Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 62

Bir tasfiye uğruna Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük ve en hain terör olayı;

çok üst düzey komutanların devletlerine ve milletlerine ihanet pahasına,


300 kişinin öldürülmesi, binlerce vatandaşımızın yaralanması pahasına;
bilerek ve isteyerek, öncesinde, esnasında ve sonrasında sayısız hile, tuzak
ve kasıtla gerçekleştirildi.

15 TEMMUZ SÜRECİNDE
DONANMA ÇAPINDA
NELER YAŞANDI?

Bir pusu, ihanet, biat, nefret ve vahşet sarmalı…

Deniz Mert
15 Temmuz Sürecinde
Donanma Çapında Neler Yaşandı?

- 1/61 -
İçindekiler

ÖZET .............................................................................................................. 3

1. ÖN BİLGİLENDİRME ............................................................................... 7

2. ÖNCESİ (TUZAK HAZIRLIĞI) .................................................................. 9


2.1. Topkapı Sarayı’nda Yapılan Arz ..................................................... 10
2.2. G Günü Öncesindeki Dikkat Çeken Görüşme ve Toplantı ................ 17
2.3. Deniz Lisesi Törenleri Görev Grubu ............................................... 19

3. G GÜNÜ (GEMİLERİ DENİZE HEP BİRLİKTE ÇIKARIP TUZAĞA ÇEKEREK


“SOBELEME”) .............................................................................................. 23
3.1. Donanma Çapında SABKOR Durumunun Yükseltilmesi ................... 25
3.2. Pusuya Yatıp “Fotoğraf çekme” .................................................... 27
3.3. İletişimde ve Emir/Bilgi Vermede Seçmececilik ve “HTS Analiz Raporu” 34
3.4. Beklet!.. Pasifize et!.. Ve infaz et!.. ............................................... 45
3.5. “Yem” Mesajla Gemileri Ateş Altına Atma ...................................... 48
3.6. Atraksiyonlar (Zamanında reaksiyon gösterilmesini engelleyip sonra şov
yapma eylemleri) ................................................................................ 56

4. SONRASI (SEÇMECECİLİK ve LİNÇ) ..................................................... 58

5. SONUÇ ................................................................................................... 60

- 2/61 -
ÖZET
15 Temmuz’un, ülkeyi ve TSK’yı yeniden dizayn etmek için hazırlanmış kontrollü bir
darbe senaryosu olduğu, o gece öldürülen 300 civarındaki vatandaşımızın, 3000
civarındaki yaralanan insanımızın bu senaryoya kurban edildikleri artık ortaya çıktı.

Olayların hemen sonrasında medyada başlatılan yoğun kara propaganda, sistematik


karalamalar, tutuklananlarla iletişime engel olunması, işkence altında imzalatılan
yalanlarla dolu ifadeler, düzmece bilirkişi raporları, iftiralar ve yaşatılan travmaların
oluşturduğu atmosferle; anne-baba çocuğundan, eşler birbirinden, yıllarca birlikte
çalışmış askerler ise silah arkadaşlarından şüphe eder hale getirildi, ciddi bir paranoya
ortamı oluşturuldu.

Zaten stratejik azmettiricilerin tasarlayıp hayata geçirdiği senaryo doğrultusunda


oynanan oyunun en önemli hedeflerinden biri de TSK içindeki birlik ve beraberlik
ruhunu yok etmekti. Şüphesiz gerçek bilgiye ulaşmanın imkansız olduğu böyle bir
ortamda doğru muhakemeyi yapıp kimin haklı kimin haksız olduğunu anlamak da
neredeyse imkansızdı.

Tüm bunlara rağmen gerçeklerin eninde sonunda ortaya çıkmak gibi bir değişmez
karakteri vardı ve 15 Temmuz sürecinin stratejik azmettiricileri bir hata yaptılar: Tüm
gerçekleri her yerde saklarlarken, 2500 civarında kişinin bilgi alma ve ifade
tutanaklarını, gemilerin jurnallerini, seyir plotlarını (gemilerin denizdeki hareket
izlerinin haritada gösterimi) Donanma İddianamesinin eklerine koydular ve gerçekler
de bu belgelerde ortaya çıktı.

Bir yandan da, yapılan tüm baskı ve zorlamalara rağmen, hayatında yalana yer
olmayan bu ülkenin asil, cesur ve erdemli askerleri duruşmalarda gerçekleri haykırarak
oynanan oyunları bir bir ortaya çıkarmaya başladı.

Artık mızrak çuvala sığmadığından medya da duruşmalara olan ilgisini iyice azalttı.
Ülkeyi yönetenler ise gerçeklerin daha fazla ortaya çıkmaması için yargılamaları
hızlandırıp, sanıklara gerçek deliller ile kendilerini savunma imkanı vermeden Sahil
Güvenlik Karargahı davasında olduğu gibi bir an önce kendi çıkarlarına uygun kararların
alınmasını sağlamaya çalışıyor.

Bu çalışmanın amaçlarından en önemlisi gerçeklerin ortaya çıkarılması maksadıyla


yaşanan olayların somut delillerle ortaya konulması, belgelerde yer alan verilerin
Dz.K.K.lığı personelinin sahip olduğu mesleki bilgi, askeri teamüller ve kanunlara
uygunluk çerçevesinde gerçeklerden taraf olarak yorumlanması, olayların gerçek
bilirkişiler gözü ile değerlendirilmesi ve sonuçta, 15 Temmuz'dan günümüze
dezenformasyondan ve kara propagandadan kafası karışan TSK mensuplarının
ailelerine, onların yanında iradesini art niyetli kimselere teslim etmemiş objektif

- 3/61 -
düşünebilen vatandaşlarımıza ve
ülkemizin aydınlarına olayları
doğru değerlendirebilmeleri için
bir fırsat sunmaktır.

Şüphesiz tarafsız düşünebilen,


muhakeme yeteneğini
kaybetmeyen, akla, mantığa ve
somut verilere değer veren
herkesin önlerine deliller,
belgeler konulduğunda doğru
soruları doğru kişilere sorarak
doğru sonuçlara ulaşılabilmesi
mümkün olacaktır.

Çalışmanın birinci bölümünde


15-16 Temmuz tarihlerinde
yaşanan olayların daha iyi
anlaşılabilmesi için, olaylarda yer
alan kişiler, bu kişilerin görev
yerleri, emir komuta zinciri içinde
birbirlerine göre durumları ve olayların yaşandığı tarih itibarıyla yetki durumları (izinde,
görevde, vekil vb.) açıklanmıştır.

İkinci bölümde Donanma Komutanlığı'nda 15-16 Temmuz günü yaşananlara


doğrudan veya dolaylı olarak sebep olan 3 ayrı olaydan bahsedilmiştir. Kontrollü darbe
öncesinde bazı siyasi aktörlerin, askerlerin ve önemli kurumların yöneticilerinin
yaşanacaklardan haberdar olduğu ifade edilmiş, bu kişilerin masum insanları tuzağa
düşürmek için ne gibi planlamalar yaptığına örnekler verilmiştir.

Çalışmanın esasını oluşturan üçüncü bölümde kapsamlı şekilde bir kısım personelin
tuzaklara çekilebilmesi için gemilerin nasıl ortakça denize çıkarıldığı açıklanmıştır.

Bu kapsamda;

- Tuzağın fark edilmemesi için sadece hedefteki gemilerin değil, tüm gemilerin seyre
kaldırılması,

- Donanma Komutanlığı'nda SABKOR durumunun şu anda suçlanan personel


tarafından değil, Yalçın Payal isimli Amiral tarafından yükseltilmesi ve bu faaliyetin
raporlarda örtbas edilmesi,

- Kontrollü darbe senaryosunu başarıyla uygulayanlar tarafından, askeri refleksle ve


görev bilinciyle verilen emirlere uyanların “darbeci” ilan edilmesi, senaryodan haberi

- 4/61 -
olmayan ama kendilerine yakın kabul ettikleri kişilerin özel kapalı çevrim telefonlar
üzerinden yönlendirilerek olayların dışında tutulması,

- Önceden yapılan fişlemelerin bir sonucu olarak iletişimde ve emir/bilgi vermede


personel arasında ayrımcılık yapılması,

- Kontrollü darbeyi gerçekleştirenlerin personel fişlemeleri ve ardından da tüm askeri


personele kurdukları pusu neticesinde işlettikleri senaryo ile bölücülük ve vatana
ihanet suçlarını işledikleri,

- Emir komuta zincirindeki yetkili komutanlara ulaşamayan fişlenmiş personelin birbiri


ile konuşmaya sevk edilmesi ve ortaya çıkan "HTS kaydı" verilerinin bir iftira
argümanı olarak kullanılması,

- Kontrollü darbeyi yönetmek için Aksaz’da bulunan TCG GELİBOLU’da bir “Tuzak
Yönetim Merkezi” tesis edilmesi,

- Direktif/emir alabilen ve alamayan personelin durumu ve yetkili komutanlardan emir


alabilmek için verilen mücadele,

- Beklet, pasifize et ve infaz et süreçlerinin işletilişi,

- “Yem” mesajlarla gemilerin ve personelinin ateş altına alınmak üzere nasıl pusuya
düşürülmeye çalışıldığı,

- Amirallerin “kim darbeci, kim değil testi” gerçekleştirirken aslında kurguyu önceden
bildiklerini itiraf eder şekilde yakayı ele vermeleri,

- Kontrollü darbeyi gerçekleştirenlerin kendilerini kahraman, görevini yapanları


darbeci göstermek için yaptıkları atraksiyonlar,

ayrıntıları ile iddianame, resmi belge ve ifade tutanaklarından verilen örneklerle


incelenmiştir.

Dördüncü bölümde önce fişlenip sonra da infaz edilen personelin nasıl adli ve idari
linçe tabi tutulduğu anlatılmıştır.

Kontrollü darbeyi gerçekleştiren “stratejik azmettiriciler” tarafından askerî sahada


kurulan tuzaklar hedeflerine ulaştıktan sonra, masum TSK personeli adliye ve idarenin
ortaklaşa hak ve hukuk tecavüzleri ile karşı karşıya kalmıştır. Bunlar o kadar şiddetli,
çabuk ve yüksek sesle yapılmıştır ki kimse muhalif bir imada, eylemde ya da en ufak
bir söylemde dahi bulunamamıştır.

İtibarsızlaştırma ve sosyal linçin şiddetinden eşler kocalarından, çocuklar babalarından,


ana-babalar yavrularından, akrabalar kardeşlerinden şüphelenir hale gelmiştir.

- 5/61 -
Buna karşılık kendilerine pusu kuran silah arkadaşları ve komutanları da ajitasyon,
yalan beyan, gerçeğe aykırı ifadeler, tutarsız ve sahte belgelerle kahramanlaştırılmıştır.

Bugün daha iyi anlaşılıyor ki, tüm süreç iftira ve gerçeğe aykırı beyanlar üzerinden
yönetildi. Bu beyanlar yazılı hale getirilip resmi makamları ele geçirenlerce evrak
formatında savcılıklara gönderilince, resmi belge muamelesi gördüler. Halbuki yazılı da
olsalar sadece beyandı, delil değildi ve hazırlayanlar da o gece kontrollü darbeyi
yönetenlerdi.

Sonuç olarak bir tasfiye uğruna Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük ve en hain terör
olayı bir kontrollü darbe formatında, çok üst düzey komutanların devletine ve milletine
ihaneti pahasına, 300 kişinin öldürülmesi, binlerce vatandaşımızın yaralanması
pahasına; bilerek ve isteyerek, öncesinde, esnasında ve sonrasında sayısız hile, tuzak
ve kasıtla gerçekleştirildi.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin genlerine müdahale edilerek menfaatçilik, pusuculuk,


bireylere odaklı itaat, değerler yerine menfaatler doğrultusunda hareket, masum
kişilerin kendilerini aşıp çocuklarına varan bir nefret ve vahşet ikame edildi.

Çok önceden hazırlanan infaz listeleri savcılıklara verilip masum askerler tutuklatıldı.
Bu savcıların, Donanma Komutanlığının verdiği infaz listeleri doğrultusunda başlattıkları
soruşturmalar ve Cihat Yaycı’nın geliştirdiği başka kriterler bahane edilerek bu askerler
memuriyetten ihraç edildiler.

Deniz Kuvvetleri’nin kendisinin verdiği infaz listeleri üzerinden soruşturma açılıp


soruşturma nedeniyle ihraçlar yapılıp ardından da iddianamede “ihraç edilmiştir”
diyerek bir hukuksuzluk kısır döngüsü üzerine adli yaptırımlar devam etti.

Kısaca, Türk Deniz Kuvvetleri’nin komutanları yaptıkları haince bir pusu planıyla masum
askerleri pusuya düşürmüşlerdi. Tam bir vatana ihanet örneğiydi.

Hakimler ve savcılar da, gözlerinin önündeki 2500 civarındaki kişinin ifadeleri, yüzlerce
sayfalık askeri belgeler, dilekçeler, pusuyu itiraf eden yüzlerce sayfalık beyanlar ortada
olmasına rağmen Türkiye’deki bu linç atmosferinde vatan hainliği yapan komutanlarla
birlikte hareket ettiler. Tarafsız ve adalet terazisini esas alan objektif ve tutarlı bir
yaklaşımla bakabilen herkesin aklının ve vicdanının kabul edeceği gibi hain darbe
girişimi ile ilgili gerçeklerin ortaya çıkmasını istemeyenler, şu anda Türkiye’deki hakim
güçler ve onlardan emir alan yasal görünümlü ama illegal kanun tanımazlardır.

Ama kanunsuzluk ve hukuksuzluk sonsuza dek sürmeyecektir!..

- 6/61 -
1. ÖN BİLGİLENDİRME
Çalışmada anlatılacak olaylar sivil hayata uzak, askeri doktrin ve terminoloji içinde bile
kendine has olan bahriye lisanı ve deniz doktrinine ait kelimelerle anlatılmıştır. Bundan
dolayı çalışmada adı geçen kişiler, görevleri, yetkileri ile ilgili kısa ve basit bir
bilgilendirme yapılacaktır.

O gece gemilere kumanda etme yetkisine sahip olan makamlarda bulunan subaylar
aşağıdaki şekilde gösterilmiştir.

Buna göre denizdeki gemilere komuta etme yetkisi olan üst komutanlar/komodorlar
aşağıdaki subaylardır:

- Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Recep Bülent Bostanoğlu

- Donanma Komutanı Oramiral Veysel Kösele

- Harp Filosu Tümamiral Ahmet İskender Yıldırım

- Kuzey Görev Grup Komutanı Tuğamiral Ayhan Bay

- Batı Görev Grup Komutanı Tuğamiral Yaşar Çamur (Bu çalışmada hakkında
değerlendirme yapılmamıştır.)

- Güney Görev Grup Komutanı Tuğamiral Nazmi Ekici (Kendisi yıllık izinde olduğundan
yerine Dz. Kur. Kd. Alb. Aykar Tekin vekalet etmektedir.)

- 2’nci Hücumbot Filotillası Komodoru Dz. Kur. Kd. Alb. Levent Kerim Uça.

- 5’inci Muhrip Filotillası Komodoru Dz. Kur. Kd. Alb. Önder Öngör.

- Akdeniz Kalkanı Harekatı (AKH) Komodoru Dz. Kur. Kd. Alb. Sebahattin Çoruk.

Ayrıca yetkisi olmadığı halde komutaya müdahale eden subaylar vardır:

- Tuğamiral Yalçın Payal (Donanma Kurmay Başkanı’dır, sadece Donanma


Karargahı’nın amiridir, denizdeki birlikler üzerinde hiçbir yetkisi yoktur.)

- Tuğamiral İ. Özdem Koçer (Karamürselbey Eğitim Merkezi Komutanı’dır, denizdeki


birlikler üzerinde hiçbir yetkisi yoktur.)

- Dz. Kur. Kd. Alb. Haluk Baybaş (1’inci Muhrip Filotillası Komodoru’dur, senelik
izindedir, yasal olarak denizdeki birlikler üzerinde yetkisi yoktur.)

- Dz. Bnb. Berke Uraz (Aksaz’da konuşlu bir hücumbotun komutanıdır, denizdeki
birlikler üzerinde hiçbir yetkisi yoktur.)

- 7/61 -
Şekil 1 15-16 Temmuz gecesi gemiler üzerinde yetkisi olup olmama açısından yürürlükteki teşkilat şemasının
örnek bir kısmı.

- 8/61 -
2. ÖNCESİ (TUZAK HAZIRLIĞI)
15 Temmuz’un, ülkeyi ve TSK’yı yeniden dizayn etmek, asker özelinde hedefe konulan
TSK personelini tuzağa çekip itibarsızlaştırarak tasfiye edebilmek için hazırlanmış
kontrollü bir darbe senaryosu olduğu artık ortaya çıkmıştır.

Önceden tasarlanmış bu hain kontrollü darbe formatındaki terör olayı üzerine de 16


Temmuz 2016 sabah saatlerinden itibaren yeni bir Türkiye dizayn edilmiştir.

Bu çalışma, senaryonun sadece Donanma Komutanlığı bölümünde yaşananlara ışık


tutmak maksadıyla hazırlanmıştır.

Gerçekte neler olup bittiği hakkında fikir sahibi olabilmek için, 15 Temmuz olayları
öncesindeki dikkat çekici birçok vakadan sadece 3 tanesini hatırlamak bile yeterlidir.

Bu vakaların özelliği; 15 Temmuz’da yaşanan cinayet, bombalama, yaralama, mala


zarar verme eylemlerinin -birtakım ihmallerin ürünü değil- devletin ve devlet erkini
temsil eden kurumların başları pozisyonundaki kişilerin bilinçli ve kasıtlı tercihlerinin
birer parçası olduğunu ispat etmeleridir.

Bu kasıtlı tercih neticesinde gerçekleşen eylemlerin sonucu 300 civarında hayatını


kaybeden insan, 3000 civarında yaralanan insan ve milyonlarca liralık maddi hasar
olmuştur. Zincirleme sosyolojik sonuçlar (toplumun çeşitli gruplar şeklinde bölünmüş
olması, milli birlik-beraberliğin yok edilip yerine fanatik bir nefret motivasyonlu
birlikteliğin alması vb) bu çalışmanın dışında tutulmuştur.

Sosyolojik sonuçlara ilişkin olarak kısaca şu tespitte bulunmak mümkündür:


15 Temmuz sonrasında, özellikle kurmay subaylar başta olmak üzere, donanımlı ve
erdemli personel tasfiye edilmiş ve tek motivasyonu “nefret ve menfaat” olan bir kısım
kişiler kritik konumlara yerleştirilerek Türk Silahlı Kuvvetleri ve Türkiye Cumhuriyeti
kasten ve bilerek medeni dünyadan ve medeni değerlerden uzaklaştırılmış,
itibarsızlaştırılmış, güçsüzleştirilmiştir.

Bu metin, olayları sadece Deniz Kuvvetleri perspektifinden ele aldığı için MİT Müsteşarı,
diğer Kuvvet Komutanları, Özel Kuvvetler Komutanı ve diğer kamu kurum başlarının
hareketlerine değinilmemiştir.

• 15 Temmuz’da gerçekleşeceklerin Cumhurbaşkanı’na 1 aydan fazla bir süre


önce arz edilmesi ama Cumhurbaşkanı’nın, “Allah’ın lütfu” olarak gördüğü bu
günün yaşanmaması için hiçbir adım atmaması.

• O günün öğlen saatlerinde Recep Bülent Bostanoğlu ve Veysel Kösele’nin


Heybeliada’da, plan dışı ve özel bir toplantı yapması.

- 9/61 -
• O gün yapılan Deniz Lisesi Mezuniyet Töreni’ne iştiraki planlı gemilerin dikkat
çekici durumu.

Bu hazırlıkların ardından; Deniz Kuvvetlerinde bir grup askeri personel “kapalı çevrim”
işletip ortak hareket ederek, tuzaktan habersiz diğer silah arkadaşlarını birliklerine veya
birlikleri ile denize çekmeye çalışmış, tuzağı bilmelerine rağmen bilmeyenlerle
paylaşmamış, belli bir saatten sonra da gürültülü bir şekilde atraksiyon formatında
darbe karşıtı eylem ve söylemlerde bulunmuşlardır.

2.1. Topkapı Sarayı’nda Yapılan Arz


Müyesser Yıldız imzasıyla 13 Ağustos 2017 tarihinde basında bir haber yer aldı.1

Belge 1 Hüseyin Gürlerin TEM Ş.Md.lüğünde verdiği hayati bilgileri içeren Bilgi Alma İfade Tutanağı’nın ilk
sayfası

Bu habere göre Deniz Astsubayı Hüseyin Gürler 2 Eylül 2016'da Terörle Mücadele
Şubesi'nde verdiği ifadede şunları söyledi:

“Edindiğim tüm bilgi ve belgeleri 2 yıl önce kendisi ile tanıştığım, Ankara GATA'da
görev yapmakta olan Tabip Binbaşı Eray Serdar Yurdakul isimli şahıs ile de
paylaştım. Bu şahıs beni AK Parti İstanbul Milletvekili Emekli Tümgeneral
Şirin Ünal ile görüştürdü. Bu bilgi ve belgeleri kendisine de ilettik. Darbe

1
http://odatv.com/her-yerde-o-akp-milletvekili--1308171200.html

- 10/61 -
yapılacağına dair bilgiyi aldıktan sonra da özellikle Sayın Cumhurbaşkanımıza
ulaşmanın yollarını aradık. Eray Bey'in girişimleri vasıtasıyla Ahmet Albayrak ile
İstanbul'da yaptığımız görüşme neticesinde gerek Eray Bey'in gerekse benim
hazırladığım tüm bilgi ve belgeler Sayın Cumhurbaşkanımıza 11 Haziran
2016 tarihinde İstanbul Topkapı Sarayı'nda Eray Bey tarafından arz
edilmiştir.”

Belge 2 Hüseyin Gürlerin TEM Ş.Md.lüğünde verdiği ifadenin son sayfasında planlanan darbe görünümlü terör olayına
ait tüm bilgi ve belgeleri Cumhurbaşkanı’na, yer, zaman, kişi bilgilerini de vererek açıklıyor. Hiçbir savcı bu belge
üzerine kamu görevinin gerektirdiği soruşturmayı açmadı.

Haberde ve İfade Tutanağı’nda adı geçen kişilerle ilgili olarak Müyesser Yıldız
tarafından aşağıdaki bilgilerin bir kısmı paylaşılmıştır.

- AK Parti İstanbul Milletvekili Şirin Ünal, 15 Temmuz günü uçup bombalar atan
jetlerde pilotluk yapmış eski bir havacı general ve 15 Temmuz günü olaylar
başlamadan önce Hulusi Akar’ın MİT Müsteşarı dışında görüştüğü tek sivil kişidir.

- 11/61 -
- Ahmet Albayrak, Albayrak Holding Yönetim Kurulu Başkanıdır.

- Tabip Binbaşı Eray Serdar Yurdakul da eski adıyla GATA'da Tıp Tarihi ve
Deontoloji Hocasıdır.

Tabi burada kimse şunları sorgulamadı: Bir astsubay, görev yeri ortaklığı vb bir mantıklı
bağ olmadan nasıl tanışmıştı bu binbaşı ile? Nasıl güvenmişlerdi birbirlerine? Aradan
bir buçuk yıl geçmesine rağmen devletin binlerce memurunun bulamadığı darbe bilgi
ve belgelerini nerden, nasıl almıştı ve Cumhurbaşkanı’na da arz edilmiş olan bilgi ve
belgeler şimdi nerede? Neden bilgi ve belgeler iletilirken özellikle bu şahıslar seçilmiş?

Bu mahkeme evrakından anlıyoruz ki devletin başı 15 Temmuz’da olacak olan


olaylardan çok öncesinden beri haberdardır. Sadece bilgi değil belgeler, sadece bir kişi
tarafından değil birden fazla kişi tarafından sunulmuştur.

Zaten Doğu Perinçek de şöyle diyordu:

“Bize askerler darbe olacağını söyledi. Dugin bize Türk


askerinin olağanüstü bir hareketlilik içinde olduğunu söyleyince,
bunu hükümete söylemesini belirttik. O da bize söylediklerini
Ankara'ya gittiğinde Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih
Resim 1 http://odatv.com/darbeden- Gökçek'e söyledi. Hükümetin darbe teşebbüsünden önce
bizim-de-mitin-de-onceden-haberi-
vardi-1910171200.html haberi vardı. Ben biliyorsam bunu MİT bilmez olur mu?”

“Bize askerler darbe olacağını söyledi.” ifadesinden, TSK içindeki bazı askerlerin de
bu konudan haberdar olduğunu ve Perinçek’e bunu bildirdiklerini anlıyoruz. Bu
açıklamayı yapan Perinçek, TSK içinde kendisine bağlı olduğu iddia edilen grup
tarafından mı bu bilgilerin verildiğini ise muğlak bırakıyor.

Böyle bir bilgiyi devletin resmi kurumları ile değil de Doğu Perinçek’le paylaşan bu
askerler muhakkak ki Doğu Perinçek’le birlikte aynı çizgide olan kişilerdi.

Nitekim 15 Temmuz’dan sonraki günlerde, Dz.Kur.Kd.Alb. Erdinç Altıner emrinde


görev yapan personele “bizim WhatsApp grubumuz var,
oradan geçmişti, Aykar Tekin de bu bilgi üzerine hareket
etti” diyerek bu konuyu itiraf etmişti.

Adı geçen Dz.Kur.Kd.Alb. Aykar Tekin, Türkiye’nin 3


farklı coğrafi bölgesinde, sıkıyönetim mesajı geldikten
sonra toplam 9 savaş gemisine seyre kalkma emri veren
ve sonra ortalıktan kaybolan ve o günün Deniz Kuvvetleri
Komutanı Recep Bülent Bostanoğlu’nun “güvendiğim
komodor” diyerek korunmasını sağladığı kişidir. Resim 2 Doğu Perinçek ve Erdinç
Altıner birlikte... Aynı Doğu
Perinçek’in geçmişte PKK terör
Buradaki “güven” kelimesi, o gecenin tılsımlı örgütü lideri Abdullah Öcalan’la da
sözcüklerinden birisidir. O geceyi yönetenler Türk Silahlı böyle bir pozu vardı.

- 12/61 -
Kuvvetleri’nin mensubu silah arkadaşlarını “güvenilenler ve güvenilmeyenler”
olarak kategorilendirdiler.

Böyle bir kategorilendirme yapmaları ve takip eden dönemdeki icraatların da bu


kategorilendirmeyle tutarlılık içermesi; resmi makamlara değil de Doğu Perinçek’e bilgi
vermeyi daha uygun bulan askerlerin 15 Temmuz olaylarındaki "stratejik azmettiriciler"
arasında olduklarını ve o gece Türk Milleti’ne kurulan hain tuzakların aslında
hazırlayıcıları olduklarının itirafıdır.

Bu tuzakları hazırlayanlarla ilişki halinde olanlar


aslında sadece o geceyi değil sonraki süreci de
biliyorlar ve WhatsApp grubundan paylaşıyorlardı.

Deniz Lisesi’ne 1990 yılında girip 1998 yılında da


teğmen olarak mezun olan sınıfın WhatsApp
grubunda Bülent Ardıç isimli subay sabaha herkese
kelepçe takılacağını biliyor ve 02.34’te gruptan
bunu bildiriyordu.

Bu subay 15 Temmuz sonrasında Deniz


Kuvvetleri’nde memuriyetten ihraç ve görevden
uzaklaştırma infazlarının gerçekleştirildiği ATİİ
Şubeye atandı.

15-16 Temmuz gecesinin, “güven” dışındaki diğer


tılsımlı sözcükleri ise “bekle, bir şey yapma, sadece
benden amir al, sadece sizden emir almak
istiyorum, sorguladım” gibi sözcüklerdir.
Resim 3 16 Temmuz sabah saatlerindenBu tılsımlı sözcüklerin sahipleri iyi araştırılmalıdır.
itibaren kelepçelemelerin olacağının
02.35'te ilanı... Zira bunlar milletimize kurulan hain tuzağın perde
arkasındaki kişilerdir ve uzak olmayan bir zamanda
da hakim önünde hesap verecek olanlardır. Dolayısıyla “sadece sizden emir almak
istiyorum” diyerek bu kişilerin yanlarında durmak suretiyle milletimize kurulan tuzakta
onlara ortak olanlar da kendilerini sorumluluktan kurtarmayacaklardır.

O gece kimin hakkında “güvenilir” sözcüğü kullanıldıysa daha sonraki dönemde terfi
ve taltif edildi, kim de bu kategori dışında tutulduysa ve “bekle” dendiyse o da linç
edildi. “Güvenilir” kategorisindekiler daha sonra hazırlanan tüm Bilgi Alma
Tutanaklarında “sadece …’dan emir alacağımı söyledim, sorguladım” gibi konjonktürde
anlamlı görünen ama askeri doktrinde pratiği olmayan beyanlarda bulundular.

Doğu Perinçek ve Erdinç Altıner’in ifadelerinden, 15 Temmuz’daki senaryoyu bu


kişilerle aynı çizgide olanların önceden bildiğini anlıyoruz. Bu kişiler yaşanan büyük
acıların, sosyal travma ve bölünmenin, yüzlerce ölen, binlerce yaralanan, on binlerce

- 13/61 -
linç edilen kişilere karşı gerçekleştirilen eylemlerin gerçek sorumlularıdır ve günü
geldiğinde Türk Milletine mutlaka hesap vereceklerdir. Bunda şüphe yoktur!

Önceden bilmeyi teyit eden diğer bir örnek, Sahil Güvenlik Komutanlığına vekalet eden
Oğuz Kaan Yavuz ve Kurmay Başkanı Bülent Olcay’ın (15 Temmuz sonrası amiral
yapılarak Sahil Güvenlik Komutanı oldu), karargaha hiç gitmemesi, karargaha giden
Alb. Sezgin Şakrucu’ya da, mahkemedeki ifadelerine göre Bülent Olcay tarafından
telefonda “senin ne işin var orada, 1-2 saate bitecek, toplayabildiğin kadar delil topla”
şeklindeki sözleridir. Yani 15 Temmuz’dan önce senaryodan haberi olanların, haberi
olmayan kendilerine yakın kişileri de uyardıkları anlaşılmaktadır.

Bu yüzdendir ki bu kişiler askerden beklenen görev ve sorumluluklarından kaçarak


karargaha gelmemişler, bazı aralara serpiştirilerek kasıtlı olarak gelenler de hiçbir
şeyden haberi olmayan masum sorumluluk sahibi askeri personel hakkında “fotoğraf
çekip iftira malzemesi” üretme gayreti içinde olmuşlardır.

Hüseyin Gürler’in ve diğer adı geçenlerin Cumhurbaşkanı’na arzından sonra, Türk


tarihinin en kanlı terör olayları olmadan 1 aydan daha önce verilen belgelere rağmen
Milli Güvenlik Kurulu toplanmadı, soruşturma açılmadı, medyaya bir devlet yetkilisi
açıklama yapmadı. Sonrasında da yapmadı. Hatta odatv’de yayınlanan bu haberin
ardından bile açıklama yapılmasına gerek duyulmadı.

Olaylardan habersiz şekilde verilen emirleri uygulayanlara “neden darbeye karşı


koymadınız” diye sorulurken, senaryodan çok önce haberi olup pusuya yatanlar
korumaya alınarak hiçbir soru dahi sorulmaması ayrıca not edilmesi gereken bir
durumdur.

İlerleyen tarihlerde görülmeye başlanan 15 Temmuz davalarında neredeyse tüm


sanıklar darbeden haberleri olmamasına ve 15 Temmuz gecesinde olaylar başladıktan
çok sonra Başbakan'ın açıklamaları ile bir kalkışma olduğunu öğrenmelerine rağmen
“darbeyi önceden bilmesine rağmen tedbir almadı, darbecilere karşı pasif davrandı”
diye suçlandılar. Hemen hemen tüm duruşmalarda müdahil avukatlar sanıklara hep bu
konuyu sordular. Aslında bu sorunun asıl muhatapları şu anda ya devletin yönetim
kademelerinde ya da TSK'nın komuta kademelerinde görev yapmaktadırlar ve mağdur
kahraman rollerini oynarken hukuksuz ve yasadışı infazlar gerçekleştirmektedirler.

Bu konuda Donanma Duruşmalarında yaşanan birkaç örnek:

- O gün Güvenlik Tabur Komutan Vekili olarak görev yapan sanık Yüzbaşı Hasan
Taşkömür’e TBMM avukatı, "Siz darbe girişiminde birlikte tabur komutanı
vekilisiniz. Tabur Komutanı'nın emirleri sizi haklı çıkarmaz. Emri bizzat sizin

- 14/61 -
vermeniz gerekirdi. Darbeyi 23.00'te öğrenmişsiniz. Darbeyi önlemek için ne
yaptınız?" diye sormuştur.2

- Bir avukat da Ali İhsan Gürler isimli bir subaya, "Size o kadar başarı belgesi ve
takdir, olağanüstü durumlarda pasif olarak oturmanız için verilmedi." ifadelerini
kullandı.3

- Yine aynı subaya Başbakanlık avukatı Selman Balta da "Ayhan Bay, gemileri terör
saldırısı nedeniyle kaldırdığını söylemiş ama televizyonda Başbakan, Cumhurbaşkanı
'darbe var.' diyor. Siz Bay'ı arayarak, 'Siz bana terör dediniz ama devlet büyükleri
darbe girişimi olduğunu söylüyor' demeniz mi? Bir üst amirinize ulaşma ihtiyacı
duymadınız mı?' diye sordu.

Görüldüğü gibi, müdahiller duruşmalarda doğru sorgulamalar yapıyor ama yanlış


soruları yanlış adrese yöneltiyorlardı. Darbeyi önceden bilenler başkaları, hesap
sorarcasına soru sorulan kişiler ise hiçbir şeyden haberi olmayan daha başkalarıdır.

Müdahillerin bu tuhaf soruları; anlamsız, yersiz ve askerliğin kuralları ile hayatın


gerçeklerinden uzaktır ve amaçları da hedef saptırmaktır. Aslında bu tuhaf ama
magazin değeri olan sorularla müdahillerin maksatları gerçek sorumlulara yönelecek
okları saptırmak için haksız ve anlamsız olduğunu bildikleri halde sanık konumuna
düşürülmüş vatansever askerlerin durumundan bir nema elde etmekti.

Halbuki soru sordukları şahısların "kalkışmanın" başarılı ya da başarısız olmasına


yönelik ellerinde herhangi bir imkan ve kabiliyet yoktu. Kaldı ki hem kendileri hem de
amirleri ne olup bittiğini, darbenin kimler tarafından yapıldığını ve kime karşı olduğunu
anlayabilmiş değillerdi. Tek bildikleri kendilerinin darbeci olmadığıydı. Bu kaotik
durumun ana nedeni "kalkışma" yapmakla suçlanan kişilerin aslında tuzaklanmış bir
terör saldırısının gerçek kurbanı olmalarından kaynaklanmaktaydı.

Bu davanın sanıkları bu soruların muhatabı olamazlardı. Bu soruların muhatabı


Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanı, MİT Müsteşarı, Kuvvet Komutanları olabilirdi.
Sanıklara ancak "maiyetinizin darbeye karışmasını önlemek için, personelinizin ve
birliğinizin/geminizin emniyetini sağlamak için ne yaptınız" diye sorulabilirdi. Aynı
soruların özellikle Recep Bülent Bostanoğlu yanında Veysel Kösele, İskender Yıldırım,
Oğuz Kaan Yavuz'a aynı tonda sorulması gerekirdi ama sorulmasına yargıçlar izin
vermediler.

Daha sonraki dönemde bu terör saldırısının; eski Tuğamiral Ömer Faruk Harmancık’ın
ifadesiyle “stratejik azmettiricileri" kalkışmaya katılan askerlerin “ölmek için kendilerine
yalvaracaklarını, öldürmekten bin beter edileceklerini" ilan ederek olayın gerçek

2
http://www.milliyet.com.tr/donanma-komutanligi-ndaki-darbe-girisimi--yerelhaber-2291709/
3
http://www.milliyet.com.tr/donanma-komutanligi-ndaki-darbe-girisimi--yerelhaber-2308189/

- 15/61 -
yüzünü ve bu terörün aslında kimler tarafından planlandığını da farkında olmadan
ortaya koyuyorlardı.

Nitekim daha hiç kimse bir şey anlamadan, tam da darbenin gerçekleşeceği 03.00
saatlerinden itibaren ve hiç de acemilik çekmeden planlarını uygulamaya koydular,
daha gün ağarmadan sinsice çalışanlar binlerce insanı tutuklamaya ve linç formatında
bir tasfiyeye başladılar.

Burada sorumluluk sahibi gerçek askerlerle bu askerleri tuzağa çekenlerin sorumluluk


hassasiyetleri arasındaki farkı gösteren şu örnek manidardır:

Donanma Duruşmalarında, kendisine bu soruların sorulmadığı ve Türk Deniz


Kuvvetlerinde o gece seyre çıkan tüm ana muharip suüstü unsurlarının komutanı olan
Tümamiral Ahmet İskender Yıldırım’ın gemileri aramak, onlara emri vermek yerine
Merkez Komutanlığında gazoz için döner siparişi verdiği de ayrıca ortaya çıktı.

İşte 300 vatandaşımızın öldürüldüğü 3000 civarında vatandaşımızın yaralandığı gece


Türk Silahlı Kuvvetleri üniforması giyen bir amiralin hassasiyeti bu kadarcıktı! Tüm
gemiler, yüzlerce personel terör tehdidi altında seyre çıkıyor, o ise gemileri aramak
yerine gazoz içiyor, Gölcük’ten döner sipariş ediyordu.

Benzer durum, MİT Müsteşarı Genelkurmay Başkanlığı karargahına geldiğinde,


Genelkurmay Başkanı’nın Kara Kuvvetleri Komutanı Salih Zeki Çolak’ı Kara Havacılık
Komutanlığına gönderdiği zaman da yaşanmıştı. Salih Zeki Çolak gittiğinde kamelyada
oturup çay içmiş sonra “burada darbe hazırlığı yok” diye rapor vermişti.

Yine Sahil Güvenlik karargahına ilk gelmesi gerekip de gelmeyen Komutan Vekili Oğuz
Kaan Yavuz (sağdan ikinci), Kurmay Başkanı Bülent Olcay (en sağdaki) ve daha sonraki
süreçte Deniz Hava Komutanlığındaki tasfiyeleri yönetecek olan Berker Emre Tok (en
soldaki) ertesi sabah emekli amiraller Abdullah Can Erenoğlu (ortadaki) ve Caner Bener
(soldan ikinci) ile birlikte aşağıdaki pozu veriyorlardı.

- 16/61 -
O gecenin tüm esas oyuncularının hareket tarzları böyle bir eylem birlikteliği içerisinde
idi.

2.2. G Günü Öncesindeki Dikkat Çeken Görüşme ve


Toplantı
Bir diğer dikkat çekici ve de 15 Temmuz olaylarının önceden planlanarak belli başlı
bilinçli adımların atıldığını ispat eden vaka da Dz.K.K. Bostanoğlu ve Donanma
Komutanı Kösele arasındaki toplantıdır.

Deniz Kuvvetleri Komutanı Ora. Recep Bülent Bostanoğlu ve Donanma Komutanı Ora.
Veysel Kösele, 15 Temmuz öğle saatlerinde, Heybeliada Deniz Lisesi mezuniyet töreni
öncesinde, böcek araması yapılmış bir odada baş başa 1,5 saat süren bir görüşme
yaptılar. Görüşme sebebiyle de tören gecikmeli başladı.

Aynı günün akşamı yaşanan olaylarda kaos ve belirsizlik devam ederken iki Komutanın
ifadelerinden, olaylar başladıktan sonra birbirleriyle hiç görüşmedikleri anlaşılmaktadır.
Görüştülerse de bunu savcılık ifadelerinde sakladıkları ortadadır.

Deniz Kuvvetleri’nde yaşanan kaosu da dikkate aldığımızda bu 2 oramiralin birbirleriyle


konuşmadıkları, en azından kaosu ortadan kaldıracak bir iyi niyetli koordine
kurmadıkları açıktır.

Örneğin o gece Ora. Bostanoğlu, kendi ifadesine göre arayan herkese “Emniyetli bir
yerde bulunun…” emri verirken Donanma Komutanı hem de Kocaeli valisinin
davetini reddederek TCG YAVUZ’a çıkmıştır.

Donanma Komutanına bağlı gemiler için Bostanoğlu, Donanma Komutanı yokmuş gibi
davranarak gemilerle hiçbir hiyerarşik bağlantısı olmayan Tuğa. Özdem Koçer’i
görevlendirmiştir.

Donanma Komutanı TCG YAVUZ’da telefonla istediği kişilere ulaşabilirken bu


görevlendirmenin yapılması iki sonuca götürmektedir: Ya Kösele bağımsız hareket
etmiştir ya da 2 oramiral arasında başka bir anlaşmazlık vardır. Her iki ihtimalde de
Recep Bülent Bostanoğlu’nun “biz darbede yokuz” açıklaması esas alındığında Veysel
Kösele’nin Bostanoğlu’yla muhalefet içinde olduğu görülmektedir. Bu tespit bugünün
koşullarında böyle yapılabilirken o gece TCG YAVUZ personeli için “Veysel Kösele
darbeci gibi duruyor” sonucu çok rahat çıkarılabilirdi ve nitekim de öyle olmuştur.
Geminin Komutan ve subayları “biz onun darbeci olduğunu düşündük” diyorlar.

Deniz Kuvvetleri ve Donanmaya komuta eden iki amirale 15 Temmuz’da baş başa ne
görüştükleri, kaosu önlemek için gereken emirleri neden vermedikleri, neden sadece
belirli kişilerle irtibat kurdukları ve bu kişilere de “başkalarıyla irtibat kurmayın”

- 17/61 -
dedikleri ama bunun yanında kendilerinden emir bekleyen pek çok bahriye subayının
neden kendilerine ulaşmasını engellediğini kimse sorgulamadı.

Aynı Veysel Kösele; 4 yıl Donanma Komutanlığı yaptıktan sonra ve 3 yıllık rütbe
bekleme süresini doldurmadığı için müteakip yılın şurasında emekli edilememişken
sürpriz bir şekilde ve “TSK’ya sorun çıkarmam” diyerek istifa etti.

Gündemde neredeyse hiç yer almayan bu konu aslında çok önemli bir konudur.

Veysel Kösele’nin 15-16 Temmuz gecesi yaptıklarının böyle bir “sorun çıkarmama”
kaygısına sebep olduğu görülmektedir. Hatırlanırsa o gece Kocaeli Valisi’nin “karayolu
ile Fenerbahçe’den İzmit’e gelmesini” söylemesine rağmen Veysel Kösele valiyi
reddetmiş ve denize çıkmıştı. Siyasi otorite tarafından anlamlandırılamayan ve 15
Temmuz gecesi çıkacak sonuca göre pozisyon belirleme çabası olarak yorumlanan bu
hareket, şüphesiz, hoş karşılanmamıştır. Veysel KÖSELE’nin bu tercihi açıkçası, ya
hayati bir muhakeme hatasıydı ya da siyasi otoriteye güvensizliğin bir tezahürüydü.

Nitekim kendisi sonraki günlerde “güvende olabilmek için gemiye çıktığını ifade
etmiştir.” Ama her iki durum da emeklilik getirmiştir.

Aslında durumunun farkında olan Veysel KÖSELE; bu sebeple, 16 Temmuz’dan itibaren


Donanma’da müthiş bir kıyım yapmaya başlamış, FETÖ ile mücadele ediyor izlenimi
vermek sureti ile siyasi otoritenin gözüne girmeye çalışmıştır. Hatta 92 sanıklı
Donanma Davasında baş müşteki olarak işi daha da ileri götürmüştür. Ancak kendisi
ne Perinçek ekibi tarafından seviliyordu ne de Hükümet yetkilileri tarafından… Bu
nedenle çabaları sonuç getirmeyecekti. Son şurada kendisinden kıdemsiz bir amiralin
Deniz Kuvvetleri Komutanı atanması hamlesi sonrasında, bunun farkına varan Veysel
KÖSELE, kendisini tutuklanmaya götürebilecek bir muhakeme hatası daha yapmayarak
“sorun çıkarmadan istifa etmiştir.”

Eğer siyasi irade Veysel Kösele’nin ortalıktan kaybolmasını özellikle istemeseydi, daha
önce Akın Öztürk’e yaptığı gibi MGK üyesi bir oramiral olarak 3 yıl daha üniforma
giymesine müsaade edebilirdi ama buna dahi müsaade edilmedi.

Yıllarca hukuk mücadelesi vermiş, tecrübe kazanmış Veysel Kösele de her nasılsa hiç
direnmeden, hiç mücadele etmeden “sorun çıkmaması” kaygısıyla “zorluk çıkarmadan”
emeklilik dilekçesini gönderiverdi.

Adadaki 1,5 saatlik toplantıyı yapan bu 2 oramiral, o gece ilerleyen saatlerde


Donanma’nın denizaltılar dışındaki tüm Ana Muharip Unsurları seyre kalkmışken, bu
gemiler tüm geceyi denizde geçirmişlerken birbirleriyle hiç konuşmamışlar gibi
görünmektedir.

Cumhuriyet tarihinin en kanlı terör olaylarının olduğu, ana muharip unsurların denize
çıktığı bir gecede bu 2 oramiralin öğlen toplantı yapıp da bir daha birbiriyle hiç

- 18/61 -
konuşmaması karşısında duruşmalarda genç rütbelerdeki personele “neden darbeyi
önlemedin” sorusunu soranlar emrinde binlerce personel bulunan bu 2 oramirale bu
soruyu sormadılar.

2.3. Deniz Lisesi Törenleri Görev Grubu


15 Temmuz 2016 Cuma günü, Heybeliada’da bulunan Deniz Lisesi’nin mezuniyet
töreninde alargada (sahilden açıkta) 2 fırkateyn ve 2 hücumbot görevlendirilmişti.
Fırkateynler TCG YAVUZ ve TCG FATİH, hücumbotlar da TCG İMBAT ve TCG KALKAN
idi. Bu 4 gemilik görev grubunun taktik kontrol yetkisi de Alb. Levent Kerim Uça’ya
verilmişti.

“Taktik Kontrol yetkisi” verilen bir subay, taktik kontrolüne verilen gemilere yeni bir
görev veremez, sadece onlara belirli rota ve süratlerle daha üst makamdan verilmiş
olan mevkie giderken alacakları düzeni emredebilir.

Yani Levent Kerim Uça, taktik kontrolüne verilen gemilerin gidecekleri limanı
değiştiremez, limana varış saatini değiştiremez, gemileri birbirinden ayırıp da yeni bir
görevle görevlendiremez, gemileri bir başkasının emir-komutasına veremez. Bu tarz
değişiklik yetkileri hep bir üst makamdadır.

Bir üst makamın sahip olduğu yetki “taktik komuta” yetkisidir. Taktik Komutan birliğin
emniyetinden sorumlu olan, birliğe görev verebilen makamdaki komutandır. Bu somut
olayda Taktik Komutan Tuğa. Ayhan Bay’dır. Tuğa. Ayhan Bay, taktik kontrol yetkisine
sahip Levent Kerim Uça’nın aksine gemilerin emniyetinden sorumludur, onlara görev
verebilir, emniyet mülahazalarıyla yukarıdaki saat, liman vb konularda değişiklik
yapabilir.

Deniz Lisesi mezuniyet törenlerine TCG YAVUZ yerine TCG TURGUTREİS planlı
olmasına rağmen TCG TURGUTREİS’in bir arızası sebebiyle göreve TCG YAVUZ
gönderildi.

Sonraki süreçte yaşanan gelişmeleri dikkate alırsak şunu söyleyebiliyoruz: Eğer TCG
TURGUTREİS’in arızası çıkmasaydı ve planlandığı gibi seyre TCG TURGUTREİS
gidebilseydi Levent Kerim Uça’nın emrinde seyre çıkmış olan gemilerden oluşan görev
grubunda tutuklanan hiçbir gemi komutanı olmayacaktı.

Hatırlayacak olursak;

- O görev grubundan sadece TCG YAVUZ’un Komutanı tutuklandı.

- TCG İMBAT ve TCG KALKAN Komutanları tutuklanmadılar.

- TCG TUFAN gemisi o gün seyre hazır nöbetçi gemi olmasına rağmen çok tuhaf bir
şekilde komutansızdı. Levent Kerim Uça o gemiye bir komutan ayarladı ve emrinde

- 19/61 -
olmayan, aralarında amir-memur ilişkisi bulunmayan bir kişiye telefonla emir
vererek bu geminin komutanı yaptı. TCG TUFAN da böylece tuzağı açık etmemek
için diğer tüm gemilerle birlikte seyre kaldırıldı. (Levent Kerim Uça’nın şifahi emirle
yaptığı yasadışı işlem Genelkurmay Başkanlığınca darbe eylemiydi, gemi jurnalinde
bu işlem kayıtlı iken Levent Kerim Uça’nın korunabilmesi için savcılığa gönderilen
evrakta gerçeğe aykırı bilgi verildi. Konu 3 numaralı belgelerde gösterilmiştir.

- Gemiler seyre kalkarken, Gölcük Üssü’nün tarihinde ilk defa, bir yaz günü akşamı
“teknemiz rüzgardan battı” iddiasında bulunan 2 yüzücü Deniz Askeri Yasak Sahası
içerisinde gemilere doğru yüzüyordu.

Dolayısıyla eğer TCG TURGUTREİS’in arızası çıkıp da planları bozulmasaydı, gemiler de


Gölcük’ten seyre kalkmamış olsaydı, bu 2 yüzücünün de niyeti bir kaos çıkarmak idiyse
Gölcük limanında yaşanan kaos ortamında çatışmalar olabilecekti. Bu çatışmalarda
zarar görmeyecek tek grup o sırada Deniz Lisesi törenlerine planlanmış olan gemiler
(TCG TURGUTREİS, TCG FATİH, TCG İMBAT, TCG KALKAN) olacaktı. Veysel Kösele ve

Levent Kerim UÇA da o gece TCG TURGUTREİS’te Savaş Bilican’la birlikte denizde
olacaktı ve Gölcük’teki çatışmalarda hiçbir zarar görmeyeceklerdi. Aynı şekilde o
sıralarda Merkez Komutanlığında bulunan İskender Yıldırım ve Yalçın Payal da
korunmuş olacaktı.

Bu kadar adları sayılan amirallerin yanında ismi geçen Savaş Bilican’ın özelliği ise o
gece kendisine ulaşılamayanlardan birisi olması ve daha önce de meşhur davalarda
Veysel Kösele ve Levent Kerim Uça ile birlikte yargılanmış olanlardan olmasıdır.

Ayrıca bir savaş gemisi komutanı olan Savaş Bilican; o gece gemisi sahilden daha
birkaç yüz metre açılmışken rıhtıma gelmiş, orada botlarla gemilere intikal edecek
personele “ben seyre gitmiyorum, siz de gitmeyin, dağılın” diye emir vererek personeli
dağıtmıştır. Bu kararlı duruşu aslında onun tuzağı önceden bildiğinin kanıtıdır.

Açıklanan vakalar ışığında Deniz Kuvvetleri’nin 15 Temmuz olaylarının açığa kavuşması


için şu sorulara açıklama getirmesi gerekiyor:

- Görev grubundaki gemileri Levent Kerim Uça özel olarak mı seçti?

- Veysel Kösele ve Levent Kerim Uça’ya çok yakın bir isim olan Savaş Bilican’ın
komutanı olduğu TCG TURGUTREİS’te arıza olmasaydı ve göreve gidebilseydi görev
grubundaki hiçbir Komutanın tutuklanmayacak olması tesadüf mü?

- Grupta birlikte seyre kalkacak gemiler, olacak olaylardan zarar görmeyecek şekilde
özel olarak mı seçildi? (Savaş Bilican’a da, hesapta olmayacak şekilde arıza sebebiyle
gemisi seyre kalkamasa da diğerleri gibi o akşam ulaşılamadı)

- Seyre hazır nöbetçi gemi olmasına rağmen Komutansız bir gemiye (TCG TUFAN)
yetkisi olmamasına rağmen komutan bulup görev için seyre kaldırmasının sebebi,

- 20/61 -
LEVENT KERİM UÇA’NIN TCG TUFAN’I SEYRE KALDIRMASINDAKİ TUZAK

Belge 3 Burada 3 adet belge sunulmuştur.


1 numaralı belge Genelkurmay Başkanlığının "başka birlikleri hareket ettirenler ve buna müsaade edenler
darbecidir" beyanı,
2 numaralı belge Levent Kerim Uça’nın yasadışı görevlendirme yaptığının belgesi,
3 numaralı belge de Savcılığa ayrılışı yapılmış olduğu halde TCG TUFAN’a komuta ettirilen subayın GÖREVDE,
katılışı yapılmış olan subayın ise MEHİL İZNİNDE olduğu gerçeğe aykırı beyanının belgesidir.

Belge No 1: Genelkurmay Başkanlığının Tuğg. Nerim Bitlislioğlu başkanlığındaki heyetçe hazırlanmış ve


Ankara Cumhuriyet Başsavcı Vekili Necip Cem İşçimen tarafından 6 Mart 2017’de tüm Cumhuriyet
Savcılıklarına gönderilmiş olan ve böylece Donanma İddianamesine giren belgeden alınmıştır.
Belge No 2: TCG TUFAN’ın iddianame ekinde yer alan gemi jurnalinden alınmıştır.
Belge No 3: Donanma Komutanlığının savcılığa gönderdiği Personel İzin Durumları evrakından alınmıştır.

- 21/61 -
- önceden hangileri olduğu belli ve kendine yakın isimlerin komuta ettiği gemileri
seyre kaldırıp görev (!) için seyre kaldırıp tuzağı açık etmemek mi?

- Teknelerinin battığını iddia eden askeri yasak sahada tespit edilen 2 yüzücü gerçekte
kimdi? Gemilere sabotaj mı düzenlenecekti?

- Limanda çatışma, patlama vs. bir kaos ortamı oluşurken Veysel Kösele ve Levent
Kerim Uça tarafından, özel seçim gemiler, kendileri ve Merkez Komutanlığında döner
siparişi veren İskender Yıldırım ile Yalçın Payal emniyette olacak şekilde olaylar ve
kaosun izlenmesi mi hedefleniyordu?

- 22/61 -
3. G GÜNÜ (GEMİLERİ DENİZE HEP BİRLİKTE
ÇIKARIP TUZAĞA ÇEKEREK “SOBELEME”)
15 Temmuz’da Deniz Kuvvetleri bağlısı tüm ana muharip suüstü unsurları denize
çıkarıldı. Böylece kimsenin diğerlerinden farklı bir şey yaptığını düşünmemesi sağlandı.

Tüm Donanma’da bu algıyı oluşturacak şekilde;

- Gölcük’te, Komutansız durumdaki TCG TUFAN’ın Levent Kerim Uça tarafından,

- İstanbul Tersanesi’ndeki TCG BORA’nın Aykar Tekin tarafından,

- Yine Aksaz ve Mersin’deki ilave 8 geminin Aykar Tekin tarafından ve Sıkıyönetim


Mesajı geldikten sonra,

seyre kaldırılması sağlandı.

Burada dikkat çeken bir seyre kalkmama örneği de vardı: TCG HEYBELİADA da o gece
tıpkı seyre kaldırılan TCG BORA gibi İstanbul Tersanesinde idi. Tüm gemilere, özellikle
de yanındaki TCG BORA’ya “seyre kalk” denilirken TCG HEYBELİADA Komutanı Engin
Ağmış’a “senin seyre kalkmana gerek yok” deniliyor.

Ardından bir süre gemilerin limanlardan uzaklaşması beklendi.

Tüm gemilerin limanlarından çıkışının tamamlanmasından sonra, örneğin


Marmara’daki gemilerin İzmit Körfezi’nden çıkışlarını tamamlamasıyla birlikte Deniz
Kuvvetleri Komutanı Recep Bülent Bostanoğlu telefonunu açtı.

- 23/61 -
Resim 4 Marmara'daki tüm gemiler, İzmit Körfez çıkışını tamamlayınca Deniz Kuvvetleri Komutanı Recep Bülent
Bostanoğlu telefonunu açıyor.

Daha sonra sadece seçilen kişiler aranarak önceden belirlenmiş subayların komuta
ettiği gemilere özel emirler verilirken “dışlanan” diğer komutanlara hiçbir emir, bilgi,
direktif verilmedi. Herkes aslında aynı şeyi yaparken sadece önceden fişlenmiş
komutanların yaptıkları kayıt altına alınıp sanki diğerlerinden farklı bir şey yapmış gibi
gösterildi.

İstisnasız tüm ana muharip su üstü unsurlarının denize çıkarılmasında özellikle


İstanbul’da TCG BORA’nın, Gölcük’te TCG TUFAN’ın, Aksaz ve Mersin’de ise tüm
gemilerin seyre kaldırılışı çok dikkat çekiciydi.

• TCG BORA İstanbul tersanesindeydi, onarımdaydı, silahsızdı. Sıkıyönetim mesajı


karargahlara ulaştıktan sonra Aykar Tekin tarafından kaldırıldı.

• TCG TUFAN komutansızdı, seyre hazır nöbetçi gemiydi, komutan statüsü


olmayan bir subay Levent Kerim Uça tarafından telefonla evinden çağırılarak
gemi seyre kaldırıldı. (Açıklaması önceki sayfalarda belgeleriyle yapılmıştı.)

- 24/61 -
• Aksaz ve Mersin’deki gemilerin hepsi sıkıyönetim mesajı geldikten sonra Aykar
Tekin tarafından seyre kaldırıldı.

Belge 4 Akdeniz Kalkanı Harekatı (AKH) görevi kapsamında Mersin'deki 3 savaş gemisinin, Sıkıyönetim Mesajını
aldıktan sonra Aykar Tekin tarafından seyre kaldırıldığının delili mahiyetinde, AKH Komodoru Sebahattin Çoruk’a ait
Bilgi alma Tutanağı… Aykar Tekin’in 3 savaş gemisini şehirlerin önlerinde görevlendirmesi özellikle dikkat çekicidir.
Levent Kerim Uça da Aykar Tekin de sonraki süreçte kayırıldı, yaptıkları yasadışı eylemler örtbas edildi. Hazırlanan
Donanma İdari Tahkikat ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Bilirkişi Raporlarında sanki tüm gemilere Önder Öngör
kumanda etmiş gibi gösterildi. Basına da bu yönde bilgiler servis edilerek kamuoyu da bu yalana inandırıldı.

Görüldüğü gibi olayın senaryosunu kurgulayan ve emirle gemileri kaldıranların


ifadelerine bile başvurulmazken ne olduğundan habersiz şekilde hedef haline getirilen
personel “darbeci” suçlamasıyla tutuklandı, ihraç edildi ve aileleri sosyal lince maruz
bırakıldı.

3.1. Donanma Çapında SABKOR Durumunun


Yükseltilmesi
O gece gemiler seyre çıkarken bir yandan da Donanma Komutanlığı çapında Sabotaja
Karşı Koyma/Korunma Reaksiyonları (SABKOR) Durumu yükseltildi.

- 25/61 -
Deniz Kuvvetleri birliklerine karşı bir sabotaj gerçekleştirileceği ihbarı/duyumu alınırsa
o birlikte sabotaja karşı bir hazırlık yapılır. Örneğin nöbetçiler takviye edilir, giriş-çıkışlar
kapatılır, kontrollü giriş-çıkışa izin verilmeye başlanır, nöbetçiler normalde silahlı
değilken silah taşımaya başlar, tüm personel birliğine çağırılır, bu birlik gemiyse seyre
kalkış hazırlığı yapılır ve komutan/vardiya amiri gerek duyuyorsa da seyre kalkar.

Belge 6 Donanma Komutanlığı çapında SABKOR Hazırlık Durumunu yükseltip tüm birliklerde nöbetlerin silahla
tutulmaya başlanmasını, giriş-çıkışların sınırlandırılmasını sağlayan kişinin 22.41’de evinden verdiği ve daha sonra da
geri almadığı emriyle Tuğamiral Yalçın Payal olduğunun delili. Donanma İddianamesinin ekinde yer alan 15 Temmuz
2016 tarihli Donanma Hrk. Mrk. Mevki Jurnalinden alınmıştır.

Böyle bir hazırlık durumunu yükseltmek demek doktrin gereği Donanma Komutanlığı
bağlısı birliklerde tüm lumbarağzı mevkilerinin silahlı nöbetçilerle donatılması,
personelin birliklerine çağırılması demekti. Aslında o gece Kuzey Deniz Saha K.lığı da
bağlıları için SABKOR Tehdit İhbarını Kırmızıya yükseltilmiş, “broadcast” mesajı çekmiş,
hatta SMS’le sorumluluk sahasındaki tüm birliklerin personelini birliğine çağırmıştır.
Hatta daha sonra komodor ve Donanma İdari Tahkikat Heyeti Başkanı yapılan
Dz.Kur.Kd.Alb. Hasan Özyurt’un korunabilmesi için Kora. Şükrü Korlu’nun emrine
rağmen “çağrıya itibar etmedi” diye savcılığa gönderilen evraka yazılmıştır. Artık Türk
Silahlı Kuvvetlerinde emirler çağrı olarak adlandırılıyor, astlar komutanlarının emirlerine
uymamayı bir erdem olarak resmi belgelerde gururla beyan ediyorlardı.

Belge 5 Kuzey Deniz Saha Komutanlığının "birliğinize dönün emri ve bu emre itaat etmemenin övüldüğü belge.
Donanma Komutanlığınca Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilen Personel Durum Bilgileri evrakından
alınmıştır.

- 26/61 -
Yalçın Payal SABKOR durumunun yükseltilmesi emrini verdiğinde tüm personel
birliklerine getirilmiştir.

Burada dikkat çeken ayrıntı ise Donanma Komutanlığı çapında SABKOR durumunu
yükseltip kapılara silahlı nöbetçilerin getirilmesini sağlayan kişinin bizzat Donanma
Komutanlığı Kurmay Başkanı Tuğamiral Yalçın Payal olduğunun iddianamede ve
duruşmalarda saklanmasıydı.

Donanma Kurmay Başkanı Yalçın Payal bu emri verdiği sıralarda evinde Tersane
Komutanı Tuğamiral Aydın Eken’le birlikteydi. Kendisine SABKOR’u yükseltme ihtiyacını
neden duyduğu, bu ihtiyacın nereden ilham edildiği hiç sorulmadığı gibi bu konu ifade
tutanağında da yer almadı. Kendisi bir sebep göstermeksizin, evinde oturduğu yerde
Donanma Komutanlığı çağında SABKOR durumunu yükseltirken bir de karargahına bile
gitmedi. Yani bir Tuğamiral, oturduğu yerden aklına geldi diye binlerce askeri personeli
etkileyecek şekilde “SABKOR hazırlık durumunu yükseltin” diye emir veriyor ama
kendisi hiçbir şey yokmuş gibi evinde misafiriyle oturmaya devam ediyor. Askeri
doktrinde böyle bir hareket tarzı yoktur. Askeri doktrine aykırı bu hareket tarzı MİT
Müsteşarı Hakan Fidan’ın Genelkurmay Başkanı’nı, 2’nci Başkanı, Kara Kuvvetleri
Komutanı ve Askeri Savcı’yı, Kara Havacılık Okulu Komutanlığı’nı harekete geçirtip,
yaptığı girişimle Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm hava sahasını kapattırıp ardından hiçbir
şey yokmuş gibi akşam yemeği yemeye gitmesi gibi mantığa da aykırıdır.

Daha sonra da SABKOR hazırlık durumu hiç düşürülmedi. Yani Donanma Komutanlığı
bağlısı birlikler için tehdit hep var kabul edildi ama “var” kabul edilen tehdide karşı
askerî refleksle hareket edip birliğine giden, nöbet tutan herkes ertesi sabahtan
itibaren “ihbar sahteydi, siz vatan haini, darbeci, teröristsiniz” iftirasıyla derdest edildi,
tutuklandı, insanlık dışı koşullarda memuriyetten ihraç edildi, sosyal anlamda linçe
maruz bırakıldı, ailelerinin dahi “onurlu ve insanca yaşama” hakları ellerinden alındı.

Halbuki Deniz Kuvvetlerinde taktik ve operatif komutanlıklarda bırakın SABKOR’u en


ufak şüpheli çok basit olaylarda dahi birlik/karargah komutanları günün ve gecenin
herhangi bir saatinde derhal görevleri başına koşarlarken bu tarihi olayda ilginç bir
şekilde bazı kişiler birliklerinden uzak durmak suretiyle 15 Temmuz ertesinde itibarlı
kahramanlar oldular.

3.2. Pusuya Yatıp “Fotoğraf çekme”


15-16 Temmuz gecesinde, yapılacak faaliyetleri önceden belirleyen, Erdinç Altıner’in
“WhatsApp grubumuzdan geçti” dediği gibi birbirleriyle paylaşan ve Perinçek’in “bize
bilgi verdiler” dediği asker şahıslar pusuya yatıp o gece askerî refleksle hareket eden
herkesin fotoğrafını çektiler. Sonra da bir asker için çok normal olan bu fotoğraflara
“terörist hareketi” manası yükleyerek bir medya bombardımanı şeklinde servis ettiler.

- 27/61 -
Tabi bu paylaşımları önceden herkesle yapamadıklarından ilerleyen saatlerde özel
kapalı çevrim telefonlar üzerinden birçok kişiyi diğerlerinden ayırmaya çalıştılar.

Bir diğer ifadeyle; 15 Temmuz’da, önceden planlı senaryodan haberi olanlar


tarafından, askeri refleksle ne olduğunu anlamadan görev bilinci ve verilen emirlerle
hareket edenler “darbeci” ilan edilirken, senaryodan haberi olmayan ama kendilerine
yakın kabul ettikleri kişiler ise özel kapalı çevrim telefonlar üzerinden olayın dışında
tutuldu.

Birkaç örnek:

- Donanma Komutanı TCG ORUÇREİS Komutanı’na telefon edip “sen sadece benden
emir al” dedi, yine Levent Kerim Uça’yla daha TCG YAVUZ’a çıkmadan önceki uzun
telefon görüşmesinde “sıkıyönetim mesajına uyma” dedi ama daha da önemlisi
“Önder’e de söyleme” dedi.

Belge 7 Donanma Komutanı'nın kendi komodorundan tuzağı saklamasının belgesi. Donanma Komutanı Veysel
Kösele, gemiler seyre çıktıktan 5 saat sonrasına kadar sessizce beklemiş, sonra 01.20 civarında “güvendiği”
komodor Levent Kerim Uça ile telefonla görüşürken “Önder Öngör’e bilgi verilmemesi” direktifini vermiştir. Bu
direktif görünürde sadece gemiye çıkacağının söylenmemesi gibi sunulmakla birlikte artık denizdeki 2
komodordan birinin “güvenilmez kişi” ilan edildiğinin ispatıdır. Nitekim o saate kadar aralarında iletişimin devam
ettiği bu komodorlardan Levent Kerim Uça bu direktiften sonra Önder Öngör’ün telefonlarını açmamaya, yüzüne
kapatmaya başlamıştır. Bu belge Levent Kerim Uça’nın Gölcük Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği 18 Temmuz
2016 tarihli ifade tutanağının 3’üncü sayfasından alınmıştır.

Donanma Komutanı burada “Önder’e söyleme” cümlesini gemiye çıkacağının bilgisinin


verilmemesi gibi kullanıyordu ama konuşmanın bütününe bakılınca böyle bir direktifin
tuzaklardan haberi olmayan Komodor Önder Öngör’le iletişimin kesilmesinden başka
bir sonucunun olmayacağı da açıktı.

Halbuki bir Donanma Komutanı olarak direktiflerini sadece bir gemi Komutanına ya da
Levent Kerim Uça’ya değil denizdeki tüm birliklere verir. Bunu idrakten de mahrum
olmadığına göre olayda kasıt vardır.

Levent Kerim Uça’ya “Önder’e söyleme” demek yerine “herkese telsizden ilet” şeklinde
direktif verseydi masum yüzlerce Türk denizcisine kurulan tuzak açık edilmiş olacak ve
15 Temmuz terör olayları bekledikleri vahamette gerçekleşmeyecekti. Bu durumda 300
kişi ölemeyecek, 3000 kişi yaralanamayacak ve toplumsal bir travma
gerçekleşemeyecekti. Toplumsal travma gerçekleşemeyince de 16 Temmuz’dan
itibaren atılan rejim değişikliği ve tasfiye adımları da atılamayacaktı.

- 28/61 -
- Levent Kerim Uça TCG YAVUZ’un Köprüüstünde “darbe olmuş” deyip birkaç
dakika sonra darbe mesajı geldiğinde “hayırlı olsun, otoritenin emrindeyiz”
diyerek her şeyden habersiz çevresindeki gemi personeline “ben darbeciyim” mesajı
verdi.

Belge 8 Levent Kerim Uça’nın gemilere daha Sıkıyönetim Mesajı gelmeden önce Türkiye’de bir darbe kakışması
gerçekleştiğini bildiği ve bunu geminin personeli ile paylaştığının belgesidir. TCG YAVUZ Başçarkçısı Salih
Yalçınkaya'nın Donanma İddianamesinde yer alan ifade tutanağının 7'nci sayfasından alınmıştır.

- Fakat kendine yakın bir kişi olan Hürol Çırmıktılı’ya “görüyor musun bizi darbecilikle
suçlayanlar şimdi kendileri darbe yapıyor” diyerek aslında gemi personelini aldatarak
tuzağa çektiğini bir bakıma itiraf etti.

- Sadece Hürol Çırmıktılı’yla paylaşılan bu bilgi, Levent Kerim Uça’nın emrindeki diğer
hücumbotlara da ulaştırıldı ve gemi jurnallerine de yazıldı.

Belge 9 Levent Kerim Uça'nın gemiye "darbeci" görüntüsü sergilerken kendi personelini ikaz etmesinin delili. Bu
kısım, Levent Kerim Uça’nın yakın personeli olan Hürol Çırmıktılı’nın Donanma İddianamesinin ekinde yer alan 9
Eylül 2016 tarihli ifade tutanağının 2’nci sayfasından alınmıştır.

O saatlerde denizde bulunan diğer personel bu detaydan habersiz olduğundan askerî


refleksle hareket etti. Bu konuda bilgilendirilen seçilmiş kişilerin ise “olayları o
dakikadan itibaren sorgulamaya başladım” gibi süslü ama askerî doktrinde pratik
karşılığı olmayan sözleri kayda geçirerek olaydan kolayca sıyrılmaları sağlandı.

Birbirlerine karşı da “ben sadece sizden emir almak istiyorum” gibi normal günlük
hayatta kurulmayacak cümleler kullanılmaya başlandı.

- 29/61 -
Bu kapsamda sunacağım belge çok daha fazlasını anlatıyor.

Belge 10 TCG KALKAN Gemi Jurnalinin, Donanma İddianamesi eklerinde yer alan sayfası. Bu belge; Levent Kerim
Uça’nın emrindeki 4 gemiyi limana sokmak yerine denizde tuttuğunun, Gölcük’ten TCG TUFAN gemisini bir subayı
yasadışı olarak komutan yaptığının delilidir. Bu subay gerçekte bir komutan olmadığı için jurnale “TCG …….
Komutanı” şeklinde değil de sadece isim ve rütbe şeklinde yazılmıştır.

Belge TCG KALKAN gemisinin jurnaline aittir. Bir gemi jurnali on yıllarca muhafaza
edilmesi gereken, devlet arşivlerine giren belgedir. Bu jurnale yazılacak her şeyin nasıl
yazılacağı bellidir, kuralları bellidir.

Gemi Komutanı Bnb. Murat Dinçel’in imzasını taşıyan, iddianamenin ekinde de yer alan
bu belgede Levent Kerim Uça’nın o gece gemileri nasıl “şifahi emirle, yasalara aykırı
şekilde” kaldırdığı yazılmıştır. Bir de yukarıda paylaştığımız belgede gördüğünüz üzere
Levent Kerim Uça’nın Hürol Çırmıktılı’ya söylediği sözün Murat Dinçel ve diğer
hücumbot komutanlarında da yansımasının olduğunu görüyoruz.

Bir savaş gemisinin jurnaline hiçbir zaman yazılmayacak soyut bir “sorgulama” işlemi
“OLAYLAR VE FAALİYETLER” başlığı altına saat 23.15 itibarıyla yazılmıştır. Çok büyük
bir olasılıkla böyle bir ifade dünya tarihinde hiçbir savaş gemisinin jurnaline yazılmış
değildir. 23.15 zamanı, Levent Kerim Uça’nın Hürol Çırmıktılı’ya tuzağı açık ettiği, Deniz
Kuvvetleri Komutanı Recep Bülent Bostanoğlu’nun telefonunu kapattığı saattir.

Bu tavırlar Abidin Ünal’ın 15 Temmuz gündüz Hava Harp Okulu kampında, akşam
Akıncı’da sergilediği tavırlarla aynıydı. Gündüz, plansız ziyaretinde Harbiyeli öğrencilere
emre itaati vurguluyor, “akşam yorulacaklar, şimdi dinlendirin” diyerek Harbiyelilerin
bilmediği bir olay için “ben bunu onaylıyorum” manasında bir mesaj veriyor, gece

- 30/61 -
Akıncı’ya geldiğinde ise ertesi gün “terörist” ilan edilecek pilotlara sıcak hitaplarda
bulunuyordu.

Benzer “fotoğraf çekme” işi Deniz Kuvvetleri karargahında ve Donanma çapında da


telefonlarla bir şeyler sorup cevabı kaydetme şeklinde yapıldı. Hatta denizdeki
unsurlara yetkisiz bir kişinin “limana dönün” mesajına gösterilen reaksiyonun
gözlenmesi de böyle bir “fotoğraf çekme” işiydi.

- Deniz Kuvvetleri karargahında Tümamiral Sinan Azmi Tosun’la telefon görüşmeleri


çok somut örnektir. Dz. Bnb. Serkan KAZAN ifadesinde;

“… Ferhat KAZANÇ binbaşı ile birlikte yan komşum soyadını hatırlamadığım Albay
Cenk’in evinde saat 23.00 sıralarında olayları izledik… yanımda Ferhat Binbaşı da
varken, izinde olduğunu bildiğim ve sicil amirim olan Tümamiral Sinan Azmi
TOSUN’u telefonla aradım. 16/07/2016 günü saat 00.30 civarıydı, “ben yarın sabah
karargaha gidersem kalkışmaya destek vermiş olurum, o yüzden gitmemek için
sizden izin istiyorum” dedim…”

diyor.

Burada adı geçen Ferhat Kazanç ve evinde oldukları Cenk Alb. (DURMAZER) daha
sonraki tasfiye sürecinin ana aktörlerindendir. Bu ana aktörler arasında önceden
fişlenenlerin sabaha kelepçeleneceğini bilen Bülent Ardıç da önemli bir rol kapmıştır.
Yapılan işlem de sadece hiçbir şeyden haberi olmayan Sinan Azmi Tosun’un fotoğrafını
çekmektir.

- Donanma’da da benzer şekilde Adil Beşorak ve İsmail Can Donanma Hrk. Bşk.
Mustafa Bardakçı’yı arayıp “mesajı teyit ediyor musun” şeklinde “fotoğraf çekme”
sorusu sorarak Mustafa Bardakçı “sıkıyönetim mesajı doğrultusunda irade sergiledi”
muğlak yalanıyla tutuklatıldı. Bu yalanın altını imzalayan kişi de Donanma
Komutanlığı çapında SABKOR Hazırlık Durumunu yükseltip tüm askeri personelin
birliklerine gelmesini sağlayan Yalçın Payal’dı.

- Yalçın Payal 02.33’te “yem” bir mesajla sadece belli gemilere “limana dönün” emri
verdi.

Ama “fotoğrafa” Aykar Tekin’in İstanbul’dan seyre kaldırdığı TCG BORA ile Aksaz ve
Mersin’den seyre kaldırdığı gemiler, toplamda 9 gemi dahil edilmedi!

Yine “fotoğrafa” Levent Kerim Uça’nın seyre kaldırdığı TCG TUFAN ve Marmara’da
denizde tuttuğu 4 gemi dahil toplam 5 gemi sokulmadı. Hatta raporlarda “tüm gemilere
kumanda eden Önder Öngör” diye yazılıp sanki tüm donanma unsurlarının denize
çıkmasının sorumlusu Önder Öngör’müş gibi gösterildi.

Bu yalan ve iftira ilk günden itibaren algı yönetimiyle basına servis edildi, resmi
raporlara yazıldı, iddianamede bu suç Önder Öngör tarafından işlenmiş gibi gösterildi.

- 31/61 -
DZ. KUR. KD. ALB. ÖNDER ÖNGÖR’E ATILAN İFTİRA

Belge 11 Tüm gemileri seyre kaldırıp sonra suçu Önder Öngör işlemiş gibi göstermenin belgesi. Deniz Kuvvetleri
Komutanlığının, Erhan Aydın, Yıldıray Ene, Hakan Gömengil, Cem Yiğit Emirkadı, Aytaç Gelgeç isimli subaylara
hazırlattığı iftira belgesidir. Belge Deniz Kuvvetleri Komutanlığı tarafından Bilirkişi Raporu adıyla hazırlanıp 3 Ocak
2017’de Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.

15 Temmuz akşamı Deniz Kuvvetlerine bağlı toplam 22 gemi seyre çıkarıldı ve bu


gemilerden sadece 4’üne (TCG TURGUTREİS, TCG ORUÇREİS, TCG SALİHREİS VE
TCG KEMALREİS) Önder Öngör kumanda ediyordu.

Bu 4 gemiden TCG TURGUTREİS ve TCG SALİHREİS’e verdiği tek emir “gemileri


limandan çıkarıp emniyetli bir yere demirleyin” şeklindedir ve bu 2 gemi de sadece
bunu yapmıştır.

TCG ORUÇREİS’e verdiği tek görev Donanma Komutanının korunması kapsamında


yakın destek sağlama görevidir, başka bir tek emir yoktur; sadece o gemide
bulunmuştur.

TCG KEMALREİS’e de, gece 01.30-02.30 saatleri arasında Donanma Komutanı’nın TCG
YAVUZ’a intikal ederken onu takip ettiği yönünde ihbar alınması üzerine Adalar
Bölgesi’nde sinsi taarruz botlarının olabileceği ve bu botların denizdeki birliğe asimetrik
terör saldırıları gerçekleştirebileceği ihtimaline istinaden meskun mahallerden 7 km
mesafede ve açık deniz sahasına doğru, içinde mühimmat olmayan eğitim mermileriyle
caydırma atışı yaptırmıştır. İddianamede bu atış sanki karaya doğru, meskun mahalde,
vatandaşları korkutmak üzere yapılmış gibi sunulmuştur.

Geri kalan 18 gemiden hiçbirine Önder Öngör emir vermemiş, kumanda etmemiştir.

Buna rağmen Erhan Aydın, Yıldıray Ene, Hakan Gömengil, Cem Yiğit Emirkadı, Aytaç
Gelgeç isimli subayların imzasıyla Önder Öngör’e iftira atılarak “tüm gemilere o
kumanda” etti bilgisi adli makamlara gerçeğe aykırı ve adil yargılamayı etkileyecek
şekilde, vahim bir suç mahiyetinde bildirildi.

- 32/61 -
Başta Dz.Kur.Kd.Ab. Erhan Aydın olmak üzere subay üniforması giyen bu müfteri
şahıslar hala kollanmakta, hala iftiralarla masum askerleri infaza devam etmektedirler.

Erhan AYDIN, Bilirkişilik Kanunu’na her yönüyle aykırı kurulan, çalışan, raporlayan
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Bilirkişi Heyetinin başı olarak oldukça normal
karşılanabilecek olayları; “hayatın normal akışına aykırı”, “donanma örf adetlerine
aykırı” diye nitelendirip “terör suçu” saydırıp müebbet hapis cezalarının olmayan
altyapısını icat etmeye çalışmıştır.

Gerçekte 15-16 Temmuz gecesi Donanma’da hayatın akışına aykırı yaşanmış birçok
somut olay mevcuttur.

Başlıcaları;

- Bir Deniz Kuvvetleri Komutanının telefonunu kapatıp otopark otopark gezmesi,

- Bir Donanma Komutanının valiyi reddedip gemiye çıkması,

- Sadece birkaç özel kişinin bu komutanlara ulaşmasına müsaade edilmesi,

- Harp Filosu Komutanı İskender Yıldırım’ın gemileri aramak yerine Merkez


Komutanlığından döner sipariş etmesi,

- Yalçın Payal’ın gemileri ateş altına alacak şekilde “yem” mesaj göndermesi,

- Aykar Tekin’in Mersin’deki gemileri bile zorla seyre kaldırtıp Antalya ve Alanya
önlerinde karakol sahası tesis etmesi,

- Levent Kerim Uça’nın darbe mesajı gelince “hayırlı olsun, otoritenin emrindeyiz”
deyip sonra özel kişileri uyarması,

- Yine Levent Kerim Uça’nın TCG YAVUZ Komutanı’na “silah alın” deyip sonra
iddianameye “silahlı taşıdıkları” diye yazdırılması,

- Veysel Kösele’nin Vodafone kayıtlarına göre 02.36’da TCG ORUÇREİS Komutanı ile
daha TCG YAVUZ’a çıkmamışken konuşması ve “benden emir bekle” deyip bir daha
emir vermemesi,

- Daha önemlisi 02.32’de Lojistik Komodoru Bahadır Gündoğdu’ya “bir gemini seyre
hazırla” diye donanma gemilerini denizde tutma niyetinde olduğunu belirtmesi.

Bu liste çok uzayabilir…

- 33/61 -
3.3. İletişimde ve Emir/Bilgi Vermede Seçmececilik ve
“HTS Analiz Raporu”
İddianamelerin hemen hepsinde şu ortak cümle bulunmaktadır: “Şüphelinin, hakkında
soruşturma yürütülen birçok kişiyle HTS kaydı vardır.”

Bu şu demek oluyor:

O gece ve sonrasında kiminle cep telefonu üzerinden bir görüşme yaptıysanız bu


görüşme sizin tarafınızı belirleyen ana ölçütlerden biri olarak kullanıldı.

“HTS Analiz Raporu” denilen şey sadece bir tuzaktı. Şöyle ki;

Bu çok sayıda denilen kişiler, tutuklanan askerlerin amirleri, memurları, en az 13-14


yaşından beri birlikte oldukları meslek arkadaşları, eşleri, çocukları, akrabaları,
çocuklarının okulunun öğretmenleri, müdürleri ve sairdir.

Tarihimizin en hain terör olayının gerçekleştiği 15-16 Temmuz günü ve gecesinin Deniz
Kuvvetleri açısından en dikkat çeken özelliği şuydu: Ne kadar yetkili, karar verici
pozisyonundaki makam sahibi komutan varsa hepsinin kendini ULAŞILAMAZ kılması,
seçmece olarak bazı kişiler kendilerine ulaşırken istemedikleri kişilerin kendilerine
ulaşamamasıdır.

Bu ulaşılırlığı ve ulaşılamazlığı sağlayan ana unsur da “güvenilir” veya “güvenilmez”


damgasıyla çok önceden yapılan fişlemelerde etiketlenmiş olmaktır.

Örneğin Donanma İddianamesinin TESPİTLER klasöründe yer alan belgelerden TCG


KALKAN gemisinin jurnalindeki 2 sayfaya baktığımızda iletişim ve emir vermede nasıl
masum personele tuzak kurulduğunu ve işletildiğini görüyoruz.

Hatırlayalım: Deniz Kuvvetleri Komutanı gemiler seyre kalkarken telefonunu kapatıyor,


son gemi İzmit Körfezi’nden çıkışını tamamlayınca telefonunu açıyor. Böylece en kritik
anda kimse Kuvvet Komutanı’na “gemiler neden çıkıyor, ne oluyor” diye soramaz hale
getiriliyor ve Türk Silahlı Kuvvetleri personeline kurdukları tuzak anlaşılamıyor.

Deniz Kuvvetleri Komutanı, ifadesinde “O gece, söz konusu görüşmelere ilişkin resmi
kayıtlara göre kendi telefonumdan toplam 80 dakika süren 62 adet, emir subayımın
telefonundan toplam 77 dakika süren 78 adet resmi telefon görüşmesi yaptığımızı daha
sonra öğrendim.” diyor.

Yani tıpkı Cihat Yaycı’nın … adet kriterle ben personeli infaz ediyorum deyince savcının
soruşturmayı kapatması gibi Deniz Kuvvetleri Komutanı da “şu kadar sürede bu kadar
telefon görüşmesi yaptım” deyince kurtarılıyor.

- 34/61 -
Basit bir hesapla dakikada 1 telefon görüşmesi demektir ki bu Kuvvet Komutanı Recep
Bülent Bostanoğlu’nun ne kadar zeki, çevik ve ahlaklı bir Oramiral veya KAMU
GÖREVLİSİ olduğunu gösteriyor.

Bu zeki, çevik ve ahlaklı kamu görevlisi 157 dakika veya 140 telefon görüşmesi yapıyor
ama karargahtaki ya da denizdeki hiçbir üst düzey Komutan, komodor ya da gemi
komutanıyla görüşmüyor.

Bunun sebebini de TCG KALKAN’ın gemi jurnalinde 03.50 satırında okuyoruz: DzKK
“güvenmediğiniz kişilerle görüşmeyin” diye Aksaz’daki bir binbaşıya emir vermiş.

Belge 12 Deniz Kuvvetleri Komutanı'nın, emrindeki Türk Silahlı Kuvvetleri personeline bilgi vermek, onları
uyandırmak yerine bilgi saklayarak, iletişimde seçmeceli ve kayırmacı davranılmasını emrederek dönen
dolaplardan haberi olmayanları tuzağa düşürmek üzere verdiği emrin kanıtı. Donanma İddianamesi eklerinde yer
alan seyir kayıtları içerisindeki TCG KALKAN gemisinin jurnalinden alınmıştır.

Deniz Kuvvetleri Komutanı Recep Bülent Bostanoğlu bu davranışı sadece gemilere karşı
sergilemiyor. Kendi Harekat Başkanı’na karşı da sergiliyor.

Örneğin Deniz Kuvvetleri iddianamesinde yazdığına göre Dz.K.K.lığı Harekat Başkanı


Tümamiral Sinan Azmi Tosun, senelik izindeyken kuvvet komutanına telefon ediyor
ulaşamıyor ama sonra emekli bir koramiral üzerinden arayınca ulaşıyor.

Önemli olduğu için tekrar ifade edelim: Dz.K.K.lığı Harekat Başkanı Sinan Azmi
Tosun’un telefonla araması karşısında Kuvvet Komutanı kendi Harekat Başkanı’nın bu
aramasına cevap vermeyip aynı masada bulunan emekli bir koramiralin aramasına
cevap veriyor.

Tümamiral Sinan Azmi Tosun, kuvvet komutanından önce de Donanma Komutanı


Veysel Kösele’yi 23:00 sıralarında yani Levent Kerim Uça’nın mesaja nüfuz ettiği
sıralarda arıyor. Veysel KÖSELE darbeden haberinin olmadığını söylüyor. Halbuki daha
21.30’dan itibaren gemilerin kalktığını, Yalçın Payal’ın Donanma Komutanlığı çapında
SABKOR Durumunu yükseltip Donanmaya bağlı tüm askeri birliklerde güvenlik
tedbirlerinin artırıldığını biliyordu. Veysel Kösele de darbe konusunda binlerce askerin
bilgilendirilmesi, uyarılması, uyandırılması konusunda bir emir vermiyor!

- 35/61 -
Sinan Azmi Tosun o görüşmelerde yanındaki diğer general ve amiralleri de telefonunun
hoparlörünü açıp görüşmeye şahit yaparak Kuvvet Komutanı’ndan ve Donanma
Komutanı’ndan direktif istiyor ve “bekle” cevabını alıp ertesi gün tutuklatılıyor.

Bu davaların tüm sanıkları aynı tuzağa düşürülüyor. Sonra dosyada karşımıza tüm son
5-6 yılın tüm görüşmelerinden seçmece yapılıp “….’la HTS kaydı” çıkıyor.

Doğrudan gecenin ilk saatlerinden itibaren “güvenilmez” filtresine takılıp ulaşamadığı


Kuvvet Komutanı’na dolaylı bir yolla, bir emekli koramiralin telefonuyla aradığında
ulaşabilen Harekat Başkanı’nın aldığı cevap o gecenin en tılsımlı direktifi olan “bir şey
yapma, benden emir bekle!” şeklinde oluyor.

- Aynı cevap Yalçın Payal’ın Mustafa Bardakçı’ya “komutanım Hayrettin İmren üssü
kontrolüne aldı, ne emredersiniz” dediğinde “mukavemet etme, benden emir bekle”
cevabının familyasındandır.

- Aynı cevap, yine Yalçın Payal’ın Mustafa Bardakçı’ya “komutanım darbeci amiraller
botla kaçma hazırlığındalar, ne emredersiniz” dediğinde “bir şey yapma, benden
emir bekle” cevabının familyasındandır.

- Aynı cevap, TCG FATİH Komutanı Dz.Kur.Yb. Mehmet Ali Yağış’a verilen “bekle,
anonsu başkasına yaptıracağız, sen yapma” cevabının familyasındandır.

Belge 13 Deniz Kuvvetleri Komutanı ve Donanma Komutanı'nın darbe konusundaki uyarma anonsunu TCG FATİH
Komutanı'na yaptırmayıp “başkasına yaptıracağız” demelerinin ama sabaha kadar (Levent Kerim Uça ve Hamdi
Toker uyarılırken) böyle bir anonsun bir türlü yaptırılmadığının belgesi. Belge Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığına
gönderilen Donanma İdari Tahkikat Raporu’nun A-17 numaralı sayfasından alınmıştır.

- 36/61 -
- Aynı cevap, TCG ORUÇREİS Komutanı Dz.Kur.Yb. Güray Çerman’ın, hiçbir pozitif
emir vermeyip sadece “Önder’i dinleme” diyen Donanma Komutanı’na “komutanım
peki ne yapayım? Emriniz nedir? Bir şey yapayım mı?” dediğinde “bekle, ben sana
emir vereceğim, bir şey yapma” cevabının familyasındandır.

Belge 14 Donanma Komutanı'nın TCG BÜYÜKADA Komutanı'na arayıp emir verirken TCG ORUÇREİS Komutanı'nı
saatlerce bekletip hiçbir emir vermemesinin kanıtı. Donanma Komutanlığınca Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığına
gönderilen ve iddianameye ek yapılan evrakta yer alan TCG ORUÇREİS Komutanı Dz. Kur. Yb. Güray Çerman’a ait
21 Temmuz 2016 tarihli Bilgi Alma Formu’ndan alınmıştır.

- Aynı cevap Lojistik Komodoru Bahadır Gündoğdu’nun daha Kuvvet Komutanı bile bir
açıklama yapmamışken Donanma Komutanı’na “komutanım ben sizden emir
bekliyorum, ne yapmamı emredersiniz” dediğinde “bekle, bir şey yapma” cevabının
familyasındandır.

Belge 15 Donanma Komutanı'nın kendisine direk bağlı olan ve 00.50'de arayan Lojistik Destek Gemileri Komodoru
Dz.Kur.Kd.Alb. Bahadır Gündoğdu’ya sadece “benim emrim olmadan seyre gemi çıkarma” demekten başka bir
emir vermediğinin kanıtı. Daha sonra 02.32’de Donanma Komutanı kendisi Bahadır Gündoğdu’yu arayıp, tüm
gemiler darbe maksatlı seyre çıkmış gibi gösterilirken “bir gemiyi seyre hazırla” diye emir veriyor. Bu arama resmi
raporlarda ise sanki Komodor Donanma Komutanı’nı aramış gibi gösteriliyor. Böylece Donanma Komutanı’nın
gemileri denizde tutma niyeti saklanmaya çalışılıyor. Bu belge Donanma İddianamesi’nin ekinde yer alan 19 Ekim
2016 tarihli itiraz dilekçesinin 5’inci sayfasından alınmıştır.

Ayrıca, yine eski Kuvvet Komutanı Recep Bülent Bostanoğlu “bir süre süreci emir
subayımın telefonundan yönettim” diyordu. Bu emir subayının (Özkan Gülömür) sınıf

- 37/61 -
arkadaşı olan ve TCG GÖKSU’ya komuta eden
Dz.Kur.Yb. Hakan Sasa işte bu telefondan 03.11’de
“herkes bir şeyler söylüyor, kuvvet komutanı gemileri
arayacak mı?” diye sorarak Bostanoğlu’ndan nazikçe
bir direktif istiyor ama o direktif bir türlü gelmiyor.

İşte bu Kuvvet Komutanı’na Aksaz’dan bir binbaşı yani


Berke Uraz ulaşabiliyor, kendisinden emirler alıp
Marmara’daki seçilmiş gemilere bu emirleri iletiyor.
Örneğin fırkateynlere “Gölcük’e dönün” denirken bu
seçilmiş gemilere “Gölcük’e gitmeyin, orası güvenli
değil” diyebiliyor. Seçmediği, izole ettiği TCG BORA
Gölcük’e limana gidiyor, sahilde silahlı askerlerle
karşılaşıyor ve hemen geri kaçıyor. Yaşadığı tehlikeyi
düşünebiliyor musunuz?

Donanma Komutanı farklı mı? Hayır! Resim 5 Deniz Kuvvetleri Komutanı


emir subayı aracılığıyla bir direktif
istenmesinin ama o direktifin bir türlü
Donanma Komutanı; emir astsubayı vasıtasıyla gelmemesinin kanıtı.
00.40’ta Donanma Harekat Merkezi’ni aratıp tüm
komutanların cep telefon numaralarını alır ama içlerinden sadece TCG BÜYÜKADA
Komutanı Bnb. Hamdi Toker’i hem de 4 defa arar. Herkesten sakladığı TCG YAVUZ’a
çıkış bilgisini bir tek ona söyler. Levent Kerim Uça’ya “sıkıyönetim direktifine
uymamasını” söyler. Başka da hiçbir gemi komutanını ya da komodoru da aramaz.

Belge 16 Donanma Komutanı Veysel Kösele'nin denizdeki komodor ve komutanlardan hiçbirini arayıp direktif
vermezken sadece TCG BÜYÜKADA Komutanı Bnb. Hamdi Toker’i 4 defa aradığının kanıtı. O gece Ayhan Bay’ın
doğrudan verdiği emirle seyre çıkan Hamdi Toker’in gözaltına hiç alınmayıp, soruşturmadan vareste tutulup,
olaylardan da 1 ay sonra 9 Ağustos 2016’da emniyet ya da savcılıkta değil Merkez Komutanlığında verdiği
ifadesinin 2’nci sayfasından alınmıştır.

Donanma Komutanı’nın emrindeki birliklere emir vermemesi konusunda “kamarada


kilitliydi, cep telefonu çekmiyordu” gibi bahaneler gösterilmesi ise sadece bir yalan ve
aldatmacadır.

- 38/61 -
Donanma İddianamesinin eklerinde 2500 civarında kişinin ifade ve bilgi alma
tutanakları vardır. Bunlara baktığınızda seçilmiş kişilerin hep Donanma Komutanı’na
ulaşabildiği görülmektedir.

Dolayısıyla tıpkı Kuvvet Komutanı gibi Donanma Komutanı da “kapalı çevrim” bir
telefon ağı işletmiştir. Hatta bu çevrime Levent Kerim Uça’yı da Haluk Baybaş
sokmuştur. Zaten bu kapalı çevrime girene kadar Önder Öngör’le hep görüşen,
gemileri koordine eden Levent Kerim Uça, Haluk Baybaş’ın onu çevrim içi yapmasından
itibaren Önder Öngör’ün telefonlarını suratına kapatmaya başlıyor.

Hatta şöyle bir örnek iletişimdeki seçmece davranışı açıkça göstermektedir:

O gece komodor Önder Öngör TCG ORUÇREİS’te seyre çıkmıştır. Gemi Komutanı
Güray Çerman’la komodor Önder Öngör yan yanayken Levent Kerim Uça Güray
Çerman’la konuşur. Bir komodorun kendisiyle değil de emrindeki geminin komutanıyla
konuşmasından rahatsız olan Önder Öngör telefonu alınca Levent Kerim Uça birden
telefonu Önder Öngör’ün yüzüne kapatır.

Özetle Türkiye’nin tek Deniz Kuvvetleri Komutanı ve tek Donanma Komutanı,


kendilerine ulaşmaya çalışan, kendilerinden direktif isteyenlere karşı ya ulaşılmazlıkla
ya da “bekle” diyerek karşılık verirken seçtikleri kişilere de “güvendiklerinizden başka
kimseyle konuşmayın” diyor.

İlk bakışta mantıklı gibi görünen bu karşılık aslında Deniz Kuvvetlerinde masum
askerlere o gece kurulmuş olan temel tuzaklarından birisini açık etmektedir.

- Askeri hiyerarşide “güvendiğim kişi” diye birisi yoktur. Türk Silahlı Kuvvetleri
mensubu vardır, amir vardır, memur vardır, komutan vardır. Türk askeri doktrininde
“güvendiğin, güvenmediğin” diye bir tasnif yoktur. Askeri hiyerarşi mekanizmasında
böyle bir kategorilendirme yoktur.

- Bir komutan kendisinden direktif isteyene, birlik komutanlığı sorumluluğu gereği


direktif verir. “Diğer birlikleri tuzağa düşüreceğim, o yüzden onlarla irtibat kurma”
manasında bir “güvenilmezler” grubu belirleyip de “onlarla iletişimin olmasın” diye
bir direktif ancak Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde bölücülük yapmaktır.

- Deniz Kuvvetleri Komutanı ya da Donanma Komutanı seviyesine getirilmiş üst düzey


bir kamu görevlisi kendi maiyeti içinde bölücülük yapmak suretiyle kendi personelini
tuzağa çekiyorsa bunun adı “vatana ihanet” suçudur. Aklı selim sahibi hiçbir kimse
bir komutanın kendi maiyetine karşı sergilediği böyle bir tuzağa çekme fiilini masum,
yasal, meşru, hukuki, normal, insani değerlere uygun gördüğünü söyleyemez…

- Eğer bu komutanların maksatları darbeyi önlemek olsaydı açıkça “bir darbe girişimi
söz konusudur, şu andan itibaren size şöyle yapmanızı emrediyorum, emrime itaat
etmeyen darbecidir” derlerdi, birlikler emniyete alınırdı. Kim de verdikleri emre

- 39/61 -
uymazsa alenen darbeci olurdu ve gereken yaptırımları da hak ederdi. Yoksa özel
kapalı çevrimler işletip birilerini seçmece çevrim dışında tutup diğerlerini “bende
emir bekle” deyip sonra emir vermek yerine savcılığa infaz listeleri vererek infaz
ettirmek bir tuzaktır, askeri karşılığı “pusu”dur. Bir Türk Komutanı kendi maiyetine
pusu ya da tuzak kurmaz, emniyetinden sorumlu olduğu personelinin hayatını
tehlikeye atmaz.

Pekala, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Recep Bülent Bostanoğlu ve Donanma


Komutanı Veysel Kösele “seçmece” bir mantıkla asker şahısları böyle izole ettiklerinde
ortaya ne çıktı?

Bu izole edilen, aradıklarında sıralı komutanlarına ulaşamayan, direktifsiz bırakılan,


suratlarına telefon kapatılan kişiler, sadece kendilerine cevap veren, telefonu
suratlarına kapatmayan kişilerle konulabilir duruma getirildi. Bu kişiler arasında kaosu
anlamaya ve çözmeye yönelik fikir alışverişi yapabildi.

Ardında da dava dosyalarında bir HTS kaydı tuzağı ortaya çıktı. Sonra da kendi
komutanlarınca izole edilmek suretiyle tuzağa düşürülmüş masum subaylar,
astsubaylar, uzman erbaşlar “falancayı niye aramadın, filancaya niye sormadın” gibi
tuhaf ve akıl dışı sorulara muhatap edildiler.

Bu arada tüm gemi komutanlarının cep telefon numaralarını almasına rağmen sadece
Komodor Levent Kerim Uça ve TCG BÜYÜKADA Komutanı Hamdi Toker’le iletişim kuran
Donanma Komutanı’nın Hamdi Toker’e sadece bilgi vermediğini da “icraat” içeren bir
emir de verdiği ortaya çıktı.

Biraz önceki ifade tutanağında belirtilen konuşmanın gemi jurnaline yazılan esas kısmı,
o geceki seçmece davranışlarla Türk Silahlı Kuvvetleri’nin personelinin kendi
komutanlarınca nasıl pusuya düşürüldüğünün bir başka delilidir.

Buna göre Veysel Kösele saat 01.20’de Hamdi Toker’e “Sıkıyönetim Mesajına işlem
yapma, sadece benden emir al” diye emir vermiştir. Tıpkı Levent Kerim Uça’nın Hürol
Çırmıktılı’ya pusuyu açık etmesi gibi.

- 40/61 -
Halbuki Donanma Komutanı, seyre çıkan tüm gemi komutanlarının telefon
numaralarını Donanma Harekat Merkezi’nden çok daha önce almıştı. Buna rağmen
sadece TCG BÜYÜKADA Komutanı’nı arayıp direktif veriyor. Diğer komodor ya da gemi
komutanlarına böyle bir direktif vermiyor.

Böylece Türkiye Cumhuriyeti devletinin bir Oramiral’i hem kendi emrine verilmiş o
gemilerin yüzlerce personelinin hayatını bilerek ve isteyerek tehlikeye atıyor hem de

Belge 17 TCG BÜYÜKADA'nın jurnalinde Donanma Komutanı'nın sadece bu gemi komutanını arayıp "Sıkıyönetim
Mesajına işlem yapma” diye emir verdiğinin kanıtı. Tüm gemilerin komutanı olan Donanma Komutanı, denize çıkan
20’den fazla gemi komutanları arasından seçerek sadece TCG BÜYÜKADA komutanına bu şekilde direktif veriyor,
diğer komodor ve gemi komutanlarından bu direktifi esirgiyor. Bu gemi komutanına da “kimseye söyleme” diyor ki bu
komutan denizdeki diğer birliklere telsizden bu direktifi aktarmamış. Belge Donanma İddianamesinin eklerinde yer
alan “Gemilerin seyir kayıtları” arasından alınmıştır.

ertesi sabahtan itibaren savcılığa verdikleri infaz listeleriyle seçilen bazı personel için
adli, idari, insani ve sosyal linç sürecini başlatıyordu. İnfaz kısmına bu çalışmada
şimdilik yer verilmeyecektir.

Veysel Kösele’nin emir verdiği 01.20 zamanı önemli bir zamandır. Bu dakikada;
kendisine ulaşılamayan (sadece seçilmiş kişilerin ulaşabildiği) Deniz Kuvvetleri
Komutanı, (belki de kimse kendisine telefon edip ulaşamasın, direktif alamasın diye) 2
saat kapalı tuttuğu cep telefonunu gemiler İzmit Körfezi’nden çıkınca açmış, kendi
personeline hiçbir direktif vermezken medyaya “biz darbenin yanında değiliz” mesajını
vermiş, 5 saattir sessizce bekleyen Donanma Komutanı Veysel Kösele bu dakikadan
itibaren harekete geçmiş, harekete geçerken de daha sonra İdari Tahkikat Heyeti üyesi
yapacağı Hamdi Toker’i 4 defa arayıp “sıkıyönetim mesajına işlem yapma!” diye direktif
vermiştir.

Bu direktif de 3 tane hücumbot komutanı (TCG İMBAT, TCG KALKAN, TCG TUFAN)
haricinde geri kalan 20 küsur gemiden ve Önder Öngör, İlsev Hazır, Sebahattin Çoruk
isimli komodorlardan saklanmıştır.

Direktiften hariç tutulan tüm komodor ve komutanlar ertesi günden itibaren insanlık
dışı yöntemlerle ve aileleriyle birlikte kısaca “linç” edildiler.

- 41/61 -
O gecenin temel özelliği işte bu “seçmececilik” yöntemiyle Türk Silahlı Kuvvetleri
personelinin kendi komutanlarınca pusuya düşürülmesidir.

Seçmececilik yapılarak irtibat kurulan kim varsa onlar kayırıldı, suratlarına telefon
kapatılan kim varsa onlar da tutuklandı, ihraç edildi, bir kısmı işkence gördü ama hepsi
sosyal anlamda aileleriyle, çocuklarıyla birlikte linç edildiler.

Bir başka örnek Aykar Tekin’dir.

Donanma İddianamesinin eklerinde yer alan resmi belgelere göre TCG GELİBOLU’da
bir “Tuzak Yönetim Merkezi” tesis edildiği ve tuzağın buradan yönetildiği anlaşılıyor.

Bu merkezle ilgili olarak Dz.Bnb. Murat DİNÇEL’in doldurduğu Bilgi Alma Formu’ndan
şunları öğreniyoruz:

- Aksaz’dan Bnb. Berke URAZ aramıştır. Kendisi oradaki bir hücumbotun komutanıdır.

- TCG GELİBOLU fırkateyninde bir “Komuta Merkezi” kurulmuştur.

- Bu Komuta Merkezi’nde Albaylar Aykar Tekin ve Özden Yazıcıoğlu ile geminin


komutanı Ali Tuna Baysal bulunmaktadır.

- Bu Komuta Merkezi’ndeki adı geçen subayların, kimsenin ulaşamadığı Deniz


Kuvvetleri Komutanı ile doğrudan irtibatları vardır.

Bu Komuta Merkezi ne yaptı, onu açıklayalım.

Hatırlarsanız Recep Bülent Bostanoğlu savcılığa verdiği ve internette de yayınlanan


ifadesinde bir çok isim arasında Aykar Tekin’i de sayarak “süreci güvendiğim komodor
Aykar Tekin’le yönettim, 150’den fazla telefon görüşmesi yaptım, böylece o gün Deniz
Kuvvetleri’nde kimsenin zarar görmemesini sağladım” demişti.

Bnb. Murat Dinçel’in ifadesinde de bu irtibatın gerçek olduğunu, Marmara’daki


hücumbotlarla Aksaz’daki Berke Uraz ve adı geçen Komuta Merkezi üzerinden Kuvvet
Komutanı’nın irtibatta olduğunu görüyoruz. Bunun yanında böyle bir “süreci yönettim,
hayatları kurtardım” beyanının pratik karşılığına baktığımız zaman acaba gerçekten
Recep Bülent Bostanoğlu doğru mu söylüyor onu göreceğiz.

Recep Bülent Bostanoğlu’nun o gece süreç yönetiminde yaptıklarının pratik sonucu


şunlardır:

- Kendi harekat başkanı Tümamiral Sinan Azmi Tosun arayınca cevap vermemiş, aynı
amiral yanındaki emekli bir koramiralin telefonundan Recep Bülent Bostanoğlu’nu
aradığında ise cevap vermiştir. Kendi Harekat Başkanı “Komutanım emriniz nedir?”
dediğinde ise “benden emir bekle” demiştir.

- 42/61 -
- Deniz Kuvvetleri Karargahı’ndan Tuğamiral İrfan Arabacı aradığında Kuvvet
Komutanı ulaşılamazdır.

- Bunun yanında karargaha gitmeyen Tümamiral Macit Arslan, Albay Bülent Olcay
aradığında ise ulaşılabilirdir ve onlara “karargaha gitmeyin, emniyetli bir yerde
durun” emrini vermiştir.

Belge 18 TCG KALKAN gemisinin Komutanı Dz.Bnb. Murat DİNÇEL’in kendi el yazısıyla doldurduğu Bilgi Alma
Formu. Form Aksaz'dan, Türkiye'nin 3 denizindeki gemileri seyre kaldıran Aykar Tekin'in bir Paralel Komuta
Merkezi işlettiğinin belgesidir. Donanma İddianamesi eklerinde yer alan ve Donanma Komutanlığının Kocaeli
Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdiği bir evraktan alınmıştır.

- TCG GÖKSU’ya o gece komuta eden Dz.Kur.Yb. Hakan Sasa arayıp direktif
istediğinde vermemiş, geri dönüş de yapmamıştır.

- 43/61 -
- Bunun yanında Marmara’daki 3 hücumbotun (TCG İMBAT, TCG KALKAN, TCG
TUFAN) komutanlarının ifadelerine, gemilerin jurnallerine bakıldığında “Deniz
Kuvvetleri Komutanı emri gereği güvenilmeyen kişilerle konuşulmayacağı” şeklinde
bir direktifin beyan edildiği görülüyor.

- Mersin’deki 3 geminin Mersin’den kaldırılıp birinin Mersin, birinin Alanya diğerinin de


Antalya açıklarında karakol sahasında emir beklemesi direktifinin verildiği görülüyor.
Eğer sahilde gemilere karşı bir terör tehdidi söz konusu ise sadece sahilden açık
denize çıkıp uygun bir yerde beklemek yeterlidir. İzmir ve Marmara’da bu yapılmıştır.
Mersin’de ise Aykar Tekin millerce uzak mesafelere, Antalya ve Alanya’ya gemi
gönderilmesini emretmiştir.

Mersin’deki durum bununla sınırlı değildir.

Güney Görev Grup Komutanı Vekili Aykar Tekin, emrinde görev yapan ve o sırada 3
gemi ile Mersin’de bulunan AKH komodoru Dz.Kur.Kd.Alb. Sebahattin Çoruk’a hem de
sıkıyönetim mesajını aldıktan sonra seyre kalkma emri verip sonra ulaşılmaz oluyor ve
arada da “sen bana ulaşamazsın, ben sana ulaşırım” diyordu. Yani, Marmara’daki bir
gemi komutanı binbaşı “Aykar Tekin’le irtibat halindeyim” derken, o gece Aykar
Tekin’in emrinde hareket eden bir komodor onunla devamlı irtibat kuramıyordu.

Belge 19 Aykar Tekin'in kendisinden emir bekleyen AKH Komodoru’na "sen bana ulaşamazsın, ben istersem sana
ulaşırım" diyerek o gecenin seçmece hareketlerinden birini açık ve ispat etmesi. Bu belge, AKH Komodoru olarak
görev yapan Dz.Kur.Kd.Alb. Sebahattin Çoruk’un 24 Temmuz 2016 tarihli Bilgi Alma Tutanağının 4’üncü
sayfasından alıntıdır.

Aykar Tekin tarafından gemilerin seyre kaldırılması, kendisinin Sıkıyönetim Direktifi


geldikten sonra “bana ulaşamazsınız, ben size ulaşabilirim” diyerek ortadan
kaybolması, aslında TCG GELİBOLU’da, emir komuta zinciri içerisinde olmayan ve
görev itibarı ile gemide bulunması son derece şaşırtıcı olan Alb. Özden Yazıcıoğlu ile
birlikte bulunması, TCG GELİBOLU’nun muhabere sistemleri tüm gemilere ulaşmaya
ve mesaj gönderme ile irtibat kurmaya elverişli iken bu sistemlerden denizdeki
gemilerin uyarılmaması, sadece telefon vb. ile ve sadece seçilmiş kişilerle irtibat
kurulması ayrıca sorgulanması gereken konular olmasına rağmen Aykar Tekin
korumaya alındı.

- 44/61 -
Alb. Aykar Tekin, Sıkıyönetim Direktifini görmesine rağmen bu emri vermiştir, yani her
şeyi bilerek yapmıştır. Zaten 15 Temmuz’dan sonraki dönemde “darbe’nin olacağının
4-5 ay öncesinden bildiğini” gemi komutanlarıyla yapılan bir toplantıda ifade etmesi de
bunun başka bir ispatıdır.

İşte Recep Bülent Bostanoğlu’nun “güvendiğim komodor Aykar Tekin’le yönettim”


dediği süreç bu süreçtir, bu süreç yönetiminin gerçekleştirilmesinde kullanılan Komuta
Merkezi de aslında sadece bir Tuzak Yönetim Merkezi’dir.

Bu gerçeklerin kısaca karşılığı şudur: Recep Bülent Bostanoğlu, Aykar Tekin, Berke
Uraz, Özden Yazıcıoğlu ve diğer isimler sadece denizdeki her şeyden habersiz diğer
silah arkadaşlarına ve yüzlerce Mehmetçik’e tuzak kurmuşlardır ki bu eylemin askeri
literatürdeki karşılığı “vatana ihanet” ile ifade edilir.

3.4. Beklet!.. Pasifize et!.. Ve infaz et!..


Biraz önceki başlıkta izah edildiği gibi o gece izlenen esas yöntem direktif isteyeni
bekletmek, pasifize edip bir şey yaptırmamak ve ertesi gün de tutuklattırmaktı.

Bu başlık bir bakıma öncekinin özeti ve tekrarıdır.

O gece komutanlarını arayan çoğu kişiye “bekle, mukavemet etme, sadece takip et,
benden emir bekle, sadece benim emrimi bekle” şeklinde emirler verildi. Bunun
yanında bazılarına ise “demirle, Gölcük’e gitme, Gölcük güvenli değil, YAVUZ’u takip
et, SG-19’u takip et, engelle” gibi icraî emirler verildi.

Kime “benden emir bekle” dendiyse o kişi bekletildi, pasifize edildi ve ertesi günden
itibaren “darbe karşıtı bir şey yapmadı, darbe karşısında pasif kaldı” denilerek
tutuklandı, ihraç edildi, insanca ve onurlu bir şekilde yaşama haklarından ailesiyle
birlikte mahrum bırakıldı.

Kime icraî emir verildiyse o da “ben ne emir verdiysem onu uyguladı, darbecilerin
karşısında durdu” şeklinde kahramanlaştırılıp korundu, kollandı, terfi ve taltif ettirildi.

Örnekler:

- Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Harekat Başkanı Tümamiral Sinan Azmi Tosun’un


kendi aramasına cevap vermeyen Kuvvet Komutanı Bostanoğlu, aynı amiral emekli
bir koramiralin telefonundan arayınca cevap verdi ve Sinan Azmi Tosun’un direktif
talebine “benden emir bekle” diye karşılık verdi. Sonra o emir bir türlü gelmedi.

- Lojistik Destek Gemileri Komodoru Dz.Kur.Kd.Alb. Bahadır Gündoğdu, Donanma


Komutanı’nı arayıp direktif isteyince “benden emir bekle” cevabı verdi. Sonra o emir
bir türlü gelmedi. Sadece 02.32’de arayıp denizde kalmayı düşündüğünün bir

- 45/61 -
emaresi olarak “bir yakıt gemisini seyre hazırla” emri geldi. O da iddianamede sanki
Bahadır Gündoğdu, Kösele’yi aramış gibi gösterildi.

- TCG ORUÇREİS Komutanı Dz. Kur. Yb. Güray Çerman Donanma Komutanı’nı
aradığında “Ben sana emir vereceğim emrimi bekle” diye emir verdi. Sonra o emir
bir türlü gelmedi. Sonra da Güray Çerman ve subay olan eşi birlikte memuriyetten
ihraç edildiler…

- Donanma Komutanlığı Harekat Başkanı Dz.Kur.Kd.Alb. Mustafa Bardakçı, Hayrettin


İmren üste kontrolü ele geçirince Yalçın Payal’dan direktif istedi. Payal “mukavemet
etmeyin, emir bekleyin” dedi.

- Yine Donanma Komutanlığı Harekat Başkanı Dz.Kur.Kd.Alb. Mustafa Bardakçı;


Hayrettin İmren, Nazmi Ekici ve Ayhan Bay’ın kaçma hazırlığı içinde olduğunu
öğrenince Yalçın Payal’dan bir daha direktif istedi. Payal “bir şey yapmayın, sadece
takip edin, emir bekleyin” dedi.

Daha sonra, yakalayamayacakları belli olmasına rağmen sadece “şov” maksatlı 2


hücumbotu, Aksaz’dan Gölcük’e müdahale eden Bnb. Berke Uraz vasıtasıyla amiralleri
kaçıran SG-19 botunun peşine taktılar.

Tabi sadece şov maksatlı olunca yakalama atraksiyonu da birilerinin


kahramanlaştırılmasından başka bir tek amaca hizmet etti: Bir binbaşıya yaptırdıklarını
Donanma’nın Harekat Başkanı olan Mustafa Bardakçı’ya yaptırmayarak onu pasifize
edip sonra da Yalçın Payal imzalı usulsüz bir evrakla “sıkıyönetim mesajı yönünde irade
göstermiştir” deyip Mustafa Bardakçı’yı tutuklatabildiler.

Halbuki Mustafa Bardakçı’nın personeli, kendilerine “amirlerinizden darbeye destek


mahiyetinde emir aldınız mı” manasındaki sorulara hep “hayır almadık” diye cevap
vermişlerdir.

Belge 20 Donanma Harekat Başkanı Mustafa Bardakçı'nın emrindeki personelin "bize kimse darbeye destek manasına
gelecek şekilde emir vermedi” dediğinin delili. Donanma İddianamesi eklerinde yer alan Bekir Sıtkı Aydınkaptan’ın
ifadesinin 4’üncü sayfasından alınmıştır. Bu soru Donanma çapında 2500 civarında kişiye sorulmuş hepsinden aynı
cevap alınmıştır: BİZE KİMSE DARBEYE DESTEK TALİMATI VERMEDİ!

- TCG GÖKSU’ya komuta eden Dz.Kur.Yb.Hakan Sasa, Kuvvet Komutanı’ndan direktif


istediğinde “direktif vereceğiz, emir bekleyin” cevabını aldı ama o direktif bir türlü
gelmedi. Halbuki Kuvvet Komutanı o gece 150 civarında telefon görüşmesi yaptığını
iddia ediyordu.

- 46/61 -
- TCG FATİH Komutanı Dz.Kur.Yb.Mehmet Ali Yağış, Donanma Komutanı’na
“komutanım herkesin kafası karışık, telsizden çağrı/anons yapıp denizdeki tüm
birlikleri ikaz edeyim mi?” dediğinde “anonsu başkasına yaptıracağız, sen bekle”
cevabını aldı. Böyle bir anons da hiç yapılmayarak gemilerdeki kafa karışıklığı devam
ettirildi.

- AKH Komodoru Sebahattin Çoruk olayları sorgulamaya başladığında Aykar Tekin


“sen benim sesimi tanımıyor musun, ben Kuvvet Komutanı ile irtibat halindeyim,
benim emirlerim onun emirleridir” dedi. Sebahattin Çoruk’a böyle diyen Aykar Tekin,
yine aynı Sebahattin Çoruk’a emrindeki 3 gemiyi Mersin, Antalya ve Alanya
önlerindeki karakol sahalarında bulundurma emrini veren Aykar Tekin’di.

İlginç bir şekilde Aykar Tekin’in tuzakları Özden Yazıcıoğlu ile birlikte yönettiği Aksaz’da
ciddi bir soruşturma yapılmadı. Sadece Foça ve Gölcük’te soruşturmalar yapılıp infazlar
gerçekleştirildi.

Foça’da savcı gelip ifade aldı ve kimleri alacaklarına karar verdi. Bundan dolayı da tüm
gemi komutanları davanın şüphelisi yapıldı. Öyle olunca da kayırılması gereken gemi
komutanlarından da “sanık” durumuna düşenler oldu.

Gölcük’te ise Donanma Komutanlığı müdahale ederek özellikle TCG BÜYÜKADA


Komutanı başta olmak üzere “güvenilir” diye kategorize edilen kişilerin soruşturmalara
dahil edilmemesini sağladı.

“Beklet ve pasifize et” adımlarından sonraki infazlarla ilgili ise şu hususlar dikkat
çekicidir:

Donanma Komutanlığı o gece Ayhan Bay’ın doğrudan emir verdiği Hamdi Toker gibi
kayırılması gerekenleri kayırabilmek için gelen savcı ve kolluk personelini üsten içeri
almadı, dışarıda bekletti. Bu bekletme esnasında daha önceden hazırlanmış infaz

- 47/61 -
listelerinin son kontrolleri yapıldıkça masum askerler peyder pey savcılığa göndertilip
tutuklatıldı.

Belge 21 Donanma Komutanlığının kimlerin gözaltına alınacağına karar verdiğinin belgeleri… Üstteki belge Ali
İhsan Gürler’in, alttaki ise Mustafa Bardakçı’nın mahkeme evrakından alınmıştır. Ali İhsan Gürler bu belgede 26
Ağustos 2016 tarihli savcılık yakalama kararına istinaden gerçekleştirilecek işlemde Donanma Komutanlığının
listeye müdahale ettiği, Mustafa Bardakçı da Gölcük Cumhuriyet savcısı tarafından bir listenin istendiğini
belirtmektedirler. Yani Gölcük’teki infazlar savcıların kendi soruşturmaları neticesinde değil Donanma
Komutanlığının düzenlediği, tadil ettiği, müdahale ettiği listeler üzerinden gerçekleşmiştir. Hakim’in tutuklamayı
yaparken “nedenini sonra öğrenirsin” cevabı da Türkiye’de hukuk insanlarının ne kadar hukuk kaygısı
taşıdıklarının ayrı bir göstergesi olmuştur.

3.5. “Yem” Mesajla Gemileri Ateş Altına Atma


Deniz Kuvvetlerinde 15-16 Temmuz gecesi gerçekleşen en haince hazırlanmış
tuzaklardan birisi, Yalçın Payal isimli ve Donanma Komutanlığında Kurmay Başkanı
olarak görev yapan şahsın sadece fırkateynlere gönderttiği bir CHAT mesajı idi.
Mesajda kısaca “Yalçın Payal emridir, bu emri alan gemiler limana dönecektir” diyordu.

Aynı Yalçın Payal, daha önce de belirtildiği üzere, Donanma çapında SABKOR Hazırlık
Durumunu yükselten ve bir daha indirmeyen Yalçın Payal’dı.

Yalçın Payal’ın gönderttiği mesaj hilelerle doluydu:

- Kendisinin denizdeki birliklere emir verme yetkisi yoktu

- 48/61 -
- Mesajda kelime oyunu yapılmış “Yalçın Payal emridir” denilmişti. Cümlenin böyle
kurulması subaylara öğretilen durum muhakemesi kapsamında “size emretme
yetkisi taşımayan bir kişinin verdiği bu emri dikkate almayın” demektir.

- Bu CHAT mesajını gönderirken “tüm gemiler limanlarına dönsün” demiyor “sadece


emri alan birlikler dönsün” diyordu. Yani kimse kimseye emri iletmeyecek, emri
doğrudan alan gemi dönecek demekti.

- Emir de sadece tutuklanan gemi komutanlarının olduğu fırkateynlere gönderildi.


Diğer gemiler emri alamadılar. Örneğin hücumbotlarda zaten bu CHAT sistemi
kurulu olmadığından teknik olarak da alamazlardı. Dolayısıyla hücumbotlar emri
yerine getirmediklerinde “bizde sistem yok, mesajı almadık, dönmedik” diyerek
kurtulacaklardı. Bazı gemilerde de sistem hiç devreye girmemişti. TCG
TURGUTREİS’te olduğu gibi o gemilere de “sistemi 2’nci Komutan kapattırdı” diye
iftira atıldı.

Belge 22 Yalçın Payal’ın “limana dönün” emrine rağmen dönmeyen Hamdi Toker’e Donanma Komutanı’nın önceden,
diğer gemi komutanlarına ya da komodorlara direktif vermezken “bölgeden ayrılma” diye direktif verdiğinin belgesidir.
Bu belge Donanma İddianamesinin eklerindeki yer alan evraklar arasındaki Hamdi Toker’in Bilgi Alma tutanağından
alınmıştır.

Kayırılan gemilerden TCG BÜYÜKADA komutanı hem korunmalıydı hem de bu


mesajdan sorumlu olmamalıydı. Ona da Donanma Komutanı “sen bölgede kal” diye
emir verince geri dönme sorumluluğundan kurtuldu.

Mesaj konusunda her gemiye ayrı muamele yapıldığı da iddianame yayınlandıktan


sonra ortaya çıktı.

Aslında Deniz Kuvvetleri’nde ana muhabere vasıtası CHAT değil “BROADCAST” tabir
edebileceğimiz telsiz muhaberesidir. Telsiz muhaberesi için İstanbul Radyo bile on
yıllardır kullanılan bir ara vasıtadır. Yani Bülent Bostanoğlu ya da Veysel Kösele
İstanbul Radyo’ya cep telefonuyla bağlanıp oradan uluslar arası telsiz frekanslarını
kullanarak sadece Marmara denizi değil dünyanın tüm denizlerindeki savaş
gemilerimize emir verebilirlerdi. Yapmadılar. Onun yerine kapalı çevrimden seçmece
yaparak birilerine “sen sıkıyönetim mesajına uyma, sen kimseye bilgi verme, sen
benden emir bekle” diye tek tek iletişim kurdular.

- 49/61 -
Donanma İddianamesinin ekinde yer alan seyir kayıtları evrakında TCG BÜYÜKADA
gemisinin seyir plotları, J-CHAT kayıtları, gemi jurnalinin 15 ve 16 Temmuz günlerine
ait olan kısmı, Köprüüstü Müsvedde Jurnali ve SHM jurnali bulunmaktadır. Seyir plotları
ve J-CHAT kayıtları haricinde diğer tüm hayati belgelerin, bir uzman gözüyle
okunduğunda sonradan düzenlendiği de açıkça anlaşılmaktadır. Burada, konuyu
uzatmamak için bu detaylara girilmeyecektir.

Mesajda “limana dönün” denilmesine rağmen Hücumbotlar da, Aksaz’dan emir-komuta


hiyerarşisinde yeri olamayan Berke Uraz isimli bir binbaşı vasıtasıyla telefonla
yönlendirilip “Gölcük emniyetli değil, Gölcük’e gitmeyin” diyerek Karamürsel önlerine
demirletildiler. Böylece onlar da korunmuş oldu.

Daha sonraki süreçte sadece İzmir ve Gölcük’te soruşturma başlatıldı. Aksaz bölgesi
için ciddi sayılacak hiçbir soruşturma açılmadı. Aksaz bölgesindeki soruşturma birkaç
kişiyle sınırlı tutuldu. Eğer gemilerin seyre çıkarılmasını içerecek şekilde ciddi
soruşturmalar açılsaydı, Kuvvet Komutanı Recep Bülent Bostanoğlu’nun “güvendiğim
komodor” dediği Aykar Tekin’in içeriği suç teşkil eden eylemleri açığa çıkacaktı.

Şimdi gelelim söz konusu 02.33 mesajının neden “en haince hazırlanmış tuzak”
olduğunun izahına…

Öncelikle denizdeki birliklere komutada emir verme yetkisine sahip olmayan kişilerin
emirleri yerine getirilmez. Denizdeki birliklere emir verilirken “Deniz Kuvvetleri
Komutanı, Donanma Komutanı, Harp Filosu Komutanı emri” diye verilseydi emir yasal
olurdu. Buna rağmen emir öyle verilmiyor. Donanma Kurmay Başkanı’nın emri şeklinde
veriliyor.

Bu teknik detayları geçelim ve esas konuya gelelim.

TCG GÖKOVA Komutanı Yb. Resul Öztürk, neler olup bittiğini anlayabilmek için
Donanma Harekat Merkezi’ni arayıp vardiya amiri Ufuk Koç’tan bilgi istiyor. Ufuk Koç
kendi ifadesinde yazmadığı bir bilgiyi veriyor: Gölcük limanına giren gemilere ateş
açılacak!

Bu konuşma 02.30’da gerçekleşiyor. Demek ki “limana giren gemilere ateş açılacak”


anonsu 02.30’dan daha önce yapılmıştır.

Bu bilgi tüm resmi evraklarda, belgelerde, iddianamenin metninde, Donanma İdari


Tahkikat ve Deniz Kuvvetleri Bilirkişi raporlarında karartılıyor.

Limana dönünce ne olacak?

TCG BORA limana dönüyor ama yanaşamadan kaçmak zorunda kalıyor. Sahilde
bulunan silahlı askerler direk gemiye bir tehdit teşkil ediyorlar.

- 50/61 -
TCG BORA da bir hücumbot ama ona diğer hücumbotlara yaptıkları gibi “Gölcük
emniyetli değil, limana gitme” demediler ve bir savaş gemisi ateş altında kalma gibi bir
tehlikeyi göz göre göre yaşamış oldu.

Eğer 02.33’te verilen emirle Marmara’daki 12 gemi limana dönse mutlaka bir çatışma
olacak, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin personeli arasında ölen ve yaralananlar olacak, gemi
kazaları yaşanacak, belki gemilerdeki yüzlerce tonluk yakıt veya cephane nedeniyle
TÜPRAŞ’ı tehlikeye atacak şekilde infilaklar gerçekleşecekti.

Belge 23 Gölcük'e gidecek gemilere ateş açılacağının 02.30'dan önce bilindiğinin belgesi. Gemilere yetkisiz Yalçın
Payal’ın “limana dönün” emrini ileten Donanma Harekat Merkezi Vardiya Amiri Ufuk Koç’un, “limana dönecek
gemilerin vurulacağını" bile bile bu emri ilettiği görülmektedir. Ayrıca “limana dönün” emrini veren makam, gemi
komutanının “nasıl hareket edelim” sorusuna ise cevap vermemiştir. Çünkü cevap verse kurulan pusu açığa çıkacaktır.
Bu belge, Donanma İddianamesinin eklerinde yer alan “Gemilerin Seyir Kayıtları” başlıklı evrakın içerisinde, TCG
GÖKOVA Gemi Jurnalinden alınmıştır.

TCG FATİH gemisinin Komutanı’nın ifadelerine göre Komodor Dz.Kur.Kd.Alb. Önder


Öngör, emrindeki gemilere “limana dönülmemesini” emretmiştir. Bu gemiler TCG
ORUÇREİS, TCG SALİHREİS, TCG KEMALREİS ve TCG TURGUTREİS’tir.

Denizdeki diğer gemilerin durumu şöyledir:

- 5 tanesi Levent Kerim Uça’nın emrindedir (TCG YAVUZ, TCG FATİH, TCG İMBAT,
TCG KALKAN, TCG TUFAN), Levent Kerim Uça bu gemilere “limana dönün”
dememiş, hepsini denizde tutmuştur. Kamarada kilitli kalmasının bu konuda tesiri
yoktur zira tüm gemi kayıtları ve yüzlerce şahıs ifadesinden görülen o gece her şeyin
cep telefonları üzerinden yönetildiğidir. Dolayısıyla kamara kapısını kilitlemelerinin
konuya bir tesiri yoktur.

- TCG BÜYÜKADA Donanma Komutanı’nın emri gereği denizde kalmıştır,

- TCG GÖKSU Komutanı Dz.Kur.Yb. Hakan Sasa, sınıf arkadaşı olan Dz.K.K. Emir
Subayı Özkan Gülömür üzerinden Kuvvet Komutanı Bostanoğlu’na direktif talebini
iletmiş ama Bostanoğlu Aksaz’daki binbaşıyla konuşurken bir Fırkateyn Komutanı’nın

- 51/61 -
bu kadar masum bir talebine cevap vermeyerek
maiyetini kaosa sevk etmek üzere hareket etmiştir.

- TCG GÖKOVA Komutanı ise Gölcük’te ateş altında


kalacağını bildiğinden çok düşük süratle hem emrin
gereğini yerine getirip hem de gemisini tehlikeye
atmayacak ara bir çözüm bularak intikale geçmiştir.

Tabi bu arada Yalçın Payal aslında İskender Yıldırım’la


birliktedir. 02.33 “Yem” emrini de aslında Donanma
Komutanı verdirmiştir ama emrin maksadı gemilerin
limana dönmesi değil kimin emre itaat edip kimin
etmeyeceğini ölçmektir. Yani 300 civarında kişinin
öldüğü gecede bazı şahıslara özel direktif verilirken
önceden hazırlanan listelere göre seçildiği anlaşılan
diğer asker personele bilgi verilmeyerek, direktif
verilmeyerek böyle yem bir mesajla “limana girin de ateş altında kalın” dercesine hem
de yetkisiz bir kişi adıyla emir verilmiştir.

Emri İskender Yıldırım adıyla verselerdi tüm gemiler dönecekti çünkü Ahmet İskender
Yıldırım gemilere emir verme yetkisine sahip olan kişiydi. Ancak bu durumda emre
herkes itaat edeceğinden filtreleme yapılamayacaktı.

Bu emrin “yem” olduğunu İskender Yıldırım’ın kendisi Ereğli İddianamesinde itiraf


ediyor. Bir sivil için çok normal görünen bu ifade aslında askerler için sadece “yem”
mesajın değil birden fazla suçun itirafıdır.

Özetle şöyle denebilir. İskender Yıldırım 02.33 emrinin kimin devletin yanında
olduğunu kiminse emirlere aykırı davrandığını test etmek için bu emrin verildiğini
söylüyor. Başlangıçta iyi niyetli görünen bu emir aslında hiç de öyle iyi niyetli değildir.

Eğer bu emir iyi niyetli olsa, gecenin o saatinde, tüm Türkiye kaosta iken o kadar
gemiyi limana döndürüp ateş altına atmak yerine denizdeki komodorlardan birisinin
emrinde belli bir saha içerisinde sabaha kadar tutmak tercih edilirdi. Kim bu emre
uymazsa onun hakkında hemen işlem yapılırdı. Verilen emrin icra süresi en az 3-4
saatti. Nitekim ertesi gün 09.06’da verilen emri alan gemilerin ortalama limana varış
süreleri (birkaçı istisna) o kadar sürmüştür. Eğer denizde karakol sahası verilse,
gemilerin belli bir nizamda tertiplenmesi sadece dakikalar alırdı.

Yalçın Payal, İskender Yıldırım ya da Veysel Kösele böyle çok daha emniyetli ve
gemileri çok daha kısa sürede kontrol altına alacak bu tedbiri düşünemeyecek kadar
acemi denizciler değillerdir. Bu usülü tercih etmeyip gemileri ateş altına aldıracak bir
emri verdirmek kesinlikle kötü niyetlidir. Kendi silahlı kuvvetlerinin askeri personelini

- 52/61 -
böyle bir tuzağa çekme fiili, karşılığı olan suçun kanunlarımızda dahi öngörülmemiş
derecede aşağılık bir fiildir.

İskender Yıldırım’la ilgili olarak Donanma Duruşmalarında da bazı gerçekler ortaya


çıkmıştı. Bunlardan en dikkat çekici olanları şöyle sıralanabilir:

Belge 24 İskender Yıldırım'ın, gemilerin seyre kaldırılmasının "sahte" emirle olduğunu bildiğinin ama bunu kimseye
söylemediğinin delili. Bu kısım, TCG YILDIRIM Komutan ve 2’nci Komutanları hakkında hazılrlanan Ereğli
İddianamesi’nin 28’nci sayfasından alınmıştır.

- Gölcük bölgesindeki en kıdemli komutan olması nedeniyle, İstanbul’da olan


Donanma Komutanı’nın vekili iken İstanbul yolundadır.

- Gemilerin seyre çıktığı haberini alınca üsse döner ama karargahına gidip oradan
süreci yönetmesi gerekirken “poz vermek üzere” Ayhan Bay’ın evine gider, ondan
sonra karargahına gider.

- Kendisini almaya Hayrettin İmren geldiğinde hiç direnç göstermezken, Kurmay


Başkanı Murat Erdem’e “poz vermek üzere” o… çocuğu, sen adam mısın, komutanını
alıyorlar tepki göstermiyorsun” diye hakaret edip bağırır.

- Yine sıkıyönetim ilanına dair mesajı kendisine getirdiklerinde “ne darbesi, darbe
marbe anlamam” demek yerine “neden daha önce getirmediniz” gibi bir
Tümamiral’e yakışmayacak anlamsız bir tepki gösterir.

- Merkez Komutanlığına gidince de, gemilere emir vermek yerine, gazoz içer,
Gölcük’ten döner siparişi verir.

- Daha sonra serbest kalınca da Yalçın Payal’la beraberdir ve gemilere de kesinlikle


emir vermez. Halbuki bu ifadede gemilerin seyre kaldırılışının “sahte” emirle
olduğunu aslında itiraf ediyor.

- Donanma Kurmay Başkanı ve Harp Filosu Komutanı beraberken, yetkisiz Yalçın


Payal’ın kendisine bağlı olmayan Harp Filosu bağlısı gemilere emir gönderirken bu
emri neden gerçekten yetkili amir durumundaki İskender Yıldırım’ın değil de
kendisinin verdiği de soru işaretidir. Zaten Donanma Komutanı da çektiği mesajda

- 53/61 -
“emir komuta zinciri bozuldu” demişti. Yani İskender Yıldırım ve Yalçın Payal önce
emir-komuta zincirini bozuyorlar sonra da onlara bunu emretmiş kişi olan Veysel
Kösele “emir komuta zinciri bozuldu” diye emir hazırlatıyor.

Tabi bu noktada bir asker şahsın sorgulayabileceği ama bir sivilin aklına gelmeyecek
bir detay ortaya çıkmaktadır. Gemiler seyre kalkarken denizde, bir Temmuz günü
olmayan rüzgardan teknesi batan 2 yüzücü, cumhuriyet tarihimizin en büyük terör
olayının gerçekleştiği esnada Deniz Askeri Yasak Sahası’nda gemilere doğru
yüzmektedir. Yine Ankara ve İstanbul semalarında savaş uçakları uçmaktadır. Yine
İzmit Körfezi’nde, Kocaeli Valisinin Tezcan Kızılelma’ya “bunlar sizin mi” diye sorduğu
kimliği belirsiz helikopterler uçmaktadır.

Belge 25 Aksaz'da TCG GELİBOLU’da kurulan adı Komuta Merkezi olan ama gerçekteki fonksiyonu sadece tuzağı
yönetmek olan, Aykar Tekin, Özden Yazıcıoğlu, Berke Uraz ve Ali Tuna Baysal tarafından işletilen, tüm gece
boyunca Deniz Kuvvetleri Komutanı Recep Bülent Bostanoğlu ile irtibatta olan, kayırılan birtakım kişiler dışında
kimseye bir katkı sağlamayan aksine gerçeklerden haberi olmayan Türk Silahlı Kuvvetleri personelini tuzağa
çekmeye çalışan merkezden TCG KALKAN Komutanı Bnb. Murat Dinçel’e “havada uçaklar ve helikopterler var”
diye uyarı yapıldığının belgesi. Belge; Donanma Komutanlığınca Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilen 15-
16 Temmuz tarihlerinde Gölcük Bölgesi’nde yaşanan olayların özetleyen bir evrakın EK-G’sinde yer alan Dz.Bnb.
Murat Dinçel’in Bilgi Alma Formu’nun 3’üncü sayfasından alınmıştır.

Havada kimliği belirsiz uçaklar uçarken,


Kimliği belirsiz helikopterler uçarken,
Deniz Askeri Yasak Sahası’nda yüzücüler gemilere doğru yüzerken,
Türkiye’nin birçok yerinde patlamalar olur ve silahlı cinayetler işlenirken,
Adalar bölgesinde sinsi taarruz botlarının dolaştığı ihbarı varken,
Yalçın Payal Donanma çapında SABKOR’u yükseltmişken,
En az 40 yıldır üniforma giyen Tümamiral Ahmet İskender Yıldırım’ın;
“aslında terör tehdidi yoktu, terör tehdit ihbarı sahteydi”
diyebilmesi için arka planda işletilen hain tuzağı biliyor olması gerekir.

- 54/61 -
Zaten Donanma Duruşmaları esnasında Hayrettin İmren, mahkeme heyetinin
huzurunda “hem İskender Yıldırım hem de Yalçın Payal darbe konusunu önceden
biliyorlardı” diyerek açıkça söylemiştir.

Diğer konu, gemilerin emniyetine odaklanmak yerine gemi komutanlarını o kaos


ortamında “filtreleyebilmek” üzere bir “yem” emir veriyorlar. Emri Donanma Komutanı
veriyor. Bu emirle “kim itaat edecek, kim etmeyecek onu anlarız” kanaatindeler. Emre
sadece TCG BORA itaat ediyor ve o da limana geldiğinde “ateş açacağız” anonsu ve
sahildeki silahlı askerleri görünce hemen geri dönüyor, sabaha kadar da bir daha sahile
yaklaşmıyor.

Bir oramiral, bir tümamiral ve bir tuğamiral, donanmanın en değerli unsurlarını, onların
yüzlerce personelini ateş altında bırakma pahasına “yem” bir mesajla tuzağa çekiyorlar.
Halbuki niyetleri iyi olsaydı “bir darbe kalkışması var, bu kalkışmada şu şahıslar var, şu
andan itibaren sıkıyönetim mesajını dikkate almayın ve şu şekilde hareket edin” diye
emir verebilirlerdi. Veysel Kösele TCG BÜYÜKADA Komutanı’na yaptığı gibi tüm gemi
komutanlarına da yapabilirdi.

Mesleki birikimleri, rütbeleri, statüleri, teknik imkanları bu emirleri vermeye yeterliydi.


Kamu görevlisi olarak ana sorumlulukları da bu olmasına rağmen yapmadılar. Aslında
böyle yapmamaları gemileri limana döndürme iradesi olmadığının ve başka hain bir
planın işlediğinin kanıtıdır. Telsiz devrelerinden çekilecek basit bir mesajla ya da bir
basit SMS ile tüm gemilere ulaşılabilirdi ama yapılmadı. Yani Türk Silahlı Kuvvetleri’nin
personeli önceden yapılmış hain bir plan gereği, o gece “YEM” yapıldı.

Bu yöntem daha sonradan atılan ve devletin rejim değişikliğinin gerçekleşmesine kadar


gidecek sürecin ana çekirdeği oldu.

Ereğli İddianamesindeki ifadesinin devamında, Ahmet İskender Yıldırım, Yalçın Payal’la


yan yana olduğunu da itiraf ediyor. Gemilere emir verme yetkisi kendisinde iken emri
onun vermesini sağlıyor. Böylece; gemiler limana döndüğünde yaşanacak çatışma,
kaza, ölüm-yaralanmalardan dolayı doğacak sorumluluk “kendisine emir verme
yetkisine sahip olmayan birinin verdiği emre itaat etmek suretiyle bunlara yol açan”
gemi komutanlarında olacaktı.

Hatırlarsanız Donanma Harekat Merkezi Vardiya Amiri Ufuk Koç, TCG GÖKOVA
Komutanı’nın “nasıl hareket edelim” sorusuna cevap vermiyordu.

Yine her şeyi hatırlayan Donanma Harekat Merkezi Vardiya Amiri Ufuk Koç’un
ifadesinde 02.33’teki emri kimin verdiğini de net hatırlamadığını beyan ettiğini
görüyoruz.

- 55/61 -
Belge 26 Yalçın Payal’ın İskender Yıldırım'ın yanında iken gemilere yetkisiz olmasına rağmen emir verdiğinin kanıtı.
İskender Yıldırım’ın Ereğli iddianamesinde yer alan ifadesinden alınmıştır.

Daha sonraki bir tarihte komodor Aydın Sezenoğlu, diğer 2 albay Erdinç Altıner ve
Hasan Özyurt’un huzurunda TCG ORUÇREİS Komutanı Dz.Kur.Yb. Güray Çerman’a bu
02.33 emrinin “yem” olduğunu itiraf etmiştir. Dolayısıyla bu metinde kullanılan “yem”
ifadesi Aydın Sezenoğlu’na aittir.

Bu husus, ilgililerce 15 Haziran 2017’de Milli Savunma Bakanlığına verilen dilekçede


tüm detaylarıyla da açıklanmasına rağmen Milli Savunma Bakanlığı, vatana ihanetin
belgesi sayılabilecek böyle bir müracaata işlem yapmadı.

3.6. Atraksiyonlar (Zamanında reaksiyon gösterilmesini


engelleyip sonra şov yapma eylemleri)
Sabaha kadar; üssü ele geçiren Hayrettin İmren’e karşı ne yapalım diyen Mustafa
Bardakçı’ya “mukavemet etmeyin” şeklinde emir veren Yalçın Payal, yine amiraller
botla kaçmak üzere hazırlık yaparken bunu rapor ettiğinde “bir şey yapmayın” diyen
Yalçın Payal, Merkez Komutanlığında gemileri düşünmek yerine gazoz içip döner sipariş
eden İskender Yıldırım, telefonunu kapatıp bekleyen Recep Bülent Bostanoğlu, bazı
kişilere telefonla “bekle” derken bazılarına da “sıkıyönetim mesajına işlem yapma” diye
suflede bulunan Veysel Kösele, sabaha kadar tuzağı işletip olgunlaştıran Aykar Tekin
ve Berke Uraz ilerleyen saatlerde de atraksiyonlara başladılar.

- Daha kaçma hazırlığındayken “bir şey yapmayın” denilen Sahil Güvenlik botunu,
atraksiyon kapsamında 2 hücumbotla engelleme atraksiyonuna girdiler.

- Saat 07.00 civarında, o saate kadar kamarasını kilitli tuttuğu Donanma


Komutanı’ndan gidip özür dileyen ve “artık emrinizdeyim komutanım” diyen Özgür
Öztürk’ün komutasındaki TCG YAVUZ’un sadece yanında bir şey yapıyormuş gibi
poz vermek üzere, emre girişten 1,5 saat geçtikten sonra TCG BÜYÜKADA ve
hücumbotlara “TCG YAVUZ’un yakınında mevki alın” emri verdiler.

- 56/61 -
- Gemilerle hiçbir emir komuta bağlantısı olmayan Tuğa. Özdem Koçer vasıtasıyla
TCG FATİH’e “yaptığınız iş değildir” diye ne olduğu, ne manaya geldiği belirsiz bir
anons yaptırmaya çalıştılar. Ama Özdem Koçer bunu derken koordinesiz hareket
ettiğinden Deniz Kuvvetleri Komutanı ve Donanma Komutanı’yla irtibatta olduğunu,
onların “anonsu sen yapma, başkasına yaptıracağız” dediğini söyleyen TCG FATİH
komutanı karşısında ne diyeceğini bilemedi.

- Korunan herkesin ifade tutanaklarına, gemi jurnallerine standart “olayları


sorguladım” ibaresi yazdırıldı.

- Ereğli’deki TCG YILDIRIM’a, senelik izindeki Haluk Baybaş “Marmara’ya intikal et,
TCG YAVUZ’u ikna et” diye emir verdi. Geminin Marmara’ya gelmesi 10 saatlik bir
intikal demekti. Halbuki o işi yapabilecek Marmara’da çok gemi vardı. Ama eğer
Marmara’daki gemilerden birisi görevlendirilirse bu atraksiyondan Haluk Baybaş
nemalanamayacaktı. Çünkü Marmara’daki gemiler onun komodorluğunun gemisi
değildi. Zaten 10 saat sonra gelecek bir fırkateynin diğer bir gemiyi ikna etmek için
yapabileceği şeyin ne olduğu da meçhuldü. Maksat atraksiyon olunca böyle
mantıksal sorgulamalara da gerek yoktu.

- Yine gemi komutanı özür diledikten 1,5 saat sonra, Aksaz’daki Tuzak Yönetim
Merkezi’ndeki Berke Uraz tarafından hücumbot komutanlarına “YAVUZ’un
pervanelerine halat dolamaya hazırlanın” yönünde bir emir verildi. Böyle bir faaliyet
angajman kuralları yönergesinde yazan bir faaliyettir, angajman kuralları
yönergesini Başbakanlık yayınlamıştır. Berke Uraz angajman kuralını iptal
edebilecek, bir savaş gemisine operasyon yaptırtabilecek (!) kadar kudretli bir
binbaşıdır.

- 57/61 -
4. SONRASI (SEÇMECECİLİK ve LİNÇ)
Sabah olduktan sonra askerî sahada kurulan tuzaklar hedeflerine ulaşmıştı. Ardından
masum Türk Silahlı Kuvvetleri personelini şimdi adliye ve idarenin ortaklaşa hak ve
hukuk tecavüzleri bekliyordu.

Bunlar da çok şiddetli, çabuk ve yüksek sesle yapıldı ki kimse muhalif bir imada,
eylemde, söylemde bulunamasın, sorgulayamasın.

Daha hiçbir şeyin ne olduğu bile belli değilken, gözaltından adliyeye götürülürken
meydanlarda toplanmış insanların arasından nakledildiler ki psikolojik olarak
bitirilsinler. Memuriyetten, bir daha bu topraklarda onurlu bir şekilde yaşayamayacak
formatta ihraç edildiler ki çocukları bile acı çeksin.

İtibarsızlaştırma ve sosyal linç o denli şiddetli yapıldı ki eşler kocalarından, çocuklar


babalarından, ana-babalar yavrularından, akrabalar kardeşlerinden şüphelenir hale
getirildi.

Buna karşılık kendilerine pusu kuran silah arkadaşları ve komutanları da ajitasyon,


yalan beyan, gerçeğe aykırı ifadeler, tutarsız ve sahte belgelerle kahramanlaştırıldı.

Soruşturmalar ve kovuşturmalar süresince “otomatik yalan söylüyor” ön kabulüyle


hareket edildi.

Gemi jurnallerinde yer alan deliller karartıldı, aynı fiili yapan kişiler için tutuklama ve
ihraçta seçmece davranıldı. Bilgi alma tutanakları hazırlanırken, ifadeler alınırken
yöneltilen sorularda seçmece davranıldı.

Örneğin Levent Kerim Uça’yı etkileyen sorularda seçmececilik yapıldı.

- TCG TUFAN’ı Levent Kerim Uça’nın telefondan verdiği şifahi-sözlü emriyle seyre
kaldıran İrfan İskender’e Bilgi Alma Tutanağı’nda “Komutanlık ehliyetinin olup
olmadığı” soruldu, cevaben de “olduğu” belirtilmiştir.

Halbuki burada saklanan gerçek şuydu: Ayhan Bay’dan emir alan Levent Kerim Uça,
tuzağın ortaya çıkmaması için tüm gemilerin seyre çıkarılması gerekmesine binaen o
gün seyre hazır nöbetçi gemi olan ama ilginç bir şekilde komutansız bulunan TCG
TUFAN’ı da seyre kaldırmalıydı. Bunun için birkaç saat önce başka bir geminin
komutanı iken ayrılışını yapmış bulunan İrfan İskender’i aradı ve gemiyi seyre
kaldırmasını emretti.

İrfan İskender’in ise artık “komutan” vasfı yoktu. Bu durum bir emirle görevden geçici
olarak uzaklaştırılan bir subayın artık emir verme yetkisinin kalmayışından daha ciddi
bir “yetkisizlik” durumuydu.

- 58/61 -
Hatta Levent Kerim Uça ve Haluk Baybaş 16 Temmuz 2016 günü Önder Öngör’e
“Ayhan Bay’ın FETÖ’cü olduğunu bilmiyor musun, neden onun emirlerine uydun” diye
çıkışmışlardı. Levent Kerim Uça ve Haluk Baybaş’ın, Ayhan Bay’ın sınıf arkadaşı
olmalarına rağmen FETÖ’cü olduğunu kimseyle paylaşmamışlar hatta onun emriyle
gemileri seyre kaldırmışlar sonra da tüm suçu Önder Öngör’ün üzerine atma
bayağılığını sergilemişlerdi.

Levent Kerim Uça yılların mesleki birikimi nedeniyle tabi ki bu detayları biliyordu ama
aynı kesinlikle de biliyordu ki kendisini nasıl olsa ilerleyen süreçte kurtaracak
komutanları ve arkadaşları vardı. Dolayısıyla TCG TUFAN’ı yetkisiz bir subayı yetkisizce
ve kanuna aykırı bir şekilde gemi komutanı yetkileriyle donatıp bir gemiyi seyre kaldırdı,
4 gemiyi de Gölcük limanına dönmesi gerekirken Marmara’ya geri döndürdü.

Ardından da raporlara-belgelere bu konular hep sanki Levent Kerim Uça yasal bir
görevlendirme yapmış gibi gösterildi, Levent Kerim Uça da terfi ettirilerek amiral
yapıldı.

İhlal edilen haklar karşısında seçmece tavır sergileniyor, CMK’da savcıya verilen
“şüphelilerin haklarını savunma” sorumluluğu hiç dikkate alınmadan iddianameler
hazırlanıyordu.

Tüm süreç iftira ve gerçeğe aykırı beyanlar üzerinden yönetildi. Bu beyanlar resmi
makamları ele geçirenlerce evrak formatında gönderilince sadece bir “yazılı beyan”
iken resmi belge muamelesi gördüler.

Halbuki yazılı da olsa onlar beyandı ve o beyanları hazırlayanlar da 15-16 Temmuz


gecesinde denizdeki pusuyu, sonrasında da adli ve idari hile ve tuzakları yönetenlerdi.

- 59/61 -
5. SONUÇ
Bir tasfiye uğruna Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük ve en hain terör olayı; çok üst
düzey komutanların devletlerine ve milletlerine ihanet pahasına, 300 kişinin
öldürülmesi, binlerce vatandaşımızın yaralanması pahasına; bilerek ve isteyerek,
öncesinde, esnasında ve sonrasında sayısız hile, tuzak ve kasıtla gerçekleştirildi.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin genlerine müdahale edilerek menfaatçilik, pusuculuk,


bireylere odaklı itaat, değerler yerine menfaatler doğrultusunda hareket, masum
kişilerin kendilerini aşıp çocuklarına varan bir nefret ve vahşet ikame edildi.

O gece donanmada tüm gemiler aynı anda ve ortakça seyre çıkarıldı, sonrasında
Kuvvet Komutanı ve Donanma Komutanı başta olmak üzere “kapalı çevrim” tesis
edilerek bazı gemi komutanları ikaz edilip diğerlerinden ayrıldılar.

Bu arada olan biteni anlamayıp direktif isteyenlere bu iki komutan başta olmak üzere
kendileriyle işbirliği içinde hareket eden diğer tuzakçılar hep oyaladılar, “bekle, emir
vereceğim” dediler ama o emri bir türlü vermediler.

Aksaz’da paralel karargah kurup tuzağı yönettiler.

Ertesi sabahtan itibaren infaz listelerini savcılıklara verip masum askerleri tutuklattılar.
Bu savcıların, Donanma Komutanlığının verdiği infaz listeleri doğrultusunda başlattıkları
soruşturmalar ve Cihat Yaycı’nın geliştirdiği başka kriterler bahane edilerek bu askerler
memuriyetten ihraç edildiler.

Deniz Kuvvetleri’nin kendisinin verdiği infaz listeleri üzerinden soruşturma açılıp


soruşturma nedeniyle ihraçlar yapılıp ardından da iddianamede “ihraç edilmiştir”
diyerek bir hukuksuzluk kısır döngüsü üzerine adli yaptırımlar devam etti.

Geçen süre içerisinde hürriyetleri elinden alınan çok sayıda masum askerle ilgili
gerçekleri ise iddianameler yayınlanıp eklerinde gemi jurnalleri, seyir plotları, ifade
tutanakları gibi belgeler ortaya dökülünce görebildik.

Kısaca, Türk Deniz Kuvvetleri’nin komutanları yaptıkları haince bir pusu planıyla masum
askerleri pusuya düşürmüşlerdi. Tam bir vatana ihanet örneğiydi.

Hakimler ve savcılar da, gözlerinin önündeki 2500 civarındaki kişinin ifadeleri, yüzlerce
sayfalık askeri belgeler, dilekçeler, pusuyu itiraf eden yüzlerce sayfalık beyanlar ortada
olmasına rağmen Türkiye’deki bu linç atmosferinde vatan hainliği yapan komutanlarla
birlikte hareket ettiler.

Hukuk bütün temel kaide ve ilkelerine aykırı olarak daha önce hukuk kullanılarak
haksızlığa maruz kaldığını iddia eden kişi ve gruplarca iğfal edilmiş, aynı standart ve
rutin işlemleri yapanların bir kısmı kahraman diğer kısmı vatan haini ilan edilmiş, hukuk

- 60/61 -
insanları bilerek ve ısrarla bu grubun kasıtlı yönlendirmeleri ve aldatmaları ile hukuk
katlinin mümessili olmuşlardır.

Tarafsız ve adalet terazisini esas alan objektif ve tutarlı bir yaklaşımla bakabilen
herkesin aklının ve vicdanının kabul edeceği gibi hain darbe girişimi ile ilgili gerçeklerin
ortaya çıkmasını istemeyenler şu anda Türkiye’deki hakim güçler ve onlardan emir alan
yasal görünümlü ama illegal kanun tanımazlardır.

- 61/61 -

You might also like