Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 133

Stirner’in

Eleştirmenleri
Max Stirner
Çeviri
Wolfi Landstreicher

Sunum
Jason McQuinn

Little Black Cart


Columbia Alternative Library
Çeviri anti-telif hakkı @ 2012 Wolfi Landstreicher
Sunum anti-telif hakkı @ 2012 Jason McQuinn
Çevirmen ve yayımcı bilgilendirilmekle,
bu kitap özgürce basılabilir ve alıntılanabilir.

Little Black Cart


PO Box 3920 Berkeley CA 94703 ABD
http://littleblackcart.com/

C.A.L. Press
Columbia Alternative Library
PO Box 24332 Oakland, CA 94623 ABD
http://calpress.org/

basım yeri ABD

Kataloglama Bilgileri:
Stirner, Max (Schmidt, Johann Kaspar’ın müstear adı)
Stirner’in Eleştirmenleri / Max Stirner. Çeviri, Wolfi Landstreicher.
Sunum, Jason McQuinn.
Berkeley, CA: Little Black Cart; and Oakland, CA: Columbia
Alternative Library, 2012
LBC - ISBN: 978-1-62049-007-5
CAL - ISBN: 978-1-890532-03-1
İçindekiler
4 Sunum: Biriciği ve Onun Kendisini Yaratma
Sürecini Açıklamak, Jason McQuinn

45 Çevirmenin Önsözü, Wolfi Landstreicher

50 Stirner’in Eleştirmenleri

97 Felsefi Gericiler
Biriciği1 ve Onun Kendisini Yaratma
Sürecini Açıklamak:
“Stirner'in Eleştirmenleri” ve
“Felsefi Gericiler”e Giriş

“Dünya düşüncelerin tiranlığı altında, fikirlerin


terörizmi altında yeterince uzun bir süre kötüye gitti; şimdi
ağır rüyadan uyanıyor… ” - Max Stirner, “Felsefi Gericiler”
(1847)

Max Stirner'ın başyapıtı, Der Einzige und Eigenthum1844 2


(Biricik ve Mülkiyeti), tüm tarihin en yıkıcı, radikal ve
dolayısıyla aşırı metinlerinden biridir.

1. Çevirmenin seçimine (ki bunda benim de katkım oldu) uyarak, Max


Stirner'in “Einzige” terimi için “Unique [Biricik]” çevirisini
kullanacağım. Einzige, Almanca'dan İngilizce'ye en müthiş şekilde
“Unique [biricik]“ ya da “Unique One [biricik olan]“ olarak tercüme
edilebilir. Ancak Max Stirner'in metinleri içinde bu ismi, bir kavram
(örneğin, aykırı, münferit birey) olarak değil, kişinin gerçek, kavramsal
olmayan yaşamına — herhangi bir kavramsal yorum yapılmadan, sadece
deneyimlenen bir yaşama — işaret eden bir ad olarak kullanmayı
planladığı her zaman hatırlanmalıdır. Bu nedenle, Stirner’in
“Einzige”sinden bahsettiğimde, amaçlanan anlamını göstermek ve
pekiştirmek için “U [E]” harfi ile “Unique [Biricik]” kelimesini
kullanacağım. Tamamen küçük harfle “unique [biricik]” diye
konuştuğumda, bu kelimeyi özel bir isim olarak değil, kasıtlı bir şekilde
kavram olarak kullanacağım.

2. Max Stirner'ın büyük eseri 1845 de basılmasına rağmen, 1844'ün


ikinci yarısında yayınlanmaya hazır haldeydi. Asıl adı Der Einzige und
sein Eigenthum idiyse de, 19. yüzyılın sonlarına doğru, “Eigenthum“
kelimesi “Eigentum“a dönüştürüldü.
5 Biriciği ve Onun Kendini Yaratma Sürecini Açıklamak

Aynı zamanda modern Batı düşüncesi tarihinin en yanlış


okunmuş, yanlış yorumlanmış ve yanlış anlaşılmış kitaplarından
biri olarak da tanımlanabilir.3 Bu beklenmedik bir şey değildir.

Stephen Byington'un İngilizce çevirisi, daha uygun bir ad olan Biricik ve


Mülkiyeti yerine, The Ego and His Own [Ego ve Sahip Oldukları] gibi
son derece talihsiz bir adla 1907'de Benjamin Tucker tarafından,
yayınlandı. (Bu girişin başlığında belirtildiği gibi, Stirner'in kitabı için
çok daha anlamlı bir seçim olan Biricik ve Onun Kendiliğinden
Yaratılışı'nı düşünürdüm. Ama Stirner zaman zaman, özellikle Eugène
Sue'nun Les Mystères de Paris'i hakkında 1843'te yaptığı incelemede,
“kendi kendini yaratma” terimini kullanmış olsa da tabii ki başlık için
benim fikrimi sorulmadı.) kitabın giriş bölümünde de ifade ettiği gibi,
“Ego ve Sahip Oldukları” hatalı başlığının tercih edilmesinin
sorumluluğu tamamen Benjamin Tucker'e aitttir. Muhtemelen, bu hatalı
adlandırmanın, ilerki yıllarda kitabı İngilizce çevirisinden okuyacak
olanların nezdinde yol açacağı karışıklığı ve gizemi ön görmemiş
olmalıdır. (Hatta ve hatta, sonraları, orijinal metnin-Alman okuyucular
tarafından bile-yanlış yorumlanmasının nedeni olduğu dahi söylenebilir)
Bu kafa karışıklığı ve gizemlilik, yalnızca ufak bir değişime uğramış
olan, cinsiyete özgü olmayan, daha yeni ve daha doğru olan The Ego and
Its Own [Ego ve Kendisi] şeklindeki çeviri ile daha da güçlendirilmiştir.
Başlıklarda ve metnin sadece İngilizce tercümelerinde yer alan “ego”
kelimesine rağmen, Stirner bu kelimeyi asla kullanmamıştır. John
Clark’ın, Max Stirner'in Egoizmi adlı kitabının gözden geçirilmiş son
düzenlemesine ait ilk bölümünün (editörlerce “John Clark'ı Ürkütenler”
başlığı altında yayımlanan yazı: Anarşi: Arzuyla Kuşanmışların Günlüğü
Dergisi #64, Mart, 2010) yayınlanmasıyla birlikte ve “Stirner'in
Eleştirmenleri”nin bu çevirisi ile, bu karmaşanın ve mistifikasyonun
nihayet tamamen ortadan kaldırıldığına şüphe yok. “John Clark'ın
Stirner’i“ adı altında henüz düzenlenmemiş incelememin ve ayrıca
Stirner’in Biricik ve Mülkiyeti’nin yeniden gözden geçirilmiş bir
çevirisinin yayınlanması planlanıyor.
3.Stirner’in metninin, Batı’nın ya da Doğunun tüm düşünce tarihinin en
yanlış okunup yanlış anlaşılmış ve yanlış yorumlanmış kitaplarından biri
olduğu tartışmaya açıktır. Ancak modern Batı düşüncesinin en büyüğü
olmasa bile, kesinlikle bir yanlış anlaşılmadır. Paradoksal olarak, her ne
kadar Batı perspektifi ve yönelimi içinde olmasa da (Tamamen nominal,
ateist, anarşist, ahlaksız ve egoist olmakla birlikte, Batı düşüncesinin ana
temalarına karşıdır.) Avrupalı bir metin olarak, kesinlikle Batılı‘dır.
Tarihsel olarak, tam anlamıyla modern döneme düşse de, aynı zamanda
çağdaş teorinin post-modern yazarları tarafından belli belirsiz bir
biçimde ima edilen tarafıyla anti-modernist bir metindir.
Biriciği ve Onun Kendini Yaratma Sürecini Açıklamak 6

Olumlu, radikal ve aykırı metinler, onlara yapılan eleştirilerin


doğru ve haklı olup olmadığına bakılmaksızın, eleştirmenlerden
her zaman düşmanca yaklaşımlar alacaktır.

Kitap — çok zekice olsa da — oldukça basit bir dille, teknik


terminolojinin çok az kullanılmasıyla yazılmıştır. Stirner
mümkün olduğunca ortak dili kullanma çabasında olmuşsa da,
bunu sıklıkla yaratıcı ve iddialı bir şekilde yapar. Keza,
tasarlandığı, yazıldığı ve yayımlandığı kültürel arka plana aşina
olmayanlar için (neredeyse her çağdaş okuyucu için) oldukça
zorlu bir metindir. Bu arka plan hakkında bilgi sahibi olmadan
da okunması ve takdir edilmesi mümkünse de, yeterli bir anlama
için — sadece merkezi noktaların değil, aynı zamanda geniş
kapsamlı sonuçların da anlaşılması — okuyucuların
nominalcilik, fenomenoloji, yorum bilimi, analitik ve diyalektik
mantık ve Stirner'in günümüzdeki mevcut din, ontoloji,
epistemoloji, ideoloji ve dil eleştirileri hakkında bilgi sahibi
olması gerekir.4
4. Burada belirli bir nominalizm, fenomenoloji ya da analitik ve
diyalektik mantık biçimlerinden değil, genel olandan bahsediyorum.
Stirner sadece tikel ya da evrensellerle ilgilenen tarzda değil, genel bir
nominalisttir. Aynı zamanda, ne Edmund Husserl'in şu ana kadar
açıkladığı gibi felsefi anlamda bir fenomenologtur, ne de (kaçınılmaz
olarak bazı ortaklıklar ya da benzerlikler olsa da) Martin Heidegger,
Maurice Merleau-Ponty ya da başkalarının on yıl sonra ya da sonraki
yüzyılda terim olarak kullandıkları gibi özel felsefi duyuları vardır.
Husserl, Heidegger ve Merleau-Ponty’nin, bu terimi kullanmamış Stirner
gibi, felsefecilerle, Johann Heinrich Lambert, Immanuel Kant, Johann
Gottlieb Fichte, G.W.F Hegel ve Franz Brentano gibi bu terimi kullanmış
felsefecileri de takip ettiğini hatırlamak gerekir. Her biri için
fenomenoloji bir yöntemdir, ama tüm filozoflar için — Stirner'dan farklı
olarak — her zaman önceden belirlenmiş sabit fikirlerle belirlenen bir
yöntemdir. Stirner erken zamanlarda yaşamış, genel ve uygulamalı bir
fenomenolog olup, henüz tam olarak anlaşılmamış olan, eşi benzeri
görülmemiş, varsayımsız bir varsayımsal araştırma olan (bu nedenle
teorik olmayan) projesini geliştirir. Stirner — Hegel, Karl Marx ya da
Friedrich Engels'in aksine — metafizik diyalektiği de kullanmaz.
Stirner’in analitik ve diyalektik mantığı, kendi nominalizm ve
fenomenolojisi gibi, tamamen eleştiriye açıktır ve herhangi bir sabit
metafizikle, epistemolojik ya da normatif temelle ya da ön varsayımla
ilgisizdir.
7 Biriciği ve Onun Kendini Yaratma Sürecini Açıklamak
Stirner’in çalışması, ortaya çıktığı andan itibaren, sadece
mevcut din, felsefe ve ideolojiyi incelikli bir şekilde
sorgulamıyor; tüm dinlere, felsefelere ve ideolojilere doğrudan
ve temelden meydan okuyordu ki bu durum, çok sayıda düşman
edinmesi için yeterli olmaktaydı. Böylece, büyük fikir ve
teorilerini kusursuzlaştırmak ya da uygulamaya koymak için
çalışan tüm teologlar, filozoflar ve ideologlar için Stirner
'istenmeyen kişi' haline geldi.5 Bu durum Stirner'in niyetinin,
1844'ten günümüze kadar, bir
Bu, sadece kendi kendini anlamanın deneysel bir yöntemidir, içkin,
olağanüstü Biricik'in yaşanmış, pratik ve kavramsal mantığının
gelişmesidir. (Teknik olarak, Biricik'in "içkin", "olağanüstü" ve hatta
"kavramsal olmayan" olarak geniş bir tanımlamasından vazgeçmek
gerekebilir, ancak okuyucuların çoğunun bu tekrarlanmış ipuçlarına
ihtiyaç duydukları, yoksa hemen tüm isimleri kavramsal olmayan
deneyimlerin muhtemel isimleri yerine, sembolik kavramların isimleri
olarak yorumlama (düşünmeme) alışkanlığına düştükleri açıktır.
5. Stirner'in büyük suçu, tüm düşmanlarının gizlemek istediği şeylere,
dikkat çekmesinden kaynaklanan- isimlendirilemeyen bir suçtur; sadece
kralın değil, her krallığın ve tüm kralların “çıplak” olduğunu, tamamen
şeffaf, alaycı ve acımasız bir dille ortaya koyan saldırının müsebbibidir.
Onların iddiaları boştur ve gerçek çıplaklıklarını gizleyemezler. Onların
güçleri, açık bir şekilde göz ardı edilmek ve örtülmekle birlikte, sürekli ve
dolaylı olarak teşvik edilmesi gereken popüler bir teslimiyet oluşturan
çıplakkken kendinden yabancılaşmadır. Din, felsefe ve ideoloji, rasyonalist
fetişleştirmelerdir. Açıklayıcı, normatif ve düzenleyici yetkilerinin tümü
şeffaf yalanlara dayanır, ama çoğunlukla bu yalanlar her türden kurumsal
güçleri korumak için sürekli olarak söylenen ve sonuçta uyguladığı şiddetle
tekrarlanan, dindar, politik, ekonomik, sosyal, akademik, bilimsel ve kültürel
yalanlardır. Hans Christian Andersen, “Kralın Yeni Kıyafetleri”nin orijinal
versiyonunun son halini, küçük bir çocuğun son repliği için yayınlamadan
hemen önce değiştirmeyi riske etti: “Ama kral çıplak!” Bununla birlikte,
“bütün halkın” sonradan dediklerini tekrarlayarak küçük çocuğa katılması
beklentisi, son derece fantastiktir. Daha sonra Andersen bile mahkemeye
yönelik daha fazla eleştiri yapmadı, bilinen, kraldan mücevherli hediyeler
almış olduğu. Stirner’in eleştirisine verilen tepki, en azından modern
medeniyetin kurumları sürdüğü sürece, bu tür istenmeyen ve yersiz
patlamaların engellenmesi için zorunludur. Bu gerçek değiştiği an, tüm
sosyal dünya da değişecek.
Biriciği ve Onun Kendini Yaratma Sürecini Açıklamak 8

asırdan fazla süredir, birçok eleştirmeni tarafından yapılan (çoğu


kez karşı çıkan olmadığı içinde başarılı olan) mistifikasyonlar
nedeniyle anlaşılmamasına zemin hazırlamıştır. Stirner'in
çalışmalarını olumlayan propagandaların çoğu bile, sıklıkla,
kendi yanlış anlamaları ve aşırı basitleştirmeleri nedeniyle
mistifikasyonlara katkıda bulunmaya meyilliydi. 6 Stirner'in
metnine yönelik en yaygın eleştiri muhtemelen yazılarını
çıkarmak, onlardan kaçınmak veya sadece tartışmadan
diskalifiye etmek veya yorum yapmayı engellemek ve konuyu
olabildiğince çabuk değiştirmek oldu. Fakat Stirner’in ismini ve
fikirlerini belirtmekten korkmayan birkaç eleştirmen için baskın
tepki, çoğunlukla kasıtlı yanlış yönlendirmeyle sınırlanan
aşağılayıcı ve yanlış yorumlama olmuştur.
6. Aynı eleştirmenleri gibi, Stirner'in hayranlarının hepsi olmasa da çoğu,
Stirner'in kavram ve argümanlarından birine, ikisine veya birkaçına
hükmediyormuş gibi görünür, bunları Stirner'in merkezi mesajı olarak kabul eder
ve yeniden yorumlama girişimine devam eder. Bu hükümler Stirner'in çalışması
sonucunda ortaya çıkan, dar, genellikle çok taraflı, kısmi perspektiften
türetilmiştir. Bu tutum, Stirner’in çalışmalarının gerçekten tutarlı ve genel olarak
kabul görmüş bir anlayışının olmamasıyla daha cazip hale gelir. Genel olarak
“egoizm”in geleneksel anlamlarından birini ikame etmeye yatkın olan
okuyucular, daha sonra, Stirner'in bu kelime yerine tercih ettiği kullanıma
dayanarak, okumalarının önemsiz olması gibi, göze çarpan pek çok tutarsızlığı
(Stirner'in sözde “idiyonsuzlukları”ndan biri yüzünden veya Stirner'in
mantığında açıklanamayan bir atlamadan dolayı ya da 19. yüzyıldaki kelime
kullanımından ötürü) bir kenara fırlatarak, yanlış yorumlamayı teşvik etmeye
eğilimlidirler. Stirner'in daha yüzeysel eleştirmenleri (tüm eleştirmenlerinin
büyük çoğunluğu) genellikle aynı yöntemi kullanırlar, fakat “egoizm”in
geleneksel anlamlarına ilişkin olumsuz değerlendirmelere karşı eğilimleri
genellikle onları benzer sonuçlara götürür, sadece sorunlara ve kötülüklere vurgu
yaparlar. Daha sonra her türlü sebepten dolayı, Stirner'in mantığıyla, aşırı
derecede kendine özgü ifade biçimleriyle, güvensizlikleriyle (kendi kendine
hizmet eden ifadeler oldukları için), sözde gecikmeleriyle ilgili yanlışlıklara
ilişkin herhangi bir tutarsızlığı suçlarlar. Her iki durumda da bu talihsiz İngilizce
başlık çevirisi ve tercümede “ego” kelimesinin ara sıra tamamen uygunsuz
kullanımı, Stirner ile aynı fikirde olduklarını düşünen okurlar için bile
yorumlamadaki hatalı eğilimleri büyük ölçüde pekiştirme yönündedir. “Ego”
kelimesinin güncel anlamları ve çağrışımları göz önünde bulundurulduğunda,
Stirner'ın metnindeki “ego” ya da “the I [Benlik]” kavramlarına dair önemli ve
kritik referansların böyle çevrilmesinden herhangi bir şekilde kaçınılmalıdır ya
da en azından bunlar net bir şekilde açıklanmalıdır. Bu noktada herhangi algısı
güçlü bir okuyucu, yorumcu ve eleştirmen için, daha azının yapılması kabul
edilemezdir
9 Biriciği ve Onun Kendini Yaratma Sürecini Açıklamak

Bazen yanlış yorumların, özellikle ideologların daha saçma


saldırılarından ötürü kazara değil, kasıtlı olduğu açıkça
anlaşılabilir. Ancak Stirner‘in metinleri onlara entelektüel ve
duygusal olarak aşırı derecede meydan okuduğu için Stirner’in
eleştirmenlerinin yaptıklarında bilinçli olup olmadıkları
tartışılabilir. Durum bu iken, suçlamaların ve yalan
betimlemelerin sürekliliklerinin net etkisi — hem avantaj hem
dezavantaj olarak — tartışmasız bir şekilde Stirner’in metinleri
üzerinde hissedilmiştir.
Max Stirner’in eleştirmenleri, orijinal eserleri yayımlanmış
Vormärz7 Almanyası’nın radikal, edebi, felsefi ve politik ortamı
içinde yazan tüm çağdaş yazarlardı. Bunların içerisinde Ludwig
Feuerbach (modern hümanizmin kurucu metni olan
Hıristiyanlığın Özü‘nün yazarı), Musa Hess (genç Karl Marx'ın
Feuerbachçı komünist arkadaşı), Bruno Bauer (sonrasında,
muhafazakâr Hegelciliğin radikal eleştirmenlerinden olan
savunucularından), Szeliga (Bruno Bauer'in “eleştirel
eleştirisinin” destekçisi, Prusyalı subay Franz Zychlin von
Zychlinski'n müstear adı), Kuno Fischer (sonrasında saygın bir
felsefe tarihçisi olan, öğrenciliğinde, Stirner‘i ve diğer solcu
Hegecileri “yeni sofistler” olarak eleştiren broşürün yazarı) ve
sözde proleter ikili Friedrich Engels ve Karl Marx (Marx ve
Engels'in eleştiri yazısı, 80 yıl sonra yayımlanmış olsa da!)
vardı. Bunlar arasında, 1845'te “Recensenten Stirner’s
[Stirner’in Eleştirmenleri]” başlığıyla Wigand’s
Vierteljahrschrift’te yazdığı orijinal makale ile cevap verebilecek
kadar yakın zamanda, sadece üç eleştiri yayınlanabildi. Stirner
basına hiç cevap vermemiş olmasına rağmen, Bruno Bauer’in
Stirner’in kitabına verdiği yanıt 1845 baskısında da ortaya çıktı.
Daha sonra 1847 yılında Stirner (G. Edward olarak yazarken),
“Die Philosophischen Reaktionaere [Felsefi Gericiler]” adı
altında Wigand‘s Epigonen'in beşinci bölümünde Kuno Fischer'e
yanıt verdi. Ne yazık ki Stirner‘in, Marx ve Engels’e ait uzun,
okunaksız ve hicivli Die Deutsche Ideologie‘ye [Alman
İdeolojisi, Stirner’in ve kendi yaşamları süresince
yayınlanamadığı için, cevap vermeye hiçbir zaman

7. Vormärz, Mart 1848’de Alman Devrimci olayları başlamadan önceki


dönemdi.
Biriciği ve Onun Kendini Yaratma Sürecini Açıklamak 10

şansı olmadı.8
Tarihsel yanlış okuma, yanlış yorumlama ve yanlış
anlaşılmaların devasa gelenekleriyle çok uzun zamandır savaşan
Stirner’in çalışmaları, özellikle de şimdiye kadar yayınlanmış
olan her basımdaki aktarılmamış başlıklar göz önüne
alındığında, gerçek anlamda popüler bir İngilizce anlayışı
yaratma olasılığını yitirdi. İngilizce tercümenin ve yanıltıcı
başlığının çok gerekli bir revizyonunun yayınlanmasıyla birlikte,
Stirner'in çalışmalarının çok daha doğru bir şekilde yeniden
yorumlanmasına başlandığının en iyi kanıtı muhtemelen

Stirner'in uzunca bir süre alan bu çevirisinin yayınlanmasıdır. .9


8. Karl Marx ve Friedrich Engels, Die Deutsche Ideologie'yi
yayınlayamasalar da, görünüşe göre denemekten gocunmadılar. Her
halükarda Marx ve Engels’in Der Einzige und sein Eigenthum’un temel
sorunlarını dahi eleştirirken yaşadığı fikir kıtlığı ile beraber, “Stirner’in
Eleştirmenleri“nin yayınlanması onların ana argümanlarını Die Deutsche
Ideologie yayınlanmadan çok daha önce geçersizleştirmişti. Ne yazık ki,
Marksist akademisyenler ve hatta Marksizmin eleştirmenleri bile, bugüne
kadar bu gerçeği kabullenmediler. Şu ana kadar bulduğum kadarıyla, Der
Einzige und sein Eigenthum ve “Stirner'in Eleştirmenleri”nin içeriğinin
farkında olan birkaç akademisyen bile bu içeriği mantıksal sonuçlarıyla
kullanmayı reddetti. Die Deutsche Ideologie‘de Marks ve Engels,
Stirner'in önceki Feuerbachçı, hümanist materyalizmlerinin temelini tahrip
etmesine karşılık olarak materyalist felsefenin daha sofistike,
Hegelcileşmiş, tarihsel bir versiyonunu sunar. Ama kendiliğinden sanrısal,
esasen dini, onların projesinin doğası olan rasyonalist farkındalık; kolektif,
tarihsel, ideolojik (kendini yadsıyan ve kendine yabancılaşan) bir yapı ile
tanımlanmayı gerektirir. Bu durum Stirner'in kendi içkin egoizminin,
tarihsel bir zorunlulukla herhangi bir biçimde Marksist ideolojinin ayakta
kalması için yanlış yorumlanmasını ve kasıtlı olarak yanlış beyan
edilmesini sağlar. Bu, Die Deutsche Ideologie'deki Marksist ideolojik
eleştirinin acınası sırrıdır. Marksizmin bir ideoloji olarak ayakta kalmasını
sağlamak için, Marksistler bu fikirselliği olmayan “ideolojiyi“ bariz
yalanlarla dahi olsa boyamak zorundadır: Max Stirner’den itibaren bütün
anarşistler burjuva egoistlerdir. Daha azı, Marksist "bilim"in, Sovyet ve
Maoist kolektifleştirmelerini, Gulagları, yeniden eğitim kamplarını,
yeniden yerleşimlerini, vb., açık bir şekilde fikirselmiş gibi kitlesel
köleleştirme ve soykırım kampanyalarını mükemmelleştiren ideolojik,
kendi kendini sınırlayan temelinin sanki doğası başka herhangi bir
açıklamaya ihtiyaç duymuyormuşçasına kabulü olacaktır.
11 Biricik‘i ve Onun Kendini Yaratma Sürecini Açıklamak

Ancak hem Stirner’in metinleri hem de eleştirilere verdiği


cevaplar, anlaşılabilir bir bağlamda ele alınmalıdır.
*****

Max Stirner, Jena Savaşı'ndan ve Napolyon’un Prusya'yı


işgale başlamasından hemen sonra 25 Ekim 1806 sabahı
Bayreuth, Bavyera'da, doğan Johann Kaspar Schmidt'in takma
adıdır. Johann, kendisi henüz bir bebekken ölen bir flüt
yapımcısının oğluydu. Üç yaşına gelmeden önce annesi yaşlı bir
eczacıyla evlendi ve ondan sonra Batı Prusya'ya (bugün,Polonya
sınırları içinde kalan), Vistula Nehri üzerindeki Kulm'a taşındı.
Ve kısa bir süre sonra (1810 yılında) Johann da çocukluğunu
geçireceği Kulm'a getirildi.1818'e gelindiğinde ise Schmidt,
1664 yılında kurulmuş olan ünlü lisede hümanist Hıristiyan
eğitimine başlamak için amcası ve vaftiz babasının yanına,
Bayreuth'a geri döndü. “İyi ve çalışkan bir öğrenci” olduğunu
kanıtladığı liseden 1826‘nın Eylül ayında yüksek notlarla mezun
oldu.10 Daha sonra 1835'e kadar üniversite eğitimine devam
edip,geri kalan hayatını geçireceği ve nihayet 1856'da öleceği
Berlin’e taşındı.

Sürpriz olarak addedilen kitabı Biricik ve Mülkiyeti’nin


1844'ün sonlarında birden bire ortaya çıkması fikir dünyasını bir
süre aydınlattı.
9. “Stirner’in Eleştirmenleri”nin oldukça yetersiz İngilizce çevirisi,
uzunca bir süre önce Frederick M. Gordon tarafından “kısaltılmış ve
tercüme edilmiş” şekliyle şurada yayınlanmıştır: Felsefi Forum, cilt viii,
sayı 2-3-4; 1977 İlkbaharı, s. 66-80. Daha yakın zamanda, Widukind de
Ridder tarafından yapılan “Felsefi Gericiler”in orijinal ve eksiksiz bir
çevirisi, Wolfi Landstreicher'in buradaki tercümesinden bağımsız olarak
Max Stirner'de (ed. Saul Newman, Palgrave Macmillan, New York, NY,
2011) yayımlandı. Landstreciher’in çevirisi “Stirner'in Eleştirmenleri”nin
çevirisini takiben 2011'de tamamlandı. De Ridder'ın çevirisi,
Landstreicher'in kendi tercümesinde sunduğu seçeneklerin hepsinin
değilse de çoğunun burada da kullanıldığını doğruladı.
10. John Henry Mackay, Hubert Kennedy, Max Stirner: Hayatı ve Eserleri
(Peremptory Publications, Concord, CA, 2005), sayfa 32.
Biricik‘i ve Onun Kendini Yaratma Sürecini Açıklamak 12

Stirner (Schmidt), 1839'dan 1844’e kadar Berlin’de “Genç


Bayanlar için Eğitim ve Öğretim Kurumu”nda saygın bir
öğretmendi. Yazar ve eleştirmen Max Stirner olarak kabul
gördükten sonra, kötü bir mandıra işletmecisi olmanın yanı sıra
yazar ve çevirmen olarak çalışmaya da devam etti ve Adam
Smith'in Ulusların Zenginliği ve Jean-Baptiste Say'ın Traité
d`Économie Politique [Politik Ekonomi Antlaşmaları]
kitaplarının Almanca çevirilerini yaptı.

Stirner, hem liselerde hem de Berlin ve Erlangen


Üniversitelerinde uzun yıllar boyunca Hegelcilerin ağır baskısı
altında çalıştı. Üniversiteye 1826 yılında Berlin'de başladı ve
1834'te birkaç kez ara verdikten sonra üniversitedeki kurumsal
kaydını sonlandırdı. 1835'de öğretmenlik sınavını verdi.11
Erlangen üniversitesine ise sadece 1829'da kısa bir süre için
devam etti. Bayreuth'da sekiz sene boyunca çalıştığı yüksek
lisenin rektörü Georg Andreas Gabler de bir Hegelci olarak onu
etkiledi. (bu arada, Hegel’in ölümü sonrası, Berlin Üniversitesi
felsefe kürsüsünü Gabler devraldığını hatırlamakta fayda var)
Ayrıca P.K. Marheineke, Christian Kapp ve Karl Michelet gibi
önde gelen Hegelciler de Stirner'in etkilendiği diğer
kişilerdir.Daha da önemlisi, popülaritesinin en yüksek olduğu
1827,1828 yıllarında, Georg Wilhelm Friedrich Hegel'in Berlin
Üniversitesi'ndeki derslerine katıldı. Stirner, Hegelcilere ek
olarak, Berlin'de özellikle Friedrich Schleiermacher (teoloji) 12,
Heinrich Ritter (mantık) ve (klasik filoloji çalışmalarında)
Philipp August Böckh ve Johann August Wilhelm Neander'in
derslerine katılmıştır.

11. 1835 yılında kapsamlı sınavlardan sonra ona öğretmen statüsü verildi.
Stirner doktora statüsüne hak kazanabilirdi, ama asla başvurmadı.
12. Stirner’in Friedrich Schleiermacher’in çalışmaları, teolojiyi (felsefi,
tarihi ve pratik teoloji) merkezileştirmekle birlikte, Schleiermacher’in
yorumbilimi, eleştirisi, ahlakını ve diyalektiğini bütünleştirdi. Stirner'in
Schleiermacher'in teoloji sunumundan, mahcubiyet, polemik, dogmatik,
istatistik ve sembollerden ve pratik teolojide, kilise hizmeti, pastoral
çalışma prensipleri gibi heyecan verici konulardan çok daha fazlasını
öğrendiği olasıdır. (Bkz. Friedrich Schleiermacher, Terrence N. Tice
tarafından 1811 ve 1830 baskılarının revize edilmiş çevirileri, Bir
Çalışma Alanı Olarak Teoloji’nin Genel Hatları, 3. Baskı [Westminster
John Knox Press, Louisville, KY, 2011].)

13 Biricik‘i ve Onun Kendini Yaratma Sürecini Açıklamak

Öğrenimini tamamlayıp öğretmen olarak kariyerine


başladıktan sonra Stirner, Bruno Bauer’in etrafında toplanan
radikal entelektüeller grubuyla sosyalleşmeye başladı ve onları
daha sonra die Freien (“Özgürler”) olarak adlandırdı. Bu grup,
bir üyesince dile getirildiği gibi “birçoğu öğrenimini çoktan
tamamlamış genç çocuklardan oluşan” “yüceliğe... ideal
değerlere ve bilgiye hasret, liberal bir ruhun susuzluluğunu…”
çeken Doktorenclub (“Doktorlar Kulübü”) adındaki bir başka
grubun alt kolu olarak kabul edilebilir.13 Bruno Bauer'in ana
figür olmasının yanı sıra, grup, genç öğrenci Karl Marx'ın
katılımı nedeniyle de dikkat çekiciydi. Ancak Stirner’in Freien
ile uzun süren ilişkisi başladığında, Marx grup üyelerinin
çoğuyla yakın ilişki kurmaktan imtina etmekteydi. O zamanlar
“Genç Hegelciler” ya da “Solcu Hegelciler” 14 olarak tanınanların
çoğu,ya Doktorenclub ya da Freien'in toplantılarına katılırdı.
Die Freien, Berlin de, genellikle akşam saatlerinde, şarap veya
biraevlerinde toplanırdı –bir çok farklı mekan denendikten
sonra,nihayet,sohbet, tartışma, şakalaşma, kağıt oyunları, sigara
dımanı ve kafa çekme için Hippel’in yeri en istikrarlı buluşma
mekanı oldu ve orada Stirner, Berlin'de yaşadığı sürece, kendini
evindeymiş gibi rahat hissetti ve üyeleri mütemadiyen
değişmesine rağmen, zorlayıcı ve açık sözlü bir yoldaş grubu
buldu. Freien'deki dikkat çekici katılımcıları arasında bulunan
Bruno Bauer, Stirner'in en iyi arkadaşlarından biri oldu (ikinci
evliliğinin şahidi ve cenaze töreninin katılımcısı olarak da) ve
genç Prusyalı subay Friedrich Engels, daha sonra Karl Marx ile
kurduğu yoğun arkadaşlıktan önce, bir süre Stirner'in istekli bir
duzbruder’i [ilk ismini kullanacak kadar yakın arkadaşı] oldu.

Her ne kadar Stirner kesinlikle Schleiermacher'in (özellikle Alman


romantiklerinin tesiri ile) algı ve duyguya yapmış olduğu vurgu ve
dogmatik Hıristiyanlığı eleştirisi, Stirner'ın, Kantçı ve Hegelci
rasyonalizminin zayıflamasını sağladı.
13. David McLellan, Karl Marx: Hayatı ve Düşüncesi (Harper & Row,
New York, 1973) s. 32.
14. “Sol” Hegelcilik,din eleştirisinde bulunurken, “sağ”
Hegelcilik,Hristiyanlığı yorumlamakla yetiniyordu.

Biricik‘i ve Onun Kendini Yaratma Sürecini Açıklamak 14

Sosyal ve politik düşüncenin Sol Hegelciliğin etkisi altında


olduğu dönem de, Stirner, bir muhabir, eleştirmen ve denemeci
olarak Freien çevresinin radikal basınına katkıda
bulundu.Bunların içinde en önemli olanları, Nisan ve Haziran
1842'de (Karl Marx editör olarak görevlendirilmeden önce)
Rheinische Zeitung da yayımlanan “Eğitimimizin Yanlış
Prensibi” ve “Sanat ve Din” başlıklı makalelerdir. Diğer
gazatelere de bir çok makale yazdı. Ve süreç içerisinde de
çevresine bir kitap yazmakta olduğunu ima etmeye başladı.
Buna rağmen, yakın çevresinden hiç kimse, Biricik ve Mülkiyeti
yayımlandığında onun radikal gücü ve kapsamına hazırlıklı
değildi. Sonradan anlaşıldı ki, Stirner, ne belirli bir felsefi fikre,
ne de Hegelci felsefi sisteme ve onun radikal çevresine yönelik
eleştirilere odaklanmıştı, Stirner bunların yerine, her dinsel,
felsefi ve ideolojik sistemin eşi görülmemiş bir eleştirisini
yapmıştı.

*****

1844 sonbaharında Stirner’in Biricik ve Mülkiyeti kitabının ilk


halka açık kopyaları ortaya çıktı. Akabindeki kaçınılmaz
kamusal tartışmayı göz önünde bulundurarak, Stirner, 1 Ekim
itibariyle öğretmenlik görevinden ayrılmak için istifa dilekçesi
verdi.Kitap başlangıçta heyecandan öfkeye ve karışıklığa kadar
çok çeşitli tepkilerle karşılandı. Sadece, Ludwig Feuerbach,
Friedrich Engels ve Arnold Ruge'den gelen mektuplarda birkaç
övgü dolu yorum yapıldı.15

15. Ludwig Feuerbach, Stirner'in kitabı hakkında şöyle yazmıştı: “Bu


parlak ve zekice bir çalışmadır ....” Ve Stirner hakkında eleştirisine şöyle
devam etti: “Yine de en usta ve en özgür yazar“. 19.03.1844 tarihli Marx'a
yazdığı bir mektupta, Friedrich Engels “Açıkça Stirner'in Özgürler'in en
yetenekli, bağımsız ve çalışkan düşünürü“ olduğunu yazdı. Arnold Ruge,
Hallesche Jahrbücher für deutsche Kunst und Wissenschaft’ın yayıncısı
ve Deutsch-Französische Jahrbücher'in yardımcı editörü (Marx ile
birlikte), annesine bir mektupta “Almanya'da yayımlanan, okunabilir ilk
felsefi kitap” olduğunu ifade etti. (Max Stirner, David Leopold tarafından
düzenlenen The Ego and Its Own [Cambridge

15 Biricik‘i ve Onun Kendini Yaratma Sürecini Açıklamak

Ancak en önemli örneklerde, Stirner'in eleştirisindeki


hemen her türlü açıklık, akılların, yüzeysel kovuşturmaların ve
küçümsemelerin birbiriyle yarışmasına yol açtı. Stirner'in
tezahür ettiği kötülükler hakkında, ondan hiç şüphelenmeyen bir
dünyaya şeytanlığı tanıttığı söylendi.

Max Stirner, kitabının önsözünde niyetini açıkladı. `Egoizm


Tanrı, insanlık ya da hükümdarlar için uygunsa neden benim için
uygun olmasın?` sorusunu sordu. Neden dünyadaki hayali
egoistler en büyük övgüleri alırken, gerçekte var olan egoist
bireyler küçümseniyor? Neden bu hayali egoistlerden ders
almıyor ve kendi hayatımızın sahipleri olarak kendimizi hak
ettiğimiz yere yerleştirmiyoruz? Stirner bizzat kendisi için bunu
yapar ve bizi kendisini takip etmeye davet eder. Kitabın geri
kalanı, bu perspektif değişiminin, istekli iradenin bilinçli olarak
kendi kendisini yaratmasına olan etkilerinin incelenmesidir.

İnsan düşüncesinin büyük çoğunluğu için, sadece Tanrı ya


da tanrılar, insanlık, insanlar, toplum, siyasal devlet, ekonomi ya
da imparator değil, krallar ya da cumhurbaşkanları gibi, çoğu
şey için izin verilebilen, ancak çoğu zaman, kendilerini haklı
çıkarmaya gerek duymadan, iktidarlarını — egoizmlerini — ilan
etmeleri beklenen makamlar Stirner’in zamanında da vardı.
Hepsi bir dereceye kadar hayali olan bu figürlerin, varoluşlarının
ve güçlerinin en büyük kısmı tam olarak, insanların hayal
ettikleri gerçekliğe ve güce, sahip oldukları kitle inancına
bağlıdır. En önemli derecede, Stirner’in ustalık eseri bu
fenomenin tutarlı bir incelemesi ve eleştirisidir.
University Press, Cambridge, 1995] s.13. David Leopold'un Stirner'in
çalışmalarının Cambridge University Press'in basımından bahsetmeliyim,
çünkü bunlar sadece yeterli çalışmalar değil, bütün kötü alternatiflerinin
arasında en iyi çalışmalardır. Genel olarak geniş notlarıyla beraber bu
baskıdaki indeksi yetkin ve önemli bir başarı olmasına rağmen yetersiz ve
bazı bölümlerde başarısız olan Leopold'un tanıtımıyla Stirner’e dair
çalışmaların üzücü hali sergilenmiştir. Bu yazıdaki The Ego and Its
Own'un İngilizce çevirisinden alıntılanan her şey için bu baskı referanstır.)

Biricik‘i ve Onun Kendini Yaratma Sürecini Açıklamak 16

Eser, bu senaryodaki insanların nerede ve nasıl kendi


gerçeklikleri ile ilgili yönler keşfettiklerini ve bu hayallerdeki
yabancılaşma sürecini tasvir eder.16 Stirner'in bu her zaman
yaptığı, var olana yönelik eleştirisi çoğu zaman sorgulanamayan
bir fenomen, ama aynı zamanda zorunlu bir eleştiridir. Bu içten
bir eleştiridir, çünkü Stirner herhangi bir üstün veya 'mutlak
doğru', 'değer' ya da 'gerçekliğe' (kendi kendini yaratmak, aynı
türden yabancılaşmayı gerektirir) veya kendisinden
bahsetmesine izin verecek diğer ayrıcalıklı, kendi özel, sınırlı,
biricik perspektifinin ötesinde herhangi bir pozisyonda bulunan
perspektiflere erişim hakkı vermez.17
16. Yabancılaşma konusundaki eşi görülmemiş eleştirisinde Stirner,
tarihsel olarak, tüm sistematik kendiliğinden yabancılaşmanın din ile
başladığını iddia eder ve dinin merkeziyetine odaklanır. Etimolojik olarak
“din”, “bağlı olma şartını” ifade eden “romantik bir sözcüktür” (Max
Stirner, The Ego and Its Own, s. 48). Ancak, Stirner'in daha önce “Sanat
ve Din” hakkındaki yazısında işaret ettiği gibi, din her şeyden önce
“anlayışın geliştirdiği bir şey”dir, bu da aslında bizim bağlı olduğumuz bir
kavram olduğu anlamına gelir. Yüce herhangi bir manevi varlığın gerçek
olduğuna dair güvenilir bir kanıt olmadığı için, din gerçekte kavramsal bir
fetişleştirmedir. Aslında din, bir kişinin kendi güçlerinin ve faaliyetlerinin,
(hayal edilmiş) bir ruhsal varlığın tezahürleri olduğu inancı ve hayaliyle
kendine yabancılaşmasıdır. Ancak yabancılaşma, hiçbir şekilde bir dine bu
biçimde bağlı değildir.
17. Stirner'in “kendine özgü, sonlu, biricik perspektifi”ne karşı
hayatlarımıza egemen olması beklenen “üstün veya 'mutlak doğruluk',
'değerler' veya 'gerçeklik'” ibareleri arasındaki ayrım ve ihtilaf, akılcı bir
ilişki için nihai mantığın bir anlam ifade edip etmediği konusundaki
ayrılıktır. Bir şekilde kişinin kendi dünyasında kendine özel bir statüyü
garanti etme ihtiyacıdır. Öznel olmayan, sonsuz, 'üstün doğru', 'değer' veya
'gerçekliğe' özel erişim isteğidir. Juvenal'ın sorusunun bir versiyonu yine
bir şekilde ortaya çıkıyor: “Quis custodiet ipsos custodes?” (“Muhafızları
kim koruyacak?” Ya da bu durumda, “Gerçeğin gerçek olduğunu,
hakikatin hakikat olduğunu ya da bir değerin gerçekten de bir değer
olduğunu kim bilebilir ki?) Kişinin sorunlarına kusursuz bir çözüm
sunmak yerine, uygun inançların ve eylemlerin benimsenmesini garanti
altına almak için kişinin hayatını daha yüksek bir kural seviyesine tabi
tutmak, tekrarlanan bir kabusa yol açar. Burada ve şu an elde edilen fiili
duruma dayalı olarak doğrudan uygun karar verme yerine, kararların
gerçekte uygulanacağı özel durumlara dair bir bilgi veya anlayış olmadığı
durumlarda, “Tanrı’ya havale etme” kararı verilir. Tam sorumluluk
olasılığı yoktur - kişinin kendi hissettiği, duyarlı ve meşgul algısı ve
anlayışına göre cevap verme yeteneği yoktur.

17 Biricik‘i ve Onun Kendini Yaratma Sürecini Açıklamak

Ondan daha önce hiç kimsenin (aslında sonrasında da pek


kimse yok), benzer bir şekilde bu basit gözlemi ve eleştiriyi
yapamaması, sadece onun merkezi önemini ve onun orijinal,
inanılmaz cüretini gösterir.

Bu Pandora'nın kutusu bir kez açıldıktan sonra ne kadar


çabalanırsa çabalansın kapatılamazdı. Ancak her günün her saati,
ilahiyatçılar, filozoflar, vaizler, ahlakçılar, politikacılar,
ekonomistler, hakimler, polisler, ideologlar, psikologlar ve kutsal
gücün diğer tüm teknisyenlerinin çabaları devam eder. Hepimiz
hepimizin, hizmet etmeyi tercih ettiğimiz hayali egoist
üstatlardan hangisine sadık kaldığımızı taahhüt edebilmek için,
gerçekte varolan tüm bireylerin egoizmini bozan koroya
katılmalarını isteriz. Hayatınızı altüst etmek ve Tanrı'ya, Doğaya,
İsa'ya, Ekolojiye, Barışa, Sevgiye veya Bilime secde etmek mi
istiyorsunuz? Proletaryaya Komünizme, Özgür Girişim ya da
Kapitalizme, Dil, Özgürlük ya da Boşluğa mı secde etmek?
Birçok insan için en azından kendinizden daha büyük olduğunu
hayal ettiğiniz herhangi bir şeye inanmanız, hangi şeye
inandığınız ya da kime köle olduğunuzdan çok daha önemlidir!
En büyük tabu inançsızlıktır.

Sadece içkin eleştiriler, kendini köleleştirmede ısrar


edenleri, Stirner'in terimleriyle bir “ruhaniyete”, “hayalete”,
“kavramsal öze” ya da “sabit bir fikre” adanmışları bu yoldan
döndürmek için çabalayabilir. Aksine başarılı, üstün bir
eleştirmen, bu kendi kendini köleleştirmeyi, hayali bir ideale ya
da yeniden bir düşünceye dönüştürmek için başka bir hayali
ideal ya da düşünce çıkarır. Herhangi bir olası ilişkiden ya da
idealden kendini köleleştirmenin her biçimini kaldırmak,
insanların kendilerini köleleştirdiği belirli ideallerin eleştirisini

Bu rasyonalist dünyada Hakikat, Değer ve Gerçeklik, tecrübelerden,


yaşanmış aktivitelerden ziyade tümüyle temsilidir. Stirner bu perspektifi
radikal bir şekilde tersine çevirir ve sadece kendi hakikatlerini, kendi
değerlerini ve kendi gerçekliğini kabul eder ve hepimizi aynı şeyi
yapmaya davet eder. Özellikle de bu tür şeylere ait kendi hayal ürünü
projeksiyonları dışında, herhangi bir gerçeklik olmayan Hakikat, Değer
veya Gerçeklik hakkında hiç kimsenin subjektif olmayan bir yorum
yapmasının mümkün olmaması nedeniyle bunu yapar.
Biricik‘i ve Onun Kendini Yaratma Sürecini Açıklamak 18

gerektirmez, kendi kendini köleleştirme uygulamasının


eleştirisini gerektirir. Ve Stirner'ın asıl çaba gösterdiği yer
burasıdır. Bir kölelik kurumundan pasif insanları kurtarmak için
dışardan yapılan teşebbüslerin genellikle onların kendilerini
başka bir biçimde yeniden köleleştirmelerine yol açtığını anlar.
Köleliğin her türünün kaldırılması, köleleştirilenlerin kendi
kurtuluşları için kendi pratik özerkliklerini ve kendi
sahipliklerini yeniden kazanmak için savaşmalarını gerektirir.
Köleleştirilenlerin her biri, her tür köleleştirme konusunda kendi
içkin, pratik eleştirilerini inşa etmelidir. Yoksa kendilerini
köleleşmeye mahkum ederler.
Diğerleri gibi Stirner, eleştirisini belirli bir zaman ve mekân,
tarih ve kültür, durum ve çevre içinde kurar. Onun eleştirisi,
okuyan ve okuduklarını kendi aklı ve yaşamı ile
ilişkilendirebilen herkes için kesinlikle geçerli olsa da, yazdığı
durum ile güncel durumlarımız arasında okuyucularla ilişki
kuramadığı için, aslında özel bağlamı hakkında bir bilgisi
olmayanlara göre belirgin bir şekilde daha dar bir anlama sahip
olabilir. Biricik ve Mülkiyeti’ndeki özel fikirler, cümleler,
temalar arasındaki ilişkiler ve daha genel olarak paylaşılmış,
çağdaş yaşamımızın anlayışları, farklı bakış açıları, çeşitli
tarzlarda az veya çok doğru olan sözlerle tanımlanabilir. Bu
fikirlerin, cümlelerin ve temaların en önemlilerinden bazıları,
Stirner'in, egoizm, benlik, mülk, aidiyet, sahiplik, özgünlük,
inanç, din, özlük, kavrayış, sabit fikirler, isimler, dil, felsefe,
toplum, insanlık ve doğadır. Stirner’in ne derece anlaşıldığı
okuyucunun bu kavramları anlayabilme seviyesiyle ilgilidir.
Stirner'in bu en sık kullandığı kavramlardan her birinin kendi
anlamı, metindeki belirli bağlamlarından, her bir yorumlayıcının
kendi özel anlama ve yorumlama bilgisiyle ve aynı zamanda
egemen, sosyal, dilbilimsel ve kültürel ilişkilerin genel bağlamı
tarafından belirlenir ve her yerde var olan kendiliğinden
yabancılaşma için, hayali bir uzlaşma gerçekliği içinde,
sorgulanamayan zorunlu varsayımlar veya önyargılar oluşturur.
Bu durum herkesin en büyük önyargılarını (özellikle de kendini
köleleştiren herkesin), kendini yaratmanın ve kendini
sahiplenmenin imkânsızlığını da içerir.

*****
Stirner'in Biricik ve Onun Mülkiyeti'nde ne yaptığını daha iyi

19 Biricik‘i ve Onun Kendini Yaratma Sürecini Açıklamak

anlamanın bir yolu, çabalarını din, felsefe, ahlak, bilim ve


ideolojinin genel kültürel fenomenlerine karşın özel bir yöntem
kullanma çabası olarak kavramaktır. Bu yöntem, muhtemelen
Ludwig Feuerbach’ın antropolojik yöntemiyle modellenen,
egoist bir yöntemdi.18 Fakat Feuerbach, “İnsan”ın varsayılan
gerçekliğine yönelik hayali ideallerini azaltmakla ilgilenirken,
Stirner'in kendi düşüncesi ve bizim düşüncelerimizin her biriyle
ilgili çok daha radikal bir endişesi vardı. Feuerbach gibi hayali
idealleri daha gerçekçi bir ideale indirgemek yerine, Stirner her
hayali ideali kendi başına ele alır ve hepimizin aynı şekilde
yapmasını tavsiye ederdi. Nihayetinde Stirner’in eleştirisini bu
kadar güçlü ve reddedilemez kılan şey, Feuerbach’ın yada (ya da
herhangi birinin) sabit bir fikrinden ya da idealinden işe
başlamamasıdır. Ona göre,“Benlik” ya da egonun bir ideali bile
yoktur. Bunun yerine, her bireyin kendine özel, benzersiz bir
şekilde yaşadığı deneyimi vardır.19 Böylece, Stirner’in egoizmi
ve onun egoistik metodu, günlük dilde kullanılan “ego”
sözcüğünü aşacak şekilde olup (“egoist” ya da “özgecilik”),
günlük dile dair herhangi bir referans içermediğinden,
olağanüstü olan bu şey, kararlı ve tutarlı bir nominalizm ve
içgüdüsel bir anlam içerir. Bu nominalist, olağanüstü ya da içkin
egoizm, kendi içinde normatif ya da metafiziksel bir içeriği
olmaksızın da tamamen tanımlayıcı ve deneyseldir. Kendisine
yabancılaştırılamayacak, kasıtlı bir egoizmdir, çünkü tam olarak
kişinin ne seçtiği ve ne

18. Stirner'in egoist yöntemi, muhtemelen Ludwig Feuerbach'ın


antropolojik yöntemiyle modellenmiştir, ancak Stirner'in seminal “Sanat
ve Din” denemesi (1842'nin başlarında yayınlanmış ve büyük olasılıkla
geç yazılmıştır) devam eden bir sürecin parçası olarak bağımsızca
geliştirilebilir. 1841 bir kilometre taşıdır. Bununla birlikte, 1841'de
Feuerbach'ın Hristiyanlığın Özü kitabının yayınlanma tarihi ve Stirner'in
kısa bir süre sonra okuması ihtimali göz önünde bulundurulduğunda,
Stirner'in egoist yönteminin Feuerbach tarafından güçlü bir şekilde
etkilendiği olasılığı azaltılmamalıdır. Feuerbach’ın yöntemi, şüphesiz
David Strauss’un İsa'nın Hayatı, Eleştirel İncelenmiş‘ten (1835-1836)
türemiştir.
19. Elbette her birey, benzersiz olarak yaşadığı deneyimin ne olduğuyla
ilgili, belirli bir sabit fikirden yola çıkmaz. Kavramsal olarak yaşanmadığı
için bu deneyimden başlanır.

Biricik‘i ve Onun Kendini Yaratma Sürecini Açıklamak 20

yaptığıdır, daha fazlası ya da daha azı değil. (Bu, bir çıkar


çatışması neticesi oluşmuş bir amaç ya da hedef olarak
görülemez) Stirner'ın ifade ettiği gibi, sözlerin açıklayamayacağı
ya da tanımlayamayacağı bir şeye “işaret eder”. Bu sözler tek
başına bir gerçeklik ya da hakikat değildir, çünkü bu kavramlar
onun ne olduğunu ifade edemez. Stirner’in egoizmi, kendisine
ait olan Biricik figürüne işaret eder.20 Benzer şekilde, Stirner’in
verdiği anlama göre, herhangi bir kişinin biricikliği, her bir kişice
benzersiz olarak yaşanan tecrübenin tümüne işaret edecektir.
Bu kelimeler ve dil — özellikle de geleneksel
kullanımlarında — buradaki anlamı tam olarak ifade etmek için
yetersizdir ve hem Stirner'in çalışmasını yeterince anlama hem
de (daha az bilinçli olarak) yanlış yorumlamalardan kaçınma
probleminin bir parçasıdır. Kendine yabancılaşma süreci —
kişinin kendi benliğinden bir fikrin ya da temsilinin ayrılması ve
daha sonra kişinin kendi benliğini bu imgeye tabi kılması —
Stirner'in tarif ettiği ve eleştirdiği, modern toplumların neredeyse
her yerine nüfuz eden işleyişi ve sosyal hayatın her alanda
temelidir.21 Kendini sabit bir fikre veya hayali bir ideale
bağlamak
20. Stirner’in Biricik ve Mülkiyeti’nde beyan ettiği gibi, “Biricik”, tüm
kavramsallaştırmalardan önce gelene işaret eder. Bu “Biricik”, herhangi
bir ideali, fiziksel bir varlığı, bir ruhu ya da kendilik kavramını değil,
kişinin tüm yaşam tecrübesini gösterir. Dolayısıyla, nesnel ve öznel yönler
de dahil olmak üzere tüm yaşamı içerir; kavramların — her zaman daha
öncesinde var olan ve kavramsal olmayan Biricik’ten — ortaya
çıkabilmesi için, yapay olarak belirlenmesi ve birbirlerinden ayrı
tanımlanması gerekir.
21.Yabancılaşma süreci - kişinin kendi benliğinden bir fikrin ya da
temsilinin ayrılması ve daha sonra kişinin kendi benliğini bu imgeye tabi
kılması olarak - sadece modern yaşamın ya da modernliğin temeli değil,
aynı zamanda neolitik çağdan modernliğe kadar olan sözde “geleneksel”
toplumların da temelidir. Ancak görünüşe göre, daha önce paleolitik (daha
uygun şekliyle “geleneksel” olarak da adlandırılan) ve daha sonra
genellikle “ilkel” olarak adlandırılan, toplama ve avcılık toplumlarının
temeli olamaz.

21 Biricik‘i ve Onun Kendini Yaratma Sürecini Açıklamak

basit bir şey değildir.Uygulamada kendini geliştirmek için çok


fazla çaba gerektirir. Bu çaba büyük ölçüde, sembolik iletişimin
en erken günlerinde tüm din, felsefe ve ideolojinin temel işlevi
olmuştur. Bu çaba aynı zamanda çağdaş toplumlarda halk
kitleleri tarafından öğrenilmesi ve mükemmelleştirilmesi
gereken çok sayıda alışkanlık, tutum, düşünce biçimi ve boyun
eğme teknikleri içinde somutlaşmıştır. Ve aynı türden kendi
kendine yabancılaşmış eylemler yoluyla inşa edilen ve
sürdürülen sosyal, ekonomik, politik ve askeri kurumların
yaptırımları ile uygulanmaktadır.

Tüm bu büyük kendini yabancılaştırma süreçlerinin


olmadığı gerçekliğe değinmek, Stirner'in Biricik figürü ve
bilinçli egoizm pratiği ile neyi amaçladığıdır. Bu, Stirner'ın bir
mistik22 olduğunu ve Biricik'in bir tür kavramsal mutlak
olduğunu,
İlkel olmayan geleneksel toplumları birbirinden ayıran şey budur. Modern
toplumlar, her bir sosyal kurum ve sosyal pratik biçimi dahil olmak üzere,
yaşamın tüm yönlerinde, bu kendi kendine yabancılaşmanın yoğunluğu ve
sürekli genişlemesi olarak tanımlanabilir. Max Stirner'ı modernitenin en
radikal, tutarlı ve istikrarlı eleştirmeni olarak adlandırmak uygun olsa da,
onu bu geleneksel kurumların ya da yaşam biçimlerinin savunucusu olarak
anlamak yanlış olur. Aynı zamanda pre-modern geleneksel ve modern
toplumların bir eleştirmenidir. (Arkeolojik ve antropolojik bilginin sınırları
göz önüne alındığında, zamanında Stirner'ın şu anda “ilkel” toplumlar
olarak adlandırılanlarla ilgili herhangi bir tahminde bulunmaması ve riske
girmemesi şaşırtıcı değildir.)
22. Mistisizm Yunanca “mistikos”tan türemiştir ve genellikle normal insan
deneyimini, özellikle tanrılar ile olan birleşimde olduğu gibi kutsal ya da
ilahi doğayı aşan doğrudan ya da dolaysız bilgiyi anlatmak için kullanılır.
Tam tersine Stirner, burada tamamen dünyevi deneyimin, ateist, anarşist,
egoist bir içkinliğiyle ilgileniyor. Her ne kadar birçok mistik, “içkinliğe”
atıfta bulunsa da ya da en azından ifadelerinde bir çeşit “içkinlik” anlamı
bulunsa da, aslında - mistikler gibi - her zaman, aşkın fikirlerin ya da
ruhların “içkinliğinin” dini biçimlerine başvururlar. Burada hiçbir zaman
gerçek bir içkinlikten bahsedilmez, ama insanın kendi kendine
yabancılaşmasının ve daha sonra günlük yaşamın içine yeniden
aktarılmasının, bir anlamda bu kendi kendine yabancılaşmanın
gerçekliğin, dünyanın, insanın vb. içinde yattığını gösterir. Leo Tolstoy'un
Hıristiyan hitabesi Tanrı’nın Egemenliği İçimizdedir‘in (Luka 17:21‘e
dayanır) başlığı, bu türden bir mistisizme olmasa da, “içkinliğe” dini bir
örnektir.

Biricik‘i ve Onun Kendini Yaratma Sürecini Açıklamak 22

çoğu önermenin de (çoğu zaman, mistifikasyon ya da konuyu


dağıtmak amacıyla) saçma olduğu anlamına gelecektir. Stirner
hayali bir ideal veya sabit olmayan, yüce bir gerçeklik fikrinden
bahsetmez, çünkü kelimeler, Stirner'ın eleştirisini, burada
kavramsal temsilinden önce yaşamış olduğu, kendi içkin yaşam
deneyimini, kavramsal olmayan, kendini belirleyici figürünü
yeterli bir şekilde tanımlayamaz. Stirner'ı anlamak, her türlü
kendi kendine yabancılaşmayı reddettiğini anlamaktır. Kendisini
sabit bir sembolik formda (kavramsal olmayan bir yaşam formu
olarak) kendinden ayırmayı reddederken, aynı zamanda dilin
neredeyse her noktasında kültürümüzün neredeyse her yönüne
yayılmış olarak —bundan her ne kadar kaçınsa da — kendini
ifade etmekten kaçamaz. Ancak ifadeleri her zaman, eleştirel bir
öz teori olarak işlev gören sabit, ateist, nominalist ve içten
biçimlerdedir.

Her ne kadar Stirner bizzat kendimizi ifade etmek için ortak


çağdaş kuramsal kategorilerimizden pek azını kullansa da,
Biricik'in anlam ve imaları, ancak eğer modern yorumbilime,
fenomenolojiye ve varoluşçuluğun kelime bilgisine (her zaman
tutarlı bir şekilde sabit olmayan, ateist, olağanüstü ve nominalist
bir şekilde) yeterince dikkat edersek, bir dereceye kadar
metninde açıkça belirtilir. Stirner'in Biricik'teki kavramsal
olmayan anlayışlardan önce tam anlamıyla benimsediği bir
kavrayış olarak, özellikle daha radikal olsa da, Wilhelm
Dilthey'nin “yaşanılır bir şekilde yaşamak” veya
“Lebenskategorie” (“yaşam kategorisi”) anlayışı gibi görünüyor.
Dilthey Stirner'inki gibi daha anlayışlı ve anlaşılır bir düşünceye
dayalı olarak, kavramsal düşüncenin, daha temel düzeyde
kavramsal olmayan bir anlayışa sahip olduğunu gördü ve dilin
bu yöndeki perspektifini destekleyerek, bütün anlayış için dilin
merkeziyetinin ortak düşüncesini (ya da kavramsal, bedensel,
algısal ya da yaşanmış anlayışı) terk etmede Stirner'i izledi ve
bunu algılayışsız yaşam anlayışının bir süreci olarak gördü. 23
23. Wilhelm Dilthey, 1864 yılında Berlin'de Felsefe'de doktorasını,
Stirner'in de çalıştığı aynı üniversiteden, üniversitenin en radikal
öğrencisi, şimdiye kadar yazılan en çirkin felsefe eleştirisini yayınladıktan
yirmi yıldan kısa bir süre sonra aldı.

23 Biricik‘i ve Onun Kendini Yaratma Sürecini Açıklamak

Dilthey'in Stirner’in çalışmalarından tamamen habersiz olma olasılığı çok


az ve onların son derece farkında olması olasılığı oldukça fazladır.
Özellikle daha farklı bir anlayışa sahip olan ve anlayışı geliştirmede
katkıda bulunan diğer kaynakların varlığı göz önüne alındığında, eğer
Dilthey Stirner'in çalışmalarıyla karşılaştığında (ve kaçınılmaz olarak en
radikal yönlerini reddettiğinde) bir şeylerden esinlenmişse bile, hiçbir
şekilde Stirner’e borçlanmadan bunu ilk yapan kişi değildi. (Örneğin Karl
Marx ve Friedrich Engels onun en basit ve radikal temelini reddederken ve
kısmi tahsisatından bir şeyler kazanmış olurken Stirner'in çalışmalarına
karşı borçlanmasalardı şimdi nerede olurlardı? Tarihsel materyalizm ve
fikirsel ideoloji eleştirisi, Stirner'in gerçekte ne anlattığı, kendi rasyonalist
metafizikleri tam anlamıyla anlaşılmasa bile, son zamanlarda Stirner’in
metafizik diyalektikleri takdir edilmeye başlanmıştır. Peki Nietzsche'nin
daha sonra Stirner ile tanışmasını gizlemek için uğraşmasına ne demeli?
Benzerlikler ve intihal aramak yerine, Stirner'in eleştirisinin demir
mantığının radikal etkilerinden kaçtığı için, Nietzsche'nin retoriğinin
sığlığını anlayan herkes, onun, daha sonra asla tam olarak anlayamadığı
daha az merkezi temalar dışında, Stirner'den hiçbir şey çalamadığını fark
edecektir.) Dilthey'in çalışmaları (başlangıçlarından itibaren) ve Stirner’in
bazı temel tutumları arasındaki benzerlikler, eğer aralarında bir bağlantı
yoksa, biraz tuhaftır. Örnek olarak, Dilthey’in Kant ve Hegel’e yönelik
eleştirileri açıkça (çok daha az radikal bir şekilde) Stirner’in yankısıdır.
Bir diğer örnek, Jacob Owensby'nin Dilthey’in tarihsel anlayışının
temelini karakterize edişinin neredeyse Stirner’in projesinin (yeterli
olmakla birlikte) kısmi bir tanımlaması olarak görülmesidir: “… tüm bilgi,
yaşanmış deneyimde olduğu gibi yaşamın kendisinde kök salmıştır. Ancak
yaşam, öznelliğe indirgenemez. Daha doğrusu, hayat, nesne-özne
ayrımından önce bir Benlik-Dünya ilişkisidir.” (Jacob Owensby, Dilthey
ve Tarih Anlatısı, s. ix.) Dilthey'in Stirner'in çalışmalarına olan farkındalığı
ve Stirner'in çalışmalarına olan herhangi bir borcunu kabul etmesinin
imkânsızlığı ve tehlikesi, Dilthey'in orjinal akıl hocasının aynı eleştiriye
sahip olan ve aynı şekilde Stirner tarafından “Felsefi Gericiler"de
eleştirilmeye çalışılan Kuno Fischer olduğu gerçeğini gözler önüne sürer.
Kuno Fischer, Dilthey 1853'te — Fischer'in anti-Stirner broşürünün
yayınlanmasından sadece altı yıl sonra — Berlin Üniversitesi'nde
çalışmaya başlamadan önce onun Heidelberg'deki öğretmeniydi. Ayrıca,
Stirner gibi hiper-radikal bir kaynaktan eleştirel olarak bile herhangi bir
şey ödünç aldığına dair herhangi bir onayın — Fischer’inki
Spinozacılık’la ilgili olsa da — Kuno Fischer'in Heidelberg'deki kariyerini
geçici olarak sınırlayan skandal gibi, Dilthey'in akademik kariyerinin
erken bitmesi anlamına gelebileceğini belirtmek önemlidir. Başka bir
taraftan Dilthey, daha önce Stirner'e de

Biricik‘i ve Onun Kendini Yaratma Sürecini Açıklamak 24

Benzer şekilde Stirner'in, Feuerbach, Hess ve Szeliga'nın


“dünyaları”na dair “Stirner'in Eleştirmenleri”nde yaptığı
tartışma, onun ifade ettiği dünyanın, Edmund Husserl'in yaklaşık
yüz yıl sonra 1936 yılında Avrupa Bilimlerinin Krizi’nde
tanıtılan (“Lebenswelt”) kullanımından sonra, artık “yaşam
dünyaları” olarak adlandırılması gerektiğini gösterir.24
öğreten Berlin Üniversitesi profesörleri Friedrich Schleiermacher ve
Philipp August Böckh’ten de etkilendi ve bunların her ikisinden de filoloji,
yorumbilim ve eleştiriye dair kuşkusuz çok şey öğrendi. Ayrıca
atfedilebilecek başka bağlantılar var. Dilthey hakkında daha fazla bilgi için
bkz. Jacob Owensby, Dilthey ve Tarih Anlatısı (Cornell University Press,
Ithaca, NY, 1994).
24. Muhtemelen, 19. yüzyılın ortalarından beri en kayda değer Alman
radikalleri, filozofları, eleştirmenleri ve edebi şahsiyetlerin çoğunluğu
gibi, Edmund Husserl de Stirner'in çalışmalarının doğası ve anlamıyla en
azından bir şekilde tanışmıştı. Bernd Laska şöyle der: “Edmund Husserl,
Der Einzige'nin “iktidarı ele geçirmesi” hakkında küçük bir izleyici
kitlesini uyarmıştı - ama yazısında bundan hiç bahsetmemişti.” (Bernd
Laska, “Kısaca Stirner, dayanıklı bir muhalif” lsr-projekt.de internet
sitesinde İngilizce de dahil olmak üzere birçok dilde bulunmaktadır.)
Ancak Dermot Moran, Edmund Husserl: Fenomenolojinin Kurucusu’nda
(Polity, Cambridge, 2005, s.131.) ayrıca “... Logische Untersuchungen'den
Méditations Cartésiennes'e kadar yayınlananlarda Husserl'in yaklaşımı
ağırlıklı olarak bireyci ya da “egolojik” olarak bilinir, çünkü öncelikle
Max Stirner'in kitabının başlığına (der Einzige und sein Eigentum; 35: 94)
bile taşıdığı bireysel benlik bağlamında bilinçli yaşamı anlatır ...” der.
Husserl'in ayrımı (Bolzano'nun öznel ve nesnel fikirler veya temsiller
arasındaki ayrımı) “noesis” (bilinçli bilinç süreci) ve “noema” (bilinçli bir
niyetin temeli), Stirner'in “egoizm” (kavramsal olmayan veya fenomenal
olarak yaşanan kasıtlı faaliyet) ile “mülkiyet” (“sahiplik”) arasındaki
eylemsel olmayan metafizik ayrıma (sadece bilinçliliğe atfedilen) zayıf bir
alternatiftir. Benzer şekilde, Husserl'in, “Aristoteles'in kavramının
skolastik versiyonunu uyarlayan Brentano'dan alınan” “niyetlilik” anlayışı
da Stirner'in olağanüstü “egoizmine” zayıf bir felsefi (metafizik)
alternatiftir. Husserl, Stirner'in sonraki fenomenolojisindeki ayrımlarının
çoğunu yeniden üretmekten kaçınamaz. Üretttiklerinin her biri, Stirner'in
Fichtçi, Hegelci ve Feuerbachçı fenomenolojik akımlarının yaratım ve
sentezinden önce soluklaşmasına ragmen, o sürekli “üretir”.
Brentano'nun argümanı ilginçtir, çünkü Stirner'in de Brentano gibi
(niyet kavramı ile), kendi itibari olağanüstü nominalist/fenomen anlayışını
geliştirirken kısmen Aristoteles'in De Anima'sından etkilendiğini iddia
eder.

25 Biricik‘i ve Onun Kendini Yaratma Sürecini Açıklamak

Ve en önemlisi, Stirner’in Biricik'inin, Martin Heidegger’in


“Dasein”ını bir kez daha çok daha radikal, önyargısız bir
biçimde de olsa şekillendirdiği açıkça görülmektedir.
Heidegger'in, “Dasein”ın “ön anlama” anlayışı ile varlığa
yönelirken Kartezyen Cogito'yu reddetmesi sonuçta başarısız
olurken, Max Stirner'in Descartes'ın Cogito'sunun daha radikal
bir reddi ve onun bir düşünce öznesi olarak bağımsız bir egonun
herhangi bir temel kavramda yer alan yeniden yapılanmayı terk
etmesinde ısrar etmekle kalmayıp, aynı zamanda spekülatif
ontolojinin her aşamasında ve tüm sabit fikirlerinin inşasında yer
alan, hatta fenomenolojik ve ontolojik olan “Dasein” gibi
kavramların da reddedilmesinde ısrarcı olan akıl ve bedenin
dualizmi anlayışı başarılı olur.25 Daha da radikal bir biçimde,
Stirner’in kavramsal olmayan Biricik'i, hem Descartes’ın hem de
Batı’nın tüm felsefesinin ikiliğini bozan, açıkça dualist olmayan
bir durumdur. 26

Stirner kendi egoist yöntemini tasarlayıp geliştirdikten sonra onu,


büyük tanrı ve ruh kavramının kendinden yabancılaşmış yüklemlerini geri
getirmekte kullanır. Bu büyük bir felsefe haline gelebilecek ilk taslağı
derlemeye başlamadan önce, büyük felsefelerin her birine egoist
yöntemini uygulayarak ortaya çıkan genel sonuç aralığını büyük olasılıkla
incelediği anlamına gelir.
25. Sonuçta, Heidegger’in “Sein” ve “Dasein” kavramları son derece
soyut, bilişsel metafiziksel kategorilerdir ve dolayısıyla, akılcı bilinçlilik
felsefesi olan Kartezyen geleneği ile uyumlu kalır. Bu tür vaazları Stirner
şöyle açıklıyor: “... mutlak ya da özgür düşünce için…, kendini düşünmek
başlangıçtır, ve bu başlangıç en uç noktadaki ‘soyutlama’yı (varolmak
gibi) ileri sürmekle kendini vurgular. Bu soyutlama ya da bu düşünce,
daha sonra daha da büyür.”
Mutlak düşünme, insan ruhunun meselesidir ve bu ruh kutsal bir
ruhtur. Bu düşünce, “ruh için”, “insanın en yüksek menfaat” duygusu olan
“ruha bir anlam yükleyen” papazların bir meselesidir.
26. Bütün dualizmler doğasında zorunlu olarak kavramsaldır. Stirner,
öznel ve nesnel kutupların (ya da aklın ve bedenin, ya da kendinin ve
dünyanın) henüz soyutlamadığı, kavramsal olmayan doğrudan başlayarak,
felsefenin gerçekliğini bulan ve tanımlayan tüm felsefik ve metafizik
sorunlar için en temel soruyu ustalıkla görmezden gelir. Her ne kadar bu
girişimler genellikle felsefeciler tarafından monistik metafizik sistemlerin
(örnek olarak Schelling’inki ve Hegel’inki) yaratılmasıyla kavramsal
ikilemeden sakınmak için yapılmış olsalar da, bunlar her zaman kavramsal
olmadan, kavramsal niteliklerin temeli olmuştur.

Biricik‘i ve Onun Kendini Yaratma Sürecini Açıklamak 26

Herhangi bir özne/nesne ikilemesinin ötesindedir (ya da


öncesinde), çünkü hem öznellik hem de nesnellik, Biricik'in
kavramsal olmayan bütünlüğünden türetilen ve kendilerinin
gerçek varoluşu olan ontolojik varlıklar olarak düşünülmeyen,
yalnızca kendiliğinden yaratılmış soyutlamalar olarak anlaşılır.
*****
Stirner'in öğretmenlerinden biri olan Philipp August Böckh,
“hem dinin hem de felsefenin ... önceden bir akıl yürütme
çalışması” olduğunu yazmıştır.27 Bu durum, tüm dinlerin ve tüm
felsefelerin — ilkel olmayan, ampirik bir araştırma ya da
kavramsal olan, varsayımsal bir fenomenoloji olarak
nitelendirilemeyeceklerinden dolayı — sadece dogmatik veya
rasyonalist doktrinsel zamanlarda var olabileceğini kanıtlar.28
Kavramsal olmayan bir şeye işaret etmeliyse bile (örneğin Schelling'in
Doğa düşüncesine), bu kavramsal olmayan, hemen sonra, o zamanlar
nominalist olmayan şekillerde Stirner‘in yaptığı gibi öylece
bırakılmaktansa, (Varlık, Tanrı, Doğa, Mutlak vb.) metafizik olarak
kavramsallaştırılır. Bu her zaman, aslında terk edilmiş açık ikilikçiliğin,
monistik ilkeler içerisinde yeniden üretilmesine yol açar. Kantçı felsefede
metafizik dualizm açıktır. Fichte felsefesinde, açık ikilikten kaçınılır,
ancak sonra fenomenolojik öznellik içinde hemen yeniden üretilir.
Schelling’in felsefesi de açık ikilikten kaçınır, ama sonra, objektiflik
sayesinde hemen yeniden üretir. Hegel, Fichte’nin rotasını, açık ikilikten
kaçınarak, öznellik içinde yeniden düzeltirken, varoluş ve varoluşu
birleştiren bir öznelliği yeniden ele alır.
27. Böckh’ün “Felsefenin Biçimsel Teorisi”, Mueller-Vollmer, Kurt (ed.),
The Hermeneutics Reader (Continuum Publishing Co., New York, 1997)
s.133’ten alıntılandı. Berlin Üniversitesi'nde Stirner, (Mueller-Vollmer'e
göre "Schleiermacher'in fikirlerini, Wolf ve Ast tarafından öğretilen klasik
filolojinin yöntemleriyle birleştiren" [s.32]) Philipp August Böckh’ün
yanında çalıştı. Stirner ayrıca Schleiermacher'in de yanında çalıştı. Biricik
ve Onun Mülkiyeti’nde ifade ettiği eleştirel kurama ilişkin diğer olası
perspektiflerin yanında, bu kuramı kendini anlama, yabancılaşma ve kendi
kendini köleleştirme gibi konularda eleştirel, yorumbilimsel bir pratik
olarak nitelendirebiliriz.
28. Bildiğim kadarıyla, tarihin tamamında, mantıksal olarak tutarlı bir
iddialarda bulunmuş olan, (ilkel, gerekli, sonsuz ya da mutlak metafizik
ilkeler ya da kanunlar anlamında) ampirik araştırma ya da kavramsal
olarak hiçbir şekilde ilkesi olmayan ve önyargısız fenomenoloji, din ya da
felsefe (ya da çoğu durumda olmasa da bilim de) denilen şeyi
oluşturabilen hiçbir önemli yazar ya da kuramcı yoktur.

27 Biricik‘i ve Onun Kendini Yaratma Sürecini Açıklamak

Genelde rasyonalist olarak düşünülmeyen filozoflar bile —


Heraclitis'ten David Hume'ye kadar pek çok kişi — her zaman
bu konuda net olmasalar da, rasyonalist doktrinlerin
varsayımlarını dogmatik olarak korumaktadırlar.29
Öte yandan, her ana teolojinin, din ve felsefenin temelde bu ilkelere ve
varsayımlara yönelik iddialara bağlı olduğunu ortaya koymak için açık bir
kanıt bulmak sorun değildir. Son zamanlarda birçok filozof ve bilim
adamının, aynı anda teorilerinin (metafizik olarak) bir tür öncelikli,
gerekli, sonsuz ve mutlak bilgi sağlayabildiğini söyleseler ya da (bazen
fark etmeden) bunu kabul etseler de, metafiziksel ilkeler ya da varsayımlar
öne sürmediklerine dair kafa karıştıran iddiaları vardır!
Bu naif, çelişkili teorisyenler çoğu zaman ampirist bilim
savunucuları ya da post-modern eleştirmenler olduklarını iddia ederler.
Bununla ilgili, ancak farklı bir yönden daha sofistike ve bazen etkili olan
iddialardan biri de Klaus Hartmann'ın Hegel'in “Hegel: Metafizik
Olmayan Bir Bakış” başlıklı felsefesinin metafizik olmayan bir yazısına
ilişkin oldukça haklı tartışma girişimidir (Klaus Hartmann, Temel Felsefe
Çalışmaları [Editions Rodopi, Amsterdam, 1988] s. 267-2287). Ancak,
Hartmann'ın bir noktada itiraf ettiği gibi, Hegel'in “kategorik” ve
“sistematik anlayışı” ile bile, “İdea'dan Doğa'ya, Mantık'tan
‘Realphilosophie’ye kadar olan meşhur geçiş ancak bir metafor olabilir.”
(s. 277) Ya Hegel metafizik olarak okunur (Hegel açıkça sorar), ya da
onun “felsefesi” ya da “metafiziği” metafiziksel olmadan, salt metafor
olarak okunabilir ve gerçek dünyada var olmadığı iddiaları ve onlarla
birlikte mantığının metafiziksel iddiaları da ortadan kalkar. Benzer şekilde,
Hegel’in mantıktaki kategorilendirmesinin “ön-varsayımsız” niteliği,
Hartmann tarafından engellenir: “sıralı bir şekilde okuyarak onun
öyküsünün tamamı yeniden yapılandırılamaz. Başlangıcı varsayımsız olan
bir şey nasıl herhangi bir sonuca varabilir?” Sadece Stirner’in kavramsal
olmayan Biricik'i, kavramsal olarak önyargısız bir başlangıcın gerçek
olasılığını sunar ve bunu yalnızca kasten felsefeden vazgeçerek yapar.
29. Heraclitus'un rasyonalist zamanı, elbette ki en azından, gerçekliğin
nihai maddesini (olağanüstü dünyanın ötesindeki noumenon) araştırırken
metafizik bir cevap bulduğu zamandı; onun azaltma ve yoğunlaşma
aşamaları ile değiştirilebilen ateş olduğuna karar verdi. Ateşin kararsız ve
geçici görüntüsüyle tutarlı olan Heraclitis, değişimin veya akıntıın sabit
olduğu bu gerçeklikte dinamik bir bakış açısı sağladı. Ama kesinlikle
metafiziksel spekülasyondan vazgeçmedi, görüşlerini salt şiirsel sanat
olarak değil, sonsuz bir Logos’un açığa çıkması olarak tasvir etti. Birinin
aynı ırmağa iki kez giremeyeceği inancı, dünyanın yüce temelleri
hakkında özel bilgiye sahip olduğuna inanmasını engellemedi. David
Hume'un iyi bilinen ampirizmi ve şüpheciliğine rağmen, felsefi
spekülasyonları (tüm felsefi deneyciler ve şüpheciler gibi),

Biricik‘i ve Onun Kendini Yaratma Sürecini Açıklamak 28

Yine de modern felsefe her zaman huzursuz, kuşkucu, öz


eleştirisel bir an içerir. Immanuel Kant'ın eleştirel felsefesi, saf
mantığın disiplinsiz uçuşlarına sınırlar getirerek, en dogmatik ve
mantıksız din ve metafizik biçimlerini ortadan kaldırmayı
hedeflemişti, ancak öncelikle daha az kanıtlanmış olan metafizik
dogmaları pek çok açıdan kanıtladı. 30 Hantel'in diyalektik
felsefesi, Kant'ın anlayış kategorileri ve Kant'ın görüşünü
tamamen ayırma girişiminin en azından kısmi bir eleştirisi
olmasına rağmen, Georg Wilhelm Friedrich Hegel, Kant'ın
eleştirel ivmesini ilerletmek için kendi asil yöntemleriyle
(Fichte'nin fenomenolojisi ve Schelling'in kimlik felsefesinin
kısmi bir şekilde tahsisi yoluyla) çalıştı.
kanıtlanmamış ve akla uygun olmayan, ama sorgulanmayacak veya çoğu
durumda kabul bile edilmeyen, akılcı olmayan akılcı zamanları,
metafiziksel olarak gerekli veya önyargılı varsayımları içerir. Hume için
bu, metafiziksel bir özne-nesne ikilemesinin her zamanki naif, deneysel
varsayımını içerir; atomist duyu verisi ya da algıları, kanıtlanamayan
nesnel bir dünyanın varsayımının — sözde olsa bile — öznel temsili
olarak tasarlanır. Felsefi empirist ve şüpheciler, nedensel ihtiyaçlarını
azaltmak için gerçekten çaba sarf ettikleri gerçeğine rağmen, bütün akılcı
önyargıların iddia edilen bağımsız gerçeklerini reddetmedikleri sürece,
aslında sorgulanamayan bir biçimde, akılcı bir yeniden birleşme
eğilimindedirler. Daha fazla örnek ve ampirik felsefe ile ilişkilendirmenin
ayrıntılı bir incelemesi için, bu makalenin daha önceki bir versiyonunda
Not 29'un daha uzun versiyonuna bakınız: Modern Kölelik #1 / İlkbahar-
Yaz 2012'de (CAL Press, POB 24332, Oakland, CA 94623)
http://modernslavery.calpress.org).

30. Kant'ın kendisi, daha önceki metafizik biçimlerini yok ettiğini iddia
etti. Tanrı'nın varlığının sözde ontolojik kanıtı gibi açık bir şekilde
mantıksız iddiaların bazılarını açıkça üstlenmiş olsa da, dini eleştiriye dair
iddialarla ilgili olarak daha aceleci ve muğlaktı. Onların yerine analitik ve
sentetik, öncelikli, metafizik bir matematik anlayışı ve bu anlayışın sabit
kategorilerini, din için sallantılı bir temeli ve görünüşte kendiliğinden olan
şeylerin metafizik ikilemciliğini öne çıkardı. Kant'ın kendisinin de
açıkladığı gibi: “Tüm, saf, öncelikli bilgi, kendine has bir birliğe sahiptir;
ve bu birliğin metafiziksel görevi, bu sistematik bütünlük içinde, bilginin
ifadesi olan felsefedir. Bu adı özel olarak benimsemiş olan spekülatif
kısım, yani doğanın metafiziği ... her şeyi öncelik sırasında konseptler
olarak, olduğu gibi (olması gerektiği gibi gibi değil) görür.” (Immanuel
Kant, Saf Mantığın Eleştirisi, A845 B873).

29 Biricik‘i ve Onun Kendini Yaratma Sürecini Açıklamak

Bununla birlikte, Hegel‘in tarihsel ruhaniyetinin


kendiliğinden bilinçli, diyalektik mantığına dair metafizik
anlayışı, bir kez daha tutarlı bir eleştiri yerine dogmayı
canlandırdı.31 Bu noktada Hegel, kendi Hıristiyanlığını tarihsel
Ruh'a indirgeyerek kendi (ve tüm din) felsefesini nihayetinde
bozan indirgeyici süreci istemeden de olsa başlattı. 32 Bu eleştiriyi
acımasızca sonuna kadar taşıma görevi, daha sonra gelen
Hegelcilere kaldı. David Strauss, Mesih figürünü, İsa’nın
Hayatı, Eleştirel İncelenmiş (1835-1836) adlı eserinde insan türü
kavramına indirgedi.33 1841'de Ludwig Feuerbach, bir bütün
olarak Hıristiyanlık ve din eleştirisinde Strauss'un kavrayışlarını
genişletti, onu bir İnsan felsefesiyle değiştirdi (“… soyut veya
sadece kavramsal bir varlık değil, gerçek bir varlık”).
31. Hegel, Kant'ın eleştirisini, varsayımsız bir fenomenoloji ve mantık
girişimi üzerinde sürdürmeyi iddia etmiştir, ancak pratikte, yalnızca
kavramsal ya da mantıksal metafiziklerini örtülü olarak önceden
varsaymak suretiyle ‘zaten kanıtlanacak olanın varsayımının mantıksal
yanlışlığı’ sorusunu ortaya çıkarmıştır. Örneğin, varlık ve öz ile ilgili
doktrinlerinde, Hegel her zaman, (kavramsal düşüncenin aracılık
etmediği) bir deneyimin, düşünceyle (arabuluculuk) başlayarak
varolmadığına ve varolmayacağına, düşüncenin dışında geliştiğine inanır.
Daha sonra, örtülü varsayımı göz önüne alındığında, bunun mantıksal
olarak imkansız olduğu sonucuna varır. Hegel‘in, Mantık Bilimi'nde (A.V.
Miller tarafından tercüme edilmiş ve Humanity Books tarafından
yayımlanmıştır, 1999, s.50.) belirttiği gibi: “... neyle uğraştığımız, bizim
düşüncemizin temeli veya ondan bağımsız olarak var olan bir şey
hakkında düşünmek değildir, ... tam tersine, gerekli formlar ve düşüncenin
kendi kaderini tayin etmesi, nihai hakikatin içeriği ve kendisidir. ”
32. Bkz. Nicholas Lobkowicz, “Karl Marx ve Max Stirner”, Frederick
Adelmann, Demythologizing Marxism (Boston College, Chestnut Hill,
1969) s. 64-95. (Özellikle ilgili sayfalar 74-75'dir.)
33. Strauss, Friedrich Schleiermacher tarafından Hegel'den çok daha fazla
etkilenmiştir, ancak daha çok gelenek odaklı Hegelcileri (1838'de Bruno
Bauer gibi) tanımlamak için “sağ Hegelci” ve diğerlerine göre daha
liberal veya ilerici yaklaşımları olan Hegelcileri (kendisi gibi) tanımlamak
için “sol Hegelci” terimlerini ortaya çıkaran ilk Hegelci olarak tanınır.
Strauss şöyle yazar: “Bu, tüm Kristolojinin anahtarıdır ....

Biricik‘i ve Onun Kendini Yaratma Sürecini Açıklamak 30

Daha sonra, “felsefenin olumsuz bir yanı” olduğunu öne


sürmeye devam etti.34 Ancak Stirner'in kolayca gösterdiği gibi,
Strauss ve Feuerbach sadece Tanrıların dinini İnsan ya da
İnsanlığın soyut bir ideali ile değiştirdi. Sonuçta Feuerbach,
Stirner’in tartışmasız eleştirisi karşısında giderek daha sessiz
kaldı. Bu süre zarfında Bruno Bauer, tüm aşkın evrenlerin
eleştirisine, özgür ve sonsuz bir öz-bilinç perspektifinden bakma
taahhüdünü, bireysel eleştirmenlerin her türlü “özel” kaygıyı
elden bırakmalarını ve böylece onu soyut bir evrensellik
kabuğuna indirgemelerini sağladı.35
Bir bireyin, bir Tanrı adamının özellikleri ve işlevleri, kilisenin Mesih'e
atfettiği şeylerle çelişir; ama ırk fikrinde mükemmel bir şekilde
hemfikirlerdir.” Ve “Bu Mesih'e imanda, özellikle de onun ölüm ve
dirilişine imanda, insan Tanrı'nın önünde haklıdır; yani İnsanlık
düşüncesinin içindeki çaresiz, bireysel insan türü, kutsal yaşamın
içindedir.” David Friedrich Strauss, George Eliot tarafından tercüme
edildi, İsa'nın Hayatı, Eleştirel İncelenmiş (Swan Sonnenschein, Londra,
1892) s. 780.

34. Bkz. George Eliot tarafından tercüme edilen, Ludwig Feuerbach'tan


Hıristiyanlığın Özü (Barnes & Noble Books, New York, 2004) s. xix.
Feuerbach, felsefesinin: “... bir kesin anlam üzerine, mutlak, anlamsız,
kime ait olduğu belli olan, insanın kavrayışını bildiğini iddia eden,
spekülasyon ve dogma tarafından yönetilen insana ait bir anlayışa göre
boş, bilinmeyen bir dil değil, insanlığın dilini konuşuyor. Evet, hem içeriği
hem de konuşması, felsefeyi olumsuzlaştırmaya yöneliktir, yani İnsan’ın
enkarne olan succum et sanguinem'e dönüştürülen tek başına gerçek
felsefe olduğunu söyler.

35. “Mantık gerçek yaratıcı güçtür, çünkü sonsuz bir öz-bilinç olarak
kendi kendini üretir ve onun sürekli yaratılışı ... dünya tarihidir. Var olan
yegane güç olarak Ruh, bu nedenle, kendinden başka hiçbir şey tarafından
belirlenemez, yani özü Özgürlüktür ... Özgürlük, Ruh'un sonsuz
gücüdür ... Özgürlük, Ruh'un tek sonu, aynı zamanda Tarihin tek sonudur
ve tarih Ruh'un, Özgürlüğünün bilincine ya da Gerçek, Özgür, Sınırsız Öz-
bilinçliliğe dönüşmesinden başka bir şey değildir.” Bruno Bauer, “Hegel's
Lehre von der Din und Kunst von dem Standpunkte des Glaubens aus
Beurteilt” (1842), Douglass Moggach tarafından tercüme edilmiştir, 2001.
Daha sonra, daha ayrıntılı argümanlarını öngören Max Stirner, Bauer'in
“sonsuz özbilinci”ni, 1842'de Hegel'in kendi eleştirisi ile “Sanat ve Din”
başlıklı bir denemede de eleştirmiştir.

31 Biricik‘i ve Onun Kendini Yaratma Sürecini Açıklamak

1844’te Moses Hess (Marx ve Engels'in yoldaşları),


“insanın özünün… toplumsal varlık olduğu”, türünde
düşüncelerin toplumda ilerlemesine karşın, bu özün “tek ve aynı
son için farklı bireylerin işbirliği” olduğunu iddia etti. 36 Daha
sonra, Karl Marx ve Friedrich Engels, eleştirel, sosyal bu kuramı
Hegelci diyalektiklerin enkazından ve kendilerinden sonra
(Stirner tarafından) Feuerbachçı materyalizminden mahrum
bırakmaya çalıştılar. Ancak, eleştirel ve sosyal kuramdaki bu
girişim, ideolojinin açık bir şekilde fikirsel eleştirisine neden
olmuştu, kuramın kendisi de tarihte içkin olduğu varsayılan,
metafiziksel materyalist diyalektik mantığa, eleştirel bir inanç
gerektiriyordu. Şimdi bu hikayenin nasıl bir sonuca vardığını
sonraki gelişmesinden biliyoruz: Marx’ın felsefeyi fark etme
projesi (Stirner’i alıntılayarak) zorunlu olarak başka bir kölelik
biçimidir.

Max Stirner'e kendi egoist eleştirisini ilerletmek kalmıştı —


(her din, metafizik veya ideolojinin aksine) kimsenin gerçek
güçlerinin ya da yaşam aktivitesinin kendini yabancılaştırmasını
savunmayan eleştirel bir öz-teori. Stirner'in egoist eleştirisinin
iki yüzü vardır. Olumsuz olarak, tüm akılcı dinsel, felsefi, ahlaki
ve ideolojik varsayımların bir eleştirisidir. Olumlu olarak,
yabancılaşmamış bir şekilde kendine sahipliğin ya da kendi
kendini yaratma olarak da ifade edilebilecek olan kendi iradesi
olan faaliyetlerin olağanüstü bir tanımıdır. (Kendi kendini
yaratma, heteronom güçlerin belirleyemediği bir şeydir.)

Stirner'in içkin, egoist eleştirisinde üç ayrılmaz açı vardır.


Eleştiri bunların hepsi bir arada olmadan sadece eksik değil,
36. “Feuerbach, Tanrı'nın özünün insanın aşkın özü olduğunu ve ilahi
varlığın gerçek doktrininin insan doktrini olduğunu söyler. İlahiyat
antropolojidir. Bu doğrudur, ama tüm gerçek değildir. İnsanın özünün (das
Wesen des Menschen) sosyal varlık (das gesellschaftliche Wesen), çeşitli
bireylerin bir ve aynı amaç için işbirliği yapması olduğunu eklemeliyim ...
İnsanın gerçek doktrini, gerçek hümanizm, İnsan sosyalleşmesi
doktrinidir, yani antropoloji sosyalizmdir.” Moses Hess, “Über die
sozialistische Bewegung in Deutschland”, Neue Anekdota, Karl Grün
tarafından düzenlenmiştir (Darmstadt, 1845), s. 203, Nicholas Lobkowicz,
“Karl Marx ve Max Stirner”, Frederick Adelmann, Demythologizing
Marxism (Boston College, Chestnut Hill, 1969) s. 75.

Biricik‘i ve Onun Kendini Yaratma Sürecini Açıklamak 32

aynı zamanda tutarsız ve etkisiz kalır. Bu üç açı, nominal,


olağanüstü ve diyalektik olarak karakterize edilebilir. Nominal
açı, sembollerin veya kavramların kendi özel ontolojik
statülerine yatırım yapmayı reddetmekten ibarettir. Olağan açı,
varsayımsal bir fenomenoloji ya da ampirizmden (önceden
varsayımsız — ve dolayısıyla tamamen metafizik olmayan,
felsefi olmayan ve bilimsel olmayan — ampirizm) oluşur. Ve
diyalektik açı, kavramsal ayrımlar ve ilişkilerin (sabit bir fikir
olmadan) tamamen dinamik, akışkan kullanımına izin veren
perspektifsel, bağlamsal ve pragmatik bir mantıktan oluşur.
Ancak, Stirner’in bu açıların eşi görülmemiş eleştirel
sentezininin aşırı yaratıcılığı göz önünde bulundurulduğunda, bu
açıların her birinin ayrıca açıklanması, ele alınan dogmaları ve
önyargıları altüst eden, istenmeyen yenilikleri sık sık dile
getiren, tipik yanlış yorumlara ve kavrayışa engel olmak için
gereklidir. Bu kısmen doğrudur, Stirner’in eleştirilerinin göreceli
sadeliğine ve zarafetine rağmen, yöntemlerinin doğası hakkında
hiçbir zaman doğrudan konuşmaz. Taoist Lao-tsu ve Chuang-tsu
ile proto-Taoist Yang Chu gibi (ki metinlerinin, Biricik ve Onun
Mülkiyeti'yle bazı önemli benzerlikleri vardır 37), Stirner — eğer
istersek — onu
37. Max Stirner kuşkusuz, en azından Lao-tsu veya Tao-teing'in
farkındaydı, çünkü 1827-1828 kışında Stirner’in de katıldığı Hegel’in Din
Tarihine ilişkin derslerine dahil edildi. Erken Taocu metinlerin çoğu, farklı
nominalist, fenomenolojik ve diyalektik izleri paylaşırlar (Tao'nun
kavramsal olmayan doğası bazen Stirner'ın Biricik'inin kavramsal olmayan
doğasına benzer şekilde ifade edilir). Stirner’in çalışmalarıyla
benzerliklerinden en dikkat çekici olanı — hem Doğu’nun hem de
Batı’nın hümanistleri arasında yaygın olan büyük kötü ünleri de dahil
olmak üzere — Yang Chu’ya atfedilen metinler olabilir. Stirner'ın Chuang-
tsu metinleri veya Yang Chu metinleriyle doğrudan bir yakınlık sahibi
olup olmadığı sorusu daha fazla araştırma gerektirir. İlginç olan ise,
bugüne kadar bulabildiğim kadarıyla, Yang Chu’nun metinlerinin ilk
yayınlanan Almanca çevirisi, Stirner’in çalışmasına çok aşina olan Martin
Buber tarafından hazırlanmıştır. Stirner'in kritik (tam anlamıyla)
eleştirisini yapan Buber, aynı zamanda Stirner’in çalışmalarıyla hevesle
ilgilenen ve Stirner’in gerçek adını kendi mahlası olarak kullanmasıyla
dikkat çeken Gustav Landauer'ın da çok iyi bir arkadaşıydı. Landauer
elbette Stirner'i (insan düşüncesinin sabit fikirlere olan inancına dair
açıklamayı hariç tutarak) yorumlayarak alıntılamasıyla bilinir: “Devlet
sosyal bir ilişki, birbiriyle ilişkili insanların belirli bir düzenidir. Yeni
sosyal ilişkiler yaratarak, yani birbiriyle farklı olan insanlar tarafından
tahrip edilebilir.”
Biricik‘i ve Onun Kendini Yaratma Sürecini Açıklamak 33

kendimizin gözlemlemesi ve tanımlaması için yöntemler bırakır.


Stirner’e göre, eğer kelime kutsal ise o zaman, ben onun
kölesiyimdir. Biricik ve Onun Mülkiyeti’nde şöyle der: “Benim
için dilin hiçbir anlamı yoktur ve ‘Söz‘ ya da ‘Logos‘, bana göre
‘sadece kelimedir‘.”38 Bu, Stirner için tutarlı bir eleştirinin
merkezinin her şekilde tamamen nominalcilik olması gerektiği
anlamına gelir. Tarihsel olarak, platonik formların, özlerin,
evrenlerin ya da uzay ve zamanın dışında bağımsız olarak var
olduğu varsayılan Pisagor sayıları gibi soyut kavramların gerçek
varlığına olan inanca karşı bir dizi eleştirel tepki aracılığıyla,
çeşitli tiplerde nominalizm gelişmiştir. Simgelerin ya da
kavramların düşünce ve iletişim için kullanılan sadece keyfi
nesnelerden daha fazlası olabileceğine olan inancın reddedilmesi
olarak, Stirner simgelemeyi mümkün olan en geniş anlamıyla
kullanır. Rasyonalist (nominalist olmayan, realist) bir kavrayış
için geçerli ve tutarlı bir argüman bulunmasa da, bazı merkezî
olmayan sembol ve kavramların anlaşılması sorunuyla (bir kanıt
olarak varsayılarak çözülebilen) en geleneksel ve modern
düşünce biçimleri, her halükarda, nominalistliği reddeder.39
38. Max Stirner, David Leopold tarafından düzenlenen, The Ego and Its
Own (Cambridge University Press, Cambridge, 1995), s. 164.
39. Nominalizmin eleştirmenleri tarihsel olarak, incelenmemiş akılcı
varsayımlar tarafından sağlanan önermelere dayanmıştır. Bu önermeler ya
taranmamış metafizik ya da epistemolojik bağlamsal varsayımlarla ya da
her ikisi tarafından eleştirilere dahil olur. Tipik olarak başlangıçta, bir tür
ontolojik subjektif/objektif dualizm ve rasyonalizm, temsili epistemoloji
varsayılır. Daha sonra nominalizm genellikle reddedilir, çünkü gerçeklik
ile bilginin önceden akılcı rasyonalist biçimleriyle uyumsuzdur.
Rasyonalist varsayımların benimsenmesiyle ortaya konan taleplerin,
mantıksal olarak hiçbir nominal varsayım eleştirisini hiçbir zaman
mantıklı bir biçimde haklı kılmadığı ve kabul edemeyeceği
düşünülmektedir. Bu, Hume'un indüksiyon eleştirisinin ve Stirner'in
“McQuinn Yasası” olarak adlandırdığım rasyonalist varsayımlar
eleştirisinin bir sonucudur (Ben bir anarşist olduğumdan, bu — en azından
kısmen — bir şaka!). McQuinn Yasası şu şekilde ifade edilebilir:
Gerçekten önyargısız herhangi bir ampirizm göz önüne alındığında, olan
bir önsel varlığın gerekli gerçekliğini kanıtlamak için mümkün bir yol
yoktur. Kavramsal bilişin her biçimi, pratikte sürekli olarak kanıtlanması
gereken bir hipotez veya postülattan fazla olamaz.
Biricik‘i ve Onun Kendini Yaratma Sürecini Açıklamak 34

Ve nominalciliği kabul edenler genelde bunu yalnızca dar ya da


eksik yollarla yaparlar, her zaman diğer alanlardaki nominal
olmayan, akılcı inancın bazı biçimlerini muhafaza ederler.
Fenomenoloji, deneyim fenomeninin ampirik incelemesine
atıfta bulunan genel bir terimdir. Terimin felsefi kullanımı
matematikçi ve bilim adamı Johann Heinrich Lambert'in (Neues
Organon, 1764) kullanımıyla, Kant'ın (Doğal Bilimin Metafizik
Temelleri, 1786), Fichte ve Hegel'in (Kutsal Ruhbilim, 1807)
belirgin bir biçimde kullanmasından önce ve Edmund
Husserl’den etkilenenler tarafından neredeyse
tekelleştirilmesinden çok daha önce (hem Husserl'in betimleyici
hem de aşkın fenomenolojileri açıkça sadece fenomenolojinin
türlerinden ibarettir, çok sıklıkla ima edildiği gibi kendi içinde
bir tür fenomenoloji değildir) ortaya çıkmıştır. Stirner’in
yeniliği, tamamen ön-varsayımsız bir fenomenoloji ya da
ampirizm üzerinde ısrar etmesidir. Stirner'den önce, ampirik ya
da fenomenolojik araştırmalardaki her girişim, (metafiziksel ya
da dinsel) kavramsal bir bağlamın (örneğin, özellikle bütün
ontolojiler — Descartes'tan beri bir konu/nesne veya zihin/beden
ikiliği de — dahil), Tanrı'nın, Varlığın, Maddenin ya da Aklın
dogmatik teorilerinin de dahil olduğu, zorunlu bir varlığın
gerçekliğini önceden varsaymıştı. Stirner, bu tür kavramsal ön
varsayımı, herhangi bir kavramsal bağlamdan bir başlangıcı

(Açıkçası, bu aynı zamanda aslında kanun falan olmayan ‘McQuinn'in


Kanunu’nu da içeriyor, ama bir anarşistten ne beklerdiniz ki?)
Bu, genellikle tasarlandığı gibi, herhangi bir doğal yasanın veya her
zaman geçerli ya da önsel evrensel mutlağın, sayıların, zorunluluğun,
gerçekliğin, hakikatin, değerin, varlığın, güzelliğin, tanrıların ve
deneyimler haricinde edinilen dogmaların ya da herhangi bir sabit fikrin
(rasyonalist birleşme) gerçekliğinin varsayımı için dogmatik olmayan bir
gerekçe olmadığı anlamına gelir. Bu varlıklar tümüyle kabul edilebilir,
ancak asla kanıtlanamazlar. Bana (Ben bir Missouri empiristiyim!)
herhangi bir öncül veya her zaman geçerli bir postülat gösterirseniz, ben
daha soru bile sormadan öncüllüğünün veya her zaman geçerliliğinin
kanıtlanamaz olduğu anlaşılacaktır. Bu aslında bir yasa olmayabilir, ancak
kesinlikle tüm yasaları gölgede bırakır. Tıpkı içkin olduğu gibi, olağanüstü
anarşi tüm tarihsel devletlerin varlığını sarsar. (İlk siyasi devletin
yaratılmasından önce ne vardı? Anarşi — tüm toplumsal varoluşun
temeli!)

35 Biricik‘i ve Onun Kendini Yaratma Sürecini Açıklamak

reddederek, yalnızca kendisini (hem öznel-öncesi hem de ön-


amaç olarak) temelde olaya vakıf bırakarak dağıtmıştır. 40
Biricik’ten yola çıkarak, olağanüstü deneyimin ötesinde,
Stirner’in betimleyici fenomenolojisi, tam anlamıyla bir öznellik
(“yaratıcı hiçbir şey”) ve onun nesne dünyası (“mülkiyeti”)
arasındaki en temel kavramsal ayrımdan ilerler. Bir çeşit mutlak
metafizik ayrım olarak değil, kökeni (kendinden kurgusal
olmayan Biricik'ten inşa edilmiş) asla unutulmayan, pratik,
sonlu, kavramsal bir öz-yaratım olarak sürdürülür. Bunu izleyen
her olağanüstü ayrım, öz-yaratımının bir parçası, bireysel keyif
(burada kullanımı hem uygun hem de ifade olarak isabetli) için
sürdürülen, temelde estetik bir projedir, hiçbir aşırı nesnelliği,
mutlak hakikati, gerçekliğin ötesinde hiçbir (olası) iddiası, kendi
tecrübesi veya gücü yoktur. Her ne kadar, diğer bireylerin bir
şekilde nesnel, mutlak veya ontolojik olarak gerçek olduklarına
dair herhangi bir hayali (rasyonalist) kavramsal güvenceye
inanmayı reddetse de, sık sık solipsist olmakla suçlanmasına
rağmen, Stirner daha sonra diğerlerini onunla aynı sahada
oynamaya davet etmek için başka olası solipsist niyetlerini
reddeder. Stirner, dışarıdan yasa koyulmuş herhangi bir kural
olmaksızın, kendimiz ve dünyamız hakkında kendi kavramsal
anlayışımızı yaratmanın ve dilediğimiz en iyi şekilde iletişim
kurabilmenin ve diğerleriyle ortak sosyal dünyamızı
yaratabilmenin sorumluluğunu üstlendiğimizi savunuyor.
Kavramsal sınırlar olmaksızın bir dünyaya zembille inen bir öz-
yaratmanın bu kadar sık görülen bir şeklinin, çoğu yorumcunun
ele alması için çok ağır olduğunun kanıtlanması şaşırtıcı değildir.
Teologlar, metafizisyenler, epistemologlar, ahlakçılar ve
ideologlar için bu konu düşünülemez. (En yakın fikri içgüdüsel
olarak yakalarlar ve yaşamları pahasına ona asılırlar; çünkü
kendilerine rehberlik edecek sabit fikirler olmaksızın ve
tutundukları boşluğa tanrılar veya üstatlar tarafından hiçbir dış
anlam verilmediyse yaşamanın imkansız olduğuna
inanmışlardır!)
40. Descartes'tan bu yana çoğu filozof düşünceden ya da kavramsal
bilinçten başlamışken, Max Stirner, kavramsal olmayan hayatındaki
düşüncesizlikten başlar. Stirner’in kendini “Biricik” veya “Biricik Olan”
(“der Einzige”) olarak adlandırması, “boş bir kavram” olarak adlandırdığı,
kavramsal olmayan deneyimin yanı sıra herhangi bir içeriği olmayan, her
zaman mutlak bir şekle karşılık gelen bir kavram türüne dikkat çekmek
içindir.
Biricik‘i ve Onun Kendini Yaratma Sürecini Açıklamak 36

Stirner’in mantığı metafizik — Hegelyan, Aristotelyan ya da


başka bir şeyin hapsinden çıkarılmış bir analiz ve diyalektiktir.
Bu, herhangi bir şekilde bir önsel, aşkın veya mutlak olmaktan
ziyade insanca inşa edilmiştir.41 Analitik (ya da tümdengelen)
mantık analizinden, sonuçların (kabul edilen) mantıksal
operasyonunun (en çok göz ardı edilen) kurallarına göre
türetilmiştir.
“Boş bir kavram”, kendi nesnesiyle fazlaca uyum sağlayan “mutlak” veya
“nominalist bir kavram” olarak da isimlendirilebilir.
41. Genellikle formüle edildiği gibi, herhangi bir önyargıya olan inanç, her
zaman doğrulanamayacak bir kavramsal önyargıya olan inançtır. Sonuçta,
hayatımızın kavramsal bir anlayışını yarattığımızdan, bir şekilde bir türün
zamansallığı, kavramsal kategorilerin (düşüncenin) yaratılması eyleminde
(başka bir şey olmasa bile) ima edilir. Geçmişteki kendi eylemlerimizin
anılarından (şimdiki zamanın hatıraları) ve şimdiki eylemlerimizi takip
etmeden önce (şimdiki zamandan bugüne tahmin edilen bir gelecekte),
belirli bir kavramın ya da sembolün varlığını nasıl bilebiliriz? Var mı
yoksa yok mu? Bu sorunun cevabı kesinlikle herhangi bir ampirik,
deneyimsel kanıta dayanmaz. Rasyonalistlerin olağan pratiği, düşünceyi
mekân ve zamanın dışında olarak düşünmektir (eğer gerçekten sadece bir
ruhaniyet ya da hayalet olduğuna inanıyorsanız, fakat bedenlerimizi ve
dünyalarımızı deneysel olarak düşünenler için çok ikna edici değillerse) ve
dolayısıyla düşüncenin içeriği önceliğe sahiptir. Bununla birlikte, eğer
düşünmek varsayımsal olmayan bir fenomenolojik bakış açısından sadece
Stirner'ın söylediği gibi, özütü olan bir kişinin bir faaliyeti olarak kabul
edilirse, o zaman o düşünmeden önce ve deneyimin dışında herhangi bir
düşüncenin varlığı için (önsel kavramlar) ampirik kanıtı olan bir iddia
hiçbir zaman bulunmayacaktır (ya da çok nadiren bulunacaktır.) Stirner'ın
(kendi zamanının filozoflarından alınan diğer benzer ifadeler arasında),
daha uzun bir sürecin parçası olarak, Fichte'nin Bilgi Bilimi‘ne (Nabu
Press edition, 2010, s. 26) girişindeki daha da uzun bir versiyonu olan bu
argümanı kaçırmış olması muhtemel değildir: “Felsefe, tüm deneyimi
kullanır ve sadece gerektiği kadar düşünür ve o ölçüde bir gerçek
deneyimle kıyaslandığında, bir öncüldür. Verilen şekilde kabul edildiği
ölçüde, sayılar arkasından gelir; ancak aynı sayılar, faktörlerin bir ürünü
olarak türetildiği sürece bir öncüldür. Aksini düşünen herkes, ne hakkında
konuştuğunu bilmez. ”Burada öncüllük, bir şekilde kendi koşullarında
(faktörler) bulunan bir ifade dışında ne anlama gelir? Stirner, koşulların
kendilerinin ampirik olmaktan çok, bir öncül olması gerektiğini kolayca
fark etmiştir. Bu durumda, bir öncül türetebileceğimiz herhangi bir ön-
varsayımsız fenomene asla ulaşamayacağımız kısır bir döngüye sahibiz.
Öncüllük sadece temelsiz bir varsayımdır ya da varsayılan bir düşüncenin
gerçekten (arkasından gelen) bir fenomen olduğu düşünülür (düşünme
metafiziksel olarak bir şekilde deneyimin dışında kaldığı sürece, bizzat bir
önyargıdır).

37 Biricik‘i ve Onun Kendini Yaratma Sürecini Açıklamak

Fakat bu, gerekli olan bağlam dahil, mantıksal sonuçların


türetilmesinin sonucudur. Aynı şeyin sonsuz bir varyasyonunu
üretir, fakat farklı şekillerde ifade eder, bu da belirli sembolik
ilişkilerin kabul edilen çalışma kurallarına (oyunun kurallarına)
göre etkilerini ortaya çıkarır.42 Diyalektik mantık ise, başlangıçta
diyaloga, sorgulamaya ya da argümana, birbiriyle karşılaşan
farklı perspektiflerin pragmatik oyunundan, farklılıklar
kullanarak ve çelişkileri ortadan kaldırarak, daha geniş, daha
kapsamlı bir perspektifin kurulması ve anlaşılabilmesinden
kaynaklanır.43 Stirner'in diyalektik kullanımının anahtarı, onun
42. Büyük ölçüde binlerce yıl boyunca ayakta kaldıktan sonra,
Aristoteles'in (Organon'da yeniden inşa edilmiş) analitik veya sentezci
mantığı, sadece Stirner'in ölümünden sonra, 19. ve 20. yüzyıllarda
modern, biçimsel, tümdengelimsel mantıklarla değiştirildi. Stirner’in
yaşamı boyunca bile, zaten her şey bazı büyük ve hayali değişikliklere
işaret ediyordu. Stirner'in analitik bakış açısının etkilerinin çok daha
detaylı incelendiği bir tartışma için, bkz. Modern Kölelik #2 Bu
denemenin önceki sürümünde 42. not / İlkbahar-Yaz 2012 (CAL Press,
POB 24332, Oakland, 94623 CA), s. 177-178.
43. Aristoteles'in (aynı zamanda Organon'da yeniden yapılandırılmış)
diyalektik formülasyonu, ilk uygulamalardan yola çıkarak, bağlam ve
izleyici türüne bağlı olarak, sınırlı sayıda potansiyel ve pratik tartışma
stratejisi aracılığıyla çalışır. Diyalektik, başlangıcından itibaren, özellikle
de Hegel’in diyalektik kavramı içinde giderek artan bir şekilde ortaya
çıkan, zamana ve tarihe gömülü iletişimsel (sosyal) bir anlayış mantığını
kabul etti. Aslında diyalektik, mantığın tüm ekstra-analitik (bağlamsal,
yorumlayıcı, söylemsel ve retorik) yönlerinin en temel fenomen
düzeyinden oluşur. Bununla birlikte, Hegel'in diyalektiği nihayetinde
(Hegel’in gerçek niyetine bağlı olarak) kendini yabancılaştırmış, akılcı bir
nesnelleştirmeden başka bir şey değilken, Stirner’in diyalektiği, kendi
kendini ifade etme ve kendini sahiplenme olan bir öz-yaratımıdır. Sürekli
olarak yeniden yaratılmış ve esnek bir süreçtir ki, Stirner kendi çıkarları
için kendi keyfine göre onu yaratır ve tüketir.
Pratikte bu, Stirner’in kendi ifadesinin tüm yönlerini yaratma
konusunda tüm sorumluluğu alması, yaptığı her türlü hareketin tamamını
(belirli durumlarda istediği ölçüde) tam olarak hesaba katabildiği anlamına
gelir.

Biricik‘i ve Onun Kendini Yaratma Sürecini Açıklamak 38

herhangi bir rasyonalist metafiziği reddetmesidir. Gerçeğe dair


epistemolojik iddia ve tüm mantıksal çıkarımların, kurallarla
(kavramsal kavrayışın mantıksal oyununun oynadığı şu anda
geçerli olan kurallar) oynandığı sürece, kategorilerinin inşası ve
kullanımı ile ilgili tam olarak düşünülür.
Geleneksel ve modern felsefe her zaman (ortaya çıkarılan ya da
dogmatik olan, bazen de kabul edilmeyen) rasyonalist
varsayımların yanı sıra, mantıksal ya da ampirik açıklamalarla
birlikte, kendi içeriklerini açığa çıkarmak için analitik olarak
geliştirilmiş ve tartışmacı bir iddianın mantığına göre, diyalektik
(pragmatik olarak) bir mantığa göre; inandırıcı olmak için
kategorilerin kullanımında perspektif ve bağlamın belirli bir
şekilde değerlendirilmesi yöntemiyle oluşturulmuştur. Hegel'in
inovasyonu, rasyonalist önermeleri diyalektik mantığının
fenomenolojik gelişimine indirgemek ve diyalektik mantığını
varlığın tarihsel bir açılımı ile tanımlamaktı. Stirner'in, tamamen
nominalciliğin benimsenmesi de dahil olmak üzere tüm akılcı
varsayımları reddetmesi, felsefenin reddi anlamına gelir.
Böylece Stirner kullandığı her bir ayrımın, her zaman kendisinin
ayrımcılık eylemi olduğunu anlar, bu ayrım belirli bir yaşam bağlamında
(doğal, sosyal, tarihsel ve kişisel anlar dahil) gerçekleşir, onun içinde
çalışır ve hem önyargılı — ama her zaman yaratıcılığın ötesinde — hem
de sembolik iletişimin sosyal ve tarihsel sistemlerine dayanır. Her
kavramsal ayrım yaptığında, sembolik ayrım, içeriği her zaman
bağlamının tamamını kapsayan bir hikayenin bir parçası olan belirli bir
göstergeyi, nominal olarak gösterir (veya işaret eder). Ve bu bağlam her
zaman gösterimin bıraktığı her şeyi — hepsi belirtilmemiş tüm zemin veya
arka planı — içerir. Bu (daha dar bir biçimde) kavramsal olarak
gösterilmeyen herhangi bir ayrımın, diğer kavramsal tarafı olan her şeyi
içerir: (örneğin, her soyut, kutupsal değerlendirici ayrımın arzu
edilen/istenmeyen, iyi/kötü, doğru/yanlış gibi diğer tarafı) gerçek/yanlış,
gerçek/gerçek dışı, güzel/çirkin, manevi/maddi ve materyal/materyal
olmayan ya da masadaki/olmayan masadaki her belirli veya evrensel,
nesnel ayrımın diğer tarafı, Joan/Joan olmayan, uyur/uyanık,
farkında/farkında olmayan, kartal/kartal olmayan, toz parçacığı/tozsuz
parçacık ve tanrı/tanrı olmayan ya da mavi-uçan-fil/mavi olmayan-uçan-
fil). Stirner'in eleştirisine göre, deneyimlerimizde sadece belirli özellikler
var olduğundan, rasyonalist (soyut, evrensel) ayrım tarafından zorunlu
olarak bastırılmış olan her şeyin farkında olmayı sağlamak, özellikle de
kendimiz — ve hepimiz — için bizim şu anda akılcı kendimize
yabancılaşmalarımız aracılığıyla bastırdığımız, yaşamın her anı ya da
yönüne dönmeye yardımcı olmak için gereklidir.

39 Biricik‘i ve Onun Kendini Yaratma Sürecini Açıklamak

Ve eleştirel öz-kuram böylece, nominalist analitik ve diyalektik


mantık yoluyla geliştirilen, önceden varsayımsal bir yorumsal
fenomenoloji haline gelir.
Stirner'in öz-yaratımının diyalektik fenomenolojisi (“sahip
olma”, “benim gücüm”), başka örnekleriyle birlikte diyalektik
(“mülküm”) ve kendini ifade etme (“kendimden keyif alma”)
fenomenolojisidir (“benim etkileşimim”). Bunlar Stirner’in
eleştirel öz-kuramını anlamak için kalan anahtarlardır. Stirner'ın
bir noktada belirttiği gibi:

“Gücüm benim mülkümdür


Gücümün bana sağladığıdır mülk.
Gücüm benliğimdir ve bu sayede ben kendime aitimdir.”44

Stirner, Biricik fenomeni konusundaki diyalektik analizine,


kendisi üzerinde “yaratıcı hiçbir şey” olarak ve yaşamının ufku
olan mülk olarak tamamen olağanüstü bir ayrım yaparak başlar.
Aynı zamanda onların birliği olan ikisi arasındaki sınır ya da
aracılık ilişkisi onun egoizmi ya da gücüdür. Bu iki karşıt terimin
yarattığı kavramsal ayrım, başka fenomensel ayrım ve ilişkilerin
kavramsal bir evrenini ortaya çıkarır. Yine de, bu kavramsal
evren, sürekli ve temelde, kendi kendine zevk alma amacına
uygun ve anlamlı katkılarının ötesinde gerekli bir geçerliliği
olmayan soyut, kavramsal bir yaratım olarak kabul edilmektedir!
Gerçekliği her zaman kendi yarattığı, kendini ifade eden
özelliğinin, hayatın sanatsal öz-yaratımı gibi, gücünün bir
işlevidir. Gücünü kendi mülkünden geçirme ve kullanma
derecesi, yaşamının kapsamıdır. Aynı bizim için olduğu gibi.
*****

Stirner en azından dikkatli ve sezgisel okuyucular için,


Biricik ve Onun Mülkiyeti metninde bunu oldukça açık bir
şekilde ortaya koymaktadır.

44. Max Stirner, David Leopold tarafından düzenlenen, The Ego and Its
Own (Cambridge University Press, Cambridge, 1995), s.166.

Biricik‘i ve Onun Kendini Yaratma Sürecini Açıklamak 40

Ve bizim için bıraktığı boşluklardan herhangi birini doldurmak


için o kadar da çok çaba gerekmez. Yine de, Stirner’in
anlayışının tarihi, büyük ölçüde yaptığı işin — ve düşüncesiz
antipatinin — bir araya gelmesinin öyküsüdür. Stirner’in,
“Biricik”in Biricik ve Onun Mülkiyeti'nde bir kavram olmadığını
açıkladığı noktada, okuyucularının çoğu ve özellikle de
eleştirmenler, onu yalnızca bir kavram olarak değil, “ego”, hatta
“mutlak ego”ya dair bir kavram olarak yorumlamada ısrar eder.
Stirner, bireyin ve dünyasının kavramsal olarak var olduğu her
yerde ortaya çıkan, kaçınılmaz, olağan deneyim olarak
egoizmden bahsettiğini açıkça gösterse de, eleştirmenleri, tam
tersine dair çok fazla delil olmasına rağmen yalnızca felsefi
egoizmin çeşitli biçimlerini görürler: etik veya ahlaki, rasyonel
veya psikolojik. Stirner tanımladığı egoizmin, mutlak, kutsal
veya aşkın (“hırslı”) bir ilginin, ya da yaşamının her türden
ayrışmasını içeren bir egoizmin, hiçbir hayalî inanıştan hareket
etmeyen bir egoizm olduğunu açıkça belirttiğinde, eleştirmenleri
tüm bunları görmezden gelirler ve izole edilmiş, anti-sosyal,
hesaplayıcı, kendi kendine hizmet eden egoizmin çeşitli
formlarını zihniyetsiz bir şekilde özümsemeye devam ederler.
Stirner'in açıkladığı gibi, “Egoizm… aşka ve düşünceye karşı
değildir; sevginin tatlı yaşamının, adanmışlığının ve
fedakarlığının düşmanı değildir. Samimi sıcaklığın hiçbir şekilde
düşmanı değildir, aynı zamanda ne eleştirinin ne sosyalizmin
düşmanıdır, ne de herhangi gerçek bir ilgiden yoksundur…”
Bunun yerine Stirner, “Bazı durumlarda izolasyon, ayrılık veya
yalnızlık olarak yansıtılmak istenen egoizmin ‘seçiciliği’, aslında
tam tersine ilgili olunan şeye tamamen katılım göstermek, ve
ilgisiz olunan şeyi görmezden gelmektir.” Ve son olarak
Stirner’in felsefenin tüm sütunlarını yıkıp yok etmesi gerçeğine
ve Biricik ve Onun Mülkiyeti’nde felsefeyi sadece hor görmesine
rağmen, eleştirmenleri onu genellikle bir filozof olarak tasvir
etmekte ısrar ediyorlar!

“Stirner'in Eleştirmenleri” ve “Felsefi Gericiler”de Stirner,


bu önemli noktaları (birkaç anahtar noktayla) ele alıp, orijinal
metninde olduğundan daha detaylı olarak zaman zaman onları
yeniden biçimlendirir ve daha net ve açık bir şekilde yeniden
ifade eder. Onların eleştirisinde, Szeliga, Feuerbach ve Hess’ten
her biri çeşitli kavramsal kiplerde Stirner’in “Biricik”

41 Biricik‘i ve Onun Kendini Yaratma Sürecini Açıklamak

figürünü yanlış tanımlayarak, Stirner’den haklı bir alay kazanır.


Onların her biri, insan özünün kutsal kavramsal ideallerini
Gerçeklik ve Hakikat olarak resmederek, açıkça Stirner'in bu tür
bir hataya karşı güçlü ve kategorik bir eleştiri yapacağından
habersizdir. Ve her biri egoistleri, tercih ettikleri mutlak dışsal
değer ölçeklerine göre, bir günahkâr olarak resmederler. Son
olarak Kuno Fischer Stirner'i, sofistizmin "üstesinden gelmek"
isteyen filozoflardan daha aşağılayıcı bir "sofistist" olarak ele
alırken, Stirner onun bu "dünyayı sarsan düşünceler"ine sadece
güler.

*****

Stirner'in eleştirel öz-kuramı temel olarak, öz-anlayışa


(başkalarının anlayışını da içeren) ve kendini sembolik olarak
zorlamayı reddeden herkes tarafından benimsenen, öz-faaliyete
yönelik pratik, kavramsal veya dilsel kuramsal yapılar veya her
türden oluşumlar içeren, öz-eleştirel bir tutumdur. Stirner olası
herhangi bir nihai sistemleşmeyi reddeden bu tutum için, temel
bir yaklaşımı sistematikleştirdi ve bunu, kabus dolu din ve
akılcılığın çöküşlerine, yabancılaşmaya ve kendini
köleleştirmeye doğru kolay bir geri dönüşe mahal vermeden, öz-
yaratıma giden başka hiçbir yolu kapatmayacak şekilde yaptı. 45
45. Stirner, din-akılcı düşüncenin kendinden yabancılaşan ve kendini
mağlup eden tutarsızlığına geri dönmeyi zorlaştırır - dinin dogmatizmi ve
modern din, felsefe ve ideolojinin her türünün yerleşik nihilizmi içinde
sinir bozucu, ulaşılamaz derecede soyut Gerçekler, Kavramlar ve Değerler,
hayatın tek kabul edilebilir nesneleri veya hedefleri olarak kurulur. Bunun
nedeni, eleştirisinin sadece her tür din, felsefe ve ideoloji için yıkıcı değil,
aynı zamanda — bir perspektif geri dönüşü ile anlaşıldığı zaman — her
dinsel akılcı projenin yıkıcı yolunun tamamlanmasının yöntemini ortaya
çıkarmasıdır. Bu projelerin her birinin gizli, canlı çekirdeğidir. Bu, antik
filozofların, Hristiyanlığın projesinin, Kartezyen projesi ve Kantian
projesi, Fichtean ve Schellingian projeleri için ve özel projeler için
geçerlidir. Schleiermacher’in projesi için, Hegelian projesi için, Novalis'in
ve diğerlerinin çeşitli romantik projeleri, milliyetçi, sosyalist, komünist ve
şirketci bütün ideolojik projeler ve 19. ve 20. yüzyıl boyunca izlenen
akılcı projelerin tümü dahildir.

Biricik‘i ve Onun Kendini Yaratma Sürecini Açıklamak 42

Her birimiz olağanüstü ve diyalektik ayrımları ve ilişkileri,


daha az nominal ve önyargısız ya da daha az rasyonalist yapma
gücüne sahibiz. Her birimizin, kendimize yabancılaşmamızı,
kendimizi sahiplenmemizi ya da kendimizi köleleştirmemizi
sağlamak için kullanabileceğimiz kendi kavramsal öz-yaratım
gücümüz vardır. Herhangi bir dogmayı ya da tüm dogmaları
reddedersek, kim olduğumuzu bize unutturacak ve kendi
dünyamızdaki gücümüzün sınırlarının yettiğince bizi
isteyebildiğimiz her şeyi hedeflemeye yönlendirecek olan hiçbir
mutlak, yüce gerçeklik ya da hakikat, güzellik veya ahlak
kalmaz. Herhangi bir dogmayı kabul edersek, o dogmaya göre
nesnel, mutlak ya da aşkın bir gerçeklik, hakikat, güzellik ya da
ahlak olduğunu hala hayal edebiliriz. 46
Bu projelerin her birini tek tek ele alarak, Stirner’in eleştirel, egoist
perspektifinden, dini ya da rasyonalist her durumda dogmalarca
öngörülmüş öncüllerin belirli formlarını izleyebiliriz. (Bu varsayımlar her
zaman, sembolik olarak tersine çevrilmiş bir evrimin seçilmesi etrafında
şekillenir; bu, fenomenik olarak deneyimlenen yaşamlarımızın dini ya da
akılcı (temsilci) ayna görüntüsünü, gerçek yaşamlarımızın kavramsal
olmayan birliğini fetişleştirir. Bu varsayımlar kişiyi giderek daha da fazla,
daha sonra kendinden yabancılaşmanın giderek daha karmaşık yapılarına,
kendini köleleştirmeye yönelik daha karmaşık mazeretlere ve sonuçta
ortaya çıkan yaşanmış gerçekliğin, sembolik temsilleriyle tersine
çevrilmesi varsayımından kaynaklanan çelişkilerin (nihai olarak
açıklanamayan) kendisini açıklamaya yönelik girişimlere götürür.
46. Max Stirner’in ahlâk eleştirisi, eleştirmenleri için en zor şeylerden
biridir. Teoride bunu anladıklarında bile eleştirmenleri, kendi
faaliyetlerinin ahlaki kurallara uymasına o kadar bağlı kalırlar ki, pratikte,
kendi hayal güçlerinde bile, sürekli olarak kendi alışkanlıklarının dışında
adım atamazlar. Bu, köle olarak yaşamayı reddedenler için, her türlü
mecburi ahlakın fetişleştirilmiş inancının neden saçma olduğunu anlamada
tam bir yetersizliğe yol açar.
Stirner’in bütün eleştirisi, her türden yabancılaşmanın reddi üzerine
kurulmuştur. Ve zorunlu ahlak, yabancılaşmanın arketipsel biçimlerinden
biridir. Bu, ya olaydan önce yaratılmayı ya da (daha sıklıkla) kişinin
durumundan bağımsız olarak takip edilmesi gereken önceden belirlenmiş
davranış kurallarını bulmayı (ya da kendisinin dayattığını) gerektirir. Dini,
politik, ekonomik ve sosyal ahlakçıları ya da ahlaki filozofları
okuduğumuzda bu durumun saçmalığı daha da netleşir,

43 Biricik‘i ve Onun Kendini Yaratma Sürecini Açıklamak

ve her bireyin ahlaki kurallarının, her zaman belirli bireylerin varoluşçu


seçimlerini yargılaması gerektiğini iddia edebilmek için bir yol bulmak
gerektiğini keşfeder. Hiçbiri, ahlaki kuralların gerektirdiği gerekçeleri
içeren dogmatik varsayımları sunmadan bunun için mantıklı bir argüman
oluşturamaz. Bu dogmatik varsayımlara izin vermediğimiz anda, bu
ahlakçılar, sadece ölmekte olan balıklar gibi suda çırpınabilirler, temelsiz
argümanlarını yeniden canlandırırlar ama hiçbir yere varamazlar.
Her ne kadar - dogmatik temelleri ortadan kaldırılmış olsa da -
ahlakçılar yalnızca akılcı bir temelde çalışamazlar, ama yine de ahlakın
yokluğunun suçların en iğrenci olduğuna dair iddiada ısrar ediyorlar. Tipik
mantıksız argüman ahlakın yokluğunun “ahlaki sorumluluk” olmadığı ve
ahlaki sorumluluğun yokluğunun iğrenç davranışa yol açtığıdır. Ancak,
ahlaki sorumluluk incelendiğinde, emirleri takip etmeyi öğütleyen “iyi
Alman” kuralından oluştuğu ortaya koyulmaktadır. Elbette ahlakçılara
göre, takip edilmesi gerekenler doğru emirlerdir. Ancak, çok az insan
doğru olanın hangisi olduğu konusunda hemfikirdir. Bizi herkesin takip
etmesi için doğru emirlere yönlendiren, tartışılmaz gerçek, evrensel
kriterler asla olamaz. “Doğru” emirleri yerine getirmemiz gerektiğni en
yüksek sesle bağıranlar, genellikle en cahil ve mantıksızlardır: Marksistler,
liberaller, Naziler, ırkçılar, Hıristiyanlar, İslamcılar, Hindular, vb.
Ahlaki herhangi bir teslimiyette söz konusu olan şey, kişinin
eylemlerini her zaman seçmesi ve bu gerçek olaydan kaçınılmazlığı kabul
etmek yerine, eylemleri için doğrudan kişisel sorumluluğun gerekli bir
şekilde ortadan kaldırılmasıdır. Ahlaki sorumluluk, insanların ahlaki
kurallar dizisi ile, iddia edilen sorumlulukları fiili temsilci olarak
üzerlerinden atmayı deneyebildikleri ideolojik bir seraptır.
Orijinal kişisel sorumluluk, her kararı kaçınılmaz olarak kendi
çıkarlarımızla, sadece kendimiz için verdiğimizde kabul edilir. Kendi
çıkarlarınız fiilen kendi eylemlerinizle ilgilenen çıkarlardan farklı
olmadıkça, oldukça ahlaksız ve mantıksızdır, fakat bu zorunlu ahlakın
doğru işleyişi için gerekli olan çarpık düşünce süreçlerinin tipik bir
örneğidir.
Eleştirmenleri tarafından sıklıkla ima edilmesine rağmen, Stirner'in
kendine gelen tüm etik (ya da ahlaki) soruları reddettiği doğru değildir.
Etik bir soru ya da zorunlu olmayan ahlaki bir soru, belirli bir hedefe
ulaşmanın en iyi (herkesin kendi kriterlerine göre “en iyi”) yolunun
belirlenmesini sağlıyorsa, Stirner neye itiraz edebilirdi ki? Sadece bir
ahlak genellikle düşünülen anlamda sabit, bağlayıcı veya zorunlu olduğu
zaman Stirner'in ahlakı reddettiğinin söylenebilmesi söz konusudur.
Stirner’in tüm argümanının, gerçekte yaşanmış aktivitelerini,
kendisini ve faaliyetlerini, herhangi bir yabancılaştırılmış, sembolik
temsilciliğe tabi kılmayı reddetmesi olduğu açıktır.

Biricik‘i ve Onun Kendini Yaratma Sürecini Açıklamak 44

Tanrı ya da Doğa tarafından yönetildiğimize, gücümüze, ahlak


kurallarına, günahlara mahkum edilen, geçmişimiz tarafından,
psişik sürücülerimiz ya da Gerçekler, Güzellik ve Adaletten uzak
olan genlerimiz tarafından kontrol edildiğimize veya
yaratabileceğimiz herhangi bir yarı-makul kavramsal yapının
kuklaları olduğumuza tüm gücümüzle inanabiliriz. Bu bizim
tercihimiz ve her birimiz için geçerli olan tek tercih: bilinçli öz-
yaratım ya da bilinçli olmayan, yabancılaştıran, sabit fikirlere
(ya da insanların güçlendirilmiş yabancılaşmasını kullanabilmek
için bunlardan yararlanan kurumlara) köleleşme.

Steven Byington'un Max Stirner'in Der Einzige und Sein


Eigenthum'unun İngilizce çevirisinin ilk yayınını takip eden
süre, Stirner'in kendi sözlerinin yayınlanması ve yaşamında onu
eleştirenlere karşı sözlerinin yeterli bir çevirisini okuyabilmeyi
beklemekle geçen yüz yıl, çok uzun bir süreydi. Wolfi
Landstreicher'e bu okunabilir ve keyifli çeviri için aceleyle
teşekkür edelim.
- Jason McQuinn (Orijinal olarak Temmuz-Eylül 2011’de
yazılmıştır ve Ekim 2011 ve Aralık 2012’de ek notlar ile revize edilmiştir.)

Onun egoizmi içkin, olağanüstü, betimleyici bir egoizm veya zorunlu


ahlaki içeriğe sahip değildir. İzlediği çıkarları bir tür “gerçek” ya da
“hakiki” öz çıkarlarla ayrıştırma arzusuna sahip değildir; tıpkı bir tür
“gerçek” ya da “hakiki” türden izole etme arzusu olmadığı gibi, takip
etmesi gereken dışsal ya da heteronolojik ahlaki çıkarlar da yoktur. Başka
türlü, var olan hayat seçenekleri ve kişinin nihai eylemleri arasında bir tür
rasyonel, ahlaki mekanizma empoze etme arzusu, alışılmışın
yabancılaşmasından herhangi bir çıkışı engelleyen, fetişleştirilmiş
(nevrotik) bir tekrarlama mecburiyeti olarak işlev görür (bkz. Bu
“tekrarlayan kabus”u daha fazla açıkladığım Not 17). Zorunlu ahlakın
seçimi, mutlaka bu ahlakın köleleştirilmesini seçmektir - ister sözde
“özgeci” ister sözde “egoist” bir ahlak olsun. Etik özgecilik ve ahlaki
egoizm, Stirner'in sürekli ve kesin olarak reddettiği aynı kendine
yabancılaşma olgusunun iki yüzüdür.

Çevirmenin Önsözü

Bu çeviri üzerinde çalışmak benim için zevkli bir mücadele


oldu. Genellikle insanlar, onun anlatmak istediği şeyleri kabul
etmek yerine içeriğindeki karmaşıklığa odaklansa da, Stirner
zorlu fikirleri ifade etmek için tutku ve alayla dolu, yalın, hatta
oldukça basit bir dil kullanır. Bu çalışma ile boğuşurken,
Stirner’in düşüncesinin İngilizce’ye en iyi şekilde nasıl
aktarılacağına karar vermek zorunda kaldım. Bu önsözün amacı,
bu kararların bazılarını açıklamaktır.

Stirner'in düşüncesindeki temel terimlerden biri “der


Einzige”dir. Bunu “Biricik” olarak tercüme etmeyi seçtim.
Bazıları bu ismi Almanca bırakmayı tercih ettiler ve ben onların
bunu neden yaptığını anlıyorum ama bu metinde Stirner sık sık
isim olan Einzige'yi sıfat olan einzige ile birleştirir ve eğer bu
ismi Almanca bıraksaydım, bu bağlantı kaybolurdu. Buna ek
olarak, Einzige’yi Almanca bırakmanın, aslında böyle olmasa da
sanki Stirner özel bir dil oluşturuyormuş gibi, metinde daha
akademik bir his yaratacağını düşünüyorum. Stirner için Einzige,
tanımın ötesinde, hakkında konuşulamaz bir şeydir, bu yüzden
onu “benzersiz olan” olarak tercüme etmemeye karar verdim.
Böyle bir çeviri, sadece konuşulamaz bir şeye işaret eden bir
isim olmaktan ziyade, “Biricik” olanın kesin bir varlık olduğunu
ima eder. “Biricik” olarak çevrildiğinde, sadece dilin ötesinde bir
şeyi ifade eden bir isim olduğu gerçeğinin daha net
46 Stirner’in
Eleştirmenleri

vurgulandığını düşünüyorum.Stirner “der Einzige”yi — mesela


“Ludwig” gibi — normal bir isimmiş gibi kullanır. Ludwig
kelimesi size bu kişi hakkında hiçbir şey anlatmaz, ama yine de
onu tanıyanlar için kimi konuştuğunuz, kimlerden bahsettiğiniz
açıkça bellidir. “Biricik” kelimesini normal bir isim gibi baş
harfi büyük yazmayı düşünmüştüm, fakat bazılarının biriciği,
sen veya ben gibi özneler olarak değil de, bir ideal ya da daha
yüksek bir gerçeklik olarak anlayacakları korkusuyla bunu
yapmamayı seçtim. Tüm bunların ışığında, Stirner’in kitabının
ismini Biricik ve Onun Mülkiyeti olarak çevirmeyi tercih
ediyorum. Bu, mevcut İngilizce başlığından (Ego ve Kendisi)
daha doğru bir çeviridir.

Kitabın orijinal baskısındaki sayfa numaralarını gösteren,


Der Einzige und Sein Eigentum'dan alıntılardaki tüm referansları
öylece bırakmaya karar verdim. Ayrıca bu alıntıları doğrudan
Byington'un çevirisiyle ya da orijinal formunda ya da David
Leopold'un (Siyasi Düşünce Tarihindeki Cambridge Metinleri)
düzenlediği versiyonla paylaşmadım, doğrudan çevirdim. Bunu
yaptım çünkü Stirner'ın burada yazdığı ile daha önceki
kitabındaki alıntıları arasında Stirner’in çeşitli felsefi, siyasal ve
teolojik fikirlerine olan göndermelerinin kaybedilmemesini
garanti etmek amacıyla bir dil tutarlılığı sağlamak istedim.
Ayrıca Stirner'in ana çalışmasının yeni bir İngilizce çevirisine
başladım.

Stirner özel bir dil icat etmese de, yazıları genç Hegelcilerin
ve diğer felsefi ve toplumsal Alman radikallerinin tartışmalarının
bağlamından ortaya çıkar. Böylece Stirner, Hegelci (ya da
Hegelci olmayan) konularda belirli terimleri kullanır. Bu
terimleri tutarlı, iyi okunabilir bir halde çevirmeyi seçtim. 1
Bunlardan birkaçını açıklamak istiyorum.

1. Hegelci terminolojisinin aşağıdaki çevrimiçi sözlüklerini bu amaçla


kullandım:http://www.london.ac.uk/fileadmin/documents/students/philos
ophy/ba_course_materials/ba_19thc_hegel_glossary_01.pdf;
http://www.class.uidaho.edu/mickelsen/texts/Hege20Glossary.htm;
http://web.mac.com/titpaul/Site/Phenomenology_of_Spirit_page_files/N
otes%20on%20the%20translation 20and%20small%20glossary.pdf

Stirner’in Eleştirmenleri 47

Hegelci eserlerinin İngilizce çevirisinde, “Begriff”


genellikle “kavram” veya “konsept” olarak çevrilir. İkinci
çeviriyi seçtim, çünkü Stirner’in bazı kelime oyunlarının
İngilizce olarak daha net görünmesini sağladı. “Entfremden”i
“yabancılaşma” olarak tercüme ettim, ancak “ötekileştirme” de
eşit derecede kabul edilebilir bir çeviri. Seçimimin, bugünkü
radikal teorik çabalar bağlamında, bu çeviriyi okuyanlar için
daha fazla anlamı olduğunu hissettim. Hegelciler'in
kullanımında “Wesen”, “özüt” olarak çevrilir. Ayrıca,
“insanoğlu” olarak ya da sadece “insan” olarak tercüme
edilebilen “Mensch” ile sıkça kullanıldığında, bu türlerin
Stirner'in eleştirmenlerinin insanda içkin olduğunu iddia ettiği
“öz”üne açıkça atıfta bulunur. Stirner, bu düşünceyi, her bireyin
gerçek özünün, aslında Hegel'in yolunun tam karşıtı olan somut,
gerçek, akıl almaz, açıklanamaz, biricik bir varlığı olduğunu öne
sürerek, ilginç bir şekilde ters çevirir. “Meinung” kelimesi bu
metinde sadece dört kez geçse de, Hegelci düşüncesinde
önemlidir. Söz konusu kelime genellikle “görüş” olarak tercüme
edilmekle birlikte “fikir”, “yargı” veya “tahmin” olarak da
tercüme edilebilir. ”Hegel“ sıklıkla mein ile (“benim”)2
etimolojik bağını vurgulamaktadır ve Stirner muhtemelen bunu
sadece eğlenceli bulmuştur. Hegel için, Meinung sadece
özellikleri ayırt etmek için kullanıldı ve evrensel Akıl veya
Evrensel Düşünce için hiçbir önemi yoktu. Stirner için, bu
evrenseller saçmaydı ve özellikle spesifik olan (kendim gibi)
önemliydi. Yani Meinung, sizin ve benim aslında dünyamızı
nasıl deneyimlediğimizdir, ya da daha basit bir biçimde, her
birimizin dünyayı kendi bakış açımızdan deneyimlememizdir.
Bunu vurgulamak için Meinung'u bu metinde “fikir” olarak
çevirmeyi seçtim.
2. GWF Hegel, Théodore F. Geraets (çevirmen), Wallis Arthur Tercüme
(çevirmen), Henry Silton Harris (çevirmen) Ansiklopedi Mantığı,
(Indianapolis, 1991) Felsefi Bilimler Ansiklopedisi'nin I. Bölümü Sözlük
Notları’nda, s.351.

48 Stirner’in Eleştirmenleri

Diğer çeviri seçimlerim hakkında da bazı yorumlarda


bulunmam gerektiğini düşünüyorum. “Mensch”, “insanoğlu” ya
da “insan” olarak tercüme edilebilir. Bu metinde Stirner,
hümanizm eleştirisi bağlamında kullanır ve bu yüzden onu
“insan” olarak tercüme etmenin en mantıklısı olduğuna karar
verdim. Bu metinde birkaç pasajda Stirner, “Mensch”i
“Unmensch”le karşılaştırmaktadır. Byington'un Der Einzige und
Sein Eigentum çevirisi, genellikle ikinci kelimeyi “insan
olmayanlar” olarak tercüme etmeyi seçmiştir. Fakat Almanca’da
bu kelime “canavara” atıfta bulunur ve Stirner'in, kelimeler ve
fikirler yoluyla muhaliflerinin aklıyla oynamayı sevdiğini
düşününce, sanırım büyük olasılıkla bu anlamı kasteder.
Stirner'in bunu soyut ve kavramsal insanla çelişkilendirme
amacını daha fazla vurgulamak için, terimi “insanlık dışı
canavar” olarak tercüme etmeyi seçtim. Bu, aşağıdaki gibi hoş
ifadelere yol açıyor: “Sen insanlık dışı bir canavarsın ve bu
yüzden tamamen hakiki ve tam bir insansın. ”

Almanca “Prädikat” kelimesi “yüklem” veya “öznitelik”


olarak tercüme edilebilir. Bu metinde Stirner, onu özellikle
tanrıya veya insanlığa referans olarak, yeni Tanrı için kullanır.
Böylece, dilbilgisel bir anlamdan ziyade bir antiteolojik bir
anlam kullanır. Bu yüzden çevirirken dilbilgisel terim “yüklem”
yerine “öznitelik” terimini kullanmayı seçtim.

“Vorstellung” kelimesi bu çalışmada sadece iki kez ortaya


çıkar ve her iki durumda da Stirner’in muhaliflerinin, egoizmi
tasvir etmeyi seçtikleri yollara atıfta bulunuyor. “Vorstellung”
çoğu kez İngilizce'ye “temsil” olarak çevrilse de, bu İngilizce
sözcükten çok daha aktif bir çağrıştırmaya sahiptir. Bu ortaya
çıkarılan, aktif bir tasvir veya kavramsallaştırmadır. Kesinlikle
Stirner muhalifleri hakkında bunu söylemeye çalışır. Bu yüzden,
kelimeyi burada “tasvir” olarak tercüme ettim.

Stirner'in “Bedenken”i eleştirdiği bir bölüm vardır.

Stirner’in Eleştirmenleri 49

Bu kelime “tereddüt”, “ahlaki vicdan”, “yanlış ifade edilen”


veya “kuşku” olarak tercüme edilebilir. Bu metinde, ahlaki
vicdandan bahsediyor olduğu açıktır. Bu bağlamda, Stirner,
günümüzün normal anlamlarından farklı olarak birkaç kelime
kullanır. “Bedenklichkeit” ve “Unbedenklichkeit” terimlerini
bağlamda, sadece ilk sözcük için “vicdansızlık” ve ikinci için
“vicdansızlık” veya “cüretkârlık” olarak tercüme edildiğinde
anlam ifade edecek şekilde kullanır. Fakat şu anda,
“Bedenklichkeit” genellikle “ciddiyet”, “güvencesizlik” veya
“kaygı” olarak; ve “Unbedanklichkeit” genellikle “zararsızlık”
olarak çevrilir. Bu pasajda Stirner “Bedenken”, “Denken” ve
“Gedenken” terimleriyle (maalesef çeviride kaybolan) çok fazla
kelime oyunu oynar. Diğer iki terim, bu vicdanın kaygıya yol
açtığını ve vicdandan yoksunluğun ahlaki dogmalara kıyasla
daha zararsız olduğunu ima eder. Her halükarda, kelimeleri
bağlamda mantıklı olacak şekilde çevirmeyi, ilkini “vicdan” ve
ikincisini “vicdansızlık” ya da “vicdan yoksunluğu” olarak
tercüme etmeyi seçtim.

Son olarak, bu çalışmayı tercüme etmenin, egoist bir sevgi


gösterisi olduğunu söylemek istiyorum. Onun tam bir İngilizce
çevirisini görmek istedim ve onu yaratmak için eldeki araçlarla
inisiyatif aldım. Ve bunu yaparken çok zevk aldım.

-Wolfi Landstreicher
Stirner’in Eleştirmenleri
Max Stirner

Biricik ve Onun Mülkiyeti‘ne karşı aşağıdaki üç önemli yazı


ortaya çıktı:
1) Szeliga’nın “Kuzey Alman Gazetesi”nin Mart baskısındaki
eleştirisi;
2) Wigand’ın Üç Aylık Gözden Geçirmesi‘nin son cildinde
“Biricik ve Onun Mülkiyeti’yle Hıristiyanlığın Özü‘nün İlişkisi”;
3) M. Hess'in “Son Felsefeciler” adlı bir kitapçığı.

Szeliga kendini bir eleştirmen olarak, Hess bir sosyalist


olarak ve ikinci eserin sahibi kendini Feuerbach olarak olarak
tanıtır.

Yukarıda bahsedilen eleştirmenlere karşı olmasa da, en


azından kitabın başka okuyucuları için, kısa bir cevap yararlı
olabilir.

Bu üç muhalif, Stirner'in kitabında en fazla dikkat çeken


terimler, yani “biricik” ve “egoist” hakkında mutabakata varır.
Bu nedenle, bu mutabakatın avantajından yararlanmak ve
öncelikle bu konuda bahsedilen noktaları tartışmak çok faydalı
olacaktır.

Szeliga, ciddi anlamda ilk defa biriciğin “var olmasına” izin


verip onu bir “insan” ile özdeşleştirdikten sonra (sayfa 4:
“Biricik ne her zaman biricik, ne de her zaman bir yetişkindi, bir
zamanlar bir bebekti ve sonra bir genç oldu.”), onu “dünya
tarihinin bir bireyi” yapar ve nihayetinde, bir hayalet tanımıyla
(Bundan “düşünemeyen bir ruhun, bir vücut olduğu ve saf, basit
bedenin düşüncenin özü olduğu” fikri ortaya çıkar.)
51 Stirner’in Eleştirmenleri

Biriciğin “bu nedenle, hayaletlerin hayaleti” olduğunu söyler.


“Evrensel tarihte birbirinin yerini alan sabit fikirlere rağmen,
sürekli gelişen yaratıcı düşünceleri gören bir eleştirmen için
biricik, bir hayalet değil, kendi zamanında, bizim zamanımızda
ortaya çıkması, görevini yerine getirmesi gereken yaratıcı bir öz-
bilinç eylemidir”; ama bu eylem sadece bir “düşünce”, “bir ilke”
ve bir kitaptır.

Feuerbach, biriciği ele aldığında, kendisini onu bir sınıftan


veya türden seçilen ve “diğer bireylere kutsal ve dokunulmaz
olarak karşı çıkan” “biricik bir birey” olarak kabul etmekle
sınırlandırır. Bu seçim ve karşıtlık esnasında “dinin esası
korunur. Bu birey, bu biricik, bu karşılaştırılamaz varlık, bu
mesih, sadece ve sadece Tanrı'dır. Bu meşe, bu mekan, bu boğa,
bu gün kutsaldır, diğerleri değil.” Sonunda şunları söyler:
“Kafanızdan cennetteki biriciği kovarlarken, aynı zamanda
yeryüzündeki biriciği de kovun.”

Hess kesinlikle sadece biriciğe yönelir. İlk önce Stirner'i


biricik ile özdeşleştirir ve sonra da biricik hakkında: “O, başsız,
kalpsiz bir gövdedir, yani böyle bir illüzyona sahiptir, çünkü
gerçekte sadece ruhu değil, bedeni de yoktur; biricik onun
illüzyonlarından başka bir şey değildir.” der. Ve sonunda Stirner
yani “biricik” hakkındaki kararını açıklar: “Sadece
böbürleniyor.”

Buna göre biricik, “tüm hayaletlerin hayaleti”, “kafadan


kovalanması gereken kutsal birey” ve “soluk palavracı” olarak
görülür.

Stirner biriciği isimlendirir ama aynı zamanda “isimlerin


onu tanımlamadığını” da belirtir. Biriciği isimlendirirken bir ad
ortaya atar ve biriciğin sadece bir isim olduğunu ekler. Yani,
tıpkı birisinin size Ludwig dediğinde, herhangi bir Ludwig'i
değil, sizi düşünmesi gibi, söylediğinden başka bir şey
düşünmektedir.
Stirner’in Eleştirmenleri 52

Stirner'in söylediği şey bir kelime, bir düşünce, bir


kavramdır; anlattığı ise bir kelime, bir düşünce ya da bir kavram
değildir. Söylediği şey anlattığı değildir ve anlattığı şey
söylenemez.

Biri, insandan söz edildiğinde “gerçek, bireysel” insan


hakkında konuşulduğunu sanar; ama bu insan bir özellik,
evrensel bir şey aracılığıyla ifade edilmek istendiği sürece bu
mümkün müdür? Bu insanı tanımlamak için, belki de, bir
özniteliğe değil, bir isme sığınmak, yani görüşün, söylenemez
olanın ana konu olduğu bir varış noktasına doğru bir rota
belirlemek gerekmez mi? Bazıları, türlerle ilişkilerinden hala
bağımsız olmayan “gerçek, tam bireysellik” ile; bazıları da
tamamiyle belirsiz olmayan bir saptama olan “ruh” ile kendini
güvende hisseder. Bu belirsizlik, yalnızca biricikte ortaya çıkmış
gibi görünmektedir, çünkü özgün bir varlık olarak ortaya
konmuştur, çünkü bir kavram, yani bir ifade olarak
anlaşıldığında, tamamen boş ve belirsiz bir ad ve böylece
konseptin dışındaki veya ötesindeki bir içerik olarak ortaya
çıkar. Biri onu bir konsept olarak sabitlerse — muhalifler bunu
yaparsa — ona bir tanım vermeyi denemelidir ve bu yüzden
kaçınılmaz olarak onu kendi anlamından uzaklaştırır. Diğer
konseptlerden ayrı ele alınır ve örneğin “tek, tam bir birey”
olarak düşünülür ve böylece saçmalık olarak gösterilmesi
kolaylaşır. Ama siz kendinizi böyle tanımlayabilir misiniz; siz
bir konsept misiniz?

Bir konsept ya da bir özellik olarak “insan”, sizi tamamen


içermez, çünkü kendi kavramsal içeriğine sahiptir, çünkü insanın
ne olduğunu ifade eder, yani o tanımlanabildiği için, siz
tamamen oyun dışısınızdır. Tabii ki, sizin de insan olarak
insanın kavramsal içeriğinde rolünüz var, ama siz tamamen o
değilsiniz. Bununla birlikte biricik, hiçbir içeriğe sahip değildir;
kendi içinde

53 Stirner’in
Eleştirmenleri

belirsizliktir; sadece sizin sayenizde içerik ve kararlılık kazanır.


Biriciğin kavramsal gelişimi yoktur, kimse onunla, benlik,
düşünce veya varlık ile yapılan gibi, “prensip” olan bir felsefi
sistem kuramaz. Bundan ziyade biricik, tüm kavramsal gelişime
bir son verir. Onu bir prensip olarak gören, ona felsefi ya da
teorik olarak yaklaşabileceğini düşünen herkes, kaçınılmaz
olarak ona karşı karavana atışlarda bulunur. Var olma, düşünce
ve benlik, belirleyiciliğini sadece diğer konseptler aracılığıyla,
yani kavramsal gelişim yoluyla alan belirsiz kavramlardır. Öte
yandan biricik, belirginlikten yoksun ve başka kavramlar
tarafından da belirlenemeyen ya da “daha yakın bir içerik”
alamayan bir konsepttir; “bir dizi kavramın ilkesi” değil, kelime
ya da kavram olarak herhangi bir gelişme sağlayamayan bir
konsepttir. Biriciğin gelişimi, kendi gelişiminiz ve benim
gelişimim, tamamen biricik bir gelişmedir, çünkü sizin
gelişiminizin benimkiyle alakası yoktur. Sadece bir konsept, yani
sadece bir “gelişme” olarak, onlar bir ve aynıdır; sizin
gelişiminiz tıpkı benimki kadar farklı ve biriciktir.

Biriciğin içeriği siz olduğunuz için, onun spesifik bir içeriği,


yani kavramsal içeriği hakkında düşünülmesi gereken bir şey de
kalmaz.

Tıpkı size verilen Ludwig isminin, ne olduğunuzu söyleme


amacı olmaması gibi, tam olarak ne olduğunuz, biricik
kelimesiyle de söylenemez,.

Tıpkı kavram ve kavramsal dünyanın, sadece fikirlerin


içerik katabileceği, boş bir isim kullanıldığı zaman ortadan
kalkması gibi, biricikle beraber, mutlak düşüncenin kuralı ve
onun kendi kavramsal içeriğiyle düşünme sona erer.
Ancak Stirner’in muhaliflerinin söylediği gibi, “biricik
sadece, şimdiye kadar egoist dünya

Stirner’in Eleştirmenleri 54

olarak isimlendirilene dair bir yalan” değildir; hayır, tüm


çıplaklığı ve utanmaz “dobralığı” ile (bkz. Szeliga, s.34),
konseptlerinin ve fikirlerinin sadeliği ortaya çıktıkça,
rakiplerinin kibri iyice netleşir. En büyük “kelime”sinin, içeriği
en dolgun olan olduğu anlaşılır. Biricik, dürüst, yadsınamaz, açık
bir ifadedir; “başlangıcı kelime olan” anlatım dünyamızın
mihenk taşıdır.

Biricik, tüm dürüstlüğüyle hiçbir şey ifade etmediğini kabul


eden bir ifadedir. İnsan, ruh, gerçek birey, kişilik, vb., içerikle
dolup taşan ifadeler ya da özniteliklerdir; bu kutsal ve soylu
ifadeler ile karşılaştırıldığında, biricik, boş, mütevazi ve
tamamen genel bir ifadedir.

Eleştirmenler, biricik hakkında bir şeyden şüphe duyardı;


ona bir ifade gibi muamele ettiler. Ama biriciğin, kutsal ve soylu
bir ifade olduğunun söylendiğini iddia ettiler ve bu söylemi
reddettiler. Ancak, o genel bir deyimden başka bir şeyi ifade
etmeyi amaçlamamıştı ve bu nedenle de rakiplerinin şişirilmiş
cümleleri, onun bu ifadeyi ortaya atışındaki kutsallığı asla
bozamadı.

Biricik bir sözcüktür ve herkesin bir kelime kullandığında


her zaman bir şey düşünebilmesi gerekir; bir kelimenin
düşüncede bir içeriği olması gerekiyordu. Ama biricik
düşüncesiz bir kelimedir; düşünce içeriği yoktur. Peki eğer
içeriği düşünce değilse, nedir? Bu, ikinci kez var olamayan ve
dolayısıyla ifade edilemeyen bir içeriktir, çünkü eğer ifade
edilebilseydi, gerçekten tamamen ifade edilseydi, “ifadede”
ikinci bir kez var olurdu.
Biriciğin içeriği düşünce içeriği olmadığı için, biricik
düşünülemez ya da söylenemez; ama söylenemediği için, bu
mükemmel ifade, bir kelime bile değildir.

55 Stirner’in
Eleştirmenleri

Hakkınızda hiçbir şey söylenmediyse ve sadece


isimlendirildiyseniz, siz olarak tanınırsınız. Hakkınızda
herhangi bir şey söylendiği an, sadece o şey olarak tanınırsınız
(insan, ruh, Hristiyan, vs.). Ancak, biricik bir şey ifade etmez
çünkü sadece bir isimdir: sadece siz olduğunuzu ve sizden başka
bir şey olmadığınızı, sizin biricik ya da kendiniz olduğunuzu
söyler. Bu nedenle, hiçbir özniteliğiniz yoktur, ancak aynı
zamanda kararlılığınız, söz hakkınız, yasalarınız vs. de yoktur.

Spekülasyon, herkesin anlayacağı kadar evrensel bir özellik


bulmaya yöneltilmişti. Bununla birlikte, böyle bir öznitelik,
kişinin her bir durumda ne olması gerektiğini değil, direk
kendisinin ne olduğunu ifade etmelidir. Yani mesela eğer “insan”
bu özellikse, bu olması gereken bir şey değil — aksi takdirde
henüz bu hale gelmemiş olan herkes dışlanırdı — herkesin zaten
olduğu bir şey olmalıdır. Şimdi, “insan” aslında herkesin ne
olduğunu ifade eder. Fakat bu ‘ne’ ifadesi, herkesin içinde
evrensel olana dair, herkesin birbiriyle ortak olduğu bir ifadedir,
bu yüzden “her bir birey” için bir ifade değildir, herkesin kim
olduğunu ifade etmez. İnsan olduğunuzu söyleyince tamamen
tanımlanmış olur musunuz? Kim olduğunuzu tamamen ifade
edebilir misiniz? “İnsan” özniteliği bir özneyi tamamen tasvir
eden bir özellik işlevi görebilir mi, yoksa öznenin subjektifliğini
ondan tamamen uzaklaştırır mı? Bu öznitelik, öznenin kim
olduğundan ziyade, ne olduğunu anlatmaz mı?
Bu nedenle, eğer özniteliğin herkesi içermesi söz
konusuysa, herkes özne olarak, yani sadece ne olduğu açısından
değil, kim olduğu açısından da ele alınmalıdır.

Ama kendinizi hiç yansıtmazken olduğunuz kişiyi nasıl


yansıtabilirsiniz? Bir görsel ikiziniz mi var, yoksa sadece tek bir
kez mi yaşıyorsunuz? Kendiniz dışında bir yerde değilsiniz,
dünyada ikinci kez yaşamıyorsunuz, biriciksiniz. Sadece
bedensel olarak görünüyorsanız ortaya çıkabilirsiniz.

Stirner’in Eleştirmenleri 56

“Siz biriciksiniz.” Bu bir cümle değil mi? Eğer “Siz


insansınız.” cümlesi içinde, kim olduğunuzla yer almıyorsanız,
“Siz biriciksiniz” cümlesinde yer alabiliyor musunuz? “Siz
biriciksiniz.” cümlesi, “Siz sizsiniz.” anlamına gelir ve mantığın
saçmalık olarak değerlendirdiği bir cümle yapısıdır. Çünkü
hiçbir şey hakkında karar vermez, hiçbir şey söylemez, çünkü
boş, cümle olmayan bir cümledir. (Kitapta sayfa 232'de bu
saçma cümle, “sonsuz” veya belirsiz olarak kabul edilir, ancak
burada, bu sayfada, “özdeş” bir cümle olarak varsayılır.)

Mantıkçıların küçümseyici davrandıkları, hiç kuşkusuz


mantıksız ya da yalnızca “resmiyette” mantıklıdır; ama aynı
zamanda mantıklı düşünülünce, bu sadece bir ifadedir; bir
ifadenin içinde ölen şey mantıktır.

Biricik sadece, siz ve benim için artık sona gelmiş, ölmekte


olan bir ifadedir (ya da öznitelik), bir fikre dönüşen; artık eskisi
gibi olmayan, sessiz, sesi kesilmiş olan bir ifadedir.

Siz—biricik! Burada hangi düşünce içeriği, hangi cümle


içeriği var? Hiçbiri! Biriciğin bir kavrammış gibi bir düşünce
içeriğini çıkarmak isteyen, “biriciğin” kişinin ne olduğunu ifade
ettiğini düşünen kişiler, bu ifadeleri tanıyamadıkları için onlara
inandıklarını ve ayrıca kelime öbekleri içinde belirli içerikleri
aradıklarını gösterirler.
Siz, inandırıcı ve ifade edilemez, ifade içeriği, ifade sahibi,
ifade edilensiniz; siz kim olduğnuzsunuz, ifadede
bahsedilensiniz. Biricikle birlikte bilim, ‘şey’lerin ‘biri’lerine
evrildiği ve bu birilerinin artık kelimeler, Logos ya da
öznitelikler içerisinde bir anlam aramadığı bir hayata
dönüştürülebilir.

Szeliga, biriciğin "her yerde, her ürperticiliği görme


ilkesiyle ölçülen, hayaletlerin hayaleti" olduğunu gösterirken acı
çeker.

57 Stirner’in
Eleştirmenleri

O biriciğin boş bir ifade olduğunu düşünür, ama kendisinin,


Szeliga’nın da bu ifadenin içeriği olduğu gerçeğini görmezden
gelir.

Feuerbach'ın yeryüzündekinden ayrı bir yere koyduğu


Cennet'teki biricik, bir sahibi olmayan bir ifadedir. Burada ele
alınan biricik Tanrı'dır. Bu, dinin süreceğini garanti eden şeydir,
dinin en azından düşüncede ve bir kavram olarak biriciğe sahip
olduğunu, biriciğin Cennette görülebileceğini gösterir. Ancak
cennetsel biricik, kimsenin ilgilenmediği bir biriciktir, oysa
Feuerbach, hoşuna gitse de gitmese de, Stirner'in biriciğiyle
ilgilenir, çünkü kendindeki biriciği kafasından kovalamak için,
garip davranmak zorunda kalırdı. Eğer cennetsel biricik,
Feuerbach’tan ziyade, kendi aklında var olan biriyse, bu biriciği
başından kovalamak zor olurdu.

Hess, biriciği şöyle anlatır: “Sadece böbürleniyor.” Hiç


kuşkusuz, biricik, bu açık ifade, boş bir böbürlenmedir; bu,
Feuerbach’ın sahibi olmayan ifadesidir. Ancak, derin ve geniş
bir ifadeyi, kendisi içinde başka hiçbir şey bulamadığı için,
sadece böbürlenmek olarak nitelendirmesi de acınası bir
böbürlenme çabası değil midir? Bu yüzden Hess’in, biricik
Hess’in yaptığı, sadece basit bir böbürlenme midir? Kesinlikle
değildir!

Eleştirmenler, “egoist”ten, biricikten olduklarından daha


fazla irrite olur. Stirner'in bahsettiği egoizme boyun eğmek
yerine, her zamanki çocukça tasvirlerini sürdürür ve herkesçe
bilinen günahların kataloğunu ortaya dökerler: Stirner'in bize
“tavsiye” etmek istediği korkunç günah olan egoizme bakın.

Bir Hristiyan tanımı, “Tanrı aşktır”a karşı, eski Kudüs'teki


eleştirmenler ayaklanıp ağlardı: “Şimdi Hıristiyanların putperest
bir Tanrı ilan ettiğini görüyorsunuz; çünkü Tanrı sevgiyse, o
zaman o putperest tanrı Amor‘dur, aşk tanrısıdır!” Yahudi
eleştirmenlerin, sevgi tanrısı Amor‘u bu kadar uzun süre
lanetleyip, sevgiyle ve sevgi tanrısı ile uğraşmalarına ne gerek
vardır?

Stirner’in Eleştirmenleri 58

Szeliga, egoisti şu şekilde karakterize ediyor: “Egoist,


kaygısız ve mutlu bir yaşam umut eder. Zengin bir kızla evlenir
ve şimdi kıskanç, dedikoducu bir karısı vardır — başka bir
deyişle umudunun gerçekleşmesi bir yanılsamadır.”

Feuerbach şöyle der: “Egoist, çıkarcı sevgi ve bencil


olmayan sevgi arasında köklü bir fark vardır. Nedir peki bu?
Birkaç kelimeyle şudur: çıkarcı sevgide, nesne bir hayat kadını;
fedakar sevgide nesne bir sevgilidir. Her ikisinden de tatmin
olurum, ancak ilkinde özütümü bir parçaya indirgerim;
ikincisinde ise bunun yerine, parçayı, aracı ve bütünü, özütüme
adarım. Böylece kendimi ve bütün özütümü tam olarak tatmin
ederim. Kısacası, bencil sevgide, daha yüksek olan şeyi daha
bayağı bir şeye feda ederim, daha az zevki daha yüksek bir
zevke tercih ederim. Ama bencil olmayan sevgide, bayağı olanı
daha yüksek bir şey için feda ederim.”

Hess sorar: “Her şeyden önce, genel olarak egoizm nedir ve


egoist yaşam ve sevgiyle yaşam arasındaki fark nedir?” Bu soru,
diğer ikisiyle olan ilişkisini zaten ortaya koyar. Stirner’e göre
ikisi bir bütünken, egoist yaşam ve sevgiyle yaşam arasında nasıl
böylesine büyük bir kontrast oluşturulabilir ki? Hess şöyle
devam eder: “Egoist yaşam, kendini yitiren ve yutulmuş olan
hayvan dünyasının yaşamıdır. Hayvan dünyası, kendini yıpratan
ve yok eden doğal yaşam tarihidir ve bugüne kadarki tüm
tarihimiz, sosyal hayvan dünyasının tarihidir. Fakat sosyal
hayvan dünyasını ormandaki hayvan dünyasından ayıran şey
nedir? Bilinçten başka bir şey değil. Sosyal hayvan dünyasının
tarihi, tam olarak hayvan dünyasının bilincinin tarihidir ve avcı
hayvanın doğal hayvan dünyasının son noktası olması gibi,
bilinçli avcı sosyal hayvan dünyasının en yüksek noktasıdır.
Egoizm, türlerin karşılıklı yabancılaşması olduğundan, bu
yabancılaşmanın (egoist bilincin) bilinci,

59 Stirner’in
Eleştirmenleri

bir dini bilinçtir. Ormanın hayvan dünyası din yoktur, çünkü


egoizmin bilinci,Yabancılaşma ve yani günahın bilincinden
yoksundur. İnsanlığın en eski bilinci, günahın bilincidir. Egoist
teori, egoist bilinç, din ve felsefe zirveye ulaştığı zaman, egoist
pratik de zirveye ulaşmak zorundaydı. Modern, Hıristiyan
tüccar dünyasına ulaştı. Bu, sosyal hayvan dünyasının en önemli
noktasıdır. Modern tüccar dünyasının serbest rekabeti, yalnızca
modern soygunlu cinayetin mükemmel bir formu değil, aynı
zamanda karşılıklı yabancılaşmanın bilincidir. Günümüzde
tüccar dünyası, öze karşılık gelen bilinçli ve temel egoizmin
aracılık biçimidir.”

Bunlar, egoizmin oldukça popüler karakterizasyonlarıdır ve


Stirner'in bu kadar basit dönütler vermemesi ve aptal, kaba ve
yırtıcı bir şekilde egoizmin ne denli tehlikeli olduğunu düşünen
nefret dolu canavarı öylece terk etmesi şaşırtıcıdır. Eğer Szeliga
gibi düşünmüş olsaydı, egoist, zengin bir kızla evlenip, sonra da
dedikoducu karısıyla uyuşamayan bir mankafadan başka bir şey
değildi, eğer Feuerbach gibi, egoistin bir “sevgilisi”
olamayacağını düşünseydi, ya da Hess gibi, insan formundaki
canavarı ya da yırtıcı katili egoizmin getirdiğini düşünseydi, ona
karşı “derin bir dehşet” ve “meşru bir öfke” duymaz mıydı! Tek
başına soygunlu cinayet bile, Stirner'in egoistine karşı bu
haykırışı tek başına kullanması bile, Hess'ın bütün dürüst
insanları etrafına toplaması ve onları kendi tarafına çekmesi için
yeterliydi: bu ifade çok iyi seçilmiş ve ahlaki yüreğe sahip
insanları hareketlendiriyor, gerçek inançlı kitle için bir “kafirin”
çığlığı gibi.

Stirner, Feuerbach, Hess ve Szeliga'nın egoist olduğunu


söylemeye cesaret eder. Gerçekten de, Feuerbach'ın
Feuerbachçılık, Hess'in Hessçilik ve Szeliga'nın Szeligacılıktan
başka hiçbir şey yapmadığını söylemesi, bu noktada daha fazla
bir şey söylemesine gerek bırakmaz; böylece onlara rezil bir
etiket verir.

Stirner’in Eleştirmenleri 60

Feuerbach kendi dünyasından başka bir dünyada yaşar mı?


Belki de Stirner'in dünyasında, Szeliga’nın dünyasında Hess’ın
dünyasında? Feuerbach bu dünyada yaşadığından, bu dünya onu
çevrelediğinden, onun tarafından hissedilen, onun gördüğü,
düşündüğü, yani Feuerbach tarzında olan bir dünya değil midir?
Sadece bu dünyanın merkezinde bulunmaz, bu kendine ait
dünyanın tam olark merkezidir. Feuerbach gibi, hiç kimse başka
bir dünyada yaşamaz ve Feuerbach gibi herkes kendi dünyasının
merkezidir. Dünya sadece onun varlığı değil, ona ait ve onunla
bir ilişki içinde olan ve onun için var olan her şeydir.

Her şey sizin etrafınızda döner; dış dünyanın ve düşünce


dünyasının merkezi sizsinizdir. Dünyanız kapasiteniz kadar
büyüktür ve elinize geçirebildiğiniz her şey sadece sizindir. Siz,
yani biricik, yalnızca “mülkiyetiniz” ile birlikte “biricik”tir.
Bu arada size ait olan bir şeyin, aynı zamanda kendine de ait
olduğunu; aynı sizin gibi biricik olduğunu da gözden
kaçırmamanız gerekir. Bu noktada kendi varlığınızı tatlı bir
özveri içinde unutursunuz.

Ama kendini unuttuğunuzda, ortadan kaybolur musunuz?


Kendinizi düşünmediğiniz zaman, var olmayı tamamen bırakır
mısınız? Arkadaşınızın gözlerine baktığınızda ya da ona
sağlamak isterdiğiniz sevinç üzerine düşündüğünüzde, yıldızlara
baktığınızda, onların şekillerine göre meditasyon yaptığınızda ya
da belki de onların yalnız, küçük bir odaya getirdiklerine bir
selam gönderdiğinizde, mikroskop altında küçük hayvanların
aşılanmasını izlediğinizde, risk altında olduğunuzu düşünmeden
yanma veya boğulma tehlikesi olan bir kimseye yardım etmek
için acele ettiğinizde, gerçekten kendinizi “düşünmezsiniz”,
kendinizi “unutursunuz“. Ama sadece kendiniz hakkında
düşündüğünüzde mi var oluyorsunuz ve kendinizi
unuttuğunuzda dağılıyor musunuz? Sadece bireysel farkındalıkla
mı varsınız? Kim kendini sürekli unutmaz, kim bir saat içinde
bile kendini binlerce kez kaybetmez ki?

61 Stirner’in
Eleştirmenleri

Bu özverili unutkanlık, bu kendini kaybetme, bizim için


sadece bir zevk alma biçimidir. Kendi dünyamızda ve
mülkiyetimizde aldığımız zevktir, yani dünyadan
memnuniyetimizdir.

Bu özverili unutkanlık değil, dünyanın bizim olduğunu


unutmamız bu bencilliğin, yani egoizmin temelini oluşturur.
Kendinizi “daha yüksek” bir mutlak için aşağı bırakır ve boşa
harcarsınız. Fedakarlık, artık kendini düşünmemek ve kendiyle
ilgilenmemek anlamında bir özverili unutkanlık değildir,
dünyanın “bizim” olduğunun unutulması, kişinin kendi
dünyasının merkezi veya sahibi olduğunu, dünyanın onun
mülkiyeti olduğunu unutmasıdır. “Daha yüksek” bir dünyaya
karşı korku ve çekingenlik duymak korkakça, “alçakgönüllü” bir
egoizmdir, bu egoizmin kölelik formudur; gizlice dolanan ve
“kendini inkar eder” şekildedir ve gürlemeye cesaret edemez; bu
kendini inkârdır.

Bizim dünyamız ve kutsal dünya — doğrudan egoizm ile


itiraf edilemeyen ve gizli modifikasyonlar yapamayan, kendi
kendini inkar eden egoizm arasındaki fark burada yatar.

Feuerbach’ın fahişe ve sevgili örneğinde ne vardır? İlk


durumda, kişisel çıkarlar olmadan ticari bir ilişki vardır (ve
sayısız başka, tamamen farklı ticari ilişkide, kişi yalnızca
karşısındaki insana kişisel bir ilgi duyarsa tatmin olmaz mı?),
ikinci durumda kişinin kişisel bir ilgisi vardır. Ama ikinci
ilişkinin anlamı nedir? Karşıdaki ile büyük olasılıkla karşılıklı
bir ilgi vardır. Eğer ilişkide insanların arasındaki bu ilgi yok
olursa, ilişki anlamsızlaşacaktır, çünkü bu ilgi onun tek
anlamıdır. Öyleyse “kutsal bir ilişki” olarak övülen evlilik, ilginç
bir ilişkinin, sıkıcılaşma ve anlamsızlaşma tehlikesine rağmen

Stirner’in Eleştirmenleri 62

insan hayatına sabitlenmesi değil midir? İnsanlar “uçarı bir


şekilde” boşanmamalı denir. Ama neden olmasın? Çünkü
yalnızca “kutsal bir şey” ile ilgili olan uçarılık bir “günah”tır. Bu
durum bir uçarılık olmamalıdır! Öyleyse uçarılığından
kandırılarak çıkarılmış ve kendini, ilgisiz ama kutsal bir ilişki
içinde yaşamaya devam etmeye mahkum eden bir egoist vardır.
Bu egoist ortaklığından, “kutsal bir bağ” gelişir; insanların
birbirlerinden sağlayabildikleri karşılıklı çıkarlar sona erer,
ancak ilgisiz bir bağ kalır.

İlginç olmayana dair bir başka örnek de, insanların


istemesiyle bir kişinin hayatını kaplayan çalışmaktır. Bu, kişinin
kendi ekmeğini kazanmak zorunda olduğu ve çaba sarf etmeden
ekmek almanın utanç verici olduğu önyargısının kökenidir:
bahsedilen şey maaş almanın verdiği gururdur. İşin kendi
başına bir değeri yoktur ve hiç kimseye onur vermez, tıpkı bir
aylaın hayatının ona hiç dehşet getirmemesi gibi. Ya iş
faaliyetine ilgi duyarsınız ve bu ilgi sizin dinlenmenize izin
vermez, aktif olmanız gerekir: ve işiniz sizin arzunuz, boşluğu
tembelliğinin üstüne yerleştirmeden duyduğunuz özel
hazzınızdır. Ya da başka bir çıkar, sonuç veya “maaş” peşinde
koşmak için işi kullanırsınız ve sadece bu amaç için çalışmaya
başvurursunuz; ve bu durumda iş kendi içinde ilginç değildir ve
ilginç olmaya dair bir iddiası yoktur. Sadece, işin kendi başına
değerli ya da kutsal bir şey olmadığının, ancak istenen sonucu
elde etmek için kaçınılmaz olan bir şey olduğunun ve maaşınızın
farkına varabilirsiniz. Ama “insan için onur” ve “insana yapılan
çağrı” olarak kabul edilen çalışma, ekonominin yaratıcısı haline
gelmiştir ve “insan emeği” özelliği taşıyan ve “insani yetenekler
geliştirmenin” ve bu gelişmenin mutlak bir ilgi duyulan insani
bir çağrı olduğu, kutsal sosyalizmin metresi olmaya devam
etmektedir. (Bunun hakkında daha fazla konuşacağız).

Kişisel çıkarlardan başka bir şeyin, belirli bir işin


uygulanmasını sağlayabileceğine olan inanç, kişisel çıkarları
geride bırakan inanç, bir ilgisizlik, kendi çıkarlarına yönelik
eğilimler olarak anlaşılan bir “günah” yaratır.

63 Stirner’in
Eleştirmenleri

Sadece kutsal çıkar karşısında kişinin kendi çıkarları “özel


çıkar”, iğrenç “egoizm” ve “günah” haline gelir — Stirner,
kutsal çıkar ve kişinin kendi menfaati arasındaki farkı 224.
sayfada kısaca belirtir: “Kutsal çıkara karşı günah işleyebilirim,
kendi menfaatimi ise sadece tamamen gözden çıkarabilirim.”

Kutsal çıkara ilgi duyulmaz, çünkü mutlak ya da sadece


kendine faydası olan bir çıkardır ve buna ilgi duymanız da
duymamanız da aynı şeydir. Aslında kendinizi onunla
ilgilenmeye itmeniz gerekir; aslında sizin değildir, sizden
yayılmaz, ebedi, evrensel, tamamen insani bir çıkardır. Bu ilgi
çekici değildir, çünkü sizin ya da ilginiz için hiçbir düşünce
içermez; onunla kimse ilgilenmez, çünkü evrensel ve insani bir
çıkardır. Ve onun sahibi değil, takipçisi ve hizmetçisi olmanız
gerektiği için, egoizm biter ve “ilgisizlik” başlar.

Kalbinize sadece bir kutsal çıkarı bile sokarsanız, kendi ilgi


alanlarınızla yakalanır ve kopyalanırsınız. Şu an takip edip
kutsal saydığınız çıkarların, yarın kölesi olursunuz.

Mutlaka ilgi çekici ya da sadece kendi içinde değeri olan


herhangi bir şeye karşı tüm davranışlar, dini davranış ya da daha
basit bir şekilde dindir. İlginç olan sadece sizin ilginizle ilginç
olabilir, değerli, sadece siz değer verdiğinizde değerli olabilir.
Öte yandan, size rağmen ilginç olan şey, aslında ilginç değildir
veya siz değer vermediğiniz halde değerli gözüken, aslında
değersizdir.

Bu ruhların, toplumun, insanın, insan özünün, insanların bir


bütün olarak, “temel çıkarları” gibi ilgiler, yabancılaşmış bir
ilgidir ve size ait olmalıdır. Sevginin menfaati sizin de
çıkarınızdır ve ilginiz devam ettiği sürece sizin çıkarınıza
olacaktır. Sadece sizin çıkarınız olmayı bırakanlar, size ait
olmamasına rağmen size aitmiş gibi olması gereken kutsal bir
çıkar olabilir. Bu noktaya kadar ilginç olan ilişki, artık ilgi
duyulmayacak bir ilişki haline gelir.

Stirner’in Eleştirmenleri
64

Ticari ve kişisel ilişkilerde, çıkarınız önce gelir ve tüm


fedakarlıklar sadece sizin çıkarlarınız için yapılırken, tam tersine
dini ilişkide, mutlakın veya ruhaniyetin, yani size yabancı
olanın, dini çıkarları önce gelir ve kendi çıkarlarınızı bu yabancı
ilgiye feda etmeniz gerekir.

Dolayısıyla egoizm, egoistten kaynaklanmayan, yani onun


için ilginç olmayan, ama “ebedî” bir ilgi olan, ona karşı sert bir
karşılık veren mutlak bir menfaat inancından oluşur. Burada
egoist “dolandırılmıştır” çünkü kendi çıkarları, “özel çıkarları”
sadece göz ardı edilmekle kalmaz, hatta lanetlenir, ama yine de
“egoizm” kalır, çünkü bu yabancı ya da mutlak ilgiyi sadece ona
biraz zevk vermesi umuduyla kabullenir.

İlgilenen insanlar olmadan ilginç olması gereken ve bu


nedenle de biriciğe ait olmayan, fakat bunun yerine insanların
“namus gemileri” ve “silahlar ve araçlar” olarak görmeleri
gereken bu mutlak ilgiyi, Stirner basitçe “kutsal” olarak
tanımlar. Gerçekten de kutsal kesinlikle ilgi çekici değildir,
çünkü hiç kimse onunla ilgilenmese bile ilginç olma iddiasına
sahiptir; aynı zamanda “evrensel” dir, yani bir konudan yoksun
bir ilgi alanıdır, çünkü bu, kişinin kendi ilgisi, biricik bir ilgi
değildir. Başka bir deyişle, bu “evrensel çıkar” sizden daha fazla
— “daha yüksek”; sizde olmayan bir şey — bir “mutlak”; sadece
kendinin çıkarı — sizin için yabancıdır; ona hizmet etmenizi
talep eder ve kendinizi hayal kırıklığına uğratırsanız, buna istekli
olduğunuzu varsayar.

Feuerbach’ın dokunaklı ‘hayat kadını‘ tanımını takip


edebilmek için, iffetsiz olmayı kabul edenler vardır, çünkü
fiziksel arzu asla onların peşini bırakmaz. Ama onlara
‘İffetsizliğin ne olduğunu biliyor musun?‘ diye sorulur ve
anlatılır. İffetsizlik bir günah, bir edepsizliktir; bizi kirletir. Eğer
ahlaksız çıkarların, duyuların zevklerinin, bizim için daha da
önemli olan diğer çıkarları gözardı etmemize neden olmasını
istemeyiz derlerse, bu dini bir düşünceye dönüşmez ve
fedakârlıklarını iffet için değil kendilerini ayıramadıkları diğer
faydalar için kullanırlar.

65 Stirner’in Eleştirmenleri

Fakat bunun yerine, iffet uğruna doğal dürtülerini reddederlerse,


bu dini kaygılar nedeniyle gerçekleşir. İffetten ne gibi bir
çıkarları olabilir? Şüphesiz, hiçbir doğal çıkarları yoktur, çünkü
doğaları ahlaksız olmalarını önerir: Onların gerçek, açık ve inkar
edilemez çıkarları iffetsizliktedir. Fakat iffet, ruhlarının
vicdanıdır, çünkü bu ruhun bir çıkarı, manevi bir çıkardır: o
varken doğal ve “özel” çıkarların sessiz kalması gereken ve ruhu
vicdanlı bir hale getiren mutlak bir çıkardır. Şimdi ise bazıları bu
vicdanı, bir "sarsıntı" ve çığlık ile ortaya atar: “Ne kadar da
aptalca!”, ne kadar vicdanlı ya da dindar olurlarsa olsunlar,
burada bir içgüdü onlara ruhun, doğal arzunun karşıtı, tuhaf bir
despot olduğunu söyler. Buna karşın bazıları da bu düşünceyi
daha da derinleştirerek ve hatta teorik olarak kendilerini güvence
altına alarak bu vicdanın üstesinden gelir: ilk adım vicdanın
üstesinden gelmek; ikincisi — erdemli düşünceleri sayesinde
(onlar için bir ihtiyaç ve ilgileri olan şeyleri düşünürek) —
vicdanı dağıtmak. Böylelikle, iffetsizlik ve hayat kadınının kötü
görünmelerinin tek sebebi, iffetin “ebedi çıkarları”nı rencide
etmek olur.1

Ruh, tek başına güçlükler çıkarır ve vicdani ikilemler


yaratır; ve bunlar sadece ruh ya da düşünce aracılığıyla ortadan
kaldırılabilir gibi görünür. Bu zavallı ruhların, aynı düşüncelerin
üstadı olabilmek için gerekli olan düşüncenin gücüne sahip
olmadan, çırpınmayı kabul etmelerine izin vermek ne kadar kötü
bir şey olurdu! Bu durumda saf eleştiri, onlara özgürlüklerini
verene kadar beklemeleri gerekmesi ne kadar korkunç olurdu!
Fakat bazen bu insanlar, özgür düşünce saf eleştiri için ne kadar
iyiyse o kadar iyi olan, sağlıklı, ev yapımı bir ukalalıkla
kendilerine yardım ederler, çünkü eleştirmenler, düşüncenin “bir
virtüözü” olarak, vicdani ikilemlerin üstesinden gelmek için
inkar edilemez bir itici güce sahiptir.
1. Bu pasaj boyunca ve aşağıdaki birkaç paragrafta, Stirner “Bedenken”
(vicdan) ve “Denken” (düşünmek veya düşünce) kelimeleriyle yaptığı
birtakım oyunlar ve kelimelerin bir kısmı çevirinin içinde kaybolmuştur.
Aynı zamanda “Bedenken”in “yansıma” veya “şüphe” olarak da tercüme
edilebileceğini ve bazı yerlerde Stirner'ın tüm bu anlamlar üzerinde de
oynadığını bilmek anlamaya yardımcı olabilir. (“Stirner’in
Eleştirmenleri”ndeki ve “Felsefi Gericiler”deki tüm notlar
çevirmenindir.)

Stirner’in Eleştirmenleri 66

Ahlaki ilkeler, konuşmak ve sohbet etmek kadar gündelik


bir olaydır; yani biri onlara karşı ne diyebilir ki? Hiçbir şey
diyemezler; sadece gündelik ahlaki ilkeler kutsal ilkler değildir.
Ahlaki ilkeler her gün gelir geçer, ama kutsal ilkeler son ve
mutlaktır; onlar kişiyi mutlak anlamda caydırırlar (dogmalar,
inanç, temel ilkeler). Onlara karşı, egoist, sahtekâr, isyancı isyan
eder ve güçlerini kendi kutsal güçlerine karşı test eder. Tüm
“özgür düşünce”, kutsal güçlere karşı cüretkâr bir nefret ve
egoist bir çabadır. Birkaç saldırıdan sonra, egoizmi utandıracak
yeni bir kutsal ahlaki ilkeden önce, özgür düşüncenin durması
halinde bile, en özgür haliyle (saf eleştiri) özgür düşüncenin,
mutlak bir ahlaki ilke yüzünden durmayacağı, ve egoist azmin
bu ahlaki ilkeleri birbiri ardına yok edeceğini görebiliriz. Fakat
bu en özgür düşünce yalnızca egoist düşünce olduğu için, sadece
zihinsel bir özgürlüktür, daha sonra kutsal bir düşünce gücü
haline gelir ve Asıl Gerçek olarak, kişinin yalnızca düşüncede
bir kurtuluş bulabileceğini ilan eder. Şimdi bile, sadece
düşüncenin kendisi kutsal bir şey olarak ortaya çıkar veya kutsal
bir ahlaki ilke, insani bir çağrı olarak görülebilir: bu noktadan
sonra, sadece bir ahlaki ilke (aydınlanma), vicdani ikilemleri
çözebilir.

Eğer vicdani ikilemler sadece düşünce yoluyla


çözülebilseydi, insanlar asla onları çözebilcek kadar “olgun”
olamazlardı.

Vicdanlılık, saf vicdanı veya eleştirinin saflığını elde etmiş


olsa bile, hala yalnızca dindarlıktır; dini olan, vicdanlıdır. Ancak
kişi, vicdanı ikilemlere sadece ahlaki ilkelerle son verebileceğini
düşündüğü, “kitlelerin egoist nefretinden kaçınma” sırasında
olduğu gibi, “düzgün” bir vicdani ikilemlerden yoksun kaldığı
zaman, geriye sadece vicdanı kalır.

Vicdanlı egoizmde, vicdan yerine egoizme vurgu yapmak


için eksik olan ve egoizmi galip olarak gösterecek olan tek şey,
vicdanda bir eksiklik bulunmasıdır. Dolayısıyla, egoizmin
düşünceyle ya da vicdanın eksikliğiyle kazanması önemli
değildir.

67 Stirner’in
Eleştirmenleri

Düşünce belki de bu sayede “red mi edilir?“ Hayır, sadece


kutsallığı, bir amaç ve çağrı olarak reddedilir. Bir araç olarak,
bu araçla kazanan herkese kalmıştır. Düşüncenin amacı, her
şeyin başındaki düşünürün, nihayetinde doğru olan noktayı
bulması ya da düşüncenin ötesine geçip bu konuya bir son
vermesiyle vicdanı ikilemleri yok etmektir. Ama eğer
“düşüncenin emeği” kutsanırsa, ya da aynı kişi onu “insani”
olarak adlandırırsa, insanoğluna bir iman emri vermekten ziyade,
onlara bir çağrı yapar ve bu da onları vicdanın yokluğundan
uzaklaştıracağına, düşüncenin gerçek ya da egoist anlamını öne
sürmelerini zorlaştırır. İnsanlar, onlara “iyi hissetme” vaadinde
bulunmak gibi, vicdani ikilemlere ve tartışmalara sürüklenebilir;
zayıf düşünürler, düşünceleri kendilerini yanıltmasın diye var
olan bir düşünce ile kendilerini rahat hissetmekten daha fazlasını
yapamazlar, yani sadece inananlar olabilirler. Vicdani ikilemlere
ışık yakmak yerine, ahlaki ilkeler kazanırlar, çünkü iyi
olmalarının düşünceyle mümkün olduğunu düşünürler. (Dipnot:
Zamanımızın dini kargaşasının sebebi de bu ahlaki ilkeciliğin
aceleci ifadesinde saklıdır).

Ancak, düşünceyle yaratılmış olan ahlaki ilkelerin, şimdi


var olduğu ve kesinlikle düşünce yoluyla ortadan
kaldırılabileceğine şüphe yok. Fakat bu düşünce, bu eleştiri,
yalnızca egoist düşünce, egoist eleştiri, yani egoizm ya da kişisel
çıkarlar açık bir şekilde itiraf edildiğinde, egoizm ahlaki ilkelere
karşı savunulduğunda, egoist düşünce var olduğunda gerçekleşir.
Hıristiyan, sosyalist, hümanist, insani, özgür düşünceli, manevi,
vb. bakış açısından (yani bir Hıristiyan, bir sosyalist, vs.) değil,
egoist bakış açısından eleştiri benimsenmelidir. Fakat aksine
biricik, kişisel çıkarınız, Hess ve Szeliga’nın da daha sonra
egoist bakış açısıyla görmeye çalıştığı kutsal, insani dünyaya
tam olarak ayak bastığında, egoistleri binlerce yıl boyunca
kırbaç tahtasına bağladı. Yıllarca egoizm, düşünce ve inanç
aleminden yağan her “kutsal” şey için feda edildi. Egoist bir
dünyada değil, en küçük mülküne kadar tamamen kutsal olan bir
dünyada yaşarız.
Stirner’in Eleştirmenleri
68

Gerçekten de, her bir şahsın vicdani ikilemlerden kendi


bildiği yollarla kurtulması beklenebilir, ama bu ikilemlerden
kritik yankılarla kurtulmak aslında halen tarihin görevidir. Ama
bu tam olarak Stirner'in reddettiği şeydir. Stirner “tarihin bu
görevi”ne karşı, vicdani ikilemler tarihinin ve onlarla ilgili
yansımaların sona erdiğini savunur. Vicdani ikilemlerin işlerini
kısa tutan bu dağıtma, bozma görevi değil, kaprisçiliktir. Onları
yok etmede düşünce kuvveti değil, vicdandan yoksunluğun
kuvveti devreye giriyor gibi görünmektedir. Düşünmek, sadece
vicdan yoksunluğunu güçlendirmeye ve korumaya hizmet
edebilir. “Özgür Düşünce”nin başlangıç noktası, kutsal ahlaki
ilkelere karşı, vicdansız egoist isyandır; özgür düşünce vicdanın
eksikliğinden başlar. Özgürce düşünen hiç kimse, en kutsal
ahlaki ilkeler üzerinde hiçbir vicdani ikilem oluşturmaz: vicdani
eksiklik, ruhun ve özgür düşüncenin egoist değeridir. Bu
düşüncenin değeri düşünürde değil, egoist olarak kendi gücünü,
düşüncenin gücünü, kutsal çarpıklıkların üstüne yerleştiren ve
beni ve sizi hiç zayıflatmamış olan egoistte yatmaktadır.

Stirner'in bu eksiklikleri tanımlamak için, “pislik, sıçrama,


coşkun haykırış” gibi ifadeler kullanır (s. 197) ve “düşüncesiz
coşkunun büyük önemi, uzun bir gece düşünme ve inanmayla
farkedilemez” der. Bu her şeyden önce, kutsal şeylerin her bir
eleştirisinin gizli, egoist temelini, hatta düşünce gücü (saf bir
virtüözlük) vasıtasıyla yürüttüğü en kör ve en saplantılı olan
egoist eleştirilerin kolay biçimini ifade eder. Vicdanı olmayan bir
kişinin düşünceyi, kendi biricik bakış açısına göre bir vicdan
eleştirisi olarak nasıl kullanabileceğini göstermeye çalıştı.
Stirner, “dünyanın kurtuluşu”nu düşünürlerin ve vicdan
sahiplerinin eline bırakmadı.
Coşku ve sevinç, az çaba ile üstesinden gelinemeyen, yığın
halindeki derin vicdani ikilemler göz önünde bulundurulunca
biraz saçma bir tepki olur. Tabii ki, tarihte biriken ve düşünürler
tarafından sürekli olarak yenisi eklenen vicdani ikilemler yığını,
sadece sevinçle ortadan kaldırılamaz. Düşüncelerinin tam bir
tatmin görmemesi onların olayla asıl ilgisi olduğu için,
düşünenler eğer düşünceleri kabul görmezse tatmin olamazlar.
69 Stirner’in Eleştirmenleri

Düşünce, inançlı bir bakış açısından inançla bastırılması


gerektiği gibi, coşku yoluyla bastırılmamalıdır. Her ne gerçek bir
ilgi ve bu nedenle sizin ilginizse, onun bastırılmasına izin
veremezsiniz. Düşünmeye ihtiyaç duyduğunuz için, kendinizi
vicdani ikilemleri coşkuyla yok etmekte sınırlayamazsınız;
ayrıca onları düşünerek uzaklaştırmanız gerekir. Ama Stirner'in
egoist düşüncesi bu niyetle ortaya çıkmıştır ve o vicdansız
egoizmini, düşüncenin çıkarlarıyla ilişkilendirmek için — çok
sallantılı olsa da — ilk defa bir çaba gösterdi, hatta kitabının
insanlara görgüsüz coşkunun, eleştirel bir coşku ya da bir egoist
eleştiri haline gelmek için, hala bir potansiyele sahip olduğunu
göstermesi gerekiyordu.

Kişisel çıkar, egoizmin temelini oluşturur. Ancak kişisel


çıkar, sadece bir isim, içerikten yoksun bir kavram, tıpkı biricik
gibi herhangi bir kavramsal gelişmeden tamamen yoksun değil
mi? Muhalifler kendi çıkarlarını ve egoizmi bir “ilke” olarak
görür. Bu onların kendi çıkarlarını mutlak olarak algılamalarını
gerektirir. Düşünce bir ilke olabilir, ama önce mutlak düşünce
olarak, sonsuz bir mantıkla gelişmelidir; Benlik, eğer bir ilke
olacak olursa, mutlak benlik olarak, üzerine inşa edilmiş bir
sistemin temelini oluşturmalıdır. Dolayısıyla, bir kişi kendi
çıkarını bile mutlak yapabilir ve ondan “insan menfaati” olarak
bir kişisel çıkar felsefesi çıkartabilir; evet, ahlak aslında insan
çıkarlarının sistemidir.

Sebep tek ve aynıdır: tüm akıl ve hatalara rağmen mantıklı


olan mantıklı kalır; “Özel mantık” evrensel ve ebedi mantığa
karşı bir söz hakkına sahip değildir. Mantığa itaat etmelisiniz,
etmek zorundasınız. Düşünce tek ve aynıdır: aslında düşünülen
şey mantıksal bir gerçektir ve milyonlarca insanın karşıt
manyasına rağmen hala değişmeyen bir hakikattir; insanın bakış
açısı olan “özel” düşünce, sonsuz düşünce karşısında sessiz
kalmalıdır. Gerçeğe itaat etmelisiniz, etmek zorundasınız. Her
insan mantıklıdır, her insan düşünceden dolayı yalnızca insandır
(filozof şöyle der: Düşünmek insanı canavarlardan ayırır).
Dolayısıyla kişisel çıkar, aynı zamanda evrensel bir şeydir ve her
insan, “kendiyle ilgilenen bir insan”dır. “İnsan menfaatleri”yle
“özel çıkar”a karşı çıkmada bulunan sonsuz çıkar, ahlak ve
kutsalın “ilkesi” olarak gelişir. Sosyalizm ve diğer şeylerin yanı
Stirner’in Eleştirmenleri
70

sıra, çıkarlarınızı sonsuz çıkar yasasına boyun eğdirir. Devlet


çıkarları, kilise çıkarları, insan menfaatleri, “herkesin“ çıkarları
gibi birden çok biçimde, kısaca, gerçek çıkar olarak görünür.

Şimdi, “bu çıkarın içinde Stirner'in kendi menfaati var


mıdır? Ya da tersine, “ilginç olmayana” karşı, biricik ilginizi
“mutlak çıkarlara“ çekmez mi? Ve sizin kişisel çıkarınız olan, bir
“prensip,” bir mantıklı düşünce midir? Biricik gibi bu,
düşünceler aleminin içinde bir deyimdir; ama sizin içinizdeyken
kendiniz gibi biriciktir.

İnsan hakkında daha fazla bir şey söylemek gerekir.


Göründüğü gibi, Stirner’in kitabı insana karşı yazılmıştır.
“Egoist” kelimesi için en sert yargıları çizer ve en inatçı
önyargıları uyandırır. Evet, kitap aslında insana karşı yazılmıştır
fakat yine de Stirner konuyu tersine çevirip ve insanlık dışı
canavara karşı yazdığını söyleseydi, o kadar insanı
gücendirmeden aynı hedefin peşinden gidebilirdi. Ama sonra biri
onu ters yönde, yani duygusal yolla yanlış anlar ve onu “hakiki
insanoğlu” için sesini yükseltenler listesine koyarsa, kusurlu
kendisi olurdu. Ama Stirner der ki: insan, insanlık dışı bir
canavardır; birine karşı söylenen, diğerine karşı da söylenmiş
olur.

Eğer bir konsept bir öze sahip değilse, bu konsepte tam


olarak uyan hiçbir şey bulunamayacaktır. İnsanoğlu konseptinde
özden yoksun olursanız, bu durum ‘insan‘ ifadesiyle
anlatılamayacak bir şey, yani her durumda bireysel bir insan
olduğunuzu hemen ortaya koyacaktır. Birisi sizin tamamen
insandan başka bir şey olmanızı beklemiyorsa bile, yine de
kendinizi bireyselliğinizden uzaklaştıramazsınız ve tam da bu
bireysellikten dolayı, insanlık dışı bir canavar, yani gerçekten
insani olmayan ve aslında insanlık dışı bir canavar olan bir insan
olursunuz. İnsan konseptinin gerçekliği sadece insanlık dışı
canavarın içindedir.
İnsan konseptiyle ölçülen her gerçek insanın, insanlık dışı
bir canavar olduğu gerçeği, tüm insanların “günahkâr” olduğu
iddiasıyla (günahın bilinci) din tarafından dile getirilmiştir;
bugün bir egoiste günahkar denir.

71 Stirner’in Eleştirmenleri

Ve bu yargının sonucunda ne karar verildi? Günahkarı


kurtarmak, egoizmi aşmak, gerçek insanı bulmak ve hayata
geçirmek. Birey, yani biricik, konseptler uğruna reddedildi;
insanlık dışı canavar, insan uğruna reddedildi ve insanlık dışı
canavarın, insanın tek olası gerçekliği olduğu kabul edilmedi.
İnsanın kesinlikle insani bir gerçekliği kabul edilmek istendi.
Ama bazı saçmalıklar ortaya atıldı. İnsan, insanlık dışı
canavarın içinde gerçek ve hakikidir; insanlık dışı her canavar
bir insandır. Ama siz yalnızca insanoğlunun gerçekliği olarak,
sadece insanlık dışı canavar, insan konseptiyle kıyaslandığında
insanlık dışı bir canavarsınız.

Siz insanlık dışı bir canavarsınız ve bu yüzden tamamen


insan, gerçek ve tam bir insansınız. Ama sizler tam bir insan
olmanın ötesinde, bir bireysiniz, biricik bir insansınız. İnsan ve
insanlık dışı canavar, bu dinî dünyadan gelen karşıtlıklar, ilahi ve
şeytani, dolayısıyla kutsal ve mutlak anlamlarını sizin içinizde,
yani biriciğin içerisinde yitirir.

Azizlerimizin insanoğlunun insanı tanıması gerektiğini her


zaman acıyla vaaz etseler de, insan ancak tümüyle insanlık dışı
bir canavar olarak kabul edildiğinde, tam olarak tanınabilir. Bu
şekilde kabul edilirse, tüm dinsel ya da “insani” haksız talepler
sona erer ve iyinin, hiyerarşinin hâkimiyeti sona erer, çünkü
biricik, tamamen genel bir insan (Feuerbach'ın erdemli “genel
adamı”2 değil) aynı zamanda tam olan insandır.

Stirner insana karşı yazarken, aynı zamanda insanın


karşısındaki insanlık dışı canavara karşı da yazar; ama insanlık
dışı bir canavar olan insana ya da insan olan insanlık dışı bir
canavara karşı yazmaz; yani, zaten insanlık dışı canavar olan ve
bu yüzden kendi başına eksiksiz olan, tamamen genel olan,
biricik için yazar.

2. Bu, Stirner'in yaptığı ayrımın altını çizmek için “Mensch”i adam olarak
çevirmeyi seçtiğim tek örnektir. Stirner, Feuerbach’ın idealist “genel
adam” konseptinin aksine, aslında her insan için “genel” olanın biricik
olduğunu vurgulamaktadır.

Stirner’in Eleştirmenleri 72

Sadece dindar insanlar, kutsal sosyalistler, vs. sadece her


türlü “aziz” insanın insanda tanınmasını ve takdir edilmesinin
önüne geçer. Her zaman ortak egoist ilişkiyi kısıtladıkları ve onu
sınırlamaya çalıştıkları için, saf insan ilişkilerini felce uğratırlar.
Kutsal bir ilişki tanıtırlar ve mümkün olan yerlerde onu
Kutsalların Kutsalı yapmak isterler.

Aslında, Szeliga da egoist ve egoizmin ne olduğu hakkında


çeşitli şeyler söyler, ama konuyu zengin kız ve dedikoducu eş
örneğiyle tüketmiştir. O, egoisti dehşet dolu bir işe sahip olan,
“armutun pişip ağzına düşeceğini uman”, “umut adına hiçbir
şeyi korumayan” bir adam olarak tasvir eder. Bununla rahatça
yaşamak isteyen bir adamı tarif eder. Bunun yerine, egoisti bir
uykucu olarak tanımlasaydı, her şey daha net ve daha basit
olurdu.

Tıpkı Szeliga'nın, egoistin yalnızca mutlak bir şekilde


ölçülebileceğine işaret ettiği gibi, “gerçek ümitlerle” ölçtüğü
sürece genellikle uygun sözcüklerin ustası olan Feuerbach, aynı
şeyi daha da kararlı bir şekilde tekrar eder, bencil insanın
(egoist) “bayağı olan için daha yüksek olanı feda ettiğini” ve
bencil olmayan insanın “bayağı bir şeyi daha yüksek bir şey için
feda ettiğini” söyler. Peki “daha yüksek ve daha bayağı” nedir?
Bu size yöneltilmiş, ölçütü size bağlı bir şey değil midir? Eğer
sizin için bir şey tam da şu anda değerliyse — çünkü siz sadece
şu anda sizsiniz, sadece şu anda gerçeksiniz; “evrensel” olarak,
her an “bir başkası” olursunuz — eğer sizin için şu anda başka
bir şeyden daha “yüksek” olarak sayılırsa, bunu diğerlerine feda
etmezsiniz. Daha doğrusu her an, sadece o andaki “bayağı” ya
da sizin için daha az önemli olan şeyi feda edersiniz.
Dolayısıyla, eğer Feuerbach’ın “daha yüksek şeyi” anlamlı
olması gerekiyorsa, o andan itibaren, sizden ayrı ve özgür olan
daha yüksek bir şey olmalı; mutlak daha yüksek bir şey
olmalıdır. Mutlak yüksek bir şeyin, sizin için daha yüksek bir şey
olup olmadığı sorulmaz; daha ziyade size rağmen daha yüksek
bir şeydir. Sadece bu şekilde bir kişi daha yüksek bir şeyin “feda
edildiğinden” ve daha yüksek bir keyifden söz edebilir.

73 Stirner’in Eleştirmenleri

Feuerbach'da, böyle “daha yüksek bir şeyi”, fahişeye kıyasla


sevgili ya da sevgiliye kıyasla fahişe olarak tanımlar; birincisi
daha yüksek, ikinci bayağıdır. Sizin için belki de hayat kadını
daha yüksek bir zevktir, çünkü bu, o anda arzuladığınız tek
zevktir. Bu, sadece “sevgili” ve iradeyle zevk alan Feuerbach
gibi büyük asil kalpler için anlamı şudur: onların saf kalplerinin
ölçüsü, yani sevdikleri daha yüksek bir şey olmalıdır! Bir
fahişeye değil sadece bir sevgiliye bağlı olan “tam ve eksiksiz
özünü tatmin eder”. Ve bu tam ve eksiksiz öz neyden oluşur? Şu
anın özünde, sizin şu anki özünüzden, hatta sizin içerdiğiniz
özden bile değil, “insan özünden” oluşur. İnsan özünde, sevgili
en yüksek olandır. Yani Feuerbach'a göre egoist kimdir?
“Yüksek olana“, mutlak yüksek olana (yani karşıt ilginize
rağmen daha yüksek olana) karşı, ilgi çekmeyene karşı günah
işleyendir; böylece, egoist günahkârdır. Aynı şey, eğer ifadeleri
üzerinde daha fazla güce sahip olsaydı Szeliga’nın egoisti için de
geçerli olurdu.

Hess, en açık şekilde, egoistin günahkâr olduğunu söyleyen


kişidir. Bunun yanında Hess, tam ve açık bir şekilde Stirner’in
kitabının nereye varmak istediğini kesinlikle anlamadığını da
itiraf eder. Stirner, egoistin günahkâr olduğunu ve bilinçli
egoizmin (Hess'ın ifade ettiği bilinç) günahın bilinci olduğunu
inkâr etmez mi? Eğer bir Avrupalı bir timsahı öldürürse,
timsahlara karşı bir egoist gibi davranır, ama bunu yaparken
hiçbir vicdani ikilem yaşamaz ve “günah” ile suçlanmaz.
Avrupalı yerine timsahın kutsal olduğunu düşünen eski bir
Mısırlı, onu kendini savunurken öldürmüş olsa dahi, kendini bir
egoist olarak savunmuş olurdu, ama aynı zamanda bir günah da
işlemiş olurdu; onun egoizmi günahtır, yani egoist, günahkârdır.
Böylece, egoistin mutlaka “daha yüksek”, “kutsal” olan
karşısında bir günahkâr olduğu açıktır; eğer egoizmini kutsallığa
karşı savunuyorsa, bu bir günahtır. Öte yandan bu, sadece
“kutsal” kriterler tarafından ölçüldüğü sürece bir günahtır ve
kendiyle birlikte “günahın bilincini” sürükleyen tek egoist, aynı
zamanda

Stirner’in Eleştirmenleri
74

kutsallığın bilincine sahip olan kişidir. Bir timsahı öldüren bir


Avrupalı, bunu yaparken egoizminin farkındadır, yani bilinçli bir
egoist olarak davranır; ama egoizminin günah olduğunu
düşünmez ve Mısır'ın günah anlayışına sadece güler.
“Kutsal”a karşı, egoist daima bir günahkardır; "kutsal"a
karşı, o bir suçludan başka bir şey olamaz. Kutsal timsah insan
egoistini insan günahkarı olarak damgalar. Egoist, günahkârlığı
ve günahı, yalnızca kutsal olanı kutsallıktan çıkarırsa kendinden
koparabilir; tıpkı Avrupalıların timsahı günah işlemeden
öldürmesi, çünkü sayın Majesteleri Timsah‘ın, onlar için kutsal
olmaması gibi.

Hess şöyle der: “Bugünün ticari dünyası, egoizmin bilinçli


ve temel, aracılı formudur.” Hayırseverlikle dolu bu günümüz
dünyası, ilke olarak sosyalizmle tamamen örtüşen (bkz.
Gesellschaftsspiegel [Toplumun Aynası] ya da Westphälischen
Dampfboot [Batılı İstimbot]3), sosyalist ilkelerin “Pazar
düşünceleri” ve tüm iyi vatandaşların ya da burjuvaların idealleri
ile tamamen aynı olan, bu büyük çoğunluğun kendi
avantajlarından vazgeçebildiği bir dünyadır. Kutsal şeyler ve
kardeşlik, hayırseverlik, hak, adalet, varoluş ve başkaları için
iyilik gibi idealler, sadece bir kişiden diğerine geçmez, korkunç
ve yıkıcı bir ciddiyet arz eder. Gerçek insanlığı özümseyen
sosyalistler, komünistler ve her türden hayırseverler aracılığıyla
gerçek kurtuluşu bulma umuduyla dolu bir dünyadır. Bu dünya
sosyalist çabalar, “tüccar ruhu”ndan başka bir şey değildir ve
tüm doğru düşünen insanlar tarafından iyi karşılanır. Bu
dünyanın prensibi “tüm insanların refahı”, “insanlığın refahı” ve
sadece bu refahın hayalleridir, çünkü bu refahı nasıl üreteceğini
ve gözde fikrinin bu kadar sosyalist bir şekilde
gerçekleştirileceğine nasıl güvendiğini henüz bilinmez. Egoizme
şiddetli bir şekilde karşı gelen bu dünyayı, Hess “egoist” bir
dünya olarak vahşileştirir.

3. Zamanın iki sosyalist/sol demokratik yayını. Moses Hess bunların ilkini


yayınladı.

Stirner’in Eleştirmenleri
75

Ve yine de haklıdır. Dünya şeytana karşı ajitasyon yaptığı için


şeytan her an tetikte bekler. Sadece Hess kutsal sosyalizmi bu
egoist, günahkar dünya ile beraber saymalıydı.

Hess, serbest rekabeti, soygunlu cinayet biçimini ve aynı


zamanda karşılıklı insan yabancılaşmasının (yani, egoizm) tam
bilincini ele alır. Burada yine egoizmin suçlu olması gerekir. O
zaman neden rekabete karar verirler? Çünkü herkes için karlıdır.
Ve sosyalistler neden şimdi onu ortadan kaldırmak istiyor?
Umulduğu gibi fayda sağlamadığı için, çoğunluk bundan zarar
ettiği için. Çünkü herkes kendi konumunu iyileştirmek ister ve
rekabetin ortadan kaldırılması bu amaca hizmet edebilir görünür.

Egoizm rekabetin “temel ilkesi” midir, yoksa tam tersine,


egoistlerin bu konuda yanlış hesaplamaları mı söz konusudur?
Tam olarak da egoizmlerini tatmin etmediği için rekabeti
bırakmaları gerekmez mi?

İnsanlar rekabeti oratya attılar, çünkü herkes için refahı


gördüler; üzerinde anlaştılar ve onunla deneyler yaptılar. Bu şey,
bu tecrit ve ayrılık, birliğin, anlaşmanın, paylaşılan inançların bir
ürünüdür ve sadece insanları izole etmemiştir, aynı zamanda
onları birbirine bağlamıştır. Bu yasal bir durumdu, ama bu yasa
ortak bir bağlantıydı, sosyal bir federasyondu. Rekabette,
insanlar belki de bir av üzerindeki avcıların, av için ve farklı
amaçlar için orman boyunca dağılmasını ve “izole bir şekilde”
avlanmalarını mantıklı bulabilirler. Ama hangisinin daha faydalı
olduğu tartışmaya açıktır. Ve bu noktada, yeterince kesin bir
şekilde ortaya çıkar ki — ve bu arada, sosyalistler bunu ilk
keşfedenler bile değildir — rekabette, herkes kendi karını,
istenen “özel avantajını”, değerini, gerçek ilgisini bulamaz.
Fakat bu sadece egoist veya bencil hesaplamalar yoluyla ortaya
çıkar.

76 Stirner’in
Eleştirmenleri

Fakat bu arada, bazıları kendi egoizm tasvirlerini


hazırladılar ve bunu basitçe “tecrit” olarak dile getirdiler.
Egoizmin izolasyonla ne gibi bir ilgisi olabirlir ki? İnsanlardan
kaçınca bir egoist olur muyum? Kendimi izole edebilirim ya da
yalnızlaşabilirim, ama bu nedenle insanlar arasında kalan ve
onlarla temastan hoşlanan diğer insanlardan bir saç teli kadar
bile daha fazla egoist olmam. Eğer kendimi izole ediyorsam,
bunun sebebi artık toplumda zevk almamam, ama bunun yerine
insanlar arasında kalıyorsam, bunun sebebi hala bana çok şey
sunmalarıdır. Kalan, kendini izole edenden daha az egoist
değildir.

Elbette, rekabette herkes yalnız kalır; ancak rekabet ortadan


kalktıysa ve insanlar işbirliğinin izolasyondan daha faydalı
olduğunu gördüyse, herkesin hala bir egoist olması ve kendi
avantajını elde etmesi gerekmez mi? Bazıları kişinin
başkalarının iyiliği için işbirliği talep ettiğini söylecektir. Ama
bir başkasının uğruna işbirliği aranmaz, çünkü başkaları artık
kimsenin uğruna yaşamaya izin verecek kadar aptal olmak
istemez.

Fakat “egoist sadece kendini düşünen biri!” — Bu,


başkalarıyla birlikte olmaktan, yani başkalarının düşüncesinden,
sayısız zevkten yoksun olan tüm sevinçleri bilmeyen ve ondan
hoşlanamayan biri ve böylece fakir bir tür olurdu. Fakat neden
bu yalnız, ıssız kişi daha zengin türlere kıyasla daha egoist
olsun? Elbette uzun bir süre boyunca, yoksulluğu bir rezalet, bir
suç olarak ele almaya alıştık ve kutsal sosyalistler, fakirlerin bir
suçlu gibi muamele gördüğünü açıkça kanıtladılar. Ancak kutsal
sosyalistler, burjuvazinin kendi fakirlerine yaptıkları gibi, bu
şekilde onların gözüyle fakir olanları tedavi ederler.

Ancak, belirli bir çıkara göre daha fakir olan kişi, neden bu
çıkara sahip olandan daha egoist olarak adlandırılmalı?
Stirner’in Eleştirmenleri 77

İstiridye köpekten; bir Faslı, bir Alman'dan; yoksul, taciz


edilmiş, Yahudi bir çöpçü, hevesli sosyalistlerden; bir şey
hissetmediği sanat eserlerini yok eden vandal, aynı eserleri
büyük bir sevgi ve özenle tedavi eden, çünkü onlar için bir hissi
ve ilgisi olan sanatseverden daha mı egoisttir? Ve şimdi, eğer
birisi — böyle bir kişinin var olup olmadığı konusunu açık
bırakırsak — insanları nasıl ele alacağını bilemediği için,
insanoğlunda “insani” bir çıkar bulamazsa, egoizm
düşmanlarının tarif ettiği gibi bir egoist modeli olmaktan ziyade,
bu çıkar bağlamında daha fakir bir egoist olmaz mı? İnsanı
seven biri, bu sevgiyle, kimseyi sevmeyenlerden daha zengindir.
Fakat egoizmle egoizm olmayan arasında hiçbir ayrım yoktur,
çünkü her ikisi de sadece kendi çıkarlarını sürdürür.

Ama herkesin insanoğluna ilgisi olmalı, herkes insanlara


sevgi duymalı!

Ama bu sevgi emri ve bu “-meli,-malı” ekinin nerelere


kadar uzandığını görmeliyiz. İki bin yıldır bu emir insanların
kalbini yönlendirdi ve bugün hala sosyalistler, proleterlerin
eskilerin kölelerinden daha az sevgiyle yaşadığından şikayet
eder. Ama yine aynı sosyalistler bu sevgi emri lehine de seslerini
yükseltmekten kaçınmazlar.

İnsanların sizinle ilgilenmesini istiyorsanız, ilgilerini


içlerinden söküp çıkarın ve kutsal insanlığı kutsal bir elbise gibi
tutan ve dilenciler gibi ağlayan kutsal varlıklara ilgisiz kalmayın:
“İnsanlığımıza saygı gösterin, bu kutsaldır!”

Egoizm, Stirner'ın kullandığı gibi, aşka ve düşünceye karşı


değildir; sevginin tatlı yaşamının, adanma ve fedakarlığın
düşmanı; samimi sıcaklığın düşmanı, aynı zamanda eleştirinin,
sosyalizmin düşmanı, kısacası herhangi bir gerçek çıkarın da
düşmanı değildir. Herhangi bir çıkarı dışlamaz. Sadece
ilgisizliğe ve çıkarsızlığa karşıdır; aşka karşı değildir, ama kutsal
sevgiye karşıdır, düşünceye karşı değildir, fakat kutsal
düşünceye karşıdır, sosyalistlere karşı değildir, fakat kutsal
sosyalistlere karşıdır, vs.
78 Stirner’in
Eleştirmenleri

Bazılarının tecrit, ayrılık, yalnızlık olarak aktarmak istediği


egoistin “münhasırlığı”, tam tersine ilgisizliğin dışlanmasıyla
ilginç olana tam olarak katılımdır.

Kimse “Benim İlişkilerim” kitabının en büyük bölümündeki


küresel ilişki ve egoistlerle olan ilişki kısmı için Stirner'i takdir
etmez.

*****

Özellikle bahsettiğimiz üç rakiple ilgili olarak, yazılarının


tüm çarpık pasajlarını işlemek sıkıcı bir iş olacaktır. Aynı
şekilde, Feuerbach'ın felsefesini, saf eleştirisini ve sosyalizmini,
temsil ettiği veya temsil etmek istedikleri ilkeleri daha yakından
incelemeye şu anda nerdeyse hiç niyetim yok. Bunların her biri,
kendi başına bir değerlendrimeyi hak eder, bunun için başka bir
fırsat da bulunabilir. Bu nedenle, sadece birkaç hususu ekliyoruz.

SZELİGA
Szeliga, sanki Stirner bu konu hakkında (ör. Biricik'in 469.
sayfasında) hiç konuşmamış gibi şu şekilde başlar: “Saf eleştiri
şunu gösterir ki, vb.”. İlk iki sayfada Szeliga, kendisini “eleştiren
kişi olarak, gözlemlenen nesne ile karşılıklı oturan, akıldan
çıkmış zihin olarak tanınmış, savaşmak istediği özün en
derinliklerine giren vb.” bir eleştirmen olarak tanımlar. Szeliga
gösterdiğimiz gibi, Stirner'in kitabının en derinliklerine
girmemiştir ve bu yüzden onu burada saf eleştirmen olarak değil,
eleştiri yazan kitlenin bir parçası olarak değerlendirmek isteriz.
Szeliga'nın eleştirisini yapıp yapamayacağını, eleştirinin aynı
etkiyi bırakıp bırakmadığına bakacağız, ve örneğin, bu “eleştiri,
biriciğin yaşamını takip edecektir” demek yerine, “Szeliga şunu
takip edecek, vb.” diyeceğiz.
Stirner’in Eleştirmenleri
79

Szeliga, düşüncelerinden birini “maymun” kelimesiyle


tamamen kavramsal bir şekilde ifade ettiğinde, saf eleştirinin
farklı bir sözcükle benzer bir düşünceyi ifade ettiğini
söyleyebiliriz; ama kelimeler Szeliga ya da eleştiri için önemsiz
değildir ve biri Szeliga'nın “maymununu” farklı bir şekilde
nüanslı olabilecek düşüncelerine empoze etmeye çalıştıysa,
eleştirmek yanlıştır: maymun sadece Szeliga için düşüncenin
gerçek ifadesidir.

Sayfa 24'ten sayfa 32'ye kadar, Szeliga açıkça saf eleştirinin


nedenini ele almaktadır. Ama saf eleştiri için, bu davayı şiirsel
olarak ele alma tavrı çok tuhaf olmaz mıydı?

Ona ilham vermiş veya “yükselmiş” olması gerektiğini


iddia eden Eleştirel İlham Perisi‘ni ve onun ilhamına dair
övgüyle söylediği herşeyi, hatta “kendini mükemmelleştirmek
için Stirner‘in yeni eylemi biriciktir“ eleştirisini bile kabul
etmeyiz (yani Szeliga, Feuerbach ve Hess “biricik” olanın
Stirner olduğunu iddia eder).

Örneğin, yazısının 6. sayfasında yer alan ilk paragraf ile


[Benim Kendi Hazzım’daki] Biricik'in 468’ten 478’e kadar olan
sayfalarını karşılaştırarak, Szeliga'nın, biriciğin hayatına nasıl
ayak uydurabildiğini görebilirsiniz. Szeliga, Stirner’in
“düşüncesizliği”4 düşünme cesaretine karşı, bir tür korkaklığa
karşı çıkar gibi, diretir. Ama neden “savaşmak istediği özün en
derinliklerine girmez”; neden bu düşüncesizliğin düşünmenin
cesareti ile değerlendirilip değerlendirilemeyeceğini
sorgulamaz? Tam olarak “ eleştiren kişiyi olarak, gözlemlenen
nesne ile karşılıklı oturmalıydı”. Ancak kim düşüncesizlik kadar
aşağılık bir nesneyle oturmaktan hoşlanırdı ki? Sadece adını
anmak bile, tükürmeyi istemeye neden olur.
4. Veya Stirner'in doğu felsefesine aşina olduğuna dair daha fazla ipucu
veren “akılsızlık”. Ancak buradaki bağlamda “düşüncesizlik” daha iyidir.

80 Stirner’in
Eleştirmenleri

Stirner, saf eleştiriden şöyle bahseder: “Düşünce bakış


açısına göre, sizin düşüncenizden daha yüksek bir kuvvet yoktur
ve bu ejderhanın, her bir düşünce kurtçuğunu ne kadar kolay ve
eğlenceli bir şekilde yuttuğunu görmek bir zevktir.” 5 Szeliga
Stirner'i bir eleştirmen varsaydığı için, “biriciği (maymun gibi)
Ejderha'yı eleştiren bir şey olarak düşünür ve onu başta özgürlük
ve fedakarlık olmak üzere düşünce solucanlarını yok etmeye
çalıştığını” düşünür. Ama Stirner nasıl bir eleştiri yapar?
Muhtemelen saf eleştiri değil, çünkü bu, Szeliga'nın kendi
sözlerine göre, “kendimizi genel olarak insan özgürlüğü fikrine
doğru eğitmek” için, “gerçek” özgürlük adına “özel” özgürlüğe
karşı savaşır. Stirner'in egoist ve hiç de “saf” olmayan
eleştirisinin, “bu, sabit bir fikir olmayan, çünkü (çok sivri bir
sebep) devlette ya da toplumda ya da bir inançta ya da başka bir
özellikte sabitlenemeyen, fakat her insanda, tüm öz
bilinçliliğinin içinde tanınan ve herkesin kendi özgürlüğünü
ölçmesine olanak sağlayan, ancak aynı zamanda kişiyi de
kendisine göre ölçen”, “bencil olmayan, gerçek, insan özgürlüğü
fikri” ile ne ilgisi vardır? (Kendisini geçerli gören ve içine dahil
olduğu her insanı kitleye göre ölçen özgürlük kavramı. Tıpkı
Tanrı'nın kendini geçerli sayması ve insanları tövbekar
olmayanlar ve seçilmişler olarak ikiye ayırıp onları kitlelere göre
ölçmesi gibi.)

Öte yandan, “biricik, ejderhayı — eleştiriyi— düşünce, hak


ve hukukun başka bir kurtçuğuna karşı serbest bıraktı.” Fakat
yine de, bu saf eleştiri değildir, kendi kendini ilgilendiren
eleştiridir. Eğer Stirner saf eleştiri yapmış olsaydı, o zaman
Szeliga'nın ifade ettiği gibi “şiddete dayalı haklar ve egoizmden
vazgeçilmesi talebinde bulunurdu”; böylece, “şiddete dayalı”
mücadeleye karşı “gerçek, insan” haklı bir önderlik yapmak ve
insanları doğru haklara bağlı kalmaları gerektiğine ikna etmek
zorunda kalırdı. Stirner asla saf eleştiriyi kullanmaz, hiçbir
zaman bu ejderhayı öne sürmez, buna ihtiyaç duymaz ve hiçbir
zaman sonuçlarına “eleştirinin ilerletici saflığı” ile ulaşmaz.
5. Burada “Kurtçuk”, özgül bir ejderha türü olan arkaik anlamda
kullanılıyor… Orijinalinde Stirner “Drachen” ve “Würm” kelimelerini
kullanıyor. Çevirilerimde karşılık gelen terimleri kullandım.

Stirner’in Eleştirmenleri
81

Aksi takdirde, Szeliga gibi düşünmek zorundadır: “Aşk, zirveye


çıkmaya çalışan yeni bir yaratım olmalıdır.” Stirner, “gerçek
özgürlük, egoizmin bastırılması, yeni sevginin yaratılması” gibi
konuları önemsemez, bu noktada Szeligacı ihtişamına sahip
değildir.

Söylediğimiz gibi, Szeliga'nın neredeyse her cümleye


saldırmak zorunda kalacağı eleştiride, Stirner'e karşı yürütülen
pasajları geçeceğiz. “İşten kaçınma, tembellik, boşta kalma özü,
yolsuzluk” bu pasajlarda özellikle hoş bir rol oynar; ama sonra
insanın “insan” konseptinden yaratması gereken “insanoğlu
bilimi”ni de konuşur ve sayfa 32'de şöyle der: “İnsanın
keşfedilmesi artık bir kategori değildir, çünkü insan kendisi
dışında özel bir şey değildir.” Eğer Szeliga, biriciğin tamamen
boş bir terim ya da kategori olduğunu ve bu yüzden artık bir
kategori olmadığına karar vermiş olsaydı, biriciği “onun için
hâlâ isimsiz olanın adı” olarak kabul etmiş olabilirdi. Ama
korkarım ki, “artık bir kategori olmadığını” söylerken bunun ne
ifade ettiğini bilmiyor.

Son olarak, “biriciğin eleştiriye fırsat tanıdığı yeni bir


kendini kusursuzlaştırma eylemi”, “biriciğin tamamladığı
dünyanın, kendi içinde ve kendi aracılığıyla onu tamamen inkâr
etmesi” ve “eleştirinin, sadece bu eski tükenmiş, parçalanmış,
bozulmuş dünyaya veda edebileceği” fikirlerinden oluşur. Ne
kadar da kibar bir kendini mükemmelleştirme!
82 Stirner’in
Eleştirmenleri

Feuerbach
Stirner'in, Feuerbach’ın Hıristiyanlığın Özü‘nü okuduğu ve
anladığı, bu kitabın yalnızca burada belirtemeyeceğimiz keskin
bir eleştirisi ile gösterilebilir. Bu nedenle, kendimizi birkaç
noktayla sınırlayacağız.

Feuerbach, Stirner'in bakış açısıyla şöyle konuştuğuna


inanıyor: “Bu, Feuerbach'ın dindarlığı, kısıtlılığı, hala bir
nesneyle güçsüzleştirildiği, hala bir şey istediği anlamına gelen
bir işarettir. Hala egoizmin mutlak idealizmine yükselmemiştir.”
Fakat acaba Feuerbach, Biricik’in aşağıdaki pasajlarına hiç
bakmış mı? Sevgi emrinin anlamı “şöyle bir şey olacaktır: Her
insanın kendisinden daha fazla olan bir şeye sahip olması
gerekir.” (S. 381). Bu kutsal aşkın ‘bir şey‘i, hayalettir. “Her kim
kutsal (dinsel, ahlaki, insani) aşkla dolu ise sadece sarhoş olmayı
sever” (s. 383). Biraz sonra, 383-395 sayfalarında, örneğin:
“Aşk, benim hislerime değil, nesneye yabancılaşmaya… mutlak
sevilesi nesneye, vs.” sahip olmaktır. “Aşkım sadece bencil ve
egoist bir ilgimden meydana gelirse, aşkımın nesnesi aslında
benim nesnem veya mülkümdür.” “Ben… eskiye bağlı kalmayı
ve benim nesnemi, bu yüzden benim “bir şeyimi” seviyorum”.

Stirner'in “Davamı hiçbir şeye dayandırmadım.” dediği


yerde, Feuerbach bunu belirli bir “Hiçbir Şey” haline getirir ve
bundan dolayı egoistin dindar bir ateist olduğu sonucuna varır.
Ancak Hiçbir Şey, Tanrı'nın bir tanımı değildir. Burada
Feuerbach, Szeliga'nın (“Nordeutsche Blätter” in 33. sayfasında)
mücadele ettiği bir kelime ile Feuerbachçı tarzda oyun oynar.
Dahası Feuerbach, Hıristiyanlığın Özü, sayfa 31'de şöyle der:
“Tek gerçek ateist, ilahi özün özniteliklerini, aşk, akıl, adaleti
reddedendir, sadece bunların öznesini reddeden değil.” Özellikle
de Hiçbir Şey onun için ‘hiçbir şey’in anlamını taşımadığında
Stirner bu şartları sağlamaz mı?

Stirner’in Eleştirmenleri
83

Feuerbach şöyle sorar: “Feuerbach (ilahi) niteliklerin


varlığını sürdürmesine nasıl izin verir?” Ve cevaplar: “Bu şekilde
değil, Tanrı'nın nitelikleri olarak değil, hayır, doğa ve insanlığın
nitelikleri olarak, doğal, insan özellikleri olarak. Bu özellikler
Tanrı'dan insana aktarıldığında, ilahi karakterlerini hemen
kaybederler.” Stirner buna karşı cevap verir: Feuerbach, bu
özniteliklerin idealler olarak, bireysel insanda “kusurlu” olan,
fakat “bir insan yığını içerisinde” kusursuz olabilen temel
saptamalar olarak, “kusursuz insanın temelinin
mükemmelleştirilmesi” olarak, yani bir birey için ideal olan
olarak var olmasına izin verir. Onları Tanrı'nın özneleriyle
özdeşleştirmediği sürece, Tanrı onlar “Tanrı’dan insana
aktarılan” insan niteliklerdir demedikçe ilahi öznitelikler olarak
var olmalarına izin vermez. Şimdi Stirner saldırısını tam olarak
insana karşı yönledirir ve Feuerbach, “insan” ile birlikte geri
döner ve yalnızca niteliklerin “insani” hale getirilmesi ya da
insana taşınması halinde, hemen tamamen “bayağı ve genel”
hale geleceklerini ifade eder. İnsan nitelikleri, ilahi niteliklerden
daha genel ve bayağı değildir ve Feuerbach, tanımladığı şekilde
gerçek bir ateist olmaktan çok uzaktır ve zaten bir ateist olmak
da istemez.

“Temel yanılsama,” der Feuerbach, “Tanrı'nın öznesidir”.


Ama Stirner, temel yanılsamanın “temel mükemmeliyet” fikri
olduğunu ve bu temel önyargıyı tüm gücüyle destekleyen
Feuerbach'ın bu nedenle tam olarak gerçek bir Hıristiyan
olduğunu göstermiştir.

“Feuerbach şunu gösterir ki,” diye devam ediyor, “ilahi ilahi


değildir, Tanrı Tanrı değildir, sadece kendini seven, kendini
onaylayan ve kendisini en yüksek dereceye kadar takdir eden
insan özüdür.” Ama bu “insan özü” kimdir? Stirner, bu insan
özünün tamamen insan olarak adlandırılan hayaletin, yani sizin,
84 Stirner’in
Eleştirmenleri

biricik özün, bu insan özünün sanrısını6 “doğrulamaya”


bağlayarak Feuerbachçı konuşmaya yönlendirildiğini
göstermiştir. Stirner’in ortaya attığı çatışma noktası, bu yüzden
tekrar tamamen ortadan kaldırılır.

“Feuerbach'ın yazısının çekirdeği ve teması” diye devam eder,


“benliğin temel ve temel olmayanın ayrıştırılmasına
indirgenmesidir — insanın, yani tüm insanlığın yeniden
konumlandırılması, bütün insanın tepeden tırnağa
tanımlanmasıdır. Sonunda bireyin ilahiliği, dinin harap edilmiş
bir sırrı olarak duyurulmadı mı?” “Modern zamanların,
kişiliklerin, bireyselliklerin, sloganların, anlamsız birer ifade
oldukları tek yazı tam olarak Hristiyanlığın Özü’dür.” Ama
“bütün insan”, “bireysel kişilik ve bireyselliğin” ne olduğu
şurada anlatılır: “Feuerbach için birey, mutlak, yani gerçek
özdür. Ama bu münhasır kişinin kim olduğunu neden söylemez?
Çünkü, bu durumda, ne istediğini bilemezdi — inkar ettiği o
bakış açısıyla beraber, dini bakış açısına geri dönecekti. Yani
“bütün insan”, “belirli bir insan”, genel, suçlu, kendini arayan
insan değildir. Tabii ki, Feuerbach, bu özel kişiyi “mutlak öz”
olarak tanımlasaydı, reddettiği dini bakış açısına girerdi. Fakat
bu, bu birey hakkında bir şey söylediği için değil, onu dini
(“mutlak öz”) bir şey olarak tanımladığı ya da daha ziyade onun
dini niteliklerini kullandığı için ve ikinci olarak “bir bireyi tüm
diğer bireyler tarafından kutsal ve dokunulmaz” ilan ettiği için
olurdu. Böylece, yukarıda sözü edilen sözlerle Stirner'e karşı
hiçbir şey söylenemez. Stirner, “kutsal ve dokunulmaz bir birey”
veya “Tanrı olan ya da Tanrı olabilen özel bir birey”den
bahsetmediği için, “bireyler”in “komünist” olduğunu inkâr
etmesi gerekmez. Aslında, Stirner “bireysel” ve “özel kişi”
kelimelerinin geçerliliğini doğrular, çünkü “biricik” ifadesine
sindiklerini düşünür. Fakat bunu yaparken, “Benim Gücüm” adlı
kitabının 275. sayfasında özel olarak tanımladığı şeyi yapar:
“Sonunda, kullanmak istediğim ifade tarzının yarısını geri
çekmem gerekiyor, sadece…”
6. Buradaki Almanca kelime, “Sparren”dir, kelimenin tam anlamı
“kiriş”tir, fakat şu ifadelerle kullanılmıştır: “zu haben einen Sparren”. Yani
kafayı yemiş olmak, keçileri kaçırmak anlamına gelir. Stirner bu ifadeyi
Der Einzige'de kullanmıştır ... ve burada da açıkça ona değinmektedir.

Stirner’in Eleştirmenleri
85

Daha sonra, Stirner'in “Ben bir insandan daha fazlasıyım”


ifadesine karşı Feuerbach şu soruyu gündeme getirir: “Siz aynı
zamanda bir erkekten de mi daha fazlasınız?”, kişinin gerçekten
de eril konumunun tamamını yazması gerekir. Şöyle devam eder:
“Özünüz ya da — egoist öz kelimesini kullandığı halde küçük
gördüğü için — ” [Stirner eklemesi:] Stirner belki de,
Feuerbach'ta olduğu gibi, sadece onu sahip olduğu ikilikten
temizler. Aslında benden ve sizden söz ederken, bizim
özümüzden söz ederken, sanki tam anlamıyla bir özden, yani
insan özünden bahsediyormuş gibi görünmektedir. Aklınızda
sizin — öz, siz, sizin özünüz olan — olmanız yerine insanla
“özünüz” olarak ilgilenir ve sizin yerine aklınızdaki insanı
düşünür. Stirner öz sözcüğünü, örneğin, sayfa 56'da şöyle
kullanır: “Siz, kendiniz, özünüzle, bana göre değerlisiniz, çünkü
özünüzden daha yüksek bir şey ve sizden daha evrensel olan
yoktur. Özünüz sizin gibi biricik, çünkü özünüz sizsiniz.” —
[Stirner eklemesinin sonu] “benliğiniz erkeksi değil mi? Akıl
denen şeyden erkekliği kesebilir misin? Beyniniz, vücudunuzun
en kutsal ve yükseltilmiş organı, kesinlikle erkeksi değil mi?
Duygularınız, düşünceleriniz erkekliğe sığmıyor mu? Sen sadece
erkek bir hayvan, bir köpek, bir maymun, bir aygır mısın? Senin
sonuç olarak karşılaştırılamaz ve cinsiyetsiz olan benliğin,
biriciğin, eski Hıristiyan doğaüstü düşüncesinin sindirilmemiş
kalıntısından başka nedir?”

Eğer Stirner şunu demiş olsaydı: Sen, yaşayan bir özden ya


da hayvandan daha fazlasısın, bu demek olurdu ki, sen hala bir
hayvansın, ama hayvanlık, senin olduğun şeyi kapsamaz. Aynı
şekilde der ki:
“Siz bir insandan daha fazlasısınız, bu yüzden siz aynı
zamanda bir insansınız; siz bir erkekten daha fazlasısınız, ama
aynı zamanda bir erkeksiniz; fakat insanlık ve erkeklik sizi tam
anlamıyla ifade etmez ve bu nedenle, size “gerçek insanlık” ya
da “gerçek erkeklik” olarak gösterilen her şeye karşı kayıtsız
kalabilirsiniz.

86 Stirner’in
Eleştirmenleri

Fakat her zaman bu iddialı görevlerle kendinize işkence


edebilirsiniz. Bugün hala, kutsal insanlar onlarla sizi yolmayı
amaçlarlar.” Feuerbach kesinlikle bir erkek hayvan değil, o
zaman insan bir erkekten başka bir şey değil mi? Hıristiyanlığın
Özü’nü bir erkek olarak mı yazmıştı ve bu kitabı yazan bir erkek
olmaktan başka bir şey istemedi mi? Bunun yerine, bunun için
gerekli olan bu biricik Feuerbach değil midir ve örneğin bir
başka Feuerbach, hatta yine bir erkek olan Friedrich, bu kitabı
yazmış olabilir miydi? O bu, biricik Feuerbach olduğundan, aynı
zamanda, bir insan, bir erkek, bir yaşama özü, bir Franken vb.
Ama tüm bu nitelikler, onun biricikliği ile var olduğu için, o tüm
bu niteliklerden daha fazlasıdır. O biricik bir erkek, biricik bir
insan, vb.; gerçekten de, kıyaslanamaz bir erkek, kıyaslanamaz
bir insandır.

Öyleyse Feuerbach, “sonuç olarak cinsiyetsiz benliğinden”


ne istiyor? Feuerbach bir erkekten daha fazlası olduğundan,
sonuç olarak cinsiyetsiz midir? Feuerbach'ın en kutsal, en
yüksek organı kuşkusuz, tamamen erkeksidir ve diğer şeylerin
yanı sıra Kafkas, Alman, vs.'dir. Ama bütün bunlar sadece, bu
organ ayrı, biricik bir şey olduğu için; bütün dünya buna benzer
mutlak organlarla dolu olsa bile, dünyaya herhangi bir yerde
ikinci bir kez gelmeyecek olan bir beyin olduğu için doğrudur.

Ve bu biricik Feuerbach’ın, “eski Hıristiyan doğaüstü


düşüncesinin sindirilmemiş kalıntısı” mı olması gerekir?

Bundan da anlaşılacağı gibi, Stirner, Feuerbach’ın dediği


gibi “benliğini hassas, erkeksi özünden ayrıştırmaya” çalışmaz.
Eğer Feuerbach biriciği, cinsiyetten yoksun olduğunu söylemesi
gibi, yanlış ve eksik olduğu yönünde yaftalamasaydı,
[Wigand’ın] Çeyreklik Değerlendirmesi’nin 200. sayfasında
yazmış olduğu bütün çürütme çökerdi.

“Türler, bir düzenlemeyi, bir kapasiteyi, genel olarak insan


doğası için bir saptama gerçekleştirmeyi ifade etmektir.” Daha
ziyade, türler böyle bir düzenlemeyle farkedilmiştir; bu
düzenlemede yaptığınız şey, kendi kendinizi farketmektir.
Stirner’in Eleştirmenleri
87
Eliniz türleri oluşturma amacıyla ayırt edilmiştir, aksi halde
bir el değil, belki de bir pençe olarak görülürdü. Ama ellerinizi
eğittiğinizde, onları türlerin amaçları için
mükemmelleştirmiyorsunuz, zaten gerçek ve mükemmel olan
türlerin farkına varmıyorsunuz, —çünkü eliniz, türün ya da “el”
türü kavramının ne anlama geldiğidir, ve böylece mükemmel bir
eldir — ama onlardan neyi, nasıl istediğinizi gösterir ve
istediklerinizi yapabilmenizi sağlarsınız; iradenizi şekillendirir
ve onlara güç verirsiniz; türünüze ait eli, kendi biricik, özel
eliniz yaparsınız.

“İyi insanla ne uyumlu olan; kötü, aşağılık, insanla


çelişendir. Evlilik gibi ahlaki ilişkiler, bu nedenle, sadece kendi
iyilikleri için kutsal değildir, çünkü evlilikler, insanlar arasındaki
ilişkilerdir, ve böylece, insan özünün kendinden hoşnut olmaları,
kendini beğenmeleridir.” Ya bir kimse, bu ahlaki ilişkilerin ona
uygun olmadığını düşünen insanlık dışı bir canavar olsaydı?
Feuerbach, insan için, “gerçek duygusal, bireysel insan özü” için
uygun olduğunu ve böylece ona da uyması gerektiğini
gösterecektir. Bu gösteri, binlerce yıldan beri o kadar kapsamlı
ve pratik bir biçimde yapılır ki, hapishaneleri “insanlık dışı
canavarlarla”, yani “insan özü”ne uyup kendine uyum
sağlayamayan insanlarla doldurur.

Tabii ki, Feuerbach materyalist değildir (Stirner öyle


olduğunu asla söylemez, fakat sadece materyalizminden
idealizmin mülkiyeti kılığında konuşur); materyalist değildir,
çünkü gerçek insandan bahsettiğini düşünmesine rağmen, onun
hakkında hiçbir şey söylemez. Ama aynı zamanda idealist de
değildir, çünkü sürekli insan özünden, bir fikirden bahsediyor
olsa da, “şehvetli insan özü” hakkında konuştuğunu ortaya
koyar. Ne bir materyalist ne de idealist olduğunu iddia eder.”
Bunu kabul ederim. Ama aynı zamanda nasıl olmak istediğini ve
kendini nasıl yansıtmaya çalıştığını da söyleyeceğim: o “genel
bir adam, bir komünist”tir. Kendisini böyle görür, örneğin sayfa
413.
88 Stirner’in
Eleştirmenleri

Stirner’in, insan özünün Feuerbach’ın ya da Stirner’in ya da


başka herhangi bir insanın özü olmadığını, bunun yalnızca kağıt
evi oluşturan kartlar olduğunu iddia eder; Feuerbach bu konunun
devamlı çevresinde dolaşsa da, aslında onu hiç anlamaz. Onun
tür kategorileri ve bireysellik, benlik ve siz, insan ve insan özü
kategorilerine tam olarak, kayıtsızlık ile yapışır.

Hess
Hess, “Son Filozoflar” adlı kitapçığında “kendinin arka
planındaki Alman felsefesinin tarihsel gelişimi”ni de anlatır,
ancak kendinden önce “Feuerbach, Bruno Bauer ve Stirner gibi
filozofların gelişiminin, yaşamdan kopmuş” olduğunu bilir.
Aslında yaşamdan tam olarak ayrılmadıklarının, öyle olsaydı bu
filozofların gelişiminin “mantıksızlığa dönüşmesi” gerektiğinin
de farkındadır. Fakat yaşamdan uzaklaşan gelişme, “mantıksız”
bir gelişme değil midir ve aynı şekilde “mantıksız” olmayan bir
gelişme “yaşamdan kopmamış bir gelişme midir?” Fakat, hayır,
onun bir mantığı vardır, çünkü filozof kelimesinin altında
yaşamın hiçbir şeyini anlayamayan bir kişi olduğunu hayal eden
büyük kitlelerin hissini daha da derinleştirir.

Hess şu şekilde başlar: “Astronomun anladığı şeyin güneş


sistemi olduğunu ileri sürmek hiç kimsenin aklına gelmez. Fakat
doğa ve tarihin altını çizen bireysel insanın, son Alman
filozoflarımıza göre bir tür olduğu varsayılır.” Ama eğer bu hiç
kimse tarafından düşünülmezse nasıl olur? Kim bireysel insanın
tür olmasının sebebinin doğayı ve tarihi “anlayabilmesi”
olduğunu söyleyebilir? Bunu Hess’ten başka kimse söylemedi.
Yine de o, Stirner'den bir referans olarak bahsetmektedir: “Birey
tüm doğası gereği, aynı zamanda tüm türlerdir.” Ancak Stirner,
bireyin tüm türler olabilmesi için ilk olarak anlaması gerektiğini
söyler mi? Bunun yerine, bir birey olarak Hess, aslında “insan”
türünün tamamıdır ve Stirner’in ifadesi için canlı kanlı bedeniyle
bir kaynak olarak hizmet edebilir. Hess tam olarak insan
olmasaydı, insan olmanın en küçük özelliğini bile taşımasaydı ne
olurdu? Bir insan dışında herhangi bir şey olabilirdi, — bir
melek, bir canavar ya da
Stirner’in Eleştirmenleri
89

bir insanın yansıması olabilirdi. Sadece her yönüyle mükemmel


bir insan ise, ancak bir insan olabilir. İnsan, Hess'ten daha
mükemmel olamaz. Hess, mükemmel insan, ya da en üstün
insanı, en mükemmel insandır. Her şey, insana ait olan her şey
Hess'tedir. Hess'te insanı insan yapan şeyin en küçük kırıntısı
bile Hess’te eksik değildir. Tabii ki, bu durum her kaz, her köpek
veya her at için benzerdir.

Yani, Hess'ten daha mükemmel bir insan yok mu? Bir insan
olarak — yok. Bir insan olarak Hess, her insan kadar nettir ve
insan türü Hess'ın içermediği hiçbir şey içermez; Hess tüm insan
özelliklerini bünyesinde taşır.

İşte başka bir gerçek, Hess'ın sadece bir insan değil,


tamamen biricik bir insan olmasıdır. Bununla birlikte, bu
biriciklik insana asla fayda sağlamamaktadır, çünkü insan asla
olduğundan daha mükemmel olamaz. — Bu konuda daha fazla
ileri gitmek istemiyoruz çünkü yukarıda söylenenler Hess'in
Stirner'i sadece “anlayışlı bir güneş sistemi” örneğiyle, ne kadar
çarpıcı bir şekilde “mantıksız” ve suçlu bulduğunu göstermek
için yeterlidir. Hess, daha net bir şekilde, kitapçığının 11.
sayfasında, Stirner'in “mantıksızlığı”nı ortaya koyar ve
memnuniyetle bağırır: “Bu yeni bir tür bilgeliğin mantığı!”

Hess’ın Hıristiyanlık’ın gelişmesine ilişkin söyledikleri,


sosyalist tarihî sezgiler olarak burada önemli değildir; Feuerbach
ve Bruno Bauer için yaptığı karakterizasyonlar tamamen
“felsefeyi bir kenara bırakmış” birinin ürünüdür.

Sosyalizmin “felsefenin farkedilmesi ve reddedilmesini


ciddiye aldığını ve sadece bunu değil, aynı zamanda felsefeyi
sosyal yaşamda reddetmek ve farkedebilmek için bir çıraklık
aşaması olduğunu” söyler. Sosyalizmin sadece felsefeyi değil,
aynı zamanda din ve Hristiyanlığı da açığa çıkarmayı istediğini
ekleyebilirdi. Hess gibi hayatı, özellikle de hayatın sefaletini
bilen biri için bundan daha kolay bir şey yoktur.

90 Stirner’in
Eleştirmenleri

The Wandering Jew'daki üretici Hardy, sefalete düştüğü


zaman, özellikle de tüm öğretileri aynı duyduğu zaman — ama
tamamen "insani" rahip Gabriel tarafından söylenen “insani” bir
melodi formunda — Cizvitlerin tüm öğretilerine tamamen açık
olur. Gabriel’in öğretileri Rodin’inkilerden daha tehlikelidir.

Hess, Stirner'in kitabından, sayfa 341'den bir alıntı yapar ve


Stirner'in “egoizmin bilincinin olmaması dışında pratikte var
olan egoizm”e karşı hiçbir şey yapmadığını söyler. Fakat Stirner,
Hess'in onun söylemeye çalıştığı şey olduğuna inandığı
“Günümüz egoistlerinin bütün hataları, kendi egoizmlerinin
bilincinde olmadıkları için oluşur.” ifadesini kullanmamıştır.
Stirner, sözü edilen pasajda şöyle der: “Eğer sadece bunun
bilinci sadece var olsaydı.” Neyin bilinci? Egoizmin değil, bir
şeyleri kaçırmadan kapma olayının günah olmadığı gerçeğinin
bilincinden. Ve Stirner'ın sözlerini o yöne çektikten sonra Hess,
kitapçığının ikinci yarısını “bilinçli egoizm”e karşı mücadeleye
adar. Stirner, Hess'ın aktardığı pasajın ortasında şöyle der:
“Sadece insan sadece şunu bilmeli ki, kapma yöntemi rezil bir
şey değildir, bazı egoistlerin birlikte kabul ettikleri açık
eylemleri ortaya koyar.” Hess bunu ihmal eder, çünkü Marx'ın
daha önce tüccarlar ve evrensel haklar hakkında
söylediklerinden, (örneğin, Deutsch-Französischen
Jahrbüchern'de) fikir birliğine sahip olan egoistleri daha fazla
anlayamaz. Hess bunu sürekli tekrarlar, ama selefinin keskin
becerilerine sahip değildir. — Stirner’in “bilinçli egoisti”
yalnızca günahın bilincine değil, aynı zamanda hukukun
bilincine veya evrensel insan haklarına da bağlı değildir.

Hess, Stirner'la işini şu şekilde bitirir: “Hayır, siz erken


gelişmiş bir çocuksunuz. Ben zevk almak için yaratmıyorum
veya sevmiyorum, sevgimden dolayı seviyorum, bir yaratıcının
arzusundan, hayati bir ilgiden, doğal bir arzudan dolayı
yararıyorum. Eğer keyif almak için seversem, ne seviyorum, ne
de zevk alıyorum, vb.” Ama Stirner bu tür önemsizliklere hiçbir
zaman meydan okumuş mudur ki? Hess, Stirner’e “erken
gelişmiş bir çocuk” diyebilmek için ona “mantıksızlıklar”
atfetmez mi? Başka bir deyişle, “erken gelişmiş çocuk” Hess'in
geldiği nihai karardır ve bunu sonuç bölümünde tekrar eder. Bu
şekilde bir son kararla “Alman felsefesinin tarihsel gelişimini
arka plana” atmayı başarır.
Stirner’in Eleştirmenleri
91

14. sayfada, Hess “türlerin bireylere, ailelere, kabilelere,


insanlara, ırklara bölünmesini” sağlar. Bu parçalanma, “bu
yabancılaşma, türün varlığının ilk şeklidir. Var olmak için, türün
kendini bireyselleştirmesi gerekir. ”Bu nedenle Hess, türlerin“
yapması gereken ”her şeyi bilir. “Türün var oluş şekli, türün
yabancılaşması, türün bireyselleşmesi”, bütün bunları arkasında
bıraktığı felsefeden alır ve onu üst üste, sevdiği “cinayetle
soygun” unvanını taşır. Örneğin, “Feuerbach” dan ve aynı
zamanda felsefe olan her şeyde “cinayetler” den “öfkelenir”.
Stirner'den tam olarak, “türlerin yabancılaşması” nın “anlamsız”
olduğunu öğrenmiş olabilirdi, ama elbette arkasından getirdiği
felsefeden değil de Stirner'e karşı silahları nereden alabilirdi?
sosyalist “cinayetle soygun” -?

Hess kitabının ikinci bölümünü, “Stirner’in idealinin,


devleti kendisine alan burjuva toplumu olduğu” keşfiyle kapatır.
Hegel, egoizmin yuvasının burjuva toplumu olduğunu gösterir.
Hegelci felsefesini arkasına almış olan kişi, arkasındaki bu
felsefeden de bilir ki, egoizmi “destekleyen” kimsenin ideali,
burjuva toplumundadır. Daha sonra burjuva toplumu hakkında
kapsamlı konuşma fırsatı bulduğunda; özveri için aile nasıl bir
alansa, egoizm için burjuvalığın da aynı şekilde bir alan olduğu
görülecektir. Burjuva toplumu anlayışı, ticaret yaşamı, kutsal
biçimlerde — günümüzde her zaman olduğu gibi —
egoistlerdeki gibi bir formda — şimdi sadece birkaç gizli kapaklı
faaliyette olduğu gibi — azizlerin peşinden sürüklenebilen bir
yaşamdır. Burjuva toplumu asla Stirner’in kalbilde yatan değildir
ve Stirner devletin ve ailenin içine girmesi için onu genişletmeyi
asla düşünmez. Hess, Stirner hakkında böyle bir şeyden şüphe
edebilirdi, çünkü Hess Stirner’e Hegelci kategorilerle ulaştı.

Özverili Hess, fakir Berlinlilerin, bilgeliğini Ren'den, yani


Hess ve sosyalistlerden ve aynı zamanda Fransa'dan aldığını
tekrar ederek kendini özel, kazançlı ve avantajlı bir ifadeyle
alıştırır. Ama maalesef aptallıktan dolayı güzel şeyler harap olur.
Yani, örneğin, diyor ki: “Son zamanlarda, aramızdaki
somutlaşmış bireyden bahsedildi; gerçek insandan ve bu fikrin
92 Stirner’in Eleştirmenleri

farkedilmesinden, bu yüzden bu konudaki haberlerin Berlin'e


ulaşması ve bazı felsefi zihinleri mutluluktan uzaklaştırması bizi
şaşırtmayacaktır. Ama felsefi zihinler, bu şeyi felsefî olarak
anladılar.” — Bize göre neyin haklı bir üne sahip olduğunu
yaymak için bundan çok bahsetmeliydik; “Son zamanlarda”
olmasa da, Rhenish Gazette‘i de eklemek gerekirse, gerçek insan
ve benzer konular, özellikle Rhenish muhabirleri tarafından, çok
fazla konuşuldu.

Bundan hemen sonra, Hess “gerçek, yaşayan, filozoflarca


kavranabilir insanın” ne anlama geldiğini söylemek ister. Hess,
onu kavranabilir hale getirmek istediğinden, gerçek insanın bir
konsept olduğunu, yani gerçek bir insan olmadığını ortaya sürer.
Aksine, Hess'in kendisi gerçek bir insandır, fakat gerçek insan
hakkında söylediklerini rahat bırakmak isteriz, çünkü Ren‘de,
söyledikleri (“aramızdaki”) hakkında yeterince konuşulur.

Stirner şöyle der: “Eğer kutsal olanı tüketirseniz, onu


mülkünüz haline getirirsiniz! Ev sahibini sindirirseniz, ondan
kurtulursunuz!” Hess şöyle yanıtlar: “Sanki kutsal mülkümüzü
uzun süre boyunca tüketmemişiz gibi!” Tabii ki, mülkümüzü
kutsal bir şey olarak, kutsal bir mülk olarak tükettik; ama onun
kutsallığını tüketmedik. Stirner der ki: “Eğer kutsal olanı
tüketirseniz (Hess bu ifadeyi hassasiyetle alıntılamaz ve “kutsal
olan” yerine Stirner'e “kutsal mülk” dedirtir.), onu mülkiyete”,
yani fırlatıp atılabilen bir şeye (örneğin kir) “çevirirsiniz…”.
Hess Stirner’in “Mantık ve sevgi genellikle gerçeklikten uzakta
ortaya çıkar.” dediğini söyler. Ama Stirner burada benim
mantığımdan, benim sevgimden bahsetmez mi? Onlar sadece
benim içimde gerçekliğe dahillerdir ve onların benim içimde
gerçeklikleri vardır.

Stirner Hess’e göre, “Özümüzü içten dışa geliştiremeyiz”


der. Tabii ki, kendi özünüzü geliştirebilirsiniz, ama “özümüz”,
“insan özü”, kitabın ilk kısmında ilgilenilen tamamen başka bir
şey. Her neyse, Hess özünüzle özümüz arasında bir ayrım
yapmaz ve bunu yaparken Feuerbach'ı takip eder.
Stirner’in Eleştirmenleri
93

Stirner, yalnızca sosyalizmin başlangıcını ve hatta bunları


yalnızca kulaktan dolma bilmekle suçlanır, aksi takdirde,
örneğin, siyasi terör komünizminin çoktan bir süredir egoizmin
(intérêt personnel7) ve hümanizmin (dévouement8) iki uç
noktasına bölünmüş olduğunu bilmek zorundaydı. Bu karşıtlık,
sosyalizm hakkında — Stirner sosyalizmi daha iyi gözlemlese de
— ondan daha fazla şey biliyor olabilecek Hess için önemlidir.
Stirner'a göre bu karşıtlık ikincildi ve sadece egoizm hakkındaki
düşüncesi Hess’inki kadar karmaşık olsaydı, ona anlamlı gelirdi.

Bu arada, Stirner’in “toplumun hiçbir şeyini bilmediği”,


tüm sosyalist ve komünistlerin üzerinde anlaştığı bir konudur ve
Hess'ın bunu kanıtlamaya ihtiyacı yoktur. Eğer Stirner bu
konuda bir şey biliyor olsaydı, Siz Majesteleri’ne karşı yazmaya
nasıl cüret edebilirdi, ve dahası, nasıl o kadar acımasız ve
ayrıntılı bir biçimde yazabilirdi!

Stirner'in kitabını okumamış olan herkes, Hess'in ne kadar


hassas bir şekilde yargıladığını ve aşağıdaki yargının ne kadar
haklı olduğunu göstermesi için çok az çaba gerektiğini derhal
kabul eder: “Stirner'in devlete muhalefeti, ne zaman insanlar
yoksulluğa düşüp ve açlık çekse devlete suçu atan liberal
burjuvaziyle tamamen aynı muhalefettir.”
Hess, Stirner'i şöyle kınıyor: “Ah biricik, ne kadar harika,
orijinal ve zekicesin! Fakat sadece gazetelerde olsa bile,
‘egoistlerle olan birliği’ni görmekten memnun olurdum. Bu şans
bana tanınmadığından, kendimi egoist birlikteliğinizin gerçek
konseptini tanımlamaya vereceğim.” Bu birliğin “konseptini”
tanımlamak ister ve aslında, onu karakterize eder; “Yaşamda şu
anda egoizm, vahşiliğin en kesin olmayan biçimini tanımlar”. Bu
birliğin “konsepti” onu ilgilendirdiğinden, bunu gazetede
görmek istediğini de açıklar. Bir konseptten başka bir şey
görmediği için, doğal olarak, biriciğin yaşamsal noktası olan bu
ilişki, onun için de bir kavram haline gelmek zorundaydı.
7. Orijinalde Fransızca, “kişisel ilgi alanı”.
8. Orijinalde Fransızca, “adanmışlık”.

94 Stirner’in Eleştirmenleri

Ama eğer Hess'ın kendi sözleri tekrarlanınca: “Son zamanlarda,


aramızdaki biricikten bahsedildi, ve onun haberleri Köln'e de
ulaştı; fakat Köln'deki felsefi zihin, bu şeyi felsefî olarak
anladı.”, herhangi bir konsept korunmuş mu?

Fakat daha da ileri giderek, “bugüne kadarki tüm tarihimiz


ve meyveleri — eski kölelik, ortaçağ köleliği ve modern, temel,
evrensel kölelik — hepimizin bildiği gibi egoist birliklerin tarihi
dışında var olmamıştır.” Burada Hess, Stirner'in “egoistlerin
birliği”nin yerine, “egoist birliği” koyuyor — çünkü bunu tam
olarak bu şekilde söylemesi gerekiyor! İkna etmek istediği
okuyucular — önsözünde ne tür insanları ikna etmek zorunda
olduğunu görüyoruz — yani Bruno Bauer'ınki gibi işleri,
“tepkiye teşvik”ten, yani son derece akıllı ve politik kafalardan
türeyen insanlar — bu okuyucular için elbette, şüphesiz “egoist
dernekler” şimdiye kadar varlığını sürdürüyordu. — Ama
katılanların çoğunun, en doğal ve bariz menfaatleriyle gözleri
boyanmış kişiler olduğu bir birlik, egoist midir? “Egoistler”, bir
kişinin diğerinin kölesi veya kulu olduğu bir birlik içinde
toplanır mı? Doğru, böyle bir toplumda egoistler vardır ve bu
anlamda, bu durum bazı yönlerden “egoist bir birlik” olarak
adlandırılabilir; fakat köleler bu toplumu egoizmden
kapmamışlardır. Onun yerine, egoist kalplerinde, Hess'ın
bahsettiği bu güzel “birliklere” karşıdırlar. — Bazılarının
ihtiyaçlarını başkalarının pahasına tatmin eden, örneğin,
bazılarının yalnızca başkalarına tükenene kadar işlerini
yaptırarak istirahat etme ihtiyacını tatmin ettiği; ya da
başkalarının canını sıkarak ya da belki de onları açlıktan ölmeye
bırakarak rahat hayatlar sürdürenlerin olduğu; ya da diğerlerinin
arzulamakla geçen bir hayatı sürdürecek kadar sersem
olmalarından ötürü yüksek standartlarda yaşayanların olduğu
toplumları, Hess egoist birlikler olarak adlandırır ve kendini
“eleştirel vicdanının gizli polisinden” kurtulmuş, tarafsız ve
polis emirlerine karşı olarak gördüğü için, Stirner'in ‘egoistlerin
birliği’ni bu oluşturduğu egoistler ligiyle tanımlar. Stirner
muhtemelen “egoist birliktelik” ifadesine de ihtiyaç duyar, ama
bu öncelikle “egoistlerin birliği” aracılığıyla ve doğru olarak
açıklanır, oysa Hess'ın bu isimle anlattığı şey daha çok bir dini
toplum, haklar, yasalar ve adalet formaliteleri ya da törenleri
aracılığıyla kutsal saygılar içinde tutulan bir topluluktur.
Stirner’in Eleştirmenleri 95

Hess, eğer kâğıt üzerinde değil, yaşamda egoist dernekleri


görmek isteseydi, bu gerçekten başka bir şey olurdu. Faust
haykırırken kendini böyle bir birliğin ortasında bulur: “İşte ben
insanım, burada insan olabilirim” — Goethe her şeyi siyah ve
beyaz olarak yazar. Hess, çok fazla tuttuğu gerçek hayatı
dikkatle gözlemlemiş olsaydı, bazıları hızla geçen, diğerleri uzun
süren yüzlerce egoist birlik görecekti. Belki de şu anda, bazı
çocuklar dostluk içinde, bir pencerenin hemen altında bir araya
geldi. Onlara bakarsa, eğlenceli bir egoist birliği görecektir.
Belki Hess'ın bir arkadaşı ya da sevgilisi vardır; sonra, bir kalbin
diğerini nasıl bulduğunu bilir; iki kalp birbirinden zevk almak
için ve hiç kimsenin “geride kalmadığı” bir şekilde egoist olarak
bir araya gelir. Belki sokakta birkaç iyi arkadaşla tanışır ve ona
şarap içerken onalra bir meyhanede eşlik etmesini isterler; Hess,
onlara bir iyilik olarak mı gider, yoksa zevk vaat ettiği için mi
onlarla “birlik” olur? “Fedakarlığı” için ona yürekten teşekkür
etmeleri mi gerekir, yoksa hep birlikte “egoist bir birlik”
oluşturduklarının farkındalar mı?

Emin olun ki, Hess bu önemsiz örneklere dikkat etmezdi, bu


örnekler, kutsal toplumdan ya da kutsal sosyalistlerin
“kardeşlikten gelen insan toplumu”ndan çok daha fiziki ve çok
farklıdır.

Hess, Stirner hakkında şunları söyler: “Sürekli eleştirel


vicdanının gizli polisi altında kalır.” Stirner onu eleştirdiği
zaman, sadece eleştirmek istediğini söyleyip, bir eleştiri
cümbüşüne girmek ve boş konuşmak istemiyorsa, burada ne
yapıyor? Hess sadece, Stirner ve Bruno Bauer arasında bir fark
bulamamakta ne kadar haklı olduğunu göstermek ister. Fakat,
kutsal sosyalistler ve “egoist tüccarlar” arasındakiler dışında
herhangi bir farkı nasıl bulacağını bilir miydi ki?
96 Stirner’in Eleştirmenleri

Ve bulabildiği bu fark bile dramadan farklı bir şey midir? Eleştiri


şüphe götürmediği sürece, Bruno Bauer ve Stirner arasında bir
fark bulmak zorunda mıydı ki zaten? Neden — diye sormak
istenilebilir — Hess bu, söylediklerinde büyük bir zorlukla
bulduğu mantıklarına, kendi kitapçığında olduğu gibi,
kendisininkiyle ilişkilendirmekten başka bir anlam
yükleyemeyen ve bu yüzden söyledikleri (önsözünde söylediği
gibi) “mantıksızlığa dönüşen” tuhaf kuşlarla ilgilenmek
zorundadır? Karşısındaki bu en insani hareketin, böylesine geniş
bir insani alanıysa eğer, neden?

*****

Bitirmek gerekirse, Feuerbach’ın Anti-Hegel Eleştirisi’nin


eleştirilerini hatırlatmak da bu noktada uygundur, sayfa 4. 9

9. Belki de bu uygun pasaj için bir referans: “Her zaman kafasında


rakibinden başka şeyler vardır. Fikirlerini özümseyemez ve sonuç olarak
onları anlayışıyla çözemez. Epicuryan atomları gibi kafa karışıklığıyla
uzay boşluğuna dağılırlar. Ve onun anlayışı, onları özel bir dış amaca
uygun bir şekilde bir araya getiren bir kazadır.”
Felsefi Gericiler
Kuno Fischer’in “Modern Sofistler”ine Bir Yanıt,
G. Edward (Max Stirner) tarafından

Stüdyosunda çalışan üretken bir ressam, eşi tarafından öğle


yemeğine çağrılmıştı. Cevap verdi: “Bir dakika bekleyin;
boyanacak sadece on iki tane doğal büyüklükte havari, bir Mesih
ve bir Madonna kaldı.” Felsefi gerici Kuno Fischer'ın yöntemi
budur. Bu ifadeyi seçtim, çünkü felsefenin çizim odasına
filozofik bir ifadeye ait bir frak 1 giymeden girmemek gerekir. —
O, felsefi cenneti, cennetlerin altındaki son cenneti fırlatıp atmak
zorunda kalan, zorlu titan'ın modern eleştiriye dair çalışmaları
üzerinde, geniş fırça darbeleriyle çalışır. Onalrı birbiri ardına
tasvir eder. Bunu görmek mutluluk vericidir. Strauss, Feuerbach,
Bruno Bauer, Stirner, Yunan sofistleri, Cizvitler, Romantizmin
sofistleri, hepsi aynı şablon kullanılarak tasvir edilmiştir.

Lichtfreunde2’miz ve Alman Katoliklerinin Cizvitler'in


peşinden gitmesi gibi, iyi adamımız sofistlerin peşine düşer.
Onlara karşı bir uyarı yazar; birini bir “sofist” olarak
tanımlarsınız, saygın bir filozofun onun önünde hemen bir haç
çıkardığını görürsünüz. Zaten Hegel, Yunanlı sofistlerden hala
bize ne kadar azının bırakıldığı, Plato’nun çalışmalarından elde
ettiğimiz tüm ihtişamıyla Yunan idealizmine ne kadar üstün
olduklarını gösterdiği gerçeğine dikkat çekmiştir.
1. Bu alaycı referansı kaçıranlar için: “beyaz kravat ve kuyruklar”
meselesini düşünün.
2. Almanya'da o dönemde egemen olan dogmatik evanjel versiyonun
aksine Hıristiyanlığın akılcı bir versiyonunu yaratmayı amaçlayan bir
Protestan grup. Tam anlamıyla “Işığın Dostları”.
98 Stirner’in Eleştirmenleri

Sonuç olarak Hegel de bir sofisttir. Şablonunuzu getirin, Bay


Kuno Fischer, Hegel'i “sofist” olarak adlandırmak istiyorum.
Ama görkemli sofist avcımızı duyalım: “Sofistlik, felsefenin
ayna imgesi — tersine çevrilmiş hakikati.” Böylece, tamamen
aynı gerçek, ama tam tersi durumda mı? Ah, pozisyon bizim için
önemli değil. Resme yukarıdan bakıp ona “sofist” diyoruz;
aşağıdan baktığımızda ise “tel est notre plaisir” 3 ona “filozof”
diyoruz.

“Kendini düşüncenin despotluğu, efendiliğine yerleştiren ve


bununla birlikte dünyanın nesnel güçlerine tel est mon plaisir’ini
gösteren sofistik özne, düşünen öznellik olamaz.” “Düşünce
efendisi, despot”; kimin düşüncesi? Benim düşüncem mi? Senin
düşüncen mi? Ya da kendi içindeki düşüncenin mi? Eğer
“sofistik özne” kendini benim düşüncemin ya da kendi
düşüncesinin efendisini yaparsa, bu hiçbir anlam ifade etmeyen
bir şey olsa da, muhtemelen artık daha güçlüdür ve bu yüzden
bunu yapmaya hakkı vardır; çünkü sadece düşünerek bir
düşünceyi yakalayabilir, ve bu kesinlikle onurlu, centilmen bir
silahtır. Ama eğer kendi düşüncesinin efendisi ise, bu özel bir
şey değildir. Eğer kendi düşüncenin efendisi değilsen, zaten bir
delisindir, fikirlerinin oyuncağı olmuşsundur. Ancak bu noktada
yavaş yavaş, dünyanın “nesnel güçleri”, yüce bir küme devreye
girer. Kimsiniz siz? Gotik bir kilisede ayakta durduğumda,
istesem de istemesem de burnumu maviye boyayan, “lekeli cam
pencerelerden gelen ışık” mısınız? Evet, şimdiki Tanrı'nın
nesnelliği ile dua dolu komşum bile, mavi burunlu bana gülmek
zorundadır. Yoksa düşen bir vücudun yıkıcı gücü, boşalmış
elektrik, buharlaşan malzemenin hızlı bir genişlemesi misiniz?

Yok hayır! Bütün bunlar değil. Filozofik gülümsemeleri


görüyorum. Akılsız doğa dünyanın nesnel bir gücü olmalı mı?
— ben onu “düşünmedikçe” “var olmayan”, “düşünce ürünü”
olan doğa. Hayır! Çünkü bugüne kadar doğa, bir filozofdan daha
kuvvetli olmuştur ve bu yüzden Fischer onu reddeder; ama onun
deyimleriyle altın baldırları çelenklerle süslenmiş olan Tanrı,
“dünyanın nesnel gücüdür.”
3. Orijinal belgede Fransızca. Kelimenin tam anlamıyla “bizim için zevk
olan”, başka bir deyişle “bizi memnun ettiği gibi”.
Stirner’in Eleştirmenleri 99

Geçmiş, kendine özgü düşünüşünün diyalektik sürecini ve


geleceği göstermediği için boş ve geçersizdir. — Onu çoktan
“tasarladı”. Böylece, ‘sofistik özne’ veya ‘düşüncenin despotu’,
‘düşünen öznellik’ olamaz”. “Düşünen öznellik!” Eğer hala
“düşünen özne” olarak adlandırılsaydı, o zaman şu cümlenin
basit mantıksızlığı gözler önüne serilirdi: “sofist özne,
düşüncenin efendisi olduğu için düşünen özneyle yanyana
değildir, aksine belki de düşünce ile var olur, çünkü o mutlak
Ruh’un gönülsüz organıdır — ya da daha başka nasıl bir tanım
denk gelirse.” Ancak, bu sefer de “düşünen öznellik”, çok başlı,
saçma bir suyılanı haline gelir.

“Kendisini düşüncesinden bağımsız olarak ayıran özne,


hiçbir şeyi düşünmeyen ama onu amaçlarına ulaşmak için makul
bir araç olarak gören ve yalnızca bu kategoriye göre doğal ve
ahlaki dünyayı anlayan özel bir şeydir.”

Kendimi düşüncelerimden ayırırım ya da ayırmam; benim


düşüncelerim o kadar çok şeyi yerine getiriyor ki, hiçbir duygu,
ben ve düşüncelerim arasında bir fark yaratamaz. — Ama
rakibimin beceriksiz dilini kullanıyorum — o zaman hiç
“düşünce”den bahsedebilir miyim? Bir “düşünce”, biten bir
şeydir, düşünülmüş bir şeydir ve kendimi her zaman, yaratıcının
kendini yaratıktan, babanın kendini oğlundan ayırması gibi,
böyle şeylerden ayırırım. Kendimi kesinlikle düşündüğüm veya
düşüneceğime inandığım düşüncelerimden ayırırım.
Düşündüklerim benim için sadece nesne, düşüneceklerim ise
daha yumurtlanmamış yumurtalardır. Bu nedenle, ben sadece
“belirli, rastgele bir özneyim.” Ama kendin “gerekli özne” gibi
gören biri, kendini böyle meşrulaştırır. Meşrulaştırmayı aydan
bile alabilir. Bir öznenin rastgele mi gerekli mi olduğu, “bir”
özne mi yoksa “o” özne mi olduğu, saçma bir sorudur. Eğer
zaten oradaysa gereklidir ve eğer kendini gerekli hale getirmişse
rastgeledir, çünkü orada olmasa hiçbir horoz ona ötmezdi. Bir
dünya fatihinın akla gelebilecek en büyük gerekliliği, zamanı
kontrol eden bir alim ya da bir devlet adamı, hala sadece bir
hayaldir. “Özel” çıkarlar için, “amaçlarına göre makul araçlar”
gibi, hepsi de zamanın tutkularını ve fikirlerini zafer arabalarına
bağlarlar.

100 Stirner’in
Eleştirmenleri

Onların “amacı” daha gerçek ya da sadece bir fikir olabilir; her


zaman kendi fikirleridir, sevdikleri, ve onların hala sadece
“rastgele, özel konular” olduklarını açıkça ayırt ettikleri, çelişkili
ve karakteri kırılmamış bir lanete çarptıkları bir fikirdir. “Doğal
ve ahlaki dünyayla ilgili konularda,” itiraf etmem gerekir ki,
doğal dünyanın “doğal”, özel bir özne olmadan nasıl
kavranacağını anlamıyorum. “Ahlaki dünya”yı size bırakıyorum;
o her zaman sadece kâğıt üzerindedir, toplumun uzun süreli
yalanıdır ve daima güçlü, iradeli bireylerin zengin çeşitliliği ve
uyumsuzluğuna zarar verir. Bu “kayıp cenneti” şairlere
bırakıyoruz.

Şimdi, bir anda, kahramanımız tarih boyunca bir yolculuğa


çıkar. “Oley! ölüler hızlı sürer.”

“Eleatics'in düşüncesinin4 idealizmi Yunan bilimini


canlandırdı.” Ah, Eleatics için çok büyük bir övgü. Sanki hiçbir
kafa daraltıcı hiçbir zaman, özellikle “çılgınlıklarının içinde bir
yöntem” söz konusu olduğunda, “düşüncenin idealizmi” ile
canlandırılmadı.

“Katolik Hristiyanlığın sofistliği İsacılık’tı. İnançlı öznenin


dışında duran Katolik dogma, aynı zamanda dışarıya doğru,
kendi gücünü de getirdi.” Muhtemelen “dışarıya doğru”, ama
aynı zamanda gerçekte de mi? Ya da Loyola’nın öğrencileri
Vatikan’ı her zaman kontrol edemedi mi? Avusturya'da ve
4. Duyusal deneyimin geçerliliğini bir bilgi kaynağı olarak reddeden ve
bunun yerine mantık ve matematiği gerçeğin temeli olarak kabul eden
Sokrates öncesi filozoflar okulu.
Stirner’in Eleştirmenleri
101

Bavyera'da meşruiyetçiler, Belçika'daki Sans-culottes,


Fransa'daki komünistler5, becerikliler her zaman kitleleri popüler
bir fikrin aptal ipine doğru çekerler. Çölün açlığı ve vahşi
göçebelerin üstün gücünün tüm keşifleri başarısız kıldığı
Asya'nın iç kesimlerinde bile, onların cesur ayağı dolaşıyordu.
Bugün bir Cizvit öğrenci papalık tahtında oturur ve dini ve
politik liberalizm ruhu içinde yönetir; ve Katolikler ve
Protestanlar onun için tezahürat yapar.

“Romantik sofistlikte, belirli bir özne Fichteci benliğin


mutlaklığını sarstı.” Siz romantik sanatçılar, siz sanatla gözü
boyanmış Schlegel ve Tieck, siz parlak teosofist Novalis,
mezarlarınızda duyuyorsunuz, siz de sadece genel, “belirli”
öznelerden biriydiniz. Gerçekten! Kişi ifadeleri ile her şeyi her
şeye dönüştürebilir. “Sofistlik, özneyi düşüncenin gücünden
kurtarır; öyleyse — sofist özne, düşüncesiz olandır, kaba,
gücünü korumak için düşüncenin ardına saklanan bir öznedir.”
Öyleyse düşüncelere ben sahip olduğum için, onlar bana sahip
olmadığı için ve zaten düşünülmüş bir düşünceyi taklit
etmediğim için, ben “düşüncesiz”, “özel”, hatta “kaba” bir özne
miyim? Tabii ki değilim! Sofistler “düşüncesiz” değiller, hatta
“felsefik”, ve hatta “felsefenin ayna imgesidirler”, ama nasıl?
“Sakar özne felsefi havayı solur; bu ona, diyalektik olarak resmi
bir ifadeye ilham veren bu tuhaf oksijeni verir.” Siz filozoflar
aslında kendi silahlarınızla dövüldüğünüz konusunda bir
kuşkuya sahip misiniz? Sadece bir kuşku. Diyalektik olarak,
ortaya koyduğunuz diyalektiği yıktığımda, siz samimi yoldaşlar
ne kadar sert bir tepki gösterebilirsiniz? Bana "hitabet
sanatı”nın, her şeyi hiçbir şeye ve hiçbir şeyi her şeye
dönüştürebileceğini, siyahı beyaz ve beyazı siyah yapabileceğini
gösterdiniz. Bu zevkli numaranızla size geri döndüğümde buna
nasıl karşı çıkacaksınız?

5. Bunlar, zamanın radikal hareketlerine bariz referanslar olmasına


rağmen, Avusturya ve Bavyera Yasası hakkında hiçbir bilgi bulamadım ve
Belçikalı Sans-culottes hakkında çok az bilgi (sadece Belçika'da bu ismi
onurlandırma amaçlı kullanan bir bira fabrikası var) bulabildim.
102 Stirner’in
Eleştirmenleri

Ama doğa felsefesinin diyalektik hilesiyle, ne siz ne de ben


modern doğal araştırmanın büyük gerçeklerini yok sayacağız,
Schelling ve Hegel'in yaptığı gibi. Tam olarak burada filozof
kendini “beceriksiz” bir özne olarak ortaya çıkardı; çünkü o,
içinde hiçbir gücünün bulunmadığı “sakar” bir atmosferde, en az
devlerin arasında kalmış akılsız bir Gulliver kadar cahildi.

“Sofist”, “istikrarlı”, “rastgele” özne, “gerici” ve “felsefede


zaten fethedilen bakış açılarına” aittir ve yine Kuno Fischer
tarafından bolca “tasvir edilir”. Muhtemelen filozoflar
anlaşılmamıştır, çünkü “doğal insan Tanrı'nın Ruhu'na dair hiçbir
şey bilmiyordur.” Ancak, Fischer'ın felsefi olarak tasvir ettiği bu
şeyleri nasıl anladığını görmek isteriz, böylece en azından onun
“hitabetine” hayranlık duyabiliriz. “Bu süreçte 'saf eleştiri',
özneyi gerçek bir egemenliğe getirmez; eleştirel olarak onunla
savaştığı, çarpıştığı bir yanılsamada kalır.” Bu “saf eleştiriye”
karşı tek eleştiri, sadece bu tuhaf suçlamadır ve bu neredeyse bir
eleştiri bile değildir; çünkü birisi bir şeyi “eleştirel olarak
ilişkilendirmeden” onu nasıl eleştirebilirdi? Soru, kesinlikle, bu
ilişkinin hangi avantajlara oturtulduğu, yani eleştirmenin
eleştirel olarak bu şeyin üstesinden gelip gelmediğidir. “Bu kritik
ilişki özneyi yıkar; tüm dünyadaki sarsıcı düşüncelerin mutlak
hiçbir şey’idir; biriciğin mutlak egoizmi sona erdirilmiştir. Peter
Schlemihl6 gölgesini kaybetmiştir.”

İnsanların en net şekilde mağlup oldukları bir görüntüyü


seçmeleri ne kadar da talihsizdir. Peter Schlemihl’in gölgesi,
onun biricikliği, bireysel konturu, metaforik olarak kullanılan,
kendisinin bilgisi ve hissiyatıdır. Tam olarak bunu kaybettiğinde,
özünü aktardığı talihsiz altının, mafyanın nasıl küçümseyeceğini
bilmediği fikrinin, tanımadığı aptal bir kızın, nasıl vazgeçeceğini
bilmediği sevgisinin avı olmuştur. O, kendisi ile ilişkide kaldığı
sürece kendisini korkutan, sadece korkunç olan bir şeytanın
oyuncağıdır. Felsefenin avı olduğu da söylenebilirdi.
6. Gölgesini dipsiz bir cüzdan için satan bir adam hakkındaki hikayenin
ana karakteri, gölgesi olmayan bir insanın herkes tarafından reddedildiğini
farkeder.

Felsefi Gericiler 103

Ama bu imgeleri bırakalım. Yukarıda Fischer'la aynı


şekilde, Bauer’in edebi makalesinin sekizinci cilti de bunu
anlatır.

“En zor problemleri çözmek isteyen hantallık ve


ihtiyatsızlık, yıkım yoluyla en kapsamlı görevleri yerine getirir.”

Buna Stirner şöyle cevap verdi:

“Ama kendiniz için ayarlamadıysanız, görevleriniz var


mıdır? Onları kurduğunuz sürece, onları bırakmazsınız ve
düşüncenize ve aklınızda binlerce düşünce yarattığınız gerçeğine
karşı hiçbir itirazım yok. ”

“Biricik” düşünce sürecini burada yıkar mı? Yok, hayır!


Sessizce ömrünü yürütmesine izin verir; ama aynı zamanda onun
biricikliğini yıkmasına da izin vermez ve “dünyayı sarsan
düşüncelerinize” gülerek, yaratmadığı bir sorunu çözmeye
yardım etmeye zorlandığı anda eleştiriye güler. Düşünce
tiranlığı, fikir terörizmi altında dünya zaten yeterince acı
çekmiştir; şimdi bu ağır rüyadan uyanır ve neşeli bir kişisel
çıkar günü yaşar. Kilisenin, devletin ve filozofun esir tuttuğu
çelişkiden, — sanki hiç çıkarı olmayan bir ilkeye sahip
olabilirmiş gibi — kişisel çıkar ve ilke arasında bıraktıkları
çelişkiden utanır. Ama siz, “saf” bir ilkeye sahip olmalısınız,
kişisel çıkar “kirli”dir. Sadece “felsefi” veya “eleştirel”
davranmalısınız; aksi halde “beceriksiz”, “kaba”, “rastgele”,
“özel” bir özne olursunuz.
104 Stirner’in
Eleştirmenleri

Dinle, natüralist, kuluçkadaki yumurtanın içinde tavuğa


dönüşmeyi zevkle gözlemlediğinde ve onu eleştirmeyi
düşünmediğinde; dinle, Alexander, bağlamadığın Gordian
düğümünü çözdüğün zaman, Sais'te7 rahiplerin ellerinde genç bir
adam olarak ölmelisin, çünkü “düşüncesizce”, ciddi düşüncenin
kutsal peçesini kaldırmaya cesaretin var 8; ve rahiplerin hala
“Tanrı'yı görmenin seni öldürdüğünü” söyleyen bir küstahlıkları
vardır.

Ama ideal, uhrevi bir dil tarzının örneği, “beceriksiz”,


“gerekli”, “dünyayı parçalayan” bir özneyi ele almaz.

“Despotik kibirden kendini tekrar tekrar bir harabe haline


getirmiş olan sofistik özne, nihayetinde bireysellik gulfesinin
arkasına çekilir,” vb.

Kuno Fischer, bu kadar geniş bir açıklama ile “modern


bilginler, Hegel, Strauss, Bruno Bauer, Feuerbach'ın modeern
sofistliğin felsefi önkoşulları”nı şereflendirdikten sonra,
şimdiden tarih olan bir felsefe süreci, ancak bu kadar önemsiz
bir şekilde açığa çıkmaya ve bir haber olarak Max Stirner’den
bahsetmeye çok yakındır. Stirner’in sofistler arasına dahil
edilmesine gelince, — ne hakaret edileceği, ne de
yüceltilebileceği bir isim — ona karşı olan Yunan sofistler
hakkında bildirdiği bir görüşü aktarmak yeterli olabilir. “Tabii
ki, sofistiğin prensibi şuna öncülük etmelidir: Arzularının en kör
ve en bağımlı kölesi hala mükemmel bir sofist olabilir ve
entelektüel keskinliği ile, her şeyi ham kalbi lehine eritir. Kişinin
“iyi bir neden” bulamadığı ve uğruna mücadele etmeyeceği şey
ne olabilir?”9
7. Novalis'in kitabına bir referans, Sais'teki Müritler.
8. Stirner'in düşünce üzerine yazdığı sözleri vurgulamak için burada
“unbedanklich”i “düşüncesiz” ve “Bedanklichkeit”ı “ciddi düşünce”
olarak tercüme ettim. Genel olarak, “Bedanklichkeit” sadece ciddiyet veya
diğer bağlamlarda, şüphecilik anlamına gelir. Stirner'in kelimelerle nasıl
oynadığını bilince, bu diğer anlamı burada da önemli olabilir.
9. Biricik ve Onun Mülkiyeti, “Eskiler”.

Felsefi Gericiler 105

Eleştirilerinin objelerini büyük yetenek ve keskin bir


anlayışla inceleyen ve analiz eden eleştirmenlerin, Stirner
hakkında çıldırdıklarını ve çoğu kez yanlış anlamalarının, farklı
sonuçları gerçekten aptalca hatalara kadar götürdüğünü sıklıkla
gözlemledim.

Böylelikle, Kuno Fischer, Stirner'in egoizmini ve biriciğini


Bauer'in öz-bilinçliliğinin ve “saf eleştirisinin” bir sonucu olarak
ortaya koymak için gereksiz bir çaba harcar. “Bu süreçte, saf
eleştirinin gerçek bir egemenlik duygusuna yol açmadığı” bir
özneyken, Stirner'le “tüm dünyadaki sarsıcı düşüncelerin mutlak
hiçbir şey’i” haline gelir. Ve bu hile “eleştirel ilişkinin, savaştığı
yanılsamalarla yıkılması” yoluyla gerçekleştirilir.

Ama bu hile, Kuno Fischer’in hilelerinden sadece biridir;


Stirner'in kitabında bile bununla alakalı hiçbir şey bulunamaz.
Stirner'in kitabı, Bruno Bauer teolojik eleştiriye sırtını dönmeden
önce tamamlanmıştı ve kamusal edebi makaledeki “mutlak
eleştiri”nin her ilanı, Stirner için yalnızca bir zorunluluktan
bahsetmez, aksine tamamen işin yapısına aittir. Alman
komünistleri ve sosyalistleri arasında daha genel bir etkiye sahip
olan Feuerbach'ın hümanizmi, sistemdeki altta yatan çelişkileri
ortaya çıkarmaya yönelik “hümanizm”in, “insanlık dışı”na
yeterince açık bir şekilde dönüştüğü fikrine çok daha yakındı.
Bu nedenle Stirner, hümanizme karşı mücadeleye en büyük
çabayı adadı. Feuerbach, 1845’te, III. Ciltte Stirner’i Wigand’ın
çeyreklik dergisinde yanıtladı ve Stirner bu yanıtı çürüttü. Kuno
Fischer, bunların hiçbirinin farkında değilmiş gibi görünür; aksi
takdirde, aşağıdaki gibi ustaca bir keşif yapmak için çaba
sarfederdi.
“Biriciğin egoizmi sadece herhangi bir düşünce değildir;
daha ziyade nesneldir; dogmatik bir şiddet uygular; çan
kulesindeki bir yarasa, bir serseri, bir hiyerarşik düşüncedir ve
Max Stirner onun rahibidir.” “Stirner, egoizmin dogmatistidir.”
“Stirner'ın mutlak egoizme verdiği tarafsızlıkta,” (“mutlak”
egoizm Stirner'in kitabının herhangi bir yerinde bulunmaz)
“dogma haline gelmiş bir kavramsallaşma vardır.”

106 Stirner’in
Eleştirmenleri

Eğer Bay Fischer makaleyi okusaydı,10 bu komik yanlış


anlaşılma meydana gelmeyecekti, Stirner'in “egoizminin” bir
dogma, ciddi bir “kategorik zorunluluk” ve “hümanizm”deki
gibi (“insani” olmalısın, “insanlık dışı canavar” değil, ve
insanlığın ahlaki ilmihalini inşa etmelisin.), “olması gerekenin
bu olduğu” anlamına geldiği şeklinde ciddi bir yanlış anlama
meydana gelmeyecekti. Stirner, “egoizm”in kendisini bir “ifade”
olarak adlandırdı; ancak bu, mümkün olan en son “ifade” olarak,
ifadelerin kurallarını sona erdirmek için uygundur. Eğer
kategorik zorunluluğu, yani pozitif niyetini Feuerbach'ın
Hristiyanlığın Özü ve onun daha az popüler eserleri dışında,
“insanlık felsefesinden” bile koparırsak: “tür idealini” gizemli
“güçler” olarak anlıyoruz demektir: gizemli “mantık”, “irade”,
“kalp” ve bunların farkettirdikleri: “insan”, gerçek insan türünde
içkin olan beceri ve niteliklerin psikolojik temsili olarak, tarihsel
değişiklikler ve komplikasyonlar dışında insanlığın içinde olan
“bilgi”, “karakter”, “sevgi”. Daha sonra, Feuerbach'ta çok büyük
ilerlemeler kaydedilmiştir; o, organizasyonumuzun basit, büyük
çizgilerine, zaten yeterli olana, yani tek bir yönüne çok fazla
ağırlık vermenin ne kadar saçma olduğunu, zekâ gibi düşünen
bir karakterin, ya da düşüncenin, diğerlerini zaten yutmakla
tehdit ettiğini gösterir; kısacası, bütün insanlığın duyular ve
irade de dahil olmak üzere tüm özelliklerine eşit haklar içinde
davranmasını ister. Fakat buraya kadar gelirken, “insan”ın
varolmadığını, keyfi bir soyutlama olduğunu unutmuştur. Onu
bir ideal olarak ayarladığında, şaşırtıcı olmayan, gizemli türler
haline geldiğinde, Zeus'un Yunan tanrıları olarak çok tanrısal bir
biçimde davranmasıdır. Sürekli, bir “-meli, -malı eki” gelir;
insan olmalısın. “İnsanlık dışı canavar”, “insanoğluna” karşı
faaliyet gösterir. Fakat hiç kimse, “yabani olmayan bir canavarı”
bir “canavar” olarak görmez. Feuerbach'ın “insanlık dışı bir
canavar”ın gerçekte bir “insan” olmadığını kanıtlaması da zor
olurdu. Bir “insanlık dışı canavar”, “insanlık dışı canavar”
olarak adlandırılan, insan topluluğunun tiksinti duygusunu
döktüğü ahlaki bir lanet ile kuşatılmış gerçek bir “insan” olarak
kalır.

10. “Stirner’in Eleştirmenleri”


Felsefi Gericiler 107

Stirner “hümanizm” ibaresine “egoizm” ibaresiyle karşı


çıkar: Nasıl? Benden “insan”, daha doğrusu, “erkek” olmamı mı
bekliyorsunuz? Peki! Ama ben zaten bir “insan”, “çıplak küçük
bir insan” ve beşikte bir “insan”dım; gerçekten öyleydim; ama
ben bundan daha fazlasıyım, ben kendimin, dış dünyanın,
tarihin, vb. etkisiyle geliştim, ben “biricik”im. Ama bu gerçekten
istediğiniz şey değil. Benim gerçek bir insan olmamı
istemiyorsunuz. Biricik olmamı umursamıyorsunuz. Siz tasvir
ettiğiniz gibi, herkes için model olan bir “insan” olmamı
arzuluyorsunuz. Hayatımın normuna “kaba eşitlik ilkesi”ni
getirmek istiyorsunuz. Prensip üzerine prensip! Talep üstüne
talep! Bense size egoizm ilkesiyle karşı çıkıyorum. Ben sadece
kendim olmak istiyorum; doğayı, insanlığı ve yasalarını, insan
toplumunu ve sevgisini küçümsüyorum ve dil ile bile tüm
evrensel ilişkilerini kesiyorum. Görevlerinizin tüm izlenimlerine,
kategorik kararlarınızın tüm ifadelerine, ben benliğimin “iç
huzuruna” karşı çıkıyorum; dil kullanmaya başladığımda bile
zaten oldukça uzlaşmacıyım, “ben ifade edilemeyenim.”
“Kendimi sadece gösterebilirim.” Ve benim insani olan her şeyi
geri iten terörizmim, ilmihalinize karşı günah işlediğimde,
eğlencemi bozmanıza izin vermediğimde, beni “insanlık dışı bir
canavar” olarak adlandıran insanlık terörünüzle eşit derecede
haklı değil midir?

Bu nedenle mi Stirner’in, “egoizmiyle” evrensel olan her


şeyi inkâr etmek, hiçbir kimsenin kaçamadığı
organizmalarımızın tüm özelliklerini yok saymak, salt inkar
yoluyla onları uzaklaştırmak istediği söyleniyor? İnsanlarla
bütün arkadaşlıktan vazgeçmek ve kendini kozasında saklamak
mı istiyor?

11. Duygusal huzur.


108 Stirner’in Eleştirmenleri

Şüphesiz, bu yanlış anlama, şu ana kadar Börne'nin 12 şu


sözleri ile şaşkına uğrayan Alman liberalleri ve
muhafazakârlarınınkinden daha az garip değildir: “Eğer kralın
burnunu beğenmediyseniz, o zaman onu bunun için sürün.” —
sanki daha önce bir kralın burnunu demokrasiye karşı bir suç
haline getirmek Börne'ye nasip olmuş gibi. Kişi, kafa karışıklığı
konseylerine bu tür bir şeyi anlaşılabilir kılarken gerçekten
utanmalıdır.

Ancak, Stirner'in kitabında, çoğunlukla, gerçekten de,


satırlar arasında okunabilen, ama gerçek insanları veya
kendilerini gerçek insan olarak tanımadıkları için filozoflardan
tamamen kurtulan, güçlü bir “bu yüzden” vardır. Çünkü onlar
her zaman yalnızca “insanlık”, “ruh”, bir öncül, bir isim ile baş
başa kalırlar, asla bir cisim ve insanla değil. Bu Stirner,
idealizmin tüm yanılsamalarını analiz ettiği ve bencil olmayan
bağlılığın ve fedakarlığın tüm yalanlarını ortaya koyduğu keskin,
dayanılmaz eleştirisiyle, olumsuz bir şekilde konuşur. Nitekim
görkemli eleştirmenleri, bu eleştiriyi, kör bir kişisel çıkar,
"bütünlüklü egoizm"in bir parçası olarak görüp, bütün bir halkı
sahiplenerek, ondan birkaç kuruş kazanmak için yaptığını
düşünmüşlerdir. Stirner, kitabını, istediği şeyin bazen “garip” bir
ifadesi olarak tanımladı. Hayatının en güzel yıllarının özenli
çalışmasını, yine de bazen “garip” olarak adlandırdı. Filozoflar
tarafından bozulan, devletteki inananlar tarafından, dinden başka
hiçbir şey içermeyen, ve fikirlerin sınırsız bir karmaşasını
hazırlayan bir dille çok fazla mücadele etmek zorunda kaldı.

Ama eleştirmenimize geri dönelim. Stirner şöyle dediğinde:


“Aşk benim hissimdir, mülkümdür”, veya “Sevgi sadece benim
bencil ve egoist çıkarlarım içinde olduğunda benim sevgimdir;
dolayısıyla aşkımın nesnesi aslında benim neslim ya da
mülkümdür”, ve aynı şeyi aşk ilişkisinde, onu seven birinden,
aşk mektubunda aynı şeyi varsaydığında, idealistimiz zaferle
yükselir:
12. Alman politik yazar ve hicivci Karl Ludwig Börne (1786-1837).

Felsefi Gericiler 109

“Yani, gerçekten iki kere tüketen Dalai Lama kültü!


Önceden yenmiş yemeğimi yedim.” “Böylece Max ve Marie 13,
geviş getirenlerin doğal tarihini severdi.”

Eh, Bay Kuno Fischer çok kişisel ve pitoresk olduğu için,


tam tersini de açmak isteriz. Kuno Kunigunde 14'yi sever ve
Kunigunde de Kuno'yu sever. Ama Kuno Kunigunde'yi artık
sevmez, çünkü bu sevgiden zevk alır, metresinden zevk almaz,
aksine saf öz-fedakarlıktan yoksun çünkü sevilmek ister;
sevgisinde herhangi bir ıstıraba izin vermez, çünkü ona olan
sevgisi onun için yeterli tazminatdır, bu bencil sebeplerden ötürü
değil, ama hepsini hesaba katmadan, saf özgeciliğin dışında
sevilmek ister. Kunigunde de Kuno ile aynı şeyi yapar. Böylece
birbirlerini sevmeden yapılmış olan, aptal bir evlilik için
birbirlerini saf adanmışlıktan kurtarmayı kafaya koyan
mükemmel bir çifte sahip oluruz. Kuno Fischer, kendine bu
kadar yüce bir felsefi sevgiyi kendisine saklayabilir ya da eşini
bir tımarhanede arayabilir. Biz diğer, “ham” ve “özel” özneler
sevmek isteriz, çünkü biz aşkı hissederiz, çünkü sevgi kalbimize
ve duyularımıza hoş gelir, ve başka bir varlığın sevgisinden daha
büyük bir keyif alırız.

Dahası, eleştirmenimiz kendi çelişkileriyle karmaşıklaşır.


“Biriciğin devleti ortadan kaldıran egoizmi” aynı zamanda
“modifikasyonun en makul ilişkisi”, “gerçekte en utanmaz
despotizmin gerekçesi”, “eleştirmeni, çınlayan bir kılıç” olan
eleştiricidir. Eğer kaderimizi “Çınlayan Kılıç” yapmamış
olsaydık, o artık bizim için “kader” olmayacaktı, ama bu çelişki
girişimlerle, bizi “fikir”e hapsetmek isteyen, kudretli güçler
aracılığıyla kaderimizi sağlamlaştırdık
13. Max Stirner'in o zaman evlendiği ve kendisine Biricik ve Onun
Mülkiyeti’ni adamış olduğu Marie Dähnhardt.
14. Bu, Voltaire’in Candide'sinin bir karakteri olan Cunégonde'un
Almanca versiyonudur. Fransızca yazıldığında, isim kadın cinsel organları
için Latince ve Fransızca kelimeler üzerinden bir şakadır. Stirner'ın bu
pasajda bunu aklından geçirdiğinden şüpheleniyorum.

110 Stirner’in Eleştirmenleri

.
Buna daha fazla devam edemeyiz. Rasyonalite ve Birey15
gibi bir kitabın eleştirisini bırak, kendisinin bile bir sayfasından
fazlasını okumamızı beklemeyecek kadar dürüst olunabileceğini
ümit ediyoruz. Ama Rasyonalite ve Birey'in yazarının Protestan
kilise gazetesinde kendisine bir eleştiri yazdığını Bay Kuno
Fischer'in dikkatine sunmak istiyoruz. Ama belki de Bay Kuno
Fischer, her ne pahasına olursa olsun meşhur olmak isteyen bir
adamın bu gülünç davranışlarına bizden daha alışıktır.

“Felsefi Gericiler”, Die Epigonen'de G. Edwards’ın adıyla


yayınlandı, cilt 4, Leipzig, 1847, sayfa 141-151.
15. Karl Schmidt’in Das Verstandesthum Und Das Individuum’una atıfta
bulunarak, genç Hegelcilerin felsefi hareketinin tarihini başından sonuna
kadar takip etmeye çalışan bir eser. Stirner'i bir filozof olarak düşünerek,
onu kaçınılmaz olarak yanlış anladı.

İndeks

A Aristotle 25, 38
sanat 28, 81, 107
mutlak 17, 22, 26–28, 31, 35–37, “Sanat ve Din” 15, 17, 20, 32
39, 41–43, 56, 64–69, 72, birlik 14, 40, 65, 79, 80, 82,
75–77, 86, 88, 90, 105, 108, 98–100, 116
111, 112 egoistlerin birliği 82, 98, 99
mantıksal mutlak 22 ateist 86, 87
soyutlama 26, 112 ateistçe 6, 22, 23
akademik 8, 24, 47 dindar ateist 86
yabancılaşma 8, 17, 19, 21–23, 27, öznitelik 41, 50, 55, 58, 59, 87, 95
32, 42–45, 49, 61, 62, 79, 95
özerlik 19
yabancılaşmış 20–22, 26, 38, 43, 45
yabancılık 19 B
özgecilik 45, 115
fedakar 20, 45 Bauer, Bruno 10, 14, 30, 31, 92,
ahlakdışı 6 94, 99, 100, 103, 109–111
analitik 29, 38, 40 varlık, Varlık 26, 27, 35, 39, 56
analitiksel 7, 38 inanç 16–18, 28, 32–35, 37, 43,
anarşist 6, 22 65, 67
Anarşi: Arzuyla Kuşanmışların inançlar 17
Günlüğü 6 Berlin 12–14, 23, 24, 27, 96
Andersen, Hans Christian 8 Böckh, Philipp August 14, 25, 27
hayvani 61, 62, 89, 90 vücut 26, 35, 54, 89, 104
hayvanilik 89 Börne, Karl Ludwig 114
antropolojik yöntem 20 burjuva 11, 78, 95, 96
antropoloji 32 Brentano, Franz 7, 25
anti-modernist 6 Buber, Martin 33
anti-sosyal 41 Byington, Stephen 5, 45, 48, 50
görünüm 11, 12, 29, 30
onaylama 24, 25, 30, 40, 113 C
öncül 27–29, 33, 35, 37, 43, 114
kesin buyruk 11
kategoriler 23, 26, 28–30, 37, 39, 92, Katolikler 103, 107
96 İsa 30, 31, 54, 103
kategori 23, 85, 105
Hristiyan 8, 12–14, 22, 30, 58, 60, 62, eleştirel sosyal teori 32
70, 87, 89, 90 eleştiri 10, 13, 14, 25, 31, 103, 109
Hristiyanlık 10, 14, 20, 30, 31, 42, 53, eleştiri 7, 8, 11, 15–20, 23, 24, 29-
86, 88, 90, 94, 103, 106, 112 34, 39, 41–43, 50, 53, 69–72,
Chuang-tsu 33 81–86, 100, 108, 111, 114, 116
uygarlık 8 felsefe eleştirisi 23
Clark, John 6 ideolojik eleştiri 11, 24, 32
Cogito 26 kültür 19, 23
komünizm 18 kültürel 7, 8, 19, 20
komünist 10, 88, 92
toplum 99, 113 D
rekabet 62, 79, 80
Dähnhardt, Marie 115
konsept 5, 9, 26, 30, 36, 37, 41, 49, 55,
56, 59, 72, 74, 75, 85, 91, 96, 98 Dasein 26
konseptler 8, 9, 19, 21, 26, 29, 33, 34, aldanma 88
37, 55–57 Descartes, René 26, 35, 36
kavramsal 5, 8, 17, 18, 20, 22, arzu 45, 65, 67, 68, 77, 95, 113
azim 55, 56, 58, 91
23, 26, 30, 31, 33, 35–37, 39–43,
gelişme 8, 32, 39, 56, 65, 72, 92,
45, 50, 55, 56, 72, 83
94, 95, 113
kavramsal mutlak 22
tarihsel gelişme 92
vicdan 99, 100
kendini geliştirme 92
ortaklık 32, 80
dialektik 7, 38
yaratım 3, 5, 6
dialektik 7, 30, 32, 33, 39, 40,
yaratıcı hiçbir şey 36, 40
43, 105, 108
yaratıcı 65, 95, 105
dialektikler 13, 24, 32, 37
yaratık 105
Die Deutsche Ideologie 10, 11
eleştirmen 10, 13, 22, 31, 53, 54, 69,
82,84, 108, 115, 116 Dilthey, Wilhelm 23–25
eleştirmenler 9, 10–12, 15, 25, 28, dogma 29–31, 43, 106, 112
41, 43–45, 49, 53, 57, 60, 101, Doktorenclub 14
111, 114 dualizm 26, 27, 29, 34, 35
eleştirel 7, 9, 10, 14, 23, 27, 29–34, 39,
40, 42, 43, 71, 72, 99, 100, 108,
E
111 ekoloji 18
eleştirel kritik 10, 31 ekonomik 8, 22, 44
eleştirel öz-teori 23, 27, 32, 39, Edward, G. 10, 103
40, 42 ego 6, 9, 20, 26, 41
mutlak ego 41
egoizm 9, 11, 16, 18–22, 25, 40,
41, 45, 50, 60–62, 64, 66,
67, 69–72, 74, 76–81, 85,
86, 94–99, 108, 111–114, 116
bilinçli egoizm 22, 77, 94 münhasır 88
kopyalanmış egoizm 64, 67, 114 varoluşçuluk 23
egoist 16, 18, 20, 25, 26, 33, deneyim 20–24, 30, 35–37, 41, 49,
41, 42, 53, 60–62, 65, 67, 106, 115
69–71, 73, 74, 76-78, 80–
82, 86, 89, 95
egoist 6, 20, 22, 32, 43, 45,
51, 57, 61, 62, 65, 69, 70– F
72, 75, 79–81, 84, 86, 96,
98–100, 115 inanç 31, 69–72
egoistler 11, 62, 79, 82, 94, 96, 98, 99 The False Principle
of our Education 15
felsefi egoizm 41
his 14, 47, 81, 86, 105, 113,
Einzige 5, 11, 25, 36, 45, 47,
48, 50, 88 115
Eleatics 106 fetişleştirme 17
Eliot, George 31 fetişleştirmeler 8, 29
şekillendirilmiş birey 96 Feuerbach, Ludwig 10, 15, 20,
imparator 8 25, 31, 32, 41, 53, 54, 60–
imparatorluk 8 64, 67, 75–77, 82, 83, 86–
ampirik 7, 17, 20, 27, 35, 37, 39 92, 94, 95, 97, 101, 103,
110–113
deneycilik 29, 33–35
Feuerbachçı 10, 11, 25, 32, 62,
deneyciler 28, 29
63, 86, 88
Engels, Friedrich 7, 10, 11, 15,
Fichte, Johann Gottieb 7, 27,
24, 32, 128
30, 35, 37
köleleştirilme 11, 18, 19, 27,
Fichteci 25, 27, 42, 107
42, 43, 45
ateş 28
epistemoloji 7, 34
Fischer, Kuno 10, 24, 42, 103,
Erlangen 13
104, 108–112, 115, 116
öz 18, 19, 30–32, 37, 41, 42,
sabit fikir 20
49, 54, 61, 62, 66, 74, 77,
sabit fikirler 7, 19, 26, 33, 36,
78, 82, 83, 85–92, 97, 108
45, 54
mutlak öz 88
form 6, 11, 14, 17–19, 22, 23,
gerçek öz 37, 88
26, 28, 32, 35, 37, 42, 48,
temel (sıfat) 66, 87, 88
62, 64, 69, 71, 72, 78, 79,
insan özü 42, 66, 77, 87, 88,
94–96, 98, 100
89, 91, 92, 97
önvarsayımsız form 23, 26
yaşam özü 89, 90
sembolik form 23
gereksiz 88
temel 7, 11, 21, 24, 36
biricik öz 87
özgürlük 69, 84, 85
Hristiyanlığın Özü 10, 20, 31,
insan özgürlüğü 84
53, 86, 88, 90
serbest girişimcilik 18
ahlak 13, 44, 45
Freien 14, 15, 128
kaçmak 9
G The German Ideology 10
Almanya 10, 16, 103
Gabler, Georg Andreas 13 oyun hayalet 18, 37
36, 38, 39, 100 tanrı 26, 39, 50, 60
Tanrı 16, 18, 22, 27, 29–32, 35, 45, insan türü 30, 93, 112
54, 60, 84, 86–88, 104, 105, 108 insan 32, 49, 50, 55, 58, 65, 66, 73–
Goethe, Johann Wolfgang von 99 75, 81, 84, 85, 87–93, 96, 97,
Gordon, Frederick M. 12 112, 113
hümanizm 10, 32, 50, 97, 111–113
H insanlık 16, 19, 50, 62, 78, 81, 87,
Hartmann, Klaus 28 90, 112–114
Hegel, Georg Wilhelm Friedrich 7, Hume, David 28, 29, 34
13, 24, 26–33, 35, 38, 39, 48, 49, Husserl, Edmund 7, 25, 35
95, 101, 103, 104, 108, 110
Hegelcilik 10, 14
I
Hegelci dialektikler 32 fikir 28, 84
Hegelcileşmiş 11 ideal 18, 20–23, 31, 48, 95, 96, 110,
Hegelci felsefe 96 112
Hegelciler 10, 13, 14, 30, 48, 49, 116 idealler 18, 20, 42, 78, 87
sol Hegelciler 10 idealizm 14, 86, 91, 104, 106, 114
post-Hegelciler 30 kimlik 30
Heidegger, Martin 7, 26 ideolojistler 8, 18, 36
Heraclitis 28 ideologlar 10
yorumbilim 7, 13, 14, 23, 25, 27 ideoloji 7, 8, 11, 20, 22, 24, 32, 42
Hess, Moses 10, 25, 31, 32, 41, 53, ideolojik 11, 15, 24, 32, 43, 44
54, 60–63, 71, 77–79, 83, 92–100 yanılsama 54, 61, 87, 108
Hippel’s 14 görüntü 21, 28, 43, 104, 107, 108
tarih 6, 19, 27, 31, 32, 38, 41, 53, 54, içkin 8, 11, 17–20, 23, 32, 35, 45,
61, 71, 72, 92, 93, 98, 105, 106, 112
113, 115, 116 içkin eleştiri 17, 18
insan(i) 16, 20, 22, 26, 30–32, 42, 49, kıyaslanamaz 5, 54, 88–90
50, 55, 57, 58, 59, 62, 65–67, 69– birey(sel) 5, 16, 19–21, 25, 30, 31,
75, 77–79, 81, 84, 85, 87–97, 99– 49, 53–55, 57, 71, 74, 75, 87–89,
101, 112–114 91–93, 96, 108, 114
bireyselleştirme 95
ifade edilemez 59, 113
insanlık dışı canavar 50, 73–75,
91,112, 113
enstitüler 8, 22, 45
kasıtlı 9, 11, 21, 25
kasıtlılık 20, 25
ilişki 40, 75, 82
egoist ilişki 75
insan ilişkisi 75
kutsal ilişki 75
çıkar 21, 41, 60, 64–68, 70, 72, 73,
77, 79–81, 86, 97, 109,
114, 115 öz-çıkar 21, 65, 70, 72, 73, 109, 114
sonsuz çıkar 68, 73 gerçek çıkar 73
insani çıkar 66, 72, 73 yorum 19
izolasyon 41, 79, 80, 82 yaşanmış tecrübe 20, 21, 24, 30, 36
benlik-dünya ilişkisi 24 yaşam tecrübesi 23
mantık 7–9, 13, 24, 30, 32, 33, 37–40,
J 59, 93, 106
dialektik mantık 38
Cizvitler 94, 103
Logos 28, 34, 59
coşku 71, 72
sevgi 18, 86, 115
yargı 49, 54, 74, 95, 98
Loyola, Ignatius of 106
adalet 78, 86, 99

K M
Mackay, John Henry 12
Kant, Immanueal 7, 24, 29, 30, 35
erkek 89, 90
Kantçı 14, 27, 42
Erkek 16, 20, 31
Kapp, Christian 13
erkek olmayan 50
Kennedy, Hubert 12
manyalar 73
bilgi 7, 14, 17, 22, 24, 27–29, 34,
Marheineke, P.K. 13
106, 108, 112
Marksist 11
mutlak bilgi 28
Marx, Karl 7, 10, 11, 14–16, 24, 30,
L 32, 94
efendiler 16, 18, 37, 68
Lambert, Johann Heinrich 7, 35 materyalizm 11, 24, 32, 91
Landauer, Gustav 33 Feuerbachçı materyalizm 32
dil 5–7, 11, 19, 21, 23, 25, 31, 34, tarihsel materyalizm 24
47, 48, 105, 110, 113, 114 materyalist 11, 32, 91, 92
Lao-tsu 33 matematik 29, 106
Laska, Bernd 25 anlam 5, 21, 23, 25, 34, 49, 55, 34, 70,
yasa 27, 35, 73, 79, 81, 84, 86, 95 75, 76, 86, 110
doğal yasa 35 ölçü 76, 77, 84
Leopold, David 16, 34, 40, 48 Merleau-Ponty, Maurice 7
liberal 14, 30, 98 metafor 28
yaşam 5, 12, 17–19, 21–25, 31, 32, metafiziksel 7, 20, 24–30, 33–36, 39
36, 38–42, 45, 59, 61, 65, 81, 83, yöntem 7, 9, 20, 26, 94, 106
92, 94, 96, 98–100, 103, 113, Michelet, Karl 13
114 akıl 26, 35, 82, 85, 89, 115
yaşanmış 8, 17, 20, 21, 23–25, 30, yanlış yorum 6, 9, 11
35, 36, 38, 43–45 yanlış sunum 11
modern 6, 8, 10, 21–23, 28, 29, 34, 38,
39, 42, 62, 88, 98, 103, 108, 110
modern yaşam 21
modernlik 21, 22
ahlaki 32, 41, 43–45, 51, 62, 86, N
105, 106, 112, 113
ahlak 20, 43–45, 72, 73 isimler 8, 19, 48, 54
zorunlu ahlak 43 doğa 11, 19, 22, 25, 26, 28, 29, 33,
Moran, Dermot 25 68, 87, 91–93, 104, 108, 113
mistik 22 Doğa 18, 26–28, 45, 104
mistikleştirme 6, 9, 23
Neander, Johann August Wilhelm
14
O
reddetme 31, 94 nesne 24, 25, 27, 29, 35, 36, 45, 61,
Nietzsche, Friedrich 24 80, 82–84, 86, 115
noema 25 nesnellik 27, 36, 104, 112
noesis 25 ontolojik 26, 27, 29, 33, 34
nominal 33, 36, 43 ontolojik kanıt 29
nominalizm 7, 34, 39 ontoloji 7, 26
nominalist 7, 20, 23, 25, 27, 33–36,40 organ 61, 89, 90, 105
inançdışı 18 Owensby, Jacob 24
kavramdışı 5, 8, 21, 23, 25–28, 33, kendilik 19, 40, 43
36, 37, 43
dualist olmayan 26 P
metafizik olmayan 25, 28, 33 belirli 5, 7, 15–21, 23, 35, 37–39,
mantksız 55, 59, 92, 93, 95, 100, 105 42–44, 49, 84, 85, 89, 91, 92, 94, 96,
normatif 7, 8, 20 105–107, 109, 115
hiçbir şey 8, 21, 31, 36, 37, 40, 48, belirlilik 84
54, 57–62, 70, 71, 74, 76, 78, 81, tutku 47
86, 88, 90, 92–94, 98, 99, 104, Barış 18
105, 107–109, 111 algı 14
Hiçbir Şey 86 algılar 29
esas 28 mükemmeliyet 85, 87
Novalis 43, 107, 110 temel mükemmeliyet 87
sayı 22, 25, 35, 37, 38 kişi 5, 17, 18, 20–22, 37, 48, 50, 64,
sayılar 12, 34, 48 71, 76, 78, 80, 89, 108, 114
perspektif 6, 9, 16, 17, 19, 23, 28,
31, 37–39, 42, 43
fenomenal 8, 20, 23, 25, 28, 32, 33,
35, 36, 38–43, 45
fenomenoloji 7, 23, 25, 27, 30, 33,
35, 36, 40
filoloji 13, 25, 27
filozoflar 7, 8, 18, 25, 26, 28, 36, 37,
42, 44, 92, 96, 106–108, 114
“Felsefi Gericiler” 3, 5, 10, 12, 24,
41, 68, 103, 116
felsefe 8, 10, 11, 13, 16, 19, 20, 22,
23, 26–32, 39, 41, 42, 48, 62, 72,
82, 83, 92, 94–96, 103, 104, 107–
110, 112
Hegelci felsefe 96 rasyonal 41, 44
ifade 57, 59, 60, 62, 73, 88, 95, 96,
rasyonalist 8, 11, 17, 24, 26–29, 32,
103, 105, 112, 113 34–36, 38, 39, 42, 43, 103
polis 18, 99, 100
reaksiyon 99
politik 8, 10, 15, 16, 22, 35, 44,48,
gericiler 3, 5, 10, 12, 24, 41, 68, 103,
97, 99, 107, 114 116
post-Hegelciler 30 gerçek 20, 27, 28, 31, 34, 36, 37, 39,
post-modern 6, 28 45, 49, 50, 55, 70, 74–76, 91, 97, 98,
güç 15, 16, 18, 25, 31, 36, 40, 43, 45, 100, 106, 112
69, 71, 77, 91, 104–108, 116 farketmek 94
güçler 8, 16, 17, 32, 43, 45, 104, 112 gerçeklik 16–23, 28, 34–36, 43, 48, 54,
pratik 7, 8, 13, 19, 27, 30, 36, 38, 42, 74, 90, 97
91 farketme 11, 32, 69, 91, 94, 96,
dayanmak 26, 50 111
önyargı 19, 65, 87 mantık 9, 19, 27, 29, 30, 70, 72, 73, 80,
önyargılar 19, 33, 73 84, 97, 111, 112
pre-modern 22 sonsuz mantık 72, 73
Sokratik öncesi 106 “Recensenten Stirner’s” 10, 11
varsayılmış 7, 34, 35, 43 ün 17, 70, 88
varsayım 7, 29, 30, 35, 37 somutlaştırma 17, 18, 26, 29, 34, 35
varsayımlar 7, 19, 28, 29, 32, 34, 39, sevinçli 72
43, 44 din 7, 8, 14, 17, 19, 20, 22, 27–29, 31,
varsayımsız 23, 26–28, 30, 33–35, 32, 42, 54, 60, 62, 66, 74, 88, 94, 114
37, 40, 43 dini 8, 11, 15, 22, 29, 32, 35, 42–44,
prensip 27, 54, 56, 59, 72, 73, 78, 79, 61, 66–70, 75, 86, 88, 99, 107
109, 110, 113 dini bakış açısı 88
prensipler 13, 27, 28, 69, 78, 82 feragat 85
kar 79 temsil 21, 23, 50
Proleterya 18 sorumluluk 17, 38, 44
mülk 19, 25, 36, 40, 63, 64, 71, 86, kişisel sorumluluk 44
91, 97, 115
Ritter, Heinrich 13
Mülkiyet 5, 6, 12, 15, 19–21, 27,
Romantizm 103
33, 34, 41, 48, 53, 111, 115
Romantikler 14, 107
Mülk 5 Ruge, Arnold 15
Protestan 103, 116
saf kritik 69, 82–85, 108, 111 S
saf eleştiri 82
kutsal 18, 19, 22, 34, 41, 42, 54, 57,
R 64–67, 69, 71, 73, 75, 77–82, 86, 88,
89, 91, 96, 97, 99, 100
radikal 6, 7, 10, 14, 15, 20, 22–24, kutsal kavramsal idealler 42
26, 49, 107 kutsal insanlık 81
kutsal birey 54 kutsal ilişki 64, 65
kutsal ilişki 75 kutsal ahlaki ilkeler 69, 71
kutsal çıkar 66 kutsal sosyalizm 65, 73, 79
kutsal sevgi 81, 86 kutsal sosyalistler 75, 80, 82, 100
kutsal güç 18, 69 kutsal düşünce 82
kutsal mülk 97 sarkazm 47
Say, Jean Baptiste 13 114, 115
Schelling, Friedrich Wilhelm
köleleşme 18, 27, 42, 43, 45
Joseph 26, 27, 30, 108
öz ifade 38, 40
Schlegel, August Wilhelm von 107
öz çıkar 21, 65, 70, 72, 73, 109, 114
Schleiermacher, Friedrich 13, 14,
öz mükemmeliyet 85
25, 27, 30, 43
öz sahiplik 19, 32, 38, 43
Schmidt, Johann Kaspar 2, 12, 13
fedakarlık 115
Schmidt, Karl 116
öz anlayış 7, 27, 42
bilim 11, 20, 28, 59, 85
hissiyat 7, 17, 22, 26, 27, 29, 45, 50,
Bilim 18, 30, 35, 37
51, 64, 69, 77, 78, 84, 86, 92, 96,
bilimsel 8, 33 99, 100, 104, 106, 108, 111
vicdan 51, 68, 69 his verileri 29
ahlaki ikilemler 51 hissel 91, 92
ikilemler 51, 68–72, 77 ayrılık 41, 79, 82
gizli polis 99, 100 kul 99
Sein 26, 45, 48, 50 günah 45, 60, 62, 65–67, 74, 77–79,
kendi 6–9, 11, 16–23, 25–32, 36, 38 94, 95, 113
45, 54, 56, 58, 61, 63–65, 70, 72, günahkar 42, 74, 77, 78
73, 77, 83–85, 88, 91, 101, 109,
şüphecilik 29
111, 114, 115
şüpheciler 29
kendi faaliyeti 42
kölelik 18, 19, 32, 98
yabancılaşmış 21, 22, 26, 38, 43, 45
eski kölelik 98
yabancılaştıran 11, 42
ortaçağ işkencesi 98
yabancılaşma 8, 17, 19, 21–23, 27,
modern, temel, evrensel kölelik 98
32, 42–45
Smith, Adam 13
bilinçlilik 31, 54, 63, 84, 111
sosyal 8, 15, 19–22, 32, 34–36, 38, 39,
öz-yaratım 6, 16, 19, 32, 36, 38, 40,
41, 44, 48, 61, 62, 79, 94
42, 43, 45
sosyal yaşam 21, 94
öz eleştirel 7, 29, 42
sosyal ilişki 34
kendine zevk 36, 38, 40, 64, 91,
sosyalizm 32, 41, 65, 73, 78, 79, 81,
82, 94, 97
sosyalistler 43, 75, 78–82, 96, 100, 111
sosyalleşme 32
toplum 16, 19, 32, 66, 80, 84, 95, 96,
98–100, 106, 113
burjuva toplumu 95, 96
solipsizm 36
sofist 10, 42, 103, 104, 108, 110
sofistler 103, 104, 107, 110
ruh 21, 26, 78 ruh 14, 18, 19, 26, 30, 37, 54, 55, 57,
Sovyet 11 58, 67, 68, 71, 107, 114
uzay 34, 37, 101 mutlak Ruh 105
tür 30–32, 49, 54, 55, 61, 87, 91–93, tarihsel ruh 30
95, 112, 113 kutsal ruh 26
insan türü 30, 93, 112 insan ruhu 26
konuşma 31 hayalet 54, 60, 86, 87, 112
Spinosizm 24 devlet 16, 34, 35, 73, 84, 95, 96, 98,
109, 114, 116 teolojistler 8, 18, 36
“Stirner’in Eleştirmenleri” 1–3, 5, 6, teoloji 13, 28
10, 12, 25, 41, 53, 68, 112 teori 6, 23, 27, 32, 39, 40, 42, 43, 62
Strauss, David 20, 30, 31, 103, 110 ilgi çekmeyen 41, 65, 66, 70, 73, 77,
özne 9, 11, 24, 26, 27, 29, 35, 45, 58, 81, 82
67, 73, 82, 86, 87, 104–108, 110, kendi içindeki şey 29
111 düşünme 26
gerekli özne 105 mutlak düşünme 26
rastgele özne 105 düşünce 5, 6, 15, 22, 26, 30, 34, 36, 37,
düşünen özne 26, 105 41, 42, 44, 49, 54–57, 59, 60, 62,
öznellik 24, 27, 36, 58, 104, 105 63, 68–73, 81–84, 90, 104–107,
düşünen öznellik 104, 105 109–112
nesne-özne ayrımı 24 sonsuz düşünce 73
pre-objektif 36 düşüncesizlik 83, 84
pre-subjektif 36 Tieck, Ludwig 107
kabul 8, 44
zaman 6, 8, 10, 14–17, 19, 22, 23, 28,
sultan 16
31, 32, 34, 37, 38, 48, 54, 57, 58,
olağanüstücülük 89, 90 62, 63, 72, 75, 77, 78, 80, 82, 84,
Szeliga 10, 25, 41, 53, 57, 59–63, 71, 90, 95–97, 103, 106, 107, 115, 116
76, 77, 82–86 geçicilik 37
bütünlük 27
T geleneksel 9, 21, 22, 34
Taoistler 33 “geleneksel” toplumlar 21
proto-Taoist 33 Politik Ekonomi Antlaşmaları 13
terrörizm 5, 109, 113 aşkın 11, 17, 18, 22, 28, 31, 32, 37, 41,
Benlik 9, 56, 72 43
çeviri 12
hakikat 17, 21, 29, 30, 32, 35, 36, 40,
43, 73, 104, 106, 116
Hakikat 17, 18, 39, 45
Tucker, Benjamin 6

U
anlayış 7–9, 11, 17, 19–21, 23, 24, 27–
31, 34, 36–40, 42, 94, 101, 106,
111
kavramsal anlayış 23, 36, 37, 39
yaşanmış anlayış 23
kavramsal olmayan anlayış 23
ilgisiz 41, 65–67, 70, 73, 77,
81, 82
iyilik 78
biricik 3, 5, 6, 8, 12, 15, 19–23, vahşilik 98
26–28, 33, 34, 36, 40–42, 48, bilgelik 86, 93, 96
53, 82, 83, 86, 111, 115 iş 5, 9, 11, 13, 15, 16, 21, 22, 24,
Biricik 3, 5, 6, 8, 12, 15, 19–23, 25, 27, 33, 41, 45, 47, 48, 50,
26–28, 33, 34, 36, 40–42, 48, 51, 65, 69, 71, 76, 99, 103,
53, 82, 83, 86, 111, 115 111, 114, 116
Biricik ve Onun Mülkiyeti 5, 6, 12, dünya 8, 16, 17, 22, 24, 26, 28,
15, 19–21, 27, 33, 34, 41, 48, 29, 31, 36, 41, 42, 49, 53, 56–
53, 111, 115 58, 61–64, 71, 72, 75, 78–80,
evrensel 7, 35, 39, 44, 49, 54, 55, 85, 90, 104–106, 108–111,
58, 66, 67, 73, 76, 89, 94, 95, 113
98, 113, 114 ahlaki dünya 105, 106
evrenseller 7, 31, 34, 49 doğal dünya 106
Berlin Üniversitesi 13, 24, 27 objektif dünya 29
söylenemez 47 dış dünya 113
konuşulamaz 47, 49, 55 sosyal dünya 8, 36

V Y
Değer 17, 18 Yang Chu 33
Değerler 17, 42 Genç Hegelciler 14
şiddet 8, 85, 112
Boşluk 18 Z
Vormärz 10
Zychlinski, Franz Zychlin von
W
Ulusların Zenginliği 13

You might also like