Professional Documents
Culture Documents
Mehmet Ildirar 5 Nefis Terbiyesi Ve Ilahi - Bilinmeyen
Mehmet Ildirar 5 Nefis Terbiyesi Ve Ilahi - Bilinmeyen
I
W
Tasavvuf iyi kulluk içindir
Tasavvuf baştan sona kadar edeptir. Bu edeb, ilâhi emir ve yasaklara teslimiyeti, Peygamber'e
tabi olmayı gerektiren bir edeptir. Allahu Tealâ'ya edeb muhabbetle, Peygamber'e edeb ona
uymakla olur. Yani tasavvu-fî hayat, Allah ve Peygamber sevgisini tahsil etmektir. Çünkü kişi
neyi severse, o sevdiğinin emrine teslim olur. Arifin biri buyuruyor: "Ben o kimseye şaşarım
ki, başkalarından utanarak o çirkin işi yapmaz ama Allahu Tealâ kainatın yaratıcısı olarak
herşeyini görür de, O'ndan utanmaz." Allah'dan utanan, herkesten utanmış sayılır. Dinî
hükümlere uymak, Allah'ın azametini artırmak veya mülkünü genişletmek için değildir.
Allahu Te-alâ'nın kullarını ibadet ve taatla sorumlu kılması, her bir ibadetin hikmeti
olduğundan ve menfaatinin yine kula ait olmasından dolayıdır. Nasıl bir doktor, hastasına "bu
hastalıktan kurtulmak istiyorsan ilaçlarına ve perhizine dikkat et" der ve o hasta buna riayet
etttiğinde menfaati kendisine olursa, ilâhi emirlere uymanın da kula binlerce menfaati vardır.
İnsan tasavvuf? hayata girince, bu menfaatleri gözleriyle görür. Evliyaya muhabbet enbiyaya
muhabbeti, o da Hakk'a muhabbeti doğurur. Dolayı-
I
Nefis Terbiyesi ve ilâhi Huzur • 47
sıyla Allahu Tealâ ve Peygamber'e uymak da ilâhi emirlere uymayı tatlı hale getirir ve
kolaylaştırır.
Tasavvufun en büyük faydası, ibadetleri severek yaptırdığı için kolaylaştırmasıdır. Tasavvuf
insanda muhabbeti hasıl eder. Evinizde itaatsiz çocuklarınız, hanımınız, gelininiz ya da
kocanız varsa, onların itaatkâr hale dönüşmesi, Allah muhabbetini eve sokmakla mümkündür.
Böylece kavgalar biter, ülfet ve ünsiyet peyda olur, rızkınız da bollaşır.
İnsanların yerine getirmesi gerekli olan dini hükümler zahirî ve batinî olarak iki kısma ayrılır.
Fertlerin vücudunu ve maddi alemini ilgilendiren hükümlere zahirî hükümler denir. Bunlar da
emirler ve yasaklar olarak ikiye ayrılır. İlâhi hükümlerin kalp ile ilgili olan hususları batı-nî
hükümler kısmına girer.
İnsanların çoğu kalp ile, ruh ile, letaif ile ilgili olan batinî amellerden habersizdir. Mesela
ihlâsı kazanmak, rızayı beklemek, huşuyu bilmek, tevekkül etmek, vakar ve metanet sahibi
olmak gibi... Bütün bunlar peygamberlerin ahlâkıdır. Peygamberlerin insanlardan üstünlüğü
bunlarladır.
Tasavvufî hayat, batinî vazifeleri yerine getirmekle zahirî amelleri kâmil kılar. Allahu Tealâ,
Mümin Sure-si'nde ibadetlerde huşuyu emretmiştir, ibadetler imanın kemale ermesi içindir ve
imanın kemali de Hakk'a tevekkül, teslimiyet ve O'na ibadettir, ibadet etmek kadar insanı
Allah'a yaklaştıran bir nimet yoktur. İbadet sabrı gerektirir. Sabır ise kalbin olgunluğudur ve
peygamber ahlâkıdır.
48 • Tasavvuf Sohbetleri-5
Tevbe İlâhi Bir Yardımdır
Tevbe ilâhi bir yardım ve rabbani mağfirettir. Allahu Tealâ tevbe ile mümini hiç günah
işlememiş gibi bir hale döndürür. Tevbeyi anlamadan, tevbeyi gerçekleştirip hayatımıza tatbik
etmeden gerçek olgunluğa giden yolda mesafe katetmemiz mümkün değildir.
Tevbe ilim, hal ve fiilden ibarettir. Tevbe ilmi, günahın zararını ve günahın Allahu Tealâ'nın
azametine karşı edepsizlik olduğunu bilmektir.
Evet, işlenen günah Allah'a karşı yapılan bir edepsizlik ve isyandır. Allah'ın rahmetinin celbi
için bu isyan ve edepsizlik perdesinin kaldırılması gerekir. Ayrıca Allah'ın azametini bilen
kalbe, işlenen günahtan dolayı bir eziklik ve mahcubiyet gelir ki bu. tövbenin birinci
hakikatidir. Eğer kulun dudağından tevbenin kelimeleri çıkıyor da kalbinde bir eziklik ve
arlanma duymuyorsa, bu tevbe hem taklit, belki hem de günah olur.
Bir kimse Allah'a karşı eziklik ve mahcubiyet hissetmedikçe ne günahtan dönebilir, ne de
tevbesi ciddi bir
Nefis Terbiyesi ve ilâhî Huzur • 49
fayda verir. Eziklik ve mahcubiyet duygusu kalpte parladı mı, Allah'ın nuru kalpte tecelli eder.
Sevdiğim bir yakınıma karşı bir kusur işlesem, onu görünce utanç duyar ve keşke
yapmasaydım diye özür dilerim. Utanç veya pişmanlık duygusu olmadan, sadece görünüşte
dilenen özüre kibir karışır ve alay etmek gibi olur. İşte tevbe eden de buna dikkat etmelidir.
Aksi takdirde sahibini günahtan temizlemediği gibi, belki günaha girmesine sebep olur.
Mahcubiyet ve eziklik olunca Allah'ın nuru kalbe inmeye başlar demiştik. Allah'ın nuru
inmeye başlayınca günahın, şehvetin, gazabın ateşi söner. Demek ki tevbe Allah'tan gelir. O
halde Cenab-ı Rabbül Alemin'den sağlam bir tevbe için yardım ve rahmet dilemek lazım gelir.
Pişmanlık dua ve zikre yol açar. Bundan dolayı ayet-i kerimedeki hakikat karşımıza çıkar:
"Müminler onlardır ki, bir kötülük yaptıklarında ya da (cehennemi hak edecek işlerle)
kendilerine zulmettiklerinde Allah'ın azabını, hesabını hatırlayıp günahlardan hemen dönerek
affedilmeyi dilerler." Allah'dan bağışlanmayı isteyen kişi "ya Rabbim" dediğinde, Allahu
Tealâ "buyur ey kulum" der ve böylece rahmet kapısı açılır.
Günahlar iki kısımdır. Birinci kısım, kulun Allah ile arasında olan, ikinci kısım, kulun kullar
ile arasında olan günahlardır. Kul ile Allah arasında olan günahlar namaz, oruç, hac, zekât gibi
yapmakla telafi edilen amellerdir. Bu amelleri ihmal etmekle günah kazanılır. Tevbe eden
kimse bu amellerin noksanlarını kaza etmekle mü-
50 • Tasavvuf Sohbetleri-5
keileftir. Kazayı gerektirmeyen haller de vardır. Mesela Kur'an'a abdestsiz dokunmanın kazası
olmaz. Bir daha yapmamaya azmedilir ve yapılmazsa tevbe gerçekleşmiş olur.
Kullarla ilgili günahlarda ise, yaptığı zulümden dolayı hak sahipleriyle helâlleşmesi şartıyla
tevbesi gerçekleşmiş olur. Mesela bir kimseden ödünç bir şey aldım. Onu iade etmem
lazımken aldığımı inkâr ediyorum, sadece tevbe ediyorum. Bu tevbe kabul olmaz. Kula karşı
olan haklar iade edilecek, bazı haklar için de helâlleşilecek. Hakaret, dövme, sövme
helâlleşmeyi gerektirir. Miras, mehir, alışveriş gibi meselelerde de hak geçtiyse helâlleşmek
lazım gelir.
Nefis Terbiyesi ve ilâhî Huzur • 51
*
Nefis Peşin Lezzet ister
İnsanın yaradılışının asıl gayesi ibadettir. İbadetleri ihlâs ile yapmak gerekir ve zor olan da
budur, ihlâs Al-lahu Tealâ'nın işine nefsanî ve çirkin sıfatları katmamak, kendini
beğenmemektir. Şeyh Fethullah Verkanisî (k.s.) Hazretleri tasavvufu, ihlâsı ele geçirebilmek
için ilâhi muhabbetin tahsili olarak tarif etmiştir.
Muhabbeti kazanmak nefse önce zor gelir. Çünkü nefs peşin lezzet ister, veresiye muameleye
rıza göstermez. Nefsin anlayışına göre, ahiret mükâfatları veresiye muamele gibidir. Bu
yüzden nefs haram-helal dinlemek-sizin anlık lezzetlere koyulur. Kul bu masivadan alakasını
kesmedikçe Allah'a hakiki bir kul olamaz. Bunun için de aşk ve muhabbet lazımdır.
Masivadan alakayı kesmenin en nuranî yolu muhabbet-i ilâhidir.
Asr-ı Saadet'e baktığımız zaman, muhabbet-i Rasu-lullah, O'nun himmet ve bereketiyle
muhabbet-i ilâhiye-ye dönüşmüştür. Şu zamanda Peygamber (a.s.)'ı görmek mümkün
olmadığına ve "alimler peygamberlerin vârisidir"sırrına göre, peygamber ahlakıyla
ahlaklanmış
52 • Tasavvuf Sohbetleri-5
bir mürşid-i kâmili rehber edinmekle muhabbet-i ilâhiye-ye yol bulabiliriz.
Bu meyanda Şeyh Ali Dakkak (k.s.) Hazretleri, kendi başına yetişen ağacın meyvesinin
kusurlu olacağını beyanla, nasıl bahçıvanlar ağaçları aşılayıp terbiye ederek mükemmel
meyveler yetiştirirse, insanları da ihlâs ve muhabbetle Allah aşkına kavuşturmak için bir
mürşid-i kâmilin terbiyesine girmenin şart olduğunu ifade eder. Eğer bu yol takip edilmezse,
kolay kolay kemalât bulunmayacağını da ilave etmiştir.
Abdülvehab Şaranî (k.s.) Hazretleri şöyle buyurur: "Tasavvuf yolundaki insanın, Allah'ın
huzurunda kalp huzuru ile namaz kılması şarttır. Bunun için de nefsin kötü arzularının
temizlenmesi gerekir. Kötü ahlâkı terbiye etmek ve temizlemek için mutlaka kâmil bir rehbere
ihtiyaç vardır."
Şeyhülislâm Zekeriya Ensarî (rh.a.) Hazretleri şöyle buyuruyor: "Ehlullah ile bir araya
gelmeyen ulema ve fa-kihler katıksız kuru ekmek gibidir."
Aliyyül Havas (k.s.) Hazretleri de, "İlim talibi, bir kâmil rehbere bağlanmadıkça olgunluğa
eremez. İlim onu mağrur eder, mağruriyeti gözüne perde çeker ve insanlar arasında övülmenin
hevesine düşer. Bu ise nefsin tuzaklarından bir tuzaktır." buyurmuştur.
Onun için, Muhammed b. Hanî (k.s.) Hazretleri de buyurdu ki: "Ey kardeşim! Bir kâmil
rehberin terbiyesine gir ve doğru yola koyul. Ona hizmet et. Amellerine dikkat et. O seni
nefsinin işlerinden Allah Rasulü'nün ve sahabilerinin ahlâk ve ameline çevirmek istiyor. Bu
4',
I
Nefis Terbiyesi ve ilâhî Huzur • 53
uzun bir yolculuktur; sen bunu kısa sanma. İnsanın nefsi terbiye olmadıkça, Allah Rasulü'nün
ve sahabilerinin ahlakıyla boyanamaz. Ve yine nefis, dünya işlerini mazeret göstererek seni
menzil-i maksuda ulaştırmaz. İlmin ne kadar olursa olsun, sana bir gurur verir. Nefsin, hile ve
tuzaklarıyla seni bekler. Nice büyük ulema ilmiyle mağrur olmuş, bu gizli tehlikeyi
göremeyerek zarara uğramışlardır."
Şeyh Abdülgani Nablusî (k.s.) Hazretleri de şunları bildiriyor: "Bir kimse, ilâhi yolda
kendisine yol gösterecek olan kâmil rehberini Cenab-ı Hakk'ın kapılarından bir kapı olarak
görmelidir. Yani mürid, 'benim mürşidin Hakka giden kapılardan bir kapıdır.' demelidir."
Demek ki bizim gibi, avam da, ilim ehli de nefsin tuzaklarıyla karşı karşıyadır. Bu tuzaklara
karşı uyanık ve tedbirli olmalıdır. Bunun için ehil ve kâmil bir rehberin terbiyesi altında
bulunmalıdır.
54 • Tasavvuf Sohbetleri-5
insan Ancak Arınarak RabbVne Yaklaşır
Allahu Tealâ buyuruyor: "Allah'ın sana verdiği şeyler ile ahiret yurdunu talep et. Ama
dünyadan nasibini unutma." (Kasas/77) Yani sana hangi cins nimet verildiyse, ahiretin
kazancını temin etmek için sarfet. Allah'ın sana dünyada verdiği şeyler ile cenneti iste. Neden
hoşnut ve razı isen, ahirette hangisinin eline geçmesini umut edersen, eline onu al. Unutma ki,
senin dünyadan en son nasibin cesedin, bir de kefenindir.
İnsanoğlunun bildirilen hükümlere göre ölüme hazırlanması gerekirken, fıtratında bulunan
bazı karanlık unsurların etkilemesinden dolayı ölümü ve ahireti unuttuğu bir gerçektir.
insanoğluna 'insan' denilmesinin sebebini müfessir-ler şöyle izah ederler: Mukaddes
Kitabımız'da insandan söz edilirken, iki tür unsur ile dikkatimiz çekilmiştir. Bu iki tür
unsurlar beşer adettir. Birinci grup unsurların birincisi nefs, diğer dördü ise su, toprak, hava ve
ateştir.
Nefis Terbiyesi ve ilâhî Huzur • 55
İkinci beş unsur ise, insanın kalbi, ruhu, hafi, sır ve ahfadı r.
İnsanda, yaradılışındaki toprak tabiatı ile tembellik vardır. En verimli toprak dahi kendi haline
bırakılırsa, ekilip işlenmezse, bir verim elde edilemez. Ateş unsuru ise gazabı meydana
getirmiştir. Su, hangi kaba konulursa o kabın rengini alır. Böylece insanların riyakârlık
sıfatının su unsurundan olduğunu anlıyoruz. Havanın asli sıfatı yükselmek olduğundan,
insandaki kibir ve ucu-bun bu unsurdan olduğunu görüyoruz. İşte bu hallerin zıddını elde
edinceye kadar nefisle mücadele etmek lazım geldiğini ulemayı kiram haber vermiştir.
Yine ulemanın bildirdiğine göre, kul nefs sebebiyle kötü ve fena fiiler işler. Halbuki insanoğlu
yine yaratılışı gereği ruh, kalp, hafi, sır ve ahfa sıfatlarıyla Allah'ı bilmelidir. Ruh ve kalp,
yüksek unsurlar olarak Allah'ın emriyle letaif ve nur-u ilâhiyeden yaratılmıştır. Kalp, asli
vazife olarak kalp ilâhî huzuru, ruh ise ilâhî muhabbeti ister. Sır, tevhidden ayrılmamak lazım
geldiğini, hafi ise Allah'ın azametine karşı ibadet ve taatın gerekliliğini ortaya koyar. İşte
"ölmeden evvel ölünüz!" sırrı, insa-noğlundaki hayvani sıfatların değiştirilmesi gerektiğine
işarettir.
imam-ı Rabbanî Hazretleri Mektubat'ında bu hususları ayrıntılarıyla anlatmakta ve Allah'a
ulaşmanın yedi adım olduğunu bildirmektedir. Bu yolda yürüyen kişi, bu yedi adımın her
birinde kendi nefsinden uzaklaşır, noksan sıfatlardan münezzeh olan Rab Tealâ'ya yaklaşır.
Sonunda insan has bir velayete ulaşır.
56 • Tasavvuf Sohbetleri-5
Bu yolda zikr-i ilâhînin rolü başta gelir. Allahu Azi-müşşan'ın esma-i hüsnasından her birisini,
her gün bir miktar söylemeye vird denilir. Ulema-yı kiram buyurmuştur ki: "Virdi olmayanın
varidatı olmaz." Varidat, Allah'tan kula inen rahmet, merhamet ve inayettir.
Şu halde Allah'ın rızasına yaklaşmak için seyr u sülük ile, yani nefsin terbiye, tezkiye ve
latifelerin tasfiyesi ile Allah'ı zikretmek lazım gelir. Böylece o zikirlerin tecellileri ve esma-i
ilâhîyenin nuru, vücut iklimindeki nefsin sıfatlarını kuşatarak tezkiye ve terbiye eder.
il
Nefis Terbiyesi ve İlâhî Huzur • 57
Düşman içimizde
Efendimiz (a.s.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor: "Bir mümin kendisi için istediğini,
diğer mümin kardeşi için istemedikçe imanı kâmil olamaz" Şu halde mümin evvela
karşısındaki mümin için iyilik ve hayır ister. Allah için ona yardım eder. Müminler birbirinin
kardeşidir. Mümin müminin eli gibidir. Bir eli kendisi, bir eli karşısındaki mümindir. Mümin
müminin aynasıdır. Birbirlerine ilâhi huzur yolunda, Allah yolunda yardım etmeleri lazım
gelir. Hadis-i şerifte şöyle buyurulur:
"Bir mümin, beş güçlük içerisindedir: Karşısındaki mümindir ama kendisine lanet eder.
Karşısında münafık vardır, buğz eder, düşmanlık eder, nefret duyar. Kâfir vardır, maddi-
manevi her yönden onunla mücadele eder. Ya da karşısındaki şeytandır, onu Allah yolundan
saptırıp, imanından çıkarmaya çalışır. Nefsi ise daima onunla çekişir, hiç bir zaman rahat
vermez. "
Bu hadis-i şerifin ışığında baktığımızda, müminin gözünü yumup açacak kadar huzur ve rahat
bulmasına, yani nefsanî ve dünyevî lezzet bulmasına imkan yoktur.
58 • Tasavvuf Sohbetleri-5
Tabii burada gaflet huzurunu kastediyoruz, ilâhî huzuru değil. Çünkü Allah'ın yaratmış olduğu
ilâhî bir kuvvet olan kendi içindeki nefsi, daima Allah'ın hükmüne karşı gelir. Bu, insanın
tercih yapabilmesini ve yaptığı tercihlerin neticesine göre büyük hayırlara veya kötü akibetle-
re ulaşmasını sağlayan ilâhî bir hikmettir.
Allahu Azimüşşan, Adem (a.s.)'ı yarattığı zaman onun nefsini de yaratmış, cesedine aklı,
imanı, arzu ve istekleri de koymuştur. Sonra o nefsi Hz. Adem (a.s.) Efendimizin pak
bedenine yerleştirmiştir. Ama nefste öyle kabiliyetler, tabiatında öyle sıfatlar yaratmış ki, ona
"ey benim yarattığım nefis, ben kimim?" dediği zaman nefs: "Yarabbi sen bütün kainatın
yaratıcısısın, ben de senin mahlûkunum" dememiş, "Ya ben kimim?" diye so-ruvermiştir.
"Doğrusu biz sorumluluğu göklere, yere, dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten
çekindiler ve ondan korkup titrediler. Pek zalim ve çok cahil olan insan ise onu yüklendi,
"ayetinin sırrına göre ilâhî emaneti insanoğlu yüklendi. Allahu Azimüşşan, zatına ait
sıfatlarının, fiillerinin ve kudretinin birer numunelerini insanın içerisinde dercetti. Ama nefs,
kendisine emanet olarak verilen bu sıfatların emanet olduğunu unuttu. Kudretini, ilâhî bir
tecelli değil, sanki kendisindenmiş gibi bildi. Sahip olduğu ilmi sanki Allah'ın verdiği ilim
dışında ve Zat-ı İlâhî'nin ilmi gibi kendi varlığından bildi.
Oysa insanoğluna dünyadaki bütün sıfatları, Allah'ın azametini idrak etmesi için verilmiştir.
Hepsi birer ilâhî emanettir. Tezkiye edilmemiş nefs ise onları kendisinin
I
Nefis Terbiyesi ve ilâhî Huzur • 59
mülkü gibi görerek Allahu Azimüşşan'la mücadeleye başladı. Nefs, Rab Tealâ Hazretleri'ne
"ya ben kimim?" diyecek kadar cür'et kazandı. Ancak çok uzun ve meşakkatli bir terbiye
döneminden Allah'ın yaratmış olduğu nuranî ve maddi rızıklara ihtiyacı olduğunu bildi. O
zaman vahdaniyet-i ilâhîyeyi tanımak zorunda kaldı.
Şu halde insanın aldığı hiç bir nefes yoktur ki, onunla hayra veya şerre doğru bir adım
atmamış olsun. İnsan, ömür yapraklarının her gün tükenip ahirete yaklaştığını, sayılı
nefeslerinin ilâhî bir sermaye olduğunu, elindeki malın, mülkün, rütbenin emanet ve ariyet
olduğunu unutur. Böylece düşmanın karşısında habersiz, duygusuz ve akılsız gibi hareket
eder. İşte bu insan, Allahu Azimüşşan'ın meleklere: "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım."
öeö\ğ\\nsan olamaz.
60 • Tasavvuf Sohbetleri-5
II
Nefis Terbiyesi ve İlâhî Huzur «61
Kalp ilâhî huzuru arar
Göz, kulak, el, ayak halka bakan pencerelerdir. Ancak terbiye olursa Hakk'a bakar. Terbiye
olmazsa, göz eşkıyanın da gözüdür. Gözün ne suçu var? Gönlünü ağart ki, gözün isabetli
görsün. Göz neferdir. Suç akılda ve kalptedir. Nefis terbiye olmazsa, akılla kalp de beş kuruş
etmez.
Hakk'a bakan pencereye gelince, o kalptir. O ruhtur, sırdır, hafidir, ahfadır, nefistir. Allahu
Tealâ'nın azametini bu beş pencere ile tanırız.
Kalp, huzur-u ilâhîye ve Allahu Tealâ'nın azametine gark olmak ister. Kalp Allahu Tealâ'yı
bilme, tanıma ve sevmede nihayetsiz bir istidad iie yaratılmıştır. İnsanın kalbi kainatın
genişliğini içine alabilecek kabiliyettedir. Ama İslah olmazsa, o kalp dünya muhabbetine gark
olur. Kimisi malına, kimisi makamına, kimisi siyasetine...
Kalp fotoğraf makinası gibidir. İster eşkıyanın, ister kötü kadının, istersen Kabe'nin resmini
çek. Makina'nın suçu yoktur. Suç veya sevap onu çeken eldedir.
Nefsini ağartırsan, kalp Hak'kın azametini, ilâhî muhabbeti ve marifeti çeker. Terbiye
etmezsen, fuhşiyatı, hıyaneti, zulmaniyeti çeker.
"Kalp, Allahu Tealâ'nın azametini bilecek kadar yüksek kabiliyette yaratılmıştır" dedik. Ama
insanoğlu bu yüksek kabiliyetini dünyaya dağıtıp parçaladığından, azamet-i ilâhîyeyi idrak
edemez. Dünyada ilgilendiği her bir şeyle sevgi bağı kurar; mecazi muhabbetlerle gönlünü
dağıtır. O sevdiği şeylerin hepsi, bir gün onu terket-tikleri zamanda da feryada başlar.
Ey Allahu Tealâ'yı unutup binlerce sevgililer icad eden kardeşlerim! Allah'ı unutarak sevdiğin
herşeyin seni bırakıp gideceğini unutma! Gençliğini sevdiysen ih-tayarlayacak. Güzel yüzünü
sevdiysen, yaşlanıp buruşacak. Dünyadaki sevgililerin seni bıraktıklarında edeceğin feryat
yerine, ebedi muhabbet olan Allah sevgisi ile neşeye, sevince gark ol!..
Ruh, ilâhî aşkı ister. Yunus Emre'nin bütün ilâhîleri ruhun bu arzusunun dile gelişidir. Allahu
Tealâ gönlünü ilham ile doldurmuş, söylemiş, söylemiş... Yediyüz senedir de biz söylüyoruz,
bitmiyor. Yoksa eline kalem kağıt alıp, ne yazayım diye oturmamıştır. Keza Hz. Mevlâ-na'nın
yirmibeşbin beyitlik Mesnevi-i Şerifi de aşkla söylenmiştir.
Ahfa, izmihlal ister, izmihlal yokluktur. Mademki Ha-lık-ı Zülcelâl var, onun azameti yanında
ne gelirsek yok mesabesindedir.
62 • Tasavvuf Sohbetleri-5
Allahu Tealâ'nın azametine yaratılmış olan bütün mükevvenat şahittir. Ama azamet-i ilâhiye
ile mukayese olduğu zaman yok mesabesindedir.
Şu halde, Allahu Tealâ'dan gayriyi yok görecek kadar fena, yani yokluk makamına girmek
lazımdır. Buna 'fenafillâh' denilir. Yani Allahu Tealâ'nın azametinde yok olmaktır. Gözünden,
gönlüden Allahu Tealâ'dan gayriyi çıkarmaktır.
Nefis Terbiyesi ve ilâhî Huzur • 63
Kalp, arınarak dirilir
Tezkiye ve tasfiye prensiplerine göre Hak'kın muradını arayıp, rıza-i ilâhîye ulaşmak isteyen
insanlar zikirle iştigal ederler ve manevi mücahede ile yaşarlar.
Tezkiye, Aziz Mahmud Hüdaî (k.s.) Hazretleri tarafından şöyle tarif edilmiştir: "Tezkiye,
sözlükte nemalan-dırmak, arıtmak, temizlemek anlamında olup, tasavvufta dünya ve masiva
tehlikesinden insanoğlunu pak etmektir. Allah'dan gayrı olan, Allah'a yaklaşmaya mani olan
her bir meseleye masiva denilir. Dünya ve mal, kullanılış maksadına ve yerine göre masivadır.
Şu halde tezkiye, kemalâtı artırmak, nefsin çirkin sıfatlarından temizlenmek maksadıyla
dünyanın çirkin hasletlerinden kurtulmaktır.
Tezkiye, kalp için olursa tasfiye ismini alır. Çünkü kalbin yaratılışı lâtiftir, emr-i
Rabbaniyye'dir, nuranîdir. Beyaz gömlek giymiş bir insanın kirli bir işte çalışarak gömleğini
kirlettiği gibi, nefsin çirkinlik ve azgınlıklarına kapılan bir insan da kalbini kirlendirir ki,
böylece kalbi
64 • Tasavvuf Sohbetleri-5
nefsin esareti altına girmiş olur. Bu durumdaki kalbi arındırmaya tasfiye denilir.
Tezkiye sıfat değiştirmek, tasfiye hal değiştirmektir. Şöyle ifade edelim: Koyunun derisinden
çanta, üzümden pekmez yapmak tezkiye, karpuzun kabuğunu ayıklamak tasfiyedir. Tasfiye
daha kolaydır."
Tasfiyenin sözlük manası, saf, duru yapmak, temizlemektir. Tasavvufta, kalbin her türlü
kirden temiz ve duru hale gelmesidir. Tasfiyeye tabi tutulmuş bir kalp,
Allah'ın iradesine ayna olur. Zikirden, Kur'an tilâvetinden, salât ve selamdan dolayı hem
kalpte tasfiye, hem de nefiste tezkiye meydana gelir.
Kalp tasfiyesinden maksat, Allah'ın cemâl tecellilerine mazhar, rahmet-i ilâhiyeye müstağrak
olmaktır. Nasıl yağmur yüklü bulutlar yeryüzüne yağmuru boşaltır da bitkiler yeşerip
serpilirse, Allahu Azimüşşan'ın zatından ve azametinden yeryüzüne inmekte olan rahmet,
bereket, inayet ve Rabbani yardım her an hazır ve nazırdır. Tıpkı hava gibi. Teneffüs ettiğimiz
havanın burnumuza gelmesi engellenemediği gibi, Allah'ın rahmetinin de nihayeti yoktur.
Hâşâ, Allah'ın rahmeti havayla kı-yaslanamaz. Çünkü havanın kalınlığı dünyanın etrafında
yüz on kilometre kalınlıktadır. Oysa Allah'ın rahmeti nihayetsizdir.
Allah'ın rahmet ve inayetiyle kuzular koyun, ağaçların çiçekleri meyve olur. Kötü ahlâklı iyi,
noksan insan kâmil olur. Günahlar onunla mağfiret bulur, cennet onunla kazanılır.
I
Nefis Terbiyesi ve İlâh! Huzur • 65
İlâhî rahmet bu kadar nihayetsiz olduğu halde, kalbimizin Allah'dan gayrı, masiva dediğimiz
şeyle kirlenmesi, Allah'ın emirlerini unutup şehvetlere dalması yüzünden bir perde oluşur da,
Allah'ın rahmetinin geçmesine mani olur. Bu yüzden mümin, nefsinin tezkiyesi ve kalbinin
tasfiyesi ile mükelleftir. Onlarla sonuna kadar mü-cahede etmesi lazımdır.
t
66 • Tasavvuf Sohbetleri-5
Zikir, sadece teşbih döndürmek değildir
Kur'an-ı Hakim'de beyan edildiği üzere, Allahu Teâla insanoğluna kaldırabileceği kadar yük
yükler. (Bakara/286) Evet, Allah bize kaldıramıyacağımız, takat geti-remiyeceğimiz yükü
yüklemez. Ama dilimiz Allah'ın zikrini, gönlümüz Allah'ın şükrünü, vücudumuz taatını
kuvvet ve irade sahibi olarak yerine getirmekle mükelleftir. Biz bunu yerine getirmeye
çalışalım. Nefsimiz için belki ağırlık sayılabilecek bu vazifeleri yapmaya çalışalım.
Musa (a.s.)'a şöyle vahyolunmuştu: "Ben, büyüklüğüm karşısında acziyetini idrak edip, beni
zikrederek, benim için şehvetlerinden uzaklaşan kimsenin namaz ve ibadetlerini kabul
ederim." Buradan anlaşılacağı üzere, Allahu Azimuşşan, dünya tutkularından uzaklaşmadan
yapılan ibadetleri, şehvetten ve gazaplardan uzaklaşmadan yapılan zikirleri kabul
buyurmuyor.
Bir müminin, bir abidin, bir sufinin, eline teşbih alıp Allah'ın Rasulü'ne salât ve selam
getirmesi, Allahu Te-
Nefis Terbiyesi ve İlâhî Huzur • 67
alâ'nın mübarek bir ism-i şerifiyle tesbihat'a oturması zikir olduğu gibi, asıl mana, bu
zikrullahın neticelerini, hükümlerini bilmektir.
Şu halde zikir dediğimiz zaman, onun bir hükmü vardır. Bir teşbih, zikir veya salavat-ı şerife
dediğimiz zaman, onun Allah katında tayin edilmiş; ayetlerle, hadislerle bildirilmiş bir fazileti
vardır. Aynı şekilde zikrullahın, salavat-ı şerifenin bir keyfiyeti de vardır. Yani ne zaman
yapalım, hangi vakitte çekelim, ne durumda olalım; yatarak mı, ayakta mı, abdestli mi,
abdestsiz mi gibi soruların cevaplarında mündemiç bir keyfiyeti vardır.
Zikir sadece eldeki teşbihi döndürmek değildir. Zikir, Allah'ın nuraniyetinden ve azametinden
indirilmiş bir rahmettir. Bu rahmetin dünyaya indirilen yağmur gibi hükümleri, faziletleri,
keyfiyeti vardır. O su ne şartlarla bağa-bostana fayda verir? O su hangi şartlarla içilir? O
suyun temiz olma durumu nedir, kirli olma durumu nedir? Mesela kullanılmış suyun
hükümleri nelerdir? Bir mümin abdest alsa, onun necaset olmayan abdestinin artığını ben
kullanabilir miyim?
Nasıl ki fıkıhta ve çeşitli dünya ilimlerinde bütün bunların bir hükmü varsa, Allah'ın zikrinin
de bir keyfiyeti ve hükmü vardır. Hoca efendiler zikrin hükümlerini bize tebliğ ederler,
ayetlerle, hadislerle faziletlerini söylerler. Ama bir terbiye ve kemalât elde etme yolu olarak
vücut üzerindeki netice ve tesirlerini, meyvelerini, meşakkatlerini, zahmet ve sabırlarını, bize
pek anlatmazlar. İşte ehl-i tasavvuf, bunu bir meslek haline getirmiştir.
68 • Tasavvuf Sohbetleri-5
Zikrin beden üzerinde bir neticesi vardır. Zikri çekmenin bir keyfiyeti, aynı zamanda, insanı
ıslah eden, bir nuraniyeti vardır. Şu halde zikir deniz gibidir, insanı temizler ve arındırır.
Nefsin ıslahına sebep olur. İçindeki kudsî cevher ve vasıflarla, azgın olan nefsleri zincirler,
azmış olan insanları yola getirir. Baştan çıkmışlara idrak verir. Yolunu şaşırmışları dizgine
getirir.
"Hayatı olan her şeyi sudan yarattık." (Enbiya/30) ilâhî beyanı mucibince su, dünya için
hayatî önem taşır. Hayvanlar suyla yaşar, bitkiler suyla yaşar, insanlığın hayatı suyla kaimdir.
Allah suyu yeryüzünden kaldırsa bütün hayat son bulur. Su nasıl beşeriyet için bir hayat-sa,
asıl hayat Allah'ın zikridir. Allah'ı bilmektir.
İmandan marifete, marifetten muhabbete, muhabbetten ülfet ve ünsiyete gitmeyen bir zikir
tam bir menfaat vermez. Dervişler, "zikir çekiyoruz, eremedik" derler. Erecek yolu bulamadın
efendim, ondan eremedin! Nasıl ki bir meyve, ermek için sıcağa, havaya, oksijene, güneşe
kendini teslim ediyor, ram oluyorsa, senin de ilâhî emirlere ram olman gerekir. İşte onun için
muradımızı bulamadık, onun için menzilimize varamadık.
Nefis Terbiyesi ve İlâhî Huzur • 69
Zikir, Her An O'nunla Olmaktır
Zikreden bir kulla, zikretmeyen gafil arasında, kalpte ilâhî anlayışta fark vardır. Evliya-i
izamın beyanına göre zikrin aslı ve hakikati, bir emr-i ilâhî geldiği zaman, veyahut mümin bir
haramla karşılaştığı zaman Allah Te-alâ'yı hatırlamasıdır.
Şöylece düşünmek lazım gelir: İnsanoğlu hayatı boyunca ya haramlarla yüzyüzedir veya
Allah'ın emrettiği fazilet, ibadet ve taatlerle karşı karşıyadır. Hiç bir anımız yoktur ki, bu iki
yoldan biri karşımızda bulunmasın. Başka bir ifadeyle her anımızda ya Allah'tan yanayız
yahut nefs ve şeytandan yana. Bunun ortasında üçüncü bir durum yoktur.
Mesela iki kanatlı kuş gibi, insan sağ kanadıyla uçar ki, Kiramen Kâtibin meleklerinden biri
bu omuzdadır. Faziletleri, sevapları, taat ve zikirleri kaydeder. Ya da sol kanatla yola çıkar ki,
Kiramen Kâtibin'den diğeri de bu omuzdadır. Bu da haramları, isyanları, gafletle ge-
68 • Tasavvuf Sohbetleri-5
Zikrin beden üzerinde bir neticesi vardır. Zikri çekmenin bir keyfiyeti, aynı zamanda, insanı
ıslah eden, bir nuraniyeti vardır. Şu halde zikir deniz gibidir, insanı temizler ve arındırır.
Nefsin ıslahına sebep olur. İçindeki kudsî cevher ve vasıflarla, azgın olan nefsleri zincirler,
azmış olan insanları yola getirir. Baştan çıkmışlara idrak verir. Yolunu şaşırmışları dizgine
getirir.
"Hayatı olan her şeyi sudan yarattık." (Enbiya/30) ilâhî beyanı mucibince su, dünya için
hayatî önem taşır. Hayvanlar suyla yaşar, bitkiler suyla yaşar, insanlığın hayatı suyla kaimdir.
Allah suyu yeryüzünden kaldırsa bütün hayat son bulur. Su nasıl beşeriyet için bir hayat-sa,
asıl hayat Allah'ın zikridir. Allah'ı bilmektir.
İmandan marifete, marifetten muhabbete, muhabbetten ülfet ve ünsiyete gitmeyen bir zikir
tam bir menfaat vermez. Dervişler, "zikir çekiyoruz, eremedik" derler. Erecek yolu bulamadın
efendim, ondan eremedin! Nasıl ki bir meyve, ermek için sıcağa, havaya, oksijene, güneşe
kendini teslim ediyor, ram oluyorsa, senin de ilâhî emirlere ram olman gerekir. İşte onun için
muradımızı bulamadık, onun için menzilimize varamadık.
Nefis Terbiyesi ve İlâhî Huzur • 69
r
Zikir, Her An O'nunla Olmaktır
Zikreden bir kulla, zikretmeyen gafil arasında, kalpte ilâhî anlayışta fark vardır. Evliya-i
izamın beyanına göre zikrin aslı ve hakikati, bir emr-i ilâhî geldiği zaman, veyahut mümin bir
haramla karşılaştığı zaman Allah Te-alâ'yı hatırlamasıdır.
Şöylece düşünmek lazım gelir: İnsanoğlu hayatı boyunca ya haramlarla yüzyüzedir veya
Allah'ın emrettiği fazilet, ibadet ve taatlerle karşı karşıyadır. Hiç bir anımız yoktur ki, bu iki
yoldan biri karşımızda bulunmasın. Başka bir ifadeyle her anımızda ya Allah'tan yanayız
yahut nefs ve şeytandan yana. Bunun ortasında üçüncü bir durum yoktur.
Mesela iki kanatlı kuş gibi, insan sağ kanadıyla uçar ki, Kiramen Kâtibin meleklerinden biri
bu omuzdadır. Faziletleri, sevapları, taat ve zikirleri kaydeder. Ya da sol kanatla yola çıkar ki,
Kiramen Kâtibin'den diğeri de bu omuzdadır. Bu da haramları, isyanları, gafletle ge-
in-
70 • Tasavvuf Sohbetleh-5
çen anları kaydeder. Allahu Azimüşsan'ın kudretiyle zerre kadar hayrı bırakmayıp yazdığı
gibi, zerre kadar şerri de bırakmayıp kaydeden meleklerin huzurundayız. İşte gerçek zikrin
manası, ortada bulunan insanoğlunun kalbinin arınarak, ilâhî bir idrake sahip olması, bu iki
kanatla ahiret alemine uçarken devamlı hayır üzerinde bulunmasıdır. Allah'ı birleyen, zikreden
yolcunun kötülükle karşılaştığı zaman Allah'ı hatırlamasıdır.
Nuranî dairenin ikazları ve çıngırakları çalmalıdır ki, mümin günaha girip pişman olacağına,
fazilete girip sevinçle kalbini müreffeh etsin. Günahına tevbekâr olanın hali elbette güzel bir
haldir. Ama günaha girmemek fazilet bakımından ve Allah'a yaklaşmada daha güzeldir. Bu
bakımdan günahlı bir işi terk etmeli, emr-i ilâhiye'yi yapmalıdır ki, asıl zikir ve dervişlik
bununla anlaşılmış olsun.
Cabir b. Abdullah (r.a.)'ın rivayet ettiği bir hadis-i şerifte, Fahr-i Kainat (a.s.) Efendimiz
buyurdu ki: "Herkim başka bir şey karıştırmadan la ilahe illallah ile gelirse, ona cennet vacip
olur."Bunun üzerine Hz. Ali (k.v.) ayağa kalkıp, "Ya Rasulallah. Bu 'bir şey karıştırmaktan
muradınız nedir?" diye sordu. Efendimiz (a.s.) şöyle buyurdu: "Dünyayı isteyerek ve ona tabi
olarak muhabbet etmek, bir şey karıştırmaktır."
Bir takım insanlar vardır, ilâhî ahkâmı söyler ama ameli yanlıştır. Zikirden maksat çokluk
değil, saflıktır. Yani azamet-i ilâhiyeyi idrak etmektir..
Nefis Terbiyesi ve ilâhî Huzur • 71
ihlâs, Allah'a giden yolun temelidir. Onsuz Allah'a varılmaz. Tasavvuf da, kulu ihlâs sahibi
olması için, ilâhi muhabbete ulaştırır. Şu halde gaye anlaşılıyor: ihlâsı kazanmak şart...
Allah'ı bilip, Allah'tan gayriden sakınmak Allah'ı sevmekle mümkündür. Allah'ı bilmeyenin
ihlâsı olmaz. Al-
90 • Tasavvuf Sohbetleri-5
lah'ı sevmeyenin ihlâsı olmaz. Allah'ı bilenin, sevenin her işi Allah'a bağlıdır.
Allah'ı sevmek imanla başlar, imandan marifet-i ilâ-hiyyeye geçilirse, o zaman kulluk etmek
yük olmaz; aksine ibadet zevk haline gelir.
Her erkek ve kadının dinini öğrenip, namazını kılması, orucunu tutması, nisaba malik olanın
zekâtını vermesi, hacca gitmesi, ticaretinin helal olması farzdır. Din ve hidayet ilmi İslâm'ın
esasıdır. Hidayet Allah'ı bilmektir, küfürden kurtulmaktır. Esaretten kurtulmaktır. Allah'tan
gayrısına köleliği reddetmektir.
Bugün insanın insana köleliği kalkmıştır. Ama yine de herkes hür değildir. Çünkü hürriyet,
iffet ve istikamet sahibi olmaktır. İstikamet sahibi olmak İslâm'ın hidayet kısmıdır.
İnsan nasıl istikamet sahibi olur? Namaz farzdır. Mesela namazda istikamet sahibi olan,
namazda huşu ve hudu sahibi olandır. Namazı acele kılan, vaktini geçirerek kılan, namazın
önemini idrak etmeden, adet gibi yapan istikamet sahibi değildir. Ama mümindir. Hac farzdır.
Kulun üstüne farz olduğu gün Kabe-i Muazzama'ya koşması haccın istikametidir. Hacca gölge
düşüren davranışlarda bulunmak müminin istikametsizliğidir. Zekâtı ehline vermek, yerine
sarf etmek zekâtın istikametidir.
Şu halde dininde hür olan, istikamet sahibi olandır.
Kalbin Allah'tan gayriye meyletmemesi farzdır. Allah'tan gayrısına meyletmek, Allah'ın
hukukuna riayet etmemektir; zulümdür. Kalbin Allah'dan gayriye yönel-
Nefis Terbiyesi ve ilâhî Huzur • 91
mesi istikametsizliktir. Böyle mümin kâmil değildir; kalbi istikamette değildir.
Şeytana düşman olmak farzdır; gece-gündüz şeytanın iğvasına kapılmak istikametsizliktir.
Mümin iffet sahibi olmalıdır. Yani Allah'dan gayriyi gönülden çıkarmalıdır. Kadının iffeti,
kocasından gayriyi tanımamaktır. Ananın iffeti, evladını Allah'ın emirlerine bağlı birisi olarak
yetiştirmektir. Babanın iffeti de aynısıdır.
Kalbini Allah'dan gayriye bağlayıp, Allah'ı unuturca-sına, dünyaya ram olmak iffetsizliktir.
Tasavvuf, kulun ihlâs, istikamet ve iffet sahibi olması için büyük bir yoldur. İnsana Allah'ı
bilmeyi ve O'nu sevmeyi öğretir. Allah'ı bilen insan olur, insanca yaşar, insanca ölür...
92 • Tasavvuf Sohbetleri-5
Günahlar Kalbi Daraltır
Kalpler, kibir, nifak, riya, haset gibi kötü sıfatlarından kurtulmadıkça, bu hallerin günahı
altında kararır gider. Pişmanlık nedir bilmez.
Bu konuda Ebu Hureyre (r.a.), Nebi (s.a.v.) Efendimizin, "takva buradadır"deyip göğsünü
işaret ettiğini ve "kişiye kötülük olarak, müslüman kardeşini hakir görmesi yeter" buyurarak
kalbin sıfatlarının önemini vurguladığını bildiriyor. (Müslim, Tirmizî, Ahmed)
Kalp, yaratılışı gereği günahtan rahatsız olur. Sahibi haram işlediği zaman Allahu Tealâ kulun
kalbinde günahının tesirini yaratır ki, kul tevbe etsin. Bu, Rabbi-miz'in bize bir lütfudur.
Yaptığımız bazı işlerde 'vicdanım sızladı' veya 'vicdanım huzura kavuştu' dememiz,
kalbimizin halini gösterir. Yapılan bir işin sonunda kalp sıkılır, daralırsa, meselede günah var
demektir. Bu durum, tasavvuf terbiyesi alan kişilerde, yolunda bulunduğu Allah dostunun
tasarrufatı anlamını taşır. Rahmet melekleri onu destekliyor, sâdât-ı kiram kendisine himmet
ediyor demektir
Nefis Terbiyesi ve ilâhî Huzur • 93
Kalbimizi zor durumda bırakmamak, günah kiriyle karartmamak için baştan tedbirli davranıp,
yapacağımız işleri alim kişilerle istişare etmeliyiz. Bundan sonra, gerçekten alim olan zat o
işin günah olduğunu söylüyorsa, hâlâ o işin günah olmadığını söyleyecek veya senin istediğin
gibi fetva verecek bir hoca ararsan, sadece kendini aldatmış olursun.
Ayrıca bir başkası için verilen fetva, senin için geçerli de olmayabilir. Verilen fetvanın tam
senin durumuna uygun olması gerekir. Onun için seni ilgilendiren bir fetva almak istersen,
gerçekten alim olan bir zata iyice meseleni anlatmalısın.
Buna rağmen kalbin huzur bulmuyorsa, ne kadar fetva da alsan günahtan kurtulamazsın.
Kalbinin derinliklerinden nelerin geçtiğini Allahu Tealâ bilir. Yoksa sorumlu olan, alim değil,
sen olursun.
El-Huşenî (r.a.), helal ve haram olan birer ameli tavsiye etmesini isteyince, Rasulullah (s.a.v.)
Efendimiz şöyle buyurdu:
"Nefsinin teskin olacağı ve kalbinin huzur bulacağı şeyler helal, nefsinin teskin olmayacağı ve
kalbinin huzur bulmayacağı şeyler haramdır." (Ahmed, Tebaranî, Ebu Nuaym)
Kalbimizin günaha girmemesi için, her şeyi iyice anladıktan sonra hareket etmeliyiz.
Gözümüzle gördüklerimiz bile bizi aldatabilir. Dikkatli olmazsak, kötülüklere yol açacak kötü
zandan kurtulamayız. Allahu Tealâ şöyle buyuruyor:
94 • Tasavvuf Sohbetleh-5
"Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin
kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz ölmüş kardeşinin
etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz
Allah, tevbeyi çok kabul edendir." (Hucurat, 12)
İmam Gazalî (rh.a.) Hazretleri şöyle diyor:
"Kimseye kötü zanda bulunmak senin hakkın değildir. Herkesin kalbinde olanı ancak Allahu
Tealâ bilir. Gözünle görüp yorum kabul etmeyen kesin bir bilgiye sahip olmadıkça, hiç kimse
için kötü şeyler düşünmeye hakkın yoktur."
Gözünle görmeyip kulağınla duymadığın hususlarda kalbine gelen şüpheler şeytandandır.
Şeytan ise fasık-tır. Fasık olan tasdik edilmez. Onun için Allahu Tealâ şöyle buyurmuştur: "Ey
Müminler! Eğer fasık biri size bir haber getirirse, onun iç yüzünü araştırın. Yoksa bilmeden
bir topluluğa kötülük edersiniz de, yaptığınıza pişman olursunuz."(Hucurat, 6)
Nefis Terbiyesi ve ilâhî Huzur' 95
Asıl Şimdi Zikir Zamanı
İmam-ı Gazalî (k.s.) Hazretleri, Allah'a yaklaşmaya çalışan Hak yolcusunun en büyük
dayanağının mürşidi olduğunu bildiriyor. Irmak kenarında yürüyen bir körün rehberine
sarıldığı gibi, Hak yolcusu da mürişdine sarılmalıdır, diyor.
Manevi rehber mesabesindeki mürşidine uyarak şartları yerine getiren kişi, kendini çevreleyen
bütün engellerden sıyrılarak yolunda ilerler. Bu yolda ilerlemenin zorluklarına karşı sabırla
mücahede eder. Mirşidi kendisine ne zikir verirse, kalp ile o zikri yapmaya başlar. Mürşidinin
uygun gördüğünden başka zikirle meşgul olmaz. Hak yolcusu çektiği zikre o derece devam
eder ki, zamanla zikir dilden kalbe iner. Allah'ın azameti kalbine gelir. Nereye baksa Allah'ın
azameti ile bakar ve Allah'ın nuru ile görür.
Sadece dille söylemek değil, Allahu Tealâ'ya her türlü ibadet ve taat, tefekkür, ilim ve
benzerleri zikirden sayılır.
Bir şeyi öğrenmek önce ilimle olur. Sonra ilimle öğrenilenler uygulanır. Uygulanan ilim,
kişinin tabiatı haline
96 • Tasavvuf Sohbetleri-5
gelir. Bunun gibi, Allah'ın azameti gönülde meleke halinde tecelli ederse, Hak yolcusu marifet
sahibi olur. Böyle kişinin ilmi hikmet, duası da makbul olur.
Zikir peygamberlerle başlamıştır. Allah'ın hakiki dervişleri peygamberlerdir. Onlar, Allah'dan
bir an gafil olmazlar. Her halleri ibadet ve taat olup, asla haram işlemezler.
Rasulullah (s.a.v.) Efendimizin sahabileri de zikir çekerlerdi. Hz. Safiye (r.a.) Validemizin,
"bir gün Rasulullah yanıma geldiğinde, dörtbin tane hurma çekirdeği ile zikrediyordum" sözü
buna bir örnektir. Bir başka örnekte de, Ebu Hüreyre (r.a.)'ın ikibin düğümlü bir iple zikir çek-
diği naklediliyor. Hakim b. Deylemi (r.a.)'ın rivayetine göre, Aşere-i Mübeşşere'den Sa'd b.
Ebi Vakkas (r.a.) da çakıllarla zikrederdi. Bütün bu misaller Hayatü's-Sahabe adlı meşhur
eserde detaylarıyla anlatılmıştır.
Bugüne gelince; nasıl olur da şimdi zikir zamanı olmadığı söylenir? Allah Rasulü (s.a.v.)'in
sahabileri zikrederken, biz onlardan yüce miyiz ki zikri kaldıralım? Sahabilerin pak kalpleri
Allah Rasulü (s.a.v.) ile bu kadar nurlanmış oldukları halde sepetler, torbalar dolusu zikir
çekerken, binbir günahla malûl olmuş bizlere dünyalar dolusu çakılla zikir çekmek düşer.
Bugün, bu hayat... Sıkıntılarımız, zorluklarımız... Asıl şimdi şu hadis-i kudsinin sırrına daha
çok muhtacız:
"Ben, bir kulumu sevdiğim zaman onun gören gözü, duyan kulağı, tutan eli olurum."
Bu makama ulaşmak için zikirden başka tutamak mı var?
Nefis Terbiyesi ve ilâhî Huzur • 97
Nefse Dair
Nefsin hakikatini anlamak için, önce nefsin ne olduğuna bakalım. Lugata göre nefis, bir şeyin
varlığı, hakikati, zatı, kendisi manasına gelir. Tasavvufta ise insanın hayvanî tarafının adıdır.
İttifakla bildirildiğine göre, insanın nefsi şerrin kaynağı, kötülüğün temelidir.
Nasıl ruh, Allah'ın emriyle vücutta bir varlık, bir cevher ise, nefis de ruh gibi bedende bir
varlıktır. Kötü huyların, çirkin fiillerin ortaya çıkmasının sebebi nefistir.
Nefis iki şekilde tezahür eder: Kişiye günah işleten arzu ve hevası ile kibir, hased, cimrilik,
öfke, kin gibi ci-biliyetten (yaratılıştan) gelen kötü hasletler. Günahların temizlenmesi, işte bu
kötü hasletlerin değiştirilmesi ile mümkündür. Bu da nefsin terbiyesi ile olur
Allahu Tealâ insanı yarattıktan sonra ona gazabı ve şehveti verdi. Gazab ve şehvetin orta hali
yani itidali olduğu gibi, ifrat ve tefridi de vardır. Allahu Tealâ itidali emretti. Şehvetin ifratı
yani haram tarafı hırs, oburluk, yüzsüzlük, riyadır... Tefriti ise cimrilik, yaltaklanma, ha-
98 • Tasavvuf Sohbetleri-5
settir... Ortası, yani itidali cömertlik, haya, sabır, zerafet, kanaattir. Haram olanlar helale tebdil
etmedikçe tevbe-lerimiz kabul olmaz.
Gazap da böyledir, ifratı böbürlenme, kızma, sövme, kibir, husumet, kindir. Tefriti alçaklık,
hamiyetsizlik, sabırsızlıktır. Ortası ise kerem, cesaret, tahammül, vakar ve merhamet sahibi
olmaktır.
Allahu Tealâ buyuruyor: "Yaklaşan gün hususunda onları uyar! Çünkü o anda dehşet içinde
yutkunurken yürekleri ağızlarına gelmiştir. Zalimlerin ne şefaatçisi vardır, ne sözü dinlenir.
Allah, gözlerin hain bakışını ve kalplerin gizlediğini bilir." (Mü'min, 18-19)
Zikrin hakikatleri müminin kalbine yerleşir ve bütün vücudu zikreder hale gelirse, buna "zat
zikri" denir. Böyle bir zikir nefsin zulmaniyetini kaplar ve nefse ilâhi bir anlayışla düşmanlık
duyulur. Artık bilir ki, düşman bu nefistir. Başka düşman aramaz. Nazarını düşmana diker,
bekçiliğe başlar. O zaman Allahu Tealâ keşif ile, ihbar ile, türlü rüya ve marifet halleriyle o
müride şöyle işittirir: "Yakînini artır. Ben senden yanayım. Düşmanını tanıdın, yüz çevirdin.
Ben de inayetimi açtım, kurbiyeti-me gel..."
Nefis iki kısımdır, demiştik. Günahlar ve cibilliyetin-deki haller. Tevbe ile günahlardan
kurtulmak mümkündür. Ama cibilliyetten olan kibir, hased, cimrilik, öfke gibi haller ahlâk-ı
hamide olarak değiştirilmedikçe nefsin ıslahı mümkün olmaz." Allahu Tealâ ayet-i celile ve
ha-dis-i şeritlerle nefsin düşmanlığı için pek çok haberler beyan buyurmuştur. Bunlardan
bazıları:
Nefis Terbiyesi ve İlâhî Huzur • 99
"...nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere gömen de ziyan etmiştir."
(Şems, 9-10)
"Rabbimin merhamet etmesi mütesna, şüphe yok ki nefis kötülüğü emreder."(Yusuf, 53)
Ve hadis-i şerifler:
"Allah bir kuluna hayır murad ederse, nefsinin ayıplarını ona gösterir." (Ne gariptir ki bir
adama nefsinin ayıbını söylesen, sana kızar.)
Rasulullah (s.a.v.) Tebük Muharebesinden dönerken buyurdu:
- "Küçük cihaddan büyük cihada dönmüş oluyoruz."
- "Ya Rasulallah" dediler; "muharebeden daha büyük cihad olur mu?"
Buyurdu:
- "Dikkat edin, o nefis mücahedesidir!"
Nefis mücahadesi gazadan, muharebeden üstün tutulmuştur. Zira muharebenin meşakkati
belirli zamanda biter. Nefis mücahedesi ise ömür boyu sürer.
100 • Tasavvuf Sohbetleri-5
Şeytan kimlerden kaçar?
Şeytan, kovulduktan sonra insanları azdırmak için Allahu Tealâ'dan mühlet istemiş ve
kendisine kıyamete kadar mühlet verilmiştir. Bundan sonra bütün gücünü, insanları doğru
yoldan saptırmaya harcamıştır ve kıyamete dek bunun için çalışacaktır.
İblis, peygamberleri, evliyayı, alimleri görmüş, Allah'a yakınlıklarına, ibadetlerine şahit
olmuştur. Bunun yanında nice azgınları görmüş, onlarla müştereken Allah'a isyan etmiştir.
Şeytan çok bilgili ve tecrübelidir. Hepimizin ilim ve tecrübesini toplasak, onunki kadar
olmayabilir.
Hz. Muaz b. Cebel (r.a.) şöyle rivayet ediyor: "Bir gün Rasul-i Kibriya (s.a.v.) ile beraberdik.
Kapı vuruldu ve bir ses geldi:
- Girmem için izin verir misiniz? Benim sizden bir dileğim var.
Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz, gelenin İblis olduğunu söyledi ve içeri girmesine izin verdi.
Nefis Terbiyesi ve İlâhî Huzur • 101
Huzura giren iblis, Allahu Tealâ'nın emriyle geldiğini, asla yalan söylemeyeceğini, eğer yalan
söyleyecek olursa Allah'ın şiddetli azabına uğrayacağını; bu yüzden ayet-i celileleri şahit
göstererek konuşacağını bildirdi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) Efendimiz ona bazı
sorular sordu.
En sevmediği kişiler sorulduğunda, iblis, başta Hz. Peygamber (s.a.v.), sonra dört mübarek
halife, sonra da Sahabe-i Güzin'i söyledi.
Sonra Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz, İblis'e şu suâli sordu:
- Bizlerden sonra kimleri sevmez ve kimlere buğz edersin?
- Muttaki bir gence, ki varlığını Allah yoluna vermiştir.
- Muttaki gençten sonra kimi sevmezsin?
- Şüpheli işlerden sakınan sabırlı alimi sevmem.
- Sonra?
- İslâm'a göre temizliğe dikkat edeni sevmem.
- Sonra?
- Sabırlı olan fakiri sevmem, ihtiyacını hiç kimseye anlatmaz, halinden şikayet etmez.
Bu fakirin sabırlı olduğunu nasıl anlarsın?
- Ya Muhammedi İhtiyacını kendi gibi birisine açmaz. Onun sabrını, halinden şikayet
etmeyişinden anlarım.
- Sonra kimi sevmezsin?
- Şükreden zengini.
102 • Tasavvuf Sohbetleri-5
- O zenginin şükrettiğini nasıl anlarsın?
- O kimse, helal yoldan elde edip yerine harcıyorsa, bilirim ki o şükreden zengindir.
- Kimleri azdırır, kimleri azdıramazsın?
- Allah'ın halis kullarını azdıramam.
- Onların halis kul olduğunu nasıl anlarsın?
- Bilmez misin ya Muhammed; bir kimse ki parasını, pulunu sever, o Allah için ihlâsa sahip
değildir. Bir kimse ki parasını, pulunu sevmez; övülmekten hoşlanmaz, bilirim ki o ihlâs
sahibidir. Onu hemen bırakır ve kaçarım.
Bir kul, malı, rütbeyi, övünmeyi sevdiği, kalbi de dünya arzularına bağlı kaldığı müddetçe,
bana çok itaat edendir. Mal sevgisi büyük günahların en büyüğüdür.
Bilmez misin ey Muhammed; benim yirmibeşbin tane çocuğum vardır. Onların bir kısmını
alimlere, hocalara gönderirim, bir kısmını gençlere yollarım, bir kısmını meşayihe
gönderirim, bir kısmını da ihtiyar kadınlara musallat ederim. Gençlerle aramızda hiçbir
anlaşmazlık yoktur. Onlarla çok iyi geçiniriz. Çocuklara gelince, onları da kullanabiliriz."
Bu anlatılanlardan, iblisin geniş bilgi ve tecrübe sahibi olduğunu, insanı kandırmaktaki
maharetinin bunun üzerine bina edildiğini anlıyoruz.
Fakat şeytan, dilediğine ipini takıp hiyanete, küfre sürükleyemez. Hz. Peygamber (s.a.v.)'e
dilediğini hidayete götürme selahiyeti verilmediği gibi, iblis'e de istediğini azdırma yetkisi
verilmemiştir. Şu halde 'şeytan beni
Nefis Terbiyesi ve ilâhî Huzur • 103
kandırdı' demek doğru değildir. Bu sözü, 'insan, çirkin işleriyle şeytanı kendine davet etti.
Günah ve isyan ile şeytanı sevindirerek kol kola, el ele, iki arkadaş gibi geçinip gittiler' diye
düzeltmek gerekir.
Biz kandırılacak tavır ile isyana girdik, nefsimizin nevasına uyup, Allah'a isyankâr bir tavır
takındık, İblis de bizi beğendi ve sevdi. Çünkü o kötü işimiz şeytanın kandırma işine uydu.
Yoksa takva sahibi bir mümin, Allah'a ibadet ve taatta iken, şeytan onun kılına dokunamaz.
104 • Tasavvuf Sohbetleh-5
Merhamet etmeyen, merhamet bulamaz
Akıllı insan nefsini hesaba çeken, ölümden sonrası için çalışan kimsedir. Aciz, akılsız insan
ise, nefsinin nevasının peşinde koşan, Allah'tan boş yere temennilerde bulunandır. Az olup
yeten, çok olup boşa meşgul edenden daha hayırlıdır. Bahtiyar kişi, başkalarının halinden ders
alandır. Kendi dağlar gibi ayıbını unutup, başkalarının ayıbıyla meşgul olan ise, ne kadar
ağlasa azdır.
Rasulullah (s.a.v.) ümmetine böyle mi yaptı? O yeryüzüne doğar doğmaz "ümmetim
ümmetim!" dedi. Sen onun ümmeti değil misin? Sen de, "mümin kardeşim!" desene. Sen de
Ümmet-i Muhammed'e ağlasana!
Mesud ve bahtiyar olan kişi, başkasının halinden ibret alan, başkasının günahına tevbe
edendir. Parmağının hangisini kessen kanar, hangi tırnağını çeksen acır. Senin mümin
kardeşin, parmağındaki kan gibidir, tırnak gibidir. Ayıplamak, gıybet etmek yerine; sevmek,
affını dilemek, merhamet etmek ne kadar güzeldir; ne büyük
Nefis Terbiyesi ve ilâhî Huzur • 105
bir nimettir! Bu, insana tevbeyi hatırlatır, mesuliyetini duyurur.
Ümmet-i Muhammed'e merhamet, senin affına sebep olur. Ümmet-i Muhammed'e merhamet
edene Allah merhamet eder; gazap edene mağfiret etmez.
Yeryüzünde herkes Ümmet-i Muhammed'i yutmaya, eritmeye çalışıyor. Bari sen müslüman
kardeşine merhamet ve dua et, onun için gözyaşı dök. Utanmıyor muyuz ki, Allah Rasulü'nün
ümmetine acımıyoruz. Bu hal, katı kalplilikten, Allah'ı bilmemekten, tanımamaktan doğar.
Allah ve Rasulü'nü bilen, Allah'a iltica eder, Rasu-lullah'ın ahlâkına uyar. Ey Allah'ın Rasulü!
Bize merhamet ve şefaat et...
Avrupa'da, Türkiye'de müslümanlar arasında grup grup düşmanlık var. Cehaletten düşmanlık,
siyasetten düşmanlık, rezaletten düşmanlık var. Düşmanlıktan boğulduk artık. Sanki bütün
dünya bizi yıkmak istiyor. Bari sen Ümmet-i Muhammed'e merhamet ve dua et.
Dünyanın servetleri, hazineleri müslüman toplumlarda. Doğudan batıya, Amerika'dan Çin'e
müslüman var. Ne yazık ki parmaklarım gibi ayrı. Keşke bileğim gibi bir-leşselerdi.
Rabbim'den dilerim, Kur'an'ın etrafında birleşmek nasip olsun.
Gaflet ve anlayışsızlık içinde olduğumuzdan, bize tevbe lazım. Tevbesizlik fert fert, kavim
kavim, millet millet bela ve musibeti çeker. Günah kalpleri karartır. Kalpleri karartan günah
belayı da çeker.
106 • Tasavvuf Sohbetleri-5
Raad Suresi onbirinci ayette beyan buyurulduğu üzere, insanın her halini muhafaza eden
Hafaza Melekleri ve Kiramen Kâtibin vardır. Müfessirlerin bildirdiğine göre bu mübarek
meleklerin biri sağımızda, biri solumuzda, biri başımızda, biri önümüzde biri de arkamız-
dadır. Arkamızda bulunan melek insanı muhafaza eder, korur. Eğer insan kendini muhafaza
etmez, Hak Din'e muhalif giderse, arkamızdaki bu melek geri çekilir, muhafaza etmez.
Böylece kaza, bela, sahibinin başına, milletlerin ve kavimlerin başına iner.
Mesud ve bahtiyar kişi, başkasının halinden ders alan; "kanaat tükenmez bir hazinedir, sabır
imanın yarısıdır, yakîn imanın tamamlanmasıdır" sözlerine uyan kimsedir. Bunun gibi sözlere
hikmet, bunları söyleyen zatlara hakîm denir.
Evet; idrak lazımdır, idrak etmedikçe kemalâtın kapısı açılmaz.
Nefis ferbiyesi ve ilâhî Huzur • 107
Şeytandan uzaklaşan, RabbVne yaklaşır
"Eûzü billahi", yani "Allah'a sığınırım" demekten maksadımız, dinin bildirdiği her türlü
haramdan, menhiyattan, sakınılması gerekenlerin tamamından Allah'a sığınmaktır. Bu
ifadenin devamında gelen "mineşşeyta-nirracim"deki şeytan, yalnızca serlerden bir serdir.
Bütün serlerin hepsi değildir. Allah'ın yoluna çıkan, imana ve taata zarar veren binlerce şer
var.
Allah'a sığınmamız gereken meselelerin başında iti-kata ait olanlar gelir. Zira itikat dinin
direğidir. Binanın duruşu bu direğin üzerindedir. Direği alın, bina çöker. Dünya ve ahiretteki
saadet, kemalât, itikada bağlıdır, itikadı bozuk bir insanda, bir grupta ibadet çok olsa da
hükmü yoktur. Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz, ümmetinin itikatta gruplara ayrılacağını ve
bunlardan yalnızca birinin doğru yol üzere olacağını bildiriyor. Bu da gösteriyor ki, bizim
itikadî konularda çok daha dikkatli davranmamız gerekir.
108 • Tasavvuf Sohbetleri-5
Yanlış inançlarımız varsa, tutumumuz dine muhalif ise, o zaman "eûzübillâhi" ile Allah'a
sığınmahyız. Doğru inanç ve amellere vakıf olduktan sonra insan, "eûzübillâhi" demenin
sırrını çok daha iyi anlar. "Eûzbillâhi"nin sırrı, önce ilim, sonra hâl ile anlaşılır; amel ile de
tamamlanır.
"Eûzübillâhimineşşeytanirracim" kovulmuş, lanetlenmiş şeytanın şerrinden Allah'a
sığınmaktır. Düşman olan şeytan gece gündüz uyumaz; her doğan insanın başında aman
demeden düşmanlığını devam ettirir.
Şeytan ve diğer düşmanların zararlarını def etmek, ancak Cenab-ı Hakk'in gücünün yettiğini
bilmekle, şeytandan kaçıp Allah'a sığınmakla mümkündür. Allah'a sı-ğınmadıkça insan
şeytanın şerrinden kurtulamaz.
Şeytan kelimesi "şatane" den türemiştir. Bu kelime uzaklaşmak manasına gelir. Allah'tan
uzaklaşan şeytana uzak durmak, Allah'a yaklaşmak demektir.
Allahu Azimüşşan Hazretleri buyuruyor:
"Aldatmak için birbirlerine cazip sözler fısıldayan cin ve insan şeytanlarını her peygambere
düşman yaptık. Bu şeytanlar, ahirete inanmayanların kalplerinin o sözlere yönelmesi, ondan
hoşnut olması ve kendilerinin işledikleri suçlan işlemeleri için böyle yaparlar. Eğer Rab-bin
dileseydi, bunu yapamazlardı. Sen onları iftiraları ile baş başa bırak."(En'âm, 112-113)
Allahu Tealâ, insanlardan ve cinlerden, azgınlık ciheti ile şeytan mahiyetinde olanların
bulunabileceğini be-
Nefis Terbiyesi ve İlâhî Huzur • 109
yan buyuruyor. Azgınlıktan maksat doğruluktan ve istikametten uzak olmaktır.
Şu halde şeytan lafzının sadece cinlerin Allah'a isyan edenlerine değil, insanların da Allah'a
isyan edip şeytanın işini yapanlara ait olduğunu bilmeliyiz.
Bizi bu serlerden ancak Allah kurtarabilir. Her türlü bela ve musibetten, her türlü kötülükten
korumasını ve bütün iyilik ve güzellikleri lütfetmesini Allah'tan beklemek ve istemek gerekir.
Buna istiâze denir.
Şeytandan Allah'a sığınmak meselenin yalnızca bir kısmıdır. Bir şeytandan kaçmakla insan
Allah'a tam sığınmış olmaz. Allah'a isyan ve günahların hududu yoktur. Sayıya sığmaz. Bunu
bilmenin çaresi Allah'ı bilmektir. Bu da nefsi bilmekle mümkün olur. Nefsini ve Allah'ı
bilmek için ise ömür boyu bir mürşid-i kâmilin terbiyesi altında çalışmak gerekir.
110# Tasavvuf Sohbetleri-5
Mümin ve muttaki isek...
Rivayete göre Hz. Meryem, Mescidi Aksa'da Zekeri-ya (a.s.) tarafından kendisine verilen
odada bulunur, ihtiyacı halinde dışarı çıkardı. Bir gün Mescid-i Aksa'nın doğusunda bir yerde
bulunurken Cebrail (a.s.) geldi. Her azası tam düzgün genç bir insan şeklinde idi. Hz. Meryem
annemiz Cebrail (a.s.)'ı aslî şekliyle görmeye tahammül edemeyeceğinden, Cebrail (a.s.) insan
şeklinde gelmişti.
Bu husus Meryem Suresi'nde Rabbimiz tarafından şöyle beyan buyurulmuştur.
"... biz ona ruhumuzu (Cebrail'i) gönderdik de, o kendisine tastamam bir insan şeklinde
göründü."
Hz. Meryem validemiz Cibri'l-i Emin'i gördü. Telaşa kapıldı. Zira kemal-i iffet sahibi idi.
Saadetli hücresine yalnız Zekeriyya (a.s.), koskoca bir peygamber girer çıkardı. Bir baktı,
yalnız bir erkektir, tanımadığı bir erkektir, irkildi ve şöyle dedi:
Nefis Terbiyesi ve ilâhî Huzur -m
"Ben senden rahman olan Allah Tealâ'ya sığınırım. Eğer Allah'tan korkup haramdan sakınan
biri isen (muttaki isen) bana sataşma, git buradan!"
Şimdi bu hadisede bize lazım olan hususa gelelim: Hz. Meryem annemiz, ayet-i celilede
bildirildiği üzere şöyle diyor:
"Ben senden Rahman olan Allahu Tealâ'ya sığınırım, "
Demek insan olarak, kadın ve erkek olarak, herbiri-miz maddi ve manevi iffet ve
namusumuza, dinimize, kudret getiremeyeceğimiz bela musibet ve kazalara karşı, maddi
delillere ve sebeplere değil; Rahman Tealâ Hazretleri'ne sığınmamız lazım geldiğini bize bu
ayet-i celile ders veriyor.
Evet; ne tarzda, ne cinste musibet gelirse gelsin; beklenmedik biçimde hangi felakete uğrarsak
uğraya-lım; hiçbir maddi sebebe güvenmeksizin, hiçbir beşeri kuvvet ve güce dayanmaksızın
doğrudan doğruya bütün işlerimiz için Allah Azimuşşan'a tevekkül edip, sığınmamız lazım
geliyor.
Demek, Rahman Tealâ'ya sığınan kişiyi, O muhafaza eder. Kendisine tevekkül edeni, Allahu
Azimuş'şan muhafaza eder.
İkinci önemli bir ders, "eğer Allah'tan korkup haramdan sakınan biri isen (muttaki isen) bana
sataşma, git buradan!" hitabıyla, muttaki bir insanın asla fenalık yapamayacağını bu ayet-i
celile bize ders veriyor.
112» Tasavvuf Sohbetleri-5
Herbirimiz Allah'ın kapısında ve kudretinde elhamdülillah müminiz. Bi-iznillâhi Tealâ, taat ve
ibadetle muttaki, salih kullardan olma azmindeyiz. Madem mümin ve müttakisin, fenalıktan
sakınman lazım geldiğini; müminin ve müttakinin birbirlerine malının, canının, ırzının en
kıymetli nesnelerinin emanet olduğunu, Cenab-ı Mevlâ bu ayet-i celilede bize ferman ediyor.
Şu halde ey müminler ve müttakiler; bizden fenalık zuhur etmemesi lazım gelir. Nasıl olur da
biz fenalık yapabiliriz? O zaman kemalâtımız noksan olur. O zaman islamiyetimizde eksik-
kusurlu bir sıfatta kalmış olmamız lazım gelir.
Madem mümin ve müttakiyiz; ilâhi izzet ile şereflenmişiz, bu mübarek ayetin yüce manasına
göre, fenalık yapmayan, fenalıktan şiddetle sakınan bir kâmil insan olmamız lazım gelir.
Bunun aksine olarak yaptığımız her bir fenalık izzetimizi noksanlaştırır. Mutlak olarak takva
kemalâtını noksanlaştırır.
Eğer mümin ve muttaki iseniz, sizin dilinizden, elinizden her türlü aza-i cevahirinizden bütün
insanlar, kâfirler bile emin olmalıdır. Kâfirler dedik. Onlar bize "Mu-hammedân" diyorlar.
Yani "müslümandır" demiyor da "Muhammedân" Muhammedânlık?!. Şöyle demek değil mi:
"Bunlar hile bilmez. Bunlar fenalık, kötülük nedir tatmaz. Bunlar emin insanlardır..."
İşte böyle dedirtmemiz için, Meryem annemizin lisa-nı ile Rahman Tealâ Hazretieri'nin bize
beyan buyurduğu izzet ve sıfat ile müsemma olmamız lazım gelir.
Nefis Terbiyesi ve İlâhi Huzur -113
Avrupalı karşısında mümin zelil olmaz. Hıristiyan karşısında mümin fenalık yapamaz. Mümin
mümine fenalık yapamadığı gibi, durduk yere, haksız yere hıristi-yana da, kâfire de yapamaz.
Onların ırzına da dokunamaz, namusuna da ilişemez. Onlar da malını canını size emanet eder.
"Bunlar müslümandır. Bunlardan fenalık asla görmüyoruz." demeleri lazım gelir. Eğer
görüyorlarsa, kemalâtımız, izzetimiz noksanlaşmış olur. Ne hazin...
114» Tasavvuf Sohbetleri-5
O'nu herşeyden çok sevmek
Rasul-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurur:
"Ben kalbinizde sevgi bakımından kendi özünüzden, malınızdan, çocuğunuzdan, babanızdan
ve bütün insanlardan fazla yer tutmadıkça kemâle eremezsiniz." (Buharî, Müslim)
Hz. Peygamber (s.a.v.)'i sevmek, Allah'ı sevmektir. Bu merhaleyi anlayabilmek için Allah
hepimize idrak ihsan buyursun.
İnsanın en kıymetli varlığı canıdır. Ama insan, canından, malından, çoluk-çocuğundan,
ebeveyninden, bütün insanlardan daha fazla O'nu sevecek...
Muhtemelen burada istenen sevgi "ihtiyarî" ve "aklî" sevgidir. Dikkat buyurun, bu sevgi
ihtiyarî ve aklî bir sevgidir. Yani "fena fi'r-rasul" makamındaki muhabbete gark olma hali
değildir. O makamdaki sevgi ihsandır, ihtiramdır ve bir kemalâttır. Bu hitap ise sana ve
banadır. Zaten evliyaullah O'nu canından çok sever. Yani O'nu evliyaullahın sevdiği gibi
sevemiyorsak, en azından il-
Nefis Terbiyesi ve İlâhî Huzur • 115
men, insafen, vicdanen ve insaniyeten şu hükmü bilmelidir: "Ben Rasulullah (s.a.v.)'i
canımdan, malımdan, anamdan, babamdan, her şeyimden daha çok sevmeye mecburum."
İhtiyarî ve aklî sevgi iman için de şarttır, ihtiyarî ve aklî sevgi ile kabul edilmedikçe iman
sahih olmaz. "Acaba ben çok mu seviyorum, az mı seviyorum?" sözü, imanda tereddüde yer
olmadığından doğru değildir.
Öyleyse ihtiyarî ve aklî imanın hakikati nasıl olmalıdır? Şöyle anlatalım: Bir mü'min
demelidir ki, "Benim bütün yapıp ettiklerim, hayat şeklim Rasulullah (s.a.v.)'inkine uygun
olacak. O'nun her dediği haktır, doğrudur, gerçektir. "Malını ver" dediyse, vermemiz gerekir.
"Canını ver" dediyse, onu da vermeliyiz. Gözümüzde ne sevgili varsa, onu Rasulullah
(s.a.v.)'e feda etmeliyiz. Bunu ilmi bir emir ve vicdanî bir iman olarak, tekrarlaya tekrarlaya
nefse kabul ettirmeliyiz. Ondört asırdır Rasulullah için malını canını feda edenlerin nereye
gittiğini görmüyor muyuz? Sen versen de, vermesen de Rasulullah'ın ne malı artar, ne de
canına bir fayda verir. Fakat canını ve malını O'nun yolunda feda edersen ebedi saadeti
bulursun. Bu, şek ve şüphe götürmeyen bir gerçektir.
Hiçbir insan kendisini Hz. Muhammed (s.a.v.)'in onu sevdiği kadar sevemez. Çünkü O, sen
ana rahmindeyken şefaatıyla, dünyada velâyetiyle seni gözetti. Mirac-ı Saadet'te azametin ve
kibriyanın sahibi Allah'ın huzurunda "ümmetim, ümmetim" diyerek senin için yakardı.
Cehennemi görünce kendi nefsi için korkmadı, senin ve
116* Tasavvuf Sohbetleri-5
benim için ağladı. Allah'tan şefaati senin ve benim için istedi. Annen bile seni bu kadar
düşünemez. Annen sırtını sıvazlayarak, "oğlum ağa olsun, paşa olsun" der de, bir kere olsun
"iman sahibi olsun ki cehennemden kurtulsun" demez. Bir kere dahi olsun "Cemalullah'ı göre-
sin" diye söylemez. Annenin sana olan sevgi mertebesi, seni mal-makam sahibi olarak
görmektir. O bununla sevinir. Kapında hizmetçilerin varsa, etrafın kalabalıksa, sana daha çok
muhabbet eder. Seni zelil görürse, buna tahammül etmesi zordur.
İnsana anasından-babasından ve kainattaki herşey-den daha çok Allah sevgisi, Peygamber
sevgisi lazımdır. Bunları bu şekilde anlamalıyız ki, balık nasıl suyu severse, biz de Rasulullah
(s.a.v.)'i öylece sevmiş olalım.
O Nur-u Muhammedî'siz hayat olamaz. O'nun dışında bir hayat düşünülemez. Bu, imanın ve
sevginin ilk derecesidir. Bu ilk derecede, O gazaya çağırırsa gitmek lazım gelir. Malını harca
derse, hemen harcamak gerekir. Nasıl malını harca der? Sana kurbanını kes, diyerek bunu
ister. Paraları yığdığın halde hacca gitmiyorsan, Rasulullah'ın sünnetini izlemiyorsan, Ravza-
yı Mutah-hara hasreti çekmiyorsan, sendeki mal ve dünya sevgisi Rasulullah sevgisini
geçmiş, O'nun sevgisine üstün gelmiş demektir.
Nefis Terbiyesi ve ilâhî Huzur • 117
Islah Kendinden Başlar
Bir kimse kalbinin temizlendiğini iki noktadan öğrenebilir:
Eğer kişi hak yolunda kendisini övenlerle şovenleri bir görüyorsa, bu insanın kalbinin
temizliğine alamettir. Diğer nokta da insanlar tarafından sevilmesidir. Bir kimseyi insanlar
hiçbir maksat olmadan sırf rıza-yı ilâhi için seviyorsa, yine Allah rızası için kendisini sevenler
çoğa-lıyorsa, bu o kimsenin kalbinin temizliğine işaretttir.
Öyleyse kendini insanlara sevdir. Halka hizmetkâr ol. Hakk'ın seni sevmesi için halka
yardımcı ol. Onların dinine yardım et, dünyalarına yardım et. Bil ki Allah bir kulunu severse
cümleye sevdirir. O zaman Allah Cibril-i Emin'e buyurur: "Ben filan kulumu sevdim.
Dünyaya ilan et, insanlara onu sevdir."
Bunun nişanı nedir? İnsan halkın dinine yardım etmede onlara mühim derecede yardımcı
olursa, Allah o kulunu sevdirir. Öyleyse senin derdin Ümmet-i Muham-med'in derdi olsun.
Senin gailen onların hizmeti olsun,
ül
Vı
I'
i
118- Tasavvuf Sohbetleri-5
senin işin onların imanına yardımcı olsun. Onlara her zaman Allah'tan korkmayı, Rasulullah
(s.a.v.)'i sevmeyi hatırlat. Fakat ıslaha önce kendinden başla. Önce kendine iyiliği yap.
Kendini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez. Adaleti, hikmeti ve hakikati anlamak istiyorsan
hizmeti önce kendine yap ki, kemalâtı önce o anlasın, mağtiret ve muhabbeti tatsın. Kendinde
Allah'a sevgi, Rasulullah'a itaat yoksa, başkasına bu sevgiyi anlatmaktan menfaat olmaz.
Hz. Ömer (r.a.) Efendimiz halifeliğe geçtiği zaman pek çok kimseler kendisine nasihat ettiler.
"Ey Ömer adaletle hükmet!" diyerek onu uyardılar. Hz. Ömer Efendimiz sahabilerin arasına
göz gezdirdi, içlerinden zayıf vücutlu, beyaz tenli birini çağırdı. "Hadi sıra sende, bana
nasihat et" dedi. O zat geldi edeple Hz. Ömer Efendimizin karşısına oturdu. âöyle konuştu:
"Bu ümmetin başına geçmiş bulunuyorsun ey Ömer. Yüklendiğin bu önemli vazifede
Allah'tan kork, doğruluktan ayrılma. Bu ümmetin her bir ferdinin kıymetini en az kendin
kadar aziz kıl. Zira bir gün gelip Allah seni sorguya çekecek. Bunun hesabını bir gün sana
soracak. Ey Ömer! Unutma bu hesabı sen vereceksin. Bu emaneti yerli yerince koru!"
Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.) Efendimiz; "Halife olduğum günden beri senden başka kimse
bana doğruyu söylemedi. Allah razı olsun" dedi. Ona nasihat eden bu kişi mübarek sahabi Hz.
İbn-i Ziyad (r.a.) idi. O çıkıp gittikten sonra Hz. Ömer (r.a.) Ebu Musa Eş'arî (r.a.) Haz-
Nefis Terbiyesi ve İlâhî Huzur «119
retleri'ne dönüp, "İbn-i Ziyad'ın hareketlerini kontrol et" dedi ve ilave etti:
"Bu delikanlının gerçekten hali sözüne uyuyorsa ona subaylık ver. Ama ben Rasulullah'tan
duydum: 'Benden sonra sizin için en çok, lisanen alim görünen fakat özüyle sözü tutmayan
kimselerin bulunmasından korkuyorum' buyurdu. Sen de bunu kontrol et. Nasihat ettiği gibi
kendisi sözüne sahip mi?"
Evet, işte burası çok zor. Nasihati vermek kadar kolay bir mesele yok. Amel etmek kadar da
zor bir mesele yok. Eğer bu iş kolay olsaydı, Hz. Ömer Efendimiz koskoca kumandan Hazreti
Sa'd'a deminki nasihati yapmazdı. Demek amel yapmak bilmekle değil, Allah ve Rasulü'nün
emirlerini aksatmadan yerine getirmekle olur.
Yapılan ibadetlerin lezzet haline gelmesi, ülfet ve ün-siyet haline getirmekle mümkündür.
Bunun hududu da ilâhi aşka ve Rasulullah (s.a.v.)'i sevmeye bağlıdır. İnsan Allah ve
Rasulü'nü sevdiği kadar Allah ve Rasulü'ne itaati artar. Allah ve Rasulü'nü sevebildiği kadar
kalbindeki haşyet artar. Allah ve Rasulü'ne tabi olabildiği kadar da insanlara olan muamelesi
değişir. Herkesin işleri manevi rütbesindeki haline göredir.
EFS TERBİYESİ VE İLÂHİ HUZUR
Nefsi ıslah etmenin en kolay yolu Allah'ın zikrine devam etmek ve haramlardan uzak
durmaktır. Zikrin fazilet ve sevabı yanında, nefsi ıslah eden ve güzel ahlâka yönlendiren tarafı
da olduğu bir gerçektir. Sohbetlere devam, hatme-i hacegân, cemaatle namazlara ve gece
namazlarına verilen önem, ilmi teşvik gibi hususlar nefsi yavaş yavaş geçici dünya
lezzetlerinden kestiği gibi, ibadetlerden zevk almayı da tabiat haline getirir.