Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 152

HUKUKUN GENEL

TEORİSİNE GİRİ
US-A Yayıncılık, Yayın no:
ISBN:

US-A Yayıncılık Limited Şirketi


Cihan Sokak, Soydaş Apt. 20/17
Sıhhiye - Ankara
Tel: (0312) 229 89 36
Fax: (0312) 232 08 27

Baskı:

Yard.Doç.Dr. Kemal GÖZLER Görüşleriniz için:


Uludağ Üniversitesi e-mail: gozler@uu20.bim.uludag.edu.tr
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi http://uu20.bim.uludag.edu.tr/∼gozler
Kamu Yönetimi Bölümü http://www.geocites.com/CollegePark/
16059 Görükle - BURSA Classroom/5921
Tel: (0224) 442 80 13 / 41 124 Özgeçmiş ve yayın listesi için bkz. s.244.
2 KEMAL GÖZLER
Yard.Doç.Dr. Kemal GÖZLER
Uludağ Üniversitesi Öğretim Üyesi

HUKUKUN GENEL
TEORİSİNE GİRİ
HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ
VE YORUMU SORUNU

US-A YAYINCILIK
ANKARA - 1998
İÇİNDEKİLER
Giriş
HUKUKUN GENEL TEORİSİ (s.1-23)
Hukuk Olgusuna Değişik Yaklaşım Olanakları............................................ 1
Türkiye’de Hukukun Genel Teorisi Çalışmaları .......................................... 3
Terminoloji ................................................................................................... 6
Hukukun Genel Teorisinin Tarihi Gelişimi.................................................. 7
Hukukun Genel Teorisinin Tanımı............................................................... 9
Hukukun Genel Teorisinin İnceleme Konuları ............................................ 9
Hukukun Genel Teorisinin Genelliği ......................................................... 10
Hukukun Genel Teorisinin Amaçları ......................................................... 10
Hukukun Genel Teorisi - Hukuk Felsefesi Ayrımı..................................... 10
Hukukun Genel Teorisinin Biçimselliği..................................................... 12
Hukukun Pozitivist Genel Teorisi .............................................................. 15
1. Değerlerin Bilinemezliği İlkesi ......................................................... 16
2. Hukukun Pozitivist Teorisinin Bilim Anlayışı.................................. 20

Birinci Kısım
HUKUK NORMLARİNİN GEÇERLİLİĞİ SORUNU (s.25-148)

Birinci Bölüm
ÜÇ ÖN SORUN: GEÇERLİLİĞİN ÖN KOŞULLARI (s.25-53)
I. Maddi Varlık ........................................................................................... 27
II. Normatiflik............................................................................................. 28
A. Normun Konusu: Beşeri Davranış..................................................... 33
B. Normun Koyucusu: Beşeri İrade ....................................................... 37
III. Hukukilik .............................................................................................. 41
A. Bir Normun Hukukiliğinin Ölçütü .................................................... 42
1. Yaptırım Kriteri: Hukuk Normu Müeyyideye Bağlanan Normdur 43
2. Aidiyet Kriteri: Hukuk Normu Belirli Bir Hukuk Düzenine Ait
Olan Normdur ................................................................................ 44
B. Bir Normatif Düzenin Hukukiliği Kriterinin Araştırılması............... 44
Müeyyidesiz Hukuk Normları Sorunu ............................................... 48
a. Müeyyidesiz Hukuk Normlarının Olabileceği Tezi................... 48
b. Müeyyidesiz Hukuk Normlarının Olamayacağı Tezi ................ 49
II HUKUKUN GENEL TEORİSİNE GİRİŞ

İkinci Bölüm
ÜÇ DEĞİŞİK HUKUKİ GEÇERLİLİK ANLAYIŞI (s.55-88)
I. Aksiyolojik Geçerlilik: Tabiî Hukuk Teorisi .......................................... 55
II. Maddi Geçerlilik: Hukuki Realizm Akımı............................................. 64
III. Biçimsel Geçerlilik: Pozitivist Teori .................................................... 73
Bu Üç Geçerlilik Anlayışından Hangisi veya Hangileriyle Hukuk
Normunun Geçerliliği Tanımlanabilir? .................................................. 79
1. Bir Normun Geçerliliği ile Hukuk Düzeninin Etkililiği Arasındaki
İlişki.................................................................................................... 85
2. Bir Normun Geçerliliği ile Bizatihi Bu Normun Minimum Etkililiği
Arasındaki İlişki ................................................................................. 85

Üçüncü Bölüm
GEÇERLİLİĞİN ASIL VE EK KOŞULLARI (s.89-99)
I. Geçerliliğin Asıl (Per Quam) Koşulu: Normun Biçimsel Geçerliliği..... 89
II. Geçerliliğin Ek (Sine Qua Non) Koşulları ............................................. 89
A. Global Hukuk Düzeninin Etkililiği ................................................... 90
B. Bir Normun Minimum Etkililiği........................................................ 91

Dördüncü Bölüm
GEÇERLİLİK KOŞULLARINA AYKIRILIĞIN
SONUÇLARI: GEÇERSİZLİK (s.101-119)
Beşinci Bölüm
ÖRF VE ADET HUKUKUNUN GEÇERLİLİĞİ
SORUNU (s.121-134)
1. Ön Koşullar.................................................................................. 122
a. Maddi Varlık............................................................................ 123
b. Normatiflik .............................................................................. 125
c. Hukukilik ................................................................................. 126
2. Per Quam Koşul .......................................................................... 128
3. Sine Qua Non Koşullar ................................................................ 131
a. Global Hukuk Düzeninin Etkililiği.......................................... 132
b. Bizzat O Normun Minimum Etkililiği..................................... 132

Altıncı Bölüm
ULUSLARARASI HUKUKUN
GEÇERLİLİĞİ SORUNU (s.135-148)
1. Ön Koşullar.................................................................................. 135
a. Maddi Varlık............................................................................ 135
b. Normatiflik .............................................................................. 136
İÇİNDEKİLER III
c. Hukukilik ................................................................................. 137
2. Per Quam Koşul .......................................................................... 143
3. Sine Qua Non Koşullar ................................................................ 144
a. Global Hukuk Düzeninin Etkililiği.......................................... 145
b. Bizzat O Normun Minimum Etkililiği..................................... 145

İkinci Kısım
HUKUK NORMLARININ YORUMU SORUNU (s.149-214)
Giriş ...................................................................................................149-159

Birinci Bölüm
KLASİK YORUM TEORİSİ (s.161-184)
I. Yorum Çeşitleri ..................................................................................... 161
A. Yasama Yorumu .............................................................................. 162
B. Yargı Yorumu .................................................................................. 164
C. Bilimsel Yorum ............................................................................... 165
II. Yorum Metotları .................................................................................. 166
A. Lafzi Yorum Metodu....................................................................... 166
B. Tarihi Yorum Metodu...................................................................... 168
C. Mantıki Yorum Metodu................................................................... 169
D. Sistematik Yorum Metodu .............................................................. 169
E. Kavramcı Yorum Metodu ................................................................ 170
F. Menfaatler İçtihadı Metodu ............................................................. 171
G. Teleolojik Yorum Metodu............................................................... 171
III. Yorumda Kullanılan Mantık Kuralları ............................................... 172
1. Kıyas ............................................................................................ 173
2. Aksi ile Kanıt ............................................................................... 176
3. Evleviyet ...................................................................................... 178
a. Argumentum a maiori ad minus............................................... 179
b. Argumentum a minori ad maius .............................................. 180

İkinci Bölüm
REALİST YORUM TEORİSİ (s.185-214)
Realist Yorum Teorisi Işığında Anayasanın Yorumlanması .................... 195
Mekanist Anayasa Anlayışı ...................................................................... 200

Sonuç .................................................................................................215-224
Bibliyografya .....................................................................................225-236
Dizin ..................................................................................................237-243
Giriş
HUKUKUN GENEL TEORİSİ

Hukuk çalışmalarının konusunu hukuk olgusu oluşturur. Hukuk


olgusuna değişik açılardan yaklaşılabilir1.

Hukuk Olgusuna Değişik Yaklaşım Olanakları


Öncelikle hukuk olgusuna tarihi açıdan yaklaşılabilir. Belirli bir
ülkede ve belirli bir dönemde mevcut olan hukuk düzeninin belirli bir
kurumu, tarih biliminin yöntemleriyle araştırılıp bu kurumun neden
ibaret olduğu ortaya konabilir. Örneğin Osmanlı İmparatorluğu’nda
Divan-ı Hümayun bir hukuksal organ olarak ele alınıp incelenebilir2.
Keza yine eski hukukumuzda evlenme3 ve boşanma4 kurumları da
aynı şekilde araştırılabilir.
İkinci olarak hukuk olgusuna felsefi açıdan yaklaşılabilir. Zira,
bir hukuk düzeni sadece tarihi bir olgu değil, aynı zamanda bir değer-
ler ve inançlar sisteminin somutlaşması, harekete geçirilmesidir. Di-
ğer yandan, hukuk olgusunun özünü anlamak, gerçek niteliğini ortaya
koyabilmek ve ayrıntılarda kaybolmamak için bu olgunun derinlikle-

1. Hukuk olgusunun değişik açılardan inceleme imkânı için bkz. Orhan Münir
Çağıl, Hukuk Başlangıcı Dersleri, İstanbul, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Yayınları, Birinci Kitap, İkinci Baskı, 1963, s.105-109; Vecdi Aral, Hukuk ve Hu-
kuk Bilimi Üzerine, İstanbul, İ.Ü. Hukuk Fakültesi yayınları, 2. Bası, 1975, s.142-
156.
2. Örneğin Ahmet Mumcu, Hukuksal ve Siyasal Karar Organı Olarak Divan-ı
Hümayun, Ankara, A.Ü. Hukuk Fakültesi Yayınları, 1976.
3. Örneğin Halil Cin, İslâm ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, Konya, Selçuk
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını, Deuxième édition, 1988.
4. Örneğin Halil Cin, Eski Hukukumuzda Boşanma, Konya, Selçuk Üniversi-
tesi Hukuk Fakültesi Yayını, 1988.
2 HUKUKUN GENEL TEORİSİ

rine inmek gerekir. Keza, hukuk kuralları, koyucuları tarafından “da-


ha iyi” bir düzen yaratmak amacıyla konulurlar. Söz konusu kurallar-
la hedeflenen bu “daha iyi”nin ortaya konulması ve ideal bir hukuk
düzenini idare eden yüksek ilkelerin saptanması gerekir. Bütün bun-
lar ise, spekülatif düşünceyi ön planda tutarak felsefi bir yaklaşımla
yapılabilir. Böyle bir hukuk felsefesi çalışmasında “hukuk olgusunun
özü nedir”, “hukukun ideal ilkeleri nelerdir” veya “daha iyi bir hukuk
düzeni nedir” gibi sorulara yanıt aranır.
Üçüncü olarak, hukuk olgusuna sosyolojik açıdan da yaklaşılabi-
lir. Bu takdirde hukuk olgusu ampirik olarak incelenir; gözlem yoluy-
la elde edilen veriler sistemleştirilir, genellemelere varılır, örüntüler
saptanır; neticede hukuk olgusunun sosyolojik anlamda “ka-
nun”larına ulaşılmaya çalışılır. Böyle bir hukuk sosyolojisi çalışma-
sında, belirli bir hukuk kurumu, örneğin boşanma, ele alınıp, o konu-
da bir saha çalışması yapılabilir. Önce, mahkemelerce hükmedilen
boşanmaların hangi nedenlere dayandığı, boşanan çiftlerin boşanma
nedenleri, eğitim durumları veya boşanma oranıyla gelir durumu ara-
sında bir bağıntının olup olmadığı araştırılabilir. Keza çeşitli sosyal
olgu ve kurumlar karşısında herhangi bir hukuk normunun durumu
incelenebilir. Örneğin Medeni Kanunda boşanmayı düzenleyen hü-
kümlerin ülkede hâkim olan gelenek ve göreneklerle, kültürle, dinle,
ideolojiyle ilişkisi araştırılabilir.
Bu yaklaşım biçimlerinden her biriyle hukuk olgusu incelenebi-
lir; bunların her biri bu olgunun önemli bir yanına ışık tutar. Bu bi-
çimler, birer yaklaşım tarzı olmaları itibarıyle, aynı değere sahiptirler
ve bunların arasında bir çatışma değil, birbirlerini tamamlama ilişkisi
söz konusudur.
Biz burada bu yaklaşım biçimlerinden hiçbirisini benimsemedik.
Biz burada hukuk olgusuna hukuki açıdan yaklaşacağız. Hukuk olgu-
sunun hukuki açıdan incelenmesi de iki değişik açıdan yapılabilir.
Bir kere, incelenmesi istenilen konu, pozitif hukuk kuralları çer-
çevesinde ele alınabilir. Bu konuyu düzenleyen hukuk kurallarının
anlam ve içeriği ile ilgili sistematik açıklamalar getirilebilir. İkinci
olarak, aynı konu pozitif hukuk kurallarından ve bunların uygulan-
masına ilişkin sorunlardan bağımsız olarak, genel bir düzeyde ele alı-
nabilir.
GİRİŞ 3
Bu yaklaşım olanaklarından birincisi, anayasa hukuku, idare hu-
kuku, ceza hukuku, medeni hukuk, ticaret hukuku gibi hukukun özel
disiplinlerini, daha teknik bir terimle hukuk dogmatiğini ikincisi ise,
hukuk genel teorisini oluşturur. Hukukun genel teorisi, hukukun içe-
riğini değil, hukukun normatif yapısını, formel yapısını inceler. Hu-
kuk dogmatiği belirli bir hukuk düzenini incelerken, hukukun genel
teorisi, bütün hukuk düzenleri için geçerli, genel, soyut ve evrensel
düzeyde açıklamalarda bulunur.
Şimdi hukukun genel teorisini biraz daha yakından görelim.

Türkiye’de Hukukun Genel Teorisi Çalışmaları5


Türk hukuk literatürünün tamamına yakını hukuk dogmatiği ça-
lışmalarından oluşur. Hukukun genel teorisi üzerine yazılmış pek bir
şey yoktur. Şüphesiz Türk hukukçularının hukukun genel teorisinden
habersiz oldukları söylenemez6. Bir çoğu sistematik olmasa da yap-

5. Aşağıda görüleceği gibi, Türkiye’de hukukun genel teorisi çalışmaları fev-


kalade zayıftır. Aslında bu zayıflık, hukuk devriminden sonraki döneme hastır. Hu-
kuk devriminden önceki dönemde hukuk fakültelerinde hukukun genel teorisi içine
giren çalışmalar “usulü fıkıh” dersinde okutulmaktaydı. Keza hukukun genel teori-
sinin en önemli konularından biri olan yorum sorunu ise bu dönemde “tefsir ilmi”
adı altında ayrı bir bilimdalı olarak incelenirdi. Ali Himmet Berki, haklı olarak hu-
kuk inkılabından sonra “usulü fıkıh” dersinin hukuk fakültelerinden çıkarıldığından,
fakat bunun yerini dolduracak bir kürsü ihdas edilmediğinden yakınmaktadır (Ali
Himmet Berki, Hukuk Mantığı ve Tefsir, Ankara, Güney Matbaacılık, 1948, s.4).
Hukuk devriminden sonraki dönemde hukuk fakültelerinde “hukuka giriş” dersle-
rinde hukukun genel teorisine giren bazı konulardan, örneğin yorumdan bahsedilir-
se de “bu şöylece bir konuya temastan ibarettir” (Ibid.).
6. Örneğin bkz. Vecdi Aral, “Hukuk İlmini Gerçek Bir İlim Haline Getirmek
İçin Hukuka Bir Objektivite Kazandırma Gayretleri ve Bunların Değeri”, İstanbul
Hukuk Fakültesi Mecmuası, 1966, Cilt XXXI, Sayı 1-4, s.230; Vecdi Aral, Hukuk
ve Hukuk Bilimi Üzerine, İstanbul, İ.Ü. Hukuk Fakültesi yayınları, 2. Bası, 1975,
s.148 (Vecdi Aral, “hukukun genel teorisi” anlamında “genel hukuk teorisi” terimi-
ni kullanmaktadır). Keza bkz. Çağıl, op. cit., s.106: Yazarın Hukuk Başlangıcı
Dersleri isimli kitabının sadece bir yerinde “genel hukuk teorisi” terimi şu cümle-
nin içinde kullanılmaktadır: “Meselâ dar manada hukuk ilminin veya müspet hukuk
ilminin –ki genel ‘hukuk teorisi’ ve özel ‘hukuk teorisi’, dogmatik hukuk ilmi şek-
linde tezahür eder– metodik tefekkür tarzı, normatiftir” (Çağıl, op. cit., s.106).
4 HUKUKUN GENEL TEORİSİ

tıkları hukuk dogmatiği çalışmalarında yer yer hukukun genel teorisi-


ne has tartışmalar içine de girmişlerdir7.
Tespit edebildiğimiz kadarıyla, Türkiye’de “hukukun genel teori-
si”nden ilk bahseden yazar Sadri Maksudi Arsal ’dır8. Yazar “huku-
kun genel teorisi” terimini kullanmaz, bunun yerine “hukukun umu-
mi esasları” terimini kullanır. Ancak bu terimin, Fransızca “théorie
générale du droit” teriminin karşılığı olduğunu belirtir9. Ne var ki
yazarın bu adı taşıyan eserinin sadece 7 ila 27’nci sayfalarında huku-
kun genel teorisinden bahsedilir. Geriye kalan sayfalarda yazar, kla-
sik bir hukuk başlangıcı kitabında olan konuları işler.
Sadri Maksudi Arsal’dan sonra, Türkiye’de hukukun genel teori-
sinden sistemli olarak bahseden diğer bir yazar Zeki Hafızoğulları’
dır. Yazar 1981 yılında yayınlanan bir makalesinde “hukukun genel
teorisi”nden bu adla bahsetmekte ve bu açıdan “hukuk ve ceza huku-
ku biliminin konusu”nu incelemektedir10.
Öte yandan Türkiye’de hukukun genel teorisi alanında bir mo-
nografik çalışma yapmak yine Zeki Hafızoğulları’na nasip olmuştur.
Yazar 1987 yılında yayınlanan kitabında11, ceza normunu tamamıyla
hukukun genel teorisi açısından incelemektedir. Bu kitap her ne ka-

7. J.-L.Bergel’in belirttiği üzere Monsieur Jourdain’in ne olduğunu bilmeden


nesir yazması gibi, hukukçularda farkında olmadan zaman zaman hukukun genel
teorisi tartışmaları yaparlar (Jean-Louis Bergel, Théorie générale du droit, Paris,
Dalloz, 1989, s.10). Ancak bu çalışmalar disiplin ve sistemden yoksun oldukları
için “hukukun genel teorisi” çalışması olarak nitelendirilemezler. Dahası, Türki-
ye’de bu tartışmalar içine giren yazarlar “hukukun genel teorisi” terimini kullan-
mazlar bile.
Bununla birlikte, bu konuda sistemli bir tutuma sahip, yaptığı çalışmada huku-
kun genel teorisi açısından yaklaşım olanağını da açıkça tartışan yazarları, örneğin
Fazıl Sağlam’ı yukarıdaki yargıdan ayrık tutmak gerekir (Fazıl Sağlam, Temel Hak-
ların Sınırlanması ve Özü, Ankara, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
Yayınları, 1982, s.4-10). Ne var ki, yazarın çalışması temel haklar üzerinedir ve bu
kısmı itibarıyla dahi büyük ağırlıkla bir hukuk dogmatiği çalışmasıdır.
8. Sadri Maksudi Arsal, Hukukun Umumi Esasları, Ankara, Ankara Hukuk
Fakültesi Neşriyatı, 1937, s.7-27.
9. Ibid., s.9.
10. Zeki Hafızoğulları, “Hukuk ve Ceza Hukuku Biliminin Konusu ve Sınırları
Sorunu”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt XXXV, 1978, sayı 1-
4, s.235-279; özellikle s.235-236, 238-239, 252-253.
11. Zeki Hafızoğulları, Ceza Normu: Normatif Bir Yapı Olarak Ceza Hukuku
Düzeni, Ankara, Seçkin Kitabevi, 1987.
GİRİŞ 5
dar 1987 yılında yayınlanmışsa da yazarın bu çalışmasının temelini
1970’li yıllarda doçentlik tezi olarak hazırladığı bilinmektedir.
Hafızoğulları’nın Ceza Normu’nun ikinci baskısının önsözünde be-
lirttiğine göre, bu çalışma ilk kez 1978 yılında teksir olarak çıkarıl-
mıştır12. Keza 1982 yılında bu kitap Ankara Üniversitesi Hukuk Fa-
kültesi Yayın Komisyonu tarafından yayın planına alınmış; ama bu
yayın gerçekleştirilememiştir13. Zeki Hafızoğulları’nın bu çalışması
Türk hukuk literatüründe yapılmış gerçek anlamıyla hukukun genel
teorisi alanında ilk ve tek çalışmadır. Ne var ki, yazarın bu kitabı, ge-
nel olarak hukukun genel teorisi üzerine değil, bu genel teori açısın-
dan ceza normu ve ceza hukuku düzeni üzerinedir. Yine de yazar
kendi spesifik konusuna geçmeden önce her bölümde, orada incele-
yeceği konu hakkında hukukun genel teorisi kavramlarını doyurucu
bir şekilde vermektedir. Ayrıca kitapta, özellikle geçerlilik, müeyyide
gibi hukukun genel teorisinin kavramları başarıyla işlenmiş, hukukun
önermeler mantığı bakımından tahlili, tespit edebildiğimiz kadarıyla,
ilk kez ülkemizde bu kitapta yapılmıştır. Dolayısıyla bu kitabı Türki-
ye’de hukukun genel teorisi çalışmalarının öncüsü olarak kabul et-
mek gerekir.
Biz çalışmamızda Zeki Hafızoğulları ’nın kitabından büyük öl-
çüde yararlandık. Yararlandığımız noktalar ileriki sayfalarda dipnot-
larından izlenebilir. Şunu da belirtmek isteriz ki, söz konusu kitaptan
yararlanmamız ondan yapılan alıntılar ile sınırlı değildir. Hukukun
genel teorisine has terimlerin Türkçe karşılıklarını genellikle yine
Hafızoğulları’ndan ödünç aldık.
Zeki Hafızoğulları’nın çalışması ceza normu üzerinedir. Yazar
hukukun genel teorisi açısından ceza hukuku düzenini ve ceza nor-
munu incelemektedir. Genel olarak hukukun genel teorisini incele-
memektedir. Bununla birlikte yazar her konuda ilk önce hukukun ge-
nel teorisinin açıklamalarını genel olarak vermektedir. İkinci aşama-
da bu açıklamaları ceza hukuku alanına uygulamaktadır. Örneğin ce-
za müeyyidesini tartışmadan önce hukukun genel teorisinin genel o-

12. Zeki Hafızoğulları, Ceza Normu: Normatif Bir Yapı Olarak Ceza Hukuku
Düzeni, Ankara, US-A Yayıncılık, 1996, s.V. (Aşağıda “Hafızoğulları, Ceza Nor-
mu, op. cit.,” şeklindeki atıflar, kitabın bu baskısına yapılmaktadır).
13. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayın Komisyonunun 7.12.1982 ta-
rih ve 5 sayılı kararı.
6 HUKUKUN GENEL TEORİSİ

larak müeyyide konusu hakkında yaptığı açıklamaları verir14. Daha


sonra bu genel açıklamaları ceza hukuku alanına uygular. Dolayısıyla
yazarın kitabında sadece ceza hukukunun genel teorisine ilişkin açık-
lamalar değil, aynı zamanda genel olarak hukukun genel teorisine
ilişkin açıklamalar da yer alır. Hukukun genel teorisine ilişkin değini-
len konular yazarın daha sonra tartışacağı asıl konulara bir bakıma
hazırlık niteliğindedir. Her ne kadar Hafızoğulları’nın kitabı, ülke-
mizdeki hukukun genel teorisi alanında ilk ve tek çalışma olsa da, bu
çalışmanın doğrudan doğruya ve münhasıran “hukukun genel teori-
si”ni anlatan bir kitap olduğunu söylemek mümkün değildir. Zaten
kitabın başlığına bakılırsa yazarın böyle bir iddiası da yoktur.
İşte bizim burada yapmaya çalıştığımız şey, böyle bir “hukukun
genel teorisi” çalışmasıdır. Bu teorinin herhangi bir alana, anayasa
hukukuna, idare hukukuna veya ceza hukukuna uygulanması bizim
çalışmamızda yoktur. Biz sadece hukukun genel teorisini burada ge-
nel olarak ortaya koymaya çalışacağız. Şüphesiz bizim çalışmamızda
hukukun genel teorisinin her konusunun, her sorununun incelendiği
söylenemez. Bizim burada yaptığımız, bu disiplinin kısa bir tanıtı-
mından sonra, hukuk normlarının geçerliliği ve yorumu sorunlarını
tartışmaktan ibarettir. Bu tartışmalar çerçevesinde, hukukun genel te-
orisine has, maddi varlık, normatiflik, hukukilik, aksiyolojik geçerli-
lik, biçimsel geçerlilik, etkililik, müeyyide, ve özelde örf ve âdet ku-
ralları ile uluslararası hukuk kurallarının geçerliliği sorunları tartışı-
lacaktır. Yorum konusunda ise klasik yorum çeşitleri, hukukta akıl
yürütme sorunu, mantık kuralları ve gerçekçi yorum teorisi tanıtıla-
caktır. Şüphesiz hukukun genel teorisinin inceleme konuları bunlar-
dan ibaret değildir. Biz önemli gördüğümüz birkaçını, uygun gördü-
ğümüz bir sistem dahilinde incelemeye çalıştık. Çalışmamızın ülke-
mizde hukukun genel teorisi çalışmalarına bir başlangıç oluşturmak-
tan başka iddiası yoktur.

Terminoloji
İşe terminoloji meselesiyle başlayalım. “Hukukun genel teorisi”
teriminin kökeni XIX’uncu yüzyıl Alman hukuk literatüründe kulla-
nılan Allgemeine Rechtslehre ’dir. Almanya’da bunun yerine 20’nci

14. Hafızoğulları, Ceza Normu, op. cit., s.137-170.


GİRİŞ 7
yüzyılda Allgemeine Rechtstheorie denmeyi başlanmıştır. Bu terimin
karşılığı olarak İngilizce general theory of law Fransızca théorie gé-
nérale du droit , İtalyanca teoria generale del diritto , İspanyolca
teoria general del derecho terimleri kullanılmaktadır15. Biz de bu te-
rimin karşılığı olarak Türkçe’de “hukukun genel teorisi” terimini kul-
landık16.
Şunu da belirtmek gerekir ki, 1950’lerden sonra, bazı yazarlar,
“hukukun genel teorisi” terimi yerine, kısaca “hukuk teorisi” terimini
kullanmaya başlamışlardır. Her ne kadar bu sonuncu terimi belirli bir
ölçüde yaygınlık kazanmışsa da, “hukukun genel teorisi” terimi kul-
lanımdan düşmemiştir. Bu terime, 1940 ve 1950’li yıllarda olduğu
gibi 1960, 1970 ve 1980’li yıllarda da rastlanmaktadır17. Biz de bu-
rada, “hukukun genel teorisi” terimini kullanmayı uygun gördük.

Hukukun Genel Teorisinin Tarihi Gelişimi


Hukukun genel teorisinin ortaya çıkışını hazırlayıcı koşullardan
ilki XIX’uncu yüzyılda pozitif bilimlerin elde ettiği başarıdır. Bu ba-
şarının etkisiyle hukuku da pozitif bir bilim yapma isteği doğmuştur.

15. Çeşitli dillerde kullanılan terimler konusunda bkz.: Marc Van Hoecke,
“Théorie générale du droit”, in André-Jean Arnaud (sous la direction de-),
Dictionnaire encyclopédique de théorie et de sociologie du droit, Paris/Bruxelles,
L.G.D.J.,/ Story-Scienta, Deuxième édition, 1993, s.416.
16. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Türkiye’de ilk kez sadri Maksudi Arsal
“theorie générale du droit”nın karşılığı olarak “hukukun umumi esasları” terimini
kullanmaktadır. Biz bu kavramı burada benimsemedik. Kanımızca bu kavram Fran-
sızca “principes généraux du droit”nın karşılığıdır ve başka bir anlama gelir. Or-
han Münir Çağıl ve Vecdi Aral da “genel hukuk teorisi” terimini kullanmaktadırlar
(Çağıl, op. cit., s.106; Aral, 148). Biz burada Zeki Hafızoğullarını izleyerek
“théorie générale du droit” terimine karşılık olarak “hukukun genel teorisi” teri-
mini kullanmayı uygun bulduk.
17. Örneğin, Hans Kelsen, General Theory of Law and State, Translated by
par Anders Wedberg, Cambridge, Massachusetts, Harvard University Press, 1946;
J. Haesert, Théorie générale du droit, Bruxelles, 1948; Paul Roubier, Théorie gé-
nérale du droit, Paris, Librairie du Recueil Sirey, deuxème édition, 1951; Jean
Dabin, Théorie générale du droit, Paris, 1953; Claude Du Pasquier, Introduction à
la théorie générale et à la philosophie du droit, Neuchatel, Paris, 1967; S.
Strömholm, Allgemeine Rechtslehre, Göttingen, 1976; L. Raucent, Cours
d’introduction à la théorie générale du droit, Bruxelles, 1980; Jean-Louis Bergel,
Théorie générale du droit, Paris, Dalloz, 1989.
8 HUKUKUN GENEL TEORİSİ

Artık belirli hukuk normlarının içeriklerinin tasviriyle yetinilmemesi,


çeşitli hukuk sistemlerinin ortak unsurlarının ele alınması ve huku-
kun jusnatüralist tipte metafizik mülâhazalardan arındırılması gerek-
tiği ve bu şekilde hukukun bir pozitif bilim konusu haline gelebilece-
ği fikri ortaya çıktı. Böylece XIX’uncu yüzyılın sonuna doğru bağım-
sız bir bilim dalı olarak “hukukun genel teorisi” ortaya çıkıyordu18.
Hukukun genel teorisinin gelişimi, “Viyana Çevresi (Wiener
Kreiss , cercle de Vienne )”19 olarak bilinen akımdan etkilenmiştir.
1920’lerden itibaren bu Çevre, matematikçi Hans Hahn , sosyolog
Otto Neurath , fizikçi Philipp Frank , felsefeci Moritz Schlick ve
Rudolf Carnap etrafında oluşmuştur. Daha sonra bu Çevre’ye,
Herbert Feige, Hans Reichenbach ve Bertrand Russell gibi isimlerde
katılmıştır. Nazi tehlikesi karşısında bu Çevre, 1938’e doğru kendisi-
ni feshedip dağılmıştır. Üyelerinin bir kısmı Amerika Birleşik Dev-
letleri’ne, bir kısmı da İngiltere’ye yerleşmiştir. Viyana Çevresi,
“mantıkçı pozitivizm (logical positivism )”20 denilebilecek bir akımı
savunmuştur. Mantıkçı pozitivizme göre, bir disiplinin bilim olması
için önermelerinin mantıktaki doğruluk değeri “doğru” olmalıdır.
Doğruluk değeri, dış dünyayla uyuşum, yani ampirik tutarlılık ile be-
lirlenir. “Doğru” ya da “yanlış” olmayan önermelerin anlamı yoktur.
Metafizik cümleler ve tezler, ne biçimsel olarak, ne de ampirik olarak
ispat edilebilirler. Onlar boş ve anlamsızdır. Viyana Çevresi’nin
amacı, tüm bilimler için bir mantık syntax’ı, bir biçimsel dil, bir bir-
leştirilmiş bilim dili hazırlamaktır21.
1940’lara kadar, hukukun genel teorisi, özellikle Alman kültür
ortamında, Hans Kelsen ’in eserlerinin katkısıyla önemli ölçüde ge-
lişmiştir. Bu arada, Léon Duguit , Hans Kelsen ve François Wery ta-
rafından 1926’dan 1938’e kadar çıkarılan Revue internationale de la

18. Bergel, op. cit., s.3.


19. Viyana Derneği veya Klübü yerine “Viyana Çevresi” demeyi, Alâeddin
Şenel gibi daha uygun bulduk (Edward McNall Burns, Çağdaş Siyasal Düşünceler:
1850-1950, (Çev. A. Şenel), Ankara, Birey ve Toplum Yayınları, 1984, s.518.
20. W. Friedmann, Legal Theory, London, Stevens & Sons Limited, 1960,
s.224.
21. Viyana Çevresi için bkz. Valentin Petev, “Hans Kelsen et le Cercle de
Vienne: à quelle point la théorie du droit est-elle scientifique?”, in Paul Amselek
(sous la direction de-), Théorie du droit et science, Paris, P.U.F., Coll.
« Léviathan », 1992, s.237-238.
GİRİŞ 9
théorie du droit ’nın etkisini anmak gerekir22. Ne var ki 1940’larda
İkinci Dünya Savaşı nın etkisiyle hukukun genel teorisi çalışmaların-
da önemli bir duraklama görülmüş, savaş sonrasında 1950’li yıllarda
da, bu savaşın doğurduğu anti-pozitivist tepki nedeniyle, bu durak-
lama devam etmiştir. 1960’lı yıllarda hukukun genel teorisinde tekrar
bir canlanma görülmüş, hukukun genel teorisi kendisine daha geniş
amaçlar belirlemiştir23.

Hukukun Genel Teorisinin Tanımı


Hukukun genel teorisi, umumiyetle, değişik hukuk sistemlerinde
görülen ortak problemleri dış bir bakış açısından inceleyen, objektif
ve a-normatif olmak isteyen hukukun pozitif bir bilimi olarak tanım-
lanır24.

Hukukun Genel Teorisinin İnceleme Konuları


Hukukun genel teorisinin inceleme sahası genellikle üç kısma ay-
rılır:
a) Hukuk Analizi : Hukuk, hukuk normu, hukuk sistemi, hukuki işlevler
(yargıç, yasa koyucu), hukukun kaynakları.

22. Vittoria Frosini, “Teoria generale del diritto”, Novissimo digesto italiano,
Torino, VTET, 1975, vol. XIX, s.5.
23. Marc Van Hoecke, “Théorie générale du droit”, in André-Jean Arnaud
(sous la direction de-), Dictionnaire encyclopédique de théorie et de sociologie du
droit, Paris/Bruxelles, L.G.D.J.,/ Story-Scienta, 1988, s.417.
24. Van Hoecke, Ibid., s.417. Cf. Bergel, op. cit., s.3: “(Hukukun genel teori-
si), hukukun yapısının ve uygulanmasınının temel eksenlerini belirlemeyi amaçla-
yan değişik hukuk sistemlerinin gözlemi ve açıklanması üzerine kurulu olan meto-
dik fikrî bir yapıdır”. “Hukukun genel teorisi, çeşitli hukuk sistemlerinin değişik
ilkelerini ve temel unsurlarını aydınlatmalıdır”. H.A. Schwarz-Riebenmann Von
Wahlendorf, Eléments d’une introduction à la philsophie du droit, Paris, L.G.D.J.,
1976, s.13: “Hukukun genel teorisi, hukukun araçlarını tespit etmek için hukuki ku-
rumların altında yatan genel ilkeleri kavramsalcı, analitik ve karşılaştırmalı bir ba-
kış açısından tanımlamak için hukuk kavramları üzerine genel bir bakış açısından
bakar. Bunda, esasen ‘tasviri’ bir düzeyde pozitif düzenlerin ortak unsurlarından
hareketle hukukun bünyesini ortaya çıkarmak sözkonusudur”. Pierre Pescatore,
Introduction à la science du droit, Luxembourg, Office des imprimés de l’Etat,
1960, s.73: “Hukukun genel teorisi, hukuk düzeninin temel kavramlarını ve bu dü-
zeni bir bütün olarak düzenleyen temel ilkeleri inceler”.
10 HUKUKUN GENEL TEORİSİ

b) Hukuk Metodolojisi : Yasama ve hukukun uygulanması (yorum, boş-


luklar, çatışmalar, akıl yürütme).
c) Bilim teorisi ve hukuk dogmatiğinin metodolojisi25.

Hukukun Genel Teorisinin Genelliği


Hukukun genel teorisi, adı üstünde “genel”dir. Üstelik bu genel-
lik çiftedir26. Bir kere hukukun genel teorisi belirli bir hukuk düzeni-
ni (Türk, Fransız, İngiliz vs.) değil, genel olarak hukuku ele alır. İ-
kinci olarak, belirli bir hukuk dalını değil tüm hukuk dalları için ge-
çerli olan kavram, kurum, yapı ve ilkeleri inceler.

Hukukun Genel Teorisinin Amaçları


Hukukun genel teorisinin amaçları teorik ve pratik olmak üzere
iki derecelidir. Bir yandan, bir bütün olarak veya parça parça hukuk
olgusunu açıklayarak ve bu olgunun karmaşıklığını bütüncü ve sente-
tik bir yaklaşım aracılığıyla daha basite indirgeyerek teorik ihtiyaçla-
ra cevap verir. Diğer yandan ise, hukuk pratiği ve tekniğinin metodo-
lojisini, yani yorum metodolojisini, yasama tekniğini ve hukuk dog-
matiğinde geliştirilen ve kullanılan hukuki yapıları ve kavramları iyi-
leştirmeye çalışarak pratik ihtiyaçlara cevap verir27.

Hukukun Genel Teorisi - Hukuk Felsefesi Ayrımı


Hukukun genel teorisi konusunu açıklayan ve tasvir eden pozitif
bir bilimdir. Değerler arasında tercih yapmaz. Buna karşın, hukuk
felsefesi, ahlaki ve ideolojik bir tavır takınarak en iyi hukuk olarak
kabul ettiği şeye göre hukuk olgusunun normatif bir analizini yapar28.
Hukuk felsefesi değerler âleminde faaliyet gösterir ve faaliyetinin
ürünü değerlendirmedir. Hukukun genel teorisi ise kavramlar alanın-
da faaliyet gösterir ve faaliyetinin ürünü ise teorik önermelerdir29.
J.-L. Bergel ’in belirttiği gibi, hukukun genel teorisi, hukuku me-
tafizik olarak algılayan hukuk felsefesinden net olarak ayrılır. Huku-

25. Van Hoecke, Ibid., s.417.


26. Bergel, op. cit., s.4.
27. Van Hoecke, Ibid., s.417.
28. Ibid., s.418.
29. Hafızoğulları, “Hukuk ve Ceza Hukuku Biliminin Konusu...”, op.
cit., s.236.
GİRİŞ 11
kun genel teorisi hukuk sistemlerinin gözleminden, bu sistemlerin
daimi unsurlarının araştırılmasından hareketle bu sistemlerin temel
yapılarını tekniklerini ve kavramlarına ulaşmaya çalışır. Hukuk felse-
fesi ise, hukuktan ziyade felsefedir. Hukukun metafizik anlamını keş-
fetmek, özüne ulaşmak, onun izlemesi gereken değerleri bulmak için
onun teknik cihazından arındırılması gerektiğini savunur. Şüphesiz
tarih boyunca büyük filozoflar hukuk ile ilgilenmişlerdir. Ama onlar
hukukun ne olduğundan ziyade, ne olması gerektiği ile meşgul ol-
muşlardır. Hukukun genel teorisi ise, hukukun ne olması gerektiğini
değil, ne olduğunu inceler30.
Diğer bir anlatımla, hukukun genel teorisi, her ne kadar “genel”
de olsa, yine de “hukuk”tan hareket eder. Oysa hukuk felsefesi, hu-
kuktan değil, felsefeden hareket eder; o daha ziyade “hukuk” üzerine
bir “felsefe”dir31.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında hukukun genel teorisi ile hukuk
felsefesinin hukuk olgusunun incelenmesinde iki rakip yaklaşım bi-
çimi olduğu ve bunların arasında bir tercih yapılması gerektiği dü-
şüncesi ortaya çıkmıştır32.
Bu çatışma en iyi şekilde Archives de la philosophie du droit ’nın
hukuk felsefecileri arasında yaptığı ve 1962 yılında yayınlanan anket-
ten izlenebilir. Dergi dönemin en ünlü hukuk felsefecilerine33 anket
sorusu olarak “hukuk felsefesi” ile “hukukun genel teorisi” arasında
bir fark görüp görmediklerini ve eğer bir fark varsa bu iki disiplin
arasındaki ilişkinin ne olduğunu sormuştur34. Ankete katılanlar bu
sorulara değişik yanıtlar vermekle birlikte bu yazarlar iki gruba ayrı-
labilir:

30. Bergel, op. cit., s.4-5.


31. Bergel, op. cit., s.5. Cf. Schwarz-Riebenmann Von Wahlendorf, op.
cit., s.13-14: “Hukukun genel teorisinin amacı, hukuk mekanizmalarını olduğu gibi
ortaya çıkarmaktır. Buna karşın, hukuk felsefesi çabalarını hukuku insanın nihai
amacı ışığında belirlemeyi mümkün kılan sorular üzerine yoğunlaştırır”.
32. Van Hoecke, op. cit., s.418.
33. Bagolini, Battifol, Betancur, Brèthe de la Gressaye, Brimo, Cossuo,
Dabin, Darbellay, Del Vechio, Gardies, Héraud, Kalinowski, Kelsen, Legaz y
Lacambra, Yevy-Bruhl, Maspétiol, Orestano, Parain-Vial, Perelman, Recasens
Siches, Roubier, Treves, Tsatsos, Villey, Vilary (Archives de la la philosophie du
droit, 1962, s.83-171).
34. Archives de la philosophie du droit, 1962, s.83.
12 HUKUKUN GENEL TEORİSİ

Dönemin anti-pozitivist tepkisinden esinlenen J. Brèthe de la


Gressaye 35, G. Kalinowski 36, J. Parrain-Vial 37 gibi yazarlara göre,
yalnızca eleştirel bir hukuk felsefesi izlenmelidir; pozitivist bir genel
teori, hukuk felsefesinin “ötanazi”si ne yol açar38.
Buna karşı, G. Héraud 39 ve H. Lévy-Bruhl 40 gibi yazarlar ise
spekülatif bir hukuk felsefesini reddediyorlardı. Onlara göre sadece
“hukukun genel teorisi” bilim düzeyine yükselebilirdi41.
Kelsen ’in haklı olarak gösterdiği gibi bu tartışma gereksizdir; zi-
ra bu iki yaklaşım biçimi arasında tercih yapmak zorunlu değildir.
Hukuki bilginin bu iki dalı arasındaki ayrım bir iş bölümünden iba-
rettir. Bunlar, birbirlerine rakip olmaktan ziyade birbirlerinin tamam-
layıcısıdırlar42. Her ikisinin de kendisine has varlık sebebi vardır.
Hukuk felsefesi hangi ilkelerin kabul edilmesi gerektiği sorusuyla uğ-
raşır. Bu sorun adalet ile, dolayısıyla etik veya ahlak felsefesiyle ilgi-
lidir. Buna karşın, hukukun genel teorisi fiilen olan hukuku inceler.
Amacı pozitif hukukun yapısını analiz etmek ve bu hukukun temel
kavramlarını tespit etmekten ibarettir43.
Zeki Hafızoğulları ’na göre de hukukun genel teorisi yaklaşımı
hukuk felsefesi yaklaşımını bertaraf etmemektedir. Hatta hukuk de-
neyinin tam bir bilgisine varmak için değişik yaklaşım biçimleri ge-
reklidir44.

35. J. Brèthe de la Gressaye’in cevabı, Archives de la philosophie du droit,


1962, s.95-96.
36. Georges Kalinowski’nin cevabı, Archives de la philosophie du droit, 1962,
s.128.
37. J. Parrain-Vial’in cevabı, Archives de la philosophie du droit, 1962, s.143.
38. Van Hoecke, op. cit., s.418.
39. Guy Héraud’nun cevabı, Archives de la philosophie du droit, 1962, s.120-
121.
40. Hanri Lévy-Bruhl’ün cevabı, Archives de la philosophie du droit, 1962,
s.136.
41. Van Hoecke, op. cit., s.418.
42. Hans Kelsen, “Was ist juristischer Pozitivismus?”, Juristerzeitung, 1965.
s.468’den naklen Van Hoecke, op. cit., s.418.
43. Hans Kelsen’in cevabı, Archives de la philosophie du droit, 1962, s.131.
44. Hafızoğulları, Ceza Normu, op. cit., s.3.
GİRİŞ 13
Hukukun Genel Teorisinin Biçimselliği
Hukuk bilimi, hukuk normlarını inceler. Ancak bu bilimin, ana-
yasa hukuku, ceza hukuku, idare hukuku, medeni hukuk gibi özel di-
siplinlerden meydana gelen hukuk dogmatiği kısmı, hukuk normu-
nun içeriğini inceler. Buna karşın hukuk biliminin hukukun genel te-
orisi kısmı, normun içeriğini değil; yapısını, biçimini inceler. Bu ne-
denle, hukukun genel teorisi, hukuku kendi normatif yapısı içinde,
yani bu yapının hizmet ettiği değerlerden, bu yapının içeriğini oluştu-
ran insan davranışlarından bağımsız olarak ele alır. Onun biçimini in-
celer. Bu anlamda hukukun genel teorisi, hukukun biçimsel (formel)
teorisidir45.
Diğer bir anlatımla, hukukun genel teorisi hukukun biçimsel ya-
pısını, hukuk dogmatiği ise hukukun içeriğini inceler. Bu iki faaliyet
uygulamada birbirindan ayrı yürütülmekte ise de, hukukun mükem-
mel bir bilgisi ancak bu iki faaliyetin sonucunda elde edilebilir. Zira,
hukukun genel teorisi normun norm olarak yapısı, konulması, işleyi-
şi, uygulanması, ortadan kalkışıyla ilgili sorunları incelerken; hukuk
dogmatiği ise, bu normun içeriğinde kurallaştırılan beşeri davranışı
belirler, tasnif eder, sistemleştirir. Dolayısıyla, hukukun genel teorisi
bir hukuk düzeninin normatif yapısını, yani normlardan nasıl oluştu-
ğunu; hukuk dogmatiği ise kendisinden bir hukuk düzeni oluşturulan
bir normlar bütününün neleri kurallaştırdığını, yani neleri emrettiğini,
yasakladığını, veya nelere izin verdiğini inceler. Öyleyse hukukun
genel teorisinin incelediği sorunlar yapısal, hukuk dogmatiğinin ince-
lediği sorunlar ise içerikseldir46.
Hukukun genel teorisinin incelediği sorunlar yapısal sorunlar ol-
duğuna göre, bu teori, hukuk normunun yapısı içinde yer alan, yani
içeriksel sorunların çözümü ile uğraşmak zorunda değildir. İşte bu
nedenle hukukun genel teorisi, hukukun biçimsel (formel) teorisi-
dir47. Bu böyle ise hukukun genel teorisi, bir hukuk normunun dü-
zenlediği insan davranışının değeri, normun bu davranışı yasaklaya-

45. Hafızoğulları, Ceza Normu, op.cit., s.2; “Hukuk ve Ceza Hukuku Bilimi-
nin Konusu...”, op. cit., s.238.
46. Hafızoğulları, “Hukuk ve Ceza Hukuku Biliminin Konusu...”, op.
cit., s.239.
47. Hafızoğulları, Ceza Normu, op. cit., s.2.
14 HUKUKUN GENEL TEORİSİ

rak yahut ona izin vererek güttüğü amacın ne olduğu veya ne olması
gerektiği gibi sorularla ilgilenmez.
Ancak bu sorularla ilgilenmediğinden dolayı hukukun genel teo-
risinin biçimsel yaklaşımının hukukçuyu boş ve kısır bir formalizme
iteceği yolundaki düşünceler48 tutarlı değildir. Bir kere, hukukun ge-
nel teorisi, kendi biçimsel yaklaşımınının hukuku incelemenin tek
yolu olduğunu iddia etmez. İddia ettiği şey hukukun nasıl ve neden
meydana geldiği sorusunu incelemenin tek yolu olduğudur49. Huku-
kun genel teorisi daha önce de belirtildiği gibi, hukuka değişik yakla-
şım olanaklarını reddetmez. Hukuk düzeninin esinlendiği değerler
sorununu incelemenin kendi sahasına girmediğini, bu sorunun hukuk
felsefesi alanına girdiğini belirtir.
Elbetteki hukuk düzeninin esinlendiği birtakım değerler vardır.
Dahası bir hukuk sisteminden diğerine bu değerler ve dolayısıyla hu-
kukun içeriği de değişmektedir. Ancak ne değerler, ne de hukukun
içeriği, hukukun genel teorisinin inceleme alanına girmez. Zira, kalıp

48. Bkz. Nevzat Toroslu, Cürümlerin Tasnifi Bakımından Suçun Hukuki Ko-
nusu, Ankara, A.Ü. Hukuk Fakültesi Yayınları, 1970, s.3-35’ten naklen,
Hafızoğulları, Ceza Normu, op. cit., s.2. Biçimci hukuk anlayışının etraflıca ince-
lenmesi ve değerlendirilmesi hakkında bkz. Selahattin Keyman, Hukuka Giriş ve
Metodolojisi, Ankara, Doruk Yayınları, 1981, s.1-82; özellikle s.16-28. Keyman,
hukukta “değeri” reddeden biçimci bir teori olarak hukuki pozitivizmin bir “değer-
lendirmesini” yapmakta; bu anlayışın dahi bir takım siyasi/ideolojik nedenler ile
nasıl “değerlere” sahip olduğunu araştırmaktadır. Yazara göre, biçimci anlayışın
dahi önem verdiği “değer” vardır: “Hukuki pozitivizm, toplumun, adalet ve hakka-
niyetten ziyade, hukukun kesinliği ilkesine dayanan müstakar (kalıcı) düzeni konu-
sunda olumlu bir değer yargısında bulunmak anlamına gelir... Öyle ise, hukuki po-
zitivizm, maddi anlamda değerler karşısında düzen, değişmezlik, istikrar (kalıcılık),
kesinlik vb. biçimsel değerlerin varlığını kabul eden ve bu sonunculara üstünlük
tanıyan hukuki bir ideolojidir” (op. cit., s.23-24). Yazar hukuki pozitivizmin ortaya
çıkışını burjuva sınıfının tarihi ile açıklamaktadır. Yazara göre, “birinci devrede
burjuvazi, feodal sınıfın egemenliği altında ve mutlak monarşi rejimi içinde yaşa-
makta ve bir sınıf haline gelme sürecini geçirmektedir. Burjuvazi ikinci devresinde
ise, toplumsal bir sınıf haline gelmekte; monarşi ve feodaliteyi yıkarak liberal bur-
juva sınıfını kurmaktadır. Bilindiği üzere tabii hukuk doktrini birinci devreyi yaşa-
yan burjuva ideolojisine egemen olmuştur” (Ibid., s.24-25). Dolayısıyla yazar, bi-
çimci hukuk anlayışının üstün tuttuğu değerler olan “değişmezlik, istikrar, kesinlik”
(Ibid., s.24) gibi değerlerin devrimi gerçekleştiren burjuva sınıfına hizmet ettiğini
ima etmektedir.
49.Hafızoğulları, Ceza Normu, op.cit., s.2-3.
GİRİŞ 15
yapma sanatı başka şey, kalıbı doldurma sanatı başka şeydir. Madem
ki, kalıbı yapanın sanatı kalıbı dolduranın sanatından farklıdır, kalıbı
yapan ne kalıbı hep aynı şeyle doldurdu diye ne de boş bıraktı diye
eleştirilebilir50.
Özetle, hukukun genel teorisi, hukuku bir yapı, bir biçim olarak
inceler. Örneğin, bardak hukuk ise, onun biçimini ve neden oluştu-
ğunu (örneğin camdan, metalden, plastikten vs.) ve şeklini (silindirik,
küresel vs) inceler. Bardağın içine ne konulduğuyla uğraşmaz. Bar-
dağın içine, isteyen zemzem suyu, isteyen şarap, isteyen ise zehir ko-
yabilir. Bardağı kullanan bardakla zehir sundu diye, bardağı yapan
suçlanamaz.
∗∗∗
Burada belirtmeliyiz ki biz çalışmamız boyunca hukukun genel
teorisi alanında pozitivist anlayışı takip etmekteyiz. Onun için huku-
kun pozitivist teorisinin temel tercihlerini burada kısaca görmek ye-
rinde olur.

HUKUKUN POZİTİVİST GENEL TEORİSİ


Hukukun pozitivist genel teorisi, “Viyana Çevresi” nden esinle-
nerek, formel veya ampirik olarak doğrulanamayan önermeleri bilim
alanına yabancı olarak kabul eder ve bu önermeleri reddeder51.
Hukuk bilimi fizik-ötesine ait değildir. Hukuk fizik âlemde bulu-
nur. Dolayısıyla pozitivist teori, tabii hukukun tüm biçimlerini red-
deder. Ona göre, doğada değişmez bir düzen mevcut değildir. Keza
tüm insanlara has bir “tabii akıl” da yoktur. Değerler “reel” dünyaya
ait “entité”ler değildirler. Doğada “iyi” veya “kötü”nün ölçüleri bu-
lunmaz. Bunları sadece insan değerlendirir. Tabii hukuk diğer yan-
dan, hukuk bilimi ile bu bilimin konusu olan hukuku karıştırır. Oysa
tüm bilimlerde bilimin konusu, o bilimin dışında yer alır. Bu, bilimin
konusu ile öznesi arasındaki kartezyen ayrımın basit bir sonucudur.

50. Hafızoğulları, Ceza Normu, op. cit., s.3; Hafızoğulları, “Hukuk ve Ceza
Hukuku Biliminin Konusu...”, op. cit., s.239.
51. Christophe Grzegorczyk, “Le positivisme comme méthodologie
juridique”, in Christophe Grzegorczyk, Françoise Michaut et Michel Troper (sous
la direction de-), Le positivisme juridique, Paris, Bruxelles, L.G.D.J.,
Story-Scientia, 1992, s.176.
16 HUKUKUN GENEL TEORİSİ

Oysa tabii hukuk bizzat hukuk kuralları koyduğunu iddia eder52. Da-
hası tabii hukuk, tasviri öncüllerden normatif önermeler çıkarılama-
yacağı yolundaki “Hume Kanunu ”nu da ihlâl eder. Bu kanuna göre,
“olan” ile “olması gereken” arasında geçiş mümkün değildir53. Niha-
yet tabii hukuk mutlak bir adalet teorisi hazırlar. Ancak adaletin ne
olduğunu sarih bir şekilde belirleyemez54.
Pozitivist teori, objektivist aksiyoloji yi, yani bizzat realitenin bir
parçası olarak değerlerin mevcut olduğu tezini reddeder. Pozitivist
teorinin bir grubu, değerlerin mevcut olabileceğini kabul eder; ama
onlar da bu değerlerin bilinemez olduklarını söylerler. Bu aksiyolojik
bilinemezcilik (non-cognitivisme axiologique ) değerlerin görecelili-
ği nden (relativisme ) kaynaklanır55.
Pozitivist teoriye göre, hukuk ile hukuk bilimi farklı şeylerdir.
Birincisi ikincisinin inceleme konusudur. Hukuk biliminin konusu
sadece pozitif hukuktur. Hukuk bilimi konusunu tanımalı, ama onu
biçimlendirmeye çalışmamalıdır. Nihayet hukuk bilimi “saf” olmalı,
yani kendisine yabancı unsurlardan arınmalıdır56.
Pozitivist teorinin çeşitli temel tercihlerini kısaca sıralamış bulu-
nuyoruz. Görüldüğü gibi, birinci olarak pozitivist teori tabii hukuku
reddeder; ikinci olarak değerlerin bilinemezliği ilkesini savunur; ü-
çüncü olarak kendine has bir bilim teorisi vardır.
Pozitivist teorinin tabii hukuku reddetmesini burada incelemeye-
ceğiz. Çünkü tabii hukuku ileride57 ayrıntılarıyla görüp eleştireceğiz.
Pozitivist teorinin geriye kalan iki temel tercihine ise kısaca değin-
mekte yarar vardır. Bunlar, değerler alanında bilinemezlik ilkesi ve
kendisine has bilimsellik anlayışıdır.

52. Ibid.
53. David Hume, Traité sur la nature humaine, 1777 Baskısından naklen
Grzegorczyk, “Le positivisme comme méthodologie juridique”, op. cit., s.176.
54. Ibid.
55. Ibid., s.173.
56. Ibid., s.173, 190-191.
57. Bkz. infra, s.58 vd.
GİRİŞ 17
1. Değerlerin Bilinemezliği İlkesi (Principe du non-
cognitivisme des valeurs )
Viyana Çevresinden58 esinlenen pozitivist teoriye göre, sadece
olgusal yargılar (jugements de fait ) ampirik olarak doğrulanabilirler
(vérification empirique ). Bu alan bilim alanıdır. Buna karşın değer
yargıları (jugements de valeur ) bir bilim alanı değildir. Bu alanda
“bilinemezlik (non-cognitivisme)” ilkesi geçerlidir. Buna göre, değer-
ler ampirik olarak bilinebilir şeyler değildirler. Çünkü onlar, ya ger-
çeklikte mevcut değildirler ya da mevcut olsalar bile, onların bilinme
biçimi tabii olguların bilinme biçimine indirgenemez59.
Yani değerler alanında ya yokluk ya da görecelilik tezi geçerli-
dir. Yokluk tezine60 göre, değerler hiçbir şekilde reel dünyada mevcut
değildir. Dolayısıyla bilimin konusu olamazlar. Görecelilik
(relativisme) tezine göre ise, değerler insan subjektivitesi alanında re-
el olarak mevcutturlar; ama değişken oldukları için bilinebilir şeyler
değildirler61. W.K. Frankena ’ya göre göreceliliğin üç ayrı tipi var-
dır: Birincisi tasviri görecelilik tir. Bu tür görecelilik ile anlatılmak
istenen şey, değişik insanlar ve değişik toplumların değer yargılarının
değişik olduğudur. İkinci tip görecelilik, meta-etik görecelilik tir.
Buna göre bir değer yargısının “doğru”, diğer değer yargılarının ise
“yanlış” olduğunun objektif olarak geçerli, rasyonel bir tarzda kanıt-
lanmasına imkan yoktur. Göreceliliğin üçüncü çeşidi normatif göre-
celilik tir. Birinci tip görecelilik, antropolojik veya sosyolojik; ikinci
tip görecelilik, meta-etik bir savda bulunurken; bu üçüncü tip görece-
lilik, normatif bir ilke ileri sürer: Söz konusu durumlar aynı olsa bile,
bir birey, bir toplum için iyi veya doğru olan şey bir başka birey, bir
başka toplum için iyi veya doğru değildir62.

58. Bkz. supra, s.8.


59. Grzegorczyk, “Le positivisme comme méthodologie juridique”, op.
cit., s.182.
60. Bizatihi realitenin bir parçası olarak değerlerin varlığını reddeden bu teze
“objektivist aksiyolojinin reddi” (rejet de l’axiologie objectiviste) tezi deniyor
(Bkz. Grzegorczyk, “Le positivisme comme méthodologie juridique”, op.
cit., s.173). Biz burada kısaca buna “yokluk” tezi demeyi uygun gördük.
61. Grzegorczyk, “Le positivisme comme méthodologie juridique”, op.
cit., s.182-183.
62. W.K.Frankena, Ethics, Prentice Hall, Englowood Cliffs, 1963, s.92-93.
18 HUKUKUN GENEL TEORİSİ

Özetle değerler alanında “bilinemezlik (non-cognitivisme)” ilkesi


hâkimdir63. Bu prensip iki şekilde açıklanır: Ya değerler reel âlemde
mevcut değildir (yokluk tezi); ya da mevcuttur, ama objektif olarak
bilinebilir şeyler değildir (görecelilik tezi).
Hukuki pozitivizm , genellikle bu yokluk tezini savunur. Bu akı-
ma göre, reel âlemde değerler mevcut değildir. Dolayısıyla değerler
alanında bilinecek bir şey yoktur. Hatta bu akım, insanın kendi değer-
lerinin yaratıcısının yine insanın kendisinin olduğunu düşünür64.
O halde hukuki pozitivizmde, değerlerin inkârı söz konusudur.
Dolayısıyla pozitivistlere göre bilimsel aksiyoloji mümkün değildir.
Zira onlar, G.E. Moore ’un “değerlerin şeylerin tabii nitelikleri olma-
dığı” yolundaki kanısını paylaşırlar. Moore’a göre örneğin “iyi” ile
herhangi bir tabii niteliği karıştırmak “tabii safsata (naturalistic
fallacy )” yapmak demektir65. Ama pozitivistler genelde Moore’dan
çok daha ileri giderler. Değerleri tamamıyla ideolojiler alanına yerleş-
tirirler66. Örneğin K. Opalek ve J. Wroblewski ’ye göre, bir değer
teorisi olarak tasavvur edilen bir bilimsel aksiyolojinin kurulması
imkansızdır; zira bu değerler toplumsal ve tarihi koşullar ile biçimle-
nen ideolojilerin bir parçasıdırlar67.
Kelsen bu konuda çok radikal bir görecelilik tezini savunur.
O’na göre bir kimse, bir şeyin iyi ya da kötü olduğunu öne sürmüşse,
öne sürülen değer, bir “bilme konusu (objet de la connaissance)” de-
ğil, sadece bilincin duygusal (émotionnel) bileşenlerinin fonksiyonla-
rından birisidir. Eğer böyle bir değer bir başkasının davranışı üzerine

63. Christophe Grzegorczyk, “La dimension positiviste des grands courants de


la philosophie du droit”, in Christophe Grzegorczyk, Françoise Michaut et Michel
Troper (sous la direction de-), Le positivisme juridique, Paris, Bruxelles, L.G.D.J.,
Story-Scientia, 1992, p.58.
64. Grzegorczyk, “Le positivisme comme méthodologie juridique”, op.
cit., s.183.
65. G.E. Moore, Principa Ethica, Cambridge University Press, 1903’ten alın-
tılanan parça in Christophe Grzegorczyk, Françoise Michaut et Michel Troper
(sous la direction de-), Le positivisme juridique, Paris, Bruxelles, L.G.D.J.,
Story-Scientia, 1992, s.234.
66. Grzegorczyk, “Le positivisme comme méthodologie juridique”, op.
cit., s.184.
67. K. Opalek ve J. Wroblewski, “Axiology: Dilemma Between Legal
Positivism and Natural Law”, Österreichische Zeitschrift für öffentliches Recht, 18,
1968, s.361 vd.
GİRİŞ 19
ileri sürülmüş ise, “bravo!”, “yazıklar olsun!” gibi ünlemler ile aynı
mahiyette bir duygusal tasvip veya kınamayı ifade eder68. Dolayısıyla
bunlar saf subjektiflik alanına aittirler69.
Diğer yandan Kelsen, hukuk normlarının insan-üstü bir irade ta-
rafından değil, sadece beşeri irade tarafından konulduğundan hareket-
le hukuk normları ile birbirleriyle çatışan değerlerin öne sürülebile-
ceğini belirtmektedir. Örneğin bir hukuk normu intiharı yasaklayabi-
lir, diğeri ise serbest bırakabilir. Belirli bir değerden hareketle, bu
normlardan birinin geçersiz, diğerinin ise geçerli olduğu iddia edile-
mez. Bunlardan her ikisi de usulüne uygun olarak ihdas edilmişse ge-
çerlidir. Bu normlar beşeri irade tarafından konulduğuna göre, bu
normlardan çıkarılabilecek değerler de keyfidir. Dolayısıyla ifade edi-
len değerler görecelidir. Mutlak değerler din alanı dışında yoktur. Bir
takım insanlara göre bu değerler “iyi”, diğerlerine göre ise “kö-
tü”dür70.
Kelsen ’e göre, değişik zamanlar ve değişik yerlerde insanların
“iyi” ve “kötü”, “âdil” ve “âdil olmayan” olarak kabul ettikleri şeyle-
rin çeşitliliği göz önünde bulundurulursa, değerler alanında minimum
ortak değerler dahi olmadığı söylenebilir. Genellikle barışın korun-
masının bütün ahlâki sistemlere özgü bir gereklilik olduğu ileri sürü-
lür. Ama Heraclite savaşın en üstün değer olduğunu öğretiyordu.
Özetle Kelsen’e göre, a priori ve mutlak olan bir değer yoktur. Eğer
bu böyleyse, iyi ve kötüyü, âdil ile âdil olmayanı tanımlayacak eli-
mizde hiçbir araç yoktur71.

68. Hans Kelsen, Théorie pure du droit, Traduction française de la 2e édition


de la “Reine Rechtslehre” par Charles Eisenmann, Paris, Dalloz, 1962, s.27. Belir-
telim ki Kelsen burada, A.J. Ayer ve C.L. Stevenson tarafından savunulan Anglo-
sakson emotivizminine hayli yakındır. Bu konuda bkz. Grzegorczyk, “Le
positivisme comme méthodologie juridique”, op. cit., s.184.
69. Grzegorczyk, “La dimension positiviste des grands courants de la
philosophie du droit”, op. cit., s.57-58.
70. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.24-25.
71. Hans Kelsen, Essays in Legal and Moral Philosophy: Selected and
Introduced by Otta Weinberger, D. Reidel Publ. Comp., Dordrecht/Boston, 1973.
In in Christophe Grzegorczyk, Françoise Michaut et Michel Troper (sous la
direction de-), Le positivisme juridique, Paris, Bruxelles, L.G.D.J., Story-Scientia,
1992, s.237.
20 HUKUKUN GENEL TEORİSİ

Sonuç olarak, hukuki pozitivizm değerlerin göreceliliği prensibi-


ni kabul eder. Buna göre, değerler alanında herhangi bir şeyi kanıtla-
ma veya rasyonel argümantasyon imkanı yoktur. Dolayısıyla, bir
yandan hukuk normlarının aksiyolojik temelini araştırmak, diğer
yandan ise mahkeme kararlarının rasyonel jüstifikasyonunu yapmak
mümkün değildir.
Böylece değerlerin bilinemezliği ilkesini gördükten sonra, şimdi
hukuki pozitivizmin bilimsellik anlayışını görelim.

2. Hukukun Pozitivist Teorisinin Bilim Anlayışı


Pozitivist teorinin bilim anlayışı şu dört özellik ile ortaya konabi-
lir:
a. Bilimin konusu objektif olarak bilinebilir bir şeydir.
b. Bilim ile bilimin konusu birbirinden farklı şeylerdir.
c. Bilimin görevi, konusunu sadece tanımaktır.
d. Bilim kendisine yabancı unsurlardan arınmalıdır (“saflık”).

a. Bilimin Konusu Objektif Olarak Bilinebilir Bir Şeydir


Viyana Çevresinden esinlenen pozitivizme göre, metafizik kav-
ram ve ilkeler bilme (connaissance) konusu olamaz. Bilme (cognitif)
alanında bütün metafizik formlar kısırdır72.
O halde hukukun genel teorisi, bir bilim olmak istiyor ise, ince-
leme konusu olarak bir takım fizik-ötesi formları veya değerleri ele
almayı kategorik olarak reddetmelidir. Hukukun genel teorisi ancak
ampirik bir konuyu inceleyebilir. Dolayısıyla hukukun genel teorisi,
inceleme konusu olarak yalnızca fiziki varlığa sahip olan hukuku ele
alabilir. Bu hukuk da pozitif hukuk, yani devlet tarafından konulmuş,
maddi varlığa sahip hukuktur73.

72. Grzegorczyk, “La dimension positiviste des grands courants de la


philosophie du droit”, op. cit., s.56.
73. Grzegorczyk, “La dimension positiviste des grands courants de la
philosophie du droit”, op. cit., s.57; Michel Troper, “Un système pur du droit : le
positivisme de Kelsen”, in Pierre Bouretz (sous la direction de-), La force du
droit : panorama des débats contemporains, Paris, Editions Esprit, 1991, p.117-
137, op. cit., s.123; Michel Troper, Pour une théorie juridique de l'Etat, Paris,
P.U.F., Coll. « Léviathan », 1994, s.35.
GİRİŞ 21
Hukukun pozitivist teorisi bu anlamda bilimseldir. Zira, inceleme
konusu olarak sadece pozitif hukuku ele alır74. Örneğin Kelsen ’in
ünlü eseri, şu cümleyle başlar: “Hukukun saf teorisi pozitif hukukun
bir teorisidir”75. O halde pozitif hukukun kapsamına girmeyen şeyler
hukukun genel teorisi tarafından incelenemezler. Kelsen bunu çok a-
çık bir şekilde ifade eder: “Pozitif hukuk normları kapsamında bu-
lunmayan bir şey, bir hukuki konsept içine giremez”76.
Keza General Theory of Law and State’in preface’ında Kelsen,
“bu kitapta açıklanan teori, pozitif hukukun genel teorisidir” der.
O’na göre pozitif hukuk, daima belirli bir topluluğun hukukudur: Bir-
leşik Devletler hukuku, Fransız hukuku, Meksika hukuku gibi. Bu
belirli hukuk düzenlerinin bilimsel bir açıklamasını yapmak, huku-
kun genel teorisinin amacıdır. Değişik hukuk düzenlerinin karşılaş-
tırmalı analizinden ortaya çıkan bu teori, belirli bir hukuk düzeninin
kendileriyle açıklanacağı temel kavramları üretir. Hukukun genel teo-
risi, hukuk normlarını, onların unsurlarını, yorumunu, bütünü itiba-
rıyla hukuk düzenini, onun yapısını, değişik hukuk düzenleri arasın-
daki ilişkileri ve nihayette, pozitif hukuk düzenlerinin çokluğuna
rağmen hukukun birliğini inceler77.

b. Bilim ile Bilimin Konusu Birbirinden Farklı Şeylerdir


Bilim ile bilimin konusu birbirinden farklı şeylerdir. Bilim, ko-
nusunu kendisinden önce oluşmuş halde bulur. Her bilim dalında,
konu, bizatihi bu bilimin dışında yer alır. Bu, bilginin (connaissance)
öznesi ile konusu arasındaki kartezyen ayrımın basit bir sonucudur78.
Hukukun pozitivist genel teorisine göre, hukuk ile hukukun genel
teorisi birbirinden farklı şeylerdir. Birincisi ikincisinin inceleme ko-

74. Kelsen’e göre, hukukun saf teorisi, “pozitif hukukun genel teorisidir”
(Hans Kelsen, General Theory of Law and State, Translated by par Anders
Wedberg, Cambridge, Massachusetts, Harvard University Press, 1946, preface,
s.xiii; Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.1),
75. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.1.
76. Kelsen, General Theory of Law and State, op. cit.,preface, s.xiii.
77. Ibid.
78. Bu konuda bkz. Grzegorczyk, “Le positivisme comme méthodologie
juridique”, op. cit., s.176, 179 ; Grzegorczyk, “La dimension positiviste des grands
courants de la philosophie du droit”, op. cit., s.56-58; Troper, Pour une théorie
juridique de l'Etat, op. cit., s.122.
22 HUKUKUN GENEL TEORİSİ

nusudur. Dolayısıyla hukuk kuralları, hukukun genel teorisi tarafın-


dan değil, pozitif hukuk tarafından konulur79.

c. Bilimin Görevi Konusunu Sadece Tanımaktır


Pozitivist anlayışa göre hukukun genel teorisi, inceleme konusu
olan pozitif hukuku tanımak ile kendini sınırlandırmalı; bu hukuku
değiştirmeye, yeniden biçimlendirmeye çalışmamalıdır. Diğer bir ifa-
deyle, hukukun genel teorisi, pozitif hukuk normları tarafından öngö-
rülenlerin dışında yeni hukuk kuralları formüle etmeye teşebbüs et-
memelidir80.
Kelsen’in belirttiği gibi, “hukuk biliminin tek amacı, hukuk
yapmak değil, hukuku tanımaktır”81. Yazara göre,
“bir bilim, inceleme konusunu olduğu gibi tasvir etmelidir; birtakım değer
yargıları açısından onun ne olması veya ne olmaması gerektiğine hükmet-
memelidir. Böyle bir hüküm siyasi bir problemdir; ve hükümet sanatını il-
gilendirdiği ölçüde değerlere yönelik bir faaliyettir. Böyle bir faaliyet rea-
liteye dönük olan bilimin konusunu oluşturamaz”82.
Diğer bir ifadeyle, bir hukukun genel teorisi çalışması bilimsel
olmak için inceleme konusu olan hukuk normlarını yeniden biçim-
lendirmeye veya onları değiştirmeye yeltenmemeli, sadece onları tas-
vir etmek ile yetinmelidir.

d. Bilim, Kendisine Yabancı Unsurlardan Arınmalıdır (“Saflık


”)
Pozitif hukukun parçası olan bir normu eleştirmek veya onu ak-
lamak hukukun genel teorisinin üzerine vazife değildir. Hukukun ge-
nel teorisinin görevi sadece hukukun gerçeklikte neden ibaret oldu-
ğunu tasvir etmektir. Hukukun genel teorisi, hukukun nasıl olması

79. Bu konuda bkz. Grzegorczyk, “Le positivisme comme méthodologie


juridique”, op. cit., s.176 ; Grzegorczyk, “La dimension positiviste des grands
courants de la philosophie du droit”, op. cit., s.56-58; Troper, Pour une théorie
juridique de l'Etat, op. cit., s.30-35; Troper, “Un système pur du droit”, op.
cit., s.122.
80. Troper, “Un système pur du droit”, op. cit., s.122.
81. Kelsen, General Theory of Law and State, op. cit.,preface, s.xiv. İtalikler
bize ait.
82. Ibid. İtalikler bize ait.
GİRİŞ 23
gerektiğini hiçbir şekilde söyleyemez83. Hukukun genel teorisi değer
yargılarından kaçınmalıdır. Kelsen ’in ifadesiyle “saf” (Reine, pure)84
olmalı; yani kendisine yabancı tüm ögelerden kurtulmalıdır. Hukuk
bilimi tarihi olarak psikoloji, sosyoloji, etik ve siyaset teorisi ile kar-
ma halde bulunur. Hukukun saf teorisi, hukukun bu bilim dallarıyla
ilgisini inkâr etmez; ama kendi özünü belirsizleştiren bu metot bağ-
daştırmacılığı na (syncrétisme ) karşıdır85.
Hukukun genel teorisi, ne yasa koyucunun niyetleri ve
saiklerinden ne de bireylerin çıkarları ve arzularından etkilenmelidir.
Hukukun genel teorisi, pozitif hukukun yapısını tahlil etmeli; ama bu
hukukun oluşumunda rol oynayan toplumsal, ekonomik veya psiko-
lojik koşulları dikkate almamalıdır86.
***
Yukarıda hukukun genel teorisinin inceleme alanlarının neler ol-
duğunu belirttik. Bu alanların burada tamamını incelememiz söz ko-
nusu değildir. Biz burada sadece hukuk normlarının geçerliliği ve yo-
rumu sorunu üzerinde duracağız. Çalışmamız, başlığının da işaret et-
tiği gibi, bu alana sadece bir “giriş”tir. Bu alanın tüm konularını iş-
leme iddiasında değildir. Özetle, çalışmamız iki kısımdan oluşmak-
tadır. Birinci kısımda hukuk normlarının geçerliliği, ikinci kısımda
ise bu normların yorumu sorunu incelenecektir.

83. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.1.


84. Troper’in işaret ettiği gibi Kelsen bu kavramı Max Weber’den ödünç al-
mıştır (Troper, “Un système pur du droit”, op. cit., s.123; Troper, Pour une théorie
juridique de l'Etat, op. cit., s.35).
85. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.1-2.
86. Kelsen, General Theory of Law and State, op. cit.,preface, s.xiii. Bu konu-
da bkz. Troper, “Un système pur du droit”, op. cit., s.123; Troper, Pour une théorie
juridique de l'Etat, op. cit., s.35.
Birinci Kısım
HUKUK NORMLARİNİN GEÇERLİLİĞİ
SORUNU

Bizatihi hukuki geçerlilik kavramını incelemeden önce şu üç ön


sorunu görmek yerinde olur: Bu sorunlar, bir işlemin maddi varlığı,
normatifliği ve hukukiliği sorunlarıdır. Zira, hukuki geçerlilikten
bahsedebilmek için her şeyden önce bir hukuk normunun var olması
gerekir. Diğer bir ifadeyle, hukuki geçerlilik kavramı, var olan bir
hukuk normuna ilişkindir. Bu şu anlama gelir ki, bir işlemin
geçerliliğini tespit etmeden önce, birinci olarak onun “maddi
varlığını (existence matérielle)”, ikinci olarak onun “normatifliğini
(normativité)” ve üçüncü olarak, onun “hukukiliğini (juridicité)”
tespit etmek gerekir.
Birinci Bölüm
ÜÇ ÖN SORUN: GEÇERLİLİĞİN ÖN KOŞULLARI

Yukarıda belirtildiği gibi, burada bir işlemin maddi varlığı, nor-


matifliği ve hukukiliği sorunları incelenecektir.

I. MADDİ VARLIK1
Bir işlemin hukuki geçerliliğinden bahsedildiğinde, onun açısın-
dan ortaya çıkan birinci sorun, onun maddi varlığı (existence
matérielle) sorunudur2. Zira, maddi olarak var olmayan bir işlem,
hiçbir hukuki nitelendirmeye konu olamaz.
Bir işlemin maddi3 varlığı ile, o işlemin somut taşıyanının
(support, hâmil), yani bir belgenin, bir sözün, bir ritüelin, tek keli-

1. Bir işlemin “maddi varlığı” sorunu, Alexander Peczenik’in “hukuki geçerli-


liğin bibliyografik sorunu” olarak isimlendirdiği soruna tekabül eder. Gerçekten de
Peczenik, geçerlilik kavramını dört safhayı içeren bir metotla tahlil etmektedir.
Birinci safha, hukukçuların hukuken geçerli olarak kabul ettikleri kuralların sayı-
mından (enumeration) ibarettir. Bu açıdan denilebilir ki, bizim ilk kavramımız
(maddi varlık), Alexander Peczenik’in tasviri metodunun birinci safhasına (sayım)
eşittir. Peczenik’e göre, “‘belirli bir ülkede hukuken geçerli olan kurallar nelerdir’
sorusu, hukukun geçerliliğinin genel bir tanımına başvurmaksızın çözümlenebilir.
Hukuk Fakültesinde ve mesleğinde her uzman hukukçu bu sorun üzerine bir çok
ayrıntılı bilgi edinir. Bu sorun teorik olmaktan ziyade bibliyografiktir” (Peczenik,
“The Concept ‘Valid Law’”, op. cit., s.214-215. İtalikler bize ait).
2. François Ost ve Michel Van de Kerchove, Jalons pour une théorie critique
du droit, Bruxelles, Publications des Facultés universitaires Saint-Louis, 1987,
s.259; François Ost, “Validité”, in André-Jean Arnaud (sous la direction de-),
Dictionnaire encyclopédique de théorie et de sociologie du droit, Paris, L.G.D.J.,
Deuxième édition, 1993, s.636.
3. “Maddi” sıfatının altını çiziyoruz, zira Kelsen gibi normların özgül
(spécifique) varlığından, yani bir normun belirli bir hukuk düzeni içinde varlığından
bahseden yazarlar da vardır.
28 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

meyle bir instrumentum’un varlığı anlatılmak istenmektedir4. Diğer


bir anlatımla, bir işlemi hukuki nitelendirmeye tâbi tutmadan önce,
onun instrumentum’unu, örneğin bu işlemin içinde yer aldığı belgeyi
göstermek gerekir. Modern hukuk sistemlerinde, bir kanunun varlığı,
resmi gazeteye, yani hükümet adına basılan bir dergiye bakılarak
ihdas edilir.
Bir örf ve âdet kuralının maddi varlığının resmi gazeteye bakıla-
rak tespit edilemeyeceği açıktır. Bununla birlikte örf ve âdet kuralları
maddi varoluştan yoksun değillerdir, zira onların da bir
instrumentum’u vardır. Bu sorunu ileride tekrar göreceğiz5.
O halde herhangi bir işlemin hukuk normu olarak geçerli olabil-
mesi için gerekli ilk ön koşul, onun maddi varlığa sahip olmasıdır.
Bir işlemin maddi varlığı sorunu bu şekilde ortaya konulduktan
sonra, onun açısından ikinci bir sorun daha ortaya çıkar: Bu işlem
normatif nitelikte midir? Zira, geçerlilik kavramı “norm”un bir özel-
liğidir. Dolayısıyla bir işlemin geçerli olabilmesi için, normatif özel-
liğe sahip olması, yani norm niteliğinde olması gerekir. O halde şim-
di normatiflik sorununu görelim.

II. NORMATİFLİK
Bir işlemin normatifliği (normativité) sorunu, onun maddi varlı-
ğı, onun belgesi sorunu değil, onun anlamı sorunudur. Diğer bir ifa-
deyle norm, bir işlemin metni değil, ama onun anlamıdır. O halde,
normatiflik sorunu, normun maddi taşıyıcısına, örneğin metnine, at-
fedilmesi uygun olan anlam sorunudur. Yani, bu sorun kendisine
başvurulan belgenin normatif bir kapsamının olup olmadığını bilmek
noktasında toplanmaktadır6.
O halde normun tanımı üzerinde duralım.
“Norm” kelimesi Latince norma kelimesinden gelir. Bu kelime
asıl anlamıyla, “gönye” demektir7. Figuratif anlamıyla ise, kural, ilke,
kanun, model anlamlarına gelir.

4. Ost ve Van de Kerchove, Jalons pour une théorie critique du droit, op. cit.,
s.259; Ost, “Validité”, op. cit., s.636.
5. Bkz. infra, s.123.
6. Ost ve Van de Kerchove, Jalons pour une théorie critique du droit, op. cit.,
s.261; Ost, “Validité” op. cit., s.636.
7. A. Gariel, Dictionnaire latin-français, Paris, Hatier, 1960, s.410.
ÖN KOŞULLAR 29
∗∗∗
Norm, mantık-dilbilgisi bakımındanHata! Yer işareti tanımlan-
mamış.Hata! Yer işareti tanımlanmamış. bir önermeHata! Yer işa-
reti tanımlanmamış.dir8. Önerme (proposition) ise, belli bir doğru-
luk değeri alan ifade (yani söz veya sembol dizisi) olarak tanımlan-
maktadır9. Herhangi bir söz veya sembol dizisinin önerme olabilmesi
için, her şeyden önce belirli bir anlamının olması gerekir. “Aşk yu-
varlaktır”10, “üçgen demokrattır”11 gibi ifadeler anlamdan yoksun-
dur. Anlamsız bir cümleyle bir önerme dile getirilemez12. İkinci ola-
rak, bir ifadenin önerme olabilmesi için onun doğru ya da yanlış ol-
ması gerekir13. Kendisine doğruluk değeri atfedilemeyen ifadeler,
önerme değildir. Örneğin, “saat kaç”, “kapıyı kapatınız”, “keşke yir-
mi yaşında olsaydım” gibi ifadeler ne doğru, ne de yanlış olabilecek-
lerinden birer önerme değildir14.
O halde hukuk normu, belirli bir anlamı olan ve aynı zamanda
doğru ya da yanlış olan bir ifadedir; kısacası bir önermedir. Ancak
değişik tipte önermeler vardır. Şimdi hukuk normunun ne tip bir ö-
nerme olduğunu görelim.
K. Bühler, dilin görevlerini üç ayrı öbekte toplamıştır. (1) Dilin
bildirme göreviHata! Yer işareti tanımlanmamış. (Symbol-
funktion); (2) Dilin belirtme göreviHata! Yer işareti tanımlanma-
mış. (Symtom-funktion); (3) Dilin yaptırma göreviHata! Yer işareti
tanımlanmamış. (Signal-funktion). Bildirme görevinde dil, “inanç,

8. Hafızoğulları, Ceza Normu, op. cit., s.68.


9. Hüseyin Batuhan ve Teo Grünberg, Modern Mantık, Ankara, Orta Doğu
Teknik Üniversitesi Yayınları, 1984, s.105.
10. Örnek Cemal Yıldırım’dan alınmıştır. Cemal Yıldırım, Mantık: Doğru Dü-
şünme Yöntemi, Ankara, V Yayınları, 1987, s.18.
11. Örnek Hafızoğulları’ndan alınmıştır. Hafızoğulları, Ceza Normu, op.
cit., s.69.
12. Yıldırım, op. cit., s.18.
13. Aulis Aarnio, Le rationnel comme raisonnable : la justification en droit,
Trad. par Geneviève Warland, Bruxelles et Paris, E. Story-Scientia, L.G.D.J., 1992,
s.64.
14. W.V.O. Quine, Logique élémentaire, Paris, Hermann, 1976, s.29’dan alın-
tılayan Jean Salem, Introduction à la logique formelle et symbolique, Paris,
Nathan, 1987, s.11.
30 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

tahmin veya bilgilerimizi iletmek”15; belirtme görevinde, “herhangi


bir duygusal tepki veya tavrımızı dışa-vurmak”16; yaptırma görevin-
de ise, “insanların davranışlarını etkilemek”17 amacıyla kullanılır.
Bu üçlü sınıflama, insanda başlıca üç yeti olduğu inancına daya-
nır: Bilme, duyma, isteme18. Bu üç farklı görev, üç farklı anlatıma
vücut vermektedir. Bu üç farklı anlatım, bilim dili, sanat dili ve nor-
matif dildir19. Bilim dilinde (bildirme görevi) insanların düşünceleri,
sanat dilinde20 (belirtme görevi) duyguları ve normatif dilde (yaptır-
ma görevi) davranışları etkilenmek istenir21.
Bu tasnife göre, hukuk dili bir normatif dildir. Burada dil, yap-
tırma göreviyle, yani başkalarının davranışlarını etkilemek amacıyla
kullanılır. Dilin yaptırma görevi için daha çok emir kipinden cümle-
ler kullanılır. Ne var ki başkalarının davranışlarını etkilemek için
mutlaka emir kipine başvurmak gerekmez22. Bir trafik işaretinde
olduğu gibi, her çeşit “sinyal” ile başkalarının davranışları etkilenebi-
lir.
Diğer bir ifadeyle, dilin bu üç değişik görevi birbirinden farklı üç
değişik önermeye vucut vermektedir: “Bildirmeli”, “belirtmeli” ve
“yaptırmalı” önermeler23. Burada bizi ilgilendiren önermeler, anlaşı-
lacağı üzere, yaptırmalı önermelerdir24. O halde, hukuk normu, ma-
dem ki bir davranış kuralıdır, kaçınılmaz olarak yaptırmalı önerme-
dir25.
Yaptırmalı önermeler, bağlayıcılıkları bakımından, emirlerHata!
Yer işareti tanımlanmamış., dileklerHata! Yer işareti tanımlanma-
mış. ve öğütlerHata! Yer işareti tanımlanmamış.Hata! Yer işareti

15. Batuhan ve Grünberg, op. cit., s.10.


16. Ibid., s.11.
17. Ibid.
18. Batuhan ve Grünberg, op. cit., s.10.
19. Hafızoğulları, Ceza Normu, op. cit., s.72.
20. Batuhan ve Grünberg, örnek olarak “şiir dili” diyor. Batuhan ve Grünberg,
op. cit., s.25.
21. Cf. Batuhan ve Grünberg, op. cit., s.24.
22. Batuhan ve Grünberg, op. cit., s.10, 25.
23. Hafızoğulları, op. cit., s.72.
24. Ibid.
25. Ibid., s.73.
ÖN KOŞULLAR 31
tanımlanmamış. olarak üçe ayrılmaktadırlar26. Emirler muhatapla-
rında bir yükümlülük doğuran önermelerdir. Öğüt ve dilekler ise mu-
hataplarında herhangi bir yükümlülük doğurmazlar. Dolayısıyla bağ-
layıcılık güçleri daha azdır. Emirde hem yetki, hem de ödev vardır.
Oysa, dilekte hak, öğütte ise ödev unsuru eksiktir. O halde hukuk
normunu dilek veya öğüt değil, bir emir saymak gerekir27.
Yaptırmalı önermelerHata! Yer işareti tanımlanmamış. ile bil-
dirmeli önermelerHata! Yer işareti tanımlanmamış.in farkları şu
şekilde tespit edilebilir:
Bir kere, bildirmeli önermelerin amacı başkalarını haberdar et-
mek iken, yaptırmalı önermeler başkalarının davranışlarını değiştir-
meyi amaçlar28.
İkinci olarak bildirmeli önermede muhatabın önermeyi kabulü,
ancak onun önermenin doğruluğuna inanması halinde söz konusudur.
Yaptırmalı önermede ise, muhatabın önermeyi tasvibi, önermenin
yerine getirilmesi fiili ile gerçekleşmektedir29.
Ancak bu iki tip önerme arasında asıl fark, değerlendirme kriter-
leri arasındaki farktan kaynaklanmaktadır. Bildirmeli önermeler doğ-
ru veya yanlış olan, diğer bir ifadeyle doğruluk değeri alan önerme-
lerdir. Yaptırmalı önermeler ise, ne doğru ne de yanlıştır; dolayısıyla
doğruluk değerlendirmesine tâbi tutulamazlar30. Hukuk normunun
doğruluğu / yanlışlığı değil, sadece geçerliliği / geçersizliği araştırıla-
bilir. Diğer bir ifadeyle, bir kanun hükmünün doğruluğunu veya yan-
lışlığını sormanın hiçbir anlamı yokken, geçerliliğini veya geçersizli-
ğini sormanın bir anlamı vardır31.
Bildirmeli önermenin doğruluğu veya yanlışlığı ampirik veya
rasyonel olarak tespit edilebilir. Bu tip önermelerin doğruluk değer-
lendirmesi, bu önermelerin ait olduğu bilim dalı tarafından yapılır32.
Yaptırmalı önermelerin, yani normatif önermelerin doğruluk de-
ğerlendirmesi ise yapılamaz33.

26. Ibid.
27. Ibid.
28. Ibid., s.74.
29. Ibid.
30. Ibid.
31. Ibid.
32. Yıldırım, op. cit., s.17.
32 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

Nihayet, Zeki HafızoğullarıHata! Yer işareti tanımlanma-


mış.’nı izleyerek, yaptırmalı önermelerin bildirmeli önermelere dö-
nüştürülemeyeceğini belirtelim. VisaberghiHata! Yer işareti tanım-
lanmamış., “X’i yap” şeklindeki bir yaptırmalı önermenin “ya X’i
yaparsın, ya da Y’ye katlanırsın” şeklindeki seçenekli önermeye in-
dirgenebileceğini iddia etmiştir. Bu seçenekli önerme artık bir emir
değil, ama bir bildirmedir. Bu önerme doğruluk değeri alabilir. “X”
yapılıyor ve “Y” de gerçekleşiyorsa, önerme doğrudur34.
Hafızoğulları bu düşünceyi reddetmektedir. Çünkü O’na göre, bu
düşünce, her emrin mutlaka bir müeyyide içerdiğini varsaymaktadır.
Oysa, hukuki emirler bir yana, her emir müeyyide içermeyebilir35.
Kaldı ki, yaptırmalı önermelerin seçenekli önermelere dönüştürü-
lebileceği bir an kabul edilse bile, önermenin ikinci kısmı (“Y’ye
katlanırsın”), bir fiili değil, fiil karşısında alınacak tavrı, dolayısıyla
bir değer yargısını içermektedir. İşte bu nedenle, yaptırma görevi
ortadan kalkmamakta, sadece gizlenmektedir36.
Burada son olarak Zeki HafızoğullarıHata! Yer işareti tanım-
lanmamış.’ndan ayrılarak, hukuk normunun oluşturduğu önerme ile
hukuk bilimi önermelerinin farklı olduğunu söylemekte yarar var.
Normatif önerme, yani hukuk normu, doğruluk değeri alamazken, bu
norm üzerine hukuk biliminin üreteceği önerme doğruluk değeri ala-
bilir. Örneğin “N normu Türk hukuk düzeninin bir parçasıdır” öner-
mesi bir yaptırmalı önerme, yani normatif önerme değil, bir bildirme-
li önermedir. Bu anlamda bir bilim dili ifadesidir ve doğruluk değeri-
ne tâbi tutulabilir. Bu normun Türk hukuk düzenine ait olduğu ampi-
rik olarak gösterilirse bu bildirmeli önerme doğrudur37. Dolayısıyla
burada hukuk ile hukuk bilimi arasında ayrım yapmak gerekir. Hu-
kuk bilimi bildirmeli bir dil, onun inceleme konusu olan hukuk ise
yaptırmalı bir dil kullanır.
∗∗∗

33. Hafızoğulları, op. cit., s.75.


34. Visalberghi, Esperienza e valutazione, Torino, 1958, s.37’ye atfen
Hafızoğulları, Ceza Normu, op. cit., s.77.
35. Hafızoğulları, Ceza Normu, op. cit., s.77.
36. Ibid., s.78.
37. Örnek için bkz. Aarnio, Le rationnel comme raisonnable, op. cit., s.65.
ÖN KOŞULLAR 33
Hukuk normu bir “emre” işaret eder. Hukuk normu aşağıda göre-
ceğimiz gibi bir “olması gerekenHata! Yer işareti tanımlanmamış.
(SollenHata! Yer işareti tanımlanmamış.)”i ifade eder38. Olması
gereken ise ya belirli bir davranışın emredilmesi, ya belirli bir davra-
nışın yasaklanması, ya belirli bir davranışa izin verilmesi ya da belirli
bir davranışa yekti verilmesi demektir39.
Positivist hukuk teorisine göre, bir kere, hukuk normunun konu-
su, yani emredilen şey mutlaka bir insan davranışı olmalıdır. İkinci
olarak hukuk normu insan iradesi tarafından konulmuş olmalıdır.

A. NORMUN KONUSUHATA! YER İŞARETİ TANIM-


LANMAMIŞ.: BEŞERİ DAVRANIŞHATA! YER İŞARE-
Tİ TANIMLANMAMIŞ.
Hans KelsenHata! Yer işareti tanımlanmamış.’e göre, norm
herşeyden önce insan davranışının düzenlenmesidir40. Diğer bir ifa-
deyle, insan davranışlarını yönlendirmeyi hedeflemeyen bir kural
normatif niteliğe sahip olamaz41. Bu sadece medeni toplumlar için
doğruymuş gibi görünmektedir. Kelsen’in belirttiği gibi, ilkel top-
lumlarda, hukuk düzeninin insan davranışlarını düzenlediği gibi,
hayvanların, bitkilerin ve hatta cansız nesnelerin davranışlarını da
düzenlediği görülmektedir42. İşte bu şekilde Kitab-ı MukaddesHata!
Yer işareti tanımlanmamış.’te insan öldüren öküzün ceza niteliğin-
de ölüme mahkum edileceği yolundaki şu kural konulmuştur:
“Ve eğer, bir öküz bir erkeği yahut bir kadını süserse, ve o ölürse, öküz
mutlaka taşlanacak, ve onun eti yenilmeyecektir”43.

38. Hans Kelsen, Théorie générale des normes, (Traduit de l’Allemand par
Olivier Beaud et Fabrice Malkani), Paris, Presses universitaires de France, 1996,
s.2.
39. Ibid.
40. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.7, 43; Kelsen, Théorie générale
des normes, op.cit., s.37; Hans Kelsen, “Quel est le fondement de la validité du
droit?”, Revue internationale de criminologie et de police technique, juillet -
septembre 1956, s.161.
41. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.43.
42. Kelsen, Théorie générale des normes, op.cit., s.115.
43. Kitab-ı Mukaddes, Tevrat-ı Şerif yahut Eski Ahit, Çıkış, Musanın İkinci
Kitabı, Bap 21, Ayet 28 (İstanbul, Kitab-ı Mukaddes Şirketi, İstanbul 1981, s.75).
34 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

Keza antik çağda, insanların kendileriyle öldürüldüğü taş ve her


türlü nesnenin yargılanması için özel bir mahkeme mevcuttu44. Da-
hası Orta Çağda, hayvanlara karşı, örneğin bir insanı öldüren boğaya
yahut ürüne zarar veren çekirgelere karşı dava açmak mümkündü.
Suçlanan hayvan hukuki biçimde mahkum ediliyor ve suçlu bir insan
gibi cezası infaz ediliyordu45.
Buna karşın modern hukuk düzenleri sadece insan davranışlarını
düzenlemekle yetinirler. Ne var ki bu, insanların hayvanlara karşı,
insanların çevreye karşı, insanların bitkilere karşı, insanları tarihi
eserlere karşı davranışlarının düzenlenemeyeceği anlamına gelmez.
Bir hukuk düzeni hayvanlara kötü muamele yapılmasınını, şu ya da
bu tip hayvanların öldürülmesini, keza çevreye zarar verilmesini,
belirli tip ağaçların kesilmesini yasaklayabilir. Böyle hükümlerle
hayvanlar veya cansız nesneler korunur. Ama bu tip normların dü-
zenlediği şey yine insan davranışıdır46.
Örneğin, Türk Ceza Kanununun 577’nci maddesine göre,
“bir kimse hayvanlara karşı insafsızca hareket eder veya lüzumsuz yere
döver veya lüzumsuz yere yaralar veya aşikar surette haddinden fazla yo-
rulacak derecede zorlarsa ... liraya kadar hafif cezayı nakdiye mahkum o-
lur”.
Bu hüküm, her ne kadar hayvanların korunmasını amaçlasa da,
düzenlediği konu hayvanlar değil, insanların bu hayvanlara karşı olan
davranışlarıdır.
Burada şunu da belirtmek gerekir ki, hukuk normunun konusu
insanın kendisi değil, belirli bir davranışıdır. Genelde hukuk ve ahlâk
normlarının muhatabınınHata! Yer işareti tanımlanmamış.Hata!
Yer işareti tanımlanmamış. insan olduğu söylenir. Bu normun konu-
sunun bir insan olduğu anlamına değil, normun emrettiği davranışın
bir insan davranışı olduğu anlamına gelir. Bir norma aykırı olan şey
insan değil, insanın davranışıdır. Norma uyulması veya normun ihlali
iyi veya kötü olarak nitelenirse, bu nitelik bir insanın niteliği değil,

44. Cf. Démostène, Contre Aristokrates, 76; Platon, Lois, 873; Aristote,
Constitution d’Athènes, başlık 577’den alıntılayan Kelsen, Théorie générale des
normes, op.cit., s.115.
45. Karl Von Amira, Tierstrhafen und Tierprozesse, İnnsburck, 1891’den alın-
tılayan Kelsen, Théorie générale des normes, op.cit., s.116.
46. Kelsen, Théorie générale des normes, op.cit., s.116.
ÖN KOŞULLAR 35
bir insan davranışının niteliğidir. Bir insan iyi veya kötü değil, onun
davranışı iyi veya kötüdür47.
İnsan, normun emrettiği beşeri davranışın süjesi veya objesi ola-
bilir. Örneğin hırsızların cezalandırılmasını emreden normda, ceza-
landırmayı gerçekleştiren görevli cezalandırma hareketinin süjesi;
cezalandırılan kişi ise objesidir. Keza adam öldürmeyi yasaklayan
normda yasaklanan hareketin süjesi adam öldüren insan (katil), bu
davranışın objesi ise öldürülen insandır (maktûl). İşte normun emret-
tiği veya yasakladığı beşeri davranışın konusu insan olabileceği gibi
insan dışı bir varlık da olabilir. Bir norm, insanların öldürülmesini
yasaklayabileceği gibi, belirli hayvanların öldürülmesini de yasakla-
yabilir; yahut yıkılmaya meyyal bir binanın yıkılmasını da emredebi-
lir. Bu örneklerin gösterdiği gibi, yasaklanan veya emredilen beşeri
davranışın konusu insan, hayvan veya cansız bir nesne olabilir; ama
bu davranışın süjesi, yani bu davranışı gerçekleştiren varlık mutlaka
insandır48.
Hukuk normlarının düzenlediği insan davranışı, olumlu bir eylem
veya bir şeyi yapmaktan çekinme niteliğinde olumsuz bir eylem ola-
bilir49. Belirli bir davranışı emreden bir norm, o davranıştan kaçın-
mayı yasaklar. Belirli bir davranıştan kaçınmayı emreden bir norm,
bu davranışı yasaklar. “Yalan söyleme” ve “yalan söylemekten çe-
kin” arasında bu tür bir ilişki vardır. Bir davranışın yasaklanması
ondan çekinilmesi emridir. Bir davranışın emredilmesi ondan kaçı-
nılmasının yasaklanması anlamına gelir50.
KelsenHata! Yer işareti tanımlanmamış.’in belirttiği gibi, bir
insanın diğer bir insan yahut insanlar karşısındaki hukuken düzenle-
nen davranışı, bireysel veya kolektif bir ilişkiye dayanabilir. Örneğin,
borçlunun belirli bir miktar parayı alacaklıya ödemesini emreden
hukuk kuralı bireysel bir ilişkiye dayanır. Buna karşın, askerlik hiz-
meti mecburiyetini getiren kural, bir bireyin diğer bir bireye karşı
olan davranışını değil, ama toplum karşısında davranışını düzenler.
Bu ikinci halde kolektif bir ilişki söz konusudur51.

47. Ibid., s.116-117.


48. Ibid., s.117.
49. Ibid., s.119.
50. Ibid.
51. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.45.
36 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

Bir işlemin normatiflik niteliği kazanabilmesi için herşeyden ön-


ce beşeri bir davranışı düzenlemesi gerekir. O halde yetkili organca
usulüne uygun olarak konulmuş bir metinde bulunan herşey bazen bir
norm olmayabilir. Zira yetkili organın koyduğu önerme hiçbir şekilde
bir beşeri davranışı düzenlemiyor olabilir52. Bu anlamda Kelsen, hu-
kuken “anlamsız (irrelevant)” işlemlerHata! Yer işareti tanımlan-
mamış.Hata! Yer işareti tanımlanmamış.den bahsetmektedir53.
Buna göre, örneğin belirli bir dini veya siyasi teoriyi veya hukukun
Tanrı’dan geldiğini, kanunun adil olduğunu, halkın çıkarına hizmet
ettiğini ifade eden bir kanun, her ne kadar anayasaya uygun olarak
kabul edilmiş olursa olsun bir norm özelliği gösteren muhtevaya sa-
hip değildir ve bu nedenle hukuken anlamsızdır (irrelevant), hiçbir
şekilde normatif nitelikte değildir, dolayısıyla geçersizdir.
Georges VedelHata! Yer işareti tanımlanmamış.’in verdiği bir
örneğe göre, “güneş her mevsim sabah saat altıda doğarHata! Yer
işareti tanımlanmamış.” hükmünü koyan bir önerme hiçbir şekilde
bir hukuk normu olamaz. Zira, onun normatiflik niteliği eksiktir54.
Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, normatiflik niteliğinin eksikliği
Yann AguilaHata! Yer işareti tanımlanmamış.’nın sandığı gibi,
böyle bir kuralın, ona uymayan güneşin davranışını denetlemeye im-
kân vermemesinden55 değil; kuralın konusunun insan hareketi değil
güneşin hareketi olmasındandır. Zira güneşin doğacağı saatleri gün
gün saptayıp belirten bir kural da bir norm olamazdı.
Kelsen’in belirttiği gibi, bir normun geçerliliğinden bahsedebil-
mek için her şeyden önce bu norma aykırı davranış imkanının mevcut
olması gerekir. “Bir doğa yasasıHata! Yer işareti tanımlanmamış.
gereği önceden gerçekleşeceği bilinen bir olgunun olmasını emreden

52. Michel Troper’in 25 ve 26 Mayıs 1989 tarihlerinde Conseil constitutionnel


de yapılan “La Déclaration des droits de l'homme et du citoyen en 1789” konulu
kollokta bir soru üzerine verdiği cevap, in La Déclaration des droits de l'homme et
du citoyen et la jurisprudence, Paris, s.U.F., 1989, s.32.
53. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.71.
54. Georges Vedel, “Place de la Déclaration de 1789 dans le ‘bloc de
constitutionnalité’”, La Déclaration des droits de l'homme et du citoyen et la
jurisprudence, (Colloque des 25 mai et 26 mai 1989 au Conseil constitutionnel),
Paris, s.U.F., 1989, s.54.
55. Yann Aguila, Le Conseil constitutionnel et la philosophie du droit, Paris,
L.G.D.J., 1994, s.13.
ÖN KOŞULLAR 37
bir norm, bir doğa yasası gereği gerçekleşmesi imkansız olan bir şeyi
emreden norm kadar anlamsızdır”56.
Michel TroperHata! Yer işareti tanımlanmamış., bir kuralın
normatiflikten mahrum olma haline, Fransa’dan Tanrı’nın varlığını
ve ruhun ölümsüzlüğünü ilan eden Convention décretHata! Yer işa-
reti tanımlanmamış.’sini örnek göstermektedir57. Bu konuda keza,
Fransız 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları BeyannamesiHata! Yer işare-
ti tanımlanmamış.nin başlangıcının Tanrı’nın varlığıHata! Yer işa-
reti tanımlanmamış.na telmihte bulunması zikredilebilir58:
“Milli Meclis, Yüce Varlığın (Etre suprêmeHata! Yer işareti tanımlan-
mamış.)59 huzurunda ve onun yardımıyla aşağıdaki İnsan ve Yurtdaş hak-
larını tanır ve ilan eder”60.
1906 tarihli eski İran AnayasasıHata! Yer işareti tanımlan-
mamış.nın “İmam-Zamane’nin bir an önce zuhurunu” temenni eden
2’nci maddesi61 de normatiflikten mahrumdur.

B. NORMUN KOYUCUSUHATA! YER İŞARETİ TANIM-


LANMAMIŞ.: BEŞERİ İRADEHATA! YER İŞARETİ
TANIMLANMAMIŞ.
Norm insan iradesi tarafından konulan bir şeydir62. Dolayısıyla
beşeri irade63 tarafından konulmayan bir şey norm olamaz64. Bu şu

56. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.154.


57. Troper’in 25 ve 26 Mayıs 1989 tarihlerinde Conseil constitutionnel de ya-
pılan “La Déclaration des droits de l'homme et du citoyen en 1789” konulu kollokta
bir soru üzerine verdiği cevap, in La Déclaration des droits de l'homme et du
citoyen et la jurisprudence, op. cit., s.32.
58. Bu konuda şu ilginç makaleye bakılabilir: Thibaut Celerier, “Dieu dans la
Constitution”, Les Petites affiches, 5 juin 1991, n° 67, s.15-20. Yazar, 1958 Fransız
Anayasasının da 1789 Bildirgesine atıfta bulunduğundan bu Anayasanın “déiste”
bir anayasa olduğu sonucuna varmaktadır (Ibid., s.20).
59. “Yüce Varlık (Etre suprême)” ile Tanrı kastedilmektedir. Petit Robert’e
göre Etre suprême dini anlamda Tanrı demektir.
60. Server Tanilli’nin çevirisi (Anayasalar ve Siyasal Belgeler, İstanbul, Cem
Yayınevi, İstanbul, 1976, s.451).
61. Amos J. Peaslee, Constitutions of Nations, The Hague, Martinus Nijhoff,
(Dorothy Peaslee Xydis tarafından hazırlanan 3. bası), Cilt. II : “Asia, Australia and
Oceania”, 1966, s.453.
62. Zeki Hafızoğulları bu hususu, “Hukuk, bir irade tezahürüdür” demekle a-
çıklamaktadır. Bkz. Hafızoğulları, Ceza Normu, op. cit., s.5.
38 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

anlama gelir ki, bir irade tarafından, en azından bir insan iradesi tara-
fından konulmayan tabiî hukukHata! Yer işareti tanımlanmamış.un
ilkeleri birer hukuk normu değildirler65. Norm insan iradesinin bir
ürünüdür; norm kavramı irade kavramını varsayar66. Norm koyan
irade yoksa norm da yoktur67.
Yukarıdaki açıklamalardan çıkmaktadır ki, bir normun var ola-
bilmesi için normu koyan ve normun muhatabı olmak üzere en az iki
kişi gerekir. Birisi emri verir, yani normu koyar, diğeri ise emri alır,
yani normun muhatabıdır. Emri veren bir şeyin yapılmasını ister,
emri alan ise bir şey yapmalıdır. Yani bir yandan “amir”68siz emir
yokturHata! Yer işareti tanımlanmamış. (pas d’impératif sans un
imperator) ve diğer yandan “memur”69suz emir yokturHata! Yer
işareti tanımlanmamış. (pas d’impératif sans un imperatus)70. Açık-
çası, normu koyan otorite ve normun muhatabı olmaksızın norm
olamaz71.
Bununla beraber, Hans KelsenHata! Yer işareti tanımlanma-
mış. bu iradenin bizatihi norm yarattığını kabul etmemektedir. O’na

63. Zeki Hafızoğulları’nın “laiklik” kavramını “hukukun kaynağınının beşeri


irade olması” olarak tanımlaması bu bakımdan anlamlıdır (Zeki Hafızoğulları,
“Laiklik ve TCK’nın 163. Maddesi Üzerine”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler
Fakültesi Dergisi, Cilt XLII, Ocak Aralık 1987, No:1-4, s.204; Zeki Hafızoğulları,
Laiklik, Düşünce ve İfade Hürriyeti, Ankara, US-A, Yayıncılık, 1997, s.23).
64. Norberto Bobbio, “Kelsen et les sources du droit”, Revue internationale
de philosophie, 1981, n° 138, s.475. Bu konuda Kelsen şunu yazıyor: “Hukuk dü-
zeni, beşeri irade, yani yasama, yargı ve idari yoldan veya beşeri varlıkların eylem-
leriyle oluşan örf ve adetler tarafından yaratılan normlardan oluşan zorlayıcı bir
düzendir” (Hans Kelsen, “Positivisme juridique et doctrine du droit naturel”,
Mélanges Jean Dabin, Bruxelles, Emile Bruylant, Paris, Sirey, 1963, s.141).
65. Michel Troper, “Le positivisme comme théorie du droit”, Christophe
Grzegorczyk, Françoise Michaut et Michel Troper (sous la direction de-) Le
positivisme juridique, Bruxelles et Paris, E.Story-Scientia et L.G.D.J., 1992, s. 273.
66. Hans Kelsen, Essays in Legal and Moral Philosophy, Dordrecht, Reidel,
1973, s.216-227 in Christophe Grzegorczyk, Françoise Michaut et Michel Troper
(sous la direction de-) Le positivisme juridique, Bruxelles et Paris, E.Story-Scientia
et L.G.D.J., 1992, s.295.
67. Kelsen, Théorie générale des normes, op.cit., s.4.
68. “Emir veren” anlamında kullanıyoruz.
69. “Emir alan” anlamında kullanıyoruz.
70. Kelsen, Théorie générale des normes, op.cit., s.36-37.
71. Ibid.
ÖN KOŞULLAR 39
göre “normu”, onu koyan irade tasarrufundan ayırmak gerekir72. Zira,
norm, bu irade tasarrufunun “özgül anlamHata! Yer işareti tanım-
lanmamış.ı (signification spécifiqueHata! Yer işareti tanımlanma-
mış.)”dır. Gerçekten de norm “olması gereken (Sollen)”, irade tasar-
rufu ise “olan (Sein) Hata! Yer işareti tanımlanmamış.”dır73. Diğer
bir ifadeyle emir verme fiili ile bu fiilin anlamı olan emri birbirinden
ayırmak gerekir74. Örneğin, “A istiyor ki B şu şekilde davransın”
önermesinde ilk kısım (A’nın istemesi) bir Sein’e, yani irade tasarru-
funun gerçek olgusuna (Seins-TatsacheHata! Yer işareti tanımlan-
mamış.); ikinci kısım ise bir Sollen’e, yani bu irade tasarrufunun an-
lamı75 olan norma tekabül eder76.
O halde norm, bir insan iradesi işleminin anlamıdır. Bu anlam,
bir “olması gereken (Sollen)”de tahlil edilir. Bu daima bir şeyin ol-
ması gerektiği, özellikle de bir insanın belirli bir şekilde davranması
gerektiği anlamına gelir77. Diğer bir deyimle, norm, başka birini ha-
rekete geçirmeyi amaçlayan belirli insan tasarruflarının anlamıdır78.
İnsan tasarrufları, bu amaçla şu üç şekilde ortaya çıkar: (1) Belirli bir
davranış emredilir. (2) Belirli bir davranışa izin verilir. (3) Belirli bir

72. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.7.


73. Ibid.
74. Kelsen, Théorie générale des normes, op.cit., s.33.
75. Aslında burada Kelsen’in teorisinde bir irade tasarrufunun objektif ve
subjektif anlamları arasındaki farka kısaca değinmek gerekir. Zira, Kelsen’e göre,
subjektif anlamı norm olan bir işlem, yani bir kimsenin belirli bir şekilde davran-
ması gerektiği fikri, objektif olarak norm olmayabilir. Bir haydutun size cüzdanını-
zı ona vermenizi emretmesi durumunda, bu eylemin subjektif anlamı sizin onun
istediğini yapmanızdır. Fakat siz bu işlemi bağlayıcı bir hukuk normunun objektif
anlamına sahipmiş gibi yorumlamayacaksınız (Kelsen, “Quel est le fondement de la
validité du droit?”, op. cit., s.162). Bu nedenle, burada normatiflik sorunu altında
bir işlemin subjektif anlamı incelenmektedir; bu işlemin objektif anlamı daha sonra,
dar anlamda geçerlilik sorunu altında ele alınacaktır. Diğer bir anlatımla, bir irade
işleminin subjektif anlamı bir normatiflik problemi olduğu halde, bu işlemin objek-
tif anlamı dar anlamda geçerlilik kavramıdır. Şimdilik sadece, objektif anlamın bir
iradeden, ya da bir süjenin niyetinden değil, sadece yüksek bir normdan geldiğini
belirtmekle yetinelim.
76. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.7.
77. Ibid., s.6.
78. Ibid.
40 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

davranışa yetki verilir79. Kelsen, bu üçüne (emir, izin ve yetkilendir-


me), Normların Genel Teorisi’nde “üç normatif fonksiyonHata! Yer
işareti tanımlanmamış.” ismini verir80. Kelsen bu “üç normatif
fonksiyon”a “ilga etmeHata! Yer işareti tanımlanmamış.”yi de
katar81.
Görülüyor ki Kelsen “olması gerekmek (solllen)” fiiline onun o-
lağan anlamından daha geniş bir anlam yüklemektedir. Günlük dilde,
“olması gerekmek (solllen)” fiili sadece bir emre tekabül eder. Ama
Kelsen’in kullandığı şekilde, “olması gerekmek (solllen)” terimi sa-
dece bir emre değil, aynı zamanda bir izne ve yetkilendirmeye teka-
bül eder. Başka bir deyişle, “olması gerekmek (solllenHata! Yer işa-
reti tanımlanmamış.)” aynı zamanda “bir şeye hak sahibi olmayı
(dürfenHata! Yer işareti tanımlanmamış.)” ve “bir şeyi yapma ikti-
darına sahip olmayı (könnenHata! Yer işareti tanımlanmamış.)” da
içerir. Zira bir norm, emredebileceği gibi, izin veya yetki de verebi-
lir82.
Sonuç olarak, “olması gerekmek (solllen)” terimi, bir başkasının
davranışını etkilemeye niyet eden her işlemin normatif anlamını ifade
eder83. Dolayısıyla bir norm, belirli bir davranışı emreden, belirli bir

79. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.6 ; Kelsen, Théorie générale des
normes, op.cit., s.126.
80. Kelsen, Théorie générale des normes, op.cit., s.126.
81. Ibid., s.139. Kelsen’e göre, ilga, bir normun geçerliliğine bir başka normla
son verilmesidir. İlga edici bir norm, herhangi bir şey emretmez, herhangi bir şeye
izin vermez, herhangi bir şeye yetki vermez. İlga zaman bakımından normların
geçerliliği ile ilgilidir (Ibid., s.139-140). Yine Kelsen’e göre, ilga edici bir normun
ilga edilmesi mümkün değildir. Çünkü ilga edici norm yürürlüğe girince ilga ettiği
norm yürürlükten kalkar ve ilga edici norm da amacını gerçekleştirdiğinden fonksi-
yonunu tamamlamış olur, dolayısıyla geçerliliğini kaybeder. Zaten gecerliliğini
kaybetmiş bir normun tekrar ilga edilmesi mümkün değildir. Eğer ikinci bir ilga
edici norm çıkarıp bu ilga edici normun ilga edilmesi öngörülüyorsa, ilk ilga edilen
norm otomatik olarak yürürlüğe girmez. Zira o normun geçerliliği çoktan sona
ermiştir. Böyle bir norm huukuken yoktur. Eğer ilga edilmiş ilk normun düzenlediği
davranış tekrar emredilmek isteniyorsa yapılması gereken şey, ilga eden normu ilga
etmek değil, ilga edilen norm ile aynı içerikte bir ikinci norm koymaktır. Ama bu
halde dahi, ilga edilen norm ile yeni kabul edilen norm aynı norm değildir. Zira
içerikleri aynı olsa da geçerlilikleri tamamen farklıdır (Kelsen, Théorie générale
des normes, op.cit., s.140-141).
82. Ibid., s.7.
83. Ibid.
ÖN KOŞULLAR 41
davranışa izin veren ve özelde belirli bir davranışın yapılmasını yet-
kilendiren bir işlemdir84.
Son olarak şu da belirtilebilir ki anlamı norm olan işlemler çok
değişik şekillerde ortaya çıkabilir. Bir el kol hareketiyle: Örneğin
trafik polisinin bir kolunu kaldırmasıyla durmak, diğer kolunu kal-
dırmasıyla hareket etmek emredilmektedir. İşaretlerle: Kırmızı ışık
sürücülere durmayı, yeşil ışık hareket etmeyi emretmektedir. Söyle-
nen ya da yazılan kelimelerle: “Sus” gibi emir kipinde bir emir veri-
lebileceği gibi, “sana susmanı emrediyorum” gibi bildirme kipinde de
emir verilebilir85. Ama her halükarda, bir norm daima bir Sollen, yani
bir emirHata! Yer işareti tanımlanmamış. (ordreHata! Yer işareti
tanımlanmamış.), veya bir izinHata! Yer işareti tanımlanmamış.
(permissionHata! Yer işareti tanımlanmamış.) ve yahut bir yetki-
lendirmeHata! Yer işareti tanımlanmamış. (habilitationHata! Yer
işareti tanımlanmamış.) ihdas eder86.
Bir kuralın normatifliğini saptarken dikkat edilecek en önemli
konu, bu kuralın normatifliği ile o kuralın içeriğinin belirsizliğiHata!
Yer işareti tanımlanmamış.ni (imprécisionHata! Yer işareti tanım-
lanmamış.) karıştırmamak gerekir. Bir norm, belirsiz olabilir, ama
normatiflik karakterinden yoksun değildir. Özellikle anayasalarda
muhtevası tartışmalı birçok hüküm ve kavram bulunmaktadır. Örne-
ğin, Fransa’da, hükümetin cumhuriyetçi biçiminin değiştirme yasa-
ğıHata! Yer işareti tanımlanmamış.nın (1958 Anayasası m.89/5)
anlamının tartışıldığı zengin bir literatür vardır. 1982 Türk Anayasa-
sından da bu konuda çok örnek verilebilir. Anayasanın 2’nci madde-
si, “toplumun huzuru”ndan, “milli dayanışma”dan bahsetmektedir.
Keza yine 2’nci madde Anayasanın “başlangıç” bölümüne atıfta bu-
lunmaktadır. Bu bölümde ise, kullanılan kavramların çoğu belirsiz-
dir. Fakat, Anayasa Mahkemesi, bu belirsiz olduğu düşünülen kav-
ramların içeriklerini belirginleştirebilir. Örneğin ulusal felaketler
konusunda çıkarılacak bir kanunu, Anayasanın 2’nci maddesinde
geçen ve içeriği tartışmalı olan “milli dayanışma” ilkesine veya baş-
langıçta geçen “Türk vatandaşlarının... milli sevinç ve kederde... or-
tak olduğu” yolundaki hükme dayanarak denetleyebilir. Örnekte de

84. Ibid.
85. Ibid., s.9-10.
86. Ibid., s.10.
42 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

görüldüğü gibi, bir hükmün belirsizliği onun normatif niteliğini orta-


dan kaldırmaz. İçerikleri belirsiz olan anayasal normlar dahi Anayasa
Mahkemesinin denetiminde referans norm görevi üstlenebilirler.
Normun konusu olan emir hukuk düzeni tarafından yetkilendi-
rilmiş bir emir olmalıdır. Bir soyguncunun silahını dayayıp sizden
cüzdanınızı ona vermesini emretmesi bir “hukuk normu” olarak yo-
rumlanamaz. Zira soyguncu bu konuda hukuk düzeninden bir yetki
almış değildir87. Dolayısıyla, bir emrin hukuk normu olabilmesi için
yetkili biri tarafından verilmesi gerekir. Ancak bu sorun hukuk nor-
munun geçerliliği sorunuyla ilgilidir. Biz bunu biraz sonra göreceğiz.
∗∗∗
Şimdiye kadar hukuk normunun geçerliliğini araştırırken ilk önce
maddi olarak var olması gerektiği, ikinci olarak da normatif nitelikte
olması gerektiğini gördük. Bu iki ön koşul gerekli, ama yeterli olma-
yan koşullardır. Madden mevcut olan ve normatif niteliğe sahip her
norm, hukuk normu değildir. Var olan sosyal, ahlâki, dini vs. normlar
da normatif niteliğe sahiptir. O halde bir normun geçerli olması için o
norm, sosyal, ahlâki, dini vs. değil; ama “hukuki” nitelikte olması
gerekir. Dolayısıyla, hukuk normlarını diğer norm kategorilerinden
ayırmak gerekir. Ama nasıl? Hukuki normları, hukuki olmayan
normlardan ayıran ölçütler nelerdir? Diğer bir ifadeyle, bir norma
hukukilik vasfını ne verir?
Böylece burada bir normun hukukiliği sorununa gelmiş oluyoruz.

III. HUKUKİLİKHATA! YER İŞARETİ TANIMLANMA-


MIŞ.HATA! YER İŞARETİ TANIMLANMAMIŞ.
Hukukilik (juridicitéHata! Yer işareti tanımlanmamış.), bir hu-
kuk kuralını diğer sosyal davranış kurallarından ayıran özellik olarak
tanımlanabilir88. Diğer bir anlatımla hukukilik, bir norma “hukuki”
olma vasfını veren şeydir89. O halde bir norma hukuki olma vasfını
ne verir? Yani, diğer beşeri davranış kurallarından hukuk normunu

87. Kelsen, Théorie générale des normes, op.cit., s.34.


88. Jean Carbonnier, Sociologie juridique, Paris, s.U.F., 1978, s.175.
89. Cf. Paul Amselek, Perspectives critiques d'une réflexion épistémologique
sur la théorie du droit : essai de phénoménologie juridique, (Thèse pour le
doctorat en droit, Université de Paris, Faculté de Droit et des Sciences
économiques), Paris, L.G.D.J., 1964, s.217.
ÖN KOŞULLAR 43
ayıran kriter nedir? Tek kelimeyle hukukiliğin ölçütüHata! Yer işare-
ti tanımlanmamış. nedir?

A. BİR NORMUN HUKUKİLİĞİNİN KRİTERİ


Michel TroperHata! Yer işareti tanımlanmamış., bir normun
hukukiliğini tespit için önerilen kriterlerin bir dökümünü yapmakta-
dır90. Örneğin normun konusundan çıkarılan bir ölçüte göre, hukuk
normu, sosyal eylemlerin süjeler arası ilişkisinin düzenlenmesi olarak
tanımlanmaktadır. Böylece hukuk normu, diğerlerine hak vermeksi-
zin yalıtılmış bir süjeye borç yükleyen ahlâk normundan ayrılır. Ama
bu ölçüt, hukuk normunu sosyal normdan ayırmaz91.
Normun amacından çıkarılan ikinci bir kritere göre ise, hukuk
normu toplumun korunması amacını güder. Ama bu kriter, bu amacı
gerçekleştirmek için neyin asıl olduğuna değinmez92.
Normu koyan süjeden çıkarılan bir üçüncü kritere göre ise, hu-
kuk normu egemen iktidar ve onun vekilleri tarafından konulan
normdur. Fakat, hukuk normunu koyanların egemenler olduğunu
söylemek bir yana bırakılırsa, bu egemenleri saptamanın basit bir
yolu yoktur93.
Normun adalete uygunluğuHata! Yer işareti tanımlanma-
mış.ndan çıkarılan bir dördüncü kritere göre ise, hukuk normu adale-
te uygun olandır. Ama, bir normun adalete uygun olup olmadığını
belirleyecek bir kriter yoktur94.
Norma uyulmaması halinde uygulanan müeyyide biçiminden çı-
karılan bir başka kritere göre ise, hukuk normu, dış ve kurumlaşmış
bir müeyyide ile donatılmış olan normdur95.
Nihayet normun bir hukuk düzenine aidiyetinden çıkarılan bir
sonuncu kritere göre, hukuk normu, belirli bir hukuk düzenine ait
olan normdur96.

90. Michel Troper, “Norme (en théorie du droit)”, in André-Jean Arnaud (sous
la direction de-), Dictionnaire encyclopédique de théorie et de sociologie du droit,
Paris, L.G.D.J., Deuxième édition, 1993, s.407.
91. Ibid.
92. Ibid.
93. Ibid.
94. Ibid.
95. Ibid.
44 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

Biz burada sadece son iki kriteri tartışacağız.

1. Müeyyide KriteriHata! Yer işareti tanımlanmamış.: Hukuk


Normu Müeyyideye Bağlanan Normdur
Bu kritere göre hukuk normu müeyyideye bağlanan bir normdur.
O halde müeyyideHata! Yer işareti tanımlanmamış. (Hata! Yer
işareti tanımlanmamış.sanctionHata! Yer işareti tanımlanmamış.)
nedir?
Müeyyide, normun ihlaline bir tepki olarak gösterilen bir “cebir
(zorlama, zecir, contraint)”dir. Bununla birlikte müeyyide, herhangi
bir cebir değil, sadece sosyal yapı tarafından meydana getirilen cebir-
dir97. Michel VirallyHata! Yer işareti tanımlanmamış.’nin belirtti-
ği gibi, bu cebir, “sosyal olarak örgütlenmiş, yani hukuk tarafından
tanımlanmış ve hukuk normunun emrettiği şeyi ihlal eden harekete
yöneltilmiştir”98.
Paul AmselekHata! Yer işareti tanımlanmamış.’in çok iyi bir
şekilde gösterdiği gibi, normun hukukiliğinin müeyyideyle tanım-
lanması savunulamaz bir tezdir. Zira, bu tanıma göre, “hukukiliği”
belirleyen herhangi bir müeyyide değil, “sosyal olarak örgütlenmiş”
bir müeyyidedir. Ama müeyyidenin bu “sosyal örgütlenişi”, aslında
onun “hukuki örgütlenişi”nden başka bir şey değildir99. Böylece
Amselek’in belirttiği gibi, bir kısır döngüye düşülmektedir:
“Hukuk kuralı, hukuki olmayan diğer kurallardan farklı olarak, kendisi i-
çin müeyyidelendirici bir mekanizmanın bulunduğu bir kuraldır, ama hu-
kuk kuralını nitelendirecek bu mekanizma bizatihi bir hukuk kuralı tara-
fından ihdas edilmiştir. Kaçınılmaz olarak söz konusu ‘müeyyide’ belirli
hukuk kurallarının içine sokulmakta ve böylece müeyyide hukuk kuralları-

96. Ibid.
97. Jean-François Perrin, Pour une théorie de la connaissance juridique,
Genève Librairie Droz, 1979, s.85.
98. Michel Virally, La pensée juridique, Paris, L.G.D.J., 1961, s.68.
99. Amselek, Perspectives critiques d'une réflexion épistémologique sur la
théorie du droit, op. cit., s.222. Keza Michel Virally de yaptırımı aynı şekilde ta-
nımlamaktadır: “sosyal olarak örgütlenmiş, yani hukuken tanımlanmış bir yaptı-
rım...” (Virally, La pensée juridique, op. cit., s.68. İtalikler bize ait).
ÖN KOŞULLAR 45
nın nitelendirici bir dış unsuru olamamaktadır. Hukuk kuralı neticede hu-
kuken müeyyidelendirilmiş kuraldır”100.
Gerçekten de, Jean-Fraçois PerrinHata! Yer işareti tanımlan-
mamış.’in belirtiği gibi, “müeyyide başka bir normun hizmetinde bir
normdur”101.
Böylece KelsenHata! Yer işareti tanımlanmamış.’nin kriterine,
yani hukuk normunun belirli bir hukuk düzenine aidiyeti kriterine
gelmekteyiz.

2. Aidiyet KriteriHata! Yer işareti tanımlanmamış.: Hukuk


Normu Belirli Bir Hukuk Düzenine Ait Olan Normdur
Her şeyden önce Kelsen’in teorisinde “hukukilik” ile “geçerlilik”
kavramları arasında fark bulunmadığını söylemek gerekir. Gerçekten
de Hans Kelsen, bir normun hukukiliğini onun geçerliliği, yani o
normun hukuk düzenine aidiyeti ile tanımlamaktadır. Diğer bir anla-
tımla bir norm hukuki ise geçerlidir, yani belirli bir hukuk düzeninin
parçasıdır.
O halde Kelsenci anlayışta, bir normun geçerliliğini açıklamak, o
normun hukukiliğini açıklamak anlamına gelir. Daha ileride102
Kelsenci teoride bir normun geçerliliğinin temeli sorununu göreceğiz.
Bu nedenle burada sadece Kelsen’e göre, eğer bir norm geçerli ise,
yani belirli bir hukuk düzenine ait ise, onun hukuki olduğunu söyle-
mekle yetinelim. Diğer bir deyişle, bir normun hukukiliği onun ge-
çerliliğiyle ve geçerliliği ise onun belirli bir hukuk düzenine aidiye-
tiyle tanımlanır. Kısaca bir norm, bir “hukuk” düzenine ait ise huku-
kidir. Ama bu halde söz konusu normatif düzenin hukukiliğini tanım-
lamak gerekir. Zira, mevcut normatif düzenler, hukuk düzeninden
ibaret değildir; sosyal ahlaki ve dini normatif düzenler de vardır.
Böylece bir normatif düzenin hukukiliği sorununa ulaşmaktayız.

100. Amselek, Perspectives critiques d'une réflexion épistémologique sur la


théorie du droit, op. cit., s.222.
101. Perrin, op. cit., s.93.
102. Bkz. infra, s.73 vd.
46 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

B. BİR NORMATİF DÜZENİN HUKUKİLİĞİHATA! YER


İŞARETİ TANIMLANMAMIŞ. KRİTERİNİN ARAŞTI-
RILMASI
Bir normatif düzenin hukukiliğini nasıl saptayabiliriz? Yani bir
hukuk düzeni nedir?
Bir hukuk düzeni her şeyden önce normatif bir düzendir. Hans
KelsenHata! Yer işareti tanımlanmamış. normatif düzeni, “geçerli-
liği aynı temele dayanan bir normlar sistemi” olarak tanımlamakta-
dır103. Ama daha önceden de belirttiğimiz gibi, mevcut olan normatif
düzenler hukuk düzeninden ibaret değildir; ahlaki, sosyal, dini vs.
normatif düzenler de vardır. O halde nasıl ve hangi ölçütlerle bir hu-
kuk düzenini, dini, ahlaki vs. nitelikteki başka normatif düzenlerden
ayırabiliriz? Diğer bir ifadeyle, normatif bir düzene hukukilik niteli-
ğini veren şey nedir? Tek kelimeyle, bir normatif düzenin hukukiliği-
nin kriteri nedir?
Kelsen’i izleyerek hukuk düzeninin ayırıcı özellikleri olarak şu
noktalar ortaya konabilir.
1. Hukuk düzenlerinin ilk ayırıcı özelliği, onların beşeri davranış
düzenHata! Yer işareti tanımlanmamış.leri olmalarıdır. Yani hukuk
düzeninin normları insan davranışlarını düzenlerler104.
2. Hukuk düzenlerinin ikinci ayırıcı özelliği, onların cebir (zor-
lama, Hata! Yer işareti tanımlanmamış. zecirHata! Yer işareti ta-
nımlanmamış., Hata! Yer işareti tanımlanmamış.contrainteHata!
Yer işareti tanımlanmamış.) düzenleri olmalarıdır. Bu şu anlama
gelir ki, hukuk düzenleri, bazı istenmeyen durumlara ve özellikle
sosyal olarak zararlı olduğu kabul edilen insan davranışlarına karşı
bir cebir işlemiHata! Yer işareti tanımlanmamış. (acte de
contrainteHata! Yer işareti tanımlanmamış.) ile karşılık verir. Cebir
işlemiyleHata! Yer işareti tanımlanmamış., yaşama son verilmesi,
sağlığa zarar verilmesi, özgürlüğün kısıtlanması, malların müsaderesi
gibi bir kötülüğün, normu ihlal edene, onun iradesi hilafına, gerekirse
fiziki güç kullanarak uygulanması anlatılmak istenmektedir105

103. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.43.


104. Ibid.
105. Ibid., s.46.
ÖN KOŞULLAR 47
Böylece hukuk düzeni, beşeri davranışının cebri düzeni olarak
tanımlanabilir. Hukuk düzeni, cebir düzeniHata! Yer işareti tanım-
lanmamış. (ordre de contrainteHata! Yer işareti tanımlanmamış.)
olmasıyla, diğer sosyal düzenlerden ayrılır. Cebir unsuru, nihai kri-
terdir106.
Hukuk cebir düzenidir. Ama, herhangi bir cebir değil, müeyyide
niteliğine sahip olan bir cebirdir. Müeyyide de bir cebir işlemi, yani
bir şiddetin uygulanmasıdır. Ne var ki, müeyyide diğer cebir işlemle-
rinden farklı olarak, sosyal bakımdan istenmeyen bir duruma ve özel-
likle sosyal bakımdan zararlı bir beşeri davranışa karşı tepki olarak
hukuk düzeni tarafından izin verilen güç kullanımıdır107. Diğer bir
ifadeyle, müeyyide hukuk düzeni tarafından ihdas edilmiş bir cebir-
dir108.
Öte yandan, müeyyide sadece hukuki topluluğa atfedilebilir. Ya-
ni, yalnızca hukuk düzeni tarafından yetkilendirilen kişiler ve organ-
lar, bu düzen tarafından öngörülen koşullara uygun olarak cebir iş-
lemlerini icra edebilirler. O halde, bu anlamda denilebilir ki, “cebrin
icrası hukuk topluluğunun tekelindedir”109.
Son olarak belirtmek gerekir ki, hukuk düzeni olarak kabul edilen
cebir düzeni, diğer cebir düzenlerinin hepsinden daha etkilidir. Hu-
kuk düzeni ile bir haydut çetesinin düzeni arasındaki fark bu noktada
toplanmaktadır. Ama eğer, böyle bir cebir düzeni (mesela bir haydut
çetesi), kendi geçerlilik alanını, belirli bir toprak üzerinde sınırlandı-
rırsa ve bu toprak parçası üzerinde tüm diğer cebir düzenlerini saf
dışı edecek derecede etkili olursa, o mükemmel bir hukuk düzeni ve
onun tarafından kurulan topluluk – dışa karşı pozitif uluslararası hu-
kuk tarafından suç olarak görülen bir faaliyette bulunsa bile –, bir
“devlet” olarak kabul edilir110.
Aslında bu şaşırtıcı bir şey değildir. Devlet düzeniyle diğer cebir
düzenleri arasındaki fark, uyguladıkları cebrin niteliğine ilişkin değil,
niceliğine ilişkindir. Bilindiği gibi devletin, insan, toprak ve egemen-

106. Ibid., s.48.


107. Ibid.
108. Ibid., s.57: “Müeyyide kavramı hukuk düzeni tarafından öngörülen tüm
cebir işlemlerine kapsatılabilir”.
109. Ibid., s.50.
110. Ibid., s.65.
48 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

lik olmak üzere üç unsuru vardır. Belirli bir insan topluluğunun belir-
li bir toprak parçası üzerinde kendi devletlerini kurabilmesi için bu
toprak parçası üzerinde o insanların egemen olması gerekir. Bu ise
cebir kullanmak ile mümkündür. Her devlet bu anlamda kuruluş saf-
hasında nitelik olarak bir çete örgütünden farksızdır. Devleti çete
örgütüHata! Yer işareti tanımlanmamış.nden farklı kılan şey, sa-
nıldığı gibi meşruluğu vs. değil, uyguladığı cebrin büyüklüğüdür.
Eğer bir çete örgütü de devleti cebir kullanarak yenebiliyorsa, o çete
örgütünü bir devlet ve çetenin kurallarıHata! Yer işareti tanımlan-
mamış.nı da geçerli hukuk kuralı olarak kabul etmek gerekir.
Aziz AugustinusHata! Yer işareti tanımlanmamış., De Civitae
DeiHata! Yer işareti tanımlanmamış.’nin Dördüncü Kitabının Dör-
düncü Bölümünde krallıklarla haydut çetelerinin mükemmel bir kar-
şılaştırmasını yapmaktadır:
“... krallıklar büyük haydutluklardan başka nedir ki? Çünkü, haydut çetele-
riHata! Yer işareti tanımlanmamış. de küçük krallıklar değil midir? Çete
insanlardan kurulur, bir prensin yetkisiyle yönetilir, konfederasyon söz-
leşmesiyle örgütlenmiştir, yağma-lanan şeyler de, üstünde anlaşılan bir ya-
sa gereğince bölüşülür. Dışarıda bırakılan insanların alınmasıyla, bu bela,
büyük bölgeleri elinde tutacak, konutlar kuracak, şehirlere sahip çıkacak
ve halklara boyun eğdirecek kadar büyüyecek olursa, açıktan açığa krallık
adını takınır; çünkü şimdi açgözlülüğün kalkmasıyla değil fakat ceza so-
rumsuzluğunun da eklenmesiyle, gerçek durum onda apaçık görünür hale
gelmiştir. Nitekim yakalanan bir korsan Büyük İskenderHata! Yer işareti
tanımlanmamış.’e bu yerinde ve doğru karşılığı vermişti. Kral, niçin de-
nizi kötü niyetle tuttuğunu sorunca, korsan onu gururlu bir atılganlıkla şöy-
le cevaplandırmıştı: ‘Ya sen niçin bütün dünyayı eline geçiriyorsun: Ama
ben bu işi küçük bir gemiyle yaptığım için bana haydut deniyor, sen aynı
işi büyük bir filoyla yapınca imparator diye anılıyorsun’”111.
∗∗∗
Böylece hukuk düzenini cebir düzeni olarak tanımladık. Ancak
bu tanıma karşı genellikle bir itiraz ileri sürülmektedir. Bu itiraz,
birçok tarihi hukuk düzeninin müeyyideden yoksun normlarHata!
Yer işareti tanımlanmamış.ı kapsadığı noktasında toplanmakta-
dır112. Bu tip normlar özellikle anayasa hukuku alanında bulunmak-

111. Aziz Augustinus, De Civitae Dei. IV, 4 (Mete Tunçay (der.), Batı’da Si-
yasal Düşünceler Tarihi-1, Ankara, Teori Yayınları, 1985, s.312-313)
112. Perrin, op. cit., s.84 ; Amselek, Perspectives critiques d'une réflexion
épistémologique sur la théorie du droit, op. cit., s.222.
ÖN KOŞULLAR 49
tadır. Çoğunlukla anayasalar, somut ve açık hükümler taşır; bununla
birlikte, bunların ihlali halinde hiçbir kurumsal tepki örgütlenmemiş-
tir113. Örneğin, Jean-François PerrinHata! Yer işareti tanımlan-
mamış.’in verdiği örneğe göre, İsviçre’de Federal Parlâmento, hiçbir
yetkiye sahip olmadığı bir alanda kanun çıkarırsa, Anayasanın 3’üncü
maddesini ihlâl eder. Bir referenduma başvurulmamışsa, yeni kanun
anayasaya aykırı olarak yürürlüğe girecektir. Hiçbir kurumsal tepki
mevcut değildir. Bu durumda, Perrin şu soruyu sormaktadır: “Federal
Anayasanın 3’üncü maddesi bir hukuki hüküm değil midir”114? Ge-
nel olarak, anayasaların yasama usûlünü düzenleyen kuralları, kendi-
lerine uyulmaması hali için bir müeyyide öngörmemektedirler.
Böylece müeyyidesiz hukuk normları sorununa gelmekteyiz.

Müeyyidesiz Hukuk Normları Sorunu


Müeyyidesiz hukuk normlarıHata! Yer işareti tanımlanmamış.
problemi karşısında, hukuk teorisinde genellikle iki karşıt tez vardır:
Birinci teze göre, bir hukuk düzeninde müeyyidesiz normlar olabilir.
İkinci teze göre, bir hukuk düzeninde müeyyidesiz normlar olamaz.

a) Bir Hukuk Düzeninde Müeyyidesiz Hukuk Normları Olabilir


Tezi
Müeyyidesiz hukuk normları problemi karşısında, klasik hukuk
teorisi, bu güçlükten, “lex imperfectaHata! Yer işareti tanımlan-
mamış.” diye isimlendirdiği tuhaf bir kategori icat ederek kurtulaca-
ğını sanmıştır115. Örneğin Jean DabinHata! Yer işareti tanımlan-
mamış., anayasa hukukunu ve uluslararası hukuku “eksik hu-

113. Perrin, op. cit., s.84 ; Cf. Riccardo Guastini, “Alf Ross : une théorie du
droit et de la science juridique”, in Paul Amselek (sous la direction de-), Théorie du
droit et science, Paris, P.U.F., Coll. “Léviathan”, 1992, s.261 : “Her hukuk siste-
minde, örneğin kamu hukukunda ve özellikle anayasa hukukunda yargısal uygula-
maya elverişli olmayan bir çok hüküm vardır”.
114. Perrin, op. cit., s.84.
115. Ibid.
50 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

kukHata! Yer işareti tanımlanmamış. (droit imparfaitHata! Yer


işareti tanımlanmamış.)” olarak nitelendirmektedir116.
Aynı anlamda modern hukuk kuramcılarının bir kısmı da, hukuk
düzenini bir cebir düzeni olarak tanımlamakla birlikte, grosso modo
müeyyidelendirilmiş bir hukuk düzeninde müeyyidesiz normlar ola-
bileceğini kabul etmektedirler. Bu teze göre, “cebir, bir hukuk düze-
ninin içerdiği unsurlardan her birine değil, ama bu düzenin bütününe
atfedilen bir özelliktir”117. Örneğin, Guy HéraudHata! Yer işareti
tanımlanmamış.’ya göre,
“hukuk düzenini oluşturan her ilkenin gerçek olarak müeyyidelendirildiği
veya bir müeyyide imkanından yararlandığı söylenemese de, örgütlenmiş
maddi müeyyideHata! Yer işareti tanımlanmamış. hukuk düzeninin
özelliğidir. ‘En büyük güç’ anlamında müeyyide, hukuk düzeninin ut
singuli unsurlarının değil, in globo hukuk düzeninin özelliğidir”118.

b) Müeyyidesiz Hukuk Normlarının Olamayacağı TeziHata! Yer


işareti tanımlanmamış.
KelsenHata! Yer işareti tanımlanmamış. müeyyidesiz hukuk
normları kategorisini tamamen reddetmektedir. Ona göre, müeyyide-
den yoksun hukuk normları, yani kendisine uyulmaması hali için
müeyyide öngörmeyen ve aynı zamanda belirli bir beşeri davranışı
emreden normlar olamaz119. Zira daha yakından incelendiğinde, mü-
eyyidesiz normlar olarak sunulan işlemlerin aslında ya hukuken an-
lamsız normlar olduğu, ya da bağımlı hukuk normları olduğu anla-
şılmaktadır.
1. Hukuken Anlamsız NormlarHata! Yer işareti tanımlanmamış.
(Normes juridiquement irreleventesHata! Yer işareti tanımlanma-
mış.).– Şu tamamen normaldir ki, bir yasa koyucu, usulüne uygun

116. Jean Dabin, Théorie générale du droit, Paris, Deuxième édition, 1953,
s.51’den alıntılayan Amselek, Perspectives critiques d'une réflexion épistémolo-
gique sur la théorie du droit, op. cit., s.223.
117. Manuel Atienza, “Juridicité”, in André-Jean Arnaud (sous la direction
de-), Dictionnaire encyclopédique de théorie et de sociologie du droit, Paris,
L.G.D.J., 2ème édition, 1993, s.324.
118. Guy Héraud, “La validité juridique, in Mélanges offerts à Jacques
Maury, Faculté de Droit et de Sciences économiques de Toulouse, Paris, Librairie
Dalloz et Sirey, 1960, t.II, s.479.
119. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.72.
ÖN KOŞULLAR 51
olarak, bir yandan belirli bir beşeri davranışı emredebilir, diğer yan-
dan ise, buna aykırı hareket halinde müeyyide olarak bir cebir işlemi
ihdas etmeyebilir120. Kelsen’e göre,
“bu halde, eğer varsayılan temel norm cebir işlemleri kuran bir norm ola-
rak formüle edilmişse, söz konusu işleme, sübjektif anlamına tekabül eden
objektif bir anlam vermek imkansızdır. Subjektif anlamı hukuk normu ola-
rak yorumlanamayan norm hukuken anlamsız olarak mülâhaza edilmeli-
dir”121.
Başkaca, eğer bir işlemin anlamı bir davranışı emreden, böyle bir
davranışa izin veren veya yetki veren bir norm niteliği arzetmiyorsa,
bu işlem usulüne göre kabul edilse bile hukuken anlamsızdır. Tama-
men anayasal olarak kabul edilen bir kanun, norm özelliğinde olma-
yan bir içeriğe sahip olabilir. Örneğin hukukun Tanrı’dan geldiği,
kanunun adil olduğu ve bütün halkın çıkarına hizmet ettiği gibi siyasi
veya dini bir teoriyi ifade edebilir122.
Böylece Kelsen’e göre bir işlemin usulüne uygun olarak yapılma-
sı yeterli değildir; aynı zamanda belirli bir subjektif anlama da sahip
olması gerekir123. Yani o, belirli bir beşeri davranışı emreden, belirli
bir beşeri davranışa izin veya yetki veren bir irade işlemi olmalıdır.
Dolayısıyla Kelsen’e göre, cebir unsurunu ilâve etmeksizin, hu-
kuk düzeninin sadece temel norma uygun olarak konulmuş bir düzen
olarak tanımı kabul edilemez bir şeydir. Bundan şu sonuç çıkmakta-
dır ki, hukuku bir cebir düzeni olarak nitelendirmeyen her tanımı
reddetmek gerekir124.
2. Bağımlı NormlarHata! Yer işareti tanımlanmamış. (Normes
non-indépendantesHata! Yer işareti tanımlanmamış.).- Kelsen’e
göre, hukuk düzeninin cebir düzeni olarak tanımı bağımlı normlar
açısından da muhafaza edilebilir. Bağımlı normlar kendi başlarına
müeyyide ihdas etmezler, sadece işlem yapma, kural koyma yetkisi
verirler. Örneğin anayasaların bazı normları, yasama usulünü düzen-
lemektedirler; ama bu usûlün ihlâli hali için herhangi bir müeyyide
öngörmezler. Bu normlar, başka normlar tarafından ihdas edilen cebir
işlemlerinin icra edileceği koşulları belirleyen bağımlı normlardır.

120. Ibid., s.71.


121. Ibid.
122. Ibid.
123. Ibid., s.72.
124. Ibid., s.73.
52 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

Bunlar yasama organına norm koyma yetkisini vermekte, ama norm


konulmasını emretmemektedirler; ve bu ölçüde, müeyyidesiz olmala-
rı bir sorun oluşturmamaktadır. Anayasanın hükümleri ihlâl edilmiş-
se, bundan sadece şu sonuç çıkar: Geçerli hukuk normları doğmamış-
tır; bu şekilde konulan kurallar yoklukla malüldürler ve iptal edilebi-
lirler125.
Burada kısaca, birincil ve ikincil normlar ayrımından bahsetmek
uygun olur. Birincil normlarHata! Yer işareti tanımlanmamış.
(normes primairesHata! Yer işareti tanımlanmamış.) belirli bir in-
san davranışını emreden, ikincil normlarHata! Yer işareti tanım-
lanmamış. (normes secondairesHata! Yer işareti tanımlanmamış.)
ise, birincil normların hangi biçimde yapılacağını belirten normlar-
dır126. Diğer bir ifadeyle, ikincil normlar, birincil normların konul-
ması için yetki normlarıdır (metanormlar, métanormesHata! Yer
işareti tanımlanmamış.)127.
Eğer bir norm, belirli bir davranışı emrediyor ve diğer bir norm
da birincisinin ihlali durumu için müeyyide ihdas ediyorsa bu iki
norm birbirine bağlıdır128. Örneğin, bir organa veya bir kişiye hukuk
normları koyma yetkisi veren normlar bağımlı normlardır129. Örne-
ğin, hırsızlığın hapis cezası ile cezalandırıldığı bir hukuk düzenini ele
alalım. Cezalandırma koşulu sadece birinin bir şey çalması değildir.
Hırsızlık fiilinin, hukuk düzeni normlarının belirlediği usule göre, bu
amaçla yetkilendirilmiş bir mahkeme tarafından tespit edilmesi ve bu
tespitten sonra mahkemenin kanun tarafından belirlenen cezaya
hükmetmesi ve nihayette başka bir organın bu cezayı infaz etmesi
gerekir. Ancak hırsızlığa belirli bir ceza öngören bir normun anaya-
saya uygun olarak konulmasından sonra, mahkemenin belirli bir
usüle göre bir hırsızı belirli bir cezaya çarptırma yetkisi vardır. Böyle
bir normun konulmasına yetki veren anayasa normu, müeyyidenin
bağlı olduğu koşullardan birini belirlemektedir130.

125. Ibid., s.70.


126. Troper, “Norme”, op. cit., s.406.
127. Atienza, “Juridicité”, op. cit., s.324.
128. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.74.
129. Ibid., s.76.
130. Ibid.
ÖN KOŞULLAR 53
Böylece anayasanın genel normlar koyma yetkisini veren normla-
rının (yasama usulünü ve organını düzenleyen normlar) ve bireysel
normların konulmasına yetki veren ceza muhakemesi usûlü kanunu-
nun kurallarının bağımlı norm olma özelliği ortaya çıkmaktadır. Tüm
bu koşullar cezai müeyyidenin gerçekleşeceği koşulları belirlemekte-
dirler. Bir hukuk düzeni tarafından konulan bütün cebir işlemleri bu
şekilde şartlandırılmışlardır131.
Hukukun uygulama organları tarafından uygulanacak olan genel
normların hukuka uygun olarak yaratılması, bireysel normların da
kanuna uygun olarak konulması cebir işlemlerinin tamamlanması için
gerekli olan koşullardır132.
KelsenHata! Yer işareti tanımlanmamış.’e göre, her hukuk
normu tek tek cebir işlemi öngörmese de hukuk düzenini bir cebir
düzeni olarak nitelendirmek doğru olur133. Zira, bir kere cebir işlemi
ihdas etmeyen normlar, cebir işlemi koyan diğer normlarla bağlı ola-
rak geçerli olan bağımlı normlardır.134 İkinci olarak, belirli bir cebir
işlemi içeren her norm her zaman belirli bir davranış emretmemekte-
dir135. Bunlar da hukuken anlamsız normlardır.
Özetle, bu ikinci teze göre, bir hukuk düzeninde, müeyyidesiz
hukuk normu mevcut olamaz. Müeyyidesiz hukuk normu olarak su-
nulan normlar, gerçekte ya hukuken anlamsız normlardır ya da ba-
ğımlı normlardır.
∗∗∗
Sonuç olarak bir normun hukukiliğinin onun belirli bir hukuk
düzenine ait olması ile belirlendiğini ve bir hukuk düzeninin hukuki-
liğinin ise onun bir cebir düzeni olması ile tespit edildiğini söyleyebi-
liriz. Diğer bir ifadeyle bir norm belirli bir hukuk düzenine ait ise
hukukidir; ve bir normatif düzen, bir cebir düzeni ise hukuk düzeni-
dir.
∗∗∗
Şimdiye kadar gördüğümüz, üç ön koşul hukuki geçerliliğin ge-
rekli ama yetersiz koşullarıdır.

131. Ibid., s.77.


132. Ibid.
133. Ibid., s.78.
134. Ibid.
135. Ibid.
54 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

Bir kere, maddi varlık bir gerekli koşuldur, zira madden mevcut
olmayan bir işlem hiçbir hukuki nitelendirmeye konu olamaz; ama
yetersizdir, zira mevcut olan tüm işlemler normatif nitelikte değildir-
ler.
İkinci olarak, normatiflik de bir gerekli koşuldur, zira normatif
nitelikte olmayan bir işlem geçerli olamaz; ama yetersizdir, zira nor-
matif nitelikte olan tüm normlar sadece hukuk normları değildir; sos-
yal, ahlaki ve dini normlar da normatif niteliktedir.
Nihayet, hukukilik de bir gerekli koşuldur, zira geçerlilik kavra-
mı, sosyal, ahlaki veya dini normlarla ilgili değil, hukuk normları ile
ilgilidir; ama yetersizdir, zira bir normun “hukukiliği” onun kaçınıl-
maz olarak “geçerli” olduğu anlamına gelmez. Gerçekten de madden
mevcut olan bir hukuk normunun geçerli olduğunu söyleyebilmek
için, bir normun hukuki geçerliliğinin ölçütlerini tanımak gerekir. Bu
kriterleri aşağıda göreceğiz136. Bununla beraber hemen belirtelim ki,
üç değişik geçerlilik anlayışı vardır; ve eğer maddi geçerlilik anlayışı
kabul edilirse, madden mevcut olan bir hukuk normu etkili değilse
geçersiz olabilir137. Bu “metrukiyet (désuétude)” halidir138. Metruki-
yete uğramış norm sosyal veya ahlaki bir norm değil, tersine hukuki
bir norm, ama “geçersiz” bir hukuki normdur. Dahası, aksiyolojik
geçerlilik anlayışından hareket edilirse, bir hukuk normu “âdil” değil
ise geçersiz olabilir139.
O halde şimdi bu üç değişik geçerlilik anlayışını görelim.

136. Infra, s.55-99.


137. Bu konuda bkz. infra, s.85 vd.
138. Bu kavram için bkz. infra, s.86.
139. Bkz. infra, s.56 vd.
İkinci Bölüm
ÜÇ DEĞİŞİK HUKUKİ GEÇERLİLİK ANLAYIŞI

Burada “geçerlilik” terimini Fransızca validité, İngilizce validity


karşılığında kullanmaktayız1. Petit Robert, validité kelimesini “ge-
çerli olma özelliği” ve valid (geçerli) kelimesini ise “sonucunu do-
ğurmak için gerekli niteliklere sahip olan” şeklinde tanımlamaktadır.
Webster ise, validity kelimesini, “hukukta geçerli (valid) olma niteli-
ği”, valid (geçerli) kelimesini ise “hukuken bağlayan” olarak tanım-
lamaktadır.
Validité kelimesini Tahsin Saraç, “geçerlik” olarak Türkçe’ye
çevirmektedir2. “Geçerlik” kelimesi “geçer” sıfatından türetilmiştir.
Biz “geçerlilik” kelimesini tercih etmekteyiz; zira bu kelime “geçer-
li” sıfatından türetilmiştir ve bu sıfat “geçer”e göre daha yaygındır3.
Zeki Hafızoğulları da İtalyanca validità terimi yerine, Türkçe’de “ge-
çerlilik” terimini kullanmaktadır4.
Klasik Türk hukuk literatüründe, hukuk normlarının geçerliliği
sorunuyla bu anlamda ilgilenilmediğinden, bu konuda bir terim üre-
tilmemiştir. Muvaffak Akbay, kitabının Kelsen'i incelediği bölümün-
de, Fransızca validité kelimesini Türkçe’ye “mer’iyet” olarak çevir-
miştir5. Mer’iyet Fransızca vigueur (êrte en vigueur)’ün karşılığıdır.

1. Almanca, “geltung”.
2. Tahsin Saraç, Büyük Fransızca-Türkçe Sözlük, İstanbul, Adam Yayınları,
Üçüncü Baskı, 1990, “validité” maddesi.
3. “Geçer” sıfatı örneğin “geçer akçe”de kullanılmaktadır.
4. Hafızoğulları, Ceza Normu, op. cit., s.35.
5. Muvaffak Akbay, Umumi Amme Hukuku Dersleri, Ankara, Ankara Üniver-
sitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, İkinci Baskı, 1961, s.373.
56 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

Kanımızca klasik literatürde validité terimini Türkçe’ye en doğru


şekilde çeviren Ö. İlhan Akipek’tir. Yazar bu kavramı “muteberlik”
olarak çevirmektedir6.
Türk özel hukuk literatüründe “muteberiyet”, “geçerlilik” anla-
mında kullanılan bir terimdir. Örneğin Borçlar Kanununun 19’uncu
maddesinin 2’nci fıkrası, mukavelelerin muteberliğinden bahsetmek-
tedir. Keza Borçlar Kanununun 20’nci maddesi ise “geçersizlik” için
“butlan”, “geçersiz” için “batıl” kelimelerini kullanmaktadır. Bazen
özel hukukta geçersizlik yerine “hükümsüzlük” dendiği de görülür.
François Ost geçerliliği, “hukuki sonuçları doğurmak için gerekli
koşulları yerine getiren norma atfedilen nitelik” olarak tanımlamak-
tadır7.
Ama bir norm hangi temelde bu koşulları yerine getirmektedir?
Diğer bir ifadeyle bir normun hukuki geçerliliğinin ölçütleri nelerdir?
Hukuk kuramında genellikle bir normun hukuki geçerliliği üç
değişik kritere başvurularak değerlendirilir: Âdillik gibi etik (finalist,
deontik) bir kriter, etkililik gibi sosyolojik bir kriter ve normun özgül
varlığı gibi formalist bir kriter. Dolayısıyla üç değişik geçerlilik an-
layışı vardır: aksiyolojik, maddi ve biçimsel geçerlilik.
Aksiyolojik geçerlilik ile işe başlayalım.

I. AKSİYOLOJİK GEÇERLİLİK: TABİİ HUKUK TEORİ-



François Ost, Michel van de Kerchove8, Aulis Aarnio9 ve Franco
Modugno10 “aksiyolojik geçerlilik (validité axiologique, validità
axiolgica)” kavramını kullanmaktadırlar. Buna karşın, Amedeo G.

6. Ömer İlhan Akipek, Devletler Hukuku (Birinci Kitap: Başlangıç), Ankara,


Başnur Matbaası, İkinci Bası, 1965, s.51.
7. Ost ve Van de Kerchove, op. cit., s.264. Keza Ost, “Validité”, op. cit.,
s.637. Cf. Virally, “Notes sur la validité...”, op. cit., s.454-455 : “Geçerli bir norm
kendisinden beklenilen hukuki sonuçları gerçekten yerine getiren bir normdur”.
8. Ost ve Van de Kerchove, op. cit., s.274.
9. Aulis Aarnio, Le rationnel comme raisonnable : la justification en droit,
Trad. par Geneviève Warland, Bruxelles et Paris, Story-Scientia, L.G.D.J., 1992,
s.43.
10. Franco Modugno, “Validità”, in Enciclopedia del diritto, vol. XLVI,
Giuffrè editore, Varese, 1993, s.4.
ÜÇ DEĞİŞİK GEÇERLİLİK ANLAYIŞI 57
Conte “ideal geçerlilik (validità ideale)” kavramını kullanmaktadır11.
Aksiyolojik geçerliliğe “deontik geçerlilik”12 veya “deruni13 geçerli-
lik (validità intrinseca)”14 de denilmektedir15. Bazen buna bir “değer
(valeur, valore)” olarak geçerlilik veya kısaca “âdillik16 (justice,
giustizia)” de denmektedir17.
Bu anlayışta, bir normun geçerliliği, gaî (finaliste) bir kritere gö-
re, yani o normun birtakım değerlere veya birtakım meta-pozitif ide-
allere uygunluğu ile tespit edilir. Bu değer ve idealler etik, ahlaki,
dini vs. niteliktedir18. Bir normun geçerli olup olmadığını bilmek
için, bu normu onun içeriğini belirleyen birtakım değer ve idealler ile
karşılaştırmak gerekir. Eğer norm, bu değer ve ideallere uygun ise
geçerli, değilse geçersizdir. Diğer bir ifadeyle, bu anlayışta, “gerçek
dünya” ile “ideal dünya”, açıkçası “olan” ile “olması gereken” ara-
sında bir uyum olup olmadığı araştırılmaktadır19. İşte bu nedenle
finalist kriter hukukun aksiyolojik geçerliliği anlayışına tekabül et-
mektedir. Dolayısıyla, aksiyolojik geçerliliği sorununa hukukun “de-
ontolojik” sorunu da denmektedir20.

11. Amedeo G. Conte, “Validità”, in Novissimo digesto italiano, vol. XX.


VTET, Torino, 1975, s.421.
12. Örneğin bkz. Modugno, op. cit., s.4.
13. Tahsin Saraç, sözlüğündü, “intrinsèque” kelimesinin Türkçe karşılığı ola-
rak şu açıklamayı yapıyor: “Bir şeyin aslında, özünde bulunan, asil, esas, gerçek,
özünlü” (Tahsin Saraç, Büyük Fransızca-Türkçe Sözlük, İstanbul, Adam Yayınları,
1990, s.776). Kanımızca, Tahsin Sarac’ın çevirisi yanlıştır. Şemseddin Sami, Ka-
mus-u Fransevi’de “intrinsèque”i Türkçeye “deruni, zati” olarak çevirmiştir (Ş.
Sami (Ch.Samy-Bey Fraschery), Kamus-u Fransevi (Dictionnaire Français-Turc),
(İkinci Tahrir), İstanbul, Mihran, 1310, cilt 2, s.1054). Kanımızca doğru ve güzel
çeviri Şemseddin Sami’ninkidir.
14. Eduardo Garcia Maynez, “Validità formale e validità materiale in senso
guiridico-positivo e validità oggettiva o intrinseca in senso assiologigo”, Rivista
internazionale di filosofia del dritto, no.41, 1964, s.608.
15. Örneğin bkz. Modugno, op. cit., s.4.
16. Hafızoğulları gibi “adalet” yerine “âdillik” kelimesini tercih ettik.
(Hafızoğulları, Ceza Normu, op. cit., s.35-36.
17. Modugno, op. cit., s.4; Conte, “Validità”, op. cit., s.421; Amedeo G.
Conte, “Studio per una teoria della validità”, Rivista internazionale di filosofia del
diritto, 1970, s.335.
18. Ost, “Validité”, op. cit., s.638-639.
19. Hafızoğulları, Ceza Normu, op. cit., s.35-36.
20. Ibid.
58 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

Kanımızca, bir normun geçerliliği böyle bir anlayışta, yani fina-


list kritere göre değerlendirilemez. Çünkü, bir normun aksiyolojik
geçerlilik sorunu, son tahlilde, bir değer yargısında çözümlenmekte-
dir. Diğer bir ifadeyle, bir normun geçerli olup olmadığı sorununun
çözümü, bu normun içeriği ile bu normun dışında kalan birtakım
değer ve ideallerin karşılaştırılmasını gerektirmektedir. Bu değerler,
etik, ahlaki, dini vs. tek kelimeyle, meta-pozitif niteliktedir. Ve ka-
nımızca, böyle değerlerin, böyle ideallerin incelenmesi hukuk bilimi-
nin inceleme alanı dışında kalır.
***
Aksiyolojik geçerlilik anlayışının sistematik sonucu tabiî hukuk
teorisidir21. Diğer bir ifadeyle bu geçerlilik anlayışı özellikle tabiî
hukukçu yazarlar tarafından savunulmuştur22. Bu yazarlara göre, bir
normun aksiyolojik geçerliliği onun hukuki geçerliliği için gerekli ve
yeterli bir koşuldur23. Yani tabiî hukuk teorisinde bir normun geçerli-
liği, “adalet (justice)”in gerçekleşmesi, “ortak iyilik (bien
commun)”in tatmini, “hak ve özgürlükler (droits et libertés)”in ko-
runması, “refah (bien-être)”ın artırılması, “sosyal dayanışma
(solidarité sociale)”nın24 sağlanması gibi birtakım finalist unsurlar
ile değerlendirilir25. Bu finalist unsurlar, tabiî hukuk okullarına göre
değişmektedir26. Ama temel akıl yürütme biçimi aynı kalmaktadır.

21. Ost, “Validité”, op. cit., s.638-639 ; Aarnio, Le rationnel comme


raisonnable, op. cit., s.56.
22. Ost, “Validité”, op. cit., s.638-639.
23. Ibid.
24. Duguit istemese de teorisi tabiî hukukun değişik bir biçimidir. Kullandığı
kriter finalisttir. Keza hukukun kaynağında beşeri iradeyi değil, hayali bir “sosyal
dayanışma”yı (solidarité sociale) görmesi de onun pozitivist olmadığının kanıtıdır.
25. Norberto Bobbio, “Sur le positivisme juridique”, in Mélanges en
l'honneur de Paul Roubier, (Tome I : Théorie générale du droit et droit transitoire),
Paris, Librairies Dalloz & Sirey, 1961, s.56-57. Paul Amselek de aynı şeyi gözlem-
lemektedir. Bu anlayışta, demektedir, “hukuk böyle bir amacın, böyle bir idealin
(ister buna ‘ortak yarar’, ister ‘adalet’, isterse ‘dayanışma’ densin) hizmetinde bir
araçtır” (Amselek, Perspectives critiques d'une réflexion épistémologique sur la
théorie du droit, op. cit., s.306).
26. Tabiî hukuku tanımlama güçlüğü buradan ortaya çıkmaktadır. Gerçekten
de “tabiî hukuk”un bir tanımı değil, ama tanım çeşitleri mevcuttur. Bu konuda bkz.:
Laetizia Gianfomaggio, “Droit naturel”, in André-Jean Arnaud (sous la direction
ÜÇ DEĞİŞİK GEÇERLİLİK ANLAYIŞI 59
Eğer bir norm, “adalet”in gerçekleşmesine, “ortak iyilik”in tatminine,
“hak ve özgürlükler”in korunmasına, “refah”ın arırılmasına, “sosyal
dayanışma”nın sağlanmasına hizmet etmiyorsa geçersizdir27.
Biz burada, örnek inceleme oarak, tabiî hukukun tanımında fina-
list unsur olarak “adalet”i seçtik28. Bu unsurdan hareketle diyebiliriz
ki, tabiî hukuk teorisinde, hukuk, adalet ile tanımlanır. Hukukun ge-
çerliliğini kuran şey adalettir. Bu açıdan tabiî hukuk teorisini kısaca
“bir kanun, kanun olmak için adalete uygun olmak zorundadır” diyen
bir anlayış olarak tanımlayabiliriz. Bu husus en güzel bir şekilde Aziz
Augustinus tarafından ifade edilmiştir: Non esse lex quae justa non
ferit (âdil olmayan kanun, kanun değildir)29. Diğer bir ifadeyle bir
işlem geçerli olabilmek için, yani hukuki sonuçlarını doğurabilmek
için adaletin gereklerine uygun olmalı, onu gerçekleştirmeye hizmet
etmelidir. Böylece, eğer bir norm âdil ise geçerlidir; âdil değil ise
geçersizdir, yani hukuki sonuçlarını doğurmaya elverişli değildir;
diğer bir ifadeyle bağlayıcı gücü yoktur. Kısacası, bu anlayışta “ge-
çerli olan hukuk, âdil olan hukuktur”30.
Görüldüğü gibi bu anlayışta, bir hukuk normunun geçerli olup
olmadığını bilmek bakımından hukuk ile adalet arasındaki ilişki ke-
sin bir rol oynamaktadır. Pozitif hukuk ancak adaletin gereklerine
uyduğu ölçüde geçerlidir. Belirli bir insan davranışı konusunda yö-
neltilen bir emir âdil değilse, geçersizdir, yani hukuk değildir31.
Tabiî hukuk teorisi, pozitif hukukun geçerliliğinin temelini sor-
gular. Pozitif hukukun neden geçerli olduğu sorusunu sorar ve bu

de-), Dictionnaire encyclopédique de théorie et de sociologie du droit, Paris,


L.G.D.J., İkinci Bası, 1993, s.200.
27. Bobbio, “Positivisme juridique”, op. cit., s.57.
28. Tabiî hukukun tanımında finalist unsur olarak, “ortak yarar”, “ortak iyilik”,
“insan hakları” veya “dayanışma” da seçilebilirdi. Bir başka unsur seçilse de sonuç
değişmez, zira akıl yürütme hep aynıdır.
29. Saint Augustin, De Libero Arbitrio, 5 ; Saint Thomas d'Aquin, Summa
Theologica, Qu. XCV, Arts. 2,4, ten alıntılayan H.L.A. Hart, Le concept de droit,
trad. par Michel van de Kerchove, Bruxelles, Publications des Facultés
universitaires Saint-Louis, 1976, s.21.
30. Hans Kelsen, “La justice et droit naturel”, Trad. par Etienne Mazingué, in
“Le Droit naturel”, Annales de philosophie politique, t.III, (Institut international de
philosophie politique), Paris, s.U.F., 1959, s.64.
31. Ibid., s.64.
60 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

soruya kategorik yani şartsız bir cevap verir. Pozitif hukukun geçerli-
liğinin temeli adalettir. Pozitif hukukun içeriği tabiî hukuka, yani
adalete uygun ise geçerli; değilse geçersizdir32.
Dahası, tabiî hukuk bundan pratik sonuçlar da çıkarır: Pozitif hu-
kuka âdil olduğu ölçüde itaat edilir. Tabiî hukuka uygun olmayan bir
pozitif hukuka kimse itaat etmek zorunda değildir33.
O halde tabiî hukukçulara göre, tabiî hukuk âdil olması itibarıyla
tek gerçek hukuktur34. Pozitif hukuk ancak tabiî hukuka uygun oldu-
ğu ölçüde hukuktur.
Tabiî hukuk teorisine yöneltilen en yıkıcı eleştiri “âdil olan” ile
“âdil olmayan”ı ayıran objektif ve evrensel bir kriterin bulunmadığı
noktasında toplanmaktadır. Böyle bir kriter, Tanrı35’ya başvurmak

32. Ibid., s.121.


33. Ibid., s.112.
34. Laetizia Gianfomaggio, “Droit naturel”, in André-Jean Arnaud (sous la
direction de-), Dictionnaire encyclopédique de théorie et de sociologie du droit,
Paris, L.G.D.J., 2ème édition, 1993, s.199.
35. Hans Kelsen. tabiî hukuk teorisinin dini ve metafizik bir kaynağının oldu-
ğunu ve bu teorinin temelinde, tabiatın mutlak ahlaki değeri tecessüm ettiren aşkın
bir otorite tarafından yaratıldığı fikrinin yattığını haklı olarak gözlemlemektedir
(Kelsen, “La justice et droit naturel”, op. cit., s.69-70). Eğer doğa, âdil bir Tanrı
tarafından yaratılmış ve yönetiliyor ise, sadece ama sadece bu halde, bu doğanın
kanunlarında âdil bir hukuk bulunabilir (Ibid.). Görüldüğü gibi, tabiî hukuk ilahi
kaynaklıdır. Yalnızca o bu niteliğiyle mutlak olarak geçerlidir ve değişmezdir
(Ibid., s.72).
Tabiî hukuk teorisinin dini ve metafizik karakterini gösteren bir çok örnek bu-
lunabilir. Ciceron “doğanın hukukunun yaratıcısının, ilan edicisinin ve hakiminin
Tanrı olduğunu” öğretmektedir (Ciceron, De Republica, II, XXII, 33’ten alıntılayan
Kelsen, “La justice et droit naturel”, op. cit., s.70). Saint Augustin de hukuku, tabiî
kanuna saygıyı emreden ve onu ihlal etmeyi yasaklayan, Tanrı’nın iradesinin ve
aklının ifadesi olan, ebedi bir kanun” olarak kabul etmektedir (Saint Augustin,
Contra Faustum Manich., Lib.22.C.27’den alıntılayan Kelsen, “La justice et droit
naturel”, op. cit., s.71).
Keza Decretum Gratini “Tanrının insanları yaratırken ve onları akıllı yaratık-
lar yaparken aynı değişmez tabiî hukuku da yarattığını” ilan etmektedir (Kelsen,
“La justice et droit naturel”, op. cit., s.71). Saint Thomas d’Aquin de dünyanın ilahi
bir esirgeyici tarafından yöneltildiğini öğretmektedir (Saint Thomas d’Aquin,
Summa theologica, I-II 9122, art.1’den alıntılayan Kelsen, “La justice et droit
naturel”, op. cit., s.71).
Bu konuda şu alıntılar da örnek olarak zikredilebilir: “Âdil, Tanrı’ya dayanan,
O’ndan ilham alan O’nun emirlerine itaat edendir” (Psaumes, XXXII, 11’den alın-
ÜÇ DEĞİŞİK GEÇERLİLİK ANLAYIŞI 61
bir yana bırakılırsa36, doğa37nın gözlemi yoluyla elde edilemez. Eğer
bu doğruysa şu soru kaçınılmazdır: “Âdil olan”ı “âdil olmayan”dan
ayırmak kime düşmektedir38?
Eğer Tanrı’nın mutlak ve aşkın otoritesine başvurmak bir yana
bırakılırsa39, bu sorunun sadece ve sadece iki muhtemel yanıtı vardır.

tılayan Ch. Perelman, “L'idée de justice”, Annales de philosophie politique, III,


Paris, s.U.F., 1959, s.140).
“Âdil, ilahi adaleti taklit eder” (Boussuet, Sermons, Paris, Garnier, 1928, t.III,
s.7’den alıntılayan Perelman, op. cit., s.141). Leibniz için de “Tanrı, en erdemli
insanın kendisine örnek aldığı esas veya öz adalettir” (zikreden Perelman, op.
cit., s.141).
Şüphesiz tabiî hukukun geçerliliğini Tanrı’nın iradesinden bağımsız hale ge-
tirmeye teşebbüs eden yazarlar da çıkmıştır. Hugo Grotius, kendisinin açıklamaya
çalıştığı tabiî hukukun, Tanrı’nın mevcut olmadığı varsayılsa bile geçerli kaldığını,
ama ağır bir günaha düşmeksizin Tanrı’nın varlığından vazgeçilemeyeceğini be-
lirtmektedir. Zira o, tüm diğer tabiî hukukun klasik teorisyenlerinin olduğu gibi
inanmış bir hristiyandı (Ibid.).
Özetle şu sonuca varılabilir: “Eğer tabiatın âdil bir Tanrı tarafından yaratıldı-
ğına inanılmaz ise, tabiattan çıkan âdil bir hukukun varlığını da mantıken kabul
etmek mümkün değildir” (Kelsen, “La justice et droit naturel”, op. cit., s.73-74).
Kanımızca, Tanrı’nın varlığına atıfta bulunulsa bile, adalet sorunu halledile-
mez. Zira, bir normun âdil olup olmadığı Tanrı’ya atıfla saptanacak ise, her şeyden
önce, Tanrı’nın âdil olması gerekir. Tanrı’nın âdilliği sorununa Montesquieu’nün
Lettres persanes’da mükemmel bir şekilde telmihte bulunulmuştur: “Eğer bir Tanrı
varsa, sevgili dostum Rhédi, onun kaçınılmaz olarak âdil olması gerekir; zira böyle
değilse, O varlıkların en kötüsü ve en kusurlusu olacaktır” (Montesquieu, Lettres
persanes, 83).
Tanrı’ya atıfla “âdil olan”ın objektif ve evrensel olarak tanımlanamamasının
ikinci bir nedeni de, kanımızca bizatihi tek tanrıcı dinlerin yapısından kaynaklan-
maktadır. Bu dinler, esasen profetik dinlerdir, yani vahiy yoluyla, peygamberler
aracılığıyla inmiş dinlerdir. Dolayısıyla “âdil olan” insanlara Tanrı tarafından pey-
gamberler aracılığıyla bildirilir. Birden fazla peygamber olduğuna göre, birden
fazla da adalet anlayışı olacaktır. Dahası tarih her zaman yalancı peygamberlerin
varlığına da tanıklık etmektedir.
36. Hans Kelsen, tabiî hukuk teorisinin dini ve metafizik bir kaynağının oldu-
ğunu ve bu teorinin temelinde, tabiatın mutlak ahlaki değeri tecessüm ettiren aşkın
bir otorite tarafından yaratıldığı fikrinin yattığını haklı olarak gözlemlemektedir
(Kelsen, “La justice et droit naturel”, op. cit., s.69-70).
37. Burada “doğa” kelimesi ile, “genelde somut olguların ampirik gerçekliği
veya insanların - iç veya dış - somut davranışında kendini ortaya çıkaran özel doğa”
anlatılmak istenmektedir” (Kelsen, “Justice et droit naturel”, op. cit., s.68).
38. Hafızoğulları, Ceza Normu, op. cit., s.49-51.
62 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

1. Birinci yanıta göre, “âdil olanı” belirlemek görevi iktidarı e-


linde bulunduran kimse veya kimselere aittir40. Açıktır ki bu yanıta
göre, tek adalet tanımı olacak, böylece hukukun kesinliği sağlanacak-
tır. Ne var ki bu yanıt bizi tabiî hukuktan uzaklaştırır, devletçi poziti-
vizme götürür. Zira, bir pozitif hukuk normunun adalete uygun olup
olmadığına, bu yanıta göre, bu normu koyan iktidar sahipleri karar
verecektir; dolayısıyla bunların kendi koydukları kuralın âdil olmadı-
ğını söylemeleri pratik olarak ihtimal dışıdır41.
2. İkinci yanıta göre ise, âdil olanı belirleme görevi tüm yurttaş-
lara aittir42. Bu yanıt şu iki nedenden dolayı kabul edilemez.
a) Bir kere, âdil olanı belirleme görevi tüm yurttaşlara düşerse,
adalet ilkeleri zorunlu olarak subjektif nitelik taşır. Zira bu ilkeler her
insanın kendi bilincinin verilerine göre anlaşılır. Şüphesiz adaletin
çeşitli kişisel anlaşılışlarının ortak unsurları vardır. Fakat deneyim,
bu ilkeleri tartışılmaz bir şekilde belirlemenin mümkün olmadığını
ortaya çıkarmıştır43. Gerçekten de, her bireyin kendi bilincinin verile-
rine göre tabiî hukuku algılamasındaki serbestlik, hukuk normunun
geçerliliğinin de her bireye göre değişmesi sonucunu doğurur.
Zeki Hafızoğulları’nın ifade ettiği gibi,

39. Kelsen’e göre, “bu sorunu çözmek bize düşer. Çünkü, neyin âdil olduğunu,
neyin âdil olmadığını bilmek gerektiğinde karar, kendi değer yargımızın temeli
olarak kabul ettiğimiz adalet normlarının seçimine bağlıdır. Dolayısıyla cevap çok
değişik olabilir. Bu seçimi, sadece biz, içimizden her biri yapabilir. Bizim yerimize
objektif otorite olarak bir başkası, ne Tanrı, ne doğa, ne de akıl yapabilir. Ahlaki
bağımsızlığın gerçek anlamı işte budur. Bu sorumluluktan kurtulmak isteyen her-
kes, bu seçimi, Tanrı’ya, doğaya veya akla devretmektedir. Tüm bu kişiler rölati-
vizmin kendilerine hiçbir yardımda bulunmadıkları kanısındadırlar. Onlar boşu
boşuna tabiî hukuk teorisine başvurmaktadırlar. Zira, tercih yapmak söz konusu
olduğunda, tabiî hukukun değişik teorileri, rölativist pozitivizminki kadar değişik
cevaplar ortaya koymaktadır. Seçtiği adalet normunun Tanrı’dan, doğadan veya
akıldan geldiği ve onun kesinlikle geçerli olduğu illüzyonu bireyi seçim yapmak
zorunluluğundan kurtarmaz. Ve birçokları bu illüzyonu ağır bir sacrificium
intellectus fiyatına satın alırlar” (Kelsen, “Justice et droit naturel”, op. cit., s.120).
40. Hafızoğulları, Ceza Normu, op. cit., s.50-51.
41. Bu konuda Kelsen, pozitif hukuki otoritenin yorum tekelinden bahsetmek-
tedir (Kelsen, “Justice et droit naturel”, op. cit., s.118).
42. Hafızoğulları, Ceza Normu, op. cit., s.5-51.
43. Maurice Duverger, “Contribution à l'étude de la légitimité des gouver-
nements de faits”, Revue du droit public, 1945, s.77.
ÜÇ DEĞİŞİK GEÇERLİLİK ANLAYIŞI 63
“madem adalet kriteri farklıdır ve azaltılması mümkün değildir, âdil say-
madığından geçerli olmayan kanuna itaat etmeyen yurttaşa yöneticilerin
bir şey demeye hakkı olmaz ve üstelik kanunlar çerçevesinde uygar yaşa-
ma güvenliği tamamen tahrip edilmiş olur”44.
Özetle, Kelsen’in belirttiği gibi, bu halde “total anarşi tehdidi”
vardır45.
Dahası, tabiî hukuk doktrini, adalet gibi bir ideale uygun olduğu-
nu iddia ederek her hangi bir sosyal düzeni aklayabilir46.
Jeremy Bentham, tabiî hukukun tehlikesini şu cümlelerle belirt-
miştir:
“Tabiî hukukla silahlanmış fanatiklerle tartışılamaz, zira onlar tabiî huku-
ku kendi hoşlarına gittiği gibi anlamakta, kendilerine uygun olduğu şekilde
uygulamaktadır. Onların gözünde tabiî hukuk, suç işlemeksizin saf dışı bı-
rakılamayacak bir dogma olarak kutsanmıştır. Böyle bükülmez ve aynı
zamanda anlaşılamaz olan bir tabiî hukuk hiç bir sorunu çözemez”47.
b) Diğer yandan Hans Kelsen’in çok iyi gösterdiği gibi mutlak
değerler yoktur. Bütün ahlaki değerler görecelidir. Eğer bu böyleyse,
sosyal normların içeriği ahlakiyse, âdilse, hukuk normları olarak ka-
bul edilmeleri gerektiği iddiası kabul edilemez48. Yer ve zamana gö-
re, insanların iyi veya kötü için, âdil veya âdil olmayan için kabul
ettikleri şeylerin olağanüstü çeşitliliği dikkate alınırsa, ahlaki düzen-
lerde ortak hiç bir unsurun bulunmadığı gözlemlenebilir49. Dolayısıy-
la, genelde hukuk ile ahlakı, özelde de hukuk ile adaleti birbirinden
ayırmak gerekir50.
Bu açıdan Norberto Bobbio’nun, haklı olarak belirttiği gibi, mo-
dern tabiî hukukçular, özgürlüğü bir tabiî hak olarak kabul ediyorlar-
sa da, en büyük tabiî hukukçulardan biri olan Aristo, köleliğin tama-

44. Hafızoğulları, Ceza Normu, op. cit., s.66.


45. Kelsen, “Justice et droit naturel”, op. cit., s.118.
46. Christophe Grzegorczyk, “Le positivisme comme méthodologie
juridique”, in Christophe Grzegorczyk, Françoise Michaut et Michel Troper (sous
la direction de-), Le positivisme juridique, Paris, Bruxelles, L.G.D.J., Story-
Scientia, 1992, s.176.
47. Extrait de : Jeremy Bentham Principes de législation et d'économie
politique, Paris, Raffalovich, Guilaumin, 1888, s.75 et s. in Christophe
Grzegorczyk, Françoise Michaut et Michel Troper (sous la direction de-), Le
positivisme juridique, Paris, Bruxelles, L.G.D.J., Story-Scientia, 1992, s.197.
48. Kelsen, “Justice et droit naturel”, op. cit., s.87.
49. Ibid.
50. Ibid., s.90.
64 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

men doğal bir kurum olduğunu, zira doğanın bazı insanları efendi
diğerlerini ise köle olarak yarattığını düşünüyordu51. Bu doğa öylesi-
ne hatır sayardır ki, bir yandan liberal devlet teorisyenlerine özgürlü-
ğün doğallığını yüceltmeye, diğer yandan ise, köle sahibi bir toplu-
mun filozofuna, köleliğin doğallığını haklı çıkarmaya izin vermekte-
dir52.

II. MADDİ GEÇERLİLİK: HUKUKİ REALİZM AKIMI


Franco Modugno, “maddi geçerlilik (validità materiale)” terimini
kullanmaktadır53. Bu kavram yerine F. Ost et M. van de Kerchove,
“ampirik geçerlilik (validité empirique)” terimini54, Amedeo D.
Conte “olgusal geçerlilik (validità fattuale)”55 ve J. Wroblewski ise
“efektif geçerlilik (validité effective)” terimini kullanmaktadır56.
Bu anlayışta, bir normun geçerliliği onun “etkililiği
(efficacité)”57 ile değerlendirilir58. Bu konuda açıklamalarımızı daha
ileriye götürmeden önce, bir terminoloji meselesine değinelim.
Burada “etkililik” terimini Fransızca “efficacité” karşılığı kulla-
nıyoruz. Zeki Hafızoğulları, efficacité, efficacia kelimesini Türkçe’ye
“etkinlik” olarak çevirmektedir59. Kanımızca, “etkin” (faal),
“actif”in karşılığıdır. “Efficacité”nin karşılığı olarak “etkililik” ke-
limesini kullanmak daha doğru olur. Ömer İlhan Akipek, kanımızca

51. Politique, I, 5
52. Norberto Bobbio, “Quelques arguments contre le droit naturel”, in
Annales de philosophie politique, III, Paris, s.U.F., 1959, s.181-182.
53. Modugno, op. cit., s.4.
54. Ost et M. van de Kerchove, op. cit., s.272.
55. Conte, “Studio...”, op. cit., s.334.
56. J. Wroblewski, “Verification and Justification in the Legal Sciences”,
Rechtstheorie, Beiheft 1, 1979, s.207 vd.’ndan alıntılayan Aarnio, Le rationnel
comme raisonnable, op. cit., s.43.
57. Zeki Hafızoğulları, efficacité, efficacia kelimesini Türkçeye “etkinlik” ola-
rak çevirmektedir (Ceza Normu, op. cit., s.35, 40). Kanımızca, “etkin” (faal),
“actif”in karşılığıdır. “Efficacité”nin karşılığı olarak “etkililik” kelimesini kullan-
mak daha doğru olur.
58. Conte, “Studio...”, op. cit., s.334 ; Modugno, op. cit., s.4.
59. Hafızoğulları, Ceza Normu, op. cit., s.35, 40. Keza, Edip F. Çelik de
“efficacité”yi “etkinlik” diye çevirmektedir (Edip F. Çelik, Milletlerarası Hukuk,
İstanbul, İ.Ü. Hukuk Fakültesi Yayını, 1975, Cilt I, s.36).
ÜÇ DEĞİŞİK GEÇERLİLİK ANLAYIŞI 65
isabetli olarak, “efficacité” karşılığı, “müessiriyet” ve “efficace” kar-
şılığı “müessir” kelimelerini kullanmaktadır60.
Burada şunu da belirtelim ki, bir çok yazar, “etkililik (efficacité)”
terimi yerine “efektiflik (effectivité)”61 terimini tercih etmektedir-
ler62. Gerçekte “etkililik (efficacité)” ve “efektiflik (effectivité)” kav-
ramları, hukukun genel teorisinde kullanılan iki değişik kavramdır.
“Efektiflik (effectivité)”, “hukuk tarafından konulan kuralların sosyal
uygulamada gerçekleşme derecesidir”63. Buna karşın “etkililik
(efficacité)”, “hukuk normlarının sonuçlarının ve onların hedefledik-
leri amaçları gerçekleştirmeye uygunluğunun değerlendirilmesi biçi-
midir”64. J.-F. Perrin açıkladığı gibi, hukuk normunu koyan bununla
bir amaç izler ve amacına ulaşmak için bir araç seçer. Meselâ trafik
kazalarındaki ölüm ve ağır yaralanma oranını düşürmek için otomo-
billerde emniyet kemerinin takılması zorunluluğunu getirir. Daha
sonra, amacın gerçekleşme derecesi ve aracın uygulanma derecesi
gözlemlenir. Birinci halde, amaçla bu amacın gerçekleşme derecesi
karşılaştırılır, yani emniyet kemerininin takılmasının ölüm ve ağır
yaralanma ile sonuçlanan kaza oranını düşürüp düşürmediği araştırı-
lır. Bu halde normun etkililiği (efficacité) ölçülür. İkinci halde ise,
normla emredilen davranışın fiilen ne ölçüde gerçekleştiği, yani sürü-

60. Ömer İlhan Akipek, Devletler Hukuku (Birinci Kitap: Başlangıç), Ankara,
Başnur Matbaası, İkinci Bası, 1965, s.51.
61. “Effectivité” terimini, Türkçe uygun bir karşılık bulamadığımız için “efek-
tiflik” olarak Türkçeleştirdik. Zira, “efektif” terimi Türkçe’ye çoktan girmiştir. Bkz.
Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, “efektif” maddesi.
62. Örneğin bkz. Ost ve Van de Kerchove, op. cit., s.272 ; Amselek,
Perspectives critiques d'une réflexion épistémologique sur la théorie du droit, op.
cit., s.332 et s.; Perrin, op. cit., s.91 et s.; Pierre Lascoumes et Evelyne Serverin,
“Théories et pratiques de l'effectivité du droit”, Droit et société, Janvier 1986, n°2,
s.101.
63. Pierre Lascoumes, “Effectivité”, in André-Jean Arnaud (sous la direction
de-), Dictionnaire encyclopédique de théorie et de sociologie du droit, Paris,
L.G.D.J., Deuxième édition, 1993, s.217 ; Pierre Lascoumes et Evelyne Serverin,
“Théories et pratiques de l'effectivité du droit”, Droit et société, Janvier 1986, n°2,
s.101.
64. Romano Bettini, “Efficacité”, in André-Jean Arnaud (sous la direction de),
Dictionnaire encyclopédique de théorie et de sociologie du droit, Paris, L.G.D.J.,
Deuxième édition, 1993, s.219.
66 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

cülerin ne ölçüde fiilen emniyet kemeri taktıkları araştırılır. Bu halde


ise o normun efektifliği (effectivité) ölçülür65.
Bu iki kavram karşılıklı ilişki halindedir. Fakat, eğer bir norm e-
fektif ise kaçınılmaz olarak etkili olacağı söylenemez. Norm yüksek
derecede efektif olmasına rağmen, etkili olmayabilir, zira seçilen araç
güdülen amacın gerçekleştirilmesine elverişli olmayabilir66. Örneğin
sürücüler emniyet kemeri zorunluluğu kuralına itaat ederler; ancak
ölüm ve ağır yaralanma ile sonuçlanan kaza oranı düşmez tersine
artar. Çevreyi kirleten işletmelere para cezası verilir, ama işletmeler
kirletmeye devam ederler ve dahası ödedikleri para cezasını ürünleri-
nin fiyatına yansıtırlar67. Bu örneklerde de görüldüğü gibi, öngörülen
araç efektif olarak uygulanmaktadır. Yani efektiflik oranı yüksektir.
Ama etkililik oranı düşüktür. Zira, başvurulan araç, istenilen amacı
gerçekleştirememektedir.
Bununla beraber hukuk kuramında bir çok yazar “etkililik
(efficacité)” ve “efektiflik (effectivité)” terimlerini eş anlamda kul-
lanmaktadır68. Dahası bize öyle geliyor ki, bu yerleşik bir kullanım-
dır. Biz de, burada, yerleşik kullanıma uyarak, “etkililik (efficacité)”
terimini “efektiflik (effectivité)” teriminin eş anlamlısı olarak kullan-
dık.
Bu terminoloji probleminden sonra kaldığımız yerden devam e-
delim.
Maddi geçerlilik anlayışında, bir normun geçerliliğinin onun “et-
kililiği” ile değerlendirildiğini daha önce söylemiştik. Bir normun
etkililiği ise, o normun emrettiği şey ile bu normun muhataplarınının
davranışları arasındaki uyum ile belirlenir69. Diğer bir ifadeyle, nor-
mun etkililiği, muhatapları tarafından izlenmesine70 ve itaat edilme-

65. Perrin, op. cit., s.91.


66. Perrin, op. cit., s.91. Bu konuda bkz. Lascoumes et Serverin, op. cit.,
s.118-119
67. Bu konuda örnekler için bkz. Lascoumes et Serverin, op. cit., s.118-119.
68. Örneğin Kelsen’in Reine Rechtslehre’sinin Ch. Eisenmann tarafından ya-
pılan Fransızca çevirisinde bu iki kavram aynı anlamda kullanılır. Kelsen, Théorie
pure du droit, op. cit., passim).
69. Ost ve Van de Kerchove, op. cit., s.272 ; Ost, “Validité”, op. cit., s.637.
70. Zeki Hafızoğulları, Ceza Normu, op. cit., s.40.
ÜÇ DEĞİŞİK GEÇERLİLİK ANLAYIŞI 67
sine bağlıdır71. Bir norm, belirli bir zaman diliminde, belirli bir insan
grubu tarafından izlenmişse, tek kelimiyle itaat edilmiş ise, o norm
etkilidir72. Yani bir norm bir toplumda sadece ve sadece yurttaşların
davranışları onu izlediklerini gösteriyorsa etkilidir73. Ancak bu itaa-
tin nedenleri önemli değildir. Bu itaat, hukuki veya tanrısal müeyyide
korkusu veya sadece birtakım sosyal dezavantajlardan kaçınma arzu-
su gibi çeşitli nedenler ile sağlanıyor olabilir74.
Bir normun etkililiğinin araştırılması, bu normun içeriği ile bir
sosyal grubun efektif davranışları arasında karşılaştırma yapılmasını
gerektirir75. Yani norm ile sosyal pratikler arasında bir açıklık olup
olmadığı araştırılır76. Diğer bir ifadeyle, bir normun etkililiği bizatihi
olgular planında değerlendirilir77. Bu nedenle bir normun etkiliği
sorunu, hukukun “fenomenolojik” sorunudur78. Yani, maddi geçerli-
lik anlayışında bir normun geçerliliği üzerine yargılar, “doğruluğu ya
da yanlışlığı ampirik olarak kontrol edilebilir”79. Açıktır ki böyle bir
çalışma, hukuk biliminden ziyade sosyoloji80 ve psikolojinin alanına

71. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.16 ; Riccardo Guastini, “Sur la
validité de la constitution du point de vue du positivisme juridique”, in Michel
Troper et Lucien Jaume (sous la direction de -), 1789 et l'invention de la
constitution, Actes du colloque de Paris organisé par l'Association française de
science politique, les 2, 3 et 4 mars 1989, Paris, Bruxelles, L.G.D.J., Bruylant,
1994, s.221.
72. Norberto Bobbio, “Sur le positivisme juridique”, in Mélanges en
l'honneur de Paul Roubier, (Tome I : Théorie générale du droit et droit transitoire),
Paris, Librairies Dalloz & Sirey, 1961, s.56.
73. Aulis Aarnio, Le rationnel comme raisonnable : la justification en droit,
Trad. par Geneviève Warland, Bruxelles et Paris, E. Story-Scientia, L.G.D.J., 1992,
s.50.
74. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.17.
75. Hafızoğulları, Ceza Normu. op. cit., s.40.
76. Lascoumes ve Serverin, op. cit., s.103.
77. Riccardo Guastini, “Sur la validité de la constitution du point de vue du
positivisme juridique”, in Michel Troper et Lucien Jaume (sous la direction de-),
1789 et l'invention de la constitution, Actes du colloque de Paris organisé par
l'Association française de science politique, les 2, 3 et 4 mars 1989, Paris,
Bruxelles, L.G.D.J., Bruylant, 1994, s.221.
78. Hafızoğulları, Ceza Normu, op. cit., s.40.
79. Guastini, “Sur la validité de la constitution...”, op. cit., s.221.
80. Bu açıdan Amerikan realistlerinin, örneğin J.W. Bingham’ın göre, hukuk
bilimini, “görevlilerin davranışlarını çözmekle meşgul olan hükümet biliminin bir
68 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

girer81. Gerçekten de, Alf Ross, İskandinav realizminin bir temsilcisi,


açıkça bunu ileri sürmektedir: “Hukuk bilimi beşeri davranış teorisi-
nin bir dalıdır, dolayısıyla, hukuk olgusu sosyolojinin ve psikolojinin
sahasında bulunmalıdır”82.
Maddi geçerlilik anlayışı, Amerikan ve İskandinav hukuki rea-
lizm akımları tarafından savunulmaktadır. Bu akımlara göre, gerçek
hukuk kanunlarda ifade edilen değil, mahkemeler tarafından fiilen
uygulanan hukuktur. Yani bu akım taraftarları, sadece fiilen izlenen
ve uygulanan normları hukuk normu olarak kabul etmektedirler.
Amerikan hukuki realizmi, hukuku “mahkemelerin yaptıkları
şey” olarak tanımlamaktadır83. Felix S. Cohen’e göre hukuku, forma-
list ve spekülatif a priori’lerden hareketle değil, sonuçlarıyla tanım-
lamak gerekir84. İşte buradan, realistler için tipik olan bir ayrım orta-

alt dalı” olarak tanımlamaları anlamlıdır. Bkz. Françoise Michaut, “Réalisme”, in


André-Jean Arnaud (sous la direction de-), Dictionnaire encyclopédique de théorie
et de sociologie du droit, Paris, L.G.D.J., Deuxième édition, 1993, s.509.
81. Hafızoğullarına göre, “bir normun etkinliği hakkındaki inceleme, belli bir
toplumsal grubun mensuplarının davranışlarını incelemeye dönük tarihi-sosyolojik
bir incelemedir” (Ceza Normu, op. cit., s.40).
82. Alf Ross, Towards a Realistic Jurisprudence, Copenhague, 1946, s.78’den
alıntılayan Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.282. Dolayısıyla Alf Ross’a
göre, “hukuk, geçerli normlar sistemi olarak değil, ama beşeri davranışın efektif
fiillerinin bütünü olarak tasvir edilmelidir”. “Hukuk, norm değil, ama efektif davra-
nıştır” (Ibid.)
83. Örneğin Karl L. Llewellyn şunu yazmaktadır: “ resmi kişilerin (hakimlerin,
şeriflerin, katiplerin, hapishane gardiyanlarının veya avukatların) uyuşmazlıklar
konusunda yaptıkları şeyler, benim gözümde bizatihi gerçek hukuku oluşturur”
(Françoise Michaut, “L'approche scientifique du droit chez les réalistes
américains”, in Paul Amselek (sous la direction de-), Théorie du droit et science,
Paris, s.U.F., Coll. “Léviathan”, 1994, s.272). Christophe Grzegorczyk, “La
dimension positiviste des grands courants de la philosophie du droit”), in
Christophe Grzegorczyk, Françoise Michaut et Michel Troper (sous la direction de-
), Le positivisme juridique, Paris, Bruxelles, L.G.D.J., Story-Scientia, 1992, s.52.
Keza Olivier Wendell Holmes, hukuku belirli bir somut durumda ne yapacaklarının
tahmini sistemi olarak tanımlamaktadır. (Bkz. Extrait de : Olivier Wendell Holmes,
Jr., The Path of the Law, 1897, (reprint in Collected Legal Papers, New York,
Harcourt, Brace and Howe, 1920, s.167-202), s.172-173’ten seçme parça in Dennis
Lloyd, Introduction to Jurisprudence with Selected Texts, London, Stevens & Sons
Limited, 1959, s.211.
84. Extrait de : Felix S. Cohen, “Transcendental Nonsense and the Fonctional
Approach”, in Lucy Kramer Cohen (ed.), The Legal Conscience. Selected Papers
ÜÇ DEĞİŞİK GEÇERLİLİK ANLAYIŞI 69
ya çıkmaktadır: “Kitaplardaki hukuk (law in books)” ve “uygulama-
daki hukuk (law in action)”. Birincisi kanun metinlerinde, içtihat
dergilerinde ifade edilen “formalist hukuk”tur. İkincisi ise, uygula-
mada kendini gösteren “yaşayan hukuk (living law)”85tur. Amerikan
realistlerine göre, sadece bu ikincisi hukukun geçerliliğinin araştırıl-
masında hesaba alınmalıdır86.
Yine bu doğrultuda, bir başka Amerikan realisti, Karl N.
Llewellyn “gerçek kurallar (reel rules)” ile “kağıt üzerindeki kurallar
(paper rules)87” arasında ayrım yapmaktadır. Ona göre, “kağıt üze-
rindeki kurallar” geleneksel olarak hukuk kuralı olarak kabul edilen
şeylerdir. “Gerçek kurallar” ise, “somut bir olayda mahkemeler tara-
fından yapılacak olan şeydir”88.
İskandinav realizmi89ne göre ise, hukuk esasen psişik bir feno-
men, bir çeşit kitle fenomenidir. Bu fenomen, ampirik realiteden
farklı bir entite olarak hukukun mevcut olduğu; normların, hakların
ve ödevlerin var olduğu inancından ibarettir. En azından kökeni ba-
kımından bir batıl itikat olan bu inanç, davranışları belirleyerek grup-
ları ve bireyleri harekete geçirebilen, geniş sosyal boyutları olan ger-
çek bir fenomendir. Halk arasında, davranışların objektif modelleri
olarak normların bulunduğu konusundaki yaygın fikir, hukuk feno-
meninin esaslı bir kısmını oluşturur90.
Bu akımın bir temsilcisi olan Alf Ross’a göre hukuk biliminin
görevi yürürlükteki hukuku tasvir etmektir. Ve bir norm yargıçlar

of Felix S Cohen, New Haven, Yale University Press, 1960, s.337 in Grzegorczyk,
Michaut et Troper (sous la direction de-), Le positivisme juridique, op. cit., s.127.
85. Friedmann, op. cit., s.251.
86. Grzegorczyk, “La dimension positiviste des grands courants de la
philosophie du droit”, op. cit., s.53.
87. Lloyd, op. cit., s.212.
88. Extrait de : Karl N. Llewellyne, A Realistic Jurisprudence - the Next Step,
1930, in Grzegorczyk, Michaut et Troper (sous la direction de-), Le positivisme
juridique, op. cit., s.131.
89. En önemli temsilcileri Hägeström, Olivecrona, Lundstedt ve Ross’tur.
Bkz. Friedmann, Legal Theory, London, Stevens & Sons Limited, 1960, s.258-265;
Lloyd, op. cit., s.237-278.
90. Enrico Pattora, “Réalisme juridique scandinave”, in André-Jean Arnaud
(sous la direction de-), Dictionnaire encyclopédique de théorie et de sociologie du
droit, Paris, L.G.D.J., Deuxième édition, 1993, s.511.
70 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

tarafından fiilen uygulanıyorsa yürürlüktedir. Bir hukuk sistemi son


tahlilde mahkemeler için davranış kuralları bütünü olduğuna göre, şu
sonuca varılabilir: Yürürlükte olan bir hukuk sistemi, mahkemelerin
kararlarını verirlerken gerçekten kullandıkları kurallar bütünüdür. Bu
bakış açısından yürürlükteki hukuk mahkemelerin kararlarıyla tama-
men özdeşleşir91.
Alf Ross, “Uppsala felsefesi”92nin ilkelerine dayanarak, hukuk
biliminin gerçekten bir bilimsel disiplin olmak istiyorsa tabiî bilim-
lerde yürürlükte olan metodolojik kriterleri, özellikle doğrulama
(verification) ilkesini tamamıyla uygulaması gerektiğini ileri sürmek-
tedir93. Dolayısıyla hukuk önermeleri de doğrulama prensibine tâbi
tutulmalıdır94. Ve Ross’a göre, bir hukuk normunun etkili yani geçer-
li olduğu önermesinin doğrulanması, bu normun mahkemeler tarafın-
dan uygulanmasından ibarettir95. Diğer bir deyişle bir normun etkili-
liği (yani Alf Ross için geçerliliği) mahkeme kararlarında aranmalı-
dır96:
“Hukuk normlarınını geçerliliğinin belirlenmesi söz konusu olduğunda, tek
önemli olan şey, hukukun mahkemeler tarafından uygulanmasıdır... Norm-
ların geçerliliğinin koşulu olan efektiflik, özel kişiler arasında işleyen hu-
kukta değil, ama hukukun yargısal uygulamasında araştırılmalıdır”97.

91. Ricardo Guastini, “Alf Ross: une théorie du droit et de la science


juridique”, in Paul Amselek (sous la direction de-), Théorie du droit et science,
Paris, s.U.F., Coll. “Léviathan”, 1994, s.262.
92. Uppsala okulu ve İskandinav hukuki realizminin bütünü için için bkz. S.
Strömholm ve H.-H. Vogel, Le “réalisme scandinave” dans la philosophie du
droit, Paris, L.G.D.J., 1975, passim. ; Enrico Pattora, “Réalisme juridique
scandinave”, in André-Jean Arnaud (sous la direction de-), Dictionnaire
encyclopédique de théorie et de sociologie du droit, Paris, L.G.D.J., Deuxième
édition, 1993, s.511.
93. Vittoria Villa, La science du droit, Traduction d'Odile et Patrick Nerhot,
Bruxelles, Paris, Story-Scientia, L.G.D.J., 1991, s.65. Alf Ross’un metodolojisi ve
özelde onun “doğrulama prensibi (‘verifiability’ principle)” hakkında bkz. Lloyd,
op. cit., s.241-242; Villa, op. cit., s.59-77.
94. Pattora, “Réalisme juridique scandinave”, op. cit., s.511.
95. Pattaro, “Réalisme juridique scandinave”, op. cit., s.511. Cf. Guastini, “Alf
Ross...”, op. cit., s.263: “Bir normun yürürlülüğünü ileri süren önerme, sadece ve
sadece o norm hakimler tarafından gerçekten uygulanıyorsa doğrudur”.
96. Alf Ross, On Law and Justice, London, Stevensens & Sons, 1958, s.32-38.
97. Ross, op. cit., s.35.
ÜÇ DEĞİŞİK GEÇERLİLİK ANLAYIŞI 71
Böylece Amerikan ve İskandinav realistleri aynı sonuca varır.
Geçerli hukuk mahkemeler tarafından fiilen uygulanan hukuktur.
Hukuk biliminin görevi mahkemelerin verecekleri kararları tahmin
etmektir98. Ama bu nasıl mümkündür? Diğer bir anlatımla, bir nor-
mun geçerli olduğunu, yani mahkemelerin bu norma dayalı olarak bir
karar alacaklarını nasıl tahmin edebiliriz?
Amerikan realistlerine göre bu sorunun basit bir cevabı vardır:
Hukuki metinlerden bağımsız olarak, yargıçların davranışlarını ön-
görmek için onların geçmişteki davranışlarına bakmak yeterlidir99.
Fakat Alf Ross için böyle bir “davranışçı” yanıt tatmin edici ol-
maktan uzaktır100. “Geçerli olan hukuk kuralı, diyor Alf Ross, yargı-
cın davranışlarının dıştan gözlemine başvurularak, tamamen
davranışcı bir tarzda tespit edilemez”101. Ross’a göre, bir yargıcın
sadece dış davranışlarına bakarak, onun günlük hareketleriyle, bir
hukuk kuralının uygulanmasını gösteren hareketleri birbirinden ayırd
edilemez. Böyle bir ayrım yapabilmek için, bir “iç bakış açısı”na sa-
hip olmak gerekir. Yani, hem yargıç davranışları ile oluşan yargısal
kararları, hem de bu kararların ideolojik temellerini incelemek gere-
kir102. Yargıcın davranışı sadece ideolojik bir yorum vasıtasıyla ön-
görülebilir. Diğer bir ifadeyle hukuk, sadece yargıcın düzenli bir dav-
ranışa sahip olacağını değil, aynı zamanda, yargıcın hukuk kurallarıy-
la bağlı olduğu duygusuna da sahip olduğunu varsayar. Geçerlilik
kavramı böylece iki unsuru gerektirir: Bir yandan belirli bir modele
uygun ve dıştan gözlemlenebilir bir davranış, diğer yandan da bu
modelin toplumsal olarak bağlayıcı bir norm olduğu duygusu103. Ö-
zetle Alf Ross’un geçerlilik teorisi aynı zamanda bir davranışsal, bir
de ideolojik unsuru içermektedir104. Yani, bir normun geçerliliği bir
yandan yargıçların davranışlarına, diğer yandan ise, “normların bağ-

98. Guastini, “Alf Ross...”, op. cit., s.263.


99. Ibid.
100. Alf Ross’a göre, bir “behaviouristic” yorum her hangi bir şeyi açıklaya-
maz. Ross, op. cit., s.36.
101. Ross, op. cit., s.36.
102. Guastini, “Alf Ross...”, op. cit., s.263.
103. Ross, op. cit., s.36.
104. Aarnio, Le rationnel comme raisonnable, op. cit., s.54.
72 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

layıcı olduğu inancı” şeklinde dile getirilebilecek olan “yargıçların


normatif ideolojisi”ne bağlıdır105.
***
Sonuç olarak, maddi geçerlilik anlayışında, bir normun geçerlili-
ği, onun etkililiği ile, yani bu normun yargıçlar tarafından uygulan-
ması ile belirlenir. Bununla beraber, Aulis Aarnio’nun belirttiği gibi,
bu anlayışta, problem yargıç açısından çözümlenmiş olmuyor. Yani,
etkililik bir normun uygulanma imkanını ifade ediyorsa, o, yargıç için
kullanışlı bir kriter değildir. Zira yargıç bu normu daha uygulamadan
önce, onun bağlayıcı olup olmadığını bilmek zorundadır. Aulis
Aarnio, bu duruma “etkililik ikilemi (dilemme de l’efficacité)” ismini
vermektedir106. Sadece biçimsel olarak geçerli olan bir norm, bir
yandan eğer uygulanmıyorsa ölü bir belge olarak kalabilir, diğer yan-
dan ise sadece otoriteleri bağlıyorsa etkilidir107. Maddi geçerlilik
anlayışından hareketle,
“yargıca, birtakım normlar ile bağlı olup olmadığı sorusu için cevap veri-
lemez. Yargıç bakımından, yargıcın (yani kendisinin) davranacağı tarz
hakkında bilgi almasının önemi yoktur. Karar veren, yargılamadan önce
neyin bağlayıcı neyin bağlayıcı olmadığını bilmek zorundadır”108.
Theodore M. Benditt’in belirttiği gibi, “bir gözlemci yargıcın ne
yaptığını öngörebilir, ama bir yargıç, bir dava üzerine karar verdiği
anda, ne yaptığını öngöremez, o sadece yapar”109.
O halde şu sonuca varılabilir: Gözlemci açısından bir normun
geçerliliği etkililik kriteri ile belki belirlenebilir; fakat yargıç bakı-
mından, bir normun geçerliliği bu kriter ile belirlenemez. Zira, bu
halde, tanım kendi iç mantığını kaybedecektir. Böyle bir tanıma göre,

105. Hukuk normlarının geçerliliği ile “yargıçların normatif ideolojisi”, “yar-


gıçların manevi hayatına ilişkin varsayımlar” arasındaki ilişki konusunda bkz. Ross,
op. cit., s.38; Guastini, “Alf Ross...”, op. cit., s.264; Aarnio, Le rationnel comme
raisonnable, op. cit., s.54.
106. Aulis Aarnio, “On the Validity, Efficacy and Acceptability of Legal
Norms”, in, W. Krawietz, Th. Mayer-Mly, O. Weinberger (ed.), Objectivierung des
Rechtsdenkens ; Gedächtnisschrift für Ilmar Tammelo, Berlin, Duncker &
Humblot, 1984, s.427-437’den alıntılanan parça, in Grzegorczyk, Michaut et
Troper, op. cit., s.331.
107. Ibid.
108. Aarnio, Le rationnel comme raisonnable, op. cit., s.54.
109. Theodore M. Benditt, Laws as Rule and Principle, Stanford, 1978,
s.13’den alıntılayan Aarnio, Le rationnel comme raisonnable, op. cit., s.55.
ÜÇ DEĞİŞİK GEÇERLİLİK ANLAYIŞI 73
yargıç bizzat kendisinin bağlayıcı olarak kabul edeceği şeyin ölçüsü
haline gelmektedir.

III. BİÇİMSEL GEÇERLİLİK: POZİTİVİST TEORİ


F. Ost, M. van de Kerchove, F. Modugno, A.D. Conte, “biçimsel
geçerlilik (validité formelle)” kavramını kullanmaktadırlar110. Buna
karşın, bu terim yerine J. Wroblewski ve A. Aarnio “sistemsel geçer-
lilik (validité systémique)” kavramını kullanmaktadırlar111. Hukuk
teorisinde, biçimsel geçerliliğe “tout court geçerlilik (validité tout
court)”112 veya “stricto sensu geçerlilik (validité stricto sensu)”113 de
denmektedir.
Bu anlayışta bir normun geçerliliği, o normun muhtevasından çı-
kan soyut veya olgusal bir nitelikle değil, onun belirli bir hukuk dü-
zenine aidiyeti ile belirlenir114. Diğer bir ifadeyle eğer bir norm, be-
lirli bir hukuk düzeninin içinde yer alıyorsa geçerlidir. R.
Guastini’nin belirttiği gibi, bu anlayışta geçerlilik “membership”
anlamına gelir115.
Geçerliliğin bu anlayışı özellikle pozitivist yazarlar tarafından sa-
vunulmuştur.
Örneğin Hans Kelsen için, geçerlilik (Geltung) “normun özgül
(spécifique) varlığı biçimidir”116. Ona göre geçerlilik, normun bir
özelliği, bir niteliği değil, “ama onun özgül varlığı, ideal varlığı-

110. Ost ve Van de Kerchove, op. cit., s.272 ; Franco Modugno, “Validità”, in
Enciclopedia del diritto, vol. XLVI, Giuffrè editore, Varese, 1993, s.4 ; Amedeo G.
Conte, “Studio per una teoria della validità”, Rivista internazionale di filosofia del
diritto, 1970, s.334.
111. J. Wroblewski, “Verification and Justification in the Legal Sciences”,
Rechtstheorie, Beiheft 1, 1979, s.207 ve devamından alıntılayan Aarnio, Le
rationnel comme raisonnable, op. cit., s.43.
112. Modugno, op. cit., s.7; Conte, “Studio...”, op. cit., s.334.
113. Modugno, op. cit., s.4-5.
114. Ost, “Validité”, op. cit., s. 433 ; Conte, “Validità”, op. cit., s.421 ;
Guastini, “Sur la validité de la constitution...”, op. cit., s.220.
115. Riccardo Guastini, “Sur la validité de la constitution du point de vue du
positivisme juridique”, in Michel Troper et Lucien Jaume (sous la direction de -),
1789 et l'invention de la constitution, Actes du colloque de Paris organisé par
l'Association française de science politique, les 2, 3 et 4 mars 1989, Paris,
Bruxelles, L.G.D.J., Bruylant, 1994, s.220.
116. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.13.
74 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

dır”117. O halde bir normun “özgül varlığı” ne demektir? Kelsen’e


göre, bir normun özgül varlığı, bu normun bir normatif düzen içinde-
ki varlığıdır118.
Ama, nedir bir normatif düzen? Kelsen’e göre, bir normatif dü-
zen, normlarının geçerliliği aynı ve tek bir temel norma (norme
fondamentale, Grundnorm) dayandırılabilen bir normlar sistemi-
dir119. Diğer bir ifadeyle bir hukuk düzeni iki tip normdan oluşmak-
tadır: Birincisi, diğer normların geçerliliğinin temeli olan temel norm;
ikincisi ise, geçerliliği bu temel norma dayandırılabilen tüm diğer
normlardır120. Bu ikinci kategori normları “konulmuş normlar
(normes posées)” veya “pozitif normlar (normes positives)” olarak
isimlendirebiliriz. Zira bunlar, kaçınılmaz olarak özel bir işlem ile
konulmuş olmalıdırlar121.
Öyleyse Kelsen’e göre, geçerlilik bir normun özgül varlığı, ve
özgül varlık da bu normun normatif bir düzen içinde varlığıdır. Bir
normatif düzenin içinde iki tip kuralın olduğuna göre, eğer bir norm,
ya diğer normların geçerliliğini kuran temel norm ya da temel norm
üzerine dayanan konulmuş norm ise geçerlidir. Diğer bir ifadeyle,
geçerli bir norm, ya normatif düzeninin içindeki diğer normların ge-
çerliliğinin temelidir (est le fondement de la validité) ya da bu düzen
içinde geçerlilik temeline sahiptir (a le fondement de la validité)122.
1. İlkönce ikinci hali ele alalım ve konulmuş normların geçerlili-
ğini (validité des normes posées) inceleyelim. Bu normlar, normatif
düzen içinde geçerliliğe sahiptir, yani geçerlilikleri temel norma da-
yandırılabilir. Diğer bir ifadeyle, konulmuş bir norm, bir normatif
düzen içinde mevcut olmak için, yani geçerli olmak için başka bir
normun belirlediği koşullara uygun olarak konulmalıdır. Kelsen’e
göre, bir norm, belirli bir içeriğe sahip olduğu için değil, belirli bir

117. Kelsen, “Rechtund Logik”, Forum, 12, 1965, s.422’den alıntılayan


Conte, “Validità”, op. cit., s.422.
118. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.261.
119. Ibid., s.257. “Bir ‘düzen’, geçerliliği aynı temele dayanan bir normlar sis-
temidir” (Ibid., s.25).
120. “Geçerliliğinin temeli temel norm olan hukuk düzeni, yanyana duran
normlar yığını değil, ama biri diğerine bağımlı, biri diğerinin altında ya da üstünde
yer alan normlardan oluşmuş bir hiyerarşi, yahut bir piramittir” (Ibid., s.257).
121. Ibid., s.262.
122. Conte, “Validità”, op. cit., 422.
ÜÇ DEĞİŞİK GEÇERLİLİK ANLAYIŞI 75
şekilde, son tahlilde, temel normun belirlediği bir şekilde yapıldığı
için geçerlidir. İşte sadece ve sadece bu nedenle, bir norm hukuk dü-
zeninin bir parçası haline gelir123. Diğer bir ifadeyle, bir normun ge-
çerliliği başka bir normun geçerlililiğinden başka bir temele sahip
olamaz. Bir normun geçerliliğini kendisinden aldığı norm, o norma
göre üst, geçerlilik alan norm ise, geçerliliğini aldığı norma göre alt
norm niteleğindedir124.
Diğer bir anlatımla, başka bir normun geçerliliğini oluşturan
norm, o norma göre “üst norm (norm supérieure)”dur. Ama bir nor-
mun geçerliliğinin temelinin araştırılması sonsuza kadar sürdürüle-
mez. Kaçınılmaz olarak, son ve en yüksek olarak varsayılan bir
normda durmak gerekecektir125. Kelsen bu en yüksek norma “temel
norm (Grundnorm)” ismini vermektedir126.
Kelsen’e göre, bu temel norm, tek ve aynı düzene ait olan bütün
normların geçerliliğinin ortak kaynağıdır. Bir normun şu ya da bu
düzene ait olması demek onun geçerliliğinin nihai temelininin bu
düzenin temel normu olması demektir. Bu düzene ait bütün normla-
rın geçerliliğinin ortak temeli olması itibarıyla, temel norm bu dü-
zendeki çeşitli normların birliğini sağlar127.
2. Ama ya bu temel norm, geçerliliğini nereden almaktadır? O
halde şimdi temel normun geçerliliği sorununu inceleyelim.
Ama önce Kelsen’in sorunu nasıl ortaya koyduğunu kısaca göre-
lim.
Kelsen şu soruyu sormakla işe başlıyor: Bir ölüm cezanın infazı
niçin bir cinayet değildir? Çünkü o, bir bireysel hukuk normu (hü-
küm) ile emredilmiştir. Ama neden bu bireysel hukuk normu (hü-
küm) geçerlidir? Yani neden yürürlükteki hukuk düzenine aittir ve
uygulanmalıdır128? Bu soruya şu yanıtı vermek gerekir: “Bireysel
hukuk normu (hüküm) ceza kanununun uygulanması sonucu konul-
muştur”. Ama o zaman “cezakanununun geçerliliğinin temeli nedir”
diye sorulacaktır. Bu soruya ise şu yanıt verilecektir: “Ceza kanunu

123. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.261.


124. Ibid., s.256.
125. Ibid., s.257.
126. Ibid.
127. Ibid.
128. Ibid., s.264.
76 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

geçerlidir; çünkü, yasama organı tarafından kabul edilmiştir ve bir


anayasa normu bu organa genel norm koyma yetkisi vermektedir.
Olsun: Peki bu anayasanın geçerliliğinin temeli nedir? Bu soruya
cevap olarak belki bu anayasanın kendisine göre yapıldığı daha eski
bir anayasa gösterilebilir. Ancak bu yolu izleyerek, kendisinden ön-
ceki bir anayasaya dayanmayan, önceki anayasanın öngördüğü değiş-
tirme usûllerine göre yapılmamış, devrimci bir tarzda yürürlüğe gir-
miş devletin tarihsel olarak ilk anayasasına gelinir. Nihayet, bu tarih-
sel olarak ilk olan anayasanın geçerliliğinin temelinin ne olduğu da
sorulabilir129.
Hans Kelsen’e göre, bir taraftan uluslararası hukukun, diğer ta-
raftan da Tanrı veya Doğa gibi hukuk ötesi bir otoritenin varlığı he-
saba katılmazsa, bu soruya verilecek sadece ve sadece bir cevap var-
dır: Bu anayasanın geçerli olduğu varsayılmalı, hipotez130 olarak
kabul edilmelidir131.
Bir hukuk düzeninin temel normu şu şekilde ifade edilebilir:
“Devletin tarihsel olarak ilk olan anayasasının ve bu anayasaya uygun ola-
rak konulmuş normların öngördüğü şekil ve koşullarda cebir işlemleri ya-
pılmalıdır; kısacası, anayasanın öngördüğü şekilde davranılmalıdır”.
Dolayısıyla bu temel normun işlevi, pozitif hukuk düzeninin ob-
jektif geçerliliğini kurmaktır132.
Kelsen’e göre, temel normun geçerliliği sadece varsayılabilir.
Onun geçerliliği daha yüksek bir normdan çıkarılamaz. Onun geçer-
liğinin temeli bir soru konusu yapılamaz133. Zira, yukarıda da belir-
tildiği gibi, bir normun geçerliliğinin araştırılması sonsuza dek de-

129. Ibid., s.264-265.


130. Hipotez kelimesi bakımından, Michel Troper, Charles Eisenmann’ın
Fransızca çevirisini eleştirmektedir. Eisenmann’ın Fransızcaya hypothèse diye
çevirdiği şeyin Almancası Voraussetzung’tur. Eisenmann’ın çevirisi bilimsel hipo-
tez ile karışıklığa yol açmıştır. Bu kaçınılmaz bir önvarsayım, bir “önkabul
(présupposé)”dür. Hukuk bilimi bu önvarsayıma başvurmaksızın, anayasanın geçer-
li bir norm olduğunu, yani kanunun ve kanunun altında yer alan diğer bütün işlem-
lerin geçerliliğini kurmaya elverişli bir norm olduğunu açıklayamaz. (Michel
Troper, “Un système pur du droit : le positivisme de Kelsen”, in Pierre Bouretz
(sous la direction de-), La force du droit : panorama des débats contemporains,
Paris, Editions Esprit, 1991, s.117).
131. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.265.
132. Ibid., s.267.
133. Ibid.
ÜÇ DEĞİŞİK GEÇERLİLİK ANLAYIŞI 77
vam edemez; kaçınılmaz olarak, son ve en yüksek olduğu varsayıla-
cak olan bir normda durmak gerekir134.
Temel norm her ne kadar bir hipotez ise de, Kelsen’e göre, bu
hipotez bir normdur. Zira, sadece bir norm, başka bir normun geçerli-
liğini kurabildiğine göre, bu hipotez kaçınılmaz olarak bir norm ol-
malıdır. Ama, hukuki otorite tarafından konulmuş bir norm değil,
varsayılan bir normdur135.
Özetle, biçimsel geçerlilik anlayışına göre, eğer bir norm belirli
bir hukuk düzeni içinde mevcut ise, yani o hukuk düzenine ait ise, o
norm geçerlidir. Diğer bir anlatımla, bir norm, eğer sadece ve sadece
bir üst norma ve en son tahlilde temel norma uygun olarak konulmuş
ise, geçerlidir.
Alf Ross, Kelsen’i temel normun varsayımsal bir norm olması
konusunda eleştirmektedir. Alf Ross’a göre, hukuk bilimi, anayasaya
itaati emreden bir temel normu varsayarak görevinin dışına çıkmıştır.
Hukuk bilimi artık dünyayı objektif olarak tasvir eden bir bilim de-
ğildir. Dolayısıyla Kelsen ancak bir “pozitivist-benzeri” (quasi-
positiviste) dir136.
Hans Kelsen yaşamının son döneminde temel norm üzerine ikin-
ci bir yorum tarzı daha kabul etmiştir. Bu ikinci yoruma göre, temel
normun içeriği yoktur. Anayasaya itaat edilmesini emretmez. O sade-
ce epistemolojik bir ön varsayım (présupposé) dır. Bu hangi hukukçu
olursa olsun ona gerekli bir önvarsayımdır. Burada bilim sadece bu
önvarsayımın varlığını göstermektedir. Bir kanunu hukuk olarak in-
celeyen her hukukçu bu kanunun geçerli olduğunu peşin olarak kabul
eder ve dolayısıyla bu kanunun geçerliliğinin temelinin anayasa ol-
duğunu varsayar. Ama anayasanın bu geçerlilik temelini oluşturdu-
ğunu kabul etmek için herşeyden önce anayasanın bizatihi geçerli

134. Ibid.
135. Ibid., s.265.
136. Bu konuda bkz. Troper, “Un système pur du droit...”, op. cit., s.128.
Voir, Alf Ross, “Validity and the conflict between Legal Positivism and Natural
Law”, Revista Juridica de Buenos Aires 1961, IV, s. 46 ve devamından alıntılanan
parça, in Grzegorczyk, Michaut et Troper, op. cit., s.206). Aynı anlamda Guastini,
“Sur la validité de la constitution...”, op. cit., s.222-225. Troper, “Un système pur
du droit...”, op. cit., s.128. Alf Ross, “Validity and the conflict between Legal
Positivism and Natural Law”, in Grzegorczyk, Michaut et Troper, op. cit., s.206).
Keza, Guastini, “Sur la validité de la constitution...”, op. cit., s.222-225.
78 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

olduğunu kabul etmek gerekir. Dolayısıyla kendi özel metodunu uy-


gulayan ve hukuku hukuk olarak tasvir eden her hukukçu bir temel
normu varsayar. Bu anlamda temel norm bir “kurgu (fiction)”dur;
böyle bir temel normun mevcut olduğu varsayılır. Bu, hukuku hukuk
olarak yorumlamak isteniyorsa, kendisine başvurulmaktan kaçınıla-
mayacak olan bir “kurgu”dur137.
Kelsen, kendisinin ölümünden sonra yayınlanan Allgemeine
Theorie der Normen isimli eserinde şunları yazmıştır:
“Temel norm pozitif bir norm değildir, ama sadece düşünülmüş bir norm-
dur. Burada irade işleminin anlamı gerçek değil, ama kurgusal (fictif) dır.
Bu anlamda o, gerçek bir kurgudur... Açıkçası, temel normun bir hukuk
düzeninin temel normu olarak varsayılmasıdır. ‘Tarihsel olarak ilk olan
anayasayanın emrettiği şekilde davranılmalıdır’ kuralı hem gerçekliğe ay-
kırı, hem de kendi kendisiyle çelişkilidir; gerçekliğe aykırıdır, zira gerçek
bir irade işleminin anlamı olan bu tip hiç bir norm yoktur; kendi kendisiyle
çelişkilidir, çünkü yüksek moral veya hukuki bir otoritenin yetkilendiril-
mesini içermekte ve dahası bu otoritenin üzerinde başka bir otoriteyi - ama
sadece kurgusal - de varsaymaktadır... Temel normun amacı şudur: Ahlaki
veya hukuki bir emir oluşturan bir normun geçerliliğini kurmak veya ...
bunları geçerli normlar olarak yorumlamak”138.
***

BU ÜÇ GEÇERLİLİK ANLAYIŞINDAN HANGİSİ VEYA


HANGİLERİYLE HUKUK NORMUNUN GEÇERLİLİĞİ
TANIMLANABİLİR?
Üç değişik geçerlilik anlayışını gördükten sonra, şimdi bu anla-
yışlardan hangisinden veya hangilerinden hareketle hukuk normları-
nın geçerliliğini tanımlamak gerektiği sorununa gelelim. Diğer bir
deyimle, bir norm, hukuk normu olmak için yukarıda gördüğümüz
kirterlerden (âdillik, aidiyet ve etkililik) hangi veya hangilerine uygun
olmalıdır?
Bu soruya matematiksel olarak yedi değişik yanıt vermek müm-
kündür.
1. Sadece aksiyolojik geçerlilik anlayışı (âdillik) ile,
2. Sadece biçimsel geçerlilik anlayışı (aidiyet) ile,
3. Sadece maddi geçerlilik anlayışı (etkililik) ile,

137. Troper, “Un système pur du droit...”, op. cit., s.128-129.


138. Kelsen, Théorie générale des normes, op. cit., s.344.
ÜÇ DEĞİŞİK GEÇERLİLİK ANLAYIŞI 79
4. Aksiyolojik geçerlilik anlayışı (âdillik) ve biçimsel geçerlilik anlayışı
(aidiyet) ile,
5. Aksiyolojik geçerlilik anlayışı (âdillik) ve maddi geçerlilik anlayışı (et-
kililik) ile,
6. Biçimsel geçerlilik anlayışı (aidiyet) ve maddi geçerlilik anlayışı (etkili-
lik) ile,
7. Aksiyolojik geçerlilik anlayışı (âdillik) ve biçimsel geçerlilik anlayışı
(aidiyet) ve maddi geçerlilik anlayışı (etkililik) ile.
Bu kombinezonlardan aksiyolojik geçerlilik anlayışının geçtiği 1,
4, 5 ve 7 numaralı kombinezonları diğerlerinden ayırarak incelemekte
yarar var.
1. Sadece aksiyolojik geçerlilik anlayışı (âdillik) ile,
4. Aksiyolojik geçerlilik anlayışı (âdillik) ve biçimsel geçerlilik anlayışı
(aidiyet) ile,
5. Aksiyolojik geçerlilik anlayışı (âdillik) ve maddi geçerlilik anlayışı (et-
kililik) ile,
7. Aksiyolojik geçerlilik anlayışı (âdillik) ve biçimsel geçerlilik anlayışı
(aidiyet) ve maddi geçerlilik anlayışı (etkililik) ile.
(1) numaralı kombinezon (geçerliliğin sadece aksiyolojik geçerli-
lik anlayışı ile, yani âdillik ile tanımlanması) tabiî hukuk teorisi tara-
fından savunulmaktadır. Biz bu teorinin doğru olmadığını yukarıda
açıklamıştık139. Zira, bu anlayışın kriter olarak kabul ettiği âdillik
bakımından, “âdil olan” ile “âdil olmayan”ı ayıracak evrensel ve ob-
jektif bir ölçütün bulunmadığını göstermiştik140.
(4) numaralı kombinezonu (geçerliliğin aksiyolojik ve biçimsel
anlamda tanımlanmasını) savunan bir akım yoktur. Pozitivistler yu-
karıda görüldüğü gibi, geçerliliği biçimsel anlamda tanımlamakta,
ama onlar da aksiyolojik geçerliliğe, yani âdilliğe hiç bir önem atfet-
memektedirler. Dolayısıyla onlara göre, bir normun geçerliliği, onun
değerinden (örneğin âdillik) yani onun aksiyolojik geçerliliğinden
bağımsızdır. Dolayısıyla bir norm, âdil olmaksızın geçerli olabilir,
yani bir hukuk düzeninde mevcut olabilir. Bir normun geçerliliği
araştırılırken onun âdil olup olmadığı sorunu hesaba katılmaz141.
Zira,
“bir norm, belirli bir içeriğe sahip olduğu için değil..., ama belirli bir tarz-
da yapıldığı için geçerlidir... Dolayısıyla her hangi bir içerik hukuk olabi-

139. Supra, s.60 vd.


140. Supra, s.60 vd.
141. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.267.
80 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

lir. Özü nedeniyle, hukuk haline getirilemeyecek, bir hukuk normu içeriği-
ne dönüştürülemiyecek insan davranışı yoktur”142.
O halde, Kelsen’ci teoriyi kabul ederek, şunu söyleyebiliriz ki,
bir normun geçerliliği, onun âdil olup olmamasına, yani onun
aksiyolojik geçerliliğine bağlı değildir. Bir norm âdil olmaksızın ge-
çerli olabilir.
(5) numaralı kombinezonu (geçerliliğin aksiyolojik ve maddi an-
lamda tanımlanması) savunan bir akım yoktur. Zira öyle bir kombi-
nezon, bir normun hukuk normu olması için, biçimsel anlamda geçer-
li olmasını aramaksızın âdil ve etkili ise geçerli olduğunu savunmalı-
dır. Bilebildiğimiz kadarıyla böyle bir akım mevcut değildir. Gerçi
Amerikan ve İskandinav realistleri bir normun geçerli olması için
etkin olmasını şart koşmaktadırlar. Ama onlar da âdilliği bir geçerli-
lik koşulu olarak kabul etmemektedirler.
(7) numaralı kombinezonu (geçerliliğin aksiyolojik, biçimsel ve
maddi anlamda tanımlanması) post-pozitivistler savunmaktadırlar.
Bu akım bir normun, hukuk normu olarak geçerli olabilmesi için hem
âdillik, hem etkililik hem de aidiyet kriterlerine uygun olması gerek-
tiğini savunurlar. Böylece bu üç geçerlilik kriteri, bu üç geçerlilik
anlayışı post-pozitivistler tarafından birleştirilmektedir.
Post-pozitivizm, jüsnatüralizm, pozitivizm ve realizm gibi üç te-
mel teorik akım arasındaki karşıtlıkların sürekliliğinini gözlemlemek-
le işe başlar. Sonra, bu üç akımdan her birinin diğer ikisinin zayıflık-
ları vurguladıklarını, ama hiçbirisinin rakiplerine karşı baskın gele-
mediğine işaret eder143. 1981 tarihli programatik bir makalede, üç
post-pozitivist (A. Aarnio, R. Alexy ve A. Peczenik) şunu saptamakta-
dırlar:
“Bu doktrinlerden her birinin eksiklikleri artık çok açık hale gelmiştir.
Yüzyılın geri kalan kısmı için, hukuk teorisinin amacı, eleştirel tahlil
onyıllarından herbirinin zayıflamış olarak çıktığı bu akımlar arasında ter-
cih yapmak değil; ama onların zarar görmemiş yanlarını toplamaktır. İşte

142. Ibid., s.262-263.


143. Christophe Grzegorczyk, “La dimension positiviste des grands courants
de la philosophie du droit”, in Christophe Grzegorczyk, Françoise Michaut et
Michel Troper (sous la direction de-), Le positivisme juridique, Paris, Bruxelles,
L.G.D.J., Story-Scientia, 1992, s.63.
ÜÇ DEĞİŞİK GEÇERLİLİK ANLAYIŞI 81
hukuk teorisinin görevi, eksiksiz ve toptan bir hukuki kuramın oluşturul-
masıdır”144.
Örneğin bir post-pozitivist olan Aulis Aarnio, bir normun geçer-
liliğini şu üç kriterle belirlemektedir: “Sistemik geçerlilik (validité
systémique)”, “etkililik (efficacité)” ve “kabul edilebilirlilik
(acceptabilité)”. Yazar, biçimsel geçerlilik yerine “sistemik geçerlilik
(validité systémique)”; aksiyolojik geçerlilik yerine de “kabul edilebi-
lirlilik (acceptabilité)” terimini kullanmaktadır145. Ona göre, bir
normun geçerliliği sadece onun sistemik geçerliliğine ve onun etkili-
liğine bağlanamaz. Onun kabul edilebilirliliğini de hesaba katmak
gerekir. Zira, ona ve Peczenik’e göre, bir hukuk sistemi, hiç olmazsa,
bazı “asgari ahlaki icaplara (exigences morales minimales)” saygı
gösteriyorsa, bir hukuk düzenidir146. Aarnio, örnek olarak Hitler ve
Pol Pot rejimlerini zikrediyor. “Bu rejimler, diyor, bizi kaçınılmaz
olarak hukuk düzeninin kabul edilebilirliliği konusunda ciddi sorular-
la karşı karşıya bırakmaktadırlar. Bazı uç durumlarda, normatif sis-
tem, bütünü itibarıyla, bir hukuk düzeni olmak bakımından redde-
dilmelidir”147.
Değerlendirme: Biz aksiyolojik geçerlilik anlayışını, yani bir
norm ancak âdilse geçerlidir diyen anlayışı reddediyoruz. İster âdillik
tek başına bir kriter olarak ileri sürülsün, ister diğer kriterlerle kom-
bine edilsin bizim için değişen bir şey yoktur. Âdilliğin hiçbir şekilde
bir normun hukuki geçerliliği üzerine etkisi yoktur.
Biz aşağıda görüleceği gibi, zaten biçimsel geçerlilik (tout court
geçerlilik) ile maddi geçerlilik (etkililik) arasında bir ilişki olabilece-
ğini peşin olarak reddetmiyoruz. Bunu biraz sonra inceleyeceğiz.
Dolayısıyla post-pozitivistlerden ayrılan yönümüz, kabul edilebilirli-
lik kavramı üzerinedir. Bunlar bir hukuk düzeninde hiç olmazsa mi-
nimum bir aksiyolojik geçerlilik aramaktadırlar. Her ne kadar bu ada-
letin veya ahlakın icapları “minimum” olsalarda, kanımızca,
aksiyolojik geçerliliğe, özellikle adalet kavramının belirsizliğine yö-

144. Aulis Aarnio, Robert Alexy et Aleksander Peczenik, “The Foundation of


Legal Reasoning”, Rechtstheorie, 12’den alıntılanan parça, in Christophe
Grzegorczyk, Françoise Michaut et Michel Troper (sous la direction de -), Le
positivisme juridique, Paris, Bruxelles, L.G.D.J., Story-Scientia, 1992, s.159.
145. Aarnio, Le rationnel comme raisonnable op. cit., s.43.
146. Ibid., s.49.
147. Ibid.
82 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

nelttiğimiz eleştiriler, post-pozitivistlerin bu “kabul edilebilirlilik”


kavramına da yöneltilebilir.
Bu kombinezonlardan aksiyolojik geçerlilik anlayışının geçtiği 1,
4, 5 ve 7 numaralı kombinezonları böylece inceleme dışı bırakırsak,
geriye 2, 3 ve 6 numaralı kombinezonlar kalmaktadır.
2. Sadece biçimsel geçerlilik anlayışı (aidiyet) ile,
3. Sadece maddi geçerlilik anlayışı (etkililik) ile,
6. Biçimsel geçerlilik anlayışı (aidiyet) ve maddi geçerlilik anlayışı (etkili-
lik) ile.
Şimdi bu kombinezonları tek tek inceleyelim.
(2) numaralı önerme, bir hukuk normunun sadece biçimsel geçer-
lilik anlayışı ile savunulması, yani bir norm bir hukuk düzenine ait
ise geçerlidir denmesi esas itibarıyla bir pozitivist cevaptır. Hukuki
pozitivizm anlayışını biraz yukarıda, biçimsel geçerlilik anlayışını
incelerken gördük148. Onun için burada tekrar bu akımın açıklanma-
sına girmiyoruz. Ancak Kelsenci pozitivizmin tam olarak bu kombi-
nezonda ifade edilen önermeyi savunmadığını şimdiden belirtelim.
Kelsen, hukuk normunun geçerliliğinin asıl itibarıyla onun biçimsel
geçerliliği, yani bir hukuk düzenine aidiyeti ile tanımlanabileceğini
savunmaktadır. Ancak bir ek koşul olarak maddi geçerlilik anlayışı-
na, yani etkililiğe de yer vermektedir. Bu tezi biraz aşağıda 6 numara-
lı kombinezonu incelerken açıklayacağız.
(3) numaralı kombinezon, bir hukuk normunun sadece maddi ge-
çerlilik ile tanımlanmasını öngörmekte, bir norm sadece etkili ise
geçerlidir demektedir. Örneğin Alf Ross’a göre, bir normun geçerlili-
ği onun etkili olmasına bağlıdır. Yani etkililik, bir hukuk normunun
geçerliliğinin koşuludur. “Etkililik, diyor Alf Ross, hukukun geçerli-
liğinden başka bir şey değildir”149. “Hukuk normlarının geçerliliğinin
belirlenmesi söz konusu olduğunda..., önemli olan tek şey mahkeme-
lerce uygulanmadır”150. Hukukun geçerliliğinin temeli mahkeme
kararlarında bulunur. Biz bu tezi daha önce maddi geçerlilik anlayışı-
nı incelerken gördük151. Onun için burada bu tezin açıklamasına daha
fazla girmiyoruz.

148. Bkz. supra, s.73.


149. Ross, op. cit., s.34.
150. Ibid., s.34-35
151. Bkz. supra, s.64 vd.
ÜÇ DEĞİŞİK GEÇERLİLİK ANLAYIŞI 83
Bu (3) numaralı önermeyi kabul etmiyoruz. Çünkü, aşağıda göre-
ceğimiz gibi, biçimsel geçerlilik ile maddi geçerlilik arasında bir ilgi
olsa bile, sadece maddi geçerlilik ile bir normun hukuki geçerliliği
belirlenemez. Diğer bir ifadeyle, bir normun geçerliliği onun fiili
etkililiği ile karışmaz152. Zira, bir normun geçerliliği bir Sein değil
Sollen oluşturur. Oysa etkililik, o normun fiilen uygulandığını, o
norma uyulduğunu veya izlendiğini ifade eden bir Seindir. Bir nor-
mun geçerli olduğunu söylemek, onun fiilen uygulandığını veya iz-
lendiği olgusunu basitçe gözlemlemek değildir153.
Dahası Kelsen, normların biçimsel geçerliliği ile etkililiğinin za-
man bakımından da örtüşmediğini gözlemlemektedir. Zira, hukuk
normları yürürlüğe daha tamamen etkisiz iken girerler. Bir mahkeme
yeni isdar edilen bir kanunu somut bir durumda uyguladığında geçerli
bir normu uygulamış olur. Oysa bu norm, henüz etkili hale gelme-
miştir154.
Sonuç olarak Kelsen’in teorisine göre, biçimsel geçerlilik anlayı-
şı doğrudur. O halde bir hukuk normu belirli bir hukuk düzenine ait
norm olarak tanımlanır. Bu normun âdilliği veya etkililiği onun tanı-
mı için bir kriter değildir.
Bununla birlikte Kelsen, bir normun biçimsel geçerliliği ile etki-
liliği (maddi geçerlilik) arasında belirli bir bağıntı olabileceğini ka-
bul etmektedir.
Yukarıdaki (6) numaralı kombinezonda ifade edilen önerme, bir
normun biçimsel geçerliliği ile maddi geçerliliği arasındaki ilişki
sorunu hakkında bir cevap oluşturmaktadır. Bu cevaba göre, normun
geçerliliği, o normun hem biçimsel geçerliliğine (aidiyet) ve hem de
maddi geçerliliğine bağlıdır. Diğer bir ifadeyle, bir normun geçerli
olması için sadece belirli bir hukuk düzenine ait olması yetmez, o
norm aynı zamanda etkili olmalı, yani fiilen uygulanmalı ve izlenme-
lidir.
Bu sorun özellikle, şeklen geçerli, yani bir üst normun öngördüğü
usûlle yapılmış ama etkili olmayan, yani fiilen uygulanmayan, muha-
tapları tarafından izlenmeyen normlar için ortaya çıkmaktadır.

152. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.286.


153. Ibid., s.14-15.
154. Ibid., s.15.
84 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

Genellikle anayasa normları hakkında böyle sorular sıklıkla soru-


lur: Örneğin Dmitri Georges Lavroff, Fransız Beşinci Cumhuriyeti
için “bir anayasa normu açık ve ağır bir şekilde ihlâl edildiğinde hâlâ
değerini korur mu” sorusunu sormaktadır155. Lavroff’a göre, anayasa
normuna tekrar tekrar uymama, anayasa normuyla anayasa pratiği
arasında çok büyük bir açıklık, anayasal normun metrukiyetine ve
dolayısıyla ortadan kalkmasına yol açar. Örneğin, iktidarın yapısını
ve anayasal organlar arasındaki ilişkileri düzenleyen bütün anayasal
kuralların ağır bir ihlalinin söz konusu olduğu Fransız Beşinci Cum-
huriyeti’nde bu böyledir. Lavroff’a göre, hükümlerin ihlali halinde
anayasaya kesin itaati sağlayacak bir aracın olmaması şaşırtıcıdır156.
İşte bu sorun bir normun biçimsel geçerliliği ile etkililiği (maddi
geçerlilik) arasında belirli bir bağıntı olup olamayacağı sorusunu or-
taya çıkarmaktadır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Kelsen böyle bir
bağıntının olabileceği ihtimalini reddetmez.
Ona göre bu bağıntı iki açıdan mevcuttur: Bir kere bir normun
biçimsel geçerliliği (artık buna Kelsen’in dediği gibi sadece “geçerli-
lik”, “tout court geçerlilik” diyeceğiz) ile global hukuk düzeninin
etkililiği ve diğer yandan normun geçerliliği ile bizzat onun etkililiği
arasında bir ilişki olabilir. Birincisiyle başlayalım.

1. Bir Normun Geçerliliği ile Hukuk Düzeninin Etkililiği A-


rasındaki İlişki
Kelsen’e göre bir normun geçerliliği ile o normun ait olduğu hu-
kuk düzeninin etkililiği arasında bir ilişki vardır. Hukuk düzeni bir
bütün olarak etkililiğini kaybederse, bu hukuk düzenininde yer alan
tüm normlar da geçerliliğini kaybederler. Çünkü, hukuk düzeninin
normları eğer bu hukuk düzeninde mevcut iseler, yani bu düzenin
temel normuna uygun olarak yapılmışlarsa, geçerlidir. Ve bu temel
norm yukarıda görüldüğü gibi, kısaca, “anayasaya uyulmalıdır” şek-
linde tanımlanmaktadır. Dolayısıyla, hukuk normları bu anayasa etki-
li olduğu ölçüde geçerlidir. O halde, anayasa ve bu anayasa temeli
üzerine kurulu olan hukuk düzeni bir bütün olarak etkililiğini kaybe-

155. Dmitri Georges Lavroff, Le droit constitutionnel de la Ve République,


Paris, Dalloz, 1995, s.90.
156. Ibid.
ÜÇ DEĞİŞİK GEÇERLİLİK ANLAYIŞI 85
der kaybetmez, bu düzenin normlarından her biri geçerliliklerini yiti-
rirler157. Diğer bir ifadeyle, bir hukuk düzeni, eğer bu düzenin norm-
ları objektif olarak esas itibarıyla ve genel bir şekilde uygulanıyor ise
geçerlidir158.

2. Bir Normun Geçerliliği ile Bizzatihi Bu Normun Asgari


Etkililiği Arasındaki İlişki
Diğer yandan Hans Kelsen, o normun geçerliliği ile bizatihi bu
normun etkililiği arasında da belirli bir bağıntının olabileceğini kabul
etmektedir.
Ama ilkönce, kısaca Hans Kelsen’in bir normun etkililiğinden ne
anladığını belirtelim. Kelsen’e göre, belirli bir insan davranışını bir
müeyyide sonucuna bağlayan, yani böylece söz konusu insan davra-
nışını bir suç haline getiriren bir norm, eğer hukuk düzeninin organ-
ları tarafından, özellikle mahkemeler tarafından, somut durumlarda
uygulanırsa, yani o normun öngördüğü müeyyideye hükmedilir ve bu
müeyyide icra edilirse, veya normun muhatapları kendiliğinden bu
norma uyarlarsa, yani muhataplar müeyyidenin uygulanmasını gerek-
tirmeyen davranışları kendiliklerinden gösterirlerse o norm etkili-
dir159. Görüldüğü gibi Kelsen’e göre bir norm, ya o normun muha-
tapları tarafından kendiliğinden uyulduğunda, ya da uyulmadığı du-
rumda resmi makamlarca müeyyide uygulandığında etkilidir.
Kelsen’e göre, bir normun geçerliliği bir ölçüde de olsa o normun
etkililiğine bağlıdır. Zira,
“bir norm sadece düzenlediği insan davranışının hiç olmazsa belirli ölçüde
bu norma uygun olduğu takdirde objektif olarak geçerli olarak kabul edilir.
Hiç uygulanmayan, hiç bir yerde ve hiç bir zaman izlenmeyen bir norm,
yani asgari etkililikten yararlanmayan bir norm, geçerli bir hukuk normu
olarak kabul edilemez. O halde asgari etkililik, hukuk normlarının geçerli-
liğinin bir koşuludur”160.

157. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.287. Kelsen, Théorie générale
des normes, op.cit., s.184. Burada şunu not etmek gerekir ki, hukuk düzeninin
normlarından biri ya da birkaçı etkililiklerini yitirirlerse, yani artık uygulanmazlar-
sa, hukuk düzeni geçerliliğini yitirmez (Kelsen, Théorie pure du droit, op.
cit., s.287).
158. Ibid.
159. op. cit., s.15.
160. Ibid., s.14-15. İtalikler bize ait.
86 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

Diğer bir ifadeyle Kelsen’e göre, bir norm etkililikten mahrum


olarak uzun bir süre kalırsa, artık geçerli bir norm olarak kabul edi-
lemez161. Altını çizelim ki, burada sadece bir “asgari etkililik (mini-
mum d’efficacité)” söz konusudur. Yani Kelsen için, tek başına bir
norm, etkili olmadığından, yani bazı hallerde kendisine uyulmadığı
veya uygulanmadığından dolayı geçerliliğini kaybetmez162. Tersine,
bir normun emrettiği şey ile fiilen olan şey arasında bir karşıtlığın
olması kaçınılmazdır. Tabiî bir kanuna göre, daha önceden gerçek-
leşmesi kesin olan, kaçınılmaz olarak gerçekleşecek olan bir şeyi
olması gereken (Sollen) olarak ortaya koyan bir norm, anlamdan yok-
sun olacaktır; böyle bir şey geçerli bir norm olarak kabul edilemeye-
cektir163.
Dolayısıyla bir normun belirli bir ölçüde etkisiz olması, yani
kendisine belirli bir ölçüde uyulmaması kaçınılmaz bir şeydir. Ne var
ki, Kelsen’e göre, hiç bir zaman uyulmayan veya uygulanmayan bir
norm geçerli değildir. Bir hukuk normu, devamlı bir şekilde uyul-
mamış ve uygulanmamış olarak kalmasından dolayı fiilen geçerliliği-
ni kaybedebilir. İşte bu “metrukiyet (désuétude, desuetudo)” olarak
adlandırılan şeydir164. O halde metrukiyet, per quam fonksiyonu
mevcut bir hukuk normunun geçerliliğini iptal etmekten ibaret olan,
tabiri caizse, bir “negatif örf ve âdet (coutume negative)” kuralıdır165.
Bununla birlikte tekrar belirtelim ki Kelsen’e göre, etkililik ge-
çerliliğin bir koşuludur, ama geçerliliğin kendisi değildir166. Bir
normun geçerliliği onun biçimsel geçerliliği ile yani bir hukuk düze-
nine ait olması ile belirlenir. Eğer bu anlamda geçerli bir norm söz
konusu değilse, ortada hukuk biliminin inceleme alanına giren bir şey
yoktur. Biçimsel olarak hukuk düzeninin bir parçası haline getirilme-
dikçe, bir kurala toplumda yüzde yüz itaat edilse de, o kural bir hu-
kuk kuralı değildir; hukuk biliminin inceleme alanına girmez. Ne var
ki, bir kural biçimsel olarak geçerliyse, ve eğer o kurala toplumda

161. Ibid., s.15.


162. Ibid.
163. Ibid., s.287-288.
164. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.288; Kelsen, Théorie générale
des normes, op.cit., s.185.
165. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.288.
166. Ibid.
ÜÇ DEĞİŞİK GEÇERLİLİK ANLAYIŞI 87
itaat edilmiyor ve bu durumda da resmi makamlar tarafından öngörü-
len müeyyide uygulanmıyor yahut uygulanamıyorsa, artık bu norm,
her ne kadar belirli bir hukuk düzeninin şeklen bir parçası ise de,
Hans Kelsen’e göre geçerliliğini yitirmiştir.
Sonuç olarak Kelsen’e göre, bir normun ait olduğu hukuk düze-
ninin etkililiği ve bizatihi bu normun minimum etkililiği, o normun
geçerliliğinin koşulları olduğunu söyleyebiliriz.
***
Şunun altını önemle çizmek gerekir ki, Kelsen’in teorisinde bir
normun hukuki geçerliliğinin asıl koşulu, hep onun biçimsel geçerli-
liği, yani o normun belirli bir hukuk düzenine aidiyetidir. Normun ait
olduğu hukuk düzeninin etkililiği ve bizatihi bu normun minimum
etkililiği sadece ek koşullardır. Diğer bir ifadeyle onlar, geçerlilikle-
rini kaybetmemeleri için hukuk normlarının isdarına ilâve olmaları
gereken koşullardır167. Bu anlamda Kelsen şunları gözlemlemektedir:
“Bir koşul, koşullanan şey ile özdeş olamaz. Örneğin insanlar, döllenmiş
olmak, doğmuş olmak koşuluyla hayattadırlar; ama hayatta kalabilmeleri
için, başka koşulların da yerine getirilmesi gerekir, meselâ beslenmeleri
lâzımdır. Eğer bu koşul yerine gelmezse, yaşamlarını kaybederler. Ama
yaşam, ne dünyaya gelmek, ne de beslenmek ile özdeştir”168.
Hans Kelsen aynı durumu, General Theory of Law and State i-
simli kitabında da açıklamaktadır. Eğer bir hukuk düzeni global ola-
rak etkililiğini kaybederse, bu düzene ait tek tek her norm geçerliliği-
ni yitirir. O halde, bir bütün olarak hukuk düzeninin etkililiği bu dü-
zenin her normunun geçerliliği için gerekli bir koşuldur. Bu bir
conditio sine qua nondur, ama contitio per quam değildir. Global
hukuk düzeninin etkililiği, bu düzeni oluşturan normların geçerliliği-
nin koşuludur, ama nedeni değildir. Bu normlar, global hukuk düzeni
etkili olduğu için değil, ama anayasanın öngördükleri şekilde yapıl-
dıkları için geçerlidirler. Bununla birlikte bu normlar, global hukuk
düzeni etkili olduğu sürece geçerlidirler. Sadece anayasanın öngör-
düğü usûlle iptal edildiklerinde değil, aynı zamanda global hukuk
düzeninin etkililiğini kaybetmesi durumunda da geçersiz hale gelir-

167. Ibid., s.15.


168. Ibid., s.287.
88 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

ler. Bir hukuk düzeni etkililiğini yitirirse, bu normun parçası olan bir
norma insanların uyması gerektiği söylenemez169.
***
Şimdi Kelsen’in teorisini izleyerek yukarıda sorduğumuz soruya,
yani bir hukuk normunun geçerli olması için hangi koşulları yerine
getirmesi gerektiği sorusuna cevap verebiliriz. Yukarıda açıklandığı
üzere bir norm geçerli olmak için bir per quam koşulu, iki tane de
sine qua non koşulu yerine getirmelidir. Per quam koşul yukarıda
bellirtildiği gibi geçerliliğin asıl koşuludur; diğer iki sine qua non
koşul geçerliliğin ek koşullarıdır. Biz ilkönce asıl koşulu, sonra ek
koşulları göreceğiz.

169. Hans Kelsen, General Theory of Law and State, Translated by par
Anders Wedberg, Cambridge, Massachusetts, Harvard University Press, 1946,
s.118-119.
Üçüncü Bölüm
GEÇERLİLİĞİN ASIL VE EK KOŞULLARI

I. GEÇERLİLİĞİN ASIL (PER QUAM) KOŞULU:


NORMUN BİÇİMSEL GEÇERLİLİĞİ
Hukuk normunun hukuki geçerliliğinin per quam koşulu, onun
biçimsel geçerliliği, yani belirli bir hukuk düzenine aidiyetidir. Yuka-
rıda1 bir normun biçimsel geçerliliğinin, onun belirli bir hukuk düze-
nine ait olmasıyla belirlendiğini söylemiştik. Bir norm bir hukuk dü-
zeninde mevcutsa biçimsel olarak geçerlidir. Bunun için ise, o nor-
mun kendisinden üst bir normun ve son tahlilde temel normun ön-
gördüğü şekilde yapılmış olması gerekir.
O halde bir normun geçerliliğinin per quam koşulu, o normun bir
üst norma uygun olarak üretilmesi durumunda yerine getirilmiş olur.

II. GEÇERLİLİĞİN EK KOŞULLARI (SİNE QUA NON


KOŞULLARI)
Biçimsel olarak geçerli olan bir normun geçerliliğini kaybetme-
mesi için iki sine qua non koşulu da yerine getirmesi gerekir. Bunlar-
dan birincisi, söz konusu normun ait olduğu global hukuk düzeninin
etkililiği; ikincisi ise bizatihi bu normun minimum etkililiğidir. Şimdi
bunları sırasıyla görelim.

1. Supra, s.73 vd.


90 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

Bu koşullar yukarıda belirtildiği gibi bir hukuk normunun geçer-


liliğinin temeli değil, geçerli olan bir hukuk normunun geçerli kalma-
sı için bu temele eklenen koşullardır. Diğer bir ifadeyle, bunlar per
quam değil, sine qua non koşullardır2.

A. GLOBAL HUKUK DÜZENİNİN ETKİLİLİĞİ


Bir normun hukuki geçerliğinin birinci sine qua non koşulu, bu
normun ait olduğu global hukuk düzeninin etkililiğidir. Diğer bir ifa-
deyle, geçerli olan bir norm, bu geçerliliğini yitirmemesi için, bu
normun ait olduğu hukuk düzeni etkili olmalıdır3. Eğer hukuk düzeni
etkililiğini yitirirse, bu düzene ait tüm normlar da geçerliliğini yiti-
rir4. İnsanların etkili olmayan bir hukuk düzenine itaat yükümlülükle-
ri artık yoktur. Gerçekte bu problem çok istisnai durumlarda ortaya
çıkar. Örneğin devrimlerden sonra durum böyledir. Aslında bir hukuk
düzeninin varlığı bizatihi onun etkililiğine bağlıdır. Diğer bir ifadey-
le, bir hukuk düzeni mevcutsa, o zorunlu olarak etkilidir. Etkili ol-
mayan bir normatif düzen bir hukuk düzeni değildir. Bu anlamda
Michel Virally haklı olarak şunu yazmaktadır:
“Etkililik sorunu hukuk düzeni için ortaya çıkmaz veya daha ziyade, bu so-
run onun varlığı sorunuyla karışır. Bir hukuk düzeni ya etkilidir ya bir hu-
kuk düzeni değildir. Etkililikten mahrum bir norm tasavvur edilebilir...,
ama bir hukuk düzeni asla”5.
Bir hukuk düzeni, eğer temel normun kendisine uyulmasını em-
rettiği anayasa ektili ise, yani bu anayasaya uygun olarak konulan
normlar genel olarak uygulanıyor ve itaat görüyorlarsa etkilidir. Bir
devrim sonucunda eğer bir anayasa etkililiğini yitirirse, bu anayasa
üzerine kurulu global hukuk düzeni de etkililiğini kaybeder; ve glo-
bal hukuk düzeni etkililiğini kaybederse, bu hukuk düzenine ait bütün
normlar da geçerliliğini yitirir.

2. Pietro Piovani, “Effectività”, in Ancyclopedia del dritto, XIV, 1965, s.427;


Keza bkz. Ivanoe Tebaldeschi, “Validità ed efficacia della norma giuridica”,
Rivista internazionale di filosofia del dritto, n.37, 1960, s.294.
3. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.286.
4. Ibid., s.287.
5. Virally, La pensée juridique, op. cit., s.140.
ASIL VE EK KOŞULLAR 91
B. BİR NORMUN MİNUMUM ETKİLİLİĞİ6
Bir normun hukuki geçerliğinin ikinci sine qua non koşulu, biza-
tihi bu normun bir minimum etkililiğe sahip olmasıdır7. Bu koşula
göre, belirli bir hukuk düzenine ait bir normun geçerliliğini yitirme-
mesi için, bizzat bu norm bir minimum etkililiğe sahip olmalı, yani
hiç olmazsa belirli bir noktaya kadar uygulanmalı ve kendisine itaat
edilmelidir8. Sürekli bir şekilde etkililikten yoksun kalan bir norm,
geçerli bir norm olarak kabul edilemez9. Bununla beraber, tek başına
ele alınan bir norm, kendisine itaat edilmesi veya uygulanması gere-
ken hallerden sadece birkaçında kendisine itaat edilmez veya uygu-

6. Karşı görüş: Guy Héraud’ya göre, hukuk düzeninin her ayrı parçasının ge-
çerliliği sadece biçimsel geçerlilik ile tanımlanır. Buna göre, hukuka uygun olarak
konulmuş her norm geçerlidir Guy Héraud, “La validité juridique”, in Mélanges
offerts à Jacques Maury, Faculté de Droit et de Sciences économiques de
Toulouse, Paris, Librairie Dalloz et Sirey, 1960, t.II, s.483). Ona göre, müeyyide
hukuk düzeninin ut siguli unsurlarına değil, ama in globo hukuk düzenine özgüdür
(Ibid., s.479). Dolayısıyla Guy Héraud’ya göre, belirli bir normun geçerliliği için,
bu ek koşul, yani minimum etkililik gerekli değildir. Diğer bir deyişle, bir hukuk
düzenine ait belirli bir norm, bu normun ait olduğu hukuk düzeninin etkili olması
şartıyla, bizzat bu norm etkili olmasa dahi geçerli olabilir (Ibid., s.479-484). Aynı
yönde keza bkz. Marc Vanquickenborne, “Quelques réflexions sur la notion de
validité”, Archives de philosophie du droit, 1968, s.191: “Eğer bir kanun mahke-
melerce gerektiği gibi uygulanmazsa, geçerliliğini yitirmez, zira onun geçerliliği
sadece anayasaya uygunluğunun bir sonucudur. Bu nedenle, bir kanuna yurttaşlar
tarafından uyulmaması, o kanunun geçerliliği üzerinde hiç bir etkisi yoktur”. Böy-
lece G. Héraud et M. Vanquickenborne’a göre, geçerlilik ve etkililik kavramları
arasında bir bağıntı vardır. Ama, etkililik, ayrı ayrı hukuk normlarının değil, in
globo hukuk düzeninin bir özelliğidir, Yani bir norm, etkili bir hukuk düzenine ait
ise, tek başına etkili olmasa da, bu norm geçerlidir (Héraud, op. cit., s.478-479:
“Bir bütün olarak ele alınan hukuk düzeni için, geçerlilik varlığın eşanlamlısıdır:
Bir düzen sadece en büyük güç tarafından destekleniyorsa hukukidir”.
Vanquickenborne, op. cit., s.191: “Ama bütün bir sistemin geçerliliğinin tespiti söz
konusu olduğunda, bu geçerliliğin sadece onun etkililiği ile örtüştüğünü kabul et-
mek gerekir”.
Sonuç olarak bu yazarların bizim ikinci ek koşulumuzu, yani bir normun mi-
nimum etkililiğini gereksiz gördüklerini söyleyebiliriz. Onlar için sadece bir ek
koşul vardır: In globo hukuk düzeninin etkililiği.
7. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.14-15, 287-288.
8. Ibid., s.14-15.
9. Ibid., s.15.
92 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

lanmaz ise geçerliliğini sırf bundan dolayı kaybetmez10. Fakat diğer


yandan, kendisine hiçbir zaman uyulmayan veya hiçbir zaman uygu-
lanmayan bir norm, geçerli bir norm olarak kabul edilemez. Başka bir
ifadeyle bir norm, geçerli kalmak için metrukiyete (désuétude) düş-
memelidir11.

Minimum Etkililik Kavramının Belirsizliği Meselesi


Yukarıdaki ifadelerden de sezileceği üzere, bir hukuk normunun
“minimum etkililiğe” sahip olup olmadığının belirlenmesi oldukça
güçtür. Hangi noktadan itibaren bir norm etkililiğini kaybedip geçer-
sizleşmektedir? İşte burada bu soruya yanıt arayacağız.
Ama hemen belirtelim ki, Jean Carbonnier ve Paul Amselek gibi,
Kelsen’in minimum etkililik kavramını eleştiriren yazarlar vardır.
Aslında onların eleştirileri, bu kavramın Reine Rechtslehre’nin birin-
ci baskısında kullanılan karşılığınadır12. İlk baskıda Kelsen, aynı
kavramı biraz değişik terimlerle ifade etmektedir:
“Pozitif düzen ile onun düzenlediği bireylerin fiili davranışları arasında
belirli bir ölçüde bir bağıntı vardır. Bu bağıntı, norm ile olgu arasında ki
bir gerilim olarak temsil edilebilir. Ama norm ile olgu arasındaki bu u-
yumsuzluğun belirli bir maksimumun üstüne çıkmaması ve belirli bir mi-
nimumun altına da düşmemesi gerektiği belirtilebilir...”13.

10. Ibid., s.287.


11. Ibid., s.288.
12. Daha doğrusu bunun Fransızca tercümesine (İzleyen dipnota bkz.).
13. Hans Kelsen, Théorie pure du droit, Trad. par Henri Thévenaz, Neuchâtel,
La Bocannière, 1953, s.118 (1988, s.127). Théorie pure du droit’nın ikinci baskı-
sında Kelsen şöyle diyor: “Bir hukuk normunun düzenlediği insan davranışı fiilen
bu norma hiç olmazsa belirli bir noktaya kadar fiilen uyuyorsa bu norm objektif
olarak bir hukuk normu olarak kabul edilebilir. Hiçbir yerde ve hiçbir zaman uygu-
lanmamış ve kendisine uyulmamış bir norm, yani genellikle denildiği üzere, mini-
mum etkililikten yararlanmayan bir norm, objektif olarak bir hukuk normu olarak
kabul edilmez. Dolayısıyla bir minimum etkililik, hukuk normlarının geçerliliğinin
bir koşuludur (Kelsen, Théorie pure du droit, (Traduction française de la deuxième
édition de la “Reine Rechtslehre” par Ch. Eisenmann), op. cit., s.14-15. İtalikler
bize ait). “Sürekli bir şekilde etkililikten mahrum kalan bir norm artık geçerli bir
norm olarak kabul edilemez (Ibid., s.15. İtalikler bize ait).
ASIL VE EK KOŞULLAR 93
Bu iddia karşısında Jean Carbonnier şu soruyu soruyordu: “Bir
hukuk kuralının varlığı ile bağdaşabilen etkisizliğin maksimum oranı
nedir”14?
Paul Amselek de şunu ileri sürüyordu:
“Bu ‘belirli bir ölçüde’den daha belirsiz daha karanlık bir şey olamaz. Bu
aslında, anlayışlı bir düşünce tarzına göre, ‘belirsiz bir ölçüde’ demekten
başka değildir. Öyleyse hukuk bilimi kendisinin dayandığı kilit kavramlar-
dan birini nitelendirmek için böylesine tanımlanmamış bir kavramı nasıl
esas alabilir”15?
Hatırlatalım ki, Reine Rechtslehre’nin ikinci baskısında, aynı ko-
şuldan bahsederken Kelsen, “norm ile olgu arasında belirli bir ölçüde
uygunluk”16 tabiri yerine, “norm ile normun düzenlediği insan dav-
ranışı arasında hiç olmazsa belirli bir ölçüde uygunluk” ve “minimum
etkililik” ifadelerini kullanmaktadır17.
O halde, bu “minimum etkililik” kavramı yeterli derecede açık
mıdır?
Kanımızca bu sorun yakından incelenmeyi haketmektedir.
İlk önce bu “etkililik” terimiyle ne anlatılmak isteniyor onu belir-
lemek gerekir.
Zira, bir hukuk normunun etkililiğini anlamanın birden fazla çe-
şidi vardır. Örneğin, sadece ve sadece yurttaşların davranışları bir
normun toplumda düzenli olarak izlendiğini gösteriyorsa, yani o
norm toplumda fiilen uygulanıyorsa, o normun etkili olduğu düşünü-
lebilir18. Bu anlamda bir norm, resmi makamların uygulamasına ihti-
yacı olmaksızın etkili olabilir. Buna karşın ikinci bir anlayışa göre,
bir norm sadece ve sadece resmi makamlarca ve özellikle mahkeme-
lerce uygulanıyorsa etkilidir. Bu anlamda denilebilir ki, hukuk, ikti-
dar organları tarafından uygulandığında toplumda gerçekleşir19.

14. Jean Carbonnier, “Effectivité et ineffectivité de la règle de droit”, L'Année


sociologique, 1957-1958, 3e série, s.13-14, cité par Amselek, Perspectives
critiques d'une réflexion épistémologique sur la théorie du droit, op. cit., s.334.
15. Amselek, Perspectives critiques d'une réflexion épistémologique sur la
théorie du droit, op. cit., s.334.
16. Hans Kelsen, Théorie pure du droit, Trad. par Henri Thévenaz, Neuchâtel,
La Bocannière, 1953, s.118 (1988, s.127).
17. Bkz. Kelsen, Théorie pure du droit, (Trad. par Ch. Eisenmann), op. cit.,
s.14-15.
18. Aarnio, Le rationnel comme raisonnable op. cit., s.50.
19. Ibid.
94 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

Biz burada Kelsen’in etkililik tanımını tercih ediyoruz. Kelsen’e


göre, bir norm belirli bir beşeri davranışa bir müeyyide bağladığında,
yani bu davranışı bir suç haline getirdiğinde, bu norm şu iki halde
etkilidir: İster norm hukuk düzeninin organları tarafından, yani mah-
kemeler tarafından somut durumlarda uygulansın; isterse, normun
muhatapları tarafından norma, müeyyide uygulanmasına gerek ol-
maksızın uyulsun20. Özetle, bir normun etkililiği ya somut bir du-
rumda o normun öngördüğü müeyyidenin mahkemelerce uygulanma-
sından; ya da o norma müeyyide korkusundan dolayı muhatapların
kendiliğinden uymasından kaynaklanmaktadır.
O halde, muhatapları tarafından izlenmesi gereken bir durumda
bir normun etkili olması için, bir yandan muhatapların davranışları
bu norma uygun olmalı; ve diğer yandan ve son tahlilde, bu norma
aykırı davranışlar varsa, onlar mahkemeler tarafından
müeyyidelendirilmelidir. Kısacası, bir norma ya muhatapları uymalı,
ya da (son tahlilde) bu norm mahkemeler tarafından uygulanmalıdır.
O halde, bir normun etkililiğini ölçmek için karşılaştırılacak iki
elemanımız var:
1) Norma muhatapları tarafından uyulması gereken hâl sayısı,
2) Muhatapları tarafından norma fiilen uyulan veya mahkemelerce normun
uygulandığı hâl sayısı.
Eğer bu iki elemanı karşılaştırırsak, normun etkililiği oranını elde
etmiş oluruz. Bu amaçla izleyen grafiği yaptık:

20. Kelsen, Théorie pure du droit, (Trad. par Ch. Eisenmann), op. cit., s.15.
ASIL VE EK KOŞULLAR 95
Grafik no 1: Bir Normun Etkililik Oranı

Bu grafikte biz birinci ögeyi, yani norma muhatapları tarafından


uyulması gereken hâl sayısını düşey eksen; ve ikinci ögeyi ise, yani
muhatapları tarafından norma fiilen uyulan veya mahkemelerce
normun uygulandığı hâl sayısını ise yatay eksen üzerinde gösterdik.
Böylece bu grafik bir normun etkililiğinin değişik yüzdelerini
vermektedir. Örneğin, norm kendisine uyulması gereken veya mah-
kemelerce uygulanması gereken 100 halde, normun kendisine uyul-
muş veya norm mahkemelerce uygulanmış ise, % 100 etkililik vardır.
Eğer norm uyulması veya uygulanması gereken 100 halde sadece 50
defa uygulanmış veya uyulmuş ise, etkililik oranı % 50’dir. Keza,
eğer norm uyulması veya uygulanması gereken 100 halde sadece 25
defa uygulanmış veya uyulmuş ise, etkililik oranı % 25’tir. Nihayet
eğer norm uyulması veya uygulanması gereken 100 halde 0 defa uy-
gulanmış veya uyulmuş ise, etkililik oranı % 0’dir. Birinci duruma
(% 100 etkililik) “total etkililik”, ve sonuncu duruma (% 0 etkililik)
ise “total etkisizlik” ismini verelim.
Şimdi doğrusal bir çizgi üzerinde bu etkililik oranlarını göstere-
lim:
96 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

Şimdi bu çizgi yardımıyla Kelsen’in etkililik teorisinin açıklığını


tartışalım.
İlk önce bu çizginin iki uç noktasının, yani “% 0 etkililik” ve “%
100 etkililik” noktalarının Kelsenci teoride açık olduğunu belirtelim.

a) “% 0 Etkililik” Noktasının Belirliliği


Bu nokta, yukarıdaki çizginin sol ucunda bulunmaktadır. Bu nok-
tanın daha solunda, bu çizgiye ait başka bir nokta yoktur. O bu çizgi-
nin son noktasıdır. Dolayısıyla bu nokta matematik olarak belirlidir.
Bu nokta hukuken de belirlidir. Zira, kendisine uyulması veya
mahkemelerce uygulanması gereken hallerde hiç kendisine uyulma-
yan ve mahkemelerce hiçbir şekilde uygulanmayan bir norm total
etkisizlik halinde bulunur. Diğer yandan ise, bir normun total etkisiz-
liği onun geçerliliğin kaybettirir. Diğer bir ifadeyle herhangi bir etki-
lilikten yararlanmayan norm geçerli bir hukuk normu değildir. Kelsen
bunun çok açıkça dile getirmektedir: “Hiçbir yerde ve hiçbir zaman
uygulanmayan norm, objektif olarak geçerli bir hukuk normu olarak
kabul edilemez”21. “Hiçbir zaman uyulmamış ve uygulanmamış
norm, geçerli bir norm olarak kabul edilmez. Fiilen, sürekli bir şekil-
de uyulmamış ve uygulanmamış olmasından dolayı bir norm geçerli-
liğini yitirebilir”22.
Total etkisizlik halinde bulunan normları tespit etmek her zaman
mümkündür. Uyulması ve uygulanması gereken hallerde bir defa bile
uyulmamış veya uygulanmamış bir norm total etkisizlik halinde bu-
lunur. Ve bu halde bulunan normlar, hiçbir şekilde geçerli normlar
değildirler. Bu hipotezde görülmektedir ki, total etkisizlik kavramı

21. Ibid.
22. Ibid., s.288.
ASIL VE EK KOŞULLAR 97
açık ve operasyonel bir kavramdır. Sonuç olarak, bu ilk nokta bakı-
mından Kelsen'in teorisinin yeterince açık olduğunu söyleyebiliriz.

b) “% 100 Etkililik” Noktasının Belirliliği Sorunu


Bu nokta yukarıdaki çizginin sağ uç noktasında bulunur. Bu nok-
tanın daha sağında bu çizgiye ait bir başka nokta yoktur. Bu çizginin
sonuncu noktasıdır. Dolayısıyla bu nokta matematik olarak belirlidir.
Bu nokta hukuken de belirlidir. Zira, uyulması veya uygulanması
gereken her durumda kendisine uyulan veya uygulanan bir norm,
total etkililik durumunda bulunur. Böyle bir norm, geçerli bir norm
olarak kabul edilir23. O halde, Kelsen’in teorisinin bu ikinci nokta
üzerinde de yeterince açık olduğunu söyleyebiliriz.

c) “Minimum Etkililik” Kavramının Belirliliği Sorunu


Bununla birlikte Kelsen, bir normun geçerli olması için, o nor-
mun total etkililiğini gerekli görmemektedir. Ona göre, bir hukuk
normu tek başına ele alındığında, sadece uyulması ve uygulanması
gereken hallerden sadece birkaçında uyulmaz veya uygulanmazsa o
norm geçerliliğini yitirmemektedir24. Diğer bir ifadeyle, normun bir
minimum etkililiğe sahip olması yeterlidir. Yani hiç olmazsa bir norm
geçerli kalmak için belirli bir noktaya kadar uyulmalı veya uygulan-
malıdır25.
Bizim yukarıdaki çizgimizde, bu “mimimum etkililik” mantıken
total etkisizlik (% 0 etkililik) ile total etkililik (% 100 etkililik) ara-
sında bir nokta üzerinde bulunmalıdır. Biz bu noktayı “X” ile işaret-
ledik. O halde bu “X” noktası, “çizgimizin ilk ve son noktaları ara-
sında bulunan herhangi bir nokta” olarak tanımlanabilir. Tanımdan
da anlaşılacağı üzere, bu “X” “0” ile “100” arasında herhangi bir de-

23. Bununla birlikte şunu belirtmek gerekir ki, Kelsen’e göre, böyle bir etkili-
lik norma aykırı davranış imkânının yokluğundan kaynaklanmamalıdır. Zira, Kel-
sen’in teorisinde, “gerçekten bir normun ortada olması için bu norma aykırı davra-
nış imkânının mevcut olması gerekir. Bir doğa yasası gereği önceden gerçekleşece-
ği bilinen bir olgunun olmasını emreden bir norm, bir doğa yasası gereği gerçek-
leşmesi imkânsız olana bir şeyi emreden norm kadar anlamsızdır” (Kelsen, Théorie
pure du droit, (Trad. par Ch. Eisenmann), op. cit., s.15).
24. Ibid., s.287.
25. Ibid., s.14-15.
98 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

ğer alabilir. Ve bu mümkün değerler arasında objektif bir tercih yapı-


lamaz.
Bu nokta hukuken de belirsizdir. Bir norm geçerli olmak için mi-
nimum etkililiğe sahip olmalıdır; yani hiç olmazsa belirli bir noktaya
kadar uygulanmalıdır. Ama bu “minimum” etkililik nedir? Nasıl be-
lirlenmektedir? Bu minimum etkililiğe sahip olmak için bir norm
hangi noktaya kadar uygulanmalıdır?
Biz daha önce “etkililik” kelimesinin ne anlama geldiğini açık-
lamıştık26. Şimdi de “minimum” kelimesini açıklayalım. Türk Dil
Kurumunun Türkçe Sözlük’üne göre, “bir şey için gerekli en küçük
(derece, nicelik)” ve “değişken bir niceliğin inebildiği en alt basa-
mak” olarak tanımlanmaktadır. Petit-Robert (Dictionnaire de la
langue française) ise bu kelimeyi, “belirlenmiş en küçük miktar”
olarak tanımlamakta ve diğerleri arasında şu örnekleri vermektedir:
“Bir sınav için gerekli minimum puan”. Örneğin bu minimum puana
ulaşan aday bir ünvanı elde etmekte, bu puana ulaşamayan aday ise
bu ünvanı elde edememektedir. Bu açıdan “hayati minimum (mini-
mum vital)”un tanımı fikir vericidir. Sözlük bu terimi “organizmayı
hayatta tutabilmek için gerekli olan minimum” olarak tanımlamakta-
dır.
Bu örneklerden esinlenerek, minimum etkililiğin, normun etkili-
lik seviyesine ulaşması için sahip olması gereken en küçük etkililik
miktarı olduğu söylenebilir. Diğer bir ifadeyle, minimum etkililik,
normu geçerlilikte, yani hayatta tutabilmek için gerekli olan etkililik-
tir.
Bu tanımlar dahi bizim problemimiz açısından belirsiz kalmak-
tadır. Soru değişmemektedir: Bu minimum etkililiğe sahip olmak
için, bir norm hangi noktaya kadar uygulanmalı veya kendisine u-
yulmalıdır? Kelsen bu soruya “hiç olmazsa belirli bir noktaya ka-
dar” cevabını vermektedir. Kanımızca bu cevap doyurucu değildir.
İlk önce, Carbonnier’in de aynı soruyu sorduğunu hatırlayalım:
“Bir hukuk kuralının varlığı ile bağdaşan minimum etkililik derecesi
nedir”27? Keza Paul Amselek de Kelsen’in bu minimum etkililik

26. Bkz. supra, s.64-65.


27. Jean Carbonnier, “Effectivité et ineffectivité de la règle de droit”, L'Année
sociologique, 1957-1958, 3e série, s.13-14, cité par Amselek, Perspectives
critiques d'une réflexion épistémologique sur la théorie du droit, op. cit., s.334.
ASIL VE EK KOŞULLAR 99
anlayışını eleştiriyordu. Ona göre bu kavram belirsizdi ve hukuk bi-
limi böyle belirsiz bir kavramı esas alamazdı28. Bizim için de bu kav-
ram tamamıyla belirsizdir. Kelsen’e göre, bir norm sadece birkaç
halde uygulanmaz veya kendisine uyulmaz ise geçerliliğini yitirmez.
Uyulmama veya uygulanmama hali demek ki “belirli bir sayıya” u-
laşmalıdır. Örneğin uyulması veya uygulanması gereken 100 halde
bir norma sadece bir defa uyulmuş veya bu norm sadece bir defa uy-
gulanmış ise, bu normun bir minimum etkililiğe sahip olduğu dolayı-
sıyla geçerli olduğu söylenebilir mi? Eğer tek bir uyma veya uygula-
ma yeterli değilse, normun etkili ve dolayısıyla geçerli olması için en
az ne kadar uyma veya uygulama hali gerekir? Kanımızca bu sorulara
objektif bir yanıt verilemez.
Sonuç olarak, total etkililik ve total etkisizlik durumlarının ta-
nımlanabilir olduğunu, ama bu minimum etkililik kavramının objek-
tif olarak tanımlanmasının oldukça güç olduğunu söyleyebiliriz.

28. Amselek, Perspectives critiques d'une réflexion épistémologique sur la


théorie du droit, op. cit., s.334.
Kemal Gözler, Hukukun Genel Teorisine Giriş: Hukuk Normlarının Geçerliliği ve Yorumu Sorunu, Ankara,
US-A Yayıncılık, 1998, 245+III s. © Kemal Gözler. Her hakkı saklıdır.

Dördüncü Bölüm
GEÇERLİLİK KOŞULLARINA AYKIRILIĞIN
SONUÇLARI: GEÇERSİZLİK

Yukarıda görüldüğü gibi biçimsel anlayışta bir normun geçerlili-


ğinin asıl koşulu kendisinden üst bir normun öngördüğü usûlle ko-
nulmasıydı. Eğer bir norm kendisinden üst bir normun öngördüğü
usûlle konulmuyorsa bunun sonucu nedir?
Kelsen bu sorunu “değişik düzeydeki normlar arasındaki çatış-
ma”1 başlığı altında inceliyor. Zira, hukuk düzeni hiyerarşize edilmiş
normlardan oluşmuş bir piramittir. Yukarıda gördüğümüz gibi bir
hukuk normu kendisinden bir üst normun öngördüğü şekilde yaratılı-
yorsa bir hukuk düzenininin parçası haline geliyordu. Dolayısıyla bir
hukuk düzeninde bir alt norm ile bir üst norm arasında çatışma olma-
sı her zaman mümkündür. Eğer böyle bir çatışma söz konusu ise so-
nuç ne olacaktır?
Geleneksel hukuk doktrininde kullanılan kavramlara bakılırsa
böyle bir “çatışma”nın gerçekten mümkün olduğu izlenimi uyanabi-
lir. Zira geleneksel doktrinde “anayasaya aykırı kanunlar”dan, “kanu-
na aykırı idari işlemler”den veya “kanuna aykırı mahkeme kararla-
rı”ndan bahsedilmektedir. Bu doktrinde, “bir hukuk kuralının hukuka
aykırılığı”ndan dahi bahsedilir. İdare hukuku kitaplarının en önemli
konularından birisi “idari işlemlerin hukuka aykırılık halleri”dir2.
Böylece geleneksel olarak “hukuka aykırı hukuk normları” mevcut

1. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.355.


2. Metin Günday, İdare Hukuku, Ankara, İmaj Yayınları, 1996, s.155-180.
Fransız idare hukukunda “idari işlemlerin hukuka aykırılık halleri”ni, “yasallık
ilkesi (principe de légalité)” başlığı altında incelemek adettir. Bu konu da ise genel-
likle, “kanuna aykırılık (illégalité)” halleri ve bunun yaptırımları incelenir. Örneğin
bkz. René Chapus, Droit administratif générale, Paris, Montchrestien, Tome 1, 5e
édition, 1990, s.692-747.
102 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

olabilir. Geleneksel doktrin bu “hukuka aykırı hukuki işlemleri” or-


tadan kaldırmaya çalışır. Genelde bu hususu “hukuki işlemlerin sa-
katlık halleri” başlığı altında inceler. Geleneksel doktrin bu “sakatlı-
ğın müeyyideleri”ni geliştirmeye çalışır.
Geleneksel doktrinin özel hukuk kısmı “hukuki işlemin sakatlığı-
nın müeyyideleri”ni genelde yokluk, mutlak butlan ve nisbi butlan
olmak üzere üçe ayırarak inceler.
Hukuki işlemin kanuni unsurlarından biri yoksa bu işlemin “yok-
luk” ile malûl olduğundan bahsedilir. Böyle bir işlem
“keenlemyekûn”dür; yani hukuken hiç doğmamış, hukuk aleminde
hiç ortaya çıkmamıştır. Buna verilen klasik örnek, Türk Medeni Ka-
nununun 108’inci maddesine uyulmadan yani belediye reisi veya
reisin evlenme işlerine memur ettiği vekili veya muhtar tarafından
akdolunmayan evlendirmelerdir. Bir kadın ve erkek istedikleri kadar
birlikte yaşasınlar bu koşula uyulmazsa birlikte yaşama durumları
evlilik değildir. Böyle bir “evlilik” yokluk ile malûldür;
“keenlemyekûn”dür. Ayrıca bir mahkeme kararıyla yokluğununu
tespitine gerek yoktur.
Bir işlem, kanunun öngördüğü kurucu unsurları bulundurmakla
birlikte kanunun emredici hükümlerine aykırı ise “mutlak butlan” ile
malüldür. Böyle bir işlem, hukuk aleminde doğmuştur, ama ortadan
kaldırılabilir. Böyle bir işlemin ortadan kaldırılmasını ilgililer ve hat-
ta üçüncü kişiler, bir süreyle sınırlı olmaksızın her zaman isteyebilir-
ler. Hakim de böyle bir işlemi her zaman re’sen ortadan kaldırabilir.
Nihayet, kanunun öngördüğü unsurlara sahip olan ve kanunun
emredici hükümlerine de aykırı olmayan bir işlem, o işlemi oluşturan
iradede bir sakatlık varsa nisbi butlan ile malüldür. Bu tür işlem orta-
dan kaldırılabilir. Ama bunu sadece iradesi fesada uğrayan kişi talep
edebilir. Bu kişi bu hakkını ancak belirli bir süre içinde kullanabilir.
Hâkim tarafından da işlem re’sen ortadan kaldırılamaz.
Geleneksel kamu hukukunda, “hukuki işlemlerin sakatlığının
müeyyidesi” konusunda tam bir kargaşa vardır. Kamu hukuku dokt-
rini de bu konuda esas itibarıyla özel hukuk doktrininin kavramlarını
kullanır. Ona göre, iki tür müeyyide vardır: Yokluk ve iptal edilebilir-
lilik.
GEÇERLİLİK KOŞULLARINA AYKIRILIĞIN SONUÇLARI 103
1. Yokluk (inexistence).–Geleneksel kamu hukuku doktrinine gö-
re, bir hukuki işlemin, “çok ağır bir sakatlık”3 (une irrégularité
extremement grave)4 ile malûl olması durumunda bu işlem “yok
hükmünde”5 (nul et de nul effet, nul et non avenu)6dir. Örneğin, iste-
ğe bağlı işlemlerde ilgilinin talep ve rızası bulunmadan alınmış işlem
yokluk ile malûldür7. Keza fonksiyon gasbı, yetki gasbı ve ağır ve
bariz yetki tecavüzü ile malûl işlemlerde yok hükmündedir8. İdari
işlemin şekil unsurundaki sakatlık halleri de yokluk sonucunu doğu-
rur. Örneğin yazılı şekle tâbi bir kararın sözlü olarak alınması yok
hükmündedir9. Nihayet konu unsurundaki bazı sakatlıklar da idari
işlemlerin yokluğu sonucunu doğurur10.
Fransız hukukunda da idari işlemlerin yokluğu benzer şekilde a-
çıklanmıştır11. Şu örneklerde Fransız Conseil d’Etat’sı idari işlemle-
rin yok hükmünde (nul et de nul effet) olduğuna karar vermiştir: Ya-
sal mevcudiyeti olmayan bir organın aldığı kararlar12; yetkisiz kişinin
aldığı kararlar13; yargı alanına karışan idari işlemler (ör. Belediye
seçimlerini iptal eden bir valilik kararı)14; bir kişiyi belirli bir avan-

3. Günday, op. cit., s.172.


4. Jean-Marie Auby ve Roland Drago, Traité de contentieux administratif, Pa-
ris, L.G.D.J., 1984, Cilt 2, s.437.
5. Günday, op. cit., s.173.
6. Auby ve Drago, op. cit., Cilt 2, s.437; André de Laubadaire, Traité de droit
administratif, Paris, L.G.D.J., 11e édition, 1990, s.533; René Chapus, Droit
administratif générale, Paris, Montchrestien, 5e édition, 1990, Cilt 1, s.695;
Georges Vedel ve Pierre Delvolvé, Droit administratif, Paris, PUF, 12e dition,
1992, Cilt 2, s.264.
7. Günday, op. cit., s.173.
8. Ibid.
9. Ibid., s.174.
10. Ibid.
11. Auby ve Drago, op. cit., c.2, s.441-442; de Laubadaire, op. cit., s.533;
Chapus, op. cit., c.2, s.695; Vedel ve Delvolvé, op. cit., c.2, s.264.
12. Conseil d’Etat, 9 Kasım 1983, Saerens, Receuil des décisions du Conseil
d’Etat, 1983, s.453.
13. Conseil d’Etat, 8 Aralık 1982, Commune de Dompierre, Receuil des
décisions du Conseil d’Etat, 1982, s.555.
14. Conseil d’Etat (Assemblée), 31 Mayıs 1957, Rosan Girard, Receuil des
décisions du Conseil d’Etat, 1957, s.355.
104 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

tajdan yararlandırmak için bir kamu görevine atayan işlemler15; kamu


görevlilerinin yaş sınırına aykırı olarak atanma kararları16.
Geleneksel kamu hukuku doktrinine göre yoklukla malûl olan bir
işlem, her ne kadar hukuk aleminde hiç doğmamış kabul edilse bile,
yokluğunun bir mahkeme kararıyla saptanması gerekmektedir17. Zira,
“yoklukla malûl bir idari karar, gene de İdarenin bir işlemidir. Gerçi yok
hükmünde olan, hiç doğmamış sayılan bir kararın yargı merciinde iptal e-
dilmesi veya İdarece geri alınması düşünülemez. Ancak böyle bir karar
gene de kamu gücü kullanılarak alınmıştır ve uygulanma olasılığı vardır.
Bu nedenle böyle bir kararın yokluğunun saptanmasında gerek ilgili, ge-
rekse kamu açısından yarar söz konusudur”18.
Dolayısıyla yoklukla malûl olan bir işlemin dahi yokluğunun bir
mahkeme kararıyla tespit edilmesi gerekmektedir. Bunun için de yok-
luğun tespiti için bir dava (recours en déclaration de l’inexistence
veya recours en constatation de nullité) açılması gerekmektedir19.
Yani yok hükmünde (nul et de nul effet) olan bir işlem, yokluğunu
tespit eden bir mahkeme kararı ile hukuk aleminden silinmektedir.
Bu tür bir mahkeme kararı ise iptal (annulation) kararından ancak
usule ilişkin birkaç noktada ayrılmaktadır: Yokluk talebi hiçbir süre-
ye bağlı değildir. İşlemi yapan organ her zaman yokluk ile sakat iş-
lemini geri alabilir. Yokluk kararı her yargı merciince verilebilir20.
2. İptal Edilebilirlilik (Annulabilité).–Geleneksel kamu hukuku
doktrine göre, yok hükmünde olmayan, ama yine de hukuka aykırı
olan bir hukuki işlem bir mahkemenin iptal kararıyla ortadan kaldırı-
labilir. Ne var ki böyle bir işlem iptal edilinceye kadar hukuken ge-
çerlidir21.

15. Conseil d’Etat (Section), 30 Haziran 1950, Massonaud, Receuil des


décisions du Conseil d’Etat, 1950, s.400.
16. Conseil d’Etat (Section), 3 Şubat 1956, de Fontbonne, Receuil des
décisions du Conseil d’Etat, 1956, s.45.
17. De Laubadaire, op. cit., s.532; Günday, op. cit., s.172; Chapus, op.
cit., s.695; Vedel ve Delvolvé, op. cit., s.264.
18. Günday, op. cit., s.171-172.
19. Vedel ve Delvolvé, op. cit., s.264.
20. De Laubadaire, op. cit., s.532; Günday, op. cit., s.172; Chapus, op.
cit., s.695.
21. İptal edilebilirlilik için bkz. Günday, op. cit., s.174-175 ; Gözübüyük, Yö-
netim Hukuku, op. cit., s.173; De Laubadaire, op. cit., s.532; Chapus, op.
cit., s.694.
GEÇERLİLİK KOŞULLARINA AYKIRILIĞIN SONUÇLARI 105
Görüldüğü gibi geleneksel doktrinde yokluk ile iptal edilebilirli-
lik arasındaki yapılan ayrım aslında bizim için önemli değildir. Bir
işlemin yok hükmünde olması ile iptal edilebilir olması aynı şeyler-
dir. İkisinde de sakat olduğu düşünülen hukuki işlem mahkeme kararı
ile bu sakatlığı tespit edilinceye kadar geçerlidir. O halde sorun de-
ğişmemektedir. İster bu mahkeme kararına iptal, isterse yokluk tespiti
kararı densin her halükarda bu karar olmadan sakat hukuki işlem or-
tadan kalkmamaktadır.
Kanımızca gerek Türk, gerek Fransız geleneksel kamu hukuku
doktrini “yokluk” (inexistence) kavramını yanlış yere kullanmaktadır.
Yukarıda22 gördüğümüz gibi bir hukuk normunun geçerliliğinin ön
koşullarından bir tanesi “maddi varlık (existence matérielle)”tır. Hu-
kukun genel teorisinde bir işlemin maddi varlığı ile, o işlemin somut
taşıyanının (support, hâmil), yani bir belgenin, bir sözün, bir ritüelin,
tek kelimeyle bir instrumentumun varlığı anlatılmak istenmektedir23.
Buna göre bir şeyin bir hukuk normu olması için maddi alemde mev-
cut olması gerekir. Bir hukuk normunun iptali için dava açılıyorsa ilk
gösterilmesi gereken şey bu hukuk normunun madden mevcut oldu-
ğudur. Örneğin bir tüzüğün iptali isteniyorsa, öncelikle Resmi Gaze-
teye bakılarak bu tüzüğün maddi varlığı tespit edilmelidir. Eğer bir
idari kararın iptali isteniyorsa, gerçekten böyle bir kararın alınıp a-
lınmadığı, maddi alemde mevcut olup olmadığı araştırılmalıdır. Eğer
bu araştırma sonunda iptali istenen normun veya idari işlemin maddi
alemde mevcut olmadığı anlaşılırsa mahkeme, böyle bir norm veya
idari karar hakkında iptal kararı veremeyeceği gibi yokluk tespiti
kararı vb. dahi veremez. Zira ortada hiçbir şekilde bir hukuk normu
veya idari karar yoktur. Yok olan bir işlem ise bir yargısal usule konu
olamaz. Böyle bir durumda mahkeme ön inceleme sonucunda, konu
unsuru bulunmadığından davanın dinlenemeyeceğine (irrecevabilité)
karar vermelidir.
Geleneksel kamu hukuku doktrininin, “yokluk” ile malûl işlemler
için verdiği örneklerin çoğunda hukukun genel teorisi açısından
“maddi” yokluk söz konusu değildir. Örneğin yukarıdaki örneklerden
bir tanesine göre, isteğe bağlı işlemlerde ilgilinin talep ve rızası bu-

22. Supra, s.27 vd.


23. Ost et Van de Kerchove, Jalons pour une théorie critique du droit, op. cit.,
s.259; Ost, “Validité”, op. cit., s.636.
106 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

lunmadan alınmış işlem yokluk ile malûldür24. Oysa böyle bir işlem
maddi olarak mevcuttur. Dış dünyada vardır. Burada yokluk değil,
hukuka aykırılık hali sözkonusudur. Keza ağır ve bariz yetki tecavü-
zü ile malûl işlemlerde25 dahi işlemin maddi yokluğundan bahsedi-
lemez. İdari işlemin şekil unsurundaki sakatlık halleri26 de genellikle
o işlemin maddi yokluğu sonucunu doğurmaz. Örneğin yazılı şekle
tâbi bir kararın sözlü olarak alınması halinde o kararın madden yok
olduğu söylenemez. Söz ile de alınsa dış dünyada algılanabilen bir
fiil ile konulmuştur. Nihayet konu unsurundaki sakatlıklar ise genel-
likle işlemin maddi varlığını etkilemez27.
O halde, gerçekten bir “yokluk”tan bahsedilecek ise bu maddi
yokluk olmalıdır. Hukuk dogmatiği hukukun genel teorisinin hazırla-
dığı bu kavramdan yararlanmalıdır. Bu anlamda, yani “maddi varlık
(existence matérielle)” anlamında bir hukuk normu veya bir hukuki
işlem “yok” ise, o, hiçbir yargısal faaliyete konu olamaz. Yok eğer
“yokluk” bu anlamda değil, geleneksel kamu hukuku doktrinin kul-
landığı anlamda kullanılırsa, bu kavramın bir müeyyide olarak iptal
edilebilirlilikten teorik hiçbir farkının bulunmadığını söyleyebiliriz.
Aslında böyle bir durumda bir hukuk normunun veya bir hukuki iş-
lemin ister yokluğu “tespit” edilsin, ister bu norm veya işlem “iptal”
edilsin, her iki hâlde de geçerli olan bir norm veya işlem geçersiz
hâle getirilmektedir. Dolayısıyla burada aslında bir hukuk normu
veya bir hukuki işlem kendisinden üst bir normun öngördüğü koşul-
lara aykırı olduğu için geçersizleştirilmektedir (invalidation).
***
Geleneksel doktrindeki durumu açıklayıp kısaca eleştirisini böy-
lece yaptıktan sonra hukukun genel teorisinin sistematiğine ve kav-
ramlarına dönebiliriz. Bu başlık altında incelediğimiz soruyu
tekrarlıyalım: Yukarıda gördüğümüz gibi bir normun geçerliliğinin
asıl koşulu kendisinden üst bir normun öngördüğü koşulda konulma-
sıdır. Eğer bir norm kendisinden üst bir normun öngördüğü koşullara
uygun olarak konulmuyorsa veya bu üst normun içeriğine aykırı ise
sonuç ne olacaktır?

24. Günday, op. cit., s.173.


25. Ibid.
26. Ibid., s.174.
27. Ibid.
GEÇERLİLİK KOŞULLARINA AYKIRILIĞIN SONUÇLARI 107
Bu sorunun aslında çok basit bir yanıtı vardır. Kendisinden üst
bir normun öngördüğü koşullarda çıkarılmak bir geçerlilik koşulu
olduğuna göre, bu koşula uymayan norm geçersizdir. O halde geçer-
lilik koşuluna uymayan bir normun karşılaşacağı yaptırım “geçersiz-
lik (invalidité)”tir.
Ama asıl problem, bir normun kendisinden üst bir normun belir-
lediği koşullara uymadığını kimin tespit edeceğidir? Hukuk normla-
rının geçerliliğini inceleme yetkisi kime aittir?
Bu soruya sadece ve sadece iki cevap verilebilir:
Birinci Cevap.–Bu cevaba göre, hukuk normlarının geçerliliğini
inceleme yetkisi herkese aittir. Kelsen’in belirttiği gibi, bir hukuk
düzeni, bir hukuk normu olduğu iddiasıyla sunulan her şeyin objektif
olarak bir hukuk normu olup olmadığını, yani normun bu düzendeki
bir üst normun öngördüğü şekilde yaratılıp yaratılmadığını ve bu
normun içeriğinin üst normun gereklerine uyup uymadığını inceleme
yetkisini herkese verebilir. Böyle bir çözüm, uluslararası hukukta
olduğu gibi “adem-i merkezi hukuk düzenleri (ordres juridiques
décentralisés)”nde görülür28.
Eğer hukuk normlarının geçerliliğini inceleme yetkisi herkese ait
ise, yani adem-i merkezi bir hukuk düzeninde bulunuluyorsa, birbi-
rinden farklı kararlara kapı açıktır: Birine göre söz konusu norm ge-
çerli bir hukuk normudur, diğerine göre ise bu norm geçersizdir29.
Böyle bir hukuk düzeninde herkes, kamu otoriteleri olduğu gibi va-
tandaşlar da, her durumda, hukuki işlemlerin sıhhatini inceleyebilir;
bu işlemleri sakat olarak ilan edebilir ve neticede bu işlemlerin geçer-
li ve bağlayıcı olmadığı sonucuna varabilir30.
İkinci Cevap.–Buna karşın “merkezileşmiş hukuk düzenleri
(ordres juridiques centralisés)”nde hukuk normlarının geçerliliğini
inceleme yetkisi sadece önceden belirlenmiş birtakım organlara ait-
tir31. Bu organların dışındaki kişiler, söz konusu hukuk normunun bir
üst norma aykırı olduğunu ve dolayısıyla geçersiz olduğunu iddia
etseler bile, bu hukuk normu yetkili organın kararına kadar geçerlidir.

28. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.369.


29. Ibid., s.368.
30. Hans Kelsen, “La garantie juridictionnelle de la constitution : la justice
constitutionnelle”, Revue du droit public, 1928, p.214.
31. Ibid.
108 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

Dolayısıyla merkezileşmiş hukuk düzenlerinde, sakat bir norm, va-


tandaşlarca a priori geçersiz olarak kabul edilemez. O sadece iptal
edilebilir (annulable) bir işlemdir. O halde, merkezileşmiş hukuk
düzenlerinde, kamu otoritelerinin işlemlerini, başka bir otoritenin bir
işlemiyle ortadan kaldırılmadıkça, geçerli olarak kabul etmek gerekir.
Bu ikinci işlem alınmadan önce, ilk işlemin geçersiz olduğunu söy-
lemek hukuken mümkün değildir32.
Yukarıda da açıklandığı üzere bu ilk işlemi ortadan kaldıran bu
ikinci işleme, dogmatik hukukta ister “yokluk saptaması”, isterse
“iptal” kararı densin hukukun genel teorisi açısından durum aynıdır.
Zira hukuka aykırı bir işlemin yokluğunu saptayan bir karar dahi ger-
çeklikte o ana kadar geçerli olarak kabul edilen bir işlemin “makable
şamil iptali (annulation rétroactive)”dir. Yani bu ikinci karar, “bildi-
rici (déclaratif)” değil, “kurucu (constitutif)” niteliktedir33. Dolayı-
sıyla Kelsen’in belirttiği gibi, yokluk diye bir şey olamaz: Bir hukuk
düzeninin parçası olan normlar “yok hükmünde (nul)” değil; sadece
“iptal edilebilir (annulable)” niteliktedirler34.
Bu duruma göre, merkezileşmiş bir hukuk düzeninde, bir birey,
bir normun geçersiz olduğunu düşünerek, elbette ona itaat etmeyebi-
lir35. Ama bu durumda birey risk altına girmiş olur; zira bu düzende-
ki yetkili organ, bireyin geçersiz olduğunu düşündüğü normun huku-
ken geçerli olduğuna karar verirse, bireyin bu normu ihlal ettiğine ve
bireye normun öngördüğü müeyyidenin uygulanması gerektiğine ka-
rar verir36. Karşı durumda ise, yani yetkili organ da söz konusu nor-
mun geçersiz olduğuna karar verirse, bu organın kararı, söz konusu
normun yapıldığı andan itibaren geriye etkili bir şekilde iptali anla-
mına gelir37. Bu durumda, hukuk normunun geçersizliği iptal prose-
dürünün sonuçlanmasından önce elde edilmiş olarak görülemez. Zira,
bir kere, bu karar, tersi bir karar, yani normun geçerli olduğu yolunda

32. Kelsen, “La garantie juridictionnelle de la constitution : la justice


constitutionnelle”, op. cit., s.215; Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.367,
369.
33. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.368.
34. Ibid., s.367.
35. Kelsen, “La garantie juridictionnelle de la constitution”, op. cit., s.216.
36. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.368.
37. Kelsen, “La garantie juridictionnelle de la constitution”, op. cit., s.217.
GEÇERLİLİK KOŞULLARINA AYKIRILIĞIN SONUÇLARI 109
bir karar da olabilirdi. İkinci olarak, böyle bir karar, kendi metninde
söz konusu normun “yok hükmünde” olduğunu belirtse bile, bu karar
kurucu (constitutif) nitelikte bir karardır. Pozitif hukuk açısından
sadece ve sadece iptal edilebilirlilik (annulabilité) vardır. Yokluk
veya hükümsüzlük tespiti diye sunulan karar olsa olsa geçmişe yürür
bir iptal kararıdır38.
Özetle, merkezileşmiş hukuk düzenlerinde geçersizlik tespiti ip-
talden farklı değildir. Bu düzenlerde a priori bir geçersizlik olamaz.
Bir normun geçersizliği yetkili organ tarafından saptanmalıdır. Ge-
çersiz olduğu düşünülen norm, yetkili organ tarafından geçersiz ol-
duğu ilan edilinceye kadar sonuçlarını doğurur.
***
O halde bu sonuca göre şimdi merkezileşmiş hukuk sistemlerin-
de hukuk normlarının geçerliliği konusunda karar vermeye yetkili
organın kim olduğunu saptayalım. Şüphesiz somut olarak her ülke
için bu organın ne olduğu o ülkenin anayasal normlarına bakarak
söylenebilir. Ancak böyle bir çalışma, hukukun genel teorisi değil,
ama hukuk dogmatiği çalışması olur. Biz böyle bir çalışma yapmayı
amaçlamıyoruz. Bununla birlikte her ülkede yetkili organların genel
özellikleri ve bu organları yöneten temel ilkeler açıklanabilir.
Bunun için ilk önce Kelsen’in hukuk normları hiyerarşisini tekrar
gözönünde bulundurmakta yarar vardır. Bilindiği gibi Kelsen’e göre
hukuk düzeni hiyerarşik normlardan oluşmuş bir piramittir. En üst
sırada anayasa yer alır39. Anayasanın hemen altında yasama organı-
nın koyduğu normlar veya örf ve adet yer alır40. Yasama altındaki
normlar ise ya idare41 tarafından (düzenleyici işlemler ve bireysel
idari işlemler), ya mahkemeler tarafından (yargı kararları)42, ya da
bireyler tarafından (sözleşme)43 konulur.
Hukuk normları hiyerarşisinde her norm kendisinden bir üst
norma uygun olmak zorundadır. Uygun değilse bu norm geçersizdir.
Ama yukarıda görüldüğü gibi merkezileşmiş hukuk düzenlerinde bir

38. Ibid.
39. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.299.
40. Ibid., s.303.
41. Ibid., s.349.
42. Ibid., s.318.
43. Ibid., s.344.
110 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

normun bir üst norma uygun olup olmadığını, yani geçerli olup ol-
madığını saptama yetkisi sadece ve sadece belirli organlara verilmiş-
tir. Şimdi bunun hangi organlara verildiğini her norm çeşidine göre
saptayalım.
Piramidin en altından başlayalım.
1. Bireyler tarafından konulan normların geçerliliği sorunu ve
bu sorun hakkında karar vermeye yetkili organ.–Bireyler bir sözleş-
me ile kendi aralarında uygulanmak üzere norm koyabilirler. Yani
sözleşme taraflar arasında norm yaratan bir işlemdir. Geçerli bir söz-
leşmenin oluşumu için tarafların karşılıklı iradelerinin uyuşumu ge-
rekir44. Diğer yandan, kanunun emredici kurallarına aykırı sözleşme-
ler geçersizdir45. Taraflardan birisi bir sözleşmenin aralarında oluş-
madığını veya oluşan sözleşmenin geçersiz olduğunu düşünebilir.
Tarafın bu düşüncesi merkezileşmiş hukuk düzenlerinde o sözleşme-
nin geçersizliği sonucunu doğurmaz. Bu geçersizliğin o hukuk düze-
ninin öngördüğü organ tarafından saptanması gerekir. Örneğin Türki-
ye’de, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 8’inci maddesine
göre, bu maddede sayılan sözleşmelerin geçersizliği sulh hukuk, di-
ğer sözleşmelerin geçersizliği ise asliye hukuk mahkemeleri tarafın-
dan belirlenir. Bu mahkemeler, sözleşmenin geçersizliğine hükmet-
medikçe sözleşme geçerlidir.
2. İdare tarafından konulan normların geçerliliği sorunu ve bu
sorun hakkında karar vermeye yetkili organlar.–İdare de bir üst nor-
mun öngördüğü şekilde normlar koyabilmektedir. Bunlar genel
normlar (tüzük, yönetmelik gibi düzenleyici işlemler) veya bireysel
normlar (bireysel işlemler, idari kararlar) dır. Gerek idare tarafından
konulan genel normların, gerekse bireysel normların kendilerini dü-
zenleyen üst normlara aykırı olduklarından dolayı geçersiz olduğu
düşünülürse, bunu saptamaya yetkili yine tek organ o hukuk düzenin-
de bunun için yetkili kılınmış organdır. Örneğin Türk hukuk düze-
ninde bu yetkili organlar Danıştay, Bölge İdare ve İdare Mahkemele-
ridir. Adı geçen mahkemeler söz konusu normların geçerliğini tespit
edip iptal etmedikçe bunlar geçerlidir.

44. Bkz. örneğin Türk Borçlar Kanunu, m.1.


45. Bkz. örneğin Türk Borçlar Kanunu, m.20/1 “Bir akdin mevzuu gayri
mümkün veya gayri muhik, yahut ahlaka (adaba) mugayir olursa o akit batıldır”.
GEÇERLİLİK KOŞULLARINA AYKIRILIĞIN SONUÇLARI 111
3. Mahkemeler tarafından konulan normların geçerliliği sorunu
ve bu sorun hakkında karar vermeye yetkili organlar.–Mahkemelerin
genel normları somut olaylara uygulamaları aslında bireysel norm
yaratmaları anlamına gelmektedir. Bu bireysel normlar mahkeme
kararı şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bir mahkame kararının geçerliliği
üst normlara uygunluğuna bağlıdır. Ancak bir mahkeme kararının
geçersiz olduğu her ne kadar düşünülse de bir üst mahkeme (istinaf
mahkemesi veya temyiz mahkemesi) tarafından iptal edilmedikçe
geçerlidir. İlk derece mahkemesinin kararının geçerliliği bir üst mah-
kemede inceleme konusu yapılmazsa, ilk derece mahkemesinin kara-
rı, üst normlara uygun olup olmadığına bakılmaksızın kesinleşir; yani
kesin hüküm gücüne sahip olur. Bu kararın artık geçerliliğine itiraz
edilemez. Keza bir üst mahkemenin veya bu üst mahkemenin kararı-
na karşı da itiraz yolu varsa daha üst mahkemenin kararı kesin hü-
küm oluşturur. Hiçbir şeklide geçerliliği hukuken tartışılamaz. Tem-
yiz edilen ilk derece mahkemesinin kararının bir “geçici geçerliliği
(validité provisoire)” vardır. Üst mahkeme tarafından iptal edilebilir.
Ancak artık kendisine karşı bir itiraz prosedürü öngörülmemiş üst
mahkeme kararının “kesin geçerliliği (validité définitive)” vardır46.
Örneğin Türk hukuk düzeninde, ilk derece mahkemelerinin birtakım
küçük uyuşmazlıklara ilişkin verdikleri kararlar kesindir; temyiz edi-
lemezler47. Diğer yandan Yargıtay Hukuk ve Ceza Genel Kurul ka-
rarları, Danıştay İdari veya Vergi Dava Daireleri Genel Kurul kararla-
rı kesindir48. Tüm bu hallerde mahkeme kararının geçerliliği artık
hukuken tartışma konusu yapılamaz. Böyle bir kararın üst hukuk
normlarına aykırı olduğu düşünülebilse bile bu karar geçerlidir.
Böylece bireylerin, idarenin ve yargı organlarının koydukları
normların geçerliği sorununu ve bu sorunu inceleme yetkisinin kime
ait olduğunu ve bu yetkili makamın kararını vermedikçe söz konusu

46. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.357-359.


47. Örneğin Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 427’nci maddesine göre
“miktar veya değeri .... lirayı geçmeyen taşınır mal veya alacak davalarına ilişkin
nihai kararlar kesindir”. Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunun 305’inci maddesine
göre ise “..... liraya kadar olan para cezalarına dair olan hükümler” temyiz oluna-
maz. Keza İdari Yargılama Usulü Kanununun 47’nci maddesine göre, “idare ve
vergi mahkemelerinin tek hakimle verdikleri kararlar temyiz edilemez”.
48. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu, m.429; Ceza Muhakemeleri Usulü
Kanunu. m.305; İdari Yargılama Usulü Kanunu, m.49.
112 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

normların geçerli olduğunu ve keza kendi kararlarına itiraz edileme-


yen üst mahkemelerin kararlarının da geçerliliklerinin tartışma konu-
su yapılamayacağını belirtmiş oluyoruz.
Şimdi yasama organı tarafından konulan normların geçerliliğini
inceleme yetkisinin kime ait olduğunu araştıralım.
4. Yasama organı tarafından konulan normların geçerliliği so-
runu ve bu sorun hakkında karar vermeye yetkili organlar.–Yasama
organının koyduğu normlara genelde kanun ismi verilir. Kanunların
geçerlilik koşulu bir üst norm olan anayasaya uygunluğudur. O halde
anayasaya aykırı olan bir kanun geçerli olamaz.
Anayasalarda kanunların aykırı olabileceği birçok hüküm vardır.
Bunlar iki tipe indirgenebilir. Bir kısım anayasa hükümleri kanunla-
rın yapılması usulünü düzenlemektedir. Örneğin 1982 Türkiye Cum-
huriyeti Anayasasının 88 ve 89’uncu maddeleri böyledir. Diğer yan-
dan anayasalarda kanunların içeriğini düzenleyen hükümler de vardır.
Yasama usulünü düzenleyen maddelerin dışındaki maddeler genellik-
le kanunları içerik bakımından sınırlandırır. Özellikle anayasaların
temel hak ve özgürlükler ile ilgili hükümleri kanunlar bakımından
konu sınırıdırlar. Örneğin 1982 Anayasasının 13’üncü maddesine
göre, temel hak ve hürriyetler ancak belirli amaçlar ile ve anayasanın
sözüne ve ruhuna uygun olarak kanunla sınırlanabilir. Dahası, sınır-
lamalar demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamaz ve
öngörüldükleri amaç dışında kullanılamaz. Keza olağanüstü hallerde
dahi çıkarılan kanunlar ile kişinin yaşama hakkına dokunulamaz;
kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz;
suç ve cezalar geçmişe yürütülemez (m.15).
Dolayısıyla bir kanun, anayasanın gerek kanun yapma usulünü,
gerek kanunun içeriğini düzenleyen hükümlerine aykırı olmamalıdır.
Ne var ki bir kanun ile bu tür anayasa hükümleri arasında bir çatış-
manın ortaya çıkması her zaman mümkündür. Eğer böyle bir çatışma
ortaya çıkarsa bu nasıl çözümlenecektir? Diğer bir ifadeyle burada
tartıştığımız sorun, bir kanunun uyması gereken anayasal normlara
uymadığı zaman, hukukun ne olacağı sorunundan ibarettir. O halde
bir kanunun anayasa uygun olmamasının sonuçları nelerdir? Böyle
bir kanun geçerli midir? Özetle burada anayasaya aykırı kanunların
geçerliliği sorununu inceleyeceğiz.
***
GEÇERLİLİK KOŞULLARINA AYKIRILIĞIN SONUÇLARI 113
Akla gelen bir ilk fikre göre, anayasaya aykırı bir kanun geçerli
olamaz. Zira yukarıda gördüğümüz gibi, bir normun geçerliliği bir üst
norma uygun olarak konulmasıyla belirlenmektedir. O halde bir ka-
nun anayasanın kendisiyle ilgili bir normuna aykırı ise geçerli değil-
dir, yani böyle bir kanun, kanun değildir.
Gerçekten de, Kelsen’in belirttiği gibi, “diğer normlara aykırı
norm fikri” aslında bir contradictio in adjecto’yu ifade eder49. Zira,
kendi yaratılmasını düzenleyen norma uygun olmayan normun geçer-
siz olduğu, batıl olduğu, hiçbir şekilde bir hukuk normu olmadığı
söylenebilir50.
Bu akıl yürütme, ilk defa kanunların anayasaya uygunluk kontro-
lünü başlatan Amerikan Yüksek Mahkemesinin Marbury v.
Madison51 kararında kullanılmıştır. Bir kanun ile anayasa arasındaki
çatışmayı çözümlemek için Chief Justice şunları söylüyordu:
“Şu tersi ileri sürülemeyecek kadar açık, yalın bir önermedir ki, ya anaya-
saya aykırı olan her yasama işlemi (kanun) denetime bağlı tutulur; ya da,
yasama organı anayasayı bayağı bir kanunla değiştirebilir. Bu ikisi arasın-
da ortalama bir yol yoktur. Anayasa ya bayağı kanunlar gibi değiştirileme-
yen üstün, yüce bir kanundur, ya da yasama organının dilediği zaman de-
ğiştirebileceği, bayağı kanunlarla eşdeğer ve düzeyde bir kanundur. Bu
yollardan birincisi doğru ise, yasama organının anayasaya aykırı olan bir
işlemi kanun değildir; ikinci yol doğru ise, o zaman yazılı anayasalar hal-
kın gerçekte sınırlandırmaya elverişli bulunmayan bir gücü, sınırlandırmak
için giriştikleri boş ve anlamsız çabalardır. Yazılı anayasaları düzenleyen
kimselerin hepsi, hiç kuşkusuz anayasanın ülke içinde temel ve üstün bir
kanun olması ereğini gütmüşlerdir ve bundan dolayı da her hükümet sis-
teminde bu teoriye göre anayasaya aykırı bir yasama işleminin (bir kanu-
nun) geçersiz olması gerekmiştir”52.
“... Eğer anayasaya aykırı olan bir yasama işlemi geçersiz ise, geçersizli-
ğinden bağımsız olarak mahkemeleri bağlayacak, ona sonuçlar vermeye
mahkemeleri zorlayacak mıdır? Veya bir kanun olmamasına rağmen, ka-

49. Kelsen, Théorie générale des normes, op.cit., s.230. Kelsen’e göre “geçer-
li norm” ifadesi bir “gereksiz söz tekrarı (pléonasme)”dır. “Geçersiz norm” ifadesi
ise bir, contradictio in adjectodur (Kelsen, Théorie générale des normes, op.cit.,
s.230).
50. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.356.
51. Marbury v. Madison, 1 Cranch 137, 2 L.Ed. 60 (1803).
52. Bu kısmın çevirisi Leslie Lipson, Politika Biliminin Temel Sorunları, Çe-
viren: Tunçer Karamustafaoğlu, Ankara, A.Ü. Hukuk Fakültesi Yayınları, 1978,
s.296-297’den alınmıştır.
114 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

nun kadar etkili bir kural mıdır? Bunu kabul etmek teoride kabul edilen
şeyi pratikte tersine çevirmek demektir”53.
Bu akıl yürütmüye göre, bir kanun anayasaya aykırı ise geçerli
olamaz. O yok hükmündedir; yani hiçbir şekilde bir kanun değildir.
Bu akıl yürütme oldukça sağlam bir mantığa dayanmaktadır ve ana-
yasaya aykırı kanunların geçersizliğini göstermektedir.
Bu akıl yürütmede bir kanun ile anayasa arasındaki çatışmayı
çözmek için sadece şu soruyu sormak yeterlidir: Kanun anayasaya
uygun mudur? Bu soruya verilecek cevap olumlu ise, söz konusu
kanun geçerli; olumsuz ise geçersizdir.
Görüldüğü gibi bu akıl yürütmede, anayasa ile bir kanun arasın-
daki muhtemel çatışma sorununun çözümü için basit ve açık bir ce-
vap önerilmektedir. Bununla birlikte kanımızca bu çözüm bizim bu-
radaki problemimizi çözmekten uzaktır. İlk önce belirtelim ki, ger-
çekten de burada sorulan tek soru vardır; ne var ki sorulan bu tek
soruya birçok cevap verilebilir. Aslında herkes bu soruya değişik bir
yanıt verebilir. Şu tamamen normaldir ki, bir kanun X’e göre anaya-
saya aykırı, Y’ye göre ise uygun olabilir54. Ama hukuk mantığında,
bir sorunun sadece ve sadece bir cevabı olabilir. Aksi taktirde, bir
normun muhataplarını bağlaması mümkün değildir55.
Bu mümkün cevaplardan sadece bir tanesinin hukuki değeri var-
dır; diğerleri sadece kişisel kanaatlerdir. O halde otantik cevabı, yani
hukuken itiraz edilemeyen ve pozitif hukukun kendisine hukuki so-
nuçlar bağladığı cevabı seçmek gerekir.
O halde anayasaya aykırı olan bir kanunun geçerli olup olmadığı
sorusunun cevabını pozitif hukukta aramak gerekir. Bunun içinse şu
soruyu sormak gerekir: Belirli bir pozitif hukuk düzeninde anayasaya
aykırı olan kanun geçersiz hale getirilebilmekte midir? Bu sorunun
cevabı ise, o pozitif hukuk düzeninde anayasaya uygunluk denetimi-
nin mümkün olup olmadığı sorusunun cevabına bağlıdır.

53. Marbury v. Madison, 1 Cranch 137, 2 L.Ed. 60 (1803). Bu kararın metni


ve analizi aşağı yukarı tüm standart Amerikan anayasa hukuku kitaplarında bulun-
maktadır. Örneğin bkz. Alpheus Thomas Mason ve William M.Beaney, American
Constitutionnal Law : Introductory Essays and Selected Cases, New Jersey,
Prentice-Hall, 3’üncü baskı, 1964, s.24-27.
54. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.362.
55. Ibid., s.361.
GEÇERLİLİK KOŞULLARINA AYKIRILIĞIN SONUÇLARI 115
O halde bu noktadan itibaren, anayasaya aykırı kanunlar geçersiz
hale getirilebilir mi sorusu yerine, pozitif hukuk bakımından kanunla-
rın anayasaya uygunluğu denetimi yapılabilir mi sorusunu soracağız.

Kanunların anayasaya uygunluk denetimi yapılabilir mi?


Yukarıda da belirtildiği gibi bu soruya ancak pozitif bir cevap ve-
rilebilir. Bu açıdan üç ihtimal söz konusu olabilir.
a) Bir kere anayasa, kanunların anayasaya uygunluğunun denet-
lenmesini açıkça yasaklayabilir. Örneğin Hollanda Anayasasının
120’nci maddesine göre “yargıçlar, kanunların veya uluslararası an-
laşmaların anayasallığı üzerine hüküm veremezler”56. İşte kanunların
anayasaya uygunluk denetiminin açıkça yasaklandığı ülkelerde, pozi-
tif hukuk bakımından söylenecek tek şey bu ülkelerde kanunların
anayasaya uygunluğunu denetlemenin mümkün olmadığıdır. Böyle
ülkelerde, anayasanın hükümleri sadece yasama organına hitap eder.
Bu durumda anayasanın otantik yorumcusu yasama organıdır.
b) İkinci olarak, anayasa bizzat kanunların anayasaya uygunluğu
denetimini düzenlemiş olabilir. Bu yetkiyi mevcut yüksek mahkeme-
lerden birine veya bu amaçla kurulmuş özel bir organa verebilir. Bu
durumda anayasanın yetki verdiği yüksek mahkeme veya özel organ
kanunların anayasaya uygunluğunu denetleyebilir ve aykırı gördüğü
kanunları iptal eder.
c) Nihayet bir anayasa kanunların anayasaya uygunluğu deneti-
mini yasaklayabileceği veya izin verebileceği gibi bu konuda susabi-
lir de. Eğer bir anayasa, kanunların anayasaya uygunluğu konusunda
hiçbir hüküm içermiyorsa sorun kanımızca, hukuk normlarını uygu-
lama konusunda otantik yorum yetkisine sahip mahkemeler (yüksek
mahkemeler, nihai karar veren ve artık kararları itiraz veya temyiz
konusu yapılamayan mahkemeler), anayasaya aykırı gördükleri kanu-
nu lex superior derogat legi priori ilkesine uygun olarak ihmal edip
doğrudan anayasayı uygulayabilirler. Bu uygulama ise anayasaya
aykırı kanunun etkililiğini ortadan kaldırdığı için onu geçersiz hale
getirir57. Ama bu söylediklerimiz sadece bir imkandır. Pozitif hukuk

56. Henri Oberdorff (textes rassemblés et présentés par), Les Constitutions de


l'Europe des Douze, Paris, La Documentation française, 2e édition, 1994. s.295.
57. Bkz. supra, s.91 vd. Etkililik geçerliliğin sine qua non koşuludur.
116 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

bakımından böyle bir ülkede kanunların anayasaya uygunluğu dene-


timinin var olduğunu söylemek için her halûkarda otantik yorum yet-
kisine sahip mahkemelerin içtihatlarına bakmak ve bu anayasaya ay-
kırı gördükleri kanunları uygulamadıklarını tespit etmek gerekir. E-
ğer bu mahkemeler kendilerini anayasaya aykırı kanunu ihmal etmek-
te yetkili görmüyorlarsa bu ülkelerde anayasaya uygunluk denetimi-
nin mevcut olduğunu söylemek mümkün değildir.
Bu üç ihtimalden birincisinde ve üçüncüsünde görüldüğü gibi,
kanunların anayasa aykırılığının denetlenemediği ülkeler her zaman
olabilir. Bu ülkeler için anayasaya aykırı kanunların geçerliliği soru-
nunu incelemek gerekir. Zira, bir yandan hukuk teorisi açısından ka-
nunların geçerliliğini anayasadan aldıklarını söylüyoruz, diğer yandan
ise anayasaya aykırı olabilecek kanunların iptal edilemeyeceğini ve
dolayısıyla geçerli olacaklarını belirtiyoruz. O halde anayasaya aykırı
kanunların geçerliliklerinin temelini açıklamak gerekir.
Eğer bizzat anayasa açıkça anayasallık denetimini yasaklamışsa,
anayasaya aykırı bir kanunun geçerliliğinin temelinin bizzat anayasa-
da, yani kurucu iktidarın iradesinde bulduğunu söyleyebiliriz. Zira
bizzat anayasa açıkça anayasallık denetimini yasaklayarak aslında
anayasaya aykırı kanunlar çıkarılabileceğini kabul etmiş olmaktadır.
Diğer bir ifadeyle anayasa, yasama organına kanun yapma yetkisini
vermiş ve bu yetkiyi usul ve içerik bakımından sınırlandırmıştır. An-
cak bu sınırlandırma için bir müeyyide öngörmemişir. O halde
müeyyidelendirilmemiş bir yetki vermenin o yetkiyi ihlal etmek yet-
kisini de içerdiğini söyleyebiliriz. Bu durumda kanunlar, anayasanın
öngördüğü sınırları aşabilirler.
Bu, anayasaya aykırı kanunların geçerliliğini açıklamanın bir tar-
zı olarak düşünülebilir. Bununla birlikte kanımızca burada sahte bir
problem vardır. Aslında biz burada, anayasaya aykırı kanunların ge-
çerliliğinin temelini açıklamak zorunda değiliz. Zira, burada anayasa
ile kanun arasında hukuki değil, ama görünüşte bir aykırılık söz ko-
nusudur. Diğer bir ifadeyle kanunların anayasaya aykırı olduğunu
söylemeye yetkili otantik bir organ yok ise, kanunun anayasaya aykı-
rılığı hukuk düzeni içinde hiçbir zaman tespit edilemeyecektir. Her-
kes, kanunun anayasaya aykırı olup olmadığı konusunda bir görüş
açıklayabilir; ama kimse hukuk düzeninden böyle bir kanunu geçer-
siz kılmak için karar verme yetkisi almamıştır. Yani böyle bir “görü-
GEÇERLİLİK KOŞULLARINA AYKIRILIĞIN SONUÇLARI 117
nüşte” anayasaya aykırılığı “hukuk düzlemi”ne çıkarmak imkansız-
dır. O halde eğer bir ülkede kanunların anayasaya uygunluğu deneti-
mi yoksa, o ülkede kanunların anayasaya uygunluğundan veya aykırı-
lığından hukuken bahsedilemez.
Ama o halde, böyle bir sistemde anayasanın anlamı nedir? Ka-
nunların anayasaya uygunluğu veya aykırılığından söz edilemez ise
anayasa neye yarar?
Bu soruya cevap verebilmek için önce, kanunların anayasaya uy-
gunluğu sisteminde anayasanın anlamını belirleyelim. Böyle bir sis-
temde, kanun yapma yetkisini sınırlandıran anayasa hükümleri ilk
önce yasama organına, sonra ve nihai olarak anayasaya uygunluk
denetimi yapmakla görevli organa hitap eder. Eğer yasama organı
anayasanın bu hükümlerine uymazsa, daha doğrusu yasama organının
anayasanın belli maddelerine verdiği yoruma itiraz edilmek isteniyor-
sa, anayasaya uygunluk denetimi yapmakla görevli organda dava a-
çabilirler. Bu durumda bu organ, kanunun anayasaya uygun olup ol-
madığı sorunun inceler. Anayasaya aykırı olduğu kanısına varırsa,
kanunu iptal eder. Bu organın kararı otantik, yani hukuken itiraz edi-
lemeyen bir karardır. O halde, anayasaya uygunluk denetiminin
mümkün olduğu bir sistemde, anayasa hükümleri son tahlilde anaya-
saya uygunluk denetimi yapmakla görevli organın otantik yorumu ile
müeyyidelendirilecektir.
Buna karşın kanunların anayasaya uygunluğunun denetlenmesi-
nin mümkün olmadığı bir sistemde, kanun yapma yetkisini sınırlandı-
ran anayasa hükümlerinin sadece yasama organına hitap ettiğini ka-
bul etmek gerekir. O halde yasama organı kendisini sınırlandıran
hükümlere aykırı olarak bir kanun kabul etmemelidir.Yalnızca ve
yalnızca yasama organı kendi kabul ettiği kanun metninin anayasaya
uygun olup olmadığına karar vermeye yetkilidir. Eğer kendisine su-
nulan kanun tasarısını veya teklifini oylayıp kabul ediyorsa, bu onun
bu kanun metnini anayasaya uygun olarak yorumladığı anlamına ge-
lir. Bu halde anayasanın kanun yapma yetkisini sınırlandıran hüküm-
lerinin bizzat yasama organı tarafından müeyyidelendirildiği sonucu-
na ulaşmak gerekir. Dolayısıyla, kanunların anayasaya uygunluğu
denetiminin mümkün olmadığı bir sitemde, yürürlükteki bütün ka-
nunların, yasama organının otantik yorumuna göre, anayasaya uygun
olduğunu kabul etmek gerekir. Zira onlar anayasaya aykırı olsalardı,
118 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

yasama organı onları oylamayacaktı. O halde, böyle bir hipotezde,


yasama organı tarafından kabul edilen bütün kanunların anayasaya
uygun olduğunu varsaymak gerekir. Sonuç olarak, anayasanın yasa-
ma organını sınırlandıran hükümleri, yasama organı tarafından
müeyyidelendirilmektedir.
Şüphesiz yasama organına getirilen bir sınırlamanın yine yasama
organın yorumu ile müeyyidelendirilmesinin gerçek bir müeyyide
olmadığı söylenerek bu çözüme karşı çıkılabilir. Gerçekten de bu
anayasal hükümler yasama organı sınırlandırmaktadır, yani sınırlan-
dırılacak suje bizatihi yasama organıdır. Oysa yine bu süje kendi sı-
nırlarını yorumlamaktadır. Anlamı kendisi tarafından belirlenecek
sınırlarla bir süjenin sınırlanması pek anlamlı bir sınırlama değildir.
Kanımızca bu eleştirinin hiçbir hukuki anlamı yoktur. Zira, aşa-
ğıda yorum konusunu işlediğimiz bölümde göreceğimiz üzere bir
kanunun anayasaya uygun olup olmadığı sorusuna birçok cevap veri-
lebilir. Bir kanun X’e göre anayasaya uygun, Y’ye göre ise aykırı
olabilir. Yalnızca yetkili organın cevabı otantiktir. Diğerleri sadece
kişisel kanaatlerdir.
Sonuç olarak, kanunların anayasaya uygunluk denetiminin olma-
dığı bir sistemde, yalnızca yasama organının kanunların anayasaya
uygunluğu sorunu üzerinde karar verme yetkisine sahip olduğunu
söyleyebiliriz. O halde, X’e veya Y’ye göre anayasaya aykırı olsalar
bile, yasama organı tarafından kabul edilen bütün kanunları, anayasa-
ya uygun ve dolayısıyla geçerli olarak kabul etmek gerekir.
Bu çözümde garip bir yan yoktur. Zira yasama organının yorumu
yanlış olabileceği gibi kanunun denetlenmesi işi bir anayasa mahke-
mesine verilse onun yorumu dahi yanlış olabilir. Teorik açıdan du-
rum değişmez. Aslında aşağıda yorum konusunda göreceğimiz gibi
“doğru yorum” veya “yanlış yorum” yoktur. “Otantik yorum” veya
“otantik olmayan yorum” vardır. Bizim buradaki hipotezimizde de
yasama organının yorumu otantiktir.
Özet olarak anayasaya uygunluk denetiminin olmadığı bir sis-
temde kanunu uygulayacak organlar, kanunun anayasa uygunluğunu
araştıramazlar. Bununla birlikte her kanunun uygulama organının bir
“minimum denetim” yetkisi kaçınılmaz olarak vardır. Bu minimum
GEÇERLİLİK KOŞULLARINA AYKIRILIĞIN SONUÇLARI 119
denetim yetkisi Kelsen’in belirttiği gibi58, uygulayacakları metnin
resmi gazetede yayınlanan metin ile aynı metin olup olmadığını ince-
lemek ile sınırlıdır. Keza resmi gazetede yayımlamak ile görevli hü-
kümet organı, yayınlayacağı metnin gerçekten yasama organının ka-
bul ettiği metin olup olmadığını inceleme yetkisine sahiptir.

Kemal Gözler, Hukukun Genel Teorisine Giriş: Hukuk Normlarının Geçerliliği ve Yorumu Sorunu, Ankara,
US-A Yayıncılık, 1998, 245+III s. © Kemal Gözler. Her hakkı saklıdır.

58. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.362.


Beşinci Bölüm
ÖRF VE ÂDET HUKUKUNUN GEÇERLİLİĞİ
SORUNU

Örf ve âdet1 yoluyla yaratılan hukuk kurallarının geçerliliğini ay-


rıca tartışmak gerekmektedir. Çünkü örf ve âdet kurallarının, hukuk
normlarının geçerliliği teorisi açısından bazı özellikler arz ettiği dü-
şünülebilir. Biz burada hukuk normlarının geçerliliği teorisini örf ve
âdet kurallarına uygulamaya çalışacağız. Diğer bir ifadeyle, örf ve
âdet kurallarının hukuk normlarının geçerliliği şartlarını taşıyıp taşı-
madığını araştıracağız. Bu araştırmaya geçmeden önce kısaca klasik
doktrine göre, örf ve âdet kurallarının unsurlarını görmekte yarar var-
dır.
Klasik doktrinde örf ve âdet genellikle şu üç unsurla tanımlan-
maktadır: (1) Maddi unsur, (2) Manevi unsur, (3) Hukuki unsur.

1. “Örf ve âdet”i Fransızca “coutume” karşılığı kullanıyoruz. “Örf”, bilmek ve


tanımak demektir. “Örf” ten türemiş “maruf” iyi görünen, tanınan şey demektir.
İslam hukukçuları örfü “aklıselimin iyi gördüğü şey” olarak tarif ederler (Ali Him-
met Berki, Hukuk Mantığı ve Tefsir, Ankara, Güney Matbaacılık, 1948, s.95). Âdet
ise “avd” maddesinden türemiş bir isimdir. Çeşitli anlamları olup bunlardan biri
“nöbet” veya bir işi zaman zaman yapmak demektir (Ibid.).
122 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

1. Maddi Unsur (Süreklilik)2.− Toplum içinde mevcut bir davra-


nışın örf ve âdet kuralı olabilmesi için, bu davranışın her şeyden önce
sürekli tekrarlanan bir davranış olması gerekir. Gelip geçici davranış-
lar örf ve âdet kuralı haline gelemezler. Mecelle’nin 166’ncı madde-
sine göre, âdetin “kadim” olması gerekmektedir. Yine aynı madde
kadimi şöyle tarif etmektedir: “Kadim odur ki evvelini bilür olmaya”.
Keza Kanuni Sultan Süleyman dönemine ait bir kanunnamede şu
tarif verilmiştir: “Kadim kırk elli yıla denmez; kadim odur ki anın
evvelini kimesne bilmeye”3. Diğer yandan kökeni çok eskilere giden
uygulama kesintisiz olmalı, istikrarlı bir şekilde tekrarlanmalıdır. Bu
husus Mecelle’nin 41’inci maddesinde “âdet ancak muttarid4... ol-
dukta muteber olur” ifadesiyle anlatılmıştır5.
2. Manevi Unsur (Genel İnanç, Opinio uiris, Opinio
necessitatis)6.− Sürekli tekrarlanan bir davranış biçiminin bir örf ve

2. Jean-Pierre Gridel, Notions fondamentales de droit et droit français, Paris,


Dalloz, 1992, s.228; Claude Du Pasquier, Introduction à la théorie générale et à la
philosophie du droit, Neuchatel, delauchaux 6 Niestlé S.A. 3. Bası, 1948, s.50;
Hermann Bekaert, Introduction à l’étude du droit, Bruxelles, Etablissements Emile
Bruylant, 1963, s.276; Necip Bilge, Hukuk Başlangıcı, Ankara, Turhan Kitabevi,
1983, s.41; Seyfullah Edis, Medeni Hukuka Giriş ve Başlangıç Hükümleri, Ankara,
A.Ü. Hukuk Fakültesi Yayınları, 1983, s.91; Erdoğan Göğer, Hukuk Başlangıcı
Dersleri, Ankara, A.Ü. Hukuk Fakültesi Yayınları, Dördüncü Bası, 1976, s.117;
Adnan Güriz, Hukuk Başlangıcı, Ankara, Siyasal Kitabevi, Altıncı Bası, 1997,
s.11; Vecdi Aral, Hukuk ve Hukuk Bilimi Üzerine, İstanbul, İ.Ü. Hukuk Fakültesi
yayınları, 2. Bası, 1975, s.102; A. Şeref Gözübüyük, Hukuka Giriş ve Hukukun
Temel Kavramları, Ankara, Turhan Kitabevi, Gözden Geçirilmiş 10. Bası, 1996,
s.51; Bilge Umar, Hukuk Başlangıcı, İzmir, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fa-
kültesi Yayınları, 1997, s73; Aytekin Ataay, Medeni Hukukun Genel Teorisi, İstan-
bul, İ.Ü. Hukuk Fakültesi Yayınları, 1971, s.98; Selahattin Sulhi Tekinay, Medeni
Hukukun Genel Esasları ve Gerçek Kişiler Hukuku, İstanbul, Filiz Kitabevi, 1992,
s.66.
3. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Medeni Hukuk I, Umumi Esaslar, 1959,
s.104’ten alıntılayan Bilge, op. cit., s.42.
4. “Muttarid”, “ıttıradlı” demektir. “Ittırad” ise “muntazam tarzda cereyan et-
me” demektir (Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat, Ankara,
Aydın Kitabevi, 1984, s.830, 476).
5. Yavuz Atar et alii, Hukuk Bilimine Giriş, Konya, Mimoza, 1997, s.44.
6. Gridel, op. cit., s.228; Du Pasquier, op. cit., s.50; Bilge, op. cit., s.42; Edis,
op. cit., s.93; Göğer, op. cit., s.118; Güriz, op. cit., s.11; Aral, op. cit., s.103;
Gözübüyük, op. cit., s.51; Umar, op. cit., s.74; Ataay, op. cit., s.98; Tekinay, op.
cit., s.67.
ÖRF VE ADET HUKUKU NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ 123
âdet kuralı haline gelebilmesi için o davranış biçimine uyulmasının
zorunlu olduğu yolunda toplumda genel bir inanç doğmuş olmalıdır.
Mecelle’nin 41’inci maddesinde “âdet ancak galip7... oldukta mute-
ber olur” ifadesi zorunluluk inancını dile getirmektedir8.
3. Hukuki Unsur (Devlet Desteği)9.−İlk iki şartı gerçekleştiren ve
toplumda kendisine uyulan bir örf ve âdetin, bir hukuk kuralı haline
gelebilmesi için bu örf ve âdetin hukuk düzeni tarafından müeyyide-
lendirilmiş olması gerekir. Bu da genellikle kanunların örf ve âdete
yaptığı atıflarla olur. Örneğin Medeni Kanunun 1’inci maddesine
göre, “hakkında kanuni bir hüküm bulunmayan meselede hakim örf
ve âdete göre... hükmeder”.
∗∗∗
Böylece bir örf ve âdet kuralları hakkında klasik doktrinin açık-
lamalarını gördükten sonra, şimdi örf ve âdet kurallarını yukarıda
gördüğümüz hukuk normlarının geçerliliği teorisi açısından inceleye-
biliriz. Bir örf ve âdetin hukuk normu olarak geçerli olması için taşı-
ması gereken şartlar nelerdir? Bu sorunun cevabını, hukuk normları-
nın geçerlilik koşullarını tek tek görerek vereceğiz. Eğer bir örf ve
âdet bu koşulları taşıyorsa hukuk kuralı olarak geçerli olabilir. Hatır-
lanacağı üzere hukuk normlarının geçerliliğinin üç ön koşulu, bir per
quam koşulu ve iki tane de sine qua non koşulu vardı10. Şimdi örf ve
âdet kurallarının bu koşulları gerçekleştirip gerçekleştirmediğini sıra-
sıyla araştıralım.

1. Ön Koşullar
Bir hukuk normunun geçerliliğinin üç ön koşulu vardı: Maddi
varlık, normatiflik, hukukilik11.

7. “Galip”, “galebe eden, galebe çalan, üstün gelen, yenen” demektir


(Devellioğlu, op. cit., s.329).
8. Bilge, op. cit., s.43.
9. Bilge, op. cit., s.42; Göğer, op. cit., s.117; Gözübüyük, op. cit., s.51; Ataay,
op. cit., s.99; Tekinay, op. cit., s.67.
10. Supra, s.27-99..
11. Bkz. supra, s.27-53.
124 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

a) Maddi Varlık
Yukarıda görüldüğü gibi12, bir normun “maddi varlığı” ile, o
normun somut taşıyanının, yani bir belgenin, bir sözün, bir ritüelin,
tek kelimeyle bir instrumentumun varlığı anlatılmak istenmektedir13.
Bir normun hukuk normu olup olmadığını araştırırken ilk yapıla-
cak şey onun maddi varlığını göstermektir. Yazılı hukuk kurallarının
maddi varlığını göstermek kolaydır. Modern hukuk sistemlerinde, bir
kanunun maddi varlığı resmi gazeteye, yani hükümet adına basılan
bir dergiye bakılarak tespit edilir. Buna karşın yazısız hukuk kuralla-
rının yani örf ve âdet kurallarının maddi varlığının resmi gazeteye
bakılarak tespit edilemeyeceği açıktır14. Bununla birlikte örf ve âdet
kuralları maddi varoluştan yoksun değillerdir, zira onların da bir
instrumentumu vardır. Bu instrumentum, insanların dış dünyaya yan-
sıyan gözle görülebilen çok eski zamanlardan beri kesintisiz tekrarla-
nan davranışlarıdır. Diğer bir ifadeyle, örf ve âdet kurallarının maddi
varlığı, belirli bir topluluğun üyelerinin belirli bir zaman süreci içinde
aynı şekilde tekrarlanan davranışlarıdır15.
Pozitivist teoriye göre, örf ve âdet kurallarının maddi varlığı şu
iki özellik ile belirlenir: Bir kere, belirli bir hukuki topluluğun üyesi
olan insanlar aynı koşullarda aynı şekilde davranmaktadırlar16. Bu
ayniyetin mutlak olması şart değildir. Ancak hiç olmazsa belirli ölçü-
de olması gerekir. Diğer bir ifadeyle bütün bireylerin örf ve âdet ku-
ralının oluşmasına katılması şart değildir. Ama bireylerin önemli bir

12. Supra, s.27 vd.


13. Ost et Van de Kerchove, Jalons pour une théorie critique du droit, op. cit.,
s.259; Ost, “Validité”, op. cit., s.636.
14. Bazen örf ve âdet kuralları derlenmiş olabilir. Örneğin Fransa’da VIII’inci
Charles 1454’te Montilz-les Tours Ordonnance’ı ile yerel örf ve âdetlerin derlen-
mesini ve yazılı hale getirilmesini emretmiştir. Bu büyük iş XV’inci yüzyılın ikinci
yarısında ve XVI’ncı yüzyılın birinci yarasında tamamlanmıştır (Du Pasquier, op.
cit., s.50-51). Örf ve âdet kuralları resmen derlenmiş olsa bile örf ve âdet kuralı
olarak kalırlar. Yazılı olarak tespit edilmeleri onların teamüli niteliğini kaldırmaz.
Derlenmeleri onların tespitiyle ilgilidir. Geçerliliklerini bu yazılı tespitten almazlar.
Keza yazılı derlenme sadece bu örf ve âdet kurallarının belirli bir dönemdeki halle-
rini gösterir. Onları o halleriyle dondurmaz. Belirli bir dönemde derlenen örf ve
âdet kuralları dahi gelişmeye ve değişmeye açıktır.
15. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.12.
16. Ibid., s.304.
ÖRF VE ADET HUKUKU NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ 125
çoğunluğunun bu kuralın oluşumuyla ilgili olması gerekir17. İkinci
koşul ise, bu davranışın yeterince uzun bir zaman boyunca tekrar-
lanmasıdır18. Bu iki unsurla birlikte bireylerde, bu şekilde davranıl-
masına yönelik kolektif bir irade doğar19. İşte bireylerde doğan bu
kolektif irade örf ve âdet kuralının normatifliğini ifade eder. Şimdi
onu görelim.

b) Normatiflik
Yukarıda20 gördüğümüz gibi bir işlemin hukuk normu olarak ge-
çerli olabilmesi için sahip olması gereken ikinci ön koşul o işlemin
normatif nitelikte olmasıdır. Normatiflik ise, bir işlemin bir “olması
gereken (Sollen)”i ifade etmesi olarak tanımlanmaktadır21. “Olması
gereken” ise, ya belirli bir davranışın emredilmesiyle, ya bir davranı-
şa izin verilmesiyle, ya da belirli bir davranışa yetki verilmesiyle tah-
lil edilir22. Diğer bir ifadeyle bir işlemin norm olabilmesi için bir
“Sollen” içermeli yani bir şeyi emretmeli, bir şeye izin vermeli veya
bir şeye yetki vermelidir. Dahası pozitivist teoriye göre, bu emrin,
iznin veya yetkinin konusu bir beşeri davranış olmalı23 ve keza bu
emri, izni veya yetkiyi veren, yani normu koyan, yine bir beşeri irade
olmalıdır24.

17. Ibid., s.308.


18. Örf ve âdet yoluyla konulan normlar da bu anlamda pozitiftir, yani insan
davranışları sonucu konulmuştur. Pozitiflik bakımından kanun koyucunun koyduğu
normlar ile arasında fark yoktur (Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.13).
19. Ibid., s.304.
20. Supra, s.28 vd.
21. Kelsen, Théorie générale des normes, op.cit., s.2.
22. Ibid.
23. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.7, 43; Kelsen, Théorie générale
des normes, op.cit., s.37; Kelsen, “Quel est le fondement de la validité du droit?”,
op. cit., s.161.
24. Kelsen, Théorie générale des normes, op.cit., s.4; Norberto Bobbio, “Kel-
sen et les sources du droit”, Revue internationale de philosophie, 1981, n° 138,
s.475. Hans Kelsen, “Positivisme juridique et doctrine du droit naturel”, Mélanges
Jean Dabin, Bruxelles, Emile Bruylant, Paris Sirey, 1963, s.141; Hans Kelsen,
Essays in Legal and Moral Philosophy, Dordrecht, Reidel, 1973, s.216-227 in
Christophe Grzegorczyk, Françoise Michaut et Michel Troper (sous la direction de-
) Le positivisme juridique, Bruxelles et Paris, E.Story-Scientia et L.G.D.J., 1992,
s.295.
126 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

Özetle, pozitivist hukuk teorisine göre, bir örf ve âdetin normatif


nitelikte olabilmesi için, o örf ve âdet, bir “olması gereken (Sollen)”i
ifade etmeli, yani bir şeyi emretmeli, bir şeye izin vermeli veya yetki
vermelidir. Üstelik örf ve âdet kuralının konusu bir insan davranışı
olmalı ve diğer yandan, bu örf ve âdet kuralı beşeri irade tarafından
konulmuş olmalıdır.
Örf ve âdet kuralları da bir olması gerekeni (Sollen) ifade eder-
25
ler . Bir emir verirler, yasak koyarlar, ya da bir şeye izin veya yetki
verirler. Bu olması gerekeni koyanlar, belirli bir zaman süresince
aynı şekilde davranmak suretiyle yine insanlardır. Ve keza olması
gerekenin konusu yine bir insan davranışıdır. Diğer bir ifadeyle örf
ve âdet kurallarının muhatapları da yine insanlardır. Dolayısıyla örf
ve âdet kuralları da diğer yazılı hukuk kuralları gibi beşeri iradenin
ürünüdür ve bir beşeri davranışı düzenlemektedirler.
Belirli bir hukuki topluluğun üyesi olan insanlar aynı koşullarda
aynı şekilde davranmakta ve bu davranış yeterince uzun bir zaman
boyunca tekrarlanmaktadır. Bunun sonucu olarak bu hukuki toplulu-
ğun üyesi olan insanlarda bu şekilde davranılmasına yönelik kolektif
bir irade doğar26. İşte insanlarda doğan bu kolektif irade örf ve âdet
kuralının normatifliğini ifade eder.
Aslında örf ve âdet kuralının normatifliği, klasik doktrinin, örf ve
âdetin ikinci unsuru olarak incelediği manevi unsura (genel inanç,
opinio uiris, opinio necessitatis)27 tekabül etmektedir. Bu unsura
göre hatırlanacağı üzere, sürekli tekrarlanan bir davranış biçiminin
bir örf ve âdet kuralı haline gelebilmesi için o davranış biçimine u-
yulmasının zorunlu olduğu yolunda toplumda genel bir inancın doğ-
muş olması gerekmektedir. Bununla kastedilen şey bireylerdeki ko-
lektif iradedir.

c) Hukukilik
Hatırlanacağı üzere yukarıda hukukiliği, bir hukuk kuralını diğer
sosyal davranış (toplum, ahlak, din kuralları) kurallarından ayıran

25. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.304.


26. Ibid., s.304.
27. Gridel, op. cit., s.228; Du Pasquier, op. cit., s.50; Bilge, op. cit., s.42;
Edis, op. cit., s.93; Edis, op. cit., s.91; Göğer, op. cit., s.118; Güriz, op. cit., s.11;
Gözübüyük, op. cit., s.51.
ÖRF VE ADET HUKUKU NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ 127
özellik olarak tanımlamıştık28. O halde bir örf ve âdet kuralının hu-
kuki nitelikte olup olmadığını nasıl saptayabiliriz? Madden mevcut
olan ve normatif niteliğe sahip örf ve âdetlerin hepsi hukuki nitelikte
değildir. Sosyal nitelikte örf ve âdet kurallları da vardır. O halde biz
hukuki nitelikte bir örf ve âdet kuralı ile genel nitelikte bir örf ve âdet
kuralını nasıl ayırdedebiliriz?
Bu soruya yine yukarıdaki açıklamalarımızdan yola çıkarak ce-
vap verelim.
Hukukilik, bir norma “hukuki” olma vasfını veren şey29 olduğu-
na göre, diğer beşeri davranış kurallarından hukuk normunu ayıran
kriter nedir? Bu konuda değişik kriterler önerildiğini görmüştük30.
Bu kriterlerden sadece aidiyet kriterini benimsemiştik. Bu kritere
göre ise, belirli bir hukuk düzenine ait olan norm hukuk normu idi.
O halde belirli bir hukuk düzenine ait bir örf ve âdet kuralı bir
hukuk normudur. Diğer bir ifadeyle bir örf ve âdet kuralı, belirli bir
hukuk düzeninine ait ise, o düzenin bir parçası ise, o örf ve âdet kura-
lı hukuki niteliktedir. Bir örf ve âdet kuralının nasıl bir hukuk düze-
nine ait olduğunu ise biraz aşağıda geçerliliğin per quam koşulunu
incelerken göreceğiz. Aslında hukukiliğin tanımı için aidiyet kriteri
esas alınınca bir normun hukukiliği ile biçimsel geçerliliği arasında
fark kalmamaktadır.
Bununla birlikte yine de hukuk düzeninin hukukiliğini tespit et-
mek gerekmektedir. Zira ahlaki, dini, toplumsal vb. nitelikte normatif
düzenler de vardır. Bu düzenlerden hukuk düzenini ayıran nitelik
nedir? Kısacası bir düzen ne zaman hukuki niteliktedir? Bu sorunun
cevabını yukarıda görmüştük31. Bu cevap, örf ve âdet kuralları söz
konusu olunca değişecek bir cevap değildir. Örf ve âdet kurallarının
ait olduğu düzen de yukarıda hukukiliğini incelediğimiz aynı hukuk
düzenidir. Hafızaları tazelemek için bir kez daha yineleyelim: Hukuk
düzenlerinin ilk ayırıcı özelliği, onların beşeri davranış düzeni olma-

28. Jean Carbonnier, Sociologie juridique, Paris, P.U.F., 1978, s.175.


29. Cf. Paul Amselek, Perspectives critiques d'une réflexion épistémologique
sur la théorie du droit: essai de phénoménologie juridique, (Thèse pour le doctorat
en droit, Université de Paris, Faculté de Droit et des Sciences économiques) Paris,
L.G.D.J., 1964, s.217.
30. Supra, s.42.
31. Supra., s.43 vd.
128 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

larıdır. Yani hukuk düzeninin normları insan davranışlarını düzenler-


ler32. Hukuk düzenlerinin ikinci ayırıcı özelliği, onların cebir düzen-
leri olmalarıdır. Hukuk düzenleri hukuki nitelikte bulunan, yani ken-
dilerine ait olan örf ve âdet kurallarının ihlâli halinde de, bu ihlâle
müeyyide özelliği gösteren bir cebir işlemi ile karşılık verirler33.
Özetle örf ve âdet kurallarını hukukiliği bakımından yazılı hukuk
kurallarından ayıran bir şey yoktur. Yazılı hukuk kurallarının hukuki-
liği de örf ve âdet kurallarının hukukiliği de bir hukuk düzenine ait
olmaları ile belirlenir. Hukuk düzenine bir norm nasıl ait olur soru-
sunu ise aşağıda göreceğiz.

2. Per Quam Koşul


Şimdiye kadar bir örf ve âdetin geçerli olabilmesi için ilk önce
maddi olarak var olması gerektiği, ikinci olarak da normatif nitelikte
olması gerektiğini söyledik. Bu iki koşul gerekli ama yeterli olmayan
koşullardır. Madden mevcut olan ve normatif niteliğe sahip her örf ve
âdet, hukuk kuralı olarak geçerli değildir. Hukuken geçerli olmayan
ama madden mevcut ve normatif niteliğe sahip olan örf ve âdetler de
vardır. Örneğin Türkiye’nin bazı yörelerinde cari olan kan davasıyla
ilgili örf ve âdet kuralları böyledir. Bunlarda maddi varlık ve norma-
tiflik koşulları gerçekleşmiştir. Ama bunlar hukuki geçerliliğe sahip
değildir. O halde bir örf ve âdete hukuki geçerlilik kazandıran şey
nedir?
Pozitivist teoriye göre, yazılı hukuk kurallarının hukuki geçerlili-
ğinin şartları ile örf ve âdet kurallarının hukuki geçerliliğinin şartları
arasında bir fark yoktur. Zira, bu teori, yazılı hukuk kurallarını da, örf
ve âdeti de “hukukun kaynağı” olarak görmektedir34. O halde yazılı
hukuk kuralları hukuken geçerli olmak için hangi şartı yerine getiri-
yorlarsa, örf ve âdet kuralları da aynı şartı yerine getirmelidir. Yuka-
rıda belirtildiği üzere, pozitivist anlayışta bir normun, hukuk normu
olarak geçerli olması için o normun kendisinden üst bir normun ve
son tahlilde temel normun öngördüğü şekilde yapılmış olması gere-

32. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.42-46.


33. Ibid., s.46.
34. Ibid., s.313.
ÖRF VE ADET HUKUKU NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ 129
kir35. Diğer bir ifadeyle, bir normun geçerliliğinin temeli daima bir
başka normdur36.
Özetle örf ve âdet kuralı da hukuki geçerliliğini ancak kendisin-
den üst bir normdan alabilir37. Yani bir örf ve âdetin bir hukuk kuralı
olarak geçerli olması için bir üst normun örf ve âdeti “hukuk yaratıcı
olay (fait créateur de droit)” olarak kabul etmesi gerekir38. O halde
bu “üst norm”un ne olduğu saptanmalıdır. Bunun içinse ilkönce, örf
ve âdet kurallarının normlar hiyerarşisindeki yerini belirtmek gerekir.
Kelsen’e göre kanun ile örf ve âdet arasında bir fark yoktur. Her ikisi
de hukuk normları hiyerarşisinde aynı düzeyde yer alır39. Eğer örf ve
âdet de normlar hiyerarşisinde kanun düzeyinde yer alıyorsa, örf ve
âdet de geçerliliğini anayasadan almalıdır. Yani anayasanın öngördü-
ğü usulle konulmalıdır. Açıkçası, eğer anayasa örf ve âdet yoluyla
norm yaratılmasını kabul ediyorsa, yani anayasa örf ve âdeti hukukun
kaynağı olarak kabul ediyorsa40, örf ve âdet bir hukuk kuralı olarak
geçerli olabilir41. Diğer bir ifadeyle, örf ve âdet yoluyla geçerli hukuk
kurallarınının yaratılması için anayasanın bireylerin tekrarlanan dav-
ranışlarıyla hukuk kuralı yaratılabileceğini kabul etmiş olması, yani

35. Ibid., s.261.


36. Ibid., s.256.
37. Bazen hatalı olarak bir örf ve âdetin ancak mahkemeler tarafından tanınıp
uygulanınca hukuk kuralı haline geldiği söylenir. Dolayısıyla gerçekte örf ve âdet
kuralının gerçek yaratıcısının mahkemeler olduğu, hatta geçerliliğini mahkemeler-
den aldığı iddia edilir. Kelsen’e göre bu iddialar kabul edilemez. Ona göre, mah-
kemelerin örf ve âdet kurallarını uygulaması ile yazılı hukuk kurallarını uygulaması
arasında bir fark yoktur. Eğer her ikisinde de mahkeme öncelikle kuralın maddi
varlığını araştırır. Örneğin bir kanun hükmünü uygulayacaksa, bu hükmün gerçek-
ten yasama yoluyla yaratılmış bir kural olup olmadığını tespit etmek zorundadır.
Aynı şekilde bir örf ve âdet kuralını uygulayacaksa, bu kuralı yaratan olayı (uzun
süre tekrarlanan insan davranışı) tespit etmeli ve ortada gerçekten örf ve âdet yo-
luyla yaratılmış bir normun olup olmadığı sorununu çözmelidir. Ne birinci tür kura-
lın ne ikinci tür kuralın hukuki geçerliliği hakimin bu tespitinden kaynaklanmaz.
Onlar, hakimin bu tesbitinden önce de hukuken geçerlidirler (Kelsen, Théorie pure
du droit, op. cit., s.307).
38. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.13.
39. Ibid., s.303.
40. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.73; Kelsen, General Theory of
Law and State, op. cit., s.126.
41. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.13.
130 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

örf ve âdeti “hukuk yaratan olay (fait créateur de droit)” olarak tanı-
mış olması gerekir42.
Eğer yazılı anayasa böyle bir hükmü açıkça içeriyorsa mesele
yoktur. Örf ve âdet yoluyla yaratılan kurallar hukuken geçerlidir. Bu
durumda hukuku uygulama organları, örf ve âdet yoluyla yaratılan
kuralları uygulayabilirler43; zira bu konudaki yetkilendirme bizzat
pozitif anayasadan kaynaklanmaktadır. Bu takdirde hiçbir sorun yok-
tur44.
Ama eğer anayasada böyle bir hüküm yoksa, yani anayasada örf
ve âdetin hukuk yaratıcısı bir olay olduğu belirtilmiyorsa, bu durum-
da ne olacaktır? Örf ve âdet yoluyla yaratılan kurallar bir hukuk kura-
lı olarak geçersiz mi olacaktır? Kelsen’e göre, bu durumda, örf ve
âdet kurallarının geçerli olarak kabul edilebilmesi için, yani mahke-
melerin örf ve âdet hukukunu uygulayabilmeleri için, temel norma45
yahut varsayımsal bir anayasaya başvurmaları gerekir. Bu durumda
denilebilir ki, örf ve âdet kuralıyla hukuk normu konulabileceği ko-
nusunda yetkilendirme bizzat örf ve âdet yoluyla yaratılmış bir yazı-
sız anayasa kuralından kaynaklanır46. Diğer bir ifadeyle örf ve âdet
kuralları geçerliliğini örf ve âdet yoluyla yaratılmış bir anayasadan
alırlar.
Keza, biçimsel bir anayasaya sahip olmayan, teamüli anayasaya
sahip olan bir sistemde de örf ve âdet kuralıyla hukuk normu konula-
bileceği konusundaki yetkilendirmenin bizzat örf ve âdet yoluyla
yaratılmış bir yazısız anayasa kuralından kaynaklandığı düşünülebi-
lir47. Ancak bu, örf ve âdetin bir “hukuk yaratıcı olay” (fait créateur
de droit) olarak yine örf ve âdet tarafından yaratılmış bir anayasa ile
kabul edildiğini söylemek demektir ki, bu bir ispat değil, tekrardan
(pétition de principe) başka bir şey değildir48. Eğer yazılı anayasa örf
ve âdet yoluyla yaratılabiliyorsa, örf ve âdetin bizatihi “hukuk yaratı-

42. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.300-301; Kelsen, General Theory
of Law and State, op. cit., s.126.
43. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.305.
44. Ibid.
45. Yani temel normun, örf ve âdeti hukuk yaratıcı bir olay olarak kabul ettiği
varsayımına başvurmak gerekir (Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.305).
46. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.301.
47. Ibid., s.305.
48. Ibid.
ÖRF VE ADET HUKUKU NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ 131
cı olay” olarak ortada daha önceden mevcut olduğunu kabul etmek
gerekir. Bu ise örf ve âdetin temel norm olması anlamına gelir. Bu
durumda ise, yine temel norm hipotezi ile karşı karşıya geliriz49. O
halde yazılı anayasanın örf ve âdeti açıkça hukukun kaynağı olarak
kabul etmediği bir sistemde örf ve âdet hukuku geçerliliğini, son tah-
lilde, bir temel norm varsayımından alır. Bu temel norm, bireylerin
tekrarlanan davranışlarıyla hukuk yaratılabileceğinin kabul edilme-
sinden ibarettir. Nasıl yazılı hukuk normları geçerliliklerini son tah-
lilde içinde bulundukları hukuk düzeninin temel normundan alıyor-
larsa, yazılı anayasanın örf ve âdeti hukukun kaynağı olarak açıkça
kabul etmediği bir sistemde de örf ve âdet hukukunun kuralları geçer-
liliklerini aynı şekilde bir temel norm varsayımından alırlar. Bu da
temel norm konusundaki tartışmaları davet etmektedir. Bu hususu
yukarıda gördüğümüzden tekrar girmiyoruz50.
∗∗∗
Bu arada yeri gelmişken örf ve âdet hukukuyla yazılı hukuk ara-
sındaki ilişkileri görmek gerekir. Hans Kelsen’e göre, yazılı hukuk
(droit légal) ve örf ve âdet hukuku birbirlerini lex posterior esasına
göre ilga edebilir. Dahası, anayasa açıkça yasaklasa dahi, örf ve âdet
hukukunun yazılı anayasa hükümlerini, zımnen ilga etme gücü var-
dır. Oysa katı yazılı anayasalar adi kanunlarla değil, ancak anayasal
kanunlarla değiştirilebilir51.

3. Sine Qua Non Koşullar


Yukarıda biçimsel olarak geçerli olan bir normun geçerliliğini
kaybetmemesi için iki sine qua non koşulu da yerine getirmesi gerek-
tiğini söyledik52. Bunlardan birincisi, söz konusu normun ait olduğu
global hukuk düzeninin etkililiği; ikincisi ise, bizatihi bu normun
minumum etkililiği idi53. Bu koşullar hatırlanacağı üzere hukuk nor-
munun geçerliliğinin temeli değil, geçerli olan bir hukuk normunun

49. Ibid., s.305.


50. Bkz. supra, s.75-77.
51. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.306.
52. Bkz. supra, s.89 vd.
53. Bkz. supra, s.90.
132 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

geçerli kalması için bu temele eklenen koşullardı. Diğer bir ifadeyle,


bunlar per quam değil, sine qua non koşullardı54.

a. Global Hukuk Düzeninin Etkililiği


Yukarıda gördüğümüz gibi devrim, hükümet darbesi gibi olaylar
sonucu global hukuk düzeni etkiliğini yitirirse, bu düzene ait bütün
kurallar da geçerliliğini yitirirler55. Bu bakımdan örf ve âdet kuralları
ile yazılı hukuk kuralları arasında bir farklılık olmadığı belirtilebilir.
Zira, devrim gibi olaylar sonucu mevcut hukuk düzeni etkiliğini yi-
tirmiş, yeni bir hukuk düzeni yürürlüğe girmişse, artık önceki hukuk
düzeninin geçerlilik atfettiği örf ve âdetlere yeni hukuk düzeni geçer-
lilik atfetmeyebilir. Özellikle devrimci nitelikte bir hukuk düzeni
kurulmuşsa bu böyledir. Osmanlı hukuk düzeninde geçerli olan bazı
örf ve âdet kuralları Cumhuriyet hukuk düzeninde artık geçerli değil-
dir. Bununla birlikte örf ve âdet kurallarının hukuk düzenin etkililiği-
ni yitirmesinden yazılı hukuk kurallarına nazaran daha az etkilenece-
ği tahmin edilebilir.

b. Bizzat O Normun Minimum Etkililiği


Hatırlanacağı üzere geçerli bir hukuk normunun geçerliliğini
kaybetmemesi için bir minimum etkililiğe sahip olması gerekmekte-
dir56. Bu koşula göre, belirli bir hukuk düzenine ait bir normun ge-
çerliliğini yitirmemesi için, bizzat bu norm bir minimum etkililiğe
sahip olmalı, yani hiç olmazsa belirli bir noktaya kadar uygulanmalı
ve kendisine itaat edilmelidir57. Sürekli bir şekilde etkililikten yoksun
kalan bir norm geçerli bir norm olarak kabul edilemez58. Diğer bir
ifadeyle, kendisine hiçbir zaman uyulmayan veya hiçbir zaman uygu-
lanmayan bir norm, geçerli bir norm olarak kabul edilmez. Özetle, bir
norm geçerli kalmak için “metrukiyet (désuétude)”e düşmemelidir59.
Kelsen’e göre, metrukiyet, asıl fonksiyonu mevcut bir normun geçer-
liliğini iptal etmekten ibaret olan bir “negatif örf ve âdet (coutume

54. Bkz. supra, s. 90.


55. Bkz. supra, s.90.
56. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.14-15, 287-288.
57. Ibid., s.14-15.
58. Ibid., s.15.
59. Ibid., s.288.
ÖRF VE ADET HUKUKU NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ 133
négative)”tir60. Kelsen’e göre, örf ve âdetin hukukun kaynağı olarak
kabul edilen bir sistemde, örf ve âdet sadece bir örf ve âdet kuralını
değil, yazılı bir hukuk kuralını da zımnen ilga (dérogation) edebilir61.
Eğer örf ve âdet yazılı bir hukuk kuralını etkisiz hale getirip geçerli-
liğini ilga edebiliyorsa, bir başka örf ve âdet kuralının geçerliğini
evleviyetle sona erdirebilir.
Aslında geçerliğin bu son şartı, örf ve âdet kuralının bizatihi ta-
nımında vardır. Bir kural toplum içinde etkili değilse, yani kendisine
toplumun çoğunluğu tarafından uyulmuyorsa, o kural bir örf ve âdet
kuralı değildir. Keza belirli bir dönemde geçerli olan bir örf ve âdet
kuralı zamanla etkisizleşmesi sonucu geçerliliğini yitirebilir veya bu
kural başka bir örf ve âdet kuralı ile değiştirilebilir.
Bu açıklamalardan yola çıkarak şunu da belirtmek uygun olur ki,
esas itibarıyla örf ve âdet kurallarının maddi varlığı altında gördüğü-
müz şeyler (devamlı tekrar ve opinio necesitatis) aslında örf ve âdet
kuralının etkililiğini62 dile getirmektedir. Diğer bir ifadeyle, etkililik
yani maddi geçerlilik yazılı hukuk kurallarında bir ek koşul iken, örf
ve âdet kurallarında aslında bir ön koşuldur. Ancak bir örf ve âdet
kuralının bu ön koşula sahip olması onun geçerli olduğu anlamına
gelmez. Zira, onun hukuki geçerliliği yukarıda gördüğümüz gibi bi-
çimsel geçerliliğine, yani hukuk düzenine aidiyetine, anayasa tarafın-
dan örf ve âdetin hukuk yaratıcısı bir olgu olarak tanınmasına bağlı-
dır. Bu biçimsel unsur olmadan genel anlamda mevcut olan örf ve
âdet, bir hukuk kuralı haline dönüşememektedir.
∗∗∗
Böylece örf ve âdet kurallarının geçerlilik şartlarını gördükten
sonra kısaca örf ve âdet kuralının uygulanmasıyla yazılı hukuk kural-
larının uygulanması arasında bir fark olup olmadığını görelim:
Belirli somut durumda örf ve âdet yaratan olayın gerçekleşip ger-
çekleşmediğini tespit etme yetkisi hukuku uygulama organlarına ait-
tir. Ancak bu, örf ve âdet kurallarının mahkemeler tarafından yaratıl-
dığını söylemek anlamına gelmez. Kelsen’in belirttiği gibi, mahke-
melerin örf ve âdet kurallarını uygulaması ile yazılı hukuk kurallarını
uygulaması arasında bir fark yoktur. Eğer bir mahkeme belirli bir

60. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.288.


61. Ibid.
62. Bu konuda bkz, supra, s.64 vd.: Maddi Geçerlilik Anlayışı.
134 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

olayda örf ve âdet yoluyla yaratılan kuralları uygulamak durumun-


daysa, her şeyden önce örf ve âdet kuralını yaratan olayın (devamlı
tekrar ve kolektif beşeri irade) gerçekleşip gerçekleşmediğini tespit
etmelidir. Keza aynı mahkeme bir yazılı hukuk kuralını uygulasaydı
da bunu yapmak zorundaydı. Örneğin uygulayacağı kanun kuralının
gerçekten yasama yoluyla yaratılmış bir kural olup olmadığını tespit
etmek zorundaydı. Şüphesiz ikinci iş birincisine göre daha kolaydır.
Hakim düsturlara, resmi gazete koleksiyonlarına bakarak bunu kolay-
ca tespit eder; oysa örf ve âdetin tespiti daha zordur. Ama yine de
aralarında nitelik farkı yoktur. Her iki durumda da mahkeme uygula-
yacağı normun varlığını tespit etmektedir. Her iki halde de mahke-
menin bu tespitinden önce mevcut birer hukuk normu vardır63.
Şunu da belirtmek gerekir ki, örf ve âdet normları ancak biçimsel
olarak indas edilmiş hukuk organları tarafından uygulanmaktadır.
Diğer bir ifadeyle örf ve âdet yoluyla yaratılmış kurallar yine yazılı
hukuk tarafından ihdas edilmiş organlarca uygulanmaktadır64.
Son olarak yazılı hukuk kuralları ile örf ve âdet yoluyla yaratılan
hukuk kuralları arasında temel bir siyasi farkın bulunduğuna işaret
etmek gerekir. Yazılı hukuk kuralları esas itibarıyla merkezileştiril-
miş ve tekelleştirilmiş bir usülle konulmaktadır. Yetkili organ ve
kişiler ve keza izlenecek usuller önceden belirlidir. Başka usuller
izlenmesinin söz konusu olmadığı gibi, bu organ ve kişilerden başka
kişilerin kuralların yaratılması sürecine katılması da söz konusu de-
ğildir. Oysa örf ve âdet yoluyla kural yaratılması merkezileştirilmiş
ve tekelleştirilmiş değildir. Bu tür kuralları koymaya yetkili organ ve
kişiler ve izlenecek usuller önceden tespit edilmemiştir. O konuyla
ilgisi olan herkes, o konudaki davranışlarıyla bir bakıma o konudaki
örf ve âdet kuralının yaratılmasına katılmaktadır. Yani, örf ve âdet
hukukunun kuralları, hukuk düzenine tabi bireylerin davranışları so-
nucunda oluşmaktadır65.

63. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.307; Kelsen, General Theory of
Law and State, op. cit., s.127-128.
64. Ibid., s.308.
65. Ibid.
Altıncı Bölüm
ULUSLARARASI HUKUKUN
GEÇERLİLİĞİ SORUNU

Yukarıda açıkladığımız geçerlilik teorisi açısından uluslararası


hukukun geçerliliği sorununu ayrıca tartışmak gerekir. Uluslararası
hukuk normları yukarıda belirtilen geçerlilik şartlarını yerine getir-
mekte midirler?
Hatırlanacağı üzere yukarıda geçerliliğin üç ön koşulu, bir asıl
(per quam) koşulu ve iki tane de ek (sine qua non) koşulu olduğunu
söyledik1. Uluslararası hukuk normlarının bu koşulları doldurup dol-
durmadığını şimdi sırasıyla inceleyelim.

1. Ön Koşullar
Bir hukuk normunun geçerliliğinin üç önkoşulu vardı: Maddi
varlık, normatiflik, hukukilik2.

a) Maddi Varlık
Yukarıda gördüğümüz gibi3, bir işlemin “maddi varlığı” ile, o iş-
lemin somut taşıyanının, yani bir belgenin, bir sözün, bir ritüelin, tek
kelimeyle bir instrumentum’un varlığı anlatılmak istenmektedir4.
Uluslararası hukuk normlarının maddi varlığa sahip olduğu tar-
tışmasızdır. Örneğin Türkiye’de uluslararası hukuk normlarının mad-

1. Bkz. supra, s.27-99.


2. Bkz. supra, s.27-53.
3. Supra, s.27.
4. Ost et Van de Kerchove, Jalons pour une théorie critique du droit, op. cit.,
s.259; Ost, “Validité”, op. cit., s.636.
136 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

di varlığını uluslararası andlaşma metinlerinin yayınlandığı Resmi


Gazetelere ve Düstürlara bakarak kolayca saptayabilirz. Bütün ulusla-
rarası andlaşmaların maddi varlığını ise yüzlerce cilt tutan ve Birleş-
miş Milletler tarafından yayımlanan Recueil des traités enregistrés
par le Secrétariat des Nations Unies’den tespit edebiliriz.
Uluslararası örf ve âdet kuralları da maddi varlıktan yoksun de-
ğildir. Yukarıda örf ve âdet konusunda görüldüğü gibi5, bu tip norm-
ların da bir instrumentum’u vardır. Bu instrumentum, uluslararası
hukuk alanında devletlerin dış dünyaya yansıyan, gözle görülebilen
ve çok eski zamanlardan beri kesintisiz tekrarlanan davranışlarıdır.
Diğer bir ifadeyle, uluslararası hukuk örf ve âdet kurallarının maddi
varlığı, uluslararası topluluğun üyelerinin belirli bir zaman süreci
içinde aynı şekilde tekrarlanan davranışlarıdır6.

b) Normatiflik
Yukarıda7 gördüğümüz gibi bir işlemin hukuken geçerli olabil-
mesi için sahip olması gereken ikinci önkoşul, o işlemin normatif
nitelikte olmasıdır. Normatiflik ise, bir işlemin bir “olması gereken
(Sollen)”i ifade etmesi olarak tanımlanmaktadır8. Bir uluslararası
hukuk normunun normatif nitelikte olabilmesi için, o norm, bir “ol-
ması gereken (Sollen)”i ifade etmeli, yani bir şeyi emretmeli, bir şeye
izin vermeli veya yetki vermelidir. Üstelik bu emrin, iznin veya yet-
kinin konusu bir beşeri davranış olmalı ve diğer yandan, bu emir, izin
veya yetki yine beşeri irade tarafından konulmalıdır.
Uluslararası hukuk normları, hiç süphe yok ki, bir olması gereke-
ni (Sollen) ifade ederler. Bir emir verirler, yasak koyarlar ya da bir
şeye izin veya yetki verirler. Bu olması gerekeni koyan beşeri irade-
dir. Devletlerin temsilcileri olan insanlardır. En nihayet devletler de
insanlardan oluşmuş beşeri varlıklardır. Uluslararası andlaşmaları
yine insanlar yapar. Keza uluslararası örf ve âdet kurallarının yaratı-
cısı, yine bir devlet adına hareket eden insanlardır. Bu insanlar belirli
bir zaman süreci içinde aynı şekilde davranarak bir uluslararası örf ve

5. Bkz. supra, s.123.


6. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.12.
7. Supra, s.28 vd.
8. Kelsen, Théorie générale des normes, op.cit., s.2.
ULUSLARARASI HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ 137
âdet kuralının oluşmasına yol açarlar. Gerek yazılı uluslararası hukuk
kurallarının, gerek uluslararası örf ve âdet kurallarının muhatabı yine
devletler, yani nihai tahlilde insanlardır. Dolayısıyla uluslararası hu-
kuk normları da diğer normlar gibi beşeri iradenin ürünüdür ve bir
beşeri davranışı düzenlemektedirler.

c) Hukukilik
Hatırlanacağı üzere hukukiliği, bir hukuk normunu diğer sosyal
davranış kurallarından (toplum, ahlak, din kurallları) ayıran özellik
olarak tanımlamıştık9. Başka bir anlatımla hukukilik, bir norma “hu-
kuki” olma vasfını veren şey idi10. Hukuk kuralllarının diğer sosyal
davranış kurallarından ayrılması konusunda değişik kriterler öneril-
diğini görmüştük11. Bu kriterlerden sadece aidiyet kriterini benimse-
miştik. Bu kritere göre ise, belirli bir hukuk düzenine ait olan norm
hukuk normu idi.
O halde uluslararası hukuk düzenine ait bir norm, bir uluslararası
hukuk normudur. Diğer bir ifadeyle bir norm, uluslararası hukuk dü-
zeninin parçası ise, bu düzenin öngördüğü şekilde yapılmışsa, o norm
uluslararası hukuk normu niteliğindedir, hukukidir. Ama bu halde
uluslararası hukuk düzeninin hukukiliğini tespit etmek gerekmekte-
dir. Yani uluslararası hukuk normunun hukukiliği sorunu, uluslarara-
sı hukuk düzeninin hukukiliği sorununa dönüşmektedir. Bir uluslara-
rası hukuk düzeni, diğer uluslararası (ahlaki, dini, siyasal, kültürel vb.
nitelikteki) düzenlerden nasıl ayrılır? Kısacası bir uluslararası düzen
ne zaman hukuki niteliktedir?
Bu soruyu cevaplamadan önce genel olarak hukuk düzeninin hu-
kukiliğinin hangi ölçüt ile belirlendiğini hatırlayalım:
Hukuk düzenlerinin ilk ayırıcı özelliği, onların beşeri davranış
düzeni olmalarıdır. Yani hukuk düzeninin normları insan davranışla-
rını düzenler12. Bu şartı uluslararası hukuk düzenleri gerçekleştir-

9. Jean Carbonnier, Sociologie juridique, Paris, P.U.F., 1978, s.175.


10. Cf. Paul Amselek, Perspectives critiques d'une réflexion épistémologique
sur la théorie du droit : essai de phénoménologie juridique, (Thèse pour le
doctorat en droit, Université de Paris, Faculté de Droit et des Sciences
économiques) Paris, L.G.D.J., 1964, p.217.
11. Supra, s.42.
12. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.42-46.
138 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

mektedir. Uluslararası hukuk her ne kadar ilk bakışta devletlerin dav-


ranışlarını düzenlese de nihai tahlilde düzenlediği şey beşeri davra-
nıştır. Kelsen’e göre devletin hukuk düzeni nasıl insan davranışlarını
düzenliyorsa, aynı şekilde uluslararası hukuk da devletlerin davranış-
larını düzenler13.
Hukuk düzenlerinin ikinci ayırıcı özelliği, onların cebir düzenleri
olmalarıdır. Yukarıda açıklandığı gibi, hukuk düzenleri hukuk norm-
larının ihlaline karşı bir cebir işlemi (acte de contrainte) ile karşılık
verir14.
Böylece hukuk düzeni, beşeri davranışın cebri düzeni olarak ta-
nımlanabilir. Hukuk düzeni, zorlama düzeni (ordre de contrainte)
olmasıyla diğer sosyal düzenlerden ayrılır. Cebir unsuru, nihai kriter-
dir15.
∗∗∗
Şimdi bu genel açıklamalar ışığında bir uluslararası hukuk düze-
ninin hukukilik koşulunu yerine getirip getirmediğini araştıralım:
Bir uluslararası düzenin hukukilik koşulunu yerine getirebilmesi
için, her şeyden önce, bu düzenin cebri nitelikte olması gerekir. Şüp-
hesiz uluslararası hukukta cebir kullanıldığı görülmektedir. Ancak
hukuk düzeninin dayandığı cebir herhangi bir cebir değil, müeyyide
niteliğine sahip olan bir cebirdir. Müeyyide ise bir normun ihlaline
tepki olarak gösterilen ve hukuk düzeni tarafından örgütlenmiş bir
zor kullanımıdır16. Diğer bir ifadeyle, müeyyide hukuk düzeni tara-
fından ihdas edilmiş bir cebirdir17. Bu şu demektir ki, müeyyide, yal-
nızca hukuk düzeni tarafından yetkilendirilen kişiler ve organlar tara-
fından ve bu düzen tarafından öngörülen koşullara uygun olarak uy-
gulanabilir. Bu anlamda denmektedir ki, “cebrin icrası hukuk toplu-
luğunun tekelindedir”18. Son olarak şunu da tekrar hatırlatmak gere-
kir ki, hukuk düzeni diğer cebir düzenlerinin hepsinden daha etkili-

13. Ibid., s.421.


14. Bkz. supra, s.45.
15. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.48.
16. Ibid.
17. Ibid., s.57: “Müeyyide kavramı hukuk düzeni tarafından öngörülen tüm
cebir işlemlerine kapsatılabilir”.
18. Ibid., s.50.
ULUSLARARASI HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ 139
dir. Hukuk düzeninin cebri, diğer cebir düzenlerinin (örneğin haydut
çetesinin) cebrinden daha büyüktür19.
Uluslararası hukuk düzeninin uyguladığı cebir müeyyide niteliği-
ne sahip midir?
Hans Kelsen bu soruya olumlu yanıt verir. Ona göre uluslararası
hukuk müeyyide niteliğinde cebir işlemleri uygulamaktadır. Kelsen’e
göre, bu bakımdan uluslararası hukuk ile devletin iç hukuku arasında
nitelik farkı yoktur20. Her ikisi de beşeri davranışın cebri düzenleri-
dir21.
Hans Kelsen’e göre, misilleme ve savaş uluslararası hukukun
müeyyidesidir22. Çıkarlarına haksız olarak başka bir devlet tarafından
müdahale edilen her devlet, müdahale eden devlete karşı misillemele-
re başvurmaya yetkilidir. Misilleme, silahlara başvurmaksızın
yukardaki koşulda haksız müdahaleyi yapan devletin çıkarlarına mü-
dahalede bulunmaktır23. Bazen misillemenin uygulanmasında silahla-
ra da başvurulması gerekebilir. Bu durumda misilleme ile savaş ara-
sında basit bir derece farkından başka bir şey kalmaz24. Misillemede
devletin sadece belirli çıkarlarına müdahale edilir; savaş ise sınırsız
bir müdahaledir25. O halde savaş bir devletin diğer bir devlete karşı
silahlı güçleriyle yaptığı bir eylemdir26.
Kelsen’e göre misilleme ve savaş hukuki fiillerdir. Savaş ya bir
hukuka aykırı fiil, ya da bu fiile gösterilen bir tepki, yani müeyyide-

19. Ibid., s.65.


20. Ibid., s.420.
21. Ibid.
22. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.421. Bu konuda keza bkz.: Hans
Kelsen, “Les rapports de système entre le droit interne et le droit international
public”, Recueil des cours de l'Académie de droit international, 1926, IV, p.317:
Kelsen’e göre, nasıl iç hukukta cezaların infazı hukukun ihlaline bir tepki olarak
yorumlanıyorsa, uluslararası hukukta da savaşı, yani bu hukukun ultima ratiosunu,
uluslararası hukukun emrettiği fiillerin bir müeyyidesi olarak yorumlamak gerekir.
Savaş hukuk dışı bir işlem olarak değil, hukuki bir işlem olarak kabul edilip yorum-
lanmalıdır. Keza Kelsen’e göre, uluslararası andlaşmalar savaşa başvurulmasını
yasaklamamalıdırlar. Bu konuda bkz. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.422-
423.
23. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.421.
24. Ibid.
25. Ibid.
26. Ibid.
140 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

dir. Diğer bir ifadeyle, eğer müeyyide niteliğinde değilse, hukuka


aykırı bir fiildir; yok eğer müeyyide niteliğinde ise, savaş “haklı sa-
vaş (bellum justum)”tır27. Dolayısıyla Kelsenci anlayışta uluslararası
hukuk bellum justum teorisi üzerine kuruludur28.
Dolayısıyla Kelsen’e göre, iç hukuk ile uluslararası hukuk ara-
sında fark yoktur ve uluslararası hukukta gerçek bir hukuktur. Bu-
nunla birlikte Kelsen, uluslararası hukukun teknik anlamda mükem-
mel olmadığını kabul etmektedir29. Ona göre uluslararası hukuk, bu-
günkü gelişim safhasında hâlâ ilkel toplumların hukukuyla büyük
benzerlikler göstermektedir30. Zira devletler için kural koyan ulusla-
rarası hukuk, koyduğu kuralların uygulanması için özel organlar ku-
ramamaktadır. Uluslararası hukuk aşırı ölçüye varmış bir “adem-i
merkeziyet (décentralisation)” halinde bulunmaktadır31. Uluslararası
hukuk bu haliyle ilkel toplumların hukukuna benzemektedir. İlkel
toplumlarda hukukun uygulanması merkezileşmemiştir. Normu uy-
gulayacak mahkeme yoktur. Bizzat suçtan zarar gören suçluyu ceza-
landırmaya yetkilidir32. Aynı şekilde uluslararası düzende de, hakları
zarar gören devlet, zarar veren devlete karşı uluslararası hukukun
ihdas ettiği müeyyideler olan misilleme veya savaş ile tepki gösterme
hakkına bizzat sahiptir33. Bununla birlikte Kelsen’e göre bu çok aşırı
adem-i merkeziyet, uluslararası hukukun varlığını ortadan kaldırmaz.
Zira ona göre, uluslararası hukuk ile devlet hukuku arasında nitelik
farkı değil, bir derece farkı vardır34. Uluslararası hukuk, devletin iç
hukukunun yüzyıllar önce tamamladığı evriminin daha ilk safhasında
bulunmaktadır35.
Kanımızca Kelsen’in anlayışı eleştiriye açıktır.

27. Ibid., s.422.


28. Ibid., s.423.
29. Kelsen, “Les rapports de système entre le droit interne et le droit
international public”, op. cit., s.318.
30. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.424.
31. Ibid.
32. Kelsen, “Les rapports de système entre le droit interne et le droit
international public”, op. cit., s.318.
33. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.424.
34. Kelsen, “Les rapports de système entre le droit interne et le droit
international public”, op. cit., s.318.
35. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.424.
ULUSLARARASI HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ 141
Hans Kelsen bize misilleme ve savaşı uluslararası hukukun mü-
eyyideleri olarak takdim etmektedir. Oysa misilleme ve savaşın yuka-
rıdaki müeyyide tanımına uyduğunu söylemek oldukça güçtür. Yuka-
rıda belirtildiği gibi müeyyide hukuk düzeni tarafından örgütlenmiş
bir cebirdir. Yani müeyyideyi, hukuk normunun ihlalinden zarar gö-
ren kişi değil, yalnızca hukuk düzeni tarafından yetkilendirilen kişiler
ve organlar uygulamaya yetkilidir. Ve müeyyide de ancak hukuk dü-
zeni tarafından öngörülen şartlar içinde olabilir. Diğer bir ifadeyle,
hukuk düzenin müeyyidesi merkezileştirilmiş ve tekelleştirilmiştir36.
Misilleme ve savaşın bu ölçütlere uygun olduğunu söylemek oldukça
güçtür.
Bir kere, şüphesiz misilleme ve savaşa uluslararası hukuk nor-
munun ihlaline tepki olarak başvurulması mümkündür (bellum
justum). Ancak herhangi bir uluslararası hukuk normunun ihlali ol-
madan da savaşa başvurulması her zaman mümkündür. Demek ki
savaşa, bir normun ihlaline tepki olarak başvurulabileceği gibi başka
bir amaçla da başvurulabilir. Bir savaşın bir normun ihlaline tepki
olarak (bellum justum) başlatılıp başlatılmadığını tespit etmeye yara-
yacak, yani “hukuka uygun savaş” ile “hukuka aykırı savaş”ı birbi-
rinden ayıracak ölçüt ve bu ayrımı yapacak yetkili bir organ yoktur.
İkinci olarak, savaşın bir uluslararası hukuk normunun ihlaline
tepki olarak başlatıldığı (bellum justum) kabul edilse bile, savaş ulus-
lararası hukuk normunun ihlalinden zarar gören devlet tarafından
yürütülmektedir. Oysa hukuk düzeninde müeyyide, normun ihlalin-
den zaran gören kişi tarafından değil, hukuk düzeninin bu amaçla
yetkilendirdiği kişi ve organlar tarafından uygulanmaktadır.
Üçüncü olarak, hukuk düzeninde müeyyide normu ihlal eden ki-
şiye karşı zorla uygulanır. Yukarıda görüldüğü gibi, hukuk düzeninin
cebri tüm diğer kişilerin ve diğer cebir düzenlerinin cebrinden daha
büyüktür. Dolayısıyla hukuk düzeninin müeyyidesiyle kimse baş e-
demez. Baş ederse, o kişi veya düzenin artık kendi hukuk düzenini
kurduğu kabul edilir. Oysa bir uluslararası hukuk normunu ihlal eden
devlete karşı normun ihlalinden zarar gören devlet savaş ilan etse
dahi bu savaşı kazanması uluslararası hukuk düzenine bağlı değil,
tamamen kendi silahlı gücüne bağlıdır. Bir uluslararası hukuk normu

36. Ibid., s.50.


142 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

silahlı kuvvetleri çok güçlü bir devlet tarafından ihlal edilirse, bu


ihlaldan zarar gören devletin bu devlete karşı savaş açmaya cesaret
edeceği veya buna cesaret etse bile savaşı kazanabileçeği pek düşü-
nülemez.
Nihayet, müeyyidenin uygulanması şartları hukuk düzeni tarafın-
dan belirlenmiştir. Savaşta ise uygulanma şartı yoktur. Tam tersine
savaş sınırsız bir güç kullanımıdır. Bu bakımdan da savaş bir müey-
yide olarak kabul edilemez.
Özetle hukuk düzenlerinin müeyyidesi merkezileşmiş ve tekel-
leşmiştir. Uluslararası hukuk düzeninin müeyyidesi olarak takdim
edilen savaş ise tamamen adem-i merkezidir.
Hans Kelsen de savaşın uluslararası hukukun müeyyidesi olarak
arz ettiği bu güçlükleri kabul etmektedir. Ancak ona göre, yukarıda
açıklandığı gibi ortada teknik bir sorun vardır. Uluslararası hukukun
müeyyidesi aşırı ölçüde adem-i merkezileşmiş olsa da, yine de mev-
cuttur. Devletin iç hukukunun müeyyidisiyle uluslararası hukukun
müeyyidesi arasında sadece bir derece farkı vardır. Uluslararası hu-
kuk bugünkü gelişim seviyesiyle hâlâ ilkel toplumların iç hukukuna
benzemektedir. Özetle, müeyyidenin uygulanmasının adem-i merkezi
olması Kelsen’e göre uluslararası hukuk düzeninin hukukiliğini orta-
dan kaldırmamaktadır.
Kanımızca, bu noktada Kelsen’e katılmak mümkün değildir. Bu-
rada Kelsen’in iddia ettiği gibi küçük bir teknik ayar sorunu yoktur.
Asıl sorun müeyyidenin aşırı adem-i merkezileştiği sistemde hâlâ
geçerli bir “hukuk düzeni”nden bahsedilip bahsedilemeyeceği soru-
nudur. Bize göre bu soruya olumsuz yanıt vermek gerekir. Çünkü
tamamen adem-i merkezi bir sistemde müeyyide mevcut değildir.
Uluslararası hukukun müeyyidesi olarak sunulan savaşa, normun
ihlaline tepki olarak başvurulup başvurlmadığının tespiti mümkün
değildir. Zarar gören devlet bizzat müeyyideyi uygulamaya yetkilidir.
Kısacası, savaş bizim anladığımız anlamda bir müeyyide olarak kabul
edilemez. Diğer bir ifadeyle, uluslararası hukuk normlarının yapıcıla-
rı, muhatapları ve bu normların uygulayıcıları arasında hiçbir fark
yoktur. Otto Pfersmann’ın haklı olarak belirtiği gibi37, uluslararası

37. Otto Pfersmann, “De la justice constitutionnelle à la justice internationale:


Hans Kelsen et la seconde guerre mondiale”, Revue française de droit
constitutionnel, 1993, n°16, p.789.
ULUSLARARASI HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ 143
hukukun üreticileri ile muhatapları arasında bir fark mevcut olmalı-
dır. Normun muhataplarının önemli bir kesimi norm koyucularına
uymalıdır. Aksi takdirde ne uluslararası hukuktan, ne de “hukuk”tan
bahsedilebilir.

2. Per Quam Koşul


Yukarıda38 hukuk normunun hukuki geçerliliğinin per quam ko-
şulunu, onun belirli bir hukuk düzenine aidiyeti ile belirlendiğini
söylemiştik. Bir norm belirli bir hukuk düzeninde mevcut ise, onun
bir parçası ise, o norm biçimsel olarak geçerlidir. Bunun için ise, o
normun kendisinden üst bir normun ve son tahlilde temel normun
öngördüğü şekilde yapılmış olması gerekir. O halde bir normun ge-
çerliliğinin per quam koşulu, o normun bir üst norma uygun olarak
üretilmesi durumunda yerine getirilmiş olur.
Uluslararası hukuk normları da kendi arasında hiyerarşik piramit
oluşturmaktadır. Yetkili uluslararası organların koyduğu kurallar ve
uluslararası mahkemelerin aldığı kararlar geçerliliklerini devletlerin
kendi aralarında yaptığı uluslararası andlaşmalardan alırlar. Uluslara-
rası andlaşmalar ise, yukarıda açıklandığı üzere, geçerli olmak için
bir üst norma dayanmaları gerekir. Anzilotti’ye göre, genel olarak
uluslararası hukukun geçerliliğinin temeli ve özelde uluslararası
andlaşmaların bağlayıcılığının dayanağı “ahde vefa (pacta sunt
servanda)” ilkesidir39. Bu anlayışa göre, ahde vefa ilkesi uluslararası
hukuk piramidinin tepesinde yer alır.
Hans Kelsen’e göre de uluslararası hukuk hiyerarşik bir yapıdan
oluşmuştur. Uluslararası organların ve mahkemelerin koyduğu norm-
lar geçerliliklerini uluslararası andlaşmalardan alır40. Ama Kelsen,
uluslararası andlaşmaların geçerliliklerini pacta sunt servanda ilke-

38. Supra, s.89.


39. Ömer İlhan Akipek, Devletler Hukuku (Birinci Kitap: Başlangıç), Ankara,
Başnur Matbaası, İkinci Bası, 1965, s.54; Edip F. Çelik, Milletlerarası Hukuk,
İstanbul, İ.Ü. Hukuk Fakültesi Yayını, 1975, Cilt I, s.26; Nguyen Quoc Dinh,
Patrick Daillier et Alain Pellet, Droit international public, Paris, L.G.D.J., 4e
édition, 1992, s.99.
40. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.425.
144 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

sinden aldığını kabul etmemektedir41. Kelsen’e göre uluslararası


andlaşmalar geçerliliklerini uluslararası örf ve âdetten alırlar. Zira örf
ve âdet yoluyla yaratılan bir uluslararası hukuk kuralı devletlere kar-
şılıklı ilişkilerini andlaşma yoluyla düzenleme yetkisini vermektedir.
İşte uluslararası andlaşmaların geçerliliğinin temeli, bu örf ve âdet
kuralıdır42. O halde uluslararası örf ve âdet hukuku, uluslararası hu-
kuk normları hiyerarşisinde andlaşmalardan üst bir basamakta yer
alır. Ama bu halde de uluslararası örf ve âdet hukukunun geçerliğini
nereden aldığı sorusu ortaya çıkmaktadır. Kelsen uluslararası örf ve
âdete pozitif bir temel bulanamayacağını kabul etmektedir. Ona göre
uluslararası örf ve âdetin geçerli olduğu yolunda bir temel norm var-
sayımını kabul etmekten başka çare yoktur. Bu temel norm, uluslara-
rası alanda örf ve âdetin “hukuk yaratıcı olay (fait créateur de droit)”
olarak kabul edilmesinden ibarettir43.
Bu şemaya göre, uluslararası hukuk normları per quam geçerlilik
koşulunu yerine getirmektedirler. Zira bu normlar kendilerinden bir
üst norma ve nihai tahlilde bu düzenin temel normuna dayanmakta-
dır. Temel normun geçerliğini nereden aldığı sorusu konusundaki
eleştiri ve bu eleştirinin cevaplanması için yukarıda iç hukukun temel
normunun geçerliğine yöneltilen eleştiriye ve bu eleştiriye verilen
cevaba bakılabilir44.

3. Sine Qua Non Koşullar


Yukarıda per quam geçerlilik koşulunu yerine getiren bir normun
geçerliliğini kaybetmemesi için iki sine qua non koşulu da yerine
getirmesi gerektiğini söylemiştik45. Bunlardan birincisi, sözkonusu
normun ait olduğu global hukuk düzeninin etkililiği; ikincisi ise, biza-

41. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.292. Hüseyin Pazarcı, yanlış ola-
rak Kelsen’e göre uluslararası hukukun temelinin pacta sunt servanda ilkesi oldu-
ğunu yazmaktadır (Hüseyin Pazarcı, Uluslararası Hukuk Dersleri, Ankara, A.Ü.
Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1985, I. Kitap, s.13, 19). Kelsen, Théorie pure
du droit’da uluslararası hukuk temelinin pacta sunt servanda ilkesi olduğu yolun-
daki görüşü açıkça reddetmektedir (Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.292,
425),
42. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.292.
43. Ibid.
44. Skz. Supra, s.76 vd.
45. Bkz. supra, s.89.
ULUSLARARASI HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ 145
tihi bu normun minumum etkililiği idi46. Bu koşullar hatırlanacağı
üzere hukuk normunun geçerliliğinin temeli değil, geçerli olan bir
hukuk normunun geçerli kalması için bu temele eklenen koşullardı.
Diğer bir ifadeyle bunlar per quam değil, sine qua non koşullardı47.

a. Global Hukuk Düzeninin Etkililiği


Bir uluslararası hukuk normunun geçerliğini yitirmemesi için ge-
reken bir koşul, bu normun ait olduğu düzenin, yani uluslararası hu-
kuk düzeninin etkililiğidir. Uluslararası hukuk düzeninin etkililiği
oldukça tartışma götürür. Yukarıda görüldüğü gibi, uluslararası hu-
kuk düzeni ilkel toplumların hukuk düzenine benzemektedir. Ulusla-
rarası hukuk düzeni büyük ölçüde adem-i merkezi (décentralisé) dir.
Uluslararası hukuk normların konulması ve uygulanması için yetkili
organlar yoktur. Uluslararası hukuk normları bu normların muhatap-
ları tarafından konulur ve uygulanır. Böyle bir sistemin etkili olabile-
ceği düşünülemez. Normu ihlâl edene müeyyide uygulanması, yuka-
rıda müeyyide konusunda belirtildiği gibi, silahlı kuvvetlerin gücüne
bağlıdır. Şüphesiz uluslararası hukuku merkezileştirme çalışmaları
vardır ve bu yönde, özellikle bölgesel düzeyde, ileri adımlar atılmış-
tır. Ama sonuçta global uluslararası hukuk düzeninin bugünkü geli-
şim aşamasında etkili olduğunu söylemek oldukça güçtür. Kanımızca
günümüz koşullarında uluslararası hukukun, geçerliliğin bu sine qua
non koşulunu yerine getirdiğini söylemek imkânsız değilse bile, ol-
dukça zordur.

b. Bizzat O Normun Minimum Etkililiği


Hatırlanacağı üzere bir hukuk normunun geçerliliğinin diğer bir
sine qua non koşulu bizatihi o normun minimum etkililiği idi48. Bu
koşula göre, belirli bir hukuk düzenine ait bir normun geçerli olabil-
mesi için ek bir koşul olarak, bizzat bu normun bir minimum etkilili-
ğe sahip olması, yani hiç olmazsa belirli bir noktaya kadar uygulan-
ması gerekmektedir49. Hatırlanacağı üzere bu etkililik, bir grosso

46. Bkz. supra, s.89.


47. Bkz. supra, s.90.
48. Kelsen, Théorie pure du droit, op. cit., s.14-15, 287-288.
49. Ibid., s.14-15.
146 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

modo etkililiktir. Bu anlamda birçok uluslararası hukuk normunun


grosso modo etkili olduğu söylenebilir. Ancak tamamen etkisiz halde
olan yığınla da uluslararası hukuk normu vardır. Bunun başlıca sebe-
bi yukarıda görüldüğü gibi uluslararası hukuk normlarının ihlali ha-
linde müeyyide uygulama imkanının güçlüğünden kaynaklanmakta-
dır.
∗∗∗
Özetle, uluslararası hukuk normlarının, hukuk normlarının geçer-
liliğinin koşullarından bazılarını gerçekleştirdiği ve bazılarını da ger-
çekleştiremediği söylenebilir. Uluslararası hukuk normlarının, maddi
varlık ve normatiflik önkoşullarını gerçekleştirdiğinden şüphe yoktur.
Uluslararası andlaşmaların metinleri yüzlerce binlerce cildi bulmak-
tadır. Ancak uluslararası hukuk düzeninin, hukuk normlarının geçer-
liliğinin üçüncü ön koşulu olan hukukilik şartını gerçekleştirdiğini
söylemek oldukça güçtür. Yukarıda görüldüğü gibi bu sistem büyük
ölçüde adem-i merkezidir. Bu düzenin dayanağı olan cebrin (misil-
leme ve savaş) müeyyide niteliğinde olduğunu uluslararası hukukun
bugünkü gelişim safhasında söylemek zordur.
Hukuk normlarının geçerliğinin per quam koşulu olan biçimsel
geçerlilik koşuluna gelince ise, uluslararası hukuk normlarının bu
koşulu yerine getirdiği söylenebilir. Uluslararası hukuk normları ge-
çerliliklerini kendilerinden bir üst normdan ve son tahlilde bu düze-
nin temel normundan almaktadırlar. Bu bakımdan iç hukuk normları
nasıl geçerli ise, uluslararası hukuk normları da aynı şekilde geçerli-
dir.
Ancak hukuk normlarının geçerliğinin sine qua non koşulların-
dan birincisi olan hukuk düzeninin etkililiği şartını uluslararası hukuk
düzeninin gerçekleştirdiğini söylemek oldukça güçtür. Bu düzen hâlâ,
tamamen değilse bile, büyük ölçüde etkisizdir. İkinci sine qua non
koşula, yani bizzat o normun minimum etkililiği koşuluna gelince ise
şu söylenebilir: Bu koşul, bir mutlak etkililik değil, bir grosso modo
etkililik aradığından, birçok uluslararası hukuk normu bu koşulu ye-
rine getirmektedir. Ancak birçok uluslararası hukuk normunun da
yine tamamen etkisiz kaldığı ve bu koşulu yerine getiremediği göz-
lemlenebilir.
Sonuç olarak, uluslararası hukuk düzeninin mükemmel olarak
geçerli bir hukuk düzeni olduğunu söylemek mümkün değildir. Ne
ULUSLARARASI HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ 147
var ki bu sonuç, uluslararası hukuk normlarının geçerlilik ihtimalinin
kategorik olarak reddedildiği anlamına gelmemektedir. Mevcut geli-
şim safhasında dahi uluslararası hukukun bazı normları hukuki geçer-
liğe sahip olabilir. Dahası bu hukuk, gelişim dönemindedir ve gelişi-
mine hızla devam etmektedir. Evrensel düzeyde olmasa bile, bölgesel
düzeydeki gelişmeler, Avrupa’da olduğu gibi, cesaret vericidir. Ulus-
lararası hukukun merkezileşme yolunda olduğu bir gerçektir.
Ne var ki Kelsen’in haklı olarak belirttiği gibi, merkezileşmeye
yanlış yerden başlanmıştır. Devletin iç hukukunda merkezileşmeye,
yasamanın, yahut yürütmenin değil, yargının merkezileşmesiyle baş-
lanmıştır. Diğer bir ifadeyle ilkel toplumlardan uygar toplumlara ge-
çişte paramentodan ve hükümetten önce mahkemeler ortaya çıkmış-
tır. Uluslararası hukukun merkezileştirilmesinde bu şema izlenme-
miş, yanlış olarak yasamanın ve yürütmenin merkezileştirilmesi ile
işe başlanmıştır. Milletler Cemiyeti Sözleşmesi bir yasama organı ve
bir idari organ öngörüyordu. Briand-Kellog Sözleşmesi ise savaşı
yasaklıyordu, ama uyuşmazlıkların çözümü için hiçbir araç öngör-
müyordu. Birleşmiş Milletler Andlaşması uyuşmazlıkların çözümü
konusunda büyük bir adım atmıyordu. O, 1920’de kurulan Milletlera-
rası Daimi Adalet Divanından başka bir şey olmayan Milletlerarası
Adalet Divanı Statüsünü içine almakla yetiniyordu. Kelsen’e göre ise
uluslararası hukukun merkezileşmesi bakımından yasama ve yürütme
organlarının kurulmasınının hiçbir yararı yoktu. Uluslararası hukukta
zaten yeterince kural vardı. Eksik olan şey, zorunlu yargı yetkisine
sahip bir uluslararası mahkemeydi. Merkezileşmeye böyle bir mah-
kemenin kurulmasıyla başlanmalıydı50. Eğer böyle bir mahkeme ku-
rulursa, bu mahkeme uluslararası hukuk düzenini yavaş yavaş merke-
zileştirecek ve nihayette hukukileştirecektir.
Kelsen, ilkel toplumlardan uygar topluma geçişte ilk önce yargı-
nın merkezileşmiş olmasından hareket ediyordu. Kanımızca Kel-
sen’in düşünceleri önemli bir gerçekliği dile getirmektedir. Ne var ki
Kelsen’in önerileri genel uluslararası hukuk düzeninde pek uygula-
namamıştır. Bununla birlikte Kelsen tarafından hayal edilen şema
evrensel düzeyde gerçekleşmese de, bölgesel düzeyde kısmen başarı-
ya ulaşmıştır. Avrupa Toplulukları, Kelsen’in şemasına uygun bir

50. Pfersmann, op. cit., s.777.


148 HUKUK NORMLARININ GEÇERLİLİĞİ SORUNU

seyir izlemektedir. Zorunlu yargı yetkisine sahip Avrupa Toplulukları


Adalet Divanı kurulmuştur. Avrupa hukukunu merkezileştiren, Av-
rupa Toplulukları andlaşmalarını gerçek bir hukuk kuralı haline dö-
nüştüren asıl organ işte bu Divandır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşme-
si de Kelsen’in öngördüğü modele yaklaşır. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi yargısal, Avrupa İnsan Hakları Komisyonu ise yarı-
yargısal nitelikte birer organdır. Böylece Avrupa hukuku büyük ölçü-
de merkezileşmiş oldu. Geçerlilik koşulları açısından uluslararası
hukuk için yukarıda yaptığımız eleştiriler, Avrupa hukuku için çok
daha az ölçüde geçerlidir.
Avrupa Toplulukları’ndan Avrupa Birliği’ne geçilmesi bu konu-
da çok önemli bir gelişmeye işaret etmektedir. Avrupa Birliği’nde
merkezileşme bugün bile büyük ölçüde sağlanmıştır. Dolayısıyla Av-
rupa Birliği hukukunun yukarıda belirtiğimiz geçerlilik şartlarını bü-
yük ölçüde gerçekleştirdiği daha şimdiden söylenebilir. Dahası bu
Birlik, gelişimini henüz bütünüyle tamamlamamıştır. Şimdiye kadar
gösterdiği seyri sürdürürse, Avrupa Birliği hukuk düzeninin tamamen
merkezileşeceği tahmin edilebilir.
Ne var ki bu durumda da Avrupa Birliği muhtemelen bir federal
devlete dönüşecek, o zaman ise bir uluslararası hukuk düzeni olmak-
tan çıkacak bir iç hukuk düzeni haline gelecektir. Diğer bir ifadeyle
bir uluslararası hukuk düzeni tam olarak merkezileşirse federal devlet
sistemine dönüşmekte, bu takdirde de tanımı gereği, uluslararası hu-
kuk düzeni olmaktan çıkmaktadır. O halde uluslararası hukuk düze-
ninin mutlaka belirli ölçüde adem-i merkezi olacağını söyleyebiliriz.
Eğer bu böyleyse, uluslararası hukuk normlarının geçerliliğine yuka-
rıda yönelttiğimiz eleştiriler, şiddetlerini yitirseler de, her zaman ge-
çerli kalacaklardır.
***
Hukuk normlarının geçerliliğine ilişkin sorunları bu şekilde ince-
ledikten sonra, şimdi, ikinci kısımda, bu normların yorumuna ilişkin
sorunların incelenmesine geçeceğiz.

You might also like