Professional Documents
Culture Documents
Edvau L Beyan 01
Edvau L Beyan 01
Allah (c.c.) burada hamdı için herhangi bir zaman ve mekan zarfı zikretmedi. Rum
Suresi’nde zaman zarflarından bazılarının gökler ve yer olduğunu:
“Göklerde ve yerde hamd O’nundur.” (Rum: 30/18) sözünde zikretti. Kasas
suresinde zaman zarflarından bazılarının dünya ve ahiret olduğunu
“O, kendisinden başka ilah olmayan Allah’tır. Dünyada ve ahirette hamd
O’nundur.” (Kasas: 28/70) sözü ile zikretti. Sebe suresinin evvelinde de
“Ahirette de hamd O’nundur. O Hakim’dir, Habir’dir.” (Sebe: 34/1) dedi.
“El-Hamd” daki elif ve lam, bütün övgüleri kapsaması içindir. O, Allah’ın kendi nefsini
kendisi ile övdüğü bir övgüdür. Özünde de Allah’ın kullarına, kendisiyle onu övmeleri emri
vardır.
“Alemlerin Rabbı” Allah (c.c.)alemlerin ne olduğunu burda beyan etmedi. Bunu:
“Fir’avun dedi ki: “Alemlerin Rabbi de nedir?” Dedi ki göklerin, yerin ve ikisi
arasındakilerin rabbidir.” (Şuara: 26/23-24) sözü ile başka bir yerde beyan etti.
Bazı alimler dediler ki: “Alem” , “Alamet” kökündendir. Çünkü alemin varlığı, Celal ve
kemal sıfatları ile muttasıf yaratıcısının varlığına, kendisinde şüphe olmayan bir alamettir.
Allah (c.c.)şöyle buyuruyor:
“Muhakkak ki göklerin ve yerin yaratılışında ve gece ile gündüzün birbiri
ardınca gelmesinde akıl sahipleri için ayetler vardır.” (Al-i imran: 3/190) sözlükte
de ayet:alamettir.
2- O, Rahman’dır, Rahim’dir.”
Bu ikisi Allah’ın iki vasfıdır. Esmau’l-Hüsna’sından iki isimdir. Rahmetten mübalağa sureti
ile türetilmişlerdir. Mübalağa olarak Rahman, Rahim’den daha şediddir.
Çünkü Rahman dünyada bütün yaratıkları,ahirette de sadece mü’minleri kapsayan bir
rahmeti içerir. Rahim ise kıyamet gününde mü’minlere merhametli olan demektir. Çoğu
alimler bu görüştedir. İbn Cerir’in kelamında bunun üzerine ittifakın anlaşıldığı anlatım
vardır. İbn Kesir’in de dediği gibi, bazı selefin (öncekilerin) tefsirinde buna delalet eden
şeyler vardır. İbn Kesir ve başkalarının da zikrettiği gibi Eseru’l-Mervi de İsa’nın -O’na ve
peygamberimize selatu selam olsun- Rahman, dünya ve ahiretin rahmanı, Rahim de
ahiretin rahimidir, şeklindeki sözü ile buna delalet ediyor. Allah teala da zikrettiklerimize
şöyle buyurarak işaret etmiştir.
“Sonra Rahman Arş’ın üzerine istiva etti.” (Furkan: 25/59)
“Rahman Arş’ın üzerine istiva etti.” (Taha: 20/5)
İstivayı Rahman ismi ile zikretti ki rahmeti ile bütün yaratıklarını kapsasın. İbn Kesir
bunu ve benzerini demiştir.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
“Üstlerinde (kanatlarını) açıp yumarak uçan kuşları görmüyorlar mı? Onları
(havada) Rahman’dan başkası tutmuyor?” (Mülk: 67/19)
Yani O’nun kuşlara lutfu ve onları göğün boşluğunda kanat açıp yuman olarak tutması
O’nun rahmaniyetindendir. Bundaki delillerin en belirgin olanı Allah’ın şu sözüdür:
“Rahman (olan Allah) Kur’an’ı öğretti.” (Rahman: 55/1-2)
-Şu sözüne kadar-
“Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz.”(Rahman: 55/13)
Bu ayet-i kerimede “La ilahe illallah” ın manasının tahkikine işaret etmiştir. Çünkü
onun manası iki şeyden oluşmuştur: Nefy (olumsuzlamak) ve isbat. Nefy: Bütün ibadet
çeşitlerinde Allah Teala dışındaki bütün ibadet edilenleri dışlamaktır. İsbat: Meşru’ şekil
üzere ibadet çeşitlerini hepsi ile göklerin ve yerin rabbini tek olarak birlemektir. “İyyake”
şeklinde olan yapılanın takdimi ile “la ilahe illallah” tan nefye işaret etmiştir. Mefhumu
muhalif olan hitabın delili konusunda usulde kararlaştırılabilir. Meani’de kasr (kısaltma)
konusunda ise: Ma’mulun (yapılanın) takdimi (öne alınması) hasr (özgüleme) siga (kalıp)
larındandır. “İbadet ederiz” sözü ile ondaki isbata işaret etti. Burda onun işaret edilen
manasını başka ayetlerde detaylı olarak açıklamıştır. Allah’ın şu sözü gibi:
“Ey insanlar, sizi yaratan Rabbinize ibadet edin” (Bakara: 2/21)
ondan isbatı şu sözü ile açıkladı.
“Rabbinize ibadet ediniz”
Ve ondan nefyi, ayet-i kerimenin sonundaki şu sözü ile açıkladı:
“Bile bile ona ortaklar koşmayın”
ve şu sözü gibi:
“Muhakkak ki biz her ümmmete, Allah’a ibadet ediniz, tağutlara (ibadettten)
kaçınınız diye (tebliğ edecek) elçi gönderdik”
Şu sözü ile isbatı açıkladı: “Allah’a ibadet ediniz diye”
Nefyi de şu sözü ile: “tağuttan kaçınınız” ve şu sözü gibi:
“Kim de tağutu inkar edip Allah’a iman ederse, muhakkak ki kopması mümkün
olmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır”
Ondan nefyi şu sözü ile açıkladı: “Kim ki tağutu inkar ederse”
İsbatı da şu sözü ile açıkladı: “Ve Allah’a iman ederse”
Buna benzer birçok ayet vardır:
“Hani İbrahim babasına ve kavmine demişti ki:Ben sizin taptıklarınızdan
uzağım. Ancak beni yaradana (İbadet ederim).”
“Biz senden önce elçilerden hiç kimseyi göndermedik ki ona şöyle
vahyetmemiş olmayalım: Kendisinden başka ilah olmayanım. Öyleyse (bana)
ibadet edin”
“Elçilerimizden senden önce göderdiklerimize sor, biz Rahman’dan başka
ibadet edecekleri ilahlar kıldık mı?”
Yani yardımı sadece ve ancak senden dileriz. Çünkü bütün işler sadece senin elindedir.
Hiç kimse seninle beraber işlerden zerre miktarına sahip değildir. “Ancak senden yardım
dileriz” sözünü “Ancak sana ibadet ederiz” sözünden sonra getirmesinde, ancak
ibadet edilmeye müstehak olana tevekkül etmek gerektiğine işaret vardır. Çünkü O’ndan
başkasının elinde her hangi bir şey yoktur. Burda işaret edilen bu mana, başka ayetlerde
açıklanmış ve açık olarak geldi. Buna benzer birçok ayet vardır:
“O’na ibadet et ve O’na tevekkül et”
“Eğer yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter. Ondan başka ilah yoktur. O’na
tevekkül ettim.”
“Batının ve doğunun Rabbi. O’ndan başka ilah yoktur. Öyleyse sen de O’nu
vekil tut.”
“De ki, O Rahman’dır. Ona iman ettik ve O’na tevekkül ettik.”
Nimet verdiklerinin kim olduğunu burda açıklamadı. Bunu başka yerde şu sözü ile
açıkladı:
“İşte onlar Allah’ın kendilerine nimet verdiği nebiler, sıddıklar, şehidler ve
salihlerle beraberdirler. Onlar ne güzel arkadaştırlar.”
İki uyarı:
Birincisi: Bu ayet-i kerimeden Ebu Bekir es-Sıddık’in imametinin doğruluğu çıkarılır.
Çünkü O, Seb’u’l-Mesani (Fatiha) de ve yüce Kur’an’da Allah’ın “Kendilerine tabi
olmayı” emretiklerindendir. -Fatiha’yı kasdediyorum- O’ndan, bizi onların yoluna hidayet
etmesini istememizi (emrediyor) Bu, onların yolunun dosdoğru yol olduğuna delalet etti.
Ve bu şu sözündedir:
“Bizleri dosdoğru yola hidayet et, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna”
Nimet verdiklerini beyan etmiş, sıddıkları da onlardan saymıştır. Peygamber (s.a.v.) de
Ebu Bekr (r.a)’ın sıddıkilerden olduğunu beyan etmiştir.
O’nun, Allah’ın kendilerine nimet verdiklerine dahil olduğu açığa çıkmış oldu... Onlar ki,
Allah’ın, O’ndan onların yoluna hidayet etmesini istememizi bize emretti. Ebu Bekr es-
Sıddık (r.a.)’ın dosdoğru yolda olduğu ve imametinin hak olduğunda herhangi bir karışıklık
kalmadı.
İkincisi: Sıddıklerin, Allah’ın kendilerine nimet verdiklerinden olduğunu öğrenmişsindir.
Allah (c.c.) şu sözünde İmran kızı Meryem’in sıddıka olduğunu açıkladı:
“Annesi de sıddıkadır”
Öyleyse Meryem Allah’ın “Nimet verdiklerinin yoluna” sözüne giriyor mu, girmiyor
mu?
Cevab: Onun onlara dahil olduğu hususunda bilinen usul kaidesi çeşitleniyor, onda
farklılaşıyor. O da: Yüce Kur’an’da ve sünnette eril topluluğa has olan sahih müzekker cemi’
ve benzerine kadınlar giriyor mu, yoksa ancak ayrık bir delille mi girebiliyor? Bir gurub
onların buna girdiği (sonucuna) varmış. Ve buna göre: Meryem ayete giriyor. Bu sözün ehli
olanlar iki şeyi delil getirdiler:
Birincisi: Arab dilcilerinin, cemi’de erkeklerin kadınlara galip olduğu üzere icma’
etmeleri.
İkincisi: Müzekker sahih cemi’ler ve benzerlerine kadınların girdiğine delalet eden
ayetlerin gelmiş olması. Allah’ın Meryem’in bizzat kendisi hakkındaki şu sözü gibi:
“Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını doğruladı. O itaatkarlardan idi”
Ve Azizin karısı hakkındaki şu sözü:
“Yusuf bundan yüz çevirdi. Günahlarına istiğfar et. Çünkü sen yanlış
yapanlardan oldun”
Ve Belkıs hakkındaki şu sözü:
“Allah’tan başka ibadet etttikleri onu alıkoymuştu. Muhakkak ki o inkarcı bir
topluluktan idi”
Ve cemi’ müzekker salim gibi olan şu sözünde:
“Dedik ki, hepiniz ordan topluca inin”
Toplu olarak Havva’da ona giriyor. Bir çoğu da munfasıl bir delil olmak dışında kadınların
buna girmedikleri (kanaatine) varmış. Buna Allah’ın şu sözü gibi ayetlerle istidlal ettiler:
“Müslüman erkek ve müslüman kadınlar, mü’min erkek ve mü’min kadınlar -şu
sözüne kadar- Allah onlar için mağfiret ve büyük bir ecir hazırlamıştır”
“Mü’min erkeklere söyle gözlerini sakınsınlar, ırzlarını korusunlur. Bu onlar
için daha temizdir.”
Sonra dedi ki: “Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini sakınsınlar, ırzlarını da
korusunlar”
Kadınların erkekler üzerine atfedilmesi, kadınların giremeyişlerine delalet ediyor. Birinci
sözün taraftarlarına da şöyle cevap verdiler: Cemi’de erkeklerin kadınlara üstün gelmesi
tartışılan yer değildir. Asıl tartışma, cemi müzekker ve benzerlerinden söylendiğinde, ne
ortaya çıktığındadır. Ayetlerden anlaşılan kadınların ona girdiğidir. Bu ancak siyakın
delilinden ve lafzın delaletinden anlaşıldı. Buna delalet eden şeylerle ilişkili olma halinde
kadınların girmesi hususunda tartışma yoktur.
Bu söze göre de: Meryem ayetin (kapsamına) girmiyor. Bu ayrılığa Meraki es-Suud’da şu
sözü ile işaret etti:
Kadınlar için uzaklığın şumulüne müslümanların yarısında ihtilaf ettiler.
Tefsir ulemasından bir topluluk dedi ki: “Kendilerine gazab edilen” yahudilerdir,
“sapıtmışlar” da hıristiyanlardır. Adiyy b. Hatim’in hadisinden bu konuda Rasulullah
(s.a.v.)’den bir haber gelmiştir. Yahudiler ve hiristiyanların tümü sapıtmışlar ve gazaba
uğramışlar olsalar da gazab ancak yahudilere hastır, Hiristiyanlar onda ona ortak olsalar
da. Çünkü onlar hakkı biliyorlar da inkar ediyorlar ve batıla kasıtlı olarak sapıyorlar. Gazab
onların sıfatlarının en hasıdır. Hiristiyanlar ise cahildir, hakkı bilmezler. Sapıklık onların
sıfatlarının hası olanıdır.
Bunun üzerine “Gazaba uğrayanlar”ın Yahudiler olduğu açıklanabilir. Allah (c.c.) onlar
hakkında şöyle buyuruyor:
“Gazab üstüne gazaba uğradılar”
“Allah indinde uğranılan şey olarak size daha kötüsünü haber vereyim mi?
Allah’ın lanet ettiği ve kendisine gazab ettiğidir”
“Buzağıyı ilah edinenlere gazab erişecektir”
Sapıtmışların da Hristiyanlar olduğu beyan edilebilir. Allah (c.c.) onlar hakkında şöyle
buyuruyor:
“Daha önce sapıtmış da birçoklarını saptıran ve dosdoğru yoldan sapan bir
topluluğun hevalarına tabi olmayın”
BAKARA SURESİ
3- Onlar ki, gaybe inanırlar, namazı kılarlar ve bizim kendilerine rızık olarak
verdiklerimizden Allah yolunda harcarlar.
Bu ayeti kerimede, Allah rızası için malının tümünü değil malının bir kısmını infak
ettiğine delalet eden tab’iz min ile tabir etti. İnfak edilmesi ve tutulması gereken miktarı
burda beyan etmedi. Fakat infak edilmesi gereken miktarın ne olduğunu başka yerlerde
açıkladı: İhtiyaçtan arta kalanı ve zorunlu ihtiyacın bloke edilmesi. Bu Allah’ın şu sözü
gibidir:
“Sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki, afv’ı”
Afv’dan murad: En sahih açıklamalara göre, zorunlu ihtiyaçtan fazla olanıdır. Bu
cumhurun kabulüdür.
Ondan biri de Allah’ın şu sözüdür:
“Afv’a kadar”
Yani kendileri mal ve evlatları çoğaldı. Bazı alimler dediler ki: Afv: Cehd’in zıttıdır. O da
ondan infakın, kapasitenin boşalması ve zorluğa varmayan infak olmasıdır. Şairin şu sözü
de ondandır:
“Beden artanı al, sevgimi süreklileştir sinirlendiğimde sertliğimden çatırdama.”
Bu söz zikrettiklerimizi destekliyor. Geriye kalan sözler zayıftır.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
“Elini büsbütün boynuna asılı kılma. Onu alabildiğine de açma”
Böylece onu şu sözü ile cimrilikten nehyetti:
“Elini büsbütün boynuna asılı kılma”
Şu sözü ile de onu israftan nehyetti:
“Onu büsbütün de açma”
İkisi arasındaki vasatı belirledi, böylece. Nitekim şu sözü ile de onu beyan etti:
“Onlar ki infak ettiklerinde israf etmezler, cimrilikte yapmazlar, ikisi arası bir
yol izlerler”
İnfak edenin, cömertlikle saçıp dağıtmanın ve cimrilikle iktisadın arasını ayırt etmesi
gerekir. Cömertlik: Saçıp dağıtmak değildir. İktisad da: Cimrilik değildir. Verilecek yerde
engellemek kötülenmiştir. Allah (c.c)’da şu sözü ileNebi’sini (s.a.v.) ondan nehyetmiştir:
“Elini büsbütün boynuna asılı kılma”
Menedilen yerde vermek te aynı şekilde kötülenmiştir. Allah ta şu sözü ile Nebi’sini
(s.a.v.) ondan nehyetmiştir:
“Onu büsbütün de açma”
Şair de demiştir ki:
“Yağmur gibi yağsan da İbn-i Abad’ı övme
Elleri bulut gibidir, o kadar ki yağmur bulutu utanır.
Muhakkak ki o, vesveselerinden aşırılıklardır
Veriyor, men’ediyor, ne cimridir ne de cömert”
Allah başka yerlerde beyan etmiştir: Övülen infak bu şekilde olmaz. Sarfettiği masrafı
Allah’ı razı eden olması dışında. Allah’ın şu sözü gibi:
“Hayır olarak infak ettiklerinizden anne-babaya ve akrabaya (pay) vardır”
Şu sözü ile de, Allah’ı razı etmeyen şeydeki infakın, sahibine üzüntü olduğunu açıkladı:
“Onu onlar infak edecekler sonra da o onlara hasret (tasa) olur”
Şair demiştir ki:
“Ürün, ürün sayılmaz fabrika yoluna payı verilene dek.”
Denilse ki: Bu ifade ettiğiniz, övülen infakın, zaruri ihtiyaçtan arta kalan infak olduğunu
gerektiriyor. Oysa Allah Teala ihtiyacı olupta infak eden gurubu övüyor. Bu da şu
sözündedir:
“İhtiyaç içinde olmalarına rağmen başkalarını kendilerine tercih ederler Kim ki
nefsinin kötülüğünden sakınırsa, işte felaha erenler onlardır”
Cevabta zahir olan; -Allah Teala en iyi bilendir- bazı alimlerin, her makama göre bir söz
olduğu şeklinde zikrettikleridir. Binaenaleyh bazı durumlarda isar (başkalarını kendine
tercih) yasaktır. Bu, infak edenin üzerine vacib olan infakların olması gibi. Eşlerinin ve
benzerlerinin nafakası gibi. Bu durumda vacib omayan infaka meyledip Peygamber
(s.a.v.)’in:
“Bakmakla yükümlü olduklarından başla” sözündeki farzı terkeder. Tıpkı insanların
istemesine sabrının olmayıp kendindekini infak etmesi sonra da dönüp onlarınkini istemek
gibidir, bu ona caiz olmaz. İsar vacib olan nafakasını kaybetmediği ve istememe, iffetli
olma ve sabırdan yana kedine güvendiği zaman olur.
Allah Teala’nın: “Kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler” sözüne
gelince bununla zekat kastediliyor. İlim Allah’ın yolundadır.
Ve ala sem’ihim ve ala ebsarihim sözündeki vav’ın iki şekil üzere olduğu ihtimali
gizlenemez. Ya öncekine ma’tuf olur ya da isti’nafiye olur. Bunu burda açıklamadı. Fakat
başka yerde ve ala sem’ihim sözünün ve ala kulubihim sözüne ma’tuf olduğunu ve ve ala
ebsarihim sözünün isti’naf ve car-mecrur, gışaveh olan mübtedanın haberi olduğunu
açıkladılar. Kendisinden önceki car-mecrura itimadından (dayanmasından ötürü) ibtidanın
nekre (belirsiz) olarak gelmesine izin verildi. Bunun içinde bu haberin takdimi gerekiyor.
Çünkü o ibtidanın mübteda ile gelmesine izin verilendir. Nitekim bunu Hülasa’da şu sözü
ile karara bağlamıştır.
Yanımda bir dirhem kadar vardır ve benim bir dileğim var Bunda haberin tekaddümü
gerekli kılındı.
Mühürün kalpler ve kulakların üzerinde olduğunu ve perdenin de gözlerin üzerinde
olduğunu (sonucunu) elde ediyorsun. Bu Allah’ın şu sözünde de vardır:
“Hevasını ilah edinen, Allah’ın kendisini bir ilme göre saptırdığı, kulak ve
kalbinde mühür olan ve gözünün üzeri de perdeli kılınanı gördün mü”
Hatem: İçinde bulunduğu yerden kendisinden bir şey çıkarılmayacağı ve onun dışından
da içine bir şey girmeyeceğinden emin olmaktır.
⁄işave: Gözün üzerindeki onu görmekten alıkoyan perdedir. Haris b. Halid b. el-As’ın sözü
de ondandır:
“Senin kimliğin, zira gözlerimde perde vardır
Ortaya çıktığında nefsim azalarını kesti.”
⁄ışaveten şeklinde nasb olarak okunması durumunda o mahzuf bir fiille mensubtur. Yani
“Onların gözlerinin üzerine perde kıldı” Nitekim Casiye suresinde öyledir. Bu da şu
sözü gibidir:
“Onu soğuk su ve saman ile yemledim,
Gözlerinin yaşı dağılıncaya kadar”
Başka bir söz:
“Eşini gürültüde gördüm
Kılıç ve mızrakla taklid ederken”
Başka bir söz:
“Kadın şarkıcılar bir gün ortaya çıktıklarında
Kaşları ve gözleri sürmelendiklerinde”
Nitekim bu nahivde biliniyor. Bazıları da mecrur mahalline matuf oluşuna cevaz verdiler.
Denilse ki: Mühürlemek gözlere de olabilir. Allah’ın Nahl suresindeki sözünde olduğu gibi:
“Onlar ki Allah kalblerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlemişti”
Cevab: Nahl suresindeki ayette zikredilen gözlerdeki mühür, Bakara ve Casiye
Suresindeki zikredilen perdedir. İlim Allah Teala’nın nezdindedir.
Burda o münafıklardan her hangi bir beyan zikretmedi. Onların bir kısmını şu sözü ile
zikrederek açıkladı:
“Çevrenizdeki bedevilerden bazıları münafıktırlar. Medine halkından da isyan
edenler vardır.”
Allah (c.c) burda kendisinin onlarla alay etmesi hakkında herhangi bir şey açıklamadı.
Bir kısmını Hadid Suresindeki şu sözü ile zikretti:
“Denilir ki arkanıza dönün de (ordan) nur isteyin”
19- Yahut bunlar karanlıklarla, gök gürültüsü ve şimşeklerle gelen şiddetli bir
yağmura tutulmuş gibidirler. Ölümden sakınmak için yıldırımlara karşı
parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Allah kafirleri çepeçevre kuşatmıştır.
20- Çakan şimşek neredeyse gözlerini alacak gibi olur. Bu onların önlerini
aydınlatınca, o ışıkta yürürler. Ama üzerlerine karanlık bastırınca dimdik ayakta
kalırlar. Allah dileseydi onların işitme ve görme kabiliyetlerini alırdı. Allah’ın
herşeye gücü yeter.
Bu ayette öldükten sonra dirilmenin delillerinden üç tane delile işaret etti ve onu başka
ayetlerde ayrıntılı olarak beyan etti.
Birincisi: Şu sözüyle ilk olarak işaret edilen, insanların yaratılmasıdır:
“Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin”
Çünkü ilk icad, ikinci icada en büyük delildir. Bunu pek çok ayetlerde izah etmiştir.
“O ki yaratmayı ilk olarak yaptı. Sonra onu tekrar eder”
“İlk yaratmayı yaptığımız gibi onu tekrar ederiz”
“Diyecekler ki kim bizi geri döndürecektir. De ki, sizi ilk defa yaratan.”
“De ki onu ilk defa yaratan diriltecektir.”
“Biz ilk yaratmada yorulduk mu ki? Aksine onlar bir karmaşa içindedirler”
“Ey insanlar, eğer dirilişte şüphe içinde iseniz, biz ki sizi topraktan yarattık”
“Muhakkak ki siz ilk yaratılışı bilmişsinizdir”
Bunun için Allah dirilişi inkar edenin ilk yaratılışı unuttuğunu zikretti. Şu sözünde olduğu
gibi:
“Yaratılışını unutarak bize bir mesel getirdi”
“İnsan diyor ki, öldüğüm zaman ben mi diri olarak çıkarılacakmışım. İnsan, o
bundan önce hiçbir şey iken bizim onu yarattığımızı hatırlamıyor mu?”
Sonra da şu sözü ile delilin neticesini bunun üzerine tertib etti:
“Rabbine andolsun ki muhakkak biz onları haşredeceğiz” Ve bunun gibi diğer
ayetler.
İkinci delil: Şu sözü ile işaret edilen göklerin ve yerin yaradılışı:
“O ki size yeri döşek göğü de bina yaptı”
Çünkü o ikisi yaratılmışların en büyüklerindendir. En büyük olanı yaratabilen,
beşkalarına haydı haydı gücü yeter. Allah bu delili pek çok ayetlerde izah etti.
“Göklerin ve yerin yaratılışı insanın yaratılışından daha büyüktür”
“Gökleri ve yeri yaratan onlar gibisini yaratmaz mı? Elbete yaratır. O çok bilen
yaratıcıdır”
“Gökleri ve yeri yaratıp ta onları yaratmaktan yorulmayan Allah’ın ölüleri
diriltmeye kadir olduğunu görmediler mi? Evet”
“Gökleri ve yeri yaratan Allah’ın onların benzerlerini yaratmaya kadir
olduğunu görmediler mi”
“Siz mi yaratılışça şedidsiniz yoksa çatısını yükselterek düzene sokup
yarattığı gök mü?”
Üçüncü delil: Yerin öldükten sonra dirilmesi. Bu öldükten sonra dirilmenin en büyük
delillerindendir. Nitekim ona burda şu sözüyle işaret etti:
“Gökten su indirdi de onunla size rızık olarak meyveler çıkardı” Onu pek çok
ayetlerde izah etti. Şu sözü gibi:
“Ayetlerinden biri de; sen yeri sinmiş olarak görürsün de üzerine bir su
indirdiği zaman kendine gelir ve canlanır. Onu dirilten ölüleri de diriltir. Muhakka
ki O her şeye kadirdir”
“Böylece onunla diri bir beldeyi diriltiriz. Çıkış ta böyledir”
Yani: Kabirlerinizden çıkarılışınız, çürümüş kemikler olduktan sonra dirilme.
“Ölümünden sonra yeri diriltir. Sizin çıkarılışınızda böyledir”
“Nihayet (rüzgarlar) ağır ağır bulutları yüklenince, onu ölü bir memlekete
yollarız; onunla su indirir ve türlü türlü meyveler çıkarırız. İşte ölüleri de böyle
çıkaracağız. Her halde bundan ibret alırsınız”
23- Eğer kulumuza indirdiğimizden şüphede iseniz onun benzeri bir sureyi siz
getirin. Eğer doğru sözlü iseniz... Bu konuda Allah’tan başka bütün şahitlerinizi
de yardıma çağırın.
24- Böyle birşeyi yapamadığınıza ve hiçbir zaman da yapamayacağınıza göre,
yakıtı insanlarla taşlar olan ve kafirler için hazırlanan ateşten sakının.
Bu kerim kulu burada açıklamadı -Allah’ın salat ve selamı üzerine olsun- O’nun ismini
başka yerde şu sözü ile açıkladı:
“Muhammed’e indrilene iman edin” -Allah’ın salat ve selamı üzerine olsun-
Bu taşlar hakkında alimlerden bir çoğu dedi ki: Bunlar kükürtten taşlardır. Bazıları da
dedi ki: Onlar ibadet ettikleri putlardır. Allah’ın şu sözü onu açıklıyor ve şahitlik ediyor:
“Siz ve Allah’ın dışında ibadet ettikleriniz cehennemin çakıllarısınız.”
25- İman edip salih amel işleyenlere, altlarından ırmaklar akan cennetlerin
kendilerine ait olduğunu müjdele. Her ne zaman kendilerine oradan rızık olarak
bir meyve verilse, “Bu bizim daha önce (dünyada) rızıklandığımız şeydir” derler.
Orada onlara böyle birbirine benzer şeyler verilmiştir. Onlar için orada tertemiz
eşler vardır ve onlar orada sonsuza dek kalacaklardır.
Burada bu nehirlerin çeşitlerini açıklamadı. Fakat Allah bunu şu sözü ile açıkladı:
“Ondan suyu acı olmayan nehirler, tadı bozulmayan sütten nehirler, içenlere
lezzet veren şaraptan nehirler ve süzülmüş baldan nehirler vardır”
Burada bu eşlerin sıfatlarını açıklamadı. Ancak onların güzel sıfatlarını başka ayetlerde
açıkladı.
“Yanlarında gözlerini kendilerine diken eşler vardır”
“Onlar sanki yakutla mercandırlar”
“Göğüsleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar”
Ezvac: Zevcin cemi’dir. Fasih dilde hasızdır. Zevcetün lehçedir. Bazılarının zannettiği gibi
i’rab hatası değildir.
Enes’in Peygamber (s.a.v.)’den rivayet ettiği hadisinde:
“İnneha zevceti: O benim eşimdir.” Müslim tahric etti. Şahitlerinden biri de
Ferazdak’ın sözüdür:
“Eşimi bozmak için çalışan Çöl aslanına koşup onu işettiren gibidir.”
Başka bir söz:
“Kızlarım ağladı, onları ve eşimi üzdü O yöne doğru geçenler parçalanıyorlar.”
26- Allah bir sivrisineği veya bunun üstünde birşeyi örnek vermekten
çekinmez. İman etmiş olanlar onun Rabb’leri katından bildirilen bir gerçek
olduğunu bilirler. Kafirler ise ‘Acaba Allah bununla neyi kastetmiştir?” derler.
Allah onunla birçoklarını sapıklığa düşürür, birçoklarını da doğru yola iletir.
Allah’ın onunla sapıklığa düşürdükleri, fasıklardan başkaları değildir.
27- Bunlar, Allah’a vermiş oldukları sözü kesinlik kazandırdıktan sonra
bozarlar, Allah’ın birleştirilmesini emrettiğini keserler ve yeryüzünde
bozgunculuk çıkarırlar. Zarara uğrayacak olanlar da bunlardır.
28- Allah’ı nasıl inkar edersiniz ki? Siz ölü idiniz de Allah sizi diriltti. Sonra sizi
yine öldürür ve ardından tekrar diriltir. Bundan sonra da O’na döndürülürsünüz
29- Yeryüzünde bulunanların tümünü sizin için yaratan O’dur. Bunları
yarattıktan sonra göğe yönelerek onları da yedi gök halinde düzenledi. O
herşeyi bilmektedir.
Bunun zahiri: Yeryüzündekilerin hepsi bilfiil gökten önce yaratıldı. Fakat Allah başka
yerde yaratılmasından muradın takdir etmesi olduğunu beyan etti. Araplar takdiri yaratma
olarak isimlendirdi. Zehir’in sözü gibi:
“Sen yarattıklarını ince ince kesersin. Kavmin bazıları ise yaratırlar sonra da
uzunlamasına kesmezler”
Bu Allah’ın şu sözünde vardır:
“Onun besinini içinde takdir etti”
30- Bir zamanlar Rabbin meleklere ben yeryüzünde bir halife yaratacağım,
demişti.
İsimlerin anlamları, ayetin zahirinden vehmedildiği gibi isimler değil. Onun anlamlar
olduğuna şu sözü ile işaret etmiştir:
“Onların isimlerinden bana haber verin”
Nitekim o zahirdir.
O gizlediklerini burada açıklamadı. Bazı alimler demişlerdir ki: O İblis’in kibirden
gizlediğidir. Allah’ın şu sözü bu söz üzerine beyan edildi:
“İblis hariç, çekindi ve kibirlendi.”
34- Meleklere: Adem’e secde edin, dediğimizde hepsi secde ettiler. Ancak İblis
secde etmedi. O bundan kaçındı, büyüklendi ve kafirlerden oldu.
Bunu onlara Adem’in yaradılışından önce mi yoksa sonra mı dediğini burada beyan
etmedi. Hicr ve Sad Surelerinde bunu onlara Adem’in yaradılışından önce söylediğini
açıklamıştır. Hicr de dedi ki:
“Bir zamanlar Rabbin meleklere demişti ki ‘Ben kupkuru çamurdan, değişken
balçıktan bir beşer yaratacağım. Onu düzenle(yip insan şekline koydu)ğum ve ona
ruhumdan üflediğim zaman hemen ona secdeye kapanın’”
Burada kuruntusundaki istikbarının gerekçesini beyan etmedi. Fakat onu başka yerlerde
açıkladı.
“Ben ondan daha hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu ise topraktan”
“Kupkuru çamurdan, değişken balçıktan yarattığın beşere secde edecek
değilim”
Uyarı: İblisin kendini ateşten olan maddesine kıyası ve Adem’in topraktan olan
maddesine ve bundan kendisinin Adem’den daha hayırlı olduğunu çıkarsaması aynıdır.
Onun kendisinden daha hayırlı olduğu kimseye secde ile emredilmesi gerekmez, açık
nassın varlığına rağmen. Ki o da Allah’ın şu sözüdür: “Adem’e secde edin.”
Usulcülerin ıstılahında Fasidü’l-İ’tibar diye isimlendirilir. Meraki’nin sahibi es-Suud şu
sözü ile işaret etti.
“Nassa ve icma’a hilafı bırakın. Bütün böyle bilinçler i’tibarın fesadıdır.”
Kim kıyaslamalarla vahyin nasslarını reddederse onun bundaki selefi İblis’tir. İblisin
-Allah ona lanet etsin- bu kıyası üç açıdan batıldır.
Birincisi: Az önce de geçtiği gibi, açık nassa muhalefetinden dolayı fasidü’l-i’tibardır.
İkincisi: Ateşin topraktan daha hayırlı olduğuna katılmıyoruz. Aksine toprak ateşten
daha hayırlıdır. Çünkü ateş, hafif, değişken, bozucu ve ayırıcı tabiattadır. Toprak ise ağır ve
ıslah edici tabiattadır. Ona bir tane verirsin sana bir sünbül verir, bir çekirdek verirsin, sana
bir hurma ağacı verir.
Toprağın değerini bilmek istersen hoş bahçelere ve lezzetli meyvelere, güzel çiçeklere,
hoş kokulara bak. Toprağın ateşten daha hayırlı olduğunu anlarsın.
Üçüncüsü: Ateşin topraktan daha hayırlı olduğunu tartışılır olarak kabul etsek bile bu,
İblisin Adem’den daha hayırlı olmasını gerektirmez. Çünkü aslın şerefi, fer’in şerefli
olmasını gerektirmiyor. Aksine asıl yüksek, dal alçak olabilir. Şairin dediği gib:
“Şerefli atalarla böbürlenmek istersen
Deriz ki doğrusun, fakat doğurdukları ne de kötü”
Bir diğeri dedi ki
“Asl’a ayrılmıştan ne fayda?
Eğer kendisi ondan bağımsız ise”
35- Ve biz, “Ey Adem, sen ve eşin Cennet’e yerleşin ve orada, itediğiniz yerde
yiyeceklerinden bolca yiyin. Ancak şu ağaca yaklaşmayın, sonra kendi
kendilerine haksızlık edenlerden olursunuz” dedik.
36- Ancak şeytan her ikisinin de ayağını oradan kaydırdı ve kendilerini içinde
bulundukları yerden çıkarttı. Biz de “Birbirlerinize düşman olarak oradan inin.
Yeryüzünde sizin için bir yerleşme yeri ve belli süreye kadar geçiminizi
sağlayacak varlık verilecektir” dedik
37- Adem daha sonra Rabb’inden bazı sözler öğrendi (ve onlarla Rabb’ine tevbe
etti) Rabb’i de onun tevbesini kabul etti. Şüphesiz O, tevbeleri daima kabul
edendir ve çok rahmet sahibidir.
38- Biz onlara şöyle dedik “Hepiniz oradan inin. Benden size bir hidayet
geldiğinde kim benim hidayet yoluma girerse, onlar için korku yoktur ve onlar
üzülmeyeceklerdir de.
39- Ama inkar edenler ve ayetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar ateşe atılacak
olanlardır. Onlar orada sonsuza kadar kalacaklardır.
Onlara verdiği bu nimetin ne olduğunu burda açıklamadı. Fakat onu başka ayetlerde
aıkladı.
“Üzerinize bulutla gölge yaptık ve size kudret helvası ve bıldırcın eti
yedirdik.”
“Ve bir zamanlar sizi Firavun’un ailesinden kurtarmıştık. Ki onlar size azabın en
kötüsünü uyguluyorlardı”
“Biz de istiyorduk ki o yerlerde mustaz’aflara lutfedelim, onları önderler
yapalım, onları (ötekilerin mülküne) mirasçı kılalım ve onları o yerlerde hakim
kılalım, Fir’avn’a, Haman’a ve askerlerine, onlardan korktukları şeyi gösterelim”
Burada onun ahdettiğini ve onların ahdettiklerini açıklamadı. Fakat bunu başka yerde
açıkladı.
“Allah dedi ki, namaz kıldığınız, zekat verdiğiniz, elçilerime iman etttiğiniz,
onları desteklediğiniz ve Allah’a güzelce borç verdiğiniz sürece ben sizinle
beraberim, sizin günahlarınızı örter, altlarından ırmaklar akan cennetlere
sokarım”
Şu sözünde zikredilenleri de onlar ona ahdetti:
“Eğer namazı kılar, zekatı verir, elçilerime iman eder ve onları destekler ve
Allah’a güzel bir borç veririseniz.”
O da onlara şu sözünde zikredilenleri ahdetti
“Günalarınızı örterim”
Yine şu sözünde onların verdiği ahde işaret etti
“Hani Allah kendilerine kitap verilenlerden, onu insanlara açıklayacaksınız,
gizlemeyeceksiniz diye söz almıştı”
45- Sabır ve namazla (Allah’tan) yardım dileyin. Bu, gönüllerinde Allah’a karşı
hürmet duygusu olanların dışındakilere çok ağır gelir
Sabırla dünya ve ahiret işine yardım istemede problem yoktur. Namazla yardım
istemenin neticesine gelince, Allahkitabından ayetlerle buna işaret etmiştir. Namazla
yardım istemelerinin neticelerinden birinin, layık olmayan şeylerden nehy olduğunu
zikretti. Bu Allah’ın şu sözündedir:
“Muhakkak ki namaz fahşadan ve münkerden alıkoyar”
Namaz rızkı getirir. Bu da Allah’ın şu sözündedir:
“Ehline namazla emret sen de onda sabır et. Senden rızık istemiyoruz. Seni
biz rızıklandırıyoruz. Akibet takva(lı olanları)ndır”
Bundan dolayı bir iş Peygamber (s.a.v)’i olumsuz etkilediğinde namaza kalkardı.
Bunun izahı da: Kul Rabbinin karşısına çıkıp ona münacaat ettiğinde ve kitabını
okuduğunda, Allah’ın yanındakine rağbetten ve ondan korkmaktan ötürü dünyadaki her
şey ona önemsiz gelir ve Allah’ı razı etmeyen her şeyden uzaklaşır. Allah ta onu
rızıklandırır ve ona hidayet verir.
Bu ayetin zahiri, kıyamet gününde şefaatin mutlak olarak kabul edilmemesidir. Fakat
Allah olumsuz şefaatin, kafirlere ve onlardan başkasına olan göklerin ve yerin Rabbinin izin
vermediği şefaat olduğunu başka yerlerde açıkladı. Allah’ın izni ile mü’minlere olan şefaat
ise kitap, sünnet ve icma ile sabittir. Kafirlere şefaat olmadığını şu sözü ile belirtti:
“Razı olduklarından başkasına şefaat etmezler”
Buyurmuştur ki:
“Kulları için küfre razı olmaz”
Allah onlar hakkında takdiri olarak:
“Biz onlara şefaat adici değiliz”
“Şefaatçilerin şefaati onlara fayda etmez”
İzninin dışındaki şefaat hakkında da buyurdu ki:
“Onun yanında onun izni olmaksızın şefaat edecek kimmiş”
“Göklerde nice melekler vardır ki şefaatleri bir şeye yaramaz. Ancak Allah’ın
dilediği ve razı olduğu kişiler için izin vermesinden sonra olması”
“O gün Rahman’ın izin verip sözünden hoşlandığı kimseden başkasının şefaati
fayda vermez.”
Allah’ın (c.c) yanında onu küfür çeşitlerinden biri ile inkar eden kafirler için ya da izni
dışındaki şefaat iddiası batıldır. Nitekim bu Allah’ın şu sözünde açıklanmıştır:
“Dediler ki bunlar Allah’ın yanındaki şefaatçilerimizdir. Dedi ki siz Allaha’a
göklerde ve yerde bilmediği bir şey mi haber veriyorsunuz. O bütün
eksikliklerden münezzehtir ve ortak koştukları şeylerden yücedir”
Uyarı: Şer’an ve mutlak olarak kafirler için şefatin imkansız olduğunu belirttiğimizin
istisnası, Peygamber (s.a.v)’in amcası Ebu Talib’e, onun ateşin bir yerinden başka bir
yerine nakli şeklinde şefaatidir. Nitekim Sahih’te O’ndan bu sabit oldu. Bu zikrettiğimiz
şekilde Kur’an’ın Sünnetle tahsisidir.
49- Hani sizi, size en kötü işkenceleri uygulayan, erkek çocuklarınızı öldürüp
kadınlarınızı sağ bırakan Firavun ailesinden kurtarmıştık. Başınıza gelen bu
durumda sizin için Rabb’inizin büyük bir imtihanı vardı
50- Hani sizin için denizi yarmıştık da, sizi kurtarıp gözlerinizin önünde
Firavun ailesini boğmuştuk.
Onlar için denizi nasıl yardığını burada açıklamadı.Fakat O bunu başka yerlerde açıkladı.
“Musa’ya asanla denize vur, diye vahyettik. Derken deniz yarılıverdi. Her bir
kısmı büyük dağlar gibiydi”
“Muhakkak ki Musa’ya; kullarımı gece götür, onlara denizde kupkuru yol amak
için (asanla denize) vur, diye vahyettik”
Burada nasıl boğulduklarını açıklamadı. Fakat O bunu başka yerlerde açıkladı.
“Sabah erkenden peşlerine düştüler. İki gurup birbirlerini gördüklerinde
Musa’nın arkadaşları dediler ki: Biz yakalandık Dedi ki, asla. Muhakkak ki
Rabbim benimledir, Bana yolu gösterecek. Biz de Musa’ya, asanla denize vur
diye vahyettik. Derken yarılıverdi. Her bir kısmı büyük bir dağ gibi idi,
Arkadakileri de onlara yaklaştırdık.Musa’yı ve bütün onunla beraber olanları
kurtardık. Arkadakileri de orada boğduk”
“Derken Fir’avn askerleriyle ardlarına düştü. Onları acıdan bürüyen
bürümüştü.”
“Denizi sakince geç. Muhakkak ki onlar boğulacak bir ordudur.”
Rahva; yarıldığında sakin olarak anlamındadır. Ki ona girsinler.
51- Ve hani Musa ile kırk gece için sözleşmiştik. Siz ise onun ardından,
zalimlerden olup buzağıya tapmıştınız.
52- Daha sonra bunun ardından belki şükredersiniz diye sizi bağışlamıştık.
Onunla topluca mı yoksa ayrı ayrı mı sözleştiğini burada açıklamadı. Fakat A’raf
Suresinde onun ayrı ayrı olduğunu, önce otuz olarak sözleşip sonra onu onla tamamladığını
açıkladı.
“Musa ile otuz gece sözleşmiştik. Sonra onu on ile tamaladık. Böylece
Rabbinin süresi kırk gece oldu.”
Manasında zahir olan Furkanın, Musa’ya verilen ve ancak ona atfedilen kitaptır.
Sıfatların, şahsın değişmesi derecesinde değişmesini azaltmak için. Çünkü Tevrat olan bu
kitap iki şeyle mevsuftur:
Birincisi: O Allah’ın Musa Peygamberi -Ona ve Peygamberimize selatü selam olsun- için
yazdığı bir mektuptur.
İkincisi: O Furkandır. Yani o hak ile batılın arasını ayırır. Furkan, kitaba atıftır. Ancak, o
iki sıfatın değişmesine göre bizzat kendisidir. Şairin şu sözü gibi:
“Ben yiğidin göğsünden daha büyüğüm
Bendeki küçüklük ve kısalıktan dolayı”
Burdaki el-kasr, et-tecrir’in aynısıdır. Başka birinin sözü:
“Onu tuzlamak için deriyi kestim
Onun sözünü de yalan-dolan buldum”
Burdaki el-miyn, el-kezbin aynısıdır. Başka birinin sözü:
“Hind güzel olmaz mı ve Hind onunla razı ol
Hind onsuz geldi, ırak ve uzak”
Buradaki el-baid, el-nayın’ın aynısıdır. Ve Antere’nin muallakasındaki sözü:
“Zamanın geçmesinin izlerinden canlandım
Hopluyor, zıplıyorum ümmü’l-Heysem’den sonra”
İkfaze, İkvae’nin aynısıdır. Kur’an’dan delil, Furkan’ın, Musa’ya verilen olmasıdır.
Allah (c.c) şöyle buyurdu:
“Muhakka ki Musa ve Harun’a Furkanı verdik”
Allah’tan ayrı olarak bu tapılan buzağının neden dolayı olduğunu açıklamadı. Fakat bunu
başka yerlerde açıkladı.
“Musa’nın kavmi kendisinden sonra zinet eşyalarından, böğürmesi olan bir
buzağı heykeli edindiler”
“Fakat biz kavmin zinetinden yükler yüklendik. Onu (ateşe) attık. Samiri de
böylece attı ve onlara böğürmesi olan bir buzağı heykeli çıkardı. Dediler ki bu
sizin ve Musa’nın ilahıdır”
63- Hani sizden kesin bir söz almış ve Tur dağını üstünüze yükseltmiştik. Size
verilen kitab’a sımsıkı yapışın ve içinde olanları sürekli anın ki, belki böylelikle
sakınırsınız
64- Siz bu olaydan sonra yine yüz çevirdiniz. Eğer Allah’ın size lutfu ve
rahmeti olmasaydı, zarara uğrayanlardan olurdunuz.
67- Hani Musa kavmine “Allah bir inek kesmenizi emretmektedir” demişti.
Onlar “bizimle alay mı ediyorsun?” dediler. O da cahillerden olmaktan Allah’a
sığınırım” dedi.
68- Onlar “Rabb’ine dua et de nasıl bir şey olacağını bize açıklasın” dediler.
Musa “(Rabbim) onun ne çok yaşlı, ne de çok genç olan, ikisi arası bir inek
olduğunu söylüyor. Artık siz emrolunanı yapın” dedi.
69- Bu kez “Rabb’ine dua et de, bize onun renginin nasıl olduğunu açıklasın”
dediler. Musa dedi ki: (Rabbim) onun sarı ve bakanlara neşe veren parlak renkli bir
inek olduğunu söylüyor
70- Bunun üzerine “Rabb’ine dua et de, onun nasıl bir şey olduğunu iyice
açıklasın. Çünkü bize göre sığırlar hep birbirlerine benzerler. Allah dilerse biz doğru
olanı buluruz dediler.
71- Musa da “O, onun yeri sürerek veya ekin sulayarak bitkinleşmiş olmayan,
kusursuz ve üzerinde alacalık bulunmayan bir inek olduğunu söylüyor” dedi. Bunun
üzerine, “İşte şimdi gerçek olanı bildirdin” dediler ve ineği kestiler. Ama az kalsın
bunu yapmayacaklardı.
72- Hani siz bir can öldürmüştünüz de, bu konuda aranızda tartışmaya
girmiştiniz. Oysa Allah sizin gizlediğinizi açığa cıkaracaktı.
73- Onun (kestiğiniz ineğin) bir parçasıyla ölüye vurun” dedik. İşte Allah ölüleri
böyle diriltir ve belki akıl edersiniz diye size böyle ayetlerini gösterir
74- Bu olaydan sonra yine kalpleriniz katılaştı. Şimdi onlar taş gibi oldu, hatta
ondan daha katı bir hal aldı. Taşlardan öyleleri vardır ki, arasından ırmaklar
fışkırır. Yine öyleleri vardır ki, yarılır ve içinden su çıkar. Yine onlardan Allah
korkusundan yuvarlananlar vardır. Allah sizin yaptıklarınızdan habersiz değildir
Burda kalplerinin katılaşmasının sebebini açıklamadı. Fakat buna başka yerlerde işaret
etti. Allah’ın şu sözü gibi:
“Ahiretlerini bozdukları için onları lanetledik ve kalplerini kaskatı kıldık”
“Üzerlerinden uzunca müddet geçti, kalplerini katılaştırdı”
75- Siz onların size inanmalarını mı umuyorsunuz? Oysa onların içinde öyle bir
topluluk vardır ki, Allah’ın sözünü duyuyor ve onu iyice kavradıktan sonra bile
bile değiştiriyorlardı
76- Onlar iman edenlerle karşılaştıklarında “Biz de iman ettik” derler. Ama
birbirleriyle başbaşa kaldıklarında “Allah’ın size açmış olduğu şeylerden, bunları
Rabbinizin katında size karşı bir belge olarak göstersinler diye mi söz
ediyorsunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?” diye konuşurlar.
77- Onlar Allah’ın kendilerinin gizlediklerini de açığa vurduklarını da bildiğini
bilmezler mi?
78- Onların içinde bir de kitabı bilmeyen cahiller vardır ki, bunların bütün
bildikleri boş kuruntulardan ibaret şeylerdir ve bunlar sadece zanna
kapılmaktadırlar.
Alimler burada, kuruntuların ne olduğu hakkında iki görüş üzerinde ihtilaf ettiler.
Birincisi: Kuruntudan murad okumaktır. Yani kitaptan bütün bildikleri, manalarını idrak
etmeksizin sadece lafızları okumaktır. Bu görüş “onlardan bir kısmı ümmidirler” sözü
ile uygun düşmez. Çünkü ümmi, okumaz.
İkincisi: İstisna munkatı’dır. Mana ise; kitabı bilmezler fakat batıl kuruntular arzularlar.
Bu görüşe Allah’ın şu sözü delalet ediyor:
“Dediler ki: Hiristiyan ya da yahudi olanlardan başkası cennete giremeyecek.
Bu, onların kuruntularıdır”
“Sizin ya da ehl-i kitabın kuruntularına göre değildir”
79- Karşılığında az bir ücret alabilmek için kendi elleriyle kitap yazıp da sonra
“İşte bu Allah katından gelmedir” diyenlere yazıklar olsun! Yazdıklarından dolayı
da onlara yazıklar olsun, kazandıklarından dolayı da!...
80- Onlar (İsrailoğulları) yine “Bize sadece sayılı günlerde ateş dokunacaktır”
dediler. Onlara “Siz Allah katından bir söz mü aldınız? Şüphesiz Allah, verdiği
sözden dönmez. Yoksa Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?”
de.
81- Hayır, aksine; “Kim bir kötülük işler ve yapmış olduğu fenalıklar kendini
kuşatırsa, işte bunlar Cehennem’e atılacak olanlardır. Onlar orada sonsuza kadar
kalacaklardır.
82- İman edip de salih ameller işleyenler ise Cennete girecek olanlardır. Onlar
da orada sonsuza kadar kalacaklardır
83- Hani İsrailoğullarından “Allah’tan başkasına kulluk etmeyeceksiniz, anne
babaya, yakınlara, yetimlere, düşkünlere, iyilikte bulunacaksınız, insanlara güzel
söz söyleyeceksiniz, namazı kılacaksınız ve zekatı vereceksiniz” diye kesin söz
almıştık. Sonra az bir kısmınız müstesna, bu sözden döndünüz. Siz zaten yüz
çevirenlersiniz
84- Yine sizden kanlarınızı akıtmayacaksınız ve birbirinizi yurtlarınızdan
çıkartmayacaksınız” diye kesin söz aldık. Siz bunu aynen kabul etmiştiniz ve
bizzat kendiniz buna şahitlik ediyorsunuz
85- Sonra yine sizler, birbirinizi öldürüyor, aranızdan bir topluluğu
yurtlarından çıkarıyorsunuz. Onlara karşı kötülük işleme ve düşmanlık
konusunda birbirinize destek oluyorsunuz. Size esir olarak geldiklerinde
fidyelerini verip kurtarırsınız. Oysa onları çıkarmak size haram kılınmıştır. Yoksa
kitabın bir bölümüne inanıp bir bölümünü inkar mı ediyorsunuz? İçinizden böyle
yapanın cezası dünyada rezilliğe düşmekten başka bir şey değildir. Böyleleri
ahirette de en şiddetli azaba çarptırılacaklardır. Allah sizin işlediklerinizden
habersiz değildir.
86- Bunlar ahirete karşılık dünya hayatını satın alanlardır. Bunların üzerindeki
azap hafifletilmeyeceği gibi, kendilerine yardım da edilmeyecektir.
İsa’ya verilen açık delillerin ne olduğunu burada açıklamadı. Fakat onu başka yerlerde
açıkladı.
“Ve İsrailoğullarına elçi olarak (Dedi ki): Ben size Rabbinizden bir mucize ile
geldim. Ben size topraktan kuş şeklinde yapar ve onu üfürürüm. Allah’ın izni ile
kuş oluverir. Körü ve abraşı iyileştirir, Allah’ın izni ile ölüleri diriltirim ve
evlerinizde yediklerinizi ve biriktirdiklerinizi size haber veririm”
Ruhu’l-kudüs’ten kasıt; en sahih görüşe göre Cibril’dir. Allah’ın şu sözü buna delalet
ediyor:
“Onu Ruhu’l-Emin indirdi”
“O’na ruhumuzu gönderdik”
93- Hani, sizden kesin bir söz almıştık ve Tur dağını üzerinize doğru
yükseltmiştik. “Size verdiğimize sıkı sıkıya yapışın ve bildirileni duyun.” Onlar,
“Duyduk ve başkaldırdık” dediler. İnkarcılıklarından dolayı buzağıya olan tutku
onların kalplerine iyice yerleştirilmişti. De ki “Eğer iman sahibi iseniz, sizin
imanınız size ne kadar fena şeyler emrediyor!”
94- De ki “Eğer Allah katında ahiret yurdu diğer insanlara değil de özellikle
size verilecekse, o zaman, doğru sözlü iseniz ölümü arzulayın”
95- Onlar önceden elleriyle işledikleri yüzünden asla ölümü arzu
etmeyeceklerdir. Allah zalimleri bilmektedir.
96- Onları insanların hayata en düşkünü göreceksin. Allah’a ortak koşanlardan
bile daha tutkundurlar. Ner biri bin yıl yaşatılmayı arzular. Oysa uzun süre
yaşatılması onu azaptan uzaklaştırmayacaktır. Allah onların yaptıklarını
görmektedir.
Zikredilenlerden her biri bin sene yaşamayı temenni eder. Ömrü boyunca da ondan
uzaklaşmaz, yani: Azab ondan uzaklaştırılmaz. “Yaşatılmak” sözündeki münsabik mastar,
“ona ulaşırsa”dandır. En sahih i‘rablara göre (müzehzihih) olan ismü’l-failin failidir. (Lev
yuammiru) sözündeki lev ‘de iki vecih vardır:
Birincisi: Cumhura göre o masdarı harftir. (yuvedu)nun mef’ulü bihi’nin te’vilinde ona
varır.
Mana ise: Onlardan herbiri sever, yani: Bin sene yaratılmak temenni eder. Lev ise: Katile
binti Harise’nin sözünde de olduğu gibi, mastar harfi olabilir:
“Çok kere iyilik yaptıysam zararın olmazdı,
Sert ve kızgın iken gençten”
Yani senin zararın senden değildir
Bazı alimler de dediler ki: Lev burda şartiye’dir. Cevabı mahzuftur. Takdiri de: Eğer bin
sene yaşatılırsa, bu en çok sevdiği şey olurdu. Konumun aleyhine delaleti ile beraber lev’in
cevabının hazfi Kur’an’da ve Arap sözünde vakidir. Kur’an’da onlardan biri Allah’ın şu
sözüdür:
“Hayır, eğer ilme’l-yakın bilselerdi”
Yani: İlme’l-yakın bilselerdi, çokluk onları oyalamazdı.
“Eğer dağların kendisiyle yürütüldüğü Kur’an olsaydı”
Yani: Bu Kur’an olurdu, ya da, yine de Rahman’ı inkar ederdiniz. Arap sözünde onlardan
biri, şairin şu sözüdür:
“Yemin ederim bize elçi gelen bir şey olsaydı
Senden başka, fakat senin için kovulacak bir şey bulamıyoruz.”
Yani: Senden başka bir şeyin elçisi gelse onu kovardık. Bu ayetin manasını anldığında bil
ki Allah bu manayı açıkça izah etti. Ki buna göre insan yaş olarak herhangi bir fayda ile
faydalandırılırsa sonra da bu fayda biter de ona azab gelirse bu geçen fayda ona fayda
vermez ve azab yerine vardıktan ve fayda bittikten sonra ondan hiç bir şeyi savamaz. Bu
Allah’ın şu sözündedir:
“Gördünmü eğer uzun ömürle onları faydalandırsak da sonra vadedildikleri
şey onlara geldiğinde, metalandığı şey onlardan hiç bir şeyi savamaz”
Bu amansız hatalık olan uzun emelin giderilmesinde en büyük ayettir. Onun şerrine karşı
Allah ve mü’minler bize kafidir.
97- De ki: “Kim Cibril’e düşman olursa, (bilsin ki) o bunu (Kur’an’ı) Allah’ın
izniyle daha önce gelmiş olanları doğrulayıcı, iman edenler için de bir hidayet
rehberi ve müjde olarak senin kalbine indirdi.
98- Kim, Allah’a, meleklerine, Peygamberlerine, Cibril’e ve Mikail’e düşman
olursa Allah da kafirlere düşmandır.
99- Şüphesiz sana apaçık ayetler indirdik. Onları fasıklardan başkası inkar
etmez.
100- Onlar her ne zaman bir ahidde bulundulars, içlerinden bir topluluk onu
bozmadı mı?Zaten onların çoğu iman etmez.
Bu ayette yahudilerin, ne zaman bir ahit yaptılarsa, onlardan bir gurubun o ahdi bozup
attığını zikretti. Başka bir yerde de Rasulullah (s.a.v)’in onlarla anlaşan olduğunu ve onların
her seferinde sözlerini bozduklarını açıkladı. Bu Allah’ın şu sözündedir:
“Allah indinde hayvanların en kötüsü inkar edenlerdir. Onlar inanmazlar: Onlar
ki kendileriyle ahitleştikten, sonra her defasında ahitlerini bozuyorlar. Ve onlar
(Allah’tan) korkmuyorlar”
Başka bir ayette de onların az bir kısmı hariç, hıyanet ehli olduklarını açıkladı. Bu
Allah’ın şu sözündedir:
“İçlerinden pek azı hariç, daima onlardan hainlik görürsün”
Burda daha önce Musa’dan istenilenlerin ne olduğunu beyan etmedi. Fakat onu başka
yerde açıkladı. Bu da Allah’ın şu sözündedir:
“Ehl-i kitab senden gökten kendilerine bir kitab indirmeni istiyorlar. Musa’dan
bundan daha büyüğünü istediler. Dediler ki: Allah’ı bize açıkça göster”
109- Kitap ehlinden çoğu, kendilerine gerçek bütün açıklığıyla belli olduktan
sonra sırf kalplerinde size karşı besledikleri kıskançlık duyguları yüzünden sizi
iman etmenizden sonra küfre döndürmek istediler. Siz onlara aldırmayın ve
Allah’ın hükmü gelinceye kadar kendi hallerinde bırakın. Şüphesiz Allah herşeye
güç yetirendir.
Bu ayet siyakında da açık olduğu gibi, ehl-i kitab hakkındadır. (Biemrihi) sözündeki emir:
Bazı alimler dediler ki: O emirlerden biridir. Bazıları da dediler ki: O işlerden biridir.
Birinci görüşe göre: Onun nehyin zıttı emir olduğudur. O zikredilen emir, Allah’ın şu
sözünde açıklanandır:
“Alçalmış olarak el(leriy)le cizye verinceye kadar ehl-i kitabtan hak dini din
edinmeyenler, Allah ve Rasulünün haram kıldığını haram kılmayanlar ve Allah’a
ve Ahiret gününe iman etmeyenlerle savaşın”
Onun işlerden biri olduğu görüşüne göre: O, Yahudilerin içlerine düştüğü ölüm ve
saptırmaya delalet eden ayetlerin açıklandığı şeydir. Şu sözü gibi:
“Allah(’ın emri) onlara hesab etmedikleri yerden geldi ve kalplerine korku attı.
Kendi elleriyle ve mü’minlerin elleriyle evlerini yıkıyorlar. Ey (kalp) akıl sahipleri,
ibret alın. Allah’ın onları ifşa etme yazgısı olmasaydı, Onlara azab ederdi”
Bu ayetin mensuh olmadığı kesindir.
Bu iddia edilen çocuk -Allah’ın lanetleri iddia edenlerin üzerine olsun- başka ayetlerde
detaylı olarak geldi.
“Yahudiler Üzeyr Allah’ın oğludur dediler. Hristiyanlar da dediler ki: Mesih
Allah’ın oğludur. Bu ağızlarıyla geveledikleri sözleridir. Onlardan önceki
kafirlerin sözlerine benzeşti. Allah onları kahretsin. Nasıl da uyduruyorlar.”
“Kızları Allah için kılıyorlar”
117- Gökleri ve yeri bir örneğe dayanmadan yaratan O’dur. Bir şeyin olmasına
hükmettiğinde ona “ol” der, o da oluverir.
118- Bilgi sahibi olmayanlar “Allah bizimle konuşmalı, ya da bize bir ayet
(mucize) gelmeli değil miydi?” dediler. Onlardan öncekiler de onların bu sözlerine
benzer şeyler söylemişlerdi. Kalpleri birbirine benziyor. Biz iyi anlayan bir
topluluk için ayetlerimizi açık bir şekilde gösterdik
119- Seni bir müjdeleyici ve bir korkutucu olarak hakla gönderdik. Sen
Cehennemliklerden sorumlu değilsin
120- Onların dinlerine uymadıkça yahudiler ve hristiyanlar senden memnun
olmazlar. De ki:“Gerçek hidayet Allah’ın hidayetidir.”Sana gelen ilimden sonra
eğer onların arzularına uyarsan Allah’tan sana ne bir koruyucu ne de bir
yardımcı bulabilirsin.
121- Kendilerine vermiş olduğumuz Kitab’ı hakkıyla okuyanlar, işte onlar ona
iman ederler. Kim de bunu inkar ederse, kesin zarara uğrayanlar işte onlardır.
122- Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve sizi alemlere üstün kıldığımı
hatırlayın.
123-Kimsenin kimse adına birşey yapamayacağı, kimsenin yerine bir fidyenin
kabul edilmeyeceği, kimseye şefaatin yarar sağlamayacağı ve (hesaba çekilenlerin)
bir yerden yardım göremeyecekleri bir günden sakının.
124- Hani, Rabb’i İbrahim’i bazı sözlerle imtihan etmişti de O, onların gereğini
tam olarak yerine getirmişti. Rabb’i O’na “Ben seni insanlara önder kılacağım”
dedi. O“Soyumdan da” dedi. Rabbi de “Benim ahdim zalimlere erişmez” dedi.
125-Kabe’yi insanlar için bir toplanma ve güven yeri kıldık. Siz de İbrahim’in
makamından kendinize bir namaz kılma yeri edinin. İbrahim ve İsmail’e “tavaf
edenler, orada ibadet için itikafa çekilenler, rüku ve secde edenler için evimi
temizleyin” diye emir vermiştik
126- İbrahim demişti ki “Ey Rabb’im!Burasını güvenli bir belde kıl. Halkından
Allah’a ve ahirete iman edenleri çeşitli ürünlerle rızıklandır.” Allah da “Kim
küfrederse onu da kısa bir süre geçindirir, sonra ateş azabına atarım. Orası ne
fena bir varış yeridir” demişti.
127- Hani İbrahim ve İsmail birlikte Kabe’nin sütunlarını yükseltiyorlardı. (O
zaman şöyle demişlerdi) “Ey Rabbimiz! Bizden kabul et!Sen duyan ve bilensin.
128- Rabbbimiz, bizi sana teslim olanlar yap. Neslimizden de sana teslim
olmuş bir ümmet çıkar. Bize ibadet yerlerimizi göster, tevbemizi kabul et; zira,
tevbeleri kabul eden, çok merhametli olan ancak sensin, sen.
129- “Ey Rabb’imiz! Onların içinden kendilerine senin ayetlerini okuyacak,
onlara Kitab’ı ve Hikmet’i öğretecek ve onları arındıracak bir peygamber gönder.
Şüphesiz sen pek yüce ve hikmet sahibisin.
Burada, kendisi ile İbrahim ve İsmail’in duasına icabetettiği ümmetin hangisi olduğunu
açıklamadı. Ve yine burda şunu da açıklamadı: Kendilerine gönderilmesi istenilen bir elçi
kim? Fakat Allah Cum’a Suresinde bu ümmetin Arap ümmeti, o elçinin de elçilerin efendisi
Muhammed (s.a.v) olduğunu açıkladı. Bu, şu sözündedir:
“O’dur ki ümmiler içinde, kendilerinden olan ve onlara Allah’ın ayetlerini
okuyan, onları yücelten, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir elçi gönderdi. Oysa
onlar, önceden, sapıklık içinde idiler”
Çünkü icma ile sabittir ki Ümmiler Araplardır. Ve yine zikredilen Rasul de Peygamberimiz
(s.a.v) olduğuna icma’ edilmiştir. İbrahim ve İsmail’in zürriyetinden de Peygamberimiz
(s.a.v)’den başka elçi göndermedi.
Sahihte O’nun İbrahim’in duasını ettiği Rasul olduğu sabit oldu. Bu onun (s.a.v)
risaletinin siyah ve kırmızıları kapsamasına aykırı değildir. (Risaletinin evrenselliğine halel
getirmez)
130- Kendini aşırılığa düşürenden başka kim İbrahim’in dininden yüz çevirir?
Biz O’nu dünyada seçtik. O ahirette de salihlerdendir.
137- Onlar da sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse, doğru yolu bulmuş
olurlar. Eğer yüz çevirirlerse, öyle anlaşmazlık içinde kalırlar. Onlara karşı Allah
sana yetecektir. O işitendir, bilendir.
138- Allah’ın boyasıyla boyanın. Kimin boyası, Allah’ın boyasından daha güzel
olabilir? “Biz O’na kulluk etmekteyiz”
139- De ki: “Siz Allah hakkında bizimle tartışmaya mı giriyorsunuz? Oysa O,
bizim de Rabb’imiz sizin de Rabb’inizdir. Bizim yaptığımız işler bize, sizin
yaptığınız işler sizedir. Biz O’na gönülden bağlıyız.
140- “Yoksa siz İbrahim’in, İsmail’in, İshak’ın, Yakub’un ve onların
torunlarının yahudi veya hristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? De ki: “Siz mi
daha iyi biliyorsunuz, yoksa Allah mı?”Allah’tan gelen bir şahidliği gizleyenden
daha zalim kim olabilir! Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.
141- Onlar geçmiş bir ümmetti. Onların kazandıkları kendilerine, sizin
kazandıklarınız ise sizedir. Siz onların yaptıklarından sorumlu tutulmayacaksınız.
142- İnsanların düşüncesizleri, “Onları daha önceki kıblelerinden çeviren ne
oldu?” diyecekler. De ki: “Doğu da, batı da Allah’ındır. Dilediğini doğru yola
iletir.”
Vasat Yani: Hayırlı ve adil. Allah’ın şu sözü, ‘vasat’ın hayırlı ve adil olduğuna delalet
ediyor:
“Siz insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz”
Bu da Arab sözlerinde bilinen bir şeydir. Onlardan biriZüheyr’in sözüdür:
“Onlar vasattır, insanlar hükümlerine razıdır
Çoklukla gecelerden biri indiğinde”
Burda Rasulün şahitliğinin dünyada mı yoksa ahirette mi şahit olduğunu açıklamadı.
Fakat onu başka yerde açıkladı: O, onlara ahirette şahittir. Bu şu sözünde de vardır:
“Her ümmete bir şahit getirdiğimiz ve seni de onlara şahit getirdiğimiz zaman
halleri nice olur. O gün küfredenler ve Rasul’e isyan edenler yerle bir olmak
isterler. Allah’tan hiçbir sözü de gizleyemezler”
Bu ayetin zahirinden cahiller, Allah’ın bilmediği şeyi denemeden faydalanarak bildiğini
vehmedebilirler. Her türlü eksikliklerden münezzeh olan Allah bundan yüce ve büyüktür.
Aksine O, olacak her şeyi olmadan önce bilendir. Allah (c.c) şu sözü ile, ilim olarak
denemeden faydalanıp bilmediği bir şeyin bilmek gibi bir durumun söz konusu olmadığını
açıklamıştır.
“Allah sinelerinizdekini denemek ve kalplerinizi sınamak için. Ve Allah
sinelerin özünü bilir”
“Allah sinelerin özünü bilir”’sözünün “Denemek için” sözünden sonra gelmesi,
O’nun bilmediği şeyleri bilmek için hiç bir şekilde denemeden istifade ettiğine kesin bir
delildir. Bütün eksikliklerden münezzeh olan Allah bundan yüce ve büyüktür. Çünkü
sinelerin özündekini bilenin denemeye ihtiyacı yoktur. Bu ayette, Allah’ın yarattıklarını
denediğini zikrettiği bütün ayetlere büyük bir beyan vardır. “Ancak bilelim için”’in
manası, sevab ve ceza terettüp edenlerin bilgisi. Bu O’nun, ondan önce onu bildiği ile
çelişmez.. Denemenin faydası, işin insanlar için zahir olmasıdır. Gizliyi ve açığı bilene
gelince, O olacak her şeyin alimidir. Nitekim gizlenemez.
Rasül’ün Muhammed (s.a.v) olduğunu ona hitab ettiği şu sözü ile işaret etti:
“Üzerinde bulunduğun kıbleyi kılmadık”
Çünkü bu hitabın ona olduğu icma iledir.
“Allah imanınızı zayi edecek değildir”
Yani, sahih olana göre, Beytü’l-Mukaddes’e doğru olan namazlarınız. Bu öncesindeki şu
sözünden anlaşılır:
“Üzerinde bulunduğun kıbleyi kılmadık” Özellikle de benzerliğin delaleti itibarı ile
olan görüşe göre. Ondaki hilaf usulde bilinir.
144- Yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu görüyoruz. Elbette seni, hoşnut
kalacağın kıbleye yönelteceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir.
Nerede olursanız olun, yüzünüzü onun tarafına çevirin. Kendilerine kitap
verilmiş olanlar, bunun Rableri katından bir hak olduğunu bilmektedirler. Allah
onların yapmakta olduklarından habersiz değildir.
145- Sen kendilerine kitap verilmiş olanlara bütün delilleri göstersen, yine
senin kıblene uymazlar. Sen de onların kıblelerine uyacak değilsin. Onlar
birbirlerinin kıblelerine uymazlar. Eğer sana gelen ilimden sonra onların
arzularına uyarsan şüphesiz zalimlerden olursun.
146- Kendilerine daha önce kitap vermiş olduklarımız onu kendi oğullarını
tanıdıkları gibi tanırlar. Yine de onlardan bir grup bile bile gerçeği gizlerler.
147- Gerçek Rabb’inin tarafından bildirilmektedir. Sakın şüpheye düşenlerden
olma.
148- Herkesin yöneldiği bir yön vardır. Hayırlarda yarışın. Her nerede olursanız
olun, Allah hepinizi bir araya getirir. Şüphesiz Allah herşeye güç yetirendir.
149- Her nereden (yola) çıkarsan çık, yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir.
Şüphesiz bu, Rabb’in tarafından bildirilen bir gerçektir. Allah yaptıklarınızdan
habersiz değildir.
150- Her nereden çıkarsan yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. İçlerindeki
zalimler dışında, insanların ellerinde sizin aleyhinize kullanacakları bir
delillerinin olmaması için nerede bulunursanız bulunun, yüzlerinizi onun tarafına
çevirin. Onlardan korkmayın, benden korkun ki, size olan nimetimi
tamamlayayım. Böylece olur ki, hidayete erersiniz.
151- Nitekim içinizde, size ayetlerimizi okuyan, sizi arındıran ve size Kitab’ı ve
hikmeti öğreten, daha önceden bilmediğiniz şeyleri bildiren, sizden bir
peygamber gönderdik.
152- Şu halde beni anın ki, ben de sizi anayım ve bana şükredin, bana karşı
nankörlük etmeyin.
153- Ey iman edenler!Sabır ve namazla Allah’dan yardım dileyin. Şüphesiz
Allah sabredenlerle beraberdir.
154- Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin. Aksine onlar diridirler,
ancak siz farkedemiyorsunuz.
155- Biz sizi biraz korku, biraz açlık ve biraz mallardan, canlardan ve
ürünlerden eksiltmeyle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele!
156- Onlar başlarına bir musibet geldiğinde “Şüphesiz biz Allah’a aidiz ve
O’na döneceğiz” derler.
157- İşte böylelerine Rab’lerinden bağışlanma ve rahmet vardır. Doğru yolda
olanlar da bunlardır.
158- Safa ile Merve, Allah’ın işaretlerindendir. Kim Ka’be’yi hacceder veya
umre yaparsa, bu ikisini tavaf etmesinde kendisi için sakınca yoktur. Kim
gönülden iyilik yaparsa bilsin ki, Allah, iyiliklerin karşılığını veren ve herşeyi
bilendir.”
159- İndirdiğimiz açık delilleri ve Kitab’da insanlara açıklamamızdan sonra
hidayet çizgisini gizleyenler var ya, işte onlara Allah da lanet eder, bütün lanet
ediciler de lanet eder.
160- Ancak tevbe edip durumlarını düzelten ve (gerçeği) açıklayanların
tevbelerini kabul ederim. Ben sürekli tevbeleri kabul eden ve rahmet sahibi
olanım.
161- Şüphesiz inkar edip de inkarcı olarak ölenler var ya, Allah’ın, meleklerin
ve bütün insanların laneti onların üzerinedir.
162- Onlar (lanette) sürekli kalıcıdırlar. Üzerlerinden azap hafifletilmez ve
kendilerine bakılmaz da.
Lanet edicilerin kim olduğunu burada açıklamadı. Fakat şu sözünde buna işaret etti:
“Allah’ın, meleklerin, insanların hepsinin laneti onlaradır”
163- Sizin ilahınız tek bir ilahtır. O’ndan başka ilah yoktur. O Rahman ve
Rahim’dir.
164- Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri
ardından gelmesinde, insanlara yarar sağlayan şeylerle denizlerde yüzen
gemilerde, Allah’ın gökten su indirip onunla ölümünden sonra yeryüzünü
diriltmesinde ve böylece üzerinde bütün canlı türlerini yaymasında, rüzgarları
estirmesinde, gök ile yer arasında dolaştırılan bulutları oluşturmasında akıl eden
bir topluluk için ayetler vardır.
Burada göklerin ve yerin ayet olma yönünü açıklamadı. Fakat bunu başka yerlerde
açıkladı.
“Üzerlerindeki göğe bakmazlar mı? Onu nasıl bina ettik ve süsledik. Herhangi
bir gediği de yoktur. Yere de ki onu yaydık ve ona dağlar attık ve onda her güzel
çifti bitirdik; her tevbe eden kula öğüt ve basiret olarak”
“O, yedi göğü, birbiri üzerinde tabaka olarak yarattı, Rahman’ın
yaratılmasında bir aykırılık, uygunsuzluk görmezsin. Gözünü döndür de bak, bir
bozukluk görüyor musun? Sonra gözünü birkez daha döndür. Göz umudunu
keserek hor ve bitkin halde sana döner. Andolsun biz en yakın göğü lambalarla
donattık ve onları, şeytanlar için taşlamalar yaptık ve onlara çılgın ateş azabını
hazırladık”
Ve yer hakkındaki şu sözü:
“O size yeri eğer boyun yaptı. Haydi onun omuzlarında yürüyün ve Allah’ın
rızkından yeyin. Dönüş O’nadır.”
Gece ve Gündüzün birbiri ardınca gelmesinin ayet oluş yönünü burada açıklamadı. Fakat
onu başka yerlerde açıkladı.
“De ki, görüdünüz mü, eğer Allah geceyi kıyamet gününe kadar uzatacak
olursa, size ışık getirecek Allah’tan başka ilah kimmiş? Dinlemezmisiniz. De ki,
gördünüz mü, eğer Allah gündüzü kıyamet gününe kadar uzatacak olursa, size
içinde istirahat edecek geceyi getirecek Allah’tan başka ilah kimmiş? Duymaz
mısınız? O’nun rahmetinden biri de geceyi ve gündüzü, içinde istirahat etmeniz
ve Allah’ın fazlından istemeniz için kıldı. Ki şükredersiniz”
Gökle yer arasında emre amade kılınmış bulutların nasıl musahhar kılındığını burada
açıklamadı. Fakat bunu başka yerlerde açıkladı.
“O ki rüzgarları rahmetinin önünde müjdeci gönderir. Nihayet onlar, ağır ağır
bulutları yüklenince, onu ölü bir memlekete yollarız; onunla su indirir ve türlü
türlü meyveler çıkarırız. İşte ölüleri de böyle çıkarırız. Her halde bundan ibret
alırsınız”
“Allah’ın bulutu sürüp sonra arasını birleştirdiğini ve onu küme küme
yaptığını görmedin mi? Derken arasından yağmur tanelarinin çıktığını görürsün”
165- İnsanların içinde Allah’tan başka ortaklar edinerek onları Allah’ı sever
gibi seven kimseler bulunmaktadır. İman edenlerin Allah’a olan sevgileri ise
daha güçlüdür. Zulmedenler azabı gördüklerinde bütün kuvvetin Allah’a ait
olduğunu ve Allah’ın azabının gerçekten çok şiddetli olduğunu anlayacaklarını
keşke bilselerdi.
O zulmedenlerden murad kafirlerdir. Bunu (167.) ayetin sonundaki şu sözü ile açıkladı:
“Onlar ateşten çıkacak değillerdir”
Lokman’dan ikrar olarak Allah’ın şu sözü buna delalet ediyor:
“Ey oğulcuğum, Allah’a şirk koşma: Çünkü şirk büyük zulümdür”
Şu ayetler de buna delalet eder:
“Kafirler zalimlerin ta kendileridir”
“Allah’tan başka, sana ne fayda ne de zarar verecek olana çağırma. Bunu
yaparsan o takdirde zalimlerden olursun”
Burada ateş ehlinin düşmanlaşmasına işaret etti. Bunu, burada zikrettiklerinden ayrı
olarak başka yerlerde açıkladı. Şu sözü gibi:
“Zalimleri Rablerinin huzurunda bulunurken görsen. Birbirlerine laf atıyorlar.
Mustaz’aflar, müstekbirlere: Siz olmasaydınız mü’minler olurduk. Müstekbirler,
mustaz’aflara: Size geldikten sonra biz mi sizi hidayetten alıkoyduk? Asıl siz
suçlular idiniz. Mustaz’aflar, müstekbirlere dedi ki: Aksine gece ve gündüz
tuzaklarıyla bizi yoldan çıkarıyordunuz. Allah’ın inkar etmemizi ve ona ortaklar
koşmamızı bize emrediyordunuz”
168- Ey insanlar! Yeryüzünde bulunan helal ve temiz şeylerden yiyin. Şeytanın
adımlarına uymayın. Şüphesiz o, sizin için açık bir düşmandır.
Burada onun adımlarını izlemenin sebep olduğu zararı zikremedi. Fakat Allah bunu Nur
Suresinde şu sözü ile işaret etti:
“Kim şeytanın adımlarını takip ederse, muhakkak ki o fahşayı ve münkeri
emreder”
Onun hakkında bilgisizce söz söyleyenleri burada açıklamadı. Fakat onu başka yerlerde
detaylandırdı. Bilgisizce söyledikleri şeylerin şu olduğunu zikretti: Allah’ın bahiraları,
saibeleri, haram kıldığı, onun evladının olduğu, onunu ortaklarının olduğu Allah
eksikliklerden münezzehtir, bunlardan yüce ve büyüktür. O’nun bunları haram etmediğini
şu sözüyle açıkladı:
“Allah bahire, saibe, vasile ve ham’ı haram kılmadı. Fakat kafirler Allah’a
iftira ediyorlar.”
“Allah’ın onlara rızık olarak verdiklerini, Allah’a iftira ederek haram kıldılar.”
“De ki, gördünüz mü, Allah’ın size rızık olarak indirdiklerinin bir kısmını helal
ve haram kıldınız.”
“Dillerinizin yalan yere vasıflandırdıklarını bu helal, bu da haram demeyin.”
Ve kendisini şu sözü ile, iddia edilen ortaklardan da tenzih etti:
“Allah ortak koştuklarından münezzehtir”
Ve kendisini, şu sözü ile iddia edilen evladdan tenzih etti:
“Allah çocuk edindi, dediler. O bütün noksanlıklardan münezzehtir”
Şu sözündeki, ma ism-i mevsuldeki icmalin tafsili bu ayetlerle zahir oldu.
“Ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyi söylemeniz”
Bu ayetin zahirine göre bütün ölü çeşitleri ve kan haramdır. Fakat başka yerde deniz
ölüsünün bu haram kılmanın dışında olduğunu açıkladı. O da şu sözüdür:
“Allah size deniz avını ve (ondan) yemeyi helal kıldı”
Ki ölüsünün dışında deniz avı yiyeceği yoktur. Ve bazı alimlerin örnek olarak zikrettikleri:
(bitaamihi) den murad tuzla kurutulmuş ince dilimler ve (bisaydihi)den onun taze olanı. Bu
zahire aykırıdır. Çünkü avından ince dilim, ve ince dilimlenmiş avdır. Alimlerin çoğuna göre
(bitaamihi) den murad ölüsüdür. Onlar: Ebu Bekir es-Sıddık, Zeyd b.Sabit, Abdullah b.
Ömer, Ebu Eyyub el-Ensari -Alah onların hepsinden razı olsun- İkrime, Ebu Seleme b.
Abdurrahman, İbrahim en-Nehai, Hasan el-Basri ve diğerleri. Nitekim onlardan İbni Kesir
nakletti. Başka bir yerde kanın akıtılmamışının haram olmadığına işaret etti. O da şu
sözüdür:
“Ölü ya da akıtılmış kan olmasının dışında”
Ondan anlaşılıyor ki, et kesiminin izinden miktarı artan kırmızılık gibi akıtılmamış olan
haram değildir.
“Akıtılmış” sözü ile yapılan sınırlamaya girdiğinden dolayı, akıtılmış gibi de olsa
(haram) değildir.
Bir ek: Peygamber (s.a.v.)’den Allah’ın ümmeti için iki ölüyü ve iki kanı haram kıldığı
(rivayeti) gelmiştir. İki ölü: balık ve çekirge. İki kan: Ciğer ve dalak.
Allah’ın izni ile bu hadis hakkındaki açıklama En’am Suresinde gelecektir. Deniz
hakkında peygamber (s.a.v.)’den “Ölüsü helaldır.” Onu Malik, Sünen sahibleri, İmam
Ahmet, Beyhaki ve Darekutni Sünenlerinde, Hakim Müstedrek’te, İbni el-Carud
Munteka’da, İbni Ebi Şeybe, Tirmizi Sahihin’de, İbni Huzeyme, İbni Hibban ve Buhari tahric
etmiştir.
Bu hadisin umumunun zahiri ve Allah’ın (vetaamihi) sözünün umumu, kesin olarak deniz
ölüsünün mübahlığına delalet ediyor. Peygamber (s.a.v)’in, müttefkun aleyh olan bir
hadiste, Amber’in etinden yediği sabit olmuştur. Ki o da denizin ölü olarak attığı büyük bir
balıktır. Kıssası da meşhudur.
Bu meselenin net fıkhının sonucu: Deniz ölüsü iki kısımdır: Ancak suda yaşayabilen
kısım. Eğer çıkarılırsa ölür. Balina gibi. Ve karada yaşayan kısım. Kurbağa ve benzerleri
gibi.
Balina gibi sadece suda yaşayanlar ise, bütün alimlere göre ölüsü helaldir. Ebu Hanife
-Allah ona rahmet etsin- onun denizde ölen ve su yüzüne çıkanında muhalefet etti. Onun
hakkında dedi ki: O, yenmesi mekruhtur. Ancak insanın öldürdüğü ya da deniz ortaya
çıkarıp ta ölen hariç. Ona göre bunların yenmesi mübahtır.
Deniz hayvanlarından olupta karada yaşayanlara gelince: Kurbağalar, kaplumbağalar,
yengeç ve su kalkanı gibi. Alimler bunda ihtilaf etmiştir. Malik b. Enes bütün bunlardan
deniz ölülerinin yenilmesi mübahtır, yoluna gitmiştir. Kendi kendine ölmesi, suyun yüzüne
çıkmış olarak bulunması, ya da avlanmakla (ölen), diri olarak çıkarılan, ateşe atılan,
toprağa gömülen olması aynıdır, (sonucu değiştirmez)
İbn-i Nafi ve İbn-i Dinar dedi ki: Karada yaşayan deniz ölüsü necistir.
İbn-i Urfe, suda ölmek arasındaki farkla üçüncü bir görüş nakletti. Bu durumda tahir olur.
Karada (ölürse) necis olur. Onu da İbnü’l Kasım’dan İsa’ya dayandırdı. Malik’e göre deniz
kurbağaları, yenilmesi mübahtır, içinde ölse bile.
Müdevvene’de de: Kurbağaların yenilmesinde bir beis yoktur, ölse bile. Çünkü o, su
avındandır.
Kara kurbağalarının ölüsü ise, alimler arasında hilafsız olarak haramdır. Görüşler,
kurbağaların yasaklanmasını kesin olarak ortaya çıkardı, güzel koksa bile. Nitekim buna
dair delil gelecektir, inşaallah.
Su köpeği ve domuzu ise: Malik’in mezhebinden meşhur olan, ikisindeki kerahattir. Halil
b. İshak el-Malki Muhtasar’ında, su köpeğini ve domuzunu mekruh edilenlere atfederek
söyledi.
El-Baci dedi ki: Deniz köpeği ve domuzuna gelince. İbni Şaban rivayet etti ki: O
mekruhtur. Onu İbni Habib de söyledi.
İbnü’l-Kasım, Müdevvene’de dedi ki: Malik, su domuzu hakkında bize herhangi bir cevap
vermedi. Diyor ki: Siz domuz diyorsunuz.
İbnü’l Kasım dedi ki: Ben ondan sakınırım birisi onu yerse onu haram görmem bu Malik
mezhebinin meseledeki özetidir. Ve karada yaşasın ya da yaşamasın deniz hayvanları
ölüsünün mübah oluşu konusundaki delilidir
Allah (c.c) şöyle buyurdu:
“Size deniz avı ve yenmesi helal kılındı”
Avından ayrı olarak ölüsünden başka yiyeceği yoktur nitekim alimlerin çoğunluğu bunu
dedi. Bu da doğrudur. Peygamber (s.a.v.)’in deniz konusundaki şu sözü onu te’yed ediyor:
“Onun suyu temiz ölüsü helaldir” bu hadisin subutunu takdim etmiştik. Onda
Peygamber (s.a.v.)’in deniz ölüsünün helal olduğu açıklaması vardır. Bu da tartışma
mahalindeki nihai noktadır. Usulde kararlaştırılabilir ki müfret marifeye eklendiğinde umum
kalıplarından olur.
Şu sözü gibi:
“O’nun emrinden geri kalanlar uyarsın”
“Eğer Allah’ın nimet(ler)ini saymaya kalkışırsanız sayamazsınız”
Es-Suud Meraki’de umumun sigalarına atfen şu sözü ile işaret etti:
El ile tanımlanan görülmüştür. Ya da tanımlanana izafe ile husus tahakkuk ettiğinde,
olumsuzlamıştır.
Bununla biliyoruz ki Peygamber (s.a.v.)’in “ölüsü” sözünün zahiri ile denizdeki bütün
ölüleri kapsıyor.
Bu meselede Şafii -Allah ona rahmet etsin-nin mezhebi: Su yüzünde görülsün ya da
görülmesin, sadece denizde yaşayanların ölüsü, tartışmasız olarak, helaldir.
Deniz hayvanlarından karada yaşayanlar konusunda ise, Şafii tarafından el-Umm,
Muhtasarü’l-Müzni ve ihtilafü’l-Irakiyyin, de yazılmış görüşer vardır: Önceden takdim
ettiğimiz deliller uyarınca bütün ölüleri helaldir. Karşısında da iki yaklaşık görüş vardır:
Birisi: Mutlak olarak karada yaşayan deniz ölüsünü men’i
İkincisi: İnek, Koyun gibi karada benzeri yenilen arasında detaylandırılma bu şekildeki
deniz ölüsü mübah olur. Köpek, domuz gibi karada benzeri yenilmeyenler arasında
detaylandırılma. Bu durumdaki deniz ölüsü haram olur. Peygamber (s.a.v.)’in “ölüsü
heladir” sözünün ve Allah’ın, öncede geçtiği gibi, “ve yiyeceği” sözünün umumundan
ötürü, birinci delilin daha zahir olduğu gizlenilmez.
İmam Ahmed’in -Allah O’na rahmet etsin- mezhebine gelince: Su yüzünde görünsün ya
da görünmesin, sadece denizde yaşayanların ölüsü helaldir. Deniz hayvanlarından karada
yaşayanların ölüsü O’na göre haramdır, boğazlanması gerekir. Ancak yengeç kanı
olmayanlar O’na göre boğazlanmaksızın mübah olur. Karada yaşayanların ölüsünün mübah
olmamasının gerekçesi de, onun karada yaşayan hayvan olması, kendi kendine yaşaması
ve bağlanmadan mübah olması. Kuş gibi ve sadece denizde yaşayabilenler hususu üzerine
zikrettiğimiz delillerin getirilmesi.
O’na göre su köpeği, boğazlandığında helaldir. Açıktır ki genel hükümlerin tahsisi, nassa
ihtiyaç duyar. Malik ve Şafii’in mezhebi daha zahirdir. Allah Teala en iyi bilendir
İmam Ebu Hanife’nin mezhebi ise -Allah ona rahmet etsin-: Asıl olarak bütün karada
yaşayıp deniz (hayvanı) olanlar yenilmez. Çünkü habistir. Sadece denizde yaşayanlar ise
(balina ve çeşitleri), O’na göre ölüsü helaldir. Ancak denizde tabi bir şekilde ölürse ve su
yüzünde görünürse, O, onun yenilmesini kerih görür. O’na göre insanın öldürdüğü ya da
deniz ortaya çıkarıp ta ölen helaldir, suyun yüzünde görünen hariç. Karada yaşayanlar
hakkında delili: O habistir. Allahu Teala da buyuruyor ki:
“Onlara habis şeyleri de haram ediyor”
Su yüzünde görünen balığın kerahati konusundaki delili de, Ebu Davud’un Sünen’inde
rivayet etttiğidir.
Bize Ahmed b. Abde, O’na Yahya b. Selim et-Taifi, Ona da İsmail b. Ümeyye söyledi. O
Ebu Zübeyr’den, O da Cabir b.Abdullah’tan. Dedi ki: Peygamber (s.a.v.) Dedi ki:
“Denizin attığı ya da (çekilmesiyle) ondan çıkanı yeyin. Onda ölüp te su yüzüne
çıkanı yemeyin”
Ebu Davud dedi ki: Bu hadisi Süfyan es-Sevri, Eyyub, Hammad, Ebu’z-Zubeyr’den
rivayet etti ve onu Cabir’e dayandırdı.
Bu hadis yine, zayıf bir şekilde İbn-i Ebi Zib’e dayandırıldı... O, Ebu’zZubeyr’den,
Cabir’den ve Peygamber (s.a.v)’den
Cumhur birinci delillendirmeyi cevaplandırdı: Deniz ölüsü hakkındaki nassların lafızları
geneldir. Genel bir nassın tahsisi de, önce de geçtiği gibi, tahsise delalet eden kitab ve
sünnetten bir delille olması gerekir
Onun habis olduğu mutlak iddiasına, deniz ölüsünün geneli hakkındaki açık delillerin
geneli karşılık vermiyor. İkinci gerekçe hakkında da: Cabir’in zikredilen hadisinin zayıf
kılınması ile (cevablandırdılar)
Nevevi, şerhu’l-mezhep’te şunları söyledi: Öncekilerin delil olarak getirdiği Cabir hadisi
hakkındaki cevab, hafızların ittifakıyla onun zayıf bir hadis olduğudur.
Ona hiç bir şey karşı olmazsa bile onunla delil getirmez. O, zikrettiğimiz kitaptan
delillere ve sahabe (r.a.)’nın yaygın görüşlerine tezat olduğu halde, nasıl bu olur?
Bu hadis te Yahya b. Selim et-Taifi, İsmail b. Ümeyye’den Ebu’z-Zubeyr’den ve Cabir’den
yaptığı rivayettir.
Beyhaki dedi ki: Onu yine Yahya b. Ebu Enise, o da Ebu’z-Zübeyr’den merfu olarak
rivayet etmiştir. Yahya b. Ebu Enise metruktur, onunla delil getirilmez. Dedi ki: Onu
Abdulaziz b.Ubeydullah, O da Vehb b. Kisan, o da Cabir’den merfu’ olarak rivayet etti.
Bakıyye’nin tek başına kaldığı şeyle delil getirilmez. Aykırı düşenle nasıl olur? Dedi ki :
Sahabeden bir gurubun, rivayet ettiğimizle beraber Cabir’in sözüne aykırı olan sözleri,
Peygamber (s.a.v.)’den, O, deniz konusunda dedi ki:
“O, suyu temiz, ölüsü helaldir.”
Beyhaki Sünen-i Kübra’da, “Su yüzüne çıkanları kerih görenler” kısmında şunları dedi:
Bize Ebu Bekir el-Haris el-Fakih haber verdi: Bize Ali b. Ömer el-Hafız haber verdi: Bize
Muhammed b. İbrahim b. Firüz söyledi: Bize İsmail el-Hasani söyledi: Bize İbn-i Nümeyr
söyledi: Bize Ubeydullah b. Ömer söyledi:Ebu’z-Zubyr’den, o da Cabir (r.a)’den o da
Peygamber’den. O şöyle diyordu:
“Denizin (karaya) vurduğu, ortaya çıkardığı ya da onda avlanılanı ye. Onda
ölüp sonra su yüzüne çıkanı yeme”
Bu manasında onu, Eyyub es-Sahtıyani, İbn-i Cerir, Zübeyr b. Muaviye, Hammad b.
Seleme ve benzerleri Ebu’z-Zübeyr’den,o da Cabir’den, merfu’ olarak; Abdurrezzak,
Abdullah b. el-Velid el-Adeni, Ebu Asım, Müemmil b. İsmail ve benzerleri de Süfyan es-
Sevri’den mevkuf olarak rivayet etti.
Ebu Ahmed ez-Zübeyri onlara muhalefet etti. Onu es-Sevri’den merfu’ olarak rivayet
etti. O da içindeki en mühimidir. Bize Ebu Hasan b. Abdan haber verdi. Bize Süleyman b.
Ahmed el-Lehemi haber verdi. Ali b. İshak el-Esbahani söyledi. Bize Nasr b. Ali söyledi. Bize
Ebu Ahmed ez-Zübeyri söyledi. Bize Süfyan söyledi. O Ebu’z-Zübeyr’den, o da Cabir’den,
Peygamber(s.a.v.)’in şöyle dediğini rivayet etti: “Balık su yüzüne çıktığında onu yeme.
Deniz onu ortaya çıkardığında yeyin. Kıyısında olduğu sürece onu yeyin.” Süleyman dedi
ki, bu hadisi Süfyan’dan sadece Ebu Ahmed aktarmıştır. Sonra Beyhaki bu sözden sonra
Ebu Davud’un takdim ettiğimiz hadisini ve Nevevi’den naklettiğimiz sözü zikretti.
Kaydedicisi -Allah onu affetsin- özetle dedi ki: Cabir’in su yüzüne çıkan balığın yemesini
nehy hakkındaki hadisini, alimlerin çoğu zayıf görme ve delil getirilemez bulma yoluna
gittiler. Cabir’de durmasının bunu ispat ettiğine hükmettiler. Öyleyse o, onlardan bir gurup
sahabenin sözleriyle çelişen bir sahabi sözüdür: Ebu Bekir es-Sıddık (r.a.), ayetle ve
eskilerin hadisi usul ve hadis ilminin yapımının Cabir’in zikredilen hadsini reddetme
hükmünü gerektirmediği bakanlar için zahir olabilir. Çünkü onun alınması çok değişik
yollardan gelmiştir ve bir kısmı da sahihtir. Ebu Davud’un merfu olarak takdim ettiğimiz
rivayetini, isnadında Yahya b. Selim et-Taifi olduğu ve onunda hafızasının köü olduğu
gerekçesiyle zayıf gördüler.
Ondan başkası da onu merfu olarak rivayet etmiştir. Ne var ki zikredilen Yahya b.Selim
Buhari ve Müslim’in sahihlerindeki ricalindedir. Ebu Ahmed ez-Zübeyri’nin es-Sevri’den
merfu olarak yapılan rivayet Beyhaki ve Darekutni’dedir O’nun onda vehimli olduğu
gerekçesiyle zayıf gördüler. Dediler ki: Onda vaki’ ve diğerleri muhalefet etti. Onu es-
Sevri’den merfu olarak rivayet ettiler.
Malumdur ki, zikredilen Ebu Ahmed ez-Zübeyri’nin, Muhammed b. Abdullah b. Zübeyr b.
Amr b. Dirhem el-Esdi’ye göre sika olduğu sabittir. Nitekim İbn-i Hacer et-Takrib’de dedi ki:
O, es-Sevri’nin hadisinde hata edebilir. Onun aktarımı ile o iki rivayet, Beyhaki ve
diğerlerinin yanında merfu olan Bakıyye İbnü’l-Velid’in rivayetiyle içiçe geçerler.
Zikredilenlerin geri kalanı,alimlerin bir çoğu onda konuşmuşsa bile, Müslim’in
sahih’indeki adamlarındadır. Bu da aynı şeklde Cabir’den merfu olarak, Ebu’z-Zübeyr’e
ondan Vehb b. Kisan’a ve ondan da Abdlaziz b. Ubeydullah’a olan rivayetle uyuşuyor.
Yahya ibn-i Enise’nin Ebu’z-Zübeyr’den, o da Cabir’den merfu’ olarak olan rivayeti,
zikredilen Abdulaziz b. Ubeydullah ve Yahya b. Ebi Enise zayıf olslar bile, onların rivayetleri
sika rivayetle uyuşuyor. Bu yine İbn-i Ebi Zi’bin, Ebu’z-Zübeyr’den onun da Cabir’den
merfu’ olarak Tirmizi ve diğerlerinin yanındaki rivayetle uyuşuyor. Açık olan şudur ki,
Cabir’in zikredilen hadisinin sabit olmadığına hükmetmek gerekmez. Nitekim kendisiyle
rivayet edilen aktarım yollarını gördün. Bazıları da, Ebu Ahmed’in zikredilen rivayeti gibi,
sahihtir. Aktarım çoktur. Adlin çokluğu da makbuldür.
Meraki’de es-Suud dedi ki:
Raf’, vasl ve lafzın artması Hıfz imamının yanında makbuldür. Çünkü Allah’ın: “Deniz
avı ve yemesi size helal kılındı” sözünün ve Peygamber (s.a.v.)’in deniz hakkındaki
“Onun suyu temiz, ölüsü helaldir” sözünün umumu Cabir’in bu hadisinden daha
kavidir. Bunu kıyasla uyuşması da te’yid ediyor. Çünkü kıyasta suyun yüzünde görünenle
diğerleri arasında fark yoktur. Onun ne genel ne de özelle çelişmediği şeklende de
cevaplandırılabilir. Cabir’in, suyun yüzünde kalan hakkındaki hadisi ise, ibahe delillerinin
umumunu tahsis edendir.
Suyun yüzeyinde kalan balığın yenmesinin kerahatine dair delil biraz güçlücedir. Allah
en iyi bilendir. “Et-Tafi balık” tan murad denizde ölüpte suyun yüzeyinde görünen balıktır.
Araplar, suyun üzerinde yükselen ve ona batmayan şeyleri Tafi diye isimlendirirler.
Abdullah b. Revaha’nın (r.a) sözü de bundandır.
Arş, suyun üzerinde görünür Arşın üzerinde de Alemlerin Rabbi.
Delilerin nüktelerinde anlatılır: Delinin birinin yanından, Beni Rasıp’tan ve Beni
Tafave’den birer gurup geçti. Bir hizmetçi hakkında çekişiyorlardı. Deli onlara dedi ki:
Hizmetçiyi denize atın. Eğer içine batarsa o Beni Rasip’tendir. Eğer yüzeyinde kalırsa o
Beni Tafave’dendir.
Buhari sahihinde, AllahTeala’nın
“Deniz avı ve yemesi, size geçimlik olarak, helal kılındı” sözü babında dedi ki;
Ömer dedi ki: Onun avı avlanılanıdır, yemesi de attığıdır.
Ebu Bekir dedi ki: Yüzüne çıkan helaldir. İbn-i Abbas da dedi ki, yiyeceği ölüsüdür. Ancak
atılmış olanı hariç. Akanı yahudiler yemezler biz ise yeriz.
Peygamber (s.a.v.)’in sahabesinden Şerih dedi ki: Denizdeki herşey kesilmişdir. Ata dedi
ki: Kuşun ise kesilmesi gerektiğini düşünüyorum.
İbn-i Cerir dedi ki: Ata’ya dedim ki: Nehirlerin avı ve sel getirileni deniz avı mıdır? Dedi
ki: “Evet. Sonra okudu “Bu tatlı, hoş, kolay içimlidir. Bu da tuzlu, acıdır. Hepsinden
de taze et yiyorsunuz.” Hasan da su köpeği derisinden eyerin üzerine bindi. Şafii dedi
ki: Eğer alim kurbağaları yeseydi, onlara yedirirdim. Hasan kaplumbağalarda herhangi bir
bais görmedi.
İbn-i Abbas dedi ki: Deniz avından tümü Hiristiyan,Yahudi ya da Mecusi’dir.
Bilindiği üzere Buhari, -Allah O’na rahmet etsin- yanında sahih ve sabit olması cezm
sigasına tutunmaz.
Hafız ibn-i Hacer, Fethu’l Bari’de, Buhari’den zikrettiğimiz bu derlemeler hakkındaki
sözlerde şunları demiştir: Ömer (İbnü’l- Hattab’tır) dedi ki, “Avı” sözü avlanılandır.
“Yiyeceği” sözü de attığıdır. Tarih hakkında yazılan O’na ulaştı.
Abd b. Hamid, Ömer b. Ebu Seleme yoluyla babasından, o da Ebu Hureyre’den; dedi ki:
Bahreyn’e vardığımda ehli bana denizin attığından sordu. Onlara yemelerini emrettim.
Ömer’e gittiğimde bir kıssa zikretti. Dedi ki: Allah kitabında buyurdu ki: “Size deniz avı ve
yiyeceği helal kılındı” Avı: Avlanılandır. Yiyeceği ise: Attığıdır.
Ebu Bekir ( es-Sıddık’tır) dedi ki, su yüzünde görünen helaldir. O’na Ebu Bekir b. Ebi
Şeybe ulaştırdı. Tahavi, Darekutni, Abdulmelik b. Ebi Beşir’in, rivayetinden, İkrimeden, İbn-
iAbbas’tan dedi ki: Ebu Bekir’in şunu dediğine şahitlik ediyorum: Su yüzünden görünen
balık helaldir. Tahavi onu yemek isteyen için arttırdı. Onu Darekutni tahric etti. Abd b.
Hamid ve Ta beri de ondandır. Bir kısmında, Ebu Bekir’in su yüzünde kalan balığı yediğine
şahitlik ediyorum. Darekutni’den ayrı bir yönde, sizin ibn-iAbbas’tan, Ebu Bekir’den: Allah
denizdekileri sizin için kesti. Onu hepsini ye. O boğazlanmıştır.
İbn-i Abbas dedi ki: Yiyeceği ölüsüdür. Ancak atılanı hariç. O’na Taberi, Ebu Bekir b. Hafs,
İkrime’den, İbn-i Abbas’tan ulaştırdı. Allah’ın sözünde: “Size deniz avlaması ve yiyeği
helal kılındı” Dedi ki, yiyeceği: Ölüsüdür. Abdurrezak, ayrı bir yönden, İbn-i Abbas’tan
almıştır. El-Ecleh senedinde, deniz avının su yüzünde görüneni yeme diye zikretti. Ki o da
iyidir.Ondan önce geçen İbn-iAbbas’ın hadisi onu güçsüzleştirdi. Onun sözü: Akanı (el-cari)
Yahudi yemez, biz yeriz. O’na Abdurrezzak, Sevri’den, Abdulkerim el-Cezeri’den,
İkrime’den, İbn-i Abbas’tan ulaştırdı. “Akan” hakkında ona sordu, dedi ki: Onda beis
yoktur. O sadece Yahudilerin kerih gördüğü bir şeydir. Onu İbn-i Ebi Şeybe, Veki’den, Es-
Sevri’den aktarmıştır. Rivayetinde dedi ki: İbn-i Abbas’a “el-cari” hakkında sordum. Dedi ki:
Onda beis yoktur. Onu sadece Yahudiler haram kılıyorlar. Biz de yiyiyoruz. Bu, sahih şart
üzerindedir. İbn-i Habib Malikeye’den dedi ki: Onu sadece kerih görürüm. Çünkü deniliyor
ki: O dönüşümlerindendir. Ezheri dedi ki: El-ceriyeti balinalara benzeyen bir çeşit balıktır.
Denildi ki: Kabuğu olmayan bir balıktır. Yine onun için denildi ki: Mermahi ve Sellür onun
gibidir . Hattabi dedi ki: O, balıktan dönüşmüştür. Balinalara benziyor. Başkası dedi ki:
Geniş gövdeli ince uçlu bir çeşittir. Peygamber (s.a.v)’in sahabelerinden Şerih dedi ki:
Denizdeki her şey kesilmiştir. Ata dedi ki: Kuşun ise kesilmesini gerekli görürüm. Ona,
tarite el-Musannıf ve Marife’de İbn-i Mendeh, İbn-i Cerir rivayetinden ulaştırdı. Amr b. Dinar
ve Ebu’z-Zübeyr’den. O ikisi Peygamber (s.a.v.)’in sahabesinden Şerih’ten duydular:
Denizdeki her şey kesilmiştir. Dedi ki: Bunu Ata’ya hatırlattım. Bunun üzerine dedi ki:
Kuşun ise kesilmesini gerekli görürüm. Onu darekutni ve Ebu Na’im sahabeden merfu
olarak Şerih’in hadisinden tahric etti. Mevkuf olması esahtır.
İbn-i Ebi Kasım, yiyecekler konusunda Amr b. Dinar kanalıyla tahric etti. Yaşlı bir ihtiyarı
işittim. Ademoğullarına Allah’ın kesmediği hayvan yoktur denizde diye Allah’a yemin
ediyordu. Darekutni, Abdullah b. Sercis’in hadisinden tahric etmiştir: Allah bütün
denizdekileri Ademoğulları için kesmiştir. Senedi zayıftır. Taberani, İbn-i Ömer’in hadisinden
benzerini aktarmıştır. Onun da senedi zayıftır. Abdurrezzak Ömer’den iki iyi senetle
aktardı. Sonra Ali’den: Bütün büyük balıklar boğazlanmıştır. İbn-i Ceric dedi ki: Ata’ya
dedim ki: Nehirlerin avı ve sel getirileri deniz avı mıdır? Dedi ki:
“Evet.” Sonra şu ayeti okudu:
“Bu tatlı, leziz, hoş içimlidir, bu da tuzlu ve acı. Hepsinden de taze et
yiyiyorsunuz.”
Abdurrezzak tefsirinde İbn-i Ceric’ten bu düzeyde ulaştırdı. El-Fakihi, Kitabu Mekke’de
Abdulmecid b. Davud, (o da) İbn-i Ceric’in rivayetinden, bundan daha tam aktardı. O’na
“Birketü’l Keşiri” deki -O haremdeki büyük bir kuyudur- balıkların avlanıp avlanmayacağını
sordum. Dedi ki: Evet. Ve O’na “İbnü’lMa’” ve benzerlerini sordum, deniz avı mı kara avı
mı? Dedi ki: Hangisinde çoksa onun avıdır.
Kılatun -sonu müsennadır- Sağlam bir rivayette üçgen şeklinde geldi. Birinci doğru
(nokta): Kaletün’ün çoğulu. Bahrün- Biharün gibi. O da kayadaki oyuktur. Onda su toplanır.
Şafii dedi ki: Eğer ailem kurbağaları yeseydi, onlara yedirirdim. Hasan da kaplumbağalarda
da bir beis görmedi Hasan’ın birinci sözü, O İbn-i Ali’dir. Denildi ki: El-Basri’dir. Birincisi
o’nun “Hasan (a.s) bindi” Rivayetine girdiğini te’yid ediyor. Cidden bir eğer üzerine, sözü:
Su köpekleri derisinden alınma demektir. Şafii’nin sözüne gelince: Defadiun, Difdeun’un
çoğuludur. İbnü’t-Tin dedi ki: Eş-Şa’bi, boğazlanıp boğazlanmadığını açıklamadı.
Malik mezhebinde o kesilmeksizin yenir. Onlardan kimi de onun su sığınağı ile
diğerlerinin arasını ayırdı. Hanefiye’den ve Şafii’den bir rivayet: Kesilmesi gerekir.
Kaydedicisi - Allah onu affetsin- dedi ki: Allah’ın “Size leş haram kılındı” sözü gereği,
kara kurbağalarının leşinin necasetinin de farklı olması gerekmez. O deniz hayvanlarından
değildir.Çünkü o kara (hayvanlarındandır). Nitekim Albdulhak, onun öülüsünün Malik
mezhebinde necis olduğunu açıkladı. Bunu ondan Hattab, Mevak ve diğerleri nakletti,
Halil’in sözünün şerhinde: Bütün hayatını karada geçirse bile deniz (hayvanıdır) İbn-i Hacer
geçen sözün devamında dedi ki, Hasan’ın kaplumbağa hakkındaki sözü ona, İbn-i Ebi
Şeybe, İbn-i Tavus yoluyla babasından ulaştırdı: O, kaplumbağanın yenilmesinde beis
görmezdi. Mübarek b. Feddale yoluyla Hasan’dan, dedi ki: Yenilmesinde bir sakınca yoktur.
Sülahfahu şeklindedir. Sülahfae şeklinde de olabilir. Muhkem’de, Sulhafatu olarak ta
söylenmiştir. Selahfiyetu şeklinde de gelmiştir.
İbn-i Abbas dedi ki: Bütün deniz avcıları Hristiyan,Yahudi ya da Mecusi’dir.
Kirmani dedi ki eski nüshada böyledir. Bazılarında Hristiyan lafzından önce “Avladığı”
ifadesi vardır. Derim ki: Bu yorumu ona Beyhaki Semmak b. Harb yoluyla İkrime’den (o da)
İbn-i Abbas’tan, dedi ki: Bütün denizin attığı ve ondan avlanılan onu yahudi, Hiristiyan ya
da mecusi avladı.
İbnü’t-Tin dedi ki: Onun mefhumu, deniz avı, bunların dışındakiler avladığıysa yenmez.
Toplumda da bu böyledir.
İbn-i Ebi Şeybe Sahih bir senetle ve Said b. Cübeyr’den başka bir senetle de Ali’den,
Mecusinin avladığı balığın kerahetini tahric etti. Fethül-Bari’den aktarım bitti.
Ebu ’d-Derda’nın el-Mery’deki sözü:
“Zebehe’l-hamra en-fiynanu ve’ş-şemse”
Bu Meşhur lafzından zebehe mazi fiildir. El-hamra mef’ulun bih’tir. El-niynan, zebehe’nin
failidir. Eş-şemsü, niynan olan faile matuftur. En-Niynan nun’un cemi’dir ve o da: El-hutu
ve’l-muryu’dur, sahih kavle göre es-Sıhah ve’n-Nihaye’nin sahibinin hilafına olarak. Ki O,
mim’in ötresi ve şeddeli ra’nin esresi ile okudu, Mürr’a nisbetle ki o meşhur tattır.
Zikdedilen el-mery, Şam’dan yapılan bir yemek idi. Şarab alınır, içine tuz ve balık konurdu
ve güneşe bırakılırdı. Şarab tadı değişir, boşluk oluşur. Balık tuz ve güneş, şarabın tadını
değiştirir ve sarhoş ediciliğini giderir. Bu da Ebu ed-Derda’nın balıkların ve güneşin
zebhinden murad ettiğidir. Zebhin ortaya çıkması, sarhoş şarkıcı kadının şiddetini gidermek
içindir. Ebu’d-Derda bunu yazdı. Ona İbrahim el-Harbi, Ebu’z-Zahiriye yoluyla Cubeyr b.
Nafi’den, (o da) Ebu’d-Derda’dan, kendisini garibü’l hadisinde ulaştırdı.
Ebu-Derda (r.a.) şöyle düşünüyordu: Şarabın tuza yatırılması mübahtır. Bir çok alim ise
ekşitilmesini yasakladı. Eğer herhangi bir etkenle olmak dışında kendi kendine ekşirse,
icma ile helaldir.
İbn-i Hacer el-Fetih’te dedi ki: Ebu’d-Derda ve bir topluluk şaraptan yapılmış bu el-
Mary’i yiyiyordu. Onu Buhari deniz avının temizliğine katmıştır. Balığın temiz ve helal
olmasını ister. Temizliği ve helalliği başkasına da geçer, tuz gibi. O kadar ki, necis-haram
şey görenlerin görüşüdür ki o da Ebu’d-Derda ve bir topluluğun sözüdür.
Kaydedicisi dedi ki-Allah onu affetsin- Zahir olan kurbağaların yenmesinin mutlak olarak
yasaklanmasıdır. Zira sabittir ki, Peygamber (s.a.v.) onun öldürülmesini yasakladı. Ebu
Davud Sünen’inde dedi ki: Bize Muhammed b. Kesir söyledi: Bize Süfyan İbn-i Ebi Zi’b’ten
haber verdi: (o da) Sait b. Halid’ten,(o da) Said b. Müseyyeb’den, (o da) Abdurrahman b.
Osman’dan: Bir doktor Peygamber (s.a.v.)’e kurbağadan ilaç yapmak hakkında sordu.
Peygamber (s.a.v.) onu öldürmekten nehyetti.
Nesai Sünen’inde dedi ki, bize Futeyke İbn-i Ebi Zi’b’ten haber verdi, (o da) Said b.
Halid’ten,(o da) Said b. Müseyyeb’den, (o da) Abdurrahman b. Osman’dan: Bir doktor
Peygamber (s.a.v.)’in yanında ilaç içinde kurbağadan söz etti. Peygamber (s.a.v.) de onu
öldürmekten nehyetti.
Nevevi Şerhü’l-Mühezzeb’te dedi ki: Peygamber’in kurbağaların katli hakkındaki hadisine
gelince, onu Ebu Davud hasen bir isnadla, Nesai sahih bir isnatla Abdurrahman b. Osman
b. Ubeydullah et-Teymi es-Sahbi’nin rivayetinden aktardı. O da İbn-i Ebi Talha b.
Ubeydullah dedi ki: Bir doktor Peygamber (s.a.v.)’e kurbağadan bir ilaç yapmak hakkında
sordu. O da kurbağa öldürmekten onu nehyetti. Kurbağanın yenilmesi konusundaki fazla
açıklama, inşaallah En’am Suresinde “De ki bana vahyedilende bulmuyorum” sözü
hakkındaki izahta gelecektir.
Kurbağanın mutlak olarak haram kılınması hakkındazikrettiklerimizi İmam Ahmed ve bir
topluluk söyledi. O da Şafii mezhebinde sahihtir. El-Abderi, Ebu Bekir es-Sıddık, Ömer,
Osman İbn-i Abbas’tan nakletti. -Allah onlardan razı olsun- Kurbağa dışında bütün deniz
ölüleri helaldir. Bunu Nevevi söyledi.
Ahmed’den -Allah ona rahmet etsin- timsahın yenilmezliğine delalet eden ifade
nakledildi. Ezvai dedi ki, canı çeken için onda beis yoktur.
İbn-i Hamid dedi ki: Timsah, kılıçbalığı yenilmez. Çünkü o ikisi insan yer. İbrahim en-
Nehai ve diğerlerinden rivayet edilmiştir. O dedi ki: Denizin ve karanın yırtıcılarını kerih
görürlerdi. Çünkü Peygamber (s.a.v.) bütün köpek dişli yırtıcılardan nehyetti.
Ebu Ali en-Necat dedi ki, benzeri karada haram kılınan, denizde de haramdır. Su köpeği,
domuzu, insanı. Köpek hariç Leys’in görüşü de budur. Çünkü o karanın ve denizin köpeğini
mübah görür. Bunu İbn-i Kudame Muğni’de söyledi. Bazı alimler deniz kaplumbağalarının
yenmesini yasakladılar. İlim Allah Teala’nın nezdindedir.
Uyarı: Ed-dem aslında demiyyun’dur. Bu da Arapların lamını hazfedip yerine bir şey
koymadıkları isimlerdendir. Onu Ayn’ı üzere irab ettim. Tasgir’de Lam’ı geri gelir. Demiyyun
dersin, Ya’ı tasgirin kelimenin Lam’ı olan Ya’dan dönüşmedir. Nice defa tesniyede aynı
şekilde sabit kaldı. Süheym er-Riyahi’nin sözünde de
“Velev ene ala hacer zebehna
Cera’d-dimyane bi’l-haberi’l-yakiyn”
Mazi ve muzaride de bu şekilde Lam’ı sabit kalıyor. Ondan iştikak durumundaki vasıfta
deriz ki: Mazide, demiytu yedehu, rada gibi. Şu sözde de:
“Hel ente illa isbaundemeyte
Ve fi sebilillahi ma legiytu”
Muzaride de, Ya’nın Elif’e yer değiştirmesi ile, yedma dersin. Yerda, yes’a ve yahşa da
olduğu gibi. Şairin şu sözü de ondandır:
“Velisanen ale’l-e’gabi tedmi kelumena
Velakin ala ekdamina tektiru’d-dema”
Vasıflamada dersin ki, yarası kanlı oldu. Er-Raciz’in sözü de ondandır.
“Nerde evlaleha ala ehraha
Nerdeha damiyetu kelaha”
Doğrusu, Lam’ın aslının Ya’ olduğudur. Aslı Vav’dır denildi. Ya’ ancak mazide
dönüştürüldü: Kesreden sonra aşırılığı için. Nitekim aslı itibariyle Lamları vav olan
kaviyyun, radiyyun ve şeciyyun’da olduğu gibi. Çünkü bunlar rıdvanun, kavatün ve
şucun’dandır.
Bazıları dedi ki, kökü dema’dur dem’de denildi. Allah Teale en iyi bilendir.
Allah (c.c) şöyle buyurdu:
“Ama kim mecbur kalırsa (başkalarına) saldırmadan, sınırı aşmadan (bunlardan)
yemesinde bir günah yoktur”
Burada mecburiyetin sebebini ve saldırılandan ve haddi aşandan muradı açıklamadı.
Fakat başka yerde zikredilen mecburiyetin sebebinin muhmisatün olduğuna işaret etti. O
da açlıktır. Bu da şu sözündedir: “Kim açlıkta mecbur olursa” El-Bağiy ve El-Adiy’den
muradın günaha meyleden olduğuna işaret etti. Bu da şu sözündedir: “Kim günaha
meyletmeksizin açlıkta mecbur olursa” El-Mütecanife, meyledendir. El- E’şa’nın sözü
de bundadır:
“Tecanefu an haceru’l-yemametu nakati
Vema kasaret min ehdeha’s-sevaika”
Ayette saldıran ve haddi aşanın, günaha meyleden olduğu anlaşılıyor. Bu da onda
anlaşılan amaçtır.
Bazı alimler dediler ki: Baği’nin meylettiği günah, müslümanların imamına karşı
çıkmaktır. Çoğu zaman bağy ismi, imama muhalefete verilir. Adi’nin meylettiği günah ise,
müslümanlara karşı eşkiyalık ve yol kesiciliktir. Bununla her defasında Allah’a isyana girer.
Bazı alimler dediler ki: Baği ve Adi’nin günahı, başkası olduğu halde haram edilen
şeyleri yemeleridir. Şu sözüsanki te’kid gibidir: “Kim mecbur olursa” Birinci görüşe göre,
tevbe etmedikleri sürece, ölümden korksalar bile, yol kesici ve imama karşı çıkana ölü eti
yemek caiz değildir. İkinci görüşe göre, tevbe etmeseler bile, ölmekten korksalar, ölü eti
yiyebilirler.
Kurtubi, Katade Hasan, Rebi’, İbn-i Zeyd ve İkrime’den nakletti: Saldırmadan’ın manası,
yani: Yemesinde, ihtiyacının üstüne çıkması. Haddi aşmadan’ın ise, bu haram kılınmışlara
alternatif bulup ta yemesi.
Aynı şekilde Süddi’den nakledildi. Saldırmaksızın’ın manası, iştahla ve zevkle yemesidir.
Haddi aşmadan’ın manası ise, doyuncaya kadar yemesidir.
Kurtubi, Mücahid, İbn-i Cübeyr ve diğerleri dedi ki: Mana; müslümanlara saldırmamak,
onlara karşı haddi aşmamak. Bu iki kelimeye; yol kesmek, sultana karşı çıkmak, sıla-i
rahim’i kesmek, müslümanlara saldırmak, ve buna benzer şeyler girer. Bu da sahihtir.
Sözlükte bağy’nin aslı, fesat kastıdır. Denilir ki:
“Beğati’l-mer’etu tebği buğae iza feceret”
Allah-u Teala buyurdu ki:
“Gençlerinizi haddi aşmaya zorlamayın”
Çoğu kez bağy, fesat dışı istekte kullanılır. Araplar der ki:
“Harace’r-raculü fi buğai ibili lehu”Yani “fi taniyha”
Şairin şu sözü de bundandır:
“La yemneake min buğa
El-hayru te’kadu’r-retaim
İnne’l-eşaim ke’l-eya
Min ve’l-eya min keleşaim”
Kurtubi Mücahid’den zikretti: Bu ayette mecburiyyetten murad: Haram kılınmış şeyi
yemeye zorlamak. Bir adam’ı düşman alıpta onu Allah’a ma’siyetten olan domuz eti ve
diğerlerine zorlamaları gibi. Alimlerin çoğuna göre: Ondan muradın zikrettiğimiz gibi, açlık
olduğunu zikretti.
“Kim d e açlıkta mecbur olursa” ayetinin bunu açıkladığını takdim ettik.
Zikredilenleri yemeye, zorlanma hükmü ise, en evla yolla, Allah’ın şu sözündedir: “Ancak
kimin kalbi imanla mutmain olduğu halde zorlanırsa” ve “Allah benim için
ümmetimden hatayı, unutmayı ve zorlandıkları şeyi affetmiştir.” hadisinden
alınıyor.
Ölü etini yemeye mecbur olmaya dair meseleler:
Birinci mesele: Alimler, mecbur kalanın, açlığını yatıştıracak ve hayatını sürdürecek
kadar ölü eti yiyebileceğinin üzerine icma ettiler. Aynı şekilde açlıktan fazlasının kendisine
haram olduğunda da icma ettiler. Doymanın kendisinde ihtilaf ettiler; ölü etinden doyabilir
mi yoksa açlığını yatıştıracak ve ölümden emin kılacak miktarı aşamaz mı?
Malik -Allah ona rahmet etsin-’e göre ölüden doyabilir ve ondan beslenebilir.
Muvatta’sında dedi ki: Ölüye mecbur kalan adam hakkında en iyi görüş, doyuncaya kadar
ondan yer, ondan beslenir ve ona ihtiyacı kalmadığında onu bırakır.
İbnü’l Abdu’l-Birr dedi ki: Malik’in görüşü, mecbur kalana ölü eti haram değildir. Ona
helal olduğu sürece, başkasını buluncaya kadar ondan dilediğini yiyebilir. Başkasını
bulunca ona haram olur. Maliki’den İbnü’l-Macişun ve İbn-i Habib, açlığını yatıştıracak ve
onu hayatta tadacak kadarını yiyebilir, görüşündeler. Delilleri de: Ölü eti sadece zaruret
durumunda mübah olur. Açlık yatıştığında, buna fazlalıkta zaruret yok.
O ikisinin görüşü üzerine Halil İbn-i İshak el-Maliki, şunları dercetmiştir: Zaruret içinde
insan dışında yatıştıran şeydir.
İbnü’l-Arabi dedi ki, Malikiler arasında bu tartışmanın yeri, aşırı açlığın az rastlanır
olmasındandır. Eğer sürekli olursa, ondan doymaya cevaz vermede hilaf yoktur.
Şafii’nin görüşü ve delilleri, Malikilerden zikredilen iki görüş ve delilleri gibidir, ki onları
beyan ettik. Zikredilen iki görüş, Şafii’lerin nezdinde meşhurdur.
El-Müzni seddur-ramakın caiz olmadığını tercih etti. Keffal ve bir çoğu da onu uygun
gördü.
Nevevi dedi ki: O sahihtir. Ebu Ali et-Taberi, el-İfsah ve er-Ruyani ve diğerlerinde
doymanın helal olmasını tercih etti.
Meselede Şafii’nin üçüncü görüşü şudur: Eğer o yerleşim biriminden uzaksa doymak
helaldir, yoksa değildir. İmamü’l-Harameyn ve Gazali meseledeki ayrıntıyı zikretti: Eğer bir
çölde ise, doymadığında helak olmaktan korkarsa, doyacak kadar kesmesi vacip olur. Eğer
bir beldede ise ve zaruret bitmeden temiz yemek beklentisi varsa, seddü’r-ramakla
yetecek kadar yetinmesi vaciptir. Eğer temiz yiyecek elde etmek belirmiyorsa, temiz
yiyecek bulmadığında tekrar tekrar ölü etini yemeye dönme ihtiyacı mümkün olursa bu
durumda hilaf başlar.
Nevevi dedi ki: İmamın ve Gazali’nin zikrettiği bu açıklama iyi ve tercihe şayan bir
açıklamadır. İmam Ahmed’den -Allah ona rahmet etsin- de bu meselede iki rivayet vardır:
İbn-i Kudame el-Muğni’de dediki- Doymak konusunda iki rivayet vardır. En belirgin olan:
Mübah değildir. Bu da Ebu Hanife’nin görüşüdür. İki rivayetten biri Malik’ten. İki görüşten
biri de Şafii’nindir.
Hasan dedi ki: Onu ayakta tutacak kadar yer. Çünkü ayet ölünün haramlığına delalet etti
ve bundan, ona mecbur olanı istisna etti. Zaruret bittiğinde, başlangıçtaki gibi, onu yemek
ona helal olmaz. Gerçeği saddur-ramakından sonra o mecbur olmadan önceki (hali) gibidir.
Ve yine o durumda (ölü) yemek ona mübah olmaz.
İkincisi: Doyması mübahtır. Bunu Ebu Bekir tercih etti. Gerekçesi; Cabir b. Semire’nin
rivayet ettiğidir. Bir adam taşlık bir araziye indi. Yanında bir deve telef oldu. Karısı ona dedi
ki:
“Onu soy ki iç yağını ve etini kurutalım da yiyelim.” Dedi ki Rasulullah (s.a.v)’e sorayım.
O’na sordu, Oda dedi ki:
“Yanında başka bir şey var mıydı?” Dedi ki,
“Hayır.” Dedi ki:
“Onu yeyin ve atmayın.” Ebu Davud rivayet etti.
Bunu aynı şekilde, Feci el-Amiri’nin yanındaki hadis te delalet ediyor: Peygamber ona ölü
eti konusunda izin verdi. Nefes almaya delalet etti; onu besin olarak ölü etinden ihtiyacı
kadarına. Çünkü mübah olarak sedddür-ramaka mümkün olan, doymaya da mümkündür.
Zaruretin gerekli olması ile geçmesi umulan olmasının ayırdedilmesi de muhtemeldir. Eğer,
Peygamber (s.a.v.)’e soran bedevinin ki gibi sürekli ise doymak caizdir. Çünkü eğer sadece
seddür-ramak ile yetinirse yakın zamanda zaruret ona geri döner. Gelecekteki zaruret ve
bunun bedenini zayıflatmaya yol açması korkusundan dolayı leşten uzaklaşamaz. Bu onun
telef olmasına da yol açabilir. Sürekli olmayan öyle değildir. Çünkü helal olan şeyle ona
ihtiyaç kalmaması umulur. Allahen iyi bilendir. Müğni’den lafzıyla aktarım bitti.
İmamü’l-Harameyn dedi ki: Doymanın manası, boşluk kalmamacasına doldurmak
değildir. Aksine, “açtır” sıfatı gidecek şekilde açlığı kırılıncaya kadar. Bunu Nevevi dedi.
İkinci mesele: Ölü etini yemeyi mübah edecek mecburiyyetin derecesi, ilmen ve
zannen helak korkusudur.
Zerkani Malik’in Muvatta’daki ölü etini yemeye mecbur olan hakkındaki mecburiyetin
derecesi hakkında sözüne düştüğü şerhte dedi ki; Kendisi hakkında ilim olarak ve zan
olarak helaktan korkmasıdır. Ölümün eşiğine getiren bir hale dönüşmesini şart koşmadı.
Çünkü bu durumda yemek fayda vermez.
Nevevi Şerhül Mühezzeb’te dedi ki: İkincisi tamahın haddi hakkındadır.
Ashabımız dedi ki: Şüphesiz ki güçlü açlık ölü etini ve benzerini yemeye yetmez. Yine
şüphesiz ki helak olmanın eşiğine kadar imtina etmek te gerekmez. Çünkü o zaman yemek
fayda da vermez. Bu hale vardığında onu yemek ona helal olmasa bile. Çünkü o
faydasızdır. Ölümünden korkması durumunda, tam acıkmamış, yürümekten güçsüz
düşmemiş, binmekten güçsüz düşmemiş, yoldaşından ayrılmamış ve kaybetmemişse ve
bunun gibileri olsa bile ölü etini yiyebileceğine ittifak ettiler.
Eğer ürkütücü bir çeşit hastalığın olmasından korkuyorsa bu, ölüm korkusu gibidir.
Hastalığın uzunluğundan korkarsa da bu böyledir. Denildi ki: Onlar iki görüştür. Eğer sabrı
tükenirse ve açlık onu yorarsa ölü eti ve benzeri ona helal olur mu, yoksa ramaka çok
yakın olmaya kadar helal olmaz mı? Beğavi ve diğerlerinin zikrettiği iki görüş vardır bunda.
En sahih olanı helal olmasıdır.
İmamü’l Harameyn ve diğerleri dedi ki: Yememesi için korktuğunun vaki olması
kesinleşmesi gerekmez, zannın galip gelmesi yeterlidir.
İbn-i Kudame Muğni’de dedi ki: Bu sabit olduğunda, Mübah kılan zaruret, yemeyi
bıraktığında telef olacağından korkmasıdır.
Ahmed dedi ki: Eğer açlıktan, yemediğinde yürüyememek korkusundan, yoldaşlıktan
ayrılıp ya da binemeyip helak olmaktan dolayı kendinden korkarsa, ki bu sınırlı bir zamanla
kısıtlanamaz, (yiyebilir).
Hanefiye’de mecburiyet sınırı, kendisinin ya da uzuvlarından herhangi birisinin, yakinen
ya da zan olarak, helak olmasından korkmasıdır. Allah Teala en iyi bilendir.
Üçüncü mesele: Helaktan korkması durumunda ölü etinden ve benzerinden yemek
vacib mi olur, yoksa sadece mübah mı? Alimler bunda ihtilaf ettiler. İki görüşten en belirgin
olanı, Allah’ın şu sözünden dolayı vacip olmasıdır:
“Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın”
“Nefislerinizi öldürmeyin. Allah size karşı merhametlidir.”
Usul ehlinden bir gurup dedi ki: Ruhsat, vacib olabilir. Ondan yemediğinde helak korkusu
durumunda ölü eti yemek gibi. O da Malik mezhebinde sahihtir. Hanbeliler ve Şafii’lerin
yanında iki görüşten biridir. O, İbn-i Hamid’in de tercihidir. Ebu Hanife’nin -Allah ona
rahmet etsin- mezhebi de budur.
Kim ölü eti, kan ve domuz etini yemeye mecbur olur da yemezse ve ölürse, Allah’ın
ondan affetmesi dışında, ateşe girer.
Ebu’l-Hasan et-Taberi dedi ki: Ölü etini yemek zaruret durumunda ruhsat değil, vacip ve
azimettir. Ölü etini yemekten imtina etse asi olur. Bunu Kurtubi ve diğerleri nakletti.
Yememek, helake yol açsa bile yemek vacip değildir görüşünü tercih edenlerden
bazıları; Şafii’den Ebu İshak, Ebu Hanife’nin arkadaşı Ebu Yusuf ve diğerleri. Gerekçe olarak
ta yemeyi terk etmesinde, necasetten kaçınmalı ve azimete sarılmak gibi, salih bir amacı
olmasıdır. İbn-i Kudame Muğni’de, her iki görüş hakkında şunları dedi: Mecbur kalana ölü
etini yemek vacip olur mu, konusunda iki vecih var:
Birisi: Vacip olur. Bu da Mesruk’un görüşüdür. İki vecihten birisi de Şafii’nin
arkadaşlarına aittir.
El-Esrem dedi ki: Ebu Abdullah’a, ölü eti bulup ta yemeye mecburiyyet sahibi hakkında
soruldu. Mesruk’un görüşünü zikreti “Kim mecbur kalır da yamezse, içmezse ateşe girer.”
Bu İbn-i Hamid’in de tercihidir. Bu Allah’ın şu sözünden dolayıdır:
“Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayınız” İmkanı olması ile beraber bu
durumda yememesi kendi eliyle tehlikeye atılmaktır. AllahTeala buyurdu ki
“Nefsinizi öldürmeyin. Allah size karşı rahimdir”
Çünkü o Allah’ın kendisine helal kıldığı ve ona gerekli kıldığı şeyle kendisini diriltebilir.
Onunla beraber helal yiyecek olması durumundaki gibi.
İkincisi: Ona gerekli değildir. Peygamber (s.a.v.)’in sahabesi Abdullah b. Huzaafa es-
Sehmi’den gelen rivayetten ötürü: Rum’un azgını onu bir eve hapsetti ve yanında da su
katılmış şarap ve üç gün pişirilmiş domuz eti koydu başı açlıktan ve susuzluktan sarkıncaya
kadar yemedi ve içmedi Ölmesinden korkup onu çıkardılar. Dedi ki: “Allah onu bana helal
kılmıştı çünkü ben mecburdum. Fakat ben seni islam dini ile alay ettirmezdim.”
Yemenin mübah olması ruhsattır. O da diğer ruhsatlar gibi ona vacip değildir, çünkü
onun necasetten kaçınmak ve azimete sarılmak gibi bir hedefi var. Belki de ölü etini yemek
ve asıl itibariyle helalden ayrılmak hoşuna gitmedi, bu sebeplerden dolayı.
İki görüşten delil olarak en belirgin olanını, hayatta tutacak kadar yemeyi vacip kılan
görüş olduğunu takdim ettik. Çünkü insanın kedisini helak etmesi caiz değildir. İlim Allah
Teala’nın nezdindedir.
Dördüncü mesele: Mecburiyet sahibi ölü etini mi, başkasının malını mı tercih eder?
Alimler bunda ihtilaf ettiler: Malik’e göre eğer hırsız olarak telakki edilip te kesme ile
hükmedilmekten korkmazsabaşkasının malını tercih eder. Muvatta’sında şunları yazdı: Ölü
eti yemeye mecbur kalmış adam hakkında Malik’e soruldu, onu mu yesin yoksa bulduğu ve
yiyebileceği başkasına ait meyveyi mi , ekini ya da koyunu mu yesin? Malik dedi ki: Eğer
bu meyve ekin ya da koyunun sahibinin, mecburiyetini doğrulayacak ve onu hırsız telakki
edip te elini kesmeyecek biri olduğunu zan ederse, görüşüme göre, ondan bir şey yanına
almaksızın, açlığını giderecek kadar bulduğu herhangi bir şeyi yiyebilir. Bu bana ölü eti
yemesinden daha sevimlidir.
Eğer ona inanmayıp bundan dolayı onu hırsız telakki etmesinden korkarsa, bana göre,
ölü etini yemek onun için daha hayırlıdır. Bu durumda ölü eti yemesinden bir genişlik var.
Ancak ben ölü eti yemeye mecbur kalmamış bir azgının mecbriyet olmaksızın bununla
insanların mallarını, ekinlerini ve meyvelerini caiz görmek istemesinden korkarım.
Malik dedi ki: Bu duyduğum en iyi şeydir.
İbn-i Habib dedi ki: Malın sahibi geldiğinde yemesine izin vermesi gerekir. O’nu men
ederse, ölmekten korkanın kendisini hayatta tutacak yiyeceğe ulaşmak için onunla
savaşması caizdir.
El-Baci: Önce onu, yanındaki para karşılığında kendisine satmaya davet etmek ister.
Bunu da kabul etmezse ona kendisiyle savaşacağını bildirir.
Halili b. İshak el-Maliki buna dair fetvayı beyan ettiği Muhtasar’ında, ölü eti ve diğerleri
yemeye mecbur kalanın el kesmesinden korkmaması durumunda önceleyeceği şeye atfen
dedi ki, (gerekirse) onunla savaşır. Bu, Maliki’nin bu meseledeki (görüşünün) özetidir.
Bunda Şafii mezhebi: Nevevi’nin Şerhü’l Mühezzeb’te şu sözü ile zikrettiğidir: Mecbur
kalan ölü eti ya da başka bir şey görür de kendisi de kayıp ise üç vecih vardır. Üç görüş te
denildi: En sahihi olanı ölü eti yemesi gerekir. İkincisi, yiyeceği yemesi gerekir. Üçüncüsü,
ikisi arasında muhayyerdir.
İmamu’l Harameyn bu hilafın, Allah’ın ve insanın hakkının toplanmasındaki hilaftan
alındığına işaret etti. Eğer yiyeceğin sahibi orda ise ve eğer yiyeceği ücretsiz dağıtıyorsa
ya da ederi bir parayla satıyorsa ya da ederidir deyip insanları kand ırıp fazlasıyla satıyorsa
ve yanında da parası ya da zimmetinden bir karşılık varsa, kabul etmesi lazımdır ve ölü eti
yemesi caiz değildir.
Eğer onu ancak çok fazlasıyla satarsa, bu konuda ‘Irakıyyun Taberiyyun ve diğer
mezhepler: Onu alması lazım değil müstehaptır. Asıl dağıtmaması durumunda da,
çatışmanın kedisi aleyhine olması ya da mal sahibinin çatışmada helak olmasından
korkarsa mecbur kalan onunla çatışmaz. Aksine ölü etine döner. Eğer; sahibinin
zayıflığından ve onu kolaylıkla defetmesinden dolyı herhangi bir korku duymazsa, bu
durumda gaib olması durumunda zikredilen hilaf söz konusu olur. Bütün bunlar sahih
mezhepte dallanmadır.
Beğavi dedi ki: Onu yüksek bir fiyatla satın alır da ölü etini yemez. Sonra eder fiyatı ya
da ona gereken noktasındaki geçen hilaf gelir. Aslen dağıtmadığında başkasının yiyecegi
ölü etinden evladır. Onunla çarpışıp zorla ondan alması caiz olur. Allah en iyi bilendir.
Bu meselede İmam Ahmed’in ve mezhebinin özeti: Ölü etini, başkasının yiyeceğine
tercih eder.
Haraki Muhtasar’ında dedi ki: Mecbur kalan, ölü eti ve sahibini bilmediği bir ekmeğe
denk gelirse, ölü etini yer.
İbn-i Kudame, Muğni’deki şerhinde bu konuda yazdıklarını söyledi. Said İbn-i Müseyyib
ve Zeyd b. Eslem de bunu söyledi.
Malik dedi ki: Eğer kendisinin mecbur olduğunu doğrularsa ekinden ve meyveden yer,
sütten de içer. Eğer elinin kesilmesinden ya da mecbur olduğunun kabul edilmemesinden
korkarsa, ölü etini yer. Şafii’nin arkadaşlarının iki görüşü vardır:
Birisi: Yiyeceği yer. Bu da Abdullah b. Dinar’ın görüşüdür. Çünkü o helal yiyeceği elde
edebileceğinden dolayı, ölü eti yemek ona caiz olmaz. Nitekim yiyecek sahibinin ona
yiyeceği dağıtması durumunda bu böyledir.
Bizim görüşümüz ise, ölü etini yemek ona gerekli (farz)dir. İnsanın malından da ictihat
vardır. Üzerine gerekli olana dönmesi evladır. Çünkü Allah’ın hakkı hoşgörü ve kolaylık
üzere beyan edilmiştir. İnsanın hukuku ise zorluk ve darlık. Ve çünkü insanın hakkı tazmini
gerektirir, Allah’ın hakkının ise bedeli yoktur.
Beşinci mesele: eğer mecburiyet halindeki kişi ihramlı ise ve avlanabiliyorsa,ölü etini mi
yer, yoksa avlanır mı?
Alimler bunda ihtilaf ettlir. Malik, Ebu Hanife, Ahmed ve Şafii iki görüşten en sahih olanı
benimsediler: O, ölü etini tercih eder.
Şafii’nin, avı öncelemek şeklnde bir görüşü var. O da şu görüşe dayanıyor: Eğer ihramlı
kişi avı boğazlasa leş olmaz.
Sahih olan; ihramlı kişinin avı kesmesi geçersizdir ve leş olur. Ölü eti ihramlının
avlanmasından daha hafiftir. Çünkü “leş” isminde onunla ortak olur, arıtsı da avlanma
yasağıdır., öldürme yasağıdır. Bu meselenin fazladan açıklaması, Allah’ın izni ile, Maide
Suresinde gelecektir.
İhramlıya avı, ölü etinden önceleyenlerden bazıları; Ebu Yusuf, Hasan ve Şa’bi’dir.
Gerekçe olarak ta, zaruret durumunda ihramlılara avlanmanın caiz olmasıdır. Caiz olması
ve yapabilmesi ile beraber zaruret geçersiz olur, ölü eti helal olmaz.
Cumhurun gerekçesi, zaruret halinde ölü etini yemesi gerekliliktir. Zaruret halinde
avlanmanın mübah olması ise ictihattır.. Gerekli (farz) olan, daha evladır. Kesin olan şudur
ki, eğer ihramlı kişi mecbur olur da avdan başka yol yoksa, avı keser yer ve ondan doyar.
Çünkü zaruretten ve ondan başka yol olmamasından dolayı, kesilen şer’i tahir ve helal bir
kesim olur, leş olmaz. Bunun için de şer’i kesim gerekir. öldürmek ve kesmeksizin ondan
yemek caiz olmaz.
Eğer mecbur olan leş, domuz eti ya da insan eti bulursa leşi domuz ve insan etine tercih
eder.
Baci dedi ki: Eğer mecburiyetten olan leş ve domuz görürse, bana göre leşi yer. Çünkü
domuz leştir ve bir şekilde mübah değildir. Aynı şekilde avı, domuza ve insan (etin)a tecih
eder. Malikiye’de zaruret durumunda insan yemek ve kanı masum diri insanın katli hiç bir
şekilde caiz değildir. Çünkü zaruret durumunda onu yemek icma ile haramdır. müslüman
ya da zımmi olması farketmez. Eğer ölü bir masum insan görürse, zaruret durumunda eti
caiz olur mu olmaz mı? Onu, Maliki ve Hanbeliler men etti, Şafii ve bazı Hanifiler caiz
buldu.
Hanbeliler, men etmenin gerekçesi olarak şu hadisi öne sürdüler: “Ölünün kemiği kırılır,
dirinin kemiği kırıldığı gibi “ Ebu Hattab, yemenin cevazını tercih etti, hadiste buna
herhangi bir delil yoktur, dedi. Çünkü yenilen etttir kemik değil. Hadiste murad, haramlığın
aslındaki teşbihtir, miktarında değil. Delili de; ikisinin güvence ve kısasta farklı olması ve
dirinin korumasının vucubiyetine karşılık ölünün korumasının gerekmemesidir. Bunu
Muğni’de dedi.
Mecburiyette olan harbi ve mürted gibi masum olmayan bir insan bulursa. Şafii’ye de,
onu öldürüp yiyebilir. Hanbelilerden el-Kadi’de bunu söyledi. Gerekçeleri de, onun haram
olmadığı ve yırtcı hayvan mesabesinde olmasıdır. Allah Teala en iyi bilendir.
Altıncı mesele: Mecbur olanın zaruretini içki içmekle gidermesi caiz olur mu? Bu
konuda alimlerin dört görüşü vardır:
Birincisi: Kesin men’.
İkincisi: Mutlak mübahtır.
Üçüncüsü: Mecburiyet hali geçinceye kadar mübah olması.
Dördüncüsü: Onun aksi.
Şafiii’ye de bu görüşlerin en sahihi birincisidir. Kaydedicisi dedi ki, belirgin olan, içkiyle
tedavinin caiz olmadığıdır. Gerekçesi de, Müslim’in Sahihinde Vail b. Hacer’in (r.a) hadisi
olarak rivayet ettiğidir. “Peygamber (s.a.v)’e Tarık b. Süveyd el-Ca’fi, içki hakkında sordu.
Onu nehyetti ve üretmesini hoş karşılamadı.
“Ben onu sadece tedavi için üretiyorum”, dedi. Bunun üzerine dedi ki,
“O deva değil ancak derttir.”
Onun mübahlığı ancak helak etmesinden korkulan düğümlenmiş lokmanın yutulması için
(olabilir). İlim ehlinin büyük bir kısmı bu görüştedir. Düğümlenmiş lokmanın yutulması ile
açık ya da susuzluk için içilmesi arasındaki fark; düğümlenmiş lokmayı izale etmesi
malumdur ama açlık ve susuzluğu izale edeceği kesin değildir.
Baci dedi ki: Ölü eti yiyebilen kişinin açlığı ya da susuzluğu için de içki içmesi caiz mi?
Malik dedi ki, onu içemez. Ölü eti yer de devenin pisliğine yaklaşamaz. Bunu İbn-i Vehb
dedi.
Onunla tedavi olmaya gelince, mezhebin meşhur olanı, onu helal kılmaz. Biz deriz ki:
Onunla tedavi olmak caiz değildir. Düğümlenmiş lokma için kullanılması caizdir. Fark ise,
onunla tedavinin açlık ve susuzluğu giderdiği kesin değildir. İçkinin susuzluğu sadece
arttırdığı şeklinde Malik’ten naklettiğimizin benzerini Nevevi, Şafii’den nakletti.
Dedi ki: er-Rüyani, Şafii’nin, suszluk için onu içmekten men’ ettiğini nakletmiştir.
Gerekçesi, onun acıktıran ve susatan olmasıdır.
Kadi Ebu Tayyib dedi ki: Bunu kim biliyor, diye sordum. Dedi ki: iş Şafii’nin dediği gibidir:
O, o zaman susuzluğu giderir.Doktorlar dediler ki, iki susuzluğu artırır da içenler soğuk
suya üşüşürler. Böylece onun, susuzluğu gidermede faydasız olduğu şeklinde zikrettiğimiz,
elde edilmiş oldu.
Bu meseledeki geçen sahih hadisle, onunla deva olarak faydasız olduğu elde edildi.
Böylece mutlak haramlığı sabit oldu. Allah en iyi bilendir. Şerhü’l Mühezzeb’ten aktarım
bitti.
Bununla biliyorsun ki, Gazali ve İmamü”l Harameyn’in Şafii’yeden ve Ebrehe’nin de
Maliki’yeden tercih ettiği, susuzluk için caiz olması doğruya aykırıdır. İmamü’l Harameyn ve
Ebrehe’nin, içkinin susuzluğa faydalı olduğu şeklinde zikrettiği de doğruya aykırıdır. Gerçek
ilim Allah Teala’nın katındadır.
Moristan’dan; Mecburiyette olanın mecburiyyeti, ölü etini yemek mübah olan bir
mecburiyet ise, açlığını giderecek kadar başkasının meyve, ekin ve hayvanın sütünü
alabileceği icma ile sabittir. Mecburiyyetten olan biri değilse bir şey alması caiz değildir.
Alimler, yiyebileceği konusunda (işi) karıştırdılar.
Denildi ki: Yanına bir şey almaksızın karnından yiyebilir. Bunu da yapamaz, denildi. Ve
denildi ki: Kuşatılanın arasındaki farkla men’ edilir.. Başkaları arasında caiz olur. Kesin
men’edenin delili, Peygamber (s.a.v.)’den sabit olan şu sözün umumudur: “Bu
beldenizdeki. bu ayınızdaki haramlık gibi, (birbirinize) kanlarınız, mallarınız ve
ırzlarınız haramdır.” Ve Allah Teala’nın şu sözünün umumudur: “Karşılıklı rıza ile
yaptığınız ticaretle olmak dışında, kendi aranızda mallarınızı batıl yollarla
yemeyiniz” Ve bunun gibi deliller.
Mutlak olarak mübahtır diyenlerin delili ise, Ebu Davud’un Hasan’dan, (onun da)
Semiri’den aktardığıdır.
Peygamber (s.a.v.) dedi ki: “ Size bir hayvan gelir de sahibi beraberinde ise,
ondan izin istesin. İzin verirse onu sağsın ve içsin. Eğer sahibi beraberinde
değilse üç defa seslensin. Karşılık verirse, ondan izin alsın. İzin verirse (sağıp
içsin). Değilse (cevab vermezse) sağıp içsin, beraberine de bir şey almasın.”
Ve Tirmizi’nin Yahya b. Selim’den, Ubeydullah’tan, Nafi’den, İbn-iÖmer’den, (onun da)
Peygamber (s.a.v.)’den yaptığı rivayete göre dedi ki: “Kim bir duvar(ın içine, bahçeye)
girerse, yesin. Beraberine hiçbir şey almasın” Bu garib bir hadistir, dedi. Biz onu
sadece Yahya b. Selim’in hadisinden biliyoruz. Tirmizi’nin de aynı şekilde rivayet ettiği
Amr b. Şuayb, babasın da, (onun da) dedesinden aldığı hadisinden aldığı hadisinden;
Peygambar (s.a.v.)’e (yol kenarında) asılı duran meyve hakkında soruldu. Dedi ki: “Kim
ona denk gelirse, ihtiyaç sahibi ise, yanına bir şey olmaksızın (ondan yerse) ona
bir şey yoktur.” bunun hakkında hasendir dedi.
Ömer (r.a)’dan rivayet ettiğinde Peygamber (s.a.v) dedi ki: “Sizden biriniz bir (bahçe)
duvarının yanında geçerse ondan yesin, yanına da hiç bir şey almasın.”
Ebu Ubeyde dedi ki: Ebu Amr dedi ki, ki o içinde bir şey olan kabı taşıyordu , eğer onu
önünde taşırsan o, seban’dır. Denilir ki, kad tesbinte seban Eğer onu sırtında taşırsan o, el-
Hal’dir. Onun için de denilir ki, kad tahvilet kesai. İçine bir şey koyup ta onu sırtına alırsan;
eğer onu kucağının altına alırsan o, habinetun’dur. Amr b. Şuayb’ın merfu’ hadisi ondandır.
“vela yettehizü habinetun” Bunun için de denilir ki, “Habinetü ehbani habna. Bunu Kurtubi
söyledi.
Ve Ebu Zeyneb et-Teymiye’den rivayet edilen. Dedi ki: Enes b. Malik, Abdurrahman b.
Semire ve Ebu Burde ile beraber yolculuk yaptım. Meyvelerin yanından geçiyorlardı.
Derken (onları) ağızlarıyla yediler. Onu, Muğni’nin sahibi nakletti. Birinci görüşün sahipleri,
bu hadis ve rivayetleri, zaruret haline bina ettiler. Bunu da İbn-i Mace’nin sahih bir isnatla
Abbad İbn-i Şurabil el-Yeşkeri el-ğubri’den aktardığı şey te’yid ediyor. Dedi ki: Bize açlık yılı
isabet etti. Medine’ye geldim tarlalarından birine girip bir sumbul aldım. Onu ovup yedim
ve cebime koydum. Tarla sahibi geldi. Beni dövüp elbisemi aldı. Beni de Rasulullah (s.a.v)’e
gidip ona haber verdim. Bunun üzerine dedi ki: “Eğer aç iseona yedirmedin ve eğer cahil
ise ona öğretmedin. Peygamber (s.a.v) ona emretti de onun elbisesini geri verdi. Ve ona bir
yük ya da yarım yük yiyecek vermesini emretti. El kesmenin nefyine delalet eden bu
hadisteki durum sadece açlıktan dolayıdır.
Kurtubi tefsirinde, Ömer’den zikrettiğimiz bu hadisin naklinin akabinde dedi ki, O (s.a.v),
bunu sadece mecbur aç için ruhsat etti. Ki onun almak için parası yoktur. Şartı da sadece
karnının alabileceği miktar kadar almasıdır. Sonra dedi ki: Üzerinde ittifak edilen asl, iyi
yolla olmak dışında, başkasının malının olmasıdır.
Eğer; İslamın ilk döneminde ya da şimdki bazı beldelerde olduğu gibi, bunu yapmak gibi
bir adet varsa, bu caizdir.
Önce de geçtiği gibi bu, zaruret ve kıtlık zamanlarına bina ediliyor. Etrafı çevrili olan ve
değerleri arasındaki farkladır, diyenin delili ise; onun duvarla (bahçeyi) muhafaza etmesi,
sahibinin rızasızlığı ve gönülsüzlüğüne delildir. İbn-iAbbas’ın görüşü, eğer duvarı varsa, o
haramdır, yeme. Eğer duvarı yoksa (onu yemede) beis yoktur. Onu Muğni’nin sahibi ve
diğerleri nakletti. Bazı ilim ehli de şu farkı zikretti. Müslümanın malı ise, zaruret halinde
caiz olur. Kitabi’nin (zımminin) malı ise, açık bir halle olmak dışında caiz olmaz.
İrbad b. Sariyye’nin Ebu Davud’daki; izni olmak dışında ehli kitabın yiyeceğini yemenin
ve evlerine girmenin men’i hakkındaki hadisinin, ölü etine sığındıracak zaruretin
olmayışına hamledilmesi gerekir.