Bi̇ri̇ki̇m 15

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 62

Nisan ayı, MC hükümeti kurulduk­ dönemi analiz ederken AP’nin bu yönde­

tan bu yana sürekli artan siyasal gerili­ ki girişimlerini işaret etmiştik. Ve o za­
min en yüksek noktasına kadar vardığı man AP’nin bu girişimlerini dışardan
aylardan biriydi 8 Nisan günü. Faşist CHP’nin, koalisyon-içinden de MSP’nin
güçler, öğrenci hareketleri başladığından bozduğunu söylemiştik, 1976 Ocağında
bu yana sosyalistlerin kesin bir çoğunlu­ tüm ülkeyi saran gerilim, hesapları bo­
ğu her zaman koruduğu SBF’ne yapılan zulan AP’nin daha da baskıcı bir nitelik
çok açık faşist saldırı ve cinayetin doğur­ kazanan tavrından destek alan faşist
duğu kendiliğinden tepkiyi mutlaka da­ güçlerin her yanda saldırılarıyla artmış­
ha kanlı bir bastırmanın gerekçesi yap­ tı. Bütün bu gelişmeleri «iç barış sağla­
maya çalışmışlardı. Olay günü kapanır­ yacak tek umut» olma halini koruma­
ken 3 ölü ve ağır-hafif yüzlerce yaralı ve ya çalışan, böylece, tedirginleşen orta sı­
bir o kadar gözaltına alman vardı. Ha­ nıflar ile birlikte «düzen» yanlısı bürok­
cettepe olayı ve polisin hemen bunun ar­ rasinin («etkili çevrelersin) de desteğini
kasından her iki olayın galeyana getirdi­ kazanmayı hesaplayan. CHP ilginç bir
ği öğrenciler üzerine açtığı ateş, bu olay­ sessizlikle izlemişti. Olaylar bu sessizliği
lı günün iyice planlandığını gösteren ka­ zorlayınca CHP, artık parlamento dışı­
nıtlardır. na taşmış olan siyasal gerilime, parla­
Uzun uzun yazmak gereksiz. Bugün mento içinden «çözüm» bulmak yolunu
öğrenci hareketinin karşı karşıya olduğu tuttu. Bütçe ve ünlü «mobilya harekâtı»
bu plânlı saldırılar karşısında artık hiç bu amaçla kullanıldı. Sonuç çıkmadı. Ve
bir şey anlatmaz hale gelen «provokasyo­ koalisyonun içinden çatlayacağı hesabı
na gelmeme» ikazları yetmiyor. Öğrenci da tutmadı. Seçime dayalı CHP taktikleri
hareketi yalnızlığa terkediliyor ve bu du­ yükselen toplumsal muhalefeti Mart ayı­
rumda onun kaçınılmaz olarak yapacağı na kadar bunlarla teselli etmişti. Ama
hataları ve tepkici tavırları suçlamakla görüldü ki, artık MC içindeki parti he­
işin içinden çıkılıyor. sapları, tüm hu partilerin ortak çıkarı
karşısında şimdilik ikinci plândadır. MC
Öğrenci hareketinin her türlü soru­
partileri ister istemez kenetlenmek zo­
nuna ve bu kitlenin politize olmuş duru­
rundadırlar. ,
muna uyarlı, ciddî, somut öneriler gerek­
lidir. Ve bu tüm hesapların üzerinde «sos Nisan ayı olaylarına kadar bütün ik-
yalizmin genel görevleri» nin bir gereği­ tidar-hükümet hesapları hep partiler dü­
dir. zeyinde yapıldı. MSP’nin ayrılması, CGP’
Daha önce 1975 Mayıs, Ekim, Ara­ den transferler, bağımsızları taraf değiş­
lık ve 1976 Ocağında yükselişler gösterip tirtmek gibi. Nisan ayındaki SBF baskı­
sonra daha alçak düzeyde devam eden nı ve bununla başlayan olaylar dizisi so­
gerilim 1976 Nisan’mda yeniden tepe nok nunda araya «Köşk» ve «orduya çağrı»
nasma kadar ulaştı. lar da girdi. Ardından bir AP-CHP ittifa­
Bütün bu süreç bir anlamda kang­ kından sözedilmeye başlandı. Olaylar so­
renleşmiş bir kilitlenmeyi andırmakta­ nucunda artan siyasal ilginin MC hükü­
dır. Birikim okurları bu dergide özellikle metine yönelik Öfkeyle birleştiğini gören
1975 Ekim seçimlerinden sonra MC hü­ CHP yöneticileri «daha sert muhalefet»
kümetini oluşturan koalisyonun bozul­ sözleri etmeye başlamışlardı oysa. Ama
ma ihtimalinin güçlü olduğunun yazıldı­ «köşk»ün ve «etkili çevrelersin araya gi­
ğını bilirler. Biz bu ihtimali varsayarken rişi Ecevit’in CHP’sine «biz sağımızla da
koalisyonu oluşturan partilerin kendi he­ solumuzla da ittifaka girebiliriz» dedirt­
saplarının ağır basacağı temelinden ha­ ti. «Daha sert muhalefet» denilirken CHP
reket etmiştik. Özellikle AP için böyle bir bildirilerinde «1973 sonrasında mümkün
hesaptan kârlı çıkma durumu vardı. Ni­ olmayan bazı hükümet formüllerinin bu­
tekim Birikim'in 12. (Şubat) sayısında gün mümkün gözüktüğü» yolunda söz­
1975 Ekiminden 1976 Ocağına kadarki ler de edilmişti. Bunların en iyimser yo­
rumunun bir «partilerüstü hükümetse

Birikim 15/4
lümünü barındıran, yani çeşitli sınıfsal
yeşil ışık yakmak olduğu açıktır. çıkarları temsil eden bu dört parti, hükü­
Bütün bunlar öncelikle CHP’nin ya­ mette bulunmanın kendiliğinden sağla­
pısal özelliklerini gösteren ilginç kanıt­ dığı bazı günlük yararlan kullanıyorlar.
lardır. Bu parti, şu kısa dönemde bir Ama mevcut durumları ve hükümettey­
Sosyal-Demokrat Partinin özellikle kesin ken yaptıkları işler, uzun vadeli çıkarla­
kararlara ihtiyaç duyulan anlarda nasıl rına hattâ 1977 seçimlerine ilişkin umut­
yetersiz kaldığını bir kez daha göstermiş­ larına pek de katkı getirmiyor. Bunu gör­
tir. Elbette ki CHP kendi tipindeki parti­ memek mümkün değil. Ekonomik durum
lerin bu yapısal özelliğine, tereddüdüne dış politika sorunları ve sermayenin is­
iki alternatif arasında bocalayışlarına tediği «iç huzuru» ne ile olursa olsun
«Türkiye’ye özgü« bir takım renkler de sağlayamamaları bu partiler topluluğu
getiriyor. için umut verici puanlar sağlamıyor. E-
İkinci nokta sosyalistlerle ilgilidir. ğer özellikle sermaye için gerekli olan o
Bir «anti-faşist» cephe düşünenler CHP’- içeriğini pek iyi bildiğimiz «iç huzur»u
nin bu durumunu özellikle gözönüne al­ sağlamak yolunda bir köklü talep gelir­
malıdırlar. Bunalım anları tüm toplumu se bunu sağlamak için bu partiler dı­
kesin tercihlere iter. Kaba hatlarla ayrı­ şında alternatifler aranacaktır.
lan «Cephe»ler içinde en radikal kanatlar MC hükümeti sıkıyönetimi istemek­
bunalım yükseldikçe öne çıkarlar. Tered­ le bu «alternatif»i kontrol altına almak
dütlü unsurlar dayanamaz. Bu bakım­ istemektedir herşeyden önce. Eğer bu­
dan böyle «cephe»ler içinde yer alan «ra­ nu gerçekleştirebilirse CHP dışındaki
dikal» öğeler ittifak yaptıkları kesimlerin bütün alternatifleri MC temsil etmiş ola­
özelliklerine tâbi olarak tavırlarını tayin caktır.
ederlerse, yani ittifakın ortalama çizgisi­ İşte bu noktada Mart ayından beri
ni izlemeye devam ederlerse süratle güç­ süren bir çekişme anlam kazanıyor. Ordu
lerini kaybettiklerini görürler. komuta kademelerindeki tayinler soru­
Nisan olaylarının sıcaklığı ortaday­ nu bu. Bu sorun etrafında CHF’nin ve o
ken bay başbuğ Türkeş’in adamlarının bildiğimiz «Kemalist» çevrelerin sürdür­
eylemini onayan sözlerini ele alalım. düğü propaganda ilgi çekici oluyor. Üs­
Olayların akşamında şaşkın ve biraz da telik bu ikinci kanat CHP’nin «parla­
suçluluk duygusu içinde bir Demirel var­ mento dışı eylem» ler düzenlemesini de
dı, Ertesi günlerde bu halini üzerinden istiyor. Sosyalistlerle yakın ilişkileri sür­
atarak, olan olayların zaten önleyeme­ dürme politikasını da kullanarak bu
yeceği puan kaybını sineye çekti. Ve eğer «parlamento dışı» sivil eylemlerin itici
bütün olaylardan kazanılmış puan var­ unsuru olmayı kuruyor.
sa, bunu sırf Türkeş’in faşist ekibine bı­ Sosyalistlerin tüm bunları iyzce dü­
rakmamak için yapabileceği kadar karşı şünmesi gerekli. Toplumun genel politize
saldırıda bulundu. Yani faşist saldırılar­ olma halinin somut göstergelerinden biri
dan söz etmeksizin MHP dahil tüm MC olan Parlamento’nun işlevsiz kalması, ge­
partilerinin iktidar-hükümet olarak üzer nel politik durumu belirleyememe hali,
lerine düşeni yaptıklarını, bunların da sosyalist görevleri diğer tür politikaların
yerinde, doğru olduğunu savundu. dışında düşünmeye özellikle zorlar. Bu
Yukarıdaki paragrafla birlikte Nisan bakımdan sorunu MC hükümeti etrafın­
olaylarının açığa çıkardığı üçüncü nok­ da düşünmek veya sırf bundan ibaret sa­
taya geliyoruz. Olayların gelişmesi MC yan bir çerçeveyi yeterli saymak müm­
partilerini bir arada olmaya zorluyor. Bu kün değildir.
koalisyon içi çelişkilere rağmen, bunları İşte bu noktada biçimce aynı şeyler
aşan, ikinci plana iten bir genel duru­ söyleyen çevrelerle farkın konulması ge­
mun sonucudur. Şu anda mülk sahipleri rekli oluyor. Bu çevrelerin CHP kontro-
için mümkün alternatiflerin büyük bö­ lunda yapılmasını önerdikleri kitlesel ey-
Birikim 15/5
lemlerin, özellikle içeriği yani propagan­ orik Bir Çerçeve -I-» adlı incelemesinde
da temaları ile sosyalistlere özgü hale öne sürdüğü bazı görüşlere Zafer Toprak’
getirilmesi, kontrol imkânlarının terke- m yaptığı eleştirileri ve A. Savaş Akat’m
dilmemesi önem kazanıyor. hu eleştirilere cevabını da bu sayıda ya­
MC hükümetinin bir kangrenleşme du­ yımlıyoruz, Bu gibi teorik tartışmaların
rumu gösterdiğini söyledik. Şu anda son sorunlarımızla ilişkin olduğu sürece der­
derece hassas bir durum gösteren politik gimizde yeralabileceğini daha önceleri de
denge (!) beklenmedik bir olayla her an belirtmiştik.
bozulabilir. Bu bozulma yalnız MC’nin Çeviriler bölümünde Gregor Ben-
parçalanması sonucunu da doğurabilir. ton’un açıklamalı önsözüyle birlikte üç
Veya artık Nisan olaylarıyla birlikte da­ deneme türü yazı bulacaksınız. Bu yazı­
yanma sınırına gelmiş gerilim kopmaya lar, yazıldıkları dönemde Tsa-wen olarak
varabilir. adlandırılan ve konularını Çin bevrimi
Mayıs ayma bu imkânlarla dolu giri­ esnasındaki Yenan kurtarılmış bölgesin­
yoruz. Bu ortamda DİSK’in tertiplediği deki hayattan alan eleştirel denemeler­
1 Mayıs törenleri ülkemizde ilk kez yapı­ dir. Bu yazıların, yazıldıkları dönemin
lıyor olmasından ötürü de anlamlı. Der­ koşulları ve sorunlarını aşan bir nitelikte
gimiz yayıma hazırlandığı sırada henüz olduğu görülecektir. Bu bakımdan dü­
1 Mayıs gününün kutlanma hazırlıkları şündürücü bir ilgiyle okunacaklarına
yapılıyordu. Dileğimiz işçi sınıfının bu inanıyoruz. Birikimiin geçen sayısında
anlamlı günün içeriğine uyarlı bir şekilde «Küçük Burjuvalık» adlı yazıyla başladı­
kutlanması... Varolan parçalı yapımız ğımız Sosyalist Deneme türünün değişik
içinde böylesi diyalog imkânları yaratan koşullarda yaratılmış örneklerini görmek
anlamlı günlerde herkesi birleştirebilen bizim için de ilginç oldu. Bu denemeleri
bir platformun bir günlüğüne olsun oluş­ yayımladığımız için bu sayıda yeni bir
turulabilmesi... Bu konuda her sosyalist yerli örnek koymadık.
üzerine düşeni yapmalıdır. Bu konuda Doğu Ergil’in «Kapitalist Devlet»
başta örgütleyici olan DİSK olmak üze­ yazısı sosyalistler için hayatî önemi olan
re herkesin yalnızca 1 Mayısın mânevi bir sorunu kapsamlı bir şekilde ele alıyor.
önemi için bile olsa «geniş görüşlü» bir Birikim Yaymlanimn çıkaracağı 3. kitap
tavrı benimsemesini dileriz. da aynı konuda bir tartışma olacak: Pou-
Bu sayımızda yeralan yazılardan ilki lantzas, Miliband ve Laclau’nun katıldık­
Nedim Gürsel’in Nâzım Hikmet’in Ru­ ları, «Kapitalist Devlet» in yapısı ve nite­
bailerimi ve felsefî konuları ele alan baş­ liği üstüne bir yazışma. Doğu Ergirin
ka şiirlerini içeren incelemesi. Sosyalist bundan bağımsız olarak kaleme alınmış
edebiyatımızdaki yeri tartışılmaz önem­ yazısı konunun Türkiye’de tartışılması
de olan Nâzım Hikmet’in şiirlerini bu­ için yetkin bir giriş olacaktır kanısında­
güne kadar pek Taslamadığımız bir açı­ yız.
dan ele alan bu incelemenin ilginç karşı­ Bu sayıda şiirlerinden bazılarını ya­
lanacağını umuyoruz. yımladığımız Tarık Günersel çok genç
Ömer Laçiner, 14. sayımızda ilk bö­ bir şair. Bunlar, yayımlanan ilk şiirleri.
lümünü yayımladığımız «‘Ne Yapmalı’ Bugünlerde yayımlanan şiirlerden çok
Üzerine Düşünceler -I-» adlı incelemesi­ değişik, kendine özgü, gösterişsizlikleri­
nin ikinci bölümünü veriyoruz. Ne Yap- nin gerisinde akılcı bir kuruluşu ve şiir
malı’nm çağdaş anlamına yönelik bu yapısı anlayışını yansıtan şiirler olduğu
araştırma, Lenin’in bu önemli eserinde­ kanısındayız.
ki bazı temel kavramlar ve bunlarla iliş­
kin pratik görüşlerin yorumuna ağırlık
veriyor.
Asaf Savaş Akat’m 13. sayımızda yer B in ic im
alan «Geçiş Dönemi Toplumlan İçin Te­
Nâzım Hikm etin
Rubaileri

Nâzım Hikmet'in eserinde geleneksel Türk ni bir kitaba başladım. 40 tane kadar ru­
kültürünün, özellikle de halk ve divan edebiyat­ bai olacak. Senin aşkına güvenerek şim­
larının etkilerini araştıran, çağdaş bir marksist diye kadar gerek şark gerekse garp ede­
şairin ulusal kaynaklardan ne ölçüde yararlana­ biyatında yapılmamış bir şeye yani rubai­
bileceğini irdelemeye çalışan ayrıntılı inceleme­ lerle diyalektik materyalizmi vermeye çalı­
nin bir bölümünü Rubailer’e ayırmayı uygun bul­ şacağım. (...)» (Nâzım ile Piraye, de ya­
dum. Hem Nâzım Hikmet'in şiirini bir bütün ola- yınları, s. 235.)
rak ele almak, hem de bu bütünün içinde oluş­ Şairin tasarısını bütünüyle gerçekleştiremeyip
tuğu kültür bağlamını en geniş sınırlarına kadar yirmi üç rubaiyle yetindiğini biliyoruz. Sayıları­
saptayabilmek için. Nâzım Hikmet'in Şiirinde Ge­ nın görece az olmasına rağmen bu metinler Nâ-
leneksel Türk Edebiyatının Mirası adını taşıyan zım'ın şiirinde önemli bir aşama sayılmalıdır. Yu-
bu inceleme, Sorbonne Üniversitesi karşılaş­ kardaki alıntıdan da anlaşılacağı gibi, hem özgün
tırmalı edebiyat profesörü Etiemble'ın yönetimin­ bir deneme olduklarından, hem de b güâe kadar
de iki yüz sayfalık bir tez çalışması olarak hazır­ ancak Ömer Hayyam, Hafız, Mevlâna, v.b. örneği
landığından Fransızca yazıldı. Türkçeye çevirir­ Doğu'lu şairlerin ustalıkla kullanabildikleri klasik
ken birçok eklemeler yaptım, bizim okurumuz açı­ bir biçimi çağdaş ve devrimci bir içerikle —diya?
sından gereksiz bulduğum bazı bölümleri de çı­ lektik maddeci düşünceyle— birleştirmeye yönel­
kardım. Böylece ilkinden oldukça değişik yeni bir diklerinden.* Aynı günlerde yazılmış bir başka
metin çıktı ortaya. Bu nedenle tez çalışmamı Türk­ mektup sözkonusu çağdaş bileşimi gerçekleş­
çe yeniden yazdığımı söylemekte pek sakınca tirirken şairin ne gibi güçlüklerle karşılaştığını
görmüyorum. yeterince açıklıyor sanırım:
Rubailer kitabının İslâm gizemciliğini (mysti­ «(...) Mamafi, şu rubailer işinin şeklini he­
cisme) yalnızca maddeci bir anlayışla eleştir­ nüz halletmiş değilim. İlk rubaileri bile bile
mekle kalmayıp, son yıllarda önemli tartışmalara klâsik rubai unsurlarıyla, klâsik vezin üs-
yol açan Doğu/Batı kültür ikiliğine özgün bir yak­ lûplaştırılmak, kafiye yerleri aynen kalmak,
laşım da getirdiğini söylemek yanlış olmaz sa­ eda muhafaza edilmek üzere işledim. Böy­
nırım. Nâzım'ın kendi deyişiyle «diyalektik ma- lelikle işin teknikman içine girmek, bir çe­
teryalizmi vermeyi» denediği rubailer marksist bir şit temrin yapmak istedim. Şimdi artık ye­
şairin geçmişin kültür mirasım hangi yöntemle ni muhtevaya uygun, klâsik şekil unsur­
özümlediğini, bu mirası diyalektik maddeci açı­ larından da faydalanarak, yeni şekli bul­
dan eleştirirken hangi ölçütlerden yola çıktığını mak lâzım. (...}» (Kemal Tahir’e Mektup­
dolaylı bir biçimde gösteriyor. Dolaylı diyorum, lar, Bilgi Yayınları, s. 323.)
çünkü Nâzım Hikmet’in tasavvufu, örneğin Mes­ İlk yazdığı birkaç denemenin dışında, rubai­
nevi ya da Fîhi Ma-Fîh'deki bazı kavramları di­ nin alışılmış uyak sistemini kullanmadığı gibi,
yalektik maddeci bir yöntemle ele alışındaki tu­ aruz veznini de uygulama alanı dışında bırakıyor.
tarlılığı vurgulamak için sözkonusu eserleri oku­ Böylece ilginç bir durum çıkıyor ortaya. Hem
mak, hattâ rubaileri Marksist felsefeden İslâm rubai yazacak, hem de rubainin biçimsel gerek­
gizemciliğine kadar uzanan oldukça geniş bir lerini yerine getirmekten kaçınacaktır. O vakit,
kültür bağlamı içinde incelemek gerektiği kanı­ ister istemez, insanın aklına bir başka soru ta­
sındayım. Yazımda Marksist felsefeyi, Rubailer­ kılıyor. Maddeci felsefeyi şiirsel dile aktarmak
in temelini oluşturan en önemli unsur olarak ele için ille rubai yazmak niye? Bu sorunun ceva­
alırken bu kültür bağlamını gözden uzak tutma­ bını, Nâzım'ı şiiri herşeyden önce kültüre daya­
maya özellikle dikkat ettim. nan bir olgu, toplumun değişik gelişme evreleri­
* nin ortaya çıkardığı bir birikim olarak değerlen­
dirmesinde aramalı. Rubai Doğu şiirinde belli bir
Otuz beş yıla hüküm giyen Nâzım Hikmet,
mahpusluğunun yedinci yılında karısı Piraye'ye * Aruzla yazdığı rubailerin bazılarında Yahya Kemal’­
Bursa hapisanesinden şu ilginç haberi yazıyor: in de klâsik diyebileceğimiz bir yetkinliğe ulaştığını
«(...) Şimdi 'Piraye'ye Rubailer' adıyla ye- söylemeliyim.
Birikim 15/7
bütünlük taşıyan, öteki türlere oranla parça gü­ duğu gibi Doğanın Diyalektiği ya da Anti-Dühring'-
zelliğine değil bir düşüncenin geliştirilmesine, ya­ den değil, pamuklayan kavak ağaçlarından
pısının kolaylaştırdığı ölçüde serpilmesine daya­ («Çankırı Hapisanesinden Mektuplar»), rüzgârda
nan tek türdür, Abdülbaki Gölpmarlı kısaca şöy­ kımıldayan bir kiraz dalından («Saat 21-22 Şiir­
le tanımlıyor bu türü: leri», 2 Ekim 1945 tarihlisi) devşirir imgelerini.
«İslâmî klâsik edebiyatta, tam bir mâna Nâzım Hikmet şiirinin evrimi bir anlamda Mark­
ifade eden ve dört mısradan meydana ge­ sist teorinin yaratıcı bir biçimde özümlenmesinin,
len şiire ve bu şiir tarzına 'dörtlük' anla­ kendini sürekli yenileyen bir bilincin giderek so­
mına gelen 'rubai' denir. Arapça olan bu mut gerçekliğe yerleşip dünyayı yorumlama ve
söz umumî olarak bu tarzın adı kabul edil­ değiştirme yöntemi oluşunun evrimidir. Bu ne­
mekle beraber Farsçada, iki beyit ve â- denle tarihî ve diyalektik maddeciliğin şairin ol­
henkii söz anlamlarına 'Dubeyt' ve ‘Terâ- gunluğu ölçüsünde değişik aşamalardan geçerek
ne’ de denmiştir.» (Mevlâna'nın Seçme Ru­ Nâzım Hikmet şiirinin ayrılmaz bîr parçası, hattâ
bailerine Önsöz’den, M.E.B. yayınları, ikin­ belirleyici özelliği durumuna geldiği söylenebilir.
ci basılış, s. 10.) Genelin tikelde somutlanması, başka bir deyişle
Bilindiği gibi rubainin ilk üç dizesi son dize­ Marksizm'in evrensel özünün Nâzım Hikmet şii­
de açıklanacak özlü düşünceyi oluşturan basa­ rine, gücünü Türkçe sözcüklerden alan özgün bir
maklardır. Kesin biçim kurallarıyla sınırlanmış bir dile dönüşmesidir bu. Her sözcüğünde, bilinçle
yapının yoğunlaştırıp en aza indirgediği bildiriyi, kurulan her imgesinde Marksizm'in izini taşıyan
bîr bakıma eksik olarak «özlü düşünce» diye ni­ böyle bir şiirin felsefî unsurlarından sözederken
telediğim belli bir dünya görüşünü içeren feisefî daha çok tartışma niteliği ağır basan metinleri
tavrı, bu basamakların yardımıyla kolayca be­ düşünüyorum. Yani doğrudan doğruya felsefî bir
nimser okur. Tasavvufu eleştirmek için yine onun tartışmayı teme! alan şiirleri. Bü anlayışla yazılan
geliştirdiği böyle etkin bir silâhı kullanan Nâzım'- rubailerden daha önce Nâzım materyalizm/idea-
ın, İslâm felsefesinin sistemleşmesinde payı olan lizm tartışmasını şiirsel düzeyde ele almış, daha
klâsik bir şiir türünün imkânlarından Marksizm Sovyetler Birliği'ndeyken Marksist felsefeyi sa­
adına yararlanmasını da doğal karşılamak gerek. vunmaya girişmişti. 1924'den sonra yayımlanan
Tıpkı Endonezya Komünist Partisi Genel Sekre­ birçok şiiri bu amaçla yazılmıştır. Şair bir konuş­
terinden Seferis'e, Octavio Paz'dan Eluard'a ka­ masında, sözkonusu girişimini Marx, Engels ve
dar birçok çağdaş şairin klâsik Japon şiirindeki Lenin'in eserlerini «şiirle ilüstre etmek» diye ni­
üç dize biçiminde yazılan onyedi heceiik haîku teliyor. (Militan, sayı: 6, s, 24. «Nâzım Hikmet
türünü benimsemeleri, değişik nedenlerle bu tü­ Kendi Şiirini Anlatıyor», Ekber Babayef). Bu şiir­
rün yalınlaştırıcı, vurucu gücünden bazı dönem­ ler arasında en ilginci Lenin'in Materyalizm ve
lerinde yararianmaiarı gibi. Ne var ki Nâzım ken­ Ampirio-kritisizm adlı eserini «resmeden», «Ber-
di kültüründe bulunan bir geleneğe sahip çıkı­ keley»dir bence. Yıllar sonra yazacağı rubailerde
yor, başka geleneklere değil. Biraz geniş de olsa, İslâm felsefesine yöneltilen eleştiri ashnda «Ber­
belli bir coğrafyayla sınırlıyor beslenme alanını. keley» şiirinde karşımıza çıkan idealizmin eleş­
«Diyalektik materyalizmi rubailerle vermeyi» de­ tirisinden başka bir şey değildir. Ama bu eleşti­
nerken, bir bakıma hem Demokritos'dan Spinoza'.- rinin atıfları bütünüyle Batı felsefesinden, daha
ya, Herakiitos'dan Ansiklopedicilere, giderek doğrusu Lenin'in Materyalizm ve Ampirio-kriti-
Feuerbach'a kadar uzanan bir çizgiden kaynak­ sizm’de söz ettiği eserlerden kaynaklanır. Oysa
lanan, hem de bu çizgiyi aşıp yeni ve özgün bir rubailerde savunulan düşünceler aym görüşten
dünya görüşü getiren Marksist felsefeyi ulusal yola çıkmakta, İslâm felsefesini, özellikle de Mev-
bir coğrafyaya göre ele almayı düşünüyor. Bu il­ lânâ’nın eserinde karşılığını bulan gizemci (mys­
ginç girişimin ayrıntıları üstünde durmadan önce tique) bir dünyayı yıkmaya yönelir. Bu nedenle
şairin eserinde doğrudan felsefeye yönelen şiir­ «Berkeley» şiiri, Nâzım'ın rubailerle ancak olgun­
lere bir göz atmak yerinde olur kanısındayım. luk döneminde gerçekleştirebildiği bir aşamanın
Nâzım'ın şiirinde her zaman felsefe unsur­ ilk denemesi sayılmalıdır. Kuru, yer yer şairinden
ları olmuştur, özellikle olgunluk döneminin baş­ beklenmeyen düzeydeki kolaylıklara kaçan, ge­
langıcı sayabileceğimiz Şeyh Bedreddin Desta­ nel doğrularla yetinen ama yine de Türk şiiri açı­
nı'n dan bu yana, sanatçının Marksist bir temele sından ilginç sayılabilecek bîr ilk deneme.
oturttuğu diyalektik görüş, birbirini tamamlayan *
iki ana çizgide, tarihî ve diyalektik maddecilik
düzlemlerinde gelişmiştir. İlk şiirlerinde ^-«Yalna- Lenin'in Materyalizm ve Ampirio-kritisizm ad­
yak», «Makinaiaşmak», v.b.—■öğretici, hattâ yer lı eserinin 1908 yılında yazılması bir rasiantı ol­
yer şematik bir anlayışla vurgulanan üretim İliş­ masa gerek. 1905 devriminin başarısızlıkla sonuç­
kileri, üretim araçları, üretici güçler gibi Marksist lanması Rusya'da karşı devrimin tırmanışım hız­
kavramlar bu dönemde daha pratik, daha gün­ landırmış, işçi sınıfı hareketinin şiddetle bastırıl­
delik deyişlere bırakır yerini. Doğa ve toplum ması, ilerici aydınlar arasında şaşkınlık ve umut­
diyalektiği günlük yaşamın ayrıntılarında yaka­ suzluk yaratmıştı. Bolşevik partisinin kadrolarını
lanan, alabildiğine yalın, kayramsalfıktan uzak oluşturan aydınların büyük çoğunluğu da aynı
somut sözcüklere dönüşür. Şair ilk şiirlerinde ol­ umutsuzluğun etkisiyle bazı aşırı çözümyolları
’s e ^sa sisa iÈ të im ssÈ i^a a sE ^s ' ■■■■■.. : "- f-

Birikim 15/8
öneriyor, her türlü yasal eyiemi yadsıyorlardı, araştırmasından çok sözkonusu retoriği oluştur­
Otzovistler adıyla anılan bu topluluk, o günlerde mada kullanıldığını sanıyorum. «Felsefeden tüten
moda olan bir de felsefe bulmuştu kendine: Ünlü günlük korkusu» örneği söz yakıştırmalarıyla
AvusturyalI düşünür Ernest Mach'ın yenilediği «Allahın Cebrail şeklindeki Erzaili», «Onsekizincf
Ampirio-kritisizm. Althusser bu aydınların duru­ asrın en filozof kaatili», «Meyhane kızlarının ka­
munu şöyle özetliyor: ra cüppeli kavalyesi», v,b. gibi kötülemelerin de
«Duma'daki temsilcileri çekmek (otzovat: işlevi aynı olsa gerek. Aslında Nâzım'ın o dönem­
geri çekme), yasal eylem biçimlerinin tü­ de yazdığı hemen bütün şiirlerinde, ya iyice belir­
münü yadsımak, derhal şiddet yoluna baş­ gin ya da gizliden gizliye kendini duyuran bir eği­
vurmak, vb . gibi radikal çözümyolları Öne­ limdir bu. Şair kitleleri etkilemek, onlara savun­
ren otzovistler politik görüşleri bakımından duğu görüşü benimsetebilmek için hem bağırıp
aşırı soldaydılar. Ama gerçekte bu sol ta­ çağırmanın hem de argo konuşmanın kaçınıl­
vır teori açısından sağ görüşleri örtmekten mazlığına inanır. Olgunluk döneminde bu inancı
başka bir işe yaramıyordu.» (Lénine et La bırakacak, rubailerinde ya da Öteki şiirlerinde
Philosophie, Louis Althusser, ed. Maspéro idealizme karşı maddeciliği savunurken tüm fel­
s. 7-8). sefî çabasını söyleme (énonciation) düzeyinde de­
Materyalizm ve Ampirio-kritisizm'i yazmakfa ğil söylenen (énoncé) düzeyinde yoğunlaştıracak­
Lenin’in yeni ampirist tezlerin ardında gizlenen tır.
İdealist görüşleri eleştirmek, böylece ilk bakışta Materyalizm ve Ampirio-kritisizm, «Körler
salt felsefî gibi görünen bir tartışmayı başlata­ Üstüne Mektubsunda Diderot'nun «Bütün felsefî
rak, devrimin o aşamasında saptanması gereken sistemler içinde en saçma olmasına rağmen en
doğru ğolitik çizgiye teorik bir temel hazırlamak güç çürütülebileni» diye nitölediği İskoçya’lı pa­
istediğini söyleyebiliriz. Bu teorik temel, idealiz­ paz Berkeley'in felsefenin eleştirisiyle başlar. Var­
min yeni biçimlerine karşı maddeciliği savunmak­ lığın algılama olduğunu, dış dünyanın ancak du­
la oluşturulabilirdi ancak. Çünkü felsefî tartışma yularımızda varolabiieceğini öne süren Berkeley,
özünde, devrimin geleceğiyle ilgili son derece maddenin nesnel gerçekliğini yadsır. Kurduğu sis­
önemli bir politik sorun taşıyordu. Otzovistler, tem bu yönüyle maddeci görüşün en aşırı, en uç
hem bolşevik hem de ampiriokritisist oldukları karşıtıdır bir bakıma. Maddenin gerçekliğini «ta­
için ister istemez Marksizm'i savunma durumun­ sarımların zihinsel gerçekliğiyle özdeşleyen Ber­
daydılar. Bu nedenle ellerinde bulunan tek teorik keley'in varlıkbilîmi kendi içinde tutarlı, ama son
devdim silâhı Marksizm’in, onlarca bir metafizik derece tekbenci (soliptique) bir algı metafiziğinin
olan diyalektik maddecilikten sıyrılıp, kendine bi­ temelini oluşturur. Sözkonusu tasarımlar (ideas)
limin son buluşlarıyla yenilenen ampirio-kritîsizmi bile zihinseldir çünkü, bir çeşit bilinç nesneleridir.
temel felsefe olarak seçmesini öneriyorlardı. Le- Öznenin dışında hiçbir gerçeklikleri yoktur. Önay
nin'in M ve A'i işte bu görüşleri çürütmek ama­ Sözer Berkeley'in çabasını şöyle tanımlıyor:
cıyla yazıldığından, özünde politik bir girişim, gö­ «Berkeley’in asM amacı maddeciliğe karşı
rünüşteyse salt felsefî bir eserdir. Althusser'İn savaş olduğundan, daima 'varlık algılama­
deyişiyle, o zamana kadar uygulanmamış bir «fel­ dır' savının altını çizmeyi uygun görmüş,
sefî pratiktir» daha doğrusu, (a.g.e., s. 9.) bunu yaparken de herkesin kendi deneyine
«Berkeley» şiirinin saldırgan üslûbunda da, bakmasını istemiş, tasarımları uzun uzadı­
— Nâzım Hikmet Lenin'în tartışmacı tavrını, bu ya betimleyeceğine onlara gönderimde bu­
yeni «felsefî pratiği» benimsediğinden olacak — lunmakla yetinmiştir.» (Felsefe Arkivi,
aynı politik kaygıları, aynı tavizsiz savunma biçi­ «Berkeley'de Algı Sorunu», Ö. Sözer, s. 43,
mini buluyoruz. Lenin felsefe alanında kendini 1970.) s
amatör bir «araştırmacı» olarak nitelemesine rağ­ Lenin'in, ampirio-kritisizmin eleştirisine, tüm
men, Marksizm'le diyalektik maddeciliğin ayrıl­ varlığı öznenin algılarına İndirgeyen bu tezi çürü­
mazlığını şaşılacak bir sağduyu ve doğrulukla terek başlaması doğaldı. Otzovistlerin bilimsellik
saptamıştır. Oysa aynr şeyi Nâzım için söylemek adına benimsedikleri Mach'çı tezler Berkeley'in
biraz güç. «Berkeley» şiirindeki idealizmin eleş­ aşırı İdealizminden, kendi deyimiyle «Maddesiz-
tirisi M ve A'deki görüşlerin bağlamlarından so­ ciliğirfden» (immatérialisme) kaynaklanıyordu çün­
yutlanarak en kolaya indirgenip, mekanik bir kü. Aslında idealizmle maddecilik arasında bir
yöntemle şiirleştîrilmesinden ibarettir bir bakıma. üçüncü yol, bir başka seçim olanağı da yoktu.
Bu nedenle metnin şiirsel çarpıcılığı bir hayli azal­ Ampirio-kritisizm, nesnel olgulara ve deneye da­
mış, buna karşılık ne düşünce yükü, ne de İnan­ yanmasına rağmen, giderek idealizmle bütünleş­
dırıcılığı çoğalmamıştır. Ama Nâzım Hikmet'ln kit­ mek, dış dünyanın bağımsızlığını ve maddenin bi­
leleri kolayca etkileyerek onlara maddeci felsefe­ linçten önce oiduğu gerçeğini yadsımak zorun­
nin temel İlkelerini benimsetebilecek bîr retorik daydı. Buysa, Bogdanov örneğinde olduğu gibi,
denemesine girişmesi «felsefî pratiksin şiir ala­ bolşevik aydınların, Mdrkiszm'in ana İlkeleriyle
nına uygulanması olarak nitelenebilir. Bu da yal­ çelişen, son çözümlemede bilim dışı bir görüşü
nızca ilginç değil, Cumhuriyet şiirinde benzerine benimsemeleri demekti. Nâzım Hikmet'e gelince,
Taslanmayan bir denemedir. Metin boyunca tek­ onun bir şair olarak bu felsefî tartışmanın temel
rarlanan «Beheyî/Berkeleyl» dizelerinin bir uyak öğelerini şiirine katmaya çabaladığını söyleyebil!-
Birikim 15/9
riz. O da, tezlerini tanıtlamak için Lenîn’İn sık sık bir durumda mıdır? Gerçek dünya hakkındaki ta­
andığı Engels gibi maddenin bilinç ürünü değil, savvurlarımızda -ve kavramlarımızda gerçeğin tam
duyumlaria algılanan nesnel bir gerçeklik, bilin- bir suretini verebiliyor muyuz? Felsefe dilinde bu
cinse (ruhün) maddenin (doğanın) en üst aşama­ mesele, düşünce ile varlığın özdeşliği meselesi
sı olduğu görüşündedir,* Bunu şu dizelerle açık­ diye anılır ve filizofların çak büyük çoğunluğu bu­
lar: na müspet cevap verir. (...... )» (a.g.e., s. 23.)
«Dinle Berkeley Nâzım da, «Berkeley» şiiriyle bu soruya olum­
- - dinlemesen de olur — lu yanıt verenlerin arasına katılır. Bir türlü yu­
'Biz dinleyelim: muşamayan o kendine özgü öğretici tavrı ve bık­
Beynimiz bal yoğuran madan şiirsel ¡eştirmeye çabaladığı —bundan pek
bir kovan başarılı olduğu söylenemez— doğa betimlemele­
Ona balı dolduran riyle.
.arıdır hayat «Çiziyor hpreketi gözlerimize
Aldığımız hislerin sonsuz maviliklerde
sonsuz derin kuyruklu yıldızların
pınarıdır kâinatı! sırma saçlarından kalan izler.
Kâinat geniş Her habbe; koynunda bir kubbeyi gizler!
kâinat derin Şu denizler,
kâinat uçsuz bucaksız! şu denizlerin üstünde denizler gibi esen,
Biz onun parçaları, rüzgârların uğultusu.
biz ondan doğan bir sürü bacaksız!» Şu ipi kopmuş
(Nâzım Hikmet, Bütün Eserleri 1, Cem Ya­ inci bir gerdanlık gibi damlayan su,
yınları, s. 213.) şu bir damla su,
Bir düşünür değil, herşeyden önce şair oldu­ uzaklaştıkça, yaklaşılan
ğunun bilincindedir. Felsefî kavramları şiirsel im­ hakikati gizler...
gelerle somutlamaya, benzetmeler yaparak akıl Her yeni ummanla beraber ...
yoluyla varıldığı sanılan gerçeklerin doğadaki bir yeni imkân.
karşılıklarını araştırmaya yönelir, Felsefeyle şiir 1 Kâinqt geniş
arasında gidip gelen, ikisinden de özgül unsurlar kâinat derin
taşıyan öğretici bir dille gerçekleştirir bunu. Mad­ kâinat uçsuz bucaksız!»
deciliği savunmak adına en «felsefî» konulara bi­ Şairin, salt gözleme dayanarak da olsa, yu­
le el atmaktan çekinmez. Örneğin Engels'in her karıdaki ilk dört dizede doğa diyalektiğini vur­
felsefenin ana sorunu olarak nitelediği (Bkz. guladığı söylenebilir. «Her yeni ummanla beraber
a.g.e., s. 21.) düşünceyle varlık arasındaki ilişkiyi /yeni bir imkân» dizesiyse hiç kuşku yok biline­
kendince ele alır. Ama bu ele alış aşağıdaki dize­ mezciliğin (agnosticisme) eleştirisi niteliğinde.
lerde görüleceği gibi akademik tartışma üslûbun­ «Uzaklaştıkça yaklaşılan hakikat» şiirsel bir ya­
dan oldukça uzaktır. Biraz öfke, daha çok da kıştırma değil, düpedüz Kant ve Hume'un görüş­
alay vardır temelinde: lerine karşı, doğanın akılla kavranabilirliğini sa­
«Kaçma dürt vunmadır. Böylece, «Berkeley» şiirinde Kant'ın
Her yol Roma'ya gider, kendinde-şey (la chose en soi) kavramı, daha
■ — bu belki doğrudur — ayrıntılı söylemek gerekirse, insanın ancak gözü­
fakat nün önünde olup biten olayları (fenomen) bilebi­
fikri evvel gören her felsefenin leceği, nesnelerin kendiliğiniyse (numen) asla bi­
safsata iklhtıidir yelken açtığı yer!» lemeyeceği, mutlak gerçeğe akılla ulaşılamaya­
Engels yine Ludwig Feuerbach'da bu ana so­ cağı görüşü ele alınmaktadır. Nâzım'ın Kant'ı,
runun bir başka .yönüne dikkati çeker: «(......) Hume ve Locke'u derinlemesine incelediğini san­
Fakat düşünceyle varlığın ilişkisi meselesinin bir mıyorum. Bu düşünürlerin felsefelerini Materya­
yönü daha var: Çevremizdeki dünya üzerindeki lizm ve Ampirio-kritisizm’den edindiği bilgilere gö­
fikirlerimiz İle bizzat bu dünya arasındaki bağıntı re eleştirir. Bir de Engeîs'in Ludwig Feuerbach'da
nedir? Düşüncemiz, gerçek dünyayı tanıyabilecek kısaca değindiği gibi kimya endüstrisinde yapılan
üretimin -kızılkökün bitkiden değil maden kömürü
* Tflngpls Ludwig Feuerbach v e Klâsik Alman Felsefe­ katranından elde edilişi örneği- kendiiiğinde-şey
sinin Sonu’nda şöyle yazıyor «(...) Maddî dünyanın görüşünü (la chose en soi!)* yıktığını biliyordur
tek gerçek olduğu ve bize ne kadar madde-üstü gö­ olsa olsa. Zaten Lenin de M ve A’de Engels'e atıf
rünürlerse görünsünler bilincimizle düşüncelerimizin, yaparak bu kanıtı kullanır. .(Matérialisme et Em­
sadece maddî ve vücudumuza ait bir uzvun, beynin piriocriticisme, ed. Sociales s. 91-92.)
ürünleri olduğu kanaati, nihayet dayanılmaz bir güçle Nâzım «Bu bir hakikat/hem de mutlak cinsin­
Feuerbach’a hâkim oluyor. Madde rubun bir ürünü de­ den!» derken Lenin’in mutlak gerçeğe ulaşılabile­
ğildir, aslında ruhun kendisi maddenin en yüce ürü­ ceği görüşünü tekrarlıyordur sanki.
nünden başka bir şey değildir. (.,.)» (K. Marx - F.
Tüngel s, Felsefe İn celem eleriçev.: Cem Eroğlu, Sol ya­ * Selâhattin Hilâv hu kavramı türkçede .eşyanın özü»
yınları, s. 26.) ' deyimiyle karşılıyor. (Bkz, a.g.e., s. 24.)
Birikim 15/1Q
«(...) Böylece insan düşüncesinin görece dizesini anımsayabilir ancak:
(İzafî) gerçeklerden oluşan mutlak gerçeğe «Seni okurken azizim Yum
ulaşabileceği anlaşılmıştır. Bilimlerin geliş­ uykum geliyor uykum
mesindeki her aşama, sözkonusu ettiğimiz Rüyada mısın bilmem ki nen var?
mutlak gerçek toplamına, küçük de olsa, Rüya gibi bir felsefen var...»
yeni bir katkıdır. (...)» (a.g.e., s. 125.) («Nâzım Hükmet Kendi Şiirini Anlatıyor»
Fazla ayrıntılara girmeyip bugün bazı «sol» Militan, sayı: 6, s. 24.)
düşünürlerin doğacı bir metafizik olarak nitele­ Yukarıda Nâzım Hikmetin idealizmi, ona bağ­
diği M ve A'le yetinmiş olsa bile Nâzım Hikmetin lı olarak da bilinemezciliği eleştirirken M ve A’den
felsefeyle ilgilenişi o dönem için —özellikle Türk çok fazla etkilendiğini belirtmiştim. Bu etki, kimi
şiiri açısından— çok öriemli bir girişim sayılma­ zaman aşırı bir taklit etmeye de dönüşebiliyor.
lıdır.* Örneğin Lenİn'İn Berkeley üstüne yazdıklarım de­
«Berkeley»! bugün okurken, yazıldığı tarihi, rinlemesine kavramadan olduğu gibi benimsiyor
yani 1924 yılındaki Marksist felsefenin durumunu, şair. Buysa otzovistlere karşı diyalektik madde­
bu durumun Türkiye'ye hangi koşullarda yansıdı­ ciliği savunmak amacıyla Lenin'in üç yüz elii-dört
ğını gözden uzak tutmamalıyız. Tarihî bağlamı yüz sayfada derleyip toparlayabildiği, bütün ay­
içinde ele alındığında, «Berkeieysjn Cumhuriyet rıntıları ve değişik evreleriyle sergilenen bir dü­
şiirindeki önemi kendiliğinden ortaya çıkacaktır şünce oluşumunun Nâzım'da birkaç dizeye indir­
sanırım. İdealizmin görünmeyen yüzünü açığa çı­ genmesine yoiaçıyor. BÖylece Nâzım Hikmetin
karmak, Engelsin deyimiyle «yüzkızartıcı madde­ Berkeley eleştirisi ister istemez yüzeysel bir de­
cilersin maskesini düşürmek için, Lenin gibi O da ğerlendirme, bir çeşit «vulgarisation» oluyor. Şi­
biiinmezciliğin üstünü kazıyıp İdealizmi bulmaya irin başta geien özellikleri arasında sayabileceği­
çabalar.** Ama felsefeyle değil şiirle gerçekleş­ miz alay unsuruysa iyide kolaylaştırıyor bu «vul­
tirmek ister bu çabasını. Doğrudan doğruya Hu- garisation»^ Berkeleyln nesnelerin bilincimiz dı­
me’u konu alan bir şiir bile yazmış, ne yazık ki bıı şında varolamayacağı görüşünden yola çıkan şa­
şiir kaybolduğundan «Berkeley» M ve A l «İlüstre» ir rahatlıkla,
eden tek metin olarak kalmıştır. Şair yıllar sonra «Lâkin ey kara meyhanelerin sarhoş
Hume ve felsefesi üstüne yazdıklarının ilk dört papazı!
Senin dışında değil miydi
* Althusser Lénine et La Philosophie’de, Sartre’m kıllı kollarında kıvranan meyhanecinin
1946 da yayımlanan bir yazısında (L es Temps Moder­ kızı?
nes: cMatérialisme et Révolution) M ne A ’deki mad­ Yoksa kendi altında sen
deci tezlerin Kant öncesi, doğacı bir metafizik anla­ kendinle mî yattın?»
yışından kaynaklandığı görüşünün savunulduğunu be­ dizelerini yazabiliyor. Oysa bilindiği gibi nesnele­
lirtiyor. Troçkici Jakubowsky de aynı düşüncede. H e- rin mutlak varlığını yadsır Berkeley, kendilerini
gel’le Marksizm arasında kopma değil, süreklilik ol­ değil. Varlığın tasarımların algılanması olduğunu
duğu tezinden yola çıkarak Lenin’in maddeciliğini, öne sürerken, nesnelere «isnat» edilen nitelikleri,
varlıkla bilinci birbirine karşıt gösterdiği, bu iki te­ giderek de maddenin tözünü yürürlükten kaldır­
mel gerçeğin birlikteliği yerine ayrılığını vurguladığı mayı düşünür. Amacı, Tanrının varlığını maddesel
için «metafizik» olmakla suçluyor. (Bkz. Les Super­ tözün yokluğuyla açıklamaktır. «Bir kez maddeye
structures Idéologiques Dans La Conception Matéria­ evet densin, Tanrının madde olmadığını kimse
liste de l’Histoire, «Le Matérialisme Métaphysique de kamtlayamaz» diye yazar. (Bkz. Önay Sözer a.g.e.
Lénine» s. 130-133, EDİ Paris 1971). s.76. «Common-place Book» sayfa 34'den alıntı.)
J. M. Brohm’sa Jakubowsky’nin eserinde yazdığı ayrın­ M ve A'de bir ara Berkeleyln ağzından konuşan
tılı, birçok konuya açıklık getiren, ama Althusser’i de Lenin'in de aynı gerçeğe dikkati çektiğini belir­
kıyasıya eleştiren önsözde Lenin’i bağışlıyor. ' (Bkz. telim:
a,g,e., s. 48-51.) «(...) Duyularımız ya da sağduyumuzla ta­
** Engels Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizmdin nıyabileceğimiz herhangi bir şeyin varlığını
Önsözünde evreni bütünüyle tanımanın imkânsız ol­ kesinlikie yadsımıyorum. Gözümle görüp
duğunu öne süren bilinemezci düşünürleri, özellikle elimie dokunduğum şeylerin gerçekte de
de Hume ve K antl «yüzkızartıcı maddeciler» olarak varoldukları konusunda en küçük kuşkum
tanımlıyor. «Bilinemezcilik aslında yüzkızartıcı bir bile yok. Varlığını yadsıdığım tek şey dü­
maddecilik değil de nedir?» diye yazıyor. «Bilinemez­ şünürlerin 'madde' ya da 'maddesel töz'
cinin doğa anlayışı bütünüyle maddecidir. Ona göre diye adlandırdıklarıdır. (...) Tanrıtanımaz
doğal dünya dıştan hiçbir müdahaleye gerek duymak­ bu anlamsız şeyin varlığına gereksinme
sızın kendi yasalarıyla devinir.» Ama bunu söyledik­ duyar çünkü ancak böylelikle Tanrının yok- ;
ten sonra tedbiri elden bırakmamak için şu sözleri İuğunu kanıtlayabilir. (...) Bu görüş otuz
eklemeyi de unutmaz: «Bilinen dünyanın ötesinde bir yedinci paragrafta (Berkeleyln Treatise
Yüce Varlık bulunup bulunmadığım tartışacak imkân­ Concerning the principles of Human Know­
lardan yoksunuz.» (Socialisme Utopique et Socialisme ledge adlı eserinin, N.G.) daha açık bîr bi­
Scientifique in Etudes Philosophqiues, Marx-Ehgels, çimde ele alınıyor. (...) Aslında Berkeley
ed. Sociales, Paris 1974, s. 231.) nesnelerin gerçek varlığını, bu herkesin
\
Birikim 15/11
bildiği doğruyu yadsımaz. O yaimzca dü­ çok yetersiz buldukları bir tezdir bu. Althusser'in
şünürlerin bilgi kuramım, yani herşeyi te­ dediği gibi, bu baylar felsefe tarihinin bunca ucu­
meline dış dünyanın varlığını ve bu varlı­ za satılmasını «herkese açık genel tartışmalar
ğın insan bilincine yansıdığı gerçeğini ko­ için, yani ideolojik ve politik düzeyde» geçerli sa­
yan öğretiyi yadsır. (...)» Matérialisme et yarlar, felsefenin kendi özgül alanında değil. Oy­
Empiriocriticisme, a.g.e., s. 16-17.) sa, üçüncü bir yo! olamayacağına göre, temel so­
Gerçi Nâzım'm amacı Berkeley'in görüşleriy­ run gerçekten de idealizmle maddecilik arasında­
le alay etmek, onu iyice hırpalamaktır. Bu neden­ ki uzlaşmaz çatışmadan kaynaklanmaktadır. Bun­
le pek ciddiye almaz felsefesini, idealizminin lardan ya birini ya ötekini seçmeyen, başka bir
mantıksal bütünlüğünü görmezden gelir. Berkeley' yol arayan düşünür, «yüzkızartıcı» olmaktan ken­
in günlük yaşamı, kişiliği, dış görünüşüyle ilgile­ dini kurtaramaz. Bir yandan Plüton'dan Berke-
nir daha çok. Ama şiirin bazı bölümlerinde idea­ ley'e, öte yandan Demokritos'dan Ansiklopedici­
lizmin eleştirisinin yine de felsefî düzeyde yapıl­ lere, Feuerbach, Marx ve Engeis'e kadar uzanan
dığını söylemeliyim. Ne var ki, Nâzım'm başvur­ iki karşıt çizgiden birinde yerini almak zorunda­
duğu kanıtların, öne sürdüğü tezlerin tümü M ve dır. Nâzım Hikmet kültür ve coğrafya değiştirir­
A'de yer alır. Şair hiç değiştirmeden, nasıl oku­ ken bu temel gerçeği bir an bile unutmaz. Var­
yup ne anladıysa öyle yararlanır bu kitaptan. lıkla düşünce arasındaki İlişkinin evrenselliğinin
Başka kaynaklara, Marksist felsefenin daha açık­ her kültür bağlamında geçerli olduğunun bilincin­
layıcı başka eserlerine başvurmak gereğini duy­ dedir çünkü. Rubailerde, Berkeley yerine İslâm
maz. Berkeley'in saçma görüşlerini, Lenin'in yap­ gizemciliğini eleştirirken savunduğu görüşü aynı
tığı gibi onun^usavurma (muhakeme) tarzına baş­ sorunsal üstünde gelişir. Sorduğu ilk soru tüm
vurarak ortaya koymaya çalışır. Aşağıdaki dize­ felsefe tarihinin ortak sorusudur. Varlık mı ön­
ler bu yargımı doğrular sanıyorum: cedir, «fikir» mi? Ondan sonra, buna bağlı olarak
«İşte sen ikinci soruya geçer. Özneyle nesne arasındaki
işte senin felsefen: ilişki bilgi teorisi açısından nasıl temeüendirile-
Sen o sarı kırmızı rengini gördüğün biiîr?
cilâlı derisine parmaklarını sürdüğün «Ve tekrar uçsuz bucaksız başlayacak:
parlak görmeyen, konuşmayan, düşünmeyen
yuvarlak hayat...»
elmaya: dizeleri bu yolda ilginç bir adımdır. Sözcük sayısı
«Fikirlerin bir bakımından Rubailer kitabının en ekonomiği sa­
terkibidir» yılabilecek şu -kısa dörtlükde de aynı sorun bu
diyorsun! defa insan hayatının (Öznenin) zaman içindeki
Dışımızda bize bağlanmadan sınırlılığı açısından ele alınır:
var olan «Ayrılık yaklaşıyor her gün biraz daha,
varlığı güzelim dünya elveda,
inkâr ediyorsun!» ve merhaba
Yakardaki dizeler M ve A'in giriş bölümünün kâinat...» ,
özeti niteliğinde. Nâzım Hikmet «Berkeley» şiirin­ Aşağıdaki rubainin ise ilk soruya verilen kı­
de kavramlara, doğadan verdiği örneklere varın­ sa bir cevap olduğunu söyleyebiliriz: Ama her
caya kadar Lenin'i tekrarlıyor. «Fikirlerin terkibi türlü öğreticilikten, kuru bilgiden arınıp, şiirselli­
(collections of ideas) kavramını açıklayan bö­ ğin iyice yoğunlaştırdığı bir cevap. Şair «Berke-
lümdeki elma örneğiniyse hiç değiştirmeden ko­ ley»de yaptığı gibi, ne işin kolayına kaçıp alaya
yuyor şiirine. (Bkz. a.g.e., s. 11). Bu davranışın başvurur, ne de ustalarından birinin kitabına sığı­
şairi yatay bir okumaya yönelttiğini, M ve A'in nır. Rubailerin birçoğunda raslayacağımız sevgi­
içeriğini yorumlamaktan çok bazı biçimsel ayrın­ liyse Nâzım'm etiyle, kemiğiyle somut bîr insan
tılarını şiirselleştirmek zorunda bıraktığını, yuka­ olarak sevdiği, özleminden yanıp tutuştuğu karı­
rıdaki somut örneklere de dayanarak, öne süre­ sı Piraye Hanımdır. Ne var ki çoğu zaman en
biliriz. Oysa rubailerde, idealizm yine diyalektik büyük sevdası, uğruna yıllarca hapis yatıp sür­
maddeci açıdan eleştirilirken, bu tür aktarma ve günde öldüğü «ideaibyle özdeşleşir Piraye; okur
tekrarların yerini çok özgün imgelerin, «kitabî» birini diğerinden ayıramaz. Ferhat ile Şirin piye­
olmayan gündelik deyişlerin aldığını göreceğiz. sinde olduğu gibi.
* «Ruhum ne ondan önce vardı ne ondan
ayrı bir sırrın kemâlidir,
Engeis'e dayanarak felsefenin temel sorunu­ ruhum onun, o dışımdaki âlemin bende
nun varlıkla düşünce arasındaki ilişki olduğunu akseden hayâlidir.
söylemiştik. Bu ilkeden yola çıkan Engels Ludwig Ve aslından en uzak ve aslına en yakın
Feuerbach’da bütün düşünürleri iki karşıt gurup­ hayâl
ta toplar: idealistler ve maddeciler, Ona göre antik bana ışığı vuran yârimin cemâlidir...»
çağdan bu yana tüm felsefe tarihi sözkonusu iki Nâzım sır sözcüğünü dinî anlamda, yanı
uzlaşmaz eğilim arasındaki çatışmadan ibarettir. insan aklının eremeyeceği Tanrı hikmeti olarak
Doğrusu meslekten düşünürlerin pek katılmadığı. kullanıyor sanırım. Cemâl ise tasavvufta Tanrı
Birikim 15/12
güzelliğinin bir görünüşü, âşığın kapıldığı Tanrı 'Suret hemi zıllest...’ filân diye başlayan
ışığı anlamına gelir.* Şair elbette bu açıdan ele değil.»
almıyor cemâl sözcüğünü ama yinemde onu «ay­ Bundan önceki rubailerde olduğu gibi burada
dınlık yüz», karşılığında kullanmaktan kendini da klâsiğe yakın bir uyak düzeni egemen. Şairin
alamıyor. Görüldüğü gibi kültür bağlamıyla birlik­ deyimiyle «kafiye yerleri aynen bırakılıp edâ mu­
te kavramlar; da değişiyor giderek. Rubailerin fel­ hafaza» edilmiş. Ne var iki -klasik dağılımdaki
sefî içeriğini' incelerken ister istemez İslâm gizem­ aaxa şeması redifli uyağa bırakıyor yerini. Buysa
ciliğine, özellikle de tasavvufa değinmemiz, diya­ bence içerik-biçim ilişkisi yönünden çok önemli.
lektik maddeciliği bu bağlama yerleştirmemiz ge­ Redif genellikle şiirin düşünce yükünü taşıyan
rekecek. Nâzım şimdiye kadar ne Doğu, ne de sözcüktür: hem ses hem düşünce vurgusunu bir­
Batı edebiyatlarında yapılmamış bir şeyi gerçek­ leştiren bir Öğe, djze yapısının eksenidir bir bakı­
leştirmek, «rubailerle diyalektik materyalizmi ver­ ma. Nâzım bu görevi bir olumsuzlama olan «de­
mek» istiyor çünkü. Hem Piraye'nin aşkına (Bkzı ğil» sözcüğüne yüklüyor. Böylece rubainin içeri­
Nâzım ile Piraye, s. 235.) hem de inandığı dünya ğinde beliren idealizmi maddeciliğe dönüştürme
görüşünün doğruluğuna, bilimselliğine güvene­ gereği, biçimde de duyuruyor kendini. Olumsuz­
rek. lama, yani Mevlânâ'nın idealist tasavvuf anlayı­
Rubailerin ilki Mevlânâ Celâleddin Rûmi'nin şının yadsıması, redifli uyak aracılığıyla gerçek­
dünya görüşünü ve inancını yıkmaya yönelen acı­ leşiyor. Evrenin yaratılması ve nesnelerin gerçek­
masız bir eleştiri, niteliğinde. Şair ünlü sûfinin liği konusunda Mevlânâ'nın öne sürdüğü görü­
Yeni-PIatoncu evren anlayışını eleştirirken İslâm şün tam tersini savunmaktadır şair. Kendi mad­
gizemciliğinin temelini oluşturan bazı kavramları deci tezine en uyguri biçimi bulmanın gereğine
da kullanıyor. Bu kavramların niteliğine, Mevlâ- inandığından, yazımın başında da değindiğim gibi
nâ’nm eserindeki özel yerlerine ilerde ayrıntıla­ araştırmalar, denemeler yapar. «Değil» sözcüğü­
rıyla değineceğim. Ama daha önce, bize Arap ve nün redif olarak kullanılması ters çevrilen bir dü­
Fars kültüründen miras kalan bir şiir biçimini şüncenin rubainin biçimsel kalıbına dökülüşüdür
Nâzım'm nasıl özümlediğini görmek yerinde olur aslında. Nâzım bu döküm işleminde titiz davran­
sanırım. makla içerik-biçim sorununu diyalektik bir teme­
«Bir gerçek âlemdi gördüğün ey Celâleddin, le oturtmayı amaçlıyor. Ama her yeni içeriğin ye­
heyûia falan değil, ni bir biçim gerektirdiği ilkesini de unutmadan.
uçsuz bucaksız ve yaratılmadı, ressamı Bu çelişkili durum onu rubainin klâsik kalıpların­
ilietî-ûlâ filân değil. dan uzaklaştıracak, kitabın üçüncü bölümünde
Ve senin kızgın etinden kalan rubailerin en yer alan örneklerde uyak dağılımını kendine göre
muhteşemi: yeniden -düzenleyecektir. Vâ-Nû'lara gönderdiği
bir mektupda şunlar) yazar:
Tanrı ışığındaki yakıcılığı, yofeediciliği vurgulamak «{...) Ritm ve edâ meselesine gelince. Bir
amacıyla Fîhi Mafîh’de söylenen şu sözler ilginçtir: yanlışlık da burada; hemJ ritm hem edâ,
«(...) Ulu Tanrı bu örtüleri bir, iş için yaratmıştır. hem kafiye, hem âhenk, hem renk, hem
Tanrının cemâli örtüsüz görünseydi biz ona dayana­ resim, velhasıl bütün imkânlar, fakat asla
mazdık, faydalanamazdık da. (...)» (Fîhi Ma-fîh ve tek bir iddia üzerinde saplanmamak. Ve
Mecalis-i Seba’dan Seçmeler, Mevlâna Celâleddin, çev: şekilden muhtevaya değil. Muhtevadan
A. Gölpınarlı, Devlet Kitapları, s. 6.) şekle gitmek. Muhtevaya en uygun şekli
Mevlâna bir gazelinde yine Tanrı cemâlinden şöyle bulmak, bu suretle de en çeşitli şekillere
söz ediyor: . ulaşmak (...)» (Bursa Cezaevinden Vâ-Nû'
Can, bakışta, görüşte yok oldu da şunu dedi: [ara Mektuplar, Cem Yayınları, s. 108.)
Tanrı cemâline, Tanrıdan başkası bakamadı gitti, Bir başka mektubundaysa yine aynı görüşü,
(a.g.e., s. 153.) bu kez benzetmeler yaparak savunur:
Bu gazelde sözkonusu edilen cemâl sıfatının K ur’an*a, «(...) Muhtevayı en uygun, en basit, en
giderek Tevrat*a dayandığım söyleyebiliriz, Kur’an’da berrak bir tarzda kalıplayan şekil. Şekli el­
Tanrı’yı görmek isteyen Musa'nın bayılıp yere düş­ diveni i kten de çıkarıp deri haline getirdiği­
tüğünü anlatan âyet (Bkz, Kur*an*%Kerîm, A ’râf sûresi miz nispette, muhtevayı ön plâna, esasa
143. âyet, Diyanet İşleri Bakanlığı yayınlan, 1973.) aldığımız nispette muvaffak olacağız. Bili­
bu sıfatın kaynağı sayılabilir. Ama Tanrı Musa’ya, yorum bu gayet zor iştir. Bu zorluğu hallet­
«Sen beni göremeyeceksin» der. Musa da ayılınca menin yegâne çaresi muhtevadan şekle git­
Tanrının her sıfattan «münehhez» olduğunu belirtir. mektir. Tabi şeklin muhteva üzerindeki
Nâzım elbette dinî anlamda kullanmıyor cemâl sözcüğü mukabil — fakat kemiyetteki — tesirini de
nü. Bu sözcüğün anlam alanını saptayıp onu belli bir unutmayarak» (Kemal Tahir'e Mektuplar,
kültür bağlamına yerleştirme gereğini duyduğum için a.g.e., s. 93.) —-Altını ben çizdim, N.G.—
yukardaki . örneklere başvurdum. Rubaide sözü geçen Bu satırların yazılışından yıllar sonra Lettres
«yârin cemâli» Tanrı sıfatı olan cemâl'in evrimini, ka­ Francaises dergisinde yayımlanan «Genç Şairlere
zandığı çağdaş ve yeni anlamı vurguluyor bir bakıma. Mektup»da yeniden ele alır bu sorunu. Başvur­
Ama özünde yine aşk ve güzellik kavramlarını taşı­ duğu benzetmelere varıncaya kadar -^önca bi­
yarak. çim, içeriği güzelleştiren ama kendini fazla! ¡belli
Birikim 15/13
etmeyen saydam bir yapıdır; tıpkı kadın çorabı «mürîd» değil devrimci bir şairden artık. Bu ne­
gibi— Kemal Tahİr'e yazmış oîduğu ilkelere bağlı denle, gençlik inancına başkaldırırken edasına
kaldığını görüyoruz. (Anthologie Poétique, E.F.R. biraz da alay katmayı unutmaz:
Paris 1964, s. 354). Memet Fuat'a gönderilen şu «(...) Evvelâ rubailerden biriyle başlaya­
satırlar da rubailerin içerik-biçim sorununu ay­ yım. Görüyorsunuz ya, polemiği ve kavga­
dınlatıcı nitelikte: yı Hazreti Mevlânâ'ya kcdar götürdüm.
«{...) Rubailerde kafiye unsuruna önem ver­ Hazretin 'Suret hemi zıllest’ diye başlayan
mek lâzım* çünkü bunlar, en felsefîleri, ve ve dünyanın bir hayalden, gölgeden ibaret
lirikleri bile, şiirde bir çeşit polemik, didak­ olduğunu söyleyen bir rubaisi var, benim­
tik silâhlardır. Kolay ezberlenmeleri gere­ kisi yüzlerce yıl sonra hazrete cevap (...).»
kir. Derli toplu, ama çok derli toplu olma­ (Vâ-Nû'lara Mektuplar, a.g.e., s. 24.)
ları şarttır. Klâsik kafiye bu kolay ezber­ Rubaideki «filân» sözcüğünün, hem sözü kı­
lenmeyi ve derli topluluğu b ir kat daha sa kesmek, hem de bu alaycı edayı sürdürmek
mümkün kılar. Ama bazen de klâsik kafiye için sık sık tekrarlandığın sanıyorum. Nâ­
unsuru yerine daha modern kafiye unsuru zım «Hazret»© karşı çıkarken tasavvufun da­
da kullanılabilir. Mamafih ben sahsèn he­ yandığı temeli yıkmak amacındadır. Bu nedenle
nüz rubailerimin en uygun şeklini aramakla ayrıntılara hiç girmez; doğrudan varlık sorununu,
meşgulüm ve bulduğumu da iddia ede­ yani tasavvufun kaynaklandığı Vahdet-i Viıcud
mem. (...)» (Cezaevinden Memet Fuat'a (Varlık Birliği) görüşünü öle alır. Böylece yaldız­
Mektuplar, de yayınları, s. 76.) ca Mevlânâ'yı değil, onun kişiliğinde aşağı yu­
Rubailer Nâzım Hikmet'in her fırsatta sözet- karı bütün İslâm felsefesini diyalektik maddeci
tiği içerik-biçim kuramını somut olarak nasıl uy­ bir açıdan eleştirmeyi dener. Sözkonusu eleştiri­
guladığını, bu konuda sanıldığından çök daha ti­ nin niteliğini saptayıp Nâzım’ın eserindeki uzantı­
tiz olduğundan nasıl kılı kırk yardığını gösteren larını irdeleyebilmek için jslâm felsefesinin bazı
ilginç örneklerdir. Yeni içerikle eski biçimin ça­ kavramlarım açıklamak ğerektiği kanısındayım.
tışması, şairin bu çatışmayı aşmak için gösterdiği Çünkü rubailerin bir çoğu, bence, ayn[ eleştirinin
teknik çaba, rubailerin yazılış sürecinde iyice yo­ değişik düzeylerde tekrarlanmasından oluşuyor.
ğunlaşır. Çünkü, gereklerine bütünüyle uymasa Ama Mevlânâ üstüne yazılanı, varlık, yaradılış,
da, benimsediği tek klâsik şiir türüdür rubai. İlk madde, bilinç, v.b. gibi idealizm/maddecilik tar­
çıkışındaki aşırı tavrı, -—Şeyh Bedreddİn Destanı' tışmasının ekseni sayılabilecek sorunların yoğun­
na kadar— ve dize kırma, sözcük böime vb. gibi laştığı, üstünde özellikle durulması gereken bir
Türk şiirine getirdiği yenilikler düşünülürse, gele­ metin. Hem rubailerin tümüne, hem de idealiz­
nekle bağ kurma, açısından rubailerin taşıdığı min bu kez İslâm kültürü bağlamında yapılan
önem daha iyi anlaşılacaktır sanırım. eleştirisine giriş niteliği taşıyor.
Nâzım'ın Mevlânâ'ya olan yakınlığının C°k İslâm dininin temelinde iki karşıt .gizemcilik
eskiye, çocukluk günlerine dayandığını biliyoruz. anlayışı bulunduğunu öne sürebiliriz. Bu anlayış
Dedesi Nâzım Paşa hem şair hem de mevieviydi. iki ayrı Tanrı kavrayışı biçiminde gerçekleşir. Söz
Nâzım şiir serüvenini anlatırken dedesinin «di­ konusu kavrayışlar, yaklaşık bir terminolojiyle,
daktik, doğ ma tık, dinî» şiirlerini, ağdalı bir Os- «Tanrımerkezci» (Théocentrique) ve «dünyacıl»
manlıcayla yazılmış olduklarından, hâlâ anlama­ (cosmique) 1 gizemcilikler olarak nitelenebilir.*
dığım belirtir. («Nâzım Hikmet Kendi Şiirini An­ «Tanrımerkezcİ» (Théocentrique) ve «kozmik»
latıyor» a.g.e.i s. 19.) Ama Paşa konağındaki şi­ kaynağını Yeni-Platoculukda, Piotinus'un «Varlı­
irli hava, anasının Lamartine hayranlığıyla da bir- ğın Ötesindeki Bir» (L'Un au-delà de L'Etre) gö­
leşerek iyice etkilemiştir onu. Ne de olsa mev- rüşünde aramak yanlış olmaz sanırım. Arapçaya
levî bir şa|r dedenin torunudur. Delikanlılık çağın­ çevrilen Ënneadlar'm İslâm varhkbilîrnini etkile-
da yazdığı «Mevlânâ» adlı şiirde «Aşkı içten du­ dğini, bu etkinin Anadolu tasavvufuna kadar
yup Arşa yükselen» bir mürîd olarak tanımlar ken­ uzandığını biliyoruz. Anadolu’daki Türk sanat olu­
dini: ' şumlarını belirleyen etkenler üstüne yaptığı bir
«Ebede set çeken zulmeti deldim incelemede, Sezer Tansuğ sözkonusu etkiyi şöy­
Aşkı içten duydum Arşa yükseldim le açıklıyor:
Kaibden temizlendim huzura geldim «Anadolu tasavvuf felsefesindeki Vahdet
Ben de müridinim işte Mevlânâ. ilkesinin Piotinus'daki karşılığı ise, bu fi­
................................................. » lozofun felsefeyi metafiziğe dönüştürerek
(Nâzım Hikmetin İlk Şiirleri, Kerim Sadi, İnsanla maddenin çokluğu arasındaki bir­
May Yayınları, s. 81.) liği amaçlamasıdır.» (Yeni Ufuklar, sayı:
Aynı yıl, yani 1920'de yayımlanan dedesine 268, s. 50).
sunduğu «Dergâhın Kuyusu» şiirindeyse Zikir,
Allahın ism-İ celâli, v.b. gibi tasavvufla ilgili kav­ * Bu sınıflandırmayı İran Teymurtaş’ın Le Mysticisme
ramlar önemli bir yer tutar. Nice deneylerden ge­ de Celâleddin Rûmi et l’Influence de Chams-ê tabrizi
çen Nâzım'ın yıllar sonra hapisteyken Mevlânâ'- A vec Ses Analogies: Le N eo-platonisme, le Manichéis­
yı eleştirmesini, bu biyografik açıklamanın ışığın­ me, Vlnde adlı yayımlanmamış doktora tezinden aldım.
da değerlendirip doğal karşılamak gerek, Ama (Paris Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, s. 16-20,1. Cilt.)
Ömer Rıza Doğrul da Islâm felsefesini yoğu­

Birikim 15/14
rülür. Çünkü mutasavvıfların sonunda Vah­
ran kültürün Hint ve İran'dan çok eski Yunan'dan det-i Vücuda erişmeleri, İslâmın tevhîd
kaynaklandığı görüşünde. Tasavvufla Yeni-Platon- akidesini yeni bir zevk içinde yaşamaktan
culuk arasındaki organik bağı şu sözlerle tanım­ ve onu yeni bir tarzda ifadeden başka bir
lıyor: şey değildir. (...)» (a.g.e., s. 26.)
«(...) Mutasavvufların Vahdet-i Vüoud hak- GöJpınarlı da tümtanrıcılığın Vahdet-i Vücud’
kındaki telâkkisi ilç felsefî bir mahiyet ala­ la karıştırılmaması gerektiğini, bunun tanrıtanı­
rak onun yerini tutan diğer telâkkilleri tet­ mazlığa kadar varabileceğini söyledikten sonra
kik eden kimsenin göreceği manzara, Plo- Tanrı'nın «her sıfattan münezzeh» sayılması ol­
tinus mezhebinin bu telâkkilere iyiden iyiye gusundaki kaypaklığa dikkati çekmekten kendini
sinmiş olduğudur. (...)» (İslâmiyetin Geliş­ alamıyor.
tirdiği Tasavvuf, Ahmet Halit Kitabevi, 1948 «(.,.) Fakat sonsuzluk, Tanrı, sonu olan
s. 41.) varlıklar âlemini izhar etmiştir; var olanlar,
Plotinus'un maddesel dünyanın çokluğu öte­ O'nun tecellisidir, fakat bu tecelli, tecellî
sindeki Mutlak Varlığın Birliğini öngören meta­ edenin aynı değildir; güneşin ışığı, güneş
fiziği, bir başka deyişle varlıkların Tanrıdan, çok­ olmasa meydana gelmez, ama ışık, güne­
luğun Birlikten çıktığı ve yine ona dönecekleri, şin kendisi olamaz; kendisinden ayrı da
«Birden ancak Bir çıkabilir» ilkesi, islâmdaki değildir denirse o vakit bu inanç Allahı ta­
Tevhîd kavramıyla bütünleşir. Tanrının mutlak aş- nımamaktan kurtulur. (...) Yaratıcı kudret
kınlığı (transcendance), madde dünyasının bir ve o kudretin sahibi, hem sonsuzluktan
anlamda yokluk, yokluğunsa gerçek varlık oldu­ münezzehtir, hem de sonu olan, ayrı ayrı
ğu inancına yol açmıştır.4 Mevlânâ Mesnevi'de, mütalâa edilirse bîr çokluk âlemi olan ve
«Biz yokuz. Varlıklarımızı fâni suretle gösteren, sonu bulunan bu âlemden münezzehtir.
Vücud-u Mutlak olan sensin» diye sesleniyor Tan­ Fakat bu doktrin, gerçekten de biraz oy­
rıya. (Mesnevi, çev: Veled İzbudak, M.E.B. Yayın­ naktır. Çünkü sonsuzluk vasfıyla görülen
ları, altıncı basım. 1. Cilt, s. 43 Beyit: 603.) «Yok tek yaratıcı, sonu olan bu çokluk âlemi
gibi görünen ve hakikatte varolan âlemle yok ol­ halinde tecelli ediyorsa ya bu âlem gerçek-
duğu halde var görünen âlem» bölümü de bu tir, o halde Tanrı bu âlemin özüdür, ma­
inancı doğrulayan ilginç örneklerle dolu, (a.g.e,, nâsıdır; yahut da o, vardır, bu âlem bir
V. Cilt, s. 85, 1026-1027 ve 1028,ci beyitler.) hayalden ibarettir; var olan ancak yaratıcı
«Kozmik» diye nitelediğimiz ikinci gizemci­ kudret sahibidir. (...) (a.g.e., s. 44.)
likse, Mutlak Varlığı madde dünyasındaki belirti­ Nâzım Hikmet «Gerçek bir âlemdi gördüğün
leriyle özdeşlediğinden Tanrı'yı yeryüzüne, çokluk ey Celâieddin, heyulâ filân değil!» derken işte bu
evrenine indirger. Böylece bir bakıma tümtanrı- soruna maddeci bir acıdan yaklaşıyor. Varolan
cılığa (panthéisme) varır. Tasavvufun daha çok tek gerçek olarak maddî dünyayı kabullenmekle
bu ikinci gizemcilikten etkilendiğini, ama İslâm de her türlü metafizik tartışmayı ilgi alanı dışında
inancı içinde yeraldığından ister istemez iki karşıt bırakıyor. Bu yaklaşımı yaparken şairin M evlâna
Tanrı kavrayışını birleştirmeye çabaladığını sanı­ nm eserinde çok sık raslanan bazı kavramlardan
yorum. Yani hem Tanrı’nm sıfatlarını kabullenip yararlandığını, onları hiç değiştirmeden kullandı­
Mutlak Varlığın evrende göründüğünü, hem de bu ğını da belirtelim. Örneğin heyulâ tasavvufdaki
sıfatların ötesinde aşkın bir nitelik taşıdığım öne «maddenin aslı» anlamında kullanılıyor. Hükema
sürer. Tasavvufun, Bedreddin örneğinde olduğu felsefesinde «heba» diye geçen bu sözcük Yu­
gibi kimi zaman maddeciliğe kayması da bu kar­ nanca kökenlidir.* Tasavvuf inancına göre her
şıtlığın bir sonucu olsa gerek. İslâm tarihinde de­ türlü «suretse bürünebilen heyulâ, maddenin de­
risi yüzülen sûfi ve şairlerin sayısı bir hayli kala­ ğişmeyen özünü oluşturur. Hamura nasıl istenen
balıktır. Soruna tasavvufdaki maddeci eğilimleri biçim verilip ekmek, çörek, simit yapılıyorsa Tan­
yok saymak amacıyla yaklaşan inanç sahibi kişi­ rı da heyuladan ağaç, kuş, taş, toprak v.b. gibi
lerin Vahdet-i Vücud ilkesini belli ideolojik koşul­ suretler yoğurabilir. Mesnevî’nin birçok yerinde
landırmalarla yorumladıklarına tanık oluyoruz. heyulâ sözcüğünün bu anlamda kullanıldığına ta­
Örneğin Ömer Rıza Doğrul şöyle yazıyor: nık oluyoruz. Örneğip «Ne hoştur hamur heyulası
\ «{...) Tasavvufa hâkim en büyük fikir olan olmayan ekmek» dehiyor (a.g.e., VI Cilt s. 106, Be­
Vahdet-i Vücud İle İslâmîn en belli başlı yit: 1306.) «Heyulâ, esere benzemezken tohum,
itikatı olan Tevhîd İti katı arasında aykırılık hiç ağaca benzer mi?» beyti de aynı görüşün bîr
bulunmaktadır. Fakat aykırılık da tetkik başka örnekle açıklanmasıdır diyebiliriz, (a.g.e,
olunduğu takdirde onun esaslı olmaktan V, Cilt s. 323, Beyit: 3979.) Osmaniıca-Türkçe söz­
ziyade, zahirî bir mahiyete haiz olduğu gö­ lükte (M.N. Özön, İnkılâp Kitabevi) heyulanın ta-

* «Sûfilere göreyse Tevhîd, Allahtan başka bir var 4 Hükema (hâkimler) genellikle Aristoteles’in etkisin­
bilmemek, tanımamak ve bütün varlıkları, omın var­ de kalmış İslâm düşünürlerine verilen addır. Bu dü­
lığında yok bilip onun varlığıyla varolmaktır.» (200 şünürler felsefenin temel sorularım akü yoluyla ve
Soruda, Tasavvuf, A. Gölpmarlı, Gerçek yayınevi, s. içinde yaşadıkları çağa göre bilimsel diyebüeceğimiz
42.) bir yaklaşımla cevaplamaya çalışmışlardır.
Birikim 15/15
savvufda doğanın tümü anlamına gelebileceği de ve ebedî oluşu ile, İslâm dininde evrenin
yazılı. Nâzım belki daha çok bu ikinci anlam üze­ Allah tarafından yaratılmış olduğu dogma­
rinde durmuştur. Rubainin İkinci dizesindeki il- sının (inancının) uzlaştırılmasıydı. Meşşaî
ietî-ûlâ sözcüğüyse ilk neden, yani evreni yara­ felsefesi 'bu soruya, evrenin (maddenin)
tan güç karşılığında kullanılıyor. Bu sözcüğe de, zaman bakımından Allah'tan sonra yaratıl­
hem «hükema» felsefesinde, hem tasavvufda çok madığını; Allah'la birlikte ezelî olarak var-
sık raslandığını belirtelim. Yalnız Mevlânâ Mes- olageldiğini ama Allah'ın özü bakımından
nevi'de evrenin yaradılışını İlletî-ûlâyla açıklayan evrenden (maddeden) daha önce geldiğini
görüşe karşı çıkar: «Tanrı ismi, sıfattan türeme, ileri sürerek cevap vermiştir. Böylece evre­
sıfattan meydana gelmedir. Tanrı sıfatlarıysa ka­ nin ezelîliği hakkında Yunan felsefesinin
dimdir, evveli yoktur. İlletî-ûlâ misali gibi bâtıl ve ileri sürdüğü tez ile, İslâm dininin evreni
saçma değildir.» (a.g.e., IV. Cilt, s. 19 Beyit: 219.) Tanrı'nın yaratmış olduğunu ileri süren
Bir başka yerde de «hükema»nın eski Yunandan inancı, uzlaştırılmaya çalışılmıştır. (100 So­
devraldığı dört temel unsur anlayışını Tanrının ruda Felsefe, Gerçek Yayınları, s. 75.)
ağzından şöyle eleştirir: Nâzım Hikmet «uçsuz bucaksız», önüne ön
«Ben dört tabiat ve illetî-ûlâ değilim. Her- ve sonuna son olmayan evrenin yaratılamayaca­
şeyi tasarruf etmede Baki ve Daimiyim. ğını vurgulayarak maddeci yaklaşımını mantıkî
İşim Ületsiz, sebepsiz ve dosdoğrudur.» bir temele oturtmayı amaçlıyor. Böylece, yıllar
{a.g.e., II. Cilt, s. 124, Beyit: 1625.) sonra Mevlânâ'nı.n kişiliğinde İslâm felsefesini
Hükema felsefesinde illetî-ûlâ’nın herşeyin eleştirirken Farabî, İbni Sina, İbni Rüşd gibi bir
varlığına neden olan Akl-ı kül, (tümel üs) yani ölçüde akılcı sayılabilecek düşünürlerin ideolojik
yaratıcı gücün etkin sıfatı anlamına geldiğini bi­ çabalarını da boşa çıkarmış oluyor. Günümüz­
liyoruz. Bu karşı çıkış yaradılışta Tanrı'yı zorunlu de, yaradılış sorunu üstüne kopan kavga bütün
gören, bir başka deyişle Akl-ı kül'ü dilediğini ya­ cephelerde maddeciler tarafından kazanılmıştır
pamaz sayan «hükema»yla, (O vakit Varlık doğal artık. Tanrı'nın varlığı sorunu felsefe ve mantık
olarak Yaratıcı Gücün «zat»inin gereği sayılıyor), alanından çıkarılıp inanç alanına sürülmüş, yaşa­
Akl-ı kül'ün özerk olduğunu öne süren şeriatçılar ma sınırı iyice daralmıştır. Bilimin gelişmesine ko­
arasında yıllarca sürmüş ¿ir tartışmanın etkisiyle şut olarak bu sorunun bir süre sonra kendiliğin­
yapılmış olsa gerek. Yoksa Mevlâna da sûfilerin den ortadan kalkacağını şimdiden söyleyebiliriz.
büyük çoğunluğu gibi, Mutlak Varlık'ın sıfatlarıy­ Bu başarıda, Engizisyonun «Peki öyleyse Tanrı
la «zuhur etme» eğilimi taşıdığını, bu özelliği nerede?» sorusuna «Gökyüzünde değil» karşılığı­
Tanrı'dan ayırmamak gerektiğini ama «zabunın nı veren Galile gibi birçok bilim adamının da
herşeyden «münezzeh» sayılmasının, önüne bir önemli payı vardır kuşkusuz. Potitzer bu bilimsel
ön düşünülmemeslnin doğru olacağını söyler. Yu- gerçeği herkesin kavrayabileceği yalın bir ifadey­
kardaki İlk beyit de, daha çok Farabî'nin düşün­ le şöyle özetliyor:
cesinde somutlaşan «zorunlu varlık» kavramını, «Bütün bu olgulardan Tanrı düşüncesinin,
yani varolmasını başka şeye borçlu olmayan Tan­ yani evreni herşeyin üstünde bir 'Ruh’un
rının «zatsıyla, varoluşunun bir ve aynı şey sayı­ yaratmış olduğu görüşünün hiçbir anlöm
labileceği görüşünü eleştiriyor. Çünkü Tanrı ve taşımadığı sonucu çıkmaktadır. Çünkü za­
madde ikiliğini yok sayan, ama maddenin gücünü man ve uzamın (mekân) dışında bir Tanrı'-
Tanrı'dan aldığını öne sürerek İslama ters düş­ nın varlığını kabul etmek, varolması imkân­
memeye çalışan, maddeciliğe yakın bir görüştür sız bir şeyi kabul etmek olur. (...) Madde­
bu. ciler, bilime dayanarak, maddenin uzam­
Nâzım evren için «uçsuz bucaksız ve yaratıl­ da ve -belli bir zamanda varolduğunu öne
madı, ressamı illetî-ûlâ filân değil» diyor. Bu di­ sürerler. Demek ki evrenin ya radı imiş ol­
zede «uçsuz bucaksız» nitelemesiyle «yaratılma­ ması mümkün değildir, çünkü böyle bir şey
ma» olgusunun birleştirilmesi meşşai felsefesinin zaman dışı sayılan Tanrı'nın evreni belli bir
us yoluyla gerçekleştirmeyi denediği tutarlılık ça­ zaman içinde yaratma zorunluluğunu orta­
basına indirilen ağır bir darbedir.* Bilindiği gibi ya koyar. Evrenin yaradıimış olduğunu ka­
«meşşai!ik» evrenin sonsuz oluşu ilkesiyle Kur'- bul etmek ondan önce bir zaman kavramı­
ândaki yaradılış ilkesini bağdaştırmak amacım nı ve evrenin yoktan varolduğunu kabul et­
güder. Selâhattin Hilav bu konuda şunları yazıyor: mek olur ki bu görüşün bilimle bağdaş­
«Genel olarak bütün filozofların ve özel ması sözkonusu değildir.» (Principes Ele-
olarak meşşaî felsefesine bağlı düşünür­ mentaires de Philosophie, Georges Politzer
lerin karşısına çıkan güçlük, evrenin ezelî Ed. Sociales, s. 81-82.)
Tanrıtanımazlığı yalnızca laik Batı felsefesi
* Meşsaiyun (gezin enler-peripateeiciens) Aristoteles sınırları içinde düşünmek elbette doğru değildir.
ve Yeni-Platonculuğun. etkisi altında kalmış Islâm dü­ Yaradılış tezinin değil, bilimle, kendi İçinde tu­
şünürlerine verilen addır. Akılcı bir felsefe olan »meş- tarlı olmayı öngören en yüzeysel akılcılıkla bile
şailiğin» kurucusu Farabî, en ünlü temsilcileri Ibni Si­ bağdaşamayacağı gerçeği İslâm düşünürleri ara­
na ve İbni Rüşd’dür. (Bkz. Histoire De La- Philosaphie sında da tanrıtanımazlığın yayılmasına yolaçmış-
İslamiquet Henri Corbin, s. 216, Galîimard, idees.) tır. Ne var ki Doğu'da tanrıtanımazlık, egemen
/

Birikim 15/16
İdeolojiyi savunan kelâm ve şeriatın baskısıyla İaştırıyor. Gerçekte birbirine bağlı, biri diğeriyle
Batınîliğin ya da tümtanrıcıiığın ardına gizlenmek açıklanabilecek noktalar bunlar. Evrenin niteliğiy­
zorunda kalmıştır. Dehriyyun adıyla anılan madde­ le ilgisi olan heyula sözcüğünün, yaradılış soru­
ci düşünürlerin eserleriyse yakılmış, bu akımın nuysa iletî-ûlâ'nın kavramsal alanına giriyor. Nâ­
görüşleri ne yazık ki günümüze kadar ulaşama­ zım Mevlânâ’yla aynı dili kullanarak bu iki nite­
mıştır. liği de yadsıyor; evrenin hem bir heyulâ olmadığı­
Nâzım rubailerden çok önce yazdığı Şeyh nı, hem de yaratılmadığını öne sürerek. Şâirin
Bedreddirt Destanı'n da bu gerçeği sezer ama üs­ İslâm kozmogonisini çağrıştıran dinî sözcüklere
tünde pek durmaz. Destanın girişinde sözettiği gösterdiği ilginin birkaç nedeni olabilir. Belki ru­
Mehemmed Şerefeddin efendinin «Simdvne Kadı­ bailerin yazıldığı yıllarda Arapça kökenli terim­
sı Oğlu Şeyh Bedreddin» adlı «risalessinden baş­ ler henüz felsefe alanında yürürlükten kalkma­
ka kaynak göstermemekle birlikte Bedreddin ola­ mıştı. Belki de Nâzım Kur'ân'dan kaynaklanan bir
yını sınıf çatışması bağlamında başarıyla ele alıp, dünya görüşünü kendi özgül kavramlarıyla sınır­
o dönemin hem toplumsak hem ideolojik yapısını lamak, eleştirisini bu sınırın içinde gerçekleştir­
sergiler. Varidat'ı okumamış olduğundan Bedred- mek istiyor... Yani tasavvufu Marksist felsefe si­
din’e daha çok toplumsal açıdan yaklaşır, onu ve lâhıyla -diyalektik maddecilikle- yıkmayı dener­
yandaşları. Börkiüce Mustafa’yla Torlak Kemal'i ken dışardan değil içerden kuşatıyor düşmanını.
birer köylü devrimcisi olarak görür. Bununla bir­ Truva’nın tahta atım cepheden saldırıya yeğliyor.
likte Bedreddin feisefesindeki maddeci unsurları Ayrıca bu terimlerin hem tasavvufa ilişkin özel
da gözardı etmez. Hattâ destanın ikinci baskısın­ anlamlar taşıdıklarını, hem de geçmişle bağ kur­
da nedense yeraimayah kMJIIÎ Gurur» adlı ekde mayı amaçlayan bir şair için bazı yananlam (con­
Spinoza'nın maddeciliğiyle Bedreddin'in madde­ notation) alanları oluşturduklarını söyleyebiliriz.
ciliğini karşılaştırmayı düşündüğünü ama bu ta­ Bu son ihtimal bana daha inandırıcı gibi geliyor.
sarısını gerçekleştirme imkânını bulamadığını ya­ Çünkü sözcüklerin taşıdığı tarihî yükü çok iyi
zar. (Şeyh Bedreddin Destanı, 1. basım 1936 İs­ değerlendiren, yananlamiar arasında kültür bağ­
tanbul, s, 13-14.) Bedreddin’in asılmasında kurulu larını kolaylıkla kurabilen bîr şair Nâzım Hikmet.
düzeni değiştirmek amacıyla Devlete 'başkaldır­ Rubailer kitabının bu ilk örneğinde evrenin yara­
ması kadar «münkirliğînin» de payı olduğunu bi­ tılmadığını, varlığı açıklamak için bîr «Yaratıcı»,
lir çünkü. Hünkârın Mevlâna Hayder'den fetva bir ilk neden aramanın gereksiz olduğunu öne
istemesini sınıf savaşının dini (ideolojik) maskesi sürmekle Vahdet-i Vücud anlayışını metafizik ko­
olarak yorumlarken Batınîlikle Tanrıtanımazlık numundan çıkarıp maddeci bir bağlama yerieşti-
arasındaki ilişkiye dikkati çeker.* Varlık Birliği­ riyor.
nin Varidat’ta Tanrı'yla evreni bîr Sayan îüm tan- Yaradılış sorunu bir başka rubaide de şöyle
rrcı görüşten kaynaklandığını biliyoruz. Ama Bed­ ele alınmış:
reddin'in maddeciliği evreni önsüz ve sonsuz, «Ne nurdan
ölümü de «kıyamet» olarak kabul ettiğinden, mad­ ne çamurdan,
deden başka ve onun dışında «ruh» diye bîr var­ sevgilim, kedisi ve kedinin boynundaki
lık olamayacağını öne sürdüğünden çağının çok boncuk
ilerisindedir. (Bkz. Varidat çev: Cemal.Yener, Elif y uğurum lardaki farkla hepsi aynı
Yayınları, s. 68 ve 81). hamurdan...»
Nâzım Mevlânâ’ya «evren yaratılmadı!» der­ ■Bu defa bir önceki örnekte olduğu gibi evre­
ken Doğulu ya da Batılı olsun, tüm felsefe tari­ nin tümü değil, yalnızca canlı ve cansız varlıklar
hinin maddeci düşünürleri de katılır sesine. Her sözkonusu. İlk iki dizede insanın yaradılışyla il­
türlü kuşkucu ve skolâstik anlayıştan arınmış ğu gili dinî-ideolojik görüş bilimsel bir yaklaşımla
seste yalnızca bir gerçeğin tekrarı değil, çağımız­ yargılanıyor. Evrenin, daha doğrusu oldukça kar­
da büyük gelişmeler gösteren 'bilimin kesinliği de maşık bir aşama sırasına göre dizilmiş Cebarût
vardır. (Tanrı ululuğundan başka b ir şey bulunmayan
Yukarıdaki İslâm felsefesiyle ilgili kısa açık­ «Lâhut» evreni) Melâkut (Tanrı bilgisinde bu bil­
lamayı Nâzım’ın bu felsefede ve tasavvüfda yer ginin suretleri olarak gerçekleşen soyut varlıklar,
alan bazı kavramları bilerek kullandığını kanıtla­ ruh ve melekler evreni) ve Mülk (duyumlarla algı­
mak amacıylâ yaptım. Şair, Meviânâ'mn idealist lanabilen maddesel evren) evrenlerinin Tanrı Nu-
görüşüne karşı çıkarken eleştrîsini evrenin niteli­
ğine ve yaradılışına ilişkin iki ayrı noktada yoğun- * İşrak mir felsefesi anlamına geliyor. Bu felsefenin
kurucusu Şehabettin Sühreverdî (1155-1191) Zerdüşt
* İsmet Sungurbey Sivıavna Kadısıoğlu Şeyh Bedred­ dininin etkileriyle meşaî felsefesini ve tasavvuf görü­
din Manâkıbı adlı belgeye dayanarak Haydar-ı Here- şünü yeni bir sentez içinde birleştirmeye çalışmıştır.»
vî’nin Bedreddin’in öldürülmesi için fetva vermeyip (S. Hilâv, a.g.e., s. 81.)
tam tersine onu gördükten sonra etkisinde kaldığım, Birbirinden çıkan kademeli evrenlerin sıralamasını
bunun üzerine Fahreddîn-Acemî adında şehzadeye Öğ­ Henri Corbin'in Histoire de La Philosophie Islamique
retmenlik eden birinin fetvasına başvurulduğunu belir­ adlı, eserinden aldığımı belirtmeliyim, (A.g.e., s. 296).
tiyor. (Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin, önsöz, Aynı sıralamayı, bazı değişikliklerle ve kaynak gös­
s. 4, eti yayınları.) termeden Gölpmarlı da yapıyor. (A.g.e., s. 61-62.)
Birikim 15/17
omdan oluştuğunu öne süren «işrakî» felsefesine kiye kültür geleneğinde özel bir yeri olmqsi ge­
karşı çıkıyor şair.* Gerçi Nâzım'ın bütün bu aşa­ reken mevleviliğjn rubailerdeki uzantılarının da
maları bildiğini, Sühreverdî'nin Zerdüşt dininden sanıldığından çok daha önemli olduğunu ekle-,
kaynaklanan nur felsefesine atıf yaptığını kesin­ meliyim. Ne var ki, sözkonusu uzantıları, çağdaş
likle söyleyemeyiz. Ama en azından bu felsefe­ anlamlar kazanmış etkileri bulup ortaya çıkar­
nin Anadolu halk inancındaki uzatılarım değerlen­ mak pek kolay değil. Bu işi başarmak için hem
dirip şiirine 'kattığı düşünülebilir. Aynı durum bir şairin yapıtını hem de hapisteyken ilgi duyduğu
önceki açıklama için de sözkonusu. Nâzım iiletî- Meviâna'nın dünya görüşünü bilmek; rubaileri,
ûlâ sözcüğünü kullanırken Farabî'yi ve İslâm fel­ sınırı oldukça geniş bir ara-metinselîik (intertex­
sefesindeki değişik eğilimleri, tanrıbilimsel (teoio- tualité) sorunu açısından ele almak gerekiyor.
gique} tartışmaları akimın ucundan bile geçirme­ Yani Meviâna'nın metinleriyle rubailer arasında­
miş olabilir. Ne var ki İslâm kültürü içinde yapılan ki ilişki tarihî (diachronique) değil eşzamanlı
bir felsefî eleştiri, hele evrenin yaradılışıyla ilgi­ (synchronique) boyuta indirgenerek çözümlen­
liyse, ister istemez geniş bir bağlama yerleştiril­ meli.
mek zorundadır. Kaldı ki bu araştırma Nâzım'ın Mesnevi yazarının Vahdetti Vücud görüşünü
çoğu kez bilinçle, kimi zaman da sezgiyle gerçek­ somutlamak amacıyla kullandığı simge, iğretile-
leştirmeye çabaladığı gelenekle bağ kurma giri­ me (allégorie) ve mesellerin felsefî özellikleri ru­
şimini mümkün olan en geniş sınırlarıyla ele al­ bailerde de var. Bunların çoğu biçim değiştir­
mak, bu girişimi, içinde yeraldığı kültür bağlamı­ miş, anlamları şair tarafından iyice özümlendik­
na göre çağdaş bir açıdan değerlendirmek amacı­ ten sonra çağdaşlaştırılmış yansıma nesneleriyle
nı taşıyor. Bu nedenle rubailere yalnızca Nâzım ilgili. Ayna, su, ışık, v.b. gibi. Örneğin, bir ru­
Hikmet şiiri açısından değil, belli bir kültür soru­ baide gün, «tortusu dibe çöken su gibi duru­
nu çerçevesinde yaklaşmasını, bazı açıklamalara lup» saydamlaşabiliyor. Aslında gerçek olan,
başvurmasını doğal karşılamak gerek.. ama şairde ancak «sureti çıkan» sevgilinin yü­
Şair insanın ne nurdan, ne de bütün dinî ki­ zünün yerini alabilmek için. Mesnevi'de oldukça
tapların öne sürdüğü gibi çamurdan yaratılmadı­ önemli yer tutan resim, suret, hayal gibi bazı
ğını vurgularken pek açık seçik olmasa da canlı sözcüklerin tasavvuf felsefesindeki karşılıkları­
ve cansız varlıkların evrimini Darwin teorisine nı bilerek kullanıyor şair. Örneğin, evrehin res­
göre ele alıyor. Bir başka teorinin ilk iki dizesi samının ilietî-ûlâ olmadığını belirtirken, ressamla
de bu teoriyi doğrulamak amacıyla yazılmış. Bu resim ilişkisini Meviâna'nın öngördüğü biçimde
defa değişik örnekler veren şair aynı sorunun al­ şiirine aktarıyor. Mevlâna sözkonusu ilişkiyi
tını yeniden çiziyor: Tanrı'nın aşkın ve mutlak varlığıyla «zatsının
«Lahana, otomobil, veba mikrobu ve yıldız «tecellisi» olarak beliren maddî varlık, yani ev­
hep hısım akrabayız.» ren arasındaki ayrımı vurgulamak için kullanır.
Bence burada önemli olan Nâzım Hikmet'in Ona göre bu ayrımda aslolan elbette resim de­
bilimsel düşüyceyle, yaşamın küçük ayrıntıların­ ğil ressamdır. Mesnevi'de şöyle der :
da yakaladığı gerçekleri birleştirmede gösterdiği «Resim, ressamın, kalemin önünde, ana
şiirsel başarı. Karısının hapisaneye gönderdiği karnındaki çocuk gibi âcizdir; bir şey ya­
bir fotoğrafa bakarken boncuk-kedi-insan arasın­ pamaz, söyleyemez.»* (100 Soruda Tasav-
daki evrimsel ilişkiyi hemen kurabiliyor. Ya da vuf'dan alıntı, a.g.e., s. 47).
akrabalık gibi insan türüne özgü toplumsal bir
İnsanın davranışlarında özerk olmayıp eylemini
olguyu, lahanadan yıldıza bütün evren için ge­
Tanrı istemiyle gerçekleştirdiğini kanıtlamak için
çerli sayarak, birkaç sözcükle herkesin bildiği bi­
yine resim örneğine başvurur. Bu örnek Kur'an-
limsel gerçekleri Özetleyiveriyor. Üstelik söyleyi­
daki
şindeki yalınlıktan, şiirsel âdâsından taviz verme­
«Onları siz öldürmediniz fakat Allah öl­
den başarıyor bunu. Hücrede kanaryası Memo'ya
dürdü. Attığın zaman da sen atmamıştın,
bakarken aynı sorunu, bu kez hayvanla insan ara­
fakat Allah atmıştı» âyetinin yorumu ni­
sındaki ilişki açısından ele alıyor. Bilimsel söylev
teliğindedir.** (Kur’an, a.g.e., Enfâl sûresi,
çekmeden türlerin evrimi yasasını yine aynı yalın­
17. âyet, s. 178.)
lık, aynı gözlem gücüyle şiirleştiriyor:
«Aramızda sadece bir derece farkı var, .
işte böyle kanaryam, * Gölpmarlı’nm Birinci Nicholson basımından çevirdiği
sen kanatları olan, düşünemeyen kuşsun, bn beyit İzbudak çevirisinde şöyle:
ben elleri olan, düşünebilen adam...» «Nakış, nakkaşın ve kalemin huzurunda ana kar­
Yine, felsefe tarihinin temel sorusuna bir çe­ nındaki çocuk gibi âciz ve ele bağlıdır.» (A.g.e.,
şit giriş niteliğini taşıyan ilk rubaiye dönelim. s. 49, Beyit: 611, 1. Cilt.)
Nâzım'ın bu ilk örnekte Meviâna'nın kişiliğinde Resim sözcüğünü kullandığımdan Gölpınarlı'nın çevi­
bütün bir İslâm gizemciliğini eleştirirken genel risini yeğledim.
olarak İslâm felsefesinde, özel olarak da tasav- ** Sûfilerin Vahdet-i Vücuda kanıt diye gösterdikleri
vufda çok sık raslanan bazı kavramları kullan­ bu âyet Tanrı'nın insanların her zaman yanında oldu­
dığını belirtmiştim. Buna, tasavvufun en önemli ğu, onların edimlerini yönettiği anlamına gelir. Bedir
aşaması sayılan, Anadolu'da geliştiği için Tür­ savaşında Muhammed bir avuç kum ve çakıl alarak
Birikim 15/18
Fîhi Mâ-Fîh'de de evreni ¡bir resim, Tanrı'yı ise denin gerçekliği genellikle yansıma kuramıyla
bu resmin yapıcısı olarak tanımlayan şu satırlar açıklandığından nesneler ister istemez belli bir
v a r: saydamlık kazanmıştır, Belki ilk okuyuşta pek
«Şekil, resim, şekli yapandan, ressamdan göze çarpmaz bu saydamlık. Ne var ki, bir nes­
ayrı değildir; ressam da resimsiz ressam nenin ya da bir manzaranın rengi sözkonusu
olamaz ama resim, feri'dir ressamsa asıl- olduğunda bunun çoğu zaman beyazla, daha
dır; hani parmağın yüzükle oynaması gi­ doğru söylemek gerekirse renksiz bir saydam­
bi.» (a.g.e., s. 103.) lıkla özdeşlendiği görülür. Gerçi «kırmızı ağzı»,
Vahdet-i Vüçud görüşünü somutlamak amacıyla «bal rengi gözleri» ve «beyaz etiyle» alabildiği­
yapılan bu istiareyi olduğu gibi şiirine aktarıyor ne somuttur şairin sevgilisi. Piraye hanımın Nâ­
Nâzım. Tanrı'nm evreni yaratmadığını söylemek zım tarafından yapılan yağlıboya portresine çok
İçin ressamının illetî-ûiâ olmadığını öne sürüyor. benzer (Bkz. Nâzım ile Piraye’nin kapak resmi).
Gerçi bir bakıma, resimsiz ressamın olamaya­ Bu yönüyle rubailerin renk unsurunu oluşturan
cağını tümtanrıcılığa kayan bir anlayışla belir­ tek insan bile sayılabilir. Ama onun dışındaki
tirken Mevlâna da paylaşıyor bu görüşü. Ama varlıklar daha çok okurun koklama, duyma ve
onca «fer'i» yani ikinci dereceden sayılması ge­ dokunma duyuları alanına giren nitelikleriyle so­
reken resim, ressamsız bir kendiliğinden oluşa, mut bir gerçeklik kazanırlar. Örneğin, toprak
varolan tek gerçeğe dönüşüyor Nâzrm'da. Mev- nemlidir, spikerin sesiyse «bir tohum gibi ağır
lâna'ya göre duyularımızla algıladığımız evren ve çıplak». Gece yasemin kokar. Bir kış günü­
heyulanın çeşitli görünüşlerinden başka bir şey nün «cam gibi berraklığına» karşılık, sevgilinin
değildir. Hayalden, aslına dönecek suretler top­ saçlarından uçan ıtırdır. Rubailer genellikle var-
lamından oluşmuştur. Çünkü: Iıkbilim alanında yer aldıklarından şairin madde
«Bütün âlem Akl-ı küllün suretidir... bü­ ve algı sorunlarına öncelik tanıdığını, dış dün­
tün insanların babası odur» {Mesnevi, yaya bu iki temel kavram açısından baktığını
a.g.e., VI. Cilt, s. 261, Beyit: 3259). söyleyebiliriz,
Gerçek dünyanın bir hayalden ibaret olduğunu «Gün iyiden iyiye ışıdı artık,
öne süren bu beytin kaynağını Kur'an’da aramak tortusu dibe çöken bir su gibi duruldu,
gerekiyor sanırım. Muhammed'in «Bu dünya bir ¡berraklaştı ortalık»
düştür, düşse hayalden ibarettir, yanılsamadır» dizelerindeki kadar belirgin olmasa bile, yukar­
hadisi Kur'an'daki «İnsan uyumuştur, ölünce da sözünü ettiğim saydamlık tekbenci idealizmi
uyanır» âyetinin devamıdır bir bakıma. (İran Tey- eleştiren örneklerde de var. Örneğin, aşağıdaki
murtaş, a.g.e., s. 369.) Mevlâna her zaman oldu­ rubainin ilk iki_ dizesi ayışığının vurup parlattığı,
ğu gibi bu hadisi açıklamak için de istiare yön­ giderek saydamlaşan bir gece manzarası çizi­
temine başvurur. Örneğin eski bir Doğu masa­ yor. Maddenin bilinçten bağımsız kendi içinde
lından aldığı üç şehzadenin öyküsünde, resim­ bir gerçeklik taşıdığı, bilince bu gerçekliğin an­
lerle süslü kale duvarının gerçek dünyayı sim­ cak bir suret olarak yansıyabileceği olgusuysa,
geleyen bir düş olduğunu anlatır. Şehzadelerin ana düşünceyi oluşturduğundan, klâsik rubai ku­
hayranlıkla seyrettikleri renk ve biçimler birer ralları gereğince son bölümde yer alıyor:
hayaldir aslında. Gerçek olansa, her türlü renk «Bu bahçe, bu nemli toprak, bu yasemin
ve biçimden arınmış Mutlak Varlrk'tır. Mesnevi­ kokusu, bu mehtaplı gece
nin bir başka bölümündeyse «Renklerin ası Narı pırıldamakta devâmedecek ben basıp
renksizliktir» diyerek yine aynı görüşü savunur. gidince de,
(Vi. Cilt, s. 7, B: 59.) İnsanın görme duyusuyla çünkü o ben gelmeden, ben geldikten
algıladığı renklerin renksizlik evreninden çıktığı, sonra da bana bağlı olmadan vardı
bu nedenle gerçekliği bulunmayan birer hayal ve bende bu aslın sureti çıktı sadece...»
oldukları belirtilir. Tanrı Nurunu görmemizi en­ Nâzım burada suret sözcüğünü maddî gerçekli­
gelleyen cam perdelerdir renk diye algıladığımız. ği olmayıp yansıma yoluyla beliren «hayal» kar­
Bu cam perdeler ortadan kalkınca renksizlik ev­ şılığında kullanıyor.
reni kendini gösterir. Böylece resim İstiaresi ye­ «Su başında durmuşuz
ni bir boyut daha kazanır Mesnevi'de. Ama res­ çınarla ben.
sama oranla gerçek varlığı renksizlik, yani yok­ Suda suretimiz çıkıyor
luk olan metafizik bir boyut. Nâzım Hikmet şii­ çınarla benim.»
rindeyse, içinde yaşadığımız dünya, renkleri ve dizeleriyle başlayan «Masalların Masalı» şiirin­
biçimleriyle bizim otan tek gerçek varlıktır. Bir de olduğu gibi. Mevîânâ ise, şairin bilincinde su­
şiirinde belirttiği gibi bu dünyayı düş saymak reti çıkan asla «suret» diyor. Onca suretin, yani
şöyle dursun, şair uykuda gördüğü düşün bile görünen biçimin gerçekliği Tanrının «zuhuru»
kendisini aldatmasına katlanamaz. Ama yine de bakımından sözkonusudur, varlık bakımından
rubailerde en aza indirgenmiştir renk öğesi, Mad- değil. Tanrı tek varlıksa evren yokluktur, ama
Mutlak Varlığın aynası olan bir yokluk.
müşriklere atmış, savaşta Öldürülen müşrikleri gerçek­ «Varlığın aynası nedir? Yokluk. Ahmak de­
te Tanrı’nm öldürdüğünü söyleyen âyet de böylece ğilsen yokluğu ihtiyar et!» diye yazıyor
doğrulanmıştı. Mesnevi'de. (A.g.e., s. 251, B: 3201, 1.
Birikim 15/19
Cilt.) «Varlık yoklukta görünebilir.» Evren bir ayna olarak Tanrı'nın belirtisiyse,
Nâzım için varolan Meviâna'ya göre surettir, insan da bu aynada kendini görebilir. Ama arınıp
Mevlâna için varolansa Nâzim’a göre bir suret yunması, içini temizleyip madde dünyasından sıy­
bile değil. Yoktur sadece. Olmayan b ir şeyin de rılması koşuluyla. Böylece giderek bir aynaya
(Tanrı'nın) gölgesinden sözediiemez eibet. Mev- dönüşür o da. Anadolu tasavvuf anlayışına göre,
lâna’nm «Suret hemi zılest... (Suret b ir gölge­ özellikle de Mevlâna’nın eserinde «olgun insan»
dir...)» diye başlayan rubaisini eleştirirken Na­ cilalanarak parlatılan b ir aynadır.
zim Hikmet yalnızca Vahdet-i Vücud anlayışını «Sen de görünüşte kapkara bir demire ben­
değil kökleşmiş bir inancı da yıkmak, daha ilk zersin ama kendini cilâla, cilala!
rubaide metafizikle olan bütün bağlarını kopar­
Topraktan ya radı lan beden kabadtr,
mak ister. Bazı felsefî sorunların diyalektik mad­
karadır ama cilâ kabul eder, onu cilâla!
deci açıdan ele alınabilmesi için metafiziğin tar­
Bu suretle de gönlün, suretlerle dolu b ir
tışma alanından çıkarılıp atılması gerektiği kanı­
ayna kesilsin! Ona her cihetten gümüş
sındadır çünkü. Bu durum öteki rubailerde şai­
bedenli bir güzel aksetsin!»
rin bir daha Tanrı sözcüğünü kullanmamasına
(Mesnevi, a.g.e., IV. Cilt, s. 200, 2469, 2470
yo laça çaktır.
ve 2475. beyitler.)
Az önce, Mevlâna'nın eserinde çok srk ras-
lanan yansıma olgusunun rubailerde de görün­ Sûfinin aynasına «Gayb evreni» yansıyabilir, ye­
düğünü söylemiştim. İki şair dünya görüşlerinin ter kİ sülûk'un (manevî yolculuk) aşamalarından
karşıtlığı gereği elbet değişik bağlamlarda, de­ geçip Tanrı bilgisine ulaşsın, Hak'ta yok olup,
ğişik düşünceleri vurgulamak amacıyla yararla­ Hak'ın varlığıyla varolsun:
nıyorlar yansıma olgusundan. Ama, rubailerde «Vilâla da ohda gayb şekilleri yüz göster­
olduğu kadar Mesnevî'de de su, cam, ışık, ayna, sin... huri ve melek akisleri görünsün!»
v.b. gibi yansıma nesneleri Önemli bir yer tutu­ (s. 200, Beyit: 2474.)
yor. Bunların tümünü ayna sözcüğünün çağrı­ Eva Meyerovitch Mevlâna'nın «Aynayı iste­
şım alanında toplayabiliriz. Narcissus mitosun­ yenleri ayna da ister; aynayı kırarsan kendini de
dan Velasques, Magritte ya da Picasso’nun tab­ kırarsın» sözlerini nesne-özne İkiliğinin aşılması
lolarına, Cocteau, Michaux, Char gibi şairlerden olarak yorumluyor (Thèmes Mystiques Dans
Mevlâna ve Nâzım Hikmet'e kadar aynı Psyché'- L'Oeuvre de Celâl-ud-Dîn Rûmî, thèse principale
nin büyülü imgesi olagelmiştir hep. Ne var ki pour le doctorat ès lettres. Université de Paris,
Nâzım aynayı çarpıtılmamış :bir gerçeğe tutarak 1968). Bu aşkınlığın madde dünyasından sıyrılan,
büyüyü bozar. Mevlâna'ysa Vahdet-İ Vücud gö­ yani «varlıktan _geçen» özneyle gerçekte bir su­
rüşünü somutlamak amacıyla kullanır bu imge­ ret sayılan nesneyi de ortadan kaldırdığını, böy­
yi. Varlığın, aynasının yokluk olduğunu öne sü­ lece varmış gibi görülen yokluğun yokmuş gibi
rerken evreni Tanrı'nın kendini gördüğü bir yü­ görülen Mutlak Varlı k'la değiştirildiğini söyleyebi­
zey olarak düşünür. Tüm tanrıcılıktan sıyrılmak liriz. Oysa Nâzım Hikmet nesneyle öznenin birlik­
için aynaya bakanla görünen hayalin aynı şey teliğini, ama aralarındaki diyalektik ilişkide nes­
sayılmaması gerektiğini tekrarlamayı da unut­ nenin önceliğini kavramıştır:
maz bu arada. «Ve bende bu aslın sureti çıktı sadece»
Tasavvufdaki ayna imgesinin kaynağını, der.
Tanrı'nın bilinmek dileğiyle evreni yaratmış ol­ Aynayı kırmanın kendini de -kırmak anlamına gel­
duğu inancında aramak yanlış olmaz sanırım. mediğini, rubailerin bence en Özgünü olan şu ör­
İbn-ül Arabî «Varolabilmemiz için Tanrı gerekli­ nekle açıklar :
dir ama, Tanrının varlığını gösterebilmesi için de «Sevgilimin hayâli dile geldi aynanın üze­
biz gerekliyiz.» der. Hiç kuşku yok bu inanç rinde:
«meâl» bakımından hadis-l kudsî sayılan «Bir — O yok, ben varım —- dedi bana günün
gizli defineydim, bilinmek istedim» sözüne da­ birinde.
yanır. Bu hadis örnek gösterilerek Fîhi Mâ-Fîh'- Vurdum, düştü parçalandı ayna, kayboldu
de yaradılışın nedeni şöyle açıklanıyor: hayâl
«Ulu Tanrı'nın zıddı yoktur da onun için ve lâkin çok şükür sevgilim duruyor yerli
'Ben bir gizli defineydim; bilinmeyi diledim> yerinde...»
sevdim' demiş, ışığı meydana çıksın diye Aynayı kırmakla gerçeği değil onun yansımasını
■karanlıktan ibâret olan şu kâinatı yarat* kırdığının bilincindedir Nâzım. «Masalların Masa­
mıştır.» (A.g.e., s. 68). lı» şiirinde de bu temel gerçeği, örneğin kedinin
Mesnevî'de de aynı örneğin buna benzer bir açık­ suretinin suda yitmesi için önce suretin değil ke­
laması var. Tanrının Davut Peygambere duyur­ dinin yitmesi gerektiğini bir masal edâsıyla vur­
muş olduğu söylenegelen bu söze, özellikle Ana­ gular. Ama suda çınar, kedi, şair ve güneşin su­
dolu, sûfileri büyük önem vermişler, evreni Tanrı'- retleri durmaktadır henüz: «Çok şükür yaşıyoruz».
nın varlığına tanıklık eden bir ayna gibi görmüş­ Bu incelemede göstermeye çalıştığım gibi
lerdir. Bedreddin de Vahdet-i Vücud anlayışını so­ rubailerin çoğunun Doğu kültürü, özellikle de İs­
mutlamak amacıyla Vâridat’ta aynı hadise baş­ lâm gizemciliğinin bir uzantısı olan tasavvuf fel­
vuruyor. (A.g.e., s. 64.) sefesi içinde değerlendirilmesi ilginç sonuçlar ve-
Birikim 15/20
recektir sanıyorum. Şair «şimdiye kadar gerek eklektizme düşmeden bu kültürlerin çağdaş bile­
şark gerekse garp edebiyatında yapılmamış» bir şimini gerçekleştirebileceğini kanıtlamaya çalış­
girişimde 'bulunduğunu öne sürerken, bence yal­ tım. Kuşkusuz Nâzım tek Örnek değil bu alanda.
nızda klâsik bir şiir türünü çağdaşlaştırmayı düşün Aragon'un Le Fou d'Elsa'sı (Eisa Çılgını), Neru-
müyor. Şiiri belli bîr kültür birikiminin özümlen­ da'nın Le Chant Général du Chtli'si (Genel Şili
mesi sorunu olarak ele alıyor herşeyden önce. Türküsü) de aynı çağdaş bileşimin ‘başarılı örnek­
İdealist felsefeyi Marksist verilerin ışığında eleş­ leri olarak gösterilebilir. Ne var kİ Nâzım Hikmet
tirmekle kalmayıp, bu felsefenin kendi kültür ge­ ulusalla evrenseli bir kültür geleneği sorunsalı
leneğindeki özgün karşılığını da araştırıyor. Bes­ çerçevesinde temellendirebilmiş, şiirini, böylesine
lenme alanını Batı'dan Doğu'ya doğru genişletmiş önemli bir alan üstüne kurmuş ilk Türk şairidir.
oiuyor böylece. «Benkeiey» şiiriyle rubaileri kar­ Bu nedenle devrimciliğinin yanı sıra bir Öncü, bü­
şılaştırarak Marksist bir şairin İki ayrı kültürü yük bir yolaçıcı sayılmalıdır. Daha öğreneceğimiz
de diyalektik maddeci açıdan özümleyebileceğin!. çok şey var ondan. |

YARARLANILAN KAYNAKLAR MARX-ENGELS:


• Felsefe İncelemeleri, çev.: Cem Eroğul, Sol yay.,
ALTHUSSER Louis: Lénine et La Philosophie, éd. Ank. 1968.
Maspero, Paris 1972. • Etudes Philosophiques, éd. Sociales, Paris 1974.
CORBIN Henri: Histoire de La Philosophie,Islamique, MEVLANA Celâleddin Rûmi:
Gallimard, Paris 1964. • Mesnevi, 6 Cilt, M.E.G. yay., çev.: Veled îzbudak,
DOĞRUL Ömer Rıza: îslâmiyetin Geliştirdiği Tasav­ İst. 1974, 6. Basım.
vuf, Ahmet Halit Kitabevi, İstanbul 1948. • Fîhi Mâ-Fih, çev.: A. Gölpınarlı, Devlet Kitapları,
GÖLPINABLI Abdülbaki: İst. 1972.
m 100 Soruda Tasavvuf, Gerçek yay., İstanbul 1969. • Seçme Rubailer, çev.: A. Gölpınarlı, M.E.B. yay.,
• Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin, Eti yay., İs­ İkinci basım, İst. 1968.
tanbul 1966. MEYEROVTTCH Eva: Thèmes Mystiques Dans L ’Oeuv­
HİKMET Nâzım ; re de Celâleddin Rûmi, thèse principale pour le doc­
• Bütün Eserleri, 1, Cilt, Cem yay,, İst. 1975. torat es lettres, Paris 1966.
• Rubailer, de yay., İst. 1966. POLITZER Georges: Principes Elémentaires de Philo­
• Yeni Şiirler, Dost yay., Ankara 1970. sophie, ed. Sociales, Paris 1975.
• Simavne Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin Destanı, Ahmet SADİ Kerim: Nâzım Hikmet’in İlk Şiirleri, May yay.,
Halit Kitabevi, 1. Basım 1936. İst. 1969.
• Nâzım ile Piraye, de yay., İst. 1975. SÖZER Önay: B erkeley’de Varlık v e Algı Sorunu, Fel­
• Kemal Tahine Mektuplar, Bilgi yay., Ankara 1968, sefe Arkivi, İst. 1970.
• Cezaevinden Memet Fuat’a Mektuplar, de yay. İst. ŞEYH Bedreddin: Vâridât, Elif yay., çev.: Cemil Yener,
1968. İst. 1970.
• Vâ-Nû’lara Mektuplar, Cem yay., İst. 1970. TEYMURTAŞ İran: Le Mysticisme de Celâleddin Rûmi
« Anthologie Poétique, E.F.R, Paris 1964. et L ’Influence de Chams-étabHzi A vec Ses Analogies:
HİLAV Selâhattin: 100 Soruda Felsefe, Gerçek yay., L e Néo-platonisme, Le Manichéisme, L’Inde, yayımlan­
İst. 1970. mamış doktora tezi, 2. Cilt.
JAKUBOWSKY F.: Les Superstructures Idéologiques KUR’AN, Diyanet İşleri Bakanlığı Yayınları, İst. 1973.
Dans La Conception Matérialiste de L’Hi&toirè, EDI, MİLİTAN, 6, sayı, «Nâzım Hikmet Kendi Şiirini Anla­
Paris 1971, tıyor», Ekber Babayef.
LENIN: Matérialisme et Empiriocriticisme, éd. Sociales, YENİ UFUKLAR, 268. sayı, «Anadolu’da Türk Sanatı»,
Paris 1973. Sezer Tansuğ.
Birikim 15/21
TARİK GÜNERSEL

iirlp r
S
III ıc ı

Apansız can bulan korkuluk gibi hayrette,


şapkalarını yere çaldılar.
Kargalar bile gülemedi kelliklerine.

Dikeni var deyip


güle eş sayamazsın
devedikenini. Seni bilirim tanrı.
Sosyal-demokrat için her zaman Oğlumun boynuna ipi geçirirlerken
aşağı tükürse sakal yukarı tükürse bıyık. eski bir alışkanlıkla geldin de aklıma
tek laf etmediğin binyıtları seyrettim.

Seni bilirim tanrı,


susuşundan tanırım.
Kartvizitini kimin kullandığına dikkat ettiğin mi
yok

yüklü bir komisyon mu var?

Karanlık gömlekli kıpırtılar. Seni bilirim tanrı.


Tutkun, pusu kuruyor güne. Tarafsızlığından tanırım.
Sabaha karşı uluyor İçimdeki binlerce mezardan birinde oğlum yatar.
Yargılı mezarlardan alıntılar. Senin duacın bile olmayacak.

Güneşin kanı tazedir hep. Seni bilirim tanrı,


Güneşin kanı sımsıcak. Kanımızı içenlerin özürü.
Karanlık gömlekli kalıntılar, Seni bilirim tanrı.
Aç konmuş, pusudalar. Partilerüstü.
Gözyaşında kopkoyu duman vardı. İspanya kara ağırlığını atıyor omuzlarından e
Bir buğday başağına sarılıp ağladı kadın. İspanya elleri zengin
Güneşi doğurtmaya gidiyordu oğlu. Öyle dediler. İspanya yürek İspanya göz İspanya ayak ¡5
Güneşi doğurtmaya gidiyordu. İspanya kara ezgisi ninnilerimizin
Aşk türkülerini karısına bırakıyordu.
Tedirgin bir kıvanç bırakıyordu babasına. İspanya'ya grev yasak
Anasına çocukluğunu. İspanya greve başladı yerin beşyüz metre altında
Gökyüzünde duman çoktu. İspanya kara ağırlığını atıyor omuzlarından
Yıldızlar sıcaktı, ama çak uşcjf^ılar. İspanya yürek İspanya göz İspanya ayak
Gökyüzü çaresizdi, kimse kızamazdı. İspanya bir deri kemik
Bir dumanlı düş gördü. İspanya sırdaşı attığımız adımların
Oğluna kavuşmuştu, sarılıp, öpüşm üştü.
Oğlu gülüyordu, dişlerinde kan vardı.
Düş çaresizdi, kimse kızamazdı.
Bir buğday başağına sarılıp ağladı kadın.
Ekinden çıt çıkmıyordu.

GÖZLEM ÇOCUK
aşam a d izisi

DAVULCULAR İİ
Kolner Zimnik m ura S_

BİR İN S A N D O Ğ U Y O R
Mok»!m Gorkİ 10 Lira

M U T S U Z BİR H A F T A
Ja nu u Korczak 10 Ura

BİR Ş E FTA Lİ BİN Ş E FTA Lİ


Semet Behrengl 10 Ura

K Ü Ç Ü K K A R A B A LIK
Seme! Behrengl 10 U ra

I GÜL SA Ğ A N A Ğ I
GOCUKLAR İÇİN ŞİİRLER
Uyaroğlıı 7,S U ra

K A R A N L IĞ I Y İY E N KEÇİ
10 Ura

Y A R IN IN B Ü Y Ü K L E R İN E
ŞİİRLER
10 U ra
Birikim 15/23
DOĞU ERGİL

Kapitalist Devlet

GİRİŞ Bu teorik girişten sonra bir toplumsal kurum


olarak devletin tûfrİHınj, yapısını, işlevlerini ve ev­
Marksist devlet anlayışının temelinde, top­ rimini incelemeye gedelim.
lumsal ‘bütünün (Hegel'in totalîtesine —tümceli-
ğine— karşıt olarak), «ait-yapı» ve «üst-yapı» KLASİK MARKSİST tEORİDE DEVLETİN
biçiminde sunulan teorik ayırım yatar. Bu [ki «dü­ TARİHÇESİ VE SINIFSAL ÖZÜ
zey», Marksist teoride özgül (specîfic) bir deter­
minizm ilişkisi içindedirler. Altyapı veya ekono­ Kapitalist devletin doğuşunun sistematik bir
mik temel, üretim güçleri ve üretim ilişkilerinden tarihçesini bize Engels vermiştir, Engels'e göre,
meydana gelir. Üstyapı ise, kendi içinde iki dü­ eski Yunan gens'leri (ana soyundan kan hısımı
zeye ayrılır: 1) Siyasal, hukukî veya yasalar ve olan aile grupları veya klanlar), baba otoritesi­
devlet: ve 2) İdeoloji (siyasal, ahlâkî, dinî, huku­ nin ağır bastığı aile kurumuna dönüşmeye başla­
kî). Bu «topoğrafik» şema, üstyapının (ve onun yınca, o zamana kadar ailenin tümüne ait olan
katlarının), temel olmadan varolamayacağını içer­ mülkiyet hakkı çocuklara devredilmeye başlamış­
diği için, kendiliğinden düzeyler arasında bir et­ tır. Böylece gens'ler güçlerini yitirmiş ve toplum
kinlik sorunu getirir.1 yapısında aile ön plana geçmiştir,3
Marksist teoride belirleyici etkinlik son ana­ Bu evrim, sürekli bir aristokrasinin, monar­
lizde altyapıya aittir. Fakat bu durum üstyapının şinin, mal birikiminin ve o zamana kadar savaş
etkin olmaması anlamına gelmez. Ne var kİ, üst­ tutsaklarına özgü olan köleliğin aynı kabile, hat­
yapının belirleyici etkinliği altyapı tarafından tâ gens üyelerine kadar genişletilmesine yol aç­
tayin edilir. mıştır. Bu tarihî dönüşümden sonra, aile, mülki­
Bu yaklaşım kaçınılmaz olarak şu iki teorik yet ve servet birikiminin odak noktası ve bu ol­
olguyu da beraberinde getirecektir: guların övgü merkezi haline gelmiştir.4
1) Üstyapının da altyapı veya ekonomik temel Bu durumda, elde edilen servetin, ortak mül­
üzerinde bir etkisi vardır (veya alt ve üstyapılar kiyete önem veren geleneksel gens örgütünün
arasında karşılıklı bir etkileşim sözkonusudur); komünistlik kültürüne ve göreneklerine karşı sa­
2) Üstyapının altyapı karşısında göreli bir ba­ vunmasını üzerine alacak, yeni elde edilen serve­
ğımsızlığı olabilir. Fakat üstyapının bu bağımsız­ tin de meşruluğunu onaylayacak bir kurum ge­
lığı, ekonomik temelin —bir toplumda varolan üre­ rekti. Bu kurum, hem gittikçe biriken kişisel ser­
tim ilişkilerinin— yapısını aşacak veya bu temeli vetleri koruyacak, hem de toplumda beliren ve
değiştirecek kerteye varamaz. Böyle bir ihtimal derinleşen sınıfsal farklılaşmanın yarattığı çelişki­
farklı (ve yeni) bir toplumsal/tarihî aşamaya geç­ lerin yeni düzeni bozacak kerteye gelmesini ön­
mek demektir. Bu yapısal değişme, bir toplumun leyecekti. Başka bir deyişle, mülk sahibi sınıf(lar)
işlevsel bütünlüğünün yeniden kurulması için alt ın, mülksüz sınıflar üzerinde egemenliğini ve sö­
ve üst yapılar arasında göreli bir uyumun tekrar mürüsünü sürekli kılacak bir örgüt/aygıt gerek­
sağlanmasını gerektirir. liydi. İşte devlet kurumu bu ihtiyacı karşılamak
Şu halde, bir üstyapı kurumu olan devletin, üzere doğru.5
bir toplumda varolan üretim biçimi, tarafından şe­ Devlet, sınıflı toplumun ve onun yarattığı iş­
killendirilmesi ve faaliyetlerinin etkilenmesi do­ bölümünün bir ürünüdür. Şu halde devlet, bir,
ğaldır. Her toplumsal yapının veya kurumun var­ topluma dışardan empoze edilen bir kurum, veya
lığı, onun doğrudan veya dolaylı olarak toplum­ Hegel’in öne sürdüğü gibi, «ahlâkî bir fikrin ger­
sal üretim sürecine katılmasına bağlıdır. Bu katıl­ çekleşmesi» veya «aklın simgesi ve realitesi» de­
ma ya toplumsal üretim sürecinde bizzat yer al­ ğil, belirli bir gelişme aşamasında toplumun ken­
mak veya üretimi sürekli kılabilmek için üretim disinin yarattığı bir kurumdur. Devletin ortaya
koşullarının yeniden üretilmesi şeklinde belirir.* çıkışı, toplumun yenemeyeceği, çözü ödeyemeye­
Yani her toplum veya toplumsal kurum; 1) Üre­ ceği ölçüde büyük çelişkilere düşmesinin bir ifa­
tim güçlerini, 2) Varolan üretim ilişkilerini yeni­ desidir.
den üretmek zorundadır. Bu işlevlerini yerine ge­ Çatışkın nitelikteki çıkarlarıyla farklı sınıflar,
tirmeyen hiçbir toplumsal birim varlığını sürdü­ sonsuz sürtüşmeleriyle ne kendilerini, ne de top­
remez. İşte üstyapının altyapıyı etkileme süreci lumu tahrip etmeyi göze alamadıkları için «top­
bu düzeyde gerçekleşir. Bu etkilemenin şeklî fark­ lumun üzerinde kalarak» siyasal düzeni koruya­
lı tarihî yapısal koşullara göre değişik biçimlerde cak bir kurumun yaratılmasına önayak olmuşlar­
ortaya çıkabilir. dır. İşte böyle ortaya çıkan devlet, toplumun ya­
rattığı bir'kurum olduğu halde, kendini onun üze­

Birikim 15/24
Ayrıca kapitalist devlet, müik/servet sahip­
rine koyarak, giderek topluma yabancılaşmış­ lerinin, bunlara sahip olmayanlara karşı korun­
tır.6 ması işleviyle de görevlendirilmiştir. Çok yakin
Engelsin görüşünü Alan Wolfe «yabancılaş­ zamanlara kadar vatandaşlık hakları, daha son­
mış siyaset» kavramı ile bir adım daha ileri gö­ ra da seçhrie-seçilm e hakları, mülk sahibi olma
türmüştür. Emeğin artık-değer biçiminde insanla­ koşuluna bağlanmıştır.
ra tekrar empoze edilmesi gibi, «artık» - siyasai Aynı koşulu Türkiye örneğinde de görmek­
güç (insanların ‘kendilerim idare etmeleri ve teyiz. 1877 Anayasası hükümlerine göre ¡bir ki­
başkalarıyla uzlaşması için yeterli siyasa! faali­ şinin «mebus seçilebilmesi için doğduğu yerde
yetin dışındaki fiili veya potansiyel irade)de devlet mülkü olması gerekir.»10 Daha sonra kabul edi­
kurumu biçiminde bireye empoze edilmiştir.7 len (20 eylül 1908) Geçici Seçim Kanununa göre
Böylece siyaset giderek —kapitalizmde tam seçmenin oy verdiği yerde «en az bir yıl otur­
anlamıyla— bireylerin günlük yaşantılarından ko­ ması ve mal vergisi öder olması» koşulu geti­
puk bir uğraşı haline gelmiştir. Fetiş olma duru­ rilmiştir.' 3 Nisan 1923'de 'kabul edilen ’başka bir
muna giren siyaset bir toplum yaratmak faaliyeti kanunla (No. 320), yürürlükte olan OsmanlI se­
olan asıl siyasetten çok farklı olarak, mantığı çim kanun ve hükümleri tamamen değiştirildi.
devlet aygıtını ele geçirmek olan, maddî amaçlı Seçme hakkı 18 yaşın üzerindeki bütün erkek­
bir mücadele tutkusuna dönüşmüştür. Bu durum lere yaygınlaştırıldı. (Kadınların seçme-seçilme
hem devleti hem de bu kurum etrafında oluşan hakkı 1934'de kabul edilmiştir). Ayrıca, birinci
siyaseti kişiye ve topluma —daha doğrusu onla­ ve ikinci seçmenler için olduğu gibi, seçilecek
rın temel gereksinmelerine—> yabancılaştırmıştır. adaylar için de önceden konulmuş olan mal ver­
Bu yabancılaşmış haliyle Kapitalist devlet, insan gisi verir olmak koşulu kaldırılmıştır.11
mutluluğunun koşullarını değil, sermaye birikimi­ Tarihî pratikte, seçme ve seçilme için mülk
nin koşullarını üreten bir kurum durumuna gel­ sahipliği koşulundan evrensel vatandaşlık hak­
miştir. kının benimsenmesine geçiş, mülk sahibi sınıf­
Engelsin devlet savı burada bitmemektedir. Bir ların daha demokratikleştikleri anlamına gelmez.
«düzen» öğesi olarak yaratılan devletin, uyrukları­ Mülk sahipliğinin siyasal davranışın temelini
nı egemenliği altında tutabilmek için bir «kamu gü­ oluşturması olgusu, devlet kurumunun gelişme
venlik» gücü oluşturması gereklidir. Silâhlı kişi­ sürecinde daha erken bir evre'nin simgesidir.
lerden oluşan polis ve asker kadroları dışında, Fakat ekonomik sömürü mekanizmaları gelişip,
tutukevi, mahkeme vb. gibi zorlayıcı kurumlar da bunlar meşruluklarını sağlayacak yeni hukukî ku­
bu gücün tamamlayıcı öğeleridir. Her devlette bu rumlar yarattıkça, siyasal yapının şekli de de­
zorlayıcı öğeler vardır. Ne var ki bunların geniş­ ğişmiştir. Ortaya çıkan iki temel sınıfın -^burju­
liği, etkinliği ve baskıcı nitelikleri sınıfsal farklı­ vazi ve proletarya— arasındaki çelişkinin asgarî
laşmanın derinliğine ve toplumsal çelişkilerin de­ düzeyde tutulması ise modern demokratik cum­
recesine göre değişir. huriyeti doğurmuştur.
Engels’e göre bu kamu güvenliği gücünü Bu siyasal yapı içinde iktisaden egemen oian
yaşatabilmek için devlet, uyruklarından vergi sınıfı korumakta pratik bir değeri kalmadığı ¡cin
olarak katkılar talep eder. Büyüyen ve işlev­ seçme ve seçilme işlemlerinde mülkiyet ön-kö-
sel farklılığı artan (modernleşen) devlete ver­ şuiu ortadan kalkmıştır. Fakat işleyişi ve da­
giler de kâfi gelmez. O zaman devlet, varlığını yandığı ekonomik temel (kapitalizm) ve onun
sürdürmek için çeşitli yöntemlerle kamu borç­ hukukî kurumlan yoluyla günümüz temsili de­
lanmaları (istikrazlar, tahvil satışları vb.) yolu­ mokrasisi, mülk sahiplerini, mülk sahibi olma­
na baş vurur.8 Bu girişimler devletin kimin de­ yanlara karşı korumak görevini üstlenmiştir.12
netiminde olduğu sorusuna da cevaptır Engels Şu halde devlet aygıtını genellikle etkileri
için. Devleti ekonomik ¡bakımdan denetim altı­ altında tutabilen bir mülk sahibi sınıfın dene­
na alan mülk sahipleri ile bu siyasal aygıt ara­ timi altında yapılan genel seçimlerin ve daima
sında organik bir bağ doğar. «Her ne kadar reklamı yapılan seçme-seçilme hakkının geçer­
devlet, sınıf çatışmasının ve toplumsal çelişki­ liliği nedir? Bu soruya Engels cevap arama­
lerin bir ürünü olarak doğmuşsa da, o genel­ mıştır. Fakat arasaydı, herhalde vereceği cevap
likle, iktisaden egemen olduğu için siyasal ola­ şöyle olabilirdi: Temelinde bir sınıfın (mülk sa­
rak da egemen olan sınıfın devletidir.»9 hiplerinin) öbürleri üzerinde egemenliğini ve sö­
Bu niteliğiyle modern devlet, baskı altında mürüsünü sürdürmesine araç olan bir devlet
tutulan sınıfların durumunun sürdürülmesi ve sisteminin varlığı devam ettikçe genel oy hakkı
sömürülmesinin aracıdır. Aslında Engels’e gö­ olsa da, çalışan çoğunluğun, örgütlü ve kudretli
re tarih içinde devletin bu niteliği pek değiş­ (ekonomik ve ideolojik araçlara sahip olan) bir
mez. Eski çağ devleti, köleleri baskı altında tu­ azınlığın dümen suyundan ayrılmaları çok zor­
tan köle sahiplerinin devleti idi. Feodal devlet, dur. Ne var ki, gittikçe sınıfsal çıkarlarının far­
köylü serileri ve hizmetkârları baskı altında tu­ kına varan ve bu çıkarları savunmak için örgüt­
tan âsillerin devleti idi. Modern «temsilî» devlet lenmeye giden emekçi kitlelerin başlattığı de­
İse, sermaye aracılığıyla ücretli emekçilerin sö­ mokratikleştirme hareketinin «kaynama noktası­
mürülmesinin b[r aracıdır. na» varıp varmadığını göstermesi bakımıîıdan,
Birikim 15/25
genel oy hakkı, önemli bir ölçüttür. Çalışan kit­ kapitalist sömürüye) tabi tuttukları bir baskı ara­
lelerin ne zaman burjuva kurumlanma telifçi pa­ cıdır.»15 Gerçekten Marksistler İçin devlet, or­
sifliğinden ve burjuva önderlerin dümen suyun­ du, polis gücü, mahkemeler ve tutukevleri gibi
dan çıkarak devrimci eyleme yöneldikleri, demok­ zorlayıcı kurumlan ile olduğu kadar, hükümet ve
ratik gelişimin geleneksel genel oy mekanizma­ kamu görevlileri, eğitim kurumlan ve güdümlü
sının sınırlarını zorlamaya başlamasıyla anlaşı­ haberleşme sistemi ile geniş kitleleri etkileyerek,
labilir. Zaten o noktadan sonra da burjuva de­ onları egemen sınıfların çıkarları doğrultusunda
mokrasisinin ve onun hukukî simgesi olan bur­ hareket ettirmeye yönelten bir aygıttır.
juva devletinin de kabuğu çatlamış olur.
Marx ise, Alman İdeolojisi adlı eserinde DEVLETİN GÖRELİ BAĞIMSIZLIĞI TEZİ
devletin yapısını ve rolünü özetle şöyle tanım­
lar: Uzmanlaşmanın ve işlevsel farklılaşmanın gi­ Kapitalist devletin burjuvazinin bir aracı ol­
duğunu açıkça belirtmelerine karşın, Engels ve
derek daha katı kalıplara büründüğü günümüz
toplumunda bireylere açık toplumsal faaliyet Marx, bugün devlet teorisine önemli bir esneklik
getiren devletin «göreli bağımsızlığı» tezini de
alanları oldukça sınırlanmıştır- Neyi, nasıl üret­
tiğimizin (veya üreteceğimizin) bizi aşan nesnel beraber sunmuşlardır.10 Yazık ki Marx tarafın­
bir güç ve faaliyet stratejisi haline gelmesi, de­ dan Bonapartist devleti incelerken yararlanılan
ve Engels in Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin
netimimiz dışında, beklentilerimizi ve dünyaya
bakış açımızı (değerlerimizi) çarpıtan bir toplum­ Kökeni adlı eserinde ortaya attığı bu tez17 günü­
müze kadar çok az Marksist tarafından tarihî
sal ortam yaratmıştır. Bu toplumsal ortam, mo­
dern toplum olarak bireyi karşılamakta ve onun analizlere uygulanmıştır.
tüm yeteneklerini geliştirme doğrultusunda ya­ Engels'e göre kapitalist devlet burjuvazinin
tan temel çıkarlarıyla çelişkisini pekiştirmekte­ bîr baskı ve sömürü aracıdır ama «bu duruma
dir. İşte bu çelişki devlet (kurumu) olarak so­ istisna teşkil eden nadir durumlar da vardır.»18
mutlaşmıştır. Bu istisnaların başında, toplum içinde çatışan
Devlet, giderek büyüyen ve modernleşen sınıfların arasındaki güç farkı azalarak bunlar­
toplumda geleneksel işbölümünü, sınıf çapma dan bîrinin öbürü üzerinde egemenlik kurması­
varan bir ölçüye çıkarmış ve bu rolüyle de bir nı önleyecek şekilde geçici bir denge halinin doğ­
sınıfın öbürleri üzerindeki egemenliğinin aracı ol­ ması gelir. Böylece, çatışan sınıflar arasında ara­
muştur. Şu halde devletin içinde ortaya çıkan cı rolüne bürünen devlet aygıtı, her iki sınıfa
mücadelenin görünümü aristokrasi, monarşi, ge­ veya sınıflar topluluğuna karşı göreli bir bağım­
nel oy hakkı veya demokrasi adı altında yürü- sızlık kazanır.
tülse de, bu mücadelenin asıl kökeni devlet ay­ Bu durum 17. ve 18. yüzyıllarda zaman za­
gıtını denetim altına almaya veya tutmaya yö­ man geleneksel aristokrasiyi yükselen burjuva­
nelik, sınıflar arası bir çatışmadır. Bu mücadele ziyle karşı karşıya getiren Avrupa'nın mutlak mo­
varolan toplumsa! düzeni tümüyle değiştirmeyi narşilerinde19 ve; burjuvazi ile prolateryayı gö­
hedef alsa bile (prolateryanm amaçladığı gibi) reli bir denge içinde karşı karşıya getiren birinci
ilk aşamada devlet aygıtını ele geçirmeye yöne­ ve ikinci imparatorluk devri Bonapartist devlet
liktir. Bu stratejinin temelinde yatan neden için sözkonusudur. Modern çağda ise, Bismarck
Marx'a göre şudur: Kapitalist toplum, bireyin devleti ve I. Dünya Savaşı sonrası Alman ve İtal­
«özel» çıkarlarına (fiziksel, ruhsal ve entelek­ yan faşizmine yol açan yenik burjuva devleti için­
tüel ihtiyaçlarına ve gelişme potansiyeline) kar­ deki toplumsal tabakalar arasındaki ilişkiler bu­
şı, ona «yabancı» ve ondan (insandan) «bağım­ na tipik örneklerdir.
sız» genel toplumsal çıkarlar yaratmıştır. Bu özel Engels ve Marx tarafından işlenen devletin
ve genel çıkarlar çoğu kez karşıt ve çelişkilidir. göreli bağımsızlığı sömürge-sonrası gelişmemiş
Çelişkili olmaları ise, sistemin (kapitalist) varlığı­ kapitalist ülkeler için de faydalı bir anahtardır,
nı devam ettirebilmesi için genel çıkarların, öze! Çoğunlukla yönetici bir asker-sivil bürokrat 8b
çıkarlara göre önceliğini, üstünlüğünü ve vazge­ mfın denetimine giren ulusal devlet, hem çok
çilmezliğini savunacak baskıcı bir kurumun zayıf olan ulusal burjuvazi ile işçi sınıfı ara­
—devletin— varlığını gerektirir. Devlet doğdu­ sında, hem de, ulusal burjuvazi ile, geçici ola­
ğundan beri bu baskıcı düzenin sistemli, yani rak iç-pazardaki nüfuzları kırılmış olan metropol
insanın temel özel çıkar ve ihtiyaçlarına aykırı, burjuvazisi arasında oynadığı arabuluculuk ro­
sahte genel çıkarların savunuculuğunu yapar.14 lünden ötürü, politikalarında önemli ölçüde —fa­
Lenin, bu genel teorik çerçeveye fazlaca bir kat göreli olarak— bağımsızlık kazanır.30
katkıda bulunmaz. Onun Devlet ve Devrim adlı Bu genel açıklamadan sonra devlet ve
eseri dahil, bütün Marksist klasiklerde, devlet egemen güçler arasındaki ilişkiyi biraz daha ay-
açıkça bir baskı aracı olarak tanıtılmıştır. Alt­ . rıntılı biçimde incelemeye çalışalım. Bu amaçla
husser Lenin ve Felsefe adlı kitabında klasik iki soruya cevap aramak gerekir: Devlet neden
Marksist devlet teorisinin temel postulasını şu kapitalist sınıfın çıkarlarına hizmet eder? Dev­
sözlerle dile getirmiştir: «Devlet, egemen (mülk let neden kapitalist sistemin sürekliliğine ve ya­
sahibi) sınıfların emekçi sınıflar üzerinde hakimi­ yılmasına çalışır?
yet kurarak onları artık-değer sömürüsüne (yani İlk soruya cevabı Marx ve Engels Komünist
Birikim 15/26
Manifesto’da «modern devletin yöneticilerinin.., rıcaiığını verdiği gibi, başkalarının emeğini sö­
bütün burjuvazinin ortak çıkarlarını yöneten bir mürme imkânını da verir. İşte kapitalist toplum
komiteden başka bir şey* olmadığını belirterek içinde sınıf egemenliğinin (burjuvazi için) ve
vermişlerdir. bağımlılığının (emekçiler için) temeli bu ilişkidir22
Bu analizin özündeki «bağımsızlık» kavramı­ Bu hususta aydınlatıcı açıklamalar getirmiş
nı Raip Miliband şöyle değerlendirmektedir: Dev­ olan Fransız bilim adamı Nicos Poulantzas'a (ya­
letin egemen sınıfın yararına hizmet etmesinin pısal Marksist teorisyen) göre, kapitalist sınıfa
ötesinde bu sınıfın emrinde hareket ettiğini kabul mensup olanların devlet aygıtına veya hüküme­
etmek birbirinden çok ayrı şeylerdir ve Marx ve te doğrudan doğruya katılmaları --b u ¡katılma
Engelsin öğretisinin kaba bir çarpıtılmasıdır. fiilen olsa bile— önemli değildir. Devlet ve bur­
Komünist Manifesto’da belirtildiği gibi devletin juva sınıfı arasındaki İlişki nesnel bir ilişkidir.
Burjuvazinin ortak çıkarlarının savunucusu olmak, Bu durumda devletin işlevleri ile egemen sınıfın
belirli —tüm değil— çıkarları içerir. Ayrıca bütün çıkarları sistemin içkin mantığı gereği özdeşleşe-
burjuvaziden anlaşılan bu sınıfta birbirinden farklı cekierdir. Yani, egemen sınıfın üyelerinin dev­
fakat bütünü oluşturan öğelerin bulunduğu anla­ let aygıtına yönetici olarak katılmaları bir neden
mına gelir. Durum böyle olunca bu işlevleri yük­ değil, sonuçtur23
lenecek, devlet adı verilmiş bir kurumun yaratıi- Ancak, kapitalist devlet İle burjuva sınıfı
masının açık bir zorunluğt' vardır. Fakat devlet arasındaki nesnel ve organik bağların olması
bu işlevleri, burjuvazinin ihtiyaçlarını belli bir de­ yine de toplumda dinginliği (istikrarı) sağlamaz.
recede bağımsızlığa sahip olmadan yerine getire­ Kapitalist toplumda temel çelişki giderek toplum­
mez. Bu anlamda, özerklik kavramı devletin tanı­ sallaşan üretim karşısında artık değerin/ü-rünün
mının içindedir ve onun içkin bir parçasıdır.21 devam eden özel tasarrufudur. Bu çelişkinin sü­
Yalnız şu kadarı unutulmamalıdır ki, kapita­ rekliliği sistem İçin iki yönden sakıncalıdır: 1)
list devletin göreli bağımsızlığı toplum yapısının Üretimin toplumsal niteliğinin derinleşmesi işçi
temelinde yatan üretim ilişkilerini ve bu ilişkile­ sınıfını kapitalist sistemi temelinden tehdit ede­
rin yarattığı güçler dengesini aşan bir niteliğe cek bir güç haline getirebilir, 2} Artık değerin/
varamaz. Bu yapısal ve teorik çerçeve içinde ürünün devam eden özel ve rekabetçi tasarrufu
devletin bağımsızlığı, burjuvazi içindeki ayrılık­ kapitalist sınıf içinde birliğin bozulmasına yol
ların derecesi, bu sınıfla öbürleri arasındaki çe­ açabilir. İşte devlet bu noktada müdahale ederek
lişkilerin derinliği ile orantılı olarak değişebilir. çelişkinin yol açtığı işçi sınıih birliği ile kapitalist
Farklı devlet yapıları içinde bu niteliğin ayrıntılı sınıfın çözülmesi eğilimlerini durdurur.
bir analizi yapılabilirse, elimizde teorik alanda Bu işleviyle kapitalist devlet bütün eğitim,
çok daha zengin bir bilgi birikimi olacaktır. Bu­ propaganda ve yönetim araçlarını seferber ede­
gün bu birikimden yoksunuz. Fakat modern dev­ rek işçi sınıfını atom ize eder. Vatandaşlık sıfatı
letin göreli bağımsızlığının (devletin burjuvazinin altında emekçileri bireyselleştirerek toplumun
tek bir kesimine bağımlı olmamasının) egemen manevî ve «yüksek» şahsiyetinde birleştirmeye
sınıfın tümünü de koruduğunu kabul etmek zorun­ çalışır. Bu çaba, bir işçi sınıfı bilinci doğmasını
dayız. Bu nitelik devlet gücünü* (üretim araçla­ Önlemeye, emekçileri siyasal açıdan bölmeye ve
rına tasarruflarından dolayı) elinde tutan sınıf mücadelelerini dar kapsamlı ekonomik taliplere
içindeki çatışmayı azalttığı gibi, kapitalist dev­ indirmeye yöneliktir. Devletin burjuva sınıfına
letin de yapısal ihtiyacına cevap verir. yaptığı hizmet ise dağınık sermaye/müîk sınıfı
Ancak devletin, kapitalist toplumda yalnız­ ait-gruplarmı bir araya getirmek ve aralarında
ca özel mülkiyeti koruyan bir güç olduğunu ileri çatışmanın muhtemel olduğu bu gruplan uzun
sürmek yeterli değildir. Çünkü toplum üyeleri­ vadeli bir strateji etrafında birleştirmektedir. Bu
nin çoğunluğunun küçük toprak parçalarına ve stratejinin iki yönü vardır; 1) Sermaye birikimi
basit üretim araçlarına sahip olmaları (ve basit olgusunun kesintisiz devam etmesi (yeniden üre­
meta üretimi İle uğraşmaları) tarihî ve teorik ola­ tim için gerekli koşulların hazırlanması); 2) işçi
rak mümkündür, Fakat kapitalist mülkiyet biçi­ sınıfı ile bütün burjuvazi arasındaki ilişkilerin dü­
minde nesnelerin, ona sahip olanların dışında bir zenlemesi ve barışçı sınırlarda tutulması. Bu so­
varlığı vardır. Kapitalist üretim biçiminde öze! nuncu işlev İşçi sınıfına önemli ödünler vermeyi
mülk, geniş çaplı emek ve sermaye kulanımını de içine aldığı için devlet aygıtının herhangi bir
gerektiren üretim araçları haline gelir (pazar için burjuva kesiminin tam anlamıyla denetimi altın­
üretim yapan çiftlik, fabrika gibi). Bu aşamada da olması ihtimaliyle ters düşer. Burjuva grup­
üretim aracı basit bir özel mülkten insanlararası ları arasındaki çatışmanın derinliği ve şiddetine
toplumsal bir ilişki durumuna dönüşür. Böylece göre devletin bu sınıfın fonksiyonlarından ba­
özel mülkiyet, mülk sahiplerine bizzat emek güç­ ğımsız kalması, onun daha sarsılmaz olmasını ve
lerini satarak geçinmek zorunda kalmamak ay- amacına (sermaye birikimi) daha emin hizmet
etmesini sağlar.
* Devlet gücü ve aygıtı (makinesi) arasında analitik Her toplumsal yapının kendisini yenilemesi
bir ayırım sözkonusudur burada. Devlet gücü siyasal veya yeniden üretmesi için, bir yandan üretim
ve ekonomik, yani türevsel bir olgu; devlet aygıtı ise, (ekonomik anlamda) faaliyetinde bulunmasa aynı
kurumsal ve araçsal (instrumental) bir olgudur. anda da üretimini sürekli kılabilmek için üretim
Birikim 15/27
koşullarım yeniden üretmesi gerektiğini belirt­ tüketim standartlarıyla yüz yüze gelen geniş yok­
miştik. Şu halde her toplumsal birim: t) üretici sul sınıfları artan b ir ölçüde huzursuzluğa İtmek­
güçlerini; 2) varolan üretim ilişkilerini, yeniden tedir. İşte bu noktada, sermaye birikiminin do­
üretmelidir.24 Bu koşulların gerçekleşmesi için ğurduğu çelişkileri hem merkez, hem çevre ül­
ise, yeterli bir işgücünün (beden ve fikir işçile­ kelerde çözümlemek, kitleleri «uysallaştırmak»
rinin) üretimi gerekir. Bu işgücünün yeniden üre­ için deviet yardıma çağrılır.
timi, onun yalnızca üretim için gerekli becerileri Devletin birikim sürecine artan bir ölçüde ka­
değil, aynı zamanda varolan düzenin yerleşmiş rışması, yeni ekonomik alanların (o zamana ka­
kurallarını da benimsemesini kapsar. İkinci ol­ dar burjuvazinin tam anlamıyla denetiminde oian)
gunun iki yönü vardır: 1) çalışan sınıfların, ege­ siyasallaşmasına ve böyiece kitle ve «alternatif
men sınıfların (düzenin iyi ve vazgeçilmez oldu­ elitlerin» etkisine açılmasına yol açmaktadır. Bu
ğunu savunan) İdeolojisine baş eğmeleri koşul­ tür bir etkileşim içerisinde üretimin yeni alanla­
larının hazırlanması; 2) egemen sınıfın, egemen­ rı, devletin katkısıyla, mübadele değeri temeline
liğini (sömürü ve baskısını) sürdürmek için onun göre değil, siyasal kararlara dayanan kullanma-
temsilcileri yoluyla çalışan kitleleri manlpüle et­ değeri temeline göre şekillenmektedir. Bir başka
me yeteneğinin yeniden üretimi. Okulların, kilise deyişte, devletin etkilediği ekonomik alanlar meta
veya örgütlü din kurularının, ordunun eğitim faa­ dışı üretime yönelmekte (decommodify olmakta)
liyetleri, egemen İdeolojinin yeni kuşaklara aşı­ dır.
lanmasının ve yeniden üretiminin araçlarıdır. İşte bu noktada, devletin, kapitalist sistem
İşte bütün bu kurumsal yapı ve mekanizma­ İçinde kendi «bağımsız» veya özgül çıkarlarının
lar, üretim ilişkilerinin yeniden üretilmesi İçindir. ortaya çıkması konusu gündeme gelmektedir. Ne
Ne var ki, devletin bu temel işlevi, modern top­ yazık ki, bu konu, ne kapitalist sistem açısından,
lumun ana üretim gücü olan emekgücü —çalı­ ne de araçsal-kurumsa! açıdan marksist teoris-
şan sınıflar— ile, onların sömürüsüne dayanan yenierce henüz geliştirilmemiştir.
sistem arasında çelişkilerin derinleşmesine yol
açar. Günkü, emeğinin ürünü ile toplumu ayak­ KAPİTALİST DEVLETİN KURUMSAL VE
ta tutan bireyin mutluluğu ve yeteneklerinin tam İŞLEVSEL YAPISI
anlamıyla gelişmesi, onun üretim sürecine ve
ürününün hasıl ettiği değerin nasıl kullanılaca­ Kapitalist devletin iç-yapısını ve sınıfsal ka­
ğına dair verilen kararlara katılmasıyla mümkün­ rakterini (ve bu karakteri korumak eğilimini) an­
dür. Bu ise, siyasal bir konudur; tüm üstyapı lamak için başvurulacak belki en önemli yöntem,
kuramlarının yeniden biçimlenişini ve işleyişini onun işleyiş mekanizmalarını ortaya çıkarmaktır.
ilgilendirir. Sistemin bu yönde değiştirilmesi ise, Claus Of f e'ye göre devletin iç-yapısını belirleyen
devrimsel bir süreci gerektirir. üç ayıklayıcı mekanizma vardır ye bu mekaniz­
Kapitalist sistemin «mantığı» sermaye biri­ malar devletin kurumsal yapısını şekillendirir.25
kimidir. Bir dünya sistemi, olma niteliğini kaza­ İdeal durumlarda devlet aygıtı içinde bu meka­
nan ve sürekli olarak tekelleşme eğilimi gösteren nizmaların üç ana işlevi vardır:
kapitalizm, bir yandan kapitalist ülkelerde sınıf 1) Negatif ayıkiama: Ayıklayıcı mekanizma*
çatışmasına yeni şekiller verirken, öte yandan, lar devlet faaliyetlerinden anti-kapitalist unsur­
dünya ekonomilerini/uluslarmı bir merkez- çevre ları ve eğilimleri sistematik bir şekilde ayıklar­
(metropol-uydu) ilişkisi içine sokarak sermaye lar.
birikiminin çelişki ve eşitsizliğini (gelişme ve az- 2) Pozitif ayıklama: Negatif ayıklama süre­
geiişme süreçleriyle) dünya boyutlarına çıkarmış­ cinden sonra arta kalan alternatif ve stratejile­
tır. rin (kapitalist üretim koşullarını yeniden üretme­
Sermaye birikiminin çelişkileri hem merkez ye yönelik) içinden sistemin devamı için en fay­
(metropol) ülkelerde, hem çevre (uydu) ülkelerde dalı olanları ortaya çıkarırlar. Bu alternatif ve
farkii biçimlerde siyasal stratejileri etkilemiştir. stratejiler kapitalist sınıfın küçük veya yerel bir
Gelişmiş metropol erde, tüm zayıf dış-ekonomile- bölümünün değil, tümünün çıkarlarına hizmet et­
rin sömürülmesiyle ülkeye akan sermaye bir yan­ mek üzere seçilmişlerdir.
dan gelir dağılımındaki adaletsizliği derinleştir­ 3) Gizleyici (kamufle edici) ayıklama: Dev­
miş, öte yandan, bu müthiş servetten göreli ola­ iet aygıtım oluşturan kurumlar anti-kapitalist eği­
rak daha az pay aldıklarını fark eden metropol limleri ayıklarken aynı zamanda devletin tarafsız­
ülkeler emekçilerinin devlete (veya sisteme) yö­ lığını ve sımflar-üstü niteliğini vurgularlar. Bu iş­
nelttikleri istemlerini önemli ölçüde artırmıştır. lev devletin bir sınıf aracı olduğu gerçeğini giz­
Azgelişmiş veya geri bıraktın imiş ülkelerde İse, lemeye yöneliktir.25
açık ekonomi yüzünden sürekli bir sermaye ka­ Devletin negatif ayıklama faaliyetinde üç
naması olmakta, bu ülkelerde çalışarak hayat­ ana mekanizma vardır. Bunlar katmanlı bir filitre
larım kazanan kitlelerin tüm çabalarına karşın, sistemi gibi açlışırlar:
hayat koşulları düzelmemektedir. Hem dış, hem a) yapı
insafsız bir iç sömürü (çünkü yerli burjuvazi aynı b) ideoloji
zamanda metropol burjuvazisi tarafından sömü­ c) baskı
rülmektedir), kitle haberleşme araçlarıyla dünya Her aşama, sisteme karşı olan öge ve eği-
Birikim 15/28
limler için öbür mekanizmaların ayıklayamadık- baskı veya şiddet İle değil, ideolojik manipüias-
ları bir filitre gibi çalışır. yonla iş görürler. Yalnız bu ayırım değişmez bir
Yapısal ayıklama mekanizmaları, devletin si­ kanun olarak alınmamalıdır. Çünkü bütün dev­
yasal kurumlarmın yapıları ve amaçlarının ge­ let araçları (devlet aygıtına bağlı kurumlar) hem
reği girişebilecekleri çok geniş -kapsamlı faaliyet­ baskı, hem de ideolojik etki ile işlevlerini yü-
leri içerirler. Bu faaliyetlere genel çerçevesini ve­ rütürler. Ama bu, bir derece ve öncelik farkıdır.
ren, hem özel mülkiyet rejimini garanti altına Öte yandan, sadece fizik baskı ile işleyen bir
alan, hem de, anti-kapitalist eğilimlerin devlet devlet aracı/kurumu da yoktur. Ordu ve polis
politikalarına yansımasını önleyen, anayasa hu­ örgütleri bile şiddet kullanmak üzere yaratıldık­
kuku ve kurumlandır.27 ları halde, bir toplumsal kurum olarak iç daya­
Yerleşmiş anayasa hükümleri içinde daha nışmalarını ve üyelerinin hem Örgüte, hem o ör­
özel ilişkileri biçimlendiren çeşitli kanunlar ve gütün hizmet ettiği temel düzene bağlılıklarını
bireylerin bunlara uyumunu sağlayan mahkeme­ sağlayan ideolojik bir araç olarak çalışırlar.
ler, yapısal ayıklama mekanizmalarının en açık Ayrıca, sadece ideolojik etki ile iş gören
Örnekleridir. Parlamenter sistemin ise iki ana iş­ DİA da yoktur. Örneğin okullar ve din kurumlan
levi vardır: 1) genel oy mekanizmasına dayanan nitelikleri bakımından birer ideolojik araç olsa­
rekabet sisteminin dışında gelişen ve pazarlık lar bile, üyelerinin seçimi, uyumu, cezalandırıl­
kuramlarının ötesinde bir varlık arayan eğilimleri ması ve örgütten çıkarılması konusunda birer di­
«anti-d emok ra tik» olarak ilan etmek; 2) sistem siplin ve baskı aracı olarak da çalışırlar.
açısından «makul» eğilimleri daha büyük çatış­ DİA'iar görünüşte ne kadar farklı amaçlara
malara yönelmeden kendi bünyesinde uzlaştır­ yönelmiş olsalar, yapıları ne kadar farklı görü­
maya çalışmak. nümde olsa da, temelde egemen sınıf(iar)m ideo­
Siyasal kurumların «yapısal filitre» sistemi­ lojisini sürdürdükleri ve aşıladıkları için aynı ama­
ni aşabilmiş olan toplumsal konu ve eğilimler­ ca yönelmişlerdir; üretim ifişkîlerinin yeniden
den hangilerinin dile getirilip, çözümlenebilecek üretimi. O halde hiç bir toplumsal sınıf, devletin
ğini ise, ideolojik ayıklama mekanizmaları belir­ ideolojik araçları üzerinde egemenliğini kurma­
ler. Bazı yeni siyasî tercihler veya politika Öne­ dan devlet gücünü uzun süre elinde tutamaz.29
rileri «devletin genel yararına» uygun bulunma­ 1937 yılında yayınlanan bir yazısında eşi
dığı için «gereksiz» veya «tehlikeli» sayılabilir. Krupskaya, Lenin'in bu konuda 1917 devriminden
Ayrıca siyasal karar alma kurumlarmın günde­ sonra —yani işçi sınıfının devlet gücünü eline
mine getirilen konuların sırası da ideolojik ayık­ geçirmesinden sonra— olağanüstü bir çaba har­
lama mekanizmaları tarafından belirlenir. cadığım, fakat, eğitim sistemini yaşadığı sürede
Offe'nin ideolojik ayıklama mekanizmaları işçi sınıfının devrimsel amacına hizmet eder ha­
diye tanımladığı filitrelere Louis Althusser, Dev­ le getirmede başarılı olamadığını yazmaktadır.30
letin İdeolojik Araçları (DİA) diyor. Althusser'e Bu açıklamanın ışığında görülmektedir ki, sı­
göre DİA'iar Devletin Baskı Araçları (DBA) ile nıf mücadelesi ve toplumsal devrimin amacı sa­
karıştırılmamalıdır.23 Daha evvel belirttiğimiz gibi, dece DBA'ların, yani devlet aygıtının, ele geçi­
DBA'lar hükümet ve idare organlarını, ordu, polis rilmesi değildir. Devrimsel stratejinin amacı aynı
gücü, mahkemeler ve tutukevlerini kapsar. DBA' zamanda, devletin yeniişlerler üstlenmesiyle, gi­
lar zorlama gücüne dayanarak çalışırlar. Fakat derek onları yaratan altyapıdan bağımsızlaşma
bu güç, bütün bu organların baskı imkânlarının eğilimi gösteren DİA'iarm denetimini de ele ge­
her zaman fiziksel düzeye varmalarım gerektir­ çirmek ve onları yen[ toplum yapısına hizmet
mez. Fizik güç —baskı—, gerektiği zaman, yani, edecek biçimde şekillendirmektir. Yüzyıllardır bir
sistemi tehdit eden öge ve eğilimlerin karşı et­ toplumun kültürünü, inanç ve değerlerini, hattâ
kileri arttığı durumlarda kullanılır. alî-sınıfların protesto kalıplarını etkilemiş olan
DİA'iar genellikle şu kurumlardan oluşur; DİA'ların ortadan kalkıp yeni üretim ilişkilerine
1) Dinî DİA'iar (örgütlü din, kilise); 2) eğit­ hizmet edecek koşulların/ortamın yaratılması
sel DİA’iar (okullar, eğitim kurumlan); 3) toplumsal devrimi de aşan bir mücadeledir.
hukukî DİA lar (kanunlar hem DİA'ların Özetlersek, toplumsal devrim (DBA'ların
hem de DBA'ların alanına girer); 4) siya­ emekçi sınıfların denetimine girmesi) sosyalist
sal DİA'iar (siyasal sistem, partiler v.'b) değişimin ön-koşulu ve ilk aşamasıdır. DİA'ların
5) sendikal DİA'iar; 6) haberleşme DİA’ları emekçi sınıfların denetimine girmesi ve yeni bir
(basın, radyo, TV. v.b.}; 7} kültürel DİA'iar kültür ve hümanizm oluşturması ise toplumsal
(edebiyat, plastik sanatlar, profesyonel devrimden (onunla başlayan fakat) sonra devam
sporlar); 8) aile. (Aile en küçük toplumsal eden kültürel bîr devrim süreciyle mümkün ola­
birim olarak yeni kuşakları toplumsallaş­ caktır. Toplumsal devrim aşamasını geride bırak­
tırma ve yerleşik toplumsal değerleri aşı­ mış bütün topiumlardq bu durum tarihî olarak
lama işlevini görür. Ama bunun dışında, kanıtlanmıştır.
ailenin, iş-gücünü üretmesi ve farklı üre­ Devletin Baskı Araçlarına gelince, bunlar
tim biçimlerinde üretim ve/veya tüketim kapitalist sistem içinde artaya çıkan çeşitli al­
birimi olarak başka. işlevleri de vardır). ternatifleri (politikalar, eğilimler ve kadrolar) şid­
Bütün bu DİA'iar, DBA'İardan farktı olarak det kullanarak «ayıklamak» ile yükümlüdürler.
Birikim 15/29
Devletin sınıfsal niteliğini anlamak için hangi veya dışardan ithal edilen sermaye ve malların,
alternatiflerin ayıklanıp sistemden çıkarıldığını sistemin işleyişini en iyi gerçekleştirecek şekilde
incelemek hem yeterli, hem de gereklidir. dağıtımını yapmaktır. Bir parantez açarak bu­
Şurası unutulmamalıdır ki, ulusal sınıflar rada şunu da söylemek gerekir ki, bir burjuva
içinde kısmen (veya belli ölçüde) kapitalist sı­ devleti üretim biçimini modernleştirmek ve iç
nıfın yararına da işleyen bir devletin zorunlu ola­ pazarı daha fazla genişletmek adına «ilerici» bir
rak kapitalist devlet olması gerekmez. Rusya' reform programını, örneğin bir toprak reformu
da devrimden sonra N.E.P. döneminde, bugün tasarısını, gündeme getirebilir. Hattâ bunu uy­
sosyalizme geçiş halindeki Tanzanya'da, öte gular da. Bu onun devrimci veya ilerici olması
yanda radikal asker/sivil bürokratik bir kesimin anlamına gefmez. Sadece sistemin iç dinamiği,
devlet gücünü ellerinde bulundurdukları Cezayir, devlet aygıtını bu yönde hareket etmeye yönelt­
Libya, Suriye ve Irak'ta, devletin kapitalist oldu­ miştir ve bu programın uygulanması sistem açı­
ğunu (kapitalist bir sınıfın varlığı ve ekonomide sından .çelişkili bir durumun giderilmesi amacı­
göreli etkinliği devam etse de) kanıtlamak ol­ na yöneliktir.
dukça güçtür. Devletin üretici ve kriz giderici politikalar
Fakat son analizde devletin ne pozitif-nega- çerçevesindeki rolü İse, sistemin devamı ve ge­
tif ayıklama mekanizmaları, ne de kamufle edici lişmesi İçin üretim faaliyetlerine doğrudan doğ­
mekanizmaları sistemi değiştirmeye yönelik güç ruya katılması biçiminde belirir. Türkiye dahil,
ve eğilimleri durdurmayı -başaramazlarsa, baş­ pek çok azgelişmiş ülkede, ilk aşamada Özel
vurulan şiddet ve baskı tedbirlerinin yönü ve kesimden önce, ikinci aşamada bu kesim göreli
kapsamı, devletin hangi sınıfın veya sınıf koa­ olarak geliştikten sonra onun yanında ve onu
lisyonunun bir aracı olduğunu açıkça ortaya ko­ desteklemek için, kâr oranı daha düşük veya
yacaktır. Öteki mekanizmalardan çok, şiddetin büyük yatırımlar gerektiren alanlarda devlet üre­
ana korunma aracı olarak benimsendiği dönem­ time bizzat katılmıştır, katılmaktadır. Zaten tari­
ler bir toplumun «kriz giderici mekanizmalarının» hin hiç bir evresinde devletin rolü sadece tahsis
kriz çağının başladığını gösterir. Şiddet ise, dev­ edici işleviyle sınırlı kalmamıştır. Bugünün en ge­
letin düzeni korumak için elindeki alternatifler­ lişmiş kapitalist ülkelerinin gelişmelerinin başlan­
den biri hariç tümünün iflas ettiğinin kanıtıdır. gıç evrelerinde, devletin sermaye birikimine kat­
Bu alternatif de, -mülkiyet rejiminin ve onun üze­ kısı ve bu süreci destekleyecek koşulların ha­
rine bina edilen üretim ilişkilerinin mülk sahibi zırlanmasındaki etkisi son derece yoğun olmuş­
(veya egemen) sınıf lehine baskı yöntemleriyle tur. r
sürdürülmesinden başka bir şey değildir. Günümüzde ise, devletin en gelişmiş ülkeler­
Devlet aygıtı içinde tek bir merkeze ve güç de bile üretime katılması, yerleşmiş liberal kanı­
birliğine bağlanmış olan DBA'lar, egemen sınıf nın tersine önemsenecek düzeydedir. Yalnız, dev­
veya sınıflar koalisyonunun emrinde, son analiz­ letin üretim faaliyeti, özellikle ileri kapitalist ül­
de sömürü ilişkilerinden başka bir şey olmayan, kelerde, mal üretimi olmaktan çok, hizmet ve ser­
üretim ilişkilerinin yeniden üretimi İçin siyasal maye birikimi koşutlarının yeniden üretilmesi bi­
koşulları üretmekle yükümlüdürler. DBA'ların bu çiminde belirir. Bu yüzden devletin üretime yö­
yükümlülüğünün içinde, devletin (bütün ekono­ nelik politikalarının sermaye birikimi açısından
mik, askeri, idari kadro ve oligarşileriyle) ken­ rasyonel olması gerekir. Rasyonel (sistem açı­
dini yeniden üretmesi olduğu gibi, DİA'Iarın ve sından) niteliğinden ötürü bu politikalar rekabet
devletin kamufle edici mekanizmalarının etkin­ halindeki (hattâ çelişkili) kapitalist çıkarların kap­
liğinin sağlanması için, siyasa! koşulların hazır­ risine 'bırakılmak yerine, kapitalist sınıfın tümü­
lanması da vardır. ne hizmet edecek şekilde planlanmalıdır. Fakat
Pozitif Ayıklama Mekanizmaları, daha önce pek çok teorisyenin de belirttiği gibi, kapitalist
de belirtildiği gibi antikapitalist öge ve eğilimleri sistem ve kapitalist devlet, bu tür kapsamlı bir
sistemden çıkarmaktan çok, kapitalist sistem ve planlamaya gitme imkânından yoksundurlar. Her
sınıf(lar) yararına «olumlu» politika ve stratejiler ne kadar bireysel kapitalist için kapitalizmin
yaratmakla yükümlüdür. Fakat devlet gücünü mantığı açıksa da —mal üretimi ve mübadelesi
oluşturan sınıf veya sınıflar içindeki çelişkiler, ile azamî kârı sağlama— kapitalist devlet için
devletin, kapitalist sınıfın tümü için etkin bir kendi faaliyetlerinin mantığı bu kadar açık de­
program/strateji geliştirmesini önler. Bu yüzden ğildir.32 Gelişmiş kapitalist toplumda genellikle
devlet politikalarının ana karakteri değişmeden devlet pazar için üretim yapmadığı için, onun
şu iki süreç bir arada yürürlüğe -konur: 1) tahsis işlevsel mantığı mal üretiminin mantığı ile Öz­
edici politikalar, 2) üretici politikalar.31 -Her iki deş değildir. O halde devlet üretiminin mantığı,
politika da kapitalist sınıf için veya bu sınıfın değişim için üretim (mübadele değeri) temeline
farklı alt-grupları için (ki bunlar arasında ser­ değil kullanım değeri temeline dayanır.
maye, teknoloji, dış alemle bütünleşme ve geliş­ Eğer kapitalist devletin üretimini kullanım
me farkları vardır) sermaye birikimi için en uy­ değeri belirliyorsa, özel mülkiyetin korunması için
gun ortamı yaratmaya yöneliktir. konmuş olan anayasal (hukukî) ve ideolojik me­
Tahsis edici politikalar çerçevesinde devletin kanizmalar ve aşılması güç bürokratik yapının
rolü, içerde üretilmiş olan değer ve malların ve/ oluşturduğu negatif ayıklama mekanizmaları,
Birfkim 15/30
devletin bu amacını önemli ölçüde aksatırlar görüşü veya ideolojisidir. O yüzden liberalizm te­
(veya aksatmaktadırlar). Öte yandan devletin melde büyük iş çevrelerine ve tekel sermayesi­
kullanım değeri temeline bağlı üretimi, yani her ne karşıdır. (Bu toplumsal kesimlerin bunalımının
türlü toplumsal yardım hizmeti, kapitalist devle­ derinleşmesiyle onların faşizmi destekledikleri
tin sınıf aracı olduğu gerçeğini de gizleyen bif tezi birçok araştırma ile kanıtlanmıştır.)
kamuflaj mekanizmasıdır. Liberalizmin altın çağı, Batı kapitalizminin
Bu mekanizmanın işlememesi (devletin «ba^ tekelleşmesi ile sona ejrer. Bu yüzden gerek ka­
ba», «sınıflar-üstü» ve «yardım edici» nitelikle pitalist sınıf İçinde süren, gerekse bu sınıf İle
rinin sarsılması) devletin pozitif ayıklama meka öteki toplumsal sınıflar arasında derinleşen çe­
nizmalarının ve ideolojik araçlarının etkili bir lişkiler, yeni bir ideolojik yapının ve çeşitli top­
biçimde işlemesini de önler. Bu durum, sınıf ça­ lumsal barış mekanizmalarının doğmasına yol
tışmasını şiddetlendirirken, öte yandan negatif açmıştır. Liberalizme can veren rekabet, işbir­
ayıklama mekanizmalarını zayıflatıcı bir eğilim liği, kişisel yetenek temeline dayalı değer ve po­
doğurur. Devletin elinde düzeni korumak için tek litikalar, tekelciliğin gerektirdiği sosyal demok­
alternatif, kaba kuvvet yöntemine ¡başvurmak rasi ortamında geniş kitleleri kazanmaya yöne­
olur. Bu eğilim kaçınılmaz olarak devletin ser­ lik reformlara ve «katılmacı» ideolojilerin geliş­
maye birikimi sürecindeki değişen rolü —kâr mesine neden olmuştur. Bu değişme, büyük iş
amacı gütmeyen toplumsal hizmet ve faaliyet çevrelerinin yeni işlevleri ile, onları çevreleyen
üretimi— ile onun kapitalist devlet olarak sı­ kurumsal yapı arasında gerekli uyumu sağlaya­
nıfsal «denge» niteliğinden kaynaklanan iç ya­ cak siyasal, ekonomik ve ideolojik zemini hazır­
pısında artan bir çelişkiye yol açar. lamak çabasından kaynaklanmıştır.
İşte bu çelişkiler «liberal devletsin giderek Kapitalist devletin izlediği bu tarihî evrim çiz­
«sosyal devlet» niteliğine bürünmesine ve sınıf gisi, temel niteliği pek farklı olmayan değişik
karakterini (yani sömürücü ve -baskıcı nitelikle­ tipte devlet yapıları yaratmıştır. Bu devletlerin
rini) gizleyici yeni mekanizmalar geliştirmesine tümü, sermaye birikiminin nesnel koşuları ile,
yol açmıştır. Kapitalizm bir dünya sistemi oldu­ birikim sürecini gizieyen/kamufle eden ideolojik
ğu için, bu sistemin merkezinde (metropollerin­ üstyapı arasındaki çatışmayı yumuşatmaya uğ­
de) biriken büyük miktarda sermaye, bir yan­ raşmalardır, uğraşmaktadırlar.35 Çünkü sözü edi­
dan geniş toplumsal hizmet yatırımlarını besle­ len çatışma bir meşruluk krizidir ve her devlet
yebilmiş, öte yandan da kapitalist sınıfın hemen var olabilmek için meşruluk sorununu çözmek
hemen bütün alt-gruplarını tatmin edecek —as­ zorundadır.30
kerî harcamalardan uzay araştırmalarına uzanan,
üretkenliği son derece sınırlı projelere— harca­ KAPİTALİST DEVLETİM ÇIKMAZI, MALÎ KRİZ
malar yapılarak, toplam talep (ekonomik canlı­
lık) sunî olarak körüklenmiştir.33 Buraya kadarki tartışmanın ışığında kapita­
James Veinstein'e göre, günümüzde liberal list devletin sermaye birikimi ile birlikte meşru­
devlet kendini ve onu yaratan sistemi koruyacak luğunu ispat İşlevini beraberce yürütmek zorun­
iki mekanizma geliştirmişti.34 Bunlardan ilki, dev­ da olduğunu gördük. Sermaye birikimi kapitalist
letin, kanun dışı ticarî ve sınaî eylemleri önle­ toplumun sınıf yapısını yeniden üretirken, meş­
yerek, piyasayı, sorumsuz iş girişimleri ve gi­ rulaştırma faaliyetleri de bu yapıyı «iyi.» göster­
rişimcilerinden temizlemektir. Bu politika hem me, toplumsal huzursuzluğu giderme, gözleme
kitlelerin gözünde serbest piyasa ekonomisinin veya karşı öğeleri ¡bastırma işlevi şeklinde be­
ahlâkî olduğunu kanıtlayacak, hem de tekelleş­ lirecektir. Her iki süreç de (birikim ve meşrulaş­
menin son haddine vardığı günümüzde, tekelci tırma) aslında sosyo-ekonomik sistem ve onun
şirketler için pazar emniyeti (örneğin rüşvetlerle siyasal güçleri tarafından devlete yöneltilmiş ta­
piyasa üstünlüğü sağlamayı veya şirket malları­ leplerdir. Bu işlevleri yüklenmek, devlet giderle­
nın millileştirilmesini önleyerek) devlet eliyle sağ­ rinde artan ölçüde harcamaları gerektirir. Fa­
lanacaktır. Devletin bu işlevleri yüklenmesi ka­ kat devletin masrafları artarken, birikimin mey-
pitalist sınıf için hem ideolojik, hem de ekono­ vaları (artan kârlar) toplumsallaştırılmadığı için,
mik kazançtır. ne bu talepleri ne de toplumsal gefirden daha faz­
İkinci gelişme ise, kapitalist sistemin güçle­ la pay isteyen çalışan sınıfların arzularını karşı­
nip yerleşmesi dönemlerinde ana toplumsal ide­ layacak malî kaynaklar bulunamaz. İşte James
oloji olan «kuvvetlinin uyumu» tezine dayanan O’Connor'un devletin malî krizi dediği olgunun
toplumsal Darvvinizm, veya, daha kibar adıyla temeli bu çelişkidir.37
laissez faire (bırakınız yapsınlar) görünüşünün Devletin malî krizini sürdüren ve derinleşti­
yerini, bütün sınıfların genişleyen ekonomiden ren süreçler kapitalist sistemin özünde vardır.
doyurucu paylar aldıkları, barışçı bir sosyal de­ Modern kapitalist ekonomi O'Connor'un analizi­
mokrasiye bırakması yönündedir. Şurası da unu­ ne göre üç sektörden oluşur; tekel sektörü, re­
tulmamalıdır ki, liberalizm, gelişmekte olan kü­ kabetçi sektör ve devlet sektörü. Tekel sektörü,
çük ve orta girişimcilerin ve ekonomik temelle­ sermaye ve teknolojinin genişlemesine bağlı, ser­
rini yitirmek tehlikesiyle karşı karşıya olan za- maye birikiminin ana kaynağı olan kesimdir. Re­
natkâr ve çiftçilerin (küçük burjuvazinin) dünya kabetçi sektör, tekel sektörünün genişlemesi so-
nucu doyumluk üretim sürecinden ve ufak üre­

Birikim 15/31
veya «sermaye kanaması» şeklinde belirerek dev­
tim araçlarından koparılmış emek gücü tarafın­ letin «sınıflar-üstü» ve «barışçı» görünümünü
dan oluşturulan, istikrarsız pazarlara, düşük tek­ sağlayan bütün ayıklayıcı mekanizmalarının iş­
noloji ve sermaye birikimi hızına sahip olan ke­ lemesi için gerekli toplumsal sermayeyi tüketir.
simdir. Pozitif ayıklama ve kamufle edici mekaniz­
Devlet sektörü ise, devlet eliyle düzenlenen maları gereği gibi işlemeyen kapitalist devlet, top­
üretim faaliyetlerini kapsayan kesimdir. Bu sek­ lumsal huzursuzluğu susturmak için giderek ne­
tör bir yandan toplumsal hizmetler kesimini, öte gatif ayıklama ve baskı mekanizmalarına dayan­
yandan askerî ve iç güvenlik güçlerinin ve dun­ mak zorunda kalacaktır.
ların yurt içinde ve dışında tükettikleri gereçleri Devletin baskıcı niteliğinin öne çıkması az­
üreten kesimlerin yönetimi ve finansmanını kap­ gelişmiş ve gelişmiş kapitalist ülkelerde nitelik­
sar. Bu kesimlerin her ikisi de, (tekel ve reka­ sel bir sorundur —bir «zaman» sorunu. Toplum­
betçi} pazar disiplinine bağlı değildir.38 Bu yüz­ sal sermayesi daima sınırlı olan ve bağımlılığın­
den giderek büyüyen ve tekelleşen ekonominin dan ötürü öbür ayıklayıcı ve gizleyici mekaniz­
zorlanmasıyla hem iç ve dış pazarların güven­ malarını tam anlamıyla kullanmaya el verecek
liğini ve istikrarını sağlamak, hem de giderek kaynaklardan yoksun olan azgelişmiş ülke dev­
büyüyen bir talep hacmi yaratabilmek için dev­ leti genellikle kuruluşundan beri baskıcıdır. Fa­
let sektörünün ve onun düzenleyici gücünün ge­ kat tarihî evrim içinde daha erken kapitalistieşen
nişletilmesi gerekir. Bu süreç ise yeni malî ve ve pek çok dış ekonomiyi de sömürerek zengin­
siyasal çelişki tere gebedir. i leşme imkânı bulmuş olan günümüzün zengin
Her üç sektör de birbirine çelişkili organik kapitalist ülkeleri, uzun süre sosyal demokrasiyi
bir ilişki içinde bağlı oldukları için, birinin bü­ ve refah devletini yaşatmak için gerekli malî
yümesi öbürlerinin de büyümesini içerir. Bu iliş­ imkânları bulmuşlardır. Fakat kapitalist sistemin
kiden şöyle çelişkili bir sonuç çıkar: Tekel sek-, özünde olan ve burada kısaca açıklanmaya ça­
törünün genişlemesi önemli ölçüde devlet si­ lıştığımız dis-ıaccumulation eğilimi bir yandan,
parişi ve harcamalarına bağlıdır. Bu harcamalar Manc'ın Kapitcıl'in III. Cildinde (3. Kısım, 13-15. Bö­
bir yandan silâh siparişlerinden, yabancı ülke lümler) açıkladığı kâr oranının düşmesi eğilimi,
rejimlerini etkilemeye (kuvvet kullanarak ve/veya Öte yandan Batı kapitalizminin çelişkilerinin te­
malî rüşvet ve yardımlarla), öte yandan eğitilmiş kelleşme evresinde gittikçe arttığını göstermek­
bir işçi sınıfı yaratmak için parasız «halk eğiti­ tedir.
mi» sistemleri kurmaya kadar, geniş bir faaliyet Bir yandan teke'-I eşmeyi hızlandırmak/geniş-
alanını kaplar. Böylece sermaye birikiminin mas­ letmekle yükümlü olan devlet, öte yandan bu
raftan devlet eliyle toplumsallaştırılırken tekel eğilimin doğurduğu tüm toplumsal, ekonomik ve
sektörü alabildiğine büyüme eğilimi gösterir. siyasal sorunları çözmek/gldermekle karşı kar­
Devlet, tekel sektörünün genişlemesine hizmet şıya bırakılmıştır. Üstelik bu yapıcı İşlevleri için
eden harcamaları genellikle şu alanlara yönel­ kendisine gerekli malî kaynaklar...*
tir: Modern altyapı tesisleri, ulaştırma ve haber­
leşme şebekesi, enerji yatırımları, bol kredi im­ süreç, devletin işlevleri genişleyip, yeni üretim alan­
kânlarının sağlanması, çevre kirlenmesini önle­ larını kapsadıkça, genişlemektedir de.
me tedbirleri, iç ve dış pazar güvenliğini rakip­ Kapitalist sistemin devam edebilmesi amacıyla
lere ve halk hareketine karşı sağlamak için ge­ sermayenin artan bir oranda pazar dışı (decommodify
niş polis ve askerî masraflar, silâhlanma, uydu olmuş) üretim için devlet eliyle kullanılması, devlet
devlet ve hükümetlere yardım ve/veya rüşvetler, aygıtına ve onun yönetici kadrolarına (veya bunların
v.b. en stratejik olanlarına) gerek burjuvaziye, gerekse
Devletin böylesine kapsamlı bir destekleme çalışan sınıflara karşı göreli bir bağımsızlık kazandırır.
politikasıyla gelişmesine yardım ettiği tekel sek­ Bu değerlendirmeye A.B.D.’den iki örnek verelim:
törünün büyümesine paralel olarak rekabetçi sek­ 1) Vietnam savaşının son yıllarında Amerikan iş çev­
tör de büyür. Ama bu sektördeki istihdam ve releri bu mücadelenin artık ne kendileri, ne de iş
pazar istikrarsızlık'ları geniş huzursuz toplumsal alemi (tekel sermayesi) için kârlı olmadığım ve ülke
grupların sosyal sigortalar kapsamına alınması­ ekonomisini önemli ölçüde istikrarsızlığa sürüklediğini
na yol açar. Bu toplumsa! ihtiyaç (toplumsal ba­ tüm yayın organlarıyla duyurdukları halde, devletin
rışın sağlanması} ise yeni görevler yükümlenen yürütme organı, özellikle askerî grubun da istemiyle
devlet sektörünün daha da büyümesine yol açar. ve popüler ideolojiyi de arkalarına alarak savaşı da
Devletin bu kısır döngü içinde masrafları birkaç yıl sürdürmüştür. 2) Bugün, devletin yasama
gittikçe büyüyen hizmetleri/işlevîeri ancak do­ organı (Sentör Frank Ghurch’un şahsiyetinde simge­
laylı bir üretkenliğe sahip oldukları için, toplu­ lenen) A.B.D. tekel burjuvazisinin yasa-dışı girişim­
mun artık-değer. rezervine önemli bir katkıda bu­ lerine ve bu girişimlerde yürütme organının bazı k u -
lunmazlar. Bu tüketici eğilim rfis-accumulation* rumlarmı —F.B.I. ve C.I.A.— işlerine âlet etmesine
karşı savaş açmıştır.
* Dis-aecumulation, durgun bir süreç değil, tıpkı «az- * Eğer devlet, sosyal hizmetleri için sınırsız malî
gelişme» gibi dinamik bir olgudur. Accumulation, yani kaynaklara el koyma gücü ile cihazlarımsa, o zaten ar- .
birikim, iîe beraber ve aynı anda meydana gelen bu tık kapitalist devlet değildir. İş-sermayesinin sosyal-
Birikim 15/32
Bu durum ise, devleti bizzat sınıf çatışma­ anlamda sınıf çatışmasının bir ürünü olan devlet,
sının alanlarından biri haline getirecektir. Tarihî yine sınıf çatışması ile şekil değiştirip farklı bir bi­
çime dönüşecektir. Şu halde devrimci aydınların
görevi yalnızca kapitalist devletin bilimsel bir in­
sermayeye dönüşmesi, devamlı büyümek zorunda olan celemesini yapmak değil, onu daha insancıl, da­
kapitalist sistemin de sonu demektir. Ne var ki, bu ha üretken ve daha özgür bir toplumun kurulu­
süreç, burada ele alınamayacak kadar karmaşık bir şunun aracı yapmak üzere değiştirmenin strate­
olgudur. jisini de saptamaktadır. ü

1 Louis Althusser, Lenin and Philosophy. New York: ment (New York: Monthly Review, 1942) adlı yapıtı­
Monthly Review, 1971. S. 134-135. nın V in . bölümünden derlenmiş düşünceler: R.C.
2 Y.a.g.e. S. 128. Edwards, M. Reich ve T.E. Weisskopf (ed.) The
3 Frederick Engels, The Origin of the Family. Private Capitalist System adlı yapıtlarının «The Primary
Property and the State. New York: International Function of the Capitalist State» adlı bölümü, (Engle­
Publishers, 1970. S. 96. wood Cliffs, N. J.: Prentice Hall, Inc., 1972) S. 134-135,
4 Y.a.g.e. S. 97. 33 Nicos Poulantzas, «The Problem of the Capitalist
5 Y.a.g.e. S. 97. State», New Left Review. No. 58 (1969).
8 Y.a.g.e. S. 155. 24 L, Althusser, a.g.e. S. 128.
7 Alan Wolfe, «New Directions in the Marxist Theory 25 Claus Offe, «Political Authority and Class Struc-
of Politics,» Politics and Society, Cilt IV. No. 2 (1974). tures-An Analysis of Late Capitalist Societies», Inter­
6 F. Engels, A.g.e. S. 156. national Journal of Sociology. Cilt 2, No. 1 (1972).
9 Y,a.g.e. S. 156. 38 Claus Offe, «The Theory of the Capitalist State and
10 Frederick Frey, Turkish Political Elite. , MJ.T. the Problem of Policy Formation» ve "aynı yazarın
Press, 1965. S. 424. «The Abolition of Market Control and the Problem
11 Y,a.g.e. S. 425. of Legitimacy», Kapitalistate. No. 1 ve 2 (1973).
12 F. Engels, A.g.e. S. 157-158. 27 D. Gold, C.Y.H. Lo ve E.O. Wright, «Marxist
13 Karl Marx ve Frederick Engels, The German Theories of the State» II. Kısım, Monthly Review,
Ideology (ed. C. J. Arthur). New York: International Cilt 27, No. 6 (Kasim 1975) S. 38.
Publishers, 1973. S. 53. 28 L. Althusser, a.g.e. S. 142.
14 Y.a.g.e. S. 54. 92 Y.a.g.e. S. 146.
15 L. Althusser, a.g.e. S. 128. 30 Y.a.g.e. S. 146’da dipnot no. 10.
16 Karl Marx, F. Engels, The German Ideology 31 Claus Offe, «The Theory of the Capitalist State
(a.g.e.) S. 80. and the Problem of Policy Formation» (1974), Özel
17 Karl Marx, The 18th Brumaire of Louis Bonaparte. bir seminer tebliği: New York State University.
New York: International Publishers, 1967. 32 C. Offe, y,a.g.e. Offe’nin bu konudaki görüşlerinin
18 F. Engels, The Origin... (a.g.e.) S. 157. bir özeti 27 no.lu dipnotta belirtilen calismanm 40,
19 Marx’a göre devletin göreli bağımsızlığının ilk ör­ sayfasında bulunabilir; ayrıca, James Weinstein, The
neği, sosyal meslek gruplarının oluşturduğu toplum Corporate Ideal and the Liberal State. New York:
tipinden sınıf toplumu tipine geçiş sırasında, henüz Beacon Press, 1968.
bir sınıfın ötekiler üzerinde kesin bir egemenlik ku­ 33 Richard C. Edwards, Arthur MacEwan ve başka­
ramadığı evrede de görülebilir. (The German Ideology, ları, «A Radical Approach to Economics: Basis for a
S. 80.); ayrıca, Cem Eroğlu, «Marksist Devlet Kuramı New Curriculum», American Economic Review, Cilt
Hakkında Bir Not» S.B.F. Dergisi (Yakında çıkacak LX, No. 2 (Mayıs, 1970).
yeni sayıda), 34 James Weinstein, a.g,e.
20 Doğu Ergil, «From Empire to Dependence: The' 35 Arthur Schlesinger, Jr., The A ge of Jackson. Bos­
Evolution of Turkish Underdevelopment». Doktora te­ ton: Little, Brown. S, 505.
zi (New York State University, 1974); ayrıca, Hamza 30 Alan Wolfe, «New Directions in the Marxist Theory
Alavi, «The State in Post-Colonial Societies: Pakis­ of Politics», Politics and Society. Cilt IV. No. 2 (1974),
tan and Bangladesh», Imperialism and Revolution in S. 149 ve sonrası.
South Asia, ed. K. Gough ve H. Sharma, New York: 37 James O’Connor, The Fiscal Crisis of the State.
Monthly Review, 1973. New York: St, Martin’s Press, 1973.
21 Ralph Miliband, The State in Capitalist Society, 38 Y,a.g.e. Ayrıca O’Connor’un fikirlerinin bazılarının
New York: Basic Books, 1969. S. 22. eleştirisi dipnot 27’de söz edilen calismanın 42. say­
23 Paul M. Sweezy, The Theory of Capitalist D evelop- fasında bulunabilir.
ÖMER LAÇİNER

Birikim 15/33
«Ne Yapmalı» Üzerine
Düşünceler - l l -

LENİNİZM'İN SİSTEMATİĞİ ruz. Yani tarihin olağanüstü bireylerce yönlen^


dirildiğini ileri süren burjuva anlayışını gizlice
I. DEVRİMCİ EYLEM VE YAKLAŞfM ÜZERİNE onamakla kalmaz, binlerce yıl sürmüş koşullan­
Bazı eserlerde Lenin'in parti çözümü, nere­ maların her an bulanıklaştırmak İstediği devrim­
deyse olağan bir sonuçmuş gibi anlatılır. Öyle ki, ci yaklaşımı, Marksizm'e tüm özgünlüğünü veren
buradan kalkarak, Lenin'in «doğru olanı» yaptığı, bu keskin ışık çizgisini yitirir gideriz.
en «makûl şekilde» davrandığı; ona karşı çıkan­ Oysa Lenin, ne kadar da sık vurgular «canlı
ların ise açıkça yanlış yaptıkları, hattâ bu denli Markzirmi. Ve kaç kez o dolu dolu öfkesiyle suç­
apaçık gerekçelere rağmen ısrarla karşı tavır ab lamıştır «Canlı Marksizm'i, ölü metinlere feda
malarının sinirlendirici bir aptallık olduğu söyle­ eden»ieri.
nebilir. Demek oluyor ki bizlerin başlıca işi Marx ve
Böylece bizim basitçe «anladığımız» sorunun veya Lenin’in hangi sorunlara hangi cevapları
niçin çağında bu kadar zor ve çözülmemiş gibi verdiklerini bilmek değildir. Devrimci, Marksist
göründüğüne hayret edebiliriz. yaklaşımın bunların üzerinde bir ayırdedici özek
liği, görevi daha vardır.
Böyle bir duyguya kapılmak, başkalarının Marx'in o olağanüstü basit ama olağanüstü
cevabını bulamadıkları bir sorunun çözümünü bi­ derin anlamlı sözlerini tekrarlamanın yeridir: «Fi­
len her insana vergidir. Örneğin, yıllardan beri lozoflar bugüne kadar dünyayı açıklamakla ye­
okuyup yazan bir kişi, daha henüz bu işe başla­ tindiler, oysa sorun onu dönüştürmektir.»
yan birinin başlangıçtaki bocalamalarım öfkeyle Eğer «dünya»ya böyle bir yaklaşımın gerek­
karışık bir küçümsemeyle karşılar. Ve aynı adam tirdiği bakışla eğilirsek, sonuçta öyle bir açıklama
bunu yaparken, kendisinin de aynı işe başlarken düzeyine varırız ki işte bu, o an için soyut olan
geçirdiği sıkıntıları, bocalamaları genellikle unu­ düzey, dönüştürülecek «dünyasnın varacağı dü­
tur gider. zeydir. Ve teori dediğimiz şey, işte bu o an için
Ama biz bu basit gerçeği unutmamalıyız. soyut düzeyin, kendine özgü kavramlarla oluş­
Çünkü, Lenin'in çağındaki sorun üzerine tartıştığı turulmuş biçimidir.
eğilimlerin her biri de kendini Marksist olarak ilân Dönüşüm olayı, ona konu olan şeyi oluştu­
etmekte ve bunların birçoğu da yetenekleri, bilgi­ ran öğelerin nicelik veya nitelikçe farklı bir du­
si bizzat Lenin tarafından takdir edilen kişilerce ruma gelmelerinden başka, öğeler arası ilişkiler­
savunulmaktadır. Gerek Marksizm hakkındaki bil­ de yeni biçimlerin doğuşunu da içerir. Bütün bu
gisi, gerek, genel olarak entelektüel düzeyi ve ge­ sürecin teorik tasarianımında kullanılan kavram­
rekse davaya inanç ve hizmetleriyle, o dönemde lar, işte bu son durum gözönüne alınarak oluştu­
saygıdeğer bir yer edinmiş olan Kautsky, Martov rulur. Yani teorinin kavramları, bu yeni durumu
ve Plekhanov gibi adamların, bizim ortalama bir karakterize eden öğeler ve ilişkilere, onların ege­
Marksistimizin kolayca «çözdüğü» 1900'lerdeki men niteliklerine uyarlı bir içeriğe sahiptirler. Bu
sorunu, onların ya yeteneksizliklerinden ya da bakımdan teori, devrimci teori, o ana kadar pek
«hain» olduklarından ötürü kasten anlamadıkla­ kullanılmayan, veya o teorik tasarımdaki kadar
rını kim iddia edebilir? önemli b ir açıklayıcı değeri olmayan kavramlarla,
Bütün bunlardan şu basit gibi görünen çözü­ hattâ yepyeni kavramlarla kurulur.
mün, olağanüstü yetenek sahibi bir adamın {Le­ Böylece devrimci teorinin, birbiriyle kopmaz
nin'in) elde ettiği ve çağında bu işi başarmanın şekilde içiçe olan iki özelliği olduğu görülüyor.
hiç de kolay olmadığı sonucuna mı varacağız? Teori hem içinde bulunulan durumu çözümler,
Ve bu sonuca vardığımızda, da şükran borçlu ol­ hem de bunu yaparken bize varılacak düzeyin
duğumuz —'bizi birçok konuda zahmetten kur­ haldeki başlangıçlarını gösterir. Teorinin «kıla­
tarmış olan— Lenin'in bize armağan ettiği «ilke» vuz» olduğunu bunun İçin söyleriz.
leri «kullanma»nın yeter olduğunu mu düşüne­ Bu bakımdan çözüm öncesi evrede geçerli
ceğiz? açıklama biçimleri, çözümü bilen bizler için şa­
Eğer böyle yaparsak, minnet ve hayranlıkla şırtıcı derecede ölü gözükürler. Ve biz çözümün
övgüler yağdırdığımız insanın adıyla simgeleşen özgün kavramları aracılığıyla baktığımız için, o
Marksizm yorumunun tümüyle dışına çıkmış olu­ geçmiş anı son derece basitmiş gibi algılarız.
İşte bunun için Lenin’in çözümü bize «basit»

Birikim 15/34
cum eden o günkü parti yöneticilerinin «Orto­
gözüküyordu. Yazı serimizin önceki bölümünde doks» anlayışını olumsuz diye niteleyip, bu eği­
de işaret ettiğimiz gibi; Lenin'in çözüm Öğeleri limin bütün bir geçmiş içinde aynı rolü oyna­
olan «kendiliğinden» hareket ve «bilinçli öge» dığım iddia ederken; «ortodoks» parti yöneti­
kavramları, Ne Yapmalı'ya gelinceye kadar hiç cileri de «olumsuz» Bernstein'cılığın tarihî seh-
de temel kavramlar olarak kullanılmıyorlardı. drkalist eğilimin uzantısı olduğunu ileri sürüyor­
Fakat yine de «devrimci teorinin özelliği» ko­ lardı.
nusunda fazla yol almış sayılmayız. Çünkü Lenin’­ Görülüyor ki her iki anlayış da «bugün»ün
in çözümünün başarılı olduğunu bilmemizden ötü­ görünür iki öğesine yalnızca karşıt anîamlar ve­
rü onun teorisinin öğelerinin doğru konulmuş ol­ rerek soruna eğilmektedirler. Yani ikisinin de
duğunu iddia etmiş olmuyor muyuz? Daha İşin formülleri aynı öğelerden oluşmaktadır. Kurulan
başlangıcında yığınla teori vardır ve hepsi, de teoriler ne kadar çok sayıda olursa olsun, di­
teori kurmanın o genel kurallarına şu veya bu yelim A ve B'ye görece farklı değerler verilerek
ölçüde uygundurlar. Bunların içinde «doğru» ve türetilmiştir. Bu teoriler önce A ya da B'ye olum­
«devrimci» olanlarını önceden nasıl bilebiliriz? lu nitelik vermek konusunda kabaca ikiye ayrı­
O haide bir adım daha atmalıyız. lırlar, sonra da aralarındaki çeşitli nüanslar yü­
Biliyoruz ki Lenin, daha Nereden Başlamalı'- zünden yeniden sınıflanırlar.
yı yazarken «Dağınıklık ve karışıklıkların (hal­ Yukarda bu görüşlerin Marksizm'in temel
deki durumu tanımlıyor Lenin. Ö.L.) en derin bir yasası ile çeliştiğini söylemiştik. Marksizm,
köklerini araştırmak» gereğini vurgulamaktadır. değişen, gelişen bir toplum anlayışını ön ko'şul
Ne Yapmaİı’da açılıp sergilenen teorinin bir ön­ alır. Tarihin bir bilim haline getirilmesi, bu ba­
ceki adımı olan eserdeki bu sözlerin İlk açık kış içinde mümkün oldu. Ve biz böylece deği­
anlamı, yalnızca bugüne değil, geçmişe de eğil­ şimin, gelişimin yalnızca yasalarını bilmenin de­
menin zorunlu olduğudur. Bu inancın iik izlerini ğil, aynı zamanda toplumu —dünyayı— dönüş­
1899’da yazılan — «Credo»ya karşı— «Rus Sos­ türmenin koşullarını görmenin «bilinci»ni de edi­
yal Demokratların Bir Protestosunda görebili­ nebildik.
riz. s O halde, özellikle bunalım anlarında, bir
Şu halde teori, yalnız bugünü, bugünün so­ Marksist öncelikle daha önceki teorik çerçe­
rununu, bugünün kavramları ile çözmekle ye­ venin veya teoriyi oluşturan öğelerin ne yönde
tinmez, aynı zamanda geçmişi de açıklamak, ve nasıl değiştiğini analiz etmek ve ayrıca çer­
çözmek zorundadır. çeveyi zorlayan yeni öğelerin ne olduğunu tesbit
Ama bu da yeterli değil. Yani bugünden etmek zorundadır.
bakarak geçmişi incelemek de ortaya eksik, hat­ Bu demek değildir ki bir Marksist, ancak de­
tâ bazan açıkça gerici sonuçlar doğuran «teo­ ğişim ihtiyacının kendini apaçık duyurduğu dö-
ri» ler çıkmasını önleyemez. Nitekim Lenin ile ar­ hemierde eski teoriyi gözden geçirme gereğini
kadaşlarının şiddetle protesto ettikleri «Credo»- duyar. Aksine, gerçek bir Marksist, böyle bir du­
yu yazan teorisyenler de, bu metinde, gerek rumun çok daha önceden genel çerçevesini çi­
Batı Avrupa ve gerekse Rusya deneyini ele alıp zebilir ve «devrimci»nin «dönüştürme» fonksiyo­
inceliyorlar ve bu işi şu paragrafın başındaki nunu yerine getirebilmesinin «öznel koşullarısnı
genel sınırlar içinde kalarak yapıyorlardı, Var­ oluşturmayı bir an bile ihmâl etmez.
dıkları sonuçlar, kendilerine taktıkları «Marksist» Bir Marksist, bir gerçek devrimci her şey­
sıfatının ne denli vuigarize edilebileceğini gös­ den önce, genel teorinin yoğun bir tarih bilin­
teren ibret verici şeylerdir. ciyle çerçevesini çizdiği siyasî hedefin temel
Demek oluyor ki «devrimci» teorinin asıl öğeleri konusunda açık, sistemli bir görüşe sa­
ayırdedici yanına henüz varmış değiliz. Yalnızca hip olan ve bunu tüm eylem biçimlerinde yan­
geçmişi bugüne bağlayan bir açıklayıcı çaba ye­ sıtan kişidir. O, ancak bu niteliğiyle anın bir dizi
tersizdir. Zaten bu çerçevesi ile bu tip bir teori, imkân vaad eden görünümü içinde bir oportü­
Marksizm'in temel bir yasası île çelişir. Çünkü nisti kolayca cezbedecek öğelerin etkisinden sıy­
bu tip açıklamaların ayırdedici özelliği bugünü rılır.
bir sonuç olarak kabul eden bir yapıya sahip ol­ Bunalım anları, yani değişim dönemleri, sa­
malarıdır. yısız eğilimin, yeni öğenin, daha önce varlığı söz-
Örneğin Credo yazarları: «işçi hareketinin konusu olmayan yeni ilişkilerin ve ilişki biçim-
gelişmesinin, Komünisit Manifesto'dan Bernste- lerinin ortaya çıkışıyla gözlemlenir.
in'cılığa kadar ulaşmasından daha mantıkî bir Bu durumda bir Marksist —kişide simgeleş­
gelişmeyi düşünmek güçtür» diyorlardı. tirdiğimiz— hareket, gelecekteki politik hedefi­
Belki «Credo» uç bir örnek olarak nitelene­ nin temel niteliklerine uygun öğeleri, yaşadığı
bilir. Ama Bernsteİn'ı onayan «Credo», ona hü- anın sayısız eğilimleri içinde seçebilen ve böy­
lece iki düzey arasında tutarlı bir ilişkiyi kuran
Revizymüzme, Oportünizme ve Dogmatizme Karşı ve koruyan bir harekettir. Böyle bir hareket, ha­
adı altında Odak Yayınlarından çıkan 'kitapta yer yatın, nesnel gelişimin kendiliğinden ortaya çı­
alan ilk makalede gerek «Credo» ve gerekse Lenin’in kardığı yeni öğelerin potansiyel imkânlarını de­
yazdığı «Protesto» vardır. . ğerlendirir ve bu imkânlar içinde kendi politik
Birikim 15/35
hedefine uyarlı olanının, o yeni öğede kalıcı kı­ temsil ettiği tüm kitleyi, politikanın oluşturulma­
lınması için gerekli yaratıcı çabayı gösterir. sı işinde gerçek katkılarda bulunabileceği bilin­
O halde «devrimci eylem», politik hedefin cine eriştirebllmesindedir.
öğelerini yaşanan anın içinde oluşturma eylemi Devrimci eylemin, Marksist bilinçlendirme
demektir. Elbette ki böyle bir eylem, İçinde bu­ faaliyetinin amacı, hedefi zaten böyle bir top­
lunulan toplum bçimine rağmen, onun karşı ça­ lumun yaratılması değil midir? Sosyalist toplu­
balarına rağmen gerçekleştirilmeye çalışılır. Bu mun «kelimenin gerçek anlamıyla politik bir top­
tanımımıza göre devrimci eylem, dönüştürdüğü lum» olacağı yolundaki tanım işte bunu anlatır.
öğenin niteliğinin teoride oluşturulmuş öğenin Sovyet, kendiliğinden hareketin birçok ye­
niteliği ile özdeş olmasından ötürü bîr gelecek tersiz öğesini barındırması yanında, devrimci.
bağlamına sahiptir ve aynı zamanda değişmiş Sosyalist bakış açısından, şu yukardaki tanım
öğenin, varolan toplum biçimi içinde yer alıyor içine girebilen öğelere de sahip olmasından ötü­
olmasından ötürü «bugünse bağımlıdır. rü anlam kazanır.
Bu soyut ifadeleri aşağıdaki örnek bir ölçü­ O halde bir Marksist’in sonsuz çeşitlilikteki
de açıklar. Sovyet Devrimi sürecinde Sovyet'ler; toplumsal manzaraya bakarken, geleceğin bu
1905'de Çarlık, 1917'de geçici burjuva hükümet­ modeline uyarlı gelişmeleri seçmesi, veya böyle
leri ortadayken, bunlara rağmen ortaya çıktılar. bir potansiyele örtük olarak sahip gelişmelerin,
Toplumun ekonomik, toplumsal, kültürel yapıla­ bu yönünü öne çıkaracak biçimde eylemini dü­
rında niteliksel herhangi bir değişimin olmadığı zenlemesi gerekir.
bu dönemlerde, politik düzeyde yer alan bu dev­ Eğer devrimci yaklaşımın, eylemin niteliğini
rimci kurum, hem geleceğin Sosyalist toplumu- böyiece saptıyorsak; onun, başka tür «siyasî»
nun «devlet» öğesine nitelik olarak uymakta; hareketlerin araç-amaç ilişkisine göre yapılan
hem de haldeki toplum yapılarıyla ilişkisi var­ değerlendirilme alanının dışında, üzerinde oldu­
olan çerçeve içinde kurulduğu için, «bugünse ğunu söylemiş oluruz.
bağl: bulunmaktadır. Popülizmle, Sosyal Demokrat anlayışlarla,
Fakat bu örneğin —yukarda da işaret etti­ Marksizm'i ayıran keskin çizgi, daha ilerde gö­
ğimiz gibi— sınırlı açıklayıcı değeri vardır: İlk receğimiz gibi «siyaset» ve bununla ilgili kav­
nokta, devrimcilerin kendilerini «kendiliğinden ramlara verilen son derece önemli ve köklü içe­
hareketin oluşturduğu biçimler»le sıntrlayamaya- rik farklarının ürünü olduğu gibi, araç-amaç iliş­
caklarıdır. Yani bir devrimci, ne yapacağını gör­ kisinin klasik yorumlarının Marksizm'de aşılmış
mek için «Sovyet» gibi bir olayın olmasını bek­ oluşundan ve bunun uygulamada da kendini gös­
lemez. Veya «Sovyet» sonrasında bir kez daha terdiğinden ötürüdür.
«Sovyet modelisni önermez. Onun eylemi, Sov­ Uzun yıllar sosyalistlerin politik hedefinin
yet'in politik kapsamını daha da genişleten ve yalnızca «burjuva devlet mekanizması» ile ilgili
derinleştiren biçimlenişlere yönelmek olmalıdır. yanma ağırlık veren bir yorumun gölgede bırak­
Ve bu çaba, kitlelerde, Sovyet'i yaratan bilinçten tığı Marksist politik hedefin içeriğini, Lenin'in
nitelikçe daha üst bir bilincin oluşturulması de­ «siyaset»Ie Ügili kavramlara ve uygulamaya aç­
mektir. tığı yeni ufuklar içinde ele aldığımız zaman, bu­
Bu anlayışın en öğretici örneklerini okur, nu açıklıkla göreceğiz.
İki Taktik ve Nisan Tezlerinde bulur. Örneğin Şu anda vardığımız nokta, herhangi bir yak­
İki Taktik'i, «demokratik devrim modeli» öğren­ laşım ve eylemin niteliğini, o hareketin politik
mek için değil de, devrimci yaklaşımı özümle­ hedefinin ne olduğunu tesbit ederek anlayabile-
mek için okuyanlar, Lenin'in bize hiç de formül ceğimizdir. Ve biz bu politik hedefin soyut, genel
önermediğini görürler. Sovyet v.b. kurumların ifadelerle geçiştirilmesine takılmamaiıyız. Çünkü
tüm somutlukları içinde kendiliğinden hareketin gördük ki Marksist anlamda bir politik hedef,
ürünü olduklarını unutmamalıyız. Ama, örneğin «arap»larıyla yalnız uyum halinde olmakla kal­
Sovyet'in, otokratik düzenin bağrında, kitlelerin maz, hareketin eylemlerinde, onun somut biçim­
o güne kadar açığa vurulmamış politik potansi­ lenişlerinde de açıkça görülür. Yani «araç» diye
yellerinin aktif biçimlenişi olarak sunduğu büyük adlandırıian şeyler, amacın taşıyıcısıdırlar. Ama­
devrimci imkân; teorisyenierin çözmeye çalıştı­ cın gerçekleştirilmesinde bir aracı, bir kullanı­
ğı nice sorunun çözümü olarak kendini gösterir. lan, bir yol değil, amacın şimdiki zaman içinde
Artık teoride geçen «Rus işçi sınıfı» sözü, bu oluşmuş bir öğesidir. Örneğin, Marksist Parti,
sınıfın «Sovyet'i yaratma olgunluğuna ulaşmış» bir «politika» aracı değildir, bunun ötesinde po­
olma niteliği varsayılarak kullanılır. Devrimci ey­ litik hedefin varolan toplum içinde mümkün ola­
lem, bu olgunlukta bir sınıfın eskisinden daha bilen tüm öğeleriyle gerçekleşmiş somut bir ör­
bilinçli biçimlenişlere- varmasına yönelik olarak neğidir. Bunun ne kadar önemli olduğunu ilerde
yürütürülür. O halde Sovyet'e devrimci nitelik bir kez daha göreceğiz.
kazandıran şey, onun politik anlamıdır. Bu an­ Lenin, «en ilerici teori» tanımını boşuna kul­
lam yalnızca onun «politik bir kurum» olmasın­ lanmadı, biliyoruz bunu.* Ve o, bu tanımı kullan-
dan değil, bu işlevini otokrasinin veya burjuva
politika anlayışının hiçbir zaman varamayacağı * Ne Yapmalı S. 33’de bu tanımın yer aldığı ünlü
bir çerçeve içinde yerine getirmiş olmasında; pasaj aşağıdadır:
Birikim 15/36
dığı Ne Yapmah'da kendi teorisini, o güne ka­ için ne anlama geldiğini araştırmak ise bugünün
dar pek kullanılmayan kavramlara yeni bir içe­ Marksistlerine düşüyor.
rik kazandırarak sergilerken, bazı yerleşik kav­ Bu bakımdan politika kavramı ve politika -
ramlara gerçek Marksist içeriğini kazandıran yo­ ekonomi ilişkisinin tarihî anlamı üzerinde, çağı­
rumlar getirdi ve bu arada o güne kadar hiç mızın olgularım ön plana alan bir yaklaşımla
işlenmeyen bazı ¡kavramları teorisinin köşe taş­ uzun uzadıya durdum. Yazılanların hayli geniş
ları olarak kullandı. Böylece oluşturulan Leninist bir bölümünün ve bu arada kullandığım bazı kav­
yaklaşımın, Marksistlere kazandırdığı gelecek ramların Ne Yapmalı, ya da Lenin'in öbür eser­
perspektifinin derinliğini, bazı temel kavramla­ lerinde yer aldığını iddia edemem. Ancak bu
rın açıklanmasını, yorumunu yaparken görece­ yazıda yapılan, özellikle Ne Yapmafı'nın çizgisi­
ğiz. ni çağımıza kadar uzatma denemesidir.
(Yazımızın bu noktasında okura bir ön uya­ Böyle bir çabanın bazı yeni kavramlara ge­
rıda bulunmak istiyorum. Bu konuya başlarken rek duyurduğu yerlerde içeriğini de vermeye dik­
özellikle belirtmek istediğim şudur: Ne Yapma- kat ederek bunları kullandım; bazı yerleşik kav­
iı'da özellikle vurgulanan «Sosyalist politika»nın ramları açarak, hangi içerikle kullandığımı açık­
niteliği sorununu biz yalnızca 1900'Ierin yeni ye­ ladım. Bütün bunları alışılmışın hayli dışında
ni uç vermeye başlayan olgularıyla sınırlı olarak koyduğumun farkındayım. Okur, bunu zorunlu
ele alamazdık. Yıllar geçti, dünyamızda çok bü­ kılan koşulları ve konunun tartışılmaz önemini
yük değişiklikler oldu. 1902'de Len İn'in daha fi­ gözönüne alarak anlayışla karşılar sanırım.
liz halindeyken görüp tanımını yaptığı eğilimler Ayrıca belirtmek istediğim bir konu da şu:
birçok yerde tüm mantıkî sonuçlarıyla kendileri­ Yazı içinde Sosyalist mücadelenin Devlet'le iliş­
ni gösterdiler. O günlerde Marksizm içinde bir kin programı üzerinde dururken, bu konuda en
sapma diye nitelenen eğilimlerin Lenin'in tesbit radika! tavın benimseyenlerin bazılarına ilk ba­
ettiği gibi gerçekte burjuva ideolojisinin çembe­ kışta ters gelebilecek bir noktadan konuyu ele
ri içinde oldukları apaçık görüldü. Bugün onlar aldım. Konuya ilk girişte yazdığım bazı paragraf­
Marksist hareketin karşısında onun kararlı düş­ ların uyandıracağı ilk duygu, benim «radikal»
manları olarak, Sosyal-Demokrat iktidarlar ha­ diye tanımladığım görüşe tümüyle karşı olduğum
linde duruyorlar. 1902'de çok uzak ve kötümser biçiminde olabilir. Gerçi metin iieriedikçe anlat­
bir kehanet sayılabilecek olan Sosyal-Demokrat­ mak istediğimin bu duygunun tam tersi olduğu
ların Sosyalistlerle açık savaşı, 1919'un Berlin'­ görülecektir. Ancak bu ilk duygunun yaratabi­
inde Spartakistlerin Noske yönetimindeki Sos­ leceği olumsuzluğa önceden dikkati çekerek*
yal-Demokrat hükümet eliyle katlinde tarihî bir okuru uyarmak isterim. Bu sözlerim belki alışıl­
simge kazandı. Ve bugün Sosyalist dünya için­ mış birşey değil, ama ele aldığım sorunun gi-
deki çatışmaların ortak temelinin ekonomizm ol­ riftllği ve bunun günümüzde hayli değişik içerik­
duğu iddialarının ne kadar yaygın olduğunu gö­ lerde anlaşılmış olduğunu bilerek bu ön uyarıyı
rüyoruz. özellikle yapıyorum.}
Lenin'in dehâsından sözeden insan, öncelik­
le bunları gözönüne almalıdır. 1902'de ekonomist El. POLİTİKA - POLİTİK MÜCADELE
eğilimlerle verdiği o katıksız mücadele, çağdaş­ Genel anlamda politika, toplumsal faaliyet­
larının birçoğu için hırçın, «sol sekter» bir ada­ lerin tümünü yönlendirmek ve bunun için gerekli
mın kaprisi gibi geldi. Ama şimdi Ne Yapmalı'- kurumlan, araçları oluşturmak eylemidir.
nın, çarpan bir yüreğin titreşimleri izlenimini Belli bir toplum, biçiminde her faaliyet ala­
veren satırları arasında durmadan yükselen uya­ nı, genel kural olarak egemen ideolojide simge­
rı seslerini anlayabiliyoruz. Bu uyarının bugün leşen egemen sınıf çıkarlarına uyumlu bir işle­
yiş içindedir. Bu bakımdan egemen sınıfın daya­
«Bu noktada biz, sadece, öncü savaşçı rolünün nağını oluşturan, temel toplumsal ilişkiyi kalıcı
ancak en ilerici teoriyi kendisine kılavuz edinmiş olan kılacak kurumlar, sistemin odağını oluşturur.*
bir parti tarafından yerine getirilebileceğini belirtmek Örneğin, iktisat-dışı zora dayalı feodalizmde, ik-
istiyoruz. Bunun ne demek olduğunu anlayabilmek tisat-dışı zorun iki temel kurumu, askerî güç ve
için, okuyucu, Rus Sosyal-Demokrasisinin Herzen gi­ dinî kurumlar belirleyicidir. Feodalizm, bu iki ku­
bi, Belinski gibi, Çernişevski gibi ve 1870-1880 döne­ rum, tüm toplumsal faaliyetleri denetim altında
minin o parlak devrimcileri gibi seleflerimizi hatır­ tutabildiği, yöniendirebildiği sürece yaşamaya
lasın; Rus edebiyatının şu anda edinmekte olduğu devam eder.
dünya ölçüsündeki önem üzerinde dursun ve bundan Burjuva toplumun temel toplumsal ilişkisi,
başka... ama bu kadarı yeter!» genel bir İfadeyle söylersek ekonomik'tir. Marx'-
Çarlık Rusyasmda «en ilerici teori» yi oluşturmak
için nelerin gözönüne alındığım gösteren bu dikkate 9 Burada hemen belirtelim ki «temel toplumsal İliş­
değer sözler, bir Marksistin ilgi alanının nelere ka­ ki» derken kastettiğimiz şey, toplumun yarattığı top­
dar uzanmasının gerekli olduğunu göstermesi açı­ lam etkinliğin (ekonomik, kültürel faaliyetlerin ürün­
sından da ilginç bir uyarı olarak değerlendirilmeli­ lerinin toplamı) mevcut sınıflar arası bölüğümde be­
dir. lirleyici olan ölçünün sözünü ediyoruz.
Birikim 15/37
m o ünlü deyişiyle insanlar arası ilişkiler, meta­ Kendiliğinden işçi hareketinin de, en üst bi­
lar arası ilişkilere tekabül eder haldedir. Feodal çimini Paris Komünü'nde gördüğümüz «burjuva
toplumun «iktisat-dışı zor»u temel özelliğini kay­ devletsi yıkmayı amaçlayan politik mücadele ör­
betmiştir. Burjuva — kapitalist— toplum, başka nekleri vardır. Ama daha yaygın biçimi «devletin
faaliyet alanlarının İktisadî faaliyet tarafından demokratikleştirilmesini amaçlayan ve bu biçi­
temelden belirlenmesi İlkesi üzerine kurulur. miyle serilerin «adil devlet» yolundaki sürekli
O halde burjuva toplumda gerçek politik talepleriyle benzerliği olan programlardır. Çağı­
merkez,, politik odak, ekonomidir ve devlet yal­ mızda Batı Avrupa'da İşçi ve Sosyal Demokrat
nızca «bir politika aracı»dır. Buradan bir başka isimli partilerin iktidara gelip uygulama fırsatını
sonuç çıkıyor kî, burjuvazinin gerçek gücü «dev- buldukları politikalardır bunlar.
letsden gelmez. Bunu söylemek burjuvazinin dev­ Teorik çözümlemeye hiç gerek yoktur. Çün­
lete ihtiyacı olmadığı anlamına hiç gelmez. Çün­ kü «pratik», olabileceği kadar berrak sonucu
kü biz onun en yetkin devleti oluşturduğunu bi­ gösteriyor ki «devletin demokratikleştirilmesi» ve
liyor ve görüyoruz. Sorun bu değildir, Burjuva­ «sömürünün tedricen azaltılması» gibi sendika-
zinin güç kaynağı, özünde meta-üretimi olan lizmin iki temel talebini uygulamaya koymuş olan
ekonomi faaliyetidir. Oysa feodalite için durum bu partilerin iktidarda olduğu ülkelerde, kapita­
tersinedir. lizm, başka ülkelerden daha güvenli halde ya­
şamaktadır. •
a) Feodal ve Burjuva Anlayış İçinde Yürü­ «Devlet»i siyasî mücadelelerinin aracı veya
tülen Politik Mücadelenin Tarihî Biçim­ hedefi yapan politik mücadele anlayışının kapi­
leri : talist toplumun çerçevesini aşamayacağım, bu
Her iki sınıflı toplumda, adına «iktidar mü­ politikanın, özünde burjuva politikası olduğu en
cadelesi» dediğimiz tipten p olitik. mücadeleler çok Lenin tarafından ısrarla vurgulanmış, defa­
olur. Bu kavramı egemen sınıflar İçindeki çatış­ larca açıklanmıştır.
malar için kullandığımızı belirtelim. Toplam sö­ Lenin'in bu konuya ilişkin olarak Ne Yap-
mürüden en büyük payı almak isteyen veya sö­ malı'da yazdığı şu aşağıdaki pasaj son derece
mürü alanını genişletmek isteyen egemen sınıf­ önemlidir:
lar içindeki gruplar, yerine göre her tür aracı kul­ «Raboçaya Mıysl, siyasî mücadeleyi ta­
lanarak bu tip mücadelelere girerler. Böyle du­ mamen reddetmiyor; birinci sayısında ya- -
rumlarda onların, toplumun kalanını, sonuçta yınlanan bir İşçi Sandığı Tüzüğünde hü­
mutlaka geri alınan geçici tavizler vererek ken­ kümete karşı mücadeleden söz edilmekte­
dileri için bîr araç, fizik güç olarak kullandıkları dir. Ama Raboçaya Mıysl, bununla birlik­
da çokça görülür. Bu tip mücadelelerin her so­ te, 'siyasetin, ekonomiyi' uslu uslu izledi­
nuçlanışında egemen sınıfın bazı bireyleri veya ğine’ inanmaktadır (Raboçeye Dyelo prog­
gruplarının konumlarında köklü değişiklikler ola­ ramında, 'Rusya'da, herhangi bir ülkeden
bilirse de. temel sınıfsal hiyerarşi olduğu gibi ka­ çok, İktisadî mücadelenin, siyasî mücade­
lır. Feodalizmlerin saray kavgaları, kapitalizmin leden ayrı la mıya cağını' ifade ettiği zaman,
Amerikan Örneğinde en soy biçimini gördüğümüz bu tezi biraz değişik biçimde sunmakta­
seçimleri bu kategoriye girerler. Bu tip mücade­ dır). Eğer siyaset ile kastedilen, Sosyal-
lelerin ideolojik çerçevesi, egemen ideolojinin Demokratik Siyaset ise, Raboçaya Mıysl
egemen sınıf açısından yorumunu aşmaz. Yal­ ve Raboçeye Dyeio kesin olarak yanılmak­
nızca «ahlakî» veya pragmatik kanıtların farklı­ tadırlar. Yukarda gördüğümüz gibi işçile­
lığıyla ayrılabilirler. rin İktisadî mücadelesi (ayrılmaz olma­
Egemen ideolojinin bir de ezilen, sömürülen makla birlikte) burjuva siyasetle, papaz
sınıfa özgü yorumu vardır. Tüm dinlerde bu ay­ zümresinin siyasetiyle vs. çok kere ilişkili
rımı görebiliriz. Ve yine burjuva ideolojisinin bulunmaktadır. Eğer siyaset ile kastedilen,
kendiliğinden işçi hareketine özgü yorumu olan trade-union'cu politika ise, yani işçilerin,
«sendikalizm», —tıpkı resmî din görüşüne tepki hükümetten, içinde bulundukları şartlar­
olan «heretik» yorumların dinin genel çerçevesi dan ileri gelen acıların hafifletilmesini
içinde oluşu gibi—, burjuva dünya görüşüyle sağiıyacak olan, ama bu şartların, yani
aynı temeli paylaşır. Feodalizmdeki sınıf müca­ işçilerin sermayenin boyunduruğu altında
delelerinin hepsinde ezilen serilerin, mutlaka bir tutan şartların ortadan kaldırılmasını hedef
«heretik» akımın ideolojisini bayrak edinerek tutmayan siyaset ise, o zaman Raboçeye
feodallerle savaşa tutuştuğunu biliyoruz. Serfler Dyeio'nun tezi doğrudur. Böyle bir politi­
bu mücadelelerinde açıkça feodal devleti yıkma­ ka, gerçekte sosyalizme karşı olan, Ingi­
yı amaçlıyorlardı. Onların bu politik mücadelesi­ liz trade-unioncularma, Katolik işçilerine,
nin amacı «bozulmuş», «zalim» devleti yıkıp, ye­ 'Zubatov'un işçilerine vs. özgüdür. Siya­
rine «adil» bir yönetim kurmaktı. Tarih, amacına set vardır, siyasetçik vardı. Demek ki, Ra­
ulaşmış veya bu amacı kalıcı kılmış hiçbir serf boçaya Mıysl'ın siyasî mücadeleyi reddet­
isyanı göstermiyor. Yerel başarılar olmuşsa bile, mekten çok, bu mücadelenin kendiliğin-
bunlar kısa zamanda isyan öncesi duruma dö­ den-gelmeliği, bilinçsizliği önünde boyun
nüşmüşlerdir. eğdiğini, görmekteyiz, İşçi hareketinden
Birikim 15/38
kendiliğinden doğan siyasî mücadeleyi let mekanizmasının» yıkılması bilgisi ile sınırla­
(daha doğrusu: işçilerin siyasî özlem ve yan ve tüm eylemini bu İşi yapacak fizik-morai
taleplerini) tüm olarak kabul ederken, bu güçlerin oluşturulmasına hasreden ve burjuva
gazetenin kendisi, Sosyalizmin genel gö­ toplum içinde —çok çok önemlidir— Lenin'in
revlerine ve Rusya'nın bugünkü şartlarına «sosyalizmin genel görevleri» dediği şeyi bu «tek­
karşılık verecek olan özgül bir Sosyal-De- nik iş»ten ibaret sayan ve böylece tüm politik
mokrat politikayı saptamayı kesin olarak hedefini «burjuva devlet»le bağıntılı olarak ileri
reddetmektedir.» (a.g.e., s. 55-56). süren bir hareket; ne denli «radikal» gözükürse
Bu pasajdan bugüne kadar bıktırıcı biçimde gözüksün, ne Sosyalist politika anlayışıyla ne de
çok tekrar edilmiş bazı yüzeysel sonuçlar çıkar­ Sosyalist bilinç verme temel göreviyle —«Sosya­
makla yetinmeyeceğiz. Önce burada üç ayrı «si­ listlerin roiü» ile— çakışmaz.
yaset» anlayışından söz edildiğini hatırlatalım. Şu son uzun cümlede söylediklerimi daha
Bunların ilk ikisi, aralarında nüans olmakla bir­ «politik», «esnek» ve örtülü ifade etmek zahme­
likte — Lenin'in de İşaret ettiği gibi— aynı nite­ tine girmeyeceğim. Böyle yapılsaydı, belki bu­
liktedir. Sosyalist politika diye öneriimesine rağ­ günün yerleşik yargılarını incitmemek mümkün
men bu «siyaset»lerin, varolan sınıflı toplumun olurdu. Ama böyle kurnazlıklara başvurmanın
çerçevesi içinde kalan ve bu alan içinde kendi­ sağlayacağı faydalar hepimizden uzak olsun. Ve
liğinden doğan «siyasî özlem ve taleplersin bo­ her zamankinden çok şu dönemde, bu gibi ince
yutlarını aşmadığı, aşamayacağı vurgulanmak­ oyunların lânetlenmesini istemek durumundayız.
tadır, Bazılarını boşuna keşfetme zahmetinden
«Kendiliğinden doğan siyasi mücadele» İle kurtarmak İçin açıkça söyleyelim ki aynı cümle,
işçiler XIX. yüzyıl Avrupasında barikatlar kurup, konumuz olan Me Yapmalı eserinde Lenin tara­
devletle savaştılar, «Komün»ü kurdular, açık ya fından bu biçimiyle ifade edilmemiştir. Ama bu
da gizli dernekler eliyle siyasî eylemin türlü bi­ eserde «Sosyalist politika», «Sosyalist propagan­
çimlerini denediler. Ve Lenin, «kendiliğinden do­ da», «Sosyalist bilinç» ve tüm bunların en somut
ğan siyasî mücadelenin» bu tarihî ve mümkün ifadesi olan «parti» ve işlevi üzerine bizzat Le-
biçimlerini de gözönüne aldığı halde, bunları nin'den aktardığımız cümlelerin özü, bütün bun­
«tüm olarak kabul eden» adamları yine de «sos­ ları üreten Leninist yaklaşım, yaptığımız formü-
yalist» saymanın mümkün olmadığını söylüyor. lasyonu kesinlikle onaylamaktadır.
Ve aynı Lenin: Lenin'in aşağıdaki sözleri üzerinde bugün
«... Bu bize (Raboçeye Dyelo'nun bir tür­ biz elbette daha büyük bir ilgiyle durmak zorun­
lü anlayamadığı şeyi) işçi hareketinde ken­ dayız:
diliğinden gelmeliğin her türlü putiaştırıl- «... İşçi sınıfının siyasî mücadeleye ve hat­
masının, 'bilinç unsurunun' rolünün, Sos- ta siyasî devrime katilması onun politi­
.yal-Demokrasinin rolünün her küçümsen­ kasına henüz bir Sosyal-Demokrat (yani,
mesinin, kaçınılmaz olarak —bunun İstek­ Sosyalist - Ö.L.) politika niteliğini hiç de
le yapılıp yapılmaması hiç önemli değil­ kazandıramaz.» (V.İ. Lenin, Ne Yapmalı,
dir— işçiler üzerinde burjuva ideolojisinin s. 120).
etkisinin güçlenmesi sonucunu doğurdu­ Fakat hemen belirtelim ki eleştirdiğimiz an­
ğunu gösterir.» (a.g.e., s. 49). layış, devlet etrafında dönen içeriğiyle, Leninist
derken, «her türlü» sözcüğünün altını özellikle yorumun ancak zorunlu bir parçası olan bir prog­
çiziyor. Daha önce «heretik akımlar» üzerinde rama sahiptir. Bu bakımdan yalnızca «sınırlı»,
söylediklerimizi bir kez daha hatırlatalım. O hai- «dar» öldüğünü söyleyebileceğimiz bu tip anla­
de bazı «Sosyalist»İerin, sanki işçi sınıfının hiç yışın, örnek aldığı Leninist modeli böyle yorum­
aklına gelmezmiş, hiç böyle bir «İdeoloji» oluş­ laması, burjuva düzenin neden olduğu bir yanıl­
turamazmış gibi.. Sosyalist siyasî hareketin, «bur­ sama ile ilgilidir.
juva devlet mekanizmasını yıkmayı» amaçlayan
hareket olduğu yolundaki tanımlarının ne kadar b) Politika Konusunda Burjuva Yanılsaması
dar bir kafanın ürünü olduğunu görüyoruz. Le- Fiziksel veya bunu hemen gerektiren tanrı­
nin’in, «Raboçeye Dyelo'nun bir türiü anlayama­ sal tipten bir zora dayanmayan kapitalist sömü­
dığı şey» den kasdettiği, şu yu kardaki tipe uyan rü mekanizmasının doğal işleyişi, bu tip zor ku­
ve kendisini «pek devrimci» sanan anlayış sahi­ ramlarını önkoşul saymaz. Soy liberalizm bu
binin kafasındaki «şeysin tıpkısıdır. O Raboçeye mantığa dayanır. Elbette bu demek değildir ki
Dyelo ki «iktisadi mücadelenin siyasî mücadele­ kapitalizmin zor kurumiarına —devlete— ihtiyacı
den ayrılamayacağını» söyleyip «devrimciliğini, yoktur. Aksine biliyoruz ki kapitalizm en yetkin
«Marksist»liğini garantiye aldığını sanırken yine devlet mekanizmasını oluşturur. Burada sözko-
de Lenin'in bu şiddetli eleştirisinin niçin yapıldı­ nusu olan burjuvazinin, egemen sınıf olarak,
ğını anlayamayacaktır. tüm toplumu yönlendiren öge olarak, yani yap­
O halde incelemimizin varmış olduğu nok­ tığımız tanıma göre «politİka»yı belirleyen güç
tada şöyle bir formülasyon yapabiliriz: Yalnızca olarak, kudretini aldığı şeyin fizik zorla ilgisidir.
devletten iyileştirme taleplerinde 'bulunan bir ha­ Ve biliyoruz ki burjuvazi daha henüz elinde hiç­
reket değii, Sosyalist siyasî bilinci «burjuva dev­ bir zor kurumu yokken bile emek sömürüsünü
Birikim 15/39
yapabilmekteydi. Fakat bir feodal İçin elinde göç Marksist için sözkonusu olmamalıdır. Ama görü­
olmadan serileri sömürmek mümkün değildir. nüşün ve geleneksel yargıların etkisindeki kit­
Feodalizmde egemen sınıfla içiçe olan ve onun leler için bu kanma hali her zaman mümkün,
tüm toplumsal faaliyetleri denetlemekte başlıca hattâ kuraldır. Ancak kendi iktisadî-toplumsa!
aracı, hattâ her şeyi olan feodal devlet meka­ deneyleri zamanla «patronlar ve hükümetsin ay­
nizması, politik gücün tek alanıydı. rılmazlığını Öğretince bu kez ikinci bir yanılsa­
Oysa kapitalizmin «serbest mübadele» ilke­ maya kapılmak kural haline gelir. Bu yanılsama
si kendince bir zoru barındırır. Ama bu kendince burjuvazinin devletten güç aldığı, dolayısıyla
zorun, devlette simgeleşen somut, fiziksel zorla devlete yönelik eylemlerle bu gücün kırılabile-
ilgisi yoktur. Hiçbir işçi, kural olarak zorla' ça­ ceğidir. Bu ise, deyim yerindeyse gerçeğin yarı­
lıştırılmaz. Burjuvazinin devletten istediği görev, sıdır.
bu kendince zorun egemen olduğu alanı, «ser­ Önemle belirtelim kİ, «radikal» eylemin bur­
best mübadele» alanını «dış»tan, korumaktır. E- juvazinin sınıf olarak varlığına son veremeyece­
konomik İçsel yasaları İle sömürülmek zorunda ğini tartışmıyoruz. Spekülatif mantık böyle bir
olan ve bu «mecburiyetlerini» bizzat kendilikle­ eylemin çeşitli türlerini plânlayabilir. Kaldı ki
rinden duyan insanlar, «serbest mübadelesnin anarşizmin siyasî programı da tam böyle bir ey­
isteyişini engellemedikleri sürece özgürdürler, lem üzerine oturtulmuştur.
çalışıp çalışmamakta karar kendilerince verilir. Politik hedefini «burjuva devleti yıkmak»
Ama bu özgürlük, üretim araçlarına sahip olma­ olarak belirleyen «radikal» eylemle, anarşizm
yan insanları, sermayenin zorunlu esirleri haline —hele bunun anarko-sendikal'ızm türü— arasın­
gelmekten kurtarmaz. «Özgür» ekonomik düze­ da bu açıdan özdeşlik vardır. Üstelik benzerlik
nin otomatik işleyişi böylece hiçbir dış zora baş­ «özel mülkiyetin kaldırılması» temeli üzerinde
vurmaksızın işler. oluşturulan programda da devam eder. Burada
Bu bakımdan ne kadar yetkin olursa olsun yapılabilecek olan itiraz eğer —bu yıkma işin­
burjuva devlet, gerçek gücünü ekopominin bu den sonra— «biz devleti kabul ediyoruz, anar­
otomatik işleyişinden alan burjuvazi İçin başlıca şistler etmiyor» yolunda olacaksa, Lenin böyle-
politik güç değil, politik gücü sayesinde kullan­ lerine «küçük burjuva bayağılığı» sıfatını verir.
dığı bir araçtır yalnızca. (Bkz. Devlet ve İhtilâl, «Anarşistlerle tartışma»
İşte bundandır ki tarihte ilk kez egemen sı­ bölümü).
nıfla zor kurumunun içiçeüği burjuva toplumda Terörün burjuvazi İç in ' «yıldırıcı», kitleler
gözükmez. Zor kurumu (devlet) ayrı bir yapı ola­ için «heyecanlandırıcı» etkisine dayalı «eylem
rak belirir ve egemen sınıfla bağı dolaylıdır. Böy­ programları»™ reddettiğini söyleyen biri, «kitle­
lece ilk yanılsama tipi henüz burjuva toplumun leri harekete geçirmek için» terör yolunun yan­
doğuşunda ortaya çıkar. Ekonomiye egemen lış veya sonuçsuz olduğunu ileri sürerek kendi­
«patronlar» ve devleti yöneten «profesyonel po­ sinin ise aynı amaç için «örgütlemeyi», yani or­
litikacılar» tn şahsında yapılan yapay bir ekono- ganize bir fizik güç haline getirmeyi savunduğu­
mi-politika ayrımı oluşur. nu söylerse, yine «politik çizgi» olarak anarşisti
İşbölümünün giderek genişlediği burjuva aşmış olmaz. O. böylece ancak farklı «yöntem»
toplumda «devleti yönetmek» mesleğine talip öneren biri olur. Çünkü her ikisi de «harekete
olan «politikacıların politika kavramının özü geçirmek» İçin farklı «ikna» yöntemleri kullan­
olan yönlendirme fonksiyonu İle ilişkileri ola­ mış olurlar ve biri öbüründen daha «düzenli»
maz. Onlar, çerçevesi burjuvazinin temel çıkar­ olma sıfatını kazanır, o kadar. Kitle veya sınıf,
ları ile uyumlu olarak çizilen alan içinde müm­ devletin fizik zorunu aîtedebilecek fizik bir po­
kün alternatifleri, bu sınıfın belirleyici bir bölü­ tansiyel olarak ele alınmaktadırlar.
münün onayını aldıktan sonra uygulamak hakkı­ O halde bir Markistle Anarşisti ayıran şey,
na sahiptirler yalnızca. Ancak toplumun gelenek­ burjuva devleti yıktıktan sonraki programların­
sel yargılarının da etkisiyle, sahnenin önünde daki farklılık —ki yine devlet konusunda— de­
bulunan bu İnsanlara ve onlarda temsil edilen ğildir. Önemli ve temel ayrım, asıl bu noktaya
devlet kuramlarının fizik gücüne bakanlar, en üs­ nasıl, hangi yolla gelecekleridir. Yani, eğer «dev­
tün kudretin, politik gücün bunlarda olduğunu leti yıkmak» bir görevse; sorun, bunu nasıl müm­
sanır. kün gördükleri ve bu imkânı yaratmak için ge­
Burjuva ideolojisi, burjuva toplumun ekono­ çecek süre içinde nasıl bir politik eylem çizgisi
mi ve devlet kurumlarının görünür ayrılığını vur­ izleyeceklerindedir.
gulayarak, politikanın devletle özdeşlenen bir yo­ «Burjuva devletsin yıkılması konusunda var­
rumunu yerleştirmeye azami özen gösterir. Bu dığımız sonuçlar ve bu konudaki «radikal» yak­
onun temel özelliğidir. Ve kesinlikle bir kurnazlık laşımların gerçek Sosyalist anlayışı tümüyle kap­
ürünü değildir. Aksine, içten burjuva inancını samadıkları biçimindeki ifadelerimizin bizi görü­
yansıtır. ¡Böylece feodal ideolojinin bireylere, nürde hayli hassas bir noktaya getirdiğini bük
«adil», «dirayetli» yöneticilere ilişkin olarak ya­ yoruz. Böyle bir durumu daha da belirgin kıla­
rattığı yanılsamanın benzerini «dev!et»le yapmak cak olan «burjuva toplumda politik odağın dev­
ister. let değil ekonomi olduğu» yolundaki sözlerimiz,
Bu yapay ayrıma kanmak, elbette hiçbir varolan hassasiyeti daha da duyarlı yapacaktır.
İ İ İ .s.asa.

Birikim 15/40
Ve bu duyarlığın etkisiyle şöyle bir sorunun lir, ki doğrudur bu. Çünkü içinde yaşadığımız
yöneltilmesi doğaldır: Eğer burjuva toplumun toplumda hâlâ vaktiyle feodaliteye güç veren
politik odağı ekonomiyse, bu toplum biçimine toplumsal ilişki biçimleri —yani insanlar arasın­
karşı devrimci mücadele, ekonomi alanında mı da zorla tayin edilen hiyerarşiye uyarlı ilişki—
verilecektir? vardır. İşte bu kalıntı halindeki ilişki biçimlerinin
İncelememizin buraya kadar olan kısmı varlığında feodal ideoloji yaşar. Ö halde «bur­
açıkça gösterir ki, bizim bu soruya vereceğimiz juva ideolojisi» tanımındaki «burjuva» kelimesi­
cevap «hayımdan başka bir şey olamaz. Böyle ne saplanıp kalmayalım.
bir soruya «evet» demenin gerekçelerinin en son Yukarda verdiğimiz örneği bir kez daha ha­
bulunacağı yer herhalde Ne Yapmalı'dır. Ama biz, tırlatalım. Feodal ideolojiyi, feodalitenin yoklu­
verilecek «hayır» cevabını değil, bu cevabın na­ ğuna rağmen yaşatan şey, zora dayalı ilişki bi­
sıl bir içerikle sunulduğunun önemli olduğu bir çimlerinin varlığıydı. Öyleyse burjuva ideoloji­
dönemdeyiz ve bunun için bu soru belirleyici sini burjuvaziye rağmen yaşatan şey, tarihte ilk
önemdedir. Rahatlıkla iddia edebiliriz ki, bu so­ kez burjuvazinin öncülüğüyle, onun eylemiyle
ruya verilecek cevabın içeriği, bütün bir Marksist toplumun belirleyici ilişkisi haline gelmiş olan
tarih bilincinin, biliminin mihenk taşıdır. Ekono- «meta üretimi»ne uyarlı «ilişkilersin varlığıdır.
mîzm ve Sosyalist anlayış arasındaki çizgi anti- Biliyoruz ki, tarım ve sanayi özünde «orga­
Kapitalizm ve Sosyalizm arasındaki nitel fark nik hayatın devamı için gerekli ürünleri elde et­
ve kendiliğindenciiikle bilinçli —Marksist— öğe­ mek» ihtiyacından doğarlar. Ve biz ekonomi der­
nin ayrım noktası, özellikle çağımızda, burada, ken, bu ihtiyaçların gerektirdiği üretim ve bun­
bu soru üzerinde düğümlenir. ların paylaşım süreçlerinin toplamını anlatmak­
Marksist Tarih bilincini, tarihî gelişme hak­ tayız.
kında Marksist anlayışın yaratıcı özünü özellik­ Ancak bir noktaya vardır ki arttk orada, eko­
le vurguladık ve vurgulayacağız. Çünkü ana -ko­ nomik faaliyetin tarihî özü olan «organik haya­
numuz olan «Sosyalist Politika» bu zorunlu ve tın devamı için gerekli ürünleri elde etmek»
içsel bağlamından koparılamaz ve eğer böyle bir amacı, optirna! sınırı aşar. Feodal toplumun ka­
şey yapılırsa Sosyalist Politika ancak bir «siyasî rakteristiği olan «kıtlık» krizleri yerine «fazla
program» olarak diğer bu tür başka program­ üretim» krizleri başlar. Kapitalist krizlerin bu özel­
larla yalnızca «faydalılık» konusunda Ölçülür. liğini «bir yanda depolar dolusu mal, öbür yan­
Oysa Marksistlerin temel bilimsel tezi; Sosya- da bu maldan yoksun insanlar» diye tanımlarız.
İİzm'în, bütün bir insanlık tarihinin, çağımızda Böyle bir durum vardır. Ama olgunun asıl tarihî
oluşması için gerekli tüm koşulları yarattığı bir anlamı bunun ötesindedir. Feodal krizlerde «de­
aşama olduğu temelinden hareket eder. podaki mal», yalnızca feodallerin ihtiyaç duyduk^
Tarihî gelişimin yarattığı bu imkânların ne­ farı kadardır. Ve feodaller bu «deposyu boşalt­
ler olduğunun ¡bilinmesi, bilincine varılması.., İş­ mak istemezler. Oysa kapitalistler, «ölmemek»
te devrimci, «en ilerici» teorinin olmazsa olmaz için «depoyu boşaltmak» zorundadırlar. Bunun
temel özelliği! O halde tarihî gelişimin maddî te­ için yapabildikleri kadar ucuza satarak «depo»-
meli yaratmış olması yetmez, «insanlarsın da bu­ yu kendilerince açarlar. Denilebilir ki, bu sırada
nun bilgisine, bilincine sahip olmaları da gere­ işsiz yığınların bu ucuzluktan yararlanabilecek
kir. Böyle bir bilincin varolan toplum biçiminin parasal imkânları yoktur. Ama bu yalnızca eko­
ideolojik çemberini aşabilmekle mümkün oldu­ nomik düzenin çelişkisini gösterir. Olgunun öz­
ğunu biliyoruz. gün tarihî anlamını açıklamaz.
Ama burjuva ideolojisi öyledir ki, öyle bir Bu tarihî anlam şudur ki, artık toplumun
temel üzerinde oluşturulmuştur ki, sınıf olarak toplam üretim potansiyeli, «organik yaşamın de­
burjuvaziye tepki duyulsa ve sırf bu tepkiden vamı için gerekli olan» toplam toplumsal İhti­
kaynaklanan bir karşı-hareket oluşturulsa bile, yacı aşmıştır. Yani, ekonomik faaliyet, tarihî gü-
bu hareketin ideolojisi yine temelde burjuva ideo­ dücüsünün sınırlarım aşmış, onu artık elde edil­
lojisiyle ortaktır. O halde burjuvaziye tepki duy­ miş bir hedef haline getirmiştir. Ve bu noktaya
mak, ondan ölesiye nefret etmek ve onun sınıf ulaşmakla tarih açısından devrimci görevini yap­
olarak varlığına son vermeyi istemek, burjuva mış olan burjuvazinin, sınıf olarak olumlu fonk­
ideolojisinin çemberini aşmaya yetmez. Onun siyonu doğal sınırına varmıştır. Böylece bu «sı­
içindir ki. Lenin yalnız sendikalist eğilim değil, nırsa varılıncaya kadar tüm toplumsal faaliyet­
terörist-anarşist eğilimleri de, burjuva ideoloji­ leri yönlendiren ekonomi faaliyetinin bu özelliği,
sinden kurtulmamış olmakla niteliyordu. (Bkz. yavaş yavaş azalmaya başlar. Genişleyen top­
Ne Yapmalı, s. 95 -99). lumsal faaliyetler alanı içinde ya yeni, görece
Demek oluyor ki, «burjuva ideolojisini ya­ bağımsız faaliyet alanları oluşur, ya da —aynı
şatan yalnızca burjuvazinin sınıf olarak yaşıyor zamanda— geleneksel faaliyet alanlarının eko­
olması değildir. Bu, ancak «görünür neden» sa­ nomik faaliyetle doğrudan bağı zayıflamaya yüz
yılabilir. Bir örnek verelim; Bugün birçok ülkede tutar artık.
feodalite denilebilecek bir sınıf, kategori yok­ Burjuva toplumun toplumsal-politik krizle­
ken bile oralarda sık sık «feodal eğilim»lerden, re girdiği dönem başlar. Ekonomik faaliyetin «po­
«feodal ideolojinin yaşıyor oluşundan söz edi­ litik odak» olma niteliğindeki potansiyel azalma.
Birikim 15/41
egemen sınıfın kendini koruma araçlarına baş­ mektedir. Özünde organik hayatın ihtiyaçlarına
langıçta vermediği fonksiyonları adım adım ver­ yönelik olan ekonomi, artık yalnızca herhangi
meye 'başlamasıyia kendini gösterir. Burjuva dev­ bir toplumsal faaliyettir ve yönlendirici olmaktan
let, ya «demokratikleşerek» ya da Keynesci ik­ çıkmıştır.
tisat anlayışındaki gibi yarı-yönlendirici bir fonk­ Ve çağımızda burjuvazi, tıpkı geçmişin feo­
siyon kazandırılarak öne sürülür. Ama görüldü­ dalleri gibi, yerleşik ideolojiden de yararlanarak
ğü g|bi bütün bunlar burjuvazinin temel dayana­ konumunu korumak ve varolan tüm gelişmeleri
ğı oian meta üretimine dayalı ekonomi faaliye­ kendi alanı içinde tutabilmek için çırpınmakta­
tinin, yine belirleyici kılınması için yapılmış «re- dır.
vizyon»lardır. Bir anlamda geriye dönüş —yani Önemle belirtelim ki metin boyunca tekrar­
politik gücün yeniden tıpkı feodalizmde olduğu lanan «ekonomik faaliyet» sözünü, «organik ha­
gibi zqr kurumlarıyla elde tutulmasına dönüş— yatın ihtiyaçlarını karşılayan üretim» ve bu üre­
olarak niteleyebileceğimiz bu yöneliş «burjuva­ timin sonucu elde edilen ürünlerin «mübadeie»st
zinin gerici bir sınıf haline geldiği» yargısının olguları ile sınırlı kullanıyoruz. Eğer bu sözü, bur­
temelidir. juva anlayışın çerçevesi içinde kullansaydık, bu
Burjuvazinin, burjuva ideolojisinin çağımız­ toplum biçiminin her şeyi «meta» haline getiren
daki her gelişmeyi kendi ölçüleri İçinde işlerliğe işleyişi içinde her toplumsal faaliyetin, ekonomi­
sokmak istediğini veya sırf kendi konumunu ko­ nin doğal konusu olduğu yanılsamasından kur­
rumak üzere biçimlendirmeye çalışıldığını görüyo-, tulamazdık. Bu durumda da ekonominin artık
ruz. Bir yanda tüketim toplumunun o artık ras­ belirleyici faaliyet olmadığı yolundaki yargımız
yonelliğini iyice kaybetmiş bir üretim-tüketim anlamsız, saçma olurdu.
faaliyetini kamçılayarak, «daha mutlu hayat için O halde burjuva ideolojisinin çok daha zor
daha fazla tüketmek gerektiğini» empoze eden kavranabilen bir yanılsaması ile karşı karşıyayız
ekonomik-ideolojik seferberliği; öte yanda bilim­ demektir. Toplumsal faaliyet alanlarının her so­
sel gelişmelerin yarattığı dev enerjileri yoketme nucu ve somut ürününün insan ihtiyaçlarına yö­
araçları imâline kanalize ederek yürüttüğü ter­ nelik olduğu söz götürmez. Ama bu faaliyet alan­
monükleer {ve Biolojik-Kimyasal) silâh seferber­ larının yukarda da önemle vurguladığımız gibi
liği. Bugünün burjuva toplumu hayatta kalabil­ «doğal ihtiyaçlara ilişkin olmayan ve insanı, top­
mek için bu görünürde karşıt iki eğilimi de son lumu, fizik etkinliğinin çok üzerinde etkinliklere
noktasına kadar körüklemek zorundadır. Tarihî kavuşturan, onların salt insana özgü çabalarına
ikilemdir bu ve tüm egemen sınıfların kaderi yepyeni ufuklar açarak, gerek doğa ve gerekse
böyledir. Feodaller özünde daha çok soymak toplumun dönüştürülmesi gibi salt insana özgü
için ticaret ve sanayiyi engellememek zorunday­ eylem alanlarına katılmasını sağlayanları vardır.
dılar. Ama gördük ki bu faaliyetler sonucu yük- Yani bu faaliyet alanları, ihsan ve toplumun öyle
sejen sınıflar giderek feodalleri alaşağı edecek ihtiyaçlarını karşılar ki, insanlar bu ihtiyaçlarını
duruma geldiler. Şimdi de burjuvazi üretim ve giderdiklerini yeni ve daha üst bir ihtiyacı duy­
tüketimi körüklemek için kullanmak istediği ça­ makla anlarlar. Oysa «doğaî ihtiyaç» lar böyle
ğımızın dev gelişmelerinin giderek kendini aşan midir?
ve olumsuzlayan toplumsal güçler yarattığını sez­ İşte ekonomist «teori»lerin temelindeki ak­
mekte ve bunları yine aynı tip gelişmelerin bir saklık, burjuva toplumun ekonomik faaliyetin
bölümünü kendi koruma araçları haline getire­ konusudur dediği şeylerin bu iki ayrı Öğeden
rek, durdurmak istemektedir. Ama görülüyor ki pîustuğunu görememekten gelir. Ekonomist, ne
burjuvazinin her ilacı onun için zehirdir. denli «radikal» olursa olsun, burjuva ideolojisi­
Şu halde klasik burjuva toplumda her tür­ nin özünden gelen bu yanılsamaya boyun eğer.
lü güç kaynağım oluşturan ve buna bağlı ola­ Burjuva ideolojisinin hemen hemen tüm faaliyet
rak toplumun tüm faaliyetlerini yönlendirmek gi­ alanlarını kapsar biçimde sunduğu «ekonomi»
bi en temel gücün (politik gücün) odakiaştığı alanına bakan bir ekonomistin burada göreceği
yer olan ekonomik faaliyet, tarihî hedefine var­ manzara —tıpkı bir burjuva gibi— muazzam bir
mıştır. O, bu hedefine varırken toplumun her tür­ «metaslar yığınıdır. Ve artık onun düşüneceği bu
lü faaliyet alanım bu uğurda kullandı. «Odak» metaların düzenlenmesiyle sınırlı bir programdır,
olma durumunu bunun için söylüyoruz. Bu ba­ Ve bunu içindir 'ki burjuvazinin her «düzenleyici»
kımdan ekonomik faaliyetin yürütücü unsuru tedbiri, ekonomistin ona yaklaşması sonucunu
olan burjuvazinin «devrimci» görevini yerine ge­ doğurur.
tirdiğini söyleriz. Ancak hedef gerçekleştirildik­ Burjuva toplum biçiminin «meta ilişkileri»
ten sonra hâlâ sınıf olarak konumunu koruma­ ile karakterize edilen yapısı içinde, bu tarihî dö­
ya yönelik gerici tedbirler almasıyla o artık ta­ nem için «meta» biçimine büründürülen, sırf İn­
rihî bir engel haline gelir. sana özgü fonksiyonlara ilişkin toplumsal faali­
Burjuvazinin giderek gereksizleşen fonksiyo­ yetlerin, toplam toplumsal «üretim» içinde pek
nuna temel aldığı ek.onomik gerekçeler, bütün bu az payı vardı. Ama artık onlar hem toplam top­
tarihî kanıtların yanında, ayrıca çağımızın daha lumsal etkinliğin belirleyicisi haline gelmiş ve
şimdiden dev boyutlara varmış yeni gelişmeleri­ hem de zorla büründükleri bu biçimi yarı bilinç­
nin açtığı ufuk içinde daha bir anlamım yitir­ le zorlamaktadırlar.
Klasik burjuva toplumun politik odağı olan

Birikim 15/42
İM. LENİNİST PRATİĞİN YORUMU
ekonominin, emperyalizm çağıyla eş zamanlı
olarak başlayan, 'bu konumundan uzaklaşma sü­ a) İşçi Sınıfı İçin «Devrimci» (Politik) Bilinç
reci, içinde yaşadığımız dönemde artık kesin «Bilinçli öge» gibi bir kavram, örneğin bur­
çözüm gerektiren bir durum yaratmıştır. Bunu juvazi için ve onun devrimci misyonunu yerine
burjuva toplumun genel ve sürekli bunalımının getirdiği dönemlerde sözkonusu değildi. O dev­
kökenlerine inen yakardaki çözümlememiz gös­ rin ideologları temelde burjuvazinin temsil et­
termişti. tiği meta-üretiminin özgürce gelişmesi ve buna
O halde burjuva toplum içindeki politik mü­ uyarlı bir üstyapının biçimlendirilmesi İçin ça­
cadelenin ekonomi alanında mı verileceği şek­ lıştılar.
lindeki bir soru tarihen anlamsız kalmaktadır. Bu Burjuvazinin devrim yapması için edinmesi
aşılmış bir sorunsalın ürünüdür, geçersizdir ar­ gereken ve onun kendiliğinden oluşturamayaca­
tık. ğı bir «biiinçsten bahsedemeyiz. Çünkü bizzat
Yazımızda sürekli olarak devrimci politika­ yerine getirdiği fonksiyonun doğal gerekleri ve
nın, devrimci nitelikteki olgulara ve böyle bir po­ bu fonksiyonun giderek toplumun tüm faaliyet­
tansiyel taşıyan gelişmelere dayalı olarak yürü­ lerini yönlendirir olmasından ileri gelen politik
tüleceği vurgulandı. gücü, bu sınıf tarafından öylesine dolaysızca
kavranılır ki, onun ayrıca bir «bilinç»le bu ol­
Nasıl ki burjuvazi feodalizmin kaynaklandı­ gunun farkına varması gereksizdir.
ğı temel alan ve ilişkilerin dışında oluşturduğu O halde yukarda burjuvazi için sözkonusu
kendi devrimci gücüyle, feodal toplumun bağrın­ oian süreç, Lenin'e göre işçi sınıfı için geçerli
da yeni bir politik gücü temsil ettiyse, bu tarihî değil demektir. «İşçi sınıfına bilincin dışardan ve­
yasanın belirlediği gibi bir süreç, tarihî örnek­ rileceği» tezi bilindiği gibi temel bir ayrım çiz­
lerinden de görüldüğü üzere Sosyalist devrim gisidir.
için de sözkonusudur. Ve nasıl ki burjuvazi an­ Ne yapmalı'da ısrarla vurgulanan «bilinç» ve
cak çağının tüm yaratıcı faaliyet alanlarının po­ «kendiiiğindenlik» ayrımının kökeninin ve niçin
tansiyellerini bir araya getirerek, feodal toplum Sosyalist devrim için böyle bir özel durumun
içinde kendi temsil ettiği ilişkilerin belirleyici ol­ varolduğunun teorik bir açıklanmasına rastlamı­
duğu bir alan yarattıysa ve bu alanın giderek yoruz. Ama «bilinç» konusunda halen yaygın olan
tüm toplumsal alanın temel yönlendiricisi hali­ anlayışların buiamklaştırdığı havada bu çizginin
ne gelmesiyle devrîmini gerçekleştirmişse, aynı nereden geçtiği son derece önem kazanıyor.
genel yasalar tüm devrimler için geçerlidir.
Lenin'in yaptığı ayrımın mutlak gerekli ol­
Bütün bu genel yasalar içinde yürüyen dev­ duğu yolundaki yargımızı bundan önceki bölüm­
rimci politika, apaçıktır ki, varolan topium bi­ de vardığımız tesbitlerin ışığında açıklamağa ça- v
çiminin kabul ettiği politik mücadele alanının Iışacağız.
ve biçimlerinin dışındadır. İllegalitenin temeli Burjuva toplumun bunalıma girmesiyle daha
budur. Ve bu, «yasadışı» olmanın ötesindedir. Her açıkça görülen tarihî durumu şöyle ifade etmişe
topium biçimi, özünde kabul ettiği bazı politik tik: Artık toplumsal gelişmeyi büründürüldüğü
mücadele biçimlerini geçici olarak yasaklar, «ya­ «meta» biçiminin altında ve bu biçimin tarihî
sa dışı» ilân eder. Devrimci politikanın iliegalite- kısıtlayıcı etkisine rağmen temelde belirleyen,
sinin bununla ilgisi yoktur, her ne kadar o ge­ yönlendiren öge; özünde «insanın ayırdedici
nellikle «yasadışı» halde bulunsa da. fonksiyon»u olan zihni faaliyet He ilişkin süreç­
lerdir.
Konunun temelinde şu olgu yatar: Devrimci po­ Eğer bu tesbit doğruysa, burjuva toplum için­
litika yalnızca varolan politik mücadele kanalları­ de meydana gelen bu yönlendirici alanda yeri­
nın dışında olmakla belirlenmez. Bunu söylemek, ne getirilen fonksiyon ile, işçi sınıfının yerine ge­
onun, bu kanalları kullanmayacağı anlamına gel­ tirdiği geleneksel fonksiyon arasında nitef bir
mez. Ama bunlara hem sınırlı bir önem verir, hem fark var demektir. \
de olağaıfıın dışında, kendi asıl politikasına uyar­ Somut üretimde belli hareket biçimlerinin
lı bir araç halinde kullanır. (Bolşeviklerin Duma’ makinelere uygulanması olan İşgücü fonksiyonu­
ya katılmasını hatırlayalım.) Ona bu niteliği ve­ nu temsil eden işçi sınıfı, burjuva toplumunda
ren asıl şey, devrimci politikanın varolan toplum yalnızca ekonomik güçsüzlükle değil, ayrıca bu
içinde politik bir güç haline gelmesine izin ve­ «insana özgü fonksiyonsun toplumsal faaliyet
rilmeyen veya böyle bir niteliği var sayılmayan olarak yerine getirildiği alanlardan da uzak ol­
toplumsal potansiyellere dayalı oluşudur. Ama makla tamlanabilir. Böyfece ürünü bilgi ve daha
elbette bu «politika-dışı» sayılan öğelerin özünde üst biçimlenişi bilim olan faaliyetlere katılmak, -iş­
tüm toplumu yönlendirebilecek potansiyele nes­ çi sınıfı için açıkça ya da örtülü yollarla kapa­
nel olarak sahip olmaları gerekjr. Tarihî gelişme­ lıdır. Bu, burjuva toplumun adeta işbölümü gibi
nin ortaya çıkardığı ve çoğu kez varolan ideo­ her sınıf veya kategoriyi belli fonksiyonların sınırı
lojik örtüler altında farkına varılmayan bu im­ içinde tutan yapısının sonucudur.
kânı görebilmek de bu «örtü»yü kaldıran «en O halde işçi sınıfının kendi sınırlı fonksiyo­
ilerici teorbnin harcıdır. nunu aşmak için değii, bu fonksiyonun «meta»
Birikim 15/43
olarak değerini arttırmak veya yerine getiriliş ko­ tirecek duruma erişerek aşmasını başlıca, ayrıl­
şullarını düzeltmek için yrütülen ekonomik-poii- maz temel olarak almayan herhangi bir politik
tik mücadele, burjuva toplum ile çelişmez, onun hareket devrimci sayılamaz. Açıktır ki bu yak­
alanı İçindedir. Sendikalizmin burjuva ideolojisi laşım, işgücü fonksiyonunun gerekliliğini gide­
olduğunu bunun için söyleriz. «Kurtuluş»la kas­ rek yok edecek gelişmelerin hızlandığı bir dö­
tedilen, sırf ekonomik güçsüzlükten doğan ve in­ nemin ürünü olabilirdi.
sanın organik ihtiyaçlarının tatmin edilmeyişin­ Cevap verilmesi gereken «daha üst fonksi­
den gelen fizik acılardan kurtulmak değildir. Çün­ yonsun ne olabileceğidir. Ayrıca bu fonksiyona
kü İşçi sınıfının, insan olarak sahip olduğu ye­ erişmenin hem mümkün hem de «devrimci» sa­
teneklerin, potansiyel imkânların, hayli kısıtlı bir yılmasının açıkça görüldüğü bir toplumsal duru­
alan içinde hapsedilmiş olması asıl sorundur. mun var olup olmadığı da açıklanmaiıdır.
Bir diğer açıdan bakılırsa görülür ki işçi ve Her iki soruya da cevabı daha önce vermiş­
burjuva (kapitalist) ancak meta-üretimi temeli tik. Burjuva toplumun bunalımı içinde, yönlen­
üzerindeki bir toplum biçiminde fonksiyonel bir dirici hale gelen, toplumsal gelişmeyi temelde
bütünlüğü temsil ederler. Yani her iki sınıfın ye­ belirleyen olguları İşaret etmiştik.
rine getirdiği fonksiyonların toplamı, tüm toplum­ O halde işçi sınıfının kendisini toplumsal ge­
sal fonksiyonları vermez. Örneğin «insanın ayırd- lişmeyi belirleyen öğeyle özdeş kılması, bunu
edici özelliği» olarak tanımladığımız zihnî faali­ gerçekleştirebileceği bir politik eylem programı­
yetlere ilişkin fonksiyon, bu bütünlüğün dışında­ na sahip kılınması esastır. Devrimci politika an­
dır. Bu bakımdan sırf «üretim araçlarının sahipliği, cak bu temel üzerine inşa edilebilir. Çünkü çağ­
yönetimi» gibi bir fonksiyona sahip olan burjuva­ daş toplumda bu yönlendirici alanlardan uzak
zinin bu fonksiyonunu elde etmek amacında olan tutulmuş olan ve bu uzaklığını günlük gözlemle­
bir hareket, yani programı «mülkiyet» sorunuyla rinde en dolaysız duyabilecek olan sınıf, işçi
belirlenmiş bir politika, ne denli radikal gözükür­ sınıfıdır. Dolayısıyla onun bu eksikliği, yokluğu
se gözüksün ancak anti-kapitalisttir. olumlu bir bilinçle aşmasına yer vermeyen bir
Lenin'in: «işçi sınıfının siyasî mücadeleye ve politika, toplumsallaşmayı temel alan Sosyaliz­
hattâ siyasî devrime katılması onun politikasına min kesinlikle dışındadır.
henüz bir Sosyal-Demokrat (o çağda Sosyalist Burjuva toplumda kısıtlı bir alana hapsedil­
demektir) politika niteliğini hiç de kazandırmaz» miş olan işçi sınıfı, bu kısıtlılığım aşıp, çağının
(Ne Yapmalı, s. 120} sözleri üzerinde bir daha genel bilgilerine sahip olmak İstediğinde, bu kez
düşünelim. de burjuva ideolojisinin bilgi, bilim alanında olan­
O halde İşçi sınıfının yerine getirdiği fonksi­ ca, hızıyla sürdürdüğü bulanrkiaştırmalarla yüz-
yonun aynı kalacağı temelinden hareket eden yüze gelecektir. Üstelik sınıflı toplumda geçerli
veya bu fonksiyonun ancak meta-üretimi çerçe­ bilgi hiyerarşisinin özel jargonlar ile büsbütün
vesi içinde zıddı olan «mülkiyet fonksiyonu»nu esrarlı gösterdiği bü alan, işçi sınıfının kendi­
amaçlayan her tür politika, burjuva ideolojisine liğinden yönelişini ta başından kıracak önemli
bağımlıdır ve kendiliğinden hareketin sınırları için­ bîr engeldir.
dedir. Varolan burjuva toplumda «politik odak»ın
Buradan dolaylı olarak çıkan diğer bir sonuç «salt insana özgü faaliyet alaniarı»na doğru kay­
da işçi sınıfının devrimci nitelik kazanmasının dığını işaret eden teşbihimizin ilk görünür kanı­
kendi fonksiyonunun olumlu değerlendirilmesin­ tı, tüm dünyada radikalleşen aydın hareketidir.
den de doğmayacağıdır. Yani sınıf bilincine ka­ 1900'lerde bir ölçüde Çarlık Rusyasının özel ko­
vuşmak, işgücü fonksiyonunun önemini kavra­ şullarından da ileri gelen «aydınların yığın ha­
mak demekse, bu, ancak sendikalizme uyarlıdır. linde Marksizm’e sarılmaları» gibi bir olgu, bu­
İşçi sınıfının sınıf bilincine ermesi tanımına, gün artık evrensel bir karakter kazanmıştır.
eğer devrimci bir içerik verilecekse bu ancak, Marksizm'in Politik eylem hali, oian Sosya­
İşçi sınıfının kendi fonksiyonunun sınırlılığının lizm, tüm toplumsal faaliyetlerin toplumsallaş­
farkına vardığı, bu sınırlılığı aşmasının gereğine masını temel alır. Bu bakımdan Marksist aydı­
inandığı belirtilerek mümkündür. nın ilk ve temel görevi, kendi faaliyetini toplum­
Demek oluyor ki işçi sntfının devrimci bilinç sallaştıracak bir çabayı kendiliğinden gösterme­
kazanması, onun kendisini belirleyen fonksiyonu sidir. Bu demektir ki, o, varolan ideolojik bula­
aşmak, yeni ve üst fonksiyonlara kavuşmakla for­ nıklıklar İçinden özellikle işçi sınıfına kendi faa­
müle edebileceğimiz bir görüşe varması demek­ liyetinin tüm içeriğini, her boyutuyla sunmakla
ti/. Bir devrimci sınıf olarak işçi sınıfının bu görevlidir. Bu görev, Marksist bakışın ince bur­
niteliği, diyelim burjuvazi gibi yerine getirdiği fonk­ juva saptırmalarını geçersiz kılan sistematiği İçin­
siyonun doğal sonucu, gereği değildir. Burjuva­ de düzenli ve mümkün olan en yaygın ölçüde
zi, yerine getirdiği fonksiyonu daha iyi yapmak yerine getirilmelidir. Daha 1900’lerde Lenin Ne
için mevcut çerçeveyi değiştirmenin gereğine do­ yapmalı'da şunları yazıyordu:
laysızca vardı. Oysa isç[ sınıfı için tamamen ak­ «Elbette ki bü; öyle bir ideolojinin (Sos­
sine bir durum sözkonusudur. yalist ideoloji. Ö.L.) yaratılmasında işçilerin
Görülüyor ki İşçi sınıfının, halen temsil ettiği rolü olmayacağı anlamına gelmez. Ama on­
fonksiyonu, daha üst bir fonksiyonu yerine ge­ lar bu işe işçi olarak değil, sosyalist teo-
riciier olarak, Proudhon'lar gibi ve Weit-

Birikim 15/44
önce tanımladığımız hayran tavrının kanıtlarıyla
lig'ler gibi katılırlar; başka bir deyişle, iş­ çıkmak, suçlayıcının «olumsuz» dediğine «olum­
çiler, bu göreve, ancak çağlarının bilgisini lu», «gerekli» diye karşılık vermek, temelde suç­
edindikleri ve o bilgiyi geliştirdikleri zaman layıcının bakış açısı İçinde olmak demektir.
ve bunu-yapabildikleri ölçüde katılabilirler. Leninist parti, klâsik bir parti değildir. Ama
Ama emekçilerin bu işte daha sık başarı bu yetersiz bir. tanım. Aslında daha çarpıcı ama
gösterebilmeleri için genel olarak işçilerin daha gerçek bir tanım gereklidir: Leninist parti,
bilinç seviyesini yükseltmek yolunda bü­ parti değildir. O, sosyalist toplum biçiminin, mev­
tün çabalar gösterilmelidir; işçiler, «işçiler cut toplumsal koşullarda gerçekleştirilmiş ilk bi­
için literatürsün yapma, dar sınırları içine çimlenişidir. Bu bakımdan o, bir klasik partinin
kendilerini hapsetmemelidirier, genel lite­ fonksiyonları ile değil, bir toplum biçiminin fonk­
ratürden yararlanmayı gittikçe daha iyi siyonları ile yüklüdür. Eğer gerekiyorsa «parti»,
öğrenmelidirler. Burada, belki de «kendi­ ancak bir toplum biçimiyle kıyaslanabilir, o top­
lerini hapsetmemelidirier» yerine «hapse- lum bîçiminjn herhangi bir fonksiyonuna uyarlı
dilmemelidirîer» demek daha doğru olur, klasik parti ile değil.
çünkü işçilerin kendileri, aydınlar içirt ya­ Öyleyse «parti»nin fonksiyonlarındaki çeşit­
zılmış olan her şeyi okumak ve daha çok lilik ve kendisine «bütün sınıflar içinde» gibi top­
okumak istemektedirler ve işçilere fabrika lumu tümüyle kapsayan bir alan çizmesi bun­
şartları hakkında birkaç söz söylemenin dandır.
herkesçe bilinen şeyieri tekrarlayıp dur­ Lenin'in «partisyi yukardaki gibi tanımlama­
manın yeterli olduğuna inananlar sadece dığını biliyoruz. Ancak o günden bu güne «parti»
birkaç (zavallı) aydındır.» (cs.g.e., S. 52, dip­ konusunda yapılmış yayınların çoğu, partiyi di­
not) siplinli, merkeziyetçi vs... gibi görünür özellikle­
Devrimci bilincin işçiler için ayrıca edine­ riyle tanımlar. Sırf bu görünür özelliklerden ibaret
cekleri bir bilinç olduğunu, bunu ancak kendi «partilerin Bolşevik Partiyle benzer yanlarını bul­
fonksiyonlarını aşmak yolunda güçlü bir eğilim mak derin bir araştırmanın konusu olur. Bun­
gösterdikleri takdirde, Marksist aydınlarla zorun­ ları gözönüne alarak incelememizi partinin «ilke»
lu bir ilişki kurarak sağlayabilecekleri özellikle leri gibi hiç de verimli olmayan bir alanın dı­
çağımız için açık bir gerçektir. şında, Lenin'in parti anlayışının yorumu diyebile­
Bütün bu söylediklerimizi daha Önce önemle ceğimiz bir çerçevede sürdürüyoruz.
işaret ettiğimiz devrimci politik eylem konusuy­ Lenin'de «partinin tarifi» diyebileceğimiz yu-
la birleştirelim. kardaki gibi bir formülasyona rastlamıyoruz. An­
Devrimci eylemin politik hedefin öğelerini cak onun partiyle ilişkin . görüşlerinin tümü ve
mevcut toplum içinde, gerçekleştirme işi oldu­ çok sonraları partinin işleyişi konusunda en son
ğunu biliyoruz. Bu eylemin yarattığı her öge açık­ yazılarında gördüğümüz endişelerin temalarıyla
tır ki varolan toplumla çelişir. İşçi sınıfının kendi birlikte düşünüldüğünde; yaptığımız tanımın Le­
fonksiyonunu aşan bir niteliğe kavuşturulması nin'in bakış açısını içerdiği kanısına varabiliyo­
için yürütülen propaganda, faaliyeti —ki bunu biz ruz. Öte yandan partinin görünür özellikleri ola­
yakardaki çerçeve içinde yapılan tüm boyutla­ rak nitelediğimiz merkeziyetçilik, disiplin, üye se­
rıyla bilinçlendirme işi olduğunu biliyoruz— ürün­ çiminde titizlik ve «dar» örgüt tek ölçü olursa,
lerini verdiğinde ortaya çıkan insan potansiyeli partiyi kolayca bir seçkinler topluluğu haline ge­
Sosyalist toplumun tüm karakteristiğini taşıyacak tirebilir. Ve bu özel topluluk kısa zamanda katı­
olan toplumsal insanın yaşanan an için biçim­ laşır, kendini belli bir eylem tipine adapte ede­
lenişi olacaktır1. Başlıbaşına ve temel bir dev­ bilir. Böyiece şu yukardaki görünür özellikleri
rimci öğedir bu. en çok üzerinde toplayan askeri birlikler gibi, tek
b) «Parti» ve «Profesyonel Devrimci» Nedir? bir eylemle, tek bir fonksiyonla simdi yapı ha­
line gelebilir. Bunlar ancak kendilerine uyarlı ey­
Politikayı bir araç, partiyi de bu aracın bir lemler sözkonusu olduğunda harekete geçerler.
aracı olarak tanımlayan burjuva yanılsaması, te­ Bunun dışında ise varlıkları duyulmaz. Örneğin,
peden tırnağa politik olan Leninist Partiyi, sını­ Lenin'in örgüt yapılarını takdir ettiği ünlü «Narod-
rını aşmış aşırı bir parti olarak kavrayabilir. Le- naya Volya» grubu böyleydi. Tek bir eylemi vardı:
nin'in «parti edebiyatı», «partizan felsefe» gibi Terör, veya tüm eylemleri bu belirleyici eyleme
tanımları, parti okulları gibi alışılmış partilerde yardımcıydı.
bulunmayan kurumlar, onları şaşırtır ve esefle­ Ama Lenin'in «parti»si, bu görünür özellikle­
rine neden olur. Ve ilâve ederler: Bakınız bizim ri yanında dikkate değer esnekliği, eylem biçim­
partilerimizde böyle şeyler var mı? Biz edebiyat lerindeki zenginlik, adaptasyon yeteneğiyle canlı
ve felsefe gibi çalışmaları partilerden bağımsız, bir yapıdır da. Lenin'in sık sık kullandığı «savaş
özgür kılmak için ne kadar özen gösteriyoruz. örgütü» tanımının, ilk akla geldiği gibi sırf askerî
Leninist partiye yöneltilen burjuva suçlama­ eylemle sınırlı olmadığı bilinir. Parti her tür ey­
ları ayrıca «Marksist hareketin içinden» gelen lemini, diyelim bir açık toplantıyı bile ancak sa­
eleştirilerle de kabarır. Bunları tekrara gerek yok, vaş hallerinde görülen o titiz, dikkatli ilgiyle ha­
bilinir hepsi de. Bütün bunların karşısında daha zırlar. Rastlantıya yer vermez. Bu sık geçen «sa-
Birikim 15/45
vaş» sözleri tüm imkân ve yeteneklerini önün­ bilirdi. Oysa kapitalizmde her nesneyi «meta» ola­
deki görevin en iyi biçimde başarılmasına has­ rak sunan Örtü tüm toplumu kapsar. Ayrı bir
reden kişi veya örgütün bu alışılmışın üzerindeki görünür alan mümkün değildir.
gayret ve titizliğini anlatabilmek için uygun ye­ O halde Sosyalist toplum biçiminin kapita­
gâne sözcüktür. list toplum içinde oluşumunu ayrı alanlarda, üre­
Demek oluyor ki, «görünür özellikler» dedi­ tim araçlarının farklılığında, nesnelerde göreme­
ğimiz şeyleri o güne kadar barındırmış örgütle­ yiz. Sosyalist toplum biçiminin «alanı», artık yön­
rin hiçbirinde rastlamadığımız bir iç dinamizm lendirici hale gelmiş faaliyetin öznelerinde yani
vardır «partbde. Onun Özgünlüğü de buradadır insanlardadır. Kapitalizmde diyelim bir fabrika­
zaten. dır özne; ve işçi ona bağlı bir nesne gibidir. Yani
O halde hem bu görünür özellikleri içeren, işçi, işgücü olarak fabrikanın bir nesnesidir. Ama
hem de bu iç dinamizmi mümkün kılan temel ne­ artık bu özne-nesne ilişkisi, nitel olarak değişmiş­
dir? Bu soruyu Lenin sonrası dönemin deneyle­ tir. Varolan örtünün altındaki gerçeklik budur.
rini de dikkate alarak cevaplandırmak gerekli­ Varılan sonuç şu oluyor: Sosyalist toplum bi­
dir. çimi, nesnelerinin değil, öznelerinin nitel fark­
Yaptığımız «parti» tanımı başlıca şu dört ol­ lılığıyla ayrılır. Yani bu toplum biçimindeki in­
guya dayandırıldı: ' sanlar, eski toplum biçiminde sahip olmadıkları
1) Bir yeni toplum biçimi, eski toplum bi­ fonksiyonlara sahip. Orada ayri olan fonksiyonları
çiminin içinde oluşur. Bu oluşum ise genel ola­ şahsında biraraya getirmiş bireylerdir.
rak «üretici güçlerin gelişmesini yönlendiren, bu­ Bu fonksiyon bileşiminin mümkün (Olabilmesi
na en büyük katkıyı yapan toplumsal faaliyetle­ iki şeye bağlıdır: İlki burjuva toplumdaki temei
rin bir ürünüdür. Örneğin burjuva toplum meta- fonksiyon ayrımının en son sınırına Varmasıdır.
üretimi ile ilişkin toplumsal faaliyetlerin yönlen­ Bunu, son derece basit bir mekanik etkiye in­
dirici hale gelişi üzerinde biçimlenmiştir. Bu sü­ dirgenmiş işgücü fonksiyonunda görüyoruz. Geç­
reci biz bu yazıda «politik odaksın yer değiştir­ mişte işgücünün daha karmaşık olan yapısı ar­
mesi olayıyla tanımladık. Genel hatfarıya —biçi­ tık bir düğmeye basmak, bir vidayı çevirmek gibi
miyle değil— benzer bir oluşum Sosyalist top­ son derece basit bîr iş haline gelmiştir. Ve bu
lumun doğuşunda da geçerfidir. dönüşüm aynı nitelikte daha uç sonuçlara doğru
2) Burjuva toplumun olgunlaşma noktasına devam etmektedir. Bunun yanı sıra «mülk sahibi
varışından itibaren gözlemleyebildiğimiz olgu şu­ olma» fonksiyonunun geçmişin «müteşebbis»le-
dur ki; artık üretici güçlerin nitel olarak geliş­ rin yerine getirdiği görevlerden tamamen denecek
mesini belirleyen toplumsal faaliyet «salt insana şekilde ayrıldığı da bir olgu. Bugün sermaye sa-
özgü» diye nitelediğimiz faaliyet türleridir. Artık yipleriyie sermayeyi yönetenlerin ayrı kişiler olu­
«doğal ihtiyaçların temini» noktası aşılmıştır. şunda açıkça görülüyor bu.
Yaratılan ürünler insanları doğada daha etkin Kapitalizmin temei sınıfsal ilişkisi içinde bu
hale getiren, onların genel etkileme imkânlarım fonksiyon ayrımının en son sınırlarına vprdığım
sürekli arttıran bir niteliktedir. Bu sonuçlan do­ böyiece görüyoruz.*
ğuran faaliyetlerin, ancak insanlığın büyük tarihî Ama'daha önce belirttiğimiz gibi, bu temel
bilgi hâzinesinin varlığında ve diğer toplumsai sınıfsal ilişki tüm toplumsai fonksiyonları kap­
faaliyetlerin sonucundan haberdar olunarak ger­ samaz. Artık yönlendirici hale gelmiş oian faa­
çekleşmesi mümkündür. O halde adına genel ola­ liyet alanları bu iki sınıfın dışında kalan kesimlere
rak «bilgi» dediğimiz bu tarihî-toplumsal «ürün», özgüdür. Bunların yerine getirdiği fonksiyonlar
görünürde bireylere özgü gibiyse de, özünde tam oian bilimsei-teknik faaliyetlerin bugün görünen
anlamıyla toplumsal olan tek şeydir. Ancak var­ hali şudur: Geçmişte birbirinden ayrı olarak sür­
olan toplum biçiminin hiyerarşik yapısı ve toplum­ dürülmüş bilimsel faaliyetler (fizik, kimya, biyo­
sal fonksiyonları işbölümüne uyarlı şekilde bir­ loji, vs.) bugün birbîrleriyle sıkı ilişkiler içinde
birinden ayırması sonucu, tümüyle «biigbye yö­ olduklarının anlaşıldığı bir aşamaya varmışlar­
nelik faaliyetlerden toplumun geniş kesimleri dır. Her bilim dalı diğerleriyle ilişkilidir. En ilgi­
yoksun tutulurlar. Bunun yanı sıra bu artık yön­ siz gibi görünen alanların birbirlerinin bulguları­
lendirici hale gelmiş faaliyetin somut ürünleri ile na ihtiyacı olduğu artık apaçık görülüyor.
yaratılan etkileme, etkin olma potansiyeli ürün «İnsana özgü» faaliyetin ürünü olan «bilgi»
olarak ortaya çıkınca; ekonomik güçle orantılı nin, bu tam anlamıyla tarihî-toplumsal «ürünsün
olarak paylaşılır. «Etkin olma araçları» hemen elde edilmesine ilişkin faaliyetlerin birleşmesi gibi
mülkiyetin konusu olarak, yaratılmasını mümü- bir süreç İçindeyiz.
kün kılan tarihî-toplumsal karakterinin aksine, Demek ki, eski toplumun sınıfsal ilişkisini
mülk sahibi bireylerin özel etkinliklerini artırırlar; temsil eden fonksiyonlar iyice ayrıştıkları gibi ar­
Feodal toplumda tarım alanının görece dı­ tık toplumsal gelişme süreci bu fonksiyonları gi-
şında olan ticarî-sınaî faaliyet alanı, yeni toplu­
mun şehirlerde, kırın dışında bir biçimlenme oluş­ * Lenin bu olgunun banka ve sanayi sermayesi iliş­
turmasına imkân verdi. Böyiece «burjuva» top­ kilerinde gözlemlenen ilk ipuçlarını Emperyalizm adlı
lum alan olarak görünür halde idi. Tarlaların ya­ kitabında «kupon kesme» -tanımını anlatırken işaret
nında fabrika kapitalist toplumu sembolize ede­ etmiştir.
Birikim 15/46
derek geçersizleştirmektedir. Sermayeye sahip rik mücadeleye bunun için alışılmışın üzerinde
olmak artık hiçbir ^toplumsal görevle ilişkili de­ önem veriyordu. Eserinin sonlarına doğru bütün
ğildir. bu eylemlerin ilk sonuçlarının verdiği anın tasvi­
Oysa yönlendirici hale gelmiş olan toplum­ rini yaparken:
sal fonksiyonlar «afamunda- aksine bir süreç var­ «Henüz pek masum ve kendi kendine ufa­
dır: Birleşme. cık gibi görünen, ama düzenli olan ve ke­
O halde yeni toplum biçimi hem bu yönlen­ limenin tam anlamıyla ortak nitelik taşıyan
dirici hale gelmiş olan ve toplumsal gelişmenin bu jsserin çevresinde, denenmiş savaşçıla­
itici gücünü temsi! eden faaliyet alanlarını temel rın daimi ordusu sistemli olarak seferber
alacak ve böylece «üretici güçlerin gelişmesi»ne edilir, eğitilirdi. Bu yapı halindeki ortak
uyarlı yapıları 'kuracaktır, hem de bu faaliyet örgütün iskelelerinde ve merdivenlerinde
alanlarının birleşme yönündeki eğilimini onların kısa bir zaman sonra, devrimcilerimizin saf­
tarihı-toplumsal nitelikleri ve «insana Özgü» oluş­ larından çıkma Sosyal-Demokrat Jelyabov-
larıyla birleştirerek tüm toplumun bu temel fonk­ lar ve işçilerimizin saflarından gelen Rus
siyona aktif katılmasını sağlayacaktır. Bebel'lerinin tırmandığını görürdük; ve böy-
Demek oluyor ki, sosyalist,, mücadelenin ka­ leteri, Rusya üzerine çöken Çarlık zulmü­
pitalist toplum içindeki eyleminin özü, sosyalist ne, utanç ve lânete son vermek için bütün
toplumun şu yukardaki nitelikte insan potansi­ halkı harekete geçirirlerdi.
yelini oluşturmaktadır. İşte biz bunun rüyasını görmeliyiz!» (a.g.e.,
3) Kapitalist toplumda,;belirttiğimiz yönlen­ S. 211), diye anlattığı manzara, ancak dar ka­
dirici faaliyet alanlarından ;en üzak tutulmuş sı­ falılara, gerçek bürokratlara, o ağzıyla gülüp,
nıf, fonksiyonu «işgücü» ile, sınırlanmış işçi sı­ beyniyle somurtan gerçek otokratlara, Lenin'in
nıfıdır. O halde bu sınıfın, sosyalist toplumun bir «askerî birlik» düşündüğünü söyletebilir. Oy­
insan potansiyeli haline gelmesi ancak bu verili sa bu «parti» devrimin ertesinde düşmanlarını
fonksiyonunu aşmasının gereğini gösteren ‘bir serbest bırakacak kadar askerî açıdan «safîya-
«bilince sahip olmasıyla» mümkündür. Varolan ne»dir. Ama savaşa zorlandığında, eli silâh gör­
toplumun en kalabalık bölümünü oluşturan işçi memişlerin İçinden bir Frunze, bir Troçki, bir Sta-
sınıfının belirleyici kesimi, bu bilince erişmeden lin çıkaracak kadar savaşmasını da bildiğini ve
sosyalist toplum mümkün olamaz. O halele sos­ bunu en güç koşullarda hayranlık verecek de­
yalist eylemin en temel ve karakteristik teması, recede iyi yapabileceğini gösterdi.
olmazsa olmaz özü olan «bilinçlendirme» faali­ Bunlar mümkün olabildi. Çünkü «yeni tip
yetinin amacı budur. Lenin'in Ne Yapmalı adlı Parti» öyle «yeni tip insan»lar yetiştirmişti ki,
eserinin 88/89 ve 93, 94. sayfalarından yaptığı­ bunlar savaş meydanlarından üretim alanlarına
mız alıntılarda (Birikim, sayı 14, S. 31-32) bilinç­ aynı kolaylıkla geçtiler.
lendirme faaliyeti için çizdiği alanın bazılarına «Partbyi oluşturan temel Öge olan «profes­
şaşırtıcı ve hayal ürünü gi'bi gelen genişliğinin yonel devrimci», «yeni tip insansın, yani Sosyalist
kökenindeki espri bundan başka bir şey olamaz. toplum biçiminin temel ayırdedicisi olan «toplum­
4) Aydınlar sosyalist bilince en kolay ulaş­ sal insan potansiyelinin eski toplum içinde İlk
ma imkânına sahiptirler. Çünkü onlar gerek ta- oluşan biçimidir. O yeni toplumun eski toplum
rihütopiumsal bir ürün olan bilgiyle en yakın içinde onun kurallarını aşan ilk başlangıç öğe­
ilişkide bulunan kesimler olarak ve gerekse ça­ sidir.
ğımızda yönlendirici hale gelen bilgiye ilişkin Lenin «profesyonel devrimci» konusunun
süreçlerde doğrudan yer alan unsurlar olarak «sosyalist literatürde pek az geliştirilmiş» oldu­
bu bilinçi hem oluşturabilen hem de bunu ifade ğunu (a.g.e., S. 137) yazar. O, bu «konu»nun bi­
araçlarına sahip olan yegâne kesimlerdir. «Bi­ zim aşağıda yaptığımız tarzda bir tanımını ver­
linçli öge»nin somut taşıyıcıları ilkin aydınlar­ meyerek fonksiyonlarını yeri geldiğinde sıralar.
dır. Bunların neler olduğu, Ne Yapmah'da yazılıdır.
Bu bakımdan Marksist aydınlar temsil ettik­ Konumuz bir anlamda Ne Yapmalı'nın yorumu ol­
leri ve yerine getirdikleri fonksiyonun temel ni­ duğu için, bunları nakletmekden çok, bu eseri
teliğine uyarlı olarak, fonksiyonlarını toplumsal­ okumuş okura tüm bu sıralanan özelliklerin ba­
laştırma göreviyle yükümlüdürler. şından beri yaptığımız açıklamalar içinde anlamı­
Partİ'nin oluşumunda temel alman bu dört nı tesbit etmektir.
temel olgu «parti»nin her şeyini belirler. Bundan «Partbnin bir üyesi olarak o eski toplumun
ötürü onun temel eylemi «bilinçlendirmek»tir. Bu özenle ayırdığı ve kendi temel ilişkisine göre bi­
eylemin en yaygın kullanılan aracı olan propagan­ çim verdiği değişik fonksiyonları, bu ayrılmışlık-
da ve ajitasyona Lenin'in verdiği o istisnaî öne­ tan ve biçimsel özelliklerinden kurtarıp yaratıcı
mi hatırlayalım. Ne Yapmalı'nın önsözünde «Si­ bir bütünselliğe kavuşturmuş insandır. Her alan­
yasî ajitasyonun niteliği ve muhtevası üzerine gö­ dadır, her faaliyete girer. Ama buralarda adeta
rüşlerimin açıklanması, trade-union'cu politika bir zincirleme reaksiyonun başlatmışıdır. Kendi
ile sosyal-demokrat (sosyalist) politika arasın­ seçkinliğini, başkalarını da seçkin bireyler ha­
daki farkın belirtilmesine vardı.» (a.g.e. S. 9) di­ line getirerek gerçekleştiren kişidir. Bir seçkinin
yordu. Propaganda faaliyeti içinde ele aldığı teo­ kendi seçkinliğini her türlü yolla başkalarına ka-
bul ettirmek ve böylece seçkin bireyler ve sıra­ sözlerinin derin anlamı buradadır. «Parti», aynı S
dan adamlar gibi bir yapı oluşturmak istemesini tür kendiliğinden çabalan birleştirerek bir örgüt »
tamamen olumsuzlayan bîr sürecin içindedir. Mül­ yapısı verir. Bu örgütlerin kendi eylemiyle sınırlı E
kiyet kurumunun doğurduğu eşitsizliği, yönetim kalmalarından ötürü oluşabilecek «daha üst bir ü
ve bilgi eşitsizliği ile birlikte yaşatan eski top­ kendiliğindenljği» —yarı-biiinçliliği— , diğer tür ör- m
lumun bu hiyerarşik yapısını kırma yolundaki du­ gütlerle ilişki gereğinin bilincine eriştirerek gide­
raksız mücadelenin hem bir öğesi, hem de bir rir. «¡Parti», bu oluşum süreciyle «bifinçli»liğin
ürünüdür. Görece seçkinliğini olanca gücüyie ve yukardan aşağı tüm yapıya egemen kılınması de­
tüm toplumu yükselterek sona erdirmek isteyen mektir. Bu, ona dışardan bakanların gördüğü ve
öncüdür. kendi ideolojik koşullanmalarının etkisiyle mer-
«Parti», «yeni toplurmun yeni, o güne kadar keziyetçi-disiplinli, «dar» gibi büyük ölçüde olum­
ender görülen fonksiyonlara sahip insanların kit­ suz değer addedilmiş özellikleri doğurur. Oysa
le halinde oluşmasına elveren bir yapıdır. Orada içerik, bu «özellik»lerin (başka bir düzeyde hiç­
«yeni insan»!ar «eski toplurmun fonksiyonlarını bir zaman sahip olamadıkları canlılıktadır. Tele­
asgariye indirdiği sınıflar içinden kendileri gibi olojinin kavramları bilimsel olguyu gerçekten an­
zengin fonksiyonlara sahip insanlar oluşturmak latabilirse, «parti»nih, görünür özellikleri de onun
için çalışırlar. Bu yapı içinde fonksiyon ayrımı gerçek içeriğini ö kadar anlatır.
kalmamıştır. Aydın ve işçi kaynaşmıştır. İşçi ar­ Parti eski toplumun bağrında oluşmuş tüm
tık işçi olmayandır. Aydın, kendi gelişimini kendi yaratıcı-devrimci potansiyellerin sentezidir. Disip­
içinde gözlemleyen, kendi bilgisi artıkça kendi lin diye tanımlanan işleyiş, bu yaratıcı sentez
özel ayrıcalığının daha bir tadına varan klasik için zaten kendiliğinden gereklidir. Lenin, kendi­
aydın değildir. Bu tip aydın o nedenini keşfede­ sini hâlâ bu sentöz içinde göremeyen öğelerin
mediği kendi iç sıkıntıları içinde bireysel dramını «disipiin»den dehşete kapılışlarım öfke ve küçüm­
yaşar. Oysa sosyalist aydın, kendinde olanı top­ semeyle karşılar. ;50 -, olması gerekeni söylemekte­
lumsallaştırmasının tarihî görevi olduğunun bilin­ dir oysa. «Disiplin», dış bir tedbir değildir, zorun­
cine varmış olan ve kendinde olanın —bilginin— lu olandır. Çünkü itaat ettirmenin değil, birleş­
tüm insanlığa olanca boyutlarıyla maledilmesiy- me bilincinin ürünüdür.
!e doğacak toplumun, toplumsallaşmış bir bire­ «Görünür öze!likler»den yalnızca «gizlilik»
yini bugünden yaşayan insandır. için dış bir tedbirdir denilebilir. Nitekim Lenin
Sosyalist toplum biçiminin ilk biçimlenişi olan bunu her zaman söyler. Bir gizlilik mitosunun
«parti», eski toplumun tüm faaliyet alanlarında yaratılmasını benimsemez. «Parti», eski toplumun
mücadelesini sürdürür. Birbirinden kopuk, haber­ dinmeyen saldırıları içinde bu tedbiri şu veya bu
siz kendiliğinden oluşumları toparlayarak, örgüt­ ölçüde kullanır. Bunun ölçüsünü ve biçimini so­
lendirerek o «örgütlerin matematik bir toplamı» mut durum belirleyecektir. Ve eski toplumun ku­
olmayan kendi yapısında birleştirir. Lenin'in «par­ ramsal yapısı kaldıkça da bu tedbir devam eder.
ti yalnızca örgütlerin toplamından ibaret değildir» m

KONUK
YAYINLARI
MANFRED BUHR — ALFRED KOSİNG

Marksçı-Leninci
FELSEFE SÖZLÜĞÜ
Büyük Boy 328 sayfa
25.— TL.

KONUK YAYINLARI
P.K. 749 — İSTANBUL
)

GREGOR BENTON

Yenan «Edebî Muhalefeti»

1942 ilkbaharında Yenan basınında, Kuzey Çin komünist yerleşme


bölgelerindeki hayatın «karanlık kesimini» açıklamak gereğini konu
edinen bir dizi yazı çıktı. Bu yazıların yazarları kendilerini; modern
Çin’in Önde gelen edebiyatçısı Lu Hsün geleneğinin taşıyıcısı olarak
görmekte ve onun tarafından en üst düzeyine vardırılmış olan tsa-wen’i
(kısa, özlü ve alabildiğine eleştirel bir deneme türü) kendi edebî «han­
çerleri» olarak kullanmaktaydılar.
Bu eleştiri ve uyuşmazlık patlaması kısa ömürlü olmuş, ilgili ya­
zarlar çabukça susturulmuşlardır. Ne var ki, daha sonra uzun bir sol-
kanat uyuşmazlık-yazarları biçimine dönüşecek olan çizginin başlan­
gıcı olması, modern Çin devrimci edebiyatı gelişmesinde Yenan «ebedî
muhalefetine» özgün bir yer sağlar.
Bu yazarların durumu, aynı zamanda, devrimci bir toplumda ede­
biyatın işlevi konusunda temel birtakım sorunları da ortaya çıkarmak­
tadır. Yazarlar görevlerini kurtarılmış bölgelerdeki bürokratik eğilim­
leri ve ayrıcalık tanınan üst tabakanın büyümesini izleyerek ortaya
koymak şeklinde tanımlıyorlar ve Lu Hsün adına ne biçimde olursa
olsun edebiyatı kısıtlayıcı her türlü girişime karşı çıkıyorlardı. («Po­
litika var olan durumu aynen korumak amacını güder; böylece de ken­
disini, yetinmeyişin simgesi olan edebiyatın karşıt yönüne koyar.»)
Yazarlar önceleri Mao Tse-tung’un parti ve yönetim içi bürokra­
siye karşı çıkışından (Şubat 1942) belirli bir cesaret almışlar ve onun
bu eleştirilerin çoğunu yinelemişlerdi. Ancak Mao’nun 1942 Yenan
Forumunda belirlediği edebiyat üzerine görüşleri, bu yazarlarmkinin
kesinlikle tam karşıtı olmuş, onların Mao ile birlikte bürokrasiye karşı
ortak cephe kurmak konusunda besleyebilecekleri tüm hayalleri par­
çalamıştır. Mao, kurtarılmış bölgelerde edebiyatın görevinin, karanlık
değil, hayatın renkli, ışıklı yanım yansıtması ve kitleleri yüceltmesi
olduğunu öne sürüyordu. Görüşüne göre, bu nedenle, tsa-ıoen çağı ka­
panmıştı.
Mao aynı zamanda biçim olarak gerçekten «ulusal» ve köylü ha­
yal gücünü ele geçirme yeteneği olan bir edebiyat geliştirilmesi gere­
ğinin de altını çizmişti. Ancak önerileri, bu tür bir biçime ulaşmaları
için teori, üretim ve tüketim alanlarında yazarların özgürce deneyim
ve seçim yapmaları yerine, ebedî bir denetim kutulu gözetimine girme­
lerinin daha etkin olacağını içeriyordu.
Burada çevrilmiş bulunan tsa-wen’lex yazarlar tarafından ortaya
koyulan eleştirilerin genellikle temsil edici örneklerindendir. Biçim
olarak Lo Fengünki ana kalıba en yakın olanıdır. Wang Shih-wei ve
Ting, Ling’inkiler ise daha başka nedenlerle ilginçtirler.
Wang’in yazısı, Yenan proto-devleti eleştirileriyle akla hemen son­
raları, 1957 yılında öğrenci lideri Lin Hsi-ling’in geliştirdiği bürokrasi
eleştirilerini, Kültür Devrimi sırasında Kızıl Muhafızların bazı kesim­
lerini getiriyor. 1920 ortalarından beri ÇKP üyesi, Marksizm üzerine
Çinceye iki milyon kelime çevirmiş olan devrimci ve teorisyen yazar
Wang, eleştirilerini devrime karşı bir girişim değil, onu koruyacak bir
yol olarak görüyordu.
Daha sonra «dar kafalı feminist» olarak suçlanmış bulunan Ting
Ling’in yazısı ise hem Yenan’daki cinsel ilişkiler üzerine tuttuğu ışık,
hem de çok sonraları Kadınların Özgürlüğü akımı girişimcilerince de
ele alman temaları önceden konu edinmesiyle ilginçtir. Her ne kadar
Ting Ling Çin Devriminin Kollontai’ı değilse de, görüşleri Yenan top-
lumundaki ilişkilerin bugüne dek tam açıklanmamış önemli yanlarını
sergilemektedir.
Ting Ling de, W ang,Shih-wei gibi 1920’lerden beri devrimde görev
almış, kocasının 1931 yılında Koumintang tarafından öldürülmesin­
den sonra 3 yıl hapis ve göz altında kalmıştır. Devrimci bir yazar ola­
rak erkenden ünlenmiş olan Ting Ling, modern Çin’in en tanınmış ka­
dın yazarlarından biriydi. ,
Tsa-wen’\n ortaya çıkışından sonra, Mao Tse-tung ve Ch’en Po-ta
önderliklerinde, parti yöneticileri tarafından yazarlar grubunun poli­
tik ve ebedî anlayışları üzerine şiddetli bir saldırı başlatıldı. Yazarlar
önceleri Yenan’daki edebiyat ve gençlik çevrelerinden geniş bir destek
görmüşlerdi; bu karşı çıkışı susturmak için Wang Shih-wei’yi odak
alan büyük bir gösteri duruşması sahnelendi. Başlangıçta Wang’m
yargılanması sırasında bile «sapmaları» üzerine resmî suçlamalardan
hoşnut olmayan belirli bir tutum vardı. Liberation Daily gazetesi «aşı-
rı-demokratik ve aşırı-eşitçi eğilimlerin» direncinden yakınmaktaydı.
Ha Hua adlı yazar ise duruşma ile ilgili olarak şöyle yazmıştı; «bazıları
açıkça Wang’a karşı olan girişim bir ‘lâzımlığı boşaltma’ harekâtıdır
diyor, hataları nedeniyle herkes onun başından aşağı sidik boşaltıyor­
du. Ayrıca, çok sayıda insan da Wang’m düşünce ve önerilerine sem­
pati beslemekteydi.»1
Wang’m grup adına tek başına ele alınmasının iki ana nedeni
vardı. İlki, uyuşmazlık gösteren bu yazarların en az tanınmışı, giderek
halk gözünde en az sempati toplama imkânının bulunması. İkincisi ise,,
Yenan toplumunu eleştirilerinde grubun en ileri gideni olması. En üst
kadrolardaki bencillik ve insana karşı tutumu, farklılaşmaların gide­
rek artmasını, uyuşmazlığın, söz özgürlüğünün baskı altında tutulma­
sını ve Yenan’daki öğrenci gençliğin giderek yabancılaşmasını eleştiri­
yordu. Wang partili olmayan aydınların ve yöneticilerin kurtarılmış
bölgelerde kalmalarının sağlanması için farklı ^e özel davranış göste­
rilmesi gerektiğini saptayacak kadar gerçekçiydi, ama yüksek düzey­
deki komünistlere farklı ücret ve tayın verilmesinin hem gereksiz hem
de alt düzeydeki kadroları yabancılaştırdı olduğunu savunuyordu. (Le-
nin de Rus devriminden sonra aynı konuya değinmiştir.)
Wang’m sorgucuları suçlamalarım onun toplumsal analizlerine
değil, geçmişteki Troçkist ilişkilerine yöneltmişlerdir. O dönemde parti
edebiyatında «Troçkist» kelimesinin karşılığı «Japon casusu» olduğun­
dan bu suçlama gerçekten yaralayıcı olmuş ve genel kanının Wang’a
karşı dönmesinde büyük rol oynamıştır. Gene de, çokları onu savun­
mayı sürdürmüşlerdir.
Yargılanmasından sonra çalışmak üzere Yenan’daki bir kibrit ku­
tusu fabrikasına gönderilen Wang; çok yıllar sonra Kültür Devrimi
sırasında Kızıl Muhafız kaynaklarının belirlediğince, Mao’ya göre 1947
de Yenan’m boşaltılması sırasında güvenlik kuvvetlerince vurularak
öldürülmüş olup - olayın Merkez Komitece onaylanmadığı söylenmek­
tedir.
Ting Ling ve öbür yazarlar yargılamadan daha hafif kurtuldular.
Wang’m tersine, partice yapılan baskıya çabucak boyun eğmişlerdi. Bi­
rer birer öne çıkarak yanlışlıklarından arındıklarını bildirip, eski yol­
daşları Wang’a en acımasız saldırılarda bulundular. Ting Ling bizzat
kendisi Wang’i troçkist olarak suçladı ve Anti-Japon Yazarlar Birliğin­
den kovulduğunu açıkladı. Bundan sonraki yıllarda Ting Ling yaratıcı
yazarlığı bırakarak kendini tümüyle gazeteciliğe verdi. Aynı zamanda
uzunca süreli bir düşünce reformundan geçti. 1957-58 yıllarında «sağa-
Birikim 15/50
karşı» diye adlandırılan bir girişim sırasında, bu dönemde edebiyatta
belirli etkinlik taşıyan bir yeri olan Ting Ling yeniden eleştirilmiş ve
sonuçta «anti-parti» bir öge olarak nitelendirilmiştir. Ona karşı girişi­
len bu hücumun gerçek nedenleri henüz açıklığa çıkmamışsa da, parti­
nin edebiyatçılar kurgusu içinde bir güçler çatışmasına ilişkin olduğu
sanılmaktadır.
Hem savaş zamanı Yenan’daki günlük yaşantıya, hem de Maoiz-
min yapısına ışık tuttukları için, Yenan «Ebedî Muhalefet» tsa-wen*
leri, üzerlerinde çalışma gerektirmektedirler. Devrim sonrası Çin rejimi
yapısının anlaşılmasına anahtar alınacak Yenan kalıbı önemini, doğru
olarak, pek çok yazar vurgulamıştır. Ne var ki «halk katılımı ve eşit
değer temelleri üzerine kurulmuş ... insan ve toplum görüşü»1 2 Yenan
mirasının sadece üstelik önde gelmesi de gerekmeyen, bir yönüdür. Bu­
nun yanı sıra, karşıt eğilimlerin acımasızca kökten sökülmesini, uyuş­
maz görüşlerin bastırılmasını, gücün bir iki elde toplanmasının ve 1940
sonrası liderlik kültünün gelişmesini' koymak gerekir. Bu çok derin
ikilem Maoizmin kalbinde yatmakta olup, daha sonra Yüz Çiçek ve
Kültür Devrimi dönemlerinde Maoist takım tarafından oluşturulan çe­
şitli gruplarca da paylaşılan ortak talihi - 1942 yazarlar grubunun hem
Mao’ya dönük şekilde ortaya çıkarılışını ve hem de sonra Maoist örgüt
tarafından uygulanan baskı işlemini açıklamaktadır.

Çeviren FARUK SİPAHİ

• Gregor Benton’un tanıtıcı yazısını ve deneme örneklerini New Left üeuieu/nun


(Temmuz - Ağustos 1975) 92. sayısından aldık ye çevirdik.

1 Ming-pao yü eh -k ’an, Hong Kong, Şubat 1966, ş. 92’de alıntı.


2 Mark Selden, The Yenan Way in Revolutionary^ China, Cambridge, Mass 1971,
sayfa VII - IX.

DİĞER YAYINLARIMIZ ;

® PROLETARYA PARTİSİ ÜZERİNE


Lenin ....................................... (Yargıtayda)
© KORE DEVRİMİ ÜZERİNE
Kim İL Sung .................. ........ . 10.— TL.
© SEYLAN NİSAN 1971 AYAKLANMASI
YENİ YAYINLARIMIZ : Rohan Wijeweera - Fred HaSIiday 10.— TL.
• MARX ENGELS LENİN’DE DEVLET KURAM! • CHE GVUEVARA’NIN ANISINA
Stanley W. Moore......................... 12.50 TL, Kim ÎL Sung ................................ 3.— TL.
• SON YAZILAR ® EKİM DEVRİMİ ÜZERİNE
Amilcar Cabral .......................... (Çıkıyor) Lenin .........!................... ;............ 15.— TL.

TEORİ YAYINLAR)
Ankara Cad. Konak Han 43/16
Cağaloğlu — İSTANBUL
. Birikim 15/51
Çin’de Sosyalist Deneme
Örnekleri

Çeviren FARUK SİPAHİ

YABANİ ZAMBAK zambağının onun saf anısına uygun bir adak olu­
şu. İkincisi ise, çiçeklerinin başka zambakların-
Wang Shîh-wei kine benzer olmasına karşın, daha acımsı bir tad
Irmak kıyısında tek başıma yürürken, eski vermeleri. Ben kesinlikle bilmiyorum, ama ayrıca
biçim pamuk ayakkabılar giymiş bir yoldaş gör­ tıp değerinin de daha üstün olduğu söylenmekte.
düm. Görür görmez de aklıma böyle ayakkabılar 1. Hayatımızda Eksik Olan Ne?..
giyen Li Fen yoldaş geldi. Li Fen - ilk ve en sev­
diğim dostum benim. Her aklıma gelişinde oldu­ Son zamanlarda burada, Yenan'daki gençle­
ğu gibi, yüreğim gene vurgusunu şaşırdı, kanım rin eskisi kadar coşkulu olmadıkları, işten İçe
coştu. Yoldaş Li Fen Pekin Üniversitesi edebiyat rahatsızlık çektikleri görünmekte.
hazırlık öğrencisiydi 1926 yılında. Aynı yıl da par­ Nedendir bu? Hayatımızda eksik olan ne?
tiye kaydolmuştu. 1928 baharında Hunan bölge­ Kimileri, cevap olarak, aldığımız gıdanın ve vita­
sinde doğum yeri olan Pqo-ch'ing'de hayatını ver­ minlerin yetersiz olduğunu, kimileri de erkeklerin
di. Örnek bir eski Çin barbarlığı ile, kendi amcasi, kadınlara oranının 18'e 1 , olduğunu, birçok genç
yeğeninin ellerini bağlayarak bölge askerî komu­ erkeğin kız arkadaş bulamadıklarını söylemekte.
tanlığına teslim etmişti. Kızcağız ölüme gitmeden Ya da Yenan'daki hayatın kuru ve eğiencesiz ol­
Önce üç takım iç çamaşırını üst üste giymiş, ay­ duğunu.
rıca alt ve üstlerinden de sıkıca dikmişti. Böyle Bütün bu cevaplarda bir gerçek payı var.
davranmasının nedeni, Pao-ch’in'deki askerlerin Şüphesiz daha iyi yiyeceğe, karşı cinsten arka­
sık sık genç komünist kızları Öldürdükten sonra daşlara ve hayata karşı daha çok ilgiye ihtiyacı­
cesetleri ile eğlendiklerinin söylenmesiydi. İşte mız var. Doğal bir şeydir bu. Ama gene de farkı­
eski toplumu belirleyen vahşetin, kötülüğün, pis­ na varmamız gerekir ki, tüm bu genç insanlar
liğin ve karanlığın başka bir örneği daha. Ölümü­ Yenan'a devrimi gerçekleştirmek üzere özgeçisel
nün dayanılmaz acı haberini aldığımda içim derin bir tutumla gelmiş bulunmaktalar; karınlarını, cin­
bir sevgi ve nefretle doldu. Şimdi ne zaman onu sel ve eğlence İsteklerini doyurmak İçin değil ke­
düşünsem gözümün önüne hep onun temiz ve sinlikle. Coşkusuztukiarınm, giderek iç rahatsız­
kutsal ululuğu, içinde birbirine sımsıkı dikilmiş üç lıklarının nedenini bu sorunları hemen çözemiyor
kat çamaşırıyla amcası tarafından ölüme gönde- oluşumuza bağlayanlarla anlaşamamamın ne­
rilirkenki gururlu hali geliyor., (Bu, sakin Yenan'da, deni bu.
kuş sesleri ve altın lotüs dansının kıvrak ayak O halde hayatımızda temel olarak eksik olan
oyunları karşısında böyle şeylerden söz ötmek ne? Belki aşağıdaki konuşmada aradığımız ipuç­
yersizmiş gibi görünüyor, ama Yenan'daki duru­ larını bulabiliriz.
mun günümüz koşullarına uymadığı da bir ger­ Yeni Yıl tatili gecesi bir arkadaştan yürüye­
çek - bir an için gözlerinizi kapatıp uzakta gü­ rek eve dönüyordum. Önümsıra heyecanlı fısıltı­
nün her anında ölmekte olan yoldaşları düşünün.) larla konuşan iki kız yoldaş gidiyordu. Epey uzak­
Eski sınıf nefreti hesaplarını tekrardan orta­ ta bulunduklarından, konuşmalarını duyabilmek
ya çıkarmaya, ulusal çıkar adına, hiç niyetim yok. için sessizce yanlarına sokuldum.
Biz gerçekten sınıfsızız. Tüm gücümüz ve kitlemiz­ «Hep başkalarının küçük-burjuva eşitçilikle­
le eski Çin'in kalıntılarını da bizimle birlikte sü­ rinden söz eder durur; ama aslında kendinin çok
rükleyerek, yolumuzda, ışığa doğru gidiyoruz. Ne özel biri olduğu kanısında. Her zaman kendi kişi­
var ki bu süreç içinde eski Çin'in pislik ve kiri sel çıkarlarıyla ilgilenmekte. Emri altındaki yol­
üzerimize değmekte, mikrop ve hastalıklarım saç­ daşlara gelince İş, hastalar mı, iyiler mi hiç il­
makta. gilenmiyor. Öiseler bile umurunda değil.»
Güç aldım çeşitli zamanlarda Li Fen'İn anı­ «Karagalar hâlâ kara, nereye konarlarsa kon­
sından kendime, hayatî ve militan güç. Bu son sunlar. Bizim Yoldaş XXXXX bile böyle davranı­
anımsamamda ise Yabanî Zambak genel başlığı yor.»
altında bir Tsa-ınren yazmak gereğini duydum. «Cok haklısın! Sınıfını sevmek üstüne bir sü­
İkili bir önemi var bu adın. îlki, Yenan yöresin­ rü palavra. Sıradan bir insan sevgisi bile göster­
deki tepelerde bulunan çiçeklerin en güzeli yaban miyorlar. Gülümseyip, dostmuş gibi davranan in-
Birikim 15/52
sanlar görüyorsun, ama hepsi yüzeyde, hiçbir an­ saf ve güzel duyguları yinelemelerini öğretmekte-
lamı yok. Bir parçacık kızdırsan hemen ters ters ler. İçinde buiunduğumüz durumun çirkinlik ve
bakmaya, rütbelerini öne sürüp nutuk atmaya kuruluğu tümüyle yeni onlar için ve bu nedenle
başlıyorlar.» de şaşırtıcı değil, en küçük bir zorlukla karşıla­
«Böyle davrananlar yalnız yukarıdakiler değil şınca ağlamaya başlamaları, o ana kadar olabil­
ki, küçükler de öyle. Kısım komutanımızı görsen, diğinden çok daha fazla rahatsız olmaları.»
üstleriyle konuşurken yerlerde sürünecek nere­ Bu yazarın «orta yaşlı» dostunun kim olduğu
deyse, ama sıra !bize gelince burnu bir karış ha­ hakkında hiçbir bilgim yok, ama bana göre onun
vada. O kadar yoldaş hastalandı yattı, bir kere bu, yani kişinin payına düşenle yetinmesine da­
bile gelip de nasıllar diye bakmadı. Ama tavuk­ yanan, felsefesi sadece «doğru» olmamakla kal­
larından birini kartalın kaptığı zaman duyacaktın mıyor. Aynı zamanda son derece zararlı. Temiz­
çıkarttığı gürültüyü! O günden beri nerede uçan likleri, anlayış yetenekleri, ateşlilikleri, yüreklilik­
bir kartal görse bağırıp, çağırıp taş atmaya baş­ leri ve tükenmez güçleriyle genç insanların üze­
lıyor - çıkarcı piç!» rinde titreyerek durmamız gerekir. Karanlık ve
Uzunca bir sessizlik oldu sonra. Bir bakıma kötülüğü başkalarından çok önce farkeden, baş­
yoldaşın keskin dili hoşuma gitmişti, ama İçime kalarının söylemediği ya da söylemeye cesaret
birden bir eziklik çöktü. edemediği şeyleri hem de büyük bir yüreklilikle
«Üzüntülü bir şey bu kadar çok yoldaşın ortaya koyan onlardır. Aynı nedenle daha fazla
hastalanması. Aslında hiç kimse bu türlü insan­ eleştireldirler, ama «yakınmak» anlamına alınma­
ların hastayken kendilerini ziyarete gelmesini is­ malı bu. Her söyledikleri oturmuş ve tam dengeli
temiyor, insanı daha kötü ediyorlar. Ses tonları, olmayabilir, ama kesinlikle «ağlamak» da değildir.
tavırları, tüm davranışları - seninle ilgilenmiyor­ «Yakınma», «ağlama» ve «rahatsızlık duyma» gi­
lar gibi geliyor.» bi fenomenleri ortaya çıkartan sorunların yapısına
«Ne kadar haklısın. Onları başka insanlar il­ eğilmeli, nedenleri akılcı yolla ortadan kaldırma­
gilendirmiyor, başkasını da onlar. Kitle çalışma­ ya çalışmalıyız. (Evet, akılcı! Gençlerin sürekli
sı yapsalar mutlaka 'başarısız olurlardı.» olarak «düşüncesiz lâklâk» ettikleri iddiası teme­
Onlar konuşmalarını coşkulu fısıltılarla sürü- linden yanlıştır.} Yenan’m «dış dünyadan» çok
rüp giderken, yollarımız ayrıldı. Artık dediklerini üstün olduğunu söylemek, gençlere «yakınmama­
duyamaz olmuştum. Çeşitli bakımlardan söyledik­ larını» salık vermek, Yenan'ın karanlık tarafım
leri tek taraflı ve abartılmıştı. Belki çizdikleri re­ «küçük bir düş kırıklığı» şeklinde yorumlayıp
sim çok geniş uygulamasi olacak bir resim de­ «üzülmeye değmez» diye nitelemek hiçbir sorunu
ğildi, ama bir ayna oiarak değerlendirilmesindeki çözmez. Evet, Yenan «dış dünyadan» çok üstün­
yarar da yadsımanamazdı.:, dür, ama daha da üstün olabilir ve olmalıdır da.
Elbette gençler sık sık dik-başlı ve sabırsız ^
2. «Zorluk Çekmek»
olurlar - «Zorluk çekmek» yazarının genel konu­
Bu gazetenin* 12 sayısı «Gençlik Sayfasın­ sunun da bu saptama olduğu görülüyor. Ya tüm
da» bîr yoldaşın «Zorluk Çekmek» başlıklı ilgimi gençler vaktinden Önce olgunlaşacak olsalardı,
çeken bir yazısını okudum. ne kadar çaresiz bir dünya olurdu yaşadığımız!
İşte bu yazıdan iki bölüm. Aslına bakılırsa Yenan'daki genç insanların dene­
yimlerinin az olduğu da söylenemez - baksanıza,
«Kuomintgng bölgesinden ortayaşlı b ir dos­
daha önce sözünü ettiğim iki kız yoldaş arasın­
tumuz geldi geçenlerde. Yenan'daki gençlerin
hoşlarına gitmeyen en küçük şeye dayanamama- daki «yakınmak» konuşma bile karanlıkta ve fısıl­
Jarım, durup dinlenmeden her şeyden yakınmala­ tı şeklinde oluyordu. Demek İstediğim, böylesi
«yakınmalardan» rahatsız olacağımız yerde, on­
rını görür görmez de serî bir biçimde karşı çıktı
ları kendimizi irdelemek için bir ayna olarak kul­
bu tutuma: 'Nasıl iştir bu? Biz dışarıdakiler sayı­
lanmamız gerektiği. «Öğrenci çıkışlı genç arka-
sız zorluklar, kötü davranışlarla sürekli baş ba­
daşlariar ... şl üzerinde yetiştirilip büyütülmekte,
şayken.,.'»
hayatta ilgili sıcak ve sevgi dolu fısıltılar kulakla­
«Doğruydu dediği. Yenan'daki hayatın bazı rına üflenmekte, saf ve güzel duyguları yineleme­
yönleri sizin hoşunuza gitmeyebilir, hattâ kızdıra- leri öğretilmekte» demek, benim görüşüme göre,
bilir de sizi. Ama sayısız güçlüklere göğüs germiş, son derece özneldir. Yenan gençliği kesin çoklu- !
hayatın zorluklarından payına düşenden fazlasını ğunun «öğrenci çıkışlı» ve «deneyimsiz», «haya­
almış birisi için üzerinde durmaya değmez, son tın zorluklarından paylarına düşenden fazlasını»
derece basit şeylerdir bunlar. Ne var kî henüz ol­ almamış olmasına rağmen, «sıcak ve sevgbden
gunlaşmamış genç arkadaşlar, özellikle öğrenci başka bir şey görmemiş olduklarını söylemek de
çıkışlı genç arkadaşlar açışından durum değişik­ yanlış olur; tam tersine öncelikle «soğukluk ve
lik göstermekte. Ana/baba ve öğretmenleri onları nefret» üstüne çok şeyler bilmelerinden ötürüdür
el üzerinde yetiştirip büyütmekte, hayatla ilgili sı­ devrimciler safına 'katılmaları. «Zorluk çekmek»
cak ve sevgi dolu fısıltıları kulaklarına üfîemekte, yazarına bakılacak olursa tüm Yenan gençliği e!
üstünde ve şımarıkça yetiştirilmiş olup, ellerinden
* Liberation Daily, Wang Shih-wei’nin, yazısının şekerleri alındığından «yakmmaktaîar». Aslında
ilik çıktığı gazete. «şeytanlık ve soğukluk»tur onları Yenan'a «gü­
Birikim 15/53
zellik ve sıcaklık» aramaya getiren, ve burada da yardım etmekteler. Ve «büyük adamların» hayat­
«şeytanlık ve soğukluk» bulduklarından dolayıdır larındaki «küçük şeyler», insanların yüreğine sı­
«yakınmaları», ilgiyi bunların üzerine çekmek ve caklık ya da keder getirmek için çok daha etkili­
en alt düzeye indirgenmelerini sağlamak amacıy­ dir.
la. 4, Eşitçilik ve Sıralama Sistemi
1938 kışında Partimiz, çalışmalarımız üstüne
geniş kaspamlı bir soruşturma düzenlemiş. Mer­ Duyduğuma göre bir yoldaş yukarıdaki baş­
kez Komite yoldaşlara «yanlış ya da doğru olduk­ lık altında kendi bölümünün duvar gazetesine ma-
larına bakmaksızın, eleştirilerinin tümünü seslen­ \kale yazmış ve sonuç olarak da bölüm başkanın­
dirmeleri» çağrısında bulunmuştu. Umarım böyle ca yapılan eleştiri ve saldırılardan yarı yarıya
bir soruşturma gene yapılır ve kadrolardaki genç­ delirmiş. Umarım yanlıştır bu söylenti. Nedir, «kü­
lerin «yakınmalarına»' kulak verilir. çük şeytanlar» arasında gerçek delilik olaylarına
rastlandığından, kuşkum yetişkinler arasında da
3. «Kaçınılmazlık», «Gök Çökmez» ve bazı delilikler olabileceği. Sinirlerim bazı kişiierin-
«Küçük Şeyler» ki kadar «sağlıklı» olmasa bile, gene de ne yapı­
«Birliğimiz eski toplumun karanlığı içinde var lırsa yapılsın delireceğimi sanmıyorum. Bu yüzden
olduğundan, bizim aramızda da karanlık olması de yukarıda sözü geçen yoldaşın izinde, eşitlik
kaçınılmazdır.» Elbet bu «Marksizm!» Ne var ki, ve sıralama sistemi sorunlarına değinmek iste-
gerçekte tek-yönlü bir Marksizm. «Öznel hizipçi­ ğindeyim.
lik üstadlarının» unuttukları daha da önemli bir Komünizm eşitçilikle aynı şey değildir ve biz
yön var; böyle bir karanlığın kaçınılmaz olduğu­ bugün Komünist devrimi gerçekleştirmek döne­
nun saptanmasından sonra, bolşevik aktivizmle minde değiliz. Bu sorun üstüne uzun bir deneme
boy gösterme ve gelişmesinin önlenmesi, nesnel yazmama gerek yok, çünkü «başlardan» biri gibi
gerçekliğin değiştirilmesi için bilinç imkânlarına bir hayat tarzı sürdürmek isteyecek kadar çılgın
tam özgürlük tanınması. Günün koşullarına göre, bir ahçı olmadığına garanti verebilirim. {«Mutfak
birliğimiz içindeki karanlığı parçalamak, kalıntı­ teknisyeni» demeye cesaretim yok - komik olu­
larının tümünü yok etmek İmkânsızdır, ama bu yor; gene de ahçıiaria konuşurken en sıcak şekil­
amaçla elden gelenin tümünü yapmak sadece de «yoldaş mutfak-teknisyeni» diyorum onlara -
mümkün dşğil, aynı zamanda gereklidir de. Buna ne zavallı bir sıcaklık örneği!) Sıralama sistemi
rağmen, «büyük üstadlar» bu noktanın önemini daha zorca bir sorun.
vurgulamak şöyle dursun, sözkonusu bile etmiyor­ Bir iddiaya göre; Yenan'da sıralama sistemi
lar. Bütün yaptıkları «kaçınılmazlığı» saptadıktan kesinlikle yok' Ancak böyle bir sistemin varlığı su
sonra, yatıp uyumak. götürmediğinden, gerçeklere uymuyor bu lâf. Baş­
Aslında öyle bizim bildiğimiz gibi yatıp uyu­ ka bir iddia ise, evet, sıra sistemi var ve akılcı
muyorlar da. «Kaçınılmazlığı» önemli bir «öz-hoş- bir şeydir diyor. Burada durup, hepimiz aklımızı
görü» için bahane olarak kullanıyorlar. Düşlerin­ kullanarak düşünelim. ;
de, bütünüyle duygusal bir sesle kendilerine: «Yol­ Sıralama sisteminin akılcı nedenlere dayan­
daş, sen devrim öncesi toplumunca üretilmiş bir dığını söyleyenler kabaca şunları öneriyorlar; (1)
İnsansın ve evet, ruhunda küçük karanlık bir leke «Herkesten yeteneğine, herkese değerine göre»
var, ancak kaçınılmaz bir şey bu, utanıp sıkılma­ İlkesi gereğince sorumlulukları yüksek olanlara
ya gerek yok.» daha fazla verilmeli, (2 ) hükümetin üçte ikisi ya­
«Kaçınılmazlık, teorisinden» sonra, «gök kın bir gelecekte yeni bir ücret sistemi getirmek
çökmez» diye bilinen «ulusal biçim teorisi» gel­ isteğinde, ve doğal olarak ödeme farklılıkları ola­
mekte. Evet, göğün çökmesi imkânsız. Ama ya cak ve (3) sıralama sistemi Sovyetier Birliğinde
bizim çalışmalarımız, amacımız? Sonuç olarak de var.
bunlar zarar görecek mİ? «Büyük üstadlar» hiç Tüm bu iddialar tartışmaya açık bence. Şu
ya da pek az düşünmekteler bu konuyu. Eğer bu denebilir (1) için; tüm zorluk ve güçlükleriyle bir
«kaçınılmazlık», «kaçınılmaz» şekilde doğal gelişi­ devrim süreci içindeyiz, yorgunluklara rağmen
mine bırakılırsa, İşte o zaman gökler -devrimci hepimiz içinde bulunduğumuz krizi geçmek için
amacımızın gökleri- «kaçınılmaz» şekilde çöker. çatışmaktayız, hattâ çok sayıda yoldaş bu amaç­
Bu kadar kendini beğenmiş olmamamızı öneririm la sağlığını yitirdi. Bu nedenle, kim tarafından
ben. olursa olsun, «herkese değerine göre» konusun­
Adına «küçük şeyler» denmiş olan teori de da konuşmanın henüz zamanı değil gibi geliyor.
bununla bağlantılı. A tarafından eleştirilen B, za­ Tam tersine, yüksek sorumluluk taşıyanların iyi
manını «küçük şeylere» harcamamasını öğütler ve kötü günleri sıradan kadrolarla daha da istek­
A’ya- Hattâ kimi «büyük üstadlar»: «Kahrolsun! li bir biçimde paylaşmaları için bir neden bu (Teş­
Kadın .yoldaşlar yetmezmiş gibi, şimdi de erkekler vik edilmesi gereken ulusal bir meziyet.) Böylesi
tüm zamanlarını basit şeylerle geçirmeye başladı­ davranışlar alt sıraların derin sevgisini kazandı­
lar!» diyecek kadar ileri gitmekteler. Evet, gerçi rır. Ancak o zaman demirden bir birlik sağlamak
Yenan da partiye ya da ulusa ihanet gibi büyük mümkün olabilir. Yüksek sorumluluk taşıyanların
sorunlar yok ama, bireyler günlük hayatta yap­ gereğinde özel sağlık bakımı görmelerinin sadece
tıkları küçük şeylerle; aydınlığa ya da karanlığa akılcı değil, aynı zamanda gerekli olduğunu söyle-
Birikim 15/54
mek bile fazla. Aynı imkân daha az sorumluluk gelebilecek her durumda akıi-çelen bir sorun ola­
yüklenmişler için de geçerli olmalı. {2} ile ilgili rak, kaçınılmaz şekilde, sohbetin konusunu gene
olarak, hükümetin üçte İkisi aşırı farktan kaçın­ onlar oluşturuyorlar.
malı diyeceğim. Partili olmayan görevlilere bir Üstüne üstlük her türden kadın yoldaş sık
miktar daha iyi davranıiması doğru, ama Parti sık hakedilmiş bir dizi eleştirinin hedefi olmakta.
üyesi olanlar kavgamızın tutumlu ve sade gelene­ Bana göre bu çıkışmalar ciddî ve gerekçeli.
ğini sürdürmşli ve böylece Parti üyesi olmayan Herkes her zaman ilgilenmekte kadın yoldaş­
çok daha fazla insanın saflarımıza katılıp, bizimle ların evlenmesiyle, ama onlara yetmiyor bu. Bir
işbirliğine girmelerine imkân hazırlamalıdırlar. Ka­ kadın yoldaşın, birkaçı şöyle dursun, tek bir er­
balığımı başlağışlayın ama (3) konusunda sadece kek yoldaşla bile yakın ilişkisi bulunması imkân­
«eski Yunan» sözünü etmeden ağzını açmayan sız. Karikatürcüler hemen, «Bölüm başkanı da mı
«büyük üstadiarsdan çenelerini tutmalarını dile­ evleniyor?» diye küçük düşürmekte; ozanlar ise,
yeceğim. «Yenan'daki tüm liderler süvari ve hiçbiri sanatçı
Hiçbir şekilde eşitçi değilim ben, ama giye­ değil. Yenan'da sanatçının güzel bir sevgi bulma­
cekleri üç, yiyecekleri beş kategoriye bölmek ne sı imkânsız.» demekteler. Başkalarıysa söylev ver­
gerekli ne de akılcı. Özellikle giysiler bakımından. mekte kadınlara: «Olacak İş değil, biz eski kad­
(Benim derecem «kadro giysisi ve özei mutfak» rolara yukarıdan bakıp, köy kabakları diye küçük
olduğundan, uzanamadığım üzüme ekşi demek görmeniz. Eğer biz olmasaydık, bugün Yenan’a
sorunu yok burada.} Böyle sorunlar ihtiyaçlara ve ak darı yemeye gelmezdiniz!» Ne var ki, kadınlar
akılcılığa dayandırılarak çözülmelidir. Hasta yol­ şaşmaz bir biçimde evlilik isteğindeier. (Evli olma­
daşlar bir tas şehriye çorbası bulamıyorlar şu an­ mak çok daha büyük günah, ve bekâr kızlar
da, ve genç öğrencilere günde iki kap sulandırıl­ söylenti ve yaralayıcı dedikoduya daha çok he­
mış «congee» veriliyor. (Yeterli yiyecekleri olup def alınmaktadırlar.) Bu nedenle pek seçici ola­
olmadığı sorulduğunda Parti üyelerinin başı çek­ mıyorlar; ister ata binsin, ister hasır pabuç giy­
tiği bir koronun hep bir ağızdan «Evet, karnimizi sin, ister yönetici ister sanatçı, kim olursa olsun.
dolu» demesi beklenmekte.) Üstelik, görece daha Sonra da kaçınılmaz çocuklar. Bunların yetiştiril­
sağlıklı olan «kodamanlara» ihtiyaçlarından ya da meleri ise çeşitli. Kimi yumuşak yünler, işlemeli
akılcı bir tutumla tüketmeleri gerekenden çok da­ kumaşlarla sarmalanıp mürebbiyelere bırakılırken,
ha fazla yiyecek ve içecek verilmekte, bunun so­ kimi de pis bezler içinde ana-babalarının boş ya­
nucu olarak da altları onlara ayrı bir'«ırk» gö­ tağında, onlar kendi için verilen çocuk parası­
züyle bakmakta, onları sadece sevmemekle kal­ nın çoğunu yerken, ağlaşmakta. Bu para (ayda 25
mayıp, giderek hattâ ...... Bu beni huzursuz yuan, ya da 1,5 kilo domuz) olmasa, büyük bir
kılıyor. ihtimalle çoğu etin tadını bilmeyecek. Kimle evle-
Ama kimbilir, sürekli ol arp k «sevgi» ve «sı- nilirse evlenilsin, gerçek şu ki, çocuk doğuran her
caklık»dan söz( etmek de bir «küçük-burjuva» kadın «evine dönen bir Nora» diye alaylı bir bi­
duygusudur belki? Kararınızı bekliyorum. çimde aşağılanmak durumunda halk tarafından.
Çocuğa bakıcı tutabilmek imkânı bulunan kadın
yoldaşlar haftada bir kez dışarıda bir toplantı ve
dansa gidebilirler, arkalarında inanılmaz bir dedi­
kodu ve fısıltı yayını başlatarak, ama gittikleri ye­
8 MART (KADINLAR GÜNÜ) ÜZERİNE ri de hareketlendirecek, tüm gözleri kendilerine
DÜŞÜNCELER çevirteceklerdir. Bu durumun toplantılarda verdi­
Tin Ling ^ ğimiz söylevlerle, öğreti ve teorilerimizle hiçbir
ilgisi yok. Hepimiz böyle bir gerçeğin, gözler
«Kadın», kelimesine özel bir ağırlık vermek önündeki bu gerçeğin, farkındayız. Ama hiç biri­
ve özellikle bu kelimeyi açmak gereği ne zaman miz kesinlikle sözünü etmiyoruz.
ortadan kalkacak? Aynı şey boşanma için de sözkonusu. Genel
Döner dolaşır, bu gün her yıl gelir. Her yıl olarak evliliğe giden yolda üç şeye önem verif-
bu gün tüm dünya çevresindeki kadınlar toplanır mekte. (1) politik namus; (2 ) tarafların yaklaşık
ve güçlerini bir araya getirirler. Son iki yıldır Ye­ olarak aynı yaşta olmaları; (3) karşılıklı yardım.
nan'da böyle canlı bir girişim olmadığı halde, ge­ Tüm toplumun bu koşullara uygun olduğunun söy­
ne de hiç olmazsa bir iki kişinin bu İşle uğraştığı lenmesine karşın - örneğin (1}’i ele alırsak, zaten
görülüyor. Mutlaka bir kongre toplanacak, söy­ Yenan'da açıkça hain olan kimse yok, (3)'e göre
levler verilecek, karşılıklı telgraflar gönderilecek ise çorap yamamaktan tutun, pabuç tamir etme­
ve yazılar yazılacaktır. ye, hattâ kadınca rahatlığa -kadar her şey «karşı­
Yenan'daki kadınlar Çin'in öbür bölgelerin­ lıklı yardım» olarak odJandırılabiimekte - gene de
de yaşayanlardan çok daha mutlu. Öylesine kî, herkes bu kuralları sonuna kadar düşünüp taşınıp
bir sürü insan kıskançlıkla, «Nasıl oluyor da ak değeriendiriyormuşcasına davranmakta, ama so­
darı ile beslendikleri halde -böyle pembe ve şiş­ nunda boşanma nedeni olarak sürekli kadının po­
man oluyorlar?» dîye sormakta. Hastane, sana­ litik geri kalmışlığı öne sürülmekte. Kadının ilerici
toryum ve kliniklerde çalışanların büyük bölümü­ olmayışı ile kocasının gelişmesini engellemesinin
nün kadın olması kimseyi şaşırtmıyor ama, akla utanç verici bir şey olduğunu en başta ben kabul
Birikim 15/55
ederim. Ama bir de biz onların ne ölçüde geri kal­ rın üzerine eğiünse, böylece teori ve pratik bir­
mış olduklarını saptayalım. Evlenmeden önce sert birinden ayrılmasa ve her Komünist Parti üyesi
ve kavgalı bir hayat sürdürüp, göksel yücelikler­ kendi ahlâkî davranışından daha fazla sorumlu
de uçmak isteğinden kaynaklanmıştı esinleri. Ev­ olsa yararlı olurdu.
lenmeleri ise biraz fiziksel ihtiyaç, biraz da «kar­ Gene de biz, özellikle Yenan’daki kendi ka­
şılıklı yardım» üstüne yapılan tatlı konuşmalara dın yoldaşlarımızdan daha fazla şeyler beklemeli­
yatkınlıklanndandır. Hemen sonra da «evine dö­ yiz. Kendimizi ileri götürmeli ve dayanışma duy­
nen Nora» olmaları için baskı altında bırakılmak- gularımızı geliştirmeliyiz.
talar. «Geri kalmış» diye tanımlanmaktan korkan Yeteneksiz insanlar hiçbir zaman her şeyi
daha yürekli bazıları sağa sola başvurup, çocuk­ elde edemezler. Buna dayanarak, kadınlar eşitlik
larını bırakabilecekleri bir yuva ararken, kürtaj istiyorlarsa eğer, önce kendilerini güçlendirmeü-
yaptırmak isteyenler, kullandıkları gizli çocuk dü­ dirler. Hepimiz anlaştığımızdan, bu -konuda daha
şürücü ilâçlarla cezayı, giderek öiümü göze alan­ fazla durmak gereksiz. Belirli birtakım insanlar
ları bile var. Ama kendilerine sürekli aynı cevap var bugün, kadınların öncelikle politik güç kazan­
verilmekte: «Çocuk doğurmak da çalışmak değil ması gerektiğini öne süren ve bunu parlak söy­
mi? Sen renkli, rahat bir hayatın peşindesin sade­ levlerle alabildiğine uzatan. Ben sadece, ister pro­
ce. Hem, hangi vazgeçilemez politik uğraşın için­ leter, ister direnişte bir savaşçı ya da kadın ol­
desin ki? Madem çocuk yapmaktan ve doğumdan sun, cephedeki herkesin kendi günlük hayatında
sonra yükleneceğin sorumluluktan bu kadar kor­ özen göstermesi gerekli birkaç şeyden söz ede­
kuyorsun, ne demeye evlendin? Seni zorlayan mı ceğim: ;
vardı?» Böyle koşullar altında kadınların bu «geri 1. Hasta oirhaym. Başıboş bir hayat zaman
kalmışlık» yazgısından kurtulmaları imkânsız. Ça­ zaman romantik, şairane ve çekici görünebilir,
lışabilecek durumdaki kadın analık mutluluğu için ama günümüz koşullarına uyumsuzdur. Hayatınızı
mesleğini bıraktığında herkes aferinler yağdır­ en iyi savunabilecek durumda olan gene siz, ken-
mada. Ama on yıl kadar sonra başlarına gelecek dinizsiniz. Bu günlerde sağlığı kaybetmekten da­
olan «geri kalmışlık» {yine boşanma) trajedisin­ ha kötü bir şey düşünülemez. Sizin en yakınınız
den kaçmabifmeleri için de hiçbir yol yok. Derisi olan sağlığınıza iyi bakın ve değerini bilin.
buruşmaya yüz tutmuş, saçları dökülen ve son 2. Mutlu olmak için elinizden gelen her şeyi
çekicilik kalıntılarının yorgunluk nedeniyle bîr bir yapın. Mutluyken genç, hareketli, hayatta do­
yok olmaya başladığı böyle bir «geri kalmışlığın» yumla ve tüm güçlüklere göğüs germeye hazırlıklı
bir kadın olarak benim bakış açımdan bile keyfi olabilirsiniz; önünüzdeki geleceği mutluyken gö­
yok. Durumlarının çaresiz acılığı son derece açık rebilir, keyfinize bakabilirsiniz. Bu tür mutluluk
olmalı. Eski toplum düzeninde büyük bir ihtimalle doyum ve yeterlik getiren değil, tam tersine uğraş
zavallı ve talihsiz diye nitelenecekken, şimdilerde ve ilerlemeyi amaçlayan bir hayattır. Bu nedenle
trajedilerine kendi kendilerine bulaştırdıkları bir hepimiz her gün mutlaka bir miktar anlam taşı­
hastalık, hak ettikleri bir çprakiık gözüyle bakılı­ yan bir iş yapmalı, okumayı sürdürmeli, başkala­
yor. Hukuk çevrelerinde, boşanma kararı tek tara­ rına bir şeyler verebilecek duruma getirmeliyiz
fın isteği üzerine mi, yoksa tarafların ortak baş­ kendimizi. Orda burda boş oturmak sadece haya­
vurmalarıyla mı verilsin konulu bir tartışma sür­ tın -boş, cılız ve çürük olduğu duygusunu güçlen­
dürüldüğü gerçek değil mî? Davaların büyük ço­ dirir.
ğunluğun-kocaların isteği üzerine açılmakta. Kadın 3. Aklınızı kullanın ve bunu bir alışkanlık
böyle bir şey yaparsa, mutlaka ahlâk dışı bir ha­ durumuna getirir. Düşüncesizce davranmak, akın­
yat sürdürüyordum eh o zaman da lânetlenmeyi tıyla sürüklenmek eğilimlerinizi düzeltin. Her han­
hak etmiştir zaten! gi bir şeyi söyleyip yapmadan önce, dediğinizin
Kendim kadın olduğumdan, kadınların başa­ doğru olup olmadığını, önünüzdeki sorunun en
rısızlıklarını başkalarından daha iyi anlıyorum. doğru çözümünün böyle olup olmadığını, yapılanın
Çektiklerini de daha iyi bilirim. Yaşadıkları çağın inançlarınıza aykırı olup olfnadığınt, bu işten so­
üstüne çıkabilme, hatâ yapmama ya da çelik gibi rumluluk yüklenip yüklenemeyeceğinizi düşünün.
sert olma yetenekleri yoktur kadınların. Toplu­ Böyle yaparsanız, sonradan pişmanlık duymaz­
mun kandırmacalarına, Yenan'daki sessiz baskıla­ sınız Akılcı davranmak budur. Tatlı sözler, ballı
ra direnemezler. Her biri geçmişini kan ve gözyaşı deyimlerin tuzağına düşmemenin, küçük çıkarlar
ile yazmış - yalnız sürdürülen hayat kavgasında uğruna yoldan sapmamanın, duygularımızı ve ha­
ya da günün hayhuyu içinde hem sevinç, hem de yatlarımızı boşu boşuna harcamamanın tek yolu
üzüntü biçimlerinde büyük duygusal deneylerden budur.
geçmişlerdir. Yenan'a gelen kadın yoldaşlar/için 4. Zorluğa kararlılık, sonuna kadar daya­
çok daha geçerli bu durum, ve bu yüzden de nıklılık. Çağdaş kadınlar tüm pembe, boyun eğer
düşkünlere ve suçlu diye nitelendirilenlere olan düşlerinden sıyrılmaiıdırlar. Mutluluk, esen fırtı­
sevgim daha fazla. Ve umarım erkekler, özellikle nanın içinde kavgaya katılmaktır, mehtapta çalgı
yüksek görevdekiler ve kadınların -kendileri cins- çalmak ya da baharda şiir söylemek değil. Kesin
daşlarmın yaptıkları yanlışları toplumsal içerikle­ kararlılığın olmadığı yerde, yolu tam ortasınday­
rini göz Önünde tutarak değerlendirirler. Boşubo- ken şaşırmak çok kolaydır. Üzüntü ve dert çek­
şuna teorilerden söz etmek yerine somut sorunla­ memek, bozulmak, yozlaşmaktır. Kavgayı sürdür-
Birikim 15/56
mek gücü 'dayanıklılığın' niceliğinden beslenmeli­ miş eski tip düşünce ve davranış biçimlerinin bir
dir. Büyük amaç ve'tutkuları olmayan kişilerde, denemede ortadan kaldırılmasının kolay olmadı­
küçük çıkarlara kaymayacak ya da kolaya ka­ ğını öne sürüyorlar. Bazı akıllı baylar da, bu teo­
çan bir varoluş arzulamayacak amaç kesinliği riyle açılan aralığı içinde barınacakları bir civata-
az bulunur. Tek insan değil, ancak bir bütün ola­ deliği imişcesine sömürüyor, pis çamurlardaki do­
rak tüm İnsanlık yararına amaç ve tutkuları olan­ muzlar gibi, durumlarından mutlu, bir batıp bir
lar sona kadar dayanabilir. çıkıyorlar. Kendilerinin pislenmesinde bîr sakınca
görmediklerinden, gelen geçeni de kirletmek ola­
ŞAFAK VAKTİ, 3 Ağustos ğan görünüyor onlara. Aslında böyle kaba saba,
NOT: Bu denemeyi yeniden okuduğumda, ka­ çiğ davranmanın hiç de «akıllı» bir yanı yok. Bir
dınlardan neler beklendiğimden söz eden bölüm de başka bir tip var, aynı delikte saklandığı, halde,
daha geliştirilebilirmiş gibi geldi; ancak yazıyı bel­ çevresini deyimlerle kuşatan, sürekli olarak baş-
li bir sürede teslim etmem gerekiyor, bu yüzden döndürücü güzellikte söylevler veren. Bu parlak
vaktim yok yeniden sözden geçirmeye. Ayrıca, de­ ve zırhlı kabuğun içinde kemiksiz, çökmüş ve kan­
nemede sözkonusu edilen bazı şeylerin kitleler serli bir et yığını olacağı kimsenin aklına gelmez.
önünde bir lider tarafından söylenmesiyle daha Genel olarak, açığa çıkmış şeylerle uğraş­
doyurucu olacaklarını sanıyorum. Aynı şeyleir ka­ mak daha kolaydır. Örneğin, gelişmeye giden yol­
dın tarafından yazılınca, yıpratılma ihtimalleri çok da önümüze çıkan engelleri ortadan kaldıracak
artıyor. Ama madem ki yazdım, hep niyetlendi­ çareleri bulabiliriz. Ama görüşümüzü kapayan,
ğimse, benzer görüş taşıyan kişilerin kullanımına tüm çevremizi saran bir sise yoklanırsak; aklımı­
sunuyorum. zın karışması, bastığımız yerden kuşku duymamız
kaçınılmazdır. Uzun süre dağlarda yaşamış olan­
ların, bu türlü sisin sık sık sadece Chunking'de
değil, burada (Yenan'da) da görülebileceğinin far­
kına varmaları gerekir*.
TSA-WEN GÜNÜMÜZDE DE GEÇERLİDİR
Evet «poiitik bilinçlenmenin en yüksek olduğu
Lo Feng yer» Yenan. Ne var ki, sürekli olarak aynı zarif
Tsa-men çağının artık geçtiğini öne süren elbiseyi giyer, yıkamakta da tembellik edersek
bazı kimseler var, şanlı sınır bölgelerimizde. Ben eninde sonunda kirlenir. Kişilerden söylediklerini
de isterdim Tsa-wen'in geri gelmek zorunda kal­ yapmalarını İstemek insan davranışının açık bir
mamasını, tsa-wen olmazsa çünkü, ne şu kötü temel kuralıdır. Bir devrimci ise bu kurala çok da­
karanlık, ne de şeytanî iç bulandıran cerahat ol­ ha fazla önem vermelidir. Yoksa, bir kez yanlış
mayacak. Dünya mutlaka barış içinde olurdu, hiç yola saptıktan sonra, boynumuza «uyanık bulu­
tsa-wen yazılmasaydı, değil mi? Japonya'ya karşı nalım» yaftasını asıp dolaşmanın yararı ne? Ken­
süren direniş savaşından kesinlikle biz galip çı­ di kaderiniz önemli olmayabilir, ama birazcık ol­
kardık? Ne var ki gerçekler, umutlar kadar yu­ sun sizi izleyenleri düşünün.
varlak olmuyor. Düşüncelerimizi güneş gibi par­ Bu konuya eğildiğim zaman sık sık Lu Hsün'ü
laklaştırmak için ne kadar çabalarsak çabalaya­ düşünüyorum. Karanlığı parçalayıp, önümüzdeki
lım, yıllar akıp gittikçe, çürümekte olan garip şey­ yolu gösterdiği hançer yere gömülü ve paslı, kul­
lerle dolu karanlık köşeleri gene kolaylıkla bula­ lanmasını gerçekten bilenler de çok az, ama gene
bileceğiz. de tsa-wen günümüzde hâlâ geçerli.
Tarihî evrim uzmanları, yüzyıllardır süregel­

ODAK YAYINLARI
« PARİS KOMÜNÜ ÜZERİNE ...................................................... 1 5 .^ T L
• AYDINLIK FEVKALÂDE GENÇLİK NÜSHASI ............................. 15.— TL
• BİLİMDE VE FELSEFEDE DİYALEKTİK NEDİR?
Ali Kızılırmak ................... ................................................... ............. 7.50 TL.
• KAPİTAL IIİ/2 (Çıkıyor} ' .
Karl Marx (3. Cilt - 2. Kitap) ......................................................... 40.— TL.
• KAPİTAL II
Karl Marx (İkinci Cilt) ................ .................................................... (Basılıyor)
ODAK Y A Y I N L A R I
Fevzi Çakmak Sok. No. 10/4
Demirtepe — ANKARA
Birikim 15/57
ZAFER TOPRAK

«Geçiş Dönemi lephımlnıı İçti


Teorik Bir Çerçeve - i - » Üzerine
BİRİKÎM'in 13. (Mart) sayısında yayımlanan ekonomik ve toplumsal kuruluş (formation écono­
A. Savaş Akat'ın «Geçiş Dönemi Toplamla­ mique et sociale) ve sömürü tipi (type d'exploita­
rı İçin Teorik Bir Çerçeve -İ-» isimli yazı­ tion) kavramlarının ayırımıdır. Marx'm verdiği bi­
sına Z. Toprak'ın yönelttiği eleştirileri ve limsel anlam, «sosyal-ekonomik şekillenmenin ile­
bu eleştirilere karşı A. Savaş Akat'ın ce­ riye doğru gelişen çağları»1 (époque progressive
vabını birlikte yayımlıyoruz. Her İki yazının de la formation sociale économique) olarak üre­
da bilimsel tartışma üslûbu içinde olması tim tarzı kavramı somut toplumlarm farklılıkları­
ve yazarların tartışılan soruna daha bir nı açıkiayamaz: en geneli yansıtır, diğer yönleriy­
aydınlık getirebilmek için kendi açılarından le çok farklı toplumlar arasındaki ortak unsurları
gösterdikleri ilginin olumlu bulunacağına içerir. Kavramın teorik değeri bundan ileri gelir.
inanıyoruz. Somut toplumlarm somut incelenişinde hiç bir
zaman kullanılamaz, ancak böyie bir incelemeyle
doğrulandığı oranda değer kazanır. Bunun dışın­
da;
Asaf Savaş Akat'ın Birikim (Mart 1976-No. «Bu soyutlamaların, kendi başlarına, ger­
13) de yer alan teorik ön çalışma niteliğindeki çek tarihten ayrı olarak ele alınacak olur­
incelemesi ülkemizde teorik soyutlama düzeyin­ sa, hiç bir değeri yoktur. Olsa olsa tarih­
deki çalışmalara yeni bir boyut kazandırmakta­ sel malzemenin daha kolaylıkla sınıflan­
dır. Geçiş dönemi toplumsal kuruluşlarının gün­ dırılmasına, birbirini izleyen özel katların
cellik kazandığı bir dönemde az gelişmiş ülkele­ (strates particulières) belirlenmesine ya­
re özgü modellerin oluşturulması, bu ülkelerin rar. Yoksa, hiç bir şekilde, felsefe gibi,
«klasik)) gelişim modellerine oranla çok daha bir reçete, tarihsel devirleri birbirlerine uy­
karmaşık yapıları nedeniyle araştırmacıları çetin durmağa yarayan bir şema vermezler.»2
sorunlarla karşı karşıya bırakmaktadır. Bu tür Genellikle düşülen yanılgının bir diğeri, yu­
toplumsal kuruluşlarda, önceki yüzyıllardan fark­ karıda belirtilenlerin bir sonucu olarak, üretim
lı olarak, içsel dinamiğin yanı sıra güçlü bir dış­ tarzı kavramının değişik anlamlarda, özellikle so­
sal işlevin de göz önünde bulundurulması ge­ mut toplumdaki «üretme biçimi» (manière de pro­
rekmektedir. Bugün artık emperyalizm olgusun­ duire) anlamında kullanılmasından ileri gelir.
dan soyutlayarak az gelişmiş ülkelere özgü mo­ Üretme biçimi Marx'in geliştirdiği teorik kavram,
del kurmak imkânsızlaşmıştır. Akat da inceleme­ üretim tarzından başka bir şeydir; somuttur, am­
sinde bu gerçeği vurgulayarak işe başlıyor: «Ka­ piriktir. Bu yanılgı Marx'm öngördüğü «ileriye
pitalist üretim tarzının evrensellik kazandığı an­ doğru gelişen çağlar»!, yani üretim tarzlarını, baş­
da (emperyalizm) kapitalizm-öncesi üretim ilişki­ ka bir niteiik taşıyan toplumsal kuruluşlarla bir
lerinin hâkim olduğu toplumlarm kapitalizme 'ge­ tutmaya, aynı düzeye yerleştirmeye sevkeder.
çiş' döneminin analizi.» «Bu yanılgı ayrıca hakim üretim tarzıyla,
Modele girilmeden önce kavramsal katego­ eski üretim tarzlarının, ya da mekanik, yan
rilere açıklık kazandırılması, özellikle Türkiye gibi (annexes) üretim tarzlarının eklemleri an­
bu tür soyutlamaların henüz yerleşmedği bir or­ lamında marjinal toplumsal kuruluşların ka­
tamda, zorunluluk kazanıyor. Nitekim Akat’ın ge­ lıntılarını bütünleştirmeye (intégration)
nel hatlarıyla çizmiş olduğu soyutlama düzeyleri sevkeder. Oysa bu kalıntılar 'hakim' üretim
incelemenin boyutlarının saptanmasında okuyu­ tarzının tümleyen parçalarıdır (partie inté­
cuya büyük kolaylık sağlıyor. Türkiye'nin bir çok grante) ve 'hakim' üretim tarzı tarafından
tarihsel gerçeğini içeren modele eleştirilerimizi büyük ölçüde şartlandırılmış ve değiştiril­
yöneltmeden önce biz de bu tür kavramlar üze­ miştir. Bu nedenle köklerini aldıkları yok
rinde biraz durma gereğini duyuyoruz. olmuş üretim tarzından büyük ölçüde baş­
Teorik soyutlama düzeyinde yapılan çalışma­ ka şeylerdir.»3
larda, araştırmacıların genellikle karşılaştıkları Jean Suret-Canale buna şöyle bir örnek ver­
güçlüklerden bîri de (yazıda belirtilen), teorik bir mektedir.
kavram olan üretim tarzı ile, ampirik ve deskriptif «A.B.D.'nin güney eyaletlerinde 19. yüzyıl-
da köleci sömürü tipi görülür. Bu, köleci, İNCELEMENİN ELEŞTİRİSİ

Birikim 15/58
ya da Marx'in terminolojisi kullanılacaksa
'antik' üretim tarzının -belirtisi değildir, bi­ Küçük Meta Üretiminin Teorik Boy utları
lâkis kapitalist üretim tarzının bir parçası
İncelemede her ne kadar kavramsal titizlik
olarak değerlendirilmelidir.»4
gösteriliyorsa da küçük üreticiliğin Klasiklerce ye­
Yukarıdaki soyut kavramlar dizisinden şöyle
terince açıklığa kavuşturulmamış oluşu ve özel­
bir sonuç elde ediyoruz. «Hakim» üretim tarzı
likle az gelişmiş ülkelere özgü geçiş dönemlerin­
kendinden önceki üretim tarzlarından kaynakla­
de karmaşık toplumsal yapılarda içerilişi nede­
nan «kalıntıları» artık kendi bütünselliği içinde bi­
niyle, birçok araştırmacının karşılaştıkları sorun­
çimlendirmekte, eritmektedir. Diğer bir deyişle
lar doğrultusunda, Akat'ı da kavramsal ikilem­
«talî üretim tarzları» «aslî» yapılarına tümüyle ya­
lerle karşı karşıya bıraktığı kanısındayız. Kurulan
bancılaşmakta, üretim tarzı niteliklerini yitirmek­
teorik çerçevede küçük meta üretiminin teorik
tedir. Geriye her geçen gün «hakim» üretim tar­
zının üzerlerinde etkinliğini arttırdığı, kendine boyutlarının saptanmasında biz bir ölçüde güçlük
çekiyoruz. Küçük meta üretimi kimi yerde karşı­
uyumlu kıldığı, özlerine yabancılaşmış «üretme
biçimleri», «üretim ilişkileri» kalmaktadır. mıza «aslî» bir üretim tarzı olarak çıkıyor. Örne­
ğin:
Jean Suret-Canale'dan farklı olarak, Maurice
«Kimi toplumlar için hâkim kapitalizm-Ön-
Godelier ise üretim tarzı kavramını daha «liberal»
değerlendirme eğilimi gösteriyor/ Toplumsal ku­ cesi üretim tarzı feodalite olur, öbürleri için
ruluşlarda biri aslî olmak üzere birçok üretim Asya üretim tarzı, başkaları için küçük üre­
ticilik, hattâ iîkef toplum.» s. 24.
tarzının bir arada bulunabileceğini, fakat asli üre­
tim tarzının diğerlerini kendi yeniden üretimiyle Kimi yerde «talî» bir üretim tarzı olarak de­
az çok bütünleştireceğini ileri sürüyor.5 Aslında, ğerlendiriliyor, ya da değerlendirildiği söyleniyor.
Örneğin:
son çözümde, her iki düşünür de bağımsız, özerk
bir yeniden üretim sürecinde olan «talî» üretim «Hiçbir zaman tek başına var olmamakla
tarziarından söz ediiemiyeceğinde birleşiyorlar. ’beraber bir üretim tarzının aslî öğelerini de
taşıyan küçük meta üretimi ikincil (talî) bir
* Godelier’nin üretim tarzlarının geliştirilmesi üze­ üretim tarzı olarak kabul edilmiştir.» s. 23
rine düşünceleri ilginçtir: Kimi yerde ise «kısa dönemde dahi kendini
«Birçok F örmen yorumcusu, Cermenler, Slav- hâkim ilişki olarak yeniden-üretme ihtimali» ol­
lar vb. ile ilgili olarak «üretim tarzı» terimini maması nedeniyle,
kullandığında Marx’i izlemekte tereddüt ediyor­ «...bir küçük meta üretim tarzı var mıdır?
lar. Marx’m «üretim tarzı»yla değil, herşeyden Genellikle bu soruya verilen cevap olum­
önce mülkiyet biçimleriyle (formes de propri­ suzdur: küçük üreticiliğin tâbi bir üretim
été) ilgilendiğini ve üretim tarzı kavramım ge­ ilişkisi olduğu, bu nedenle bir üretim tarzı
reken titizlikle kullanmadığını ima ediyorlar. kabul edilemeyeceği söylenir.» deniyor.
Bu Marx için, .mülkiyet ilişkilerinin ancak belirli Bu tür ikilemler bir yana bırakılırsa, birçok
bir üretim sürecinde gerçek varlık kazandığım yerde küçük üreticiliğin üretim İlişkisi düzeyinde
ve üretim biçimleri antikleştikçe, kapitalist üre­ değerlendirildiği vurgulanmasına rağmen, kulla­
tim tarzının tekdüzeliğine karşın, daha da özgül nılan kategorilerden, (tüccar sömürüsü, tüccar
(particulières) biçimler aldığını unutmak de­ sınıfı, istikrarlı yeniden üretim dengesi, aydın sı­
mektir, Demek ki üretim tarzlarının sayılarını nıfı, devletçilik v.b.) küçük üreticiliğin modelde
çoğaltmakta, hattâ bu kavramı iki belirgin üre­ «üretim tarzı» doğrultusunda geliştirildiği İzleni­
tim tarzı arasındaki geçiş şekillerine de uygu­ mini elde ediyoruz. Bu nedenle, eleştirilerimizde,
lamakta hiç bir sakınca yoktur.» araştırmanın 'bütünselliği ışığında, küçük üretici­
Maurice Godelier’nin Önsözü, Sur les sociétés lik için geliştirilen kategorilerin ne ölçüde, teorik
pr ¿capitalistes, Paris, Editions sociales, 1973. s. soyutlama düzeyinde, geçerlilik kazanacağını tar­
61, dipnot. tışıyoruz.
Etienne Baîibar ise üretim tarzlarının birbirini
izleyişini kesintili süreklilik olarak görür, «üretim Sömürü Biçimi - Tüccar Sömürüsü
tarzları arasındaki geçiş şekilleri»ni benimsemez. Üretim tarzını belirleyen temel unsur doğru­
«Tarihsel sürekliliğin yerini devamsızlığa, anî dan üreticiler (üretken emekçiler), üretken olma­
dönüşümlerle (devrim) değişen, .birbirini izle­ yanlar ve maddî üretim araçları arasında öngö­
yen anlık değişmez yapının durumlarına bıra­ rülen ve yeniden üretilen üretim ilişkilerinin niteli­
kan bir dönemsel ayırım vardır. Dönüşümü do­ ğidir. «Üretim araçlarına sahip üretken olmayan
ğuran çelişki ancak bu değişmezlikle, diğ^r bir bir sınıfın varlığı ve faaliyeti, işleyişinin —bu ne­
deyişle karşıt terimlerin sürekliliği ile ifade olu­ denle toplumsal üretimin— organik (gerekli) şartı
nabilir. Yapının bu durumları üretim tarzları­ olan her üretim tarzı, toplumsal emeğin bir sö­
dır, ve toplum tarihi, üretim tarzlarının kesintili mürü biçimi (mode d'exploitation) dir. Bunun so­
bir birbirlerini izleyişine indirgenebilir.» nucu olarak üretim tarzlarının sorunsalı, temelde,
Louis Althusser, Etienne Balibar, Lire le Capital, sömürünün tarihsel şekillerinin bir sorunsalı­
İI, Paris, Maspero, 1973, s. 83-84. dır.6

\
Birikim 15/59
İncelemede küçük meta üretimi sömürü biçi­ her iki üretici ülkeyi sömürerek gerçekleş­
mi olarak «tüccar sömürüsü» kabul ediliyor. «Eşit­ tiren Venedik, Cenova, ve HollandalIların
siz Mübadele»v:-v'başiijği/o-altında''üir -zaman kesidi giriştikleri ticaretin tarihinde özellikle be­
içerisinde sömürünün var olacağı (P-^PO ve lirgindir. ... Yürütülen ticaretin tekeli, ve
(3 ^ + 62 + Sn)— ve süreç içerisinde istikrarlı bir onunla birlikte bu ticaretin kendisi, müba­
delenin her iki ucunda sömürdüğü ve geri
kalmışlıkları onun varlığının nedeni olan
dengenin oluşacağı halkların ekonomik gelişimi oranında çö­
Ms
zülür. Ticaretin devamına gelince, bu, ti­
kanıtlanıyor.
Her iki olgu da bu istikrarlı dengenin yeniden üre­ caretin özel bir kesiminin, ve onun yanısı-
tim dengesi olması için yeterli sayılamaz. Eşitsiz ra saf tüccar ulusların egemenliğinin ve
mübadelenin iktîsat-içi kendini yeniden üreteceği onların ticaretin devamına bağlı genel ti­
burada ancak varsay ilebilir. Oysa ürünler artan carî zenginliklerinin çöküşü görünümün­
ölçüde mübadele alanına girip metaya dönüştük­ dedir. Bu, kapitalist üretimin ilerlemesiyle
çe salt bir emek-değer teorisi geçerlik kazanma­ tüccarların sanayi sermayesine bağımlı ol­
ya başlar. Mallar, giderek, içerdikleri toplumsa! malarında ifade bulan özel bir şekildir.»11
bakımdan gerekli emekle orantMı olarak müba­ Marx'dan yaptığımız alıntılarda açıkça belir­
dele edilirler. Eşitsiz mübadele eşit mübadeleye tildiği gibi, teorik soyutlama düzeyinde, tüccarın
dönüşür. Diğer bir deyişle, tarihsel süreç İçersin­ varlığının nedeni olan meta, kapitalist sömürünün
de «tüccar■ ■sömürüsü»nün kendini yeniden-üret- dışında bağımsız bir tüccar sermayesinin mezar
mesi olanaksızdır. kazıcılığını da üslenmektedir. Ürünler metaya dö­
«Tüccar sermayesi olarak sermayenin ba­ nüştükleri oranda «tüccar sermayesi» ve giderek
ğımsız ve hâkim gelişimi, üretimin serma­ «tüccar sömürüsü» kapitalist üretim ilişkileriyle
yenin tabiyetine girmemesi ile, bu nedenle, bütünleşir, diğer bir deyişle özgü nitelikleri yok
sermayeden aynı zamanda bağımsız bir olup gider.
yabancı üretim tarzı üzerinde gelişen bir Tüccar sömürüsünün yeniden üretiminde
sermaye ile, aynı anlama gelir.»7 karşımıza çıkan diğer bir engel üretim araçlarının
Oysa ürünü metaya dönüştüren ticarettir. mülkiyeti sorunudur. Tüm insanlık tarihi sömürü­
Ürünler mübadele süreci içersinde mübadele - nün üretim araçlarının mülkiyetinden soyutlana-
değeri, meta, para olarak gelişirler.8 rmyacağmı gösterir. Köleci, feodal, «Asya tipi»,
«Tüccar sermayesinin gelişimi üretime ar­ kapitalist üretim tarzlarında sömürü üretim araç­
tan nisbette mübadele-değeri için üretim larının mülkiyetine sahip bir toplumsal sınıf tara­
karakteri verir ve ürünleri artan nisbette fından gerçekleştirilmiştir. Ve bunlara toplumsal
metaya dönüştürür.»0 sınıf vasfını kazandıran kendilerini yeniden üre­
Bu nedenle, tüccarın el koyduğu artık ürün­ tebilmeleridir. Üretken olmayan bir kesimin (mo­
le üretimin gelişmişlik düzeyi ters orantılıdır.* delde «tüccar sınıfı») maddî üretim araçlarına sa­
Çünkü ticaret üretime mübadele-değerine yöne­ hip olmadan ve iktisat-dışı yollara baş vurmadan
lik bir nitelik kazandırır. Marx, Kapitalen 3. cilt «artık ürüne» kendini yeniden üretebilecek şekilde
20. bölümünde «Tüccar Sermayesi hakkında ta­ e! koyamaması gerekir.
rihsel gerçekler» başlığı altında bu soruna eğil­ Tüccar sömürüsünde yeniden üretim ve sö­
mektedir. Marx’m deyişiyle «Üretimin az geliş­ mürü kategorilerinde üretim araçlarının mülkiyeti
mişliği oranında tüccarın elinde parasai zengin­ sorunları çözülmedikçe de «tüccarın metaları kü­
lik toplanır ya da tüccar zenginliğinin özgül bir çük üreticilerden satın alırken Ödediği fiyat, kü­
biçimi olarak görülür.»10 çük üreticinin kendisini yeniden-üretmesi için ge­
«Tüccar sermayesinin bağımsız gelişiminin rekli olan fiyattır» tarzında bir genellemeye git­
kapitalist üretimin gelişimiyle ters orantılı mek bizce olanaksızdır.* *
oluşu yasası, temel kazançlarını, bundan
böyle, yerli ürünlerin ihracıyla değil, fakat Üretim Güçlerinin Gelişmişlik Düzeyi
ticaret ya da iktisaden gelişmemiş îoplum- Üretim tarzını belirleyen ikinci unsur üretim iliş­
ların ürünlerinin mübadelesini arttırarak ve kilerinin varlığının temeli olan mctdi üretim güç­
* İncelemede MarxJtan yapılan alıntıya (22 No.Tu
lerinin niteliğidir. Her üretim tarzı belirli üretim
dipnot) da değinilerek «toplumsal yeniden-üretimin İlişkilerinin etkisi altında üretim güçlerinin geçir­
nesnel koşulları mübadele değerindeki keyfiliği tüc­
dikleri eğilimsel dönüşümlerle (transformations
car sermayesi lehine ortadan k a ld ırdığı yazılıyor, s. tendancielles) belirlenir. Modelde, şimdilik, küçük
23. Dipnotta belirtildiği gibi tüccar lehine bu gelişim
üreticilikte üretim güçlüklerinin gelişmişlik düze-
ancak süregelen mübadele ve mübadele amacıyla ye­
niden üretimin başında (at first) geçerlidir. Cümleden * Üretim tarzlarının üretim ilişkileriyle ilgili diğer
de çıkarılabileceği gibi İlerici safhalarda bu keyfiyetin bir sorunsalı «sömürüye karşı koyma» dır, Etienne
giderek azalması üretici ve tüketici lehine —-yani tüc­ Balibar Cinq études du matérialisme historique, Paris,
car aleyhine—■ gelişecektir, Altıntmın yapıldığı Kapi­ Maspero, 1974. s. 118. Küçük üretici-tüccar «sınıfı»
tal bölümü bu görüşü açıkça doğrulamaktadır. ilişkilerinin bu açıdan da değerlendirilmesi gerekir.
yi üzerinde durulmamıştır. Küçük üreticiliğin üre­ feodalizmden kapitalizme geçişte güçlü devlet
tim tarzı olarak değerlendirilebilmesi için bu so­ sektörleri oluşmuştur. Japonya'da Meyci dönemi,
runun da irdelenmesi gerekecektir. Almanya'da siyasa] birlik öncesi Prusya hükümet­
Üst Yapısal Biçimler leri devlet kapitalizminin tipik örnekleridir. Bugün
artık devlet kapitalizmi, feodalizmden kapitalizme
Son olarak, her üretim tarzı, üretim ilişkile­ geçiş almaşıklarından biri olarak değerlendiril­
rinin sürekli yeniden üretimi için gerekli «üst ya­ mektedir.12
pısal» biçimlerle (hukuksal, siyasal, ideolojik) be­
lirlenir. İncelemede bu soruna «Devlet» »başlığı al­ Aydın «Sınıfı»
tında değiniliyor, giderek, küçük meta üretiminin
üst yapısal kurumu olarak «devletçilikse ulaşılı­ Üst yapısal düzeyde ikinci bir eleştiri «aydin
yor,* «devletçilik, tarım kesiminde küçük üretici­ sınıfı» ile ilgilidir. İncelemede aydınların «taşıdık­
liğin yaygın ve belirleyici ilişki olduğunun de facto ları İdeolojiyi devlete e! koyarak hâkim ideoloji
bir ispatıdır» deniyor. haline getirebildikleri ölçüde bir sınıf niteliği» ka­
Üst yapısal düzeyde ilk eleştiriyi küçük üre­ zanabilecekleri belirtiliyor.
ticilikle devletçilik arasındaki doğrusal nedensel­
Üretim araçlarının sahibi olmayan ve ayrıca­
liğe yöneltebiliriz.
lıklı maddî durumunu ancak, bölüşüm İlişkilerini,
«Devletçiliğin ortaya çıkışı, tarım kesimin­ mevcut üretim ilişkilerini iktisat-dışı (politik), dış
de artığın temerküz ettiği bir sınıfın mevcut -(exogenous) yollarla zorlayarak düzenleyen, ba­
olmadığına bir delildir. Eğer böyle bir sı­ ğımsızlığını ve yeniden üretimini devam ettiremi-
nıf varsa (örneğin feodalite), özel teşebbü­
yen, ve toplumsal nesnel görevi, herşeyden önce,
sün yapamadığı yatırımları devletin yap­
üretim ilişkilerini geliştirmek ve toplumsal akış­
masına gerek yoktur; artığı toplayan sınıf
kanlığı arttırmak olan bu toplumsal tabaka (aydın­
süratle bu artığı sanayi yatırımlarına dö­
lar ya da bürokrasi) ergeç, geçici faktörlerin etki­
nüştürebilir.» s. 32.
si ötesinde, gelir dağılımındaki eşitsizliği devam
«Feodaliteden kapitalizme geçen toplum-
ettiren siyasal iktidarı yitirecektir.13 Aydınlar ye­
ların, bu dönüşümde geç de 'kalsalar, ara­
ni, bağımsız bir toplumsal sınıf olamaz. Ya, geli­
daki farkı süratle kapatabilmelerini Örnek
şen kapitalist toplumda burjuvaziyle kaynaşacak,
verebiliriz: Almanya ve Japonya.» s. 35.
ya da sosyalist gelişim sürecinde, seçkin niteliği­
Böylece «tarım kesiminde artığın temerküz ni yitirerek yak olup gidecektir.
ettiği bîr sınıf (örneğin feodalite)»ye devlet kapita­
lizminin yolu kapalı tutuluyor. Oysa incelemede
verilen her iki örnekte -Japonya ve Almanya-**
SONUÇ

* İncelemede kullanılan devletçilik teriminin «devlet Eleştirilerimizi toparlarsak sonuç olarak:


kapitalizmi» ile eş anlamlı olduğu kanısındayız. Dev­ 1. Bağımsızlığını koruyup kendini yeniden
letçilik —etatisme— literatürde, genellikle, devlet ka­ üretemedikçe, üretim araçlarının mülkiyetine sa-
pitalizminin giderek dönüştüğü türlerden biri olan
«bürokratik devlet kapitalizmi» için kullanılır.. Böyle açmıştır. Devletin kurduğu fabrikalar arasında iplik
bir toplumsal kuruluşta gelir dağılımı büyük ölçüde fabrikası, iplik çekim fabrikası, tarım makinaları fab­
iktidara yakınlık ile orantılıdır. Dar bir bürokratik rikası, çimento fabrikaları, cam fabrikası, demir çelik
devlet seçkinleri ayrıcalıklı durumdadır ve devletin kompleksi, tuğla fabrikası, dokuz modern maden oca­
el koyduğu ekonomik artıktan yüklüce bir pay alırlar. ğı, gemi tezgâhları sayılabilir. 1880’lerden sonra bu
Bunlara sınıf diyemeyişimizin temel nedeni geçici ol­ fabrikaların özel kesime devri başlamıştır.
malarıdır. Seçkinlerin ayrıcalıklı durumlarının gelişi­ Bak. Angus Maddison, Economic Grototh in Japan
mi ve güçlenişi kapitalist sınıfın oluşumunun potansi­ and the USSB, London, 1969, s. 9-34.
yel kaynaklarından biri olarak görülür. Tek parti sis­ Almanya için de aynı şeyler söylenebilir. 1815’den
temi bu tür devlet kapitalizminin belirgin özelliklerin- itibaren Prusya hükümeti sanayi ve ticareti geliştirme
dendir. Devlet kapitalizmi, «kapitalist olmayan kal­ görevini üstlenmiştir. 1815-1845 döneminde Ticaret ve
kınma yolu» yanısıra, «ulusal özel kapitalizm» (natio­ Sanayi Bakanlığı Müsteşarlığında bulunan Beufh,
nal private capitalism) ya da «tekelci devlet kapita­ Prusya'nın sanayileşmesinde rol oynayanların başın­
lizmi» (Hindistan ve Brezilya’da olduğu gibi) doğrul­ da gelir. Dış Ticaret Sekreteri Rother (1820-1848) do­
tusunda gelişebilir. Bak. Tamas Szentes, The Political kuma, değirmencilik, demir-çelik, kimya sanayilerin­
Economy of Underdevelopment, Budapest, Akademiai de bir sıra devlet işletmesini denetlemiştir. 1865’de
Kiado, 1971, s. 315-318. Devletin demiryollanndaki payı yüzde 59’u bulmak­
* * Japonya’da Meyci döneminde devlet birçok ekono­ tadır. Prusya Devletinin ekonomik faaliyetleri 1840-50
mik alanda başı çekmiştir. Demiryollarının büyük bir lerden itibaren, demiryollarına yoğun iştirak yanı sıra
kısmının yapımına devletçe girişilmiştir, özel kepimin Zollverin’m kuruluşuyla tüm Almanya’yı kapsamı
bu alandaki çabaları devletçe tanınan kilometre ga­ içersine almıştır.
rantileriyle teşvik görmüştür. Devlet, bankalar, sigor­ Bak, Maurice Niveau, Historie des faits econovnigues
ta şirketleri kurmuş, sanayi fuarları, teknik okullar contemporains, Paris, PUF, 1970, s. 92-97.
Birikim 15/61
hip olmadıkça ne tüccar ne de aydın «toplumsal hiç bir zaman özünü oluşturmazlar.14 Küçük meta
sınıf» olabilirler. üretim ilişkilerinin dayandığı maddi üretim güçle­
2 . «Tüccar sermayesi», —kapitalist sömürü­ rini «klasik» üretim tarzları dizisindeki düzeyler­
de artık-değerden aldığı pay dışında— artık-ürü- den ayıran bir gelişmişlik boyutu görülemez. Kü­
ne el koyarak kendini yenileyemedikçe, diğer bir çük üreticilik teknolojik tarihin herhangi bir ça­
deyişle istikrarlı bir yeniden-üretim dengesi kura­ ğında o dönemin hâkim üretim tarzı ile birlikte
madıkça, «tüccar sömürüsü» diye bir kategori karşımıza çıkabilir.
oluşturulamaz. Eşitsiz mübadele, ürünler metalaş- İncelemeye yönelttiğimiz eleştiriler erken ola­
tıkça, giderek «eşdeğerlerin mübadelesine dönü^ bilir. Araştırmanın diğer bölümleri henüz yayınlan­
şür. mamış bulunuyor. Ancak, bu nedenle, eleştirileri­
3 . Üretim tarzı sorunsallarından biri de sö­ mizi mümkün olduğu kadar incelemenin bütünsel­
mürüye karşı koyma, yani smıf mücadelesidir. liğinden soyutlanabilecek yönlere kaydırmaya ça­
İnsanlık tarihinde küçük üreticilerle tüccarlar ara­ lıştık. Temel kaygumuz yapıcı bir eleştiriye yönel­
sında böyle bir mücadele kategorisi görülmez. mek, özellikle ülkemiz açısından birçok doğruyu
Kurulan modelde de menfaat çatışması sömüren içeren modeli herhangi bir «faydacılık» özlemin­
«sınıflar» —tüccar, büyük toprak sahibi ve bürok­ den uzak tarihsel maddeciliğin ışığı altında değer­
rasi— arasındadır. Sömürülen sınıf —küçük üre­ lendirmekti. Asaf Savaş Akat’ın bu değerli çalış­
ticiler— menfaat çatışmasında yer almaz. ması (ve devamı) ülkemizde, teorik soyutlama dü­
4 . Üretim tarzı, «maddi üretim güçlerinin be­ zeyindeki bilimsel araştırmalar alanında önemli
lirli gelişmişlik derecesine tekabül eden (Marx)» bir boşluğu dolduracaktır. Ancak «Klasikler» ve
üretim İlişkileriyle açıklanabilir, yoksa mülkiyet bu tür model çalışmaları ışığında tarihsel madde­
biçimleri, Devletin şekli ve rolü gibi toplumsal ciliğin temel kavramlarının Türkiye'deki boyutları
gerçeğin değişik yönlerini yansıtan belirtilerle de­ saptanabilir. Bu, somut olguların somut incele­
ğil,,, Bu sonuncu unsurlar şüphesiz üretim ilişki­ mesinin önemsenmeyeceği anlamına gelmez. Ge­
leriyle bağıntılıdır ve bu ilişkilerin durumunun de­ liştirilen bu tür modeller somutta doğrulandığı
ğerlendirilmesinde değerli göstergelerdir, fakat ölçüde geçerlik kazanacaktır. ■

1 Karl Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, 7 Karl Marx, Capital, Cilt 3, Moscow, Progress Pub­
Ankara; Sol Yayınları, 1970. s. 24. lishers, 1971, s. 327-328.
2 Karl Marx, L’Idéologie allemande, Paris; Editions 3 İbid, s. 328.
sociales, 1971, s. 51-52. 9 Ibid, s. 327.
3 Jean Suret - Canale’ın önsözü, Amady Aly Dieng, 10 Karl Markx, Capital, C. 3, s, 326
Classes sociales et mode de production esclavagiste en 11 Ibid, s. 328-329.
Afrique de l’ouest, CERM No. 114, Paris, 1974, s. II. 12 Mieczyslaw Falkowski, Les problèmes de la coris-
4 Jean Suret-Canale’m giriş notu, E. Medvedev, Le sance du Tiers monde vus par les économistes des
régime socio-économique de l’Inde ancienne, CERM pays socialistes, Paris, Payot, 1968, s. 177-180.
No. 17, Paris, 1969, s. 2. 13 Tamas Szentes, The Political Economy of Under­
5 Maurice, Godelier, Horizon, trajets marxistes en development, Budapest, AJtademiai Kiado, 1971, s.
anthropologie, Paris, Maspero, 1973, ş,. 83-84. 274-276.
fl Etienne Ballibar, Cinq études dit matérialisme his­ 14 Jean Suret-Canale’m önsözü, Sur le «mode de pro­
torique, Paris, Maspero, 1974, s. 118. duction asiatique», Paris, Editions Sociales, 1974, s. 6.
Birikim 15/62
ASAF SAVAŞ AKAT

Zafer Toprak’ ın Eleştirisine


Cevap

Herşeyden önce, yazımda hatah gördüğü hataya düşmüşüm: Madem ki Türkiye'de küçük
yerleri polemiğe kaçmayan bir bilimsellik içinde üreticilik yaygın ve madem ki Türkiye'de devletçi­
eleştirdiği için Z. Toprak'a teşekkür etmek iste­ lik mevcut, şu halde devletçilik daima küçük üre­
rim. Nicedir Batı dergilerinde görerek imrendiğim ticiliğin yaygın olduğunu içerir. Dikkat edilirse,
serinkanlı bir tartışma ortamının Türkiye'de de bu analiz, özünde ampirist bir bilim anlayışını da
yeşereceğinin umudunu getirdi bu yazı. Ben de, getiriyor; daima sözcüğünün altında tümdenge-
becerebildiğim öfçüde polemiğe girmeksizin Top- limlp üretilmiş bir mantık yok, sadece iki ampirik
rak'ın yazısını cevaplandırmak istiyorum. gözlemi -birleştirerek evrensellik atfetmeye yarı­
yor. ‘Bu tür bir ampirizmin ise teleoiojik oiduğunu
DEVLETÇİLİK görmek zor değil. Nitekim, yukarıda söylenenle­
rin ışığında, benim M.9 (Devletçilik) başlığında ge­
Toprak'ın yazısını ikiye ayırmak mümkün: tirdiğim üçüncü önerinin de yanlış olduğu, gene
1) Bence haklı olduğu (ve diğer eleştirileri ile
aynı ampirist-teleolojik yaklaşımla devletçilikte
bağlantılı olmayan), devlet kapitalizmi üstüne evrensel bir «bürokrasi bağımsızlığı» aradığım
söyledikleri; 2} Astında aynı bütünün parçalan ortaya çıkıyor.
olan ve benim kendisinden farklı düşüpdpğüm di­
ğer eleştirileri. Bunlardan önce Toprak'ın devlet­ Ancak, idealizm, ampirizm ve teleoloji aslın­
çilik ile ilgiii eleştirisini ele alacağım. da özne! nedenler. Maddeci bir bilim anlayışında,
esas görevimiz bu öznel nedenlerin altında nes­
Yazımda, devletçilik (Toprak «devlet kapita­ nel nedenlerin yatıp yatmadığının araştırılması ol­
lizmi» demeyi tercih ediyor) ile küçük üreticiliğin malı. Teorisyenin nesne] dünyası kendisinden ön­
yaygınlığı arasında bir ilişki kurmuş ve «devletçi­ ce üretilmiş olan (teorik) bilgi olduğuna göre, ben
lik, tarım kesiminde küçük üreticiliğin yaygın ve de, beni bu tür öznel yanlışlara iten nesnel ger­
belirleyici üretim ilişkisi olduğunun de facto isba- çeği aradım. Sanıyorum esas sorun bizzat devlet­
tıdır» demiştim. Toprak, buna haklı olarak itiraz çilik (devlet kapitalizmi) kavramının azgelişmişli­
ediyor ve tarım kesiminde feodal ilişkilerin kesin­ ğinden doğuyor. Devletçilik geçiş dönemine özgün
likle yaygın olduğu ve benim de bir dipnotta ör­ bir mülkiyet ilişkisi. Halbuki geçiş dönemi Mark­
nek olarak kullandığım iki ülkede (Almanya ve sist literatürde en çok ihmâl edilmiş kavramlar­
Japonya) devletçiliğin hiç olmazsa geçiş dönemi dan biri. Burada devletçilik üstüne uzun bir tar­
başlarında mevcut olduğunun kanıtlarını getiri­ tışmaya girmek istemem. Ama, doğrusu «devlet
yor. Nitekim, onun söylediklerinin ışığında tarihe kapitalizmi» ve «monopolcü devlet kapitalizmi»
bakınca, ben de, devletin doğrudan üretim faali­ kavramlarının yeterince açık seçik oldukları kanı­
yetlerine girişmesinin tüm kapitalizme geçiş dö­ sında değilim. Elizabeth'in ve ABD'nin devletçili­
nemlerinde yaygın olduğunu, 16. yüzyılda ilk ğinin merkantilizmden, Almanya ve Japonya'nın
Doğu Hindistan Ticaret Kumpanyasının Kraliçe devletçiliğinin mutlakiyetçi devletten ayrı düşünü­
Elizabeth'in parasıyla kurulduğunu ve 19. yüz­ lemeyeceğini, merkatilizm, mutlakiyetçi devlet gi­
yılda ABD Federal hükümetinin bizzat demir­ bi kavramların ise geçiş dönemi sorunsalına ait
yolu inşa ettirip sonradan özei kişilere devretti­ oiduğunu düşünüyorum. Farklı geçiş dönemlerine
ğini gördüm. Bu durumda benim önerimin yanlış tekabül eden farklı devletçilik türleri arasında
olduğu açık. ayırım yapmadığımız takdirde, neden bazı ülkeler­
Analizin yanlışlığı beni, bu yanlışlığın neden­ de devletçiliğin süratle özel kapitalist mülkiyete
lerini aramaya itti. Bunlardan ilki, pekçok yazarı dönüşürken diğerlerinde uzun süre kendini yeni-
eleştirirken kullandığımız bir kavram: Özgül (ta­ den-üretebildiğinin sınıfsal analizini de yapama­
rihî) belirlenmeleri evrensel (yapısal) belirlenme­ yız.
ler ile karşılaştırmak. Azgelişmiş ülkelerle ilgili İşte bu son nokta beni, yazımdaki devletçi­
analizlerde bu tür hatalara sık sık raslıyor, yaza­ likle ilgili birinci ve üçüncü önerilerimin esas eleş­
rın belirli bir üikede ve -belirli tarihî koşulların öz­ tirisine götürüyor: aslında, bu iki önerinin yeri
gül sonucu olan bir yapıyı azgelişmişliğin genel analizin büyük ölçüde statik aletlerle yapıldığı
yapısı zannedip yanlış bir dizi evrensel (!) sonu­ ikinci bölüm değil, geçiş döneminin zaman için­
ca ulaştığım görüyorduk. Korkarım ben de aynı deki (dinamik) devinmesini incelediğim dördüncü
T

Birikim 15/63
bölüm olmalıydı. Bu takdirde, sorunu devletçiliğin soyutlama düzeyinde anlaşılabilir. Böyle olunca,
mevcudiyeti değil, süregelmesi olarak koyunca, tüm teorik pratik ancak üretim tarzı kavramı dü­
her iki önerimin de geçerli olacağını söyeyebili- zeyinde yapılabileceği içindir ki Toprak benim
rim. küçük üreticiliğe bir üretim tarzı gibi baktığımı
söyleyebiliyor. Halbuki; ben yazımın daha başlı­
TARİH! MADDECİLİK ğında geçiş dönemlerinin teorik pratikle bilgi ola­
rak üretilebileceğini, yani bir geçiş dönemi kav­
Toprak'ın diğer eleştirileri aynı başlık altın­ ramının üretim tarzı kavramından ayırdediîebile-
da toplanabilir: Tarihî maddecilik. Anladığım ka­ ceğini söylüyorum. Metodoloji başlığında «farklı
darıyla Toprak’la burada anlaşmazlığımız büyük; soyutlama seviyelerine tekabül eden kavramsal
üretim tarzı, sınıf, belirlenme, üst-belirlenme, me­ yapıların eklemlenmesi ve tanınması (identifica-
todoloji, vs., bütün bu kavramlarda ayrılıyoruz. Ya­ îion} zorunludur» derken, üretim tarzı kavramı ile
zımın ilk bölümünde kısaca verdiğim temel kavram somut toplum arasına giren geçiş dönemi kavra­
iar baha yeterli gibi görünmüştür. Şimdi, orada mını kasdediyordum. Toprak'ın kullandığı teorik
verilen tanımların yetersiz olduklarını, daha ay­ yapının yetersizliği ise geçici sözcüğünde gizli:
rıntılı bir şekilde tarihî maddeciliğin temel kav­ Geçicilik, bu ilişkilerin bir anda mevcut olduklarını
ramlarını tartışmamızda yarar olduğunu kabul ifade ettiğine göre, geçici de olsa nasıl kendile­
ediyorum. Nitekim, Toprak'a cevap amacıyla baş rini yeniden ürettiklerini anlamadan uzun dönem-
ladığım ilk müsveddelerin boyu daha şimdiden dö nasıl yokolacaklarmı anlayabilir miyiz? Üste­
esas yazıyı aştı. Bu durumda, bu yazı dizisi bit­ lik geçicilik görece bir kavram. Benim bildiğim
tikten sonra onları ayrıca yayımlamaya karar kadar kapitalizmde, uzun dönemde kendisini ye-
verdim. niden-üretemeyen, kendi içsel dinamiği ile sos­
Gene de, Toprak’m eleştirilerinin hepsinde yalizme dörrüşen bir üretim tarzı. Ama, geçicidir
müşterek bir nokta var ki, bizzat yazımın özüne deyip kapitalizmin teorik düzeyde temellük edil­
dokunduğu için değinmek zorunluluğunu duydum. mesine (kapitalist üretim tarzı kavramı) karşı çık­
O da şu: Toprak'ın sorunsalında zaten bir geçiş mıyoruz.
dönemi kavramına ihtiyaç yok. Bir yanda somut
toplum, öte yanda da üretim tarzları var; geçiş Sanıyorum bu şekilde Toprakla aramdaki te­
dönemlerini de bizzat üretim tarzı kavramları ile mel farkların neier olabileceği hakkında birkaç
anlayabiliyoruz. Zaten, bir üretim tarzından diğe­ ipucu da ortaya çıktı. Yazımı, gene, Toprak'a eleş­
rine geçerken kurulan toplumsal ilişkiler geçici, tirilerinden dolayı teşekkür ederek bitirmek iste­
yani ancak üretim tarzı kavramına tekabül eden rim. H

DÜZELTME ; Teorik Bir Çerçeve -I-» adlı yazının;


s. 24, 2. kolon, 13. satırı,
Elimizde olmayan nedenlerle 13. ve 14. sayımızda kim ideoloji olmuştur - kapitalsız kapitalizm9.
anlam değiştirecek hatalar olmuştur. Özür dileriz. s. 30, 1. kolon, sondan 12. satırı,
Doğrusu aşağıdaki gibidir: kiye ve İngiltere. Bu iki ülkede, iki meta üretil-
9 14. sayımızda «‘Ne Yapmalı1 Üzerine Düşünceler» s. 30, 2. kolon, 2. tablonun 2. satırı,
başlıklı yazının 26. sayfasındaki 2. sütunun altındaki Buğday 0.60 0.08 2.00 2.40
dipnotta bir satır düşmüştür. Doğrusu göyledir; s. 32, 1. kolon, 16. satırı,
...bir savaş örgütünün kurulması ve politik ajitasyonun rica, borçlanan ve tasarruf eden sınıfların para
sürdürülmesi, ‘decrımci ruhun zayıflığı' ne kadar s. 33, 1. kolon, sondan 11. satırı,
yaygın olursa olsun, ‘sakin ve barışçı’ her koşulda ve çük üreticiliğin her zaman ve her toplumda tâbi üre-
her dönemde esastır.»... s. 33, 2. kolon, 5. satırı,
9 13. sayımızda «Geçiş Dönemi Toplumları için talist üretim tarzı sorunsalına dahil oldukları için

You might also like