Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 594

HİNDİSTAN TARİHİ

Birinci baskı : 1946


Ikİncİ baskı : 1987
A TA TÜ RK K Ü L T Ü R , D ÎL VE TA RÎH Y Ü K SE K K U RU M U
T Ü R K T A R Î H K U R U M U Y A Y I N L A R I
X I I I D ÎZ Î — Sa„ 4 1

DÜNYA TARİHİ

HİNDİSTAN TARİHİ
L Cilt

İLK ÇAĞLARDAN GURKANLI DEVLETİNİN


KURULUŞUNA KADAR (1526)

Y. HİKMET BAYUR

2 Baskı

M etin d ış ın d a 4 h a r i t a v e 35 l e v h a v a r d ır .

rÜRK TARÎH KURUMU BASIMEVİ — ANKARA


19 8 7
İ Ç İ N D E K İ L E R

Gİ Rİ Ş . . . ..................................... * XVI!

BİRİNÇİ BÖLÜM

GENEL BİLGİLER

I, C oğrafî B ilgiler
I,, Kuzeydeki damlık bölge 1—2. Kuzeydeki büyük düzlük 2—3.
Dekken 3 — Iklım 3 — Yağmurlar 3.

II, H!»dUtan*daki ırklar


a) Türk-İran tipi 5 — b) Hint'Avrupa tipi 7— e) Dravitİer 7..

III, Hİndiztan’m bası özellikleri


Hindistan’a kütle halinde yapılan göçler 9 — Kuzeyden gelen ordu*
ların istilâsı 10 — Yabancı fatihler ve yerliler 10 — Türk adının knllanı»
çında bazı özellikler Kast 14.

İKİNCİ BÖLÜM

MÜSLÜMAN TÜRKLERDEN ÖNCEKİ DEVİRLERİN


TARİHİ

Eski Hint tarihinin kaynakları 21 n

I. Htndtetan*daki İlk Medeniyet


Sini medeniyeti.

II, Veda, Brahman» ve Upanişatlar devri


Hint kutsal kitapları 25— Eski Vedatar devrinde yaçayıç 27— Veda’lara
göre din ve ibadet ve bunların siyasa! tepkileri 28 — Vedalardaki mabutlar
29 — Son Vedalar ve Brahmanlar devrinde yaşayış 31 — Son Vedalar ve
Brabmantar devrinde din, ibadet ve siyasal durum 32 — Aranyaka’lar 33 —
Upaaişatlar 33..
fl HİNDİSTAN TARİHİ

I1X. B uda» z a m a n ı v e f e l s e f e s i
Buda’tun ilk yıllan ve gençliği 42 — Buda’nın * Ermek » için uğraş­
ları 4 3 — Buda’oın felsefesi 4 4 — Budizme’ie Hıristiyanlık arasındaki ben­
zerlikler 4 8 — Budizm’in siyasal önemi 5 0 — Buda’nm yaşayış biçimi ve
öiSmü 51 — Cena dini 51..

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

TARİHÎ OLAYLAR

I* İ s k e n d e r ’in H in d ’e a k ın ı
Hind'e giriş 54„

II. M o ry a d e v le ti
Morya devletinin kuruluş ve büyüyüşü 56 — İlk Morya’lar devrinde
idare, iktisat ve kültür 57 — Asoka (M . ö. 273 veya 269 — 232 ) 58 —
Asoka’nın yönetimi ve dinî uğraşları 59 — Asoka'dan sonra Morya devleti
63 — Asoka devrinde Hindistan'ın öbür devletleri 63..

III.. K u z e y 'd e n g e le n y e n i İ s ti lâ l a r
( Y u n a n P a r t v e S a k a ’l a r >
Selökos’un kurduğu devletin dağılması 63 — Belh Yunanlılarının
Hindistan’a girmeleri 64 — Sakaları Horasan'a süren Orta Asya olayları
64 — Kuzey - Batı Hindistan’da Yunan egemenliğinin sona ermesi 65..

Genel bilgiler 65 — Tarihler sorumu 66 — Saka ve Part’lar hangi


ulustan idiler 66 — Büyük Sakalar 67.

/ ' V . K u ş a n ’la r )
Kuşanlar hangi ulustan idiler 68 — Kuşan devletinin kuruluş ve büyü-,
yüşü 73 — Kanık, siyasal ve askerî olaylar 74 — Kanık ve Budizm 75 —
Kanık’tan sonra Kuşan devleti 76 — Kuşanlar devrinde kültür 76

V I. T ü rlü S a k a d e v le r le r i
Kuzey Sakaları 78 = Hindistan Partları (Pallavalar) 78 — Batı Saka­
ları (Katyavar-Malva) 78 — Dekken Sakaları 79,.

V II M o ry a d e v le tin in d a ğ ılm a s ı Ü zerin e o r t a y a


ç ık a n y e r li d e v l e t le r
1, S u n g a D e v l e t i
Kuruluş ve Puşyamitra’nın ilk yılları 80 — Puşyamitra’nın kendini
İÇİNDEKİLER VII

üstün hükümdar ilân etmesi ve at kurban etn e töreni 80 — Buda ve Cena


dinlerine karşı baskı 81 — Son Sungalar 81.,

2, K a n v a D e v l e t i 81
3. A n d r a D e v l e t i
İlk Andralar 82 — Büyüklük ve yıkılma devri 82 — Andro devletin­
de sosyal hayat 83.

V III G u p ta d e v le ti
Çandragupta 1,83 — Samudragupta 83 — Çandragupta II. (375-413)
84 — Kumaragupta 1,84 — Gupta devletinin büyüklük devrinde din ve
kültür hayatı 85..

/ I X . A k H u n la r
/
İlk akınlar ve Gupta devletleriyle şavaşlar 86 — Ak Hun'iarın Hindİs-
tan içine yerleşmeleri 86 Ak Hunların Hindistan’da bırakmış oldukları
izler 87,.

X . H a r ş a <606-647)
Siyasî ve askerî olaylar 8 8 — Harşa devrinde yönetim ve kültür 89—
Harşa ve din 90

X I . H a r ş a n ın ö lü m ü n d en s o n r a k i g e n e l d u ru m
Keşmir devleti 91 — Pencap devleti 91 — « Türk Şahî » kırallarıntn
devleti 91 — Sint 93 — Arapların Sind’i istilâ etmeleri 93 — Arapların
Sint’teki dinî siyasaları 94..

X II. G üre a r v e y a G u c a rtl a r (G u z a r* H a z a r )


Panhar’ların Kanevc devleti 95 — Parıharlar hangi ulustan idiler 95 —
Parıharların devletiyle ilgili tarihî olaylar 96 — Pavar (Paramara) ların
Malva devletî 98 — Çavhan’Iann Sambar devleti (Eemir bölgesi) 98

X I II. K u z e y H in d is ta n d a k i ö b ü r d e v l e t l e r
Keşmir 98 — Nepal devleti 9 9 — Cecakabukti ve Çedi devletleri 99—
Bengal ve Bihar 100 — Kamarupa (Asam) devleti 101..

X IV . D e k k e n d e v l e t le r i
Çavlukya devleti 102 — Raştrakuta hanedan ve devleti . 103 —
Çavlukya hanedanının yeniden devletin başına geçmesi 104 — Lingayat
mezhebi 104 — Hoysala’lar 104 — Yadavalar 105,.
v ıu HİNDİSTAN TARİHİ

X V I. G ü n ey D e k k e n d e v l e t le r i
Çola devleti 106 — Patlavaların devleti 107 — Gangalar 103..

XVI H in d u d in i 108

X V II. G ü zel s a n a t l e r a b ir b a k ış
Ramayana 113 — Maha-Bar&ta ve Bagavad-Gita 116 — Puranalar
119 — Mimarlık ve heykelcilik 120..

¥ MÜSLÜMAN TÜRKLERDEN ÖNCEKİ DEVRE AİT SEÇİLMİŞ


BİBLİYOGRAFYA . . . ................................ ...................... . . . 112

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

MÜSLÜMAN TÜRKLERlN HİNDİSTAN’A GİRMESİ


GAZNE DEVLETİ

I. K u ru lu ş v e ilk y ı l l a r 127

II. S e v f ik te k ln (9 7 7 -9 9 7 )
İlk devre 128 — Hindukuş kuzeyindeki durum 131 — Sevüktekin’in
Horasan’ı ele geçirmesi 133 — Nuh'un Hanlılara karşı SevSktekin’den
yardım istemesi 134 — Sevuktekin'în iki oğlu arasında saltanat kavgası
135.

III. M ah m u d (9 9 8 -1 0 3 0 )
Mahmud’ua tahta çıktığı andaki durum 136 — Mahmud’un Doğu
İslâm acununun genel siyasasına karışması 137 — Gazae devletinin res­
men bağımsız olması 138 — Saman oğulları devletinin ortadan kalkması
139 — Mahmud’un Siyistan’ı alması 139 — ilk Hint seferi: Peneab’a
karşı 140 — İkinci Hint seferi : Bhatiye’ye karşı 141 — Üçüncü Hint
seferi : Multan «Batin il erine» karşı 142 — Mahmud-İlek Han savaşı 142 —
Dördüncü Hint seferi ; Multan’a karşı 146 — Beşinci Hint seferi : Pen-
cab’a karşı 146 — Altıncı Hint seferi: Narayan’a (Narayanpur) karşı —
Horasan’la Hindistan arasında ticaret yolunun açılması 148 — Yedinci
Hint seferi : Multan bölgesi Batinilerine karşı 149 — Gur’a karşı sefer
149 — Horasan kıtlığı, malî sıkıntılar ve vezirin değiştirilmesi 150 — Be-
lucistan. Gur, Garcistan ve Curcan olayları 150 — Türkistan olayları
150 — Mısır Fatımî halifesinin uğraşları 151 — Mahmud’un Türk devlet­
leriyle münasebetleri 152 — Sekizinci Hint seferi : Nardin’e (Nandana)
karşı 153 — Dokuzuncu Hint seferi: Tanİsar’a karşı 154 — Onuncn Hint
seferi: Keşmir’e karşı 155 — Toğan Han’ın hastalığı 155 — Harezm İşleri
ve oranın Mahmut’ça ele geçirilmesi 155 — Horasan keramtleri 162 —
İÇİNDEKİLER IX

Onbirinci Hint seferi: Kanevc'e karşı 163 — Afgantar’a karşı sefer 165 —
Onikinci Hîat seferi ; Kalincar racası ve bağlaşıklarına karşı 166 —
Türlü seferler 168 — Onüçünü Hint seferi î Keşmir’e karşı 168 — On-
dordüncü Hint seferi s Gvalyor ve Kalincar'a karşı 168 — Mabmud ve
Hac 169 — Abbasi Halifesinin kuşkulan 170 — Mabmud ve Türkistan
Hanları 170 - Mahmud ve Oğuz'lar 174 — Onbeşinci Hint seferi : Som-
nat’a karşı (1025-26) 176 — Onaltıncı ve son Hindistan seferi : Çat'lara
karşı (1027) 178 — Mahtnud'un son yılları, Horasan ve İran olayları
179 — Mahmud’un Rum ve Mısır’a kadar büyük fütuhat tasarıları 180 —
Mahmud’un ölümü ve özellikleri 181 — Mahmud’un ölmesiyle ortaya
çıkan durum — Muhammed 184,,

IV M es’u t (1 0 3 0 - 1 0 4 0 )
Mes'ud'un zaafları 186 — İlk yıllar (1030» 1033) ve Türkistan'la mü­
nasebetler 188 — Mesut ve Halife 191 — Mes’ut ve Türkmenler 192 —
Başarısızlıklar ve bozuklukların başgöstermesi 192 — Yeni bir Selçufc-Türk-
men dalgasının Horasan’a gelmesi 194 — Selçuklara karşı yenilgi 195 —
Hanlılarla münasebetler 196 — Hindistan seferi 197 — Horasan’ın Set-
çuktarın eline düşmesi 198 — Hanlılardan Bur Tekın’e karşı sefer ve
Çağrı Bey’in saldırıları 198 — Selçuklara karşı büyük sefer 200 — Set-
çuklarla barış denemesi 201 — Selçuklarla yeni savaş 201 — Selçuklara
karşı kesin yenilgi 202 — Mes’u’dun Hindistan'a kaçarken tahttan indiri­
lip öldürülmesi 204,,

V G a z n e - S e lç u k s a v a ş l a r ı
Mevdud 205 — Mevdud’dan sonraki karışık durum 206 — Selçuklarla
barış 208,
V I. G a z n e - S e lç u k b a r ı ş v e d o s tlu ğ u
İbrahim (1059-1099) ve Mes’ud III (1099-1115) 208 — Mcs'ud III den
sonraki karışık durum 209.
V II. G azn e - G u r s a v a ş l a r ı v e G a z n e
d e v le tin in y o k o lm a s ı 209

V III. G a z n e d e v le tin d e y ö n e tim * k ü lt fi r


v e tn t n m iş le r i
Halk 211 — Gazne devletinin kuruluş biçimi ve bazı özellikleri 213
— Sultan 216— Sultan'ın halifeye karşı durumu 217 — Taht değişmeleri
219 — Devlet daireleri 220 — Vezir ve Divan-ı-Vezaret 220 — Divan ı
arz ve ordu işleri 223 - Savaş kuralları 226 — Savaş sırasında halka
karşı davranış 227 — Ordunun durumu 229 — Divan-ı Risalet veya inşa
230 — Elçiler 231 — Divanı - Şugulu » îşrafı - Memlûkât 233 — Hacipler
233 — Adalet işleri 233 — İllerdeki teşkilât 234 — Dil ve kültür İşleri
236 — Din 239 — Anıtlar 239 — Tutum işleri 240..
GAZNE SULTANLARININ KÜTÜĞÜ ............... . . . . . 244
X HİNDİSTAN TARİHİ

^ GAZNE DEVLETİ HAKKINDA SEÇİLMİŞ ' BİBLİYOĞRAF YA :


A.. Çağdaş eserleri 246 — B. Çağdaş olmıyaa eski eserler 246
C, Yeni eserler 247.

BEŞİNCİ BÖLÜM

GUR DEVEETİ

I. t i k d e v i r l e r v e b ü y ü y ü ş
Efsanevi ata 251 — İlk tarihî bilgiler 251 — Gur - Gazne savaşları
252 — Gur - Selçuk savaşı 252 — Gur devletinin büyümesi 253 —

11. B ü y ü k lü k d e v r i v e H in d is ta n s e f e r l e r i
Gıyas-üd-Din Muhammed ve Muiz-üd-Din Muhammed 254 — Kuzey
Hindistan*!n, Mahmut ve Muiz-üd-Din devirleri arasındaki durumu 255 —
Kanecc-Benares bölgesindeki Gaharvar devleti 255 — Cecakabukti ve Çedi
ülkelerindeki Çandel ve Kalaçuri hanedanları 256 — ÇavhanTarm Sanbar
(Saham barı) devleti 256 ■—Muiz-üd-Din’in Hint seferleri 257— Muiz-üd-
Dın’in Sevüktekin soyunun son ülkesini alması 258 — Pritvırac’a karşı
Eemİr-Delbi bölgesine yerleşme seferi 258 — Gur sultanlarının Harezm-
şahlarla savaşları 260 — Gur sultanları ve halife 261 — Gıyas-üd-Din’deo
sonra Gur devleti — Muiz-üd-Din'in başa geçmesi 261;

III K ü ç ü lm e v e d a ğ ılm a d e v r i
Muiz-üd-Din’in ölümünden sonra Gur devletinin durumu 262 — Son
Gur sultanları 265..

GUR MELİK VE SULTANLARININ KÜTÜĞÜ ........................... 267

J^GUR DEVLETİNE AİT SEÇİLMİŞ BİBLİYOĞRAF YA .. 268

ALTINCI BÖLÜM

BİRİNCİ DELHİ TÜRK SULTANLIĞI

I. A y b e y ’in g e n e l v a liliğ i s ır a s ın d a k i s a v a ş v e o l a y l a r
Alınan yerlerin korunması ve sağlamlaştırılması 270 — Cemne İr­
mağının doğusuna geçiş ve Kanevç-Benares racastyle savaş 270 — Ec-
mîr’de durumun karışması 271 — Gucerat’a karşı sefer 272 — Bîyana
ve Gvalyor'a karşı sefer 272 — Mers oymağının ayaklanması ve ikinci
Gucerat seferi 272 — Kuzey Hindistan’ın doğusunun (Bıhar, Bengal vesa­
ire) alınması 272 — Aybey’in Kalincar ı alması 274 — Muiz-üd-Din’in
ölümü 275
İÇİNDEKİLER XI

II A y b e y (K u tb -ü d -D ü n y a V e d -D in ) v e M n izziye
h a n e d a n ı (1 2 0 6 -1 2 1 1 )
Aybey'in Gazne’yi alıp kaybetmesi ve ölümü 275 — Aybey'in ölü-
münden sonraki durum 276 — Tuğrul Bey’in durumu

III. İ le tm iş v e Ş e m s iy e h a n e d a n ı (1 2 1 1 -1 2 6 6 )
İietmiş’in tahta yerleşmesi ve ilk yıllar 277 — Tensiz ve Moğol
istilaları 278 ~ Bengal olayları 280 — Kabaca'mn Ölümü ve devletinin
ortadan kalkması 280 — İletmiş'in Halifece tanınması 280 — Türlü başa­
rılar ve İletmiş’in ölümü 281 — İletmiş’ten sonraki karışıklık devri 281
— Sultan Raziye 282 — «Kırklar» ve Hindistan’ın Moğol istilâsından ko­
runması işi 285 — Sultan Raziye’nin ölümünden sonraki karışık durum —
Behram şah 287 î karışıklıkların devamı — Ala-üd-Din Mesut Şah 288 —
Nâsır-üd-Din Mahmud ve Balaban Uluğ Han (1246-1266) 289 ■— Birinci
kısım (1246-1252) 290 — İkinci devre 1252-54 — Bazı Türk şehzade ve
beylerin Moğollarla işbirliği yapmaları 292 — Üçüncü kısım (1254-1266)294,.

IV B a l a b a n v e h a n e d a n ı (1 2 6 6 -1 2 9 0 )
Balaban 266 — Balaban’dan sonraki karışık devir 300

V K a l a ç h a n e d a n ı (129 0 - 1321)
1. C e l â l » ü d * D i n F i r ıı z
Genel siyasa 301 — Ala-üd-Din Kalac’ın Dekken’e akını 302 — Ala-
üd-Din'in dönüşü ve tahta çıkması 304..
2.. A l a - ü d - D i n M u h a m m e d Kalaç
İlk yılların siyasası 306 — Gucerat’ın fethi 306 — Büyük tasarılar
306 — Büyük bir Moğol akını 308 — Rantambor kurganının alınması ve
bazı «bulgaktar» 308 — «Buîgak»Iarı önleme tedbirleri 308 — Ala-üd-Din
ve şeriat 310 — Çitor’un alınması 310 — Moğol akınları ve onlara karşı
alınan Ölçemler 311 — Hayatı ucuzlatma ölçemlerİ 312 — Yeni ordu ve
Mogollara karşı saldırılar 313 — Bütün Hindistan'ın fethi 314 — Ala-üd-
Dın'in son yılları ve ölümü ve özellikleri 315..
3. K a l a ç hanedanının devri l mesi
Mübarekşah 316..

VI. H u s re v v e H in dul a r ın e g e m e n liğ i


e le a l m a d e n e m e le r i (317 - 318)

V II. Tu& luk h a n e d a n a (1320 - 1413)


1 Gıyas-üd-Din luğluk (1320 - 1325)
XII HİNDİSTAN TARİHİ

Genel siyasa 319 — Veliahd Muhaınmed Ulu£ Han'ın Varangel se­


feri ve tahta çıkma denemesi 320 — Bengal olayları 321 — Gıyas-üd*Dİn
Tugluk'un Bengal seferi 322 — Gıyas-üd-Din Tugluk'un Bengal’den dö­
nüşü ve ölümü 322
2, M u h a m m e d T u ğ l u k (1325-1351)
Yönetim İşleri ve başkentin nakli 324 — Yanlış ve tehlikeli malî
tedbirler 324 — Türk getirtme siyasası 325 — Ayaklanmalar 325 — Ordu
işleri, Tibet seferi 32â — İbn-i Batuta'nm elçi olarak Çin'e gönderilmesi
326 — Dinlilik gösterileri 326 — Ayaklanmalar ve fennî tarım deneme­
leri 327 — Dekken'in elden çıkması 327 — Muhammed Tu£luk'un ölümü
sırasındaki durumu 328,
3„ F i r u z T u g 1 u k (1351-1388)
Firuz Tugluk'un siyaseti ve yönetimi 330 — Firuz Tu£luk'un ba«
yındırcılıgı 330.
4.. F i r u z T u g l u k ' t a n s o n r a k i k a r g a ş a l ı k d e v r i
ve b ü y ü k T i m u r ' u n H i n d i s t a n ' a a k ı n ı
Bîiyuk Timur'un akını 332 — Büyük Timur çekildikten sonra 332.,

V III. S e y y l t h a n e d a n ı (1 4 1 4 -1 4 5 1 )
Hızır Handan sonra Seyyit hanedanı 335..

I X . B irin c i D elh i T A rk s u l t a n l ı ğ ı n d a d e v l e t , k A ltfir


v e tn tn m h a y a tı.
1.. D e v l e t h a y a t ı
Saltan 337 — Beyler (Emir, komutan) 338 — Yönetim 339 — Vilâ­
yetler ve valiler (melikler) 341 — Beyler ( Emirler ) 344 — Devlet gelir­
leri ve vergiler 345 — Adalet 347 — Posta işleri 348 — Ordu 348..
2. K ü l t ü r b a y a t ı
Dil 351 — Din 351 — Bilgi \e okul işleri 359 — Cüzel Sanatlar
361.
3.. T u t u m s a l d u r u m
Yerli halk 368.
4.. Türklük duyguları
Türk sözü 370.

4 4 DELHİ SULTANLARININ KÜTÜKLERİ . 372


İÇİNDEKİLER XIII

ALTINCI BÖLÜM

DELHİ TÜRK SULTANLIĞININ DAĞILMASINDAN


DOĞAN DEVLETLER

1. C e v a p tır v e y a Ş a r k iy e d e v l e t i
Kurula; 377 — İbrahim Şah Şarki 377 — Mahmut Şah Şarkî (1436-
1457) 378; — Hüseyin Şah Şarkî (1458-1479) 379.

II. B e n g a İ d e v le ti
Sultan Balaban oğlu Boğra Han soyunun Bengaİ tahtını kaybetmesi
381 — Bengal’in Delhi sultanlığından ayrılması 381 — Hacı tlyas soyun­
dan sultanlar devri 383 — Saltanatın bir Hindu hanedanına geçmesi
383 — tlyas hanedanının yeniden tahta çıkması 384 — Saltanatın
Habeş) e re geçmesi 385 — Termiz’lî Seyyid'ler hanedanı 385 — Nusret
Şah 386 — Portekizlilerle çatışmalar 386 — Humayun’a karşı kuşku ve
ölçemter 387 — Nusret Şah'dao sonraki durum 38 7 ;

III. M alv a d e v l e t i
Kuruluş 387 — Kuşeng şah (Alp Han) 388 — Kalaç hanedanının
Malva tahtına çıkması — Mahmud Kalaç 389 — Mahmut Kalaç’dan
sonraki durum 390;

IV , G u c e r a t d e v le ti
Kuruluş 391 — Ahmed Şah 393 — Mubamtned Şab «£1-Kerim* ve
iki haleli 393 ~ Ebui-Feth Mahmut Şab Bigarba 394 — Portekizlilere
karşı Gucerat, Mısır ve daha bazı muslu man devletlerin bağlaşması
396 — Sultan Mahmut Bigarha'nın son yıllan 397 — Şah İsmail’in elçi­
sinin gelmesi 397 — Muzaffer Şah 11’ ilk yıllar 398 — Muzafaer Şah'ın
Racputlar’Ea uğraşları 398 — Muzaffer Şah'ın «on yılları 400 — Bahadır
Şah'ın ilk yılları ve Dekken seferi 401 — Bahadır Şah ve Portekizli
saldırıları 402 — Bahadır Şah’ın Malva’yı alması ye Nizamşah’larla
münasebetleri 402 — Bahadır Şah’m Raeputlar’la savaşları ve Gondvana’ya
kadar sokulması 403 — Bahadır-Hümayun savaşı 403 — Bahadır’ın
Portekiz!erden ve Osmanlı’dan yardım istemesi 404 — Bahadır’ın Por-
tekızler’ee öldürülmesi 405 — Bahadır'm ölümünden sonraki durum
406 — Osmanlı donanmasının Gucerat seferi 406;

V H a n d ış d e v l e t i 404

V I S İn t ü lk e s i 408

V II M u ttan 410
XIV HİNDİSTAN TARİHİ

V III K e ş m ir d e v le ti 411
Bir müslüman hanedanının Keşmir’e yerleşmesi 411 — Halkın İslâm"
laşması 411 — Nurbsbş mezhebi 412 — Çek oymağının önem kazanması ve
iç didişmeler 412 — Mirza Haydar'ın Keşmir’i fethetmesi 413 — Saltanatın
Çeklere geçmesi 413 — Keşmir’in Gurganlı devletine katılması 414

I X R a s p u t d e v l e t le r i 41S

X M a’b e r (M a d u ra ) d e v l e t i 415

X I B e h m e n li d e v l e t i
Kuruluş 416 — yüzbaşlık Haşan Kanku kimdir 419 — Alaüd-Dİn Ha­
şan ’ın saltanat ve teşkilâtı 420— Behmenli •Hindu savaşlarına bir bakış
420 — Sultan Muhammed 421 — Sultan Mücahit 424 — Mücahid'ded son­
raki karışık devir 424 — Sultan Mahmud 424 — Mahmud’dan sonraki
karışık devir 424 — Sultan 'Tac-üd-Din Firuz: İlk yılları 425 — Fi-
ruz’un Timur Gurkan’ı egemen tanıması 425 — Firuz’ua obur savaşları ve
ölümü 427 — Sultan Ahmet 427 — «Gariban» ve Dekktniyan kavgası 428—
Sultan Ala-üd-Din 430 — Sultan Hüseyin Zalim 4 3 0 — Sultan Nizamşah
430 — Sultan Muhammed II Leşkerî — başarı yılları 431 — Yönetim işle­
rinde değişiklikler 432 — Sultan Mnhammed’in son yıllarında devletin
dağılmasiyle sonuçlanan olaylar 433 — Mahmut Kavan’ın öldürülmesi
434 — Sultan Muhammed’e karşı ayaklanmalar, 434 — Sultan Mahmut ve
devletin resmen dağılması 435 — Behmenli hanedanının ortadan kaldırıl­
masına kadar olan olaylar 438.

X I I . D e k k e n 'in b e ş M ü slü m an v e b ir H in d u
d e v le tin in m ü ş t e r e k t a r i h i
Genel bakış 438 — Müslüman devletlerce bîribirine karşı Viceya-
nagar devletiyle işbirliğine başlanılması 441 —- Korsan Gılanlı Bahadır’a
karşı uğraşlar 441 Bazı değişiklikler 441 —— Yusuf Adii’in Şiiliği res­
mi din yapması 442 ^ Yusuf Adil’in ölmesi üzerine gelişen olaylar 442
—— «Dekkenî»leri Bicapur devleti hizmetinde kullanmak karan 443 — ■
Gülkende’nin bağımsız devlet olması 443 *■— Bicapur’a karşı bağlaşma ve
Behmenli sultanın İsmail Adilşah’ın eline düşmesi 444 — İran Şahı İs­
mail Safevî’nİn İsmail Adîlşah’ın şahlığını tanıması 444 — Bicapur-Vice-
yanar savaşı 444 — Bicapur ve Ahmetnagar devletleri arasında bağ­
laşma denemesi ve savaş 445 — Ali Berid’in bağımsızlığı 445 — Patri
için savaşlar ve Gucerat’m Dekken işlerine karışması 446 — İsmail Adil-
şah’ın Bidar’ı alması 446---- Adilşah’ın İmadşah'la bağlaşması 447 —
Gucerat Ahmetnagar dostluğu 447 — Adilşah’la Nizamşah arasında sa­
vaş ve bunun arkasından Dekken'i aralarında bölüşme anlaşması 448 —
İsmail Adilşah'ın ölümü üzerine Bıcapur'da durumun karışması 448 — Bıcâ-
pur’da Sünniliğin ve «Dekkeniyan» m üstün gelmesi 448 ——Abmetnagar’da
İÇİNDEKİLER XV

şiiliğm resmî din yapılması ve Bicapur’a karşı savaş 449 — Bidar ve


Gâlkende’de hükümdar değişmeleri 449 — Dört Müslüman devletin Bîca-
pur’a karşı Viceyanar Hindu devletiyle bağlaşması 450 — Bazı hükümdar
değişmeleri 450 — Nİzamşahlara karşı Adilşah-Viceyanagar bağlaşması
451 — Dört Müslüman devletinin Viceyanagar Hindu la rina karşı birleş*
mesi 451 — falikota vuruşmasının sonuçları 453 — Bazı savaşlar 453 —
Portekizlere karşı bir bağlaşma 453 — Dekken'i paylaşmak için Adilşah
ve Nizamşahlar arasında anlaşma ve Imadşahlar devletinin ortadan kalk­
ması 453 — Türlü olaylar ve Beridşahlar devletinin ortadan kalkması 454
— GurkanlıTann (Timur oğulları) Dekken işlerine karışmaları 454,.

XIII T u ğ lu k i m p a r a to r lu ğ u n u n d a ğ ılm a s ın d a n d o ğ m u ş
o la n m ü slfim an d e v l e t le r d e k i h a n e d a n v e
h ü k ü m d a r la rın a d ı
1. Ccvnpur*un «Şarkî» sultanları ........... 454
2, Bengal . . ................ .......................... .. 455
3 Malva sultanları ..................................... 459
4, Gucerat sultanları............................ . . 459
5., Handış Han ve Şahları , , .............. 460
6 Sint hükümdarları..................... 461
7., Multan .. „ , ................................ „ .. 462
8 Keşmir sultanları.......................................... 462
9., Ma’ber (Madura) sultanları , ........... 463
10. Dekken’in Behmeli sultanları , 464
11 „ Bidar sultanları (Beridşahlar)..................... 465
12. Berar sultanları (Imadşahlar), .. , , 465
13, Ahmetnagar sultanları (Nizamşahlar) „ , 466
14, Bicapur sultanları (Adilşah'lar) ........... 466
15. Gülkende sultanları (Kutubşahlar) ........... 467

YEDİNCİ BÖLÜM

BİRİNCİ DELHİ AFGAN SULTANLIĞI


LUDt HANEDAN!

Afgan devletinin Özü 469 — Afganların ve Ludi’lerin durumu 471


— Behlul Ludi’nin sultan olmadan önceki durumu 472 — Behlul Ludi’nin
sultan olması 472 — Sultan Behlul 473 — Sultan İskender Ludi 474
— Sultan İbrahim 476,.

DELHİ AFGAN SULTANLARI ..................... ................................ 477

$ BİRİNCİ DELHİ TÜRK SULTANLIĞI VE ONUN DAĞILMASINDAN


DOĞAN DEVLETLER HAKKINDA BİBLİYOĞRAFYA:
XVI HİNDİSTAN TARİHÎ

A Yazdıktan devri ve ona bitişik zamanları yaşamış tarihçilerin


eserleri : 478 — B ■■ Genel eserler : 479 — C Kısmen tarihî eserler •
482 — D - Yeni eserler : 483,,

D İZ İN .......................................... ..................................... ..... ........... 485


Gİ Rİ Ş

ürk Tarih Kurumu, her gün daha çok duyulmakta olan bit
T eksiğimizi karşılamak için, bir “Dünya Tarihi» yazma kara­
rını verdiği vakit bunda birkaç esaslı yönü göze almıştı:
a) Bu yazılacak eserler zincirli, henüz bilinmiyen ve
açıklanılmamış belgeleri arayıp bularak, yani pek uzun yıllar
birkaç göbek (nesil) bilginin ömrü boyunca uzayabilecek
araştırmalar yaparak değil, bugün var olan bilgilere dayanı­
larak yazılacaktır. Öbür iş “Türk Tarihinin Ana Hatları» adını
taşıyan VIII inci “Serinde yapılmaktadır..
b) Bu “Dünya Tarihi„nin Türklükle ilgili kısımları bu­
gün var olan ana kaynaklara, o devri anlatan tarih, seyahatname,
hatırat gibi eski ve orijinal eserlere, para koUeksiyonlarma
vesaireye dayanılarak yazılacaktır; yani herhangi yeni batı eser
veya eserlerine dayanılarak yazılmıyacaktır. Amaç, ister pro­
paganda düşüncesile, İster anlayış ayrılığı dolayısiyle yabancı
dimağlarca kendilerine göre yoğrulmuş bilgileri, olduğu gibi
ve hiç olmazsa ana çizgileriyle dilimize nakledip halk ve hatta
aydınlarımızı herhangi bir konu için yabancı dimağların ege­
menliği altına sokmamaktır..
* *#
Bu cildin kendi özellikleri hakkında şunları açıklamak
isteriz:
tik bölümün bir kısmile 2 inci ve üçüncü bölümler Müslü­
man Türklerin Hindistan'a girmesinden önceki devirlere aittir,
Bu bölümlerde iki yöne dikkat etmek gerekir :
a) Din ve onunla ilgili felsefî düşünceler.
Bu konular Hindistan’da her türlü ölçüleri aşacak kadar
geniş, zengin ve biribirine zıt biçimde gelişmiştir ; bu, kıs­
men de halkın bu gibi şeylere eyginliğinin sonucudur. Bir­
kaç binyıl içinde ister istemez doğmuş olan yeniliklerin,
hemen hepsinin, eski şeylerin tâ kendilerinden veya onların
devamından başka bir şey olmadığını, birçok karşın düşün­
celerin biribirinin aynı olduğunu isbat yolunda da olağanüstü
XVIII GİRİŞ

emekler sarf edilmiştir. Böylelikle İslâm ve Hıristiyan dini ana


eser ve kaynaklarından pek çok defa daha şişkin olan Hint
dini ana eser ve kaynaklarına, bu gibi amaçlarla ölçüsüz
denecek kadar kabarık tefsir vesaire eklenmiştir,,
Bu kalabalık ve biribirile karmakarışık dinî ve felsefî
düşüncelerden Özetler çıkarmak ve bunlardaki ana gidiş yol­
larını sezmek istiyenlerin bazen biribirine tamamiyle karşın
özde eserler ortaya koydukları ve sonsuz tartışmalara yol
açtıkları görülmektedir; bu da az çok tabiî sayılmalıdır ve
bundan sakınmak imkânsızdır.
Biz de, bu türlü anlayışlar arasında, aklımızın en çok
yattıklarını seçerken böyle bir duruma düşmekten kendimizi
alamazdık, Bu konularla ilgili kısımlar ona göre okunulmalıdır;
Şu yönü de göz önüne koymak İsteriz:
Bazen bir dini veya felsefî düşünceyi nakleden yaban­
cılar, samimî de olsalar, hiçbir düşmanca düşünceleri de
olmasa, onu, kendilerine göründüğü gibi, bir “saçmalar top­
luluğu* biçiminde naklederler ; yine bazen bu biçim nakil,
İlmî ve nesnel (objektif) sayılabilir ve bir bakımdan da öyle­
dir Ancak şu da gözden kaçmamalıdır ki, bu inan ve düşün­
celeri benimsemiş olanlar, çok kere onlarda bir makuliyet,
bir akla yakınlılık görmektedirler. Bu inanlar mücerret İlmî
ölçülere vurulunca öyle görülmeyebilirler, amma onlara ina­
nanlar için öyledîıler. Bu bakımdan bu gibi konularda, o
dinden olanların, ister Batı bilgileriyle ilgili ve onlara göre
yetişmiş olsunlar, ister daha çok dinî kaynak ve geleneklere
göre “ilmihal,, kitapları yazmış bulunsunlar, anlayış ve dü­
şüncelerine yer vermeyi ve “bibliyoğrafya,, da bu gibi eserleri
de anmayı doğru bulduk,,
b) Müslüman Türklerin gelmesinden önceki Hindistan
tarihi olaylarının kaynakları yok denecek kadar azdır, dola-
yısiyle pek çok olay müphem kalmaktadır; Kuşan ve Saka’lar
gibi Türklüğünde bizce şüphe edilmemesi gereken ulus ve
devletler için ülkemizde elde edilmesi mümkün olan azamî
bilgilerin toplanılmasına çalışılmıştır,.
*
* *
GİRİŞ XIX

Gazne devletinin kurulmasiyle Müslüman Türklerin Hin­


distan’la ilgileri gelişir Bu andan itibaren hep eski ana kay­
naklara dayanılarak yazmaya çalışılmış ve Batı eserleri daha
çok bir anlayış karşılaştırma ve denetleme vasıtası olarak
kullanılmıştır, Şu da sÖylenilmelidir ki, bunu yüzde yüz Ölçüde
böyle yapabilmek için “tamam» veya az çok “tamam,, olmak
iddiasında bulunan büyük kütüphaneli birkaç Batı kentinden
birinde çalışmak gerekir.. Ancak İstanbul ve Ankara’nın türlü
kütüphanelerinde ve kendi kütüphanemizde bulunan bu devir­
lere ait eserlerle ve Hindistan’daki gezilerimiz sırasında ora
kütüphanelerinden almış olduğumuz bazı notlarla bu işi yukar-
daki niebete yakın bir ölçüde yapmak mümkün olmuştur,
Gazne ve Gur devletleri gibi tarihleri öbür İslâm devlet­
lerin tarihine çok geniş ölçüde karışmış olan devletlerin büyük­
lük devirleri, hele meselâ Gazne devletinin Doğu İslâm acunu­
nun en önemli devleti bulunduğu Sevüktekin, Mahmut ve, baş­
langıçta olsun, Mesut devirleri, ayrıntılı olarak anlatılmıştır;
öbür devirler daha özet olarak anılmıştır.. Böylelikle, işbu
eserler zincirinin öbür ciltlerindeki yazıların aşırı biçimde
tekrarlanması önlenilmek istenilmiştir,,
* *«
Öz adların okunuş ve yazılışındaki bazı özelliklere işaret
etmek gerekir. Genel olarak Orta ve Uzakdoğu acunu bizim:
i dediğimize e der
® »
a » â „
ü u „
Bundan başka bizim “b„leri "p„, “d„leri “t„ vesaire
yapmamız da birçok öz adlar üzerinde şaşırtıcı tesir yapmak­
tadırlar, Dizinde bazan her iki biçimi de (asıl okunuşla bizim
okuyuşumuzu) kullanmak suretile bu mahzur kısmen önlenil-
miye çalışılmıştır.
Bütün dikkatlere rağmen metinde bazı önemli yanlışların
kaldığı görülmüştür. Bunlardan s, 24, 26, 30, 41, 63, 109, 191
dekilere ve s. 460, 462, 465 ve 477 dekilere dikkati çekmeyi
uygun gördük.
H İK M E T BA YU R
BİRİNCİ BÖLÜM

GENEL BİLGİLER

I. Coğrafî B ilgiler

indistan’ın tabiî kara s ın ır la ^ doğuya


H doğru uzanan Himmalaya ve batıya.doğru uzananiiindu-
k uş dağ zmciHerive bunların türlü kollarıdır. Dolay isiyle bu
eserde, genel olarak, Hindistan1 denilince bu dağ zincirlerinin
güneyinde kalan yerler anlaşılacaktır2 ""
Böylece sınırlandırılmış olan bu ülkede üç ana bölge
göze çar p ar:
l . K uzeydeki Bunun başlıca özellikleri şunlardır:
Bu bölge Hindistan’ın su hazinesidir; deniz-
d a ğ lık - b e lg e
den_yiizlerce km, içerilere kadar üzerlerinde vapurlar işliyebi-
len^Gence ve Sint ırmakları ve bunlara akan derelerin hemen
hepsi bu dağlardan inen sularla doludur.
b) Gence ve Sint ovalarına yağan yağmurlar, bu dağlara
çarpan rutubetli yellerin.-yükselerek bıraktıkları sulardır,,
işbu (a) ve (b) böleklerinden şu anlaşılır ki, Gence ve Sint
ovalarında ancak bu dağlık bölge yüzünden yaşanılabilmektedir.
Bu dağlık bölge Hindistan’ın kapılarını kapsar ve işbu
ülkenin tarihini-bu kapılardan geçen uluslar yapmıştır, işbu
dağ duvarı Pamir’den Bengal körfezine kadar giden doğu
kısmında (Himâlaya) ordu denebilecek ölçüde kalabalıkların,
az da olsa, ağırlıklariyle birlikte geçmesine uygun değildir ve
bu bakımdan geçit vermez denilebilir, Dolayısiyle tarih bakı­
mından bu kısmın önemi azdır.

1 Bazan bu ad, Delhi • Agra bölgesini kapsıyan Cemne ve yukarı


Gence ovalarına hasredilir
2 Hindu • Kuş yerine Süleyman dağları ve hattâ Sint ırmağı da tabiî
sınır ^sayılabilir ve devir devir bu yoldaki telâkkiler değişmiştir; biz
burada en geniş sının aldık..
2 HİNDİSTAN TARİHİ

Pamir.’in batısından Arabistan denk olan kısım­


da ise işbu dağ~duvarı, orduların , geçmesine uygun geçitler
vermektedir, Bu dağlar Hindu-Kuş’la onu batıya doğru Her at
yörelerine kadar uzatan Kuhi-Baba (Baba dağı) ve Sefid Kuh
dağ zinciridir. Bu zincirin Hindu-Kuş kısmında 6-7000 metre
yükseklikleri vardır ve Herat’a doğru gidildikçe alçalır,, Bu
bölgede 4-7000 metre yüksekliğinde dağlar arasında, 2-4000
metre yüksekliğinde pek dar ve çapraşık yayla, ova ve geçit­
ler bulunur,,
Bu zincirin güneyinde yine Pamir’den ayrılan ve KâbiFin
kuzey-doğusunda Pamir’e bağlanan o kadar yüksek değilse
de yine çok çetin bir dağ zinciri vardır ki, en büyük kısmın­
da Süleyman Dağlan admı taşır, daha sonra bu dağlar Belu-
cistan dağlık bölgesini teşkil ederler,,
Bu dağ duvarı, Türkistan ve Hindistan arasında ordular
ve kalâbalıklarca kullanılabilecek iki geçit zümresini kapsar.
Birincisi Kabil bölgesinden, yüksek, çok kere pek dar, zor ve
yoksul boğaz ve ülkelerden geçer,, Bu yollar zümresi üzerinde
en önemli ve tanınmış geçitler Bamyan,: Kavak ve Hayber
geçitleridir.,
^ İkinci zümre Herat-Kandahar genel yoludur ki, büyük
kısmında denizden bin metre kadar yüksek çöllük bir yayla­
dan geçer.. Bu yollar güneyde, sBolan-geçidiyle Hindistan’a
çıkarlar,,
-3 Tarihte pek az kullanılmış olan bir üçüncü yollar züm­
resi de Belucistan kıyı (Makran) yoludur.2

2 K d k i Hindistan’da göze çarpan ikinci ana bölge


b ü y ü k d ü z lü k kuzeyde, Bengal körfezinden Arabistan Deni­
zine kadar uzanan ve yukarda sözü geçen
dağlık bölgeye bitişik bulunan bir milyon üç yulT bin kilo­
metre kare yüzeyindeki düzlüktür, Bu düzlüğün her bakımdan
merkezi, denizden 2-300 metre yükseklikte olan Delhi-Agra
bölgesidir; bunun kuzey-batısında, Sint ve ona akan derele­
rin ovası, doğusunda da Gence ve ona akan derelerin ovası
bulunmaktadır.
Bu düzlüğün merkez ve doğu kısmı, yâni Lahor'dan Ben­
gal körfezine kadar giden kısmı, bazı istisnalar la, • çok- zengin
GENEL BİLGİLER 3

ve bol -ürün verieidir ; Batı kısmı Jş e , Gücerat müstesna, ço­


ğunluk bakımından ancak sulandıkça ürün veren* çorak ve
bazen de tam çöllük yerleri kapsar, Dekken yaylasının bu
düzlüğe karşı kuzey-batıda bir ileri karakolu gibi olan 500-
1000 metre yüksekliğindeki Aravallı dağlarında pek sarp tepe­
ler bulunur. Kuzeyden .gelen uluslara boyun eğmek iştemiyen­
ler-için bir.^şığmak^olmuş olmaları bakımından bu dağlar ta­
rihçe önemlidirler.,
Hindistan’ın üçüncü bölgesi, 400 -1000 metre yük­
sekliğinde bir yayla olan Dekken ^yarımadasıdır;
yüzeyi iki buçuk milyon kilometre karedir.. Gence ovasına nis-
beten yoksul sayılır, Bu yaylanın kuzeyinde, başlıcaları VAn-
diyaadım taşıyan ^dağlar zinciri;;yardır. Ortalama yüksek­
likleri 1000-1200 metredir; ancak çok sarptırlar ve pek sıkı
orman ve çalılıklarla örtülüdürler; bu yüzden sayılı noktalardan
güçlükle geçilirler; kuzeydeki^büyük Devletlerinsğüneye yayıl­
malarını güçleştirdikleri içine tarih} bakımından önemleri vardır..
Dekken yarımadasının batı kıyılarında denize hemen bi­
tişik 1000-2500 metre yüksekliğinde pek dik batı Gabdağiarı
vardır; yanmada oradan doğuya doğru yavaşcana iner; doğu
kıyıları yakınında daha az yüksek ve dik olan doğu Gat dağ­
lan bulunur,,
Her tar aftan dağlarla denizden ayrılmış o.lan . Dekken yay -
lasının durumu, az çok, Anadolu yaylasmınkine benzer ve genel
olarak kuraktır, Doğu kısmı daha zengin ve sulaktır..
£İOt^
. . .. HindistanhnJiklimi (Düzlük ve Dekken) pek sıcaktır
ve birçok yerde pek te rutubetlidir; genel olarak,
hele dışardan ?gelenler..4Cİn.Tj^ucitedB&fv;r ^ ^ S d ır yerlilerimde
çok. yerd^,^eyşeto ve ^ekken^kıyılannın
birçok yerlerine, kış aylarında, bile, İstanbul ve hattâ İzmir’in
tem muz ve. ağustosu aranılır,,
Kuzey-batı, bölgesinde ise (Sınd’in bir kısmı, Pencap ve
Delhi’ bölgesi) kışın az çok serin olur ve orada birkaç kış
ayında soluk alınabilir; bazı kış geceleri don bile olur,,
Hindistan’ın, çoğrafya bakımından, en büyük özelliği
Y a ğ m u r l a r yağ.murıandır. 5 U ülkede hayat,>uıusson (mevsimden
bozma) yellerine ve onların yağdırdıkları yağmurlara tâbidir, En
4 HİNDİSTAN TARİHİ

önemli olan güney-batı yellerinin yağdırdıkları yaz yağmurları­


dır (kış yağmurlarını kuzey-doğu yelleri yağdırır), Yerine göre
tarihi değişen ve yazın birkaç hafta veya bir iki ay süren ve
sağnak gibi düşen mevsim yağmurları sırasında her taraf ye­
şillenir, ürünler biter ve sonra hemen her yer kuraklaşır; hem
yaz hem de kış mevsim yağmurlarını yiyen veya ayrıca sulanı-
labilen yerlerde yılda- iki ...ürün alınabilir.
İşbu yağmurlar, deniz ve dağların durumuna göre bol veya
kıt olur , Dağla üzerinden yağmurlu yel gelen deniz arasında
bulunan yerler ( Anadolu’nun hemen bütün kıyıları g ib i) çok
yağmur alırlar ; kendileriyle bu gibi denizler arasında önemli
dağlar bulunan yerler ise az yağmur alırlar ( Anadolu yaylası
g ib i) .

II. H i n d i s t a n1d a k ı ı r k l a r
Avrupa’da olduğu gibi Hindistan*da da*birçok ırk oturur,,
Avrupa antropologları orada başlıca dört ana ırk veya tipi
anarlar 1,
1) Türk- İran tipi : adını verdikleri kuzeybatı halkı; bun­
lar çoğunluk bakımından brakisefal, ince burunlu ve iri ve gür­
büz vücutlüdürler,, Afganlar, Beluçlar, Tacıklar, Sİnt halkının
ve Pencaplılarm bir kısmı ve bunlar arasında jatların çoğu
bü ırktandır,
2) Hint - Avrupa tipi • çoğunun başlan dolikosefal, burun­
ları orta (bir azınlığın burunları incedir) ve boylan uzundur,,
Keşmir’de, Pencab’ın büyük kısmında ve Racputana’da oturur,,
3) Dr av itle r : braki veya mesatisefal ve orta veya yassı
burunludurlar; ufak yapıdadırlar; Hindistan’a ve dolaylarına
yerleşeli epi koyulaşmış olan önce sözü geçen iki ırktan da
çok koyu renklidirler ve saçları kıvırcık olmamakla birlikte,
renk ve burunları yüzünden zenciliğe yakınlık duygusunu
uyandırırlar,. Hindistan’ın merkez, güney ve güney - doğusunda
otururlar ve en kalabalık kütleyi teşkil ederler.
4) M ongoloitler: çoğunluk bakımından brakisefal ve yassı
burunludurlar. Hİmalaya bölgesinde ve Çin Hindistan’ında bu­
lunurlar,

1 Sör H„ Risley, «The People of İndia *


GENEL BİLGİLER 5

Bu ırkların aralarındaki karışmalardan az çok özel va­


sıflı üç ırk veya tip daha ortaya çıkmıştır.
5) ls k il-B r a m ^ U pi: çoğunluk bakımından mezatisefal
ve orta burunludurlar. Geniş başlı ve ince burunlu İskit Türk-
leriyle uzun veya orta başlı ve yassı veya orta burunlu Dra-
vitler’in karışmasından çıkmıştırlar ; Dekken’in batısında otu­
rurlar, Bombay vilâyetinin sınırlarını epi taşarlar ve Maysor
devletinin batısını da kaplarlar.. Tarihte bu ırkın en önemli
ulusu Makaratlar’dır.
6j^Mongol - Dratrit t ip i: bir önceki gibi hemen kamilen
mezatisefal ve orta burunludur,, Bengal’de ve Orisa’nın kıyıla­
rında otururlar,, Her ikisi pek çok yassı burunlu kimseleri
kapsayan iki tipten (Mongoloit ve D ravit) çoğunluğu orta
burunlu olan bir tipin çıkması anlaşılamaz bir yön olacağın­
dan bu tipe Türk-D ravİt demek daha doğru olur düşünce­
sindeyiz.
7) Hint - Avrupa - Dravit tip i: çoğunluğu uzun boylu,
dolikosefal ve orta burunludur.. Gence-Cem ne ovasında (Ben-
gal dışarda kalmak üzere) otururlar,.
Bu ırk veya tiplerin birkaçı üzerinde durmak gerekir :
a.) T ü rk - gerçekten, Alpin veya Türk ırkının Hindis-
İran tip i *an a ve onun kuzeyindeki dağlık bölgeye yerleş­
miş bir kısmıdır; tabiî olarak, az çok karışmış ve
iklimin de tesiriyle rengi koyulaşmıştır. Bu ırkı, o bölgede,
temsil edenlerin tarih bakımından en önemlileri Afganlar’d ır;
bunlar, İçinde birçok Türkçe kelime bulunan, peştu denilen,
bir Arı dil konuşurlar; oymaklarının ve oymak topluluklarının
bazıları, Türk veya Türk şivesine pek yakın adlar taşır: Tu­
ran, Terek, Babur, Katak (Ketek), G ü rb ü z .... gibi; çok çetin
ve vuruşkan^ b ir ulustur ve bağımsızlığını çok sever ve koru­
masını bilir.
Yazılı tarihte adları, tereddüde mahal bırakmıyacak bi­
çimde, ilk olarak El-UtbTiiin Tarih-i YeminTsinde geçer (10 ve
11 inci yüzyıl); ancak Afgan adı altında tarihî önemleri 15
inci yüzyılın başlarında görülür.
Bunların en büyük ve kalabalık ve tarihte büyük İşler
görmüş kısımlarından biri, adları birkaç biçimde okunan Giİ-
6 HİNDİSTAN TARİHİ

cai (Ghalzai, Khalci „.) lerdir; kendilerini Türk aslından bilir­


ler, bir kollarına bundan bir asır öncelerine kadar “ Turan,,
denirdi, bugün oturdukları yerlerde (en çok Kabil - Kandahar
yolunun güneyi), 13.üncü yüzyılda,JTabakafc^
K alaç Türkleri otururdu., Bazı Avrupa tarihçileri, Gilcailerin
Afganlaşmış eski Kalaçlar olduğunu kabul eder ve bazıları
etmez, Ancak 14 üncü yüzyılın başlarında bütün Hindistan’a
egemen olmuş olan Kalaçlarm yok edildiğini hiçbir tarihin
kaydetmediğine ve bugün onların yerinde, adları onlarınkine
çok yakın olan ve kendilerini Türk aslından bilen bir ulusun
oturuşuna bakılırsa, işbu ulusun büyük ölçüde birincisinin de­
vamı olduğu kabul edilmelidir;
Eski efsaneleri toplamış olan birçok eserler (Oğuz Kaan
destanı, Divan-rLûgat it-Türk, Cami üt-Tevarih) Kalaçlara Türk
der ve onları Türklerin ana kütleden ayrılmış bir kolu gibi
gösterir. Tarihî devirlerden bahseden kaynaklar da onlara
Türk der ( El-Utbi, Fahrettin Mübarek Şah v s )
Afganlar’m yine çok önemli bir kolu da, bugünkü Afga­
nistan hükümdar hanedanının mensup olduğu Dürrani oymak­
lar grupudur, Bunların 18 inci yüz yılın ortalarına kadar adları
4iadaii idi ve kendilerinden olan ilk Afganistan hükümdarı
Ahmet Şah ‘Baba Abdali’nin Dürrüd-Dür r an (inciler incisi) ün-
vanını alm asiyle onlar da Dürr ani, a dı nı almışlard ır.
Bunlar ı n, Y unan tarihlerinin “Eptalit „ diye and ıklan Ak
HüiL^XürideFİ—'Oİdu’k lari‘-'-ileri.v sürülmüştür,. Bundan başka P„
Nebolsin’in “Aşağı Volga Taslakları,, (Oçerki Voijskogo Ni-
zovya,, adlı eserinde (s, 128) Abdal oymağının Kayı Hanın
oğlu Hasan’dan türediğine dair bir efsane nakledilmektedir;
Keza Vambery “Das Türkenvolk.... „mda (s. 391-402) Türk-
menler’in bir Abdal oymadığından bahseder,. Anadolu’da da
bir sürü Abdal oymak ve köyüne rastlanılır., Bugünkü Afga­
nistan’da Abdalı —Dürraniler, Kandahar dolaylarında ve Herat-
Kandahar arasındaki bölgede otururlar, Ak Hün —Eptalitler de
başlıca bu yoldan Hindistan’a girmişlerdir ve torunlarının işbu
bölgede yaşayagelmeleri makul sayılmalıdır .
Kalaç, Abdal ve daha başka Türk oymaklarının nasıl
Afganlaştıkları üzerinde kesin bir bilgi yoktur; bu yolda şu
düşünceler ileri sürülebilir:
GENEL BİLGİLER 7

Afganlar, Afgan adı altında şimdiki Afganistan’da en


aşağı 10 uncu yüzyıldan beri bulunmuşlarsa da ancak 15 inci
yüzyıldan itibaren büyük ve önemli bir rol oynamışlardır ; o
tarihte ise, artık, Kalaç Türklerinin ve Abdalların Afganlaşmış
olduğu görülmektedir Halbuki KalaçLar daha 14 üncü yüzyılın
ilk yarısında. Türktürler ve 30 yıl hemen bütün Hindistan’ın
egemeni olmuşlardır,,
Yukarıda sözü geçen Afganlaşma olayı, en makul olarak,
şöyle gelişmiş olabilir: Hindu-Kuş’un güney eteklerine kadar
yayılmış olan Çağatay adını taşıyan ve müslüman olmıyan
Moğol Türk,jdevletilç, genel olarak, Sırıt ırmağım tutmuş olan
Delhi Türk - Müslüman devleti 150 yıl kadar (13 üncü yüzyılın
ilk yarısından 14 üncü yüzyılın son yarısına kadar) hemen hep
birbiriyle savaşmış, veya düşman bir durumda yaşamışlardır,,
Arada sahipsiz* bölgede (genel olarak Kâbil - Kandahar yolu
ile Sint ırmağı arasında kalan yerler ve Kabil’in doğusu) her
iki büyük devletin baskısı altında bir? sü rü . oymak, az çok
kendi başlarına bırakılmış olarak, sıkışıp kalmış ve bu 150
yıllık devrede bunlar arasında genel bir kaynaşma olmuştur;
sözü geçen bölgede kalmış Kalaçların, Abdalların ve d aha
bazı Türk oymaklarının Afganlaşması en. çok bu devre içinde
olmuş olabilir; yukarıda anlattığımız iki yanlı çetin baskı gev­
şeyincekalabalıklaşm ış . .büyük Afgan kütlesinin tarihî rolü
başlar,
Bu tip: Avrupa’daki “Nordik,, yâni Kuzey ırkının
rupa* t îp î^ V Hindistan’a girmiş, tabiî az çok karışmış ve ik­
lim dolayısîyle de rengi koyulaşmış bir koludur
Bunlar, ırkî bakımdan, Türklükten en uzak olan
kimselerdir, ancak, dilleri Türkçeye bazı ;yakın-
c ) D r a v i t le r
lıklar gösterir. Bu eserin hacmi bu gibi konuların uzun ince­
lenmesine uygun olmadığı için Hindistan Kembriç Tarihinden
aşağıdaki yazıyı almakla yetineceğiz (c I s„ 593):
“Pek eski bir devirde, Milâttan birkaç bin yıl önce, Hin­
distan’ın en büyük kısmında, aşağı yukarı şimdi Dravıt ırkı
dediğimiz ırkın bedeni vasıflarım taşıyan, koyu renkli ve aşağı
kültürlü olan zencimsi (negroid) bir ırk otururdu. Bu ilk ulusa
daha doğru olarak Pre-D ravit (Dravit’ten önce) demek gere­
kir.. Daha sonra, kültürü daha yüksek olan ve “İskit,, diliyle
8 HİNDİSTAN TARİHİ

ilgili bir dil konuşan - bugün Dr av it, dilleri denilen diller bu


dilden türemişlerdir- bir ulus yavaş yavaş kuzey veya batı-
kuzeyden, ihtimal Belucistan yolu ile Sint ovasına girmiş ve
sonda Vindiya dağlarının güneyine geçmiştir., Bu ırka Proto-
Dravit (ilk Dravit) denilebilir. Nereye vardıyse kanını çok veya
az ölçüde yerlilerinkiyle karıştırmıştır,, Bu karışmadan tarihî
Dravitler çıkmıştır ve Proto-Dravitler her ne idiseler, Dravit-
ler’de onların bedenî vasıflarından az izler kalmıştır, Pre-
Dravit oymaklarının çoğu Proto - Dravitler’in kaniyle birlikte
onların dillerini de temessül etmişlerdir, „
Bu yazıda Proto-Dravit diye sözü geçen ve İskit ırkından
denilen ulusun Milâttan 3000-3500 yıl önce Sint ırmağı yörele­
rinde Mohanco-Daro ve Harapa’da pek yüksek bir kültürü
olan brakisefal ulus olması, en makul olarak, kabul edilebilecek
faraziyedir (B ay Barnett, Kembriç tarihinde yukarı koydu­
ğumuz yazıyı yazdığı sırada bu kültürün izleri henüz bulun­
mamıştı ) .
Özet olarak, Dravitler, çok eski devirlerde Türk dil ve
kültürünü almış, ancak bedenî vasıflarına göre, kanı Türk kanile
pek az ölçüde karışmış bir ırk sayılmalıdır,
Bu ırklar bölümünü kapatırken, genel olarak, şunu belirt­
mek gerektir: Bundan en aşağı 5-6000 yıl öncelerden başlayıp
18 nci yüz yıla kadar devam eden Orta Asya’dan Hindistan’a
Jşb u ülkeye» .yerleşmiş ve
İskit,J§ak<a ( Sakya) , Pjırt, Yüeçi,*Turuşka, Tijrkv ve saire gibi
adlarda anılmış olan ve hemen hepsi pek büyük ölçüde Türk
bulunan insanların bıraktıkları ırkî izler; yukarıda 1, 5 ve 6
numaralarda görülen T ürk - İran, İskit - Dravit ve T ürk - Dravit
ırk veya tipleridir. Bunların sayısı Hindistan ahalisinin dörtte
birine yakındır. Buna, Dravitler üzerinde bırakılmış olan kültürel
izler eklenmelidir

III. H i n d i s t a t t ’ın bazı Ö z e l l i k l e r i

x Hindistan’ın bazı özellikleri vardır ki, bunlar gözönünde


bulunmadıkça oranın tarihi ve Türklerin oralardaki rolleri güç
/anlaşılır; aşağıda bu özelliklerin en önemlilerini belirtmeye
Çalışacağız,
/
GENEL BİLGİLER 9

Hindistan'ın kuzeyinde, yâni Türk anayurdun-


da, iklim, genel olarak Anadolu yaylasının ikli-
H in d is ta n ’ a
mine benzer; orada çok sıcak yazlar; çok so-
k fitle .Jıa lin -
de göçl^rai* kışlar, kuru hava ve güzel baharlar vardır ;
Hindistan’da ise sürekli ve alışmamış olanlar
için son derece sıkıcı ve yıpratıcı sıcaklar ve çok yerde ağır
bir rutubet vardır; mevsim yağmurlan korkunç sağnaklar ha­
lindedir ve bazı yerlerde ev içinde bulunan eşyayı yosun kap-
lıyacak kadar rutubet yaparlar,
Bu yüzden kuzeyden Hindistan’a girenler, ki pek bü­
yük ölçüde Türklerdir, orayı hiç sevmemişler ve oraya hep
zorla, daha kuzeyden gelip kendilerini oraya süren başka
bir dalganın baskısiyle veyahut ancak kazanç ve macera
arayan küçük kütleler halinde girmiş ve yerleşmişlerdir. G e­
nel olarak, olayın gelişimi şu biçimdedir: Kuzeyden gelen bir
dalga,- Ceyhun dolaylarında oturanları, önce Hindu-Kuş ve
kollarının kapladıkları dağlık bölgeye sü rer; buraya sürülen­
ler işbu böl ged ekilen güneye, Pencap ve Sind’e sürerler, orada­
kiler de ; daha güneye, yâni Türkistan yerlileri için .soluk
alınması dahi çok güç olan bölgelere çekilir veya sürülürler.
Tabiîdir ki bu anlatışımız yalnızcana bir şemadır; ve çok
kere es.kilerin büyük birvkısmı yeni gelenlerin eğemenhği altı­
na girer ve yahut ta iki kütle karışır ve kaynaşır..
Tarih ve daha birçok emareler bize kuzeyden Hindis­
tan’a doğru biteviye göçler olduğunu gösterir ; yine tarih ve
birçok emareler Hindistan düzlüğünün kuzey-batı kısmının
ve oraya ulaştıran en önemli .göç yolu olan Herat-Kandahcir
bölgesinin bugünkü gibi kurak olmadığını göstermektedir.
Dolay isiyle pek eski devirlerde ve genel olarak Milâttan 1-
2000 yıl öncelerine kadar Türkistan’dan Hindistan’a büyük
kalabalıkların çoluk, çocuk ve sürüleriyle göçleri kolay ve
mümkündü; 2-3000 yıldan beri ise, kuraklığın ilerlemiş olması
dolay isiyle, ancak arkalarında çok iyi işliyen bir teşkilât bulu­
nan veya daha önceden kuzeydeki dağlık bölgeye yerleşmiş
ve oralarda üsler kurmuş olan ordular Hindistan’a girebilmek­
tedirler. Bunun başarı ile yapılabilmesi için de Hindistan’da^
gelenleri önlivebilecek iyi işleyen bir teşkilâtın bulunmaması
ger^kTr^Dölayısiyle Jjind istan’da ırkî değişiklikler yapabilecek
10 HİNDİSTAN TARİHİ

ölçüde Önemii göçler en _son mi lâtdeyrinekadar yapılabilmiştir,.


Büyük kütle halindeki göçleri bir yana bıra-
kıp Hindistan’a öbür türlü girişi, yani ordu­
ların akın, ve fetih için girişlerini inceliyelim,
Bu olay çoğunlukla şu biçimde gelişir:
—^ a) Türkistan’ın....bir karmakarışıklık ve güçsüzlük devresi
geçirdiği bir sırada, zorlu bir uzkişi .Hiikdi4;r'-Kuş dağlık bölge­
sinde., güçlü bir devlet kurar, ve.K rld ^ fl^ fe ^ g ü ç ^ v e ^ s k e r
W wHindistanjı^da,,i)k^ervet^kaynağı^^lbi. .kullanarak devletini
büyütür,, _Sjeyüfctekin ve oğlu, ipahmiıt deyrinde
Gıyasüddin ye Muizüddin Muhammed kardeşler
devrinde,V^ur.devleti:ibu biçimde büyümüş ve kuzey Hindistan’
ın bir kısmını kaplamışlardır,, Kanık ( Hindistan’da Kanışka
bu yolda büyümüş oldu­
ğuna az ço k_h ük med il ebi İir. ~
b) Türkistan’da olagelen çarpışmalar sonucunda Hindu
Kuş dağlık bölgesine sürülmüş olan küçük bir kuvvet, kuzey
Hindistan’da durumu uygun bularak oranın bir kısmını ele
geçirir ve böylelikle konduğu servete dayanarak biteviye Tür­
kistan’dan kuvvet getirtir ve Hindistan’a yayılır., Bu biçimde
kurulan ve büyüyen devletlerin en ünlüsü önce Babjj®§un sonra,
da oğlu Hüma-vun’la onun beylerinden Bayram Han’ın (Ekber’in
atalığı yani vasisi) krırdukları^devlettir..
Hindu - Kuş’un kuzey inde kurulmuş-.-büyük devletler Hin­
distan’a yerleşmıy e pek Önem vermemişlerdir; bu da,, en çok
iklimin-, •sevUmemestrrg -y o fla rlız ^ yüzündendir.,
Snvuk" lşjaendeF r ^ Nadir ^ a ft^ fş a b ^ in d ış ta n ’a
akınlar yapmakla yetinmişlerdir ve orada bıraktı klan vali ve
adamlarını mevkilerinde tutmaya pek önem vermemişler veya
bu işi pek..h.aşaramamı.ffirrfır, ~ ^ “—
1. Hindistan ikliminin çok sıcak ve gevşetici
ler ve Cy etliler °^ması yüzünden ora halkı, daha sağlam ik ­
limli yerler halkına nisbeten, daha az vuruşkan
ve daha az çetindir; jfa yüzden) ve Hindistan’da geçim şartla­
rının daha bol ve uygun olmasından, Hindistan halkı komşu
ülkeleri ele geçirme işine hemen hiç girişmemiştir; bunun
terşine olarak, biteviye..dışarjdan gelen fatihler orayı ele ^eçi
inişlerdir.
GENEL BİLGİLER 11

Hindistan halkı vuruşkan ve çetin değildir denildiğinde,


bu, ancak genel olarak doğrudur ve bu halk arasında istisna­
lar olduğu gözden kaçırılmamalıdır.. Orada ya damarlarında
büyük ölçüde Tür k kanı oldğu için veyahut ta oturdukları böl­
genin iklimi o kadar yumuşatıcı olmaması yüzünden ( Pencap,
dağlık bölgeler v, s ,) çok çetin ve vuruşkan ve bu bakımdan
bazı Avrupalı uluslara üstün uluslar yok değildir.. İngilizJer
bunlar a {'t( mil ilarv^-ı^çfis „ vânı ^asFeff^rkl^'.. derler ve Hindis­
tan ordusu askerlerini hemen—hep .--bunlar-arasındarL seçerler,.
Bunların toptan sayısr 30 - 35 milyon kişidir; ancak, çok kere
birbirlerinden çok uzaklarda dağınıktırlar ve aralarında tarihî
düşmanlıklar vardır Afga nl ar, Bel uçl ar-, Hezareler (Afganistan’da
ve kuzey-batı Hindistan’da oturan çoğu şiî mongoloidler),Gur-
k-alaf" ( Hımalaya eteklerinde oturan mongoloidler ) , birtakım
-Peneap-— “-Sûrlar ( çoğu Jatlardandıı) ,
-Mabaratlar v. s, bunlaıan^.haşlıcalacıdır Yukarda andığımız ilk
dört ulus ötekilerden üstün sayılırlar
2. Hindistan’a giren Türk fatihleri oradaki başarılarını çok
iyi yetiştirilmiş ve düzenlenmiş ordu ve askerlerine, kendilerinin
daha vuruşkan, çetin ve dayanıklı oluşlarına, binicilikte daha
çok usta olmalarına, üstün komutaya ve yerleştikleri yerlerde
devlet makinesini çarçabuk eski idareden daha çok iyi işlet­
melerine borçludurlar ; bu yüzdendir Jri Türk ordularasayıca
kendilerine 5-10 misli üstün yerli ordularla çarpışmaktan çekin­
mez ve hemen daima sayı azlıklarına rağmen yerli^kalabalıktan
y enerlerdi, B unda n so nr a aa iyi idareleri..sâyesinde.halkî. kendi­
lerine ısındırır lardı..
3, Hindistan, genel olarak, tatâatj& tam md&a? zengin» -bir
ülkedir; su olunca yılda iki ürün veren yerleri .çoktur; her
türlü yiyecek ve giy im nesnelerini yetiştirir,. Halkı iklim dola­
yı siyle pek azla geçinebildiği ve becerikli olduğu için işçiliği
de ucuzdur; bu yüzden sanayi bakımından - buhar makineleri
dem aıleiLJ)n c e - en ileri gitmiş bir ülke idi; ve at gibi birkaç
madde istisna edilirse, dışardan bir şey getirmeye muhtaç de­
ğildi, bilâkis •çok-ihracah- yapmakta idi; bütün bu sebeplere
binaen oraya, çıkan malların karşılığı olarak, her taraftan kıy­
metli. taş ye maden yâni para gelmekteydi..
12 HİNDİSTAN TARİHİ

Halkın az vuruşkan ve az çetin olması, yerli hükümdar­


lar için, çok kere vuruşkan ırklar arasından para ile tuttukları
küçük sayıda askerlere dayanarak, halktan' şu veya bu ad
altında, gerektiğinden çok üstün /Vergiler almayı mümkün ve
kolay., kılm ıştır; ve devir devir, pek büyük Ölçüde, kıymetÛ
taş.,ve...în^denler hükümdar hâzinelerinde birikmiştir ; kısmen
bun.a^b,enzer .yoilaria ve kısmen de halkın •- bilgisizliğinden ve
safliğındanv istifade edilerek mâbet hazîneleri de böylece dol­
muştur; bu durumda ister kuzeyden kara yolu ile, ister Avru­
pa’dan deniz yolu ile gelsin, kendisine güvenen birçok ya­
bancı kuvvetleri tabiî olarak Hindistan üzerine çekmiş ve on­
ları da, bazı bazı, bir biçimde davranmaya sevk etmiştir..
1, Genel olarak, Hindu-Kuşhm kuzeyi Türk y ur­
«T ü rk » a d ın ın dudur ve bu pek eski devirlerden beri böy-
k u lla n ı lışı n d a
b a z ı ö z e llik le r
İedir., B üyük İskenderîden önce Belh’e “Balik,
Balıka,, denilmesi de bunu gösterir. TarıHf İca-
yıtların az çok mazbut olduğu Islâm^-.devj'inde^-Hindu-Kuş’un
giin£yind.e,,,XwTklüğün bilen, Tür konuşan- ve« ana kay­
naklarda- “Xör4%, diye anılan kütle halinde - yerleşmiş ; olarak
başlıca/Kalaçlârd bulmaktayız.. 13 üncü yüz yılda yazılmış olan
Tabakat-ı Nasırî bunlara Gûr ve Germesir’de (Kandahar böl
g e s i v e onun doğusu) yerleşmiş gösterir*; daha önce, 11 inci
yüz yılda yazılmış olan -EbUtbi’nin KitabûbVemini’sinde de
K âLaglar, Hinda-K m m .g ü n e v in e^ y ^ Tabiîdir
ki bunlar , Hindistan’ın müslûman Türklerce fethinde « çok bü-
yü k rol oymyacaklardır,
2.. Gazneliler’den bahsederken daha eski devirlerde Hin­
distan’da ve Hint sınırlarında bulunmuş Türkler daha genel
olarak anılacaktır. Türk acununun olağanüstü büyüklüğü ve
Türk oymaklarının kalabalığı dolay isiyle hemen hiçbir dev­
letin doğrudan doğruya Türk adını taşımadığı ve ayırt edici
adlar aldığı bilinen bir yöndür; bu gibi ayırt etmeler başka
işlerde de görülür; meselâ yukarda sözü geçen Tabakat-ı Na-
sırı’de, Gur Sultanı Alâüddin Cihansuzun, son büyük Selçuk
Sultanı Sancar tarafından yenilip esir edilişi anlatılırken: “Gur
ordusunun sağında bulunan 6000 kadar Guz (Oğuz), Türk ve
Kalaç atlı kaçıp Sultan Sancar tarafına geçti,, denir. Bu ve
buna benzer örneklerden şu anlaşılmaktadır ki, birçok tarih-
GENEL BİLGİLER 13

çiler ve hele Hindistan tarihçi ve vakanüvisleri, Türk adını,


az çok uzaktan gelen ve özel oymağı belli olmıyan Türklere
vermektedirler; Oğuz ve Kalaç gibi oymağı belli olanlara
doğrudan doğruya oymağının adını takmaktadırlar. Genel
olarak, buniarca, Ceyhun ötesindeki Türklere, “Türk,, denilmek­
tedir ; bazen “Tarih-i Fahrettin Mübarek Şah,, ta yazıldığı gibi
Türk oymakları sayılırken, “Türk,, te ayrıca bir oymak gibi
sayılmaktadır ve bu ad, daha çok, oymağının adı bilinmiyen
Türkler için kullanılmaktadır.
Bazen oymaklar arasındaki kıskançlıklar, Türk adının
pek yüksek ve ulu tutulduğu devrelerde, birtakım Türkler i
bu adı inhisar altına almaya kadar götürmüş ve Ceyhun öte­
sinden (kuzey ve doğusundan) gelme Türkler, çoğunluk bakı­
mından Ceyhun’un batısında bulunan Oğuzlara ve Hindu - Kuş’
un güneyinde bulunan Kalaçlara Türk değilmiş veya daha
doğrusu Türkün asaletli kısmından değilmiş gibi bakmaya
koyulmuşlardır,, Ziya Berninin, “Tarih-i Firûz Şahi„ sinde, Ka-
laçların Delhi Sultanlığını ele almaları dolayısiyle, Türkler
saltanatı kaybettiklerinden kızdılar ve kıskandılar, demesi bu
biçimde anlaşılmalıdır,,
Bunları belirtmekteki düşüncemiz, kâh işi bilmedikleri, kâh
ta her büyüklüğü Türk’ten kıskandıkları için, bazı batı tarih­
çilerinin, eski vakanüvis ve tarihçilerin yazılarını yanlış anla­
mak veya istiyerek yanlış yorumlamak suretiyle, birçok Türk
devletini, Türk değilmiş gibi göstermiye çalışmış olduklarını
hatırlatmaktadır,
Bundan başka bazı eski tarihlerin çevirmelerinde, en
meşhur olarak “Firişte„nin “Gülşen-i İbrahim insinin Briggs tara­
fından İngilizceye çevrilmesinde, birçok yanlışlar yapıldığı
gibi ana metinde hiç bulunmıyan birçok kelimeler eklenilmiştir ;
bu olay, bu çevirmeyi anakaynak olarak alan birçok batı
tarihçisini yanlış yollara götürmüştür ve götürmektedir,,
Dolayısiyle birçok tarihler için olduğu gibi, Hindistan tarihi
için de batı tarihçilerinin eserleri güvensizlikle okunulmalıdır,.
3„ Güvenilir tarihî kayıtların az çok bol olduğu Müslü­
man - Türk devrinde, önce Pencap egemenliğksve sonra Dethi-
Agra Sultanlığı, aşağı yukarı 1010 yılından 145T yılına kadar
(Behlül Lodi’nin Afgan saltanatını kuruşu), Türkler’dedir 1451,
14 HİNDİSTAN TARİHİ

den 1526* ya kadar Afganiar’da kalır.. 1526* dan 1540’ a kadar


(Babis-J!:.ei.-,Hömayun)'--yine^l!ürklere geçer, 1540’ dan 1556’ ya
kadar Sur-Afganlann’dadır., Ondan sonra 1857’ ye kadar yine
JTiirklerdedir., Ancak 1752’ den sonra Pencap, kâh Afganlann
kâh Sıhlerin elinde olacak; 1754’ ten 1803’ e kadar Delhi Türk
padişahları karmakarışık bir devlet içinde kâh Afgan, kâh da
Maharatların elinde bir kukla olacaklar ve 1803 den 1857 ye
kadar,.daIngiliz,egem enligialtındayaşıyacaklardır.Ji8S7«den
sonra Hindistan, resmen, bir İngiliz sömürgesi olur.
Genel olarak, deniz taşıtçılığmın ilerlemesi ve yeni teknik
ve silâhlar Hindistan’ın batı devletlerince deniz yolu İle fethini
mümkün kılıncaya kadar 750 yıllık bir devirde kuzey Hindis­
tan ve birçok zamanlar Hindistan’ın bütünü 650 ve küsur yıl
Müslüman - Türk ve 90 ve küsur yıld a Müslüman - Afgan (veya
Afganlaşmış Türk) egemenliği altında bulunacaktır (1010 dan
1754’ e kadar giden devre alınmıştır) „
Üzerinde durduğumuz bu devreden önceki devreler için
tarihî bilgiler o kadar kesin değildir ; bununla birlikte birçok
adlardan, para ve heykellerde görülen giyimlerden ve tarihî
bilgilerin bol olduğu İslâm devrinin olaylariyle yapılan muka­
yeselerden şu sonuca varılabilir ki, son 2 -3 0 0 0 yıl içinde Hin­
distan egemenliği çoğunluk bakımından Türkler elinde bu­
lunmuştur,,
İ K a st1*1 Hindistan tarihinin belirli çizgilerini göstermeden önce,
' bugüne kadar yaşıyan ve “Kast,, denilen Hindistana öz
bir soysal teşkil üzerinde duracağız,
JCast ; yerliler kâh reng anla­
mında olan “ Var una “V ar n âj,) kâh ta doğuş anlamında olan
"iati„, “yati„ sözlerini kullanırlar,,
'{Kasti; Hindu cemaati içinde insanları* oymak; devlet/ ve
saire gibi bağlardan^ayrı olarak, biribirine- bağlıyan bir bağ­
dır. Özellikleri aşağıdadıV :
([J^-Her “Kast,, m bir adı vardır ve ona mensup olanlar
kendi adlariyle birlikte bu adı da zikrederler,, Bir Kastan üye­
leri. aı&Sîada, her bakrmda'n dayanışma vardır ; 'büyük ve kala-
vbabk^Kastlar birçok^şubeye^ayjJiim ış^olup^^çelr^’KasHr'bu
şubedir ~ve d ayan ışm a,d aha pek^üyük^çödeji'«»şttbfi^>âyeleri
GENEL BİLGİLER 15

arasında-vardır ; aşağıda sayacağımız özellikler ve bağlar büyük


“Kast„tan çok, işbu “Kast,, şubelerine aittir. Kast- ve Kast-şube-
lerLarasmda^yükseklikive« asalet bakımından,, çok dikkat edilen
bir- mertebe zineiri^vardır. .
^ Evlenme Jşlerind e C“Kast„ veya daha doğrusu “Kast şu­
besi,, üyeleri bir-çokbaği arla bağ]îdırlar ve bu bağlar çok-önemli
sayıkr. Genel olarak, her Hindu, kendi “Kast şubesi„rıin içinde
ve “Gotra,, sının dışında evlenmekzomndadır. “Gotra,, diye aynı
cedden indiği sanılan kimselerin teşkil ettikleri zümreye denir;
baba “Gotra,, sı içinde evlenmek daha kesin olarak yasaktır..
Bu bağlar yüzünden —"Kast şube,, lerinin ortalama kala­
balığı 40-50,000 kişi sayılırsa — kendileriyle aynı Kast şube­
sinden olan kimselerle evlenmek zorunda olan Hinduların, ev­
lenme alanının ne ölçüde dar bulunduğu ve bu yüzden tered­
dinin sakınılamaz birşey olduğu kolaylıkla anlaşılır; ancak bir­
çok kaçamaklar ve istilâ ve saire yüzünden karışmalar bu
tereddiyi hafifletmiştir..
“Kasts ın en önemi] sayılan bağları evlenme ile 41gili
olanlarıdır; çünkü Kast J:eşkUâtını yaşatan başlıca* yön = S4odur.
Bu yoldaki bağlar en çok ve çetin olarak alınan ilk karı
için kesin sayılır (Hindular istedikleri -kadar kadın alabilirler)
Kask dışında evlenmelerden doğan çocuklar çok kötü ve aşağı
bir .durumda say ılırlar,
Çocuklar hele yüksek sayılan .Kastların çoc.ukları? çok
küçüK^ajşta^iiişan ve kızlar evlenme çağdıa girme­
den çok önce evlendirilirler; tâki akılları erecek yaşa kadar
bekâr kalıp ta Kast dışında bir erkeği sevip, onunla :evlenmeye
kalkışmasınlar
DuMöir kadının yeniden-evlenmesi hemen her Kast’ta şid­
detle yasaktır, yüksek KastlarMawdul Jçadmrn kendini,. ^
diri diri yakma makbul saydır ve^onu^bana^^kışktrtmak
için üzerinde mânevi ve hattâ bazen de maddî baskıda < bulu­
nulur. Eskiden bazı-»devirlerde Türk ve bugün İngiliz idaresi
“satı„ denilen bu geleneği yasak etmiş ve etmektedir., Yüksek
Kastlar’da boşanma yasaktır.
Yüksek bir Kast*tan olan bir erkeğin ikinci ve daha son­
raki karılarını, eğer onların Kastı pek aşağı sayılmıyorsa,
başka bir Kast’tan alması o kadar kötü görülmez; ancak yük­
16 HİNDİSTAN TARİHİ

sek bir Kast-tan olan bir kadının / kendisinden aşağı Kast’tan


bir erkekle- evlenmesi çok kötü görülür ve doğacak çoçukla-
rınifl'^ürumtı da^çok kötü olur..
(5 ) Yemek bağlan, önem bakımından, evlenme bağlarından
sonra-gelir ve buğün onlardan daha çok gevşemiş bulunmak­
tadırlar, Genel olarak, bir^fcîindu^ kendisininkinden aşağı bir
Kast’taa H induülebirlikteyem ek yiyemez ke­
za onun-pişirdiği yemeği de yiyemez; bazı aşağı Kastlar var­
dır ki gölgelerinin bir yemeğe değmesi, yemeği yüksek Kast­
lara pislik saydırır,
Bütün Hindular, genel olarak, JnegF* mukaddes bilirler ve
onun etini yemedikleri gibkaöldürülmesini de en büyük* cinayet
sayarlar. Hindistan’da bir inekşveyatsığır yedi koyundan ucuz
olduğu ve, onun kurban bayramında kesilmesinin yedi koyuna
bedel-olduğuna dair bir fetva bulunduğu için çok kere yedi
müslüman bir olup, bir inek veya sığır alıp kurban ederler ve
bu duyulunca Hindular’la aralarında vuruşmalar ve öldürüşme-
Ier olur Brahmanlar.jet yiyemezler (kurban etleri müstesna)
(4|) Kast üyelerini hep aynı mesleğe bağlıyan nazarî
meslek bağlan çok gevşemiştir; ancak, pek», aşağılık sayılan
bazı işleri görenler (lâğımcılık, süprüntücülük gibi) pek uşağı
Kastlardan olanlardır,
( ^ K a s t usuUerine -sayg4> .gÖsterilmesini sağlamak ve top­
luluğu ilgilendiren işleri genel olarak görmek tçirt** pek çok
Kast’ın özel .teşkilâtı vardır; bu teşkilât çoğunluk bakımından
bir başkan ve pençayat (beş ağalar) denilen bir meclisten
ibarettir Kast kaidelerine saygı göstermiyenlere karşı ceza­
lan bu heyet tertip eder; hükümet korkusiyle ölüm cezası yü-
r ütülemediği için, bugün ensağıreeza^dÇas&tan ^çıkarmadır:
bu, Or4açağ ^AOTpaş^çl^ki ^fpjoza benzer, kimse Kast’tan
çıkariimış olanla^konuşmaz, onun yüzüa^iıak^â^» Ocunla bir­
likte yemek yemez, karısı-?ve «şey; başlarına
gelm esiadiye, onu reddederler; böyle biri ile görüşmeyi en
aşağı Kastlardan olanlar bile aşağılık sayarlar; o^ölmüş^ayüır
ve-ona-cenaze merasimi bile yapılır. Kovulmuş için, Kâstiçi ye-
niden^girmek son derece güçtür, buna nail olabilmek için
onun aşağıdaki işlerin çoğunu veya topunu yapması gerekir:
bütün3Kastsan a f dilemek ve? kendini & alçaltmak, uzakta ünlü
GENEL BİLGİLER 17

bk^mâbs4İ^İ^aKefc«^inek ve.JGence!de-yıkanmak, baş ^e>><iiLini


kızgın demirle-bağlamak, ineğin Jb^ .uJD9£ihsuMad^^,y.aFtLİ9iıŞ
biı halitayı (süi,*-yağ,-kay mak ve -ik i pislik) yemek*»
(ğ) Her Kaşt’ın kendine göre ozei. merasimi vardır; bun­
lardan en^neı^lish. bütün yüksek Kaştlar’a şamil bulunan “bag,,
veya “ip„ takma merasimidir ; bu 7 ile 9 yaşlan arasında bir­
kaç gün süren şenlikler içinde erkdf^^(Hrkku^,'.yapıhr ve
bunlar, bu-ûpü-dlüneeye* kadar boyunlarında ..taşırlar; bundan
sonra- onlar, tam «Hindu* sayılırlar ve mukaddes kitapları oku­
mak salâhiyetini kazanmış olurlar Bu merasim gitgide en
aşağı Kastlar’a kadar yayılmıştır,,
Kast gelenek ve görenekleri dini özde= sayıldığı için
çok kere bunlar bir Brahman’ın istişaresiyle veya başkanlığı
altında yapılır.
Q Yukardaki yazılardan şu hükümler çıkarılabilir :
Kast, onun ü yeler^ gılııs, jcym ak
veya yurttur:; bu hal, Hindu.jîemaabi.çin küçük işlerde fkuvvet
ve büyük işlerde ise zaaf kaynağıdır
Küçük işlerde, meselâ iş bulmak, sıkıntıda, iken yardım
görmek, girişilen teşebbüslerde başarı sağlayıcı yardımlar elde
etmek için her HindıPnun dayanabileceği bir teşekkül vardırj<i
Kastildir;
''A n c a k Kast duygusu, tıpkı oymak duygusu gibi, ulusal
ve yurtsal duyguyu körletmese bile onu ikinci sıraya almakta ve
hattâ dinî duyguyu bile az çok gölgede bırakmaktadır , J ^ s t!ın
evlenme-ve yemek yeme.bağları,.ise Hjndular’ın tek bir''^m a-
ârdduldâlinrdu-v4nalaHna--enge1dir: to n d ^ ^ â jk â 7 ^ ımlvon-
larca kimsenin, aşağı Kasflar’dan sayılmaları dolayısiyle^ onlara
el v e .giyecek ^eğdirmenm.büe.,-pısı^ticL^yıim ası (hunlarf ohfir
llîndüİâ^’in kuHandik 1arı bir kuyudan su çekmezler, çocukları
aynı mekteplere gidemez v-s:)f île bir­
birinden ayrı olan Hindu cemaatı içinde büyük bir uçurumla
ayrüiMi^dfeNııziDshusule^getirmektedir (Bunlar için Avrupâlı-
lar “Paria,, sözünü pek yerinde olmıyarak kullanırlar),,
Özet olarak, denilebilir ki: a) İklimin -tesiri, b) Kastlar’ın
evlenme bağları, c) birtakım Hinduların et gibi bazı yemekleri
yememeleri, onlarr nasıl ‘bedenen zaafa ve hattâ bazan tered-
diye-uğratıyorsa; Kast usulünün^ doğurduğu ayn gayrılıklar
Hindistan T a rih i 2
18 HİNDİSTAN TARİHİ

onları, daha da büyük ölçüde^' soysal bakımdan zaafa uğrat­


makta ve ülkelerinin«Jcorunması işini daha.dagüçleştirmektedir
Genel olarak, Hindistan Müslümanları Hindular’dan daha güç-
lüdürler ve daha çabuk çoğalmaktadırlar,
Kast’m bünyesine ait olan bu özelliklerinden sonra onun
^bür özelliklerine geçelim.
*•» (jî}\ Genel olarak, denilebilir ki bütün Kastlar Brahman
Kast’ının hemen bütün şubelerini kendilerinden üstün bilirler ve
her Kast’ın yükseklikteki., sırası Brahmanlara yakınhğile, onlar
indindeki itibariyle ve Kast üyelerinin Kast gelenek ve göre-
neklerine-karşı gösterdikleri saygı ile ölçülür,, Bu duygular da,
Brahman egemenliğini ve Kast zihniyetini yaşatan duygulardır.,
Brahmanlar . ruhban Kaşt’ıdır ve ruhbanlık onların inhi-
sarındadır; bundan başka, devlet ve ordu işlerinde ve hattâ ti­
carette ve türlü işlerde çalışanları dahi vardır; genel olarak,
hele Islâmiyetin tesiri az olmuş olan güney Hindistan’da Brah-
manlara bir . türlü .mabut gibi bakılır.. Bazıları ise bu yüzden
onlara çok düşmanlık gösterirler,, Brahmanlarm sayısı 14-15
milyon kadardır, fakat birçok şubeye ayrılırlar, Haiz olduk­
ları mâneyi"’daratif:ii;ı3ölt yiSif' ^Hiîtöü^t^n®^
etmektedirler ; Buda dininin Hindistan’da sönmesinde başlıca
âmil olmuşlardır ; vaktiyle Müslüman-Türk ve bugün de Ingiliz
egemenliğini kemirmekte büyük rol oynamışlardır ve oynamak­
tadırlar,,
( 5 ) Nazarî olarak, gdeagklçre görfirdört^astw vardır:
a ) Brahmanlar, yâni dinî bilgini ve ruhbanlar,
b ) Kşatriyalar, yâni hükümdar, kötntrtan ves askerler,
c ) Vaysiyalar* yâni çoban; çifçi ve tüccarlar,
d ) Südralar, yâni aşağı tabakadan- insanlar; bunlar, ilk
üç Kast üyelerine hizmet eımeğe borçludurlar ve dinî krtaplan
okuyamazlar.
îlk üç Kast’a “iki kere doğmuş,, denir ve yukarda sözü
geçen ip takma merasimi, nazarî olarak olsun, onlara özdür,
Kastların çoğalmış olması, çokluk olarak, Kast dışında
evlenmelerle izah edilir. Tarihî devirlerde ve bugün dahi yeni
Kastlar teşekkül etmiştir ve edebilir ; bu, şu âmillerden birinin
tesiriyle olmaktadır : hicretler, bazı meslek değiştirmeleri, bir
Kast içinden pek büyük bir adamın çıkıp o Kastı veya onun
GENEL BİLGİLER 19

bir kısmım yükseltmesi, Kast içinde çıkan fitneler yüzünden


ayrılmalar, bazı dînî mürşidlerin etraflarına türlü Kasalardan
müritler toplaması ve bunların sonda bit Kast haline girme­
leri, Kast görenekleri dışında doğmuş birçok çocuğun yeni
bir Kast kurması» dışardan gelen fatihlerin (Müslümanlar hariç)
yeni bir Kast’tan sayılması, bazı orman ve dağ oymaklarının
Hinduluk topluluğu içine alınması,,
Bugün binlerce Kast veya Kast şubesi vardır,,
Kast zihniyetini bozan âmiller arasında, bazı Südralarm
hattâ hükümdarlık mevkiine kadar çıkmış olması, Müslüman -
Türk ve ondan sonra İngiliz idaresinin iş ve mevki verirken,
Kasta aldırış etmemesi ve genel olarak ta, asrı yaşayışın gerek­
likleri vardır,,
© ) Kast’ın hikmeti, kaynağrve geçmişi üzerinde-çok mü­
n ak aşav ard ır; bugün en makbul sayılan faraziye Emil Sonar!ın
( Emile S e n a ıt) “ Les..Castes dans Tinde „ adlı eserindekidir ;
Özü şudur :
Milâttan 600 ilâ 800 yıl Önce tertip edilmiş oldukları tah­
min olunan “Brahmana,, adlı eserlerde Kast’ın aşağı yukarı bu­
günkü biçimde mevcut olduğu görülür ; orada, ilk üç nazarî
Kast “Arya,, adı altında, “Südra,, lardah kesin olarak ayrı tutul­
makta olup, bu sonuncular çok hakîr görülmektedir,. Milâttan 1000
ve küsur yıl kadar önceye ait sanılan Vedalar’da ise (Hindula-
rın ana din ve dua kitapları) Kast kelimesinin muadili olan
“Varna,, kelimesi “Arya Varna,, ve “ Dasa Varna,, yani “Arya
ırkı» ve “ düşman ırkı „ biçiminde görünmektedir ve “ Sudra „
tabirine tesadüf edilmemektedir,, Esas bakımından renk demek
olan Varna, burada, fatihlerin yerlilerden daha açık renkte ol­
maları dolayısiyle, aynı zamanda ırk anlamında da kullanıl­
maktadır..
“Vaysiya,, tabiri Vedalar’da bulunmayıp onun müfıedi olan
“Vis„ tabiri vardır ki “Klan,, anlamındadır ve orada Arya ulu­
sundan bahsedilirken “Brahma,,, “Kşatra,, ve “Vis„ diye üç sınıf
mevzuubahİstir,,
Bunlardan Sonar, nazarî ilk üç Kast’in müstevli Arya ulu­
sunun üç sınıfını (rahipler, askerler ve halk) temsil ettiği, 4 üncü
nazarî Kast’m yâni Südralar’ın da Hindistan’ın o zamanki yer­
lileri olduğu hükmünü çıkarmaktadır,,
20 HİNDİSTAN TARİHİ

Burada, Arya’iarın Türk mü, Notdik mi oldukları üzerinde


bir tartışmada bulunmıyacağız, yalnız şu hatırda tutulmalıdır ki
“Ari,, Türkçede temiz ve halis demektir ve Vedalar’da da, ge­
nel olarak, bu anlamı kapsamaktadır,.
Kast gelenek ve göreneklerinin hele evlenme ve yemeğe
ait olanlarının birçok eski uluslarda var olmuş olduğu, ilk de­
virlerde, Grek ve Roma hukuk ve geleneklerinde bunlara ben­
zer yönler bulunduğu, bunların her yerde sosyal yaşayışın ge­
lişmesiyle ortadan kalktığı, ancak Hindistan’da, bir yandan ora­
daki pek şiddetli muhafazakârlık, öbür yandan da çok gelişmiş
ve önem kazanmış olan rahip, yâni Brahman’ların bu gelenek­
leri yaşatmaktaki menfaatleri dolayısiyle bugüne kadar süregel­
dikleri yine Bay Sönar’ca ileri sürülmektedir „ Böylelikle milât­
tan 1000 ve küsur yıl önceleri, yukarda sözü geçen sınıflar
içinde var olan binlerce “Klan,, bugünkü Kast şubelerini teşkil
etmektedir; zamanla, Brahman sınıfı müstesna, öbür iki sınıf,
sınıf olarak, ortadan kalkmış ve ancak içlerindeki Klan’Iar, Kast
biçiminde yaşıyadurmuşlardır.
İKİNCİ BÖLÜM

MÜSLÜMAN TÜRKLERDEN ÖNCEKİ


DEVİRLERİN TARİHİ

Miislnma«--Törklerin“ Hindistan’a girmesinden


Eski Hint tarih i- öneek|. devirlerde Hint târihinin kaynaklar,
mn kayn akları ..... ..... -• •—r :------ t™ - —,. • J -- . .
pek az ve .eksiktir; eski Hindistan m tarihçi
ve olay yazıcısı (vakanüvis) olmamış gibidir,, '©înî-ve-felsefî
nazariyelere ve onların münakaşasına, efsanevî hikâyelere çok
önem vermiş olan Hint--acunu, tarihî "Vakaları ve tarihleri tespit
etmek gerekliliğini hemen hiç duymamış gibidir, Yukarıda sözü
geçen eser ler ise, belki, ortaya konuldukları-devrin durumunu,
gelenek; ye. göreneklerini, yaşayış tarzını vesaireyi gösterebilir,
ancak, siyasal ve askerî bakımdan, pek az tarihi bilgi vermek­
tedirler,, Elde yazılı tarih olmayınca, sözü geçen dinî-^ve felsefî
eserlerden başka, başlıca kaynak olarak şunlar kalmaktadır:
a),.P aralat; b) kaya, sütun ve mabet kitabeleri, bunlarda
bazı hükümdarların adları, fethetmiş oldukları. yerler, bazı
tarihî olayları zikredilmekte ve bazı fermanlar bilitlenmektedir ;
c) ma<fe.a ieyha ,ü y a ;^ ^
vakfiyeler; d) HindistanY.-gezmiş olan-* yabancıların yazılan;
e) tek tük yerli eserler.

I. H indistan'daki , ilk j m edeniyet,


Şint m edeniyeti

Hindistan’da 391^- î 8 Triiy ük savaşından sonra yapılan


kazılarda, bundan 5 - 6 bin yıl önce Pencap ve Sint’te var ol­
muş olan pek paflâk"bir medeniyetin iz ve kalıntıları bulun­
muştur,
Bunlardan birisi, SihLırmağı yakınında ve Larkana ka­
civarında olan “Mohenco •Daro„ da ve İkincisi, Pencap’ta
sab ası
Mongpmeri kasabası civarında bulunan “Harapâ,, dır.
Bu medeniyetin başlıca vasıfları şunlardır:
22 HİNDİSTAN TARİHİ
^L"'ı
al_Kalkolitiktir ; vTa$. Bakır ve -Tuncun beraber _kullanıl-
dığı bir devre aittir ve hemen bütün Sint ve Pencab’ı kapla­
maktadır,
b) Brakisefal medeniyetidir.. Hindistan arkeoloji müdürü
“Sİr John Marshall,, tarafından neşredilmiş olan "Mohenco-
Daro adlı 3 ciltlik eser bu hissi vermez ve ora halkını karı­
şık göstermeye eygindir.. Ancak şu yönler gözde bulundurul­
malıdır :
Mohenco - Daro’da bulunan birkaç cesetten hiçbirinin
Kalkolitik devreye aidiyeti hakkında katî kanaat yoktur. Bu
baptaki tereddütler e mezkûr eserin C. 1„, s„ 79 unda temas
olunur,, Halbuki 1931 sonbaharında mezkûr harabeleri ziyaret
ederken, orada çalışan arkeologlar bize bu husustaki tered­
dütleri izah etmişler ve Harapa’da kâh muntazam kabirlerde
yatan, kâh küp içinde bulunan ve Kalkolitik devreye aidiye­
tinde tereddüte mahal olmıyan yüzlerce ceset bulunduğunu
söylemişlerdi; Harapa’nın muvazzaf arkeologu bunların hemen
kamilen “Broad Headed,, yâni geniş kafalı "Brakisefal,, olduk­
larını eklemişti,,
c) Bu medeniyeti kuran ırkla Sümer medeniyetini kuran
ve keza "brakısüfil olan ırl^ârâsında, bazı jMkeotoglam^spy-
ledikleri gibi, mûbâven'et olduğunu kesin olarak kabul güçtür,
~~Meselâ “Mohenco-Daro,, adlı eserin C, 111, levha XCVIII, XCIX
ve X C X undaki heykellerle Sümer’in Tello(da bulunmuş olan
Urnine ve ailesine ait grup ile mukayese edilirse bu hal daha
kolaylıkla görülür,
Bu medeniyetin,...çağdaş:"Sümer medeniyeti ile mevcut
diğer başlıca «uinasebetleri şunlardır:
1. Mohenco-Daro’da ve Şumer’de_tartıliar; aynıdır,.
2, Y a7i, p.ca.gritihaı:iylft^ynı^ır. Fakat Sint medeniyetine
ait henüz yalnız mühürler ve bir kitabe bulunmuş.olduğundan,
onun yazısı okunamamış ve Sumerce.ile mukayesesL_yapıla-
mamıştır..
3„ Bîrçok^süs^^eşy^^ her iki medejniyette -müşterektir,,
d„ Bu medeniyetten kalma eserlerin en önemlilerini kısaca
analım :
Mohenco-Daro’daki evlerin harabeleri şimdiki evler gibi
pişmiş tuğladandır- ve bunlar pek sağlam .surette yapılmıştır.,
MÜSLÜMAN TÜRKLERDEN ÖNCEKİ TARİH 23

Dü.v.aii.ann .kalmlığmdan e mer diyen başlarında ir-


kaç kat olduğuna hükmolunmaktadır; ekser evlerde tuğlaları
ziftli bir harçla biribirine tutturulmuş bir oda yardır; burala­
rın hamam veya banyo odası olduğuna: hükmedilmektedir.,
Şehir halkında umumî bir refah olduğu evlerin halinden anla­
şılmaktadır.
Sokaklar pek çok kere dosdoğrudur ve keza çok kere
birbirini kaim zaviye üzerine kesmektedir; hemen her..sokakta,
pişmiş tuğladan bir lâğım yplıı ve hemen her . evde lâğıma
giden keza pişmiş tuğladan bir yol vardır
Harapa, aynı evsafı haiz olmakla beraber, Mohenco-Daro*-
ya nisbeten daha az intizamlıdır,.
H ef' ikisinde bulunan bazı heykel ve heykelcikler tefer -
ı uatına *-.*varıncıya kadar o derece mükemmeldir ki, bunlar , Sü­
mer, Elen ve asrî Avrupa eserlerinin en mükemmelleri ile mu­
kayese edilebilirler. Bunlardan başka tıpkı bizdeki biçim ve
büyüklükte bir hamam^ta-sr, en modern ^şekilde kestere, kazma
gibi âletleri, tavla^zarlarj hatıra olarak zikrolunabilir,
50 santimetre kadar uzunlukta murabba maktalı bir çivi
ancak büyük bir gemi dümenini tutturmaya yarıyabileceği için
gemieiH'ğin inkişafına delil addolunmaktadır,
e ) Bu medeniyet, o havalinin (Sint ve Pencap) zamanla
kuraklaşmış olduğunu gösteren kuvvetli delillerdan biridir, Z ira:
1 Şimdi o havalinin en büyük kısmı ancak sulanan y er­
lerde mahsul veren vahalı çöldür,, Halbuki Mohenco - Daıo ve
Harapa havalisinde işbu medeniyete ait devirde araziyi sulama­
ya mahsus cetveller bulunamamıştır, Bu gösteriyor ki,
o havali ziraatı yoğmur«sayesinde-mümkünmüş
2. Harapa’da bulunmuş çam odunundan yapılmış kömür
tozlan vaktiyle orada çam yetiştiğine hükmettirecek özdedir,
Halbuki şimdi en yakın çam ormanları oradan 2 - 300 kilometre
uzaklıktadır,,
3. Mohenco - Daro v e 8HarapaMa bulunmuş " heykelcik ve
mühürlerde bol bol, rinoseroz, fil ve kaplan görülmektedir.
Bunlar is e ormanlık ve rutubetli yerlerde yaşıyan hayvanlardır.
Halbuki çorak yerlerde daha çok bulunan aslan veya ona
benzer bir hayvan şekli yalnız bir kere bulunmuştur,. Bu me­
24 HİNDİSTAN TARİHİ

deniyetten 1500 - 2000 yıl kadar sonra olan Vedalar medeniye­


tinde ise hep aslandan bahis vardır.
Bütün bunlara göre, işbu medeniyet hakkında, şu hüküm­
ler verilebilir:
Hindistan’da oturan en e&kUadamlar hakkındaki fikirler,
bunların, Munda veya Dravitler olduğu merkezindedir ve ihti­
lâf bu iki ulus üzerindedir,, Bunların ikisi de dolikosefal ve
yassı burunludur Esasen Hindistan’ın, coğrafî ve iklimi birçok
sebepler dolayı siyle, daima dışardan gelen fetihlerin eline düş­
tüğü ve hiçbir vakit dışarlara ve uzaklara fatihler gönderme­
diği gözönünde tutulursa, Dravit ve Munda kavimler inin bu­
gün ülkenin merkez ve güney doğusunda işgal ettikleri coğ­
rafî mevkiler onların Hindistan’ın tek kapılarını kapsayan
kuzey-batı yönünden gelen diğer ulusların baskısiyle bulun­
dukları yerlere sürülmüş olduklarında şüphe bırakmaz,,
Bu böyle olduktan sonra, tarihten önceki devirlerde bir
deniz halinde olan Sint ve Pencap’ta, ovalan oturulabilecek bir
hale geldikten sonra, bahsetmekte olduğumuz bu medeniyeti
kuran brakisefallerin Orta Asya’dan, yâni Türk anayurdundan
gelmiş olduklarından şüphe ve tereddüde mahal kalmaz,,
Kuvvetli bir ihtimal olarak denilebilir ki, Qrta Asya’nın
kuraklaşması üzerine veya herhangi bir sebeple orayı terk-
eden büyük Türk kütlelerinden bir kısım Horasan ve İran
yolu ile Irak’a giderken, diğer bir kısım, o vakit yeşil olan ve
henüz şimdiki gibi vahalı çöl halini almamış olan Her at - Kan-
dahar yolundan veya Horasan ve Seyistanrdan güneye inmiş
ve Sin t nehri manzumesi boyunca yerleşip bu medeniyeti
husule getirmiştir.,
*
#%
Bu~ medeniyetin, ondan sonraki Hindistan medeniyetleri
üzerine tesirleri olmuştur,,
Bugün Hindistan’ın iki büyük mabudundan biri olup,
Hinduların üçte ikisinin tapmakta oldukları Sivan’m bir "ilk
biçimi,, (prototype) Mohenco - Daro’da bulunmuş bir mühür de
görülmektedir ( Sör J Marshall Mohenco - Daro c. I, s. 52 ve
levha 2, resim 17)„
MÜSLÜMAN TÜRKLERDEN ÖNCEKİ TARİH 25

Mohenco - Daro bulunmadan önce Sıva, bir Dravit mabu­


du sanılırdı ve Dravitler’den Hint - Avrupaîlere geçtiği söyle-
nilirdi; sözü geçen buluş gösteriyor ki, bu mabudu Dravitleı
Mohenco - Daro medeniyetinin sahibi brakisefallerden almışlar­
dır.. Sör John Marshall’in eserinde (C.. III levha XLIV) görülen
bir dansöz, Dravit tipini andırır ve Dravitlerin bu medeniyetle
temas etmiş olduklarına âyrıca bir delildir,,
Mohenco - Daro ve Harapa’da türlü biçimde istavroz ve
ezcümle bunun Staviska denilen biçimi bulunmuştur,, Bu da
işbu medeniyetin acun medeniyetleri üzerinde yapmış olduğu
tesirleri göstermiye veya aydınlatmaya yarıyabilir.
Bu medeniyete dair tarihî olaylar ve bunun nasıl sona
erdiği üzerinde henüz bilgi yoktur

II. Veda, Brahmana ve Upanişatlar devri

M abut Brahma daj^badan ilham edilmiş ve Brah-


K ita p îa rf
man^ar arasm daQfâşi^yâni Peygamberlik dere­
cesine ermiş bazitlim seler tarah^^ duyulmuş,
hattâ görülmüş addolunan vc yüzlerce yıl ağızdan ağıza nak­
ledilerek zamanımıza kadar gelmiş olan kutsal kitaplara " Kerte,,
yâni "Bilgi» denir. Sayıları dörttür..
1. -fRig ve3& (dua bilgisi); bu zümrenin en esaslı ve kut­
sal eseri budur.
2. Yajüs v e d a (büyü-bilgisi),
3„ S am an , veda (dinî ..merasimdeki, aheng bilgisi),,
4, A tharvan veya Otharvan v e d a ; en eski anlamında
ateş rahibi demektir; (eski Türkçede o t= a te ş); Tıp ve büyü
bilgisi demektir (eski Türkçede otcı, otacı = tabip)
Vedalar külliyatı ayarında kutsal ve eski olmıyan, ancak
yine ilham mahsulü sayılan 3,. türlü kutsal eser külliyatı daha
-vardır; adları aşağıdadır *.
1. B rahm analar , Vedalara bağlı, dinî merasim, tefsir ve
mutalâat külliyatıdır,
2. A ra n m k alar, ormamtefekkürleridir,
3. Upanişatlar. gizli ilham veya <taliiîiattu. Bunlar ve
Aranyakalar Brahmanalara bağlıdırlar,
26 HİNDİSTAN TARİHÎ

Vedalar’la birlikte sayısı dörde varan bu külliyatın topuna


“Sruti,, yani “ilham „ denir,
Başka bir külliyat daha vardır ki adı (iSutra„ yâni iplik­
tir ; genel olarak, ilham mahsulü sayılmaz: hukuk, din ve adak
merasimi, gramer ve türlü dil bilgilerini, heyet ve müsbet bil­
gileri, bazen de siyaset ve idare İle ilgili bilgileri kapsar
ve genel olarak yukarda sözü geçen dört kutsal külliyatı
anlamak ve tefsir etmek için gereken bilgileri verir., Pek
ünlü olan Manu kanunları-ki dolayısîyle olsun ilham mahsulü
olmak iddiasındadır- bunlar arasındadır
Vedalann üslûbu ve onlarda kullanılmış olan dil, halk
üslûp ve dili olmayıp, edebî Osmanlıca gibi, muayyen bir
zümrenin üslûp ve dilidir; ancak daha sonra Sanskrit dilinin
alacağı çok mazbut şekli henüz almamıştır,,
Bütün bu eserler, çoğunluk bakımından, dua ve yukarıda
sözü geçen bilgilerle dolu olmakla birlikte, lesbit edilmiş ol­
dukları devirlerin sosyal durumunun ve genel yaşayışının az
çok aynası gibidirler
Bu kutsal kitapların teşekkül ve tesbit devirleri yâni es­
kilikleri üzerinde sonsuz münakaşalar olmuştur., Batıda en çok
itibar gören tahmin dil gelişmelerine dayanan Maks (Max)
Muller'inkidir, Özeti aşağıdadır; Tilak’ın nazariyesi haşiyede
bulunmaktadır:
Buda felsefesi kurulurken bu eserlerin birçoğunun var
oldukları açıkça anlaşılmaktadır. Buda’nın ölümü milâttan 480
yıl kadar önce oluşuna göre, Upanişat’lar ve Sutra’lar için M.
ö.. 600 - 200, Brahmanlar için 800 - 600 ve Vedaîar için de
1200-800 yıllık bir eskilik kabul olunur1,

1 Cambridge History of India C. I, s 112,


Profesör S Dasgupta «A History of Indian Phitosopby» sinde ea yeni
Brahman'ları M. ö 500’e kadar getirir, ea eski Upanişat’ları M„ ö 700’den
ve toplanılmalarını 500'den başlatır (C, I s, 28 ve 39) ve bunların İslâm
tesirleri görününceye kadar devam ettiklerini söyler ; Ünlü Hint inkılâp-'
çısı ve bilgini L B.. G, Tİlak «The Arctie Home in the Vedas» adlı ese­
rinde (s, 454) en eski Veda’ları M. ö. 5000 - 3000, son Veda’iarla Brah­
man'ları 3000-1400 ve Upanişat'ları 1400*500 yılları arasına koyar..
MÜSLÜMAN IÜRKLERDEN ÖNCEKİ TARİH 27

Haşiyede sözü geçen Tilak’a göre, en eski Ve-


E sk i V e d a la r
d e v r in d e ya-dalar Kutba yakın yerlerde ortaya çıkarıl-
ş a y ış nııştır; ancak, genel olarak, Batı bilginleri
bunların en büyük kısmının ortaya konulduğu sırada ulusun
Kabil - Pencap bölgesinde yaşamakta olduğunu kabul ederler;
Bu eserleri husule getirenler kendilerine “Arya,, (Türkçe’de
Ari = temiz, halis, asıl) ve vuruştukları kavimlere de önce
düşman ve daha sonra da esir anlamında kullanılan “Dasya,,
adını veriyorlar; bu sonuncular siyah renkli ve yassı burun­
ludurlar, Bu eserlere göre, Aryalar, Dasya’lara kaışı ve bazen
de onlarla birlikte, biribirlerine karşı savaşmaktadırlar,
Vedalar’da, Mohencodaro - Harapa medeniyetine hiç işaret
yoktur, dolay isiyle Arya’lar onunla temas etmemişlerdir, çünkü
bunlar Veda’Iar devrinde köylerde yaşamaktadırlar ve kent
denebilecek bir kasabaları yoktur; bunlar eğer Mohencodaro
gibi binlerce evli bir kent görselerdi, bu, edebiyatlarında bü­
yük bir iz bırakırdı.
Bu devirde Arya’lar en çok çobanlık etmektedirler, bü­
yük sığır sürüleri, atlan, arabaları, sürülerini bekliyen ve
avda kullanılan köpekleri vardır; Vedalar’da aslanın adı çok
geçer, Mohencodaro devrinde kaplanın bolluğunu görmüştük;
bu hal, ülkenin iki devir arasında kuraklaşmış olduğuna delil
sayılabilir,,
Aryalar ziraatı da bilmektedirler, arpa olduğu sanılan
“yava„ adlı bîr unlu nebatı ekmektedirler; silâhları: ok, sapan,
kılıç, balta ve mızraktır ; bakır, tunç ve demiri bilirler ve
bunlara toptan “ayas„ derler,
Oymaklara ayrılırlar; oymak başkanlığı yâni hükümdarlık,
babadan oğula geçmektedir; başkan, genel olarak, askerî baş-
buğiuk ta etmektedir ; önemsiz seferlerde ise başbuğluğu
“Senani,, denilen bir komutan yapmaktadır.. Başkan yâni hü­
kümdarın “Purokita„ denilen ve tabiî Brahman olan bir aile
papası vardır ki nufuzu çok büyüktür ve maiyetinde birçok
Brahman bulunmaktadır.,
Hiç olmazsa en eski devirlerde para yoktur; eşyalar bir-
biriyle değiştirilmektedir ; ancak, inek ve bazı altın ve gümüş
süsler ölçü olarak kullanılmaktadır; adam öldüren bunu yüz
inekle ödemektedir.
28 HİNDİSTAN TARİHİ

Soy içinde baba egemendir,^ çocuklarını istediği gibi


evlendirir ve cezalandırabilir; hattâ kızlarını satabilir; ihtiyar­
layınca egemenlik büyük oğluna geçer, Halk bir, ve oymak
başkanı yâni kıral birkaç kadın almaktadır.. Toprak ve bazı
eşya soyun malıdır; silâh, süs ve hayvanlar gibi bazı eşya
ise şahsî olabilmektedir,,
Bu devirde Kast teşkilâtının daha ortaya çıkmamış oldu­
ğunu yukarıda gördük; sınıf ayrılıklarının da babadan oğula
geçme olduğu pek kestirilememektedir,,
Vedalar’da iki biçim ibadet vardır: 1) Adak,
Ve dallara göıe yâni kurban ve nezir; 2) Dua.
v e * b u n la r ın ^ Küçük ve önemsiz adakları soy başkam , ö-
yasal* t ^ k i l e r î nemliiefini bir Brahman yapar; adak, genel o-
larak, Brahman’ca mâbuda hitap edilirken
yağ, süt, soma ve kesilmiş at ve teke etlerinin ateşe atılması ve
sonra adağı yapan kimse ile Brahman tarafından yenilmesidir.
Adağın manevî anlamı şu idi: İnsan mabutlara adak edi­
len nesneleri feda eder ve sunar, mâbutlar da karşılık olarak
insanlara dilediklerini verirler; bunlar ferdî dilekler olabileceği
gibi (zengin olmak, sağlığa kavuşmak, çoluk çocuğu olmak
veya düşmanının başına bir kötülük getirmek) soysal ve dev­
letle ilgili dilekler de olabilir (zafer kazanmak, yağmur veya
güneşin ışığını sağlamak gibi)
Bir yandan adaksız bu gibi nimetler elde edilemiyeceği,
Öbür yandan da adak yapılmazsa mâbutİarın aç kalacağı sa­
nılırdı.,
Ancak insanlara ve mabutlara bu karşılıklı nimetleri
sağlıyan, yâni adağı müessir kılan şey, adak yapılırken oku­
nulan dualar, kullanılan düsturlar, yapılan hitaplar ve mera­
simdir; ve esas bunlardır, ve güdülen amaç yalnız bunlara
tıpkı tıpkısına saygı gösterilmekle elde edilebilir., Bu dua
ve sözlere de “Brahman,, denir; bu işlerin en önemsizlerinin
bile yalnız Brahmanlarca yâni rahiplerce yapılabilmesi için*
bunlar gitgide daha güç ve çapraşık bir biçime sokulacaktır.,
Böylelikle rahipler, yâni Brahmanlar, mâbutlarla insanlar
arasında, bunlar ister teker teker alınsın, ister oymak veya
devlet gibi birer topluluk halinde bulunsun, aracılık etmek­
tedirler ve daha doğrusu her iki zümrenin de velinimetidirler,,
MÜSLÜMAN ÎÜRKLERDEN ÖNCEKİ TARİH 29

Bu biçim dinî düşünceler ve uzun - zaman* çok büyük bir


devlet kurulup onun başkanınım Brahmanlarm nüfuzunu kır­
maya kadir olamaması, bir biriyle dayanışa n Brahmanîarı soy­
sal ve siyasal hayatta gitgide egemen bir duruma yükselt­
miş ve oymak veya devlet başkanlanni onların egemenliği
altına sokmuştur,,
Bu durum bir kere sağlamlaştıktan sonra, ne kadar
güçlü devlet başkanı çıksa, Brahmanîarı tam olarak hüküm­
darın eğemenliği altına almak ve onları öbür ülkeler rahipleri
ayarına olsun getirmek pek de elden gelmeyecektir. Bunun
ter sine olar ak her~ siyasal'sarsıntı; her devletin yıkılması veya
dağılması, siyasal başkanların nüfuzunu kırmakla Brahmanla-
rınkini.. arttıracaktır; her yeni kurulan devletin başkanı da,
Brahmanîarın mânevi nüfuzuna muhtaç bulunacağından, bu da
onlar için bir güç kaynağı olacaktır.
Mabutlara gelince, her şey bir ibadet vesilesidir:
V ed g laı’da- at, inek, köpek, türlü kuşlar,, ağaçlar v, s,„ Bun-
k i m a b u t l a r ıarinj cj ajıa eskiden, “Klan,; totemi olmuş olma­
ları çok muhtemeldir,,
Bu gibi mabutların çok üstünde hem ; mânevi, hem de
maddi, anlamı olan iki mâbut vardır ,ki, adakla olan ilgileri
onlara BrahmâUİârca-çok önem verdirmiştir: üe <Somo.
Âğriı genel olarak ateş ve hele adaklarda kullanılan
ateş, aynı zamanda güneş, şimşek ve yıldırımdaki ateştir; bu
ateş .dünyayı ve hayatı , devam ettiren, - nebat ve hayvanları
var e<ie% büyüten ve çoğaltan ateştir,,
, Som a da aynı vasıfları taşır; o esas itibariyle bugün de
Türkçede kullandığımız anlamdadır ve nebatların tahammürü
ile elde edilen sihir verici mayidir; aynı zamanda her şeye
hayat veren suya, işbu hayat vericilik hassasını bahşeden
nesnedir ; o keza rahibe ve şaire heyecan verir, gök ve^yeri
var-eder
Özet olarak denilebilir ki, bu iki mâbut, güneşte, ateşte,
suda ve sihir veren içkideki evsafı temsil etmektedir; onlara
verilen önem Brahmanlarca adağa verilen önemin bir sonu­
cudur,.
Bunlardan başka çok önemli iki mâbut da İn dra ve Va-
nma’dır, Bunların adlan Boğazköy’de M., ö 1400 yıllarına
30 HİNDİSTAN TARİHİ

ait kitabelerde de bulunmuştur,. Bunların birincisi, biteviye şey­


tanlara, kötülüklere ve bir sürü düşmanlara karşı savaşmakta
ve koruduğu kimse veya uluslara zaferler sağlamaktadır,,
Varana, gökü ve sosyal nizamı temsil etmesi dolayısiyle
ruhen en yüksek özde duaları almaktadır,
Bunlardan soma, ilerde Hindistan’da kazanacakları önem
dolayısiyle, Sıva ve I//?mı’yu (birincisinin Mohencodaro’da da
ilk örnekleri bulunduğu için Hindistan’ın tanınmış en eski ma­
butlarından veya en eski mabudu sayılmalıdır) ve ilerde Milât
devrinde, Akdeniz havzasında, İsa ile rekabet edecek kadar
önem kazanacak olan Mitra nın da, büyük mâbutlar arasında
adını anmak gerekir, Genel olarak, şu hatırda tutulmalıdır ki,
Vedalar’daki mâbutlann hemen hemen hepsi tabiatın türlü
kuvvetlerine (ateş, güneş, su, rüzgâr, fırtına) hâkim olan veya
bu kuvvetlerle intibak eden şeylerdir,
Vedalar devrinde önemi îndra ve kanm a’nınkinden az
olan, ancak ilerde en önemli mâbut sayılacak olan Btahm anas-
pastı (duanın efendisi) duayı ve adağı faydalı kılan kuvvet
veya mâbuttur; bu daha sonra Brahm a veya Pracapati (yara-
dıîmışîann efendisi) mâbudiyle birleştirilip ilk saffa sürülecektir..
Hindistan’da her şeyin üstünde bir mâbut düşüncesinin
nasıl ortaya çıktığını anlatmak için Prof, S Dasgupta, “A,, His-
tory of İndian Philosophy,, (c. I, s„ 18-19) adlı eserinde Veda­
lar’daki herhangi bir duada bir mâbut mevzubahs oldumuydu
ona hitabın sanki en büyük, en yüksek ve hattâ tek mâbut
imiş gibi olduğunu, ona “ika, eka„ yâni “başbuğ, şef,, diye
hitab edildiğini, ancak bu mevkiin bir cümle sonra başka bir
mâbuda verildiğini yazdıktan sonra der k i:
"Bir mâbudu en büyük ve en yüksek mâbut gibi övmeğe
olan bu eyginlik bütün acunun en üstün efendisi (Prajapati)
mefhumunu husule getirdi. Bu, şuurlu bir teşmil ve tamimin
doğurabileceği bir istihale ile olmadı; fakat bu mefhum, tecel-
liyatı doğrudan doğruya sezilmese dahi, en yüksek ahlâkiyat
ve en yüksek cismani kuvvet hazînesi olan bir mâbudu tasavvur
etmeye kadir olan aklın inkişafında zarurî bir merhale gibi
husule geldi. Böylelikle, önceleri öbür mabutların bir ünvanı
olan Prajapati yâni Mevcudatın Efendisi ünvanı, ayrıca bir
mâbut, en yüksek ve en büyük mâbut olarak tanınır oldu,,,,
MÜSLÜMAN TÜRKLERDEN ÖNCEKİ TARİH 31

Bir sürü istihale geçirmiş olan Brahm a mefhumu, sonunda,


işbu Prajapati ile birleştirilecek ve adak ve duayı temsil eden
bu Brahm a mabudu Brahman’ların işine geldiği gibi en üstün
mâbut yapılacaktır.. Bu yolun tutulması da tek mabut yâni
A llah mefhumuna doğru bir adım sayılmaktadır, Bu gibi inan­
lar daha sonra doğacaklarsa da bunların nereden ve nasıl bir
düşünceler zincirlenmesinden doğduklarını burada toplamak
istedik,
Veda’lara göre, ölüler yakılmakta ve külleri gömülmekte­
dir; ölülerin Öbür dünyadaki yaşayışları hakkında kesin bir şey
demek güçtür; bunların kâh HYama„ denilen ilk ölen mahlûkun
yanma gittikleri, kâh su ve nebatlarla birleştikleri sanılmak­
tadır.,
S ° n.Vedalaı ve Bu devirde esas kültür merkezi Madhyadesa
Brahm analar (Orta ülke) denilen Delhi bölgesidir, buranın
devrin e yaşayış ana şehrj Hastinapura’d ı ı ; genel olarak,
Gence ovası (pek doğusu müstesna) bu kültüre girmektedir.
Bu yerler Pencap’tan daha sulak ve verimlidir ve Brah-
manalar’dan istidlâl suretiyle vücudu anlaşılan kültür oldukça
ileridir; belki kentler vardır; on iki çift (?) öküzle çekilen
sapan, gübrelenen ve su yolları kullanılarak, ırmak sulariyle
sulanan tarlalar vardır; pirinç, nohut, susam ekimi başlamıştır;
ticaret, sanat ve nehir gemiciliği gelişmiştir; iptidaî biçimde
para ve ölçüler vardır.
Kast bağları doğmuştur, Brahman ve Kşatriya Kastları
az çok bağlaşık görünürler ; Brahmanlardan hükümdar ve hü­
kümdarlardan da dini önder ve peygamberlik iddiasında bulu­
nanlara rastlanılmaktadır,, Kiralın halk üzerindeki tahakkümü
artmıştır,.
Halkın durumu ise, genel olarak, kötüleşmiş ve onun sevi­
yesi düşmüştür, Vaysiyalar çök kere ecirleşmiş ve Ortaçağın
“serf„ leri durumuna düşmüşlerdir; Sudralann durumu daha da
kötüdür, çok kere esir durumundadırlar. Bir yerde büyük öl­
çüde esir işçinin bulunması ise, bilindiği gibi, serbest işçilerin
de seviyesini düşürür, onları da sefalete doğru sürükler ve
"serf„ durumuna sokar,
işin özeti: bir yandan servet az sayıda kimselerin elinde
toplanmış, öte yandan da kalabalıklar yoksultaşmıştır. Bununla
32 HİNDİSTAN TARİHİ

birlikte, Sudralar arasında zenginleşmiş ve yükselmiş kimseler


de vardır,

tâbutların önem ve sıralarındaki değişiklik-


Son V e d a l a r ’l a
S r a h m a n a la r fek üzerinde durmayıp inan, adak ve ibadet-
d e v r în d e d in ,teki değişiklikleri ve siyasal durumu anlata-
cağız,,
i b a d e t v e s iy a -
s a l d u ru m Artık, Kast mefhumu ortada eğemendir; dinî
merasim ve adakta, Brahmanlar, yani rahipler, tek yetkili kim­
selerdir,, Adak yine her şeyin esasıdır, ancak onu yaptıran ada­
mın ister fert, ister oymak veya devlet başkanı olsun, hemen tek
işi adak edilecek nesneleri sağlamaktan ibarettir ; kendisinden
eyilik, gerçekten inan gibi şeyler pek istenilmemektedir ; ada­
ğın beklenilen sonucu vermesi için tek şaıt Brahman’ın gere­
ken duaları ve merasimi tıpkı tıpkısına yerine getirmesinden
ibarettir; eğer o, bu yönlerde istiyerek istemiyerek yanlış ve
eksik bir şey yaparsa sonuç felâket olabilir; özet olarak, din
pıhtılaşmış ve adak bîr türlü büyü olmuştur,,
Kurbanlar arasında her türlü hayvan bulunduğu gibi
insan da bulunmaktadır; insandan kurban etmek geleneğinin
daha eski olduğu sanılmakta ise de, Brahm ana’lar devrinde, bu
işin açıkcana beğenildiği görülmektedir. Dul kadınların diri
diri yakılması geleneğinin de ne vakit başladığı bilinememekte
İse de Büyük İskender’in Hin’de girişinde ( M, ö, 4 üncü yüz
yılın ortası) bu gelenek var idi,
Adak yapan Brahmanların son derece bilgin olmaları
gerektiği ve en ufak yanlışlarının çok büyük felâketler doğu­
racağı sanıldığı için, Brahmanları okutma ve yetiştirme usulleri
geliştirilmiştir. Bu yolda derin bilgisi ile ünlü kimselere pek
uzaklardan müritler gelmekte ve uzun yıllar onların yanında
çalışmaktadır,. Bu ise biribiı inden uzak ülkeler Brahmanları
için bir tanışma, toplaşma ve dolayısiyle de dayanışma kurma
vesilesidir,
Ahiret üzerindeki düşünceler de değişmiştir ; dünyada
"şeriata,, uygun yaşamış olanlar, mâbutlann ve hele Indra'mn
oturduğu göke gitmeyi umabilirler, Kötüler, ya bin bir ceza
görecekleri cehenneme gidecekler veyahut gayet sefil bir ha­
yat sürmek üzere yeniden doğacaklardır. "Burada tenasüh,,
MÜSLÜMAN TÜRKLERDEN ÖNCEKİ TARİH 33

yâni ruhun, ölen bir vücuttan çıkıp yeni bir vücude girişi
nazariyesmin belirdiğini görüyoruz..
Tenasühe inan gitgide artacaktır
Bundan başka cenaze merasiminin usule uygun bir biçim­
de olması ve gereken adakların yapılması çok önemli sayıl­
maktadır, bu da Brahmanların işine gelmektedir
B ra h m a n a lar devrinde Hint cemaatinin işbu Brahmanik
kültür içinde bulunan kısmının dur umu şöylece toplanabilir:
Maddî kültür (ziraat, ticaret, sanat) gelişmiştir; soysal
durumdaki denklik çok bozulmuş, bir yanda az kişiler elinde
büyük servetler toplanmış, Öbür yanda kütleler sefilleşmiş, dinde
gerçek inanın önemi kalmamış veya çok azalmış, mâbutiaı
gölgede kalmış ve adak, yâni Brahman’a para yedirmek, ana
ibadet biçimi ve dinde en önemli iş sayılır olmuştur,. îşin Özeti,
Brahman egemenliği kurulmuştur ve Brahman’lar, kendileri
üstün durumda olmak üzere, hükümdarlarla ve, genel olarak,
askerî sınıfla iş birliği yapmakta ve onlarla birlikte halkı ez­
mektedirler,
Aşağıda göreceğimiz Arangaka'\a.rdak\ düşünceler ve
hele Upanişat felsefesiyle Buda dini, işbu soysal ve manevî
duruma karşı birer tepki sayılmalıdır; bunlarda adağın ve
Brahman’ın, yani rahibin, her şey olması düşüncesi yerine dinî
veya ahlâkî düşünceler ön saf fa geçirilmektedir. Bunlar mabut
düşüncesini de ikinci safta bırakmaktadırlar,,
Bu eserlerin adak yapacak kudrette olmıyan
içijusgie^g ve çoğunluk bakımından ihtiyarlarca
A r a n y a k a 1ar
ortaya çıkarıldıkları tahmin olunmaktadır; bu adamlar adağ*
düşünmenin onu yapm ak kadar sevap olduğunu ileri sürmüş­
lerdir,,
eser^er Hindu felsefî düşüncesinin esaslarını
U p a n i ş a t ’I a r
kapsarlar 3, Hint ruhunun derin duygu ve düşün­
celerini açığa vurdukları gibi, coğrafya ve iklimin de tesiriyle
hemen daima ister içerden çıkma, ister dışardan gelme kuv­
vetlerin zebunu kalmış ve çok ezilmiş olan Hint halkının nasıl1

1 Hindu Hindistan’ın 6 felsefi usulü (systeme) zikredilir Bunlar


üzerinde durulmıyaeaktır,.
H in d is ta n 7 ııTİiıi 9
34 HİNDİSTAN TARİHİ

bir mânevi sığınak aradığını gösterirler ve bu bakımdan Hin­


distan tarihinin anlaşılmasını kolaylaştırırlar.. Bundan başka
Hindistan’ın Müslüman - Türk hükümdarları ve ileri gelenleri
arasında, Müslüman ye Hindu dinlerini yakınlaştırmak istiyenler
Upanişat'lardaki “Tevhid,, yânı “Allah tekliği,, düşüncesine da­
yanacaklardır., Babur’un torunu Ekber bu yolda bir siyasa
gütmeye koyulduğu sırada bir “Allah-Upanişat» yazdıracaktır,
Tahta çıkabilmiş olsaydı aynı siyasayı gütmek düşüncesini
beslemiş olan Şah Cihan’ın büyük oğlu Dara-Şükuh 1657 yılın­
da, bir “Derya-yı Tevhid,, saydığı, Upanişat'lar&an 50 bölümü
bazı Hindu bilginlerin de yardımiyle “ Sırrı - Ekber „ , yâni en
büyük sır, adiyle farscaya çevirmiştir ,
Orada Dara-Şükuh, bu eserleri kutsal saymakta ve Kur’-
anın “Vakıa,, suresindeki:
“Innehu lekuranün kerimün - Fi kitabin meknunin - La
yemessühü iliel mutahharune - Tenzilün min Rabbil Alemin,,
âyetlerinde sözü geçen “Meknun, yâni gizli kitabın,, Upanişat-
lar olduğunu ileri sürmektedir 1,
Fransız müsteşriklerinden Anquetil - Duperron, 1801-2
yıllarında, Upanişatları Türk şehzâdesinin yapmış olduğu bu
farsça tercümeden lâtince ve fransızcaya çevirmiş ve böylelikle
bu eserler batı acununca tanınmışlardır,,
19 uncu yüzyılın büyük Alman filozofu Şopenhaver (Scho-
penhauer) bunların Avrupa’da en ünlü âşıkı ve yayıcısı olmuş
ve bunlar onun felsefesinde önemli yer tutmuşlardır..
Şopenhaver’in ruhun nefsanî bağlarından, önce güzel sa­
natlar ve sonra da zahidane ve dünya zevklerinden vazgeçe-1

1 Ayetlerin (77-80) Türkçesi şöyledir: «O bir Kutlu (veya (Jlu) oku­


madır (Kuram kerim)~Gizli kitap içindedir- Ancak temizlenmiş olanlar
ona el sürebilirler-Allahdan inmiştir,, Dara Şükuh, Müslüman mütercim
ve müfessirlerin yaptıkları gibi, arapça «meknun» sözünü yine arapça olan
ve daha çok «saklanan» anlamında olan «masun» ve «mahfuz» sözleriyle
değil «meknun» un dog-rudan doğruya ve gerçekten karşılığı olan «gizli»
söziyle ifade etmekte ve buna göre bu sözün «Mezamiri Davut», «Tevrat»
ve “İncil,, gibi bütün İslâm acuntınca bilisen kitaplara değil ancak gizli
kalmış bir kitaba ait olabileceğini, keza “Tenzil,, sözü dolayısİyle bunun
“ Levh Mahfuza,, ait olamayacağım söylemekte ve sonda bu “ Gizli Kita­
bın,, , “ Upanişatlar,, olduğa düşüncesini ileri sürmektedir
MÜSLÜMAN TÜRELERDEN ÖNCEKİ TARİH 35

rek yaşamak yolu ile kurtulabileceğine dair fikirleri , kısmen


olsun, Upanişatlar’dan alınmıştır.
Keza yine az çok Upanişatlar’dan aldığı ilhamla Şopen-
haver şu düşünceleri ileri sürmüştür:
Cemaatin refah ve saadetinin muvakkat ve tali bir amaç
olduğu ve bunun hiçbir vakit bizi mefkürevî varlığımızı geliş­
tirmekten alıkoymaması gerektiği unutulmamalıdır; şüphesiz,
insanın görevi, duygulu varlıkların (insan, hayvan ve hattâ
nebatlar) müşterek işlerine katılmaktır; ancak onun son
amacı mahlûkun zevk ve meşakkatlerinin üstüne çıkıp sükûnetti
Nirvana’m n1 sinesine kadar yükselmektir,,
Şopenhaver’in ve onun yolu ile de az çok Upanişat’ların
Avrupa’da “İndividualiste,,, yâni bireyci düşüncelerin yayılma­
sında Önemli tesirleri görülmüş ve bu düşünceler, kütle baskısı
altında azap çeken ruhlar için bir sığınak olmuştur..
Bütün bu yönler dolayısiyle Upanişatlar üzerinde az uzun-
cana duracağız; bunlara veya bunlardan çıkarılan en ünlü
felsefî mezhebe “ Vedanta„ ( Veda - Antet) yânı Veda sona dahi
derler,, Tefsir yolu ile " gizli talimat „ anlamına getirilirler ve
bunlar kendilerini ortaya koyan filosofların buluşları gibi değil,
kutsal sayılan kiaptlardan ve onların tefsirlerinen çıkan ger­
çekler gibi ileri sürülürler ; türlü U panişatlar arasındaki baş­
kalıklar da Veda*lan anlayıştaki başkalıklardan doğma sayılır..
U panişatlar dünya ve ahiret saadetinin çok üstüne çıkmış
yüksek dimağlara mahsus olup, insana en yüksek ve mutlak
bilgiyi verir ve insanı tam selâmete erdirir addolunurlar. Veda*
lardan farkları şudur ki, bu son eserlerde, şu veya bu mabut­
tan , dua ve adak yolu ile , birtakım şeyler dilenilir ve keza
Veda'lar insanlara, her iki dünyada, selâmet sağhyacak buy­
ruklar ve yasaklan kapsarlar ; halbuki U panişatlarda bu gibi
şeyler yoktur ve U panişatlar bu gibi ihtiyaçların, hattâ ibade­
tin ve adakın üstüne çıkmış şahsiyetler içindir ve sırf mutlak
hakikati bildirirler ve birkaç bakımdan az çok İslâm tasavvufu
ile mukayese edilebilirler; (bu gibi bir karşılaştırma EI-Birunî-
nin ve Dara-Şükuh’un akima gelmiştir)

1 Türlü anlamlarını aşağıda göreceğiz ; Upanişatlara göre, daha çok


«sönmek, erimek» anlamındadır.
36 HİNDİSTAN TARİHİ

Sayısı pek çok olan Upanişat*lm da biıibirine zıt biı sürü


felsefî düşünceler çoktur; burada en çok itibar görmüş ve
yayılmış düşünceleri ve bunların Hint tarihinin gidişi üzerin­
deki tepkilerini anlatmaya çalışacağız Upanişat'iarm en tanın­
mış toplayıcı ve tefsircisi Milâttan sonra 9 uncu yüz yılda ya­
şamış olan Sankara’dır,
Bunlar bilindikten sonra felsefenin esaslarına gelelim:
Başta “B rahm an„ lâfzını ve zamana göre almış olduğu
türlü anlamları tarif etmek gerekir ; bu söz, burada rahipler
Kast’mı teşkil eden kimseler anlamında değil, mücerret bir mef­
hum olarak alınmıştır, Bu anlamdaki “Brahm an„ sııa ile aşağı
yukarı şunları ifade etmiştir: Majik şiir (yâni sihir ve büyüye
ait şiir ) , Dinî merasim, adak rahibi, büyük ve ulu. Dua ve
adak merasimi ve bunlar ı müessir kılan sihirli kudret - Her
şeyin üstünde olan m utlak kudret.
Bu son anlama göre, güneşteki ışık ve sıcaklık kudreti
rüzgârdaki hassalar, insanın akıl ve bedenindeki kabiliyetler,
özet olarak, acundaki bütün hassalar, “Brahm an,,ın bir tecel­
lisidir, “Brahm an „ yer yüzünde her ne varsa onun esasıdır, o,
her şeyi yaratan ve yaşatan mutlak kudrettir; her şey ondan
gelir ve ona döner,, Böylelikle de işbu felsefe “Tevhid,,, yâni
“Allah tekliği,, düşüncesine götürmüş olmaktadır,
En son olarak, “Brahman,, ın, insanın “Atm an„ yâni ruhu
ile aynı şey olduğu düşüncesine varılmış ve orada durulmuştur.
uAtman„a gelince, o, insanın “ruh,, ve “özü„dür; insanın “ben„
veya “özüm» dediği vakit “kendisi,, olarak kabul ettiği şeydir;
aynı zamanda acunda yalnız insanın değil, her şeyin “Atm an,,ı
vardır,, Bu “Atman,, yâni “öz„ , “Brahman,,m yalnızcana bir
kısmı veya bir tecellisi olmayıp tamamiyle ve aynen ezelî,
ebedî ve bölünme kabul etmıyen “Brahman,, m tâ kendisidir..
Bu gerçeği sezen ve anhyan “Ermiş,, ölür ve “Kurtuluşa,,
erişir, Bu felsefeye göre, insanın beş hassası ve akıl ve anla­
yışı sayesinde duyduğu ve anladığı her şey ve yaşamakla
edindiği tecrübeler, keza I'Wa’îarın merasimi, buyruk ve ya­
sakları, mükâfat ve mücazat vaitleri, baştanbaşa hayalden
ibarettir, ve bütün bunlar, tıpkı rüyada görülen hayaller gibi,
ancak uyanmcaya kadar gerçek şeylerdir: bunların gerçek
sanılması “öz„ yâni “Atman,, ın kendini dış şeraitten ayırt et-
MÜSLÜMAN IÜRKLERDEN ÖNCEKİ TARİH 37

meşini biimeyişinden ileri gelmektedir, Bu dış şerait ise, in­


sanın vücudu, hassa uzuvları ve yapıp ettikleri yâni icraatı­
dır,, İnsan Ölünce yalnız vücut yok olur, öbürleri ise ' Atman„\a
birlikte kalırlar
“Afman„ m kendinin bu şeraİttan tamamiyle ayrı olduğunu
bilmesi için Ker/aların merasim ve kanunlara ait kısımlarını
bilmesi yetmez; çünkü Veda\axm bîr “İş„ bir de “Bilgi» kısmı
vardır; önemli olan ikinci kısmıdır ve Upanişat'lar işbu kısmı
aydınlatırlar,
Vedd\ann “İş„ kısmı insana bahtiyar olmak için ne ya­
pılması gerektiğini Öğretir; “Bilgi» kısmı ise insana bereket ve
kurtuluş bahşeder,,
Dolayısiyle “Brahm an,, i bilmek iki türlü olur: “Adi B ilg i,,
ve “Ulu B ilg i„ ile. Birincisi Vedalar'm “fş„ kısmını ve İkincisi
de “Bilgi,, kısmını bilmekle elde edilir, Yine bunlara göre, iki
türlü “Brahm an,, gözönünde tutulmalıdır (Mutlak k a d ı et anla­
mındaki Brahm an anılmaktadır):
a) “ A di Bilgi,, ile bilinen “Adi cinsten Brahman,, ki
yukarda anlatılan “Brahm an„ dır,
b) “Ula B ilg i„ ile bilinen “Ula cinsten Brahman,, d ır;
bunun hiçbir vasfı yoktur, şekilsizdir, cisimsızdir, duyulmaz,
görülmez, işidilmez, bilinen ve tasavvur edilen her şeyden
başkadır ; onun hakkında her ne düşünülse yanlıştır, v s ..... .
Onun üzerinde söylenebilecek tek müsbet söz, “ Varlığı„ dır.
“ Varlık„ İse "Zekâ,, yi yânı “Anlayış» i tazammun eder ve
„Brahm an,, safi zekâ addolunur. Meşakkat ve cefadan âri
olmak ta ancak “Brahm an„ a hastır; çünkü kutsal kitaplara
göre: “Her ne ki “Brahm an'dan ayrıdır, o cefaya maruzdur ,,
“ Vasıf sız,, yâni “Ulu Brahman,, ı tanımanın imkânsızlığı
onun var olan her şeyin özünü teşkil etmesinden ilerigelir;
bu yüzden onu bilip tanımak imkânsızdır, zira her bilgi ve
tanıma işinde bilici ve tanıyıcı unsur “Brahm an„ ın kendisidir;
dolayısiyle onun aynı zamanda hem bilen ve tanıyan, hem de
bilinen ve tanınan şey olması imkânsızdır; gözün kendi ken­
dini göremiyeceği gibi,,
Bununla birlikte “hakim olan,, yâni “Eren,, adam, hassa-
larını bütün dış dünya duygularından çekip bunları iç “özü,,
38 HİNDİSTAN TARİHİ

yâni “Atman., i özerine yöneltir vje toplarsa tam rahatlık ve


bahtiyarlığa kavuşabilir ve bu hâle varınca “Ulu Brahman» ı
sezer ve Onun “Atman» île aynı şey olduğunu anlar,
Muğlâk ve dumanlı olan bu işleri tamamiyle anlamak
“Erm em iş„ olan bızler için tabiatiyle pek kolay değildir,
Bunu anlıyanlar tam kurtuluşa ererler, yâni öldükten sonra
yeniden doğmak gibi külfetlerden kurtulup tam ve mutlak
saadet ve selâmete ermiş olurlar,, Bu “Erme» İçin eyi veya
kötü iş görmenin, temyiz, doğru ve yüksek ahlâkın tesir
ve önemi pek yoktur; tek önemli şey, bazı gösterişlerce, Ör­
tülü olan bîr hakikati sezmektir,
“Öz» ün kendini tanımasının, yâni kendinin “Ulu B rah­
m an„ la aynı şey olduğunu anlamasının imkânsızlığını yukarda
görmüştük; ancak pek müstesna şahsiyetler bu bilgiye ulaşa­
bilmektedirler; bu işi kolaylaştırmak için bazı çareler bulun­
muştur ki başhcalaıı şunlardır:
1) V edalm m tetebbüü, biteviye bunlar ve “öz» üzerinde
düşünülmesi, ket/n’lardaki bazı cümlelerin biteviye tekrarı
(zikr)„
2) Ebedî ve fâni şeyleıi biribirinden ayıredebilmek kabi­
liyetinin elde edilmesi,
3) Bu dünyada ve öbür dünyada zevk ve mükâfattan vaz­
geçilmesi,
4) a) Huzur ve rahatlık, b) ihtiras ve isteklerin denetlen­
mesi (murakabesi), c) her şeye veda etmiş olmak, d) sabrı ve
tahammül, e) düşüncelerini kendi üzerinde toplamak ve teksif
etmek, f) inan gibi 6 vasıtanın elde edilmesi,
5) Kurtuluşun şiddetle istenilmesi.
Bunlardan başka adak, sadaka, oruç gibi şeyler 'Ulu
Bilgi,, nin elde edilmesine yardım edebilirse de, o elde edildik­
ten sanra bu gibi şeylere lüzum kalmaz,
Bir kere kurtuluşa “Erildikten» sonra artık “Eren» için
dünya, vücut, cefa gibi şeyler yok demektir ; dolayısiyle o,
artık her ne yapsa hiçbir önemi kalmaz; esasen, o adam için
artık, yapacak bir şey de kalmamıştır ve artık bir şey yapa-
maymca öldükten sonra yeniden doğması da mevzuubahs ola­
maz ; “Eren» ölünce “Brahm an» m içinde kaybolur gider.
MÜSLÜMAN TÜRKLERDEN ÖNCEKİ TARİH 39

Ölümden sonra olan bitenlere geçelim :


Az yukarda görmüştük ki, insan ölünce onun bütün has-
salan ve icraatı “öz„ ile birlikte kalırlar ve gerçekten ölen
yalnız vücuttur, Dolay isiyle “öz„ yâni “Atman,, biteviye gör­
güsünü arttıran ve tekemmül etmesi gereken bir şeydir
Vücut öldükten sonra “öz„ için birkaç yol vardır:
1) Eğer o, yâni “öz„ son yaşayışında kötülük etmiş ve
“Ulu ve  di bilgi,, lerden hiçbirini bilmemişse, ya bir türlü
cehenneme gider veyahut kötü bir hayvan olarak yeniden do­
ğar (tenasüh).
2) Eğer “az,, son yaşayışında “Ulu ve Adi bilgi,, lerden
hiçbirini bilmemekle birlikte, iyi işler görmüşse “A talar„ yolunu
tutar, yâni birçok vasıtadan geçtikten sonra aya gider, sevap­
ları kısmen bitinceye kadar orada kalır ve arta kalan sevap-
lariyle yeniden ve bu sefer daha iyi ve yüksek biı seviyede
doğar
3) Eğer “öz„ son yaşayışında Veda'ların dua ve adağa
ait kısımlarına uymuş, dünya heveslerinden elini çekmiş ve
“Brahman,, ı “Â di B ilgi„ ile tanımışsa birçok vasıtadan geçtik­
ten sonra “A di Brahman,, a kavuşur ve yeniden doğmak kül­
fetinden kurtulur; bu durumda iken “Ulu Brahman,, ı yâni
“Ö z~ B rahm an„ hakikatini öğrenil ve kıyamette “A di Brahman,,
dahi ölünce “Ulu Brahm an„a kavuşur yâni “ebedî ve mutlak
N irvanaya,, girer
2 nci ve 3 üncü şıkların karşılaştırılmasından şu sonuca
varılır ki ibadet, adak ve dinî bilgiler, iyi iş görmekten çok
üstün sayılmaktadır,,
4) Eğer “öz„ son yaşayışı sırasında “Ulu Brahman,, i yâni
“ Vasıfsız Brahman,, ı tanımış ve “ö z yâni Atman = Brahman,,
olduğunu bilmişse, derhal, tam kurtuluşa ermiş olacağı için ye­
niden doğup dünyada bir daha yaşamak külfetinden kurtulmuş
olur; “Brahm an m içinde kaybolur ve “Mutlak Nirvana'ya,, gi­
rer yâni söner.,
En büyük saadeti, sönmek ve yok olmakta gören ve ona
ermek için insanı, dünya işlerinden elini çekip binbir cefaya

1 Nirvana’nın en yakın karşılığı «sönmek» tir


40 HİNDİSTAN TARİHİ

katlanarak biteviye oruç, dua ve zikr içinde yaşamaya teşvik


eden bir felsefe, cemaat üzerinde ancak zaaf ve hattâ miskin­
lik verici bir tesir yapabilirdi ve Öyle de yapmıştır,,
Keza bu felsefe, en yüksek zekâların birçoğunu cemaatin
faydalı bir üyesi olmaktan çıkarıp, zenginlik, refah, aile zevki
gibi şahsî ve ulus ve yurt sevgisi veya siyasal ve askerî
başarı isteği gibi İçtimaî her türlü dileğe veda ettirmiş ve
onları dilencilik ve sefalet içinde ömiir sürmeye ve ebedî
yokluğu aramaya sevketmiştiı
U pam işaflann gelişme devrinde günlerce ve haftalarca
aç oturan, diken ve çiviler üzerine çırçıplak oturup haftalarca
kımıldanmıyarak zikir ve tefekkürde bulunan ve zamanla
vahşî bir manzara arz eden kimseler çoğalmıştı. Bazan bu
derece ileri gitmemekle birlikte, yalnız veya soy sop ve arka-
daşlariyle bî* arada ormanlara çekilip ibadetle vakit geçiren,
ot, yaprak ve ağaç kökleriyle beslenenler de pek çoktur,
Gitgide bu gibi “Erme» namzetleri kalabalıklaştıkça
biribinne rakip “Erme» usu! ve çaresi arayan bir türlü “mek­
tepler,, husule gelmişti, Ancak, genel olarak, bu yolda “çalış­
malar,, ya ferdî ve gizli olurdu veyahut ta güdülen erme
usulleri, küçük ve kapalı biı türlü tarikat üyeleri veya bir
üstadın müritleri arasında, bir sır gibi saki anılırdı
Cin a ve Buda gibi “Erme,, usul ve çarelerini bulduğuna
inandıktan sonra bunları herkese bildirip yaymaya kalkışanlar
nisbeten az olacaktır.
Birçok kişinin yaşamayı en kötü ve cefalı şey addedip
ondan ve yeniden dünyaya gelmekten kaçınması ve yokluğa
kavuşmayı en büyük “Kurtuluş,, addetmesi için herhalde o
zamanın soysal durumunda bunu gerektiren sebepler bulun­
malıdır; bu gibi kötümser düşünce ve davranışlar tektük
kimselerde görünse, bu, onların acaipliğine verilebilir; ancak
bu gibi davranışlar çoğalınca buna İçtimaî sebep aramak
gerekir,
Upanişat'larm gelişme devri olan Milâttan 500 yıl önce
kuzey Hindistan durumu ile Hıristiyanlığın gelişme devri,
yâni Roma acununda Cumhuriyetten İmparatorluğa geçme
zamanı ve onun amansız savaş ve zulûmları, biribiriyle karşı-
MÜSLÜMAN IÜRKLERDEN ÖNCEKİ TARİH

laşitnlırsa aynı sefalet ve sefilleşmeyi ve orta sınıflan


leşme ve esirleşmesine götüren olaylar zincirini görürüz;
dan başka dinin de pıhtılaşmış ve insanlar arasında, t
çeleri tatmin eden ülkelerin, ortadan kalkmış olduğ-u ve yeni
ülküler aranıidığı görülür,
Rahip, yâni Brahman ve asker yani Kşatriya, “Kast,, ve
sınıflarının İş birliği altında ezilen ve bir sürü savaş ve yağ­
ma altında bunalan halkın bu gibi yollara kaçması tabiî ola­
bileceği gibi, vicdan sahibi birçok Brahman ve Kşatriya’nm da
durumdan müteessir olarak bu yolu tutmaları keza tabiî
görülmelidir, Keza, kuvvetli bir ihtimal olarak, şahsen kendini
mağdur sayan bazı Brahmanların bu yola girmiş veya bu
yolu açmış olmaları da akla gelebilir,
Genel olarak, Upanişat felsefesi her sınıftan kimselerin
mahsulü sayılmalıdır, Böyle bir felsefenin yayılmasının, Hint
acununu, mânen daha dinç kalan dışarı uluslar karşısında
daha da zayıf ve zebun bırakmış olması da tabiî görülmelidir

III. Buda, zamanı ve felsefesi

Buda’nm doğduğu sırada, kendi ülkesi değilse de, Brah-


manik kültürün yayılmış bulunduğu Gence - Cemne ovalarının
müşterek kısmı bu durumda idi; ve bu kültür, Bengal müstesna,
bütün Gence ovasını kaplamaya koyulmuştu, lİk Budik edebiyat­
tan, halk yaşayışı hakkında, Brahmanlar’dakine yakın kötümser
hükümler çıkarmak mümkündür., Aşağıya koduğumuz iki örnek,
o sıradaki soysal durumun bazı yönlerini aydınlatır.
Zengin olmaya muvaffak olan biri için denilmektedir ki :
“Amacına erdimiydi, kazandığı serveti bin dert içinde, bin
zahmetle gözetlemesi gerekir, tâki onu K u allar veya hırsızlar
çalm asınlar, yangın yakmasın, sel götürmesin, düşman akraba­
lar kapmasın. Servet kazanmak ve zevk elde etmek içindir ki
kırallar harbe tutuşurlar, baba ve ana oğulla, kardeş kardeşle
vuruşur, savaş adamları oklarını uçururlar, kılıçlarını parıldatır­
lar, ölüme ve öldüren cefalara katlanırlar,,,,
Burada “ çalmak,, işinde K ıral ve hırsızların bir arada sa­
yılması, ve düşman akrabalarla ilgili sözler, soysal durumun ne
42 HİNDİSTAN TARİHİ

kadarkötü ve güvensiz olduğunu çok açık bir biçimde göster­


mekte ve dünyâya çök kötümser bir gözle bakış sebeplerini
aydınlatmaktadır,.
Aşağıdaki fıkra da aynı özdedir; dünya ile ilgisini kesmiş
olan biri için denilmektedir k i :
V “Şehir yanıyordu, ancak onun olan bir şey yanmıyordu,
f ülke yağma ediliyordu, ancak onun olan bir şey yağma edil-
/ miyordu,,
^ -— Bud acın felsefesi hem o andaki soysal duruma, hem de
/JJpanişaT^lsefesine karşı bir tepkİ-şayılmaktadır,
Onun asıl adCSidarta jdtr: “ayanmış._ışıklan-
B u d a n u ilk y ıl- miş M anlamında olan “Buda^ admı^“erdikten,,
l a n v e g e n ç liğ i so n râ ~ ^ ac a k tın :^ lCe.ndisi S a k v a v e y a Sakaklar­
dandır, (Bu ad Hindistan’da fekit karşılığıdır) . dolay isiyle ırk
bâkımından Türktür
Onun mensup olduğu Sakya (veya Sakalar) şimdiki
“Unayted Provens,, yani “birleşik vilâyetlerin kuzey - batı
köşesinde ve Nepal’in güneyinde Kapilavastuda oturmakta
idiler; ülkeleri sulak ve bol ürün verici olup zengin pirinç*
tarlaları ile dolu idi., Bu Sakya’lar, zenginlik, gurur ve çetin­
likleri ile ünlü idiler; mabutların kıralı saydıkları îndra’ya,
Saka derlerdi Kosala devletine (aşağı yukarı bugünkü Oud),
daha çok sözde bağımlı sayılırlardı,
Gelenekler Buda’yı bir kır al oğlu diye gösterirse de,
tarihî tenkit, babası Sudodana’yı pek zengin bir türlii dereheyi

* Bu konu üzerinde pek çok tartışma vardır,. Bu eserin genişliği bu


gibi sorumlar üzerinde durmaya uygun değildir Birkaç işaret vermekle
yetineceğiz : Buda'nın mensup olduğu Sakya'Iarla ilercîe Hindistan'ı fet­
hedecek olan Sakalar ve Tibet halkı arasındaki yakınlık ve birlik ihti­
maline «Evolution de i Humanİte» külliyatından olan «L’İnde Antİque et
la Civilisation Indienne» de işaret vardır (s, 32) «Tabakatı Naşiri» nin
Laknavti'de (o vakitki-13 üncü yüz yılın başı - BengaPin merkezi) hüküm
sürmüş Kalaç meliklerinden bahseden bölümünde, Tibet halkı veya o
halkın bir kısmı başlıca Türk diye anılır Iskitlerin Türklüğü birç >k
bilgince tanınır ; E.. M Minns «Scythians and Greeks» adlı eserinde İskit’
terin başlıca Türk olduklarını yazar (Bak L. de La Vallee Poussin ' L’In-
de aux temps des Mauryas, s 262)„
Profesör Walter Ruben’in «Eski Hint Tarihi» adlı eserinde (E bö­
lümü ) birtakım Türk gelenekleriyle Buda gelenekleri arasındaki benzerlik
ve yakınlıklara işaret vardır.
MÜSLÜMAN i DRKJLERDEN ÖNCEKİ TARİH 43

yânifKsati-iya> ölarak kabule daha eygindir; anası Mava)da


Sak yakardandır,, Buda’mn M, ö, 560 yılı civarında doğduğu
sanılırsa da, bu hususta çok ihtilâf vardır, Gençliğini askerlik
ve idman talimleriyle geçirdiğini, mevsimine göre, oturulmak
üzere üc sarayı olduğunu, evlendiğini ve oğlunun daha sonra
kendi~dinine girdiğini geleneldeFbîTdirir; yine bu geleneklere
göre, onun saraylarını, babasını! karısını ve çocuğunu bırakışt
şöyle olmuştur :
^ K e rk e sin girdiği bir bahçeye gidişinde, bir gün, çok
yoksul bir yaşlı adam, başka bir gün acıklı bir hasta, bîr
üçüncü gün bir ölü..ve başka bir gün de dilenen bir keşiş
görür îlk üç gördükleri, her adamın sonu bu durumlar olaca-
ğmdan, onu dünyadan iğrendirir ve dilenci keşişin durumuna
imrendirir.. O sııadaÇ29 yaşındadır keşişi gördüğü gün bir
oğlu doğaı ; bunu öğrenince: “bana bir zincir vuruldu., der:
o gece eğlenmesi için sarayda çalgı, türkü ve oyunlar olur;
bunlara bakarken uykuya dalar; gecenin ortasında uyanır ve
çalgıcı^ye oyuncu kadınlann_yerlere serilmiş uyuduklarını
g g r ü ı^ iğrenir^ v e yeni doğmuş çocuğunu daha görmeden
babasının- saKayından hemen kaçar..
Buda’nın bu davranışı, yüksek sınıfların sefahat ve halk
tabakalarının sefaletine karşı bir türlü tepki sayılabilir

Bundan^sonı^ Buda “Ermeye., çalışır; bu


B *için ^ ğ raşl «m^ yoldaC^jol_^^aşacaktır; başta, sıra ile iki
üstadın munHı olur: ancak beklediği sonuca
varamaz ve üstadlarından ayrılır. Magada ( şimdiki Bihar)
bölgesine gelir, orada Üruvaîâ kenti dolaylarındaki koru­
luklarda vücuduna binbir işkence yaparak “ Ermeye,, uğraşır;
kâh, dilini damağına yapıştırıp günlerce öyle durur, kâh daya-
nabildiği kadar nefes almaz, yemek yemez v s,; ondan başka,
beş “erme adayı,, da aynı koruda ona yakın bir yerde onun
dayandığı cefaların hayranı olarak, o “ererse., müridi olmak
üzere beklerler.
Sonda Buda böylelikle “enlemiyeceğİne., inan eder; kuv­
vet bulmak için yemeye koyulur ve tabiî tarzda yaşamıya
başlar; Jaeş arkadaşı onun mürted olduğu düşüncesine kapılıp
ondan ayrılırlar.
44 HİNDİSTAN TARİHİ

Bundan sonra Buda, vücudu tabiî bir durumda ola­


rak düşüncelerine devam eder ve sarayından kaçtıktan 7
VIİ sonr.3 - hir Ril i Ağ a ^ ı,, n ı n HihinHp H ii s ıi n fi rk <*n ;
ancak bu ^ ris.. ona^ Upanişat’Iar felsefesine göre, “erenler,, in-
kînden başka bir felsefe ilham eder..
Buda- '^erdikten sonra.. böylelikle.edinmiş olduğu bilgiyi
l;erkese yavmıva karar verir. Kendisine ilk inananlar arasında
yjjüşjuxla-^Özü geçen S arkadaş hnlıına^akhr. Geleneklere göre,
tjiilg ı Ağacık dolaylarında kalıp 4 hafta oruç tutar ve yapa-
caklaunı.jd eg jg jferjn düş#nür ş e v ta r T ^ r ^ bna tuzaklar ku*.
rar, onu idlala çalışır ve “bildiğini,, yaymasının önüne geçmiye
uğraşırsa da bir ..başarı elde edemez ; mâbut Br ahma ise “bil-
diğıni,, yaymasını ondan diler,
Buda’nın böylelikle “ ererek,, vardığı felsefî inanın
F elsefesi ana onun Benares vaizinde görülür ; özeti
aşağıdadır:
“Fikrî ve ruhî bir yaşayış arayanın kaçınması gereken iki
ifrat vardır; bu, insanı küçültür ve süflileştirir; bu aşağılıktır,
akla uygunsuzdur, keder vericidir insana gerekmez, boştur. Öteki
İse eza ve cefa içinde yaşayıştır; bu da, keder vericidir
insana gerekmez, boştur. Ekmel (Buda bu tabiri kendisi için
kullanır) bu iki ifrattan uzak kalmıştır, bunların arasından
geçen, aklın gözlerini açan, rahata, bilgiye, ışıklanmaya, “Nir-
vana’ya, 12 götüren yolu bulmuştur. Bu kutsal yol sekiz dallı­
dır; bu dalların adları: saf inan, saf dilek, saf söz, saf iş,
saf geçim, saf gayret, saf hafıza, saf düşüncedir..
“Cefaya daiı kutsal hakikat şudur: doğuş cefadır, ihti­
yarlık cefadır, ölüm cefadır, sevilmiyen şeyle birlik cefadır,
sevilen şeyden ayrılık cefadır, isteğe erişememek cefadır, özet
olarak, bağlılığı gerektiren şu beş cins şey cefadır: vücut,
duygular, telâkkiler, temayüller ve tanıyış.
“Cefanın kaynağına dair kutsal hakikat şudur: yaşayışa
(veya varlığa) susamış olmak. Bu, insanı doğuştan doğuşa 3
1 Buda felsefesinde «Nirvana», günahsızlığın ve daha çok isteksiz­
liğin verdiği akıl rahatlığı anlamındadır. (B a k ; Sir H. S., Gour: The
Spirit of Budhism; glossary XIV).. Brahmanik edebiyatta bunun daha çok
«sönmek» anlamında olduğunu yukarda görmüştük,.
2 Tenasühe işaret
MÜSLÜMAN TÜRKLERDEN ÖNCEKİ TARİH 45

götürür. Bunun yanında da zevk ve hırs vardır; zevke susa­


yış, yaşamaya susayış, bakasızlığa (yani öldükten sonra yeni­
den doğmamak isteği) susayış,
"Cefanın kaldırılmasına dair olan kutsal hakikat şudur :
“Dileğin,, tamamiyle ortadan kaidırılmasiyle bu susayışların
sona erdirilmesi,, Bu dahi “ Dileği „ kovmalka, ondan vazgeç­
mekle, ondan kurtulmakla, onun için hiçbir yer bırakmamakla
olur,
“ Cefanın kaldırılmasına götüren yola dair kutsal hakikat
şudur : bu 8 dallı kutsal yoldur : saf inan, saf dilek,.... .. „
Özet olarak, Buda, pek bahtsız, perişan ve felâketli İçtimaî
bir durumda bulunan ve bu yüzden ana düşüncesi “Kurtuluş,,
( dünyadan kurtuluş) olan bir cemaate, çekilen bütün cefaların
dünyada birçok şeylere bağlılıktan ilerigeldiğini söylemekte,
dileklerini söndürme ve yaşayışlarında saf ve doğru olma
öğüdünü vermektedir, Felsefesi kötiimseyicİ bir muhitin mah­
sulüdür,,
Esasa gidilirse Buda’nm yeni bir din kurmak iddiasında
bulunduğu ileri sürülemez ; O, ne eski mabutlara dokunmuş,
ne de yeni bir mabut ortaya çıkarmıştır; O, yalnızca kendine
göre bir yaşayış ve kurtuluş yolu göstermiştir,. Ancak Buda’ya
inananlar, ne Brahmanların işine gelen ve onların kazanç ve
tahakküm vasıtaları olan adağa, ne de Upanişatlarm tavsiye
ettikleri binbir ezalı kurtulma ve “erme,, usullerine önem ve­
remezlerdi ve vermez oldular,
Buda, Brahman’ların üstünlüklerinin mânevi temeli olan
“Kast,, zihniyetini de dolay isiyle baltalamıştır; aşağıdaki sözü
bunu gösterir :
“Eserlerim benim malimdir, eser lerim benim mir asımdır,
eserlerim beni taşıyan karındır, eserlerim benim mensup oldu­
ğum ırktır, eserlerim benim sığnağımdır,,
Yine bu cümleden olmak üzere, Buda: (türlü) ırmak su­
lan denize dökülünce artık birbirlerinden ayırt edilemez ol­
dukları gibi, türlü “Kast,, mensupları da Buda keşişi olunca
artık hep eş olduklarını, söylemiştir.
Buda’nm adak mefhumunu baltalıyan ve hükümdarlarca
yapılan adaklar için halktan zorla hayvan ve mal toplanması­
nın aleyhinde ünlü hikâyeleri de vardır
46 HİNDİSTAN TARİHİ

Bununla birlikte Buda’nın, Kast’ı kaldırmak, adağı yasak


etmek ve İçtimaî bir inkılâp yapmak için sürekli ve şuurlu
olarak uğraştığı pek görülmez; vaizlerine, Brahman eğemenliği
pek o kadar kuvvetle kurulmamış bir ülkede başlamış olmakla
birlikte, eğer bu yola gitseydi belki tâ baştan çok çetin ve
tehlikeli muhalefet ve düşmanlıklarla karşılaşırdı; Brahman’ların
Buda’ya karşmlıkları, daha çok onun gereksiz olarak ezalı ya­
şayışa karşı olmasından ilham alan hicivler şeklinde görünür,
aşağıdaki fıkra buna bir örnektir:
“Gece yumuşak döşekte yatmak, sabah bardak dolusu
içmek, öğleye yemek, akşama yine içmek, ağzı şekerleme ile
dolu olarak uyumak; ve bütün bunların sonunda selâmete er­
mek! İşte Sakya’larm oğlunun karihasından doğurduğu şey,,.
Buda’ya tâbi olanlar iki dereceye ayrılır : Lâikler yâni
herkes ve keşişler,.
Buda ahlâkiyatmm ana çizgileri: Doğruluk, saflık, dü­
şünme, hakimlik ve durmadan nefsini ıslahtır.
Doğruluk aynı zamanda her fırsatta iyilik etmeyi ve sa­
d a k a y la kapsar, doğruluğun beş kaidesi vardır : ~~
/ IVjfcanlılan öldürmemek; bu, et yememeye de varır, an-
cak^ef_yemek kesin olarak yasak edilmemiştir..
Başkasının karısına ve malına saygı göstermek,.
/^T'poğru olmıyan şeyi söylememek..
/^nSarhoş eden şeylerden kaçınmak.,
^-"Keşişler için evlenme yasak olduğu gibi birinci kaide de
çok esaslıdır, bunlar silâh taşıyamazlar ve canlarını korumak
için de olsa hiçbir mahlûku öldüremezler; genel olarak, kendine
hâkim olmak ve hiddetini yenmekte, ana kaidelerdendir; bu
yollarda şu buyruk gösterilebilir:
“llerliyen bir araba gibi içinden yükselen hiddete hâkim
olana gerçekten arabacı derim, öteki yalnızcana bir yular tutu­
cudur.. Hiddet, hiddetsizlikle yenilir ; kötülük, eylikle yenilir;
hasis, hediyelerle yenilir, yalancı doğrulukla yenilir. Eğer kötü
kimseler keşişi tahkir ederlerse o demelidir k i: “madem ki
beni dövmediler, iyi, çok iyi kimselerdir,,.. Eğer onu döverlerse
demelidir k i: “madem ki üzerime toprak atmadılar iyi kimse­
lerdir,, . Eğer onu keskin silâhlarla öldürürlerse demelidir k i:
“Buda’mn öyle müritleri vardır ki onlar için varlık ve yaşayış
MÜSLÜMAN TÜRKLERDEN ÖNCEKİ TARİH 47

cefa, keder ve istikrah saklamaktadır ve onlar şiddetli bir


ölümü aramaktadırlar; böyle bir ölümü ben aramadan bulu­
yorum,,
Buda, biteviye düşünmeye de çok önem vermiştir; dü­
şünmek, geçimini dilenmekle sağlıyan keşişler için başlıca
iştir; Buda’ya göre, kendi özünü bulup tanımak için yapılan
araştırmalar en öıem li araştırmalardır; özü ile (yani vicdaniyle)
dost olmak en yüksek dostluktur..
Buda’ya göre, “Kurtuluş,, a bütün dünya bağlarını çöz­
mekle erilir, çünkü böylelikle “cefa,, ve “keder,, imkânı kalmaz.
Bu duruma gelmiş biri için “Nirvana,, ya vardı denir; o adam,
artık yeniden doğmak külfetinden de kurtulmuş sayılır.. Bu
kelime “sönmek, yok olmak,, anlamına geldiğinden bazı Av­
rupalI yazarlar Buda’mn insanları yokluğa, imhaya sevkettiğini
ve en büyük amaç olarak bunu gösterdiğini ileri sürmüşlerdir ;
gerçeklense, daha yukarda da dediğimiz gibi, bu kelime Buda
felsefesinde günahsızlığın ve isteksizliğin verdiği akıl rahatlığı
anlamında kullanılır Budist yazarlar, Batı yazarlarının bu yol­
daki iddialarına şiddetle karşı koymaktadırlar; ezcümle Sör
H, S. G ou r: “The Spirit of Budhism,, adlı eserinde (s., 284),
kanıt olarak, Buda’nın şu sözlerini ileri sürer:
“Bundan sonra Siha (bir mürit) doğru olarak benim için:
“Saman Gotam (Buda) yok olmayı ileri sürüyor, yok olma
nazariyesini öğretiyor ve müritlerini bu esas üzerinden yetiş­
tiriyor,, diyebileceği bir şık vardır. Ve doğru söyliyen birinin
benim için bunu söyliyebileceği şık hangisidir Sih a? Siha
Ben sefahatin, kötü dileğin, inkisarın ve hayalin yok edilme­
sini ilân ediyorum, Ben yüreğin, eyi olmıyan ve kötü olan bir­
çok şartlarının yok edilmesini ilân ediyorum,,.
Yukarda gördüklerimizden tam “Kurtuluşa,, ermek için
keşiş olmak gerekeceği anlaşılırsa da, öleceği sırada ona liya­
kat gösterenler de istisnaen buna erebilirler,
Tam “Kurtuluşun,, dünyadan elini çekenlere münhasır
gibi olması ve bunun yeniden doğmak külfetinden kurtulmak
gibi yine dünyadan kaçınmayı tazammun etmesi, en çok, o
devirdeki yaşayışın ve İçtimaî durumun çok kötü olması ve
insanları her bakımdan kötümser yapmasiyle izah edilebilir..
48 HİNDİSTAN TARİHİ

Buda’nm doğuş ve hayatı, onun “ Erdikten,,


B u d iz m 'le Hırls- önce ve sonraki davranışları ve genel ola-
b e n z e r lik ­ l ak ortaya fifcîrler ve yaptığı telkinlerle
le r ondan .500 yıl kadar sanra gelecek olan Isa’
ntn davranış ve telkinleri arasında inkârı güç
bir çok benzeyişler vardır ; bu hal bazılarına îsa’nıhr1 dav­
ranış ve telkinlerinin, her ne biçimde ve herhangi bir yolla
gelmiş olursa olsun, Buda'dan alınmış olduğu, bunların ağızdan
ağıza geçerek Palesti’ne kadar gelmiş veya, ileride göreceği­
miz gibi, büyük Hind hükümdarı Asoka’nın Akdeniz ülkele­
rine gönderdiği Budist misyonerlerce oralara yayılmış fikirler
oldukları, düşüncesini vermiştir, ~
Sor H S Gour, yukarıda sözü geçen eserinde, Buda’nın
hayatı veya ona ait efsanelerle2 İsa’nın hayatı ve ona ait
efsaneler arasında birçok tıpkılık veya yakınlık bulunduğu ve
iki dindeki inan ve ibadetlerde de bir çok benzerlikler olduğu
yolunda, birçok Doğu ve Batı yazarlarının fikirlerini toplamış
ve kendisi de bunlara epi fikirler eklemiştir (s, 426 - 447 ve
450-462)
Yine aynı yazar, s. 183 de, Hıristiyan kilisesinin Buda’yı
Jozafat adiyle hıristiyan azizleri arasına aldığını söylemekte ve
Jozafat adının, “Bilgiyi henüz içinde taşıyan,, veya “Buda
adayi,, anlamında olan “Bodisatv,, dan bozma olduğunu ekle­
mektedir,
Birçok Hıristiyan tarihçi ve filozofu bu yoldaki iddia­
lardan müteessir görünürler ; onlar Buda’nm İsa’mnkine ben-
ziyen sözlerinin asıl anlamlarının iyi anlaşılmadığı veya bu
sözlerin sonradan uydurulmuş olduğu iddiasını ileri sürerek
İsa’yı veya Hıristiyan dininin türlü kurucularını, taklitçilik
suçundan kurtarmak isterler

1 Şu yön de gözden kaçırılmamalıdır ki, Peygamber İsa’nın gerçek­


ten yaşamış bir adam olmayıp efsanevî bir şahsiyet olduğu ve o devirde
pek acıklı bir durumda bulunan Akdeniz havzası uluslarınca dilenen ve
beğenilen her vasf ve filin ona yakıştırılmış bulunduğu, bazı tarih mü­
nekkitlerince iddia olunmuştur ; bu iddia doğru sayılırsa onun davranış ve
telkinlerindeki Buda’ya benzeyişler daha kolay anlaşılır,
2 Konuyu aşırı uzatmamak için bu efsaneler alınmamıştır.
MÜSLÜMAN IÜRKLERDEN ÖNCEKİ TARİH 49

Ancak Beni İsrail Peygamberleriyle başlıyan ve son Pey­


gamber Muhammed’le sona eren zincirdeki şahsiyetlerin tel­
kinleriyle Huda'nın telkini arasındaki şu ana~ba§kalık hiç göz-
den kaçırılmamalıdır; o da, Buda’mn mabutlardan çok üstün
sayılmasıdır. Birincisi Buda’ya atfolunan ve öbür ikisi onan hak­
kında söylenmiş olan aşağıdaki üç fıkra bunu eyice aydınlatır:
“Kadiri-mutlak, her şeyi bilen (Buda denilen) Benim, her
hususta Benim, hiçbir lekesiz olarak Benim, her şeyi bıraktım,
hiçbir dileğim yoktur, bir “Kurtulmuşum,,,. Bildiğimi yalnız
kendime borçluyum, kime üstadım diyeceğim? Benim öğreti­
cim olmadı; kimse; benimle kıyas olunamaz.. Gökler dahil,
acunda Benim benzerim yoktur.. Ben acunun aziziyim, Ben
Üstad-ı Azamim, yalnız Ben Ekmel Buda’yım; Bende alevler
(dilekler) sönmüştür., Ben Nirvana’ya erdim ......
j kinci fıkra şudur:
“Neşe getiren, neşe yayan, hassaları sakin olan, ıuhu
sakin olan, kendi kendisini kesin olarak yenmiş olan, sulhla
zengin, kendi kendini mürakabe eden, hassalannın yularını
tutan kahraman...
Üçüncü fıkra şöyledir:
“Birçoğunun selâmeti için, birçoğunun neşesi için, acu­
na acıdığından, mabutların ve insanların bereketi, kurtuluşu
ve neşesi için dünyada göründü .
Buda’nın iki Özelliğinden bahsedeceğiz:
Birincisi, Buda’nm, insanlığın tâ ezelden beri ne olduğu
ve ebedde ne olacağı gibi konular üzerinde durmayıp, bunları
kurcalamanın faydasızlığım ileri sürmüş olmasıdır,
İkincisi, mucizeye pek inanır görünmemesidir; aşağıdaki
fıkrası bunu açıklar:
“Hiçbir Samana’nın (Brahman olmadığı halde “eren,,),
hiçbir mabudun, Mara’mn (Şeytan) ve mâbut Brahma’nın
yapamıyacağı beş şey vard ır; bu beş şey nedir ? ihtiyarlığa
tâbi olanın ihtiyarlamaması, hastalığa tâbi olanın hastalanmaması,
ölüme tâbi olanın ölmemesi, harabiye tâbi olanın harab olma­
ması, geçmeye (fena bulmaya) tâbi olanın geçmemesi.,n
Bununla birlikte, Hint muhayyelesi, Buda’ya bütün mucize
sahiplerinin mucizelerini gölgede bırakan mucizeler atfede­
cektir,
Hindistan 7 arihi 4
50 HİNDİSTAN TARİHİ

Buda’nın başka bir özelliği de, telkinlerini halk dilin­


de yapması ve Budik edebiyatın, Sanskrit dili gibi bir zümre
dilinde kurulmayıp, halk dilinde kurulmasıdır; böylelikle
Budizm’in bir zümrece sömürme vasıtası olması daha büyük
ölçüde önlenilmiştir.
^ j Budizm’e siyasal yönden bakar ve onun siya-
vasal önemi sa^ tepkilerini incelemiye koyulursak şunları
görürüz:
Çoğunluk bakımından halk kalabalıkları dinde başlıca
şu yönleri ararlar: oldukça kolaylıkla uyulabilecek buyruklar
ve yasaklar; bunlara uymak, bazı inanları beslemek ve gerek­
tikçe dua ve adakta bulunmak karşılığında bu dünyada ve
ahİrette dilediğine kavuşmak ve korktuğundan korunmak, Git­
gide din mahiyetini alacak olan Budizm ise, daha çok yüksek
anlayış ve her şeyden önce yüksek ahlâk istemekte ve kalaba­
lıkların dileyebilecekleri şeyleri pek kolaylıkla ve az çok
basit birkaç düşünce ve davranış karşılığı olarak sağlamamak-
tad ır; dolay isiyle ilk ortaya atıldığı biçimde, onun kurucusunun
şahsiyeti nekadar kendini sevdirici olursa olsun, kalabalıkları
kendine çekecek bir din "değildi ; o, daha çok~aydınİarı tatmin
eden bir* felsefeydi: bundan başka bünyesi bakımından Buda
dini, var olan başka bir dine kolayca eklenebilen bir felsefe ve
hattâ bir dindir; ve bir bakımdanUa7o sırada, Hindistan’da
yaşıyan dini sömürmek için onu pıhtılaştırmış olan Brahman’­
lara karşı bir tepki idi,,
Öbür yandan bu-telspfe dinj Rrflhrrıan'Iann pğfimpnjj&mi
[~ silkmek istiyen hükümdarlar için çok güzel—b k dayanak atabilirdi
’ BiTyüzdendir kİ Buda_dİnL halk kalabalıklarının d o ğ r u d an
doğruya sarıldıkları bir din olmaktan çok, bazı hükümdarların
tuttukları ve yaydıkları bir din-olacaktı r ; ancak bu yola giren
bir hükümdar, az çok, Buda^ahlâkivatma da uymak zorunda
kalacağı için, ülkeler daha insancasına idare edilir olmuş ve
Halkın Buda dinine karşı sevgi ve bağhlı£ı daha çok bu yol­
daş .sağlapıimıştır; ve en çok bu yoldan Buda pek bûyiik bir
soy sat inkılâpçı olmuştur.
Şu da^gözönünde tutulmalıdır ki, bir dinin temeli daha çok
siyasal olunca onun yaşaması da siyasal duruma bağlı kalır;
biteviye dışardan giren kuvvetlerle çarpışan ve binbir ihtilâç
MÜSLÜMAN TÜRKLERDEN ÖNCEKİ TARİH 51

geçirmiş olan Hint siyasal acununda toplu ve dayanışık bir


durumda çalışan ve telkinleri halkın anlayışına daha kolay
uyabilen Brahmanlar’ın, zaman zaman ve sonda hemen büsbü­
tün, Buda dinini Hindistan’dan söküp atmış olmalarına şaşma­
malıdır „ Ancak bu din , Hindistan dışında yayılmış ve Hindi-
Çini’de, Çin’de, Japonya’da, Moğolistan’da, tâ bugüne kadar,
pek kuvvetle ve büyük ölçüde tutunmuştur; epi zamanlar Türk-
ler arasında da önemli bir mevkii olmuştur „
Buda’nm yaşayışına geçelim,, Onun yanında
bMminivey ö!ümü bh^o k ke§i§ vardır; bunlar yetiştikçe dini
uzaklara yavan misivoner olurlar. Buda’mn
kendisi de dilenerek dolaşmakta ve dinini yaymaktadır; yağ­
mur mevsiminde, iki - üç ay, bir yerde tefekküre dalar ve
kuru -havalar , gelince yine yola çıkardı. Yağmur^ -mevsimini
konuklan olarak geçirmesi---için birçok kırallar ve zenginler
onu öncelerden çağırırlardı; birçok verde ona ve cemaatine
ayrılmış orman ve bahçeler vardı, birçok ta vakıflar yapılmıştı.
Buda ve keşişleri en çok Gence ovasının orta kısımlarında'
çalışmışiardır, Buda, Magada-4ırah Bimbisara’dan çok vyardım
g613üilştür; 80 yaşlarında ve Milâttan az çok 480 yıl önce ölür.
O öldükten sonra cesedi yaıkılmış, ve külleriyle birçok hatırası,
birçok kırai ve Kşatriya arasında paylaşılmıştır Bunlar Stupa
denilen anıtlarda saklanılmıştır..

C e n a d in i cana Aymamak bakımından, Buda dininden


daha çok ileri gitmiş, ancak Brahman’lara o kadar
zarar vermemiştir ve daha çok bir Keşiş’ler dini özünde kal­
mıştır,. Kurucusu Vardamana, “erdikten,, sonra Cena (muzaffer)
ve Mahavira (büyük adam) ünvanlariyle yâdolunmuştur; vaız-
lanna Buda’dan az önce başlamıştır. Bu din de o sıradaki Hint
durumunun bir tepkisi sayılmalıdır,
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

TARİHÎ OLAYLAR

aşlıca yazılı kaynaklar, daha önce de dediğimiz gibi, dinî


B kitaplar, efsanevî destanlar, Budist ve Ceynist türlü eserler
ve Puranalar (efsanevî vakaları ve hanedan şecerelerini kapsar­
lar) d it.
Müphem olaıak milâttan 500 yıl kadar önceki durumun
şu olduğu anlaşılmaktadır: Gence ovasının en önemli devlet­
leri Kosala (şimdiki Oud), Magada (şimdiki Bihar) ve Anğa
(şimdiki batı Bengal) kıratlıklarıdır; orta büyüklükteki devletler
de alınırsa sayıları 16 yı bulur; bunların bir kısmı halk meclis­
lerince idare edilen cumhuriyetlerdir,,
Magada kıralı Bimbisara, Anğa ülkesini de alır ve denize
kadar yayılır,, Bu kıral Buda’ya çok iyilik etmiş olmakla bir­
likte, ordusu içinde Buda’nın keşişlikten yana propagandasını
yasak etmiştir., Devletinin 80,000 (?) kasabası olup bunların
başbuğları kamilen Budist olmuşlardır,,
Magada ve Kosala devletleri arasında da bir sürü savaş
olagelmektedir,
Milâttan 400 yıl kadar önce, Magada devletinin başına
Nanda hanedanı geçer; geleneklere göre, bunun kurucusu bü­
tün Kşatriyaları öldürtmüştür..
Gence ovasında bunlar olurken Pencap ve Sint, İran’da
egemen olan Akameniş’lerin eline düşmüştü,, Sirus’un buraları
alıp almadığı pek kesin olarak bilinmiyorsa da, birinci Dara
zamanında ( M„ Ö 522-486) buraları Akameniş’lerin elindedir,,

I. İ s k e n d e r ' i n Hind'e akını

İran’ı aldıktaiKsonra Büyük İskender, Hind’e de girecektir,,


330 vazmda Herat kentini (A rı îskenderiyesi) kurar, oradan
güneye iner ve Beİucistan'ı savaşsız ele geçirir (3 3 0 sonları):
Kandahar kentini (Arakozi îskenderiyesi) kurduktan sonra
54 ....... HİNDİSTAN TARİHİ

İskender, Kâbii yolu iie kuzeye çıkar ve şimdiki Çarikar’ın


yakınında Kafkas îskenderiyesini ( Hindu - Kuş, Kafkas’ların
devamı sanılıyordu) kurup Hindu - Kuş’u kuzeye doğru aşar
(329); çetin vuruşmalar sonunda Belh’i ( Balika) ve bölgesini
alır, Ceyhun’u geçer ve Semer kant (Marakanda) üzerine yürür;
Seyhun’u sınır yapmak düşüncesindedir.
İskender’in Baktrian ve Sogdian (Türkistan: doğu Hora­
san ve Maver a-ün-Nehr) seferi üç yıl sürer, son derece yıpra­
tıcı olur ve birçok yeri birkaç defa almak gerekir ; en çetin
düşmanlan İskit’lerdir12 O sırada Türk oymakları dağınık bir
durumdadırlar, buna rağmen, İskender Türkistan’da, Ege kıyı­
larından beri rastlamadığı bir karşı koyma görür ve epi
tehlikeler atlatır Sonda kısmen zor, kısmen siyasa ile, bazan
da çok büyük zulümlerde bulunarak üç yıl içinde bu bölgeyi
yatıştırır. Bu sırada “Horasmi Hanı„z ona Kafkasya’nın Kara­
deniz kıyılarında Kolkid ülkesine doğru kılavuzluk etmeyi
önermişti, Hind’e gitmeyi düşünen İskender bunu kabul etmez
O, 327 yılında, Türkistan halkından pek çok atlı okçuyu
ordusuna katmış olarak Hindu-Kuş’un güneyine geçer.
O andan itibaren İskender Hind seferine hazırlanır; Kâ-
bil - Lamgan bölgesinde ordusunu birkaç ay dinlendirdikten
sonra Hindistan’a güvenle girebilmek için Kâbil ovasının
doğusundaki dağlık bölgeye (Çitral, Svat, Bacaur) bir sefer
yapar ve çok çetin çarpışmalardan sonra oralara egemen olur
veya yerlileri yıldırıp kendisine boyun eğdirir.,
İskender , Türkistan seferinin gerekliklerine
H in d 'e g iriş
göre, ordusuna yeni bir düzen vermişti; 327
sonlarında, 30-40,000 i savaşçı olmak üzere, 120,000 kişilik bir
ordu ile Hindistan’a girer,
Daha önce karşılaşacağı devletler hakkında az çok bilgi­
ler edinmiş ve oralarda dost ve bağlaşıklar kazanmaya çalış­
mıştı, O sırada Pencab’m başlıca devletleri şunlardır : a) Sint
ve Celum arasında Taksila ( başkentin adı) devleti, hükümdarı

1 G Glot2 « Histoire Grecque * c. IV ünde s. 126 ; bunların Hocent


taraflarında bulunanlarına «Türkmen» demektedir
2 Hiva Hanı ; bak keza G Glotz.. s 128, ( « Han » tabiri metinde
vardır.)
IARİHİ OLAYLAR 55

Taksiles Unvanım taşımaktadır; b ) Celum’Ia Çenap arasında


Abisara devleti, hükümdarı Abisares ünvanını taşımaktadır ;
c ) Çenab’m güneyinde, Poros ( Porava) ların devleti; bu ad
hanedan adı gibi görünmektedir..
O anda bu son devlet Pencab’m en güçlü devletidir; A bi­
sares onun dost veya bağlaşığıdır ve Taksiles onlarla savaşmak­
tadır ; bu yüzden bu son hükümdar oğlu Omfi’si ( A m fi)
İskender’e yollayıp ondan yardım ister ve ona İşbirliği
önerir.
İskender, Sint ırmağına doğru ilerlerken birtakım dağ
ulus ve oymaklariyle savaşır ve Sint yakınlarında ünlü Aornos
(Avarana) kurganını alır; bundan sonra işbu suyu kayıklar
üzerine kurulmuş bir köprüden geçip dostu Amfi’nin (bu kişi,
arada babasının ölümü üzerine, Taksiles yani Taksila kıralı
olmuştu) ülkesine girer,, Amfi onu birçok hediye ile karşılar ;
İskender, onun başkentine girdikten sonra, her iki hükümdar
birlikte, Poros (Porava) devleti üzerine yürürler. Onun kıralı
büyük bir ordu ile Celum kıyılarını tutmuştu, yani Abisares’in
ülkesinde bulunuyordu, Bu güçlü ordu karşısında ırmağı ge-
çemiyen İskender, bir fırtına sırasında 20 km,, yukarda bir
noktadan onu aşar ve çetin bir vuruşmadan sonra Poros’u
yener ve vuruşma sırasında yaralanmış olan bu kişi, hüküm­
dar muamelesi görmek şartiyle, İskender’e teslim olur (temmuz
326), İskender ona devletini bırakır İkisi de kendine bağımlı
olarak kalacak olan Poros ve Taksila devletleri, İskender’in
düşüncesine göre, biribirini denkleyecekler ve böylelikle Ma­
kedonya kıralı daha büyük bir güven içinde bulunacaktı,
Bundan sonra İskender, Amfi ve Poros’un da yardımiyle,
güney-doğuya doğru ilerler ve bir sürü başarılı savaşlar y a­
par; Kendisine karşı koyanlara çok zulüm ederek Bias ırmağı
kenarına kadar gelir, Öteden beri amacı, uzak sanmadığı “Ok­
yanus,, a erişmektir,, Ancak Bias’a ulaştığı sırada oralarda bir
yerin kıralı olan Fegeus veya Fegelis adlı birinden öğrendik­
leri onu şaşırtır; Poros da bu sözlerin doğru olduğunu tekit
eder, Bunlara göre, Bias’ın Ötesinde geçilmesi 12 gün süren
bir çöl vardır, onun ötesinde de, Greklerce daha adı bile
bilinmiyen, büyük Gence ırmağı vardır; işbu bölgelerde Ag-
rames veya Ksandrames adında bir kiralın ülkesi bulunmak­
56 HİNDİSTAN TARİHİ

tadır; bu kıral savaşta 20,000 atlı-ve 200,000 yaya askeri


kullanabilir, 2000 savaş arabası ve 3 veya 4000 fili vardır
(bu kiralın Purana’larda adı geçen Dana-Nanda olduğu tespit
edilmiştir). Yine İskender öğrenir ki bunun Sandro Kottos
(Çandragupta) adındaki başkomutanı, Chanakya veya Kotiliya
adında bir Brahman ile birlik olarak hükümdarına karşı durum
almıştır; bu Çandragupta Pencab’a kadar gelip İskender’le
görüşür, İşin özeti şuraya varmaktadır ki. Gence ve Cemne ova­
larının fethi ve Magada devletinin yıkılması veya İskender’e
tâbi kılınması için, daha önce Pencap’ta yapılmış olan, bugün
5 inci kol adını verdiğimiz, çalışmalar yolunda yürümekte idi.
Ancak o anda, birçok fatihin önüne dikilmiş olan bir
engel, İskenderin de önüne dikilir, Uzaklıklardan, sıcaktan,
iklim ve ülkenin acaipliklerinden ve Brahman’ların birtakım
büyülerinden ürken ve Makedonya’dan beri sonu göıünmiyen
bu seferden bıkmış olan komutan ve askerler, daha ileri gitmi-
yeceklerini söyler ve İskender’in rica ve hiddetlerine rağmen
bu yolda direnirler, Bundan başka İskender’in tuttuğu yol, onu,
Pencab’a yaklaşacak kadar büyümüş olan Magada devletiyle
çetin olabilecek bir çarpışmaya götürüyordu, Bütün bu sebep­
lerle İskender geri dönmeye karar verir, Batıya sapar, Sint
ırmağı boyunca denize iner ve Hindistan’dan çıkıp Irak’a gi­
der (325), Hint seferi sırasında bir yandan son derece cömert­
lik ve ulüvvü cenap göstererek taraftar kazanmak, öbür yan­
dan da kendisine kafa tutan kent ve oymakları korkunç bir
biçimde kırıp kılıçtan geçirerek korku salmak ve ilerleyişini
kolaylaştırmak siyasasını gütmüştü, Giderken birçok yerde
asker bırakmıştır, İskender’in Hint seferi tarihî devirlerde Hin­
distan’la Batı acunu arasında ilk bağlan kurmuş ve, az da olsa,
bazı önemli kültürel sonuçlar vermiştir,I.

II. M o r y a devleti

İskender istilâsı sırasında, Magada devletinin


M o ry a d e v le - pencab’a yaklaşacak kadar büyümüş olduğunu
ve***bB^üyüşü S ^ d ü k ; M, Ö, 322 yılına doğru, kendi kıralı
Dana-Nanda’ya karşı İskender’le anlaşmak iste­
miş olan başkomutan Çandragupta, onunla birlikte yapamadığı
TARİHİ OLAYLAR 57

işi, o çekildikten sonra yapar ve Nanda hanedanını devirip onun


yerine geçer ve Morya hanedanının ilk hükümdarı olur. Devlet,
Morvânâr zamanında pek büyüyeceği için, bundan bövie Morya
devleti diye anılacaktııv^^andraguptar) Brahman’lara dayangF
çaktır, Çok geçmede^ Penca^ı^a~rJeîe geçirir. İskender öldük­
ten sonra, onun doğu ülkelerine eğemen olan komutanlarından
Selökos, 305 yıllarına doğru, Sint ırmağını geçer, Çandragupta
onu pek kalabalıJ^J^iL.jU‘Jİu...île-^ı^aı^wjuada--kesin..bir_çar-
pışma ojmadanJDİr. anlaşmaya varılır, Selökos’a armağan olarak
500 fil verilir, o da, Kabil ovasına ve hattâ Hindu-Kuş’a kadar
olan yerlerdeki bütün Yunan iddialarından vazgeçer; arada bir
de evlenme olur; Çandragupta veya onun oğullarından birinin
Selökos’un kızını veya akrabasından olan bir kızı almış olduğu,
müphem bir biçimde ve istidlâl yolu ile sezilmektedir, Selö-
kos’un Megasten adında elçisi Çandragupta’nın paytahtı olan
Pataliputra’ya (şimdiki Patna) gelmiştir; onun yazıları naklen
zamanımıza erişmiş olup pek değerli bilgileri kapsamaktadırlar.
Çandragupta hemen bütün Hindistan düzlüğüne, ya dofr-
radan doğruya veyahut kendi üstünlüğünü kabjuL eden .yerli
kırallar yj&iLUe, eğemen.- o l muş_, ola]i.JarihLÜ lLM l^m dardır;
düzenli bir idare kurmuştur 298 yılına doğru y erîn e 7m l| ^ F
şartlar içinde, oğlu Bindüsara geçer,, O d a aynı idareyi devam
ettirir, Dekken’in bir_ kısmını da fetheder , Selokos^urPhalefi
Anfiokos Soter ve İskender’in eski komutanlarından Mısır kıralı
Ptoleme Filadeif ile münasebetleri olmuştur 273 veya 269 a
kadar saltanat sürmüştür,

İlk iki Morya hükümdarının ve en çok bir in-


Ilk Morya’lar eisinin devr i üzer inde iki esaslı eser var d ır:
i k t i l a t ^ r kültür elÇ* Megasten’ın yazıları ve Çandragupta’nın
veziri yukarıda sözü geçmiş olan Brahman
Çanakya veya Kotiliya’ya atfolunan "Artasastra,, adlı bir siya­
sal öğütler eseri.
Başkent Pataliputra ( Patna) gayet büyük ve zengindir ;
duvarları boyunca 57Ö'^kule ve 64 kapı vardır, duvarın dışında
~12^mTderinliğinde ve 200 m, genişliğinde su ile d olu J du hen­
dek bulunmaktadır., Kiralın yaşayışı çok_muntazam verişle
b oludu r; vezirlerini kabul edip onlara buyruklar vermek,
58 HİNDİSTAN TARİHİ

mahkemede bulunmak, askerini, at ve fillerini teftiş etmek,


istihbarat memurlarını ve müfettişlerini dinlemek gibi işler,
bütün gününü almaktadır; onun hayatını korumak için bir sürü
tedbir alınmaktadır, yemekleri, ilâçları, masa] ve tuvalet âlet­
leri ve kullandığı her şey zehirlenmesin diye sürekli denetleme
altındadır; bahçesinde yılan görünce haykıran kuşlar beslenil­
mektedir,. Savaşa gidişi büyük bir debdebe iledir ve son
zamanlara kadar yaşamış olan bir göreneğe göre, saray kadın­
larını da birlikte götürmektedir.
İdare makinesi geniş ve düzenlidir; iç ve dış haberleri
iyicene alabilmek için büyük haber alma ve belki de diploma­
tik bir ağ_vardır., Hükümet ve hükümdar âdil ve halk rahat
ve. müreffehtir
Ordu Kşatriyalar’dan ve ücretli askerlerden mürekkeptir;
birinefleriTimar sahibi saymak "mümkündür,_çünkü—yüksek
sınıflara tımar verildiği mezkûrdur; savaşta ayrıca asker de
alınmaktadır,
Orta Asva ve Çin’le büvük bir-^kei'van^-tiear-&ti^.vardır.-v£.
bunun bir kısmı olsun, devletçe yapılmaktadır; ticaret ve hele
fıyatnrc^ölçüIer^îETTnr’cfenetleme altındadır. Kumaş sanayii
gelişmiştir. Tarlaları sulamak için iyi tertibat vardır.
Tahta üzerine işleme ve süs yapmakta çok ileri gitmiş
bir sanat vardır Ramayana ve Mahabarata’yı teşkil edecek
olan destanlardaki hikâyeler o devirde çok dolaşmaktadır..

A k (M baba ve babasının ^tTyii^feadar süren bu


5 273 v e a f ütuhat._v.e-. yönetimden sonra ^Aşpka,-ba-
2 6 9 - 2 3 2 ) bası Bindusara’nın ölmesiyle tahta çıkar. Şehza­
deliği ve babasının kendisini seçmesi yüzünden
olacak veliahtlığı (çünkü kardeşlerinin en büyüğü değildi) .za­
manında batı-kuzey vilâyetlerin başkenti olan Taksila’da ve
batı vilâyetlerin başkenti olan Ucceyn’de valilik etmişti,. Onun,
doğuşundan kan akıtmaktan hoşlanır bir adam olduğunu ve
ancak Buda dinine girdikten sonra iyileştiğini göstermek isti-
yen bazı gelenekler, jrüz erkek kardeşi bulunduğunu ve bun­
lardan 99 unun öldürttüğünû n sürmekte iseler de, bu sayı­
lar, kendiliklerinden bu iddiaları yalanlıyacak özdedirler..
Ancak ağabey si Şuşima ile taht savaşı yaptığı hakkın-
daki gelenekler kabul olunabilir,, Babasının 273’de öldüğüne
TARİHİ OLAYLAR 59

ve kendisinin ancak 269’da taç giyme törenini yaptırdığına


bakılırsa, bu taht savaşının gerçekliğine inanılabilir,,
Asoka’nm 261 yılma kadar yaptıklarına dair ayrıca bir
bilgi yoktur; belki olağan devlet işleriyle uğraşa durmuştur,,
İşbu 261 yılında Mahanadi ve Godavari ırmakları ara­
sında Hindistan’ın doğu kıyısını kaplıyan Kaiinga devletine
karşı savaşır ve bütün bu ülkeyi ele geçirir; Selokos’ün elçisi
Megasten’e göre, bu devletin 60,000 yaya ve 1000 atlr aske­
riyle 700 fili varmış, Bu yüzden savaş çetin ve pek kanlı olu r;
100,000 kişi savaşta ye bunun birkaç misli kıtlık ve hastalık­
lar yüzünden ölür 150.000 tutsak aİınır v. s~
Bu acıklı olaylar Asoka’ya o kadar dokunur ki, artık bundan
sonra savaşa hiç girişmemeğe karar verir Çok geçmeden Badi*
dininde bir lâik ol ar ak_ girer; iki buçuk yıl sonra da keşiş oIürT
ancak yine hükümdar kalır,, 249 yılında Budizm’in kutsal_yer­
lerine bir ziyaret gezisine girişir, Saltanatının ortalarında (tarih
üzerinde çok ihtilâf vardır ) Budizm’de baş göstermiş olan ay-
kırılıkan ve türlü hızıpları ortadan kaldırmak için başkenti Pa-
taliputra’da bir konsil ( dinî Kongre ) toplar.,
Asoka’nm devleti, kuzeyde Hindu-Kuş ve Himalâya dağ­
larından güneyde 14 üncü arz dairesine kadar inmekte idi..
Y ani Hindistan’ın, güneyde nisbeten ufak bit parça müstesna,
hemen bütününü kaplıyordu..

Asoka M . ö . 232 yılında ölür Onun hemen


A sok a nm ^ütün Hindistan’ı tarihte ilk defa birleşmiş
d in i u ğ r a ş l a ı olmaktan başka büyüklüğü ve tarihi önemi, bir
yandan çok iyi ve İnsanî bir yönetim kurmuş
ve halkı çok mutlu kılıp onu her bakımdan ve hele ahlâkî ba­
kımından yükseltmiş olması, öbür yandan da Buda dinini Hin­
distan’a ve acunun birçok yerlerine yaymakta, yani onu evren­
sel dinlerden biri yapmakta, başlıca âmil olmuş olmasıdır,
Asoka buyruklarını, devletinin birçok yerinde (daha çok
doğrudan doğruya merkezden idare edilmiyen bölgelerde) ka­
yalar veya taş direkler üzerine kazdırmış olup, bunların bir­
çoğu zamanımıza kadar bozulmadan kalmıştır.
Bunlardan, Asoka’mn gördüğü işlerin ve ahlâkî buyruk­
larının neler olduğu ve onun işbu buyrukları yaymak ve yürüt­
60 HİNDİSTAN TARİHİ

mek için neler yaptığı kolay anlaşılır., “Dharma»,, yani dindarlık


kanunu (burada ve aşağıda din ve dindarlıklar herhangi bir
dine bağlılık anlamında değil “İnsanî ve ahlâkî davranış,, anla­
mındadır) adı verilen bu iş, buyruk ve öğütlerin özetini aşağıda
veriyor uz; bunlara göre :
Geçmişte birçok yüz yıllar boyunca can almak, canlıya
kıymak, soy sop arasında kotu davranmak, Brahman'lara ve
dünyadan elini çekmiş olanlara karşı da kötü davranmak
görenekleri gelişe durmuş, Asoka’nın telkini ile cana kıymak­
tan sakınmak, soy sop arasında iyi davranmak, Brahman'lara
ve dünyadan elini çekmiş olanlara karşı keza iyi davranmak,
ana, baba ve büyüklerin sözünü dinlemek görenekleri gelişmiş..
Bu dindarane davranışlar bundan böyle de hep geliştirilecekmiş;
Asoka’nın oğullan, torunları, torunlarının torunları v„ s. de,
en son zamanlara kadar bu yolda davranacaklarmış ve ahlâkî
kalarak herkese dindarane duygular aşılıyacaklarmış; yine
sözü geçen yazılara göre, bu aşılama, yapılacak en iyi bir
işdir; bu gibi dindarane davranış ise ahlâksız kimselerde
görülemez, bu yönler biteviye geliştirilmeli ve bu işte hiçbir
gerilemiye meydan verilmemelidir, Dindarlığın artış ve yayılışı
iki türlü olayı doğurur: birisi, dindarlıktan doğan nefsi cebir
ve sakınmalardır; İkincisi de, şefkat ve yumuşaklık ve tatlılıktır;
asıl büyük ve Önemli olan yön bu İkincisidir.. Asoka’mn buy­
ruklarına uyanlar bu yaşayışa ve gelecek yaşayışa güvene­
bilirler.
Keza Asoka hep doğru söylemek, sadaka vermek, öğret­
mene saygı göstermek, tutsaklara karşı iyi davranmak gibi
daha birçok öğüt vermektedir,,
Bunlardan başka Asoka, herkesi başkasının dinine karşı
durum almamaya ve onu kötülükle anmamaya çağırmakta,
bütün dinlerde, görünüş ne olursa olsun, ana amacın bir oldu­
ğunu, onun da kendi kendini denetlemek, yâni kötülüğe olan
eyginlikleri durdurmak ve düşünce saflığı ve temizliği sağlamak­
tan ibaret bulunduğunu söylemektedir. Ancak Asoka'mn her
dine karşı gösterdiği bu saygı, inan işlerine ait olup, canlıların
adak edilmesi gibi yönlere göz yummaya kadar gitmiyordu,
Bu düşünüş, buyruk ve öğütlere kendisi de uyan Asoka,
artık savaşlara girişmediği gibi hayvan canını da kutsal say­
TARİHİ OLAYLAR 61

dığı için önceleri çok sevdiği avdan da vazgeçer ve gitgide


yemek için hayvan öldürme işi, bir sürü tahdide tâbi tutulur,,
Sakınılamıyacak idam işlerinde Asoka, suçluya Ölüme hazırlan­
ması için üç gün bırakmaktadır.,
Asoka, çok sadaka dağıttırır ve bu işte, türlü dinler ve
onların rahipleri arasında fark gözetmezdi, Ancak daima derdi
k i: edilecek en büyük sadaka “Dharma,, yani dindarlık ka­
nunudur, ona göre davranmak isteğini insanların akima ve
yüreğine sokup yerleştirebilmektir,.
Büyük devlet memurları, halkla olan temaslarında ve
zaman zaman yaptıkları gezilerde bu “Dharma,, yı herkese
telkin etmek, anlatmak, açıklamakla görevlendirilmişlerdi, Yılın
bazı günleri de bu yolda propagandada bulunmak için ayrıl­
mıştı; Keza bu işleri denetlemek ve halkın bu buyruk ve
öğütlere göre davranmasını sağlamak için ayrıca müfettişler
tayin edilmişti,
Asoka, bayındırlık işlerine ve hele bunların insani özde
olanlarına çok önem vermiştir, Kervan yollan boyunca gölge
edici ağaçlar diktirmiş, kuyular kazdırmış ve konaklar yaptır­
mıştır; hastalar için (insan ve hayvan) hastahane ve bakma
yerleri yapmış ve birçok tıbbî ot ektirmiş ve ilâç sağlamıştır,
Bu son işleri yalnız kendi ülkesinde değil, gereken komşu ül­
kelerde de, kuzeydeki Yunan ve güneydeki Hind devletle­
rinde de (kendi hesabına olacak) yaptırmıştır,
Asoka pek çok anıt ve yapı yaptırmıştır; gelenekler,
onun üç yıl içinde 84,000 stupa (Buda kalıntılarını saklamak
için üstü kubbeli anıtlar) yaptırmış olduğunu bildirirler (bu
sayı bizdeki 40 yıl veya 1001 gecenin karşılığıdır),, Bugüne
kadar kalmış olan Asoka anıtlarının hemen topu, Orta Hin­
distan’da, bir zaman valilik etmiş olduğu Ucceyn yakınlarında
Sançi dolaylarında bulunan stupa ve anıtlarla kaya ve taş di­
rek üzerindeki yazılar ve bazı mahzenlerdir., Yukarda ayrıntı­
lar iyle anmış olduğumuz bu yazılar hep halk dil indedir.
Asoka’nın gördüğü en önemli işlerden biri de, Buda
dinini yaymak için hem komşu hem de uzak ülkelere misyo­
nerler göndermiş olmasıdır (M. ö„ 256 dan önce), Bunların
gittikleri ülkeler arasında Suriye, Mısır, Makedonya ve Epîr
de vardır. Hindistan’ın güneyindeki Seylan adasına Asoka’nın
62 HİNDİSTAN TARİHİ

kendi kardeşi Mahandra (o da keşiş olmuştu) gitmiş, ora kıralı


tarafından çok iyi karşılanıp işbu adada Buda dininin temel­
lerini kurmuştur.,
O ana kadar Hindistan’ın dinî hızıplarından biri olan
Budizm’i bütün Hindistan’a yayan ve sevdiren ve onu bugün
acunun birçok yerine yayılmış birkaç yüz milyon saliki bu­
lunan evrensel bir din yayan yukarda da dediğimiz gibi Aso-
ka’dır., Onun Akdeniz havzasına göndermiş olduğu misyoner­
lerin yaptıkları telkinlerin iki yüz yıl kadar sonra doğacak
olan Hıristiyanlıkla Budizm arasındaki bazı benzerliklerin kay­
nağı olduğu ileri sürülmüştür, bu, az çok makul sayılabilir; bu
oknu üzerinde daha önce durmuştuk,,
Asoka, şahsî doğruluğu, iyiliği, çalışkanlığı ve her işi
ciddiye alışiyle tanınmıştır: O, hem işlerde, hem de özel yaşa­
yışında gereksiz tören ve israflardan kaçınmıştır,,
Şu yön de bilinmelidir ki, Asoka halka yaptığı telkinlerde
ne Budizm’in, ne de hiçbir dinin nazarî ve felsefî incelik ve de­
rinlikleri üzerinde durmamış ve bunlarla uğraşmamıştır. O,
Budizm’in genel ahlâkiyatını ve herkesçe kabul edilen inanlarını
yaymakla yetinmiştir. Keza Asoka, hiçbir dine ve Brahman’lara
karşı baskıda bulunmamıştır; bunun tersine olarak, bir yandan
birçok Brahman’a sadaka verdirdiği gibi mâbutları halka tanıt­
tırmak, sevdirmek ve saydırmak için uğraşlarda bulunmuştur ;
onun yaptığı şey, gerek halka karşı devlet idaresini, gerekse
halkta soy sop içindeki yaşayışı, Buda ahlâkiyatma göre, dü­
zenlemektir; bu yolda çalışmakla, tabiî olarak, Brahman’ların
menfaatlerini baltalamakta idi ve onlar Asoka’yı hiç sevmemiş-
lerdir. Asoka, güttüğü bu siyasayı seçerken, bunu büyük baba­
sının tahta çıkmasına yardım etmiş ve onun ve oğlunun salta­
natını berkitmiş olan Brahman’ların tahakkümünden kurtulmak
için yaptığını gösteren kanıt yoktur; olsa olsa bu kendisi için
ek bir kazanç olabilirdi. Asoka’nın iyi idaresi ise Budizm’i Hin­
distan’da halkça candan sevdiren başlıca yönlerden biridir.
Asoka, önce de dediğimiz gibi, Hindu-Kuş’dan Hindis­
tan’ın epi güneyine kadar bu ülkeyi hemen kâmilen birleştir­
miş olan ilk tarihî şahsiyettir; burada birleştirmeden maksat,
hem doğrudan doğruya kendi valilerinin idaresi altına koy­
TARİHİ OLAYLAR 63

mak, hem de birçok yerli hükümdara kendi egemenliğini kabul


ettirmektir
Asoka, İskender İmparatorluğunun türlü kısımlarına ege­
men olan hükümdarların çoğu ile münasebette bulunmuştur
Asoka Ölünce ( aşağı yukarı M„ ö. 2 3 2 ), bel -
A s o k a ’d an
ki de onun çok yumuşak vönetimL^viizünden
s o n r a M orya
d e v le ti İmparatorluk çabucak dağılır ve torunları ara­
sın d a M. o„ 185 yıiı civarında Morya
hanedanının Magada ülkesine egemen kalmış olan son hü­
kümdarı, Puşyamitra adlı bir general tarafından öldürülür ve
bu kişi Magada’da, Sunga hanedanını kurar..
Bunlar Dekkan’m güneyinde kalmış olan Çola
d e H in d is ta n ’» Madras - Tancor bölgesi), Pandya
obü * d e v l e t le r i (şimdiki Madura bölgesi), Kera (şimdiki Koçin
bölgesi) ve Satya (şimdiki Maysor’un batısı)
adında dört devlettir.. Filen değilse de mânen Aşoka’nm nü­
fuzu altında idiler; işbu İmparator, oralara misyonerlerini gön­
derip halka serbestçene telkinlerde bulunur ve manastırlar
yaptırırdı,, Seylan adası da bu durumda idî,,

III. K u z e y ’den g e l e n y e n i i s t i l â l a r
(Y u nan, P a r t ve S a k a ’Ia r)

f İskender generallerinden Selökos Nikator’un


d a^ u ^ ^ evletin *§ku hükümdarın Hind’e komşu illerini ele
d a ğ ılm a s ı geçirmiş ve Asoka’nın büyük babası Çan-
dragupta ile yaptığı bir anlaşma ile işbu iller­
den Hindu-Kuş’un güneyinde bulunanları bu son kişiye bırak­
mış olduğunu yukarda görmüştük,
Selökos'un öldürülmesinden (M, ö 280) 30 yıl kadar
sonra, onun torunlarından âciz bir kişi olan Antiokos Teos’un
hükümdarlığı sırasında, bir sürü iç savaş arasında Horasan,
Selökoslarıu egemenliğinden çıkmaya başlar (M. ö„ 250 civarı).
Doğu Horasan’a, Beih bölgesine, İskender zamanında oraya
yerleştirilmiş olan Yunanlı’lar (Hindistan’da Yavana derler) ve
batı Horasan’a da Part'lar (Hindistan’da Pallava derler) ege­
men olurlar,,
64 HİNDİSTAN TARİHİ

Belh’deki Yunanlılar, Asoka’nm Ölümünden sonra, Hindis­


tan’daki karışık durumdan faydalanmak için oraya akmlara
başlarlar ve gözlerini hep oıaya dikerler,
Partların Horasan’da güç kazanmaları ve daha sonra 500
yıl kadar İran’a egemen olmaları ise, çok geçmeden işbu Yu­
nanlılarca Selökoslarm devleti arasında her türlü ilgiyi kesecek
ve bu Yunanlıları, uluslarının ana kaynağından büsbütün ayır­
mış olacaktır.. Ancak, az aşağıda göreceğimiz gibi, bu ayrılış
derhal vaki olmaz,

^ y | , Beih'de kendini ilk bağımsız hükümdar ilân


la r ın ın Hindis- eden ora vaIisi Diodotos’dur. Orada saltanat,
t a n ’ a g ir m e le r i Ö. 230 yılına kadar onun soyunda kalır ;
işbu tarihte Ötidemos adında, Anadolu’da
Manisa'da doğmuş, biri Belh tahtına çıkar, Bu zat Suriye’ye
eğemen olan Büyük Antiokos ile epi uğraşacak ve ancak 20S
de birincisinin oğlu ile İkincisinin kızı evlendirilip arada barış
olacak ve Belh’İn bağımsızlığı Antiokosca tanınacaktır.
Antikos’un damadı ve Ötidemos’un oğlu olan Demetrios,
K â b ii, Pencap ve Sind’ı kısmen veya tamamen fethedip
büyük bir devlet kuracaktır (M. ö„ 1 9 0 ). 175 yılına doğru,
Belh’de , Ökratides adında biri işbu Demetrios’a karşı ayak­
lanır ve birçok çarpışma ve dağılmadan sonra Yunan devleti
ikiye bölünür, Kabil ve Taksila bölgeleri Ökratides ve Sialkot
merkez olmak üzere, Pencap, Ötidemos hanedanında kalır,,
Bir an için Orta Asya’da olan bitenlere
S a k a ’l a r ı H o ra - geçelim,Milâttan önce 2 inci yüzyılın ilk
t a A tya^r^ylari yansmda> 0 rta Asya’da, birçok oymakları
yerinden oynatan olaylar olur. 175 ile 165
yılları arasında Hun’lar, Yüeçi’leri kuzey Çin taraflarından
Seyhun’a doğru ve Yüeçi’ier de Sakaları oralardan güneye,
Horasan üzerine sürerler, Sakalar’ın bu bölgelere varışı 140 la
120 arasında tahmin olunur. Bunlar Partlar’a ve Hindu - Kuş’un
kuzeyinde kalmış olan Yunanlılara karşı başarılı savaşlar yapar
ve Belh bölgesine eğemen olurlar,,
TARİHÎ OLAYLAR 65

K n z e y -B a tı H in - Böylelikle Belh bölgesindeki Yunan devleti


d is t a n ’d a Y a n a n sona ermiş olur. Kâbil ve Pencap’taki Yunan
e g e m e n liğ in in cievleti veya devletleri ise daha bir müddet
•ona e rm e si y a ş ly a c a k y v e Ylman hükümdarlarından
Menander ( Hindistan’da Milinda derler ) , M „ ö . 155 yılı
civarlarında, batı ve doğuya doğru ülkesini epi genişletecektir.,
Kendisi Budist olmuştur ve “Milinda sualleri,, adlı ünlü Budist
eserde adı geçen kıraldır Sint ırmağının kenarlarını denize
kadar, Racputana’nm bir kısmını ve merkezi kuzey Hindistan’ı
ele geçirir; Patna’yı tehdit edecek kadar Gence ovasım istilâ
eder ve Patna’da Morya hanedanını devirip yerine Sunga
hanedanını kurmuş olan Puşyamitra tarafından geri çekilmiye
mecbur ed ilir; ölümünden bir müddet sonra , belli olmıyan
bir tarih te, ülkesi Saka’ların eline düşer ve İskender akmının
Orta Asya ve Hindistan’da bırakmış olduğu son siyasal izler
silinmiş olur,,

iy ._ ^ a k a lja r _ ^

G en el b ilg ile r Yukanda giü^üğüpuüz-^ibi S aka’lar, Yüeçi’ler


tarafında^ B elh ^ e Her at gölgelerine sürüldük­
ten sonra, oralarda veya daha güneyde Partlar’la çarpışırlar;
daha sonra Saka’lar, Seyistan (Sakastan) da görülür^ ve daha
sonra da Sint ovasına yerleşir ve, demin denilmiş olduğu gibi,
Pencap’taki Yunan devletini ortadan _kaldırırlar (M. ö„ ilk yüz
yıl?)., Bu Yunan devletinin bazı döküntüleri Kuşan’lar zama­
nına kadar yaşıyacaktır,, Andığımız devirde Sint ve Pencap’ta
kac Saka devlet ve hanedanının bulunduğu ve bunların ne
derece Saka veya Part olduğu veva^ bu-iki^ovmağın ne ölçüde
karışmasiyle husule geldiği kestirilememektedir.
Genel olarak, ba^lan^^büvük bir .Şaka J mparatorlüğü­
nün bulunduğu, sonra bunun. birkaç Saka^devletine, ayrıldığı;
bunların Kusan efremenlifri alüna girdikleri ondan sonra yine
bağımsız oldukları ..ve . batıda merkezi Ucceyn olan bu devlet-
ler^en^blrinin M. s. 4 üncü yüzyıla kadar yaşadığı bilinir ve
az çok kabul edilebilir; bunlar aşağıda daha ayrıntılı olarak
anılacaktır.
Hindistan 7arifti S
66 HİNDİSTAN TARİHİ

T a r ih l e r s o ru m u Gerek Saka, gerekse Kuşan’lara ait olayların


tarihleri hakkında o kadar çok karşı nlık ve
anlaşamamazlık vardır ki bir hükme varmak imkânsızdır: O
devirde ve ondan epi sonra, batı ve kuzey-batı Hindistan'da
genel olarak tarihler “Saka Devri,, veya daha doğrusu “Saka
Tarih Başı,, denilen ve Milât ve Hicret gibi bir tarih başlan­
gıcı olan bir devir başına göre atılmıştır; bu da, Milâttan 78
yıl sonra başlamaktadır.. Ancak Sör: G. R„ Bhandarkar 1 tarih­
lerde çok kere yüzlerin yazılmadığı 23 iddiasını ortaya atmakla
bütün tarihler üzerinde 100 ve bazen de 200 yıla kadar giden
ter eddütler husule getir miştir . Dolay isiyle aşağıdaki tarihler bu
yön bilinerek okunmalıdır..
Bundan başka Saka, Part ve hattâ Kuşanlar hakkında
tarihî kaynak ~ço1c a z ,y o k denecek kadar âzdır ve çok kere
para v ^ b a zFkitâbeliere İnhisar etmektedir.. - -----

Daha önce Buda konusunda Sakaların Türklû-


S a k a v e P a r t - grünû_mmıştık..
Aşağıda, para ve kitabelere
£°re şimdi üzerinde durduğumuz Sakaların
ve Partların hangi ulustan olduklarını ince­
leyeceğiz. ^ ___
IşbuJSakâ ve Partlar arasmda birçok Türk adına “kıü,
guj. kula „ ile biten veya “ kara .. ile Jb a slıy a n b irç o k insan
adına rastlanır. Hindistan’da, batı Pencap'ta bunlardan önemli
bir hükümdar olarak (M., ö.. 9 5 ) Moes veya Moğa (Türkçede
Moğus— muharip, savaşçı; Radlof c. IV ) vardır. Tam zamanı
tesbit edilemiyen bir Manigula (Mani kula) Çuksa’da (Taksila
bölgesi) validir.
Onun ikinci selefinin adı Liaka Kuşu laka’dır (Kucu, kucu-
İuk ve saire Türkçede ihbar ve ittiham ve kuyılmak, karar­
laştırmak anlamındadır) ®...
Kuşan hükümdarı Kanık (Hindistan'da Kanişka derler)
zamanında Matura'da ona tâbi “K ara Pallana,, adında bir Saka

1 A Peep Into The Early History of Indîa s. 43..


2 Meselâ 290 yerine 90 yazılması gibi.. Bunun Osmanlıda da ve hâlâ
bizde bile binler için yapılageldigi bilinmektedir..
3 Bak : “Tarama Dergisi,, .
TARİHÎ OLAYLAR 67

veya Part hükümdarı vardır 1., Kuşanlar’dan mı yoksa Sakalar­


dan mı olduğu üzerinde ihtilâf olan bir “Kucula K a ra Kadfi-
zes„in paraları bulunmuştur2 (Kucula için bak yukarı fıkraya),.
Keza kuzey Kşatrapalardan Kharamostis adında birisinin pa­
raları bulunmuştur3.
Batı Kşatrapaları arasında Bhumaka ve Nahapana adında
iki tanesi vardır ki onların soy veya boy adı Kşaharata’dır..
Moğus (Moes) zamanında Taksila bölgesi valilerinden yukar­
da sözü geçen bir Liaka Kusulaka da vardır ki Kşahara’Iarın
valisi diye gösterilir,, Bu “Kşaharata,, ve “Kşahara,, adının eş
olduğuna hükmolunmuştur 4„ De La Vallee-Poussin bu adın
Ptoleme’de adı geçen “Karaitai,, oymak veya ulusu olduğunu
ileri sürmektedir.. Karaitai’lerin Türklüğü ise kabul edilebilir 5
ve bu yön, Hindistan’a giren Sakaların veya bunların bir
kısmının hangi Türk oymağından olduğunu da aydınlatmaya
yarar,
Bu ve bu gibi adlara dayanarak kesin hükümler çıkar­
mak doğru olmaz denebilirse de, bütün bunları sırf tesadüf
saymak yönüne gitmek de doğru değildir inanındayız..

Başta, pek belli olmıyan bu tarihte, kuzey-batı Hin-


S a k a l a r distan’ın JbüyfikJbir-kısnunLJcapJıyan geniş bir Saka
imparatorluğunun bulunmuş olmasına şu yönlerden
hüküm edilir: a) Saka hükümdarlarının paralarında “kirallar
kıralı,, anlamında cümlelerin bulunmasından ve bunun, başlan­
gıçta olsun, kuru bir övüntü olamayacağından; b) yukarıda da
gördüğümüz gibi bir “Saka T a rih Jja şy n m p e k uzun zamanlar
pek geniş bir çevrede kullanılmış olmasından..
Başlarında Kşatrapa ve Mahakşatrapa adını taşıyan kişi­
lerin bulundukları (bu ünvanlar İran’a egemen olan Partiar’dan

1 de la Vallee Poossîn, “ L’lnde aux lemps des Mauryas ...........


s, 281.
2 Bak : “ The Cambridge History of İndia,, c., 1, , s. 588..
3 Bhandarkar, s. 26 (bak. biblioğrafyaya).
4 Bak : “ The Cambridge shorter History of İndia s. 80 ve de la
Vallee Poussin s.. 282.
5 Bak i Andre Berthelot : “ L’Asie Ancienne Centrale et Sud - Ori»
entale d'apres Ptolemee „ s,. 207..
: 68 HİNDİSTAN TARİHİ

alinmiş veya onlarla herhangi bir iş ve mukadderat birliği


sonucu olarak yerleşmiş olmalıdır) ülkelerin Saka egemenliği
altında oldukları ve başlangıçta bunların büyük Saka impara­
torluğunun birer ili bulundukları, genel olarak, kabul edilir.
Buna göre, büyük Saka imparatorluğunun Pencab’ı. kıs­
men SindJ ) Matura gibi kuzey Hindistan’ın merkez kısımlarını,
Malva’yı, Gücerat’ı, Katiyavar yarımadasını ve Ucceyn’den
Maharat’lar bölgesine kadar batı Hindistan’ı kaplamış olması
gerekir,
Bu devletin kuruluş ve büyüklük devrinin tarihi üzerinde
pek çok aykırılık vardır; çoğu Milâttan önceki yüzyıl. Sör
R. G Bhandarkar Milâttan, sonraki yüzyıl üzerinde direnir Bu
kişi son büyük Saka hükümdarlarından biri olan Moga’nın M.
s„ 150 ye doğru saltanat sürdüğünü iddia eder..
Bu devlette ve ondan doğan bazı Saka devletlerinde taht
babadan oğula değil, ağabeyden, k sonra ba­
baların yaşı sırasiyle oğullar_a .k
Büyük Sakalar devleti hakkında önemli tarihî olay bilin­
memektedir ; ne_vakit, nasıl daJıId ığu d aL JbelİL JİeğifâırT lC ir
150 ye doğru ( Bhandarkar’ın tarihlemesine g ö re ) Matura Kşat-
raplannın bağımsızlaştığı sanılabiîir.
Kusanlar. Sakaların ülkelerini ele geçirdikleri sırada Büyiik
Saka devleti d ağılmış bul unu yor du. Ç ok kere, onun türlü par­
çalarında, Kuşan eğemenliği altında hüküm süren Saka Kşat-
raplan kalmıştır; Kuşan devleti dağıldıktan sonra bu Kşatrap
hanedanları yeniden bağımsız olurlar, Bunları Kuşanîar’dan
sonra yeniden anacağız.

ıı I m .
Orta Asya’nın geçirdiği sarsıntılar yüzünden
K o şa n la r h a n g i
u lu s ta n id ile r
Hindu- sürülmüş olan bir veya
birkaç. Türk oymağının orada büyük bir me­
deniyet kurdukları ve halkı yüksek bir koruyuculukla çok eyi
idare ettikleri ve her bakımdan yükselttikleri tarihte sık sık
tekrarlanan bir olaydır. Çin, İran ve daha birçok ülke için de
d u r ^ ,b^ Hindistan’daki Kuşan imparatorİoğu bü yolda
bir J3rnektir. Birtakım Avrupa tarihçileri, bir kısmı herbüyük­
lüğü Türk’ten kıskandığı ve bir kısmı da her büyüklüğü yanlış
IARİHÎ OLAYLAR 69

olarak Ari ırkı dedikleri Nordik ırka ve yine çoğunluk bakımın­


dan yanlış olarak Nordik saydıkları Iran kültürüne maletmek
istedikleri için, böyle yüksek medeniyet kuranların Türklüğünü
saklar veya inkâr ederler Bu yoldaki düşünce ve uğraşlara
örnek olmak üzere Kuşan devleti gösterilebilir,
İşbu
lan anılırken..sözü...geçmiş olan Yüeci’ierdk,; bu „adr ,_ÇjjL
tarihçilerince , ^Qnlara....„verilme.kt£dir; bunların .kendilerine ne
dedikleri bilinmemektedir., Bunların Türk olduklarım gösteren
deliller aşağıdadır; öyle sanıyoruz ki, bunlar kendilerine Gök-
Türkler gibi doğrudan__doğruya T ürk diyen__nadir Türk oy­
makları ndandırlar,
A) Milâdın ilk yüzyılında Yüeçiler, Hindu-Kuş ve onun
güneyindftki ayrılmakta­
dırlar; bunların başbuğlarına C^âfeg^s^denilmektedir; Divan-ı
Lugatit-Türk’t e : “Yafgu,, için “Halktan olup Hakandan iki
derece aşağıda bulunan kişiye verilen lâkap,, denilmektedir.
B) Kuralların ve hele Kanık*m (Kanişka) para ve heykel­
lerinde görülen giyimin Türk giyimi olduğu kabul olunmkata-
dır K Yüksek ve sivri külah...belden aşağısı genişliyen bir
palto ve uzun çizmeler,
C) Para v e .heykellerde (ezcümle Bamyan boğazındaki
büyük heykellerde) görülen vücutlar Nordik tipi değil, Türk
tipini gösterir: iri baş, yuvarlak yüz, geniş ve iri göğüs;
göğüs ye bacak uzunluk nisbeti Türkİerdeki gibi
D) Kuşanlar’dan Kanşika ve oğlu Hüvişka’ya ait bazı
paraların bir yanında bu hükümdarların resmi ve öbür yanında
da “Nana, Nanaia,,, “Nana rao„ , “Nano„ yazısiyle birlikte
kadın mâbutlar bulunmaktadır (“The Coins of the Greek and
Scythic Kings of Bactria and India in the British Museum,,;
levha XXVI para 10, L. XXVII para 4 ve 5, L XXVIII para
7, 8, 9 ve 10 ve izahları için s, LX ve LXI ve s, 131, 134,
144, 145, 146),, Bu kelimelerin Türkçedeki “Nene, Nine,, olması
en makul olarak kabul edilecek yöndür,,1

1 Bak : V A, Smıth : “ The Early History of îndia „ nın başındaki


para levhasına (No, 9),
70 HİNDİSTAN TARİHİ

E) İlk Kuşan hükümdarları arasında bulunan iki Kadfi-


zes’ten birine ait olduğu iddia edilen bir parada (yukarıda sözü
geçmişti) "Kucula kara Kadfizes* yazısı vardır (Kembriç, c I,
s 588).,
F) Büyük Kuşan imparatorluğu yıkıldıktan sonra Kuşan-
lar ve Kanık (Kanişka) hanedanı birkaç yüzyıl (aşağı yukarı
Yakub ibni Leys devrine kadar) Kabil dağlık bölgesini elde
tutacaklardır,, Bu yerlerin sahiplerini Arap acunu, İslâmdan
önce ve sonra, hep Türk diye anar., Hicret sıralarında veya
ondan önce yazmış bazı Arap şairlerinin beyitlerinde Kâbil
sözü hep Türkle birlikte anılmaktadır 1„
Müslüman Araplar Sicistaıı’a (Seyistan, Sakastan) girdik­
ten sonra, 22 Hicrî yılından itibaren (643) sık sık Kâbil ile
Büst (Kandahar batısı) kentleri arasında, İslâm tarihçilerinin
“Kâbil Türkleri,, ve onların hükümdarı Rutbil veya Retbil
( şah, çar, kayser gibi bir ünvana benzer) diye andıkları bir
ulus ve uz kişi ile savaşa dururlar12 „
İbni Hallikan 3, Yakub - ibn - Leys bahsinde (9 uncu yüz­
yılın 2inci yarısı) KâbiFde "Durari ?,, oymağından Türkler bu­
lunduğunu yazar,
G) Müslüman - Arap kaynaklarını bırakıp Hindistan kay­
naklarına veya oradan toplanmış bilgi ve geleneklere dayanan
kaynaklara geçersek, yine Kuşanların Türklüğü sonucuna varırız..
1.. Çeçnâmede 4, Milâdî 7nci yüzyılda H ind -u -Sin d hü­
kümdarı olan Brahman Çeç zamanında Türklerin Hindistan sı­
nırı üzerinde bulundukları açıklanılmaktadır; bu Türkler ancak
Arap kaynaklarının andıkları Kâbil ile Büst arasındaki Türk­
ler olabilir..

1 Bay NaimHazım Onat'ın «Arapcanm Türk diliyle kuruluşa» adlı ese­


rinde (s.. 18), biri Peygamberin amcası ve 4 üncü Halife Ali’nin babası Ebu
Talib’in olmak üzere, bu yolda «Şuara-ül-Nasraniye» ve «T ulibet ••ül Talil»
adlı eserlerden alınmış üç örnek (beyit) verilmektedir..
2 Ezcümle İb n ü l-E sir: 22, 43, 44, 47, 59 , 74, 79, 80, 81, 82 v„ s
Hicrî yılları olayları ; keza daha az vazıh olmakla birlikte Taberî’nîn (Türk­
çe tercümesi): c. III, s 336, 337, 340, 341, 349, 351» Keza Biladuri’nin
Futuh ••ül ••Buldan’ından bu yolda Örnekler çıkarılabilir (bak Elliot, c II,
s. 415).
3 Vefiyat - ül - Ayan, bak.. Elliot II, 413.
4 Bak.. Elliot, c I, s. 140.
TARİHÎ OLAYLAR 71

2, Hindistan’ın Yüeçilerin devleti olan Kuşan devletini


Türk diye tanıdığı, birbirini bilmiyerek zamanlarına kadar
gelmiş olan gelenekleri ayrı ayrı toplamış bulunan iki kay­
naktan da açıkça da görülür.
Bunların birincisi, Ebu Reyhan El-Birunı'nin şahadetidir;
bu yazar “Tahkik-i Malil Hind„ inde (Sachau tercümesi c, II s
10) önceler de Kabil’de Hinduların Türk kır alları bulunduğunu,
bunların Tibet'ten geldikleri söylenilen Türkler olduğunu; bir­
incilerinin “Barhatekın,, adında olup bir hile ile tahta çıktığım,
Türk elbiseleri giydiğini, onun soyundan takriben 60 hüküm­
dar geldiğini, bunlardan birinin adının Kanık olduğunu, Pişa-
ver’deki Vihare’yi (budist manastın) yaptırdığını, birçok savaş­
ları olduğunu, olur olmaz sebeblerle savaştığını, ezcümle Kanoj
kralıyle savaşmış olduğunu, çok başarılı bir savaşçı bulunduğunu
ve düşmanlarını yıldırdığını, hattâ mucizeler yaptığını, bu so­
yun son hükümdarı olan Lagaturman’ın (bu adın son kısmı
“Toraman,, olmalıdır), Brahman olan veziri tarafından öldürül­
düğünü ve vezirin onun yerine geçtiğini ve Gazneli Mahmut
zamanına kadar bu Brahman vezir soyundan altı hükümdarın
tahta çıktığını ve sonuncusunun 1021 de öldürüldüğünü yazar1..

1 Yukarda geçen üç Türk adını «Sachau» un yazdığı gibi yazdık (c..


II, s.. 10-13); bunlar arap harfleriyle şöyle yazılmaktadır.. f (u i'n ın
sükûnile), (birinci «kef»in fethi ve İkincisinin siikûaİle) ve
(«lam» ve «kef»in fethi ve «te»nin zammile) Öbür harfler üzerinde hareke
yoktur Buna göre sonu “ Tekin , olduğunda şüphe olmıyan birinci adı. biz
Batı TÜrkieri Berhetekin ve bazı Doğu Türkleri Barhatekin diye okuya­
biliriz İkincisi için “danışmak,, anlamında olan “Kenge,, hatıra gelmekte
ise de Doğu’da “ Kef,,in “Kaf,,gibi kalın okunduğuna bakarak onıT'Kanık,,
diye okumayı doğru bulduk; onun Hindistan’da, yani ‘'Turk“ e “Turuşka,,
demiş olan bir muhitte, adının “Kanışka,, olması da bu “Kanık,, biçimi­
ni makul gösterebilir, bahususki buna bazen "Kanıkka,, dahi denilmiştir.
Bu düşüncelere dayanarak metinde genel olarak “ Kanık,, adını kulla­
nacağız
Arada açık hareke farkı olmasaydı Oğuz bölüklerinden Kınık
bölüğünüa adile de bir yakınlaştırma düşünülebilirdi (Bak Divan*ı Lügat-
it - Türk, c.. I s . 55)..
Kitabelerde Hint tesiriyle Kanişka diye geçen ad birçok parada
Yunan tesiriyle Kanerke, Kenerki diye yazılıdır; aynı zatın mevzuubahs
olduğunda ihtilâf yoktur
72 HİNDİSTAN TARİHİ

El-Birunî’nin anlattığı bu Türk kırallar zinciri, ancak Ku­


şan kıralları olabilir; bu, az aşağıda görülecektir ve Türke
Turuşka diyen Hint acununun Kamk’a Kanişka demiş olması
da tabiîdir; ara sıra Kanişka’nın “Kanikka,, diye anılması da
bu hükümdarla El - Birunî’deki “Kanik,,in aynı kimse olduğunu
gösteren ayrıca bir kanıttır;
3„ İkinci kaynak Keşmir kıratlarının tarihini kapsıyan
Kalhana’nm “Rajatarangini,, adlı eseridir; o da, El - Birunî’den
yüzyıl kadar sonra, ondan haberi olmıyarak ve başka bir
alanda, Keşmir’de yaşıyan gelenekleri toplıyarak Keşmir’i de
ele geçirmiş olan üç Kuşan hükümdarı için şöyle demektedir:
“ Bundan sonra bu ülkede kendi adlarını taşıyan üç şehir
kuran, Huşka, Cuşka ve Kanişka adında üç kıral bulundu.
Bunlar hakîm kırallardı .... Turuşka ırkından gelmekle birlikte
dindarane işler gören bu kırallar ... „
Bütün bunlara göre Kuşanların Türklüğünde şüphe kal­
maz İnanmdayız l„

Bazı Çin yazarlarınca ve Keşmir Brahmanlarınca kullanılmış olan


bir de “Kanıta, Kanıt,, biçimi vardır (Bak: V. A. Smith, s. 276, haşiye 1),.
Üçüncü adın baş kısmı üzerinde duramıyaeağız, bunun son kısmının
Toraman olduğu bizce şüphe götürmez»
1 Kuşanları «İranı» veya «Nordik» diye göstermek istiyen birtakım
Avrupa tarihçisinin kanıtlarını burada sıralamak ve münakaşa etmek için
bu eserin hacmi müsait değildir ve birçok mecmuada müteferrik ve da­
ğınık olan bunların topunu bu sırada ülkemizde elde etmek te imkânsız­
dır. Dolayısiyle bazı genel tarihlerdeki yazılardan bahsetmekle yeti­
neceğiz.
İki Hintli tarihçi: a) Sör R G,. Bhandarkar (ki eseri İslâmdan önce­
ki Hindistan için en esaslılar arasında sayılır) s» 40-42 de Kanişka’nın
Türklüğünü ve paralarında Türkçe kelimeler bulunduğunu açıkça kabul
eder., b) Bir Hint ulussever tarihçisi olan G. V.. Vaidya da (C. I., s. 200)
Kanişka’nın bir Türk olabilmesini kabul etmekle birlikte, Birunî'nin Kabil'­
de hüküm sürdüğünü söylediği kırallann Türk ve Kanişka soyundan olma­
larını kabul etmemekte ve başlıca kanıt olarak, 630 yılında, yani Birunı*-
den 400 yıl kadar önce, oralardan geçmiş olan Çin gezeri HiÜentsang’ın
Kâbi’lde bir Kşatriya kıral olduğunu yazmasını göstermektedir.. Ancak şu
kadar var ki, Kanik’in soyu Hintlileşince, tabiî olarak, Hint Kast teşkilâtına
girmiş ve en makul olarak Kşatriyalar arasında yer almış olacaklardır
(Bu iki eser aşağıda Bibliografya’da anılmaktadır).
AvrupalI tarihçilerden V A. Smith «The Early History of İndıa» adlı
eserinde (bu eser, İslâmdan önceki Hindistan tarihi üzerinde en mufassal
TARİHÎ OLAYLAR 73

Yüeçi ve Kuşanlara ait olup çok kere müphem


K u ş a n D e v l e ti - tarihî olaylara geçelim; bunların önemli
ni^>^fiyüşü ^ ^azi kısımları ya*nız Çin kaynaklarında bulun­
maktadır ; ana çizgileri aşağıdadır:
Milâttan önceki yüzyılda Yüeçiler, Hindu -Kuş’un kuzeyin­
de ve dağ bölgesindedirler; başkanlarına Ya^giT^deluleh^beş
boyâ aynlmaktadır ^ birçokTan^judî^rın^Mnattâh
yüzyılın ortalarına doğru, bu boylardan biri olan Kuşan1 bo­
yunun başı, beş boyun da egemeni olur, yâni ulusveya oyma­
ğı birleştirir ve açlı Kuşan jbian önemli bir devlet kurulmuş
olur; bu devleti kuran kıral birinci Kadfises (Yunanlaşmış bir

Avrupah eserlerden biridir) s.. 263 de, Yüeçilerin Türklüğünü kabul eder,
ancak ondan sonraki sahifelerde (275 haşiye 4) Kalhana’nın şahadetini mü­
nakaşa ederek Turuşka tabirinin behemehal Türk demek olmıyacağını ileri
sürer ve birkaç haşiyede Kanışka'nm Türklüğünü kabul etmiyenleri sayar..
Daha sonra s. 388 de Kabil'de saltanat sürmüş olan Şahî Kralların Türk
ve Kanişka soyundan olduklarını “Raverty„nin şahadetine dayanarak
yazar
Altı büyük ciltlik olan Kembriç Hindistan tarihinin bu devri kapsa­
ması gereken ikinci cildi, bütün Öbür ciltler çıkalı on yıldan fazla olduğu
halde hâlâ (veya içinde bulunduğumuz savaşın başına kadar) çıkmamış­
tır,, Paris’te, “Musee Guimet,, Konservatörü (müdür) müteveffa Bay "Hac-
kin,, (Haken) Part, Saka ve Kuşanların hangi ırktan oldukları üzerindeki
münakaşalardan dolayı bu cildin çıkmasının geciktirilmekte olduğunu daha
1930 da Kabil’de yazara söylemişti. Kısa Kembriç Hindistan tarihî (The
Cambridge Shorter History of İndia) bu ırklar konusuna hiç dokunmaz,
“Evolution de rHumanite‘'nin 26 inci cildinde Saka, Part ve Yüeçi-
lere kâh Hint-Avrupai denilmekte, kâh da Türklükle ilgileri olduğuna işa­
ret edilmektedir (s. 48-51), De la Vallee Poussin kesin durum almadan
karşılıklı bütün düşünceleri sıralar (Yukarda adları geçen yazarların eser­
lerinin adları Bibliografyada vardır),
Islâm Ansiklodepisinde “ Kabil,, (Kabul) makalesini yazmış olan Long-
worth Dames, Kuşanların Türklüğü ihtimalini kabul etmektedir,,
1 Kuşan adının ne olduğu anlaşılamamıştır; bunların Türklüğü kabul
edilince “Kuşhan,, biçimi akla gelebileceği gibi (T„ Tarih Kurumu’nun 4
ciltlik “ Tarih,,inin ilk cildi s, 78), Kuşan'ın, bazen “ Guzana,, biçiminde
görünmesi, akla “ Guz’an,, , «Oğuz’an»ı da getirebilir,, Bahusus ki Aziz To-
ma’nın Hindistan’da şehit edilişi efsanesiyle ilgili olarak, Kandahar kiralı­
nın “Uzanes,, adında bir oğlu da mezkûrdur., Kısa Kembriç tarihi (s. 72)de
bu ad ile “Kuşan,,ın “Guzan,, biçimi arasında bir yakınlaştırma yapmak­
tadır,. Ancak bütün bunlar şimdilik birer faraziyedenileri gitmiş sayılamaz.
74 HİNDİSTAN TARİHİ

ad, aslının ne olduğu anlaşılmamıştır, paralardaki Kucula Kad-


fises’tir) zamanında devlet hem kuzev. hem de güneye doğru
büyür; Kadfises, Belh üzerinde egemenlik kurar veya oradaki ftu-
şan egemenliğini sağlamİaştırı^KâbipP-enca^ip büyük bir kısmı,
Buhara.ve Horasan onun eline düşer. Pencap, Kabil ve Hora­
san’da kalmış olan Yunan, Saka ve Part devletlerinin çoğu, ya
ortadan kalkar veya Kuşan egemenliğini kabul eder ; bu işin
Kanık zamanında bütünlendiği sanılır,
Milâttan sonra 77-78 yıllarına doğru birinci Kadfises 80
yaşında olarak ölür ve yerine oğlu 2 nci Kadfises geçer; Pen-
cab’m kalan kısmını ve Benares yörelerine kadar Gence ova­
sını ve denize kadar Sint ovasını ele geçirdiği sanılmaktadır.
Milâttan sonra 73 ile 102 yılları arasında Çinliler Orta
Asya’yı istilâ ederler ve belki tâ Hazar kıyılarına kadar gider­
ler ; bu gidiş dolayısiyle Çin ve Kuşan devletleri arasında
çarpışma sakımlamaz bir olaydı; 2inci Kadfises Çin imparato­
runun kızını ister (M, s, 90); bu bir saygısızlık sayılır, elçisi
yakalanıp hapsedilir; bunun üzerine Kadfises, Çinlilere karşı
70,000 kişilik bir atlı kuvvet yollar; bu ordu 4000 metreden
yüksek olan Taşkurgan boğazından geçip Kaşgar ve Yarkent
ovalarına inerse de, bu yol işbu orduyu o kadar yorar ki, on-
da Çinliler’le vuruşacak güc kalmaz ve yenilir; bundan sonra
Kadfises Çin’e haraç verir veya bu özde armağanlar yollar
99 yılında Roma imparatoru Trajan’a Hint’ten gelen elçi­
lerin Kadfisesçe gönderilmiş olduğu sanılmaktadır (?),.

Kadfizes’ten sonra (?) Kanık (Kanişka,


K a m k , siy a sa l
v e a s k e r î o la y la r Kanika,
Kanerki) tahta çıkar,, Bu olayın
tarihi üzerinde çok ihtilâf vardır; M. s„ 78
veya 120 yılı ileri sürülmektedir ; İkinci tarihin daha çok ta­
raftarı vardır, (Ancak Sör R. G.. Bhandarkar’ın hesapları kabul
edilirse, buna 200 yıl daha eklemek gerektir).
Kand?) büyük bir savaşçı ve fatih olarak tanınmıştır.,.Sal­
tanatının ilk yıllarında Keşmir’i ..fetheder, orasını çok... sever,
orada K ân ı^ ap ıîrâ (Pur — Kent) adında_b ir Jc e n t k u r a r v e
pek cok anıt, yaptırır,..,
Daha sonra Gence ovasının epi kısımlarını ele geçirir ve
Magada devletinin başkenti olan Pataliputra’ya (şimdiki Patna,
Asoka’nın eski başkenti) kadar gider
TARİHÎ OLAYLAR 75

İran’a egemen olan Partlar’Ia da savaşları vardır,.


Kamk’ın en ünlü ve önemli seferi Kaşgar, Yarkent ye
Hotan’a karşı olanıdır; oraları da Kusan..devletine katılır.,
El - Birunî’nin de andığı bir gelenek, Kanık’ın. sonu gel-
miyen savaşlarından bıkan, kendi askerleri tarafından-âMüriH^
müşj)îduğunu„.söyler(M, s, 160 veya 360 civarı); ^ yiL^ d a ı
tahtta kalmıştır
Devleti, Türkistan’ın büyük bir kısmını ve Vindiya dağ­
larına kadar Kuzey - Batı Hindistan’ı, Gence ovasının da bir
kısmını kaplamakta idi, Hindistan’daki Saka - Part__devletinin
bir kısmı ortadan kalkmış, bir kısmı da Kuşjn jsgemenliği al­
tına girmiştir. Kanık ve Kuşan hükümdarlarından bir ikisi,
tarihî devirlerde hem Türkistan’ın hem de Hindistan’ın önem-
1i kısımlarını kaplıvan ilk İmparatorluğun başında b ul unmuş-
.,0 alardarr-^sonra .bu-olay üç kere daha görülecektir
ÂkhunTî Gaznelilep1 vdT .Guriulajr^devrinde
Kamk’ın Hindistan’daki başkenti Pişavar idi; daha güney­
de Orta Hindistan’da bulunan Matura kenti de onun en Önem­
li kentleri arasındadır

Kanık K amk pek belli olmıyan bir tarihte ve ihtimal sal-


B u d izm tanatının sonlarına doğru Buda dinine girmiştir.
Gelenekler onun bu dine girişini ve ondân^âonra
çok iyi bir adam oluşunu, Asoka için olduğu gibi, savaşlarda
dökmüş olduğu kan^jdajDLd.ı^duğM,Jt0^ ü re ^ tfe^ rle rj_ _ ancak
bunlar, hem Âsoka hikâyelerinin bir tekrarına benzerler, hem de
Kanık’ın ölüm, biçimi Jıakkındaki. gelenekler e karşındırlar,
Kanık’ın Budist olup Budizm’i yayması ve koruması ona
çok ün kazandırmış ve adını tâ Çin, Tibet, Moğolistan ve
aralarında Budist çok iken Türkistan’ın dört bucağ ın d aİSüyük
bir koruyucu olarak tanıtmış ve birkaç yüzyıl sevgi ve saygı
İJgJindtrmıştır
Yine geleneklere göre, Kanık, devlet işlerinin müsaadesi
nisbetinde, Buda felsefesini incelemiye koyulmuş ve ortaya çık­
mış olan hizip ihtilâflarından müteessir olarak, bunları gidermek
ve inanları yeniden birleştirmek için Keşmir’de büyük bir kon-
sil (dinî kongre) toplamıştır,, O sırada Budizm’in nisbeten yeni
bir biçimi, çok yayılmıştır; bu Ma hayana yani (selâmete erişti­
76 HİNDİSTAN TARİHİ

ren) büyük veya yüksek nakil vasıtasıdır; onun karşılığı Hinaya-


na’dır (küçük nakil vasıtası).
Bu yeni biçime göre (Mahayana), artık Buda gerçekten
bir türlü mâbut olmuştur, ona dualar edilmekte ve ondan dilek­
lerde bulunulmaktadır.. Bodisatv adında azizlerin varlığı kabul
edilmektedir; bunlar Buda adaylarıdırlar; kendileri önce “er­
miş,, olup ondan sonra acunu kurtarmıya karar vermişlerdir
Genel olarak Budizm’in bu biçimi Brahmanik dine bir yakın­
laşma sayılır,
Kanık. Budizm’e hizmet etm ek leb irlik te, .bütün - dinlere
karşLsaygi-gösterm iş-vekoruyuculuketm iştir.

K a m k ’t a n K ın ık’tan sonra tahta oğlu Hüişka, Hüvişka


s o n r a K u ş a n £§££* (Bu, kitabelerde görülen Hint biçimidir,
D e v le ti paralarda Yunancaya çalan Hüerkes, Hüirkis
biçimi vardır) Türkçede buna en yakın olarak
Hüyük, Üyük (Tepe gibi yüksek olan yerler, Oğuzca) akla
gelebilir (Bak: Divan-ı Lûgatit-Türk, c.. 1, s, 85), 20 yıl kadar
tahtta kalmış olduğu tahmin olunur; paralarının bolluğundan
ve-hüyük ülkeler üzere yayık bulunmasından babasının devleş
tini elde tuttuğu"sanilir.
M s 182 yılına doğru yerine oğlu Vasüdeva geçer; adı­
nın özü dahi Hintlileşmiştir Paralarının az sayıda ve az yer­
lerde bulunmasından büyük Kuşan imparatorluğunun onun
zamanında dağılmış olduğuna hükmolunur, Kâbi! bölgesinde
tâ 870 yılma kadar, Kuşanlar hâkim olacaklardır; belki Keş­
mir’de ve daha bazı Hindistan bölgelerinde de Kuşan devlet­
leri kalmıştır; ancak imparatorluk artık dağılmıştır,,

K u ş a n la r d e v - Ku§anlar
devri büyük bir . kültürel, gelişme
rin d e k ü ltü r devridir,
Kanık’m Budizme verdiği- önem ve
Keşmir’de_toplamış ....olduğu. Konsil dini ve
dine bağlı felsefî ve ahlâkî birçok konular üzerinde değerli
eserlerin ortaya çıkmasına ve birçok bilginin vetişmesine ^ve-
sile vermiştir,
Ünlü Budist bilgin ve yazarlarından Nagarcuna, Vasumit-
ra ve Asvaghoşa onun devrinin ileri gelenlerindendir; sonun­
cusu şair ve muzıkacı olarak da ünlüdür, Hindistan’ın en ün­
lü ve eski tıbbî eser sahibi Çaraka, onun özel doktoru idi.
TARİHÎ OLAYLAR 77

Yukarıda andığımız “Saka Tarih Başının,, Kuşan hüküm­


darlarından Kadfizes’e ait olduğu, bizce makbul olmıyarak,
ileri sürülmüştür..
Gerek Kanık, gerek oğlu pek çok anıt ve yapı yaptırmış­
lardır ; yukarda gör düğümüz gibi bunların devleti, Türkistan
ve Hindistan’ın önemli kısımlarını kapsamakta idi. Bu ifci üflce-
yi biribirine ulaştıran en önemli geçitde, Kanık’m Hint baş­
kenti olan Pişaver’le o zamanın en önemli ticaret merkezlerin­
den olan Belh arasındaki başlıca yolun ortasından Bamyan
boğazında “gres„den olan dik dağlar içinde oyulmuş pek çok
Buda heykeli ve hocreler vardır.. Heykeller arasında Kanık
zamanına ait 35 metre ve oğlu zamanına ait te 53 metre yük­
seklikte iki heykel bulunmaktadır,. Bunların yanlarında birçok
Budik manastır vardı (şimdi yok olmuşlardır), ve oradan bi­
teviye geçen yolcu ve tüccar için bu bölge en önemli bir
konak yeri idi,,
Kanık, başkenti olan Pİşaver’de Buda hatıralarını sakla­
mak İçin 140 metre kadar yükseklikte büyük bir kule ve yine
orada büyük bir manastır (El-Briunî’de sözü geçer) yaptırmıştı.
Taksİla ve Matura’da yaptırmış olduğu yapılarda çok ünlüdür.
Keşmir'de Kankı’ın yaptırdığı bir Kanişkapura kenti (şim­
diki Kanispuı köyü) ve oğlu Hüvişka’ın yaptırdığı Huşkapura
kenti (şimdiki Uşkur köyü) vardı,
En çok Gandara bölgesinde (Pişaver ve Taksila bölgesi)
gelişmiş olan ve Greko^Budik d e n ile n mimarlık ve heykelcilik
üslûbu Kanık ve oğlu zamanında çok yayılmış ve onların da
tesiriyle tâ Çin’e, oradan da Japonya’ya kadar gitmiştir..
Kanık devrinde, aradaki bütün kara%yollarının güçlü ve
düzenli tek bir devletin elinde bulunması dolayısiyle Turktstİn,
Hindistan ve Ç i n ^ ticaret gelişir, Ku­
şan devletinin Roma imparatorluğu ile de geniş bir ticareti
olmuştur..
78 HİNDİSTAN TARİHİ

VI . TUrlü Saka devletleri

K uze S a k a la r ı Yukarıda
dediğimiz gibi, Pencap, Taksila
ve Matura bölgelerinde bulunan Sakalar, M.,
s . 150 yılına doğru ( ? ) 1 büyük Saka devletinden ayrılmışa
benzerler; haklarında tarihî önemli olay bilinmemektedir; sonra
Kuşan imparatorluğuna katılacaklardır.

H in d is ta n P a r t - Bunların da aynı sıralarda Batı-Pencap, Se-


la r ı ( P a l l a v a l a r ) yis*an (Sakastan) ve Kandahar bölgelerinde
bağımsız oldukları anlaşılmaktadır. Bu devle­
tin büyük bir kısmı da Kuşan imparatorluğuna katılacaktır.

Bunların ne vakit Saka imparatorluğundan


B a tı S a k a la rı
( K a ty a v a r -
ayrıldıkları pek belli olmamaktadır, Genel
H a lv a ) olarak, başkentleri Ucceyn’dir ve Malva, Gü-
cerat ve Katiyavar yarımadası ellerinde bulunmaktadır,, Yine
genel olarak bunların başında bulunan kimselere Batı Kşat-
rapları denir; bağımsız olanları Mahakşatrapa, yani büyük
Kşatrap ünvanını taşırlar.
Ülkeleri, Hindistan’la Batı acunu arasındaki ticaretin
başlıca geçit yeri olduğundan, bu yüzden de ayrıca zengindir,.
Kuşan imparatoru Kanık (Kanişka) onları kendine bağımlı
kılarsa da, ondan veya oğlundan sonra yine güçlü bağımsız
bir devlet olarak kalır ve çok gelişirlerdik ünlü Mahakşat­
rapa olarak Çaştana’nın adı geçer,,
M„ s„ 119 da (?) Cayadaman adında bir hükümdarın (Ma-
hakşatrapa’nın) zamanında, aşağıda göreceğimiz gibi, Andra
kıratlarından Gotamiputra bu ülkeyi kısa bit zaman için eline
geçirirse de, Cayadaman'ın oğlu Rudradaman, Andralan kovar
ve yine ülkelerine sahip olur.,
Bu Batı Sakalar devleti ve ounun başkenti Ucceyn, zen­
ginliklerinden başka Hindistan’ın en önemli kültür ülkesi ve
merkezi olmakla da ünlü idiler Ucceyn bir yandan iç ülkelerle

1 Bu tarihler üzerindeki ihtilâfların büyüklüğü bunları anlamışız


kılmak derecesini bulmaktadır.. Yukardaki tarih sor R. G. Bhandarkar’a
göredir. Çoğunluğun düşünceleri kabul edilirse bundan 200 yıl çıkarmak
ve M. ö 50 yılını almak gerekir (!)
TARİHÎ OLAYLAR 79

Batı limanları arasında gidip gelen eşyanın başlıca istif merkezi


idi; aynı zamanda, bu kent Hindistan’ın boylam (tul) dairelerinin
başlangıcı idi, yani şimdiki dünya için Grinviç ( Greenvvich) ne
ise, Hindistan için de Ucceyn o i d i ; ve orada pek çok bilgin
yaşardı.,
Batı Saka hükümdarları Buda dininden çok Brahmanik
dini tutmuşlar ve Sanskrit dilinin yeniden gelişmesine yardım
etmişlerdir;
Gelenekler, Sanskrit dilinin ve Hindistan’ın, en ünlü şair ve
tiyatro yazıcısı olan Kalidasa’yı ve onunla birlikte sekiz büyük
edip ve şairi ( Sanskrit edebiyatının dokuz pırlantası diye anı­
lırlar), Batı Saka devletini fetheden Gupta hükümdarlarından
Çandragupta H nin sarayının süsleri arasında sayarlar,, Kali-
dasa’mn eserlerinden ve bunların bazılarında Malva’ya ait pek
ayrıntılı bilgi ve yazılar bulunmasından, onun Malva'lı oldu­
ğuna ve Guptaların fethinden önce, Sakaların Ucceyn sarayın­
daki canlı edebî hayata iştirak etmiş bulunduğuna hükmolunur;
Batı Sakalar devleti M. s., 4 üncü yüzyılın sonlarında,
ileride göreceğimiz gibi, Guptalar tarafından ortadan kaldırılır
(388 yılından sonra)

Sakalar kısa bir zaman için batı Dekken’de şimdiki


S a k a la r ı baharat bölgesinin bir kısmına da egemen olurlar;
orada, yukarıda da anmış olduğumuz Kşaharata veya
Kakaratalar’dan ( Karaitai olduğunu daha önce görmüştük )
Nahapana adında birinin Mahakşatrapa, yani bağımsız hüküm­
dar olduğu, anlaşılmaktadır,, M„ s. 119 (?) a doğru demin de
adı geçen Andra kıralı Gotamiputra işbu ülkeyi fetheder,
Nasık kenti dolaylarındaki ünlü mağaralara yazdırdığı kitabe­
lerde, işbu Andra hükümdarı: Saka, Yavana ve Pallavaları
(veya Pahlava) yendiğini ve Kşaharata (Karaitai) soyunu sön­
dürdüğünü övünerek bildirmektedir,,
80 HİNDİSTAN TARİHİ

VII. Mor ya devletinin dağılması üzerine ortaya


çıkan yerli devletler

I. S u n g a Devleti
M„ ö. 185 yılma doğru, Puşyamitra adında bir
P n ş y a m itr a * komutan, son Morya hükümdarını öldürüp onun
n ın ilk y ı l l a n yerine geçer ve Pataiiputra’da (Patna) kendi ha­
nedanının adını taşıyan Sunga devletini kurar;
devletinin, Bengal dışarda kalmak üzere, Gence ovasının büyük
bir kısmını kapladığı sanılmaktadır.
O sırada ona komşu olarak güneyde, daha önce Asoka
tarafından fethedilmiş olan Kalinga ve onun da güneyinde
Andra devletleri vardır, Bu üç devlet başlıca yerli büyük
devletlerdir,
M ö. 165 ve 161 yıllarında Puşyamitra ile Kalinga kıralı
Karavela arasında iki savaş olur. Birincisinde bu son kır al,
Puşyamitra’nm başkenti Pataliputra’ya kadar yaklaşırsa da o-
rayı alamadan çekilmeyi uygun bulur,, İkinci savaş da Puşya­
mitra, boyun eğmek ve hâzinelerini teslim etmek zorunda kalır.
M. ö. 155 -153 yıllarında, yukarıda da anılmış olduğu
gibi, KâbiPin son bağımsız Yunan kıratlarından biri olan Me-
nander, Sunga devletine de saldırır ve çetin savaşlardan sonra
geri atılır,,
Az sonra da Puşyamitra’nın bir torunu güneyde Vidarba
(şimdiki Berar) Racasını yener,,

P n ş y a m it r a 'n tn Bu başarılar üzerine Puşyamitra “Asvameda,,


ÛS« ? n a(k verilen Veda’lardaki at kurban etme töre-
h fik ü m d ar ilâ n
e t m e s i v e a t nını yapmaya karara verir ; bu törem yapan
k u rb a n e t m e kendini bölgesinin üstün hükümdarı ilân etmiş
tö re n i ve komşularına meydan okumuş sayılırdı,,
Geleneklere göre, törenin ana çizgileri şunlardır:
Bazı özel vasıflan taşıyan bir at seçilip, gereken tören­
lerle kutsallaştırıldıktan sonra, bir yıl başıboş bırakılır ve
hükümdar veya onun adamı bir ordu ile biteviye onun arka­
sından gider. At, yabancı bir devletin ülkesine girince ordu da
onun arkasından oraya girer, dolayısiyle işbu ülke hükümda­
TARİHÎ 0 L A Y 4 L R 81

rının ya savaşmadan giren ordunun başbuğuna bağımlı olmayı


kabul etmesi veya onunla savaşması gerekir., Böylelikle atın
arkasından giden ordu bir yıl içinde birçok kere savaşmak
zorunda kalabilir; eğer hep yene durursa biteviye yeni ülke­
ler fethedilmiş veya bağımlı kılınmış olur ve yıl sonunda ye­
nen hükümdar veya başbuğ yenilmiş bütün hükümdarları
arkasına takarak başkentine döner ve büyük bit törenle at
kurban edilir. Atm arkasında giden ordu yenilecek olursa atın
sahibi mahcup ve gülünç bir duruma düşer ve karşı saldırılara
da uğrıyabilit,
Puşyamitra’nın bu biçimde salıverdiği atm arkasından
giden ordunun başında onun torunu bulunmakta İdi; at dolaşa
dururken, Menander ordusunun kalıntılarından oldukları sanılan
bir Yunanlı birliğine rastlar ve Yunanlılar onu yakalamak
isterler; arkadan gelen ordu ile işbu birlik arasında bir çar­
pışma olur ve Yunan birliği bozulur
Başka bir çarpışma olmadan yıl dolduğu için Puşyamitra
büyük bir törenle atı kurban eder ve kendisini bölgesinin
(Kuzey-Doğu Hindistan ?) üstün hükümdarı ilân eder..

Bu olay cana kıymamak (kurban)


hususun­
B uda ve C ena
d in le rin e k a r ş ı
daki Buda buyruklarına ve Asoka
yasalarına
artık saygı gösterilmediğini açıkladığı için
b ask ı
ayrıca Önemlidir. Gerçekten Puşyamitra ve
genel olarak Sunga hanedanı devrinde Brahman egemenliği,
yeniden kurulmuş ve Buda ve Cena dinleri baskı altında tutul­
muştur,, Budist edebiyat ağır zulümlerden de şikâyet eder.
Puşyamitra M. ö.. 149 a doğru ölmüştür,
Onun ölümünden sonraki 70 yıl içinde işbu
Son S u n g a la r kanecjandan dokuzhükümdar daha tahta çı­
kar ; sönük ve tarihte önemli iz bırakmamış kimselerdir , Bunların
sonuncusu, bir Brahman olan veziri Vasudeva tarafından öl-
dürtülür ve bu kişi Kanva hanedanım kurar (M, ö. 73 ?)

Il„ K a n v a Devleti
Bu hanedandan dört kişi 45 yıl içinde Pataliputra tahtına
otururlarsa da haklarında önemli bir şey bilinmemektedir,, Son
Hındi&tan 7 arihi 6
82 HİNDİSTAN TARİHİ

hükümdar M. ö, 28 yılına doğru Andra hükümdarlarından biri


tarafından öldürtülür ve ülke işbu devletin eline geçer.

III.. A n d r a Devleti

. Bu ad Dekken’ın doğusunda Godavari ve


j^rjşna (VCya Kistna) ırmakları arasında otu­
IKk A n d ra i a r
ran bir Dravit ulusunun adıdır, Bunların devleti Asoka’dan
önce çok zengin ve orduları kalabalıkmış, Asoka zamanında
onun devleti içinde görünürler,
Asoka’mn ölümünden sonra bağımsız olurlar ve çok geç­
meden devletleri Dekken’in batı kıyısına kadar yayılır; Nasık
kenti (batı Gaflarında) ellerine düşer, M, ö, 171 yılına doğru
Kalinga hükümdarı Karavela ile çarpışırlar (Puşyamitra ile
savaşmış ve Pataliputra’ya kadar gitmiş olan hükümdar),
Andra devletinin başındaki hanedanın adı veya ünvanı
Satakarni’d ir; birçok hükümdar yalnız bu adla anıldığı için
onların çoğunun öz adları bilinmemektedir.

Yukarıda gördüğümüz gibi, M, ö, 28 veya 27


B ü y ü k lü k ve
de Andra kırallarından biri Pataliputra’daki
y ık ılm a d e v r i
son Kanva hükümdarını öldürtür ve ülkesinin
pek belli olmıyan bir kısmını kendi devletine katar,
Bundan epi sonra Andra kırallarından Gotamiputra
yukarda adı geçmiş olan Sakalardan Nahapana Kşaharata
(Karaitai) adındaki Dekken Mahakşatrapı ile savaşır ve onu
yenip ülkesini elinden alır (M, s, 119?),, Bu devirde Andra
devleti Ücceyn Sakalar’ını da yenmiş olup, Bengal körfezine
dökülen Godavari ırmağından başlayıp Batıya giden ve Ber-
ar, Malva, Katyavar ve Gücerat’ı da içine alan kocaman bir
devlet olmuştur, Onun hükümdarı Gotamiputra “Kast,, sız ya­
bancılara (Saka, Part v„ s„) ve onların dinlerine karşı Hindu
ve Buda dinleri gibi yerli dinlerin kahramanı geçinmektedir,
Bu kişi Andralar’m son büyük ve başarılı hükümdarıdır,
Gotamiputradan sonra oğlu Pulumayı tahta çıkar (M, s,
128 ? ); Ucceyn’in Saka hükümdarı (Büyük Kşatrap) Rudradam-
an I ’in kızını alırsa da, bu evlenme işbu iki hükümdarın biri-
birine karşı savaşmasına mâni olamaz. Rudradaman, damadını
TARİHÎ OLAYLAR 83

iki kere yeneı ve onun babasının ele geçirmiş olduğu Saka


ülkelerinin birçoğunu geıi alır Böylelikle Andra devleti epi
küçülmüş olur.,
Son Andra hükümdarları hakkında tarihî bilgi yok gibi­
dir Hanedan M,, s. 225 e doğru söner sanılır

Hanedan, Brahmanlara eygindir ve daha çok


A n d ra d e v le - on|an tutmaktadır, ancak Budistlere de iyi
tîn<h a y a ty a*
bakılmakta ve paraca ve vakıf sağlamak yolu
ile yardım edilmektedir,. Maharatlar bölgesi,
yani Dekken’in batı kıyıları ele geçtikten sonra Batı acunu
ile büyük bir deniz ticareti gelişir.,
Hemen her meslekten esnaf birlikleri vardır ve bunlar
banka görevini de görmektedirler
Kentlerde bir türlü belediye meclisleri vardır ve bunlar
birçok işlerin meselâ vakıfların kayıtlarını tutmaktadırlar.,
Andra devletinin bir Önemi de Malva ve Gücerat gibi
Dekken dışındaki ülkelere kadar taşmış ilk büyük Dekken
devleti olmasındadır

V III. Gupta Devleti

Gagada ülkesinde bir raca olan Çandragupta


Ç a n d r a g u p ta I
adında biri, M„ s 308 yılma doğru Pataliputra
(Patna) kentine egemen bulunan ünlü Liçhavi oymağından Ku­
mara Devi adında bir kızı alır, Bu oymak, ilk Budik devirden
beri tanınmış olup Magada’ya Tibet’ten ve her halde kuzey­
den gelme sayılmaktadır. O sırada Pataliputra bölgesinde
önemli büyük bir devlet yok idi.,
Çandragupta, karısının oymağına dayanarak işbu kente
ve bölgesine egemen olur ve devletini biteviye büyüterek onu
şimdiki Allahabad yörelerine kadar uzatır, O da, Milâdın 320
veya 321 yılma tekabül eden bir “Tarih Başı,, kurar,,

Çandragupta M, s„ 330 veya 335 ’de ölür ve


S a m u d r a g u p ta
yerine daha önceden velihatlığa seçtiği Kuma­
ra D^vi’den olan oğlu Samudragupta geçer Bunun devrinde
Liçhavi oymağının önemi, işbu hükümdara çok kere LiçhavHe-
rin kızının oğlu denilmesiyle belirmektedir,,
84 HİNDİSTAN TARİHİ

Samudragupta Hindistan’ın tanınmış büyük fatihlerindendir.,


Başta Gence ovasının hemen bütününü (Bengai’in bir kıs­
mı ayral) ele geçirir. Ondan sonra bu ovanın güneyinde ve
Dekken’de uzun bir sefer yapar, savaşları biteviye başarılı olur
ve ülkesine pek büyük ganimetlerle döner; ancak istilâ ettiği
bütün ülkeleri kendi devletine katmaz ve bunların çoğunu yal­
nız haraca bağlamakla yetinir,,
Bundan sonra Samudragupta, öz ve anlamı yukarıda an­
latılmış olan at kurban etme törenini yapar,,
Kendisinin toptan “Saka Başbuğları,, diye andığı, Kuşan ve
Saka devletleriyle ve Seylan adası hükümdariyle siyasal müna­
sebetleri olmuştur..
Büyük bir savaşçı ve başarılı bir yönetimci diye tanın­
mıştır; şairliği, çalgıcılığı ve türkücülüğü de vardı,,
Tarihi kesin olarak bilinmiyen (375 ?) ölümü sırasında
devleti, Bengal körfezinden Delhi-Agra bölgesine (Cumne-Çem-
bel ırmaklarına) ve Himalaya dağlarından Narmada (Narbada)
ırmağı kıyılarına kadar yayılmakta idi.,

Babasının sağlığında oğullarının en değerlisi


Ç a n d r a g u p ta
olarak veliahtlığa seçilmişti, “iktidar Güneşi,,
XI (3 7 5 - 4 1 3 )
anlamında olan efsanevî Vikramaditya lâkabı­
nı takınmıştır,, Bu efsanevî adı ilk taşıyanın kendisi olduğu da
sanılmaktadır.
Çandrgupta ll’nin en büyük askerî başarısı Batı Sakalar
devletini ortadan kaldırması ve Bengal körfezinden Arabistan
denizine kadar hemen bütün kuzey Hindistan’ı birleştirmesidir
(Doğuda Bengal’in bir kısmı ve batıda Racistan = Racputana
ile Pencab’ın Çanab ırmağının kuzeyinde kalan kısmı ve Sint
ayral).

413 ’ de Ç andraSTuPta H’nin ölümü üzerine


K u m a ra g a p ta I
oğullarından Kumaragupta tahta çıkar ve 40
yıldan uzun bir süre orada kalır. At kurban etme törenini
yapmış olmasından bazı yeni ülkeler fethettiğine hükmolunur,
Saltanatının sonlarında 450 yılına doğru Gupta devleti,
Puşyamitra adlı bir devlet veya ulus tarafından büyük bir boz­
guna uğratılırsa da, çok geçmeden askerî durum, veliaht Skan-
TARİHÎ OLAYLAR 85

dagupta tarafından düzeltilir, düşman yenilir ve devlet eski


gücünü bulur.
Kumaragupta’nın ölümünden sonra (455 ? e doğru) yeri­
ne oğlu Skandagupta geçer; onun zamanında devlet çok
sarsılacak ve ondan sonra da çok geçmeden Ak Hunlarm ar­
kası gelmiyen darbeleri altında dağılacaktır..
Gupta hanedanı yine bir iki devletin başında kalacaksa
da, Gupta hükümdarları çok ufalmış ülkelerde ve hemen yalnız
eski Magada’da saltanat süreceklerdir.

^on
G u p ta d e v le - ^aka hükümdarları devrinde onların
ülkesinde başlamış olan Brahmanik Hinduluğa
tin in b fiyfilk ü k
ve, resmî dil olarak, Sanskirt diline doğru ka-
d e v r in d e d in v e
y ış, Gupta hükümdarları devrinde daha çok
k filtü r h a y a t ı
gelişir ve devletin büyüklüğü dolay isiyle daha
genel bir biçim alır.. Ünlü Kalidasa ile Sanskrit dilinin daha
sekiz edip ve şairinin Çandragupta II devrinin pırlantaları
diye anıldığını yukarda görmüştük, Matematik ve astrono­
mide de büyük gelişme vardır. Prof Sor, R. G„ Bhandarkar
bazı Yunan astronomik bilgilerinin Belhli’ler ve Sakalar yolu
ile Hind Brahmanlarına eriştiğini yazar (s . 7 1 ) , Batı S a ­
kalarının başkenti Ucceyn’in Hindistan’ın boylam (tul) dairesi
merkezi oluşuna bakılırsa, Guptaların Batı Sakalarından öğren­
diklerinin geliştirdikleri kabul olunabilir..
Hindu Hindistan’ın kutsal kanunlarının bir toplamı olan
Manu kanunları da Gupta devrindendir,,
Pataliputra kenti yine büyük ve zengin kalmakla birlikte,
başkentin güney Oud’da, Feyzabad yakınlarında Acodya’ya
nakledildiği sanılmaktadır.
Çandragupta II devrinde ünlü Çinli Budist gezeri Fa-Hien,
405-411 yıllarında, Hindistan’da uzun bir gezi yapmış olup,
Hindistan’ın gezmiş olduğu kısımlarının o andaki durumu üze­
rinde epi bilgi vermiştir, Çinli gezer, yönetimi genel olarak eyi,
ülkeyi zengin ve halkı mutlu bulmaktadır; yollardaki rahat
konak ve hanları ve hastalara iyi bakılan Pataliputra hastaha-
nesini de ayrıca anmıştır.
86 HİNDİSTAN TARİHİ

IX, A k H ıı.ıı |a r
Yunanlılarca EptaUt ve Araplarca Hayatile
İlk^» kınlar ve denilen bu ulus, M. s. 5 inci yüz yılda, Cey-
U y le-sav aşlar ^un ° vasmda.l).uJUmmaktadır Doğrudan doğru
Hun denilen ana kol, o sırada, Ayiiipa’ya git­
miştir, Daha yukarıda ırklar”” bölümün de Âk Hunlar'la “Aptal-
Aptaliler,, arasındaki münasebet anılmıştı; HinHkiAnla-^ giren
Ak Hunların bazı başbuğları “Tekinğpünvanı nı taşımaktadır,
Gupta hükümdarlarından yukarıda adı geçmiş olan Ku-
maragupta’nın oğul ve veliahtı Skandagupta, 455 'e doğru tahta
çıktıktan az sonra, ilk önemli Ak Hun akınına karşı koymak
zorunda kalır ve bu ilk dalg^ı,„...yeııip.,J]kesini_.hir ,s.ü^uicin
korut (458’den ö n c e ) ^ ' ^ ^
Ancak çok geçmeden, Ak Hunlar. Gandara (Pişaver-K â-
bil) bölgesine yerleşir ve oradaki Kuşan hükümdarının ülkesi­
ni elinden alırlar,, 470 yılına doğru Ak Hunlar oradan güneye
ilerler ve S kandagup|alyı~bozarlar,
Bundan sonra artık Gupta devleti dağılmıya yüztutmuş
ve çok geçmeden, yukarda da dediğimiz gibi, bu^ . h
elinde yalnız
tv<.ını.n,ı, eskifMagada/ ülkesi kalmıştır
.. „«i.v^ı-.rf.ıW *
Hindu - Kuş kuzeyinde, Ceyhun ovasında bulanan ana A k
Hu-nk-ütlesi, 484 yılında, İran Sahi Firnz’ıın ordusunu tamarnivle
ezer, Sah vuruşma sırasında ölür ve İran, . Ak Hunlara"' haraç
vermek zorunda .kalır, _
Ulusun asıl hükümdar veya başbuğunun Bamyan’da otur­
duğu, Belh’in ikinci bir başkent olduğu, işbu başbuğun İran’­
dan Hotan’a kadar giden ülkelerden haraç aldığı, Çin elçi ve
hacısı S o n g -Y u n ’un yazılarından anlaşılmaktadır (519 yılı)..
1 ^
İran ordusunun ezilmesinden.„.jjn^.,vjLkad.ar.
A k H u n la r ’ın sonra, büyük ^Ak_ Hun J î üUeXerj.,s„,HijQ
H in d is ta n iç i n e yenidengirm iye koyulur. 500 yılına doğru
(Toramgrî>admda bir başbuğun komutasında
bir ordu Malvaya kadar ilerler ve Toraman.oraya yerleşip
“ Mahar açalar ıh başbuğu,, ünvanını alır ; Kuzev-batı Hindistan’-
nın birçok hükümdSfr"*ve bunlar arasında dağılmış Gupta
detdBtHıükünfficteîtan^^ ona -haraç verirler,.
TARİHÎ OLAYLAR 87

-J £oraman 502Ve doğr ütülür ve Hindislaa^akl^AfcJblun"


larınJbasına^ogludVlihiıak^^^^ geçere Başkenti*
Pencap’ta Sakalardır ( Siaikot).. 520’de sözü geçen Çinli elçi ve
nacı onu ziyaret eder; o sırada, bu hükümdar Keşmir’e karşı
savaşmaktadır..
HindisJ:angeleneklejj,^
diye anarla r; 528 yılma doğru merkezî Hindistan’ın Yasodar-
man adında bir racası ona karşı birçok hükümdarlarla bağla­
şır ve onu bozar; bunun .üzerine Mihir agula’nın bir .kardeşi
ona karşı ayaklanıp başkent olan Şakaja’d ^ hükümdar
ilân eder ve Mihiragula Keşmir’e kaçar: bir süre sonra oraya
egemen olup Pencab’a.in er ve orada bûvûk zulümler yapar,
542 ye doğru ölür.
Bundan sonra Hindistan Ak Hunları’nın durumu üzerinde
önemli bilgi yok gibidirC.565_Ayılında Gök Türklcr, Ak-Hurufa­
tın O rta Asya’daki devletini t sq & a;£rd k d ik lfiii^
Hindistan "kısmı da zamanla sönmüş savılabilirv r bununla bir­
likte, Huna adını taşıyan birtakım_ovmak ve&mluslar daha epi
^ m Mindıştan’da ^önem lj^J^
50 60 yıl sonra kuzey Hindistan’da büyük bir devlet kuracak
olan Harşa, bu Huna’larla epi savaşacaktır..

de^kuzey-Hindistan’ın önemli basımlarına^ egemen-olmuş ikinci


devlettir ? "

A k H u n ’l a r m Racputların “Şahane,, sayılan oymaklarından


H in d is ta n 'd a birinin adı “Huna„ dır Ve bu oymağın Hun-
b ır a k m ış o l- ların soyundan olduğu kolaylıkla kabul edile-
d n k la rı iz le r y jjj
Esasen bazı çetin dağ ve tepeleri kapsıyan ve yerine
göre sık veya seyrek vahalı büyük bir çöl olan Racistan (Rac-
putana) ahalisinin, yani Racputların bir kısmının kuzeyden
gelip Hindistan’ın türlü bölgelerine egemen olduktan sonra,
devletleri dağılan ulusların torunları olduğu az çok kabul edi­
len bir yöndür,,
Bu gibi ulusların boyunduruk altına girmek istemiyen kı­
sımlarının Racistan içine çekilip, oradaki vahalara yerleştikleri
ve ora tepe ve dağlarını berkittikleri, yine kabul edilen bir
88 HİNDİSTAN TARİHİ

yöndür. Çöllük olduğundan büyük orduların oraya girmesi ve


uzun kuşatma işlerini başarmak için gerektiği kadar uzun za-
man kalabilmesi çok güç olduğu için türlü Racput oymakları
küçük devletler halinde hemen hep bağımısz yaşamışlardır.
Ak~Hunlar’la birlikte adı geçen ve Hindistan’a onların isti­
lâsı sırasında girdikleri sanılan önemli bir ulus da Gurcar, Gu-
car, Guzar diye anılan ulustur.. Gucerat- Guzerat ülkesi, ve Pen-
cap’ta yine bu adı taşıyan kent ile Gucranvala bölgesi adlarını
bunlardan almışlardır.. Bunların adı en çok “ Guz „ oymağını
hatırlatmaktadır; Bunların Hazar’lar olduğu da ileri sürülmüş-
tür;1 ilerde kuzey Hindistan’da büyük bir devlet kuracaklardır,
Ak Hunlar’dan Gazne sultanı Sevük Tekin oğlu Mahmut
devrine kadar (4 50-500 yıl), Hindistan, kuzeyden Önemli bir
istilâya uğramıyacaktır, veyahut böyle bir olay olmuşsa buna
dair bir bilgi bize kadar gelmemiştir,, 8 inci yüzyılda Arapların
Sind’i istilâsı nisbeten dar bir alanda kalmış ve Hindistan ta­
rihi üzerinde önemli bir tesir bırakmamıştır.

X, H a r ş a ( 6 0 6 -6 4 7 )

Öteden beri Hindularca kutsal sayılan Tanesar


S iy a s î v e a s - (Stanvisvara veya Stanesvara; Delhi’nin 150 km„
k e r î o la y la r ^adar kuzeyinde) kent ve bölgesinde 6 inci yüz­
yılın sonlarında Prabhakara-Vardana adlı bir raca, batı Pen-
cap’taki Hunlar ve Gucar’lar d ah il, komşulariyle başarılı sa­
vaşlar yaparak ün kazanmıştı, Bu racanın anası Gupta hane­
danından îdi,,
Bu raca 605’de ve büyük oğlu da bir savaş sonunda
606 da ölünce, küçük oğlu Harşa tahta çıkar.. İlk 5-6 yıl kız
kardeşiyle ortak olarak saltanat sürdüğü sanılır ve ancak 612
de hükümdar olma törenini yaptırır,
Harşa, bütün Hindistan’ı fetih yolu ile birleştirmek iste-
ğile tasanlar yapıp ordu hazırlar; 5,000 fil, 20,000 atlı ve
50,000 yayaya varan bir ordu ile bu işe kalkışır ve Pencap,

1 Sör J M Kampbel (Sir J. M, Campbeil) ; V, A, Smith, s 428,


h, 2,
TARİHÎ OLAYLAR 89

Sint ve Racistan dışarda kalmak üzere, bütün kuzey Hin­


distan’ı ele geçirir. Bundan sonra ordusunu 60,000 (?) fil ve
100,000 atlıya çıkarır.
Ancak Dekken’i ele geçilme işini başaramıyacaktır. O sı­
rada anayurdu Godavari ırmağının güneyi olan Çaiukya
hanedanından Pulakesin II adlı bir hükümdar Dekken’in büyük
bir kısmına egemen olmuş ve devletini Narmada (Narbada) ır­
mağına kadar büyütmüş idi., Harşa ve Pulakesin, büyük ordu­
ların başında biribirine karşı yürürler ve işbu Narmada ırma­
ğı üzerinde karşılaşırlar.. Saldırgan olan, yani ötekini kendi
egemenliği altına sokmak veya ülkesinden etmek istiyen Harşa
idi,, Dekken hükümdarı ırmağın başlıca geçitlerini tutmakla ye­
tinir ve Harşa suyu aşamaz ; sonda, bu ırmak smır olmak üzere,
barış yapılır ; bu iş, saldırgan olması dolayısiyle Harşa için bir
başarısızlık sayılmıştır (620’ye doğru),
Kuzey Katiyavar yarımadasında kurulmuş olup Ak Hun-
lar’dan Önce epi büyümüş, sonra onlara haraç vermiş, onlar
çekildikten sonra yine güç kazanmış olan Valabhi devleti ve
Kuç ile Katiyavar yarımadasının bütünü, 641 yılına doğru, Har-
şa’nm egemenliği altına girer,,
Harşa’mn Çin’le siyasal münasebetleri olmuştur,, O, 647’
de ölür,,
Ünlü Çin’li gezeri ve Budist hacısı Hiung-
^ san£> Harşa devrinde Hindistan’da do­
laşmış ve gördüklerini yazmıştır, Yöne­
timi beğenmektedir, devlet gelirlerinin en önemlisi devlete ait
araziyi işliyen köylüden alman vergidir; bu, mahsûlün altı’da
birine varmaktadır; memurlara (tımar, ziamet biçiminde) toprak
verilmektedir; bayındırlık işlerinde zorla çalıştırılanlara ayrıca
para verilmektedir, vergiler hafif ve angariyalar azdır.. Her di­
nin keşiş ve fukarasına cömertçe para ve vakıflar verilmekte
ve sağlanılmaktadır. Ancak yol kesme ve adam soyma olayla­
rı çoktur ve bu Çin’li hacının da başına gelmiştir,,
İllerde, olayları kaydeden memurlar vardır ve Harşa’
nın bir de olay yazıcısı (vakanüvis) bulunmaktadır. Bu hüküm­
dar öğretime önem verirdi ve kendisi de tanınmış bir yazardı,
ve yazarları çok korurdu,,
90 HİNDİSTAN TARİHİ

H a r ş a v e d inHarşa, başlangıçta hem Siva’ya, hem güneşe,


hem de Buda’ya tapmakta idi (o devirde Buda
bir türlü mâbut sayılageldiği için tapma tâbiri pek mübalâğalı
değildir)., Son yıllarında ise daha çok Buda dinine bağlılık
gösterir ve Asoka ve Kanık’ın yolunu tutar. Harşa, başta Bu­
dizm’in eski Hinayana biçimine ve sonra da yeni Mahayana
biçimine eyginlik göstermiştir; hayvan öldürme tahditlerini de
yenilemiştir,
Genel olarak, Haı şa, her dine karşı saygı göstermiş ve hiç­
bir dine karşı baskıda bulunmamıştır; hattâ kendi soyu ve
sarayında türlü din ve mâbutlara bağlı kimseler yaşardı,
Ancak onun devrinden az önce, Orta Bengal kır alların­
dan Sasanka adında biri, Buda’nın, dibinde ışıklanmış olduğu
Bod-G aya'daki kutsal bilgi veya ışıklanma ağacını yakmış,
Pataliputra’da üzerinde Buda’nın ayak izleri bulunan taşı kır­
mış ve buna benzer tahribatta bulunmuştu. Bu, Brahmanlarm
ve Hindu dini mensuplarının Budizm’e karşı çetin bir tepkisi
sayılmalıdır; Harşa zamanında da Budizm’in, Hinayana ve Ma­
hayana hızıpları s atikleri arasında çok çarpışma ve acı tartış­
malar olmuştur.
Bütün bunlar, işbu devirde, dinî savaş zihniyetinin geliş­
mekte olduğunu gösterir, hattâ Harşa’nın Buda dinini üstün
tutmasına kızan bazı Brahmanlar onu öldürtmek için birini
kışkırtırlar, ancak o adam kıralı öldürmeden yakalanır,
Harşa, Çin’li hacı Hiuen - Tsang’ı çok sevmiş, demin de
dediğimiz gibi, onun da taraftar olduğu Budizm’in Mahayana
biçimine eyginlik göstermiş ve bu biçimi az çok da tehdid ve
zor kullanarak üstün bir duruma sokmuştur. Başkenti Kanavc’-
de işbu hacı şerefine ve onun dinlenilmesi için binlerce kişinin
bulunduğu (yalnız bilgin Buda keşişelerinden 4,000, Cena ke-
şişeleriyle Brahmanlar’dan 3,000 kişi bulunmuştur) büyük bir di­
nî toplantı yapar Kıral orada sayısız elmas, inci ve değerli
taş saçar ve değerli taşlarla süslenmiş binlerce ipek elbise da­
ğıtır (643),
Bundan sonra Cemne ve Gence sularının birleştikleri yer­
de (şimdiki Allahabad bölgesi) Harşa’nm beş yılda bir yap­
mak göreneğinde bulunduğu bir törene Çin’li hacı da çağrılır.
Orada Harşa’ya bağımlı bütün hükümdarlar ve 500,000 kadar
TARİHÎ OLAYLAR 91

kişi bulunur ; 75 gün süren bir sürü dinî tören yapılır ve bin­
lerce keşiş, Brahman ve saireye ve keza binlerce yoksullara pek
geniş ölçüde değerli taş, para, giyecek ve yiyecek dağıtılır.

XI. Harşa’nm dilimimden sonraki genel durum

Harşa’nın ölümünden sonra, çok geçmeden, büyük impa­


ratorluğu dağılır ve müslüman Turklerin Hindistan’a girişine
kadar (Gazne sultanı Sevük Tekin oğlu Mahmut devri) kuzey
Hindistan’da o çapta bir yerli devlet kurulmaz.
Arap istilâ ve akınlarımn ön gününde batı-kuzey Hin­
distan’ın durumunu gözden geçirelim.

K e ş m ir d e v l e t i ^ devirde (7 nci yüzyılın ikinci yarısı) Keş­


mir, güçlü bir devlet olup Taksila bölgesine
ve Pencab’m doğusundaki dağlıklara da egemendir (Hiuen-
Isan g ’a göre)
Yine ayni yazara göre başkenti Sakala
P e n c a p d e v le ti
(Siyalkot) veya oraya yakın bir yer olmak
üzere Bias ve Sint ırmakları arasındaki ülke ve Multan bölge­
si ayrıca bir devlet halindedir, Ancak bu devletin genel du­
rumu hakkmdaki bilgiler çok müphemdir; çünkü Pencap bazı
bazı Kabil’deki “ Türk şahı,, hanedanı ve Sint hükümdarları ara­
sında bölünmüş veya şu veya bu komşu ülkeye bağımlı
görünmektedir,
Bu ad Hindistan tarihlerinde, genel olarak,
raU arm ^^devletî ^ anl^ soyundan olup başkentleri Kabil’de
bulunan Kuşan hükümdarlarının devletine
verilir, işbu devletin sınırları pek belli olmamakla birlikte, Sint
ırmağı ile Hindu - Kuş ar asında kalan ve Kâbil’in doğusunda­
ki çetin dağlık bölgeden Büst - Kandahar ve belki de Seyis-
tan’a kadar giden yerlerin “Türk Şahı,, kır allar ma ait olduğu
sanılır, Bazen do Pencab’m önemli kısımları bu devlet içinde
bulunmuştur,
Ak Hun devleti Hindistan’a yerleştiği sırada, işbu “Türk
Şahı,, kıralları onun egemenliği altına girmişlerdi; Ak Hun dev­
leti dağıldıktan sonra bunlar yine bağımsız olurlar,,
92 HİNDİSTAN TARİHİ

Büyük Gök Türk devleti en çok Çin ifsadatı sonucunda


dağıldıktan sonra, Çinli’Ierin, Türkistan’ın önemli kısımlarına
egemen oldukları sırada sözü geçen “Türk Şahı,, kıralları Çin’e
bağlı olurlar (661 -665 yıllarına doğru); Çinli’ler Türkistan’dan
kovulunca işbu kırallar yeniden bağımsızlıklarına kavuşurlar.
Hicretten önce ve hicret devrindeki Hicaz Arap şairlerinin
andıkları (yukarıdaki Kuşanlar konusuna bakmalı) Kabil Türkle-
ri, Türk Şahî devletindeki Türkler’dir; yine yukarda dediğimiz
gibi, Çeçnâme’de adı geçen ve Sind devletine komşu olanTürkler
de bunlar olmalıdır.. Keza Halife Osman veya Muaviye devrinde
Seyistan’ı işgal eden müslüman Arapların yıllarca savaştıkları
genel İslâm tarihlerinde görülen Türkler, yine bunlar olmalıdır,,
Halife Harun -ü r-R eşid ve onun oğlu Me’mun zamanların­
da Kâbil üzerine birçok Müslüman (Arap ve İslâmlaşmış Türk)
akın ve seferi olur., Me’mun devrinde Kabil’de Kanık soyundan
Türk Kuşan Şahlarından biri, kısa bir zaman için ve daha çok
gör ünüşte, Halifeyi başbuğ tanır ve müslüman olur K
Daha sonraları, 871 yılma doğru, Abbasî Hilâfetinin güç­
süzleştiği bir sırada, Seyistan’da bağımsız bir duruma girmiş
olan Yakub ibn-Leys, Tarih-i Güzide’de adı “Kâbil Padişahı
Rutbil,,12 diye geçen zatı yener ve Kâbil’i (kent ve bir kısım
bölgeyi) ele geçirir,, Türk hükümdarı Sint, ırmağı üzerinde bu­
lunan Hind veya Vahind’e (Kalhana, bu yere Ubadhandapura
der) çekilir.,
Çok geçmeden veya hemen o sıralarda, Kanık soyunun
son hükümdarı Lagatorman’ı (bu ad El - Birunî’de vardır), Brah­
man olan Keller veya Kallar adındaki veziri tahttan indirip
yerine kendisi geçer.. Bu yeni soydan Toraman gibi Türk adı
taşıyan bir hükümdarın geldiğini ve tahta çıkınca Kamulaka-
ya adını aldığını Kalhana yazar (El-Birunî, Kamalu demektedir)3,,
Böylelikle Hindistan tarihlerinde genel olarak “Türk Şahî
Hanedanı,, diye anılan hanedan yerine yine aynı tarihlerde

1 Butun bu olaylar hakkında Taberî, İbnül*Esir ve genel İslâm tarih*


lerinde ayrıntılar vardır., İslâm Ansiklopedisi’ndeki «Afganistan» ve «Kâ-
bil» adlı yazılara da bakmalı (Fransızca).,
3 Bazı nüshalarda ve ez cümle «Gibbs Memorial» külliyatında teksir
edilen yazmada “ Tenbel,, denilmektedir..
3 Müphem ve karışıktır.. Bak: Vaİdya c. 1 , s„ 201 „
TARİHÎ OLAYLAR 93

“Hindu Şahı Hanedanı,, diye anılan hanedan geçmiş olur,, (870)..


bu yeni hanedan Gazne sultanı Sevük Tekin oğlu Mahmud
devrine kadar tahtta kalacaktır (1026),.

Harşa’nın son yıllarına doğru Sint ülkesinde güçlü zen-


n gin ve kalabalık bir devlet vardır, Beluçistan da ona
bağımlıdır,, Başkenti Aror (veya Alor) dur (Rohri’nin az gü­
ney - batısında, Şukur veya Sakar bölgesinde).,
Hükümdarı Buda dinine girmiş Sihras Rai adında bir
Sudra'dır.. 644 yılma doğru Araplar Makran’a (Beluçistan) sal­
dırırlar; Sihras Rai savaşta ölür ve Makran İslâm ülkelerine
katılmış bulunur. Sihras Rai’yîn oğlu da iki yıl kadar sonra
Araplarla savaşırken ölür,,
Ondan sonra saltanat bir sürü çarpışma ve iç savaş
sonucunda Çeç adında bir Brahman’a geçer ve o, 40 yıl kadar
saltanat sürer..
Devleti Keşmir’e kadar uzanmaktadır ve onun birçok
başarılı seferleri vardır; Turan’a ve Türkler’e karşı da savaşır..
Bunlar, Sint ve Pencab’ın kuzeyinde bulunan dağlık bölgedeki
Türkler (Kuşan Türkleri) olmalıdır, çünkü Çeçnâme bu seferi
anlatırken Çeç’in Kandahr bölgesini istilâ ettiğini yazar (bu
adı şimdiki Kandahar’dan çok Pişaver ■Taksila bölgesine veri­
len Gandara adile ilgili saymalıdır),,
Çeç öldükten sonra oğlu Dahir, birçok savaş sonucun­
da tahta yerleşebilir.,

A r a p la r ın sind’i ®nc* yüzy^n başlarında Emevi’lerden Velid’-


i s t i l â e t m e l e r i m halifeliği ve Haccac’m Irak ve Horasan va­
liliği sırasında, özü türlü türlü anlatılan bir
korsanlık olayı yüzünden Haccac, Dahir’den tarziye ve zarar
ziyan ister, Dahir’in suçlularla ilgisi olmadığı ve onlara karşı
elinden birşey gelemiyeceği yolundaki karşılığı üzerine Haccac,
Sind’in o vakit başlıca limanı olan Debul’e karşı (Tette'nin
40 km, kadar güney - batısında) iki kere ordu gönder irse de
bunlar bozulur,,
Haccac’m kendi damadı Muhammed ibn Kasım’ın komu­
tasında gönderdiği üçüncü ordu Debul’ü kuşatır ve içerden
edindiği adamların da, hiç olmazsa mânevi yardımiyle, orayı
alır (711 sonbaharı),,
94 HİNDİSTAN TARİHİ

Kesin vuruşma, 712 haziranında Nirun’a (Sint Haydara-


bad’ı dolaylarında) yakm bir yerde, Sint ırmağının Mihran de­
nilen ana kolu Araplar tarafından aşıldıktan sonra yapılır,, 50000
atlısı olan Sind ordusu bozulur ; Dahir’in bindiği file, ucunda
gaz’a batırılıp tutuşturulmuş pamuk bağlı olan bir okun sap­
lanması ve filin delicene kaçması, sonradan yine savaşa katılan
Dahir’in vuruşma sırasında ölmesi, bu bozgunda önemli tesir
yapmıştır, İkinci bir bozgundan sonra Sİnd devleti, toplu ve
başarılı bir karşı koymada bulunamaz bir duruma girer ye
Araplar için iş, türlü kent ve kurganların kuşatılıp düşürülme­
sine kalır., 713 yılında Multan alınır ve oradan denize kadar
olan yerler (Sint ülkesi) hilâfet ülkelerinin bir ili olur.. Arapla­
rın bundan sonraki savaşları daha az önemli özdedir, ve epi
uğraşlarda bulunurlarsa da artık Hindistan’daki ülkelerini pek
genişletemezler.
871 yılında Abbasî halifeleri güçsüzleşmiş bir durumda
iken, iki Arap emîri, merkezleri Mansuıa ve Multan olmak
üzere, aşağı ve yukarı Sint’te, sözde halifeye bağlı kalmakla
birlikte, gerçekten müstakil olurlar.. Bu durum, 11 inci yüz yıl­
ın başlarında Gazne sultanı Sevüktekin oğlu Mahmud zama­
nına kadar sürer,,

A r a p la r ın S in t ’t e - ° vakite kadar müsiüman Araplar , ele ge-


k i d in î s i y a s a l a r ı Çedikleri yerlerdeki halkı genel olarak
Müslüman olmıya çağırır kabul etmiyenle-
ri, eğer “Ehl-i Kitap’tan yani “Kitap Sahip,, lerinden iseler (Hı­
ristiyan ve Yahudiler) cizye’ye (kişisel vergi) bağlarlardı -
“Ehl-i Kitap’tan olmayanlar ise öldürülürdü,, Ancak, Peygam­
berin her vakit böyle davranmadığını ve bu gibilerini behe-
mahal öldürtmeyip bazen onlardan da cizye almış olduğunu
bildiren gelenekler de vardı, Muhammed ibn Kasım, Debul’de
genel usulü yürütür ve müslüman olmak istemiyenleri kılıçtan
geçirirse de, ondan sonra, Hindu’ları cizye’ye bağlamakla
yetenır
Bazı Avrupalı yazarlar bunu yapabilmek için Zerdeşt’in
yazılarını veya türlü Hindu kutsal kitaplarını Tevrat ve İncil
ayarında tutmak ve böylelikle Hindu’ları da “Ehl-i kitaptan,,
saymak gibi bir “şer’î hile,, yoluna gidilmiş olması ihtimalini
TARİHÎ OLAYLAR 95

ileri sürmüşlerdir. Ancak Peygamberden kalma bazı gelenekler


ve nisbeten ufak bir ordu ile koskocaman bir acun içine dal­
mış olmanın zaruretleri, Muhammed ibni Kasım’ın davranışını
izaha yeter sanırız..
Bugün Sint ili, Müslüman nisbeti en yüksek olan Hin­
distan illerinden biridir.

XII. Gurcar veya Gucar*lar ( Guzar, Hazar )


Bunlar 8 inci yüzyılın son yarısından 10 uncu yüzyılın
başlarına kadar kuzey Hindistan’ın en güçlü devletinin başında
bulunacaklar ve Harşa’nm eski başkenti olan Gence üzerindeki
Kanevc’i kendilerine başkent yapacaklardır..
Başlıca Gucar devletleri arasında ilk olarak Kambey kör­
fezi üzerinde Broç’da küçükcene bir devleti anacağız; M» s..
580 den 734 e kadar sür müştür (bu tarihlere pek güvenilemez).,

Yukarıda sözü geçen Broç devletinin bir Gücar


P arih ar’larm devleti olduğunda aykırılık (ihtilâf) yoktur., Şim-
d ev letT ^ andığımız devlet, başkenti Harşa’nm eski
başkenti Kanevc olmak üzere, 200 yılla yakın
bir süre boyunca kuzey Hindistan’ın batı ve merkezinin büyük
bir kısmının egemeni bulunmuş, Gazne sultam Sevük Tekin
oğlu Mahmut zamanına kadar önemli bir devlet olarak kalmış
ve o devirde ortadan kalkmıştır,, Bu devlet Parihar veya (Pra-
tİhara) ların Kanevc devleti diye anılır., Onun bir Gücar ve
genel olarak kuzeyden gelme bir ulus ve hanedanın devleti mİ,
yoksa yerli bir devlet mi olduğu üzerinde çok tartışma vardır,

P a r i h a r l a r h a n - Profesör Dr, D, R„ Bhandarkar (Sör R„ G„


gi u lu s ta n Bhandarkar ile karıştırılmamalıdır) başta, ha­
ld ile r 21 Hintli ve Sör V, A. Smith ile bay Kruk
(Crooke) gibi bazı İngiliz tarihçiler, şu dört Racput oymağının:
Pavar (Paramara), Parihar (Pratihara), Çavhan (Çahumana) ve
Çavlukya veya Solmanki oymaklarının Gucar olduklarını ileri
sürmektedirler
Bu dört oymağın özelliği, bazı geleneklerin 1 onları “Ağ-
nikula,, yani ateşten doğma veya gelme diye anması ve güney

* Çend'in “Pritvirac Rasa,, adlı destanı (B, Vaidya e II, s 12)


96 HİNDİSTAN TARİHİ

Racistan’da Mont Abu ( Abu d a ğ ı) ’da bulunan bir adak ate­


şinden çıkmış saymasıdır. Bu efsaneyi birçok tarihçi, onların
aynı kökten ve Abu Dabi’nin bulunduğu güney Racistan’dan
gelme olduklarına ve adak ateşinden geçerek temizlenmiş
ve Hindu “Kast,, usulü içine girmiye liyakat kazanmış yaban­
cılar bulunduklarına işaret saym ışlardır1,,
Her ne ise bunların kuracakları büyük devletle doğrudan
doğruya temasa gelen veya devirlerine kadar yaşıyan gele­
nekleri toplıyan Müslüman yazarların eserleri ilk görüşü, yani
bu oymakların Gucar oldukları görüşünü berkitmektedir.
Meselâ 9 uncu yüzyılda yazan Mes’udî bu devlete “Cüzr„
devleti demektedir2 3; bu ise “ Guzr „ ve Guzar’m karşılığı sa­
yılmaktadır8 Fiı İşte de (c. I„s„54), Delhi kentinin kurulmasını,
üzerinde durduğumuz Kanevc devleti devrinde Racputların
“Turan,, taifesine atfeder (Hicrî 307, Milâdî 919-920) 4 *.
Gücar’ların Güz (Oğuz) veya Hazar’lar oldukları üzerindeki
düşünceleri daha önce anmıştık,,

P a r i h a r i a r m Bu devlet, Gucar Racputlanndan Parihar veya


D e v le tiy le Pratihara adını taşıyan bir oymağa mensup
ilg ili t a r i h i Nagabata I (725-740) adında biri tarafından, en
o la y la r büyük ihtimale göre, Racistan’da Marvar’da
kurulur,, Kendisi put kıran Araplara karşı bazı başarılariyle
övünmektedir.
Bu hanedanın dördüncü hükümdarı Vatsaıaca (770-800),
780 e doğru Kanevc’i ele geçirir..
Onun oğlu Nagabata II (800-825) Kanevc imparatoru
ve kuzey Hindistan’ın büyük bir kısmının da üstün hiiküm-

1 Bk. ezcümle : V.. A.. Smith, s, 428,


Bu oymakların Gucar olduğuna ve Gucsrlar’ın yabancılığına karşın
düşüncelerin topu Vaidya’da birkaç bölümde uzun uzadıya anlatılır (ez-
eümle, c.. II, kitap III, bölüm IH ve IV ve kitap IV. b IV ; bibîiyorafiya’-
ya bakmalı.
2 Elliot ; c. I, s. 4,
3 Bazı Arap lehçelerinde <c» nin “G,, gibi okunduğu da hatırda tu­
tulmalıdır.
4 Bu olay türlü türlü anlatılır, yukardaki yazı, bunlardan birini anmış
olmak için konulmuştur.
VH. Y ÜZY IL DA HİN D İSTAN HARİTA:
TARİHÎ OLAYLAR 97

dan görünmektedir; Kanevc’i 810 yılına doğru kendine baş­


kent yaptığı sanılmaktadır,,
Savaştığı ve kurganlarını aldığı devlet veya uluslar
arasında Turuşka (Türk) ların da adı geçer, Bunların hangi
Türkler olduğu kestirilememektedir, Kuzey Hindistan’ın bir
kısmında kalmış Türk-Turuşka adını taşıyan bir Türk devleti­
ne mensup olabilecekleri gibi bazılarının ileri sürdükleri veçhile
Sint’teki Arapların kullandıkları Türk askerleri de olabilirler,
Devletin en güçlü hükümdarı Boca I ünvanile ünlü olan
Mihira’dır (840*890)., Devleti, doğuda Benares bölgesine kadar
Gence ovasım, Gvalyor bölgesini, Sütlec ırmağının güneyinde
kalan yerleri, Racistan’ın büyük bir kısmını ve belki de Gü-
cerat, Malva ve Katiyavar yarımadasını kapsamakta idi. Her
halde bu son üç ülke onun oğlu ve torunu zamanında Kanevc
devletinin içinde görünür., Belki de şimdi Bundelkent adını
taşıyan bölge de ona bağımlı idi.,
Boca’nın doğuda, birleşmiş Bengal ve Bihar devletlerinin
kıralı Devapala ile savaşları olmuştur ; FCuzey-batıda Sint’teki
Araplarla da savaşır, O devirde Dekken’e egemen olan
Raştrakuta hanedanı ile de savaşları vardır; bu sonuncular
Araplarla dost ve bağlaşık görünmektedirler..
Boca, rnsan kılığına girmiş mâbut Vişnu olduğu iddia­
sında da bulunmuştur.
Onun yerine geçen oğlu Mahendrapala (890-908) devletin
büyüklüğünü korur, hattâ Magada (Bihar ve Bengal) ülkesinin
de, bir süre için olsun, onun devleti içinde bulunduğu sanıl­
maktadır.
Ünlü şair Racasekara onun hocası (Guru) idi,
Mahendrapala’nın oğlu Boca II tahtta ancak iki yıl kalır
ve yerine kardeşi Mahipala geçer (910-940).. Onun zamanında
devlet dağılma devrine girer, Dekken’e egemen olan Raştra­
kuta hanedanından İndra III, 916’da bir ara Kanevc’i bile
alırsa da orada uzun müddet tutunamaz, ancak devlet bir­
çok illerini kaybedip ufalır ve ufak kalır,,
Bu hanedanın son hükümdarı Racyapala (990-1019), Gazne
sultanı Sevük Tekin oğlu Mahmud’a karşı birçok Hindu
hükümdarla bağdaşmıştı., 1019 başlarında Mahmut, Kanevc
önüne gelir, o gün kurganı alır ve Racyapala ona boyun
Hindistan Tafiki 7
98 HİNDİSTAN TARİHİ

eğer ve onun egemenliği altına girer. Mahmut, Gazne’ye


dönünce öbür Hindu hükümdarlar Racyapala’yı hain sayar,
ona karşı savaşır, onu yakalar ve öldürürler.
Böylelikle Gucar’ların Kanevc etrafındaki Pratihara dev­
leti, bu hanedanın elinde şurada burada tek tük beylikler
kalırsa da, sona ermiş olur.
Bu oymağın Gucar Racputlan’ndan olduğunu
Pavar (Parama- yukarıda görmüştük. Bu oymağa mensup Up-
Malva devTeti eıM*ra ve^a K a n a ra ca adında biri 820 yılına
doğru Malva’da bir devlet kurar ve bu dev­
let 1060 yılına kadar güçlü bir durumda kalır
Bu hanedanın 7 inci hükümdarı Munca (974-975) hem
savaşçı, hem de edip ve şair diye ünlüdür, Savaşları en çok
Dekken’ın Çavlukya kıratlarından Tayla ll’ye karşıdır, Sonda
bir vuruşmada tutulur ve öldürülür Ünlü edip ve bilginlerden
Danamcaya ve Danika onun maiyetinde bulunmuşlardır,
Yerine geçen Boca da (1018-1060), hem savaşçı hem de
edip ve bilgin diye ünlüdür ; Sevük Tekin oğlu Mahmut ile
bir savaşı olur. 1060 da, aralarında bağdaşmış olan Gücerat
ve Çedi kırallan onu yenerler. Bundan sonra hanedan ve dev­
let ufalmış ve sönük olarak kalır, 13 üncü yüzyılın başların­
da Malva’da egemenlik, yine Gucar Racputlarfndân olan Çav-
han oymağının eline geçer»
Bu devletin en ünlü hükümdarı ve Hinduluğun
Ç a v h a n ’I a n n müslümanlara karşı en büyük kahramanlarından
S a m b a r dev- j2 inci yüzyılın ikinci yarısında yaşamış
^bölgesi)** °^an F>r*^v^raca veya Ray Pitora’dır. Gur sulta­
nı Muiz - üd - Din Muhammed’e karşı savaşlariyle
çok ün kazanmıştır (1191-1192). İlerde kendisi yine alınacaktır,
Böylelikle Kuzey Hindistan’ın başlıca Gucar-Racput dev­
letleri anılmış olur.

X III. K u z e y H i n d i s t a n ’d a k i ö b iir d e v l e t l e r
Keşm ir Önce Morya, sonra da Kuşan devletlerinin bir ili veya
bağımlı bir ülkesi bulunmuş olan Keşmir’in kendi tarihi,
ancak 7 inci yüzyılın ilk yarısından itibaren bilinmektedir.
Orada Durlabavardana adında biri Karkota hanedanını kurar.
TARİHÎ OLAYLAR 99

Keşmir en çok, çetin bir dağlık ülke olması ve kuzeyle Hin­


distan arasındaki geçit yollarının üzerinde bulunmaması dola-
yısiyle genel Hindistan tarihinin dışında yaşamıştır,, En ünlü
kıratlarından Lalitaditya (Muktapida) istisnaen onu çok büyütür,
740 yılına doğru Kanevc hükümdarı Yasovarman’ı (Parihar’lar-
dan öncedir) daha sonra Tibetli’leri ve Kuşan T ürkierini yener.,
1339 da oraya bir müslüman hanedan yerleşecektir..

Gence’nin yukarı ve orta ovalarının kuzeyinde­


N ep al d e v l e t i
ki Himalaya dağlık bölgesinde bulunan bu ülke,
Gence ovasında büyük Hint devletleri teşekkül etmiş bulun­
dukça (Asoka ve Guptalar zamanlarındaki gibi) onlara bağımlı
görünmektedir.
7 inci yüzyılda Nepal, o sıralarda büyük bir devlet olan
Tibet ile Harşa devleti arasında bir türlü yastık rolünü ( etat-
tampon) oynamaktadır,,
Harşa’nın ölümünden sonra Nepariiler Tibetli’lerle birlikte
Harşa devleti içindeki iç savaşlara katılırlar, o sırada Nepal’da
Takuri hanedanı tahttadır ve devlet Tibet’e bağımlı görünmek­
tedir,, 703 e doğru bu bağımsızlıktan kurtulacaktır,
Nepal, coğrafî durumu dolayısiyie, genel olarak, Hindistan
tarihi olaylarının dışında kalmıştır ; 1769 da, hâlâ oraya ege­
men olan Gurkalar, işbu ülkeyi ele geçirirler,,

Ortaçağda Cecakabukti a d ı, Cemne ile Nar-


C e c a k a b u k t! v e
Ç ed i d e v l e t le r i bada ırmakları arasındaki ülkeye verilirdi
( şimdiki Bundelkent), Çedi ülkesi onun güne­
yine düşer,,
ilk ülke Kanevc hükümdarlarından Boca I ile oğul ve
torunu zamanında işbu Kanevc devlet içinde veya ona bağımlı
görünür. Onuncu yüzyılın ilk yarısında Cecakabukti ülkesine
egemen olan Çandel (Çandela) hanedanı bağımsızlığını elde
etmiştir ve güçlü bir devletin başındadır.,
Bu hanedanın en ünlü hükümdarı Danga’dır (950 - 999),. O,
Sevüktekin’e karşı savaşan ve Kuram ovasında (Kurmadere)
bozulan Hindu hükümdarlarından biridir,,
Onun oğlu Ganda (999 -1025), Sevuktekin oğlu Mahmud’a
karşı türlü savaşlara katılmış ve bozulmuştur.. Mahmud’a boyun
100 HİNDİSTAN TARİHİ

eydiği için Kanevc hükümdarı Racyapala’yı yakalayıp öldüren


bağdaşık Hindu hükümdarların başında bu Ganda vardı Ancak
kendisi de Mahmud’a boyun eymek ve Kalincar kurganında Ona
bağımlı olmak zorunda kalacaktır..
Ganda’dan sonra işbu ülke ve bölgede egemenlik gü­
neydeki Çedi bölgesinin Kalaçuri hanedanına geçecektir,

B e n g a l 1 v e Bihar’ın Kuzey Hindistan’ı kaplıyan birkaç büyük


B ih a r devletin (Morya ve Gupta gibi) beşiği olduğunu
yukarıda görmüştük,. Bengal’in eski ve ortaçağ tarihi ise pek
az bilinmektedir.,
7 inci yüzyılın ilk yansında Bengal, büyük ölçüde
Harşa devletinin içinde id i; Harşa’nm ölümünden sonra yerli
Raca’lar şurada burada hüküm sürerler,, Bengal gelenekleri,
Adısura adında bir kiralın, Buda dininin üstün gelmesi üze­
rine sönmüş ve unutulmuş olan Hindu göreneklerini yeniden
canlandırmak için Kanevc'den beş Brahman getirttiğini bildi­
rirler,,
730 yılına doğru Gopala adında bir küçük başbuğ Ben-
gal’deki karmakarışık durumu sona erdirmek göreviyle kıral
seçilir; kurduğu hanedana Pala hanedanı denir.
Gopala, güney Bihar’ı da fetheder. Halefi Darmapala’nın
kısa bir süre için devleti Delhi bölgesine kadar yaydığı sanılır.,
Bu hükümdar bir zamanlar Asoka’nın başkenti olan Pataliput»
ra’da (Patna) oturur., işbu kent, Çinli Hacı Hiung-Tsang onu
gördüğü vakit (7 inci yüzyılın ilk yarısı), yıkık idi ve içinde
bin kişi kadar oturan bir köy durumuna düşmüştü,. Darmapala
810 yılına doğru oraya yerleştiği sırada işbu kent az çok
kendini toplamıştır.
Pala hanedanının üçüncü hükümdarı olan Devapala bu
spyun en güçlü ve başarılısı sayılır; Asam ve doğu Dekken’de
Kalinga ülkeleri onun zamanında fethedilir,,
Bu üç hükümdar da Buda dinine bağlı idiler.
Onuncu yüzyılın ikinci yarısında Bengal ve Bihar, Kam-
boca adı verilen dağlıların, kısmen olsun, istilâsına uğrar,,
Pala kırallarının 9 uncusu olan Mahipala I (978-1030) bu
dağlıları kovar ve devletin eski gücünü canlandırır,. Çok sevi-
1 “ Bengile,, diye de okunur.
TARİHÎ OLAYLAR 101

ien bir hükümdar olup onun için yapılmış türküler bugüne


kadar halkın ağzında yaşamaktadır. Dekken’in Çola kırallariyle
savaşları o lu r,. Tİbet’de Buda dininin yeniden yerleşmesine
yardım ve tesiri olmuştur,.
Ondan sonra bir karmakarışıklık devresi vardır.
Ramapala (1084-1130) adında bir kır al devletin güç ve
büyüklüğünü yeniden berkitir. Asam ona bağımlıdır.
Bu kişi Pala hanedanının son güçlü hükümdarıdır.
Küçük bir beyliğin başında bulunan Vicayasena (1070-
1108) adında bir kişi, Bengal’in büyük bir kısmını Palalar’dan
alır ve kendi hanedanını (Sena Hanedanı) onların yerine ge­
çirir, Bundan sonra Palalar’dan bazıları ancak ufak beyliklerin
başında görünürler,,
Bu yeni hanedan Brahmanları tutacak ve Buda dinine
karşın durum alacaktır,,
Vicayasena’nın oğlu Vallalasena, Ballal Sen diye daha ün­
lüdür (1108-1119), “Kast,, usulünü yeniden düzenlemiş ve Ga-
ur veya Laknavti kentini kurmuş olmakla tanınmıştır., Ancak
bu kentin daha eski olduğu sanılır,,
1197 ve 1198 yıllarında, Kut b- ud- Di n Aybey’in Delhi’de
genel valiliği sırasında, Bihar ve Bengal, onun komutanların­
dan ve Kalaç beylerinden Bahtiyar oğlu Muhammed tarafından
peh az adamla fethedilir ; işbu komutan başkent Nudia’ya 18
kişi ile girer ve son kıral Lakşmanasena güçlükle kaçabilir;
böylelikle Bengal ve Bihar’ın Hindu devleti sona erer,,
Sena hanedanı Hindu dini lehinde Budizm’e karşı çok
baskıda bulunmuştur.

Bengal’in kuzey doğusunda bulunan bu ülke-


^ m ^ d e v le H 8" n*n es^ hakkında pek az bilgi vardır.
Gupta devletinin dışında kalmış, ancak ona ha­
raç vermiştir,, Harşa devrinde de ona az çok bağımlı görünür,
1204 de yukarda sözü geçen Kalaç beylerinden Bahtiyar
oğlu Muhammed, Asam’ı istilâ eder ( bu olay ilerde anlatıla­
caktır ),,
1228 yılma doğru ülke Ahom oymağının egemenliği altı­
na girer,
102 HİNDİSTAN TARİHİ

X IV . D e k k e n 1 Devletleri
Milâttan sonra 3 üncü yüzyılın başlarına kadar bu ülke­
nin en güçlü devletinin Andra devleti olduğunu yukarıda gör­
müştük. Ondan sonrası için 6 inci yüzyılın ortalarına kadar
Dekken tarihi hakkında pek az şey bilinmektedir.

Ç a v lu k y aBu ad yukarıda sözü geçen Gucar Racputları’nm


d e v le ti ^^r(. oymağından birinin adıdır. M, s. 550 yılına
doğru bu oymaktan Pulakesin adında bir küçük başbuğ şim­
diki Bicapur bölgesinde bulunan Vatapi (şimdiki Badami)
kentini (Goa dolayları) ele geçirir ve orada bir devlet kurar,
At adak etme törenini yaptığı İçin, o bölgenin olsun üstün
hükümdarı olmak iddiasında bulunduğu sanılmaktadır.,
Bazı iç didişmelerden sonra 608 de tahta çıkan Pulakesin
II devletini Dekken’in en güçlü devleti yapar; Doğu Dekken’de
Godavari ve Krişna (Kistna) ırmakları arasındaki yerleri de
fethedip oraya kardeşini yerleştirir ve bu kişi az sonra bağım­
sız olup Doğu Çavlukya hanedanım kurar., Bu hanedan 1070
de Çola’larla birleşecektir,
Çavlukya devleti genel olarak Dekken’in ortasını ve
kısmen de batısını kaplardı
Yukarda andığımız gibi Harşa ile savaşan bu Pulake­
sin Il’dir, Onun İran hükümdarı Hüsvev II ile siyasal müna­
sebetleri olmuştur,
Acanta mahzenlerindeki resimlerin en ünlüleri onun dev­
ri ndendir
Pulakesin II, 642 de, daha önce birçok defa yendiği
Güney Dekken’in doğusuna egemen olan Pallava’iara yenilir,
başkenti onların eline düşer ve belki de kendisi onlarca
Öldürülür ; bunun üzerine Pallava’lar bir süre için Güney
Dekken’in üstün devleti olurlar.,
655 yılına doğru Pulakesin H’nin oğlu Vikramaditiya I,
Çavlukya hanedanının durumunu düzeltir, 674 de Pallava’ları
bozar ve başkentleri Kançı’ya (Konciveram) girer., Bu Çav-

1 Bu kelime Narmada ( Narbada) ırmağının güneyindeki ülkeler için


kullanılır. Bazen yarımadanın en güney kısmı bunun dışında sayılır,,
«Dakkan,, diye de okunabilir
TARİHÎ OLAYLAR 103

lukya-Pallava savaşı uzun bir süre için Dekken’de başlıca


siyasal olay olacaktır,
İşbu Vikramaditya I zamanında Çavlukya’ların bir kolu
Gücerat’a egemen olur ve orada bir hanedan kurar;
Dekken’de Çavlukya’lar devrinde Buda dini gitgide
söner ve Brahmanik Hindu dini ile biraz da Cena dini güç
kazanır;

753 (?) e doğru Dekken’in yerlisi olduğu


sam*an Raştrakuta oymağından Dantidurga
adlı biri Çavlukya devletinin başına geçer,
çok geçmeden Raştrakuta hanedanının bir kolu Gücerat’ta da
bir beylik kurar;
Bu hanedanın en ünlü iki hükümdarı Govinda III (793-815)
ve Amogavarşa ( 815-877 ) dir; Birincisi devleti, kuzeyde Vin-
diya dağlarından güneyde Kançi ırmağına kadar yayar. İkin­
cisi, Arap yazar ve gezmeni tüccar Süleyman’ın Silsile-tüt-
Tevarih’inde Bal hara 1 diye adı geçen zattır; Süleyman onu
devrin büyük hükümdarlarının dördüncüsü olarak göstermekte­
dir (Bağdat Halifesi, Çin Fagfur’u ve Kostantiniye ( İstanbul )
Kayserinden sonra),
Yine bu hanedandan Indra III (914-916), yukarda da gör­
müş olduğumuz gibi, kısa bir süre için Kanevc’i ele geçirir
Raştrakuta’ların Dekken’in üstün devletinin başında bu­
lundukları devir, Arapların Sind’e yerleştikleri ve Hindistan’daki
ülkelerini genişletmiye uğraştıkları devirdir. Onların kuzeyden
ve kuzey-batıdan saldırdıkları Hint devletlerine Raştrakutalar da
güneyden saldırdıkları veya onlarla çok kere savaşadurduklan
için Araplarla Raştrakutalar tabiî bağlaşık durumunda idiler,.
Bunun birçok Arap ve müslüman tüccar ve gezmeninin Dek-
ken’e gidip gelmesine ve arada önemli bir deniz ticaretinin
gelişmesine tesiri olmuştur; Ellora’daki ( Nasik Doğusu) kaya
içinde oyulmuş Kaylasa mâbedİ bu hanedandan Krişna I zama­
nında yapılmıştır ( 8 inci yüzyılın ikinci yarısı).

1 Vallabha Ray (sevilen hükümdar) unvanından bozma.


104 HİNDİSTAN TARİHİ

Ç a v lu k y a h a n e - yılında Çavlukya’lardan Tayla veya


973
Tay lapa II (973-997) adında biri son Raşt-
d a n ım n y e n id e n
rakuta kıralı olan Kakka H’yi devirir ve
d e v le tin b a ş ı n a
geçm esi devletin başına geçer; bu yeni kırallar zin­
cirine Kalyan Çavlukya’ları denir,
1000 yılında Çavlukya’lann ülkesi Çola ( Krişna veya
Kistna ırmağının güneyinde egemendirler) kır allarından Raca-
raca tarafından istilâya uğrar ve çok tahribat görür,
Bu devletin en ünlü hükümdarı Viktamanka veya Vikrama-
ditya VI (1076-1126) dır.. Bilhana’nm şiir olarak yazdığı tarihin
kahramanı bu kıraldır. Keza büyük Hindu hukukçu Vicnanesvara,
Mitakşara adlı eserini onun zamanında yazmıştır,
Vikramaditya VI ’dan sonra ikinci Çavlukya devleti çökmiye
koyulur, 1190 yılına doğru kuzeyde Yadava hanedanının (baş­
kentleri Devagiri veya Deogarh’tır; bu kent daha sonra Tuğ-
luk’ların Devletabad’ı olacaktır) ve güneyde Hoysala’iarm
(şimdiki Maysor ülkesine eğemendirler) büyümeleriyle ufacık
bir beylik durumuna düşer,

Ç avdukya devletinin son yıllarında Siva’ya tapan»


L ln g a y a t
m ezhebi Veda'ların hükümlerini tanımıyan, yeniden doğ-
mıya (tenasüh) inanmıyan, dul kadınların yeniden
evlenmesini doğru bulan, Brahman düşmanı bir hizip türer ve
Buda ve Cena dinlerinin o bölgelerden hemen büsbütün sökül­
mesinde önemli tesirde bulunur, Bu hizip Dekken’in batı kıyı­
larında bugüne kadar önemli bir durumdadır,

Bu hanedana mensup başbuğlar, şimdiki Maysor


H o y s a la 1ar |jölsresincie
Önem kazanmış ve 12 ve 13 üncü
yüzyılda Dekken’in güçlü devletlerinden birinin başında bu­
lunmuşlardır, Bunlardan ilk önemli hükümdar Bittideva veya
Bittiga’dır (1111*1141). Çola, Pandya ve Çera racalarım
yenmiş ve devletini çok genişletmiştir. Kendisi ünlü dinî önder
Ramanuca’nın müridi olup Vişnuizm’e girmiş ve kendisi de
Vişnu adım almıştır.
Hoysala kırallarından Narasinha II, Triçonpoli’yİ de almış­
tır (1223),
Konarak (veya Kanarak) tâki (Puri’nin 30 km, kadar
kuzey-doğusu) Güneş mâbuduna ait ünlü mâbetin (siyah
TARİHÎ OLAYLAR 105

Pagod) yapılması ona atfedilir; ancak bu yon üzerinde tar­


tışma vardır,,
1310 da Hoysala devleti Delhi sultanı Ala-üd-Din Kalaç’ın
orduları tarafından devrilir..

Bunlar başta, Çavlukya’lar devletine bağ-ımlı ola-


Y a d a v a lar
raj^ Devagiri ( Deogarh , Devletabad ) etrafında
ve işbu kentle Nasık arasında bulunan bir beyliğin başında
görünürler.,
Bunlardan ilk ün kazanan Billama’dır, 1191 de Hoysala*
larla savaşırken ölür,
Bu hanedanın en güçlü hükümdarı 1210 da tahta çıkan
Singana’dır,, Gücerat da dahil olmak üzere birçok ülkeyi istilâ
eder ve uzun sürmiyen büyük bir devlet kurar.,
1294 de, o sırada Kara (Allahabad’ın batısında) valisi
bulunan Ala-üd-Din Kalaç, Devagıri’ye girer ve o zamanki
Yadava racası Ramaçandra’dan pek çok para, elmas ve saire
kopartır., 1309*da Ala-üd-Din’in sultanlığı sırasında Yavana
devletî fethedilir, Bu olaylar ileride daha ayrıntılı olarak
anlatılacaktır,,

XV. G ü n e y Dekken devletleri


Krişna (Kİstna) ırmağının güneyine düşen kısma "Güney
Dekken,, denir ve bu ülkenin halkı Dravitlerin Tamil zümresi­
ne mensuptur K Uzaklığı dolayısiyie bu ülke uzun zaman ve
her bakımdan (din, soysal durum ve saire) Hindistan’ın öbür
yönlerinden ayrı yaşamıştır,,
Ezcümle milâttan sonraki ilk yüzyılda daha “ Kast „
usulü oraya yerleşememiştir; din ise, genel olarak, bir türlü
“şeytana tapma,, biçiminde kalmıştı
Biber gibi baharatın ve inci ve gökçel zümrüt (akua
marina) gibi değerli taşların bu bölgede bol olması, tâ Roma
İmparatorluğu devrinden b e r i, oranın birçok Doğu ve Batı
ülkeleriyle ticaretinin gelişmesine sebep olmuştur.,

1 Veya Tamil dili konuşan zümreye mensuptur Daha kuzeyde Ori-


sa’ya kadar giden doğn Dekken bölgesinde Dravitlerin Telegu dili konu­
şan zümresi yaşar
106 HİNDİSTAN TARİHİ

Güney Dekken’in başlıca devletleri şunlardır:


1) Dekken’in güney ucunda, Seylan adasına bakan doğu
kıyıda, Pandya devleti,
2) Onun kuzeyinde yine doğu kıyıda Çola devleti
3) Dekken’in güney ucunda, batı kıyı üzerinde Çera ve­
ya Kera’la devleti,
4) Daha kuzeyde ortaya doğru Pallava devleti,
Bu dört devletten, genel Dekken tarihi üzerinde tesiri
olanları bilhassa son ikisidir; Bunları kısaca anmakla yetine­
ceğiz,

Ç o la d e v l e t i Milâdın 2 inci veya


üçüncü yüzyılından önce­
ye ait efsane ve gelenekler Pandya, Çera ve
Çola’Iar arasında bir sürü savaştan bahseder: Karikala
adında bir Çola kıralı, Seylan adasını fethetmiştir
4 üncü yüzyılda güney Dekken’de, Pallavalar üstün
durumdadırlar ve Çola bölgesinin içinde Kançi kentinde (şim­
diki Konçiveram, Madras’m güney-batısı) bir Pallava kıralı
hüküm sürmektedir, Bu durum 8 inci yüzyıla kadar aşağı yu­
karı böyle kalır,, Ve Çolalar genel olarak Pallavalar’ın ve
güneyden de Pandyalar’ın baskısı altında bulunurlar., İşbu
yüzyılın başlarında Çavlukyalar’la Pallavalar arasındaki çetin
ve amansız savaşlar ve Pallavalar’m 740’da uğramış oldukları
büyük bozgun, Çolalar’a güç ve önem kazanmak imkânım
verir,,
Büyümüş Çola devletinin kırallarmdan Aditya (880-907),
Pallava üstünlüğüne son verir,, Onun oğlu Parantaka I (907-953)
Pandyalar’m başkenti Madura’yı alır ve Seylan adasını da
istilâ eder,
Bir kargaşalık, yenilgi (947-8 de Raştrakutalar Çolalar’ı
bir bozguna uğratırlar) ve iç didişme devrinden sonra büyük
diye anılan Racaraca-Deva (985-1018), Çola devletini güney
Dekken’in üstün ve egemen devleti yapar. Çera, doğu Çav-
lukya, Pandya, Kalinga bölgeleri ile Dekken’in batı kıyalarının
bir kısmı ve Seylan adası onun eline geçer. En güçlü düşman­
ları Çavlukyalar olup onlara karşı epey başarılı savaşlar
yapmıştır.
TARİHÎ OLAYLAR 107

Racaraca’nm güçlü bir donanması da vardı., Başkenti


olan Tancor’da, “Büyük Pagod,, diye ünlü olan mâbet onundur.
Kendisi Şiva’ya tapardı, ancak Budistler’i de korumuştur,,
Oğlu Racendra-Çoladeva (1018-1035) Bengal ve Bihar’ın
Pala kırallaıından Mahipala I ile savaşır ve Gence kıyılarına
kadar ilerler (1023), Bundan sonra Racendra, donanmasını Çin
Hindistanı’na gönderir ve Pegu (Rangun’un kuzey-doğusunda)
kent ve kırallığım ele geçirir (1025-27); az sonra Nİkobar ve
Andaman adaları da Çola devletince alınır,
Racendra ölünce oğlu Racadiraca (1035 -1052) tahta
çıkar ve işbu yılda Çavlukyalar’la bir vuruşmada ölür; bunun
üzerine Tungabadra ırmağı (Krişna ırmağının en güneyde
bulunan kolu) iki devlet arasında sınır yapılır,,
Ancak Çola-Çavlukya savaşları türlü tali’lerle sık sık
tekrarlanacaktır,
1074 de öldürülen Çola kırallarından Adiracendra çocuk
bırakmadığı için 1070 den beri Çavlukya’ların Doğu kolunun başı
olan ve anası tarafından Çola kırallarından Racendra Çoladeva
I’in torunu bulunan Kulotunga I, onun yerine geçer ve Çola
devleti bir Çavlukya-Çola hükümdarınca yönetilir,,
Kulotunga, Kalinga ülkesini yeniden fethedecektir. 1118’de
ölür.
Ondan sonraki hükümdarlar nisbeten önemsizdirler,, 1287’
de. ülke içinde kargaşalıklar ve iç savaşlar başlar ve güney­
deki Pandya devleti üstün bir duruma geçer.
1310 da Ala-üd-Din Kalaç orduları bu ülkeleri fethe­
derler,,
_ „ Bu Pallava’lann nereli oldukları üzerinde Tçok
P a ll a v a ’la r ın
d e v le tî tartışma
vardır, Bunların Part’Iar olduğu id­
dia edildiği gibi Seylan’dan gelmiş oldukları da
iddia edilmiştir
Bu hanedan ve devlet hakkındaki ilk bilgiler, bunları
başkent Kançi (Konciveram) olmak üzere, Güney - doğu Dek-
ken’de Kaveri ve Krişna (Kistna) ırmakları arasında bir böl­
genin başında göstermektedir.. M., s.. 350 yılında Gupta'lann
büyük kıralı Samudragupta tarafından yenilen Vişnugupa
adlı kiralın bir Pallava olduğu kabul edilmektedir.
HİNDİSTAN TARİHİ

6 inci yüzyılın ikinci yansından 8 inci yüzyılın ortasına


kadar Pallava’ları sık sık Çavlukyalar’İa savaşır görmekteyiz.
Pallava’ların ünlü kırallarından Mahendravarman I (600-
625) Çavlukyalar’dan Pulakesin Il’ye yenilir (609-10) se de
güneye doğru ülkesini büyütür ve ezcümle Triçinopoli’yi ele
geçirir:
Pallava’ların en büyük kıralı Narasimhavarman I’dir
(625-645); Pulakesin Il’yi yener öldürür ve başkentini alır
(642) „ 655’de işbu Pulakesin’in oğlu Vikramaditya I, babasının
kaybettiği ülkeleri geri alacaktır.,
740 ’da Çavlukyalar’dan Vikramaditya II, Pallava kıralı
Nandivarman’ı bozar ve başkentini alır: Bundan sonra Palla-
va’lar gitgide önemlerini kaybeder ve sönmeye yüztutar.

G a n g a * la r hanedanın iki kolundan biri Gandavadi (May-


sor) da saltanat sürmüş ve Pallavalar’la epey savaş­
mıştır ; buna Batı Ganga’lar kolu denir
Doğu Ganga’lar kolu Kalinga’da saltanat sürmüştür;
bunların en önemli kıralları Anantavarman Çodaganga’dır
(1076-1147); devletini Gence’den Godavari’ye kadar genişlet­
miştir.,
Puri’deki ünlü Caganat mâbedini o yaptırmıştır,

XVI. H i n d u D in i

Avrupalı bilginlerin (^Hindu dinl^) adını verdikleri bu


yeni biçim, dindar Hintli’lerce pek öyle yeni birşey sayılmaz;
onlar Yedik, Brahmanik ve Hindugibi başka özde veya başka
türlü anlayışlara—dayanan dinler bulunduğunu kabul etmezler,,
önlar ^ A jy ^ B a rm şP yani "ezelî ve ebedî... doğru iş yolu,,
faBir Ieri m kuîlanırlar 1 ve bu "sözler hele sonuncusu onların
kendi dinlerini nasıl anladıklarını açıkçana gösterir.
Sayısız denecek kadar çok ve bazen biribirine karşın bir
sürü inan, efsane, düşünce, gelenek ve görenek içinde bocala­
madan bugünkü Hint dini inanları hakkında bir görüş ortaya

1 B ak' Yogi Ramaçarkara: The Inner Teachings of The PhiJosoph-


iea and Religions of India, s 235..
TARİHÎ OLAYLAR 109

koyabilmek için aşağıdaki şema bir deneme olaıak yazılmıştır.


Her şema gibi bunun eksiklikleri bulunduğu ve biribirine kar­
şın inanların bazılarına da karşın düşmesi tabiî olarak kabul
edilmelidir.
Aşağıdaki yazılar bu ihtirazî kayıtlar gözönünde tutularak
okunulmahdır,
Cena ve Buda dinleri ve hele bunların İkincisi, birtakım
yerli veya kuzeyden gelme hükümdarın da yardımiyle birçok
yerde egemen bir duruma geçtikten sonra Brahmanlar, eski
dinle birlikte pek geniş ülkelerde, epey süren devirler için, az
çok gölgede kalırlar.. Adağı her şeyden, hattâ gerçek inandan
üstün addetmenin ve onun yapılmasını da kendilerine hasret­
menin bu sonuçta az çok tesiri olmuş olması tabiîdir. Bu duruma
düşen Brahmanlar, yavaş yavaş, pek belli olmıyan, ancak uzun
devirleri kaplaması tabiî olan bir zaman içinde eski dinde
önemli değişiklikler yapıp mânevi ve maddî eğemenliklerini yeni­
den kurmaya çalışırlar ve bu sefer yukarda sözü geçen aykı­
rılıklardan sakınırlar,
Böylelikle Veda ve Brahmanlar’daki din yeni biçimlerle
ortaya çıkar , Bu hareketin Sunga hanedanını kuran Puşyamitra
zamanında kuvvet bulduğu kabul edilebilir1 „ Eski dinî edebi­
yat ta yeni bir kalıba sokulur; bu ilerde anılacak olan “ Pu-
rana„ 1ar edebiyatını doğuracaktır.
Ortaya çıkarılan dini yeni biçimlerde bir ana düşünce
görmek istenilirse şunlar ileri sürülebilir:
Brahmanlar ve genel olarak yeni biçimleri ortaya çıkaran­
lar, büyük halk kütlelerince ötedenberi sevilen ve tapılan iki
mâbudu ön safa sürmüş ve onların Vedalar’da adlan geçen
bazı mabutlarla aynı şeyler olduklarını iddia ederek onlara
karşı beslenen bağlılığı sömürmek istemişlerdi.
Böylelikle bir mâbudu baş mâbut sayan ve tercihan ona
tapan ancak öbür mâbutları da hoşgören ve kendi baş mabu­
dunun bir türlü yardımcısı addeden birkaç bölmeye, başka
tabir bulamadığımız için birkaç hizb’a “Secte,, ayrılmış bir
din ortaya çıkmış olur,

1 Govîada, Das Hindııism, s 118,


ııo HİNDİSTAN TARİHİ

Bu böiümleıin en büyükleri Şiva ve Vişnu’ya tapanları


kapsıyanlarıdır,,
Mohenco - Daro’da heykelciği bulunan ve halk kalabalıkla­
rınca binlerce yıldan beri tapılan ve sevilen mâbut “Şiva„nın
adı Vedalara en çok “Rudra,, diye girmişti, veya daha doğ­
rusu “Şiva„nm Vedalar’daki “Rudra,, olduğu ileri sürülmüş ve
kabul edilmişti, Bundan başka daha birtakım mâbudun ve
bunlar arasında “Agni„ nin de işbu Rudra — Şiva kavramile
aynı şey olduğu İleri sürülmüştü,,
Şİva’nın hem büyük kalabahklarca sevilmesinden, hem de
adının Vedalar’da Rudra diye geçmesinden veya geçtiği kabul
edilmesinden istifade için O, Ön safa sürülecek ve en büyük
mâbutlardan biri ve hattâ bazılarınca en büyük mâbut yapıla­
caktır,, O, en eski geleneklere göre, kuzeyde bir dağda oturur
gösterilir; hizmetinde “Yakşalar,, vardır,, Birçok daha az önem­
li mâbud veya “insan üstü,, varlıklar onun etraf ve maiyetinde
gösterilir,, Ve onlara da türlü derecelerde tapılır,
Pek eski geleneklerde hem bir kahraman hem bir bilgin
ve yol gösterici gibi görünen ve Milâttan önce üçüncü yüzyıl­
da Selökos’un elçisi Megasten’ce Gence ovasında en çok tapı­
lan mâbut ve Yunanh’ların Herakles’inin bir eş veya karşılığı
gibi gösterilen Krişna’d an da istifade edilmiştir.. O ünlü "Maha-
barata,, destanının (epope) baş kahramanıdır; resimlerde rengi
kara olarak gösterilir ve '‘Krişna,, esasen “Kara,, anlamındadır,,
Bu kişinin ününden ve pek büyük kalabalıklarrn ona
tapmasından istifade etmek için olacak Krişna, Vedalar’da adı
çok geçen ve bir zamanlar başlıca mâbutlardan biri sayılan
“Vişnu,, ile birleştirilir, yani ikisinin aynı kişi olduğu İleri sürü­
lür ve Krişna = Vişnu kavramı en büyük mâbut veya en bü­
yük mâbutlardan biri olarak ortaya atılır.
Bu iddiayı kabul ettirmek için “Avatar,, yani yeniden
dünyaya geliş nazariyesine dayanılır ve denilir k i : mâbut Viş­
nu, zaman zaman, kötüleri ve kötülüğü yoketmek ve insanlara
doğru yolu göstermek için adam biçiminde doğar,, Krişna, onun
bu doğuşlarından biri sırasında aldığı biçimdir,,
Böylelikle “Tevhid,, yani “Tek Tanrıcılık,, nazar iyesiyle,
türlü halk kalabalıklarının öteden beri tapadurdukları mâbut-
lara bağlılıklarını telif etme yolu az çok bulunmuş sayılabilir,
TARİHÎ OLAYLAR 111

Vişnu’nun “Avatar„ları hakkında birçok sayı verilir, 10,


12, 22, 24 ve 28 ; daha sonra bunların sayısız olduğu iddia
edilir,
Vişnu’nun almış olduğu öbür biçimlerden biri de az ileride
anacağımız Ramayana epope’sinin kahramanı olan Rama’dır.
“Buda,, dahi Vişnu’nun bir “avatar,, ıdır; ancak bu sefer mabut
kötüleri idlâl ve yoketmek için dünyaya gelmiştir
Brahman'lar bu iki mâbuda birde Brahma’yı katmışlar
ve üçlü bir mabut grupu yapmışlardır., Onlara göre “Brahman,,
denilen ve mutlakiyeti temsil eden şahsiyet, üç biçimde kendini
göstermektedir t
1) Brahma ; yaratıcı
2 ) : koruyucu
3) Şiv.a: y ok edici ve yeni ley ic i
Bugün yaşıyan Hindu dininin esaslı mâbutiarı bu üçü­
dür Bunlara “Trimurti,, yani “Her şeyin üstündeki Üçlü B ir­
lik,, denir,,
Bu sözden de anlaşılacağı gibi, Hindular, dinlerinin çok-
tanrıcılık yani “ polytheisme,, olmayıp tek tanrıcılık yani “tev-
hid, monotheisme,, olduğu iddiasındadırlar,, Bunu anlatmak için
Hindu dini ders kitaplarından şu parçaları almayı gerekli bul­
duk 1:
"Vişnu -Purana’d a 2 görüyoruz ki: “Bir Tek Allah, 3 Ca-
nardana: yaratma, koruma ve yoketme işlerinden birini görü­
şüne göre Brahma, Vişnu ve Şiva adlarından birini anlatmakta­
dır ; ve yaratma, koruma ve yoketme işleri bütün acunlarda 4
görüledurmalıdır, Allah da kendini bu üç biçimin her birinde
göstermelidir:
“Bu Trimurti’dir, bu “Her şeyin üstünde olan Üçlü Biriik-
’in mekân ve zamanda vaki olan inikâsıdır......„
Bu “Üçlü Birlik,, A, U ve M harfleriyle ifade edilir, bu üç
harf birlikte A„ U M„“ Om diye okunur ve bu söz kutsal sayılır,

1 An Advanced Text Book s 65 (Bk. bibîiogrâfiyaya)


2 Pnrana adlı eserler hakkında az aşağıda bilgi verilmektedir.
3 Burada herhangi bir mabut değil hıristiyanlıktaki biçime uzaktan
olsun benzetilebilen bir tek «Allah» anıldığı için bu tabiri kullanıyoruz,.
4 Hintliler birçok acunun bulunduğuna ve bizimkinin onlardan biri
olduğuna inanmaktadırlar
112 HİNDİSTAN TARİHİ

Bu harfler ve bu söz daha önce ilk üç Veda’yı temsil


etmişti Bunun türlü zamanlardaki türlü anlamlan hakkında,
Hindu dini ile ilgili her şey için olduğu gibi, birçok söylenti
vardır,
Az aşağıda anacağımız “Bagavad-Gita,, da mabut Krişna-
Vişnu onun için şöyle d e r1:
AUM = OM, Tat 2, Sat 3.. Bunun uluhiyetin (veya ezelî
ve ebedî olanın) üçlü işareti sayıldığı öğretilmektedir,.
“Bu üç kelime iledir ki başlangıçta ilk ibadet (Eski Brah-
mana’lar, Veda’lar ve adaklar) kurulmuştur,,
“Bunun içindir ki kurallar gereğince Uluhiyet uğrunda
( veya “ezelî ve ebedî,, yi tanıyanlarca) görülen her işe ( adak,
sadaka, nefsini cebir) A. U„ M. = Om kutsal hecesiyle başlanılır,,.,
Bugünkü tapış biçimlerine geçersek şunları görürüz..
Aklı erenler taptıkları mabudun “Üçlü Birliğin,, biri ol­
duğunu bilirler, ancak kütle, taptığı mâbudun daha çok ken­
disine tapar, ve O, yüzlerce yıllardan beri tapageldiği mâ-
buttur, Onu en büyük mâbut sayar ve öbür mâbutları daha
çok Onun bir türlü yardımcıları bilir; bu en çok Şiva ve Viş-
nu’ya tapanlar için doğrudur ve bu mâbuttan herhangi birini
kendi mâbudu bilen kimse ötekini onun bir yardımcısı gibi
sayar
Doğrudan doğruya Brahma’ya tapan halk kütlesi yok
gibidir; Doğu, çoğunluk bakımından Şiva’ya, Batı Vişnu’ya
tapar. Çoğu bu iki mâbutla türlü biçim ve derecede ilgili
daha birtakım mâbuda da tapılmaktadır veya onlar da şu
veya bu derecede birer tapma konusudur,,
Vişnu, kendine tapanların bir türlü özel mâbudu kal­
mıştır ve onun mâbetlerine yabancıları sokmamak taassubu
elan yaşamaktadır.. Şiva mâbetleri ise herkese açıktır,
Müslüman Türklerin Hindistan’a yerleşmesinden sonra
Hindu ve Müslüman dinlerinin birbiri üzerine yaptıkları tesir­
ler ve bu tesirlerin siyasal ve sosyal tepkileri ilerde müslüman
Türklere ait bölümlerde anılacaktır,,

1 Türkü 17, beyit 23 ve 24,


2 «O» anlamında; îslâmiyettekİ «Huve»nin karşılığı.
3 En geniş anlamda « Eyî, Eyilik ».
TARİHÎ OLAYLAR 113

XV II. Gü zel s a n a tl a r a bir bakış

Her devir ve devlet anılırken onunla ilgili güzel sanatlar


da kısaca anılmıştı. Burada bazı genel konulara dokunulacak
ve devir ve bölgeleri belli olmıyan veya oinaıyacak kadar
geniş ve yayık olan birkaç eser üzerinde durulacaktır.
Hindistan’ın çok ünlü iki büyük destanı (epope) vardır :
Ramayana ve Maha-Barata.
Bunlar Sanskrit dilinde yazılmış olup daha önce yüzlerce
yıl ağızdan ağıza dolaşmış, büyüye büyüye, ekler ala ala
gelişmiş ve sonra sanskrit dilinde yazılı biçimde ortaya ko­
nulmuştur; bunların doğma, gelişme ve yazılı olarak son
biçimlerini alma devirleri üzerinde pek çok tartışma vardır.
Genel olarak bu iki eser de Brahman zihniyetini taşı­
maktadır, bir bakımdan da Brahman’ların ve Arya’ların ya­
bancı ve kendilerinden olmıyan tesirlere karşı bir tepkisi
sayılabilirler, Bunlar, bugüne kadar Hintlilerce en çok okunan
eserlerdir. Homer’in llyad ve Odise’si için olduğu gibi bun­
ların birçok parçası ve hikâyesi yeni tiyatro ve romanların
konusu olmuştur, Ahlâkiyat bakımından da bu destanların
kahramanları Örnek sayılmaktadır,

Ram ayana ^ §ar heceli 48,000 mısra’ı olan ve 7 kitaba ayrı­


lan bu eserin konusu şudur :
K, I : Kosala (Oud bölgesi) kıralı Dasarata’nın üç karı­
sından dört oğlu vardır, Büyük oğlu Rama, mâbut Rudra’ya
ait kocaman bir ok yayını gerebildiği için Videha (Oud’un
doğusunda, şimdiki Tirhüt bölgesi) kiralının kızı Sita ile evlen-
miye hak kazanır,
K, II: Rama karısı Sita ile Videha’dan döndükten sonra
veliaht yapılır; ancak üvey anası kendi oğlu Barata’yı tahta
çıkarmak için kıral Dasarata’yı kandırır, Rama’yı 14 yıl için
vahşî güney bölgesine (şimdiki Bundelkent) sürdürür ve kendi
oğlu Barata’yı veliaht yaptırır,, Rama, karısı Sita ve küçük
kardeşlerinden Lakşmana (babasının üçüncü karısından olma
bir çocuğu) ile birlikte sürgün yerine gider, Sevgili büyük
oğlundan ayrılışı sırasında ayılıp bayıla duran ihtiyar kıral
o gittikten sonra çok yaşamaz, Vezir, veliaht Barata’ya tahta
H in d is ta n 1 a rifti 8
114 HİNDİSTAN TARİHİ

çıkmasını söylerse de o, önce gidip ağabeysi Rama’yı görür


ve ondan tahta çıkmasını diler; Rama ölen babasının buy­
ruğuna uymak için 14 yıl sürgünde kalmakta direnir ve Barata
geri dönüp bu süre için tahta çıkar l„
K. III: Yeni kıral Barata, başkentine geri döndükten
sonra Rama, daha güneye iner ve Ari olmıyan (Dravit olan)
ülkelerin kenarına gelir. Orası Rakşasa’ların (şeytan) ülkesidir.
Homer kahramanlarınmkilere benziyen bir sürü çarpışmalar ve
münferid döğüşme ve vuruşmalar olur. Rama, karısı ve kar­
deşi böylece 10 yıl yaşadıktan sonra Dekken’de Godavari
ırmağının kaynağı dolaylarında iken Rakşasa kiralının kız
kardeşi Şurpanaka, Rama’ya tutulur, ondan ve kardeşi Lakş-
mana’dan yüz bulmaz kızgınlığından Sitanın üzerine atılır,
Lakşmana da onun (Şurpanaka’nın) burun ve kulaklarını keser2,,
Bu olay bir sürü çarpışma ve savaşa yol açar, ancak
Rama hep üstün gelir ve büyük kahramanlıklar gösterir; son­
da, başkenti Seylan adasında, Lanka kenti olan Rakşasa’Iarın
büyük kıralı Ravana, Rama ve kardeşini savaşta yenemiyeceğini
anlayıp Sita’yı kaçırmıya karar verir.. Bir gün Rama, bir ceylanı
kovalamıya koyulur ve kardeşine Sita’mn yanında kalmasını
sö y le r; az sonra bir bağırma duyulur, Sita kocasını tehlikede
sanarak Lakşmana’yı onun yardımına göndermek ister ; O ise,
ağabeyim beni sana bekçi diye bıraktı, seni yalnız bırakamam,
onun için tehlike yoktur, korkma der; Sita ise ona çıkışır ve
kendisini sevdiğini ve alabilmek için ağabeyinin ölümünü bek­
lediğini söyler ve böylelikle onu Rama’nm gittiği yöne yollar,,
Bu yersiz şüphe ve kötü sözler Sita’nm felâketlerinin sebebi sa­
yılır. Lakşmana uzaklaşır uzaklaşmaz Rakşasa’larm kıralı Rava­
na gelir, Sita’yı zorla kaçırır ve başkenti Lanka’ya götürür..
Ancak Sita ona daima mukavemet edecek ve varmıyacaktır.
K, I V : Rama ve kardeşi Lakşmana, Sita’yı aramıya ko­
yulurlar ; bir sürü macera ve vuruşma olur,, Maymunların (ve­

1 Bütün bu olaylar örnek kahraman Rama’nın ne kadar iyi bir oğul


ve babasına ve onun buyruklarına ne kadar bağlı olduğunu göstermek
için konulmuştur.
2 Bu kadar yüksel ahlaklı iki şehzadenin böyle bir şey yapmaları
aşağı ırktan sayılan Dravitlere karşı her kötülüğün caiz sayılmasının bir
sonucudur,
TARİHÎ OLAYLAR 115

yahut totemleri maymun olan bir ulus veya oğm ağm ?) kıralı
Sugriva’ya rastgelirler, ona yardım eder ve onunla bağlaşırlar;
onun yardımcısı olarak bir sürü kahramanca çarpışmaları olur.
Bundan sonra Rama, Maymun başbuğlarından Hanuman’ın ve
Sita’yı kaçırmış olan Ravana'nm kendi kardeşinin yardımiyle
Lanka kentine saldırmaya hazırlanır „
K, V : Maymunlar kayalar yuvarlıyarak Hindistan’la Sey­
lan adası arasında bir köprü kurarlar, Buna elan Hindistan’da
Rama köprüsü denir,, Batı ucunu onu, ilk adam olan Adem’e
isnadeder ve Adem köprüsü diye anar,,
K, V I: Bir sürü kahramanca savaştan ve mucizevî başarı­
lardan sonra Rama, Ravanaya’yı öldürür, başkenti Lanka’yı alır,
karısı Sita'yı kurtarır ve kendisine yardım etmiş olan Ravana -
nın kardeşini tahta çıkarır,, Sita, kocasının önüne gelince Rama
onun sadakati hakkında şüphe gösterir ve artık kendisini iste­
mediğini ve dilediği yere gidebileceğini söyler,, Sita ağlıya ağ­
lıya bir ateş yaktırır ve eğer sadakatsizlik ettisem yanayım,
yoksa ateşten sağ salim çıkayım, der. Rama razı olur, Sita
büyük bir kalabalığın önünde kendini ateşin içine atar, ateş
mâbudu Agni onu hiçbir yeri ve giydikleri yanmadan oradan
Çıkarıp Rama’nın önüne götürür, Rama esasen karısından şüp­
helenmemiş olduğunu, ancak şerefini korumak için herkesin
de bunu görmesini istediğini söyler.. Bandan sonra barışmış
olan karı koca, Rama’nm sürgünlük süresi olan 14 yıl dolmuş
olduğundan, kendi ülkelerine dönerler ve Rama tahta çıkar.,
tC VII: Mutluluk içinde geçen bir iki yıldan sonra Sita
gebe olur, kent dışında Cengei’de bir keşişin çekilme köşesin­
de (İnzivagâh) bir gününü geçirmek ister. Şüphe ve kıskançlık
esasen Rama’nm içinde yeniden doğmuştur; halkın, bir yıl
kadar Ravana’nm sarayında kalmış olan karısını geri almış ol­
ması dolayısiyle kendi aleyhinde dedikodu yaptığını da öğrenir,
bu gibi dedikodu konusu olmanın bir kıral için doğru olmıya-
cağı inanma varır ve karısını keşiş Valmiki’nin çekilme köşe­
sine gönderip onu bir daha görmek istemez., Manen ezik bir
dur uma düşen Sita, or ada iki ikiz erkek çocuğu doğur u r ;
bunlar açık renktedirler, yani güney Hindistan halkının koyu
renginde değil, henüz kuzeyden yeni gelmiş olan Ari’ler gibi
aktırlar. Valmiki, Ramayana destanını yazar ve iki çocuk bunu
116 HİNDİSTAN TARİHİ

ezberlerler ; bir gün Rama, at kurban etme töreni yaparken


çocuklar gelip destanı okurlar ; Rama bunları tanır ve karısı
Sita’yı getirtir ; Valmiki onun suçsuzluğu üzerinde uzun uzadıya
konuşur, Rama inandım der, ancak oradaki kalabalık halkı da
inandıracak bir kanıt (delil) ister. Bu acı sözleri duyan Sita
“Toprak Ana„dan suçsuzluğuna şahadet etmesini ister ve ora­
da ölür: Rama ve kardeşi Lakşamana üzerine uğursuzluk çöker;
Lakşamana, ağabeyi Rama ve soy sopu üzerine bir “lanetleme,,
tehdidini Önlemek için canını feda eder; Rama da bir ormana
çekilip orada ölür. Oğulları ve kardeşinin oğullan birçok ülke­
lerin başına geçeceklerdir.
Yazar, yâni yüzyıllarca dolaşmış olan efsaneleri toplayıp
onlara son yazılı biçimini veren, VII inci kitapta adı geçen
Valmiki’dir; hangi devirde yaşadığı hakkında epey tartışma
vardır ; bu tartışmalar M. Ö, 400 ile M. s., 200 yılları gibi 600
yılı kapsıyan aşırı geniş bir süre üzerindedir:
Genel olarak Hintli’ler bu eseri bir siyasal ve özel ahlâ-
kiyat Örneği sayarlar ve Hindistan’da hemen herkes bunun
başlıca kısımlarını ezbere denecek kadar iyi bilir . Destanın
neyi ifade ettiği üzerinde de çok tartışma vardır,
Bunun, Ari’lerin güney Hindistan’ı istilâsını veya Brah­
manizm’in güney ve hele Seylan Budizm’ine karşı mücadelesini
ifade ettiği ileri sürüldüğü gibi sırf mitolojik bir eser olduğu
veyahut Homer’in îliyad’ının bir Hint benzeri bulunduğu da
ileri sürülmüştür:
I ’İnci kitabın bazı kısımlariyle VII inci kitabın Valmiki’nin
eseri olmadığı ve ondan sonra eklenmiş bulunduğu da iddia
edilmektedir: Buna sebep olarak bazı üslûp başkalıkları ve
öbür kitaplarda Rama yalnızcana bir kahraman gibi görünür­
ken işbu iki kitapta onun mâbutlaştırılmış ve mâbut Vişnu’nun
kendisi gibi gösterilmiş olduğu ileri sürülür:

M aha-Barata, “Barata’ların büyük (destanı),,


M alta - B a r a t a
ve anlamındadır. Gökteki “Ay„ soyundan olduğu
B a g a v a d - G ita iddia olunan kırai Barata’nın (Hindistan’a ona
izafeten Barata-V arşa yani Barata’lar ülkesi denilmiştir) sülâ­
lesinden olup biri kör olan öbürü de ölen iki kardeşin (bun­
lar Delhi kentinin yerinde bulunan Hastınapura kırallık hane-
TARİHÎ OLAYLAR 117

danındandırlar) oğulları ve soy sopları arasındaki savaşları


anlatır,, Bu savaşlar çok genişlemiş ve birçok ülkeler ona
katılmışlardır,, Genel olarak kabul edildiğine göre, bu destanın
tarihî temeli, Gence ile Cemne ırmakları arasında oturan Kuru
ve Pançalas (beş ulus veya oymak anlamında) uluslarının bir
savaşıdır,
200. 000 mısra* ı aşan bu destan, uzun yüzyılların kahra­
manlık efsanelerinin, dinî, felsefî ve ahlâkî gelenek, görenek
anlayış ve düşünüşlerinin bir toplamı sayılmalıdır. Daha sonra
Brahmanlarca, kendi işlerine geldiği biçimde, düzeltilmiş ve
düzenlenmiş ise de herkesçe bilinen ve kutsal sayılan birçok
efsane, hikâye ve parça pek değiştirilememiştir ; dolayısiyle
Brahmanların işine gelmiyen veya az gelen yönleri de kalmış­
tır; bu yüzden destanda biribirini tutmıyan epey düşünce bul­
unmaktadır,,
Destanda Krişna’nın Özel bir önemi vardır. O, bu eserde
en büyük mâbut ve Vişnu’nun bir “avatar„ı sayılmaktadır; bu
yüzden işbu esere bazen “Krişna Veda’sı,, dahi denilir.
Maha - Barata’nın içinde bulunan “Bagavat - Gita„ yani
"Kutsal Kişi tarafından söylenen türkü,, adını taşıyan parçada
Krişna, inanın, dinin ve yaşamanın ana çizgilerini ve felsefesi­
ni açıklamakta ve mutlak kudretin bir tecellisi olması dolayı-
siyle kendisine tapmılmasmı istemektedir,, Bu parça bir Upani-
şat’tır, ancak bu eserlerden bahsederken o yolu tutmuş olanla­
rın andığımız ifratlarından (aç kalmak v. s,) sakınılması öğü­
dünü de kapsamaktadır,
Bagavad-Gita, Hint dinî duygularının ve Hintli’lerin
acunu ve yaşayışı anlayışlarının bir aynası sayılmış, ona Hin­
distan dışında da çok önem verilmiş ve o birçok defa büyük
batı kültür dillerine çevrilmiştir,,
işbu parçada Krişna, vuruşmak üzere bulunan iki akraba
ordudan birinin komutanı olan Arcuna’nm savaş arabasında
arabacıdır,, Arcuna, akraba kanı akıtmaktan çekindiği için
vuruşmaya başlama işinde duruksamaktadır; Krişna ise ona
savaşmak öğüdünü vermekte ve bu sırada Upanişat’İar usu­
lünde dinî ve felsefî bilgiler açıklanmakta ve "erme,, yani
kendi ruhunun genel ruh ile bir olduğunu kavrama esasını da
anlatmaktadır,,
118 HİNDİSTAN TARİHİ

Krişna’nın sözlerinin kısa bir özeti aşağıdadır; daha önce


gördüğümüz Upanişat felsefesini anlatan kısımlar üzerinde
durmuyoruz 1„
— Yokluk için varlık olamaz, Var olan da yok olamaz,
ruh doğmaz ve hiçbir vakit ölmez, o yalnız elbise değiştirir
gibi vücut değiştirir2.
— Bugün savaşmazsan herkese karşı rezil olursun. Ölür­
sen ölümsüz olursun, yenersen yeryüzüne egemen olursun,,
— Yukarıda mantığa göre konuştum şimdi Yoga düstu­
runa (şahsî ruhun genel ruhla birleşmesi, wermek„) göre ko­
nuşacağım.,
— Sen görevini görmiye bak, onun sonucunu düşünme,.
Kim ki vicdanının buyruğuna uyarak yapılması gerekeni yapar
ve onların sonuçlarına (hem fayda hem zarar) bakmazsa o
gerçekten hakimdir,
— Görülen bir işin sonuçlarından, yani onun sağlıyacağı
menfaatlerden vazgeçmeyi göze almak, nefsini zorlamak ve kır­
maktır, bu iyi bir davranıştır..
— - Herkese göre bir görev vardır..
— Ölçülülük (itidal), barış, gayret, saflık, sabır, doğruluk
hakimlik, bilgi, hakimin işidir,
— Yüreklilik, kahramanlık, çeviklik, cömertlik, adalet, sa­
vaşçının payıdır,
— Çalışkanlık ve söz dinleme öbürlerinin görevidir,
— Kendi görevine bağlanıp onu görmekle kemal’e doğru
gidilir
— Görevini görmekle adam Yoga’ya (birliğe, kendi ruhu­
nun genel ruhla birleşmesine; ermeye) ulaşır. Eserlerini bu
birlik uğr unda feda etmiş olur 3„
— Bencilliğine (hodgâmlığına) bürünmüş, kendi ışıklarına
(bilgine) inanmış olarak Ey Arcuna! savaşmamak gerektiğini
söylüyorsun; bu yanlıştır; bu kararın boştur ; bunu ben önce­
den biliyorum; senin yaradılışın seni (aksi yöne) zorhyacaktır.

1 Türlü kavramları bir araya toplamak için Bagavad - Gita’daki sı­


raya tıpkı tıpkısına uyulmamıştır,,
2 Dolayısiyle ölümden korkmak, saçmadır..
3 Yukarıdaki böleklerde (fıkralarda) UpanişatTarm aşırı biçimde
uygulanmasına karşı bir tepki görünmektedir,
TARİHÎ OLAYLAR 119

— Dostum î Sen elindeki vasıtaların esirisin, yaradılışına


uymak zorundasın,, Şimdiki Öğrendin, önce bilgisizliğin yüzün­
den yapmak istemediğini yapmak zorunda kalacaksın (yani soy
sopunla savaşacaksın),,
Bundan aşağıya koyduğumuz böleklerde (fıkralarda) Upa-
nişatlann genel anlaşıhşmdan az çok ayrılma, özel bir mâbut-
tan yana propaganda ve bir tanesinde de (ilk gelecek olanda)
Buda düşünüşlerine bir yakınlaşma görülmektedir (Daha önce
de dediğimiz gibi, Bagavad - Gita’nın Upanişat’lardaki genel
düşünceleri açıklıyan kısımları üzerinde durmayı gereksiz bul­
duk çünkü bunlar yerinde anlatılmıştı).,
— Yemekte ve uyumakta ifrat ve tefritten kaçınmalı..
— Benim İlâhî kudretimi bilen ulu hakimler bana taparlar
ve yalnız beni düşünürler; onlar bilirler ki ben varlıkların, de­
ğişmez ezelî ve ebedî esasıyım.
— Mâbutlara hizmet edenler onlara, şeytanlara tapanlar
da şeytanlara gider ; hakimler bana gelirler,,
— Beni, başlangıcı oimıyan ezelî ve ebedî ruh olarak
tanıyan “gerçeği,, ele geçirmiştir, hayalden ve günahtan kur­
tulmuştur,,
P u r a a a la r “Eski,, anlamda olup dünyaların yaradılış ve batış­
larını, bir sürü mâbut ve “ rışı „ nin ( peygamber
karşılığı), hükümdar ve kahramanın şecere ve yaşayışını an­
latmak iddiasındadırlar.. Bazı bakımdan tarihî kaynak sayılırlar..
Brahman zihniyetine göre yazılmışlardır ; genel olarak bu eser­
lerde Brahma-Vişnu-Şiva üçlüğü veya " Uluhiyetin ,, bu üç bi­
çimde tecellisi kabul edilmekle birlikte bu eserler çok kere
ayrıca bir mabudun veya ziyaret yerinin kutsallığını ispata
çalışırlar.. Bunlara “Beşinci Veda» denildiği de olur. Eski dinin
yeni biçime sokulmasında rolleri olmuştur,
Hindu ilmihal (din bilgisi) kitaplarında 1 şu yolda tarif
edilirler:
“Puranalar, tarih, hikâye ve remzleri kapsarlar, bunlar
ulusun az bilgili ( veya az aydın ) olanları, bilhassa Vedaları
incelemiyecek durumda bulunanları İçin yazılmıştır., Okunmaları

1 Sanatana Darma s. 6 (Benares Hindu Üniversitesi yayınlarından).


120 HİNDİSTAN TARİHİ

çok ilgi çeker ve her türlü bilgi ile doldururlar. Bazı remz’ler
güç anlaşılır ve bir öğretmenin yardımını gerektirir,,.
Purana’lann sayısı çoktur, Bunlardaki şecereler çok defa
birtakım hanedanlara asalet şehadetnâmesi sağlamak amaciyle
düzenlenilmiştir,.

M im arlık v e Yukar ıda iklim ve halkın bazı özellikleri dola -


h e y k e lc ilik yısiyle Hindistan’da pek b o l, azla doyan, dola-
yısiyle pek ucuz ve her isteğe kolayca uyan
işçi ve usta bulunabilecağini anlatmışdık. Bunun sonucu olarak
anıt yaptırmak veya herhangi işi gördürmek istiyenler ve hele
hazîneleri çok dolu olan hükümdar ve mabetler, istedikleri
kadar uzaktan, istedikleri derecede iyi gereçleri getirtip, onları
istedikleri kadar uzun zamanda iyice işlettirebilirler. Dolayısiyle
Hindistan anıtları çok sağlam, çok dayanıklı ve çok süslü
olmuştur,
Yine bu uygun şartlar dolayısiyle, yakında iri yontuiabi-
lecek taş bulunmadığı için Jtüğla kullanarak ve sert taşlar üze­
rine sonsuz emeklerle - kitabeler ve "süsler yontturmamak için
çını gibi nisbeten daha kolay ve ucuza mal olacak ve kısmen
mihaniki biçimde yapılabilecek gereçlere başvurmak lüzumu
birçok Hindistan anıtında pek duyulmuşa benzemez.
Sonuç olarak denilebilir ki, Hindistan’da anıtların büyük
çoğunluğu kesme taşla yapılmış ve bunlar bitmez tükenmez
o.yma.yejşlemelerle süslenilmiş, yani bu işlerde sabır ve emek
esirgenmemiştir..
Bunun karşılığı olarak büyük kubbe yapmak gibi fennî
ve mimarî güçlükleri yenmek, çini yapımının gerektirdiği kim­
yevî bilgi ve emekleri elde etmek ve göze almak veya daha
batıda, heykel ve süsler işinde varılan incelik ve tekemmüle
kadar gitmek yolu pek tutulmamış veya nadiren tutulmuştur,
Büyük anıtların damlan için en az teknik himmet istiyen
ancak ötekilerden daha sağlam olan içi boş ehram biçimi
seçilmiş ve harç olarak çokluk çamur kullanılmıştır ; böylelikle
sağlamlık daha çok muvazene kurallarına uygunlukla sağlanıl­
mak istenilmiştir. Öbür yandan bu anıtların iç ve dışları son­
suz süslerle süslenmiştir, Mabetlerde, bizlerin anlayışına göre,
ahlâka uygunsuz sayılan resim ve işaretlere sık rastlanılır,,
TARİHÎ OLAYLAR 121

Bu esere koyduğumuz müslüman Türklerden önceki


devreye ait resimlerinin (1-27) altındaki yazılarla Hindistan’ın
îslâmdan önceki sanatı üzerinde bir fikir vermiye çalıştık..
En çok şimdiki Efganistan’m doğu güneyinde ve Pen-
cap’ta, Gandara denilen bölgede (Pişaver-Celâlabad bölgesi)
Gandara okulu veya Greka-Budik , adını taşıyan bir heykel-
traşlık usulü gelişmiştir....Kanık’ın Buda „dinine ,, girmesi ve
pek çok yapı, anıt, heykel vesaire yaptırması bu üslûbun
doğma ve gelişmesinde ve Budik konular üzerinde çok dur­
masında önemli bir âmil olmuştur,
MÜSLÜMAN rÜRKLER’DEN ÖNCEKİ DEVRE AlT
SEÇİLMİŞ BİBLtYOĞRAFYA1

Irk la r İçin î

S i r H er b e r t Risley: The People o f ln d ia , London


and Calcutta 1915,
S i r D e n z İ l İ b b e t s o n , Pancap Castes, Lahor e 1916.,

S in t m e d e n iy e ti iç in t

S i r J o h n M a r s ha 11: Mohenco-Daro, London 1931,,

K ast için t
İlmî incelem e:
E m i l e S e n a r t : L es Castes dans t in d e , Paris 1927.
H i ndu d i n i görüşür
An advanced Text Book o f Hindu Religion and Ethics,
(Sanatana Dharma series No„ III; Benares Hindu Üniversitesi
yayınlarından 1905),, ,
H i n d u d i n i g ö r ıtş\ü n ü n İ l m î i n c e l e m e i l e t e l i f ir:
L a k ş m i N a r a s u: A Study o f Caste, Madras 1922.

H in d is ta n ’ın e s k i din v e f e l s e f e s i İçin t

(Kutsal kitapların pek çoğu Batı dillerine çevrilmiştir):


Hindu dini görüşü:
a) Yukarıda sözü geçen Text Book.,
b) Y o g i R a m a ç a r a k a : The înner Teackings o f The
Philosophies and Religions o f lndia, London 1918,,

1 Türk ve Osmanlı tarihi üzerinde yazılmış birçok batı eseri okunur­


ken, ne kadar çok yanlışa veya yanlış görüş ve anlayışa tesadüf edildi­
ğini hep tecrübe ile biliriz ; bu yüzden, bu ve bundan aşağıki bölümler için
eser gösterirken ünleri daha az da olsa yerli eserlerden de birkaç tanesini
koymayı uygun gördük Her konu üzerinde bir iki kitap adı vermekle
yetinil mİştir,
BİBLİYOĞRAFYA 123

Y e r l i bil g i n l e r i n görüşü::
a) Prof S. D a s g u p t a : A History o f Indian Philosophy>
Cambridge 1922,,
b) L o k a m a n y a B„ G„ T il a k : Gita R akasya ( A Book
on Hindu Philosophy; Poona ),
c) L. B, G T i 1a k : The Arctic Hom in the V ed as, Po­
ona 1925,,
İ l m î Mu s l ü m a n - T ü r k g ö r ü ş ü :
E b u R e y h a n E l - B i r u n î : T a h k îf • i - M alil - Hind
(T,, Tarih Kurumu kütüphanesinde yazma bir Türkçe tercümesi
vardır) İngilizce tercümesi: S a c h a u : A lberunıs In d ia ; Lon-
don 1914.
11 m î A v r u p a g ö r ü ş ü : :
a) A u g u s t e B a r t h : les religions de ITnde, Oeuvres
d’ Auguste Barth, Paris 1914.
b) D e u s s e n : Philosophie des Vedas., Paris.
c) D e u s s e n : Outline o f the Vedanta, Cambridge 1906.
d) P a u l O l t r a m a r : L ’Histoire des idees Theosophiques
dans Ylnde^ c, I. Annales du Musee Guimet, t, 23, Paris 1906,.
Hint dini f e l s e f î düşüncesinin Batı düşünce
ve a n l a y ı ş i y l e k a r ş ı l a ş t ı r m a d e n e m e s i :
V a s u d e v a 1. K i r t i k a r : Studies in Vedanta; Bombay
1924,
I s l â m ve H i n d u dinlerini yakınlaştırm ak
için s iy a s a l ve İlmî ç a l ış m a l a r :
a) E b ü l - F a d l A 11 a m i : A yin-i-Ekberi sonunda bulu­
nan Ekber'in sözleri “Şahınşahın yürekler avlayan sözleri,, baş­
lığı altında, “Royal Asiatic Sosİety of Bengal,, yayınlarından;
Calcutta.
b) A llah-U panişat Journal of the R, A„ Society of Bengal
CXL„ Calcutta,,
c) Ş e h z a d e M u h a m m e d D a r a Ş ü k u h : Sırrı Ekber
d) Ş . M „ D a r a Ş ü k u h : M ecmaül-Bahreyn (Şah Cihan’-
ın oğlu ve Evrengzip Alemgir’in ağabeysi olan yazarın idam
fetvasında bu eser de bahane edilmiştir),, R„ A. S. of Bengal;
Calcutta 1929,
124 HİNDİSTAN TARİHİ

B a d a v e B u d izm İçin

Buda din ve felsefesinde Hıristiyanlıkla benzerlikler bulun­


muş ve Hıristiyanlığın Budizm’in bir türlü taklidi olduğu ileri
sürülmüş olduğu için bu konu üzerinde pek te nesnel yani
“objectif,, eser bulmak güçtür
Budist görüşü :
S İr H a r i S i n g h G o u r : The Spiril o f Buddhism , Cal-
cutta 1929,
Ortalama Batı görüşü:
a) E B u r n o u f : Introduction â VHistoire du Bouddhisme
îndien, Paris 1876,.
b) O l d e n b e r g : Le B uddha, sa vie, sa dostrine, sa com-
munaute (Budizmin felsefesi ve müsbet olaylar üzerinde daha
çok durur), Paris 1921,,
c) Prof. H, K e r n : H istoire da Bouddism e dans VÎnde;
Traduction fran çaise de Gedeon H u ei; Paris 1901 (efsanevî
kısımlar üzerinde çok durur)..
H ıristiyan görüşü
d) Prof,. A ., R ou s s e l : Le Bouddhisme primitife
Paris 1911, ^

T a r ih î o l a y l a r ı

a) Sir R ., G. B h a n d a r k a r (Hintli): A Peep into the


Early History o f în dia, Bombay 1930,,
b) C .. V , V a i d y a (Hintli): M edilval Hindu în dia,
Poona 1921.
c) V A , S m i t h : Early History o f îndia, Oxford 1924,.
d) L o u i s d e L a V a l l e e P o u s s in r V În de aux Temps
des Mauryas et des Bar bar es, Grecs, Seythes, Parthes et Yue-
Tchi ( yazar bu konular üzerindeki münakaşalara biteviye
işaret etmekle birlikte bunların ayrıntılarına girmemekte ve
pek nadiren hüküm vermektedir), Paris, 1930.
e) L d e L a V a İ e e P o u s s i n : Dynasties et H istoire de
V Înde depuis K an işka ju sqa,au,x Invasions müslümanes, Paris,
BİBLİYOĞRAFYA 125

1935 (Bu ve bundan önceki eser: “Histoire du monde,, adİı


zincirin VI (1) ve VI (2) cildlerini teşkil eder)
f) The Cam bridge History o f în dia c, I ve II, (II inci
cilt daha çıkmamıştır; C. I, Cambridge 1922,
g) P . M a s s o n - O u r s e l , H . . d e W i I l m a n - G r a 6 o w -
s k a , P h , S t e r n L ' I n d e Antique et la Civiiisation Irıdienne
(Evolution de I’Humanite c. XXVI), Paris 1933,
h) The Cam bridge Shorter History o f îndia, Cambridge
1934,
i) Prof, W a l t e r R u b e n : E ski Hint tarihi (Türkçe);
daha çok mitolojik, felsefî ve kültürel kısımlar üzerinde durur,
Bu yönlerde Türk acunu ile ilgi çeken karşılaştırmaları da
kapsar, Ankara 1944,,
j) Prof., W„ R u b e n : Hint Dramının menşelerine d air}
Belleten 14-15; 1940..
k) S i t H. M, E 11i o t a n d Prof. J o h n D o v v s o n : The
Historu o f în dia as told by Us Ovm H istorians, ( 8 cilt), Lon-
don 1867-18 77,.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

MÜSLÜMAN TÜRKLERlN HİNDİSTAN’A GİRMESİ

GAZNE DEVLETİ

I, Kuruluş ve ilk y ılla r

üslüman Türkler Hindistan’a, Gazne devletinin KjGüneye


M doğru büyümesiyle girmiş ve yerleşmişlerdir. ...
Bu devletin kur ucusu Alptekin’dir, kendisi Saman oğlu
padişahlarından İsmail oğlu AKmeHTnTkuluolup beş Saman
oğlu padişahı devrinde gitgide yükselip ün kazanrmş~ve“ dev­
letin en büyük adamı olmuştur., 961 başındanberi Horasan
valisidir (daha doğrusu başkomutan), Saman oğlu “ paH^aEı
Abdülmelik Ölünce (961 ^sonbaharı), Alptekin’in öğütlerine
karşın olarak tahta çıkarılan küçük yaştaki oğlu Mansur, bu
yüzden Alptekin'e .. kin bağlar ve 6 yıl kadar sonra onu
Büfiâra’ya çağırtınca, öldürtülmekten çekinen Alptekin kendi
da. başkent Buhara’ya gideceği
yerde Belh’e gider, orada Mansur ça üzerine y pllanılan bir
k u v y e tr b jS ^ Güneye iner ve Gazne’yi kuşatıp a lır; o sırada
bu kentin Saman oğullan devleti içinde olup olmadığı pek
beirrüeğilüir, Alptekin orayı Lavik admda birinden almıştır.
! Mansur, Alptekin'e karşı bir sefer daha yaparsa da gön-
"■* derdiği ordu yine bozulur ve Gazne’de müstakil fakat küçücük
yeni bir Müslüman - Türk devleti kurulmuş olur; çok geçmeden
Alptekin ölür.
işbu yeni devletin Hindu!ar’la birçok çarpışması vardır;
kendi küçüklüğü ve komşularının tehdidi dolayîsiyle~Alptekin’in {
ölümünden sonra korunmak için Saman oğlu devletinin eğe-!
menliğini kabul eder,
Alptekin’in ölümiyle onun damadı Sevûiktekin’in Gazne
emîri olması arasındaki olaylar ve birçok tarihler pek açık
olarak belli olmamakta, ancaı^,kajru^k_to^ devir geçtiği anla-
lşımaktadır. Alptekin’den sonra sıra ile oğlu İshak, Belkatekin
128 HİNDİSTAN TARİHİ

ve Piri adında üç kişi devletin başına geçer ve 20-4-9771 de


Hindular’a karşı kazandığı önemli bir başarı üzerine Sevükte-
kinT^evilnfl^nT^rPnîn yerine (emir seçilir.,

II* S e v ü k t e k i n (977-997)

Gazne beyliğini büyük devlet yapan bu kişidir., Ancak o,


son günlerine kadar Saman ofriu padişahı 2 inci Nuh!a .bağlı
kalacak, onun çöken devletini ayakta tutmak yejjorum ak- kar­
şılığı olarak en önemli yerlernPvâliliğTni (gerçekten kesin ege­
menliğini) kendisine ve öğİu MaHmüd^ir^safrlıvacak ve gitgide
Saman—oğiu—d ev letL Jcinde sözü geçen başlıca ve hattâ tek
uzkişi olacaktır.

Sevüktekin 977’de Gazne ve dolaylarının emîri


İlk d e v r e
olduktan sonra ilk savasını 43üst) için yapar2. Ora
hâkimi Toğan ile Bay Tuz adında biri arasındaki çarpışmalar
ve Sevüktekin’in bunlara karışması sonucu olarak, kent ve
bölge kendisinde kalır.,
Bundan sonra Sevüktekin, Kusdar3 kent ve ülkesine de
egemen olur, ^
Böylece batıda durumunu sağlamlaştıran Sevüktekin, Hin­
dular’a 4 karşı döner ye onların ülkelerine akınlar yapar „
Önemli ilk akınınm 986-7’de olduğu tahmin edilir,, Karşı­
laştığı Hindu hükümdarına El-Utbi. “Hindistan hükümdarı
Caypal,, demektedir,, Bu kişinin Kâbil’deki Kuşan Türk hane­
danını (Türk Şahi’ler) devirip onun yerine geçen Brahman
hanedanına (Hindu Şahi’ler) mensup olduğu El-Birunî’den açıkça
anlaşılmaktadır.

1 Bu tarih üzerinde ihtilâf vardır; Tabakat-ı Nasırî’dekini aldık (cu­


ma, 27 şaban 366)
2 Kandahar’m 130 km,, kadar Batısında, Hilmend ve Ergandap sula­
rının birleştikleri noktada,,
3 Şimdiki Belücistan'ın merkezi olan Kelat’ın 185 km,, kadar Güne­
yinde; Yakut (9un*.u yüzyıl), işbu bölgeye Turan demektedir,.
4 El-Utbi'deki «Hindistan» sözünü «Hindular’m elindeki yerler» anla­
mında almak ve bunun Kabil’i ve onun Doğusundaki bölgeleri de kapsı­
yor saymak doğru olur düşüncesindeyiz,,
GAZNE DEVLETÎ 129
C e u j pR i
Olayların gelişmesinden bu kişinin Pencab’ın önemli bir
kısmına, Sınt ırmağının yukarı ovasına, Kabil .ile jonun .doğu­
sundaki dağlık bölgeye egemen olduğu anlaşılmaktadır. Ancak
bu devletin büyüklüğü üzerinde tartışmalar vardır ve bazıları,
ezcümle sir V„ A. Smith (s.. 396), onun devletini Sütlec ırma­
ğının epey Güneyine taşmış gösterir,
Sevüktekin’in bu akmlarmdan öç almak amaciyle Caypal,
iki yıl...sonra -Gazne....üzerine...yürür, devletinin büyüklüğü,
kalabalığı ve zenginliğine bakılınca Sevüktekin’den çok güçlü
bir hükümdar- olması .gerekir
Savaşta kesin sonuçlar- verecek çarpışmalar olmaz; olay­
lardan öyle anlaşılıyor ki kışın girmesi v ey a yaklaşması üze­
rine, ordusu çoğunluk bakımından sıcak ülkelerden toplanmış
olan ve dıolayısiyle Kabil - Gazne yüksek dağlık bÖlgeşinin
soğuklarına güç dayanabilecek bir- durumda bulunan tgaypal,p
ko\^l|Ln^^ |,ç.in bir anlaşma arar. Bunu Eİ-
efsanevî bir biçimde anlatmaktadır; ona göre, Hindu
ordusunun gerisinde bir pınara pislik konulunca fırtına çıkmış,
havalar soğumuş ve Hindular orada kalamaz olmuşlar.
Her ne ise Caypal, Sevüktekin’e adam göndererek barış
diler ve, yine El-Utbi’ye göre, her ne isterse vereceğini söyletir,,
Savaş sırasında çok büyük yar arlıklar göstermiş olan büyük oğlu
Mahmud’un karşmlığına rağmen Sevüktekin barışa razı olur.
Buna başlıca sebep olarak El-Utbi şu yönü göstermek­
tedir : Caypal eğer sıkıştırılacak olursa, Racput geleneklerine
göre, askerleriyle birlikte her şeyini yaktıktan sonra kendini
öldüreceğini bildirmiş (buna “bevher,, derler); bu yapılırsa bir-
şey kazanmıyacağını düşünen Sevüktekin işi buraya kadar
götürmek istemez ve şu esaslara göre bir anlaşma yapar: ^
1, Caypal bir milyon dirhemi şahı1 ve 50 fil verecek,
2, Hint ülkesinin göbeğinde birkaç kent ve kurganı Se­
vüktekin’e bırakacak;
3, Bu yapılıncaya kadar soyundan ve başbuğlarından bir­
kaç kişi tutak (rehine) olarak Sevüktekin’in yanında kalacak;
4, Verilecek kent ve kurganları almak için Sevüktekin’in
adamları Caypal’la birlikte gidecek.

1 2 gr,, 97 ağırlığında gümüş para.


H ind istan 7 a rih i 9
130 HİNDİSTAN TARİHİ

Ancak Caypal çekilir çekilmez, Sevüktekin’in bu adam­


larını kendi tutaklarının karşılığı olarak yakalar ve anlaşmay1
bozar Bunu öğrenince Sevüktekin, yeniden savaş açar ve
Lamban 1 bölgesinden de ileri gid er; birçok yerleri alır, bir­
çoklarını da yağma ettirir (988 - 9).
Bunun üzerine Caypal birçok Hindu racası ile bağlaşır *
bunlar arasında daha önce anılmış olan Kanavc’ın Gücar hü­
kümdarlarından Racyapala ve Cecakabukiti’deki Çandel hane­
danı hükümdarlarından Gandada vardır. Bağlaşıklar birçok
fil ve pek kalabalık bir ordu ile Sevüktekin’e karşı yürürler..
Karşılaşma Kuram veya Kurma dere ovasında (Gazne’nin Gü­
neyinde) olur.
Türk ordusundan ölçüsüz olarak daha kalabalık bulunan
bu ordu karşısında Sevüktekin’in kullandığı tabiye pek çok
Türk - Hintli vuruşmalarında kullanılacağı için El-Utbi’deki taf­
silâtı aşağıya koyduk; Sevüktekin şu yolda bir buyruk verir:
“Seçme iş erlerinden, önce, 500 kişi saldırsın, bunlar görev­
lerini gerektiği gibi yapınca çekilsinler, yerlerine 2 inci 500
kişi geçsin ve onlar da bu yolda davransınlar; savaş yiğitleri
emir Nasır-üd-Din’in 2 (Sevüktekin) bü buyruğuna uydular ve
böylece davrandılar; böylelikle düşman hırpalanmış oldu;
düşman iyice hırpalandıktan sonra emîr Nasırdıd^Din buyurdu
ve bütün ordu birden saldırdı, düşmanı fena halde bozdular,
birçoklarını kılıçtan geçirdiler......„
^ Bu usul şu esasa daynanmaktadır : Türk savaşçıları ve
atları genel olarak Hintlilerden daha güçlü, daha dayanıklı,
daha iyi yetiştirilmiştirler ve daha çevik ve çabukturlar ; silâh­
larını daha iyi kullanmakta ve ok atınca hem daha iyi nişan
almakta, hem de okları daha uzağa gitmektedir; ve Türkler
bunu atlarını dörtnal sürürken de yapabilmektedirler., Komuta
daha üstündür ve ordu vuruşmanın sonlarına kadar baş­
buğlarının elinde ve buyruğu altında kalmaktadır,. Dolayısiyle
ufak bir Türk kütlesi Hintlilere saldırınca arada istediği mesafeyi
muhafaza edebilmekte,onlara kendisinin uğradığından pek büyük
Ölçüde kayıplar verdirebilmekte ve istediği anda vuruşmayı

1 Kabil’in 100 km,, kadar Doğusu..


2 SevÜktekin'e daha sonra verilmiş olan iinvan..
GAZNE DEVLETİ 131

kesip sıyrılabilmektedir, Böylelikle Hintli ordusu yıpratılıp mâ-


neviyatı sarsıldıktan ve savaş nizamı bozulduktan sonra toplu
bir saldırı ile o, ezilmektedir..
ordusunu tamaıpiyle ezer.
N Bu savaşın sonucu olarak Gazne’nin Doğu ve Kuzeyinde
bulunan dağlık bölgenin en önemli kısımları Kabil, Lamgan.
Celalâbat v.. s., Müslüman Türklerin eline geçmiş bulunur (991).
w r Bundan sonra Kaİaç Türkleri 1 ile Afganlar Sevüktekin’in
buyruğu altına girerler.,
Tabakat-ı Nasırî’ye göre, Sevüktekin, Bamyan 2, Toharis-
ta n 34 ve Gur 4 bölgelerini de ele geçirir,,
Sevüktekin’in beyliğinin işbu ilk devresindeki olaylar şöyle
toplanabilir.
Şimdiki Afganistan’ın ve şimdiki Belücistan’ın önemli veya
büyükcene kısımları onun eline geçmiştir*^ Hindular’dan epey
ülke, ganimet ve para alınmıştır ve ‘{ Gazilik onuru kazanıl­
mıştır; bu para ile eskisinden daha büyük ölçüde Türk askeri
getirtmek mümkün . o to Bundan başka Sevüktekin’in
buyruğu altına girmiş olan Kalaç Türkleriyle Afganlar gibi
. iki çok yuruşkan kütle de birer, önemli asker kaynağıdır.
’ Başarılariyle sağlamış olduğu bu güc âmillerine dayanarak
ve Kuzeydeki Türk ve Islâm acunu’nun durumundan istifade
ederek Sevüktekin başına geçtiği sırada küçücük bir beylik
" olan Gazne Türk beyliğini kocaman bir devlet yapacaktır.

Sevüktekin Gazne beyliğini böylece büyütür,


H in d u k u ş K u ze
berkitir ve zenginleştirirken, Kuzeyde onun
y ia d e k i d u ru m
egemeni sayılan Saman oğullan devleti çök­
me ve dağılma yolunu tutmuş bulunuyordu; bu devlet yıkılma­
dan önce son .bir destek olarak Gazne beyliğine dayanıp onun

1 O sırada bunların nerede oturdukları pek belli değildir, ancak


Hiudukuş’un Güneyindedirler, 2 1/s yüzyıl sonra yazılmış olan Tabakat-ı
Nasırî bunların Gur ve Germsir’de ( Kandahar dolayları ) oturduklarını
yazar,
2 Kâbil-Belh yolu üzerinde ünlü boğaz
3 Beih’le Badahşan arasındaki dağlık bölge..
4 Gur’un birçok okunuşu vardır, burada «vavı marufla mur veznin­
de» diyen Burhan-ı Katı’dakı okuyuşu aldık.. Herat'ın Doğusundaki dağlık
bölgedir.. Buranın Sevüktekin’e tâbi olduğu bizce şüphelidir,
132 HİNDİSTAN TARİHİ

yar dimiyle ayakta durmaya çalışacaksa da bu tedbir onu ancak


birkaç yıl fazla yaşatabilecektir..
Kuzeydeki durumu şöylece toplayabiliriz :
Bağdat’ta Abbasî Halifesi Tayı’ Iran ve Irak’m bir kısmı­
na egemen olan Büveyh oğulları’nın ( Al-Î-Büveyh) elinde bir
kukladır.. 984 ’denberi bu hanedanın başında bulunan Fahrüd-
devle ile onun yeğeni Fars emîri Şerefüd-Devle Ebul Fevaris’in
(meşhur Azdüd-Devle’nin oğlu) arası açıktır ; bunlardan herbiri
Saman oğullarına ait Horasan’da valilik etmek İstiyen iki
beyden birini desteklemetedir; birincisi, Ebul Abbas Taş'ı ve
İkincisi, Simcur oğlu Ebul-Hüseyin’i tutmaktadır ; Saman oğlu
padişahı Nuh da bu İkincisini istemektedir, Bir sürü çarpışma­
dan sonra Horasan Simcur oğlunda kalır, ve o, 3 7 7 ’de (987-8)
ölünce yerine oğlu Ebu Ali Muhammed Simcur oğlu geçer.
Nuh, onunla Herat valisi Faik’in (Faik-ül-Hassa diye ünlüdür)
arasını bozar ve bu iki beğini biribiriyle çarpıştırır; Simcur
oğlu, Faik’i bozduktan sonra devletin gerçek eğemeni olur,
Buhara’ya hiç para yollamaz ve devletle tek bağı hutbe ve
parada Nuh’un adının bulunmasından ibaret kalır»
Bundan sonr a Simcur oğlu Doğu Türkistan’a egemen olan
Hanlı veya Karahanh’lardan Boğra Hanla gizlice^ bağdaşıp
onunla Saman oğlu devletini paylaşmak üzere bir anlaşma
yapar; Ceyhun, Simcur oğullariyle Hanlılar arasında sınır ola­
caktır.
Bu sıralarda Büveyh oğullarından Baha-üd-Devle, 991’de
Bağdat’taki Abbasî Halifesi Tay Ti hal ve hapseder ve yerine
El Kadiri - Billâh’ı geçirir » Nuh ise bu değişikliği tanımaz ve
hutbeyi Tayı’ adına okutmakta devam eder.,
Simcur oğlunu ve Nuh’un daha birçok bey’ini kandırıp
kazanmış olan Boğra Han, Saman oğlu devletine saldırıp
yene yene işbu devletin başkenti olan Buhara’yı alır (mayıs 992)..
Ancak Boğra Han’ın, Ceyhun’un solunda bulunan Belh’e kendi
tarafına geçmiş olan Faik’i göndermesi üzerine Han’ın ara­
daki bağlaşmayı bozduğuna ve Ceyhun’un sol kıyısındaki ül­
kelere de gözdiktiğine hükmeden Simcur oğlu, Nuh’a yardım
etmek üzere Nişapur’dan Merv’e gelir; o sırada hastalanan
Boğra Han, Buhara’dan çekilir ve az sonra ölür»
GAZNE DEVLETİ 133

Böylelikle Nuh yeniden Buhara’yi ele geçirmiş olur,


gerçektense Simcur oğlu’nun elinde bir kukladır ve Faik’le
birleşmiş olan bu kişi Nuh’dan Buhara’yı da almağa hazırlan­
maktadır,,
Bu zor durumda Nuh, Sevüktekin’e başvurup ondan yar­
dım ister.

S e v ü k t e k in ’in Nuh’un ku bileği üzerine Gazne Türk beyliği,


H o r a s a n 'ı e le Türk ve Islâm acununun genel siyasası içine
g e çirm e si dalmış bulunur ,
Nuh ve Sevüktekin daha önce Kiş (K e ş)1 de görüştükten
sonra ordulariyle Horasan’a girerler ; Simcur oğlu, kendisini
padişahla barıştırmasını Sevüktekin’den diler ; Nuh, üç taksitte
15 milyon dirhem vermesi ve bundan böyle her buyruğu yeri­
ne getirmesi şartiyle Simcur oğlunu affa ve onu Horasan vali­
liğinde bırakmaya razı olursa da, Ei-Utbi’ye göre, Simcur oğlu’
nun yanındaki bazı gençler bu şartlan ağır ve alçaltıcı bulurlar
ve Sevüktekin’in elçisine karşı kötü davranırlar; dolayısiyle
işin savaşla çözülenmesi gerekir,.
Vuruşma sonucunda Simcur oğlu or dusu bozulur (9 9 3
veya 994),
Bu vuruşma Sevüktekin ve oğlu Mahmud’un durumunu
çok yükseltir ve Gazne devletini, yine Saman oğulları devletine
sözde bağımlı olmak üzere, bir büyük devlet ve gerçeten Sa­
man oğlu devletinin egemeni yapar,, Nuh, Sevüktekin’e Nasır-
üd-Din ved-Dünya 2 ve Mahmud’a Seyf-üd-Devle 3 unvanlarını
verir ve Mahmud’u Horasan valisi ve gelenek olduğu gibi
Emir-Leeşker yani başkomutan yapar,
Simcur oğlu ile Faik’in 995 'de Horasan’ı geri alma dene­
meleri onların büsbütün bozulmasiyle sonuçlanır,

1 Bugünkü Şehri Sebz (Türkistan),


2 Din ve dünyanın yardımcısı.
3 Devletin kılıcı..
134 HİNDİSTAN TARİHÎ

Ceyhun dolaylarının ve daha ötedeki Türk


N u h ’ un H a n lı’-
la ra 1 k a rşı Se-illerinin başlıca egemeni olan tlek Han, 996
yılında, Saman oğulları ülkesine saldırmaya
v ü k t e k in ’d e n
koyulunca Nuh, tek güçlü adamı olan Sevük-
y a r d ım is t e m e s i
tekin’i yardımına çağırır. O sırada Ceyhun’un
Güneyindeki yerlerle Horasan şu veya bu adla Sevüktekin’de-
dir, Herat kardeşi Boğracık’ta, Horasan oğlu Mahmut’tadır ;
kendisi de çokluk Belh’de oturmaktadır..
İlek Han, Sevüktekin’in Nuh’a yardım edeceğini öğrenince,
ona elçiler yollayıp şunları dedirtir :
Siz Hint, ben de Türk kâfirlerine (yani daha müslüman
olmamış olan Türklere) karşı “Cihat,, etmekteyiz, dolayısiyle
aramızda dinî kardeşlik vardır, Nuh ise ortamızdaki koca
ülkenin gelirlerini çalgıcılara, türkücülere ve kendisini eylendi-
renlere veredurmaktadır; onun Islâma ve Islâm sınırlarının
korunulması işine bir yardımı dokunmamaktadır ; aramızda
vuruşacağımıza onu ortadan kaldırıp “Cihat,, la uğraşalım,
Sevüktekin ise, eski hukuku ve Saman oğlu hanedanının
islâmiyete daha önceleri etmiş olduğu hizmetleri^ ileri sürerek
Nuh’u korumak yolunda verdiği sözden dönmiypceği karşılı­
ğında bulunur ve her iki yan savaş hazırlıklarına devam eder,
Sevüktekin, ordusunu Ceyhun’un Kıızeyine geçirdikten
sonra, Nuh’u ordugâhına çağım sa da Nuh’un veziri, oraya
giderse, güc, çalım ve her yönden Sevüktekin’den aşağı bir
durumda görüneceğinden küçük düşeceğini söyler ve onu
gitmekten alıkoyar. Buna kızan Sevüktekin, oğlu Mahmud’u
20,000 atlı ile Buhara’ya yollayıp Nuh’u getirmesini buyurur
ve Mahmut’la birlikte Saman oğulları devleti için yeni bir
vezir gönderir, Nuh Gazne beyinin ordugâhına gitmezse de,
Sevüktekin’in yolladığı adamı vezir yapar ve Sevüktekın’ce
sevilmiyen birçok adamlarını, birlikte götürmesi için, Mah-
mud’a teslim eder,
îlek Han’la Sevüktekin, çarpışmadan bir barışa varırlar;
Katvan çölü (Semerkand’ın Doğu - Kuzeyi) Hanlı ve Saman oğlu
devletleri arasında sınır olur, İlek Han’ın dileği üzerine Faik-

1 Doğu Türkistan’a eğemen olan bu devlete Doğuda yazılmış eski


tarihlerde Devlet-İ Haniye ve Haniyun denilmektedir; Batı tarihçileri
«Karahanides* (Karahanhlar) tâbirini kullanırlar,
GAZNE DEVLETİ 135

üI-Hassa Semer kant valiliğine getirilir; yani o orada, sözde


Nuh'a bağımlı olacaksa da, llek Han’a dayanacağından ger­
çekten bağımsız kalacak ve az da olsa İlek Han’a uymak
zorunda bulunacaktır.
Bu olaylar Sevüktekin’in Saman oğlu devletinin gerçek­
ten egemeni olduğunu göstermiştir; onun adına andlaşmalar
yapmakta, vezir ve valiler seçmektedir, dolayısiyle artık gö­
ründüğünden tersine olarak Saman oğlu devleti Gazne devle­
tine bağımlı bulunmaktadır,,
Sevüktekin’in Büveyh oğlu padişahlarından Fahrüd-Devle
ile arası kâh iyi, kâh bozuktur ; Simcur oğullarının bazıları
işbu Fahrüd-Devle’nin yanına sığınmış bulunmaktadır,,
Gazne, Saman oğlu, Hanlı ve Büveyh oğulları devletleri­
nin durumu böyle iken, sıra ile Nuh (22-7-997), Sevüktekin
ağustos 997), Fahrüd-Devle ve Harezmşah Me’mun (bu sonun­
cusu Öldürülür) arka arkaya ölürler ve yukardaki durum
bozulur.,

S e v ü k t e k in ’in Sevüktekin Belh’te hastalanmış ve Gazne’ye


ik i o ğ lu a r a - gederken yolda ölmüştü; bundan önce Alpte-
s m d a s a l t a n a t kin’in kızından olmuş olan ikinci oğlu İsmail’in
k avg ası kendi yerine geçirilmesini beylerine söylemiş,
onlar da bunu yapmışlardı,,
İsmail gevşek bir adam olduğundan ve ağabeyi Mah-
mud'un hem iktidar hem de ününden korktuğundan askerî ve
bazı beyleri çok şımartır ve biat parası diye ve daha başka
adlarla devlet hâzinesini boş bırakacak derecede biteviye para
ve armağan dağıtmaya koyulur,,
Eİ-Utbi’ye göre, Nişapur’da bulunan Mahmut ona şu yolda
haber yollar :
Seni çok severim, ancak sen bu işin ehli değilsin, baba­
mın vasiyeti benim uzakta olmam dolayısiyle ve ordu ve ül­
kede kargaşalık çıkmasın diye yapılmıştır,, Babamdan kalan
maldan payımı ve Gazne’yi kendim için isterim; sana da ister­
sen Belh, istersen de Horasan valiliğini başkomutanlıkla birlikte
veririm,
İsmail anlaşmaya yanaşmayınca Mahmut işi yeni Saman
oğlu padişahı Mansur’a yazar ve Gazne üzerine yürüyüp İs­
136 HİNDİSTAN TARİHİ

mail’i yener ve ele geçirir. Önce onu serbest bırakırsa da,


onun bir suyikastinden şüphelenmesi üzerine onu, her türlü
rahatını sağlı yarak bir kur ganda hapseder.

III. Mahmud (998-1030)

Mahmut, zamanının en büyük ve güçlü hükümdarı ola­


caktır, bundan başka İslâm acununda sönmüş gibi olan “Ci-
hacLı canlandıracaktır: siyasal ve askerî dehası ve şahsî kah­
ramanlığı ile pek büyük başarılar elde edecek, efsanevî bir ün
kazanacak1 ve Hint seferlerinde edindiği pek büyük servetler
sayesinde bu ününü daha çok yayacak ve berkitecektir.

M ahm ud’un Sevüktekin'in ölmesiyle Mahmud’un tahta çık-


ması arasında 8 av kadar geçer (997 yazı, 998
t a h t a ç ık tığ ı
ilkbaharı), Mahmud'un kardeşiyle uğraştığı bu
a n d a k i d u ru m
devirde Sam an^^hı^ley^
leri gözden geçirelim,
—^Yeni Saman oğlu padişahı Ebul-Haris Mansur görgüsüz
m_anlayışsızdır„ Mansur’un adamlarının da kışkırtmasiyle İlek
Han, Semerkant kapılarına kadar gelip Faik-ül-Hassa’yı Buhara
üzerine yollar; Mansur da Ceyhun’un soluna^kaçar; ancak
Faik, Buhara’ya yerleşince Mansur’a kendisine bağımlı oldu­
ğunu bildirerek onu geri çağırır, o da gelip yeniden tahtına
oturur2 ve Baş Hacip Beytüzen’i 3 Horasan valisi ve sipehsalar
yapar; o da, Mahmud’un, kendi kardeşi İsmail ile uğraşmak
için Gazne’ye gitmiş bulunmasından istifade ederek Nişapur’a
yerleşir..
Yeni Büveyh oğlu padişahı Mecd-üd-Devle’dir, eski Ho­
rasan valisi Simcur oğlu Ebu Ali’nin kardeşi Ebul-Kasım onun

1 Tabakat-ı Nasırî’ye göre 361 yılının aşure gecesinde doğar (1/2-11-


971); doğuşundan bir saat kadar önce babası Sevüktekin bir rüyada
odasındaki mangaldan bir ağaç çıktığını ve büyüye büyüye bütün dünya-
yı gölgelendirdiğini görür; yine bu gece Sint ırmağı üzerindeki Veyhand’da
bulunan ünlü Hindu mabedi yıkılır,
2 Bunları yazan El-Utbi, İlek Han’ın bu işe neden ses çıkarmadığını
yazmamaktadır..
3 Bu adı Batı tarihçileri türlü biçimde okumuşlardır, yukarıdaki
okuyuş «Tarib-i Güzide* deki harekeleyişe göredir (s,. 387),.
GAZNE DEVLEIİ 137

maiyetinde Cürcan’dadır; Faik’in kışkırtmasiyle Ebul-Kasım,


Horasan valiliğinin Simcur oğullarına ait olduğunu ileri sürerek
işbu ülkeye girer. Beytüzen’le birkaç çarpışmadan sonra ara­
larında paylaşma esası üzerinde bir anlaşmaya varılır,.
Yine bu kargaşalıklar sırasında Seyistan hükümdarı
Halef (bir zamanlar sözde Saman oğullarına bağımlı İdi) de
Horasan’a girip oradan bir parça koparır..
Dolayısiyle Mahmud’un kardeşiyle uğraştığı aylar içinde
kendi vilâyeti olan Horasan, üç kişi arasında paylaşılmış bulu»
nur. Yeni Saman oğlu padişahı Mansur da, babası gibi, bir
kukladan başka bir şey değildir.

M ah m u d ’un
Mahmut kardeşiyle isini bitirince
D o ğ u -İs la m ve Mansur’a elçi yollayıp şunları dedirtir :
a c u n u n u n ge-^Babam devletinizin koruyucusu ve bekçisi idi,
n e l s i y a s a s ı n a bu işi şimdi ben görmeğe hazırım.
k a rışm a s ıBuna karşılık olarak Mansur, Mahmud’a Belh,
Her at. Termiz ve jhiskjvilâvetlerinin menşur­
larını yollar ve Nişapıır’u fHnrasan) nasılsa Beytüzen’e vermiş
olduğundan orasım ondan -alamıyaeağmı bildirir.
Mahmut da elçisi ile şu karşılığı yollar (El-Utbi’ye göre):
“Gerek babamın, gerek benim tahtınıza olan hizmetimizin
hukuku sabittir; düşmanların ifsat ve hilesiyle o hukuk ziya’a
uğratılmamalıdır ; ötedenberi Horasan işlerini güzelcene gör­
müş ve Horasan sipehsalarlığını hakkiyle yapmış olduğuma
güveniniz ortadan kalkmamalıdır,,,
Mansur . Buhar a’ya gelen Mahmud’un elçisini kendine vezir
yapar ; o da bunu kabul etmekle, yani Mâhmnd'nn hizmetinden
çıkmakla, aradaki müzakene-Jcesilmis-buhmur, Bunun üzerine
Mahmut ordusiyle H orasan ’a g ire r ve B evtüzen Buhara’dan
yardım ister ; Mansur ordusiyle onun yardımına gelince, Mah­
mut meşru tabi’ine karşı savaşmak ve Saman oğlu devletini ken­
disi yıkmış olmak istemez ve Nişapur yolundan sapıp Merv
köylerinden Zagol (?) köprüsüne gelir ve oraya konar1,,

1 El-Utbi’ye ve bu kısmı çok kısa ve dumanlı olan Gerdizî’ye gö­


redir.. Ibnül-Esir (c.. IX, s, 98) bu olayları Mahmud'un önce Nişapur’u
lamasından sonraya koyar.,
138 HİNDİSTAN TARİHİ

sırada Bevtüzen’le Faik. Mansur’dan yeter saygı gör­


mediklerinden (El-U tbi). veya onun Mahmut’la-anlaşı^kendi-
lerm i" ona teslim etmesinden korktuklarından 1 (Beyhaki),
Mansur’u bir kurnazlıkla bir toplantıya çağırır, orada onn
yakalayıp gözlerine mil çektirir ve çpcuk_oJan_ küçük kardeşi
CÂMübMelüPPfeıhta çıkarırlar (2-2-999),
Artık Mahmud’u savaştan alıkoyacak birşeykalmamıştı,
o Merv’e gelir ; karşı takım da küçük padişahı alarak onun
üzerine yürür ve bir anlaşma denemesinden sonra kesin vuruş­
ma olur, Mahmut yener (16-5-999) ve'-H orasanoı^^
İbn-ül Esire göre,2 bu vuruşmadan sonra Âl-i-Ferigun (Cüz-
canan derebeyi) gibi bütün Horasan derebeyleri ittifakla Mah-
mud’a itaat ederler,

G azn e d e v l e t i- za^erc^en sonra Mahmut, olan bitenleri


n in r e s m e n b a - Bağdat Halifesi El-Kadir Billâh’a yazar ve
ğ ım s ız o lm a s ı hutbeyi onun adına okutur; halbuki o ana
kadar Saman oğullan hutbeyi sekiz yıl önce
hal’ ve hapsedilmiş olan eski Halife^ Tayı’ adına okutagel-
mekte idiler,
Bunun üzerine minnettar olan El-KadİLBUlâh, Mahmud’a
çok değerli bir hilâtia bir]ikte, pnu, eie gecirmis olduğu yerle-
rin ^hükümdarı tanıyan bir menşur^.yollar ve ona Ş ^ in-ûl^Mille^
ve Y em in-ü d-D ^ verir ,
Gazne devletinin resmî bağımsızlığı bu andan başlar (999
sonlan); ona bazen Devleti-Yeminiye denilmesi de bu yüzden­
dir. Bu hilât, menşur ve unvanları aldıktan sonra Mahmut,
El-Utbi’ye göre, “Din-i Islâma vardım etmek. İslâm düşmanla­
rını söküp atmak amaciyle her_yıl_^_î!Ga?aj, __için, Hindistan’a
gitmeyi kendi nefsine farz kıldı ..*4.
Bundan böyle Mahmut, bazı istisnalarla, Halife ile hep iyi
geçinecek ve hem Islâmın ve hem de Sünnîliğin kahramanlığını
üzerine alacaktır. Genel olarak denilebilir ki, babası Sevükte-

4 Bey Kakı s, 803. 2 C, IX, s. 103, * Devletin sağ eli


4 İbnül-Esir c, IX, s. 120’de (392 hicri), Mahmud’un bir Hint sefe­
rini Müslümanlarla yaptığı savaşların «Kefareti» diye gösterir,
GAZNE DEVLETÎ 139

kin’in Saman oğullarına karşı takındığı durumu o, Abbasî


Halifesine karşı takınacaktır., Meselâ iki yıl sonra, 1001’de eski
Halife El-Vasık-ı-Billâh ibni Mu’tezil’in (842-847) soyundan
olduğunu ileri süren ve İlek Han tarafından korunulan Abdul­
lah ibni Osman-el-Vasıkî adında biri Horasan’da görününce
Mahmut onu yakalatıp ölünceye kadar hapsettirecektir,

S a m a n o ğ u l l a n Buhara’da olup bitenlere dönelim,


d e v le tin in o r - ^ Merv’de Mahmut tarafından bozulmuş olan
t a d a n k a lk m a s ı küçük padişah Abdül-Melik’in beyleri yeniden
savaş hazırlıkları yapadururlarken tlek Han,
Buhara üzerine yürür, oraya girer (23-10 999) Abdül-Melik’i
ve bütün soy sopunu yakalattırır ve Saman oğullan devletini
sona erdirir,
Çok geçmeden Abdül-Melik’in İsmail adında bir kardeşi,
İlek Han’ın elinden kaçıp onu epey ve Mahmud’u daha az Öl­
çüde uğraştıracak, bir zamanlar Buhara ve Nişapur’u bile ala­
cak ve bu gaile 1004 sonu veya 1005 başında onun ölmesiyle
sona erecektir; İlek Han’la Mahmud’un dostlukları da onun ölü­
münden az sonra yok olacaktır.
Saman oğulları devletinin ortadan kalkmasiyle İlek Han’la
Mahmud’un ülkeleri bitişik olur, Ceyhun arada sınırdır; bu
işte asıl kazanan ilek Han idi; çünkü O, Semerkant ve Buha-
ra’yı ele geçirmişti, halbuki Sevüktekin, ismen Saman oğulla­
rına bağımlı olmakla birlikte, gerçekten onların koruyucu ve
egemeni olduğu için sözü Buhara, Semerkant vesairede de
geçmekte idi,
Başta ilek Han’la Mahmut dost geçinecekler ve Mahmut,
ilek Han’ın kızını alacaktır (1000 ortaları)., Saman oğlu İsmail
gailesinin bunda tesiri olmuş olmalıdır; İsmail’in ölümünden iki
yıl geçmeden aralarında sözde Horasan, fakat gerçekten Doğu
İslâm acununun egemenliği için savaş olacak ve Hindistan’ın
serveti ve Mahmud’un dehası, üstünlüğü Gazne devletine sağ-
lıyacaktır,,

M ah m u d ’un S e - Mahmut, kardeşiyle savaşını bitirdikten sonra,


y l s t a n ’t a lm a s ı Horasan için Saman oğullarının beyleriyle
çarpıştığı gibi, işbu ülkeden bir parça kopar­
mış olan Seyistan hükümdarı Halef ile de uğraşmış ve bir sürü
140 HİNDİSTAN TARİHİ

vuruşmadan sonra (Mahmud’un amcası Borğracık bunların


birinde ölür) Halef yenilmişti; o, kâh Mahmud’a bağımlı, kâh
ona karşı ayaklanmış bir durumda olarak 1002 yılma kadar
kargaşalıklar çıkaracak ve bu tarihte ona teslim olup 1009’da
ölecektir. Seyistan 1003’de vakî bir ayaklanmadan sonra
kesin olarak Mahmud’un ülkelerine katılır,,

İlk H in t s e f e r it Mahmud’un, bağımsızlığı Halifece tanınınca,


^ P e n c a b ’a k a r ş ı ^er yd “Gaza,, yapmak için ant içmiş oldu­
ğunu yukarda görmüştük,. Buna uygun olarak
1000 yılının sonbaharında Kâbil’in Doğusunda Hindulann elinde
bulunan birkaç kurganı aldıktan sonra 1001 yılında Hindistan
düzlüğüne ilk seferini yapar ve babası Sevüktekin’in savaşmış
olduğu Caypal’a karşı yürür.. Onun devletinin merkezi veya
merkezlerinden biri Veyhand’dır 1 (adı Ohind ve Und diye de
geçer).
Caypal, Sevüktekin’e yenildikten sonra devletini (güneye
belki Bias ırmağının ötelerine kadar genişletmiş, yani hemen
bütün Pencab’a egemen olmuştu,, Bu yerleri alan ordunun
başında, ilerde adı geçecek olan Caypal’ın oğlu Anandapal
bulunmuştur,,
Mahmut 1001 sonbaharında, büyük sıcaklar ve yağmurlar
sona erdikten sonra Hindistan düzlüğüne iner ve Pişaver
dolaylarına konar., CaypaPm yaklaştığını duyunca 10,000 seç­
me atlı ile ona karşı yürür ve onun geriden gelen kuvvetlerinin
yetişmesine vakit bırakmadan ona saldırır; bununla birlikte
Hindu ordusu Türk ordusundan çok kalabalıktır (12,000 atlı,
30.000 yaya, 300 fil); Hindu ordusu tamamiyle ezilir, Caypal
soy, sop ve komutanlarından birçok kişi ile tutsak olur; Türk
ordusunun eline çok büyük servet geçer; yalnız Caypal’m
boynundaki bir gerdanlık 200,000 altın değerinde idi, o devirde
âdet olduğu gibi Gazne’ye 500,000 kadar tutsak götürülür.,
Mahmut, Caypal’m kendi ülkesine dönmesini ister, tâki uyruk­
ları (teb’ası) onu ezik ve alçaltılmış bir durumda görsün ve
Islâm’ın şanı onların gözünde yükselsin; bu düşünce ile onu
bir miktar para ve 50 fil karşılığında salıverirse de, o sıradaki
1 Şimdi yokolmuş bir kent, Sînd’in sağ kıyısında Etek'ten (Attok)
27-28 km yukarda,,
GAZNE DEVLETİ 141

geleneklere göre, Müslümanların eline düşen bir hükümdar


tahtında kalamıyacâğı için Caypal kendini ateşe atarak öldü­
rür ve yerine oğlu Anandapal geçer, Bu sefer üzerine Mahmut
“Gazi,, unvanını alır,,

İ k in c i H in t Mahmut müddet, daha önce anmış olduğu**


s e f e r i t B h a - muz gibi, Seyistan ve Saman oğlutsmail işleriyle
t i y e ’y e k a r ş ı uğraştıktan sonra, 1004 yılının sonlarında, 2 inci
Hindistan seferine girişir ve Bhatiye 1 racası
B eci2 ye karşı yürür; bu kişi tâ Sevüktekin zamanındanberi
Gazne devletine kafa tutmakta idi ve onun çok berkitilmiş bir
kurganı vardır..
Mahmut barış yapmış olduğu Pencap racası Anandapal’in
(CaypaPın oğlu) ülkesinden geçmemek için olacak Hindistan’a
Beîucistan yolu ile girer; Sint ırmağını Multan bölgesinden
aşarak Bhatiye üzerine yürür; Beci veya Bacı Ray, tutmuş
olduğu mevzide dört gün dayandıktan ve kazanacakmış gibi
göründükten sonra dördüncü gün ordusu bozulur ve Bhatiye’ye
sığınmak zorunda kalır..
Mahmut orayı kuşatınca raca dayanamam korkusiyle
kaçar, kovalanır, yakalanmak üzere iken kendisini Öldürür,,
Bhatiye’de verinir, Mahmut pek çok olca (ganimet) alır. EI-Ut-
bi’ye göre 120, Gerdizi’ye göre 280 fil de eline geçer.
Mahmut orada bir süre kalıp Baci Ray devletinin türlü
yönlerini de ele geçirir, camiler yaptırır ve Islâmiyeti yaymak
için hocalar tayin eder. Mahmut böylelikle o bölgeye yerleş­
mek istediğini göstermiş olur ; bunu yapmakla Pencab’da
Anandapal'ın devletini arkadan çevirmiş oluyordu,
Mahmut dönüşünde uygunsuz hava ve yağmurlar yüzün­
den epey zarar görür ve Multan emîri de ona karşı iyi davran­
maz, 1005 yılı mayıs veya haziranda Gazne’ye dönmüş bulunur,

1 Neresi olduğu hakkıoda münakaşa vardır, İslâm tarihlileri


diye yazarlar (Firişte'de ■c.bV*. den ilmektedir); oyların çoğu şimdiki Uc
(Pencab'ın beş ırmağının birleştiği nokta yakınında) veya şimdiki Batin’da
(Multan’m doğusunda 75 inci arz dairesi üzerinde) olduğu yolundadır,
2 Islâm yazarlarının çoğu ijjjf Fırişte diye yazar ; sondaki O ve
jî j hükümdar demek olan Ray karşılığı olarak alınırsa adı Becİ, Bacı
veya Bec'dir,
142 HİNDİSTAN TARİHİ

** .. .. , Mahmut, "Batını,, olan Multan emîrı Ebul-Feth


s e f e r i t M u lta n Davud’a karşı kızgındı; üçüncü Hint seferini
« H a t i m l e r i n e » ona karşı yapar, bu iş, Abbasî Halifesine karşı
karşı da bir türlü cemile idi; O, bu sefere 1006
yılının ilkbaharında girişir, sular çok taşkın
olduğundan Sind ırmağını, suların bol ve düşmanın yakın
olduğu yerlerden geçmektense daha yukarıdan geçmeyi uygun
bulur ve Pencap racası Anandapal’dan Multan’a geçmek üzere
yol ister; o buna razı olmayınca Önce onu yenip Keşmir’e
kaçmak zorunda bırakır ve Multan üzerine yürür; Davut kor­
kusundan Sint ırmağında bir adaya kaçar, Multan alınır ve
Batınî'lere epey eziyet edilir..
O sır alarda İlek Han, Horasan ve Belh’e saldırır ve Mah
mut çarçabuk Gazne’ye döner ; giderken, Caypal’ın torunların­
dan olup Pişaver vuruşmasında tutsak edildikten sonra Müslü­
man olmuş ve Nevase Şah adını almış olan Suhpal’i Multan’da,
ele geçirmiş olduğu Hindistan ülkelerinin valisi olarak bırakır-

M ah m u d - İlek ^aman oğulları devletinin birer yansına kona-


H an s a v a ş ı rak komşu olmuş olan bu iki Türk hükümda­
rının dostluğu, Saman oğlu İsmail’in ölümünden
sonra pek uzun sürmez ; çarpışma sebebi ülke ve saire elde
etmek kadar Doğu Islâm acununun az çok eğemeni olmak
isteği olabilir ; İlek Han’ın, Mahmud’un Hindistan’da bulduğu
pek geniş büyüme ve zenginleşme alanım kıskanmış ve ona
karşı Horasan’ı almayı istemiş olması da akla gelebilir,. Her ne
ise, Mahmut, 1006 yılının ilkbaharında, Multan seferine dalmış
iken İlek Han, bir i Herat, öbürü Belh üzerine iki ordu yollar, bi­
rincisinin başında Sübaşı Tekin ve ikincisininkinde Cafer Tekin
vardır.
Mahmut daha Önceden Tus valisi olan Arslan Cazib’e,
böyle bir saldırıya uğrayacak olursa Gazne’ye, yâni Hindukuş
dağlarının arkasına çekilme buyruğunu vermişti, o da öyle
yapar ; Belh’e giren Cafer Tekin ordusuna karşı da Hindukuş’-
un Bamyan ve öbüı boğazları berkitilir.. Böylelikle başkanı ve
ana ordusu uzaklarda bulunurken çok güçlü bir düşmanın
saldırısına uğramış olan Gazne devletinin aşılması çok zor
dağ, geçit ve çöllerin gerisinde kuvvetlerini toplamak imkânına
GAZNE DEVLETİ 143

malik olduğu görülür; hele ki çekildiği bölgede Kalaç Türklerİ


ve Afganlar gibi asker kaynağı olabilecek iki vuruşkan kütle
yaşamaktadır.,
Ancak bu durum llek Han’a, Mahmud’un Hüıdu-Kuş ku­
zeyinde kalmış ve hattâ Gazne’ye çekilmiş olan Türk bey ve
erlerini kendine çekmek fırsatını veriyordu, o da buna koyu­
lur; Mahmut ise Gazne’ye yetişir yetişmez, El-Utbi’ye göre,
kendi adamlarının bağlılığını berkitmek için onlara armağan­
larda bulunur ve hemen Kalaç Türklerine haber yollayıp on­
lardan kocaman bir ordu teşkil eder, sonra Belh üzerine
yürür; bu üstün kuvvet karşısında Cafer Tekin, Belh’i bırakıp
Termiz üzerine çekilir; Mahmut, Belh’i geri aldıktan sonra
Arslan Cazib’i Her at’ı ele geçirmiş olan Sübaşı Tekin’in yolunu
kesmek için Ceyhun kenarına yollar, geçit yolunun tutulmuş
olduğunu gören Sübaşı Tekin Merv’e doğru gider, o sırada
yazın en sıcak günleridir, yol üzerindeki kuyular doldurulmuş
yol bozulmuş ve belirsiz kılınmıştır., Bu yüzden Sübaşı Tekin
Kuzey ve Doğu yolunu bırakıp Güney-Batıya sapar ve Arslan
Cazip tarafından kovalanarak Sarahs yönünden Cürcan ve
Dihistan’a yani Hazar denizi dolaylarına gider, oradan yine
Doğuya saparak Nesa’y a 1 ve oradan Merv’e gelir ve Ceyhun’u
geçip İlek Han’ın yanına gidebilir; 2-3000 km. boyunca uzanan,
aylarca süren ve on binlerce atlı arasında yapılan bu kovalama
sırasında Sübaşı Tekin, hemen bütün ağırlıklarını ve almış
olduğu ganimetleri yollarda bırakmış ve bunların ancak bir
kısmını Nesa’dan Har ezm’e yollıyabilmiştir; geçtiği yollarda da
birçok çarpışmalarda bulunmuştu (Bilhassa Sarahs yönünde
Oğuzlar’la).
Bu kovalama yapılırken llek Han, Sübaşı Tekin’in yükünü
hafifletmek için Cafer Tekin’i yine Belh üzerine yollamış ve
orayı almış ise de, Mahmut, Sübaşı Tekin’in işini bitirmeden
kuvvetlerini ikiye bölmemiş ve Belh’i kendi durumuna bırakmış
idi. Bu iş bittikten sonra Mahmut, Belh üzerine yeniden yürür
ve Cafer Tekin yine Termiz üzerine çekilir ; oralarda yapılan
vuruşmalardan bahsederken Gerdizt, onun ordusundaki Türklerin
Mahmut askerlerinin bir Hotan havasıyle söyledikleri Türkçe

1 Merv’in 200 km,, kadar Batısı.


144 HİNDİSTAN TARİHİ

bir türküyü işidmce korkudan kaçışıp kendilerini suya attıklarını


yazar 1.
Böylelikle Mahmut, ülkesine girmiş olan bütün düşmanları
kovmuş olur (1006 sonbahar).
Bu yenilgiden sonra, El-Utbi’ye göre:
“îlek Han kederinden yerinde duramaz oldu, Hotan padi­
şahı olan Boğra Han oğlu K ad ir2 Han’a feryatnâme gönderdi.
Yalvardı, ondan yardım diledi, Fazla olarak bütün Türk oymak­
larını heycana getirdi. Böylelikle Türk haşminin denizi çoşa-
geldi En uzak yerlerde bulunan Hakan oğulları Türkler akın
akın koştular geldiler, İlek bütün Maveraünnehr’i de ayaklandırdı,,
Elhasıl İlek 50,000 veya fazla askerle Ceyhun’dan geçti,,3,.
Mahmut ta buna karşı, El-Utbi’ye göre: “Muhtelif Türk­
ler’den, Kalaçlar’dan, Hintliler’den, Afganlar’dan, Oğuz oymak­
larından pek çok asker topladı,,„
Daha aşağıda El-Utbi, Mahmud’un ordusunun düzenlen­
mesini anlatırken ortada onun kardeşi Nasr, Cüzcanan valisi
Ebu Nasr Feriguni ve Ebu Abdullah Tayi’in bulunduklarını
ve buyrukları altında Arap, Kürt ve Hintli’lerin verildiğini
yazar, kendisi de orada başbuğluk edecektir; ordunun sağ
ve sol kollarının başında Altıntaş ve Arslan Cazip vardır ;
onların askerlerinin hangi ulustan olduklarının ayrıca belir­
tilmemiş oluşuna göre öbür askerlerin yani Türkler’in ve belki
de Afganlar’m oraya konulduğuna hükmolunabilir; böylelikle
en vuruşkan erler kollara konulmuş demektir,, Fahrettin Müba­
rek Şah, “Kitab-ı Adabül Harp Veş-Şecaaasmda4 ordunun
ortasında saray kullarının da bulunduğunu (ki Türktürler) ve
Han’lı ordusunu bozanların başlıca onlar ve filler olduğunu

1 s. 53, cümle dumanlıdır,


3 Divan-ı Lûgat-it-Türk, s„ 364 de şöyle denilmektedir î «Kadir: Ha­
kanların sert ve çetin olanına denir, Bundan dolayı Hakan’lı (Kara Han’lı)
ulusunun Hanlarına: Kadir Han derler», dolayısiyle bu ad, arapçadaki
«Kadir, kadr, kader» delildir,,
3 El-Utbi, Ilek’in askerlerinden bahsederken Moğol tiplerini tarif
etmektedir, Bütün İslâm acununda ve birçok İslâm yazarların yazılarında
Türkler'in güzelliği övüle geldiğine göre İlek ordusuna birtakım Mogolun
da karışmış olduğuna hükmetmek gerekir.
4 s, 54a - 55a
GAZNE DEVLETİ 145

yazar ; aynı yerde îlek Han ve Mahmut orduları için şu denil­


mektedir :
“ Sultan Yemin-üd-Devle (Mahmut) oraya geldi, onların
(Türkistan Han’larının) ordusunu gördü, kendi ordusundan
kalabalık idi, hepsi Türk’tü, kendi ordusu daha çok Tacik,
Hindu ve başı bozuk (ba Saidan) idi ve korktu,,,,
Orta A sya’nın bir müddet için mukadderatını tayin edecek
olan bir vuruşmada iki yanın askerini ve durumunu göstermek
için bu ayrıntıları verdik, Özet olarak denilebilir ki Mahmut,
Irak’tan Ceyhun’a kadar giden ülkeler ahalisinden ve Hindis­
tan’dan asker toplamıştır, ancak ana kuvveti Türklerdir ve
vuruşmanın başlıca yükü onların ve fillerin üzerinde olacaktır.,
îlek Han da Ceyhun’un sağ kıyısından tâ Moğolistan’a kadar
giden yerlerden asker toplamıştır.
Vuruşma Ceyhun’un Güney ve Batısındaki ülkelerin ka­
rışık halkının önderliğini yapan Mahmud’un zaferiyle sonuçla­
nacaktır, dolayısiyle Türk ana yurdundan kalkan, Müslüman-
Türk başbuğluğu altında ve, durumdan anlaşıldığına göre, baş­
lıca Müslüman Türklerden teşekkül eden bu dalganın güney
ve batıyı kaplaması bu sefer için yine Türk dehası ve yukarda
sözü geçen ülkelerin koruyuculuğunu yapan Türkler yüzünden
başarılamıyacaktır..
Başlıca vuruşanlar aynı ulustan oluşuna göre, Mahmud’un
zaferi onun üstün komutası, filleri, üstün silâh ve âletleriyle elde
edilir; Gerdizî, Mahmud’un bütün fillerin saldırtılması buyruğunu
verince Türklerin (îlek Han ordusunun) yenildiğini yazar1..
Vuruşma Belh’in 20*25 km , kuzeyinde Keter Kırında
olmuştu (pazar 4-1-1008) ; îlek Han ordusu yenilip Ceyhun’u
geçtikten sonra Mahmut, hem kış gelmiş olduğundan, hem de
ordusunun çok yorgun bulunduğundan komutanlarının dileği
üzerine kovalamayı durdurur ; anlaşılan Mahmut, Türk ana
yurdunu almak gücünü kendinde görmemektedir ; o sıralarda
Multan’da bırakmış olduğu Nevase Şahin (Suhpal) Hindu dinine
dönmüş ve ayaklanmış olduğu haberini de alır..

1 S.. 5 4 . ,

Hindistan Tarihi 10
146 HİNDİSTAN TARİHİ

D5râffincfi Hint kuvvetli ihtimal olarak Nevase Şah, Mah-


s e fe rit m ut-İiek Han savaşının uzamasından ve bu
Multan’a karşı sonuncusunun kazanacağını ummasından dola*
yı, 1007 yılının sonlarına doğru, ayaklanır ve
Hindu dînine döner. Mahmut, kışa bakmadan dağlık bölgeyi
aşar, Multan’a ulaşır ve Nevase Şah’ı (Hindu adile Suhpal)
bozar; bu kişi yakın akrabasından olan Pencap racası Anan-
dapaFın ülkesine kaçarsa da çok geçmeden yakalanır ve hap­
sedilir (1008).

B e ş in c i H in t Mahmud’un beşinci Hint seferi Anandapal’a


seferi ı karşıdır. Yukarıda da görmüş olduğumuz gibi,
P e n c a b ’a k a r ş ı Multan ve Bhatiye (Batında) bölgeleri Mah-
mud’un eline geçmiş olduğu için Anandapal’ın
ülkeleri, yani bilhassa Pencap, Türklerce kuşatılmış bulunuyor­
du ve Anandapal’ın bu durumdan kurtulmak istemesi tabiî idi.
Ancak onun Mahmut-llek Han savaşından faydalanmak
istediği görülmez; El-Birunî, bunun tam tersine olarak, "Hindu
Şahi„lerini anan bölümün sonunda, AnandapaFın büyüklüğünü
ve doğruluğunu över ve bu savaş sırasında Mahmud'a şu yol­
da bir mektup göndermiş olduğunu yazar:
“Türkler’in size karşı ayaklanmış ve Horasan’a girmiş
olduklarını duydum. Eğer isterseniz 5.000 atlı ve 10,000 yaya
asker ve 100 fil ile yanınıza gelirim; ve yine eğer isterseniz
size bunun iki misli bir kuvvetin başında oğlumu gönderirim,,
Ben böyle davranırken sizin üzerinizde herhangi bir tesirde
bulunmak (yani gözünüze girmek) düşüncesinde değilim. Ben
size yenildim, dolayısiyle başka bir adamın sizi yenmesini iste­
miyorum,,.
Bu mektubu anan tek yazarın El-Birunî oluşuna ve onun
da bu işin nasıl bir sonuç verdiğini açıklamamasına göre bu
yolda başka birşey bilinmemektedir; bilinen şey varsa, Mahmut-
îlek Han savaşı sırasında kıpırdanmamış olan AnandapaFın
Mahmud’un zaferinden bir yıl sonra ona karşı Ucceyn, Gval-
yor, Kalincar, Kanevc, Delhi ve Ecmir racalariyle bağlaşmış
bulunduğu, bunlardan herbirinin ona yardımcı ordu gönder­
diği ve böylelikle elde edilen kocaman kuvvetle, 1008 sonlarına
doğru, Mahmud’a karşı yürüdüğüdür,. Belki bu bağlaşma görüş­
GAZNE DEVLETİ 147

melerine daha Mahmut-îlek Han savaşı sürerken başlanılmış


ve bir anlaşmaya varılması ve Kanevc, Kalincar ve Ucceyn
gibi uzak yerlerden orduların gelip toplanmaları için 1008 yılı
sonlarına kadar beklemek gerekmiştir, Ancak bu sırf bir var­
sayım (faraziye) dir.. Bağlaşık devletlerin sayısında şişirme de
olabilir.
Her ne ise, bir yıl önce Nevase Şahın yapmış olduğu
gibi, bu seferde bağlaşıklar Mahmud’a karşı savaşı kış orta­
sında açarlar; böylelikle onun 2 -3 0 0 0 metre yükseklikte kar­
larla örtülü ve tıkalı boğazlardan ordusunu geçiremiyeceğini
ve o, bunu yapamazsa yaza kadar epey başarı elde edeceklerini
ummuş olmaları tabiî sayılmalıdır.
Öyle anlaşılıyor ki Mahmut, bu bağlaşmayı ve bağlaşık
orduların Pencap’ta toplanmasını geç öğrenmiştir,. O, bunu
duyunca, 31 aralık 1008’de Gazne’den yola çıkar ve ordusunu
çok güçlükle dağlık bölgenin karlı ve dondurucu boğazların­
dan geçirip Sint ovasına iner.,
iki ordu Vayhand önündeki ovada karşılaşır.
Bu ayrıntıları veren Firişte’ye göre (c„ I, s. 26), Hindu or­
dusunda Keşmir dağları eteklerinde oturan savaşkan Kakar
oymağından 30,000 kişi de vardır ve birçok Hindu kadını
elmas gibi değerli süslerini ordu uğrunda vermişlerdir. Mah­
mut, bu sefer karşısına çıkan ordunun fedakârlıkla vuruşaca­
ğını anladığı ve ihtimal kendi ordusunun da Gazne’den geliş
biçimine bakılırsa pek iyi durumda bulunmadığı ve sayıca da
Hindu ordusundan çok az olduğu için ihtiyatla davranmaya
karar verir, siper kazdırır ve ordusunu böylece berkitilmiş bir
mevzie sokup düşmanın kendisine saldırmasını ister ve bunu
elde etmek için okçularına taciz saldırıları yaptırtır,, Ancak
karşı saldırıya girişen Kakar’lar hendekleri aşıp Mahmut ordu­
sunu çok güç bir duruma sokarlarsa da, Firişte’ye göre, o anda
Anandapal’m bindiği filin ürküp kaçmasından, daha çok yakın
bir devrede yazan Gerdizi’ye göre ise, Mahmud’un kendi mu­
hafız birliğine bir çevirme hareketi yaptırıp onu Hindu ordu­
sunun gerisine saldır tmasmdan Hindu ordusunda bozgun
çıkar ve zafer Mahmut’ta kalır (Firişte’nin anlattığı olay, Gerdi-
zî’nin anlattığının bir sonucu da olabilir)
148 HİNDİSTAN TARİHİ

Mahmut bu vuruşmada Kuzey Hindistan’ın başlıca devlet­


lerinden çoğunun ordusunu toptan ezmiş ve Hinduiarı Müslü­
man Türklerden yıldırmıştır; bu yılgınlık bundan sonraki savaş­
larda açıkcana görünecektir.,
Bu zaferden sonra Mahmut, Hindistan içine akın eder, çok
ünlü bir mâbedin bulunduğu Belhinı Nagar (şimdiki Nagarkut)1
kurganım a lır ; orada, El-Utbi’ye göre, kâtiplerin yazamadığı,
muhasiplerin hesap edemediği, ordu develerinin taşıyama-
dığı ölçüde ganimetler ele geçer „ Bunlar arasında: 70,000,000
dirhem, 70,000 m an2 ağırlığında altın ve gümüş külçeleri,
90 ayak uzunluğunda ve 45 ayak genişliğinde gümüşten yapıl­
mış bir kurma e v (? ), sayısız değerli taş ve kumaşlar bulun­
maktadır. Gazne’ye varıldıkta bunlar halka seyrettirilir; o sırada
llek Han’ın kardeşi Toğan Hanın elçileri de orada bulunuyordu
(1009 yazı),,
Bu seferde sağlanılmış olan başarılar, hem İslâm hem
Hint acununda Mahmud’un ününü olağanüstü yükseltmiş ve
onu devrin en büyük adamı olarak tanıtmıştır.
Mahmut, Nagarkut kurganına kendi adamlarını yerleştirir ve
muhtemel olarak oraya kadar olan yerleri kendi ülkesine katar.
Anandapal bu büyük yeniliği veyıkımdan sonra çok ya -
şamaz ve yerine oğlu Triloçanpal geçer , Bu hanedanın elinde
ne kadar yer kaldığı pek kestirilememektedir,, Ondan sonraki
başkenti Nandana veya Nardin’dir „

6 n cı H in t s e f e r i * *^09 sonbaharında Mahmut, Narayan (Nara-


N a r a y a n ’a (N a r a - yanpur) racasına karşı yürür; orası ekono-
y a n p u r ) k a r ş ı . - mik önemi büyük olan bir tecim geçit böl-
H o r a s a n ’l a H in - gesidir. Mahmud’un bundan önceki Pencap
d is ta n a r a s ın d a s e fe rj sırasında kazanmış olduğu ezici zafe-
t i c a r e t y o lu n u n rjn ^esj rj kuıac[a görülür. Türk ordusu bazı
a ç ıl m a s ı °
başarılı vuruşmalar yaparak ilerledikten son-
ra raca, Mahmud’a elçiler gönderip, El - Utbi’ye göre, şu Öner­
gelerde (teklif) bulunur :

1 Cellender’in doğu kuzeyindeki dağlık bölgede,


2 Çok değişen bir ağırlık ölçüsü: 14 , 16 bazen 20 kİ, eder,, Teb­
riz man’ı bizim eski okka karşılığıdır, yani 1283 gr. eder,,
GAZNE DEVLETİ 149

1) Cizye vermek; 2) Kurtulmalık (fidye-i necat) vermek


3) Sultanın yüksek kapısında hizmet etmek üzere 2,000 er ver­
mek ve bunları her yıl değiştirmek; 4) Herbiri birkaç sayılan
50 fil vermek; 5) Bu filleri Hindistan’ın en değerli mallariyle
yüklü olarak göndermek; 6) Her yıl belirli bir haraç vermek.
Bundan sonra El-Utbi der ki:
“Sultan, Islâm dininin şerefi için Hint hükümdarı adına
gelen elçilerin önerge ve dileklerini kabul etti .,, ve bu barış
üzerine Horasan ile Hindistan arasındaki yollar, kafileler, tüc­
carlar için açıldı
Bu olayın önemi şuradadır:
Mahmud’un elindeki ülkelerle Cemne ve Gence ovalan ve
Gücerat ve Malva ve daha güneydeki ülkeler arasında tecimin
(ticaret) rahatça işlemesi ve kervanların tehlikesizce gelip gide­
bilmesi için bir yandan Mahmud’a bağımlı olan, öbür yandan
da komşu devletlerle barış içinde yaşıyan ve esasen coğrafî
durumu bakımından bu işe elverişli olan bir ülke sağlanılmış
ve burası serbest bir transit merkezi yapılmıştır. Ei-Utbi’nin
yazısı bizce böyle anlaşılmalıdır.

1010 yılı sonbaharında Mahmut, daha çok


Y e d in c i H in t
Multan bölgesinin kenarlarında kalmış olan
s e f e ri* M u ltan
Batıniler ve onların başı olan Ebül Feth Da-
b ö lg e s i B a t ı -
vucpa karşı bir sefer yapar ; Davud yakalanıp
n ile r i'n e k a r ş ı
hapsedilir ve birçok Batınî öldürülür veya tutsak edilir,,

G u r'a k a r ş ı 1011’de Mahmut, Gur’a karşı başarılı fakat çok


sefer çetin bir sefer yapar; Gur derebeyleri, ülkelerinin
sarplığına güvenerek Herat’ın doğusundan geçen
kervanları vurmakla geçinmekte ve zenginleşmekte idiler;
o sıradaki derebeyi Suri oğlu Muhammed (?) esir edilir ve
esarette iken İntihar eder; yerine Mahmud’a bağımlı olmak
üzere oğlu Ebu Ali geçirilir,
150 HİNDİSTAN TARİHİ

Horasan k ıth - 401 Hicrî (1010-11) yılında, Horasan’da büyük


glt m alî sıkın- ve çetin bir kıtlık olur, adam eti bile yenir,
tıla n ve vezi- Mahmut yoksullara çok yardımda bulunur;
rin değiştiril- yjne jJU devlette büyük malt sıkıntılar
m esİ görülür, vezir Ebül Abbas Fadl vergi toplama
işinde kötü davrandığı, fazla vergi aldığı ve paraların bir k ıs ­
mını kendine sakladığı iddiasiyle baskı altında tutulur ve h a ­
piste ölür (1013-14). Vezarete Meymentli Haşan oğlu Ebul K a ­
sım Ahmet getirilir,, Şems-ül-Kuffat diye ünlüdür ; El-Utbi onu
“ Şeyh Çelil „ diye anar , Eyi yönetimci ve tedbir sahibi diye
tanınmıştır,, Mahmut onu daha sonra azledecek ve bir kur ganda
oturtacaksa da oğlu Mes’ut zamanında yeniden vezir olacaktır.
On birinci yüzyılda Avrupa’nın durumunu ve orada sık
sık olagelen kıtlıkların tahribatını ve ora yönetiminin kötü­
lüklerini bilmemezlikten gelen bazı Avrupa tarihçileri bu
olayları Mahmud’u ve yönetimini kötülemek için vesile ve
fırsat bilmişlerdir,.

B e lü cista n ^ 1 1 yılında Kusdar emîrine karşı başarılı bir


sefer yapılır, 1012 yılında Gur’un kuzeyinde bü­
G u r , G a r c is -
lunan Garcistan fethedilir .,
t a n v e C ü r-
c a n o la y la r ı 1012 yılında, ordusunda çıkan bir ayaklanma
sonucu olar ak Cür can hükümdar ı Kabus öldürü­
lünce yerine geçen oğlu Minuçehr, Mahmud’un eğemen-
liğini kabul eder (hutbe, para, yılda 50,000 dinar maiyetine
asker verme) ve onun bir kızını alır.. Böylelikle Cür can, Taba-
ristan ve Damgan Mahmud’a bağımlı ülkeler arasına gir miş olur.

T ü rk ista n ^ an y*h başında Belh’in kuzeyinde bo-


o la y la r ı zulduktan sonra kendisine yardımda veya yeter yar­
dımda bulunmmamış olan kardeşi Toğan Han ile
kavga etmiş, iki kardeşin arası açılmış ve Toğan Han Mah­
mud’a elçiler yollıyarak aradaki dostluğun bozulup savaş çık­
masından yalnız kardeşi liek Han’ın suçlu olduğunu bildirmişti,
Bu durum ve bu gibi davranışlar iki kardeşin arasını o
kadar açacak ki savaşmalar ından bile korkulacaktır; sonda1

1 4,25 gr,. ağırlığında altın para,


GAZNE DEVLETİ 151

ikisi birden Mahmud’a elçiler yollayıp dostluk duygularım


sunacaklar ve her kardeşin elçileri, Mahmud’un sarayında öbür
kardeşinkilerle kavga edecektir.
Türkistan Han’ları arasındaki bu geçimsizlikler Mahmud
için bir güc kaynağı olmuş ve onun Hindistan, Gür ve saire-
deki seferlerinin güvenle yapılmasını sağlamıştır.

M ısır F a t i m î *^10 yılından bu yana Irak ve Horasan’d a,


h a lif e s in in Mısır’daki Fatimı halifesi El-Hâkim-bi-Emr-Ul-
u ğ ra şla » Iah’tan yana kuvvetli bir propaganda ( Da’v e t)
görülür. 401 Hicrî yılında (1010-1011) Musul
emîri Kırvaş, hutbeyi Mısır halifesi adına okutur1. Yine o
sıralarda, El-Utbi’ye göre,12 Mahmud’un ülkelerinde Mısır halifesi
ile haberleşen gizli bir teşkilât yakalanır ve birçok kişi idam
olunur 3, 403 yılında (1012-13) elinde bir mektup ve hediyeler
bulunan ve Mısır halifesinin elçisi olarak Mahmud’un yanma
gelmek istiyen T aherti4 adında biri yollarda ve Horasan’da
halkı işbu Mısır halifesine biat’a çağırmaya koyulur, yakalanır,
Batınî olduğu isbat edilir veya ileri sürülür ve idam edilir.
Bu propagandalar Bağdat Abbasî halifesi El-Kadir-bi-
Emr-Ullah’ı çok ürkütmüştü. Mahmud’a bir mektup yazıp Ta-
herti’nin “şeriat,, bakımından öldürülmesi gerektiğini bildirirse
bu iş, işbu mektup alınmadan zaten yapılmıştı. Mahmud’un bu
davranışı ve Mısır halifesinden aldığı bir mektubu Bağdad’a
gönderişi (orada herkes önünde yakılacaktır) Abbasî halifesi­
nin korku ve kaygılarını yatıştıracaktır. Bunlardan sonra o,
Mahmud’a, Nizam-üd-Dîn ünvanını verir.
Abbasî halifesinin Mahmud hakkmdaki kuşkuları ara sıra
yine uyanacaktır,,

1 İbnül-Esir, 401 olayları, c IX, s. 156,


2 Mısır elçisi Taberti bölümü „
3 Gerdizî, s. 56 ve El-Utbi yukarda sözü geçen bölüm.
4 Gerdizî’de Tehareti (s. 56), Güzide'de (Gibb, s,, 398) Bahiri ve bu
eserin bazı yazmalarında Mahiri denilmektedir,,
152 HİNDİSTAN TARİHİ

Mahmud’un Türkistan’ı, hiç olmazsa Seyhun’a


M ah m u d ’un
T ü rk kadar olan yerleri, yani Seyhun-Ceyhun ara­
d e v le t le rily e sındaki ülkeleri (Mavera-ün-Nehr) almak iste-
m ü n a s e b e t le r i ğinde olduğu genel siyasasından sezilmektedir.
Halife ise ister kendisi böyle düşünsün, ister
Büveyh oğlu hükümdarlaıın tesiriyle böyle davransın, bunu
istememektedir ; çünkü o devirde doğuda iki güçlü devlet
vardır: Gazne ve Hanlı’lar (Kar ahanlı’lar) devletleri; bunlardan
birincisinin İkincisini yutması veya çok uzaklara sürmesi Doğu
Islâm acununun ve hilâfetin tek eğemeni olması demekti.
EM Jtbi’ye göre,Ilek Han, 403 yılında (1012-13) ölür ve yeri­
ne kardeşi Toğan Han geçer. Ilek Han son gününe kadar Mah­
mut’tan öc almak için hazırlıklarda bulunmuş ve yardım iste­
mek için kardeşi Toğan Han’la Hotan beyi Kadir Han’a mek­
tuplar yazmıştı. Ancak şu yön belirtilmelidir ki, o devirde
Ceyhun ötesindeki bölgelerde Karahanlı Hanlar'dan hangisinin
ne kadar zaman eğemen olduğu pek belli olmamaktadır; işbu
bölgedeki durumu uygun gördügü için olacak Mahmut, pek
belli olmıyan bir tarihte, en büyük ihtimale göre 1013 veya
1014’ te, Halife El-Kadir Billâh’a başvurarak Hanlı’Iarda (Kara-
hanlı’lar) olan Semerkand’m kendisine bağışlanmasını ve bu
yolda menşur yollanmasını diler1. Halife verdiği karşılıkta:
Maazallah! bunu yapamam ve eğer bu işi benim fermanım ol­
madan yapmaya kalkışırsan bütün acunu sana karşı ayaklan­
dırırım, der;
Bir yıl kadar önce Mısır halifesine karşı ve Bağdat
hâlifesi lehine bu kadar kesin durum almış olan Mahmut, bu
son halifenin bu karşılığına çok kızar ve onun elçisine bin
fil ile gelip Bağdat'ı yok etmek isteğinde olduğunu sö y ler;
az sonra halifeden kendisine bir mektup gelir, gereken mera­
simle açılır, içinde yalnız dua ve “elif, lâm, mim,, harfleri
yazılıdır; herkes şaşar, sonunda ileride büyük ün ve mevki
kazanacak olan Ebu Bekir Kuhistanî adında bir hoca bunun
kur’andaki “Elemtere keyfe...,, suresine işaret olduğunu bulur

1 Mahmud’un amacı kendi maddî gücüne Halifenin mânevî gücünü


eklîyerek Semerkand’ı ele geçirme işini kolaylaştırmaktır; onun bu yolda
diiekte bulunması bütün İslâm ülkesinin, nazarî olarak, Halifeye ait sayıl­
ması dolayısıyledir.
GAZNE DEVLETİ 153

veya ileri sürer ve Mahmut mahcup olur Bilindiği gibi işbu


surede Habeş Necaşisi’nin Yemen valisi tarafından Kâ’beyi
yıkmak için gönderilen ve Önünde “Mahmud,, adım taşıyan
bir fil bulunan ordunun başına gelen yıkıma işaret vardır K
Îbnül-Esir ise işbu 403 yılı olayları sırasında llek Han’ın
ölümünü yazdıktan sonra yerine Toğan Hanın geçtiğini ve
Mahmud'a elçiler göndererek ona: “ Senin Hint gazveleriyle
meşgul olman, benim (Müslüman olmayan) Türkler’îe savaşmam
Islâmiyetin ve Müslümanların menfaati gereğidir, biz biribirimize
dokunmıyalım,, dedirttiğini ve bÖylece de yapıldığını yazar;

Her ne ise, ister halifenin karşınlığı yüzünden,


^ fe r ^ ^ N a r * *s*-er ^oğan Han’la anlaşmış olduğu veya ge-
d în ’e (N a n d a - nel durumu uygun bulmadığı için Mahmut,
n a ) 3 k a rşı llek Han’ın Ölümünden istifade ederek Ceyhun
ötesini ele geçirmiye kalkışmaz ve birkaç yıl
(1013-1016) Hindistan’da ve türlü yönlerde savaşır.
1013 yılında Mahmut, başkentini Nandana’ya taşımış olan
Pencap racası Triloçanpal’a karşı yürürse de erken kar düş­
mesi dolayı siyle dağlık bölgenin boğazlarını aşamaz, Gazne’ye
geri döner ve sefer 1014 yılına bırakılır.
Hindistan seferlerinde genel olarak hatırda tutulması
gereken yon şudur ki, Türkler için Hindistan’da en uygun
savaş zamanı havanın serin olduğu kış aylarıdır , dolay isiyle
bunların oraya son baharda girip ilk baharda geri dönmiye
çalışmaları tabiîdir:
Son baharda sefer e başlayamıyan Mahmut, buna ilk bahar­
da girişir, El-Utbi’deki ayrıntılardan öyle anlaşılıyor ki, o, bu
sefere çok önem vermiş ve büyük hazırlıklar yapmıştır. Nan-
dana kenti bugün “Salt Range,, denilen (Tuzlu dağ zinciri
anlamındadır) bölgededir; yüksek olmamakla birlikte çok sarp 12

1 Bu bilgiler Firişte’de { c.. I, s.. 28) vardır; tarih verilmemiştir,


ancak Mahmud'uu Nandana seferine gitmeden ( mart 1014 ) hemen dnce
vaki olduğu, anlatış sırasından görülmektedir.. Yalnız Firişte’de bulunan
bu gibi bilgilerin Beyhakî’nin « Tarih-i-Al-i Sevîiktekin » inin kaybolmuş
kısımlarından alınmış olduğu genel olarak kabul olunabilir.
2 Pencap’ta, Cehlem ırmağı üzerinde Lahor*la Pişaver arasında yarı
yolda.,
154 HİNDİSTAN TARİHİ

çetin ve girintili çıkıntılıdır, Pencap racası Triloçanpal, Keş­


mir racasından yardım sağlamak için “Keşmir geçitlerine gider
ve Mahmut’la savaşmak işini oğlu Bimpal’a bırakır. El-Utbi
bu Nandana (Nardın) seferindeki Hindu tabiyesini şöyle anlat­
maktadır :
“Hint padişahı ise sultan ordusunu görünce yüksek, çıkıl­
ması zor iki dağ arasında bir boğaza girdi; boğazın ağzım
dağ parçası gibi fillerle kapattı: “atlı, yayan, büyük, küçük
kim varsa koşsun gelsin,, diye hüküm ettiği yerlere haber
gönderdi,, Tekmil halk koştu; silâh kullanamıyan, fakat taş
atabilen çocuklarda geldi,, Hint padişahı savaşmak istemi­
yordu; o, işi uzatmak, sultanı bekletmek istiyordu; o kendi
aklınca düşünüyordu ki, sultan boğaza hücum etmez, biz de
boğazdan çıkmayız, sultan da bir bekler, iki bekler, sonda
usanıp gider,,.,
Buna karşı Mahmut Deylemli ve Afgan gibi dağlıları
bunlara saldırır, bu saldırılar daha çok tek başına erler veya
küçük topluluklarca bazen dağ üzerlerinden yapılmakta idi.
Sonda yardım alan Hindulat boğazdan çıkar, açık alanda vu­
ruşur ve tamamiyle bozulurlar, Nandana (Nardin) alınır orada
camiler yapılır, hocalar tayin edilir ve birçok kişi Müslüman
olur. Birçok komşu hükümdar ve derebeyi de Mahmud’a ba­
ğımlı olmayı kabul eder.
Nandana’yı aldıktan sonra Mahmut, Triloçanparı ve onun
Keşmir’li yardımcılarını da bozar ve pek büyük olca (ganimet)
ve tutsaklarla Gazne’ye döner (1014 yazı).
Bu bozgundan sonra Triloçanpal'm Doğu PencapTa Siva-
iık dağlık bölgesinde tutunduğu sanılmaktadır. İlerde Mahmud’a
karşı bağlaşıklar bularak yine savaşacaktır.

D o k u zu n cu H in t Tanisar’da 1 ve bölgesinde çok ünlü bir put,


s e f e r it T a n i s a r ’a büyük servet ve çok savaşkan bir fil cinci
k arşı bulunmakta idi. Mahmut hem o putu kırarak
Hindular’ın maneviyatını sarsmak, hem de
servet ve filleri ele geçirmek için 1014 sonbaharında 2 Tanisar

1 Delhi'nin 150 kim. Kuzeyinde


2 Gerdizî , s. 55 de bu olayı 402 bicrî (1011-12) yılına koyarsa da
GAZNE D EV LEIİ 155

üzerine yürür. Triloçanpal bu işten vazgeçmesi için 50 fil ver­


meyi önerirse de Mahmut razı olmaz ve yoluna devam ed er;
Dera 1 racası R a m , onun Sütlec’i geçmesine mâni olmak için
savaşır, fakat bozulur ve bu ırmağı aşan Mahmut, Tanisar’a
yaklaşınca ora racası kaçar ve kent alınıp yağma edilir, putlar
kırılır ve bunların en ünlüsü Gazne’ye götürülür. Mahmut 1015
ilk baharında başkentine döner,,

O n u n cu H in t yılmda Gur dağlarında bir seferden sonra


seferi * Mahmud son baharda, bir yıl önce Pencap
K e ş m ir e k a r ş ı racası Triloçanpal’a yardım etmiş olan Keşmir
racasına karşı yürür ve Lohkot (Loharin) kur­
ganını kuşatır.
Ancak kışın çetinliği ve karın çokluğu yüzünden çekilmek
zorunda kalır ve çok kayba uğrar; kışın kalan kısmını Pen­
cap'ta geçirdikten sonra 1016 martında Gazne’ye döner,

T o ğ a n H a n ’ın l^nü^Esir'in 408 hicri yılı ( 1017 -1 8 ) olayları


h a s ta lığ ı başında Türkistan üzerine verdiği bilgilere gö­
re, Toğan Han’ın pek uzun süren bir hastalığı
dolay isiyle, birçok Müslüman o’ımıyan Türk onun ülkesine
girer ve arada pek çetin savaşlar olduktan sonra bunlar kesin
olarak yenilirler.
Öyle sanılabilir ki, Mahmut ta, 407 ( 1016-17 ) da başlamış
olması muhtemel olan, Toğan Han’ın bu pek uzun hastalığından
istifade ederek Kuzey’de bir iş görmek istemiş ve birçok uğraş
sonucunda Harezm ve Cürcaniye’yi ele geçirmiştir; Ancak Han­
lılar ( Karahanlılar) tarihinin karanlığı ve onun üzerindeki
tereddütler yüzünden bu yön, yani bu iki olay arasındaki ilgi,
bir faraziye sayılmalıdır.

„ . » . Harezm ve Cürcaniye emîri Ali, 406 (1015-16)


o r a n ın M a h m u t- yılından b e ri1 Mahmud un eniştesidir ( kız
c a e le g e ç ir ilm e s i kardeşi Kalçı’nm k o cası).

El-Utbi bunu Nandana seferinden sonraya koyduğu için İbnüi-Esir’in ver­


diği 405 (1014-15) tarihini daha uygun bulduk ( C,, IX, s. 172)..
1 Sütlec ırmağının kaynaklan bölgesinde .
2 Gerdizî, s.. 57..
156 HİNDİSTAN TARİHİ

Ali ölünce yerine kardeşi Me’mun geçer, dul kalan yen­


gesi Kalcı ile evlenmek için Mahmut’tan izin ister ve bunu
alır1
Me’mun, Mahmud’a hoş görünmek için elden gelen her şeyi
yapmakta ve ona son derece saygı göstermektedir, Halife ken­
disine hilât, aht, bayrak ve “Aynüd-Devle ve Zeynül-Mille,,
Iâkablarını yolladığında, Mahmut bu yollayışm kendi tavassutu
ile değil, doğrudan doğruya oluşundan kızar ve gücenir diye,
Me’mun Halifenin elçisini başkentinde merasimle kabulden çeki­
nir ve EI-Birunî’yi onu çölde karşılamak ve armağanları almaîc
üzere ileriye yollar,, Halifenin Semerkant işinde Mahmud’a karşı
almış olduğu duruma bakılırsa Me’mun’a gösterdiği iltifatlardan
onun (Me’mun’un) Mahmud’a karşı bağımsızlığını belirtmek ve
ikisinin arasını açmak istediği de sezilebilir,
Pek belli olmıyan bir tarihte, ancak Beyhakî’nin El-Biru-
nî’den naklen anlatış sırasına göre, yukarıda sözü geçen olay­
dan sonra Mahmut, Hanlı’larla (Karahanhlar) Harezmşah
Me’mun arasında da anlaşma ve dostluk olmasını diler ve bu
işe, kimler arasında yapıldığı pek açık olarak anlaşılmıyan,
Özkent vuruşmasından sonra girişir.. Mahmut ister ki hanlara
yolladığı elçilerle birlikte Harezmşah’ın elçisi de bulunsun.
Mahmud’un bu işte güttüğü amacı sezmek güçtür, belki
kendisine çok bağlı görünen ve her işte bir korunuğu gibi
davranan Harezmşah’ın bu durumunu açık olarak Türkistan
Hanlarına göstermekle onlar üzerinde daha büyük bir tesir
yapmayı ummuştur..
Harezmşah Me’mun’un bunu neden reddettiği de açık
anlaşılamamaktadır; Beyhakî’ye veya daha doğrusu El-Birunî’ye
göre, Me’mun, verdiği karşılıkta bir yandan Mahmud’a bağlılık
göstererek ve öbür yandan da kendini küçülterek “Tanrı bir
insanın içinde iki yürek yaratmamıştır,, ve “Ben emîrler takı­
mından olduğum için hanlarla münasebetim yoktur ve hiçbir
suretle onların yanına adam göndermem,, der.
Mahmut, kendisine koltuk verici özde olan bu karşılığı
alınca hoşlanır, ancak bir yönden de bundan kuşkulanır ve

1 Gazne-Harezm münasebetlerinin bu kısmı en iyi Beyhakî’nin ese­


rinin sonunda ( s 337 ve s..) bulunan El - Birunı’den alınmış yazıda
görünür,,
GAZNE DEVLETİ 157

vezirine der k i: "Galiba bu adam göründüğü gibi bize bağlı


değil, onun için böyle söylüyor „ „ Vezir de: “ Ben onlara
bir iş yapayım, bununla bize bağlı olup olmadıkları anlaşılır,, diye
karşılıkta bulunur ve Har ez m elçisiyle başbaşa görüşerek verilen
bu menfî karşılık dolayısiyle ona çıkışır ve sultanın buyruğu
üzerine değil kendiliğinden söylediğini açıklıyarak: "Aradaki
bütün dedikoduları ortadan kaldırmak ve ülkeniz üzerinden
Cihanîyan’m gözünü defetmek için niçin Sultan (Mahmud) adı­
na hutbe okutmuyorsunuz?,, der
Me’mun bunu Öğrenince Eİ-Birunî ile danışır; o da, bu söz­
leri duymamazlıktan gelmesini ve vezirin kendi adına bir öğüt
verdiği yolundaki konuşmasını ganimet bilmesini söyler; Me’mun
ise böyle bir durum almaktan çekinir, kendi isteğile Mahmud
adına hutbe okutmazsa bunu zorla kendisine yaptırılmasından
korkar ve Gazne’ye yeni bir elçi yollar; bu adam da ortalığı
karıştırıcı olduğundan Harezm’de hutbenin Mahmut adına okun­
ması işini, Me’mun’un minnettarlığını mucip olacak bir nimet
gibi gösteren bir dil kullanır; her nedense buna rağmen yüz
bulmaz, ancak vezir, Harezmşah’a yazdığı mektuplarda öğü­
dünü tekrarlar,,
Mahmud’un gücünden korkan Me’mun, Harezm orudsu­
nun başbuğlarını ve halkın ileri gelenlerini toplar, onlara işi
anlatır ve yok olmamak için Mahmud’un dileğini kabul ede­
ceğini söyler. Onlar ise coşarak buna hiç razı olamayız derler
ve dışarı çıkarak, bayrakları açar, silâhlan çeker ve küfürler
savururlar; Me’mun onları yatıştırmaya uğraşır ve d erk i: ben
sizi denemek ve bu işte düşüncenizi anlamak için bunları
söyledim,. Bundan sonra El-Birunî, işbu ileri gelenleri kandırıp
onları Me’mun’dan af dilemeye sevkeder,,
Ulus ve din birlik ve başkalıkları yönü bir yana bırakı­
lırsa Me’mun’un durumu, ülkeleri sömürgeleşme yoluna giren
bazı hükümdarların durumuna benzemekte idi, Hükümdar bir
kukla olarak ta olsa tahtında kalmak için müstevlinin her iste­
diğini kabule hazır iken, ordu halk ve ileri gelenler buna ya-
naşmayıp ayaklanmışlardır,
Özet olarak denilebilir ki, Harezmşah Me’mun, örs ile
çekiç arasında kalmıştı; danıştığı El-Birunî ona, bir yandan
Mahmud’un korkunç gücünü ve öbür yandan da onun Hanlı-
158 HİNDİSTAN TARİHİ

larîa (Karahanlılar) dost ve anlaşmış olmasına karşılık Harezm-


şah’m işbu Hanlarla arasının açık olduğunu belirtir ve el ele
vermiş çok güçlü iki düşmanla karşılaşmak tehlikesinin var
olduğunu gösterir,, Buna çare olarak da der k i: “Bugün
Özkent kapılarında savaşan Hanları elde etmelisiniz, Efendi­
mizin aracılığı ile Hanlarla llek 1 arasında barış yapılmalıdır,
bu olursa onlar bu yüzden size minnettar olurlar,,.. Harezmşah
bu yola girer, elçiler yollayarak sözü geçen barışıklığı sağlar,
Hanların dostluk ve minnetini kazanır ve onlarla bir de ant­
laşma yapar;
Böylelikle kurulan dostluk kâh Semerkant, kâh Harezm’i
almak iştemiş olan Mahmud’un birçok ümitlerini suya düşü­
recek özde idi, Horasan’ı bile tehlikeye düşürebilirdi; dolayı-
siyle Mahmut bu olan bitenleri Öğrenince, hem Hanlara hem de
Harezmşah’a kızar ve onlardan kuşkulanır; Belh’e gelir ve
Hanlarla İlek’e elçiler gönderip kırgınlığını bildirip onlara çıkı­
şır; Onlar da karşılık olarak derler k i: Biz Harezmşah’ı Mah-
mud'un dostu ve damadı (eniştesi) olarak tanıyoruz, onun bu
işten dolayı bize kızması doğru değildir; hepsinin eyisi şudur
ki biz araya girelim Sultan’la Harezmşah’ı barıştıralım.,»
Mahmut buna bir karşılık vermez, fakat Hanlar hakkında
kötü zanlar besler; Hanlar da Harezmşah’a Elçiler gönderip
bu durumu ona bildirirler; Harezmşah da işi azıtarak Hanlara
şu teklifte bulunur:
Birkaç yönden ve dağınık ve şaşırtıcı biçimde Horasan’a
akınlar yaptıralım, ancak akıncılarımız halkı ezmesinler ; bu,
Türkistan Hanlarına, Mahmud’a karşı kesin bir savaşa götü­
rebilecek bir bağlaşma önermek demekti. Hanlar bu tehlikeli
oyuna yanaşmazlar, ancak bir kere daha aracılık etmiye
koyulurlar ve Belh’e yeniden mektup ve elçiler yollarlar,
Mahmut, bunlara Harezmşah’la kendisi arasında önemli bir
incinme olmadığını ve olmuş olanın da aracılıkları ve sözle­
riyle ortadan kalkmış olduğunu bildirir ve elçiler geri döner ler .
Bundan sonra Mahmut, Harezmşah’a elçi yollar ve dedir­
tir ki: aramızdaki aht ve akdin ne yolda olduğu ve bizim

1 Beyhakî’de kâh Han ve İlek, kâh Hanlar ve İiek denilmektedir ve


ayrıca ad verilmemektedir,,
GAZNE DEVLETİ 159

hakkımızın ona ne kadar geçtiği bilinmektedir., Hutbe işinde


o bizim dileğimizi kabul etti ve etmeseydi işin nereye vara­
cağım biliyordu, ancak kavmi onu bırakmadı, maiyeti ve
uyrukları (teb’ası) demiyorum çünkü padişaha şunu yap ve
yapma diyebilenlere bu ad verilemez; bu hükümdarlıkta acz
belirtisidir. Uzun,zamandır Belh’de kaldım ve 100,000 atlı ve
yaya ile 500 fili bu iş için hazır kıldım ta ki buyrnk dinlemı -
yen ve hükümdarının oyuna karşı koyan o kavm ceza görsün
ve doğru yola gelsin ve bizim kardeş ve damadımız (enişte)
olan emîri uyandıralım ve emîrlik nasıl olmalıdır öğretelim,
zaif emîr işe yaramaz, Bizim Gazne’ye geri dönmemiz için
açık özür dilenmiş ve şu üç yönden b ir i12 yerine getirilmiş
olmalıdır : ya hutbenin, söz verilmiş olduğu gibi itaat ve
istekle (Mahmut adına) okunması; ya bize yakışacak gibi he­
diyeler yollanması, ki biz onları gizli olarak kendisine geri
göndeririz, çünkü biz fazla mala muhtaç değiliz ve bizim
kurganlarımızın toprağı altın ve gümüş çokluğu altında ezil­
mektedir; veya suçlarını bağışlattırmak için ülkenin ileri gelen­
lerinin, imam ve fakihlerinin yollanması, Biz gelmiş olan bu
binlerce halkı sonra geri göndeririz.,
Mahmud’un bu haberi bir ültimatom idi; O, Türkistan
HanlarTnın elçilerini savmış ve onları yatıştırmıştır; kendisi
ise 100,000 kişi ve 500 fil ile savaşa hazır bulunmaktadır ve
Han’lar işi duyduktan sonra isteseler de yeter gücde bir ordu
toplayıp gelinceye kadar Mahmut, Harezm işini bitirebilecek
bir durumdadır, dolayısiyle atılgan ve kesin davranmaktadır,
Me’mun, Mahmud’un bu üç dileğine de az çok boyun
eğer, hutbeyi Nesa ve Ferave’den başlamak ve Harezm’le
Urgenc ayral (müstesna) öbür kentlerlerde de öyle yapılmak
üzere Mahmut adına okutturur, 80,000 dinar ve 3,000 atı, bir
çok şeyh, kadı ve ilerigelenlerle Mahmud’a yollar.
Me’mun’un ana ordusu büyük hacip Buhara’h Alp Te-
kin’in 3 başbuğluğu altında Hezaresp’te bulunmaktadır; bu
olaylar duyulunca, bu ordudan birtakım başbuğ ve er başkente

1 Metinde «B iri» denilmekte ise de olaylar bunların « her biri «


istenilmiş gibi gelişecektir,
2 Beyhakî böyle der *, Et-Utbı, Harezm işlerini anarken kâh Niyaî
Tekin kâh Yenal Tekin der.
160 HİNDİSTAN TARİHİ

gelir, Me’mun’u , bu yola yöneltmiş oldukları sanılan birçok


kişiyi ve sonda Me’mun’un kendisini öldürürler (20 - 3 -1 017);
yerine 17 yaşında bulunan kardeşinin oğlu Muhammed adında
bir genci geçirirler, Ahmet Toğan adında bir ini de vezir ya­
parlar ve epey yağmalarda bulunurlar; ülkenin gerçekten eğe-
raeni Alptekin’dir.,
Mahmut bu olan bitenleri öğrenince Seyf-üI-Din’in Asarül-
Vüzerasına g ö re 1 ilerigelenlerden bir meclis toplar ve şunları
d e r:
“Harezm’e karşı ne yapılmalıdır ? Ora halkı hükümdarlar ı
olan eniştemi öldürmek küstahlığında bulundular,, Katiller
yakalanmadıkça komşu emirlerin tenkit ve tezyiflerinden kur­
tulanı am ve bundan sonra kimse benim dostluğuma güvenemez.
Katillerle savaşmak da büyük tehlikeler doğurabilir; çünkü
kalabalık ve iyi düzenlenmiş orduları vardır ve savaş tali'i
bize karşınhk gösterebilir, Öbür yandan eğer Harezm elimize
geçerse kendisine güvenilir birinin buyruğu altına konulmalıdır,
Çünkü büyük ülkedir ve düşmanlarımızın2 ülkelerine komşu­
dur ; ancak bunu yaparsak Har ezm’in az olan gelirleri, masraf­
ları korumaz., Bu biribirine karşın düşünceler arasında bir karar
veremiyorum,, Sizler ne dersiniz,,,.
« İlk söz vezirden bekleniliyordu, ancak o, sultandan
önce düşüncesini söylemekten korktuğu için askerî işleri daha
eyi bildiklerini ileri sürerek mesuliyeti askerî komutanların
üzerine atmağa çalışır,, Bunlar da, karşılık olarak mesuliyeti
üzerlerinden atmak için, görevlerinin sultanın buyruğuna
uymak ve gerekirse o yolda ölmek olduğunu söylerler,, Böy­
lelikle sıkışan vezir yine atlatmalarda bulunur; gazebe gelen
Mahmut, her türlü teşrifatı bir yana bırakarak bunları şöyle
kovar:
u Defolun korkaklar, devletimin büyüdüğünü istemiyor­
sunuz, kararımı kendim vereceğim,,
Bu ayrıntıların Beyhakî’nin eserinin kaybolmuş bir kıs­
mından alınmış olması çok mümkündür ; elde bulunan kısmın­
da ise Mahmud’un bu olayları duyunca, her ne olursa olsun,
Harezm’i alacağını ve eniştesini öldürmüş olanları öldüreceğini

1 M„ Nazım, s, 128 2 Türkistan Hanları düşünülmektedir,


GAZNE DEVLETİ 161

vezire söylediği yazılıdır, Bu işte şöyle bir yol tutulur:


Harezm’e elçi yollanıp yeni Harezmşah’ı rahat bırakmamız
isteniliyorsa, Me’mun’u öldürmüş olanları bize gönderin ve hut­
beyi adımıza okutun dedirtilir, ve elçi de kendiliğinden Mah-
mud’un kız kardeşi Kalcı’nm geri gönderilmesini Harezm ele­
başılarına söyler; amaç, önce hafif bir teklifte bulunup, bu
kadının tutu gibi alıkonulmasını önlemektir.,
Elebaşılar Kaicı’yı hemen geri gönderirler, Me’tnun’un
katilleri diye 5-6 kişiyi yakalayıp hapseder ve Mahmud’la bir
anlaşmaya varılır varılmaz, bunları 200 000 dinar ve 4,000 atla
birlikte yollıyacaklarını bildirirler. Görüldüğü gibi elebaşılar
hutbeye hiç yanaşmamaktadırlar ve katillen veya katiller diye
gösterdiklerini ve para ve atları ancak Mahmud’la bir antlaş­
ma yaptıktan, yani onun Harezm’i almak tasarında olmadığını
açıklamasından sonra göndermeye razı olmaktadırlar
Mahmud, Harezmîi’lere Gazne’den kar şılık verir., Alptekin’­
in ve öbür elebaşılarının öldürülmek üzere kendisine teslimini
ister; bu istek savaş demekti. Hazıemli elebaşılar 50,000 kişi­
lik bir ordu toplar ve biribir terinden aynlmtyacaklarma ant
içerler.,
Mahmut, tâ baştan Han ve İlek’e haber yollayıp, olan işlerin
kötülüğünü anlattıktan sonra damadının (eniştesinin) kanının
akıtılmasından öc alacağını ve Harezm’i ele geçireceğini bil­
dirmişti, tâ ki hera Hanların hem de kendisinin başındaki bu
dert kalksın Han ve îlek, bu işi beğenmemekle birlikte, karşı
koymayı uygun bulmazlar ve yazarlar k i; doğru düşünüyor­
sunuz, mürüvvet, siyaset ve diyanet bakımından gerekeni
yapınız tâ ki bundan sonra kimse hükümdarlarının kanını
akıtmıya yüreklenmesin,
Kendi başlarına kalan Harezmliler ezilirler, ülke ve baş­
kent Mahmud’un eline düşer (3-7-1017) ve elebaşılar öldürülür.
Mahmut, kısmen de Harezm seferinin anlamını ve bu
işteki siyasasını belirtmek için olacak, Me’mun’un mezar
taşma şunları yazdır tır (El-Utbi’ye göre):
“Bu mezar, adamları kendisine karşı ayaklanmış olan,
onlar tarafından haksız yere kanı dökülen Me’mun’un kabri­
dir, Yemin-üd-Devle Sultan Mahmut, o mazlumun öcünü almak
H in d ista n 7 arifti 11
162 HİNDİSTAN TARİHİ

üzere canileri yakalatmış, başkalarına ve bütün dünyaya ibret


olmak üzere onları darağacına çektirmiştir,,.
Tutsak edilmiş olan önemsiz kimseler ve erler Gazne’ye
götürülüp hapsedilirse de sonra salıverilir ve Mahmud’un or­
dusuna alınırlar; Bunlar gözcülük ve koruyuculuk etmek üzere
Hint sınırlarına gönderileceklerdir.,
Mahmut, ünlü komutanlarından Aituntaş’ı Harezmşah
ünvaniyle Harezm’e vali yapar,

H o r a s a n K e r - Gazne hükümdarları sünnı müslümanlığa bu


ra m ile ri kadar bağlı olmakla birlikte, Sevüktekin ve
hele Mahmut, Horasan’da oldukça yayık olan
“Kerrami,, mezhebine eyginlik göstermişlerdir ; sebebi, bunların
başkanı olup, El-U tbice: “Meşahiri Kerramiyeden fazıl, müte­
deyyin Ebu Bekir Muhammed İbnİ Mahmaşad,, denilen kimseye
karşı beslenilen saygı kadar Kerramilerin Horasan’da pek
yayık ve güçlü olan örgütüne (teşkilât) dayanmak isteği olma­
lıdır, Bu son yön, sözü geçen iki hükümdarın Horasan için
savaştıkları ve orayı alıp verdikleri sıralarda çok önemli
görülmüş olmalıdır; EMJtbî, işbu hükümdarların Kerramilerin
adı geçen başkanma karşı dindarlığı ve bilgisi dolayısiyle
gösterdikleri saygıyı andıktan sonra İlek Han ordusunun, 1006
da, Horasan’a girdiği sırada işbu Ebu-Bekir Muhammed için:
“Sultanın (Mahmud’un) adamı olmakla birlikte taraftan da çok
olduğundan belki bir gaile çıkarır diye (İlek Hanca) yakalat­
tırılmış, muhafaza altına alınmış ve sonra Sultanın gazadan
dönüşünde (îlek Han ordusu) çekilip giderken onu da birlikte
götürmüştü, Fakat o, bir fırsat bularak kaçmış kurtulmuştu,, der.
Bundan Kerramilerin Gazne hükümdarları için Horasan’da
bir dayanak oldukları anlaşılmaktadır;
Daha sonra Mahmut, Horasan’da Îsmailî, Batınî ve Kır-
mıtılerle manen uğraşmak, daha doğrusu onları bulup açığa
çıkarmak işinde, işbu Ebu Bekir’e pek geniş yetkiler verir ve
onun “mezhebi bozuk,, dedikleri idam edilir veya çok ağır
cezalara çarpılır; böylelikle Kerramî teşkilâtı dinî kalıplara
bürünerek kargaşalık çıkarmak istiyenlere karşı kullanılmış olur.
Ancak Ebu-Bekir ve Kerramîler bu yetkileri, bir yandan
kendilerine adam çekmek, öbür yandan para sızdırmak yolunda
GAZNE DEVLETİ 163

kullandıkları için birçok şikâyetler olur; Mahmud, Bağdad


Halifesinin kendisine onların mezheplerinin bozuk olduğunu
bildirmesi ve bir sürü dînî aytışmadan sonra, Ebu Bekir ve
Kerramılere artık yüz vermez olur ve onları epey de baskı
altına alır,.

O n b lrin ci Harezm işini bitirdikten bir yıl kadar sonra


H in t s e f e r i t Mahmut, 27*9-1018’de ordusu ile Gazne’den
K a n e v c ’e 1 k a r ş ı kalkıp Kanevc’i almak üzere Hindistan’a girer;
Ei-Utbi’ye göre, O, Harezm’den sonra Büst’e
gelmiş ve orada iken, O, ne vakit “ Gaza „ ya giderse bir­
likte gitmek üzere 20,000 kişi Türkistan’dan gelip onun ordu­
suna katılmıştır.. Mahmut, bunlar ve, Firişte’ye göre, 100,000 e
varan kendi öz askerleriyle yola çıkar, Himalaya etekleri
boyunca ilerliyeıek 2 -1 2 -1 0 1 8 ’de Cemne ırmağı kıyısına
varır; Hint acunu ondan o kadar yılgındır ki önemli hiç­
bir karşı koyma olmaz; Racalar ya kent ve kurganlarını bıra­
kıp ormanlara kaçışırlar, ya teslim olurlar ve yahut ta İslâmî
kabul ederler.
Keşmir’de Kalancar racası Çengi, Mahmud’un hizmetine
girer ve ona kılavuzluk eder, Cemne ırmağı 2 aralık 1018’de
aşılır ve ister bu ırmak boyunda, ister Cemne ile Gence ara­
sında birçok kent ve kurgan alınır, Cemne’ye vardıktan
sonra ordu, güneye inmeye koyulmuş ve sağda, solda kent ve
kurgan almıya başlamışa benzer.
Sirsava 2 racası savaşmadan kaçar ve kent verinir; bir
milyon dirhem ve 30 fil ele geçer , Baran ( Bulentşehir) 3 ra­
cası Hardat, El-Utbi’ye göre, Mahmud’u karşılar ve adam veya
askerlerinden 10.000 kişi ile birlikte müslüman olur,
Mahaban4 racası Külçend çok sık bir çengelde mevzi
alırsa da Mahmud’un bir birliği onu bozar; bir kısım askerleri
kaçarken suda boğulur; Külçend tutulmamak için önce karısını,
sonra da kendisini Öldürür. 185 fil alınır,

1 Agra’nm 170 km, kadar doğusunda, Gence üzerinde


2 Yukarı Cemne ovasında.
3 Delhi'nin 150 km, doğusunda.
4 Mutra’nın 10 km, güneydoğusunda.
164 HİNDİSTAN TARİHİ

Bundan sonra Mutra 1 üzerine yürünür; burası Hindis­


tan’da Kudüs ayarında kutsal bir kent olup mabut ve kahra­
man Krişna’nın doğum yeri sayılır,, Çok berkitilmiş bir taş
duvarla çevrilmiştir. Mâbetleri ve büyük yapılariyle ünlüdür.
Mahmut onu aldıktan sonra Gazne’ye gönderdiği müjde mek­
tubunda, El-Utbiye göre, şöyle demektedir:
“Bir kimse o yapılar gibi yapı yaptırmak isterse yüz bin
kere bir kızıl alt un sarf etmelidir.. Hem de eli çabuk sihir ci gibi
becerikli ustalar tarafından yapılmak şartiyle iki yüz yılda
bitirilebilir,,,
Kent karşı koymadan verinir, ele geçirilen putlar hak­
kında El-Utbi ve Gerdizî şişirilmişe benziyen sayılar verirler:
450 mıskal yani 9,000 kıratlık bir gökyakut ( safir ), 50,000 di­
nar 2 değerinde iki yakut ( bunlar bir putun gözleri idiler) ele
geçer; elde edilen altın putların ağırlığı, 98,300 mıskal yani
393 kİ, 200 gr, eder, vesaire. İçerlerindeki değerli eşya alındık­
tan sonra mâbetler yakılır,, Özel evlere dokunulduğuna dair
bir kayıt yoktur; kent savaşsız verindiği için bunlara bir şey
yapılmamış olmalıdır,
Bundan sonra seferin ana amacı olan Kanevc üzerine
yürünür, Daha önce Hindu devri olayları anlatıldıktan Kanevc
hükümdarlarının Gucar olduklarını ve Kuzey Hindistan’ın üstün
devletinin başında bulunduklarım söylemiştik,, El Utbi’ye göre,
Mahmut, Kanevç üzerine az askerle yürür, tâ ki raca Türk
askerlerinin azlığına bakarak kaçmasın ve dayansın,, Ancak
raca Racyapal başkentini bırakıp kaçar ve Mahmut orasını
biîgün içinde saldırı ile alır (20 aralık 1018)..
EMJtbi daima mâbetlerin ve “ kâfir,, kentlerinin tahrip
veya yağmasını büyük zevkle ve sevap sayarak anlatırken, bu
sefer, Kanevç’in yalnız yedi kurganının alınıp yağma edildiğini
yazar ve orada bulunduğunu bildirdiği 20,000 puthanenin
(mabet) ve özel evlerin yağma ve tahribi üzerinde birşey de­
mez,, Bundan onlara ilişilmediği anlamı çıkarılabilir, bu ise sal­
dırı ile alman bir yer için o devrin göreneklerine göre tabiî
değildir, Mahmut çekildikten sonra komşu racalar Kanevç

1 Cemne üzerinde Delhi ile Agra arasında yan yolda


2 4,25 g. alırlığında altın para..
GAZNE DEVLETİ 165

racasını hain bilip üzerine saldırışlarına bakılırsa işbu Raca


ile Mahmut arasında bir anlaşma yapılmış olduğuna, Racanın
şu veya bu biçim ve Ölçüde Mahmud’a bağımlı olmayı kabul
ettiğine ve bunun karşılığı olarak başkenti Kanevç’in tahrip
edilmediğine hükmolunabilir,
Ondan sonra dönüş başlar; yolda, Mahmud’un ordusu
yaklaşınca hükümdarları kaçışan, birkaç kent ve kurgan alınır.,
Bunlardan yalnız Şarva 1 racası Çandar Ray karşı koy­
maya yeltenir; yukarıda adı geçmiş olan Pencap racası Trilo-
çanpal’in oğlu Bimpal ( Mahmud’un Nandana önünde bozmuş
olduğu kişi) onun damadıdır; ancak o sırada o, damadım hap-
settirmiştir., El-Utbi’ye göre, Mahmud’un ordusu yaklaşınca
Bimpal kayın babasına şu yolda haber yollar: “Mahmut senin
Hint hükümdarlarının cinsinden değildir ki, onunla savaş ala­
nında oyun oynayasın, yahut onun bayrakları karşısında
dayanasın. O, senin kurganından daha güçlü kurganları ova
yapmış, senin ordundan güçlü orduları zebun etmiştir.. Onun
Önünden kaçmayı ganimet bilmek, askerinin önünden kaçmıya
bakmak gerekir,,, Bimpal’ın bu öğüdü, kayın babasını sevdiğin­
den değil, Mahmud’a dayanamayıp onun korkusundan Müslü­
man olur diye imiş,
Çandar Ray bu öğüde uyarak ordu ve hâzineleriyle yük­
sek bir dağlıkta bir ormana sığınırsa da kovalanır, kaçmıya
koyulur, hâzinesini yollara serperek işbu kovalamayı geciktir­
meye çalışır, fakat bundan bir fayda çıkmaz, Türk ordusu
onunkine yetişir ve onu bozar (6-1-1019).
Mahmut pek çok servet ve tutsak ile döner ve bu sefer­
deki başarı ve kazançları onun ününü gerek İslâm, gerek Hıris­
tiyan acunlarında çok artırır
Gazne’nin ünlü büyük camii en çok bu seferde elde edilen
servetlerle yapılmıştır,,

Mahmut Kanevç seferinden dönerken Gazne ile


A f g a n l a ı ’a
Sint ırmağı arasındaki dağlıklarda yaşıyan ve
k arşı se fe r
yerlerinin sarplığına güvenen Afganlar, onun
geride kalmış bazı er ve kafilelerini vurmuşlardı Mahmut, 1019

1 Yukarı Gence ovasında Mirut’tan 20 km kadar güneyde


166 HİNDİSTAN TARİHİ

sonbaharında, onlara karşı bir baskın seferi yapar, erkeklerin


birçoğunu öldürür, kadın ve çocuklara dokundurtmaz

O n ik in c i H in t Mahmut, Kanevç seferinden döndükten sonra


s e f e r i t K a lin - Kalincar racası Ganda (Müslüman tarihçiler
c a r r a c a s ı v e Nanda derler), Kanevç racası Racyapal’ı Mah-
b a ğ l a ş ı k l a r m a mud’un önünde kaçmış olduğu için ayıplar,
k a rşı ona birkaç raca ile birleşir, ona çatar,
onu yener, Öldürtür ve yerine Trüoçanpal
adında birini geçirir (bu kişi belki Racyapal’m oğullarından
biri idi),,
Ganda, Hindu devrini anarken adı geçen Cecakabukti
ülkesinin (şimdiki Bundelkent) Çandel hanedanına mensup
hükümdarıdır ve başkenti Kalincar, Keşmir’deki Kalancar’la
karıştırılmamalıdır., O sırada Gvalyor racası Ercan da Gan-
da’ya bağımlıdır.,
Racyapal'a karşı kazandığı başarı ve birkaç bağlaşığının
onu üstün ortak tanımaları Ganda’ya öyle bir güven ve gurur
verir ki önce birkaç kere adı geçmiş olan Pencap’ta, ufak
bîr dağlık bölgede tutunabilen eski Pencap racası Anandapal
oğlu TYiloçanpal ile (yeni Kanevç racası olan adaşiyle karış­
tırılmam ah) gizli görüşmelere koyulur ve Pencab’ı Mahmud’tan
geri alıp bu kişiye vermek gibi düşüncelere kapılır..
Mahmud’un Ganda’ya karşı yürümesi için iki sebep
vardı: birincisi, bu Raca’nm kendisine boyun eğmiş olan birini,
Kanevç racasını, öldürenlerin başında bulunması, İkincisi de,
Pencab’ı kendisinden geri almak için tasanlar yapması ve
görüşmelere girişmiş olması,,
Mahmut, 1019 sonbaharında, Ganda üzerine yürür; bunu
öğrenince eski Pencap racası Anandapal oğlu Triloçanpal,
ordusu ile doğuya çekilip bağlaşıklarının ordusu ile birleşmiye
çalışır,, Onu kovalıyarak ilerliyen Mahmut, ona Ruhut (Ram-
ganga) 1 ırmağının kıyısında yetişir,, Triloçanparın am acı,
karanlık basıncıya kadar Türk ordusunun suyu geçmesini
önlemek ve gece çekilmekti,, Bunu anlıyan Mahmut, El-Utbiye
g ö re :

1 Gence’uin dojusundadır, yukarı Gence’ye dökülür


GAZNE DEVLETİ 167

“Saray kullarına: “Tulumlar üzerinde suyu kim geçer,,


diye sordu,. Derhal sekiz kul ayrıldı, bunlar tulumları şişirdiler,
arkalarına bağladılar, kendilerini suya attılar,. Puruçal (Trilo-
çanpal), kulların suya atıldıklarını görünce onların işini
bitirmek için zırhlı beş fil ile birtakım insanları gönderdi.
Peygamberin “benim dinim acunun Doğu ve Batısını tutacak­
tır,, sözünü doğru çıkarmak için yüce Tanrı kullara ilham
buyurdu. Kullar derhal ayak üzere durdular, oklar attılar,
atılan oklar fillerin ellerini, ayaklarını birbirine dikti; gelen
insanları da yere serdi, Böyle sekiz kişinin tulum ile ırmağı
geçmesi, karşılarına gelen filleri, insanları okla öldürmeleri mu­
cize kabilindendir Kulların halini görünce Sultanın ağzından şu
söz çık tı: “Her kim yüzüp geçebilirse geçsin, bütün Ömründe
rahat etmek istiyen bu sıkıntıya katlansın!,,
“Sultanın bu lütûfkâr tatlı sözünü işitenler hep bîrden
geçmiye başladılar. Kimisi tulum ile geçti, kimisi atının yele­
sine yapışarak geçti Elhasıl askerin hepsi elemsiz, kedersiz
selâmetle geçti; geçenler ırmağın öbür kıyısına atladılar,,
“Allahü Ekber,, sesini göklere çıkardılar, düşmana daldılar ;
düşman bozuldu, bir kısmı kılıçtan geçti, bir kısmı tutsak
oldu.. Kemend ile 200 fil tutuldu, onlar da tutsak edildi, Düş­
man birçok mal, hazine bırakmıştı, iğtinam edildi,,.
Bu vuruşma Türk ve Hindu ordularının karşılıklı maddî
ve mânevi durumlarını açıklar,
Anandapal oğlu Triloçanpal bu vuruşmadan yaralı olarak
kaçarsa da ilerde kendi adamlarından biri onu Öldürecektir.,
Oğlu Bimpal daha çok nazarî olarak onun yerine geçer, O da,
1026 da ölünce, Kabil’in “Hindu Şahî„ hanedanı sönmüş olur,
Ruhut ırmağı vuruşmasından sonra Mahmut, Kanevç ve
Bari racası olan Triloçanpal üzerine yü rür, Bari kentini
alır ve yağma ve yok ettirir,
Bağlaşık Hindu racaların başı olan Kaîincar racası
Ganda, türlü tarihçilere göre, 170-180,000 atlı ve yaya asker
ve 640-900 filin başında Mahmud’a karşı ilerler, İki ordu kar­
şılaşınca Mahmut, Ganda’ya İslâm dinini kabul etmesini öner­
mek için elçiler yollarsa da Ganda buna yanaşmaz.
Mahmut bir tepeye çıkıp düşmanın sayısız kalabalığı
görünce, Gerdizî’ye göre, tereddüde düşer ve bu kadar uzak­
168 HİNDİSTAN TARİHİ

lara gelmiş olduğuna belki pişman olur,. Ancak Ganda kendi


öncülerinin bir yenilgisi üzerine üıküp gece karanlığında
ordusu ile birlikte çekilir veya kaçar,
Bunu biimiyen Mahmut, ertesi sabah elçisini Ganda’ya
yeniden gönderir; ancak elçi düşman ordusunun çekilmiş ol­
duğunu görür ve iş Mahmud’a bildirilir,, O da Allaha şükreder
ve işde bir tuzak olup olmadığını inceledikten sonra askerle­
rine, çekilen orduyu kovalattırır ve bıraktıkları malları yağma
ettirir.
Türk ordusu kaçanlardan pek çok kişiyi öldürür veya
yakalar. 580 fil ele geçer ve Mahmut Gazne’ye geri döner,,

yıImın ilkbaharında ( mayıs - haziran )


T u rlu s e f e r l e r 102 0
Mahmut, Kabil'in doğusunda bulunan ve şimdi
Nuristan (eski Kâfiristan) denilen çok dağlık bölgeye bir sefer
yapar; amaç, ora halkını Müslüman yapamktır. Sarp dağlardan
orduyu geçirebilmek için yollar yapılır,, Sefer Nur ve Kırat
ovalan yerlilerine karşı id i. İlk yerdeki derebeyi kafa tutar ve
ülkesi işgal edilir; ikinci yerdeki ise Müslüman olur; Mah-
mud'a bağımlı kalmak şar tiyle yerinde bırakılır.
Yine işbu 1020 yılının sonbaharında Mahmud’un büyük
oğlu Mesut, Gur ülkesinin kuzey-batı kısmında bulunan Tab
bölgesini almaya gönderilir,, Mesut kurganları ele geçirmek
için yaptığı başarılı birkaç çarpışmadan sonra gereken yerleri
almış olarak geri döner.,

Onüçüncu 1021
sonbaharında Mahmut altı yıl önce
H in t s e f e r i : alamamış ve
kendisine Keşmir yolunu ka-
K e ş m lr ’e k a r ş ı pamış olan
Lohkut (Loharın) kurganına
karşı yürürse de kış basmadan onu alamaz..
Kışı Pencap’da geçirdikten sonra, 1022 ilkbaharında, Gazne’ye
döner. Böylelikle Keşmir’i ele geçirmekle sonuçlanabilecek
ikinci sefer de başarısız kalır,,

O n d o rd ü n cu H in t
1019-1020 seferi sırasında Kaiincar racası
s e f e r it G v a ly o r v e ve Mahmud'a karşı toplanmış olan bağlaşık
K a l i n c a r ’a k a r ş ı racaların başbuğu Ganda kaçırılmış ise de
kesin olarak yenilmemişti,, 1022 yılında
Mahmut ona karşı bir sefer daha yapar, Yolda Ganda'ya ba-
GAZNE DEVLETİ 169

ğımlı olan Gvalyor racası Ercan üzerine yürür, Gvalyor kur­


ganı o kadar sarp bir kayalık tepe üzerindedir ki saldırı ile
alınması imkânsız gibidir; ve Mahmud'un ilk saldırısı hiçbir
sonuç vermez, ancak Raca kuşatmanın dördüncü gününde b a­
rış diler, Mahmud’a bağımlı olmayı ve 35 fil vermeyi kabul
eder.
Mahmut oradan Kalincar üzerine yürür; orası da çok
sarp ve çetin kayalar üzerindedir; içinde 500,000 adam, 20,000
hayvan ve 500 fil barınabilmektedir ve yeter yiyecek ve silâh
vardır,, Ancak Mahmut kenti kuşatınca Ganda’nın içine korku
girer ve boyun eğmeye karar verir; böylelikle üç yıl önce
hain diyerek savaştığı ve öldürttüğü Kanevç racası Racyapal’
m yapmış olduğunu kendisi de yapar ,
Bn münasebetle G erdizî1 şunu da anlatır: O (Ganda) barış
diler; cizye, armağanlar ve 300 fil vermesi kararlaştırılır; O,
hemen 300 fili fiicisiz, yani başıboş olarak, kurgandan dışarı
koyuverdirir; Mahmud’un buyruğu üzerine Türkler (saray kullan
anlamında olmalı) ve askerler bu filler üzerine yürür, onları ya­
kalar ve üstlerine binerler, bunu kurgan içinden görenler şaşa
kalır ve ürkerler,, Ganda da Mahmut için bir şiir yazıp yollar,
çok beğenilir ve Mahmut Kalincar’la birlikte onbeş kurganı
Ganda’ya verir (Kendi egemenliği altında olmak üzere) ,
Mahmut 1023 ilkbaharında Gazne’ye döner. Bu sefer
boyunca kimse bir ordu ile kurgan dışında onunla savaşmak
yürekliliğini göstermemiştin

M ah m u t ve H a c Fri5te’ye £ ö re> 4 1 2 hicrî


yıl,nda (1021-1022)
birçok “ülema,,, “suleha,, ve ileri gelen müs-
lüman, Mahmud’a başvurup onun sevap kazanmak için her
yıl Hind’e gittiğini ve orada İslâm dinini yaydığını, ancak
Arapların ve Keramitenin Hac yolunu kapamış bulundukla­
rını ve müslümanların onların korkusu ve Abbasî Hilâfesinin
zâfı dolayısiyle farzı yerine getiremediklerini söyler ve ondan
yardım isterler; O, bunların dileklerini kabul eder, kendi
kadılar kadısını Emîri-Hac tayin eder ve ona 30,000 dinarla
bir kuvvet verir ve yollar. Kafile, yol kesmek istıyen bir Arap
reisi Öldürüldükten sonra Hacca gider ve gelir
1 s„ 63,
170 HİNDİSTAN TARİHİ

A b b a s î H a life (1023-1024) de Horasan hacılarının başı


sin in k u ş k u la r ı ö^ara^ Hacca gönderilen Hasenek (daha sonra
vezir olacaktır), tehlikeli gördüğünden çölden
döneceği yerde Medine’den Şam yolunu tutar ve yol üzerinde
bulunan Vadi-ül-Kura’dan geçerek yani Mısır Fatımî Halifesinin
ülkesi içinde çok kalarak Horasan’a döner; Islâm Fatımî Hali­
fesi ona ve öbür hacılara hilât ve birçok armağanlar verir ve
aralarında epey propaganda yaptırır1 , Bağdat’taki Abbasî
Halifesi bunun Mahmud’un buyruğu ile yapıldığını sanarak
çok kuşkulanır ve kızar ve Hasenek’in Kırmıtî olduğunu ileri
sürüp Mahmut’tan idamını iste r; Mahmut buna son derece
kızar ve der k i: “Bu bunamış Halifeye yazmalı, o bilmiş olsun
ki ben burada Abbasîlerin şan ve şerefini korumak için bunca
çalışıyor, her yönde Kırmıtî arayor, bulunca ve Kırmitîiiği anla­
şılınca onu astırıyorum., Eğer Hasenek’in Kırmitîiiği tahakkuk
etse Emir-ül-Mümin’in onun da böyle bir sonuca uğradığını
duyardı. Onu ben yetiştirdim, onun benim çocuklarımdan ve
kardeşlerimden farkı yoktur, eğer o Kırmıtî ise benim de Kır-
mıtî olmam gerekir,, Tabiî Halifeye daha yumuşak bir biçimde
karşılık verilir ; arada birtakım elçi ve mektup gidip gelmesin­
den sanra Mısır Halifesinin gönderdiği hilâtlar yakılmak üzere
Bağdad’a yollanır ve orada bir kalabalığın gözü önünde ya­
kılır,, Beyhakî’ye göre, bu işe çok cam sıkılmış olan Mahmut:
“ölünceye kadar Halifeye karşı içinde gizli bir nefret besler,,.
Bundan iki yıl kadar sonra Hasenek’i vezir yapması her­
halde Halife ile onun arasını gizliden gizliye de olsa daha çok
açacak özde idi,,
M ahm ut v e ild eki kaynaklardan o devirde Türkistan duru-
T ü rk îsta n munu iyice anlamak güçtür» Mahmud’un dostu
H anları Toğan Han 1017-18’de ölür, yerine kardeşi Arslan
Han geçer, dostluk devam eder ; Mahmut büyük
oğlu Mesud’a onun bir kızım a lır3, Arslan Han 1023’de ölür3.
1 Beyhakî s, 207 v. s ; tbnÜI Esir e„ İX, s, 239 ( 415 olayları ) „
2 Kaşgarlı Mahmut, bu kızın gerdek gecesi Mesud’u (belki bir kavga
sonucu olarak) ayağiyle dokunup düşürdüğünü ve bu yüzden: «Kızla gü­
reşme - kısrakla yarışma » sözünün çıkarıldığını yazar ( Divan c,. I, s,. 474
« Kısrak » sözü ),,
3 Bazı tarihçiler ( Bak,, İbnül-Esir’in 408 hicri yılı olayları sırasında
GAZNE DEVLETİ 171

Bundan sonra Türkistan’da bir sürü çarpışma olduğu


görülmektedir. Bütün Türkistan’ın padişahı diye adı geçen ve
Kaşgar ve daha doğudaki ülkelere egemen olan Yusuf Kadir
Han, birincisi Fergana ve İkincisi Buhara ve Semerkand’a eğe-
men olan yine aynı hanedandan (başka bir) Toğan Han ve
Ali Tekin adında iki kişiye karşı savaşmaktadır; Selçuk hane­
danına bağımlı Oğuzlar da daha çok bu sonuncusu ile işbir­
liği yapmaktadırlar,,
Mahmud’un bu savaşlara ne biçimde karıştığını da kesin
olarak anlamak güçtür; bu yolda en doğru bilgilerin Harezm-
şah Altıntaş’ça yeni tahta çıkmış olan Mesud’a yazılmış mek­
tupta görülenler olmalıdır; bu mektup ise olayları bilen birine
genel düşünce sunma kabilindendir, aşağıya koyduk: 1
“....Merhum Emir (Mahmut) Kadir Hanı han yapmak için
ne kadar zahmetler çekti, paralar ve mallar sarfetti; onun
yardımİyie ( Kadir Hanın) işleri istikrar buldu; bugün bu
dostluğun artması için aradaki bu samimiyeti beslemek gerekir.
Tabiî bunların gerçek dost olması beklenilemez; ancak ne de
olsa hoş geçinmek zarurîdir ; böyltce bir taşkınlık gösterme­
lerinin önü alınmış olur,, Ali Tekin gerçekten bir düşman,
kuyruğu kopmuş bir yılandır, çünkü Tugan Han bunun karde­
şini merhum Emîrin kuvvet ve kudretiyle Blasagun’dan çıkarıp
atmıştı; o, hiçbir vakit dost olm az,..,,,
Bizce Mahmud'un en yakın bir adamı olup bütün bu
işlerde onunla birlikte çalışmış olan Altıntaş’ın bu yazısına
karşıt olan hiçbir yazı kabul edilmemelidir., Buna göre, Mah­
mut, 1024’den bu yana Türkistan siyasasını, içten olmasa da
siyasal alanda, Kadir Hanın dostluk ve ittifakı üzerine kurmuş
ve başlıca amacı, Semerkant ve Buhara’ya eğemen olması dola-

s. 210-11 de Hanlılar hakkında verdiği toplu bilgiye ) onun devrinde, ak­


rabasından Kadir Han'ın Mahmut’la işbirliği yaptığını, sonra ondan ayrılıp
Arsian Han’la birleştiğini, ikisi birden Ceyhun’u geçip Mahmud’a yenil­
diklerini yazarlar.. Gerdizî gibi çağdaş tarihçilerde bundan bahis yoktur;
bu olay aşağıda görülecek olan olayın yanlış anlatılmış bir biçimine
benzer.
1 Beyhakî’deki metin (s. 98) oldukça dumanlıdır, Başka bir yerde (s.
655) Beyhakî Toğan Han'ı Ali Tekin’in kardeşi diye gösterir; ancak ilk şık,
işin içinde bulunmuş Altnntaş’ın bir mektubuna, ikinci şık ise Beyhaki’nin
kendi ifadesine dayandığı için birincisini tercih ettik..
172 HİNDİSTAN TARİHİ

yısıyie çok büyüyüp güçleşirse Horasan’ı tehdit eder bir du­


ruma geçebilecek olan Ali Tekin’in büyümesini önlemek
olmuştur ; bu düşünce ile Kadir Hana yardım etmiştir,,
Olaylar genel olarak şu yolda gelişir: Türkistan Hanları
arasındaki savaşların kızışmış olduğu bir sırada, 1024’de, Mah­
mut Belh’e gelir ve büyük bir ordu toplar ve Ceyhun ötesi
halkının Ali Tekin’in zulmünden sızlandıklarını ileri sürerek
savaşa katılır. Ceyhun’u köprü kurarak geçer ve Semerkant
üzerine yürür ; Ali Tekin vuruşmadan çekilir, bozkırlara girer
ve daha sonra orada Mahmud’un hacibi Bilge Tekin tarafından
bozulur,.
Yusuf Kadir Han ise Semerkand’a gelir ve oradan da
ilerliyerek Mahmut’la buluşur; Han ve Sultan, ordularının ileri­
sinde, yanlarında birkaç atlı olarak buluşup görüşürler1;
büyük ziyafetler olur, pek değerli armağanlar alınıp verilir ve
bazr anlaşmalara varılır; bunlara göre: Yusuf Kadir Hanın
oğlu Yağan Tekin2 3, Mahmud'un kızı Zeynep’le evlenecek ve
Mahmud’un ikinci oğlu Muhammet te Hanın kızını alacaktır,
Beyhakî’deki 1 şu cümle: “ O (Yağan Tekin) bizim yardımı­
mızla Buhara, Semerkant ve o bölgeleri Ali Tekin’den almak
üzere Emir Mahmud'un kızı Hurre Zeynep’le evlenmişti „ , işbu
yerlerin alınması ve elde tutulması için ona yardım vadedildi-
ğini gösteril. Bundan başka Ceyhun’un sağ kıyısında bulunup
Belh’in kuzeyine düşen Çaganiyan, Termiz, Kabadiyan ve
Hutlan gibi yerlerin Gazne devletinde kalmış olduğuna Harezm-
şah Altıntaş’ın Mesud’a yolladığı yukarda sözü geçen mek­
tuptan ve keza Mesud’un yeni Halife el-Kaim Bı - Emrullah’tan
istediği menşurdan hükmolunabilir 4 „ Ancak bu yerlerin bu
anlaşma doiayısiyle mi yoksa Mahmud’un daha sonra Ali Te-
kin’le varacağı anlaşma üzerine mi ona geçtiğini kestirmek güç­
tür.. Keza Kadir Hanla olan anlaşmada ona ve oğlu Yağan

1 Yani iki eş hükümdar gibi eş şartiar içinde buluşurlar ve biribir-


lerinin ayağına gitmiş olmazlar (perşembe 2 9 - 4 - 1025 )..
3 Fil demektir., Beyhakî bunu lâkap olarak gösterir ve adı Buğra
handır der ( s 655, bak. keza s 230 a ) ; bazı yazmalarda Yağa Tekin
vardır,
3 s. 655.
4 Beyhakî, s„ 98 ve 359,.
GAZNE DEVLETİ 173

Tekin’e ayrılan yerleri kestirmek de güçtür; herhalde Mahmut,


Semerkand’ı Kadir Hanın eline bırakmıştır,
Mahmut kendi ülkesine döndükten sonra Ali Tekin, Bu­
hara ve Semerkand’ı geri alır; Yağan Tekin Mahmut’dan
yardım istemek üzeıe Beîh’e gelince, Beyhakî’ye göre, Mahmut
ona 1 “Siz bizimle bir olun, ittifak yapalım, fakat sizin şimdi­
lik geri dönmeniz lâzımdır; çünkü biz şimdilik Somanat üzerine
yürümek istiyoruz, önce bu işi bitirelim, siz de Türkistan Han’
lığım ele geçirin, o zaman bu Ali Tekin’e karşı bir tedbir
düşünürüz,, diyerek onu savar,
Yağan memnun olmıyarak geri döneı ; daha da Zeynep’le
gerçekten evlenmiş değildir, Beyhakî’nin yazısından şu anlaşıl­
maktadır ki Mahmut’la Kadir Han veya oğlu Yağan Tekin
arasında henüz kesin ittifak yoktur ve Mahmut, Türkistan
Han’larından kendisine en yakın olan Ali Tekin’in gücünü
kırmak ve Horasan’ın güvenini sağlıyacak birkaç menfaat elde
etmekle yetinmiştir.,
Mahmut Somanat’tan döndükten sonra Hanlılar arasındaki
kavgalara yeniden karışacak, Yusuf Kadiı Hana yardım için
Ali Tekin’e karşı kuvvet yollıyacak, az sonra onunla pek açık
anlaşılamıyan şartlarla bir barışa varacaktır 2 (1026),
Mahmud’un bu devirlerdeki davranışından çıkarılabilecek
bir mâna da Ceyhun’un ötesinde güçlü tek bir devletin kurul­
masını istemediği ve Hanlı hükümdarlar arasında biteviye an-
laşamamazhklar olmasını kendi güvenini sağlamak bakımından
uygun bulduğudur,
Yine bu sıralarda müslüman olmıyan ve kim oldukları
pek belli olmıyan Kaya Han ve Boğra Han adında iki Tür­
kistan Hanıudan Mahmud’a elçiler gelir, ona itaatlerini bildirir
ve kız isterler, Mahmut karşılık olarak kız ve kız kardeşlerini
onlara verebilmek için önce müslüman olmaları gerektiğini
söyler,,
Genel olarak denilebilir ki, 1026 yılından bu yana Mah­
mut Türkistan’ın önemli bir kısmında az çok eğemendir ve hiç
olmazsa öyle olmak iddiasındadır ve Türkistan Hakanı için

1 Beyhakî, s. 655-6.
2 Beyhakî, s 655; çok belirsizdir
174 HİNDİSTAN TARİHİ

“raiyetim,, tabirini kullanmaktadır Ve bu iddiasını Bağdat


Halifesine de zımnen olsun kabul ettirmiştir ; çünkü Beyha-
kî’nin 12 1031 de Halife olan El Kaim Bi-Emrullah’ın Mahmud’-
un oğlu Mesud’a yollamış olduğu elçiden bahsediş tarzından,
ölmüş Halife El Kadir Billâh ile Mahmut arasında şöyle bir
aht olduğu anlaşılmaktadır :
Halife Mahmud’un aracılığı olmadan Türkistan hakaniyle
mektuplaşmıyacak ve ona armağan ve hilât göndeımiyecektir,,

M ah m u t v e konu türlü tarihçilerce oldukça başkalık ve


O ğ u z 'la r karşmlıkla anlatılmış ve dolayısiyle epey du­
manlı kalmıştır ve genel olarak Mahmud’un, 1024
de Ceyhun ötesine yaptığı sefer sırasında, Oğuz’ların Ceyhun’un
sol yakasına geçmelerine izin vermekle büyük bir siyasal yan­
lış işlediği ileri sürülmüştür.
Önce şunu belirtmek gerektir ki, 1024-25 yılından çok
önce Ceyhun’un solunda Oğuz’lar bulunmakta idi.. EMJtbi,
1006 ve 1008 yıllarındaki Ilek Han-Mahmud savaşlarını anla­
tırken bu yönü iki kere açıklar; ona göre: a) 1006’da îlek’in
komutanı Sübaşı Tekin Mahmud’un komutanı Arslan Cazip’ce
kovalanıldığı sırada Merv ile Serahs arasında Oğuzlar’la çar­
pışır, b) 1008’de Mahmud, Ilek Han’la Belh kuzeyinde kesin
çarpışmasını yapacağı sırada: “Türlü Türkler’den, Kalaçlar’dan
Hintlilerden, Afgan’lardan, Oğuz oymaklarından pek çok
asker,, toplamıştır, Bu Oğuzlar’ın, Ceyhun’un sağ kıyısında
oturanlardan değil, Mahmud’a ait yöndekilerden oldukları bes­
bellidir . Ibn-ül Esir de 3 Sübaşı Tekin’in kovalanması olayını
anlatırken, onun Merv dolaylarında Oğuz Türkmen’leriyle çar­
pışmış olduğunu söyler.
Dolayısiyle Mahmud, 1024 - 25 yılında, birtakım Selçuk
Oğuzları’nm Ceyhun’u geçmesine İzin vermekle ülkesi içine
yeni bir unsur sokmuş değil olsa olsa esasen orada bulunan
bir unsurun sayısını çoğaltmıştır..

1 Siyasetnâme, 132,
2 s 359
3 C. IX, s„ 142-143,
GAZNE DEVLETİ 175

Mahmud, Ceyhun ötesine sefer yaptığı sırada ve ondan


önceki devirde Selçuk, Oğuz veya Tüıkmenler Ali Tekinin
bağlaşığı gibi görünürler. 1
Gerdizfye g ö r e ,2 Mahmut, Ceyhun’u geçince Ali Tekin
onun önünden kaçar ve Selçuk oğlu İsrail saklanır ; Mahmut
onu bulup yakalattırır ve Gazne ve sonra Hindistan’a sürer 3.
Selçukların Ceyhun’un sol kıyısına geçirilmesi işinde de
türlü söylenti vardır..
Tabakat-ı Nasirî’de Selçuklar bölümünün başında, İbni
Heysem ( J U ) m “Tarih-i Sani„ veya “Kısası Sani„sine atfen
bildirildiğine göre, Mahmut’la Kadir Han başbaşa kalıp “bü­
tün Iran ve Turan,, işleri üzerinde görüştükleri sırada Kadir
Han “Türkmen Selçuk’un oğlunun ve maiyetinin,, Horasan’a
geçmesine izin vermesini diler ve Mahmut buna peki der. Bu
biçim kabul edilirse Kadir Han, rakibi Ali Tekin’in yardımcı­
larının azaltılmasını istemiş demektir.,
G erdizfde4 ise iş : “Selçuk Türklerinin başlangıcı,, başlı­
ğı altında, başka bir biçimde anlatılır; bu tarihçiye göre,
Türkistan komutan ve ileri gelenlerinden bir kısmı Mahmud’a
gelerek kendi emirlerinden gördükleri zulm ve eziyetten sızla­
nır ve “Biz dört bin haneyiz, Emîr (Mahmut) izin verirse suyu
(Ceyhun) geçip Horasan’ı kendimize yurt edinelim.. O bizim
yüzümüzden rahat eder ve ülkesinde bizim yüzümüzden bolluk
olur, biz çöl adamlarıyız, bizim pek çok koyunumuz vardır ve
Emîrin ordusunda bizden pek çok kişi asker oîur,,„ Mahmut
da istenilen izini verir.
Bu karşıt anlatışlardan özet olarak şuna varılabilir ki
Mahmut: bir yandan hem Ali Tekin’in, hem de Oğuzlar toplu­
luğunun gücünü azaltmak ve Kadir Hanın da dileğini yerine
getirmiş olmak, öbür yandan da vuruşkan bir oymağın bir

1 İbuül-Esir C.. IX s„ 266 ve Gerdızî s 66 67,


2 s„ 66-67,,
3 Îbnül-Estir (IX , 266) ve Güzide (s, 435) gibi bazı sonra yazılmış
eserlere göre, Mahmud, kendini görmeye gelen İsrail’i yakalatıp sürmüştür,
Birincisi onu Aralan adiyle anar; İkincisi Mahmud’un İsrail'in gücü ve
adamlarının çokluğu ile övünmesi üzerine ondan kuşkulandığını ve
ürktüğünü ve bu yüzden yakalattığını yazar.,
4 s. 67..
176 HİNDİSTAN TARİHİ

kısmı ve onun varını yoğunu kendi ülkesine geçirerek bir ka­


zanç sağlamak istemiştir; böylelikle Gazne devleti içinde yaşı-
yan Oğuzlara dört bin hane halkı daha katılmış olur, İleride
göreceğiz ki Ceyhun’un iki yanındaki Oğuzlar, durumu uygun
buldukça işlerine geldiği gibi bir kıyıdan ötekine geçmektedir -
ler„ Bunlar Gazne ordusunda da hizmet etmekle birlikte Mah­
mut devrinde bile devletin başına oldukça gaileler çıkaracak­
lar ve Mesut devrinde Gazne devletini Horasan’dan söküp
kendileri kocaman bir devlet kuracaklardır.

O n b e ş in c i H in t Mabmud’un Hindistan’da yaptığı en mühim


s e f e r i * S o m a - seferlerden biri Somanat seferidir. Hindistan’ın
n a t ’a k a r ş ı Batı kıyısında, Katiavar yarımadasında, So-
(1 0 2 5 -2 6 )1
manat kentinde, mâbut Şiva’ya ait pek ünlü,
kutsal ve zengin bir mâbet vardı ve burası, o
vakte kadar Mahmud'un zaptetmiş olduğu bütün kent ve
mâbetlerden çok üstün idi.. Mâbet hizmetinde 1000 Brahman,
oraya gelen hacıları tıraş için her gün muvazzaf 300 berber,
ve durmadan mâbut önünde dansetmek üzere 350 oyuncu
kadın bulunmakta idi,, Mabede vakfedilmiş 10,000 köy vardı,,
Put, her gün 1000 ve küsur kilometre uzakta olan Gence
ırmağından getirilen su ile yıkanmakta idi,,
işbu mâbedin Brahman’ları, kendi mâbutlarının dünyanın
en kudretli mâbudu olduğunu, hiçbir düşman ordusunun ona
yaklaşamıyacağını ve eğer Mahmut öbür mâbetleri yıkıp yok
edebilmiş idiyse bunu ancak Somanat’taki mabudun müsaa­
desi ile yapabildiğini, zira işbu mâbudun öbür mâbutların
kendisine saygısızlık gösterdikleri için onlara kızmış olduğunu
ve onları Mahmut vasıtasiyle yok ettiğini propaganda etmekte
idiler.. Hindular’ın maneviyatını kırarak İslâmlaşma hareketini
çabuklaştırmak, bu cakalara bir son vermek, ve büyük bir
ganimete konmak isteği ile Mahmut, Somanat mâbedini yık­
mağa karar verir,
Bu sefer, Türk cesaret ve teşkilâtçılığının bir şaheseridir.
Mahmut 30.000 muntazam süvari ve birkaç yüz gönüllünün1

1 ihtilâf vardır, bazı tarihçiler 416 hicrî yerine 415 hicriyi gösterir­
ler, 1024-25 eder,. Firişte bunlar arasındadır.
GAZNE DEVLETİ 177

başında, 1025 ekim ayının 18 inde Gazne’den kalkıp 21 inci


günü Multan’a varır ve orada çöl seferi için hazırlığa başlar,,
Önünde geçilecek yüzlerce kilometrelik meçhul ve korkunç bir
çöl vardı
Askerlere yol hazırlığı yapmaları için 50,000 dinar dağı­
tılır, her ere yiyecek ve suyunu taşımak için ikişer deve veri­
lir ve deve sayısı yetmeyince, Mahmut, kendi ahırlarından 20,000
deve verir , 26 kasımda ordu güneye ilerleyip az sonra meçhul
çöle dalar,, Bunun geçilmesi bir ay kadar sürer, Yol üzerinde
birtakım çarpışmalardan sonra 6 ocak 1026 da, yani Multan’dan
kalkıştan 42 gün sonra, 1100 ve küsur kilometre aşılmış olarak
Somnat’a varılır.
Kuşatma dört gün sürer ve kent ikinci saldırıda alınır,
Ortalık yatıştıktan sonra Brahman’lar mâbetteki putu kır-
dırmıyacak olursa pek büyük bir kurtulmalık (fidye) vermeyi
önerirlerse de Mahmut buna yanaşmaz, putu kırdırır ve içinden
kendisine vadedilen kurtulmalıktan birhaç misli değerde mü­
cevher ve altın dolu bir define çıkar 3,
Mir hond’un Revzatüssefa’sına göre, yağmadan yalnız Mah-
mud’un payına düşen kısım, yani genel yağmanın beşte biri,
20 milyon dinardır3,,
Dönüşte deve, at, katır gibi 200,000 yük hayvan gani­
metleri taşımakta id i4..
Mahmud’un askerleri böyle bir kafileye ancak muhafız
rolü oynıyabilecek sayıda idiler. Buna göre dönüş sırasında
Mahmud’un bütün amacı, bir büyük düşman ordusu ile karşı­
laşmamak olmuştur Birçok Hint hükümdarlarının kuvvetli bir
ordu ile kendisini yanmada dilinin kuzeyinde beklediklerini1234

1 Buna Tar veyahut Büyük Hint çölü derler,. O bölgede Sint ırma­
ğının güneyinden itibaren vahah çöl başlar ve bu az sonra mutlak çöl
halini alır ve kuzey güney yönünde pek seyrek vahaları olmak üzere
4-500 kilometre uzamı,
2 Gazne’de bugün işbu putun parçaları diye, kırık mermer parçaları
gösterilir,
3 Mahmud’un bir dinarı 4,25 gram ağırlığında altın olduğundan,
yalnız onun ganimet hissesi bizim 12 milyon altın liramıza yakındır ;
fakakt bu genel ganimetin kıymeti de olabilir zira rakam çok bü­
yüktür
4 Farûkî’ye atfen M, Nazım; s 119.,
Hindistan 7 atthi 12
178 HİNDİSİ AN TARİHİ

öğrenince yolunu değiştirip Somanat’tan doğru kuzeye çıkar,


Katiyavar’la Küç arasındaki körfezi suların alçak oldukları bir
zamanda atla ve kendisi ordunun ilerisinde olarak g eçer; bu
geçiş iki gün sürer i. Yolda bazı kurganlar alınır, Küç'te iken
Hindu bir kılavuz mâbudun öcünü almak için orduyu susuz
bir bölgeye götürdüğünden birkaç gün bütün ordu ölmek teh­
likesiyle karşılaşır ve sonda sulu bir yere yetişilip ordu kurtulur
ve Mansura civarında Sint ırmağına erişilip su boyunca Multan’a
gidilir; yolda Çat’ların arkası kesilmiyen saldırılarına uğranılıp
önemli zayiat verilir ve iki nisan 1026 da, yani hareketten beş
buçuk ay sonra Gazne’ye dönülür.
Bu seferde yenilen güçlüklerin büyüklük ve korkunçluğu ;
alınan ganimetlerin bolluğu ve Hinduluğa vurulmuş olan maddî
ve mânevî darbenin şiddeti, bütün Hindistan ve İslâm acununda
sonsuz akisler uyandırmıştır..
Bundan sonra Mahmut, İslâm acununda IV üncü Halife
Ali veya Afrasyaplar ve Rüstemler gibi efsanevî bir kahraman
mahiyetini almış ve menakibi hakkında halkın ağzında bitmez
tükenmez destan ve hikâyeler dolaşmağa başlamıştır,, Hattâ Ev­
liyalar sırasına geçmiştir;
Bu sefer dolayısiyle Halife Mahmud’a Kehf-üd - Devle vel-
İslâm (Devlet ve islâmın sığnağı), büyük oğlu Mes’ud’a,
Şihab -öd-Devle ve Cemal - ül - Mille ve ikinci oğlu Muhammed’Ie
kardeşi Yusuf’a da bunlara benzer lâkaplar verir,

O n a ttın e Çat’ların Somnat seferi sırasındaki sal-


u*n CJ t 7
s o n 2 H in d is ta n
dırılarını cezalandırmak üzere, mart 1027 de Mul-
s e f e r i* Ç a t 'l a r a *an a fP«cr.. Caf 1ar da Türk ırkından olup, yüz-
k a r ş ı ( 1 0 2 7 ) . lerce yıllardanberi Sind vâdisine yerleşmiş ol­
malarına rağmen, cengâverliklerinin ve çetinlik­
lerinin büyük bir kısmım muhafaza etmekte idiler; Hindu dininden
oldukları için de Pencap’ta yeni kurulan Müslüman-Türk yöne­
timi için daimî bir belâ olmuşlardı. Bu sefer esnasında Mah­
mut’ça yenilmesi gereken güçlükler, uzaklık ve tabiat güçlükleri
değildi, kalabalık kütleleri savaşta yenmek güçlüğü de değildi,12

1 Farûkî’ye atfen M„ Nazim ; s. 119.


2 a) Mahmud’un Hindistan seferinin sayısı üzerinde bazı ihtilâflar
vardır.
GAZNE DEVLETİ 179

fakat hemen Türkistan’dan getirdiği adamlar kadar vuruşkan


bir oymağı yenmek, yıldırmak ve uzun zamanlar için kıpırda-
mıyacak duruma getirmek güçlüğü idi. Burada cüretli bir ma­
nevra ile ordusu dağıtılıp uyruk durumuna sokulacak bir Raca
da yok idi,
Mahmut seferini bütün ayrıntılarına varıncaya kadar ha­
zırlar ve galebeyi fennî vasıtalardaki üstünlükte arar,, Çat’lar
usta gemici ve geniş Sint ırmağının eğemeni idiler 1 ; Mahmut,
1400 büyük gemi yaptırır ve bunların her birine, biri önde ve
ikisi yanlarda olmak üzere, ucu sivri boynuza benzer çubuklar
koyar, bunlar düşman teknelerini delip parçalamıya mahsus
idiler. Öbür taraftan her gemide mürettebattan başka yirmi
asker vardı ve bunlarda mutat silâhlardan başka gazla dolu,
veya daha doğrusu tutuşturmıya mahsus bir nevi el bombalan
bulunmakta idi 2„ Bu hazırlıklardan haberdar olan Çat’lar, aile
ve servetlerini uzak bir adaya gönderip bütün gemi ve kuvvet­
lerini toplar ve gemicilikteki ustalıklarına güvenerek, ve karşı
tarafın onların yolcu ve yük taşımıya mahsus gemileri karşısına
gayet üstün silâhlarla mücehhez gemiler çıkaracağını hatırlarına
getirmiyerek, ırmak üzerinde vuruşurlar,
Mahmud’un 1400 gemisi, Çat’ların 4000 ve bir söze göre
8000 gemisini tabiî çabucak batırır, yakar, kaçırır, Mahmut
suyun iki kıyısını atlıları ve filleriyle tutmuş idi, ve bunlar
kıyıya kaçan Çat’ları öldürüyor veya tutuyordu, Böylelikle
Çat’ların savaşa katılmış olanlarından hiç kimse kurtulamaz
ve savaşa giren gemilerin sayısına göre ölenlerin 10 binlerce
olduğuna hükmolunabilir,, Sonra bunların adalarına gidilip
servetleri alınır ve kadın ve çocukları tutsak edilir.

M ah m u d ’ un s o n ve 28 yıllarında Horasan’a yerleşmiş


°^an Selçuklar’la Mahmud’un Tu s valisi
y ılla n , H o ra sa n
Arslan Cazip arasında epey çarpışmalar
v e İ r a n o la y la r ı
olur ve Selçuklar çok ezilir ve kovalanırlar,
ancak istenildiği gibi kesin olarak yok edilemezler, Mahmut
dahi, hasta olmasına rağmen, Tus yolunu tutmuş idi.

1 Sint ırmağının batı kısmında bugfin bizim Boğaziçi vapurları


ayarında vapurlar işler. 2 Gerdizî, s„ 72,
180 HİNDİSTAN TARİHİ

Yine 1028 yılında, Rey’de, Büveyh hükümdarı Mecd-üd-


Devle’nin anası Seyyide, ki gerçekten hükümdar o idi, ölür;
oğlu devlet işlerinde âcizdir, askeri zapt altında tutamaz ve
kargaşalıklar çıkar, bunun üzerine kendisi veya ordusu Mah-
mud’u çağırır; o d a Rey’e girer (29-5-1029) ve Mecd-üd-Devle
ile oğlunu Hindistan’a yollar.
Bundan sonra Mahmut, Kırmıtî ve Batınî’leri epey ezer,
oğlu Mes’ud’u Rey’de bırakıp Büveyh oğullları’nın bütün ülke­
lerini almak ödevini verir ve kendisi Gazne’ye döner, Mes’ut,
Kazvin’i ( 1 3 -9 - 1029), Hemedan ve İsfehan’ı (1030 başı) alır,.

Ma hm u d ’un R u m ^ sırada Mahmud’un sağlık durumu bozul-


muştur,, Ancak devletinin durumu çoğ sağ-
v e M ısır’a k a d a r
büyük fü tu h a t lam ve güçlüdür; Türkistan’ın durumu da
ta s a rıla rı Gazne devletin güvenini sağlıyacak özdedir;
Harezm Mahmud’un elindedir, Selçuklar
ezilmiştir, Cürcan, Taberistan, Gur gibi yerlerdeki hükümdarcık
ve derebeyleri ona karşı boyun eğmişlerdir,
Mahmud ölüp oğlu Mes’ud’un Gazne tahtına yerleştikten
sonra Türkistan hanlarından Kadir Hana yazdığı mektup­
tan x öyle anlaşılıyor ki Mahmud ölmeden az önce, Selçuk-
ların çok geçmeden yapacaklarını kendisi yapmayı veya oğlu
Mes’ud’a yaptırmayı, yani Bağdad ve ötesini almayı düşün­
müştür ve bu iş İçin gereken siyasal hazırlıkları da oldukça
ileri götürmüştür., Mes’ud’un Hana yolladığı bu mektupta biraz
şişirme olduğu düşünülseFde açık yalan ve uydurmalar olduğu
kabul olunamaz; işbu mektupta Kazvin, Hemedan, İsfehan gibi
yerlerin Mes’ud’ca daha babasının sağlığında alınması dolayı-
siyle denilmektedir k i:
** ...... Fethettiğimiz bu ülkeler her ne kadar meşhur ve
adı sayılan vilâyetlerden idiseleı de bizim adımızı taşımak,
bizim yönetimimiz altına girmek için bu vilâyetler ahalisi kalk­
tılar, bunun için hazırlandılar, ahali bizim raiyetimiz olmak
için el kaldırıp dua ettiler,, Emu-ül-Mü’minin (Halife) de iltifat­
larda bulundu, Bağdat’tan mektuplar yazdı, bizim olanca sü­
ratle Bağdad üzerine yürüyerek hilâfet makamının düştüğü1

1 Metin ‘ Beyhakî, s, 82 v s
GAZNE DEVLETİ 181

zâfı telâfi etmemizi, onu sıkıştıran ayak takımlarını tepeleyip


uzaklaştırmamızı istedi, Biz de muhakkak bu yiice fermanı ye­
rine getirmek, Bağdad’a gitmek ve Emir-ül-Mü’minin yüzünü
görmek saadetine erişmeyi kararlaştırdık; fakat bu sırada ba­
bamızın Tanrının rahmetine kavuştuğu haberi geldi ...... „„
Bundan sonra Mes’ud, bazı ileriğelenlerce Mahmud’un
müphem bir vasiyeti üzerine kardeşi Muhammed’in tahta çıka­
rılmasını anar ve der k i:
“O zaman şüphesiz sükûneti sağlamak için böyle yap­
mak gerekiyordu, çünki biz uzakta idik, bundan başka ba­
bamız bizi hayatında her ne kadar veliaht yapmış idise de, o
azamet ve haşmete rağmen ömrünün son günlerinde sağlık
durumu bozulmuş, akıl ve fikrine bir gevşeklik gelmişti, ken­
disine— beşeriyet icabı—zamandan, hususile müstahak olmadıkları
mevkileri işgal eden padişahları görmekten bir bıkkınlık
arizolmuştu; 1 bunun için bizi Rey’de bıraktı; çünki o diyarın
Rum 'a ve öbür yönden Mısır a ka d ar tulen ve arzen bizim feth
ve istilâm ız şerefin e m azhar olacağ ı , Gaz ne ve Hindistan’a
kadar fethedilen yerlerin tarafımızdan kardeşimize bırakılacağı
ve yabancı ellere geçmemesi için onun orada kendimize bir
halife yapılacağı ve kendisinin (kardeşi Muhammed’in) son
derece aziz ve muhterem tutulmasının mukadder olduğu onca
malûm idi,,..
Mahmud’un bu fütuhat tasarıları, kendi ölümü, iki oğlu-
nun anlaşamamaları ve sonunda tahtı sağlıyan Mesud’un bu
yolda gitmiye hevesli olmakla birlikte büyük işleri başaracak
çapta bîr adam olmaması yüzünden yürütülemiyecek ve çok
geçmeden bunları Selçuklar başaracaklardır.

M ahm ud’ un Mahmud “Dik,, hastalığına tutulur (verem?),


ölüm ü ve özel- hastalığı epey sürer fakat hiç yatağa girmek
lik le ri istemez ve oturduğu yerde Ölür (23 ikinci
rebi 421 ve 30-4-1030)2
Doğu acunu onu en büyük adamlardan saymrş ve uzun
zamanlar onu örnek olarak göstermiş ve övmüştür ; belki kıs­

1 Eyi anlaşılmıyor, belki birer birer ülkeleri ellerinden alman


hÜkümdarcıklar kastedilmektedir 2 Gerdizî, s„ 73..
182 HİNDİSTAN TARİHİ

men bu yüzden, kısmen de Türklüğü dolayısiyle, birçok A v­


rupa tarihçisi onun 10 ve 11 inci yüzyıllarda yaşamış oldu­
ğunu ve o devirdeki Avrupa’nın durumunu unutmuş görüne­
rek, onu, ölümünden 900 yıl geçtikten sonra Avrupa’da hasıl
olan siyasal, yönetel ve ahlâkî anlayışa göre yargılamıya,
tenkide ve dolayısiyle küçültmeye çalışmışlardır; onun hak­
kında bu gibi tarihî eserlerde görülecek yazılar hep bu yön
gözönünde tutularak okunmalıdır.
Gerçekten Mahmud siyasa, yönetim ve askerlik işlerinde
bir dahî idi ve en güç durumlar karşısında yükselmiş ve
bölgesinin en güçlü hükümdarı olmuştur .
Şahsiyeti Türk kabiliyetinin bir örneği olmakla birlikte,
tarihî rolü, çokluğu Türk olan ordusiyle halkı karışık olan Ho­
rasan v.. s, gibi ülkelerin Türk istilâlarına uğramasını men­
etmek olmuştur ; bu yönden, Türklük bakımından tarihî rolü
menfi sayılabilir; ancak bu olay, zengin ülkelere yerleşen her
Türk dalgasının, sonra gelen öbür Türk dalgalarını durdur-
mıya çalışmasının bir tekerrüründen ibarettir, bu bakımdan
olagatı şeylerdendir,,
İbnül-Esir’e göre, orta, boylu zarif ve güzel yüzlü, küçük
gözlü, sarışın saçlı id i1. Siyasetnâme ise onun için çirkin idi
der ve onun tarih meraklısı olduğunu kaydeder2,
Yakınlariyle danışma tarzı hakkında Beyhakfde birkaç
kayıt vardır; birinde denilir k i3:
. Huysuz (fakat) uzağı gören bir adamdı,, Doğru olmı-
yan bir şey için: “Ben böyle yapacağım,, dedimiydi onu ceb-
barlığından söylerdi; eğer bir kimse onun yanlış olduğunu
söylese kızardı, söğüp sayardı; ancak sonra bunun üzerine
düşünür, yanlış olduğunu anlar ve doğru yola gelirdi,,,.
Bundan sonra oğlu Mes’ud’la bir karşılaştırma yapılarak:
“Bu Emîrin (Mesud) tabiatı başka türlüdür ; hiç düşünmeden
istibdat yapıyor, bilmem ki bu gidişle işlerin sonu ne olacak,,,
denilmektedir.

1 C, IX, s 284,. «Ahmer» tabiri vardır, kızıla çalan koyu sarı


diye kabul edilmelidir,
2 s, 44 ve 108.,
3 s,, 495 «Sahibi Divanı Risalet» Bu Nasr Müşkân’ıtı sözleri,.
GAZNE DEVLETİ 183

Yine Beyhakî’ye göre, Mes’ud, “Sahibi Divanı Risaleti,, bu


Nasr Müşkân’a elemiş k i 1:
“ . . . Ben biliyorum,, Babam (Mahmud) her ne yapmak
isterse oya koyardı, herkes fikrini söyleyip gittikten sonra
seninle ayrıca danışırdı.... „
Ibnül-Esire göre tanınmış bir vaizin öğüdü üzerine Mah­
mud bir vergiyi kaldırır 2„
Beyhakî onun adam yetiştirmekteki başarısını ö v e r3.,
Ibnül-Esir onu mal ve paraya çok haris gösterir ve der
k i 4 “ onun ayıp ve kusur sayılacak hiçbir hali görülmemiştir;
yalnız mal ve para ele geçirmek hususunda her türlü yol ve
çareye başvurmuş olduğu bundan müstesnadır,,,,
Bununla birlikte Mahmut, adaleti ve adalete verdiği
önemle ünlüdür ; bunu ilerde Gazne devletinin teşkilât ve
sairesinde göreceğiz.,
İslâm tarihini sonsuz kargaşalıklariyle dolduran türlü çe­
şitten Batınî, lsmailî ve Kırmıtî gibi mezheblerin elebaşı veya
atılganları bir yana bırakılırsa o devre göre adam Öldürt­
mekten çok çekinmiş bir hükümdar sayılır. Kardeşi İsmail ile
yaptığı taht savaşı dolayısîyle El-Utbi der ki: “Sultansiyaset
(idam) hususunda kolay kolay cana kıymazdı, onu siyaset
için kışkırtan bulunsa bile o gibilere: akıllı hükümdara gerek­
tir ki insanlardan onu alsın ki tekrar verebilsin,,,,.,,,,
Yine El-Utbi Kerramîler bahsinde onun iyilik ettiği ve
yükselttiğini kolaylıkla alçatmadığını ve dini dünyaya alet
ettirmediğini yazar,
Mahmut, bazı yakınlarına hele vezirlerine karşı çok titiz
ve kuşkulu davranmıştır, Birinci veziri Ahmet oğlu Ebul-Ab-
bas Fadl kötü idare ve yolsuz zenginleşme ile suçlandırılmış
ve hapiste ölmüştür (1013); ikinci vezir “Şemsül-Kuffat,, ve
“Şeyh Çelil,, denilen Meymend’li Haşan oğlu Ebül-Kasım
Ahmet, kendi süt kardeşi id i; ilerigelenlerden birçoğunu
incitir ve pek iyi anlaşılamıyan sebeb er dolayısîyle, 1025 de
Hindistan’da bir kurgana gönderilir, daha sonra iki yıl için
Mesud’un veziri olacaktır, Üçüncü ve son veziri Hasenek
denilen Muhammed oğlu Ebu Ali Hasan’d ır; Mahmud’un ölü-

ı s 552 2 c. IX, s, 247, 3 s„ 562 4 c„ IX, s.. 283.


184 HİNDİSTAN TARİHİ

müne kadar iş başında kalır ve oğlu Mesud’u kırar; o tahta


çıkınca onun garezi dolayısiyle, idam edilir (1031); bahane ola­
rak 1024 de Bağdat Halifesinin onu, Mısır Halifesinden hilât
alması üzerine Kırmıtîlikle suçlandırarak idamını istemiş ve bu
isteğin 1031 de yenilenmiş olması ileri sürülür.
Mahmut öldüğü anda aşağıdaki ülkeler onun devleti içinde
bulunuyordu:
Bugünkü Afganistan ve Belücistan’ın hemen topu, Hindis­
tan’da Pencap, Sütlec ırmağının güneyinde bazı bölgeler; Seyis-
tan, Horasan ve Harezm’le, Rey, Hemedan ve Isfehan bölgeleri;
Ceyhun’un ötesinde Çağaniyan, Termiz, Kubandyan ve Hutlan
Şu ülkelerin hükümdarları da onun eğemenliği altında
bulunuyordu :
Gürcan, Taberİstan, Gilan, ve Gur ; pek anlaşılmıyan bir
ölçüde bazı Türkistan Hanları, Hindistan’da Sint’teki bazı Emirler
ve Delhi, Gvalyor, Kanevc, Kalincar racası ve doğu Racistan’ın
bir kısmındaki racalar Bunlardan başka Mükran emîri ona
bağımlı iken onun Selçuklarla uğraştığı son yıllarda ( 1029)
bağımsızlığa kalkışmış ve Mahmut ona karşı bir sefer göndere-
meden ölmüştü,, Kirman’da dahi kısa bir zaman için, kardeşi
olan Büveyh oğullarından Fars emîri Sultan-üd-Devle’ye karşı
ayaklanıp Büst'e sığınmış bulunan Kıvam-üd-Devle’yi (1016 -17)
yeniden Kirman’a yerleştirmekle oraya dolayısiyle eğemen
olmuştu,,

Mahmud'un iki oğlu vardı: Büyüğü Mes’ut,


M ah m u d 'u n öl-
pehlivan yapılı ve kahraman ünlü idi, başarılı
m e s iy le o r t a y a
ç ı b a n d u ru m ;
bir komutan diye tanınmış olup orduca çok
M n b am m edsevilirdi; ikinci oğlu Muhammed ise gevşek
bir adamdı. Mahmut, önce Mes’ud’u veliaht yapmıştı, sonra
araya gerginlik ve kuşku girmiş, Mahmut işbu büyük oğlunu bir
müddet Hindistan’a sürmüş (1020 - 2 1 ) sonra yine salıvermişti,.
Yukarıda gördüğümüz gibi Mahmud’un ölümünde Mes’ut bir
ordunun başında batıda îsfehan bölgesinde bulunup Hemedan’a
gitmek ve oradan Bağdat üzerine yürümek düşüncesinde idi.
Muhammed ise Cürcanan’da ( Herat-Belh arası) vali idi.
Mahmut eski kararına karşı olarak tahta küçük oğlu Mu-
hammed’in geçirilmesini vasiyet etmiş olduğundan Gazne’deki
GAZNE DEVLETİ 185

beyler, hem bu vasiyete uymak, hem yakında bulunan bir


şehzadeyi çarçabuk tahta çıkarmakla kargaşalık ihtimallerini
önlemek ve belki de yumuşak birini tahta çıkarmış olmak için
Muhammed’i getirtip Sultan yaparlar; bu işlerin başı Muhamed’in
akrabasından büyük hacip ÎI-Arslan oğlu AH Karip’tir ve ger­
çekten yönetim onun elindedir,
Bu olayları öğrenince Mes’ut, kardeşi Muhammed’e bir
mektup yazıp ona Gazne’de bağımsız Sultan gibi değil, kendi
vekili (halifesi) gibi kalmasını, kendisi Bağdat ve daha ilerisini
almaya gideceğinden Gazne’den istediği savaş er ve gereçlerini
geciktirmeden yollamasını teklif e d e r: *' Tâ ki Müslümanların
ülkesi biz iki kardeşin buyruğu altına girsin „..
Muhammed ise ağabeyine gönderdiği karşılıkta kendisinin
veliaht olduğunu, dolayısiyle tahtta bir vekil gibi kalamıyaca-
ğını, babaları Mahmut ölmeden önce Mes’ud’un Rey’le yetin­
mesini buyurmuş olduğunu, ancak eğer Mes’ud Horasan’a gir­
mezse kendisine kul ( saray kulundan olan asker) , at, fil ve
silâh gönderileceğini v„ s„ bildirir 1 „
Bunun üzerine Mes’ud Bağdat üzerine yürümekten vazge­
çer, Halifenin daha önceki bir iltimasını yerine getirerek îsfe-
han’ı eski sahibi Kakveyh oğlu Ala-üd-Devle’ye kendi eğemen-
liği altında olarak mukataa ile verir ve kendisi Rey ve Nişapur
üzerinden Herat’a doğru yola çıkar,.
Rey’de iken Halifeden, Mes’ud’u Mahmud’un veliahtı tanı­
yan ve Rey, Cibal ve Isfehan vilâyetlerinden ele geçirdiği yer­
lerin kendisinin tanındığını bildiren haber gelir.. Halife aynı
zamanda Mes’ud’a Horasan’a gitmek öğüdünü vermekte, yani
Bağdad’a gelmesini istemediğini açıklamaktadır
Mes’ut, Nişapur’a varınca genel af yapar, Horasan ordusu
ve onun başbuğu olan Gazi Asaftekin2 onu tan ır; Mes’ut
Nişapur’da iken Halifenin elçisi yetişir, ona birçok lâkaplar
verilmiş, babasından kalan ülkelerle kendisinin e|e geçirdiği
ve geçireceği yerler onun tanındığı ve tanınacağı bildirilmiştir.,
Halifeyi kazanmış olan Mes’ut, Buhara’ya eğemen olan
Ali Tekin’i de kazanmak ister, ona haber yollayıp kendisinin
1 Beyhakî, s- 7 ve 85-86 ; Mesut'ça Türkistan Ham Kadir Hana ya­
zılan mektuba göre,
2 Beyhakı’de t d i y e geçer,,
186 HİNDİSİ AN TARİHİ

veya oğullarından birinin bir ordu ile yardımına gelmesi kar­


şılığı olarak bir vilâyet vereceğini b i l d i r i r b u başvurma ilerde
bir savaşa kapı açacaktır.
Mes’ud’un her yerdeki halk ve askerleri kazanarak Herat’a
gelmesi üzerine, vaktini hep eğlence ve gönül almak için para
dağıtmakla geçiren Muhammed’in tahtta tutunamıyacağı anla­
şılır; Türk olan saray kulları bundan da önce Mes’ud’dan yana
gösterilerde bulunmuş, Muhammet onlara karşı Hindu askerleri
kullanmak istemiş ve Türkler bunları bozmuşlardı. Bütün bu
olaylar dolayısıyle Muhammet, onu önce tahta çıkarmış olanlarca
tahttan indirilir ve herkes Mes’ud’a biat eder.

IV. MES’UT (1030 — 1040)

M es’ u d ’un kadar £Tenel bir isteğin sonucunda tahta çıkan


z a a f l a r ı Mes’ut, beslenilen bütün ümitleri boşa çıkaracak ve
on yıl geçmeden Gazne devleti önemsiz küçük bir
devlet durumuna düşecektir. Sebep, Mes’ud’un biteviye siyasal
ve askerî yanlışlar işlemesi, Selçuklar’dan Çağrı Bey Davud
ve Tuğrul Beyle boy ölçecek çapta olmaması, komutanlığının
az çok iyi bir tabiyecilik ve korkusuz bir vuruşkanlıktan ileri
gitmemesi ve geniş bir askerî seferi düzenlemek gerekince
pek yaya kalması; gevşek, sefih ve hasis olması ve önemi
bunların hiç birisinden az olmamak üzere sinsi ve güvenilmez
diye ün kazanıp herkesi kendisinden kuşkulandır masıdır.. Bu
en çok, birtakım adamlarını hattâ kendisinin tahta çıkmasında
çok hizmeti görülmüş olanları, yerli yersiz en ufak bir kuşku
üzerine yakalattırıp yok etmesinde görülür, Mes’ut bu yaka­
lattırma işine az çok basma kalıp bir biçim vermiştir. Kuşku­
landığı ve ortadan kaldırmak istediği adama son derece saygı
ve sevgi göstermiye başlar, onu bazen herkesin içinde över
ve ona içten güvenini bildirir, bazen ona kendi eliyle sevgi
ve bağlılık gösteren mektup yazar; böylelikle o adamda her
türlü kuşku duyguları uyuşturulduktan sonra bir eğlence veya
iş için saraya çağrılır ve yakalattırılır; çok kere büyük Türk
komutanlarını yakalamak için ITintÜ’ler kullanılır. Böylelikle

1 Beyhakî, 70.
GAZNE DEVLETİ 187

babasından kalma en değerli komutanlar ortadan kaldırılacağı


gibi bu yüzden doğan kuşkular dolayı siyle birçoklarının ayak­
lanmasına da yol açılacak ve devlette “adam kıtlığı» göıül-
miye başlanacaktır; yok edilenlerin adam ve askerlerinin
büyük bir kısmı da kaçıp ilerde Selçuk ordusunda Mes’ud’a
karşı savaşacaklardır, Mes’ud’un Selçuklara ve onların beyle­
rine karşı da bu biçimde davranması ve davranmak istemesi
Gazne-Selçuk düşmanlığında önemli rol oymyacak ve her
türlü barışı imkânsız kılacaktır.
Bunlardan başka yönetimde, hele ordu yönetiminde
genel bir bozulma görülür ; son yıllarda halk soyulmakta ve
zulüm görmektedir; bu yüzden Horasan ilerigelen ve zengin­
lerinin Türkistan iierigelenlerine başvurduklarını, onların da
Türkmenleri kışkırttıklarını, Horasan’ı soyan “Sahibi Divan,,
Suri’nin böylelikle elde ettiği paraların yarısını Sultana ver­
diğini Beyhakî yazar 1.. Ordu başbuğlarının hırsızlığı ve işleri
gevşek tuttukları da görülmektedir2; asker aidatı üzerinde
de kısıntılar yapılarak giderlerin azaltılmasına çalışılmakta ve
bu da askerin mâneviyatını kırmaktadır; vuruşmalarda askerin
buyruk dinlemiyerek düşmanı büsbütün yenmeden yağmaya
koyulmasının zaferleri bozguna çevirdiği, Mes’ud’un aldırışsız-
lığı ve komutanların gevşekliği yüzünden yenilen düşmanın
ciddî kovalanmaması ve bu yüzden derhal kendini toparlaması
da görülmektedir 3, Mes’ud da içki, av ve sefahati çok ileri
götürmüştür ve kendisine doğruyu söyliyenlere kızmakta ve
onları ürkütmektedir,
Sahib'i Divan-ı Risalet’in Mesud’a verdiği aşağıdaki öğüt­
ler durumu iyice aydınlatır;
“Efendimizin ömrü uzun olsun, eylencelerden biraz el
çekmeli, orduyu gözden geçirmeli, Hoca “Arız,, m (Savunma
Bakanı) bir hizmette bulunmak düşüncesiyle asker aidatından
yaptığı kesmelere bir son vermeli, askerin gönlünü almalı,
değerli kimseleri büyük bir servet gibi elde tutmaya çalışmalı,
geçmiş Emir (Mahmut) işe yarıyan kimselerden mal ve para
esirgememiştir, eğer yiğitler mal ve para ile elde tutulmazsa,

1 S, 510, 2 Ezcümle Bey haki', s., 667,


3 Beyhakî, 601, 605 ye 720,.
188 HİNDİSTAN TARİHİ

Allah korusun! sonra düşmanın yiğitleri gelir, o saklanıp har-


canmıyan mal ve parayı alırlar; bu yanlış tutumda her türlü
tehlike vardır; ben biliyorum ki bu öğütlerim Efendimizin
hoşuna gitmiyor; hak sözü acıdır, ancak başka çare yoktur,
müşfik kullar sözlerini söylemekten kendilerini alamazlar, , 1,
Yine aynı zatın Beyhakî’ye olan sızlanması da aynı özde
olup son cümlesi uğranılan yenilgilerin sebeblerinden birini
aydınlatır: “Ordu teçhizat ve mühim ma tiyi e birlikte altüst
oldu, Horasan’ın hali de böyle, her yönde karışıklık var;
Emir (Mes'ut) ise eylence ve istibdadında berdevam, vezir
töhmet altında ve korkuyor ; büyük komutanlar hiç yoktan
mahvolup gittiler,, 2.
Aşağıda Mahmud’un bırakmış olduğu koca mirasın nasıl
eriyeceğini göreceğiz,,

İifc y ılla r y*^ar içinde bir ibirine karşın iki türlü olay-
(1 0 3 0 —1033) v e lar zinciriyle karşılaşmaktayız; bir yandan Mah-
T ü r k i s t a n ’la mud’un bırakmış olduğu güç ve üne dayanıla-
m û n a s e b e t le r rak askerî ve siyasal başarılar elde edilmekte,
öbür yandan da yıkımları doğuracak olan kötü­
lükler gelişmektedir.
1030 yılının sonlarında Mükran’a karşı başarılı bir sefer
yapılıp orası Mahmut zamanındaki durumuna, yani Gazne’ye
bağımlı bir emirlik biçimine sokulur,, Halifenin Mes’ud’a, aldığı
ve alacağı yerleri tammış olmasına dayanılarak ve oranın ba­
kımsız ve sahipsiz olduğu ileri sürülerek Kirman alınır ve bu
yüzden oraya eğemen olmuş olan Büveyh oğullariyle Halifenin
arası açılır (1031 ?),
Mes’ud’un iki yüzlülüklerinden ve onun sinsice adam ya­
kalattırmasından ürküp ondan kaçarcasına ayrılmış ve Harezm’e
dönmüş olan Harezmşah Altıntaş’ı yatıştırmak için Mes’ut, ona
şu sözlerle başlıyan bir mektup yazmış: “Biz Hacib-i Fazıl am­
camız Altıntaş’ı gönlümüzde merhum babamız Mahmud’un ye­
rinde tutarız, onu babamız gibi tanırız.,,,,,, ve her işte onun
öğütlerine uymak istediğini bildirmişti8,, Altıntaş’ın karşılığında,
genel olarak Mahmud’un kurallarına göre, davranılması söyle-

1 Beyhakî, 604, 2 Beyhakî, 670, 3 Beyhakî, 108,


GAZNE DEVLETİ 189

nilmekte ve dış siyasa işlerinde şu öğütler verilmektedir: Kaşgar’


daki Kadir Hanla dostluğun yaşatılması, Buhara’ya eğemen
olan Ali Tekin’in düşman bilinmesi ve ona güvenilmemesi,
ancak onunla da bir anlaşma ve yakınlık elde etmiye çalışıl­
ması, onun boş bulduğu her yere saldırıp orayı yağma ettiği
için Ceyhun’a yakın olan Belh, Tuharistan, Çağaniyan, Kuba-
diyan ve Hutlan bölgelerinin insanla doldurulması.
Mes’ut bu biçimde mektuplaştığı Altıntaş’ı çok geçmeden
öldürtmek isterse de, O, işi öğrenir, Mes’ud’un bu yolda kendi
eliyle yazdığı mektubu yakalar ve daha çabuk davranarak ken­
dini öldürecek adamı kendisi öldürtür; bunun üzerine Mes’ut,
suçu Arız (Savunma Bakanı) üzerine atıp Altıntaş’a yine
“Amcam,, diye mektup yazar; Altıntaş da işi daha ileri götür­
mez ve mesele kapanır: vezirin dediği gibi, O : “Türk’tür ve
akıllıdır ve yaşlandı, kendini kötü adlı yapmak istemedi, yoksa
o başımıza pek çok belâlar getirebilirdi 1M
Az sonra, Ali Tekin işi patlak verince Mes'ud, Altıntaş’a
başvurur, o da, arada geçen bu kötü olayı unutarak onun
dileğini yerine getirir ; olaylar şöyle gelişir *. Ali Tekin, Mah-
mud’un ölümünden faydalanmak düşüncesindedir; kendisi
f|len Mesud’a bir yardımda bulunmamış olmakla birlikte, onun
kardeşi Muhammet'le taht savaşına girişmeye hazırlandığı
sırada yardım karşılığı olarak yapmış olduğu bir vilâyet verme
vadini kazanılmış bîr “hak,, saymakta ve bu “hakkını,, elde
etmek için asker toplamaktadır. 1031 - 32 kışında Mes’ut Belh’
dedir ve Ali Tekin’in hazırlıklarına karşı tedbirler almaktadır;
ona karşı iki müttefik akla g e lir: a) Kadir Han’ın oğlu Boğra,
ki Mahmud’a damat olacağı yukarda görülmüştü; b) Harezm-
şah Altıntaş 2„
Sonda bu işi Altıntaş üzerine alır; kendi ordusu ve mer­
kezden gönderilen güçlü bir ordunun başında Ceyhun’u
geçip Buhara üzerine yürür; Ali Tekin, Buhara’yı bırakıp
doğu güneye doğru çekilir ; vuruşma Çağaniyan sınırlarında
Debusi’de olur, Ali Tekin ordusunda Selçuklar da bulunmak­
tadır ; ilk vuruşmada yenen yenilen pek belli olmaz, ancak
Altıntaş yaralanır ve ordusunun mâneviyatı bozulmasın diye

1 Beyhakı, 393.. 2 Beyhakî, 418.


190 HİNDİSTAN TARİHİ

bunu belli etmez, ertesi gün attan düşer, eli kırılır ve genel
durumu çok kötüleşir, Ancak kethüdası Ahmet, Ali Tekin’in
mâneviyatının bozulmasından istifade ederek onun kethüdasına
haber yollayıp barış görüşmelerine yol açar ve kesin barış
ilerde yapılmak üzere iki ordunun biribirinden uzaklaşmasına
karar verilir, Ali Tekin’in elçisini, sağlık durumunu hiç belli
etmeden kabul etmiş olan Altıntaş, o gittikten az sonra ölür,
ancak olay gizli tutulur ve ordu güvenle yeniden Ceyhun’u
aşabilir,
Altıntaş’ın ölümü üzerine Mes’ut, Harezmşahlığa kendi
oğlu Said’i seçer ve Altıntaş’ın oğlu Harun’u “Halifet-üd-Dar’ı
Harezmşah,, ünvaniyle Saıd’e vekil olarak Harezm’e yollar,
Harun orada gerçekten Harezmşah olacaktır (1032),
Bu olaylar Mes’ud’un ilk yıllarının başarılı iş ve seferleri­
dir; gerçi Ali Tekin ezilmemişse de başkenti Buhara, geçici
olarak da olsa, Altıntaş’ın eline düşmüş ve Mes’ud’un onun
ülkelerini çiğnemiye gücü olduğu görülmüştü,
Bu ilk devrenin önemli siyasal olayları arasında Kaşgar’da
Türkistan Ham Kadir Han ve yeni Halife ile olan münasebet­
ler bulunmaktadır.
Mes’ut, saltanatının tâ başında Kadir Han’a bir mektup
yazıp babası zamanında kurulmuş olan dostluğu yaşatmak
istediğini bildirmiş; babasının sağlığında Bağdat ve daha ötesi
üzerindeki tasarıları ve kardeşi Muhammed’le taht için olan
uğraşlarını anlatmıştı; yazış biçiminden Mes’ud’un bu son İşte
kendini haklı göstermiye çok önem verdiği görülmektedir.1031
yılının başlarında Mes’ud, Kadir Han’a elçi yollar; amaçları:
a) bir antlaşma yapıp arada dostluk ve dayanışma kurmak
ve herbir yanın başka yönlerde güttüğü Özel amaçlara eriş­
mesini böylelikle kolaylaştırmak; b) iki hanedan arasında kız
alıp vermek; c) hapsettirdiği kardeşi Muhammed’in KarahanlT-
lardan bir kızla olan nikâhım bozdurmak1 Kadir Han’ın
ölmesi ve oğlu Boğra Tekin’in Arslan Han ünvaniyle yerine
geçmesi bu işi uzatacaktır. Elçiler antlaşmayı yaparak 1034 de
geri dönerler ve Mes’ud'a nikahlanmış olan kızı getirirler, oğlu
Mevdud’un nikâhlısı yolda ölür.

1 Bey hakî, 251 v, s.


GAZNE DEVLETİ 191

Mes’u t v e yılının sonlarında yeni Halife El-Kaim-Billâh*m


H a life elçisi gelir, Mes’ut yeni Halifeye biat eder; ondan
şunları dilemektedir:
a) Halife Mesud’a şu yerlerin menşurunu göndersin: Ho­
rasan, Harezm, Zabilistan (Gazne), Nimruz (Seyistau), bütün
Hint ve Sint, Çağaniyan, Hutlan, Kubadiyan, Termiz (bu son
dört yer Ceyhun kuzeyindedir), Kustar, Valistan, Mükran (bu
son üç yer şimdiki Beluçistan içindedir), Rey, Cibal, Isfehan tâ
Akabe-i-Hülvana (Zağros dağları bölgesi) kadar bütün yerler,
Gürcan ve Taberistan.
b) Ölen Halife ve Mahmut devrinde olduğu gibi Gazne
sultanının aracılığı olmadan Halife, Türkistan hanlariyle mek­
tuplaşmasın ve onlara ünvan ve hilât yollamasın.
c) Kirman ve Umman’ın Mes’udca alınmasına ve oradaki
Kırmıtîlerin yok edilmesine Halife izin versin, çünkü çok asker
toplanmıştır ve bunları kullanmak gerekmektedir.,
d) Büveyh oğulları hilâfet makamına daha çok saygı gös­
tersin ve hac yolunu açık tutsunlar,.
Mes’ud’un Kirman seferi bu yoldaki görüşmelerin bir
sonucu sayılmalıdır : 1032 yılında Büveyhler Hac yolu ile ilgili
tehditten çekinmiş olmalıdırlar ki çöl yolunun açılmış ve su
havuzlarının yapılmış olduğu Gazne’ye bildirilir ve Mes’ut bir
komutan seçip Horasan ve Maveraün-Nehir hacılarını yola
çıkarır1., Böylelikle Gazne sultanlarının Ceyhun ötesi hacıla­
rının gidiş gelişini de koruduklarını görmekteyiz,.
1033 yılının ilkbaharında Halifenin elçisi Mes’ud’u Nişa-
pur’da bulur ve babasından kalmış veya kendisince ele geçiril­
miş ve geçirilecek olan bütün yerlerin menşurunu getirir2 ..
Beyhakî’de, Halifenin, Mes’ud’un aracılığı olmadan Türkistan
hanlariyle mektuplaşmaması yolunda Mes’ud’ca ileri sürülen
dileğe bir karşılık gelip gelmediği soylenilmemektedir..
Bu yıllarda Mes’ud’un Batı ülkeleri üzerinde gözü bulun­
duğu, Horasan ve Rey’e yolladığı komutan Taş’a ve onun
yanındakilere söylediği şu sözlerden anlaşılır: "Umarım ki bütün

1 Beyhakî, 441. 2 Bey haki, 458


192 HİNDİSTAN TARİHİ

Irak kıtası sizin elinizle fethedilmiş olsun 1 „ „ Ancak olayların


gidişi bu amacı imkânsız kılacaklardır,,

Mes’ ut v e önce görülmüş olduğu gibi Mahmut, Türk-


Türkm en’ ler men’leri ezmiş ve Horasan’dan çıkarıp uzaklara
sürmüştü; Mes’ut onları yeniden ordusuna alır
ve türlü hizmetlerde ezcümle Mükran seferinde ve Hindistan’da
kullanır; Mükran seferi bitince oradaki Türkmen’leri Horasan’a
yollar ve oraya giden komutan Taş’a bunların başbuğlarından
Yağmur, Buka, Göktaş ve Kızıl gibi kimselerin kötü düşünce­
ler beslediklerinden yakalanmalarını ve oymağın ise gönlünün
alınmasını, buyurur,, Taş da Yağmur’u ve birkaç Türkmen be­
yini idam ettirir; bu beylerin oğullan da babalarının öcünü
almıya hazırlanırlar, Bu anlaşılınca Mes’ut ordudaki Türkmen’­
lerin bir geçit resmi bahanesiyle toplanılmasını ve yakalattırıl-
masmı buyurur; bu iş başarılamaz ve bu Türkmen’ler de kaçıp
Yağmur’un oğlunun topladığı orduya katılırlar ve hep birden
Horasan’da pek geniş ölçüde çapulculuk ve hayvan hırsızlığına
koyulurlar 2,

B a ş a r ı s ı z lı k la r v e BaŞarıslzljkla sonuçlanan bu sinsice dene-


b o z u k lu k la n n melerden doğan olaylar Mes’ut saltanatının
b a şg ü ste rm e s i dönüm noktası sayılmalıdır; bundan böyle
işler hep kötüleşmiye doğru gidecektir.
Bu Türkmen akınlarının başladığı 1033 yılında Mes’ut, hem
Rey’in kötü yönetim yüzünden pek bozulmuş olan işlerini dü­
zeltmek, hem de İsfahan ve Hemedan’ı mukataa ile elinde bu­
lunduran Ala-üd-Devle’den alıp doğrudan doğruya yönetmek
için büyük bir ordu hazırlamakta idi; olaylar bu işin sonuç­
landırılmasına fırsat vermiyeceklerdir; çünkü bir yandan Hora­
san İşleri Türkmen’ler yüzünden altüst olduğu gibi, Hindistan
işleri de bozulacaktır.
Mahmud’un Hindistan komutanı Eryaruk, Mes’ud’a öz
olan, daha Önce anlattığımız sinsice biçimde yakalattırılıp, yeri­
ne Niyl Tekin oğlu Ahmet gönderilmişti.. O, 1033 yılında Be-
nares’e kadar bir sefer yapmış ve Lahor’a olağanüstü ganimet­
lerle dönmüştü; bunlardan Gazne’ye bir şey yollamaz ve ordu­

1 Beyhakî, 346 2 Beyhakî, 323, 458 ve 479 - 495,


GAZNE DEVLETİ 193

sunu çoğaltmıya koyulur, yanındaki Türkmen’leri de Mes’ud’dan


soğutur ve kendisinin (A„ Niyal Tekin) Mahmud’un meşru olmı-
yan oğlu olduğu söylentisini yayar, yani kendisinin de Mah­
mud’un mirasından pay alması gerektiğini ileri sürmüş olur,,
Bütün bu olaylar dolayısiyle o, ayaklanmış sayılır ve üzerine
Hintli birlikleri komutanı olan Hindu Taylek'in komutasında
bir ordu yollanır; Taylek hem Mes’ud’dan aldığı güç ve nüfuzu,
hem de yerliler üzerindeki özel nüfuzunu kullanarak Ahmet
Niyal Tekin’in adamlarından çoğunu elde edecek ve Ahmet
Niyal Tekin kaçarken yerlilerce öldürülecektir (1034 sonbaharı),
Yine bu olaylar sırasında Harezm işleri de karışır, 1033
yılında Mes’ud’un yanında bulunan Altıntaş’ın oğullarından
biri sarhoş iken seyr için çıktığı damdan düşüp ölür; Mes’ud’un
sinsice adam öldürtme ünü dolayısiyle ölenin kardeşi, Harezm-
şah vekili Harun ve pek çok kişi, bu genci Mes’ud’un öldürt­
tüğüne inanır ve Mes’ud birçoklarını suçsuzluğuna inandı­
ramaz,,
Arada zaten geçimsizlikler vardı. Türkmenlerin Horasan’ı
karıştırmalarından yüreklenen Harun, Horasan emirliğini akima
kor, Ali Tekin ve Selçuklar’la anlaşır, ve 1034 de Harezm’de
hutbeyi kendi adına okutur, Harun, Horasan’ı almıya hazırla­
nırken, asıl yerleri Buhara’nın Nur bölgesi olan ve kışı kısmen
Harezm dolaylarında geçiren Türkmenlerin de gönlünü almıya
koyulmuştu; bunlardan, Tuğrul Bey, Çağrı Bey Davud ve sair
Selçuk beylerinin buyruğu altında bulunanlara otlaklar verir
ve Horasan seferinde onları Öncü gibi kullanmayı tasarlar K
O sıralarda Ceyhun ötesinde bulunan birtakım Türkmenler de
Termiz, Belh ve Tuharistan yönlerini zorlamaktadırlar; Termiz
kutvalı bunların bir kolunu bozarsa da onları kovalarken ölür,
Horasan dışardan böyle bir sürü tehlike ve tehdit altında
iken bu ülkenin içerisinde de kötü yönetim ve Sahib-i Divan
Suri’nin hırsızlığı yüzünden (ki bunu ve Suri’nin Mesud’la
ortaklığını yukarıda gördük) memnuniyetsizlik vardır ve halk
bir koruyucu aramaktadır.
Horasan’da bu karışık durum varken Kirman ahalisi de
kötü yönetim yüzünden ayaklanmıya hazırdır; Kirmanlı’lar

1 Beyhirkî, 856 v„ s,,


H in d ista n T a r ik i 13
194 HİNDİSTAN TARİHİ

Büveyh oğullarından gördükleri yardımla Mes’ud’un, ülkelerinde


bulunan ordusunu yener ve dışarı sürerler1; bu, Mes’ud
orduları için ilk kesin yenilig-i olur (1034 sonları)
Her yönden beliren bu tehlikeler içinde Mes’ud, Merv
komutam Nuştekin’in Türkmen’lere karşı bir başarısını, Türk­
men tehlikesini ortadan kaldırdı sanar ve vezir ve bütün ileri-
gelenîerin karşınlığma aldırış etmiyerek Cürcan emir i Bukali-
car’a (Ebu Kalicar) karşı tâ Hazar kıyılarına kadar bir sefere
girişir, Bu işe 100,000 kişilik kocaman bir ordu götürür Sefer
görünüşte başarılı olur, 1035 yılının ilk yarısını kaplar ancak
Mes’uda pek büyük masraflardan başka hiçbir önemli fayda
sağlamaz ve onun varlığım temelinden sarsacak olan olayların
bir kısmı, o, kocaman bir ordusunu böyle uzaklara götürmüş
ve yormuş olduğu sırada gelişir.

v - *. c .
Y e n i b ir S e l-
Bu seferden az önce ve bu sefer sırasında
ç n k - T ü rk m e n Ceyhun ötesiyle Harezm m durumunu gözden
d a lg a s ın ın H o- geçirelim: Buhara'da Ali Tekin ölmüş ve
r a s a n ’a g e lm e s i işleri ele alan başkomutanı (sipahsalar) Ku-
tuş (?) la Selçukiar arasında düşmanlık oldu­
ğundan bunlar artık o bölgede barınamıyacaklarını anlamış
ve Harezm bölgesindeki otlaklarına gelmişlerdir, 1035 ilk
baharında, Mes’ud, Hazar kıyıları seferinde iken Harezmşah
Harun, Selçukları Öncü gibi ileri sürerek Horasan üzerine
yürürse de yolda Öldürülür (nisan 1035) ve ordu ve ülkesi
karmakarışık olur; bu işi Altıntaş’ın eski kethüdası olan Mes’-
ud’un veziri tertip etmişti Az sonra Harun’un yerine kardeşi
Handan geçer. Bu olaylar sırasında Ali Tekin oğullan da
Çağaniyan’ı yağma etmiş, sonra Termiz’e saldırmış, orayı ala­
mamış ve Harun’un öldürüldüğünü duyunca geri çekilmişlerdir,
Selçukiar ise Harezm’in karışık durumu ve oraya yakın
olan Cund emîri Şah Melik’le olan düşmanlıkları dolayısiyle
Harezm’e dönmezler ve Horasan kenarlarına gelirler,
O ana kadar Mahmut ve sonra Mes’ud’un uğraşmış
oldukları Türkmenler Selçuk oğlu Arslan’m oym ağı2 veya

î Bey haki, 533,


2 İbniil-Esir, c, IX, s 366 * 7„
GAZNE DEVLETİ 195

ondan da önce gelmiş Türkmenter’d i; bundan böyle Tuğrul,


Davut Çağrı, Bigu (Yabgu) ve İbıahim Niyal’in oymaklariyle
de uğraşmak gerekecektir
Bu yeni gelenler 10,000 atlı olarak Nesa’ya gelir ve şun­
ları söylerler: Bizim artık kalacak yerimiz yoktur, Sultan
Mes’ud’a sığınıyoruz, bizden biri (yukarda adı geçen ilk üç
beyden biri) Sultanın hizmetinde (yanında) bulunsun, çölün
kenarında bulunan Nesa ve Ferave vilâyetleri bize verilsin;
biz çöl yönünden gelecek her fesatçıya karşı bekçilik ederiz,
İrak ve Harezm Türkmenleri'ni de (eskidenberi gelmiş Türk-
menİer) sürüp çıkarırız; ancak dileğimiz kabul edilmezse iş
çok kötü olur çünkü bizim yer yüzünde gidecek yerimiz
kalmadı

S e lç u k la r a Mes’ut ku başvurmayı Hazer kıyılarında Cürcan


k a r ş ı y e n ilg i seferinde iken öğrenir; düşüncesi, Seiçuklar
oralarda (Nesa bölgesinde) kök salmadan ordu­
sunun en çabuk kısmiyle Cürcan’dan Nesa’ya gitmek ve onları
ezmektir; ancak ordu atları yorgun ve besisiz olduğundan
bunu yaparsa dinlenmiş Selçuk atlılarınca yenilmesi tehlikesi
vardır, dolayısiyle Selçuklara zaman kazandırıcı yarım yamalak
bir karşılık verilir
Haziran 1035 de Mes’ut, Cürcan seferini yaptığına pişman
olarak Nişapur’a dönmüştür, atlar dinlendikten sonra Seiçuklar
üzerine saray köleleri komutanı Beydoğdu’nun başbuğluğu
altında bir ordu gönderilir; tali komutanların söz dinlememeleri
ve aldatıcı ilk başarı üzerine yağmaya konuiunması yüzünden
bu ordu Selçuklarca bozulur ve Gazne devletinin onuru çok
alçalmış olur (temmuz 1035),
Seiçuklar bundan sonra ilk tekliflerini yenilerler ve bu
kabul edilir.. Dehistan Çağrı Bey Davud’a, Nesa Tuğrul ve F e­
rave Bigu (Y b g u ) Beylere verilir; yazılan menşurlarda bunlara
“ Dihkan,, denilmektedir, kendilerine valilere mahsus hilaller
ve iki dallı külâhlar yollanılır,, Selçuk beyleri de Mes’ud’un
bütün buyruklarına uymayı üslenirler2 . Ancak arada hiç
güven yoktur ve Selçuk beyleri Gazne devletine önem verme­
mektedirler,
1 Beyhakı, 583, 2 Beyhakî, 611,
196 HİNDİSTAN TARİHİ

Beydoğdu bozgunu duyulunca Ali Tekin oğulları da Ça-


ğaniyan ve Termiz üzerine yürürler; ancak büyük bir Gazne
ordusu yaklaşınca çekilirler..
1036 yılında birtakım Türkmenler Horasan’a yağmalarda
bulunurlar, Büyük Hacip Subaşı komutasında 15,000 kişilik
yeni bir ordu Horasan’a gönderilir, Isfehan’dan Alâ-üd-Devle
de bir kısım TürkmenlerTe birlikte saldırıda bulunur ve bozu­
lur (ağustos 1036). Halifenin vezirinin iltimasiyle İsfehan (yeni­
den) ona (Alâ-üd-Devle’ye) mukataa ile verilir1..
1036 yılının sonlarında Selçuklar Mes’ud’a elçi yollayıp
şunları dedirtirler :
Biz şimdiye kadar hiçbir kötülük yapmadık, Horasan’da
yağmalarda bulunan Türkmenler bizden değildir, Ceyhun ve
Balkan Kuh yolları açık olduğundan daha birçok yeni yağ­
macı da gelecektir; bize verilen vilâyetler dardır, ahalimizi
almıyor, sultan çöle bitişik olan Merv, Serahs ve Baverd
(Abiverd) kentlerini bize versin, oraya memur ve kadıları ken­
disi tayin etsin, onlar vergileri toplar, bize bistiganİ (asker
aidatı) verirler, asker olarak sultanın ordusunda çalışalım,
Horasan’ı fesatçılardan temizliyelim, Irak’ta veya başka yerde
görülecek bir iş varsa onu da görürüz.. Sübaşı ordusu Nişapur
ve Herat’tadır, eğer o bize saldırırsa karşı koymak zorunda
kalırız ve sultana olan saygı ve sevgimiz ortadan kalkar2.,
Kendilerine ne evet ne hayır diyen atlatıcı bir karşılık
verilir,

H a n lıla r d a s,ra^ar<^a Mes’ut hastalanır; büsbütün iyileş-


m f i n a s e b e t le r nıemişken Ali Tekin oğullarının elçileri gelir,
şu dileklerde bulunur ve bir bağlaşma (ittifak)
önerirler; a) Mes’ut hanedaniyle aralarında kız alıp verilmesi
b) Arslan Hanla antlaşma ve mektuplaşmalarına Mes’ud’ca izin
verilmesi,. (Anlaşılan Mahmut veya Mesud’a karşı Kaşgar han­
larının böyle bir üstenmesi vardı, çünkü bu üstenme yalnız
Ali Tekin’ce yapılmış olsaydı, o ve oğulları Termiz v.. s„ ye bir­
çok kere saldırdıkları gibi bu üstenmiye de aldırış etmezlerdi)..

1 Bevhakî, 622 ve 634-5.. Beybakî, 627-8.


GAZNE DEVLETİ 197

Mes’ud bu dilekleri kabul eder ve arada bağlaşma yapılır.,


O sııada Horasan ve Rey’de durum Türkmenler ve Alâ-üd-
Devle yüzünden karmakarışıktır ve Gazne ordusunu çok uğraş­
tırmaktadır ; vezir, 1037 İlkbaharında, durumu az çok düzeltir
Mes’ud’un Hanlı’ların (Karahanlı’ların) Buhara kolu ile arası
düzelirken onların Doğu kolu ile arası bozulmıya yüztutmuştu;
şöyle ki: büyük kardeşi, Arslan Han ünvaniyle tahta çıktıktan
sonra Taraz ve Sencap bölgeleri kendisine verilmiş olan Mah-
mud’un kızı Zeyneb’in nikâhlısı Boğra Han (eski Yağan Tekin)
işbu kızın kendisine gönderilmesini ister; ancak Mahmud’un
mirasından da pay istiyeceği söylentisi Mes’ud’un kulağına
geldiği için, o bundan çok kuşkulanır Boğra Hanın elçisini
savar ve Arslan Hana kardeşinin bu yaptığı dolayısiyle sızlanır,,
Bu yüzden hem iki kardeşin, hem de Mes’ud’İa onların her iki­
sinin arası açılır,
Boğra Han da Beydoğdu ordusunun uğradığı bozgunu
duyunca bayram yapar, dostu ve yetiştirmesi olan Tuğrul Bey
Selçuk’u gizlice Mes’ud’a karşı kışkırtır ve asker vadeder;
Boğra Hanın Selçuk beylerine yolladığı bazı mektuplar da
yakalanır,, Mes’ut kızarsa da durumunun kötülüğü dolayısiyle
bunu belli etmemeyi ve Arslan ve Boğra Hanlara elçi yollayıp
birincisiyle barışıklık kurmıya ve İkincisinin kötülüklerini ön ­
lemeye çalışmayı daha uygun bulur Eylül 1037 de yola çıka­
rılan elçi bütün pürüzlü işleri çözünleyip dostluk kuracaktır1,

^ es u^ hastalığı sırasında iyi olursa Hindistan’a


H in d is ta n
se fe ri “Gaza,, yapacağını adamıştı; durumun tehlikelerini
gösteren bütün ilerigelenlerin öğütlerini dinlemi-
yerek, 1037-38 kışında, Hindistan’a gider ve Hansi kurganını
(Delhi’nin kuzey-batısı) alır,,
Ancak o sırada Türkmenler ve Ala-üd-Devle Horasan ve
Rey bölgelerini altüst ederler; Rey kuşatılır, çok geçmeden
düşecektir.,
Mes’ut, Hazar kıyılarındaki Cürcan seferi için olduğu gibi,
Hindistan seferine gittiğine bin pişman olur;

1 Beyhakî, 655-8.
198 HİNDİSTAN TARİHİ

„ , _ . Nışapur da bulunan Mes ud un komutam Subaşı,


H o r a s a n 'ın S e l- * r
ç u k l a r m e lin e yıpranmış ordusu ile Türkmenlerle kesin bir
d ü şm esi çarpışmaya girişmekten çekinmekte olup ordu­
sunun gücünün buna yetmediğini Mes’ud’a
bildirir; öbür yandan o para yemekle suçlandırılmaktadır T
1038 ilkbaharında Me’sut ona, her ne olursa olsun, Türkmenlerle
kesin çarpışmada bulunması buyruğunu yollar; Şübaşı ordusu
bozulur (haziran 1038) ve Horasan, Türkmenlerin eline düşer;
Tuğrul Bey karşı koyma olmazsa yağma da olmıyacağını bil­
direrek Nişapur ahalisinin korkusunu yatıştırır ve büyük bir
alayla savaşsız işbu kente girer; hutbe onun adına okunur,, Bu
olaylar Mesud’u çok sarsarsa da o : “Mihıigân (21 eylül) bay­
ramından sonra dünyanın şimdiye kadar görmediği bir ordu
ile,, Türkmenler üzerine yürüyeceğini veya “50.000 atlı ve 300
fil ile gelip Horasan’ı temizlemeden Gazne’ye dönmiyeceğini,,2
Horasan’da kalan kendi taraftarlarına bildirerek mâneviyatı
yüksek tutmıya çalışır.,
Ancak artık herkes onu küçük görmiye başlamış ve
ona kafa tutabileceğine inanmıya koyulmuştur, Kendi adam­
ları da aralarında biteviye onun yanlış davranışlarım say­
makta ve onu tenkit etmektedirler; Vezir ona gönderdiği bir
mektupta; “Efendimizin şevket ve saltanatına her ne kadar
böyle kötü bir nazar de>diyse de bunun telâfisi mümkündür;
yalnız bundan böyle işleri başka türlü yönetmek gerekir,,
demektedir

H a n lıla r 'd a n 1038 yılında Hanlılar’dan kimin nesi


olduğu pek belli olmıyan ve Beyhakî’de adı
B u r T e k in *e
kâh Bur Tekin kâh Pur Tekin 4 diye geçen
k a rşı sefer v e
Ç a ğ rı B e y T n Ali Tekin oğullarının hapisinden kaçarak
Ceyhun’a yakm bölgeleri karıştırmıya koyu­
s a ld ır ıla r ı
lur, O, kâh Mes’ud’a iş birliği önerecek kâh ona ait yerleri
yağma edecek kâh Selçuklar’la birlik olacaktır,,1

1 Beyhakî, 667, 2 Beyhakı, 686 ve 993 3 Beyhalcî, 682..


4 Beyhakî, 683, 696 v s ; « Divân-ı-Lûgat-it-Iürk » te «Bur» için
«iyi kokmak» denilmektedir,, Barthold (Türkistan down to the Morgû'
Invasion, s 300 ) bunun kurt anlamında olan Buri olması gerektiğini yat­
maktadır Beyhakî, s 682 de bunun iç’n : « Bu Ishak püser-i İlek-İ mazi
GAZNE DEVLETİ 199

Mes’ut da başta ona karşı alacağı durumda tereddüt


ederse de sonda şuna inanır veya inandırılır ki en tehlikeli
düşmanı Bur Tekin’dir, çünkü eğer Selçuklar Horasan’a yerle­
şirlerse onu başa geçirip hükümdar yapacaklardır, zira o
“Melik Zade,, olduğu için buna en lâyık olanıdır1.. Bu zan,
çok geçmeden acunun en büyük devletlerinden birini kuracak
olan Selçuklann ve kendine Sultan-ül-Muazzam dedirten ve
Nişapur’da adına hutbe okutmuş olan Tuğrul Bey’in düşünce
ve amaçları üzerinde baştan başa yanılmak demekti. Bu
inanla Mes’ut, o kış (1038-39) Bur Tekin’in işini bitirmeye ve
gelecek yaz Türkmenlere karşı yürümeye karar verir ; Vezir
kendisine der k i: her yerin buz tuttuğu bir sırada bir sefere
başlanılmaz, bu, ya ortalığın yeşillendiği ilkbaharda veya
ekinlerin olgunlaştığı zamanda yapılır ; bizim Bur Tekin işinden
daha önemli işlerimiz vardır; biz bu işi Çağaniyan valisine
veya bizimle antlaşmış olan Ali Tekin oğullarına bırakalım,
yenerlerse ne iyi, yenilirlerse onların orduları yıpranır2 ,
Mes’ut bu düşünceyi kabul etmez ve ordusiyle Termiz dolay­
larında Mahmud’un yaptırmış olduğu köprüden Ceyhun’u
geçerek Bur Tekin üzerine yürür; O ise çekilir, çok geçmeden
öğrenilir ki Selçuklar’dan Çağrı Bey Davud güçlü bir ordu
ile köprüye doğru yaklaşmaktadır; eğer oraya gelip köprüyü
yıkar ve Ceyhun kıyılarını tutarsa Mes’ut ve ordusu yok ola­
bilirdi; Sultan çarçabuk geri döner, çekilirken Bur Tekin
onun gerilerini vurur; yıllardan beri görülmemiş soğuk bir
kışm içinde girişilmiş olan bu seferden ordu çok yıpranmış
olarak çıkar ve devletin onuru da çok kırılır, Ceyhun’u geri-
liyerek geçtikten sonra Mes’ut Belh’e gelir; Çağrı Bey’in atlı­
ları bu kentin kenar ve hattâ içerlerine kadar akınlar yapar
ve Mesud’un bir filini bile sürüp götürerek mânevi durumunu
bozarlar, ilkbaharda Mes’ud, Çağrı Bey’i yenerse de Türk-
menier çöle doğru kaçarlar ve kovalanmadıkları için yenil­
gileri bir yıkınla sonuçlanmaz (nisan 1039).

İbrahim» yani « ölmüş İtele İbrahim'in oğlu Ebu İshak » denilmektedir,


Barthold metinde bir kesinti olduğu ve bunu : <rKek Nasr’m oğlu Ebu is­
hak İbrahim » dîye okumak ve iinvanını « Bun Tekin » dîye kabul etmek
gerektiği düşüncesindedir,
1 Beyhakî, 703,. Beyhakî, 703-4
200 HİNDİSTAN TARİHİ

S e iç u k la r a k a r - Bundan sonra Mes’ut, Gazne’den beklediği


$ı b ü y ü k s e f e r asker ve mühimmatı almış olarak görenlerce
bütün Türkistan’ı baştan aşağıya ele geçir-
miye yeten bir ordu ile 1 Serahs üzerine yürür,. Türkmenler
20,000 atlıdırlar; Selçuk beylerinin bir danışma toplantısında
Tuğrul ve Niyaliler: Rey, Cibal ve Cürcan yönlerine çekilmek
düşüncesini ileri sürerler, orada kolay tutunup yaşıyabilecek-
lerini ve Horasan için Mes’ud’un kocaman ordusu ile boy
ölçüşmenin doğru olmadığını söylerler; bunlara karşı Çağrı
B ey: bir kere Horasan’dan atılırsak bu Sultan bütün acunu
bize karşın kılar ve bir daha hiçbir yerde tutunamayız, der
ve Gazne ordusunun ağırlıkları dolayısiyle ona bağlı kaldığını
ve onsuz yaşıyamadığmı, işbu ordu erlerinin vuruşma sıra­
sında canlarını mı, mallarını mı koruyacaklarında tereddüt
ettiklerini ve bu yüzden yenildiklerini söyler, Onun düşüncesi
kabul edilir ve Horasan için savaşmaya karar verilir 2„
Selçuk ordusunda, Mes’ud’un daha önceleri sinsicesine
Öldürttüğü veya hapsettirdiği kimselerin de adamları vardır
(Amcası Yusuf, Mahmud’un büyük hacibi İl-Arslan oğlu Ali
Kar ip, Horasan komutanı Gazi Asaf Tekin, Hindistan komu­
tanı Eryaruk), Bur Tekin de Selçuklar’ladır.
Serahs çölünde iki ordu karşılaşır, 10—15 gün süren nis-
beten ufak, çarprşmalardan sonra kesin vuruşmada Selçuklar
yenilir ve kaçarlar; ancak Mes’ut onları kovalamak işine ken­
disi hiç katılmaz ve bu işi üzerlerine alanlar bunu çok gevşek
tutarlar, dolayısiyle Selçuklar yine yok olmaktan kurtulurlar
(haziran 1039)3
Bunlar bu yüzden çok geçmeden Mes’ut ordusu yanla"
rında dolaşmıya, onu sıkıştırmıya ve vurgunlar yapmıya koyu­
lurlar. Mes’ut is e : “Bu adamlar bu kadar dayak yedikten sonra
hâlâ utanmadan görünüyorlar,, gibi safça sözler söylemektedir.,
Selçuklar da aralarında artık bundan böyle Mes’ud’la
meydan vuruşmalarından sakınmıya ve çete şavaşı yapmıya
karar veıirler, bu biçim savaş ve Mes’ut ordusunun kenarına
konmuş olduğu bir suyu çevirip orduyu kuyu kazmak zorunda

1 Beyhakî, 712.. 2 Bey haki, 712-13, 3 Beyhakî, 720,.


GAZNE DEVLE Iİ 201

bırakmaları işbu orduyu açlık ve susuzluktan o kadar kötü bir


duruma düşürür ki, Mes’ut bir anlaşma aramak zorunda kalır,

Vezir, güya Mes’ud’un haberi yokmuş gibi


S e lç u k la r ’la
b a rış* d e n e m e s i Selçuklara
bir elçi yollayıp isterlerse onlar
için sultan katında şefaat edeceğini ve böyle­
likle onları sonda şu veya bu biçimde yok olmaktan kurtara­
cağını söyletir. Selçuklar bunu kabul ederler, varılan anlaşmıya
göre: Nesa, Baverd (Abiverd) ve Ferave, Mes’ud’un eğemenliğı
altında Selçuklara verilecektir; onlar da akm ve halka zulüm­
den sakınacaklardır,, İleride kesin bir antlaşma da yapılacaktır.,
Her iki yan bu barışı geçici bilmektedir, zaten Selçuklara
gitmiş olan elçi dönüşünde onların kafasına padişahlık isteği
yerleşmiştir, onlar artık bundan vazgeçmezler, demiştir
Mes’ut ordusiyle bulunduğu sıkışık durumdan kurtulup
Herat’a dönünce ordusunu berkitmiye koyulur, o da Türkmen-
ler gibi ağırlıksız savaşacak bir ordu kurmıya uğraşır, Selçuk­
lar da Ceyhun ötesinden daha çok adam getirterek güçlerini
artırmıya çalışmaktadırlar, Bundan başka Bur Tekin’e asker
verip onu Mes’ud’un bağlaşığı olan Ali Tekin oğullariyle savaş-
tırmakta ve ellerini Ceyhun ötesine de uzatmış bulunmaktadırlar.
Harezmşah Handan ile (öldürülmüş olan Harun’un kardeşi)de
bağlaşıktırlar; o Ceyhun geçitlerini Selçuklann ordularına
açmıştır, hattâ Horasan yağması için Ceyhun ötesinden adamlar
bile gelmiye başlamıştır 1„
Tuğrul bey Nişapur’da, Çağrı Bey Sarahs’da, Niyaliler
de Nesa ve Bavert’te yerleşmiş olup Mes’ud’la onlar arasında
elçiler gönderilip kesin antlaşma yapılması işi unutulmuştur,

^ asım 1039 başlarında Mes'ut pek büyük bir


S e lç u k la r ’la
yeni sa v a ş ordu Herat’tan Nişapur üzerine yürür, orada
bulunan Tuğrul Bey ve kuvvetini aldatarak
kaçırmadan yakalıyabilmek için Tus yolundan gidilir ve bazı
manevralar yapılırsa da, son gece yürüyüşü sırasında Mes’ud’un
fil üzerinde uyuması ve filmlerin onu uyandırırız korkusiyle
filî gereken çabuklukla sürmemeleri yüzünden birkaç saat

1 Beyhakî, 745,.
202 HİNDİSTAN TARİHİ

gecikilir ve Tuğrul kaçıp kurtulmıya zaman bulur; bundan


sodra Mes’ut, Abiverd’e çöl kenarına doğru yürüyüp Selçuk’­
ları kovalar; bu ve bundan sonraki kovalamalarda da yine
her sefer bir yanlışlık, bir gecikme, bir aksilik, bir gevşeklik,
Türkmenlerin ana veya önemli bir kuvvetinin yakalanıp
vuruşmak zorunda bırakılmasına mâni olur,, Bu anlarda Tuğrul
birçok gece çizme ve zırhla yatar ve uyurken kalkanını
yastık yaparl..
Mes’ut 1040 başında Nişapur’a gelir, kent epey harap
olmuştur ve kıtlık vardır, işgal ve geçinme için ordu yayılırsa
da yine çok sıkıntı çeker. O sırada Mesud’a Halifeden mektup
gelir: Türkmen fitnesini bastırmadan Horasan’dan ayrılma,
ondan sonra Rey ve Cibal’e gidip ora mütegaJlibesini de te­
mizle denilmektedir. Mes'ut: baş üstüne der, Batı Horasan’da
1040 ilkbahar ve yazı görülmemiş derecede kurak geçer ve
dolayısiyle bir önceki yılın kıtlığı bir yıkım biçimini alacak
kadar artar,, Mesüt bu duruma aldırmıyarak bütün kışı kıtlık
içinde geçmiş olan besi siz asker ve atlariyle Türkm enler i
kovalamak ve bu yıl onların işini bitirmek ister; bunun imkân­
sızlık ve tehlikelerini gösterenlere ve geçim durumu iyi bulunan
Badgıs ve Herat bölgelerine gidip Türkrnenleri kovalama işini
öbür yıla bırakmak istiyenlere kızar, onlara kendi başarısını
istemiyen düşmanlar der ve kendisiyle bu konu üzerinde
konuşulamaz olur; bütün adamları kendisine soğumuştur,,

S e lç u k la ra k a r - ^°yle ^ır maddî ve mânevî durum içinde


şı k esin y e n ilg i Nişapur’dan Merv üzerine yür ünür,, Türkmen-
ler de çok sıkıntı çekmişlerdir; ancak, hem sa­
yıları azdır, hem de onlar Mes’ut gibi uzun mesafeler katetmeyip
onu yerlerinde bekliyecekleri için geçimleri daha çok kolaydır;
Gazne ordusu açlık ve susuzluk çekerek, bazan su bulmak için
yollarda kuyular kazarak, insan ve hele atlardan birçok ölü
vererek Merv’e doğru ilerler; düşmanını kovalıyandan çok
kaçarak canını kurtarmak istiyen bir ordu durumundadır.
Serhas’la Merv arasında Türkmen atlıları ordunun etrafını da
dolaşmıya ve onunla çarpışmıya başlarlar, ordu da biteviye*

* Bey haki, 760,


GAZNE DEVLETİ 203

bu akıncıları püskürterek ilerler, Mes’ut da giriştiği işten


pişmandır, ancak artık geri dönemiyecek bir durumda ve
yiyecek bulmayı umduğu Merv’e, ne olursa olsun, erişmek
zorundadır..
Bu sırada Selçuk beyleri de bir danışma toplantısı
yaparlar, yine Horasan'ı bırakmak düşüncesi ileri sürülür ve
yine Çağrı Bey’in direnmesi üzerine bundan vazgeçilip sonuna
kadar savaşmaya karar verilir,
Yıkım, Mes’ud’a 23 mayıs 1040 da, Merv’den üç konak
beride Dendakan (Dendanakan) kurganı dolaylarında gelip
çatar Onun, bozgundan sonra Arslan Hana yolladığı mektupta
açıkçasına anlattığı gibi iş şöyle gelişir (özet)1:
“Kılavuzlar, Dendakan kurganı geçilip bir fersah ileri gidi­
lirse akar sular bulunacağını söylemişlerdi, öğleye doğru Denda -
kan’a geldik, düşman, kurgan kapusu önündeki kuyuları doldur­
muştu; Kurgan’dakiler içerde beş kuyu olduğunu ve bütün aske­
rin içebileceğini, dışardaki kuyuların da temizlenebileceğim söy­
lediler; hava çok sıcaktı, doğrusu oraya inmekti, ancak Tanrı
başka türlü taktir etti, biz orada inmeden yolumuza devam
ettik, bir fersah gittikten sonra büyük havuz ve ırmaklar kar­
şımıza çıktı, fakat hepsi kuru idi, kılavuzlarımız da hayrette
kaldılar, bu hiç görülmemiş birşeydi, burada su bulunamayınca
herkesi korku aldı, orduda kurduğumuz düzen bozuldu; bunun
üzerine düşmanlar her yönden bizi sıkıştırmıya koyuldular, iş
o dereceye geldi ki bizim bizzat merkezden çıkıp önde vuruş­
mamız gerekti, Türkmenlere karşı çetin saldırılarda bulunduk,
bunu yaparken Öyle sanıyorduk ki sağ ve sol kanattaki atlılar
yerli yerlerindedirler, halbuki deve üzerinde bulunan saray
kullarından bîr kısmı yeıe inmişler kimin atım bulmuşlarsa
üzerine binip savaşa gitmek için almışlar, askerler biribirîne
girmiş; bu karışıklığı düzeltmekten âciz kaldık; bu yüzden
bütün mühimmatımızı orada bırakıp kaçmak zorunda kaldık...„
Gazne devletini bir büyük devlet olmaktan çıkaran ve
onu Hindu-Kuş güneyine süren bu yenilgidir, Savaş alanında
Tuğrul Bey bir taht üzerine oturur ve Horasan emıri diye
selâmlanır,, Türkmenler, Mes’ut ordusunun yaya kaçan bütün

1 Beyh^kî, 494-5, Vuruşma tarihini Gerdizî s. 86 da verir (8 rama­


zan 431 )
204 HİNDİSTAN TARİHÎ

erlerini Amoy çölü yönüne sürerler tâ ki Buharalı’lar onları


görüp Mes’ud’un uğradığı yenilgiyi anlasınlar
Mes’ut Gazne’ye döner, daha yolda iken durumunu Arslan
Hana bildirmiş ve yardım istemişti, kendisi savaşa devam
düşüncesindedir,

M esud’un H in - Temmuz 1040 da Çağrı Bey güçlü bir ordu ile


d i s t a n ’a k a ç a r - Belh önüne gelir ve vuruşma başlar; Mes’ud’un
ken ta h tta n oraya yardıma yolladığı bir kuvvetin pusuya
.. î,[^dîf illP # düşüp bozulması Mes’ud’u ürkütür ve her
ö ld ü rü lm e si türlü ümitlerini kırar, O, Çağrı Bey’in Belh’i
almadan da Gazne üzerine baskın biçiminde yürümesinden
korkmaktadır, Belh’e yardım için oğlu Mevdud ve veziri ile
bir ordu yollar; bir zamanlar Belh’i Bur Tekin’e vererek
onu Selçuklar’la çarpıştırabileceği ümidine düşerse de bu
yoldaki fermanını vezir alıkoyar, Sonunda Mes’ut bütün soy
sopunu ve hâzinelerini alıp Hindistan’a gitmiye karar verir;
yanındakilerin hepsi buna karşındır, bu düşünceyi öğrenince
vezir ona: “Eğer efendimizin bütün haremi ve hâzineleriyle
Hindistan’a gittiği duyulursa çok ayıp olur, Hindistan’ın nesine
güvenip de harem ve hazineler sahralar ortasından hep oraya
taşm ıyor?...... Eğer efendimiz Gazne’yi bırakıp giderse bütün
uyrukların (teb’a) gönlü kırılır, kendisinden nefret ed er.... „
diye yazar1,,
Mes’ut dinlemez ve bahara geleceğim diye yola çıkar;
bari hâzineleri götürmeyin diyen Gazne kutvalına: onların bizim
yanımızda bulunması doğrudur der ve komutanlarının kendisini
bu işten vazgeçirmek için ona sundurdukları bir yazı dolayı-
siyle Mes’ut: filân ve falan kişide çok altın vardır, düşman
buraya gelirse verir ve şu veya bu makama geçer gibi çok
kötü sözler söyler ve bütün adamlarını kırar, Hapiste olan
kardeşi Muhammed’i ve onun dört oğlunu da birlikte götür­
mektedir,
Yolda ordusunda ayaklanma olur, kardeşi Muhammed,
sultan ilân edilir; O Mes’ud’a iyi bakmak isteğinde olursa da
onun oğullarından Ahmed çok geçmeden amcası Mes’ud’u
öldürtür (17 -1 -1041) „

1 Bey ha kî, 829,


GAZNE DEVLETİ 205

V. G a z n e - S e l ç u k s a v a ş l a r ı

Dendakan bozgunundan sonra Gazne ve Selçuk devlet­


leri arasında 20 yıla yakın süren pek az kesintili bir savaş
olur. Gazneli’lerin amacı Horasan ve Seyistan’ı geri almak ve
genel olarak eski büyüklüklerini yeniden kurmaktır; Selçuk’­
ların amacı da Gazne’yi ele geçirmek veya bu devletten elden
geldiği kadar büyük parçalar koparmaktır,, Bunlardan hiçbiri
tam amacına erişemez; Gazne devleti Hindistan dışında aşağı
yukarı Zabulistan, Germsir, Gur ve Tuharistan’ı ya doğrudan
doğruya veya yerli başbuğlara eğemenliğinı tanıttırmak yolu
ile elde tutabilir ve 1059 da ölen Gazne sultanı Ferruhzad’ın
saltanatının son yıllarında böyle bir durum içinde barışa varılır ,
Aşağıda bu devrin olayları görülecektir,

M evdud (Ebul-Feth, Kutb-ül-Mille, Şihab-üd-Devle) Mes’ud’un


oğlu Mevdud Belh bölgesinde iken, babasının taht­
tan indirildiğini duyar, güneye yürür ve amcası Muhammed
ile Gazne ile Sint ırmağı arasında Nangrahar’da karşılaşıp onu
yener, ele geçirir ve biri ayral (Mes’ud’a karşı iyi davranmıştı),
bütün oğullariyle ve birçok beylerle birlikte öldürtür. (1141-42).
Bundan sonra Mevdud, babası zamanında Hindistan valisi
olup ta Tanesar kentini almış ve Delhi’yi almak için Hansi’de
hazırlık yapmakta olan kendi kardeşi Mecdud ile Lahor dolay­
larında karşılaşır; daha bir çarpışma olmadan Mecdud yata­
ğında ölü bulunur, dolayısiyle Gazne tahtı Mevdud’a kalır,
Mevdud, Selçuklar’dan Çağrı Bey Davud’un damadı
olmakla birlikte1 dokuz yıl süren saltanatı boyunca hemen
biteviye Selçuklar’Ia savaşmak zorunda kalır; Beylerinden
Ertekin, kuzeyde Belh bölgesinde ve Tuğrul (Selçuklar’dan
Tuğrul Bey’le karıştırılmamalı) ve daha sonra' Ba Sevüktekin
batıda Büst, Germsir ve Tekinabad bölgelerinde bu savaşları
idare ederler; genel olarak üstünlük Selçuklar’da olmakla bir­
likte bunların yenilgilere uğradıkları da olur ve bunlar Gaz­
ne’yi alamazlar.
Öbür yandan Ceyhun-Seyhun arası hükümdarları, belki
Selçuklara karşı bir dayanak aradıkları için, Mevdud’u eğe-
125 Firişte c. I, s, 44; birçok kaynak bunu anmaz
206 HİNDİSTAN TARİHİ

menleri tanırlar ve Oğuzlara karşı ayaklanmış olan Heratlı’lar


işbu kenti bir müddet Mevdud adına elde tutarlar b
Hindistan’da da Gazne devletinin durumu kötüdür,, Delhi
racası Mahipal daha birçok raca ile birlikte Hansİ, Tanesar
ve Kangra kentlerini geri alır (1043 44); Hindistan’da bulunan
Türk beyleri arasındaki anlaşmazlıklar ona bu başarıları sağ­
lamış veya kolaylaştırmıştır; ancak Raca, Lahor’a saldıracak
kadar yüreklenince Türk beyleri arasında anlaşma ve daya­
nışma yeniden kurulur ve Lahor kurtulur. 1048-49 yılında
Mevdud oğullarından Mahmud’u Lahor’a ve Mansuı’u Pişa-
ver’e yollayıp beyleı arasındaki geçimsizlikleri gidermek ister;
Gazne kutvali (zabıta âmiri) Ebu Ali de ordu komutanı ola­
rak Hindistan’a girip birkaç başarı sağlar.
Mevdud Horasan ve Sicistan üzerine yürümek üzere
iken, 1049 sonunda, hastalanıp ölür; Ibn-ül-Esir’e göre, 12
O, bu iş için birçok bağlaşık sağlamış ve epey de para har­
camıştır; Isfehan sahibi Ebu Kalicar ve Türklerin Hakanı
(Karahanlı) bu bağlaşıklar arasında idi,

M e v d a d ’d a n Mevdud’un Çağrı Bey’in kızından olan 4 ya-


s o n r a k i k a r ı ş ı k şuıdaki oğlu Mes’ut II, babasının vasiyeti
d u ru m olduğu ileri sürülerek tahta çıkarılır ve anası
ona atalık yapılır; Rebİ oğlu Ali adında biri
tahtı ele geçirmek düşüncesiyle bu işi düzenlemişti, O sırada
birinci Mes’ud’un oğullarından Ebul Haşan AH Gazne’de idi;
Rebi oğlu Ali onu yok etmek isterse de o, Mevdud’un büyük
hacibi Ba Sevüktekin’e sığınır ve bu zat birtakım beylerle
birlikte işbu Ebül-Hasan Ali’yi tahta çıkarır; o da Çağrı
Bey’in kızı olan yengesi ile evlenir, Rebi oğlu Alî ise Hindis­
tan’a kaçâr, Pişaver’den Multan ve Sind’e kadar olan yerleri
ele geçirir ve ayaklanmış olan Afganları yener;
Ebül -Hasan Ali tahtta uzun tutunamaz, güçsüz bir adamdı;
bazı beyler onu indirip Büyük Mahmud’un oğlu Abd-ür-Reşid’i
tahta çıkarırlar (1052). O da bön bir adam olup tahtta uzun

1 İbnül-Esir, 432 hicri yılı olayları; e, IX, s,. 344 (yanlış olarak 334
diye yazılıdır.
2 441 hicri yılı olayları; c IX, s 392 (yanlış olarak 382 diye
gözükmektedir)
GAZNE DEVLETİ 207

zaman kalmıyacaktır,, Kendisini tahta çıkarmış olanlardan Nuş-


tekin’i Hindistan başkomutanı (Emirül Ümerası) yapıp, Lahor’a,
yollar, o da Kangra kurganım Hindular’dan geri alır ve Hin­
distan durumunu düzeltir,. Abd-ür-Reşit, Tuğrul adında çok
başarılı ve vuruşkan başka bir beyi de (Mevdud’un kayınbira­
deri idi) Selçuklara karşı yollar, Ebül-Haşan Ali tahttan indi­
rilip bir kurgana hapsedildiği vakit onun karısı, kendi babası
Çağır Bey Selçuk’un yanına gitmiş ve işbu Çağrı Bey’le oğlu
ünlü Alp Arslan Gazne üzerine yürümeğe koyulmuşlardı; Tuğrul
(Tabakat-ı Nasırî’ye göre) bunları yenip Seyistan’ı alır, İbn-ül-
Esîı 1 onun 444 hicri yılında Bİgu’yu (Yabgu) yenişini aynntıla-
riyle anlatmaktadır Bundan sonra Tuğrul Horasan’ı Selçuklar’
dan geri almak üzere Abd-ür-Reşid’den yeni kuvvet ister, bu
gelince Horasan üzerine yürüyeceği yerde tahta çıkmak dü­
şüncesiyle Gazne üzerine yürür, orayı alır, Abd-ür-Reşid’i ve
Sevüktekin hanedanından ele geçirdiklerini öldürüp sultan
olur (1052),, Tabakat-ı Nasırî’ye göre, kendisine saltanata nasıl
göz dikebildiği sorulmuş o da demiş k i: Sultan Abd-ür-Reşit
beni Selçuklar’dan Davut (Çağrı B ey ) ve Alp Arslan’a karşı
yolîıyacağı sırada elimi tuttu ve benimle andlaştı, o vakit eli­
nin korkudan titrediğini duydum ve bu korkak adamın padi­
şahlığa lâyık olmadığını düşündüm ve kendim onun yerine
geçmeyi tasarladım
Tarihte “Kâfir-i-Nimet„ ve “Mel’un,, diye anılan Tuğrul,
kırk gün geçmeden saray adamlarından silâhdar Nuştekin
(Hindistan ordusu başkomutanı olan kişi değil) tarafından öldü­
rülür; esasen onun sultanlığını duyunca başkomutan Nuştekin
Hindistan’dan Gazne üzerine yürümüştü, oraya vardığında
Tuğrul’u öldürülmüş bulur ve beylerle danışarak Sevüktekin
soyundan sağ kalan son üç kişiden, Ferruhzat, İbrahim ve
Şüca’dan önce İkincisini ve onun hasta olduğu anlaşılınca
birincisini tahta çıkarırlar (1053)2.

1 C, IX, s, 408 ve 409 (yanlış olarak 398 vs 399 diye gözükmektedir),


2 Fernıhzad’ı Tabakat-ı Nasırî Mes’ud I in ve Tarih-i Güzide Abdür-
reşİd'iıı oğlu yapar,, Ancak o devir yaşamış olan Beyhakî onun kardeşi
İbrahim için Mesud’un oğlu der (s, 467),.
208 HİNDİSTAN TARİHİ

S e lçu k la r’la ^erru^zac^ devrinde işler Nuştekin’in elindedir ;


b a rış Gazne’dekİ karışıklık ve sultan değiştirmeleri
Selçukları yeni saldırılarda bulunmıya kışkırtır,
önce Çağrı Bey saldırır ve Nuştekin’ce büyük bir bozguna
uğratılır; bundan sonra Ferruhzad ordunun başında Horasan’ı
almak için ilerler, Gülyarık adında bir ünlü Selçuk komutanını
yendikten sonra Alp Arslan’m kendisiyle çarpışır, başarı daha
çok Selçuklar’da kalır, ancak kesin bir yenilgi olmaz, İki taraf
tutsaklarını salıvererek arada barış yapılır ve 20 yıldır arkası
alınamıyan Gazne-Selçuk savaşları sona ermiş olur. Bu savaşlar
yüzünden Hindistan’da Hindu’lar, Mahmut ve Mes’ut devirle­
rinde kaybetmiş oldukları birçok yerleri geri almış ve Müslü­
man Türklere karşı durumlarını sağlamlaştırmışlardı Ferruhzad
1054 de ölür ve yerine kardeşi İbrahim geçer.

VI . G a z n e - S e l ç u k b a r ı ş v e d o s t l u ğ u

İb ra h im ( 1 0 5 9 - ^ ra^ m sofuluğu ile ünlüdür. Saltanatının ilk


1 0 9 9 ) v e M e s 'u t yıllarında Selçuklar’la biribirierinin ülkelerine
III (1 0 9 9 -1 1 1 5 ) saldırmamak ve uyruklarını (teb’a) incitme-
mek esası üzerinde bir antlaşma yapar ; bun­
dan sonra büyük Selçuk sultanı Melik Şah’m kızım oğlu Mes’-
ud’a alacaktır 1,, Sözü geçen antlaşmaya rağmen Melik Şah’ın
Gazne’de çok gözü olur ve İbrahim çok zaman korku ve
kaygı içinde yaşarsa da, kısmen de birtakım kurnazlıkların
yardımiyle (bazı beylerinin Gazneli’lere satılmış olduklarını
sandıracak biçimde uydurma mektupları Melik Şah’ın eline
düşürmek g ib i)2 arada barış bozulmaz.
Kuzey ve batıda sağlanılan barış ve güven yüzünden
Hindistan’da sefer yapmak ve ülkeler almak mümkün olur;
1079 da yapılan bir seferde Gücerat kıyılarına kadar gidilir,,
Yukarda denildiği gibi Selçuklar’dan kız almış olan
Mes’ut III, 1099 da, ölen babası İbrahim’in yerine geçer; o

1 Rivayetler başka başkadır en yakın iki yazardan Minhac-üd*Din,


Melik Şahın kızı, Fahı-üd-Dm Mübarek Şah ise halası, yani Çağrı Bey
Davud'un kızı der; adı Mehd-i-İrak diye geçer, iâkab olmalıdır..
2 Bakî Fahr-üd-Dîn Mübarek Şahı Adab ül-Harb veş-Şecaa= hikâye
7 ve F irişte s 48, v. s.
GAZNE DEVLETİ 209

devirde Selçuklann Doğu ülkelerine Sancar eğeraendir; Gazne-


Selçuk barış ve dostluğu bozulmaz; Mes’ud’un Lahor valisi
Tuğa Tekin Hindistan’da Gence ötelerine başarılı bir sefer
yapar,, Fasihî’ye göre, Mes’ut, 493 yılında (1099 — 1100) Gur
ülkesinin başına Sam oğlu Hüseyin’i geçirir, bundan o vakit
Gur emirlerinin az çok Gazne sultanlarının eğemenliği altında
bulundukları anlamı çıkarılmaktadır 1

M es’u t m» d e n Mes’ut III ölünce yerine oğullarından Şirzad2


s o n r a k i k a r ı ş ı k geçer; bir yıl kadar sonra kardeşi Arslan onu
d u ru m öldürür ve yerine geçer (1116). Selçuklar’dan
Melik Şah’ın kız veya halasından doğmuş olan
başka bir kardeşi Behram ise dayısı veya akrabası olan San-
car’a sığınır ve ondan yardım diler. Behram iki defa Sancar’ın
yardımiyle Gazne’yi ele geçirir ve İkincisinde orada kalır (1118)
ve yakalanmış olan kardeşi Arslan’ı öldürtür,
Behram Şah’ın saltanatı bilgi bakımından büyük bir ge­
lişme devridir ve O, bilgin ve şairleri çok korumuştur ; birçok
eser zamanında yazılmış veya arapçadan farsçaya çevrilmiştir
(Kelile ve Dimne çevrilmesi bunlardandır),
Behram’m Hindistan’da birkaç seferi vardır; kardeşi Ars-
lan’ın oraya atamış olduğu komutan Muhammet Behlim iki defa
Behram’a karşı ayaklanacaksa da sonda onunla bir çarpışmada
ölecektir; arada, işbu Behlim, Sevüktekin oğlu Büyük Mahmud’un
dahi gitmemiş olduğu, Nagor’u (Racistan) almıştı.

VII. G a z n e - G u r s a v a ş l a r ı v e G a z n e
devletinin yok olması

Gördüğümüz gibi 1059 yılmdanberi Gazne ve Selçuk


devletleri arasında dostluk vardı; bu durum Arslan Şah’ın
Gazne tahtında bulunduğu devirde (1116—1118) sultan Sancar'm
kendi soyundan bir kadının oğlu olan Behram Şah’ı tahta
çıkarmak için yaptığı uğraşlar sırasında kısa bir müddet için
bozulmuş idiyse de Behram tahta yerleşince yeniden kurulmuş

1 Bak Iabakat-ı Nasırî, (Raverty) c, I„ s. 106, haşiye 3..


3 Bazı tarihçiler onun saltanatını hiç anmazlar,.
H in d ista n T a r ih i 14
210 HİNDİSTAN TARİHİ

ve hatta berkitilmişti., Ancak bu uzun barış devrinde ayrıntılı


eserlerin bulunmaması dolayısiyle açıkcana anlaşılamıyan se­
bepler dolayısiyle Gazne devletinin Hindistan yönünde epey
başarılar sağlamasına rağmen gitgide gücden düştüğü görül­
mektedir; belki hanedan yoslaşmaktadır, belki de eski ölçüde
Türk getirtmiye önem verilmediğinden veya bu yapılamadığın­
dan ordu öbür Türk ordulariyle gitgide daha az boy ölçüşecek
bir duruma girmektedir., 1141 de Sultan Sancar’ın Kara Hata-
larca yenilmesinden sonra ve 1143-44 ve 1147 de Harezmşah’-
larla uğraşadurduğu sıralarda Gur emirlerini oldukça güçleş­
miş buluyoruz; onların da ordularında kendi ülkeleri için­
den ve dışından alınmış binlerce Türk bulunduğunu göreceğiz.
Dolayısiyle 12 nci yüzyılın ortalarında Gazne devleti 90 yıldır
Selçuklar’la anlaşarak sağlamış olduğu Kuzey ve Batı güvenini
kaybedecek ve kendisi gibi sarp dağlar içinde ve onların
arkasında bulunan ve en çok içerden ve dışardan sağladığı
Türklerle devlet ve ordusunu güçlü kılan bir devletin saldırı­
larına uğrayacaktır. Saman oğullan devletinin çökme ve dağıl­
masından Gazne devleti istifade etmişti; Selçuk devletinin
Doğu kısmının çökme ve dağılmasından da başta Gur devleti
istifade edecektir,,
Olaylar şu yolda gelişir:
Gur emirlerinden Kutb-üd-Din Muhammed kardeşleriyle
geçinemediği için Gazne’ye gelir Behram’ın bir kıziyle evlenir
ve sonra bir ayaklanma hazırlıyor sanıldığından, söylenildiğine
göre, Behram’ca zehirlettirilir (1146), Öc almak için Kutb-üd-
Din’in kardeşlerinden Seyf-üd-Din Suri, Gazne üzerine yürür
ve yüzyıl kadar önce Çağrı Bey Davut ve Alp Arslan’ın ya­
pamamış olduklarını yapar, Gazne’yi alır; ancak Lahor’a çekil­
miş olan Behram Şah oradan baskın biçiminde döner Gazne’ye
girer, Seyf-üd-Din'i yakalar ve verilmiş söze rağmen onu idam
ettirir (1149),,
Bunun üzerine öldürülen bu iki Gur emîrinin başka bir
kardeşi, Ala-üd-Din Hüseyin, Gazne’ye yürür Behram’ı yener,
onu yine Lahor’a kaçmak zorunda bırakır ve Gazne’yi alıp
baştan başa yakıp yıkar (1151), bu yüzden ona “Cihansuz,,
yani “Acunu yakan,, denilmiştir. O çekildikten sonra ve bel­
ki de onun bir yıl kadar sonra Sultan Sancar’a yenilip tutsak
GAZNE DEVLETİ 211

olması yüzünden Behram yeniden, yok edilmiş Gazne’ye geri


dönmüştü; Behram 1052 de ölür.
Yerine geçen oğlu Hüsrev Şah,1 Sultan Sancar’ı yenip
tutsak etmiş olan Oğuzların bir kolunun saldırısı karşısında
Gazne’yi onlara bırakıp Lahor’a çekilir (1 1 5 3 ). Artık Sevük-
tekin hanedanı Gazne’yi kaybetmiştir. Hüsrev Şah 1160’da Hin­
distan’da Ölür..
Yerine geçen ve aynı adı taşıyan oğlu Hüsrev’in ünvanı
Meliktir, Lahor’da hiç nüfuzsuz bir hükümdardır. Her yerde
Türk ve yerli beyler bağımsızmış gibi davranmaktadırlar.. 1173
denberi Gazne’yi ele geçirmiş olan Gurlu Muizüd-Din Muham-
med, hemen her yıl Hindistan’a girmekte ve orayı gitgide
ele geçirmektedir. 1181’de Muiz-üd-Din, Hüsrev Melik’e kendi
egemenliğini tanıtır; ancak o, Gazne’ye dönünce Hüsrev yine
bağımsızlık gösterir,, 1186’da Hindistan’a yaptığı bir seferde
Muiz-üd-Dİn onu, bir anlaşma için yanma gelmiş olduğu bir
sırada, yakalatıp Gur’a tutsak olarak yollar ve böylece Sevük-
tekin soyunun son hükümdarı da tahtını kaybetmiş olur,

VIII. Gazne devletinde yönetim, kültür ve


tutum işleri

Halk Birçok Avrupa tarihçisi Türk yurdu olarak ta Seyhun’un


ötesini gösterir ve Seyhun - Ceyhun arası ülkelerle Cey‘
hun berisi bazı ülkelerin türkleşmesini onuncu yüzyıl sonla­
rında Saman oğullan devletinin yıkılmasiyle başlattırır. Bu
yalana en çok: a) Türklerin tarihî önemini kısmak; b) İslâm
medeniyetini parlatan ve pek çoğu Türkistan’lı olan büyük
adamların Türk aslından olduklarını gizlemek düşüncesiyle
başvurulur. Buna inanılınca Ceyhun berisi ülkelerin evlevi-
yetie hiç Türk olmamış oldukları samlabilir Bu iddianın Sey­
hun - Ceyhun arası ülkelere ait kısmının baştan başa uydurma
olduğunu, hem Fİrdevsî’nin Şehnâmesinde toplu olarak görü­
len bütün İran gelenekleri, hem de bütün İslâm tarihçilerinin
yazıları gösterir, Taberî, İbnül-Esir v, s, de açıkça görülür ki,

1 Tac-iil-Measır, Ala-üd-Din Cihansuz önünde çekilenin o olduğunu


yazaar.
212 HİNDİSTAN TARİHİ

Müslüman Araplar Ceyhun ötesini 'Türklerle savaşarak ele


geçirmişlerdir, orada Türkler oturmaktadır ve T aberî1 Cey­
hun ötesinin Türk melikinin elinde bulunduğunu açıkça yaz­
maktadır,
Bundan başka Belh’e tâ Büyük İskender zamanından önce
Balık - Balıka (eski Türkçede kent demektir) denildiğini bir
yana bıraksak da Müslüman Arapların ilk yüzyıllık fetihlerini
yazan bütün tarihçiler Ceyhun’un berisindeki ülkelerde de bir­
çok Türkler bulunduğunu ve Arapların onlarla savaşmış
olduklarını yazmışlardır, Bu eserde, Müslüman Türklerden
önceki Hindistan tarihine ait kısımda, Kuşanlar bahsinde,
9 uncu yüzyıla kadar Kabil - Büst bölgesinde ve Hindistan
sınırları üzerinde Türkler in bulunduğu ve uzun yıllar Arapla­
rın biteviye onlarla savaştığı Taberî, Îbnül-Esir, Biladurî gibi
tarihçilerden naklen gösterilmişti,, Ceyhun berisinde daha bir
çok yerlerde de durumun böyle olduğu yine aynı tarihçilerden
anlaşılır, 47 hicri yılında (667) Mühelleb, Horasan’ın dağlık
bölgesinde ve 51 yılında da (671) Rebi, Belh bölgesindeki
dağlık kısımlarda Türklerle savaşırlar2,, Yine aynı yazarda 119
hicri yılı olayları sırasında Huttel, Tohaıistan, Belh, Cüzcan
bölgelerinde Türklerle Araplar arasında bir sürü savaş anla­
tılmaktadır,, Keza aynı yazar 98 hicri olaylarını anlatırken
Mühelleb’in oğlu Yezid’in, Hazer kıyısında Cürcan Kûhistan’mı
alırken Türklerle savaştığını ve onlardan aldatarak ele geçir­
diklerinden 14,000 kişiyi öldürttüğünü yazar,
Onuncu yüzyılın ortalarında gezmiş ve yazmış olan İbni
Havkal, *‘Eşkâl-ül-Bilad„ mda Güney Belucistan’ın Kusdar
kentini kapsıyan kısmına Turan adını vermektedir3,,
El-Utbi’den de Hindu-Kuş güneyinde Kalaç Türklerinin
yaşadıklarını Öğrenmekteyiz,
Bütün bunlardan şu çıkmaktadır ki Gazne devletinin
içinde bulunan ülkelerde ötedenberi, yüzlerce yıliaıdanberi,
Türk adiyle anılan Türkler de yaşamaktadır ve bu yerler

1 Türkçe tercüme c, III, s, 126


2 tbnül-Esir, c„ III, s. 380 ve 408-9,
3 Bak: Ellioi, c, I ; s, 38-39
GAZNE DEVLETİ 213

ahalisi, çokluk Fars’larda ve daha doğrusu Fars’lıiaşmalarda


olmakla birlikte, karışıktır 1

G azn e d e v l e t i- özellikleri anlamak için şu birkaç yönü göz


n in k u ru lu ş b i- önünde bulundurmak gerektir:
ç im i v e b a z ı A) Saman oğlu devletinin tarihi, bu eserler
ö z e llik le ri zincirinin başka bir cildinde bulunmaktadır;
burada Gazne devletinin kuruluş biçimini ve onun özünü gös­
termek için Saman oğullan devletinin çökme âmillerinden bir
ikisini anacağız, Gerek El-Utbi2, gerekse Nizam - ül - Mülk3
Saman oğullan devletinin yıkılmasında en önemli âmil olarak
iyi devlet adamlarına değer verilmemesini ve kötülerin iş ba­
şına geçirilmesini gösterirler,, El-Utbi der ki :
“ Seyf-üd-Devle (Mahmud) baktı ki Buhara’daki devlet
adamları akılca zaif, oyları perişan, istedikleri birbirine uymaz,
tedbir adına bir şeyleri yok, işlerin iyileşmesini düşünecek­
leri yerde kendi çıkarlarım elde etmiye koşan bir alay men-
faata tapıcı kimselerdir; ve bu gidişle Al-i-Saman devletini
çöktürecekleri bellidir....„
Nizam-ül-Mülk de, Alptekin’e karşı gösterilen nankör­
lüğün, yani devlete iyi ve büyük hizmetler bulunmuş birinin
değerinin gerektiği gibi bilinmemesinin, Saman oğullan devleti­
nin yıkılışında başlıca âmil olarak gösterir,
Genel olarak şu denilebilir ki Saman oğulları devletinin çök­
me devrinde saray dalaverelerinden iğrenen ve bunların kendi
başlarına getirebileceği kötü sonuçlardan ürken büyük beyler
vardı; bunlar efendileri olan Saman oğlu padişahını ve dev­
letini doğrudan doğruya devirmekten ve bu yüzden kötü adla
anılmaktan çekiniyorlardı; belki biraz da bunu güç görüyor­
lardı; meselâ Alptekin, Buhara’ya aldatıcı sözlerle çağırıldığı
vakit orada öldürüleceğini biliyordu, kendi ordusu devletin
en güçlü ordusu olduğu halde onun başında Buhara üzerine

1 Belleten’in 37 inci sayısında (ocak 1946) bütün bu bölgelerin


Türklüğünü veya Türklükle ilgisinin kanıtlariyle gösteren Richard N Frye
ve Aydın Sayıh’nın güzel bir incelemesi çıkmıştır,
2 Mahmud un Nişapur serdarlığmı geri alma bölümünün başı..
3 Siyasetnâme 2'7 inci bolümün sonu ( Kullar’m işlerinin düzen­
lenmesi v„ s, ),
214 HİNDİSTAN TARİHİ

yürüyüp devlete egemen olmayı deneyeceği yeıde işbu ordu­


nun büyük bir kısmım salıverip Gazne’ye doğru gider ve 60
yıl korumuş ve berkitmiş olduğu bir devleti 80 yaşından sonra
yıkmış olmakla suçlandırılmaktan ve kötü bir adla anılmaktan
çekindiği için böyle davrandığını beylerine söyler1; keza
Mahmud’un tahta çıkışından az sonra Horasan valiliğini geri
almak için uğraşırken Saman oğlu padişahı Mansur ile çarpış­
maktan çekinmesi de bu gibi düşünceler yüzündendir,.
B) Bu âmillerin tesiriyle Gazne’de ayrı bir devlet kurmak
yolunu tutan Alptekin’in bir güc kaynağı da doğru ve âdil
adam olmasıdır,, Gazne’yi kuşatırken yağmacılıkta bulunan ordu­
sunun bir erine karşı gösterdiği çetinlik ve genel olarak doğru
davranışı ora halkına*. “ Bize âdil bir padişah gereklidir.......
o ister Türk, ister Tacik olsun,, dedirtir ve kentin kapıları
ona açılır2,, Bu bir efsane de olsa ilk devrelerde Gazne dev­
letinin genel durumunu iyi aydınlatır ve birçok eserde anla­
tılan olaylara uyar.
C) Gazne devletinin tâ baştanberi belirli bir güç kaynağı
da İslâm ve Hint acunlarının sınırdaş oldukları bölgede bulun­
ması ve çöken Saman oğulları devletinin en iyi ve atılgan
unsurlarına, ana amaç ister “Cihad,,, ister o devirlerde her
yerde görenek olageldiği gibi yağma yolu ile zenginleşme
olsun, uygun bir savaş ve iş alanı açmasıdır; Alptekin, Sevük-
tekin ve hele onun oğlu Mahmut bu son yönü çok ustacasına
sömüreceklerdir,, Gazne devleti Tüık acununu bir adam ve güc
ve Hint acununu da bir servet kaynağı gibi kullanacak ve
getirttiği Türk komutan ve erlerini Hindista'n’dan daha büyük
servet sağlamak ve bu servetlerle Türkistan’dan daha çok
adam elde etmek ve getirtmek için kullanıp bir zamanlar dev­
rin en güçlü devletlerinden biri olacaktır.
D) Beyhakî’ye göre (s. 372) yeni halife El-Kaim bi Emrul-
lah’ın elçisine Mes’ut’ça söylettirilen aşağıdaki sözler :
“(Halife) bizim Seyistan’dan, Kirman üzerine ve Kirmari*-
dan da Umman üzerine yürüyerek Kırmıtîler’i ortadan kaldır­
mamıza izin versin; bizde haddinden fazla asker toplanmıştır,

1 Şiyasetnâme, s. 100„ 2 Siyasetnâme, s. 105


GAZNE DEVLETİ 215

fazla vilâyet fethetmek ihtiyacı görülmüştür; bu asker boş


duramaz, bunun bir iş görmesi gerekir. „ Bizim oğullarımız
yetişmiş, iş görecek bir duruma gelmişlerdir ve bir yandan da
yetişiyorlar, onlara da bir iş vermek gerekir,.,,,, ve siyasetnâ-
mede “bir adama iki iş verilmemeli,.,.,.,, başlıklı 42 nci bölümdeki1
şu sözler (Özet):
“Sultan 400,000 atlı beslerse : Horasan, Mavera-ün-Nehir,
Kaşgar, Biassağun, Harezm, Nimruz, İrak, Fars, Suriye, Azer­
baycan, Ermenistan, Antakiye ve Beyt-ül-Mukaddes’in egemeni
olur; eğer 700,000 atlı beslerse bunlardan başka: Sint, Hint,
Türkistan, Kuzey ve Güney Çin, tâ Habeşistan, Berber, Rum
(Bizans İmparatorluğu), Mısır ve Mağrib’e kadar olan yerler
onun olur,, Eğer 400,000 kişilik ordu 72,000 e indirilirse böyle­
likle tasarruf olmaz, çünkü açıkta kalanlar kendilerine bir baş
bulup yağmacılığa koyulurlar ve onlarla başa çıkmak için
atalardan kalan hâzinelerin topu erir,,.
0 2amanın siyasal düşünce ve gerekliklerini ve Gazne
devletinin büyüklüğü sırasındaki bir yönünü aydınlatır..
Sevüktekin ve hele Mahmut ve ilk zamanlarda Mes’ut,
Türkistan’dan Anadolu’ya kadar giden ülkelerde ister kendile­
rine yeter geçim bulamadıkları, ister savaş ve macera arayıcı
kimseler oldukları için ortalığı karıştırabileceklere ordularında
iş vermişler, onlara dayanarak pek büyük ülkeleri önce feth
ve sonra elde tutmuş, onları güven ve baysallık içinde yaşat­
mış böylelikle malarda tecim ve tarımı geliştirmiş ve oraların
vergileriyle ordularını beslemişlerdir. Buna bir de Hindistan’a
yapılan seferlerin sağladıkları paralan ve bu ülkenin bir kıs­
mının elde tutularak onunla Asya’nın öbür kısımları arasında
geniş bir tecimin geliştirilmesinin sağladığı faydalar eklenil-
melidir.
E) Gazne devletinin Mahmud devrinde oynadığı bir rol
da, ahalisi karışık olan veya Türk olmıyan ve iklim ve top­
rak bakımından daha uygun ve zengin olan ülkelere eğemen
olmuş olan Türklerin ötedenberi oynayagelmiş oldukları bir
roldür; o da bu ele geçirmiş oldukları ülkelere yeni bir Türk

1 Şefer’ce yayınlanan Farsça metinde yanlışlıkla 44 diye göste­


rilmektedir (s.. 138-156)
216 HİNDİSTAN TARİHİ

dalgasının gelip toptan yerleşmesini önlemek için savaşmaktır,


Bu geliş, ancak damla damla ve azar azar kendi hizmetine
girmek üzere olursa kabul edilirdi,, Mahmud, îlek Han’a karşı
bu rolü başarı ile oynaybümiş ise de aynı çapta bir uzkişi ol-
mıyan oğlu Mes’ut, Selçuklara karşı aynı başarıyı göstere­
memiştir,.
F) Ana gücü dışardan getirtilen ve karışık ulusları kap-
sıyan çok geniş her devlet gibi, Gazne devletinin hem Türk
ve İran, hem de Hint acunlarında sözü ve gücü geçer bir dev­
let olarak kalması, başında bir dâhinin bulunmasına bakardı,
Mahmud’un oğlu Mes’ut öyle bir adam olmadığı için onun bir­
kaç yıllık yönetimden sonra devlet Türk ve İran acununda
önemi kaybedip Hindu-Kuş güneyine atılmış bulunacaktır.

Sultan Emîr veya Sultan devletin kesin eğemenidir, onun buy­


rukları uygunlanır, o isterse-ki bunu genel olarak
yapmaktadır- vezir ve daha başka istediği kimselere işler
üzerinde danışabilir, fakat onlar oylariyle bağlı olmayıp ka­
rarını dilediği gibi verir. Ancak ters veya utanılacak bir iş
olunca suçun birine yükletilmek istenildiği ve onun cezalandı­
rıldığı görülmektedir (Tarihî kısımda görüldüğü gibi Mes’ud’un
Harezmşah Altıntaş’ı ortadan kaldırma denemesi başarısız
kalıp açığa vurulduktan sonra bütün suçun Ariz Bu-Sehl’e
yükletilmek istenmesi buna örnektir),
En sık danışılan kimseler, Vezir, Ariz ve Sahibi Divanı
Risalettir, ancak çok kere danışılanlar daha büyük bir kala­
balıktır, Beyhaki’de birkaç kere görülen bir olay danışma
toplantılarında şöyle bir görenek olduğunu sandırmaktadır:
Vezirce askerî komutanlara: Siz ne düşünüyorsunuz diye
soruldukta onlar: Biz emfrin kullarıyız, bizim görevimiz sa­
vaşmak, kılıç vurmak ve ülkeler ele geçirmektir,;.,, Emîr ne
buyurursa biz onu yerine getiririz.... Bu işte söz söylemenin
gerekip gerekmediğini kestirmek vezirin işidir-yolunda konuş­
maktadırlar 1..

1 Beyhakî, s 550 ve 586 Tarihi kısmında görülen Harezm savaşı


için Mahmud’un yaptığı danışma toplantısındaki sözler de Beyhakî’nin
kaybolmuş kısmından alınmışa benzer..
GAZNE DEVLETİ 217

Bir danışma toplantısında bulun anlar ca bir komutan


seçilip adı sultana sunulmak gerekince bunlar vezir ile ayrıca
bir toplantı yapıp düşünce ve oylarını orada açıklamışlar ve
sonuç vezirce sultana sunulmuştur V.
Bazan sultan birden düşüncesini söyleyince kimse başka
bir düşünce ileri sürmeye yüreklenmiyor ve hele vezir de o
oyu: “Emîrimiz nasıl düşünüyorsa doğrusu odur„ diye karşılar­
sa artık kimsenin bir söz söylemesi doğru görülmüyor 2„
Bazen de düşünceleri sorulanlar arasında, şu veya bu
yabancı hükümdarın adamı olmakla suçlandırılmaktan korka­
rak oyunu belli etmekten veya onda direnmekten çekinenler
bulunmaktadır 3.

S u lt a n ’m H a li- Sultan, gerçekten mutlak hükümdar olmakla


fe y e k a rşı birlikte, görünüşte Bağdat Abbasî Halifesinin
d u ru m u bir türlü vekili ve memurudur; gûya ancak
onun menşuru ile ülkelerinin sahibidir ve, ta­
rihî kısmında görüldüğü gibi, bir yeri almak isteyince, sözde
de olsa, Halifenin iznini dilemektedir,.
Beyhakî de El - Kaim - bı - Emrullah’ın Halife olunca Mes’-
ud’a gönderdiği mektupla, Mes’ud’un “ahitnamesi,, vardır;
Halife Mes’ud’a şunları dem ektedir:4
“ .......... şimdi ey Sultan Mes’ud, Tanrının bereketi ve
güzel tevki’i ile Emir-ül-Mü’min’in (Halife) bi’atına elini uzat
ve maiyetinde ve ülkende bulunanların da ellerini uzatmalarını
sağla; çünkü sen onun (Halifenin) devletinin sönmiyen bir
şihabı, bulunmıyan (eşsiz) bir suyu, görülmemiş bir kılıcısın,
Ahalinin hukukunu gözetmekteki güzel tavırların, huyların ve
seciyelerin gereğince davran, uyrukların (teb’an) için şefkatli
bir baba ve sevgili bir ana ol, çünkü Emir-ül-Mü’min’in (Ha­
life) seni onların koruyucusu yapmış, siyasalarını sana havale
etmiş; sana gönderilen bu mektupta yazılı olan yemine sadık
kalacağına nefsin ile aht ü peyman (yemin) e t __ __ böylece
Tanrının ve Emir-ül-Mü’mininin (Halifenin) hücceti senin ve kav-
minin üzerinde sabit olsun, bu yemine bağlı kalmak vaciptir.

1 Beyhakî s„ 598. 2 Beyhakî s., 550 3 Beyhakî s. 553.,


4 Beyhakî s„ 381,
218 HİNDİSTAN TARİHİ

Emir-ül-Mü’min’in (Halifenin) yanında senin durumun, doğru


söyliyen, kendisine güvenilir bir adamın durumudur, şüpheli
bir adamın durumu değiidir, çünkü O (Halife) hükümet işlerini
sana emanet etmiştir, sana güvenmiştir, senden yüzünü çevir-
memiştir, çünkü O, biliyor ki sen doğruların gittiği yoldan
gidersin ve kurtuluşa ereceklerden olacaksın; Çünkü şüphe
yok ki saadet doğruluktadır ve bunda bereket çoktur; bu­
nunla sen çok iyiliklere erişeceksin ve bu erişmen sürekli ve
sonsuz olacaktır.............
Mes'ud karşılık olarak Halifenin elçisi ve kalabalık bit
dinleyici kütle önünde şu “ahtnâmeyi,, okur ve yollar:
“Ben, Büyüğüm ve Efendim ve Emir-üI-Mü’minin olan
Abdullah oğlu Abdullah Ebu Cafer İman Kaim-bi-Emrullah’a
biat ettim; bu kalbden, doğru bir niyetle bir ihlas ve gerçek
bir inanla, değişmez bir istekle ona rıza göstermek, inanla
onun Emirliğini (Halifeliğini) kabul eylemek için yapılmış bir
biattir. Bu biati yapmak için kimse beni zorlamadı, kendi iste­
ğimle onun (yani Halifenin) faziletini ve hakkiyle İmamlığa
lâyık olduğunu ikrar ve onun bereketini itiraf ettim ve onun
eyilik ve şefkatine ve faydasına inandım. .. Onun fermanına
itaat etmek ve ona karşı doğru davranmak bana farz ve onun
Vilâyet ve imameti bütün Ümmet-i Muhamme’de vaciptir,. Onun
hakkını eda etmek, ahtına vefa etmek herkese lâzımdır... Bu
görevlerin hiçbirini ihmal etmem, Ondan başkasına eyginlik
göstermem, onun uzak yakın, gaib hazır, has ve âm bütün
dostlarına dost ve düşmanlarına düşmanım... Beni Emir-ül-
Mü’mİnin’nin fermanına uymağa sevkeden içimde yerleşmiş
olan bu biat ve boynuma borç olan bu s e v g id ir B ü tü n bu
şartlara ve ahitlere sadık kalmak için ettiğim bu biat, onun
(Halifenin) kâtipleri, hacipleri, tâbi’leri ve mensuplarının yap­
tığı biat gibidir.. Bunun böyle olduğuna rıza ile — ikrah ile
değil—emniyet içinde—korku içinde değil—yemin ederim „
Bundan sonra Mes’ut bu yeminini tutmazsa karılarının
boş düşmesi, kölelerinin azat olması, mallarının elinden git­
mesi; bu yolda hiçbir kefaretin kabul edilmemesi yolunda
birçok söz söylemektedir,

1 Beyhakî s., 384.


GAZNE DEVLETİ 219

Bu kadar koltuk verilen Halife ise o devirde gerçekten


Biiveyh hanedanının elinde bir kukladan başka bir şey değil­
dir! bu, Mes’ud’un Halifenin elçisine söylettirdiği şu sözlerle
de anlaşılır:
“Aİ-i-Büveyh’le aramızda dostluk vaıdır; biz onları
incitmek istemeyiz, bununla birlikte onların da biraz daha
akıllarını başlarına almaları, hilâfet makamına daha ziyade
saygı göstermeleri, Hac yolunu açmaları gerekir,,,,
Bu yazı ve İbnül-Esir’de Halife El-Kâdir-Billâh'ın Ölümü
dolayı siyle yazılan şu sözler 1:
“Kâdir, Halife olduktan sonra Hilâfete ciddiyet ve şere­
fini iade etti., Tanrı da uyrukların yüreğine Kâdir’in heybet
ve ululuğunu ilka etti,,,
Şunu gösterir ki Gazne devletinin en büyüklük devrinde,
yani bilhassa Mahmut zamanında ve Mes’ud’un ilk yıllarında
Halife, Gazne sultanının gücüne dayanarak kendi tepesinde
olan Büveyh hanedanına kafa tutmuştur ; Gazne sultanları da,
tarihî kısımda görülmüş olduğu gibi, Halifenin mânevî nüfuzuna
dayanarak fütuhatlarına bir türlü meşru’iyet vermişlerdir,,

T aht d e ğ iş m e - Sultan
ölünce tahta çıkış, hemen hep zorla
leri olmuş ve yaş veya önceden yapılmış bir
vasiyet yani veliahtlık önemsiz kalmıştır,,
Bununla birlikte bir şehzadenin nasıl veliaht yapıldığını gös­
termesi dolayısiyle Mes’ud’un Türkistan hanlarına yolladığı
elçiye verdiği “müşafehe,, (talimat, yönerge) de onun bu işi
anlatış biçimi aşağıya konulmuştur2:
“Biz mektebi bitirdikten ve aradan bir müddet geçtikten
sonra (Babamız) 406 yılında (1515-16) bizi veliaht yapmıştı,,
Emir (Mahmud) öldüğü vakitte Saltanatın bana geçeceğine
dair kardeşleri Nasr ve Yusuf’a, sonra bütün hısım ve akraba
ve devletin ilerigelenleıİne yemin ettirdiler,. Emîr merhum
(Mahmud) bunun için lâzımgelen vesikaları hazırladı ve ihti­
yat tedbirlerini aldı, Herat vilâyetini bana ve Güzganan (veya
Cüzcanan, Herat ile Belh arasında bir bölge) vilâyetini karde-

1 C IX, s.. 292-3 ( yanlış olarak 282-3 diye yazılıdır).


2 Beyhaki s 256.
220 HİNDİSTAN TARİHİ

şine (Muhammed) verdi; bunun üzerine kendisine (Muhammed’e)


tahta çıktığım vakit benim ferman ve itaatim altında olacağına
dair yemin ettirdiler ve bana veliahtlara verilmesi görenek
olan köle, eşya ve vezir ayarında bir kethüda, hacipler ve
hizmetkârlar verdiler.. „

~ j •
D e v le t dai­
Genel olarak devlet dairelerine Divan denilmek-
re le ri tedır; Başta şu dört divan gelmektedir; bunların
başında bulunanlar Sultanın hemen her iş için
danıştığı kimselerdir,
1., Divan-1 Vezaret: Maliye ve genel yönetim işleri
2„ Divan-ı A rz: ordu işleri
3. Divan-ı Risâlet veya İnşa: Muhaberat işleri
4) Divan-ı îşraf (Divan-ı işr afi şuğuli memlûkât): istihbarat
ve emniyet işleri,,

V e z ir v e Bu dairenin başında vezir bulunmaktadır.,


Beyhakî’nin Mes’ut devrinin başlarını anlatı­
D iv an ı v e z a r e t
şından şu çıkmaktadır ki daima vezir bulunmamaktadır; Mes’ut
babasının ölümünü öğrendikten dokuz ve kardeşi Muhammed
tahttan indirildikten beş ay sonra ilk vezirini tayin etmiştir,
O vakte kadar her daire kendi başkanınca yürütülmüş ve
Mes’ud’un en güvendiği kimse her işe karışarak, adı üzerinde
olmamakla birlikte, vezirlik görevini görmüştür,, Mahmud
devrinde de, 1014 yılında, 5-6 aylık bir vezirsiz devir vardır;
Vezirin tayini eğer o zatın tanınmış bir büyük adamsa
sultanla onun arasında bir anlaşma İmzasiyle olmaktadır h
bu işe “muvaza’a,, ve imzalanan anlaşmaya “Kasemnâme,,
denilmektedir; Mahmud’un vezirlerinden Meymenedli Haşan
oğlu Ahmed’in Kasemnamesinde şu satırlar vardır12 :
1) Sultan vezirin iyi düşüncelerle yapacağı yanlışları ba­
ğışlayacak; 2 ) Vezir, A rz3 ve V ekâlet4 Divanlarını denet-
liyebilecek; 4) Sultan, şehzadelerin vekillerinin ve valilerin halk­
tan haksız yere para almalarına göz yummayacak; 5) Müşrıf
(hafiye) ve Beridleri (posta memurları) vezir tayin edecek,,

1 Beyhakı s 171
2 Bak, Nazım s, 130 h, 4.. 3 Savunma Bakanlığı.
4 Mabeyin, saray ve Hazine-i Hassa işlerine bakacı daire-
GAZNE DEVLETİ 221

Mes’ut ta aynı kimseyi vezir yaparken o nazlanmış ve


sultan “yiyip içme ve eğlence, çukan oynu ve savaş işlerinden
başka her işi vezire bırakacağını,, ona bildirmişti1.. Yine bu
münasebetle görülmektedir ki Arız ve Risalet Divan’ı Sahibi,
vezirin yardımcıları sayılmaktadırlar; ve vezir onların tayin­
lerinde müessirdir,, Birçok büyük memurun tayininde de muva-
za’a vardır ve bunlar Vezirin oyu alınarak tayin edilmekte­
dirler,,
Vezirin muvaza’ası ve ona hil’at giydirilmesi büyük
merasimle yapılmaktadır; Mes’udun ilk veziri bu merasimden
sonra sultana 10,000 dinar değerinde bir mücevher dizisi sun­
muş ve sultanda ona üzerinde kendi adı yazılı bir firuze yüzük
vererek: “ Bu bizim saltanatımızın yüzüğüdür, sana veriyoruz ,
bununla bizim ferman ve buyruklarımızla, hocanın (vezirin)
ferman ve buyruklarının yürüdüğü anlaşılsın,, der 2.
Mes’ut, işbu ilk veziri öldükten sonra yerine geçirdiği
Ahmet Abdüs-Samed’e de yüzüğünü verirken:
“Hocaya (vezire) verdiğim bu yüzük saltanat yüzüğüdür,
o bizim halifemizdir, tam bir kalp kuvveti ve hevesle işleri
eline almalıdır,, Devlet ve ülkenin menfaatiyle ilgili her işte
bizim fermanımızdan sonra onun fermanı yürür,, der,
llerigelenler vezire birçok armağanlar sunmaktadırlar;
vezir de bunların bir pusulasını Emîre göndermektedir; Emîr
isterse bunlardan beğendiğini kendisi için alabilir; Beyhakî,
Mes’ud’un bunu yapmayışını övmektedir3
Divanda veya kendi evinde herkesin vezire başvurup dert
anlatabilmesi övülen bir olaydır.,
Vezirin önünde de sultanın önünde olduğu gibi yer öpül-
mekte, od a sultanın hâzinesinden hil’at ve armağanlar verebil­
mektedir.
Malî idarenin ana çizgileri şunlardır:
Her vilâyette defterdar görevini yapan bir “Sahib-i Divan,,
vardır, onun buyruğu altında “Amil,, ler yani tahsildarlar bulun­
maktadır; bunların bu işi iltizam yoiuyle üzerlerine aldıkları anla­
şılmaktadır; Beyhakî’de4 gizli kalmış gelirin, onu ortaya çıkarana

1 Beyhakî 173, 2 Beyhakî 178..


3 s.. 178 4 s. 181
222 HİNDİSTAN TARİHİ

ait olduğunu gösteren bir bölek vardır , yine aynı tarihçide1


pek açık anlaşılamıyan bir bölekte hususi kazanç veya şahsî
hasılat sağlıyan “Amil,, lerin Mahmud’ca çok ağır cezalara çarp­
tırıldığı görülmektedir. Mahmud'un, veziri Ebül-Abbas Fadl ibni
Ahmed’e karşı hem artık vergi alıp zenginleştiğinden, hem de
kendisine kafa tuttuğundan dolayı çok çetin davrandığı ve işin
vezirin ölümiyle sonuçlandığı E l-U tb i’de görülür2; aynı
eserde bundan sonraki bölümde yanlarında para kalmış olan
Sahib-i Divan ve âmillerin nasıl sıkıştır ildiği da görülür.
Siyasetnâmenin 48 inci bölümünden (hazinecilik ve onunla
ilgili kurallar) aşağıdaki hükümler çıkarılabilir:
a) Devletin iki hazînesi vardır: 1) "Hazine-i-asl,, ki gelir­
lerin çoğu ona konulur ve ancak çok gerekirse ondan para
çıkarılır ve fırsat düşünce işbu para yerine konur, 2) “Hazine-
i-harç ve malı,, ki genel giderler oradan ödenir „
b) Hiç olmazsa büyük vali ve komutanlar ödeneklerini
(tahsisatlarını) istedikleri gibi kendi vilâyetleri gelirlerinden
alamamaktadırlar, bu gelirler merkeze gönderilmekte ve valiye,
adamlarını gönderip başka bir vilâyetten para alması için bir
berat verilmektedir. Bu olay Harezmşah Altıntaş'ın bu yolda,
yani yıllık ödeneğinin bütününü vilâyeti gelirlerinden almak
için, ileri sürdüğü dilek üzerine vezirin kendisine yolladığı
karşılıktan anlaşılmaktadır; yine bu karşılıktan şu çıkmaktadır
ki bunda başlıca amaç, vali Altıntaş ile sultan arasındaki farkın
gözetilmesi, yani valinin vilâyet gelirlerinin kendisinin olma­
dığım ve onları istediği gibi kullanamıyacağını bilmesi ve dola-
yisiyle bağımsızlığa kaymasının güçleştirilmesidir.
c) Büyük vali ve komutanların ödenekleri çok yüksektir;
Harezmşah Altıntaş’ın “camegi„si yılda 120,000 dinardır, tabiî
o, kendi öz adamlarını bu para ile beslemektedir..
Toplanan vergileri Sahib-i Divan, yersel hâzineye koyar,
oradaki askerin giderini veya sultan ve vezirin buyruklarına
göre orada ödenmesi gereken paraları verir ve artanını Gaz-
ne’ye “dar-i-istifa,, ya, yani genel devlet hâzinesine gönderirdi,,
Kuraklığa veya düşman akıniaıına uğramış yerlerde bazı
vergilerin bağışlanıldığı ve köylüye borç verildiği görülür,

1 Bey bakî, s 146 2 Bu vezirin adını taşıyan bölüm,.


GAZNE DEVLETİ 223

keza Beyhakî* nin birkaç yerinde Mes’ud’un şu veya bu yüzden


vergi bağışladığı da yazılıdır (bir müjdeyi aldığı bir yerin
haracını bağışlaması gibi),, Bazan da kötü bir görenek olarak
aynı sultanın asker aidatından kesintiler yaptırdığı veya buna
göz yumduğu da olurdu1,
Vergilerin çoğu para olarak alınır, fakat mal da alındığı
olur. Sultana ait on binlerce koyunu kapsıyan sürülerin böyle­
likle elde edildiği sanılabilir2; haraç karşılığı olarak fil de
alınmaktadır3,
Başlıca gelir kaynaklan şunlardır:
a) Toprak vergileri: öşür, haraç v. s„
b) Zekât..
c) Mülk ve mal vergileri,,
d) Altın ve gümüş madenleri,.
e) Egemenlik altına girmiş hükümdarların ödedikleri ha­
raç ve yolladıkları pek yüksek değerde armağanlar,,
f) Savaş olcaları (ganimet)..
g) Çin, Türkistan, Hindistan, Horasan, İran, Irak ve Batı
acunu arasındaki pek büyük tecimi yapanlardan alman vergiler,.

Divan-ı arz ve Divan bizim Savunma Bakanlığının karşı-


lığıdır, başındakine “Arız,, veya Sahibi Divanı
o rd u i ş l e r i
Arz denilir, görevleri şunlardır:
Barış sırasında
a) Askerin ihtiyaçlarını ve ordunun biteviye savaşa hazır
bir durumda bulunmasını sağlamak.
b) Asker sayısını yoklamak ve bunu her gereken anda
sultana bildirecek durumda bulunmak.
c) Yılda bir defa Gazne dolaylarında merkez ordusuna
bütün birlikleri savaş kılığında olarak geçit resmi yaptırıp
eksiklikleri denetlemek; bazan sultan da bu geçitte hazır bulu­
nurdu, buna “arz,, denir.
d) Sultanın gezilerinde onun ihtiyaçlarını sağlamak.

1 Beyhakî, s, 416,, 2 Beyhakî, s. 146 3 Beyhakî, s. 614.,


224 HİNDİSTAN TARİHİ

e) Arız, savaş sırasında bir türlü levazım ve menzil işleri


başkamdir, bundan başka olcalann paylaşılmasını ve sultan
payının ayrılmasını denetler,
Olca paylaşılması işinde Sultana ait olan beşde bir pay
için daha çok mücevherler, külçe veya para biçiminde değerli
madenler, silâh ve filler seçilirdi. Atlı erlerin payı yayaların-
kinin iki misli idi.
Arız ünlü komutanlardan değil, daha çok yönetim işle­
rinde başarılı kimselerden seçilmektedir,
Önemli ordularda da bir Arız ve yine yönetim işlerine
bakmak İçin bir de kethüda bulunmaktadır,
Ordu başlıca dört kısma ayrılır:
a) Süvariler ; çoğn iki atlıdır ve ordunun en kalabalık
kısmı bunlardır ;
b) Sayısı az olan yayalar, ki daha çok kurgan koruyu­
cularıdırlar,
c) Sultanın özel birliği; buradaki erler Türkistan’da oy­
mak savaşlarında tutsak edilip satılmış Türk çocukları idiler,
Beyhakî Mes’ut devri sonlarında sayılarını 4000 ve daha sonra
6000 kadar gösterir *; bunların komutanı en güvenilen adam­
lardandı ve bunlar doğrudan doğruya sultanın buyruğu altın­
da bulunurlardı; Osmanlı kapı kullan için olduğu gibi, sivrilen
ve ün kazanan pek çok kişi bunlardandı, Beyhakîa bunların
bayrağının üç arslan ve üç mızraklı olduğunu yazar.
Büyük adamların da böyle kulları vardı; îlerigelenler-
den bitinin Türkistan’dan çokcana kul satın alması kuşku
uyandırırdı, Harezmşah Altıntaş, Mes’ud’un kendisine karşı
bir suyikast hazırladığını öğrendikten ve Hindistan sipehsaları
Niyaltekin oğlu Ahmet, ayaklanma düşüncesini beslemiye
başladıktan sonra bu işe geniş Ölçüde koyulmuşlardı 3„
d) Filler; bunlar da doğrudan doğruya sultanca denet­
lenirdi; filmlerin çoğu Hintli idi, Mahmut devrinde fillerin
sayısı türlü yazarlara göre, 1300—2000 arasındadır; bunların
vuruşmalarda genel görevi düşman sıralarım bozmak ve yar­
mak, düşman atları kendilerine ve kokularına alışmamışsa1

1 Beyhakî, s, 652 ve 701.. 2 Beyhakî, s. 329.


3 Beyhakî, s 400 ve 498.
GAZNE DEVLETİ 225

onları ürkütüp bozgun çıkarmak, okçulara yüksek atış yeri


sağlamak, vuruşmayı denetlemesi ve yönetlemesi için ordu
komutanına hem yüksek, hem de istenilen yere gidebilen bir
türlü kürsü sağlamak v„ s.; ancak yaralanan ve ürken bir fil
bazen delirmiş olarak geri dönüp kendi ordusunda karmaka-
rışıklıklar çıkardığı için bu hayvan sakm ile kullanılacak bir
silâhdı., Beyhakî’de 1 dişi filin kurgan kapılarını zorlamak için
kullanıldığı da görülmektedir,.
Orduda başlıca taşıt devedir ; bazen askerin bir kısmının
olsun vuruşma alanına hem kendileri, hem de atlı iseler atları,
az yorulmuş olarak gelmesi için erlerin deveye bindirildikten
de olurdu
Gazne devletinin en güçlü devri olan Mahmud devrinde
ordunun 100,000 kişiden çok kalabalık olduğuna hükmoluna-
bilir., Gerdizî’ye g ö re,3 1023 yılında, Gazne dolaylarında Şabe-
har kırında yapılan geçit resminde ülkenin “etrafında,, bulunan
askerler dışında “arzgâh,, da yani arz yerinde 54,000 atlı ve
1300 fil bulunmuştur,, Beyhakfye göre, Mahmut, Harezm seferi
için 1015-16 da Belh’de bulunduğu sırada orada 100,000 atlı ve
500 fil toplanmıştı; tabiîdir ki ülke ve çok geniş sınırlar boş
bırakılmış değildi,, Bu ordudan başka Hindistan’da “Cihad,,
yapmak için Türkistan’dan birçok gönüllü “Gazi,, nin geldiği de
olurdu, El Utbi ve îbn-ül-Esir 3, Mahmud’un Matura ve Kanevc
seferine gitmek üzere iken Seyhun - Ceyhun arası ve öbür
İslâm ülkeleri halkından 20,000 gönüllünün gelip ordusuna ka­
tıldığını yazarlar,
Ordunun büyük çokluğu Türktür ; Türklerin savaş değe­
rinin üstün tanındığı Adab-ül-Harb-veş-Şecaa’ 4 da bulunan
Mahmud’un 1008 yılında Belh kuzeyinde İlek Han ordusu ile
karşılaştığı sırada kendi ordusunun karışık ve İlek ordusunun
hem daha kalabalık, hem de safi Türk olmasından ürktüğünü
bildiren bölekten anlaşılır,,
Ancak Türklerin yanında daha birçok ulustan asker
alınırdı; Siyasetnâme’de 5 buna sebep olarak böylelikle birlik­

1 Beyhakî, 488 2 Gerdizî s 63,


3 Bu son tarihçi ( s 185 ) işbu seferi yanlış olarak 407 hicrî olay­
ları arasında gösterirse de Gerdizî v„ s, 409 da gösterirler,
4 Hikâye 6, s 16, 5 Bölüm 24
H in d is ta n T a r ih i 75
226 HİNDİSTAN TARİHİ

lerin biribirlerini denetlediklerini ve savaşta biribirleriyle ya­


rıştıklarını gösterir; bu yazıdan ve Beyhakî’den * genel
olarak bîr birlikte hep aynı ulustan asker bulunduğu anlaşıl­
maktadır; yenilen Türk ve Müslüman hükümdarların askerle­
rinin Gazne devleti hizmetine alındığı da görülür; Mahmud,
Harezm ordusunun bir kısmı için böyle yapmıştı, Mes’ut ta 1035
yılında Cürcan seferi sırasında böyle yapar12.
Siyasetnâme3 ve A d ab 4* dan öyle anlaşılıyor ki asker
ödeneği, üç ayda bir kendilerine para olarak verilmektedir,
bunlara ikta (timar, ziamet) olarak tahsis edilmiş bölgeler var­
sa da ora gelirleri âmil’ler (tahsildar) ca toplanılmakta ve
askere ödeneği hâzineden verilmektedir.
Adab’da sözü geçen hikâyede: “Akta’ ve En’amı Türkan
ve Türkcükân,, denilmesinden şu da çıkarılabilir ki öksüz kal­
mış asker çocukları için de bu yerler gelirlerinden para ayrıl­
maktadır 3„

fi k ıı Savaş kuralları ve düzeni tabiî çok değişe


avaş ura a n ge|mek£ecjjr . Harezmşah Altıntaş’ın, Mes’ud’un
buyruğu ile Buhara Han’ı Ali Tekin’e karşı giriştiği savaşta
ordusuna verdiği düzen klâsiğe benzediği için aşağıya kon­
muştur 6 :
“Harezmşah ordunun merkezinde (ve cenahında?) durdu,
ordunun en güçlü kısmını, gerekeceğine göre sağ ve sola
göndermek için merkezin buyruğu altında bıraktı, Beytekin
Çukani ve Miri Ahir Salar’m da güçlü bir kuvvetle sağda
bulunmalarını buyurdu; Sipehaslar Taş’ı sola yerleştirdi ve
Sultan’ın askerlerinden bazılarını ordunun gerisinde bıraktı;
beş ünlü komutanı ve birtakım savaş erlerini her iki yana
tayin ederek, kaçanlar olursa vurup iki parça etmelerini
buyurdu, öncülerle birlikte birtakım seçme atlıları gönderdi,.

1 s„ 6X7. 2 s.. 559., 3 Bolüm 25. 4 Hikâye 7 s, 20.


3 Burada Türk sözünü cümlenin gelişine göre asker anlamında aldık;
«ikta» diye bir hizmet karşılığı ve «inamı diye öksüzlere ve bazen derviş­
lere ve ulemaya verilen para ve ayrılan topraklara demUşme göre
yukardaki « ikta » sözünü Türklere yani askerlere ve « inam » şözünü de
Türkcüklere yani onların öksüz kalmış çocuklarına ait düşündük,,
6 s, 427,
GAZNE DEVLETİ 227

Gündüz olunca davullar ve borular çalmaya başladı, her yön­


den naralar yükseldi......, „ ,
Gerdizî’nin1 Mahmud’un Ceyhun Ötesine geçip Kadir
Han’la buluşmasından önceki olayları anlatırken ordunun tabi-
yesi üzerine verdiği ayrıntılardan işbu ordunun her kısmı
arkasında bir silâh deposunun bulunduğu hükmüne varılabilir.,
Beyhakî’nİn2, Selçuklar’la yapılan bir savaş dolayısiyle,
verdiği ayrıntılardan öyle anlaşılıyor ki savaş dışında kalıp
vuruşmanın gelişmesini gözetliyen ve sonucu haber vermek
için (eğer vuruşma alanında değilse) sultanın yanma gönderilen
atlılar vardır, işbu yazarın Sarahs dolaylarında Mes’ud’un Sel­
çuklar’la savaşı dolayısiyle verdiği ayrıntılara göre3 düşman
yakın olunca ordu kendini bir hendekle kuşatıp gecelemektedir,,
Yine aynı yazarın aynı sefer dolayısiyle yazdığına g ö re4 ordu
içinde er kılığında “ münhi „ ve “ mukaddemler „ ( subay )
vardır ve bunlar erlerin mânev! durumunu her an denetlemede
ve görüp işittiklerini komutanlığa bildirmektedirler.

Genel olarak savaşlar sırasında başıboş yağ-


h a lk a k a rşı manın onu ne geçmıye çok çalışıldığı ve ta
d a v ra n ış Alptekin’den beri bunu yapanlara karşı pek
çetin davranıidığı görülmektedir,. Beyhakî’ye
göre, 5 Mes’ud’ca Harezmşah Altıntaş komutanlığında Alitekin’e
karşı yollanılan ordu başbuğlarına verilen yönergede: “Aklınızı
başınıza alınız, ey komutanlar, raiyeti incitmeyiniz, gerek bizim
topraklarımızda, gerekse düşman topraklarında askerin bizim
ahalimize ve düşman ahalisine bir zarar vermesine meydan
bırakmayın,, denilmektedir, Bu, Mes’ud’un ilk yıllarına, daha
yönetimin bozulmadtğı devreye aittir,
Genel olarak 19 ve 20 nci yüzyıllarda savaşçı olan ve
olmıyanlar arasında sözde olsun gözetilmesi birçok kongre­
lerde kararlaştırılmış olan ayrılık, savaşçı olmıyanlar kendilik­
lerinden savaşa katılmadıkça, Gazne ve Hanlı (Karahanh) Türk
devletlerince, Türk ve Müslümanlar arası savaşlarda olsun, bir
ilke (principe) gibi kabul edilmiş görünür; yukarıdaki olay
bunu gösterdikten başka 1006 yılında llek Han ordusu Belh’e

3 s 64, 2 s.. 603. 3 s- 715, 4 s. 724, 5 s, 423


228 HİNDİSTAN TARİHİ

geldiği sırada oıada olan bitenler üzerine Mahmud’un sözleri


de bunu berkitir, O sırada Belhli’ler llek Han ordusuna karşı
koymuşlar ve kent yakılmış ve yağma edilmişti; yanan yapılar
arasında Mahmud’un yaptırmış olduğu “Pazar-ı Aşikan,, da
vardı, Mahmut Belh’i geri alıp oraya girince halka der k i1:
"Ahalinin savaşla ne işi v ar? Ahali bu işten ne anlar?
İşte bu yüzden kentiniz elbette yıkılıp gitti; benim de böyle
gelir getiren bir eserim yok oldu; bunun sîzlere ödettirilmesi
gerekiyorsa da bundan vazgeçiyoruz; fakat bundan sonra bir
daha böyle yapmayın, Eğer güçlü bir padişah size saldırım,
sizden haraç ister ve sizi korursa ona itaat edin, haracını
verin, kendinizi kurtarın; siz niçin Nişapur ve öbür yerler
ahalisine bakmadınız ? Onların yaptıkları doğrudur, bu yüzden
ülkeleri yağmaya uğramadı....„
Mahmud’a karşı düşmanlığını gizlemiyen bir yazar2,
Beyhakî’nin bu yazısını şu şaşılacak cümle ile birlikte okurla­
rına sunmaktadır:
“Muasır yahut zamanca Mahmud’a yakın bulunan doğu
muharrirleri, Gaznevî devleti hükümdarının ahaliye karşı nef­
retten başka bir duygusu olmadığını kaydetmektedir,,
Selçuklar’dan Tuğrul Beyde Nişapur’u aldığında bu ilkeye,
yani karşı koymıyan halka zarar vermemek ilkesine (prensip),
göre davranır ve bunu halka bİiitler 3„
Bunlardan genel olarak anlaşılan şudur ki savaşsız veri-
nen yerlerde yağmanın yasak edilmesi kabul edilmiş bir
ilkedir,.
Hindistan gibi “Dar-üI-Haıp,, sayılan “Kâfir,, ülkelerde de,
Avrupalı Haçlı’larca “Mecreants,, (kötü inanlı, Müslümanlara
verilen ad) ların ülkesinde yapılandan daha az kötülük edildiği
ve daha insaflı davı anıldığı güvenle ileri sürülebilir; oralar­
daki yağmaların pek büyük ölçüde raca veya mâbed hâzine­
lerinde olduğu zaman tarhçilerinden anlaşılmaktadır;
Beyhakî’den 4 şu da anlaşılmaktadır ki kırılmış ve eritil­
miş altın putlarla yapılan altın paralar ayrıca bereketli sayıl­
maktadır

1 Beyhakî, s. 688.
2 Yakubovski : * Gazne devletinin menşei ve karakteri * ; UikÜ, sayı
76, s, 327 deki çevirmeye göre, 3 Beyhakî, s„ 690 4 s. 636„
GAZNE DEVLETİ 229

O rd u n u n Vilâyet orduları başında bir sipehsalar bulunurdu;


d u ru m u adlara bakarak bunların hemen hep Türk olduğuna
hükmolunabilir; en önemli komutan uzun zaman
Horasan komutanı olmuştur ; Sevüktekin ve Mahmut devrinde
bu makamda hanedan üyeleri bulunmuştur,, Büyük sipehsalar-
ların oğulları sarayda tutu (rehine) olarak alıkonulmakta,
kendileriyle, vezir için olduğu gibi, bir “müvaza’a,, yapılmakta,
kendilerine çok ayrıntılı yönetmelik (talimat) verilmekte, onlar­
dan bir “Kasemnâme,, alınmakta ve büyük merasim ve geçit
resmi ve Sultan’ın onlara olan güvenini açıklıyan gösterilerle
yerlerine yollanılmaktadırlar ( Belirli bir sefer için düzenlenen
bir ordunun komutanı için de böyle yapılmaktadır; Selçuklara
karşı giden bir ordu başına geçirilen Beydoğdu, Mes’ud’un
yanından ayrılırken Sultan onun buyruğu altında bulunanlara:
“Sizin Salarınız ve bizim Halifemiz bu adamdır, hep onun
buyruk ve işaretlerine bakınız, onun vereceği buyruklar bizim
fermanımızla birliktir,, d e r2„
Mahmut devrinde Gazne ordusu zamanın en güçlü savaş
makinesi idi; bu ordu türlü türlü durumların gerekliklerine
uymayı ve bunlardan doğan bütün güçlükleri yenmeyi daima
bilmiştir, Ordunun genel gücü, 1008 yılında, Türkistan’ın bütün
gücüne başarı ile karşı koymasiyle görülmüştür.. îlek Han
kendi komutanlarım uğradıkları yeniliği dolayısiyle kınadığı
vakit bunlar, Gerdizı’ye g ö re 3: “Bu filler, bu silâh ve âlet
ve adamlara karşı kimse dayanamaz,, derler.,
Ordu genel savaş gücü bakımından olduğu gibi teknik
vasıtalar bakımından da çok ileri idi; 1024-25 yılında Mah-
mud Ceyhun’u geçmek için biribirine bağlanmış gemilerle ko­
caman bir köprü kurdurmuş ve filleriyle birlikte ordusuna
ırmağı onun üzerinden geçirmişti; Gerdizî’de 1 bu köprünün
yapılışı üzerinde epey ayrıntı vardır,
Yine aynı eserde 5 Çat’lara karşı yapılan seferde kulla­
nılmış olan teknik vasıtaları (gemilere demir boynuz koyma,
saldırılarda neft kullanma gibi) tarihî kısımda görmüştük.,
Ancak bu ordu Mes’ud’un elinde hımbıllaşacak ve savaş
gereçleri onun için faydadan çok yük olacaktır,, Selçuk bey-
1 Beyhakî, 325 2 Beyhakî, 598.
3 s 54 4 s,. 66.. 5 s. 70
230 HİNDİSTAN TARİHİ

leri arasında yapılan bir danışmada Çağrı Bey Davud’un şu


sözleri bunu gösterir: 1 “....... Ben Ulyabad’da bu ordunun
(Mes’ut ordusunun) vuruşmasını gördüm, istedikleri kadar er
ve mühimmatları var, ancak ordunun levazım ağırlığı çoktur;
onlar bunsuz yaşıyamazlar, ona bağlıdırlar; canlarını mı ko­
rusunlar, yoksa ağırlıklarını m ı? Bunda tereddütte kalırlar.
Bizim gibi değildirler, Beydoğdu ve Sübaşı bu yüzden boz­
guna uğradılar...

Divan ı R isalet Devletin genel muhabere dairesi olduğu gibi


veya İnşa hükümetle işi olan halkın da başvuracağı
yerdir, Beyhakî’de 2 onun, bu iki sıfatını
belirten, işleme biçimi üzerinde epey ayrıntı vardır. Haiife ve
yabancı hükümdarlarla da muhabere bu dairece yapılmaktadır..
Mes’ud’un güvenmediği adamları oradan çıkarması ve bu çıkar-
diklarını müşriflik (casusluk) ve beridlik (posta ve açık ve
resmi istihbarat memuru) gibi işlere tayin etmesi Divan-ı Risa-
let’te ancak en güvenilir kimselerin bulunduğunu gösterir3..
Çok kere bu daireye orada bulunanların oğul ve akrabaları
alınırdı. Sultan avda veya eğlencede olsa da yanında daima
bu daireden bir nöbetçi bulunurdu,,
Bu dairede çok zengin kimseler vardı ve ticaret, hayvan
besleme vesaire de yaptıkları olurdu4 ; bunlar hakkında
genel olarak “Tacik,, tâbirinin kullanılması çokluk bakımından
bunların Fars veya Farklılaşmışlardan olduklarını gösterir.
Ancak Sultanın yanında Türk kâtiplerin de bulundukları anla­
şılmaktadır. Beyhakı3, Harezm’de ayaklanmış olan Altın­
taş’ın oğlu Harun dolayısiyle gelen bir şifre için der ki: “Bu
Nasr (Sahibi Divanı Risalet) şifrenin hallini Türk divittara
(kâtip) verdi; Emîr bunu okudu „ Sonra yazdılar; tekrar Bu
Nasr’a verdiler,,.,
Bu dairenin başı olan Sahib-i Dİvan-ı Risaletın Sultanın
en yakın ve daima danıştığı adamlarından biri olduğunu daha
önce gördük,

1 Beyhakı, 712, 2 3 163-4,. 3 Bey haki, 165*6,


4 Beyhakî, s, 746 ve 495, 5 s 541,
GAZNE DEVLETİ 231

E lç i le r Bunların iş ve yazıları bu divanca görülür ve yazılırdı.


Elçiler tanınmış yüksek ailelerden seçilirdi; Mes’ut,
Türkistan’a gönderdiği elçi ile ora hanına yolladığı mektupta
elçi için: “Kardeşim ve mutemedim,, ve: “Onun söylediği söz
bizim ağzımızdan çıkmış gibidir,, demekte ve onu bir sürü
övmektedir bu elçiye bir de kadı katılmıştı, bunun başlıca
görevi: “Şayet elçinin elinde bulunan aht ve akit nüshasının
maddelerinde anlaşılmıyan yönler olursa bu kadı onları şeriata
uygun olarak aydınlatacaktır,, cümlesinden anlaşılmaktadır.
Elçiye üç türlü kâğıt verilmektedir; biri, itimatnâme kabi­
linden olan gideceği yerdeki hükümdara hitaben yazılmış mek­
tuptur ki konusu genel nezaket ve dostluk gösterileridir.
İkincisi “müşafehe,, dir; bu, elçinin kendisine hitaben ya­
zılmış bir talimatnamedir; ve ne deyip yapacağı ayrıntılı olarak
anlatılmaktadır; ancak gerekirse, gittiği yerdeki hükümdara da
gösterilebilecek biçimdedir,,
Üçüncüsü “ahtnâme,, tasarısıdır,. Elçiye verilen "müşafehe,,
de bu ahtnâmenin nasıl aktedileceği yolunda ilgiye değer
ayrıntılar vardır, “müşafehe nin„ o devirde iki devlet arasında
nasıl andlaşma yapıldığını ve hanedanlar arasında evlenme
müzakerelerini gösteren kısımları aşağıya konulmuştur :
“ . . .. eğer Han isterse bir muahede aktına teşebbüs olunur,
bu iş için Hanın uygun gördüğü birgün için kendisinden söz
alırsın ve kadılar ve ulema ile birlikte Hanın bütün ayan (ileri-
gelen), mutemet, amca, kardeş ve oğullarının Hanın meclisinde
hazır bulunmalarını istersin, Sonra sen oraya gider ve kadı
Bu Tahiri (elçi ile giden kadı) de birlikte götürürsün; sana
verilen ahtnâmeyi gösterirsin. Bütün şartlar kararlaştırıldıktan
sonra onlara, sîzlerle birlikte gönderecekleri elçilerin bizim
sarayımıza gelmesini ve bizi görmesini söyle, bir sureti sizde
olan istediğimiz nüsha üzerine biz de imzamızı koyalım ki bir
ziyade ve eksik olmasın,. Ahtnâme şartlarından hiçbirinin
değiştirilmemesi gerekir, çünkü bundaki amaç sulh ve salahtır,..
Eğer onların bir mutemedi sana bu ahtnâmedeki meselelerden
biri hakkında bir söz söylerse onu sen iyi dinle ve hakkiyle
karşılığını ver; eğer münazere gerekirse çekinmeden yap. Burada1

1 Beyhakî,250
232 HİNDİSTAN TARİHİ

(Gazne’de yani Mesud’ca) senin gördüğüne göre hüküm verile­


cektir.. Biz senin yaptığına razıyız, senin doğru gördüğünü biz
imza buyururuz; ancak Öyle davranmalısın ki senin razı oldu­
ğun bir şey bizim saltanatımıza bir eksiklik getirmesin. Eğer
zor bir sorum ortaya çıkar ve sen onun üzerinde bir hüküm
veremez olursan ve bizden o y ö ı üzerinde bir buyruk alma­
mışsan o zaman bizim düşüncemizi sor, çabuk giden bir Kasıtla
mektup gönder........ buraya döndüğün vakit işi Öyle bütünlemiş
olmalısın ki artık yeniden gidip geliş gerekmesin. Bu ahtnâme
hükümleri bütünlenip kararlaştıktan sonra kadı ile birlikte
Han’dan ,(görüşmelerde) bütün hazır bulunmuş olanların Önünde
ahtnâmede bulunan bütün şartlan ve yeminleri, ağzı ile ikrar
etmesini isteyin, Bunların şeriat ahkâmına uygun olmasına çok
dikkat ve ihtiyat edilsin. Bundan sonra ayân, şahadetlerini
görenek olduğu gibi el yazılariyle yazsınlar . ......
“Şimdi biz Han’dan iki sıhriyet bağı istiyoruz: bunlardan
biri benim, öteki de bizden sonra veliaht olacak olan büyük
oğlumuz Ebu Feth Mevdud içindir,, Bana nişanlanacak olan kız
Han’ın kızlarındandır, öteki de Han’ın oğlu ve veliaht Boğrate-
kin’in kızlarından olmalıdır,, Bu iki kızın her ikisi ana yönünden
de asîl olmalıdır............. Onun (Han’ın) bu işte bizi reddetmesi
mürüvvete aykırı bir davranış olur, hiçbir yönden doğru olmaz,,
Buna razı olursa o ne isterse biz de razı olur ve yerine geti­
ririz,, Böylelikle aramızdaki dostluk o kadar kuvvetleşir ki
zaman onu çözmek İçin hiçbir tesir gösteremez, Eğer Han buna
razı olursa—ve olacağını kesin olarak biliyorum—bütün büyük­
lüklerde eşi olmadığını göstermiş olur, Bundan sonra başka
bir gün için kendisinden söz alırsın, o günde iki nikâh akde­
dilsin; bunun için Kadı Bu Tahinde birlikte al, şeriatın hüküm
ve rükünlerini o yerine getirsin; bana nişanlanacak kızın mihri
50.000 ve oğlumuza nişanlanacak kızın mihri de 30,000 halis
dinar olsun........ „
Elçiler büyük debdebe ile karşılanmakta, onlarla ağır
armağanlar gönderilmekte ve bunların bir hiç olduğu tevazuyla
bildirilmektedir; elçilere de armağanlar verilmektedir.
Eğer elçinin casusluğundan şüphelenilmekte ise izinsiz hiç
kimse ile görüşmemesine dikkat edilmektedir I..
1 B e j haki, 632.
GAZNE DEVLETİ 233

Önemli işler için elçiye çok para verilmektedir; Mes’ut


428 yılında Türkistan’da Arslan Han’a yolladığı elçiye 10,000
dinardan çok para verdirmiştir \ bu bizim 6,500 altın liramız
kadar eder ve o zamanın ucuzluğuna göre pek büyük para­
dır ; amaç, elçinin gittiği yerde para dağıtabilmesini sağlamak
olmalıdır..

Devletin gizli haber alma dairesi olup çok


D iv a n ı Ş u ğ u lu
İş ra fi-M e m -gelişmiş bir durumda idi; hele Mahmut dev-
iû k ât rinde çok başarı ile işlerdi; Beyhakî ve Siya-
setnâme bu dairenin ayrıntı ve başanlariyle
doludurlar; gerek kendi saray, ordu ve ülkesinde, gerekse
Bağdat’tan Kaşgar ve daha ötelere kadar hiçbir saray ve
önemli kent yoktu ki orada Mahmud’un gizli müşrifleri (casus­
ları) bulunmasın, bazen bunlar yabancı hükümdarların kendi
adamları veya soylarından kimselerdir; genel müşrifler olduğu
gibi bir adam üzerine veya bir ordu için tayin edilmiş özel
müşrifler de v ard ı; bunlar herhangi işlerine ek olarak gizlicene
müşrifliği de yüklenmişlerdir. Dairenin başı olan “îşraf-ı memle­
ket,, bazan eski bir vezir bile olurdu 2„

Saray teşkilâtı içinde hacip ve büyük hacipler çok


H a c ip le r
anılır; Gazne devletinde haciplik hem bir askeri
rütbe, hem de bir türlü mabeyincilik gibi görünür; hacip daha
sonra, herhangi iş ve makama geçse yine hacip diye anıl­
maktadır.,

A. , . ,
. Devletin büyüklük devrinde bu işlere çok önem
IŞİ6Yİ■! ! •* **«ı . 1
verildiği gorulur; gerek Beyhakî, gerekse Siya-
setnâme Alptekin, Sevüktekin ve Mahmud’un bu işlerle çok
yakından ilgilendiklerini gösteren pek çok yazıyı kapsar; sık
sık sultanın doğrudan doğruya yargıçlık etmek için halkı ka­
bul ettiği ve yargıçlama işlerinin, ilgililerin büyük küçük olma­
larına bakılmadan yürütüldüğü görülür 2„

! Beyhakî, 658, 2 Beyhakî, 183,


3 Mahmut için bak. Siyasetnâme bolüm 13: Onun güveni kötüye
kullanan bir kadıyı yakalayışı; bölüm 49: Oğlu Mes’ud’u borcunu öde-
miye zorlaması; bölüm 6 : Buyruğu altında 50,000 kişi bulunan büyük ko-
234 HİNDİSTAN TARİHİ

Yargıçlık işleri kadılarca görülürdü, her kentte kadı, vilâ­


yet yargı işlerinin başında ise Kadı-i-Kuzzat bulunurdu,,
Siyasa ve yönetim işleri dolayısiyle sultan ve vezirin
buyruğu ile adam cezalandırıldığı da çok olurdu; genel olarak
ünlü ve adamı çok olan biri yakalandığında bir karışıklık
çıkarmamaları için adamları da yakalanır ve mallarına el
konurdu,,
Medreseler yani kültür işleri ve evkafa bakan daireye
Işraf-i Evkaf denirdi i„
Mahmud’uıı ve genel olarak haleflerinin bilginlere ve din
ülemasına çok saygı gösterdikleri, zaman tarihçilerinden anla­
şılır; ancak dinî riyanın sevilmediği ve kadınlardan rüşvet
alanlar olursa dikkatli davranıldığı da görülmektedir,, Yoksul
olmasına rağmen, Mes’ud’un bir armağanını, verilen paranın
helâl para olup olmadığını bilmediği için, reddeden Bul-Hasan
adında bir kadıyı bu hükümdar çok takdir etmişti; bu ona
öbür türlü ülema ile karşılaştırmalar yapma vesilesi verir ve
Be>hakî’ye göre:
“Emîr nerede bir mutasavvıf veya törpü bıyıklı, riya
tuzağını kurmuş, kalbinden daha kara eski bir esvap giymiş
bir adam görse gülerdi ve Bu Nasr’a 2 Bul Hasan’ı fena nazar­
dan saklasın derdi,, „

İlle r d e k i ^ erc^e birbirine karşı bağımsız ve doğrudan doğ-


t e ş k l l â t ™ya merkeze bağlı olarak işliyen birkaç teşkilât
vardır,,
1„ Askerî komutan (salar, sipehsalar v. s„); sultana ve
vezire bağlıdır. Çok kere ünlü bir kişidir,,
2„ Sahib-i Divan; yönetim ve maliye işlerine bakar ve
Divan-ı Vezarete bağlıdır ; maliye işleri anılırken görevi bildi­
rilmişti, Ancak bazı olaylardan Sahib-i Divanın çok büyük yet­
kileri olduğu anlaşılmaktadır. Nişapur’un Selçukiar eline düşe­
ceği sırada orada Sahib-i Divan olan Suri adında birinin bir
sıkı yönetim kurduğu herkesin ve en büyük memurların ondan

mutanlarından Ali Nuştekin’in sarhoş olarak sokakta yakalandığı İçin


muhtesipten meydan dayağı yemesi, 1 Beyhakî» 3Û8„
2 Mes’ud’un «Sahib-i Divan-ı Risaleti»; Beyhakî s.. 636„
GAZNE DEVLETİ 235

korktukları görülmektedir l, Dolayrsiyle Sahib-i Divan, az çok


bir vali sayılabilir, Ordunun ihtiyaçlarını sağlamak da onun
ana görevleri arasındadır,
Genel olarak askerî komutan, ünlü bir kişi olması dola*
yısiyle, illerde üstün durumda görünmektedir ve bizdeki “vali,,
nin hükümeti temsil sıfatını onun taşıdığı kabul olunabilir,
Ancak “vali,, nin en önemli işlerini bilhassa malî işleri askerî
komutana bağımsız olarak gören “Sahib- i Divan,, dır.
Bununla birlikte yeni eserlerde İl|er anılırken “vali,, veya
“gouverneur,, denildiği vakit daha çok askerî komutan düşü­
nülmektedir.
Bu kişi Sevüktekin devrinde Nişapur sipehsaları Mahmut
(veliaht) veya Mahmut devrinde Harezmşah Altıntaş gibi biri
olursa tabiatiyle “vali,, sayılması gereken odur,
3) Sahib-i Berid ( veya Berid) ; vilâyette olan bitenleri ve
komutan ve işyarların yapıp ettiklerini merkeze bildirir; en
güvenilir adamlardan seçilir; Divan-ı Risalete bağlıdır; resmî
atlıları vardır ve gereken haberleri yazılı veya şifreli olarak
çarçabuk merkeze yollar; bazen bir askerî komutan veya onun
adamları bir ayaklanma hazırladıkları içtn Sahib-i Berid’e zorla
merkeze yanlış haber göndertirler veya onun haber görder-
mesini önlemek isterlerse o, gizli adamlarla doğru haber yollı-
yabilmek için tertipli bulunmalıdır, Beyhakî’de Sahib-i Berid’le-
rin bu yolda çok iyi ve fedakârane çalıştıklarını gösteren olay­
lar vardır. Örnek olarak Harezmşah Altıntaş’la Kaid Mencuk
olayında Sahib-i Berid’in resmen yazmıya mecbur edildiği ya­
zıyı yollamakla birlikte el altından da gerçekten olan bitenleri
merkeze yetiştirmesi 2 ve Nişapur’un Selçuklar'dan Tuğrul
Bey'ın eline geçmesinden sonra orada saklı kalan Sahib-i Be­
rid’in durum ve olayları biteviye Gazne’ye bildirilmesi8 zik­
redilebilir..
Beyhakî’d e 1 bir S ah ib -i Berid ve bir vilâyet Debiri
(kâtip) için ayda 70,000 dirhem verildiği yazılıdır. Bolluk yılla­
rında köylerde bir dirheme 20 okka buğday alınabildiği (bak.
ekonomik kısmına) düşünülürse aylıkların çok yüksek olduğu

1 Bey haki,683.. 3 s- 389 v.. d 3 s. 692,. 4 166.,


236 HİNDİSTAN TARİHİ

görülür; ancak bu paradan memurun memuriyeti icabı ne


kadarım iş için harcamak zorunda olduğu kestirilememektedir:
4) Müşrİfler (c a s u s ); bunlar şu veya bu görevden başka
müşrifiiği de üstenmiş kimselerdir Beyhakî’de görevleri bunla-
rmkine çok benziyen “münhi,, adını taşıyan memurlar da sık
sık anılmaktadır: Bunlar Gazne devleti içinde ve dışında çalı­
şır göster ilmektedirler,.
5) Kadı-ül-Kuzzat, ki yukarıda sözü geçmişti,,
6) “Vali,, taribi az çok bağımsız bölge başkanları için
kullan ılırdıBeyh akî’de 1 “ Çaganyan valisi „ tabiri vardır ve
tarihî kısmında görmüş olduğumuz gibi Dehistan, Nesa ve
Ferave Selçuk beylerine verildiği vakit bunlara “Dihkan,, de­
nilmiş ve valilere mahsus hilatlar gönderilmişti,,
Bunlardan başka : a) başlıca kentlerde ve kurganlarda
“kutvaİ,, adını taşıyan bîr memur vardır ki genel olarak zabıta
âmiridir; bazen kurgan komutam olarak ta görünür; b) kay­
makam ve müdür gibi küçük yönetimciler vardır ki bunlara
“Şahne,, denilmektedir ; c) “kethüda» ların tam durumunu an­
lamak güçtür; bazen bir sipehsalann maiyeti ve güvendiği
adamıdır ve kendisince seçilmiştir ; bazen merkezce tayin
edilmiş ve sipehsalara kafa tutabilecek bir yönetimcidir ; genel
olarak büyük bir kişinin yanında yönetim işleriyle uğraşmak­
tadır ; d) “ muhtesip ,, 1erin işi öbür İslâm ülkelerindekine ben­
zemektedir.
D il v e kültür Resmî dil arapçadır; Mahmud’un ilk veziri Ebul-
işleri Abbas Fadl zamanında bu kişinin arapçayı
bilmemesi veya iyi bilmemesi yüzünden resmî
yazılarda farsça kullanılır; 1014 de onun yerine vezir olan
Ebul-Kasım Ahmed ( şeyh Çelil diye ünlüdür ) yine arapçayı
resmî dil yapar, ancak arapça bilmiyen biri için yazılacak
yazıların farsça yazılmasına izin verilir 3
Farsçanın yeniden bir kültür dili olarak kalkınmasında
Mahmud’un: Unsun, Firdevsî, Ascedî, Ferruhî gibi birçok
şaire ;i pek cömertçesine dağıttığı paraların çok önemli tesiri

1 s„ 703 2 El'Utbi : Şeyb Çelil bölümü..


3 Firişte 400 der, s- 39..
GAZNE DEVLETİ 237

olmuştur, Mahmud’un bunu bir yandan propagandasını yürüt­


mek istediği ve şair ve şiirden hoşlandığı için yaptığı kabul
edilebileceği gibi kendisinin İlek Han’la olan çetin savaşla­
rında görüldüğü üzere olayların gidişi onu “Turan’a,, karşı
“İran’ın,, koruyucusu ve başbuğu yapmış olduğundan bu yolda
davranmış olması da bir faraziye olarak akla gelebilir,
Bununla birlikte, Mahmud’un, Firdevsî’ye yazmış olduğu
“Şehname,, için, kendi göreneklerine göre çok az para vermiş
olmasını, işbu eserde “Turanı,, lere ve hele “Iranı,, lerden olup
ta onlarla iş birliği yapanlara ve evlenenlere karşı bazen çetin
yazılar bulunmasiyle de açıklamak mümkündür,,
Genel olarak Mahmut bilgin ve şairleri çok korumuş olup,
Tarih-i Güzide’ye göre, onlar için yılda 400000 dinardan çok
sarfedermiş.
El-Utbi, Gazne Mescidi bölümünde Mahmud’un yaptırdığı
ünlü büyük medrese için şunları der:
“Sultan camiin yakınında geniş bir medrese yaptırdı,
Bu hem medrese, hem kütüphane idi,, Birçok odalar tabandan
tavana kadar kitap ile dolmuştu, “Ulûmu evvelin ve ahirin,, e
ait olan bu kitapları büyük padişahlar İraktan ve diğer yer­
lerden buldurmuş ve hâzinelerine koymuşlardı; bunlar, sonra
Sultana İntikal etmişti,, Bu kitaplar değerli kitaplardı Yazıları
güzel, nüshaları sihirli birtakım bilginler elinden veya gözün­
den geçmiş, kenarlan kayıtlarla haşiyelenmiş kitaplardı Bu
kitaplar Gazne fakıh ve bilginlerinin okuması ve okutması
için oraya konulmuştu,, Sultan aynı zamanda okutan bilginler
ve okuyan öğrenciler için medresenin evkafından dolgun
aylıklar, yıllıklar tayin ederek onların geçimlerini sağlamıştı,,,
Her ne kadar El-Utbi Mahmud devrinde yazmış ise de
bu gibi maddî ayrıntıları uyduramıyacağı ve bunlar gerçek
olmasalardı onları yazmak Sultanla bir türlü alay etmek ola­
cağı için Mahmud’un, bilgin ve şairlerin koruyuculuğu ve bilgi
yayıcılığı yolunda kazanmış olduğunu doğru saymak gerekir,
Bunun iki istisnası, yani eşlerinden az yardım görmüş ve
armağan almış iki kişi vardı: Firdevsî ve Birunî, birincisi için
akla gelen ve söylenilmiş olanları yukarda gördük; İkincisine
gelince, tarihî kısımda görmüş olduğumuz gibi, o, başlıca akıl
238 HİNDİSTAN TARİHİ

hocası bulunduğu Harezmşah Me’mun’a Mahmud’ım gücünü


temelinden sarsacak öğütler vermişti (Türkistan Hanlariyle iş
birliği yapmak v„ s, gibi)- Bununla birlikte Mahmut, Harezm’i
ele geçirdikten sonra Birunî’ye bir kötülük etmeyip olsa olsa
ona ayrıca belirli bir eyilikte bulunmamıştır; öbür yandan ona
Hindistan’da çok değerli incelemelerde bulunmak fırsatım ver­
miştir.
El-Birunî’nin “Tahkik-i-Ma’l-il-Hind,, inde Mahmud’u nis-
beten az övmesi ve “El-Kanun-ül-Mes'udî,, adlı riyaziye ve
heyet kitabında silik bir hükümdar olan Mes’ud’u göklere
çıkarması da gösterir ki işbu son Gazne sultanından umduğu
ve siyasal hatalarına rağmen kendisine gösterilmesi gerekli
olan saygı ve yardımı görmüştür,, Firişte1 bu son eser için
Mes’ud’un Birunî’ye bir fil yükü gümüş verdiğini yazmaktadır,,
Şurası muhakkaktır ki Birunî’yİ siyasadan ayırıp ona
yukarda adı geçen iki ölmez eseri yazdıran, onu az veya çok
korumuş olsa da, Mahmut’tur ve ondan sonra da onu daha
çok koruyan ve hoş tutan Mes’ut’tur..
Eski Hindu acununun felsefesi, edebiyatı, coğrafyası, ge­
lenek ve görenekleri, türlü bilgileri ve azıcık ta tarihi hak­
kında en önemli bilgilerin Birunî’nin “ Tahkik-i-Ma’l-il-Hind„inde
bulunduğu da şüphesizdir ve bu eser bugün dahi o devir
üzerinde elde bulunan pek nadir kaynakların biri ve en güve­
niliridir
kirişte 2 Mes’ud’un pek çok mederese yaptırdığını “ülema
ve fuzela,, ile görüşmeyi çok sevdiğini, onlara çok iyilikte
bulunduğunu; Hanefî fıkhı bakımından önemli olan Kadı
Ebu Ahmed Nasıhî nin “ Kitab-ı Mes’udî „ sinin ona sunulmuş
olduğunu yazar,,
Gazne sultanlarının çoğu bu yoldan yürüyeceklerdir,
Sultan İbrahim ve onun torunu Behram Şah zamanında
ünlü sufî ve şair Gazne’ii Hakim Ebul-Mecd Sanai’nİn (Hadi-
katül-Hakaİk yazan) çok saygı görmüş ve Behram Şah ona
kız kardeşini vermek istemiştir,, Fiıişte’ye g ö re 3, Behram Şah
da “ulema ve fuzela,, ile görüşmeyi çok severmiş, Gazne’li
Seyyid Haşan onun şairierindendi, Şeyh Nizamî “Mahzen-ül-Es-

1 s. 44 9 s, 44. 3 s„ 50,
GAZNE DEVLEIİ 239

rar „ mı ona sunmuştu ve "Kelile ve Dimne,, nin arapçadan


farsçaya çevrilmesi (aslı, Hindistan’da tanınmış bir eser olan,
“Pençetantra,, daki hikâyelerdir) yine ona sunulmştuur,,

D in Gazne devleti “Cihad,, temeli üzerine kurulmuştu; Alpte­


kin’le Sevüktekin buna çok önem verdikleri gibi Mahmut
ta bu işi çok ileri götürmüştü, bundan başka Halife ile iyi ge­
çinmek ve onunla dayanışmak ta Mahmut ve Mes’ut devirleri­
nin ana siyasaları arasındadır; ancak Mahmud’un Halife ile
çekiştiği de olurdu; keza Mahmut, bir yandan Halifeye karşı
güttüğü dayanışma dolayısiyle, öbür yandan da ülkesinde
düzen istediği için kendisinden önce ve sonra İslâm acununda
sonsuz karmakarışıklıkla!" doğurmuş olan Batınî, İsmailı ve
Kırmıtî gibi dinî cereyanlara karşı çok kesin ve çetin bir
durum takınmış ve elinden geldiği ölçüde bunları yok etmiye
uğraşmıştır.. Gazne devletinde çokluk Hanefî fıkhı geçerdi;
Mahmut kâh buna, kâh Şafiî fıkhına eyginlik göstermiştir.. Ken­
disinin Hindistan’da İslâm dinini yaymakta önemli başarıları
olduğu tarihçilerinden anlaşılmaktadır; ancak zorla kimseyi
müslüman yaptığına dair kayıt yoktur,,

A n ı tl a r Gazne’nin 1151 yılında Gur sultam Ala-üd-Din Cihan-


suz’ca baştanbaşa yakılıp yıkılmış olması; bu devletin
büyüklük devrindenberi 900 yıldan çok geçmiş bulunması,
onun kapsamış olduğu ülkelerin arada pek çok akın ve istilâya
ve hele Cengiz istilâsına uğramış olması gibi olaylar, anıtlarının
zenginliği ve bolluğu ile ünlü olan işbu devirden ayakta he­
men hiçbir şey kalmamış olması sonucunu vermiştir,,
Mahmut devri anıtlarının en ünlüsü Gazne camisidir; El-
Utbi, onun güzellik ve süslerini, mermerlerini, yaldızlarını, altın­
dan yapılmış yaprak, çiçek ve çubuk biçiminde süslerini sayıp
durmakta ve onun Şam camiinden (Velid’in yaptırmış olduğu
Emevîye camii) çok üstün ve güzel olduğunu savlamaktadır,,
Bugün Gazne’de bu camiin olması muhtemel bulunan iki mi­
nare ayaktadır, bunların dış kısmı cilâlı sarı tuğladandırlar ve
900 yıldır cila ve parlaklıkları bozulmamıştır, biribirlerinden
uzaklıkları 360 ve yükseklikleri 45 m, kadardır, çok süslüdür­
ler ve üzerlerinde kufi yazılar vardır.,
240 HİNDİSTAN TARİHİ

Sevüktekin ve Mahmud’un mezarları el’an durmaktadır,


yeri kaybedilmiş olan birincisi, 1914 savaşından az önce bulun­
muş ve yağmurdan korumak için üzerine bir dam çekilmiştir,
yanlan açıktır.
Mahmud’un türbesi güzelliği ile ünlü olup Ala -ü d - Din
Cihansuz’un ayakta bıraktığı tek anıt id i; bugün yok olmuştur,
onun yerinde sandukayı korumak için Afgan Emîri Habib-
Ullah’ca yaptırılmış bir bina vardır; sanduka büyük bir üçken
biçiminde, çok güzel bir mermerden olup üzerinde kabartma
kufi yazılar vardır, Eski türbenin kapılarını İngİiizler 1839-1842
İngiliz-Afgan savaşı sırasında, Somnat mâbedinin kapılarıdır
diye, Agra’ya taşımışlardır ve bugün orada bulunmaktadırlar.

T u tu m işleri Gazne devletinin en parlak zamanı Mahmut


devridir,, Bazı Avrupa tarihçileri bu parlaklığın
istihsal ve çalışmadan doğma olmayıp Hindistan yağmalariyle
sağlanmış olduğunu ileri sürmüşlerdir,
Böyle bir iddia savaş ve fütuhatla zenginleşen herhangi
bir devlet için ileri sürülebilir,, Hele Haçlı seferleri, yeni bulun­
muş Amerika yağmasiyle zenginleşen veya sömürgelerini başta
soyan ve sonra sömüren birçok devlet için bu iddia en aşağı
Gazne devleti için olduğu kadar doğrudur,
Ancak bu iddia ileri sürülürken büyük Gazne hükümdar­
larının iyi yönetim ve çalışma yolu ile sağladıkları zenginlikler
de anılmalıdır; devrin eskiliği ve o devir tarihçi ve yazarları­
nın tutum işleriyle pek ilgili olmamaları yüzünden bu yoldaki
bilgiler az olmakla birlikte yine elde bulunanlar yukardaki
iddiayı büyük ölçüde yalanlamaya yeter, Bunlar aşağıda
sıralanmıştır :
1. Sevüktekin ve Mahmut, ellerindeki ülkelerde büyük bir
güven sağlamışlardı; sonsuz derebeyi ve hükümdarcık kavga­
larını sona erdirmiş, Batınî, İsmailî, Kırmıtî gibi dinî hızp
perdesi altındaki ayaklanma ve soygunculukları da gelişemez
bir duruma sokmuşlardı; dolayısiyle herkese rahat çalışmak
ve çalışması mükâfatını görmek imkânını vererek ülkelerin
kalkınma ve zenginleşmesini sağlamışlardı,. Siyasetnâme’de gö­
rülen birçok hikâye1 zamanın bunu böyle bildiğini gösterdiği
1 Bak. ezcümle onuncu bölümüne,.
GAZNE DEVLETİ 241

gibi Beyhakî d e 1 Mahmud’un ölümünden az sonra Rey hal­


kının Gazne devletine bağlılığını ve kendileri gibi Şiî olan
Büveyh oğullarına karşın olmalarını Mahmud’un doğru ve iyi
yönetimine ve onun bu yüzden halkça bir kurtarıcı sayılmasına
atfedilmektedir
2. Kocaman bir ülkede tek devlete vergi ve gümrük ver­
mek, güven içinde gidip gelebilmek ve âdil bir yönetim karşı­
sında bulunmak yüzünden Gazne devletinin büyüklük devrinde
tecim çok gelişmiş bulunuyordu; Siyasetnâmenin 49 ncu bölü­
mündeki hikâye bu son yönü iyice açıklar, Çin’den Batıya
kadar uzanan ülkeler arasında rahatça ve çok geniş ölçüde
yapılan bu tecim de Gazne devleti ve halkı için büyük bir
kazanç kaynağı idi, El-Utbi 1009 da Mahmud’un Narain (Hin­
distan’da, Racputana’da Elver bölgesi) seferini ve varılan barışı
anlattıktan sonra: HBu barış üzerine Horasan ile Hindistan
arasındaki yollar, kafilelere, tecimeriere açıldı,, der,, Bundan
şu çıkar ki Mahmut Hindistan’ın bir kısmının olsun karadan
öbür Asya ülkeleriyle tecimini sağlamış, dolayısiyle Gazne
devletinden geçen ve onunla yapılan tecim için yeni bir alan
açmıştır,, Bunun da önemli kazanç kaynağı olduğu apaçıktır.
Pr. A» Metz: “Die Renaissance das İslam,,2 adlı eserinde:
“ve 490 (1010) tarihinde, Hindistan’ın tecim için olağanüstü
önemli olan büyük kısımları, İslâm devletine ilhak edildi,,
demekle bu yönü onamaktadır..
3., Gazne dolaylarında birkaç yıkık büyük sulama bend-
leri (baraj) vardır, halk bunları herhalde büyük ölçüde haklı
olarak Mahmud’a atfeder; bunlardan ‘Bend-i-Sultanî„ adını
taşıyan biri (60 m., kadar uzunluk, 8 m., kadar yükseklikte) şüp­
hesiz olarak onun eseridir ; 1525—26 da Babur’ca onarılmış
veya yeniden yaptırılmış olup elan kullanılmaktadır.
4., Tarihi-i Güzıde’de 3 Mahmud zamanında bulunup işle­
tilen bir altın madeni anılmaktadır.
5„ Selçuklar’dan Tuğrul Bey’in Nişapur ’u alması dolayısiyle
sırf bir tesadüf olarak Beyhakî, Mahmud’ca Belh’de yaptırılmış

1 s. 20 v s 2 « İslâmda Rönesans» ; Ülküde: «O rta Zaman


Türk-İslâm Dünyası» adiyle Türkçeye çevrilmiştir,. Bak sayı 43, s, 13,
sütun 1 3 s, 395,.
Hindistan Tarihi 76
242 HİNDİSTAN TARİHİ

ve Ilek Han işbu kenti alırken yanmış olan “Pazar-ı Âşikan,,


adında bir çarşının var olmuş olduğunu bize bildiriyor1. Bize
kadar adları gelmemiş böyle nice imaretler olduğunu tabiî ola­
rak kabul etmeliyiz,,
Bütün bunlara bakarak, Gazne devletinin zenginliğinin
hemen hep yağmaya dayandığı yolundaki iddiayı boş bir lâf
saymalıdır. Nişapur tecimerlerinin ora çarşısının üstünü çok
süslü bir biçimde örtmek için yüzbin altın harcamaları da
gösterir ki halkta da para buldu2,,
Yine El-Utbi'ye g ö r e :3 Gazne kenti Sultanın
(Mahmud’un) zamanında, genişlik ve yüce yapılar bakımından
dünyanın bütün büyük kentlerini geçmiştir.. Gazne’nin büyük­
lüğünü anlamak için şunu bilmek yeter ki Gazne’de bin fil
vardı; bunlar için filhaneler yapılmıştı; bunların her biri geniş
bir saray, geniş bir mahalle halinde idi; çünkü her fil için
filci, filin yemeğine bakan hizmetçiler, onun öbür ihtiyaçlarına
bakan hademeler vardı
Gazne kentinin büyüklüğü (işde bir mikdar şişirme de
olsa) “Adab„ daki dördüncü hikâyeden anlaşılır 4; buna göre
bir kıtlık sırasında Sultan İbrahim devlet ambarlarından erzak
sattıracağını halka ilân için at ve deveye binmiş 200 dellâl
bağırtır; o zaman Gazne’de 6000 tabbah (fırıncı ?) ve 6000
ullaf (erzak veya hayvan yemi satan ?) varmış.
O devrin eşya fiyatları hakkında bir fikir edinmek im­
kânsız gibidir ; zaman tarihçilerinin tektük verdikleri erzak
fiyatları hep olağanüstü kıtlık anlarına aittir; yalnız bir defa
Beyhakı’d e 3 Horasan köylerinde bolluk ve ucuzluğa örnek
olmak üzere bir dirhemle on men buğday ve on beş men arpa
alınabildiği yazılıdır,, O zamanın Tebriz men’i bizim eski okka
ve dirhem aşağı yukarı 3 gr„ ağırlığında bir gümüş para ola­
rak kabul edilirse buğday ve arpa fiyatları üzerinde bir fikir
edilinebiliniı,
Fiyatlar üzerinde hükümetin narhı vardır ve bu narhların
düşüklüğü yani ucuzluk olması eyi bîr yönetimin sonucu
sayılmaktadır 6„

1 s„ 688., 2 El-Utbi: Üstad Ebu-Bekir ve Kadı Ebul-Ula bölümünün sonu..


a Gazne mescidi bölümünün sonu,. 4 s. 43 b, 5 s.. 550. 6 Gerdizî, s. 74..
GAZNE DEVLEÎİ 243

Eldeki bilgilere göre Mes’ut devrindeki çöküntü üzerinde


ekonomik durumun ayrıca bir tesiri olduğu söylenilemez; bir
yandan kötü yönetimin ve kötü komuta’nm doğurduğu askerî
yenilgiler ve öbür yandan yine kötü yönetim ve memurların
hırsızlık ve sairesi gibi eylemlerin doğurduğu hoşnutsuzluklar
bu çöküntüyü açıklamaya yeter. Horasan’da ekonomik duru­
mun bu yüzden ve Türkmen savaş ve akmları yüzünden
kötüleşmesini çöküntüyü doğurmuş bir âmil değil, onu belki
sakmıîamaz bir olay yapmış olan ek bir amil saymak gerekir»
Gazne devletini büsbütün ortadan kaldıran âmiller ise,
bir yandan hanedanın yoslanması, öbür yandan da devletin
Türk güc kaynağından uzak düşmesi ve oradan rakipleri
ölçüsünde adam getirtmez veya getirtemez olmasiyle açıklamak
bizce en doğrusudur..
J

<
<
<
nJ

O
2:

’O
H
û!

00

M
s

z t«
c

a
S

4)

4t
rt

UJ >
(S
V
M

•o £

•M 'e
c
J*

19 tu
15
4)
:P
>
V
*rt tn r-
O
On
osrı

s
Û$

m
s c
o

,s o

^o
4> _
O
4) çn

r—%
co

S
v> ^-î

V
h

Oî^

O
'ST
■T33 l-H
00
>

E
" *

O t i,
m—
E^
zWC

i
« —•—
N

c/
CN '

5>T-ı —
'- s -
oo
*;—

Adların yanında bulunan muterize içindeki sayılar tahta çıkış sırasını gösterir ; alttaki sayılar tahta çıkış ve ölüm
tarihlerini gösterir . Sıralar yaşa göre değil tahta çıkışa göredir. Sultan ünvanı Mahmut'la başlar.
[a] Onunla 12 nci sultan arasında Tuğrul adlı Bey 40 gün saltanat sürer ,
fbl Behram'ın ölüm ve iki Hüsrev'in tahta çıkış tarihlerrı kesin değildir.
GA.ZNE DEVLETİ HAKKINDA SEÇİLMİŞ
BİBLİYOGRAFYA

A Ç a ğ d a ş e s e r le r i

1. El-Utbi diye tanınmış Ebu Nasr Muhammed’in “Tarih-i


Yemini» s i; yazar Saman oğullan ve Gazne devletinde türlü
memuriyetlerde bulunmuş (Debir — kâtip, elçi, Sahib-i Berid =
posta ve istihbarat müdürü) ve Sevüktekin ve Mahmud’un
zamanında yaşamıştır. Eser, Sevüktekin devriyle Mahmut
devrinin ilk 25 yılını (997 - 1021) anlatır., Mahmud’un kardeşi
Nasr’m ölümünde durur. Pek az tarih vardır ve birçok olay
pek kısa ve belirsiz geçilmiştir; üslûb, o zaman âdet olduğu
gibi hükümdarları çok öven bir üslûptur; ancak, hele Mahmud
devrinde bu övmeler İçinde, yapılan işlerde Sultan veya ileri-
gelenlerin noktai nazarının ifadesi de sezilmektedir ve eserin
bir önemi de bundadır,
2„ Gerdizi diye tanınmış olan Ebu-Said Abd-ül-Hay’ın
“Zeyn-ül-Ahbar„\, Eser, ünvanı Zeyn-ül-Mille olan Gazne Sul­
tam Abd-ür-Reşid’e sunulmuş olmasına göre, 1052 yılında
bitirilmiş olmalıdır, dolayısiyle yazar Mes’ud ve kısmen olsun
Mahmut devirlerini yaşamıştır,, Tahinlerin, Saman oğullarının
ve Gazneli’lerin tarihini, daha çok bir kronoloji gibi pek kısa
olarak anlatır, ancak hemen her ola>ın tarihini verir. Eserin
Mevdud devrinin başlarından sonraki kısmı kayıptır. Yakar­
daki sahifeler 1315 tarihli (hicri) Tahran basmasına aittir,
3„ B eyhaki diye tanınmış olan Ebül-Fadl Muhammed’in
“ Tarİh-i A l'i-Sevük Tekin,, i, Eserin 6 mcı cildinin bir kısmiyle
7, 8 ve 9 uncu ciltleri ve 10 uncu cildinin bir kısmı bugün var
olup Öbür kısımları kayıptır, Elde kalan kısımlar hemen hep
Mes’ud devrine ait olduğu için esere “ Tarih-i Mes'udî„ de
denir; en çok “ Tarih-i B eyhaki„ diye ünlüdür,
Yazar Mahmud ve Mes’ut devirlerinde “Divan-j Risalet,, te
çalışmış ve Mes’ud’un son zamanlarında bu dairenin “Sanib,,
inin vekili olmuştur. Olayları içinden bilen bir adamdır ve bir­
çok resmî belgeyi aynen eserine koymuştur; dolayısiyle eser
246 HİNDİSTAN TARİHİ

çok önemlidir, ve sonsuz ayrıntılarından devrin türlü yönle­


rine nüfuz etmek mümkündür. Tarihler olayların tarihlerinden
Çok bunları bildiren evrakın merkeze varma tarihleridir, Mah­
mut devrine ait birçok fıkralar da eserde vardır Eserin
eldeki kısımları Ferruhzad ve İbrahim’in saltanatları sırasında
yazılmıştır:
Yukardaki sahifeler W, H„ Morley tarafından 1862 de
Kalküta’da yayınlanan metne aittir

B, Ç a ğ d a ş o lm ıy a n e s k i e s e r l e r :

1„ Minhac-üd-Din in “ Tabakat'i Nasırı,, si; bu eserde Gaz-


neli’ler bölümü kısa ve pek eksik olmakla birlikte Selçuk, Gut
ve Harezm bölümlerindeki yazılar da bir araya getirilince, ya­
zarın, bilhassa bugün kayp olmuş bulunan bazı eserleri gör­
müş olması dolayısiyle, önemli bilgiler elde edilebilir (Royal
Asiatic Society of Bengal, Calcutta yayınlarından),
2„ F irişte’nln “Gülşan-ı Ibrahim î» si de (T arihli Firîşte
diye daha ünlüdür) bu son bakımdan önemli sayılabilir (Luc-
know taş basması; 1323 hicri).
3„ Îbnül-Esir*in “E l K âm il-fit- Tarih„ i, (14 cilt Leiden
1867-1876), H am d-U llah K azvin ın in “ Tarih-i Gıizide„ (Gibb
Memorial Leiden 1910) si gibi genel İslâm tarihleri de (hele
ilk andığımız) çok faydalıdır.
4, Fahr-üd-D in M übarek şah, Fahr-i M üdebbir, El-M erver-
rudı gibi adlarla anılan Muhammedi'm “A dab-ül-H arb ves-Şe-
caa„ sı Gazne sultanlarına ait birçok hikâyeleri kapsar ve
bazı yönlerin belirmesine yarar:
Yukardaki sahifeler Bayan İkbal M. Şafi tarafından
“Fresh Light on the Gaznevids,, adile yayınlanmış parçalara
aittir,
5. Nizam-ül-Mülk'ün “Siyasetnâm e„ s i; yazar, Mahmud’u
ve biraz da Sevüktekin ve Gazne devletinin kurucusu Alp­
tekin’i siyasal örnekler arasına aldığı için onlar üzerinde ve
Gazne devletinin teşkilâtı üzerinde epey bilgiler vermektedir.
Bunlar ar asında yanlış ve şişir ilmiş yönler olsa da eser bir
bütün olarak Önemlidir (Schefer yayını Paris 1891, Farsça
metin).,
BİBLİYOGRAFYA

6,. Elliot ve Dozvsonün “ The History o f Jndia as


its Ovm H istorians adlı 8 ciltlik eseri, Hindistan’la ilgili
eserlerden birçok parçalan İngilizceye çevirmiş olduğunda
faydalıdır (London 1867-1877),

C. Y e n i e s e rle r t

Bunların pek çoğunda Müslüman ve hele Türk devlet ve


büyüklerini küçültmek ve bin yıl önce geçmiş olayları şimdiki
ahlâkî ve siyasal ölçülere göre yargılamak eyginliği olduğun­
dan bu gibi eserler bu yön akılda olarak okunulmalıdır,,
Barthold’un “Moğol istilâsından önce Orta Asya,, tarihi
bu zihniyeti taşıyan İlmî perdeye bürünmüş en tanınmış eser­
dir ve Batıda yazılmış pek çok esere kaynak olmuştur. Aynı
yazarın İslâm ansiklopedisindeki yazılan da bu özdedir.
Muhammedi Nazım'in (Hint Müslümanlarından) “ The life
a n d times o f Sultan Mahmud o f Ghazna„ adlı eseri böyle bir
zihniyet altında yazılmamış, dürüst ve İlmî nadir yeni eser­
lerden biridir (Cambridge 1931),,
246 HİNDİSTAN TARİHİ

çok önemlidir, ve sonsuz ayrıntılarından devrin türlü yönle­


rine nüfuz etmek mümkündür., Tarihler olayların tarihlerinden
çok bunları bildiren evrakın merkeze varma tarihleridir. Mah­
mut devrine ait birçok fıkralar da eserde vardır Eserin
eldeki kısımları Ferruhzad ve İbrahim’in saltanatları sırasında
yazılmıştır,,
Yukardaki sahifeler W,. H. Morley tarafından 1862 de
Kalküta’da yayınlanan metne aittir..

B. Ç a ğ d a ş o lm ıy a n e s k i e s e r l e r t

1, Minhac-üd-Din'm " Tabakat-ı Nasırı,, si; bu eserde Gaz-


neli’ler bölümü kısa ve pek eksik olmakla birlikte Selçuk, Gut
ve Harezm bölümlerindeki yazılar da bir araya getirilince, ya­
zarın, bilhassa bugün kayp olmuş bulunan bazı eserleri gör­
müş olması dolayısiyle, önemli bilgiler elde edilebilir (Royal
Asiatic Society of Bengal, Calcutta yayınlarından),
2„ Frrzpfe’nin "Gülşan-ı Ibrahim î» si de ( Tarih-i Firişte
diye daha ünlüdür) bu son bakımdan önemli sayılabilir (Luc-
know taş basm ası; 1323 hicri)..
3„ İbn ü l-E sir’m "El Kâm il-fit- Tarih» i, (14 cilt Leiden
1867-1876), H am d-U llah K azvin ın in "Tarih-i Güzide„ (Gibb
Memorial Leiden 1910) si gibi genel İslâm tarihler i de (hele
ilk andığımız) çok faydalıdır,
4„ Fahr-üd-Din M übarekşah, Fahr-i M üdebbir, El-M erver-
rudî gibi adlarla anılan Muhammedi'm "A dab-ül-H arb ves-Şe-
caa„ sı Gazne sultanlarına ait birçok hikâyeleri kapsar ve
bazı yönlerin belirmesine yarar,.
Yukardaki sahifeler Bayan İkbal M, Şafi tarafından
“Fresh Light on the Gaznevids,, adile yayınlanmış parçalara
aittir,,
5„ Nizam-ül-M ülk’iin "Siyasetnâme» s i ; yazar, Mahmud’u
ve biraz da Sevüktekin ve Gazne devletinin kurucusu Alp­
tekin’i siyasal örnekler araşma aldığı için onlar üzerinde ve
Gazne devletinin teşkilâtı üzerinde epey bilgiler vermektedir,,
Bunlar arasında yanlış ve şişirilmiş yönler olsa da eser bir
bütün olarak önemlidir (Schefer yayını Paris 1891, Farsça
metin).,
BÎBLİYOĞRAFYA 247

6, Elliot ve Doıvson un “ The History o f India as told by


its Own H isiorıans adlı 8 ciltlik eseri, Hindistan'la ilgili eski
eserlerden birçok parçalan İngilizceye çevirmiş olduğundan
faydalıdır (London 1867-1877),,

C . Y e n i e s e r le r t

Bunların pek çoğunda Müslüman ve hele Türk devlet ve


büyüklerini küçültmek ve bin yıl önce geçmiş olayları şimdiki
ahlâkî ve siyasal ölçülere göre yargılamak eyginliği olduğun­
dan bu gibi eserler bu yön akılda olarak okunulmalıdır,,
Barthold’un “Moğol istilâsından önce Orta Asya,, tarihi
bu zihniyeti taşıyan İlmî perdeye bürünmüş en tanınmış eser­
dir ve Batıda yazılmış pek çok esere kaynak olmuştur,, Aynı
yazarın Islâm ansiklopedisindeki yazıları da bu özdedir.
M ukammed Nazım'in (Hint Müslümanlarından) “ The life
an d times o f Sultan M ahmud o f Ghazna„ adlı eseri böyle bir
zihniyet altında yazılmamış, dürüst ve ilmi nadir yeni eser­
lerden biridir (Cambrİdge 1931)..
BEŞtNCİ BÖLÜM

GUR' DEVLETİ

I. İ l k devirler ve büyüyüş

ur ülkesi Herat’ın doğusundaki çok yüksek ve çetin dağ­


G lık ülkedir,, Ora halk ve hanedanının ne oldukları hak­
kında türlü iddialar ileri sürülmüştür,,
Dow ve ondan sonra da Briggs, Firişte’nin tarihini İngiliz­
ceye çevirdikten sonra bu çevirmeler ve hele İkincisi Batı
tarihçilerinin birçoğu tarafından ana kaynak olarak alınmış ve
hep ona göre yazılmıştır; bu çevirmelerde ise epey yanlışlar
vardı; bunlar arasında, Firişte hiçbir yerde Guriu’lara Afgan
dememişken Dow’un ve Briggs’in yaptıkları çevirmelerin birkaç
yerinde "Guri„ sözü yanma bir "Afgan,, sözü katılmış ve bazen
de aslında varmış gibi Gurlu’ları Afgan gösteren cümleler
metne hiç yoktan sokulmuştur,, Böylelikle bu yazarlara inanan
bazı Batı tarihçileri Gurlu’ları Afgan sanmış ve eserlerine de
öyle yazmışlardır,
Daha sonra Raverty, Tabakat-ı Nasın’yi İngilizceye çevi­
rirken yukarıdaki yazarların bu uydurmalarını meydana koy­
muşsa da ( s. 442 v„ s, ve 509 v„ s„ deki uzun haşiyeler) hâlâ
bu iddiaya rastlanılmak tadır; halbuki hiçbir ana kaynakta Guı-
lu jar için^Afgan^veva fiiitan?denilmemektedir.
Eski kaynaklarda Gurlular hakkında su bilgiler vardır :
Tabakat-ı Nasırî’de Bengal fatihi .Melik-ûl-Gazi İhtiyar-ûd-
Din Muhammedden bahseden bölümün başı nd a .bu. uzkişi oin
Gur ve Germsir'deki Kalaç'İardan olduğuL-Yazılıdır; bundan
Ğur'da Kalaç’Iarın da bulunduğjJL^anlasılmaktadır.
Yine Tabakat-ı Nasırî, başka bir yerde, Gur emirlerinden
Melik Kutb-üd-Din El-Hasan bölümünün başında Gur-oymak-1

1 Bazı Batı tarihçileri Gor dîye okumuşlardır; ancak en güvenilirleri


Gur biçimini kabul etmişlerdir Burhanı Katı da «sur» vezninden «Gur» der..
250 HİNDİSTAN TARİHİ

lamım biteviye biribiriyle boğuştuklarını anlatırken buna


Arap soyundan oldukları yolunda var olan bir geleneği
sebep göstermektedir,, Ancak bu gelenek efsanevî bir özdedir
ve tarihî bakımdan anlaşılması ve anlatılması çok güçtür ; çünkü
Arap oymaklarının Gur’a yerleşmesi olayı eğer bilinen tarihî bîr
devrede olmuşsa ancak Orta Asya’nın Müslüman Araplarca
fethi sırasında olabilirdi, halbuki bu olaydan 300 yıl kadar
sonra Guriu’lan hâlâ puta tapar buluyoruz ve T abakt ı Nasarî’
den yüz yıl kadar önce yazmış olan Beyhakî de Gazne Sultanı
Mahmud’un oğlu Mes’ud’u puta tapan Gur’un içerlerine girmiş
olan ilk Müslüman fatih diye göstermektedir,,
Gur Emirleri arasında az çok tarihî özde sayılabilecek olan
ilk uzkisLEmir Benci’dir: O, bir geleneğe göre..Halife Harun-
ür -Reşid'i zivareLjedip„Qndan. Gür^Emîrliğini aImjşti£L Tabakat-ı
Nâsırî ona ait bölümün başında babasının Naharan, onun ba­
basının Vermiş, onun babasının da Vermişan adında olduğunu
yazmaktadır; bu adlar daha birçok eserde de bulunur. Benci
için tereddüt edilse de <<y_ermi^,,,jyeJ!Vermisan.. ın Türk adlan
olduğun,da..ter.edd^ "
Daha sonra, 11 inci ..saizvjtlda . Horasan olmuş olan
Gazneli Mahmudhm oğlÇ j^fis’uü^Gur içine bir sefeT"y5p ar;
Beyhakî’ye göre, orada eskiden Gur’un başkentini kapsamış
olup, ülkesi en sarp, ahalisi en vuruşkan ve çetin olan bir
Zeran bölgesi vardır, oranın başı Y ermiş—adında—biridir, ve
Mes’ud’u başbuğ tanır1 1.
Gur emirleri hakkında Kan inun r e g.vrit^M„[kâh
IW ,n - ta
Adem’e kadar çıkan efsanevî şecereleri bir yana bırakırsak
(ki bunlarda da bazı Türk adları görülür) elde bulunan en
£ski kaynaklarda^ raslanılan işaretler Jbuıriann ve halkın Türk
olmaları ihtimalini en kuvvetli,,göstermektedir; şu da'eklenil>

1 s. 138 ve 141 Bu işte dikkate değer yön şudur ki bu adı okumak­


ta güçlük çeken Raverty işi Britiş Müzeum’da Profesör Riö (Rieu) den
sorar o da işbu Müzede bulunan Beyhakî yazmasını Raverty’ninki ile karşı­
laştıktan sonra işbu adm (Vermiş, belkide Varmiş veya Vurmiş)
olduğuna inan getirir,, Hiçbiri Türkçe bilmediği için olacak, bu adın keza
daha yukarda geçen ve aşağılarda geçecek olan aynı adın Türkçe bir ad
olduğunu anlamamışlardır.
GUR DEVLETİ 251

melidir ki bu kaynakların bunlar için hiçbir yerde doğrudan


doğruya Türk dediklerine de raslamadık: ancak Türk ulusu­
nun büyüklüğü ve yayıklığı dolayısiyle birçok yazarların
yersel adları kullanmayı daha uygun buldukları da herkesçe
bilinir,,

E fsa n e î a taGenel olarak Gur halkı ve emirleri Herat’ın


{'^9oğu^Ve ffünevınden ^ ecen Hkenmnlan 'vurmak
ve, rabakal-]IHİrsu4İde.. denildiği gibi, “köşkten köşke^ savaş­
makla vakit^e£İnDfikt£^ya-ni derebeyi, hayatı sürmekte idiler;
4 üncü Halîfe Ali tarafından..müsiüman^ vapıjmış olduğu söv*
lenilen Şansab adında efsanevî^ bir,,, frtqlai7„-dolayıgiy]fi.. Emirler
m neaanına Sansabam» denilir..
Sevüktekin’in, oğlu Mahmud’un ve onun oğlu Mes’ud’un
Gur’a kargı türlü seferleri olur; Gur emirlerinden""b azüaTı
Gaz ne sultanlarının buyruğu altına, girerlerse, de ülkenin s arp
ve çetinliği ve halkının vuruşkanlığı .yüzünden - bu-eğemettlik
uzun sürmez; Ç^eyhakt) hn iilke içine—adamakıllı., ilk giren
müslüman emîrin~Mes’ut olduğunu yazar; o vakit Gur emir-
1er i ve müsTujma^ .^ve^isiâm iy^jaud^rı
sonra orada yayılır,,

İlk ta rih î Gur üzerinde.jacık tarihî bilgiler son büyük Selçuk


bilgiler Sultanı ola^^ ^ c a r^ ev rin d e başlar; l l ıncî yüz­
yılın so n1aı ınd a İzz-üd - Di n Hüseyin 1* adında bir
Gur emîri, hem Sultan Şancar'a hem de Gazne sultanına ar-
mağanlar sunmaktadır; yani aşağı yukarı onların her ikisini
de Füyûğü saymaktadı r ; ancak daha çok Gazne Sultanı
Mes’ut III’ ün uyruku (teb’ası) görünmektedir, ve Fasihî onun
Mes’ut HI tarafından o makama geçirildiğini yazar; Bundan
sonra G ür ye ona bağlı ülkelerin başında hep onun kolundan
olan emir ve sultanfar bulunacağı ve ondan önceki'FHtFIeT”"
üzerinde tarihî bilgiler pek dumarili olduğu' için 1 sBu hüküm- 5
darlarjaşecçreşi ocunla başlatılır.
.....
O ölünce)ûlke onun yedi oğlu arasında paylaşılır; asîl
bir anadan doğmuş oğulların en büyüğü olması dotayîsTvle

1 Bazı eserlerde El-Hasan diye yazılı ise de Tabakat-ı Naaırî’deki


Hüseyin adı doğru sayılmalıdır; »Haşan» babasının adıdır.
252 HİNDİSTAN TARİHİ

üçüncü oğlu Seyf-üd-Din SurpGur emîri ünvanile soyun başkanı


kalır ; bir Türk halayıktan doğmuş olan Fahr-üd-Din Mes’ut
adlı en büyük kardeş Bamyan emîri olur ve hanedanın
Tuharistan kolunu kurar; bu kola ve ora halkına Ak Hunlara
verilen Hayatile adı da verilir,,

İkinci oğul Kutb-üd-Din Muhammed’e Bİlad-i-Ci-


savaşları ^ bal ver^‘r ve ° orada, daha sonra Gur’un baş-
kenti olacak olan Firuz-Kuh kurganım yaptırmaya
koyulu r; sonra kardeşleriyle geçinemediğinden Gazne’ye çeki-
‘lir, ora sultanı Behram -£ahın bir kıziyle evlenir; az sunra
taraftar edinmesinden kuşkulanan Behram. Şahın onu gizlice
zehİrlettirdiği (1146) söylenilir; bu yüzden Gazne ve Gur ha­
nedanları arasına kan davası girmiş olur,,
Kutb-üd-Din’in verine kardeşi Baha>üd-Din Sam, Firuz-
Kuh tahtına çıkar, Gur’un iki büyük sultanı olacak olan Gı-
yâs^’ud-Din*n&luhammed ve Muız-üd-Din Muhammed bunun
oğullarıdırlar.
Kutb-üd-Din’in z^iri^ljtLesudeıv^^-He^mak^çiııJıangda''
nın başı sayılan"Sevf-üd-Din S u rî. k a rd e ş i Baha-ûd-Din Şam'ı
Gur’da vekil bırakarak Gazne üzerine yürür, orayı jıh r ve
Behram Şah (Lahor’a^ g k jjm ek zorunda, kalır; .çok geçmeden
Behram baskın ^içiminde Gazne’ve döner Sevf-ûd-Din’i yener.
tûtsaF~eHer Öldürtür (1149),, Gur emirleri atasında sultan ün-
vamnı ilk Jaşım ış. olan işbu Seyf-üd^Din’dir.
Gur’da vekil olarak kalmış olan. Baha-üd-Din Sam, bun­
dan öc almak üzere kardeşi Ala-üd-Din JHüseyin’i Gur’da vekil
bırakıp Gazne’ye yürürken yolda ölür ve Alariid-Din onun
verine geçerek Gazne üzerine yener,
Gazne’yi alır ve Büyük Mahmuden türbesi ayral bütün kenti
baştan başa yakar ve yıkar (1151),, Bu yüzden ona A İa-üö^îfT
Cihansuz (acuHıTyakani denir.

G ur - S e lç u k ^unc*an sonra Ala-ûd-Din Cihansuz’a gurur gelir,


sav aşı Sultan Sancar’a kafa tutmıya koyulur ve ona her
yıl gö nder mekte olduğu armağanları keser; S a ıı-
car’ın Herat Valisi de Âl a-ûd -Din Cihansuz’la anlaşmıştır; San-
car, Gur üzer ine yürür ve iki. ordu Herat’la Firuz-Kuh arasında
GUR DEVLETİ 253

Nab kenti dolaylarında karşılaşır; Aia-üd-Din Cihansuz ordu­


sunda da birçok Türk vardır; Tabakat-ı Nasîrî,^ "'g w e savâs
başlayınca onun sağ kanadında bulunan /6000 kişilik Oğuz,
Tiitk 1 ve Kalaç, Sultan Sancar ordusuna geçer ve Ala-üd-Din
Cihansuz yenilir ve tutsak olur (hicrf 547?; 1152*3); Bir müd­
det Sanca/m hizmetinde bulunduktan sonra affedilir ve Gur ’a
döner; arada Behram Şah Gazne’ye yeniden girmişti.
Bir yıl sonra Sultan Sancar
(1153); 1156 da tutsaklıktan kurtulursa da yetkisiz ve önemsiz
kalır ve 1157 de ölür,,

1.153 den bu vana Sultan Sancar’m ülkeleri ve


Gur devletinin
büyüm esi h e le Horasa n karmakarışık bir durumdadır ve
bazı Oğuz oymakları her tarafa' bir sür ü ak tn-
lar yapmaktadırlar. ...— - ..
^Bu durum"Gur sultanlarına büyümek fırsatını verecektir;
ordularına dışarıdan da birçok Türk, alacaklar ve az sonra,
Gıvas^üdsDin-J^uhammed devrinde, ortalığın^ yatıştırıçı^ ve’ gü-
ven kurucusu olacaklardır,
Ala-üd-Din Cihansuz bu durumdan, kendi ülkesini büyüt­
mek için istifadeye kalkışır; hanedanın Bamyan ve Tuharistan
koluna egemenliğini kabul ettirdikten sonra, Davar’i, Büst’ü ve
Horasan’da Herat dolaylarında .T^kCkurganıor,..^anjistan’ı ve
Mürgab ovasında bazı yerleri ele geçirir, 1161? de öldüğü
vakit Gur oldukca'güclü Eîr^dev1Hfîrr^o^''viİİarmda Mülahid
ve Kırmıtiler’e yüz vermiş ve bunların inanları Gur’da çok
yayılmıştı,
Y erine oğlu Sevf-üd Din Muhammed geçer, İlk işi Müla­
hid ve Kırmıiîleri yoketmiye uğraşmak olur ve bunu az çok
başarır.
^ Sipehsalan (ordu komutanı) Vermiş’i bir kızgınlık anında
p a rk a d a n okla vurup öldürmüştü; Seyf-üd-Din Merv dolayla-1
\ rında Oğuzlar’la çarpışırken Vermiş’in kardeşi, yeni sipehsalar/
I Ebül-Abbas ta, onu öldürür ve ordu bozulur,, Bir yıl tahtta
(. kalmıştı.

1 Burada «liirk», oymağı bilinmeyen veya Ceyhun Ötesinden gelen


Türk anlamındadır.
254 HİNDİSTAN TARİHİ

II* B ü y ü k lü k d ev ri v e H indistan s e fe r le r i

M # Bunların birincisi ^Utan»üi-A,zam1~~X3ivas-ûd"


MX a m m td Dve-5M5X.a ved-Din, ^ j p ^ Fye^ki^cisi Sultan-
Muiz - üd - Din öl-Muazzam, Muiz-üd-Duîıya ved-Din unvanla-
Muhammed rını taşır,, 1149 da Gazne üzerine yürürken _ölen
B ah ^ d ^ D in l^ am 'm oğullarıdırla r„ işbu baba­
ları ölünce onun yerine tahta çıkmış olan Ala-üd-Din Hüseyin
Çihansuz,y.eğ.ftnİ£i±^Qİan~£İLi^iki..kardeşi hapsettirmışti; Ala-üd-
Din Hüseyin Ölüp yerine oğlu Seyf-üd-Din geçince sözü geçen
i ki kardeşi salı veri r„ Serbest kalınca Gıy as-üd-Din Muhamm ed
İşbu Se^f^d-D in1in (amcasının oğlu olur) yanında hizmet eder,
kardeşi Muiz-üd-Din Muhammed de Bamyan Meliki olan başka
bir amcası Eahr^üd-Diıv-Mes’ud’uıı yjanına^glder,
Yukarıda görüldüğü gibi yeni sİpehsalar Ebul Abbas.
Sultan Seyf-üd-Dln’i,..öldürdükten...sonra tahta Gıvas-ud-Din
Müh a romedli-eı-k-an r (1162), o âna kadar onun ‘-unvanı Şems-üd-
Din olup bundan sonra Gıyas-üd-Dİn lâkabını alır; kardeşinin
Gur tahtına çıktığını_J)ğx£nince. Bamvan’da bulunan Muiz-ûd-
Din Muhammedi ki o vakit daha lâkabı ^ihab-üd-Din idi,
ağabeyinin y*™ na....gelirT onun “Ser-Çandar„ı(korucu birliğinin
başbuğu) olur ve bu iki kar deş bundan böyle..birbirler ine
simsik! Bağlı kalırlar,,
^ A z önce gördüğümüz gibi Sultan Sancarhn Oğuzla rca
yenilmesinden doğan karmakaıaşjfeıdey.redp. onun ülk^jen ve
komşu yerler düzenleyici bir ((başbuğa -mtıhtaç idiler; bu dü­
zenleyici rolünü bir yandan ..j^^j_ıJijc^W ardeş ve hele Gıvas-
üd-Din ve öbür yandan da ^İaEftzmşahbafr oynayacaklardır;
soziLg^erTlki kardeş yanlarına topladıkları pek büyük sa­
yıda (on binlerce) Türk Bev ve erleriyle bir /.arnan İçin Gur’u
o bölgenin en güçlü devleti yapacaklardır.
Bu iki kardeşin ilk isid^hül-A b b asb ^ öldürtmek olur,,
C JS^ y ^ )h ü k ü m d arı ve iki kardeşin amcası Melik Fahr-üd-Din,
soyun en büyüğü olduğunu ileri sürerek Gur tahtını ele ge­
çirmek, ister ve Herat ve Belh hükümdarlarının "y ^ ^ İ^ y lc
işbu ülkeye karşı yürürse de yenilir, iki yiğeninin eline dü­
şer ve onlarca Bamyan’a geri gönderiliH|TÎ69jr
GUR DEVLETİ 255

Bundan sonra iki kar deş Zemindaver’hjG&rmsir’i. Ga reis tan


ve Talikan’ı ele geç iri rler; Ş iç istan da onların egemen liğ-ini tanır.
"7^a z ne ? \gK^Bi l 4 üşmüs- ve~son
Gazne Sultanı Hûsrev Melik. Lahorca çekilmişti t en kuvvetli ih­
timale göre bu olay 1162 ? de, Gur ordusunun yukarda anıl­
mış olduğu gibi Merv dolaylarında Oğuzlar’ca bozulmasından
sonra olmuştu.
1173 de Gur’Iu iki kardeş Ç azn £ıd J2M zkd d aa~ alıd ^
Giyas-üd-Din. kardssL-Mm^-iid-DJ.n’i Gazne sultanı yapar; asıl
eğeme nJju rJ^ t^ rG ijE ji^ ^
A’zan L jy cfeB L Jjm ^ ^ i ancak iki
kardeş (kısa bir an ayral) sönuna kadar aralarında hiçbir an­
laşmazlık olmadan tam bir dayanışma durumunda kalırlar,
1175de Gıyas-üd-Din Herat’ı alır; böylelikle Dog-u Hora-
sân_GurIu1ların_j&Jine .ggçm ■ JsU
Gazne’ye yerleşmiş olan Muiz-üd-Din az çok Mahmud’un
yolunu tutup Hindistan’a bir sürü sefer yapacaktır; bunları"
anmadan önce^ Hindistan'ın Mahmut’tan sonraki durumunu
kısaca gözden geçireceğiz.. ^

K u z e y H ln d ls- Mahmud ve Mes’ut’tan sonra genel olarak


t a n ’ın M ah m u t Pencap ve onun güneyinde bazı yerler, Mul-
v e M u iz-ü d -D intan ve Sind’in bazı kısımları Gazne devletinin
d e v ir le r i elinde kalır, Kuzey Hindistan’ın öbür kısımları
a ra -
eiden çıkar ve oralara ancak arasıra akınlar
s m d a k ı d u ru m u
yapılır ; bazı anlar olur ki Müslüman Türkler Pencab’ı bile
kaybedeceğe benzerler ve çok kere Hindu racaların baskısı
altında gerilerler,,
Mahmud’un akm yapıp şu veya bu ölçüde kendine
bağımlı kılmış olduğu yerlerdeki durumun özeti şudur:

K an evc - B ena- Kanevc’deki Gücar Racputlarının Pratihara


r e s b ö lg e s in d e - devleti Mahmud’un çarpıları altında dağılmışa
ki G ah arv ar benzer, bu oymak ve hanedandan bazı kim-
d e v le ti seleı ancak küçük beyliklerin başında kalırlar,,
1090 yılma doğru Gaharvar oymağından Çandradeva
adında biri Kanevc’i ele geçirip o bölgenin Muiz-üd-Din’ce
fethine kadar (1194) süren ve epey büyüyen bir devlet kurar.
256 HİNDİSTAN TARİHİ

Çandradeva’nın Govindaçandra adında bir torunu (1104-


1155) büyük bir devletin başında görünmektedir
Onun tor unu Cayaçandra daha çok Raca Cay çent diye
tanınmıştır; Kuzey Hindistan’ın en güçlü hükümdarı olmakla
ünlüdür, ve pek çok destan, türkü ve hikâyenin kahramanıdır.,
Başkentin Benares olduğu sanılır Muiz-üd-Din onu yenip
Gaharvar devletini ortadan kaldıracaktır, Bu yenilgiden sonra
Gahar var oymağının bir kısmı Racistan’da Mavar bölgesine
göçer, bunların orada kurdukları devlet bugün en çok,
başkenti Codpur’un adile anılmaktadır,,

Birinci ülkenin Çandel hanedanına mensup


C e c a k a b u k ti
racalarından Ganda’nın Mahmud’a nasıl boyun
v e Ç ed i ü lk e -
eğmek zorunda kaldığını yukarıda görmüştük,,
le rin d e k i Ç a n -
Qnun ve hanedanının alçalması üzerine daha
d el v e K a la çu ri
güneyde bulunan Çedi ülkesinin Kalaçuri ha­
h a n e d a n la r ı
nedanının yıldızı yükselir, Bu soydan Gangeyadeva (1015-1040)
Tirhüt bölgesine kadar egemen olur veya sözünü geçirir;
Oğlu Karnadeva (1040-1070) batıda Malva ve doğuda
Bengal devletleriyle başarılı savaşlar vapar; bu yönler, devle­
tinin büyüklüğünü gösterir;
Ancak ona karşı bağlaşmış birkaç komşu raca onu bo­
zar ve bundan sonra Kalaçuri hanedanının önemi çok azalır,
Onu yenenlerden biri de Çandel hanedanından Kritivarman’dır
(1049-1100); onun devrinde edebî bir gelişme olmuştur,,
ÇandePlerin son önemli racası Parmal (veya Paramardi)
dir (1165-1203), Ecmir racası Pritivi Rac’a karşı savaşları ün­
lüdür, 1182 de onun tarafından yenilir, 1203 de Kutb üd-Din
Aybey de onu bozar ve başkenti Kalincar’ı alır. Bundan sonra
Çandel’ler şurada burada küçük derebeyi durumunda kalır
ve sönerler.
Çedi’nin Kalaçuri hanedanının da 12 inci yüzyılın sonla­
rına doğru sönmüş olduğu sanılır,

Ç a v h a n ’l a r m Çavhan’ların Gücar Raçputlarmdan olduklarım


S a n b a r (S a h a m - eserin Hindu kısmında görmüştük. Sambar
b a ri) d e v le tî bölgesi Ecmir’i de kapsayan Racistan’ın
doğu kısmıdır.
GUR DEVLETİ 257

Bu oymak ve hanedanın en ünlü racası daha önce de


anmış olduğumuz, Kuzey Hindistan’ca Hinduluğun Müslüman-
lara karşı kahramanı sayılan Ray Pitora (veya Pritvirac) dır,,
Delhi kenti de onun elindedir.. Pitora’nın adamlarından olan
Çend Bat adında biri tarafından yazılmış olup “Pritvirac Rasa„
“Çend Rasa„ g-ibi adlarla anılan destan, elân Kuzey Hindistan
’ın merkezinde çok okunmakta ve sevilmektedir ve işbu raca­
nın ününün yayılıp yaşamasında çok tesirli olmuştur,,
Pritviraç’ın Gur sultanı Muiz-üd-Din’den önce başlıca önem­
li savaşları: Gücerat racası Bima (Çavlukya oymak ve haneda­
nından), Cecakabukti (Bundelkent) racası Parmal veya Para-
mardt (Çandel oymak ve hanedanından) ve Kanevc (Pencala
da denilmektedir) racası Cayçent (Gaharvar hanedanından) ile
olmuştur., Pritvirac’m bu son hükümdarın kızını kaçırışı da
efsanevî bir özdedir ,
Bu savaşlar Pritvirac için birer önemli başarı olmuş ve
kendisi Kuzey Hindistan’ın üstün hükümdarı (Çakarvartin) sa­
yılmıştır, Bu yüzdendir ki Muiz-üd-Din Hindistan’da en önemli
düşman olarak Pritvirac’ı bulacaktır.. Ancak öbür devletlerde
güçlerini ve ülkelerinin büyük kısmını muhafaza etmekte idiler,
Pencap ise Sevüktekin soyunun elindedir ve bu soydan
olan hükümdarlar Gazne’yi kaybettikten sonra Lahor’u kendi­
lerine başkent yapmışlardır,,

M u iz-ü d -D in ’in yılında M w ^ d ^ i n ^ ^ ^ ^ ^ | r ^ n ^


H in t s e f e r l e r i ferden ve Uç’u onu ele geçirmiş olan bir ra”
7 cadan alır,, Bir yıl sonra Oğuzların "Sır kolu
sanılan (j l S u n k u r a n oymağına karşı çetm lakat başarılı bir
seferi olmuştur.,
1178-HJ.SLjia Muiz-üd-Din, büvük Mahmut gibi, Tar çölü­
nü geçipCGûcarat’g) saldırmak ister,-Multan ve U.ç„v.oluJle .çöle
girer ve Gûcerat’m başkenti olan Nehrvala (Anilvara, şimdiki
Patan) üzerine yürür. O s ırad a G ticerat ’t a yukarda anmış oldu­
ğumuz Çavlukyalar’dan ^ i m ^ î a c a ’dır., Muiz-üd-Din’in ordusu
çölü aştıktan sonra o kaaffrgücsüz~_düşmüstür ki Bim onu Anil­
vara dolaylarında bozar ve pek az kişi çok güçlükle Gazne’ye
dönebilir. Bu, .Müslüman Türklerin Hindistan’daTliğririTui ol­
dukları ilk önemli yenilgidir., ^ *•
Hindistan T a rih i 17
258 .J4İ^DİSÎAN TARİHİ

M u iz-ü d -D in *in Bir y ıl sonra (1179-80) Maiz-üd-DiriÇHencab^a^)


S e v ü k te k in s o - yanı Sevüktekin soyunun elinde kalan ülkeye
y u n u n so n ül çatar. O sırada Pencap’ta Hüste^ZIlelI^nîu-
k e s in i a lm a s ı
kümdardır, güçsüz bir kişidir,. Keşrmraağ-ia-
rının eteklerinde oturan Kakar oymağı ile bağlaşıktır ve bu
sayede işbu oymak önce bağımlı olduğu Cemu racası Çakra
Deo’yu tanımamaktadır.
Buna kızan raca,..JAniz-JÜd^in’e .is b ^ o da
Pencap^ üzerine yürür ve Pişaver’i kolaylıkla alır ,, İki yıl sonra
(1181-82) yine Pencab’a girer ve Lahor—iizerine yürür. Ona
ka.rşı koyacak güçde olmıyan Hüsrev Melik ona bir fil ile
bir oğlunu yollar ve onun eğemenliğini tanır. Muiz-üd-Din
Siyalkot’ta Kakar’ları baskı altmda^îutmak için bir kurgan
yaptırır ve Gazne’ye döner.
O çekildikten sonra Hüsrev Melik bakımsızmış gibi dav­
ranır ve, daha çok Kakar’İarm isteğine uymak için, onlarla
birlikte Siyaİkot’a saldırır, ancak orayı alamaz.
1185-86 yılında Muiz-ûd-Din yine Pencab’a girer ve
'Cahor’u aîır> H ü sr^ jM eîik Jıg ı^ ^ U er. Görüşmek için geldi­
ğinde Muiz-üd-Din onu yakalatıp Firuz-Kuh’a ...ypllar^yebo
lelikle "^evü^ p n l n kurmuş o ^ Hindistan’da
kalmış olan kısmı da sona ererS o ^ -n g iı. W. *• ^L-ı-U r-'
Muiz-üd-Din Lahor’u aldıktan sonra Tabakat-ı Nasirî ya-
"zarı Minhac-üd-Din'in babası Mevlâna Sirac-üd-Din’i Hindistan
ordusu kadılığına (eski Osmanh tabirince kazaskerliğine) tayin
eder; Mahkemeyi ordu île birlikte taşımak için 9 devenin ay­
rılmış olduğunu Minhac-üd-Din yazmaktadır.
Muiz-üd-Din 1182-83 de Sİnt’te bir sefer , yapmış Dival
(Dibal) a 1 kadar gitmiş , kıyı bölgelerini almış ve pek çok
olca (ganimet) ile dönmüştü

1190-91 kışında Muiz-üd-Din. Ecmir ve Delhi


P r i t v i r a c ’a k a r -
racası Pritvirac’m (Müslüman tarihçileri Ray
şı E c m i r - D e l h i
pitora veya Ray köle Pitora derler), ülkesine
b e lg e s in e y e r -
girjp Lahor’ün güneyine düşen Batında (Müs­
le ş m e s e f e r i
lüman tarihçiler Taber hinde derler) kurganını alır. Geri dönmek

1 Aşağı Sint’te Tatta bölgesinde (Debul da denir),,


GUR DEVLETİ 259

üzere iken Pitora’nm hemen bütün Kuzey Hindistan ra-


calariyle birlikte kocaman bir ordu ile üzerine geldi­
ğini Öğrenince onlara karşı gider ve Tarain’de (Karnal
yakını) vuruşma olur. Hindu o rdusu Gur-Türk ordusundan
z olarak daha kalabalıktı; bir s a ld ın ~ ^ ^
Din, onu dişinden yabalarsa '‘da
kendisi de kolundan vurulur; bunu gören genç bir Kalaç^erİ
onun atma sıçrayıp hem sultanı tutar, hem de atı gîTyenlPbir
yere götürür,. Bu yaralanma olayı üzerine Gur-Tûrk ordusu
bozguna uğrar ve Batm d.a„^
Bir vıl sonra Muiz-üdrDin. bûyjikJıazırbkkr^v.apar.ak Hİn-
distan’a girer, Tac-ül-Measir’e göre, önce Pritvirac’a elci vol-
jjîjslü m an olmasını. ...önerir. Ecmir racası buna yanaşmaz
ve_ savaş zarurî olur,, Iki.orjdn .yine Tftrain bölgesinde karşılaşır.
Gur-Türk ordusunun... savaşa , k ısm ı, ^firlfi _ kaynaklara
göre, kâh 42 kâh 52,0.00 ., olarak gösterilir ; Hindu ordusu
300.000 ? atlıdır1, fil ve yayalarda başka.
Muiz-üd-Din ordusunu bes kısma ayırır: onar bin kişilik
olan dört kısım sabahtan ikindiye kadar Hindu ordusuna dört
yandan saldırır, ancak Hindular.. üzerlerine geldikçe çekilirler2*56,
Hindu ordusu böylelikle yorulup, yıpratıldıktan sonra taze"
12.000 atlının bir saldırısı ile .ezilir,,
Tac-ül-Measir bir miktar şişirme ile, Hindu ordusunun
100.000 ölü verdiğini yazar
Pritvirac’m, savaşın sonralarına doğru mu, yoksa tutsak
edildikten sonra ortalığı kardırdığı için mi öldürüldüğü pek
belli olmamaktadır,, Yenen ordu doğru başkent Ecmir üzerine
yürür, orayı alır ve pek çok olca (ganimet) elde eder.. MaSetîer,
cami ve medreseye çevrilir ve Islâm dinini yaymak için ölçem-
ler (tedbir) alınır,” "* “ '
'''"RTuız-üH-Dİn Ecmir valiliğine veya belki de oranın kendine
bağımlı hükümdarlığına Pritvirachn oğlu Raynsi’yi geçirir,

5 Hindistan’da kuru kalabalığa, yetişmiş erden çok önem verildiği


daima görülmüş olaylardandır ; bundan başka orada birçok subay ve er,
karılarını da beraber götürmektedir, hizmetçi de çoktur, ordu sayılan bu
yüzden çok kabarmaktadır,
6 Bu biçim savaşın Türkler’e sağladığı üstünlük daha önce anlatıl*
mıştır..
260 HİNDİSTAN TARİHİ

ikinci Tarain zaferi sonucu olarak Sivalık dağlık bölgeleriyle


Hansi ve Sur suti bölgeleri ele geçer,.
Ecmir’i aldıktan sonra -Muiz-iid-Din. Çavhanların ikinci'
başkenti olan P e ll]i^ e riB s ^ rü r,_ p e k kanlı sayaşİM&n_şsnra
oradaki komutan k &Bt afeJ&urgsm vermezse de haraç vermçyi
ve kendini Muiz-üd-Din’e bağımlı saymayı kabul eder ^ve o
şj^a-imyilla^^etiniUr,
Bundan sonra Muiz*üd-Din ordunun en ünlü komotatı
olan Aybey’i Hindistan’da genel vali ve ordu komutanı olarak
bırakıp Gazne’ye döner. Kendisi bir, ik i defa daha Hindistan’a^
gelecekse de işler genel olaratofAvbev’ce^örölecektir. Onun"
ilk başkenti, kuhranrdır i İ3elbi!yİv^ıSc^,oxa.v.a gececektirr
Bundan sonraki Hindistan olaylarını aşağıda Delhi sultan­
lığı bölümünde anlatacağız.,

G u r s u l t a n l a r ı - Gurlu’ların Gazne kolu biteviye Hindistan’a


n ın H a re z m ş a h * k ın la r yapsın ve orada u llc e l e r ^ l e ~ ^ ^ r l ^
I a r l a s a v a ş l a r ı Gur’daki ana kofoSancar devletinin baş..mi-
rasçısı^jolan Harezmşah’larla uğraşmaktadır.
Harezmşah C elal-üd-Din Mahmud, kardeşi Tüküş’le olan bir
sürü çarpışma sonucunda Gur sultanı Gıvas-Üd-Din’e.^jsı&ınır:
az sonra ondan ayrılıp Kata Hata hakanının yanına gider ve
ondan gördüğü _y.ar.dımLa„Gurlu’lara ça ta r; 6 ay_süren yorucu
bir seferden ve Gurlu’lar epey güç bir duruma sokulduktan
sonra "Mahmud 1192 de Merv dolaylarında bozulur ; bu tehli­
keli anda başa belâ olur korkusiyle Gurlu’lar Sevüktekin
soyunun son hükümdarı olup tutsak olarak Gur’da bulunan
Hüsrev Melik’iJSldürtürler.
1200 yılında Harezmşah Tüküş ölür, bunun üzerine Gur
ve Gazne sultanı olan iki kardeş,:(Gıya§-üd-Din ..v_e... Muizj;üd-
Din) Batı Horasan’a yürür ve Nişapur’u alırlar. (1201). Taba-
kat-ı Nasırî’ye göre Tüküş’ün oğlu Muhammed (ileride Tengiz
tarafından yenilecek olan uzkişi) Gıyas-üd-Din’den onun uyruku
olarak Horasan’ın kendisine verilmesini dilerse de Muiz-üd-Din*
in karşınlığı dolayısiyle bu yapılmaz; 1201 sonlarına doğru
Harezmşah Muhammed, Nişapur’u kuşatır ve orada bulunan Gur
şehzadelerinden Ala-üd-Din Muhammed kenti teslim eder ; bir
daha Harezmşah Muhammed’e karşı kılıç çekmiyeceğine dair de
GUR DEVLETİ 261

bir antlaşma imzalarve ordusiyle çekilir,, Böylelikle Horasan o


sırada Harezmşahlar’la Gurlu’lar arasında bölünmüş olur,,

Gıyas-üd-Din 1203 yılının başlarında ölür,


G ur s u l t a n l a r ı
v e H a life Giyas-üd-Din tahta çıktığında iki kardeş ker-
ramî id iler; Gazne alındıktan sonra ora halkı
hanefî olduğu için Muiz-üd-Din o mezhebe girer; Giyas-üd-Din
de şafiî olur,, Bu, Gur büyük bir devlet olduktan sonra Halife
ile iyi geçinmek ve hele onunla arası pek açık olan Harezm-
şah’lara karşı Halife ile dayanışmak için düşünülmüş bir Ölçeme
(tedbir) benzer,. Tabakat-ı Nasırf'nin Tüküş bölümünde Gıyas-
üd-Din’e gelen Halifenin elçisi Ibn-üi-Hatib’in, bir cuma günü
hutbe okurken, "yardımcı,, demek olan “Gıyas,, ve “kendisin­
den yardım istenilmiş,, anlamında olan aynı kökten “Müstegas,,
sözleriyle kelime oyunu yaparak, şöyle dediği yazılıdır:
“Eyyühel-Giyas-üI-Müstegas min-el Tüküş-üt-Taği-ül-Bağil,,
Y an i: "Azgın ve ayaklanmış Tüküş’e karşı ey kendisinden
yardım istenilen Giyas! (yardımcı),,,
îki kardeş te “Kasım’ı Emîr-ül-Mü’minin,, yani Halifenin
bölücüsü,, lâkabını taşırdı,,
Gıyas-üd-Din’in Ölümünde Gur devleti Horasan’ın önemli
kısımlarını, Sicistan’ı, Ceyhun güneyindeki ülkeleri ve Kuzey
Hindistan’ın en önemli kısımlarını kapsamakta idi.

Gıyas-fid-Dîn*- Gıyas-üd-Din ölünce hanedanın başkanlığı Gaz-


den sonra Gur ne suH;anı Muiz-üd-Din’e geçer ; O, Sulta n-ül~
üd^IHn’in ^ a ş a ^ zam lâkabını alır, Gur tahtına amcası Şüca-
g e ç m e s i. üd-Din’in oğlu Ala-üd-Din Muhammed’i geçir ir
( yukarıda görüldüğü gibi Nişapur’u Harezmşa-
h’a bırakan kişidir); Gıyas-üd-Din’in oğlu Gıyas-üd-Din Mah­
mut Büst’te vali idi, Muiz-üd-Din onu orada vali veya kendi­
sine bağımlı hükümdar gibi bır akır, Herat valiliğine Selçuklar’-
dan Kızıl Arslan’ın ve kendisinin (Muiz-üd-Din) kız kardeşinin
oğlu olan Alp Gazi ( veya Alp Arslan Gazi) yi geçirir ( İşbu
Kızıl Arslan, Melik Şah’m oğlu Mahmut Şah’ın oğlu olan Irak
hükümdarı Mes’ud’un oğludur),
Muiz-üd-Din’in bağımsız saltanatının en önemli olayları
bir yandan Harezmşahlar’Ia olan savaşları, öbür yandan da
262 HİNDİSTAN TARİHİ

Hindistan’da Aybey’in fütuhatı ve aıa sıra kendisinin de ora­


daki seferleridir,, Birinci kısım olaylar Harezmşahlar ve ikinci
kısım Hindistan bölümünde anlatılmıştır.
1204 de Muiz-üd-Dİn, kocaman bir ordu belki 140,000 kiş
ve 3 — 400 fil ile Harezm’i istilâ ederse de Kara Su kıyılarında
bir yenilgiye uğrayıp çekilmek zorunda kalır, boyuna kovalanır;
Andhud (A ndhuy)da Oğuzların veya Tabakat-ı Nasırî’ye göre
Kara-Hata ordusunun saldırısına uğrar ve büsbütün bozulur
(1205) , Artık Gur devletinin Müslüman - Türk acununda önemi
kalmamıştır. Kışın Hindistan’da bir ayaklanma bastırmaya giden
Muiz - ün - Din dönüşünde bir gece çadırında öldürülmüştür
(1206) ..
Kendisinin yalnız bir kızı vardı, oğlu bulunmayışını ya-
zıklayan birine Muiz-üd-Dİn der k i1:
“Öbür hükümdarların bir iki oğlu olabilir; benim binlerce
oğlum vardır, benim Türk kullarım, onlar benim ülkelerimin
mirasçısı olacaklar ve oralarda benim adıma hutbe okutturmakta
devam edeceklerdir,,.
En büyük merakı Türkistan’dan Türk çocukları getirtip
onları yetiştirmekti. İki bayrağı vard ı: sağda siyah bayrak,
bunun etrafında Türk melik ve emirleri dururdu ; solda kırmızı
bayrak, bunun etrafında da Gur melik ve emirleri dururdu,
Tabakat-ı Nasırı üç vezirinin adını verir :
Ziya-üI-Mülk Durmuşî veya Durmuşanİ, Müeyyid-ül-Mülk
Muhammed (Abdullah Sancari oğlu), Şemsül-Mülk Abdül-Ceb-
bar Kidanî,,
Ölümünden sonra devlet dağılacaktır,,

III. Küçülme ve dağılma devri

İşbu ölüm anında Şansabanî hanedanının üç


^dtüm&nden*** k o d d a n “Ç kişi tahtta bulunuyordu; bunlar:
so n ra G ur d e v - a) Büyük Sultan Gıyas-üd-Din Muhammed
l e tln in d u ru m u ölünce Gur tahtına geçirilen Ala-üd-Din Mu­
hammed ( İz-üd-Din Hüseyin’in 7 inci oğlu Şü-
ca-üd-Din kolundan),

1 Tabakat-ı Nasırî! Iac^üd-Dİn bölümünün başı.


GUR DEVLETİ 263

b) Büst ve Zemİndaver tahtında oturan işbu Gıyas-üd-


Dın Muhammed’in oğlu Gıyas-üd-Din Mahmud,
c) Bamyan tahtında oturan ve Muiz-üd-Din’in bir kız
kardeşinden olan Baha-üd-Din Sam (Iz-üd-Din Hüseyin’in bü­
yük oğlu Fahr-üd-Din Mes’ud kolundan),
Öbür yandan, Tabakat-ı Nasırî’de 1 ve ondan alınmış
olarak birçok eserde Muiz-üd-Din’in Hindistan’a 1205 te yap­
tığı son seferde Kuram (eski adı Kurma dere’d ir; Gazne’nin
güney-doğusunda, oradan Hindistan’a giden önemli yol üze­
rindedir) dan geçerken ora valisi ve Türk kullarının başkanı
olan Tac-üd-Din Yıldız’a bir hil’at ve bir siyah bayrak ver­
diği ve kendisi ölürse Yıldız’ın Gazne tahtına çıkması iste­
ğini açıkladığı yazılıdır; bu yazı Muiz-üd-Din’in, oğlu olmayışım
yazıklayana verdiğini önce gördüğümüz karşılığı tutmaktadır..
Bundan başka yine bu karşılığa uygun olarak Hindis­
tan’da Muiz-üd-Din’in genel valisi olan Aybey de, Fahr-üd-
Din Mübarek Şah tarihine göre, hiç olmazsa orası için kendini
veliaht saymaktadır ve bu yolda, yine aynı yazara göre, Muiz-
üd-Din’in bir “hüküm ve fermanı,, vardır;
Görüldüğü gibi Muiz-üd-Din’in mirasçısı çoktur ve türlü
türlüdür.
0 öldürülünce cenaze ve 2000 harvar 2 ağırlığında olan
hâzinenin hangi yoldan Gazne’ye götürüleceği sorumu önemli
bir konu olur , İki düşünce ve istek vardır. Vezir Abdullah
Sancarî oğlu Muhammed ve Türk beyleri, Kuram (Kurmadere)
yolu ile gidilmesini istiyorlardı, bu yolu tutmak cenaze ve hâ­
zineyi ora valisi Yıldız’ın eline vermek demekti; Onun hâzi­
neyi ve tahtı büyük sultan Gıyas-üd-Din Muhammed’in oğlu
Gıyas-üd-Din Mahmud’a vermesi beklenilmekte idi.. Gur emir­
leri ise Bamyan’a daha yakın olan Gum-Rehan (?) yolundan
gitmek istiyorlardı, tâ ki Bamyan hükümdarı Baha-üd-Din Sam
bunlar ı ele geçirsin de onun Gazne tahtına çıkması kolaylaşsın.
Yolda vezir ve Türk beyleri üstün gelip cenaze ve hâzine­
ye el koyarlar, Kurma dere yolunu tutarlar; Yıldız, bunları kar­

1 Tac-îid-Din Yıldız bölümü.


2 Harvar eşek yüküdür; değişen bîr ağırlık ölçüsü olup genel ola­
rak 130 kİ., kadar eder,
264 HİNDİSTAN TARİHİ

şılar ve cenaze ile hazine o yoldan Gazne’ye götürülür; o


anda Yıldız’m taht için bir isteği görülmez.
Şansabanî soyundan olan mirasçıların davranışı ise şöyle
olur:
Büst ve Zemindaver hükümdarı Gıyas-üd-Din Mahmud>
Gur’u (ve merkez Firuz-Kuh’u) alır ve ora hükümdarı Ala-üd-
Din Muhammed'i hapsettirir, ancak Gazneyi almak İçin uğraş­
maz; bu yüzden olacak, Gazne’deki Türk ve Gur beylerinin
çağrısı üzerine Bamyan hükümdarı Baha üd-Din Gazne’ye
doğru yola çıkarsa da yolda ölür; iki oğlu Ala-üd-Din ve
Celal-üd-Din onun yerine Gazne’ye gelirler; en yaşlıları olan
birincisi Gazne tahtına çıkar ve hazine iki kardeş arasında
paylaşılır,. Ancak çok geçmeden vezir ve Türk beyleri Yıl-
dız’ı Kuram’dan çağırırlar, o da ordusu ile Gazne üzerine
yürür ve Ala-üd-Din ordusundaki Türk beylerin onun yanına
geçmesi dolay isiyle Gazne’yi kolaylıkla alır; Aîa-üd-Din ve
bütün Şansabanî soyundan olanlar onun eline düşer, fakat o,
onları salıverir ve Bamyan’a geri yollar,,
Bundan sonra ordusunda Oğuzlar’dan birçok kişi bulu­
nan Celal-üd-Din, Bamiyan’dan gelip Gazne’yi alırsa da Yıldız
orayı bir kere daha ele geçirir; iki kardeş Şansabanî hüküm­
darını tutsak eder ve yine salıverir., Celal-üd-Din Bamyan’a
döner, Ala-üd-Din de önce oraya giderse de sonra kardeşiyle
anlaşamadığı için (kendisi en yaşlı olması dolay isiyle Gazne
tahtını kaybettikten sonra Bamyan tahtını istemişe benzer)
Harezmşah Muhammed’e sığınır.,
Yıldız’m Gazne’yi alışı, resmen olsun, onun ve Türk
beylerinin Gur tahtına oturmuş olan Gıyas-üd-Din Mahmud’u
Cazne tahtına çağırmaları ve bu kişinin de kendisine Gur’u
daha uygun gördüğünden Gazne’yi Yıldız’a vermesi ve ona
bu yolda bir ferman ve çeter göndermesi üzerine olmuştur.
Bu olaylar sırasında Ay bey de, çarçabuk haziran sıcağın­
da (Muiz-üd-Din 15 martta öldürülmüştü) Delhi’den Lahor’a
gelir; bu son kent, tâ Gazneîi’ierden beri Hindistan Müslüman
Türklüğünün başkentidir ve herkes oradan gelen buyrukları
dinlemiye alışmıştır. Orada Fahr-üd-Din Mübarek Şah’ın dediği
gibi (2 0 a ): “ Allahın ilhamı ona Hindistan ülkelerinin gamım
çekmek ve ora riayasının işlerini görmek gerektiğini telkin et-
GÜR DEVLETİ 265

tiği için ___ ve kendisine verilmiş olan veliahtlık gereğince.,.,... „


Hindistan sultanlığım ele alır, yani Gur devletiyle ilgisi yokmuş
gibi davranır.
Tabakat-ı Nasırî’de ise 1 Gur tahtına çıkmış olan Gıyas-
üd-Din Mahmud’un ona sultan unvanım verdiği ve bir çeter
yolladığı yazılıdır,, Her iki yazar da cülûs tarihi olarak 17 zil­
kade 602 yi göstermektedir.
Bizce o sırada Aybey’in yanında bulunmuş olan Fahr-üd-
Din Mübarekşahın yazdığı daha doğru sayılmalıdır, hele ki
Tabakat-ı Nasırî, Giyas-üd-Din Mahmut bölümünde işi büsbü­
tün başka bir biçimde anlatmakta ve Aybey’in, Yıldız’Ia
savaşıp Gazne üzerine yürürken (1208—9) Gur’a adam yolla­
dığım ve bunun üzerine kendisine bir çeter ve Hindistan için
ferman verildiğini yazmaktadır,,
Her halde Ay bey 603 hicrî (1206— 7) tar ihinde bastırdığı
paralarda kendisine sultan demektedir,
Son G u r Gıyas-üd-Din Mahmut sefih bir adamdı. Bir yandan
su lta n la rı İslâm acunun üstün hükümdarları olmuş olan
Harezmşahlar, öbür yandan da kendi soy sopu ile
uğraşmak zorunda kalır, büyük amcası Ala-üd-Din Atsız, Ha-
rezmşah’ın yar dimiyle Gur tahtını ele geçirmiye çalışırsa da
yenilir. Ondan sonra Harezmşah Muhammed'in kardeşi Ali,
Gur’a sığınır ve Gıyas-üd-Din Mahmut, Harezmşah Muhammed’in
korkusiyle onu hapseder ; bu yüzden Ali’nin adamlarından
birkaçı Gıyas-üd-Din Mahmud’u öldürürler (1210?)..
Oğlu B ah a-ü d -D in Sam ancak birkaç ay tahtta tutuna­
bilir ve yukarda sözü geçen A la-ü d -D in Atsız, Harzemşah’m
yardımiyie Gur tahtım ele geçirir.,
A la-ü d -D in Atsız’m başlıca uğraşı Gazne tahtında otu­
ran Yıldız’la olur; başta Gazne ordusunu yenerse de 1214 te
olan bir savaşta kendisi vurulup ölür..
Bunun üzerine Gur’da durum karmakarışır; büyük sultan
Gıyas-üd-Din Muhammed öldükten sonra Muiz - üd- Dın’ce Gur
tahtına çıkarılmış olup onun Ölümü üzerine taht’tan indirilmiş
ve hapsedilmiş olan Aia-üd-Din Muhammed hapisten kurtarılır,
Gazne’ye getirilir ve Yıldız onu yeniden Gur tahtına oturtur.

J Aybey bölümünün sonu


266 HİNDİSTAN TARİHİ

Orada bir buçuk yıi kadar kaldıktan sonra Harezmşah Muham­


med ona Nişapur’da iken kendisine karşı bir daha kılıç çek-
miyeceğine dair yazmış olduğu antlaşmayı yollar ve Firuz-Kuh
kentiyle Gur ülkesinin kendisine teslimini ister; A la«üd-D in
Muhammed de “ pek iyi „ der, oraları teslim eder ve böyle­
likle Gur devleti Harezm devletine katılmış olur ( 6 12;
1 2 1 5 -1 6 ).
Harezmşah Muhammed, Gur devletinin Bamyan kısmını da
ele geçirecektir.
İşbu devletin Gaz ne kısmı yukarda görmüş olduğumuz
gibi Muiz - üd - Din’in vali ve komutanlarından Yıldız’ın elinde
id i; Aşağıda Delhi sultanlığı bölümünde göreceğimiz gibi
1208-9 da Aybey birkaç ay için orayı (Gazne’y i) ele geçirir
ve sonra çekilmek ve orayı Yıldız’a bırakmak zorunda kalır,,
(Tabakat-ı Nasırî, Yıldız ve Ay beyin Muiz-üd-Din’in kullarından
olmaları ve hutbede onun adını da okutmaları yüzünden onla­
rı da Gazne’nin Şansabanî sultanları arasında sayar),,
1215 de Harezmşah Muhammed Gazne’yi alır; Yıldız
Hindistan’a çekilir, orada lletmiş’le savaşıp yenilir, tutulur ve
öldürülür; böylelikle Gur devletinin Hindistan dışında kalmış
olan bütün kısımları Harezmşahlara geçmiş olur.
c&
a H
i? "â S t
< .t£ !? e ğw
X J3rt rt
CO" < 3
S S
, "O S

« *S O
—-
-o £ .5 < <
:3 E "Ö
-£ | s
0£ js »d a S
<
CO" û -o
I U --.
”Ö Sc =t-
-J ' İH
mİ Ş o
T .
P £ N s co
<
« S
co
E-1 Cü n-4 * W
3- ;£ H '"O
J c < (j o 5 ü2 £2.
ot e E X £
O •8 £
V '>
0 «tn
m 5 a E
0 î3 a ^ S =
S S -h - 5 S S î|
O !0
w M S Û ^
0 5
> 0
A "C s co
0 ss O [ju
te N S ~ D S 3 *°
bc te
Adların yaş sırasına göre sıralanmasına çalışılmıştır.
W 0 ^ O 3 £ 'D
0 :3 4E) I :9 ^
:2 3 s
(A*
E
tn e *Îİ ta CO Ü 4J .Z
- i .3 ,-C - î 'c
C ^ « M .t V ti
V « s
"0 Q 3 :3£ o s N-
CO '"Z
G
u S O o *> rt
S ^ h h 5 pÜ
>> co 2
« O
co ü c
Di fl
,* s
D
.S "O " 3 j~ E ,3
O Q M s İH 2
* £ rj ^
2 £ :i ■
ı S T3 “
”S5 -S
3 «S
« J « V
^ S oo it. T3
N (“
l
i? £
SCJ w
<2
J4V 2
.= -o "D 7
û "2 Q ®
^ * S ™ E ■£
rs S İ? -M
" m* ®

!H ’v,
3 E*e — i3 £ rt s
CO g O -O
Û S * * -3 3 NA
,JS CO S 3 00 CQ »-
« S
ay "c£ 00 o H
4J İ-K
~ CO
o
GUR D E V L E T İN E A İT S E Ç İL M İŞ
B İB L İY O G R A F Y A

1. Başlıca genel kaynak Minhac-üd-Din’in Tabakat-ı Nasirî’sidir..


2.. Bundan sonra Doğu İslâm acunu üzerinde yazmış olan Genel
İslâm tarihleri gelir,
a) İbn-ül-Esîr’in El Kâmil-fit-Tarih’i,
b) Hamd-Ullah Kazvinî’nin Tarih-i-Güzidesi gibi.
3. Hindistan’la ilgili olaylar için genel Hindistan tarihlerinden
başka Muiz-üd-Din’e ve Aybey’e çağdaş olan
Ahmed Nizamt’nin Tac*ül-Measir’i anılabilir.

Bu eserler hakkında yukarıda Gazne devleti ye aşağıda


Delhi Türk sultanlığı hakkmdaki bibliyoğrafyalara bakmalı..
ALTINCI BÖLÜM

BİRİNCİ DELHİ TÜRK SULTANLIĞI

( 1 1 9 3 — 1206 — 1451)

192 yılında Gazne Sultanı Gurlu Muiz-üd-Din Muhammed.


1 ikinci Tarain (Kar nal yakınında) vuruşmasında Hindu ordu­
sunu ezdikten sonra en ünlü komutanlaxından„Ayİ3eyJi ^Hindis-
tan’da bırakarak kendisi Gazne’ye döner.j& ybey bir yıl sonra,
^119.3 de, Delhi’yi ele geçirecektir,, İşbu Ç ll93^ tarihinden bu
yana Kuzev Hindistan düzlüğünde resmen değilse de gerçek­
ten Delhi Türk Sultanlığı kurulmuştur,* resmî kuruluş 1206 da
Muiz-üd-Din’in ölümünden sonra olacaktır; bu yüzdendir ki
vukardaki başlıkta hem 1193, hem de 1206 tarihi görülmekte-
dirQ 4 5 Î) ise Saltanatın Afganlaşmış bir Kalaç oymak ve hane­
danı olan Ludi’lere yani Afgan’lara geçiş tarihidir.,
Delhj!nin m erk^ ayrıca bir .önemi vardır, çünkü
bu kent£ Gence ve SintJovalarını ayıran bölgededir ve oradan
Müslüman - Türkler kuzeydeki dağlık bölgeye karşı bağımsız
olarak her iki ovaya daha kolaylıkla eğemen olabilecek
durumdadırlar; halbuki merkez Lahor gibi bir Pencap kentinde
bulundukça bunlar Gazne ve Gur ülkelerine daha çok bağlı
ve ora baskısına daha çok maruz oldukları gibi, Gence ova­
sını elde tutmak için çok uzakta bulunmakta idiler, Dolayı-
siyle Delhi’ye yerleşip orayı merkez yapmak Hindistan’daki
Müslüman Türkler için tarihî bir dönüm noktası olmuştur?™

I* A y bey ’in g e n e l v a liliğ i sıra sın d a k i sav aş v e o la y la r

Öyle anlaşılıyor ki Aybey’in valiliğinin ilk yılları, Gucar


Racputlarınm Çavhan oymağına (Privirac’m ovmafrı) karşı hem
savgal, hem de saldırgal savaşlarla geçer; bir yandan bunlar
kaybettikleri yerleri geri almak, ^oBîir yandan da T ürkler ele
geçirdikleri ülkeleri büyütmek isteğindedir, İlk saldın Hindu’-
lardan gelir.
270 HİNDİSTAN TARİHİ

Tac-ül Measir’in fcatvan} 1 adını verdimi biıi, Hansı


A lın a n y e r -
kurganına saldırır, Ay bey orayı korumaya gider
Ie rln k o ru n -
m ası ve sa ğ -ve çetin bir vurı^madan şonra ^
bozar; Cai^anMa öîür,.
l a m la ş tı r ı l-
m ası Bundan sonra Aybey Mirut’u 2 ve az sonra da
Delhi'yi alır (1193), Böylelikle Çavhan’Iarın Kuzey ülkelerinin
"BaşlTcalarısağl a m surette ele geçirilmiş olur.
Pritvirac’ın oğluna bırakılmış olan Güney kısımda ise durum
şu biçimde g-elişir„ îşbu hükümdarın oğlu Raynsi, Ecmir’de Ây-
.be^e bağımh kalır; ancak onun amcası Hari Raca (Tac-ül-Me-
asir Hirac der) Ecmir’in güney doğusunda bulunan ve doğru­
dan doğruya Türklerin elinde olan Rantambor kurganına sal­
dırır ve Ecmir’de Raynsi’yi de tehlikeli bir duruma düşürür;
Aybey onun yardımına vetisir^ye_Har:LRaca kaçar,.
Bu başarıdan sonra Aybey Gazne’ye gidip Muiz-üd-Din
ile görüşür, dönüşte Yıldız’m kızı ile evlenecektir,,

C e m n e I r m a ğ ı m a 589 veya 590 hicrf y^knda (1194-95) 3 Ay-


d o ğ u s u n a g e ç i ş bey, zamanın ünlü kurganlarından olan
v e K a n e v ç - B e n - Kol’u (Göl, şimdiki Aligarh) alır.,
a r e s r a c a s i y l e K a n e ^ - Benares racası daha önce adı geç-
sava® miş olan Cayçent, Ecmir Racası Pritirac’a
olan düşmanlığı dolayısiyle Türklere karşı dostluk değilse
de hafif eyginlik göstermiş ve öbür Hindu racalarla işbir­
liği yaparak Tarain vuruşmasında asker bulundurmamıştı,
Hindu kaynaklar ise onu Pritvirac’a karşı Müiz-üd-Din’in
bağlaşığı gibi göstermiye kadar giderler..
Kokun (Aligarh) alınmasından az sonra Muiz-üd-Din,
Cayçent’in Aybey’e saldıracağı haberîennTn He™^

1 Bu Catvan kelimesi hem “ Çavhan,, dan hem de “Cat,, tan bozma


olabilir, her iki şıkta da oymak veya ulus adının adam adı olarak kulla­
nılması demektir ki bu görülen bir şeydir, Firişte Gueerat racasının buy­
ruğu altında Çat’ların saldırdığını yaymaktadır, Tae-ül-Measir, 588,
Firişte ramazan 589 hicri tarihini verir, 1192 ve 1193 eder,,
2 Delhi'nin kuzey doğusunda
3 Bu devre ait tarihlerde epî karşınlıklar vardır; çağdaş olması
dolayısiyle- Tac-ül-Measir’dekİ ve ondan sonra da en yakın eser olan Ta-
bakat-ı Nasirî’deki tarihleri kullanmayı en doğru bulduk,
I„ DELHİ TÜRK SULTANLIĞI 271

rine, büyük bîr ordu ile Hindistan’a girer ve Avbev’le b[rlikte r


Cayçent üzerine yürür Bin kişilik bir öncü bitliğinin başında
giden Aybey, Hjr^uiarı bü^Ük
arkasından C ayçend’in asıl ordusu, racanın bir ok yemesi üzeri­
ne Çendvar’da *1 tamamiyle bozulur; 300 den aşırı fil eTelyeçer;
racanınhazînelerinin bulunduğu Asi kurganı ve az sonra da
Benares kenti alınır, eşsiz olcaîar (ganimetler) ele düşer, birçok
mabetler yıkılır, cami ve medreseler yapılır (1194) ve Muiz-
üd-Din Gazne’ve döner.... —
Aybey de Cemne doğusundaki ülkeler valiliğini Malik-ül-
Ümera diye anılan Hüsam-üd-Din Oğul B e y e 23 verip kendisi
PeThi’ye döner..

E c m ir ’d e d u ru - ^ emne doğusuna Cayçend’e karşı yapılan se-


m u n k a r ı ş m a s ı ^erden önce mı sonra mı pek iyi anlaşılmıyor,
Ecmir işleriyle yeniden uğraşmak gerekir H„
Pritvirac’ın yukarda anılmış olan kardeşi Hari Raca, Ec­
mir üzerine yürür, orada Aybey’e bağımlı kalan yeğeni (Hari
Raca’nm yiğeni) Raynsi ona karşı dayanamıyacağını anlıyarak
Türkler’de olan Ramtambor kurganına kaçıp sığınır, Ecmir
Hari Raca’nm eline düşer ve bu kişi Cat Rae adında birini
Delhi üzerine gönderir,,
Aybey ona karşı yürür, onu Ecmir’e kadar kovalar ve
işbu kentin dolaylarında savaş kabul eden Hari Raca’pllboz-
duktan sonra onu Kent’in duvarları arkasına çekilmek zorun­
da bırakır ; çok geçmeden. dayanamıyacağını anlıyan Hari

1 Pek belli olmıyan bir yer, Cemne ırmağı yakınında Eteva bölge­
sinde (?),,
2 Bu olay Tâc iil-Measir’de pek açık olarak böyle anlatılmaktadır.
Ancak bazı yazarlar ve ezcümle T'abakat-ı Nasırîyi çeviren Raverty, Oğul
beyin ve az sonra Biyana valisi yapılacak olan Tuğrul beyin Aybey’e
değil, doğrudan doğruya sultan Muiz-üd-Dm’e bağlı olduklarım ve amacın
Aybey’i çok güçlü kılmamak olduğunu ileri sürmüşlerdir (B. labakat
tercümesi c, I s 518 deki haşiyeyi). Bu düşünce, doğrudan doğruya Muiz-
üd-Din’ce seçilmiş olan Tuğrul Bey için doğru olabilirse de Oğul Bey
için, Tac-ül-Measir’deki açıklık dolayısiyle doğru olamazı inanındayız..
3 Tac-ül-Measir bu olayı Kol’un alınmasından ve Cayçent’e karşı
seferden sonra anlatır, ancak işbu olaylar İçin 590 (1194) hicri tarihini
gösterirken son Ecmir seferi için 589 (1193) de olmuş der,.
272 HİNDİSTAN TARİHİ

Raca kendini ateşe atarak intihar eder ve; E cm ir^ y Dev e veri-
mrTO da orayı do£rudan doğruya kendi adamlariyle yöneltir
yani yemden Pritvirac’m oğluna vermez; bu son ^şînSTne"
olduğu hakkında da bilgi yoktur .

G ucerat’a kar- Bundan sonra Ay bey 1194-95^„<^J«â-y-iLönca


sı s e fe r Muiz - iid - Din’i yenmiş olan Gucerat Racası
Bim Div’den öç almak amaciyle Nahrvala
(Anilvaıa, Patan) üzerine yürür, onun komutanını bozar, Bjm Div
uzaklara kaçar ve Aybey pek büyük oicalarla Delhi’ye döner,,
B iyan a ve 591 veya 592 Hicride (1194— 96) Muiz -ü d - Din
G v aly o r’aHindistan’a gelir ve Aybey’le birlikte Tangır
k arşı se fer (şimdiki Biyana, Agra’nm 150 km, kuzey batısı)
kurganım alırlar ve Baha-üd-Din Tuğrul bey oraya vali yapı­
lır,, Bundan sonra Gvalyor üzerine yürünür ora racası bağım-
lığı ve haraç vermeyi kabul eder ve bu şartla yerinde bırakılır,,
Mers oym ağı- H 97 yazında Av.bev^Ecmir’de iken orava vakın
a ın _ a y a k la n - bulunan .M e n ler (bir oymak) ona karşı savaş­
m ası v e ikinci maya karar verir ve Gucerat racası Bim Div-
G u ç e ra ts e fe jı den vardım isterler,. Aybey İşbu yardım gelme­
den önçe^.Mers’î eri ezmek için az bir kuvvetle.. onlar ın.üzer ine
yür ür ve dayanılmaz derecede...şıçak bir havada onlar la vu-
rxLşnwy-a koyulur ; bütün gün vuruşulursa da kimse bir sonuç
elde edemez ; ertesi sabah Gucerat ord usu Mers’İerin yardı-
ınına yetişir ve vuruşma yeniden başlar,,. Aybey’in atınınjdüşmesi
üzerine çok az sayıda bulunan Türkler Ecmir’.e çekilirler ve
Guceratjordusryle .Mcrs. 1er orasını kuşatırlar. Bu durum bir
k a ç .a.y,_„siirer ve ancak Muiz - üd - Din’in bir yardımcı ordu
gönderdiği haberi üzerine.Hindular çekilirler „ Aybev onları
kovalar ve Abu dağında ezer; Başkent Nahrvalâ’yı (Anilvara,
Patan) alınır ve pek çok olca ele geçirilir,

K u zey H in d i». Ü2I ile arasl bir dinlenme ve ele


geçirilen yerleri düzenleme devresidir., Ancak
ta n ’m doğusu-
nun (Bihar, doğuda^avag ve fütuhat devam eder, Kal aç
T ürklerinden Bahtiyar oğlu İhtiyar-üd-Dln
B en gal v esa ire)
alınm asıMuhammed adında bir BeyTEvecf (Düd) vâllir
Hüsam-üd-Din Oğul Bey’İn buyruğu altında küçük bir İkta
I DELHİ TÜRK SULTANLIĞI 273

(tı mar) sahibi iken yükseİ£_jdiksjd&^^ ze_v - P.Qğu Hindistan’ın


e ı büyük y.e.^pSclu.rdevletieımdea».b.iri»..ola^sggng^bele geçirir
O sırada Bengal’da maneviyat 'zaj^jL.€flk...kiriHrr; müneccimler
ülkenin Türkler eline _gegme zamanının geldiğini bildirmiş o l­
duklar;md,an o ra d a ^
İhtiyar-üd-Din Muhammed Kalaç, Bihar ülkesinde çok
kârlı akınlar yaptıktan ve kendi oyma^uaiâ^ Kalaçlar’dan bir­
çok kişiyi başına topladıktan, sonra vOO k i^ )ile ûnî Bİhar^)
kurganını ele geçirir,. Bunun üzerine onu tlelhi’ye çağırg p jr^ ?
bey kendisine çok iltifat eder ? Tabakat-ı Nasırı öbür beylerin
onu kıskandıklarını ve bir ziyafette onunla alay ettiklerini,
o da kahramanlığım göstermek üzere yalnız baş ma bir fiPHe
dönüştüğünü ve filin hortumuna topuzu (gürz) ile vurup onu
kaçırdığını yazar,.
Bundan sonra îhtiyar-üd-Din^uj^ammed Kalaç, Bihar’da
mukti (vali) gibi görünmektedir, v 1202 küçük bir_birliğin
başında baskın biçiminde Bengal içine dalar ve o zaman baş­
kent olan Nudiya üzerine dolu dizgin koşar; bu kentin Önüne
vardığında yanında yalnız 18 atlı vardır; ötekiler ona yetişe-
meyip gerilerde kalmışlardır. İhtiyar-üd-Din Muhammed Kalaç
bu 18 kişi, i l k ente girip doğru racanın sarayına-gide r; kent
halkı bu 18 atlının kim olduğunu anlıyanıadan--. o^. sarayı
basar, yemekte olan raca bir kayığa atlayıp kaça r ; saray,
hazine, racanın karı ye.. çocukları,... arları, filleri, k n n ıç u erleri
hep bu 18 Türkün eline düşer ve böylelikle ( B a tı Bengjî^dev-
letinin başkenti ele geçmiş olur; bütün ülke^ de^kplaybkla
ele geçecektir..
İhtiyar-üd-Din Muhammed Kalaç, Avb^yb-.ve onun yoln
ile Muiz-üd-E)inre bağımlı olarak (B ih arjv e BengalTfr egemeni
olur.. 1205 de o, Tibet ve fcıelki de Çin’i ele geçirmek için bir
sefere girişir; 10-12.000 atlının Toaşmda Kamrut (Kamr up,
Kamarupa, şimdiki Asam) yolu ile Bihar ve Bengal’in kuze­
yindeki dağlık bölgeye girer ; Tabakat-i NasırTnin_anlaşılması
güç karışık ayrıntılarına göre bunlar epey (belki 1-2 ay) iler­
ledikten sonra puta tapan Türklerin—eli&de~Jmlunan bir kuı-_
ganin önüne gelirler, bütün gün vuruşurlar, bir sonuç elde
edileme z ; akşam üzeri İhtiyar-üd-Din Muhammed KalâçTn
Müslüman Türkîeri, tutsakları sorguya çekerler ve öğrenirler
Hindistan Tarihi 18
274 HİNDİSTAN TARİHİ

ki beş fersah 1 uzakta Kar-Batan ( belki Kara-Batan) adında


bir_kent vardır, orada atlı 50,000 puta tapan Türk okçusu
vardır, kendilerine haber ydllanılmıştır ve sabaha yetişecek­
lerdir.
Bunun üzerine Müslüman Türkler hemen geri çekilmeye
karar verirler ; ancak yerliler otlara varıncaya kadar her şeyi
yakıp yıktıkları için yolda çok sıkıntı çeker ve ölen atlarını
yerler: pek yorgun ve güçsüz olarak büyük bir ırmak kena-
rına geldiklerinde (belki Brahmaputra), Kamrut (Asam) racası
onları ordusiyie sıkıştırır, atlariyle ırmağa atılırlar, pek çoğu
boğulur, İhtiyar-üd-Din Muhammed Kalaç 200 kişi ile öbür
kıyıya erişip, kendine başkent edindiği Laknavti’ye ulaşabilir.
Orada hastalık ve kederinden -ölür...y,eya yatakta iken bıçak­
lanarak Öldürülür (1206)., flkelik-ül-Gazi^(Gazi vali) diye ünlüdür

A y b e y ’fn K a Kalaç beyinin savaşlarını


toplu olarak anlat-
l in c a r ’ı a lm a s ı m a^ içi*1 Kuzey Hindistan'ın
öbür yönlerin­
deki durumu bırakmıştık, şimdi oralardaki
olayları anlatacağız.
5 yıl kadar savaşsız durmuş olan Aybey 1202 yılında
t" K a linç ar; (Cec ak a b ukti, şimdiki Bundelkent’te) racası Çandef
^TerdenTParmal (veya Paramara, Paramardi) ile. savaşa tutuşur.
Param al T yener ve Kalincar..kent ve kurganına sığınmak
zorunda bırakır., Par mal kurtulmalık (fidye-i necat) yejharac
vererek bağımlı olmayı kabul ederse de o sırada ölür ve
veziri anlaşmayı bozup Aybey’e karşı koyar; ancak su bakı­
mından güvenilir bir pınarın kuruması kent içinde bir bozgun­
culuk havası estirir ve yeni bir anlaşma yapılmadan bazı kim­
seler kaputları açarlar ve Aybey’in birliklerini içeri sokarlar;
ilk jtjnlaşmanın bozulmalına kızan Aybey kenti yağma..ettirir,
birçok^^kişiyi tutsak sayar ve mâbetİen_camiye çevirir,
VJ,203J|£ Gur, Gazne ve Hindistan hükümdarı olan Gıyas-
üd-Dirr^mıhammed ölmüş ve o vakte kadar onun vekili gibi
ve bir uyruk olarak Gazne ve Hindistan hükümdarı olmuş olan
Muiz-üd-Din onun yerine Sansa banı hanedanın başka nı olmuştur.

1 Değişen bir uzaklık ölçüsü; at yürüyüşü ile bir saatlik yol,, 5762
veya 6232 m. eder
I.. DELHİ TÜRK SULTANLIĞI 275

1205 de Muiz-üd-Din’in Andhuy’da (Endhud) Türkmenlerce


ağır bir yenilgiye uğratıldığı ve öldüğü (bu son haber yanlış
çıkar) duyulunca Pencap’ta Kakar oymağı ayaklanıp Lahor’u
ele geçirir, yağma eder ve Gazneile_,HindLs.tan..arasında„gidip
gelişi keser; ancak Muiz-üd-Din ve Aybey’in birlikte yaptıkları
bir'hareketle ezilir.,

M uiz-ud-D in’in Muiz-ûd-Din bu seferden dönerken Sint ırmağı


ölüm ü kıyısında çadırında uyurken öldürülür,.
Bunun üzerine olup bitenleri Gur devletine ait
bölümde gördük; işin Hindistan tarihini ilgilendiren kısmı bu
ölümden az sonra Gazne tahtının Yıldız’a-ve. Hindistan tahtının
da Aybey’e, Gıyas-üd-Din Mahmud’ca birer ferman ve çeter
(hükümdarlara mahsus çadırımsı büyük bir şemsiye) yollanıla­
rak verilmesidir: bu yön onların Gıyas-üd-Din Mahmud’un
egemenliği altında bulundukları demek olabilirse de gerçekten
bağımsız olacaklardır..
ve Âybey’e, Muiz-üd-Din’in kullarından oldukları
içini. El-MuizziJ lâkabı verilmektedir,, ^
Bunlardan başka Endhud vuruşmasında ölen Muiz-üd-Din’
in Uç kent ve bölgesinin valisi Aydemir’in yerine daha yeni
geçmiş olan Kabaça da Sint ve Pencab’m bir kısmına egemen
olur ; onun gerçek durumu ve Aybey’e karşı bakımsızlığı mıî\
derecesi pek açık anlaşılmamaktadır,

II. Aybey (Kutb-üd-Dünya ved-Din) ve Muizziye


Hanedanı (1206-1211)

Çok geçrpjşd&n Aybey’le Yıldız arasında Pen- J


A y b e y ’ in
G azn e’ y i alıp çap ve CLahor jiç in savaş olur, önce Aybey
k a y b e tm e s i v e yener ve Gazne’yi de alıp orada hükümdarlık
ölüm ü eder, yani Muiz-üd-Din’in tam halefi imiş gibi
bir durum alır, ancak çok geçmeden Gazne yine Yıldız’ın eline
düşer. Aybey 1210 yılında Lahora’da jçukan oynarken attan
düşerek ölür. Başarılı bir devlet adamı ve komutan idi, cömert­
liği dolayı siyle kendisine lek - bahş 1 denirdi.,

1 Lek, yüz bin demektir


276 HİNDİSTAN TARİHİ

A y b e y ’in Önemli uzkişi olarak iki damadı, vardı;


ölü m ü n d en Uç. Beyi olan î^abaca "ye^Badaun Beyi olan
s o n r a k i durum ( j ;etmiş> )
Bunlardan başka BengaPda az__çok karışık bir durumda
Kaıaç beyleri __eğenmndiı İ£L,_..0ra da olan bilenlerin özeti şudur:
İhtiyar-üd-Din Muhammed Kalaç ölünce veya çok sanıldığına
göre Merdan oğlu Ali adında başka bir Kalaç beyince öldü­
rülünce işbu Ali yakalanıp Narango kenti Kutvaiı ( Zabıta
âm iri) “ Baba „ ad veya lâkabında birine teslim edilmiş ve
onu yakalıyan Şiran oğlu Muhammed öbür Kalaç beylerince
baş tanınmıştır,
Ali ise Baba ile anlaşarak kendini salıverdirtip Aybey’in
yanma gider, kendini ona suçsuz gösterir, onu Rum i1 Kaymaz
adında birini BengaPa vali olarak yollamaya kandım ve işbu
Rumi Kaymaz Bengal’daki Kalaç beylerini yenip orayı ele
geçirir,,
Ali de Aybey’le birlikte Gazne seferine gider, orada tut­
sak olur, kaçıp Hindistan’a Aybey’in yanına geri gelir ve onun
tarafından Bengal valisi yapılır,, Aybey ölünce kendini orada
bağımsız hükümdar ilân eder
Aybey Ölünce Hindistan Türk Sultanlığı başta dörde bö­
lünmüş olur : Delhi’de Aybey’in oğlu Aram Şah, Badaun’da
damadı İletmiş, Uç’ta, yani yukarı Sint’te öbüı damadı Kabaca
ve Bengal’da Ali kendilerini bağımsız sayarlar; birçok yer de
yeniden Hindu egemenliğine döner. Kuzey Hindistan Türklüğü­
nün toplayıcısı İletmiş olacaktır..

T u ğ ru l b e y in Sultan Muiz-üd-Din’in Tankur veya Tangir,


d u ru m u (şimdiki Biyana) kurganını aldıktan sonra
oraya Tuğrul bey adında birini yerleştirmiş
olduğunu yukarıda görmüştük; bu kişi Aybey’e karşı bağım­
sıza benzer., Muiz-üd-Din, TuğruPa gücü ile ünlü Gvalyor
kurganını almasını söylemişti, Tuğrul kendisi için Sultankut
adında bir kurgan yaptırdıktan sonra Gvalyor bölgesine
akınlar yaparsa da önemli bir sonuç elde edemez,, Gvalyor
kurganı bir saldırı ile alınmıyacak kadar sarp bir yerde bulun­

1 O devirde Anadolu Selçukları’ndan anlamında


I DELHİ TÜRK SULTANLIĞI 277

duğu ve berkitilmiş olduğu için Tuğrul ona yakın bir yerde


yeni bir kurgan yapıp onu öylelikle gerçekten kuşatılmış ve
dışardan yiyecek getirtemiyecek bir duruma sokar,,
Bunun üzerine kurgan Tuğrul’a değil Aybey'e verinir ve
bu yüzden bu iki kişinin arası çok açılır.. Bu olay Muiz-üd-
Din’in ölümü sırasında olmuş olmalıdır., Tuğrul, AybeyTe
savaşmaya hazırlanırken ölür ve bu son kişi işbu dert ve
tehlikeden kurtulmuş olarak Muiz-üd-Din’in mirası için savaş­
lara katılabilir..
Gvalyor, ih tifal Aybey’in ölümünden sonra Türk beyleri
arasındaki savaşlar sırasında, yine Hindu’ların eline düşer..

III* İle tm iş*1 ve Şem siye hanedanı (1 2 1 1 —12 6 6 )

t. ^ , . . Bu kişinin tam künyesi (Es-Sultan-ül Muazzam


ile t m i ş in t a h t a v ı r«. p .
y e r le ş m e s i v e Şemsüd-Dünya ved-Dm, Ebul-Muzaffer iletmiş,
ilk y ılla r ı Nasır-ı Emîr-ül-Mü’min’in) dir,. Zaman tarihçi-
1erinin biribirinuııek. -tutmayan anlâ^arından
özet olarak şu..çıkarıI.abilir..ki.l ( P e l ^ tahtı için oraya oturtulan
ye-4ur4ixna eğemen olacak güçte bulunmıyan Aybey’in oğlu
( Aram Şah)ile damadı İletmiş arasında çarpışma olur, İkincisi
yen erv e tahta çıkar, birincisi ise öldürülür; bunun üzerine
İ ^ m i s ^ Sems-üd-DünyaT^ed-Dİu^sanını takınır; Gaz ne Sultanı
Tac-üd-Din Yıldız’dan kendisine çeter ve gurbaş gelir2; henüz
Hindistan Türklüğünde kendini Gazne’ye bağlı bilme duygusu
bulunduğundan bu, İletmiş için, mânevi bir güc demekti, Yıldız
ise kendi ülkesine yakın olan Kabaca’ya karşı İletmiş’i tutmayı
daha, uygun bulmakta idi. ~~

1 Bazı Batı tarihçeleri “İletmiş,, adının anlamını bilmedikleri için


(Bak î “Catalogue of the Indian Coins in the British Museum c, H, s
XXIX,, da bu adın anlamının Ahmet Vefik Paşaca bildirilmesini göstsren
fıkralara) bunun Altmış İyaltmış veya lltutmuş olması gerektiğini ileri
sürmüşler ve en çok bu son biçim üzerinde durmuşlardır, batta bazıları
başdaki “İl,, i Ülke veya Ulus anlamında değil (El) anlamında sanmışlar­
dır, Hiçbir ana kaynakta; Tabakat-ı Nasırı ve Tac-ül-Measır’da ve bütün
eski tarihlerde, paralarda ve anıtlarda lltutmuş biçimi olmayıp hep İletmiş
biçimi vardır. Ah net Vefik Paşa doğru olarak bunun ‘ İletmek,, ten gele­
bileceğini ileri sürmüştür,
2 Tabalcat-ı Nasır:, Bir türlü asa,
2 78 HİNDİSTAN TARİHİ

Iletmiş’le Aramsah arasında Delhi ja h tı için çarpışmalar


oIurlcenCKahi.aca5 Multan’ı ve denize kacİar Sind’i, az sonra da
Lahor ü, Pencab’m büyük bir kısmını ve Batında, Sür esti ve
Serhind gibi Sütlec ırmağının güneyindeki birçok yeri ele ge­
çirip kocaman bir devletin başında ..bulunur,,
Haıezmşah Muhamnje.d, Hindu-Kuş?un güneyindeki ülkeleri
de almaya koyulunca (Yıldız.,' ordusu ile Gazne’den çekilir ve
Lahor, Multan ve Uc’u Kabaca’dan alır (1215): bununla da kal­
ınlyarak Delhi üzerine yürürse de Karnal yakınında Tarain’de
; yaralı olarak yakalanır, Badaun
kurganına yollanılır ve orada öldürülür,,
Bunun üzerine Kabaca, Yıldız’m kendisinden almış olduğu
y e le r i1, İletmiş’e bağımlı olmak veya ona vergi vermek şartiyle
geri a lır; çok geçmeden 1217 de jletmiş’Ie Kabaca arasında
Lahor için savaş olur ve işbu kent Ifetmiş’te kalır.7

T e n g iz veC l2 2 0 ^ e acun tarihinin en önemli olaylardan biri


M oğol ölür Tengiz Han’ın buyruğu alfcmda-~Mo&ol ve
is tilâ la rıMüslüman olmıyan Türkler ezmşahMarıD ezer,
Önce Müslüman-Türk ülkelerini ve Önaan sonra eski
acunun büyük bir kısmını ele geçirirler,
Birkaç yıl için Müslüman-Türkler’in başı ve kahramanı
Muhammed Harezmşah’ın oğlu Celâl-üd-Din Mengûverdi ola­
caktır (Namık Kemal’in Çelal-üd-Din Harezmşah’ı), 1221 de bu
uzkişi Tengiz’ce kovalanarak Sint kıyısına varır ve orada
çetin bir vuruşmadan sonra atı ile on metre kadar yüksekten
kendini SinL. ırmağına atarak öbür yakaya geçer. O, türlü
tal’ilerle 1224 ’d kadar Kuzey-Batı_ Hindistan1da kalacak ve
orada bir sürü macerası olacaktır. Moğollar da onun arkasın­
dan Hindistan’a girerler, birçok yağmada bulunurlar bir sıra
üı kuşatırlarsa da orayı almadan çekilip giderler ; bu işte
Jvubaca\>nlara başarı ile karşı koyar,
Menguverdi’ye gelince, o yanına birkaç bin kişi topladık­
tan sonra Turtay’m komutasında bulunan bir Moğol uydusu­
nun baskısı altında Delhi’ye doğru çekilir ve Iletmiş’e (îelçi

1 Tac-ül-Measır’daki ayrıntılardan anlaşılabildîğİne göre (Elliot II„


240) ,
I, DELHİ IÜRK SULTANLIĞI 279

yollıyarak İşbirliği teklif edip kendisine bir £yürÇ> gösterilme­


sini ( yani ordusiyle birlikte barınıp gelirleriyle geçinebileceği
bir yer verilmesini) diler., MenguVerdi’nin ünüT kendisinin o
sırada Mü s lüm a n-Tür kİ erinkahr ama nı savılması ve dolayısiyle
Delhi saltanatını ele geçirebilmesi ihtimali. Ile t .gok _düşün -
dürür ve ^^kİHdlİTİr^ onun elcisi Avn-ül-Mülk’ü. kendi adamla­
rını ayartmaya çalıştığı için veya o bahaneyle, öldürtür ve
sonda Menguverdi’ve kendisi bir elçiyle armağanlaryollayıp
bulunduğu yerler ikliminin iyi olmadığım ve oralarda kendisine
uygun_bir ( V u r O Büîünamıyacafrım, ancak efrer--isterse..DfiM
dolaylarında kendisine, böyle bir yerin gösterilebileceğini ve
işbu yer düşman ve .^ayaklanmışlar dan temizlenir temizlenmez
kendisineverileceğini bildirir 1.
Bu karşılık ve hele onun son kışîB.ı„açık bir atlatma id i;
bunun üzerine Menguverdi venidemllBencablaZdöne^ v e Kabaca
ile uğraşmaya koyulur, kendi ordusu 10,000 kişiyi bulmuştur,
önce Jüd bölgesinde ( şimdiki Ravalpiridf'nTn güneyi ve batı
güneyi) yağmada bulunduktan sonra orada oturan Kakar oy-
mağıyle barışır, onların başkanı Seknin (?) ’in kızım alır, ona
Kutluk Han ünvanını verir-^ ve onunla birlikte Kabaca’ya karşı
savaşır, onu yener-Uç’-u alır Kabaca rahat bırakılması için
ona çok para verir, ancak yine rahat bırakılmaz ve Menguveıdi
SİnLjxm.ağLİxoyunca^ kadar birtakım se­
ferler yapar,, 1224 de Mükran voliyle İran’a geçer.
T engiz olavı’nın Hindistan bakımından jön emi oraya pek
büyük ölçüde Müslüman Türkün sığınması ve dolayısiyle
orada büyük bir ..Türk kültürünün gelişmesi olacaktır ; gerek
K^a.ca^erekçlJ.letmi_ş^)sığınmak için gelenleri memnuniyetle
kaHıI edecekler ve devletlerini onlarla
S — —aı'—**“*'1vdnr,m
M£71'•1 ı-1 ~1 berkiteceklerdir:
A t 'n M ı f t '
Tür-
k i stan M an -Jd in d istan ^ ^ Türk “akıntısı,, Türkistan
olaylarının alacakları türlü biçimlere göre kah, artarak kâh
azalarak Büyük Tim.urmn_Moğol.idarçşini Türkistan'dan söküp
atmasına kadar (14 üncü yüzyılın ikinci yarısı) önemli bir
biçimde devam edecektir,, Bu “akıntı,, nın Timur devrinde aza­
lışına Hindistan Türklüğünün o devirde gösterdiği zaaf alâ­
metlerinden de hükmolunabilir,,

1 Ciiveyni’ye göre (Eiliot II,, 393 )


280 HİNDİSTAN TARİHİ

1 Menguverdi’nin birkaç yıl Pencap ve Sint’te kalması ve


Kabaca’yı çok hırpalaması ise, Hetmjs’e yârayâcak ve onun
Hindistan Türklüğünü birleştirme işini kolaylaştıracaktır.

B e n g a l o la y la r ı ^etm*Ş *n Delhi tahtına


çıkması sırasında ve
ondan sonra Bengal’deki Kalaç Türkleri’nin
durumuna geçelim,,
Zalim olan Merdan ofrlu Ali öldürülür (1212 ?) ve Hüsa­
mettin İvaz adında başka bir Kalaç beyi Gıyas-üd-Din unva-
niyle Bengal tahtına çıkar.
1224-5 de îlŞtmiş^) Bengal. üzerine yürür, Bihar’a girince
H. İvaz ona bağımlı olmayı kabul ederse de İletmiş Hindulara
geçmiş yerleri geri almak ve Hindu kurganlarını ele geçirmek
işiyle uğraşırken (1226 da Rantambor; 1227 de Mandevar)
İvaz yemdjen^Ayaklamr (1227) ve Bihar’fcalır: ancak Eved
(Oud) valisi olan Nasır-üd-difı Mahmud b irb a s-
kınla onun başkenti...Laknavti’yi alır, onu...yenip yakalar, öİ-
dürtür jye_B.çagaEa.„eğfimen^-olur; Mahmud, Türkleri çok hır-
paiıyan Raca Birtu (?) adında b ir .komşu..Hindu, hükümdarını
öldürdükten az„ ,sonra kendisi, de. ölür. Bunun üzerine İvaz’ın
oğlu Balka. Bengal tahtını ele geçirirse de (1229) az sonra
1230-1 kışındaf^Kabaca’yı ortadan kaldırmış olan İletmiş, Ben-
gal’a girer onu, yener ve bundan sonra Bengal bir süre Del­
hi’ye bağlı kalır. 43-

betmiş 1226 da, Rantambor’un alınmasından


K a b a c a ’n m
sonra Bengal işlerinin o an için düzeltilmiş
51fim ü v e d e v -
olmasından istifade ederek Kahacalnm-devle-
S etin in o r t a d a n
k a ik m a s ıtini ortadan kaldırmaya karar verir ve 1226-
28 yılları içinde ona fe.arşıJ£âh. kendisL Jsâh
komutanları başarılı seferler yaparlar, bu son yılda Kabaca, ya
kazara düşerek veva kendini öldürmek için oraya atarak Sint
suyunda boğulur,, ^

İ l e tm iş ’in H a lİ- 1229 da Halifenin elçileri gelip Iletmiş’e hil’at


f e c e t a n ı n m a s ı v e J?uyruk getirirler; bunda iletmiş, Hint sul­
tanı ve ele geçirdiği bütün yerlerin hüküm­
darı tanınmakta ve kendisine “Es-Sultan-öl-Muazza m ...... Nasır-t
I DELHİ TÜRK SULTANLIĞI 281
f*
Emir-ül-Mü’minin,, ünvanları verilmektedir. Böylelikle Delhi Müs-
lüman-Türk.devteti-BağdatHaIifesinc£..resmeQtanımnışdemekti, ^

T ü rlü b a ş a r ı l a r de Aybey öldükten sonra Hİn-


v e İ l e t m i ş ’in duların eline düşmüş olan ünlü Gvalyor kur-
ö lü m ü ganini geri alır.. Tabakat-ı Nasırî yazarı Mün-
hac-üd-Din’i orada kadı, hatip ve imam yani
bütün şer’^ iğlerin^ başı».yapar..
iletmiş 1234 te Maiva’yı feth eder ve orada Bilsan (Bhil-
sa) kent ve kurganını ve Uceyn kentini alır.
İletmiş bu seferden döndükten az sonra Kırmıtîler’den
birçok kişi onu, camide yalnız gitmek göreneğinde bulun­
duğu cuma namazı sırasında öldürmeyi ve hükümeti ele geçir­
meyi tasarlarlarsa da boalar kalabalığı yarıp kendisine eriş­
meden iletmiş camiden çıkıp kurtulabilir ve Kırmıtilerden pek
çoğu öldürülür,,
iletmiş 1235-6 kışında yukarı Pencap’ta Kakar’lara karşı
bir sefere girişirse qe sağlık durumu bozulur ve mayıs 1236
da ölür, O, Aybey’in ölümünden sonra üçe ve hattâ bir an
için dörde bölünmüş ve bir kısım ülkeleri yeniden Hindular
eline geçmiş olan Hindistan Xürklüğ.ünü, kıızey_de gıkanJMoğol
tehlikesine rağmen, yeniden birleştirmiş, Hindulara geçen ülke­
leri yeniden geri ..almış... ve Avbey devletine. Kabaca’nın elde
etmiş olduğu Sint ve kendisinin aldığı Malva bölgelerini ekle­
yerek büyütmüştür.
^Cömertliği, yürekliliği, yönetim ve komutada üstünlüğivle
ünliyd i, sarayında çok ünlü uzkişilerin ve bilginlerin bulunması
"Derbar-1 Şemsî,, sözünü tıpkı."Derbar-ı Mabmudî,, ve "Der bar-ı
San carî, sözleri gibi, gelecek bir iki yüzyıldaki hükümdarlar
için bir örnek, diye kullandıracaktır,,

s. . . Iletmiş’in
i l e t m i ş ’t e n so n -
tek
*
muktedir oğlu Nasır-üd-Din
*
r a k ı k a r ı ş ı k lı k Mahmud, yukarda görülmüş olduğu gibi, Ben-
d ev ri gal valisi iken ölmüştü,, iletmiş 1232 de Gval-
„____ „ yor kurganmı^geri aIınJ3-elhi!ve^öndü&ünde.
kıZLsRazive) 1 yi veliaht yapar; Tâbakat-ı Nasırî’de ^Raziye’nin
ve anası Türkân Hatunun 2 çok nufuz sahibi oldukları yazılı-
282 HİNDİSTAN TARİHİ

dır, Beyler» yetişmiş oğullan varken kızını veliaht yapmasına


şaştıklarını söylemeleri üzerine İletmiş: “Oğullarım gçnçlİk
eğlencelerine dalmışlardır, hiç birisinde ülkeyi idare edecek
yetenek yoktur; ben öldükten sonra görülecektir ki oğullarım­
dan hiçbiri veliahtlığa kızım kadar yaraşmamaktadırj,, der,,
Ancak iletmiş son P^»nçan, seferinden hasta olarak döner­
ken Lahor valisi bulunan ve yaşayan oğullarının en büyüğü
olan Rükn-üd-Din Firuz Şahî, Tabakat-ı Nasırı’ye göreJ!Ha|kın
gözleri omjLLP_üzejiııde^.olması..için^-kendisiyle birlikteCDelhiVe
geUrix_ ve ölünce, beyler işbu ;Rükn*üd-Din’i Sultan yaparlar,
O hemen eğlenceye d a la r ,h £ r jş ^ m eline
geçer ve ortalık karışır; o sıradfa G ^zı^JCirmap; ve Bamyan böl­
gelerine eğemen olan Melik Seyf-üd-Din Haşan Karlık adında
bir Türk, Pençab’a girer ve Multan’ı tehdit ederse de Uç valisi
Seyf-üd-Din Aybey onu yenip kuzeye sürer,,
Şah Türkân ise eski ortaklarına ve onların çocuklarına
karşı zulmetmeye ve onları öldürtmeye koyulur ; Iletmiş’in oğul­
larından Kutb-üd-Din MuhammedTonce kör ettirir, sonra öl-
dürtü r; çok geçmeden birçok..vali ayaklanır, Eved (Oud) va­
lisi olan Iletmiş’in oğularından Gıyas-üd-Din Muhammed de
ayaklanıp vilâyetinden geçerek Delhi’ye götürülen Bengal ver­
gisine el koyar ve saire; sultan Rükn-üd-Dİn ayaklanmış olan­
lara karşı yürümek üzere Delhi’den çıkarsa da yanındakilerin
bir kısmı ayaklanmış olanlar tarafına geçer: Delhj’de de eski
velihat: olan ablası Raziye ona karşı durum alır ve Rükn-üd-
Din’in.anası Şah..Türkân’ın Raziye
söylentisi çık a r; bu olaylar üzerine Rfikn-ûd-.Din_..DeIhi>ve âoner,
ancak .oraya yardığında halkın ayaklanıp anası Şah Türkânı
tutsak etmiş olduklarını görür; Beylerden birçoğu ondan ay­
rılıp ablası Raziye’ye bi’at ederler; Rükn-üd-Din yakalanıp öl­
dürülür (1236); ültı ay Kâdar saltanat sürmüştü.

İslam illerinde gerçekten hükümdarlık etmiş


S u lta n R a z iy e
ender, kadınlardan biri olan Raziye bin bir
güçlük karşısında kalır ; babasının veziri ve birçok b e y . ken-1

1 »U Aijtıi- Hîidavendi Cihan denilmektedir; yukarda adı


geçen Türkân Hatundan başkadır,,
I DELHİ TÜRK SULTANLIĞI 283

dişini tanımamakta olup JDelhi kapılarına ..kadar^gelir ve baş­


kenti tehdit ederler; içerde de büyük bırjCır ımtf^âyaklanması
ohLTvenSünlaHanJ k i binmişi bir cuma^ namazı sırasında hal­
kı camide basıp öldürmeye koyulurlar ve güç hal il e püs kür -
tülebilirler, Buhdan sonra Raziye kendisine^^^âh^LJtarafFar)
olan beyler ve ordu ile başkentten çıkıp Cemne suyu kıyısında
ayaklanmış olanların karşısına konar ve birkaç çarpışma olur;
bir yandan da. Jcarşın beylerin bazılarıyle Raziye arasında gö­
rüşm elerebaşlanır ve konuşulan şeyler, öbür beylerde,ürka-
daşlarımızca sultana satıldık, kuşku ve korkusunu uyandıracak
biçimde el altından yayılır. Böylelikle ayaklanmış ordunun baş­
ları^ birbirine güvenemeyip dağılır, kovalanır ve bir kısım ya­
kalanıp öldürülür.,
Razjyelnin,- işleri böylelikle yoluna girince kargaşalıklar-
dan istifade ederek Rantambor’u kuşatmış olan Hind,uIjLTâ.kar-
şı ordu gönderilir, kurgan kurtarılırsa da içerdeki .Türk bey ve
erlerini gerLalmak ve kurganı bırakmak daha uygun görülür
ve öyle yapılır,. y
Bu devir, bütün-.büy-ük-makamların Türklerde bulımduğu
bir devirdir1; bundan b^şkaJlgtmiş’in Türk kullan arasında kırk
kişi var idi ki bunlaı (emirlik |hev1 veya melİkİik (vali) merte­
besine, yükselecekler ve aralarında çekişip çarpışsalar da Tûrk-
lerin genel menfaatleri oıtaya konulunca dayanışacaklar ve sul­
tanları d|ı az çok eğemenlikleri altında tutacaklardır; Bunların
topuna ("Kırklar,»1 denir;
Raziye, en kuvvetli ihtimal olarak, hep Türk olan beyle­
rin kendisine de gölge eden bu dayanışmasını kırma yolunda1

1 “Çilgan,,,, Aşağıda büyük çoğunluğu bunlardan olmak üzere o


devrîtı en ünlü vali ve komutanlarından 25 inin adı verilmiştir} bunların
içinde lakab ve adları biri birinden ayırt etmek güçtür ; buraya aynı ad
ve lâkabı taşıyanlardan birden fazla kişi alınmamıştır; dolayısiyle liste
o devirde yazılmış tariklerde adları geçen Türk vali ve beylerinin ancak
bir kısmını kapsamaktadır,, Bu ad ve lakablar, uydurma ilâvelerle yapıl­
mış tercümelere dayanarak tarih yazmış olan birçok Batı tarihçisinin
Delhi Türk devletine Afgan ve Pathan demelerindeki yanlışlığı da açık­
lamaktadır. Çok defa Türkçe sözler bu dili bilmiyen yazımlarca yanlış
yazıldığı için bu yönden ayrıca bir tereddüt sebebidir. Bazı ad veya
unvanların anlamları için binbaşı Raverty'nin Tabakat-ı Nasirî tercüme-
284 HİNDİSTAN TARİHİ

bir ilk adım olmak üzere (VakuJLyadında. JbjıCHabeşî jlbJimemH


makamlardan biri olan Ahır^Beyliğine getirir ve bu da T ürk
beylerini kızdırır, bundan başka Raziye örtünmeyi bırakmış ve
erkek gibi giyinmeye kovulmuştu. Tabakat-ı Nasırı gibi ona
çağdaş olan eserler bu kadarını yazmaktadırlar,, Tababat-ı Ek­

sinde (s. 865) Vambery’den alıp koyduğu bilgilerden ve Divanü-Lugat-it-


Tîirkten faydalanılmışhr, Ancak bu anlam verme işi bir deneme sayıl­
malıdır. *
1 İhtİyar-üd-Din Altuniye,. û.-'JbLü-l
2 Tac-üdDin Arslan Han Sancar Çest (?) il i iM--»1
3 îzz-üd-Din Kebir Han Ayaz,. jT'ili juT"
4 Seyf-üd-Din Aybey Yaratı tut (Birçok fil tutup sultana gönder­
diği için kendisine “yağan-tut,, denilmiştir. il*> ot-1
5 Seyf-üd-Din Bet (?) Han Aybey Hatai J lk i il i
6 İhtiyar-üd-Din Aytekin..
7 İzz-iid--Din Balaban Kişilû Han itijli/ ' ou»
8 Giyas-üd-Din Balaban Uluğ Han i l i Ü' i*1;
9 İhtiyar-üd-Din Bilka (veya Berka) han (“Bil,,ve “Berk» köklerin­
den gelen bir kelime ?) i'ü fedU
10 İhtiyar-üd-Din Büktem (?) Han (Bükte—hançar?) i l i ^ ir ıJljLzii
11 Nasır- üd-Din İyitim (?) Han (“yetim,,den veya “ yiğitim’den,,
bozma olması muhtemel il i ^c-J ir^jj-aî
12 İhtiyar-üd-Din Karakuş (veya kaş) Han Aytekin
iü c,îî'jî
13 Celal-üd-Din Kılıç Han i^- jşt* ir,AHJy,a-
14 Kutluğ Han i !-i i)-»
15 Hüsam-üd-Din Oğul Bey ^ tb*'
16 Tac-üd Din Sancar Geziik (veya Gejlik) Han (Güçlük’ten bozma
olması muhtemel) i l i ( ^ b - 0 yy-<
17 Tac-üd-Din Sancar Kert (veya Kirt, Küret , her üçünün de Divanı
Lûgat-it-Türk de anlamı vardır ; il i & J * ûyd'jry
18 Tac-üd-Din Sancar Kıkluk (kabakluk) Han. Metinde her iki biçimde
geçer; « gür ve yüksek sesli» veya iri anlamında olabilir,,
( j t î ;.s veya ) ili. j l î ;r y ^ y, AVl;'
19 Tac-üd-dİn Sancar Tez Han i 'i ? irdirir
20 Nusret-üd-Din Şir Han Sunkur Sagalsus(?)
<y j,—il-) ^—ii- y - — i i i j-.i
21 Nusret-Üd-Din Tayisi (?) (B elk i: ibişi, güzel sesli; «kâtip»
anlamında da g elir) ^...SU
22 Kamer-üd-Din Timur Kıran Han( Timur Han Kıran i2- ilj\* j
23 Nasjr-üdDin Mahmut Tuğrul Alb Han İÜ -Jl J_.it
24 İz-üd-Din Tuğrul Togan Han il i iU t J
25 Balaban yüzbeyi İU;
I. DELHİ IURK SULTANLIĞI 285

berî gibi daha çok sonra yazılmış eserlerde ise, Raziye’nin


YalçuÜa--ger-ek-miyen..bir biçi.ıxıde_yüz göz olduğunu imleyen''
yazılar bulunur.
Her ne ise T ürk beyleri ayaklanırlar: önce Lahor valisi
Iz-üd-Din Kebir Han Ayaz, sonra Taberhind valisi îhtiyar-üd-
Diıı Altuniye ayaklanır; RaziyeT3u-so0^ancusuna^karşı...yürürken
öbür beyler de ayaklanıp, Habeş Yakut’u^öMürür ve Raziye’yı
hapsedilmek için Altuniye’ye teslim ederİerTl^lÖ). Bu Öğrenilince
Delhi’deki beyler İletmiş’in oğullarından Muiz^d^DûnJlehram-
Şah’ı tahta çıkarırlar, Ordudaki beyler Delhi’ye dönünce bunu
Ihtiyar-üd-Din Aytekin’in naib (sultanın vekili) olması şartiyle
kabul ederler ve öyle yapılır; o da B.ehram^ŞahlmJ,krz^kaxdeşi-
ni alır, kapısının önünde nöbet çaldırmak ve biteviye bir fil
bulundu rma k gibl...sultanlara-mah--sus teşrifatlara kalkışır ve her
işi elinde tutar; az sonra Behram Şah onu sarayında öldürtür ;
bir ay geçmeden Altuniye. Razive i.Le_eviemp^ikisL.birden sal-
tanat dâvasına kalkışırlar, ancak yenilir ve kaçarken Hindu-
larca^ öldürülürflr,, Raziye üç buçuk.jyjüUsaltan^
Bir genç kız için başarılı bir hükümdar sayılır; ancak hal­
kın erkek hükümdarlarda tabiî gördüğü bazı teklifsizliklere kal­
kışması veya bunu sandıracak bir durum takınması ve aynı
zamanda bunu Türklerin, yani kendi ulusunun, egemenliğini bal­
talamak İçin kullandığı bir adamla yapması onu yıkıma götür­
müştür^--------------
Raziyet-üt-Dünya ved-Din unvanını taşırdı kendisine BcU
kis-i-Cıhan da denirdi,, Saltanatının ilk yılında bastırdığı parada
“OmdeîAi 1-Nisvan, Meiike-i-Zaman, Sultan Raziye. binti Şems-
üd-Din İletmiş,, diye yazılırdı,'

^ .. Yukarda sultan Raziye’yi deviren kuvvetin


« K ı r k la t » v e * *
H in d is ta n ’ın wKırklar» denilen TüdUb®^^v^ü«-4~old-u.ğu-
M oğol i s t il â s ı n - nu görmüş ve ilgili haşiyede de bunların bir-
d a n k o r u n u l- kaçının adını vermiştik,, /
m ası işi Raziye devrinde bunlarla İhştniLS soyundan
sultanlar arasında başlıyan_uğraş bu soy tahtta durdukça
süregileç;ektir
Genel olarak sultanlar, tıpkı Raziye’nin yapmak istemiş
olduğu gibi, “Kırklar„ın veya Türk bey ve valilerinin nufuzunu
286 HİNDİSTAN TARİHİ

kırmak ve hatta onları yok etmek amacını güden bir sürü de­
neme ve uğraşta bulunacaklar ve bunlardan bazılarını öld ü re­
ceklerdir,. Ancak bir yandan kendileri bu işi başaracak güç ve
çapta kimseler olmadıkları, Öbür yandan da devletin genel men­
faatler inin bunu gerektirmediği için bu işi başaramıyacaklar ve
hep kendileri yanacaklardır,, Böylelikle Raziye’den sonra iki
sultan daha tahttan indirilecek ve Öldürülecektir,, Bu yapılırken
onların, beyleri ve genel olarak Türkleri yok etmek tasarısını
kurmuş oldukları sebep olarak ileri sürülecektir.,
Tabakat-ı Nasirî’de görülen bu sebebe, bunda şişirme de
olsa inanılabilir, çünkü mutlakiyat isteyen hükümdarların buna
mani olanları yok etmiye uğraştıkları bütün tarih boyunca
görülegelmiştir. Osmanlı padişahlarının da kendilerine Türk*
den başkalarından muhit edinmeye çalışmış oldukları da her­
kesçe bilinen bir yöndür,,
Burada Hindistan’ın durumunun o sıradaki bir özelliği
belirtilmelidir,, Türkistan’a, Hindu-Kuş ve Kâbil-Gazne dağlık
bölgesine çok güçlü olarak yerleşmiş olan Moğol ve Müslüman
olmıyan Türklere dayanan Çağatay devleti için başlıca ve hatta
tek büyüme ve akın alanı Hindistan’dı.. Dolayısiyle işbu devlet
iç fitnelerden veya komşuları olan öbür Moğol devletleriyle
güçlüklerden veya savaşlardan masun bulundukça Hindistan’a
ordular gönderecektir,, Bu ordular zamanın en yüksek savaş
bilgisine göre silâhlandırılmış ve yöneltilmiş ordulardır. Hint
acununun bunları kendi başına durdurabilmesi ihtimali uzaktan
ve yakından akla gelemezdi; çünkü bu ordular Çin denizlerin­
den Tuna ovasına kadar karşılarına çıkan her sedi yıkıp par­
çalayarak eski acunun belki dörte üçünü kaplamış bulunuyor­
lardı; Hindistan ise onların ana güc kaynaklarının bitişiğinde
idi „
Hindistan’ı Moğol istilâsından kurtaran ve önemli ölçüde
de Moğol akmlarından koruyanlar, ana yurtlarından oraya çok
kalabalık olarak göçmüş olup Moğol düşmanlığını ana duygu
olarak yüreklerinde taşıyan Müslüman Türkler ve onların siv­
rilmiş büyükleri olan işbu “Kırklar,, id i; bunlar bu işi bin bir
saray dalaverasına ve bu yüzden doğan iç fitne ve kargaşa­
lıklara rağmen başaracaklardır,, Dolayısiyle İletmiş’in oğul ve
torunlarından olan sultanlar onlarla, hem “Kırklar,, hem de
I, DELHİ TÜRK SULTANLIĞI 287

daha genel olarak Türkler’le, uğraşırken bindikleri dalı kes­


meye uğraşan kimselere benziyorlardı. Türk egemenliğini sö­
küp atmaya çalışan Hindu racalar için de, tabiî daha çok ufak
ölçüde, bu düşünce ileri sürülebilir, çünkü onlar da Moğol selini
tutan duvarı arkadan yıkmaya çalışıyorlardı,
Esasen..,;yukar ıda da demiş olduğumuz gibi “Kırklar,, la uğ­
raşmak isteyen İletmiş soyundan sultanlar aciz ve yeteneksiz
(kabiliyetsiz) kimselerdi ve bu işi başarabilmiş olsalardı devlet
saray dalaveraları içinde bunalırdı, İletmiş soyu sönünce "Kırk­
lar,, m en güçlü uzkişisı olan Balaban Uluğ Han tahta çıkcak
ve çarçabuk onların nufuzunu kırıp gerçek egemenliği ele alma­
sını bilecektir.
Genel olarak " K ırklar,,, aralarında dayanışarak gerçek
egemenliği ellerinde tutarlar; İletmiş soyundan yetişmiş kimse­
ler yaşadıkça tahttan indirip öldürttükleri sultanın yerine yine
bu soydan birini geçirir ve kendilerinden birinin tahta çıkma­
sına meydan vermezler; esasen bunlar biribirine karşı da epey
kuşkuludurlar ve işlerinden birinin aşırı sivrilmesini de isteme­
mektedirler Ancak İletmiş soyundan tahta çıkarılacak kimse
kalmaymcadır ki içlerinden en güçlü uzkişi olan Balaban Uluğ
Hanın tahta çıkmasını kabul edeceklerdir, O, Zaten İletmiş so­
yunun son sultanı Nasır-üd-Din Mahmud’un kayın babası idi ve
devletin gerçek egemeni olmuştu.
Aşağıdaki olaylar bu bilgilerin ışığı altında okunulmalıdır..

Şaziye’nin kardeşi Behram’m saltanatı kartşık-


S u lta n R a z iy e ’
nin ö lü m ü n - lıklar ve beylerin ayaklanmaları içinde g eçer ;
o sırada büyük bir Moğol ordusunun Hindis-
d en s o n r a k i
tan’a girmesi, geniş bir akm özünde kalırsa da
k a r ı ş ı k d u ru m t
B e h z a m Ş ab ç a ğ-a t ay devletinin Hindistan’ı ele geçirmek
için yapacağı denemelerin bir başlangıcı olur,,
Olaylar şöyle gelişir. Moğollar, Gazne’ye yerleşmiş olan
Karluk Türkleri’ni oradan güneye sürer ve bunlar da Multan’ı
alırlar, Delhi sultanının vali ve beylerinden ve “Kırklar „dan olan
Izz-üd-Din Kebir Han Ayaz bir karşı saldırı yapıp Multan’ı
Seyf-üd-Din Haşan Karluk’dan geri alır ve oraya sağlam ola­
rak yerleşir, Karluk’lar Gazne ile Sint ırmağı arasındaki dağlık
bölgelerde barınmaktadırlar,, Az sonra büyük bir Moğol ordusu
288 HİNDİSTAN TARİHİ

Muitan önünde görünürse de kente saldırmayı göze almaz ve


daha kolay ele geçireceğini umduğu Lahor üzerine yürür.,
Oradaki ordu pek güçlü bir durumda değildir ve sözü din­
lenen bazı ilerigelen tüccarlar, başlıca işleri Moğolların elinde
bulunan Türkistan ve Horasan’la alış veriş olduğu için, Mo-
ğoilara eyginlik gösterirler,.
Lahor valisi K arakuş1 bir süre dayandıktan sonra bu
durum dolayısiyle hâzineyi gömer ve çekilir Kenti kutval
(zabita amiri) Ak Sunkur savunmaya devam eder ve çetin bir
Moğol saldırısı üzerine kent onların eline düşer, son vuruş­
mada Ak Sunkur Moğol komutanı Bahadır Tair ile çarpışır ve
ikisi de ölür, Bu Ak Sunkur, Hindistan Müslüman Türklerinin
“kâfir,, Moğoilara karşı fedakâr kahramanı diye anılacaktır
Moğol’lar Lahor’u yakıp yıkarlar ; sonra epey yağmalarda
bulunup çekileceklerdir.
Behram Şah onlara karşı büyük bir ordu yollamıştı,
Tabakat-ı-Nasiıî’ye göre veziri ona işbu ordudaki Emir ve
Iürkler hiçbir vakit söz dinlemeyecekler diye onu kışkırtır ve
kandırıp hepsinin (i*) öldürülmesi için bir buyruk alır; sonra
bunu ordudaki beylere bildirip onları sultana karşı kışkırtır;
onlar da Delhi’ye girer Behram’ı yakalayıp öldürürler, Salta­
natı üç yıldan az uzundur (1242)

K a r ı ş ı k l ık l a r ın Beylerden îz-üd-Din Balaban Kişilu Han ken-


d e v a m ıı A la - dini Behram’ın yerine sultan ilân ederse de
fid-D in M es’u t Öbür beyler bunu kabul etmezler ve Rükn-
Şah üd-Din Firuz Şah’ın oğlu ve İletmiş’in torunu
Ala-üd-Din Mesud Şahı tahta çıkarılır, Kişilu
Han, Nagaur, Mendaur ve Ecmir’e vali yapılır, Vezir Müzeh-
heb-üd-Din Nizamül-Mülk bütün iktidarı Türk beylerinden alıp
kendi elinde toplamak istediği için onlarca öldürülür.
Mes’ud zamanında devletteki genel gevşeme ve karı­
şıklık devam eder ,. Bengal’da vali Tuğrul’un Hindulara karşı
kâh başarılı kâh başarısız savaşları olur; ondan sonra onun
merkeze bağlılığı şüpheli göründüğünden arada çarpışma
olur; Tuğrul yenilip başkent Lahnavti’ye çekilir ve Tabakat-ı
r, DELHİ TÜRK SULTANLIĞI 289

Nasirî yazah Minhac-üd-Din’in aracılığı ile Tuğrul varıyoğu


ve ordusu ile Bengal’i bırakıp Delhi’ye gelir, ve oradan Oud
(Eved) valiliğine gönderilir,,
Doğuda bunlar olurken kuzey-batıda, Multan’da vali
Ayaz orasını Karluklar’dan geri alıp Moğol’ları da kendi başı­
na püskürttükten sonra bağımsız gibi davranır, kendisi ölünce
oğlu Ebu-Bekir yerine geçer, ancak Seyf-üd-Din Haşan Karluk
yeniden Multan’a saldırınca ona karşı duramaz ve kent Kar-
îuklarm eline düşer ve genel olarak Sint, Delhi sultanlığınca
kaybedilir.
1245 de Moğollar Multan’a saldırır ve Kartukları oradan
atarlar ; bundan sonra da Uç üzerine yürürler,
Lahor ve Pencap, yukarda görmüş olduğumuz gibi, büyük
bir Moğol akınına ve geniş yağmaya uğramıştı İşbu vilâyetin
Keşmir dağlarına yakın olan kısımları da Kakar oymağının eli­
ne düşer.
Bu tehlike ve çöküntüler içinde beyler Ala-üd-Din Mescud’u
tahttan indirip hapsederler (1246); suç olar ak Tabakat-ı Nasirî
onun beylerini tutturup öldürmeyi tasarlamış olduğunu ve içki
ile eğlenceyi görenek edinmiş bulunduğunu yazmaktadır, Mes’ut
çok geçmeden ölecek veya öldürülecektir; Saltanatı dört yıldan
az sürmüştür., Yerine amcası olan, îletmiş’in en küçük oğlu
Nasır-üd-Din Mahmut geçirilir T.

İletmiş’in ölümünden beri geçen on yıl içinde


M ah m u t v e B a - onun soyundan dört sultanın otur duğunu
la b a n U lu ğ H an ve bunların biteviye beylerle uğraştıklarım gör-
(1 2 4 6 -1 2 6 6 ) dük. Bu sırada birkaç Moğol akını olduğu
gibi bazı yerlerin de Hindulann eline geçmiş
veya Delhi sultanlığınca kaybedilmiş olduğunu keza az önce
gördük. Beşinci olarak tahta çıkan sultan Nasır-üd-Dünya ved-
Din Mahmut ile iş başka bir biçime girecektir. O, kısa bir devre
ayral, az sonra kayın babası olacak olan Gıyas-üd-Din Bala­
ban Hanı (yukarda ve aşağıda adı geçen Balaban Kişilu Han’­
la kanştırmamahdır), ona Uluğ Han-ı-A’zam ünvanını vererek,
hacip, naip gibi adlarla gerçekten iş başına geçirecek ve onun1
1 Aynı adı taşıyan ağabeysinin Bengal’de ölmesinden az sonra
doğduğundan kendisine onun adı verilmişti 17 yaşında tahta çıkarılır
H in d is ta n T a rik i 19
290 HİNDİSTAN TARİHİ

gölgesi altında yaşıyacaktır, O da “Kırklar,, ın en yetenekli ve


güçlüsii olduğu için öbür beyleri az çok uslu oturtacak ve otur­
mayanları yola getirecektir. Sultan Mahmut ise, daha çok kendi
elile Kur’an yazmak gibi işlere meraklıdır ve uzun zaman (18-
yıl) kayın babasının ve arada kısa bir zaman (2 yıl) için de
kendi anasının ve Reyhan adında bir harem ağasının nufuzu
altında bulunacaktır:
Nasır - üd - Din Mahmud’un 20 yıl süren saltanatını üç
kısma ayırmak gerekir, 1246 dan 1252 ye giden ilk kısımda
Balaban Uluğ Han’ın nufuzu üstündür ve geçmiş devirlerin
kötülükleri az çok tamir olunur.. 1252 den 1254 e giden ikinci
kısımda Balaban iş başından ayrılmış olup devlet bir sürü fitne
içinde bocalamaktadır,, 1254 den 1266 ya giden üçüncü kısım­
da Balaban yine iş başındadır. O, 5 — 6 yıl içinde bin bir
kargaşalık ortasında ve Moğol baskısı altında ortalığı yatışdır-
dıktan sonra bir duruluk elde edilir (1260),,
1260-66 devresi nisbeten olaysız geçmişe benzer, ancak
bu devre üzerinde bilgiler çok eksiktir:

B irin c i K ısım t Mahmut tahta çıkınca Balaban Uluğ Han’ı emir-


1246 - 1 252 . hacip (baş mâbeyinci) yapmış ve onunla bir­
likte, ordu gerçekten Balaban’ın başbuğluğunda
olmak üzere, Moğol'lara karşı yürümüştü,. Türk ordusunun yak­
laşması üzerine az önce Uç’a saldırdıklarını söylediğimiz Mo­
ğol’lar çekilir ve Balaban Pencab’m bir kısmını ele geçirmiş
olan Kakar’lara karşı bir cezalandırma seferi yapar (1247). O
sırada Pencab’ın kuzey kısmı o kadar haraptır ki Balaban’m
ordusu orada barınamaz; işbu kısım epey zaman Delhi sultan­
lığının dışında kalmış sayılmalıdır.
Bir yıl sonra Balaban, Kanevc dolaylarında ve Bundei-
kent’te bazı Hindu’lara ve bir racaya karşı başarılı bir sefer
y ap ar; o bu işle uğraşırken sultan Mahmud’un kardeşi Celâl-
üd-Din Mes’ut (sultanın ağabeyidir) onu Balaban’a karşı kışkır­
tır ve hacibinin tahtta gözü olduğunu söyliyerek araya kuşku
sokmaya çalışır; bundan bir sonuç çıkmaz, ancak sözlerinin Ba-
laban’ın kulağına gittiğini sanan Celâl-üd-Din, az sonra Türkis­
tan’a Moğol’lara kaçar ve Moğolların eline Delhi Türk sultan­
lığı içinde fesat çıkarmaya yarayabilecek bir silâh geçmiş olur:
I DELHİ TÜRK SUL TANLiĞI 291

1249 da Balaban, Delhi’nin güneyinde Mevat’ta devlete


kafa tutan ve yol kesen birtakım Hinduları ezer,. Sultan Razı-
ye zamanında boşaltılmış olan Rantambor kurganını geri almak
için yaptığı bir denemede ise başarı sağlayamaz. Bu yılın ya­
zında Balaban’ın kızı sultan Mahmut ile evlenir ve Balaban sul­
tanın naibi (vekıl’i) olur,, Emir- hacip’liğe de kardeşi Seyf-üd-
Din Aybey Kişili Han getirilir,1 Böylelikle Balaban Uluğ Han
o sırada devletin hem resmen, hem de gerçekten egemenidir,,
1250 yılında “Kırklar„dan ve Balaban Uluğ Han’ın soyun­
dan olan birkaç bey arasında çarpışmalar olur, Şöyle ki daha
Önce Behram Şah’ın tahttan indirilmesi üzerine sultan olmıya
kalkmış ve Nagaur ve Ecmir valiliği ile başkentten uzaklaşmış
olan Balaban Kişilu Han (Balaban Uluğ Han’ın akrabasından-
dır) Multan ve Uç ikta'larımn (vilâyet ayarında ziamet) kendi­
sine verilmesini ister, O sırada Multan, orasını Karluk’lardan
geri almış olan Ihtiyar-üd-Din Kerz ( sj^T) Han’dadır ve bu
kişi orada, yine Balaban Uluğ Han’ın akrabasından olan
Batında valisi Şir Han Sunkur’un vekilidir,
Balaban Kişilu Han’ın isteği merkezce öğrenilince buna rıza
gösterilir şu şartla ki Nagaur, Ecmir vesaireyi Ihtiyar-üd-Din
Kerz’e devretsin. Balaban Kişilu Han pek iyi anlaşılmayan şartlar
içinde Multan ve Uç üzerine yürür ve oraları İhtiyar-üd-DinKerz’
den alır; ancak kendi ikta’larmı bırakmaz; bu kargaşalık sırasında
Karluak’lar kuzeydeki dağlık bölgeden (Banyan bölgesi; Gazne
ile Sİnt ırmağı arasında bulunan bu bölge Bamyan boğazı ile
karıştırılmamalıdır) çıkıp Multan’a saldırır ve orayı ele geçirir­
ler. Şir Han Sunkur da Batmda’dan ilerler, Multan’ı Kartuk­
lardan geri alır ve vekili İhtiyar-üd-Din Kerz’i yeniden oraya
yerleştirir, o da Moğol akıncılarından yakaladığı birçok tutsağı
Delhi’ye yollıyarak bir yararlık gösterir, Multan’ı aldıktan sonra
Sunkur, Balaban Kişilu Han’ın adamlarının elinde kalan Uç’a
saldırır, Balaban Kişilu Han da daha önce bırakmış olması
gerektiği halde elan elinde tuttuğu eski ikta’ı Nagaur’e çekilir,
Onun hem Uç’u hem de Nagaur’u elde tutmak istemesi
sultana kafa tutma sayıldığı için Mahmut ona karşı yürür ve
1 Iabakat-ı Nasrî’de daha önce Behram Şah’dan sonra tahta çık­
maya çalışmış olan Balaban Kişilu Han’ın «Kişilu» iinvanı (vav) ile biti­
rilirken işbu Aybey Kişili Han’ınki (ye) İle bitirilmektedir.
292 HİNDİSTAN TARİHİ

Kişilu Han Nagaur’u bırakıp Uç’a çekilir; ancak Sunkur da


işbu kente saldırmakla sultana kafa tutmakta idi, Sunkur, Uç’a
doğru gelen Balaban Kişilu Han’ı her nasılsa yakalar onu Uç’u
kendisine vermeye zorlar ve bundan soma Delhi’ye yollar..
Balaban Uluğ Han da bu İki akrabasının kavgasını yatıştırmak
için Balaban Kişilu Han'ı Badaun’a vali yapar; Nagaur’a
Balaban Uluğ Han’ın kardeşi Aybey Kişili Han tâyin edilmişti
1251 sonbaharında Balaban Uluğ Han, Maiva’da Hindu-
İara karşı çok başarılı bir sefer yapar, ancak Delhi sultanlı­
ğına yeni ülkeler katmaz,
Mahmud’un saltanatının bu ilk devresinde Tabakat-ı Na­
şiri yazarı Minhac-üd-Din devletin kadısı tayin edilmiş ve
Delhi hükümeti (bizdeki hâkimlik karşilığı) ona verilmişti.

İ k in c i d e v r e . 1 2 5 2 - Balaban Ulu? Han’ın büyük yetkileri yüzün-


54ı bazı Türk şeh- den onu kıskanan ve çekemiyenler çoktu,
zade v e b ey le ri- Bunların başında sultan Mahmud’un anası
nin M oğol’larla iş- ve Hindu iken müslüman olmuş İmad-üd-Din
b irliğ i yapm aları* Reyhan adında bir saray harem ağası vardı,
Bunlar Balaban Uluğ Han’ı çekemiyen “ Kırklar,, ın bir kısmı ile
işbirliği yaparak onu sultanın gözünden düşül miye çalışır ve bu­
nu sağlarlar ; Batında valisi Sankuı’un sultana kafa tuttuğu hal­
de kendi akrabasından olması dolayısiyle Balaban Uluğ Han’ca
yerinde bırakılmış bulunması elde başlıca koz olarak kullanılır „
1252 - 53 kışında Mahmut, Sunkur üzerine yürür, Balaban
Uluğ Han’ı da birlikte götürürse de artık komuta onda değil­
dir. Sefer sırasında düşmanları ona karşı bir suikast yaptırır­
lar fakat bunu başaramazlar ve Ma’nmud’u onu kendi ikta’ı olan
Hansi’ye göndermeye, yani Naip’likten çıkarıp herhangi bir
vali durumuna sokmıya kandırırlar, oradan da Nagaur’a tayin
ettirirler; her defasında onun kafa tutacağını ve düşmanlarına
kendisini ayaklanmış bir durumda saymak fırsatını vereceğini
ummuşlardı; ancak Balaban Uluğ Han hiç öyle bir durum
almaz ve her gönderildiği yere gider,,
Aynı zamanda bazı valilerin yerleri değiştirilir Balaban
Uluğ Han’ın kardeşi Aybey Kişili Han, ondan uzak bulunsun
diye, Gence ovasında Kara valiliğine tayin edilir ; Türkistan’a,
Moğollara kaçmış olan Sunkur’un yerine Batında valiliğine de
I DELHİ TÜRK SULTANLIĞI 293

Balaban Uluğ Han’a düşman olan “Kırklar,, dan Arslan Han


Sancar Çest geçirilir,,
Balaban Uluğ Han’ın akrabasından olan Balaban Kişilu
Han da, belki Sunkur’la olan kavgası dolay isiyle Reyhan’ca
kendisine güvenilir beylerden sayılır ve eski yerleri olan Mili­
tan ve Uç’a yeniden yerleştirilir,, O ise oraya yerleşir yerleş­
mez, Tabakat-ı Nasirî’dekİ tabire göre, “ Türkistan şehzadele­
rinden Moğol Hülâgu Han,, a (Bağdad’ı alacak olan kişi) baş­
vurup bir torununu tutak (rehine) olarak onun yanına gönderir
ve kendisine bir “Şahne,, (kâhya, denetleyici) gönderilmesini
ister, yani Moğol egemenliği altına girer,
Türkistan’a kaçmış olan sultanın ağabeyi Celal-üd-Din
Mes'ud ile eski Batinda valisi Sunkur, Moğolların ka’anı Mengu
Han’ın yanına “ordu,, suna gider ve ona sığınırlar; Mengu
Han, Celal-üd-Din Mes’ud’a bir yer verilmesini buyurur, Hint
sınırlarındaki Moğol komutanı Noyin Salı (veya San)ya bir
yarlık yazılır ve Celal-üd-Din Lahor ve bölgesine yerleştirilir.,
Sunkur da bir süre sonra onun yanına gelir,,
Bu ayrıntıları veren kaynak1 sultan Mahmud’un üvey
babası olup az sonra anılacak olan Kutluk Han’ın da Mengu
Han’a sığınmış olduğunu bildirmektedir,,
Böylelikle harem ağası Reyhan’ın sultanın annesiyle bir­
likte çıkardığı fitne yüzünden Moğolların o âna kadar zorla
başaramadıkları işleri savaşsız başarmaya başladıkları ve Pen-
cap’la Sind’in bir kısmını, Müslüman Türk beylerini kendile­
rine çekerek elde etmeye koyuldukları görülür, Esasen Pen-
cab’ın önemli kısımları epey zamandır Delhi sultanlığına ba­
ğımlı görünmemektedir,,
Türk-Moğol sınırları üzerinde durum böyle iken mer­
kezde vekil-i-derbar ünvanını taşıyan harem ağası Reyhan’ın
küstahlığı ve zorbalığı her türlü sınırı aşmıştı; O, silik bir
adam olan sultanın akıl hocası ve devletin gerçek egemeni idi,,
Düşmanlarını yıldırmak ve sindirmek için haydutcasma davranan
adamları herkesi ondan nefret ettirmişlerdi,, Delhi’de yılgınlık
o dereceyi bulmuştu ki kadı Minhac-üd-Din bile bir buçuk
aydan aşırı biı süre evinden çıkmaya yüreklenemez olmuştu,

1 Tarih-i - Feııalcetî’ye göre ( B Tabakat-ı Naşiri tercümesinde Bin­


başı Raverty’nin haşiyesine; s, 1224- 25)
294 HİNDİSTAN TARİHİ

Önce Balaban’ı kıskandıklarından ona karşın olmuş olan


“Kırklar,, ve birçok beyler ona gizli haberler yollayıp yeni­
den işbaşına geçmesini dilerler. Bu haberleşmeler sonucunda
birçok vali ve b ey : Nagaur valisi Balaban Uluğ Han, Ba­
tinda valisi Arslan Han Sancar, Sunam valisi Bet Han Aybey,
Moğol yardımiyle Pencab’a yerleşmiş olan sultanın kardeşi
Celal-üd-Din ve Sunkur ile bir olup sultana karşı yürürler.,
Sultan ordusu (Reyhan’da oradadır) ile beylerin ordusu ara­
sında önemsiz ve sonuçsuz bir çarpışma olur, ancak sultan
ordusundaki Türk beylerinin topu öbür yana eygindirler.
Bu şartlar altında sultan Mahmut işi uzatmaz; uzatsaydı
belki tahtı ve canı elden giderdi; Balaban Uluğ Han da da­
madı olan sultanı pek ezmek ve işi, Moğolların bir aleti olan
sultanın kardeşi Celal-üd-Din Mes’ud’un tahta çıkmasına vara­
bilecek bir sonuca götürmek istememiş olabilir,, Her ne İse
görüşmeler başlar; Reyhan bir barışı önlemek için beylerin
elçisi olarak sultanın ordusuna gelen Bet Han Aybey’i gizlice
öldürtürse de bu işin ondan geldiği ve bunda sultanın bir
suçu olmadığı anlaşılır, Reyhan valilikle sultanın yanından
uzaklaştırılır, Balaban Uluğ Han yeniden Naib olur (1254
sonu) Sultanın kardeşi Celal-üd-Din Mes’ut da Lahor’a döner.
Bundan sonra pek belli olmıyan bir tarihte Celâl-üd-Din’m
Sunkur Ta ar ası açılacak ve o çekilip adamları Sunkur’a geçe­
cektir, İşbu şehzadenin sonu üzerinde kesin bilgi yoktur;
Epey sonra, 1259 başlarında, Sınkur’un, amcasının oğlu olan
Balaban Uluğ Han'm delâletiyle, affedildiği ve Biyana ve Gval-
yor bölgelerinin ona verildiği görülür.

Ü ç ü n c ü k ıs ımBalaban Uluğ Han yeniden iş başına geldikten


<1254-12 66) sonra, devletin düzenini yeniden kurmak ve
bağımsızlığa kaçan “Kırklar,, dan büyük vali­
leri yola getirmek için bir sürü çetin sefer ve savaş yapmak
zorunda kalacaktır;
Sultanın annesi ( Melike-i Cihan diye anılır), daha önce
gördüğümüz gibi, Reyhan ile işbirliği yapmıştı; kendisi Biyana
valisi “Kırklar,, dan Kutluğ Han ile evli bulunuyordu; Bu kişi
önce Reyhan ile ve o öldürüldükten sonra Balaban Kişilu Han
ile birlikte devletin başına pek çok gaile çıkaracaktır Bir
I. DELHİ TÜRK SULTANLIĞI 295

zamanlar işbu Kutluğ ve Balaban Kişilu Hanlar, Delhi kapu-


larına kadar gelip oradaki yanallarının yardımiyle başkenti ele
geçirmelerine ramak kalacak ve sonda adamlarının çoğu sul­
tan tarafına geçtiği için Balaban Uluğ Han’ın önünden kaçmak
zorunda kalacaklardır.
Bundan sonra yanında ancak 2-300 kişi kalmış olan
Balaban Kişilu Han, Uç’a gider ve or adan Horasan’a ve Irak’a
geçerek Moğol Hülâgu Han’ın yanına varır, Delhi önünden
kaçış haziran 1257 de olmuştu; Bu yılın kasım ayında Hü-
lâgu’nun Bağdad’ı alma amacını güden askerî hareketleri baş­
lamış olduğu için Balaban Kişilu Han bu hareketler sırasında
Hülâgu’yu görmüş olmalıdır, Bu görüşmeden sonra Kişilu Han
Uç’a döner ve, az aşağıda anlatacağımız gibi, bir Moğol ordusu
ile birlikte Hindistan’a saldırır.
Yukarıdaki haşiyede anmış olduğumuz Tarih-i Fenaketî,
Kutluğ Han’ı Moğolların ka’anı Mengu Han’a sığınmış
gösterir,,
1257 sonlarında bir Moğol ordusu Hindistan’a girer;
yanındaki Moğol “Şahne,, (kâhya, denetleyici) ile birlikte
Balaban Kişilu Han da bu orduya katılır,, Moğollar pek büyük
yağmada bulunurlar ve Multan’ın surlarını yıkarlar,, Daha içer­
lere girmelerinden korkulur, bunu yapsaydılar bir sürü fitneler
içinde bocalıyan Delhi sultanlığı için durum çok kötü olurdu,
ancak bunu yapmayıp geri dönerler,,
Balaban Uluğ Han onlara karşı büyük bir ordu topla-
mıya çalışmış ve kısmen de toplamıştı., Moğolların çekilmeleri
üzerine bu ordunun başında, o sırada buyrukları altındaki
birliklerle gelip orduya katılmıyan bazı vali ve beylere karşı
yürür „ Bunları sindirir ve birçoğunun suçlarını bağışlar, yu­
karıda anmış olduğumuz gibi Mengu Han’a sığındıktan sonra
Pencab’a yerleşmiş olan Sunkur’un affı bu sırada olur,, Onun
Moğollar’dan ne vakit ve neden ayrıldığı anlaşılmamaktadır,
Devlet içindeki bu karmakarışıklıklar ve vali ve beylerle
çarpışmalar Hindu’larca fırsat sayılmış ve pek geniş ölçüde
haydutluk ve soygunculuk gelişmişti; o kadar ki 1257 sonla­
rındaki Moğol akını sırasında bu haydutlar Delhi ordusunun
birçok devesini bile çalmış ve orduyu felce uğratmışlardı.
296 HİNDİSTAN TARİHİ

1260 da Balaban bunlara karşı amansız bir sefer yapar ve


pek çoklarını öldürür,,
Bu sırada Moğol Hülâgu Han’m bir elçisi gelir. Hilâgu
Han Noyin Sah (veya Sarı, Hind sınırı üzerindeki Moğol ko­
mutanı) komutasındaki Moğol ordusuna şu buyruğu yollamış­
tır: “Eğer sizin ordu atlarınızdan birinin nalı sultan Nasir-üû-
Din ülkelerine değerse o atm dört ayağı birden kesilmelidir„„
Bu elçi pek büyük bir saygı ve debdebe ile karşılanır.
O sırada Hülâgu, Suriye’de Mısır Türk Memlükleriyle v
Kıpçak ve Çağatay Moğol devletleriyle savaş veya çekişme
halindedir; dolayısiyle iç durumu düzelmiş olan Delhi Türk
Sultanlığı ile savaşmak istememesi makuldür,, Tabakat-ı Naşirî
bu Moğol elçisinin gelişini Balaban’ın bir adamının onun
haberi olmadan Tebriz’de Hülâgu yanma elçi süsü takınarak
gitmiş olmasının bir karşılığı gibi gösterir,
Sultan Nasır-üd-Din Mahmut 1266 da ölür; onun son yıl­
ları üzerinde esaslı bilgi yoktur, çünkü Tabakat-ı Nasirî 1260
yılında durur ve ondan sonraki devri anlatan Ziya Bern'inin
“Tarih-i-Firuz Şahî* si 1266 dan başlar,.

IV. Balaban ve Hanedanı (1266—1290)


R»inhnn İletmiş soyundan yetişmiş erkek kalmadığı için
Nasır-üd-Din_Mahmut ölünce onun kayın~T5aÖası
Balaban Uluğ Han tahta çıkar ve derhal onunla “ Kırklar,,
arasında bir uğraş başlar,
Balaban (Essultan-ül-Muaz2am, Gıyas-üd-Dünya ved-Dİn)
kendisiyle bevler a rasındaki—farkı—belktmek^^-oıdaım-, her
türlü lâübaliliğini Önlemek icin-sıkı-bir-teşrifat kurar, sarayında
giyimler^ dür um1arı hattâ bütün davranışları sıkı bir kural a
Hbagfern eğrilmez ve küçük büvük iç m_eş,Jaiçimde-. yürütül en
bir tüzeseverlîkİe de beyleri inzibat altına alır ve en dik başlı­
ların ı ezer; gerekince _ çokffâhçe^^^^ ve affetmeyi de
bilirdi, Efsanevi Tııran padişahı Âfrasyah şovundan olmak id­
diasında idi,,
Balaban, Delhi Müslüman-Türk devletinin başına geçen
3 ncü büyük uzkişidir ve güçsüz birkaç sultan zamanında gev­
şemiş olan devlet erkini kısmen naipliğ-j ve daha çok sultanlığı
I DELHİ TÜRK SULTANLIĞI 297

zamanında yeniden kurmuş ve darılma belirtilerini Önlemiştir


22 yıl saltanat sürmüştür.
Onun saltanatı Moğol devletinin Kpbilay Hanjn^eğsmen-
ligi altında yeni bir düzen, güc ve saldırganlık kazandığı d e v
reye “rastlar;' dolayısiyle Haîaban’ın ana düsüncesıh kendisini
^ JLJ^!—|f| m * ** 1II» l l— > ■■ J " «» ı>1■ ımıını n nrıııııın r .............. .

Hindu’lara karşı savaşa, Gucerat gibi yeni ülkeler fethetmiye


ve hiç olmazsa İletmiş’in Ölümünden sonra yeniden Hindu’ların
eline geçmiş olan Malva gibi ülkeleri geri almıya kışkırtan
bazı beylerine dediği gibi: “Bağdad’m başına gelenin Delhi’nin
de başına gelmesini,, önlemek olacaktır,, Bu amaçla Sint ırmağı
boyunca çok iyi işliyen bir a s ke r:L jürgüi (teşkil Û j iS a r ^ v ^
büyük ve tek kabiliyetli oğlu' l^uhammeçE) (ÎCa’an Melik diye
ünlüdür ), merkezi Muttan olmak üzere, bu işin başına geçirir.
Balaban’ın önem verdiği bir örgüt de vilâyetlerdekC^berid,7
lerdi; bunlar oralarda olan bitenleri merkeze hemen bildirmekte
görevli idiler ve valiler e bağımlı t değiller di. Önemli bir olayı
merkeze bildiımıiyen veya olayları olduğu gibi ve tarafsız
vazmıvanlberidler -ağır ceza görürdü. Böylelikle valilerin ayak­
lanma tasarı ve hazırlıklarının önceden Öğrenilmesi ve dolayı-
siyle daha,-kolaylıkla, önlenilmesi veya bastırılması mümkün
olur,
Delhi ve Düab (iki su demektir; Gence ile Cemne arasın­
daki bölgeye denir) Hindu’larına karşı haydutlukları dolayısiyle
yeniden cezalandırma seferleri yapmak gerekir; bunlar Delhi
surları içine kadar girmiye yürekleniyorlardı; çetin bir sefer­
den sonra ezilirler; oralardan en güçlü beylere ikta’lar verilir,
bünlâı hem haydutları tepelemek, hem de bunların barındıkları
cengelleri (orman) açmakla görevlendirilirler. Ziya Bernî (s.. 57)
birtakım karakollara Afganlar yerleştirildiğini yazar, Böylelikle
Delhi Türk sultanlıga-zamamnda—Kuzey,,.Hindistan düzlüğüne
Afgan yerleştirme olayı ilk olarak bu vesile ile zikredilmektedir.
Balaban bazı yönetim bozukluklarını da^ düzeltir, Erlere
hizmet karşılığı olarak^venîmiş tımarlar (ikta) çok kere ihti­
yarladıkları vakit te ellerinde ve hattâ öldüklerinde çocukların­
da kalmakta id i; Balaban bu gibilerinin ayrıca geçimini sağlar
(“în’am,, ver ir) _ve tımarları (ik.t a) .xuxlardan...alıp...filen .^askerlik
edebileceklere verir..
298 HİNDİSTAN TARİHİ

. Tüzeseverİik bahanesiyle “Kırklar» dan bazılannın bur­


nunun kırıldığını yukarıda görmüştük; Ziya Bernî (s. 65)~daha
once”çök adı geçmiş olan ve o sırada Batinda vesaire valisi bu­
lunan Şir Han Sunkur hakkında bir söylenti kaydeder; buna gö­
re Balaban, amcasının oğlu olan bu kişiyi, kendisinden kuşkulan­
dığı için, zehirlettirmiştir,, Ancak Ziya Bernî bu Sunkur’un Mo-
ğollara karşı olağanüstü başarılarını çok över ve onun Moğol-
lara kaçıp onlarla işbirliği yaptığını hiç anmaz; bu bakımdan
naklettiği söylentiye az çok şüphe ile bakmak gerekir.
Balaban büyük ...avm eraklısı, olup binlerce atlı ve yaya
eri geniş yerler kaplıyan_ sürgün avlarında kıüja ntrdı; bu onun
için avdan çok askere idman ve manevra ..yaptırmak .,ve .onları
boş "Bırakmamak işiid i, Moğol Hülâgu Han’ın da işi böyle
anladığını Ziya Bernî yazar.
Balaban Pencab’ı yeniden ele geçirir, 1268-69 seferinde
orada merkezitam 1270 de Moğollarca
daha önce yok edilmiş olan Lahor kentini yeniden kurar,
yukarda andığımız Moğollara karsLİcövacalFÖlmı askerî örgütü
tamamlar ve başına büyjik^oglu MuhammedT . geiçirir, 1279 da
Moğollar Pericab’â saldırır, epey ilerler ve Sütlec ırmağım
aşarlarsa da kesin bir bozguna uğrar ve bir daha Balaban’ın
sağlığında bu kadar ilerlemeye yüreklenemezler.
Yine bu yılda uzaklıklara ve yol güçlüklerine (ırmak,
bataklık ve saire) ve çetin Moğol saldırılarına güvenen Ben-
gal valisi Tuğrul, ayaklanıp merkezi tanımaz; Bengal coğrafî
durumu bakımından daima Delhi’den kolaylıkla ayrılabilmiştir
ve güçlü valiler bunu yapmak için ellerine düşen fırsatlardan
sık sık faydalanmışlardır, bu yüzden Bengal ve onun merkezi
için Delhi Türkleri fesat ve kargaşalık yeri ve kenti anla-
müda olan “Bulgak’hane,, ve “Bulgak’pur,, sözlerini kuliana-
^gelmişlerdir,
Tuğrul’a karşı gönderilen Eved (Oud) valisi Ay tekin
bozulur ve adamlarının çoğu Tuğrul’a geçer; Balaban, Ayte-
kin’i astırdıktan sonra Targı adında başka bir komutanı Tuğ­
rul’a karşı gönderir, o da yenilip birçok adamı Tuğrul’a
geçince Balaban’ın kendisi Bengal üzerine yürür, uzun bir
kovalama v e b irb a s k ın sonu nda Tuğ-Od1J.., öl cİürjCiLür.^_
I. DELHİ TÜRK SULTANLIĞI 299

lananlardan pek çok kişi Bengal’İn başkenti Laknavti’nİn bü-


yük çarşısında asılır,,
Balaban, ikinci oğlu Mahmut Boğra Han’ı Bengal valisi
yapar ve ona çarşıda asılı olanları görüp görmediğini sor­
duktan sonra der ki: “Olur ki bir gün müfsit bir nankör
sana Delhi padişahı ile bozuş ve onun buyruklarına uyma der,
o vakit büyük çarşıdaki siyasetimi hatırla; bunu bil ve benim
bu sözümü unutma ki Hint (Gence doğusundaki Eved bölgesi
kastediliyor), Sint, Malva, Gücerat, Laknavti (Bengal), Sonargaon
(Bengal’in doğusunda) da bulunan ve haraç veren hükümdarlar
veya valiler Delhi padişahına karşı ayaklanıp kılıca sarılırlarsa
kendilerinin, çoluk çocuklarının, adam ve oymaklarının sonu

1285 de 30,000 kişilik büvük-bir Moğol akını olur ve


Balaban1ın büyük, oğlu Ka’an Melik Muhammed şehit düşer.
Olay şöyle gelişir:
Bu akını kendisine bildiren yazıda bu sayı, nokta ile
gösterilen sıfırların biri iyi yazılmadığından 3,000 diye oku­
nur, Muhammed ona göre az adamla akıncılar üzerineı .yürür
ve şehit düşer,
O, Balaban soyunun ilerisi için tek ümidi id i; büyük
Türk şairileri emir Hüsrev ve emir Haşan ilk şiirlerini onun
sarayında söylemişlerdi,, Sözü geçen çarpışmada emîr Hüsrev
kısa bir süre için Moğolların eline düşerse de çabuk kurtulur;
onun “Kalan şehit., diye anılan Muhammed hakkında çok güzel
şiirleri vardır,
Balaban büyük_oğlu öldükten sonra çok... yaşamaz, o
sırada 80 yaşında idi, 1287 de Ölecektir,, Karmakarışık bulduğu
devleti düzen ve refah içinde bırakır.
Ziya Bernı’nin “Tarih-i Firuz Şahî„ sinde ve Nizam-üd-Din
Ahmed’in “Tabakat-ı Ekberı,, sinde Balaban’ın oğullarına ver-
diği siyasal öğütler bulunmaktadır,, Bunlar, onun...çok olgun ve
uzağı gören bir devlet adamı olduğunu anlatmaktadır.,
Balaban ölmeden önce Boğra Han’ı BengaTden getirtip
veliaht yapmıştı; ancak o, BengaTi daha,iyi bulduğundan babâ^
sminTîastâlığı sırasında av bahanesiyle Delhi’den çıkmış ve
Bengal1a gitmişti; Balaban da Muhammed’in oğlu Keyhüsrev’i
300 HİNDİSTAN TARİHİ

vejiaht yapmış ve az sonra ölmüştü (1287), Beyler ise Boğra’nm


oğlu nCe'ykobad’î TuHari ^ ve böy 1elikle bu genç Berî-
gaî’de vali.olan . babasının.âmiri olurv ~

B alâban ’dan Keykobad (Es-SuItan-üI-Ekrem, Muiz-üd-Dün-


sonraki k arışık ya ved-Din) genç bir <sefihdibüyük babası
d e v ir Balaban devrinde herkes çok sıkı bir biçimde
ve baskı altında yaşamıştı; birdenbire Delhi
saray ve konaklarında oturanlar en sefih eğlencelere dalarlar,
devletsizleri-- unutulur, sıhhat -ve servetler erimeye kovulur
A ncak Balaban’m (jSintVe /Fencajp^a kurmuş olduğu askerî
Örgüt düzenle işleye durur ve Mo gol ak mları~BnIeae bili r ve
güç]ü..bir Moğol ordusu, ezilir...
Bengal’de sultan unvanını alıp kendi adına hutbe okutan
ve para kestiren ve oğlu ile savaşmasına ramak kalan Keyko-
bad’ın babası Boğra, oğlu ile iki başkent arasında bir noktada
görüşüp ona sıhhatini kemiren bu biçim yaşayışı bırakmak
Öğüdünü verirse de Keykobad babasına bu yolda söz verdik­
ten sonra Delhi’ye dönünce sözünü tutamaz ve saltanatının
üçüncü yılında çok ağır hastalanınca ortalık karmakanşır,
Öyle., anlaşılıyor ki o devirde belki Tür ki st an.*£ur kİ erinin
Hindistan’a gelmesinin güçleşmiş__olması dolayısiyje__or duda
çokluk, Hindu-Kuş güneyinde vaşıyan Kalaç Türk ler’in dedir;
bu kargaşalık sırasında onlar daha şıkı basar ve tetik, davra­
nırlar. Ariz-i-Memalik (Savunma Bananı) olan Kalaç_bazhuğla'
rından (1290),

V. K alaç hanedanı (1290—1321)


^-Daha önce de söylemiş olduğumuz gibi Hindistan tarih­
çileri rijrk) adım T ürk İst a n|dan veya genel olarak Ceyhun’un
ötesinden gelen Türkjerle^yerir, Oğuz ve Kalaç gibi"Türkler’i
doğrudan doğruya( oymak jadlariyle anarlar; HindistarT*daki
l Türkiştah Türkleri de o Hevirde kendilerini “Asîl Türk., sayar
ve Öbür Türkleri küçümserlerdi.. Bu yüzden saltanatın KaJ'aç
-Türklerine., geçmesi üzerine.. Delhi’de şöy1e böj/leya^utulur ve
devLet^Türigierin^elinden gitti sözü çıkar.. O devrin tarihçisi
Ziya Bernî’nin, “Tarih-i FiruzŞahî,, sinde bunu yazması, Ay bey,
I, DELHİ TÜRK SULTANLIĞI 301

Uctmiş-ve Balabanca A fgan demiş olan bazıKBatı tarihçilerine


f^Kalaç’la^ra da._A.fgan demek fırsatını vermiştir; işin doğrusu
^âfâmîırsa aradaki dâva Türklükte halislik veya astllik dâva-
sından başka birsev delildir ve Ziya Bernî hiçbir yerdeHKânS;”
lara Afgan demez; esasen ad ve lâkaplarda bunların Türklü­
ğünü ayrıca göstermektedir.
Yeni sultanın babası Kunduzlu T ü fek Han’dır, küçük
kardeşi Yuğruş Han’dır, ikinci oğlu Erkulu (veya Erkli
birinci okuyuş bizce dağa dağrudur) Han’dır ; tahta çıkınca iş
başına getirdikleri arasında: Dad Beyi (Adalet Bakanı) Fah­
rettin G öçi, Ahır Beyleri E lm as Bey Uluğ Han (kendisinin
damadı ve kardeşinin oğludur) ve Melik A bacı Ser Can-
darlan (muhafız birliği komutanları) Melik Sevinç £ ve Melik
Targı J - J * . Emiri Meclis Melik K ıran jl^ j, Kul (şimdiki Ali-
gark) valisi Melik Ultığçi vardır,. Bunlar görenek olduğu gibi
kendi tahta çıkmasında en çok yararlık göstermiş olan Kalaç
beylerindendirler., Ziya Bernî’de adı geçen öbür beyler ise
hep bilinen Müslüman adları taşımaktadırlar,, îşbu Kalaç sul­
tanının yanında yaşamış olan büyük şair Emir Husrev Gür-
ret-ül-Kemalin’de onun seferlerini anlatırken hep ordusundaki
Türkler’den bahseder, yiğeni Melik Kutluğ- Tekin i över ve Af-
ganlardan ise onlara karşı yapılan bir sefer dolayısiyle bahseder,
Bu yüzden yukardaki iddiayı ileri süren Batı tarihçilerinin
bu yoldaki yazışları Tûrklerin . tarihî önemlerini azaltmak işte-
ğinin belirtilerinden.,birL sayılmalıdır
[Vv£'î
^ 1. C e 1â 1 ü d -D in F ir uz
Es-Sultan-ül-Halim,
G en el s i y a s a
Celâl-üd-Din ved-Dünya
Firuz Şah Kalaç diye anılan bu kişi tahta çık-
tıktığında 70 yaşında idi, orada dervişçesine yaşamıya çalışmış
ve elden gejdiği kadar adam öldürtmek ve işkenceye koy­
maktan sakınmıştır ,* bu yüzden. beylerinin sızlanmalarına biîe
yol açmıştır,.
Saltanatının başında Baîaban’ın yiğeni ve Kara valisi
Çehcu * Kişili Han taht kavgasına kalkışırsa da yenilir, yaka-
1 : Kara, Gence ovasında Allahabad’ın batısındadır
302 HİNDİSTAN TARİHİ

lanır ve kendisiyle yanındakiler birçok beylerin sızlanmasına


rağmen affedilirler ve sultanın sofrasında yemek yer ve İçki
içerler; birçok yol kesici havduta rTag!la£Lka£si-da..-.ai_ile^v.eva
sürgünle muamele edilir ; Firuz, keza kendini tahta lâyık_gör­
medikleri için onu devirmek istiyen ve içki âlemlerinde__ bu
yolda kotmşarn~beyrerrde azarlamak,tan ileri gitmez.,
Ancak acaip tavırlkJSiddi MoHa,. d enilen karşı
çok çetin davranacaktır İşbu şeyhin dergâhına sultanın büyük
oğlu ve en ünlü beyleri ile birlikte pek çok kişi devam ede-
gelmekte idi,, Bunların bir kısmının sultanı-öldürüp-Siddi Mol-
la’yı halife yapmayı tasarladıkları Celâl-üd-Din’çe öğrenilir ve
o da şeyhi Öldürtür..
1291-2 de büyük bir Moğol akını (100,000 kişilik kadar)
püskürtülür, tutsakların çoğu müslüman olur ve Delhi sultan­
lığının hizmetine girerler, Tengiz soyundan olan başbuğları
Algı d_a ^şj^Una^dMjgkjolur..

ai - j n* v Bu devrin en önemli olayı sultanın kardeşinin


A la-u d -D zn K a * - — - *
la c ’m D e k k e n ’e 0^ u ve damadı olan Kara ve Eved (O ud)1
akım valisi Ala-üd-Din Muhammed’in Dekken*e
karşı yapmış olduğu seferdir, Bu genç hem
son derece haris, Hem de son derece yeteneklidir, büyük ko­
mutan ve büyük siyasa ve yönetim adamıdır.
Ala-üd-Din, Bilsa 2 ya yaptığı başarılı bir akının (1292)
mükâfatı olarak Eved vilâyeti de kendisine verilmiş ve Çen-
deri dolayları gibi Malva’nm bazı bölgelerini Hindular’dan
alması için vilâyet gelirlerinin artıklarını merkeze__gönder-
meyip onlarla ayrıca asker beslemesi uygun görülmüş idi.,
Âla-üd-Din ise kaynanası ve karısı, yani sultanın karışı, ve
kızı ile, kavgalı idi ve bu da içindeki hırs ve macera sevgi­
sine eklenerek onu uzaklara gitmeye kışkırtan bir âmil idi.,
O devirde Dekken yarımadasının hemen bütün ba
Deogir devletini teşkil ediyordu; bu devlet Yavada haneda­
nının elinde olup o sırada hükümdar Ramaçandra idi (Müs­
lüman tarihçiler Ramdiv derler),, Bu kocaman devletin başkenti
olan Deogir (sonra Devletabad adını almıştır) Ala-üd-Din’in

1 Laknov bölgesi 2 Malva’da


I DELHİ TÜRK SULTANLIĞI 303

vilâyetinden 1000 km, kadar uzakta ve ondan, geçilmesi çok


güç ve kendisince pek iyi bilinmiyen bir sürü dağ ve orman­
lıklarla ayrılmış bulunuyordu,
Ala-üd-Din 1296 yılında sultandan gizli olarak 7-8000 atlı
ile Deogir. üzerine yürür, az kalabalık yerlerden geçerek iki
ayda ' Deogir .devletine bağlı İlliçpur’a varır, orada Delhi sulta­
niyle kavga etmiş bir bey olduğunu ve Dekken racalarından
birinin hizmetine gireceğini söyîiyerek vuruşma zorunda kalma­
dan geçer ve var_çabukluğu ile D^pg[rJ[î^ejrjjje.^ürür.. Racanın
ordusu, oğlu ile birlikte başkentten uzakta bulunuyordu, raca
el altında bulunan birkaç bin kişiyi ileri yollarsa da Aİa-üd-
Dm^bîmlacu Deogir’den 20 km, kadar ötede bozar ve raca
başkentinin kurganına kapanmak zorunda kalır; böyle bir bas­
kın hiç beklenmediği için rşçanm.Kiçbir^hazırlığı yoktur; ancak
o sırada, kentten .geçen bir kervanın taşıd ığı. çuvallar kurgan
içine alınmıştı. Ala-üd-Din de kendi ordusunun, arkadan gelen
20,000 atlının öncüsü olduğunu yayarak ortalığı korkutmuştu.
Kente girince ileri gelenleri yakalatmış ve yağmalara koyulmuş
ve racayı kurganda kuşatmıştı; yolda olduğuna inandığı 20,000
atlı korkusiyle raca barış ister ve Ala-üd-Din’e dedirtir ki: siz
ortalığı boş bulup bu işi başardınız, ancak Dekken ordularının
sayısı yoktur (yani pek kalabalıktırlar), çok geçmeden hepsi
buraya geleceklerdir, içinizden bir tek kişi kurtulamaz, Malva,
Handeş ve öbür devlet racalarının da on binlerce askeri var­
dır, buradan kaçabilenleri onlar yok eder,
Böylelikle başlıyan konuşmalar sonucunda söyle bir an-
laşmaya varılır: Ala-üd-Din, racanın ahırlarından ele geçirdiği
40 "lirv e birkaç bin atı, yakaladığı zenginlerden aldığı 50
man1 altım ve birkaç man inciyi (mürvarid) ve öbür yağma­
larını alıp çekilecek ve yakaladığı kimseleri sajıyerecek.
Ala-üd-Din bunları yapıp yola çıkmakta iken racanın oğlu
Sankara pek büyük bir ordunun başında Deogir’e erişir; Firiş-
te’ye göre, raca o n a :“ Türkler yâni Müslümanlar, acaip bir
taifedirler, gördüm ki onlarla çarpışmak uygun değildir,, diye
haber yollarsa da Sankara dinlemez ve anlaşmayı bozarak
Ala-üd-Din*e: “eğer canın tatlı ise aldıklarını bırakıp savuş

1 O sırada bir man 14 kİ kadardır,


304 HİNDİSTAN TARİHİ

git,, dedirtir; köpüren Aia-üd-Din savaşa hazırlanır: biruathyı


Deogir kurganının kuşatması işinde bırakıp kalan .5-6000^ kişi
ile sayısız ölçüde daha kalabalık olan Sankara ordusu ile çar­
pışır; başta yenilir gibi olursa da Deogir karşısında bıraktığı
bin atlının yardımına gelmesi Hindular’da sözü dolaşan 20,000
atlının geldiği sanım uyandırır ve onları bozguna uğratır,, Bun­
dan sonra Ala-üd-Dinf kurpanmJcusatılmasma yeniden koyulur
ve orayı sıkı bîr ,baskı.altında tutar,, Raca da komşu racalar­
dan yardım beklemek üzere savunmaya koyulursa da yiyecek
kıtlığı ve yiyecek sanarak Ala-üdDin’in ilk görünüşünde, ge­
çen bir kervandan alman çuvalların hep tuzla dolu olduğunun
anlaşılması ona dayanmak imkânı olmadığı İnanını verir ve o
da elçiler yollayıp oğlunun gençlik ve bilgisizlik dolayısiyle
işlediği kusurun affını diler ve banş için yalvarır.,
Varılan anlaşmaya göre raca, îlliçpur vilâyetini Alâ-üd-
Din’e bırakacak ve ona 600 man altın, 7 man inci, 2 man
pırlanta, zümrüt, yakut v„ s.. 1000 man gümüş, 4000 top ipekli
kumaş v. s ,, v.. s. verecektir,.
P^v^ız^ciket^ve,^soğ.Likkanlılığın....bir„„,şaJhesjexi_^^lunan
ve tarihte eşi yok gibi olan bu sefer, bir yandan Ala-üd-Din’e
eşsiz Bir ün ve servet kazandıracak, öbür yandan da Türklere
Dekken’in ele geçirilmesinin kolay bir is olacağını ve Dekken
Hindulan’na da Türklere kafa tutacak güede olmadıklarım

Ai».ı*s^.nr*nSn Ala-üd-Din bu ölçüsüz ganimetlere Kara’ya


dönüşü ve dönerken ( 1295) sultan âv için tlv'alyor’dâ
ta h ta çıkm ası bulunuyordu ve damadının tuttuğu yolu kese­
bilecek bir durumda idi; zaten Ala-üd-DinMn
askerleri bu ganimetlere ancak bekçilik etmiye yetebilirdi. Bir­
takım beyler sultana derler k i: Ala-üd-Din bu servet, fil ve
m.^^ııipTı unMirruıiH»*»— MW wııı ■
■m i im ı ı,lM M-„--------- —- ’“•* ■ ' 'flf »—

atlarla vilâyetine varırsa hiçbir vakit ganimetlerini hâzineye


teslim etmez, büyük bir ordu toplar ve saltanat dâvasına
kalkışı r ; dolayısiyle onu, az ve yorgun bir ordunun başında
iken yolda karşılamalı ve onun, görevi_olduğjyı„gibi—ganimete
eri,._ gör ünü şte güzellikle de ol sa, ister istemez. hazineye^ieslim
etmesini sağlamalıdır.
' I.. DELHİ TÜRK SULTANLIĞI 305

Sultan hem vifren ve_damad4-^>İan--.v.e^.keiidi .__v_etistirmesı


bulunan Ala-üdrDİa'&.4?.üvendiğiv.hem^d^-y<>lu^k^iler3ek^J3Üyü-k,
bir ordu ile karsısına çıkılacak olursa onun, izinsiz bu kadar
önemli bir sefere giriştiğinden dolayı kendinLzaten^nçkı^hil -
diği için, korkup kaçmaY.a koyulmasından ye ganimetlerin j >o\-
larda dağılıp, k aybolmasından çekindiği için, bu yola gitmez
v e A ia -ü .d ^
Orada takındığı durum şu olacaktır : Delhi’de^^çok^dii^-
manim var, ganimetleri teslim ve amcamın elini öpmeye gel­
mekten çekiniyorum, amcam buraya, gedrse^^dedüdLiğimİ-anJar
ve ganimetleri teslim...ederim, Ala-üd-Din gibi sultanın damadı
olan onun kardeşi Elmas Bey Uluğ Han da Delhi’de hep bu
yolda sultanla konuşur ve sonda onu Kara’ya gitmeye kan­
dırır; orada Celal-üdrDin..alçakça öldürülür.. O anda veliahtı
Erkulu Han Multan’da bulunuyordu, ancak Celal-üd-Din’in
karısı ki, Ziya Bernî’ye göre (s. 245) “uzun saçlıların en kısa
akıllısı idi,, Delhkde heme-n. ,hir,.snltan. JlanZ^drJmfesn^erek t i ği
inaniyle onun en.,..Jdiçük-o.ğluRükn-M rD m ,,İhrahim ’i tahta
oturtur ve bu gençle ağabeysi arasında karşıtlık çıkarj bu
durumdan istifade eden, ye elindeki sayısız servetle adam
avlıyan Ala-üd-DiC.Delhi’y-r alır, her iki kardeşi yakalattırır
ve gözlerine mil çektirir (1296),

,2. A 1 â-ü d-D in Mu h am m e d K a 1a ç


Künyesi Es-Sultan-ül-A’zam, Sikender-üs-Sani, Ala-üd-Dün-
ya ved-Din Muhammed Şah Kalaç’dır,, Bu kişi her alanda büyük
işler başaracaksa da, o zamana göre biîef korkunç ve âmansız^
ztüümlercle de bulunacak ve çok ^ fijr ^ ic im d e . .vasıvacaktır»
Onun devrinde en azılı Moğol akınlarıım uğranılmakla birlikte
hemen l ^ t ü n ^ eğem enli ği altında birl eşecek ve^
yönetimde, zamana göre, büyük bir düzen olacaktır. Bu başa­
rılarda, Ala-üd-Din’in yeteneği-vn—adam seçmekte -çok-orsta
olması, her girişeceği is üzerinde (son yıllar belki müstesna)
onu bilenlerle derinden derine danışması kadar Kalac Türkle-
rinin büyük kütle halinde ve eskisinden daha bûvük ölçüde '
devlet hizmetinde kullanılmaları. Türkistan!da,Moğollara., k arşı
yapılan ayaklanmalar sonucu olarak pek çok Müslüman. Tûr-
kün. Binj^t^n!â..^ıiğmması.»ve,...daha._.ö&ç_e... sığınmış Tûtkierin
Hindiatan Tarihî 20
306 HİNDİSTAN TARİHİ

çocuklarının iş görecek y ^ a -^ e lm k olması ffibi âmiller de


tesir yapmış sayılabilir, ^gevr-i Ala^Jdiye anılan onun devri
her alanda yetişmiş büyük aHanTTanyle (çoğu Türkistan Tür­
küdür) ilerdeki Ekber Gurkan. Osmanlıda JCanunt Süleyman
ve Fransa’da 14 üncü Lui (Louis XIV.) devirleriyİe karşılaştırı­
labilir. “ ~~-™-

tik yılların Ala-üd-Din, saltanatının başında herkesi kendine


siyasası çekmek için elindeki büyük servetleri cömertçe­
sine dağıtır ve amcasının oğullarını bırakıp
kendi yanına geçen amcasının beylerine de çok para ve mev­
kiler verir; ancak taht rakipleri olan amcasının oğullan Erk ulu
ve İbrahim Han’ları yakalattırdıktan sonra, saltanatının 2 inci
yılında işbu şehzadeleri bırakıp ta kendi yanma geçen amcasının
beylerinden mevki ve mallarını geri almıya koyulur ve daha
sonra bunların bazılarını hapis ve idam ettirir ; amcasının bey­
leri arasında ancak bu gibi döneklikte bulunmamış olanlardır
ki sonlarına kadar mevkilerini muhafaza edebilirler.. Bu Ala-üd-
Din’in genel-Jair_sivasası^-olacaktır^ „.vani o biteviye düşman
saflarında para vesaire ile ihanetler husule getirtecek, bazı
adamları kendi tarafına çekecek, böylelikle başarılar sağlandık-"
tan, sonra bu hainlerin cezasını verecektir.
Ödenmemiş eski vergileri toplamak iddiası (anlaşılan son
yıllarda amcasının gevşekliği dolayısiyle vergileri eksik ödeyen
çok olmuştur) ve daha birçok yol ve bahane ile halktan, da
pek çok para tahsil eder ve hazînesini yine eskisi gibi doldurur,

G u cerat’ın Ala-üd-Din’in saltanatının başlarında büyük bir


f eth î (l^ o ğ o l a k ı ^ püskürtülmü^ S altanatın 3 ncü yı­
lının başında (1298) Uluğ Han ve Nusret Han
Türk, ^ u ç e rat’jTjfeth ve pek çok ganimet elde ederler, bunları
paylaşma !şFdolayısiyle ordudaki yeni Müsİümanlar (Celal-üd-
Din’in müslüman yapıp orduya aldığı Moğollar) ayaklanırlarsa
da ezilirler

Büyük Ala-üd-Din 1294 de KaraUia4H]^jeslHken bundan


ta sa rıla r dört yıl sonra 1298 de acunun en gücîu ve^hete
erfzengin hükümdarlarından biri olmuş ve her giriş-"
t*t-ܧ_.tam bir başarı ile sonuçlanmıştı; Tarihçi Ziya Bernî’ye
1 DELHİ IÜRK SULTANLIĞI 307

göre, bu yüzden kendisine büyük bir gurur gelir ve her şeyi


yapabileceğini sanar, yakın arkadaşlaî^eTçkr^TH sm da adını
kıyamet gününe- kadar- yaşatmak..için Muhammed-ül-Mustafa
gibi bir din veya_mezheb kurmak ve İskender gibi acunu
fethetmek ..düşünceleri üzerinde konuşâ^üfüf, r”En ünlü dört
komutanını Uluğ, Sancar Alp, Zafer ve Nusret Hanları, Pey-(
gamberin dört arkadaşiyle (Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali) ]
karşılaştırmaktadır. Ziya Bernî’nin amcası olan Delhi kutvali)
(zabıta âmiri) Ala-ül-Mülk’e bu iş ve tasarlar üzerindeki dü­
şüncesi sorulunca ;'İ^yg^mb erliğin _A^^ “vahi» işi
olduğu ve padişahlara vergi olmadığı ve bu gibi düşüncelerin
duyulmasının bile, tehlikeli bulunduğu, İskender gibi acunu
fethetmeğe gelince, zamanın fesat zamanı olduğu ve kimseye
güvenilemiyeceği ve arkada bırakılacak Aristo gibi bir vezir
bulunmadığı, dolayı siyle padişah başkentinden çok uzaklaşırsa
tahtını kaybedebileceği yolunda düşünceler iler i sürer,
Ala-üd-Din karşılık olarak bunca hazine, asker, at ve fil
topladım, eğer “cihangirlik,, etmez, öbür iklimieri .elime^goçir-
mez ve Delhi sultanlığı ile kanarsam bunlar neye yarar ve
ben nasıl “cihangir,, olurum? der,,
Buna karşılık kutval bütün ayrıntılariyle şu yolda bir
progr am çizer *. ilk görülecek iki iş vardır der: l)J£u zey Hin- -
distanhn baştan başa ve gerçekten, yani kimse başkaîHîramT^
yacak biçimde jüfi__geçiril mes i; 2) Moğol akınlarmın kesin
oiarak^onhşnilmesi. Bundan sonra kutval, güvenilir beylerin
komutası altında Hindi stan* ın-kalan..kı sı m1arın a_ akı nl ar yapılma­
sı. Hindu hükümdar 1ann, hazine, at ve fillerinin..alınması ve
ele geçirilecek . ülkelerin haraç^.vermek ve. Delhil.ye^bağİ4'4talmak
üzere yine yerli racalarda bırakılması .Öğüdünü verir. Son ola­
rak Ala-ül-Mülk Sultanın sefahatini ve av merakını azaltması­
nı diler; Kutval bu sözlerin sonucu olarak kafasının kesilece­
ğinden korkarken sultandan ve onun yanındaki dört han’dan
birçok armağanlar alır,,
Bu program aşağı yukarı Ala-üd-Din!in_saltanatmın prog-
ramı olmuştur; bu olay onun önemli işJerLdaruşarak kararlaş-
tırdıftının bir belirtisi gibL^almmalıdır.
308 HİNDİSTAN TARİHİ

B ü y ü k b ir
1299 da Kutluğ Hoca’nm komutasında 200,000
M oğol a k ım kişilik bir Moğol ordusu tâ Delhi__dolaylanna
kadar gelir; amaç ülkeyi ele geçirmek olduğun­
dan yolda yağmada bulunm a^ Âfâ^üd-Din, eli altında, gelen
orduya nisbeten az kuvveti olmasına ve kutvalin vuruşmanın
tehlikelerini göstermeye çalışmasına aldırış etmeden, Moğol
ordusuna saldırır ve onu bozar,, Savaşın kazanılmasında başlı-
ca âmil oian Zafer Han, Moğolları kovalarken az kuvvetle 6i-
rakılır ve.bunu. gören Moğoîlar durup onunla çarpışır ve onu
öldürürler; Ziya - Bernt, Ala-üd-Din’in onu kıskandığından ve
omdan çekindiğinden bunu yaptığını yazmaktadır.

R an tam bor Bundan sonra yukarda sözü geçmiş olan prog-


k u rgan in in r ama göre Kuzey Hindistapjıı.iıaştanbaşaJethi
işine bir giriş olmak üzere Racistan’ın (Racpu-
alınm ası v e b a -
zı «b u lm ak lar»tana) ünlü n ^ ^ n la n n â a n . olan ve Ay bey ve
İletmiş’çe ele geçirilmiş olrnakl^%Wifetei>ı^ofmn'-
cusundan sonra Hindulann elinde kalmış olaıi-Rantambor^kur ga­
ni kâh beyler, kâh doğr udan doğruya Ala-üd-Din’ce kusahlır(1300-
1301). Bu kuşatma sırasında Ala-üd-Din’e. karşı birkaç suikast
veya ayaklanma,Ziya Bernfnin tabirince,s:Mgait;î olur: 1) Ran­
tambor dolaylarında Ala-üd-Din’in kardeşinin oğlu Akat Han
onu yaralar ve öldürdüm sanarak tahta çıkmak ister; işin doğ­
rusu anlaşılınca kaçar ve kendisi Öldürülür, 2) Badaun ve Eved’
de Ala-üd-Din’in kız kardeşinin oğulları Ömer ve Mengû Han­
lar ; 3) Delhi’de Hacı Mevla adında bir beyle ona katılan ana
tarafından İletmiş soyundan olan Ulvi ayaklanırlar, ezilirler ve
öldürülürler veya gözlerine mil çekilir,,
Bütün bu tehlikeli durumlara rağmen Ala-üd-Din Rantam-
S
/bor kuşatmasını bırakmaz ve ancak orayı aldıktan sonra
(Delhi’ye döner,,

« B u lg a r la r ı Bu ‘‘b u l g a k .^ a n i ^ n e k m ^ s e b e f r -ve çarelerjni


ünleme bulmak üzere görenek olan danışma ve inceleme
ted birleri toplantıları daha Rantambor kuşatması devam
ederken yapılır (yürürlüğe konuş daha çok işbu
kurgan alındıktan sonradır) ve şu sonuçlara varılır:
I. DELHİ TÜRK SULTANLIĞI 309

1, Sultan, uyruklarının (teb’asının) yapıp ettiklerini doğru


olarak öğrenemiyor,, Buna çare olmak üzere sıkı bir hafiyelik
ve haber_alma agı kurulur; iş o dereceyi bulur ki en Tierîr
gelen beyler bile her sözlerini sakınmak ve aralarında konuş­
maktan çekinmek zorunda kalırlar,,
2, İçki, halkı dik kafalı yapıyor ve içki toplantıları bir-

Bunu önlemek için içki ye_geneLolarak.sefahat,.zina,


afyon, kumar v, s., yasağı Önemle ele alınır; ilk olarak Ala-
üd-Din kendi çok değerli içki takımlarını kırdırır ve Delhi’nin
Badaun kapısı önüne yığdırtır, saraydaki şarapları da oraya
doktür-tür,,
3. Beyler, dostluk veya karabet ve sıhriyet dolayısiyle
çok sıkı fıkıdırlar ve bu yüzden ay aklanma, işlerinde, kolaylıkla
el birliği yapmaktadırlar,,
Buna karşı bevlerin-"birbiriermmJ.„.evlerine gitmeleri ye
hattâ evlerinde cokcana misafir kabul etmeleri, Jcalabakık zi­
yafetler vermeleri, sultana önceden haber vermeden aralarında
kız alıp vermeleri yasak edilir.
4. Her türlü “buİgak„m başl a r a d ı r ; bol parası olan hem
kargaşalık çıkarmayı düşünmek vaktini, hem de onu yapmak
vasıtası nı-bulabilir,,
Ala-üd-Din en çok bu işe önem verir ve bu düşünce ile
şümulünün anlaşılması güç birçok ölçem (ted6ir)^atrrT"'“ ~..
a) Her kimde mülk, in’am (özel bir hizmet karşılığı ola­
rak bağışlanmış veya ulemaya verilmiş) veya vakıf olarak bir
köy varsa Haliseve. (devlet malı) geçirilmesini buyurur,,
b j Gizi i olarak ta buyurur ki her b ahan e ile halkın elin-
deki altını alınız,
c) “İdrarat,, (yoksullara, hafızlara, türbe bekçilerine ve
saireye bağlanılan yıllık), in’am ve “mefruz,, (hükümete ait bir
vergiden bir kimseye ayrılmış kısım) ve vakfiyelerden yılda
birkaç bin tengeyi (değeri için bak aşağıdaki tutumsal kısma)
geçen miktar kesilsin.
d) Hi*du4aıddan^p_ölçüde vergi alınsın ki başlarını kaldı­
rıp kafa tutmaya halleri olma?im T5ü' ^ İ) toprak ürünleri
verğisiJd d e^ d .......................... yansına, çıkarılır; 2 ) vergi topla­
makla mükellef..olup ta Buna İ^arşıîıl^Kendi topraklarından
310 HİNDİSTAN TARİHİ

vergi vermiyen köy başkanlarının (Hindu) bu imtiy^zlatHcai-


dırılır tâ ki "güdülerin yükü gücsüzlerin -üzerine yüklenmesin,,;
ayrıca ev ve otlatma vergisi de alınır.
Böylelikle hem Hinduları kafa tutamıyacak bir duruma
getirmek, hem de onlar arasında ayaklanabilecek güc ve zen­
ginlikte yerli bir “eşraf sınıfını,, ortadan kaldırmak amacı
güdülür,
Doğru eğri, bu ölçemler Ala-üd-Din’i “bulgak"lardan ko­
ruyacaktır;
~~ Bundan başka Ala-üd-Din hâzineyi zarara sokacak her
türlü hırsızlık, rüşvet ve kötülüğü çok ağır biçimde cezalandı­
rır; ancak bu gibi işlerin başında bulunanlara onurla geçine­
bilecek ölçüde para verdirir.

A la-ücU D in Ala-üd-Din tâ saltanatının başından beri lâik bir


ve ş e ria t hükümdar olmuştur, ona göre (Ziya Bernî, s, 284)
devlet ve şeri’at işleri başka başka işlerdir, birin­
cileri sultana ait ve İkincileri kadı ve müftilerin "rivayetlerine,,
bağlıdır ve O, saltanatı boyunca hep böyle davrana gelmiştir.
Ancak yukarda sayılan karar ve ölçemler dolayısiyle,
amma onları yürürlüğe koyduktan sonra, ulema ile danışmak
ister ve Biyana kadısı Muğis-ud-Din’den bunların şeri’ata uy­
gunluk derecesini sorar.
Kadı, Hinduların ezik tutulmasının ve hırsız maliye me­
murlarına karşı yapılan muamelenin şeri’ata uygun olduğunu
söyler; ancak Ala-üd-Din’in başka birçok işlerinin, hele çok
çetin bazı cezalarının şeri’ata hiç te uygun olmadığında direnir,

Ç ito r ’un ^ işlerden sonra yine fütuhat işine koyuluhur;


1302-3 kışında Ala-üd-Din Racistan’da ünlü Çitor
a lın m a s ı
kurganını kuşatır, ahr ve ora Ranası (R a c a ) Ratan
Siug’i esir ed er; ancak ordu bu seferden çok yorgun ve kayıp­
lı olarak dönmüştür; Aynı zamanda Ala-üd-Din Dekken’in do­
ğusunda Telingana devletine karşı da Kara ordusunu gönder­
mişti, bu ordu önemli bir başarı sağlıyamadan çok hırpalanmış
olarak Kara’ya geri döner.
I. DELHİ TÜRK SULTANLIĞI 311

, . Durum böyle iken Targı’nın komutasında


v e o n l a r a k a r ş ı 120,000 atlılık buyuk bir MosoL-ordusu. Ala-
a lın a n ö lç e m le r üd-Din’i daha Çitor’da sanarak Hindistan’a
girer ve Delhi önlerine kadaF g ^ ıfrg p r^ ek
sultan başkentine dönmüş idiyse de yanında askeri azdı ve
hazırlıksızdı; dolayısiyle Ala-üd-Din savgal bir durum almak
ve"yâlnîz ordusunu ve Delhi’yi korumayı düşünmek ve dağınık
olan bey ve askerlerinin yetişmelerini beklemek zorunda kalır;
başkent’te ve dolaylarında kıtlık ta başgösterir ve Ala-üd-
Din devlet ambarlarından ucuz yiyecek sattırarak halkın ge­
çinmesini sağlar,, Ancak Moğollar iki ay kadar. Delhi dolayla­
rında ve hattâ kenar mahallerinde bir sürü yağmadan sonra
beklenilmedik bir anda çekilirler ve başkent kurtulur,.
Bunun üzerine Ala-üd-Din, Ziya Bernî’ye göre (s,. 302),.
aymazlık uykusundan (habi gaflet) uyanıp uzaklara ordular
yollamak ve kurganlar almak işini bırakır ve Mofrollara karşı
bir sürü ölçem alır: sınır: ye onların gelme' yolları üzerindeki f
kurga.nla.rı,.b.exkjimek, oralarda yeter ordu ve ünlü komutanlar'
bulundurmak, ,,v„ s Bundan başka yapılan danışma toplantıla-
rında çok kalabalık ve çok iyi yetişmiş bir ordunun her an
hazır bulunması gerektiğinde oy birliği olur.. Ancak böylelikle,
yani çok büyük bir orduyu biteviye silâh altında tutmakla;
hâzinenin tükenmesinden korkulduğu içim..hayat^jiSUZİatmaya
ve^jdoljyıdyJa-^rxlunun_bjeşlenilme sin i kolaylaştırmaya karar
veriiir ve bu yolda başarı ile yürütülen birçok ölçem alıhiır
O anda Kuzey Hindistan’ın tutumsal durumunun özelliği
şu idi.:
Ala-üd-Din Kalaç, yenilmiş racalardan ele geçirdiği pek
zengin hâzinelerin bir kısmını kısa zamanda sayılı bazı bölge
ve yerlerde harcamıştı ve harcanmakta idi; bu yerlerin başlı-
caları Delhi ve ordu yığnak bölgeleri idi,,
Ordu, eskisinden daha büyük ölçüde merkeze ve merkezle
Sint ırmağı arasına ve bu ırmağın boyuna toplanmış idi,, O
devirde taşıt kolaylıklarının azlığı yüzünden de işbu bölgelerde
geçinme pahalılaşmıştı, Dolayısiyle çözülmesi gereken sorum
önce bu pahalılaşmayı ortadan kaldırmak ve ondan sonra çalış­
ma ve tecimi o biçimde düzenlemek ki her şey bol olarak elde
312 HİNDİSTAN TARİHİ

edilsin, ucuza taşınsın ve dağıtılabilsin, tâ ki-hayat daha nn-


cekLdeviriere, göre de önemli bir ölçüde ucuzhyabilsin,

/ H a y a t ı HİuzT\ Bu düşünce ile ( hububat A kumaş, la ljg ib i bir-


/ l a t m a o lç e m le r i ) c o k -Jtf^ emn delerleri biçilmis_ ve bu değer-
1— -— _ — lere göre satılmaları için sıkı öîçemîer alm-
mış ve kanunlar çıkarılmıştır Bunların başhcalarını aşağıda
göreceğiz,,
Zahire ve hububata ait kanunun ana çizgileri aşağıdadır:
1, Narh tayini.
2 Sultana ait ambarlarda zahire biriktirilmesi.
3„ Çarşılarda pek sık^denedeme.
4 Bütün zahire taşıma, alıp satma ile uğraşanların tes
cili ve çarşılara,gelen zahirenin çarşı denetleyicilerinin buyruğu
altına konulması..
5. K öylünün İhtiyacından fazla zahire saklamamasının v
mahsulünu. daha^nflada iken^eeimerlere-satmasının sağlanması,,
6 Çarşılarda olan bitenlerden Subanm.—vaktinde habea
alması.
7„ Yağmursuz -mevsimde (kıtlık zamanında) kimsenin ihti­
yacı dışında zahire j atın alamaması,.
8,. Haliselerden (sultana ai t_topraklar) verginin^pnra ola
rak değij, zahire olarak^ahnması y_e mahsulün yarısına çıkarıl­
ması. Bu zahirenin sultanın ambarlarına konulması ve narhı
tutmak, yani pahalılaşmayı önlemek, gerekince piyasaya sürül­
mesi..
Ziya Bernı bu Ölçemler yüzünden yağmursuz yıllarda dahi
(kıtlık) zahire fiyatlarında—hiçbir -değişiklik --olmadığım yazar
(s, 306),,
Bu işlerin denetleyicisi yapılan Melik Kabil Uluğ Hani*ve
pek geniş yetkiler verilir; ihtikâr olunca yalnız muhtekir değil,
onu önlemeye memur olanlar da görevlerini gereğiyle yapma­
dıkları için yargılanırlar,, ........
Ala üd-Din Kalaç, çârşiJşlerinipbirbirinden ayrı üç örgüt
yplu ile^ denetlerdu dolayı siyle bir kötülük haberini yalnız
örgütlerden biri tarafından öğrenmesi ötekileri^ceza görmele-
I DELHİ TÜRK SULTANLIĞI 313

Şeker,' yağ- ve kumaşlâr için de bu yolda kurallar konul­


muştur,,
Kumaşlar için ayrıca bazı ölçemler vardır :
1„ Delhi’de kumaşlar yalnız belirli bir yerde sattırılır.
2„ Birtakım kumaş tecimerîne hâzineden iki milyon tenge1
borç para verilir, onlara kumaş aldırtılıp istif ettirilir ve pi­
yasada kumaş azlığı görülünce bu kumaşlar satışa çıkarılarak
fiyat yükselmeleri önlenilir;
3. Bey ve ilerigelenlerce kullanılan bazı İy i cins ku-
maşların vesika ile sattırılır,
At narhlarım tutmak için de sözü geçen genel ölçemler-
den başka hilecilikleriye ünlü at cambaz ve tellallarının teçim-
den yasak edilmeleri gelir,
Ala-üd-Din Kalac’ın korku salan çetinliği ve amansız
cezaları ve bu işlerin başına rüşvet almamakla tanınmış kimse­
leri bulup geçirmesi, tarihçi Ziya Bernî’ye göre, o ölünceye
kadar bu nesneler ve hemen her nesne üzerine konulmuş olan
narhlara kesin olarak saygı gösterilmesini sağlamış ve geçim
dilenildiği gibi ucuzlatılmıstır;

Y e n i o rd u v e B^ylfelikle bir kısmının iki atı olmak üzere


M o ğ o IIara k a r - ^LfLOOO) süvarilik bir ordu kurulur; hiç olmaz-
şı s a l d ı r ı l a r sa erler ikta (timar sahibi değil, ücretlidirler).
Bundan sonra her Moğol akını ya önlenilir veyahut ta
saldınen5r™ıçm yıkımla sonuçlanır,, İlerde sultan olacak olan
sınır ordusu komutanı. .Gıyas-üd-Din
.... ™ Tuğluk,
O """ Moğollar’la yapı-T'
lan bu savaşlarda büyük ün kazanacak ve kendisine Gazi\
Melik 'denilecektir: bununla da kalmmayıp Sint ırmağının”6fce^-
sindeki dağlık bölgeye de girildiği, yani koca Çağatay devle­
tine karşı, onun en güçlü bulunduğu devirde dahi, saldırgal
biçimde savaş yapıldığı da olur; Firişte’ye göre (s, 116), her
yıl Tuğluk, tâ Kâbil, Gazne ve hattâ Herat’a kadar akınlar
yapar ve oralardam haraç alır; şair HüsreVİ^^
sinde (înşa-i-Emîr Hüsrev de denir) bulunan resmî yazıların
birinde Bedr adında. birinin Ala-üd-Din’in buyruğu üzerine
ordu ile Sind’i geçip kış ortasında Gazne’ye girdiği, Moğolların

1 Değeri üzerinde ilerde tutnmsal hayat bölümünde bilgi vardır,.


314 HİNDİSTAN TARİHİ

korku içinde kaldıkları, ancak sultanın fermam kendilerine


okunulunca rahatlaştıklan ve onun buyruklarına uymıyan ha­
zır olduklarım söyledikleri, cuma namazında AIa-iichJQin adına
hutbe okununca-^mûslümanların bunu alkışladıklan^Jıatib^hü’
giydirildiği ve halka altın para saçıldığı ve bazı “kâfir „in
müslüman olduğu yazılıdır,. ~

B ü tü n H in d is- ®atl kuzey sınırında bu durum sağlanıldıktan


/ t a n ’m f e t h i sonra bütün Hindistan’ın fethi işine güvenle
girişirler,,
1305 de Nar bada ırmağına kadar hemen bütün Malva ele
geçirilir ve Ala-üd-Din, kendine bağlı kalmak üzere, Çitor
tahtına oturttuğu eski racanın kız kardeşinin oğlu Arşı yolu
ile, Racputlara egemen olur,,
1306-7 de hem Malva, hem de Gucerat’tan Deogir üzerine
sefer yapılır; sebep veya bahane şudur:
Ala-üd-Din’in Kara valiliği sırasında Deogir’e karşı yap­
tığı baskın sonucunda ora racası ile vardığı anlaşmada Elliç-
pur vilâyeti kendisinde kalmıştı; Ala-üd-Din de, vergiler
kendisine gönderilmek üzere, yönetimi racaya bırakmıştı;
halbuki arka arkaya üç yıldır vergiler gelmemekte idi,.
Deogir ülkesi kolaylıkla fethedilir, ancak Ala-ûd-Din işbu
ülkeyi,-^büyüklüğünün ilk...kaynağı savdıfrı için racayı affeder,
onun ‘ 700,,fillik armağanını kabul eder ye Delhi’ye bağımlı kal­
mak üzere *iVr-'1--1onu
•■-—ıTr.ı-j ■ı^j-â-nnVf-rl» " ■
tahtında bırakır,,
'•
Bu sefer sırasında Gucerat ordusuna başbuğluk eden Alp
Han, işbu ülkenin Deogir’e sığınmış olan eski hükümdarının
kızı, güzelliği ile ünİü.J3e.val Devi’vi ele geçirip Delhi’ye yollar;
bu kız orada Ala-üd-Din’in oğlu Hızır Han’la sevişecek ve ona
varacaktır; şair Hüsrev’in en güzel eseri sayılan “Deval Rani-
Hızır Han,, veya“ Aşıka„sı başlıca bu işi ve bu sevişmeyi an­
latır,,
1308 de Telingana’ya sefer yapılır, başkent olan Varan-
gel alınır ve raca, 300 fil vererek Delhi’ye bağımlı kalmak üze­
re, yerinde bırakılır,,
1310 da Güney Dekken (Hoysala devleti, Madura v. s.)
alınır: ganimet "olarak Delhi’ye S İ 2 fil, ^20,000 (at, 96 man altın
ve sandıklar dolusu yine altın ve inci getirilir,,
i, delhİ türk: sultanliği 315

Bu olaydan sonra Ala-ûd-Din’in hizmetinde bulunmuş olup


şüphe üzerine çıkarılmış Yeni Müslünıanl^ karşı
bir suikast ve çok kan içinde boğulur.
İ3 İ2 de Ala-üd-Din’in büyük oğlu Hızır Han velihat ya-
pılır; tembel ve aklı kıt bir gençtir,,

A la -ü d -D in ’in
Ala-üd-Din’in son yılları hastalık, hırçınlık ve
so n y ılla r ı, birçok sıkıntı_ve ayaklanma içinde geçer. O,
o lü m û v e Guçerat’tan köle olarak getirilmiş bir harem
ö z e llik le ri ağasını (adı Kafur’dur, satın alındığı meblâğ
doîayısiyle kendisine “Hezar Dinari,, de denirdi)
çok sevmiş ona “Melik Naib.. yâni kendi,ju&kilLimvanını ver-
miş ve Dekken^elederinin çoğunu ona yaptırmıştı; çok kalleş
olan bu adam, sultanın kayırı biraderi- Alp Han’ı bir iftira ile
lekeler ve öldürülmesine sebep olur; bunun üzerine Alp„,Han’ın
Gucerat’taki ordusu ayaklanır, bunu görünce Çitor ve Deogir
racaları da ayaklanırlar; 1316 başlarında, çok hasta olan Ala-
üd-Din, söylenildiğine göre. Melik Naib’ce zehirlenilerek ölür;
Çok zali&LOİmasına rağmen denilebilir ki, Delhi tahtına.ptu-
ran en büyük ve başarılı .Müslüman-Türk hükümdarlarından biri­
dir. Ç ağatay devletinin en güçlü ve saldırgan..olduğu bir de­
virde, hem ona karşı koymuş, hem de hemen {bütün Hindistan’ı
fethetmiş ve Delhi’ye bağımlı kılmıştır; Bengal, Delhi’ye bağımlı
olarak Balaban.
— ------------ ---- ' şovunun
v elinde__kalmıstı.
............~.... '•* ikinci İskender dive
J
tanınmıştır; Cülûsunun başındanberi bu ünvanı paralarında Kul­
lanmıştır,.
Ala-üd-Din Kalaç büyük ve başarılı bir yönetimci id i;
geçimi ucuzlattırma savaşını kazanması buna örnekti v.ejzama-
nında herkes bu başarı karsısında sasa kalmıştı: hattâ onun
zulmüne ve dini dünyaya karıştırmamakta ayak direnmesine
rağmen her.tuttuğu işi iyi bir sonuca götürmesine şaşan tarihçi
Ziya Bernî bunun ancak Şeyh Nizam-üd-Din Evliya ve daha iki
büyük şeyhle çağdaş olmasına ve_Allahın onu o yüzden
k o ru m a sm a a tfe tm e y e k a gider.
Her yerde olaıp^Jhitenlerden haber alma işine de ç o k '
önem verdiği için f^am^.teşkilâtım (sık sık at değiştiren pos­
tacılar) çok geliştinhrstîT Devrinin anıtları da çok ünlüdür . Bu
yönler üzerinde daha ilerde ayrıntılar verilecektir.
316 HİNDİSTAN TARİHİ

3..— K a l a ç H a n e d a n ı n ı n D e v r i l m e s i
Alâ-üd-Din ölünce “Melik Naib„ olan Kâfur, veiiahat Hı­
zır Han’ın yerine, onun 5-6 yaşındaki küçük kardeşi Şihab-üd-
D in . Ö m ir’î; ölen sultanın uydurma bir vasiyetini. iîejdLsürerek
tahta çıkarmış, onun adına hükümet^ idareye kalkışmış, eski
yeliahtm ve diğer bir kardeşinin gözlerini kör ettirmiş ve Mü­
barek isminde diğer bir şehzadeninkuerı d e l^ e t t ır m ey e kal­
kışmış ise de bu iş için gönderdiği adamlar Mübarek tarafına
geçmiş, ayaklanma olmuş, Kâfur öldürülüp Mübarek, sultan
dian küçük kardeşi Şihab-üd-Din’e vasî olmuş, bir müddet
sonra Mübarek bu çocuğu kör ettirip, Kutb-üd-Din Müba-
rek Şah adiyle tahtaTçikmış ve yen içeril erin kil er e benziven ta­
vırlar takınan birtakım askerleri ezmiştir,. Bütün bunlar Ala-
üd-Din’in ölümünden sonra gelen ilk üç_aviçinde.olmuştur,,

Mübarekşah Mübarek (Kutb-üd-Dünya ved-Din) 4 yıl süren


saltanatının başlangıcında babasının narhlarını
kaldırmak ve hâzineye malettiği araziyi eski sahiplerine geri
vermekle birçok taraftar kazanmış ise de kendisinde babası­
nın dehası olmamakla birlikte onun bütün şiddet ve gariplikleri
bulunduğundan taht ve hayatını çabuk kaybetmiştir.
Hindistan ve Delhi yeniden Keykobad’m şuursuzluklarını
ve şuursuz sefahatini görmüştür,, Hindistan’da “ dokunulamıvan-
lar„ dan addedilga—aşağı tabakadan bir Hindu iken sözde
müslüman olan {H^srev^adında biri Mübarek’in güven ve sevgİ-
sini kazanarak ülkenin gerçek eğemeni olmuş ve herkesi sul-
tandansoğut muştur
Mübarek, kadın süsleri takın ar ak dolaşır, en bayağı d al­
kavuk, hokkabaz ve kantocularla bLdikte _yaşar; babasının
ricalini onlara tahkir ettirir İdi,,
Bir zamanlar da EI-Vasik-i-Billâh adiyle kendini halife
ilân ettirmiştir, ve bu kadar fütuhat yapan babas? “Jkinçi
İsiceıttİjerr^lâkabiyIe yet i nprı i i ken o paralarında “ İskender ' i -
Zaman v e “ El"Vasik*i-Billâh,.Emir - ül- Mü’minin „ ünvanlarını
takınmıştır (1317 ve 18 tarihli gümüş ve altın paralan)
Mübarek’in nedimi Hüsrev ordu kumandanı olarak Dek-
ken_’de bir sefer esnasında ayaklanıp kendini sultan, ilân ettir­
I. DELHİ TÜRK SULTANLIĞI 317

meyi düşünmüş işe de_Xüxk olanJ^yietdmna_y.anaşmayıp işi


Mübarek’e bildirmiş ve Hûşrev’i Delhi’ye götürmüşlerdi, Fakat
x57^ra|kenUe varınca derhal eski nüfuzuna kazanmış ve onu
Delhi’ye götürmüş olan beylerden birçoğunu azil ve hattâ
Kara valisi Melik Telboga’yı hapsettİrmiştir,
Özüne bağlı bir ordusu olmadan bir şey başaramıyaca-
ğını anhyan Hüsrev, budala Mübarek’ten, Öbür beylerin
kendilerine Öz ve çoğunun kendi oymaklarından askerleri ol­
duğunu ileri sürerek, aynı şeyi yapmak müsaadesini almış ve
az zaman içinde 40.000 kişilik bir öze],„jıriiu ^ d mmjş ve bun-
ları ve subaylarını hemen hep kendi “ Kast „ mdan yani “do-1
kunüKamıyanîar,, arasından seçmiştir.,
Bunları gittikçe daha büyük ölçüde saray muhafızları
araşma sokan Hüsrev. b i r ^ ç e j i u b ^ ^
tahta^çıkmıstır; . — •—

' V I. H üsrev v e H induların egem enliği


e le a lm a d en e m e leri
Nasir-üd-Dİn ünvanını taşıyan ve “Kâfir-i-Nimch- diye anı-
lah Hüsrev, Mübarek’i öldürdükten sonra kafasını avlnva attı­
rır, şasıran Türk muhafızlar kaçışır ve sindirilir ve Hüsrev’in
Hinduları saraya egemen olurlar. Kalac hanedanından sarayda
ned rad aY ^ rke^ arsa_jöldimülürr büyükleri zaten Mü­
barek öldürtmüştü.,
Delhi’de bulunan bütün üerigeîenler geçe ortasında
sarayâ çağrılmralupHüteni birmedikleri için hep gelir ve orada
alıkonulurlar. Gündüz olunca Hü^xey^tahta^jotumıı,Jve-Jıepsin-
dçn-----
bîat,, alır; birçoklarım . .1- öldürtür; bazılarını
’---M ..........,yU ..^ ...... işlerinden
___ alı-
koyar; sözde müslüman olmuş kendi Hinduların’dân birçok
kişiyi de önemli güven yerlerine geçirir., Bir yandan güvenme­
diklerini^ öldmtürlten, öbür yandan da yanat
devlet hâzinelerini pek cömertçesine harcar ye, ileride anaca­
ğımız Şeyh Nizam-üd-Din'Evliya dahij, birçok tanınmış adam­
l a r a ş u _ y e s ö z ü geçen şeyhe de
yoksullara bakması için para vermişti, veyahut şeyh, ilerde
paralan geri istiyecek olan Gıyas-üd-Din Tuğluk’a paraları o
yolda harcamış olduğunu söyliyecektir.
318 HİNDİSTAN TARİHİ

Müslüman ve Tüıkler böylelikle hem sindirilmek, hem de


kazanılmak istenilirken Hinduları da kazanmak ve hattâ onlara
dayanmak isteniliyordu; Sarayda bir sürü Hindu ayinleri ya-
pılmakta İd i; Hindularca kutsal ^sayılan sıfırın kesilmesi de
y a sâ k e d ilmişti,
Sütlec ırmağının az güneyinde Dibalpur’da vali ve Mo­
ğol’lara karşı bekliyen orduların veya başlıca ordunun komu­
tanı olan ve pek çok başarılı savaşları dolayısiyle Gazi Melik
diye anılan Gıyas-üd-Din Tuğluk, yeni durumu kabul etmiven
ilk kişi olur; Multan valisi ve yine Moğol’lara karşı bekliyen
başlıca ordulardan birinin komutanı bulunan Behram Ayba
Kişilu Handa ona katılır; yani Moğol’lara karşı beklettirilen
Türk orduları Delhi’de kutulan Hinduluğa. evgin, sözde^ miis•
Iüman, yönetime karşı durum alıp onu devirmek için gereken
ü ğ i^ a ^ 3 o y M ü rİa r
Gıyas-üd-Din Tuğluk’un oğlu Muhammed Uluğ Han (o
devirde Fahr-üd-Din Cavna diye anılırdı) Kutb-üd-Din Müba-
rek’in Ahır Beyi idi; Hüsrev tahta çıkınca, babasının korku-
siyle ve onu da kazanır veya kıpırdanamaz bir duruma geti­
ririm düşüncesiyle, Muhammed’i Ahir beyliğinde alıkoyar;
ancak onu az çok göz hapsinde tutturur,,
O, Ayba Kişilu Han’ın oğlu ile birlikte bir gün kaçmak
fırsatını bulunca Tuğluk ve Kişilu Han, Hüsrev’e karşı askerî
hazırlıklarını açığa vurmaktan artık çekinmezler.
Türlü tali’li çarpışmalardan sonra Hüsrev’in, içinde pek
çok Hint’li bulunan ordusu ezilir, kendisi de bir süre saklan­
dıktan sonra ele geçirilir ve öldürülür (1320),,
Gıyas-ûd-Din Tuğluk Delhi’ye vardığında KalaçJıanedanı
erkeklerinden sağ kimsenin kalıp, ..kalmadığını soruşturur ve
hepsuurToIdurürm^uş^pTduğunu öğrenince yeni sultanın seçilme­
sini ile rl^ e n le re blrâkîr7^>niard^
Ziya Bernî’nin Bü anlatılışına fibni Batuta şunları ekle­
mektedir, Hüsrev’i yenmiş olan iki komutan Gıyas-üd-Din Tuğ-
luk’la Ayba Kişilu Han arasında, her birinin tahtı ötekine
önermesi yolunda, bir yarışma olmuş, sonda Kişilu Han’ın
Tuğluk’a : tahta siz geçemezsiniz, oğlunuz Muhammed geçer
demesi üzerine Tuğluk tahtı kendisi için kabul etmiş.
I. DELHİ TÜRK SULTANLIĞI 319

V II. T u ğ lu k H a n e d a n ı ( 1 3 2 0 - 1 4 1 3 )

1. G ı y a s - ü d - D i n Tuğluk (1320-1325)

G en el s i y a s a Ihtiy a r y a §ta tah ta ? lkan ^ u ğ k ^ m


saltanatı, en çok onarma işleriyle g e çe r: devletin
bozulan düzenini yeniden kurmak, ayaklananları yola getirmek
gibi
îç siyasa bakımından başlıca işleri şunlar olur :
( ^ S e l e f i Hüsrev’in yanat kazanmak için delice dağıtmış
olduğu paraları hazine hesabına geri alm ak;
b) Ala-üd-Din Kalaç’mjpek ağırlaştırmış olduğu vergileri'
indirmek;
c) Ala-üd-Din zamanında hâzineye maledilmiş. araziden,
henüz...geri^verilraeımş^lanlarmı,,,£ah ip l^ ;
d) Sıkı bir güven ve baysallık (asayiş) sağlamak; f
e) Borç için işkenceyi kaldırmak;
f) İşyar atanmasında (memur tayjni)^hahx,.ye^}tjması kal­
dırmak .
Hüsrev macerası, o devirde halkın ezici çoğunluğunu teş­
kil eden HindnMarjn~_ffliç ,yç se rv ^ , ^zanmasınm^MfifiİHman
Türk egemenliği için ne kadar tehlikeli olabileceğini, göster­
mişti; bu işte Gıyas-üd-Din Tuğluk âz çok Ala-üd-Din Kalaç’ın
Siyasasına, belki daha az çetin bir biçimde geri döner..;,, genel
kural şu olur: HindularTn ortalama bir geçim genliğine (refah);
erişebilmeleri caizdir, ancak hırslarını uyandırabilecek ölçüde
zengi n1e şmemelidi rlerye buna göre devletçe tertibat alınmalıdır.
Gıyas-üd-Din Tuğluk iyi, doğru ve başarılı ve kendini
sevdirip~güyen kâzânmiş~Bir yone^tîma^dîyenîn^ bırakmıştır;
bü yoİdaTTleride göreceğimiz gibi, esaslı buyrukları vardır.
Birçok bahçe ve sulama Kurmuş
veya yem baştan düzenlemiş olduğu “ ulak, (ulaştırmadan,
posta) teşkilâtı da çok iyi işler bir durumda idi); bu da ilerde
ayrıca ariİlaçaktırT
320 HİNDİSTAN TARİHİ

Dekken genel valisi Kutluğ Han yeni hane­


V e l ia h t M u h am ­
danı tanımış ve yukarıda anılan değişme ve
medi U lu ğ H a n 'ın
İç savaşlar sırasında Dekken’de genel olarak
V a ran g el se fe ri
v e t a h t a ç ık m a
güven ve baysallık bozulmamıştı,. Ancak
d en em esi Varangel (Telingana, Teleng) racası kendini
Delhi Türk sultanlığına değil, Kalaç haneda­
nına bağımlı saymak istemiş ve o hanedan ortadan kalkınca
bağımsız gibi davranmıştır.
1321 de veliaht Muhammed Uluğ Han'ın komutasında
kalabalık bir ordu Deogir yolu ile ve oradaki orduyu da bir­
likte götürerek Varangel üzerine yürür ve kenti kuşatır,. Onu
çok sıkıştırır ve hem ordusunu beslemek, hefh de olca (ganimet)
almak üzere askerlerine her bir yöne akmlar.^aptırır' ’
Raca barış diler ve, Ala-üd-Din Kalaç zamanında olduğu
gibi, armağanlar vermek ve haraca bağlanmakla kurtulmayı
umar Ancak Muhammed Uluğ Han buna yanaşmaz ve kurganı
almıva kalkışır,,
Kuşatmanın sonlarına doğru birtakımJH indu’lann. yolları
kesmeleri yüzünden bir ay k ad ar.. Delhi...ile haberlfisilemez,,
Ziya Bernî’ye göre veliahtın adamlarından şair Ubeyd ve
Şeyhzade Dımışkı (Şamlı) nın yalan ve fitneleri yüzünden
orduda sultanın öldüğü söylentisi çıkar ve ortalık altüst olur;
bandan- başkn~~btmtaT v~elîaîıtla'“'büyük komutanların arasına
kuşku sokarlar ve her komutan başım alıp bir yana gider.
Varangel’deki Hindu'lar da oradan çıkıp ordugâhı yağma
ederler..
Ibni Batuta ise bu söylentileri veliahtın kendisinin çıkart­
mış olduğunu ve büyük komutanların kendisine biat’a çağır­
dığını, onların buna yanaşmamaları üzerine fesadın çıktığını
yazmaktadır.
Her iki anlatışta da, olayların gelişmesiyle karşılaştırı­
lınca uygunsuz yönler görülür., Genel olarak Hindistan’da Tuğ-
luk’lar devrinde yazmış olan Ziya Bernîde, aşırı kötü ahlâk­
lılık sayılacak işlerde az çok çekingenlik, İbni Batuta’da ise
en ileri dedikodulara karşı bir eyginlik görülür
Her ne ise Gıyas-üd-Din Tuğluk gerek fitne çıkaranları,
gerekse bu. fitneler, yüzünden oğlundan a^Tlam komutanlar-
I., DELHİ TÜRK SULTANLIĞI 321

dan eie geçenleri öldürtür ( bunların birtakımı Bengal’e kaçar)


ve Muhammed yiuğ Han’ı yeniden Var ang e ljiz e r in e gönderir.
Bu sefer o, önce Bihar’ı ondan sonra da Varangel’i alır,
Raca'yı tutsak eder, bütün fil ve hâzinelerini ele geçirir ve
Telingana (Teleng) ülkesini ikta’lara ayırır, yani doğrudan
doğruya Delhi sultanlığının yönetimi altına koyar,, Varangel’e
Sultanpur adı verilir (1323),
Oradan Muhammed Uluğ Han, Orisa (Müslüman tarihçiler
Cacnagar derler) üzerine bir akın yapar, 40 fil alıp geri döner,
Bu sefer sırasında önemli bir Moğol ordusu Hindistan’a girmiş
ve bozulmuştu. -..— .. - ...............■

B e n g a l o la y la r ı Balaban’ın Ölümünden sonra orada kalan ve


„.... ,. s hattâ orada kalmak için Delhi veliahtlığını
bırakıp kaçarcasma Bengal’e dönen Boğra Han, Laknavti
tahtında gerçekten bağımsız kalmıştı; ancak pek açık olarak
anlaşılmamakla birlikte Kalaç hanedanı tahtta iken Bengal’deki
hükümdarlar bir yandan kendi adlarına para başmış, öbür
yandan da Kalaç sultanlarının nazarî egemenliğini tanır gö­
rünmüşlerdir,,
Boğra Han öldükten sonra onun yerine sıra ile iki oğlu
Rükn-üd-Din Keykâvus (1292-1302) ve Şems-üd-Din Firuz Şah
(1302-1318) geçmişti. Bu sonuncusu zamanında Doğu Bengal
(Sonargaon bölgesi) fethedilmiş ve Firuz’un üçüncü oğlu Gı-
yas-üd-Din Bahadır oraya yerleşmişti,, Firuz 1318 de ölünce
oğullan arasında savaş çıkar; büyük oğlu Şihab-üd-Din Boğra
tahta çıkarsa da Sonargaon’daki kardeşi Gıyas-üd-Din Bahadır
ona karşı yürür, vuruşmada Şihab-üd-Din Boğra yenilir ve, ya
vuruşmada ya az sonra ölür., Yaşça ondan sonra gelen kar­
deşi Nasir-üd-Din, Laknavti tahtına çıkar, ancak Sonargaon*
daki kardeşi Gıyas-üd-Din Bahadır’la savaşmak zorunda kalır,
güç bir duruma düşer ve Delhi sultanı Gıyas-üd-Din Tuğluk’-
tan yardım diler,,
Ala-üd-Din Kalaç’ın ölümünden ve hele Kalaç haneda­
nının Delhi tahtını kaybetmesinden beri Laknavti’deki Balaban
soyu Delhi ile her türlü ilgiyi kesmiş gibi idi,, Tuğluk bu di-

Htndistan Tarihi 21
322 HİNDİSTAN TARİHİ

leği Bengal üzerine Delhi egemenliğini yeniden kurmak için


bir fırsat sayar ve oraya yürümeye karar verir.

G ıyas-firî-D in tuğluk, Bengal’e gidecek olan ordunun ba-


T u ğ Ju k ’un §ına kendisi geçmek istediğinden oğlu Mu-
B en gal seferi hammed Uluğ Han’ı Dekken’den çağırtır ve
onu Delhi’de vekil bırakır.
Sultan Tuğluk, Zaferabad (Cevnpur bölgesi) yolu ile
Tirhüt’e varır; orada Nasir-üd-Din onu karşılar; Tuğluk ona
Zaferabad valisi Tatar Han’ın başbuğluğunda bir yardımcı
ordu verir, bütün Bengal ele geçirilir, Gıyas-üd-Din Bahadır
tutulur ve boynunda ip olarak Tuğluk’un önüne getirilir.
Tuğluk, Bengal saray ve ordusundaki bütün filleri alır
ve Laknavti’yi kendisini yardıma çağırmış olan Nasir-üd-Din’e,
Delhi egemenliği altında kalmak şartiyle verir. Başkenti Sonar-
gaon olan Doğu Bengal’i ise doğrudan doğruya Delhi’nin bir
vilâyeti yapar ; ve oraya kendi evlâtlığı Tatar Han’ı tayin
eder; böylelikle Batı Bengal çevrilmiş bir durumda bulundu­
rulur, Gıyas-üd-Din Bahadır da Delhi’ye götürülür.

G ıy as-ü d -D inTuğluk doğu’da iken oğlu Muhammed Uluğ


Han’ın hoşa gitmiyecek davranışlarda bulun-
T u ğ lu k ’un B e n -
duğunu öğrenmişti; o , çok sayıda köle satın
g a l ’d en d ö n ü -
şu v e ö lü m ü ahyc^ (yani kendine bağlı asker ediniyor),
yanat kazanmak İçin para dağıtıyor ve zamanın en ünlü
şeyhi, Nizam-üd-Din Evliya,ya mürit olup ona çok sıkı gidip
geliyormuş; hattâ şeyh “vecd„e geldiği bir sırada ona “sal­
tanatı sana hibe ettik,, demişmiş, Gıyas-üd-Din Tuğluk bütün
bunlara çok kızıp bir yandan oğluna paylayıcı mektuplar
göndermiş, Öbür yandan da şeyhe, kendisi Delhi’ye dönünce
ikisinden birinin orada fazla olacağını söylettirmiş, şeyh de
“Henüz Delhi durest,, yani “Henüz Delhi uzaktır,, demiş, Bu
söz hâlâ Hindistan’da bizdeki “dereyi görmeden paçaları
sıvamak» sözünün karşılığı olarak kullanılmaktadır.
Gıyas-üd-Din Tuğluk, Bengal’den gelince oğlu Muhammed
Uluğ Han onu az ilerde Afganpur adında bir yerde karşılar,
orada bir yerden filler geçince yıkılmak üzere tertip edilmiş
I. DELHİ IÜRK SULTANLIĞI 323

bir köşk yaptırmıştı; sultan bu köşkte oturup fillerin geçişini


seyrederken köşk yıkılır ve sultan ölür (şubat veya
mart 1325).
Bu ayrıntılar îbni Batuta’da vardır ve o bunları, veli-
aht’m şeyhlerinden olan Şeyh Rükn-üd-Din’den duyduğunu
yazmaktadır. Tarihçi Ziya Bernî bu tertibatı anmaz ve köşkün
yıkılışını olağan bir kaza gibi gösterir,
Büyük Türk mutasavvıfı Şeyh Nizam-üd-Din Evliya ile
büyük Türk şairi Emir Hüsrev de o sıralarda ölmüşlerdi,,

2. M uh a m m e d T u ğ l u k , (1325 -1 3 5 1 )
Es-Sultan-ül-Mücahid, Ebul-Feth ünvanlarmı taşıyan bu
hükümdarın devrinde birinci Delhi Türk sultanlığı ilk dağılışa
uğrayacaktır,, Onun dostu tarihçi Ziya Bernî ve konuku ünlü
gezmen Tancaii Îbni Batuta’nm yazılarından Muhammed Tuğ-
luğ’un şu biçimde bîr aclam olduğu anlaşılmaktadır :
Çok anlayışlı, kavrayışlı ye «bilgili; güzel söz söylemek
ye güzel yazmak yeteneğine sahip, ancak çok parlak görünen
ölçemlerinin pek çoğunda b aş arı sizli k, sonsuz bir cömertlik ve
bazen en ufak bir şüphe üzerine birçok kişinin canına kıy­
mak; yine sonsuz bir gurur ve ihtiras, fakat bir şikâyet dola-
yısiyle kadı’nm çağrısı üzerine tek. başına bir suçlu gibi mah­
kemeye gitmek v„ s„
Genel olarak denilebilir ki Ala-üd-Din Kulaç gibi sonsuz
ihtiraslar beşliyen Muhammed Tuğlukj .bunları gerçekleştirmek
çaresini bulamamış ve bu yüzderT kendi kendini, ve .devletini
kasıp' kavurmuş ve eritmiştir. Ala-üd-Din Kalaç birkaç yüz­
yıllık birikmiş raca hâzinelerini ele geçirmiş ve bunlarla or­
dularını beslemişti ve Gucerat, Malva ve Dekken gibi birkaç
milyon km. kareye varan ülkeleri ele geçirerek cihangirlik
İhtiraslarını dinizlemişti; Muhammed Tufel.uk ise o» ölçüde or­
dularbeslem eklîçih yalnız .vergilere dayanmak ve cihangirlik
ihtiraslarını dinizlemek için de Hindistan dışına çıkmak yâni,
İlhanî, Çağatay veya Çin devletlerinden birini yenip ülkesini
fethetmek zorunda idi; bu ise Hindistan içinde yapılacak fütu­
hattan Ölçülemiyecek derecede daha güçtü ve tarihte Hindis­
tan’a dayanarak Kuzey ülkelerinde fütuhatta bulunmak hiç
324 HİNDİSTAN TARİHİ

yapılmamış bir işti,. Özet olarak Muhammed Tuğluk bü' hırs


ve imkânsızlıklar içinde bocalayıp yıkılacaktır. Onunla Ala-üd-
Din Kalaç â ^ ta, tarihçilerin yazılarından
çıkarılabilecek hükme göre, onun bir işe girişmeden önce ge­
reken danışmalarda bulunmayı pek sevmemesi ve dolayısiyle
tasarlarını gerektiği gibi incelenmeden yürütmeye kalkışmasıdır.
Saltanatı olaylarına geçelim :

Muhammed Tuğluğ’un ilk önem verdiği işler,


Y ö n e tim iş le r i yönetim. ve hele maliye işlerine
düzen ver mek
ve b^ ^ ntîn ve vilâyetlerde düzenli gelir ve gider defter­
leri tutturmak, toprak vergisinin her yerde eş
olmasını sağlamaya çalışmak gibi ; yönler olmuştur.. Bunlarda
başarılar sağlamıştır.
Bunlardan sonra, Dekken’in fethi Delhi’yi kenarda bırak­
mıştır düşüncesiyle Deogir’i 1327 dejaaşkent yapar ve oraya
Dev 1etabajd, ,,adını^verir: bu olay Delhi halkını ona düşman
kılar ve pek çok dedikoduların doğmasına ve küfürle dolu,
ona karşın ve alçaltıcı imzasız kâğıtların geceleri gizlice di­
vanına atılmasına sebep olur Ziya Bernî ve İbni Batuta’ya
göre, Muhammed Tuğluk bunlara kızdığı için 1329 da Delhi
balkının toptan Devletabad’a ( 1000 km, kadar uzakta, 40
günlük yol) taşınmasını buyurur ve gereken yardımlar yapıl­
mak ve konaklar kurulmakla birlikte göç pek çok kişinin
yollarda ölmesine ve perişan olmasına yol açar ve Muhammed
Tuğluğ’a karşı sönmez düşmanlıklar doğurur. Bu, onun dü­
şünce ve hesaptan çok his ve hiddete kapılarak giriştiği iş­
lerden bir örnektir.

/Y a n lış 3 2 9 -3 0 d an bu y a n a M u b a m m ^ Ju S U ık -s fe lu -
Ş i k e l i m a lî \
\ te d b irle r/ düşüncesi fühihaL*~yapa€ak«.^Grd^
f, bulmaktır.JDüab’da (Gence-Cemne arası) ver­
giler çok artıphr ve başkent, yani yakın ve zengin bir piyasa
oradan kalkmış olduğundan, bu,5plçerrı i§.bu It^plgeyı çok e z e r;
birçok köylü toprak- ve hayvanlarını bırakıp zenginler,, hizme­
tine, girer yani ecir olur ve zenginler-ayaklanma hazırlıklarına
koyulurlar.
I,. DELHİ TÜRK SULTANLIĞI 325

Yine o sırada Muhammed Turluk malî yıkıma götürecek


olan bir ölçeme başvurur: bastığa bakır ve tunç paranın gü­
müş para, ile eş değerde sayılmasına karar^’verir; böylelikle,
aklı sıra, hâzinesi yoktan ölçüsüz b.ir jser.vetle dolacak- ve -iste­
diği orduları ..toplıyabilecekti; bu amaçla çıkardığı bakır pa­
ralar üzerine bir sürü âyet ve hadis koydurarak onlara bir
türlü kutsallık ta vermek ister. Ancak per çok kişi evinde bu
paralardan basıp onları gümüş değerinde geçirmekle yoktan
zengin olmaya koyulur ve Muhammed..Tuğluk yeni paraların
değerini düşürmemek, için bunları gümüşle başa baş değiştir­
meye koyulunca hazine tamtakır olma yoluna.girer ve >sonda
bu işten ve bu paralardan vazgeçilir, ancak devletiam âll gü­
cü bü yüzden çok sarsılmış..bulunur ve bilhassa fdindulaı^dan
pek çok kişi ölçüsüz zenginleşir, Bu ölçem böyle kötü sonuç '
verince MühammediTaığkık.dahj^ baş­
vurur: vilg^^tlerL.götürü pazarlıkla valilere vermek ; yani o âna
kadar1 olduğu gibi vali, muayyen vergiler toplayıp onların muay­
yen bir kısmını merkeze yolhyan, doğruluğu ve yeteneki ile
tanınmış kendine güvenilir bir kimse olacağı yerde her yıl mu­
ayyen Bir parayı merkeze yollamak şartiyle ve artırma -yolu
ile valiliği üzer ine alan ve halktan elden ^.geldiği kadar çok
para toplamaya çalışan herhangi bir adam, olur,

Törk g e t i r i c e Muhamraed Tuğluk bu gibi ölçemlerle h m m


' s i y a s a s ı / doldürmiyâ çalışmakla birlikte gözünü diktiği/
üIkeIerdfenwgötettlerSphele’^ 5a® aS ^ ^ ^ Ü o -< l
r asan Tür klerine çök büyük armağan ve iyiliklerde ,bulun-\
makta ve oralardan göçmen de getirtmekte idi.

A y a k la n m a l a r 1333 de vergilerin ağırlığı


ve sefalet dolay 1-
siyle ayaklanan Düab halkına karşı çetin bit
sefer yapılır. 1336-37 de yedi yıl önce Delhi’den Devletabad’a
zorla götürülmüş olanların eski yerlerine dönmelerine izin
verilir; işbu bölge (Delhi-Düab) az sonra çok büyük kıtlık­
lara da uğrıyacaktır.
1335 de Muhammed Tuğluk Madura’da (Dekken’in güneyi)
ayaklanmış olan valiye karşı yürürken yolda ağır hastalanır
ve bu duyulunca Devietabad, Hansi ve Lahor’da ayaklanmalar
326 HİNDİSTAN TARİHİ

olur; bu yüzden Madur a’yı geri almak ve valisi Ahsen’i ceza-


ladırmaktan vazgeçilir; böylelikle Hindistan’ın güney ucu
Delhi’den ayrı bir Türk devletçiği olarak kalır ve doğal ola­
rak çok geçmeden Hindu’ların eline düşer,

Bu sıra^a Muhammed Tuğİuk Horasan ve, Tür-


Q rd u iş le r i
Tifaet seferi fistan fethi işine başlamak , üzere büyük; bir
ordu toplar ise de (370,000 atlı kadar) parasız­
lık yüzünden, daha bir iş görülmeden, ikinci yılda, bu ordu-
nüh'önemîi bir kısmını dağıtmak gerekir,
1337-38 yılında, Çin fethine bir başlangıç olmak üzere,
Muhammed T uğluk,Tibetlin fefchina^kalkısır, Karçal denilen ve
neresi olduğu pek anlaşılmıyan dağkk4>ir« bolgeye -yolladığı
80,000 kişilik bir ordu en çok tabiî^ güçlükler ve iklim yüzün­
den ypk olur.
Bu yıkım bir dönüm noktası olur; bundan sonra Muham­
med Tuğluk ölümüne kadar ayaklanmalarla uğraşacaktır. Bunu
yapanların çoğu vilâyetlerini götürü pazarlıkla almış olup üs­
lendikleri parayı merkeze göndermiyen valilerdir,, 1339 da
Bengal bir ayaklanma softücühdâ^devletten ayrılır

clbn-i B a t u t a ’n ın *$ku ^iket se^erl sırasında Çin hacılarının


e l ç i o l a r a k Ç in ’e ziyaret ettikleri bir mabet yıkılmıştı,, Çin
g S ııd e rilm e s i Fağfur’u onu yaptırmak iznini almak için
Muhammed Tuğluğ’a birçok armağanlarla
birlikte elçi yollar. Sultan da “Ehl-i İslâm arazisinde mâbet bi­
nası için yalnız cizye verenlere izin verilebilir, sen de cizye
vermiye razı olursan puthane yaptırmana izin verilebilir,, yo­
lunda karşılık verir. İbnİ-Batuta’yı ve daha birkaç kişiyi
değerli armağanlarla Çin elçisine katıp kendi elçisi olarak
Çin’e gönderir (1342).

D in lilik Bin bir güçjûk içinde bocahyan Muhammed-Xuğluk


g ö s te r i l e r i bunlardan kurtulmak ümidiyle. dinliUL.göaterile^ine
başvurur. Şehzadeliğinde Hindistan’ın en ünlü ve
sevilmiş şeyhlerinden olan Şeyh Nizam-üdrDin Evliya’ya mürit­
liye .etmişti, ancak saltanatı sırasında fakıhleri (müftü v, s) dev­
let işlerine karıştırmazdı ve bunlardan bu yolda ileri gitmek
I. DELHİ TÜRK SULTANLIĞI 327

istiyenleri idam ettirdiği de olmuştur. Her yönden ayaklanma­


larla karşılaşınca bir Abbasî Halifesi bulunup bulunmadığını
soruşturup öğrenmiş, ona elçiler yollamakla birlikte uzaktan
biat etmiş ve 701 hicri yılında (1340-41) o yıl babasının ye­
rine Mısır’da Abbasî Halifesi olan “El-Müstekfî Billâh,, adına
para bastırmıştır.. 1343-44 de Halifenin bir elçisi saltanatını
onayan bir buyruk getirince onu uzaklardan karşılar, ayağını
öper, buyruğu başında taşıyarak atla giden elçinin arkasından
yaya yürür, bütün kendi buyruklarını Halife adına çıkarır,
onun adına hutbe okutur, Halifeye ve elçisine eşsiz armağanlar
sunar v.s. Birkaç yıl sonra son Bağdat Halifesi El-Müsta’sım’ın
4 ncü göbekten torunu olan Muhammed Gıyas-üd-Din admda
biri Delhi’ye gelince kendisine hatır ve hayale gelmiyen saygı
gösterilir ve armağanlar verilir,,

a 11 , Ancak bu gayret ve masraflar, ne ayaklanma-


A y a k la n m a l a r , , , , , , ...
v e f e n n î t a r ı m lan durdurur, ne de yıkımların arkası Kesilir,,
d e n e m e le r i 1343-44 yıllarında Kuzey Hindistan’da Mul-
tan’dan Kara’ya kadar yayılan pek geniş böl­
gelerde güçlükle bastırılan bir sürü ayaklanma olur. Muham­
med Tuğluk pek perişan olmuş olan Delhi bölgesinde fennî
ekim yaptırmak ister, bölgeyi 4,600 km„ karelik kısımlara
ayırtıp her birinin başına bir memur koyar ve her parçanın
her yıl değişen bir ürünle ekilmesini buyurur; bu işe de pek
büyük bir para yatırır; ancak o karmakarışıklık içinde çok
büyük çapta tutulan bu iş bir sonuç vermeden bir sürü parayı
yer. Esasen durum bu gibi ölçemlerle düzeltilmiyecek kadar
çığrından çıkmıştı

D e k k e n ’in 1345 de Muhammed Tuğluk en tehlikeli ölçemini


e ld e n alır; gelb'i çok azalmış olan Dekken ve Malva’dan
ç ık m a s ı 670 milyon tenge vergi almaya karar verir. Bunun
için Dekken’in sevilen valisi Kutluğ Han geri çağ­
rılır ve Dekken’le Malva 4 “şık,, yani kısma ayrılıp herbirinin
başına bir tahsil memuru yollanılır.
Bu iş için Malva’ya gönderilen Aziz Hammar’a (meyha­
neci) -ki kötülüğü ile ünlü idi- Muhammed Tuğluk çetin dav­
ranmasını ve hele “yüzbaşlık„lara (yüz köyün başı) karşı sert
328 HİNDİSTAN TARİHİ

olmasını ve bütün kötülük ve ayaklanmaların onlardan çıktı­


ğım söylemişti.
Aziz Hammar, Malva’ya varır varmaz 89 yüzbaşlığı
konağının önünde öldürtür, bunun üzerine Muhammed Tuğluk
ona övücü bir buyruk ve hil’at yollar,.
Bu olay Malva, Gücerat ve Dekken’deki bütün bey ve
yüzbaşlıklarm ayaklanmasına sebep olur.. 1345 den 1351 e
kadar Muhammed Tuğluk biteviye ayaklanma bastırmakla
uğraşır; her vuruşmada üstün gelmekle birlikte artık her yöne
yetişemiyecek bir duruma gelir ; Bengal gibi koca Dekken de
elden gider.. 1351 de Muhammed Tuğluk yorgun ve hasta
olarak Sind’de bir sefer yakmakta iken ölür..

M u h am m ed Onun ölümünde Hindistan’da üçü bu avak-


T u ğ lu ğ ’u n ö lü - lanmalardan doğma bağımsız beş Müslüman-
m ü s ı r a s ın d a k i Türk devleti vardı:
d u ıu m t Delhi’de Tuğluk devleti.
2„ BengaTde 1338 den beri bağımsız olan bir, hattâ bir
an için iki devlet,
3. Madura’da 1334 den beri bağımsız olan küçük bir
devlet,
4,. Dekken’de 1347 den beri bağımsız olan büyük Beh-
men! devleti.
5, Keşmir’de esasen bağımsız olan bir devlet.
Şurada burada Hindu racaların elinde ufak tefek Hindu
devletleri kalmıştı, bunlar doğuda Orisa’da ve batıda Kuç
ve Katyavar yarımadasında ve keza Himalaya eteklerinde
bağımsız idiler ; büyük Türk devleti içinde de ona bağımlı
böyle Hindu devletçikleri bulunmakta idi,.
Muhammed Tuğluk zamanındaki dağılma sırasında ve
az sonra Dekken'in doğusunda Telingana (Teleng) devleti
bağımsız bir Hindu devleti olarak Türk eğemenliği altından
çıkar, Dekken’in batı güneyinde Iskit-Dravit ırk veya “tip,,
inin yaşadığı bölgede, daha sonra Viceyanagar adını alacak
olan kentin yakınında oturan küçük bir Hindu derebeyi,
200 yıldan çok yaşıyacak (1339-1565) ve bîr zamanlar Dek­
ken’in bütün güneyine egemen olacak olan büyük bir Hindu
imparatorluğunun temelini atar,.
I, DELHİ TÜRK SULTANLIĞI 329

Kuzey Hindistan’da nasıl Çat’lar gibi Hindulaşmış eski


Türk oymakları müslüman Türklerin en çetin düşmanlan ol­
muşlarsa güneyde de Viceyanagar devleti ve ondan sonra
Maharat’lar oradaki veya oralara kadar yayılan Müslüman
Türk devletleri için en tehlikeli düşmanlar olacaklardır; bu
bölgenin ana Müslüman-Türk kaynaklarına daha uzak bulun­
ması ise bu tehlikeyi daha da arttıracaktır.
Aşağıda bu devletlerin tarihleri kısaca gözden geçirile­
cektir, Önce Delhi sultanlığının tarihine devam edeceğiz

3. F i r u z T u ğ 1 u k (1351 - 1388)
Muhammed Tuğluk Sint’te ölünce ordu çok kötü bir
duruma düşer; hem yerlilerin, hem de Türkistan’dan ona yar­
dım için gelmiş olan Altın Bahadır’ın başbuğluğundaki kuv­
vetin saldırılarından korkulmaktadır,. Beylerin yalvarmasiyle
orduda bulunan Muhammed’in amcasının oğlu Firuz Tuğluk
tahta çakmayı kabul eder., Saltanatı 38 yıl sürecektir ; bir
dinlenme ve pek büyük bir ölçüde bayındırlaşma devri olur.,
Onun bu yoldaki işleri, yaşadığımız devirde dahi Övünülecek
ve o devrin Avrupa’sında akla bile gelemiyecek işlerdendir
bunlar az aşağıda görülecektir,
Firuz, Dekken ve Bengal’i, bu son ülkeye seferleri olur­
sa da, geri almak için önemli uğraşlarda bulunmaz veya bunu
başaramaz; ancak Kuzey Hindistan’ın Öbür yönleri toplu ola­
rak onun elinde kalır, 1356 da Mısır’daki Abbasî Halifesinden
kendisine gelen buyrukta onun Sint ve Hint (Bengal’siz Kuzey
Hindistan) Sultanlığı tasdik edilmekte ve Dekken’de Behmenî
hanedanının eğemenliğinin tanındığı belirtilmektedir,,
Firuz devri, Büyük Timur’un Türk topraklarını Moğol
egemenliğinden kurtardığı ve Türkleri büyük fütuhata götür­
düğü devirdir; dolayısiyle, Tengiz zamanından beri olduğu
gibi, Delhi Türk sultanlığı artık Müslüman Türkler için hem
bir sığnak, hem de bir iş bulma ve yükselme alanı olmaktan
önemli ölçüde çık ar; bu yüzden artık eskisi gibi bol olarak
Türk akıntısiyie beslenmiyen Hindistan Türklüğü’nün gücü git­
gide azalacaktır,, Bu yön Firuz’un pek çok yerli köle edindiği
yolunda devrin yazarlarında görülen kayıtlardan da anlaşılır.
330 HİNDİSTAN TARİHİ

F ir u z T u ğ lu ğ F*ruz Tuğluk sofu ve hoca bir sultan idi.,


»un d in î s i y a s e - Müslümanlar için idam ve işkenceyi kaldırır,
t i v e y ö n e tim i şer’î olmıyan hiçbir vergi almaz, Sünnîlikten
az çok ayrılan bütün dinî mezhepleri ve on­
ların kitaplarını, ipek, gümüş ve altm süsleri, içki ve fuhşu
yasak eder; yoksul müslüman kızların evlenmesini sağlamak
için paralar harcar, Brahmanlar’dan da cizye alır (o âna kadar
bu yapılmamakta idi) v. s.
Firuz, yönetimci olarak gevşekti ve pek çok kötülük ve
haksızlığa göz yummuştur. Keza çok kere vilâyet ve ikta’ları
(tımar v„ s.) babadan oğula geçirmekle yer yer hanedanlar
kurulmasına ve devletin kolayca parçalanmasına yol açmıştır..
Ancak bütün bunlar o öldükten sonra patlak verecektir,,

F iru z T u ğ lu ğ ’un Firuz’un bayındırlık işlerindeki başarıları pek


b a y ın d ır e tliğ i olağanüstü’dür ve 19 uncu yüzyılda, buhar v-
s„ gibi kuvvetler kullanılmaya başlanıncaya
kadar aynı müddet içinde (38 yıl) bu kadar çok işin görülme­
miş olduğu söylenilebilir. Kendisine 200 kent’in (irili ufaklı)
kuruluşu atfedilir,, Bunlar arasında: Delhi-Multan yolu üzerinde
bulunan Fethabad; daha sonra aynı addaki devletin başkenti
olacak olan Delhi’nin doğusunda Cevnpur; Delhi’nin 400 km„
kadar batı kuzeyinde Hisar-Firuze, ve Delhi yanında Firuza-
bad gibi büyük kentler de vardır.
Bunlardan başka şu bayındırlık veya sosyal yardım işle­
rini de yaptırmıştır (Firişte, 151):
50 Sulama bendi (baraj)
40 Cami
30 Medrese
20 Hangâh (yoksullar için aşevi)
100 Köşk (kervansaray ve han)
5 Darüş-şifa (hastahane)
100 Makbere (Türbe ve mezar)
10 Hamam
150 Sulama işlerinde de kullanılabilecek kuyu ve su bi­
riktirmeye mahsus havuz ve hazine
100 Köprü
I DELHİ TÜRK SULTANLIĞI 331

Bunlardan ayrı olarak Fİroz’un yaptırmış olduğu birkaç


yüz km„ uzunluğunda dört büyük sulama şebekesi vardır ki
her devir için büyük eser sayılır
Bunlardan biri Sütlec ırmağından (Uluğhanı su yoiu) ve
Öteki Cemne ırmağından ( Racve su yolu) suyu bir çöllük
bölge içinde yeni kurulmuş olan Hisar Firuze’ye getirmekte ve
bütün o bölgeyi sulamaktadır
Batı tarihçileri arasında, işbu Türk eserlerini küçüksemek
için, 14 üncü ve 20 inci yüzyıllar arasındaki farkı unutuyor
görünerek bunların iptidaî özde olduklarını ve bugünkülerle
kıyas edilemiyeceklerini yazanlar olmuştur..
Şemsî Sirac Afif, Firuz Tuğluk devrini bolluk ve ucuzluk
bakımından Ala-üd-Din Kalaç devrine benzetir. Ancak Firuz
Tuğluk zamanında Ala-üd-Din Kalaç’m önce gördüğümüz
örgütü (teşkilâtı) bulunmadığı için yağmursuz yıllarda fiyatlarda
fırlamalar olacaktır, Aşağıda tutumsal durum incelenirken bir
iki karşılaştırma yapılacaktır,.

4, F i r u z T u ğ l u k ’t a n s o n r a k i k a r g a ş a l ı k d e v r i
v e B ü y ü k T i m u r’u n H i n d i s t a n’a akı nı . .
Firuz ölünce tahta torunu Gıvas-üd-Din Tuğluk çıkar,
âciz ve sefih bir gençtir (1388), bu tarihten Büyük Timur’un
akınına kadar (1398) geçen on yıl içmde^^dhi tahtı jyedi kere
sahip değiştirecek ve her biri bir veya birkaç beyin elinde
kukla olan biribirine rakip, sultan, şehzadelerin boğuşmaları
ülke için bir yıkım,^olacaktır; büyük vilâyetler sözde değilse
de gerçekten bağımsız olacaklar ve Hindu’lar her yerde baş
kaldıracak, cızyelvermez olacak ve Müslüman-Türk eğemen-
liğini tehlikeye düşüreceklerdir;
•ıssiM***** mırvrYUıH r, vıu ı^ıi

Genel olarak şu yön doğrudur ki Tuğluk devletini yıkıp


dağıtan Timur akını değil, şu üç olaydır: 1) Artık Türkistan
Türklerinin Hindistan’a gelip yerleşmeye pek-m uhtaç olma­
maları yüzünden orada, ordu ve yönetimin. - her bakımdan
daha güçsüz olan...yerlileşmiş. . Iürklere ve yerlilere geçmiş
olması; 2) Firuz_TuğIuğ’un en önemli makamlara ölenlerin
oğullarını geçirmekle yer yer kök salan hanedanlar TcurüTmâ-
sına yol açm ası; 3) On yıllık amansız şehzade savaşları,,
332 HİNDİSTAN TARİHİ

B ü y ü k T im u r*- ^397 Timur’un t°*unu Pır Muhammed, Mul-


un a k ım tân’ı a^lr ve 1398 de Timur, Hindistan^sultan­
larının puta tapma işini ortadan .kaldıramamış
olmalarını bahane ederek Hindistan’a girer, Delhi*yi alır ve bü-
yük yağma ve tahriplerde bulunur; aynı zamanda Hindulan o
kadar çok ezer ki onların o devirde Müslüman egemenliğini
tehlikeye^ dü|urmeleri olabilirliği ortadan kalkar ..

Timur *399 da Türkistan’a dönerken Tuğluk


B ü y ü k T im u r
devletinin beylerinden olup kendi hizmetine
ç e k ild ik te n
so n ra geçmiş olan Hızır Hân’ı Multan’da vali olarak
bırakır; Hızır Han, Pencab’a ve ona yakın
yerlerin bir kısmına egemen kalır, Pencap’la Delhi arasında ve
Delhi dolaylarında birçok irili ufaklı beylikler ortaya çıkar.
Timur akını sırasında Gücerat ve Malva’ya sığınmış olan Del­
hi’nin son Tuğluk sultanı Mahmut, 1401 de başkentine döner­
se de orada ancak sözde sultan olur, gerçektense biribirleriyle
savaşan birtakım beyin elinde bir kukladır ve ülke sonsuz
beyler savaşı içinde bunalagelmektedir,, Bazen işbu sultan
Mahmut kendi beyleri elinden kaçıp doğuda Cevnpur’daki
bağımsız sultana sığınacak, bazen de onunla savaşacaktır,, 1413
de Mahmut öldüğünde devleti Delhi dolaylarını aşmıyordu,,
Doğuda Cevnpur’da (Cavnpur) bağımsız bir devlet ku­
rulmuştu,, 1393 de son Tuğluk sultanı Nasir-üd-Din Mahmud
tahta çıktığında beylerinden Hoca Cihan diye ünlü olan Me­
lik Server adında biri, Gence’nin doğusunda pek büyük ölçüde
ayaklanmış olan Hindulara karşı giden ordunun başına, sultan-
üş-Şark ünvaniyle, geçirilmiş ve 1394 de yola çıkmıştı. Cevn-
pur’a yerleştikten sonra resmen değilse de gerçekten bağımsız
bir hükümdar gibi davranır. 1399 da, Timur’un Hindistan’dan
çekildiği sırada Ölür ve yerine geçen evlâtlığı Melik Karanfil,
Mübarekşah adını alır, resmen bağımsızlığını ilân eder ve hut­
beyi kendi adına okutur.
Gücerat valisi Zafer Han, yine Tuğluk şehzadeleri kavga­
ları sırasında 1396 da gerçekten bağımsız olmuştu; 1397 de
oğlu Tatar Han’la birlikte Delhi’yi almak ve orada yeniden
güçlü bir devlet kurmak düşüncesiyle Delhi üzerine yürümiye
I. DELHİ TÜRK SULTANLIĞI 333

hazırlanırken Timur’un geleceğini duyar ve Giicerat’ta bağımsız


kalmakla yetinir.
Gücerat’ın batısında ve Malva’nın güneyinde küçük Han-
deş ülkesi (Han ülkesi) de bağımsızlaşır (1382). Bu devleti kuran
Melik Ahmed’in 2 nci Halife Ömer soyundan olmak iddiasında
bulunduğu için Handeş’deki devlete, Farukî devleti de denir,
Malva’da vali Gurlu Dilâver Han, Timur akını sıralarında
gerçekten bağımsız kalmış ve 1406 da ölünce oğlu Alp Han
resmen bağımsızlığım ilân edip Huşeng Şah adını almıştır.
Aşağı Sint’te, Muhammed Tuğluk zamanından beri kâh
yarı bağımsız, kâh Delhi’ye bağlı kalan ve kendilerini ünlü
efsane kahramaniyle ilgili göstermek için "Cem,, adım taşıyan
başkanlar vardı, Timur akımndan sonra Tuğluk adında biri
orada bağımsız hükümdar olarak görünür,,
Bengal, Keşmir ve Dekken’deki devletlerin durumlarında
önemli bir değişiklik olmaz,,
Bütün bu devletlerden kısacana bahsedeceğiz,
Bundan önce Hindistan’ın güçlü ve kurucu unsuru olan
Türklerin durumunu gözden geçirelim,, 13 üncü yüzyılın ilk
yarısında nasıl Tengiz’in Türkistan’ı alması, Delhi Müslüman-
Türk devletinin biteviye kuzeyden gelen bir Türk akıntısiyle
beslenmesine yol açmışsa, 14 üncü yüzyılın ikinci yarısında
Büyük Timur’un Moğolları Türkistan’dan sürmesi ve ora
Tüıklerini kocaman bir devletin başına geçirmesi, demin dedi­
ğimiz gibi, Hindistan’a gitmekte olan Türk akıntısını tabi atiyle
durdurmuş veya çok azaltmış ve Hindistan Türklüğünü güç­
süz bırakmıştı.. Bu durum Pencab’ın kuzeyindeki dağlık böl­
gede yaşıyan ve daha önce anlatılmış olduğu gibi büyük
ölçüde Türk olan başka bir ulusun, Afgan ulusunun Hindis­
tan’ın en Önemli kısımlarına egemen olmasına yol açacaktır,,
15 inci yüzyılın başında Afganiar arasında en çok sözü ge­
çenler Ludi’lerdir, bunlar Afganlaşmış eski Kalaç Türklerin-
dendirler 1 ,

1 Hindistan »Cambridge» tarihide bunlar için (c„ III s. 224): «Lu-


diler neslen Kalaç veya Gilcaî Türkleri’dir ; fakat Afganistan’da o kadar
zamandanberi sakindirler ki 15 inci yüzyılda onlara Afgan demek doğru
olur» der..
334 HİNDİSTAN TARİHİ

Ludi’lerden Devlet Han Ludi son Tuğluk sultanı Mah-


mud’un beyleri arasında en güçlüsü olur ve işbu hükümdarı
bir kukla gibi kullanarak birtakım Öbür beylere ve Timur’un
ve ondan sonra oğlu Sahruh’un Multan’da valisi olan Hızır
Han’a karşı bir sürü savaşa girişir,
1413 de sultan Mahmut ölünce, Devlet Han kendini sul­
tan ilân ettirirse de Hızır Han Delhi’yi kuşatıp alır ve oraya
yerleşir (1414),, Böylelikle Afgan saltanatının kurulması 37 yıl
gecikmiş olacaktır,,

V III. S e y y it H anedanı (1 4 1 4 -1 4 5 1 )

Yukarıda gördüğümüz gibi Multan’da Büyük Timur’un


valisi olarak kalmış olan ve biteviye komşu beylerle savaşa-
duran Hızır Han 1414 da Delhi’ye yerleşir,
O, ölünceye kadar kendini Timur’un oğlu Şahruh’un
Hindistan valisi sayar ve “ Rayat-i-A’la „ yani “En yüksek
bayraklar,, gibi bir ünvanla yetinir., Ancak Hindistan’da ger­
çekten bağımsızdır.
Hızır Han öldükten sonra oğlu Mübarek kendisine şah
dedirtip Türkistan’la ilgisini kesecek ve böylelikle Delhi tah­
tına yeni bir hanedan çıkmış olacaktır,, Buna Seyyid hanedanı
derler; ancak bunların SeyyidTiği, Seyyid-üs-Sadet denilen
Buharalı ünlü şeyh Celâl-ül-Hak veş Şer’ ved-Din’in Hızır
Han’ın babası Süleyman’a bir yakıştırmasından ibarettir, Bu
Süleyman, Multan valisi Malik Merdan’ın yetiştirdiği bir çocuk
olup sözü geçen şeyh onu işbu valinin evinde görmüş ve
Seyyid'liği ona yakıştırmıştır, 1
Firuz Tuğluk’un bir yerin valisini hep aynı soydan seç­
mek göreneği dolayısiyle Multan’da, Merdan’dan sonra onun
oğlu, ondan sonra sıra ile evlâtlığı Süleyman ve onun oğlu
Hızır vali olurlar,
1395-96 yılında Dibalpur valisi Sareng Han, Hızır Hanla
savaşmış ve Multan’ı ondan almıştı; dolayısiyle 1397 de Ti­
mur’un torunu Pîr Muhammed Multan’ı aldığı sırada orası

1 Tarih-i Mübarek Şahî, s, 182 ve Firişte c,. I, s. 162,.


I. DELHİ TÜRK SULTANLIĞI 335

Sareng Hanı’n elinde bulunuyordu ve Hızır Han Biyana’da bir


sığıntı gibi oturmakta idi.,
Timur Delhi’ye girince Hızır Han ona gitmiş ve hizmeti­
ne girmişti; Timur çekilirken ona der ki: “Delhi’yi ve bütün
alınmış olanları sana bağışladım,,; daha sonra Lahor’da iken
Multan ve Dibalpur’u Hızır Han’a bırakır,. Bu yönler Seyyid
hanedanının tarihçesi olan “Tarih-i Mübarek Şahî„ yazarı Yah­
ya Sihrindi’ce bildirilmektedir (s., 166-167),,
Buna göre Hızır Han kendini, Multan ve Dibalpur’da vali
ve Timur’un geçmiş olduğu yerler için de onun genel vekili
saymakta, o zamanın anlayışına göre, haklı görülebilir,
Hızır Han devri esas bakımından son Tuğluk devrinden
pek farklı değildir; devlet ve hükümdar daha güçlüdür, ve
beyler sarayda egemen değildirler ; ancak ortalığın karmaka-
rışıkliği devam etmekte ve vergi toplamak için biteviye sefer­
ler yapmak gerekmektedir; bazen de vali veya beyden vergi
alınılamaymca ve onun kurganını kuşatıp almak güç gelince
ona ait yerleri yağma ettirerek vergi karşılığı alınmaktadır.

H ızır H a n ’d a n Hızır Han’ın oğlu silik ve güçsüz bir devlet


s o n r a S e y y id adamı ve komutanıdır,, Yukarda da gördü-
iî a n e d a m ğümüz gibi Mübarek Şah ünvanmı alır ve
GürkanlTlarla (Timur oğulları) her türlü ilgiyi
keser,, Saltanatı ayaklanmalar içinde geçer,,
1434 de nüfuzunu kırmak istediği veziri Server-ül-Mülk
tarafından öldürtülür ve yerine kardeşinin oğlu Muhammed
ve ondan sonra da 1444 de onun oğlu Alem Şah tahta çıkar ;
hepsinin saltanatları kargaşalık, ayaklanma ve iç veya dış
savaşlar içinde geçecektir ve devlet gittikçe daha güçsüz
olacaktır, Son yıllarda devlet işleri Pencab’ın büyük bir kıs­
mına egemen olan Behlül Han Ludi adında bir Afgan beyinin
elindedir,, 1451 de Alem Şah Behlül’ün baskısına dayanama­
yarak tahtı ona bırakıp Badaun’da küçük bir toprak sahibi
gibi yaşamaya koyulur. Böylelikle bilinci Delhi Türk sultan­
lığı sona ermiş ve onun yerine birinci Delhi Afgan sultanlığı
kurulmuş olur,
336 HİNDİSTAN TARİHİ

IX. Birinci Delhi Türk sultanlığında devlet,)


'""7 - tutum lıaya^ı
1 Devlet Hayatı

1206 da Gaz ne sultam Muiz-üd-Din’in ölümünden sonra


Hindistan’daki Türk .-yönetiminde temelli bir. değişiklik pluİT
bu ülke kendi içinde yaşıyan ve onun şartlarına tâbi olan^
kimselerce yönetilir ve bunlar Multan ye-La.hor~.gibi.kenarda
değil Kuzey Hindistan düzlüğünün göbeğinde..Delhi’ye yerleş=_
mig_ bulunurlar. Eğer Müslüman Türkler Hindistan ikliminin
bilhassa yabancılar İçin, yıpratıcı ve gücsüzleştirici o lan şart-
larına rağmen kâh bir, kâh birkaç hükümet olarak Hindistan’ın
büyük kısmını 6=200 yıl kadar ellerinde tutabilmişlerse, bunun
Ana ^yurttan biteviye akıp gelen ve ordu ve yönetimde...Türk
çokluğunu sağlıyacak ölçüde..bulunan- bir. göçmen akıntısına^
ve Hindistan .sınırlarında da birçok Türk oymağının ..yaşama­
sına- borçludurlar, Bu^ akmtıyı önce, Türkistan’ın Tengiz zama­
nında Moğol ve Müslüman olmıyan Türklerin eline geçmiş
olması çok bol-olarak sağlamıştır,, 14 ncü yüzyılın ikinci yarı­
sında büyük Timur Türkistan’daki Moğol egemenliğini sona erdi­
rince Hindistan’daki Türk gücünün gevşediği görülür ve bündan,
daha önce işaret ettiğimiz bazı sebeplerden, artık oraya Türk
göçmen akıntısının çok gevşediği sonucu çıkarılabilir.. 15 nci
yüzyılda Kuzey Hindistan egemenliğinin Afganlara geçmesi de
bu düşünceyi berkitir.. 16 ncı yüzyılda, Türkistan, bozkır oy­
makları olan Özbeklerin eline düşünce Hindistan’a doğru Türk
göçmen akıntısı yeniden kendini gösterir; oraya Babur 10-15.000
kişi ile girerse de oğlu Hümayun on yıl sonra 15 yıl için oradan
kovulurken kendisiyle birlikte 200,000 hane halkı geri dönmek
iste r; bu aşağı yukarı on yıl kadar bir müddet zarfında ku­
zeyden gelip Hindistan’a yerleşmiş Türklerin sayısını gösterir.
İşbu 16 mcı yüzyıldan bu yana Avrupa ile Çin ve Doğu
ülkeleri arasındaki tecim hemen hep deniz yollarını tuttuğu
için, gitgide genel acun gidiş - gelişinin dışında kalan ve yok­
sullaşan Türkistan’dan Hindistan’a doğru önemli bir göçmen
akıntısının olageldiği ve Hindistan’daki Timur oğullan saltana­
tının bu akıntıdan güc kazandığı sanılabilir,.
I DELHİ TÜRK SULTANLIĞI 337

Bu akıntı dışında, ancak tabiî onunla karşılaştınlamıya-


cak kadar az ölçüde, ordu için Türkistan’dan kul satın alma
usulü de vardır, bunlar oymak savaşlarında esir edilen çocük-
îardiy ancak ^imu£^oğıılinr.ud,eidndeJıa^ısuLaz._çok ortadan
kalkmışa benzer..

S u lta n Mutlaktır» Ç°k kere beylerce seçilmekte ve sık sık


hanedan değişmektedir „’Hdanedanların öm rü, hele
kurucularının veya büyük adam olan hükümdarlarının ölü­
münden sonra, şaşılacak kadar kısadır. İletmiş hanedanı o
Öldükten sonra ($03ve kendisiyle birlikte 55>;Balaban hanedanı
o öldükten sonra 3 ve onunla birlikte 24; Kalaç hanedanı
Ala-üd-Din öldükten sonra 4^ onun ve amcasının saltanatİyle
birlikte JSO^yıl tahtta tutunabilmistir, Turlukların t 98"yıl..■tahtta,.
kalabilmeleri kısmen Orta Asya’da yukarda sözü geçen deği­
şikle
-•■■■■L'.ranlaşılabilir
-u-'— (' TimuPunH^'o
1• ~ğol 1ar ıHkövmasÎTHâheda
İlilTI. .1... ' nların
bu kısa ömürleri başlıca iki âmille açıklanabilir: 1) Hindistan
ikliminin yıpratıcılığı; 2) Türkistan’dan biteviye gelen Türk
göçmen akmının ordu ve yönetim işlerinin başına biteviye çok
güçlü üzkisiler geçirdiği için bunların, mütereddi biri tahta
çıkınca onu kolaylıkla devirmeleri. Bu akıntının azalması
Tuğluk hanedanından birkaç mütereddinin epey zaman tahtta
kalmasını anlamaya yarayabilir; 15 inci yüzyılın başına kadar
bütün hanedan kurucuları Aybey, İletmiş, Balaban, Celal-ûd-
Din Fir uz Kalaç, Gıyas-üd-Din Tuğluk hep-Jdindisteırdışmda
doğmuşlardır; iVlâ-üd-Din Kalaç) ve Muhammed TuğluîD gibi
güçlü uzkişiler de; en kuvvetli ihtimale gore^ ya^ Hindistan dı­
şında doğmuşlar ve babalariyle oraya gelmişlerdir Veyahut
yeni Hindistan’a gelmiş Türk ana ve babanın çocuklarıdırlar,,
Delhi devletinde ün kazanmış kimselerin pek çoğu da bu
dummdâdirlar..
Bengal ve Dekken gibi Türk güc kaynağından uzak olan
ülkelerde ise durum _az çok başka olup oralarda yerlilerin
Önemi daha belirlidir,
DeJhiJTürk sultanlarının bir özelliği de öbür Müslüman
hükümdarlarından çok az bir ölçüde bir .kamu oyuna (efkârı
umumiye) bağımlı olmalarıdır; çünkü, hele başta, en çok bir­
kaç yüz bin Türk bey ve askerine ve azıcık ta birkaç milyon
H in d is ta n T a rik i 22
338 HİNDİSTAN TARİHİ

yerli ve yerlileşmiş müslümana dayanarak on milyonlarca ki­


şiye eğemen idiler ve dayanaklarını yani orduyu memnun et­
tikçe ötekilere yani kütleye pek aldırış etmiyebilirlerdL
Öyle görünüyor ki başta sultanın beylere karşı durumu
“eşler arasında birinci,, sözüyle anlatılabilirdi ve bazı sultanlar
beylerle anlaşarak ış görmek zorunda idiler, yani beyler az^çok™
İngüiz^ilâHİstûCratie„ sine benzemekte idiler, bu en çok, İîet-
mis’in sıra ile tahta,..cıkanCüç oğlu.Übir klzı ve bir torununun
devirleri için doğrudur,, Bundan başka ilk zamanlarda sultan­
ların yaşayışlarında az çok sadelik olmalıdır: çünkü Kırmıtî-
lerin İletmiş’e yapmak istedikleri suyİkast dolayısiyle öğreniyo­
ruz ki o, cuma namazı için camiye yalnız başına veya pek_az
kişi ile gitmektedir .. Ancak onun der barları (burada genel
resmî kabul anlamında) debdebeleriyle ünlüdür.. Balaban’la bu
debdebeye daha da çok önem verilir ; ona göre sultan hem
beylerine, hem de herkese karşı çok üstün bîr durumda ol­
duğunu göstermelidir ; bunun için beylere karşı çok sıkı bir
teşrifat ve halka karşı da essiz debdebe ve güc ve büyüklük
gösterileri yapılmalıdır; tâ ki birinciler sultanla yüz göz ol-
masınlar ve fatihlere yabancı olan yerli halk ta kendi başına
geçmiş olan küçük kütleyi ve onun başbuğu olan sultanı o
kadar güçlü ve büy.iik. bilsin ki ona kafa tutmayı a kıldan bile
geçirmesin.
Sultanlar anıtlarının kitabelerinde kendilerine...şu sıfatlar ı
verdirmektedirler (din ile ilgili sıfatlar dinî kısımda görüle­
cektir): Ulusların boyunlarının maliki, alemlerde emniyet ve
-- Im|| MJ „ I lı,,Wll*»nrf1t——MVfM TI|llll|~nmrTTfc<fiWnr>n»f İTİYDİ-TTMftflBnfilHI^111 1 —1—
' l— " ""-mn-- -
amanın yayıcısı, adalet ve şefkatin saçıcısı.

B e ,U r (E m fr, Büy ük î okluSu kuzeyderı ^ ^ e . j m d l t e r . ’dir


ve aralarında T ü n e lim i yanları istememekte­
k o m u ta n )
dirler,. Sultanda bazı bazı bunların arasındaki
dayanışmayı kırmak iç in ^ önemli makam­
lara adamlar getirmek denemelerinde bulunmaktadır; bu dene­
meler suİtânın gücüne göre başarı veya başarısızlıkla karşılaş­
maktadır ^ .. /y\
Beylerin bir kısmı satın alınmı^-/ kullardan, ' bib^kısmı da
şu veya bu biçimde orduya, girip yükselmiş kimselerdendir.
1, DELHİ TÜRK SULTANLIĞI 339

Y ö n e tim bezediğim iz devre için bunu kesin olarak gösteren


eser yoktur, mevzuubahs devirde veya önayakın
zamanlarda yazılmış eserlerdeki olaylardan bazan yönetim bi­
çimine dair hükümler çıkarılabilir; aşağıda bunu yapmıya çalı­
şacağız.
Sultanlık içindeki ülkdsLJM Jjüvûk kısma ayrılmaktadır^
a) memurlarla yönetilen kısım ; (^^harac^veııen.^erlLracaların
elinde bırakılan kısım,,
Bir ülkenin ikinci biçimden birinci biçim yönetime geçmesi
için oraya binlerce, bazan büyük yerse, on binlerce Türkün
(bey, er ve bunların çoluk çocukları) yerleşmesi gerekirdi ;
dolayısiyle başta, birçok yerler daha kola y olan ikinci biçimde
yönetilmiştir.
Memurlarla yönetilen kısımda iki bölge vardır ki adı çok
geçer “Havali-i-Delhi,, ve “Düab„ (iki su).. Havali-i Delhi işbu
kentin az güneyinden başlayıp Cemne ırmağının batısında 150
km, kadar genişlikte olarak Himalaya eteklerine kadar gider.
“Düab„ ise Cemne-Gence ırmakları arasındaki bölgenin Hima­
laya etekleriyle onlara muvazi olarak Delhi ile Ağra arasında
yarı yoldan geçen bir çizginin kuzeyinde kalan bölgedir,.
Memurlarla yönetilen bölgede iki türlü yönetim vardır,
birincisine “Arazi-i-Halise.. veya kısaca (^Halise^)denir; burası
doğrudan doğruya merkezden sultan hesabınayönetilir; İkin­
cisine “Arazi-i-Maktu’â„ veya kısaca ( “İkta^, (kesilmiş) denir
(Caygir ve türkçe “tuyul,, tabirleri de vardır ki bunlar daha
sonraki devirlerde daha çok kuUnaılacaklardır); ikta’ları kısmen
olsun OsmanlI’daki rttm ahve zfometiııfearsılıfrı savabiliriz. İktâ’-
lar ikta’dar veya “Mukti’„ denilen kimselere, gelirlerin bir kısmı
bir iş karşılığı olarak a h k p ^ veya bilinen bir işe sarfe-
dilmek üzere .dağıtılmıştır. “Mukti’,, tabiri daha çok valiler,
“İkta’dar,, tâbiri de öbür ikta’ sahipleri için kullanılır.
Havali-i-Delhi’deki yerlerin pek çoğu hemen biteviye ve
Düab’dakiler Ala-üd-Din Kalaç’tan başlıyarak “Halise,,, vilâ­
yetler ise “ikta,, idiler. O devrin tarihçileri “Mukti,, sözünü,
vali karşılığı olan “Melik,, sözünün eşi gibi kullanmaktadırlar(>
Merkez teşkilâtı için kesin birsev denemez; Ziya Bernî,
Boğra Han’ın, oğlu Keykubad’a verdiği öğütler sırasında baş­
lıca dört daireden bahsettiğini yazmaktadır (s. 152),,
340 HİNDİSTAN TARİHİ
_ tr>0-erke» kh> U —
1, Divan-ı vezaret; başbakanlık ve maliye dairesi.
2. Divan-ı risalet; haberleşme dairesi, metinden gizli işlere
bakan bir güven makamı olduğu anlaşılmaktadır,
3,, Divan-ı arz; ordu işlerine bakan daire,,
4, Divan-ı inşa; vali ve taşralardaki idare ve maliye
murlarından sorulacakları soran ve onların sorularına karşılık
veren daire (iç ve maliye bakanlıkları); öyle sanılabilir ki di-
van-ı vezaret, melik (vali) ve büyük bey (emir)lerin başkente
olan malî işlerine ve divan-ı inşa da genel malî işlere bakmak­
tadır „
Keza Ziya Bernî’nin başlıca sultanların devrinden bahse­
derken zamanın ilerigelenlerini saymaktadır, böylelikle şu
makamların bulunduğu anlaşılıyor: (r^ ___
1/Kadı (adı hep başta, hattâ sultanın kardeş ve oğulların­
dan önce geçer, din işlerinin de başı gibi görünür) çok kere
“Sadr-ı-Cihan,, unvanını taşır, bazan “Kadı-ül-Kuzzat„ denir..
; Vezir
. Melik naib (sultanın vekili anlamında)
Vezir ve melik naib her vakit yoktur veya adları her
sefer geçmemektedir.
Arız (Aıız-i-Memalik; savaş işleri veya Savunma Bakanı)
Vekilder veya^vekil-i-der (kapı vekili ?)
Bar bey (protokol şefi)
Dad bev (Adliye Bakanı)
Ahır bey (süvari komutanı ve belki de merkez ordusu
komutanı)
Serdevatdar (başkâtip)
Has hacip (baş mabeyinci)
Kutval (zabıta işlerinin başı)
Emir-i şehr (belediye reisi)
Emir-i şikâr (av işlerine bakan bey)
Ser Candar (muhafız birliği başkanı)
Ser sİIâhdar (Silâhlara bakanların başı?)
”Şahne-i fiT (fillere bakanların başı?).. “Şahne,, az çok
“kâhya,, karşılığına benzer.,
Hantadar (Harita, torba ve çanta anlamındadır),
Emir-i Meclis ?
I. DELHİ TÜRK SULTANLIĞI 341

Debir (Kâtib)
Emir-i Küh (Dağ beyi; tarım işleri başı?)
Kır Bey (tarım işleri başı ?). Bu makamla “Emirî Kuh„-
luk makamının birden zikredilmeyişinden birinci ünvanın İkin­
cisinin farsçası olduğuna hükmolunabilir, Bugün el’an KâbiFde
bahçıvan başı için Türkçe olarak “dağ başı,, denilmektedir.,
Eşik melik (Eşik ağası?)
Çavuş (Bizdekinden yüksek bir makamı ifade etmeli)
Sahne-i imaret (imaret işleri müdürü?)
Şahne-i bargâh (saray işler; müdürü ?)
Müstevfi (Defterdar)
Hâzin (Haznedar)
Ser camdar (Bardakçı b aşı; eğer camedar yerine yanlış
yazılmış ise esvapçı başı)
Her sultanın devrinde bütün bu makamların hep birden
mevcut olduğu söylenilemez,,

V i lâ y e t le r
Vilâyetlerin sayısı^ büyüklük) ve sımrla?! hep
v e v a lile r değişegeîmiştir., Vilâyet, önce de söylediğimiz
( m e lik le r)
gibi, bir “ikta,. dı r ; dolayısiyle “ başındakine
“mukti., denir, ancak “ melik., sözü daha.cok kullanılmaktadırj
Melikler, vilâyetlerinin hem de askerî komutanıdırlar, ve sa­
vaşçıd a, iktalarmın karşılığı olarak besledikleri ordu ile bir-
likte buluımdan-veya şu veya b u _ j^ y ıd a ...asker yollarlar;
vilâyetler inim asayişinden ve. orada yergilerin toplanmasından
da sorumludurlar..
Melikler in para bakımında n merkezle^ münasebetler i baş-
lıca iki biçimdedir; Birincisine göre ; usulden olan biçim ve
ölçüde vergi toplar, vilâyetin masraflarını görür, muayyen
sayıda asker besler ve muayyen zamanlarda gelirlerin muay­
yen bir kısmını merkeze yollar., İkincisine gör e : Melik vilâyet
gelirlerini iltizama almış bir kimsedir ; üstendiği parayı baş­
kente yollamak ve pek ayaklanma ve dik kafalılık kokusu
vermemek üzere işlerine kimse karışmaz.
Sultanın güc ve anlayışına göre bu iki biçimden biri ve
bunlar arasında ortalama birçok biçim yürütülmüştür,. Ancak
esas olan ilk biçimdir,
342 HİNDİSTAN TARİHİ

Vali, komşu HindiL^devIetifirine karsı (eğer onların bir


saldırı veya baskınına uğramamışsa) sultandan izin almadan
savaşa girisemez; ganimailenn^-nsk,erje--..ı
sultana getirilmelidir..
yû Gıvas-üd-Din Tufrlukkın aşağıdaki genelgesi (Ziya Bernî,
s,. 429-431) meliklerin ve ikta sahibi beylerin genel durum-

“ Eğer vezaret divanına çağrılmak yükünden ve tazyika


ve nezaketsiz muameleye maruz kalmaktan ve emir ve melik
sıfatiyle şeref ve itibarınızın şerefsizlik ve itibarsızlığa mün-
kalip olması tehlikesinden kurtulmak İsterseniz:
“ Ikta’larmızdan hafif talepte bulununuz k
“ Ve bu hafif talepten bir mikdarını kendi adamlarınız
(vekil, memur) için ayırınız.
“ Ve askerlerinizin ücretinin en ufak bir cüzüne bile gözü­
nüzü dikmeyiniz.
“ Kendi malınız (varidatınız) dan ufak bir şeyi askerleri­
nize (ilâveten) verip vermemek sizin kararınıza bağlıdır.
“ Fakat orduya tahsis olunan “meblâğdan,, en ufak bir
şeye gözünüzü dikersiniz :
“ Sizin hakkınızda emir ve melik kelimesi ağaza bile
alınmamalıdır.
“ Ve hizmetindekilerin ücretlerinin bir kısmını yiyen emir,
toz yutsa daha iyi eder,.
“ Fakat emir ve melikler bölge ve vilâyetlerinin varidatı­
nın onda yarım veya onbirde yarım, onda bir veya onbeşte
birini beklerlerse (alırlarsa),
“ Ve valilik ve mukti’lik hakkını alırlarsa,
“ Bunu yasak etmek için sebep yoktur; ve bunu geri
istemek ve geri almak için tazyika müracaat etmek teessüfe
şayandır,,
“ Keza eğer onların bölge ve vilâyetlerindeki vekil (kâr-
kunan-iş adamları) ve mutasarrıfları maaşlarına ilâveten topla­
dıkları varidatın yüzde yarımı veya birini alırlarsa,

1 Az vergi almak mânasına gelebileceği gibi şahsınız için aldığınız


para az olsun mânasına da gelebilir; sonraki fıkralar ikinci şıkkı takviye
eder
I.. DELHİ TÜRK SULTANLIĞI 343

“ Bundan dolayı azledilmemeiidirleı ve bu para onlardan


dayak ve İşkence, hapis ve kelepçe vasıtasiyİe istirdat edil­
memelidir,
“ Fakat mutat fevkinde para alırlar ve yazılarında hile
yaparlar ve bazı anlaşmalarla (muvazaa olacak) fazla para
edinirlerse bu gibi hain ve hırsızlar azil ve tahkir edilmelidir
ve dövülmeli ve işkenceye çekilmeli, hapse ve kelepçeye ko­
nulmalı ve çaldıkları para aile servetleriyle birlikte ellerinden
alınmalıdır,,.
Gıyas-üd-Din Tuğluk, hasılata göre vergi alınmasını,
bu hususta casuslara, müveffirlere (hasılatı vefir yani çok diye
haber verenler olacak) ve varidat mültezimlerine yüz verilme­
mesini ve divan-ı vezaret etrafında dolaşmalarına müsaade
edilmemesini ve şüphe ve tahmin veya casus ve müveffirlerin
ihbarlarına inanarak verginin birden arttırılmamasını ve vergi­
lerin tarımın artmasını teşvik edecek biçimde alınmasını
emreder.,
Muhammed Tuğluk devrinin başında, İbni Batuta’ya göre,
(c„ II, s, 10) Sint ırmağı ağzında bulunan Laheri valisi gelir­
lerin % 5 ini sultana göndermekte, yine % 5 ini kendisi için
alıkoymakta ve % 90 ını ordu, yönetim ve sair İşlere harca­
maktadır ; bu vilâyet, sınır üzerinde bulunduğu için, bu nisbet-
lerin öbür vilâyetlere de teşmili doğru olmaz düşüncesindeyiz
Daha sonra Muhammed Tuğluğ’un, yönetim kabiliyetleri­
ne pek bakmadan, vilâyetleri artırma usuliyle en çok para vâ-
dedenlere verdiğini de yukarda gördük..
Hindistan’da, ülkenin büyüklüğü, gidip gelme güçlükleri,
çöllük ve bataklık bölgelerin gidip gelmeyi ayrıcâ ğücleştir -
mesi ve aylarca süreh~”~yağmur mevsiminde yolların kalabalık
kütleler için~Hemen geçilmez bir duruma gelmesi yüzünden
uzak vilâyetlerdeki meliklerin az çok birer sultan durumunda
bulunmaları gerekmekte id i; bunlar milyonlarca yerliye eğe-
men olmak ve kcünsuH indu devletlerine de gerekince kenoı-
lerini saydırmak için binlerce kişilik orduya, malik olmalı idi­
ler, Bu ise çoluk çocuklariyle birlikte, çoğu Türk olmak üzere,
en aşağı 15-20,000 kişinin yanlar inci a Bulunması demekti^'
B u durumda olan bir mel ikin başkentteki yönetimin .g.ev şe-
diğini anlayınca, ayaklanıp kendini bağımsız saymağa kalkış­
344 HİNDİSTAN TARİHİ

ması, kolayca anlaşılır bir yöndür; bu olay meselâ BengaFde


çok sık görülmüştür Bu durumda olan kimseler ölünce yerle­
rine oğulları geçirilirse tabiîdir ki devlet parçalanma yolunu
tutmuş olur; bunu Firuz Tuğluk yapacaktır,,
Genel olarak bir ülkeyi fethetmek, veya orayı haraç veren
bir Hin du racadan alıp bir Türk melike vermek, önce oraya
çok sayıda TıuEpi n ^ b u n l a r ı n elde bulunan ülke­
lerden eksilmesi, sonra da onların devletten ayrılması tehlike^"
sinin ortaya çıkması demek olabilirdi; bu yüzdendir ki Balaban
gibi sultanlar bir yândan Moğol baskısı, öbür yandan da bu
düşünce ile yeni fütuhat J ş t e memişlerdir,. Ancak kendilerine
güvenen ve elleri altında her nedense çok Türk bulunan sul­
tanlar, bunlar için yeni ikta’lar bulmak ve dolayısiyle büyüt­
tükleri orduları için yeni gelirler sağlamak isteğiyle, biteviye
yeni yerler fethetmek yolunu tutmuşlardır; Ala-üd-Din Kalaç bu
gibilerin en ünlüsüdür..
Yedi._halkın heıaen hiçbir _güc sağlamadığı, ve, -tek güc
kaynağının kuzeydengelen Türkler olduğu bir deyMte.en-Qaçmr
li yön Türk getirtmek, .imkân ve kolaylıkları id i: bunlar“ ister
kul olarak, Js te r dilekleriyle . getirtilsinler birinin elinde „j£eya
buyruğu altında çoğaldılar mıydı derhal sultanın kuskusu
uyanırdı; YuTîkuYd^Tîer kimse şehzade,, melik yeya bey olsun
büyük bir güc sahibi oluyor ve dolayısiyle taht dâvasına kal­
kışabilecek bir dürüma Eğiriyor demekti,, Fil için de böyle, idi
ve çok-fil iToplamak ta kuşku uyandırırdı. Bu iki işi .sağlıyabi-
lecek başlıca yon para olduğundan bundan da pek fazla çle
geçirmek kuşkuyu çekerdi,
Melikler içm doğru olan bu yönler daha küçük ölçüde
beylM_İçinde doğrudur.
- ......................Bunlar-komutanlardır, merkezde bir makamla-
Beyle» (em irler) da olab iH n co k h lT l ^ t ^ m d a n ik ta s a h i-
bidirler,- bazıları doğrudan . doğruya...sultanın ye bazıları da
meliklerin buyruğu altındadır; iktaları da bazen “Havali-i-
Delhi,, ve “Düab„da, bazen de vilâyetlerde bulunmaktadır,

Melik ve beyler gibi büyük memurların çoğunun


Memur la tj ürk olduğu, s h ü ^ rir]y O ffi!te adi arı geçenlerin
pek çoğunun Türk olmasından anlaşılmaktadır; daha sonraları
I, DELHİ TÜRK SULTANLIĞI 345

bunların atasında İslâmî kabul etm işM oğoliar’da görülür; an-


cak bu sonuncular çök kere ayaklanmakta... v.e. kendilerinden
kuşkulanılmaktadı r : bu sebeplerle büyük ölçüde yok edildik-
Ieri de olur,, Önemsiz işlerde yerli veva.yerlileşmiş musluman-
lar ve belki de Hindular genişjölçü

fV.
Bu son biçimin ^fayda^/ kolaylığında ve devletçe„avrıca
örgüt (teşkilât) kurulmasını gerektirmemesindedir ; hararı ise?
iş azıcık gevşek tutuldu muydu bir ^derebeylik,, yani “feoda­
litenin kurulması tehlikesinin _ başgötermesindedir; çünkü
devletin güçsüz bulunduğu sıralarda başta sırf aylık karşılığı
olarak verilen toprağın babadan oğula geçmesi çok kere gö
rülmüştür, bu loîünca o yer muayyen bir ailenin malı jsayılma
ya başlanır ve m^rkeie.'ik.â^TBai ıro^ olma duyguları uyan ır;
uygun bir durumda ise iş gerçekten bağımsızlığa kadar götü-
rülebiiiı ve götürülmüştür. Bundan başka ikta_şahibi,„
ayrıca toprağı ile ve onun üzerinde çalışanlarla uğraşacağından
bu yüzden vakit ve emek kaybetmektedir.
.^D evlet güclü_ ve uyanık bulundukça her ikta sahibinin
ölümünde toprağı geri ahnmı^^.gevşek zamanlarda jse,.. çok
kere toprak çocuklarında kalmış ve ancak merkez yine uyanık
ve guclü olunca bu yerleri arayıp geri almıştır.,
Başta erlerin bile ikta’ı olmuştur.
Zaman zaman ikta veya maaş usulünden birinin çoğal­
dığı görülmüştür; ikta’Iarı en çok kısan Ala-üd-Din_Kalaç
olmuştur.,
İkta’dan maksat yjerilen..yerirı .işletilmesi d&ğik--oxadakİ
köy ve sair enin ylrgilennT n ^ - b ölgenin gene le
yönetimid ir: tabiî iktidar bunda fayda ve imkân görürse top­
rağın bir kısmını .kendisi .de . işletebilir,

D evlet g elirle ri DevIeJtHT”en önemli gelir kaynaklan şunlardır:


ita 1,, “Halise/olan toDrakların gelirleri,,
2 “ikta’k.jalaıudoprakların gelirlerinden alman
pay ....'
3. Bağımlı Hindu racalarından alınan haraç.
346 HİNDİSTAN TARİHİ

4 Müslüman olmıyanlardan alman cjzye,, )


5. S avaş ganimetleri.
6 Binalardan, hayvanlardan, kentlere girip çıkan m
lardan, sergi ve panayır yerlerinden v,,s. den alman vergiler;
bunlar her an değişmekte olup eldeki bilgilere göre tespitleri
çok güçtür.
Gerek “halise,, gerekse "ik ta ja r içinde vergi toplama
usulü b aşl ıc^ i ki tjirlü ojm uştur: flj>yerli ilerigeîenlere vergi­
nin toplanılmasını iltizam yoİu ile vermek ;(2)^ibuJş için memur
kullanmak-, ~~
Birinci biçim daha kolaydı ve ilk yüzyılda daha çok o
yoldan gidildi; ancak bunun siyasal sonucu, hükümetle yerli
halk arasında gerekirse ona- başkanlık edebilecek_ve~~ohu
ay aldandır abil ecek zengin ve girişkin bir yerli mutavassıt sınıf
yaratmak demekti Bu yolun' tarihte eh..ünlü örneği Ösmanlı
padişahlarından .J-atih...Mehmed’in kurduğu veya dediğimiz bi­
çime soktuğu Rum patrikliğidir^ Delhi Türk sultanlığı Bii ölçüde
bir mutavassıt ^ydkatmâ'mış olmakla Birlikte, 14 ncü yüzyılın
başında bazı köylerde köy ağaları, bazı yerlerde de birkaç
veya birçok köye şamil vergi mültezimleri vardı ki çok zengi-
diler ve bazı bazı hükümete kafa tutacak durumda bulunmuş­
lardır; bunların kazançları kendi topraklarım vergi vermeden
işletmek-ki buna “hak,, denir-belkide otlaklardan bedava isti­
fade etmek ve hele halktan topladıklariyle hükümete teslim
ettikleri para arasındaki fark idi; bu son kazanç bir yandan
bu mutavassıtların insafına, Öbür yandan da hükümet denetle­
mesinin ciddiyetine bağlı idi; fakat çok kere halktan fazla
alınmakta ve hükümete eksik verilmekte olduğu ortaya çıkan
servetlerden anlaşılmakta İdi. Mültezimlik çok kere babadan
oğula geçmekte idi,
Ala-üd-Dın Kalaç 14 ncü yüzyılın başlarında hem bun­
ların nüfuzunu kırmak, hem de onların kazandıklarını hâzineye
kazandırmak için bu “hak,,!, kaldırır ve halktan - usûl dışında
ve fazla vergi alınmaması için hem bu\.mutavassıtlârı, Hem de
memurlarpçok sıkL denetletir ve gerekince âmansız cezalandırır,
Bu öiçemler yerli mutavassıt sınıfını da öbür köylüler seviye­
sine indirmek yani onları bir “baş,, olmaktan çıkarmak demekti,
ki güdülen amaçlardan biri de bu idi, ...
I. DELHİ TÜRK SULTANLIĞI 347

İkta’Iarda da mukti ve ikta’darlar bu yollardan yürüyerek


para toplardı.
Toprak mahsulleri vergileri bay.an_avnen ve bazan para
olarak alınmış t nisbet pek anlaşılmamaktadır; genel olarak*
şer’î nİsbette yani °/0 10 olduğu sezilmektedir (?), ancak Ala-
üd-Din Kalaç galiba “Haliselerde,, bunu % 50 ye kadar çıkar­
mıştır ; Muhammed Tuğluk’un yine aynı topraklarda °/o 20 aldığı
anlaşılmaktadır,,
Meliklerin, ikta’lanndan topladıkları vergilerin kaçta birini
merkeze yolladıkları kesin olarak anlaşılmamaktadır; bu, vilâ­
yetin durum ve ihtiyaçlarına göre değişse gerektir; İbni Batu-
ta’nm yukarıda verdiği °/0 5 nisbetini her vilâyet için doğru
sayamayız,
Bağımlı racalardan alman haraçlar tabiî değişik id i; cizye
için ayrıca bir rakam verilmemektedir ; mümkündür ki bu,
genel göreneğe uyularak Hindu’nun zenginliğine göre 12, 24
ve 48 dirhem olsun; Brahman’lar yoksul keşişlere benzetilmiş
ve onlardan sofu Firuz Tuğluk zamanına kadar cizye alınma­
mıştır,,
Savaş ganimetlerinin paylaşılması üzerinde de kesin bilgi
yoktur, ancak birçok sultanın askere ganimetlerin 1/5 ini
bıraktıkları ve 4/5 ini hâzineye aldıkları anlaşılmaktadır; “Fü-
tuhat'i Firuz Şahı,, ye ve “Tabakat-ı Ekberî,, ye göre, Firuz Tuğ­
luk bu usulü bırakıp şer’î nisbete yani 4/5 savaşcı’ya ve 1/5
hâzineye almak usulüne döner,,
6 inci bölekte gösterdiğimiz öbür vergiler üzerinde kesin
sayılar vermek mümkün değildir; ancak İbni Batuta (c„ II,
s, 12) Muhammed Tuğluk devrinde giren mallardan genel
olarak °/o 25 ve atlardan 7 dinar gümrük alındığını, sonra
işbu sultanın bunu kaldırdığını yazar,, Bu nisbet ve parayı da
teşmil etmek güçtür,,

A d a le t Müslümanları arasındaki dâvaları' kadılarN şeriata gö­


re, onlarla Hindular arasındakiler!eğ-er-Jtnr kent veya
ona yakın bir yerde bulunuluyorsa .yine kadılar^ yoksa ik­
ta’darlar, Hindular arasındaki dâvaları ise kendilerine ait
ıtilSMS'Eler. görürdü. 1
348 HİNDİSTAN TARİHİ

Bunları büyük ölçüde düzenlîyen Ala-üd-Din


Kalaç’tır; Devletin bütün Hindistan’a kaplamas1
P o s ta işle ri
da bunu gerektiriyordu,, Ala-üd-Din Kalaç bir atın koşarak
durmadan gidebileceği uzaklıkta yerlerde konaklar kurup bun­
lar da her an koşmaya hazır ‘f y a m j) ( menzil a tı) ve süvari
bulundurmuş ve böylelikle haberler durmadan gece gündüz
gidebilmiştir.. Birçok yol üzerinde de her üç km., da “paik,;
denilen yerli koşucular bulundurur ve bunlar da “yam„ 1ar
gibi yazıları koşup birbirine vererek onları çarçabuk gereken
yere ulaştırırlardı,,
“Yam„ ve “paik„ lerin işledikleri yollar üzerindeki bütün
kentlerdeki memurlar her geçen postaya ora durumunu bil­
diren yazılar vererek sultana her önemli olayı çarçabuk bil­
dirirlerdi,,
Tuğluklar devrinde atlı postaya “ulak,, denilmektedir,.
Ibni Batuta’ya göre (c. II, s, 142) on günde gidilecek bir
yere ulakların 2 günde gidip geldiklerini yani adi yolcudan
on kere daha çabuk işlediklerin5 yazmaktadır.

/ 'Ord^ Askerlik işinde gözönünde tutulacak er^ önemli yön-


f s lerden biri Tûrkleria.jflerlilefe-...^eJc^ju^mL^îmaîan ve
^■h^r iki tarafın bunu_ eyİçe:,,bilmeleödirj birkaç örnek verece-
ğîzT"7Tultarr^BalaBaö kendi 7-8-0Q0,.. atlısının 200,000 yerli
yaya ve atlıdan üstün olduğunu söylemektedir (Ziya Bernî,
s. 52), Yine aynı tarihçi Celâl-üd-Din Kalac’a karşı ayak­
lanmış olan Çeccunun pek kalabalık olan yerli yayalarının
Erkulu Han’ın atlılarının ok yağmuru karşısında kaçışiaıım
anlatırken işbu yerli müsiümanlar için (s . 1 8 2 ): “ Damarları
su d oju ^jem bel, balık ve pirinç yiyen, Hindistan cevizi
şarabı içen Hindistanlılar ki kurupatırdı yapıyorlardı,
uğradıklarmı bilmediler,,, der, Şair Husrev “Nuh Sipihr,, inde
Türkle_HindjLL_aslanIa^ıevlan vibidir der ( Elliot. III,, 561 V, Bu
— ......... ----------------------------------- mpıM»C1Hıuroı*ıııl< ■■ I nyı«« V. ■1 » >ıı«TOı. ^ f

inan hep böyle kalacaktır; 17 inci yılın sonlarında Pencap


dağ racalarını ayaklanmaya kışkırtan Sih dini önderi Gobind
Singh’e racalar (Dorothy Field, s. 27) “Her Türk bütün Jbir
keçiyi yiyebilir biz ki yalnız pirinç yiyoruz, nasıl öyle güdü
adam!ârîâ'~başa çıkabiliriz? Şerçeler, şahinleri) çakallar ceylan-
ları öldürebilirler mi? derler,,
I DELHİ TÜRK SULTANLIĞI 349

Ordunun eyi yetişmiş olmasına çok dikkat edilirdi; İbni


Batuta’nın bu yoldaki yazısı askerden istenilen maharetleri
anlatır (c, II, s.. 13):
“ Sağ ve solunda ümera-yı askeriye olup cengâverler baş
ucunda ve ayakta duruyor ve asker onun huzurunda geçit
resmi icra ediyordu,, Burada birçok yay vardı,, Bir kimse
kemankeş sıfatiyle askere girmek isterse, yaylardan bir tanesi,
çekmek üzere kendisine verilir; bu yaylar şiddette mütefavittir.
Kemankeş maaşı kemankeşlikte gösterdiği kuvvet nisbetinde-
dir, Bir kimse süvari sınıfına kaydı niyazında bulunduğu tak­
dirde, orada bir nişan tahtası dikilmiş olmasiyle, beygirini
koşturarak mızrağiyle nişan tahtasını vurur; küçük bir duvara
bir halka muallaktır, süvari halkaya müvazi gelince atını
sürer, mızrağiyle halkayı alabilirse, kendilerince en mahir bir
binici addolunur; bir kimse hem kemankeş, hem de süvari
sınıfına girmek arzu ettiği surette yere bir yuvarlak konulur.
O adam atını sürerek yuvarlağı nişan alır ve maaşı, hedefe
isabet ettirmekte zahir olan marifetiyle mütenasip olur,,
Türk askeri binicilikte ve ok atmakta cok usta olduğu
gibi genel- olarak yerlilerden daha güçlü olduğu için oku
daha üzağa^gitmekte, atını sürerken, öneL arkaya ve yana
ok atabilmektecür, ve .atını daha çabuk sürebilmektedir, bu
duruımın^gerektirdiği bir tabiye de yukarıda da gördüğümüz
gibi Türk atlılarının yerlilerin oklarının yetişemiyeceği bir
uzaklıktan yerli askerini ok yağmuruna tutmak, onlar ilerlerse
çekilmek, onlar çekilirse ilerlemek ve böylelikle onları hırpa­
lamak, savaş mzıamlaıını bozmak, maneviyatlarını kırmak ve
sonra çetin bir saldırı ile onları ezmektir^
Filler hem birkaç okçunun rahat ok atabileceği bir türlü
yürüyen kale hem de düşman saffmda gedik açan bir alet gibi
kullanılmaktadır. BalaSan7~HıF fıl’in 500 ata denk oİHüfunu
söylermiş (Ziya Bernî, 54).. Dekken fethedilinceye kadar baş­
lıca fil kaynağı Bengal id i; bu yüzden Balaban Moğol baskı
ve tehdidine rağmen Bengal valisinin ayaklanmalarına karşı
kendisi yürümüş ve ikinci oğlu Boğra Han’ı oraya vali yap­
mıştır..
Önceleri hemen tek savaş atı kaynağı Horasan ve Tür­
kistan idi; oraları Moğolların eline düştükten sonra en çok
350 HİNDİSTAN TARİHİ

Balaban’ca Sint ve Broçta (Giicerat) "tatar atları,, ve Pencap


ve dolaylarının türlü yerlerinde yerli atlar yetiştirilmesine
önem verilmiştir,
Pek büyük sürgün av la n , binlerce atlının kilometrolar
üzerine yayılarak on binlerce avı sultan veya melik ve beyin
önüne sürmesi askerî manevra sayılmaktadır,,
Askerî teşkilât üzerinde çok şey bilinmemektedir ; Öyle
anlaşılıyor ki en büyük ordu merkezde ve merkezle Sint ır­
mağı arasında yani Moğ^ "akınlarmın gelebilecekleri yol üze­
rindedir; taşrada en ünlü komutanlık ve en kalabalık ordu
Sind ırmağı Isınırını Bekliyefl Multan komutanlığı ve ordusu­
dur. Bazan Dibalpur bu ordular komutanlığının merkezi olmuş­
tur,, Hanedan kurmuş olan Celâl-üd-Din Kalaç ve Gıyas-üd-
Din Tuğluk ünlü Sint sınırı komutanlarından idiler,, Genel
olarak vilâyet orduları birkaç bin kişiliktir ve gerekince savaşa
katılmak üzere çağrılmaktadırlar., Erlere kâh ikta’ , kâh maaş
verilmektedir, fakat bu ikinci biçim çabucak birinciye üstün
görülmüşe benzer ; bunlar silâh ve atlarını kendileri tedarik
etmektedirler; bu yolda hele Ala-üd-Din Kalaç gibi güçlü ve
savaşçı sultanlar zamanında çok sıkı bir denetleme vardır, tâ
ki her asker gerçekten savaşa yarar at ve silâh bulundursun
ve hele teftişlerde çarşıdan ödünç alınmış atları göstermesin;
keza beylerin de gereken sayıda asker bulundurmaları ve tef­
tişlerde şuradan buradan toplanmış kimseleri asker diye gös­
termemeleri için de sıkı bir denetleme vardır,,
Ordu hemen hep atlıdır, Ala-ûd-Din Kalaç devrinde bir
at besliyen ere yılda 234 tenge ve ikinci...bir a f beslerse 78
tenge fazla verilmektedir; bu demektir ki bir er ve ailesi için
yılda 156 tenge verilmektedir Bu paraların ne ifade ettiklerini
göstermek için şu yönleri belirtmek gerektir. Bir tenge 64 çey-
tel eder, böylelikle, at ayrı, bit erin gündeliği 27 çeytele gel­
mektedir,. Ala-üd-Din Kalaç’ın narhlarına göre 2 kilo buğday
veya 3 kilo kabuklu pirinç 1 çeytelden az üstün fiyattadır^
Yâni bir er gündeliği aşağı yukarı 50 kilo buğday ve 80 kilo
pirinç karşılığıdır,, Şeker fiyatları cinsine göre çok değişmekte
ve o devir tabirlerinin neyin karşılığı olduğu pek eyi anlaşıla­
mamaktadır, en pahalı cins şekerin kilosu 3,5-4 çeytel, en ucuz
cinsinki bir çey telden aşağıdır. Yağların kilosu yine aynı ka-
I, DELHİ TÜRK SULTANLIĞI 351

yıllarla 1-2 çeytel’dir. Bir metro ince pamuklu 4 çeytel, çadır


bezi 12 çeyteldir,.
At başına verilen para günde 13-14 çeytei eder; yine
aynı narhlara göre arpanın 3, 1/2 kilosu bir çeytel kadar et­
mektedir, Yâni at için verilen gündelik 45-50 kilo arpa karşı­
lığıdır., Görüldüğü gibi erlere verilen para çoktur ; ancak her
er, at ve silâhını kendisi satın alacak ve daima savaşa hazır
tutacaktır, pek çok görülen para bunun karşılığıdır; türlü si­
lâhların ve zırhın ne tuttuğu eldeki belgelerden anlaşılmakta
ise de atların değeri Ziya Bernfde vardır (s, 313), Orduda kul­
lanılacak atlar üç türlü olup değerleri şu biçimde narhlanmıştir:
1 inci cins 100-120, ikinci 80-90 ve 3 üncü 65-70 tengedir.
Bu yüzden at satın alabilmesi için yeni askere alınan
erlere bazen önceden üç yıllık para birden verilmektedir,
Yukarda da gördüğümüz gibi ordu sayısı çok yüksektir;
Alaüd-Din Kalaç devrinde 4*75,000; Muhammed Tuğluk dev­
rinde bir zamanlar 370,000 atlı bulunmuştur; bir kısım erlerin
iki atı vardır,,
2„ — K ü l t ü r h a y a t ı
Hindistan Türklüğünün resmî dili* Farsça -idi; yerlilerin
Jbircpk dilleri vardı. Kuzey Hindistan’da en yayık olan
dil Hindî dir. Türk ve yerlilerin teması yüzünden Farsça ve
daha az _ölçûde Türkçenin işbu Hindî dili ile karışmasından
‘tprdu Dili^) denilen dil ortaya çıkmıştır,. Büyük şair Hüsrev’in
buTciıle çok hizmeti olmuştur,, Bugün Hindistan Müslümanları
arasında en yayık dil “Ordu Dili,, ve Hindular arasındaki de
“HihdrdTKTc^r
D in^A ) Â/âm ve Hindu dininin birbiri üzerine tepkileri..
İslâmlaşmadan önce Hindistan’a girmiş olan Türklerin
(İskit,'Hun\ Saka, Gucar, Turuşka v, s ) djjLİçriyle Hindu, dini
arasında yenilmez bir karşıtlık yoktu den i l e b i l i r b u yüzden
dinler çok geçmeden bîr birine , karışmış ve gelen nisbeten az
sgyıdaT ûrkİer, Hindu “Kast„.,ıisuİü içine girmişlerdir,
Müslüman "Türkler için bu tabiî ^Kabil olamazdı; ancak
Islâm ve Hindu dinlerinin biribiri üzerine önemli tesirleri olur,,
Bu cildin Hindu’luğa ait kısmında Brahman’lar devrini
anarken o sırada dinin ruhları tatmin etmiyecek kadar kuru
352 HİNDİSTAN TARİHİ

ve gösterişe bağlı bir öz ve biçim aldığını ve adağın gerçek


inandan „ustün.dutulur olduğunu söylemiş ve dâha^sonra bunun
bazı tepkilerini anlatnjıgtık. Bu tepkilerden biri de Güney
Hindistan’da çıkan f Bjaktj}, cereyanıdır; bu, Tek Mâbuda içten
ve gerçekten tapmayı ve kendini candan bu sevgiye bağla­
mayı adak ve tapma biçimlerinden üstün Tutan ve dolay isiyle
Brahman’a, yani rahibe, önem vermiyen bir cereyandır; buna
“Veyşnevit,, (VişnuıTJcereyanı derler; en Önemli önderlerin­
den Ramanuca ( llin c i yüzyıl) aynı zamanda Upanişat felse­
fesine de karşın bir durum almıştır, Upanişat’lar insanın ruh
ve^jüzünün (atman), “Mutlak Kudret,, anlamında alınan “Brah­
ma,, ile aynı şey olduğunu ve “kurtuluş,, un Bunu bilmek ve
sezmekle yani “ermekle,, elde edilebileceğini söylemekte idiler,
Ramanuca; Mâbud’un, insanların ve acunun hep birden koca­
man bir “bütün,, olduğunu, insanların ve acunun, “Brahma,,
için bir türlü beden olduklarını ve “Brahma,, nın bunların bir
türlü özü bulunduğunu ileri sürmüş (dalgalar denizindir, ancak
deniz değildirler) ve “kurtuluş,,un yani “erme,, nin yukarda
hatırlatılan bilgi ve sezişle değil, mâbud’un lûtfiyle ve onun
teveccühünü kazanmakla elde edilebileceğini iddia etmiştir .
Dolayısiyle bu felsefeye göre önemli olan tapma biçimleri,
adak ve Brahman’ların delâleti değil, “atman,, ırT'yani “öz„ ün
“Brahma,,nın tâ kendisi olduğunu kavram akta değildir; belki
“ Tek mâbud „ a İçten ve sevgi ile bağlanıp tapmaktır (B ak ti)
ve onun teveccühünü kazanmaktır,, Ancak öylelikle “ selâmete
ermek „ mümkündür,
Bu cereyanın Kuzey Hindistan’da en eski ve ünlü ön­
deri Ramanand’dır (İ299-İ41Ö?); Onun' Allahı anlayış biçimi,
ileride anlatılacak olan Sihlerın kutsal kitabı “Grant Sahip,, de
Ramanand’a atfedilen şu beyitlerde çok iyi görülür K
... ve Tanrı’ya tapmak için bir mâbede gitmekte idim,
Önderim (Guru) Tann’yı bana kalbimde gösterdi.,
Nereye gittisem yalnız su ve taş buldum,
Amma Sen ey Tanrı her şeyin içindesin,

Ramanand’ın Efendisi her şeye egemen olan_ TanrTdır.

1 From Ramanand to Ram Iirath, s., 11..


I. DELHİ TÜRK SULTANLIĞI 353

Bu beyitler birçok Müslüman sufilerininkilerle yakınlık


gösterirler,
Ramanand „,kendi..cemaatince aforoza uğrar; bundan sonra
“Kast» ayı ı gayrılıklanna karşı durum alır ve bütüpüa^nlann
eş oldukları düşüncesini ortaya atar; böylelikle “^aktLiJ^avra"
mma ve Veyşnevit cereyanma -Kuzrey ^ ilfd rst'a ^ a ^ y e n ı bir
düşünce...eklenmiş olur: “KasTm önemi olmadığı ve bütün
insanların eş . oldukları» düşüncesi) Bu fikrin ne dereceye ka­
dar Islâmla temasın mahsulü olduğunu kestirmek güçtür.
15-16 inci yüzyıllarda^ Kuzey Hindistan’ın doğusunda
yaşamış olan Çeytaniye de bu cereyanın ünlü önderlerinden
olup müritleri arasında müsiümanların da bulunduğu ve bun­
lar arasından bazılarını Hindu yaptığı söylenilir,
Ramanand’ın felsefî düşüncelerini İslâm ve Hindu dinlerini
birleştirme TûjŞTunHâniiülfö^ ■MUM*"’ Kebir
olacaktır, Kendi kendilennr'T^nlâmaHâhTvHeK.. çekinmiyen
gelenekler Kebir’in nasıl Ramanand’la. buluşup onun _ müridi
ödciu^ölaiL---arılatmakla birlikte jk jn cisinin 141CLda,öldügünü ve
birincisinin 1440 da doğduğunu bildirirler; yine bu gelenekler
Kebir’i Benares’li bir müslüman dokumacı tarafından bulunup
İslâm dininde büyütülen"’' ^ sonra Ramanand’m
müridi, olmuş olan bir: Hindu çocuğu diye gösterilir; felsefesini
Hindu diiinde söylenmiş pek çok beyitlerle açığa koymuştur ;
bunların büyük bir kısmını Hindistan’ın en ünlü şairlerinden
Rabindranath Tagore İngilizceye çevirmiştir, Onun ana düşün­
celerini anlatmaları dolayısiyle aşağıya birkaç parça koyduk1:
Ey kul “Ben» i (Tanrıyı)2 nerede arıyorsun?
İşte senin yanındayım,,
Ben ne mâbed, ne de camideyim
Ne Kâbede, ne Kaylaşdayım 3

1 From Ramanand to Ram Tirath, s, 21.


3 Şiirlerde Kebir ve onu çeviren R Tagore «Allah» sözünü İslâm
dinine hasretmekte, Hindu mabutlarına türlü adlar vermekte ve bunlar
dışında saydıkları «Mutlak Kudret» veya «Bütün Varlıkların Efendisi* ni
«Lord» veya «God» gibi sözlerle ifade etmektedirler,, Buradaki Türkçe
çevirmede bu son kavram «Tanrı» sözü ile ifade edilmiştir; bu, «Allah»
ile aynı şey olmakla birlikte, yazarların düşünce biçimlerine uymuş olmak
için bu kelime farkı gözetilmiştir
3 Hindu mabutların oturdukları yer.
H indistan T a rih i 2 S
354 HİNDİSTAN TARİHİ

“Ne tapınma ayinleıindeyim,


"Ne dinî riyazet, ne de her şeyden vazgeçişdeyim..
“Eğer sen gerçek bir arayıcı isen beni hemen göre­
bilirsin, benimle bir anda görüşebilirsin,.
“Kebir dedi: Ey SadhuM
“Tanrı bütün nefeslerin nefesidir..
“Kutsal yıkanma yellerinde sudan başka bir şey
yoktur, ve bilirim ki faydasızdırlar, çünkü onlarda
yıkandım,,
“Şekiller (Mâbut şekilleri) hep cansızdır, onlar ko­
nuşamazlar; bunu bilirim çünkü onlara haykırdım.,
“Puranalar’la 12 Kurcan yalnızcana sözdürler ; perdeyi
kaldırarak gördüm,.
“Kebir tecrübeden doğma sözleri ifade ed er; ve
oek eyi bilir ki bütün Öbür şeyler doğru değildir.
ti

“Eğer Tanrı yalnız camide ise öbür yerler kimindir?


“Hindu adiyle anılanlar diyorlar ki Tanrı bir put’un
içindedir; bu iki mezheb’de hakikati görmiyorum,,
“Ey Tanrı! ister Allah, ister Ram 3 olsun, ben senin
adınla yaşıyorum
“Ey Tanrı! bana şefkat göster,,
“H ari4 güneyde bulunuyor, Allahın yeri batıdadır 5,
“Kalbinde ara, kalbler kalbinde ara; “0„nun yeri
orasıdır,,,,
Kebir, hem Hindu, hem de Müslümanların baskı sına uğra-
mıştır. Onun bu ve bu gibi şiirleri bazı^müslümam sufilerinin-
kilerle karşılaştırılabilir,, Meselâ 12 inci yüzyılda Gazne’de,
yani Islâm ve Hindu acunlarının temas noktalarının birinde
yazmış olan Hakim Senaî (Ebül-Mecd Mecdud), “Hadikat-ül-
Hakikat„mda (beyit 12) der ki:

1 Dünyadan çekilmiş (Hindu),.


2 Sanskrit dilinde yazılmış tarih (tarihten önceki devirler dahil
ve daha çok efsanevi tarih ) , şecere, felsefe ve merasimden bahseden
eserler. Bunlara 5 inci Veda dahi denildiği olmuştur,.
3 Hindu Mabudu Vİşmı nun bir « avatar « ı ( aldığı bir İnsan
biçim i); o devirde ona tapınış çok yayıktı.
4 Vişnu’ya bazen de «Mutlak Kudret» e Güney Hindistan’da
verilen ad,. 5 Kıblenin bulunduğu yön,
I„ DELHİ TÜRK SULTANLIĞI 355

“Küfr ve dinio her ikisi senin (Allahın) yolunda


seğirtmektedir,
“Tek dir ortağı yoktur diyerek ,,
ve 16-17 inci yüzyıllarda yaşamış olan onun ve Celâl-üd-Din
Rumî'nin yorumcusu Hoca Abd-ül-Lâtif bu beyit dolayısiyle
başka bir sufinin şu beyitini vermektedir :
“îman ile küfr arasındaki düşmanlığa şaşarım
„ - * J .‘Kâ’be de, puthane de aynı kandille ışıklandırıl­
maktadır.,^*^
Kebir’den aşağıya koyduğumuz üç parça ile Hindistan’ın
en sevilmiş ve ünlü şeyhlerinden olup Buhara’lı bir aileden
olan Şeyh Nizam-üd-Din Evliya’nın (13 ncü yüzyılda yaşamıştır,
Ala-üd-Din Kalaç ve Muhammed Tuğluk gibi (bu sonuncusu
şehzadeliğinde) en güçlü hükümdarlar, büyük şair Hüsrev gibi
uzkişiler onu en büyük dinî önder saymış ve onasaygı göster­
mişlerdir) dinî felsefesi arasındaki yakınlık dikkate değer,,
Kebir’den:1
1 “Pandit2 ve Mollaların öğütlerini
“Onlardan bir fayda görmediğim için bıraktım
“Kalbim temiz olduğu için Tam ı’yı gördüm
“Kebir aradığı ve kendi başına aradığı için Tanrı’yı
kendi içinde buldu
2 “Ey Sadhu saf birleşiş en iyisidir
“Ben Tann’mı bulalıdanberi sevişmemizin sonu gel­
memiştir,,
“Ben gözlerimi kapamıyorum, kulaklarımı tıkamıyo­
rum, bedenimi cefalandırmıyorum,,
“Açık gözle görüyor ve gülümsüyorum, ve “0„nu
her yerde seyrediyorum,,
“0„nun adını söylüyorum ve her ne görürsem bana
“0„nu hatırlatıyor; her ne yaparsam “0 „n a tapma
oluyor,kalkmak ve oturmak benim için eş oldu, bütün
karşıtlıklar çözülendi,, Nereye gitsem “0 „ nun
etrafında dolaşmış oluyorum; her ne başarsam
“0 „ n a bir hizmet oluyor,,,,

1 From Ramattand to Ram Tirath (s, 33 ve 30)


2 Hindu bilginleri,
356 HİNDİSTAN TARİHİ

3 “Ey dost! yaşadığın sırada “O,, na ümit bağla; yaşa­


dığın sırada tanı, yaşadığın sırada bil, çünkü yaşa­
yış kurtuluştur,,
“Eğer yaşadığın sırada bağlarını koparmazsan ölüm­
den ne kurtuluş umabilirsin.
“Yalnızcana vücudu bıraktı diye “Ruh, un “O,, nunla
birleşeceğini ummak boş bir hayaldir,
“Eğer biz “0„n u şimdi bulursak ilerde de buluruz,
“Yoksa hep ölüm yurdunda kalırız.,
“Eğer şimdi “O,, nun isen ebediyette de “O,, nun olur­
sun k
Bunlarla karşılaştırılmak üzere Şeyh Nizam-üd-Din Evli-
ya’nın tasavvufî felsefesinin ana çizgilerini belirten aşağıdaki
özeti koyuyoruz: 12„
“Kurtuluş (necat) veya saadet en ulu şeklinde, bünyevî ha­
yatın cazibeleriyle mücadele etmekte veya onlara karşı lâkayt
kalmakta olmayıp feleki heyecanın tabiî ve salim bir biçimde
tekemmül ve gelişmesinde ve ferdin muhiti ile seve seve hoş
bir tarzda imtizaç etmesindedir.. Şöyle ki, “Öz„ ve “Muhit,,
arasındaki fark “Ruh„un mutlakiyet (yani felek) içinde tasav­
vufî temessülü ile ortadan kalkar,, Allah, tanınması gereken bir
yaratıcıdan çok duyulması gereken bir varlıktır; “0 „ , bir
“Soyut,, (mücerret) gibi değil, fakat etrafımızdaki canlı ve
cansızlarda tecessüm etmiş bir varlık gibi duyulmalıdır,, Böy­
lelikle kurtuluş (necat) ahrette elde edilecek bir şey değildir,
ona, burada ve şimdi, adım adım erişilir; yoksa ona hiçbir
vakit erişilemez,,,,
Görüldüğü gibi Hindu kültürü ile yetişmiş, fakat Islâmın
tesiri altında bulunmuş~veya, hiç olmazsa, onunla temas etmiş
bir K ebfe-^-hattâ'Bır ' Ramanand ile İslâm kültürü içinde ye­
tişmiş ve H indu^unujje-.tem âstâ:
veya bir Nizam-üd-Din Evliya arasında birtakım düşünce
benzerlik ve yakınlıkları sezmemek elde değildir. Bu Benzerlik
ve^ yakınlıklar, daha birçok Müslüman mutasavvufinin veTTıele

1 R„ Iagore «Poemes de Kabir», a„ 23.


2 Aligarh Üniversitesi Profesörlerinden Muhammed Habib’in:
«Hazret Amir Huarau of Delbi», s. 35
1 DELHİ TÜRK SULTANLlCl 357

büyük Türk mutasavvıfı Mevİâna Celâl-üdJMn RumTn$n düşün-


ce ve yazılarında da bulunabilir.,
Bu yakınlıklar din değiştirmelerini kolaylaştıracak ve çok­
laştı racaktır, Başta tabiî olarak müslümanlaşma hareketi ölçü­
süz olarak aksi hareketten üstündür; bu yolda en büyük ve
ilk başarılar sağlıyan 11 inci yüzyılın İkincisi yarısında Ec-
mir'e yerleşen Muin-üd-Din Çişti diye tanınmış olan Hoca Muin-
üd-Din Muhammed Haşan Sancarî’dir (Aybey ve İletmiş devir­
leri); ondan sonra çoğu kuzeyden gelme ailelerden olan bir­
çok şeyh, ki en ünlüleri yukarda sözü geçen Nizam-üd-Din
Evliya’dır, bu yolda başarılar sağlamakta devam edeceklerdir,,
Bunlar halkça çok sevildikleri gibi sultanlardan da son derece
saygı görmektedirler; kendilerini “içtihat sahibi,, saydıkları gibi
“İlmî nisbetlerini,, 4 üncü Halife Ali yolu ile doğrudan doğru­
ya İslâm peygamberi Muhammed’e kadar götürmekte­
dirler (örnek olarak hîcrî 6 inci yüzyılda yaşamış olan Muin-
üd-Din Çişti’nin böyle bir “İlmî şeceresi,, Firişte’de c. II, s. 375
de görülebilir, işbu şeyhle Peygamber arasında 11 kişi bulun­
maktadır); dolayısiyle bunlar gerek sultanların, gerek zaman üle-
masmın kendi inan, ders ve yaşayışlarına karışmalarına ve bun­
lardan “Ehl-i Sünnet,, in inan ve yaşayışlarına uygun görme­
dikleri yönlere itirazda bulunmalarına müsaade etmemektedirler,,
Ancak, Hindu dini önderi Çeytanive’den bahsederken,
dediğimiz gibi, aksi cereyan da, yani Müslümanların Hinduîaş-
ma cereyanı da, daha çok küçük ölçüde de olsa, vardır, Bu
işde şu yön gözden kaçırılmamalıdır B İslâmdini Hindu dinine
jıisbeten_d a h a çok mazbuttur ve Kuran ve Hadis gibi kesin
dayanakları vardır ; Hindu dini ise azamî su rette seyyaldir ve
herine biçime sokulsa yine eski dindir demek İnümkun'dürj
dolayısiyle “T anrıya gerçekten ve doğrudan doğruya man
yeter,, ve bunun bütünleyicisi olârâîT "“ğ o ^
yoktur; Tanrıya sevgi_ve_ bağlılık.jrosterer^E-onûh-'..teyecCflfafinû
kazanmak yeter,, ve keza: “tapınma biçim ve kurallarmm ve
ruhbanında önemi yoktur «yolundaki telkinlere kapıl mak, ma­
kul bir yolda gitmek duygusunu verse de sonda İslâm toplu­
luğundan ayrılmaya ve Hindu dininin bin bir biçiminden birin-
de erimeye varabilirdi ve varmıştır; halbuki Hindu dininin
358 HİNDİSTAN TARİHİ

seyyallığı yüzünden bu gibi inanlar ondan aynlmıya götür­


müyordu.
Kesin bir şey demek güç olmakla birlikte, Öyle görülü­
yor ki, daha ilerde göreceğimiz gibi, Ekber Gürkan (16 inci
yüzyıl) Müslüman ve Hindu’ları her bakımdan eş kıldıktan
sonra Müslumanlar arasında Hindu’laşma hareketi artmış ve
Evrengzib Alemgir’in (17 inci yüzyıl) bunun aksine olan si­
yasası aksi cereyanı genişletmiştir.,
Bundan başka, Hindu’lar arasındaki bu Baktî cereyanına,
“Kast,, aleyhinde ve bir öndere bağlı kalmanın gerektiği yo­
lundaki telkinlerin eklenmesi, yer yer ulusal duygular uyan­
dıracak ve halkı vuruşkan kalmış olan yerlerde güdü askerî
devletler kurulmasına yol açacaktır., Dekken’de Maharat ve
Pencap’ta Sih devletlerinin mânevi temelleri bu telkinlerdir,,
) Şih Dini.— Sih’liğin (mürit demektir) kurucusu sayı­
lan ve KebiPden sonra bu yolun en ünlii_..önderi olan “ Baba
f^Nânâk» diye t anınmışJ^aask*1Pencap’lı olup 15 ve 16 inci yüz­
yıllarda yaşamıştır: Sih dini, Müslümanlık ve HinduTük’tan epey
şey almış olmakla birlikte, da ha çok yukardan beri sözü ge-
çen^Baktî;^ kavramına Ramanand’ın Kuzey Hindistan’da ver-
d iği^içl mg~"dfry-anırJ .......... ...........
dinine gÖrÇ, mutlak kudrete sahip tek mâbut var-
dır, on alçteıT ve”gerçekten tapmak ve eyi a h l ^ esas­
tır, Tapma biçimlerinin ve şu veya bu ırmak veya göl ve ha­
vuzda yıkanmanın„önemi yoktur; “Kast„ yoktur,"’ düT' kadın­
ların yakılması yasaktır, içki v e ..tütün vaşaktır: ancak bu
dinde yeni bir von vardır: “Gut u,, yâni “önder her şeydir
ve kesin olarak onun^T^^^üne^uymaki,. gerekir,,
Baba Nanak’ın^ Babur ukerinde mânevi tesiri bulunduğu­
nu ve onu şaraptan vazgeçilenin Nanak olduğunu Sih gele­
nekleri, başkaca hiçbir kâni't olmadânr' iddia“elffrektedirleı
... Sih dinine girenlerin çoğu, çok vuruşkan"'kalmış" eski bir
Türk oymağı olan Çatlar’dır; bunlar 18-19 uncu yüzyılda
Pencap’ta güçlü bir devlet kuracaklardır,.
C) Türk sultanlarının dinî siyasası.. — Delhi sultanlığı­
nın dinî siyasasına geçelim: yukarda da gördüğümüz gibi, bu
delet, Moğol istilâsı yüzünden, İslâm acunundan kesilmiştir.
Batı-kuzeyde Moğollarla sınırdaştır ve kocaman Hindu acunu
I. DELHİ TÜRK SULTANLIĞI 359

içindedir,. Bu durumda Sünnîliğe ve Hanefîliğe sıkı bağlı kalır


ve Moğol zulmündan kaçan Müslümanlar ve Müslüman Türk-
ler için bir sığınak olmakla güc kazanır,.
Delhi’nin Türk sultanları para ve kitabelerinde ken­
dilerine:
Halifenin yardımcısı, Hilâfet gökünün şehabı, Allah kent­
lerinin bekçisi, Allah kullarının koruyucusu, İslâm ve Müslü­
manların yardımına yetişen, Müslüman usullerini (rüsum) yayan,
Numanî (İmam-ı Azam) mezhebinin binalarını kuran, kâfirlerin
Ölü usullerini ortadan kaldıran, onları kahreden ve köklerini
kazıyan, puthaneleri yıkan, Allahtan yardım gören, Allahın
gölgesi, cihad kanunlarının kaynağı, gaybdajt^v^zdıxıu^gören,
demektedirler.. ...— ^
Hindu’lara karşı genel siyasaları iktisadı.Alsımda görüle­
cektir ; dinî siyasaları Imam-ı Azam’ın rivayetine uyarak onlar­
dan cizye almak 1 ve Brahmanları bundan istisna etmektir ;
genel olarak savAşiarda^vıkılmamis veva camiye çevrilmemiş
mâhejjb.r yeni mâbet^ k yasak­
tır. Fkuz T uğk Brahmanlar’dan da cizye aİınmîjEr.

Bilgi ve o k u t' dengiz Han’ın Türkistan v.. s., yi ele geçirmesi


■ işleri pek büyük sayıda Müslüman Tjürkü Hindis-
tan’^uAÜrdûğü..gibi Smn&rkant. ^ a hara ve bu
gibi ünlü Türk kültür kentlerindeki bilginlerin Jıirçoğuna da
avnı. yolu tuttur muştur,, Dolayısiyle 13 üncü ve 14 üncü yüzyıl­
lar, bunların ve çocuklarının yüzünden, Delhi’nin en büyük bir
kütlür merkezi olduğu devirdir ; ve ..Delhi sultanları pek ~çok/f ;
medrese açmış ve öğrenici ve oğrfetigüere her türlü yardımda’ ^
bulunırms^kolaylık göstermiş ve .onlara,..karşı çok cömert \
davranmışlardır. i
Yukarıda sözü geçen Muiz-üd-Din Çişti ve Nizam-üd-Din
Evliya^ile bu ikisi arasında yaşamış olan Uş’lu (Türkistan)
Hoca Kutb-üd-Din Bahtiyar ve Şeyh Ferid-üd-Din Mes’ud Gene
Şeker, devirlerinin tefsir, hadis, fıkıh, kelâm ve tasavvufta en
ileri gitmişleri ..arasında bulunurlar,. Doğunm ^elki^m^büyük
şairi...ol an. -'Emîr Hüsrev\ (babası Sevf-üd-Din, Laçin Türk ov-
.......
■••■w,.ılvı / i
1 Bu yön için bak: Türk Tarih Kurumu Belleteni, 1945 Ocak sayısı,
s 1- 62 î Hikmet Bayur, E. Alemgir ve dini siyasi üzerinde bir inceleme,,
360 HİNDİSTAN TARİHİ

mağınm ilerigelenlerinden olup Tengiz olayı üzerine Hindis­


tan’a göçmüş ve orada sultan Balaban’ın Ariz-ül-Memaliki yani
Savunma bakanı olan Timur Han İmad-ül-Mülk’ün kızı ile ev­
lenip Hüsrev doğmuştur) Balaban’dan tâ Muhammed Tuğluk
saltanatının başına kadar ve keza Hindistan’ın Sa’disi denilen
:| aB Haşan Sancarî ve Çaçlı (Taşkent) Bedrettin, Hindistan’daki
“‘T ürk sultan ve beylerinden cok saygı ye yardım görmüşlerdir.
Haşan Sancarî, Hüsrev gibi, Şeyh Nizam-üd-Din Eviiya’nın
müridlerinden olup onun sözlerini birkaç cild olarak “Fevaid-
ül-Fevad„ adiyle çıkarmıştır (Ziya Bernî, 360),. Hattâ Ziya Ber-
nı’ye göre, Balaban’ın büyük oğlu, Şehit Kaan adiyle ünlü olan
Muhammed, Şiraz’a adam yollayıp Sa’di’yi yanma çağırmışsa da
şair çok İhtiyar olduğundan yola çıkamamıştır,
Ziya Bernî’den öğrendiğimize göre (s„ 360), Ala-üd-Din
devrinde şairler Divam-Arz yani Savunma Bakanlığından şair­
lik ödeneği (mevacibi şairi) almaktadırlar,, Hüsrev bin tenge
(yıllık olmalı) almaktadır, ancak Ala-üd-Din, her nedense, onu
yanma pek çağırıp iltifat etmemektedir (s 366)., Keza Hindis­
tan’ın herbir bucağından ziyaretine gelinen Şeyh Nizam-üd-
Din Evliya’yı da ne bir kere ziyaret etmiş, ne de yanına çağır­
mıştır; Ancak Varangel’e karşı yolladığı ordudan haber alına­
maz olunca merak içinde kalan Ala-üd-Din, Melik Kara beyle
kadı Muğis-üd-Din’i işbu şeyhe y ollayıpordudan haber sordurur,
yani onun “kerametine,, başvurur; Şeyh geçmiş bir hükümdarın
fütuhatını hikâye ettikten sonra: “bu fetihten başka fetihler de
olacak,, der ve bu karşılık Ala-üd-Dİn’in merakını yatıştırır.,
(Tabakat-ı Ekberî, 183)
Ala-üd-Din Kalaç’ın yanında Emin Arslan Külâhî adında
bir tarihçisi vardı ve Ziya Bernî’ye göre (s„ 361): “geçmiş sul­
tanların tarihini o derece ezberden biliyordu ki sultanın sor­
duklarına ezberden karşılık veriyordu,,,, Bundan şu da anlaşı­
labilir ki Ala-üd-Din’de sık sık ve anî olarak şöyle bir durumda
filân ve filân sultanın ne yaptığını sormak merakı vardı ve
dolayısiyle kararlar vermeden geçmişte o yolda yapılanları
bilmeye önem veriyordu,, Keza bundan şu da anlaşılmaktadır
ki Ala-üd-Din Kalaç—şair—ve-şey-hten—çok^JarillÇİyi yanında
bulundurmay-i-~seviyordu,
I. DELHİ TÜRK SULTANLIĞI 361

Ala-üd-Dîn Kalaç, Kutup Minar avlusuna yaptırdığı kapı­


nın güney TciS7ni3aK‘“kltaİDrede' kendisine verdiği sıfatlar ara­
sında: “Medr^seAS^mâbedlerin (cami anlamında) temelini atan,,
sıfatını da koymuştur.
Birinci Delhi Türk sultanlığının e m arlak devri Ala-üd-
Din KalaC—devridir; bundan az geride olarak İletmiş devri gelir,
Türk hükümdarları arasında bazıları, hele genel savaş
cer eyanjannt.ian..uzakta kalan kenar yer lerdeki İEiükümdarlar,
İslâm ve yerli kültürlerin biribirini tanımalarına ve az çok
kaynaşmalarına ve hattâ Hindu kültür ünün yayılmasına yar dim
etmişlerdir,, Bengal’de aslen Termiz’li bir Seyit ailesinden olan
Nasır-üd-Din Nusret Şah’m sultanlığı sırasında ve onun buy­
ruğu ile Hindu’ların...ünlü-.destanı,,klalmbarâta'~v^e..daha birçok
eser. Sanskrit dilinden, yani halkın anlamadığı bilgi ve din
dilinden, “Bengalî* diline çevrilmiş ve böylelikle Hindu halkın
bu eserleri okuyabilmesi şağlamlmıştm Bazı yazarlar bunu-
laban’m -oğlu -Boğra Hanlın yaptırdığını büdimler Rama-
yanaktar-Tlirk-^e_Müdüman~kük4mdarlar-mın-^b^
Bengalı diline çevrilmiştir „
Keşmir’de Sikender adile tahta çıkmış olan Sankar veya
Sunkur’un oğlu Zeyn-el-Abidin (1420-1470) işbu destanı ve
Kalhana’nm Racatarangini’sini Farsça’ya ve birçok Arapça ve
F arşça eseri Hindî diline çevirtmiştir,

«k . Islâmdan Önceki Hindu güzel sanatının belirli


G uzel s a n a t l a r 6
vasıflarını yukarıda anlatmiya çalışmıştık.
Müslüman Türkler, Hindistan’daJbuUınap,, bol ve uçuz .usta
jye işçinin sa ğladığı ,kolaylıklardan istifade edecekleri gibi bazı (
yerlgjdeJmna, T i ,
teknik üstünlü4ün....yapjlmasmı..^mümkünfM .kıldığı güç yapıları }
(yüksek (ninarejve geniş kubbe) .ekliyeceklerdir, Bazı Batı
vazarlarınİn Müslüman T ürk anıtlarının Hindu l aklidi---olduğu
yolundaki iddiaları bu yönden fam-amiyle yersizdir ; kendilerin­
den önce minarenin veya o biçimde ince ve yüksek kulenin

1 Bak: Narendra Nath Law-* «Promotion of Learning- in India


dudag Muhammedan Rule Bay Muhammedans», s. 107 (Nasİr-üd-Din
yerine Nasır demektedir ; verdiği tarîk Boğra Hanın Bengal’e tayini tari­
hîni tutmaktadır),
362 HİNDİSTAN TARİHİ

ve hele kubbenin hemen hiç bulunmadığı bir ülkede Müslü­


man Türkler acunun yükseklikte ikinci ve bir binaya dayan-
mıyan minareler arasında birinci minaresini (Delhi’de Kutup-Mİ-
nar, 1 2 -1 3 üncü yüzyıl) ve acunun genişlikte ikinci kubbesini
(Bicapur’da sultan Muhammed Adil türbesi, 17 inci yüzyıl)
yapmışlardır,,
Bu taklitçilik iddiası ancak bol süs ve eyi gereç kullanma
yonüJjçin^dûğmJlioîahiİlr^
muhitin kolaylıklarından istifadedir, öbür yandan da Müslüman
Türk devrinin,,,şüsleri heykeî)ve resini değil, ovma ves.kakma
^yazı Ve bendesi biçimlerdirr dolayısiylç bu bakımdan...BaİSu
"iddia anlaşılamaz bir şeydir.,
Birinci Delhi Türk sultan[ığınm ,.en önemli mimarî eserleri,
*ia b il ptarak, ,başker^ Dej^ûIdâs^ökaKiaktadır,
Delhi denildiği vakit 20 kilometreye yakın kuturda bir
dairenin içinde bulunan 8 kent anlaşılmalıdır; bu incelemede
sözü geçen devirde bunların yalnız beşi var idi,
1 Eski -Delhi: şimdikinin 12 km. kadar güneyindedir;
Firişteye göre, 302 hicride (914) Racputlaıın “Turan,, taifesince
kurulmuştur ; bu taifeden 7 kişi orada hükümdarlık etmiş ve
“ Turan,, devleti çöktükten sonra orası Çavhanî taifesinin
eline geçmiştir.
Aybey’in 1193 de aldığı kent budur.
2, Siri kasabas ı; eski Delhi’nin 2 km ., doğu kuzeyin-
dedir, Müslüman-Türk yönetiminin ilk yüzyılında ahali çoğa­
lıp kent’in duvarları dışına taşmış ve 1303 de, Ala-üd-Din
Kalaç devrinde, büyük bir Moğol ordusu başkent dolaylarına
kadar gelince, işbu sultan, varoşları korumak için Siri’de mevzi
almış ve siperler kazdırmıştır,, Moğollar çekilince orası da
duvarla çevrilmiş ve bir kent olmuştur,
3„ TuglukâbacLr Cıivas-üd-Din Tuğluk tarafından 1340 da
tahta çıktıktan sonra eski Delhi'nin 5 km,, doğusunda kayalık
ve oldukça sarp bir yerde, belki müdafaa düşünceleriyle yap­
tırılmış, çok kuvvetli duvarlarla çevrilmiş, ancak o çabuk öl­
düğü için kesin olarak başkent olmadan bırakılmıştır,,
4, Cihanpenah; Muhammed Tuğluk, Eski Delhi ile Siri
arasındaki boşluğu duvarla çevirip bayındırlaştırmış ve ona
bu adı vermiştir,
I. DELHİ TÜRK SULTANLIĞI 363

5, Firuzâbad; Firuz Turluk orada büyük bir saray ve


sur yaptırmış ve başkenti oraya taşımıştır (şimdiki Delhi’nin
hemen güneyi).
Bu başkentteki başlıca (anıtla^ şunlar d ır:
Kutup - Minar: Eski Delhide’dir; hem Kuvvet-ül-İslâm
cami’inin minaresi, hem de hemen bütün Kuzey Hindistan’ı
ele geçirmiş olan Müslüman Türklerin bir zafer anıtıdır, 1199
da Kutb-üd-Din Aybey'ce başlattırılmış ve 1230 da İletmiş
zamanında bitirilmiştir., En önemli onarılması ve az yükseltil­
mesi Firuz Tuğluk devrindedir; İskender Ludi zamanında da
bif‘ tamir görmüştür,, Birinci şerefeden aşağı olan kısmın bir
parçası Hindu eseri sanılmaktadır, Bugünkü halinde ve epiey-
dir üst kısmı deprem ve yıldırım dolayısiyle yıkıktır,, 1794 te
ölçüldüğünden yüksekliği 242 ayak im iş; yıkılmış kısımlar
için 20 ayak koyarsak 262 ayak, yani aşağı yukarı 88 metre
eder,, Kaidede kutur takriben 12 ve tepede 3 metredir; beş
şerefesi vardır,, En çok kırmızı kum taşı ve ak mermer kulla­
nılmıştır ; ilk taşın Agra dolaylarından yani 200 km., ve 2
incisinin Racistan’dan 600 km,, dan getirildiği düşünülürse
sarfolunan himmet anlaşılır,,
Kutup - Minar’m mensup olduğu anıtlar topluluğu Kalaç
hanedanının sonuna kadar Eski Delhi’nin en önemli anıtlar
topluluğudur ; Levha XXIV ve XX V Kutup - Minar’m bütününü
ve ilk şerefeye kadar olan kısmını gösterir..
Ona bağlı olan Kuvvet-ül - İslâm camii üzerine yaz­
madan önce Hindistan camileri üzerinde şunları açıklamak
gerektir:
Hindistan’da Müslüman Türkler büyük kubbe yajpmaya
gec başlamışlar ve başta camiler ...uzun yüzlü ve kısa, derinlikli
yapılmıştır; mihrap ve mimber yüze araşıl arka-duvarın ortaşın-
d ad ır; caminin derinliği nadiren 10 kişiden^ fazlasının arka
arkaya secdeye yatmasına müsaitt i r ; bu derinlik arttımıydi
yüze araşıl direkler tavanı veya küçük kubbeleri tutar; yüz’de
çok kere duvar değil, direkler vardır ve cemaatin bir kısmı
avluda namaz k ıla r; yağmur mevsimi dışında iklim de buna
müsaittir,, Kuvvet-ül-İslâm camiini gösteren resim (Levha XXVII)
bu biçim bir caminin başlıca vasıflarını belirtir,,
364 HİNDİSTAN TARİHİ

Levha XXVI mn (a) kısmı işbu camiin Ay bey tarafından


yaptırılmış giriş üzerindeki yazı ve süsleri gösterir, süsler Hindu
mâbetlerindekileri az çok andırır; İletmiş devrine ait (b) kısmı
ise Türk ve İslâm acunundaki benzerlerine daha çok yaklaş­
mıştır, Bundan şu çıkar ki, ya zaman geçtikçe Türkistan’dan
daha çok usta getirtilmiş veya yerliden İslam süsleme tarzını
bilen daha büyük Öiçüdeusta yetiştirilmiştir; Direklerin birçoğu,
Levha XXVII de görüldüğü gibi, Hindu mâbedinden alınmadır,,
Kuvvet - ü! - İslâm camisinin yanında bulunan İletmiş’in tür­
besi (Levha X X V III-b; Levha XXV III-a, da görülen kızı sul­
tan Raziye tarafından yaptırılmıştır) taş üzerindeki oyma ve
kabartmalarının çokluğu ve inceliğiyle ünlüdür ; bu camiin
avlusuna götüren Alaİ-Dervaze de çok zariftir ; Ala - üd - Din
Kalaç’m türbe ve medresesi camiye bitişiktir..
Tuğluklar’la fazla süs devri kapanır ve bunun yerine sâ-
delik ve sağlamlığa Önem verilir, Tuğlukâbad’ın surları bazen
herbiri altı ton ağırlığında olan taşlarla yapılmıştır.
Firuz Tuğluk’tan itibaren, belki Muhammed Tuğluk’un
delice siyasa ve masraflarının doğurduğu yoksulluk, belki de
Firuz Tuğluğ’un pek çok olan bayındırlık işlerinin ayrıca
tutumlu olmayı gerektirmesi dolayısiyle kesme taş bırakılır ve
daha çok İstanbul’daki gibi kuvvetli harçla tutturulmuş karma­
karışık biçimde taşlarla yapılmış yapılara geçilir ; bu uzkişi
eski eserlere de merak etmiş ve Firuzâbat’ta yaptırdığı Kütle-i-
Firuz- Şah adını taşıyan saraya biri Ambala dolaylarında ve
öbürü Merut’ta bulunan iki Asoka sütununu taşıttırmıştır; bun­
lardan birincisi, ona kaide olmak üzere yapılmışa benziyen bir
yapının üzerinde bugünde görünür; 1 metre kadar kutru ve
15 metre yüksekliği olan bir tek taştır; bunun 200 km. dan
oraya taşınması için çok büyük himmet sarfolunmuştur (Şemsî
Sirac Arif bunu uzun uzadıya anlatır).
Seyyit denilen hanedanın 3 üncü sultanı Muhammed’in
türbesinde bazı yenilikler görülür (Levha XXIX-a): büyük kubbe
etrafında çeteri (çadır) denilen kubbecikler ve içerde çiniler
(Delhi’ye göre yenilik),
Taşradaki o devre ait Müslüman - Türk anıtları üzerinde
de birkaç söz söyliyelim:
I.. DELHİ TÜRK SULTANLIĞI 365

M ilitan; Bura anıtları Hindistan dışındaki Müslüman -


Türk anıtlarmâ çok benzerler ve çinilerle süslenmiştirler; hattâ
iklim dolayısiyle bunlar yapıların dışında da geniş ölçüde kul­
lanılmışlardır..
Multan önce Îsmailî ve Kırmıtî’ler elinde bulunduktan
sonra Sunnîleşmiş ve orada pek çok Şeyh ve Evliya yaşamış­
tır; dolayısiyle en güzel anıtlar bunların türbeleridir,
Bunlar arasında Gıyas-üd-Din Tuğluğ’un sınır komutanı
iken kendine yaptırdığı (1320—24) ve sonra oğlu Muhammed
Tuğluk’ca Şeyh Rükn-üd-Din’e ayrılan türbe bunların en güzel
ve^nlüsüdür (Levha: XXlX-b ve Levha: XXX)..
B e n g a l: Uzaklığı dolayısiyle yerli üslûb orada daha çok
tutunmuştur; başkent önce Laknavti ve Gaur adlarım taşıyan
kent, sonra da Pandua olmuştur.. Bu son kentteki Adına (cuma)
Mescidin cephesi 170 m. dir.. Levha XXXI-a da gösterilmiştir,,
D ek k en : Uzun zaman Behmenli devletinin başkenti olmuş
olan Gülberge’deki Cami Mescit Hindistan’da, avlusunun
(7 2 x 6 6 yüz ölçümünde) üstü Örtülü olan tek camidir,, Yine bu
kentte bulunan Bende-Nüvaz türbesi önündeki kamer, acunun
en büyük taş kemeri olmakla ünlüdür (Levha XXXI, b ); 17 nci
yüzyıl sonlarında yapılmıştır,
Hindistan’ın en büyük ve gösterişli anıtlarından biri Bica-
pur'da 1657 de ölmüş olan Muhammed Adilşah’m türbesidir;
kubbe kutur itibariyle acunun genişlikte ikinci (birincisi Roma’-
daki Panteon) ve örttüğü alan itibariyle birincisidir (18, 225
ayak2; Panteondan 2382 ayak2 daha büyük),, Kubbe, dış yerden
66 ve iç yerden 60 metre yüksekte ve 41-42 m, kutlundadır;
biçim bakımından acunun en güzel kubbesi sayılır (Levha:
XXXII)., Bicapur sultanları soydaşlan olan (veya kendilerince
öyle sayılan) Osmanlı sultanlarının yaptırdıkları kubbeleri göl­
gede bırakmak istemiş gibi davranmıştırlar., Yine Bicapur’da
Mihteri Camisi’nin kapısı olan Mihteri Mahal işçiliğinin inceliği
ile ünlüdür ( Levha: XXXIII, a), 1620 de yapılmıştır; yine işbu
kentte İbrahim Ravza denilen anıtlar takımı ve bunlar arasında
1626 da Ölmüş olan İbrahim Âdilşah I I ’nin türbesi zikre değer
(Levha: XXXIII, b).,
Gücerati Kuzey Hindistan’ın Batı acunu ile olan deniz
tecimi bu ülkeden geçtiği için orası çok zengin idi. 1424 de
366 HİNDİSTAN TARİHİ

başkent Ahmedâbat’ta Ahmet Şah tarafından yaptırılmış olan


Camı Mescidi zikriyle yetineceğiz (Levha: XXXIV).

3. T u t u m s a l d u r u m
Genel olarak Hindistam. ^engln_J?ir„ölkedir ve su olunca
yılda iki kere ürün veren ...topraklan ^çoktur; ürünleri türlü
türlüdür; bunlar, makinelerin, icadından önce acunun en geniş
dokuma sanayiine . malik olması ve ince işe eli yatar pek çok
işçi ve ustasının bulunması da bu zenginliğinin en önemli âmil­
leri arasındadır,, Bundan başka hemen hemen kendî kendine
yeten bir ülkedir, at ve bazı yemişler _bir-s_yana. bırakılırsa,
d ıştırdan birşey getirtmeye muHtaç değildir, denilebilir,, Dolay ı-
sıyle dışarı çıkardığı mallar karşılığında hemen hep değerli
maden (altın, gümüş) ve değerli taş getirtir; ve b.unlar..jorada
biteviye birikir.
Hindistan halkının çokluk bakımından az vuruşkan ve ko­
layca buyruk altına girer olması ve ruhban egemenliği altında
bulunması bu değerli tas ve madenlerin bin bir yol ile hü­
kümdar veya mabet hâzinelerine toplanması sonucunu vermek­
tedir; bu da hâzinede saklanan altın ve gümüş YâFşIlîğinda
kâğıt para çıkarılması göreneği oimıyan bir devir ve yerde
alışveriş vasitâîarıhm azalması ve bu yüzden genel tutumsal
(ekon omi k) çalı ş mânı nve durumun"kışı] maşı.demg^Tp döİKyı-
siyle zengin bi r ülkede yoksulluk-doğurmıya ya ı aı bir âmil di„
Müslüman Türkler’in Hindistan içinde devlet kurmalarına
kadar bu ülkede ancak 1 - 2 gram ağırlığında gümüş para
geçmesi ve Gur sultanı Muiz-üd-Din’in oraya Türkistan’daki
dinarı sokma denemesinin başarısız kalması bu yoksulluğu
gösterir,
Böyle hâzinelerde battal kılınan alışveriş vasıtalarının
yeniden piyasaya sürülmesi .çokluk bakımından işbu hâzinelerin
bir~savaş'sonünda bunları harcıyacak bir devlet ve hüküm­
darın eline düşmesiyle olurdu, Yerli hükümdarlar bunu nisbe-
ten az ölçüde yaptıkları için bu iş daha çok Türkler...tarafın­
dan görülecektir. Ancak Fatih Türk devleti Gazne ve Gur
devletleri gibi Hindistan dışında bulundukça birikmiş hâzine­
lerdeki değerli madenler karşılıksız dışarıya taşınmakta ve bu
I. DELHİ TÜRK SULTANLIĞI 367

işten yerli halkın pek istifadesi olmamakta id i; o , yalnız Hin­


distan’ın Türkistan ve Horasan’la teciminin artmasından fay­
dalanmıştı..
Türk devleti, Aybey’in son yıllarında olduğu gibi, Hin­
distan içine yerleşince, iş çarçabuk değişir; artık hâzinelerin
boşalmasından piyasaya dökülen alışveriş vasıtaları Hindis­
tan’da iş ve çalışma imkânlarını arttırmaya ve halkın çalışma-
siyle husule gelen servetler hâzinelerde gomülmeyip biteviye
iş hacmini büyütmeye yararlar..
Çok geçmeden durumun ne kadar düzelip yükseldiği
görülür : İletmiş “tenge,, adiyle 11 gr„, 375 ağırlığında, yani
yerli paralardan 7-8 kere daha ağır, büyük bir gümüş para
bastırır ve bu para hemen tutunup, birinci Delhi Türk fmpa-
ratprluğu.nun sonuna kadar . p e k a z , ağırlık değişiklikleriyle
Hindistan’ın başlıca alışveriş vasıtası kalır, Bu olay, İ5-2Ö
-- «tK

*—« ^* * * * * T*n r tt *-:*
T ’JL
'u
-
.'O
::«
T V ; r,^
L ------------------------^ —

yıllık Türk yönetiminin nasıl bir kalkınma__ve zenginleşmeye


yöPaçmTş~oîcluğunu gösterırY^bü zenginleşme aynı zamanda
k e n trk Öy ve yollarda sağlanılan güven yüzünden tarım, tecim
sonucudur,
Firuz Tuğluğ’un. bugün bile şaşılacak, ölçüde,,geniş olan
sulama işleri ve öbür Türk sultanlarmm buna benzer gayr et­
leri”ve sanayie yerdikleri ^önem de . bu. zenginleşme işlerinde
çok büyük âmil olmuştur,
İletmiş’in tengesi 64 çeytel ederdi, Muhammed Tuğluk
9 gr., 1 ağırlığında bir tenge çıkarmış ve bu 50 çeytel etmiştir,
XIII ve XIV üncü yüzyıllarda Hindistan’ın çok zengin
bir ülke olduğu Vassaf, Marko-Polo ve İbni-Batuta gibi gez­
menlerin yazılarından da anlaşılır, Yüzlerce işçinin çalıştığı
dokuma evleri, çok zengin pamuk tarlaları genel bir refah,
bolluk ve ucuzluk olduğu bu yazarların eserlerinde görülür,
O devirde Avrupa bu yönlerde ölçüsüz olarak daha geridir.
Genel olar ak ucuzluk vardır.. Ziya Bernî ( s. 305 ve 310 )
13 üncü yüzyılın başları ( Al a - ö d - D i n Kalaç devri) ve Şemsî
Sirac Afif (s , 294) aynı yüzyılın ikinci yarısı (Firuz Tuğluk
devri) için bazı fiyatlar verirler; bunlar olağanüstü ucuzluk
devirlerine ait olmakla birlikte yine bir fikir edinmeye
yararlar,
365 HİNDİSTAN TARİH İ

Fiyatı
Ağırlığı A. K alaç devri F. Tuğduk devri

Buğday 1 man 1 7,5 çeyte! 8 çeytel


Arpa it 4 „ 4 „
Nohut M 5 „ 4 „
Stür yağı (halis 1 sir 2/3 „ 2,5 „
tere yağı)
Taze şeker 1 * 1,5 „ 3,5 „

Türk yönetiminin tarım, tecim ve sanayii teşvik


Y erli halk , ....... . , „
eden bir suru olçernı, sulama yollan yapması,
yollarda güveni sağlaması, büyük dokuma evleri kurması, altın
ve gümüş gibi alışveriş vasıtalarını hâzinelerde battal dur dur -
mayıp biteviye piyasalara sürüp işletmesi, genel olarak en
çok yerli halka yaramış ve bunların_ve__bunlar arasında
birçokların pek büyük ölçüde zenginleşmesine ~ve~~zSTîgm-
! e ş trk ç ı^ y g im ^ ıî^ uma
geçmesine yol açmıştı; bu yüzden, zmaan zaman, Ala - üd - Din
Kalaç ve Gıyas-uâ - Din Tuğluk zamanlarında olduğu gibi,
bunların__fazl.a_^zen.gmlfişme sin i önl ivecek tedbirler almak
gerekir.
Bazı Batı tarihçileri siyasal düşüncelerle Türk yönetiminin
yerli halk bakımından kötü olduğunu savlamışlarsada zamanın
yazar, tarihçi ve yabancı gezmenlerinin ülkenin zenginliği hak-
kındaki yazılan bu iddia'yı yalanlamaktadır.. Bu yolda Kembriç
Hindistan tarihinden ( c III, s„ 9 0 ) şu satırları almakla yeti­
neceğiz :
“Müslüman toprak (ikta’) sahiplerinin topraklarında çalışan
Hindu köylüsünün durumunun Hindu toprak sahiplerinin top­
raklarında çalışanlarınınkinden daha kötü olduğunu sandıracak
sebep yoktur., Memnun olmıyanlar yüksek ve az Önce eğemen
bulunan büyük toprak sahipleri ve küçük başkanlar (raca v.. s.)
sınıfından olanlardı..
“Genel olarak savlanılabilir ki Memlûk sultanların (Aybey,
iletmiş, Balaban) Hindu uyruktan üzerindeki eğemenlikleri,

1 O devirde Hindistan « man» i aşağı yakarı 14 kilo eder ve 40


«sime ayrılırdı.,
I DELHİ TÜRK SULTANLIĞI 369

memnun olmıyanlara karşı bir mikdar mümaşatsızlık ve sert


zulme rağmen, herhalde Ingiltere’de Norman kırallarınınki kadar
âdil ve İnsanî ve İspanya ve Felemenk te 2 inci Filip’inkinden
daha çok büyük Ölçüde yumuşak ve müsamahalı idi.,,,

4. T ü r k l ü k D u y g u l a r ı
Hindistan Türkleri, Türklüğü her şevden üstün görmüş
ve tutmuş ve biteviye. Türklükleriyle övünmüşlerdir; birkaç
örnek vereceğiz: - - ~ ...... —
1., 13 üncü yüzyılın başlarında Fahr-üd-Din Mübarek
Şah’m yeni Delhi sultanı olmuş olan Aybey’e sunduğu "Bahr-ı-
Ensab,, inin girişinde Türkleri şu sözlerle över ( Tarih-i Fahr-
üd-Din Mübarek Şah, Denison Ross yayımı, s„ 3 6 -3 8 ):
"Diğer sual: şayet biri sorar sa ki izzet ve devletin Türk-
lere bahşedilmiş olduğuna ne gibi delil vardır ?
"Cevap :
"Dünya ehlince bilinir ki herkes kendi soyu, oymağı ve
kenti içinde bulundukça aziz ve yüksek tutulur ve "gurbette,,
ve yabancı ülkelere gidince hor görülür, alçaltılır ve saygı
görmez, Türkler’in durumu ise bunun tersine olarak şudur ki
onlar kendi soyları ve ülkeleri içinde bulundukça Türkler’den
biridirler ve ayrıca bir üstünlük ve güçleri olmaz,, Ancak kendi
ülkelerinden çıkıp bir Müslüman ülkesine gidince, ne kadar
ev, soy ve ülkelerinden uzaklaşırlarsa, değer ve bahaları o
ölçüde artar ve emir ve sipehsalar olurlar,.
"Adem Aleyhisselâm devrinden bugüne kadar satın alın­
mış bir köle padişah olmamıştır, meğer ki Türk ola,.
"Vaktiyle Türklerin padişahı olup olağanüstü eyi, akıllı
ve doğru oylu ve çok bilgin olan Afrasyab’ın sözleri arasında
şu mesele vardır k i: Türk, denizde sedefin içinde duran bir
inci gibidir, kendi yerinde kaldıkça kadirsiz ve değersiz
durur, ne vakit sedef ve denizden çıkarsa değer ve baha
kazanır ve padişahlarının tacının ve gelinlerin gerdan ve
kulaklarının süsü olur,
"Eğer Türklerin hiçbir derece şeref ve mevkileri olma­
saydı dahi şununla övünüp göğüslerini kabartabilirlerdi ki,
İslimin sevgili ve mansur hükümdarı Türktür. Bu yüzden
H in d is ta n T a rih i 24
370 HİNDİSTAN TARİHİ

Türkler ve Türkistan bütün acuna üstün tutulurlar, Allah ü


Taalâ daima İslâm ülkesini izzet, ikbal, devlet, ömür, mülk ve
saltanatta berhudar etsin.,
“Bu güzel yaradılış ve eyi ahlâktan başka nice adab ve
mehasin vardır ki Türkleri âleme müıecceh, efdal ve serfiraz
kılar. Bunlardan biri şudur ki yer yüzündeki ülkeler içinde
hiçbir ülke Türkistan’dan daha büyük, daha derin ve daha
düz değildir. Doğuda onların ülkesinin sınırı Çin’dir, batıda
Türkistanın sınırı tâ Rum’a kadar gider (yazar Türk elinde
bulunan İran’ı da Türkistan içine almaktadır).. Kuzeyde Tür­
kistan’ın sınırı Yecüc-Mecüc sedidir (Sibir buzlukları) ve
güneyde kar içinde olan Hindistan dağlarıdır (Hindukuş veya
Süleyman dağları),,..
2., İletmiş’in tamamlattırdığı Delhi’deki “Kutub-Minar,, ın
dördüncü katındaki kitabede kendisine “Mevlâyi Mülük-üt-
Türk, vel-Arab, vel-Acem„ (Türk, Arap ve Acem hüküm­
darların Efendisi) denilmekte ve Türk başta bulunmaktadır..
3. En güzel ve ünlü eserlerini Balaban ve Kalaç hane­
danları devrinde yazmış olan büyük şair Hüsrev kendisi için
yazdığı bir beyitte:
“Benim Hüsrev’im sevap yolunda (doğru yolda) çalış
“ Tâ ki sana Tann’nın Türkü diye hitap edilsin (denilsin) 1 ;
4.. Hindistan’ın en büyük mutasavvıfı ve en ünlü ve
sevilen şeyhi olan Nizam-üd-Din Evliya’nın ilhamiyle yazılmış
olan Nafahat-ül-Üns’de Nizam-üd-Din Evliya’ya atfen şu söz­
ler nakledilmektedir :
“Kıyamet gününde herkes bir şeyle övünür, benim övü­
neceğim şey de bu Tanrı Türkünün (Turkullah) içinin yan­
masıdır,, 2

T ü rk sö z ü anlamlarda kullanıldığı yönü üze­


rine dikkati çekmek gerekir,,
İşbu devir tarihçileri Türk sözünü ezcümle:
1) Genel olarak bugün bizim kullandığımız gibi; 2) “urban,,
sözü gibi göçebeler için; 3) ayrıca kendilerince tanınmış bir

1 jU ai- ı^l is- il ı



I, DELHİ TÜRK SULTANLIĞI 371

Türk oymağından olmıyan Türkler için; 4) genel olarak Cey­


hun ötesindeki Türkler için; 5) bazan de asker karşılığında
kullanırlar., Birkaç örnek verelim:
El-Utbi “Kitab-ül-Yeminî„ sinde Sevüktekin oğluMahmud’-
un 1006 yılında Horasan'ı ele geçirmiş olan tlek Han’a karşı
“Kalaç Türklerinden,, asker İstediğini yazdığı vakit “ Türk»
sözünü bizim gibi anlamaktadır Keza büyük şair Hüsrev, az
önce gördüğümüz şiirinde, kendisine “Tanrimn Türkü» dediği
vakit “Türk,, sözünü bugün anladığımız gibi anlamaktadır,,
Bazı Hindistan yazarlarının “Türk ve Tacik,, tâbiri “her­
kes,, anlamında olup orada “Türk,, asker ve “Tacik,, sivil diye
kullanılmıştır,
Fahr-üd-Din Mübarekşah, “Kitab-ı Ensab,, (veya Bahr-ı En-
sab) ma koyduğu başlangıçta Türk oymaklarını sayarken(30 b)
“ Türklerin oymakları pek çoktur, bunların çoğu çöllerde yaşar­
lar,, dediği vakit (Türkler) sözünü daha çok “göçebe Türkler,,
anlamında kullanmaktadır; aynı yazar Türk oymaklarının
başında “Türk oymağını,, da göstermektedir ki bunu “oymak
adı bilinmiyen Türkler,, diye anlamak en doğrusudur..
Minhac-üd-Din, Tabakat-ı Nasırî’de Gur sultanı Ala-üd-
Din Cihansuz’dan bahseden bölümde işbu sultanın Selçuk’­
lardan Sultan Sancar’la Herat yakınlarındaki vuruşmasını an­
latırken “6000 Guz, Türk ve Kalaç,, dediği vakit “Türk„ü
Ceyhun ötesinden gelme veya oymağı bilinmiyen Türk anla­
mında kullanmakta ve oymağı kendisince bilinen Türkleri oy­
mak adlariyle çağırmaktadır.
Keza Ziya Bernı, “Tarih-i Firuz Şahî„ sinde Kalaç hane­
danının Delhi tahtına çıkmasını anlatırken “Türkler’in tahtı
kaybetmiş olmaları,, üzerindeki yazısında “Türk,, sözü Hindu-
Kuş veya Ceyhun ötesi Türk’ü anlamındadır,,
Dolayısiyle ister bilmemekten, ister başka düşüncelerle
bazı Batı tarihçilerinin bu gibi yazıları kullanarak birçok
Türk ulus veya devletini şu veya bu özel ad altında Türk’ten
başka göstermek isteyişlerine aldanmamalıdır..
D elh i T firk S u lta n lığ ı (a )
I. - KUTBİYE HANEDANI
(1) Kutb-üd-Din Aybey
( 1193 - 1206 vali; 1206 - 1210 sultan )
I
(2) Aram Şah
1210
II. * ŞEMSİYE HANEDANI
(3) Şems-üd-Din İletmiş
( Aybey’in damadı )
1210 - 1236
I
1 — '— t - — ;------------- î------- ---------- "“ “ T — :---------------- 1
Nasır-üd-Din Mahmud(b) (4)Rükn-üd-Din Firuz (5) Razıye (6) Muiz-üd-Din Behram (8) Nasır-üd-Din Mahmud
(Bengal valiliğinde 1236 1236 - 1240 1240 - 1242 1246 - 1266
ölmüştür) I
(7) Ala-üd-Din Mesud
1242 - 1246

(a) Hükümdar adlarından önce gelen mutenze içindeki sayılar saltanat sırasını, İşbu adların altındaki sayılar tahta
çıkış ve ölüm veya tahttan iniş tarihlerini gösterir.
(b) iletmiş çocuklarının yaş sırası belli değildir, ancak Tabakat-ı Nasırî’de işbu N. Mahmud’un en büyük veR. Fİruz’un
İkinci oğİu olduğu mezkûrdur, öbür çocuklar tahta çıkış sırasıyle dizilmiştir.

III. BALABAN HANEDANI


(9) Gıyas-üd-Din Balaban
(İletmiş’in damadı)
1266-1287
I
Muhammed (Kaan-ı-Şehid) Nasır-üd-Din Mahmud Boğra
I (Bengal suitanı
Keyhüsrev ve orada hanedan
kurucusu)

(10) Muız-üd-Din Keykobad


(1287-1290)

IV. KALAÇ HANEDANI


Kunduzlu Tülek Han

i--------------------------------- ------ 1 -----------------1-------- 1


Nasır-üd-Din Şİhab -üd-Din (11) Celâl-üd-Din Firuz Yugruş Han
(Malva'daki Kalaç Hane­ Veya 1290-1296 1
danının atası) Nasr -üd-Din Esed-ud-Din
1
i ........... 1 1 1
Hani-Hanan Erkulu Kadr (12) Rükn-üd-Din İbrahim
Mahmud Han Han 1296

l“ “ "" 1 1
(13) Ala-üd-Din Muhammed Elmas Bey Uluğ Han
1296-1316
I

Hızır Han Şadı Han (15) Kutb-üd-Din Mübarek (14) Şihab-üd-Din Ömer
1316-1320 1316
V. HANEDAN KURAMIYAN BİR MÜHTEDİ
(16) Hüsrev (Nasır-üd-Din)
K. Mübarek'in Nedimi
1320

VI. - TUĞLUK HANEDANI

(17) Gıyas - üd - Din Tngluk Sipehsalar Recep


1320 - 1325
I
(18) Muhammed Turluk 1 (19) Firuz Tuğluk
1325 - 1351 1351 - 1388
I-------------------- T " ---------------- 1
Feth Han Zater Han (22) Muhammed
| 1390 - 1394
I (a)
(20) Gîyas - üd * Din Tuğduk II (25) Nusret Şah (21) Ebu - Bekir
1388 - 1389 1396- 139 9 1389- 1390
— i
(23) Ala - üd - Din (24) Nasır - üd - Din
İskender Mahmu I
1394 1394 - 1413
(a) Nasır - üd -Din Mahmut'la bir sırada ve biıibiriyle savaş halinde olarak suitanlık etmiştir.

VII. - HANEDAN KURAMIYAN BİR EFGAN BEYİ


(26) Devlet Han Ludi
1413

VIII. SEYYİD HANEDANI


Melik Süleyman
(Melik-üş-şark)
I
(27) Hızır Han
(Şahruh’un valisi)
1414-1421

I ı
(28) Muız-üd-Din Mübarek Ferid
1421-1434
I
(29) Muhammed
1434-1444

I
(30) Ala-üd-Din Alem Şah
1444-1451
al t i nci bölüm

DELHİ TÜRK SULTANLIĞININ DAĞILMASINDAN


DOĞAN DEVLETLER

u bölümde büyük Tuğluk devletinin her iki dağılışından


B (Muhammed Tuğluk zamanında ve Firuz Tuğluk’tan sonra)
doğan devletlerin tarihini kısaca anlatacağız.

I. C e v n p u r v e y a Ş a r k i y e d e v l e t i

Kuruluş Daha Önce görmüş olduğumuz gibi, 1394 yılında,


son Tuğluk sultanı Mahmud’un yeni tahta çıktığı
sırada, Delhi doğusunda ayaklanmış olan Hindulara karşı yol­
lanılmış olan Hoca Cihan diye ünlü Melik Server adında bir
bey, S ultan-üş-Şark uhvaniyle Cevnpur’a yerleşmiş ve bağım­
sız gibi davranmıya koyulmuştu. Eline geçirdiği ülkeler batıda
Cemne ırmağına yaklaşmakta ve Kol’u kapsamakta idi ( Ali-
gark, yani yüksek kurgan, işbu kenti koruyan kurgandır);
Doğuda ise Tirhut’u ve bir kısım Bihar’ı da içine alıyordu,,
Timur Gurkan’m Hindistan akını sırasında Melik Server
yansız kalır ve o sırada ölür (1399),, Yerine evlâtlığı Melik
Karanfil geçer,, Bu kişi sultan Mübarekşah ünvanını alır,
kendini bağımsız hükümdar sayar ve kendi adına hutbe oku­
tur ve para bastırır,,

. Üç yıl sonra ölür ve yerine kardeşi İbrahim


*^arîkî * £ eÇer (1402)., O sırada son Tuğluk sultam
Mahmud’u kukla gibi kullanan Mallu İkbal Han,
işbu sultan ile birlikte Kanevç’i geri almak için sultan İbrahim
üzerine yürürse de İkbal Han’ın zorbalığından bıkmış olan
sultan Mahmut, sultan İbrahim’in yanına kaçar, ondan yüz
bulamayınca birkaç adamı ile Kanevç’i ele geçirip orada kalır
ve İbrahim onun üzerine yürümez. İkbal Han da Delhi’ye döner.
1405 yılında henüz Multan ve Dibalpur’a hâkim olan
Hızır Han, İkbal Han’ı yenip öldürdükten sonra sultan Mahmut
378 HİNDİSTAN TARİHİ

Tuğluk Kanevç’den Delhi’ye döner ve 1407 de sultan İbrahim


Kanevç’i geri alır, Delhi üzerine yürür, ancak Gücerat hüküm­
darının Tuğluk sultanının yardımına geldiği haberini alınca
geri döner..
Sultan İbrahim dine çok bağlı idi ve bilgin ve edipleri
çok korurdu., O, BengaTde çok nüfuz kazanan raca Ganeş
adında bir Hindu derebeyi’nin müslümanlar üzerinde baskısını
durdurmak için Şeyh Kutb-ül-Alem’in isteği üzerine 1409 la
1414 arasında BengaTe karşı yürümüş ve raca Ganeş, oğlunu
müsiüman yapması için Şeyh’e gönderince, İbrahim de, yine
Şeyh’in Öğüdü üzerine, seferinden vazgeçmişti..
Güzel anıtları vardır, Cevnpur’un kocaman kapulu Atala
camisi onundur. 1436 da Ölür.

Babası İbrahim Şah'm yerine geçer, Kalpi kenti


Ma**Şarkî^aIk dolayısiyle Malva hükümdarı Mahmut Şah Ka-
<1436-1457) laç’la önemsiz çarpışmaları olur,
Delhi ile Cevnpur arasında, Şarkî devletinin
yok olmasiyle sonuçlanacak olan kesintili, fakat çok uzun sa­
vaş onun devrinde başlar, O sırada Delhi’de ilk Afgan sultanı
Behlûl Ludi bulunmakta idi. Bu savaşın türlü tali’leri olur ve
bir zamanlar üstünlük Cevnpur devletinde sanılır; çünkü işbu
devlet daha zengin ülkelere sahipti ve daha çok büyük or du­
dular besliyebilmekte idi Ancak bir yandan Behlûl Ludi’nin
daha üstün bir komutan ve devlet adamı olması ve öbür
yandan Cevnpur orduları daha çok yerlilerden, yani pek vu­
ruşkan olmıyan kimselerden mürekkep iken BehlûPün ordu­
larının hemen hep Afgan’dan ibaret olması, sonda Cevnpur
devletinin Delhi’nin eline düşmesini sağlıyacaktır,.
Bu yoldaki savaşlar zinciri 1451 de, Behlûl Ludi’nin Mul-
tan’ı almak için bir sefere giriştiği sırada, başlar.. Behlul’u
istemiyen bazı beyler Mahmut Şah’ı Delhi’ye çağırırlar, o da
Cevnpur’dan gelip işbu kenti kuşatırsa da Behlûl yetişir, onun
ordusunu bozar ve Delhi’yi kurtarır.
Bundan sonra Behlûl Pencap işlerinden çok, Delhi’nin
doğusundaki duruma önem verir ve her şeyden önce Düab’da
ve Gence kıyılarındaki ülkelerden Delhi’ye ait olanlara ve
Cevnpur’!a çekişilenlere kesin biçimde el koymak işine girişir
DELHİ TÜRK SULTANLIĞININ DAĞILMASI 379

Bu yüzden iki devlet arasında kesin sonuç vermiyen savaşlar


ve yarım yamalak barış veya daha doğrusu bırakışmalar olur..
Mahmut böyle bir savaş sırasında 1457 de ölür, yerine
geçen oğlu Muhammed tahtta pek az kaldıktan sonra oradan
indirilir ve yerine kardeşi Hüseyin geçirilir, Muhammed de Ludi’
lerle savaşmıştı..

H ü sey in Ş a h yen* su^an Delhi’de son Seyyid sultanı


Ş a x k î( 1 4 5 8 -1 4 7 9 ) °lmuŞ olan Alem Şah’ın damadı idi ve karısı
Celile onu biteviye Ludi’lerden babasının
öcünü almaya kışkırtıyordu Bununla birlikte Hüseyin tahta
çıkınca Behlul ile 4 yıllık bir barış yapar ve 300,000 atlı ve
1,400 fili kapsayan bir ordu ile Orisa üzerine yürür, yolda
Tirhut’u da yağma eder.. Orisa racası ülkesi epey yağma gör­
dükten sonra haraç vermeyi kabul eder. Bundan sonra Hüse­
yin, 1466-67 de Gvalyor’u kuşattırır ve raca onun egemenliğini
kabul eder,
1473 de Hüseyin karısının kışkırtmaları üzerine 140,000
atlı ve 1,400 fil ile Delhi üzerine yürür ve “Havali-i Delhi,, nin
hemen bütününü ele geçirir., Bu kocaman kuvvetten ürken
Behlul Ludi, Malva sultanı Mahmut Kalaç’tan yardım istemiş
ve karşılık olarak ona bazı yerler vermeyi Önermişti, ancak
sultan Mahmud’tan bir haber gelmeden Hüseyin Şarkî Delhi
karşısına gelmiş bulunuyordu,,
Bunun üzerine Behlul ondan barış diler ve şunları önerir:
Hüseyin’in aldığı yerler onda kalsın, Delhi kentiyle onun etra­
fında 18 kuruh1 luk bir bölge Behlul’un olsun, orada da o,
Hüseyin Şah Şarkî’nin bir “Daroga,, sı (muhafız ve komutan)
gibi otursun,,
Hüseyin Şah bunlara hiç yanaşmaz ve Behlul 18,000 atlı
ile Hüseyin’in kocaman ordusu karşısına çıkmak zorunda
kalır.. îki ordu Cemne’nin iki kıyısında biribirinin karşısında
bir süre durur; Hüseyin, aradaki ırmağa güvenerek, askerle­
rini bölgenin türlü yerlerini yağma için dağıtınca Behlul fır­
sattan faydalanır, suyu geçip onun ordugâhını basar* Hüseyin

1 Fersahın üçte bîri 4000 ve bazen de 3000 endaze eder : 2077 veya
1921 m. yapar.
380 HİNDİSTAN TARİHİ

dar kaçabilir, karısı Celile bile Behlul’un eline düşer ve onun


tarafından geri gönderilir,,
Bir yıl sonra Hüseyin, yine pek büyük bir ordu ile Delhi
üzerine yürür ve Behlul ondan barış dileyerek her istediği
anda onun hizmetinde savaşa gitmeyi önerirse de Hüseyin
kabul etmez, yine ister istemez iki ordu vuruşur ve Hüseyin
yine yenilir,,
Bu savaşlar daha birkaç defa yenilenecek ve sonda
Hüseyin ezilip Cevnpur kent ve ülkesi Afganların eline
düşecektir. Behlul Ludi kendi oğlu Barbey’i Cevnpur tahtına
oturtur (1479) ve bağımsız bir sultanmış gibi ona kendi adına
hutbe okutmak ve para bastırmak hakkını tanır. Tabiî bu bir
gösterişten ibaretti ve gerçekten Cevnpur devleti ortadan
kalkmış ve ülke yeniden Delhi’ye katılmıştı,.
Bengal’e sığınan Hüseyin, orada 1500’e kadar yaşı-
yacaktır,,
II. B e n g a İ D e v l e t i
Birçok defa Delhi’den ayrılan ve onunla birleşen bu
ülke Muhammed Tuğluk zamanında bağımsız olmuş (1338) ve
Babur’un oğlu Hümâyun tarafından 1539 da fethedilinciye
kadar öyle kalmıştır,,
Bu devlet, Türklük anakaynağından çok uzakta bulun­
duğu için orayı fethetmiş olan Türkler anayurttan az nisbette
taze kan almışlardır. Orada hükümet ekseriyetle Türkler’in,
bazen de yerli Müslümanların ve pek kısa bir zaman için de
Habeş memlûklerin elinde bulunmuştur.,
Bugün Bengal’de Müslümanların sayısı ahalinin % 55 ine
yakındır ve Sint, Pencap ve Keşmir gibi Türk anayurduna
yakın yerler ayrı tutulursa Müslümanların çoklukta oldukları
tek bölgedir . Bu, iki sebebe atfolunabilir:
1. Müslüman Türklerin Hindistan'ı fethe başladıkları sı­
rada Buda dini şimdiki Hindu denilen din karşısında biteviye
gerilemekte olduğundan bu dinden olan birçok kişinin Hindu
olacaklarına Müslüman olmaları,,
2,. Bengaİ hükümdarlarının dış savaşlarla nisbeten da
az karşılaştıkları için dini yayma ile daha çok uğraşabilmiş
olmaları.,
DELHİ TÜRK SULTANLIĞININ DAĞILMASI 381

3„ Çok ezici olan Brahman'lara karşı, Türk ve Müslüman


hükümdarların aşağı “Kast,, tan olanları korumaları ve böyle­
likle alt tabaka halkının gönlünü kazanarak bunlardan birçok
kişiyi İslâm dinine çekmeleri,,

Yukarıda, Delhi sultam Gıyas-üd-Din Tuğ-


S u lta n B a l a b a n fok’un Bengal seferini anlatırken, onun Bala-
o ğ l u B o ğ ı a H a n kan SOyUncjan ve Boğra Han'ın torunlarından
g a lta h tım N asır-ü d - Din’i Batı Bengal tahtında bıraktı-
ğını ve Doğu Bengal’e (Sonargaon) egemen
k a y b e tm e si
olan onun kardeşi Gıyas-üd-Din Bahadır T
Delhi’ye götürüp Sonargaon’a kendisi bir vali tayin ettiğini
söylemiştik,
Muhammed Tuğluk Delhi tahtına çıkınca babasının evlât­
lığı olup Doğu Bengal (Sonargaon) valisi bulunan Tatar Han’a
Behram Han ünvamnı verir ve onu genel Bengal valisi ya­
par x, “Riyad-üs-Selâtin„ in şişirmeli olması muhtemel anlatı­
şına göre ona yüz fil, bin at ve on milyon altın vermiştir.
Muhammed Tuğluk, Tatar (Behram) Han’ın buyruğu
altında olacak, Doğu Bengal’e (Sonragaon) az önce adı geçen
Boğra Han’ın torunu Gıyas-üd-Din Bahadır’ı tayin edip gön­
derir, Batı Bengal’e (Laknavti), Nasır -üd-Din ölmüş olduğun­
dan, Kadir Han ünvaniyle Melik Bidar Kalaç’ı ve Güney
Bengal’e de (Satgaon) îz-üd-Din A’zam-ül-Mülk’ü gönderir,,
Çok geçmeden Gıyas-üd-Din Bahadır ayaklanır, yakala­
nır ve öldürülür (1330); Doğu Bengal de doğrudan doğruya
Tatar Han’ın yönetimi altında kalır,,
Böylelikle Bengal’de sultan Balaban soyundan ve Boğra
Han kolundan iş başında kimse kalmaz

B e n g a l ’in D elh i ^ksik ve karşın yazılar dolayısiyle olayların


s u lta n lığ ın d a n gelişmesini kesin olarak anlamak imkânsız
a y r ılm a s ı gibidir.
Genel olarak denilebilir ki, 1336 da Tatar
(Behram) Han ölür veya öldürülür, 1338 de de Melik Bidar

1 Türlü yazarların ifadeleri arrsında karşmlık vardır ve olaylar


dumanlı kalmaktadır Burada Tatar Han hakkında “Riyad-üs-Salatin,, den
çıkan anlamı aldık
382 HİNDİSTAN TARİHİ

Kalaç (Kadir Han), “Silâhdar,, ı Fahr-üd-Dîn Han tarafından


Öldürülür,,
Bir sürü güçlük ve ayaklanma karşısında bocalıyan Mu-
hammed Tuğluk, Bengal işleriyle uğraşacak durumda değildir
ve Bengai’de egemenliği ele geçirmiş olanlar Delhi’ye aldırış
etmezler; böylelikle ayrılış bir olupbitti olur..
Gerçekten bağımsız ve biribirİyle savaşan iki Bengal (Do­
ğu ve Batı) devleti ortaya çıkar, Bir sürü çarpışma ve savaştan
sonra Melik llyas adında biri, 1343 de Batı BengaPe egemen
olur ve Şems-üd-Din Hacı İlyas Şah ünvaniyle kendini sultan
ilân eder, Kenevirden yapılan “ Bang „ adındaki içkiye düşkün­
lüğü doîayısiyle “Bangara,, diye ünlüdür,
Hacı İlyas 1352 de Doğu BengaPi de fetheder, Orisa’ya
karşı başarılı bir seferi vardır, Tirhüt’e saldırdığı için Delhi
sultanı Firuz Tuğluk ona karşı bir sefer yapar; İlyas o sırada
başkenti olan Pandua’yı bırakıp bataklıklar doîayısiyle koru-
nulmast daha kolay olan İkdala’ya çekilir, Savaş, İlyas’ın Firuz’a
vergi gibi gösterebilecek armağanlar sunmasiyle biter ve Firuz
çekilir(1353— 54),
1357 de İlyas Ölür ve yerine oğlu İskender geçer.
İlyas tarafından yenilip öldürülmüş olan son Sonargaon
(Doğu Bengal) hükümdarı Mübarek’in damadı Zafer Han’ın,
hemen bütün Hindistan kıyılarını dolaşarak Delhi’ye gelip Firuz
Tuğluk’tan yardım istemesi üzerine işbu Delhi sultanında,
Zafer Han’ın yanatlarımn da yardımiyle Bengal’i geri alabileceği
ümidi uyanır ve o, oraya ikinci bir sefer yapar (1359),
Firuz Tuğluk Bengal’e girince İskender de, babası İlyas
gibi, başkentini bırakıp İkdala’ya çekilir; seferden kesin bir
sonuç çıkmaz; İskender’in Firuz’a yılda 40 fil vermesi ve Doğu
BengaPi Zafer Han’a bırakması şartiyie barış yapılır. Ancak
Zafer Han, Delhi’de kalmayı daha uygun ve kolay bulduğu
veyahut ta yeni maceralara atılmaktan korktuğu için bu son şart
yerine getirilemez ve Bengal bir bütün olarak Delhi’den ayrı
bağımsız bir devlet olarak İskender’in elinde kalır.
DELHİ TÜRK SUL TANLIĞININ DAĞILMASI 383

H acı İlya s hanedanın hangi ulustan olduğu üzerinde


soyundan sul- kesin bilgi yoktur; ancak bunlar Tuğluk dev-
tanlar d evri letinin beylerinden idiler ve bu bakımdan öbür
beylerin büyük çoğunluğu gibi Türk olmaları
pek muhtemeldir,
Bengal ülkesi içinde büyükcene Hindu devletleri vardır,
bunların başındaki racalara “zemindar,, denilmektedir, bu kişi­
ler, Bengal sultanına bağımlı olmakla birlikte, içişlerinde geniş
ölçüde bağımsızdırlar ; bu Hindu devletlerinden en büyük ve
ünlüleri Bişnupur ile Dinacpur’dur,.
İskender Şah, üvey annesinin baskısı dolayısİyle ayaklan­
mış olan oğlu A’zam Han’la savaşırken ölür ve A’zam (Gıyas-
üd-Din) tahta çıkar (1393 ?)„ Saltanatına ait önemli olay kayde­
dilmemiştir,, Cevnpur devletinin büyümesinden ürkerek her yıl
Firuz Tuğluk’a gönderilmesi üslenilmiş olan 40 fili (galiba bir
defa) Hoca Cihan’a yollar, 1410 (?) da ölür; Şirazlı büyük şair
Hafız mektuplaşıldı,
Yerine oğlu Hamza, Seyf-üd-Din ve Suitan-ül-Selâtin ün-
vanlariyle tahta çıkarılır; silik bir kişidir; pek belli olmıyan
bir tarihte yerine oğlu veya evlâtlığı Şems-üd-Din veya Şihab™
üd-Din Beyazıt geçer,,

S altanatın bir ^ amza ve Beyazıt’ın saltanatları sırasında pek


Hindu haneda- belli olmıyan bir tarihten itibaren yukarıda
na geçm esi andığımız Dinacpur’un racası Ganeş (Müslüman
tarihçiler “Kans„ derler) devletin egemeni olur,,
Riyad - üs - Selâtin onun Şems-üd-Din’in ölümü üzerine tahta
çıktığını yazmakta ise de ona ait para ve kitabe bulunmadığı
için gerçek egemenliği ele almış ise de İlyas soyundan kukla
bir hükümdarı tahtta bırakmış olduğu sanılır.
Müslümanlara çok zulmettiği ve onları zorla Hindulaştır-
mıya çalıştığı için Bengal’de evliyadan sayılan Şeyh Nur Kutb-
ül-Alem, yukarda görmüş olduğumuz gibi, Cevnpur sultanı
İbrahim Şah’a bir mektup yazıp onu dini kurtarmak için Ben-
gal’e çağırır,, O, ordusiyie Bengal üzerine yürüyünce raca Ganeş
korkar ve onu geri göndermesini şeyh’den diler.. Şeyh ise
Ganeş’e ancak Müslüman olursa bunu yapacağını söyleyince,
o, buna razı olur; fakat karısının itirazı üzerine kendisinin artık
384 HİNDİSTAN TARİHİ

dünyadan çekileceğini söyliyerek 12 yaşındaki oğlu Cadu’yu


müslüman yapmak üzere şeyhe teslim eder ve kendisi tahttan
inip oraya bu çocuğu çıkarır..
Bunun üzerine işbu çocuğa Celâl - üd - Din Muhammed
adını vermiş olan Şeyh, İbrahim Şah’ın ordugâhına gider ve
ondan geri çekilmesini ister; İbrahim buna kızarsa da şeyhin
büyük nüfuzu dolayısiyle razı olur,,
Az sonra Ganeş tahtı geri alır ve yeniden müslümanlara
zulüm etmeye koyulur ; oğlunu da yeniden Hindu dinine
çevirmek ister, ancak bu çocuk Islâmdan vazgeçmez ve babası
onu hapsettirir.
Ganeş, 1414 (?) de ölür veya öldürülür ve oğlu Celâl-üd-
Din Muhammed tahta çıkar,, Onun adına paralar vardır ve
dolayısiyle resmen hükümdarlık etmiş olduğu kabul olunabilir,
Celâl-üd-Din, Müslümanlığı yaymak için çok çalışır ve Hindu-
ları baskı altında tutar Belki birçok Hindu’yu Müslüman
yapmıştır,,
1431 de ölür ve yerine oğlu Şems-üd-Din Ahmet geçer..
Cevnpur sultanı İbrahim Şah’ın bir saldırısından korktuğu için
büyük Timur’un oğlu Şahruh’dan mânevi yardım diler ve
onun müdahalesi üzerine İbrahim saldırısından vazgeçer..

İ ly a s h a n e d a - Sultan Ahmet son yıllarında çok zalim olmuştu,.


m nxn y e n id e n 1442 de iki beyi tarafından öldürülür ve îlyas
t a h t a ç ık m a s ı hanedanından olan veya böyle bir iddiada bulu­
nan Naşir Han adında bir bey, Nasır-üd-Din
Mahmut Şah adiyle, tahta çıkarılır,,
Bu kişi Pandua başkent olalı sönmüş olan Gaur'u ( eski
Laknauti) yeniden yapar ve süsler ; Satgaon camisi gibi güzel
anıtları da vardır,, Cevnpur sultanı Mahmud’un Delhi’ye karşı
sürekli savaşları başlamış olduğu için Bengal’ın batı yönünden
güveni sağlanılmış olur ve bu ülke için bir rahatlık devri
başlar.
Mahmut 1459 da ölür ve yerine oğlu Barbey Şah geçer.
Habeş kulu satın almak göreneğini o kuracaktır Bilindiği gibi,
Bengal yerlileri az vuruşkandırlar; belki bazı tecim kolaylıkları
ve Türkistan’dan adam getirmenin güçlüğü dolayısiyle, Dekken
devletlerinde yapılageldiği gibi, Barbey de büyük ölçüde Ha-
HİNDİSTAN . 1393 H A R iT A ıH
DELHİ TÜRK SULTANLIĞININ DAĞILMASI 385

beş kulu satın alır ; amaç, orduya vuruşkan bir unsur sokmak
olmalıdır. Ancak bunlar, bu gibi durumlarda hep olageldiği
gibi, çok geçmedan egemenliği ele alacaklardır
Barbey 1474 de ölür, yerine geçen oğlu Yusuf sofu bir
müslümandı, şarap ve saıreyi yasak eder,

Saltanatın H a - ^ usu^ Ş ah’m ikinci halefi Feth-Şah Habeş’le-


beşlere geçm esi nüfuzunu kırmıya çalışırsa da bunların
ilerigelenlerinden biri olan Sultan Şehzade
adında bir harem ağası onu öldürür, tahta kendisi çıkar ve
Barbey Şah ünvanını alır (1486)..
İndil Han adında başka bir Habeş beyi, Yuğruş Han
adında bir Türk beyi ile birlik olarak öldürülen sultanın öcünü
almak için Bar bey’i vurur ; bunlar sultanı öldürdük sanarak
onu yerde bırakır ve çekilirlerse de ışıkları yakmak için gelen
"Tavaçi b aşı,,1 onun yaralı olduğunu görünce İndil Han’a
haber verir o da Barbey’i bu sefer tam öldürür..
Bundan sonra şehit Feth Şah’ın oğlu iki yaşında olduğu
için Habeş İndil Han, Firuz Şah ünvaniyle tahta çıkar.
indil, devletin düzenini yerine koyarsa da ancak üç yıl
yaşar ve ölünce Feth Şah’ın oğlu 5 yaşındaki çocuk Nasir-üd-
Din Mahmut ünvaniyle tahta çıkarılır (1489) ve Habeş Han
adında bir habeş ona atalık (vasi) yapılır.,
Çok geçmeden Sidi Bedr Habeşî adında başka bir ha­
beş hem Habeş Han’ı, hem de çocuk sultanı öldürüp Şems-üd-
Din Muzaffer Şah ünvaniyle tahta çıkar ve sonsuz zulümlerle
orada tutunmaya çalışır,. Üç yıl geçmeden ordu ayaklanır ve
vezir Seyyid Ala-üd-Din Hüseyin’in komutasında, o sırada
başkent olan Gaur’da, sultanı kuşatır ve o bir vuruşma sıra­
sında ölünce beyler veziri tahta çıkarırlar (1493),

Term iz’li Sey- Ç]kan vezir, Termizli (Türkistan) bir


yıd’ler hane- Seyyid idi, Kendini tahta çıkaranları daima
dam memnun etmiye çalışacaktır, Birçok defa
ayaklanmış olan Paik adındaki yerli yaya

1 Ru tâbir (^il. ls' j ») biçiminde, “ Riyad-üs-Selâtin ,, ve Firişte’de


vardır ve Bengaî sarayında bazı Türk tâbir ve İstılahlarının yerleşmiş
olduğunu göstermektedir.
H ind istan T a rih i 25
386 HİNDİSTAN TARİHİ

askerlerini ve habeşleri hizmetten çikarır ve dağıtır; bu so­


nuncular Dekken ve Gücerat’a çekileceklerdir,.
Devletini büyütmeye de çalışır, kargaşalıklar devrinde
elden çıkmış bazı kenar ülkelerini geri alır, ancak Asam’a
karşı 1498 de giriştiği sefer başarısız olur. 1518 de ölür;
yapıcı ve kültür işlerini geliştirmiş bir kişi idi,

N usret Şah Oğlu Nusret Ş ah eyi bir ad bırakmıştır,, Tir-


hut’u alıp devletine katar Onun saltanatı sıra­
sında Delhi’deki Ludi Afgan devleti Babur’un eline düşer ve
birçok Afgan doğuya sığınır Nusret Şah bunları eyi karşılar
ve son Ludi sultanı İbrahim’in kızı ile evlenir,, Babur’a karşı
durum almak isterse de onunla savaşmaya yüreklenemez ve
onun önünden çekilir,

P ortek izliler*le Güney Afrika’yı dolaşarak Hindistan’a ulaşan


ça tışm a la r Avrupa gemileri 1498 de Dekken’in gü­
ney batı kıyısında Kaliküt’e gelen Portekiz’li
Vasko da Gama (Vasco da Gama) nın üç gemisidir..
Bundan sonra Portekizler 1510 da Goa’ya yerleşir ve
orasını genel valilerinin merkezi yaparlar.
1528 de Martin Affonso de Mello Jusarte adında biri
Bengal körfezinde bir liman veya konak elde etmek için ora­
ya gönderilir ; gemisi batar ve kendisi Çatgaon’da (Çittagong)
Bengal beylerinden Hüda-Bahş Han’ın eline tutsak olarak
düşer. İşbu kent tüccarından Şihab-üd-Din adında biri onu
1500 altına satın alıp salıverir..
Az sonra işbu Şihab - üd - Din’in Bengal sultanı Nusret
Şah’la arası açılıp ondan çekindiği için Portekizlileri yardımına
çağırır., Martin Affonso da aynı zamanda ticaret etmek amaciyle
Çittagong’a gelir, ve sultana bazı armağanlar yollar Ancak
Portekiz gemicileri Çittagong’da çok kötü davranırlar ve güm­
rük kurallarına hiç aldırış etmek istemezler. Buna kızan Nusret
Şah yakalanmalırını buyurur ve Çittagong’daki vali bunları
bir ziyafete çağırıp yakalatır, karşı koyanlar öldürülür ve
100,000 altın değerinde mallan alınır ; tutsaklar ise başkente
gönderilir, Portekizliler de gelip Çittagong’u yakarlar,
DELHİ TÜRK SULTANLIĞININ DAĞILMASI 387

H ü m ây u n ’a Babur'un oğlu Hümâyun tahta çıkınca ( 1530) ,


k a r ş ı k u şk u onun Bengal’i fethetmek düşüncesinde olduğu
v e ö lç e m le r söylentisi dolaşmıya başlamıştı Bunun üzerine
Nusret Şah, Gücerat sultanı Bahadır’a bir
elçiyle armağanlar yollar (1532-33); Bahadır elçiyi iyi kabul
eder ve ona hil’at giydirir; yani arada Hümâyun’a karşı bir
türlü anlaşma ve bağlaşma yapılır.. Ancak iki ülkenin birebi­
rinden çok uzak olması ve başka sebepler yüzünden arada
gerçek ve faydalı bir askerî dayanışma gelişmeyecektir..
Başta çok eyi bir hükümdar olan Nusret Şah’ın huyu
gitgide bozulmuş ve zulme kaymıştı,, Bu yüzden 1533 de,
tehdit ettiği saray adamlarından biri, birkaç arkadaşiyle
birlikte onu öldürür: Bilgiyi korumuş ve güzel anıtlar (cami,
medrese vesaire) yapmış olmakla ünlüdür,,

N u s re t Ş a h ’d a n Yerine £ eÇen 0 SİU Ala-üd-Din Firuz üç ay


s o n r a k i d u ru m sonra amcası Gıyas-üd-Din Mahmut tarafından
Öldürülür ve bu kişi tahta çıkar:
Ancak Hacıpur (Patna karşısı) valisi olan Mahdum-ül-Alem
ayaklanır, Bihar’daki Afgan beylerinden Şir Han Sur tarafın­
dan yardım görür ve bir sürü savaş sonunda Bengal kâh
Hümâyun’un, kâh Afganlarm işgali altına girer.

III. Malva devleti


K u ru lu ş ^ ruz Tuğluk’un Malva valisi olan Dilâver Han
Gurı, Gur sultanları soyundan olmak iddiasında
idi Firuz’un Ölümünden sonra başlıyan Tuğluk sultan ve şeh­
zadelerinin kavgaları sırasında Dilâver Han gerçekten bağım­
sız olur. 1399 da Timur Gurkan’dan kaçan Delhi sultanı
Mahmut Tuğluk, Gucerat’ta gerektiği gibi karşılanmadığı için
Malva’ya gelir; Dilâver Han ona, görünüşte olsun, kendi
hükümdarı gibi muamele eder ve onun Delhi’ye döndüğü 1401
yılına kadar ona bakar:
Dilâver Han’ın oğlu Alp Han babasının bu davranışına
karşın olmuştu. 1406 da Dilâver Han ölünce, veyahut, bazı söy­
lentilere göre, oğlu tarafından zehirlenince, Alp Han tahta çıkar
ve Huşeng Şah ünvanmı takınarak kendini bağımsız hükümdar
ilân eder:
388 HİNDİSTAN TARİHİ

H uşen g Ş ah Han tahta çıkınca Gücerat sultanı Muzaffer


(A lp H a n ) Şa^> onun babasını zehirlettirdiğini ileri sürerek
veya bahane ederek ona karşı yürür, onu başkent
Dar (Dhar) da kuşatıp yakalar ve yerine kendi (Muzaffer'in)
kardeşini bırakırsa da bunun zulmü dolayısiyle bir ayaklanma
olur ve Huşeng soyundan Musa Han adında biri Mandu’da
sultan yapılır,,
Muzaffer, Huşeng’in babasının Ölümünden hiçbir suçu
olmadığı yolundaki sözlerine inandığı veyahut inanmak işine
geldiği için, onu bir ordu ile Dar’a yollayıp yerleştirir ; o da
az sonra Mandu’daki Musa’yı orasını kendisine bırakmıya zor­
lar ve böylelikle yeniden bütün Malva’ya egemen olmuş olur,,
Huşeng tabiat bakımından çok güçlü olan Mandu’yu
büyütmüş, berkitmiş ve orasını kendine başkent yapmıştır,.
O 1411 de, Guceıat sultanı Ahmed I ’e karşı ayaklanmış
olan beylere yardım için işbu ülkeye saldırırsa da başarı sağ-
lıyamaz. 1418 de yine Gucerat’a saldırır ve yine çekilmek
zorunda kalır. Bütün bunlara kızan Ahmed I, 1419 da Malva’ya
girer, Huşeng’i Mandu önünde bozar, onu oraya kapanmak
zorunda bırakır ve pek çok olca alarak geri döner,,
Bütün bu yenilgilerini ordusunda fil bulunmayışına atfe­
den Huşeng, 1422 de, bin atlının başında kuşuçuşu ile 1200
km, uzakta bulunan Orisa’ya sıkı ve hiç geçilmemiş cen­
gellerden geçerek gider,, Orada kendini !bir tüccar gibi göste­
rerek raca’yı, mallarını görmek için, kendi bulunduğu yere
gelmiye kandırır,, Raca 500 atlı ile gelince onun adamlarının
yaptıkları tahribat dolayısiyle arada kavga çıkar veya bu
bahane edilir, O nsa atlılarının bir kısmı öldürülür, öbür
kısmı kaçar ve raca, Huşeng Şah’m elinde kalır., Huşeng de
onu 75 fil ile değişir,,
Dönüşte Huşeng, Gucerat sultanı Ahmet fin Mandu’yu
kuşattığım öğrenir; ancak o yaklaşınca Ahmet çekilir,.
Bundan sonra Huşeng, Gvalyor’u kuşatırsa da Delhi sul­
tanı Mübarek’in üzerine yürümesi dolayısiyle oradan çekilir,,
Kerala kurganı yüzünden Huşeng, Dekken sultam Ahmed
Şah Behmenli ile savaşır ve ona yenilir, Kalpi’ye karşı yaptığı
bir sefer daha başarılı olur.
DELHİ TÜRK SULTANLIĞININ DAĞILMASI 389

Huşeng 1435 yılında ölür ve büyük oğlu Gaznin (Gaznı)


Han Muhammed Şah adiyle tahta çıkar; çok zalim ve içkiye
düşkün bir adamdı., Kardeşlerinin üçünü ve soy sopundan
birkaç kişiyi öldürtür.

Dilâver Han’ın kız kardeşi, yani Huşeng1Sah’-


K a la ç h a n e d a - ın ha]asij Delhi’de Kalaçhanedanını kurmuş
M^lva olan Celâl-üd-Din Firuz’un ağabeyi Nasir-üd-
ç ık m a - ö J
s ıt M ah m u d Din’in torunlarından olan, veya bunu iddia
K a la ç eden, Ali Şir Han Kalaç adında bir beyle
evli idi.
Bunların oğlu Melik Muğis (Han Cihan ünvanım taşır)
Malva devletinin ünlü beylerinden idi ve yeni sultan Muham­
med Şah’ın da kayın babası bulunuyordu.,
Muhammed Şah’ın soy sopunun çoğunu öldürmesi üze­
rine işbu Melik Muğis’in oğlu ve sultanın kayın biraderi olan
Mahmut Han eniştesine karşı hazırlıklar yapmıya koyulur,
sonra onu öldürtür ve bazı çarpışmalardan sonra, babası Me­
lik Muğis tahta çıkmak istemediği için, kendisi sultan olur ve
böylelikle Malva bir Kalaç hanedanınca yöneltilir (1436)..
Mahmut Kalaç birkaç yıl iç ayaklanmalarla ve Gucerat’a
Racistan’a ve şuraya buraya kaçmış olan eski hanedan üye­
lerinin oralarda aldıkları yardımcı kuvvetlerle veya Gvalyor
racası gibi bu kargaşalıklardan faydalanmak istiyenlerle sa­
vaşmak ve çarpışmak zorunda kalır. 1440 da durumunu sağ­
lamlaştırmış ve bu gibi gailelerden kurtulmuştur,,
Delhi’de Seyyid hanedanından Muhammed Han'ın aczi
dolayısiyle bazı beyler, belki de Delhi’nin eski büyük Kalaç
sultanlarının soyundan olması yüzünden, Mahmut Kalaç’ı
Delhi’ye çağırırlar ve ona ora tahtına çıkmasını önerirler,,
Mahmut Kalaç Delhi dolaylarında Tuğlukâbad’a kadar giderse
de, Delhi sultanlığının gerçek egemeni olan Behlul Ludi’nin
komutasındaki ordu ile sonuçsuz bir vuruşmadan sonra çekilir,
1442, 1446 ve 1455 de Mahmut Kalaç Racputlar’dan Çitor
Ranası (Racası) ile savaşır; ilk sebep, Rana’nın eski hanedan
üyelerine yardımda bulunmuş olmasıdır,
1455 seferi çok başarılı olur, Rana’nm ülkeleri pek büyük
tahribata uğrar ve Ecmir, Mahmut Kalaç’ta kalır. Onun 1450
390 HİNDİSTAN TARİHİ

ve 1451 de Gücerat’a karşı da seferleri vardır; İkincisi kendi­


sine çok pahalıya mal olur.
1461 de Mahmut Kalaç, Dekken’e karşı büyük bir sefere
girişir; sebep, Hümâyun Şah “Zalim,, diye ünlü olan Behmenli
padişahının Mahmut Kalaç’m akrabasından bir beyi öldürmüş
olmasıdır,, Başta Mahmut Kalaç yener ve Berar’ı ele geçirirse
de (arada Hümâyun Zalim’in çocuk olan oğlu Nizam Şah tahta
çıkarılmıştı) gerilerini tehdit eden bir Gücerat ordusu karşısında
çekilmek zorunda kalır ve kendi ordusu çok büyük kayıplara
uğrar.
1462 de yine Dekken’i istilâ eder, Devletâbad’a kadar
sokulur ve yine Gücerat ordusunun kendi gerilerine sarkması
üzerine çekilmek zorunda kalır..
1465 de Mısır’daki Abbasî Halifesinden kendisine bir f
man ve bir hil’at gelir ; 1446 da Timur oğullarından sultan
Ebu-Said’in elçilerini kabul eder
1469 da Delhi sultanı Behiul Ludi, yukarıda da görmüş
olduğumuz gibi, ondan Cevnpur sultanı Hüseyin Şarkî’ye karşı
yardım istemiş ve Mahmut Kalaç Biyana’nın kendisine verilme­
sine karşılık olarak 6000 atlıyı BehluTun yardımına göndermeyi
kabul etmişti,, Ancak buna hacet kalmamıştır..
Mahmut Kalaç 1469 yazında ölür, Çok büyük bir ün ka­
zanmış, ancak başarıları Delhi, Racistan, Gücerat ve Dekken’i
kaplıyan ihtirasları kadar büyük olmamıştı,,

M ah m u t Mahmut Kalaç ölünce yerine oğlu Gıyas-üd-


K a l a ç ’t a n Din geçer, barış seven ve sofu bir hükümdardır;
s o n r a k i d u ru m çok geçmeden delilik belirtileri gösterir ve bu
belirtiler gitgide artar,,
1500 de oğullarının bir sürü ayaklanmaları ve onunla veya
aralarında vuruşmaları ola dururken ölür veya zehirlenir.
Yerine geçen oğlu Nasır-üd-Din’in saltanatı da önemsiz
geçer.. 1510 da, ayaklanmış olan oğlu Şihab-üd-Din ile savaşır­
ken ölür.
Bir sürü iç çarpışma ve şehzade kavgasından sonra taht,
işbu Nasır-üd-Din’in oğullarından Mahmut II ’ye kalır.. Bu kişi
henüz taht için savaşmakta iken, güç bir durumda bulunduğu
bir sırada Malva, içinde bir Racput oymak veya taifesinin başı
DELHİ TÜRK SULTANLIĞININ DAĞILMASI 391

' olan Medni Ray’dan yardım istemiş ve bu yardımın tahtı elde


etmesinde önemli tesiri olmuştu,
Başarıdan sonra Mahmut II’nin Medni Ray’ı vezir yapması,
onun da birçok yerlere kendi Racputlarını yerleştirmesi ve
onların ise Müslüman kadınlarını nikâhlı nikâhsız almaları
Müslüman beylerin ayaklanması sonucunu verir ve iç savaşlar
yeniden başlar, Gücerat sultam Muzaffer II ve birtakım Rac-
putlar da buna karışır.
Sonda 1531 de, Gücerat sultanı Bahadır Şah Malva’yı
fetheder ve kendi ülkesine katar,

IV» Gücerat D e v l e t i
Gucerat’ın başlıca iki özelliği vardır :
a) Halkı oldukça vuruşkandır; ülke adını Gucarlar’dan
aldığına göre bu ulusun ora halkı arasında önemli bir nisbette
bulunduğu kabul edilebilir, Gucarlar’ın “Guz, Oguz„lardan
veya “Hazar„lardan oldukları hakkmdaki bilgi ve~3uşunceleri
ise bu _cildin_-üçüncü bölümünde görmüştük K
b) Bu ülke Kuzey Hindistan’ın ve Kuzey-Batı Dekken’in
Osmanlı, Iran, Arap7 Avrupa ve Afrika ülkeleriyle deniz teci-
mrnnTgeçtiği başlıca limanlan kapsar ve bu yüzden ayrıca da
çok zengindir,
Gücerat sultanları Avrupa’da Kambay prensleri diye tanın­
mışlardır ve zenginlikleriyle ünlüdürler. Bunlar dışardan Türk,
Afgan ve Habeş asker getirtmekle birlikte kendi ülkelerinde
de vuruşkan askerler bulabilmektedirler ve servetleri sayesinde
büyük ordular besliyebilecek durumdadırlar.
Bu yönler Gucerat’m, herkesin gözü üzerinde olmasına
rağmen, nasıl uzun zaman bağımsız kaldığım anlamıya yarar.

K u ru lu ş Fmız Tuğluk’un Gücerat valisi (Firişte, sipehsaları


der) olan Ferhat-ül-Mülk onun ölümünden
sonra Delhi’deki karmakarışık durumu görünce bağımsızlık
düşünceleri besler ve buna erişmek için yerlilerin gönlünü al-
mıya kalkışır, 1391 yılında Gücerat ülema ve fukahası (fakih-
leri) o sırada Delhi tahtında oturan Firuz’un oğullarından Mu-

1 Yukarda, s, 88 ve 95-96,
392 HİNDİSTAN TARİHİ

hammed Tuğluk'a gönder dikleri bir dilekçede Ferhat-ül-Mülk’ün


puta tapma işini desteklediğini ve İslâmiyete karşın durum
aldığım bildirirler.. Bunun üzerine onun yerine, babası Vecih-ül-
Mülk adında mühtedi bir Racput olan A’zam Hümâyun Zafer
Han tâyin edilir; kendisine verilen menşur’un başına Muham-
med Tuğluk kendi eliyle birçok lâkap yazar; bunlar: “Birade­
rim,, (kardeşim) diye başlamakta ve “sahipkiran Uluğ Kutluk
A’zam Hümâyun Zafer Han,, diye bitmektedir, Bu kişinin oğlu
Tatar Han Delhi’de vezirdir,,
Bu kadar koltukla gönderilen yeni vali, 1392 başında
Ferhât-ül-Mülk’ü yener, ağır yaralar ve çok geçmeden Gücerat’a
egemen olur,, 1396 da Delhi tahtının Mahmut ve Nusret Tuğluk
arasında çekişildiği sırada kime biat etmenin gerektiğini bile­
mediği bahanesiyle bağımsız gibi davranır.
Oğlu Tatar Han Nusret Tuğluk’la iş birliği yapmış ve bir
yenilgi üzerine 1397 de Gucerat’a, babası Zafer Han yanma
kaçm ıştı; Tatar Han babasını Delhi üzerine yürümiye kandı­
rırsa da o, Timur istilâsını duyunca bundan vazgeçer,
1399 da Timur’dan kaçan Mahmut Tuğluk Gücerat’a sığı­
nır, ancak orada beklediği saygıyı görmediğinden Malva’ya
gider; esasen Tatar Han onun taht rakibi Nusret Tuğluk’la
işbirliği yapmış olduğuna göre bu az çok tabiî sayılabilir.
1400 yılında Zafer Han, Racistan’daki Idar Racput devle­
tini kendi egemenliği altına sokar,,
Daha önce anmış olduğumuz gibi yeniden Delhi tahtına
oturmuş olan Mahmut Şah, 1403 de kendisini bir kukla
gibi kullanan beylerinden İkbal Han’m baskısından kur­
tarmak için Cevnpur sultanının ülkesine kaçmış idi. Bunu du­
yunca Tatar Han, babasını Delhi üzerine yürümeye kışkırtır.
Zafer Han ise ihtiyarlığı dolayısiyle bu uzun seferi üzerine
almak istemez ve oğlu Tatar Han’ı gönderir,, Ancak bu kişi,
büyük bir ordunun başına geçince, ilk iş olarak babasını
hapsettirip kendisini Nasır - üd - Din Muhammed Şah ünvaniyle
sultan ilân eder,
Böylece Gucerat’a egemen olan kişi resmen de sultan ve
şah ünvanlarını takınmış olur.
Bundan sonra yeni şah, amcası Şems Han’ı, Nusret Han
ünvaniyle kendisine vekil bırakarak Delhi üzerine yürür. Ancak
o yola çıkar çıkmaz babası Zafer Han, kardeşi Nusret Han’ı âsi
DELHİ TÜRK SULTANLIĞININ DAĞILMASI 393

oğlunu öldürmeye kışkırtır, o da bunu kabul edip yîğeninin


ordugâhına gider ve onu zehirler,.
Bunun üzerine Zafer Han, Sultan Muzaffer Şah diye res­
men hükümdarlığını ilân eder.
Muzaffer Şah’m Malva’ya karşı savaşları daha önce anla­
tılmıştı, 1411 de Ölür,

A h m e t Ş a h ^ atar Han’m ° ^ u olan bu kişi Muzaffer Şah’ın to­


runu ve veliahtıdır, Başta amcalariyle savaşmak
zorunda kalır, ancak hükümdarlığını onlara tanıtır, Malva sul­
tanı Huşeng ŞahTa, yukarda anılmış olduğu gibi, birçok başarılı
savaşı olur Handeş hükümdarı NasîrMa da başarılı savaşı
vardır..
1430 da Gücerat’ın en güneyindeki limanı olan Mahim’in
Behmenli’lerce saldırıya uğraması üzerine Gucerat ve Dekken
devletleri arasında, daha çok birinci devlet lehinde gelişen, bir
savaş olur,
1438 de Ahmed Şah, Malva’da yeni tahta çıkmış olan
Mahmud Kalaç’a karşı eski hanedan üyelerinden Mes’ud’u tut­
muş ve onun uğrunda Malva içerlerinde başarısız bir savaş
yapmıştır..
Ahmet 1442 de ölür ve yerine büyük oğlu Muiz - üd - Din
Muhammed Şah geçer,
Ahmet Şah, eski Asaval kentinin yerinde bugünkü Ah-
metâbad kentini kurmuş ve onu çok süslemiştir,

M u h am m ed Ş a h Muhammed Şsh’ın Racıstan’ın türlü devletle-


< E I-K erim v e r*ne karşı başarılı seferleri vardır, 1451 de
ik i h a le f i ölür, İyi huyu ve cömertliği dolayısiyle ken­
disine “El-Kerim„ denilmiştir.
Yerine geçen büyük oğlu Kutb-üd-Din Ahmed, Malva
sultanı Mahmut Kalaç’a karşı başarılı savunma savaşları ya­
par, Racput devletlerine karşı da birkaç zafer kazanır, 1458
de ölür.
Beyler onun yerine amcası Davud’u çıkarırlarsa da bu
kişi çok kötü davranır, yüksek yerlere değersiz nedimler geti­
rir ve bir ay geçmeden tahttan indirilip onun yerine Kutb-üd-
Din’in küçük kardeşi Ebül-Feth Mahmut tahta oturtulur.
394 HİNDİSTAN TARİHİ

, Gucerat’ın en büyük hükümdarıdır ve işbu


m u t Şah ülke onun zamanında çok genişlemiştir Mah-
Bigarha 1 mut Bigarha’nın genel siyasası: İslâm dininin,
Sünnîliğin ve, o devrin anlayışına göre, ada­
letin ve doğruluğun kahramanlığını, devlet başkanlığının ge-
reklikliğine uydurabildiği Ölçüde, üzerine almak olmuştur,,
Malva devleti anılırken denilmiş olduğu gibi, Mahmut
Bigarha, 1462 ve 1463 yıllarında Mahmut Kalaç’ın Dekken’e
karşı açtığı savaş sırasında işbu son devlete (Behmenli dev­
leti) yardım etmiş ve Malva ordularını çok güç ve tehlikeli
durumda çekilmek zorunda bırakmıştı, 1463 seferinden sonra
Mahmut Bigarha, Mahmut Kalaç’a mektup yazıp bir çocuk
olan Behmen’li sultanı Nizam Şah’a çatmanın yakışık almadı­
ğını ve eğer ona karşı bir saldırıda daha bulunursa kendisi­
nin bu sefer doğrudan doğruya Malva’ya saldıracağını bil­
dirir,
1469 da Mahmut Kalaç ölünce, Gücerat beyleri Malva
istilâsının uygun olacağını ileri sürerlerse de Mahmut Bigarha,
ilkelerinden ( pıincipe) vazgeçmez ve padişahını yeni kaybet­
miş bir ülkeye çatmanın doğru olmıyacağım söyler,,
Mahmut Bigarha, Behmenli devletini korumak için giriş­
tiği seferlerden sonra Hindulara karşı bir sürü savaşa girişir,,
1464 de, korsanlık ettiği veya ettirdiği için, Daman
limanı yanında Pardı deki bir Hindu başbuğuna karşı yürür
onu haraca bağlar ve bir daha korsanlık ettirmiyeceğine dair
ondan söz alır.
1466 da Mahmut Bigarha, Katiyavar yarımadasının gü­
neyinde Sorath’da çok güçlü Gir nar racası Ray Mendeîek’e
çatar ve onu haraca bağlar, 1669-1670 da ona karşı yine bir
sefer yapar ve Girnar’ı alıp kendi ülkesine katar Ray müs-
lümanlığı kabul eder ve kendisine Han Cihan ünvanı verilir.
Mahmut, Girnar’m yakınında başkentlerinden biri olan Mus-
tafaâbad kentini kurar,.

1 veya diye yazılan bu lâkap hakkında türlü söylenti var­


dır Firişte en doğru söylentinin Şah Cemal-üd-Din Hüseyin Incu (İnci)
ninki olduğunu yazar, Buna göre, Hindular’dan iki ünlü kurgan almış
(Girnal veya Girnar ve Çampanır) ve bu yüzden ona iki kurgan (garha)
sahibi anlamında bu lâkap takılmış imiş (e II„ s. 205).
DELHİ TÜRK SULTANLIĞININ DAĞILMASI 395

Onun 1471 ve 72 de Sİnt’te (aşağı Sint) iki seferi vardır :


ilkinde amaç, Hindularca zulüm gören müslümanları korumaktı.
Pek iyi anlaşılmıyan şartlar altında Mahmut orada kendilerine
müslüman diyen, fakat işbu din hakkında bir şey bilmiyen
24,000 atlı ile karşılaşır ve bunlardan istiyenleri kendi ülkesine
götürüp yerleştirir ve onlara hanefî mezhebince ders verdirtir.
İkincisine, kendi anne babası veya anasının akrabasından
olan Sint hükümdarı Nizam-üd-Din’e karşı ayaklanmış olanları
yola getirmek için girişmişti ve bu işi başarmıştı Kendi
adamlarından bazıları, Sint ülkesine memurlar tayin etmesini,
yani oranın yönetimini ele alıp orasını kendi ülkesine kat­
masını Mahmud’a önerirlerse de o, aradaki sıhriyet dolayısiyle
bunu kabul etmez.
Bu seferden dönüşü sırasında Semerkant’lı Mevlâna
Muhammed (veya Mahmut) adında bir bilgin ve şair ona baş­
vurup Katiyavar yarımadasının kuzey batı ucunda bulunan
Dvarka Hindularının onu soyduklarından ve kızlarınî kaçır­
dıklarından sızlanır ve hakkını ister.
İşbu Mevlâna, Behmenli padişahlarının yanında uzun
zaman kalmış olup ömrünün son kısmını geçirmek için bir­
takım eşya ile Semerkant’a dönmekte idi..
Mahmut Bigarha soyguncular üzerine yürür, onların kent
ve kurganlarını alır, racaları Bim’i yakalar Mevlâna’ya teslim
eder, o da ona dokunmayınca sultan racayı idam ettirir ve
Mevlâna’nın mallarını geri verip onlara armağanlar ekler.
Mahmut Bigarha’mn sonu gelmiyen seferlerinden bıkan
bazı ilerigelenler ona karşı bir suyikast hazırlarlarsa da o
bunu öğrenir, ancak yumuşak biçimde bastırır.
Mahmut, 1482-84 de uzun bir kuşatmadan ve çetin sa­
vaşlardan sonra Racputların ünlü kurganlarından Çampanir’i
alır. Racputlar “Cevher,, yaparlar., Raca yaralı olarak yaka­
lanır, müslüman olmayı kabul etmediği için birkaç ay sonra
öldürülür ; oğlu müslüman olur ve Nizam-ül-Mülk ünvaniyle
İdar Emîri yapılır.,
Mahmut Çampanir’e Muhammedâbad adını verir ve onu
başkentlerinden (veya çok kere gidip uzun süre kaldığı yer“
lerden) biri yapar,
396 HİNDİSİ AN TARİHİ

Behmenli devletinin dağılma devrinin doğurduğu karga­


şalıklar sırasında Bahadır Gilanî adında biri, K onkan1 böl­
gesine egemen olup kara ve denizde geniş ölçüde eşkiyahğa
koyulmuştu ve Gücerat kıyılarına kadar soygunculuk et­
mekte idi..
Mahmut Bigarha, 1491-2 de ona karşı bir ordu göndermek
isterse de bunun için Behmenli devletinin içinden geçmek
gerekmekte id i; Mahmut Bigarha bunu yapmak istemez,
ancak Behmenli sultanına bir mektup yazıp hanedanına ettiği
iyilikleri hatırlatır ve bu korsan yuvasının ortadan kaldırıl­
masını diler. Onun koıkusu ile ve onun doğrudan doğruya bu
işe girişmesini önlemek amaciyle, biribiriyle savaşa duran Beh-
menî beylerinden birkaçı Bahadır Gilani’ye karşı yürürler ve
bir sürü vuruşmadan sonra onu ortadan kaldırırlar: Korsanın
eline geçirmiş olduğu gemiler de eski sahiplerine geri verilir.,

- ^ 8 de Dekken’in güney batı kıyılarına


P o r te k i z li le r e
( Mal ab aı kıyısı) erişmiş olan Portekizliler git-
k a r ş ı G ü c e r a t,
M ısır v e d a h agide Batı acunu ile Hindistan arasındaki deniz
b a z ı M üslüm anticaretinin bütününü ele almıya ve Kızıldeniz’e
giden deniz yollarını vurarak oradan geçen
d e v le tle r in
gemileri batırmıya koyulmuşlardı,, Bu, Mısır’ın
b a ğ la ş m a s ı
Memlûk sultanlariyle birtakım Arap şeyh ve reislerinin bu
ticaret yüzünden sağladıkları büyük kazançları ellerinde almak
demekti.
Bundan başka Batı Hindistan’ın kuzey limanlarından
hacı taşıyan gemiler de batırılmaya başlanılmıştı; esasen Por­
tekizliler kargaşalık içinde bulunan Dekken’in limanlarını daha
uygun gördükleri için o yöndeki ticaretlerini daha çok geliştir­
mişlerdi; Kuzey Hindistan limanlarına işliyen gemileri ise daha
çok vurmakla yetiniyorlardı; yani işbu limanların genel tecimi
ve dolayısiyle Mısır tecimi hiç karşılıksız zarar görmekte idi
ve tecim hep Dekken limanlarına akmakta idi,,
Bu sebepler dolayısiyle Mısır’ın Memlûk sultanı Kansu-
Gavri 1507 de Hint sularına bir donanma yollar ve bu donan­

1 Batı Gat dağlarının denize bakan yamaçlarına ve işbu dağlarla


deniz arasındaki bölgeye verilen ad, Bombay ve Goa limanlarım kapsar..
DELHİ TÜRK SULTANLIĞININ DAĞILMASI 397

ma Gucerat’ta Bender-i-Dev (D iü ) de komutan olan Osmanlı


Türkleri’nden Melik Ayaz’m başbuğu olduğu Gucerat donan-
masiyle birleşir..
Mısır donanmasının geldiğinden veya geleceğinden haberi
olmıyan Portekiz genel valisi Fransesko (Francesco) da Aİ-
maida oğlu Lorenso (Laurenço) nun başbuğuluğunda Hindis­
tan’ın kuzey kıyılarını incelemek için bir donanma gönder­
mişti Bu donanma ile Mısır-Gucerat donanması Bombay’ın az
güneyinde Çavl (Kolaba) limanı önünde karşılaşırlar, Lorenso
ölür ve Portekiz donanması ağır bir yenilgiye uğrar (1508 baş­
ları),, Ancak bir yıl sonra oğlunun öcünü almaya gelen Almai-
da Müslüman donanmasını Bender-i -Dev’de yener (şubat 1509).
Bu yenilgiden sonra Kanbey’e çekilmiş olan Mısır donan­
ması, Mısır’da yapılmakta olan yeni donanma ile birleşmek
üzere 1510 da oraya döner., Mahmut Bigarha da Portekizlilerle
barış yapıp onlara Bender-i-Dev’de bir ticaret bölgesi verir
(berkitilmemek üzere).,
Mahmut 1508 de Handeş devletindeki taht
B i g a r h a ’m n kavgasına karışıp ora tahtına Handeş hükümdar
so n y ılla r ı hanedanından olup anası tarafından kendi to­
runu bulunan Alem Han’ı, Âdil Han III ünva-
niyle otur tur.
1510 da bu başarısı dolayısiyle kendisini tebrik etmek
üzere Delhi sultanı İskender Ludi’den elçi gelir,, Bu, Delhi’den
Gücerat’a gelen ilk elçi olduğundan Mahmud’un ün ve gücü­
nün bir belirtisi sayılır;
1510 da İran’daki Türkmen devletinin başında
Ş ah İsm ail*in
bulunan Şah İsmail Safevî, Mahmut Bigarha’ya
e lç is in in
g e lm e s i “Yadigâr Bey Kızılbaş,, diye anılan bir elçiyi
kalabalık bir maiyet ve birçok armağanla
birlikte yollar,, Sultan Mahmut Bigarha, ilk üç halifeye söven
ve birtakım zulümler işliyen Kızılbaşlıların yüzlerini görmek
istemediğini söyliyerek onu kabul etmez,,
Esasen o sıralarda da ölür ve yerine oğlu Muzaffer ge­
çer. Mahmut Bigarba’nın anıtları, hele Muhammedâbad adım
verdiği Çampanir’de yaptırdığı anıtlar ve bunlar arasında Ca­
mi Mescit çok ünlüdür;
398 HİNDİSTAN TARİHİ

Muzaffer § ah tahta çıkınca Şah İsmail’in elçisi


M u z a ffe r Ş a h
Ilı ilk y ıl la rYadigâr Beyi kabul eder, armağanlar alınıp
verilir ve Kızılbaşlara hil'atlar giydirilir,,
1510 da babasını tahttan indirip kendisi oraya çıkmış
olan Malva sultanı Mahmut II ’nin ağabeyi Sahip Han, Muzaf­
fer Şah’a sığınır ve kendi tahtını ele geçirmesi için ondan
yardım iste r; O da bunu yağmur mevsiminden sonrası için
adançiarsa da Sahip Han, Kızılbaş elçi ile bir kavga dolayı-
siyle Gucerat’tan ayrılır; az sonra da ölür,,

M u z a ffe r Ş a h ’ı a D ah a önce £ örmü§ olduğumuz gibi Malva


R a c p u t l a r ’la tahtına çıkmıya uğraştığı sırada Mahmut Ka-
u ğ ra şla rı laç II, birtakım Racputlaıı kullanmış, fakat
daha sonra bunlar kendisinin ve devletinin
başına belâ kesilmişler ve kendisini bir kukla duruma düşür­
müşlerdi,,
Muzaffer II, Racputlara karşı Mahmut Kalaç II, ye yar­
dıma gitmiye hazırlanırken Gucerat’a bağımlı olan Idar’m
Racput racası Bim Sing’in Gucerat içine bir akını ve ona
karşı giden bir beyin bozulması haberini alır ve işbu raca
üzerine yürümek zorunda kalır; raca dağlık bölgeye kaçar ve
başkenti Idar yağma edilip birçok mâbet ve yapı yıkılır, Raca
suçunun bağışlanmasını diler 2,000 tümen 1 değerinde 2 mil­
yon ten g e2 ve 100 at vermeyi önerir. Muzaffer Şah Il’nin
o andaki amacı Malva’yı almak olduğundan buna razı olur ve
bu iş o an için böylece kapanır.,
Bundan sonra Muzaffer II, Malva’da Mahmud Kalaç IFye
yardım edip ora Racput’larını ezmek düşüncesini bırakır, işbu
ülkeyi kendi hesabına fethetmeğe karar verir ve ona göre
hazırlıklara başlar (1513), Bu amaçla Malva’nın eski başkenti
olan Dar’ı işgal ettirir, Ancak Mahmut Kalaç H’nin o sırada
kendi ülkesindeki Racput’lann başı Medni Ray ile savaştığını
duyunca “Kâfir,, lerle savaşan bir Müslüman hükümdara çat­
mayı doğru bulmaz ve Malva’dan çekilir,

1 10,000 anlamında; burada belki 10,000 dırhem'dir,


2 11 gram, 375 m g„ ağırlığında gümüş para, zaman zaman az
ağırlık değişiklerine uğramıştır,,
DELH/ TÜRK SULTANLIĞININ DAĞILMASI 399

1515 de Idar racası Bim Sing ölür, yerine oğlu Bihaıi


Mal’ın geçmesi gerekmekte idiyse de kardeşinin oğlu Ray Mal
taht dâvasına kalkışır; Mevaı racası Sangrama 5 (Rana Sanka
veya Sanga) bütün Racput devletlerinin bir türlü egemeni veya
başı olduğu iddiasında bulunduğundan kendi kayını olan Ray
Mal tarafını tutar, İdar’ı alır ve onu oraya yerleştirir. Bihari
Mal da Gucerat’a sığınır,, Gucerat sultanları Idar Üzerinde ege­
menlik iddiasında bulunduklarından Muzaffer II ile Rana Sanka
arasında savaş çıkar, bir Gucerat ordusu Idar’ı geri alıp Bihari
Mal’ı oraya yerleştirir,
0 sırada Malva sultanı Mahmut Kalaç II kendisini kukla
durumuna sokmuş olan kendi Racput beylerinden kaçıp Gu-
cerat’a sığınır ; Malva’daki Racputlann başbuğu Medni Ray’da
başkent Mandu’da kendi adamlarını bırakarak Çitor’a gidip
Rana Sanka’dan yardım ister, Böylelikle Idar egemenliği için
olagelen Gucerat-Racput savaşma Malva yüzünden de bir savaş
katılmış olur,,
Muzaffer II ve Muhammet Kalaç II, Mandu’yu Racputlaı’dan
geri almak için orayı kuşatırlarken Rana Sanka ile Medni Ray
oradaki Racputlara vardım için ilerler ve Ucceyn’e kadar gelir­
ler,, Muzaffer II onların ilerlemesini durdurmak için kendi
yiğen, damat ve bağdaşığı olan Handeş hükümdarı Adil Han
III ’ü yollar,
23 şubat 1518 de Hinduların bir bayram gününde Mandu
bir saidırıyle alımı ve oradaki Racputlar’ın bir kısmı "Cevher,,
yaparlar, kalanı da kılıçtan geçirilir,.
Bu yıkımı duyunca Rana "Sanka ve Medni Ray kaçarcası-
na Malva’dan çekilirler, Bu olaylar gelişirken Ray Mal, Guce-
rat'ın Patan bölgesine bir akın yapıp çok yağmalarda bulunur;
Muzaffer II ona karşı yürürken Rana Sanka da Malva’ya girer,
Mahmut Kalaç II ’yi ve onun yanında kalmış olan 10.000 kişilik
yardımcı Gucerat ordusunu bozar ve işbu sultanı tutsak eder,
ancak onu derhal salıverip çekilir (1519),,
1520 de Rana Sanka Idar’ı alır; güya orada bulunan
Gucerat beylerinden Mübariz-ül-Mülk onun herkesçe övülmekte
1 Bu kişi Babur’Ia Kanva’da savaşan kişidir ; Müslüman tarihçileri
Rana Sanka veya Sanga derler. Çok kere ülke adı yerine başkent
adı kullanılarak ona Çitor racası denir,.
400 HİNDİSTAN TARİHİ

olmasına kızmış ve bir köpeğine “Rana Sanka,, adını verip


onu kentin bir kapısına bağlamış, Rana da buna kızıp Idar’a
saldırıp orayı almış im iş1. Bundan sonra Rana Sanka Güce- ;
rat ülkesi içinde epey ilerler ve yağma ve tahriplerde bulunur.
1521 de Muzaffer Şah II ona karşı, daha önce adı geçmiş
olan, Osmanh Türklerinden Melik Ayaz’m komutasında 100,000
atlı ve 100 fillik bir ordu yollar, Mahmut Kalaç ild e bu or­
duya katılır; Mandasor kuşatılır.
Orada Gucerat komutanları arasında kurgana karşı
kimin lâğamı önce patlatılacak, orayı almak şerefi kime ait
olacak gibi kıskançlıklar başgösterir ve bu hal savaşta bir
gevşeklik doğurur. Firişte (s. 210) bu kıskançlıkların baş suç­
lusu olarak Melik Ayaz’ı göstermekte olup onu Kıvam-ül-Mülk
adında bir beyi kıskandığını, orduda yasanın gevşediğini;
Mübaıiz-ül-Mülk ve bazı beylerin Melik Ayaz’dan izin alma­
dan Rana Sanka’ya karşı gittiklerini, Tuğluk Şah Fuiadı
adında bir beyinde onları gidip geri çevirdiğini yazar;
Bu çekişmeler yüzünden Melik Ayaz, Rana Sanka ile
barış yapar; buna göre, Racput hükümdarı Gucerat sultanının
buyruklarını kabul edecek (onun “Devlethahan,, ından olacak),
daha önceki savaşta ele geçirmiş olduğu filleri geri verecek*
oğlunu sultanın yanına gönderecek vesaire.
Muzaffer Şah II, bu anlaşma dolayısiyle Melik Ayaz’a
kızacak ve 1522 de kendisi Rana Sanka’ya karşı yürümek
istiyecekse de onun oğlunun birçok armağanla birlikte gelmesi
üzerine bundan vazgeçecek ve Gucerat Racput savaşları bir
süre için sona ermiş olacaktır,

M u z a ffe r Ş a h ’ın 1 5 2 4 yilında Muzaffer Şah, Delhi-Afgan sul-


so n y ı l l a n tanlığı işlerine karışmıya koyulur,, O sırada
sultan İbrahim Ludi’nin amcası Âlem Han; ;
yi geninden çekindiği için daha önce Gücerat’a sığınmıştı; işbu
yılda, sultan İbrahim’in kötü yönetimi yüzünden ona karşı pek
çok hoşnutsuzluk olduğunu duyunca Delhi tahtına çıkabileceği
ümidine düşer ve Muzaffer Şah’dan gördüğü yardımla Delhi’ye

1 F irişte, c I!, s. 209,.


DELHİ TÜRK SULTANLIĞININ DAĞILMASI 401

doğru yola çıkar,. Bu kişinin uğraşları ve Babur’ia olan işlerini


ikinci ciltte göreceğiz..
Muzaffer Şah’ın yetişmiş üç oğlu vardı; bunların İkincisi
olan Bahadır, ağabeyi Sikender ayarında ulufe (geçim vasıtası)
ister, babası buna razı olmayınca kızıp Gücerat’tan kaçar,
türlü ülkeleri dolaştıktan sonra (bir zaman Rana Sanka yanında
kalmıştı) Delhi’ye sultan İbrahim Ludi’nin yanına gider ve işbu
j sultanın yenilmesi ve ölmesiyle sonuçlanan Babur’a karşı olan
Panipat vuruşmasında seyirci olarak bulunur,
Muzaffer Şah II, 1526 nisanında ölür,,

B a h a d ır Ş a h ’m Muzaffer Ş ah H ölünce tahta büyük oğlu ve


ilk y ı l l a n v e veliahtı olan Sikender Şah çıkarsa da, yetenek-
D e k k e n s e f e r i sizliği ve beceriksizliği yüzünden ortalık karma-
karışır, Türlü şehzadeler ve onların yanatlan
arasında birtakım çarpışmadan sonra geri gelmiş olan Bahadır
tahta çıkar (1526) ve Öbür kardeşleri Ölür veya öldürülür..
Yalnız bir küçük kardeşi Malva’ya sultan Mahmut Kalaç II’nin
yanına kaçar ve işbu sultanın onu geri vermek istememesi iki
hükümdarın arasını açar.
1527 yılında bir yandan Ahmetnagar hükümdarı Burhan
Nizamşah ile Bidar hükümdarı Ali Berid, öbür yandan da Berar
hükümdarı Ala-üd-Din Imadşah ve Handiş hükümdarı Muham-
med I arasında savaş olmuş ve birinciler İkincileri yenmiş, hattâ
Berar ülkesini hemen baştan başa ele geçirmiş ve düşmanla­
rının bütün top ve fillerini almışlardı,, Bu kötü durumda Ala-
üd-Din Imadşah, Bahadır’ı yardımına çağırır, o da bunu kabul
eder.. Bicapur sultanı İsmail Adilşahda öbür yana yardım eder.
Bahadır Dekken’e girer, Ahmetnagar kentini alır ve bir
zamanlar Muhammed Tuğiuk’un başkenti olmuş olan, büyük
Devletâbad kent ve kurganını kuşatmıya koyulur,. Ancak onu
yardımına çağırmış olan Ala-üd-Din Imadşah onun Dekken’e
yerleşeceği kuşkusuna kapılır, Devletâbad’a yiyecek gönderdik­
ten sonra kendi ülkesine kaçar ve Bahadır’ı yalnız bırakır,.
Geri yolları birçok akına uğnyan Gücerat ordusunda da yiye­
cek sıkıntısı başgösterir,, Bunun üzerine Bahadır, Burhan
Nizamşah’ın barış dileklerini kabul eder ve bir anlaşmıya va-
H in d is ta n T a r ih i 26
402 HİNDİSTAN TARİHİ

rılır; buna göre, Burhan Nizamşah hutbeyi (galiba bir defa)


Bahadır adına okuacak ve Handiş ordusunun fillerini geri
verecekti (1529).

B a h a d ı r Ş a h ^ e^ en kıyılarını elde tutan ve Bombay’a dahi


v e P o r te k i z li yerleşmiş olan Portekizliler Giıceı at’la Batı acunu
s a ld ırıla n arasındaki tecimi daha iyi denetliyebilmek ve
gerekince vurmak için Gücerat kıyılarında bir
iki liman elde etmeyi çok istemekte idiler; bu bakımdan en
işlerine gelebilecek limanlardan biri de Bender-i-Dev (Diu) idi;
esasen onlara orada bir çarşı kurmak hakkı verilmişti; onlar da
bu çarşıyı berkitmek, yani kentin yanı başında bir kurgana
sahip olmak istiyorlardı.
Portekizliler in Bender-i-Dev kenti üzerinde gözleri olduğu
bilindiği için Sorat (Katiyavar yarımadasının güneyi) valisi
Melik Toğan (Melik Ayaz’ın oğlu) işbu kente yerleşmişti,
1530 da Bombay’da toplanmış olan büyük bir Portekiz do­
nanması Gücerat’ın en güney limanlarından biri olan Daman’ı ba­
sar ve ele geçirir, Bahadır’ın orayı geri almak için Önemli bir uğ­
raşı kaydedilmemektedir, Böylelikle Portekizler Kuzey-Batı Hin­
distan limanlarına girip çıkan gemileri denetlemek İçin de bir üs
elde etmiş olurlar, Bundan daha önemli olan Bender-i-Dev’i de
alarak başarılarını bütünlemek isterlerse de şubat 1531 de
oraya karşı yaptıkları saldırıda başarı sağlıyamazlar,

Malva sultanı Mahmut Kalaç II ’nin Baha-


B a h a d ır Ş a h ’m
dır’m küçük kardeşi Çand Hani koruduğu
M a lv a ’y ı a l -
için iki devlet arasının açıldığını yukarıda
m a s ı v e N iz a m -
görmüştük,, 1531 de Bahadır Malva’ya girer
ş a h 'l a r l a m ü -
ve Mahmud’un kendisini hem bir konuğu, hem
n a s e b e tle ıi
de büyüğü ve az çok egemeni gibi karşılamasını ister, Mah­
mut ise başkenti Mandu’ya kapanır ve eğlence ile vakit geçi­
rir. Gücerat ordusu gelip orasını kuşatır ve bir gece duvar­
ların koruyucusuz bırakılmış olan bir kısmından içeri girerek
Mahmud’u tutsak eder, Böylelikle Malva devleti Gucerat’a ka­
tılmış olur,,
Oradan Bahadır, Handiş’in başkenti olan Burhanpur’a gider;
hükümdar kendi akraba ve bağlaşığı ve hattâ korunukudur.
DELHİ TÜRK SULTANLIĞININ DAĞILMASI 403

Ahmetnagar hükümdarı Bürhan Nizamşah I oraya gelip


Bahadır’a saygılarını sunar, Bahadır da onun şimdiye kadar
tanımamış olduğu “Şah,, unvanını tanır.

B a h a d ır Ş a h ’m Silâhdi adında bir Racput, Raysin, Bilsa ve


R a c p u t’l a r l a s a Sarengpur bölgelerini Malva’ya bağımlı olarak
v a ş l a n veGond-elde tutmakta idi, gerçektense bağımsız idi. -
v a n ay a kadar Bahadır, Malva’yı aldıktan sonra Silâh-
s o k u lm a s ı ^i’yi e]i altında tutmak ister, arada çatışmalar
olur ve işbu bölgeler Bahadırcın eline düşer; ancak Çitor
Ranası, ünlü Rana Sanka’nın oğlu Vikramaditya (veya Bik-
ram acit), sözü geçen Racputiara yardım ettiği için iş bir
Gücerat-Mevar (Çitor) savaşına varır, ve Bahadır Çitor’u
kuşatır ve orasını 1534 de alır
Bahadır, Malva’ya bağımlı olan yukarda andığımız Rac­
put kurganlarını aldıktan sonra Gondvana içerlerine kadar
ordu göndermiş ve oraya Alp Han adında bir valisini yerleş­
tirmişti.

B a h a d ır-H ü m â - Bahadır, Çitor’u almadan önce Timur oğulla


yun s a v a ş ı nndan Muhammed Zaman Mirza *, oğullan
Uluğ ve Şah Mirza’larla birlikte ona sığın­
mıştı ; işbu ilk Mirza, Babur’un oğlu Hümâyun Delhi tahtına
çıktıktan sonra ona karşı bir ayaklanma hazırladığı için yaka­
lanmış ve sonra kaçmıştı.
O sırada Banadır ve Gücerat en güçlü anlarını yaşa­
makta idiler, Malva ile Racistan’m ve Gondvana’nm önemli
kısımları Bahadır’ın eline geçmişti, Ahmetnagar ve Handeş
devletleri de az çok ona bağımlı idiler ve Bahadır biteviye
ülkelerini genişletmekte id i; dolayısıyle onunla Hümâyun’un
çatışması az çok tabii sayılabilir, Muhammed Zaman Mirza
işi bir bahane olmuştur.
Savaşın nasıl çıktığını ve geliştiği Bahadır’m nasıl Ludi’-
leri Hümâyun’a karşı kullanmak istediği ikinci ciltte Hümâyun

1 Muhammed Zaman Mirza, Sultan Hüseyin Baykara’nın büyük


oğlu Bedi-üz»Zaman Mirza’nm oğlu ve aynı zamanda Hümâyun'un kız
kardeşi Ma’sume Beyinin kocasıdır..
404 HİNDİSTAN TARİHİ

konusunda ayrıntılı olarak görülecekiir,, Bahadır, Hümâyun’a


karşı olan savaşının ilk devresinde tamamiyie yenilir ve ülke­
sinin büyük bir kısmı başlıca kurganlariyle Hümâyun’un eline
düşer,, Bahadır, kovalana kovalana Kanbey limanına gelir;
orada Portekizlere karşı kullanılmak üzere büyük bir donan­
ma hazırlanmıştı; kendisinde onu donatacak ve kullanacak
güç ve imkân kalmadığı İçin olacak, onu Hümâyun’un eline
düşmesin ve kendisini Kovalamıya yaramasın diye ateşe verir
ve kendisi karadan erişilmesi çok uzun olan Bender-i-Dev’e
gemi ile geçer,,

Orada da Hümâyun’un saldırısından korkmak-


g u korku dolayısiyle kendisi için bİri-
B a h a d ı r ’ın P o r - j-acj ır
v e O s m a n lı’- bınne karşın ıkı yardımcı duşunur : Portekız-
d a n y a r d ım Mer ve Osmanlı,, Düşündüğü ilk yardımcılar
is te m e si yakında idiler.. Goa’daki Portekiz valisi Nünho
da Künha (Cünha) Bahadırdan bu yolda bir
mektup alınca Bender-i-Dev’e gelip onunla görüşür ve orada
bir antlaşma yapılır,, Portekizliler Bahadır’a kara ve d.nizde
yardım edecekler ve buna karşılık Basseyn adacığı ve limanı
kendilerine verilecek ve Bender-i-Dev’de gümrük gelirleri Ba-
hadır’a ait olmak üzere bir kurgan yapmak haklan tanına­
caktır (25,10,, 1535)., Esasen Bahadır bundan önce de 1534 de
daha az kesin olarak bu yolda müsaadatta bulunmuştu..
Bahadır aynı zamanda Mısır’ı alıp Kızıldeniz kıyılarına
yerleştikten sonra Doğu ülkelerinde ve Hint denizlerinde bü­
yük bir ün kazanmış olan Osmanlı devletine de başvurmuş
ve bunu yaparken, bir yandan da gerek Portekizliler’den, gerek
Osmanlı’dan yardım görmeden ülkemin bütünü Hümâyun’un
eline düşer veya bu yardım beni koruyacak ölçüde olmaz
korkusiyle, kendisine bir sığınak aramış ve bunun Osmanlı
ülkesi olabileceğini düşünmüştü, Bu yüzden Kanunî Sultan Sü­
leyman’a yardim istemek için değerli armağanlarla bir elçi
yollarken hâzinelerinden kaçırabildiği servetlerden 300 sandık
altın ve gümüşüde Hicaz’a yollamıştı, Bahadır’ın elçisi 943 de
(1536-7) Edirne’de Kanunî Süleyman’la görüşür ; o sırada, az
aşağıda göreceğimiz gibi, Bahadır ölmüştü,,
DELHİ TÜRK SULTANLIĞININ DAĞILMASI 405

Ancak Bahadır ne Portekizlilerden, ne de çok uzakta


olan Osmanlılar’dan yardım görmeden ülkelerini kendi kendine
Hümâyun’dan geri alacaktır:. Bunda âmil, 2 inci ciltte görüleceği
gibi, Hümâyun’un işleri bırakıp keyfine dalması ve Gücerat’ta
bıraktığı kardeşi Askerî’nin taht dâvasına kalkışmasıdır.. Bu
sayede başlangıçta tektük başarılar sağlamıya koyulan Baha­
dır ve adamları sonda bütün devleti yeniden ele geçirirler
(1537 başı),,

S a h a d ı r ’m P o r - ülkesini yabancı yardımı olmadan kurtar-


t e k i z l il e r ’c e diktan sonra Portekizlilere verdiklerini geri
ö ld ü rü lm e si almak ister ve Bender-i-Dev’e gidip Nünho da
Künha’yı oradan çekilmiye kandırmak için uğra»
raşır; arada bir görüşme olacaktı, her iki yan ister ki öbürü
ona gelsin, çünkü her yan ötekinden kuşkulanmaktadır.
Bender-i - Dev’de bulunan Portekiz komutanı Portekiz va­
lisine, eğer karada Bahadır’ı ziyaret ederse onun tarafından
bir kafes içinde Kanunî Süleyman’a gönderileceğini bildirmişti;
Nünho da Künha da bu korku ile hastalık bahane ederek gemi­
sinden çıkmıyacağmı bildirir ve sultanın gemiye gelmesini ister.,
Sonda Bahadır Portekiz valisini, onun gemisinde ziyarete
razı olur ; orada bir kavga çıkar, Gücerat sultanı kendisinin
yakalanacağını ve kurtulmalık (fidye-i-necat) olarak kendisinden
yeni imtiyaz ve ülkeler istenileceğini sanması üzerine gemiden
kaçarcasma çabucak çıkmak ister ve o sırada Portekizliler’ce
öldürülür (şubat 1537),
Bu kötü davranış ve ihanet hakkında çok yazı yazılmıştır.
Portekiz tarihçileri, bu lekeyi silmek veya hafifletmek için ola­
cak, Bahadır’ın Portekiz valisini, onun kendisine ziyaretini iade
için karaya geldiğinde öldürtmek düşüncesinde olduğunu ileri
sürmüşlerdir,, Hiç görüşmemek imkânı varken tasarlandığı sa­
nılan bir cinayeti önlemek için müzakere amaciyle çağrılmış
bir konuğu öldürmek herhalde acaip ve çok zaif ve anlamsız
bir müdafaadır, İşin gerçeğine gidilirse Portekizliler bedavadan
sağlamış oldukları kazançları elden kaçırmamak ve sultanın
Ölümü üzerine çıkacak kargaşalıklar sayesinde yeni yeni
kazançlar elde etmek için bu cinayeti işlemişlerdir, demek, en
doğrusudur..
406 HİNDİSTAN TARİHİ

Bahadır’m ölü- bahadır Gücerat’ın son büyük ve güçlü sulta-


münden som a- nıdır Oğlu yoktu, Yukarda ona sığınmış ve
k i durum onun Hümâyun’la savaşmasına sebebiyet
vermiş olduğunu yazdığımız Muhammet Zaman
Mirza, Bahadır’ın anasının kendisini evlâtlığa kabul ettiğini
bahane ederek taht dâvasına kalkışmış ise de bir başarı sağlı-
yamamıştır,,
Bazı beyler ana tarafından Gücerat hanedaniyle pek çok
ilgisi olan Handiş hükümdarı Muhammed Şah’ı tahta çıkar­
mak isterler, ancak o, yolda iken ölür.
Sonda Bahadır’ın kardeşi Lâtifin oğlu Mahmut adında
bir çocuk tahta çıkarılır (ağustos 1537, Sa’d-üd-Din Mahmut
Şah III).. Ancak O ve ondan sonraki sultanlar, beylerin elinde
bir kukla olacaklar ve ülke bir karmakarışıklık içinde yaşı-
yacaKtır.,
Bundan sonraki Gücerat olayları ikinci ciltte görülecek­
tir; yalnız Hadım Süleyman Paşa’nm Hind seferi aşağıda
anılmıştır..

O sm an lı do*
Bahadır’ın öldürülmesi olayı İstanbul’da du-
n a n m a s ın ın yulunca Hümâyun’a karşı Bahadır’a yardım
G ü c e r a t s e f e r i etmek işi, Hicaz’ın deniz yollarını kesen ve
bir Müslüman padişahını alçakçasına öldür­
müş olan “Portakal keferesine,, karşı “Cihat,, biçimini alır.,
Kanunî Süleyman’ın Mısır valisi Hadım Süleyman Paşa, Baha-
dır’m tanınmış mirasçısı olmadığını ileri sürerek, onun Hicaz’a
gönderilmiş olan servetini İstanbul’a yollar ve kendisi 80 gemi
ile Bender-i-Dev’e doğru yola çıkar (15 muharrem 945 -
14-6-1538),, Yolda Aden’de durur, ora hâkimi (hükümdarı)
Amr -ibni-D avud’u gemisine çağırır, yakalatır ve öldürtür ve
Portekizlilerin elde etmeyi çok istedikleri bu üssü alır. Ancak
buradaki davranışı Gücerat ilerigelenlerini ürkütecek, onlarda
Osmanlı amacının yardım değil, Gücerat’ı da ele geçirmek
olduğu kuşkusunu uyandıracak veya Portekizlilerin bu yoldaki
propagandalarına kolaylıkla inanılmasını sağlıyacaktır., Dola-
yısiyle, onunla Gücerat ilerigelenleri arasında içten işbirliği
olmıyacaktır,,
DELHİ TÜRK SULTANLIĞININ DAĞILMASI 407

Osmanlı donanması Hint kıyılarına vardığı sırada Portekiz-


ler onun karşısına toplu olarak çıkıp bîr büyük vuruşmada buîun-
mıya yüreklenmezler ve donanmalarını üslerinde saklarlar, Hadım
Süleyman Paşa da Portekiz üs ve kurganlarını birer birer
almaya başlar, önce Gokala (buna Müslüman tarihçiler “Ben-
der-i-Türk„ ve Portekizler “Villa dos Rumes,, derler) ve Kat
kurganlarını vuruşarak alır ve Bender-i-Dev’e saldır maya koyulur,,
Gücerat sultanı 3 üncü Mahmut, Aden olayı dolayısiyle
Süleyman Paşa’yı ziyaret etmekten çekinir ve hiçbir vakit
arada güven kurulamaz,, Bundan başka Mahmud’un OsmanlI’­
dan korkusu, Portekiz’den korkusundan da daha büyüktü,
çünkü bu son devletin olsa olsa birkaç limanda gözü vardı;
halbuki Osmanlı’nın Gücerat’ı toptan alması bile akla gelebilirdi,.
Osmanlı-Gücerat güvensizliği seferin başariyle yürütüleme-
mesı sonucunu verir; Gücerat’lılar yiyecek bakımından ve
genel bakımdan Osmanlı donanmasına hiçbir önemli yardımda
bulunamazlar Bir sürü vuruşma sonucunda Portekizliler iç
ana kurgana sürülmüş, onun da deniz yönündeki duvarları
büyük ölçüde yıkılmışken Hadım Süleyman Paşa ile güya
İşbirliği yapmaya memur olan Gücerat beylerinden Hoca Sefer
Hüdavend Han uydurma bir mektupla Hadım Süleyman Paşa’yı
büyük bir Portekiz donanmasının yaklaştığı sanına düşürür.,
Üsleri tâ Kıztldeniz’de bulunan ve Gücerat devletine
güvenmiyen ve birkaç aydır yıpranaduran Osmanlı donan­
ması için Hint denizlerinde birçok üssü olan taze bir Por­
tekiz donanmasiyle o anda savaşması doğru olmazdı ve fayda
ve amaçsız bir iş olurdu,, Bu yüzden Hadım Süleyman Paşa
geri dönmeye karar verir ve Hint denizlerinden çekilir
(5, 11,. 1538),,
V. H a n d i ş D e v l e t i
Bu devleti kuran Melik Ahmet, Melik Râcı, Melik Raca 1
adlariyle anılan kişi ünlü Tuğluk beylerinden Hoca Cihan’ın

1 Firişte onun adım «Raca» yı yazdığı gibi diye yazar; Hâfî


Han ise ( ^ 0 ) Raci (rica eden anlamında) diye yazar,, Bizce bu ikinci bi­
çim daha makuldür. Bu kişinin Handiş devletini kuruş biçimi üzerinde
türlü söylenti vardır; Firiyte (c II, s. 266-7) ve Hâfî Han’daki (c. III, s„
421-7) biçimi aldık
408 HİNDİSTAN TARİHİ

oğludur ve ataları Ala-üd-Din Kalaç devrinden beri Delhi sul­


tanlarına bey (emir) gibi hizmet etmişlerdir.. F irişte bu haneda’-
nın kitapları arasında yapmış olduğu incelemelerden, bunların
ikinci halife Ömer Faruk’a dayanan kütüklerini bulmuştur,
Râcî’nin 11 inci göbekten atası Belh’li “ Sultan-ül - Tarikin ve
Bürhan-ül-Arifin,, diye anılan İbrahim Şah’dır,, Buna göre,bu soyu,
ya Arabistan’dan gelip Türkleşmiş veyahut birçok “ Seyyid „
ailesi gibi, kendisine İslâm acununca ünlü sayılan ve saygı
gösterilen bir Arap soyuna dayanan bir kütük edinmeye
özenmiş bir Türk ailesi diye kabul etmek gerekir,, Keza yu­
karda andığımız İbrahim Şah adındaki Ata’nm ünvanlarına
bakılırsa, bunların, önce hoca veya şeyh oldukları, ondan sonra,
belki Cengiz istilâsı üzerine, Hindistan’a gelip asker ve bey
oldukları sanılabilir..
Melik Râcî’nin Handiş devletini nasıl kurduğu da az çok
dumanlı kalmaktadır, O önce yoksul bir durumda iken Firuz
Tuğluk’un gözüne girip yükselir, Handiş (İslâm yazarları Han-
dis derler) bölgesine vali olur ve çok başarı gösterir.
Firuz’dan sonra Tuğluk devleti dağılmıya yüz tutunca
bağımsız olur, Esasen Malva ve Gücerat devletleri bağımsız
olunca Handiş’in Delhi’yle ilgisi kalmamış oluyordu,
Bu devlet veya devletçiğin tarihî komşuları olan Malva,
Gücerat ve Dekken ( Behmenî) devletleri arasındaki çok ker e
birinin öbürüne karşı bağlaşığı olarak savaşlara sürüklenmekle
geçer.
Handiş en çok Gücerat’m nüfuzu altında kalmış ve ora
hanedanı ile en sıkı evlenme bağlan kurmuştur,
1601 yılında Ekber Gürkan devrinde Gürkan’lı devletine
katılır.
Başkent Burhanpur ve en ünlü kurgan Asir (Asirgarh) dır.,

VI. S i n t ü l k e s i
Sint, pek iyi kestirilmiyen bir ölçüde Sevüktekin oğlu
Mahmut devrinde Gaz ne., d e vle t ini n içi nde J.di veya ona ba­
ğımlı idi,, Daha sonra Gur sultanı Muİz-üd-Din Muhammed
orayı fethetmişti; o öldükten sonra onun valisi Kabaca bir
zamanlar bağımsız kalmış, sonra ülke Delhi sultanı Iletmiş’in
eline düşmüştü.
DELHİ TÜRK SULTANLIĞININ DAĞILMASI 409

Genel olarak şu söylenilebilir ki, Sint ülkesinin Multan’a


yakın olan kısmı doğrudan doğruya ve denize yakın olan
kısmı ise daha gevşek bir biçimde ve daha çok dolayısiyle,
Delhi Türk sultanlarına bağımlı olmuşlardır.
14 üncü yüzyılın ilk yarısında veya ortalarına doğru,
kesin olarak bilinmiyen bir tarihte Kuç ve aşağı Sint’te oturan
Racputlar’dan Samma’lar Sind’in büyük kısmına ve daha çok
aşağı Sind’e egemen olurlar; bunlar Delhi sultanlarına bağımlı
olup onlara haraç veya vergi vermekte idiler,
Bunlar çabucak müslüman olurlar, hükümdarları Cam
ünvanım taşımaktadırlar; aralarında Tımacı, Tuğluk, Sancar
gibi Tür k ,adi an taşıyanlar da vardır; bu, Türk kültürünün
tesiriyle olmuş olabileceği gibi işbu Racput oymağının Türk
aslından gelmesinin bir sonucu da olabilir.'
— ^ İlk üç Cam, Muhammed Tuğluk’a vergi veya haraç ver­
mekte idiler,, Bundan başka ülkenin gümrükleri ve birçok yö­
netim işi doğrudan doğruya Delhi’nin memurları elinde görün­
mektedir, Camlar’in üçüncüsü olan Banhatya, işbu Delhi sul­
tanına karşı her tarafta ayaklanmalar olagelirken ona karşı
ayaklanmış olan T âği ad veya lâkabında birini korur ve Mu­
hammed Tuğluk’un ona karşı giriştiği selerde ölmesi sayesinde
işbu Cam bir süre için bağımsız kalır. Onun halefi Tımacı
zamanında Ffrûz Tüğluk Sind’e karşı sefer yapar ve buCam’ı
Delhi’ye götürür, ülke de yeniden Tuğluk devletine bağımlı
ölür,,
Firuz Tuğluk’un ölümünden ve hele Timur Gürkan’m
Hindistan akımndan sonra Delhi’deki Tuğluk devletinin k ar­
makarışık bir dur uma düşmesi üzerine Camlar bağımsız o lu rlar,^
Ancak Timur oğullarından sultan Hüseyin Baykara’nın
beylerinden olup Kandahar valisi bulunan Zünnün bey Argun
ve hele onun oğlu Suca’ (veya Şah) bey Argun zamanında
bunların aşağı Sint üzerinde baskıları duyulmaya başlar, Cam’-
lar de Gücerat sultanları hanedaniyle evlenmeler sayesinde
kendilerini güçlendirmeye çalışırlar. Sonda Babur 1521 de
Kandahar’ı Suca’ bey Argun’dan alınca o da güneye İner ve
aşağı Sind’i Cam'lardan alır ve oraya yerleşir,, Sind bundan
sonra, sözde de olsa, Gürkan’lılara bağımlı olur; işbu ülkeyi
ilgilendiren bundan sonraki olaylar ikinci ciltte görülecektir.
410 HİNDİSTAN TARİHİ

V I I . Multan
- -v Muttan kent ve ili sıra ile Gazne, Gur, Kabaca ve îlet-
miş’den bu yana da Delhi Türk devleti içinde bulunmuştu,,
Timur Gurkan Hindistan’dan çekilirken Hızır Han’ı Mul­
tan’da vali ve akın etmiş olduğu yerlerin de az çok genel
valisi gibi bırakmıştı.
Son Tuğluk sultanı Mahmut yeniden Delhi’ye yerleştiğinde
Hızır Han Multan’da ona karşı bağımsız olarak kalır; kendini
Timur oğlu Şahruh’a bağımlı saymaktadır,,
HmrJHan-.^Delhi'yi aldıktan sonra Multan yeniden Delhi
ile Tülleşir; onun tor unu Muhammed^amamnda Delhi sultan­
lığı o kadar ufalmıştır ve karmakarışık bir duruma düşmüştür
ki, Multan valisiz olarak kendi başına kalır; halk da kendine
hükümdar (hâkim) olarak ünlü Şeyh Baha-üd-Din Zekerya'nın
türbecisi Şey h Yusuf Kur eyşTyi seçer (1438),,
Sibi (Sivi) bölgesine yerlsşmiş bulunan Langah (elsü)admda
bir Afgan oymağının başı olan Şehre („_*_.) adında biri, Şeyh
Yusuf’a çok dostluk ve sokulganlık gösterdikten ve ona kızını
verdikten sonra bir gün hile ile Multan’ı ele geçirir., Şeyhi
Delhi’ye yollar ve Kutb-üd-Din ünvaniyle Multan’da sultan olur^f
Delhi tahtına çıkmış olan Afgan sultanı Behlul Ludi bir­
kaç kere Multan’ı almak isteyecekse de gailelerinin çokluğun­
dan ve hele Cevnpur sultanlariyle savaşları yüzünden bunu
yapamıyacaktır, ancak arada da barış olmayacaktır,
Behlul ölüp oğlu Sikender ( İskender) tahta çıkınca, bu
kişi o sırada Multan tahtında olan Kutb-üd-Din’in oğlu Hüse­
yin’le barış yapar,,
1527 de Mahmud Langah zamanında Sint’te Babur’a
bağımlı olarak hükümdar olan Şah Hüseyin Argun (yukarda
sözü geçen Şüca Argun’un oğlu), Babur’un buyruğu üzerine
Multan’ı alır ve Ölen Mahmud’un yerine tahta çıkarılmış
olan Hüseyin Langah'ı tutsak yapar (1528), Multan da Sind’e
katılmış olur,
Hümâyun’un Delhi’de padişahlığı zamanında Multan, onun
Pencap valisi olan kardeşi Kâmıran’ın ülkelerine katılır ve
böylelikle yeniden Delhi ile birleşmiş olur,
DELHİ TÜRK SULTANLIĞININ DAĞILMASI 411

V III. K e ş m i r devleti
,J
Daha önce de demiş olduğumuz gibi Keşmir, hem çok
dağlık bulunduğundan, hem de Kâbil - Gazne - Kandahar böl­
gesi gibi Türkistan’la Hindistan arasında bir geçit bölgesi
olmadığından dolayı Hindistan’dan ayrı ve onunki ile pek az
ilgili bir tarihe malik olmuştur.. O, Kalaç ve Tuğluk devletleri
içine alınmamıştı.

B îr M üslüm an kem iyeti Keşmir’e sokan Mirza Şah adında


^biridir; FirişteTd^TTcutüğe~ğöre7-kendisi Maha-
h a n e d a n ın
Bar ata destanında adı geçen efsanevî Pandu’-
K e ş m ir’e y e r -
jar soyundandır, Babasının adı Tahir, büyük
le ş m e s i
babasınmki Türkçe olması çok muhtemel olan
Al’d ır; daha yukarı iki atasının adı Farsçadır.
Onun hanedanından adı Türkçeye benziyen bir Hindal
ve bir Sakar, Sankar belki Sunkur (?) tahta çıkacaktır.
Her ne ise işbu Şah Mirza, önce Keşmir’deki racanın hiz­
metine girer (1315), onun veya halefinin veziri ve oğlunun da
Atalık’ı (vasi) olur,, Hizmet ettiği racalardan sonuncusu ölünce
onun oğlunu tahta çıkaracağı yerde kendisi Sultan Şems-üd-
Din ünvaniyle tahta çıkar (1346),,

H a lk m Tahta Sultan Sikender (İskender) ünvaniyle


İs lâ m la ş m a s ı Ç^an bu
soyun 6m cı sultanı Sankar’ (?) a
kadar işbu sultanlar halkm dini ile ilgilenme­
miş, yani onları Hindu dininde bırakmışlardı.. Bu hükümdarın
saltanatı sırasında (1393 — 1416) Timur Gurkan’ın Hindistan
akını olur ve o, Timur’a karşı eygin ve saygılı bir durum
alır ve Timur da ona karşı mültefit davranır,, Belki de Timur’
un korkusu ile, çünkü o Hindistan akını için Delhi sultanla­
rının puta tapma İşini sona erdirmemiş olmalarım bahane
etmişti, Sikender mâbetlerdeki putları kırmak ve halk üze­
rinde müslüman olmaları için baskıda bulunmak siyasasına
girişir ve bu yolda epey başarı sağlar,, Kendisine “Putşiken,,
yani putkıran denilir, Bugün Keşmir halkının % 95 inin Müs­
lüman olması önemli bir ölçüde onun bu baskısının ve belki
dolayısiyle de Timur korkususnun bir sonucudur..
412 HİNDİSTAN TARİHİ

Bu hanedanın en büyük ve ünlü hükümdarı Sikender’in


oğlu Zeyn’el-Abidin’dir (1420— 1470); babasının dinî baskısını
durdurur ve herkesi dininde serbest bırakır; buna rağmen pek
az kişinin Hindu dinine geri döndüğü anlaşılmaktadır,, Daha
önce de dediğimiz gibi, bu kişi, birçok Hind eserini Farsçaya
ve yine birçok Arapça ve Farsça eseri Hindu diline çevirtir,,
Zeyn’el-Abidin’den sonraki hükümdarlar gitgide güçsüz
ve silik kimseler olacaktır,,

N u rbah ş Bunlardan Şah’ın saltanatı sırasında(1489—1497)


m ez h eb i Hazar kıyılarında Taliş’den gelme, Şems-üd-Din
adında, bir vaiz Keşmir’e yerleşir. Horasan'lı Şeyh
Muhammed Nurbahş’m müridi olduğunu söyleyip "Nurbahş,,
(ışık veren) adında bir mezhep yayar ve bunu anlatan "Ah-
vata„ &*>.\ (ihtiyata en uygun olan) adında bir kitap çıkarır.
Kendisi, "Sünnî,, olduğunu söylemekle birlikte, ilk üç halifeye
ve Peygamberin eşlerinden Ayşe’ye Şiiler gibi lânet etmekte­
dir; onun iddiasına göre, Seyyid Muhammed Nurbahş beklenilen
“Mehdi„dir ve kıyamet gününden önce dünyaya gelip İslâmî
bütün acuna yayacaktır,,
Bu mezhebe karşı çok mücadele edilmiştir ve Hindistan
ülemasının ona karşı fetvaları vardır. Firişte’de (c„ II, s„ 336)
bunlardan biri yayınlanmıştır,,

Ç e k o y m a ğ ı- Keşmir’de Çek (Çak) adında güçlü bir oymak,


nm önem k a - Zeyn-el-Abidin’den sonraki gevşek sultanlar dev-
iç d id işm ele r ^nc‘e,
g^g^de önem kazanıp ılerıgelenlerını ış
başına sevkedecek ve bunlarla sultanlar arasın­
da kâh mücadele olacak, kâh da sultanlar tahtta sağlam ve
rahat kalabilmek için Çek oymağı ilengelenlerini (vezir v,.s„)
iş başına getireceklerdir.
Çek’lerden sonra en güçlü oymak Makeri oymağıdır ve
bu iki oymak hemen hep biribiriyle uğıaşadurmaktadırlar.
Ancak dışardan gelen düşmanlara karşı birleştikleri olur. Hü-
mâyun’un kardeşi ve Pencap valisi olan Kâmran Mirza, Keş­
mir’e bir kuvvet gönderdiği vakit Keşmir’iiler birleşir ve bu
kuvveti geri atarlar,
DELHİ TÜRK SULTANLIĞININ DAĞILMASI 413

1533 de Muhammed Şah devrinde Kaşgar sultanı S a cid


Han, Keşmir üzerine kendi oğlu Sikender Han’ın ve akrabasın­
dan Mirza Haydar’ın ( Babur’un teyzesinin oğlu ve “ Tarih-i -
R eşid î,, yazan ) başbuluğu altında küzeyden bir ordu gönder­
diği sırada da Keşmir’liler arasında birlik olur.
Bu böyle olmakla birlikte, her oymak ve bazan bir oyma­
ğın bir kısmına sözünü geçiren bir baş, kendi kukla sultanım
tahta oturtmak için bir sürü iç fitneye sebep olmaktadır,,

M irza H a y d a r1- Böyle kir l<< sava5 sırasında Babur’un oğlu


m K e ş m ir’i Hümâyun, Afgan beylerinden Şir Han Sur
fe th e tm e si (Şir Şah) dan kaçarak Lahor’a gelmişti ve
nereye gidebileceğini pek bilmiyordu; yanında
az önce andığımız Mirza Haydar da bulunuyordu (Firişte ona
“ Mirza Haydar Bey Türk,, d er), Keşmir’in iki ünlü beyi,
ayaklanmış bir durumda bulunan Abdal Mak’eri ve Zengi Çek,
Haydar’a bir yazı gönderir ve onu gelip Keşmir’i almaya kış­
kırtırlar,, O da Hümâyun’la anlaşarak, ona bağımlı kalmak ve
gerekirse ona Hindistan’dan çekilen 200,000 kadar Türk
ailesine bir sığınak sağlamak için 400 kişiyle Keşmir’e girer
ve kendisine yerli beylerce yapılan yardım sayesinde işbu ül­
keye egemen olur (1540 sonları),,
Mirza Haydar 11 yıl kadar kendi becerikliliği ve yerli
karşmlıklar sayesinde Keşmir tahtında kalır. Kendisine Kaş-
gar’dan elçi gelir ve çok parlak biçimde karşılanır, Kuzey
Hindistan’ı ele geçirmiş olan Şir Şah, Haydar’a karşı bazı
Keşmir beylerine yardım ederse de Haydar hep üstün gel­
meye muvaffak olur,, O, yukarda sözü geçmiş olan “Nurbahş,,
mezhebiyle çok uğraşır ve onu pek büyük ölçüde baltalar,,
Haydar'm, belki kendi Türklerini yerlilerden çok üstün
tuttuğu, kısmen de kendi adamları arasında geçimsizlik ve
karşmlıklar çıktığı için güç ve nüfuzu son yıllarda gitgide
kırılır ve o 1511 de bir gece çarpışmasında ölür,,

S a lt a n a t ın Ç e k ’ Keşmir tarihi hep iç didişmeler ve arasıra


le r e g e ç m e s i ^azı komşulara ve bu arada Tibetli’lere karşı
kısa savaşlarla devam eder,, 1561’de Çek
oymağı ilerigelenlerinden Gazi Şah tahta çıkar ve böylelikle
414 HİNDİSTAN TARİHİ

yeni bir hanedan iş başına geçmiş olur. İç savaşlar da eskisi


gibi devam ededurur,

_ İşbu yeni hanedanın dördüncü hükümdarı


K e şm ir m G ur* 1 J
k a n fh d evle- Yusuf Şah (1578-1585) birkaç ayaklanma
tine katılm ası sonucunda tahtını kaybeder ve 1580 yılı
başında Ekber Gurkan’m (Timur oğlu) yanına
kaçar ve ona bağımlı olacağı yolunda vaatlerde bulunarak
ondan yardım ister,, Ekber de ona raca Men Sing’in komu­
tasında bir yardımcı ordu verir,. Ancak Önde ilerliyen Yusuf
Şah işbu ordunun filî yardımı olmadan, fakat onun saldığı
korkudan istifade ederek, Keşmir tahtını yeniden ele geçirir,,
Bu anlam Firişte’den çıkmaktadır,. Ekbernâme’ye göre (c. II s„
318), bazı Keşmir ilerigelenleri ona, eğer yalnız gelirse tahtı
ele geçirebileceğini vadeder, o da, daha Pencap’da hazırlanan
Gurkan’lı ordusu sefere başlıyacak duruma geçmeden kaçıp
Keşmir’e girer ve tektük çarpışmadan sonra tahtına yeniden
oturur..
Bundan sonra o kendini yalnız başına tahtını geri almış,
Ekber ise kendi sayesinde yeniden tahta çıkmış ve doiayı-
siyle kendisine bağımlı bir türlü vali sayacaktır, Bu anlaşama-
mazlık, Yusuf’un bazı beceriksizlikleri ve 2 inci ciltte görece­
ğimiz ayaklanmaları bastırmış olan Ekber’in Keşmir’i almak
istemesi, 1885 de Keşmir’e karşı yeni bir Gurkanlı seferinin
açılmasına sebep olur ve oraya Şahruh Mirza (Gurganlı’larm
Badahşan kolundan), Şah Kulu Han ve raca Bagvan Das’ın
komutasında bir ordu gönderilir, işbu ordunun Keşmir boğaz­
larında gördüğü karşı koymaya ve yağan kara rağmen iler­
lemesi üzerine Yusuf, Gurkanlı ordusuna gelip verinir, Bunun
üzerine de bir barış yapılır, Bazı vergiler Gurganlı dev- :
letine ait olacak, hutbe ve paralarda Ekber’in adı bulunacak
ve saire.
Yusuf’a Bihar’da 500 atlının komutanlığı verilir, oğlu
Yakup bir süre daha çete savaşı yapmaya uğraşırsa da çok
geçmeden o da verinir (1589),, Ekber, bir zamanlar Keşmir’i,
kendine bağımlı kalmak üzere, Yakub’a geri vermeyi düşü­
nürse de bundan vazgeçer veya geçirilir ve Keşmir, Gurkanlı
devletine katılmış olur.
DELHİ TÜRK SULTANLIĞININ DAĞILMASI 415

IX, Racput devletleri


Racistan’daki türlü Racput devletlerinin ne ölçüde Ralaç
ve Tuğluk hanedanlarına bağımlı olduklarını kestirmek güçtür;
üncak gevşek te olsa böyle bir bağımlılığın genel olarak var
olduğu kabul olunabilir,
Büyük Tuğluk imparatorluğunun dağıldığı sırada bunların
birçoğu da bağımsız olurlar Bîf~cle vl et ve devletçiklerin ve
keza Kuzey "TRnHıitan'm türlü yönlerinde kalmış olan Hindu
devlet ve devletçiklerinin tarihini yazmak bu eserin hacmini
çok aşar. Bunlar gerektikçe kendileriyle ilgili müslüman dev-^
jetlerin tarihleri içinde anılmıştır ve anılacaktır, t-

X. M a ’ b e r ( M a d a r a ) devleti
Dekken’in güney ucunda bulunan Ma’ber bölgesinin baş­
kenti bulunan Madura’daki vali Ahsen. 1334 yılında Muhammed
Tuğluk’a karşı ayaklanmış ve Celal-üd-Din Ahsen Şah ünva-
niyle kendini sultarTiTâh etmişti. Sözü geçen ’Delhi sultanı da
ona karşı yür ürkerTÖrdüdâ^ bir salgın çıkmış, kendisi de buna
tutulmuş ve bu yüzden Ahsen’e karşı seferden vazgeçmişti, ^
1339 da Ahsen, Âla-üd-Din Ödeyci 1 adında bir beyi
tarafından Öldürülür ve bu kişi onun_yerine geçer,
Bu devlet küçücüktür ve JDelhi imparatorluğundan ayrıl­
makla bir Hindu denizi içinde yalnız kalmış olur, /
İbni Batuta, konuğu bulunduğu ve sıhriyet peyda etmiş
öldüğü Madura sultanlarının hep Hindular’la savaşmakta ol­
duklarını ve ölçüsüz olarak daha az sayıda askerle kocaman
Hindu ordularını yendiklerini anlatmaktadır. Düşman Hindu-
lar’dan ele geçirdiklerine karşı da, dehşet salmak için olacak»
çok zalimane davrandıklarını yine aynı kişi yazmaktadır,
Ala-üd-Din Odeyci 1340 da bir vuruşmada düşmanlarını
bozduktan sonra su içmek için miğferini çıkardığında bir ok
yiyip ölür.
Onun ikinci halefi Gıyas-üd-Din Damagan Şah’m Hindu-
lar üzerine büyük seferleri vardır. Ibni Batuta onun konuğu
idi ve onunla sıhriyeti vardı,
1 İbni Batuta (c, II, s, 264) diye yazmakta ve zamm-ı hemze
feth-idal ve sukun^u ya ile okunması gerektiğini eklemektedir,
416 HİNDİSTAN TARİHİ

Ma’ber (Madura) devletinin Hindulara karşı üstün duru­


mu çok sürmez; Güney Dekken’de büyük Viceyanagar devleti
kurulduktan sonra Ma’ber’deki bir avuç Türk’ün, hele ana
yurttan adam getirtmeleri imkânsız denecek kadar güç olduğu
için, tutunmaları uzun süremezdi,, Ancak buna rağmen bunlar
varlıklarını çok çetin müdafaa etmiş olmalıdırlar ki, Viceyana-
gar’m ilk kırallık hanedanını kurmuş olan Sangama I ’in bir
kitabesinde “Madura’nın azametli hâkimi kahraman Turuşka’ya
karşı kazanılmış bir zafer dolayısiyle övünülmektedir,,
Son Ma’ber sultanı Ala-üd-Din İskender Şah’ın elde bu­
lunan son parası 779 (1377-78) tarihlidir. Devletin o sırada
çökmüş olduğu sanılabilir.

XI . B e î ı m e n ’l i devleti

, Bu devlet Dekken’in en önemli kısımlarını kap-


Kuruluş 1
ladığı için ona Dekken devleti de dendiği olur;
Tuğluk İmparatorluğundan ayrılan en büyük ve önemli devlet
de budur.
Bu devletin kurulmasına, yani Dekken’in Delhi’den ayrıl­
masına götüren olayların ana kaynağı Muhammed Tuğluk’un
delicene siyasası ve kimsede güven bırakmıyan zulmü idi;
fırtınayı koparan olay ise, işbu sultanın devri anlatılırken
anılmış olduğu gibi onun Aziz Hammar (meyhaneci) diye anı­
lan çok kötü bir adamının hiçbir yargılamıya başvurmadan
89 (yüzbaşlık) ın kafasını kestirmesidir (1345)
O devirde, Hoca Nizam-üd-Din Ahmed’in “Tabaka
Ekberî„de işaret ettiği gibi, Muhammed Tuğluk’un en yüksek
güven yerlerine en kötüleri ve herkesçe aşağı görülen ve se­
vilmeyenleri getirdiği, bu yüzden bunların kendisinden ayrıl-
mıyacaklarını sandığı, fakat bunda çok aldandığı görülmektedir.
Malva “yüzbaşlık,, larının başına gelen ve hele Aziz Ham-
mar’a bu yüzden sultanca hil’at gönderildiği duyulunca, ilk
olarak, yakınlık dolayısiyle, Gücerat yûzbaşlıkları ayaklanırlar,
Gücerat valisi Mukbil’in (o da Hoca Nizam-lTdTDm Âhfhed’in
tarif ettiği kötü adamlardandır) vergileri Delhi’ye göndermek
için teşkil ettiği kafileyi vurup paralan alırlar ve teşkilât yap-
DELHİ TÜRK SULTANLIĞININ DAĞILMASI 417

mıya koyulurlar. Kendilerine karşı yürüyen Aziz Hammar’ı


yener, yakalar ve öldürürler,,
Sultan onlara karjp yürür ve onları iki kere bozar, bir­
çoklarım Öldürür ve çoluk çocuklarını efe geçirir,, kaçabilenler
Baglana (Nasik) racasına sığınırlar, o da onları soyar ve hap­
seder; bunlardan ve sultanın yalnız “yüzbaşlık,, oldukları için
öldürttüğü başka kişilerin arasından kaçıp canlarını kurtarabi­
lenler hep Devletâbad’a sığınırlar.
Muhammed oraya Ahmet Bey Laçin ve Barlas Bey adında
iki sazavul gönderir ve oranın yübaşlıklarmı istetir,, Bunlar
yolda iken başlarına geleceği anladıkları için ayaklanmayı ve
kaçmayı daha doğru bulurlar, sazavulları öldürür ve Devletâ­
bad’a geri döner ve derhal: “her nerede emîr, zemindar ve
muteber kimse varsa ona yazar ve yaptıklarına, ayaklanmak
düşüncesiyle değil, yalnızcana Allahın halkının (Halk-ullah)
başından kötü âkibetli bir padişahın zulmünü defetmek İçin
giriştiklerini ve sevap olan bu işte her kim kendilerine önder
ve arkadaş olmak isterse ona uyacaklarını bildirirler,,1.
B ^ j ^ D e ^ U b a d f^jâoııdüklerinde--i>ey4 er.. ye halktan
pek çok kişi kendilerine katılırM u h am m ed Tuğluk oradan
ünlü komutâiı ve yönetimci Kutluk Han’ı geri almış ve oraya
göreneği olduğu gibi bir hiç olan ve ne askerî, ne de yönetim
işlerinde denenmemiş bulunan onun kardeşi Nizam-üd-Din’i
koy muştu „ Iİugüzden _yüzbaşlıklar, ve. onlara katılanlar ko­
laylıkla kurganı ele_geÇİriHer' Yolların güvensizliği dolayısiyle
Dekken vergilerinden biriken paralar epeydir Delhi’ye gönde-
rilemiyordu; bu paralar da ayaklanmış olanların eline düşer.
Bunlar iki bin atlı komutanı olan İsmail Nuh adında
bir Afgan’ı, Nasır üd-Din Şah ünvaniyle sultan ilân ederler,
Onun kardeşi Melik Gül, Muhammed Tuğluk’un büyük beyle-
rindendir ve önemli bir ordu İle Malva’da bulunmaktadır,. Bu
davranış işbu Melik Gül ve ordusunu da kendi yanlarına çek­
mek amaciyle yapılmıştır,.
Ayaklanmış olanlar hiç durmadan bütün devlet teşkilâ­
tını kurmıya koyulurlar, Dekken’i ikta’lara ayırıp aralarında
bölüşürler; esasen herkes yeniden Muhammed Tuğluk’un

A Muntahab-üI-Lübab, c. III, s., 10-11:


f-JJ,'.* ? * .... T.-.-ffc.* 97
418 HİNDİSTAN TARİHİ

amansız zulmü altına düşmektense vuruşarak ölmeyi daha


uygun görmektedir ve bu yolda ant içmiştir.,
Sultan, onlara karşı yürür ve Devletâbad yakınında ya­
pılan ilk vuruşmada üstün gelir; bunun üzerine ayaklananlar
açık alan vuruşmalarına girişmemiye, bir kısmının çok güçlü
ve berkitilmiş olan Devletâbad kurganına kapanmasına, öbür­
lerinin de kendi bölgelerine gidip oraları tutmasına ve sultan
ordusunun etrafında kazaklık 1 etmek üzere 2 - 3000 atlının
başında Haşan Kanku adında bir yüzbaşlıkhn görevlendiril­
mesine karar verirler, İşbu Hasan’a Zafer Han ünvam verilmiş
ve 350 km„ kadar güney doğuda bulunan Gülberge kent ve
bölgesi onun ikta’ı yapılmıştı.
Bu durum karşısında sultan, Devletâbad1! kuşatır ve İmad-
ül-Mülk Türkmen adında bir beyi Hasan’a (Zafer Han) karşı
yollar,,
Aynı sırada birkaç Dekken’li raca da ayaklanır ve Delhi
ile ilgilerini keserler, İslâm dinini kabul etmiş olanlardan yeni­
den Hinduluğa döneni olur, Böylelikle Doğu Dekken'de Tilenga-
na, (Müslüman tarihçiler Tileng derler) ve Tungabhadra ırma­
ğının ( Krişna ırmağının en güney k o lu ) güneyinde kalan
yerler ( Güney D ekken) yeniden bağımsız olurlar ve Hindu
devletlerinin elinde kalırlar,, Bu son kısımda büyük Viceyanagar
(Müslüman tarihçiler Bicanger derler ) Hindu devleti kurulacak
ve yayılacaktır,,
Muhammed Tuğluk Devletâbad’ı üç aydır kuşatmakta iken
Tâği’nin Gucerat’ta büyük bir ayaklanma çıkardığını ve orada
kalan yüzbaşİık'lann ona katıldığını, bunların Patan kentini
aldıklarını ve ayaklanmanın yayıldığını öğrenir ve oraya
koşar.
Bundan sonra Dekken elde tutulamaz olur, Haşan ( Zafer
H an) sultanın ordusunun orada kalmış olan kısmını yener ve
Malva’ya çekilmek zorunda bırakır , Dekken, Tuğluk devletince
kaybedilmiştir.,
— ^ s ı r _ Qin ş aj^ Haşan lehine tahttan vazgeçer ve
3„ 8„ 1347 de O, Ebül-Muzaffer A la -ü d -D in Behmen Şah ün-
vaniyle Dekken sultanı ilân edilir,,

1 Müntehab-ül-Lübab, c IH, s„ 13,, Çetecilik ve vurgunculuk,,


DEtHİ TÜRK SULTANLIĞININ DAĞILMASI 419

Y ü z b a ş lık H a- ^ es*n °^ara^ bilinmemektedir. Fİrişte ve kısmen


sa n K a n k u onu tiakip eden Hâfî Han’a göre, O, yoksul bir
k im d ir ? adam olarak, önce Şey Nizam-üd-Din Evliya’nın
sonra da Muhammed Tuğluk’un müneccimlerin­
den Kanku Behmen adında birinin hizmetinde bulunmuş ve çok
doğruluk ve namuskârlık göstermiş biridir,, Her iki efendisi de
ona ilerde sultan olacağı müjdesini vermişlerdir,, Hattâ ona
iyiliği dokunmuş olan müneccim, ondan kendi adını Haşan
adına eklemesini istemiş ve böylelikle o da Haşan Kanku
Behmen adını almış ve bundan böyle bu adla tanınmıştır,,
Bu açıklayış daha sonraları kabul edilmemiş ve Hasan’m
Sasanoğullaıı hanedanının efsanevî atalarından “Behmen,,
soyundan olduğu iddiasında bulunduğu için bu adı aldığı
ileri sürülmüştür1 , Kanku adının ise babasının adı olan
Keykâvus’tan bozma olduğu söylenilmiştir, Pek çok ünlü
kişiler için uydurulan kütüklerden biri de işbu Hasan’a ait
olduğu iddiasiyle Firişte’de bulunmakta ve yeni sultanın atala­
rını da işbu efsanevî Behmen ve onun babası İsfendiyar’a
kadar çıkarmaktadır,.
Bizce işin gerçeği Hasan’m adını, Firişte’nin dediği gibi,
Muhammed Tuğluk’un müneccimi Behmen Kanku’dan almış
olması ve ondan sonra tahta çıkınca o ad’a yakışan bir
kütüğü uydurtmuş bulunmasıdır,. Buna göıe, yeni Dekken sul­
tanını Tuğluk devletinde er olarak hizmete başlamış ve yük­
selmiş kimselerden biri ve, en kuvvetli ihtimale göre, bunların
çoğunluğu gibi bir Türk saymak bizce en doğrusudur. Esasen,
ilerde görüleceği gibi, Behmenli devletinde de dışarıdan gelen
ak renkte er ve beylerin büyük çoğunluğu Türk’tür ve devlet
parçalanınca yabancıların (Garihan denir), yani Dekken’li
olmıyanların, elinde kalan parçaların başlarında Türk’ler
bulunacaktır,,
İşbu Behmen oğullan soyunun Türklüğü düşüncesini
berkiten bir yön de Firişte’nin üçüncü Sultan Mücahİd’in
eyi Türkçe konuştuğunu yazması ve Hâfî Han’ın da işbu
Mücahİd’in Türkçe ve Farsçayı babası sultan Muhammed

1 Yarbay Wolseley Haİg’ca 1904 de « Journal of the Royal Asiatic


society of Bengal» kısım I, cilt LXXIII, e ek sayıda yayınlanmıştır.,
420 HİNDİSTAN TARİHİ

ve büyük babası sultan Ala-üd-Din Haşan (Haşan Kanku) dan


daha fasih olarak konuştuğunu yazmasıdır1.. Bundan şu çıkar ki,
bu soyun ana dili Türkçe’dir (Farsça devletin resmî dilidir);
onun büyük babası Haşan Kanku küçük bir kişi olduğu için
ve babası Muhammed de kendi babası Hasan’ın daha sivril­
mediği bir sırada yetiştiği için Türkçeyi tahsilsiz olarak ana
dil gibi bilirlerdi,. Büyük baba ve babasının sultanlıkları dev­
rinde yetişen Mücahid ise bu dili tahsilli olarak konuşmakta
idi. İlerde göreceğimiz gibi saray ve orduda birçok makam
adları arasında Türkçe veya türkçeleştirilmiş kelimeler çok­
tur: Tavaçi (Hassa birliği subayları), Yasavul, Hazançi (saray
hazinedarı) gibi..

A la-ü d -D in Ha- ^ enı devletin başkenti Gülberge’d ir; dört


s a n 'm s a l t a n a t vilâyet veya “taraf„a ayrılmaktadır, bunların
v e t e ş k ilâ ta herbirinin başında bir “tarafdar,, vardır; bu
kişi yönetim, ordu ve mâliyenin de başında
olduğu için “taraf„ınm kesin egemenidir.
Haşan bu yerleri ayaklanmada en önemli işleri görmüş
olanlara verir, belki bunu yapmıya ve bunlara bukadar büyük
yetki vermiye mecbur idi; ancak bu yön ilerde devletin par­
çalanmasını kolaylaştıracaktır. Bu “taraf,, larm merkezleri baş­
kent olan Gülberge, Devletâbad, Elliçpur ve Bidar’dır.
Ala-üd-Din Hasan’ın saltanatı, yeni düzeni herkese kabul
ettirmek için bilhassa Hindulara karşı yapmak zorunda bulun­
duğu seferler içinde geçer. Devleti Halifece tanınır, Gucerat’a
karşı bir sefere girişmişken hastalanıp ölür (1358) ve yerine
oğlu Muhammed geçer,, Haşan, büyük fütuhat tasarıları besli-
yen bir kişi idi,, Paralarında kendine ikinci İskender denilmek­
tedir.

Behmenii-Hindu ^ ene^ ° larak Behmenliler kendilerini Dek-


s a v a ş la r ın a b ir ken’de Kalaç ve Tuğiuk hanedanlarının
b a k ış mirasçısı sayacak ve dolay isiyle bu hane­
danların elinde bulunmuş olan ülkeler üze­
rinde egemenlik iddia edeceklerdir,,

1 F irişte, c.. 1, s,. 296: Miîatehab-üi-Lübab, c.. III, 3. 36


DELHİ TÜRK SULTANLIĞININ DAĞILMASI 421

Onların karşısında iki büyük Hindu devleti bulunmakta­


dır: doğuda başkenti Varangel olan Tilengana (Tileng) devleti
ve güneyde çarçabuk büyüyecek olan Viceyanagar (Bicanger)
devleti. Bunlar ise Dekken ve belki de bütün Hindu acunu
üzerinden Türk ve Müslüman egemenliğini kaldırmak isteğin-
dedirler.. Türlü sebep ve bahanelerle çıkacak olan savaşların
açık olarak görünmese de ana sebebi bu karşıt isteklerdir.
Savaş bahaneleri çok kere karşı yanca hakaret sayılan
cakalar olur,, Meselâ büyük bir at tüccarı Varangel ülkesinden
geçerken ora hanedanına mensup bir kişi atların en iyilerini,
Behmenli sultanına satılmak istenildiğini öğrendiği halde, satın
alır; sultan ( Mahmud I ) bunu bir hakaret sayar ve savaş çı­
kar (1362),, Yine aynı sultan, 1365 de büyük bir şölen (ziyafet)
ve eğlenceden sonra onun giderlerinin ve çalgıcı, türkücü ve
oyunculara verilecek para ve armağanların Viceyanagar ha­
zinesince ödenmesi için bir ferman çıkarır ; fermanı alan ba­
ğımsız raca bunu birkaç bakımdan hakaret sayar ve savaş
çıkar.
Bu Behmenli - Hindu savaşları işbu devlet dağıldıktan
sonra da onun yerine geçen devletlerle Hindular arasında
devam edecek ve sonda Varangel ve Viceyanagar devletleri
yıkılacaktır,,

S u lta n işi devlet ve ordu teşkilâtını kurmak veya


M nham m ed bütüniemek olur.
Sultanın muhafızlarına “Hassa - Heyl„ denil­
mektedir, başlarında “Tavaçi,, ve “Yasavul,, 1ar vardır; ta-
vaçiler saray teşrifatçılığı yaptıkları için onlara “Bardar,, da
denilmektedir. Erler 200 “eslihadar,, ve 4.000 “Yeke civan,, a
ayrılmaktadır,, Her an bunların dörtte biri sarayda nöbetçidir*
Devlet teşkilâtının ana çizgileri Delhi sultanlığımnkini
andırmaktadır.
“Padişahlık,, yani üstün hükümdarlık alâmeti olarak altın
para basmak ve günde beş nöbet çalgı çaldırmak gibi göre­
nekleri Behmenli devletinde o kurar ve Firişte’ye göre, Dek-
ken’de Behmenli sultanlarından başkası ve onun dağılmasın­
dan sonra onun yerine geçen devletlerin hükümdarları bu iki
işi birden yapmamışlardır.
422 HİNDİSTAN TARİHİ

Muhammed savaşçı bir hükümdar olmuştur, Varangel ve


Viceyanagar racalarına karşı ilk savaşı acaip bir sebepten
ileri gelir, Muhammed’in altın paralan Hindu devletininkinden
daha halis idi,, Yukarda anılan iki raca bu basışa ve onun
halisiyetinin sürümünü sağlayışma kızarlar ve Hindu olan
Behmenii ülkesi içindeki sarraflarla da birlik olarak bu para­
lardan ele geçenleri eritip kendi paralarına çevirirler. Bu, hem
Muhammed’in çalımına dokunur, hem de “fCelime-i-Şahadet„
yazılı olan paraların, üzerlerinde "put,, resimleri bulunan pa­
raya çevrilmesi taassubuna dokunur ve birçok ihtardan sonra
bunu yapan veya bu işe vasıta olan kendi ülkesindeki Hindu
sarrafları idam ettirir (1360).
Tilengana ve Viceyanagar racaları da Muhammed’in altın
para basmasını kendilerine karşı bir türlü egemenlik iddiası
sayarlar, ondan bazı yerler isterler ve birinci raca onu hem
kendisinin, hem de Delhi sultanının (Firuz Tuğluk) ordulariyle
tehdit eder.,
Muhammed bunları bildirmek için gelen Hindu elçilere
çok saygı gösterir ve onları bir buçuk yıl oyalar ve hazırlık­
larını bitirdikten sonra her iki racaya haber gönderip kendi­
sinin tahta çıkalı epey zaman geçtiği halde henüz “peşkeş,,
ve hediyelerini (bağımlılık alâmetleri) göndermediklerini hatır­
latır, yani onları kendine bağımlı saymak ister,, Ve arada
savaşa çıkar.,
Hindu orduları tamamiyle bozulur, Behmenii ordusu Va­
rangel dolaylarına gelince raca kurtulmalık olarak 100.000
hun1 ve 26 fil verir ve sefer boylece biter.
1362 de, yukarıda anılmış olan at tüccarı dolayısiyie,
Muhammed bir baskınla Tilengana devleti içine dalar, başta
başarılar ve başarısızlıklar olursa da sonda Tilengana orduları
ezilir, Behmenli’lere kafa tutamaz olurlar,, Raca, Delhi sultanı
Firuz Tuğluk’tan yardım isterse de oradan bir şey sağlıyama-
yınca barış için yalvarır, Muhammed’den kendisinin “İslâm
padişahının kulları arasına,, 2 kabulünü ( onun egemenliği
altına girmeyi) ve günahlarının bağışlanılmasını diler, bütün

1 Gizim altınımızın üçte bir değerinden az üstün altın para,,


2 «Uj Ij AKa l a - , Firişte, c I, s„ 287..
DELHİ TÜRK SULTANLIĞININ DAĞILMASI 423

bu işlere Viceyanagar racasının kışkırtmaları dolayısiyle giriş­


tiğini söyler; Gülkende kent ve bölgesiyle, 300 fil ve 1300 000
hun verir ve barışa kavuşur (1363 - 4),,
Bu sefer sırasında Muhammed’in akrabasından Behram
Han Devletâbad’da ayaklanmış ve o da Tilengana racası ile
birlikte Firuz Tuğluk’tan yardım istemişti; ancak bir sonuç
elde edememişti.
1365 de Muhammed, yukarıda anılmış olan eğlence ale­
minden sonra, giderlerin Viceyanagar hazinesince Ödenmesi
için ora racasına bir ferman yollar.. Esasa gidilirse şuna varılır
ki Tilengana ve Viceyanagar Hindu devletlerinin birlikte yap­
tıkları bir saldırıyı kırdıktan sonra Muhammed, bunları ayrı
ayrı ezmiye karar vermiş ve Tilengana’yı yendikten sonra
Viceyanagar’a çatmayı uygun bulmuştur,,
Bu fermanı alan raca Buka birden köpürür, sınıra yakın
olan Mudgal Behmenî kurganına saldırır, onu alır ve içindeki
800 kişinin topunu Öldürür»
Bunu duyunca Muhammed, 100.000 Hindu öldürerek Mud-
gal’daki adamlarının öcünü almadan savaşı durdurmıyacağına
yemin eder ve Viceyanagar ülkesine girer, 1367 de KotaFda
10.000 atlı ve 30.000 yayası olan Behmenii ordusu. 40,000 atlı
ve 500.000 yayası olan Viceyanagar ordusunu tamamiyte bozar,,
Rumiyan ve Frengiyan,,, yani Osmanh Türkleri ve AvrupalI­
ların kullandıkları Behmenii topçusunun da zaferde önemi bü­
yük olmuştur1.
Muhammed, yeminine göre, bu sefer sırasında pek çok
Hindu öldürmüştü. Sonda raca barış diler, savaşa sebep olan
fermandaki paraları Öder ve bîr antlaşma yapılır ve ona bun­
dan sonraki savaşlarda savaşçı olmıyanlara iüşilmemesi kaydı
konur. Buna ilerde genel olarak saygı gösterilecektir,,
Muhammed 1377 de ölür, Gülberge’nin büyük camiini o
yaptırmıştır.

1 Firişte, c. I, s,, 290: ona göre bu vuruşmada Dekken müslüman-


lan ilk defa olarak topçu kullanmışlardır. Viceyanagar ordularının kala­
balığı hakkmdaki sayılar oldukça şişirilmişe benzerler ; ancak erlerin
çoğu, çoluk çocuğunu da birlikte götürdüğü için bu kalabalık arasında
savaşçı olan ve olmayanı ayırt etmek güçtür,
424 HİNDİSTAN TARİHİ

S u lta n M ü ca h it kirişte
babasının yerine tahta çıkan sultan
Mücahid’i çok yakışıklı ve değerli diye anar»
iyi Türkçe konuştuğunu ve Türklerle ve farsça konuşanlarla
görüşmesini sevdiğini ekler,,
Mücahit, Viceyanagar devletine karşı başarılı bir sefer ya­
par, ancak Adoni kurganını kuşatırsa da yağmur mevsimi ge­
linceye kadar onu alamaz ve çekilmek zorunda kalır,, Bu sa­
vaş sırasında amcası Davud’u yanlış bir askeri hareketi dola-
yısiyle tersiemişti., Bu yüzden ona kin bağlıyan Davud, Müca­
hid’i bir gece çadırında uyurken öldürür ve kendisi tahta çıkar
(1378),,

M ü c a h id ’d e n °^ayı öğrenince birçok bey kendi bölgesine


s o n r a k i k a n - Çekilir ve Davud’a karşı durum alır. Muham-
ş ı k d e v ir med’in kız kardeşi Ruh Perver Ağa, Davud’u
kendi adamlarından Ala adında birine öldürtür.
35 gün kadar tahtta kalmıştı.
Bundan sonra birtakım beyler, Sultan Davud’un oğlu
Muhammed Sancar’ı, birtakımı da Davud’un kardeşi Mahmud’u
tahta çıkarmak ister; ancak bu iki şehzade de Ruh Perver
Ağa’mn elinde bulunmakta id i; O, katil Davud’un oğlu Mu­
hammed Sancar tahta çıkarılmasın diye onun gözlerini kör
ettirir ve dolayısiyle Mahmut1 tahta çıkar (1378)

S u lta n Saltanat1 barış ve rahatlık içinde geçer. Ünlü şair


M ah m u d Hafız ile mektuplaşması vardır. Saltanatının son yı­
lında Sağar valisi Ramazan oğlu Baha-üd-Din ayak­
lanmış ve Türk kullardan Yusuf Ejder’in komutasında bir
ordu onu bastırmıştı,, 1497 de ölür ve yerine oğlu Gıyas-üd-Din
geçer.

M a h n m d 'd a n (^tidar), bir zaman için Türk kulların


s o n r a k i k a r ı ş ı k başbuğu olan Tugalçin’e geçer, o, genç sultan
d e v ir Gıyas-üd-Din’i kör eder ve yerine kardeşi
Şems-üd-Din’i geçirir. Az sonra hanedandan
Firuz ve Ahmed adında iki kardeş bir kurnazlıkla sultan Şems-

1 Firişte ve Hâft Han ona Mahmut derler; Bazı Batı tarihlerinde


(ezcümle «Cambridge» tarihinde) Muhammed II diye anılmaktadır.
DELHİ TÜRK SULTANLIĞININ DAĞILMASI 425

üd-Din’le Tugalçin’i ele geçirir, birincisi kör eder ve ötekini


öldürürler, Firuz tahta çıkar (1397),,

S u lta n T a c -ü d - ^®h Davud’un ve kâh onun kardeşi Ahmed’in


Din F iru z t ilk oğlu diye gösterilir,
y ılla r ı Firuz, Behmen oğlu sultanlarının en büyük­
lerinden biri sayılır ; bilgin ve iyi devlet adamı
idi, pek çok dil konuşurdu; bunlar arasında Rum (Osmanlı,
Batı) ve Turan Türkceleri de sayılır; onun birçok ulustan karısı
olduğu için, her biriyle kendi dilinde konuşabilirdi1*
Devrinde en büyük mevkilerde iki kişi görülür : kendi
kardeşi Ahmed ve öğretmeni üstad Fadl-Ullah Incu (İnci). Bi­
rincisine Han - Hanan ünvanını ve Emir-ül-Umera (başkomutan)*
lığı ve İkincisine Vekil-üs - Saltanalığı ve Melik Naip unvanını
vermişti.
1398 de Viceyanagar racası Harihara Il’nin bir saldırısı
üzerine iki devlet arasında savaş yeniden başlar. Firuz aynı
sırada kuzey’den de Gondvana’nm Kerla racası Narsing’in
saldırısına uğrar. Bu yüzden Ö, Harihara’nın 30.000 atlı ve
900,000 yayalık ordusuna karşı ancak 12,000 atlı ile yürüye­
bilir; iki ordu Krişna ırmağı boyunca karşılaşırlar,, Firuz ordu­
sundan kadı Sirac-üd-Din, birkaç arkadaşı ile çalgıcı, oyuncu
ve hokkabaz gibi Hindu ordusuna girer, bir gece, başkomutan
olan racanın oğlunun önünde oynarken onu öldürür ve bun­
dan çıkan kargaşalık sırasında Firuz’un ordusu suyu geçer ve
Hindu ordusu tam bir bozguna uğrar. 600.000 hun karşılığında
barış yapılır.
Bundan sonra kuzeyde Berar’da epey başarı sağlamış olan
Narsing’e karşı savaşılır ve o da yenilip haraca bağlanılır.. Bu
sefere komuta eden Inci’ye Berar komutanlığı da verilir.

Delhi sultanlığı bölümünde Firuz Tuğluk’un


^ G u rk an ’^ e 1 e - ölümünden sonra Tuğiuk devletinin dağılma
m e n t a n ı m a s ı yolunu tuttuğunu görmüştük; Büyük Timur’un
Hindistan akını bu gidişi hızlandırmıştı. Onun
çekilmesinden sonra Gucerat, Malva ve Handeş hem gerçek­

1 Firişte, c, I, s.. 309; Müntehab-âl-Lübab, c„ III, s. 51.


426 HİNDİSTAN TARİHİ

ten, hem de resmen bağımsız olunca Behmen oğullan devleti


için, bir kuzey sınırlan ve onların güveni sorumu ortaya çıkar;
çünkü o âna kadar her gün biraz daha çöken Tuğluk devleti
gibi bir komşu yerine yeni kurulmuş ve büyümek hırsını bes-
liyen komşular ortaya çıkmış olur, Esasen yukarda anılan
Gond racalarından Narsing’in Berar’a saldırışı işbu üç yeni
Müslüman devletin kışkırtması üzerine olmuştu. Dolay isiyle ar­
tık Behmen oğlu sultanların o vakte kadar olduğu gibi dış
siyasa bakımından hemen tek işleri Tilengana ve Viceyanagar
Hindu devletlerine karşı “Cihat,, tan ibaret kalmaz,, Kuzeydeki
yeni Müslüman devletlerle de uğraşmak ve onlardan sakınmak
gerekir,, Aynı zamanda, Behmen oğulları devleti Tuğluk devle­
tinden ayrılmış en büyük ve güçlü devlet olduğu için, yeni
ortaya çıkan veya çıkmak üzere bulunan üç Müslüman devle­
tini kendine katmak istemiş olması da akla gelir,
Sultan Tac-üd-Din Firuz’un, Timur Gurkan’a başvurması
muhakeme edilirken bu yönler de gözönünde tutulmalıdır,,
Firişte’ye göre, 804 yılında (1401-2) şu yolda mütevatir
haber alınır: Timur Delhi tahtına oğullarından birini geçir­
mek, bütün Hindistan’ı fethetmek ve eğer gerekirse bunun
için bir kere daha kendisi de Hindistan’a gelmek düşüncesin­
dedir K Bu tevatürler üzerine uzağı gören Firuz, Timur’a
deniz yolu ile elçiler yollar ve dedirtir ki, ben sizin içten bü­
yüklüğünüzü isteyenlerdenim (Devlethahan-ı muhlis): eğer kendi­
niz veya bir şehzadeniz Delhi üzerine yürüyecekse biz de
hizmet etmek amaciyle Delhi’ye yürürüz.,
Timur ise karşılık mektubunda Firuz için "iyiliğimi isti-
yen oğlun (ferzend-i hayırhah) der; ona Dekken, Gucerat ve
Malva padişahlığını verir ve bu yolda bir de ferman yazdırır.
Bunun üzerine Gucerat, Malva ve Handeş hükümdarları
bir yandan bu iş dolayısiyle Firuz’a hep kardeş olduklarını1

1 Osmanlı padişahı Bayezid’e karşı sefere hazırlanan Timur'un bu


gibi şaşırtıcı haberleri kendisinin yaydırmış olması da mümkündür. Ti­
mur’un tarihçileri Firuz’un elçilerinin gelip gidişini hiç anmazlar: ancak
bu olay Timur tarihi bakımından önemsiz görülmüş olabilir Firişte’nin
(c I s., 312), elçilerin adlarını vererek, hediyelerin bir kısmını Sayarak
ve Hindistan’la Dekken’de bundan doğan siyasal sonuçları anlatarak ver­
diği ayrıntılar uydurma olamaz,.
DELHİ TÜRK SULTANLIĞININ DAĞILMASI 427

yazarak sızlanırlar ve Delhi sultanının bir saldırısına karşı


bağlaşık bulunmaları gerektiği düşüncesini ileri sürerler, öbür
yandan da Viceyanagar racasına haber yollıyarak onu Firuz’a
karşı kışkırtır ve ne vakit yardımlarını isterse onu esirgemi-
yeceklerini bildirirler. Buna güvenen işbu raca da Behmen
oğullarına ödemeyi üstenmiş olduğu bac ve haracı keser; Firuz
da bu durum dolayısiyle ona karşı savaşmıya yüreklenmez,,
Özet olarak şu denilebilir ki, Firuz’un Timur’a başvur­
ması onun için kazançlı bir iş olmaz,

F iru z 'ım öbür da Viceyanagar tahtına çıkan Bukka II,


s a v a ş l a r ı v e Gucerat ve Malva devletlerinin Behmenli dev-
ö lü m ü letine karşı aldıkları durumdan o kadar yürek­
lenir ki işbu devlete ait Mudgal kurganında oturan ve kendi­
sine varmak istemiyen güzelliği ile ünlü bir kuyumcu kızını
ele geçirmek için 5,000 atlı ile Behmenli ülkesine girer ve bu
yüzden savaş çıkar ve türlü tali’li vuruşmalardan sonra Vice-
yanagar’lılar ezilirler, Bukka II, Firuz’a bir kızını ve onun dra-
huması olarak Bankapur kurganını verir, Tungabadra ırmağının
kuzeyindeki yerler Behmen oğullarında kalır; bir milyon hun,
beş man inci, elli fil vesaire alınır,
Firuz 1417 de, birkaç yıldır bac ve haraç vermiyen,
Tilengana racasına karşı bir sefer yapar, bunları alır ve raca
yine Behmen oğullarına bağımlı olur, Bunun arkasından Firuz
Viceyanagar’la çekişilmekte olan Pangul kurganım kuşatır;
kuşatma İki yıl sürer, orduya salgın hastalık girer ve onu çok
sarsar, devletin en güçlü adamı olan Fadl-Ullah İnci bir vuruş­
mada ölür ve Firuz kötü bir durumda çekilmek zorunda kalır,
Çok geçmeden ağır hasta iken kardeşi Ahmet tahtı elin­
den alır ve Firuz o sıralarda ölür veya Öldürülür (1422), Çok
içki içmesi ve 800 karısı olması vücudunu erken yıpratmış ve
onu bu sonuca götürmüştü, Dekken Firuzabad’ı kentini o kur­
muştur.

S u lta n A h m e t ®azı
yönetim düzeltmelerinden sonra Viceya-
nagar’a karşı başarı ile savaşır ve pek çok
tutsakla döner, Bunlardan birçoğu müslüman olur; içlerinden
müslüman olup Feth-Ullah adını alan bir Brahman, ilerde Be-
428 HİNDİSTAN TARİHİ

rar*da Imadşahî devletini kuracaktır,, Yine bu tutsaklardan bir


Brahman, müslüman olup Haşan adını alacak ve ileride dev­
letin en önemli adamları arasına girecektir,, Onun oğlu Ahmet,
Ahmednagar’da Nizamşahî devletini kuracaktır,,
Sultan Ahmet 1424-25 de Tilengana devletine saldırır,
başkent Varangeri alır ve üikenin hemen bütününü kendi
devletine katmakla Behmenli ülkesini doğuda denize kadar ge­
nişletmiş olur,
Ahmed bundan sonra gözünü kuzeye çevirir; amacı,
Timur Gurkan’m ağabeyi Firuz’a vermiş olduğu ferman gere-
Malva ğince Gucerat ve Malva’yı ele geçirmektir,,
Ahmed bu savaşlarda Gucerat’a karşı hemen hep yenile­
cek ve Malva’ya karşı İse başarılar sağlıyacaksa da bunlar
tasarladığı fütuhatı gerçekleştirebilecek ölçüde olmıyacaktır;
sonda Malva'ya da yenilecek ve Berar’ın bir kısmı olan Kerla,
sultanı Huşeng'de kalacaktır.
Ahmed 1436 da ö lü r; başkenti, Gülberge’den Bidar’a
taşımıştı veya bir son kent’te daha çok kalmıya başlamıştı.
Kendisine “Veli,, denir, mutassıp bir müslüman idi ve sanıldı­
ğına göre şiî olmuştu., Azeri adlı veya mahlash şair Behmen-
Nâme adlı bir türlü şahnamesini onun zamanında başlamıştı
( bu eser şimdi kayıptır) „ Sultan Ahmed, tahta çıkmasına yar­
dım etmiş olan Halef Haşan adında Basraİı tüccara “ Melik-üt-
Tüccar,, unvanını vermişti. Ondan sonra bu ünvan devletin en
değerli ünvanları arasına girer,

« G a rib a n » v e Hindistan ikliminin orta iklimli ülkelerden ge-


« D e k k e n iy a n » lenler için yıpratıcı olduğunu ve Delhi Türk
k avg ası sultanlığının gücünü biteviye kuzeyden gelen
bir Türk göçmen akıntısına ve bu sayede or­
duda ve her önemli teşekkülde bir Türk çoğunluğu sağlanıl-
masına borçlu olduğunu yukarıda görmüştük,,
Dekken’e ise dışardan bu ölçüde Türk getirmek imkânsız
denecek kadar güçtü, dotayısiyle orada orduda ve yönetim
işlerinin başında kuzeyden yeni gelmiş bir Türk çoğunluğu
bulundurmak daima elden gelmiyordu; esasen oraya getirilen
Türkler de hemen hep erkekti ve yerlilerle evlenmek suretiyle
Çocukları daha çabuk yerlileşiyordu. Ancak genel devlet ve hele
DELHİ TÜRK SULTANLIĞININ DAĞILMASI 429

orda işlerinde başarı, elden geldiği kadar kuzeyden Türkistan


veya İran’dan Türk getirtmiye bağlı idi, Behmen oğullarının
Tilengana ve Viceyanagar gibi Dekkenli devletlere karşı bu
kadar kolaylıkla zaferler kazanırken kuzey devletleriyle çatı­
şınca hemen hep yenilmeleri de bu işin Önemini belirtmişti.,
Dekken’de devlet işlerinde çok kere azınlıkta kalmıya
mahkûm olan kuzeyden yeni gelme Türklerle yerliler ve yerli­
leşmiş eski Türk aileleri arasında çarçabuk büyük bir önür-
deşlik (rek abet) ve düşmanlık doğar ve bu Behmen oğulları
devletinin dağılmasında en önemli âmil olur,.
Dekken’e iki yönde yabancı getirilirdi: Kuzeyden ve Ha­
beşistan’dan. Kuzeyden gelenlerin çoğu İran’dan gelme şiî
Türkler’di; b u d a coğrafî durumun ve Iran (Basra) körfezi
limanlan ile Dekken limanları arasında gidiş gelişin çok olma­
sının bir sonucu idi,, Bu gelenlere bazen Batı tarihlerinde
Iran’lı denilirse de o devirde İran’da her şey, ordu ve yönetim
hemen hep Türk elinde olduğu için aynı işleri Dekken’de
görmek için gelen ve getirilenlerin de Türk olduğunu kabul
etmek hem makuldür, hem de birçok ad ve tarihî kayıt bunu
göstermektedir, Firişte bazen bunlar için Moğol tabirini de
kullanır ise de, O, bu sözü genel olarak kuzeyden gelenler
için kullandığından bu gibilerin gerçekten Moğol olması ge­
rekmez,, Hele ki Timur Gurkan, Moğolları Seyhan’dan epey
öteye sürdükten sonra çokcana Moğol’un Dekken’e gelmesi
ihtimali yok denecek kadar azdı,,
Habeşler ve hattâ Zenciler de vuruşkanlık bakımından
yerlilerden üstün oldukları için Dekken’e getirtilirler di..
Genel olarak bu andığımız karşınlık ve hattâ düşmanlık
bir yandan kuzeyden gelen ve büyük çoğunluğu Türk olan
yabancılar ve öbür yandan Dekkenli’Ier, yerlileşmiş ve yerli­
lerle karışmış Türkler ve Habeş ve Zencilerin topu arasında
idi,, Birincilere “Gariban,, yani garipler, yabancılar ve ötekilere
“Dekkeniyan,, yani Dekken’liler denirdi ve Afrikalılar da
bunlar arasında sayılırdı,, Dolayısiyle karşıtlık, bugün birçok
sömürgede görüldüğü gibi, ak ve koyu renkliler arasında idi.
Buna birçok “Garib,, in şiî ve “Dekken!,, 1er çoğunluğunun
sünnî olmasından doğan karşınlık da eklenilmelidir; ancak
bunun önemi nisbeten azdır,,
430 HİNDİSTAN TARİHİ

S u lta n  la -ü d -d in babası Ahmed’in yerine geçen bu sultan


devrinde “Gariban,, ve “Dekkeniyan,, ara­
sındaki düşmanlıklar apaçık vuruşma biçimine girer,, Sultan
birincileri tutmaktadır,
1437 de Konkan dağlık bölgesi (Bombay’la Goa arasın­
daki batı kıyı bölgesi) fethedilir,, “Garib,, 1er ordusu ileri gö­
türülmek ve savaşa sokulmak "Dekkenî,, ler ordusu ise sınır
bekçisi olarak geride bırakılmak üzere girişilen Handeş seferi
tam bir başarı ile sonuçlanır ve bu olay “Garib,, lerın üstün­
lüğünü gösterir, Bunlar Viceyanagar’a karşı da büyük bir
zafer sağlarlar (1443),,
Ala-üd-Din aylarca haremine kapanıp eğlence alemine
dalardı; böyle bir sırada “Dekkenî,, ler nüfuz kazanırlar ve
onlardan Meyamin-Ullah Han “Garip,, leri yok etmek için
Kuzey Konkan’a yeni bir sefer tertip ed er; “Garip,, ler çok
kötü şartlar altında ve aldatılarak yıprattırıldıktan sonra
Konkan’lı biı racanın bir gece baskınında çok ezilirler ve
geride kalmış olan “Dekkenî,, ler bu ezik kuvvetin subaylarını
bir ziyafette öldürür ve habersiz olan erlere de baskın biçi­
minde saldırıp onları da öldürürler,, Ancak Kasım Bey adında
biriyle birkaç kişi kurtulur (1446)..
Bu olay Behmen oğullan devletinin ve ordusunun nasıl
bir duruma düşmüş ve iç düşmanlıkların ne dereceyi bulmuş
olduğunu gösterir,
Ala-üd-Din 1458 de ölür,

^ulmiyle ünlüdür; “Garip,, leri tutar, onun dev-


S u lta n H ü m â -
y u n Z alim rinde ilerde en ünlü mevkilerde bulunacak
olan Mahmut Kavan önem kazanmıya başlar..
Hümâyun 1461 de, zulmünden bıkan kendi adamlarınca
öldürülür..

S u lta n N izamYerine 8 yaşında oğlu geçirilir; nüfuz yine


Şah “Garip,, lerde ve bunların başı olan Hoca Cihan
ünvanını taşıyan Melik Şah Tüık’de ve Mah­
mut Kavan’dadır, Yeni sultanın çocukluğundan istifade etmek
istiyen birçok komşuları Behmenli devletine saldırırlar,, Bunlar
arasında Orisa ve Tilengana racaları yenilip çekilmek zorunda
kalırlar, daha önce anmış olduğumuz gibi Malva sultanı Mah­
DELHİ TÜRK SULTANLIĞININ DAĞILMASI 431

mut Kalaç I de Dekken’i istilâ eder ve büyük bir zafer kaza­


nırsa da Gücerat sultanı Mahmut Bigarha’nm işe karışması
üzerine geri çekilir Nizam Şah 1463 de daha çocukken ölür,,

S u lta n M u h am - Ölen Nizam Şah’ın kardeşi olan işbu sultan


m ed II L e ş k e ı î t devrinde başta “Gariban,, üstün durumdadır-
b a ş a n y ılla r ı 1ar O çocuk olarak tahta çıkmıştı Hoca Ci­
han Türk ve Melik-üt-Tüccar Mahmut Kavan
sultanın annesi, Mahdume-i-Cihan ile birlikte devleti yönelt-
miye koyulurlar,, Çok geçmeden Anne Sultan, Hoca Cihan
Türk’ü kıskanır, ondan kuşkulanır ve onu “Dekkeniyan,, dan
Nizam-ül-Mülk’e öldüıtür„ Bu olay, devleti sarsan işbu iki hızb
arasındaki düşmanlıktan hanedanın nasıl istifade ettiğini gös­
termektedir., Ondan sonra Hoca Cihan ünvanı da Mahmut
Kavan’a verilir,,
1467 de, Berar ordusu başında, Malva devletinin eline
geçmiş olan Kerla kurganını geri almak için savaşan Nizam-
ül-Mülk, oraya girerse de Malva hizmetinde bulunan iki Rac-
put onu öldürür ve kurgan yine Malva sultanında kalır, Bu
vuruşmada ilerde Âdil Şah’lar devletini kuracak olan Yusuf
Âdil Han S e v a i1 Türkmen ve Derya Han Türk diye anılan
iki bey temayüz etmişti,,
1469 da Mahmut Kavan, Konkan’da (Dekken’in batı
kıyısı) iki yıl süren çetin bir sefere girişir,, Amaç, müslüman
ticaret ve hacı gemilerini soyan korsan yuvalarını ele geçir­
mekti Kelna (Vişalgarh) kuıgam ve Göa limanı alınır; bu
son yer Viceyanagar racasına aitti.,
1471-2 de Orisa’ya karşı bir sefer yapılır; amaç, racalık
tahtına hak iddia eden iki rakipten birini tutup onun yolu ile
Orisa’yı Behmenli devletine bağımlı kılmaktı,, Bu işde başarı

1 Firışte, c, I s, 348 de diye yazılıdır,. Bu kelimenin anlamı


üzeride epey tartışılmıştır. Bunun Kuzey Hindistan'da kullanılıp Elver
Mahacalarmca bugüne kadar taşınan ve «bir artı dörtte bir adam» yani
»bir adamdan dörtte bir adam ölçüsünde üstün» anlamında olan tabir ol­
duğu ileri sürülmüştür Keza bunun Yusuf Adil'in gençliğini geçirdiği
Kuzey İran’daki Save kentinden geldiği de iddia edilmiştir ; ancak Seva
ve Save imlâları bu iddiaya pek doğru göstermemektedir (Bak.
Cambridge H„ of İndia, c III, s, 416, h 1 e)
432 HİNDİSTAN TARİHİ

sağlanılır, Bu seferin komutanı sultan Ahmed Veli zamanında


Viceyanagar’a karşı yapılan bir seferde tutsak edilen ve müs-
lüman olan Melik Haşan Bahri 1 olup ona Nizam-ül-Mülk
ünvam verilmişti; bu kişi ilerde Nizamşahlar devletini kura­
cak olan Ahmed’in babasıdır,,

Haşan Nİzam-üI-Mülk’ün bu seferden dönü-


Y ö n e tim işle*
rin d e d e ğ iş ik - şünde d ö rt “ taraf ” Yani vilâYetin başına (biri
tik le r ayral) yeni kişiler getirilir ; bunlardan ikisi
“Gariban,, ve ikisi de “Dekkeniyan,, dandır Bu,
iki unsur arasında eşitlik gözetilmek istenildiğine işaret sayıl-
mıştır ve devlet içinde başlıca söz sahibi olan vezir Mahmut
Kavan’ın siyasasıdır,, Şöyle k i: Gülberge ( Bİcapur'u da kap­
sardı ) Mahmut Kavan’da kalır ( Böyle iki üç görevi birden
üzerine alma olayı çok görülmektedir), Devletâbad Yusuf Adil
Han’a verilir ve Türk beylerinin çoğu Derya Han Türk, Kasım
bey, Şah Kulu ve saire onun buyruğu altına konur,, Haşan
Nizam-ül-Mülk’e Tilengana ve işbu Haşan gibi Viceyanagar
Brahmanlar’dan olup müslüman olmuş olan ve İmad-ül-Mülk
ünvanını taşıyan Feth-Ullah’a da Berar verilir,, Bu kişiler için
Firişte, işbu “taraf,, veya vilâyetlerin Ser Leşker'i demektedir,
ancak bunlar hem vali, hem de komutandırlar.
Böylelikle iki unsur arasında bir barış ve güven havası
esdirmek istenildiği anlaşılmaktadır,, Yusuf Adil Türkmen’le
eski Brahman Feth-Ullah Imad-ül-Mülk arasında da büyük bir
dostluk vardır.
Ancak genel olarak "Dekkeniyan,, ve hele Haşan Bahri
Nizam ül-Mülk, Mahmut Kavan’ın itibarını ve Yusuf Âdil’in
büyüklüğünü çekmemektedirler.
1472 de Viceyanagar racasının kışkırtmasiyle Bilgaum ve
Bankapur racaları Goa’ya saldırırsa da yenilirler, Bilgaum
alınır ve sultan Muhammed II bu münasebetle “ Leşkeri,, ün-
vanını alır

1 Bu kişinin denizle hiçbir ilgisi olmamıştır. Bu ad Hindu dilinde


ona yakın biçimde otan bir türlü atmacaya verilen bir addan (Haşan daha
önce Sultan Muhammed IPnin kuşçusu idî) veyahut da Hasan’ın babası*
nın adı olan Brahman «Bahire» den bozma olduğu ileri sürülmüştür (Bak s
Cambridge H„ of İndia, c, III, s, 415 h. Pe)
DELHİ TÜRK SULTANLIĞININ DAĞILMASI 433

Yine bu yılda Dekken, mevsim yağmurlarının iki yıl yağ­


maması yüzünden çok çetin bir kıtlık geçirir.
1476-7% yıllarında Orisa’ya karşı Telingana bölgesinde
başarılı seferler olur ve bu son bölgenin hemen bütünü Beh-
menli devletine katılır,,

S u lta n M u h am - 1478 yılında Behmenli devleti en büyük


ve güçlü anını yaşamaktadır. Ancak o, içinde
m e d ’in so n y ıl -
var olan karşmlıklar yüzünden çok geçmeden
la r ın d a d e v le ­
tin d a ğ ılm a s iy -
yıkılacaktır, Bu sonuca götürecek olaylar zin­
le s o n u ç la n a n
c ir şu biçimde gelişir :
o la y la r
Behmenli devleti çok büyümüştür ve, güneyde
Viceyanagar ülkesi ayral, hemen bütün Dekken’i bir denizden
öbür denize kadar kaplamıştır, devlet güçlüdür ve sultanın
nüfuzu büyüktür; Buna göre, vezir Mahmut Kavan “taraf,, yani
vilâyetlerin sayısını dörtten sekize çıkarmak ve “taraftar,, yani
valilerin (S er Leşker = komutan da denilmektedir ) nüfuzunu
azaltmak ve yönetimi kolaylaştırmak için birkaç yenilik ka­
rarlaştırır, Bunlara göre:
1. “Taraf„lar dört yerine 8 olur, yani herbir “taraf,, ikiye
bölünerek küçültülür; aynı zamanda bunların birçok kasaba
ve “Pargana„ları (daha küçük yönetim bölümleri) “Hassa,, ya­
pılır, yani doğrudan doğruya sultanın yönetimi altına konulur
(sultan hâzinesine bağlanır). Bu sekiz “taraf„tan üçünün başında
a) kendisi Mahmut Kavan (vezirlik ve aynı zamanda “taraftar
lık, yani valilik yapılabilmektedir); b) Yusuf Âdil Türkmen ve
c) öldürülmüş olan Hoca Cihan Türk’ün soyundan Fahr-ül-
Mülk bulunmaktadır.. Öbür beş “taraf„tan üçünün başında Dek-
ken’li ve ikisinin başında da Habeş bulunmaktadır.. Dolayısiyle
“Gariban,, üç ve “Dekkeniyan,, beş “taraf„m başındadır.
2., O âna kadar her “taraf,,taki kurganlar “Ser Leşker,,
olan “taraftar„ın ve onun seçtiği adamların elinde idi; yeni
usule göre “taraftar„a bir kurgan bırakılır ve öbür kurganların
başbuğlukları sultanca güvenilen kimselere verilir; amaç, vali­
lerin ayaklanmalarını güçleştirmektedir,,
3. Önce beylere savaşa hazır tutulan 500 atlı için yılda
100,000 ve 1000 atlı için de 200,000 hun, ister para ister cay-
gir olarak verilirdi, ancak ilgililerin gerçekten gereken sayıda
Hindistan Tarifti 28
434 HİNDİSTAN TARİHİ

er ve at bulundurdukları pek sıkı denetlenmezdi,, Bundan böyle


yukarıda anılan para 125 ve 250,000’e çıkarılır, ancak her
eksik beslenilen kişi dolayısiyle paradan kısıntı yapılmasına
karar verilir,

M ah m u t Birçok ilerigelen bu yeni durumdan hiç hoşlan-


K a v a n ’ın maz> başta “Dekkeniyan,, ve onların başında da
ö ld ü rü lm esi Haşan Bahri Nizam-ül-Mülk bu işlere kesin olarak
karşındırlar,,
Haşan Bahri ve biıkaç arkadaşı, Yusuf Adil’in bir seferde
bulunmasından istifade ederek Mahmut Kavan’ın habeş olan
mühürdarını kandırıp vezirin mühür ünü boş bir kâğıt üzerine
badıdırlar. Mühürün üzerine de vezir ağzından Orisa racasına
bir mektup yazarlar ; bunda Mahmut Kavan güya racaya sul­
tan Muhammed IPnin zulmünden ve sarhoşluğundan sızlan­
makta, herkesin ona karşın olduğunu bildirmekte, racayı Beh-
menli devletine sakhrmıya kışkırtmakta, ona yardım vadetmekte
ve iş olup bittikten sonra Behmenli ülkesinin aralarında yarı
yarıya bölünmesini önermektedir..
Bu uydurma mektup sultana gösterilince O işi incelen-
miye ve derinleştirmiye lüzum görmeden Mahmut Kavan’ı
yanma çağırtır; ona başına geleceği haber veren olursa da or
yine sultanın yanına gider ve orada öldürtülür (nisan 1481),,
78 yaşında id i; hayratı çoktu; başlattığı medrese ünlüdür
O sırada Tılengana’da bulundurulmakta idi,, Asker’e ve
Çapulculara öldürülen vezirin ordugâhının yağmasına izin
verilir, onun “Gariban,, dan olan erleri de Yusuf Adil'in ya­
nına kaçarlar.

S u lta n M u h am - öldürüş üzerine hemen bütün “Gariban,,


m e d ’e k a r ş ı ve Birtakım “Dekkeniyan,, sultana karşın
a y a k l a n m a l a r durum alır; sultan, bunlardan kimi yanma
çağırsa, kendisine güvenmedikleri için gele­
meyecekleri karşılığını alır; bunlar Yusuf Adil ne yaparsa biz
de onu uyarız derler ve o gelinceye kadar bekleme durumu
alırlar. O da gelince sultanın yanma gitmez ve kendi ordugâ­
hında kalır,,
DELHİ TÜRK SULTANLIĞININ DAĞILMASI 435

Bu davranış ve genel boykot, vezirinin suçsuzluğunu


anlamış ve onu öldürttüğüne pişman olmuş olan sultanı ister
istemez Haşan Bahri Nizam-ül-Mülk’ün ve yanatlannm bir
kuklası durumuna sokar, Haşan Bahri, Naib-üs-Sultan olur, oğlu
Ahmet, Nizam-ül-Mülk ünvaniyle Yusuf ÂdiFin bıraktığı Dev-
letabad’a vali olur, Yusuf Adil de Bicapur vilâyetini alır
Sultan Muhammed, II mart 1480 de 28 yaşında içki yü­
zünden ölür; son anlarında “Hoca (Mahmut Kavan) bizi öldü­
rüyor» diye sayıklardı 1„
Koca Behmenli devleti resmen değilse de gerçekten
dağılmıştır. Bicapur’da Yusuf Âdil ve Berar’da Feth-Ullah
Imad-ül-Mülk merkezi tanımaz bir durumdadırlar..

S u lta n M a h m u t Muhammed’in yerine geçen oğlu Mahmut, 12


v e d e v le tin r e s - yaşlıda bir çocuktur ve “Dekkeniyan,, ın başı
m en d a ğ ılm a s ı olan Naib-üs-Sultan Haşan Bahri’nin elinde
bir kukladır: Ona biat için gelen Yusuf ÂdiF
in “Gariban» ordusu ile başkentteki “Dekkeniyan,, ordusu ve
ona katılan başkent Bİdar’ın yerlileri arasında çetin bir sokak
savaşı olur, önce “Dekkeniyan,, üstün gelir ve “Gariban,, a ait
evler yağma edilirse de kentin dışında kalmış olan Türk bir­
likleri içeri girince iş değişir ve “Dekkeniyan,, dan pek çok
kişi öldürülür. Bu Çarpışmalar 20 gün sürer ve 4000 kişi ölür.
1486 da Naip Haşan Bahri, Tilegana’da bir ayaklanmayı
bastırmak için sultanı oraya götürür, o sırada kendisini öl­
dürmek için bazı hazırlıklar yapıldığını öğrenen Haşan Bahri
ordudan ayrılıp başkente dönerse de orada öldürülür (1486).,
Bundan sonra merkezde üstünlük “Gariban,, a geçer.
1487 de “Dekkeniyan,, sultanı öldürmek için sarayı basarlarsa
da Türk saray koruyucuları dışardan “Gariban,, ordusu yar­
dıma yetışinceye kadar saldırıcılara karşı koyarlar ve yardım
gelince saldırıcılar öldürülürler. O sırada halk “Gariban,, in
evlerini yağma etmişti. Ertesi gün bu sonuncular öç almıya
kalkışırlar ve üç gün süren vuruşmalarda pek çok kişi ölür,,
Bu kargaşalıklar sırasında Kasım Bey Türk diye anılan
ve Berid-ül-Memalik ünvanmı taşıyan bir Türk beyi, Naib-üs
1 Ölüm tarihi U '/ mısramm ilk iki kelimesiyle tesbit
edilir, «Ebced» hesabile 887 eder.
436 HİNDİSTAN TARİHİ

Sultanlığa geçerek duruma egemen olur ve bundan böyle o,


sultanı kukla gibi kullanmıya koyulur,
Bu yeni durum karşısında Devletâbad valisi Ahmed Ni-
zam-ül-Mülk (öldürülen Naib Haşan Bahri’nîn oğlu ), Bicapur
valisi Yusuf Âdil ve Berar valisi Feth-UHah Imad - ül - Mülk’e
haber yollayıp resmen bağımsızlıklarını ilân etmelerini önerir;
bunlar da bunu kabul ederler., Dolayısiyle 8 yıdır gerçekten
ayrı yaşıyan üç büyük vilâyet devletten resmen de ayrılmış
olur,. 1512 de Gülkende (Golkonda) valisi Sultan Kulu Kutb-ül-
Mülk adında bir Türk de aynı şeyi yapar ve parçalanma tamam
olur. Ancak şu yön hatırda tutulmalıdır ki, bu kişiler “ sultan „
ünvanını hemen hiç kullanmazlar, bunu onların halefleri yapa­
caktır ; birçok yabancı devlet te, başlangıçta olsun, bunların
sultan ve şah ünvanlarını tanımıyacaktır Hele Gürkanlı devleti
bunlara sonuna kadar Han demekte direnecektir, Keza bunlar
işlerine gelince Behmenli sultaniyle, az çok onu üstün durumda
tutarak, işbirliği yapacaklardır.
Behmenli devletinin ayrılmış olduğu beş kısım şunlardır:
1„ Merkezde, Bidar’da Behmenli hanedanı bir kukla olarak
kalmaktadır, gerçek erke “Gariban,, dan Kasım bey Berid-ül-
Memalik ad ve ünvanmı taşıyan bir Türk beyindedir,, 1527 de
onun oğlu Ali Berid son Behmenli padişahının kaçması üzerine
bağımsız olur. Bu devlete Bidar (başkent ve ülke adı) veya
“Beridşahlar,, (hanedan adı) denilir,,
2, Kuzey-doğuda Berar'da “Dekkeniyan,, dan Feth-Ullah
Im ad-ül-M ülk 1481 denberi gerçekten ve 1490 dan beri de
resmen bağımsızdır ; bu devlete Berar (ülke adı, başkent Elîiç-
pur’dur) veya “Imadşahlar,, (hanedan adı) devleti denir.
3. Kuzey - batıda Devletâbad’da * Dekkeniyan „ dan
Ahmed Nizam - ül - Mülk 1490 dan itibaren r esmen bağımsızdır.
Bu kişi Ahmetnagar kentini kurmuş ve orasını kendine
başkent yapmıştı. Bu devlete Ahmetnagar (başkent ve ülke
adı) veya “Nizamşahlar,, (hanedan adı) devleti denir. Bu hane­
dan mensuplarının adının sonuna bir de “Bahri,, sözü katılır.
Haşan Bahri, Bürhan Nizamşah Bahri gibi,, Bunun anlamı üze­
rinde yukarda durmuştuk.
DELHİ TÜRK SULTANLIĞININ DAĞILMASI 437

4. Güney-batıda Bicapur’a "Gariban,, dan Yusuf Âdil


Türkmen, 1381 den beri gerçekten ve 1490 dan beri resmen
bağımsızdır. Bu devlete Bicapur (başkent ve ülke adı) veya
“Âdilşah’lar,, (hanedan adı) devleti denir., Bu hükümdarlara
çok kere "Adaletpenah,, diye de hitap edilir.
Firişte’ye göre, Yusuf Âdil, İstanbul fatihi İkinci Meh-
med’in küçük kardeşi olup ağabeyi Osmaniı tahtına çıkınca
Öldürülmemesi için anası tarafından başka bir çocukla değiş­
tirilerek kaçırılmıştır (bizce bunu, işbu hanedanın, kendine
önem vermek için, çıkarttığı bir efsane saymalıdır),,
5. Güney-doğu’da Gülkende’de "Gariban,, dan Sultan
Kulu Kutb-ül-Mülk ad ve ünvanını taşıyan Baharlı Türkmen’­
lerinden ve Ali Şükr Bey soyundan olduğu söylenilen bir
vali 1512 den beri bağımsızdır,, Bu devlete Güİkende (başkent
ve ülke adı) veya "Kutupşahlar,, (hanedan adı) devleti denir.
Bazen, fakat nadiren, Tilengana devleti denildiği de olur,
Firişte’ye göre, Sultan Kulu’nun yukarda anılan nesebi
en doğrusudur; Ancak aynı tarihçi bu hanedan mensuplarının
"Mirza Cihanşah maktul,, ün (873 hicride Akkoyunlu Uzun
HaSan tarafından yenilip öldürülen Karakoyunlu hükümdarı)
soyundan oldukları iddiasında bulunduklarını da yazar. Sultan
Kulu, Hamadan Türklerinden olup bilgin bir adam diye tanın­
mıştır.
İşbu devletlerin beşinde de halkın büyük çoğunluğu
Hindu, fakat egemen unsur müslümandır. Bunların üçünde işbu
egemen unsur "Gariban„dandır ve Türk’tü r; öbür ikisinde
“Dekkeniyan,, dandır ve yerlidir, yani Habeş değildir. Herbir
devletin egemen unsuru zaman zaman değişecektir,
Bunlardan başka Mahmut Kavan’m ihdas etmiş olduğu
yeni "taraflar,,m başındakiler de kesin durumları pek belli
olmıyarak yerlerinde dururlar; ancak bunlar bağımsız devlet
başkanı durumuna geçmiyecek ve ilerde sözü geçen beş devlet
tarafından temessül edileceklerdir. Parenda’da (Ahmetnagar
güneyi) Hoca Cihan Türk’ün aynı ünvam taşıyan akrabası bu
gibilerden biridir;
438 HİNDİSTAN TARİHİ

Kasım Bey, Bidar’a, yani Behmenli devletinin


B e h m e n li h a n e
küçük kalmış olan merkezine, kukla gibi kul-
d a m n o r ta d a n
landığı sultan adına egemen olduktan sonra
k a lk m a s m a k a -
işbu sultanı kullanarak ayrılmış vilâyetleri ye­
d a r o la n o la y la r
niden toplamak amacını güder, bu işde bite­
viye başarısızlıklarla karşılaşır ve ancak Bidar’ia yetinmek zo­
runda kalır.
O, 1504 de ölünce yerine yine naip ve devletin gerçek
egemeni olarak oğlu Ali Berid Bey geçer. 1527 de Timur so­
yundan Babur Kuzey Hindistan’a yerleşince son Behmenî sul­
tanı olan Kelim-Ullah ona başvurup kendisini Ali Bey Berıd-
ül-Memalik’in egemenliğinden kurtarmasını diler ve bunu yaparsa
ülkesinin bir kısmını ona vaat eder.. Bu haberi yolladıktan
sonra Kelim-Ullah, Ali Bey korkusiyle başkentinden kaçar ve
Ali Bey Bidar’da bağımsız hükümdar olur.

XII. D e k k e n * i n b e ş M ü s l ü m a n 12 v e b i r
H in d u 2d e v l e t i n i n m ü ş t e r e k t a r i k i

G en el b a k ış Yukarıda andığımız beş Müslüman ve bir Hindu


Dekken devletinin tarihi birbirine çok karışmış
olduğu için onları burada birlikte anıyoruz..
Bunlardan üçünün (Ş,erar,_Ahmetnagar ve Bicapur) resmî
bağımsızlıkları tarihi olanC 1490 dan başlı yacağız.. ~
Beş Müslüman devletin genel siyasalarında belirli ana
cizgjler bulmak colHftictüE~Hİ^^^
hükümdarın o andaki hırs ve keyfine göre birtakım iş ve
savaşlara atıladurur.
Buna rağmen olayların incelenilmesinden bir genel görüş
çıkarmak istenilirse bu devletlerin beşinde de görülen bazı
genel duygu ve düşünceler şoylece toplanılabilir:
a) Behmenli hanedanının, sözde olsun, elinde kalmış olan
nisbeten güçsüz Bidar ayral (müstesna), öbür dört devlet ve
daha doğrusu hanedan biribirini son derece kıskanmakta ve

1 Ahmetnagar - Nizamşahî, Berar-Imadşahi, Bidar-Beridşahî, Bica­


pur-Adil şahı ve Gülkende-Kutupşahî devletleri..
2 Viceyanagar devleti; bundan başka Dekken’de birkaç küçük
Hindu devleti de vardı,.
DELHİ TÜRK SULTANLIĞININ DAĞILMASI 439

içlerinden birinin aşırı büyüyüp güçleşmesini çekememektedir;


Dolâyısiyle böyle bir olay gerçekleşme yoluna girince, aşın
büyüyor ve güçleşiyor sanılana karşı bağlaşmalar yapılmakta­
dır; Bazen bağlaşıklardan biri, büyük bir zafer sonunda, kendi
bağlaşığının fazla güç kazanmasından korktuğu için birdenbire
cephe değiştirip karşı yana geçmektedir, Bu gibi olaylar da
ayrıca kinler doğurmakta ve yeni savaşlara yol açmaktadır;
b) Bidar’da Behmen oğullarından bir sultan kaldıkça ona
karşı, sözde de olsa, bir türlü bağlılık gösterilmekte ve ondan
gelen buyruk ve isteklere, işe gelirse, uyularak ondan manen
olsun güc almıya yeltenilmektedir; Öbür dört devlet onun
önce Kasım Berid ve sonra onun oğlu Ali Berid’in elinde
kukla olmasını, içlerinden birinin elinde kukla olmasına tercih
etmektedirler; çünkü Berid’ler küçük bir ülkeye dayandıkları
için onlardan pek o kadar korkulmamaktadır; Halbuki öbür
dört hükümdarın biri Behmenli sultanım ele alsa gerçekten
kendi ülkesine Bidar ülkesini de katmış olurdu,, 1514 de İsmail
: Âdilşah, Behmenli sultanını ele geçirince Burhan Nizamşah
kendi yanına sığınmış olan Ali Berid’e yardım etmiş, o da
Bidar’ı ve Behmenli sultanını yeniden ele geçirmişti.
c) Bidar’da Behmenli sultanını kukla gibi kullanan Be­
rid’ler onu alet ederek, gerçeklense kendi adlarına, öbür dört
devleti buyrukları veya egemenlikleri altına almıya çok uğra­
şacaklar ve bu amaçla birçok tertip kuracaklarsa da bunda,
yukarıda da denildiği gibi, başarı sağlıyamıyacaklardır;
d) Beş devlet de aralarında birer ikişer bağlaşarak biri-
birleriyle savaşırken komşu büyük Viceyanagar Hindu devle­
tiyle iş birliği yapmaktan ve ondan yardım istemekten hiç
çekinmiyeceklerdir; o kadar ki 16 inci yüzyılın ortalarında işbu
Hindu devleti Dekken’in gerçek egemeni olacaktır.. Ondan
sonra Müslüman devletlerin akılları başlarına gelecek, ona
karşı bağlaşacaklar ve onu yıkacaklardır.,
e) Bu beş devletin başındaki hanedanlar da, içlerinden
kendilerini küçük duymak ve büyüklüğü dışardan almak veya
buna çalışmak illeti olacaktır; Meselâ son Behmenli sultanı
ortadan kalktıktan sonra da bunlar hem kendi adlarına altın
para basmak, hem de saraylarında günde beş defa nöbet çal­
adır mak gibi padişahlık alâmeti sayılan eylemelerden çekinecek-
440 HİNDİSTAN TARİHİ

lerdır; bunda belki az çok aynı zamanda ve aynı şartlar içinde


devlet başkam olmaları dolayısiyle biribirini kıskanç bir gözle
denetlemelerinin de tesiri olmuştur..
Âdilşah’ların Osmanlı padişahı Murad II ve Kutupşah’la-
rın Karakoyunlu hükümdarı Cihanşah soyundan oldukları
iddiası da bu gibi bir duygunun sonucu sayılmalıdır,
Keza 1531—32 de Burhan Nızamşah ile İsmail Âdilşah
arasındaki bir atışma da bunu gösterir,, Gucerat tarihinde anıl­
mış olduğu gibi işbu ülkenin sultanı Bahadır, 1528 yılında
Nizamşah’lar ülkesini istilâ etmişti, bir ikinci istilâdan korkan
Burhan Nizamşahda 1531 de onun ordugâhına gidip bir yenilmiş
durumunda ona saygılarını sunmuştu,, Görüşme sırasında Ba­
hadır ilk defa Burhan’a “ şah „ diye hitap eder ve yeni fethet­
miş olduğu Malva’mn sultanlarına ait “ çeter „ ve “afitabgir„i 1
ona verir,, Nizamşah ve Âdilşah’lar arasında bir savaşın ön
gününde vaki olan yukarıda andığımız atışma sırasında İsmail
Âdilşah, Burhan Nizamşah’a şunları dedirtir :
Eğer sana sultan Bahadır'ın “şah,, söziyle hitap etmiş ol­
masından dolayı övünüyorsan çoktandır ki biz Ahir ••Zaman
Peygamberi soyundan olan ve zemin (yer) ve zamanın övünme
sermayesi bulunan Iran Şahı’nm — ki ezelî saltanat o hanedan­
dadır— “ şah,, diye vaki hitabiyle mübahiyiz,, Sen ise Güce- ;
Tatlıların soyu sopu bilinmiyen sürü başısınınkiyîe övünü­
yorsun,, 2.
e) Toprak istekleri ve bu yüzden doğan düşmanlık
savaşlar arasında iki önemli konuyu belirtmek gerekir.
Bunlardan biri Şolapur kent ve bölgesidir ve bu yüzden
Ahmetnagar ve Bicapur devletleri biteviye didişeceklerdir.
Behmenli sultanı Mahmud’u kukla gibi kullanan Kasım Bey
Berid-ül-Memalik orasını Ahmetnagar’a verdirtmişti.
Bunların İkincisi Patri bölgesidir,. Burası Berar devleti
içinde ve Ahmetnagar sınırına yakındır; bu son ülkenin
hükümdar hanedanının (Nizamşah’lann) ataları ise oralıdırlar.
Bu yüzden işbu hanedan orayı almak istemekte, ancak Berar
sultanları (Imadşahlar) buna bir türlü yanaşmıyacaklardırlar.

1 Bunlar padişahlık alâmettendirler ve hükümdarların başı üzerin*


de tutulan bir türlü şemsiyedirler
2 Miintehab-ÜI-Lübab, c. III, s,. 175,
DELHİ TÜRK SULTANLIĞININ DAĞILMASI 441

öekken’in 16 mcı yıldaki tarihi bu gibi âmillerin tesiri


altında gelişecektir,,
Beş müslüman Dekken devletinin karşılıklı durumlarını
gösteren bu genel bakıştan sonra tarihî olaylara geçelim,,

M üslüm an d e v ­
Tâ başta, Kasım Bey Berid-üI-Memalik, Beh-
l e tl e r c e b irik i­ menli sultanının adını kullanarak öbür Dek­
rin e k a r ş ı V ic e - ken müslüman devletlerini kendi egemenliği
y a n a g a r d e v ie - altına almıya çalışır ve ilk olarak Viceyana-
gar
t iy le i ş b i r l iğ in e H in<j u devletini Bicapur’a karşı kışkırtır;
icendisi de Ahmed Nizamşah ve Parende’de
b a ş la n ılm a s ı
egemen olduğu yukarda anılmış olan Hoca Cihan ile birlikte
Bicapur’a karşı yürür,,
Viceyanagarlı Hindular Bicapur'un güneyinde Rayçur ve
Mudgal kurganlarını alırlar; ancak Ahmed Nizamşah vuruş-
iıiaya katılmaz ve Kasım Bey’Ie Hoca Cihan’ın orduları Âdil-
şah ordusunca bozulur,, Bu işin sonucunu yalmzcana bir Hindu
devletine bir müslüman devleti aleyhine kazanç sağlamaktan
ibaret kalır (1491),

Behmenli devletinin dağılması patırtıları sıra-


B a h s ^ r^ k a rş ı sında Goa’yı ve Konkan’ın birçok yerini ele
uğraşlar geçirmiş olan Bahadır Gilanî adında biri, 1491
den beri bağımsızdır ve büyük ölçüde kor­
sanlık yapmaktadır. Gücerat sultanı Mahmut Bigarha’mn sızlan­
ması ve tehdidi üzerine ve onun Dekken’e girmesinden kork­
tukları için Yusuf Âdil, Ahmet Nizam-ül-Mülk ve henüz Ti-
lengana’da bir bey olan Sultan Kulu Kutb-iil-Mülk, Behmenli
sultanı adına konuşan Kasım beyin çağrısını kabul eder ve
Gilanli Bahadır’a karşı savaş açarlar, Bağlaşıkların herbirinin
özel amaçlan bulunması ve biribirini kıskanması dolayısiyle
iş pek sıkı tutulmazsa da 1494 de Gilanli yenilir ve ölür.

g a zl 1504 de Bidar’da Kasım Berid ölür ve yerine


»
d e r iş ik lik le r ° S lu Aİİ Berİd ^eÇer A y ni y ilda B erar’d a
Feth-Ullah İmad-ül-Mülk Ölür ve yerine Ala-üd-
Din İmadşah geçer ve bu andan itibaren bu hanedan îmad-
şahlar adını almış olur.
442 HİNDİSTAN TARİHİ

işbu 1504 yılında Yusuf Âdil, Bicapur devle­


Yusuf  d il’ in
tinde şiîliği resmî din yapar,, Ali Berid, yine
Ş iîliğ i resm î
din yapm ası Behmenli sultanı adına, öbür devletleri ona
karşı saldırtır; Sünnî olan Ahmet Nizamşah
ve şiî olmasına rağmen henüz bağımsızlığını ilân etmemiş olan
Sultan Kulu Kutb-ül-Mülk savaşa katılırlar, Beraı’daki Ala-üd-
Dİn îmadşah sunnî olmakla birlikte savaşa katılmaz. Yusuf
Âdil yenilir, önce Berar, sonra da Handiş’e kaçar; ancak 1505
de Ali Berid’i yenip Bicapur’u geri alır,

^ ^. Yusuf Âdil’in ölümünde (1516) oğlu İsmail 13


Yusuf A d ılın yaşin(j a idi; Yusuf Ölmeden önce “Dekkenİ-
gelişen o layla r yan» ° an °Ian Kemal Han ı oğluna vasi yap­
mıştı,, Bu kişi hutbeyi şiî biçiminde okutmayıp
hanefî biçiminde okutur, yani Sünnîliği yeniden devletin resmî
dini yapar ve aynı zamanda “Gariban„ı, Hâfî Han’ın tâbirine
göre “İran, Turan ve Rum Garipzadelerini,,, iş başından uzak­
laştırıp hattâ onlara çok zulm edip hep “Dekkeniyan,, ı iş ba­
şına geçirir,
İsmail’in tahta çıktığı sıralarda Portekizliler Goa’yı alırlar.
Âdilşahlar orayı kısa bir an için geri alırlarsa da işbu liman
yine Portekizlerin eline düşer ve bunlar Dekken devletlerinin;
iç ve dış boğuşmaları yüzünden orada tutunurlar. O sıralarda
Viceyanagar Hinduları da Rayçur Düab’ı (iki su) denilen Tun-
gabadra ve Krişna ırmakları arasındaki bölgeyi alırlar; bu işe
Ali Berid’ce kışkırtılmalardı..
Kemal Han’la Ali Berid arasında herbirinin kendi padi­
şahını hapis ve kör ederek padişah olmak ve ülkelerini büyüt­
mek amaciyle bazı haberleşmeler olur. Bunlar sonucunda Kemal
Han, İsmail’i ve anası Puncı Hatun’u (Jy ^ Bicapur “erk„ine
kapatıp Şolapur üzerine yürür, orayı kuşatır ve düşürür. Ni-
zamşah’lar oraya egemenlik iddiasında bulundukları için bu
olay Âdilşah ve Nizamşahlar arasında pek uzun sürecek olan
ileride anacağımız bir sürü savaşa kapı açar.
Bundan sonra Kemal Han, İsmail Âdilşah’ın gözünü kör
edip tahta çıkmıya karar verir ve "eşref saat,, hakkında mü­
neccimlerle danışır ; ancak o, amacını geı çekleştirmiye vakit
bulamadan İsmail’in anası Puncı Hatun onu saray kullarından
DELHİ TÜRK SULTANLIĞININ DAĞILMASI 443

Yusuf Türk K âk â(^ ^ ) diye anılan birine öldürtür; bu yüzden


iki yanın adamları arasında çıkan vuruşmaların sonunda sul­
tânın adamları üstün gelirler (1513 ?), “Gariban„da yeniden
egemen duruma geçerler,, Hüsrev Türk Lari diye anılan bir
kişi Bilgaum (Milkvan) emıri yapılır, kendisine Esed Han ün-
vanı verilir ve o, bundan böyle, devletin veziri makamında
bulunur.
Yusuf adında bir Gürcü kul da divan şahneliğine (saray
nazırı) getirilir,,

*‘D ekken î le ri ® sır&da İsmail’in bir buyruğu ile Adilşah


Bicapur d e v le ti devletinin Türk çalışmasiyle meydana geldiği
hizm etinde kul- için Türklere 1 ait olduğu ve bundan böyle
Sanmamak yalnız onların hizmete alınması ve Dekken’li
k ara n Habeş ve Türk çocuklarının (yani Bicapur’a
yerleşmiş Türklerin çocuklarının) hizmete alın­
maması (yerlileştikleri düşüncesiyle) kararlaştırılır. Bu 12 yıl
böyle sürer, ondan sonra Türkler hep birlikte kendi çocuk­
larının da hizmete alınmasını dilerler, bu kabul olunur ve
Racput ve Afganların da hizmete alınmasına, ancak Dekken’li
vâ Habeş’lerin alınmamasına karar verilir; bu durumda lin ç i
İbrahim Âdilşah (1535 — 1558) devrine kadar sürer.

Gülk d » * 1512 de yukarda dediğimiz gibi Sultan Kulu


bağımsız^ev*- Kutb-ül-Mülk, Gülkende’de kendini bağımsız
le t olması ilân eder ve Kutupşahî devleti kurulmuş olur,,

1 Firişte bu işİ anlatırken (c„ II, s, 17-18) Türk yerine Moğol tabi­
rini kullanmaktadır; ancak yine kendisi Adılşâh’lar devletini kuran Yusuf
Âdil’e «Türkmen» , birçok ricale «Türk» ve şimdi anılan buyruğun çıktığı
sırada Esed Han ünvanİyle devletin en yüksek makamına geçirilen Hüs-
rev’e de «Türk» demektedir, ondan sonra da önemine işaret için olmalı
«Divan Şahne» liğine bîr Gürcü’nün getirildiğini yazmaktadır, Cengiz'in
Türkistan’ı istilâsından sonra Kuzeyden gelenlere Moğol demek âdeti uzun
i zâman yaşadığı için Firişte’nin de, birçok yazarın yaptığı gibi, burada
Moğol sözü «Kuzeyden gelme» anlamında alınmalıdır ve hemen bütün
: sivrilenlerin Türk olmasından anlaşılışma göre bunların büyük çokluğu
; Türk tur Esasen Türkistan’da Moğol egemenliğini sona erdirmiş olan Bü­
yük Timur’a bile bazı Hindistan tarihçileri Moğol demişlerdir; ve Babur’-
: ün kurduğu Gurkanlı devleti için de, işbu hanedana bağlı olmıyan tarih­
çiler, yine bu tabiri kullanmışlardır.
444 HİNDİSTAN TARİHİ

Bicapur'a karşı Berid'le anlaşması olan Kemal Han’ın


bağlaşm a v e Öldürülmesi üzerine işbu Ali Berid, Behmenli
Behmenli sul- sultam Mahmud’u yanına alarak, Nizamşah
tanın İsm ail ve Kutupşah’lann da yardımiyle Âdilşah’lar
Adılşah ’ın e lin e jstilâ eder; ancak İsmail Âdilşah Bi-
düşmesi capUr kenti yakınlarında bağlaşıkların ordu­
sunu bozar ve Behmen’li sultanı Mahmut’la oğlu Ahmet onun
eline düşerler,, O, ikisine de çok saygı gösterir; Ahmet daha
önceden İsmail’in kızkardeşi Bibi Sati’ye ^ j ) nişanlı idi;
bu vesiyle ile düğünleri yapılır ve İsmail, Behmenli sultanına
5.000 atlı verip onu Bıdar’a geri yollar; yani bundan böyle işbu
sultanın, Ali Berid’in elinde değil kendi elinde kukla olmasını
sağlamıya çalışır. Ancak çok geçmeden Ali Berid, Ahmetna-
gar sultanı Burhan Nizamşah’dan aldığı yardımla Bidar’a geri
gelir, oradaki Bicapur ordusu çekilir ve sultan önce Berar’a
kaçtıktan sonra yine Ali Berid’in eline düşer.

İran şahı İsmail Safevî Hindistan’ın birkaç


I r a n ş a h ı İs m a il
hükümdarına elçiler göndermişti,, Bidar’a gön­
S a f e v î ’n in İs -
derdiği elçi orada iki yıl alıkonulur; o da
m a il  d ilş a h ’ın
« Ş a h » lığ ımİsmail Âdilşah’a haber gönderip bundan sızla­
ta n ım a s ı
nır ve İsmail’in aracılığı ile koyuverilir,, Bunun
üzerine İsmail Safevî, İsmail Âdilşah’a gönderdiği bir yazıda
ona “şah,, diye hitabeder Böylelikle Dekken’in yeni beş devleti
arasında yabancı bir hükümdar tarafından “ şah „ diye hİtab
edilen ilk kişi Bicapur sultanı İsmail Âdilşah olur ve o, bununla
çok övünür ve bundan böyle cuma ve bayram günlerinde
cami minberlerinde İsmail Safevî’nin adının anılmasını bu­
yurur 1 „

Bicapur - v ic e - *521 de İsmail Âdilşah, Rayçur Duab’ını Vi-


y a n a ga r savaşı ceyanagar’dan geri almak için bir sefere girişir;
iki ordu Krîşna suyunun iki kıyısında karşı
karşıya geldikleri sırada İsmail, sarhoşken askerlerini düşmanın
önünde öbür kıyıya geçirmiye kalkışır, bunların birçoğu bo­
ğulur, geçenlerin de çoğu öldürülür ve İsmail’in kendisi güç

1 Firişte, c,. II, s.. 19,.


DELHİ TÜRK SULTANLIĞININ DAĞILMASI 445

kurtulur.. O bundan sonra bu işin öcünü alıncıya kadar içki


içmemeye and içer..

Bfcapur v e Ah - ®unc^an sonra İsmail Âdiişah “Sipehsalar,, yani


m etn agar d ev- başkomutan yaptığı Esed Han Lari Türk’le Vi-
cenyanagar’dan Öç alma işini inceler ; bu kişi şu
le tle r i arasında
bağlaşm a dene- öğütleri v erir: Ahmednagar hükümdarı Burhan
m esi v e savaş Nizamşah’la bağlaşmak, ona İsmail’in kızkardeşi
Meryem sultanı vermeli, hep birlikte önce bü­
tün bu fesatların başı olan Ali Berid’i ezmeli, ondan sonra
Viceyanagar devletinden Rayçur ve Mudgal kurganlarını geri
almalı..
İsmail bunu kabul eder, Burhan Nizamşah’la buluşur; kız-
kardeşini onunla evlendirir ve arada bağlaşma yapılır.
Varılan anlaşmaya gör e İsmail’in çocukluğunda Kemal Han
tarafından alınmış olan Şolapur kent ve bölgesi Meryem sul­
tanın “cihaz,, ı olacaktı; yani Burhan Nizamşah’a verilecekti.
Ancak bu anlaşma İsmail’in bilgisi olmadan yapıldığı için mi,
yoksa o, sonra bundan vazgeçtiği için mi, pek kesin anlaşıl­
mıyor, İsmail Şolapur’u vermez,,
Bu olay bir sürü savaşa yol açar, Burhan Nızamşah, İs­
mail Âdilşah’a karşı Ali Berid ve Viceyanagar Racasile bağ­
laşır ve îmadşah’lann dayardımiyle onu ezmiye kalkışır,,
1525 de Burhan Nizamşah, Ali Berid ve Ala-üd-Din İmad-
şah’ın birleşmiş orduları İsmail Âdilşah’a saldırırlar, ancak
onun tarafından Şolapur önünde bozulurlar,, Firişte, bu başarıda
payları olması dolayısiyle, İsmail’in komutanlarından Esed Han
Lari Türk, Tursun Aka, Hoşgeldi Aka ve Mustafa Aka'yı sa­
yar ; bu adlarla “Aka,, tabirleri, Bicapur ordu ve ilerigelenleri
arasında, Iran Türkmenleri’nin çoklukta olduklarını göstermek­
tedir,

A li B erid ’ in de, yu^ar<^a anmış olduğumuz gibi, son


b ağım sızlığı Behmenli sultanı Kelim-Ullah, Bidar’dan kaçar
ve Ali Berid bağımsız hükümdar olur ; ancak,
bundan böyle, öbür Dekken hükümdarlarına karşı nazarî bir
sultan adına konuşamaz olacaktır. Esasen bu yönün manevî ve
maddî hemen hiçbir önemi kalmamıştı,
446 HİNDİSTAN TARİHİ

Nizamşah ve imadşah’iar arasında, yukarda


v a ş î a r ^ e G « - anı^mlŞ °lan Patri kenti dolayısiyle, 1518 de,
cera t'm Dek- kir savaş olmuş ve burası Nizamşah’lara geç­
ken işlerine mİştk ^
karışması İsmail Adilşah, Esed Han Lan Türk’ün öğüt­
leri üzerine Ala-üd-Din lmadşah’la bağlaşır ve
ona kızkardeşi Hadice sultan’ı verir,. Ondan sonra Kutupşah’î
da onunla bağlaştırır ve Ala-üd-Din îmadşah’la Sultan Kulu
Kutupşah, Burhan Nizamşah’a karşı savaşırlar ve bunların
birincisi Patri kentini geri alır (1526-27),, Bundan sonra Bur­
han Nizamşah, Ali Berid’in yar dimiyle Berar’ı istilâ eder, Patri’-
yi bir kere daha ele geçirir ve Ala-üd-Din İmadşah’ı Handeş’e
kaçmak zorunda bırakır. İmadşah ora hükümdarı Muhammed’le
birlikte Nizamşah’ca bir kere daha bozulunca ikisi birden ül­
kelerini genişletmek isteğinde olan Gucerat sultanı Bahadır’ı
yardıma çağırırlar, o da Nizamşah'lar ülkesine girer ve Ahmet-
nagar başkentini alır (1528); ancak 1529 yağmur mevsimi gir­
meden çekilir. Bu olay Gucerat tarihinde anılmıştır.
Gucerat sultanının istilâsı sırasında Burhan Nizamşah,
Babur’dan yardım istemiş ancak bu isteğinden bir sonuç elde
edememişti,
Biribirine karşı Viceyanagar Hindu devletinden yardım
isteyen ve bunu azçok tabiî gören Dekken’in beş müslüman
devleti, Gucerat müslüman devletinin Dekken işlerine karışıp
Ahmetnagar’ı istilâ etmesinden ürküp birleşmişlerdi; hattâ Ba-
hadır’ı yardıma çağırmış olan imadşah dahi öteki Dekken hü­
kümdarları yanına geçmişti; keza Nizamşah’a bukadar düşman
olan Adilşah da onun yardımına asker göndermişti. Bunun
sebebi, Gucerat sultanının Dekken’e yerleşmesi ve oranın müs­
lüman devletlerini kendine bağımlı kılması korkusu idi.

Bu savaş sırasında Ali Berid, Ahmednagar’ın


İsm a il A d ilşah '
yardımına giden Bicapur birliklerini kandırıp;
ın B id a r ’ı a l ­
m ası elde etmiye ve kendi hizmetine almıya çalış­
mıştı,, Buna kızan İsmail Adilşah ona karşı sa­
vaşır onu yakalar ve öldürmek tehdidiyle onun oğlunu Bidar
kurganını kendisine vermek zorunda bırakır. Böylelikle İsmail,
Behmenlilerin eski başkentini ele geçirmiş olur ve büyük me-
DELHİ TÜRK SULTANLIĞININ DAĞILMASI 447

rasimle onların “ Taht-ı-Firuze „ ierine oturur, Ali Berid de


Âdilşah’Iarm beyleri arasına katılır,

Âd ilşah ’m sonucu e^ e edince İsmail Âdilşah, Ali Berid


Im adşah’la ve Ala-üd-Din İmadşah’la bir anlaşma yapar; buna
bağlaşm ası göre, ikisi de Viceyanagar Hindu devletinden
Rayçur Duab’ınm geri alınması işinde ona yardım
edecekler, ondan sonra o da Mahur ve Patri’nin Nizamşah’dan
geri alınması için İmadşah’a yardım edecektir,,
O sırada Viceyanagar’ın iç durumu karışıktır ve bu yüz­
den Rayçur Duab’ı kolaylıkla ondan geri alınır (1530) ve
İsmail Âdilşah şarap tövbesini bozabilir, ilk sarhoşluk coşkun­
luğu sırasında Ali Berid’e kendisini yeniden Bidar tahtına
çıkarmayı adançlar (vadeder).
O sırada ise Gucerat sultanı Bahadır’ın yeniden Dekken’i
istilâ edeceği haberi çıktığından Mahur ve Patri’nin Nizamşah’­
dan geri alınması işi geciktirilir ve İsmail Âdilşah sarhoşken
verdiği sözü tutarak Bidar’ı Ali Berid’e geri verir, şu şartla ki Kal-
yani ve Kandhar1 kurganlarını kendisine versin, Ali Berid ise
bu yolda vermiş olduğu sözü tutmıyacaktır.

Gucerat-Ahm et- 1531 de' yerinde 2 örmüŞ olduğumuz gibi,


iıagar d ostlu ğa Gucerat sultam Bahadır, Malva devletini or­
tadan kaldırmış ve bu ülkeyi kendi devletine
kalmıştı.. Ahmetnagar için de böyle bir sonuçtan korkan Bur­
han Nizamşah, bir büyüğünün yanma gider gibi Bahadır’m
huzuruna çıkar ve onun önünde kendini alçaltır,. Bahadır o
sırada ona ‘‘şah,, diye hitabeder ve Malva sultanının “çeter,,
ve sairesini ona armağan eyler. Bahadır, Delhi’deki Gurkanlj
padişahı Hümâyun’a karşı Burhan’ın yardımını sağlamak için
bunu yapmıştı; Burhan ise biteviye Hümâyun’u Gücerat’a karşı
kışkırtmakta idi»

1 Afganistan'daki KandaharTa karıştırılmalıdır.


448 HİNDİSTAN TARİHİ

Âdilşah’Ia Ni- ^sma^ Âdilşah, bu olaydan az sonra kendisine


zamşah arasın- verilmiş olan söz gereğince, Kandhar ve Kal-
da savaş ve bu- yani kurganlarını Ali Berid’den isteyince Gü­
nün arkasından cerat’la anlaşmış olan Burhan Nizamşah ona
Dekken’i arala- bu g.j^j amaçlardan vazgeçmesi gerektiğini
rtnda bölüşme serj- ^ir mektup yollar ve arada savaş
çıkar,, Burhan’la Ali Berid, İsmail tarafından
tamamiyle bozulur (1532),. Yapılan barış görüşmeleri sırasında
Burhan’la İsmail bütün Dekken’i aralarında paylaşırlar: Berar
Nizamşah’larm, Bidar’la Gülkende Âdilşah’ların olacaktır,,
Buna göre, İsmail Âdilşah Gülkende’ye hücum ederse de
o sıralarda Ölür (1534) ve paylaşma işi gerçekleştirilemez.

İsmail Âdilşah- ^sma*i yerine önce büyük oğlu Mallu geçi-


*m ölümü fize- rüh ve büyük anası Punci Hatun yönetimi
rine Bicapur’da ele alır ; Esed Han Lari de kendi ikta’ına
durumun ka- gider. Ancak Mallu çok ahlâksız ve namus
nşması düşmanı çık a r; bir gün “ Divan Şahne,, si ve
en güçlü emirlerden olan Yusuf Han Türk diye anılan bir
kişinin yakınlarına tasallut etmiye kalkışınca o kendi ikta’ına
çekilir, birçok bey de onunla bir olur ve Punci Hatun, Mallu-
’nun padişahlığa lâyık olmadığını anlıyarak Esed Han Lari’nin de
rızasını alarak Yusuf Han Türk’ü geri çağırtır; o da 2,000
kişi ile gelip “erk,, e girer Mallu’yu ve bir kardeşi Uluğ’u kör
eder ve İbrahim adında başka bir kardeşini tahta çıkarır
(1535).
Bicapur’ da s&n- ^eni sultan sünnî-hanefî mezhebini devletin
nîüğin ve «Dek- resmî dini yapar ; “ Gariban „ ın, yani çokluk
keniyan» ın âs- bakımından Türklerin büyük bir kısmını hiz-
tfin gelmesi metten çıkarır ve yerlerine “Dekkenî„leri alır.
Esed Han Lari ve Şecaat Han Rumî gibi az
kişi ayral, babasının beylerini savar, bu andığımız beylerin de
Türk askerlerini azaltmıya kalkışır ve birçok işe Brahmanları
sokar,, Resmî dil olarak Farsça yerine yerli dili kabul etmekle
“Garibanın kullanılmasını daha da güçleştirir. Böylelikle ordu­
dan çıkarılanların birçoğunu Viceayanagar racası kendi hiz­
metine alır; onlar için başkentinde cami yaptırır ve Islâm
dinine çok saygı gösterir.
H İN D İSTA N , 1525 HA RITA dü
DELHİ TÜRK SULTANLIĞININ DAĞILMASI 449

Bu işlerin sonucunda o âna kadar hemen her savaşta


üstün gelen Bicapur ordusu değerini kaybedecek ve Viceya-
nagar ordusu güc kazanacaktır.,
Bu durum İbrahim Âdilşâh’m ilk savaşında belirir, çünkü
onun Viceyanagar’ın iç karışıklıklarından istifade ederek ona
karşı giriştiği savaşta Esed Han Lari bir yenilgiye uğrar ve
bunu ancak bir gece baskını ile telâfi edebilir.,

A . 1537 de Burhan Nizamşah şiî mezhebini ka-


A h m e tn a g a r* *
da ş îîliğ in res-Bul ve Bicapur’da Esed Han Lari’nin
m î din y a p ıl­ düşmanları, onun, mezhepdaşlık dolayısiyle,
ması v e Bica- Burhan’la gizlice anlaşmış olduğu yalanını
p u r'a karşı ortaya atarlar..
savaş
Burhan bu durumdan istifade ederek Ali
Berid’le birlikte Bicapur’u istilâ eder; uğradığı iftira dolayı-
siyle, İbrahim Âdilşâh’m yanma gitmekten çekinen Esed Han
Lari ister istemez müstevlilerin ordusunun yanında yürür,
ancak daima kendi birliğinin başında kalır ve savaşlara ger­
çekten hiç katılmaz,,
Bağlaşıklar Şolapur’u ve onun arkasından da başkenti
(Bicapur) alır ve bu sonuncusunu yakalar, ancak oranın “erk,, ini
alamazlar ve Gülberge’ye çekilmiş olan İbrahim Âdilşah’ı kova-
lamıya koyulurlar., O sırada Esed Han Lari 6,,000 atlısı ile
onlardan ayrılıp efendisi İbrahim Âdilşah’ın yanma geçer, yeni
tahta çıkmış olan Derya Imadşah da Âdİlşah’ın yardımına gelir
ve böylelikle müstevliler püskürtülürler ve sıkışık duruma
düşen Burhan, Şolapur’u geri vermek ve bir daha Âdılşah’lara
çatmamak şartiyle barış yapar.

Bidar ve Gül- se^er sirasında A li Berid Bey ölmüş ve


kende’rîe hü- yarine Bidar tahtına oğlu Ali Berid Şah
kiimdar d eğiş- çıkm ıştı; ondan bu yana bu hanedan da
m eleri Beridşahî Unvanını alır
1543 de Sultan Kulu Kutupşah 98 yaşında ölür veya
öldürülür ve yerine oğlu Cemşid Kutupşah geçer,,

Hindistan Tarihi 29
450 HİNDİSTAN TARİHİ

D ört Müslüman 1543 de Burhan Nizamşah Bicapur’a karşı


d ev letin Bica- öbür üç müslüman ve Viceyanagar Hindu
pur’a k arşı V I- devletiyle bağlaşır ve Bicapur devleti her yön-
ceya n a ga r Hin-d en istilâya uğrar; ancak Esed Han Lari’nin
^ba^laşmagu* Kutupşah’a karşı kazandığı birkaç zafer so­
nucunda o yıl Bicapur için zararsız geçer.
1544 de savaş yine bir sonuç vermeden devam eder; bu
sefer Ali Beridşah Sünnîliği dolayısiyle İbrahim Adilşah’ı
tutar, bu yüzden Burhan Nizamşah’ın saldırısına uğrar ve
İbrahim’in yardımına rağmen Avsa, Udgir ve Kandhar kur­
ganlarını kaybeder..
Böyle her an bağlaşık değiştirerek savaşmalar 1547 ve
1552 de tekrarlanır ,
işbu 1552 savaşında Nizamşah ve Viceyanagar orduları
Rayçur Duab’ını Âdilşah'dan alırlar ve bu ülke Viceyanagar *a
katılır; bundan sonra Şolapur da alınır ve Ahmetnagar’a ka­
tılır. Böylelikle bukadar yıldır çekişilen bu iki bölgenin kes"
kili (mukadderatı) o sırada Âdilşah’lar aleyhine sonuçlanmış
olur.. 1553 de iki bağlaşık (Ahmetnagar ve Viceyanagar) Bi-
capur’u kuşatırlarsa da Burhan’m ağır hastalanması ve ölmesi
işbu kentin kurtulmasına sebebolur,.
1554 ve 1555 de yine bu tertip savaşlar olur.,

Bazı hükümdar ^emşit Kutupşah ölür, yerine “Gari-


d eğişm eleri ban,, yaşında olan oğlu Suphan Kulu’nu
çıkarırlar, ancak başlarında böyle bir çocuk
olarak “Dekkeniyan,, a kafa tutamıyacaklarını anladıkları için
onu tahttan indirip Cemşid’in kardeşi İbrahim’i sultan yaparlar,,
1552 ile 1558 arasında üç Dekken devletinde taht değiş­
meleri olur. 1552 de ölen Burhan Nizamşah’m yerine kısa bir
taht kavgasından sonra oğullarından Hüseyin, “Gariban,, a
dayanarak tahta çıkar.
1558 de İbrahim Âdilşah ölür ve yerine geçen Ali, şil
mezhebine döner ve “Gariban,, ı iş başına geçirir,,
DELHİ TÜRK SULTANLIĞININ DAĞILMASI 451

Nizam şahTIara Ali Âdilşah hem Şolapur’u Nizamşah’lardan


karşı Â dilşah - geri almak, hem de eski yenilgilerin acısını
V iceya n a ga r çıkarmak amaciyle önce Viceyanagar Hindu
bağlaşm ası devleti ve sonra da öbür üç müslüman Dek­
ken devletiyle bağlaşır ve bağlaşık ordular Ahmetnagar ülkesini
istilâ ederler. En kalabalık ordu Viceyanagar ordusudur,, Hin-
duîar pek çok camii ahır yapar veya yıkarlar, pek çok müs­
lüman kadınına saldırır veya onları tutsak ederler,,
Ahmetnagar kenti bağlaşıklarca kuşatıldığı sırada Hin-
dulann bu biçim davranışlarına kızan îmadşah ve Kutupşah,
ordularını geri çekerler, hattâ îmadşah ordusunun komutanı
Cihangir Han, Hüseyin Nizamşah tarafına geçer ve Hindulara
karşı durum alır,. Buna rağmen Hüseyin Nizamşah boyun
eğmek ve Viceyanagar racasının bütün isteklerini kabul etmek
zorunda kalır ,* bunlar arasında Kalyani kurganının Âdilşah’îara
verilmesi ve Cihangir Han’ın idamı dahi vardır (1559-60). Bu
sefer sırasında işbu raca, Ali Âdilşah’a da maiyet muamelesi
yapmakta idi ve Dekken müslümanlarmın egemeni durumuna
geçmişti,,
1561-63 de Kutupşah ve Nizamşah’lara karşı öbür üç
müslüman devlet Viceyanagar’la birleşip savaş açarlar ve iki
yıl önceki olaylar (cami tahribi, müslüman kadınlara taarruz
v, s.) yeniden ve daha geniş ölçüde tekrarlanır.

D ört müslüman 1559 — 60 ve 1561 — 63 seferleri şunu gös­


d evletin in V i­ termiş olur ki Viceyanagar Hindu devletiyle
ceyan agar Hin- İşbirliği yapan müslüman devletleri öbür müs­
dularsna karşı lüman devletlerini ezebilmektedirler, ancak
birleşm esi kendileri de alçaltılmaktadır. Bundan başka
bu durumun devamı müslüman devletlerini yıprata yıprata,
onları Viceyanagar Hindu’larının egemenliği altına sokmak
sonucuna götürecek özdedir.
Viceyanagar’a komşuluğu dolayısiyle bu tehlikeyi ilk anlı-
yan AH Âdilşah olur; esasen racanın kendisine karşı üstün hü­
kümdar durumu takınmış olması onu çok kırmış ve kızdırmıştı,,
Bu duyguların tesiri altında Ali Âdilşah, İbrahim Kutup-
şah’ın aracılığı ile Hüseyin Nizamşah’la barışır,, Varılan anlaş­
maya göre Hüseyin Nizamşah’m kızı Çand Bibi, Ali Âdilşah’a
452 HİNDİSTAN TARİHİ

verilir ve Şolapur kurgan ve bölgesi onun cihazı sayılır, yani


Nizamşah’lar oradan vazgeçerler; Ali Âdilşah’ın kızkardeşi
Hadiye sultan da Hüseyin Nizamşah’ın oğlu ve veliahtı Murta-
za’ya verilir,,
Ali Berid Şah da bu bağlaşmaya katılır ve böylelikle
dört müslüman devlet Viceyanagar Hinduları’na karşı birleş­
miş olurlar (1564). Beşinci devlet, yani Beıar, bu işe katılmak
istemez; orada Derya İmadşah 1561 de ölmüş olup çocuk olan
oğlu Burhan adına beylerden Tefe’ül Han devleti yöneltmekte
idi O, 1559-60 seferinde, Bicapur ve Viceyanagar ordula-
riyle işbirliği yaptıktan sonra Hüseyin Nizamşah tarafına geç­
miş ve onun için savaşmış olan Berar ordusu komutanı Cihan­
gir Han’ın Viceyanagar racasının isteği üzerine Hüseyin’ce
idam ettirilmiş olmasını af edememişti.
Dekken’in keskilini belli edecek olan birleşik müslüman
ordulariyle Hindu ordusu arasındaki kesin çarpışma 5„ 1. 1565 de
Krişna ırmağı yakınında Talikota’da olur, Viceyanagar Hindu
ordusunda 900,000 yaya, 82 000 atlı ve 2.000 fil vardır., İşbu
devletin zenginliği buna müsaitti ve yıllık geliri 120 milyon
hun’a varmakta id i1„ Müslüman orduların çoğu, gelenek oldu­
ğu gibi, Türk’dür ve iyi yetişmiştir; topçuları da iyi yöneltilmiş
olup Çelebi Rumî Han diye anılan bir Osmanlı Türkünün
komutasındadır,,
Vurpşma sırasında Hindu kalabalığı iki kanatta başarı
sağlamıya başlamışken merkezde ikinci atım için Çelebi Rumî
Han tarafından, Firişte’ye göre, “pul-u-siyah„, yani bakır p ara2
ile doldurulmuş olan topların yakından ateşi, Hinduların 5.000
kişisini birden öldürür ve onları çok sarsar; bunun arkasından
gelen bir süvari saldırısı Hindu merkezinde bozgun çıkarır.,
Viceyanagar racası tutsak olarak önce Çelebi Rumî Han’a ve
sonra Hüseyin Nizamşah’a götürülür,, 100,000 Hindu ölür..

1 Firişte, c II s„ 38 ; işbu yazar bu savaşı çok ayrıntılı olarak anla­


tır JYukardakı asker ve hele yaya er sayısını savaşçı olmıyanları da kap-
sayor saymalıdır; esasen Firişte’nin verdiği sayılarda bazı karşıalıklar
da vardır,.
2 Topla saçma atma demek olan bu eylem, oranın bakır paralan
4 - 5 milimetre kalınlığında olduğu için, kabildir
DELHİ TÜRK SULTANLIĞININ DAĞILMASI 453

T a lik o ta vu
Bundan sonra bağlaşıklar Viceyanagar kentini
ruşmasmm de alırlar ; artık büyük Hindu Viceyanagar
sonuçları devleti yıkılmıştır ve müslüman devletlerin
almadıkları yerlerde birtakım Hindu devleti
ortaya çıkacaktır,, Viceyanagar racaları da, daha bir süre
için, çok ufalmış bir ülkede hükümdarlık edeceklerdir,,
Portekizlilerin başlıca tecimi ve dostlukları Viceyanagar’la
i d i ; bundan başka onlar, Hindu - Müslüman savaşlarından çok
faydalanmakta ve bu yüzden rahat etmekte idiler,, Viceyana-
gar’m batmasıle onların Hind denizlerindeki durumu her yönden
zâfa uğrar,

Bazı savaşlar
1566 da Ali Âdilşah’la Murtaza Nizamşah ( az
önce ölmüş olan Hüseyin’in oğlu) Viceyanagar’a
karşı sefere katılmamış ve o sırada Ahmednagar ülkesine akınlar
yapmış olan Berar devletine karşı önemli sonuç vermiyen
bir sefer yaparlar,.
1567 de Âdilşah’larla Nizamşah’lar arasında sonuçsuz bir
savaş olur, Kutupşah’Iar Nizamşah’lara yardım ederler,.

P o rte k iz lile re da Âdilşah’lar, Nizamşah’lar ve Kaliküt


karşı b ir b ağ- Zamorin’i (şah, sultan gibi bir ünvan) Porte-
laşm a kizlere karşı bağlaşırlar, birinciler Goa ve
İkinciler Çavl limanını kuşatırlar,. Ancak bir
yandan kurganların gücü ve kuşatıcıların toplarının bu işe pek
elverişli olmaması, öbür yandan Portekizlilerin çok kahramanca
dayanmaları ve bol para harcıyarak Adilşah ve Nizamşah
ordularında bazı ilerigelenleri elde ederek, haber, yiyecek ve­
saire sağlamaları, kuşatılan kentlerin alınmasına mâni olur ve
sefer sonuçsuz biter ,

Dekken*! p ayla ş- Âdilşah’ların, Viceyanagar’ın yıkılmasından


m ak için A d ilşah faydalanarak güneye doğru büyümeye ko-
v e Niz&mşah’la r yutmaları Nızamşah’ları kıskandırır ve bu
arasında anlaşm a yüzden arada savaş çıkmasına az kalmışken
v e İm adşah 'lar jjir anlaşmıya varılır ; buna göre, Nizamşah-
^ » ^ ^ lu n a s r " ^ar ^erarve Bidar ülkelerini, Âdilşah’lar da
Güney Dekken’debu büyüklükte yerleri ala-
caklardtr.
454 HİNDİSTAN TARİHİ

Bana dayanarak Murtaza Nizamşah uzun savaşlardan


sonra Berar ülkesini fetheder ve İmadşah’lar devletini sona
erdirir (1574). Âdilşah’lar da Güney-Batı Dekken’de birçok yer
alırlar,,

Türlü olayla r
Bundan sonraki Dekken olayları arasında en
v e Beridşah’lar Ç°k anılmaya değeni 1580 ve 1595 de Âdii-
d evletin in orta- şah’larla Nizamşah’lar arasında önemli sonuç
dan kalkm ası ver miyen iki savaştır. Genel olarak da “Gari-
ban-Dekkeniyan„ ve “sünnî-şiî„ çarpışmaları,
bilhassa Bicapur’da ve Ahmetnagar’da çoklaşır,, 1612 da Âdil-
şah’lar Bidar’ı alıp Beridşah’lar devletini sona erdirirler,

G nrkanlıların
1579 da Ahmetnagar şehzadelerinden Bur-
(Tim ur oğu lla rı) han-üd-Din ayaklanmış ve Delhi padişahı
D ekken işlerin e Ekber Gurkan’ın yanına kaçmıştı,, 1595 den
karışm aları itibaren Delhi’de Ekber’in sıkı baskısı duyul-
mıya başlanır,,
Bundan sonraki Dekken olayları ikinci ciltte Gurkanlı
devletinin tarihi içinde anılacaktır..

X III. Tuğluk İm paratorluğunun dağılm asından


doğm uş olan müslfiman d evletlerd ek i hanedan
ve hüküm darların a d l a r ı 1

1. C e v n p u r’u n “Ş a r k i„ s u 11 a n 1a r ı
Iayin veya tahta
çıkış tarihi
1 — Melik Server (Hoca Cihan); Tuğluk
devleti beylerinden 1394
2 — Melik Karanfil ( l ’in evlâtlığı): Müba­
rek Şah ünvaniyle sultan 1399
3 — Şems-üd-Din İbrahim Şah ( l ’in evlât­
lığı) 1402
4 — Mahmut Şah (3*ün oğlu), 1436
5 — Muhammed Şah (4’ün oğlu) 1458

1 İstisnaen Keşmir'de bu listeye sokulmuştur.


DELHİ TÜRK SULTANLIĞININ DAĞILMASI 455

E ,— Batı Bengaİ sultanları


; 6 — Hüseyin Şah (4’ün oğlu) 1458—1479
1479 da ülke, Delhi’nin Ludi sultanlarının eline düşer.

2. B e n g a İ
A. Delhi'ye yarı bağımlı ve bazen d e bağımsız m elikler
(vali) 1
1 — Bahtiyar oğlu İhtiyar-üd-Din Muham-
med Kalaç 1202
2 — Şiran oğlu tz-üd-Din Muhammed
Kalaç 1205—6
3 — Merdan oğlu Ala-üd-Din Ali Kalaç 1208
4 — Hüseyin oğlu Hüsam-üd-Din ivaz
Kalaç,Gıyas-üd-Din ünvaniyle sultan 1211
5 — Nasır-üd-Din Mahmud (Delhi sultanı
Iletmiş’in oğlu) 1227
6 — Ala-üd-Din Cani 1229
7 — Seyf-üd-Dın Ay bey Yagan-tut(Fil-tut)
Hatai 1230
;;Y 8 — Iz-üd-Din Tuğrul Toğan Han 1233
% 9 — Kamer-üd-Din Kara bey Timur Han 1244
10 — İhtiyar-üd-Din Yüzbey 1246
11 — Celal-üd-Din Mesut 1258
12 — Iz-üd-Din Balaban 1259
13 — Arslan Han 1259
14 — Muhammed Tatar Han 1261
15 — Tuğrul: 1275 den 1279 a kadar Delhi
sultanı Balaban'ın valisi, son tarihten
itibaren Muğis-üd-Din ünvaniyle sultan 1275
B. — D elhi sultam B a lab a n ın oğlu Boğra H an soyundan
vali ve sultanlar,
16 — Nasır-üd-Din Mahmut Boğra ( Delhi
sultanı Balaban’ın oğlu; 1282 den
1287 ye kadar babasının valisi; 1287
den 1290 a kadar bağımsız sultan;
1290 dan ölüm tarihi olan 1291-2 ye

2 Bağımsız Sultan olanlar ayrıca anılmıştır.


456 HİNDİSTAN TARİHİ

kadar Delhi sultam Celal-üd-Din Fi-


ruz Kalaç’ın valisi),. 1282
17 — Rükn-üd-Dın Keykâvus (16 nın oğlu,
belli olmıyan ölçüde Delhi sultanı
Ala-üd-Din Kalaç’a bağımlı, gerçek­
ten bağımsız, kendi adına para bas­
tırmıştır). 1292
18 - • Şems-üd-Din Firuz Şah 1302
(16 nın oğlu; 17 nin durumunda)
19 — Sıhal-üd-Din Boğra Şah (18 in oğlu;
Batı Bengal’de sultan) 1318
20 — Gıyas-üd-Din Bahadır (18* in oğlu,
önce doğu soma bütün Bengal’de
sultan; 1324 de Delhi’ye tutsak ola­
rak götürülür, 1325 de Muhammed
Tuğluk’ca Doğu Bengal valisi yapılır,
1330 da ayaklanır ve öldürülür),, 1319
21 — Nasır-üd-Din (18’in oğlu, sultan, ilk
tahta çıkış tarihi şüpheli, 1324 den
itibaren Delhi sultanı Gıyas-üd-Din
Tuğluk’un Batı Bengal valisi) 1324
C. — D elhi’nin Tuğluk sultanlarının BoğraHan soyundan
olmıyan Bengal valileri..
22 — Tatar Han(Behram Han) Gıyas-üd-Din
Tuğluk’un Doğu Bengal valisi; 1325
den itibaren Genel Bengal valisi (?) 1 3 2 4 - 1336
23 — Melik Bidar Kalaç (MuhammedTuğ­
luk’un Batı Bengal valisi; Kadir Han
ünvaniyle de tanınır ) 1325— 1339
24 — îz-üd-Din A’zam-ül-Mülk (M„ Tuğluk­
’un Satgaon’da Güney Bengal valisi) 1325— 1339
D. — Doğa Bengal sultanları
25 — F ah r-ü d -D in Mübarek Şah (Tatar
Hanın baş silâhçısı) 1338
26 — İhtiyar - üd-Din Gazi Şah (25’in oğlu) 1349— 1352
DELHİ TÜRK SULTANLIĞININ DAĞILMASI 457

Er— Batı B engal sultanları


27 — Ala-üd-Din Ali Mübarek Şah ( Bidar
Han Kalaç’ın beylerinden) 1341
28 — Şems-üd-Dın Hacı Ilyas Şah (2 7 nin
süt kardeşi) 1343
F. //yas hanedanından Bengal sultanları
28 — Şems-üd-Din Hacı Ilyas Şah; 1352de
Bengal’i birleştirip bütün Bengal’in
sultanı olur. 1352
29 — İskender Şah (28’in oğlu) 1357
30 — Gıyas-üd-Din A’zam Şah (29’un oğ­
lu) 1393 (?)
31 — Seyf-üd-Din Hamza (30*un oğlu) 1410 (?)
32 — Şihab-üd-Din Bayazıt (31’in oğlu
veya evlâtlığı) 1412 (?)
G. Bir Hindu hanedanın Bengal tahtına çıkm ası
33 — Ganeş (Dinacpur racası: adına para
bulunmadığından tahtta Ilyas soyun­
dan bir kukla sultan bulundurduğu
sanılır),, 1414 (?)
34 — Cadu. Müslüman olmuş ve Celal-üd-
Din Muhammed Şah Unvanını almış­
tır (33 ün oğlu) 1414 O (?)
35 — Şems-üd-Din Ahmed Şah (34’ün oğlu) 1431
H. Ilyas hanedanının yeniden tahta çıkması
36 — Nasîr-üd-Din Mahmut Şah 1442
37 — Rükn-üd-Din Bar bey Şah (36’nın oğlu) 1459-60
38 — Şems-üd-Din Yusuf Şah (37’nin oğlu) 1474
39 — İskender Şah (38’in oğlu)
40 — Celal-üd-Din Feth Şah (36*mn oğlu) 1481

/. B engal tahtının H abeş'lere geçmesi


41 — Sultan Şehzade (bir Habeş harem
ağası; Barbey Şah Unvanını alır) 14861

1 20-28 ve hele 30*34 arasındaki tarihlere pek güvenilemez.


458 HİNDİSTAN TARİHİ

42 — Indil Han (Bir Habeş beyi, Firuz Şah


ünvanını alır) 1486
43 — Nasır-üd-Din Mahmut Şah (40'ın oğlu,
îlyas’lardan) 1489
44 — Sidi Bedr Habeşî, Şems-üd-Din Mu­
zaffer Şah ünvaniyle 1490
/, Termizli (T ürkistan ) Seyit hanedanı
45 — Seyit Aia-üd-Din Hüseyin (44’ün
veziri), 1493
46 — Nasır-üd-Din Nusret Şah (45’in oğlu) 1518
47 — Ala-üd-Din Firuz Şah (46’nın oğlu) 1533
48 — Gıyas-üd-Din Mahmut (45’in oğlu) 1533
K . İlk Gürkanlı egemenliği 1
49 — Delhi padişahı Hümâyun 1538
L, Sur A fganlarının egemenliği
50 — Şir Han (sonra Şir Şah) Sur (Delhi’­
nin Afgan sultanı) 1539
51 — Hızır Han (Şir Şah’ın valisi, son za­
manlarda bağımsızlaşır) 1540
52 — Kadı Fazilet (Şir Şah Bengal’i birkaç
parçaya ayırdıktan sonra işbu kadı­
yı bu kısımlardaki valilerin üstüne
tâyin eder) 1541
53 — Muhammed Han Sur (Şir Şah’ın ak­
rabasından; önce onun oğul ve ha­
lefi Delhi sultanı Islâm Şah’m valisi,
o ölünce bağımsız sultan) 1545
54 — Hızır Han S u r; Bahadır Şah (53 ün
oğlu) 1555
55 — Gıyas-üd-Din Ebül Muzaffer Celâl
Şah (53 ün oğlu) 1561
56 — 55 ’in adı bilinmiyen bir oğlu 1564
57 — Gıyas-üd-Din adında biri 15641

1 Bundan sonraki olaylar ikinci ciltte anlatılmakta ise de


vali ve hükümdarlar zincirini devam ettirmeyi uygun bulduk,,
DELHİ TÜRK SULTANLIĞININ DAĞISMASI 459

M, K ar ani (K araran i) hanedanı


58 — Tac Han Kararani (Deihi sultanı İslâm
Şah Sur’un beylerinden; bağımsız
sultan) 1564
59 — Süleyman Kararani (58’in kardeşi
Bengal Bihar ve Orisa sultam; 1568
’de Ekber Gurkan adına hutbe oku­
tur) 1565
60 — Bayezıt Kararani (59*un oğlu) 1572
61 — Davut Kararani (59’un oğlu) 1572— 1576
1576 da Bengal yeniden Gurkanlı devletine katılır,,

3, M a l v a s u l t a n l a r ı
A. Gur hanedanı
1 — Dilâver Han (Tuğluk’ların valisi, Gur
sultanları soyundan ?) 1392
2 — Alp Han: Huseng Şah (1 in oğlu) 1405
3 — Gazni Han: Muhammed Şah (2 nin
oğlu) 1435
4 — Mes’ut Şah (3 ün oğlu) 1436
B. K a la ç hanedanı
5 — Mahmut (1 in kızkardeşinin torunu
Delhi’nin ilk Kalaç sultanı Celâl-üd-
Din Firuz’un ağabeyi Nasır-üd-Din
soyundan ? ) 1436
6 — Gıyas-üd-Din (5 in oğlu) 1469
7 — Nasır-üd-Din (6 nin oğlu) 1500
8 — Mahmut II (7 nin oğlu) 1510— 1531
1531 de ülke Gucerat’a katılır,

4. G ü c e r a t sultanları
1 — Zafer Han (Müslüman olmuş bir Rac-
put’un oğlu; Tuğluk’Iarın bağımsız­
laşmış valisi) 1396
2 — Tatar H an: Nasır-üd-Din Muhammed
şah (1 in oğlu, sultan ünvaniyle) 1403
460 HİNDİSTAN TARİHİ

3 — Zafer Han: Muzaffer Şah (1 in ken­


disi ; ikinci defa, bu sefer Sultan ün-
vaniyle) 1403
4 — Ahmet I (2 nin oğlu) 1411
5 — Muhammed1, El-Kerim (4 ün oğlu) 1442
6 — Kutb-üd-Dİn ( 5 in oğlu ) 1451
7 — Davud ( 6 nın oğlu ) 1458
8 — Mahmut I Bigarha ( 5 in oğlu )1458
9 — Muzaffer İl (8 in oğl u) 1511
10 — İskender ( 9 un oğlu ) 1526
11 — Mahmut Ii ( 9 un oğlu ) 1526
12 — Bahadır ( 9 un oğl u) 1526
13 — Mirza Muhammed Ii (9 un bir kıziyle
Handiş hükümdarı Âdil III ün oğlu ) 1537
14 — Mahmut III ( 9 un torunu ) 1537
15 — Ahmed II (4 ün 4 üncü göbekten torunu) 1554
16 — Muzaffer III ( 14 ün uydurma oğlu) 1562—1572
1572 de ülke Gurkanlı devletine katılır:

5 — Ha n d i ş han ve ş a h l a r ı
1 — Melik Râcî Ahmet Han (Tuğluk dev­
leti beylerinden; 2 inci halife Ömer
soyundan ? ) 1382
2 — Naşir Han (1 in oğlu ) 1389
3 — Âdil Han I ( 2 nin oğlu ) 1437
4 — Mübar ek Han I ( 3 ün oğlu ) 1441
5 — Âdil Han II (4 ün oğlu) 1457
6 — Davut Han ( 4 ün oğlu ) 1501
7 — Gazni Han (6 nın oğlu ) 1508
8 — Haşan Han (4 ün oğlu) 1508
9 — Âlem Han ( bu hanedandan olmakla
birlikte kimin oğlu olduğu bilinme­
mektedir ) 1508
10 — Âdil Han III: Âlem Han (1 in 5 inci
göbekten torunu) 1509
11 — Miran Muhammed Şah I (10 nun oğlu;
ay m zamanda Gucerat’ın Muhammed
II adlı 13 üncüsultanı) 1520
DELHİ TÜRK SULTANLIĞININ DAĞILMASI 461

12 — Ahmet Şah (11 in oğlu) 1537


13 — Mübarek Şah II (10 nun oğlu) 1537
14 — Muhammed Şah II (13 ün oğlu) 1566
15 — Haşan (Hüseyin ?) Şah (14 ün oğlu) 1576-77
16 — Râcî Ali Han (13 ün oğlu) 1577-8
17 — Bahadır Han (16 nın oğlu) 1597-1601
1601 de ülke Gürkanlı devletine katılır; son iki hüküm­
dar Ekber Gürkan’a karşı bir saygı eseri olarak Şah ünvanım
takınmamışlardır.,

6. S i n t hü k ü m d a r 1a r ı
A. Sam m a adlı Racput oymağından “Cam„ unvanını taşı­
yan hüküm darlar1
1 — Cam Unar (Tüğluk’lara bağımlı) 1336
2 — Cam Cavna (keza) 1340
3 — Cam Banhatiya (2ninoğlu; bağımsız
olur) 1344
4 — Cam Timacı (3 ün oğlu) 1359
5 — Cam Salah-üd-Din 1371
6 — Cam Nizam-üd-Din (5 in oğlu) ?
7 — Cam Ali Şir (5 in oğlu) 1382
8 — Cam Karan (4 ün oğlu) 1388
9 — Cam Feth Han 1389
10 Cam Tuğluk 1 3 9 9

11 — Cam Mübarek 1427


12 — Cam İskender (9 un oğlu) 1427
13 — Cam Sancar 1428
14 — Cam Nizam-üd-Din (Nanda diye ta­
nınmıştır) 1437
15 — Cam Firuz (14 ün oğlu) 1494
B, Argun han edan ı (G ü rkan lı lara sözde bağım lı) ,
16 — Mirza (Şuca) Şah Bey Argun (sultan
Hüseyin Baykara’nın beylerinden
Zünnün Bey Argun’un oğlu) 1521

1 Bu bükünadarların sırasına, her birinin kimi oğlu olduğu hakkında*


ki bilgilere ve tarihlere pek güvenilemez.
462 HİNDİSTAN TARİHİ

17 — Mirza Hüseyin Bey Argun (16 nın


oğlu) 1524
G Argun-Tarhan hanedanı:
18 — Mirza Muhammed İsa T ar han 1556
19 — Mirza Muhammed Baki Tarhan 1567
20 — Mirza Cani bey Tarhan 1585— 1591
1591 de üike Gurkanlı devletine katılır,,

7„ M u 11 a n
1 — Şeyh Yusuf Kureyşi (Şeyh Baha-üd-
Din Zekeriya’mn türbecisi) 1438
2 — Şehre Lengah : Sultan Kutb-
üd-Din (1 in kayın babası, bir Af­
gan oymağının başkanı “serdarı,,) 1440
Hüseyin Lengah (2 nin oğlu) 1456
Firuz Lengah (3 ün oğlu) kısa bir zaman
Hüseyin Lengah I (2 inci defa) ?
Mahmut Lengah (4 ün oğlu) 1502
Hüseyin Lengah II (6 nın oğlu) 1527—1528
1528 de ülke, Sint hükümdarı Mirza Hüseyin Argun’ca
fethedilip Sind’e katılır.

8. K e ş m i r s u l t a n l a r ı
A, Şah Mirza hanedanı
1 — Şah Mirza: Şems-üd-Din (son raca­
nın veziri) 1346
2 — Cemşid (1 in oğlu) 1347
3 — Ali Şir: Ala-üd-Din (1 in oğlu) 1350
4 — Şiraşamek: Şihab-üd-Din (1 in oğlu) 1359
5 — Hindal: Kutb-üd-Din (1 in oğlu) 1378
6 — Sikender Putşiken (putkıran; Sin)
oğlu) 1393—4
7 — Mir Han: Ali Şah (6 nın oğlu) 1416
8 — Şahî Han: Zeyn-ül-Abidin (6 nın
oğlu) 1420
9 — Hacı Han: Haydar Şah (8 in oğlu) 1470
DELHİ TÜRK SULTANLIĞININ DAĞILMASI 463

10 •— Haşan Şah (9 un oğlu) 1472


11 — Muhammed Şah (10 unoğİu) 1489
12 — Feth Şah (8 in torunu) 1489
13 — Muhammed Şah (11 deki kişi, 2 inci
defa) 1497—8
14 — Feth Şah (12’deki kişi, 2nci defa) 1498
15 — Muhammed Şah (11 deki kişi, 3 üncü
defa) 1499
16 — İbrahim Şah (11 in oğlu) 1526
17 — Nazik Şah (16 nın oğlu) 1 1527
18 — Muhammed Şah (11 deki kişi, 4 ncü
defa) 1529
19 — Şems-üd-Din Şah (11 inoğlu) 1534— 5
20 — Nazik Şah (17 deki kişi; 2inci defa) 1540
B, — D ışardan gelen bir Fatih
21 — Mirza Haydar (Babur’un teyzesinin
oğlu; Tarih-i-Reşidî yazarı; sözde Hü­
mâyunun valisi),, 1541
C. — Şah Mirza hanedanının yeniden tahta çıkm ası
22 — Nazik Şah (17 deki kişi, 3üncü defa) 1551
23 — İbrahim Şah II (17 dekinin oğlu) 1552
24 — İsmail Şah (17 nin oğlu) 1555
25 — Habib Şah (24 ün oğlu) 1557
D, Ç ak ( Ç ek ) han ed an ı:
26 — Gazi Şah 1561
27 — Nasır-üd-Din Hüseyin Şah (26 nın
ana bir üvey kardeşi) 1563—4
28 — Ali Şah (27 nin oğlu) 1569—70
29 — Yusuf Şah (28 in oğlu) 1578—9
30 — Yakup Şah (29 un oğlu) 1585— 1589
1589 da ülke, Gurkanlı devletine katılır,,
9„ M a ’ b e r ( M a d u r a ) s u l t a n l a r ı
1 — Ahsen Şah: Celal-üd-Din (Tuğluk’la-
rın valisi) 1334
1 Bu Firişte’ye göredir, e: U s, 353; bazıları onu Feth Şah’ın (12 ve-
14) oğlu diye gösterirler (bak, Cambridge H„ of İndia c„ III s, 699),,
464 HİNDİSTAN TARİHİ

2 — Odeyci: Ala~üd*Din Şah (1 in bey­


lerinden) 1339
3 — Kutb-üd-Din Firuz Şah (2 nin da­
madı) 1340
4 — Gıyas-üd-Din MuhammedDamağan
Şah (1 in damadı) 1340
5 — Nasır-üd-Din Mahmut GaziDamağan
Şah (4 ün kardeşinin oğlu) 1344—5
6 — Âdil Şah 1 1356
7 — Fahr-üd-Din Mübarek Şah 1360
8 — Aîa-üd'Din İskender Şah 1372—3
1377—8 de ülke, Viceyanagar Hindu devletince fethedilir

10. — D e k k e n’in B e h m e n l i s u l t a n l a r ı
1 — Haşan Kanku Behmen: A la-ü d -D in
Behmenşah ( Delhi sultanı Muhammed
Tuğluk’un “Yüzbaşlık,, larm dan). 1347
2 — Muhammed I ( 1 in oğlu ) 1358
3 — Mücahid ( 2 nin oğlu ) 1375
4 — Davud (1 in oğlu) 1378
5 — Mahmud 2 ( 1 in torunu) 1378
6 — Gıyas-üd-Din ( 5 in oğlu ) 1397
7 — Şems-üd-Din ( 5 in oğlu ) 1397
8 — Tac-üd-Din Firuz (1 in torunu, 4 ün
veya onun Ahmed adlı bir kardeşinin
oğlu) „ 1397
9 — Ahmed Veli (1 in torunu, 8 in kardeşi) 1422
10 — Ala-üd-Din Ahmed ( 9 un oğlu ) 1436
11 — Hümâyun Zalim ( 10nun oğlu) 1458
12 — Nizam (11 in oğlu) 1461
13 — Muhammed II Leşkeri (11 in oğlu) 1463
14 — Mahmut II3 (13 ün oğlu) 1482

1 Bu ve bundan sonraki sultanlar ancak paralarının bulunması dola-


yısile tanınmaktadır.
2 Firişte ve Hâfî Han Mahmut derler. Cambrıde H of, İndia c II!
hep Muhammed II der; onun kaynağını bulamadık..
3 Bu ve bundan sonrakiler kukla sultanlardır,
DELHİ TÜRK SULTANLIĞININ DAĞILMASI 465

15 — Ahmet (1 4 ün oğlu ) 1518


16 — Ala-üd-Din (14 ün oğlu) 1521
17 — Veli-Uilah (14 ün oğlu) 1522
18 — Kelim-UUah (14 ün oğlu) 1525— 1527
13 ncü sultanın son yıllarında devlet dağılmıştı. 1527 de
Behmenli hanedanı söner.

11. B i d a r s u l t a n l a r ı ( B e r i d ş a h * l a r )
1 — Emîr Kasım Bey Berid-ül-Memalik
(Behmenlilerin Türk beylerinden; Na-
ib-üs-Sultan) 1482
2 — Emir Ali Bey Berid-ül-Memalik (1 in
oğlu; başta Naib-üs-SuItan; 1527 den
itibaren “emîr,, ünvanım muhafaza
ederek bağımsız hükümdar) 1504
3 — Ali Beridşah (2 nin oğlu, şah ünv-
anını ilk alan) 1542
4 — İbrahim Beridşah (3 ün oğlu) 1579
5 — Kasım Beridşah II (4 ün oğlu) 1586
6 — Emîr Beridşah (5 in oğlu ? ) 1 1589
7 — Mirza Ali Beridşah (?) 1601
8 — Ali Beridşah II (?) 1609— 1619
1619 da ülke, Âdilşah'Iarca fethedilir,,

12, B e r a r sultanları ( İ m a d ş a h ’lar)


1 — Feth-Ullah îmad-ül-Mülk (müslüman
olmuş, Viceyanagaı Brahman’larından
ve Behmenli devleti beylerinden) 1490
2 — Ala-üd-Din Imadşah (1 in oğlu) 1504
3 — Derya Imadşah ( 2 nin oğlu) 1529
4 — Burhan Imadşah (3 ün oğlu; büyü­
dükten sonra da atalığı Tefe’ül Ha­
n’ın elinde kukla) 1562—1574
1574 de ülke, Nizamşah’larca fethedilir,

1 Fİrişte öyle der, ancak şüphelidir,,


H in d is ta n T a r ih i 30
466 HİNDİSTAN TARİHİ

13» A h m e t n a g a r s u l t a n l a r ı ( N i z a m ş a h ’ l a r )
1 — Ahmet Nizamşah (müslüman olmuş
Viceyanagar Brahman'larından ve Beh-
menli devleti beylerinden Haşan Ni-
zam-ül-Mülk Bahri’nin oğlu) 1490
2 — Burhan Nizamşah (1 in oğlu) 1509
3 — Hüseyin Nizamşah ( 2 nin oğlu) 1553
4 — Mürtaza Nizamşah ( 3 ün oğlu ) 1565
5 — Miran Hüseyin Nizamşah II ( 4 ün oğlu) 1586
6 — İsmail Nizamşah ( 7 nin oğlu, baba­
sından önce tahta çıkmıştı) 1589
7 — Bürhan Nizamşah II (3 ün oğlu) 1591
8 — İbrahim Nizamşah (7 nin oğlu) 1595
9 — Bahadır Nizamşah 1 (8 in oğlu) 1596
10 — Ahmed Nizamşah II (güya 2 nin to­
runu, gerçekten hanedana mensup
değil) 1596
11 — Mürtaza Nizamşah II (2 nin şah Ali
adında bir oğlunun oğlu) 1603
12 — Hüseyin Nizamşah III 1630— 1633'
1633 de ülke, Gürkanh devletine katılır.

14. B i c a p u r s u l t a n l a r ı ( Â d i l ş a h ’ l a r )
1 — Yusuf Âdil Türkmen (güya Osmanlı
padişahı 2 inci Murad’ın küçük oğlu,
Behmenli beylerinden) 1490
2 — İsmail Âdilşah (1 in oğlu) 1510
3 — Mallu Âdilşah (2 nin oğlu) 1534
4 — İbrahim Âdilşah I (2 nin oğlu) 1535
5 — Ali Âdilşah I (4 ün oğlu) 1558
6 — İbrahim Âdilşah II (4 ün torunu; babası
Tahmasp’tir) 1580
7 — Muhammed Âdilşah (6 nin oğlu) 1627
8 — Ali Âdilşah II (7 nin oğlu) 1657
9 — Sikender ( İskender) Âdilşah (8 inoğiu) 1672—1686»
1686 da ülke, Gürkanh devletine katılır.

1 Bunun ve 10 un sırası şüphelidir ve devir karmakarışıktır.,


DELHİ TÜRK SULTANLIĞININ DAĞILMASI 467

15,, G ü l k e n d e sultanları (Kutupşah*lar)


1 — Sultan Kulu Kutupşah (güya Baharlı
Türkmenlerinden Ali Şükr Bey so­
yundan. Hanedanın iddiasına göre
güya Karakoyunlu hükümdarı Cihan-
şah soyundan; Behmenli devleti
beylerinden ve Hemendan Türkmen­
lerinden). 1512
2 — Cemşid Kutupşah (1 in oğlu) 1543
3 — Suphan Kulu Kutupşah (2 nin oğlu) 1550
4 — İbrahim Kutupşah (1 in oğlu) 1550
5 — Muhamraed Kulu Kutupşah (4 ün oğlu) 1580
6 — Muhammed Kutupşah (4 ün torunu,
badası Muhammed Emin, 5 in damadı) 1612
7 — Abd-Üllah Kutupşah (6 mn oğlu) 1626
8 — Ebul-Hasan Kutupşah hangi sultanın
oğlu veya torunu olduğu belli değil;
7 nin damadı) 1672— 1687
1687 de ülke, Gurk anlı devletine katılır.
YEDİNCİ BÖLÜM

BİRİNCİ DELHİ AFGAN SULTANLIĞI


LUDİ HANEDANI

A fg a n d e v l e t i- £Iev^e^n tarihini, tarih sır asiyle öbür Delhi


n in ö z ü sultanlarmınkinden sonraya koymayıp, Tuğluk
imparatorluğunun dağılmasından doğan bütün
devletlerinkinden sonraya alarak ayrı bir kısma koymamızın
sebebi onun gösterdiği Özelliklerdir..
Ana özellik. Kuzev Hindistan düzlüğüne bitişik bit böl­
gede oturan çd3TVuru5İ^n>vCgetîh bir ulusun önce, uzun Tul-
lar boyunca, azar azar gelip Hindistan’daki hükümdar ve ileri-
gelenlerin ordu ve türlü hizmetlerinde çalıştıktan sonra __duru-
mu uygun bulunca pek büyük j^ütlekrJıaUndgt_iaaz£n--top-
tan denecek Ölçüde Hindistan’a yerleşmesi ve orada güçjü
oymaklar halindeki eski teşkilâtını muhafaza etmesidir.
Delhi’nin Türk sultanları veya ilerigelenleri ordularına ve
türlü hizmetlerine aldıkları Türkleri birer fert gibi alırlardı.
Devlet içindeki karşı koymalar bir vali veya komutanın ayak­
lanması biçiminde idi; yoksa Türkistan’daki herhangi bir
büyük oymak başkanmm kendi oymağı veya onun bir kıs­
miyle gelerek Hindistan’a yerleşmesi ve ona dayanarak sul­
tana kafa tutması ve hatta sultanla eşitlik veya asalette üs­
tünlük dâvasına kalkışması biçiminde değildi.,
Ludi Afgan devletinin d ur umııJs e .böyle.Qİmaz... B irtakım
Afgan beyi, kendi ovmaklarına dayanarak, zaten epey zaman­
dır ftencap’aJveva Kuzey Hindistan’ın türlü y e ^ rin e yedesmig
bulunuyordu., Afgan devletinin kurucusu ölarf^ehluİ Ludl^her
şeyden önce bunları kazanmıya, buralarda Afgan’hk-jjuvgu ve
dayanışmasını berkitmiye, bunları kendi etrafında birleştirmiye
önem verir ve”6ühiı ”hâşârır Ö kadar ki Behlul’ün 1452 de
Cevnpur sultanı Mahmufla savaştığı sırada, işbu sultanın
hizmetinde bulunan Afgan beylerinden Derya Han Ludi’yi
Behlui’ün amcasının oğlu Kutup Han Ludi: yabancılar (bigane)
470 HİNDİSTAN TARİHİ

hizmetinde bulunması dolayısiyle bağırarak ayıplayınca o,


kendi maiyetiyle Behlul tarafına geçer.
Behlul, Delhi tahtım ele geçirdikten sonra kuzeydeki dağ-
tık bölgeden pek çok Afgan’ı, belki birkaç, milyon kişiyi.
Hindistan düzlüğüne yerleştirir.. Esasen bitişiklik dolayısiyle
bunların akm halinde kütle kütle ve dolayısiyle bir oymağın
üyeleri başka ovmak üv eleriyle^Jcansmadan gelip yerleşmeleri \
kolaydı ve az çok da tabiî idi,
Hindistan’a böylelikle gelip yerleşen Afganlar’a ve hele
büyük oymak ilerigelenlerine karşı Behlul'ün takındığı durum
devleti onlar için kurduğu, devletin onların malı olduğu, ken­
disinin yalnızcana onlardan biri olduğudur; her işi de onlarla
danışarak görürdü,,
Afgan duygu ve anlayışlarına çok uygun olan bu biçim
davranış, Behlûl’e pek çok başarı sağlıyacak ve o, kuzeyden
getirttiği Afgan kütleleri sayesinde, güçlü ordular kuracak ve
pek çok yeri ele geçirecektir.
Ancak ülkenin birçok, yerinde kütle halinde yerleşmiş
kendi başkanlarınca yönetilen kalabalık Afgan oymaklarında
çarçabuk dağlık bölgede alışık oldukları gibi, bağımsızlık duy­
guları üstün gelecek ve ilk değersiz veya daha doğrusu anla­
yışsız sultan devrinde devleti temelinden sarsacak ve dışardan
gelen bir istilâya karşı âciz bırakacaktır.. Babur’un, dehâsı da
işi tamamlıyacaktır.
Meselâ Behlul’ün ölümü sırasında Fermuli’ler ülkenin yarı­
sına sahip idiler (caygir: tımar, ziamet, yolu ile). Fermuli, Ludi,
Luhani, Servâni, Şahu-Heyl gibi büyük oymak başkanlarmın
hemen hep kendi oymaklarından kocam anlo^üJanjrârdıT'Ser-
vani’lerin başı A’zam Hümâyun’un 45,000 atlısı ve 700 fili
bulunuyordu.
Bunlara bakarak Ludi Afgan devletini bir “Afgan ovmak­
lar t o l §ı^ ~ b icınun d ^ îcabul etmek gerektir,. (6aşta)hem güçlü
develet adamı ve komutan, hem de oymak başkanlarını idare
etmesini ve onların gönullerini alma sultanIar~büHın-
dukça işler iyi yürür ; üçüncü sultan bu çap ve özde bir kişi
olmadığı ve karsısına Babur gibi üstün bir ıızkisi çıktığı için
onun zamanında devlet derhal çöker.
BİRİNCİ DELHİ AFGAN SULTANLIĞI 471

Ancak bu gibi devletlere öz olan bir yön de kendini gös­


terir; ana devlet çöktükten sonra oymaklar ve başkanlan, şurada
burada, güçlü olarak tutunurlar ve_ Babur^un_.a^.~Hûmâyûn
gibi âciz bir Türk padişahı tahta oturunca Afgan’lar arasından
çıkan bir büyük a^ m ,^ Ju r Tİan^p Afgan devletini eskisinden
daha da büyük ve güçlü olarak canlandırır ; fakat o Ölüp ye­
rine âeiz~ kimseler geçince" eskl^yjJkılış yeniden ve aynı sebep­
ler dol ay isiyle kendim gösterir ; Bundan sonra da Jtürlü oy-
makfar epey uzun bir süre için birkaç yerde güçlü d evi etle r
halinde tutunurlar.

A f g a n 'la r ın ve ^uc^ e* Gilcaî, Galzaî gibi türlü biçimde oku-


L u d i’le rin nan addaki Afgan oym aklar^o^ulugummjtir-
d u ru m u koludurlar; Bunların __â£gajı]^m jLş^^aç.JIÜ rk>-
leri oldukların yukarda (s, 5—6 da) görmüştük.
Kembriç Hindistan tarihi de c, III, s. 224, h. 2 de : “ Ludi’ler
Kalci veya Gilzaî olup kök ( ori gi n) bakımından Türk idiler,
ancak o kadar çok zamandn^ Afganistan’da oturuyorlardı ki
15 incr~yuz7n3iraoğru olarak onları Afgan diyeHPâriT etmek
mümkündür,, der;
T uğluk devletinin yıkılmasiyle sonuçlanan olaylar sırasın­
da ve Timur;-Gurkan’ıny Türkistan’dan Moğol'ları koyması ve
orada kocaman ve her gün büyüyen bir devlet kurarak Türkleri
şuraya buraya göçmek iztirarından kurtarması yüzünden Delhi
Türk sultanlığının artık Anayurttan taze kuvvet alamaz ol­
duğunu yukarda görmüştük. Çok v u ru şk a^
bir ulus olan Afgan’ların da gitgide daha büyük Ölçüde Hin­
distan’a yerleştiklerini ve zaman geçtikçe önem ve güçlerini
arttırdıklarını da keza görmüştük.
Sey^iHm ned anıruıl^S-Oii-Viilarında Afgan’lar^ve hele Lu-
dj’ler JPencap’ta ' ve Delhi’nin kuzeyindeki böİgede çok kala-
balık^vfii duruma egemendirler; Lahor ve Serhind bölgeleri
tâ Panipat’a kadar onlardadır ve onlar ancak sözde Delhi’ye
bağımlıdırlar.
472 HİNDİSTAN TARİHİ

B e h lu l L u d i’n in Delhi’nin Seyyit sultanlarından Mü-


s u l t a n o lm a - barek Şah’ın Serhind valisi olan Sultan Şah
dan ö n cek i Ludi (ünvanı Islâm Han’dır) nin kardeşinin
d u ru m u oğludur; burada “vali,, sözünü, hemen bütün
bölgeyi tımar yolu ile kendi oymağından
kimselerin elinde bulunduran ve dolayısiyle gerçekten bağım­
sız olan bir baş, anlamında almalıdır,, O kadar ki yiğeninde
büyük değer ve yetenek gören Islâm Han, ölmeden önce onu
kendisine halef tayin eder..
İslâm Han’ın oğlu Kutup Han vilâyetin kendi hakkı
olduğunu ileri sürerek o sırada Delhi tahtında bulunan sultan
Muhammed’e başvurur, o da bunu fırsat bilir, kendi nüfuzunu
kurmak amaciyle Kutp Han’ı destekler ve ona yardım için
veziri Hüsam Han’ın komutasında bir ordu yollar; Behlul bu
orduyu bozar ve bunun üzerine durumu çok sağlamlaşır,
Bundan sonra Behlul sultana haber yollayıp Hüsam
Han’ı idam ettirir ve yerine Hamit Han adında bir beyi vezir
yaparsa kendisine bağımlı olacağını bildirir.
Sultan Muhammed bunu hemen yapar ve Ludi’ler sultam
tanırlar,, 1440 da Malva sultanı Mahmut Kalaç Delhi üzerine
yürüyünce Behlul ona karşı koyar ve kendisine Han-ı-Hanan
ünvanı verilir,
Kendini güçlü duyan Behlul, sultana sormadan Lahor,
Dibalpur, Sunam ve Hisar-Firuze’yi alır, yani ora valilerini
oralardan zorla çıkartır Böylelikle o, topu bir devlet çapında
olan birkaç önemli vilâyetin başına geçmiş bulunur,

B e h lu l L u d i'n in ®unu yapmakla sultana karşı ayaklanmış


s u lta n o lm a s ı oluyordu; Behlul bir ara Delhi üzerine yürür,
orayı kuşatırsa da alamaz,, Bundan böyle
kendisine sultan dedirtmektedir, ancak henüz hutbe ve paraya
adını sokmamıştır.,
O sıralarda (1444) sultan Muhammed ölür ve yerine
Ala-üd-Din Âlem Şah geçer,, Behlul bir kere daha başa­
rısız olarak Delhi’ye saldırır. Sultan ise şunun bunun elinde
bulunan toprakları (tımar, ziamet biçimindeki caygirleri) kıs­
men olsun kendisi almak isteğindedir,, Bunun için birkaç
bey ve bunlar arasında Behlul’e düşman olan veya elan öyle
BİRİNCİ DELHİ AFGAN SULTANLIĞI 473

geçinen onun amcasının oğlu Kutup Han, sultana her şeyden


önce vezir Hamit Hanı öldürtmesi gerektiğini söylerler. Sultan
buna hemen razı olur; ancak o (sultan), bu sırada Badaun’da
idi; işi öğrenen vezir Hamit Han Delhi’ye egemen olur ve
başka birini tahta çıkarmıya karar verir; önce aklına Cevnpur
sultam gelirse de bu hanedanla Delhi sultanları arasında sıh­
riyet bulunduğu için ondan vazgeçer; Malva sultanı Mahmut
Kalaç da uzakta idi, dolayısiyîe Behlul Ludi’yi çağırır, o da
büyük bir birliğin başında gelince vezir, Delhi “erk,, inin
anahtarlarını ona verir,,
Behlul de kendini sultan ilân eder: 17 Rebi-ül-Evvel 855
(19 4,1451), Böylelikle Delhi tahtı Afgan’lara geçmiş olur;
Az sonra Behlul, vezir Hamit Hanı yakalattırır ve
Badaun’da bulunan Âlem Şah’a şu yolda yazar:
Ben sizin babanızın yetiştir mesiyim, sizin vekiliniz sıfa-
tiyle altüst olmuş olan devlet işlerine düzen vermekteyim ve
sizin adınızı hutbeden çıkarmadım (anlaşılan Âlem Şah’ın adını
kendi adiyle birlikte hutbede okutturmakta imiş).
Âlem Şah ona şöyle karşılık verir:
Babam size “oğlum,, derdi, ben de sizi bir ağabey tanı­
yorum, Devleti size bırakıyorum ve ben Badaun’la yetinirim.,
Bu suretle birinci Delhi Türk sultanlığının son hüküm­
darı Âlem Şah tahtı Afgan sultam Behlul’e bırakmış olur.,

Sultan Behlul dişinin ana düşüncesi, tabiî olarak, içerdeki


durumunu sağlamlaştırmak ve kendini türlü
vali \re beylere tanıttırmak ve saydırmak id i; bu yolda başa­
rılı uğraşları olur,, Ey i bir devlet adamı ve yönetimci oldu­
ğundan işler düzene girer;
Bundan başka Behlul Ludi, önce de dediğimiz gibi,
dağlık bölgedeki Afganların kütle halinde Kuzey Hindistan
düzlüğüne yerleşmesine ve bir Afgan dayanışma duygusunun
uyanmasına çok önem verir., Bu gelenler her nekadar çok
kere oymak teşkilâtları içinde gelmekte idilerse de, bir yan­
dan BehluPun güçlü bir uzkişi olması, öbür yandan da yeni
gelip caygir sahibi olanların tabiatiyle, başta olsun, söz ve
buyruk dinler olmaları BehluPe büyük bir güç ye nüfuz sağ­
lar; Bununla birlikte Behlul daima çok mütevazı olmıya, büyük
474 HİNDİSTAN TARİHİ

oymak başkanlanna karşı hep eşlerimiş gibi davranmıya, her


işi onlarla danışarak yapmıya, kendisiyle görüşmek İstiyen
herkesi, bir er bile olsa, kabul etmiye, hiçbir vakit beyle­
rini bîr taht üzerinde kabul etmemiye, ve onları ayakta
bırakmamıya çok önem vermiştir, Delhi’yi aldığı vakit hâzi­
nedeki bütün parayı Ludi Afganlarına dağıtmıştı ve kendisi
herkes kadar bir pay almıştı.,
Behlul’un dış siyasası hemen hep Cevnpur sultanlariyle
savaşla geçer; bunları Cevnpur tarihi içinde anlattık ve Beh-
lul’un bu işde tam başarı sağladığını ve Cevnpur devletini
yıkıp ülkesini kendi devletine kattığını gösterdik.,
Yukarıda görmüş olduğumuz gibi Behlul, Multan’ı geri
almak işini başaramamıştır,, Behlul’un siyasasında dikkate değer
bir nokta da onun kuzey dağlık bölgeden, yani Afganların ana­
yurdundan, pek çok kişiyi Hindistan’a getirip yerleştirirken
işbu anayurda egemen olmıya ve devletini oraya kadar yay­
maya çalışmamış olmasıdır. O, bu işin güçlüğünü ve pek çok
kuvvet sarfını gerektireceğini, bundan başka da Afganların
bağımsızlık sevgisi dolayısiyle yok yere birçok düşmanlıklar
doğuracağını düşünmüşe benzer,,
Behlul 1451 de ölür,

. Behlul’un ölümü üzerine epey çekişmeli geçen


Lmii*1" tartışmalardan sonra beyler onun oğullarından
Nizam Han’ı sultan seçerler., Bu seçiş yaş
veya ölen sultanın vasiyeti gibi bir esasa dayanmadığı için
beylerle sultanın karşılıklı durumunu ve beylerin nüfuzunu
gösterir,,
Görenek olduğu gibi, yeni sultan, bazı şehzade ve kafa
tutmak istiyen büyük beylerle çarpışmak zorunda kalır; bun­
lar arasında en önemlileri iki kardeşi: ağabeyi, Cevnpur’da
sultan adiyle vali olan Barbey ve başka bir kardeşi Alem
Han’drr 1

1) Âlem Han için F irişte ve Hoca Nizam-üd-Din Ahmed Behlul'un


oğlu ve İskender’in kardeşi derler.. «Cambridge» Hindistan tarihi, c III,
s 235 deki haşiyede onun Behlul'un kardeşi olması ihtimaline işaret eder.,
Biz, bundan böyle, gerek bu ciltte, gerekse ikinci ciltte Firişte ve Hoca
Nizam-üd-Din Ahmet’teki sarahate göre, onu Behlul’un oğlu sayacağız,
BİRİNCİ DELHİ AFGAN SULTANLIĞI 475

İkincisi ikta’ından kaçacak ve yerine başka bîri geçirile­


cektir ; Cîucerat tarihi anlatılırken bu Alem Han’ın oraya sı­
ğınmış bulunduğunu gördük,, Onun ilerde Babur’la da işbirliği
yaptığını göreceğiz,,
Cevnpur "sultam,, Barbey, sultan Behlul’un sağ kalmış
en büyük oğlu idi; Delhi tahtına oturan küçük kardeşi İsken­
der’e boyun eğmemesi o zamanın geleneklerine uygundu;
dolayısiyle arada savaşılır; Barbey’in ordusu yenilir, ancak
İskender, belki Cevnpur’ün eski ve asil sultanı Hüseyin’in
Bihar’da tahtını geri almak amaciyle hazırlık yaptığı için, işi
aşırı ileriye götürmeyi uygun bulmaz ve ağabeyini yine Cevn-
pur’da bırakır
Çok geçmeden Cevnpur bölgesinin “zemindar,, Iarı (b ü ­
yük toprak sahipleri) iki kere ayaklanır ve Barbey’i kaçmak
zorunda bırakırlar; ikinci seferde İskender, Barbey’i oradan
geri alır,, O sıralarda eski Cevnpur sultanı, Hüseyin Şarkî de
bir saldırıda bulunur, ancak Benares yakınlarında bozulur ve
kaçıp Bengal’e sığınır, 1495 de Bihar fethedilir ve Bengal
devleti ile bir antlaşma yapılır; buna göre, işbu devlet kendi
ülkesine sığınan Ludi devleti düşmanlarına yardım etmemeyi
üstenir,,
Sultan İskender’in başlıca iç işi, devlet saygı ve korku­
sunu büyük beylerin yüreklerine yerleştirmek ve ikta’ların
hesaplarını ciddî olarak denetleyip devlet hakkını tamamen
almak olmuştur.. Ancak o da, babası gibi, beylerine karşı a r­
kadaşça davranırdı,,
Dine çok bağlılığı ve taassubu ile ünlüdür ve bu bakım­
dan azçok Firuz Tuğluk’a benzetilebilir,
İskender, Ağra bölgesinde çok karşı koyma ve ayaklan­
ma bastırmak zorunda kalmıştı; bu bakımdan 1504 de şimdiki
Ağra kentini kurmuş ve orada uzun zaman kalmıştır.,
Sultan İskender, Racputlara ve Ağra güneyindeki Hindu’
lara karşı da seferler, yapar, Nar var ( Gvalyor güneyi) ve
Çanderi (yine aynı bölgede) yi alır. Ancak komşu büyük dev­
letlerle hep barış içinde yaşamış ve büyük savaşlara girişme­
miştir., 1517 de ölür, devrinde yönetim iyi işlemişti,, Yerine
büyük oğlu İbrahim geçer,,
476 HİNDİSTAN TARİHİ

Sultan İbrahim Büyük babası Behlul ile babası İskender’in


yakınlarına, beylerine ve genel olarak Afgan’­
lara karşı nasıl kardeş ve arkadaşça davranmakta olduklarını
yukarıda görmüştük. Firişte’ye göre, sultan İbrahim bunu:
“baştanbaşa değiştirir ve der ki padişahların akraba ve kavim­
ler! (Afganlar kastediliyor) yoktur, hepsi onların hizmetkârı
(nöker) dir ve gerekir ki bunun icaplarını yerine getirsinler,,..
Yine Firişte’ye göre, sultan Behlul ve sultan İskender’in mec­
lislerinde oturmakta olan büyük Afgan emirleri, yeni sultanın
karşısında elleri kavuşmuş olarak ayakta durmak zorunda
kalırlar, ancak gönülleri kırılır ve eski birlik (ittifak) nifaka
çevrilmiş olur.
Bu yüzden birtakım beyler İbrahim’in kardeşi Celâl Han’ı
tahta çıkarmak isterler ve çok çetin savaşalara kapı açılmış
olur; sonra Celâl Han yakalanıp Öldürülür. Onun bir ara sığın­
mış olduğu Gvalyor kurganı kuşatılmış ve düşürülmüştü (1518).
Bundan az sonra sultan İbrahim bir kuşku üzerine A’zam
Hümâyun başta birtakım beyini işten çıkarır ve bazılarını hap­
seder, Bu yüzden ayaklanan beylerle sultan arasında çetin bir
savaş çıkar ve sultan güç halle üstün gelebilir,
Sultan İbrahim tehlikeli biçimde büyümekte ve güç kazan­
makta olan, daha önce birkaç kere andığımız, Mevar (Çitor)
racasıRana Sanga (veya Sanka) ya karşı başarılı bir sefer yap­
tırır, Birtakım Afgan beyinin Rana’ya kaçması ve sonra yine
Afganlar tarafına geçmesinin bu başarıda bir payı olmuştur.
Sultan İbrahim’in beylerine karşı kuşkuları her gün daha
çok arttığı ve onların birçoğunu sinsicesine yakalattırıp öl­
dürttüğü için ona karşı sevgi ye güven büsbütün ortadan ;
kalkar ve birtakım beyler Kabil padişahı bulunan Babur’â
başvurup onu Hindistan’a girmiye kışkırtırlar, O d a türlü ha­
zırlık ve deneme seferlerinden sonra Hindistan düzlüğüne
yaptığı son kesin seferde, Delhi’nin Kuzeyinde Panipat’ta sul­
tan İbrahim’in ordusunu bozar ve bu kişi vuruşma sırasında
ölür (1526), Böylelikle Ludi devleti, yani birinci Delhi Afgan
sultanlığı, sona ermiş ve Hindistan’da Gurkanlı devleti, yani
ikinci Delhi Türk padişahlığı, kurulmuş olur,
Sultan İbrahim’e karşı Babur’un hazırlık ve seferleri ikinci
ciltte görülecektir.
BİRİNCİ DELHİ AFGAN SULTANLIĞI 477

Sultan İbrahim’in güttüğü ana amacın şu olduğu anlaşıl­


maktadır: büyük Afgan oymaklarını ve onların ikta' ve cay-
gir adiyle ellerinde bulunan ülkelerini, sultanı işlerine karış­
tırmadan yöneltmek istiyen büyük oymak başkanlarınm nüfu­
zunu kırmak ve bunları memur durumuna geçirmek. Bu işe
girişen sultan İbrahim, bir yandan kuvvet hesabını yanlış
yapmış, öbür yandan da Babur’u hiç hesaba katmamıştı.
Bundan başka, adam kullanma ve idare etme, gönül alma ve
kuşku uyandırmama sanatında ve doğru ve isabetli tedbir
bulma işinde sultan İbrahim pek anlayışsız ve yeteneksiz
görünür, Bütün bunlara Babur’un dehâsı eklenince küçücük
Kâbil padişahının çok değerli ve vuruşkan bir iki yüz bin
asker besliyen koca Hindistan padişahlığını nasıl ortadan kal­
dırıp onun hemen bütün ülkelerini ele geçirdiği anlaşılır,

D elhi A fg a n Sultanları
LUDİ HANEDANI (Afganlaşmış Kalaçlar)
B ehram Ludi
1
Kala
f
(1) Behlul Ludi
1541 - 1489
I
(2) Sİkender Ludi
1489 - 1512
1
(3) îbrahi m Ludi
1512 - 1526
BİRİNCİ DELHİ TÜRK SULTANLIĞI VE ONUN
DAĞILMASINDAN DOĞAN DEVLETLER
HAKKINDA BİBLİYOGRAFYA

A* — Y a zd ık la rı d evri, v e y a ona b itiş ik zam anları y a ­


şamış ta rih çilerin eserleri t

1. Gur sultanları ve Aybey’den Balaban’ın tahta çıkma­


sından (1266) altı yıl önceye kadar (1260), başlıca kaynak ilk
Delhi Türk sultanlarının kadılık, hatiplik ve müderrislik gibi
hizmetlerinde bulunmuş olan M e v l â n â M i n h a c - ü d D i n ’in
MTabakat-ı Nasırî,, sidir., Babası Sırac-ü d -D in de Gur sultam
Muiz - üd - Din’in yanında aynı türlü hizmetlerde bulunmuştur.
Esere bu ad, sultan N asır-ü d -D in Mahmud’a (1246 — 1266)
sunulduğu için verilmiştir, Gur sultanlarından önceki devreye
ait kısımları hemen bütün öbür Doğu Islâm acunu üzerine ya­
zılmış, nisbeten genel, tarihlerde bulunduğu için az önemlidir.
Ancak bu kısımlar için de, zamanımıza kadar gelmemiş eser­
lerden iktibaslar bulunduğu için bunlar da bazen çok değerli
yönleri kapsarlar. Tengiz istilâsına ait kısmı da ilgiye değer,
H„ G , R a v e r t y tarafından iyi ve zengin haşiyelerle İngiliz­
ceye çevrilmiştir, ( “ Asiatic Society of Bengal „ yayınlarından
“ Calcutta „ 1864), “ R a v e r t y „ nin İngilizce tercümesi aynı
kurum tarafından 1881 de yayınlanmıştır,
2. Aybey ve kısmen de Gur sultanı Muiz-üd-Din’le Delhi
sultanı iletmiş için başka bir anakaynakta bunların çağdaşı
olan H a ş a n N i z a m î ’nin “ T ac- ü l- Measır „ ıdır. Bu eserdeki
tarihî bilgiler birincidekilerle ölçülemiyecek kadar azdır ( E 11 i o t
and D o w s o n ’dan London 1867—1877).
3. F a h r - ü d - D i n M ü b a r e k Ş a h ’ın “Bahr-ı £Vı,sacının
tarihi girişi, Muiz-üd-Din’in ölümü üzerine Aybey'in davranış­
larının bir şahit kaleminden anlatılışım kapsaması ve Türklerin
durumunu göstermesi bakımından önemlidir, uTarîh~i Fahr-üd-
Din M übarek Şah,, diye S ir D e n i s o n R o s s tarafından ya­
yınlanmıştır (London 1927).
BİBLÎYOĞRAF YA 479

4.. 1266—1356 yılları için (Balaban’ın tahta çıkışından


Firuz Tuğluğ’un ilk altı yılına kadar) başlıca anakaynak Z i y a
B e r n î ’nin (Bereni) “ Tarih-i-Firuz £aAz„sidir. Yazar, bu uzun
devrenin yarısından büyük bir kısmının doğrudan doğruya
şahididir; ilk kısımlarını ise yakınlarından duyarak yazmıştır,.
Büyük Türk şairi Emir Hüsrev’le çok sevişildi, Eser, Firuz
Tuğluğ’a sunulmuştur ve adı o yüzden Öyle konulmuştur,, Yazar
oldukça serbest yazmıştır ; belki Tuğluklar devri için biraz ih­
tiyatlı davranmış sayılabilir (Asiatic Society of Bengal,, yayın­
larında, “Calcutta,, 1862).,
5„ Firuz Tuğluk’un (1351—1388) tarihçisi Ş e m s i S i r a c
A f i f ’in “ Tarîh-i Firuz Ş ah \„si o devir için anakaynaktır;
üslûp pek dalkavukcanadır ve kapsadığı şişirmeler dolayısiyle
yanıltıcıdır ( “Asiatic Society of Bengal,, yayınlarından, “Cal-
cutta,, 1891),.
6. F i r u z T u ğ l u k , “Fütûhat-ı Firuz Ş a h î„ adiyle yaptık­
larını ve bunların mucip sebeplerini küçük bir eserde topla­
mıştır ; eser bu bakımdan çok önemlidir ( E 11 i o t and D o w-
s o n ’dan, London 1867— 1877),.
7„ Seyyıt hanedanının en önemli tarihçisi olan Y a h y a
i b n i A h m e t i b n i A b d u l l a h Ş e r h i n d î ’nin “ Tarih-i
Mübarek Şahî„ si o devrin anakaynağıdır; eser, Hızır Han’ın
oğlu Mübarek Şah’a (1421— 1434) sunulmuştur. Muhammed Şah
denvrinden de bahseder. Yazar, Gurlu sultan Muiz-üd-Din’den
ittibaren olagelenleri de iyi bir surette toplamıştır; esasen
eserin 180 sahifesi bu özete ve 64 sahifesi Seyyİt hanedanına
aittir ( “Asiatic Society of Bengal,, yayınlarından, “Calcutta,,,
1931)..
8„ Ludi sultanlarının yukardaki biçimde tarihçisi bilinme­
mektedir. Daha sonra yazılmış eserler az aşağıda anılacaktır,.

B. G enel e s e rle ri
Ekber devrinde, veya daha sonra, yazılmış ayrıntılı bazı
eserler, Müslüman Türklerin Hindistan’a girişlerinden beri
geçen tarihî olayları da kapsarlar; kaynakları yukarda adları
480 HİNDİSTAN TARİHİ

geçen eserler ve bunlardan başka bugün tamamen veya kıs­


men kaybolmuş bulunan eserlerdir; bu bakımdan geç te yazıl­
mış olsalar bazen önemleri çoktur.
Başlıcalan aşağıdadır:
1, H o c a Nizam-üd-Din Ahmed: " Tabakat-ı-Ek-
bert,,
2, A b d - ü l - K a d i r el B a d a u n î : “Müniehab-üt-Teva-
rih„ .,
Bu iki eser üzerinde ikinci ciltte ayrıca durulacaktır.
3.. En çok F i r i ş t e diye anılan M o l l a E b ü 1 - K a
H i n d u - Ş a h F i r i ş t e ’nin “ G ü l ş e n - i İ b r a h i m î „ s i ; eser,
daha çok “ Tarih-i Firişte„ diye tanınmıştır, Dekken Müslüman
devletlerinin tarihi için en önemli anakaynaktır. Yazar bü­
yük Timur’un hazinedarı Hindu-Şah’m (ünvandır) soyundan
olup Bicapur sultanlarının hizmetinde bulunmuştur ve onların
resmî tarihçisidir; eserin adı İbrahim Âdilşah I l ’ye (1580-1627)
sunulmuş olmasından dolayıdır,. Firişte sahife 4’de bir kısmı
bugün kaybolmuş olan kaynaklarını sayar,, Ondan ohra
Afrasyab’m Hindistan’a girmesi gibi efsanevî özde kısa kısım­
lar ve daha tarihî özde bazı bilgiler gelir,, Bunların arkasın­
dan da Gazne ve Guı devletlerinin, daha çok Hindistan’la
ilgili tarihleri (bu yön Gur tarihi için tamamiyle öyledir), Delhi
sahanlarının ve Hindistan’da kurulmuş olan hemen bütün
müslüman devletlerin tarihi gelir. Delhi sultanları kısmı, pek
geniş ölçüde, “ Tabakat-ı Ekberî „ den alınmışa benzer ;
ancak 17 inci yılın başına kadar Dekken tarihi için eser ana-
kaynaktır, C o h n ( J o h n ) B r i g g s tarafından “History o f
the Rise o f the Muhammedan Pozueı in India„ adiyle İngiliz­
ceye oldukça yanlış ve bazen uydurma eklerle çevrilmiştir.
Pek çok Batı tarihçisi bu çevirmeyi kaynak diye kullandıkları
için Hİndistanda’ki Müslüman Türk devletlerinin tarihi Batı’da
önemli yanlışlarla yazılmıştır. Eserin kendisi, yani farsca
metni, değerlidir (Laknov taş basması H„ 1323; 1905).
4. Ekber Gürkan’ın buyruğu üzerine M e v l â n a
me d’in başkanlığında bir kurul tarafından yazılmış olan
“ Tarih-i E lfî„ ( E l l i o t and D o w s o n ’dan; London 1867-
1877)
BİBLİYOĞRAFYA 481

Ekber devrinde Hindistan’da yazılmış bu 4 eserden


başka M ir H a n d ’ın “R avzat-iis-S efa,, sı, H a n d - M i r’in
“H abib-üs-Siyer,, i gibi eser lerden de İstifade etmek mümkün­
dür. Genel İslâm tarihlerinden de istifade mümkündür..
Celâl-üd-Din Mengûverdi’nin Hint ve Sint’teki maceraları
ve Büyük Timur’un Hindistan akını için de yukarda sözü geçen
genel tarihlerden veya Timur’a ait eserlerden istifade edilebilir.,
Birkaç Afgan tarihçi, daha sonraki devirlerde, Delhi’nin
Ludi Afgan sultanlarının devrini de kapsıyan tarihî eserler
yazmışlardır, başlıcaları 5, 6 ve 7 sayılariyle gösterilen şu
eserlerdir:
5. A h m e t Y a d i g â r ’ın “ Tarih-i Salâtin-ı A fagin e„ si..
Eser, Bengal’in son Afgan hükümdarı Davut Şah Kararani’nin
(ölümüm 1576) buyruğu üzerine yazılmıştır, 1590 dan sonra
bitmişe benzer,, Eser Behlul Ludİ’den, sultan Muhammed Adil
Sur’un ölümüne (964 veya 968; 1557 veya 1561) kadar
gider,, Efsaneye çok kaçar ( E l l i o t and D o v v s o n ’dan, Lon-
don 1867— 1877),,
6. A b d - U 11 a h ’ın “ Tarih-i Davudi „ si ( Davud Kara-
rani), Eser, 1605 de tahta çıkmış olan Gurkanlı padişahlardan
Cihangir devrinde yazılmıştır., Sultan Behlul’den Davud Şah’m
ölümüne (1576) kadar gider. Bu eşer de efsaneye çok kaçar
( E l l i o t and D o v v s o n ’dan, London, 1867— 1877)
7. N i m e t - U 11a h ’m “ Mahzen-i A f ganî , si,. Bu eserin
bazı ekleri ve bunlar arasında Cihangir’in beylerinden Han
Cihan Ludi’ye ait kısımları kapsıyan büyültülmüş şekline
' Tarih-i Han Cihan Ludi „ denir. Yazar birkaç yardımcı ile
birlikte sözü geçen Han Cihan Ludi’nin isteği üzerine 1609 —
1612 yılları arasında eserini yazmıştır. İlk kısmı Adem’den
başlar ve Beni İsrail Peygamberlerinden Talut’u Afganların
atası gibi gösteren efsanenin kökü bu kısımdır ve işbu kısım
baştan başa efsanevî özdedir,, Behlul Ludİ’den itibaren eser
tarihî bir öz alır, D o r n tarafından ‘ History ö f the A fghan s,,
adiyle İngilizceye çevrilmiştir ( E l l i o t and D o w s o n ’dan, Lon­
don 1867—1877).
Hindistan’ın bazı kısımlarının tarihi hakkında yazılmış bir
iki Önemli eseri de anacağız,,
482 HİNDİSTAN TARİHİ

Dekken tarihi için Fiıişte’den başka iki eser daha anılmı-


ya değer,
8 Behmenii devleti bakımından S e y i t A 1i S a m n a n
nin " Burhan-ı M easir,, i değerlidir (îndia Antiquary XXVIII,
1899)..
9. H â f î H a n ’ın M ütehab-ül-L ubab„ mın üçüncü cildi,
bilhassa 17 inci yüzyılın başlarından, yani Firişte tarihinin
durmasından, itibaren Dekken tarihi için (Gurkanlıların orayı
fethetmelerine kadar) anakaynak sayılır. Bu eser ikinci ciltte
ayrıca anılacaktır,
10. Bengal tarihi için G u l a m H ü s e y i n S e l i m ’in
“R iyad-ü s-S elatin „ i faydalıdır,, Müslüman Türklerin Bengal’i
fethetmelerinden, İngiliz’lerin işbu ülkeyi almalarına kadar
giden devri kapsar ( “Asiatic Society of Bengal,,, yayınların­
dan, Calcutta 1890),
11. Gücerat tarihi için M i r E b u T u r a b V e l i’nin « Tarih-i
G ü cerai,, ı önemlidir ( “Asiatic Society of Bengal,, yayınların­
dan, “Calcutta,,, 1908),

C>— Kısm en tarih î» kısmen de başka özde olan birkaç


eserden de bahsedeceğiz,

1. Büyük Türk şairi E m î r H ü s r e v ’in tarihi olan iki


mensur eseriyle tarih üzerine ışık serpen 5 tarihî mesnevisini
aşağıda anıyoruz*.
a) “ T arih-i A la'î,, veya “H azain -ü l-F ü tu h„ ; Ala-üd-Din
Kalaç saltanatının ilk 15 yılından (1296—1310) bahseder..
b) Icaze-i-'H üsrevî„ veya " In şa-i-E m îr H ü srev „, bir ferman
ve resmî muhabere kolleksiy onudur.
c) “Kıran-üs-Sa'degn» Balaban’ın torunu Keykobat (1287—;
1290) devrini ve onun babası Boğra Han’la buluşmasını ve
teşrifatı gösterir..
d) “M iftah-ü l-F ü tu h„ ; Celal-üd-Din Kalaç’ın (1290— 1296)
savaşlarını gösterir,
e) “D eval R ani-H ızır H an „ ; Ala-üd-Din Kalaç’m oğlu
Hızır Han’la, Gucerat racasının tutsak kızı Dava! Rani’nin
sevişmelerini anlatır ve Ala-üd-Din Kalaç devri savaş ve fûtu-
BİBLİYOGRAFYA 483

hatim da tasvir eder,, “Leylâ ile Mecnun,, ayarında ince bir


eser sayılır,
f) “Nuh S i p i h r Mübarek devrini (1316— 1320) gösterir.,
g) “ T u ğlu kn âm e„; Gıyas-üd-Dın Tuğluk (1320— 1325) dev­
rine ait ise de bitmemiş veya büyük kısmı kaybolmuştur,.
Ezcümle E l l i o t and D o w s o n ’ da ve M u h a m m e d
H a b i b ’ in “ H azret  m ir K husrau o f D elh i „ adlı eserinde
( Aiigarh Müslüman Üniversitesi yayınlarından, Bombay 1927)
Hüsrev’den parçalar veya bunlar hakkında tahliller bulunur.
2, Yazılarının tarih bakımından önemi olan başka bir
eser de Çaç’lı ( Taşkent) şair B e d r - ü d - D i n ’ in “ K asaid „
idir; en çok Muhammed Tuğluk (1325-1351) devrini aydınlatır,,
( E l l i o t and D o w s o n ’ da, London, 1867-1877),,
3„ Ünlü Tanca’lı gezmen İ b n - i - B a t u t a ’nın daha çok
“ Seyahatnâm e-î Ihn-i B a tu ia „ diye tanınmış olan “ Tühfet-ül-
Enzar f i G araiEül-Em sar ve A caib-ül-Esfar „ adlı eseri: a)
Kalaç hanedanının tahtı kaybetmesi ve önce mühtedi Hüsrev
ve sonra Tukluk’ların tahtı ele geçirmeleri olayları ve Gıyas-
üd-Din Tuğluk’un saltanatiyle Muhammed Tuğluk’un saltanatı­
nın bir kısmı için en önemli tarihî kaynaklar arasındadır; b)
Hindistan’ın Muhammed Tuğluk devrinde (1325-1351) ki genel
durumu ve ülkede o sırada varolan, gelenek, görenek, yönetim
usulleri ve saire için de başlıca anakaynaktır. Mehmet Şerif
paşa tarafından Türkçeye çevrilmiştir ( İstanbul 1335-1337; 1919)..
S i r M.. E„ E l l i o t ’la Prof. D o w s o n ’un “ The history o f
India as told B y its own Historians„ adlı 8 ciltlik eseri, bazıları
geniş olmak üzere 154 eski eserden iktibasları kapsar (Lon­
don, 1867-1877),,

D. — Y e n i eserler ;
Kısmen yukarda sözü geçen F irişte Tarihinin Briggs
tarafından yapılmış tercümesine güvendikleri, kısmen Doğu
acununu anlıyamadıkları, kısmen eskimiş oldukları ve kısmen
de Türklerin tarihî rolünü kısmak siyasal düşüncesiyle yaz­
dıkları için bu devreye ait az çok güvenilir pek az yeni eser
vardır,,
484 HİNDİSTAN TARİHİ

1„ Kembriç Hindistan Tarihinin 3 üncü cildi: “ The


Cambridge Hisiory o f în d ia ; in six volumes, Volüme III, Türks
and Afgan s„ (1918),.
2 Profesör Işvari (lshwari) Prasad’ın: “H isiory o f
Medieval îndia from 647 to ihe Mughal Conguesi,, yani: “647
den Moğol fethine kadar Ortaçağ Hindistan tarihi,,, (Alia-
habad 1928),,
Bunlar arasında gösterilebilir,
Ancak bu sonuncunun adında görülen “Moğol fethi,,
sözü, Hatıratında kendine biteviye Türk diyen ve Moğollar
aleyhinde yazan ve Türklüğü herkesçe bilinen Babur’un Hin­
distan’ı fethine aittir,. Bu örnekte yeni eserlerin en güvenile­
bilir olanlarına ne derece güvenilebileceğini ayrıca aydınlat­
maktadır,,
Bunun bir Fransızca tercümesi: “V ln d e d u V IIe au X V Ie
siecle„ adiyle Kavenyak (Cavaignac) ın, “Histoire du Monde,,
adlı külliyatında çıkmıştır (Paris 1930),
Dİ Zİ N
A

A b a c ı (Melik), Delhi sultanlığı 438 h, 440, 442, 443, 443 h,


beylerinden 301 444, 446, 448, 449, 450. 451,
A b b a s i Ha l i f e s i , Hi l âf e t i , 452, 453, 454.
92, 94, 132, 139, 142, 151, 169, A d ı n a M e s c i t , 365.
170, 327, 329, 390., A d ı r a e a n d r a (kıral), 107.
Abdal, Abdali, ulus, 6, 7, 86, A d i t y a (kıral), 106
A b d a l M a lc e r î, Keşmir beyle A d o n i, kent ve kurgan 424,
rinden, 413 A f g a n , Afganlar 4, 5, 6, 7, 11,
A b d u l l a h Ibni Osman el-Vsstkî, 14, 131, 143, 144. 154, 165, 174,
Abbasi Hilâfet hanedanından, 206, 240, 249, 283 h, 297, 301,
139. 333, 333 h, 334, 335, 336, 378,
A b d u l l a h S a n c a r î , Gur veziri 380, 386 387, 391, 400, 410,
Muham led'in babası, 262.. 413, 417, 443, 469, 470, 471,
A b d-ii 1-C e b b a r K i d a n i , Gur 473, 474, 475, 477..
vezirlerinden, 262. A f g a n i s t a n (Efganistan), 7, 11,
A b d îi 1-L a t i f (Hoca), 355.. 92 h, 121, 131, 184, 333 h,
A b d-ü l-'M e l i k, Saman oğlu padi­ 547 h, 471..
şahı, 127, 138, 139, A f g a n p u r , köy, 322.
A b d-ü r-R e ş i d, Gazne sultanı, 206, A f r a s y a b ( Afrasyap), 178, 296,
207, 207 h, 369,.
A b i s a r a, devlet, 55 A f r i k a, Afrikalı 386, 391, 429..
A b i s a r e s. Kral, 55. A f ş a r , oymak, 10,.
A b i v e r d (Kent), 196, 201, 202, A ğ n i, Mabut (ateş), 29, 110. 115..
A b u Da ğ ı , 96, 272.. A ğ n i k u 1 a, 95
A e o d y a, kent, 85. A g r a, kent, 2, 13, 84, 163 h, 164 h,
A d a b"ü 1 h a r b ve ş-ş e c a’a 240, 339, 363, 475,
(Adab) eser, 208 hM 225, 226, A g r a m e s (Ksandrames) kıral, 55,
242.. A h i r B e y i , 284, 301, 340,
A d a k , 33, 45, 109 A H i s t o r y of t n d i a n Phi l o-
A
Ad e m (ilk adam), 115, 250, 369,, s o p h y , eser 26 h, 30
A d e m k ö p r ü s ü , 115 A h m e d (İsmail oğlu), Saman oğlu
A d e n , kent, 406, 407,, padişahı, 127,
A d i l Ha n , A d i l Ş a h (Yusuf A h me d , Gazne veziri Ebül Abbas
Adil Türkmen Seval) Adilşah- Fadl'ın babası, 183,.
lar devletinin kurucusu, 397, A h m e d A b d - ü s - S a m e d , Ha-
399, 431, 431 h, 432, 433, 434, rezmşah Altıntaş’ın kethüdası,
435 436, 437, 442 Gazne veziri, 190, 221,
A l i ş a h , Alişah’lar, Adilşahi, Ha­ A h me d , Bk Ebul-Kasım Ahmed
nedan ve Devlet, 431, 437, (Şems-üUKuffat),.
486 HİNDİSTAN TARİHİ

A h m e d (Niyal Tekin oğlu), Gaz- A k d e n i z , 48, 48 h, 62,


ne beylerinden 192, 193. A k h u n 1a r, ulus, 6, 75, 86, 87, 88,
A h m e d, (Şems- üd-Din), Bengal 89, 91, 252,,
sultanı 384. A k k o y u n 1u, oymak, 437,
A h m e d Gazne şehzadelerinden A k S u n g u r , Lahor kutvalı.. 288
204, A l, 411,.
A h m e d Ve l i , 9 ncu Behmenli Al a , 424.
sultanı 424, 427, 428, 430 A 1 a -üd-Devle (Kakveyh oğlu), îsfe-
A h m e d H a n ; Behmenli Sultam han sahibi, 185, 192, 196, 197,
Ala-iid-Din Behmenşah’ın oğlu, A l a - i i d - D i n A t s ı z , Gur sulta­
425,. nı, 265..
A h m e d ; 15 inci Behmenli sultanı, A l a - i i d - D i n A l e m Ş a h (Sey-
444. yid), Delhi sultanı, 472 (Bk.
A h m e d Ş a h ; I.. Gücerat Sultanı, keza Alem Şah’a)
366, 388,, A l a - üd - D in Be hme nş a h,
A h m e d Ş a h II. ( Kutb-üd-Din ) Ala-üd-Din Haşan, Behmenli
Gücerat Sultanı, 393. devletinin kurucusu, 418, 420
A h me d , Nizam-ül-Mülk, Nızamşahı, (Haşan ve Haşan Kanku’ya da
Behmenli Beyi, Ahmednagar bk)
Sultam 432,435,436, 441, 442 Ala-üd*Din Fi ruz, Bengal
A h m e d R a e i Han, (Melik), Han- sultanı, 387..
diş devletini Kuran, 333, 407, 408" Al a - i i d- Di n Hüs e y i n Ci­
A h m e d T o g a n, bk. TOğan’a h a n s u z, Gur sultanı, 12, 210,
A h m e d B e y Laçin, T ugluk devleti 211, 239, 240, 252, 253, 254,
beylerinden, 417 371 (Bk, keza Cihansuz’a),
A h m e d Ş a h Baba Abdali, Afga­ A l a - ü d - D i n H ü s e y i n ( Sey-
nistan devletini kurucusu, 6, yid), Bengal sultanı, 385.
A h m e d Vefik paşa, Osmanlı ve­ A l a - ü d - D i n İ m ad ş ah, Berar
zirlerinden, 277 h, sultanı, 401, 441, 442, 445, 446,
A h m e d a b a d , (Ahmetabad) (Kent)’ 447,
366, 393 A l a - ü d - D i n İ s k e n d e r , Ma’­
Ahmednagar ( Ahmetnagar ) , ber sultanı, 416
devlet ve ülke, 401, 403, 436 A l a - u d - D i n M e s ’ ud, İletmiş
438, 438 h, 444, 445, 446, 447, soyundan Delhi sultanı, 288, 289*
449, 450, 451, 454, A î a ü d - D i n M u h a m m e d , Gur
Ahmednagar ( Ahmetnagar) , sultam, 260, 261, 262, 264, 265,
Kent, 401, 428, 436, 437, 446, 266
A ho m, oymak, 101,. A l a - ü d - Di n Muha mme dKa -
A h v a t a, dinî eser, 412,, 1 a ç, Delhi sultanı, 105, 107;
A h s e n Ş a h (Celal-üd-Din), Tug- 302,303, 304, 305, 306, 308,309,
luk devleti beylerinden Ma’ber 310, 311, 312, 313, 314, 315,
Sultam, 326, 415,, 316, 319, 320, 321, 323, 324;
A k a b e - i H ü l v a n , 191,. 331, 339, 345, 346, 347, 348,
A h a m e n i ş hanedanı, 53, 350, 351, 355, 360, 361, 362;
A k a t Ha n, Kalaç Şehzadesi, 308, 364, 367, 368, 408, 430.
DİZİN 487

A l a - ü l - M ü l k , Deîhi Kutvalı, 307, A li T e k i n oğulları, yukardakinin


A l a i - D e r v a z e , 364 adı verilmiyen oğulları, 196,
A l e m Ha n F a r u k î, Handiş hü­ 198, 199, 201,
kümdarı , 397 A 1 i ğ a r h, kent ve kurgan, 270,
A l e m Ha n L u d î, Delhi sultanı 301, 356, 377,,
Behlui Ludi’nin oğlu, 400, 474, A l l a h , 31, 111, lllh , 352, 353 h,
474 h, 475, 354, 356,,
A l e m Ş a h (Seyyid) (Alaüd-Din) A l l a h - U p a n i ş a t , 34
Delhi sultam, 335, 379, 473 (Bk, A 11a h a b a d , kent, 83, 90, 105,
keza (Ala-üd-Din Alem Şah’a) 301,
A l e m j l r I, (Evrengzib), Gurkan'h A I o r (Aror), kent, 93
Padişahı, 358, A lp G a z i , bk„, Alp Arslan Ga-
A 1 ğ iı Moğol komutanı, 302,, zı’ye
A 1 i. Dördüncü Halife, 70 h, „ 178, A lp Ha n, Kalaç beylerinden, 314,
251, 307, 357, 315,
A l i , Harezm ve Curcaniye emîri, A lp Ha n , Huşeng Şah ünvaniyle
155, 156,, Malva sultanı, 333, 387, 388
Al i > Harezmşah Muhammed’in kar­ (Huşeng Şah’a da bk.)
deşi, 265,, A lp A r s l a n , Selçuk sultanı, 207,
A l i (Ebül Haşan), Gazne sultanı, 208, 210.
206, 207 A lp A r s l a n , Gazi (veya Alp
A l i (Rebi oğlu) , Gazne beylerin­ Gazi), Gar Sultanı Muiz-üd-Din
den, 206, Muhammed’in yiğeni, 261.,
A l i B e r i d Bey, Berid-ül-Memalik, A lp T e k i n , Gazne devletinin
Bidard’da Naib üs-Sultan ve kurucusu, 127, 135, 159, 160,
sonra bağımsız hükümdar, 401, 161, 213, 214, 227, 233, 239.
436, 438, 439, 441, 442, 444, A 1 p i n, ırk veya tipi, 5
445, 447, 448, 449„ A l t ı n (Altun) Bahadır, 329,,
A l t ı n t a ş (Altuntaş) Gazne Beyi
A l i B e r i d ş a h , Bidar sultanı
ve Harezmşah, 144, 162, 172,
(üsttekinin oğlu), 449, 450, 452„
188, 189, 190, 193, 194, 216,
A l i A d i 1 ş a h, Bicapur sultanı,
222, 224, 226, 227, 235,
450, 451, 452, 453,
A l t m ı ş (İletmiş), 277 h-
A l i K a r i p, (İl Arslan oğlu), Gaz­
A 11 u n i y e (İhtiyar-üd-Din), Delhi
ne beylerinden, 184, 200.
sultanlığı beylerinden, 284 h,
A 1 i (Merdan oğlu), Bengal’da Ka-
285,
laç beylerinden, 276, 280. A m b a l a , kent, 364,,
A li Ş i r H a n K a i a ç, Malva A m e r i k a , 240.
beylerinden, 389, A m f i (Omfi), T ak s ila kıralı, 55
A li Ş ü k r Be y , Türkmen beyle­ Ami l , 221,222,,
rinden, 437,, A m o g a v a r ş a , hükümdar, 103,,
A l i T e k i n , Buhara ve Semer- A m o y çölü, 204.
kant’ın «Hanlı» (Karahanlı) hü­ A m r i b n i D a v u t , Aden emiri,
kümdarı, 171, 171 h, 172, 173, 406.,
175, 185, 189, 190, 193, 194, A n a d o l u , 3, 4, 6, 9, 64, 215, 276.
196, 226, 227,, An A d v a n c e t B o o k , eser, 111„
488 HİNDİSTAN TARİHÎ

Anandapal, raca, 140, 141, A r ş t a n Hain, Hanlı (Karahanlı) ;


142, 146, 147, 148, 166, 167,. hükümdar, eski Boğra Tekin,
Anantavarman Çodagan- 190, 196, 203, 204, 232
ga, kral, 108, A r s l a n H a n (Selçuk oğlu), 175h,
A n d a r a a n adaları, 107, 194.
A n d huy (Andhud, Endhud), 262, A r s l a n (sultan), Gazne sultanı
275., 209
A n d r a, ulus ve ülke, 78, 79, 80., A r s l a n C a z i b (Cazip), Gazne
82, 83, 102,, beylerinden, 142, 144, 174, 179.
A ıı t i o k o s S o t f r, 57. A r s l a n K ü l a h ı (Emin), tarihçi
A n ğ a , ülke 53, 360.,
A n i 1 v a r a, kent, 257, 272, A r s l a n Ha n S a n c a r Ç e s t
A n q u e t i 1-D ıı p e r r o n, yazar, 34 (Fac-üd-Din), Delhi sultanlığı
A n t a k i y e, 215 beylerinden, 284 h, 293, 294.,
A n t i o k o s (Büyük), kral, 64,, A r t r a s a s t r a , eser, 57,
A n t i o k o s Teos, kral, 63. A r y a , 19, 20, 27, 113,
A o r n o s (Avarna), Kurgan, 55 A r y a D a r m a (Dharma), 108,,
A, P e e p İ n t o t h e E a r l y Hî s* A r y a V a r n a , 19
t o r y of i n d i a, eser, 4 3 ,66h„ A r z D i v a n ı , Savunma Bakanlığı,
A r a b (Arap), 70, 86 , 9 1,92, 93, 220 . 221 .,
94, 96, 97, 144, 169, 212, 250, A s a f T e k i n (Gazİ), Gazne bey­
361, 396, 408, lerinden, 185, 200.
A r a b i s t a n , 84, 408,, A s a m , ülke, 109, 101, 273, 274,
A r a b i s t a n Denizi, 2 386 (bk.. keza Kamarupa, Kam- :
A r a k o z İ İ s k e n d e r i y e s i (Ka- rup ve Kamruta)..
ndahâr) 53 A s a r - ü l - V ü z e r a , eser, 160..
A r a m Ş a h , Delhi sultanı, 276, 277, A s a v a 1, kent, 393
278 A s c e d i, şair, 236..
A r a n y a k a ’Iar (Kutsat kitap), 25, A s k e r î (Mirza), Hümayun’un kar­
33 deşi, 405,
A r a v a 11 i dağları, 3., As i , kurgan, 271.
A r c t i c Home i n t h e V e d a s A s ı r , A s ı r g a r h , kent ve kur­
(The), eser 26 h gan, 408.
A r e u n a, kahraman, 117, 118.. A s o k a, imparator 48, 58, 59, 60,
A r i (A n), 20, 27, 69, 114, 116. 61 62, 63, 74 , 75, 80, 81, 82,
A r i İ s k e n d e r i y e s i (Herat). 90, 99, 100, 364
53. A s v a m e d a (at adağı), 80, 84,
A r i s t o , 307., 102
Ar ı z , Arız-ı-Memalik Savunma A s v a g h o ş a , şair v s. 76
Bakanı), 187,189, 216, 223, 300, A s y a , 215, 241
340, 360,, Aşağı Volga taslaklar ı ,
A r s i, raca, 314. eser, 6
A r s la □, Bk„ Kızıl Aralan. A ş i k a, eser, 314 (bk„ keza Deval
A r s l a n Ha n , Hanlı (Karahanlı) Rani-Hızır Han’a)
hükümdar, 170, 171 h, A t a d a ğ ı (bk, Asvameda’y a ).
DİZİN 489

A t a 1 a c a m i i , 378 A y ş e , Peygamber Muhammed’in


A t h a r v a n ( Otharvaıı ), Veda, eşi, 412..
kutsal kitap, 25. A y t e k i n (bk. Karak«ş'a)„
A t m a n , 36, 38 39, 352, A y t e k i n, Gazne sultam Bala­
A t o k (Attok, Etek), kurgan, 140h bancın Eved (Ond) valisi, 298,
A t s ı z (bk. Ala-üd-Dm atsız) . A y t e k i n, (İhiiyar-üd-Din), Delhi
A.. U. M (Om), kutsal söz, 111, sultanlığı beylerinden, 284 h,
112 285.
A v a r n a, (bk,, «Aoroos’a»), A5z a m Ha n, Sultan Gıyas-iid-Din
A v a t a r ; 110, 111, 117, 354 h iinvaniyle Bengal sultanı, 383,
A v r u p a , 4, 6, 7 12, 16, 23, 34, A'z am H ü m a y u n , Afgan beyi,
35, 68, 86, 94, 150, 182, 211, 470, 476
240, 336, 367, 386, 391,, A'Jz a m H ü m a y u n (Zafer Han,
A v r u p a l I , 108, 228, 423. Gücerat vali ve sultanı), 392
A v s a , kent ve kurgan, 450, (bk keza Zafer Han ve Mu­
A y a ş (maden), 27. zaffer Şah’a).,
A y a z ( İz-üd-Din Kebir Han), Del­ A z d-u d-D e v l e , Büveyh oğulların­
hi sultanlığı beylerinden, 284h, dan, 132
285 287, 289,. A z e r b a y c a n , 215.
A yaz(M elik), Gücerat beylerinden, A z e r î , Şair, tarihçi, 428.
397, 400, 402 A z i z H a m m e r , Tuğluk devleti
A y b a K i ş i l u H a n (Behram), beylerinden, 327, 328, 416, 417,
Delhi sultanlığı beylerinden,
318 B
A y b e y (Kutb-üd-Dünya ved-Din),
Delhi sultanı, 256, 260, 262, B a s a i d a n, 145
263, 264, 265, 265 h, 266, 269, B a b a kutval, 276
270, 271 h, 272, 273, 274, 275, B a b u r, oymak, 5
276 , 277, 281, 282, 300 , 308, B a b u r, Gurkanlı devletinin kuru­
337, 357, 862, 363, 364, 367, cusu, 10, 14, 34, 336 3 5 8 , 380,
368, 369. 386, 387, 399 h, 401, 410, 413,
A y b e y ( Seyf-üd-Din Bet Han 438, 446, 470, 471, 475, 477
Aybey Hataî ), Delhi sultanlığı B a c a ur, kent ve bölge, 54
beylerinden, 284 h, 294 B a c ı , B e c İ, raca, 141,
A y b e y (Seyf -üd-Dİn Aybey Yağan B a d a h ş a n, ülke, 131 h
tut}, Delhi sultanlığı beylerin­ B a d a m i (Vatapi), kent, 102
den, 284 h. B a d g i s kent, 202
A y b e y (Seyf üd-Din Aybey Kişili B a d a u n, kent, 276, 278, 292, 309,
Han), Delhi sultanlığı beyle­ 335
rinden, 291, 291 h, 292 B a ğ d a d (Bağdat), kent, 132,
A y d e m i r , Ğur sultanlığı beyle­ 151, 170, 180, 181, 185, 233,
rinden, 275. 281, 327, 347..
A y n-ü d-D e v l e , Sevİiktekin oğlu Bağdad Halifesi (Abbasî
Mahmud’un unvanlarından, 156, Halifesi), 103, 138, 163, 174,
A y n-ü I-M ü 1 k, Celâl-üd-Din Men- 184, 217.
guverdilnin elçisi, 279„ B a ğ 1 a n a, kent, 417.
490 HİNDİSTAN TARİHİ

B a g v a n D a s, Racput beyle­ B a 1 k a, Bengal sultanı 2 8 0


rinden, 414, B a l k a n k u h , dağ ve bölge, 196.
Bagvat-Gita, kutsal eser, 112, 116, B a t ı k , Balıka (Belh’in eski adı),
117, 118 h, 119, 12, 54. 212.
Baharlı, oymak, 437. B a m y a n geçidi, 2, 69, 77, 86, 131,
B a h a d ı r (Gtyas-üd-Din), Bengal 253, 254, 263, 282, 291,
sultanı, 321, 322 B a n g, 382,
B a h a d ı r Ş a h , Gucerat Sultanı, B a n ğ a ra, Bengal sultanı Şems-
387, 391, 401, 402, 403, 404, üd-Din Hacı İtyas’ın unvanı,
405, 406, 440, 447. 382.
Babadır Giianî (Gilanlı), Korsan­ B a n k a p u r , kent, 432.
lar başı, 396, 441 B a n h a t y a , Sint hükümdarı, 409.
B a h a d ı r T a i r, Moğol komu­ B a r a n (Bülendşehir), 163.
tanı, 288., B a r a t a (Bharata), evsanevî kırat,
B a h a - ü d - D e vl e, Büveyh oğlu, Bharatalar soyunun atası, 116.
132 B a r a t a (Bharata), efsanevî kral,
B a h a - ü d - D i n (Ramazan oğlu). Raman’ın kardeşi, 113, 114.
Behmenti devleti beylerinden, Baratalar, (Bharatalar) hane­
424. danı, 116,,
B a h a - ü d - D i n S a m, Gur sulta­ B a r a t a-V a r ş a (Bharata-Varşa),
nı, 252, 254, 263, 264, 265 116,.
B a h a - ü d - D i n Z e k e r y a (şeyh). B a r B e y (Bar beyi), protokol şefi,
410, 340,
B a h i r e , 432 h. B a r b e y, Cevnpur sultanı, 380. 474,
B a h i r i , 155 h. 475,.
B a h r i , 432, 435,436 B a r b e y Şah, Bengal sultanı (İl-
B a h r - i E n s a b, eser, 369, 371.. yas soyundan) 384.
B a h t i y a r (Hoca Kutb-ud-Din), B a r b e y Şah, Bengal sultanı (Ha­
şeyh, 359.. beş’lerden), 385
B a h t i y a r o ğ l u , Kalaç beyi, 101, B a r da r (Tavacı), 421,
272 (Bk keza Muhammed’e) B a r h a t e k i n , Kuşan hükümdarı,
B a k t ı , 352. 353, 358. 71, 71 h
B a k t r i y a n , bölge, 54, B a r i , kent, 167.
B a l a b a n K i ş i l u Ha n , Delhi B a r l a s Bey, Tuğluk beylerinden,
sultanlığı, beylerinden, 289, 291, 417.
29i h, 292, 293, 294, 295. B a r n e t t (Dr, L, D,,), 8„
B a l a b a n U l u ğ H a n (Sultan B a r t o 1d (Barthold), tarihçi, 198 h,
Gıyas-üd-Din), Delhi sultanlığı 199 h.
beylerinden, sonra sultan, 287, B a s r a . . 429.
289, 290, 291, 292, 293, 294, B a s r a l ı , 428.
295, 296, 297, 298, 299, 300, B a s s e y □, ada ve liman, 404,
301, 321, 337, 338, 344, 348, B a t u t a ( İbnî), gezmen, 343, 347,
349, 350, 366, 361, 368, 370, 348, 349, 415, 415 h
381 B a t ı n d a , kent 141 h, 146, 258,
a b a rı y ü z b e y i, Delhi sul- 259, 278, 291, 292, 293, 294,
tanlığı beylerinden, 284 h„ (Bk.. keza Taberhind’e)..
DİZİN 491

B â t ı n î , Batimler, 142, 149, 162, B e h r a m Ş a h (Muiz-üd-Din), Del­


180, 183, 239, 240, hi sultanı, 287, 288, 291, 291 h.
B a v e r d (Abiverd), kent, 196, 201, B e l h , kent, 12, 54, 64, 65, 77, 85,
B a y e z i d (Şems-üd-Din veya Şi- 86, 127, 131 h, 134, 135, 137,
hab-üd-Dİn), Bengal sultanı, 142,143, 145, 150,158, 159, 173,
383.. 174, 184 189, 193, 199, 204,
B a y e z i d I (Bayazid), Osmanh 205, 212, 219, 225, 227, 228,
padişahı, 426 h., 241, 254, 4 0 8 ,
B a y r a m Ha n , Ekber’in Atalığı, B e l k i s - i - C i h a n , Delhi sultanı
10 Raziye’nİn unvanı, 285,.
B a y u r (Hikmet), 359 h„ B e l l e t e n , dergi, 213 h..
B e c i (Bacı), 141,. B e i ü ç, Beluçlar, 4, 11
B e d i*ü z-Z a m a n Mirza, Timur B e 1 ü ç i s t a n, 2, 8, 53, 93 128 h,
oğlu, 403 h 131, 150, 184, 191, 212.
B e d r H a b e ş î (Sîdi), Şems-üd- B e n a r e s, kent, 44, 74, 92, 192,
Din Muzaffer Şah adiyle Ben­ 256, 270, 475.
gal sultanı, 385, B e n c i , Gur emiri, 250
B e d r e t t i n ( Bedr-üd-Din ), şair, B e n d e - N ü v a z , anı t, 365,
360. B e n d e r . i - D e v (Diu), kent ve
B e K i m N a g a r (Nagarkut), kent, Uman, 397, 402, 404, 405, 406,
148,, B e n d e r - i - I ür k, kurgan, 407
B e h 1 i m (Muhammed), Gazne beyi, (Bk„ keza Gokafa ve Villa das
209, Rumes'e),
B e h l u i H a n L u d i , Afgan sul­ B e n d - i S u l t a n ı , baraj, 241.
tam, 13, 335 , 378, 379 , 380, B e n g a 1, ülke ve devlet, 2, 5, 42
389, 390, 459, 470, 472, 473, h, 53, 80, 82 , 84, 90, 97, 100,
474, 474 h, 475. 100 h, 101, 107, 249, 256, 272,
B e h me n, efsanevî kişi, 419,, 273, 276, 280, 282, 288, 289,
B e h m e u K a n k u , müneccim, 419 h, 298, 299, 300, 315, 321, 322,
(bk„ keza Kanku Behmen'e). 326, 328, 329, 333, 337, 344,
B e h m e n Ş a h ( bk. Ala-üd'Din 349, 361, 365, 378, 380, 381,
Belımen Ş ıh ’a), 382, 383 384, 385, 386, 387,
Behmenli, Behmen oğul l a B e n g a 1 körfezi, 1, 84
rı , devlet ve hanedan, 329, Beni İsrail, 49,
365, 388 , 390, 393, 394, 395, B e r a r, ülke ve devlet, 80, 82,
408, 416, 419, 420, 421, 422, 82, 401, 425, 426, 427, 431,
423, 424, 426, 427, 428, 429, 432, 435, 436, 438, 438 h, 441,
430, 431, 433, 434, 435, 436, 442, 444, 446, 448, 452, 453,
438, 439, 4 4 1 , 4 4 2 , 444, 446, 454,.
B e h r a r a H a n (Tatar Han), Ben- B e r b e r (Kuzey Afrika), 215,
gal valisi, 381. Berhetekin ( bk, Barhate -
B e h r a m Ha n, Behmenli şehza­ kin'e)
desi, 423. B e r İ d, B e r i d fi k, 220, 230,
Behram Ş a h , Gazne sultanı, 235, 297,
209, 211, 238, 252, 253. B e r i d ş a h, B e r i d ş a h'lar.
492 HİNDİSTAN TARİHİ

B e r i d ş a h ı , devlet ve ha­ 441, 442, 443, 444, 445, 446,


nedan, 436, 438 h, 449, 454 449, 450, 452, 454
B e r i d - n l - M e m a l i k , Beridşah’ B i e a p o r, başkent 362, 365, 435,
lann unvanı, hk Alî Bey Be- 437 438, 438 h, 442.
rid-ül-Memalik ve Kasım Bey B i d a r, ülke ve devlet, 401, 438 h,
Berid-ül- Memalik 439, 449, 453.
B e r k a (bk İhîiyar-üd-Din Ber- B i d a r, başkent, 420,436, 438, 439,
ka ya). 441, 444, 445, 447, 454,.
B e r t h e l o t (Andre) yazar, 67 h. B i d a r M e l i k K a l a ç , Batı Ben-
Beydoğdu, Gazne beylerinden, 195, gal’da vali, 381..
196, 197, 229, 230. B i g a r b a, 394 (bk keza Mahmut
Bigarha’ya)
B e y h a k î, tarihçi, 138, 138 h,
153 h, 153 h, 156 h, 158 h, B i g u, Selçuklardan, 195, 207 (bk.
keza Yabgu’ya).
159 h, 160, 170, 170 h. 171 h,
172, 172 h, 173, 173 h, 174, B i h a r (Bahar), ülke ve devlet, 43, :
182, 183 185 h, 186 h, 187 h, 53, 97, 100, 101, 107 272, 273,
188, 188 h, 189 h, 190 h, 191 321, 377, 387, 475,
h, 192 h, 194 h, 195 h, 196 h, B i h a r i Ma l , raca, 399.
197 h, 198 h, 199 h, 200 h, B i k r a ro a c i t, raca, 403 (bk kez
201 h, 202 h, 203 h, 204 h, Vîkramadit ya’ya )..
207 h, 214, 216, 217, 217 h, B i 1a d ■■i-C i b a !, bölge, 252
218 h, 219 h, 220 h, 221, 221 h, B i I a d u r i, yazar, 70 h. 212.
222 h, 223, 223 h, 224, 224 B i İ g a u m, ülke, 432, 443
h, 225, 225 h, 226, 227, 228, B i l g e T e k i n , Gazne beylerinden*
228, h, 229 h, 230 230 h, 231 172
h, 232 h, 233, 233 h, 234 h, B i 1g i A g a c i, 44.
235 h, 236, 241, 250, 251, B i 1 h a n a, yazar, 104
B e y t e k i n Ç u k a n i , Gazne bey­ B i 1 k a (bk İhtiyar-üd-Din Bilka’ya)
lerinden, 226, S i l l a m a , kral, 105
B e y t- ü 1-M u k a d d e s, 215 B i l s a (Bhilsa, Bhilsan), kent, 281,
B e y t ü z e n , Samano^tu beylerin­ 302, 403
den, 136, 137, 138, Bİ m, (Bhim), Dvarka racası, 395„
B b a n d a r k a r (Prof. Dr. O.. R.), B i m, (Bhim), Bima, Bim Div (Bhim
tarihçi, 95 Div); Gücerat racası, 257. 272.
B h a n d a r k a r (Sir R G ), 66, 67h, B im S i n g, (Bhim Singh); İdar ra- :
68, 72 h, 74, 78 h, 85 cası, 398, 399,
B h a t iy e (Batiye), kent, 141, 146,. B i m b i s a r a, kral, 51, 53
B h i l s a (Bilsa), kent ve kurgan B i n d u s a r a , kral, 57, 58
281, B i m p a I (Bhimpal), raca, 154,
B h u m a k a (Bumaka), Saka hü­ 165, 167,.
kümdarı, 67, B i r t u, raca, 280.
B i a s, Irmak 55, 91, 144. B i r u n i, ( Ebu Reyhan el ) , bilgin
B İ c a n g e r, devlet (bk keza Vica- ve yazar, 35, 72, 72 h, 75, 77,
yanagar’a) 418, 421, 92, 128,146, 156, 156 h, 237, 238.
B i c a p u r, ülke ve devlet 102, 401, B i ş n u p u r , kent ve devlet, 383.,
DİZİN 493

B i y a n a, kent ve kurban, 271, B r a h m a n , Brahmaniar, ruhban,


271 h, 272, 276, 294,'310 335, 17 18, 25, 27, 28, 29, 31, 32,
390 (bp keza Tangır ve Tan- 33, 41, 49, 50, 51, 56, 60, 62
kur’a) 70, 71, 72 h, 83, 85, 90, 91,
B i z a n s , 215
93, 100 101, 104, 109, 111,
B l a s a g u n , 171, 215
113, 117, 176, Î77, 330. 347,
B o c a I Kanevc Racası, 97, 99 (bk..
351, 381, 427, 428 432, 448..
keza Mîhira’ya)
B r a h m a n a , Brahmaniar, kutsal
B o c a II,. Kanevc racası, 98.
kitaplar, 25, 31, 32, 33, 41, 45,
B o c a . Malva racası, 98.
B r a h m a n a s p a t i , 30,
B o d - G a y a (Buth-Gaya), kent, 90
B r a h m a n i k k ü l t ü r , 41, 44 h,
B o d i s a t v , 48, 76,
76, 79, 85, 103, 108
B o ğ a z k ö y ; 29,
B r a h m a p u t r a , ırmak 274,
B o ğ r a Ha n , Hanlı (Karahanlı)
Doğu Türkistan hükümdarı, 122 B r a k i s e f a l , 22,,
B r i g g s, yazar 13, 249
B o ğ r a H a n Türkistan’da Han,
B r i t i s h M u z e u m 250 h.
173,
B r o ç , bölge ve devlet 95, 350
B o ğ r a H a n (Yağan Tekin) Han­
lı, Yusuf Kadir Han’ın oğlu, B u d a , dinî önder, 40, 41, 42 h, 43,
Doğu T ürkistan hükümdarı, 44, 45, 46, 47, 48, 48 h, 49,
172 h, 189, 197.. 50, 51, 58, 59, 61, 62, 75, 77,
B o ğ r a H a n (Naşı r-üd-Din Mah- 79, 81, 82, 90 , 93, 100, 101,
mud), Delhi sultam Balaban’ın 103, 104, 109, 111, 119, 380
oğlu, Bengal valisi ve sultanı, (Sidarta’ya da bk )
299, 300, 321, 339, 349, 361, B u d a di nî , 18, 33,
361 h.. B u d i k, 77, 83, 121
B o ğ r a H a n (Şihab-üd-Din), Ben* B u d i s t , budistler, 53, 65, 71, 73,
gal sultam, 321.. 81, 83, 85, 89, 107.
Boğra Tekin (Aralan Han), B u d i z m , 48, 50, 59, 62, 75 , 76,
Hanlı (Karahanlı), Doğu Tür­ 90, 116,
kistan hükümdarı, 190, 232 (bk B u h a r a , kent, 74, 127, 132, 133,
keza Boğra Han, Yağan Te- 134, 137, 139, 159, 171, 173,
kin’e), 185, 189, 194, 197, 213, 226,
B o ğ r a c ı k , Sevüktekin’in kardeşi, 359.
134, 140 Bu H a ş a n (Bul Haşan), 234..
B o l a n, geçit, 2, Bu ! s h a k, Hanlılardan (Karahanlı),
B o m b a y , kent, 5, 396 h, 397, 402, 198 h.
430. B u k a (Büke). Türkmen başbu ğla­
B r a h m a , Anların (Aryaların) bir rından, 192.
sınıfı, 19.. B u k a I (Bukka), Viceyanagar ra-
B r a h m a , mahut, 25, 30, 31, 44, eası, 423.
111, 112, 119, 352. B u k a II (Bukka), Viceyanagar ra­
B r a h m a n , mutlak kudret, 36, 37, cası, 427..
38, 39.. B u k a l i c a r (Ebu Kalicar), Cürcan
B r a h m a n kastı (ruhban kastı), 18, emiri, 194.,
31, 46 , 81, 128 . B u 1 g a k, 308, 809, 310,
494 HİNDİSTAN TARİHİ

B u l g a k h a n e , 298. di a (Tbe), ( Kembric Hindis­


B u N a s r M üş k a n , Gazne ileri tan tarihi) 67 h, 333 h, 424 h,
gelenlerinden, 182 h, 183, 230, 432 h, 474 h,
234, Cambridge Shorter Hist­
B u n d e l k e n t , bölge, 97, 99, 113, o r y of İ n d i a ( The ) ,
166, 257, 274, 290. (Kembric kısa Hindistan tarihi)
B u r T e k i n , (Buri Tekin, Pur Te­ 67 h, 73 h.
kin), Hanlılardan (Karahanlı), C a m ı M e s c i t , 366, 397,
198, 198 h, 199, 199 h, 200, C a m i - ü t - T e v a r i h , eser, 6.
201, 204 C a m p b e l l (Sir J. M,), yazar, 88h;
B u S e h 1, Gazne’de Arız, 216.. C a n a r d a n a , 111,
Bu T a h İ r (kadı) 231, C a t (jat), Çatlar, ulus, 4, 11, 178,
B ü k t e m (bk, İhtiyar-üd-Din Bük- 179, 229, 270 h, 277 h, 329 h,
tem’e), 358,
B ü l e n t ş e h i r , kent, 163, C a t R a e, komutan, 271,
B u r h a n İ m a d ş a h , Berar sul­ C a t v a n, komutan, 270, 270 h,
tanı, 452, C a y a c a n d r a , raca, 256 (bk. ke­
B u r h a n N i z a m ş a h , Abmetna- za Cayçent’e).
gar sultanı, 401, 402, 403 , 436, C a y ç e n t, raca, 256, 257, 270, 271,
439, 440, 444, 445, 446, 448, 271 h,
449, 450 C a y p a 1, raca, 128, 129, 130, 131,
B ü r h a n - i K a t ' ı , eser, 131 h, 140, 141, 142.
249 h. C a y g i r, 339, 470, 477,
B u r h a n - ü I A r i f i n , 408.. C a z i b (bk, Arslan Cazib),
B i i r h a n p u r , kent, 402, 408, C e c a k a b u k t i , ülke ve devlet,
B ü s t ; kent ve kurgan, 70, 91, 128, 99, 130, 166, 256, 257, 274,
137, 184, 205, 212, 253, 261, C e h l e m , Celein, Celum, ırmak,
263, 264. 54, 55, 153 h.
B ü v e y h o ğ u l l a r ı (AI-i-Büveyh) C e l a l Ha n , Ludi şehzadesi, 476.
132, 135, 136, 152, 180, 184, C e l a l - ü d - Di n, Gur meliklerin­
188, 191, 194, 219, 241 den, 264.,
B ü y ü k P a g o d , mabed, 107, C e l a l - ü d - D i n F i r u z K a-
I a ( ı Delhi sultam, 300, 301,
C 302, 305, 306, 337, 348, 350,
389 (bk.. keza Firuz'a),
C a c n a g a r (Orİsa) , Ülke, 321, C e 1 â 1-ü d-D i n M en gu v e r d i ,
C a d u (Celal-üd-Din Muhammed), Harezmşah, 278 (bk, keza:
Bengal sultanı, 384, Menguverdi'ye).
C a f e r T e k i n , Hanlıların (Kara- C e 1 a I-ü d-D in Ma h r n ud , Ha­
hanlı) komutanlarından, 142, rezmşah, 260,
143. C e 1 a 1-ü d-D in M e s ud, Delhi
C a g a n a t, mabet, 108. şehzadesi, 290, 293, 294.
Ç a ğ a t a y (bk. Çağatay), C e I a 1-ü d-D in M u h a m m e d,
C a m, Cem, 333, 409. Bengal sultanı, 384 (bk* keza
C a m b r i d g e H i s t o r y o f İ n­ Cadu’ya)
DİZİN 495

C e a lI-ü d-D in R u mî , mutasav­ C i h a n g i r Han, 451,


vıf, 355, 357 C i h a n p e n a h , kent, 326.
C e I a 1-ii 1-H a k k veş-şer ved-Din C i h a n s u z (Ala-üd-Din) Gur sul­
(Şeyh), 334 tanı, 210. 239, 240 (bk. keza
C e I a l a b a d, kent, 121, 131. Ala-üd-Din Hüseyin Cihan-
Ç e l i l (Şeyh) Gazne veziri, 236, 236 suz’a ) .
h. (bk, keza Ebül Kasım Ah- C i h a n ş a h (Mirza) Karakoyunlu,
med’e),, 437, 440,,
C e I i 1 e, Hüseyin Şah Şarkî’nin C i z y e , 94, 149, 326, 330, 346.
karısı, 379, 380, C o d p u r, başkent ve devlet, 256,
C e 11 e n d e r, Cüllündür, kent, C o i n s of t h e Greck ant
148 h. C c y t h i c k i g s, . ... (The); eser,
C em (bk. cam) 69..
C e m a 1-ü d-D in H ü s e y i n I n c u C r o o k e , yazar, 95..
(İnci), 394 h. C q n d, bölge, 194..
C e m a 1-ü l-M i l l e , Gazne sultanı C u ş k a, Kuşatı hükümdar, 72,
Mesut I’in unvanı, 178, C ü n h a (Nunho da), Portekiz valisi,
C e m ş i d K u t u p ş a h , 449, 450,, 404,,
C e m n e (Cemnu, Cumne), ırmak, C ü r c a n, bölge, 137, 150, 180, 184,
5, 41, 56, 84, 90, 99, 117, 149, 191, 194, 197, 200, 226„
163, 163 h, 164 h, 270, 270 h, C ü r c a n i y e , kent, 155.
283 , 297, 324, 331, 339, 377, C ü z c a n , Cü z e a n a n , bölge, 138,
379 144, 212.
C e m u, kent ve bölge, 258. C ü z r, 96..
C e n a, Cina, dinî önder, 40, 51,
C S v e y n î, yazar, 296 h.
53, 81, 104, 109 (bk. keza
Vardamana ve Mahavira’ ya),,
C e n g i z , 239, 408, 443 h (bk.. ke­ ç
za Tengiz'e).
Ç a g a n i y a n , kent ve bölge, 172,
C e v h e r , Racputiarın intihar gele­
784, 189. 191, 194, 196, 199,
neği, 129, 395, 399.
236,
C e v n p u r , kent, 320, 330, 332, Ç a ğ a t a y (Çağatay), 7, 286, 287,
377, 378, 380, 383, 384, 390, 296, 313, 315, 323
392, 410, 474, 475, Ç a ğ r ı B e y D a v u d , Selçuk, 186,
C e y h u n , ırmak, 9, 13, 54, 86, 193, 198, 199, 200, 201, 203,
132, 136, 139, 143, 144, 145, 204, 205, 206, 207, 208, 208 h,
152, 153, 171 h, 172, 173,174, 210, 230,
175, 176, 184, 189, 190, 191, Ç a h u m a n a , oymak, 95 (bk„ keza
193, 194, 196, 199, 201, 205, Çavhan'a)..
211, 212, 225, 227, 229, 253 h, Ça k , Çek, oymak ve hanedan, 412..
261, 300, 371 Çakarvartin, 257..
C i b a l , İran'da bölge, 185, 191, Ç a k r a De o, raca 258.
200 , 202 - Ç a 1 a k y a, hanedan, 89,
C i h a d (Cihat), 134, 136, 214, 225, Ç a m p a n ı r , kent ve kurgan,394 h,
239, 259, 406 , 426.. 395.
C i h a n (bk.. Hoca Cihan Türk'e) Çanap, ırmak, 84,
496 HİNDİSTAN TARİHİ

Ç a n a k y a (Kotilya), Brahman 56, Ç e y t a n i y e , dinî önder 353, 357


57.. Ç i l g a n ( K ı r k l a r ) , 283 h (bk
Ç a n d B i b i , Hüseyin Nizamşah’ın keza Kirklar’a),,
kızı, 451.. Çi n, Ç i n l i , 5 1 , 5 8 , 6 4 , 6 8 , 6 9 ,
Ç a n d Ha n , Gücerat şehzadesi, 72 h, 73, 74, 75, 77, 89, 92,
402 100, 215, 223, 241 273, 286,
Ç a n d a r R a y , raca, 165 3 2 3 ,3 2 6 ,3 3 6 ,3 7 0
Ç a n d e l (Çandela), hanedan, 99, Ç in F a ğ f u r u 103
130, 166, 256, 274.. Ç i n H i n d i s t a n ı, 4 (bk.. keza
Ç a n d r a d e v a , raca 255, 256. Hindi-Çini’ye)
Ç a n d r a g u p t a , Morya devletini Ç i t o r, kent, kurgan, devlet 310,
kuran hükümdar, 56, 57, 63 311, 314, 315, 38/, 399, 399 h,
(bk keza Sandro-Kottos'a). 403, 476
Ç a n d r a g u p t a I, Gupta devle­ Ç i t r a 1, bölge, 54
tini kuran hükümdar, 83. Ç i t t a g o n g , kent, 386.
Ç a n d r a g u p t a II, Çandragupta Ç o k t a n r ı c ı l ı k . l l l
I in torunu, 79, 84, 85 Ç o 1 a, ülke ve devlet 63, 101, 102,
Ç a r a k a, tıbbî yazar 76 104, 106, 107..
Ç a r i k a r, kent, 54. Ç u k a n i (bk. Beytekin Çukani’ye).
Ç a ş t a n a, Saka hükümdarı, 78, Çuksa, kent veya bölge, 66..
Ç a t g a o n (Çittagong), kent, 386
Çavhan, oymak, 95, 98, 256, 260, D
269, 270, 270 h, 362. D a d B e y , Dad Beyi, 301, 340..
Ç a v I (Kolaba), liman, 397, 453. D a’v e t, 151
Ç a v 1 u k y a, oymak, 95 , 98, 102, D a h i r, Sint hükümdarı, 93,94..
103, 104, 105, 106, 107, 108, D a k k a n, 102 h (b.. Dekken’e),.
257.. D a m a n , liman, 394.
oo

a V u Ş , 341. D a m a g a n Ş a h ( Giyas-üd-Din ),
e c ö, Ç e h c u K i ş i l i Ha n, 301, Ma’ber sultanı, 415
348 D a m g a n , bölge 150..
ooo

e Ç, hükümdar, 70, 93.. D a n a-N a n d a , kral, 56.


e Çn a m e, eser 70, 92, 93. D a n a m c a y a , bilgin, 98.
e d i, ülke ve devlet, 98, 99, 100, D a n g a , kral, 199.
256 D a n i k a , bilgin, 98
ooo

e 01 b e 1 (Çambal), ırmak, 84,, D a n t i d u r g a , ki rai, 103


e a a b, Çanap, ırmak, 55, D a r (Dhar), başkent, 388..
e Qd, Ç e n t B a t , yazar, 95 h, D a r-ü 1-H a r p, 228
257. D a r ü î-i s t i f a, 222.
o y o o

e n d R a s a, eser 257, D a r a , kral 53.


e n d v a r, yer ad», 271. D a ra Ş ü k u h, Gurkanlı şehzadesi,
e ö 8“i, Raca 163 . 34, 34 h, 35.
e r a> devlet 104, 106 (bk. keza D a r m a p a t a , kral, 100.
Karala’ya). D a s T ü r k e n v o l k , eser, 6
o o

265, 275, 277, 447. D a s a V a r n a , 19


e î t e l , para 351, 368,, D a s a r a t a , kral, 113,
DİZİN 497

D a s g u p t a, yazar, 26 h, 30 384, 386, 383, 390, 391,


D a s y a, 27,. 393, 394, 396, 401, 402, 408,
D a v a r, kurgan, 25.3. 415, 416, 418, 420, 421, 423
D a v u d (Ebü l-Feth), Multan eımiri, h, 424. 426 h 427, 428, 429,
142, 149. 431, 433, 638, 438 h. 439,
D a vı ı d B e y ç ağrı , Selçuk 441, 442, 443, 444, 446. 448
beyi erinden, 195, 207 (bk, ke- 451, 452, 453
za Çağrı Bey'e D e k k e n i y a n, 428, 429, 430, 431,
D a v u d Şa h, Gücerat sultani, 393. 432, 433. 434, 435, 436, 442,
D a v u d Şa h, Behmenli sultanı, 450, 454,
424, 425. D e m e t r i o s, kral 64
D e b i r, 341,. D e nd a k a n , (Dendanakan), kent,
D e b u 1, liman 93, 94, 258 h, (bk,. 20.3, 205,
kezaı Dibal ve Dival' a),. D e o g a r h, başkent 104, 105 (bk
D e h i s t a n (Dihistan), bölge, 143, keza Deogir, Devagiri ve De v-
195, 236 letabad'a).
D e 1 b i (Dehli ), başkent, 2, 3, 13, D e o g i r, başkent, 302, 303, 304,
14, :31, 84i, 96, 105, 116. 146, 314, 315, 320, 324 (bak. ke*a
163 h, 164 h. 184 197, 205, Deogarh, Devagiri ve Devlet-
206, 235, 257, 258, 260, 264, 266, abad’a)
269, 270 h, 271, 272 273, D e r a bö'ge 155
276, 277, 278 279. 280, 281, D e r b a r ı - M a h m u d î , 281
282, 28.3, 283 h, 285, 287, 288, D e r b a r ı - S a n c a r i , 281.
289, 290, 291, 292, 293, 295, D e r b a r i - Ş e m s İ, 281,
296, 297, 298, 299, 302, .303, D e r y a H an L ıı d i 469
305, 307, 308, 311, 313, 314, D e r y a H an T ü r k , 431 432
315 316, 317, 318, 320, 321, De r y a I m a d ş a h , 419, 452
322, 323, 324, 325, .326, 327, D e v a g i r i, başkent, 104 105 (bak.
328, 329, 330, 331, 332. 333, keza Deogarh, Deogir ve Dev-
335, 336, 337, .346, 358. 359, letabad’a).
361, 362, 363, 364, 367, 369, D e v a 1 De v i , 314,
377, 378, 379, 380, 381, 382, D e v a l R a n i - H m r Ha n , eser,
384, 387, 388, 389, 390, 391, 314 ( bk keza Aşika’va).
392, 397, 400. 401, 403, 408, D e v a p a 1 a, kıra), 97, 100,
409, 410, 411, 415, 416, 418, D e v 1 e t H a n 1. u d i. 334,
421, 422, 426, 427, 428, 454, D e v ! e t a b a d, başkent, 104 105,
469, 470, 471, 472, 473, 474, 302 324, 325, 390, 401, 417,
476, 418, 420, 423, 432, 435, 436
De k k e n (Dekkatı),. ülke , 3. 5, 57, (bk keza Deogarh, Deogiır ve
63, 79, 82, 83, 84,, 89 97, Devagiri’ve).
98, 100, 101, 102, 103, 104, De v r i - A I a i, 306,
105 105 h, 106, 107, .114, 154 h, D e y 1 e m 1 i, 154,.
302 303, 304, 310, 314, 316, Dh a r m a (Darma), 60, 61,
320, 322, 323, 324, 325, 327, D il5 a l (Dival), liman, 258 (bk. keza
328, 329, 333, 337, 349, 365, Debul'a).
Hindistan 7 ar i ini ,32
498 HİNDİSTAN TARİHİ

D i b a 1 p u r, kent, 318, 334 h, 335, £


350, 377, 472,
D îe R e n a i s s a a c e d a s İ s l â m , Early History of I ndi a
eser, 241, (The), eser, 69 h, 72 h„
D i h k a n (Dehkan), 195, 236. E b u A b d u l l a h T a y i, Gazne
D i l a r e r Ha n (Gurlu), Malva komutanı, 144,,
valisi, 333, 387, 389,, E b u A h m e d N a s i h î (kadı), 238,.
D i m ş i k i (şehzade), şair, 320. E b u Al i , Gur hükümdarı, 149.
D i m n e (bk„ Kalİle ve Dinme’ye) E b u Al i , Gazne beyi, 206,,
D i n a c p u r, kent ve devlet, 383, E b u A l i H a ş a n , Gazne veziri,
D i n a r , para, 150, 164, 177, 221, 183 (bk„ keza Hasenek’e),,
233, 347, 366. E bu A li M u h a m m e d S i m c u r
o ğ l u , Saman oğlu devleti
D i o d o t o s, kıral, 64
beyi, 132, 136,
D i r h e m , para, 148, 242, 398 h
E b u B e k i r , Delhi beylerinden, 289.,
D i r h e m i Ş a h î, para, 129.
E b u B e k i r M u h a m m e d, İbni
D i v a n ı * Ar z , 220, 223, 340, 360,
Mahmaşad, Kerramiyeden, 162,
D i v a n ı - İ n ş a , 220, 340..
163„
D i v a n ı - L u g a t-i t-T S r k, eser,
E b u B e k i r S ı d d ı k , ilk halife,
6, 69, 71 h, 76, 144 h, 284 h..
307,
D i v a n ı - R i s a l e t , 220, 230, 235, E b u ı s h a k . Hanlılardan (Kara*
340„ hanlı), 199 h.
Divanı-Şugulu-lşrafi- E b u K a l i c a r ( Bukalicar ) Cür-
M e m l u k a t , 222, 233,, can emirİ, 194, 206,,
D i v a n ı V e z a r e t , 340,. E b u N a s r F e r i g u n i , Cüze anan
D i v i 11 a r, 230 valisi (emirİ), 144
D i u, liman, 402 (bk,, keza Benderi- E b u R e y h a n el Biruni, bilgin, 71
Dev’e), (bk, keza Birunî’ye),
D o w, yazar, 249,, E b u S a i d (sultan), Timur oğul­
larından, 390,
D r a v i t , ırk, 4, 5, 7, 8, 24, 25,
E b u T a l i b ( 4 üncü Halife Ali’­
105, 105 h, 114, 114 h,
nin babası ), 70 h
D r a v i t ( i l k \ proto-Dravit, 8, E b u l A b b a s , Gur sipehsaları,
D r a v i t ’ t e n ö n c e (Pre-Dravİt), 7„ 253, 254
D a r a r i , oymak? , 70, E b u l A b b a s F a d l , Gazne veziri,
D u r b a ş, 277,, 150, 183, 222, 236,
D u r t a b a v a r d a n a kıral, 98. E b u l A b b a s T a ş , Gazne komu­
D u r m u ş a n i , Durmuşi, Gur ve­ tanı, 132 (bk„ keza Taş’a).
ziri, 262.. E b u l - F e t h D a v u d , bk, Davud
Du a b , bölge, 297, 324, 325,339, E ul Feth e..
344 E b u l F e t h M e v d u d, Gazne
D i i r r a n i , Afgan ( Afganlaşmış ) sultanı, 205 ( bk. keza Mev-
oymağı, 6 (bk. keza Abdalİ’ye), dud’a )„
Dürrüd-Dürran, Ahmet Şah E b u l - F e t h M u h a m m e d , Del­
Baba Abdaîi’nin unvanı, 6. hi sultanı, 323 (bk,, keza Muham
D v a r k a, bölge, 395" med Tuğiuk'a).
DİZİN 499

E b u l F e v a r i s ( Şeref-üd-DevIe), E m i r - Ü I - M ü m i n İ n , 181, 261,,


Büveyh oğlu, 132,, E n ’ a m, In’am, 226,.
E b u l H a r i s , Saman oğlu, 136. E n d a z e , 379 h„
E b u l H a ş a n Al i , Gazne sultam, Endhud (bk. Andhuy’a).
206, 207, E r c a n (Arcan) , raca, 166, 169.
E b u l H ü s e y i n S i m c u r oğl u, E r g a n d a b (Ergandap), 128 h,
Saman oğlu devleti beyi, 132. E r k u l u Han, Delhi şehzadesi,
E b u l K a s im S i m c u r oğl u, 301, .306, 348,,
Saman oğlu devleti beyi, 136, E r m e k, e r e n, v . s., 37, 38, 40,
137.. 43, 48
E b u l K a s ı m A h m e d (Şems-ül- E r m e n i s t a n , 215,.
Kuffat), Gazne veziri, 150, 183, E r t e k i n, Gazne beylerinden, 205.
236 {bk, keza Çelil ve Şems- E r y a r u k, Gazne beylerinden, 192,
Ül-Kuffat’a),. 200,
E b u l M e c d M e c d u d , Sufi, 238, E s e d H a n L a r i l ü r k , Bicapur
255 (bk keza Hâkim Sanai’ye). beylerinden, 443, 445, 446, 448,
E b u l U l a (kadt), 242 h.. 449, 450 (bk,. keza Hüsrev’e).
E c m i r , kent, 98, 148, 256, 258, E s k i H i n t T a r i h i , eser, 42 h,,
259, 260, 270, 270 h, 272, 288, E ş i k M e 1 i k’î, 341,.
291, 389.. E ş k a 1-ü l-B i 1a d, eser, 212,,
E d i r n e , kent, 404.. E t e k (Atok), kurgan, 140 h..
E g e d e n i z i , 54„ E t e v a, bölge, 271 h,. 272, 289, 298,
E h 1 i *■K i t a p, 94,, 299, 302 (bk keza Eved’e).
E k a, 30. Eved (Oud),
E k b e r G u r k a n, Hindistan padi­ E v o l u t i o n d e l’H a m a n i t e
şahı, 10, 34, 306, 358, 408, 414, (L’)t eserler zinciri, 73 h.
E k b e r n a m e , eser, 414,
E l e n , 23,, F
E l i i Ot, yazar, 70 h, 96 h, 212 h,
279 h, 348. F a-H i e n, Çinli hacı, 85,
E 11 i ç p u r, İlliçpur, kent ve bölge , F a d 1-U İ l a h I ocu, Behmenli Dev­
303, 304, 314, 420, 436 leti Veziri, 425, 427.
E 1 1 o r a, kent, 103, F a h r-îi d-D e v l e , Büveyh oğulla­
E l m a s B e y U l u ğ H a n , Delhi rından, 132, 135„
beylerinden, 301, 305, F ah r*ü d-D i n-H a n, Bengal beyle­
E l v e r , kent ve bölge, 241, rinden, 382,
E m e v i y e c a m i i , 239., F a h r-ü d-D in C a vna, 318, Mu-
E m i n - ü 1- M i 11 e, Sevüktekin oğ­ hammed Tuğluk’un gençlik adı.,
lu Mahmud’un unvanı, 138„ F a h r-ü d-D in G ö ç i, Delhi beyle­
E m i r H ü s r e v (bk.. Hüsrev’e) rinden, 301..
E m i r - i Ha c , 169. Fahrüd-üd-Din Mes’ud, Gur melikle­
Em i r - i K u h, 341.. rinden, 252, 254, 263.
E m i r «i L e ş k e r , 133, F ah r-ü d-D i n M ü b a r e k ş a h , ya­
E m i r - i Ş e h r , 340. zar, 6, 144, 208 h, 263, 264,
E m i r - i Ş i k a r , 340,. 369, 371
500 HİNDİSTAN TARİHİ

F a hr - ü l - Mül k , Behmenli dev­ h, 238 h. 270 h, 303, 313, 330,


leti beylerinden, 433. 334 h, 357, 362, 385 h, 391,
F a i k , Faik-ül-Hassa, Saman oğlu 400, 400 h, 407 h, 408, 411,
devleti beylerinden, 132, 133, 412, 414, 419, 420 h, 423 h,
134, 136, 137, 138. 424, 424 h, 425 h, 426, 426 h,
Fars, Farslar, Farsc?, 132, 384, 429, 431, 432, 437, 443 h, 444
213, 215, 230. 251, 361, h, 452, 452 h, 474 h, 476.
F a r ti k î, şair, 177 h 178 h. F i r u z Iran şahı, 86.
F a r u k î, Handiş hanedan ve dev­ F i m i (Riikn-ud-Din), Delhi sultam,
letinin unvanı, 333„ 282, 288.
F a s i h i (Fasih-üd-Din A hmed) , F i r u z (Şems-üd Din) , Bengal sul­
tarihçi, 209, 251 tanı, 321,
F a t ı m î H a l i f e , 170, F i r u z (Tac-üd”Din'lJ Behmenli sul­
F e g e 1i s, Fegeus, 55., tam, 424, 425, 427, 428,
Felemenk, .369. F i r u z K a î a ç (Celâî-üd-Din) , Del­
F e n a k e t i (tarİh-i), eser, 293, hi sultanı, .344, 347 (bk. keza
295, Celâl-üd'Din F'iruz Kalaç’a),
F e r a v e, kent, 159, 195, 201, 236. F i r u z Tuğduk, Delhi sultanı, 329,
F e r g a n a, Ülke, 171.. 330 331, 334, 359, 363, 364,
F e r h a t - ü l - M ü l k , Gücerat va­ 367, 368, 382 383, 387, 391, .
lisi, 391, 392. 408, 422 423, 425, 475.
F e r i g u n (Al-i), Ciizcanan hane­ F i r u z a b a d , kent, (Delhi yakının­
danı, 138. da), 330, 363, 364..
F e r i d - ü d - D i n Gene Şe ke r F i r u z a b a d kent, (Dekken’de),
(Şeyh). 359 427.
F e r m u ! i, oymak ve hanedan, 470 F i r u z - K u h, kurgan, 252, 258,
264, 266.
F e r r u h î, şair, 236
F r a n s a , 306.
F e r r u h z a d , Gazne sultanı, 205,
F r a n s e s k o (Francesco da Aimar
207, 207 h, 208.
Fersah, 379 h„ ida), Portekiz valisi, 397.
F i r e n g i y a n , 423
F e t h Şa h, Bengal sultanı, 385 (bk.
keza İndie Han’a), F r o m R a m a n a d t o R a m T i-
r a t h, eser, 352 h, 353 h,
F e t h Ş a h , Keşmir sultanı, 412
355 h.
F e t h - Ul l a h î ma d- ül - Mül k,
F r y e (Richard N,), yazar, 213 h,
Behmenli devleti beylerinden,
F u 1 a d i, bk.. Tuğluk Şah Fuladİ'ye.,
432, 435, 436, 441,
F ü t u h a t - ı F i r u z Ş a h i, eser,
F e t h a b a d , kent, 330 347 ;
F e v a i d-ü I-F e v a d, eser, 360.. F ü t u h - ül- B u l d a n , eser, 70h.
F e y z a b a d , kent, 85,
F i 1 i p (II İnci), Ispanya kıralı,
G
369,
F i r d e v s i, şair, 211, 236, 237, G a h a r v a r , oymak, 255; 256, 257,
F i r i ş t e (Molla Ebül-Kasum Hindu G a I z a i, Ghalzai, oymak, 6, 471.
Şah) , tarihçi , 13, 96, 141 h, G a n d a, kıral, 99, 100, 130, 166,
153 176 h, 205 h, 208 h, 236 167, 168, 169, 256.,
DİZİN 501

G a n d a r a, bölge, 77, 86, 93, 121. 154 h, 164, 167, 169, 171 h,
. G a n d a v a d ı , kent, 108 175, 175 h 179 h, 181 h, 225,
G a n g a , Gangalar, hanedan, 108 225 h, 227. 229
G a n g e y a d e v a , Çedi de Kalaçur G e r m s i r, bölge, 12, 131, 205, 249,
hanedanından hükümdar, 256 255..
G a n e ş, raca, 378, 383, 384. G i 1 c a i, oymak. 6, 333 h, 471 (bk.
G a t d a ğ l a r ı , 3, 82, 396 h. keza Kalaç ve Galcaİ ye)
G a r c i s t a n bölge, 150, 253, 255. G i y a s - üd - Din, Malva’nın Kalaç
G a r i b a n , 423, 429, 430, 431, 432 sultanı, 390.
433, 434, 435 436, 437, 442, G ı a s-ii d-D i n. Dekken’in BehmenH
443, 448, 450 454,. sultanı 424
. G a u r, kent, 101, 365, 384, 385 (bk. G ı y a s-üd-Din, ( Hüsam - üd - Din
keza Laknavti’ye), İvaz), Kalaç beyi, Bengal sul­
Ga z a , G a z i, Gazilik, 131 138, tanı, 280,
140, 197, 225. G ı y a s-ü d-D in B a h a d ı r , Ben­
G a z i Me l i k , 313, 318 (bk G ıyas- gal sultanı, 381, 383,
üd*Din Tuğ'luk’a). G ı y a s-ü d-D in B a l a b a n , Delhi
G a z i Ş a h , Keşmir sultanı, 413 sultanı, 284 h (bk keza Bala­
Ga z n e, Gaz niu, Gazn eliler, kent ban Ulug Han’a)
ve devlet, ıo( 12, 75, 8fii, 91, G ı y a s-ü d-D in M a h m u d, Gur
9.3, 94, 95, 97, 98, 127, 128, sultanı., 263, 264, 265, 275.
129, 131, 133, 134, 135, 138, G ı y a s-ü d-D in Ma h mu d , Bengal
139, 140. 141, 142, 143, 147, sultanı, 387,
148 L52 153, 155, 156 h, 157,
G ı y a s - ü d - D i n Mu h a mme d ,
159, 161,. 162, 163 164, 165.
(önce Şems-üd-Din),Gur sultanı,
168, 169, 172, 176, 177, T77 h.
10, 252 , 253, 254, 255, 260,
180, 181, 183, 184, 185, 186,
261, 262, 263, 274, 282,
187, 188, 191, 192, 195, 197,
198, 200 202, 203, 204, 205, G ı y a s-ü d-D i n I u g 1 u k, Delhi
206, 207, 208 210, 211, 212, sultam, 313, 317, 318, 319, 320,
213, 214, 215, 216, 219, 222, 321, 322, 331, 337, 342, 343,
223, 225, 226, 227, 229, 232, 350, 362, 365, 368, 381,
235, 236, 237, 238, 239, 240, G i b b s M e m o r i a l , eserler zinciri,
241, 242, 242 h,, 243, 252, 255, 92 h
257, 258, 260, 261, 263, 264, G i I a n. bölge, 184, 441.
265, 266, 270, 274, 276, 277, G i r n a 1, G ı r n a r , kurgan, 394,
278, 282, 286, 287, 291, 313, .394 h..
336, 366, 389, 408, 410, 411.. G 1o t z (G ), tarihçi, 54 h
G e n c e, ırmak ve ova , 1, 2, 3, 5, G o a, kent ve liman, 102, 386, 396h,
17, 31, 41, 51, 53, 55, 56, 65, 404. 430, 432, 441, 442, 453,
74, 75, 80, 84, 90. 95, 97, 99, G o b i n d S i n g h , dinî Önder, 348,
107, 108, 117, 149, 163 h, 166 h, G o d a v a r i , ırmak, 59, 82, 89, 102,
176 h, 209. 269. 292, 297, 299, 108, 114.
301 h, 324 .332, 339, 378., G o k a l a, kurgan, 407 (bk, keza
■G e r d i z i , (Ebu Said A bd-ül-Hay).. Bender-i Türk ve Villa dos
tarihçi, 137 h, 145 147, 151 h, Rumes’e),
502 HİNDİSNAN TARİHİ

G o 1ko n d a, kent, 436 (bk,. Gülken- 239, 249, 249 h, 250, 251, 252,
de’ye).. 254, 255, 257, 259, 260, 261,
G o n d, oymak ve ulus, 426. 262 , 264, 265, 266, 269, 274,
G o n d v a n a , bölge, 403, 425 275, 366, 371, 387, 408, 410,
G o p 'a la , kıral, 100,. G u r c a r, 95 (bk.. Gucar’a).,
G o t a m i p u t r a , kıral, 78, 79, 82. G u r k a , ulus ve oymak, 11,99.
G o t r a, 14.. Gurkan, Gurkanlı, Timur
G o u r (Sir H. S,), yazar, 44 h, 47, oğullan, 335, 408, 409, 414;
48, 436, 443 h, 454, 476,
G o v İ n d a III, Raştrakuta devleti G u r r e t - ü l - K e m a l , eser, 301.
kırallarından, 103,. G u r u, 358,
G o v i n d a Da s, yazar, 109 h. G u z ( O ğ u z ) , oymak ve ulus, 12,
G o v i n d a ç a n d r a , kıral, 256. 73 h, 88, 371, 391,
G ö ç î (F a h r-G d-D i n), bk, Fahr- G u z a n a, 73 h.
üd-Din Goçi'ye< G uz a r (Guz ve Gucar), 88, 95,
G ö k t a ş , Türkmen başbuğlarından, 96,
192., G u z a r a t, (Gucerat), 88..
G ö k t ü r k d e v l e t i , 69, 87, 92. G u z g a n a n (Cüzcanan), 219,,
G r a n t S a h i p , kutsal kitap, 352.. G u z r (Guz, Guzar, Gucar), 96.
G r e e n v ı c h (Grinviç), kent, (ra­ G ü l ( Melik), Delhi beylerinden,
sathane), 79, 417.,
G r e k , U İ U 9 , 20, 55.. G ü 1b e r g e, kent, 365, 418, 420,
G r e k O' B u d i k, üslûp, 77, 121. 423, 432, 449
G u c a r, Guc arlar, ulus, 88, 95, 96, G ü 1k e n d e, kent ve devlet 436,
96 h, 98, 102, 130, 164, 255, 437, 438 h, 443, 448, 449.
256, 269, 351, 391, G ü l ş e n i İ b r a h i m i, eser, 13„
G ü c e r a t, ülke ve devlet, 3, 68, G ü n e ş ma b u d u , 104
78, 82, 83, 88, 97, 98, 105, G ü r b ü z , oymak, 15.
149, 208, 257, 270 h, 272, 297, G ü r c ü , ulus, 443, 443h,
299, 306, 314, 315, 323, 328, G ü z i d e (Tarihi) eser, 151 h, 175 h.
332, 333, 350, 365 , 378, 386, G v a 1 y o r, kent ve kurgan, 97,
387, 388, 389, 390, 391, 392, 146, 166, 168, 169, 184, 272,
393, 394, 396, 397, 398, 399, 2 7 6 ,2 7 7 ,2 8 1 , 294, 304, 379,
400, 401, 402, 403 , 406, 408, 388, 389, 476,
416, 418, 420, 425, 426, 427,
428, 431, 440, 441, 446, 447, H
475..
G u c e r a t , kent, 88, H a b e ş , ulus, 153, 285, 380, 384*
G u c r a n v a l a , bölge, 88. 386, 391, 433, 437, 443, 446.
G u i m e t (Musee), 73 h.. H a b e ş i s t a n , ülke, 215, 429.
G u m - R e h a n , kent ?, 263,, H a b İ b, bk. Muhammed Habib’e.
G u p t a , hanedan ve devlet, 79, 83, H a b i b - U l l a h Ha n, Afganistan
84, 85, 86, 88, 99, 100. emİri, 240.
G u r, ülke ve devlet, 10, 12, 75, 98, Ha c , 169, 170, 191,
131, 131 b, 149, 150, 151, 168, H a c c a c, Emevilerin valilerinden*
180, 184, 205, 209, 210, 211, 93
DİZİN 503

H a c ı M e v l â , Delhi beylerinden, 144, 152, 155, 156, 157, 159,


308., 196, 197, 198, 227
H a c i b, Hacip, 200, 233. H a n s i, kent ve kurgan, 197, 205,
Ha e k i n (J) Haken, yazar, 73 h 206, 260, 292, 325,
H a e ı p u r, kent, 387, H a n u m a n, efsanevî kişi, 115,
H a ç l ı l a r , Haçlı seferleri, 228, H a r a ç , 223, 345 h
240., H a r a p a, kent harabesi, 8, 21, 22,
Hadikal-üI-Hakikat, eser, 23, 25, 27,,
238, 354, H a r d a t, raca, 163.
H a d i s , 357,. H a r e z m, ülke, 143, 155, 156 h, 157,
H a d i y e, Adilşahlar’dan, 452.. 158, 159, 160, 161, 162, 163,
H a f i H a n , tarihçi, 407 h, 419, 184, 191, 193, 194, 215, 216 h,
424 h, 442. 225, 226, 230, 238, 266,,
Haf ı z, , şair, 383, 424,
H a r e m ş a h , unvan, 135, 156, 157,
Hak, 346.
158, 161, 162, 188, 190, 193,
Ha k a n , 206.. 194, 201, 210, 216 , 222, 224,
H â k i m b i E m r-Ullah (El), Fatimî 226 , 227, 235, 238, 254, 260,
Ha l î f e , 151, 261, 262, 265, 266, 278,
H a l e f , Seyistan hükümdarı 137, 140, H a r i, mabut, 354,
H a l i f e , 140, 152, 152 h, 156, 178, H a r i R a c a , 270, 271.
180, 186, 188, 190, 191, 196, H a r i h a r a II, Raca, 425.
202, 218, 239, 261, 280, 281, H a r i t a d a r, 340,
302, 316, 420, H a r ş a , imparator, 88, 89, 90, 91,
H a l i f e t-ii d-Dar, 190,. 93, 95, 100, 101. 102.
H a l i s e (Arazi*i Halise), 309, 312, Ha r u n , Harezmşah, 190, 193, 194,
339, 345, 346, 347, 201,
Ha >n ad an, Hemedan, kent, 180, H a r u n - u r - R e ş i d , halife, 92,
184, 192, 437, 250,,
H a r v a r , yük, 263, 263 h..
H a m i l Ha n , Delh’ide vezir, 473.
H a s h a e i b, 340,
H a m m a r (bk.. Aziz Hammar’a).
H a ş a n ( Kntb-üd-Din el ), Gur
H a m z a, Bengal sultanı, 383.
emiri, 249, 251 h.
H an C i h a n , Malva nm Kataç bey­ H a ş a n (Meymendfi), Gazne veziri
lerinden, 389, 394, bk. keza Ebül Kasım Ahmed’in babası,
Mugis’e (Melik),, 183,
H a n d a n , Harezmşah, 194, 201. H a ş a n (Emir), şair, 299..
H an d iş , Handeş, devlet, 303, 333, H a ş a n (Halef), Behmenli devleti
393, 397, 399, 401, 402, 406, beylerinden, 428.
407, 407 h, 408, 425, 426, 430, H a ş a n (Seyyid), şair, 238,,
442, H a ş a n (Uzun), Akkoyunlu hüküm­
H a n e f î , Hanefilik, 238, 239, 261, darı, 437.
359, H^a s a n B a h r î Nizam-üî-
H a n l ı , Hanlılar, devlet-i Haniye v, Mü l k (Melik), Nizamşahlar
s, «Karahanlılar» devleti ve ha­ devletinin kurucusu, 428, 432h,
nedanı, 132, 134, 134 h, 135, 424, 435, 436,,
504 HİNDİSTAN TARİHİ

H a ş a n K a n k u Zafer Han, Ala H i c r e t , tarih başı, 66,


-üd-Din Behmenşah, Behmenli H i S m e n d, Hılment, 128 h,
devletinin kurucusu, 418, 419, H i m a l a y a d a ğ l a r ı , 1, 4, II,
420 84, 99, 163, .328,
H a ş a n K a r l u k ( Seyf-ud-Din ), H i n a y a n a, mezheb, 76, 96.
Karluk başkanlarından, 282, H i n d a İ, Keşmir sultan*, 411.
287, 289 H i n d i di l i , 351, 361.
H a s e n e k Gazne veziri, 170, 183 Hiİ n d i ■■Çi ni i. 51 (bk, kezaı Çin
(bk keza E bu Ali Hasan’a). Hindistanı’na)..
H a s s a (Arazi i), 340.. Hii n d u, 14, 15, 16,, 18, 24, 71., 82;
H a s s a He y l , askerî birlik, 421 85, 94, 96. 97, 98, 103, 108,
H a s t i n a p u r a , kent, 31, 116 ı ı ı , 112 147, 148, 154, 167;
H a v a 1 i-i D e l h i , bölge, 339, 344, 259, 280, 281, 283 287, 290,
379.. 292, 295, 297, 298, 304, 309;
H a y a t i 1 e, ulus 86 (bk.. keza
310, 316, 3î8, 325, 326, 331,
Akhunlar’a).
332, 345, 380 451, 452, 453i
H a y b e r, geçit, 2,.
H a y d a r Mi r z a , tarihçi (Keşmir Hii n d u - K u ş d a ğ 1 a n , 1, İ h, 2,
hükümdarı) 413 7, 9, ıo ;12, 13, 54, 57, 62 63,
H a y d a r a b a d , kent, 94.. 64, l59, 75;, 86, 91, 131, 143,
H a z a n ç ı, 420. 203, 212, 216, 278, 286, 300,
H a z a r d e n i z i , 74, 143, 194, 197, 370, 371.
212, 412 Hi n d u - Ş a h î, hanedan, 93, 128,
H a z a r T ü r k l e r i , 88, 95, 391,. 146, 167
H â z i n , 341. Hİ S t Oi 1r e G r e e q u e, eser, 54 fa.
H a z i n e-i-A s 1, 222.. Hi n t * A v r u p a ırk veya tipi, 4,
H a z i n e-i-H a r c, 222 5, 7,, 25, 73 h.
Hazrat A m i r H u s r a v o f H i r a c, bk- Hari racaya..
D e l h i , eser 356 h H ı r i s t i y a n , Hıristiyanlık, 48,62,
H e r a k 1 e s, mabut, 110.. 94
H e r a t , kent 2, 6, 9, 53, 65, 131 H i s a r F i r u z e , kent, 330, 331,
h, 132, 134, 137, 142, 143, 149, 472,
184, 185, 196, 201, 202 219, H i u e n - T s a n g , Çinli hacı ve
249, 251, 252, 253, 255, 261, yazarı, 89, 90, 91, 100..
313, H o c a C i h a n , Şarkîye devletinin
Hezar d i n a r ı , 315 (Kafur ve kurucusu, 377, 383 (bk.. keza
Melik Naib’e de bk).. Server’e , melik).
H e z a r e 1 e r.ulus, 11. H o c a C i h a n Delhi beylerinden,
H a z a r e s p . kent, 159. 407.
H i v a Ha n i , 54 h. H o c a C i h a n Tü r k , Beh menli
H ı z ı r Ha n, Delhi şehzadesi, 314, devleti beylerinden, 430, 431,
315, 316 43.3, 437 (bk,. Melik Şah Türk’e).
H ı z ı r Ha n, Timur’un Hindistan’da H o c a C i h a n , Parende beyi, 437,
genel valisi, 332, 334, 335, 337, 441..
410 H o c a S e f e r Hüdavend Han, Gü-
H i c a z , ülke, 92, 404, 406.. cerat beylerinden, 407,
DİZİN 505

H o c e n t, böige, 54 h, H ü s a m-ü d-D in O ğ u l B e y , Ay-


H o m e r, şair, 113, 116 bey’in Doğu valisi, 271,.
H o r a s a n , 24, 54, 63, 64, 74, 132, H ü s e y i n A r g u n , Sint hüküm­
133, 134, 135, 136, 138, 139, darı, 416
142, 146, 148, 149, 150, 158, H ü s e y i n B a y k a r a (Timur oğ­
162, 170, 172, 175, 176, 179, lu), 403 b, 409.
184, 185, 187, 188, 191, 192, H ü s e y i n N i z a m ş a h , Ahmet­
193, 194 196, 197 198, 199, li agar sultanı, 450, 451, 452,
200, 202 203, 205, 206, 207, 453
208 212, 214, 215, 223, 241, H ü s e y i nŞ a r k ı , C evn p u r sultanı,
243, 250 253, 260, 261, 288, 379, 380, 390, 475,
295. H i i s r e v II, Iran hükümdarı, 102,
H o r a s m ' ı Ha n (Hiva Hanı) , 54. H ü s r e v ( emir ) , şair, 299, 301,
H o ş g e I d i Ak a , Bicapur beyle­ 314, 323, 348, 355, 359, 370,
rinden, 445 371,
H o t a n , ülke, 75, 86, 143, 144, 152
H ü s r e v (melik), Sevüktekin soyn-
H o y s a l a h a n e d a n ı , 104, 105,
dan son hükümdar, 211, 255,
314,
258, 260
H u n, Hunlar, Huna, ulus, 64, 88,
H ü s r e v (sultan), Delhi beylerin
351
den, sonra sultan, 316, 317,
H u ş e n g Ş a h Maiva sultanı, 333,
318, 319..
387, 388, 389. 393, 428 (bk,
keza Alp Han’a) H ü s r e v L a r i Tür k, Bicapur
H u ş k a p u r a , kent. 77 beylerinden, 443 (bk., keza Esed
H u t l a n , bölge, 172, 184, 189, 191 Han Lari Türk’e)
H u 11 e 1, bölge, 212 H ü s r e v Ş a h , Gazne sultanı (La-
Hû d a B a h ş H a n, Benga! beyle­ hor’da), 211-
rinden, 386. Hü ve. O, 112 h.
H ü d a v e n d Ha n (bk Hoca Se­ H ü v i ş k a, (Huşka), Kuşan hüküm­
fer Hiidavend Haıı'a).. darı, 69, 72, 76, 77,
Hüdavendi Cihan unvan,
282 h- I
H ü e r k e s , Hiiirkis, Kuşan hüküm­
darı, 76. I r a k , ülke, 56, 132, 215, 223, 295,
H ü l â g u Ha n, Moğol hükümdarı, İ s t a n b u l , kent, 103, 406, 437-
293, 295, 296, 298
H ü m a y u n , Hindistan’ın Gurkanlı İ
padişahı, 10, 14, 336, 380, 387,
403, 403 h, 404, 405 406, 410, Ibni B a t u t a , gezmen ve yazar,
413, 4^7, 471. 318, 323, 324, 326, 367
H ü m a y u n Ş a h Z a l i m , Behmenli I b n i H a l l i k a n , yazar, 70.,
padişahı, 390, 430„ İ b n i H a v k a l , yazar, 212,,
Hi i s a m Ha n , Delhi veziri, 472, I b n i H e y s e m , yazar, 175
Hüsam- Üd- Di n İvaz, Bengal sulta­ I b n i M a h m a ş a d , Kerramiyeden,
nı, 280 ( bk., keza Gıyas-üd- 162 (bk,, keza Ebu Bekir Mu-
Din’e), hammed Ibni Mahmaşad’a),
506 HİNDİSTAN TARİHİ

İb n - ü 1 ■■ H a t i b , Halîfenin elçisi, İhtiyar-üd-Din Muhammed


261, K a 1 a ç, Melik-ül-Gazİ, Bengal
İ b n - ü l - E s i r , tarihçi, 7 0 h, 92h, valisi, 101, 249, 273, 274, 276,
138, 138 h, 151 h, 153, 155, 278,
155 h, 170 h, 174, 175 h, 182, İ k a , 30,
183, 194 h, 206, 206 h, 211, İ k b a l Han, Delhi beylerinden,
212, 212 h, 219, 225, 377, 392,
İ b r a h i m , Hanlılardan (Kar ahanlı), İ k d a 1 a, kent ve kurgan, 382.,
199 h„ İ k t a . 226, 272, 291, 292, 297, 339,
İ b r a h i m (sultan), Gazne sultanı, 341, 342, 345, 346, 347, 350,
207, 207 h. 238, 242 . 368, 417, 477
İ b r a h i m ( Rükn-ud-Din), Delhi İl A r s l a n o ğ l u A l i K a r İ p ,
sultanı, 305, 306. Gazne beylerinden, 185, 200
İ b r a h i m A d i l ş a h l , 448, 449, (bk.. keza Ali Karip'e),,
İ b r a h i m A d il ş a h II, 365, İ 1 e k, Hanlılardan (Karahanh) adı
İ b r a h i m K u t u p ş a h , 451,, bilinmiyen birkaç kimse, 158,
İ b r a h i m L u d i , 400, 401, 475, 158 h, 161, 198 h,
İ l e k Han, Hanlılardan (Karahanh)
476, 477.
İ b r a h i m N i y a l , Selçuk beyle- Sevüktekin ve oğlu Mahmut'la
savaşan Doğu Türkistan hü­
rİDden, 195;
İ b r a h i m R a v z a , anıtlar toplu­ kümdarı, 134, 135, 136, 136 h,
139, 142, 143, 144, 144, fa, 145,
luğu, 365.
İ b r a h i m Ş a h , Handiş hükümdar­ 146, 147, 148, 150, 174, 216,
lar hanedanının atası, 408 225, 227, 228, 229, 237, 242,
371
İ b r a h i m S a h Ş a r k î (Şems-üd-
İ l e t m i ş (Sultan Şems-ud-Dün ya
Din), Cevnpur sultanı, 377, 378,
ved-Din), İltutmuş, İyaitmış,
384.
Delhi sultam, 266, 276, 277,
İ c a z - i H ü s r e v î , eser, 313
277 h, 278, 279, 280, 281, 282,
İ d a r, devlet, 399
285, 286, 287, 288, 289, 296,
İ d r a r a t, 309
301, 308, 337, 338,357, 367,
İ h t i y a r - ü d - D i n Altuniye, 368, 370, 408, 410,
Delhi beylerinden, 284 h (bk, keza İ 11 i ç p u r (bk. ElHçpur’a),
Altuniye’ye) İ l t u t m u ş , bk, İletmiş’e.
İ h t i y a r - i i d - Din A yt ekin İ 1ya d, eser, 113, 116„
Delhi beylerinden, 284 h (bk, İl y a s (Şems-üd-Dİn Hacı) Melik
keza Aytekin'e). İlyas, İlyas Şah Bangara, Ben-
İ h t i y a r - i i d - D i n B İ l k a vey a gal sultanı, 382, 383, 384,, ;
B e r k a, Delhi beylerinden, İm a d-ü 1-M ü 1 k (F e t h-tJ 11a h),
284 h„ 432 (bk. keza Feth-Ullah İmad-
İhtiyar-üd-Din B ü k t e m, ül-MÜEk’e).
Delhi beylerinden, 284 h„ İmad-ül'Mülk Türkmen, Delhi bey­
İ h t i y a r - ü d - D i n Karakuş, lerinden, 418,
Delhi beylerinden, 284 h, Î m a d ş a h î , devlet, 428, 438 h.
İ h t i y a r - ü d - D i n K e r z , Delhi İ m a d ş a h i a r , hanedan ve devlet,
beylerinden, 291,, 440, 441, 453, 454.
DİZİN 507

İm a d-ü d-D in R e y h a n , bk.. Rey­ İ s k i t , İskit Türkleri, ulus, 5, 7,


han’a. 8, 42 , 351
İm a m-i A ’z a m, N u’m a n E bu İ s k i t - D r a v i t ırk veya tipi, 5,
H a n i f e, 359 8, 328
İ n a m, 297, 309 (bk. keza Enam a), İ s l â m , 148, 211 239, 259, 351
İ n c i l , kutsal kitap, 34 h, 94. İ s l â m A n s i k l o p e d i s i , eser,
İ n e n , İ n c i (Cemal-üd-Din Hüse­ 73 h, 92 h
yin Incu’ya bk.). İ s 1 â m H a n, bk Sultan Şah lu-
İ n e u, İ n c i (Feth-Ullah İncu’ya di’ye
b k ), İ s m a i l , Saman oğlu padişahı, 127,.
İn di i Ha n, Fethşah ünvaniyle İ s m a i l , Sevüktekin o ğ l u , 1 3 5 , 183-
Bengal sultanı, 385 İ s m a i l , Saman oğlu şehzadesi, 139,
İn d r a , mabut, 29 , 30, 32, 42. 141, 142
İ n d r a III, Dekken hükümdarı, 97, İ s m a i l A d i l ş a h , 401, 439, 440,
103, 444, 445, 446, 447, 448.
İ n g i l i z , 14, 15, 18, 240,, İ s m a i l Muh, Nasır-üd-Din Şah,
İ n g i l t e r e , ülke, 369., Delhi beylerinden, 417, 418.
İ n n e r T e a c h İ n g s of t h e P h i - İ s m a i l S a f e v î , İran şabı, 397,
1o s o p h İ e s a n d R e l i g i - 398, 444.
onsof İ n d i a (The), eser, İ s m a i l (Selçukoğlu), 175, 175 h.
108 h, İ s m a i 1 î, mezhep, 162, 183, 239,
İ n ş a-i-E m i r H ü s r e v, eser, 313. 240, 365..
İ r a n , ülke, 53, 64, 68, 69, 72 h, İ ş r a f ı - e v k a f , 234
75 , 86, 132, 175, 179, 211, 216, İ ş r a f i - m e m l e k e t , 233.
223, 237, 391, 429, 440, 442, İ y a l t m i ş , 277 h (bk İletmiş’e),
444, 445,, İ y i tim H a n (Nasr-üd-Din), Delhi
İ s a , peygamber, 48, 48 h, sultanlığı beylerinden- 284 h-
İ s f e h a n , kent, 180, 184, 185, 191, İ z-ü d-D i n A'zamü 1-M ü 1 k, Güney
192, 196, 206, Bengal valisi, 381-
l s f e n d i y a r , efsanevî kişi, 419, İ z - ü d - D i n Balaban Kişilu
İ s h a k, Gazne hükümdarı, 127- Ha n , 284 h (bk. keza Balaban
İskender (Büyük), Makedonya Kişilu Han’a)
kıralı, 10, 12, 32, 53, 54, 55, İ z-ü d-Din Hüseyin, Gur emiri, 251,
56, 57, 63, 65, 212, 307- 262, 263
î s k e n d e r , Sikender (Sakar, San-
kar), Keşmir sultanı, 411
i
İ s k e n d er, Bengal sultanı, 382,
383,,
] a t i (Yati), 14,
İskender (Sikender), Gücerat
J a p o n y a * ülke, 51.,
şehzadesi, 401„
İ s k e n d e r (Sikender! L u d i , Del­ J o u r n a l of t h e R o y a l A s i a-
hi sultam, 363, 397, 410, 474, t i c S o c i e t y of B e n g a l ,
474 h, 475, 476, dergi, 419 h-
İ s k e n d e r Ş a h , bk Ala-üd-Din J o z a f a t, aziz, 48,
İskender Şah’a, J u d, bölge» 279.
508 HİNDİSTAN TARİHİ

K K a f u r , Melik Naip, Hezar Dinarı,


Delhi beylerinden, 315, 316
K a a n M e l i k M u h a m m e d , Del­ K â i m bi E m r-U 1 1a h (El), Ab­
hi şehzadesi, 297, 299 (bk,. keza basî Halifesi, 174, 191 214,
Muhammad’e). 218
K a b a c a , K a b a ç a (Nasr-iid-Din), K a k a r , oymak, 147, 258, 275,279,
Sind hükümdar», 275, 276, 277, 281, 289, 290,.
278, 279, 280, 281. 408, 410. K a k a r a ta , 79 (bk Kşaharata’ya),.
K a b a d i y a n , bölge, 172. K a k k a II, kırat, 104,
K a ’ be, 153, 353 K a k v e y h oğl u, bk.. Alaüd-Dev-
K a b i l , Kabul, kent 2, 6, 7. 27, le’ye.
54, 57, 64, 65, 70, 71. 72 h, 73 K a 1 a ç, Kalaç Türkleri, oymak, 6,
h, 74, 80, 86, 91, 92 h, 128, 7, 12, 13, 42 h. 101, 131, 143,
128 h, 129, 130 h, 131. 132 h, 'İ44, 174, 212, 249, 253, 259;
140, 167, 168 212, 255, 286, 269, 272, 273, 274, 276, 280,
313, 411, 476, 477, 301, 333, 333 h, 471..
K a b i l (J.;S) U 1 u £ Han ( melik ) ,
Kalaç hanedanı (Delhi sul­
Delhi beylerinden, 312,
tanları), 300, .305, 316, 317,
K a b u s , Cürcan hükümdarı, 150.
318, 320 321, 337, 363, 370,
K a f i r ı s t a n , bölge, 168
371, 411, 420.
K a f k a s İ s k e n d e r i y e s i , kent,
Kalaç hanedanı (Malva sul­
54 tanları), 389, 390, 472..
K a f k a s l a r , dağ1 zinciri, 54,
K a f k a s y a , bölge, 54, K a 1 a ç u r î , hanedan, 100, 256,,
K a d f i z e s (l, veya II ?), Kuşan K a l c ı , K a 1ç ı, Sevüktekin kızı,
hükümdarı, 70 155, 156, 161,.
K a d f i z e s I (Kucula), Kuşan hü­ K a 1 h a n a, yazar, 72, 92, 361,
kümdarı, 73 K a 1 i d a s a, yazar, 79 85
K a d f i z e s II, Kuşan hükümdarı K a I t k ü t, kent, 453,
74; 77.. K a 1i n c a r, kent, 146, 147, 163,
K a d f i z e s (bk. Kara Kadfizes).. 165, 166, 167, 169, 184, 256,
K a d i-ü 1-K u z z a t, 234, 236 274.
K a d i r Ha n , Hanlılardan Hotan K a 1i n g a, devlet, 59, 80 , 82, 100,
padişahı (beyi), Boğra Han’ın 106, 107, 108
oğlu, 144, 152 K a l k o l i t i k devir, 22,
K a d i r Ha n, ünvan, 144 h, K a 1 p i, kent, 378, 388
K a d i r H a n (Yusuf), Türkistan K a l y a n ı , kurgan, 447, 448„
padişahı 171, 171 h, 172, 173, K a m a r u p a , ülke ve devlet, 101,
175, 180, 185 h, 189, 227, 273 (bk,, keza Asam, Kamrup
K a d i r Ha n , Batı Bengal valisi ve Kamrut’a)
Melik Bidar Kalaç’ın unvanı K a m b e y, liman ve körfez, 95, 391,
381, 382 397, 40D, 404
K â d i r-B i 1 l a h (El) Abbasî Hali­ K a m b o c a, ulus, 100,,
fesi, 132, 13ö, 152, 174, 219,, K a m r u p , ülke ve devlet, 2'73 {bk.
K a f i r i-N i m e t T u ğ r u l , Gazne keza Kamarupa, Kamrut ■ve
beylerinden, 207„ Asam’a),
DİZİN 509

K a m r u t, ülke ve devlet, 273, 274 105, 292, 301, 301 h, 302, 304,
(bk, keza Kamrup, Kamarupa .305, 306, 310, 317, 327.
ve Asam’a). K a r a B e y (melik), Delhi sultan­
K a m u r a n Mi r z a , Gurkanlı şeh­ lığı beylerinden, 360
zadesi, 410, 412. K a rja B a t a n , Kar Batan bölge ?,
K a n a r a k (kon ırak), kent, 104 274
K a n ç ı , kent, 102, 103, 106 107 K a r a D e n i z , 54..
K a n d a h a r j U uî , Afganistan’da K a r a H a n l ı (Karahanlı), hanedan
kent, 2, 6, 7, 9, 12, 53, 78, ve devlet (Hanlı), 132, 134 h,
128 h, 131 h, 409, 411, 447 h 152, 155, 156, 158, 190, 197,
Kandhar , Dekken’de kent 206.
ve kurgan, 447, 448, 450. K a r a H a t a (Karahata), devlet
K a n e r k e , Kanerki, 71 h, 74 (bk. 210, 260, 262.
Kanık ve Kanişka’ya), K a r a K o y u n l u (Karakoyunlu),
K a n e v c, Kânoj, kent. 71, 95, 96, oymak, hanedan ve devlet
97, 98, 99, 100, 103, 130, 146, 437, 440..
147, 163, 164, 165, 166, 169, K a r a K u ş (Karakuş), İhtiyar-üd-
184, 225, 255, 257, 270, 290, Din Kara Kuş Han Aytekin,
377, 378. Delhi beylerinden, 284h, 288..
K a n g r a, kent, 206, 207.. K a r a K a d f i z e s (Kucula), 67,.
K a r a P a l l a n a (Karapallana),
K a n ı k , Kuşan hükümdarı, 10, 66,
kıra], 66.
69, 70, 71, 71 h, 72. 72 h, 74,
K a r a Su, ırmak, 262.
75, 76, 77, 78, 90, 92 (bk ke­
K a r a h a n i d e s , 134 h (bk. Kara
za Kanişka’ya).
Hanlt’ya),
K a n ı k a, Kanıkka, 71 h, 72, 74 (bk,.
K a r a i t a i, oymak, ulus 67 , 79, 82
keza Kanık ve Kanışka'ya).
(bk keza Kşabara ve Kşahara-
K a n ı ş k a (Kanık), 10, 66, 69, 70,
ta’ya).
71 h, 72 h, 73 h, 74, 78.
K a r a n f i l (Melik) , Cevnpur sul­
K a n i ş k a p u r a , kent, 74, 77
tanı, 332, 377 ( bk. keza Mü­
K a n ı t a , 72 h (bk Kanık ve Ka-
barek Şah’a),
nışka’ya),,
K a r a v e 1a, kıral, 80, 82„
K a n k u , Haşan Kanku’nun unvanı,
K a r ç a 1, bölge?, 326,.
419
K a r i k a 1 a, kıral, 106,.
K a n k u B e h m e n , müneccim, 419.
K a r k o t a, hanedan, 98.
(bk. keza Behmen Kanku’ya),
K a r 1 u k, oymak, 287, 289, 291,
K a n s, 383 (bk, Ganeş’e),
K a n su G a v r i , Mısır saltanı, 396, K a r l u k (melik Seyf-üd-Din Ha­
K a n u n-ü 1-M e s u d î (El), eser, şan), oymak başkanlarından,
238, 282, 287 (bk.. keza Haşan Kar-
Kanunî Sultan Süleyman, luk’a),
Osmanlı padişahı,404, 405, 406. K a r n a d e v a , kıral, 256.
K a n v a, kent 81, 82, 399 h,. K a r n a l , kent, 259, 269, 278
K a p ı l a v a s t u , kent, 42. K a s e m n a m e , 220, 229.
K a p u K u l l a r ı (Osmanlı), 224.. K a s ı m B e y , Behmenli devleti
K a r a , K a r r a , kent ve eyalet, beylerinden, 430, 432..
510 HİNDİSTAN TARİHİ

Kasım Bey Berid-ül-Me malik, lndia’ya da bk,,).


Kasım Berid, Behmenli devleti K e n e r k i,. 71 h (bk Kanık ve
ebylerinden, 436, 438, 439, 441. Kanişka’ya).
Kası mı - Emir-ül-Müminin, K e n g e, 71 h..
Gur sultanları Gıyas-üd-Din ve Kerata, Güney-Batı Dekken'de
Muiz-üd-Din Muhammed’in un­ devlet, 63, 106 (bk. keza Çe-
vanları Bk., bu adlara. ra’ya).
K a s t , 14, 15, 16, 17, 18, 19, 20, K e r a 1 a, Kuzey Dekken’de kurgan,
28, 31, 32, 36, 41, 45, 46, 82, 388, 425, 428, 431.
101, 106, 317, 351, 353, 358, K e r a m t, mezheb, 162, 163, 183,
381. 261
K a ş g a r , kent, 74, 75, 171, 189, K e r a m i t e, 169 (bk. Kirmıtî)..
190, 196, 215, 233, 413. K e r i m , Gücerat sultanı Muham-
K a t a k (Ketek), oymak, 5.. med Şah’ın unvanı, 393..
K a t v a n ç ö l ü, 134. K e r 1 a, Kurgan, 431..
K a t y a v a r , bölge, 68, 78, 82, 89, K e r z (İhtiyar-üd-Din), bk.. bu ada.
97, 176, 178, 328, 394, 395, 402. Ke ş , (Kiş, Şehrü Sebz), kent, 133.
K a v a k g e ç i d i , 2. K e ş m i r , ülke ve devlet, 4, 72,
K a v a n (Mahmut), Behmenli devletî 72 h, 74, 75, 76, 77, 87, 91, 93,
veziri, 431 (bk, keza Mahmut 98, 99, 142, 147, 154, 155, 163,
Ka van’a), 166, 168, 258, 289, 328, 333,
K a v e r i , ırmak, 107. 361, 380, 411, 412, 413, 414.
K a y a Ha n , Türkistan hanların­
K e t e k (Katak), oymak, 5..
dan, 173.
K e t e r K ı r ı , 145,.
K a y ı Ha n , efsanevî kişi, 6. K e t h ü d a , 190, 230.
K a y 1 a s a, mabet, 103.. K e y h u s r e v , Delhi şehzadesi,
K a y 1 a ş, mabutların yeri, 353. 299,
K a y m a z (Rumi), Bengal valisi, 276, Keykavus, Haşan Kanku’nun
Kayser, Kostantiniye kayseri, babası, 419.
Bizans imparatoru, 103.. K e y k a v u s (Rükn-iid-Din), Bengal.
K a z v i n, kent, 180 sultanı, 321,
K e b i r , dinî Önder, 353, 353 h, 354, K e y k o b a d (Keykubad), Delhi sul­
355. tanı, 300, 316, 399,
K e h f - u d - D e v l e vel İ s l â m, K ı b 1e, 354 h
Sevüktekin oğlu Mahmud’un K ı l ı ç H a n (Celâi-üd-Din), Delhi
unvanlarından, 178.. sultanlığı beylerinden, 284 h.
K e l i l e v e D i m n e , eser, 209, K ı n ı k , oymak, 71 h,
239, K ı p ç a k , ülke, 296,,
K e I a t, kent, 128 h. K ı r B e y i , 341
K e 1 i m - U 11 a h, Behmenli sultanı, K ı r a n (melik), Delhi sultanlığı
438, 445„ beylerinden, 301,
K e m a l Ha n , Adilşahlar devleti K ı r a t , bölge, 168.
beylerinden, 442, 444, 445„ K ı r a t , ölçü, 164.
K e m b r ı ç t a r i h i , 7, 8, 70, 7 3 b, K ı r k l a r , 283, 285, 286, 287, 290,
368 (Cambridge Hİstory of 291, 292, 293, 294, 296, 298.
DİZİN 511

K ı r mı t î, mezheb, 162, 170, 180, K o n s t a n t i n i y e, kent, 103,


183, 184, 214, 239, 240, 253, K o t i I y a, vezir ve yazar, 57,,
257 283, 338, 365 K r i ş n a, ırmak, 82, 102, 104». 105,
K ı r v a ş, Musul emiri, 151, 107, 425, 442, 444, 452, (bk
K i s a s-ı S a n ı , eser, 175, keza Kistna’ya)
Kıvam -öd- Devl e , Büveyh K r i ş n a , mabut, 110, 111, 112, 117,
oğullarından, 184, 118, 164,,
K ı v a m - ü 1 - Mü l k , Gueeray bey­ K r i ş n a, 1, Raştrakuta hanedanın­
lerinden, 400» dan kıral, 103,
K ı z ı l , Türkmen beylerinden, 192,, Krişnaraca, Paramara hanedanından
K ı z ı l Aral an, Selçuklulardan, kıral, 98.
261. K r i t i v a r m a d, kıral, 256.,
K ı z ı l D e n i z , 404, 407., K s a n d r a m e s (Agrames), Kral,
K ı z ı l b a ş , 397, 398. 55
K i k l u k (Tac-üd-Din Sancar), Delhi K a ş h a r a, Kşaharata, Oymak
sultanlığı beylerinden, 284 h. veya Uluş, 67, 79, 82 (bk, ke­
K i r m a n , bölge, 184, 188, 191, za Karaitaiye),
193, 212, 282 K ş a t ra, 19 (bk. Kşatriya’ya),
K i s t n a, ırmak, 82, 102, 104, 105, K ş a t r a p a , başbuğ, hükümdar,
107 {bk, keza Krişna’ya),. 67, 68, 78.
K i ş (Kaş), kent, 133 K ş a t r i y a, Kast, 18, 31, 41, 43,
K i ş i l i Ha n, bk, Aybey Kişili 51. 53, 58, 72 h.
Han’a. K u b a d y a n , bölge, 184, 189, 191..
K i ş i 1 u Ha n , bk., «Ayba» ve «Ba­ K u b i l a y Ha n , Moğol Hanı, 297,
laban» Kişİlu Hanlara.. K u c u 1a, unvan, 70, 74.
K i t a b i A d a b-ü 1-h a r p v e ş ş e- K u ç, bölge, 178, 328, 409..
c a a. eser, 144,. K u d u s, Kent, 164,
K i t a b i-E n s a b, eser, 371. K u h-i-B a b a , dağ 2.
K i t a b ı ■■M e s u d ı , eser, 288 K u h i s t a n , bölge, 212,
K i t a b-ü 1-Y e m i n i , eser, 12, 371. K ıı b r a m, kent, 260,
K h a I ç i, 6 (bk Kalaç’a), K u I o t un g a, Kral, 107.
K h a r m o s t i s (Karamostİs), kıral, K u m a r a g u p t a , Kral, 84, 85, 86.
67,. K u m a r a Devi, Kraliçe 83,,
K l a n , 19. 20, 29. K u r'an, İslâmın kutsal kitabı, 34,
K o ç in, bölge, 63,, 354, 357,,
K o l (göt,) , kent, 270, 271 h, 377 K u r a m , (Kurmadere ) , 9 9 , 130,
(bk, keza Aligarh’a) 263, 264.
K o 1 a b a, liman, 397 (bk, keza Ça- K u r t u l u ş , 40, 45, 47,
vl’a)., K u r u , oymak veya ulus, 117,
K o l k i d, ülke, 54,. K u r u h, ölçü, 379.
K o n r a k (Kanarak) , kent, 104 K u s d a r, (Kustar) , kent ve ülke,
K o s a 1 a, devlet, 42, 53, 113.. 128, 150, 191, 212,,
K o n c i v e r a m , kent, 102, 106, 107 K u ş a n , Kuşanlar, Kuşan Türklerî,
(bk,, keza Kançİ’ay). ulus ve devlet, 10, 65, 66, 67,
K o n k a n, bölge, 430, 431, 441,, 68, 69, 70, 71, 72, 72 h, 73,
512 HİNDİSTAN TARİHİ

73 h, 75, 76, 77, 78, 86, 87, zadesi, 469, 472, 473
91, 92, 13, 98, 99, 128, 212.. K u t u p - M i n a r , minare 361,
K u t b - ü d - D i n Ahmed, Gucerat 362, 363, 370.
sultam, 393 (bk. Ahmed II ye) K u t u p ş a h , Kutupşahi, kutupşah
K u t b - ü d - D i n Aybev, (Kutb-üd- lar GÜlkeııde devlet ve hane­
Dünya ved-Din) , 101, 275 (bk, danının unvanı, 437, 438 h, 440,
Aybey'e), 443, 444.
K u t b - ü d - D i n Bahtiyar. (Hoca), K u t u ş komutan, 194
359 (bk,, keza Bahtiyar’a) K u t v a 1 , 236 276, 307, 340.
K u t b - ü d - D i n El Haşan, Gur, K u v v e t - ü l - İ s l â m , cami, ,363,
e miri. 249 (bk, Hasan’a). 364..
K u t b - ü d - D i n Muha nmed K u z e y I r k v c v a t i p i , 7 (bk..
Delhi şehzadesi, 282. keza Nordİk’e).
K u t b - ü d - D i n Muhammed, Gur K û l c e n t , raca, 163..
emiri 210, 252.. K ü n h a, bk. Cunha’ya..
K u t b - ü d - D i n Mübarek K ü r t , ulus, 144..
Şah. Delhi sultanı, 316, .318,
(bk. keza Mübarek’c).. L
K u t h - ü d - D i n Şehre, Multan
sultanı, 410 L’ A s i e A n c i e n n e C e n t r a l e
K ut b • ü 1 - A 1 e m (Şeyh Nur), 378, e t S u d O r i y e n t a l e d’a p-
383, 384 r e s P t o î e m e e ; eser, 67 h..
K u t b - ü l - M i l l e , Gazue sultanı La C i v i l i s a t i o n l n d i e n n e ,
Mevdud'un unvanı, 205. eser, 42 h
K u t b ■■ii 1■■Mül k , unvan, 436, 437, L a V a l l e e P o u s s i n (de), tarih­
441, 442, 443 (bk.. Sultan Ku- çi 42 h , 67 h 73
lu’na) L a ç ı n , oymak, 359. *
K u t l e - j - F i r u z Ş a h , saray ve L a g a t o r m a n , Lağaturmar», Ku­
anıt, 364. şan hükümdarı, 71, 92
K u t l u ğ H a n (Kutluk Han), Del­ L a h e r i , kent- 343,
hi sultanlığı beylerinden. 284h. L a h o r , kent, 2, lç3 h, 192, 205,
K u t l u ğ H a n (Kutluk Han), Del­ 206, 207, 209, 210, 211, 252,
hi sultanı Nasır-üd-Din Mah- 253, 257, 258, 264, 269, 275,
mud’uu üvey babası, Bİyana 278, 282, 285, 288, 289, 29S,
valisi, 293, 294, 295,. 294 298. 325, 3.35, 336,471, 472
K u t l u ğ H a n (Kutluk Han), Del­ L a k n a v t i , kent, 101, 274, 280,
hi Sultanı Muhammed Tuğluk- 288. 299, 321, 322, 365, .381..
un Dekken genel valisi, 320, 384 (bk keza Gaur’a),
327, 417.. L a k n o v, kent, 302.
K u 1 1 u ğ (kutluk) Han; Harezınşah L a k ş m a n a , efaanevî kişi, 113,
Celâl »üd-D in Menguverdi’ce 114, 116
kayın babası Seknin’e verilen L a k s m a n a s e n a , Kıral, 101,.
unvan, 279. L a l i t a d i t y a Kıral, 99 (bk„ ke­
K u t l u ğ (kutluk) hoca, Çağatay za Müktapida’ya)..
soyu şehzadelerinden, 308. L a m g a n , kent ve bölge, 54, 130..
K u t u p H â n Ludi , Afgan şeh­ L a n k a , Kent, 114, 115„
DİZİN 513

L a r k a n a , kent, 21' M a h a n a d i , ırmak, 59,


1 a t i f , Gucerat şehzadesi, 406, M a h a n d r a , keşiş şehzade, 62,
L a v i k, Gazne sahibi, 127
M a h a v i r a, unvan, 51 (bk„ Cen
J. e s C a s t e s dans l ’I n de, ve Vardaman'a),,
eser, 39
M a h a y a n a , mezheb, 75, 76 , 90,
L e ş k e r i, Behmenli sultanı Muham-
M a h e n d r a p a l a , kıra), 97,
med İL nin unvanı, 432,
M a h e n dravarman 1, kıral, 108,.
Levhi Mahfuz, 34 h„
M a h i m, liman, 393„
L ’ I n d e A nt i q u e, 42 h„
M a h i j a l , Delhi racası, 206»
l ’Inde aux tetnps des Maur-
M a h i j a 1 a, Parihar[ardan raca, 97.
y a s ......... , eser, 42 h, 67 h.
L i a k a K u s u l a k a , vali, 66, 67, M a h i j a 1 a I., Bengal kıralı, 100,
L i ç h a v i, oymak, 83, 107,
L i n g a y a t, mezheb, 104,, M a h i r i , 151 h,
L o u i s XI V, Fransa kıralı, 470„ M a h d u mü 1-A 1 e m, Ha cip ur valisi,
L o n g w o r t h D a m e s, yazar, 73 387,,
h, M a h d u m e - i - C i h a n , Behmenli
L o h a r i n, (Lohkot, Lohkut), kur­ sultanı Muhammed II’nin anası
gan, 155, 163,, 431,
L o h k o t , Lohkut (Loharin), Kur­ M a h m u d, Mahmut ( Sevüktekin
gan, 155, 168, oğlu ) , Gazne sultanı, 10, 71,
L u d i, oymak, 333, 333h„ 334, 379, 88, 93, 94, 95, 97, 98, 99, 100,
470, 471, 474., 128, 133, 134, 135, 136, 137,
L u d i, devlet, 386, 475, 476 137 h, 138, 138 h, 139, 140,
L u d i, hanedan, 469., 141, 142, 143, 144, 145, 146,
147, 148, 149, 150, 151, 152,
L u i, (bk Louis’ye)
152 h, 153, 153 h, 154, 155,
L a h a n i, oymak, 470.
156, 158. 159, 160, 161, 162,
163, 164, 165, 166, 167, 168,
M
169, 170, 171, 171 h, 173, 174,
175, 176, 177, 178, 178 h, 179,
M a ' b e r , bölge ve devlet, 415,
180, 181, 182, 183, 184, 185,
416,
187, 188, 196, 197 , 200, 206,
M a d h y a d e s a , ülke, 31..
208, 209, 213, 213 h, 214, 215,
M a d r a s, kent, 63, 106.
216, 216 h, 219, 220, 222 , 224,
M a d u r a, kent, 106, 314, 325, 326,
225, 226, 227, 228, 229, 233,
328, 415, 416
233 h, 234, 235, 236, 237, 238,
M a g a d a, ülke, 43, 51, 53, 56,
239, 240, 241, 242, 250, 251,
63, 83, 85, 86, 97.
252, 255, 256, 257, 371, 408.
M a g r i b, 216
M a h m u d, Habeş ordusunun önün­
M a h a b a n, kent, 163. de Mekke üzerine yürüyen filin
Maha-Barata, (Mahabarata), adı, 153.,
destan, 58, 110, 113, 116, 117,
M a h m u d I, Behmenli sultanı, 424.,
361, 411
M a h a k ş a t r a p a , unvan, 67 , 78, M a h m u d II, Behmenli sultanı, 435,
79, 82 444.,
Hindistan T a rih i 33
514 HİNDİSTAN TARİHİ

M ah m u d (Gıyas-üd-Din), Gur sul­ M a l l u İ k b a l H a n (bk, İkbal


tanı, 261, 263, 264, 265,. Han’a),,
M a h m u d I Bigarha (Ebul-Feth) , M a l v a , ülke ve devlet, 68, 78, 79,
Gucerat sultanı, 393, 394, 395, 82, 83, 86, 97, 98, 149, 256,
396, 397, 431,441,, 281, 292, 297, 299, 302, 302İK
M a h m u d III ( Sa'd-üd-Dtn), Guce- 303, 314, 323, 327, 328, 332,
rat sultam, 406, 407. 333 , 387, 389, 390, 392, 393,
M ah m u d (Nasir-üd-Din), tletmiş’in 394, 398, 399, 401, 402, 403,
kiiçük oğlu, Delhi sultanı, 290, 416, 417, 425, 42î, 427, 428,
291, 292, 294, 431, 472, 473,
M a h m u d, (Nasır- üd Din), İletmiş' Ma n , ölçü, 148, 303, 303 h, 304;
in büyük oğlu, Bengal valisi, 368, 368 h„
280, 281, 289 h„ Man, (Tebriz Man’ı), 148 h, 242.
M a h m u d, (Celal-Üd-Din) Harezm- M a n d e v a r , kent ve kurgan, 280.
şah, 260 M a n d u, kent, 388, 399, 402„
M a h m u d K a l a ç I, Malva sulta­ M a n i g u 1a (Manikula), vali, 66.
nı, 378, 379, 389, 390,393, 394, M a n i s a , kent, 64,
430, 431, 469, 472, 473„ Mamur I, Samanoğlu padişahı.
M ah m u d K a 1 a ç II, Maiva sultanı, 127,
390, 391, 398, 399, 400, 401, M a n s u r II, Samanoğlu padişah'.
402. 135, 136, 137, 138, 214.
M a h m u d (Kaşgarlt), yazar, 170 h,
M a n s u r , Delhi sultam Mahmud’utı
M a h m u d K a v a n , Behmenli dev­
oğlu, 206..
leti veziri, 430, 431, 432, 433,
M a n s u r a kent 94, 178, 279.
434, 435, 437,,
Ma n u K a n u n l a r ı , 26, 85.
M a h m u d L a n g a h, Multan sul­
M a r a (Şeytan) 44, 49
tanı, 410.
M a r a k a n d a (Semerkent), kent;
M a h m u d Ş a h , Selçuk sultanı
54
Melik Şah'ın oğlu, 261.
M a r a t a, ulus, 5, 11, 14, 83, 329.
M a h m u d Ş a h Ş a r k î (Cevnpur
M a r k o -P o İ o, Gaezmen ve yazar;
sultanı), 378, 379, 384, 470
367
Ma hmud T u ğ l u k (Nasir-üd-
M a r s h a l l (Sir John), yazar, 22,
Din), Delhi sultam, 332, 334,
24, 25
387, 392, 410.
M a r v a r, bölge ve devlet, 96.
Ma h u r , kent, 447
M a s u m e B e y i m , Babur'un kızı,
M a h z e n - ü l - E s r a r , eser, 238.
403 h..
M a k e d o n y a , ülke, 56, 61.,
M a t u r a (Mathura), kent, 66, 68,
M a k e r i , oymak, 412, 413.,
75, 7 7 ,7 8 ,2 2 5 ,
M a k r a n , bölge, 2, 93 (bk keza
Mükran’a), M a v a r, bölge, 256,
M a k t o ’a (Arazi-i), 339 M a v e r a-ü n-N e h r, Ceyhun-Şey­
M a k s (bk„ Max Mülîer'e), htin arası, 54, 144, 152, 191,
M a t (Ray), raca, 399,, 215,,
M a 1a b a r, bölge, 396.. Ma y a , Buda’mn anası, 43,.
M a 1 i u A d i l ş a h , Bieapur sultanı, M a y s o r, kent ve devlet, 5, 63,
448. 104, 108,
DİZİN 515

M e c d-ü d-D e v l e , Büveyh oğlu, M e r d a n (Melik), Delhi sultanlığı


136, 180. beylerinden, 334,
M e c d ü d, Gazne şehzadesi, 205, M e r s, oymak, 272.
206. M e r v, kent, 137, 139, 143, 174,
Me d i n e , kent, 170 194, 196, 202, 203, 253,
M e d n i R a y , Raeput başbuğu, 391, M e r u t (Mirut), kent, 364„
398, 399. M e r y e m S u l t a n , Adilşahlar’dan
M e f r u z, 309.. bir kız, 445,
M e y a s t e n , elçi ve yazar, 57, 59, M e s c i t C a mi , 365.
110. M e s * u d I (Mesut), Gazne sultanı,
Me h d i , 412. 150, 168, 170, 170 h, 171, 172,
M e h d - i - I r a k , Selçuklardan kız, 176, 178, 180, 181,182,183,184,
208 h 185, 185 h, 186, 187, 188, 189,
M e h m e t (Fatih sultan), Osmanlı 190, 191, 192, 193, 194, 195,
padişahı, 346, 437.. 196, 197, 198, 199, 200, 201,
Melik, 339, 341 202, 203, 204, 207 h, 215, 216,
Melik Naib, Delhi sultanlığı beyle* 217, 218, 219, 220, 221, 223,
rinden, 315, 316 (bk.. Kafur ve 224, 226, 227. 229, 230, 231,
Hezar-Dinari’y e), 232, 233, 233 h, 234 h, 239,250,
M e l i k Ş a h , Selçuk hükümdarı, 251, 252, 254, 255..
208, 208 h, 209, 291. M e s * u d II (Mesut), Gazne sultanı,
M e l i k Ş a h T ü r k (Hoca Cihan), 206.
Behmenli devleti beylerinden, M e s ’ u d III (Mesut), Gazne sultanı,
430 208, 209
'Meli k- üt -' I üccar, Behmenlİ M e s ’ u d, Selçuklulardan Irak hü­
devleti unvanlarından, 428, 431.. kümdarı, 261..
M e l i k e - i - C i h a n , Delhi devle­ M e s ’ u d (Aîa-üd-Din), Delhi sul­
tinde kadın unvanı, 294, tanı, 288, 289.
M e l l o J u s a r t e ^Martin Affonso M e s ' u d (Fahr-üd-Din), Gur me­
de), Portekiz denizcisi, 386, liklerinden, 263.,
M e ’ m u n, Abbasî Halifesi, 92„ M e s * u d, Malva şehzadesi, 393
M e ' m u n, Harezmşah, 135, 156, M e s ’ u d i, yazar, 96
158, 159, 160, 161, 238,, M e t z (Prof.. A ), yazar, 241,.
Me ml û k s u l t a n l a r ı Delhi*-) M e v t r, bölge ve devlet, 399, 403,
nin), 368. 476.
M e m l û k s u l t a n l a r ı (Mısır'ın), M e v a t, bölge, 291.
396 M e v d u d (Ebuî-Feth), Gazne sul­
M e n a n d e r , kıral, 65, 80, 81 (bk., tanı, 190, 204 , 205, 207.,
keza Milinda’ya). M e y a m i n - U l l a h , Behmenli dev­
M e n c u k (Kaid), Harezmli, 235, leti beylerinden, 430,,
M e n d a u r, kent ve bölge, 288, M e z a m i r i - D a v u d , kutsal eser,
M e n d e 1 e k (Ray), raca, 394. 34 h .
Me n g u H a n , Mogut hükümdarı, M ı s ı r , ülke, 57, 61, 170, 180, 181,
293, 295, 308. 215 , 296, 327, 329, 390, 396,
Me n g u v e r d İ (Celat-üd-Din) Ha­ 397, 404 406.
rezmşah, 278, 279, 280. M ı s ı r F a t ı m î H a l i l c s i , 151.
516 HİNDİSTAN TARİHİ

M ı s ı r H a l î f e s i , 184, Mo l l a , 355.
M i h i r a , kıral, 97 (bk„ keza Boca M o n g o 1 (M o g o l ) - D r a v i t ırk
I*e). veya tipi, 5-
M i h i r a g u l a , Mihira Kula, kıral, M o ng o 1 o it (Mogoloit), 4„
87,. M o n g o m e r i (Montgomery), kent,
M İ h r a d, ırmak, 94„ 21.
M i h r i g a n , bayram, 198- M o n t A b u (Abu dağı), 96,
M i h t e r i c a m i i , 365,. M o r y a, hanedan ve devlet, 56, 57,
M i h t e r i M a h a l , 365,. 65, 80, 98, 100
M i l a t , 66- M u a v e y e, halife, 92.
M i li n d a, 65 (bk, keza Menan- M u d g a 1, kurgan, 423, 427, 441,
der'e). 445,
M i l i n d a S u a l l e r i , eser, 65„ M u g i s - ü d - D i n (kadı), 310, 360^
M i I k v a )i, 443 (bk. Bilgaun’a),, M u g i s (Melik). Malva beylerinden,
M i a ha c-ü d-D i d, kadı ve tarihçi, 389 (Han Cihan’a da bk.,),,
208 h, 261, 281, 289, 292, 293, M u h a m m e d , Muhammed-ül-Mus-
371, tafa, İslâm Peygamberi, 49,
M ir A h i r S a l a r , Gazne beyle­ 218, 307, 357 (bk. keza Pey-
rinden, 226. gamber'e),
M İ r h o n d, tarihçi, 177.. M u h a m m e d , Gazne sultanı, 178,
M i r u t (Merut), 165 h, 270 184, 185, 186, 189, 190, 204,
M i r z a ş a h , Şah Mirza, Sultan 205, 220,,
Şems-üd-Din, Keşmir sultam, M u h a m m e d I, Behmenli sultanı,
411. 419, 420, 421, 422,
M i t a k ş u r a , eser, 104- M u h a m m e d , Seyid hanedanından
M i t r a, mabut, 30. Delhi sultanı, 335, 364, 389,
M o e s, kıral, 66, 67 (bk,, keza Mo­ 472.
ga ve Mogus’a).. M u h a m m e d , Keşmir sultam, 413,
M o g a , k ı r a l , (Moes ve Mogus’a M u h a m m e d , Malva sultanı (Gaz-
bk.,), nin Han), 389,.
M o ğ o l (Mosgol), ulus ve devlet, M u h a m m e d (Harezmşah), Cen-
279, 281, 286 , 287, 288, 289, giz’le savaşan, 260, 265, 266.
290, 292, 293 , 294, 295, 296, M u h a m m e d (Harezmşah), MeV
297, 298, 300, 302, 305, 306, mun’un halefi, 160..
307, 308, 311, 313, 315 , 318, M u h a m m e d (Aia-üd-Din), Gur
321, 329, 333, 337, 344, 345, sultam, bk„ Ala-üd-Din Muham-
349, 358, 359, 362, 429, 443 h, med’e,.
471. M u h a m m e d (Gıyas-üd-Din), Gur
M o g ol-T ü r k d e v l e t i , 7„ sultam, bk Gıyas-üd-Din Mu*
M o ğ o l i s t a n (Mongolistan), ülke, hammed’e-
51, 75, 145„ M n h a m m e d (Kutb-üd-Din), Gur
M o g u s (Moes, Moga), kıral, 66, emiri, bk, Kutb-üd-Din Muham-
67„ med’e.
M o h e n c o d a r o (Mohenco Daro), M u h a m m e d (Kutb-üd-Din), Del­
kent, 8, 21, 22, 23. 24, 25, 27, hi şehzadesi, bk. Kutb-üd-Din
30, 110. Muhammed’e.
DİZİN 517

M u a h m m e d (Muiz-üd-Din), Gur Muhammed Iuğluk, Delhi


sultanı, bk.. Muiz-üd-Din Mu* sultanı, 323, 324,325, 326, 327,
hammed’e 328, 329, 333, 337, 343, 347,
M u h a m m e d (Seyf-üd-Dîn), Gur 351, 355, 360, 364, 365, 367,
sultam, bk„ Seyf-üd-Din Mu- 377, 380, 381, 382, 392, 401,
hammed’e, 409, 415, 416, 417, 418, 419..
M u h a m m e d , Kaan Melik, Sehid M u h a m m e d U l u ğ H a n (Mu­
Kaan, Delhi sultanı Baiaban’ın hammed Tuğluk’un şehzadelik
oğlu, 297, 298, 299, 360,. adı), 318, 320, 321, 322..
M u h a m m e d (Mevlâna), şair ve Muhammed Zaman Mirza,
bilgin, 395 Hüseyin Baykara’nın torunu,
Muhammed (Müeyyid-üi-MüIk, 403. 403 h, 406.
Abdullah Sancarî oğlu), Gur M u h a m m e d a b a d , kent, 395,
veziri, 262, 263.. 397.
M u h t e s i p , 236..
M u h a m m e d (Suri oğlu), Gur .me­
Mui n- üd- Di n Ç ı ş t î (Şeyh),
liki, 149
357, 360.
M u h a m m e d (Pir), bk. Pir Muham­
Muiz-üd-Din Muhammed
medi.
(önce Şihab-üd-Din), Gur ve
M u h a m m e d A d i l , Adilşah, 362,
Gazne sultanı, 10, 98, 211,
365,, 252, 254, 255, 256 , 257, 258,
Muhammed G ı y a s - üd - Di n ,
259, 260, 261, 262, 263, 264,
Abbasilerden, 327. 266 , 268, 270, 271, 271 h, 272,
Muhammed Habi b, yazar, 275, 276, 277, 336 366, 408.
356 h.. M u i z z i (El), 275.
Muhammed ibnî Kası m, M u i z z i y e hanedanı, 275..
Sind’in Arap fatihi, 93, 94, 95, M u k a d d e m , 227.
M u h a m m e d K a l a ç , 101, 278 M u k b i 1 Han, Gucerat valisi, 416.
(bk.. keza İhtiyar-üd-Din Mu­ M u k t a p i d a , kıral, 99 (Lalitadıt-
hammed Kalaç’a). ya'ya da bk,.).
M u h a m m e d K e r i m (Muiz-üd- Mu k t i , 339, 341, 342, 347.,
Din), Gucerat sultam, 393. M u 11 a n, kent, 91, 94, 141, 14! b,
M u h a m m e d II L e ş k e r î , Beh- 142, 145, 146, 149, 177, 178,
menlİ sultam, 432, 432 h, 433, 206 , 255, 257, 278, 287, 288,
434, 435.. 289, 291, 297, 305, 327, 330,
M u h a m m e d N u r b a h ş (Şeyh), 332, 334, 336, 350, 365, 377,
412. 378, 409, 410.
M u h a m m e d S a n c a r, Behmenli M u 11e r (Max), bilgin, 26..
şehzadesi, 424. M a n c a , kıra), 98..
Muhamme d Ş a h I (Miran), M u n d a, ulus, 24..
Handeş hükümdarı, 401, 406, M u r a d II, Osmanlı padişahı, 440.
446 M u r g a b (Mürgab), ırmak. 253.
M u h a m m e d Ş a h Ş a r k î , Cevn- M n r t a z a N i z a m ş a h , 452» 453,
pur sultanı, 379.. 454.
M u h a m m e d (Şiran oğlu), Ben- M u s a Ha n, Mandu’da muvakkat
gal’in Kalaç beylerinden, 276. sultan, 388.
518 HİNDİSrAN TARİHİ

Mu s o n , mevsim yeli, 3. M ü ş r i f , 220, 233, 236.


M u s t a f a A k a , Bicapur beylerin­ M ü z e h h e b - ü b - D i n Nizam - ül-
den, 445,. Müik, Delhi veziri, 288.
Mus ul , kent, 151.,
M u t l a k K u d r e t , 352, 354 h N
M u t r a, kent, 163 h, 164
M u v a t a a, 220, N a b, kent, 253,
M u z a f f e r ş a h ( Şems-üd-Din ), N a f a h a t - ü l - Ün s, eser, 370,,
Bengal sultanı, (bk, Bedr Ha­ N a d i r Ş a b A f ş a r , İran şahı,
beşî’ye).. 10,
M u z a f f e r Ş a h , Gucerat sultanı, N a g a b a t a I, kral, 96.
388, 393, 397, 398, 399, 400, N a g a b a t a II, kıral 96,
401.. N a g a r c u n a , yazar, 76,
M ü b a r e k Ş a h ( Kutb-üd-Din ), N a g a r k u t , kurgan, 148..
Delhi’nin Kalaç sultanı, 316, Nagaur, Nagor, kent, 209, 288, 291,
318.. 292, 294..
M ü b a r e k Ş a h , Delhi’nin Seyit N a h a p a n a , Saka başbuğlarından,
sultanı, 335, 388, 67
M ü b a r e k Ş a h , eski Melik Ka­ N a h a p a n a , Dekken Saka hüküm­
ranfil, Cevnpur sultanı, 377,. darlarından, 79, 82.
Mübarek Ş a h , Doğu Bengal N a h a r a n , Gur meliklerinden, 250.
sultam, 382. N a m ı k K e m a l , yazar, 278,
Mübarek Şah (F ahr-üd-Dio), N a n a (Nana Rao, Nanaıa, Nano),
yazar (bk,. Fahr-üd-Din Müba- kadın mabut, 69,
rekşah’a),, N a n a k (B ab a), dinî önder, 358,
M ü b a r i z - ül - Mül k , Gucerat N a n d a, hanedan ve devlet, 57,
beylerinden, 399, 400, N a n d a, bk, Dana-Nanda’ya,,
M ü e a h i d, Behmenli sultanı, 419 N a n d a (Ganda), kıral, 165,
424. N a n d a n a (Nardin), kent, 148r
M ü he 1 l eb, Arap komutanı, 212, 153, 153 h, 154, 154 b, 165,
M ü k r a n , (Mukran, Makran), bölge, N a n d i v a r m a n , kıral, 108..
184, 191, 192, 279 (bk, keza N a n g r a h a r , kent, 205.
Makran’a). N a n o (bk, Nana’ya),
M ü 1a h i d, 253,, N a r a i n (Narayan, Narayanpur)
M u n h i, 227,, kent, 148, 241.
M ü n t e h a b - ül - L ü b a b , eser, N a r a n g o , kent, 276,
417 h, 420 h, 425 h, 440 h, N a r a s i n b a III, kıral, 104
M ü s l ü m a n , 18, 19, 21, 70, 95, N a r a y a n , Narayanpur, bk Nara-
112, 148, 153, 155, 226, 227, in’e,
228, 250, 281, 296, 303, 318, N a r b a d a , Narmanda, ırmak, 84,
450, 451, 452, 453. 89, 99, 102 b, 314,.
M ü s t e k f î B i l l a h (El), Abbasî N a r d i n , bk., Nandana’ya..
Halifesi, 327, N a r e n d r a N a t b L a w, yazar,
Müstevfi, 341,, 361 h.
M ü ş a f e h e , müşafehename, 231,. N a r m a d a, bk.. Narbada’ya..
DİZİN 519

N a r s i t) g, raca, 425, 426.. N â s ı r-ü d-D i n N u s r e t Şah,


N a r v a r, kent, 475.. Bengal sultam, 361 (bk, keza
N â s ı k , kent, 79, 103, 105, 417.. Nosret Şah'a)
N â g ı r Ha n , Bengal beylerinden N â s ı r-ü d- D i n Ş a h , 417, 418
384 ( bk, keza Naşir - öd - Din (bk, İsmail Muh'a),
Mahmudşah’a), N â s ı r ı E m i r-ü İ-M ü m i n İ n, Sul­
N a s ı r Ha n , Handiş hükümdarı, tan İletmiş’in ünvam, 277, 281.
393.. N a s r Sevüktekin in oğlu, 144,
219.
N a ş ı r-ü d-D i tı ( Nasır-üd-Din ved-
Na s r , (İlek), Hanlılardan, 199 h.
Dünya) , Sevüktekin’in unvanı,
N a z ı m (M.), yazar, 160 n, 177 h,
130, 133,
178 h, 2 ?0 h,
N â s ı r-ü d-D i n, Boğra Han soyun­
N e b o 1 s i n (9 ), yazar, 6
dan Bengal sultanı 321, 322,
N e c a ş i, unvan, 153.
361, 38!,
N e b r v a I a, kent, 227 (bk, keza
N â s ı r-Ü d-D in B o ğ r a Ha n , bk..
Anilvara’ya).
Boğra han'a,,
Nepal, ülke, 99.
N a ş ı r-îi d- D i tı K a l a ç Delhi sul­
N e s a, 143. 159 195, 201, 236,
tanı Celâl-üd-Din Firuz Kalaç-
N e v a s e Ş a h , 142, 145, 146, 147
ın kardeşi, 389.
(bk, keza Suhpal’a).
N â s ı r-ü d-D İn K a 1 a ç, Malva sul­
N i k o b a r a d a l a r ı , 107,.
tanı, 390,
N i m r u z, ülke, 191, 215 (bk, keza
N â s ı r-ü d-D in H ü s r e v, Delhi
Seyistan’a),
sultanı, bk, keza Hüsrev’e,
N i r i m, kent, 94
317,
N i r v a n a , 35, 39, 44, 44 h. 47, 49.
N â s ı r-ü d-D i n I y i t i m Ha n ,
N i ş a p u r, kent, 127, 135, 136,
bk, Iyîtim’e
137, 137 b. 139, 185, 191, 195,
M â s ı r-ü d-D in M a h m u d, Sultan 198, 199, 201, 202, 213 ht 228,
îletmiş’in büyük oğlu, 280, 281 234, 235, 241, 242, 260, 261,
(bk. keza Mabmud’a), N ı y a l T e k i n , Harezm beylerin­
M â s ı r-ü d-D i n Ma h mu d , Sultan den, 159 h..
İletmişin küçük oğlu, Delhi N i y a l T e k i n o ğ l u A h m e d ,
sultanı, 287, 289, 290 (bk, ke­ Gazne beylerinden, 192, 193
za Mahmud’a), (bk,. keza Ahmed’e),
N â s ı r-ü d-D i n M a b m u d, Ben- N i y a 1 i 1 e r , Türkmenlerden bir
gai sultanı, 384 (bk, keza Na­ grup, 200, 201,
sır Han'a). N i z a m Ha n , 474 ( bk İskender
N â s ı r-ü d-D i n M a h m u d, Beri- Ludi’ye),
gal sultanı, F’eth Şah’ıa oğlu, N i z a m Ş a h , Behmenli sultanı,
385. 390, 394 , 430, 431.
N â s ı r-ü d-D iu M a h m u d T u ğ- N i z a m ş a h l a r , Nizamşahî, hane­
l uk, Delhi sultanı, 332 (bk, dan ve devlet, 402, 428, 432,
keza Mahmud Tuğluk’a),, 438 h, 440, 444, 446 , 447, 448,
N â s ı r-ü d-D in Muh a mı n e d, 450, 453, 454 h..
Gucerat sultanı, 392 (bk. keza N i z a m - ü d - D i n , Sevüktekin oğlu
Tatar Han’a), Mabmud’un unvanı, 151.
520 HİNDİSTAN TARİHİ

N i z a m - ü d - D i n , Sint hükümdarı, N u s r e t - ü d - D i n Şır Han Sa»


395.. galsuz, bk , Sagalsus'a,
N i z a m - ü d - D i n , Dekken genel N u s r e t - i i d - D i n Tayısi (Taişi),
valisi, 417. bk.. Iayisi’ye.
Ni z a m- ' ü d - D i n A h m e d (Ho­ Nuş t e ki n, Gazne sultanları
ca), tarihçi, 299, 416, 474 h, Mahmud ve Mesud’un beyle­
N İ z a m - ü d - D i n E v l i y a (Şeyh), rinden, 194, 234 h.
315 , 317, 322, 323, 326, 355, N u ş t e k i n , Gszne sultanları Abd
356, 357, 360, 370, 419. ■ür-Reşid ve Ferruhzad’ın bey­
N i z a m ••ü l - M ü 1 k, Selçuk veziri lerinden, 207’..
ve yazar, 213..
N i z a m - ü l - M Ü l k (Müzehheb-üd- O
Din), Delhi veziri, 288,.
N i z a m - i i l - M ü l k , muhtedi, Gü- O, «Hüvve» karşılığı, 112, 112 h,
cerat beylerinden, 395.. 354, 355, 356.
N i z a m - i i l - M ü l k , Behmenii dev­ Oçerki Voljskogo Nizovva, eser, 6.
leti beylerinden, 431,. O d e y c İ Ş a h (Ala-üd-Dİn), Ma -
N i z a m - ü l - M ü î k , 342 (bk Ha­ ber sultanı, 415..
şan Bahri’ye),, O d i s e, eser, 113,
N i z a m î (Şeyh), yazar, 238..
O ğ u l B e y (Hüsam-üd-Din), Delhi
N o r d i k, ırk veya tip, 7, 20, 69, sultanlığı beylerinden, 271,
72 h
272, 284 h..
N o r m a n, ulus, 369..
N u d i y a, kent, 101, 273. Oğ u z , Oğuzlar, oymak, 12, 13,
Nuh, peygamber, 250.. 73 h, 76, 96, 143, 144, 171,
N u h II, Samanoğlu padişahı, 128, 174, 175, 176, 206, 253, 254,
132, 133, 134, 135. 255 , 257, 262, 264, 391,,
N u h S i p i h r , eser, 348„ O ğ u z K a a n D e s t a n ı , 6..
Numani mezheb, Hanefilik, O h i n d, kent, 140, bk. keza Und
359.. ve Veyhand’a)..
N u n h o da C ü n h a , Portekiz O k y a n u s , 55..
valisi, 404, 405, O m f i (Amfi), kıral, 55.
N u r, bölge, 168.. Om (A. U M ), kutsal hece, 111,
N u r K u t b - ü l - A l e m (Şeyh), 112.
378, 383, 384 O n a t (Naim Hazım), yazar, 70h..
N u r b a h ş, mezheb, 412. Or d u di l i , 351..
N u r i s t a n, bölge, 168. O r i s a, ülke, 5, 105, 321, 328, 379,
N u s r e t H a n T ü r k , Delhi sul­ 382, 388, 430, 431, 434
tanlığı beylerinden, 306, 307. O r t a A s y a, 8, 24, 58, 64, 74, 87,
N u s r e t Ha n , bk. Şems Han’a.. 145, 250, 337.
Nusret Ş a h , Bengal sultanı, O s ma n , Üçüncü Halife, 92, 307.
386, 387 (bk. keza Nasır-üd- O s m a n - e l - V a s ı k î , Abbasîler-
Din Nusret Şah’a), den, 139.,
N u s r e t T u ğ l u k , Delhi sultanı, O s m a n 1 1, hanedan ve devlet, 66b,
392. 286, 306, 339, 346, 365, 391,
DİZİN 521

397, 400 , 404, 405, 406, 407, Parende, kent, 437„


423, 425, 426 h, 437, 440/ P a r g a n a, 433
Ö t h a r v a n (Atharvan) Veda, kut­ P a r i h a r (Paratihara), oymak, 95,
sal kitap, 25 96, 99
Ou d (Eved), Ölke, 53, 85, 113, 272, P a r i a, 17.
280, 289, 298, 302. P a r i s , kent, 73 h,.
P a r m a 1 (Paramardi), kıral, 257,274..
Ö P a r t, ulus, 8, 63, 64, 65, 66, 67,
73, 74, 75, 78, 82, 107 (bk.
ö k r a t ı d e s , kıral, 64. keza Pallava'ya),
Ö m e r , Ömer Faruk, İkinci Halife P a t a l i p u t r a , kent (eski Patna),
307, 333, 408. 57, 59, 74, 80, 81, 82, 83. 85,
Ö m e r , Delki Kalaç şehzadesi, 308.. 90, 100.
P a t a n , kent, 249, 257, 418„
Ö m e r (Şihab»üd-Din), Delhi sulta­
P a t h a d, ulus, 283 h (bk. Afgan'a)..
nı, 316,
P a t n a , kent, 57, 65, 74, 80, 83,
Ö ş ü r , vergi, 223,,
100, 387.
Ö t i d e m o s , kıral, 64. P a t r i , bölge, 440, 446, 447..
Ö z, 36, 37, 38, 39, 356.
P a v a r (Paramara), oymak, 95, 98-.
Ö z b e k , oymak, 336.
P a z a r -i-A ş i k a n, anıt, 228, 242.
ö z k e n t, kent, 158,
P e g u, kent ve devlet, 107,.
P e n e a b (Pencap), ülke, 3, 4, 9, 11,
P 13, 14 , 21, 22, 23, 24, 27, 31,
53, 54, 55. 56, 57, 64, 65, 66,
P a i k, 348, 385. 68, 74, 78, 84, 87, 88, 91, 93,
P a l a , hanedan, 100, 101, 107.. 129, 140, 141, 141 b, 142, 146,
P a 1 e s t i n, ülke, 48., 148, 153, 153 h, 154, 165, 166,
P a 11 a v a (PartJ, ulus, 63, 78, 79, 178, 184, 257, 258, 269, 275,
102, 103, 106, 107, J08 (bk. 278, 279, 280, 281. 282, 289,
keza Part’a).. 290, 293, 295, 298, 300, 332,
P a m i r yaylası, 1, 2, 335, 348, 350, 358, 378, 380,
P a n e a i a s, ulus veya oymak, 117, 410, 414, 471,
P a n d i t , 355, P e n c a y a t , 16,.
P a n d u, oymak, 411.. P e n c e t a n t r a , eser, 239.
P a n d u a, kent, 365, 382, 384. P e o p l e o f l n d i a (The), eser, 4,.
P a n d y a, devlet, 63, 304, 106, 107, P e ş t u di l i , 5.
P a n g u 1, kurgan. 427, P e y g a m b e r (Islâm Peygamberi),
P a n i p a t, kent ve savaş alanı, 94, 95, 167 ( bk.. keza Muham-
401, 471, 476, med’e )..
P a n t e o n , anıt, 365. P i r M u h a m m e d , Timuru'un to­
P a r a m a r a (Pavar), oymak, 95, runu, 332, 334,
98, 2 74„ P i r i , Gazne sahibi, 128
P a r a m a r d i (Parnal), kral 257, P i ş a v e r , kent, 71, 75, 77, 86, 93,
274. 142, 153 h, 206, 258.
P a r a n t a k a I, kıral, 106, P i t o r a ( Ray ) 98, 257, 258, 259
P a r d ı , kent, 394. (bk, keza Pritvîrac'a).
522 HİNDİSTAN TARİHİ

P o r o s (Porava), kıraî, 55.. R a c e n d r a - Ç o 1 a d e v a, kıral,


P o r t a k a l (bk, Portekiz’e). 107.
Portekiz, Portegizler» ulus ve R â c i (melik), Handiş devleti kuru»
devlet, 386, 396, 397, 402, 404 cusu, 407, 407 b, 408. (Bk,
405, 406, 407, 442, 453.. keza Ahmed Raci Han’a
P r a b b a k a r a-V a r d a n a , raca, (melik)..
88 R a c i s t a n (Racputana), ülke, 84,
P r a c a p a t i , 30., 31, 87, 89, 96, 97, 184, 209, 256.
P r a t i h a r a (Parihar), 95, 96, 98, 308, 310, 363, 389, 390, 392,
255., 393, 403, 415 (bk. keza Rac»
putana’ya)
P r i t v i r a c, Pritviraca, raca, 98,
Racput, ulus, 11, 87, 88, 98, 102,
256, 257, 258, 259, 269, 270,
129, 255, 256, 269, 314, 362,
271, 272 (bk kezı Pitora,
389, 390, 391, 393, 398, 400,
Ray’a),
403, 409, 415, 431, 443, 475..
P r i t v i r a c R a s a. eser, 95 h, 257.. R a c p u t a n a , ülke, 4, 65, 84, 87,
P r o m o t i o n o t L e a r n i n g f in 96, 241, 308, (bk.. keza Racis-
I nd i a eser, 361 h. tan’a),
P t o 1 e m e, yazar, 67., R a c v e su yolu, 331
P t o 1e m e F î l a d e l f , kıral, 57., R a c y a p a l , Racyapala, raca, 97,
P u 1 a k e s i n II, kıral, 89, 102, 108 98, 100, 164, 166, 169.
P u 1 u m a y i, kıral, 82 R a d 1 o f, lûgatçı, 66
P u n c i Hat un, Adilşah) ardan, R a k ş a s a , şeytan, 114,
442, 448. R a m, raca, 155.
P u r T e k i n , bk. Bur Tekin’e, Ra m, R a m a , mabut ve kahraman,
P u r a n a l a r , eser, 53, 56, 109, 111, 113, 114, 114 h, 115, 116,
111, 111 h, 119, 120, 351 354,
P u r i , kent, 104, 108.. R a m a ç a n d r a , raca. 105, 302,
P u r o h i t a , 27. Ramaçarkara (yogi), yazar,
P u r u ç a 1, kıral, 167 (bk.. keza 108 h,
Trilocanpala). R a m a n a n d , dinî önder, 352, 353,
P u ş y a m i t r a , Sunga hauedanım 358,
kuran kıral, 63, 65, 80, 81, 82,. R a m a n u c a , dini önder, 104, 352.
109.. R a m a p a 1 a, kırat, 101
P u ş v a m i t r a devlet veya ulus, R a m a y a n a, eser, 58, 111, 113,
84. 115, 361.
P u t ş i k a n, unvan, 411.. R a m a z a n o ğ f l u B a h a *ü d- Di n,
Behmenli devleti beylerinden,
R 424,
R a m d i v, bk» Ramacandra’ya.
Raca (melik), 407, R a m a n g a (Rubut), ırmak, 166
R a c a d i r a c a , k ıral, 107, R i n a S a n g a, Sanka (bk, San*
Racaraca Deva, kıral, 104, 106, ga’ya)
107 R a n g u n, kent, 107
R a c a s e k a r a , şair, 107. R a n t a m b o r , kurgan, 270, 271,
Racatarangini, eser, 72, 361 280, 283, 291, 308,
DİZİN 523

R a ş t r a k u t a , hanedan ve devlet, Tûrkleri, 180, 181, 215, 370


103, 104, 106, 423, 425, 442.
R a t a n S i n g, raca, 310, Rum P a t r i ğ i , 346,
R a v a l p i n d i , kent, 279,, R u t b i l (Retbil), İinvan, 70, 92,
R a v a n a, efsanevî kişi, 114, 115., Rukn-ud-Din Firuz Şah,
R a v e r t y, yazar, 209 h, 249, 250 h, Delhi sultanı, 282, 288.,
271 h, 283 h R u k n - ü d - D i n İ b r a h i m, Delhi
R a y Mal , bk„ Mal (Ray)a, sultanı, 305, 306
R a y a t * ı - A ! a , unvan, 334,, Rükn-üd'Din Keykavus,
R a y ç u r , kurgan, 441, 445,. Bengal sultanı, 321.,
R a y ç u r D İİ a’ b ı, (iki su), 442, R ü k n - ü d ' D i n (Şeyh), 323, 365.,
444, 447, 450. R ü s t e m, efsanevî kişi, 178
R a y n s i, raca, 259, 270, 271.
R a y s ı n , kent ve bölge, 403,, S
R a i i y e , Delhi'nin kadın sultanı,
281, 282, 284, 285 286, 287, S a c h a u , yazar, 71, 71 h,
291, S a ’ d - ü d - D i n Ma h mu d , Güce-
R e b i, Arap komutanı, 212., rat sultanı, 406, 407.,
R e b i o ğ l u Al i , Gazne beylerin­ S a d h u, 354, 355,
den, 206,. S a * d İ, şair, 360.
R e t b i l (Rutbil), unvan, 70, S a d r i - C i h a n , 340,
R e v 2 a t ■■ü s ■■S e f a, eser, 177,, S a ğ a i s u a (Nusret- iid-Din Şir Han
R e y , kent, 180, 181, 184, 185, 191, Sankur), Delhi sultanlığı beyle­
192, 197, 200, 202, 241, rinden, 284 h.
Reyhan (İmad-üd-Din), harem S a ğ a r , kent, 424.
ağası, 290, 292, 293 Sahambari (Sanber), devlet,
R e y h a n (E !>u), bk,. Birunı (El)ye 256.
R i g V e d a , kutsal kitap, 25. S a h i p Ha n , Malva şehzadesi, 398.
R i e u, bilgin, 250 h. S a h i b-i B e r i d, 235,
R i s a t e t d i v a n ı , 220, 221.. S a h i b* i D i v a n , 187, 193..
R i s l e y (Sir H ), yazar, 4 S a h i b i D i v a n ı Ar z , 221, 222,
R i ş i, 4, 25 223 (bk, keza Ariz’a).
R i y a d - ü s - S a l a t i n , eser, 381, S a h i b-i D i v a n ı R i s a l e t, 182,
381 h, 383, 385 h. 216, 230, 234, 334 h, 235..
R o h r i, kent, 93, S a i d Ha n , Kaşgar sultanı, 413
R o m a , kent, 40, 74. 77, 105, 365, S a k a (Sakya), ulus ve devlet, 8,
R o m a H u k u k u , 20.. 42. 63, 64, 65, 66, 67, 68, 73,
R u b e n s (Prof. Waiter), 42 h,. 74, 75, 77 , 78, 79, 82, 83 , 84,
R u d r a, mabut, 110, 113. 85, 351
R u d r a d a m a n I, kıral, 78, 82.. S a k a l a (Siyalkot), kent, 91.
Ruh , 33, 36. 356, S a k a r , Sankar (İskender, Siken-
Ruh P e r v e r Ağ a , Behmenli der), Keşmir sultanı, 411,.
hanedanından kadın, 424. S a k a s t a n , ülke, 65, 70, 78,
R u h u t, (Ramganga), ırmak, 166, S a k y a (Saka), Buda'mn ulusu, 42,
Ru m, Rumiyan, Selçuk ve Osmanlı 42 h, 46,
524 HİNDİSTAN TARİHİ

S a l a r , 234.. S a n g r a m a , bk, Sanga (Rana) ya,


S a l ı (Sari) Noyin, Moğol komutam, S a n k a , bk, Sanga'ya
293, 296. 5 a n kar, Keşmir sultanı (bk, İsken­
S a l t R a n g e, dağ, 153, der’e), 361, 411.
S a m, Gur meliklerinden, 209. S a n k a r a bilgin, 36.
S a m a n G o t a m (Buda), 47, S a n k a r a , Deogir racasının oğlu,
S a m a n oğl u, Saman oğulları, 303, 304..
hanedan, 127, 128, 131, 132, S a n s k r i t dil ve edebiyatı, 26, 50,
134, 135, 136, 139, 210, 211, 79, 85, 113, 354 h, 361 „
213, 214, S a r a h s, (Serahs) , kent, 143, 174,
S a m a n V e d a , kutsal kitap, 25. 196, 200, 201, 202,
S a m a n a , 49, S a r e n g Ha n , Delhi sultanlığı
S a m b e r, Devlet, 98, beylerinden, 334, 335..
S a r e n g p u r , kent, 403..
S a m m a, oymak, 409.
S a m u d r a g u p t a , kıra), 83 , 84, S a r i . Şali (Noyin), Moğol komutanı,
107. 293, 296.
S a s a n o ğ u l l a r ı , hanedan, 419.
S a n a t a n a D a r m a , eser, 119 b,
S a n b a r (Sahambarİ), devlet, 256,. S a s a n k a, kıral, 90.
S a n c a r, Selçuk sultanı, 12, 209, S a t , 112,
S a t a k a r n ı , hanedan, 82.
210, 211, 251, 252, 253, 254,
260, 371.. S a t g a o n, kent, 381, 384.
S a t ı ( B i b i ) , Adilşahlardan bir
S a n c a r, Sint hükümdarı, 409.
kadın, 444
S a n c a r A l p , Kalaç beylerinden,
307 (bk.. keza Alp Han'a).. S a t y a, devlet, 63.
S a n c a r Ç e s t (Arslan Han), bk.. S a v e, 431 h„
Arslan Han Sancar Çest’e. S a y ı l ı (Aydın), yazar, 213 b.
S a n c a r G e z l i k (T ac - üd - Din), S a z a v u 1, Ordu kaçaklariyle meş­
Delhi Sultanlığı beylerinden, gul olan subay, 417..
284 h. S c h o p e n h a u e r , filozof, 34, 35.
S a n c a r K ert(Tac-üd-D in), Delhi S e f i d Ku h , dağ, 2..
Sultanlığı beylerinden, 284 h. Ş e h r e , Multan sultanı, 410 (bk.
S a n c a r T e z (Tac-üd-Din), Delhi Kutb-ûd-Din’e).,
Sultanlığı Beylerinden, 284 h.. S e k n i o, Kakar’ların başkanı, 279
S a n c a r ( Muhammed ) , Behmenli (bk, Kutluk Han’a)..
şehzadesi, 424. S e l ç u k , devlet, hanedan ve tabİ’-
S a n c a r î ( Haşan ), bk.. Muin-ud- leri, 12, 171, 174, 175, 179,
Din Çişti (Şeyh) ye. 180, 181, 184, 186, 187, 189,
S a n c a r î o ğ l u Muhammed, bk.. 193, 194, 195, 196, 197, 198,
Muhammed Müeyyid-ül-Mülk’e. 199,200, 201, 202, 203, 205,
S a n ç i, kent, 61. 207, 208, 209, 210. 216, 227,
S a n d r o -Kottos, 56 (bk,. keza Çan- 228, 229, 234, 235 , 241, 252,
dragupta Morya ya), 261, 371,
S a o g a, Sanka (Rana ) , kıra! 399, S e l ç u k o ğ l u İ s r a i l , bk„ İsrail’e.
399 h, 400, 401, 403, 476, S e l ö k o s N î k a t o r , komutan ve
S a n ga m a 1,, kıral, 416. kıral, 57, 59, 63.
DİZİN 525

S e l ö k o s i a r , han eda o, 63, 64 S e y f-ü d-D in S u r i, Gur sultam,


S e m e r k a n t , kent, 54, 134, 135, 210, 252,
136, 139, 152, 152 h, 156, 171. S e y h u n , 54, 64, 134, 152, 211,
172, 173, 359, 395.. 215, 225, 429,
S e n a hanedanı, 101, S e y i s t a n, Sicistan, ülke, 24, 65,
S e n a î (Hakim), sufî, 354, 356 (bk, 70, 78, 91, 92, 137, 139, 140,
keza Ebül Mecd Mecdud’a) 141, 184, 191, 205, 206, 207,
S e n a n ı , 27, 214, 255 (bk.. keza Sakastan*a).
S e n a r t (Emile), yazar, 19, 20. S e y l a n , ada, 61, 84, 106, 107,
S e n e a p bölgesi, 197, 114, 115, 116.
S e r C a n d a r, 254, 301, 340. S e y y i d, 408„
S e r D e v a t t a r , 340. S e y y i d, Seyid, Seyit, bîr Delhi
S e r L e ş k e r , 432, 433, saltanat hanedanı, 334, 335,
S e r S i l a b d a r , 340.. 364, 379, 389, 471, 472..
S e r a h s, bk, Sarahs’a. S e y y i d, bir Bengai saltanat hane­
S e r f , 31. danı, 361, 385..
S e r h i n d , kent, 278, 471, 472. S e y y i d - ü s - S a d a t, bk. Celâl-
S e r v a n î , oymak, 470, ül.Hak’a.
S e r v e r (melik), Cevupur devletini S e y y id e, Büveyh’lerden bir kadın,
kuran, 332, 377 (bk keza Ho- 180,
ca Ciban’a). S ı r a c - ü d - D i n (Mevlâna), Delhi
S e r v e r-ü 1-M ü I k, Delhi veziri, 335, sultanlığında kadı, 258.
S e v i n ç (melik), Delhi sultanlığı S ı r a c - ü d - D i n , Behmenli devle­
beylerinden, 301, tinde kadı, 425,,
S e v a, 431,, S ı r r ı Efe b er, eser, 34,
S e v a î , 431 S ı r s a v a, kent, 163..
S e v ü k t e k i n , Gazne hükümdarı, S i a I k o k, Sİyalkot (Sakala) , kent
10, 88, 91, 94, 95, 98, 99, 127, 64, 87, 91, 258.
128, 129, 130, 130 h, 131, 131 S i b i, Sivi, kent, 410.
h, 133, 134, 135, 136, 136 h, S i b i r, ülke, 370.
138, 139, 140, 141. 162, 207, S i c i s t a n , bk Seyistan ve Sakas-
209, 211, 214, 215, 229, 233, tan’a,
235, 239, 240, 251, 257, 259, S i d a r t a, (Buda), 42.
260, 371, 408, S id dİ Molla, şeyh, 302,,
S e y f-ü d-D e v l e , Sevüktekin oğlu S i d i B e d r H a b e ş î , bk„ Bed Ha­
Mahmud'un unvanı, 133, 213, beşî* ya,
S e y f-ü d-D i n, yazar, 160,. S i h, din ve millet, 11, 14, 348,
S e y f-ü d-D in H a m z a, Bengai 358..
sultanı, 383. S i h a, mürit, 47.
S e y f-ü d-D in H a ş a n K a r l u k , S i h r a s Ra i , kıraİ, 93.
282, 287. 289 (bk. keza Haşan S i k e n d e r, bk . türlü «İskender»
Karluk’a),. lere.
S e y f-ü d-D in L a ç i n , şair Emîr S i i a h d i, Racput beyi, 403.
Hüsrev'in babası, 359.. S i l s i l e t-ü t-T e v a r i h, eser, 103,,
S e y f-ü d-M u h a m m e d, Gur sul­ S i m c u r o ğ u l l a r ı , hanedan, 132,
tanı, 253. 254.. 135, 137.
526 HİNDİSTAN TARİHİ

S i m c u r o ğ l u (bk., Ebu AH Mu* S t n p a, 51, 61,


hammed, Ebül Hüseyin ve S v a t, bölge, 54
Ebül-Kasım’a),, S u d o d a n a , Buda’nın babası, 42.,
S i n d (Sint), ırmak, 1, 1 b, 2, 7, S u d r a , kast, 18, 19, 31, 32, 93,
8, 24, 54, 55, 56, 57, 91, 92, S u f î, 353,.
129, 140 h, 141, 142, 165, 177 S u b p a l (mühtedİ), 142, 145, 146
h, 178, 179, 179 h, 184, 205, (bk,, Nevase Şah*a),
206, 275, 279, 287, 291, 297, SuItanKulu Kutb-ül-Mülk,
311, 343, Behmenti devleti beylerinden,
S i n d ( S i n t ), ülke, 3, 4, 8, 9, 21, 436, 437, 441, 442, 443,,
22, 23, 24, 53, 64, 65, 68, 74, S u t t a n K u l u K u t u p ç a h, es­
88, 89, 93, 94, 95, 97, 147, 191, ki ( Kurub-Til-Mülk ) Gülkende
215, 255, 258 h, 269, 276, 278, devletinin kurucusu, 446, 449,
280, 281, 289, 299, 300. 328, 450, 451, 453
329,333,350,380, 395, 408, 409,. S u l t a n Ş a h L u d i (İslâm Han),
S i n g a n a, kıral, 105, 472.
S i p e h s a l a r , 234, S u l t a n - ü d - D e v l e , Fars emiri,
S i r ü s, kıra!, 53. 184,
S i t a, efsanevî kadın, 113, 114, S u l t a n - ü ş - Ş a r k , Cevnpur sul­
115, 116.. tanlarının Unvanı, 332, 377.
S i v a , Şiva, mabut, 24, 25, 30, 90, S u l t a n kut , kurgan, 276..
104, 110, 117, 119, 176..
S u 11 a n p u r, kent, 321 ( bk keza
S i v a I i k, dağlık bölge, 154, 260.
Varangel’e)..
S i v i , bk., Sibİ’ye,
S u n a m, kent, 294,
S i y a h P a g o d , mabed, 105,
S u n g a , hanedan ve devlet, 63, 65,
$ i y a s e t n a m e, eser, 174 h, 182,
80, 81, 109.
213 h, 214 h 222, 225, 226,
S u n k u r (Şir Han), Delhi sultan­
233, 233 h, 240, 241,
lığı beylerinden, 291, 292, 293,
S k a n d a g u p t a , kırat, 85, 86,,
295, 298,,
S m i t h ( Sir V, A,.), tarihçi, 69,
S u □ k u r, bk, Sankar’a, 361, 411.,
72 h, 88 h, 95, 96 h, 129,,
S u n k u r a n , oymak, 257
S o g d i a n, ülke, 54.
S n p h a n K u l u Kutupşah, 450,
S o m a , mabut, 29,
S u r , oymak, 14.
S o 1 m a n k i (ÇavlukyaJ, oymak, 95
S u r i, Horasan sahtb-i divanı, 187,
S o m n a t, Somanat, kent ve mabed,
193, 234„
176,177, 178, 240.
S u r i (Seyf-üd-Din), Gur sultanı,
S o n a r g a o n , kent, 299, 321, 381,
210,252.
382,,
S o n g-Yuo, elçi, 86 S u r i o ğ l u M ü h a m m e d , Gur
S o r a t h , Sorat, bölge, 394, 402,, meliki, 149„
S t i r i t o f B o u d h i s m ( The ), S u r i y e , ülke, 61, 215, 296,,
eser, 44 h, 47. S u r s u t i, kent ve ırmak, 260,278.,
S r ü t i, 26. S u s i m a, Asoka’nm kardeşi, 58,
S t a v i s k a, 25., S u t r a, 26.
S t a n e s v a r a , Stanvisvara,88(bk, S ü b a ş ı (Hacip), Gaza e beylerin­
keza Tanesar’a)., den, 196, 198, 230.
DİZİN 527

S u b a ş ı T e k i n , Hanlı devleti ko- ların beylerinden, 448,


mutanlarından, 142, 143, 174, Ş e h i d Kaan, 360, bk,, keza Mu*
S i i l e y m a n (tüccar), yazar, 103., hammed’e,
S ü l e y m a n , Hızır Han'ın babası, Ş e h n a m e , eser, 211, 237.
334, Ş e h r i S e b z , kent, 133.
S ü l e y m a n (Kanuni Sultan), 306, Ş e m s Ha n (Nusret Han), Gtice-
404, 405, 406, rat hanedanından, 392„
S ü l e y m a n P a ş a (Hadım), 406, Ş e m s i - S i r a c A f i f , tarihçi,
407. 331, 364, 367.
S ü l e y m a n d a ğ l a r ı , İ h, 2, 370, Ş e m s - ü d - D i n Behmenli sulta­
S ü m e r , ülke, 22, nı, 425,
S ü n n i , sünnilik, 359, 4İa, 446, 448, Ş e m s - ü d ••Di n , Keşmir sultanı,
S ü t 1e ç, ırmak, 97, 155, 155 h, 184, 411..
278, 298, 318, 331,, Ş e m s ~î i t * Di n , Nurbahş mezhe­
binden şeyh, 412..
ş Ş e m s - üd - D i n A b m e d, Ben-
gal sultanı, 334..
Ş a b e h a r, kırı, 225
Ş e m s - üd - Di n B a y a z i t , Ben-
Ş e f i i, mezhzb, 239, 261. Şah Bey
gal sultanı, 383,
Arnun, Bk Şüca' Bey Argun’a,
Ş e m s - üd - D i n F i r u z Bengal
Ş a h C i h a n , Garkanlı Padişahı,
sultam, 321,
34.
Ş m s - ii d , D in H a c ı İl y a s , Ben-
Ş a h K u l u Ha n, Gurkanlı devleti gal sultanı, 382 (bk keza tlyas'a)
Beylerinden, 414, Ş e m s - ii d - D i n İ l e t m i ş , Delhi
Ş a h K u l u Ha n , Behmenli devletî sultanı, bk. İletmiş'e,
Beylerinden, 432., Ş e m s - üd - D in M u h a m m e d ,
Ş a h M e l i k , Cudi Emiri, 194 254, Gur sultanı, bk., Giyas-üd-
Ş a h Mi r z a , Gurkanlı şehzadesi, Din Muhammed’e
403, Şems-üd-Din Muzaffer,
Ş a h (M i r z a\ bk, Mirza Sah’a, Bengal sultanı, 385,
Ş a h ı , kıralları, 73 h. Ş e m s ü 1 • K ii f f a t, bk, Ebul
Ş a h n e , 293, 295 Kasım Ahmed e,
Ş a h n e-i d e r g a h , 311, Ş e m s - ü I - M ü l k , bk, Abd-ü!-
Ş a h n e-i-f i 1, 340, Cebbar Kidani’ye,,
Ş a h n e-i-i m a r e t, 341, Ş e r e f - n d - D e v l e , bk. Ebuî
Ş a h r u h, Timur ojlu, 334, 384, 410,, Fevarİs'e,,
Ş a h u * H e y k , oymak, 470 Şemsiye hanedatıt ve devlet,
Ş a m, kent, 170, 239, Şems-üd-Din İletmiş'e matuf.
Ş a n s a b, efsanevî kİşî, 251, 277.
Ş a n s a b a n i , hanedan, 251, 262, Ş e y h Ç e l i l , bk„ Ebul Kasım
264, 266, 274, Ahmed’e
Ş a r k i , Şarkiye devleti, Cevupur Ş e y h z a d e D u n i ş k i , şair 320.
devleti, 377, 378., Ş e y t a n , 49,
Ş a r v a, kent, 165. Ş i r a z, kent, 360, 383„
Ş e c a a t H a n R u mî , Adilşah- Ş İ h a b - ü d - D e v l e , unvan, 178,
528 HİNDİSTAN TARİHİ

205. T a b e r i , tarihçi, 70 h, 211, 212..


Ş i h a b - ü d - D i n , tüccar, 386» î a b e r i s t a n (Tabaristan), bölge,
Ş i h a b - ü d - D i n , Malva’nınKai&ç 150, 180, 191
şehzadelerinden, 390, T a c-ü d-D i a A r a l a n H a n S a n *
Ş i h a b - ü d - D i n veya Şems*üd- c a r Ç e s t, bk.. Arslan Han'a»
Din Bayezit, Bengal sultam, T a c - ü d - D i n F i r u z , Behmenli
383. sultanı, bk.. Firuz'a,
Ş i h a b - ü d - D i n Muhammed, bk,, T a c - ü d - D i n Sancar Gezlik
Muiz-üd-Din Muhammed’e, bk„ Sancar’a.
Ş i h a b - ü d - D i n Ö me r , Del* T a c - ü d - D i n S a n c a r Ke r t ,
hi sultanı, 316. bk. Sancar’a.
Ş i i, 241, 412, 428, 450. T a c - ü d - D i n S a n c a r Te z ,
Ş ı r H a n S u n k u r , bk Sun- bk. Sancar’a..
kur’a, Tac-üd-D in Yıldız, bk..
Ş i r H a n S u r , Delhi'nin Afgan yıldız’»..
sultam, 387, 413, 471.. T a c - ü 1 - M e a ş i r, seer, 211 h,
Ş i r z a d, Gazne sultanı, 209, 259, 270, 270 h, 271 h, 277 h,
Ş i v a, bk Siva’ya,. 278 h»
S o I a p u r, kent, 440, 445, 449, I a c ik - 4, 145, 214, 230, 371..
450, 451, 452. T a £ 1 a r, eşkiya, 362.
Ş o p e n h a v e r , bk. Schopenha* T a £ l, ayaklanmış biri, 409, 418.
uer’e, T a g o r (Rabindranath), şair, 353,
Şuara-ül - Nasraniye, 356 h,
eser, 70 h, I a h e r t i, elçi, 151.. 151 h.
Ş u r p a n a k a , efsanevi kadın 114 I a h i r . Keşmir sultanı Şems-üd-
Ş ü c a (veya Şah) Bay Argun, Sint Din'İn babası, 411
hükümdarı, 409, 410. T a h i r (Bu), bk, Tahir’e
Ş ü c a - ü d - D i n A I İ , Gur Me­ T a h k i k i - M a i I ■H i n d, eser,
liki, 261, 262. 71, 238,
T a k s i 1 a, kent, 54, 55, 58, 64,.
T 66, 67, 77, 78, 91, 93,
T a k s İ l e s , kıral, 55,
T a b, bölge, 168 T a 1 i b (Ebu), bk, Ebu Talib’e»
T a b a k a t ı " E k b e r i, eser, T a l i k a , Kent, 255,
285, 299, 347, 360, 416,. I a I k o t a, kent ve vtırkşma alanı, :
T a b a k a t ı • N a 3 i i iı eser, 6, 452, 453,.
12, 42 h, 128 h, 131, 131 h, T a m i 1, ulus, 105,
136 h, 175, 207, 207 h, 209 h, T a n c a , kent, 323,,
249, 250, 251, 251 h, 253, 258, T a n c o r, kent, 63, 107,
260, 261, 262, 262 h, 263, 265, T a n g i r, Tankur, Kurgan, 276 (bk,
266, 270 h, 271 h, 273, 277, keza Biyava’ya),
281, 283. 283 h, 284, 288, 289, T a n i s a r, Tanesar, kent, 88, 164,
291 h, 292, 293, 296, 371. 155, 205, 206 (bk, keza Sta-
I a b e r h i n d, kent, 258, 285, bk nesvara’ya).
keza Batinda’ya T a n k u r , bk, Tangir’e,
DİZİN 529

T a n r ı , 352, 353, 354, 355, 357.. Delhi sultanlığı beylerinden


T a r (Ihar) çötü, 177 h, 257, 284 h.
T a r a f , 420, 433,. T a y l a II, Taylapa II, kıral, 98,
T a r a f t a r , 420, 433, 1C4„
T a r a i n , kent ve savaş alanı, 259 T a y l a k , Gazne beylerinden, 193,
260, 269, 270, 278, T a y l a k , bk- Tilak'a,
T a r a m a D e r g i s i , eser, 66 h. T e b r i z , kent, 296-
T a r a z , kent, 197,, T e f e’S 1 Han, İmadşahlann beyle­
T a r g ı, Moğol komutam, 298, 311., rinden, 452-
T a r g ı ( melik ), Delhi sultanlığı T e k i n, 71 h, 86
beylerinden, 301- T e k i n a b a d, kent, 205..
T a r i h - i’A 1-i S e v ü k t e k i n , 153 T e k T a n r ı c ı l ı k , 110, 111,
h, T e 1 b o ğ a, Delhi sultanlığı beyle­
Tarih-İ F a h r - ü d - D i n Mü­ rinden, 317-
b a r e k ş a h, 13, 369, T e 1 e g u d i l i , 105 h
T a r i h i - F e n a k e t i , 295. T e 1 e n g, Telingana, bk, Tileng ve
T a r i h - i F i r u z Ş a h ı (Ziya Ber- Tilengana’ya
nî’nin), 13, 296, 299, 300, 371.. T e 1 l o, kent, 22..
T a r İ h ••İ G ü z İ d e, 92, 136 h, 207 T e n a s i i h , 32, 33, 44 h
h, 237, 241. T e n b e I, 92 h..
T a r i h - i M ö b a r e k ş a h i , 334 h, T e n g e, para, 313, 350, 351, 360,
335. 367, 398..
T a r i h i R e ş i d i , 413- T e n g i z Ha n , Moğol Fatihi, 260,
T a r i h - i S a n î , 175.. 278, 279, 302, 329, 333, 336,
T a r i h - i Y e m i n î , 5„ 359, 260 (bk,. keza Cengiz)
T a ş (Ebul Abbas), Saman oğlu I e r e k , oymak), 5-
devleti beylerinden, 132, I e r m i z, kent, 137, 143, 172, 184,
Ta ş , Gazne beylerinden, 191, 192, 191, 193, 194,196, 199, 361,
226. 385..
I a ş k e n t, kent, 360,. T e t t e , bk. Tatta
T a ş k u r g a n , kent, 74.. T e v h i d, 34, 110, 111.
Tat, 112. T e v r a t , kutsal kitap, 34 h, 94-
T a t a r Ha n , sultan Gıyas-üd-Din T ı m a c ı, Sint hükümdarı, 409
Tuğluk’un evlâtlığı, 322, 381, T i b e t , ülke, 42 b. 71, 75, 83, 99,
381 h (bk. keza Behram 101, 273, 326, 413,
Han'a). T i 1 a k (Taylak), yazar, 26, 26 h,
T a t a r Ha n , Gücerat valisi Zafer 27.
Hanfm oğlu, 332, 392, 393 (bk. T i m u r G u r g a n , Türk fatihi, 10,
keza Nasîr-üd-Din Muhammed 279, 329, 331,332, 333, 334,
Şah’a).. 335, 336, 337,377, 384, 387,
T a t t a , Tette, kent, 258 h, 390, 392, 403,409, 410, 411,
T a v a c ı , Tavaçi, Tavacı başı, 385, 414, 426, 426 h 427, 428, 429,
420, 421.. 432, 438, 443 h, 454, 471,
T a y i’, Abbasi halifesi, 132, 138- Timur H a n I m a d-ü i-M ü 1k,
T a y i’, bk.. Ebu Abdullah Tayi'e şair Hüsrev'in büyük babası,
T ay i s i , Taisi ( Nus ret-ü d-Din), 360.,
H in d ista n T a rih î 34
530 HİNDİSTAN TARİHİ

I i m a r K ı r a n H a n (Kamer-üd- T u ğ l u k Ş a h F u l a d î Gücerat
din), Delhi sultanlığı beylerin­ beylerinden, 400,.
den, 284 h. Tuğluk ( Gıyas-üd-Din ) bk,.
T i I e n g , Tilengana, ülke ve dev­ Gıyas-üd-Din Tuğluk’a.
let, 310, 314, 320, 321, 328, T u ğ t u k (Mahmud), bk„ Mahmud
418, 421, 422, 426, 427, 428, Tuğluk’a,,
429, 430, 432, 434, 441.. T u ğ 1 u k (Muhammed),. bk,. Muham-
med Tuğluk’a.
T i r h ü t, kent, 113, 256, 322, 377,
T u ğ l u k ( Nusret ), bk.. Nusret
T o ğ a n , Büst sahibi, 128,
Tuğluk’a,
T o ğ a n Ha n , Hanlı, İlek Hanın
kardeşi, 148, 150, 152, 153, T u ğ i u k a b a d , kent, 362, 364,
389.
155, 170, 171.
T u ğ r u I bey Selçuk, 186, 193, 195,
I o ğ a n Ha n , Hanlılardan, 171, 197, 198, 199 , 200, 201, 202,
171 h. 203, 205, 228, 235, 241,
I o ğ a n H a n ( Iz-üd-Din Iuğrul), I u ğ r u 1, Kafir-i Nimet, Gazne bey­
Delhi sultanlığı beylerinden
lerinden, 205, 207.
284 h. T u ğ r u l , ( Baha-üd-Din ), Sultan
I o ğ a n (Ahmed), Harezm'de vezir, Muiz-üd-Din’in Biyana valisi,
160., 271 h, 272, 276, 277,.
T o ğ a n (melik), Gücerat beyle­ T u ğ r u 1, Bengal valisi, 288, 289,
rinden, 402. 298, 299.
T o h a r i s t a n , Tuharistan, ülke, T u ğ r u l A l p H a n (Nasr-üd-Din
131, 189, 205, 212, 253, Mahmud), Delhi sultanlığı bey­
Torna (Aziz Thomas), 73 h lerinden, 284 h
T o r a m a n (Lagaturman), Kuşan T u ğ r u l I o ğ a n H a n (Iz-üd-Din),
kıralı, 71, 72 h
bk.. Ioğan Han’a
T o r a m a n, Akhun kıralı, 86, 87. T u h a r i s t a n , bk Ioharistan’a.,
T o t e m, 29
T u l i b e t-üI-TaliI, eser, 70 h.
T r a j a n . Roma imparatoru, 74. T u n a , ırmak, 286
T r i ç i n o p o l i , kent, 104, 108.. T u n g a b a d r a , ırmak, 107, 427,
I r i l o ç a n p a l , Pencap racası, 148, 442.
153, 154, 155, 165, 166, 167. T u r a n , ülke, 5, 6, 93, 96, 128 h,
T r i l o ç a n p a l , Kanevc ve Bari 175 , 212, 237, 296 , 362, 425,
racası, 166, 167, 442.,
T r i m u r t i, 111,, Iurkistan dovvn to t he
T u ğ a T e k i n , Gazne beylerinden, Mongol I n v a s i o n , eser,
209 198 h
T u g a 1 ç i n, Behmenli devleti bey­ T u r s u n A k a , Adİlşahların beyle­
lerinden, 424, 425 rinden, 445.
T u ğ 1 u k, devlet ve hanedan, 104, T ı ı r u ş k a (Türk) , 8, 71 h, 72, 73
319, 320, 328, 332, 334, 335, b, 97
337, 364, 377, 378, 383, 387, T us, kent, 142, 179, 201,
407, 408, 409, 410, 411, 415, T u y u l , 339, 348,
416, 419, 420, 426, 469, 471. Tu z (Bay), 128,,
DİZİN 531

Tüküş, Harezmşah, 260, 261, 191, 193 200, 211, 215, 219,
T ü I ek kurgan, 258.. 223, 224, 225, 229, 231, 233,
T ü 1 e k Han (Kunduzlu), 301. 238, 252, 262, 279, 286, 288,
I i i men, 398, 290, 292, 293, 300, 305, 306,
T ü r k , Turkler, ulus, 5, 6, 7, 8, 11, 324, 326, 329, 331, 333 , 336’,
12, 13, 14, 15, 18, 20, 42, 42h, 337,349, 359, 364, 366, 367,
51, 54, 66, 67, 68, 70, 71, 71b, 370, 384, 385, 411, 443 h
72, 72 h, 73, 73 h, 91, 93, 97, T ü r k m e n , oymak, 6, 54 h, 174,
99, 112, 121, 127, 130, 133, 134, 175, 187, 192, 193, 194, 195,
140, 143, 144, 145, 148, 153. 196. 197, 198, 200, 201, 202,
164, 165. 166, 167, 168, 169, 243, 275, 397, 418, 431 437,
174 176, 178, 182, 184, 185 h, 443 h, 445.
186, 187, 1 8 8 , 189, 206, 210,
211, 213, 214, 215, 216, 224, U
225, 226, 226 h, 229, 230, 250,
251, 253, 253 h, 254,. 257, 259, Ubadhandapura ( Vahind ),
262, 263, 264, 269, 272, 273, kent, 92
274, 276 277, 278, 279, 280, U b e y d, şair, 320.
281, 283, 284, 284 h 285, 287, U c c e y n, kent, 58, 61, 65, 68, 78,
288, 290, 294 296, 298, 300, 79 , 82. 85, 146, 147, 257, 275,
301, 303, 304, 305, 315, 317, 276, 278, 279, 281, 282, 290,
318, 3)9, 320, 325, 326, 328, 291, 292, 293, 295. 399, 450..
329, 331, 333, 333 h, 336, 337, Uç, kent, 257, 275, 276, 278, 279,
338, 343, 344, 346, 348, 349, 282, 290, 291, 292, 293, 295..
351, 353, 357, 358, 359, 360, U d g i r, kurgan, 450..
361, 362, 364, 365, 366, 367, 368, Ui a k , 319, 348
369, 370, 371, 377, 380, 381, U 1u ğ, Adİlşah şehzadelerinden, 448.
383, 385 385 h, 408, 409, 410, U 1u ğ Han, Delhi sultanlığ-ı bey­
413, 416, 419, 421, 424, 428, lerinden, 306, 307,.
429, 432,433, 435, 436, 437, 443, U 1 u ğ Han, bk, Kabil Ulu£ Han
443 h, 452, 466, 469, 471, (melik) a
T ü r k A n a y u r d u , 9, 12, 24. U l u ğ H a n - ı A’zam, bk,, Balaban
T ü r k - İ r a n ı r k veya tipi, 4, 5, 8. (Gıyas-üd-Din’e).
T i i r k - D r a v i t ı r k veya tipi, 5, 8 U 1 u £ Mirza, Gurkanlılardan, 403.
T ü r k - Ş a h i l e r , hanedan, 91, 92, U 1 u £ H a n i ; su yolu, 331.
128. U 1u ğ ç i (melik), Delhi sultanlığı
T ü r k T a r i h K u r u m u , 73 h„ beylerinden, 301„
T ü r k â n , (Hüdavendi Cihan Şah), Ul v i , İletmiş soyundan, 308,,
sultan İletmiş’in karısı, 282.. U 1 y a b a d, kent, 230
T ü r k â n H a t u n , Sultan Iletmiş’in U mma n , bölge, 191, 214,
kansı, 281, 282 h.. U n d (Veyhand), 140..
T ü r k i s t a n , ülke, 2, 9, 10, 54, U n s u r î, şair, 236,
75, 77, 87, 92, 132, 133, 134 h, U p a n i ş a t l a r , kutsal eser, 25,
145, 150, 152, 155, 156, 158, 26, 26 h, 33, 34, 34 h, 35, 36,
159, 160 h, 163, 170, 171, 172, 37, 40, 42, 44, 45, 117, 118,
173, 174. 175, 179, 180, 190, 118 h, 119, 352,
532 HİNDİSTAN TARİHİ

U p e o d r a , kıral, 98.. V a s ı k - ı - B i l l â h (El), halife tas­


U r g e n ç, kent, 159, lağı Delhi sultanı Mubarek’in
U r u v a U , kent, 43. unvanı, 316.
U ş k u r (Huşkapura), köy, 77.. V a s u m i t r a, yazar, 76..
U t b ı (El), tarihçi, 5 , 6 , 12, 128, V a s u d e v a , Kuşan kıralı, 76.
128 h, 129, 130, 133, 135, 136 Vasudeva, Kanva hanedanının
h, 137, 137 h, 141, 143, 144, kurucusn, 81
144 h, 148, 149, 150, 151, 151 V a t a p ı (Badami) , kent, 102,,
h, 152, 153, 154, 155 h, 161, V a t s a r a c a , kıral, 96..
162, 163, 164, 165, 166, 174, V a y s İ y a, kast, 18, 31.
183, 212, 213, 222, 225, 236 h, V e c i h-u 1-M ü 1 k, rac put, 392.,
237 , 239, 241, 242, 242 h, 371, V e d a , Vedalar, kutsal kitaplar, 19,
U z a n e s, şehzade, 73 h 20, 25, 26, 26 h, 27, 30, 31, 32,
36, 37, 38, 80, 109, 110, 112,
119, 354 h.
Ü V e d a m e d e n i y e t i , 24,
V e d a n t a (Veda Anta), 35„
U r i ı m e t - i M u h a m m e d , 218-
V e di k, 108
Ünited P r o v i n c e s Ünayted
V e f i y a t-ü 1-A yan, eser, 70 h..
Provens, vilâyet, 42,
V e k i 1d e r (Vekil-i-der), 340,.
V e l i , 428, bk.. Ahmed Veli'ye.
V
V e l i d, Emevı halifesi, 239,.
V e r m i ş , Gur meliki, 250, 250 h,
V a d i - ü l - K u r a , vadi, 170.. 2e3,
V a h i n d, kent, 92. V e r m i ş a n , Gur meliki, 250.
V a i d y a (G V.), tarihçi, 72 h, 92h V e y h a n d, kent, 136 h, 140, bk.
95 h, 96 h, keza Ohind ve Und’a.
V a k i a s u r e s i , 34, V e y ş n e v i i , mezheb, 352, 353,
V a 1 a b h i, devlet, 89„ V e z a r e t D i v a n ı , 220, bk. keza,
V a l i , 236, Divan-ı Vezaret’e
V a ! i s t a n, bölge, 191. V e z i r , 157, 160, 216, 220, 221.
V a i l a l a s e n a (Balla! Sen), ktral, V i c a y a s e n a , kıral, 101,,
.
101 V i c e y a n a g a r (Bicanger), devlet,
V a I m i k i, yazar, 115, 116., 329, 416, 418, 421, 422, 423,
V a m b e r y , bilgin, 284 h, 423 h, 424, 425, 426, 427, 429,
V a r a n g e l , kent, 314, 320, 321, 430, 432, 433, 438 h, 439, 441,
360, 421, 422. 444, 446, 447, 448, 449, 450,
V a r d a m a n a , Cena, 51. 452, 453,
V a r m ı ş , 250h.. (bk. keza Vermiş’e) V i c e y a n a g a r (Bicanger), kent,
V a r n a , V a r u n a , mabut, 14, 19, 328, 453,
29, 30., V i c n a n e s v a r a , yazar, 104.
V a s k o da G a m a ( Vasco da V i d a r b a (Berar), bölge, 80„
Gama), denizci, 386,, V i d e h a , bölge, 113.
V a s s a f, yazar, 367.. V i h a r e , V i h a r a , 71„
V a s ı k - ı - B i l l â h (El), Abbasî Vikramaditya, Çandragupta
halifesi, 139.. U’nin lâkabı, 84,.
533
DİZİN

V i k r a m a d i t y a I, Çavlukya ha­ Y a k u b 1 b n i L e y s, Arap emiri,


nedanından kıral, 102, 103, 108,, 70, 92
Vikramaditya II, Çavlukya Y a k u b o v s k i » yazar, 228 h-
hanedanından kıral, 108. Y a k u t , Delhi sultanlığı beylerin­
den, 284, 285..
V i k r a m a d i t y a VI, Vikramanka,
Çavlukyalardan kıral, 104., Y a m, 384.
Vikramaditya (Bikraraacit), Y a ma , 31»
Y a r k e n t, kent, 74, 75,
Çitor (Mevar) racası, 403,.
Y a s a v u l , Yasa’yı yürüten subay,
V i k r a m a n k a , bk Vikramaditya
420, 421.
VI ’ya„
Y a s o d a r m a n , raca, 87„
V i n i d y a dağları, 3, 75, 103,,
Y a s o v a r m a n , kıral, 99,.
V i s , 19„
Y a t i (jati), 14.,
V i ş a l g a r h , kurgan, 431,
Y a v a, 27,
V i ş n u, mabut, 30, 97, 110, 111,
Y a v a n a, 63, 79, bk, keza Yunan»
112, 119, 354 h„
Iı’ya
V i ş n u g u p t a , kıral, 107,. Y e ’ c u c - M e cüc , 370„
V i ş u n i t, bk„ Veyşnevit’e
Y e m e n , 353.
V i ş n u i z m, 104,
Y e m i n - ü d - D e v l e , Sevüktekin
V u r m i ş, 250 h. bk,. Vermiş’e,,
oğlu Mahmud’in unvanı, 138,
145, 161,,
W Y e m i n i y e (Devleti), Gazne dev»
leti, 138.
W o 1 s e 1 e y (Yarbay Haig), yazar,
Y e n a ! T e k i n , 159 b, bk.. Niyal
419 h.
Tekin’e.
Y e z i d, Arap komutanı, 212,.
Y
Y ı l d ı z (Iâc-üd-Din), Gur beyle­
rinden, 263, 263 h, 264, 265,
Y a b g u (Yafgu), 69, 73
Y a b g u (Bigu), Selçuk beylerin­ 266, 270, 275 , 277, 278„
den, 195, 207 ,. Y o g a , 118..
Y o g i R a m a ç a r k a r a (bk.. Rama-
Y a d a v a, hanedan, 104, 105, 302,
çarkara’ya),.
Y a f g u , bk, Yabgu’ya,,
Y a d i g â r Bey Kızılbaş, elçi, 397, Y u ğ r u ş H a n , Delhi şehzadesi,
398 301.
Y a g a 1 e k i n, bk„ Yağan lekin’e, Y u ğ r u ş Ha n, Bengal beylerinden.
Y a ğ a n T e k i n (Boğra Han), Han­ Y u n a n , Yunan’h, ulus, 61, 6 3 , 6 4 ,
lılardan, 172, 172 h, 173, 197.. 65, 74, 80, 81, 85, 86, 116.
Yağmur , Türkmen beylerinden, Y u s u f , Sevüktekin'in oğlu, 178,
192. 200, 219.
Y a h u d i l e r , ulus, 94.. Y u s u f , Bengal sultanı, 385-
Y a h y a S i h r i n d i , tarihçi, 335„ Y u s u f , Keşmir sultanı, 414,.
Y a j i i s V e d a , kutsal kitap, 25 Y u s u f A d il, Adilşah, bk„ Adil
Y a k ş a 1 a r, 110. Han, Adil Şah'a..
Y a k u b (Yakup), Keşmir şehzadesi, Y u s u f E i d e r, Bengal Beylerin­
414., den, 424,.
534 HİNDİSTAN TARİHİ

Y u s u f G ü r c ü , Adilşahlar'ın bey­ Zaferabad, kent, 322.


lerinden, 443., Z a g o 1 köprüsü, 137,
Y u s u f H a n T ü r k , Adilşahların Z a g r o s dağları, 191,.
beylerinden, Z a l i m, bk„ Hümâyun Şah Zalim'e.
Y u s u f K a d i r Ha n , Hanlılardan, Z a m o r i n , unvan, 453.
171, 172, bk„ keza, Kadir Han Z e k â t , 223,
(Yusuf)a, Z e m i n d a r, 383, 475.
Y u s u f K u r e y ş (Şeyh), 410, Z e m i n d a v e r, kent, 255, 264.
Y u s u f T ü r k K â k â , Adîlşahların Z e n ç i l e r , 429,
beylerinden, 443, Z e n g i Çe k , Keşmir beylerinden,
Y ü e ç i, ulus, 8, 64, 65, 69, 71, 73, 413,
73 h, Z e r a n, bölge, 250
Y ü z b a ş l ı k , 327, 328 416, 417, Z e r d e ş t, dini önder, 94,,
419., Z e y n-e 1-A b i d i n, Keşmir sultanı,
361, 412,.
Z Z e y n e b ( Zeynep ) , Sevüktekin
oğlu Mahmud'un kızı, 172, 173,
Z a b i 1 i s t a n, Zabulisian, bölge, 197..
191, 205., Z i y a B e r n î , tarihçi, 13, 296, 297,
Z a f e r Ha n, Delhi sultanlığı bey­ 298, 299, 300, 305, 306, 307,
lerinden, 3 0 7 , 308,, 308, 310, 311, 312, 313, 315-
Z a f e r Ha n , Bengal beylerinden, 318, 320, 323, 324, 339, 340,
282, 342, 348, 349, 351, 360, 367,
Z a f e r Ha n , Gucerat valisi ve 371..
sultanı, 332, 393, bk keza Mu­ Z ü n ü m B e y A r g u n , Hüseyin
zaffer Şah’a Baykara’nm beylerinden, 409,
DÜZELTMELER

Sahife Satır Ya n l ı ş D o £ r u

5 9 Makaratlar Marataîar
11 16 Maharatiar »
14 7 »
24 4 (sondan) Sivan’ın Siva’nın
26 haşiye 3 Brahman’lar Brahmana’lar
26 » 8 » »
30 17-18 Brahmaspasti Brahmanaspatı
41 23 Brahmanlar Brahmana’lar
63 14 Kera Kerala
71 13 Kanoj Kanevc
83 9 Maharatiar Marataîar
89 23 Hiung Hiuen
100 24 »
104 4 (sondan) Triçonpoli Triçonopoli
109 19 Brahmanlar Brahman’lar
109 haşiye Govinda, Das Govinda Das,
141 haşiye 3 Batin’da Batinda
169 6 (sondan) Hilâfesinin Hilâfetinin
170 6 İslâm Mısır
191 1 El-Kaim-Billah El-Kaim Bî Emrullah
192 3 (sondan) Niyl Niyal
195 6 (sondan) (Ybgu) (Yabgu)
219 7 (sondan) (1515-16) (1015-16)
220 13 (Divan-ı-işrafi şuguli, ) (Divan-ı şugtıli iş raf ,)
238 5-4 (sondan) (Hadikat-ül-Hakaik,,) Hadikat-üî*Hakikat
271 10 Malik-ül Melik-ül
278 3 Sürestİ Sursuti
302 4 (sondan) Yavada Yadaya
305 16-17 Uzun saçlıların en kısa Akılsızların en akılsızı
akıllısı
329 4 Maharatiar Marataîar
358 15 Şîh dini Sİh dini
359 6 (sondan) Muiz-üd-Din Muin-iid-Din
388 3 (sondan) Kerala Kerla
397 13 Kanbey Kambey
404 4 » »
409 8 (sondan) Suca’ Şiica’
413 15 Mak’eri Makeri
536 DÜZELTMELER

Sahife Satıı Yan! D o £ r u

417 9 (sondan) İsmail Nuh İsmail Muh


419 7 (sondan) Gariban Gariban
421 12 Mahmud i Muhamıned 1.
428 10-1İ Gere-Malvagince gereğince
428 16 Sultanı Hişeng Malva sultanı Huşeng
429 11 yönde yönden
435 7 1480 1482
455 1 E - B a t ı Bengal sultani arı
460 İkinci Handeş hü­ 1389 1399
kümdarının tahta
çıkış tarihi
462 İkinci Keşmir sul­ 1347 1349
tanının tahta çıkış
tarihi
465 Bidar sultanlarına 1482 1487
ait ilk tarih
47'■
7
i 5 (sondan) 1541-1489 1441-1489
Gazne Sultanı Sevüktekîn oğlu Mahmut ve Mührü
L ev h a I

Mohenco Daro’da bulunan eşya.


/. F ild iş i t a r a k , 2 . Ç a k m a k ta ş ın d a n t a r h , 3. Ç a k m a k ta şı p a r ç a la r ı, 4. Y o n t u lm u ş ç a k m a k t a ş ı,
S . K a k ılm ış a k ik , 6. T a şta n z a r , 7. B ron zdan m anda, 8. K e r a m ik te n oyu n cak ( B aşı oynak ).
L evha I I
1, Mohenco Daro. 2. Mohenco Daro.
Sabun T a s ın d a n ( s te a t ite ) h e y k e l. B ir s o k a k v e b ir la ğ ım .
L ev h a İV

Buda
T a k s îla ; G r e k o ~ B u d ik ü s lû p M„ s. ilk yüz y ılla r .
L evha V

1„ Asoba direği, 2 Bir Asoka direğinin başlığı,


L a u r iy a N a n d a n g a r h S a r n a t ( B e n a r e s ’in S — 6
( B i h a r ) .. k im , K u z e y i)

3, Sançi Stupasinin güney girişinin üstündeki alt levha.


( Taşi girift işleme tarzını gösterir),,
L e v h a V I v e V I I ' y e f>afcma/z,
Levha VI
Büyük Buda Stupası:nın ( Buda kalıntılarını korumaya mahsus anıt ) Kuzey doğudan görünüşü .
S a n ç i; M e r k e z î H in d is t a n ; M ilâ tta n 1 v e y a 2 y ü z y ıl ö n c e .
Büyük Şançi Stupasının do4 „ girişi . ( Bak levha VI'ya ).

L evha V II
Levha VIII

Buda-Gaya da ( Benares Doğusu Patna güneyi) büyük Buda mabedi;


ana bina 60 m,, kadar yüksekliktedir. İlk yapılış belki Buda devrine
yakındır; bugünkü biçin aşağı yukarı 7 inci yüzyılda Çinli Budist hacısı
Hiüen-Tsang’m gördüğü biçimdir.. Mabetlerde taşların nekadar işlenmekte
olduğunu ve yapının ehram biçiminde yükseldiğini göstermektedir..
L evha I X

1„ Barhut ( Allahabad'm gütıey-batısı ), Stupa’nın duvar


kabartmaları: Bir Kiralın Buda’yı ziyarete gelmesi,
M . ö, IL , y ü z y ı l o r ta s ı

2 Aynı anıttan bir parça t Bir Kiralın Bodi (bilgi,


ışıklanma ) ağacına tapması.,
L evha X

1 . Karlı'da ( Puna'nın Kuzey batısı ) yeraltı 2. Nasik’de ( Bombay'ın Kuzey-doğusu )


mabedi: uzunluğu 41 m,, genişliği 27 m., yük- yeraltı mabedinin girişi.
sekliğİ 15 m. İçerdeki anıt bir Stupa’dır. A yn ı d e v ir =
M . ö. 1 v e y a 2 in c i y ü z y ıl.
L evha X I

Ramyan’da 35 m,, yüksekliğindeki Buda heykeli ( Kanik devri): Gre-


ko-Budih veya Gandara okulu üslûbunda yapılmıştır, Bamyan (Afga*
nistan), Kuşan hükümdarı Kanikin en önemli iki merkezini (Hindistan-
da Pişaver, Türkistanda Belh-Bahka ) biribirine ulaştıran en önemli
boğazdır ve ünlü bir kervan konağıdır, Heykel ve içinde bulunduğu
oyuk doğrudan doğruya kaya içinde oyulmuştur,, Heykel etrafında
Buda keşişlerine mahsus oyulmuş hücreler görünmektedir,,
L evha X II

BamyanMa 53 metre yükseklikte Buda heykeli* Kanıkın oğlu devrine


ait sanılır. (Ayrıntılar için bak levha XI‘e)
Levha X III

Kanık kutusu. Pişaver yakınlarında Kanişka Stupası’nda (Buda'dan kal­


ma bir §eyi saklamaya mahsus anıt ) bulunmuştur,. Tepede kapağın
üzerinde oturmuş Buda ve ayakta îkİ Bodisatva ( Buda adayı) vardır..
Ortadaki resim Kanik’tîr; sağunda ayı, solunda güneşi
temsil eden iki şahıs bulunmaktadır.
Levha X IV
Acanta mağaraları. Dekken’de (Bombay'ın 350 ÎClm. Doğu-kuzeyinde) oyulmuş 29 mağara olup
Buda keşişlerine mahsus imişler. M. 5. 1 inci ve belki 2 inci yüzyılda oyulmaya başlanılmış­
tırlar; en sonları M. s. 6 inci yüzyıldandır. Eski Hindistan'ın en güzel resimlen buradadır.
Acanta mağaraları resimlerinden ( Bak levha XIV’e )

ı evha X y
Levha X V I

Tancor ( Gimey-doğu Dekken ) büyük mabedi ( Büyük Pagoda )„ Çola


üslûbu 1000 İncİ yıla doğru.. Mabet çok oyma ve kabartmalıdır
ve ehram gibi yükselir,
L evha X V II

Tancor’da Subrahmanya mabedi; İS inci yüzyıl, ( Bak,, Levha XVI’ya )„


L evha X V III

yüzyıllar ) Adiaat mabedinin içi. Heykel ve süsler mermer içinde oyulmuştur. (Cevna mabedi ) ,
EUora’da ( Bombay’ın 300 Kim,, Kuzey-doğusu ) kaya içinde oyulmuş
Şiva mabedi, Şiva’nm Himalâya’da oturduğu yere atfen « Kaylasa »
mabedi denir,, ( M, s, 8 inci yüzyıl >.
Levha X X

Kanarak’ta ( Orİssa’da Puri yakınında ) Güneş mabedi; « Kara Pagoda


diye Ünlüdür. 13 Üncü yüzyıl. Cüya çekilen bir araba
imiş gibi tekerlekleri vardır,.
Levha X X I

Kanarak'taki Güneş mabedinin tekerleklerindeki oyma ve işlerin


ayrıntıları (Bak., Levha XX’ye )
Levha X X II

Gazne Sultanı Sevüktekin oğlu Mahmud’un türbesinin kapısı.


(Şimdi Ağra’da bulunuyor)
L evha X X III

1„ Sevüktekin oğla Mahmud’un sandukasının


başındaki taş,

2, Sevüktekin oğlu Mahmud’un sadakası üzerindeki


yazılar, ( Kabartma ) „
L evha X X IV

Kutub Minar ( Delhi),


L evha X X V

Kutub Minar ( ilk şerefeye kadar olan kısmı )


ve Hindu eseri olan demir direk,
L evha X X V I

b.
Kuvvet-ül-Islâm camimdeki oymalar ( Delhi ) „
a ) Aybey devri, b ) İletmiş devri,.
L evha X X V II

Delhideki Kuvvet-ül-İslâm camimin İçinden bîr görünüş.


L evha X X V III
L evha X X IX
b. Delhi’de İletmiş türbesi.
. iletmiş kızı Sultan Razıye

b„ Mııltan’da Şeyh Rîikn-üd-Din ( Rüku ü Âlem ) türbesi,


L ev h a XX X

Multan*da S^yh Rükn-üd-Din türbesinin kesiti,


L evha X X X I

a Pandua (Bengal) : Adına Mescid ( Cuma camii )

bB Gıilberge (D ekk en); Bende-Nüvaz Kemeri,


L evha XX X II

Bicapur ( Dekken)! Muhammed Âdilşah türbesi.


L evha X X X III

b. Bieapur ( Dekken ) : İbrahim Ravza'daki türbe.


Levha X X X IV

Ahraedabad (G u c e ra tj: Cami Mescit

You might also like