunu söylemektedir. bk.
Şâfiî, el-Ümm, I, 298.
1490
Aynî, Umdetü‟l-kârî, V, 272.
1491
Kettânî, Nazmü'l-mütenâsir mine'l-hadîsi'l-mütevâtir, s. 96-98.
1492
Bedî„uddîn Râşidî, HâĢiyetü Ref„u‟l-yedeyn fi's-salât, s. 30.
1493
İbn Kayyim el-Cevziyye, Zâdü‟l-me„âd, I, 218.
1494
Bedî„uddîn Râşidî, HâĢiyetü Ref„u‟l-yedeyn fi's-salât, s. 30.
1495
İbn Hacer, mütevâtir için belli bir sayı olmadığını rivayetin ilim ifade etmesi, râvilerin güvenilir
olması gibi keyfiyetin (bazen) kemmiyet yerine geçebileceğini hatta onun da üzerine
çıkabileceğini mescidlerin imarı, mestler üzerine mesh, ref„u‟l-yedeyn, şefaat, havz-ı kevser,
215
Mübârekfûrî (1353/1935)1499 gibi âlimler bu konudaki rivayetlerin tevâtür derecesine
ulaştığını söylemektedir.1500 Keza, Buhârî‟nin konuyla ilgili kaleme aldığı mustakil
eserin hâşiyesinde yukarıda ismi geçen ulemâya ilaveten İbn Kudâme, İbn Teymiyye
ve Leknevî‟nin1501 de bu konudaki hadisleri mütevâtir gördüğü kaydı yer
almaktadır.1502
ru‟yetüllah ve imamın Kureyş‟den olması gibi hadislerin bu kabilden olduğunu bildirir. bk.
Fethü‟l-bârî, I, 245-246; ي٣ِ طّٝ ٓوخّ حُؼيى أٞحس طوَُٝ ح٢ش ك٤ِحُظلخص حُؼٝ ٠حطَ رَ ٓخ أكخى حُؼِْ ًلٞ حُٔظ٢شظَؽ ك٣ ال
٢ؿي حال كٞ٣ حطَ الٞ إٔ ٓؼخٍ حُٔظ٠ ٖٓ حىػ٠ِ٘خى حَُى ػٛ ٘ض٤رٝ ٌَ شَف ٗوزش حُل٢كٝ غ٣ّ حُليِٞ ٌٗض ػ٢ كٚ ًٔخ هٍَطٚ٤ِػ
ش هللا٣ٍإٝ عٞحُلٝ حُشلخػشٝ ٖ٣ي٤ٍُكغ حٝ ٖ٤ حُول٠ِحُٔٔق ػٝ هلل ٓٔـيح٢٘غ ٖٓ ر٣خ كيٜ٘ٓ َس٤ ًؼٚ٘ض إٔ حٓؼِظ٤رٝ غ٣ٌح حُليٛ
ٕهللا حُٔٔظؼخٝ َ ًُي٤ؿٝ ش٣َحالثٔش ٖٓ هٝ َٙ حاله٢ك
1496
Süyûtî, Katfü‟l-ezhâri'l-mütenâsire fi'l-ahbârĠ'l-mütevâtire, s. 95-96 (thk. Halil Muhyiddîn Meys);
Ayrıca Süyûtî, mütevâtir hadis tanımını yaparken ref„u‟l-yedeyn ile ilgili hadislerin bu kabilden
olduğunu ve elli kişi tarafından rivayet edildiğini belirtir. (Tedrîbü‟r-râvî, II, 179.)
1497
Zürkânî, özellikle yukarıda Buhârî‟nin es-Sahîh‟inde ve diğer hadis mecmualarında zikredilen İbn
Ömer hadisinin mütevâtir olduğunu belirtir. (ġerhu‟l-Muvatta‟, I, 235); ًًَ َحطٞ ٓظٞٛ َٔغ حرٖ ػ٣كي
... ٖ٣ي٤ُ ؿِء ٍكغ ح٠ كٍٟحُزوخ
1498
Musannif bu eser (s. 22)‟de ال كَفٝ ٚ٘ٓ ٘ٔن٣ ُْ ٝ ػٔالٝ حطَ حٓ٘خىحٞحػِْ حٕ حَُكغ ٓظٝ ifadesine yer verirken
(http://www.ahlalhdeeth.com) Feyzü‟l-bârî adlı eserinin hâşiyesinde de aynı ibare geçmektedir.
bk. Keşmîrî, Feyzü‟l-bârî, II, 255.
1499
Mübârekfûrî‟nin, Süyûtî‟nin ref„u‟l-yedeyn ile ilgili hadislerin mütevâtir olduğuna dair sözünü
nakletmesi onun da aynı görüşte olduğunu ifade etmektedir. bk. Tuhfetü‟l-ahvezî, I, 553.
1500
Mübârekfûrî, Tuhfetü‟l-ahvezî, I, 553; Leknevî, et-Ta„liku‟l-mümecced, I, 385; غ٣ إ كي٢ؽٞ٤ُٔهخٍ ح
َٔخ هز٤ ِْٓ ًٔخ ػَكض كٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ِ ط٢حطَ ػٖ حُ٘زٞحَُكغ ٓظ
1501
Leknevî, el-Fevâidü‟l-behiyye fî terâcimi‟l-Hanefîyye, s. 50.
1502
Bedî„uddîn Râşidî, HâĢiyetü Ref„u‟l-yedeyn fi's-salât, s. 30.
1503
Buhârî, Ref„u‟l-yedeyn fi's-salât, s. 31; ؼزض٣ ُْٝ ، ٕ أكيِْٝٓ ىٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ِ ط٢ٔظؼٖ أكيح ٖٓ أطلخد حُ٘ز٣ ِْك
ٚ٣ي٣ َكغ٣ ُْ ِْٚٗٓ أٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ِ ط٢َ حُؼِْ ػٖ أكي ٖٓ أطلخد حُ٘زٛ ; ػ٘ي أİbn Hacer, Fethü‟l-bârî, II, 219.
Buhârî, Ref„u‟l-yedeyn fi's-salât, s. 127; َْٛ َٓ ْٖ رَ ْؼيَٝ حُِٔق ِ حطلخ٠ رٍيػش كوي ؽَؼََٖ كٟي٣ُػْ حٕ ٍكغ حال
1504
ِ ٝ ٢حُ٘ز
ِ د
ْٖ َٓ ....
216
bulan çok sayıda âlim bulunmaktadır. “Görüşlere Toplu Bakış” başlığı altında sahâbe,
tâbiîn ve mezhep imamları döneminin fakihlerinden bu grupta yer alan başlıca
âlimlerin isimleri zikredilmişti. Daha sonraki dönemlerde bu görüşün en güçlü
savunucuları arasında yer alan İbn Kayyim el-Cevziyye, Hz. Peygamber‟den bunun
hilafına bir şey sabit olmadığı gibi vefatına kadar her rekatta ellerini kaldırdığını
söyler.1505 İmam Beğavî de ellerin kaldırılmasına dair hadislerin daha sahih ve sabit
olduğundan dolayı onlara tâbi olmanın evlâ olduğunu belirtir.1506
D. Değerlendirme
1505
İbn Kayyim el-Cevziyye, Zâdü‟l-me„âd, I, 219.
1506
Beğavî, ġerhu‟s-sünne, III, 24.
1507
Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I, 377; ٢ حُ٘خك٠ِض ُٓوَ َّي ٌّ ػ ُ ِ ;حُ ُٔ ْؼزAli el-Kârî, yukarıdaki kaideyi
nakletmesine rağmen aynı eserin farklı bir yerinde ص ِ حإل ْػزَخ
ِ ْ ٠َِ ُٓوَ َّي ٌّ َػ٢ُ حَُّ٘ ْلَٝ “Nefiy, isbat üzerine
mukaddemdir.” ifadesini kullanmaktadır. bk. Fethü bâbi‟l-inâye, I, 239; Merğînânî, el-Hidâye, I,
115.
1508
Ahmed Muhammed Şâkir, Tirmizî, “Salât”, 191 (dp. 1)
1509
Aynî, Umdetü‟l-kârî, V, 273.
217
imamlarına ulaşmamış olma ihtimalidir. İkinci bir ihtimal ise Keşmîrî‟nin de yukarıda
ileri sürdüğü gibi müteahhir âlimlerin “tahrimen mekruh” hükmüne varmalarında
Tahâvî‟nin nesh hususundaki fâdıla göre mefdûlü, kuvvetliye göre zayıfı mensuh
saydığı yönündeki usûl yaklaşımıdır.
Yine Ebû Hanîfe‟ye yüz yirmi beş yerde itiraz eden İbn Ebî Şeybe‟nin,1511
ellerin kaldırılmasını ve kaldırılmamasını destekleyen on beşer rivayete yer vermiş1512
olmasına rağmen bu meselede Ebû Hanîfe‟ye itirazda bulunmaması dikkat çekicidir.
Müellif özellikle Hanefîlerin istidlâl ettiği Berâ b Âzib, İbn Mes„ûd ve Ebû Bekr en-
1510
Leknevî, el-Fevâidü‟l-behiyye fî terâcimi‟l-Hanefîyye, s. 50.
1511
Müellif, bu itirazlarını el-Musannef‟inde (VIII, 363-433.) “Kitâbu‟r-reddi alâ Ebî Hanîfe” adlı bab
başlığında toplamıştır.
1512
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, I, 265-268.
218
Nehşelî rivayetlerine yer verirken1513 Buhârî‟nin zikrettiği İbn Ömer, Sâlim ve Mâlik
b. Huveyris hadislerini de zikretmektedir.1514
1513
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, I, 267; İbn Receb el-Hanbelî, Fethü‟l-bârî, VI, 331.
1514
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, I, 265.
1515
İbn Kayyim el-Cevziyye, Zâdü‟l-me„âd, I, 975.
219
II. ĠMAMA UYAN KĠġĠNĠN FÂTĠHA OKUMASI
1516
el-Bakara, 2/238.
1517
Zelemî, Esbâbu ihtilâfi‟l-fukahâ fi‟l-ahkâmi‟Ģ-Ģer„iyye, s. 214. Mezkûr kaynakta bu mesele
delillerin teâruzu çerçevesinde değerlendirilmektedir.
1518
Leknevî, et-Ta„liku‟l-mümecced, I, 413. ( ٚأطلخرٝ لش٤٘ ك٢ًًَ أًؼَ أطلخر٘خ إٔ حُوَحءس هِق حإلٓخّ ػ٘ي أرٝ
ٔخ٣َ طلٌَٙٝٓ)
1519
Arapça aslı “sin” harfi olduğu için “sirrî” yazılması doğru olsa da Türkçe de “sır” şeklindeki
okunuş yaygın olduğu için bu şekil tercih edilmiştir.
220
Birinci görüşü benimseyenlerin başında Hz. Ali, İbn Mes„ûd, Cabîr b.
Abdillah, Zeyd b. Sâbit, Ebü‟d-Derdâ, Ebû Saîd, İbn Ömer, Enes b. Mâlik, İbn
Uyeyne, İbrâhim en-Nehaî, İbn Ebî Leylâ, Süfyân es-Sevrî, Hasan b. Hayy, Abdullah
b. Vehb, Eşheb ve Hanefîler yer almaktadır.1520 Bunlara göre imam ister cehrî isterse
sırrî okusun muktedî herhangi bir şey okumaz. Ancak yerinde görüleceği üzere Hanefî
mezhebi içinde konuya ilişkin farklı yaklaşımlar söz konusudur.
1520
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, I, 204; Cessâs, Ahkâmü‟l-Kur‟ân, III, 65; Merğînânî, el-
Hidâye, I, 55; Hattâbî, Me„âlimu‟s-sünen, I, 178; İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, IV, 228-229; Leknevî,
et-Ta„liku‟l-mümecced, I, 400; Aynî, Umdetü‟l-kârî, VI, 11.
1521
Buhârî, Hayru‟l-kelâm fi‟l-kırâ‟a halfe‟l-imâm adlı eserinin farklı yerlerinde (s. 47, 48, 49 vd.)
tâbiînden Saîd b. Cübeyr‟in de aralarında bulunduğu pek çok âlimin muktedînin her hâlükârda
kıraat yapmasını gerekli gördüğünü haber vermektedir. ( ٠ ٓخ ال حكظٝ َُٕٞٔ ٤ْ َٓ ٝ َ٤ي رٖ ؿُز٤ ٓؼٝ ٖٔهخٍ حُل
ْ ٝ ّوَأ هَ ِق حالٓخ٣ ٚٗ ح: َِْ حُؼٛ حٝ ٖ٤ )ٖٓ حُظخرؼFakat ileride görüleceği üzere gerek Ebû Yûsuf
ََ َٜإ َؿ
gerekse İmam Muhammed, Saîd b. Cübeyr‟in sadece öğle ve ikindi namazlarında muktedînin
kıraatini câiz gördüğünü nakletmektedir.
1522
Mâverdî, el-Hâvî, II, 141; İbnü‟d-Dehhân, Takvîmü‟n-nazar, I, 123; İbn Abdilber, et-Temhîd, XI,
39; Şâfiîlerden İbnü‟d-Dehhân, ilgili yerde kıraatin rükün olduğunu imama uymakla sâkit
olamayacağını, kıraati dinlemenin ise sünnet olduğunu dolayısıyla rüknün sünnetle
düşemeyeceğini söyler.
1523
Mervezî, Ġhtilâfü‟l-fukahâ, s. 132; Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, I, 205; İbnü‟l-Arabî,
Ârızatü‟l-ahvezî, II, 107; İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, IV, 228-229; Beğavî, ġerhu‟s-sünne, III, 46;
Leknevî, Ġmâmü'l-kelâm fîmâ yeteallaku bi'l-kırâ‟a, s. 63-64.
1524
Şâfiî, Ebû Sevr ve Evzâî imamın sekte yapmasının vâcip, İmam Mâlikîler ise sektenin mekruh
olduğu kanaatindedir. İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, IV, 238; Hattâbî, Me„âlimü‟s-sünen, I, 171.
1525
İbnü‟l-Arabî, Ârızatü‟l-ahvezî, II, 107; Ahkâmü‟l-Kur‟ân, II, 367; İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, II, 283;
Nevevî, ġerhu‟l-Müslim, IV, 113; Aynî, el-Binâye, II, 299; İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, IV, 247;
Leknevî, Ġmâmü'l-kelâm, s. 65.
221
zikredilmektedir: Saîd b. Müseyyeb, İbn Ömer,1526 Ubeyy İbn Ka„b, Sâlim b.
Abdullah, İbn Şihâb, Katâde, Zührî, Abdullah b. Mübârek,1527 İmam Mâlik,1528 kavl-i
kadîminde Şâfiî,1529 Ahmed b. Hanbel,1530 İshâk b. Râhûye1531 ve Taberî.1532 Bu
âlimlere göre cemaatin imamın gizli okuduğu yerde gizli okuması, açıktan okuduğu
yerde ise susması ve dinlemesi farzdır.1533
Bu konu fıkıh ve hadis eserlerinin ilgili bölümleri yanında ayrıca bazı özel
çalışmalarda ele alınmıştır. Bunların ilki imam arkasında kıraati savunan İmam
Buhârî‟ye ait “Hayru‟l-kelâm fî‟l-kırâ‟a halfe‟l-imâm” isimli risâledir. Onu Beyhakî
(v. 458), “el-Kırâ‟a halfe‟l-imâm” isimli eseriyle takip etmektedir.1534 İleriki
dönemlerde İbn Teymiyye (v. 728), bu konuyu el-Fetâvâ‟sında incelemiştir.1535 Son
1526
Kaynaklarda İbn Ömer, Hz. Ali ve İbn Mes„ûd hakkında farklı rivayetler yer almaktadır.
Bazılarında bu üç sahâbenin muktedînin hiçbir sûrette Fâtiha okuyamayacağı görüşünde olduğu
bilgisi zikredilerek birinci grup içinde, diğer bazılarında ise imamın gizli okuduğu yerde gizli
okuması, sesli okuduğu yerde susup dinlemesi gerektiği görüşünü savundukları ifade edilerek
üçüncü grup içinde sayılmaktadırlar. bk. Leknevî, et-Ta„liku‟l-mümecced, I, 400.
1527
Aynî, İbn Mübârek‟in ismini ikinci grup âlimler arasında zikrederken (Umdetü‟l-kârî, VI, 10.) İbn
Abdilber, üçüncü gruptan saymaktadır. (el-Ġstizkâr, IV, 228.)
1528
el-Muvatta‟ rivayetlerinde zikredildiği üzere İmam Mâlik‟e konuyla ilgili sorulduğunda “İmamın
cehri okuduğu yerde muktedî susar, sırrî okuduğu yerde okur.” cevabını verir. (el-Muvatta‟, I,
401, Mektebetü‟l-furkân; İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, IV, 228; et-Temhîd, XI, 30.) Fakat sonraki
dönem Mâlikîler, İmam Mâlik‟ten farklı olarak imamın sırrî okuduğu yerlerde muktedînin Fâtiha
okumasının sünnet, okumadığında kötü bir iş yapmış olacağını fakat namazın fâsit olmayacağını
söylemektedir. İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, IV, 246; Leknevî, Ġmâmü‟l-kelâm, s. 413 ( ذٌٛٓ َ٤كظلظ
ٚ طالطٚ٤ِلٔي ًُي ػ٣ الٝ خ كوي أٓخءًَٜٖٓ طٝ رخُوَحءس ٓ٘شٚ٤َٔ ك٣ ٔخ٤ إٔ حُوَحءس هِق حإلٓخّ كٚ)ٓخُي ػ٘ي أطلخر
1529
İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, IV, 229; Leknevî, et-Ta„liku‟l-mümecced, I, 400; Mübârekfûrî, Tahkîku'l-
kelâm fi vücûbi'l-kırâ‟a halfe'l-imâm, s. 42.
1530
İbn Kudâme, el-Kâfî, s. 87; Makdisî, el-Ġknâ„, I, 203; İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, IV, 229, 247;
Hattâbî, Me„âlimü‟s-sünen, I, 175; Aynî, Umdetü‟l-kârî, VI, 11.
1531
Beğavî, ġerhu‟s-sünne, III, 46.
1532
Taberî, sırrî namazlarda Fâtiha‟nın okunmasının sünnet olduğunu, terk edilmesi halinde namazın
fâsit olmayacağı görüşünü savunur. bk. Leknevî, Ġmâmü‟l-kelâm, s. 413; Bu itibarla Taberî‟yi bu
gruptakilerden farklı olarak dördüncü bir grupta saymamız da mümkündür.
1533
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, I, 205; Ahkâmü‟l-Kur‟ân, I, 247; İbnü‟l-Arabî, Ârızatü‟l-
ahvezî, II, 107; İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, IV, 228-9; Leknevî, et-Ta„liku‟l-mümecced, I, 400;
Mübârekfûrî, Tuhfetü'l-ahvezî, II, 519.
1534
Müellif bu eserinde Buhârî gibi imam arkasında kıraatin her hâlükârda vâcip olduğu görüşünü
savunmaktadır. bk. Beyhakî, el-Kırâ‟a halfe‟l-imâm, s. 11; Beyhakî konuyla ilgili dört yüz elli
rivayete yer vermektedir. Eserle ilgili bilgiler için ayrıca bk. Kandemir, Yaşar, “Beyhakî” DĠA,
VI, 59.
1535
İbn Teymiyye‟nin el-Fetâvâ (XXIII, 288-330)‟sında ele aldığı bu mesele, Ebû Meryem Mecdî
tarafından “Salâtü‟l-cemâ„a ve‟l-kırâ‟a halfe‟l-imâm” adı altında tahkîkli olarak neşredilmiştir.
Müellif mezkûr risâlede imamın cehrî okuduğu yerde cemaatin susacağını, fakat sırrî okuduğu
yerde ise Fâtiha okumasının efdal olacağını savunmaktadır. bk. Salâtü‟l-cemâ„a ve‟l-kırâ‟a
222
dönemde de Ebû'l-Ulâ Mübârekfûrî (v. 1935)‟nin kaleme aldığı Tahkîku‟l-kelâm fî
vücûbi‟l-kırâ‟a halfe‟l-imâm adlı eser zikredilebilir.1536
Karşı görüşü savunmak üzere de pek çok özel çalışma kaleme alınmıştır.
Bunlardan tespit edebildiğimiz kadarıyla bazıları şunlardır: Hanefî âlimlerinden
Muhammed b. Abdullah b. Ahmed et-Timurtaşî (v. 1004/1596)‟nin Hürmetü‟l-kırâ‟a
halfe‟l-imâm,1537 Abdülhay el-Leknevî1538 (v. 1304/1866)‟nin, Ġmâmü‟l-kelâm fî mâ
yeteallaku bi‟l-kırâ‟a halfe‟l-imâm ve Muhammed Enver Şâh el-Keşmîrî
(v. 1352/1933)‟nin Faslu‟l hitâb fî mes‟eleti ümmi‟l-kitâb.1539 Son olarak Zafer
Ahmed et-Tehânevî‟nin Fâtihatü‟l-kelâm fî kırâ‟ati halfe‟l imâm adlı eseri
zikredilebilir.1540
halfe‟l-imâm, s. 42-43 (thk. Ebû Meryem Mecdî Fethi İbrâhim). Dolayısıyla İbn Teymiyye‟yi bu
görüşüyle, imamın sırrî okuduğu yerde muktedînin Fâtiha okumasını vâcip gören Ahmed b.
Hanbel‟den ayrılmaktadır. Bu itibarla İbn Teymiyye bu gruptakilerden farklı olarak beşinci bir
grupta saymamız da mümkündür.
1536
Ebû'l-Ulâ Mübârekpûrî (Mübârekfûrî), bu çalışmasını eserin ön sözünde belirttiği üzere kendi
bölgesinde yaşayan ve imam arkasında kıraat yapmanın günah olduğunu iddia eden bazı Hanefî
âlimlerine reddiye olarak Urduca kaleme almıştır (Tahkîku'l-kelâm, s. 20). Daha sonra Arapçaya
tercüme edilen bu çalışma 2007‟de yayınlanmıştır. Müellifin hayatı ve eserleriyle ilgili olarak bk.
Özşenel, Mehmet, “Mübârekpûrî”, DĠA, XXXI, 429.
1537
İbn Âbidîn, Reddü‟l-muhtâr, I, 19.
1538
Leknevî, bu eserinde ilerde de zikredileceği üzere muktedînin Fâtiha okumasını vâcip görmemekle
beraber muhayyer olduğunu dolayısıyla Hanefîlerin genelinin iddia ettiği tahrimen mekruh
hükmünün doğru olmadığını savunmaktadır.
1539
Keşmîrî, Mecmû„atü resâili‟l-KeĢmîrî, I, 1-156. http://www.ahlalhdeeth.com; Konuyla ilgili diğer
eserler için bk. Mübârekfûrî, Tahkîku'l-kelâm fî vücûbi'l-kırâ‟a halfe'l-imâm, s. 17-19.
1540
Abdülfettâh Ebû Gudde, müellifin Kavâid fî ulûmi‟l-hadîs adlı eserine yazdığı mukaddimede
mezkûr eserden bahsetmektedir. s. 9; Ebû Gudde‟nin nakline göre müellif eserinde imama uyan
kişiye kıraatin vâcip olmadığını fakat muktedinin sırrî namazlarda kıraat yapabileceği sonucuna
varır.
223
muktedî kıraat yapmamalıdır.”1541 dediğini naklettiği gibi, el-Muvatta‟da da “Ġmam
ister cehrî isterse gizli okusun arkasında kıraat yoktur. (Konuyla alakalı) rivayetlerin
çoğu bu Ģekildedir. Bu, Ebû Hanîfe‟nin de görüĢüdür.”1542 diyerek bu görüşün bizzat
Ebû Hanîfe tarafından benimsendiğini açıkça ifade etmektedir.
İmam Ebû Yûsuf‟a ait eserlerde yer alan konuyla ilgili rivayetler tespit
edebildiğimiz kadarıyla şunlardır:
1541
Şeybânî, el-Hücce, I, 87 ( ِٚ ٤َِ َُ كٜ َْـ٣ َ َٓخ الَٝ رِ ْخُوِ ََح َء ِسِٚ ٤َِ َُ كٜ ْـ٣َ ظالَ ِس َٓخ َّ ُ ٍء َِٖٓ ح٢َ ش٢ِحال َٓ ِخّ ك ِ ْ َ الَ هِ ََح َءسَ َه ِْق: َلَش٤ِ٘ َكُٞهَخ ٍَ أَر
ْ
)رِخُوِ ََح َء ِس
1542
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 60 ( َٞ َُٛٝ ٍخ ِ َػ٥ص ػَخ َّٓشُ ْح ْ ي َؿخ َء َ ٌَُِ ََِْ رٜ َْـ٣ ْْ َُ َٔخ٤ِالَ كَٝ ِٚ ٤َِ ََ كٜ َٔخ َؿ٤ِ الَ هِ ََح َءسَ ه َِْقَ ح ِإل َٓ ِخّ ك: هَخ ٍَ ُٓ َل َّٔ ٌي
َ
َلَش٤ِ٘ َك٢ِْ ٍُ أرَٞ)ه
1543
Bu âlimler, mezkûr görüşlerini َخُْٜ طَ ِـذُ اػَخ َىط٣ِ َِ َْ ِش حُظَّلٛض َٓ َغ ًَ ََح ْ َ٣ط َال ٍس أُ ِّى
َ ًَُُّ “namazda tahrimen mekruh
olan bir amelin işlenmesi iadesini gerektirir” prensibiyle temellendirdikleri görülmektedir. bk.
Haskefî, Dürrü‟l-muhtâr (Reddü‟l-muhtâr ile beraber), I, 457.
1544
Leknevî, et-Ta„liku‟l-mümecced, I, 413.
1545
Merğînânî, el-Hidâye, I, 143.
224
(a) Ebû Yûsuf, el-Âsâr‟da Câbir b. Abdillah tariki ile gelen şu hadise yer
vermektedir: “Hz. Peygamber: „Kim imamın arkasında namaz kılarsa, imamın kıraati
onun da kıraatidir.‟ buyurdu.”1546 Hanefîlerin önemli delilleri arasında yer alan bu
hadisle ilgili değerlendirmelere İmam Muhammed‟in eserlerinde yer alan rivayetler
kısmında yer verilecektir.
(b) Ebû Yûsuf, yine aynı eserinde babası ve Ebû Hanîfe tariki ile
Hammâd‟dan gelen şu rivayete yer vermektedir: “Ġbrâhim ve Saîd b. Cübeyr sabah,
akĢam ve yatsı namazında imam arkasında kesinlikle okumayacakları hususunda
ittifak ettiler.”1547
(d) Ebû Yûsuf, el-Âsâr‟da babası ve Ebû Hanîfe tarikiyle Hammâd‟dan gelen
şu rivayete yer vermektedir: “(Saîd b. Cübeyr dedi ki:) Öğle ve ikindide imam
arkasında okuyun!”1549
Saîd b. Cübeyr‟in görüşüyle ilgili bilgiyi içeren rivayet bir yana bırakılırsa, Ebû
Yûsuf‟un aktardığı rivayetlerden, kendisinin ister cehrî ister sırrî namaz olsun
muktedînin, imamın kıraatiyle yetinmesi gerektiği kanaatinde olduğunu
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 61; َحإل َٓ ِخّ كَب ِ َّٕ هِ ََح َءس ِ ْ َ َه ِْق٠َِّط َ ْٖ َٓ ٍ هخٚٗحُٔالّ أٝ حُظالسٚ٤ِ ػ٢ػٖ ؿخرَ رٖ ػزي هللا ػٖ حُ٘ز
1546
ِْ ; Küçük lafız farklılıklarıyla beraber bk. İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, I, 414.
ٌُ هِ ََح َءسَُٚ ّحإل َٓ ِخ
1547
Ebû Yûsuf, el-Âsâr, s. 24; ّ حُوَحءس هِق حالٓخ٢َ ك٤ي رٖ ؿز٤ٓؼٝ ْ٤ٛلش ػٖ كٔخى ػٖ حرَح٤٘ ك٢ ػٖ حرٚ٤ٓق ػٖ حرٞ٣ ٞأر
َِ ْ ْحُلَـَٝ ْحُ َؼشَخ ِءَٝ د
ِ َِ ْحُ َٔ ْـ٢َِ ْو ََأَ َّٕ َه ِْقَ ح ِال َٓ ِخّ ك٣ هَخ ٍَ حؿْ ظَ َٔ َؼخ حَ ْٕ َال
1548
Ebû Yûsuf, el-Âsâr, s. 24; (َِ ْ ْحُ َؼظَٝ َِْ ٜحُظ ُّ ٢ِ َال كَٝ ُْ ٤ِٛ خٍ حِ ْر ََح َ َ)ه
1549
Ebû Yûsuf, el-Âsâr, s. 24; ( َٔخِٜ ٤ح ِكَُٝ ح ْه ََإ٤ ٍ َ ز ؿ
ُ ُْٖ ر ُ
ي ٤ؼ ٓ
َِ َ ٍخَ ه)
225
anlaşılmaktadır. Fakat eserinde muktedînin kıraatine ruhsat veren Saîd b. Cübeyr‟in
rivayetine de yer veren Ebû Yûsuf adına -sonraki Hanefî kaynaklarında belirtildiği
gibi-1550 Fâtiha okumanın tenzihen mekruh veya tahrimen mekruh olacağı yönünde bir
nitelendirme yapmak isabetli görülmemektedir.
İmam Muhammed‟e ait eserlerde yer alan konuyla ilgili görüş ve rivayetler
tespit edebildiğimiz kadarıyla şunlardır:
1550
Serahsî, el-Mebsût, I, 199 (حصِٞء ٖٓ حُظ٢ ش٢وَأ ك٣ الٚٗكش أٌَُٞ حٛذ ػ٘ي أٌُٛٔ ;)كخMerğînânî, el-Hidâye, I,
143; ََُٙ ٌْ ُ٣ُ َٔخٛ ; ِػ ْ٘ َيİbnü‟l-Hümâm, Fethü‟l-kadîr, I, 341 ( ٠ِػٝ ٌَٙ٣ ٍ ٓلٔي الٞ ه٠ِح إٔ ػًًَٝ و٘خ٣رؼغ ٓشخٝ
ٔخٍُٜٞ ٓلٔي ًوٞحُلن إٔ هٝ ٌَٙ٣ ٚٗ حُلظَ حَُحرغ حألطق أ٢ ػْ هخٍ كٌَٙ٣ ٔخُٜٞ ;)هLeknevî, et-Ta„liku‟l-mümecced,
I, 413 (ٔخ٣َ طلٌَٙٝٓ ٚأطلخرٝ لش٤٘ ك٢ًًَ أًؼَ أطلخر٘خ إٔ حُوَحءس هِق حإلٓخّ ػ٘ي أرٝ)
1551
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 60; َٞ َُٛٝ .ٍخ ِ َػ٥ص ػَخ َّٓشُ ْح
ْ ي َؿخ َءَ ٌَُِ ََِْ رٜ َْـ٣ ْْ َُ َٔخ٤ِالَ كَٝ ِٚ ٤َِ ََ كٜ َٔخ َؿ٤ِ الَ هِ ََح َءسَ ه َِْقَ ح ِإل َٓ ِخّ ك: هَخ ٍَ ُٓ َل َّٔ ٌي
َلَش٤ِ٘ َك٢ِْ ٍُ أَرَٞه
1552
Şeybânî, el-Hücce, I, 87; ِٚ ٤َِ َُ كٜ َْـ٣ َ َٓخ الَٝ رِ ْخُوِ ََح َء ِسِٚ ٤َِ َُ كٜ َْـ٣ ظالَ ِس َٓخ َّ ُ ٍء َِٖٓ ح٢َ ش٢ِحال َٓ ِخّ ك ِ ْ َ الَ هِ ََح َءسَ َه ِْق: َلَش٤ِ٘ َكُٞهَخ ٍَ أَر
رِ ْخُوِ ََح َء ِس
ِ حَٞ َِظ
َّ ُ ٍء ِٓ ْٖ ح٢َ ِ ْ ََ ْو ََأَ َه ِْق٣ ْٕ َ أ٢َ ْ٘زَ ِـ٣ َال: هَخ ٍَ ُٓ َل َّٔ ٌي
1553
Şeybânî, el-Âsâr, I, 155; ص ْ ش٢ِحإل َٓ ِخّ ك
1554
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 60; َ ْو ََ ْأ٣ ْْ ََِ ٍَ ًْ َؼشا ك٠َِّط َ ْٖ َٓ :ٍٞو٣ ٓٔغ ؿخرَ رٖ ػزي هللاٚٗٔخٕ أ٤ً ٖذ رٛٝ أهزَٗخ ٓخُي كيػ٘خ
ّحإل َٓ ِخ ْ َّ
ِ ٍَح َءَٝ ُظ َِّ اِال ُ ْ ُ
َ ٣ ْْ َََِخ رِؤ ِّّ حُوَْ آ ِٕ كٜ٤ِك
1555
Şeybânî, el-Hücce, I, 117.
226
Cessâs, Ahkâmü‟l-Kur‟ân‟da küçük lafız farklılıklarıyla aktarmaktadır.1557 Hanefî
kaynaklarında farklı metinlerle zikredilen bu rivayet hakkında muhaddislerin yapmış
oldukları yorumları şöyle özetlemek mümkündür.
1556
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 217; Müsned 62 (1028)
Cessâs, Ahkâmü‟l-Kur‟ân, III, 64; ٍَح َءَٝ ُظ َِّ َّاال ِ رَ ْؼ٢ِكَٝ ِهيَح ٌؽ٢َ ِٜ ََخ رِؤ ُ ِّّ ْحُوَُْ آ ِٕ كٜ٤َ ْو ََ ْأ ِك٣ ْْ َُ ط َالسا
َ ٣ ْْ َُ :َخٜؼ َ ٠َِّط
َ ْٖ َٓ
1557
ْ
ّحإل َٓ ِخ
ِ
1558
Tirmizî, “Salât”, 233 (313); ٍّحء حإلٓخٝ ٌٕٞ٣ ٕظَ اال أ٣ ِْخ رؤّ حُوَإٓ هٜ٤وَأ ك٣ ُْ ًٍؼش٠ِٖٓ ط
1559
Mevkûf hadis, “İsnadın Hz. Peygamber‟e ulaşmadan sahâbîde durması veya durdurulması”
şeklinde tarif edilmektedir. Nevevî, et-Takrîb (Tedrîbü‟r-râvî ile birlikte), I, 149; Cürcânî, et-
Tarîfât, s. 188; Aydınlı, Abdullah, “Mevkûf”, DĠA, XXIX, 437.
1560
Dârekutnî, I, 327; Kureşî, el-Hâvî fî beyâni âsâri‟t-Tahâvî, I, 505.
1561
Beyhakî, es-Sünenü‟l-kübrâ, II, 160.
1562
Mübârekfûrî, Tahkîku‟l-kelâm fî vücûbi'l- kırâ‟a halfe'l-imâm, s. 62.
227
usûlü kaynaklarında müstakil olarak ele alınırken fıkıh usûlü eserlerinde genelde
munkatı„ haberin kısımlarından sayılan mürsel1563 haber konusu içinde mütalaa
edilmektedir.1564 Muhaddislerin genelinin mürsel hadisleri hüccet saymamalarına
karşın Hanefîler sahâbe ve tâbiîn mürsellerini -arasında fark gözetmeksizin- ittifakla
delil kabul etmektedirler. Bu sebeple Atâ b. Ebî Rebâh, Saîd b. Müseyyeb, Şa„bî,
İbrâhim en-Nehaî, Ebû Âliye, Hasan-ı Basrî ve Mekhûl gibi tâbiîn âlimlerinin
mürselleriyle amel ederler.1565 Dolayısıyla mezkûr Câbir rivayeti her ne kadar
muhaddisler nezdinde zayıf görülse de Hanefîlerce hüccet sayılmaktadır.
1563
Mürsel hadis, tâbiînden bir râvinin, kendisiyle Hz. Peygamber arasındaki sahâbinin ismini
atlayarak “Hz. Peygamber şöyle dedi” şeklinde naklettiği hadise denir. Süyûtî, Tedrîbü‟r-râvî, I,
159-160; Cürcânî, et-Ta„rifât, s. 168; Cezâirî, Tevcîhü'n-nazar ilâ usûli'l-eser, II, 555.
1564
Pezdevî, Usûl, III, 5.
1565
Serahsî, Usûl, II, 360; Abdülazîz el-Buhârî, KeĢfü‟l-esrâr, III, 11; Mürsel hadisin hüccet olup
olmaması hususundaki görüşler ve sahipleri için bk. Polat, Selahattin, “Mürsel”, DĠA, XXXII, 53;
Ünal, İsmail Hakkı, Ebû Hanîfe‟nin Hadis AnlayıĢı, s. 199.
ِ ْ َ هَ ِْق٠َِّط
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 61; َحإل َٓ ِخّ كَب ِ َّٕ هِ ََح َءس َ ْٖ َٓ ٍ هخٚٗحُٔالّ أٝ حُظالسٚ٤ِ ػ٢ػٖ ؿخرَ رٖ ػزي هللا ػٖ حُ٘ز
1566
ْ
ٌُ هِ ََح َءسَُٚ ّحإل َٓ ِخ
ِ ; Küçük lafız değişikliği ile beraber bk. İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, I, 414.
Şeybânî, el-Asl, I, 273; 321, 339; ٌُ هِ ََح َءسَُٚ ّحإل َٓ ِخ ِ ْ َكَب ِ َّٕ هِ ََح َءس
1567
1568
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 217; Serahsî, el-Mebsût, I, 181; Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 111;
Merğînânî, el-Hidâye, I, 142; İbn Mâce, “İkâme”, 13; ٌُ هِ ََح َءسَُٚ ّحإل َٓ ِخ ِ ْ ُُ ا َٓخ ٌّ كَوِ ََح َءسَُٚ ََٕٓ ْٖ ًَخ
1569
Buhârî, Hayru‟l-kelâm fi‟l-kırâ‟a halfe‟l-imâm, s. 45; Leknevî, et-Ta„liku‟l-mümecced, I, 419.
1570
Dârekutnî, I, 323.
228
bulunduğunu belirtir.1571
*İbn Hacer bu hadisin, hadis hâfızları nezdinde zayıf olduğunu
bildirmektedir.1572
*İbn Hibbân bu hadisin, râvilerden Guneym b. Sâlim sebebiyle zayıf
olduğunu, bu rivayetle delil getirmenin doğru olmayacağını belirtmektedir.1573
*Leknevî Hanefîlerin en meşhur delili olan mezkûr hadisin, Enes b. Mâlik, İbn
Abbâs, Ebû Hüreyre, Ebû Saîd el-Hudrî, İbn Ömer ve Câbir b. Abdillah tarikleriyle
geldiğini, bazılarının kuvvetli bazılarının ise zayıf olduğunu bildirir.1574
Mezkûr hadisin pek çok tariki bulunmaktadır. Câbir b. Abdillah‟a isnat edilen
bu rivayetin bazı tariklerinde yalancılığıyla meşhur ve muhaddislerce hüccet kabul
edilmeyen Câbir el-Cu„fî1575 (v. 128) yer almaktadır.1576 Hatta Ebû Hanîfe‟nin onun
hakkında “Ondan daha yalancı kimse görmedim” dediği nakledilmektedir.1577
Aynî, Câbir el-Cu„fî tariki ile gelen hadise itiraz edilse dahi aynı hadisin başka
tariklerinin bulunduğunu hatta bunlardan birini İmam Muhammed‟in el-Muvatta‟da
Ebû Hanîfe‟den rivayet ettiğini bildirir.1578
Aynî, bu hadisin “َٕٔ ٖٓ حُوَآ٤ح ٓخ طٝ ”كخهَإâyetine muarız olmadığını, çünkü
حُٝ“ كَخ ْه ََأokuyunuz!” âyetinin genel ifadesidüşünüldüğü takdirde, âyetin imamın
kıraatinin, muktedînin kıraati için yeterli olduğuna işaret ettiğini söyler.1579
1571
Dârekutnî, I, 326; Aynî, Umdetü‟l-kârî, VI, 12.
1572
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, II, 283; Leknevî, et-Ta„liku‟l-mümecced, I, 418.
1573
İbn Hibbân, Kitâbü‟l-mecrûhîn mine‟l-muhaddisîn, II, 198.
1574
Leknevî, Ġmâmü‟l-kelâm, s. 199.
1575
Buhârî ve Müslim, şiî olduğu ileri sürülen râvi Câbir el-Cu„fî‟den herhangi bir rivayette
bulunmadığı gibi tenkite de tâbi tutmuşlardır. Ebû Dâvûd ondan tek bir rivayet zikrederken,
Tirmizî ve İbn Mâce‟nin râvileri arasında onun da bulunduğu birkaç hadisi naklettiği
görülmektedir. Ebû Hanîfe ve İbn Kuteybe ise onu yalancı, zayıf ve metrûk olarak nitelemişlerdir.
(Fığlalı, Ethem Ruhi, “Câbir el-Cu„fî”, DĠA, VI, 532.)
1576
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 217; İbn Hazm, el-Muhallâ, III, 242; Leknevî, et-Ta„liku‟l-
mümecced, I, 418; İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, IV, 240.
1577
İbn Hacer, ed-Dirâye, I, 162; Beyhakî, el-Kırâ„a halfe‟l-imâm, s. 158.
1578
Aynî, Umdetü‟l-kârî, VI, 12.
1579
Aynî, Umdetü‟l-kârî, VI, 13.
1580
Aynî, Umdetü‟l-kârî, VI, 14.
229
Aynî her ne kadar böyle bir yorum yapmış olsa da imamın sırrî okuduğu
rekatlarda cemaatin neye kulak verip dikkat kesileceği veya neyi tefekkür edeceği
soruları yine de cevapsız kalmaktadır.
(g) İmam Muhammed, el-Âsâr‟da yukarıda zikredilen altı rivayetin aksine Ebû
Hanîfe‟nin Hammâd‟dan onun da Saîd b. Cübeyr‟den naklettiği şu rivayete yer
vermektedir: “Ġmamın arkasında namaz kılarken öğle ve ikindide oku, bu ikisi dıĢında
okuma!”1584
1581
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 61; Tahâvî, Ahkâmü‟l-Kur‟ân, I, 250; ى ػٖ حُوَحءس هِقٞ ٓؤٍ ػزي هللا رٖ ٓٔؼ: ٍهخ
ُّ ى ْحإل َٓخ َ ٤َِ ٌْل٤َٓ ظالَ ِس ُش ْـالا
َ ي ًَح ِ ْٗ َ أ: ٍَ حإلٓخّ هَخ
ْ ظ
َّ ُ ح٢ِض كَب ِ َّٕ ك ِ
1582
İbn Abdilber, et-Temhîd, XI, 30.
1583
Beyhakî, es-Sünenü‟l-kübrâ, II, 160-161.
Şeybânî, el-Âsâr, I, 155; ، َِ ْ ْحُ َؼظَٝ َِ ْٜ حُظ ِ ْ َ " ح ْه ََ ْأ ه َِْق: ٍَ هَخ، َ٤
ُّ ٢ِحإل َٓ ِخّ ك ٍ َ ِي ْر ِٖ ُؿز٤ ػ َْٖ َٓ ِؼ، ػ َْٖ َك َّٔخ ٍى، َلَش٤ِ٘ َكُٞأَ ْهزَ َََٗخ أَر
1584
230
naklettikleri mezkûr rivayetin yanında İmam Muhammed‟in rivayet ettiği “Ġmam
arkasında namaz kılan kiĢinin bir Ģey okuması gerekmez.”1585 şeklindeki ifadeler ilk
anda her iki imamın hatta imamın sırrî okuduğu yerlerde muktedînin Fâtiha‟yı
okuyabileceği izlemini vermektedir. Fakat İmameyn‟den gelen diğer rivayetler bir
bütün olarak incelendiğinde onların muktedînin imam arkasında Fâtiha okumasını
câiz görmedikleri anlaşılmaktadır. Nitekim daha sonra gelen ulemânın çoğunluğu da
bu şekilde anlamıştır. Bir kısım müteahhir ulemâ ise muhtemelen İmam
Muhammed‟in Saîd b. Cübeyr‟den naklettiği rivayetten hareketle onun muktedînin
kıraatini müstahsen (câiz) gördüğü yorumunu yapmışlardır. Nitekim ilerde görüleceği
üzere bu tür temayüllere el-Hidâye ve sonrası eserlerde rastlamak mümkündür.
Buna ilave olarak o, Hanefî fıkıh kitaplarında iki imamın eski görüşlerinden
rücû ettiklerine dair bilgilerin zikredilmediğini, şayet zikredilmiş olsaydı (bugün) bu
ihtilâfın olmayacağını söylemektedir.1588 Osmân b. Cum„a, her ne kadar Leknevî‟den
naklen İmam Şa„rânî‟nin el-Mîzân‟ını referans göstermiş olsa da yaptığımız inceleme
sonunda mezkûr eserin konuyla ilgili bölümlerinde böyle bir ifadeye
rastlayamadığımızı belirtmemiz gerekir.
231
olabileceğini söylemektedir.1589
1589
Tehânevî, Ġ„lâü's-sünen, IV, 104.
1590
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 217; a.mlf, Ahkâmü‟l-Kur‟ân, I, 246; Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I,
111; Zuhaylî, el-Fıkhu‟l-Ġslâmî ve edilletüh, II, 833;حٞ كبًح هَأ كؤٗظظٚ ُْئطَ َّْ ر٤ُِ ُّ حإل َٓخ ِ ْ ََ ;اَّٗ َٔخ ُؿ ِؼEbû Dâvûd,
“Salât”, 68 (604); İbn Mâce, “Salât”, 846; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, I, 414.
1591
Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„,I, 111; اِ ًَحَٝ حَُِّٝ كَب ِ ًَح ًَز َََّ كَ ٌَزِٚ ٤َِح َػُٞ كَ َال ط َْوظَِِلِٚ ِ ُْئطَ َّْ ر٤ُِ ُّ حإل َٓخ
ِ ْ ََ ٌٍ اَّٗ َٔخ ُؿ ِؼُٜٞغ َٓ ْش ٍ ٣ َك ِي٢ِهَخ ٍَ كَٝ
ْ
ِ ص ِػ ْ٘ َي هِ ََح َء ِس
ّحإل َٓ ِخ َ ُ ْ َ َ
ِ ْٗ هَ ََأ كَؤ
ِ ٌُٞ ُّٔ ُغ أ ْٓ ٌَ رِخ٣ح حُ َل ِيُٞظظ
1592
Buhârî, Hayru‟l-kelâm fi‟l-kırâ‟a halfe‟l-imâm, s. 130-1.
1593
Vehm, râvinin rivayetinde mürsel veya munkatı„ olan bir hadisi vasletmesi veya bir hadisi diğerine
katarak karıştırması gibi zapt vasfındaki bir kusurunu ifade eder. Vehm, hadise ait cerh
sebeplerinden biridir.
1594
Ebû Dâvûd, “Salât”, 68 (604); ٠َِ ُْ ِػ ْ٘ َيَٗخ ِٓ ْٖ أَرَٛٞ ُظَ ٍش ْحُٞض رِ َٔلْ ل ْ َٔ ٤ْ َُ .» حُٞظظ ِ ْٗ َ اِ ًَح هَ ََأَ كَؤَٝ « ُخ َىس٣َ ِِّ ُ حِٙ ٌِ ََٛٝ َىُٝ ىَحُٞهَخ ٍَ أَر
. ;هَخُِ ٍيİbn Hacer, ed-Dirâye, I, 164; Beyhakî, es-Sünenü‟l-kübrâ, II, 155.
1595
Şevkânî, Neylü‟l-evtâr, II, 240.
232
Müslim‟in1596 de aynı hadisi Ebû Mûsâ el-Eş„arî tarikiyle zikrettiğini delil göstererek
hadisin bu ziyadeyle rivayet bakımından tek kalmadığını belirtir. Buna rağmen
Müslim‟in Ebû Hâlid rivayetine kitabında yer vermediği görülmektedir. Bunun nedeni
kendisine sorulduğunda Ebû Hâlid‟in kendi nazarında sika bir râvi olduğunu; fakat es-
Sahîh‟ine herkesin ittifak ettiği hadisleri aldığını söyler.1597
*Mübârekfûrî, Müslim ve Ahmed b. Hanbel hariç âlimlerin çoğunun bu
hadisin sahih olmadığı hususunda icmâ/ittifak ettiklerini bildirmektedir.1598
Müslim, “Salât”, 77 (411); حُٞظظ ِ ْٗ َ اِ ًَح هَ ََأَ كَؤَٝ حَُِّٝ كَب ِ ًَح ًَزَّ ََ كَ ٌَزِٚ ِ ُْئطَ َّْ ر٤ُِ ُّ حإل َٓخ
ِ ْ ََ اَّٗ َٔخ ُؿ ِؼ
1596
1597
İbnü‟l-Arabî, Ârızatü‟l-ahvezî, II, 110; Şevkânî, Neylü‟l-evtâr, II, 241; Sehârenfûrî, Bezlü'l-mechûd
fî halli Ebî Dâvûd, III, 506; Kureşî, el-Hâvî fî beyâni âsâri‟t-Tahâvî, I, 502.
1598
Mübârekfûrî, Ġbkârü‟l-minen fî tenkîdi âsâri‟s-sünen, s. 331.
1599
Cessâs, Ahkâmü‟l-Kur‟ân, III, 65; Aynî, el-Binâye, II, 298; Umdetü‟l-kârî, VI, 13; İbn Ebî Şeybe,
ْ ِطؤ َ ْحُل
el-Musannef, I, 412; َط ََس َ َٓ ْٖ هَ ََأَ ه َِْقَ ح ِإل َٓ ِخّ كَوَ ْي أَ ْه
1600
Buhârî, Hayru‟l-kelâm fi‟l-kırâ‟a halfe‟l-imâm, s. 50.
1601
Dârekutnî, I, 332.
1602
Abdürrezzâk, el-Musannef, II, 137 (2801)
1603
Aynî, Umdetü‟l-kârî, VI, 13; İbn Hacer, ed-Dirâye, I, 165; Dârekutnî, I, 332.
1604
Leknevî, Ġmâmü'l-kelâm, s. 57.
1605
Kureşî, el-Hâvî fî beyâni âsâri‟t-Tahâvî, I, 508.
233
(c) Abdullah b. Ömer rivayetleri
Tahâvî, bu konuda İbn Ömer‟den gelen iki farklı rivayete yer vermektedir.
a. Tahâvî, ġerhü Me„âni‟l-âsâr ve Ahkâmü‟l-Kur‟ân‟da Abdullah b. Ömer‟in
şöyle dediğini zikreder: “Ġmamın kıraati sana yeter.”1606
Dârekutnî, mezkûr hadisi İbn Abbâs tariki ile Hz. Peygamber‟den küçük
ilavelerle1607 naklettikten sonra Ahmed b. Hanbel‟in bu hadisi münker olarak
nitelediğini belirtir.1608
1606
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 220; Ahkâmü‟l-Kur‟ân, I, 250; ّي هَحءس حإلٓخ٤ٌل٣ : ٍ;ػزي هللا رٖ ػَٔ هخ
Cessâs, bu rivayeti Ebû Saîd‟den rivayet etmektedir. bk. Ahkâmü‟l-Kur‟ân, III, 65; İbn Ebî Şeybe
benzer bir rivayeti Hz. Ömer‟den nakletmektedir. (el-Musannef, I, 412.)
1607
Dârekutnî, I, 332; َٜ َؿٝ أ، َي هَحءس حإلٓخّ هخكض٤ٌل٣ ، :ٍ هخ-ّ حُٔالٚ٤ِ ػ-٢ ػٖ حُ٘ز،ّػٖ حرٖ ػزخ
1608
Dârekutnî, I, 333; ٌَ٘ٓ غ٣ كي:ٌٍح كوخٛ ّغ حرٖ ػزخ٣ كي٢ هِض ألكٔي حرٖ ك٘زَ ك:٠ٓٞٓ ٞهخٍ أر
1609
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 220; ٠ٍِ اًح طٞو٣ ّوَأ أكي هِق حإلٓخ٣ َٛ َ إٔ ػزي هللا رٖ ػَٔ ًخٕ اًح ٓج: ػٖ ٗخكغ
ّوَأ هِق حإلٓخ٣ ًخٕ ػزي هللا رٖ ػَٔ الٝ ّ هَحءس حإلٓخٚأكيًْ هِق حإلٓخّ كلٔز
1610
Buhârî, Hayru‟l-kelâm, s. 57.
1611
Tahâvî, Ahkâmü‟l-Kur‟ân, I, 252; َُٕٝ " أَطَ ْو ََء:ٍَ كَوَخ،ِٚ ِٜ ْؿَٞ ِ ػُ َّْ أَ ْهزَ ََ ر،َْ ََِّٓ َٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ َّ ٠َِّط
َ ِ ٍُ هللاٍَُٞٓ ٠َِّط ٍ ََٗػ َْٖ أ
َ :ٍَ هَخ،ْ
حُِٞ َال طَ ْل َؼ:ٍَ كَوَخ،َُ اَِّٗخ ََُ٘ ْل َؼ:حُُٞ كَوَخ،ُ ْْ ػَ َالػاخََُٜ كَ َٔؤ،حَُٞ ْو ََأُ؟ كَ َٔ ٌَظ٣ ُّ حإل َٓخ
ِ ْ َٝ
234
siz de mi okuyorsunuz? deyince sahâbe de: „Evet‟ dediler. Bunun üzerine Efendimiz:
„Böyle yapmayın ama kiĢinin içinden Fâtiha‟yı okuması baĢka.‟ buyurdu.”1612
1612
Buhârî, Hayru‟l-kelâm fi‟l kırâ‟a halfe‟l-imâm s. 60; َ ْوَأ ؟٣ ُّ حإل َٓخَٝ َُٕٝ أ طَ ْو ََأ:ٍُ هخَٚطالَط َ َ كََِ َّٔخ ه٢ حُّ٘ز٢ِّط
َ ٢ؼ َ
ِٚ ِٔ َٗ ْل٢ك دَخ
ِ ِ ِ ِظٌ ُح شرلخطل ًُْ ُ
ي ك
ْ َ َ َ ح َ أَ ْ
و ٣ ْ
ٕأ َّ الا حُٞ ِؼَ ْ
ل َ ط َ الَ ك :ٍخَ ه َ
ُ ؼ
َ ْ
ل َ َ٘ ُ حٗخ :حُٞ ُخَ ه
1613
Beşşâr Avvâd Ma„rûf, Tahrîrü takrîbi tehzîb, III, 262.
1614
Azîmâbâdî, Avnü‟l-ma„bûd, VII, 123; ُشٞخىحص حُؼوخص ٓوز٣ُٝ
1615
İmam arkasında kıraati nehyeden ve icmâ ettikleri düşünülen on sahâbenin isimleri konusunda
Hanefî kaynaklarında tam bir ittifakın olmadığı görülmektedir. Cessâs, bu sahâbîleri Hz. Ali, İbn
Mes„ûd, Saîd b. Ebî Vakkâs, Câbir, İbn Abbâs, Ebü‟d-Derdâ, Ebû Saîd, İbn Ömer, Zeyd b. Sâbit
ve Enes şeklinde sayarken (Cessâs, Ahkâmü‟l-Kur‟ân, III, 65) Aynî, Cessâs‟ın naklettiği listede yer
alan Ebü‟d-Derdâ, Ebû Saîd ve Enes gibi sahâbe isimleri yerinde Hz. Ebû Bekir, Osmân ve
Abdurrahmân b. Avf‟ın ismini zikreder. bk. Aynî, Umdetü‟l-kârî, VI, 13; Leknevî, Fetâvâ, s. 267.
235
görüş sahiplerine nispeten evlâ olduğunu ileri sürer.1616 Tahâvî‟nin bu konuda kesin
bir hüküm bildirmemekle beraber sonunda “bu durum karĢı görüĢ sahiplerine nispetle
evlâdır”1617 ifadesini kullanmış olması muktedînin kıraat yapmamasını, yapmasına
nispetle evlâ kabul ettiğini göstermektedir.
Tahâvî‟nin “bir grup” olarak nitelediği sahâbî sayısını Serahsî “seksen” olarak
kayıtlarken1618 el-Hidâye1619 gibi sonraki dönem Hanefî kaynaklarının bunu sahâbe
icmâsı şeklinde takdim ettikleri görülmektedir.1620 Her ne kadar Hanefîlerden
Ekmeleddîn el-Bâbertî (v. 786), el-Ġnâye şerhinde bu icmâı sahâbenin çoğunluğunun
icmâsı (ittifakı),1621 Aynî de sahâbenin ileri gelenlerinden seksen kişinin icmâsı1622
şeklinde tevil etse de Sadruddîn İbn Ebi‟l-İzz, Mergînânî‟nin ileri sürdüğü bu icmâ
iddiasının doğru olmadığını söylemektedir.1623
1616
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 220; طََْ ِى٠َِح َػُٞ ََِّٓ ْْ هَ ْي أَؿْ َٔؼَٝ ِٚ ٤ْ َِ هللاُ َػ٠َِّط َ ِ ٍِ هللاٍَُٞٓ د ِ َ ُئالَ ِء َؿ َٔخ َػشٌ ِٓ ْٖ أَطْ َلخَٜك
ّْحُوِ ََح َء ِس هَ ِْقَ ِحإل َٓ ِخ
1617
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 220; ََِّٓ ْْ ِٓ َّٔخ هَ َّي َْٓ٘خَٝ ِٚ ٤ْ َِ هللاُ َػ٠َِّط َ ِ ٍِ هللاٍَُٞٓ َْٖ ػٟ َ ُِٝ ٍ ي َٓخ هَ ْي َ ًَُِ ٠َُِ ْْ َػَٜحكَوَٝ هَ ْيَٝ
َُٚ ِٓ َّٔخ هَخَُل٠َُ َُْٝ ُْ حَُّ٘ظَ َُ رِ َٔخ هَ ْي ًًَََْ َٗخ كَ ٌَُِيَ أَُٜ َيِٜ َشَٝ َُُٙ ًْ ًِ
1618
Serahsî bunu şu cümleyle ifade etmektedir: “Ġmam arkasında muktedînin kıraati sahâbenin
büyüklerinden seksen kiĢiden rivayet edilmiĢtir. Ehl-i hadis bu sahâbenin isimlerini
zikretmektedir.” Serahsî, el-Mebsût, I, 199; ٍخ ِ ََٖ َٗلََاح ِٓ ْٖ ًِز٤ِٗ َػ ِٖ ػَ َٔخٟ ّ ِٝ ََْٓ ّ َِٖٓ ْحُوِ ََح َء ِس َه ِْقَ ح ِإل َٓ ِخٟ َٓ ْ٘ ُغ حُ ُٔ ْوظَ ِيَٝ
ِ ٣ َُ ْحُ َل ِيْٛ َُ ْْ أَٜ٤ِٓ هَ ْي َؿ َٔ َغ أَ َٓخَٝ ظ َلخرَ ِش
غ َّ ُح
1619
Merğînânî, konuyla ilgili olarak “Kim imam arkasında namaz kılarsa imamın kıraati onun da
kıraatidir.” mealindeki hadisi delil olarak zikrettikten sonra sahâbenin bu konuda “icmâ” ettiğini
bildirmektedir. Merğînânî, el-Hidâye, I, 142.
1620
Merğînânî, el-Hidâye, I, 142; ظ َلخرَ ِش َّ ُع ح ِ ْ ُُ اِ َٓخ ٌّ كَوِ ََح َءسَُٚ َٕحُ َّٔالَ ُّ َٓ ْٖ ًَخَٝ ُظالَس
ُ اِؿْ َٔخِٚ ٤َِ َػَٝ ٌُ هِ ََح َءسَُٚ ّحإل ِٓ ِخ َّ ُ حِٚ ٤ْ َُِ َػُُٚ َََُْٞ٘خ هَٝ
; Müellif, buna benzer icmâ terimini fıkhın farklı konularında da kullanmaktadır. Meselâ içki içene
had uygulanması konusunda gerek sahâbe gerekse ulemâ arasında ittifak olmadığı halde musannif
seksen sopa vurulması hususunda sahâbenin icmâsının bulunduğunu haber vermektedir. bk.
Merğînânî, el-Hidâye, II, 765-766.
َّ ُع أَ ًْؼَ َِ ح َ أُ ِؿَٝ
ُ اؿْ َٔخِٚ ِذ رِؤ َ َّٕ ْحُ ُٔ ََح َى ر٤
1621
Bâbertî, Ġnâye, (Fethü‟l-kadîr ile beraber), I, 339; ظ َلخرَ ِش
1622
Aynî, Umdetü‟l-kârî, VI, 13.
َ َُ ٤َٔخع حُظلخرش كَـ ِ ْ اؿَٟٞ أ َّٓخ َى ْػٝ; Leknevî ise
1623
Sadruddîn İbn Ebi‟l-İzz, et-Tenbîh, II, 592; َلش٤ط ِل
Merğînânî‟nin iddia ettiği bu icmâın oluşmadığını teyit etmek için Cûnfûrî‟nin “Şayet bu konuda
bir icmâ söz konusu olsaydı Şâfiî bunu daha iyi bilirdi.” şeklindeki sözünü nakleder. (Leknevî,
Fetâvâ, s. 268)
1624
İbnü‟l-Hümâm, Fethü‟l-kadîr, I, 341; Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I, 275; İbn Âbidîn, Reddü‟l-
muhtâr, I, 545; Tehânevî, Ġ„lâü's-sünen, IV, 103.
236
gerekse seksen sahâbîden nakledildiği söylenen bu hadislerin senetlerinin tahkîk
edilmesi gerekmektedir.1625
Kısaca ilk defa Serahsî tarafından söylenen “Bu hadis seksen sahâbe
tarafından rivayet edilmiĢ ve bunlar hadis ehli tarafından tespit edilmiĢtir.”
şeklindeki sözün daha sonraki dönemlerde sahâbenin icmâı şeklinde yorumlanması
mevsûk hadis kaynaklarında yer alan rivayetlerle örtüşmediği gibi usûl kaynaklarında
zikredilen “Müctehid imamların Hz. Peygamber‟in vefatından sonraki herhangi bir
asırda Ģer„î bir hüküm üzerinde ittifak etmeleri”1628 şeklindeki icmâ tanımına da
uygun düşmemektedir. Zira tariften de anlaşıldığı üzere bir konuda icmânın
varlığından bahsedebilmek için âlimlerin tamamının ittifakının söz konusu olması
gerekmektedir. Dolayısıyla azınlığın hatta tek bir müctehidin muhalefeti icmâın
oluşmasına manidir.1629 Halbuki giriş kısmında da ifade edildiği gibi âlimlerin
çoğunluğu muktedînin Fâtiha okumasını farz görmektedir.
1625
Leknevî, et-Ta„liku‟l-mümecced, I, 412; Ġmâmü‟l-kelâm, s. 334.
1626
Kettânî, Nazmü'l-mütenâsir mine'l-hadîsi'l-mütevâtir, s. 103.
1627
Kettânî, Nazmü'l-mütenâsir,s. 103.
1628
Teftâzânî, et-Telvîh, II, 95; Siğnâkî, Kitâbü‟l-vâfî fî usûli‟l-fıkh, III, 1281-1282; Timurtaşî,
Mu„înu‟l-müftî, I, 99; Dönmez, İbrâhim Kâfi, “İcmâ”, DĠA, XXI, 417.
1629
Dönmez, “İcmâ”, DĠA, XXI, 423.
237
Buna ilaveten Hanefîlerin bu icmâ iddiasını, sarih olup olmaması açısından da
değerlendirmek mümkündür. Zira genel kabule göre icmâın tüm nevilerinin tevâtür
yoluyla gelmesi gerekirken1630 Hanefîlerin bu iddiasının ispatlanmadığı görülmüştür.
5. Kur‟ân
6. Kıyas
1630
Dönmez, “İcmâ”, DĠA, XXI, 426.
1631
el-A'râf, 7/204; َُٕٞٔ ح َُ َؼَِّ ٌُ ْْ طَُْ َكُٞظظ
ِ ْٗ َأَٝ َُُٚ حُٞة ْحُوَُْ إُٓ كَخ ْٓظَ ِٔؼ
َ َِ ُاِ ًَح هَٝ
1632
Serahsî, el-Mebsût, I, 199.
1633
Tahâvî, Ahkâmü‟l-Kur‟ân, I, 243; Cessâs Ahkâmü‟l-Kur‟ân, III, 65.
1634
Ebû Hüreyre‟nin rivayet ettiği “Namazdan bir rekata yetiĢen kimse namaza yetiĢmiĢ olur.”
mealindeki bu hadis, rekatın sonuna yetişen kişinin o rekatı imamla kıldığına, dolayısıyla imamın
kıraatinin cemaatin kıraati için yeterli olduğuna delil gösterilmektedir.
1635
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 218; Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 110 vd.; Zuhaylî, el-Fıkhu‟l
Ġslâmî, II, 833.
238
Tahâvî‟nin muhtemelen “Kim imam rükûdan kalkmadan önce imama yetiĢirse
o rekata yetiĢmiĢ sayılır.”1636 mealindeki benzeri hadislere istinaden ileri sürdüğü bu
görüş cumhur tarafından kabul edilmemektedir. Özellikle konuyu müstakil olarak ele
alan Beyhakî, bu meselenin kıyasa aykırı olarak vâki olduğunu dolayısıyla bunun
üzerine başka bir şeyin kıyas edilemeyeceğini söyleyerek reddeder.1637 Nitekim usûl
ilminde de bilindiği üzere kıyasa aykırı olarak sabit olan şeye, başka bir şey kıyas
edilemez.1638
Cessâs (v. 370/980), konuyla ilgili mezkûr âyetin genel ifadesinden hareketle
imamın gerek cehrî gerekse gizli okuduğu yerlerde cemaatin susması ve dinlemesi
gerektiğini savunur. Ona göre imamın gizli okuduğu yerlerde gerçekte bir sükût söz
konusu olmadığını haddi zatında imamın kendi duyacağı kadar da olsa kıraat
yaptığını, onun bu haline sükût denmesinin mecazî olduğunu dolayısıyla âyetin her iki
halde de cemaatin susması ve imamı dinlemesi gerektiğini ifade ettiğini söyler.
Cessâs, ayrıca cehrî namazlarda Fâtiha‟nın cemaat tarafından okunmasını
savunanların Semura b. Cündeb (v. 60/680)‟den rivayet ettikleri “Hz. Peygamber‟den
iki sekte gördüm. (ilki) tekbir aldığında, (ikincisi) Fâtiha‟yı bitirdiği zaman.”1640
1636
ْٚ حإلٓخّ طِز٤و٣ ٕخ هزَ أًٍٜ ٖٓ أىٍى ًٍؼش ٖٓ حُظالس كوي أى: ٍ ِْٓ هخٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ٍِ هللا طٍٞٓ َٕس أ٣َٛ ٢ػٖ أر
1637
Beyhakî, el-Kırâ‟a halfe‟l-imâm, s. 221
ِ ِه َال٠ََِٓخ ػَ َزضَ َػ
1638
Mecelle md.15; “Alâ hilâfi‟l-kıyas sabit olan bir Ģey, sâire makisun aleyh olmaz.” ( ف
ِٚ ٤ْ َُِوَخُّ َػ٣ ُ َالَُٙ ٤ْ خّ كَ َـ ْ
ِ َ٤ِ)حُو
1639
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, I, 204-205.
1640
Tirmizî, “Salât”, 251; ٌي هُ َِْ٘خ ُِوَظَخ َىسَ َٓخ٤ هَخ ٍَ َٓ ِؼِٚ ٤ِ هَخ ٍَ ك.-ِْٓٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ِط- ِهللا َّ ٍِ ٍَُٞٓ َْٖ ُ َٔخ ػُٜظظْ ِػ َْٖ َٓ ُٔ ََسَ هَخ ٍَ َٓ ٌْظَظَخ ِٕ َكل
.) َٖ٤ُِّالَ حُؼَّخَٝ ْْ ِٜ ٤ْ َِد َػ ِ ُٞ َِْ ْحُ َٔ ْـؼ٤خٍ ( َؿ
َ َاِ ًَح هَٝ اِ ًَح كَ ََ َؽ َِٖٓ ْحُوِ ََح َء ِس ػُ َّْ هَخ ٍَ رَ ْؼ ُيَٝ ِٚ ِطالَط
َ ٠َِخطَخ ِٕ حُ َّٔ ٌْظَظَخ ِٕ هَخ ٍَ اِ ًَح َى َه ََ كٛ
239
mealindeki hadisin sabit olmadığını belirtir.1641 Buna ilaveten imamın, cemaatin
Fâtiha‟yı okuyabilmesi için sekte yapmasının doğru olmadığını zira bunun “imam
uyulmak içindir”1642 hadisine aykırı olacağını, aksi takdirde imamın cemaate uymuş
olacağını söyler.1643
Kudûrî (v. 428/1037), konuyla ilgili olarak “Ġmama uyan kiĢi kıraat yapmaz.”
ifadesini kullanır fakat bunun hükmü ile ilgili herhangi bir şey bildirmez. Fakat şârih
Abdülganî el-Meydânî (v. 1298/1877), imama uyan kişinin hiçbir sûrette kıraat
yapamayacağını ifade eden “mutlak” kaydını getirir ve İmam Muhammed‟in
muktedînin kıraatini müstahsen gördüğüne dair görüşünün zayıf olduğunu ve
cemaatin kıraat yapmasının “tahrimen mekruh” olduğunu açıkça ifade eder.1644
Serahsî (v. 483/1090), muktedînin Fâtiha ile meşgul olması halinde imamın
kıraatinin dinlenemeyeceğini, bunun bir benzerinin Cuma hutbesinde de tahakkuk
ettiğini, nitekim imamın verdiği hutbeyi herkesin dinlemesi gerektiğini söyler. Müellif
buna ilaveten muktedînin Fâtiha okumaması gerektiği hususunda sahâbeden seksen
kişiden rivayet geldiğini hatta Sa„d b. Ebî Vakkâs‟ın “Ġmam arkasında kıraat yapanın
namazı fâsit olur.”1646 dediğini nakletmesi muktedînin kıraatinin namazını ifsât ettiği
görüşünde olduğunu göstermektedir. Nitekim İbnü‟l-Hümâm bunu böyle
anlamıştır.1647
1641
Cessâs, her ne kadar bu hadis için َ ػخرض٤ ؿٜٖٞ ك٤غ حٌُٔظظ٣“ أٓخ كيiki sekte hadisi sabit değildir.”
ifadesini kullansa da Tirmizî, “Salât”, 251; Ebû Dâvûd, “Salât”, 122 (774); Dârekutnî, I, 336 gibi
kaynaklarda yer almaktadır.
Müslim, “Salât”, 77 (411); ِٚ ِ ُْئطَ َّْ ر٤ُِ ُّ حإل َٓخ ِ ْ ََ اَّٗ َٔخ ُؿ ِؼ
1642
1643
Cessâs, Ahkâmü‟l-Kur‟ân, III, 62-3.
Kudûrî, Muhtasaru‟l-Kudûrî, (el-Lübâb ile beraber) I, 88; ٠َُِذ ا َ ِٔ ُٗ َٓخَٝ ،طَِوخا ِ ْ ََ ْو ََأُ ْحُ ُٔ ْئطَ ُّْ َه ِْق٣ َالَٝ (
ْ ُٓ )ُّ حإل َٓخ
1644
َ َ ْحأل٢ك
ِّطق ِ َطَٝ ،ٔخا٣َِ َْ طَلَِٙ ًُ َ كَب ِ ْٕ هَ ََأ،ق٤
ِ ُّظق َّ ُ ح٢ِ ْحُ َؼالَّ َٓشُ هَخ ِٓ ٌْ كَٝ ٍُ ُ ْحُ ٌَ َٔخَٚقٌ ًَ َٔخ رَ َٔط٤ػ ِؼ
ِ ظ ِل َ ُٓ َل َّٔ ٍي
1645
Debûsî, el-Esrâr, I, 147 (Salim Özer, yayınlanmamış doktora tezi); ال: هخٍ ػِٔخإٗخٝ ّ حُوَحءسٞطٔوؾ ػٖ حُو
ٟ حُٔوظي٠ِهَحءس ػ
1646
Serahsî, el-Mebsût, I, 200.
1647
İbnü‟l-Hümâm, Fethü‟l-kadîr, I, 338.
240
Kâsânî (v. 587/1191), imama uyan kişinin cehrî namazlarda imamın kıraatini
dinlemesinin, sırrî namazlarda ise dinlemek mümkün olmasa dahi susmasının, âyetin
zâhiri itibariyle vâcip olduğunu söyler.1648
241
hadisin Ahmed b. Hanbel, İbn Mâce ve Dârekutnî tarafından rivayet edildiğini fakat
bütün tariklerinin zayıf olduğunu bildirir.1652
1652
Sadruddîn İbn Ebi‟l-İzz, et-Tenbîh, II, 592.
1653
İbnü‟l-Hümâm, Fethü‟l-kadîr, I, 338; Tehânevî, Ġ„lâü's-sünen, IV, 107; طالس٢ هَحءطخٕ كُٚ ٕ هَأ ٌُخِٞك
عََٝ ٓش٤ ؿٞٛٝ حكيسٝ
1654
İbnü‟l-Hümâm, Fethü‟l-kadîr, I, 341; ض ْ َٔ ٤ْ َُ َخََّٜٗخٍسُ أَ َ ْحُ ِؼزِٙ ٌِ ِٛ ٢ؼ
ِ َ ػ َْٖ ُٓ َل َّٔ ٍي) طَ ْوظَٟٝ َُْ٣ َٔخ٤َِخ ِؽ ك٤حإلكْ ِظ
ِ ْ َِ ٤ِ َٓز٠َُِ ( َػُُٚ َْٞه
ُْٚ٘ َ ِش َػ٣حَٝ َِّ ُ ََ حِٛ ظَخ
1655
İbnü‟l-Hümâm, a.g.e., I, 341; ٍَ َْٞن أَ َّٕ ه ُّ ْحُ َلَٝ ََُٙ ٌْ ُ٣ َٔخِٜ ُِ َْٞ ه٠َِ َػَٝ ََُٙ ٌْ ُ٣ ْ ٍِ ُٓ َل َّٔ ٍي َالَٞ ه٠َِح أَ َّٕ َػًََُٝ ًَ ِ ِوَ٘خ٣رَؼْغُ َٓشَخَٝ
ٌ
ِٚ ِ ػ َْٖ ِه َالك٢ِظ َِّ َكش رِخُظَّ َـخك
َ ُٓ ِٚ ِ ًُظُز٢ِ كِٚ ِ كَب ِ َّٕ ِػزَخ ٍَحط، َٔخِٜ ُِ َُْٞٓ َل َّٔ ٍي ًَو
1656
Aynî, Umdetü‟l-kârî, VI, 14.
242
dolayısıyla muktedînin Fâtiha okumasının her hâlükârda “tahrimen mekruh” olduğunu
söyler.1657
1657
Kâşgarî, Münyetü‟l-musallî, s. 527.
1658
İbn Nüceym, el-Bahrü‟r-râik, I, 600.
1659
Leknevî, Ġmâmü'l-kelâm (thk. Osmân Cum„a Damîriyye), s. 227 (dp. 2, 3)
1660
Tehânevî, Ġ„lâü's-sünen, IV, 104.
1661
Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I, 275.
1662
Ali el-Kârî, Mirkât, II, 549; Leknevî, Ġmâmü'l-kelâm, s. 89; Mübârekfûrî, Tahkîku'l-kelâm fi
vücûbi‟l-kırâ‟a halfe'l-imâm, s. 55; Tehânevî, Ġ„lâü's-sünen, IV, 103; ٢ ُ ح ِكَٞ ُ٣ ِحإل َٓخ ُّ ُٓ َل َّٔ ٌي ِٓ ْٖ أَثِ َٔظَِ٘خ
َّ ن حُ َّشخكِ ِؼ
ْ ْ
ٍ َُِذُ َٓخٌَٛٓ َٞ َُٛٝ َّ ِش٤ِؼ٣ص حُ َل ِي
ؼخ٣ي أ ْ ْ َ
ِ َُ َٜ أظَٞ َُٛٝ َ ِش٣َِّ ِّٔ ُُّخ٤ٌِّ ُٔ ح١ٍخ
ِ َخ٣حَٝ َِّ َُْٖ ح٤َ حُ َـ ْٔ ِغ ر٢ك ْ
ِ َ حُو٢ُِ ػََٙ َٜح ْٓظَظَٞ ِ٤حإل َٓ ِخّ كِ ْ َ حُوِ ََح َء ِس هَ ِْق٢ك ِ
1663
Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I, 275.
243
gerektiğini, zira imamın zihninin karışması halinde okuduğu âyetleri tefekkür
etmesine mani olacağını söyler.1664
1664
Dihlevî, Hüccetullâhi‟l-bâliğa, II, 21; Mübârekfûrî, Tahkîku'l-kelâm fi vücûbi‟l-kırâ‟a halfe'l-
imâm, s. 54.
1665
İbn Âbidîn, Reddü‟l-muhtâr, I, 544; Leknevî, Fetâvâ, s. 268; Meydânî, el-Lübâb fi Ģerhi‟l-Kitâb, I,
80.
1666
Tirmizî, “Salât”, 311.
1667
Leknevî, Ġmâmü‟l-kelâm, s. 225.
1668
Leknevî, Ġmâmü‟l-kelâm, s. 227.
1669
İbn Nüceym, el-Bahrü‟r-râik, I, 600.
1670
Ali el-Kârî, Mirkât, II, 549.
244
yer aldığını söyler.1671 Kısaca Leknevî, muktedînin Fâtiha okumasının farz
olmayacağını aksine imamın sırrî okuduğu yerlerde okumasının müstehap veya
sünnet olabileceğini ifade eder. 1672
1671
Leknevî, Fetâvâ, s. 268; Ġmâmü'l-kelâm, s. 83.
1672
Leknevî, Ġmâmü‟l-kelâm, s. 335.
1673
Leknevî, et-Ta„lîku‟l-mümecced, I, 413.
1674
İlerde “Hanefî âlimlerinin Görüşleri” başlığı altında zikredileceği üzere Serahsî ve İbnü‟l-Hümâm
bu görüşü benimsemektedirler.
1675
Leknevî, et-Ta„liku‟l-mümecced, I, 413; ٌٌَُْٙٝ َٓ ِٚ ِأَطْ َلخرَٝ َلَش٤ِ٘ َك٢ًَِ ًَ ََ أَ ًْؼَ َُ أَطْ َلخرَِ٘خ أَ َّٕ ْحُوِ ََحءسَ َه ِْقَ ح ِإل َٓ ِخّ ِػ ْ٘ َي أَر
غ
ِ ٣رخُل ِي َ ح رِلَ َٔخ ِىُُُٞ ْْ كَوَخٜؼ
َ ٌُ ِه ْز ََسَُٚ ْٖ َٓ َخََُٜٛ ٌْ َ٣ ٌ َؼش٤ِ٘ ُٓ َزخَُ َـشٌ َشَٞ َُٛٝ ِٚ ِحُظالس ر ُ أخ رََْ رَخَُ َؾ رَ ْؼ٣ََل
ِ ط
1676
Leknevî, Ġmâmü‟l-kelâm, s. 228.
1677
Keşmîrî, Feyzü‟l-bârî, II, 272.
245
merfu rivayetlerde gerek sırrî gerekse cehrî namazlarda imama uyan kişiye kıraatin
vâcip olmadığı, bilakis sahâbeden gelen rivayetlerde bunun “tercih”e bırakıldığını
belirtir.1678
1678
Keşmîrî, Feyzü‟l-bârî, II, 272; َّ ِش٣َِْ ٜ ْحُ َـ٠ِ الَ كٟ ْحُ ُٔ ْوظَ ِي٠ََِخ َػِٜرُٞؿُٝ ٠ََِيٍُُّ َػ٣ َخ َٓخٜ٤ِْْ ك
َ ٤ََِ َػ ِش كُٞغ ْحُ ََْٔ ك
ِ ٣أَ َٓخ َكخ ٍُ ْحالَ َكخ ِى
َ َّ
َخٜ٤ْ َ ُق أ َك ِي َؿخِٗز٤ظ َلخرَ ِش حِال طََْ ِؿ َ َُ َٝ َ ِش٣َِّ ِّٔ ُ ح٠ِ الَ كَٝ
َّ ُ َػ ِٖ حِٚ ٤ِْ ك٤
1679
Tehânevî, Ġ„lâü's-sünen, IV, 103.
1680
Tehânevî, Ġ„lâü‟s-sünen, IV, 102.
1681
Tehânevî, Ġ„lâü‟s-sünen, IV, 105.
1682
Tehânevî, Ġ„lâü‟s-sünen, IV, 106.
1683
Tehânevî, Ġ„lâü‟s-sünen, IV, 107; ُّ َٔ ِخُٜ ٍػٔخ ًًَََ حرُْٖ ْحَُٝ َُ َٓ ْش٤ْ َؿَٞ ُٛ َٝ ،حك َي ٍس َ ٢ِ هِ ََأَطَخ ِٕ كَُٚ َْٕ ًَخَُٞ :
ِ َٝ ط َال ٍس
246
Yûsuf'a göredir. Bu iki zata göre, aĢikâre okunan namazlarda cemaatin okuması
tahrimen mekruh olduğu gibi, gizli okunan namazlarda da cemaatin okuması böylece
mekruhtur. Ġmam cemaate riyaset (öncülük) etmektedir. Binaenaleyh (bunun için)
imamın okuması, cemaatin de okuması demektir. Nitekim bir hadis-i Ģerifte
buyurulmuĢtur: „Kimin imamı varsa, imamın okuyuĢu o kimse için de okuyuĢudur.‟
Fakat Ġmam Muhammed, gizlice kıraat yapılan namazlarda cemaatin de kıraat
yapmasını câiz görmüĢtür.”1684
Meselâ Ebû Hanîfe‟nin hocası Hammâd b. Ebî Süleyman‟a öğle ile ikindide
imam arkasında kıraat meselesi sorulduğunda Saîd b. Cübeyr‟in kıraat yaptığını ve
kendisine de bunun daha sevimli geldiğini söylediği,1685 hatta Ebû Hanîfe‟nin
talebelerinden İbn Mübârek‟in, muktedînin Fâtiha‟yı okuması gerektiği görüşünü
benimsediği kaynaklarda yer almaktadır.1686 Bunlara ilaveten Nusayr b. Yahyâ ve
Hakem b. Züheyr gibi bazı Hanefî fukahasının, Cuma namazı sırasında hutbeyi
duyamayan kişinin tefekkür ve teemmül gibi bir durumu söz konusu olmadığından -
boş durmayıp- gizli olmak üzere kıraat yapmasını câiz gördükleri haber
verilmektedir.1687 Yine kaynaklarda Hanefîlerden sûfî ve şeyhlerin imam arkasında
kıraati güzel gördüklerine dair rivayetler nakledilmektedir.1688 Aynî, bazı Hanefîlerin
ihtiyaten imam arkasında kıraati müstahsen gördüğünü hatta ez-Zahîre adlı eserden
naklen imam arkasında kıraat yapan (Fâtiha okuyan) kişiye bir şey gerekmediğini
rivayet eder.
Aynî, Ebû Hafs‟ın “Bazı Ģeyhlerin Ġmam Muhammed‟in kavline binaen imam
arkasında kıraat yapılmasını mekruh görmedikleri” şeklindeki sözü ile Hanefîlerden
Rukniddîn Alî es-Saîdî‟nin “Bazı Hanefîlere göre (öğle ve ikindi gibi) sırrî
1684
Bilmen, Büyük Ġslâm Ġlmihali, s. 149.
1685
Buhârî, Hayru‟l-kelâm fi‟l-kırâ‟a halfe‟l-imâm, s. 47.
1686 ْ َُ ْو ََأ٣ ح ِال َٓخ ُّ اَّٗ َٔخ
Buhârî, Hayru‟l-kelâm fi‟l-kırâ‟a halfe‟l-imâm, s. 46; َٔخ ٌََٓض٤ِهِقَ ح ِال َٓ ِخّ ك
1687
Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 264.
1688
Aynî, Umdetü‟l-kârî, VI, 14; Mübârekfûrî, Tuhfetü‟l-ahvezî, II, 204 .
247
namazlarda imam cemaatin kıraatini üstlenmez.”1689 şeklindeki sözünü nakleder.1690
1689
َّ ُ ح٢ِ ك١ظَ َل ََّٔ حُوَآءسَ َػ ِٖ ْحُ ُٔ ْوظَ ِي٣َ َإٔ حإل َٓخ َّ ال
Aynî, el-Binâye, II, 298; ظالَ ِس حُ ُٔ َوخكَظَ ِش ّ ِ ِوَ٘خ٣ْغ َٓشَخ ِ ػ َْٖ رَؼ
1690
Aynî, el-Binâye, II, 298; Umdetü‟l-kârî, VI, 14.
Buhârî, “Ebvâbü sıfatı‟s-salât”, 14; َِ َحُ َّٔلَٝ َِ ؼ َ ْحُ َل٢َِخ كًُِِّٜ ص ِ حَٞ َِظ ِ ُٓ ْحُ َٔؤَٝ ّْل َٓ ِخ
1691
َّ ُ ح٢ِّ كٞ ِ ُِ د حُوِ ََح َء ِس
ِ ُٞؿُٝ ُرَخد
248
olarak Fâtiha okuması gerektiğine dair rivayetlerin tevâtür derecesine ulaştığını iddia
eder.1692
Buhârî, Hz. Âişe ve Ömer‟in imama uyan kişiye kıraati emrettiğini,1693 hatta
Mücâhid‟in, imama uyduğu halde kıraat yapmayan birinin namazını iade etmesi
gerektiğine dair kavlini de naklederek kıraatin vücûbuna dair görüşünü savunur.
Buhârî, zikrettiği hadisler yanında Hasan-ı Basrî, Saîd b. Cübeyr ve Meymûne b.
Mihrân gibi sayısız tâbiîn ulemâsından yaptığı nakillerle bu görüşünü teyit etmeye
çalışır.1694
Buhârî görüşünü şu ve benzeri hadislerle delillendirmektedir:
ُ
Buhârî, Hayru‟l-kelâm, s. 43; َُ َحطَ ََ حُوَ زَٞ َ ط:ٍَٟخ ِ طالَسَ حِالَّ رِوَِآء ِس أ ّّ حُوَُْ آ ِٕ هَخ ٍَ حُزُو َ َ ٍِ هللاِ الٍٞٓ َٖػ
1692
1693
Buhârî, Hayru‟l-kelâm fi‟l-kırâ‟a halfe‟l-imâm, s. 47; ّحإلٓخ ِ َ ًَخَٗض ػَخثشش طَؤْ ُٓ َُ رِخُوِ ََحء ِس َهِقَٝ
ْ
1694
Buhârî, Hayru‟l-kelâm fi‟l-kırâ‟a halfe‟l-imâm, s. 47; ٖٓ ٠ ٓخ ال حكظٝ َُٕٞٔ ٤ْ َٓ ٝ َ٤ي رٖ ؿُز٤ ٓؼٝ ٖٔهخٍ حُل
ََ َٜإ َؿ ْ ٝ ّوَأ هَ ِق حالٓخ٣ ٚٗ ح: َِْ حُؼٛ حٝ ٖ٤حُظخرؼ
ِ َ ْو ََ ْأ رِلَخطِ َل ِش ْحُ ٌِظَخ٣ ْْ َُ ْٖ َٔ ُِ َطالَس َ َ الBu hadis
1695
Buhârî, “Ebvâbü sıfatı‟s-salât”, 14; Müslim, “Salât”, 34; د
Kütüb-i Sitte‟nin tamamında yer almaktadır. bk. Zeylaî, Nasbu‟r-râye, I, 365.
1696
Buhârî, Hayru‟l-kelâm fi‟l-kırâ‟a halfe‟l-imâm, s. 43; َّطالَسَ اال َ ال: ٍِ هللاٍَُٞٓ َٖحطَ ََ حُ َوزَ َُ ػَٞ َ طَٝ : ١ٍَخ ِ هَخ ٍَ حُزُو
ُ ْ ُ
ِٕ رِوِ ََحء ِس أ ِّّ حُوَْ آ
1697
Buhârî, Hayru‟l-kelâm, s. 60; حُِٞ كَالَ طَ ْل َؼ:ٍ حٗخ ََُ٘ ْل َؼ َُ هَخ:حَُُٞ ْوَأ ؟ هَخ٣ ُّ حإل َٓخَٝ َُٕٝ أ طَ ْو ََأ:ٍُ هخَٚطالَط َ ٢ؼ َ َ كََِ َّٔخ ه٢ حُّ٘ز٢ِّط
َ
ْ
ِٚ ِٔ َٗل٢كِ د
ِ َخ ظ ٌ
ِ ُح ش
ِ رلخطل ْ
ْ ُ
ً ُ
ي ك
َ ح َ أََ ْ
و َ ٣ ْ
ٕأ َّ الا
1698
Buhârî, Hayru‟l-kelâm, s. 45; ٕوَأ حال رخّ حُوَآ٣ ّحالٓخٝ ًْإٔ حكي َّ ََ َ ْو٣ ال
1699
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 217; Serahsî, el-Mebsût, I, 181; Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 111;
Merğînânî, el-Hidâye, I, 142; Ayrıca bk. İbn Mâce, “İkâme”, 13; ٌُ ِه ََح َءسَُٚ ّحإل َٓ ِخ ِ ْ ُُ ا َٓخ ٌّ كَوِ ََح َءسَُٚ ََٕٓ ْٖ ًَخ
249
temiz kılındı.”1700 mealindeki hadisin genel ifadesinden kabirlerde namaz kılmanın
istisna edilmesi meselesi gibidir.
(4) Ebü‟d-Derdâ‟dan gelen rivayete göre “Bir kiĢi Hz. Peygamber‟e: Her
namazda kıraat var mıdır? diye sorunca O da: „evet‟buyurdu.”1701
(6) Ebû Hüreyre‟den gelen “Hz Peygamber buyurdu ki: Kim Fâtiha‟yı
okumadan namaz kılarsa o namaz eksiktir. (üç kere tekrar etti) -Bunun üzerine râvi-
Ey Ebû Hüreyre ben Ģayet imam arkasında kılarsam ne olur? -râvi derki bunun
üzerine- Ebû Hüreyre kolumu tuttu ve o zaman sen de içinden oku ey Farisli!1705
dedi.”1706 mealindeki hadisler Fâtiha‟nın imam arkasında gizli okunmasının vâcip
olduğuna delil gösterilmektedir.1707
1700
Buhârî, “Teyemmüm”, 1.
Buhârî, Hayru‟l-kelâm, s. 43;طالَ ٍسأ َ َِّ ًُ ٢ك ِ ٌهَِآ َءس
1701
1702
Buhârî, Hayru‟l-kelâm, s. 43; ِٖ ٤ْ َ٣ََ حألُ ْه٠َِ ْو ََأُ ك٣ الَٝ َّ ِش٤ِٓ ٍخ ِ َ ِٖ رِخُل٤َ٤َُُٝ ِٖ حال٤ْ َ حُ ََّ ًْ َؼظ٠َشٌ ك٣شٌ آ٣َ آِٚ ٣ِِ ُْـ٣ : ّ هَخ ٍَ رَؼْغُ حَُّ٘خَٝ
1703
Buhârî, Hayru‟l-kelâm, s. 43; حألٍْ رَ ِغ٠َِو ََأ ك٣ ٢ُّ ًِخٕ حَُّ٘ز ُ ْ
1704
Buhârî, Hayru‟l-kelâm, s. 43; ُُٚط َالط َ َص ْ ُ حالٍَ َر ِغ َؿخ٠َِ ْو ََ ْأ ك٣ ْْ َُ ٕا ُ هَخ ٍَ رَ ْؼ
ْ : ُْٜؼ
1705
Farisî adlı kişi, Hişâm b. Urve‟nin mevlâsı Ebû‟s-Sâib adındaki sahâbîdir. bk. Aynî, Umdetü‟l-kârî,
IV, 14.
1706
Buhârî, Hayru‟l-kelâm, s. 64; Müslim, “Salât”, 38 (395); Ebû Dâvûd, “Salât”, 134 (817); Hattâbî,
Me„âlimü‟s-sünen, I, 175; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, I, 396; َخٜ٤َِ ْو ََ ْأ ك٣ ْْ َُ ط َالسا َ ٠َِّط َ ْٖ َٓ ِهيَح ٌؽ٢َ ِٜ َْحُوَُْ آ ِٕ ك
ْ
ِ ٍَح َءَٝ َخٗاخ٤ ُْٕ حَكًُٞ َ ح٠َِِّٗسَ كَخ٣
َ ََ ُٛ َخ حَرَخ٣ ض ْ ُ ْ
ُ ِ َٗل ِٔ ٌَلَو٠ ك٠ُّ ِٓ ٍخ ْ ْ ُ ُ
ّحال َٓ ِخ ِ ََخ ك٣ َخِٜ اه ََأ ر:ٍ ػ َّْ هخ٢رِؤ ِّّ هخٍ كَ َـ َٔ َِ ُِ ٍَح ِػ
1707
Buhârî, Hayru‟l-kelâm, s. 65; Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 215; İbn Mâce, “Salât”, 838; Hattâbî,
Me„âlimü‟s-sünen, I, 175.
1708
Hattâbî, Me„âlimü‟s-sünen, I, 176.
250
“hidâcun” kelimesini “geçersiz” manasına hamlederek Fâtiha‟nın okunmadığı bir
namazın hakikî bir namaz olmayıp, bâtıl olacağını dolayısıyla Fâtiha‟nın namazlarda
okunmasının vâcip olduğuna hükmetmişlerdir.1709 İmam Buhârî bu hadisi müstakil
eserinde rivayet etmesine rağmen es-Sahîh‟inde zikretmemiştir. Şâfiî‟nin de
aralarında bulunduğu bir kısım âlim, mezkûr hadisi cehrî namazda muktedînin
kıraatinin vâcip olduğuna delil göstermektedir.
Cumhur ulemâ bu hadisin genel bir mana ifade ettiğini dolayısıyla gerek
münferit gerekse cemaatle namaz kılan kişinin Fâtiha‟yı okumasını namazın bir rüknü
olarak kabul etmekte ve muktedînin Fâtiha okumasını vâcip görmektedir. İmam
Muhammed, el-Muvatta‟da1710 bu rivayeti İmam Mâlik‟ten sahih senetle
nakletmesine rağmen onunla amel etmemektedir. Fakat bununla beraber Hanefîler,
cumhura cevap sadedinde bu rivayeti yorumlamak zorunda kalmışlardır. Şöyle ki;
Hanefîler bu hadisin cumhurun anladığı gibi genel bir mana içermediğini, yalnızca
münferit olarak namaz kıldığında Fâtiha‟yı okumayan kişi hakkında vârid olduğunu
söylerler. Dolayısıyla muktedî hakkında olduğuna dair (harici) bir karîne
bulunmadığından dolayı muktedînin Fâtiha okumasının vücûbunun bu hadisten
çıkarılamayacağını savunurlar.1711
D. Değerlendirme
251
muktedî‟nin Fâtiha okumasının câiz olmadığına dair pek çok sahâbenin icmâ ettiğine
dair iddiaların yer alması ayrı bir tenkit noktasını oluşturmaktadır.
Buna mukabil Buhârî‟nin es-Sahîh‟inde ve diğer eserlerinde yer alan
muktedînin Fâtiha okumasının vücûbuna dair serdedilen delillerin daha kuvvetli
olduğu görülmüştür.
Buna ilaveten İmam Ebû Yûsuf ile Muhammed‟e ait eserlerde Saîd b.
Cübeyr‟in öğle ve ikindi gibi kıraatin sırrî yapıldığı namazlarda muktedînin Fâtiha
okumasını serbest bırakan rivayetlerin yer almış olması İmam Muhammed‟e isnat
edilen görüşe delil teşkil ettiği söylense de İbnü‟l-Hümâm gibi bazı âlimler özellikle
Mergînânî‟nin zikrettiği bu rivayetin zâhirü‟r-rivaye kaynaklarında yer almadığını
söylemektedirler.
252
Bununla beraber Ebû Hanîfe‟ye yüz yirmi beş yerde itiraz eden İbn Ebî
Şeybe‟nin,1713 muktedînin Fâtiha okumasını destekleyen yirmi sekiz,1714 okumasının
mekruh olduğuna dair yirmi yedi rivayete1715 yer vermiş olmasına rağmen bu
meselede Ebû Hanîfe‟ye herhangi bir itirazda bulunmaması Ebû Hanîfe‟yi teyit
etmesi bakımından dikkat çekicidir. Müellif, özellikle Hanefîlerin istidlâl ettiği Ebû
Hüreyre ve Câbir b. Abdillah‟ın naklettiği hadisler ile Hz. Ali ve İbn Ömer‟e ait
sözlere yer verirken1716 Buhârî‟nin zikrettiği Mücâhid, Ebû Hüreyre ve Ubâde b.
Sâbit‟in rivayet ettiği hadisleri de zikretmektedir.1717
1713
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef adlı eserinin“Kitâbu‟r-reddi alâ Ebî Hanîfe” adlı bölümde yüz yirmi
beş yerde Ebû Hanîfe‟ye itirazda bulunmuştur. bk. İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, VIII, 363-433.
1714
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, I, 409-412.
1715
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, I, 412-414.
1716
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, I, 412-414.
1717
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, I, 396, 409-412.
253
III. SEFERDE NAMAZLARIN CEM„ EDĠLMESĠ
Sözlükte “dağınık Ģeyleri bir araya getirmek, bir Ģeyi baĢka bir Ģeye eklemek”
manalarında kullanılan cem„ ( )حَ ُْ َـ ْٔغkelimesi,1718 terim olarak “Öğle ile ikindi veya
akĢamla yatsı namazlarını (niyetle beraber bir ezan iki kametle, aralarında baĢka
namaz kılınmayacak Ģekilde) bir vakitte peĢ peĢe kılmak”1719 şeklinde
tanımlanmaktadır.
Bu başlık altında asıl olarak seferde cem„in hükmü ile ilgili görüşler ele
alınmakla beraber yer yer yağmur ve hastalık halindeki cem„e dair görüşlere de
değinilecektir. Cem„in sadece Arafat ve Müzdelife olmak üzere iki yerde olduğunu
savunanların görüşü “Hanefî Mezhebinin Delilleri ve Tartışılması”, mutlak manada
seferde câiz olduğunu savunan çoğunluğun görüşü “Buhârî‟nin Delilleri ve
Tartışılması” alt başlıklarında incelenecektir. Daha sonra “Değerlendirme” alt başlığı
altında konu hakkında genel bir tahlîl ve değerlendirme yapılacaktır.
1718
İbn Manzûr, “Cem”, md. II, 355.
1719
Tarifle ilgili hadislere bk. Buhârî, “Hac”, 93, 96; Müslim, “Hac”, 286 (703), 987 (1288). Bu ve
benzeri hadislerde yukarıda cem„in tarifinde geçen şartları görmek mümkündür. Meselâ:
“Resûlullah (s.a) akĢam ve yatsıyı Müzdelife'de beraberce kıldı. Bunlardan herbiri için ayrı kamet
okudu, iki namaz arasında nafile kılmadı, bunlardan birinden sonra da nafile kılmadı.” mealindeki
hadis gibi.
1720
İbn Battâl, ġerhu‟l-Buhârî, III, 95; Kirmânî, el-Kevâkibü'd-derârî fî Ģerhi Sahîhi'l-Buhârî, VI, 174.
254
Aynî‟nin hocası Zeynüddîn‟den naklettiğine göre yolculuk sırasında cem„ ile
ilgili altı görüş mevcuttur.1721 Bunları şöyle özetlemek mümkündür:
*Birinci Görüş: Sefer sırasında cem„ etmek câizdir. Sahâbeden Hz. Ali, Sa„d
b. Ebî Vakkâs, Saîd b. Zeyd, Üsâme b. Zeyd, Muâz b. Cebel, Ebû Mûsâ el-Ensârî, İbn
Ömer ve İbn Abbâs; tâbiînden Atâ b. Ebî Rebâh, Sâlim b. Abdullah, Tâvûs, Mücâhid,
İkrime, Câbir b. Zeyd, Sevrî ile fukaha ve muhaddislerden Şâfiî, Mâlik, Ahmed b.
Hanbel, İshâk b. Râhûye ve Ca„feriler cem„i, hakîkî manada kullanmaktadırlar.1722
Buhârî de bu görüştedir.
Hanefîlerin dışındaki diğer üç mezhep, genel olarak seferde cem„in câiz
olduğu hususunda ittifak etmekle beraber uygulamada bazı şartlar aramaktadırlar.
Bunları kısaca şöyle sıralayabiliriz.
1721
Aynî, Umdetü‟l-kârî, VII, 150.
1722
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, I, 292; Aynî, Umdetü‟l-kârî, VII, 150; Hattâbî, Me„âlimü‟s-
sünen, 1, 228; İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, II, 580.
1723
Şîrâzî, el-Mühezzeb, I, 342, 344; Şirbînî, Muğni„l-muhtâc, I, 271-272.
1724
Meşhur b. Hasan, Fıkhu‟l-cem„ beyne‟s-salâteyn fi‟l-hadar bi-azri‟l-matar, s. 58; Sefer dışında
(hazarda) namazın yağmur sebebiyle cem„ edildiğine dair İbn Abbâs‟tan rivayet edilen “Hz.
Peygamber, Medine‟de akĢam ile yatsıyı (farzlarını birleĢtirerek) yedi (rekat), öğle ve ikindiyi de
(farzlarını birleĢtirerek) sekiz (rekat) olarak kıldı.” mealindeki hadis, bilinen yedi sahih kitapta yer
almaktadır. bk. Buhârî, “Mevâkîtu‟s-salât”, 12, Müslim, “Salâtü‟l-müsâfirîn”, 55 (705); Ebû
Dâvûd, “Sefer”, 5; Tirmizî, “Salât”, 24 (187); Nesâî, “Mevâkîtu‟s-salât”, 47; İbn Mâce, “Salât”,
74; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, III, 121 (2465, 2582, 3265, 3467).
1725
Nevevî, el-Mecmû„, IV, 177; İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, VI, 37.
1726
İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, VI, 36; İmam Mâlik‟e göre ayrıca hasta kimse yağmurda ve karanlıkta da
cem„ edebilir. bk. Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, I, 292.
1727
Meşhur b. Hasan Ali Selmân, Fıkhu‟l- cem„ beyne‟s-salâteyn fi‟l-hadar bi-uzri‟l-matar, s. 58.
1728
İbn Rüşd, el-Bidâye, I, 397.
255
görülmüştür.1729
*İkinci Görüş: Ani olarak sefere çıkıldığında cem„ etmek câiz olur ki Üsâme
b. Zeyd, İbn Ömer ve İmam Mâlik‟in meşhur kavli böyledir.
*Üçüncü Görüş: Kişi bir miktar yol katettiği zaman cem„ eder. Bu da
Mâlikîlerden İbn Habîb‟in görüşüdür. İbn Arabî, bunun Şâfiî‟nin görüşüyle aynı
olduğunu söyler.
*Dördüncü Görüş: Seferde cem„ etmek mekruhtur. İbnü‟l-Arabî, bu görüş
sahiplerinin Mısırlı Mâlikîler olduğunu belirtir.
*Beşinci Görüş: Seferde cem„-i te‟hîr câiz olup, cem„-i takdîm câiz değildir.
İbn Hazm bu görüşü savunmaktadır.
*Altıncı Görüş: Arafat ve Müzdelife dışında yolculuk sebebiyle hiçbir sûrette
cem„ etmek câiz değildir. Sahâbeden İbn Mes„ûd, Sa„d b. Ebî Vakkâs, tâbiînden en-
Nehaî, İbn Sîrîn, Esved, Hasan-ı Basrî, Mekhûl,1731 Ebû Hanîfe ve Hanefîler bu
görüştedir.1732
1729
Sahnûn, el-Müdevvene, I, 116; İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, VI, 37.
1730
İbn Kudâme, el-Kâfî, s. 132; Makdisî, el-Ġknâ„, I, 280-283; İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, VI, 37.
1731
Hattâbî, Me„âlimü‟s -sünen, 1, 227.
1732
İbn Battâl, ġerhu‟l-Buhârî, III, 95; Aynî, Umdetü‟l-kârî, VII, 150; İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, II, 580;
İbn Hacer, Nevevî‟nin “Bir rivayete göre Ġmâmeyn bu konuda hocalarına muhalif olmuĢtur.”
dediğini nakleder. Fakat Serûcî‟nin bunu reddettiğini ve onun kendi mezhebini Nevevî‟den daha
iyi bilebileceğini söyler. bk. Nevevî, el-Mecmû„, IV, 176. İmameyn‟in cumhurla aynı görüşte
olduğuna dair diğer bir iddia da İbn Rüşd‟ün el-Bidâye adlı eserini tahkîk eden Abdullah el-Ibâdî
tarafından ileri sürülmektedir. bk. İbn Rüşd, el-Bidâye, I, 393 (dp. 1)
1733
Aynî, Umdetü‟l-kârî, VII, 150.
1734
İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, VI, 29; Nevevî, el-Mecmû„, IV, 186.
256
korkulacak herhangi bir Ģey ve sefer durumu olmaksızın öğle ile ikindiyi, akĢamla
yatsıyı cem„etti.”1735 mealindeki hadisten hareketle mukim kişinin herhangi bir
gerekçeye dayanmaksızın beş vakit namazı üç vakitte cem„ etmesini câiz
görmektedirler. Fakat İmam Mâlik bu hadisi sahih kabul etmekle beraber bu cem„in
yağmurlu bir günde gerçekleşmiş olabileceğini söylemektedir.1736 Bu rivayete ileride
Değerlendirme kısmında tekrar değinilecektir.
Hanefî mezhebinde iki namazı tek bir vakitte kılmak (cem„-i hakîkî, cem„-i
fiili) sadece hac sırasında Arafat ve Müzdelife‟de1737 vakfe sırasında câizdir.1738
Hanefîler bu iki yerin dışında namazların cem„ine dair Hz. Peygamber‟den gelen
rivayetleri birinci namazın kendi vaktinin sonunda, ikinci namazın ise ilk vaktinde
kılınması (cem„-i zâhirî/ cem„-i sûrî) şeklinde yorumlamaktadırlar.1739 Dolayısıyla
onlara göre sefer, yağmur ve hastalık gibi sebeplerle bir vakitte iki namazı cem„
etmek câiz değildir.1740
Mezhep imamlarının Arafat ve Müzdelife‟de vakfe dışında cem„in yasaklığına
dair hüküm ifade eden sarih bir ifade kullandıklarına rastlanmamakla birlikte, ileride
görüleceği üzere Hanefî fakihlerin genelinin, bu fiili câiz görmedikleri fakat zaruret
durumlarında bir kısmının farklı bir mezhebi taklit etmenin de câiz olabileceği
kanaatini taşıdığı görülmektedir.
1735
Müslim, “Salâtü‟l-müsâfirîn”, 54 (705); Nesâî, “Salât” 47; Ahmed b. Hanbel, II, 461 (1953);
Beyhakî, es-Sünenü‟l-kübrâ, III, 166 ( َحُؼظٝ َٜٖ حُظ٤ِْٓ رٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ٍِ هللا طٍٞٓ ػٖ رٖ ػزخّ هخٍ ؿٔغ
َال ٓلٝ فَٞ ه٤ ؿ٢٘ش ك٣حُؼشخء رخُٔيٝ حُٔـَدٝ). İlk iki kaynağın ilgili yerlerinde hadisin bazı
rivayetlerinde “sefer” kaydı yerinde “yağmur” ifadesi yer almaktadır.
1736
İbn Rüşd, el-Bidâye, I, 398; İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, VI, 32.
1737
Ebû Hanîfe bu iki yerdeki namazın cemaatle kılınmasını şart koşarken, İmâmeyn hacının tek
başına da cem„ yapabileceğini câiz görmektedir. bk. Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I, 658.
1738
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, I, 292; Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 126; Merğînânî, el-Hidâye,
I, 360; Zeylaî, Tebyînü‟l-hakâik, I, 88; İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, II, 580; Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-
inâye, I, 183; Bu Hanefîlere göre öğle ile ikindiyi, (cem„-i takdîm ile) öğle vaktinde Arafat‟ta,
akşamla yatsıyı (cem„-i te‟hîr ile) yatsı vaktinde Müzdelife‟de kılma şeklinde olur. bk. Serahsî, el-
Mebsût, I, 149; Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 126; Kâdî Beydâvî, el-Gâyetü‟l-kusvâ fî dirâyeti'l-
fetvâ (thk. Ali Muhyiddîn Ali el-Karadâgî), I, 331.
1739
Hattâbî, Me„âlimü‟s-sünen, I, 227.
1740
Serahsî, el-Mebsût, I, 150; Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 127.
257
uygulamalarından oluşmaktadır. Aşağıda öncelikle İmam Muhammed‟in eserlerinde
daha sonra da müteakip dönemlerdeki eserlerde yer alan rivayetler ve bunlar hakkında
yapılan değerlendirmeler üzerinde durulacaktır.
İmam Muhammed‟e ait eserlerde yer alan konuyla ilgili rivayet ve görüşler
tespit edebildiğimiz kadarıyla şunlardır:
1741
Şeybânî, el-Hücce, I, 165; ٖ حال٤ٖ حُظالط٤ٍ ال ؿٔغ رٞو٣ ىٞي هخال ًخٕ ػزي هللا رٖ ٓٔؼ٣ِ٣ ٖى رٞٓحالٝ ْ٤ػٖ ػِؤش رٖ ه
َحُؼظٝ َٜرؼَكش حُظ
1742
Şeybânî, el-Hücce, I, 165; َ ػالع ٖٓ حٌُزخثٚ٘ هللا ػ٢ هخٍ ٓٔؼض هَحءس ًظخد ػَٔ رٖ حُوطخد ٍػ١ٝ هظخىس حُؼي٢ػٖ حر
زشُٜ٘حٝ حُلَحٍ ٖٓ حُِكقٝ ٖ٤ٖ حُظالط٤حُـٔغ ر
1743
Muallak Hadis: Senedinin baş tarafından, yani hadisi son olarak nakleden râviden itibaren bir veya
birkaç râvinin ya da bütün râvilerin tedlîs olmaksızın peş peşe düşmüş olduğu hadistir.(Tehânevî,
Kavâid, s. 162.)
1744
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 82; ذ حُشلن٤ٖ أهَ حُظالس هزَ إٔ طـ٤ حُٔـَد ك٠ِ طٚٗهي رِـ٘خ ػٖ حرٖ ػَٔ أٝ
258
Hanefîlerle genelde cumhur, özelde Buhârî arasında cereyan eden cem„ ile
ilgili ihtilâfın dayandığı temel delillerin bir kısmı, İbn Ömer‟in Hz. Peygamber‟den
gördüğü bir fiili ya doğrudan1746 aktarması veya başka bir râvinin İbn Ömer‟in cem„e
dair bir uygulamasını nakletmesi şeklindedir. İbn Ömer‟e ait rivayetlerin çoğu normal
bir sefer için acele edilmesi durumunda öğle ile ikindinin, akşamla yatsının cem„
edilmesiyle ilgilidir. Seferde cem„ hususunda gerek Hanefîler gerekse Buhârî ve
cumhur, İbn Ömer‟den bir biriyle çelişen nakillerde bulunmaktadırlar. Bu da konuyla
ilgili rivayetlerin yeniden tetkik edilmesini zarûrî kılmaktadır. Bunun için öncelikle
Hanefî kaynaklarında İbn Ömer‟den nakledilen konuyla ilgili bazı delilleri tahlil
etmemiz gerekir.
1745
İmam Muhammed, el-Muvatta‟da “Bâbu‟l-cem„ beyne‟s-salâteyn fi‟s-sefer ve‟l-matar” (yağmurlu
havada ve yolculukta iki namazı cem„ etmek) bab başlığı altında " "أَ ْهزَ َََٗخ َٓخُِيifadesiyle dördü
İmam Mâlik‟ten olmak üzere toplam altı rivayete yer vermektedir. İmam Muhammed, ilki İbn
Ömer, diğeri Hz. Ömer‟den olmak üzere iki rivayete yer vererek İmam Mâlik‟in cem„-i hakîkî‟ye
dair görüşüne katılmadığını ifade eder. İmam Mâlik‟in savunduğu cem„-i hakîkî‟ye dair iki
rivayetin akabinde İmam Muhammed‟in mezhep görüşünü savunduğu ifadeleri yukardaki bilgileri
teyit bakımından faydalı olacaktır. İmam Muhammed, İmam Mâlik‟in Dâvûd b. Husayn‟den
rivayet ettiği “Hz. Peygamber, Tebük seferinde öğle ile ikindiyi cem„ ederdi.” mealindeki rivayeti
akabinde: “Biz de bu (cem„i) kabul ediyoruz, (fakat bize göre) iki namazı cem„etmek; birinci
namazı tehir edip son vaktinde, ikinci namazı öne alıp, ilk vaktinde kılmaktır.” mealindeki sözü
söyleyerek Hanefî mezhebine ait görüşü nakleder. İmam Muhammed, İmam Mâlik‟in İbn
Ömer‟den yağmurlu havalarda cem„in câiz olduğuna dair rivayetinden sonra: “Biz bu eser(ler)i
almıyoruz. Öğle ve ikindiyi Arafat‟ta, akĢamla yatsıyı Müzdelife‟de cem„ etmenin dıĢında bir
vakitte iki namazı cem„ etmiyoruz. Ebû Hanîfe de bu görüĢtedir” ifadesini kullanır.
1746
Şeybânî, Muvatta‟, s. 82; Abdürrezzâk, el-Musannef, 4392-4393; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, II,
343; “Hz. Peygamber, aniden sefere çıktığında akĢamla yatsıyı cem„ ederdi.”; ٍٍٞٓ ٕ أ: َٔػٖ حرٖ ػ
حُؼشخءٝ ٖ حُٔـَد٤َ ؿٔغ ر٤ُٔ حٚحُٔالّ ًخٕ اًح ػـَ رٝ حُظالسٚ٤ِهللا ػ
259
Aynî‟nin, Tahâvî‟nin zikrettiği bu hadisin râvilerinden Yezîd b. Sinân‟ın sika
bir râvi olduğunu bildirmesine rağmen diğer iki râvi Ebû Âmir el-Akdî ve Attâf b.
Hâlid hakkında bilgi vermemesi dikkat çekicidir.1747 İbn Hibbân, Yezid‟i sika
râvilerden sayarken1748 Nesâî, zayıf saymaktadır. İkinci râvi Ebû Âmir el-Akdî‟nin
Buhârî ve Müslim‟in râvileri arasında yer aldığı görülmektedir. Fakat Attâf b. Hâlid,
Buhârî ve Müslim‟in râvileri arasında yer almadığı gibi İbn Hibbân, Attâf‟ın
hafızasının iyi olmaması sebebiyle sika râvilere muhalif olduğu yerlerde kendi
nezdinde delil olamayacağını söyler.1749 Zehebî Attâf‟ı el-Muğnî‟de zayıf râviler
arasında zikretmekle1750 beraber İbn Maîn ve Ahmed‟in onu sika kabul ettiğini fakat
Buhârî ve Nesâî‟nin kuvvetli bir râvi görmediklerini nakleder.1751
(d) İmam Muhammed, el-Muvatta‟da Alâ b. Hâris tariki ile Mekhûl‟den gelen
şu rivayete yer vermektedir: “Ömer b. Hattâb‟tan bize ulaĢtığına göre o, uzak
1747
Aynî, Nuhabü‟l-efkâr, III, 245.
1748
İbn Hibbân, Kitâbü's-sikât, IX, 276.
1749
İbn Hibbân, Kitâbü‟l-mecrûhîn mine‟l-muhaddisîn, II, 193.
1750
Zehebî, el-Muğnî fi‟d-duafâ, II, 433.
1751
Zehebî, el-KâĢif, II, 26; a.mlf., Mizânü‟l-itidâl, V, 88.
1752
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 82; ٠ حُٔلَ ٓخٍ كظ٢حُؼشخء كٝ ٖ حُٔـَد٤ٖ ؿٔغ ر٤ إٔ حرٖ ػَٔ ك: أهزَٗخ ٓخُي كيػ٘خ ٗخكغ
ؿخد حُشلن
260
beldelere yazdığı mektuplarda insanları iki namazı birleĢtirmekten nehyetmiĢ ve
onlara iki namazı bir vakitte cem„ etmenin büyük günah olduğunu bildirmiĢtir.”1753
1753
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 82; Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 127; Serahsî, el-Mebsût, I, 149; : هخٍ ٓلٔي
حكيٝ هضٝ ٢ٖ ك٤ٖ حُظالط٤ْ إٔ حُـٔغ رَٛوز٣ٝ ٖ٤ٖ حُظالط٤ح رٞـٔؼ٣ ْٕ أٛخٜ٘٣ كخم٥ ح٢ ًظذ كٚٗرِـ٘خ ػٖ ػَٔ رٖ حُوطخد أ
ََس ٖٓ حٌُزخث٤ًز
1754
Serahsî, el-Mebsût, I, 149; Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 127; ٍٍٞٓ ٕٔخ أٜ٘ هللا ػ٢ ػٖ حرٖ ػزخّ ٍػ١ٍٝ ٓخ
َ رخرخ ٖٓ حٌُزخث٠حكي كوي أطٝ هضٝ ٢ٖ ك٤ٖ طالط٤هللا هخٍ ٖٓ ؿٔغ ر
1755
Serahsî, el-Mebsût, I, 149; ٖ٤ٖ حُظالط٤ إ ٖٓ أًزَ حٌُزخثَ حُـٔغ رٚ٘ ػ٠ُ هللا طؼخ٠هخٍ ػَٔ ٍػٝ
1756
Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 127 ; َٖ ٖٓ حٌُزخث٤ٖ حُظالط٤ هخٍ حُـٔغ رٚٗ أٚ٘ هللا ػ٢ػٖ ػَٔ ٍػٝ
1757
Abdürrezzâk, el-Musannef, II, 525; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, II, 346.
1758
Ayrıca bk. Leknevî, a.g.e., I, 572; ََ ػٌٍ ٖٓ حٌُزخث٤ٖ ٖٓ ؿ٤ ;ؿٔغ حُظالطfarklı bir lafızla bk. Beyhakî, es-
Sünenü‟l-kübrâ, II, 169.
1759
Hâkim, el-Müstedrek, I, 275; ٌٍَ ػ٤ٖ ٖٓ ؿ٤ٖ حُظالط٤ِْٓ ٖٓ ؿٔغ رٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ٍِ هللا طٍٞٓ ٍػٖ رٖ ػزخّ هخٍ هخ
َحد حٌُزخثٞ رخرخ ٖٓ أر٠كوي أط
1760
İbn Hacer, ed-Dirâye, I, 213.
261
*Tirmizî, mezkûr hadisi İbn Abbâs tariki ile rivayet ederken hadis senedinde
adı geçen Haneş‟in asıl adının Ebû Ali er-Rahabî Hüseyin b. Kays olduğunu ve
Ahmed b. Hanbel ile diğer hadisciler nazarında zayıf bir râvi sayıldığını belirtir.1761
*Dârekutnî, bu rivayeti İbn Abbâs tariki ile Hz. Peygamber‟den rivayet eder
ve senette adı geçen Haneş‟in metrûk bir râvi olduğunu bildirir.1762
*Beyhakî küçük lafız değişikliği ile zikrettiği bu hadisin1763 râvi Haneş
sebebiyle tek kaldığını ve bu şahsın zayıf bir râvi olduğunu ve hadisciler nezdinde
hüccet olmadığını belirtir.1764
*Zeylaî, İbn Hibbân‟ın Kitâbü‟d-duafâ‟sından naklen Ahmed b. Hanbel‟in
Haneş‟i yalancılıkla nitelediğini, İbn Maîn‟in de onun hadisiyle amel etmediğini
zikreder.1765 Ayrıca Zeylaî‟nin bir Hanefî olarak Haneş hakkında yapılan cerhleri
naklettikten sonra sükût etmiş olmasını “Sâkıta bir söz isnad olunmaz. Lakin ma„rız-ı
hacette sükût beyandır” (sükût edene herhangi bir Ģey isnat edilemez fakat
konuĢulması gereken yerde susmak o Ģeyi ikrar etmek demektir.)1766 kaidesine binaen
Onun Haneş‟i dolayısıyla rivayetini zayıf kabul ettiği manasında yorumlamamız da
mümkündür.
*Mübârekfûrî, seferde cem„ ile ilgili hadislerin Buhârî ve Müslim‟de sahih ve
sarih bir şekilde yer aldığını, mezkûr İbn Abbâs hadisinin ise gerçekten zayıf
olduğunu belirtir. Müellif, ayrıca Zehebî‟nin Mizânü‟l-itidâl‟ından naklen Buhârî‟nin
Haneş hakkında münker, İbn Maîn‟in zayıf, Ahmed b. Hanbel‟in ise metrûk dediğini
nakleder.1767
1761
Tirmizî, “Salât”, 138 (188)
1762
Dârekutnî, I, 395.
1763
Beyhakî, es-Sünenü‟l-kübrâ, II, 169; َِ ِ َِْ ػ ٌُْ ٍٍ َِٖٓ ْحُ ٌَزَخث٤ ِٖ ِٓ ْٖ َؿ٤ْ َظالَط َّ ٍُ ٍَُٞٓ ٍَ ّ هَخ ٍَ هَخ
َّ َُْٖ ح٤َهللاِ َؿ ْٔ ٌغ ر ٍ َػ ِٖ ْر ِٖ َػزَّخ
1764
Beyhakî, es-Sünenü‟l-kübrâ, II, 169; َِ ْٛ َقٌ ِػ ْ٘ َي أ٤ػ ِؼ ٞ ُ ٛ
َ َ َ ٍ َ ِٝ ش َ ٘ل ر ُفُٝ
َ ْ
ؼ ٔ ْ
ُح ٠
َ ُّ ِ َ زك َّ
َ ُح ٠ ِ
ِ ػ
َ ُٞ رَ أ ْ
ٍ ْ
٤ َ ه ُُْْٖٖ ر٤َٔ ُكِٚ ِطَلَ ََّ َى ر
ْ
ِٙ َِ َُلْ ظَؾُّ رِ َوز٣ َحَُّ٘و َِ ال
1765
Zeylaî, Nasbu‟r-râye, II, 193-4.
1766
Mecelle md. 67.
1767
Mübârekfûrî, Tuhfetü'l-ahvezî, I, 415.
262
sebebiyle zayıf görülse de, rivayet sayısının fazlalığı sebebiyle daha kuvvetli
olduğunu söylemek mümkündür. Ayrıca Hanefîlerin kendisiyle istidlâl ettiği bu
rivayetin, bu şekliyle mevsûk hadis kaynaklarında bulunmaması bunu teyit
etmektedir. Dolayısıyla burada delillerin teâruzundan söz etmek de mümkün
görülmemektedir.
(f) İmam Muhammed, el-Asl‟ ve el-Hücce‟de Ebû Hanîfe ile arasında geçen şu
konuşmaya yer vermektedir: “Ebû Hanîfe‟ye: „Arafat ve Müzdelife (de vakfe) dıĢında
cem„ yapılır mı?‟ diye sordum. O da: „Arafat ve Müzdelife‟nin dıĢında ne seferde ne
de hazarda bir vakitte iki namaz cem„edilir.‟ dedi.”1769
Mezkûr hadis Hanefî mezhebinin temel delillerinden biri olmasına rağmen ilk
dönem mezhep imamlarının eserlerinde yer almaması dikkat çekicidir. Hanefîler her
1768
Şeybânî, el-Hücce, I, 159; ٠ُٝئهَ حال٤ِ كَٙ٤ ؿٝ ٓلَ حٖٝ رٔطَ ح٤ٖ حُظالط٤ـٔغ ر٣ ٕ هللا ٖٓ حٍحى حٚٔلش ٍك٤٘ كٞهخٍ حر
خٜهظٝ ٢ٔخ كٜ٘ٓ حكيٝ ًَ ٌٕٞ٤ٔخ كٜ٘٤ـٔغ ر٤خ كٜهظٝ ٍٝ ح٢خ كٜ٤ِظ٣ ٠ش كظ٤ٗؼـَ حُؼخ٣ٝ خٜهظٝ َ آه٢ٕ كٌٞ ط٠ٔخ كظٜ٘ٓ
1769
Şeybânî, el-Asl, I, 147; el-Hücce, I, 165; ٖ٤ـٔغ ر٣ ؿٔغ هخٍ الٝ ػَكش٢ٖ اال ك٤ٖ حُظالط٤ـٔغ ر٣ َٛ ض٣هِض أٍأ
حُِٔىُلشٝ ال ٓلَ ٓخ هال ػَكشٝ َ كؼ٢حكي كٝ هضٝ ٢ٖ ك٤طالط
1770
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 164; Ahkâmü‟l-Kur‟ân, II, 168; ٍَ ٍَُٞٓ ْض ُ ٣َ " َٓخ ٍَأ:ٍخ َ َ ه، ٍىُٞػ َْٖ َػ ْز ِي هللاِ ْر ِٖ َٓ ْٔؼ
َخِٜوَخط٤ِٓ َِْ ٤ْ َٓجِ ٌٍ ُِ َـَٞ٣ ََ ْ ْحُلَـ٠َِّط ٝ ،غ ٔ
َ َ ٍ ْ َ ِ ِ ـ ر ٖ ْ
٤ َ طَّالَ ظ ُح َْٖ٤ ر غ
َ َ َ َ ٔ ؿ ُ ٚ َّ َٗ أ َّ
ال ا
ِ َِ ِ ِخٜ طخَ و ٤ ٓ َْ ٤ؿَ ٢ِ ك ُّ
ؾ َ ه ا س َ
ال ط
َ ٠ َّ ِطَ َْ ََِّٓ َٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ
َّ ٠َِّطَ ِ;هللا
Benzer rivayetler için bk. Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, II, 156; ْض َ
ُ ٣ هَخ ٍَ َٓخ ٍَأٚ٘ هللا ػ٢ى ٍػٞػٖ ػزي هللا رٖ ٓٔؼ
د رِ َـ ْٔ ٍغ َ
ِ ِ َْ
ـ ٔ ْ
ُح َ س َ
ال ط
َ َٝ ، َ شَ كَ ؼ ر َ
َ َِ ِ َ ْظ ؼ ْ
ُح َ سالَ ط
َ َّ
اال خٜ طخَ و ٤
َِ ِ ِ ِ َٓ َْ
٤ َ
ـ ُ ا س ال َ ط ٠ َّ ِط ْ َّ
َ َ َ َ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ
ِٓ ٝ َّ ٠َِّط َ ِهللا َّ ٍَ ٍَُٞٓ ; Ali el-Kârî, Fethü
bâbi‟l-inâye, I, 183; Bazı farklılıklarla beraber bk. Buhârî, “Hac”, 99; Müslim, “Hac”, 292 (1289);
ْحُ ِؼشَخ ِءَٝ د
ِ َِ َْٖ ْحُ َٔ ْـ٤ ِٖ َؿ َٔ َغ َر٤ْ َط َالطَ َخ اِ َّالِٜوَخط٤ِٓ َِْ ٤ط َالسا رِ َـ َ ٠َِّط َ َْ ََِّٓ َٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ َّ ٠َِّط َ ٢ َّ ِْض حَُّ٘ز ُ ٣ََٓخ ٍَأ
263
ne kadar İbn Mes„ûd‟un bu görüşte olduğunu savunsa da cumhur, özellikle İbn Ebî
Şeybe, mezkûr rivayetin aksine İbn Mes„ûd‟un: “Hz. Peygamber, yoluculukta iki
namazı cem„ etti.” mealindeki rivayetiyle istidlâl etmektedir.1771
1771
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, II, 345.
1772
Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 39.
1773
Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 39.
1774
Rükû sırasında kişinin avuç içini birleştirerek uylukların arasına koymasıdır.
1775
Merğînânî, el-Hidâye, I, 123.
264
Keza; bu rivayeti usûl açısından da değerlendirmek mümkündür. Şöyle ki;
usûl ilminde bilinen “Müsbit (bir Ģeyi ortaya koyan), nâfî'ye (yok sayana nispetle)
tercih edilir” kaidesi gereğince1776 bir şeyin bir kişi tarafından görülmemesi bu olayı
görenlerin rivayetini ortadan kaldırmaz. Nitekim seferde cem„e cevaz verenlerden biri
olan İmam Buhârî, es-Sahîh‟inde “Bir veya birden fazla kiĢi bir olaya Ģâhit olsalar,
diğerleri de biz bu konuda bir Ģey bilmiyoruz deseler bu durumda Ģâhit olanın sözüne
itibar edilir.”1777 mealindeki usûl kaidesini ileri sürerek Hanefîleri ilzam etmeye
çalışır. Buhârî buna ilaveten şunu söyler: “Kısaca iki kiĢi rivayette bulunduğunda
birisi “gördüm” diğeri de “görmedim” dese gören kiĢi olaya Ģâhittir, ama
“yapmadı” diyen onun yapmadığına Ģâhit değildir. (Yani gerçekleĢmeyen bir Ģeyin
Ģâhitliği değil, tahakkuk eden Ģeyin Ģâhitliği söz konusudur.) Bu Bilâl (r.a)‟ın
“Resûlullah (s.a.)‟ın Kâbe‟nin içinde namaz kıldığını gördüm” mealindeki
rivayetinin kabul edilip, Fadl b. Abbâs‟ın “kılmadı” Ģeklindeki rivayetinin kabul
edilmemesi gibidir.”1778
Bu sebeple ulemâ, olaya şâhit olan sahâbe sayısının fazla olması hasebiyle İbn
Mes„ûd‟un görmediğine dair rivayetini delil kabul etmemiştir.
1776
ُ حُ ُٔ ْؼ ِز
Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I, 377; ٢ حُ٘خك٠ِض ُٓوَ َّي ٌّ ػ
1777
Buhârî, “Şehâdât”, 4.
1778
Buhârî, “Şehâdât”, 4.
265
yönelerek: „Ey Muhammed! bunlar senden önceki Peygamberlerin vaktidir. Namaz
vakti, iĢte bu iki vaktin arasındadır.‟ dedi.”1779
3. Kur‟ân
Zikri geçen âyetin delâleti hususunda fukaha arasında herhangi ihtilâf söz
konusu olmadığından olsa gerek ki ilk dönem kaynaklarda açıkça zikredilme ihtiyacı
duyulmamış bilakis daha sonraki dönem eserlerde yer almıştır. Hanefîler mezkûr
âyetten hareketle her namazın kendi vaktinde kılınmasının farziyeti hususunda sübût
ve delâlet bakımından kat„î, mütevâtir ve hakkında icmâ olduğunu, dolayısıyla cem„e
dair karşı tarafın ileri sürdüğü hadis ve eserlerin zannî olması sebebiyle bu konudaki
âyetleri tahsis edemeyeceğini söyleyerek reddederler.1781
1779
Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 122; Tirmizî, “Salât”, 113.
1780
en-Nisâ, 4/103; طاخُْٞ هَٞٓ َٖ ًِظَخراخ٤ِِ٘ٓ ْحُ ُٔ ْئ٠ََِض َػ
ْ ٗاِ َّٕ حُظ ََّالسَ ًَخ
1781
Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 127.
1782
el-Bakara, 2/238.
1783
Şeybânî, ġerhu‟s-siyeri‟l-kebîr, I, 19.
266
ُ ََخد حُ َّشل
kadar tehir etti” mealindeki rivayette yer alan (ن َ ا ًَح ؿ٠َّ)كظ
َ kaydını “şafağın
kaybolmasına yakın bir vakit” şeklinde tevil etmeye çalışmaktadır.1784 Bu teville ilgili
değerlendirme, ileride zikredilecek olan “Buhârî‟nin Delilleri ve Tartışılması” alt
başlığında yer alan Enes hadisinde ele alınacaktır.
Sadruddîn İbn Ebi‟l-İzz (v. 792/1390), hadislerde zikri geçen cem„in, cem„i
hakîkî şeklinde gerçekleştiğini dolayısıyla cumhurun ileri sürdüğü delillerin sahih,
aksine Hanefîlerin istidlâlinin zayıf olduğunu ileri sürer.1788
1784
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 163; ٍٕٞ هٌٞ٣ ٕذ حُشلن كخكظَٔ أ٤ـ٣ ٕ ُِٔـَد ًخٕ هزَ أُِٚٝٗ ٕغ أ٣ٌح حُليٛ ٢كل
رش حُشلنٞز٤ ٖٓ ؿٚ هَرٚد اٗٔخ أٍحى رٞ٣غ أ٣ كي٢ٗخكغ رؼي ٓخ ؿخد حُشلن ك
1785
Serahsî, el-Mebsût, I, 150; ٚهظٞٔخ ٓوظض رٜ٘ٓ حكيٝ ًَ َػ٘يٗخ ال طيحهَ رٝ
1786
Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 127; َحُٔطَ ًٔخثَ حٌُزخثٝ َزخف رؼٌٍ حُٔل٣ خ ٖٓ حٌُزخثَ كالٜهظٝ َٖ حُظالس ػ٤ُ٘خ إٔ طؤهٝ
1787
Merğînânî, el-Hidâye, I, 360.
1788
Sadruddîn İbn Ebi‟l-İzz, et-Tenbîh, III, 1029-1030.
1789
İbn Nüceym, el-Bahrü‟r-râik, I, 441; ٌحٛ ٠ِٖ ػ٤ ٓلَ حُلؾ ٓخش٢طخ كٞ حألٓلخٍ هظ٢َح ٖٓ حُ٘خّ ك٤يص ًؼٛهي شخٝ
ٜٚؿٝ ٠ِ ػِٚخ ارخٗش ُلؼَٛحى٣ كؤكززض اُٚ ؽَْٝ ٖٓ حُشٜ ًظز٢ش ك٤ٕ رٔخ ًًَص حُشخكؼِٞو٣ ْٜٗ ًُي اال أ٢ ك٢يح ُْلٓخّ حُشخكؼ٤ِطو
كن حُٔـَد٢كٝ حُؼظَ رؼَكشٝ َٜ حُظ٢خ أكؼَ اال ُِلخؽ كٜهظٝ ٢ إٔ كؼَ ًَ طالس ك٠ِح ػْٞ رؼي إٔ حطلوٜٗ حػِْ أ،ٙي٣َُٔ
حُؼشخء رِٔىُلشٝ
267
İbn Nüceym (Sirâcüddîn) (v. 1005/1596), özür halinde Şâfiî‟nin cem„-i
takdîme ve te‟hîre cevaz verdiğini, kişinin cem„-i takdîm yapması durumunda önce ilk
namazı kılması ve bitirmeden önce cem„e niyet etmesi ve de örfe binaen iki namaz
arasını ayırmaması gerektiğini söyler. Müellif buna ilaveten kişinin, cem„-i te‟hîr
yapması durumunda ise birinci namazın vakti çıkmadan cem„e niyet etmesi
gerektiğini belirtir. Dolayısıyla konaklayacak kişi için cem„-i takdîmin, yola devam
edecek kişi için ise cem„-i te‟hîrin daha uygun olacağını, özellikle hac yolcularının bu
gibi meşakkatlere mübtela olmaları sebebiyle Şâfiî mezhebini taklit etmelerinde bir
sakınca olmayacağını söyler.1790 Bu da müellifin bir mezhebi taklit yoluyla da olsa
hac seferinde cem„i câiz gördüğünü göstermektedir.
Ali el-Kârî (v. 1014/1606), Ebû Dâvûd‟un vaktin takdimi hususunda herhangi
bir hadisin mevcut olmadığı yönündeki sözü ile Hâkim‟in İbn Tufeyl hadisi hakkında
yaptığı mevzû değerlendirmesini naklederek cem„in sadece Arafat ve Müzdelife‟de
kıyasa muhalif olarak sabit olduğunu, başka bir şeyin ona ilhak edilemeyeceğini
savunmaktadır.1791
Tahtâvî (v. 1231/1816), konuyla ilgili olarak şunları söyler: “Zeynüddîn Ġbn
Nüceym‟in el-Bahrü‟r-râik ve Sirâcüddîn Ġbn Nüceym‟in en-Nehrü‟l-fâik‟inde
1790
İbn Nüceym, en-Nehrü‟l-fâik, I, 170.
1791
Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I, 184.
1792
Haskefî, ed-Dürrü‟l-muhtâr (Reddü‟l-muhtâr ile birlikte), I, 382-383; ٌُٖ ٍسَٝي ػٖ حُؼ٤ِال رؤّ رخُظوٝ
ًُي حإلٓخّ ُٔخ هيٓ٘خ إٔ حُلٌْ حُِٔلن رخؽَ رخإلؿٔخعٚؿزٞ٣ غ ٓخ٤ِٔظِّ ؿ٣ ٕرشَؽ أ
1793
Dihlevî, Hüccetullahi‟l-bâliğa, II, 60.
268
zikredildiği üzere hac gibi meĢakkatin çok sık karĢılaĢıldığı yolculuklarda (herhangi
bir mezhebi) taklitte bir sakınca söz konusu değildir. Fakat kiĢinin, kendisine bu
konuda tâbi olduğu mezhep imamının ileri sürdüğü; muktedînin Fâtiha okuması,
(abdestliyken) tenâsül uzvuna ve kadına dokunmaması ve az dahi olsa necasetten
sakınması gibi Ģartların tamamını yerine getirmesi gerekir. Zira mezhep taklitinde
nehyedilen Ģey (sadece) ruhsatlara sarılmaktır.”1794
İbn Âbidîn, konuyla ilgili olarak “Taklidin hükmü ve taklitten dönme” bab
başlığı altında şunları söylemektedir: “Bir insanın muayyen bir mezhebe (tüm
yönleriyle) tâbi olması gerekli değildir. Dolayısıyla kişinin şartlarına bağlı kalmak
kaydıyla muhalif bir mezhebi taklit etmesi, başka bir ifadeyle birbirinden farklı iki
meselede iki ayrı mezheple amel etmesi câizdir.”1796
Leknevî (v. 1304/1886), Tahâvî‟nin bu konuda geniş bir izahat yaptığını fakat
Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd ve diğer güvenilir hadis kitaplarında konuyla ilgili sarih
1794
Tahtâvî, HâĢiye alâ merâkı‟‟l-felâh, s. 143; ٢ي ًٔخ ك٤ِال رؤّ رخُظوٝ ٔخ حُلخؽ٤ٓ الِٚ حُٔٔخكَ رٔؼ٠ِزظ٣ َح ٓخ٤ًؼٝ
ٕوَأ إ ًخ٤زخؿش حُيٍ ك٣ ى٢ ًُي حإلٓخّ ألٕ حُلٌْ حُِٔلن رخؽَ رخإلؿٔخع ًٔخ كٚؿزٞ٣ غ ٓخ٤ِٔظِّ ؿ٣ َٕ ٌُٖ رشَؽ أُٜ٘حٝ َحُزل
ٕخ كبٜ٤ٍ كٞ رطالٕ حُِٔلن ٓ٘ظ٠ِش حإلؿٔخع ػ٣كٌخٝ َ حُ٘ـخٓش٤ِلظَُ ػٖ اطخرش ه٣ٝ ءٞػٝ ال أَٓأس رؼيٝ ًًَٙ ْٔ٣ الٝ ٓئطٔخ
ذٛ طظزغ حَُهض ٖٓ حٌُٔحٚ٘ ػ٢ُٜ٘ٔحٝ ُٙحٞ ؿٚ٘ هللا ػ٢ذ حإلٓخّ ٓخُي ٍػٌٛٓ ٖٓ حألطق
1795
İbn Âbidîn, Reddü‟l-Muhtâr, I, 382; ٍُ ْحُ ُٔ ْوظَخَٝ ِٖ ٤ْ َُ َْٞ أَ َك ُي هَٞ َُٛٝ ، ُُ َُٞـ٣ َخ َالِٜٓ ُ ِػ ْ٘ َي َػ َيََُّٚٗ أَُٙ ِٛ ٍَ ِس ) ظَخَُٝؼ َّ ُ ِػ ْ٘ َي ح: ُُُٚ َْٞ(ه
ْ َ ْ ْ ْ ْ
٢ُِ ْْ ُٓ ْٔظَِ٘ياح ُِ َٔخ كٜؼ ُ ِي ًَ َٔخ هَخ ٍَ رَ ْؼ٤ِِ حُظَّو٠َُ ٍَ ِس َال َكخ َؿشَ اَُٝؼ َّ ُؼاخ ِػ ْ٘ َي ح٣ْ أَٝ . حُ ُوطزَ ِش ؽ٢ُِ كٙع ًَ َٔخ هَ َّي َْٓ٘خٞ ِ هُٞ ُْ رَ ْؼ َي حََُٞٝ ُ ُٓطَِواخُُٙ حَٞ َؿ
ُ
َ ٌَحِٜ ر٠َِّط َ ََُْٞٝ ، ٍٍ ٌُْ ُ رِؼََّٚٗ َُ حُظ ََّال ِس ؛ ِأل٤ُ طَؤْ ِهَُٚ َُ ُ حَُُّ ْكوَشُ َؿخَُٙ َ ْ٘ظَ ِظ٣ َالَٝ ن٣ ِ َِ َّْ هُطَّخ َع حُطَٝص أُٞ َ ْحُ ُٔ َٔخكِ َُ ا ًَح َهخفَ حُ ُِّظ: ص ِ ْحُ ُٔؼْ َٔ ََح
َُ ٌَ َؿخ٤ِٔ َ٣ َٞ َُٛٝ َٔخ ِء٣خإل ْ
ِ ِحُؼٌُ ٍِ رْ ْ
1796
İbn Âbidîn, Reddü‟l-muhtâr, I, 75; َُ َٔ ُ ْحُ َؼَُٚ ُُ َُٞـ٣ ََُّٚٗأَٝ ، ٍٖ َّ٤ذ ُٓ َؼ ٍ ٌَْٛ َٓ ُّ حإل ْٗ َٔخ ِٕ ْحُظَِِح
ِ ْ ٠َِْْ َػ َ ٤َُ ََُُّٚٗ أٙظ ََ ِٓ َّٔخ ًَ ًََْ َٗخ
َّ كَظ ََل
ُ َٔخْٜ٘ ِٓ ح ِك َي ٍسَٞ ُِ ن ُّ َ ِّ ْ
َ َ ِٖ ُٓظ٣ْ ََ ْٓ َ ْؼ َٔ َُ رِؤ٣َٝ َُٚؽَُٝ ُٓ ْٔظَـْ ِٔؼاخ ُشِٚ ِٓ ََ ا َٓخ٤ْ َؿِٚ ٤ِ ُٓوَِياح كِٚ َِزٌَٛٓ ٠َُِ َػَِِٚٔ ُوَخُِقُ َٓخ َػ٣ رِ َٔخ
َ ِ ِٖ َال طَ َؼ٤ْ َ َكخ ِىػَظ٢ِ ِٖ ك٣ْ ؼخ َّى
ََٟ رِ ْخألُ ْه
269
olarak zikredilen rivayetler karşısında meselenin müşkil, kendisinin de kararsız
olduğunu belirtir.1797
Keşmîrî (v. 1352/1933), Hanefîlere ait cem„in, sûrî (fiili cem„) olduğu
görüşünü savunur. Musannif, buna ilaveten Hanefîlerin görüşünü teyit sadedinde
Şevkânî‟nin önceleri cem„-i hakîkî (cem„-i vakti) görüşünde olduğunu, daha sonra bu
fikrinden rücû ettiğini hatta bu konuda (TeĢnîfu‟s-sem„ bi ibtâli edilleti‟l-cem„) isimli
bir risâle kaleme aldığını belirtir.1798
Tehânevî‟nin (v. 1362/1943), konuyla ilgili her iki tarafa ait hadisleri
sıraladıktan sonra “çok zarurî durumlarda baĢka mezhep imamını taklit etmede bir
sakınca yoktur.” şeklinde bir başlık atması ve İbn Âbidîn‟den naklen Şâfiî‟nin cem„-i
takdîm hususunda üç şart1799 ileri sürdüğünü, bu şartlar yerine getirilmeden taklit
etmenin câiz olmayacağını aktarması müellifin, zarûrî durumlarda namazların cem„
edilebileceği görüşüne meylettiğini göstermektedir.1800
Kevserî (v. 1371/1952), zikri geçen “Ġki namazı tek vakitte cem„ etmek büyük
günahlardandır.” şeklindeki rivayeti, Hz. Ömer‟e isnat etmekte ve sika râviler
tarafından nakledildiğini haber vermektedir. Halbuki yukarıda geçtiği üzere
muhaddislerin bu rivayeti râvi Haneş sebebiyle cerhe tâbi tuttukları hatta bazı
rivayetlerde Hz. Peygamber‟e isnat ettikleri görülmesine rağmen 1801 Kevserî‟nin
bunlara değinmemiş olması dikkat çekicidir.
1797
Leknevî, et-Ta„lîku‟l-mümecced, I, 570; َ طَى طِي٤إ حهظٝ ًُي٠ِٖ ػ٤ي ػٖ حُظلخرش حُ٘خط٤ٌح أَٓ رؼٜهض كُٞح
طَكض٢غ حُظ٣ٍع رخألكخىٞا ػٝ خٜل٤ْ رظظلٜخىطٜشٝ خُٜ أرؼي ٓغ اهَحؽ حألثٔشٝ أرؼيٜٞ حإلٓ٘خى ك٢خص ربريحء حُوَِ ك٣حَُٝح
َحٍ ٌٖٓٔ رٞ حهظالف حألك٠ِخ ػِٜٔخ رلٜ٘٤ أػـذ ًخٕ حُـٔغ رٜٞهض كٍُٞ حٝ أ٢ْ ك٣حُظويٝ هضُٞ آهَ ح٠َُ ا٤رؤٕ حُـٔغ ًخٕ رخُظؤه
ليع رؼي ًُي أَٓح٣ رخُـِٔش كخألَٓ ٓشٌَ كظؤَٓ ُؼَ هللاٝ َٛ حُظخٞٛ
1798
Keşmîrî, el-„Arfü‟Ģ-Ģezî, II, 52; Şevkânî bu eserinden (Neylü‟l-evtâr, III, 248)‟de bahsetmektedir.
1799
Bu şartlar kısaca: 1. Önce ilk namazın kılınması. 2. O namazı bitirmeden namazı birleştireceğine
niyet etmesi. 3. İki namazı birbirinden örfen ayırma sayılacak (sünnet namazı gibi) şeylerle
bölmemesi gerekir. Buna karşılık cem„-i te‟hîr için birinci namazı bitirmeden birleştirmeye
niyetten başka bir şart ileri sürülmemiştir. bk. Tehânevî, Ġ„lâü‟s-sünen, I, 100.
1800
Tehânevî, Ġ„lâü‟s-sünen, II, 99-100.
1801
Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 39.
270
İbn Nüceym (v. 970) ile Sirâcüddîn İbn Nüceym (v. 1005) başta olmak üzere,
Haskefî, İbn Âbidîn, Tahtâvî ve Tehânevî gibi müteahhir Hanefî fukahasının,
cumhurun sunduğu delilleri güvenilir ve çok olması karşısında sefer sırasında özür ve
meşakkat durumunda şartlarına bağlı kalmak kaydıyla Şâfiî (veya dört mezhepten
biri)‟nin taklit edilebileceği görüşünü tercih ettikleri tespit edilmiştir. Bu da bir
anlamda bazı müteahhir Hanefîlerin taklit sûretiyle de olsa cem„in yasaklığından
serbestliği düşüncesine meylettiklerini göstermektedir.
1802
Buhârî, “Hac”, 89; ٠َِّط َ َٝ ْحُ ِؼشَخ ِءَٝ د
ِ َِ َْٖ ْحُ َٔ ْـ٤َ ِٖ َؿ َٔ َغ ر٤ْ َط َالط َ ٠َِّط
َ َخ اِ َّالِٜوَخط٤ِٓ َِْ ٤ط َالسا رِ َـ َ َْ ََِّٓ َٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ
َّ ٠َِّط ُ ٣ٍََأ
َّ ِْض حَُّ٘ز
َ ٢
َخِٜوَخط٤ِٓ ََ ْحُلَـْ ََ هَ ْز
271
*Bilindiği üzere Hanefî mezhebinde akşam namazını özürsüz olarak
yıldızların ortaya çıktığı vakte yani yatsıya yakın bir zamana kadar tehir etmek,
tahrimen mekruh hükmündedir.1803 Mezhepteki bu hükme rağmen Hanefîlerin
akşamla yatsının cem„ine dair cumhurun istidlâl ettiği hadisleri cem„-i sûrî şeklinde
yorumlamaları mezkûr iki tutum arasında bir çelişki olduğunu göstermektedir. Zira
Hz. Peygamber‟in her cem„-i sûrî yaptığı durumda, akşam namazını tehir etmesi
sebebiyle tahrimen mekruh olan bir fiili yapmış olması gerekecektir ki bu da ya
tahrimen mekruh hükmünün ve yahut da cem„-i sûrî‟nin doğru olmadığını
göstermektedir. Şayet Hanefîler bu durumdaki cem„in zarurete binaen yapıldığını
iddia edecek olurlarsa kendilerine Arafat ve Müzdelife‟nin dışında da aynı illete
mebni olarak namazların cem„ edilebileceğini söylemek mümkündür.
1803
Aynî, el-Binâye, I, 822.
1804
Benzer yaklaşımlar için bk. İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, II, 580; Hattâbî, Me„âlimü‟s-sünen, I, 228;
Hâmid b. Hasan Şâkir el-Yemânî, Mecmû„atü‟r-resâili‟l-Yemeniyye, “Kurretü‟l-ayn fi‟l-cem„i
beyne‟s-salâteyn”, s. 6.
1805
Mecelle md. 17; ََ ٤ِٔ ٤ْ َّْحُ َٔ َشوَّشُ طَـْ ِِذُ حُظ
1806
Serahsî, Usûl, II, 245; طخم٣ ق ٓخ ال٤ٌَِ ؿخثِط٤ؿ
1807
Keşmîrî, el-„Arfü‟Ģ-Ģezî, II, 54; Muhammed el-Arûsî, Ef„âlü‟r-resûl, s. 77.
1808
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, II, 114.
272
bu iki illet yerinde sadece “sefer” illetini kabul etmektedir. Dolayısıyla Hanefîlerin bu
uygulaması bir ibadette iki farklı illetle amel konusunu gündeme taşımaktadır.
*Ebû Hanîfe‟ye yüz yirmi beş yerde itiraz eden İbn Ebî Şeybe, 1809 namazların
cem„inin cevazı hususunda yirmi bir,1810 mekruh olduğuna dair on1811 rivayete yer
vererek Ebû Hanîfe‟yi tenkit etmektedir.1812
1809
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef adlı eserinin“Kitâbu‟r-redd alâ Ebî Hanîfe” adlı bölümde yüz yirmi
beş yerde Ebû Hanîfe‟ye itirazda bulunmuştur. bk. İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, VIII, 363-433.
1810
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, II, 343-345.
1811
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, II, 346.
1812
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, VIII, 373.
1813
Buhârî, “Taksîru‟s-salât”, 6, 13, 14, 15, 16.
1814
Buhârî, “Salât”, 93, 94; “Mevâkıt”, 12, 18; “Hac”, 83, 93, 96, 97, 99, 146; “Umre”, 20, “Cihâd”,
136.
1815
İbn Abbâs‟tan rivayete göre “Hz. Peygamber, Medine‟de akĢam ile yatsıyı (farzlarını birleĢtirerek)
yedi (rekat), öğle ve ikindiyi de (farzlarını birleĢtirerek) sekiz (rekat) olarak kıldı.” Buhârî,
“Öğlenin ikindiye te‟hîr edilmesi” bab başlığında zikrettiği bu hadisin akabinde Eyyûb Sahtiyânî
ile Câbir arasında geçen şu konuşmaya yer vermektedir: “Eyyûb Sahtiyânî, Câbir‟e: „Muhtemelen
bu, yağmurlu bir günde olmuĢtur.‟ der. Câbir de: „Muhtemelen‟ der.” Buhârî, mezkûr hadisin bir
benzerini bazı lafız değiklikleriyle beraber farklı bir babda yine İbn Abbâs tariki ile rivayet
etmektedir. bk. Buhârî, “Teheccüd”, 30.
1816
Muvatta‟, “Kasru‟s-salât”, 1.
1817
Buhârî, “Taksiru‟s-salât”, 14; ئهَ حُٔـَد٣ َ٤ُٔ حِٚ ِْٓ اًح أػـٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ِ ط٢ حُ٘ز٢ض حُ٘ز٣هخٍ ػزي هللا ٍأٝ
َ٤ُِف حّٞ ٖٓ ؿٞو٣ ٠ٔزق رؼي حُؼشخء كظ٣ الٝ ِْٔ٣ ْٖ ػ٤خ ًٍؼظٜ٤ِظ٤ْ حُؼشخء ك٤و٣ ٠ِزغ كظ٣ ِْٔ ػْ هِٔخ٣ ْخ ػالػخ ػٜ٤ِظ٤ك
273
Bazıları her ne kadar bu konudaki rivayetlerin tamamının Arafat, Müzdelife,
Tebük ve Benî Mustalik Gazvelerinde Hz. Peygamber‟in fiili sünnetinden ibaret
olduğunu ileri sürse1818 de kaynaklarda mezkûr yerlerin dışında sahâbenin de farklı
sebeplerden1819 dolayı seferde cem„ yaptığı görülmektedir.1820
Seferde namazların cem„i ile ilgili rivayetlerin sadece Benî Mustalik (m. 627)
ve Tebük (m. 630) Gazveleri ile Arafat ve Müzdelife (m. 632)‟de gerçekleştiği bilgisi
doğru kabul edildiği takdirde namazların cem„ edilmesinin Hz. Peygamber‟in
ömrünün son beş yılında uygulandığı anlaşılmaktadır. Bununla beraber bu tarihler
arasında tespit edebildiğimiz kadarıyla dokuz gazve ve kırk bir seriyye 1821 arasından
sadece Benî Mustalik ve Tebük gazvelerinde cem„e dair rivayetlerin yer alması
bunlarda herhangi bir cem uygulanmadığı yahut uygulandığı halde rivayetlere
yansımadığı ihtimalini gündeme getirmektedir. Zira konuyla ilgili rivayetler dikkatle
incelendiğinde milâdî 627-632 yılları arasında özellikle Medine‟ye hayli uzak olan
Taif (223 km), Hayber (150 km), Mûte (500 km) ve Mekke (500 km)‟ye düzenlenen
savaş seferlerinde cem„ yapıldığına dair kaynaklarda açık bir bilgiye
rastlanmamaktadır. Hatta Hz. Peygamber ve ashâbının Vedâ haccı boyunca Arafat ve
Müzdelife‟nin dışında özellikle gidiş ve dönüşü sırasında cem„ yaptığına dair bilginin
kaynaklarda belirtilmemesi seferde cem„in her zaman yapılmayan bir ruhsat olduğu
izlenimini de akla getirmektedir.
(1) Sâlim‟den rivayete göre “Hz. Peygamber, acilen yola çıkması gerektiğinde
akĢamla yatsıyı cem„ ederdi.” 1822
Hadiste geçen َـْ َٔ ُغ٣ ٢ُّ ِ ًَخَٕ حَُّ٘زifadesinden Hz. Peygamber‟in acil olarak sefere
çıktığında cem„ yaptığı anlaşılmaktadır.
1818
İbn Rüşd, el-Bidâye, I, 393.
1819
Meselâ Abdullah İbn Ömer‟e bir sefer sırasında hanımının rahatsızlığı haberi gelince hızlı bir
şekilde hareket etti ve şafak battıktan sonra akşamla yatsıyı cem„ etti. bk. Buhârî, “Ebvâbü‟l-
umre”, 19; “Teheccüd”, 136.
1820
Muhammed el-Arûsî, Ef„âlü‟r-resûl, (s. 77)‟de cem„in Arafat, Müzdelife ve Tebük‟de
gerçekleştiğini söylemesine rağmen Aynî, Benî Mustalik Gazvesi‟nde de cem„in gerçekleştiğini ve
buna dair rivayetlerin İbn Ebî Şeybe‟nin el-Musannef (II, 345)‟inde ve Ahmed b. Hanbel‟in el-
Müsned (6682-6906)‟inde rivayet edildiğini söyler. bk. Umdetü‟l-kârî, VII, 149.
1821
Gazve ve seriyyelerin kronolojik sırası için bk. “Muhammed” DĠA, XXX, 479-481.
1822
Buhârî, “Kasru‟s-salât”,13; َُ ٤ْ َّٔ ُ حِٚ ِ ْحُ ِؼشَخ ِء اِ ًَح َؿ َّي رَٝ د
ِ َِ َْٖ ْحُ َٔ ْـ٤َـْ َٔ ُغ َر٣ َْ ََِّٓ َٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ
َّ ٠َِّط
َ ٢ُّ ًَِخَٕ حَُّ٘ز
274
(2) İbn Ömer‟den rivayete göre “Resûlullah (s.a.), yolculukta acele etmesi
gerektiği durumlarda akĢamı yatsıyla beraber cem„ edecek Ģekilde tehir ederdi.”1823
Buhârî‟nin İbn Ömer‟den rivayet ettiği َُ ٤ْ َّٔ ُُ حَِٚ“ اِ ًَح أَ ْػ َـResûlullah (s.a.),
yolculukta acele etmesi gerektiği” ibaresiyle başlayan hadis ile Müslim‟in Enes‟ten
rivayet ettiği َُ َ حُ َّٔلِٚ ٤َِ اًح َػ َـ ََ َػve benzeri1824 ifadeler, cem„in bazen acele etmenin
gerektiği durumlarda yapıldığını göstermektedir.
(3) İbn Abbâs‟tan rivayete göre “Hz. Peygamber, binek üzerinde bir sefere
çıktığında öğle ile ikindiyi ve akĢamla yatsıyı cem„ ederdi.”1826
Buhârî, “Taksîru‟s-salât”, 6, 14; Müslim, “Salât”, 5 َخَٜ٘٤ْ ََـْ َٔ َغ ر٣ ٠َّد َكظ َ َِ ُ َئ ِّه َُ ْحُ َٔ ْـ٣ َِ َ حُ َّٔل٢ِ َُ ك٤ْ َّٔ ُُ حَِٚاِ ًَح أَ ْػ َـ
1823
275
(4) Enes‟ten rivayete göre “Hz. Peygamber, seferdeyken akĢamla yatsıyı cem„
ederdi.”1827
(5) Enes‟ten rivayete göre “Resûlullah (s.a.) öğleyi ikindiyle beraber cem„
ederdi.”1828
Hanefîlerin, öğlenin ikindi vaktine tehir edilerek kılındığını sarih bir şekilde
ifade eden bu ve benzeri1830 hadisleri kelime takdirleriyle tevil ettikleri görülmektedir.
Meselâ Tahâvî, karşı tarafın Enes b. Mâlik‟ten rivayet ettiği “Hz. Peygamber gündüz
vakti yolculuk için acele ettiğinde, öğle ile ikindiyi bir arada kılardı. (Yani) öğleyi
ikindinin ilk vaktine kadar geciktirip her iki namazı bir arada, akĢamı da geciktirip
yatsı ile birlikte (Ģafak kaybolunca) bir arada kılardı.”1831 mealindeki hadiste yer alan
َهض حُؼظٝ ٍٝ أ٠َُ حٜئهَ حُظ٣ (ikindinin ilk vaktine kadar tehir ederdi) ifadesinin أهَد٠ُا
َهض حُؼظٝ ٍٝ( أikindinin ilk vaktine yakın bir zamana kadar tehir ederdi) şeklinde de
anlaşılabileceğini söyleyerek tevil etmektedir.1832
1827
Buhârî, “Taksîru‟s-salât”, 13; َِ َ حُ َّٔل٢ِ ْحُ ِؼشَخ ِء كَٝ د ِ َِ ط َال ِس ْحُ َٔ ْـ َ َْٖ٤ََـْ َٔ ُغ ر٣ َْ ََِّٓ َٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ
َّ ٠َِّط
َ ٢ُّ ِهَخ ٍَ ًَخَٕ حَُّ٘ز
1828
Buhârî, “Taksîru‟s-salât”, 14
1829
Buhârî, “Taksîru‟s-salât”, 15; İbn Abbâs‟tan gelen benzeri bir rivayet için bk. Buhârî, “Taksîru‟s-
salât” 13; Müslim, “Salâtü‟l-müsâfirîn”, 5 (46); ُْْٔ َؾ حُ َّش٣َِِ ََِّٓ َْ اِ ًَح حٍْ طَ َل ََ هَ ْز ََ أَ ْٕ طَٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ َّ ٠َِّط َّ ٍُ ٍَُٞٓ ًََٕخ
َ ِهللا
ذ ُ ُّ َّ
َ ًِ ٍَ َّْ ََ ػْٜ حُظ٠ِط َ
َ ََ ََْ طَ ِل٣ ْٕ َض حُ َّش ُْْٔ هَ ْز ََ أ ُ ْ
ْ ُ َٔخ كَب ِ ْٕ َُحؿَٜ٘٤ْ َض حُ َؼظْ َِ ػ َّْ َٗ َِ ٍَ كَ َـ َٔ َغ ر ْ ُّ
ِ هَٝ ٠َُِ ََ اْٜ أ َّه ََ حُظَ
1830
Hadis kaynaklarında birinci namazın ikinciye tehir edildiğine dair tevile ihtiyaç duymayacak kadar
sarih rivayetler yer almaktadır. Meselâ (Müslim, “Taksîru‟s-salât”, 47 (704)‟de (… هضٝ ٍٝيهَ أ٣ ٠كظ
َ )…حُؼظifadesi yer alırken, yine (Müslim, “Taksîru‟s-salât”, 47 (704)‟de (… هضٝ ٠َُ اٜأهَ حُظ
َ )…حُؼظifadesi yer almaktadır.
1831
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 163; ( هضٝ ٍٝ أ٠َُ حٜئهَ حُظ٣ حُؼشخءٝ ٖ حُٔـَد٤ِش ؿٔغ ر٤ُ َاًح أٍحى حُٔلٝ
ذ حُشلن٤ـ٣ ٠ٖ حُؼشخء كظ٤رٝ ٔخٜ٘٤ـٔغ ر٣ ٠ئهَ حُٔـَد كظ٣ٝ ٔخٜ٘٤ـٔغ ر٤ )حُؼظ َ كhadisin bir benzeri için bk.
Müslim, “Salâtu‟l-müsâfirîn”, 48 (704); َئه٣ٝ ٔخٜ٘٤ـٔغ ر٤هض حُؼظَ كٝ ٍٝ أ٠َُ اٜئهَ حُظ٣ َ حُٔلٚ٤ِاًح ػـَ ػ
ذ حُشلن٤ـ٣ ٖ٤ٖ حُؼشخء ك٤رٝ خٜ٘٤ـٔغ ر٣ ٠حُٔـَد كظ
1832
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 164.
1833
Fahrü‟l-İslâm el-Pezdevî, Usul, (KeĢfü‟l-esrâr ile birlikte), II, 331.
1834
İbn Hişâm el-Ensârî, Evdahu‟l-mesâlik, II, 142.
276
bazen ise dahil olmaz. Her iki durumda da buna delâlet eden bir karînenin/delilin
bulunması gerekmektedir.1835 Nitekim Kur‟ân‟da bununla ilgili pek çok örnek
bulunmaktadır.1836
“٠َُِ ”اharfinin kullanımına dair bu bilgiler doğrultusunda Tahâvî‟nin yapmış
olduğu tevil tekrar incelendiğinde, onun gâyenin mugayyaya dahil olmadığı görüşünü
savunduğu fakat buna rağmen harici bir karîne zikretmediği görülmektedir.
1835
Cessâs, Ahkâmü‟l-Kur‟ân, II, 291; ش ًٔخ٣ ؿخ٠ُّ ألٕ اٞوَؽ ٖٓ حُظ٣ َ٤ٍُِ حٍٝ أٞ ريهٚٗش هخٍؿش ٖٓ حُـِٔش أل٣حُـخٝ
خُٜٞ ىه٢ حُيالُش ك٠ِف ػٞهٞٓ خٌٜٔكٝ َٟخ أهٜؿَٝهٝ حٌُالّ طخٍس٢خ كُُٜٞ ىهٞـ٣ ش هي٣ إٔ حُـخ٢ٌح أطَ كٛٝ ش٣ ؿخ٠إٔ كظ
خٜؿَٝ هٝ ;أAyrıca bk. Zemahşerî, el-KeĢĢâf, III, 559.
1836
Gâyenin, mugayyâya dahil olduğunun delili olarak ِىَٞ ْٓ َ ِؾ ْحأل٤ْ غُ َِٖٓ ْحُ َو٤َ حأل ْر َ ْ ُؾ٤ْ ََّٖ َُ ٌُ ُْ ْحُ َو٤َظَز٣َ ٠َّح َكظُٞح ْش ََرَٝ حًُُِٞ َٝ
ْ
َِ ْ“ َِٖٓ حُلَـTa fecrin beyaz ipliği siyah iplikten ayırt edilinceye kadar yiyin, için” (el-Bakara, 2/187)
âyeti ile َِ ٤ْ َُِّ ح٠ََُِخ َّ ا٤ظ ِّ ُح حُّٞٔ ِ“ ػُ َّْ أَطSonra orucu geceye (akĢama) kadar tamamlayınız.” (el-Bakara,
2/187) âyetlerini misal vermemiz mümkündür. İlk âyette ٠َّ َكظikinci âyette ٠َُِ اharfleri kendilerinden
önceki fiillerin kendilerinden sonraki vakitle sınırlı olduğunu dolayısıyla sınırların hükmün
kapsamı dışında kaldığını ifade etmektedirler. Zira orucun başlangıç ve bitiş süreleri Hz.
Peygamber‟in uygulamalarıyla bilinmektedir. Dolayısıyla bu karîne sebebiyle de gâyenin,
mugayyaya dahil olmadığı anlaşılmaktadır. Gâyenin mugayyaya dahil olduğuna ْْ ٌُ َُٛٞؿُٝ حُِِٞٔ كخ ْؿ
ِٖ ٤َ ْحُ ٌَ ْؼز٠َُِأٍَْ ُؿَِ ٌُ ْْ اَٝ ْْ ٌُ ِٓ ُٝح رِ َُإُٞح ْٓ َٔلَٝ ن ِ ْحُ َٔ ََح ِك٠ََُِ ٌُ ْْ ا٣ ِي٣ْ َأَٝ “Ey inananlar! Namaza durmak istediğiniz zaman,
yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın, baĢınızın bir kısmını meshedin ve aĢık kemiğine
kadar ayaklarınızı yıkayın.” (el-Mâide, 5/6) mealindeki âyeti misal vermek mümkündür.
Âlimlerin çoğunluğu, âyette emredilen yıkama hükmünün ٠َُِ اharfinin mecrûrunun yıkama emrine
dahil olup olmadığı hususunda kesin bir karîne bulunmadığından dolayı “ihtiyat” prensibini nazarı
itibara alarak dirsek ve aşık kemiklerini âyetinin şümülüne dahil etmişlerdir. bk. Zemahşerî, el-
KeĢĢâf, I, 597.
1837
İbn Dakîku‟l-Iyd, Ġhkâmü‟l-ahkâm, I, 328.
1838
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr‟da Nâfi‟den gelen şu rivayette de benzer tevili yapmaktadır. “Ġbn
Ömer ile birlikte yoldaydık. Yolun bir yerinde Ebû Ubeyd‟in kızı olan hanımının ağır hasta olduğu
ona haber verildi. O da hızlıca yola koyuldu. Nihayet güneĢ batınca ona namaz için seslenildi,
fakat inmedi. AkĢam olunca, onun namazı unuttuğunu zannettik. Ben: „Namaz kılalım mı?‟ dedim.
O sustu. Nihayet Ģafak kaybolmak üzere iken inip akĢam namazını kıldı. ġafak kaybolunca da
277
(7) İbn Eslem‟in babasından rivayetine göre Babası Eslem‟e şöyle demiştir:
“Ben Abdullah b. Ömer ile beraber Mekke yolculuğunda bulundum. Yolda kendisine
Safiyye bnt. Ebî Ubeyd‟in rahatsızlığının arttığı haberi gelince hızlandı. Nihayet
Ģafağın batmasından sonra bineğinden indi, akĢamla yatsı namazlarını birleĢtirerek
kıldı.(…)”1839
Seferde öğle ile ikindi, akşamla yatsının cem„inin cevazına dair yukarıda
zikredilen hadislerle beraber kaynaklarda yer alan diğer rivayetler1840 bir bütün olarak
göz önünde bulundurulduğunda bu sayının üç yüzden fazla olduğu, bunlara ait
râvilerin on ikisinin sahâbî, ikinci tabaka râvi sayısının otuz bir, üçüncü tabaka râvi
sayısının ise kırk yediye ulaştığı, bu sebeple ilgili hadislerin meşhur hadis düzeyinde
olduğu görülmektedir.1841 Nitekim bir haberin “meşhur” veya “müstefîz”
sayılabilmesi için râvi sayısı hususundaki görüşler bunu teyit eder mahiyettedir.
Bazıları râvi sayısının ilk üç tabakada en az birin, bazıları ikinin, bazıları ise en az
üçün altına düşmemesi şartını ileri sürmektedir.1842
yatsıyı kıldı ve: „Biz yolculukta acele etmek istediğimiz zaman, Hz. Peygamber ile birlikte böyle
yapardık.‟ dedi.” Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr‟ I, 163; ا ًَح٠َُّ َكظْٚ٘ هللا ُ َػ َّ ٢َ ػ ِ ٍَ ََ َٔ هَخ ٍَ أَ ْهزَ َِْ٘خ َٓ َغ ح ْر ِٖ ُػ، ٍػ َْٖ َٗخكِغ
٠َّ َكظ، ٍِِْ ْ٘ ٣َ ْْ ََِظ َال ِس ك َّ ُ رِخ١ َ ِىَُٞ٘ ك، ُْْٔ ض حُ َّش ْ َ ؿَخر٠َّ َكظ، َْػاخ ِ ُٔٓ كَ ََح َف، ٍي٤ْ َ ُػز٢ِض أَر
ِ ْ٘ ِ رِٚ ِْ َؿظَُٝ ٠َِ حُ ْٓظُظْ َِ َم َػ، ن٣ ِ َِ َّْغ حُط ِ ًَُّ٘خ رِزَؼ
٠ِظ َّ َ َن ك َّ
ُ ََخد حُشل َ ؿَٝ ، د ْ
َ َِ حُ َٔ ْـ٠ِظَّ َ َ َٗ َِ ٍَ ك، ذ٤ َ
َ َ ِـ٣ ْٕ ن أ ُ َ ا ًَح ًَخ َى حُشل٠َّ َكظ، َ كَ ٌََٔض، ُ حُظ ََّالس: كَوِض، ٢َ ِٔ َٗ ُ هَ ْيَّٚٗ كَظَََّ٘٘خ أ٠َٔ ْٓ َا ًَح أ
َّ ْ ُ َ
َُ ٤ْ َّٔ ُ ََِّٓ َْ ا ًَح َؿ َّي ِرَ٘خ حَٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ
َّ ٠َِّط َّ ٍِ ٍَُٞٓ َ ٌَ ٌَح ًَُّ٘خ َٗ ْل َؼ َُ َٓ َغٛ " : ٍَ هَخَٝ ْحُ ِؼشَخ َء
َ ِهللا
1839
Buhârî, “Ebvâbü‟l-umre”, 19; “Teheccüd”, 136; َٔ ً٘ض ٓغ ػزي هللا رٖ ػ:ٍ هخٚ٤ي رٖ أِْٓ ػٖ أر٣ُ ٢َٗهخٍ أهز
٠ِد حُشلن ٍِٗ كظَٝ ًخٕ رؼي ؿ٠َ كظ٤ُٔؿغ كؤَٓع حُٞي شيس ح٤ ػز٢ش ر٘ض أر٤ ػٖ طلٚن ٌٓش كزِـ٣َٔخ رطٜ٘ هللا ػ٢ٍػ
ٔخٜ٘٤حُؼظٔش ؿٔغ رٝ حُٔـَد
1840
Enes b. Mâlik'ten rivayete göre “Acil olarak sefere çıkıldığı zaman Resûlullah (s.a.) öğleyi,
ikindinin ilk vaktine kadar erteler, akabinde her iki namazı cem„ ederdi. AkĢam namazını da kızıllık
kaybolana kadar geciktirir, sonra yatsı namazı ile cem„ ederdi.” Muaz b. Cebel (r.a.)‟den rivayete
göre “Resûlullah (s.a.) Tebük Gazvesi‟nde güneĢ zevalden (dik olarak gelmeden) önce yolculuğa
devam ederse, öğle namazını ikindi vaktine tehir ederdi. AkĢamda da aynı Ģeyi yapardı. GüneĢ
batmadan önce yolculuğa devam ederse, akĢamı tehir edip yatsı namazıyla cem„ ederdi. GüneĢ
battıktan sonra yolculuğa çıkarsa yatsıyı takdim edip akĢamla cem„ ederdi.”
1841
Kırbaşoğlu, Namazların BirleĢtirilmesi, s. 171.
1842
Apaydın, Yunus, “Meşhur”, DĠA, XXIX, 371.
278
muhalefet ettiklerini bu sebeple ağır bir manevi mesuliyet altına girdiklerini iddia
ederler.1843
Kısaca ifade etmek gerekirse Hanefîlerle cumhur arasında cereyan eden bu
ihtilâfın temel sebeplerinden birinin konuyla ilgili haberlerin niteliği hususunda
olduğu görülmektedir. Diğer bir ifadeyle cumhur nezdinde meşhur seviyesine ulaştığı
kabul edilen hadislerin Hanefîlerce haber-i vâhid derecesinde sayılmış olması iki
ihtimali gündeme getirmektedir.
Birincisi bir kısım hadislerin Hanefîlere ulaşmadığı dolayısıyla konuyla ilgili
rivayetlerin haber-i vâhid düzeyinde kaldığı bu sebeple âyetler karşısında bunlarla
amel edilmemiş olabileceği ihtimalidir.
İkincisi ise haber-i vâhid‟e atfedilen manadan kaynaklanabileceği ihtimalidir.
Bilindiği üzere ilk dönem âlimlerin geneli haberi, mütevâtir ve âhâd olmak üzere iki
grupta kategorize etmektedirler.1844 Dolayısıyla onların bu tasnifine göre beş veya altı
kişinin rivayet ettiği haberler, haber-i vâhid kısmından sayılmaktaydı. Bu sebeple
sonraki dönemlerde müstefiz haberler katagorisine girebilecek bu sayıdaki rivayetler,
hadis literatürünün tam teşekkül etmediği ilk dönem kaynaklarında haber-i vâhid
kapsamında değerlendirilmiştir.1845 Binaenaleyh Hanefî kaynaklarında seferde
namazların cem„i ile ilgili rivayetlerin haber-i vâhid çerçevesinde mütalaa edilmeleri
ilk dönem âlimleri için bir mazeret teşkil etse de hadislerin tedvini sonrası konuyla
ilgili tüm rivayetleri bir arada görme imkanına sahip olan Aynî ve Ali el-Kârî gibi
muhaddislik yönüyle de bilinen müteahhir bazı Hanefî fukahası için bir özür teşkil
etmese gerekir. Nitekim Hanefîlerin bu tutumu özellikle müteahhir usûlcülerin haber-i
vâhide getirmiş oldukları “bir veya birkaç kişinin rivayeti”1846 şeklindeki tarifine de
aykırı olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla zikrettiğimiz bu iki ihtimalden
ikincisinin birincisine nispetle daha kuvvetli olduğunu söyleyebiliriz.
1843
Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 127; Aynî, Umdetü‟l-kârî, VII, 152; Aynî, bununla ilgili olarak şunları
söyler: “Cem„in bir ruhsat olduğunu biz de kabul ediyoruz. Haber-i vâhidin kat„î olan âyetlerle
çatıĢmaması için (cumhurun ileri sürdüğü) rivayetleri cem„-i sûriye hamlediyoruz.”
1844
Koçkuzu, Ali, Rivayet Ġlimlerinde Haber-i Vâhidlerin Ġtikat ve TeĢrî Yönlerinden Değeri, s. 53.
1845
Apaydın, Yunus, “Haber-i vâhid”, DĠA, XIV, 355.
1846
Abdülazîz el-Buhârî, KeĢfü‟l-esrâr, II, 678.
279
düzeyindeki rivayetlerle tahsis edilebileğini prensip olarak câiz görmektedirler.1847
Binaenaleyh cem„ ile ilgili hadislerin meşhur haber seviyesinde kabul edilmesi
durumunda namaz vakitleriyle alakalı âyetlerin bu rivayetlerle tahsis edilmesi
sûretiyle seferde cem„in câiz olabileceğini söylemek de mümkün gözükmektedir.
D. Değerlendirme
1847
Abdülazîz el-Buhârî, KeĢfü‟l-esrâr, III, 22.
280
Abbâs tarafından rivayet edilen “Hz. Peygamber, Medine‟de herhangi bir korku ve
sefer olmaksızın öğle ile ikindiyi, akĢamla yatsıyı cem„etti.”1848 mealindeki hadis,
cem„in sûrî olmadığını ispat noktasında dikkat çekicidir. Şöyle ki Saîd b. Cübeyr‟in
bu hadisi İbn Abbâs‟tan işittiğinde taaccüp ederek bunun sebebini sorması ve “Hz.
Peygamber ümmetinden hiç kimseyi zora düĢürmemeyi istedi.” şeklinde cevap alması,
cem„in normalin dışında tahakkuk eden bir cem„ olduğuna işaret etmektedir. Şayet bu
durum Hanefîlerin iddia ettiği gibi her namazın kendi vaktinde kılındığı cem„-i sûrî
şeklinde olmuş olsaydı bu sahâbînin mezkûr rivayet karşısında taaccüp etmemesi
gerekirdi. Kanaatimizce bu rivayet, cem„-i hakîkîyi teyid eden önemli bir unsurdur.
1848
Müslim, “Salâtü‟l-müsâfirîn”, 54 (705); ( َحُؼظٝ َٜٖ حُظ٤ِْٓ رٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ٍِ هللا طٍٞٓ ػٖ رٖ ػزخّ هخٍ ؿٔغ
َال ٓلٝ فَٞ ه٤ ؿ٢٘ش ك٣حُؼشخء رخُٔيٝ حُٔـَدٝ) daha önce geçtiği gibi hadisin bazı rivayetlerinde “sefer”
kaydı yerinde “yağmur” ifadesi yer almaktadır.
281
IV. FÂTĠHA‟DAN SONRA SESLĠ OLARAK 'ÂMÎN' DEMENĠN
HÜKMÜ
Sözlükte “kabul et” manasında bir isim fiil olan âmîn ( َٖ٤ِٓ )آkelimesi,1849 fıkıh
terimi olarak “gerek münferit gerekse cemaatle kılınan namazlarda Fâtiha sonunda
yer alan َٖ٤ُِّ َال حُؼَّخَٝ kelimesinin okunuĢu sonrasında veya namaz dıĢında dua cümleleri
sonunda “kabul et” manasında söylenen bir dua sözcüğü” şeklinde
tanımlanmaktadır.1850
İslâm âlimleri, namaz sırasında cemaatin âmîn demesi hususunda ittifak etmekle
beraber açıktan söylenip söylenmemesi ve imamın da buna iştirak edip etmemesi
hususunda ihtilâf etmişlerdir.
Bu ana başlık altında namazda Fâtiha‟dan sonra sesli olarak âmîn demenin
hükmü ele alınacak, sessiz olarak âmîn demeyi benimseyenlerin görüşü ve buna dair
tahliller “Hanefî Mezhebinin Delilleri ve Tartışılması”, diğerlerinin görüşü ise
“Buhârî‟nin Delilleri ve Tartışılması” alt başlıklarında incelenecektir. Daha sonra
1849
Mahmûd Abdurrahmân, Mu„cemu‟l-mustalahât, “Âmîn”, I, 26; Kal„acî, “Âmîn”, s. 37; İbn Hacer,
Fethü‟l-bârî, II, 262; Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I, 252; Mübârekfûrî, Tuhfetü‟l-ahvezî, I,
524; Bu kelimeyi “âmîn” şeklinde hemzesini med ederek okumak mümkün olduğu gibi “amîn”
şeklinde kasr ederek de okumak mümkündür. Fakat mim harfini şeddeleyerek “âmmîn” veya
“ammîn” şeklinde okumak büyük bir hatadır. bk. Leknevî, Umdetü‟r-ri„âye, II, 90.
1850
Aynî, Umdetü‟l-kârî, VI, 49.
1851
Kâşgarî, Münyetü‟l-musallî, s. 134, 140; Bilmen, Büyük Ġslâm Ġlmihali, s. 159.
1852
Leknevî, et-Ta„lîku‟l-mümecced, I, 447.
282
“Değerlendirme” alt başlığı altında konu hakkında genel bir tahlîl ve değerlendirme
yapılacaktır.
Birinci görüşü benimseyenlerin başında bir kavline göre Ebû Hanîfe1853 ve iki
kavlinden birine göre İmam Mâlik yer almaktadır. Kaynaklarda ikinci görüşün
sahipleri arasında özellikle şu fakihlerin zikredildiği görülmektedir: İki kavlinden
birine göre Ebû Hanîfe,1854 Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed,1855 kavl-i cedîdinde
İmam Şâfiî,1856 bir rivayete göre İmam Mâlik,1857 Sevrî ve Leys.1858
Eserlerde üçüncü görüşün sahipleri arasında ise şu âlimlerin adı
zikredilmektedir: İmam Şâfiî,1859 Ahmed b. Hanbel,1860 Atâ, Ebû Sevr, İshâk, Dâvûd
ez-Zâhirî1861 ve hadisçilerin geneli.1862 Buhârî1863 de bu görüşü tercih etmektedir.
Kısaca Fâtiha‟nın sonunda âmîn denmesinin cevazı hususunda dört mezhep
ittifak etmekle beraber kaynaklarda Ebû Hanîfe‟nin yanında İmam Mâlik ve Şâfiî‟nin
de konuya dair ikişer kavilleri olduğu görülmektedir. Bunları kısaca şöyle ifade
etmemiz mümkündür.
1853
Serahsî, el-Mebsût, I, 32.
1854
İmam Muhammed, el-Âsâr‟da ilerde zikredileceği üzere Ebû Hanîfe‟nin bu görüşte olduğunu
nakletmektedir. (Şeybânî, el-Âsâr, I, 151.)
1855
Şeybânî, el-Asl, I, 35; Şeybânî kendisine konuyla ilgili sorulduğunda imamın ve cemaatin gizli
olarak âmîn diyeceğini söyler. ٕ أٚ ُٖٔ هِل٢٘زـ٣ٝ ٖ هخٍ ٗؼْ هِض٤ٍٓ آٞو٣ ٕ اًح كَؽ ٖٓ كخطلش حُوَإٓ أُٚ ٢٘زـ٣ٝ هِض
ْخ هخٍ ٗؼٛٞول٣ٝ خُٛٞٞو٣
1856
Aynî, el-Binâye, II, 171; Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, I, 202; Keşmîrî, Feyzü‟l-bârî, II, 291.
1857
İbn Rüşd, el-Bidâye, I, 340-341.
1858
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, I, 202; Aynî, el-Binâye, II, 171.
1859
Nevevî, el-Mecmû„, III, 232; Keşmîrî, Feyzü‟l-bârî, II, 291.
1860
İbn Kudâme, el-Muğnî, II, 162; el-Kâfî, s. 88.
1861
İbn Hazm, el-Muhallâ, III, 264.
1862
Mervezî, Ġhtilâfü‟l-fukahâ, s. 105.
1863
Buhârî, “Ebvâbü sıfatı‟s-salât”, 32; İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, IV, 253; Leknevî, et-Ta„lîku‟l-
mümecced, I, 445.
1864
Mâlik b. Enes, el-Muvatta‟, s. 48.
1865
İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, IV, 252. İbn Rüşd, el-Bidâye, I, 340-341; İbn Kudâme, el-Muğnî, II, 162.
283
âmin deyiniz.”1866 rivayetini esas alarak İmam Mâlik‟in imamın âmîn demeyeceği
görüşünde olduğunu savunmaktadırlar.1867
Bu konuda İmam Şâfiî‟ye kadîm ve cedîd olmak üzere iki görüş nispet
edilmektedir. Müzenî, el-Muhtasar‟da İmam Şâfiî‟nin cehrî namazda imam ve
cemaatin âmîn lafzını cehrî okumayacağı kanaatinde olduğunu söylerken İbn Hacer,
İmam Şâfiî‟nin kadîm kavline göre cemaatin cehrî olarak âmîn demesini câiz
gördüğünü hatta İmam er-Râfi„î‟nin cehrî âmîni tercih ettiğini nakleder.1868 Şâfiî
mezhebinde cehrî âmîn demenin hükmü hususunda da farklı görüşler yer almaktadır.
İmam Gazzâlî ve İmam Nevevî cehrî namazlarda âmînlafzının imam ve cemaat
tarafından sesli okunmasını namazın müstehaplarından/sünnetlerinden1869
saymaktadırlar.
İmam Muhammed bu konuda Ebû Hanîfe‟ye iki farklı görüş nispet etmektedir.
O, el-Âsâr‟da İbrâhim en-Nehaî‟nin “Dört Ģey vardır ki imam onları gizli söyler;
Sübhâneke Allahümme ve bihamdik, ġeytan‟dan Allah‟a sığınmak,
Bismillahirrahmanirrahîm ve âmîn demek”1870 şeklindeki sözünü naklettikten sonra
1866
Mâlik b. Enes, el-Muvatta‟, s. 64.
1867
İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, IV, 253; İbn Rüşd, el-Bidâye, I, 340-341.
1868
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, II, 267; Şâfiîler bu konuda Tirmizî ve Ebû Dâvûd‟un Ali b. Sâlih‟den
naklettikleri “Hz. Peygamber namaz kıldı, Âmîni sesli söyledi, sağına ve soluna sessiz selam
verdi.” mealindeki hadis ile Ebû Dâvûd ve İbn Mâce‟nin Ebû Hüreyre‟den rivayet ettiklerine “Hz.
Peygamber “Ğayri‟l-ma„dûbi aleyhim veleddâlîn” okuduğu zaman Âmîn derdi ve bu sesi birinci
saftan iĢitilirdi.” mealindeki hadisi ve Nesâî‟nin Abdullah el-Câbir b. Vâil‟den o da babasından
rivayet ettiği “Hz. Peygamber‟in arkasında namaz kıldım, Fâtiha‟yı bitirdiğinde sesini yükselterek
âmîn dedi.” (Aynî, Umdetü‟l-kârî, VI, 50-51) hadisi ile Vâil b. Hucr‟in rivayet ettiği “Hz.
Peygamber‟i Ğayri‟l-ma„dûbi aleyhim veleddâllîn (âyeti akabinde) âmîn diyip, uzattığını iĢittim”
(Dârekutnî, I, 334; Beyhakî, es-Sünenü‟l-kübrâ, II, 57) mealindeki benzeri hadislerden hareketle
âmîn lafzını imam ve cemaatin yüksek sesle ve uzatarak söylemesine delil yapmaktadır.
1869
Gazzâlî, el-Hulâsa, s. 128; Nevevî, el-Mecmû„, III, 232; Aynî, Umdetü‟l-kârî, VI, 50.
1870
Şeybânî, el-Âsâr, I, 151; ٖٔرْٔ هللا حَُكٝ ، ٕطخ٤ً ٖٓ حُشٞحُظؼٝ ، رلٔيىٝ ُِْٜ ٓزلخٗي ح: ّٖ حإلٓخٜوخكض ر٣ أٍرغ
لش٤٘ ك٢ٍ أرٞ هٞٛٝ ٌ ٗؤهٚرٝ :ٖ هخٍ ٓلٔي٤ٓآٝ ، ْ٤حَُك
284
“Biz bunu alıyoruz, Ebû Hanîfe de bu görüĢtedir.” diyerek bu görüşü doğrudan Ebû
Hanîfe‟ye nispet etmektedir. Müteahhir Hanefî kaynaklarında bu görüş tercih
edilmekle beraber İmam Muhammed, el-Muvatta‟da “Ebû Hanîfe‟ye göre ise cemaat
âmîn der, imam demez”1871 sözünü söyleyerek Ebû Hanîfe‟ye ait ikinci bir görüşü
nakletmektedir. Dolayısıyla Ebû Hanîfe‟den gelen iki rivayetten birine göre mezhep
imamlarının imam ve cematin gizli olarak âmîn diyeceği hususunda hemfikir
olduğu1872 diğer rivayete göre ise Ebû Hanîfe‟nin imamın âmîn demeyeceği görüşüyle
İmameyn‟den ayrıldığı görülmektedir.
(a) İmam Muhammed, el-Âsâr‟da Ebû Hanîfe > Hammâd > İbrâhim tariki ile
gelen şu rivayete yer vermektedir: “Dört Ģey vardır ki imam onları gizli söyler;
Şeybânî, el-Muvatta‟, I, 65; َُٚ ُْئ َِٖٓ َٓ ْٖ ه َِْل٣َٝ ُّ ُئَٖٓ حإل َٓخ٣ ْٕ َد أ ِ اِ ًَح كَ ََ َؽ ِحإل َٓخ ُّ ِٓ ْٖ أٌ ِّّ ْحُ ٌِظَخ٢َ ْ٘زَ ِـ٣ ٌُ َ ٌَح َٗؤْ ٌهِٜرَٝ : هَخ ٍَ ُٓ َل َّٔ ٌي
1871
ّئٖٓ حإلٓخ٣ الٝ ّئٖٓ ٖٓ هِق حإلٓخ٣ ٍلش كوخ٤٘ كٞي كؤٓخ أر َ ٌَُِ َِٕ رََُٜٝ َْـ٣ َالَٝ ; benzer ifadeler için bk. Leknevî, en-
Nâfi„u‟l-kebîr Ģerhu‟l-Câmi„ü‟s-sağîr, s. 87-88.
1872
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, I, 202; ٚخ ٖٓ هِلُٜٞو٣ٝ ّخ حإلٓخُٜٞو٣ غ٤ُِحٝ ٢حُشخكؼٝ ١ٍٞحُؼٝ ;هخٍ أطلخر٘خ
Tahâvî, Hanefî imamları arasında bu konuda cereyan eden ihtilâfa değinmeksizin gerek imamın
gerekse cemaatin âmîn diyebileceğini nakletmesi Ebû Hanîfe‟den gelen diğer rivayeti tercih
etmediğini göstermektedir. Tahâvî, âmînin hem imam hem de cemaat tarafından sırrî olarak
söyleneceğine dair rivayetleri zikreder. bk. Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 199, 204.
1873
Serahsî, el-Mebsût, I, 32; َٖ٤ِٓ آَٝ ُّ َيٜحُظَّ َشَٝ ََّش٤ِٔ ْٔ َّحُظَٝ ًَ َُّٞ ح ِإل َٓخ ُّ حُظَّؼ٢ِ ُْول٣َٝ ; İbn Nüceym, el-Bahrü‟r-râik, II, 56.
1874
Zeylaî, Tebyînü‟l-hakâik, I, 113; Kâşgarî, Münyetü‟l-musallî, s. 140; Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-
inâye, I, 249, 251; İbn Âbidîn, Reddü‟l-muhtâr, I, 476.
1875
Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I, 251; ، آخٓخاٝ ٓ٘لَىحا أًٚٗٞ ٍٖ كخ٤ٍٓ آٞو٣ ١ُ َئ ُِّٖٓ ) أ٣َٝ ( رخ اٞؿٝ ١َ ْو ََأُ حُلَخطِ َلشَ) أ٣ َّْ ُ(ػ
ِ ُٓ ْحٓظلزخرخ ا ( ِٓ َّحا ًخُ َٔؤ
ّ ٓ َّحا ًٔخ ٓزنُٞٓ َئ ِّٖٓ حُٔؤ٣ ًٔخ١ّ) أٞ
1876
Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I, 252.
285
Sübhâneke Allahümme ve bihamdik, ġeytan‟dan Allah‟a sığınmak,
Bismillahirrahmanirrahîm ve âmîn demek.”1877
1877
Şeybânî, el-Âsâr, I, 151; ْ٤رْٔ هللا حَُكٖٔ حَُكٝ ، ٕطخ٤ً ٖٓ حُشٞحُظؼٝ ، رلٔيىٝ ُِْٜ ٓزلخٗي ح: ّٖ حإلٓخٜوخكض ر٣ أٍرغ
لش٤٘ ك٢ٍ أرٞ هٞٛٝ ، ٌ ٗؤهٚرٝ : ٖ هخٍ ٓلٔي٤ٓآٝ ،
1878
Şeybânî, el-Asl, I, 35; ْ ٍر٘خ ُيُِٜحٝ ٖ٤ٓآٝ ْ٤ رْٔ هللا حَُكٖٔ حَُك٢ول٣ٝ ً هخٍ ٗؼْ هِضٞحُظؼٝ يٜ حإلٓخّ حُظش٢ول٣ٝ هِض
ْحُلٔي هخٍ ٗؼ
1879
Şeybânî, el-Asl, I, 122; هِض الٜٞٓ ٚ٤َِ ػٛ ٖ٤ٓ طَى آٝرلٔيى أٝ ُِْٜطَى ٓزلخٗي حٝ ًٞخ كظَى حُظؼٜٓ ُٞ ض٣هخٍ أٍأ
1880
Ebû Yûsuf, el-Âsâr, s. 21-22; ٢ٖ حإلٓخّ كَٛٔ٣ « أٍرغ: ٍ هخٚٗ أ، ْ٤ٛ ػٖ ارَح، ػٖ كٔخى، لش٤٘ ك٢ ػٖ أرٚ٤ػٖ أر
» ٖ٤ٓآٝ ، ًٞحُظؼٝ ، رلٔيىٝ ُِْٜٓزلخٗي حٝ ، ْ٤ رْٔ هللا حَُكٖٔ حَُك: ٚٔٗل
1881
Serahsî, el-Mebsût, I, 20.
1882
Merğînânî, el-Hidâye, I, 120.
1883
İbn Hacer, ed-Dirâye, I, 131.
1884
Sadruddîn b. Ebi‟l-İzz, et-Tenbîh, II, 534; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, II, 416; Tehânevî, Ġ„lâü‟s-
sünen, II, 247.
286
Bu hadis hakkındaki eleştirileri ve değerlendirmeleri şöyle özetlemek
mümkündür:
*İbn Ebî Şeybe, konuyla ilgili mezkûr rivayetin yanında beş rivayete daha yer
vermektedir. İbrâhim en-Nehaî‟den gelen nakillerin bazısında imamın beş yerde,1886
bazılarında dört1887 diğer bazılarında ise üç1888 yerde gizli okuduğuna dair ifadeler yer
almaktadır.
*Abdürrezzâk ise her ikisi de İbrâhim en-Nehaî‟den olmak üzere imamın dört
ve beş yerde gizli okuyacağına dair rivayetleri zikretmektedir. Fakat o, “sübhâneke”
yerinde “rabbenâ leke‟l-hamd” lafzını zikretmektedir.1889
*İbn Hacer, İbn Mes„ûd rivayetini bu şekliyle bulamadığını, İbn Ebî Şeybe ile
Abdürrezzâk‟ın bazı değişikliklerle naklettiğini söyler.1890
*Mübârekfûrî, İbrâhim en-Nehaî‟ye ait sözün sahih merfu hadislere muhalif
olması sebebiyle kabul edilemeyeceğini belirtir. O, bu görüşünü teyit maksadıyla
Leknevî‟nin es-Si„âye‟de en-Nehaî ve benzerlerine ait eserlerin merfu rivayetlere
denk olamayacağına dair söylediği sözü nakleder.1891
287
âmîni meleklerin âmînine tevafuk ederse geçmiĢ günahları affedilir.‟ buyurdu.” Ġbn
ġihâb der ki: „Resûlullah (s.a.) âmîn‟ derdi.”1892
İlerde Buhârî‟nin delilleri arasında yer alacak olan bu hadis hakkında İmam
Muhammed şunları söyler: “Biz (de) bunu alıyoruz. Ġmam Fâtiha‟yı bitirdikten sonra
gerek imam gerekse cemaat sessiz olarak âmîn der, Ebû Hanîfe‟ye göre ise cemaat
âmîn der, imam demez.”1893
1892
Şeybânî, el-Muvatta‟, I, 65; حكنٝ ٖٓ ٚٗح كبٞ٘٘ٓ اًح أٖٓ حإلٓخّ كؤ: ٍحُٔالّ هخٝ حُظالسٚ٤ٍِ هللا ػٍٞٓ َٕس أ٣َٛ ٢ػٖ أر
ٖ٤ٓ آ: ٍٞو٣ ّحُٔالٝ حُظالسٚ٤ِ ػ٢ ًخٕ حُ٘ز: خدٜ كوخٍ حرٖ ش:ٍ هخٚ ٓخ طويّ ٖٓ ًٗزُٚ َٖ حُٔالثٌش ؿل٤ٓ طؤٚ٘٤ٓطؤ
Şeybânî, el-Muvatta‟, I, 65; َالَٝ َُٚ ُْئ َِٖٓ َٓ ْٖ ه َِْل٣َٝ ُّ ُْئ َِٖٓ حإل َٓخ٣ ْٕ َد أ ِ اِ ًَح كَ ََ َؽ ِحإل َٓخ ُّ ِٓ ْٖ أٌ ِّّ ْحُ ٌِظَخ٢َ ْ٘زَ ِـ٣ ٌُ َ ٌَح َٗؤْ ٌهِٜرَٝ : هَخ ٍَ ُٓ َل َّٔ ٌي
1893
288
*Mübârekfûrî, mezkûr şahıs sebebiyle bu eserin oldukça zayıf olduğunu
belirtir.1900
*Zehebî, Fellâs‟ın bu şahsın rivayetlerini terk ettiğini, İbn Maîn‟in ise onun
hakkında “hadisi yazılmaz”1901 dediğini, hatta İbnü‟l-Kattân‟dan naklen Buhârî‟nin:
“Kim hakkında münkerü‟l-hadis demiĢsem ondan rivayet etmek helâl olmaz”
şeklindeki sözünü nakleder.1902
1898
Münker hadis, zayıf bir râvinin sika râvilere muhalif olarak rivayet ettiği ve bu rivayetiyle tek
kaldığı hadise denir. bk. Süyûtî, Tedrîbü‟r-râvî, I, 199; Haldun Ahdeb, Esbâbu ihtilâfi'l-
muhaddisîn, I, 378; Kandemir, Hadis Ġlimleri ve Hadis Istılahları, 162-163.
1899
Mübârekfûrî, Tuhfetü‟l-ahvezî, I, 527.
1900
Mübârekfûrî, Tuhfetü‟l-ahvezî, I, 527.
1901
Zehebî, Mîzânü‟l-i„tidâl, III, 228.
1902
Mübârekfûrî, Tuhfetü‟l-ahvezî, I, 527.
1903
Debûsî, el-Esrâr, I, 127; ٖ٤َٓ رخُظؤٜطَى حُ٘خّ حُـ
1904
Serahsî, el-Mebsût, I, 32; ٖ٤ٓح آُٖٞٞ كو٤ُال حُؼخٝ ّ اًح هخٍ حإلٓخُٚٞ ُو٠ُ هللا طؼخٚٔلش ٍك٤٘ ك٢ش حُلٖٔ ػٖ أر٣حٍٝ ٞٛٝ ;
Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 207.
1905
Buhârî, “Ebvâbü sıfatı‟s-salât”, 32; Nesâî, “İftitah”, 33; Ebû Dâvûd, “Salât”, 170 (932); İbn
Hibbân, V, 106 (thk. Şuayb el-Arnaût); Beyhakî, es-Sünenü‟l-kübrâ, II, 55; ِهللا َّ ٍَ ٍَُٞٓ َّٕ َ ََسَ أ٣ْ ََ ُٛ ٢ِػ َْٖ أَر
ْ ُ ُ ُ ِّ
َ َحكَٝ ْٖ َٓ ََُِّٖٚٗ كَب٤ِٓ ح آَُٖٞٞ كَو٤ُ َال حُؼَّخَٝ ْْ ِٜ ٤ْ َِد َػ
َُُٚ ََ ِْ ٍَ حُ َٔ َالثِ ٌَ ِش ُؿلَُٞ هُٚ َْٞن ه ْ ِ ٍَ ََِّٓ َْ هَخ ٍَ اِ ًَح هَخَٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ
ْ
ِ ُٞ َِْ حُ َٔ ْـؼ٤حإل َٓخ ُّ{ َؿ َّ ٠َِّط
َ
ِٚ َِٓخ طَوَ َّي َّ ِٓ ْٖ ًَ ْٗز
289
imamın gerekse cemaatin âmîn sözünün meleklerinkine uygun düşmesi için
söylenmesini talep etmektedir.1906
1906
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, II, 264.
1907
Serahsî, el-Mebsût, I, 32; Zeylaî, Tebyînü‟l-hakâik, I, 113; Dârekutnî, I, 133; Ahmed b. Hanbel,
َ َحُٔ ََّال ُّ هَٝ ُ حُظ ََّالسِٚ ٤ْ َُِ َػََّٚٗأ
َ ََٖ َهل٤ِٓ خٍ آ
(18865);َُْٚ طََٞخ طِٜغ ر
1908
Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 207; ٖ٤ِٓ رخُظؤ٠َأهل ْ
1909
Zeylaî, Tebyînü‟l-hakâik, I, 113.
1910
Beyhakî, es-Sünenü‟l-kübrâ, II, 391.
1911
Zeylaî, Nasbu‟r-râye, I, 369.
1912
Beyhakî, Ma„rifetü‟s-sünen, II, 391.
1913
Vehm, râvinin rivayetinde mürsel veya munkatı„ olan bir hadisi vasletmesi veya bir hadisi diğerine
katarak karıştırması gibi zapt vasfındaki bir kusurunu ifade eder. Vehm, hadise ait cerh
sebeplerinden biridir. bk. Canan, İbrahim, Yeni Usûl-i Hadis, s. 560.
1914
Dârekutnî, I, 334.
290
şeklinde yorumlamaktadırlar. Çünkü onlara göre âmîn, dua makamında bir lafız olup,
dualarda (asıl olan) gizli okunmasıdır.1915
*Zeylaî, Tirmizî‟nin Buhârî‟ye Alkame‟nin babası Vâil‟den yaptığı rivayet
hakkında sorduğunu Buhârî‟nin de onun, babasının vefatından altı ay sonra
doğduğunu söylediğini haber verir.1916 Bu da onun babasından doğrudan bu rivayeti
almadığını gösterir.
*Leknevî, Umdetü‟r-ri„âye‟de Şu„be tariki ile gelen “Hz. Peygamber âmîni
sessiz söyledi” şeklindeki rivayetin hatalı olduğunu, aksine “sesli söyledi” şeklindeki
rivayetin sahih olduğunu belirtir.1917
*Tehânevî, Vâil‟in bu konuda Hz. Peygamber‟den gelen iki rivayetinin
olduğunu, bunlardan sesli olduğuna dair rivayetin o‟nun bu lafızları insanlara öğretme
kastıyla yapmış olabileceğini söyler.1918
*Mübârekfûrî, Hanefîlerin cehrî âmîn ile ilgili hadisleri Hz. Peygamber‟in
tâlimi şeklinde gerekçelendirmelerini oldukça zayıf bulurken, konuyla ilgili
hadislerde yer alan “Hz. Peygamber bunu bize tâlim etmek için yaptı” şeklindeki
kaydın râvi Yahyâ b. Seleme b. Küheyl‟in bir ziyadesi olduğunu, hatta İbn Hacer‟in
bu şahıs hakkında metrûk ve şiî olduğunu söylediğini nakleder. 1919
3. Kur‟ân
1915
Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 207; Merğînânî, el-Hidâye, I, 123; Zeylaî, Tebyînü‟l-hakâik, I, 113; ا ًَحٝ
ُّْ ََخ حُ ُٔ ْئطَُُُٜٞو٣َٝ َٖ٤ِٓ َٖ هَخ ٍَ آ٤ُِّالَ حُؼَّخَٝ ُّ هَخ ٍَ ح ِإل َٓخ
1916
Zeylaî, Nasbu‟r-râye, I, 370.
1917
Leknevî, Umdetü‟r-ri„âye, II, 91.
1918
Tehânevî, Ġ„lâü‟s-sünen, II, 255.
1919
Mübârekfûrî, Tuhfetü‟l-ahvezî, I, 531.
1920
Teftâzânî, et-Telvîh alâ keĢfi Hakâiki't-Tenkîh, I, 145; ذ َال ِ ّ حَُِّ ْل ِع َال ُِ ُوظٞ
ِ َصُ حُ َّٔزُٞ ُهظَٝ صُٞ ِ ُٔ إ ْحُ ِؼ ْز ََسَ ُِ ُؼ
َّ
ْ َّ
َّ حُِل ِعُٞٔ ُػ٢َُِ٘خك٣
1921
A‟râf, 7/55; َشا٤ ُه ْلَٝ ؼَُّ ػاخ ْ ح ْىػ
َ َح ٍَرَّ ٌُ ْْ طُٞ
291
mealindeki âyetin genel ifadesinden hareketle Fâtiha‟nın sonunda gerek imamın
gerekse cemaatin cehrî olarak âmin demesini “tenzihen mekruh” görmektedirler.1922
Hanefîler, buna ilaveten Hz. Mûsâ ve Harun arasında cereyan eden bir kıssayı
gizli âmîn demenin delili yapmaktadır. Şöyle ki; müfessirler, Hz. Mûsâ duayı yaptığı
sırada Hz. Harun‟un âmîn dediğini, bu sebeple Allah Teâla‟nın onların bu halini tasvir
ederken “Her ikinizin de duası kabul edildi. Öyleyse dürüst olmakta devam edin”1923
âyetini zikretmektedir. Hanefîler her ne kadar âmîn lafzının dua olduğuna dair Atâ‟nın
“âmîn, duadır” şeklindeki sözünü delil olarak zikretmiş olsalar da1924 Mübârekfûrî,
âmînin müstakil bir dua olmadığını bilakis duayı tamamlayan bir söz olduğunu
söyler.1925 Dolayısıyla âyette yer alan طُ ٌُ َٔخَٞ َّى ْػifadesinde Hz. Mûsâ‟nın âmîn sözünün
dua sayılması tağlîb sebebiyle olduğu anlaşılmaktadır.
Hanefîlerin bu konuda istidlâl ettiği diğer bir delil ise “Rabbini, içinden
yalvararak ve korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah-akĢam zikret ve gafillerden
olma.”1926 mealindeki âyet ile “Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber‟e yüksek
sesle bağırmayın, yoksa siz farkına varmadan iĢledikleriniz boĢa gider.”1927
mealindeki âyettir.1928
Debûsî, yukarıdaki âyetlere ilaveten duada asıl olanın gizli olması gerektiği
görüşünü teyit etmek maksadıyla “Duanın en hayırlısı gizli olan, rızkın en hayırlısı
ise kifâyet edendir.” mealindeki hadisi rivayet etmektedir.1929
1922
Debûsî, el-Esrâr, I, 127 (Salim Özer, yayınlanmamış doktora tezi)
1923
el-Yûnus, 10/89 َٔخ٤ِطُ ٌُ َٔخ كَخ ْٓظَوَٞ زَض َّى ْػ٤هَ ْي أُ ِؿ
1924
Keşmîrî, Feyzü‟l-bârî, II, 290; Cessâs, Ahkâmü‟l-Kur‟ân, III, 238; ٖ ىػخء٤ٓ آ:هخٍ ػطخء
1925
Mübârekfûrî, Tuhfetü‟l-ahvezî, I, 531.
1926
el-A‟râf, 7/205; َٖ٤ِِ ِالَ طَ ٌُٖ َِّٖٓ ْحُـَخكَٝ ٍِ طخ َ ٥حَٝ ِّٝ ْ ٍِ رِ ْخُ ُـ ُيَٞ َِْ َِٖٓ ْحُوَٜٕ ْحُ َـٝ ُىَٝ لَشا٤ ِهَٝ ؼَُّ ػخ ا َ َّ ْحً ًَُ ٍَّرَٝ
َ ِٔ َٗ ْل٢ِي ك
َ َي ط
1927 ُ َ
el-Hucurât, 49/2; ْْ ٌُ ُْغ أ ْٕ طَلْ زَؾَ أ ْػ َٔخَ ٍ ؼ ٌُ ْْ ُِزَؼ ْ
ِ َِْ رَ ْؼْٜ ٍِ ًَ َـَُٞ رِخُوَُٚ حََُٜٝ ْ َال طَـَٝ
1928
Debûsî, el-Esrâr, I, 127 (Salim Özer, yayınlanmamış doktora tezi)
1929
Debûsî, el-Esrâr, I, 127 (Salim Özer, yayınlanmamış doktora tezi); Debûsî‟nin bu eserini tahkîk
eden müellif, bu hadise vâkıf olamadığını söylemektedir. Fakat bu rivayet Ahmed b. Hanbel‟in el-
Müsned‟inde yer almaktadır. II, 226 (1477); Ayrıca bk. Kurtubî, el-Câmi' li-ahkâmi'l-Kur'ân, IX,
244 (dp. 6.)
292
eden sarih hadisler bulunmaktadır. Usûl açısından meşhur hadisin sarih delâletinin
âyetin genel manasından daha kuvvetli olduğu düşünüldüğünde bu prensip Hanefîleri
haklı çıkarmamaktadır. Zira bazı namazlarda kıraatin sesli okunması, hac sırasında
hacıların telbiyeleri yüksek sesle yapmaları ezan, iftitah ve teşrik tekbirleri kişinin
rabbine duası sayılır. Her ne kadar Hanefîler İslâm‟ın şiarı olmaları sebebiyle bunların
sesli olarak yapıldıklarını söylese de1930 âmînin cehri okunabileceğine dair karşı
tarafın ileri sunduğu sahih rivayetler göz önünde bulundurulduğunda bu gerekçenin
zayıf kaldığı görülmektedir. Dolayısıyla sarih nassın bulunduğu yerde bazı fıkhî
prensiplerin istisna dairesinde terkedilebileceği sonucuna varmak daha isabetli bir
yaklaşım olarak görülmektedir. Nitekim Hanefîler teşehhüdde şehâdet parmağının
kaldırılması hususundaki hadisler sebebiyle “namazda sükün asıldır” şeklindeki genel
prensiplerini terketmektedirler.
Kudûrî (v. 428/1037), Fâtiha‟dan sonra imam ve cemaatin âmîn lafzını gizli
olarak söyleyebileceğini ifade eder.1934
1930
Debûsî, el-Esrâr, I, 127 (Salim Özer, yayınlanmamış doktora tezi)
1931
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 204.
1932
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, I, 202.
1933
Cessâs, Ahkâmü‟l-Kur‟ân, I, 22; Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I, 252.
293
Debûsî (v. 430/1039), gizli olarak âmîn demenin sünnet olduğunu, dolayısıyla
hadislerde imamın cehrî âmîn dediğine dair (özellikle) Şâfiîlerin ileri sürdüğü
hadislerin tevil edilmiş olduğunu söyler. Musannif, “Ġmam vele‟d-dâllîn‟ dediği
zaman sizler âmîn deyiniz, zira imam âmin, der.” hadisiyle istidlâl ederek imamın
âmîn sözünü gizli okuduğunu savunarak mezhep imamlarının görüşünü teyit etmeye
çalışır.1935
Yine Debûsî, Hz. Peygamber‟in bu konudaki fiilî sünneti hususunda ise ihtilâf
söz konusu olduğunu söylemiştir. Bu sebeple kavlî sünneti ile fiilî sünneti arasındaki
bu ihtilâfı çözmek için bazı alternatifler ileri sürmektedir. Musannif, öncelikle kavlî
ve fiilî hadisler arasında teâruz olduğunda kavlî hadisin tercih edileceğini iddia
ederken Hz. Peygamber‟in âmîni cehrî okumasını ise sahâbeye öğretmek maksadıyla
yapmış olabileceği şeklinde yorumlamaktadır. Bunu da Hz. Ömer‟in Irak‟tan gelen bir
heyete öğretmek maksadıyla tekbirden sonra cehrî olarak sübhâneke‟yi okumasına
dair uygulamayla delillendirmeye çalışmaktadır.
Debûsî, karşı görüşün ileri sürdüğü delillerin “Rabbinize tevazu ile için için dua
edin”1936 mealindeki âyetin genel ifadesi sebebiyle mensuh olabileceğini bu sebeple
âmîn lafzının da gizli söylenmesi gerektiğini, nitekim Hz. Peygamber‟in ilk zamanlar
namaz sırasında gözlerini semaya çevirip, ellerini havaya kaldırdığını fakat daha
sonra huşû ve elleri bağlamakla emredilince bunları terkettiğini ileri sürer. Musannif,
ayrıca âmînin dua olduğuna dair naklî delilleri zikrettikten sonra aklî delillerle de
bunu teyit etmeye çalışır. Şöyle ki; ezan, telbiye, iftitah ve teşrik tekbirlerinin İslâm‟ın
birer şiarı olması sebebiyle sesli yapıldığını belirtir.1937
Serahsî (v. 483/1090), Ebû Hanîfe‟nin “sadece cemaatin âmîn diyeceğine” dair
görüşünün Hasan b. Ziyâd tarikiyle geldiğini ve Hz. Peygamber‟in “imam َٖ٤ُِّ َال حُؼَّخَٝ
dediğinde siz de َٖ٤ِٓ آdeyiniz.” hadisine dayandığını belirtir. Serahsî, her ne kadar Ebû
Hanîfe‟nin görüş ve delilini zikretse de ona göre imam sırrî de olsa âmîn lafzını
söyler.1938
1934
Kudûrî, Muhtasar (el-Lübâb ile birlikte), I, 57.
ِ ْ ٍَ خ اِ ًَح هَخُٜٞو٣ ّبٕ حالٓخ
Debûsî, el-Esrâr, I, 126 (Salim Özer, yayınlanmamış doktora tezi); َِْ ٤حإل َٓخ ُّ{ َؿ َّ َك
1935
ُ ُ ِّ
َٖ٤ِٓ ح آَُٖٞٞ كَو٤ُ َال حُؼَّخَٝ ْْ ِٜ ٤ْ َِد َػ ْ
ِ ُٞحُ َٔ ْـؼ
1936
A‟râf, 7/55; َشا٤ ُه ْلَٝ ؼَُّ ػاخ َ ْ ُ َّح ٍَرُٞ
َ ط ٌْ ْ ح ْىػ
1937
Debûsî, el-Esrâr, I, 127 (Salim Özer, yayınlanmamış doktora tezi)
1938
Serahsî, el-Mebsût, I, 32.
294
Kâsânî (v. 587/1191), âmin demenin fasılasız ve gizli yapılmasının sünnet
olduğunu bunun aynı zamanda Hz. Ali ve İbn Mes„ûd‟un görüşü olduğunu belirtir.1939
Zeylaî (v. 762/1360), Hanefîlerin istidlâl ettiği Vâil hadisinde yer alan “âmîni
gizli söyledi” (خٜ رٚطٞ ط٢ )أهلşeklindeki kaydın sadece Şu„be rivayetinde bulunduğunu
Süfyân tariki ile gelen rivayette ise bu kaydın yer almadığını aksine ٚطٞخ طٍٜكغ ر
(âmîni açıktan söyledi) ifadesinin yer aldığını nakletmektedir. Buna ilaveten
müellifin, Dârekutnî‟nin bunun Şu„be‟nin bir vehmi olduğu yönündeki tenkitlerini
nakletmesi oldukça dikkat çekicidir.1942
Ali el-Kârî (v. 1014/1606), âmîn lafzının gerek imam gerekse cemaat tarafından
sırrî okunacağı hususunda mezhep imamlarıyla aynı kanaati paylaşmakla beraber,
kendisi bunu müstehap amellerden saymaktadır.1943 Musannif, âmîn lafzının cehrî
olarak zikredildiğine dair rivayetleri, Hz. Peygamber‟in bunu sahâbeye fiili olarak
tâlim etmesi babından saymaktadır. Nitekim Hz. Ömer ve Ali‟nin bazen bu fiili terk
ettiklerini belirtir.1944
İbn Âbidîn (v. 1252/1836), imam ve cemaatin gizli olarak âmin demesini,
namazın sünnetleri arasında zikretmektedir.1946
1939
Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 207.
1940
Merğînânî, el-Hidâye, I, 122-3.
1941
Kâşgarî, Münyetü‟l-musallî, s. 140.
1942
Zeylaî, Nasbu‟r-râye, I, 369.
1943
Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I, 251; ِح ْٓظِلْ زَخرخا، ا َٓخٓخاٝ ُٓ ْ٘لَ َِىحا أِٚ ِٗ ًَْٞ ٍَ َٖ َكخ٤ِٓ ٍُ آَُٞو٣ ١ُ َئ ُِّٖٓ ) أ٣َٝ (
1944
Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I, 252.
1945
Dihlevî, el-Müsevvâ, I, 146.
295
Leknevî (v. 1304/1886), meselenin insaf dairesinde değerlendirildiğinde âmînin
cehrî olarak söylendiğine dair delillerin diğerine nispetle kuvvetli olduğunu
belirtirken1947Umdetü‟r-ri„âye‟de bu konudaki İbn Mâce, Nesâî, Ebû Dâvûd, Tirmizî,
İbn Hibbân ve benzeri kaynaklarda birbirini takviye eden sika pek çok rivayet
bulunduğunu, hatta İbnü‟l-Hümâm‟ın Fethü‟l-kadîr‟de, talebesi İbn Emîr Hâc‟ın da
Halbetü‟l-mücellî Ģerhü Münyetü‟l-musallî adlı eserlerinde buna işaret ettiklerini
söyler.1948 Konuya dair ihtilâfın avam ile ulemâ arasında kendi asrında da devam
ettiğini, her iki tarafında diğerinin delillerini inkar ederek dalâlete düştüğünü, hatta
başkalarını dalâlete düşürdüğünü ifade eder. Musannif, bunlara ilaveten konuyla ilgili
delilleri es-Si„âye adlı eserinde de zikrettiğini belirtir.1949
1946
İbn Âbidîn, Reddü‟l-muhtâr, I, 475.
1947
Leknevî, et-Ta„liku‟l-mümecced, I, 446; Mübârekfûrî, Tuhfetü‟l-ahvezî, I, 526.
1948
Leknevî, Umdetü‟r-ri„âye, II, 92.
1949
Leknevî, Umdetü‟r-ri„âye, II, 92.
1950
Keşmîrî, Feyzü‟l-bârî, II, 290.
1951
Keşmîrî, Feyzü‟l-bârî, II, 291.
1952
Merğînânî, el-Hidâye, I, 120; ٚ٤ِ ػ٢ إٔ حُ٘ز١ٍٝ َ رخُوَحءس ُٔخٜش ػ٘ي حُـ٤َٔٔ رخُظٜـ٣ ٠ُ هللا طؼخٚٔ ٍك٢هخٍ حُشخكؼٝ
ْ٤ِ حُظؼ٠ٍِ ػٞٔ ٓلٞٛ ش هِ٘خ٤ٔٔ رخُظٚ طالط٢َ كٜحُٔالّ ؿٝ حُظالس
296
namazlarda da söylenebileceğini iddia etmektedir.1953 Yine Keşmîrî, selef âlimlerinin
çoğunun bunu gizli yaptığını belirtmekle beraber cehrî âmîn demenin câiz olacağını,
dolayısıyla gizli söylemenin sünnet, cehrî söylemenin de mekruh olduğuyla
hükmetmenin hata olacağını belirtir.1954
İmam Buhârî, gerek imamın gerekse muktedînin cehrî olarak âmîn demesinin
müstehap olduğu görüşünü savunmaktadır. O, konuyla ilgili rivayetleri es-Sahîh‟inin
Kitâbü‟l-Ezân bölümünün “Fazlu‟t-te‟mîn” isimli 112. babında Ebû Hüreyre‟den
rivayet ettiği hadisle âmîn demenin faziletine işaret etmektedir. Buhârî, 111. babda
1953
Keşmîrî, Feyzü‟l-bârî, II, 291;ؼخا٣ حُظالس ح٠حُ كٞص حُ٘خُُش كِٔٔض حُـٞ٘ ه٠ كَٚ رُٜ حُـٞـ٣ ٚٗٓق حٞ٣ ٠ ػٖ حرٟػ٘ي
1954
Keşmîrî, Feyzü‟l-bârî, II, 291; َٜش حُـ٤ٛ ٖٓ هخٍ رٌَحٝ .ٟ حُٔوظخٍ ػ٘يٞٛ ٝ ٓ٘شٚ حالَٓحٍ رٝ َِ ؿخثٜكظلظَ حٕ حُـ
َكوي هظ
1955
Tehânevî, Ġ„lâü‟s-sünen, II, 254-5; Keşmîrî, Feyzü‟l-bârî, II, 291.
1956
Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 185.
1957
Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 188.
297
“Cehru‟l-imâm bi‟t-te‟mîn” başlığıyla imamın, 113. babda ise “Cehru‟l-me‟mûm bi‟t-
te‟mîn” başlığıyla da cemaatin, cehrî olarak âmîn demesinin müstehap olduğuna işaret
etmektedir.1958 Buhârî‟nin, mezkûr eserlerinde konuyla ilgili zikrettiği rivayetlerin
bazıları ise şunlardır:
(1) Ebû Hüreyre‟den (r.a) rivayete göre “Sizden kim âmîn derse gökyüzündeki
melekler de âmîn der. Eğer bunlar birbirine tevafuk ederse o kiĢinin geçmiĢ günahları
bağıĢlanır.”1959
(2) Ebû Hüreyre‟den (r.a) rivayete göre “Ġmam, âmîn deyince siz de âmîn deyin.
Zira kimin âmîni meleklerin âmînine tevafuk ederse geçmiĢ günahları affedilir.” İbn
Şihâb der ki: “Resûlullah (s.a.) âmîn” derdi.1960
Şârihler ilk iki hadisin ve benzerlerinin âmînin cehrî söylendiğine delâlet
ettiğini iddia ederler. Onlara göre imamın söylediği âmîn sözüne cemaatin iştirak
edebilmesi için bunu duymuş olmaları gerekmektedir.1961
(3) Ebû Hüreyre (r.a)‟den rivayete göre “Hz. Peygamber buyurdu ki: Ġmam,
„Ğayri‟l-ma„dûbi aleyhim vele‟d-dâllîn‟ dediği zaman sizler âmîn deyiniz. Çünkü her
kimin âmîni meleklerin âmînine tevafuk ederse geçmiĢ günahları affedilir.”1962
Nevevî, bu ve benzeri hadislerin gerek münferit gerekse cemaat halinde imam
ve cemaatin Fâtiha‟nın hemen akabinde “âmîn” demesinin müstehap olduğunu ifade
ettiğini ayrıca bu hadisin imamın âmîn demesiyle cemaatin de aynı anda söylemesini
ifade ettiğini söyler.1963
(4) Atâ b. Ebî Rebâh‟tan gelen rivayete göre “Âmîn, duadır. Ġbn Zübeyr ve
arkasında namaz kılanlar öyle âmîn derlerdi ki, mescid seslerinden çınlar, arkasında
büyük bir ses olurdu.”1964
1958
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, II, 262.
1959
Buhârî, “Ebvâbü sıfatı‟s-salât”, 32; ٚ ٓخ طويّ ٖٓ ًٗزُٚ َٖ حُٔالثٌش ؿل٤ٓ طؤٚ٘٤ٓحكن طؤٝ ٖٓ ٚٗح كبٞ٘ٓاًح أٖٓ حإلٓخّ كؤ
1960
Buhârî, “Ebvâbü sıfatı‟s-salât”, 32; Müslim, “Salât”, 72, (410); Muvatta, “Salât”, 44.; Ebû Dâvûd,
“Salât”, 170, (932); Beyhakî, es-Sünenü‟l-kübrâ, II, 55; ِْٓ ٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ٍِ طًَُٞٓخٕ حٝ خدٜهخٍ حرٖ شٝ .
)ٖ٤ٍٓ (آٞو٣) ِٚ ُِ َٓخ طَوَ َّي َّ ِٓ ْٖ ًَ ْٗزَُٚ ََ ِ ُؿل، َٖ ْحُ َٔالثِ ٌَ ِش٤ِٓ ُْ طَؤُٚ٘٤ِٓ ْن طَؤ
َ َحكَٝ ْٖ َٓ َُِّٚٗ كَب، حُِّٞ٘ٓ َ كَؤ، ُّ اِ ًَح أَََّٖٓ حإل َٓخ
1961
Mübârekfûrî, Tuhfetü‟l-ahvezî, I, 533
1962
Buhârî, “Ebvâbü sıfatı‟s-salât”, 33; Müslim, “Salât”, 76, (414)
1963
Nevevî, ġerhu‟l Müslim, IV, 132.
1964
Buhârî, “Ebvâbü sıfatı‟s-salât”, 30; اِ َّٕ ُِ ِْ َٔ ْٔ ِـ ِي ََُِ َّـشا٠َُّ َكظٙ ٍَح َءَٝ ْٖ َٓ َٝ َِْ ٤َحُِر ُّ َُْٖٖ ُىػَخ ٌء أَََّٖٓ حر٤ِٓ هَخ ٍَ َػطَخ ٌء آَٝ
298
(5) Ebû Hüreyre‟den gelen rivayete göre o, müezzinliğini yaptığı imama:
“Âmîni kaçırtma”1965 şeklinde seslenirdi.
Kaynaklarda Ebû Hüreyre‟nin “Beni âmîn ile geçme!”1966 şeklinde buna benzer
farklı bir ifade kullandığı da nakledilmektedir.1967 Fakat Ebû Dâvûd başta olmak üzere
diğer hadis kaynaklarında “ٖ٤ٓ رآ٢٘ ”ال طٔزوşeklindeki hitabın Hz. Bilâl tarafından Hz.
Peygamber‟e söylendiği rivayet edilmektedir.1968
(6) Nâfi‟den gelen rivayete göre “Ġbn Ömer, âmîn demeyi hiç terk etmez,
herkesi buna teĢvik ederdi. Bu hususta ben ondan (her zaman) hayırlı söz
iĢitmiĢimdir.”1969
D. Cumhurun GörüĢü
Buhârî, “Ebvâbü sıfatı‟s-salât”, 30; َٖ٤ِٓ رِآ٢ِ٘حإل َٓخ َّ َال طَلُ ْظ ِ ْ ١َُ٘خ ِى٣ َ ََس٣ْ ََ ُٛ ُٞ ًَخَٕ أَرَٝ
1965
1966
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, II, 262; ٖ٤ٓ رآ٢٘ال طٔزو
1967
Ebû Hüreyre‟nin bu sözü Bahreyn‟de müezzinlik yaptığı günlerde söylediği rivayet edilmektedir.
bk. İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, II, 315. Fakat musannif aynı sözü, Hz. Bilâl‟den de rivayet
etmektedir. İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, II, 314.
1968
Ebû Dâvûd, “Salât”, 173; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, II, 314; Beyhakî, es-Sünenü‟l-kübrâ, II, 56;
َّ ٍَ ٍَُٞٓ َخ٣ ٍَ ُ هَخََّٚٗػ َْٖ رِالَ ٍٍ أ
َٖ٤ِٓ « رِآ٠ِ٘هللاِ الَ طَ ْٔزِ ْو
1969
Buhârî, “Ebvâbü sıfatı‟s-salât”, 30; اَح٤ْ ي َه َ ًَُِ ٢ُِ كْٚ٘ ِٓ ْض ُ َٓ ِٔؼَٝ ْْ ُٜ َُّلُؼ٣َٝ َُٚ َي ُػ٣ هَخ ٍَ َٗخ ِك ٌغ ًَخَٕ حرُْٖ ُػ َٔ ََ َالَٝ
1970
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, II, 267.
1971
Mübârekfûrî, Tuhfetü‟l-ahvezî, I, 526.
1972
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef adlı eserinin “Kitâbu‟r-reddi alâ Ebî Hanîfe” bk. İbn Ebî Şeybe, el-
Musannef, VIII, 363-433.
1973
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, II, 315-316.
1974
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, VIII, 414.
299
E. Değerlendirme
300
V. SABAH NAMAZINDA KUNUT OKUNMASI
Sözlükte “itaat etmek, ibadet etmek ve ayakta durmak” manalarına gelen kunût,
fıkıh terimi olarak, “sıkıntı veya normal hallerde namazda kıyam sırasında dua (veya
beddua) ederek Allah sığınmak” şeklinde tanımlanmaktadır.1975
1975
Nesefî, Tılbetü‟t-talebe, s. 83; İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, II, 490; İbn Allân, el-Fütühâtü‟r-
rabbâniyye, II, 286; Tehânevî, KeĢĢâf, III, 504.
1976
Hâzimî, el-Ġtibâr, s. 141.
1977
Buhârî, “Meğâzî”, 28; Recî„ Vak„ası, Uhut savaşından bir sene sonra hicretin 4. senesinde
Bi‟rimaûne Vak„asından önce gerçekleşmiştir. (“Muhammed” DĠA, XXX, 479-480) Benî Lihyân
kabilesinden bir grup heyet, Medine‟ye gelerek Hz. Peygamber‟den kendilerine İslâmı anlatacak
tebliğciler istemesi üzerine takriben on kişilik bir grup kendilerine gönderildi. Fakat Recî„ suyu
yakınlarında yüz kişilik Lihyân kabilesinin kurduğu pusuya düşmeleri sonucu çoğu şehit olurken
bir kaçı esir edilerek Mekkeli müşriklere satılmıştır. (İbn Hişam, Sîretü‟n-nebî, III, 184-185;
Küçükaşcı, Mustafa Sabri, “Recî„ Vak„ası” DĠA, XXXIV, 510-11)
1978
Bi‟rimaûne Vak„ası, Safer/Temmuz ayında Recî„Vak„asıdan hemen sonra olmuştur. Âmir b.
Sa„saa kabilesi reisi‟nin talebi ve emanı üzere kendilerine gönderilen yetmiş hafızın Bi‟rimaûne
mevkiinde Ri„l, Zekvân ve Usayye kabileleri tarafından pusuya düşürülerek şehit edildiği tarihi bir
olaydır. bk. Buhârî, “Vitr”, 7; “Meğâzî”, 26; İbn Hişam, Sîretü‟n-nebî, (III, 184-185); Önkal,
Ahmed, “Bi‟rimaûne” DĠA, VI, 195-200
1979
Buhârî, “Meğâzî”, 26‟da İbnü'l-Esîr, el-Kâmil fi't-târîh (II, 171)‟de gönderilen sahâbe sayısını
seksen olarak belirlerken İbn Hişam, Sîretü‟n-nebî, (III, 184-855)‟de kırk kaydını koymaktadır.
1980
Hz. Peygamber hicret sırasında yakalanarak Mekke‟de hapsedilen Velîd b. Velîd, Ayyâş b. Ebî,
Rebia ve Seleme b. Hişâm‟ın kurtulmaları için dua etmiş, akabinde de Mudar kabilesine Hz.
Yûsuf zamanındaki gibi kıtlık vermesi için Allah‟a kunut okuyarak beddua etmiştir. bk. Buhârî,
“Tefsir” (Tefsiru Âli İmrân), 9; İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, VIII, 226.
301
kurtulması için kunut okuduğuna dair rivayetleri esas alarak sabah namazında kunut
okumanın câiz olduğunu savunmuşlardır. Câiz olduğunu iddia edenlerin çoğunluğu,
bunun sadece bela ve musibet gibi özel durumlarda genelde sabah namazlarında
rükûdan önce veya sonra okunabileceğini söylerken diğer bir kısmı da her durumda
sünnet olduğunu belirtmiştir. Buna ilaveten az da olsa kaynaklarda Hz. Peygamber‟in
öğle, ikindi, akşam, yatsı ve vitir namazı da dahil olmak üzere tüm namazlarda1981
diğer bir kısım eserlerde ise ramazanda veya ramazanın ilk yarısında ya da son
yarısında kunut okuduğuna dair muhtelif rivayetler yer almaktadır.1982
Bu ana başlık altında kunut duası okumanın hükmü ele alınacak, kunutun
vitrin dışında okunamayacağını savunanların görüşü, delilleri ve bunlara ait tenkit ve
tahlilleri “Hanefîlerin Görüşü ve Delilleri”, sabah namazında kunutun okunacağını
savunan çoğunluğun görüşü ise “Buhârî‟nin Görüşü ve Delilleri” alt başlığında
incelenecektir. Daha sonra “Değerlendirme” alt başlığı altında konu hakkında genel
bir tahlîl ve değerlendirme yapılacaktır.
1981
Hz. Peygamber‟in tüm namazlarda kunut yaptığına dair Ebû Dâvûd, İbn Abbâs‟tan şu rivayeti
nakletmektedir: “Hz. Peygamber, sabah, öğle, ikindi, akĢam ve yatsı namazlarının son
rekatlarında rükûdan sonra Benî Selîm‟in hayatta olanları ile Ri„l, Zekvân ve Usayye kabilelerine
beddua etti, arkasında bulunanlar da âmîn dedi.” bk. Ebû Dâvûd, “Salât”, 344 (1438)
1982
Hâzimî, el-Ġtibâr, s. 142; İbn Rüşd, Bidâyetü‟l-müctehid, I, 311; Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I,
322; Leknevî, et-Ta„liku‟l-mümecced, I, 636.
1983
Hanbelî mezhebine göre sabah namazında kunut, ancak bela ve musibet gibi özel durumlarda bir
topluluğa rükûdan sonra dua veya beddua etme şeklinde olur. bk. İbn Kudâme, el-Kâfî, s. 87; el-
Muğnî, II, 585-6; Nevevî, ġerhu‟l-Müslim, V, 184.
1984
Leknevî, et-Ta„liku‟l-mümecced, I, 635.
1985
İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, VI, 199; Aynî, Umdetü‟l-kârî, VI, 73.
1986
Kal„acî, Muhammed Revvâs, Mevsûatu fıkhi Abdurrahmân el-Evzâî, s. 511.
302
İmam Mâlik,1987 Hicaz Ehli, Şâfiî1988 ve İshâk gibi âlimlerin adı zikredilmektedir.1989
Buhârî da bu görüşü tercih etmektedir. Bu görüş sahiplerinin bir kısmı, sabah
namazında rükûdan sonra kunut okunmasını sünnet olarak değerlendirirken diğer bir
kısmı da müstehap olduğunu savunmaktadır.1990 Bazı sahâbe ve tâbiîne göre ise
rükûdan önce veya sonra kunut okuma muhayyerliği söz konusudur. Zâhirîlere göre
tüm farz namazları ile vitir namazının son rekattında rükûdan sonra kunut okumak
güzel görülmüştür.1991
1987
İbn Rüşd, İmam Mâlik‟in sabah namazında kunutu müstehap gördüğünü nakletmektedir. (el-
Bidâye, I, 310); İbn Abdilber, İbn Ömer‟in ilk iki halife zamanında gazve ve seriyyelere
katıldığını fakat kunuta rastlamadığına dair rivayetini zikrettikten sonra Ebû Hanîfe ve Mâlik‟in
bu görüşte olduğunu ayrıca kunutun bir dua olduğunu kişinin isterse yapıp isterse
terkedebileceğini söyler. bk. el-Ġstizkâr, VI, 202.
1988
Şâfiîler, Enes b. Mâlik‟in rivayet ettiği “Hz. Peygamber, kâfirlere bir ay beddua etti, daha sonra
bunu terketti. Ancak sabah namazında kunut okumayı vefatına kadar devam ettirdi.” hadis ile “Hz.
Peygamber, Ebû Bekir, Ömer ve Osmân vefat edene kadar kunut yaptılar.” mealindeki benzeri
hadisleri esas alarak sabah namazında kunutun daimi bir sünnet olduğu görüşünü benimsemiştir.
Onlara göre vitirde kunut sadece ramazanın ikinci yarısında okunmaktadır. Kunutun ikinci rekatta
rükûdan sonra sesli okunması müstehaptır. bk. Mâverdî, el-Hâvî II, 151; Gazzâlî, el-Hulâsa, s.
129; Davudoğlu, Ahmed, Sahih-i Müslim Tercüme ve ġerhi, IV, 55; Muasır muhaddislerden
Şuayb el-Arnaût, özellikle Şâfiîlerin sabah namazında kunutla ilgili ileri sürdüğü tek delillerinin
olduğunu bunun da râvisi sebebiyle zayıf olduğunu bildirir. Ayrıca bela ve musibet zamanlarında
kunut okunmasının da sadece sabah namazına mahsus olmadığını diğer vakit namazlarında da
okunabileceğini söyler. bk. Yıldırım, Enbiya, Hadisler ve Zihinlerdeki Sorular: Büyük Muhaddis
ġuayıp Arnavut ile SöyleĢi, s. 368. (dp. 4)
1989
Aynî, Umdetü‟l-kârî, VI, 73; Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I, 324; Leknevî, et-Ta„liku‟l-
mümecced, I, 636; Şevkânî, Neylü‟l-evtâr, II, 385.
1990
İbn Rüşd, Bidâyetü‟l-müctehid, I, 310; Leknevî, et-Ta„liku‟l-mümecced, I, 636.
1991
İbn Hazm, el-Muhallâ, IV, 138; Aynî, Umdetü‟l-kârî, VI, 73.
1992
Şeybânî, el-Hücce, I, 76, 137-138; Serahsî, el-Mebsût, I, 165; ٕأ ْ
َّ : َْ ٤ٛلَش ػ َْٖ َك َّٔخ ٍى ػ َْٖ ارَْح٤ِ٘ َكُٞأهزَ َََٗخ أر
ِ ًُ َُُّ هَزَْ حِٙ َْ٤ َؿَٝ َٕ ٍَ َٓؼخ٠ ْط َِ كُٞح
عٞ ِ ٠ِحؿذٌ كٝ
ِ ُ
َصُٞ٘ ;حُوDihlevî, Müsevvâ, I, 152; Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-
Ġnâye, I, 321.
1993
Kaynaklarda kunutta okunacak duanın lafızları hususunda farklı rivayetler yer almaktadır. Hanefî
ve Mâlikîler, Hz. Ömer‟e isnat edilen خى ٗؼزي٣ْ اُِٜحve٘ي٤ْ اٗخ ٗٔظؼُِٜ حdualarının okunmasını tercih
etmektedirler. (Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 249; İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, VI, 203; Mezkûr
dualarda yer alan lafızlarla ilgili rivayet ve bu duaların bazı sahâbe mushaflarında yer almasıyla
ilgili tartışmalar için bk. Kuzudişli, Bekir, Kunut Hadisleri ve Değerlendirmesi (YayınlanmamıĢ
yüksek lisans tezi), s. 34 vd; Şâfiîler ise Hz. Peygamber‟in, torunu Hz. Hasan‟a talim ettiğini
303
İmameyn sünnet olduğunu iddia etmiştir. Bununla beraber üç imam, bunun dışında
Hz. Peygamber‟in sabah namazı da dahil olmak üzere diğer namazlarda 1994 kunut
duası okuduğuna dair rivayetlerin belli olaylara münhasır uygulamalar olması
sebebiyle “mensuh”1995 olduğunu ileri sürer. Hatta sonraki dönem bazı Hanefî
fukahası, sabah namazında kunut okumanın bidat olduğu görüşünü benimsemiştir.1996
Fakat ileride zikredileceği üzere sonraki dönem Hanefî fukahasının çoğunluğu tabii
afet veya savaş gibi özel durumlarda da sabah namazında kunutun okunabileceğini
söylemişlerdir.
söyledikleri ض٣يٛ ٖٔ٤ ك٢ٗيْٛ حُِٜ حlafızlarıyla başlayan hadisteki duayı kunut olarak okurlar (Mâverdî,
el-Hâvî, II, 150, 153). Hanbelîlerden İbn Kudâme ise Hz. Hasan‟dan mervi olan duanın daha güzel
olduğunu söyler (el-Muğnî, II, 583). Leknevî, iki tarafa ait duaların cem„ edilmesinin daha sevimli
olacağını söylemektedir. (Leknevî, Umdetü‟r-ri„âye, II, 212)
1994
Şevkânî, sabahın dışındaki dört namazda sebepsiz kunut okunmayacağı hususunda âlimlerin ittifak
ettiğini, ihtilâfın sadece sabah namazında olduğunu belirtir. bk. Şevkânî, Neylü‟l-evtâr, II, 385.
1995
İbn Teymiyye, Hanefîlerin mezhep görüşlerine uymayan pek çok yerde -nâsihin ne olduğunu
belirtmeksizin- sahih hadisler hususunda mensuh hükmü verdiklerini söyleyerek tenkit etmektedir.
bk. İbn Teymiyye, el-Fetâvâ, XXI, 89.
1996
Zeylaî, Tebyînü‟l-hakâik, I, 171; Kuhistânî, Câmi„ü‟r-rumûz, I, 127; حُلـَ ريػش٢ص كٞ٘الٕ حُو
1997
Aynî, Umdetü‟l-kârî, VI, 73; Sofuoğlu, Mehmet, Sahîh-i Buhârî ve Tercümesi, II, 954 (dp. 21)
1998
Şeybânî, el-Hücce, I, 97 َحِْٜٓ ه٘ض شٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ٍِ هللا طٍٞٓ ٕ طالس حُلـَ ال٢ص كٞ٘ هللا ال هٚٔلش ٍك٤٘ كٞهخٍ أرٝ
خ٤ٗ كخٍم حُي٠ رٌَ كظٞو٘ض حر٣ ُْٝ ٙ ال رؼيٝ ِٚو٘ض هز٣ ُْٝ حكيحٝ; Kaynaklarda Hz. Peygamber‟in yirmi, otuz ve
kırk gün kunut duası okuduğu rivayetleri de yer almaktadır. bk. Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I,
246; Zeylaî, Tebyînü‟l-hakâik, I, 171.
304
sahâbe ve tâbiîn âlimlerinin bu yöndeki söz ve uygulamalarından oluşmaktadır.
Aşağıda İmam Ebû Yûsuf ve Muhammed‟in eserlerinde yer alan rivayetlere yer
verildikten sonra müteakip dönemlerdeki eserlerde zikredilen rivayetler ve bunlar
hakkında yapılan değerlendirmeler üzerinde durulacaktır.
İmam Ebû Yûsuf‟a ait eserlerde yer alan konuyla ilgili rivayetler tespit
edebildiğimiz kadarıyla şunlardır:
1999
Ebû Yûsuf, el-Âsâr, s. 70; Ġhtilâfu Ebî Hanîfe ve Ġbn Ebî Leylâ, s. 112; ٚ٤ِ هللا ػ٠ِ ط٢ْ ػٖ حُ٘ز٤ٛػٖ حرَح
خٛال رؼيٝ خَِٜ هخٗظخ هز٣ ُْ ْٜ٤ِ ػٞيػ٣ ٖ ه٘ض٤ًَخ ٖٓ حُٔش٤حكيح كخٍد كٝ َحٜ حُلـَ حال ش٢و٘ض ك٣ ُْ ِْٚٗٓ حٝ
2000
Ebû Hanîfe, el-Müsned, s. 105.
2001
Şeybânî, el-Âsâr, I, 255-6; ٠ حُلـَ كظ٢َ هخٗظخ ك٣ ُْ ٢ إٔ حُ٘ز، ْ٤ٛ ػٖ ارَح، ػٖ كٔخى، لش٤٘ كٞ أهزَٗخ أر: ٍ هخ، ٓلٔي
ٙال رؼيٝ َِٚ هخٗظخ هز٣ ُْ ، ٖ٤ًَ ٖٓ حُٔش٢ ك٠ِ ػٞيػ٣ ٚ٤ ه٘ض ك، حكيحٝ َحٜخ اال ش٤ٗكخٍم حُي
2002
Mu„dal hadis, senedinde iki veya daha fazla râvi eksikliği bulunan hadise denir. (Kandemir, M.
Yaşar, Hadis Ġlimleri ve Hadis Istılahları, s. 135.)
2003
İbn Hacer, ed-Dirâye, I, 196.
2004
İbn Hacer, ed-Dirâye, I, 195
305
vermektedir: “Hz. Ebû Bekir vefat edene kadar kunut okumadı.”2005
(d) İmam Ebû Yûsuf, el-Âsâr‟da Zeyd b. Vehb‟den gelen şu rivayete yer
vermektedir: “Hz. Ömer, savaĢ durumunda kunut okur, savaĢmadığında
okumazdı.”2010
2005
Ebû Yûsuf, el-Âsâr, s. 71; Ġhtilafu Ebî Hanîfe ve Ġbn Ebî Leylâ, s. 112-3; ٓقٞ٣ ٢ٓق رٖ حرٞ٣ هخٍ كيػ٘خ
٠ُ ُلن رخهلل طؼخ٠و٘ض كظ٣ ُْ ٚ٘ هللا ػ٢ْ حٕ حرخ رٌَ ٍػ٤ٛلش ػٖ كٔخى ػٖ حرَح٤٘ ك٢ ػٖ حرٚ٤ػٖ حر
2006
Abdürrezzâk, el-Musannef, III, 109; Beyhakî‟nin Hasan-ı Basrî‟den, Abdürrezzâk‟ın da Katâde‟den
rivayet ettiği benzer hadisler zayıf kabul edilmiştir. bk. Talâl et-Tarâbîlî, Merviyyâtü kunûti‟l-fecr,
s.124, 126.
2007
Azîmâbâdî, Avnü‟l-ma„bûd, IV, 302.
2008
Şevkânî, Neylü‟l-evtâr, II, 385.
2009
Ebû Yûsuf, el-Âsâr, s. 71; Ebû Yûsuf, Ġhtilâfu Ebî Hanîfe ve Ġbn Ebî Leylâ, s. 113; Benzer bir
rivayet için bk. Abdürrezzâk, el-Musannef, III, 107.
2010
Ebû Yûsuf, el-Âsâr, s. 71; لخٍد٣ ُْ ص حًحٞ٘يع حُو٣ٝ و٘ض حًح كخٍد٣ ٕ ًخٚ٘ هللا ػ٢ذ حٕ ػَٔ ٍػٛٝ ٖي ر٣ُ ٖػ
2011
İbn Teymiyye, el-Fetâvâ, XXI, 99, XXXIII, 62.
306
(e) İmam Ebû Yûsuf, el-Âsâr‟da Esved b. Yezîd‟in şu sözüne yer vermektedir:
“Hz. Ömer ile iki sene beraberliğim oldu, ne seferde ne de ikamet halinde kunut
okuduğunu gördüm.”2012
2012
Ebû Yûsuf, el-Âsâr, s. 71; Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I, 324; ٚ٘ هللا ػ٢ى هخٍ طلزض ػَٔ ٍػٞٓػٖ حال
َال كؼٝ َ ٓل٢ هخٗظخ كٍٖٙ ُْ ح٤ٓ٘ظ
2013
Şeybânî, el-Hücce, I, 101; Şeybânî, el-Âsâr, I, 254; ِْحُلؼَ كٝ َ حُٔل٢ٖ ك٤ ٓ٘ظٚ طلزٚٗػٖ ػَٔ رٖ حُوطخد أ
ٚ كخٍه٠ حُلـَ كظ٢ هخٗظخ كَٙ٣
2014
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 250; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, II, 208; Zeylaî, Tebyînü‟l-hakâik,
I, 171; ضْ َُ٘ ْو٣ ْْ ََُِ ْحُلَـْ ََ كْٚ٘ هللاُ َػ٢َ ػ
ِ ٍَ ََ َٔ َ٘خ َه ِْقَ ُػ٤ْ َِّط
َ : َهَخال
2015
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 251;ض ْ َُ٘ ْو٣ ْْ َُ ْخٍد َ ٍَ ُ اِ ًَح َكخْٚ٘ هللاُ َػ٢َ ػ
ِ ُ َل٣ ْْ َُ اِ ًَحَٝ َد هََ٘ض ِ ٍَ َُ َٔ ًَخَٕ ُػ
2016
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, II, 212; َِ ْ حُلَـ٢ِض ك ْ ْ
ْ َُ٘و٣ ْْ َُ د َّ ْ َ
ِ ٍٕ ؛ أ َّٕ ُػ َٔ ََ رَْٖ حُوَطخُٞٔ ٤ْ َٓ ِٖ ْرَِٝ ْٔ ػ َْٖ َػ
2017
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 251; َ ْوُ٘ض٣ ْْ َُ ْخٍد ِ َ ْ َُ اِ ًَحَٝ َد هََ٘ض
ل ُ ٣ ْ َ ٍَ ُ اِ ًَح َكخْٚ٘ هللاُ َػ٢َ ػ
ِ ٍَ َُ َٔ “ ًَخَٕ ُػHz. Ömer,
savaĢtığı zaman kunut okur, savaĢmadığında ise kunut okumazdı.”
2018
Leknevî, et-Ta„liku‟l-mümecced, I, 635.
307
namazında rükûdan önce kunut okudu.” şeklindeki rivayete yer verdiği gibi2019 aksi
yönde Amr b. Meymûn‟dan rivayet ettiği “Ömer b. Hattâb sabah namazında kunut
okumazdı.” mealindeki rivayeti de nakleder.2020
*Abdürrezzâk, en-Nehaî‟den naklen Alkame ve Esved‟in “Ömer, bize belli bir
süre namaz kıldırdı fakat kunut okumadı.” şeklindeki sözünü nakleder.2021
*Taberî, İbn Abbâs ve Ebû Osmân‟dan Hz. Ömer‟in sabah namazlarında
rükûdan sonra kunut duasını okuduğuna dair pek çok nakillerde bulunmaktadır.2022
Hatta bazı kaynaklarda Hz. Ömer‟in sabah namazlarında hem kunut okuduğuna hem
de okumadığına dair sahih rivayetlerin bulunduğu belirtilir.2023
İmam Muhammed‟e ait eserlerde yer alan konuyla ilgili tespit edebildiğimiz
rivayetler şunlardır:
ِ ًُ َُُّْق هَ ْز ََ ح
ِ طالَ ِس حُظُّ ز َ ٢ِد هََ٘ضَ ك ِ ;أَ َّٕ ُػ َٔ ََ رَْٖ ْحُوَطَّخMusannif, benzer
2019
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, II, 212; عٞ
lafızlarda peş peşe dört rivayete daha yer vermektedir.
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, II, 208; َِ ْ ْحُلَـ٢ِض ك ِ ٍٕ ؛ أَ َّٕ ُػ َٔ ََ رَْٖ ْحُوَطَّخُٞٔ ٤ْ َٓ ِٖ ْرَِٝ ْٔ ;ػ َْٖ َػMusannif,
ْ َُ٘ ْو٣ ْْ َُ د
2020
Hz. Ömer‟in buna benzer uygulamalarını İbn Ömer, İbn Mes„ûd, Ebû Mâlik, İbrâhim en-Nehaî,
Saîd b. Cübeyr ve Âmir b. Cühenî tariki ile nakletmektedir. bk. İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, II,
208-11.
2021
Abdürrezzâk, el-Musannef, III, 106.
2022
Taberî, Tehzîbü‟l-âsâr, I, 349-351.
2023
Talâl et-Tarâbîlî, Merviyyâtü kunûti‟l-fecr, s.134;
2024
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 91; Leknevî, et-Ta„liku‟l-mümecced, I, 635-636; ٕ ًخ:ٍأهزَٗخ ٓخُي ػٖ ٗخكغ هخ
لش٤٘ ك٢ٍ أرٞ هٞٛٝ ٌٌح ٗؤهٜرٝ : حُظزق هخٍ ٓلٔي٢و٘ض ك٣ ;حرٖ ػَٔ الBu rivayetin bir benzeri Yahyâ b. Yahyâ
el-Leysî‟nin el-Muvatta rivayetinde de yer almaktadır. bk. Mâlik b. Enes, el-Muvatta‟ (Yahyâ b.
Yahyâ rivayeti), II, 226.
2025
Ebû Yûsuf, Ġhtilafu Ebî Hanîfe ve Ġbn Ebî Leylâ, s. 113; Ebû Yûsuf, el-Âsâr, s. 71.
308
esas alarak İbn Ömer nezdinde de kunut okumanın mensuh olduğunu belirtir.2026
Diğer taraftan kaynaklarda İbn Ömer2029 ile İbn Abbâs‟ın2030 sabah namazında
kunut okunmasını bidat gördüğü rivayeti de yer almaktadır.2031 Ancak Beyhakî, İbn
Ömer‟den bu konuda gelen rivayetlerin kabul edilemeyeceğini, bazı sünnetlerin
kendisine gizli kaldığı gibi bunun da gizli kaldığını,2032 bazı sahâbenin bir kısım
sünneti unutması veya haberdar olmamasının bunu rivayet eden râvileri
etkilemeyeceğini bildirir.2033 İbn Hacer râvilerden Bişr b. Harb sebebiyle bu sözün
zayıf olduğunu bildirmektedir. Bazıları ise İbn Ömer‟in kunuta dair bidat sözünü
yaşlılık ve unutma döneminde söylediğini iddia etmektedirler. Onlar bu konuda İbn
Ömer‟in söylediği “Biz yaĢlandık ve unuttuk. Siz gidin Saîd b. Müseyyeb‟e (v. 91)
sorun demiĢtir.” Bunun üzerine İbn Müseyyeb, İbn Ömer‟in babasıyla kunut yaptığını
fakat daha sonra unuttuğunu kaydetmektedir.2034
2026
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 245-246.
2027
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, II, 208-211.
2028
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, II, 210-211.
2029
Leknevî, et-Ta„liku‟l-mümecced, I, 635.
2030
Zeylaî, Tebyînü‟l-hakâik, I, 171; Aynî, el-Binâye, II, 520; Dârekutnî, II, 41; حُظزق ريػش٢ص كٞ٘;حٕ حُو
Şevkânî, Neylü‟l-evtâr, II, 385.
2031
İbn Hacer, ed-Dirâye, I, 195; Leknevî, et-Ta„liku‟l-mümecced, I, 635; ٚ٤ٍِ هللا ػٍٞٓ ِٚ ُزيػش ٓخ كؼٚٗهللا اٝ
حكيٝ ََٜ ش٤حُٔالّ ؿٝ حُظالس
2032
Beyhakî, el-Hilâfiyyât, II, 141.
2033
Beyhakî, Ma„rifetü‟s-sünen, II, 213.
2034
Zeylaî, Nasbu‟r-râye, II, 134; İbn Hacer, ed-Dirâye, I, 196.
309
(b) İmam Muhammed, el-Hücce‟de Ebû Hanîfe‟nin şöyle dediğini rivayet
etmektedir: “Sabah namazında kunut yoktur. Çünkü Hz. Peygamber sadece bir ay
kunut okudu, ne bunun öncesinde ne de sonrasında kunut okudu. Ebû Bekir, vefat
edene kadar kunut okumadı.”2035
(c) İmam Muhammed‟in el-Âsâr‟ında Ebû Hanîfe >Hammâd > İbrâhim Nehaî
tariki ile gelen şu rivayete yer vermektedir: “Ne Ġbn Mes„ûd ne de sahâbeden
herhangi birisi dünyadan ayrılana kadar sabah namazında kunut okumuĢtur.”2042
Hanefî kaynaklarında bazen İbn Mes„ûd tariki ile Hz. Peygamber‟e nispet
edilen bazen de İbn Mes„ûd‟un kendi uygulaması olarak nakledilen bu ve benzeri
rivayetler ile bunlara dair muhaddislerin yorumlarını şöyle özetleyebiliriz.
2035
Şeybânî, el-Hücce, I, 97; َحِْٜٓ ه٘ض شٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ٍِ هللا طٍٞٓ ٕ طالس حُلـَ ال٢ص كٞ٘ هللا ال هٚٔلش ٍك٤٘ كٞهخٍ أرٝ
خ٤ٗ كخٍم حُي٠ رٌَ كظٞو٘ض حر٣ ُْٝ ٙ ال رؼيٝ ِٚو٘ض هز٣ ُْٝ حكيحٝ
2036
Şeybânî, el-Asl, I, 268-269.
2037
Şeybânî, el-Âsâr, I, 254; ٖٓ ٢ ك٠ِ ػٞيػ٣ ٚ٤ ه٘ض ك، حكيحٝ َحٜخ اال ش٤ٗ كخٍم حُي٠ حُلـَ كظ٢َ هخٗظخ ك٣ ُْ ٢إٔ حُ٘ز
خ٤ٗ كخٍم حُي٠ كظَٙ هخٗظخ رؼي٣ ُْ ٌَإ أرخ رٝ ، ٙال رؼيٝ َِٚ هخٗظخ هز٣ ُْ ، ٖ٤ًَحُٔش
2038
Abdürrezzâk, el-Musannef, III, 110; Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 244; Dârekutnî, II, 39-40;
Beyhakî, es-Sünenü‟l-kübrâ, II, 201; خ٤ٗ كخٍم حُي٠ حُلـَ كظ٢و٘ض ك٣ ِْٓ ٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ٍِ هللا طٍٞٓ ٍٓخ ُح
2039
Kirmânî, el-Kevâkibü'd-derârî fi Ģerhi Sahîhi'l-Buhârî, VI, 97.
2040
İbn Kayyim el-Cevziyye, Zâdü‟l-me„âd, I, 975.
2041
İbn Hacer, ed-Dirâye, I, 196.
2042
Şeybânî, el-Âsâr, I, 254; ال أكيٝ ٞٛ و٘ض٣ ُْ « ىٞ إٔ حرٖ ٓٔؼ، ْ٤ٛ ػٖ ارَح، ػٖ كٔخى، لش٤٘ كٞ أهزَٗخ أر: ٍ هخ، ٓلٔي
َ طالس حُلـ٢ ك٢٘ؼ٣ خ٤ٗ كخٍم حُي٠ كظٖٚٓ أطلخر
310
*İmam Ebû Yûsuf, bu rivayetin bir benzerini muallak olarak zikrettiği “Ġbn
Mes„ûd, ne seferde ne de ikamet halinde kunut yaptı.” şeklinde nakletmektedir.2043
*İmam Muhammed‟in en-Nehaî‟ye isnat ettiği mezkûr rivayeti Ebû Yûsuf, İbn
Mes„ûd‟un bir uygulaması olarak nakletmektedir. Tahâvî ise İbn Mes„ûd tariki ile Hz.
Peygamber‟in uygulaması olarak iki farklı şekilde nakletmektedir. Birincisi “Hz.
Peygamber sadece bir ay kunut okudu, ne öncesinde ne de sonrasında (bunu)
okudu.”2044 şeklinde iken ikincisi “Hz. Peygamber, bir ay Usayye ve Zekvân
(kabilelerine) kunutunda beddua etti. Duanın tesiri görülünce (savaĢ kazanılınca)
kunutu terketti.”2045 mealindedir. Tahâvî, daha sonra İbn Mes„ûd‟un kendi
uygulamasının da aynı doğrultuda olduğuna dair “Ġbn Mes„ûd, sabah namazında
kunut okumazdı.” rivayetini nakleder.
2043
Ebû Yûsuf, Ġhtilafu Ebî Hanîfe ve Ġbn Ebî Leylâ, s. 113.
2044
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 245; ََِّٓ َْ َّاالَٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ َّ ٠َِّط ْ َُ٘ ْو٣ ْْ َُ : ٍَ هللاِ هَخ
َ ٢ُّ ِض حَُّ٘ز َّ ػ َْٖ َػ ْز ِي، َ ػ َْٖ ػ َِْوَ َٔش، َْ ٤ِٛ ػ َْٖ ا ْر ََح
ُٙ َال رَ ْؼ َيَٝ َُِٚض هَ ْز ْ َُ٘ ْو٣ ْْ َُ َاحْٜ َش
2045
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 245; Zeylaî, Nasbu‟r-râye, II, 127; َحٜ ِْٓ شٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ٍِ هللا طٍٞٓ ه٘ض
صْٞ٘ طَى حُوٜ٤َِ ػٜحٕ كِٔخ ظًًٞٝ ش٤ ػظ٠ِ ػٞيػ٣
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 245;َْٖ حَٕ ػَٞ ًْ ًَ َٝ ََّش٤ظ َ ُػ٠َِ َػَُٞ ْيػ٣ َاحْٜ َش٠َِّط َّ ٍُ ٍَُٞٓ َ ٍى هَخ ٍَ هََ٘ضُٞح ْر ِٖ َٓ ْٔؼ
2046
َ ِهللا
2047
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 245; ُهللا َّ ٠َِّط َّ ٍِ ٍَُٞٓ َصُُٞ٘ ُْوزِ َُ أَ َّٕ ه٣ ُْٚ٘ هللاُ َػ
َ ِهللا َّ ٢َ ػ ِ ٍَ ٍىَُٞ ٌَح حرُْٖ َٓ ْٔؼَٜ َؿ ْؼلَ ٍَ كُٞهَخ ٍَ أَر
اهخُْٞٔ٘ َٓ صٞ ُ ْ
ُ ُ٘ظخ ٍَ حُو َ َي ك َ ََ َُ هَ ْي ًَخَٕ طَِّٚٗاَٝ ، ِٚ ٤ْ َِ َػَُٞ ْيػ٣ َٕ ًَخَٕ اَّٗ َٔخ ًَخَٕ ِٓ ْٖ أؿْ َِ َٓ ْٖ ًَخ١ٌِ َُّ ََِّٓ َْ حَٝ ِٚ ٤ْ َِ ; َػHz.
َ ًَُِ ى َ
Peygamber‟in bir ay kunut yaptığı sonra terkettiğine dair Ebû Dâvûd, Enes b. Mâlik‟ten şu
rivayeti nakletmektedir: “Hz. Peygamber, bir ay kunut okudu sonra terketti” bk. Ebû Dâvûd,
“Salât”, 344 (1440)
2048
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 253; َُٕ ًَخَِّٚٗ ْط ََ كِبُٞح ِ َّص اِال
ِ حَٞ َِظ
َّ ُ ٍء َِٖٓ ح٢َ ْ ش٢َِض ك ُ َ٘ ْو٣ َُ الْٚ٘ هللاُ َػ٢َ ػ ِ ٍَ ٍىًَُٞخَٕ رُْٖ َٓ ْٔؼ
ُ َ٘ ْو٣
َض هَ ْز ََ حُ ََّ ًْ َؼ ِش
311
bunu terketti.”2049
*Aynî de İbn Mes„ûd‟un rivayet ettiği “Hz. Peygamber bir ay sabah
namazında kunut okudu sonra bunu terketti” mealindeki hadisi naklederek bunun
önceki uygulamaların neshedildiğine delil olduğunu savunur.2050
2049
Serahsî, el-Mebsût, I, 165.
2050
Aynî, el-Binâye, II, 513.
2051
Zeylaî, Nasbu‟r-râye, II, 127; Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I, 325; a.mlf., Mirkât, III, 361.
2052
İbn Hibbân, Kitâbü‟l-mecrûhîn mine‟l-muhaddisîn, II, 337; Zeylaî, Nasbu‟r-râye, II, 127.
2053
Arfece‟nin bildirdiğine göre “Ġbn Mes„ûd, sabah namazında kunut okumazdı.” bk. İbn Ebî Şeybe,
el-Musannef, II, 208.
2054
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, II, 208.
2055
Talâl et-Tarâbîlî, Merviyyâtü kunûti‟l-fecr, s.150.
2056
Talâl et-Tarâbîlî, Merviyyâtü kunûti‟l-fecr, s.150.
2057
Talâl et-Tarâbîlî, Merviyyâtü kunûti‟l-fecr, s.152-153.
2058
Abdürrezzâk, el-Musannef, III, 109; Talâl et-Tarâbîlî, Merviyyâtü kunûti‟l-fecr, s.154.
2059
Ebû Dâvûd, “Vitir” 1428.
312
Tahâvî, ġerhü Me„âni‟l-âsâr‟da Berâ b. Âzib‟in rivayet ettiği şu hadise yer
verir: “Hz. Peygamber, (önceden) sabah ve akĢam namazlarında kunut okurdu.”2060
Nitekim Enes‟ten (r.a) gelen “Hz. Peygamber, Ebû Bekir ve Ömer rükûdan
sonra kunut yapardı. Fakat Hz. Osmân, insanlar rekata yetiĢsin diye bunu rükûdan
önce yapardı”2064 mealindeki hadis bunu ifade etmektedir. Şevkânî, Irâkî‟den naklen
Ebû Bekir, Osmân, Ali ve İbn Abbâs‟ın sahih senetle kunut yaptıklarının sabit
olduğunu, dolayısıyla nefiy ile ispat teâruz ettiğinde ispatın mukaddem olacağını
söyler.2065
2060
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 247.
2061
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 247; İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, II, 491.
2062
Buhârî, “Vitir”, 7.
2063
Serahsî, el-Mebsût, I, 165.
2064
Abdürrezzâk, el-Musannef, III, 109.
2065
Şevkânî, Neylü‟l-evtâr, II, 385.
2066
Zeylaî, Nasbu‟r-râye, II, 134; َ ْ ْحُلـ٢ِص كُُٞ٘ ََِّْٓ َ ػَٖ ْحُوَٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ
َّ ٠َِّط
َ ٍ هللاٍَُٞٓ ٠َٜٗ أّ َِٓ َٔش هَخَُض
313
*Zeylaî, mezkûr rivayetin râvileri arasında yer alan Anbese b. Abdurrahmân
ve Abdullah b. Nâfi sebebiyle illetli olduğunu bildirir.2067
*İbn Hibbân, Anbese ile delil getirmenin câiz olmayacağını Hatta Ahmed b.
Hanbel‟den nakille Yahyâ b. Maîn‟in onun hakkında “Leyse bi şey‟in” ifadesini
kullandığını nakleder.2068
*Dârekutnî, Abdullah b. Nâfi‟nin bu rivayeti babasından naklettiğini
dolayısıyla Ümme Seleme‟yi görmediğini, bu sebeple hadisinin mürsel kaldığını ve
hadisin senedinde geçen tüm râvilerin zayıf kişiler olduğunu bildirir.2069
*Zehebî, Ebû Hâtim‟in onun hakkında hadis uyduran biri olduğunu
söylediğini nakleder.2070
*Tirmizî, Anbese hakkında Buhârî‟nin râvilerin cerhi için kullanılan
“zâhibü‟l-hadîs”, başkalarının ise “münkerü‟l-hadîs” ifadesini kullandıklarını
nakleder.2071
*Yûsuf el-Mizzî, Ebû Dâvûd, Nesâî ve Dârekutnî‟nin bu şahsı zayıf
gördüklerini nakleder.2072
Aynî, Şeybân b. Ferrûh (v. 236) tariki ile Gâlib b. Ferkad‟ın şu sözünü
nakleder: “Enes b. Mâlik‟in yanında iki ay kalmama rağmen sabah namazında kunut
okumadı.”2073
2067
Zeylaî, Nasbu‟r-râye, II, 134
2068
İbn Hibbân, Kitâbü‟l-mecrûhîn mine‟l-muhaddisîn, II, 170.
2069
Zeylaî, Nasbu‟r-râye, II, 134.
2070
Zehebî, Mizânü‟l-itidâl, V, 362.
2071
Tirmizî, “İsti‟zân”, 11; Zehebî, Mizânü‟l-itidâl, V, 362.
2072
Dârekutnî, ed-Du„afâ ve‟l-metrûkûn, s. 137; Yûsuf el-Mizzî, Tehzîbü‟l-kemâl, XXII, 418.
2073
Aynî, el-Binâye, II, 519; ًَٚ َُ َٔخ طٙؼزض ػ٘ي٣ ُْ ُٞ ٝ طالس حُـيحس٠و٘ض ك٣ ِْٖ ك٣ًَٜ٘ض ػ٘ي حْٗ رٖ ٓخُي ش
2074
Zehebî, Mizânü‟l-itidâl, III, 392; a.mlf., el-KâĢif, I, 491.
314
(e) Ġbn Ömer rivayeti
Aynî, Nâfi tariki ile İbn Ömer‟in şöyle dediğini nakleder: “Hz. Peygamber,
Ebû Bekir, Ömer ve Osmân‟ın arkasında namaz kıldım fakat kunut yapmadılar,
(ayrıca) Alkame, Mesrûk, Esved ve Amr b. Meymûne de Ömer (r.a) arkasında namaz
kıldı, o da kunut yapmadı."2075
4. Kur‟ân
2075
Aynî, el-Binâye, II, 519.
2076
Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I, 324.
2077
el-Âli İmrân, 3/128; َُٕٞٔ ُُِ ْْ ظَخَُِّٜٗ ْْ كَبَُٜ َؼ ٌِّر٣ َْٝ ْْ أِٜ ٤ْ َِد َػٞ
َ َُظ٣ َْٝ ٌء أ٢َ
ْ ي َِٖٓ حألَ ْٓ َِ ش
َ َُ ْْ
َ ٤َُ
315
olduğunu iddia etmektedir.2078 Bir kısım ulemâ ise bu âyetin Uhud savaşı sırasında
Hz. Peygamber‟in yaralandığı ve beddua ettiği sırada nâzil olduğunu
savunmaktadır.2079
Beyhakî ve İbn Teymiyye gibi âlimler, Müslim ve diğer sahih kaynaklarda yer
alan ve aşağıda zikredilecek Ebû Hüreyre‟nin rivayet ettiği hadisin tarihi veriler
sebebiyle Hanefîlerin iddia ettiği bu neshi onaylamadığını söylemektedirler. 2080 Buna
göre Hz. Peygamber, müşriklerin ellerinde esir olan Velîd b. Velîd, Ayyâş b. Ebî,
Rebia ve Seleme b. Hişâm‟ın kurtulmaları için dua, Mudar kabilesinin de Hz. Yûsuf
zamanındaki gibi kıtlık görmesi için Allah‟a kunut duası ile beddua etmiştir.2081 Ebû
Hüreyre‟nin rivayetin devamında “Bir müddet sonra Hz. Peygamber‟in bu duayı
bıraktığını gördüm, bunun üzerine: zannedersem Resûlullah (s.a), bunların lehine
duayı bıraktı, dedim. (Bunun üzerine bana): „Onları görmüyormusun hepsi gitti.‟
denildi.”2082 ifadesini kullanması bunu teyit etmektedir. Konuyla alakalı başka
rivayetlerde ise mezkûr sahâbîler için ramazanın son on beş gününde dua ettiği ve
bayram sabahı kurtulduklarında Hz. Ömer‟in bunun nedenini Hz. Peygamber‟e
sorduğunda: „Bilmiyor musun onlar kurtuldu.‟ cevabını vermiştir.2083
316
senetle ulaşmadığı, İbrâhim en-Nehaî tarafından nakledilen mürsel haberlerden
olduğu bir kısmının da râvileri sebebiyle cerhe tâbi tutulduğu görülmektedir.
*Hanefî temel kaynaklarında Hz. Ebû Bekir ve Osmân‟ın vefat edene kadar
kunut yapmadığı, Hz. Ömer ve Hz. Ali‟nin ise sadece harp durumunda kunut yaptığı
rivayetleri yer alırken diğer hadis ve siyer kaynaklarında yer alan sahih rivayetlerde
Râşid halifelerin tamamının musibet durumunda kunut okuduğu tespit edilmiştir.
2085
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 251; Evzâî, Sünen, s. 254.
2086
Talâl et-Tarâbîlî, Merviyyâtü kunûti‟l-fecr, s.118.
317
5. Hanefî Âlimlerinin GörüĢleri
Tahâvî (v. 321/933), ister savaş hali olsun ister savaş dışı bir durum olsun
vitrin dışında kunut okumanın vâcip olmadığını,2087 zira Hz. Peygamber‟in vefatına
kadar müşriklerle harp halinde olduğu halde namazlarında kunut okumadığını şayet
okumuş olsaydı bu konudaki rivayetin meşhur derecesinde olması2088 gerekeceğini
belirtir. Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed‟in bu sebepten dolayı bu
görüşte olduğunu belirtir.2089 Tahâvî, özellikle karşı görüş sahiplerinin Enes b.
Mâlik‟ten rivayet ettikleri “Hz. Peygamber dünyadan ayrılıncaya kadar sabah
namazında rükûdan sonra kunut okudu.”2090 ve “Hz. Peygamber, bir ay rükûdan
sonra kunut okudu, bir arap kabilesine beddua etti sonra bunu terketti”2091
mealindeki rivayetlerin aksine bazı tariklerinde rükûdan önce kunut okuduğuna dair
ifadelerin yer aldığını yine bazılarında yirmi gün dua ettiği söylenirken diğer
bazılarında bunun otuz gün devam ettiği ifadelerinin yer aldığını bunun da bu
konudaki rivayetlerin çelişkili olduğunu gösterdiğini söyler.2092
Tahâvî ile ilgili söylenmesi gereken diğer bir husus da eserlerinde kunutun
sadece vitir namazında olduğu ifadeleri sarih olarak yer almasına rağmen sonraki
dönem bazı âlimlerin onun musibet durumunda da sabah namazında kunut
yapılabileceğine cevaz verdiği iddiasıdır. Fakat bu görüşün Tahâvî‟nin hangi eserinde
yer aldığı belirtilmediği gibi, yapılan incelemelerde onun mevcut kitaplarında böyle
bir görüşe rastlanmamaktadır. Nitekim İbn Âbidîn‟de yer alan bu nakillle ilgili olarak
muhakkik Sâlih Farfûr, Tahâvî‟ye nispet edilen bu rivayeti ellerinde bulunan ona ait
eserlerde bulamadığını ifade etmektedir.2093
2087
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 254.
2088
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, I, 215.
2089
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 254.
2090
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 247.
2091
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 245.
2092
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 245, 247.
2093
Haskefî, Dürrü‟l-muhtâr (Reddü‟l-muhtâr ile birlikte) (thk. Sâlih Farfûr), IV, 249: ٖ٤ٔخ ر٤ كٚ٤ُِْ ٗؼؼَ ػ
ٟٝ٘خ ٖٓ ًظذ حُطلخ٣ي٣ح
318
Tahâvî‟ye yapılan bu isnat muhtemelen onun yukarıda aktardığımız vitrin
dışında kunut okumanın vâcip olmadığı yönündeki sözünden kaynaklanmaktadır. Zira
bu sözden diğer namazlarda vâcip olmamakla birlikte okunmasında mahzur yoktur
(mubahtır) manası çıkarılabilir.
Kudûrî (v. 428/1037), vitir namazı dışında kunut okunmayacağını açıkça ifade
etmektedir.2094
2094
Kudûrî, Muhtasar (el-Lübâb ile birlikte), I, 88.
2095
Serahsî, el-Mebsût, I, 165.
2096
Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 273.
2097
Merğînânî, el-Hidâye, I, 170; َْح ػٜ طالس حُلـَ ش٢حُٔالّ ه٘ض كٝ حُظالسٚ٤ِ ػٚٗ أٚ٘ هللا ػ٢ى ٍػٞ حرٖ ٓٔؼٍٟٝ ُٔخ
ًَٚط
2098
Nesefî, Kenzü‟d-dekâik (Bahr Ģerhi ile birlikte), II, 78.
319
mealindeki sözünü nakleder.2099
Zeylaî (v. 762/1360), konuyla ilgili her iki tarafa ait delilleri zikretmekte ve
özellikle kendinden önceki kaynaklarda zikredilmeyen Ümmü Seleme hadisini ve
buna yapılan tenkitleri nakletmektedir.2100
Aynî (v. 855/1451), Hanefîlerin genel kanaatini paylaşarak karşı tarafın ileri
sürdüğü delillerin mensuh olduğunu savunur. Ayrıca delillerin teâruzu sebebiyle
isbatın, nefye takdim edilmesi gerektiğini ileri sürenlere de: “Evet biz de bu konudaki
neshi iddia ederek müsbit ile amel ediyoruz.” şeklinde cevap vermektedir.2103
İbn Kemâl (v. 940/1534), Şâfiî mezhebinde sabah namazında kunut okumanın
hükmünü belirttikten sonra bela ve musibet durumunda Hanefî mezhebinde de sabah
namazında okunmasının câiz olduğuna dair bir yaklaşım sergilemektedir.2105
Zeylaî, Tebyînü‟l-hakâik, I, 170; َُِٚ كَ َؼِٚ ّ ِر َ َّْشٌ كَ َال رَؤ٤ِِ َْ رَٝض ِك ْظَ٘شٌ أ
ْ هَ َؼَٝ ْٕ ِ َّ ٍش كَب٤َِِ َِْ ر٤ط َال ِس ْحُلَـْ َِ ِٓ ْٖ َؿ ُ َُ٘ ْو٣ اَّٗ َٔخ َال
َ ٢ِض ِػ ْ٘ َيَٗخ ك
2099
320
konuyla alakalı delilleri serdettikten sonra sabah namazında kunutla alakalı karşı
tarafın istidlâl ettiği “Hz. Peygamber, vefat edene kadar kunut okumuĢtur.”
mealindeki Hz. Enes hadisi ile Hz. Ebû Bekir‟in yalancı peygamber Müseyleme ve
ehl-i kitapla2107 olan savaşında kunut okuduğuna dair rivayet ve yine Hz. Ömer ve
Ali‟nin kunut okuduğuna dair rivayetleri nakleder.2108 Buna mukabil Ebû Hanîfe‟nin
istidlâl ettiği “Hz. Peygamber bir ay kunut okumuĢtur, ne ondan önce ne de ondan
sonra okumuĢtur.” hadisini hatırlattıktan sonra musibet durumunda kunut okunup
okunmaması meselesinin içtihadî mesele olacağını bildirir. Bu vesileyle de fitne ve
musibet durumunda sabah namazlarında kunut okumakta bir sakınca olmadığına dair
Tahâvî‟ye nispet edilen sözü nakleder.2109
Ali el-Kârî (1014/1606), sabah namazında kunut ile ilgili rivayetlerin mensuh
olduğunu, dolayısıyla vitir namazı hariç bela ve musibet gibi özel durumlarda sabah
2107
İbn Kayyim el-Cevziyye, Zâdü‟l-me„âd, I, 285.
2108
İbnü‟l-Hümâm, Fethü‟l-kadîr, I, 434.
2109
İbrâhim el-Halebî, Halebî kebîr, s. 420.
İbn Nüceym, el-Bahrü‟r-râik, II, 78; İbn Âbidîn, Reddü‟l-muhtâr, II, 11; ََخَُُشٌ هََ٘ض ِ ٗ َٖ٤ِٔ ِِْٔ ُٔ ُاِ ْٕ َٗ َِ ٍَ رِ ْخَٝ
2110
َخًُِِّٜ ص
ِ حَٞ َِظ ٌ َُٝحُ ٍِ َٓ ْش
َّ ُ ح٢ع ك ُ ُُ٘غ ْحُو٣ َِ حُليْٛ َ ٍُ أُْٜٞٔ هخٍ ُؿٝ أَكْ َٔ َيَٝ ١
ِ َٞ َُّ٘ص ِػ ْ٘ َي حٞ ِّ ٍِ َّْْٞ ٍُ حُؼَٞ هٞٛٝ َِْ ٜط َال ِس ْحُ َـ
َ ٢حإل َٓخ ُّ ك ِْ
2111
İbn Nüceym, el-EĢbâh ve'n-nezâir, s. 454.
2112
Dihlevî, Hüccetullâhi‟l-bâliğa, II, 26-27.
321
namazında kunut okumanın câiz olduğunu belirtir. Musannif, buna dair İtkânî‟nin (v.
758/1357) el-Hidâye şerhi olan Gâyetü‟l-beyân‟a atıfta bulunarak ehl-i hadisin
cumhuruna göre nâzile durumunda tüm namazlarda kunut okumanın meşrû olduğunu
söyler.2113
İbn Âbidîn (v. 1252/1836), Haskefî‟nin zikrettiği “ش٣َٜ حُـ٢و٘ض حإلٓخّ ك٤”اال ُ٘خُُش ك
şeklindeki ifadenin İbn Nüceym, Şürünbülâlî ve İbrâhim el-Halebî gibi müelliflerin
eserlerinde sabah namazlarında kunutun musibet halinde câiz görülebileceğine dair
yaklaşımlara uygun düştüğünü hatırlatır. Müellifin ayrıca mezkûr kaynaklarda
tekerrür eden İmam Tahâvî‟nin: “Bize göre sabah namazında kunut okunmaması
musibet olmadığı zamanlardadır. Fitne veya musibet durumunda gelirse bunu
okumakta mahzur yoktur. Nitekim Hz. Peygamber de böyle yapmıĢtır.” şeklindeki
sözünü nakletmesi kendi görüşünün de bu yönde olduğunu göstermektedir.2116
2113
Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I, 324-325.
2114
Haskefî, Dürrü‟l-muhtâr (Reddü‟l-muhtâr ile birlikte), II, 11.
2115
Haskefî, Dürrü‟l-muhtâr (Reddü‟l-muhtâr ile birlikte) (thk. Hüsâmüddîn Muhammed Sâlih Farfûr),
IV, 248.
2116
İbn Âbidîn, Reddü‟l-muhtâr, II, 11.
2117
Leknevî, et-Ta„liku‟l-mümecced, I, 636.
2118
İbn Kayyim el-Cevziyye, Zâdü‟l-me„âd, I, 271 vd.
2119
Leknevî, Umdetü‟r-ri„âye, II, 212.
322
Fethü‟l-kadîr‟in ifadesinden2120 bunun mensuh olduğu anlaşıldığını, fakat bunun
kabul edilemeyeceğini söyler. Musannif, buna sebep olarak da Aynî‟nin el-Hidâye
şerhinde Tahâvî‟nin nâzile durumunda Ebû Hanîfe‟ye göre kunutun câiz olduğunu
söylediğini nakleder.2121 Keşmîrî ayrıca Hanefî müdevvenatının genelinde de kunutun
sabah namazında câiz olduğuna dair ifadelerin bulunduğunu söyleyerek görüşünü
teyit etmeye çalışır. Musannif ayrıca bazı Hanefî kaynaklarının İtkânî‟nin Gâyetü‟l-
beyân‟ına atfen kunutun tüm namazlarda da câiz olacağı görüşüne yer verdiklerini
fakat bunun hatalı olarak yazılmış olabileceğine dikkat çeker.2122
Buhârî sabah namazında kunut okumanın cevazı ile ilgili rivayetleri es-
Sahîh‟inin “Kitâbu‟l-vitr” kısmında yer alan “Rükûdan önce ve sonra kunut”2125 bab
başlığı altında herhangi bir vakitle kayıtlamaksızın zikretmektedir.2126 Buhârî konuyla
ilgili diğer rivayetlerin önemli bir kısmını da “Kitâbu‟l-megazî” kısmında yer alan
Recî„ ve Bi‟rimaûne hadiseleri2127 ve “Kitâbu‟t-tefâsîr”de yer alan ilgili bablarda
nakletmektedir.2128
2120
İbnü‟l-Hümâm, Fethü‟l-kadîr, I, 435.
2121
Keşmîrî, el-„Arfü‟Ģ-Ģezî, I, 381-382; الٝ ص حُ٘خُُش ٗٔوضَٞ٘ حٕ ه٣ّ كظق حُويٜٞ حُِٔٔٔىٖ كٔل٠ِ حٓخ ُِٗض ٗخُُش ػٝ
ٜٚٓٞئهٌ رٔل٣
2122
Keşmîrî, el-„Arfü‟Ģ-Ģezî, I, 382.
2123
Tehânevî, Ġ„lâü‟s-sünen, VI, 114-115.
2124
Zuhaylî, el-Fıkhu‟l Ġslâmî, II, 1008.
ِ ُُٞ٘رخد ْحُو
ِ ًُ َُُّص هَ ْز ََ ح
2125
Buhârî, “Vitir”, 7; ُٙرَ ْؼ َيَٝ عٞ
2126
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, II, 491.
2127
Buhârî, “Megâzî”, 28.
2128
Buhârî, “Kitâbü‟t-tefsîr”, 9.
323
Buhârî‟nin, mezkûr eserinde konuyla ilgili zikrettiği rivayetlerin bazıları
şunlardır:
(1) Muhammed b. Sîrîn‟den rivayete göre “Enes b. Mâlik‟e Peygamber (s.a.)
sabah namazında kunut duası okudu mu? diye soruldu. O da: „Evet‟ dedi. Bunun
üzerine kendisine: „Rükû‟dan evvel mi kunut yaptı?‟ diye soruldu. O da: „Az müddet
sürmek üzere rükû‟dan sonra kunut yaptı.‟ dedi.”2129
(2) Ebû Hüreyre‟den rivayete göre “Hz. Peygamber öğle, yatsı ve sabah
namazlarının son rekatlarında „Semiallahu limen hamideh‟ dedikten sonra müminlere
dua, kafirlere beddua ederek kunut yapardı.”2130
D. Değerlendirme
ِ حُظُّ ز٢ِ حُ َّٔالَّ كِٚ ٤ْ َِ َػ٢ُّ ِ أَهََ٘ضَ حَُّ٘ز: ٌََْٗ ُٓجِ ََ أ: ٍَ َٖ هَخ٣َ٤
2129
Buhârî, “Vitir”, 7; Müslim, “Mesâcid”, 298 (677) ْق ِ ِٓ ِٖ ح ْر
اَح٤ِٔ َ٣ عٞ ِ ً ُ َُُّح ي
َ ْ
ؼ ر
َ َ: ٍ خ َ ه ؟ عٞ
ِ ًُ َُُّح ََ ْ
ز َ ه ََض َ٘ ه ٝ
َ َ أ ُ َٚ ُ َ ٤و َ ك
َ ِ َْ َ ، ْؼ َ ٗ : ٍ خَ ه
2130
Buhârî, “Ebvâbü sıfat‟ı-salât”, 45; طال ِس ُّ طال ِس
َ َٝ ، َِْ ٜحُظ َ ْٖ ِٓ ِه ََ ِس٥ حُ ََّ ًْ َؼ ِش ح٢ِض ك ُ َُ٘ ْو٣ َٕ كَ ٌَخ، ٍ هللاٍٞٓ َطالس َ َّٖ َألهَ َِّر
ٍَ َ ِْ َؼُٖ ْحُ ٌُلَّخ٣َٝ ، َٖ٤ِِ٘ٓ ُِ ِْ ُٔ ْئُٞ ْيػ٤َ َ ك، ُٙهللاُ ُِ َٔ ْٖ َك ِٔ َي َّ َٓ ِٔ َغ: ٍُ َُٞو٣ رَ ْؼ َي َٓخ، ْق ِ ز ُّحُظ سال ط ٝ
ِ َ َ ِ ِ ، ء َخ
ش ؼ ْ
ُح
2131
Buhârî, “Vitir”, 7; َِ ْ ْحُلَـَٝ د ِ َِ ْحُ َٔ ْـ٢ِص كٞ ُ ًَُُ٘خَٕ ْحُو
2132
Zeylaî, Nasbu‟r-râye, II, 136.
324
ileri sürmüşlerdir. Bu görüşün ilk dönem temel Hanefî kaynaklarında genel kabul
gördüğünü söylememiz mümkün olmakla beraber Zeylaî (v. 743/1342) ve sonrası
dönemde benimsenmediği, aksine cumhurun görüşüne meyledildiği görülmektedir.
Bu konuda dikkat çekici bir husus da, temel kaynaklarda Hz. Peygamber‟in
dışında sadece Hz. Ali‟nin Muaviye ile savaşında kunut yaptığı rivayetleri yer alırken
Tahâvî‟nin Hz. Ömer‟in kunutunu da zikretmiş olmasının2133 bazı rivayetlerin
İmameyn‟in eserlerine yansımadığını göstermesidir.
Ayrıca Ebû Hanîfe‟ye yüz yirmi beş yerde itiraz eden İbn Ebî Şeybe‟nin,
sabah namazında kunut okunmadığını dair otuz sekiz,2134 okunduğuna dair ise on üç
rivayete yer vermesine rağmen bu meselede Ebû Hanîfe‟ye herhangi bir itirazda
bulunmamış olması ve özellikle Hz. Ebû Bekir,2135 Ömer,2136 Ali,2137 İbn Mes„ûd2138
ve İbn Ömer2139 gibi sahâbîlerin sabah namazında kunutu okumadıklarına dair
rivayetleri nakletmesi Ebû Hanîfe‟yi teyit etmesi bakımından dikkat çekicidir.2140
2133
Tahâvî‟nin ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 251.
2134
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, II, 46.
2135
Hz. Talha‟nın bildirdiğine göre: “Hz. Ebû Bekir, sabah namazında kunut okumazdı.” bk. İbn Ebî
Şeybe, el-Musannef, II, 208.
2136
Amr b. Meymûn‟un bildirdiğine göre: “Ömer b. Hattâb sabah namazında kunut okumazdı.” bk.
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, II, 208. Musannif Hz. Ömer‟in buna benzer uygulamalarını İbn Ömer,
İbn Mes„ûd, Ebû Mâlik, İbrâhim en-Nehaî, Saîd b. Cübeyr ve Âmir b. Cühenî tariki ile
nakletmektedir. bk. İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, II, 208-211.
2137
Ebû İshâk dedi ki: “Ebû Ca„fer (el-Bâkır) ile kunutu müzakere ettim. Bunun üzerine Hz. Ali kunut
okumadığı halde bizden (yani Medine‟den) ayrıldı. Size geldikten sonra (Kûfe‟de) kunut okudu.”
dedi. bk. İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, II, 210.
2138
Arfece‟nin bildirdiğine göre “Ġbn Mes„ûd, sabah namazında kunut okumazdı.” Musannif, Kûfe
ekolünün temsilcisi sayılan İbn Mes„ûd‟un buna benzer uygulamalarını Alkama b. Kays ve
İbrâhim en-Nehaî tariki ile de nakletmektedir. bk. İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, II, 208.
2139
Süleym Ebû Şa„sâ el-Muhâribî, bildiriyor ki: “Ben, Ġbn Ömer‟e sabah namazında kunutu sordum.
O da: „Neredeki kunut?‟ deyince ben de: „KiĢi kıraatten sonra bir an durur ya (iĢte o anda okunan
dua), dedim. Bunun üzerine Ġbn Ömer: „Bilmiyorum (Ģâhit olmadım)‟ dedi.” Musannif, İbn
325
Özetle, İbn Ebî Şeybe‟nin tavrı ve zikrettiği rivayetler başta olmak üzere, Ebû
Hanîfe ve İmameyn‟in vitrin dışında kunut okunmayacağına dair görüşünü teorik
olarak destekleyen deliller bulunduğunu söylemeye imkan verse de, Hanefî
mezhebindeki yaklaşımlara kronolojik açıdan bakıldığında bu görüşün Bedrüddîn
Aynî‟ye kadarki dönemde benimsendiği, daha sonraki dönemde ise bela ve musibet
gibi özel durumlarda sabah namazında okunabileceği görüşünün hakim olduğu
görülmektedir.
Ömer‟in buna benzer uygulamalarını ayrıca Saîd b. Cübeyr, Esved b. Yezîd, Ebû Miclez ve Şa„bî
tariki ile de nakletmektedir. bk. İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, II, 208-211.
2140
Fakat en-Nehaî‟den gelen bazı rivayetler zayıf görülmüştür. bk. Talâl et-Tarâbîlî, Merviyyâtu
kunuti‟l-fecr, s. 120.
326
VI. AKġAMIN FARZINDAN ÖNCE ĠKĠ REKAT NAFĠLE KILMAK
Akşam namazının farzından önce, ezan ile kamet arasında iki rekat nafile
namaz kılınıp kılınamayacağı meselesi ihtilâflıdır.2141 İslâm âlimlerinin çoğunluğu bu
iki rekat namazın müstehap olduğunu söylerken; Hanefî mezhebinde tercih edilen
görüşe göre akşam namazının vaktinin dar olması ve geciktirilmesi endişesinden
dolayı farz namazından önce herhangi bir nafile namaz kılmak tahrimen veya
tenzihen mekruhtur.
Bu ana başlık altında akşamın farzından önce iki rekat sünnet kılmanın hükmü
ele alınacak, benimsemeyenlerin görüşü “Hanefî Mezhebinin Delilleri ve
Tartışılması”, çoğunluk görüşü ise “Buhârî‟nin Delilleri ve Tartışılması” alt
başlıklarında incelenecektir. Daha sonra “Değerlendirme” alt başlığı altında konu
hakkında genel bir tahlîl ve değerlendirme yapılacaktır.
2141
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, IV, 387; Mûsâ b. Ali el-Emîr, Câbir b. Abdillah ve fıkhuh, I,
291.
2142
Kirmânî, Mâlikî mezhebinde bu konuda iki görüş bulunduğunu, sahih olanın müstehap şeklinde
olduğunu söyler. (Kirmânî, el-Kevâkibü‟d-derârî, V, 23) İki görüşünden birine göre İmam Mâlik
Hanefîlerde olduğu gibi vaktin geciktirilmesi endişesiyle bu namazı mekruh sayarken, (Ahmed eş-
Şerbâsî, Yes‟elûneke fi‟d-Dîni ve‟l-hayât, I, 53.) diğer görüşüne göre sünnet saymaktadır. (İbn
Hacer, Fethü‟l-bârî, II, 128.)
2143
İbn Battâl, ġerhu Buhârî, III, 175.
2144
İbn Hazm, el-Muhallâ, II, 252-254; Aynî, Umdetü‟l-kârî, VII, 246; Yaklaşık 1400 kişinin katıldığı
Rıdvân biatındaki bu sahâbîlerin isimlerine mezkûr kaynaklarda rastlayamadık.
ِ َِ َخ ِٕ هَ ْز ََ ْحُ َٔ ْـ٤ِِّظ َّ ٠َ ػ
َ ُ٣ ُ َٔخْٜ٘ هللاُ َػ ٍ رُْٖ ًَ ْؼ٠ُّ َأُرَٝ ف
ٍ ًََْٞخَٕ َػ ْز ُي حََُّكْ َٔ ِٖ رُْٖ ػ
2145
Beyhakî, es-Sünenü‟l-kübrâ, II, 475; د ِ ٍَ ذ
ِٖ ٤ْ ٍََ ًْ َؼظ
327
Hasan-ı Basrî, Şâfiî,2146 Ahmed b. Hanbel,2147 İshâk,2148 İbn Sîrîn ve Dâvûd ez-
Zâhirî2149 gibi âlimlerin isimleri zikredilmektedir.2150 Buhârî de bu görüştedir. Bazı
rivayetlerde ise Muhacirlerin bu iki rekatı kıldığı Ensâr‟ın ise kılmadığı ifadeleri yer
almaktadır.2151
Hanefî mezhebinde yaygın olan görüşe göre akşamın farzından önce iki rekat
nafile namaz kılmak mekruhtur.2152 Bununla beraber bu mekruh teriminden tenzîhî
mekruh mu yoksa tahrîmî mekruh mu kastedildiği açık değildir. Onlar bu iki rekat
namazın İslâm‟ın ilk dönemlerinde kılındığını, daha sonra akşamın geciktirilmesinin
Yahudi2153 ve Râfizilerin2154 ibadet şekline benzediği gerekçesiyle terk edildiğini
söylerler. Buna dair cumhurun zikrettiği hadislerin ise mensuh hükmünde olduğunu
iddia etmektedirler.2155 Karşı görüş sahipleri ise bu konuda nesh olmadığını zira
neshin olması için tevilin mümkün olmaması gerektiğini veya delillerin tarih sırasının
2146
Nevevî, el-Mecmû„, IV, 9; Nevevî, Şâfiî mezhebinde bu konuda iki görüşün bulunduğunu meşhur
olan görüşe göre sünnet, muhakkık âlimler nazarında ise müstehap olduğunu belirtir. Nevevî, bu
iki rekatın kılınmasının akşamı geciktireceğine dair sözün ise sünnete muhalif bir hayalden ibaret
olduğunu, bunun eda edilmesiyle akşamın ilk vaktinden geciktirilmeyeceğini söyler. (Nevevî,
ġerhu‟l-Müslim, VI, 123.) İbn Hacer, bu konudaki delillerin bu iki rekat namazın sabah namazının
iki rekatı gibi hafif kılınacağına işaret ettiğini söyler. (İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, II, 109.) Zeylaî,
Şâfiî mezhebinde akşamdan önceki iki rekat namazın sünnet olduğunu söyler. (Zeylaî, Tebyînü‟l-
hakâik, I, 87.) Fakat İbn Battâl İmam Şâfiî‟nin zayıf rivayetine dayanarak onları da Hanefîlerle
aynı görüşte saymıştır. (İbn Battâl, ġerhu‟l-Buhârî, III, 175.)
2147
Ahmed b. Hanbel ve İshâk diğer namazlarda olduğu gibi akşamın farzından önce iki rekat nafile
kılınarak ezanla kamet arasının ayrılmasını müstehap görmektedir. (Tirmizî, “Salât”, 185; İbn
Battâl, ġerhu‟l-Buhârî, II, 252; Kirmânî, el-Kevâkibü‟d-derârî, V, 23; Karadâvî, Fetâvâ mu„âsıra,
s. 247.) Hatta Esrem adlı âlim, Ahmed b. Hanbel‟in “Bu iki rekatı bir kere kıldım, o da ilk iĢittiğim
zamandı.” şeklindeki sözünü nakleder. (İbn Kudâme, el-Muğnî, II, 546; Vellevî, Zahîretü‟l-ukbâ,
VII, 215.)
2148
Tirmizî, “Salât”, 185; İbn Battâl, ġerhu‟l-Buhârî, II, 252; Kirmânî, el-Kevâkibü‟d-derârî, V, 23;
Karâdâvî, Fetâvâ mu„âsıra, s. 247.
2149
İbn Hazm, el-Muhallâ, I, 254.
2150
İbn Battâl, ġerhu Buhârî, III, 175.
2151
Abdürrezzâk, el-Musannef, II, 435 (3984); Beyhakî, es-Sünenü‟l-kübrâ, II, 475(4675); ِٖ أَ ْه َز َََٗخ َٓ ْؼ َٔ ٌَ َػ
َ ْٗ َض حأل
َٕ ًَخَٝ : ٍَ هَخ. َٔخِٜ ِظخ ٍُ طََْ ًَ ُغ ر ِ َِ ِٖ هَ ْز ََ ْحُ َٔ ْـ٤ْ ََٕ ٍَ ًْ َؼظََُْٞ ًَؼ٣ ََٕ الََُٝخ ِؿُٜٔ ُ ًَخَٕ ْح: ٍَ ذ هَخ
ِ ًََٗخَٝ ، د ِ َّ٤َٔ ُٔ ُ ِي ْر ِٖ ْح٤ ػ َْٖ َٓ ِؼٟ ُّ
ِّ َِ ْٛ ُِح
.ُ َٔخََْٜ ًَ ُؼ٣ ٌََْٗأ
2152
Aynî, el-Binâye, I, 852; َ٤ٕ ٓززخ ُِظؤهٌٞ٣ ٓخٌَٙ٤ كٌَٙٝٓ َ حُٔـَد٤ ;طؤهŞürünbülâlî, Merâku‟l-felâh, s. 214.
2153
Merğînânî, el-Hidâye, I, 96.
2154
Aynî, el-Binâye, I, 822.
2155
Aynî, el-Binâye, I, 852.
328
bilinmesinin zarûrî olduğunu söylemektedirler.2156
İmam Muhammed‟e ait eserlerde yer alan konuyla ilgili tespit edebildiğimiz
rivayetler şunlardır:
(a) İmam Muhammed, el-Âsâr‟da Ebû Hanîfe > Hammâd b. Ebî Süleyman >
İbrâhim en-Nehaî tariki ile gelen şu rivayete yer vermektedir: “(Hammâd dedi ki:)
Ġbrâhim‟e akĢamdan önce (kılınan) iki rekat (nafile namaz) hakkında sordum. Beni
bundan nehyetti (ve) Hz. Peygamber, Ebû Bekir ve Ömer‟in bunu kılmadığını
söyledi.”2157
2156
Nevevî, ġerhu‟l-Müslim, VI, 123.
2157
Şeybânî, el-Âsâr, I, 201; ْْ َُ ُ َٔخٛ ََ َٔ ُػَٝ ٍَ ٌْ َأَرَخ رَٝ ٢ ِ َِ ظالَ ِس هَ ْز ََ ْحُ َٔ ْـ
َّ ِ اِ َّٕ حَُّ٘ز: ٍَ هَخَٝ ، َخْٜ٘ َػ٢َِٗخََٜ٘د ك ُ ُْ َ َٓؤ
َّ ُ َْ َػ ِٖ ح٤ِٛ ض اِ ْر ََح
ٌُ َٗؤْ ُهِٚ ِرَٝ : َخ هَخ ٍَ ُٓ َل َّٔ ٌيُِّٛٞظ
َ ُ٣
2158
Şeybânî, el-Âsâr, I, 201; Zeylaî, Tebyînü‟l-hakâik, I, 87; Kirmânî, el-Kevâkibü‟d-derârî, V, 23; Ali
el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I, 195; İbn Hacer, ed-Dirâye fî tahrîci ehâdîsi'l-Hidâye, I, 199.
329
fukahanın bu nehyi “tahrimen mekruh” şeklinde değerlendirdiği görülmektedir.2159
Hatta Zeylaî, Kâdıhân‟ın bu nehiyden hareketle bu iki rekata haram hükmü verdiğini
fakat bunun doğru olmadığını belki mekruh olabileceğini söylemektedir.2160
2159
Semerkandî, el-Fıkhu‟n-nâfî, I, 241; Tehânevî, Ġ„lâü‟s-sünen, II, 69; Semerkandî (v. 539),
Tuhfetü‟l-fukahâ, II, 107; Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I, 194; Kuhistânî, Câmiu‟r-rumûz, I, 72;
Aynî, el-Binâye, II, 822; İbn Nüceym, el-Bahrü‟r-râik, I, 431; Akşamı acele kılmanın müstehap
olduğu ifadesine bakılırsa buradaki herhangi bir kerâhiyetin olmaması gerekir.
ِ َِ ع ْحُ َٔ ْـ ْ
ِ َََْ ك٤ ِ ٌ ُِظَؤ ِهٌَُْٙٝ َٓ ََُّٚٗحدُ أَٞ ظ َ ًَُِ َٝ َٕخ ِ هَخ ٍَ هَخ
ْ ه٢ػ
2160
Zeylaî, Tebyînü‟l-hakâik, I, 181; د َّ ُحَٝ ٌّ ي َك ََح
2161
Zekiyyüddîn Şa„bân, Usûlü‟l-fıkhı‟l-Ġslâmî, s. 322.
2162
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 327; ِٚ َُِؤْ ًُ ََ حُ ََّ ُؿ َُ رِ ِش َٔخ٣ ْٕ َ أ٠ََٜٗ َْ ََِّٓ َٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ
َّ ٠َِّط
َ ِهللاَّ ٍَ ٍَُٞٓ َّٕ َأ
2163
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 327; ُٚؤًَ رشٔخ٣ ٕ َُِؿَ أٌَٙ٣ : هخٍ ٓلٔي
2164
Aynî, Umdetü‟l-kârî, XXI, 28; Aynî‟nin nakline göre Şâfiîlerden Gazzâlî ve Nevevî de bu görüşü
tercih ederken İmam Şâfiî, vâcip görüşü tercih etmektedir.
330
şu sözünü haber vermektedir: “AkĢamdan önce iki rekat namaz kılmak bidattir.”2165
2165
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, IV, 389; Aynî, el-Bidâye, I, 852; Umdetü‟l-kârî, V, 139; VII,
246; Ebû'l-Mehâsin Yûsuf b. Mûsâ, el-Mu'tasar mine'l-Muhtasar min MüĢkili‟l-âsâr, I, 34;
ْ٤َٛس ػٖ ارَْح٤ حُ ُٔـَِٟٝرِ ْي َػشٌحُ ََّ ًْ َؼظَخ ِٕ كَ ْز ََ ْحُ َٔ ْـ َِر
2166
İbn Battâl, ġerhu Buhârî, III, 175; Şevkânî, Neylü‟l-evtâr, II, 8; Geylânî, Abdulkâdir, el-Gunye, s.
477.
331
Nitekim İbn Hacer, en-Nehaî‟nin bu sözünün bu konudaki rivayetleri
neshetmeye ya da bu namazın kerâhiyetini ispat noktasında delil olamayacağını
söylemektedir.2167 İbn Hazm ise İbrâhim en-Nehaî‟nin bu sahâbeye yetişmediğini
dolayısıyla bu rivayetin munkatı„ olması sebebiyle doğru olamayacağını belirtir.
Ayrıca bu haber sahîh olsa dahi hüccet olamayacağını, zira sahâbenin bu namazı
kılmadığı kabul edilse bile bundan kimseyi menetmediklerini söyler.2168
Buna ilaveten İbn Hacer, bu iki rekatı sahâbe ve tâbiînden Abdurrahmân b. Ebî
Leylâ, Abdullah b Berîd, Yahyâ b. Ukayl, A„rec, Âmir b. Abdullah b. Zübeyr, Irâk b.
2167
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, II, 108.
2168
İbn Hazm, el-Muhallâ, II, 254.
2169
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, IV, 388.
2170
Aynî, Umdetü‟l-kârî, VII, 246; هخصٝ ٢ٔخ اال ٓؼي رٖ أرٜ٤ِظ٣ خٜ٤ض كو٣ٓخ ٍأ
2171
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, II, 252.
332
Mâlik gibi âlimlerin kıldığını, Hasan-ı Basrî‟nin de bu iki rekat hakkında “güzeldir”
hükmü verdiğini nakleder.2172 Ayrıca dikkat çeken bir nokta da tâbiînin büyüklerinden
sayılan İbn Müseyyeb‟in (v. 91) bu iki rekatı kılan sahâbeden bir iki kişiyi gördüğünü
söylemesidir. Zira ileride Buhârî rivayetlerinde de görüleceği üzere bu iki rekatın
önceleri Hz. Peygamber zamanında kılındığı sonradan terkedildiği ifade edilecektir.
Dolayısıyla bu rivayetler bu zaviyeden bakıldığında akşamdan önce iki rekatın
kılınmasının cevazıyla alakalı rivayetlerle teâruz etmediği anlaşılmaktadır.
*Kâsânî, bu hadisi iki yerde aynı metinle2174 muallak olarak naklederken farklı
bir yerde küçük lafız değişikliğiyle zikretmektedir.2175
*Zeylaî bu hadisin garip olduğunu,2176 İbn Hacer bulamadığını,2177 Aynî ise bu
şekliyle aslının olmadığını fakat farklı metinle olduğunu belirtir.2178
*Sadruddîn İbn Ebi‟l-İzz bu hadisin münker olduğunu, hadis kitaplarında
bulunmadığını, asıl metninin Ebû Dâvûd‟da Ukbe b. Âmir tarikiyle “Ümmetim
yıldızlar birbirine karıĢıncaya (yani artıp çoğalıncaya) kadar akĢamı geciktirmediği
müddetçe hayır veya fıtrat üzere olacaktır.”2179 şeklinde rivayet edildiğini bildirir.2180
*Ali el-Kârî, mezkûr hadisin bu lafızla bilinmediğini fakat Ebû Dâvûd‟un bu
hadisi Abdullah b. Eyyûb tarikiyle “Ümmetim yıldızlar artıp çoğalıncaya kadar
2172
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, II, 128; İbn Battâl, ġerhu Buhârî, III, 175.
2173
Serahsî, el-Mebsût, I, 144; Merğînânî, el-Hidâye, I, 96; Aynî, el-Binâye, I, 822; Farklı lafızlarla bk.
Ebû Dâvûd, “Salât”, 418; ح حُ ِؼشَخ َءَُٝأَ ِّهَٝ د َ َِ ح حُٔ ْـُِٞ ٍَْ َٓخ َػ ِّـ٤ رِ َو٢ِالَ طَ َِح ٍُ أُ َّٓظ
2174
Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 124, 126; ح حُؼشخءَٝأهٝ ح حُٔـَدَِٞ ٓخ ػـ٤ رو٢ هخٍ ال طِحٍ أٓظٚٗ أ٢ ػٖ حُ٘ز١ٍٝ
2175
Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 150; ُٖ ٍ هخِْٚٗٓ أٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ٍِ هللا طٍٞٓ ٖ ػٚ٘ هللا ػ٢ ٍػ١ٍد حألٗظخٞ٣ أٞ أرٍٟٝ
ّٞ حشظزخى حُ٘ـ٠ُح حُٔـَد اَٝئه٣ ُْ َ ٓخ٤ رو٢طِحٍ أٓظ
2176
Zeylaî, Nasbu‟r-râye, I, 246.
2177
İbn Hacer, ed-Dirâye, I, 106.
2178
Aynî, el-Binâye, I, 823.
2179
Ebû Dâvûd, “Salât”, 6 (419); ّٞي حُ٘ـ َ ِ إٔ طَ ْشظَز٠ُح حُٔـَد اَٝئ ِّه٣ ُْ حُلطَس ٓخ٠ِ هخٍ ػٝ ٍَْ ـ أ٤ َ رِو٢ِالَ طََِح ٍُ أُ َّٓظ
2180
Sadruddîn b. Ebi‟l-İzz, et-Tenbîh, I, 468-9.
333
akĢamı geciktirmediği müddetçe hayır veya fıtrat üzere olacaktır.” şeklinde rivayet
ettiğini nakleder.2181
*İbn Mâce Muhammed b. Yahyâ‟dan naklen bu rivayet hususunda Bağdat‟ta
bulunanların çelişkili ifadeleri olduğunu söyler.2182
Kısaca, muhaddislerin mezkûr hadisi metin ve senet bakımından cerhe tâbi
tutarak zayıf kabul ettiği görülmektedir.
Aynî, Umde‟de Tâvûs tariki ile gelen şu rivayete yer vermektedir: “AkĢamdan
önceki iki rekat hakkında Ġbn Ömer‟e soruldu. O da: „Hz. Peygamber zamanında o
ikisini kılan hiç kimseyi görmedim.‟ buyurdu.”2183
2181
Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I, 187.
2182
İbn Mâce, “Salât”, 689.
2183
Aynî, el-Binâye, I, 852; Umdetü‟l-kârî, V, 139; İbnü‟l-Hümâm, Fethü‟l-kadîr, I, 446; Ebû Dâvûd,
“Tatavvu”, 1284; “Salât”, 301; Nevevî, Hulâsatü‟l-ahkâm, I, 541; د ِ َِ ِٖ هَ ْز ََ ْحُ َٔ ْـ٤ْ َُٓجِ ََ حرُْٖ ُػ َٔ ََ َػ ِٖ حُ ََّ ًْ َؼظ
ِّ
. َٔخِٜ ٤ِظ َّ َ
َ ُ٣ -ِْٓٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ِط- ِ ٍِ هللاٍَُٞٓ ِيْٜ َػ٠َِْض أ َكياح َػ َ
ُ ٣كَوَخ ٍَ َٓخ ٍَأ
2184
Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I, 195.
2185
Konuyla ilgili Zehebî, Elbânî ve Şuayb el-Arnaût‟un yaklaşımları için bk. Zehebî, Siyerü alâmi‟l-
Nübelâ (thk. Şuayb el-Arnaût), XIII, 214-215; Elbânî, Temâmü'l-minne, s. 27.
334
rivayetler sebebiyle hükmününün nesh edilmiş olabileceği ihtimalidir.2186
İbn Hazm, bu iki rekatın nehyine dair İbn Ömer‟den gelen hadisin sahih
olmadığını ileri sürer.2187 Nevevî, bu hadisin isnadının hasen olmakla beraber nefye
delâlet ettiğini fakat müsbit rivayetlerin sayıca çok olması sebebiyle tercih
edilmesinin kaçınılmaz olduğunu belirtir.2188
Fakat diğer kaynaklarda Tâvûs tariki ile gelen “Ġbn Ömer‟e akĢamdan önce
kılınan iki rekat hakkında sordum. (Fakat) o bu ikisini kılmaktan kimseyi
nehyetmemiĢtir.” şeklindeki rivayetin yer alması2189 İbn Ömer‟e ait iki farklı rivayetin
nakledildiğini göstermesi bakımından dikkat çekicidir.
2186
İbn Âbidîn, Reddü‟l-muhtâr, I, 376.
2187
İbn Hazm, el-Muhallâ, I, 254.
2188
Nevevî, Hulâsatü‟l-ahkâm, I, 541; a.mlf., el-Mecmû„, IV, 9.
2189
Geylanî, Abdulkâdîr, el-Gunye, s. 477; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, I, 252; َٓؤ َ ُْض: ٍٞو٣ ٓاخُٝٝ َٓ ِٔؼْض ؽَخ
ِ َِ ِٖ هَ ْز ََ ْحُ َٔ ْـ٤ْ َ َػ ِٖ حُ ََّ ًْ َؼظ، ََ َٔ حرَْٖ ُػ
.ُ َٔخْٜ٘ َ َػْٚ٘ َ٣ ْْ ََِد ك
2190
Aynî, Umdetü‟l-kârî, V, 138 ; Aynî, el-Binâye, I, 852; ٠ٍِ هللا طٍٞٓ ٍ هخ:ٍ هخٚ٤ ػٖ أر،يَس٣ْ ََ ُك ّيػ٘خ ػزي هللا رٖ ر
ٖ حال حُٔـَد٤ٖ ًٍؼظ٤ِْٗٓ إ ػ٘ي ًَ أًحٝ ٚ٤ِ هللا ػBenzer bir rivayet için bk. Aynî, el-Binâye, I, 852; Ali el-
Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I, 195; ٖ حال حُٔـَد٤ٖ ًٍؼظ٤ٗإ ػ٘ي ًَ أًح
2191
Beyhakî, es-Sünenü‟l-kübrâ, IV, 475.
2192
Dârekutnî, I, 264; ٖ ٓخ هال طالس حُٔـَد٤ٖ ًٍؼظ٤ٗإ ػ٘ي ًَ أًح
2193
Dârekutnî, I, 264; ِْهللا أػٝ ١ْٞ رو٤ُ ي هللا٤خٕ رٖ ػز٤كٝ
2194
Beyhakî, es-Sünenü‟l-kübrâ, IV, 475.
2195
Bezzâr, el-Bahrü'z-zehhâr, X, 302; َّيس اال٣ََ ُ ػٖ ػَزي هللا رٖ رٙحٍٝ ُْ َِالَ َٗ ْؼٝ ، يس٣ََ ُ االَّ رٚ٣َٝ٣ غ ال ٗؼَِ ُْ أ َكياح٣ٌح حُليٛٝ
ّ رؤْٚ ر٤ُ ٍَٜٞ حُزظَس ٓشٛخٕ ٍؿَ ٖٓ أ٤كٝ ي هللا٤َخٕ رٖ ُػز٤ك
335
*İbn Hacer, Hayyân rivayetinin şâz olduğunu, her ne kadar Bezzâr ve diğer
bazı muhaddisler bu şahsı güvenilir kabul etseler de hadis hafızlarına muhalif olarak
rivayette bulunduğunu belirtir.2196
*Ebû‟l-Ferec el-Cevzî, bu hadisin sahih olmadığını hatta Fellâs‟ın Hayyân
hakkında yalancı dediğini nakleder.2197
Kudûrî (v. 428/1037), konuyla ilgili yerde “akĢamdan önce nafile kılınmaz”
şeklinde bir ifade kullanmakla beraber bu nehyi herhangi bir kerâhetle
sınırlamamıştır.2199
Serahsî (v. 483/1090), konuya dair rivayetleri zikretmekle beraber bir yerde
akşamın geciktirilmesinin mekruh olduğunu ifade ederken2200 bu iki rekata dair
herhangi bir hüküm bildirmez. Farklı bir yerde ise İmam Muhammed‟in bu iki rekatın
kerâhiyeti hususunda Kitâbü‟l-Asl‟da neden bir şey söylemediğini şöyle
gerekçelendirmektedir: “GüneĢ battıktan sonra akĢam namazını kılmadan önce nafile
2196
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, II, 108; ٖٓ هخُق حُللخظٌُٚ٘ َٙ٤ؿٝ ٍهخ ػ٘ي حُزِحٝإ ًخٕ طيٝ ٚٗخٕ كشخًس أل٤ش ك٣حٍٝ أٓخٝ
ٚ٘ٓظٝ غ٣ آ٘خى حُلي٢يس ك٣َأطلخد ػزي هللا رٖ ر
2197
İbnü‟l-Cevzî, Kitâbü'l-mevzûat, II, 92; Mübârekfûrî, Tuhfetü‟l-ahvezî, I, 407.
2198
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, IV, 387-389.
2199
Kudûrî, Muhtasar (el-Lübâb ile birlikte), I, 91.
Serahsî, el-Mebsût, I, 144; ُدَُٝ ْحُ ُـِٚ ٤ِة ك ٍ ْ ِا َّال رِوَي
ُ َِْ َ ْٔظَز٣ ٍَ َٓخ ِ ْٔ د حُ َّش ِ َِ َُ ْحُ َٔ ْـ٤ُ طَؤْ ِهََٙ ٌْ ُ٣ ََُّٚٗ ٍُ أُٞ َٗوِٚ ِرَٝ
ِ َُٝد رَ ْؼ َي ُؿ
2200
336
namaz kılmak mekruh olduğu halde Ġmam Muhammed buna değinmemiĢtir. Çünkü
oradaki yasak, vakitten kaynaklanmamaktadır. Aksine akĢam namazını
geciktirdiğinden dolayıdır. Bu hutbe okunurken namaz kılmanın yasaklanması gibidir.
Burada da namazın yasak kılınması vakitten değil bilakis hutbeyi dinlemeye engel
olduğundan dolayıdır.”2201
Kâsânî (v. 587/1191), bu iki rekat nafilenin kılınmasını herhangi bir kayıt
koymaksızın mekruh olarak değerlendirir ve buna gerekçe olarak da akşam namazının
geciktirilmesini ileri sürer.2202 Müellif, bir başka yerde ise bu iki rekat için usûl-i fıkıh
bakımından sarih bir ifade olmayan “menhiyyün anh” terimini kullanır.2203
Serahsî, el-Mebsût, I, 153; ط َال ِس َ ََ ْ هَ ْز ِ ْٔ د حُ َّش ِ َُٝ رَ ْؼ َي ُؿَٞ ََٛٝ ََ ْهظاخ آ َهَٝ د ِ َ ٌَح ْحُ ٌِظَخٛ ٢َِ ٌْ ًَُْ ك٣ ْْ َُ )ََ ٤ِ(هُ َِْ٘خ) َٗ َؼْ (كَخ ِ ْٕ ه
2201
337
nehyetmediğini, bu yüzden de onlardan sonra kimsenin bununla amel etmediğini
nakleder.2208 Halbuki yukarıda zikredildiği üzere bunun meşguliyetten terk edildiği
belirtilmiştir. Zeylaî‟nin söylediği bu gerekçe doğru kabul edildiği takdirde, nafile
namaz kılmanın “tahrimen mekruh” olduğu bir zaman diliminde Hz. Peygamber‟in
onlara bunu yapmalarına musaade ettiği anlaşılacaktır ki bu da uygun değildir.
2208
Zeylaî, Tebyînü‟l-hakâik, I, 87; Benzer ifadeler için bk. Aynî, el-Binâye, I, 852.
2209
Sadruddîn İbn Ebi‟l-İzz, et-Tenbîh, I, 479-482.
2210
Aynî, el-Binâye, I, 852.
2211
İbnü‟l-Hümâm, Fethü‟l-kadîr, I, 446; َُ ٌَ آ َه٤َُِ ُي ٍَّ َى٣ ْٕ ََ ِش كَ َال َّاال أٛص ْحُ ٌَ ََحُٞ ُ أَ َّٓخ ػُز، َّ ِش٤ِرُٝ ْحُ َٔ ْ٘ي٢ ُ ػُ َّْ حُؼَّخ ِر
ُ َٗ ْلَٞ ُٛ َ ٌَحٛ ض رَ ْؼ َي
ْ ْ ْ ْ
َٔخِٜ ٤ِ َُ كَّٞ َِ ا ًَح طَ َـ٤َِِ حُو٠َِ ُي َػ٣َِِ حُ ََّ ًْ َؼظَخ ِٕ َال طَٝ َِ ٤ََِِّ ِش ح ْٓظِؼَ٘خ َء حُو٤َِ٘د كَوَ ْي هَ َّي َْٓ٘خ ِٓ ْٖ حُو ْ
ِ َِ َ حُ َٔ ْـ٤ ْ ْ ُ
ِ ِِِ َٓخ ً ًِ ََ ِٓ ْٖ ح ْٓظَٝ
ِ َحّ طَؤ ِه
2212
İbn Nüceym, el-Bahrü‟r-râik, I, 439-440.
338
Keşmîrî (v. 1352/1933), bu namazın Şâfiî mezhebinde müstehap, İbnü‟l-
Hümâm‟ın da ifade ettiği gibi Ebû Hanîfe ve Mâlik‟e göre ise mubah olduğunu
belirtir.2213
İbn Âbidîn (1252/1836), İbnü‟l-Hümâm ve İbn Nüceym gibi âlimlerden
naklen kısa bir zaman diliminde olmak kaydıyla akşamdan önce iki rekat nafile
kılmanın mubah olacağını belirtir.2214
Zuhaylî, Şevkânî‟den naklen akşam namazından önce iki rekat nafile namaza
dair rivayetlerin akşam namazının hemen kılınmasının müstehap olduğuna delâlet
eden umumî hadisleri tahsis edici nitelikte olduğunu söyler.2219
2213
Keşmîrî, Feyzü‟l-bârî, II, 81; ٠ ٓزخكش ػ٘ي حرٝ ش٤ طِي حُظالس ٓٔظلزش ػ٘ي حُشخكؼٝ ػ٘ي حُٔـَد١ٍحُٕٞٔ حٍٝزظي٣ ُٚٞه
ّٔخُٜ ٓخُي ًٔخ هٍَ حرٖ حٝ لش٤٘ك
2214
İbn Âbidîn, Reddü‟l-muhtâr, I, 376.
2215
Tehânevî, Ġ„lâü‟s-sünen, II, 46-48.
2216
İbn Âbidîn, Reddü‟l-muhtâr, I, 369; Tehânevî, Ġ„lâü‟s-sünen, II, 68; ٍ ٍَ ِّى حُٔلْ ظَخ٠َّش ًَٔخ ك٤ِٛ ِِ ْ٘ ََشُ طٛحُ ٌَ ََح
ِ َ٤ْغ ِحال ْه ِظ َ ََ ََٓ ْٖ ط
2217
Buhârî, “İlim”, 49; ُخٍرَخد َ ى رَؼ
2218
Tehânevî, Ġ„lâü‟s-sünen, II, 69-70.
2219
Zuhaylî, el-Fıkhu‟l-Ġslâmî ve edilletüh, I, 687.
339
Kısaca, Hanefî âlimlerin akşam namazından önce nafile iki rekat namaza dair
görüşleri farklılık arzetmektedir. Bu hususta genel bir açıklama “Değerlendirme”
başlığı altında yapılacaktır.
2220
Merğînânî, el-Hidâye, I, 92.
Buhârî, “Et‟ime”, 58; Müslim, “Mesâcid”, 64 (557) ح رِ ْخُ َؼشَخ ِءٝؼ ََ حُ َؼشَخ ُء كَخ ْر َي ُء ِ َٔ ٤ِ ; اِ ًَح أُهIrâkî,
َ َكٝ ُض حُظَّالس
2221
340
rivayet ettiği “Hz. Peygamber akĢam namazında Arâf sûresinin tamamını iki rekatta
okurdu.”2223 mealindeki hadistir. Mezkûr rivayete göre Hz. Peygamber‟in Bakara‟dan
sonra en uzun sûre olan ve 206 âyetten oluşan Arâf sûresini okumuş olması, vaktin
çıkması endişesiyle bu iki rekatlık nafile namazın kılınmasını tahrimen mekruh
saymanın isabetli olmadığını göstermektedir.
Aynî, bu hadisle istidlâlde bulunanlara şöyle cevap vermektedir. “Bu hadis,
med (namazda kıraatı uzatma) babındandır, med ise vaktin baĢından sonuna kadar
affedilmiĢtir.”2224 Aynî her ne kadar akşamla yatsı arasında namazda kıraati
uzatmanın affedildiğini söylese de akşam namazının vaktinin iki rekat nafilenin
kılınmasıyla tehir edildiğini ispat noktasında ikna edici görünmemektedir.
Buhârî, akşam namazının ezanı ile farzı arasında iki rekat nafile kılmanın
cevazına dair rivayetleri es-Sahîh‟inin, Kitâbü‟l-Ezân kısmında “Ezan ile kamet
arasında ne kadar müddet vardır?”2225 bab başlığında incelemektedir. Buhârî‟nin
konuyla ilgili bu babı soru şeklinde isimlendirmiş olması, Hanefî ve Mâlikîlere
reddiye mahiyetinde yazıldığı ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Ayrıca Buhârî‟nin
naklettiği hadislerden Hz. Peygamber‟in bu iki rekatı kılmadığı fakat sözlü olarak
2223
İbn Hacer, Fethü bâbi‟l-inâye, II, 291; Aynî, el-Binâye, I, 822; ِْٓ ٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ٍِ هللا طٍٞٓ ٕهللا ُوي ًخٞك
ؼخ٤ٖٔ ؿ٤ حًَُؼظ٢ٍس حألػَحف كٞٔخ رٜ٤وَأ ك٣
2224
Aynî, el-Binâye, I, 822.
2225
Buhârî, “Ezan”, 14; İbn Hacer, ilgili yerde ayrıca Câbir‟in rivayet ettiği “Hz. Peygamber, Bilâl‟e:
ezan ile kamet arasında yemek yiyenin yemeğini, bir Ģey içenin içmesini veya def-i hâcetini
yapanın hâcetini bitirene kadar bir müddet bırak! diye emretti.” mealindeki hadisi nakleder. bk.
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, II, 106.
341
teşvik ettiği anlaşılmaktadır. İlerde zikredileceği üzere farklı kaynaklarda ise
Efendimizin bu iki rekatı kıldığına dair rivayetler yer almaktadır. Buhârî‟nin, mezkûr
eserinde konuyla ilgili zikrettiği rivayetlerin bazıları şunlardır:
(1) Abdullah İbn Muğaffel el-Müzenî‟den rivayete göre “Hz. Peygamber (s.a.)
her iki ezan (ezan ve kamet)2226 arasında namaz vardır.‟ buyurdu ve bunu üç kez
tekrarladı. Üçüncüsünde „dileyene‟ (yani dileyeniniz kılabilir) dedi.” 2227
İbn Muğaffel hadisini rivayet ettikten sonra Tirmizî, “hasen ve sahîhtir.”
ibaresini kullanır ve ashâbın bu konuda ihtilâf ettiğini, bazılarının akşamdan önce
namazı uygun görmediğini fakat Ahmed b. Hanbel ve İshâk‟ın “ġayet bir kiĢi bu iki
rekatı kılarsa güzeldir.” dediklerini nakleder.2228
2226
Şevkânî, burada geçen iki ezan ifadesinde ذ٤ِ( ط ْـtağlib) olduğunu bundan maksadın ezan ve kamet
olduğunu söyler (Şevkânî, Neylü‟l-evtâr, II, 9). Süyûtî de ezâneyn kelimesinde kamereyn deki gibi
“tağlîb” olduğunu ifade eder. bk. Süyûtî, et-TevĢîh Ģerhu‟l-Câmi„ü‟s-sahîh, II, 662; Kirmânî ve
Beğavî ise her ikisinin de lugatta da “i„lâm” (bildirmek) manasında olduğunu, dolayısıyla “tağlîb”
olabileceği gibi hakikat manasına da gelebileceğini söyler. bk. Kirmânî, el-Kevâkibü‟d-derârî, V,
22; Beğavî, ġerhu‟s-sünne, III, 294.
2227
Buhârî, “Ezân”, 14, 16; Müslim, “Salâtü‟l-müsâfirîn”, 304; Tirmizî, “Salât”, 185; Ebû Dâvûd,
“Salât”, 301; Nesâî, “Ezan”, 39 İbn Mâce, “Salât”, 149; ط َالسٌ ػَ َالػاخ ُِ َٔ ْٖ شَخ َء َ ِٖ ٤ْ ََْٖٗ ًُ َِّ أَ ًَح٤َ ; رMüslim‟in bir
rivayetinde “dördüncüsünde dileyene dedi” kaydı geçmektedir.
2228
Tirmizî, “Salât”, 136.
2229
Buhârî, “Teheccüd”, 36, “İ'tisam”, 27; Müslim, “Salâtü‟l-müsâfirîn”,304; Ebû Dâvûd, “Salât”, 301;
İbn Mâce, “İkâmetü‟s-salât”, 110; Tirmizî, “Salât”, 185; Nesâî, “Ezan”, 39 د ِ َِ ط َال ِس ْحُ َٔ ْـ
َ ََ ح هَ ْزُِّٞط
َ ٍَ هَخ
َخ حَُّ٘خُّ َُّٓ٘شاٌَٛ َظَّ ِو٣ ْٕ َشَ أ٤َ ِٛ حُؼَّخُِؼَ ِش ُِ َٔ ْٖ شَخ َء ًَ ََح٢ِهَخ ٍَ ك
2230
İbn Hibbân, es-Sahîh (thk. Şuayb el-Arnaût, el-Ġhsân fî takrîbi Sahîhi Ġbn Hibbân ile birlikte), IV,
457; Şuayb el-Arnaût, hadisin Müslim‟in şartlarına göre sahih olduğunu söyler.
342
akşamdan önce iki rekat kılmanın müstehap olduğuna dair görüşün isabetli olduğunu
söyler.2231
D. Değerlendirme
Akşam namazının farzından önce iki rekat nafile namaz kılındığına dair
rivayetlerin Kütüb-i Sitte‟nin tamamında yer almış olması, bu namazın sünnetten
dayanağının bulunduğunu göstermektedir. Âlimlerin pek çoğu, Hanefîlerin istidlâl
ettiği İbn Ömer hadisini hasen saymakla beraber Buhârî‟nin es-Sahîh‟inde ve diğer
hadis mecmualarında konuya dair zikredilen hadisleri müsbit (bir şeyi ortaya koyan)
ve sayıca çok olması sebebiyle daha kuvvetli görmüşlerdir.
2231
Mübârekfûrî, Tuhfetü‟l-ahvezî, I, 410.
2232
Buhârî, “Ezan”, 14; ٢وَؽ حُ٘ز٣ ٠ كظ١ٍحُٕٞٔ حٍٝزظي٣ ِْٓ ٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ِ ط٢ًخٕ حُٔئًٕ اًح إًٔ هخّ ٗخّ ٖٓ أطلخد حُ٘ز
ء٢حإلهخٓش شٝ ٕٖ حألًح٤ٌٖ ر٣ ُْٝ ٖ هزَ حُٔـَد٤ٕ حًَُؼظِٞظ٣ ْ ًٌُيٛٝ ِْٓ ٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ِط
2233
Buhârî, “Ebvâbü‟t-tatavvu”, 7.
343
değerlendirmeyi gündeme taşımaktadır. Zira konuyla ilgili bazı rivayetlerde
sahâbenin ilk zamanlar kılmış oldukları bu namazı, meşguliyetlerinden dolayı
sonradan terkettiklerini ifade etmeleri,2234 bu namazın İslâm‟ın ilk dönemlerinde
kılındığını, dolayısıyla Abdullah İbn Ömer‟in bu dönemde yaşının küçük olması
sebebiyle mezkûr namazı görmüş olsa bile sonradan hatırlayamadığı ihtimalini akla
getirmektedir. Ayrıca İbn Ömer‟in bu namazı kılanları nehyetmediğine dair aksi
yöndeki rivayetleri de karşı görüşü destekler mahiyette görünmektedir.
2234
Ebû Bekr İbnü‟l-Arabî, sahâbenin bu hususta ihtilâf ettiğini onlardan sonra da akşam namazına
verilen ehemmiyetten olsa gerek kimsenin bu namazı kılmadığını söyler. İbnü‟l-Arabî, Arızatü‟l-
ahvezî, I, 300; İbn Battâl, ġerhu Buhârî, III, 175.
2235
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, II, 251-252.
2236
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, VIII, 363-433.
344
“tahrimen mekruh” hükmünü ilk ona nispet etmişlerdir. Fakat Ebû‟r-Recâ ez-
Zâhidî‟yi takip eden dönemde gelen Sadruddîn İbn Ebi‟l-İzz, İbnü‟l-Hümâm, İbn
Nüceym ve Keşmîrî gibi fukahada aynı fetvanın yansımadığı aksine bu namazın
kılınabileceği görüşünün tezahür ettiği görülmüştür. Nitekim İbn Âbidîn ve Eşref Ali
et-Tehânevî gibi son dönem Hanefî fukahası bu fetvayı benimseyerek yıldızların
tamamı görününceye kadar akşamı tehir etmenin “tenzihen mekruh”, yıldızlar
görüldükten sonra ise “tahrimen mekruh” olacağı görüşüne meyletmişlerdir. Kısaca
diyebiliriz ki Tehânevî ve benzeri âlimlerin2237 de ifade ettiği gibi ezan okunduğunda
müezzin kamet getirene kadar mescidde hazır bulunan kişinin bu iki rekat nafileyi
kılıp, cemaate iştirak etmesinde bir mahzur görülmemektedir.
2237
Şevkânî, bu iki rekatkılındığında akşam namazı gecikir iddiasının tutarlı olmadığını zira mescidde
hazır bulunan kişi için müezzin minareden inene kadar bunu kılmasında bir mahzur olmadığını
aksine müstehap olduğunu savunur. (Şevkânî, Neylü‟l-evtâr, II, 9.)
345
VII. YAĞMUR DUASI (ĠSTĠSKÂ) NAMAZI
Sözlükte “su istemek” manasına gelen istiskâ, fıkıh terimi olarak “kuraklık
sebebi ile insanların Allah‟tan yağmur talep etmesi”2238 şeklinde tanımlanmaktadır.
Buna istinaden kılınan iki rekatlık namaza da istiskâ (yağmur isteme) namazı adı
verilmektedir.2239
2238
Tehânevî, KeĢĢâf, II, 454; Ayrıca bk. Kirmânî, ġerhu‟l-Buhârî, VI, 99; İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, II,
492; Kandehlevî, Evcezü‟l-mesâlik, IV, 61.
2239
Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 283.
2240
Buhârî, “İstiskâ”, 6.
2241
Buhârî, “İstiskâ”, 4.
2242
Buhârî, “İstiskâ”, 1. ve 4.
2243
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, II, 500.
2244
Kandehlevî, Evcezü‟l-mesâlik, IV, 63.
2245
Abdurrahmân b. el-Cezîrî, el-Mezâhibu‟l-erba„a, I, 341.
2246
Merğînânî, el-Hidâye, I, 219; Âlimler istiskâda namaz dışında hutbe olup olmadığı konusunda
ihtilâf etmişler ve bu konudaki hadisler hususunda neshin vâki olup olmadığı konusunu
tartışmışlardır. bk. Koçkuzu, Ali Osman, Hadiste Nâsih Mensuh Meselesi, s. 236.
346
Bu ana başlık altında istiskânın hükmü ele alınacak, istiskâda cemaatle namaz
kılmanın câiz olmadığını benimseyenlerin görüşü “Hanefîlerin Görüşü ve Delilleri”,
çoğunluğun görüşü ise “Buhârî‟nin Görüşü ve Delilleri” alt başlıklarında
incelenecektir. Daha sonra “Değerlendirme” alt başlığı altında konu hakkında genel
bir tahlîl ve değerlendirme yapılacaktır.
2247
Şeybânî, el-Hücce, I, 333; ; وقال زلمد بن احلسن وكان ابراىيم النخعي يقول بقول اِب حنيفة وال يرى يف ذلك صًلةAynî, el-
Binâye, I, 912; Umdetü‟l-kârî, VII, 25.
2248
Serahsî, el-Mebsût, II, 76; Aynî, ġerhu Kenzi‟d-dekâik, I, 105; Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I,
347; a.mlf., el-Ġstid„âu fî‟l-istiskâ, s. 28-29.
2249
Merğînânî, el-Hidâye, I, 220; Ali el-Kârî, el-Ġstid„âu fî‟l-istiskâ, s. 20.
2250
Sahnûn, el-Müdevvene, I, 165-166; İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, VII, 133; Desûkî, HâĢiyetü‟Ģ-ġerhi‟l-
kebîr, I, 404; Mâlikî mezhebine göre istiskâ namazı mendup olarak zikredilmektedir. (Muhammed,
İliş, ġerhu Minehi‟l-celil alâ Muhtasari‟l-allâme Hâlîl, I, 284.)
2251
Şâfiî, el-Ümm, II, 85; Mâverdî, el-Hâvî, II, 513; Cüveynî, Nihâyetü‟l-matlab, II, 646; Nevevî, el-
Mecmû„, V, 50 vd.
2252
İbn Kudâme, el-Muğnî, III, 334; İbn Kayyim el-Cevziyye, Zâdü‟l-me„âd, I, 456.
2253
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfı‟l-ulemâ, I, 383; İbn Hacer, Sübülü‟s-selâm, II, 163.
2254
Şeybânî, el-Asl, I, 400; لش٤٘ ك٢ٍ أرٌٞح هٛٝ ًُي هخٍ ال٢ كّٙ ٍىحءٞ أكي ٖٓ حُوٝوِذ حإلٓخّ أ٣ ٕٔظلذ أ٣ َٜهِض ك
2255
Semerkandî, Tuhfetü‟l-fukahâ, I, 185; Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 282;ْ ماْروىْعنْأبيْيُوسُفَ ْأَ َّن ُه ْقال
َ َل ْ َولَكِنْ ْال ُّد َعاء
َ ُْو ِاِلسْ ت ِْغ َفا ُر
ْ ْْوإِن ِ ت ْأوْ ُخ ْطب ٌَة ْفقالْأَم
ْ َ َّاْصَلةْبجَ مَا َعةٍْ َف ٌ اء ْهلْفيهْص َََل ٌة ْأوْ ُدعَاءٌْم َُو َّق
ِ ْعنْاِلسْ تِسْ َق
ِ سَأ َ ْلتْأَبَاْحَ نِي َف َة
347
eserlerde Ebû Hanîfe‟ye atfen onun cemaatla kılınan istiskâ namazına “bidat” dediği
iddiaları da yer almaktadır.2256
Ebû Hanîfe‟ye isnat edilen bu görüşlerden olsa gerek sonraki dönem bir kısım
ulemâ istiskâda cemaatle namaz kılınmasını “mekruh” olarak yorumlamışlardır.2257
Ancak Aynî, bu iddianın taassup sahipleri tarafından imama isnat edildiğini, zira bir
şeyin sünnet olmamasının o şeyin bidat olmasını gerektirmeyeceğini, aksine bunun
bazen o şeyin cevazına veya müstehap olduğuna delâlet edebileceğini söyler.2258
348
değiştirdiğini göstermektedir. Ebû Hanîfe, bu görüşü şu âyet ve hadislerle
delillendirmektedir.
(a) İmam Muhammed, el-Hücce‟de Süfyân es-Sevrî tariki ile Atâ b. Ebî
Mervân ve babasının şöyle dediğini nakletmektedir: “Ömer b. Hattâb ile çıktık.
Ġstiskâda bulunduk. O, “Rabbinizden mağfiret dileyin; çünkü O çok bağıĢlayıcıdır.
(Mağfiret dileyin ki,) üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin,2262 âyetinden daha
fazlasını eklemedi.”2263
349
En-Nehaî‟nin bu görüşte olduğu hadis kaynaklarında farklı tariklerde rivayet
edilmektedir. Meselâ İbn Ebî Şeybe, Muğîre > Eslem > el-İclî tarikiyle şöyle rivayet
etmektedir: “Ġnsanlar bir defasında istiskâ için çıktıklarında Ġbrâhim en-Nehaî de
onlarla beraber çıktı. Daha sonra onlar kalkıp namaz kıldılar. Ġbrâhim namaz
kılmadan oradan ayrıldı.”2269
2269
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, II, 359; َُِّٕٞ ظ َ ُ٣ حُٞٓ ح هَخُٞ ْْ كََِ َّٔخ كَ ََ ُؿٜ ُْ َٓ َؼ٤ِٛ َه ََ َؽ ا ْر ََحَٝ ََُٕٞ ْٔظَ ْٔو٣ َه ََ َؽ أٗخُّ َٓ ََّسا: ٍَ هَخ
َ ُ٣ ْْ ََُٝ ، ُْ ٤ِٛ كَ ََ َؿ َغ ا ْر ََح
.ْْ ُٜظ َِّ َٓ َؼ
2270
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 105; el-Hücce, I, 332; Kemâhî, el-Müheyye fî keĢfi esrâri‟l-Muvatta‟, II,
61; حالٓظٔوخء طالس٠ كَٟ٣ لش كٌخٕ ال٤٘ كٞهخٍ ٓلٔي حٓخ حر
2271
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 105; ََٖ ح ْٓظَ ْوزَ ََ ْحُوِ ْزَِش٤ُ ِكٙ ٍَ ٍِىَح َءَّٞ َكَٝ ٠َ كَخ ْٓظَ ْٔو٠َِّظَ ُٔ ُ ْح٠َُ ََِّٓ َْ ِاَٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ
َّ ٠َِّط َّ ٍُ ٍَُٞٓ َه ََ َؽ
َ ِهللا
350
minbere çıktı ve istiskâ duasında bulundu. Bize cemaatle namaz kılınacağına dair bir
rivayet gelmiĢtir fakat o da Ģâz bir rivayettir.”2272
2272
Şeybânî, el-Asl, I, 398-399; ٕ رؤَٟال طٝ حُيػخء هِضٚ٤ حالٓظٔوخء اٗٔخ ك٢ حالٓظٔوخء طالس هخٍ ال طالس ك٢َ كٜهِض ك
ٖرِـ٘خ ػٝ هَؽ كيػخِْٚٗٓ أٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ٍِ هللا طٍٞٓ ٖ ًُي اٗٔخ رِـ٘خ ػٍَٟ حإلٓخّ رخُوَحءس هخٍ ال أٜـ٣ٝ ُِظالسٚ٤ـٔ غ ك٣
ٚئهٌ ر٣ حكيح شخًح الٝ ؼخ٣ ًُي طالس اال كي٢زِـ٘خ ك٣ ُْٝ ٠حٓظٔوٝ طؼي حُٔ٘زَ كيػخٚٗ أٚ٘ هللا ػ٢ػَٔ رٖ حُوطخد ٍػ
2273
Haldun Ahdeb; Esbâbu ihtilâfi'l-muhaddisîn, I, 369; Aydınlı, Abdullah, “Şâz”, DĠA, XXXVIII,
385.
2274
Serahsî, el-Mebsût, II, 77; Aynî, el-Binâye, II, 912; Leknevî, et-Ta„liku‟l-mümecced, II, 75;
Abdürrezzâk, el-Musannef, III, 87; Bazı kaynaklarda aynı rivayet Vekî„ tariki ile nakledilmektedir.
bk. İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, II, 359; İbn Abdilber, et-Temhîd, XXIII, 433; ِٖ َه ََؿْ َ٘خ َٓ َغ ُػ َٔ ََ ْر: ٍَ هَخ
ِ ْحُوَطَّخ
.ٍ ح ِال ْٓظِ ْـلخ٠َِ كَ َٔخ َُح َى َػ٢ِد َٗ ْٔظَ ْٔو
351
Tehânevî, Tehzîbü‟t-tehzîb‟den naklen Şa„bî‟nin Hz. Ömer‟den naklettiği bu
rivayetin munkatı„ olduğunu belirtir.2275 Mezkûr rivayetin merfu olmaması bir yana
bu ve benzeri rivayetlerin sahih hadislerle teâruz etmesi usûl açısından da mümkün
gözükmemektedir. Zira Hz. Peygamber‟in istiskâda dua ile yetindiğine dair rivayetler
yanında pek çok kez namaz kıldığı da sahih rivayetlerde yer almaktadır. Dolayısıyla
Şa„bî‟nin bu rivayeti sahih kabul edilse bile Hz. Ömer‟in namaz kılmaksızın istiskâ
duasında bulunması Hz. Peygamber‟in uygulamalarına muhalif kabul edilemez.
Buna ilaveten İmam Buhârî, Enes tariki ile Hz. Ömer‟den gelen benzer bir
uygulamayı nakletmektedir: “Hz. Ömer yağmura muhtaç olduklarında Efendimizin
amcası Hz. Abbâs ile birlikte istiskâ duasında bulundu ve Ģöyle dua etti: „Allahım!
biz, Hz. Peygamber‟i vesile kılıyorduk ve sen bize yağmur veriyordun. (Ģimdi ise) Hz.
Peygamber‟in amcasını vesile kılıyoruz. Bize (onun hürmetine) yağmur ver.‟ Enes:
„Onlara yağmur verildi.‟ dedi.”2276 İmam Buhârî her ne kadar Hz. Ömer‟in sadece
dua ile iktifa ettiği bu rivayetini nakletse de zikredileceği üzere istiskâda namazın
kılındığına dair rivayetleri de nakletmektedir.
Kâsânî, mezkûr söze bir açıklık getirerek bundan kastın “Ġstiskâda cemaatle
namaz yoktur.” şeklinde olduğunu zira zâhiru‟r-rivaye‟ye göre Ebû Yûsuf‟un, Ebû
Hanîfe‟ye bu konuyu kendisine sorduğunda onun istiskânın dua ve istiğfardan ibaret
2275
Tehânevî, Ġ„lâü‟s-sünen, VIII, 182.
2276
Buhârî, “İstiskâ”, 3; “Fadâilü‟s-sahâbe”, 11; حٞ ًخٕ اًح هلطٚ٘ ػ٠ُ هللا طؼخ٢ػٖ أْٗ إٔ ػَٔ رٖ حُوطخد ٍػ
ٕٞٔو٤٘خ كخٓو٘خ هخٍ ك٤ي رؼْ ٗز٤َُٓ اٞاٗخ ٗظٝ ٘خ٤٘خ كظٔو٤ي ر٘ز٤َُٓ اْٞ اٗخ ً٘خ ٗظُِٜ رخُؼزخّ رٖ ػزي حُٔطِذ كوخٍ ح٠حٓظٔو
Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 282; Aynî, el-Binâye, II, 913; ٢ط َالسَ ك َ ُ هخٍ َالََّٚٗلَشَ أ٤ِ٘ َك٢َ ِش ػٖ أر٣حَٝ َِّ ُ َُ حِٛ كَظَخ
2277
352
olduğunu, cemaatle namazın olmadığını fakat insanların tek tek namaz kılmasında bir
sakınca olmayacağına dair cevabını nakleder.2279
Tahâvî‟nin (v. 321/933) istiskâ namazının terk edilmemesi gereken bir sünnet
olduğunu ifade etmesi, bu namaza mendup diyen sonraki Hanefî fukahasından farklı
bir tutum sergileyerek cumhurun görüşünü tercih ettiğini göstermektedir.2280
Debûsî‟nin (v. 430/1039) Ebû Yûsuf ile İmam Muhammed‟in aynı görüşte
olduğuna dair Tahâvî‟nin görüşünü nakletmesi kendisinin de aynı görüşte olduğuna
işaret etmektedir. Debûsî Müzenî‟nin el-Muhtasar‟ından naklen Hz. Ebû Bekir ve
Ömer‟in istiskâda namaz kıldıklarını Hz. Osmân ve İbn Abbâs‟dan da benzer
uygulamaların rivayet edildiğini söyler.2282
Serahsî (v. 483/1090), Ebû Yûsuf‟un da Ebû Hanîfe gibi istiskâda herhangi bir
namazın olmadığı görüşünde olduğunu söyleyerek diğer fukahadan ayrılır. O, Hz.
Peygamber‟in cemaatle istiskâ namazı kıldırdığı şeklindeki rivayetlerin şâz olduğunu,
zira bu gibi durumun herkesin bilebileceği türden (umûmü‟l-belvâ) şeyler olduğunu
söyler.2283 Fakat şu varki bu durumu umûmü‟l-belvâdan saymak oldukça zor
görünmektedir. Zira Hz. Peygamber‟in istiskâsı -namaz fiilleri gibi- her zaman
tekerrür eden türden değildir.
2279
Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 282; Aynî, el-Binâye, II, 913; ٖلَشَ ػ٤ُِ٘ هخٍ َٓؤ َ ُْض أَ َرخ َكََُّٚٗٓقَ أُٞ٣ ٢ ػٖ أرٍٟٝ ٓخ
ِٚ ِّ ر َ ْكْ يَحٗاخ كَ َال رَؤُٝ ْ حَِّٞط ْ ُهٝض أ
َ ْٕ ِاَٝ ٍُ ِحال ْٓظِ ْـلَخَٝ َُ ٌِ ْٖ حُ ُّيػَخ ُءَٝ طزَشٌ كوخٍ أَ َّٓخ طالس رِ َـ َٔخ َػ ٍش كَ َال ٌ َّهَٞ ُٓ ُىػَخ ٌءٝط َالسٌ أ
َ ٚ٤َ كٛ ِحال ْٓظِ ْٔوَخ ِء
َلَش٤ِ٘ َك٢َذُ أرٌْٛ َٓ َ ٌَحَٛٝ
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 325; Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, I, 383; طالَسَ ِحال ْٓظِ ْٔوَخ ِء َ َّٕ َكَؼَزَضَ رِ َٔخ ًًَََْ َٗخ أ
2280
َخًُٜ ََْ ط٢ ْ٘زَ ِـ٣َ َ ; َُّٓ٘شٌ هَخثِ َٔشٌ الSadruddîn İbn Ebi‟l-İzz, et-Tenbîh, II, 778; ٝ َٓقٞ٣ ٠ ٍَ أَ ِرَٞؼاخ ه٣ أٟٝ هي ٍَ َّؿ َق حُطَّ َلخٝ
ٓ َلٔ ٍي
2281
Kudûrî, el-Muhtasar, (el-Lübâb ile birlikte) I, 123
2282
Debûsî, el-Esrâr, I, 155-156.
2283
Serahsî, el-Mebsût, II, 76.
353
Kâsânî (v. 587/1191), Ebû Hanîfe‟nin mezkûr görüşünü naklettikten sonra
İmam Muhammed‟e göre cemaatle namaz kılınabileceğini fakat Ebû Yûsuf‟un onunla
aynı görüşte olduğuna dair zâhirü‟r-rivaye eserlerde herhangi bir bilgi olmadığını
bildirir. Fakat Tahâvî‟nin ikisinin de aynı görüşte olduğunu zikrettiğini, doğru olanın
da bu olduğunu bildirir.2284
2284
Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 283; Tehânevî, Ġ„lâü‟s-sünen, VIII, 190.
2285
Merğînânî, el-Hidâye, I, 219-220.
2286 ُ ُُِ حُؼَّخٚ ْؿَٞ ُُ ْحَٚ ْزُِ ْـ٣ ْْ َُ َلَش٤ِ٘ َكُٞأَر
Sadruddîn İbn Ebi‟l-İzz, et-Tenbîh, II, 777-778; ِٚ ُِ كَوَخ ٍَ رَُٙ ٤ْ رََِ َؾ َؿ، ِٚ َِوَُْ ر٣ ْْ ََِغ ك
2287
Zeylaî, Nasbu‟r-râye, II, 238; Semerkandî, el-Fıkhu‟n-nâfî, I, 301-302.
354
naklen bir fiilin mutlak zikrinin onun sünnet olduğu manasına gelmeyeceğini
söyler.2288
Dihlevî (v. 1176/1762), Hz. Peygamber‟in birçok kez ümmeti için istiskâ
yaptığını, onları namazgâha çıkarıp, iki rekat namaz kıldırması ve kıraati açıktan
okuduktan sonra hutbe irad etmesi, kıbleye yönelerek tevazuyla ellerini kaldırması ve
elbisesini ters çevirmesinin sünnet olduğunu bildirir.2293
2288
Aynî, el-Binâye, I, 913.
2289
İbn Nüceym, el-Bahrü'r-râik, II, 294; Sirâcüddîn İbn Nüceym, en-Nehrü‟l-fâik, I, 376.
2290
Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I, 347-350.
2291
Müellif yaklaşık kırk sayfa kadar olan küçük risâlesinde, öncelikle Ebû Hanîfe‟ye nispet edilen
görüş ve rivayetleri, daha sonra da istiskâ ile ilgili diğer rivayetleri zikretmeye çalışmaktadır. Son
kısmında ise istiskâda okunabilecek âyet ve duaları nakletmektedir.
2292
Ali el-Kârî, el-Ġstid„âu fî‟l-istiskâ, s. 28-29; ٌَُ حٚ٤ِ ٓخ حطلن ػ٠ِ ػ،ٌَُ ح٠ كٚ٤ِخٍ ػ٤ حٌَُ ػٝ ٌَُ حٌَُ هزَ حٚهي رِـ
2293
Dihlevî, Hüccetullâhi‟l-bâliğa, II, 51-52.
355
ilaveten Merğînânî ve diğer Hanefîlerin zikrettiği “Hz. Peygamber‟in bir kere yapıp
bir kere terkettiği Ģey sünnet değildir.” şeklindeki usûle dair yaklaşımlarını da tenkit
eder ve Hz. Peygamber‟in bir kere dahi bu namazı kılmış olmasının bu fiilin sünnet
olması için yeterli olacağını ileri sürer.2294
İbn Âbidîn (v. 1252/1836) bu konuda Ebû Yûsuf‟tan iki rivayet nakledildiğini
bir rivayette Ebû Hanîfe, diğer rivayette ise İmam Muhammed ile aynı kanaati
paylaştığını nakleder. Fakat musannif, İmameyn‟in aynı görüşte olduğuna dair
rivayetleri tercih etmektedir. Buna ilaveten İbn Âbidîn, istiskâ namazının sünnet
olmayıp aksine mendup (müstehap) olabileceği görüşünü savunur.2295
Kısaca Hanefî mezhebinde istiskâ namazı ile ilgili ileri sürülen görüşleri üç
kısımda özetlemek mümkündür. a. İstiskâda cemaatle kılınan herhangi bir namaz
2294
Leknevî, et-Ta„liku‟l-mümecced, II, 76.
2295
İbn Âbidîn, Reddü‟l muhtâr, II, 184.
2296
Keşmîrî, Feyzü‟l-bârî, II, 377.
2297
Keşmîrî, el-„Arfü‟Ģ-Ģezî, II, 54.
2298
Tehânevî, Ġ„lâü‟s-sünen, VIII, 183.
2299
Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 204; Benzer ifadeler için bk. İbn Hacer, ed-Dirâye, I, 225.
356
yoktur. Kişinin münferit olarak kılması câizdir.2300 b. İstiskâda cemaatle namaz
kılmak müstehaptır (mendup). c. İstiskâda cemaatle namaz kılmak sünnettir. Bu
görüşler değerlendirme kısmında ele alınacaktır.
İmâm Buhârî başta olmak üzere cumhur ulemâ istiskânın farklı şekillerde
tahakkuk ettiğini rivayet etmektedir. Buhârî, Kitâbü‟l-istiskâ‟nın ilk üç babında Hz.
Peygamber‟in namaz kılmayıp dua ile iktifa ettiği, dördüncü babda istiskâda namaz
kıldığı, beş, altı ve sekizinci babda hutbe sırasında istiskâ yaptığı ve akabinde Cuma
namazını kıldığı, yedinci babda ise minberde istiskâ yaptığına dair rivayetlere yer
vermektedir.2301 Fakat iki imam arasındaki ihtilâf konusu, istiskâda namazın câiz olup
olmaması meselesi olduğundan burada sadece Buhârî‟nin buna dair rivayetlerine yer
verilecektir. Buhârî, bu kanaati şu hadislerle temellendirmektedir.
(3) Abdullah b. Zeyd‟den rivayete göre “Hz. Peygamber istiskâ yaptı, iki
rekat namaz kıldı ve elbisesini ters çevirdi.”2304
2300
Aynî, Umdetü‟l-kârî, VII, 25.
2301
Buhârî, “İstiska”, 1 (vd.)
2302
Buhârî, “İstiska”, 15; ََ َٜ ِٖ َؿ٤ْ َ ٍَ ًْ َؼظ٠َِّط َ َّْ ُُ ػٙ ٍَ ٍِىَح َءَّٞ َكَٝ َُٞ ْيػ٣ ْحُوِ ْزَِ ِش٠ََُِ اٚ َّؿَٞ َ كَظ٢َِ ْٔظَ ْٔو٣ َْ ََِّٓ َٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ
َّ ٠َِّط َ ٢ُّ َه ََ َؽ حَُّ٘ ِز
ْ
َٔخ رِخُوِ ََح َء ِسِٜ ٤ِك
2303
Buhârî, “İstiska”, 16; َّْ ُ ػَُٞ ْيػ٣ َح ْٓظَ ْوزَ ََ ْحُوِ ْزَِشَٝ ََُٙ ْٜ َخّ ظ ِ َُّ٘ ح٠َُِ ٍَ اَّٞ هَخ ٍَ كَ َل٢َ ْٔظَ ْٔ ِو٣ ْ َّ َه ََ َؽَٞ٣ َْ ََِّٓ َٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ َّ ٠َِّطَ ٢ ُ ٣ٍََأ
َّ ْض حَُّ٘ ِز
ْ َّ
َٔخ رِخُوِ ََح َء ِسِٜ ٤َِ ََ كٜ ِٖ َؿ٤ْ َ ََُ٘خ ٍَ ًْ َؼظ٠ِط ُ
َ َّْ ُ ػٙ ٍَ ٍِىَح َءَّٞ َك
2304
Buhârî, “İstiska”, 17; ْٚٔ ػٖ ػ٤ٔؼٖ ػزخى رٖ طٛهِذ ٍىحءٝ ٖ٤ ًٍؼظ٠ِ كظ٠ ِْٓ حٓظوٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ِ ط٢ إٔ حُ٘ز:
357
D. Cumhurun GörüĢü
Nevevî ve İbn Rüşd gibi karşı görüş sahipleri “Âlimler istiskâ namazının
sünnet olduğu hususunda icmâ etmiĢlerdir. Ebû Hanîfe‟den baĢkası buna muhalefet
etmemiĢtir.”2310 ifadelerini kullansa da Aynî, bunun doğru olmadığını İbrâhim en-
Nehaî‟ ve bir rivayete göre Ebû Yûsuf‟un da bu görüşte olduğunu söylemektedir.2311
İmam Nevevî ise salât lafzının geçmediği hadislerin râvinin unutmasından
kaynaklanabileceğini, diğer rivayetin de hutbe sırasında geçtiğini ve akabinde namaz
kılındığını ayrıca gerçekten namaz ibaresi geçmemiş olsa bile bunun istiskânın
namazsız da câiz olabileceğine işaret ettiğini bildirir.2312 İbn Hacer de istiskâ ile ilgili
rivayetlerde namaz kelimesinin geçmemesi istiskâda namazın olmadığını ifade
etmeyeceğini söyler.2313
2305
Bu konudaki hadisler, genellikle Abbâd b. Temîm ile Abdullah b. Zeyd, Ebû Hüreyre, İbn Abbâs,
Hz. Âişe tarikleriyle rivayet edilmektedir. bk. Mübârekfûrî, Tuhfetü‟l-ahvezî, III, 116.
2306
Cezîrî, el-Mezâhibu‟l-erba‟a, I, 341; Ayrıca Merğînânî “Hz. Peygamber bazen yapıp bazen terk
ettiği için sünnet olmamıĢtır.” ifadesini kullanmıştır. bk. Merğînânî, el-Hidâye, I, 87.
2307
Cüveynî, Nihâyetü‟l-matlab, II, 649.
2308
Tirmizî, “Cuma”, 559.
2309
İbn Kudâme, el-Muğnî, III, 336.
2310
İbn Rüşd, el-BidâyeI, 294; Nevevî, el-Mecmû„, V, 94; ġerhu Sahîh-i Müslim, VI, 198; Aynî, el-
Binâye, I, 912.
2311
Aynî, el-Binâye, I, 912.
2312
Nevevî, ġerhu‟l-Müslim, VI, 189.
2313
İbn Hacer, ed-Dirâye, I, 225.
2314
Ebû Dâvûd, “İstiskâ”, 1168.
2315
İbn Hacer, Sübülü‟s-selâm, s. 402- 403.
358
Şevkânî ise “Tüm deliller istiskâ namazının meĢrû olduğu yönündedir. Ebû
Hanîfe‟nin dıĢında cumhurun tamamı bunun cevazıyla hükmetmiĢtir.” ifadesini
kullanır.2316
E. Değerlendirme
Bununla beraber bu namazın “bidat” olduğuna dair Ebû Hanîfe‟ye isnat edilen
sözün birinci derece kaynaklarda yer almaması, onun bu konuda söylediği “Hz.
Peygamber‟den mesnûn bir namaz yoktur.” şeklindeki sözünden hareketle muhalifler
tarafından kendisine isnat edildiği anlaşılmaktadır.
Kısaca Hanefî mezhebinde istiskâ namazı ile ilgili ileri sürülen görüşleri ve
sahiplerini üç kısımda özetlememiz mümkündür. a. İstiskâda cemaatle kılınan
herhangi bir namaz yoktur. Fakat kişinin münferit olarak namaz kılması câizdir.2317
Bu görüş İbrâhim en-Nehaî, Ebû Hanîfe ve zayıf olmakla beraber bir rivayette Ebû
2316
Şevkânî, Neylü‟l-evtâr, IV, 7.
2317
Aynî, Umdetü‟l-kârî, VII, 25.
359
Yûsuf‟a isnat edilmektedir. b. İstiskâda cemaatle namaz kılmak sünnettir. İmam Ebû
Yûsuf ve İmam Muhammed başta olmak üzere İmam Tahâvî, Sadruddîn İbn Ebi‟l-
İzz, Dihlevî, Tehânevî ve Kevserî gibi âlimler bu görüşü benimsemektedirler. c.
İstiskâda cemaatle namaz kılmak müstehaptır. Yukarıda sünnet görüşünü tercih
edenlerin dışında kalan Serahsî, Kâsânî, Merğînânî ve Keşmîrî gibi âlimlerin bu
görüşü tercih ettikleri anlaşılmaktadır.
Ebû Hanîfe‟nin istiskâda namazla ilgili kendisine şâz bir rivayetin geldiğini
söylemesine rağmen iki seçkin öğrencisinin istiskâda namazın sünnet olduğunu
söylemeleri Ebû Hanîfe‟ye bu konuda bir kısım hadislerin ulaşmadığı ihtimalini
kuvvetlendirmektedir. Bununla beraber İbn Ebî Şeybe, el-Musannef‟te istiskâ namazı
kılan kişi hakkında zikrettiği bab başlığında altı, kılmayan kişi hakkındaki babda ise
dört rivayete yer vererek2318 Ebû Hanîfe‟ye itiraz etmiş2319 olması bu ihtimali teyit
etmektedir.
Ayrıca bütün hadislerin İmam Ebû Hanîfe‟ye ulaştığı fakat onun bunları, kendi
hadis kriterlerine uymadığı için kabul etmediği,2320 yönündeki değerlendirmelerin
hüsnüniyetten ileri gitmeyen yorumlar olduğu ortaya çıkmaktadır. Zira biz biliyoruz
ki asrı saadette bile sahâbe Hz. Peygamberin tüm hadislerine muttali olamıyordu.
Nerede kalsın ki Ebû Hanîfe ve diğer mezhep imamları bütün hadislere muttali
olabilsin. Kısaca İmâm-ı Âzam ihtimaldir ki bu hadisleri görmemiştir. Şayet görmüş
olsaydı talebeleri farklı düşündüklerini ifade etmezlerdi. Aksi halde gördüğünü
düşünürsek bu kadar hadise rağmen kabul etmemesi ona isnat edilen “Bir hadis sahih
olduğu takdirde o benim kavlimdir.”2321 şeklindeki söze aykırı düşmektedir
2318
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, II, 358-9.
2319
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, VIII, 417.
2320
“ġurası da bir hakikattir ki, Kur´an, Sünnet gibi kaynakları hüccet olarak kullanmada Ebû Hanîfe
ile arkadaĢları arasında bir fark yoktur. Bazı yeni araĢtırcıların, Ebû Yûsuf´un Ebû Hanîfe´den,
Ġmam Muhammed´in de Ebû Yûsuf´tan hadislere daha fazla bağlı olduğunu, Ebû Hanîfe´ye
ulaĢmayan bazı hadislerin arkadaĢlarına ulaĢtığını iddia ettiklerini görmekteyiz. Bu iddialar,
hakikati aksettirmekten uzaktır. Çünkü Ġmâm A´zam hadis sarrafı idi. O senelerce, Mekke,
Medine´de kalmıĢ, oralarda bulunan muhaddislere mülaki olmuĢ, onlarla ilim-hadis alıĢveriĢinde
bulunmuĢtur. Bu bakımdan rivayet edilen hadislerden haberdar olmaması mümkün değildir. Böyle
bir iddia, hadislerin bütünün birinci asırda sahifelere yazılmıĢ olduğunu ifade eden kaynak
eserlerde verilen bilgilere de aykırıdır.” (Atar, Fıkıh Usûlü, s. 384.)
2321
Bu söz aynı zamanda diğer mezhep imamlarına da isnat edilmektedir.
360
VIII. GIYABÎ CENAZE NAMAZI
Sözlükte “hali hazırda mevcut olmayan” manasına gelen gâib, gâib kişinin
cenaze namazı şeklinde fıkıh terimi olarak, “hali hazırda cemaatin önünde mevcut
olmayan kiĢinin cenaze namazı” şeklinde tarif edilmektedir. Hz. Peygamber, sahih
hadislerde işaret edildiği üzere hicretin dokuzuncu senesinde vefat eden Habeş Kralı
Necâşî‟nin2322 ölüm haberini (9/630) aynı gün ashâbına bildirmiş ve cemaatle gıyaben
cenaze namazını kılmıştır.2323
Bu ana başlık altında gıyabî cenaze namazının hükmü ile ilgili görüşler ele
alınacak, kılınmasının câiz olmadığını söyleyenlerin görüşü “Hanefî Mezhebinin
Delilleri ve Tartışılması”, kılınmasının câiz olduğunu ileri süren çoğunluğun görüşü
ise “Buhârî‟nin Delilleri ve Tartışılması” alt başlıkları altında incelenecektir. Daha
sonra “Değerlendirme” alt başlığı altında konu hakkında genel bir tahlîl ve
değerlendirme yapılacaktır.
Birinci görüşü benimseyenler arasında İbrâhim en-Nehaî, Hanefîler ve İmam
2324
Mâlik yer almaktadır.2325 Kaynaklarda ikinci görüşün sahipleri olarak özellikle
2322
Necâşî, aslında Habeş krallarına verilen bir unvandır. Asıl ismi Ashame olup atıyye/bağış
manasındadır. Hicretin 7. yılı Muharrem ayında Hz. Peygamber kendisine bir mektup göndererek
İslâm ile şereflenmesini istemiştir. O da bu daveti büyük bir istekle kabul etmiş ve bunu bir
mektupla Efendimize bildirmiştir. Necâşî‟ye İslâm dinini Ca„fer b. Ebî Tâlip öğretmiştir. Hicretin
9. senesinde vefat ettiğinde Hz. Peygamber ashâbıyla beraber gıyaben cenaze namazını kılmıştır.
bk. İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, I, 267; Leknevî, et-Ta„liku‟l-mümecced, II, 120; Miras, Kamil,
Tecrîd-i sarîh, IV, 303-304; Sofuoğlu, Mehmet, Sahîh-i Buhârî Tercümesi, VIII, 3628.
2323
Ebû Nuaym el-İsfahânî, Delâilü'n-nübüvve, II, 554.
2324
Mâlikîler de Hanefîler gibi gâibin cenaze namazının kılınmasının mekruh olduğunu söylerler. bk.
Şinkîtî, ġerhu Halîl b. Ġshâk el-Mâlikî, I, 324; Mâlikîlerden İbn Abdilber ve İbn Rüşd‟ün
âlimlerin çoğunluğunun Necâşî‟nin cenaze namazının Hz. Peygambere mahsus bir durum olduğu
kanaatinde olduğunu söylemesi mezhep içinde farklı yaklaşımların olduğunu göstermektedir. (İbn
361
İmam Şâfiî,2326 ve Ahmed b. Hanbel‟in2327 de aralarında bulunduğu âlimlerin
çoğunluğu olduğu vurgulanmaktadır.2328 Buhârî de bu görüştedir.
Abdilber, el-Ġstizkâr, VIII, 233; İbn Rüşd, el-Bidâye, I, 554; Desûkî, HâĢiyetü'Ģ-ġerhi'l-kebîr, I,
427.)
2325
Zuhaylî, el-Fıkhu‟l-Ġslâmî ve edilletüh, II, 1532; Mübârekfûrî, Tuhfetü‟l-ahvezî, III, 483; Şener,
Mehmet, “Cenaze”, DĠA, VII, 355.
2326
Şâfiî mezhebine göre gâib kimse kıble yönünde olsun veya olmasın cenaze namazını kılmak
câizdir. Fakat onlara göre namaz kılan kişinin kıbleye dönmesi ve cenazenin aynı şehirde
olmaması gerekir. bk. Nevevî, el-Mecmû„, V, 150.
2327
İbn Hazm, el-Muhallâ, V, 139.
2328
Mübârekfûrî, Tuhfetü‟l-ahvezî, III, 483.
2329
Hanefîlerin gâib kişinin cenaze namazının câiz olmadığını belirtmeleri (ض ؿخثذ٤ٓ ٠ِ ػ٠ِظ٣ )ال
(Serahsî, el-Mebsût, II, 67; Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 312.) kılınmasının tahrimen mekruh veya
haram olduğunu göstermektedir.
2330
Nevevî, el-Mecmû„, V, 150; İbnü‟d-Dehhân, Takvîmü‟n-nazar, I, 178.
2331
İbn Hazm, el-Muhallâ, V, 139.
2332
Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 312.
2333
Süyûtî, el-Hasâisü‟l-kübrâ, II, 168.
2334
Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 312.
2335
Serahsî, el-Mebsût, II, 67; Zuhaylî, el-Fıkhu‟l-Ġslâmî ve edilletüh, II, 1532. Bilmen, Büyük Ġslâm
Ġlmihali, s. 255.
362
Necâşî‟nin cenaze namazını Hz. Peygambere has fiiller babından sayan
fukahanın bunu farklı sebeplere dayandırdığı görülmektedir. Bazıları Necâşî‟nin
hıristiyan bir toplumda yaşamış olması hasebiyle cenaze namazının kılınmamış olma
ihtimaline binaen Hz. Peygamber tarafından kılınmış olabileceğini söylerken2336 diğer
bir kısmı da Necâşî‟ye yapılan bu ihtiramın onun zamanında yaşayan diğer meliklerin
İslâma kalplerinin ısınmasını sağlama gayesiyle olabileceğini belirtir.2337 Bu sebeplere
ilaveten şunları eklemek de mümkündür. Necâşî, Habeşiştan‟a hicret eden
müslümanlara sahip çıkmış, Hz. Peygambere büyük bir sadakatle gıyaben iman etmiş
ve yine Ümmü Habîbe ile Efendimizin gıyaben nikâhlarını kıymıştır. Hz. Peygamber
de aynı şekilde gıyaben cenaze namazını kılarak muhtemelen kendisini onore etmiştir.
Kısacası Hanefîler, gıyabî cenaze namazı hususunda karşı tarafın ileri sürdüğü
rivayetlerdeki cenaze namazlarının mesafelerin kaldırılması (tayy-i mekan) sebebine
binaen gerçek beden üzerine kılındığını ileri sürerler.
İmam Muhammed‟e ait eserlerde yer alan konuyla ilgili tespit edebildiğimiz
rivayetler şunlardır:
2336
Mübârekfûrî, Tuhfetü‟l-ahvezî, III, 483; İbnü‟d-Dehhân, böyle bir sebepten dolayı Hz.
Peygamber‟in gıyabî cenaze namazı kılmış olmasınının uzak bir ihtimal olduğunu, zira
Habeşistan‟ın hicret ülkesi olduğunu, üstelik devlet başkanı olan birinin cenazesini kılacak hiçbir
kimsenin olmamasının düşünülemeyeceğini söyler. (Takvîmü‟n-nazar, I, 179.)
2337
Zürkânî, ġerhu‟z-Zürkânî, II, 59.
2338
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 112; ٚ٤ٍِ هللا ػٍٞٓ كظالس. هي ٓخص رخُلزششٝ ٘ش٣ رخُٔي٢ حُ٘ـخش٠ِ ػ٠ِ طٚٗ أَٟ٣ أال
هللاٚٔلش ٍك٤٘ ك٢ٍ أرٞ هٞٛٝ حصِٞخ ٖٓ حُظَٛ٤ٔض ًـ٤ٍِ كٜٞؽٝ حُٔالّ رًَشٝ حُظالس
2339
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 112; ٖيك٣ ض رؼي ٓخ٤ُٔ ح٠ِرخد حُظالس ػ
363
almaması gerekiyordu. Zira rivayetlerde zikredildiği üzere Hz. Peygamber,
Necâşî‟nin cenaze namazını vefat ettiği gün ashâbına haber vermiştir. Ancak bunun
cenazenin defninden önce mi yoksa sonra mı olduğu sabit değildir. Dolayısıyla İmam
Muhammed‟in defnedildikten sonra cenazenin kılındığını ifade etmiş olması herhangi
bir naklî delile dayanmamaktadır. Ancak şu var ki İmam Muhammed‟in, baba bu ismi
vermesi aynı bab başlığı altında Hz. Peygamber‟in, mescidin temizlik işlerine bakan
kadının cenazesini sonradan kabri başında kıldığı ile ilgili rivayet sebebiyle
isimlendirmiş olması da mümkündür. el-Muvatta‟da görülen bu durum sonraki dönem
fıkıh kitaplarında da aynı üslûpla devam etmiş bedenen uzak (gâib) kişinin cenazesi
ile cemaatin önünde medfun bulunan kişinin cenazesi aynı babda incelenmiştir.
Halbuki diğer kaynaklarda böyle bir durum söz konusu değildir. Meselâ Buhârî,
Necâşî ile alakalı rivayetleri “es-salâtu ale‟l-cenâiz”2340 ve “babu mevti‟n-NecâĢî
(NecâĢî‟nin ölümü bâbı)”2341 Müslim “et-tekbîr ale‟l-cenâiz” İmam Mâlik, “babu‟t-
tekbîr ale‟l-cenâiz” bab başlıklarında ele almaktadır. Defnedilmiş kişinin cenaze
namazıyla ilgili rivayetleri ise Buhârî “babu‟s-sufûf ale‟l-cenâiz”2342 ve “babu‟l-izni
bi‟l-cenâzeti” gibi bab başlıklarında zikrederken Müslim “es-salâtü ale‟l-kabr”
şeklinde hususi, İmam Mâlik ise “babu‟t-tekbîr ale‟l-cenâiz”2343 şeklinde daha genel
bir başlıkta zikretmektedir.
Kısaca Hanefî fıkıh kaynaklarında yer alan gâib kişinin cenaze namazı ile
cemaatin önünde medfûn bulunan kişinin cenaze namazı konularının ayrı başlıklar
altında işlenmesinin daha isabetli olacağı kanaatindeyiz.2344
2340
Buhârî, “Cenâiz”, 61.
2341
Buhârî, “Menâkibü'l-ensâr”, 38; İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, VII, 191; Aynî, Umdetü‟l-kârî, XVII, 15-
16; ٢ص حُ٘ـخشٞٓ رخد
2342
Buhârî, “Cenâiz”, 61.
2343
Muvatta‟ (Yahyâ b. Yahyâ rivayeti), s. 111. ِ حُـ٘خث٠َِ ػ٤رخد حُظٌز
2344
Mukayese için bk. Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 112; Zuhaylî, el-Fıkhu‟l-Ġslâmî ve edilletüh, II, 1532.
364
Râvî, “Biz NecâĢî‟nin geldiğini gördük ve saf yapıp cenaze namazını kıldık, o
HabeĢistan‟da vefat etti, Medine‟ye geldiğinde Hz. Peygamber namazını kıldı.”2345
Ahmed b. Hanbel‟in el-Müsned‟inde ise Tahâvî rivayetinin aksine ُ َٓخ َٗلْ ِٔذَٝ
ِٚ ٣ْ َ َي٣ َٖ٤ْ َ َػشا رُْٞ ػَٞٓ “ ْحُ ِـَ٘خَُ سَ اِ َّالNecâĢî‟nin cenazesini Hz. Peygamber‟in önünde bir yerde
zannediyorduk.” ifadesi yer almaktadır. Dikkat edildiğinde Tahâvî rivayetinde
sahâbenin Necâşî‟nin cenazesini gördüğü açıkça ifade edilirken İbn Hanbel
rivayetinde cenazenin var olduğu tahmin edilmektedir. Bu da her ne kadar rivayet
senet bakımından sağlam olsa da2347 metin bakımından tenkite açık olduğunu
göstermektedir.
2345
Tahâvî, ġerhu müĢkili‟l-âsâr, XII, 329; Zürkânî, ġerhu‟z-Zürkânî, II, 59; ٍِْٓ هخٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ِ ط٢إٔ حُ٘ز
ٚ٤ِ ػ٠ِاٗٔخ ٓخص رخُلزشش كظٝ ٚ٤ِ٘خ ػ٤ِ إٔ حُـ٘خُس هي أطض هخٍ كظل٘خ كظَٟٗ ٖٗلٝ ٍ هخٚ٤ِح ػِٞ هي ٓخص كظ٢إ أهخًْ حُ٘ـخش
ِْٓٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ٍِ هللا طٍٞٓ, ٘ش٣ٖ ىهَ حُٔي٤ك
2346
Ahmed b. Hanbel, Müsned, XV, 98 (19890). Konuyla ilgili diğer rivayetler için bk. 19753, 19776-
7, 19826, 19848, 19890.
2347
Şuayb el-Arnaût, hadisin isnadının sahih olduğunu haber vermektedir. Tahâvî, ġerhu müĢkili‟l-âsâr
(thk. Şuayb el-Arnaût), XII, 330.
2348
Tahâvî, ġerhu müĢkili‟l-âsâr, XII, 329.
365
Peygamber‟in İsrâ gecesinde Allah‟ın kudretiyle Beyt-i Makdis‟e götürülüp geri
getirilmesi olayına benzeterek2349 bunun mümkün olabileceğini ispat etmeye çalışır.
2349
Tahâvî, ġerhu müĢkili‟l-âsâr, XII, 330.
2350
Serahsî, el-Mebsût, II, 67; َٙ٤ كن ؿ٢ؿي ٓؼَ ًُي كٞ٣ الٝ خء٤ُٝ حأل٠ُٝ أٞٛ ًٕخٝ ض حألٍع٣ٍٞ ؽٌُٞ٘خ ٗوٝ; Aynî de
aynı gerekçeyi ileri sürerek Hanefîlere yapılan bu itirazın sübjektif bir yaklaşımdan
kaynaklandığını söyler. (Ümdetü‟l-kârî, VIII, 119.)
2351
Mübârekfûrî, Tuhfetü‟l-ahvezî, III, 483.
2352
İbn Hibbân, es-Sahîh (el-Ġhsân ile birlikte), VII, 369. Leknevî, et-Ta„liku‟l-mümecced, II, 121.
2353
İbn Mâce, “Cenâiz”, 33 (1536); . عن رلمع بن جارية األنصاري أن رسول اهلل صلى اهلل عليو و سلم قال (إن أخاكم النجاشي قد مات
فقوموا فصلوا عليو فصففنا خلفو صفني
366
olduğunu söyler. Musannif, yerin dürülerek Hz. Peygamber ile Necâşî arasındaki
mesafenin kısaltıldığı şeklindeki tevilin kabul edilmesi durumunda dinin zâhiri ile
amel edilmesi hususundaki temel prensibine2354 olan güvenin sarsılacağını
belirtmektedir.2355
*Leknevî, Ebî Avâne‟den naklen İmrân b. Husayn‟e ait “Hz. Peygamber‟in
arkasında namaz kıldık, bizler cenazenin önümüzde olduğunu gördük.” mealindeki
farklı rivayeti naklettikten sonra bu durumun Necâşî‟ye mahsus bir durum olduğunu
bildirir.2356
*Şuayb el-Arnaût, râvilerin sika olduğunu fakat Ebû Mühelleb‟in Buhârî
râvileri arasında yer almadığını belirtir.2357
2354
“َٛحٞ( ”ٗلٖ ٗلٌْ رخُظBizler zâhire göre hükmederiz) şeklinde kısaca formüle edilen bu prensip
Kütüb-i Sitte‟de yer alan "Ben bir beĢerim. Bana ihtilâflılar gelir. Bunlardan biri, diğerine
nazaran daha belagatlı (ikna edici) olur. Ben de onun doğru söylediğini zanneder, lehine
hükmederim. Ancak kime bir müslümanın hakkını vermiĢ isem, bunun ateĢten bir parça olduğunu
bilsin. O ateĢi ister yüklensin, ister terketsin (kendisi bilir)" buyurdular." mealindeki hadisten
iktibas edilmiştir.
2355
Nevevî, el-Mecmû„, V, 150-151; Ayrıca bk. Zürkânî, ġerhu'z-Zürkânî alâ Muvatta‟, II, 59.
2356
Leknevî, et-Ta„liku‟l-mümecced, II, 121. اال إٔ حُـ٘خُس هيحٓ٘خَٟٗ ٗلٖ الٝ ٚ٘خ هِل٤ِ كظ: ٕحٗش ػٖ ػَٔحٞ ػ٢ألرٝ
2357
Tahâvî, ġerhu MüĢkili‟l-âsâr (thk: Şuayb el-Arnaût), XII, 329 (dp. 1)
2358
Tehânevî, Ġ„lâü‟s-sünen, VIII, 283.
2359
İbn Mâce, “Cenâiz”, 33 (1537)
367
(b) Ebû Ümâme Rivayeti
2360
Zeylaî, Nasbu‟r-râye, II, 283-284; Beyhakî, es-Sünenü‟l-kübrâ, II, 50; ٍَ هَخ٠ُّ ِ ُٓ َل َّٔ ٍي حُؼَّوَلُٞأَ ْهزَ َََٗخ ْحُ َؼالَ ُء أَر
َٔخ٤ِض كْ َخ ؽََِ َؼٍَٛ ٍَ َُ ْْ أٞ ٍ َُٗٝ خع ٍ ُش َؼَٝ َخ ٍء٤ؼ ِ ْ ِر َ ْٔ ض حُ َّش ِ ى كَطََِ َؼ َ ُٞ رِظَز-ِْٓٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ِط- ِهللا َّ ٍِ ٍَُٞٓ ًَُّ٘خ َٓ َغ: ٍَ ي هَخ ٍ َُِْ رَْٖ َٓخَ َْٗض أ ُ َٓ ِٔؼ
ْْ َُ ٍ ُش َؼخعَٝ ٍٍٞ َُٗٝ َخ ٍء٤ؼ ِ ِض ر ْ
ْ ْ َّ ؽََِ َؼَٞ٤ُْ ح َ
َ ْٔ حُ َّشٍَٟ أ٠ُِ َُ َٓخ٣ََ َخ َؿ ْز٣ «: ٍَ كَوَخ-ِْٓٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ِط- هللا َّ
ِ ٍَ ٍَُٞٓ َُ ٣ََ َؿ ْز٠َ كَؤط٠ؼ َ َ َٓ
ي ٍَ َِٓ ََٖ أَ ُْق٤ َٓ ْز ِؼِٚ ٤ْ َُ َؿ ََّ ِاَٝ َِّ هللاُ َػ َّ غ َ ْ َّ كَزَ َؼَٞ٤َُ٘ ِش ْح٣ َٓخصَ رِ ْخُ َٔ ِي٠ َّ ِ ؼ٤ْ َّ ُِح َ ش٣ ٝخ
َِ َ ُ ؼ ٓ ر
َْٖ َ ش٣ٝخؼ ٓ
َِ َ ُ َّٕ َ أ َحىًَ : ٍ
َ خ َ و َ ك .» ٠ ؼ ٓ خ
َ َ َ ِ َٔ ٤ك ْ
ض ؼ َ ِؽَ َخ ٍَٛ َأ
ٍَ ٍَُٞٓ َخ٣ ي ُ
َ َُ َََْٜ ك.ِٙ ِىُٞهؼَٝ ِٚ ِٓ َخ٤ِهَٝ ُٙ َٓ ْٔشَخ٠ِكٍٝخ َّ َ َّ ُ
ِ ََُّٜ٘حَٝ َِ ٤ْ ُِ هللاُ أ َكيٌ) رِخَٞ ُٛ َُْ ٌْؼِ َُ هِ ََح َءسَ (ه٣ َٕ ًَخ: ٍَ ى؟ هَخ َ َْ ًَح٤ِكَٝ «: ٍَ هَخ.ِٚ ٤ْ ََِٕ َػِٞظ ُّ َ ُ٣
. ػُ َّْ ٍَ َؿ َغ، ِٚ ٤ْ َِ َػ٠َِّظَ َ ك .» َْْؼ َ ٗ «: ٍ
َ ِخ َ ه ٚ٤ْ َ ِ ػ
َ ٠ َ َ ِّ ِظُ ظ َ ك ع
َ ٍْ َ حأل ي
َ َ ُ غ
َ ِ زهْ َ أ ْ
ٕ َ أ ِ َّ
هللا
2361
Buhârî bu ifadeyi kullandığında râvinin şahsını kastetmediği bilakis hadisinin rivayet edilmesinin
helâl olmayacağını kastetmektedir. (Zehebî, Kitâbü's-selsebîl, s. 79.)
2362
Nevevî, el-Mecmû„, V, 151; a.mlf., Hulâsatü‟l-ahkâm, II, 963-964; Beyhakî, es-Sünenü‟l-kübrâ, II,
50; Zeylaî, Nasbu‟r-râye, II, 284.
2363
Beyhakî, Delâilü‟n-nübüvve (thr. Abdülmu„tî Kal„acî), V, 246.
2364
Zehebî, Tecrîdü esmâi‟s-sahâbe, II, 83; Azîmâbâdî, Avnü‟l-ma„bûd, IX, 19.
368
*İbnü‟l-Medînî, İbn Zeyd‟in hadis uydurduğunu, İbn Hibbân da bu şahsın
metruk biri olduğunu,2365 Tebük‟te Muaviye b. Muaviye‟nin gıyabî cenaze namazı ile
ilgili rivayetin mevzu olduğunu söyler.2366
*Zehebî, Alâ b. Zeyd veya İbn Zeydel denilen bu kişinin Ebû Dâvûd, Dârekutnî
ve başkaları tarafından metrûk bir râvi kabul edildiğini bildirmektedir.2367
*Leknevî, mezkûr rivayetin pek çok tariki olduğunu fakat bunlar hakkında da
pek çok tenkidin bulunduğunu belirtmektedir.2369
Hanefîler ise tıpkı Necâşî‟nin cenaze namazı ile ilgili rivayette olduğu gibi bu
rivayette de cenazenin hali hazırda mevcut olduğunu hatta Hz. Peygamber‟in
arkasında her birinde yetmişer binden oluşan iki saf meleğin bulunduğunu iddia
ederler.2370
2365
İbn Hibbân, Kitâbü‟l-mecrûhîn mine‟l-muhaddisîn, II, 171-172.
2366
Zehebî, Mizânü‟l-itidâl, V, 123-124.
2367
Zehebî, el-KâĢif, II, 104; Zehebî, Mizânü‟l-itidâl, V, 123.
2368
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, III, 188; Mübârekfûrî, Tuhfetü‟l-ahvezî, VIII, 283.
2369
Leknevî, et-Ta„liku‟l-mümecced, II, 121.
2370
Aynî, el-Umdetü‟l-kârî, VIII, 119.
369
(c) Ġbn Abbâs rivayeti
Aynî, Vâhidî‟den naklen İbn Abbâs‟tan gelen şu rivayete yer vermektedir:
“Hz. Peygamber‟e NecâĢî‟nin yattığı yer gösterildi. Efendimiz onu gördüğü anda
namazını kıldı.”2371
2371
Aynî, el-Umdetü‟l-kârî, VIII, 119; Leknevî, et-Ta„liku‟l-mümecced, II, 121; Zürkânî, ġerhu‟z-
Zürkânî, II, 59; ٚ٤ِ ػ٠ِطٝ ٙ ٍآ٠ كظ٢َ حُ٘ـخش٣َٓ ٖحُٔالّ ػٝ حُظالسٚ٤ِ ػ٢ ًشق ُِ٘ز: ّػٖ حرٖ ػزخ
2372
Vâhidî, Esbâbu nüzûli‟l-Kur‟ân, s. 271; ًُي ُٔخٝ ،٢ حُ٘ـخش٢ ُِٗض ك:هظخىسٝ ّحرٖ ػزخٝ ْٗأٝ هخٍ ؿخرَ حرٖ ػزي هللا
ِْٓٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ٍِ هللا طٍٞٓ ٍ كوخ،ٚ٤ ٓخص ك١ٌُّ حٞ٤ُ ح٢ِْٓ كٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ٍِ هللا طَُٞٓ ّ حُٔالٚ٤َِ ػ٣َ ؿزٙٓخص ٗؼخ
ِْٓٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ٍِ هللا طٍٞٓ كوَؽ،٢ حُ٘ـخش:ٍ ؟ كوخٞٛ ٖٓٝ :حُٞ كوخ،ٌَْ أٍػ٤ أم ٌُْ ٓخص رـ٠ِح ػِٞح كظٞ حهَؿ:ٚالطلخر
ٍهخٝ ُٚ َحٓظـلٝ َحص٤ًزَ أٍرغ طٌزٝ ٚ٤ِ ػ٠ِطٝ ٢َ حُ٘ـخش٣َٓ َ كؤرظ، أ ٍع حُلزشش٠ُ٘ش ا٣ ٖٓ حُٔيُٚ ًشقٝ غ٤ حُزو٠ُا
ٚ٘٣ ى٠ِْ ػ٤ُٝ هؾَٙ٣ ُْ ٢ٗ ٗظَح٢ ػِؾ كزش٠ِ ػ٢ِظ٣ ٌحٛ ٠ُح اَٝ حٗظ:ٕٞ كوخٍ حُٔ٘خكو،ُٚ حَٝ حٓظـل:ٚ ;الطلخرİbn
Hacer, Fethü‟l-bârî, III, 188; Leknevî, et-Ta„liku‟l-mümecced, II, 121.
2373
İbn Abdilber, el-Ġstizkâr, VIII, 233; ٖ ػُٚ ًٔخ ًشقٚ ؿ٘خُطُٚ ٍكؼضٝ أٚ٤ِ ػ٠ِ كظٚ٣ي٣ ٖ٤ ر٢ف حُ٘ـخشٍٝ َأكؼ
ٚش ػٖ طلظ٣َ هٖٚ ٓؤُظ٤ض حُٔويّ ك٤ر
2374
Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, IV, 410-412.
370
Allah‟ın kudretiyle Medine‟ye getirildiğini hatta İmrân b. Huseyn‟in: “Biz cenazenin
getirildiğini gördük ve saf yapıp namaz kıldık.” şeklindeki rivayetini nakleder. 2375
Serahsî (v. 483/1090), daha önce de zikrettiğimiz gibi hali hazırda olmayan
cenazenin gıyaben namazının kılınamayacağına dair âlimlerin görüşünü
benimsediğini zikrettikten sonra Hz Peygamber‟in ortada olmayan herhangi bir
cenaze namazı kılmadığını, kendisi ile Necâşî arasındaki mesafenin kaldırılması
sebebiyle onun naaşı üzerine namaz kıldığını belirtir.2376
Aynî (v. 855/1451), İbn Hibbân‟ın ileri sürdüğü “ġayet gıyabî cenaze namazı
câiz olmasaydı sahâbe Hz. Peygamber‟in arkasında kılmazdı.” şeklindeki itirazını
cevaplarken rivayette geçen “salât” kelimesinin “dua” manasında olduğunu, hakikî
manada olmadığını söyler.2378 Musannif, buna ilaveten Hz. Peygamber‟in tıpkı normal
cenaze namazı kılan imam gibi Necâşî‟nin bedeni üzerine cenaze namazını kıldığını
cemaatin de normalde cenazeyi görmediği halde imama uyan kişiler gibi olduğunu
savunarak gıyabî cenaze namazının câiz olmayacağını savunur.2379
2375
Tahâvî, el-Mu„tasar min Muhtasari MüĢkili‟l-âsâr, I, 107.
2376
Serahsî, el-Mebsût, II, 67.
2377
Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 312.
2378
Aynî, el-Binâye, II, 986.
2379
Aynî, Umdetü‟l-kârî, VIII, 119.
371
Şa„rânî (v. 973/1565), Necâşî ile ilgili olayın keşifle alakalı bir durum
olduğunu, Hz. Peygamber‟e bazı şeylerin gösterildiğini nitekim bir hadiste Hz.
Peygamber‟in “Yer benim için dürüldü ve doğu ile batıyı gördüm.”2380 buyurduğunu
nakletmektedir.2381 Ayrıca musannifin bu deliline Hz. Peygamber‟in önünü gördüğü
gibi arkasını da gördüğü ile ilgili “Rükû ve secdeyi tamamlayınız. Nefsim elinde olan
Allah‟a yemin ederim ki rükû ve secde yaptığınız zaman arkamdan sizi görürüm”2382
mealindeki hadis ile Kureyş‟e Beyt-i Makdis‟i anlatırken aradaki mesafe ve perdenin
kaldırıldığını gösteren hadisi2383 bu babdan saymamız mümkündür. Buna ilaveten Hz.
Peygamber‟in Uhut şehitlerinin sonradan kabirleri başında cenaze namazı kıldığında
söylediği “Allah‟a yemin ederim ki ben Ģu anda (cennetteki) havuzumu
görmekteyim.”2384 mealindeki hadisi hatırlatmamız mümkündür.
Ali el-Kârî (v. 1014/1606), Necâşî‟nin namazının ise Hz. Peygamber‟e ait bir
durum olduğunu, namaz hususunda titiz olduğu halde gıyaben ölen başka sahâbîler
için benzer bir namaz kılmadığını söyler.2385
2380
İbn Mâce, “Fiten”, 9; ِْٓ ٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ٍِ هللا طٍٞٓ ٕخأٜٓـخٍرٝ خٜض ٓشخٍه٣ ٍأ٠ حألٍع كظ٢ُ ض٣ُٝ ٍ هخ:
2381
Şa„rânî, el-Mizân, II, 220.
2382
Buhârî, “Ebvâbü‟l-mesâcid”, 7; ٍحءٝ ٖٓ ًْ ألٍح٢ٗاٝ ٌْػًٍٞ الٝ ٌْػٞ هش٢ِ ػ٠ول٣ هللا ٓخٞ٘خ كٜٛ ٢ٕ هزِظََٝ طٛ
١َٜظ
2383
Buhârî, Menâkıbü‟l-ensâr, 41; Müslim, “İmân”, 276.
2384
Buhârî, “Cenâiz”, 72; وإِن واهلل ألنظر إَل حوضي اآلن
2385
Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I, 449.
2386
Haskefî, ed-Dürrü‟l-muhtâr, I, 209.
372
Necâşî‟nin makamı Hz. Peygamber için kaldırılarak gösterildi. Dolayısıyla imam için
gördüğü meyyitin namazı cemaat içinde gerçekleşmiş olur.2387
Musannif ayrıca sahâbeden pek çok kurrâ‟nın vefat etmesine ve Hz.
Peygamber‟i çok üzmesine rağmen onlar için gıyabî cenaze namazı kıldığına dair
herhangi bir naklin bulunmadığını söyleyerek mezhebin görüşünü teyit etmeye çalışır.
Fakat İbn Âbidîn‟in bu gerekçesine cevap olarak bu durumun ilk dönemlerde (4/625)
olduğunu, gıyabî cenaze namazının ise daha sonra (9/630) meşrû kılındığını
söylememiz de mümkündür.
Leknevî‟nin (v. 1304/1886), bu konuda pek çok görüş olduğunu bunun ispatının
zor bir durum olduğunu söylemesi kendisinin çekimser bir görüşe sahip olduğuna
işaret etmektedir.2388
Keşmîrî (v. 1352/1933), bu konuda Necâşî‟nin cenaze namazı dışında başka bir
rivayet bulunmadığını, İbn Muaviye hakkında zikredilen rivayetin ise münker kabul
edildiğini belirtir. Ayrıca Hz. Peygamber, zamanında gurbette birçok sahâbî vefat
ettiği halde onların gıyabî cenaze namazlarının kılınmamasının bunun sadece
Necâşî‟ye has bir durum olduğunu gösterdiğini söyler.2389
2387
İbn Âbidîn, Reddü‟l-muhtâr, I, 209.
2388
Leknevî, et-Ta„liku‟l-mümecced, II, 124.
2389
Keşmîrî, Feyzü‟l-bârî, II, 469.
2390
Tehânevî, Ġ„lâü‟s-sünen, VIII, 284.
2391
Buhârî, “Menâkibü'l-ensâr”, 38; İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, VII, 191; Aynî, Umdetü‟l-kârî, XVII, 15-
16; ٢ص حُ٘ـخشٞٓ رخد
2392
Buhârî, “Cenâiz”, 4, 55, 61, 65; İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, III, 116.
373
bablarında zikretmektedir.2393 Buhârî‟nin, gâib kişinin cenaze namazı ile ilgili
naklettiği rivayetlerin tamamı Habeş kralı Necâşî‟nin gıyaben kılınan cenaze namazı
ile alakalıdır.2394
(3) Câbir b. Abdillah‟dan rivayete göre “Bugün HabeĢli sâlih bir kimse öldü,
haydi üzerine namaz kılın.” Râvi der ki: “Hemen saf yaptık (namaza durduk), ben
ikinci veya üçüncü safta idim. Aleyhi‟s-salâtu ve‟s-selâm onun üzerine (gıyabında)
namaz kıldı.”2397
(4) Ebû Hüreyre‟den rivayete göre “Resûlullah (s.a.) NecâĢî 'nin ölüm haberini
öldüğü gün haber verdi ve: „KardeĢiniz için (Allah'tan) mağfiret talep edin‟ dedi ve
baĢka bir Ģey söylemedi.”2398
2393
Buhârî‟nin Necâşî‟nin cenaze namazıyla ilgili rivayetleri saf düzeni ile alakalı bablarda zikretmesi
onun gıyabî cenaze namazının cevazı hususunda mütereddid olduğu ihtimalini akla getirmektedir.
Zira Buhârî gıyabî cenaze namazını kesin savunmuş olsaydı bu konudaki rivayetleri “Bâ
bu mevti‟n-NecâĢî (NecâĢî‟nin ölümü bâbı)” bab başlığı yerinde “es-Salâtu ale‟l-gâib” ve benzeri
bab başlığında toplaması münasip olurdu.
2394
Buhârî, “Cenâiz”, 53, 54.
2395
Buhârî, “Cenâiz”, 4, 55, 61, 65; “Menâkibü'l-ensâr”, 38; Müslim, “Cenâiz”, 62, 63, (951);
Muvatta‟, “Cenâiz”, 14, ، ٠َِّظ َ ُٔ ُ ْح٠َُِ َه ََ َؽ اِٚ ٤ِ َٓخصَ كٌِٟ َُّْ ِّ حَٞ٤ُ ْح٠ِ ك٠ َّ حَُّ٘ َـخ ِش٠ َٗ َؼَٝ ِْٓ ِٚ ٤َِ هللاُ َػ٠َِّط َ ِ ٍَ هللاٍَُٞٓ َّٕ َأ
َ َّ ظ
ًَزَّ ََ أٍْ رَؼاخَٝ ْْ ِٜ ِق ر َ َ ;كküçük lafız değişiklikleriyle beraber bk. İbn Ebî Şeybe, III, 241.
ِ ُِ حُؼَّخِٝ َ أ٠ِٗ حُظَّقِّ حُؼَّخ٠ِض ك ُ ْ٘ ٌُ َ ك، ٠ِّ حَُّ٘ َـخ ِش٠َِ َػ٠َِّط َ ، )ِْٓٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ِ (ط، ٠ّ ِأَ َّٕ حُّ٘ز
2396
Buhârî, “Cenâiz”, 54; غ
2397
Buhârî, “Cenâiz”, 55, “Menakibü'l ensâr”, 38; Müslim, “Cenâiz”, 64, (952); Nesâî, “Cenâiz”, 4, 69,
70; اِب ُّ ِصلاى الن َ َص َف ْفنَا ف َ َصلُّوا َعلَْي ِو ق
َ َال ف َ َِ فَػ َهلُ ام ف ْ صالِ ٌح ِم ْن
ِ احلََب اِب َ ا ا ِ ا
َِّ صلى اللوُ َعلَْيو َو َسل َم قَ ْد تػُ ُو
َ يف الْيَػ ْوَم َر ُج ٌل ُّ ِال الن ُ َجابَِر بْ َن َعْب ِد اللا ِو َر ِض َي اللاوُ َعْنػ ُه َما يػَ ُق
َ َول ق
ِ ِ
وؼ
ٌ ص ُف ُ صلاى اللاوُ َعلَْيو َو َسلا َم َعلَْيو َوََْن ُن َ
2398
Buhârî, “Cenâiz”, 61, “Menakibü'l-ensâr”, 38; Müslim, “Cenâiz”, 62, 63, (951); Nesâî, “Cenâiz”,
76; )ْْ ٌُ ٤ح أل ِهَُِٝ (ح ْٓظَ ْـل: ٍَ كَوَخ، ِٚ ٤ِ َٓخصَ كٌِٟ َُّْ َّ حَٞ٤ُ ح، ذ ْحُ َلزَ َش ِش
َ خك
ِ طَ ٠ َّ ٍُ ٍَُٞٓ ََُ٘خ٠َٗ َؼ
َّ ِْٓ) حَُّ٘ َـخ ِشٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ِهللاِ (ط
374
D. Değerlendirme
Hanefî kaynaklarında dikkat çeken diğer bir husus da gıyabî cenaze namazının
nehyi hususunda ٢ِظ٣ الifadesi kullanılmış olması fakat bundan haram veya tahrimen
mekruh hükümlerinden hangisinin kastedildiğinin tam olarak anlaşılmamasıdır. Fakat
2399
Tirmizî, “Cenâiz”, 48; ٚ٤ِح ػِٞح كظٞٓٞ هي ٓخص كو٢إ أهخًْ حُ٘ـخش
375
bununla beraber Necâşî örneğinin dışında sahâbenin gıyabî cenaze kıldığına dair
herhangi bir uygulamanın nakledilmemesi Hanefîleri destekler mahiyettedir. Nitekim
Bi‟rumaûne Vak„ası‟nda (4/625) şehit olanların cenaze namazının gıyaben
kılınmaması Hanefîlerin temel dayanakları arasında zikredilmektedir.
2400
Azîmâbâdî, Avnü‟l-ma„bûd, IX, 11.
2401
Azîmâbâdî, Avnü‟l-ma„bûd, IX, 12.
376
IX. DEFNEDĠLEN KĠġĠNĠN CENAZE NAMAZINI KILMAK
2402
İbn Abdilber, et-Temhîd, VI, 260; İbn Battâl, ġerhu Sahîhi‟l-Buhârî, III, 317.
2403
İbn Kayyim el-Cevziyye, Zâdü‟l-me„âd, I, 512; İbn Hacer, ed-Dirâye, I, 232‟de konuyla ilgili şu
hadisleri nakletmektedir: İbn Hibbân, Hz. Enes‟ten gelen şu rivayete yer vermektedir: “Hz.
Peygamber defnedilmiĢ bir kadının kabri üzerine cenaze namazını kıldı.” Yine İmam Mâlik‟in
Ebû Ümâme b. Süheyl‟den şu hadisi rivayet etmektedir: “Fakir bir kadın hastalanmıĢtı. Hz.
Peygamber: „ġayet ölürse bana haber verin.‟ dedi. Fakat sahâbe gece kadının cenazesini
çıkardılar ve Hz. Peygamber‟i uyandırmayı uygun bulmadıklarından ona haber vermediler.
Bunun üzerine Hz. Peygamber sahâbeye bana haber vermeli değil miydiniz dedi ve kabrin yanına
gitti ve insanları saf yaptı ve dört tekbirle kabir üzerinde namaz kıldırdı.” Bu hadisi ayrıca İbn
Hibbân ve Hâkim, Yezîd b. Sâbit‟ten nakletmektedir. Yine Buhârî ve Müslim Ebû Hüreyre‟den
gelen şu rivayete yer vermektedirler: “Mescidin temizliğiyle uğraĢan siyahi bir adam öldü. (Hz.
Peygamber‟e haber verilmeyince) Efendimiz bu Ģahsın kabri baĢına geldi ve namazını kıldı.” İbn
Hacer, bu rivayetlerin benzerlerinin Şa„bî, İbn Abbâs ve Saîd b. Müseyyeb tarafından da
nakledildiğini haber vermektedir.
2404
Tahâvî, ġerhu Me„âni‟l-âsâr, I, 293; ٔخٜ٘ٓ هَس٥ع رخٖٞ رظط٤ض َٓط٤ٓ ٠ِ ػ٠ِظ٣ ُٕ ألكي أٞـ٣ الٝ
377
Birinci görüşü İbrâhim en-Nehaî,2405 Hasan-ı Basrî,2406 Hanefîler, İmam
Mâlik, Sevrî, Evzâî, Hasan b. Hayy ve Leys b. Sa„d benimsemektedir. 2407 İkinci
görüşü ise sahâbeden Hz. Ali, İbn Mes„ûd, Hz. Âişe ve İbn Ömer; fukahadan İmam
Şâfiî, Ahmed b. Hanbel, İshâk, bir rivayete göre Evzâî ve Dâvûd ez-Zâhirî‟nin de
aralarında bulunduğu âlimlerin çoğunluğu savunmaktadır.2408 Buhârî de bu görüştedir.
Kabir üzerine ikinci kez cenaze namazı kılınabileceğine cevaz verenler ölünün
yeni gömülmüş olması şartında ittifak etmekle beraber sürenin ne kadar olacağı
hususunda ihtilâf etmişlerdir. Geneli bu sürenin en fazla bir ay olabileceğini söylerken
İshâk b. Râhûye bu süreyi hazırda olan için üç, gâib olan için altı ay olarak
belirlemektedir.2409
Şâfiî mezhebine göre kabir üzerine tekrar cenaze namazı kılmak câizdir. Onlar
bu konuda Hz. Ali ve diğer sahâbelerden nakledilen hadislerle istidlâl ederler. 2410 İbn
Hacer, Tirmizî‟nin Saîd b. Müseyyeb‟den naklettiği “Ümmü Sa„d b. Ubâde öldüğü
sırada Hz. Peygamber Medine‟de değildi. Sonra geldiğinde namazını kıldı.”
mealindeki rivayeti nakletmekle beraber aynı rivayeti Beyhakî‟nin İbn Abbâs‟tan
mürsel olarak naklettiğini, mürselin de derece bakımından daha sahih olduğunu
belirtir.2411 İbn Hacer, İbn Hibbân‟dan naklen Resûlullah (s.a)‟in kendisiyle birlikte
kabir üzerine tekrar namaz kılanlara tepki göstermemesinin bunun başkaları için de
câiz olduğunu, dolayısıyla Efendimize mahsus bir durum olmadığını ifade ettiğini
söyler.2412 Fakat Tehânevî bu iddianın “Hz. Peygamber‟e tâbi (has) olarak yapılan
2405
Kaynaklarda İbrâhim en-Nehaî‟nin bu görüş “Ölü üzerine namaz iade edilmez.” şeklinde
zikredilmektedir. bk. İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, III, 240; İbn Abdilber, et-Temhîd, VI, 260; İbn
Ebî Şeybe, el-Musannef, III, 239; ض طالس٤ٓ ٠ِْ هخٍ ال طؼخى ػ٤َٛس ػٖ ارَح٤ ػٖ ٓـ١ًًٍَٞ ػٖ حُؼٝ
2406
Kaynaklarda Hasan-ı Basrî‟nin de bu görüşü “Ölünün cenaze namazı kılınmadığında üzerine
cenaze namazı kılmazdı.” şeklinde yer almaktadır. İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, III, 240; İbn
Abdilber, et-Temhîd, VI, 260; خٜ٤ِظَ ػ٣ ُْ ؿ٘خُس٠ِ طالس ػٚ ;ًخٕ حُلٖٔ اًح كخطظFakat İbn Ebî Şeybe,
Hasan-ı Basrî‟den aksi yönde başka bir rivayete de yer vermektedir.
2407
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, I, 394; İbn Battâl, ġerhu‟l-Buhârî, III, 318; İbn Abdilber, et-
Temhîd, VI, 260; İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, III, 204; Aynî, Umdetü‟l-kârî, IV, 231; VIII, 26.
2408
Tirmizî, “Cenâiz”, 47; İbn Battâl, ġerhu‟l-Buhârî, III, 317; İbn Rüşd, el-Bidâye, I, 545; Aynî,
Umdetü‟l-kârî, IV, 231; Tirmizî, Bu konuda İbn Abbâs hadisinin hasen-sahih olduğunu belirttikten
sonra sahâbeden pek çok âlimin bununla amel ettiğini söyler; ٖٔغ ك٣غ حرٖ ػزخّ كي٣ كي٠ٔ٤ ػٞهخٍ أر
َْٛ٤ؿٝ ِْٓ ٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ِ ط٢َ حُؼِْ ٖٓ أطلخد حُ٘زٌٛح ػ٘ي أًؼَ أٛ ٠ِحُؼَٔ ػٝ ق٤طل
2409
İbn Battâl, ġerhu Sahîhi‟l-Buhârî, III, 317; İbn Rüşd, el-Bidâye, I, 545.
2410
Nevevî, el-Mecmû„, V, 150.
2411
İbn Hacer, ed-Dirâye, I, 232.
2412
İbn Hacer, Fethü‟l-bârî, III, 205.
378
uygulama asıl (prensip) için delil olamaz.” denilerek tenkit edildiğini
söylemektedir.2413
2413
Tehânevî, Ġ„lâü‟s-sünen, VIII, 286; َ حُوز٠ِ ػٚ ٓؼ٠ِ ٖٓ ط٠ِ ِْٓ ػٝ ٚ٤ِ هللا ػ٠ِ طٍٙ طَى اٌٗخ٢هخٍ رٖ كزخٕ ك
ْٚ ٖٓ هظخثظ٤ُ ٚٗأٝ َٙ٤حُ ًُي ُـٞخٕ ؿ٤ر
2414
Şinkîtî, ġerhu Halîl b. Ġshâk el-Mâlikî, I, 325.
2415
İbn Kâsım, İmam Mâlik‟e Hz. Peygamber‟in bir kadının kabri üzerine namaz kıldığına dair
rivayeti hatırlatınca İmam Mâlik: „Bu hadis rivayet edilmektedir fakat Medine ehlinin ameli bu
Ģekilde değildir.‟ der. (İbn Abdilber, et-Temhîd, VI, 260; Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, I,
394.)
2416
Ukberî, Ruüsü‟l-mesâili‟l-hilâfiyye beyne cumhûri‟l-fukahâ, I, 396-397; İbn Rüşd, el-Bidâye, I,
546; İbn Kayyim el-Cevziyye, Zâdü‟l-me„âd, I, 512.
2417
İbn Hazm, el-Muhallâ, V, 140.
2418
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, I, 394; Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 311.
2419
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, I, 394; Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 302; Tehânevî, Ġ„lâü‟s-
sünen, VIII, 287; Zuhaylî, el-Fıkhu‟l-Ġslâmî ve edilletüh, II, 1529; حكيٝ ض٤ٓ ٠ِ طٌَحٍ حُظالس ػ٠ُ ا١ئى٤ك
ػ٘يٗخٌَٙٝٓ ًُيٝ
2420
el-Ahzâb, 33/6; ْٜٖٔ ٖٓ أٗل٤٘ٓ رخُٔئ٠ُٝ أ٢حُ٘ز
2421
Tehânevî, Ġ„lâü‟s-sünen, VIII, 285, 353.
379
nurlandırır.”2422 mealindeki hadisi ileri sürerler.
Cenaze namazı kılınmış kişinin cenaze namazının tekrar kılınmayacağı
hususunda Hanefî mezhebi içinde ittifak olmakla beraber cenaze namazı kılınmadan
defnedilmiş kişinin kabri başında ne zaman kılınacağı hususunda farklı yaklaşımlar
söz konusudur.
Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf bu kişinin namazının, kabri başında ilk üç gün
içinde kılınabileceğini fakat üçüncü günden sonra bedenin dağılma ihtimaline binaen
kılınamayacağını söylemektedir. Mergînânî ise aynı gerekçeyi benimsemekle birlikte
zaman ve mekân kriterlerini esas alarak bedenin dağılma süresinin herhangi bir
sayıyla sınırlanamayacağını dolayısıyla ölünün bedeni dağılmadığı müddetçe kabri
başında cenaze namazının kılınabileceğini belirtmektedir.2423
2422
İbn Hacer, bu hadisin Ebû Râfi isnadıyla Ebû Hüreyre‟den gelen tarikine sonradan eklendiğini
iddia eder. (Tehânevî, Ġ„lâü‟s-sünen, VIII, 353.)
2423
Mergînânî, el-Hidâye, I, 229; Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I, 447.
2424
Şeybânî, el-Asl, I, 382; ٖٓ ّٕ رؼي كَحؽ حإلٓخَّٝ ػْ ؿخء آهِْٞٓ حُوٝ ِْٓٝ كَؽٝ ؿ٘خُس٠ِ ػ٠ِض آخٓخ ط٣هِض أٍأ
كيحٗخٝ الٝ خ ؿٔخػشٜ٤ِٕ ػِٞظ٣ كيحٗخ هخٍ الٝ ٝخ ؿٔخػش أٜ٤ِٕ ػِٞظ٣حُظالس أ
380
kıldı.”2425
2425
Şeybânî, el-Muvatta‟, s. 112-113; ًٕخٝ : ٍخ هخٜحُٔالّ رَٔػٝ حُظالسٚ٤ٍِ هللا ػٍٞٓ َ٘ش َٓػض كؤهز٤ٌٔٓ ٕأ
خٜ ر٢ًٗٞٗ اًح ٓخطض كآ: ّحُٔالٝ حُظالسٚ٤ٍِ هللا ػٍٞٓ ٍ كوخ: ٍْ هخٜ٘ٔؤٍ ػ٣ٝ ٖ٤ًى حُٔٔخٞؼ٣ ّحُٔالٝ حُظالسٚ٤ٍِ هللا ػٍٞٓ
َحُٔالّ أهزٝ حُظالسٚ٤ٍِ هللا ػٍٞٓ َ كِٔخ أطزق٤ُِحُٔالّ رخٝ حُظالسٚ٤ٍِ هللا ػٍٞٓ حًٞٗئ٣ ٕح أٌَٞٛال ك٤ُ خٜ رـ٘خُط٢ كؤط: ٍهخ
ال٤ُ ٘خ إٔ ٗوَؿيًَٛ ٍ هللاٍٞٓ خ٣ : حُٞ ؟ كوخ٢ًٗٞٗ أُْ آًَْٓ إٔ طئ: ّحُٔالٝ حُظ السٚ٤ٍِ هللا ػٍٞٓ ٍخ كوخٜٗ ًخٕ ٖٓ شؤ١ٌُرخ
َحص٤خ كٌزَ أٍرغ طٌزَٛ هز٠ِ ػ٠ِخ كظَٛ هز٠ِ طق رخُ٘خّ ػ٠حُٔالّ كظٝ حُظالسٚ٤ٍِ هللا ػٍٞٓ كوَؽ:ٍهظي هخٞٗ ٝأ
2426
İbn Kayyim el-Cevziyye, Ġ„lâmü‟l-muvakkıîn, II, 82.
2427
el-Furkân, 25/18; َخء٤ُِ َْٝي ِٓ ْٖ أ
َ ُِٗٝ ََُ٘خ إَٔ َّٗظَّ ِو ٌَ ِٖٓ ى٢َ٘زَ ِـ٣ َٕي َٓخ ًَخ
َ َٗح ُٓ ْز َلخُُٞهَخ
2428
Müslim, “Zekât”, 167.
381
geçemezsiniz ya!‟ dedi.”2429
Serahsî, el-Mebsût‟ta İbn Abbâs ve İbn Ömer‟den (r.a) muallak olarak gelen
şu rivayete yer vermektedir: “Ġbn Abbâs ve Ġbn Ömer (r.a), birinin cenaze namazına
yetiĢememiĢlerdi. Geldiklerinde onun için istiğfar etmekten baĢka bir Ģey
yapmamıĢlardır.”2431
2429
Serahsî, el-Mebsût, II, 67: ٕا ْ ٍؼ ََ هخ َّ ٢ ِؿَ٘خ َُ ِس ُػ َٔ ََ ٍػ٠ُِ حُظ ََّالسُ ػُٚ كَخطَ ْظََّٚٗهللاِ رٖ َٓ َال ٍّ أ
َ كِٔخ َكٚ٘هللاُ ػ َّ ػٖ ػزي١
َ ُِٝ ٍَٝ
ُ ْ
ُٚ رِخُ ُّيػَخ ِء٢ِٗٞ كَ َال طَ ْٔزِوٚ٤ِ رِخُظ ََّال ِس ػ٢ُِٗٞٔ َُٓزَوظ
2430
Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 311.
2431
Serahsî, el-Mebsût, II, 67; Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 311; ٔخٜٗٔخ أٜ٘ هللا ػ٢حرٖ ػَٔ ٍػٝ ّحرٖ ػزخٝ ١ٍٝ
ُٚ ٍ حالٓظـلخ٠ِ ؿ٘خُس كِٔخ كؼَح ٓخ ُحىح ػ٠ِٔخ حُظالس ػٜكخطظ
2432
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, III, 239; Abdürrezzâk, el-Musannef, III, 519; دٞ٣ػزي حَُُحم ػٖ ٓؼَٔ ػٖ أ
ٌ ٗؤهٚرٝ ُٚ كيػخٙ كؤطخٚ٤ِ ػُٙٞ كي٢ٖ هزَ أه٣ كوخٍ أٚ٘ كٔؤٍ ػٙٞ ػخطْ أه٢كٞػٖ ٗخكغ إٔ رٖ ػَٔ هيّ رؼي ٓخ ط
2433
İbn Abdilber, et-Temhîd, VI, 260; ٠ِ ؿ٘خُس هي ط٠ُ ا٠ٜيهللا رٖ ػَٔ ػٖ ٗخكغ هخٍ ًخٕ حرٖ ػَٔ اًح حٗظ٤أهزَٗخ ػزٝ
ؼي حُظالس٣ ُْٝ حٗظَفٝ خ ىػخٜ٤ِػ
382
kıldı.”2434 mealindeki hadisi rivayet etmektedir.
Tahâvî (v. 321/933) birinci cemaatin -veli ile beraber- cenaze namazını
kılmasıyla farziyetin düştüğünü, bu sebeple velinin ikinci kez cenaze namazı
kılmaması gerektiği hususunda âlimlerin ittifak ettiğini belirtir.2436
Serahsî (v. 483/1090), İbn Abbâs, İbn Ömer ve Abdullah b. Selâm tariki ile
gelen rivayetleri zikrettikten sonra cenazeyi ilk kılan cemaatin kılmasıyla ölünün
insanlar üzerindeki (farz-ı kifâye olan) hakkının yerine getirilmiş olacağını, ikinci kez
2434
Buhârî, “Cenâiz”, 5; Zeylaî, Nasbu'r-râye, I, 306.
Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 311; صلِّ َي ثَانِيًا ِ
َ ُي أَ ان النِب صلى اللاوُ عليو وسلم صلى على جنَ َازةٍ فلما فَػَرغَ جاء ُع َمُر َوَم َعوُ قَػ ْوٌم فَأ ََر َاد أَ ْن ي
َ ُرِو
2435
ِ
استَػ ْغف ْر لو ِ ِ ِ ِ ِ ا
ْ اد َولَك ْن اُْدعُ ل ْل َميِّت َو
ُ اجلنَ َازة َال تػُ َع
ْ ص ًَلةُ على
فقال لو النِب صلى اللوُ عليو وسلم ال ا
2436
Tahâvî, Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ, I, 394.
2437
Kudûrî, el-Muhtasar (el-Lübâb ile birlikte), I, 130.
383
kılındığında bunun nafile olduğunu; cenaze namazının nafilesinin ise meşrû
olmadığını söyler. Serahsî buna ek olarak bir de kıyas yoluyla istidlâl yapmaya çalışır
ve şöyle der: “Peygamberlerin bedenleri toprağa haramdır, dolayısıyla Hz.
Peygamber kabrine konduğu gibi durmaktadır. Durum bu Ģekilde olduğu halde
sonradan gelen hiç kimse Efendimizin cenaze namazını tekrar kılmakla
uğraĢmamıĢtır. Bu da cenaze namazının tekrarlanamayacağını göstermektedir.”2438
Mergînânî (v. 593/1197), velisi olmadığı halde cenazesi kılınan kişinin velisi
tarafından namazının tekrar kılınmasının câiz olduğunu fakat bunun başkaları için
geçerli olamayacağını belirtir. Müellif ayrıca namazı kılınmadan defnedilen kişinin
kabri başında namazının kılınabileceğini söyler.2440
2438
Serahsî, el-Mebsût, II, 67.
2439
Kâsânî, Bedâi„ü‟s-sanâi„, I, 311.
2440
Mergînânî, el-Hidâye, I, 229.
2441
Aynî, Umdetü‟l-kârî, VIII, 141.
2442
Aynî, el-Binâye, II, 986.
384
Ali el-Kârî (v. 1014/1606), cenazesi kılınmadan defnedilen kişinin cesedi
şayet dağılmamışsa kabri başında cenaze namazının kılınabileceğini, bu konuda
imamların üç günlük bir süre takdir ettiğini söyler.2443
Leknevî (v. 1304/1886), konuyla ilgili görüşleri zikrettikten sonra bunun Hz.
Peygambere has bir durum olduğu yönündeki görüşünün akabinde İbn Hibbân‟ın
reddiyesine yer vermekte ve sahâbenin de Efendimizle beraber bu namazı kılmış
olmasının, bunun cevazına delil olduğu yönündeki sözünü nakletmektedir.2445
Musannif buna ilaveten özellikle Hanefîlerin bu konudaki rivayetleri Hz.
Peygamber‟e mahsus fiillerden (ihtisas) saymasının zorlama bir gayeret olduğunu
söyler.2446
2443
Ali el-Kârî, Fethü bâbi‟l-inâye, I, 447.
2444
İbn Âbidîn, Reddü‟l-muhtâr, II, 209.
2445
Leknevî, et-Ta„liku‟l-mümecced, II, 124.
2446
Leknevî, et-Ta„liku‟l-mümecced, II, 124; الكًلم بعد موضع نظر فإن إثبات االختصاص أمر عسري واحتمالو وإن كان كافيا يف مقام ادلنع
;لكن ال ينفع يف مقام حتقيق ادلذىبKandehlevî, Evcezü‟l-mesâlik, IV, 223.
2447
Keşmîrî, Feyzü‟l-bârî, II, 469.
2448
Tehânevî, Ġ„lâü‟s-sünen, VIII, 287.
385
cenaze namazı kılmanın mekruh olduğunu belirtir2449
Kevserî (v. 1371/1952), en-Nüket‟te gâib ile medfûn kişinin cenaze namazını
“kabirde olanlar üzerine namaz” başlığında toplayan İbn Ebî Şeybe‟ye2450 cevap
verirken kendisi de gâib ile medfun kişinin cenaze namazıyla ilgili rivayetleri bir
arada zikretmiştir. Halbuki yukarıda belirttiğimiz gibi bu iki konunun farklı başlıklar
altında işlenmesi gerekirdi. Ayrıca müellif, Nehaî ve Hasan-ı Basrî‟nin kabre doğru
namaz kılmayı mekruh gördüğünü Ebû Hanîfe, Sevrî, Evzaî, Hasan b. Hayy ve Leys
b. Sa„d‟ın da bu görüşte olduklarını belirtir.2451
(2) Buhârî‟nin Ebû Hüreyre‟den rivayet ettiğine göre “Siyahi bir kadın-veya
bir adam-mescidin kayyımlık (süpürüp temizleme) hizmetini yürütüyordu. Resûlullah
(s.a.) bir ara onu göremez oldu “Kadın -veya adam- hakkında ne oldu?” diye sordu.
“O öldü!” dediler. Bunun üzerine "Bana haber vermeli değil miydiniz?” buyurdu.
2449
Tehânevî, Ġ„lâü‟s-sünen, VIII, 285-286.
2450
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, VIII, 366-367.
2451
Kevserî, en-Nüketü‟t-tarîfe, s. 24-25.
2452
Buhârî, “Cenâiz”, 55; َُُٖ ْيك٣ ْحُوَز َِْ رَ ْؼ َي َٓخ٠َِرَخد حُظ ََّال ِس َػ
2453
Buhârî, “Cenâiz”, 66; ٠َِ ََِّٓ َْ َػَٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ َّ ٠َِّط َ ٢ِّ ِ َٓ ْٖ َٓ ََّ َٓ َغ حَُّ٘ز٢ََِٗ َ هَخ ٍَ أَ ْهز٢ َّ ِْض حُ َّش ْؼز
ُ هَخ ٍَ َٓ ِٔؼ٢ُّ ِٗزَخ٤ْ َٔخُٕ حُ َّش٤ْ َُِٓ ٢ََِ٘ك َّيػ
َّ
ُ َٔخْٜ٘ هللاُ َػ٢َ ػ َ
ٍ هَخ ٍَ حرُْٖ َػزَّخٍَٝ ْٔ َخ أرَخ َػ٣ َ ٌَحٛ ي
ِ ٍَ ّ َ َض َٓ ْٖ َك َّيػ ْ ُ ْ َّ
ُ ُِ هَْٚ ح هَ ِلِٞط َ
َ َٝ ْْ َُّٜٓ ًٍ كَؤُٞ ;هَز ٍَْ َٓ ْ٘زHadisin bir benzeri Buhârî,
“Cenâze”, 54, 55 ve 59‟da geçmektedir.
386
Ashâb sanki kadıncağızın -veya adamın- ölümünü pek önemsemeden zikrettiler.2454
Aleyhissalâtu vesselam: “Kabrini bana gösterin!" diye emrettiler. Kabri (baĢına)
geldiklerinde, Resûl-i Ekrem kabri üzerine cenaze namazı kıldı.”2455
(3) Buhârî‟nin Ukbe b. Âmir‟den rivayete göre “Nebî (s.a) bir gün çıktı ve
Uhud SavaĢında Ģehît olanlar üzerine namaz kıldı, sonra da minbere yöneldi (…)”2456
Birinci hadisin bazı rivayetlerinde “Bu kabirler, içinde bulunanlara
karanlıklarla doludur, Yüce Allah, benim namazlarını kılmamla oraları nurlandırır.”
şeklinde bir ilave yer almaktadır. Buhârî, bu kısmı râvilerden Sâbit b. Bünâne‟nin
ziyadesi kabul ettiğinden kendi rivayetine almamıştır.2457
D. Değerlendirme
Buhârî ve bu görüşte olanlar, mescitte görevli bir kişinin kabri başında Hz.
2454
Aynî, Hz. Peygamber‟in bu kişinin cenazesini kabri başında kılmasının bir sebebinin de bazılarının
o kişiyi önemsemediklerinden dolayı olabileceğini söyler. bk. Aynî, Umdetü‟l-kârî, VIII, 142.
2455
Buhârî, “Cenâiz”, 66, “Salât”, 72, 74; Müslim, “Cenâiz”, 71 (956); Ebû Dâvûd, “Cenâiz”, 67
(3203); ال َما َ ات يػَ ْوٍم فَػ َق ِِ ِ ِ
َ صلاى اللاوُ َعَلْيو َو َسلا َم مبَْوتو فَ َذ َكَرُه َذ ُّ ِات َوَملْ يػَ ْعلَ ْم الن
َ اِب
ِ ِ
ْ َع ْن أَِِب ُىَريْػَرَة َرض َي اللاوُ َعْنوُ أَ ان أ
َ َس َوَد َر ُج ًًل أ َْو ْامَرأًَة َكا َن يػَ ُق ُّم ال َْم ْسج َد فَ َم
صلاى َعلَْي ِو ِ ِ َ َول اللا ِو ق
ال أَفَ ًَل آ َذنْػتُ ُم ِوِن فَػ َقالُوا إِناوُ َكا َن َك َذا َوَك َذا ق ا ِ
َ َال فَ ُدلُّ ِوِن َعلَى قَػ ِْبه فَأَتَى قَػْبػَرُه ف
َ َال فَ َح َقُروا َشأْنَوُ ق
َ َصتُوُ ق َ ات يَا َر ُس َ اإلنْ َسا ُن قَالُوا َمِْ ك َ ;فَػ َع َل َذل
ِ ِّ٤َٔ ُ ْح٠َُِ َػَٚط َالط َ َِ أُ ُك ٍيْٛ َ أ٠َِ َػ٠َِّظ َ َْ آخ كَٞ٣ ََِّٓ َْ هَ ََ َؽَٝ ِٚ ٤ْ َِهللاُ َػ َّ ٠َِّط َّ ِػ َْٖ ُػ ْوزَشَ ْر ِٖ ػَخ ِٓ ٍَ أَ َّٕ حَُّ٘ز
2456
Buhârî, “Cenâiz”, 72;ض َ ٢
2457
Tehânevî, Ġ„lâü‟s-sünen, VIII, 285.
2458
Kettânî, Nazmü'l-mütenâsir mine'l-hadîsi'l-mütevâtir, s. 128.
387
Peygamber‟in cenaze namazı kılmasını esas kabul ederken Hanefîler bu ve benzeri
rivayetleri Hz. Peygamberin devlet başkanı vasfıyla kıldırdığını, devlet başkanı
vasfının da veliden önde geldiğini savunurlar.
Buhârî‟nin yukarıda Ukbe b. Âmir‟den rivayet ettiği “Nebî (s.a) bir gün çıktı
ve Uhud SavaĢında Ģehît olanlar üzerine namaz kıldı, sonra da minbere yöneldi.
(…)”2459 mealindeki hadis hakkında Hanefîlerden Serahsî, bunun hakikî namaz
olmadığını, belki dua manasına hamledilmesi gerektiğini söylemektedir. Fakat Aynî,
Serahsî‟nin bu tevilinin doğru olmadığını zira bu konuda nakledilen bir başka
rivayette “Hz. Peygamber, bir gün Medine haricine çıkarak, Uhud Ģehitleri üzerine,
(diğer) cenazelerde olduğu gibi namaz kıldı.” denildiğini haber vermektedir.
Hanefîler bu hadisi, Uhut‟ta şehit olan sahâbenin bedenlerinin çürümediği için Hz.
Peygamberin onların namazlarını kıldığı şeklinde tevil etmişlerdir.
2459
Buhârî, “Cenâiz”, 73.
388
SONUÇ
Tâbiîn döneminden itibaren belirginleşen ve daha çok ehl-i hadis ve ehl-i re‟y
diye anılan iki ilim muhiti arasındaki tartışmalar, hadislerin tedvini ve mezheplerin
teşekkülü yanında fıkhu‟l-hadis ilminin ortaya çıkmasında ciddi bir paya sahip
olmuştur. Bu tartışmaların oluşturduğu fikrî potansiyelin ilk kapsamlı ürünü olan İbn
Ebî Şeybe‟nin el-Musannef‟i kendisinden sonra gelenlere örneklik teşkil etmiştir.
Nitekim onun talebesi ve ehl-i hadisin önde gelen ismi İmam Buhârî, el-Câmi„ü‟s-
sahîh‟inde ve bazı özel risâlelerinde farklı bir üslûpla Ebû Hanîfe‟ye olan itirazlarını
yazıya geçirmiştir. Ehl-i re‟yin ve ehl-i hadisin iki otorite imamı Ebû Hanîfe ile
Buhârî arasındaki bu fıkhî ihtilaflar ilim ehli nezdinde her zaman merak uyandırmış
olup, tezimizde bunlar farklı bir yöntemle ele alınmıştır.
Araştırmamız sırasında ulaştığımız sonuçları ikinci bölümde ele alınan her bir
meselenin sonundaki “Değerlendirme” başlığında belirtmeye çalıştık. Şu hususların
altını çizerek bunların özünü vermeye çalışacağız:
Her şeyden önce belirtmek gerekir ki, aynı kaynak telakkisine sahip iki âlim
olan Ebû Hanîfe ve Buhârî‟nin (veya onlarla aynı görüşü paylaşan iki ilim muhitinin)
bazı meselelerde birbirine ters düşen görüşlere sahip olması -birinin kabul ettiği hadisi
diğerinin sahih saymaması gibi ihtimaller dikkate alındığında- yadırganacak bir sonuç
olmasa da, yaptığımız incelemeler genel olarak zıtlık bulunduğu bilinen birçok
meselede gerçekte zıtlığın olmadığını göstermiştir. Bir başka anlatımla, bir tarafın
sünnet olarak nitelediği fiilin diğer tarafça tahrimen mekruh düzeyinde
olumsuzlandığına dair örnekler iyi tahlil edildiğinde, esasen kerâhiyetin bu düzeyde
olmadığı görülmektedir. Bunun en önemli sebebi, ilk dönem Hanefî fıkhında
389
mükellefin tercihine kalmış (mubah), tenzihen mekruh veya gerekli değil şeklinde
nitelendirilen fiillerin bazı mülahazalarla zaman içinde bidat ve tahrimen mekruh
şeklinde nitelendirilmiş olmasıdır.
Öte yandan, özellikle günlük hayatta sürekli tekrar edilen ibadetlerle ilgili
meselelerde Hanefî mezhebinin başlangıçtan beri Kûfe‟de süregelen tatbikat üzerine
kurulu olduğu, buradaki uygulamaların da Hz. Peygamber‟in fiilî sünnetinin Abdullah
b. Mes„ud başta olmak üzere ilgili sahâbîler tarafından oraya taşınmış bulunduğu, bu
tür durumlarda Resûlullah‟ın gerek buradaki gerekse Medine‟deki uygulamalara
uygun fiillerinin müşahede edilmiş olduğu dikkate alınırsa iki âlim (ilim muhiti)
arasındaki ihtilâfın tabiî karşılanması gerekir.
Bir tarafın diğerinin esas aldığı hadisi sahih saymaması veya hadis kritiği
ölçütlerine göre kendi dayandığı hadise göre zayıf addetmesi yanında, bazen aynı
râviden olmak üzere bir konuda iki farklı rivayetin veya uygulamanın nakledildiği
durumların da önemli bir ihtilaf sebebi olduğu, bu hallerde nesih iddiası ileri
sürüldüğü takdirde ise nâsihin ispatı için gereken karinenin ortaya konmasının çoğu
zaman mümkün olmadığı görülmektedir.
390
Bazı müelliflerin Buhârî‟nin eserlerinde Ebû Hanîfe‟yi cerh etmesine ve
Hanefî imamlarından herhangi bir rivayette bulunmamasına, bazılarının da
Hanefîlerin yer yer râvileri sebebiyle tenkit edilen rivayetlerle istidlâlde
bulunmalarına dikkat çekmeleri, cerh ve ta„dîl kriterlerinin zaman zaman sübjektif bir
zeminde işletildiği ve bunun da münakaşaları tetikleyen sebeplerden biri olduğu
yönünde büyük ölçüde haklılık taşıyan bir îma içermektedir.
İbn Ebî Şeybe‟nin, Ebû Hanîfe‟ye pek çok yerde itiraz ettiği halde bazı
konularda Buhârî ile aynı düşünmediği, aksine Ebû Hanîfe ile aynı kanaati paylaştığı
tespit edilmiştir.
İkinci bölümde Hanefî âlimlerine ait görüşler, kronolojik sıralama içinde ele
alınırken, aynı mezhep içinde farklı tavırların gelişmesinde tarihî, coğrafî ve sosyo-
kültürel şartların önemli bir etkiye sahip olduğu, özellikle hadis ilminin yoğun
biçimde tedris edildiği Hindistan ve Pakistan gibi bölgelerde yetişen müteahhir Hanefî
âlimlerin, mütekaddim dönem âlimlerine nisbetle ihtilaflı meseleleri daha geniş bir
perspektiften ele aldıkları ve mükellefler açısından kolaylık yönü ağır basan
tercihlerde bulundukları, özelde Buhârî‟nin genelde muhaddislerin görüşüne
meylettikleri gözlenmiştir.
391
KAYNAKLAR
Ahmed b. Hanbel, Ebû Abdillâh Ahmed b. Muhammed eş-Şeybânî (v. 241/855), el-
Müsned (thk. Ahmed Muhammed Şâkir ve Hamza Ahmed ez-Zeyn), Dâru'l-
hadîs, Kahire 1416/1995.
392
------- Tezyînü‟l-ibâre li tahsîni‟l-iĢâre (thk. Osmân b. Cum„a Damîriyye), Dâru‟l-
furkân, Tâif 1410/1990.
Aynî, Ebû Muhammed Bedreddîn Mahmûd b. Ahmed b. Mûsâ el-Aynî (v. 855/1451),
Umdetü‟l-kârî‟ Ģerhü Sahîhi‟l-Buhârî, İdâretü‟t-tıbâati‟l-münîriyye, Kahire t.y.
------- ġerhü Kenzi‟d-dekâik (nşr. Nâim Eşref Nûr Ahmed), İdâretü'l-Kur'ân ve'l-
ulûmi'l-İslâmiyye, Karaçi 1424/2004.
393
Bâbertî, Ebû Abdullah Ekmeleddîn Muhammed b. Mahmûd b. Ahmed el-Hanefî (v.
786/1384), el-Ġnâye (Fethü‟l-kadîr Ģerhü‟l-Hidâye ile birlikte) (nşr. Mustafa
el-Bâbî el-Halebî), y.y. 1970.
------- et-Tehzîb fî fıkhi'l-imâm eĢ-ġâfiî (thk. Ali Muhammed Muavviz, Adil Ahmed
Abdülmevcûd), Dâru'l-kütübi'l-ilmiyye, Beyrut 1418/1997.
Berki, Ali Himmet (v. 1976/1385), Vakıflar, Cihan kütüphanesi, İstanbul 1940.
Beşşâr Avvâd Ma„rûf, Tahrîrü takrîbi tehzîb li'l-hâfız Ahmed b. Ali b. Hacer el-
Askalânî, Müessesetü'r-risâle, Beyrut 1417/1997.
Beyhakî, Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyin b. Ali (v. 458/1066), Ma„rifetü‟s-sünen ve'l-
âsâr (thr. Abdülmu„tî Emîn Kal„acî), Câmi„atü'd-dirâsâti'l-İslâmiyye, Karaçi
1991.
394
------- Delâilü'n-nübüvve ve ma'rifetu ahvâli sahibi'Ģ-Ģerî„a (thr. Abdülmu„tî Kal„acî),
Dâru'l-kütübi'l-ilmiyye, Beyrut 1985.
Bezzâr, Ebû Bekr Ahmed b. Amr b. Abdülhâlik el-Basrî el-Bezzâr (v. 292/905), el-
Bahrü'z-zehhâr (Müsnedü'l-Bezzâr) (thk. Mahfûzurrahmân Zeynüllah),
Mektebetü‟l-ulûm ve‟l-hikem, Medine 1415/1995.
Bilgen, Osman, Hadis‟te Tarih Tarih‟te Hadis : Hadis Rivayetlerininin Tarih Ġlmi
Açısından Değeri (Hz. Peygamber Dönemi), Işık akademi yay., İstanbul 2010.
------- Ref„u‟l-yedeyn fi's-salât (hmş. Bedî„uddîn Râşidî), Dâru İbn Hazm, Beyrut
1416/1996.
395
Cemâleddîn el-Kâsımî, Cemâleddîn Muhammed b. Muhammed Saîd (v. 1332/1914),
Hayâtü'l-Buhârî (thk. Mahmûd Arnaût), Dâru'n-nefâis, Beyrut 1992.
Cessâs, Ebû Bekr Muhammed b. Ali er-Râzî (v. 370/980), Ahkâmü‟l-Kur‟ân, Dâru‟l-
fikr, Beyrut 1993.
Cürcânî, Ebü'l-Hasen Seyyid Şerîf Ali b. Muhammed b. Ali el-Cürcânî (v. 816/1413),
et-Ta„rîfât, Ahmed Kamil matbaası, İstanbul 1909.
Çakan, İsmail Lütfi, Hadislerde Görülen Ġhtilaflar ve Çözüm Yolları, İSAV, İstanbul
1982.
Dârekutnî, Ebü'l-Hasen Ali b. Ömer b. Ahmed (v. 385/995), es-Sünen (thk. Abdullâh
Hâşim Yemânî el-Medenî), Dâru'l-ma„rife, Beyrut 1966.
Davudoğlu Ahmed (v. 1404/1983), Sahih-i Müslim Tercüme ve ġerhi, Sönmez Neş.,
İstanbul 1974.
396
Debûsî, Ebû Zeyd Abdullâh b. Muhammed b. Ömer b. İsâ (v. 430/1039), el-Esrâr
(Salim Özer, yayınlanmamış doktora tezi), Erciyes Üni. SBE., Kayseri 1997.
Ebû Dâvûd, Süleyman b. Eş„âs İshâk el-Ezdî es-Sicistânî (v. 275/889), es-Sünen (thk.
M. Adnân b. Yâsîn), Beyrut 1421/2000.
Ebû Ubeyd, Kâsım b. Sellâm el-Herevî el-Ezdî (v. 224/838), Kitâbü‟l-Emvâl (thk.
Muhammed Amare), Dâru'ş-şurûk, Kahire 1409/1989.
397
Ebû Ubeyde Meşhûr b. Hasan Âlü Selmân, Fıkhu‟l-cem‟ beyne‟s-salâteyn fi‟l-hadar
biuzri‟l-matar, Dâru İbn Hazm, Beyrut 1421/2000.
Ebû Yûsuf, Yakûb b. İbrâhim b. Habîb el-Ensârî el-Kûfî (v. 182/798), Kitâbü'l-âsâr
(tsh. Ebü'l-Vefâ), İhyâü'l-maârifi'n-nu'mâniyye, Kahire 1936.
------- Ġhtilâfü Ebî Hanîfe ve Ġbn Ebî Leylâ (thk. Ebü‟l-Vefâ el-Efgânî), Matbaatü‟l-
vefâ, Kahire 1357.
Elbânî, Muhammed Nâsırüddîn (v. 1999), Sahîhü Sünen-i Ġbn Mâce, Mektebetü‟t-
terbiyeti‟l-Arabî li-düveli‟l-Halîc, Riyad 1407/1986.
------- Sahîhü Sünen-i Ebî Dâvûd (iht. Muhammed Züheyr eş-Şâvîş), Mektebü't-
terbiyyeti'l-Arabî, Riyad 1989.
------- Da„îfu Sünen-i Ebî Dâvûd (nrş. Muhammed Züheyr eş-Şâvîş), el-Mektebü‟l-
İslâmî, Beyrut 1408/1988.
Erdoğan, Mehmet, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, Ensar Neş., İstanbul 2005.
398
------- Ġslâm Hukukunda Ahkâmın DeğiĢmesi, İFAV, İstanbul 1990.
Evzâî, Ebû Amr Abdurrahmân b. Amr b. Yumhid (v. 157/774), Sünenü'l-Evzâî (nşr.
Mervân Muhammed Şaâr), Dâru'n-Nefâis, Beyrut 1993.
399
Haskefî, Alaüddîn Muhammed b. Ali b. Muhammed ed-Dımaşkî el-Haskefî (v.
1088/1677), Dürrü'l-muhtâr fî Ģerhi tenvîri‟l-ebsâr (Reddü‟l-muhtâr ile
birlikte), (thk. Hüsameddîn b. Muhammed Sâlih Farfûr), Cem„iyyetü‟l-fethi‟l-
İslâmî, Dımaşk 1421/2000.
Hatîb el-Bağdâdî, Ebû Bekr Ahmed b. Ali b. Sâbit (v. 463/1071), Târîhu Bağdâd ev
Medîneti‟s-selâm, Dâru'l-kütübi'l-ilmiyye, Beyrut t.y.
Hatipoğlu, Haydar (v. 1995), Sünen-i Ġbn Mâce Tercemesi ve ġerhi, Kahraman yay.,
İstanbul 1983.
Hâzimî, Ebû Bekr Zeynüddîn Muhammed b. Mûsâ el-Hâzimî (v. 584/1188), el-Ġtibâr
fi'n-nâsih ve'l-mensûh mine'l-âsâr (thk. Abdülmu„tî Emîn Kal„acî), Dâru'l-
va„y, Haleb 1982.
Heytemî, Ebü'l-Abbâs Şehâbeddîn Ahmed İbn Hacer el-Heytemî (v. 974/1567), el-
Hayrâtü'l-hisân fî menâkıbi'l-Ġmâmi'l-A'zâm Ebî Hanîfe (thk. Halîl Muhyiddîn
el-Meys), Dâru'l-kütübi'l-ilmiyye, Beyrut 1983.
400
İbn Abdilber, Ebû Ömer Cemâleddîn Yûsuf b. Abdullah b. Muhammed Kurtubî en-
Nemerî, (v. 463/1071), et-Temhîd limâ fi'l-Muvatta‟i mine'l-meânî (thk. Saîd
Ahmed A„râb), Vizâretü‟l-evkâf ve‟ş-şüûni‟l-İslâmiyye, Titvân 1411/1991.
------- el-Ġstizkâr (thk. Abdülmu'ti Emîn Kal„acî), Dâru Kuteybe, Beyrut 1414/1993.
İbn Allân, Muhammed b. Ali b. Muhammed Allân el-Bekrî es-Sıddikî (v. 1057/1647),
el-Fütühâtü‟r-rabbâniyye ale'l-ezkâri'n-neveviyye, el-Mektebetü'l-İslâmiyye,
y.y., t.y.
İbn Balaban, Ebü'l-Hasan Alaeddîn Ali b. Balaban b. Abdullah (v. 739/1339), el-
Ġhsân fî takrîbi Sahîhi Ġbn Hibbân) (thk. Şuayb el-Arnaût), Müessesetü'r-risâle,
Beyrut 1406/1986.
İbn Battal, Ebü‟l-Hasen Ali Halef b. Abdülmelik (v. 449/1057), ġerhü Sahîhi‟l-Buhârî
(göz. geç. Ebû Temîm Yâsir b. İbrâhim), Mektebetü‟r-rüşd, Riyad 1420/2000.
İbn Ebî Şeybe, Ebû Bekr Abdullah b. Muhammed b. İbrâhim (v. 235/849), el-
Musannef fi'l-ehâdîs ve'l-âsâr (nşr. Saîd Lehhâm), Dâru'l-fikr, Beyrut 1994.
İbn Hacer, Ebü'l-Fazl Şehâbeddîn Ahmed İbn Hacer el-Askalânî (v. 852/1448),
Fethü'l-bârî bi-Ģerhi Sahîhi'l-Buhârî (thk. Abdülazîz b. Abdullâh b.
Abdurrahmân b. Bâz, Muhammed Fuâd Abdülbâkî, Muhibbüddîn el-Hatîb),
Dâru‟l-ma„rife, Beyrut t.y.
401
------- el-Hedyü‟s-sârî mukaddimetü Fethi'l-bârî bi-Ģerhi Sahîhî'l-Buhârî (göz. geç.
Taha Abdürrauf Sa'd, Mustafa Muhammed Hevârî, Seyyid Muhammed
Abdülmu„tî), Mecelletü‟l-külliyâti‟l-Ezheriyye, Kahire 1398/1978.
İbn Hazm, Ebû Muhammed b. Ali b. Ahmed b. Saîd ez-Zâhirî (v. 456/1064), el-
Muhallâ (thk. Ahmed Muhammed Şâkir), Dâru‟t-türâs, Kahire t.y.
İbn Hibbân, Ebû Hâtim Muhammed b. Hibbân b. Ahmed Büstî (v. 354/965), Kitâbü‟l-
Mecrûhîn mine‟l-muhaddisîn (thk. Hamdi b. Abdülmecîd b. İsmâil es-Selefî),
Dâru‟s-sumey„î, Riyad 1420/2000.
------- Sahîhü Ġbn Hibbân (İbn Balaban, el-Ġhsân fî takrîbi Sahîhi Ġbn Hibbân ile
birlikte) (thk. Şuayb el-Arnaût), Müessesetü'r-risâle, Beyrut 1406/1986.
İbn Hişâm, Ebû Muhammed Cemâleddîn Abdülmelik İbn Hişâm (v. 213/828),
Sîretü‟n-nebî (göz. geç. Muhammed Abdülhamîd), Dâru'l-fikr, Beyrut t.y.
İbn Hişâm el-Ensârî, Ebû Muhammed Cemâleddîn Abdullah b. Yûsuf en-Nahvî (v.
761/1360), Evdahü'l-mesâlik ilâ Elfiyyeti Ġbn Mâlik (thk. Muhammed
Muhyiddîn Abdülhamîd), Dâru ihyâi‟t-türâsi‟l-Arabî, Beyrut 1980.
402
İbn Kayyim el-Cevziyye, Ebû Abdullah Şemseddîn Muhammed (v. 751/1350), el-
Menâru‟l-münîf fi‟s-sahîh ve‟d-da„îf (thk. Abdülfettâh Ebû Gudde),
Mektebetü'l-matbûâti'l-İslâmiyye, Beyrut 1983.
İbn Mâce, Ebû Abdillah Muhammed b. Yezid el-Kazvînî (v. 273/887), es-Sünen,
İstanbul 1981.
İbn Nüceym Siracüddîn, Ömer b. İbrâhim b. Muhammed el-Mısrî (v. 1005/1596), en-
Nehrü‟l-fâik Ģerhü Kenzi‟d-dekâik (thk. Ahmed İzzu İnâye ed-Dımaşkî),
Dâru‟l-kütübi‟l-ilmiyye, Beyrut 1422/2002.
403
------- el-Beyân ve't-tahsîl (thk. Muhammed Haccî), Dâru'l-garbi'l-İslâmî, Beyrut
1984.
İbn Sa„d, Ebû Abdullâh Muhammed b. Sa„d b. Meni' Zührî (v. 230/845), et-Tabakât
(Kitâbü't-Tabakâti'l-kebîr:et-Tabakâtü‟l-kübrâ) (thk. Ali Muhammed Ömer),
Mektebetü‟l-hancî, Kahire 1421/2001.
İbn Şâs, Ebû Muhammed Celâlüddîn Abdullah b. Muhammed b. Necm (v. 616/1219),
Ikdü'l-cevâhiri's-semîne fî mezhebi alemi'l-Medîne (thk. Muhammed Ebü'l-
Ecfân, Abdülhâfız Mansûr), Mecma„ü‟l-fıkhi‟l-İslâmî, Beyrut 1415/1995.
404
İbnü‟d-Dehhân, Ebû Şücâ„ Fahreddîn Muhammed b. Ali b. Şuayb (v. 590/1194),
Takvîmü‟n-nazar fî mesâili hilâfiyye zâi„a fî nübezi mezhebiyye en-nâfi„a (thk.
Eymen Nasreddîn el-Ezherî), Dâru'l-kütübi'l-ilmiyye, Beyrut 2001/1421.
405
İtkânî, Kıvâmüddîn Emîr Kâtib b. Emîr Ömer el-Fârâbî el-İtkânî (v. 758/1357),
Gâyetü‟l-beyân, Süleymaniye Ktp., Fatih, nr. 2269.
İzmirli İbrahim Hakkı (v. 1946), Meâni-yi Kur‟ân, Milli matbaa, İstanbul 1343/1927.
Kâdî Beydâvî, Ebû Saîd Nâsırüddîn Abdullah b. Ömer b. Muhammed Beyzâvî (v.
685/1286), el-Gâyetü‟l-kusvâ fî dirâyeti'l-fetvâ (thk. Ali Muhyiddîn Ali el-
Karadâğî), Dâru'n-nasr, y.y. t.y.
Karaman, Hayrettin vd., Ġslâm Hukukuna Göre AlıĢ VeriĢte Vade Farkı ve Kar Haddi,
İslâmi İlimler Araştırma Vakfı, İstanbul 1990.
406
Karâfî, Ebü'l-Abbâs Şehâbüddîn Ahmed b. İdrîs b. Abdürrahîm Karâfî (v. 684/1285),
ez-Zahîre : el-mukaddemât ve kitâbü't-tahâre, Vizâretü'l-evkâf ve'ş-şuûni‟l-
İslâmiyye, Kuveyt 1402/1982.
Keşmîrî, Muhammed Enver Şâh b. Muazzam Şâh Keşmîrî (v. 1352/1933), Feyzu‟l-
bârî, el-Mektebetü‟r-reşîdiyye, Karaçi t.y.
Kettânî, Ebû Ca„fer, Ebû Abdullah Muhammed b. Ca„fer b. İdris el-Kettânî (v.
1345/1927), Nazmü'l-mütenâsir mine'l-hadîsi'l-mütevâtir, Dâru'l-kütübi'l-
ilmiyye, Beyrut 1983.
407
Kevserî, Muhammed Zâhid b. el-Hasan b. Ali Zâhid el-Kevserî (v. 1371/1952),
Te‟nîbü‟l-Hatîb alâ mâ sâkahu fî Ebî Hanîfe mine'l-ekâzib, y.y., 1990.
Koçkuzu, Ali Osman, Hadiste Nâsih Mensûh Meselesi, İFAV, İstanbul 1985.
408
Kurtubî, Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed b. Ebî Bekr el-Kurtubî (v. 671/1273),
el-Câmi' li-ahkâmi'l-Kur'ân (thk. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî)
Müessesetü‟r-risâle, Beyrut 1427/2006.
409
Mâlik b. Enes, Ebû Abdullah el-Asbahî el-Himyerî (v. 179/795), el-Muvatta‟ (Yahyâ
b. Yahyâ rivayeti), Dârü'l-kütübi'l-ilmiyye, Beyrut t.y.
Merğînânî, Ebü'l-Hasan Burhâneddîn Ali b. Ebî Bekr el-Merğînânî (v. 593/1197), el-
Hidâye Ģerhü Bidâyeti‟l-mübtedî (thk. Muhammed Muhammed Tâmir, Hâfız
Aşûr Hâfız), Dârü‟s-selâm, Kahire 1420/2000.
Miras, Kamil, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve ġerhi, DİB,
Ankara 1985.
410
Muhammed Avvâme, Eserü'l-hadisi'Ģ-Ģerîf fi'l-ihtirâfi'l-eimmeti'l-fukahâ, Dâru's-
Selâm, Kahire 1987.
Mûsâ b. Ali b. Muhammed el-Emîr, Câbir b. Abdillah ve fıkhuh, Dâru İbn Hazm,
Beyrut 1421/2000.
411
Müslim, Ebü'l-Hüseyin el-Kuşeyrî en-Nisâburî Müslim b. el-Haccâc (v. 261/875),
Sahîh-i Müslim, Dâru't-tıbâati‟l-Âmire, Kahire 1329.
------ el-Künâ ve'l-esmâ (thk. Ebî Süfyân Yâsir b.Memduh el-İsmâilî), el-Fâruku‟l-
hadîse, Kahire 1432/2011.
Müzenî, Ebû İbrâhîm İsmâil b. Yahyâ b. İsmâil eş-Şâfiî el-Müzenî (v. 264/878),
Muhtasarü‟l-Müzenî fî furûi‟Ģ-ġâfiiyye (nşr. Muhammed Abdülkâdir Şâhin),
Dâru‟l-kütübi‟l-ilmiyye, Beyrut 1419/1998.
Nesâî, Ebû Abdurrahmân Ahmed b. Ali b. Şuayb (v. 303/915), Sünenü'n-Nesâî, el-
Matbaatü'l-meymeniyye, Kahire 1312.
Nesefî, Ebû Hafs Necmeddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî (v. 537/1142),
Tılbetü't-talebe fi'l-ıstılâhâti'l-fıkhiyye (nşr. Hâlid Abdurrahmân Ak), Dâru'n-
nefâis, Beyrut 1416/1995.
Nevevî, Ebû Zekeriyyâ Muhyiddîn Yahyâ b. Şeref en-Nevevî (v. 676/1277), el-
Mecmû„ Ģerhü'l-Mühezzeb, Dâru'l-fikr, Beyrut t.y.
412
------- Hulâsatü‟l-ahkâm fî mühimmâti's-sünen ve kavâ„idi'l-Ġslâm (thk. Hüseyin
İsmâil Cemâl), Müessesetü'r-risâle, Beyrut 1418/1997.
Osmanlı Hukûk-i Aile Kararnâmesi (nşr. Orhan Çeker), Mehir Vakfı, Konya t.y.
413
Sahnûn, Abdüsselâm b. Saîd et-Tenûhî (v. 240/854), el-Müdevvenetü'l-kübrâ, Dâru
sâdır, Beyrut 1905.
San„ânî, Ebû İbrâhîm İzzeddîn Muhammed b. İsmâil Emîr es-San'ânî (v. 1182/1768),
Sübülü's-selâm Ģerhü Bülüğü'l-merâm min cem„i edilleti'l-ahkâm (tsh. Fevvâz
Ahmed ez-Zemerlî, İbrâhim Muhammed Cemel), Dâru'l-kitâbi'l-Arabi, Beyrut
1412/1991.
Siğnâkî, Hüsâmeddîn Hüseyin b. Ali b. Haccâc es- Siğnâkî (v. 711/1311), Kitâbü‟l-
vâfî fî usûli‟l-fıkh (thk. Ahmed Muhammed Mahmûd Yemânî), Dâru‟l-Kâhire,
Kahire 2003.
414
Subhî es-Sâlih, Hadis Ġlimleri ve Hadis Istılahları (trc. M. Yaşar Kandemir), DİB
yay., Ankara 1986.
Şâfiî, Ebû Abdullah Muhammed b. İdrîs b. Abbâs eş-Şâfiî (v. 204/820), el-Ümm (thk.
Ali Muhammed vd.), Dâru ihyâi‟t-türâsi‟l-Arabî, Beyrut 1422/2001.
Şahyar, Ataullah, Ehl-i Hadis ve Ehl-i Re‟y Ġhtilafları (İbn Ebî Şeybe ve Ebû Hanîfe
Örneği), Akdem yay., İstanbul 2011.
Şâtıbî Ebû İshâk İbrâhim b. Mûsâ b. Muhammed eş-Şâtıbî (v. 790/1388), el-Ġ„tisâm,
Dâru‟l-ma„rife, Beyrut 1420/2000.
Şeybânî, Muhammed b. Hasanb. Ferkad eş-Şeybânî (v. 189/805), el-Asl (tsh. Ebü'l-
Vefâ Afgânî), Âlemü'l-kütüb, Beyrut 1410/1990.
415
------- el-Asl, Süleymaniye Kütüphanesi, Murad Molla, 1040.
------- el-Asl (thk. Mehmet Boynukalın), Dâru İbn Hazm, Beyrut 1433/2012.
------- el-Hücce alâ ehli'l-Medîne (tsh. Mehdî Hasan Kîlânî Kâdirî), Âlemü'l-kütüb,
Beyrut 1403/1983.
Şîrâzî, Ebû İshâk Cemâleddîn İbrâhîm b. Ali b. Yûsuf (v. 476/1083), el-Mühezzeb fî
fıkhi'l-Ġmâm eĢ-ġâfiî (thk. Muhammed Zuhaylî), Dâru'l-kalem, Dımaşk
1416/1996.
Taberî, Ebû Ca„fer b. Cerîr Muhammed b. Cerîr b. Yezîd et-Taberî (v. 310/923),
Tehzîbü'l-âsâr: Müsnedü Abdillâh b. Abbâs (thk. Mahmûd Muhammed Şâkir),
Matbaatü'l-medenî, Kahire 1982.
416
Tahâvî, Ebû Ca„fer Ahmed b. Muhammed b. Selâmet el-Ezdî et-Tahâvî (v. 321/933),
Muhtasaru Ġhtilâfi‟l-ulemâ (thk. Abdullâh Nezîr Ahmed), Dâru'l-beşâiri'l-
İslâmiyye, Beyrut 1416/1995.
Ukaylî, Ebû Ca„fer Muhammed b. Amr b. Mûsâ b. Hammâd el-Ukaylî (v. 322/934),
ed-Duafâu‟l-kebîr (thk. Abdülmu„tî Emîn Kal„acî), Dâru'l-kütübi'l-ilmiyye,
Beyrut 1404/1984.
417
Ukberî, Ebü‟l-Mevâhib Hüseyin b. Muhammed el-Ukberî, Ruusü‟l-mesâili‟l-hilâfiyye
beyne cumhuri‟l-fukahâ (thk. Hâlid b. Sa„d el-Haşlân), Dâru işbiliyyâ, Riyad
2001/1421.
Ünal, İsmail Hakkı, Ġmam Ebû Hanîfe‟nin Hadis AnlayıĢı ve Hanefî Mezhebinin
Hadis Metodu (yayınlanmamıĢ doktora tezi), Ankara Üni. SBE., Tefsir-Hadis
Anabilim Dalı, Ankara 1989.
Yazır, Hamdi, Hak Dini Kur‟ân Dili, Eser neş., İstanbul 1979.
------- el-KâĢif fî ma'rifeti men lehü rivâye fi'l-kütübi's-sitte (thr. Ahmed Muhammed
Nemr Hatîb, Muhammed Avvâme), Dâru'l-kıble, Cidde 1992.
418
------- el-Muğnî fi‟d-duafâ (thk. Nureddîn Itr), Dâru'l-ma„ârif, Haleb 1971.
419
Zeylaî, Ebû Muhammed Cemâleddîn Abdullâh b. Yûsuf b. Muhammed ez-Zeylaî (v.
762/1360), Nasbu‟r-râye li-ehâdîsi'l-Hidâye, el-Mektebetü'l-İslâmiyye, y.y.
1393/1973.
420