Download as doc, pdf, or txt
Download as doc, pdf, or txt
You are on page 1of 219

FATİHASURESİ

Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla

1- Hamd Alemlerin Rabbi Olan Allah’adır

Allah (c.c.) burada hamdı için herhangi bir zaman ve mekan zarfı zikretmedi. Rum
Suresi’nde zaman zarflarından bazılarının gökler ve yer olduğunu:
“Göklerde ve yerde hamd O’nundur.” (Rum: 30/18) sözünde zikretti. Kasas
suresinde zaman zarflarından bazılarının dünya ve ahiret olduğunu
“O, kendisinden başka ilah olmayan Allah’tır. Dünyada ve ahirette hamd
O’nundur.” (Kasas: 28/70) sözü ile zikretti. Sebe suresinin evvelinde de
“Ahirette de hamd O’nundur. O Hakim’dir, Habir’dir.” (Sebe: 34/1) dedi.
“El-Hamd” daki elif ve lam, bütün övgüleri kapsaması içindir. O, Allah’ın kendi nefsini
kendisi ile övdüğü bir övgüdür. Özünde de Allah’ın kullarına, kendisiyle onu övmeleri emri
vardır.
“Alemlerin Rabbı” Allah (c.c.)alemlerin ne olduğunu burda beyan etmedi. Bunu:
“Fir’avun dedi ki: “Alemlerin Rabbi de nedir?” Dedi ki göklerin, yerin ve ikisi
arasındakilerin rabbidir.” (Şuara: 26/23-24) sözü ile başka bir yerde beyan etti.
Bazı alimler dediler ki: “Alem” , “Alamet” kökündendir. Çünkü alemin varlığı, Celal ve
kemal sıfatları ile muttasıf yaratıcısının varlığına, kendisinde şüphe olmayan bir alamettir.
Allah (c.c.)şöyle buyuruyor:
“Muhakkak ki göklerin ve yerin yaratılışında ve gece ile gündüzün birbiri
ardınca gelmesinde akıl sahipleri için ayetler vardır.” (Al-i imran: 3/190) sözlükte
de ayet:alamettir.

2- O, Rahman’dır, Rahim’dir.”

Bu ikisi Allah’ın iki vasfıdır. Esmau’l-Hüsna’sından iki isimdir. Rahmetten mübalağa sureti
ile türetilmişlerdir. Mübalağa olarak Rahman, Rahim’den daha şediddir.
Çünkü Rahman dünyada bütün yaratıkları,ahirette de sadece mü’minleri kapsayan bir
rahmeti içerir. Rahim ise kıyamet gününde mü’minlere merhametli olan demektir. Çoğu
alimler bu görüştedir. İbn Cerir’in kelamında bunun üzerine ittifakın anlaşıldığı anlatım
vardır. İbn Kesir’in de dediği gibi, bazı selefin (öncekilerin) tefsirinde buna delalet eden
şeyler vardır. İbn Kesir ve başkalarının da zikrettiği gibi Eseru’l-Mervi de İsa’nın -O’na ve
peygamberimize selatu selam olsun- Rahman, dünya ve ahiretin rahmanı, Rahim de
ahiretin rahimidir, şeklindeki sözü ile buna delalet ediyor. Allah teala da zikrettiklerimize
şöyle buyurarak işaret etmiştir.
“Sonra Rahman Arş’ın üzerine istiva etti.” (Furkan: 25/59)
“Rahman Arş’ın üzerine istiva etti.” (Taha: 20/5)
İstivayı Rahman ismi ile zikretti ki rahmeti ile bütün yaratıklarını kapsasın. İbn Kesir
bunu ve benzerini demiştir.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
“Üstlerinde (kanatlarını) açıp yumarak uçan kuşları görmüyorlar mı? Onları
(havada) Rahman’dan başkası tutmuyor?” (Mülk: 67/19)
Yani O’nun kuşlara lutfu ve onları göğün boşluğunda kanat açıp yuman olarak tutması
O’nun rahmaniyetindendir. Bundaki delillerin en belirgin olanı Allah’ın şu sözüdür:
“Rahman (olan Allah) Kur’an’ı öğretti.” (Rahman: 55/1-2)
-Şu sözüne kadar-
“Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz.”(Rahman: 55/13)

Allah (c.c.) buyurdu ki:


“Mü’minlere Rahim’dir.” (Ahzab: 33/43)
Onları Rahim ismi ile has kıldı. Denilse ki: Bu tesbitleriniz ile Rasulullah’ın (s.a.v.)
“Dünya ve ahiretin Rahman’ı ve her ikisinin rahimi” sözünde aktarılan duadakinin
arasını nasıl bağdaştırırsınız? Cevapta açık olan -Allah en iyi bilendir- zikrettiğimiz gibi
Rahim, mü’minlere hastır. Fakat o, ahirette mü’minlere has kılınmaz. Aksine onlara (olan)
rahmet dünyayı da kapsıyor. Bu takdirde “O, ikisinin rahimidir” in manası, her ikisinde
(dünya ve ahirette) rahmeti mü’minleredir.
Allah’ın dünyada da mü’minlere Rahim olduğunun delili Allah’ın şu sözünde belirgindir:
“O ki, sizlere salat ediyor. Melekler de. Ki sizleri karanlıklardan nura çıkarsın.
Ve mü’minlere de Rahim’dir.”
Çünkü onun ve meleklerin onlara salatı ve sadece onları karanlıklardan nura çıkarması,
onlara dünyada olan rahmetidir. Ahirette rahmetin sebebi de budur. Allah’ın şu sözü de
böyledir.
“Onlardan bir grubun neredeyse kalplerinin eğrileceğinden sonra zor saatte
ona tabi olan ensar, muhacirin ve Peygamberi Allah affetti. Sonra yine onları
affetti. Çünkü o, onlara rauf ve rahimdir.” (Tevbe: 9/117)
Bu, ensar, muhacirin ve Peygamber (s.a.v.)’e vaki’ olan zamire komşu rahim ile
müteallık olan ba ile gelmiştir. Onlara olan bağışlaması dünyada rahmettir. Ahiretteki
rahmetin sebebi de aynıdır. İlim Allah Teala’nın nezdindedir.

3- Din gününün sahibidir.

Burada onu açıklamadı. Onu:


“Din gününün ne olduğunu nereden bileceksin. Hiçbir nefsin diğer bir nefis
için hiç bir şeye malik olmadığı gündür.” (İnfitar: 82/17-19)
sözünde açıkladı.
Ayette geçen “din” den murad, cezadır. Allah’ın şu sözü de bundandır:
“O gün Allah onların dinini tastamam verecektir” (Nur: 24/25)
Yani amellerin cezasını (karşılığını) adilce (verecektir)

4- Ancak sana ibadet ederiz.

Bu ayet-i kerimede “La ilahe illallah” ın manasının tahkikine işaret etmiştir. Çünkü
onun manası iki şeyden oluşmuştur: Nefy (olumsuzlamak) ve isbat. Nefy: Bütün ibadet
çeşitlerinde Allah Teala dışındaki bütün ibadet edilenleri dışlamaktır. İsbat: Meşru’ şekil
üzere ibadet çeşitlerini hepsi ile göklerin ve yerin rabbini tek olarak birlemektir. “İyyake”
şeklinde olan yapılanın takdimi ile “la ilahe illallah” tan nefye işaret etmiştir. Mefhumu
muhalif olan hitabın delili konusunda usulde kararlaştırılabilir. Meani’de kasr (kısaltma)
konusunda ise: Ma’mulun (yapılanın) takdimi (öne alınması) hasr (özgüleme) siga (kalıp)
larındandır. “İbadet ederiz” sözü ile ondaki isbata işaret etti. Burda onun işaret edilen
manasını başka ayetlerde detaylı olarak açıklamıştır. Allah’ın şu sözü gibi:
“Ey insanlar, sizi yaratan Rabbinize ibadet edin” (Bakara: 2/21)
ondan isbatı şu sözü ile açıkladı.
“Rabbinize ibadet ediniz”
Ve ondan nefyi, ayet-i kerimenin sonundaki şu sözü ile açıkladı:
“Bile bile ona ortaklar koşmayın”
ve şu sözü gibi:
“Muhakkak ki biz her ümmmete, Allah’a ibadet ediniz, tağutlara (ibadettten)
kaçınınız diye (tebliğ edecek) elçi gönderdik”
Şu sözü ile isbatı açıkladı: “Allah’a ibadet ediniz diye”
Nefyi de şu sözü ile: “tağuttan kaçınınız” ve şu sözü gibi:
“Kim de tağutu inkar edip Allah’a iman ederse, muhakkak ki kopması mümkün
olmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır”
Ondan nefyi şu sözü ile açıkladı: “Kim ki tağutu inkar ederse”
İsbatı da şu sözü ile açıkladı: “Ve Allah’a iman ederse”
Buna benzer birçok ayet vardır:
“Hani İbrahim babasına ve kavmine demişti ki:Ben sizin taptıklarınızdan
uzağım. Ancak beni yaradana (İbadet ederim).”
“Biz senden önce elçilerden hiç kimseyi göndermedik ki ona şöyle
vahyetmemiş olmayalım: Kendisinden başka ilah olmayanım. Öyleyse (bana)
ibadet edin”
“Elçilerimizden senden önce göderdiklerimize sor, biz Rahman’dan başka
ibadet edecekleri ilahlar kıldık mı?”

4- Ve ancak senden yardım dileriz

Yani yardımı sadece ve ancak senden dileriz. Çünkü bütün işler sadece senin elindedir.
Hiç kimse seninle beraber işlerden zerre miktarına sahip değildir. “Ancak senden yardım
dileriz” sözünü “Ancak sana ibadet ederiz” sözünden sonra getirmesinde, ancak
ibadet edilmeye müstehak olana tevekkül etmek gerektiğine işaret vardır. Çünkü O’ndan
başkasının elinde her hangi bir şey yoktur. Burda işaret edilen bu mana, başka ayetlerde
açıklanmış ve açık olarak geldi. Buna benzer birçok ayet vardır:
“O’na ibadet et ve O’na tevekkül et”
“Eğer yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter. Ondan başka ilah yoktur. O’na
tevekkül ettim.”
“Batının ve doğunun Rabbi. O’ndan başka ilah yoktur. Öyleyse sen de O’nu
vekil tut.”
“De ki, O Rahman’dır. Ona iman ettik ve O’na tevekkül ettik.”

5- Bizi doğru yola ilet


6- Nimet verdiğin kimselerin yoluna.

Nimet verdiklerinin kim olduğunu burda açıklamadı. Bunu başka yerde şu sözü ile
açıkladı:
“İşte onlar Allah’ın kendilerine nimet verdiği nebiler, sıddıklar, şehidler ve
salihlerle beraberdirler. Onlar ne güzel arkadaştırlar.”
İki uyarı:
Birincisi: Bu ayet-i kerimeden Ebu Bekir es-Sıddık’in imametinin doğruluğu çıkarılır.
Çünkü O, Seb’u’l-Mesani (Fatiha) de ve yüce Kur’an’da Allah’ın “Kendilerine tabi
olmayı” emretiklerindendir. -Fatiha’yı kasdediyorum- O’ndan, bizi onların yoluna hidayet
etmesini istememizi (emrediyor) Bu, onların yolunun dosdoğru yol olduğuna delalet etti.
Ve bu şu sözündedir:
“Bizleri dosdoğru yola hidayet et, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna”
Nimet verdiklerini beyan etmiş, sıddıkları da onlardan saymıştır. Peygamber (s.a.v.) de
Ebu Bekr (r.a)’ın sıddıkilerden olduğunu beyan etmiştir.
O’nun, Allah’ın kendilerine nimet verdiklerine dahil olduğu açığa çıkmış oldu... Onlar ki,
Allah’ın, O’ndan onların yoluna hidayet etmesini istememizi bize emretti. Ebu Bekr es-
Sıddık (r.a.)’ın dosdoğru yolda olduğu ve imametinin hak olduğunda herhangi bir karışıklık
kalmadı.
İkincisi: Sıddıklerin, Allah’ın kendilerine nimet verdiklerinden olduğunu öğrenmişsindir.
Allah (c.c.) şu sözünde İmran kızı Meryem’in sıddıka olduğunu açıkladı:
“Annesi de sıddıkadır”
Öyleyse Meryem Allah’ın “Nimet verdiklerinin yoluna” sözüne giriyor mu, girmiyor
mu?
Cevab: Onun onlara dahil olduğu hususunda bilinen usul kaidesi çeşitleniyor, onda
farklılaşıyor. O da: Yüce Kur’an’da ve sünnette eril topluluğa has olan sahih müzekker cemi’
ve benzerine kadınlar giriyor mu, yoksa ancak ayrık bir delille mi girebiliyor? Bir gurub
onların buna girdiği (sonucuna) varmış. Ve buna göre: Meryem ayete giriyor. Bu sözün ehli
olanlar iki şeyi delil getirdiler:
Birincisi: Arab dilcilerinin, cemi’de erkeklerin kadınlara galip olduğu üzere icma’
etmeleri.
İkincisi: Müzekker sahih cemi’ler ve benzerlerine kadınların girdiğine delalet eden
ayetlerin gelmiş olması. Allah’ın Meryem’in bizzat kendisi hakkındaki şu sözü gibi:
“Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını doğruladı. O itaatkarlardan idi”
Ve Azizin karısı hakkındaki şu sözü:
“Yusuf bundan yüz çevirdi. Günahlarına istiğfar et. Çünkü sen yanlış
yapanlardan oldun”
Ve Belkıs hakkındaki şu sözü:
“Allah’tan başka ibadet etttikleri onu alıkoymuştu. Muhakkak ki o inkarcı bir
topluluktan idi”
Ve cemi’ müzekker salim gibi olan şu sözünde:
“Dedik ki, hepiniz ordan topluca inin”
Toplu olarak Havva’da ona giriyor. Bir çoğu da munfasıl bir delil olmak dışında kadınların
buna girmedikleri (kanaatine) varmış. Buna Allah’ın şu sözü gibi ayetlerle istidlal ettiler:
“Müslüman erkek ve müslüman kadınlar, mü’min erkek ve mü’min kadınlar -şu
sözüne kadar- Allah onlar için mağfiret ve büyük bir ecir hazırlamıştır”
“Mü’min erkeklere söyle gözlerini sakınsınlar, ırzlarını korusunlur. Bu onlar
için daha temizdir.”
Sonra dedi ki: “Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini sakınsınlar, ırzlarını da
korusunlar”
Kadınların erkekler üzerine atfedilmesi, kadınların giremeyişlerine delalet ediyor. Birinci
sözün taraftarlarına da şöyle cevap verdiler: Cemi’de erkeklerin kadınlara üstün gelmesi
tartışılan yer değildir. Asıl tartışma, cemi müzekker ve benzerlerinden söylendiğinde, ne
ortaya çıktığındadır. Ayetlerden anlaşılan kadınların ona girdiğidir. Bu ancak siyakın
delilinden ve lafzın delaletinden anlaşıldı. Buna delalet eden şeylerle ilişkili olma halinde
kadınların girmesi hususunda tartışma yoktur.
Bu söze göre de: Meryem ayetin (kapsamına) girmiyor. Bu ayrılığa Meraki es-Suud’da şu
sözü ile işaret etti:
Kadınlar için uzaklığın şumulüne müslümanların yarısında ihtilaf ettiler.

7- Gazaba uğrayanların ve sapmışların yoluna değil.

Tefsir ulemasından bir topluluk dedi ki: “Kendilerine gazab edilen” yahudilerdir,
“sapıtmışlar” da hıristiyanlardır. Adiyy b. Hatim’in hadisinden bu konuda Rasulullah
(s.a.v.)’den bir haber gelmiştir. Yahudiler ve hiristiyanların tümü sapıtmışlar ve gazaba
uğramışlar olsalar da gazab ancak yahudilere hastır, Hiristiyanlar onda ona ortak olsalar
da. Çünkü onlar hakkı biliyorlar da inkar ediyorlar ve batıla kasıtlı olarak sapıyorlar. Gazab
onların sıfatlarının en hasıdır. Hiristiyanlar ise cahildir, hakkı bilmezler. Sapıklık onların
sıfatlarının hası olanıdır.
Bunun üzerine “Gazaba uğrayanlar”ın Yahudiler olduğu açıklanabilir. Allah (c.c.) onlar
hakkında şöyle buyuruyor:
“Gazab üstüne gazaba uğradılar”
“Allah indinde uğranılan şey olarak size daha kötüsünü haber vereyim mi?
Allah’ın lanet ettiği ve kendisine gazab ettiğidir”
“Buzağıyı ilah edinenlere gazab erişecektir”
Sapıtmışların da Hristiyanlar olduğu beyan edilebilir. Allah (c.c.) onlar hakkında şöyle
buyuruyor:
“Daha önce sapıtmış da birçoklarını saptıran ve dosdoğru yoldan sapan bir
topluluğun hevalarına tabi olmayın”
BAKARA SURESİ

Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla

1- Elif, Lam, Mim.


2- Bu, doğruluğunda şüphe olmayan bir kitaptır. Muttakiler için bir hidayettir.

Bu ayette, bu Kur’an’ın muttakiler için yol gösterici olduğunu açıklandı. Ayetin


mefhumundan -hitabın delili ile bilinen mefhumu muhalifi kastediyorum- bu Kur’an’ın
muttakilerden başkası için hidayet olmadığı anlaşılıyor. Başka ayetlerde de bu mefhum ile
açıklandı.
“De ki o iman edenler için hidayet ve şifadır. İman etmeyenlerin ise
kulaklarında ağırlık vardır. Ve bu (Kur’an) onlara körlüktür.”
“Kur’an’dan mü’minlere şifa ve rahmet olan şeyleri indiriyoruz. Zalimlerin ise
ancak hüsranlarını arttırır”
“Bir sure indirildiğinde onlardan kimileri der ki: Bu hanginizin imanını arttırdı?
İman edenlerin ise imanlarını arttırdı. Ve onlar müjdeleniyorlar. Kalplerinde
hastalık olanlara gelince, onların kirliliklerine kir katmıştır. Ve onlar kafir olarak
öldüler”
“Rablerinden sana indirilen, onlardan bir çoğunun tuğyanlarını ve küfürlerini
arttırır”
Malumdur ki bu ayetteki hidayetten murad, hak dine lutuf ve tevfik olan has hidayettir,
hakkın izahı olan am hidayet değildir.

3- Onlar ki, gaybe inanırlar, namazı kılarlar ve bizim kendilerine rızık olarak
verdiklerimizden Allah yolunda harcarlar.

Bu ayeti kerimede, Allah rızası için malının tümünü değil malının bir kısmını infak
ettiğine delalet eden tab’iz min ile tabir etti. İnfak edilmesi ve tutulması gereken miktarı
burda beyan etmedi. Fakat infak edilmesi gereken miktarın ne olduğunu başka yerlerde
açıkladı: İhtiyaçtan arta kalanı ve zorunlu ihtiyacın bloke edilmesi. Bu Allah’ın şu sözü
gibidir:
“Sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki, afv’ı”
Afv’dan murad: En sahih açıklamalara göre, zorunlu ihtiyaçtan fazla olanıdır. Bu
cumhurun kabulüdür.
Ondan biri de Allah’ın şu sözüdür:
“Afv’a kadar”
Yani kendileri mal ve evlatları çoğaldı. Bazı alimler dediler ki: Afv: Cehd’in zıttıdır. O da
ondan infakın, kapasitenin boşalması ve zorluğa varmayan infak olmasıdır. Şairin şu sözü
de ondandır:
“Beden artanı al, sevgimi süreklileştir sinirlendiğimde sertliğimden çatırdama.”
Bu söz zikrettiklerimizi destekliyor. Geriye kalan sözler zayıftır.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
“Elini büsbütün boynuna asılı kılma. Onu alabildiğine de açma”
Böylece onu şu sözü ile cimrilikten nehyetti:
“Elini büsbütün boynuna asılı kılma”
Şu sözü ile de onu israftan nehyetti:
“Onu büsbütün de açma”
İkisi arasındaki vasatı belirledi, böylece. Nitekim şu sözü ile de onu beyan etti:
“Onlar ki infak ettiklerinde israf etmezler, cimrilikte yapmazlar, ikisi arası bir
yol izlerler”
İnfak edenin, cömertlikle saçıp dağıtmanın ve cimrilikle iktisadın arasını ayırt etmesi
gerekir. Cömertlik: Saçıp dağıtmak değildir. İktisad da: Cimrilik değildir. Verilecek yerde
engellemek kötülenmiştir. Allah (c.c)’da şu sözü ileNebi’sini (s.a.v.) ondan nehyetmiştir:
“Elini büsbütün boynuna asılı kılma”
Menedilen yerde vermek te aynı şekilde kötülenmiştir. Allah ta şu sözü ile Nebi’sini
(s.a.v.) ondan nehyetmiştir:
“Onu büsbütün de açma”
Şair de demiştir ki:
“Yağmur gibi yağsan da İbn-i Abad’ı övme
Elleri bulut gibidir, o kadar ki yağmur bulutu utanır.
Muhakkak ki o, vesveselerinden aşırılıklardır
Veriyor, men’ediyor, ne cimridir ne de cömert”
Allah başka yerlerde beyan etmiştir: Övülen infak bu şekilde olmaz. Sarfettiği masrafı
Allah’ı razı eden olması dışında. Allah’ın şu sözü gibi:
“Hayır olarak infak ettiklerinizden anne-babaya ve akrabaya (pay) vardır”
Şu sözü ile de, Allah’ı razı etmeyen şeydeki infakın, sahibine üzüntü olduğunu açıkladı:
“Onu onlar infak edecekler sonra da o onlara hasret (tasa) olur”
Şair demiştir ki:
“Ürün, ürün sayılmaz fabrika yoluna payı verilene dek.”
Denilse ki: Bu ifade ettiğiniz, övülen infakın, zaruri ihtiyaçtan arta kalan infak olduğunu
gerektiriyor. Oysa Allah Teala ihtiyacı olupta infak eden gurubu övüyor. Bu da şu
sözündedir:
“İhtiyaç içinde olmalarına rağmen başkalarını kendilerine tercih ederler Kim ki
nefsinin kötülüğünden sakınırsa, işte felaha erenler onlardır”
Cevabta zahir olan; -Allah Teala en iyi bilendir- bazı alimlerin, her makama göre bir söz
olduğu şeklinde zikrettikleridir. Binaenaleyh bazı durumlarda isar (başkalarını kendine
tercih) yasaktır. Bu, infak edenin üzerine vacib olan infakların olması gibi. Eşlerinin ve
benzerlerinin nafakası gibi. Bu durumda vacib omayan infaka meyledip Peygamber
(s.a.v.)’in:
“Bakmakla yükümlü olduklarından başla” sözündeki farzı terkeder. Tıpkı insanların
istemesine sabrının olmayıp kendindekini infak etmesi sonra da dönüp onlarınkini istemek
gibidir, bu ona caiz olmaz. İsar vacib olan nafakasını kaybetmediği ve istememe, iffetli
olma ve sabırdan yana kedine güvendiği zaman olur.
Allah Teala’nın: “Kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler” sözüne
gelince bununla zekat kastediliyor. İlim Allah’ın yolundadır.

4- Onlar sana indirilene de, senden öncekilere indirilenlere de iman ederler.


Ahiret gününe de kesin olarak iman ederler.
5- İşte onlar Rablerinin göstermiş olduğu hidayet yolu üzerindedirler ve
kurtuluşa erecek olanlar da onlardır.
6- Sen kafirleri uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, onlar iman etmezler.
7- Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerinin üzerinde de
bir örtü vardır. İşte onlara büyük bir azap vardır.

Ve ala sem’ihim ve ala ebsarihim sözündeki vav’ın iki şekil üzere olduğu ihtimali
gizlenemez. Ya öncekine ma’tuf olur ya da isti’nafiye olur. Bunu burda açıklamadı. Fakat
başka yerde ve ala sem’ihim sözünün ve ala kulubihim sözüne ma’tuf olduğunu ve ve ala
ebsarihim sözünün isti’naf ve car-mecrur, gışaveh olan mübtedanın haberi olduğunu
açıkladılar. Kendisinden önceki car-mecrura itimadından (dayanmasından ötürü) ibtidanın
nekre (belirsiz) olarak gelmesine izin verildi. Bunun içinde bu haberin takdimi gerekiyor.
Çünkü o ibtidanın mübteda ile gelmesine izin verilendir. Nitekim bunu Hülasa’da şu sözü
ile karara bağlamıştır.
Yanımda bir dirhem kadar vardır ve benim bir dileğim var Bunda haberin tekaddümü
gerekli kılındı.
Mühürün kalpler ve kulakların üzerinde olduğunu ve perdenin de gözlerin üzerinde
olduğunu (sonucunu) elde ediyorsun. Bu Allah’ın şu sözünde de vardır:
“Hevasını ilah edinen, Allah’ın kendisini bir ilme göre saptırdığı, kulak ve
kalbinde mühür olan ve gözünün üzeri de perdeli kılınanı gördün mü”
Hatem: İçinde bulunduğu yerden kendisinden bir şey çıkarılmayacağı ve onun dışından
da içine bir şey girmeyeceğinden emin olmaktır.
⁄işave: Gözün üzerindeki onu görmekten alıkoyan perdedir. Haris b. Halid b. el-As’ın sözü
de ondandır:
“Senin kimliğin, zira gözlerimde perde vardır
Ortaya çıktığında nefsim azalarını kesti.”
⁄ışaveten şeklinde nasb olarak okunması durumunda o mahzuf bir fiille mensubtur. Yani
“Onların gözlerinin üzerine perde kıldı” Nitekim Casiye suresinde öyledir. Bu da şu
sözü gibidir:
“Onu soğuk su ve saman ile yemledim,
Gözlerinin yaşı dağılıncaya kadar”
Başka bir söz:
“Eşini gürültüde gördüm
Kılıç ve mızrakla taklid ederken”
Başka bir söz:
“Kadın şarkıcılar bir gün ortaya çıktıklarında
Kaşları ve gözleri sürmelendiklerinde”
Nitekim bu nahivde biliniyor. Bazıları da mecrur mahalline matuf oluşuna cevaz verdiler.
Denilse ki: Mühürlemek gözlere de olabilir. Allah’ın Nahl suresindeki sözünde olduğu gibi:
“Onlar ki Allah kalblerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlemişti”
Cevab: Nahl suresindeki ayette zikredilen gözlerdeki mühür, Bakara ve Casiye
Suresindeki zikredilen perdedir. İlim Allah Teala’nın nezdindedir.

8- İnsanlardan öyleleri vardır ki, inanmadıkları halde ‘Allah’a ve ahiret gününe


inandık’ derler.

Burda o münafıklardan her hangi bir beyan zikretmedi. Onların bir kısmını şu sözü ile
zikrederek açıkladı:
“Çevrenizdeki bedevilerden bazıları münafıktırlar. Medine halkından da isyan
edenler vardır.”

9- Bunlar Allah’ı ve iman etmiş olanları aldatmaya çalışıyorlar. Oysa gerçekte


yalnız kendilerini aldatıyorlar, ama bunun bilincinde değillerdir.
10- Bunların kalplerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını artırdı. Yalan
söylemelerinden dolayı kendilerine çok acıklı bir azap vardır.
11- Bu kimselere; “Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın” denildiği zaman; “Biz
yalnızca ıslah edicileriz” derler.
12- İyi bilinmelidir ki, asıl bozguncular onlardır ama bunun bilincinde
değillerdir.
13- Bu kişilere “İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin” denildiğinde;
“Aşağılık kimselerin iman ettiği gibi mi iman edeceğiz?” diye söylerler. İyi bilin ki
aşağılık kimseler bizzat kendileridir ama bunu bilemiyorlar.
14- İman edenlerle biraraya geldiklerinde “Biz de iman ettik” derler. Ama
kendi şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında “Biz sizinle beraberiz, ötekileriyle
sadece alay etmekteyiz” derler.
15- Asıl Allah onlarla alay etmekte ve taşkınlıkta ileri gitmeleri konusunda
kendilerine fırsat vermektedir.

Allah (c.c) burda kendisinin onlarla alay etmesi hakkında herhangi bir şey açıklamadı.
Bir kısmını Hadid Suresindeki şu sözü ile zikretti:
“Denilir ki arkanıza dönün de (ordan) nur isteyin”

16- Bu kimseler hidayete karşılık sapıklığı satın almışlardır. Ancak yaptıkları


alışveriş bir kazanç sağlamamış, kendileri de doğru yolu bulamamıştır.
17- Bunların örneği ateş yakan bir adamın örneği gibidir ki, her ne zaman bu
ateş o kişinin etrafını aydınlatsa Allah bunların gözlerinin nurunu alır da hiçbir
şeyi göremez halde karanlığın içinde kalırlar.
18- Bunlar sağırdırlar, kördürler, dilsizdirler. Artık girdikleri yoldan geriye
dönmezler.

Bu ayetin zahiri, münafıkların sağırlık, dilsizlik ve körlüklerinin manasının, onların


kulaklarından, kalplerinden ve gözlerinden fadalanmamaları olduğunu açıkladı. Bu da
Allah’ın şu sözündedir:
“Onlara kulak, göz ve kalpler kıldık. Fakat ne kulakları, ne gözleri, ne de
kalpleri onlara herhangi bir şeyden fayda sağlamadı. Ki onlar Allah’ın ayetlerine
nankörlük yapıyorlardı. Alay edegeldikleri şey onları kucaklayıverdi”

19- Yahut bunlar karanlıklarla, gök gürültüsü ve şimşeklerle gelen şiddetli bir
yağmura tutulmuş gibidirler. Ölümden sakınmak için yıldırımlara karşı
parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Allah kafirleri çepeçevre kuşatmıştır.
20- Çakan şimşek neredeyse gözlerini alacak gibi olur. Bu onların önlerini
aydınlatınca, o ışıkta yürürler. Ama üzerlerine karanlık bastırınca dimdik ayakta
kalırlar. Allah dileseydi onların işitme ve görme kabiliyetlerini alırdı. Allah’ın
herşeye gücü yeter.

Es-Sayyıb: Yağmur, Allah bu ayette Muhammed (s.a.v.)’in getirdiği hidayet ve ilmi


yağmura benzetmiştir. Çünkü ruhların dirilmesi hidayet ve ilimledir, cisimlerin hayatının
yağmurla olması gibi.
Bu darbı meselin şekline Allah (c.c) şu sözü ile işaret etti:
“Temiz belde Rabinin izni ile bitkisini çıkarır. Kötü olan ise az bir şeyin dışında
çıkaramaz”
Peygamber (s.a.v.) bu iki ayette işaret edilen bu meseli, muttefekun aleyh olan Ebu
Musa hadisi ile izah etmiştir
“Allah’ın hidayet ve ilimden bana gönderiğinin meseli, toprağa isabet eden
yağmurun meseli gibidir. Onun bir parçası temiz idi, suyu aldı da bol çimen ve ot
bitirdi. Ondan bir parça da çoraktı, suyu tuttu da Allah onunla insanları
faydalandırdı. Böylece ondan içtiler, suladılar da ekim yaptılar. O sudan başka
bir parçaya da isabet etti ki o ancak düzdür, suyu tutar, ne de ot bitirir. Bu
Allah’ın dininde fakih olan ve Allah’ın benimle gönderdiği kimsenin meselesidir.
Bildirdi de bildirdi ve örnekledi bununla doğrudan yükselecek olanı ve kendisiyle
geldiğim Allah’ın hidayetini kabul etmeyecek olanı”
Allah (c.c) buyurdu ki:
“İçinde karanlıklar vardır.” Allah bu ayette kafir ve münafıklara musallat olan Kur’an
hakkındaki şek ve şübheleri, örnek olarak Kur’an’a benzetilen yağmurun karanlıklarına
benzeterek örnek verdi. Kendilerinin üzerine zulmet olan bazı yerleri başka ayetlerde
açıkladı. Çünkü o yerler, körlüklerini arttırıyor.
“Üzerinde bulunduğun kıbleyi sadece Rasul’e uyan ile ökçesi üzerinde geri
dönenleri bilelim diye kıldık. Bu Allah’ın hidayet ettiklerinin dışındakilere
ağırdır”
Çünkü kıblenin neshinden dolayı yakinde zayıflamalardan şüpheleniyordu. Peygamber
(s.a.v.)’in işinde yakin üzere olmadığı (şübhesi). Ki bir gün bir yöne yöneliyor, başka bir gün
başka bir yöne. Allah’ın dediği gibi:
“İnsanlardan sefih olanları diyecekler ki, onları üzerinde bulundukları kıbleden
çeviren nedir”
Allah şu sözü ile kıblenin neshinin, Allah’ın hidayet ettiği ve yakınını güçlendirdiği
kimselerin dışındakilere ağır geldiğini açıklıyor:
“Bu Allah’ın hidayet ettiklerinden başkasına gerçekten ağırdır.”
“Sana gösterdiğimiz rüyayı ve Kur’andaki ağacı insanlara ancak bir fitne
kıldık.”
Çünkü İsra ve Mirac gecesinde gördüğü garib ve acaib şeyler kafirlerin, O’nun (s.a.v.)
yalancı olduğuna inanmalarına sebeb olmuştu. Onların bu haber verdiği gerçekleşmez
şeylerdir şeklindeki kuruntularından dolayı. Bu sapıkların sapıklıklarının artmasının
sebebidir. Kur’ an’daki lanetlenmiş ağaç ta böyledir, ki o zakkum ağacıdır. Bu da aynı
şekilde onlardan sapık olanların sapıklıklarının artmasının sebebidir. Çünkü Peygamber
(s.a.v.) okuduğu zaman
“O cehennemin aslından çıkarılan bir ağaçtır” dediler ki:
“Yalanı açığa çıktı. Çünkü ağaç kuru yerde bitmez, nasıl ateşin kökünden biter?”
Ve Allah’ın şu sözü gibi:
“Onların sayılarını da kafirlere ancak bir fitne kıldık” Çünkü O (s.a.v.), Allah’ın:
“Üzerinde ondokuz vardır” sözünü okuduğunda Kureyşin bazı adamları dediler ki:
“Bu az bir sayıdır. Biz onları öldüreblir ve cenneti zorla ele geçirebiliriz; Muhammed
(s.a.v.)’in vehmettiği ateşin üzerinde kaim olanların azlığından dolayı biz oraya (cennete)
gireceğiz.”
Allah Teala bunu ancak deneme ve imtihan olarak yapıyor. Bütün bunlarda sonsuz
hikmet vardır. O (Allah) onların dediklerinden büyüklük ve yücelik olarak beridir.
Allah gök gürlemesi ile kalpleri rahatsız eden kulaklara çarpan Kur’an’daki sınırlayıcılara
darb-ı mesel getirdi. Onlardan bir kısmını başka ayetlerde zikretti. Allah’ın şu sözü gibi:
“Yüz çevirirlerse de ki sizleri yıldırım (la) uyardım”
“Ben size bir uyarıcıyım. Nezdimde şiddetli bir azab vardır”
Sahih-i Buhari’de Tur Suresinin tefsirinde, Cebir b. Mutim (r.a.)’in, hadisinde şöyle dediği
sabit oldu: “Peygamber (s.a.v.)’i Mağrib’te Tur’u okurken duydum.
“Onlar hiçbir şeysiz mi yaratıldılar, yoksa yaratıcı kendileri mi -şu söze kadar-
kontrol ediciler” ayetine varınca, Kur’an’ın çarpmalarından ve sıkıştırmalarından kalbim
nerdeyse başka bir yere uçuyordu. Ki o (ayet) münafıkları korkuttu. Nitekim Allah Teala
onlar hakkında:
“Her bir gürültüyü kendi aleyhlerine sanıyorlar. Onlar düşmandırlar” buyurdu.
Nitekim şu an işlediğimiz ayet münafıklar hakkındadır. Önemli olan lafzın umumiyetidir
sebebin hususiyeti değil.
Allah şimşekle, Kur’an’daki net isbatlar ve kesin delillerin nuruna mesel getirdi.
Kur’an’ın, Allah’ın kendisiyle şirk, şüphe ve cehalet karanlıklarını ortaya çıkardığı bir nur
olduğunu açıklamıştır. Tıpkı Güneşle gecenin karanlığını yardığı gibi. Allah’ın şu sözü gibi:
“Size apaçık bir nur indirdik”
“Fakat biz onu, kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle hidayete erdirdiğimiz bir
nur kıldık”
“Onunla beraber inen nura tabi olun”
Allah (c.c) buyurdu ki:
“Allah kafirleri kuşatıcıdır”
Bazı alimler dediler ki: Kafirleri kuşatıcıdır: Yani onları helak edicidir. Allah’ın şu sözü de
bu söze şahitlik ediyor:
“Onu size getireceğim.Ta ki onunla kuşatılasınız” Yani: sonunuza kadar helak
edileceksiniz. Denildi ki: Yenileceksiniz. Mana yakındır. Çünkü helak edici onları, bütün
yönlerden kuşatılıp çıkabileceği hiç bir selamet çıkışı kalmayıncaya kadar helak etmez.
Mağlubiyet te böyledir. Şairin sözü de bu şekilde:
Emin oluncaya kadar onları kuşattık. Gördüklerinden dolayı topluca barışa meylettiler.
Ondan biri de: Helak manasındadır Şu ayette olduğu gibi: “Meyvesiyle kuşatıldı”
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
“Neredeyse şimşek onların gözlerini kapıveriyordu” Yani: neredeyse Kur’an’ın
nuru, ışığının şiddetinden dolayı basiretlerini köreltiyor. Nitekim çok parlak kamaştırıcı
şimşeğin, bakanın neredeyse gözünü kapıvermesi gibi. Özellikle de göz zayıf ise. Çünkü
göz ne zaman daha da zayıflarsa, ışığın onu götürmesi daha da şedid olur. Şairin dediği
gibi:
“Gündüz gibi insanoğlunun gözünü arttırır
Nur olarak, yarasanın gözlerini köreltir.”
Başka biri de dedi ki:
“Gündüz ışığıyla yarasaları köreder
Gecenin karanlık bir parçası ona uygun geldi.”
Kafir münafıkların basiretleri oldukça zayıftır. Nurun ışığının şiddeti onun körlüğünü
arttırır. Allah bu körlüğü şu sözünde açıklamıştır:
“Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu bilen, kör olan gibi olur mu”
“Körle gören bir olmaz” Ve bunun gibi diğer ayetler.
Bazı alimler dediler ki: Şimşek neredeyse gözlerini kapıveriyor, yani: Muhken Kur’an
neredeyse münafıkların zayıflıklarına, avretlerine delalet ediyor.
Allah (c.c) şöyle buyurdu:
“Önlerini aydınlattı mı o(nun ışığı)nda yürürler, üzerlerine karanlık çökünce
dikilp kalırlar”
Allah bu ayetle münafıklara bir mesel getirdi. Kur’an onların hevalarına ve arzularına
uygun olduğunda onununla amel ettiler.
Müslümanlarla evlenmeleri, mirasçı olmaları, müslümanların ganimetlerinin bir kısmının
onların olması, içteki küfürlerine rağmen savaştan kurtulmaları gibi. Hevalarına uygun
olmadığında da, emredildikleri Allah yolunda cihadda mallarını ve canlarını ortaya
koymaları gibi, durdular ve geri kaldılar. Allah buna şu sözü ile işaret etmiştir:
“Aralarında hükmetmesi için Allah’a ve Rasulune çağrıldıklarında onlardam bir
gurup yüz çeviriyor, Hak kendilerinin lehine olduğunda itaat ederek ona
geldiler”
Bazı alimler dediler ki: “Önlerini aydınlattı mı o(nun ışığı)nda yürürler” Yani: Allah
onları mal ve afiyetle nimetlendirdiğinde dediler ki: Bu din haktır. Ona yapıştığınızdan beri
bize sadece hayır isabet etti. “Üzerlerine karanlık çökünce dikilip kalırlar” yani:
Onlara fakirlik ya da hastalık dokunduğunda ya da erkek değil de kız çocukları
doğduğunda, dediler ki: “Bize bu dokunan bu dinin uğursuzluğudur. Ve ondan
uzaklaşırlardı. Allah’ın şu sözü bu yöne delalet ediyor: “İnsanlardan kimi de Allah’a tek
şekil üzere ibadet eder. Ona bir hayır isabet ettiğinde onunla mutmain olur. Ona
bir fitne dokundu mu da yüz üzeri geri döner. Dünya ve ahireti kaybetti. Bu
apaçık bir hüsrandır.”

21- Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratanRabbinize kulluk edin ki,


korunasınız.
22- O ki, yeri sizin için döşek, göğü de bina yaptı. Gökten su indirdi, onunla
size rızık olarak çeşitli ürünler çıkardı. O halde bile bile Allah’a eşler koşmayın.

Bu ayette öldükten sonra dirilmenin delillerinden üç tane delile işaret etti ve onu başka
ayetlerde ayrıntılı olarak beyan etti.
Birincisi: Şu sözüyle ilk olarak işaret edilen, insanların yaratılmasıdır:
“Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin”
Çünkü ilk icad, ikinci icada en büyük delildir. Bunu pek çok ayetlerde izah etmiştir.
“O ki yaratmayı ilk olarak yaptı. Sonra onu tekrar eder”
“İlk yaratmayı yaptığımız gibi onu tekrar ederiz”
“Diyecekler ki kim bizi geri döndürecektir. De ki, sizi ilk defa yaratan.”
“De ki onu ilk defa yaratan diriltecektir.”
“Biz ilk yaratmada yorulduk mu ki? Aksine onlar bir karmaşa içindedirler”
“Ey insanlar, eğer dirilişte şüphe içinde iseniz, biz ki sizi topraktan yarattık”
“Muhakkak ki siz ilk yaratılışı bilmişsinizdir”
Bunun için Allah dirilişi inkar edenin ilk yaratılışı unuttuğunu zikretti. Şu sözünde olduğu
gibi:
“Yaratılışını unutarak bize bir mesel getirdi”
“İnsan diyor ki, öldüğüm zaman ben mi diri olarak çıkarılacakmışım. İnsan, o
bundan önce hiçbir şey iken bizim onu yarattığımızı hatırlamıyor mu?”
Sonra da şu sözü ile delilin neticesini bunun üzerine tertib etti:
“Rabbine andolsun ki muhakkak biz onları haşredeceğiz” Ve bunun gibi diğer
ayetler.
İkinci delil: Şu sözü ile işaret edilen göklerin ve yerin yaradılışı:
“O ki size yeri döşek göğü de bina yaptı”
Çünkü o ikisi yaratılmışların en büyüklerindendir. En büyük olanı yaratabilen,
beşkalarına haydı haydı gücü yeter. Allah bu delili pek çok ayetlerde izah etti.
“Göklerin ve yerin yaratılışı insanın yaratılışından daha büyüktür”
“Gökleri ve yeri yaratan onlar gibisini yaratmaz mı? Elbete yaratır. O çok bilen
yaratıcıdır”
“Gökleri ve yeri yaratıp ta onları yaratmaktan yorulmayan Allah’ın ölüleri
diriltmeye kadir olduğunu görmediler mi? Evet”
“Gökleri ve yeri yaratan Allah’ın onların benzerlerini yaratmaya kadir
olduğunu görmediler mi”
“Siz mi yaratılışça şedidsiniz yoksa çatısını yükselterek düzene sokup
yarattığı gök mü?”
Üçüncü delil: Yerin öldükten sonra dirilmesi. Bu öldükten sonra dirilmenin en büyük
delillerindendir. Nitekim ona burda şu sözüyle işaret etti:
“Gökten su indirdi de onunla size rızık olarak meyveler çıkardı” Onu pek çok
ayetlerde izah etti. Şu sözü gibi:
“Ayetlerinden biri de; sen yeri sinmiş olarak görürsün de üzerine bir su
indirdiği zaman kendine gelir ve canlanır. Onu dirilten ölüleri de diriltir. Muhakka
ki O her şeye kadirdir”
“Böylece onunla diri bir beldeyi diriltiriz. Çıkış ta böyledir”
Yani: Kabirlerinizden çıkarılışınız, çürümüş kemikler olduktan sonra dirilme.
“Ölümünden sonra yeri diriltir. Sizin çıkarılışınızda böyledir”
“Nihayet (rüzgarlar) ağır ağır bulutları yüklenince, onu ölü bir memlekete
yollarız; onunla su indirir ve türlü türlü meyveler çıkarırız. İşte ölüleri de böyle
çıkaracağız. Her halde bundan ibret alırsınız”

23- Eğer kulumuza indirdiğimizden şüphede iseniz onun benzeri bir sureyi siz
getirin. Eğer doğru sözlü iseniz... Bu konuda Allah’tan başka bütün şahitlerinizi
de yardıma çağırın.
24- Böyle birşeyi yapamadığınıza ve hiçbir zaman da yapamayacağınıza göre,
yakıtı insanlarla taşlar olan ve kafirler için hazırlanan ateşten sakının.

Bu kerim kulu burada açıklamadı -Allah’ın salat ve selamı üzerine olsun- O’nun ismini
başka yerde şu sözü ile açıkladı:
“Muhammed’e indrilene iman edin” -Allah’ın salat ve selamı üzerine olsun-
Bu taşlar hakkında alimlerden bir çoğu dedi ki: Bunlar kükürtten taşlardır. Bazıları da
dedi ki: Onlar ibadet ettikleri putlardır. Allah’ın şu sözü onu açıklıyor ve şahitlik ediyor:
“Siz ve Allah’ın dışında ibadet ettikleriniz cehennemin çakıllarısınız.”

25- İman edip salih amel işleyenlere, altlarından ırmaklar akan cennetlerin
kendilerine ait olduğunu müjdele. Her ne zaman kendilerine oradan rızık olarak
bir meyve verilse, “Bu bizim daha önce (dünyada) rızıklandığımız şeydir” derler.
Orada onlara böyle birbirine benzer şeyler verilmiştir. Onlar için orada tertemiz
eşler vardır ve onlar orada sonsuza dek kalacaklardır.

Burada bu nehirlerin çeşitlerini açıklamadı. Fakat Allah bunu şu sözü ile açıkladı:
“Ondan suyu acı olmayan nehirler, tadı bozulmayan sütten nehirler, içenlere
lezzet veren şaraptan nehirler ve süzülmüş baldan nehirler vardır”
Burada bu eşlerin sıfatlarını açıklamadı. Ancak onların güzel sıfatlarını başka ayetlerde
açıkladı.
“Yanlarında gözlerini kendilerine diken eşler vardır”
“Onlar sanki yakutla mercandırlar”
“Göğüsleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar”
Ezvac: Zevcin cemi’dir. Fasih dilde hasızdır. Zevcetün lehçedir. Bazılarının zannettiği gibi
i’rab hatası değildir.
Enes’in Peygamber (s.a.v.)’den rivayet ettiği hadisinde:
“İnneha zevceti: O benim eşimdir.” Müslim tahric etti. Şahitlerinden biri de
Ferazdak’ın sözüdür:
“Eşimi bozmak için çalışan Çöl aslanına koşup onu işettiren gibidir.”
Başka bir söz:
“Kızlarım ağladı, onları ve eşimi üzdü O yöne doğru geçenler parçalanıyorlar.”

26- Allah bir sivrisineği veya bunun üstünde birşeyi örnek vermekten
çekinmez. İman etmiş olanlar onun Rabb’leri katından bildirilen bir gerçek
olduğunu bilirler. Kafirler ise ‘Acaba Allah bununla neyi kastetmiştir?” derler.
Allah onunla birçoklarını sapıklığa düşürür, birçoklarını da doğru yola iletir.
Allah’ın onunla sapıklığa düşürdükleri, fasıklardan başkaları değildir.
27- Bunlar, Allah’a vermiş oldukları sözü kesinlik kazandırdıktan sonra
bozarlar, Allah’ın birleştirilmesini emrettiğini keserler ve yeryüzünde
bozgunculuk çıkarırlar. Zarara uğrayacak olanlar da bunlardır.

Burada bu birleştirilmesi gereken şeyi açıklamadı. Onlardan birinin akrabalık bağları


olduğuna şu sözü ile işaret etmiştir:
“Geri dönüpte yerde fesat çıkarmayı ve akrabalık bağlarını kesmeyi mi
umuyorsunuz”
Başka bir yerde onlardan birinin bütün peygamberlere iman olduğuna işaret etti. Bir
kısmına inanıp diğer bir kısmına iman etmemekle bu konuda peygamberleri birbirinden
ayırmak caiz değildir. BuAllah’ın şu sözündedir:
“Bir kısmına iman eder, bir kısmını da inkar ederiz, derler. Bunun arası bir yol
edinmek istiyorlar. İşte onlar kafirlerin ta kendileridir.”

28- Allah’ı nasıl inkar edersiniz ki? Siz ölü idiniz de Allah sizi diriltti. Sonra sizi
yine öldürür ve ardından tekrar diriltir. Bundan sonra da O’na döndürülürsünüz
29- Yeryüzünde bulunanların tümünü sizin için yaratan O’dur. Bunları
yarattıktan sonra göğe yönelerek onları da yedi gök halinde düzenledi. O
herşeyi bilmektedir.

Bunun zahiri: Yeryüzündekilerin hepsi bilfiil gökten önce yaratıldı. Fakat Allah başka
yerde yaratılmasından muradın takdir etmesi olduğunu beyan etti. Araplar takdiri yaratma
olarak isimlendirdi. Zehir’in sözü gibi:
“Sen yarattıklarını ince ince kesersin. Kavmin bazıları ise yaratırlar sonra da
uzunlamasına kesmezler”
Bu Allah’ın şu sözünde vardır:
“Onun besinini içinde takdir etti”

30- Bir zamanlar Rabbin meleklere ben yeryüzünde bir halife yaratacağım,
demişti.

Sözündeki halifetun’un, alimlerin tefsirine göre iki yönü vardır.


Birisi: “Halife”den murad babamız Adem’dir -Ona ve Peygamberimize salatu selam
olsun- Çünkü O Allah’ın, emirlerini uygulama konusunda arzındaki halifesidir. Denildi ki:
Çünkü O kendisindin önce yeryüzünde yaşayan cinlere halef oldu. Bana göre halife:
Failetün olup Fail manasındadır. Denildi ki: Çünkü O öldüğünde ondan sonrakiler ona halef
oldu. Buna göre Failetun Mef’ul manasındadır. Halifenin Adem oluşu, ayetin siyakının
apaçık zahirindedir.
İkincisi: Halife sözü kendisiyle cemi’ murad edilen bir müfreddir. Yani Halaifu’dur. Bu da
İbn Kesir’in tercihidir. Müfred, cins isim olduğunda Arab sözlerinden kendisiyle cem’ murad
edilen olarak isimlendirilmesi artar. Allah’ın şu sözü gibi:
“Muhakkak ki muttakiler cennetlerde ve nehir(ler arasındadır)”
“Ve bizleri muttakiler için imam kıl”
“Nefis olarak ondan bir şeyden ötürü size hoş gelirse”
Arab sözlerinden benzeri de Akil b. Ullefa el-Mery’in sözüdür:
“Fezzara oğulları herhangi bir şeyden ötürü şer idi, Ben onlar için Beni Uheyna’nın
tebessümü idim.”
Ve Abbas b. Mirdas es-Selmi’nin sözü:
“Dedik ki, müslüman olun bizler kardeşiniziz Göğsün nefretinden teslim ettim”
Alkame b. Abdetu’t-Temim’in sözünü ona Sibeveyh şiir yaptı:
“İş yorgunluğun leşi, dişleri ise yumurtadır; cildi ise çeliktir.”
Başka bir söz:
“Karnınızın bir kısmına yiyin, afiyet olur. Çünkü zamanınız açlık zamanıdır.”
Eğer bu ayeti kerime zikredilen iki vecih üzere ise bil ki diğer ayetler ikinci veche delalet
etmiştir. O da halifeden muradın, Adem’in tek başına kendisi değil, kendisi ve oğullarindan
halifeler olduğudur. Allah’ın şu sözü gibi:
“Dediler ki: Sen orada, orayı fesada verecek ve kan dökecek birini mi (halife)
kılacaksın”
Malumdur ki Adem -Ona ve Peygamberimize salatü selam olsun- orda fesat
çıkaranlardan ve kan dökenlerden değildi. Şu sözü gibi:
“O ki yeryüzünde halifeler kıldı”
“O ki sizi yerin halifeleri kıldı”
“Ve sizi halifeler kılıyor”
Buna halifeden muradın Adem olduğu cevabı verilebilir. Allah meleklere, Adem’in
zürriyetinden bu fesadı yapacak ve kanı dökecek birilerinin olduğunu öğretti. Dediklerini
dediler: Ademin hilafetinden murad Şer’i hilafettir. Onun zürriyetinin hilafetinden murad
bundan daha geneldi. O da onlardan bir asır gidip başka bir asrın onlara halef olduğudur.
Uyarı: Kurtubi bu ayet-i kerimenin tefsirinde dedi ki: Bu ayet halife ve imamın
makamında asıldır. Dinlenilir ve itaat edilir. Ki onunla güç birliği yapılsın ve onunla halifenin
hükümleri uygulansın. Bunun vacibliği konusunda ne ümmet arasında ne de imamlar
arasında hilaf yoktur. Ancak el- Assam’dan rivayet edilenler hariç. Ki o şeriatten sağır
(habersiz)dır, dediklerine ek olarak: Delilimiz Allah’ın şu sözüdür:
“Ben yeryüzünde bir halife kılacağım”
“Ey Davud biz seni yeryüzünde halife kıldık”
“Allah onlardan iman eden ve salih amel işleyenleri, onlar mutlaka
yeryüzünde halife olacaklar diye va’detti.”
Yani: Onlardan halifeler kılacak.
Sahabe ta’yin konusunda muhacirin ve ensar arasında Sakife Beni Saide hakkındaki
ihtilaftan sonra es-Sıddık’in takdimi üzerine icma etti.
Nitekim ensar dedi ki: Bizden bir emir, sizden bir emir (olsun). Ebu Bekir, Ömer ve
muhacirler onlardan bunu reddettiler. Ve onlara dedi ki: Araplar ancak Kureyş’ten bu diriye
boyun eğerler. Ve onlara bu konudaki haberi rivayet ettiler. Dönüp Kureyş’e itaat ettiler.
Eğer imamet vazifesi ne Kureyş’ten ne de diğerlerinden olması vacip olmasaydı üzerindeki
bu manzaralar ve diyaloglar kolay olmazdı. Diyeceklerdi ki: O ne Kureyş’ten ne de onların
dışındakilerden olması vacip değildir. Öyleyse çekişmenizin ne bir yönü ne de vacib
olmayan bir işin faydası yoktur. Sonra da es-Sıddık (r.a)’a ölüm geldiğinde hilafetten
Ömer’i sorumlu tutmuştu. Kimse de demedi ki: Bu ne bize ne de sana vacib olan bir şey
değildir. Onun vucubiyetinin delaleti, onun müslümanların kendisiyle ayakta durduğu dinin
desteklerinden olduğudur. Hamd alemlerin Rabbi’nedir. Kurtubi’den aktarma bitti.
Kaydedicisi dedi ki -Allah onu affetsin- Dinin zaruretinden bilinen apaçık bir şeydir ki;
Allah’ın hükümlerinin O’nun arzında kendisiyle uyguladığı ve gücün kendisiyletoplandığı
imamlık makamının kurulması müslümanlara vacibtir. Ebu Bekir el-Assam el-Mutezili onda
aşırıya kaçanlardan başka kimse bunda muhalefet etmedi. O (görüş) ki Kurtubi’nin sözünde
geçti. Dırar, Hişam el- Kurtubi ve onlar gibilerinden (başka kimse onda muhalefet etmedi.)
Sahabenin -Allah onlardan razı olsun- icma’ı, daha önce geçen ve onun benzerlerinin
delalet ettiği gibi Şeriat yoluyla büyük imametin vacib olduğu, çoğu alimlerin kabulüdür.
Çünkü Allah Teala Kur’an’la yaptırmadığını sultanla yaptırır. Nitekim Allah (c.c) şöyle
buyurdu:
“Muhakkak ki biz Peygamberlerimizi apaçık delillerle gönderdik ve onlarla
beraber kitabı, mizanı indirdik ki insanlar aralarında adaletle iş görsünler. Ve
demiri de indirdik ki onda şiddetli bir sertlik ve insanlara (bazı) faydalar vardır.”
“Demiri de indirdik ki onda şiddetli bir sertlik var” sözünde delilin ikamesinden
sonra çekinme durumunda kılıcın kullanımına işaret vardır.
İmamiyye dedi ki: İmamet, şeriatla değil akılla vacibtir.
Hasan el-Basri ve Cahız el-Behi’den: O hem akılla hem de şer’an vacibtir. Bilesin ki
İmamiyyenin Ebu Bekir, Ömer ve sahabeden onlar gibileri hakkındaki uydurduğu iftiralar,
oniki imam hakkında uydurdukları, masum muntazar imam hakkında uydurduğu ve bunun
ğibi hurafe batıl yalanlarının hepsi batıldır, aslı yoktur.
Bunun tahkiki üzerinde durmak istersen: Biricik Allame Şeyh Takıyyuddin Ebu’l-Abbas
İbni Teymiyye’nin Allah O’nu rahmetine soksun- “Kaderiye ve Şia’nın Kelamının Reddinde
Sünnet-i Nebeviye’nin Yolu” kitabına yapışmalısın. O bu kitapta bütün bu değişik
hurafelerin batıllığı üzerine yeteri kadar mutlak ispatlar ve kesin deliller getirdi.
Müslümanlara büyük imamlığın nasbının vacibliğini tahkik ettiğinde bil ki şu işlerin biri ile
imemlık tamamlanır.
Birincisi: Peygamber (s.a.v.) birini imam olarak belirleseydi ne olurdu. O bununla
çözülürdü.
Bazı alimler dediler ki: Ebu Bekir’in (r.a) imamlığı bu cinstendir: Açıktır ki Nebi (s.a.v.)’in
namaz imametini O’na takdim etmesi en önemli şeydir ki onda büyük imamet için işaret
vardır.
İkincisi: Ehl-i hal ve’l-akidin onun beyatı üzerinde ittifak etmesi.
Bazı alimler dediler ki: Hilaftan sonra Ensar ve Muhacirinden Ehl-i hal ve’l-akidin
icma’ından dolayı Ebu Bekr’in imameti ondandır. Bazılarının rızasının olmamasının bir
önemi yoktur. Sa’d b. Ubade’nin (r.a), Ebu Bekir (r.a)’a beyat etmemesi gibi.
Üçüncüsü: Kendinden önceki halifenin kendisine ahdetmesidir. Ebu Bekr’in Ömer’e
yaptığı gibi -Allah ikisinden razı olsun-
Bu şekilden biri de: Ömer (r.a)’ın hilafeti, Peygamber (s.a.v)’in kendilerinden razı olarak
öldüğü altı sahabenin arasında şura esasına bağlı kıldı.
Dördüncüsü: İnsanlara kılıcıyla galip gelmesi ve hilafeti zorla alması. İşleri yolunda
gidip insanlar ona itaat edinceye kadar. Kendisine karşı çıkıldığında da o zaman
müslümanların yolundan ayrılır ve kanlarını döker. Bazı alimler dediler ki: Abdulmelik b.
Mervan’ın Abdullah b. Zübeyr’e karşı kıyam etmesi ve Haccac b. Yusuf’un eliyle sadece
onu Mekke’de öldürmesi de bu kabildendir. Böylece işleri yolunda gitti (yönetim onun oldu)
İbni Kudame’nin de Muğni’de dediği gibi.
Alimlerden kimileri de diyor ki: Tek bir bey’atla imametin ona kararlaştırılması. Saide
oğulları Sakife’de Ömer’in Ebu Bekr’e olan beyatını ondan kıldılar. Kurtubi de buna
meyletti. İmamul-Harameyn ona icma’ı anlattı. Dört kişinin bey’atıyla ve bunun gibi de
denildi.
Bu büyük alimlerin, imametin kararlaştırılmasına dair sözlerinin özetidir. İbni
Teymiyye’nin “el-Minhac”taki sözleriningereği şudur: İmamet uygulanabileceği kişilerin
bey’atıyla kararlaştırılır. Çünkü insanlardan birileri gibi buna gücü olmayan imam olacak
değildir.
Bil ki büyük imamlığın gerektirdiği şartlar vardır:
Birincisi: Kureyşli olması gerekir. Kureyş de Fahr b. Malik’in evladıdır. Denildi ki: Nadr b.
Kenane’nin evladıdır. Fahri’lerin Kureyşi oldukları tartışmasızdır. Malik b. Nadr ya da Nadr b.
Menane’nin evladından ise hilaf vardır. Kureyşli midir değil midir? Kenane’nin evladı olup ta
Nadr’ın evladı olmayan, tartışmasız Kureyşli değildir.
Kurtubi bu ayeti kerimenin tefsirinde, imamlığın şatlarının zikrinde dedi ki: Birincisi:
Peygamber (s.a.v)’in “İmamlar Kureyştendir” sözü gereği öz be öz Kureyş’ten olması
gerekir.
Bunda ihtilaf edilmiştir. Kaydedicisi -Allah onu affetsin- dedi ki, Kurtubinin büyük imamın
Kureyşli oluşunda zikrettiği ihtilaf zayıftır. Sahih hadisler imamette Kureyşlilerin diğerlerine
takdimine delalet etmiştir. Çoğu müslüman alimler de üzerinde mutabık oldular.
Üzerindeki icma’ı sadece bir kişi söylemedi. İcma’ davası İmam Ahmed’in güvenilir
adamlarının senedi ile Ömer’den elde ettiğinin te’viline ihtiyaç vardır. O dedi ki: “Eğer
ecelim gelirse ve Ebu Ubeyde sağ ise onu halife kılıyorum” Hadis şöyle de zikredildi: “Eğer
ecelim geldiyse ve Ebu Ubeyde de ölmüşse Muaz b. Cebel’i halife yapıyorum.”
Malumdur ki Muaz Kureyşli değildir. Te’vili ise icmanın Ömer’den sonra olması ya da
görünüşünü cumhura muvafakat etmeye doğru değiştirdiği gerekçesiyledir. Kureyşli
olmasının şart koşulması haktır. Fakat şer’i nasslar, kendilerinin imametteki vacib önceliğin,
onların dini ikame etmeleri ve Allah’a, Rasulune itaat etmeleri şartına bağlı olduğuna
delalet etti.
Allah’ın emrine muhalefet ederlerse onlardan başka Allah Teala’ya itaat eden ve
emirlerini yerine getiren onlardan daha evladır. Buna delalet eden delilerden biri de
Buhari’nin Sahih’inde Muaviye’den rivayet ettiğidir. Rasulullah (s.a.v.) dedi ki:
“Emirler Kureyş’tendir”
Bize Ebu’l-Yaman anlattı. Şuayb Zühri’den bize haber verdi. Dedi ki: Muhammed b.
Cübeyr b. Mut’im anlatıyor. O Muaviye’nin yanına gitti. Yanında Kureyş’ten biri de vardı:
Abdullah b. Amr anlatıyor: O Kahtan’ın meliki olacaktı. Bunun üzerine kızdı. O kendisinin
ehlinden olduğu için Allah’a sena etti (övdü). Sonra dedi ki: Mesele şudur: Bana ulaştı ki
sizden bazı adamlar Allah’ın kitabında olmayan ve Peygamber (s.a.v.)’den aktarılmayan
bazı sözler söylüyorlar. Onlar cahil olanlarınızdır. Sahibini saptıran kuruntulardan sakının.
Allah’ın Rasulü’nü (s.a.v.) şöyle derken işittim: Bu iş Kureyş’tedir. Onlar dini ikame ettiği
sürece, Allah’ın yüzüstü düşürdüğünden başka hiçkimse, onlara karşı çıkmaz. Sahihi
Buhari’den lafzen alınan bitti.
Onun delillerinden biri Peygamber (s.a.v)’in şu sözüdür:
“Dini ikame ettikleri sürece.”
Ma lafzı sözünü sınırlayan zarfiye-mastariyedir: Çünkü bu iş Kureyş’tedir. Mananın takriri
(saptadığı) bu işin, onlar dini ikame ettiği sürece Kureyş’te olduğudur. Mefhumu ise: onlar
dini ikame etmezlerse onlardan olmaz. Bu hadisin manasında da bulunan, şüphesiz olan
tahkiktir.
İbni Hacer Fethül-Bari’de Muaviye’nin hadisi hakkındaki sözlerde şu yazdıklarını söyledi:
Ebu Bekir es-Sıddık’ın (r.a) hadisinde varid olanların bir benzeri Muaviye’nin hadisinde vaki
olmuştur. Onu da Muhammed b. İshak, el-Kitabü’l-Kebir’de zikretti. Saide oğulları Sakife’nin
kıssasını ve Ebu Bekr’in ondaki beyatını zikretti. Ebu Bekir dedi ki: Bu iş Kureyş’tedir, onlar
Allah’a itaat ettikleri ve işlerinde istikamet üzere oldukları sürece.
İşaret edilen sözler üç minval üzere geldi:
Birincisi: Emredildikleri şeyleri yapmadıklarında lanetle tehdt edilmeleri. Ondan önceki
kısımda zikrettiğim sözlerdeki gibi. Şöyle dedi:
“Üç şeyi yaptıkları sürece emirler Kureyş’tendir: Hükmettiklerinde adalet
etmeleri” Onda vardır: Sizden kim bunu yapmazsa Allah’ın laneti onadır.
Bunda işin onlardan alınmasını gerektiren bir şey yoktur.
İkincisi: Eziyet ettiklerinin kendilerine musallat olacağı tehdidi. Ahmed ve Ebu Ya’la’da
İbni Mesud’dan bir hadis var:
“Konuşmadığınız sürece siz bu işin ehlisiniz. Siz değiştiğinizde Allah sizi
pisletecekleri göndersin. Değneğin pisletildiği gibi.”
Ravileri güvenilirdir. Ancak o Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mes’ud’un amcasının
oğlu Ubeydullah b. Abdullah’tan yaptığı rivayettir ki ona yetişmedi. Bu Salib b. Kisan’ın
Ubeydullah’tan yaptığı rivayettir. Ona Habib b. Ebu Sabit muhalefet etti. Onu Kasım b.
Muhammed b. Abdurrahman o da Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe’den o da Ebu Mes’ud el-
Ensari’den rivayet etti. Lafzı da “Hala bu iş sizdedir ve sizde valilersiniz.”
Ubeydullah’ın Ebu Mes’ud’dan bir duyumunda vefatının senesi hakkındaki hilaf üzerine
mebni bir bakış vardır. Onun da Ata b. Yesar’ın Mürselinde bir şahidi vardır. Onu Şafii ve
Beyhaki, Ata’ya varan bir senet yoluyla ortaya çıkardı. Lafzı Kureyş için dedi ki: “Siz hak
üzere olduğunuz sürece bu iş için en evla olanlarsınız. Ancak ondan dönerseniz,
şu hurma ağacının pisletildiği gibi pisletilirsiniz.” Bunda bu işin onlardan alındığına
dair herhangi bir açıklama yok, ona bir gönderme içerse bile.
Üçüncüsü: Onlara karşı kıyam etme ve onları öldürme izni ve işin onlardan alındığı
duyurusu. Nitekim et-Teyalisi ve Taberani Sevban’ın hadisinden çıkarmışlardır ve bunu:
“Kureyş’e karşı doğru olun, onlar size karşı doğru oldukları sürece. Onlar
istikamet üzere olmadıklarında kılıçlarınızı omuzlarınızın üzerine koyun ve
onların canlılıklarını yok edin. Bunu yapmazsanız, o takdirde eşkiya ekiciler
olun”
Ravileri sikadır. Ancak onda kesinti vardır. Çünkü ravisi Salim b. Ebi’l-Ca’d Sevban’dan
duymadı. Ona onun manasında Numan b. Beşir’in hadisinden Taberani’de şahid vardır.
Ahmed “muhbir sahibi” hadisinden tahric etti. (Mim’in esresi, son harfin sukunu ve o
ikisinden sonra olan birleştirilmişlerin üstün olması ile) O da Necaşi’nin yeğeni Peygamber
(s.a.v)’den, dedi ki:
“Bu iş Humeyr’de idi, Allah onu onlardan aldı ve Kureyş’te dönüştürdü. Ve
onlara döndürecektir.”
Senedi iyidir. Kahtani’nin hadisine güçlü bir şahittir. Çünkü Humeyr’in nesebi Kahtan’a
döner. Bununla Muaviye’nin hadisi “Dini ikame ettiği sürece” nin mefhumu onlar dini
ikame etmediklerinden iş onlardan çıkar, anlamı ile destekleniyor.
Bil ki Abdullah b. Amr b. As’ın sözü -Ki Muaviye onu zikredilen hadiste inkar etti- O
Kahtan’dan Melik olacak. Abdullah b. Amr -Allah onlardan razı olsun- onunla, rivayetin
mülküyle sıhhat bulduğu Kahtanileri kastetti. İnkarına yol yok: Ebu Hureyre’den,
Peygamber (s.a.v) dedi ki:
“Kahtandan bir adam çıkıpta insanları asasıyla gütmeyinceye kadar kıyamet
kopmaz” hadisi ile Sahih’te subutundan dolayı. O hadisi Buhari “Kitabu’l-Fiten” de
“Putlara tapasıya zamanın değişmesi kısmı” nda ve “Kitabu’l-Menakıb”ta “Kahtan’ın zikri
babı”ında tahric etmiştir. Müslim de onu “Kitabu’l-Fiten” ve “Kıyametin alametleri”,
“Beladan dolayı bir adan bir adamın kabrinin önünde geçip te ölünün yerinde olmayı tercih
edinceye kadar kıyamet kopmaz kısmı” nda tahric etti. Bu Kahtani çoğunluklarca ismi
bilinmedi.
Bazı alimler, ismi Cahcah’tır dediler. Bazıları da ismi Şuayb b. Salih’tir dediler. İbni Hacer
de, Kahtani’nin hadisi üzerine olan sözlerinde şunları dedi: “Ka’be’nin Ye’cüc ve Me’cüc’ün
çıkışından sonra hac edileceği, hacda öne geçmiştir. Cem’ onunla şu hadis arasında öne
geçmiştir:
“Ka’be hac edilinceye kadar kıyamet kopmaz. Kabeyi Habeşlerden çift
köklüler yıkar.”
Bundan anlaşılıyor ki Habeşler Ka’be’yi yıktıklarında Kahtaniler karşılarına çıktılar ve
onları helak ettiler. Mü’minler d e bundan önce, İsa zamanında, Ye’cüc ve Me’cüc’ün
çıkmaları ve helaklerinden sonra haccederler. Mü’minlerin ruhlarını alan rüzgar, İsa’dan
sonraya kalanlardan başlayacaktır. Yemen ehli ondan (rüzgar) sonraya kalacaklar. Bu
kendisiyle açıklanan şey olabilir.
“İman yemenlidir” Yani: Bütün yeryüzünden kaybolduktan sonra kendileriyle iman
gecikir. Müslim Kahtani hadisini, çift gövdelinin Ka’be’yi tahribi hadisinin akabinde tahric
etmiştir. Onun buna bir sembol olduğu umulur. Ondan lafzıyla alıntı bitti. Allah daha iyi bilir.
İlmin ona nisbeti daha selimdir.
İkincisi: Büyük imamlığın şartlarından: Onun erkek olması. Bunda alimler arasında hilaf
yoktur. Sahihi Buhari’de olan ve ondan başka Ebu Bekr -Allah ondan razı olsun-’in hadis
onun lehine delalet eder. Peygamber (s.a.v)’e Fars’a, Kisra’nın kızının hakim olduğu
ulaştığında dedi ki:
“İşlerini bir kadının yönettiği topluluk iflah olmaz”
Üçüncüsü: Büyük imamlığın şartlarından biri hür olmasıdır. Köle olması caız değildir.
Bunda alimler arasında hilaf yoktur.
Denilse ki: Sahih’te kölenin imametinin caiz olduğuna delalet eden varid oldu. Buhari
Sahih’inde Enes b. Malik (r.a)’in hadisinden tahric etmiştir. Dedi ki: Peygamber (s.a.v) dedi
ki:
“Dinleyiniz ve itaat ediniz; başınıza başı kuru üzüm tanesi gibi olan Habeşli bir
köle gelse bile itaat ediniz”
Müslim’de ümmü’l-Hüseyin hadisinden:
“Sizi Allah’ın kitabıyla yöneten bir köle bile olsa , başınıza geldiğinde
dinleyiniz ve itaat ediniz.”
Yine Müslim’den: Ebu Zer (r.a)’ın hadisinden:
“Dostum bana, kulağı kesik bir Habeş’li köle bile olsa, dinlememi ve itaat
etmemi vasiyet etti.”
Cevap bir kaç açıdandır:
Birinci yön: O, olmayacak şeye darb-ı mesel getirdi. Habeşli kölenin söylenmesi itaat
etme işinde mübalağa içindir. Bunun böyle gelmesi şer’an tasavvur edilmese bile. İbni
Hacer bu cevabı el-Hitabi’den zikretti. Bu yön Allah’ın şu sözüne benzer:
“De ki, eğer Rahman’ın oğlu olsaydı ben ibadet edenlerin ilki olurdum”
Tefsirlerden birine göre.
İkinci yön: Habeşi kölenin kullanılmasından murad, büyük imam tarafından bazı
beldelere atanmasıdır. Bu da en açık olanlarıdır. O büyük imam değildir.
Üçüncü Yön: Ona, yönettiğinde hür olmasıyla beraber, geçmişte bununla
vasıflanmasına bakarak köle isminin verilmiş olması. Benzeri Allah Teala’nın şu sözünde,
geçmişte onunla vasıflandığı itibariyle baliğ olan yetim ismini vermesi:
“Yetimlere mallarını veriniz”
Bütün bunlar tercih yolu olabilenlerdir.
Gerçek bir köle zorla hakim olursa, daha önce de işaret edildiği gibi ma’siyeti (günahı,
isyanı) emretmediği sürece, kanı korumak ve fitneyi söndürmek amacına yönelik olarak
ona itaat vaciptir. Bu hadiste kuru üzüm tanesinden murad, kuruyan üzümden olan,
bilinen, yenilen tane kuru üzümdür.Teşbihten amaç: Şeklin çirkinleştirilmesi ve küçük
görülmesidir. Çünkü dinlemek ve itaat etmek böylesi için vacib ise bu, önce de geldiği gibi
ma’siyet dışında her halukarda vucubiyete delalet etti. Peygamber (s.a.v)’in sözü teşbih
yaptı. “Sanki o kuru üzüm tanesidir.” Şairin sözü siyah bir şahsı hicvediyor:
“Elbiselerinin kiri sanki kafatasının derisidir,
Ektim, her iki yanında biber yetişti.”
Dördüncüsü: Şartlarından biri baliğ olmasıdır. Hilafetin ağır yükünü
taşıyamayacağından ötürü çocuğun imameti icma’ ile caiz değildir.
Beşincisi: Akıllı olmasıdır. Delinin ve bunağın imameti caiz değildir. Bu tartışmasızdır.
Altıncısı: Adil olmasıdır. Fasıkın imameti caiz değildir. Bazı alimler buna Allah’ın şu sözü
ile istidlal ettiler:
“Dedi ki: Ben seni insanlar için imam kılacağım. Dedi ki: Zürriyetimden de?
Dedi ki: zalimler ahdime erişemezler”
Adaletin şart koşulmasına İslamın şart koşulması da giriyor. Çünkü müslümanlardan
başkası adil olamaz.
Yedincsi: Müslümanların kadılarından bir kadı olmaya elverişli olması. Müctehit olarak
olaylardan başkasına fetva sormaya ihtiyacının olmayabilmesi gibi.
Sekizincisi: Uzuvları arızalı, mümin hastalıklı olmamalı, kör olmamalı, ve bunun gibi. Bu
son iki şarta delalet ediyor. Şunu kastediyorum: İlim ve cismin selameti. Allah’ın Talut
hakkındaki şu sözü:
“Allah onu sizin üzerinize seçti. İlimde ve cisimdeki genişliğini arttırdı.”
Dokuzuncusu: Savaş işinde askerlerin yönetimi, za’fiyetlerin giderilmesi,
müslümanların topraklarının savunması, ümmetin (yanlışlıklardan) alıkonulması, zalimden
intikam, mazlum hakkının alınması için iyi görüşlü ve tecrübeli olması gerekir. Nitekim
Lekitu’l-iyadi dedi ki:
“İşinizi Allah için benimseyin, size bol verir savaş işinde gözetleyerek kapasite artar.”
Onuncusu: Uzuvları kesmede, hadlerin ikamesinde acımaması, esir almadan
çekinmeyen olması gerekir. Sahabenin (r.a), imamın böyle olması gerektiğine dair icması
buna delalet ediyor. Kurtubi bunu dedi.
Meseleler:
Birincisi: Büyük imama fısk ya da bid’ata davet vaki olursa bu, evvela onun
azledilmesine ve ona karşı kıyam etmeye sebep olur mu?
Bazı alimler dediler ki: Fasık olursa ya da bid’ata çağıran biri olursa onu indirmek için
ona karşı kıyam etmek caiz olur. Tartışmasız olan tahkik, Allah’tan bir delil ile küfür irtikab
ettiğinin ortaya çıkmasından başka ona karşı kıyam etmenin caiz olmadığıdır.
Şeyhan (Buhari ve Müslim) Sahihlerinde, Ubade b. Samit’ten (r.a) tahric etmiştir, dedi ki:
Biz Peygamber (s.a.v) ile, işi ehlinden almamak, bencilliğimizde, kolaylık ve
zorluğumuzda, sevdiğimiz ve sevmediğimiz de dinleyip itaat edeceğimze dair bey’at ettik.
Dedi ki: “Allah’tan yanınızda bulunan bir delil ile açık bir küfür görmenizden başka”
Sahih Müslim’de Avf b. Malik el-Eşce’i (r.a)’ın hadisinde dedi ki: Peygamber (s.a.v)’in
şöyle dediğini duydum:
“İmamlarınızın hayırlısı, sizi seven sizin de onu sevdiğiniz, sizin kendisine
vardığınz ve size varanlardır. İmamlarınızın kötüleri, sizin kendilerine
buğzettiğiniz ve size buğzedenler, sizi laneleyenler ve sizin kendilerini
lanetlediklerinizdir.” Dedik ki
“Ey Allah’ın Rasulü: Bu durumda onlara karşı çıkalım mı?” Dedi ki:
“Sizinle beraber namaz kıldıkları sürece hayır. Ancak kimi bir vali yönetir de
onun Allah’a isyan ettiğini görürse kötü karşılasın Allah’a isyan ettiği sürece.
Ona itaatten el çekmesin.”
Yine Sahih-i Müslim’de: Ümmü Seleme (r.a)’nın hadisinden: Peygamber (s.a.v) dedi ki:
“Emirler olacaktır. Kiminiz tanıyacak kiminiz de karşı çıkacak. Tanıyan beridir.
Karşı çıkan selamettedir. Fakat kim razı olup tabi olursa.” Dediler ki:
“Ey Allah’ın Rasulü onlarla savaşmayalım mı?” Dedi ki:
“Namaz kıldıkları sürece hayır.”
Şeyhan, İbni Abbas’ın hadisinden tahric etti. Rasulullah (s.a.v) dedi ki:
“Kim emirinden hoşuna gitmeyen bir şey görürse sabretsin. Çünkü kimse
yoktur ki cemaatten bir karış ayrılıp ta öldüğünde cahiliye ölümü üzere ölmemiş
olsun.”
Müslim Sahih’inde İbni Ömer (r.a)’nın hadisinden tahric etti. O Peygamber (s.a.v)’i şöyle
derken duydu:
“Kim taatten el çekip te kıyamet gününde Allah’a varırsa onun hiç bir delili
olmaz. Kim boynunda bey’at olmadan ölürse cahiliye ölümü üzere ölür.”
Bu konudaki hadisler çoktur. Bu nasslar ona karşı kıyam etmenin men’ine delalet ediyor.
Günah işlese bile caiz olmaz. Ancak Allah’ın kitabında ve Rasulünün (s.a.v) sünnetinden
onun açık, katışıksız yani zahir bir şekilde kafir olduğuna dair şer’i bir delil ile sarih küfür
irtikab etmesi hariç.
Me’mun,Mutasım, Vasık sözün bid’at olanına çağırmıştır: Kur’an’ın halkı, bunu için
alimleri ölüm, dayak, hapis ve çeşitli hakaretlerle cezalandırması. Bundan dolayı da kimse
onlara karşı çıkmak gerektiğini söylemedi.
Mütevekkil işi ele alıncaya kadar iş on küsür sene böyle devam etti. Zorluğu kaldırdı,
sünnetin izharını emretti.
Bil ki müslümanların tümü Allah’a isyanda ne imama ne de başkasına itaat edilmeyeceği
üzerinde icma etti. Bununla ilgili karışık ve özürlü olmayan açık sahih hadisler gelmiştir.
İbni Ömer (r.a)’nın Peygamber (s.a.v)’den şu hadisi gibi:
“Ma’siyetle emretmediği sürece her müslüman kişiye, hoşlansın ya da
hoşlanmasın, dinlemek ve itaat etmek gerekir. Ma’siyeti emrederse dinleme ve
itaat yoktur”
Bunu Şeyhan ve Ebu Davut tahric etmiştir.
Ali b. Ebu Talib (r.a)’dan Peygamber (s.a.v)’ın bir seriyyesindeki emirleri askerlerine
ateşe girmeyi emrettib Bu olay Rasulullah’a bildirilince şöyle buyurdu:
“Eğer ona girselerdi bir daha asla çıkmayacaklardı. İtaat ancak ma’ruftadır.”
El-Kitabu’l-Aziz’de: ‘Ma’rufta sana isyan etmezler” bölümünde.
İkinci mesele: Birbirinden bağımsız iki hilafet kurulması caiz mi? Bunda üç söz (görüş)
vardır:
Birincisi: Keramiye’nin görüşü. Mutlak olarak bu caizdir. Delil olarak ta; Ali ve Muaviye
iki imam idiler ve ikisine de itaat vacipti. Ve (gerekçe olarak) bu onlardan herbirinin
yanındaki ile daha güçlü olması ve ardındaki için daha sağlam olmasına yol açar..
Ve (bir gerekçe de) eğer bir asırda iki nebi gönderilmesi caiz ise ve bu nübüvvetin
ibtaline yol açmadı ise, imamet bunda daha evladır.
İkinci söz: Müslümanlardan alim çoğunlukların görüşü: Büyük imamlığın çok olması
caiz değildir. Aksine tek olması vaciptir ve bölgelerden her bölgeye kendinden önceki
idareci emirlerinden başkasının idare etmemesi. Gerekçe olarak ta, Müslim’in Ebu Said el-
Hudri (r.a)’nın hadisinden tahric ettiğidir. Dedi ki: Peygamber (s.a.v) dedi ki:
“İki halife ortaya çıktığında onlardan ikincisini öldürün”
Yine Müslim’den: Urfece (r.a)’nın hadisinden, dedi ki: Rasulullah (s.a.v)’i şöyle derken
işittim:
“Birisi size gelir de tek adama karşı olmayı, aranızı bozmayı ve cemaatinizi
parçalamayı isteyerek emrederse onu öldürünüz.” Bir rivayette de: “Kim olursa
olsun onu kılıçla vurun.”
Yine Müslim’den, Abdullah b. Amr b. As (r.a)’nın hadisinden:
“Kim bir imama bey’at edip te elini ve kalbinin meyvesini verirse yapabildikçe
itaat etsin ona. Başka biri gelir de onunla çekişirse onun boynunu vurun”
Sonra dedi ki: Bunu iki kulağımla Rasulullah (s.a.v)’den işittim, kalbim de onu anladı.
Keramiye’nin Muaviye’nin Ali ile çekiştiği günlerde imamlığı kendisi için iddia etmediği
delili ile delillerini ibtal edin. O sadece, kendinden önceki imamların hükmetmesi ile Şam’ın
velayetini iddia etti. Buna delalet ediyor ki: Onların asrındaki ümmetin icma’ı, onların her
birinin değil sadece birisinin imam olduğu şeklindedir.
Onlardan her birinin kendindeki ile daha güçlü olması ve sonrasında gelenle daha
mazbut olması ile aynı vakitte iki Peygamberin gönderilmesinin caiz oluşu ile istidlale
gelince, Peygamber (s.a.v)’in, “onlardan ikincisini öldürün” sözü reddediyor. Çünkü iki
halifenin olması parçalanmaya ve fitnenin çıkmasına yol açıyor.
Üçüncü söz: Açıklama, aynı beldede ve yakın beldelerde iki imamın olmasını
men’ediyor. Endülüs ve Horasan gibi uzak bölgelerde olması caizdir.
Kurtubi bu ayeti kerimenin tefsirinde şunları dedi: Fakat Endülüs ve Horasan gibi,
bölgeler birbirine uzak ve ayrık ise, Allah’ın izni ile beyanında da geldiği gibi, bu caizdir.
Ondan lafzı ile aktarım bitti.
Sözünde işaret edilen: İki Halifenin olması. Bunun caiz olduğunu söyleyenlerden: Üstad
Ebu İshak. Nitekim İmamu’l-Harameyn, İbni Kesir ve Kurtubi bu ayeti kerimenin tefsirinde
ondan nakletti.
İbni Kesir dedi ki: Dedim: Bu Abbasoğullarını Irak’ta, Fatımiler’in Mısır’da ve Emeviler’in
Mağrib’teki halifelerinin haline benziyor.
Üçüncü Mesele: İmam istifa edebilir mi?
Bazı alimler dediler ki: Edebilir. Kurtubi dedi ki: İstifa edebileceğinin delili de Ebu Bekir
es-Sıddık’ın sözüdür:
“Beni azledin, beni azledin.” Sahabenin sözü:
“Seni ne azlediyor ne de senden yükümlülüğü kaldırıyoruz. Peygamber (s.a.v) seni
dinimiz için bize takdim etti. Kim seni reddedebilir? Rasulullah (s.a.v) dinimiz için senden
razı oldu, senden razı olmaz mıyız?”
Dedi ki: “Bu onun için olmasaydı, Sahabe ondan bunu kabul etmez ve ona böyle
diyemezsin” derdi.
Bazı alimler dedi ki: İstifa edemez. Çünkü o müslümanların haklarını üstlendi, onları terk
edemez.
Kaydedicisi dedi ki: -Allah onu affetsin- Eğer istifa etmesi bunu gerektiren bir vacip ise,
fitnenin söndürülmesi gibi, istifa etmezse fitne alevlenecek, ya da kendisinin hilafetin
yüklerini kaldırmada aciz olması. Bu durumda istifa etmesinin caiz olması tartışmasızdır.
Bundan dolayı bütün müslümanlar Peygamber (s.a.v)’in torunu Hüseyin b. Ali (r.a)’nın Irak
ehli kendisine bey’at ettikten sonra, müslümanların kanını dökmemek için istifa edip işi
Muaviye’ye teslim etmesini övmede icma ettiler. Vukuundan önce dedesi Rasulullah
(s.a.v)’de bunun için onu övdü, şu sözüyle:
”Benim bu oğlum seyyiddir. Allah’ın onunla iki gurup müslümanın arasını ıslah
etmesi umulur.”
Buhari ve başkası onu Ebu Bekir (r.a)’nın hadisinden tahric etti.
Dördüncü mesele: İmamlık akdine şahitlik gerekir mi?
Bazı alimler dediler ki: Gerekmez, çünkü şahitliğin gerektirdiği nakilden bir delile
muhtaçtır. Buna ondan delil yoktur.
Bazı alimler dediler ki: Buna şahitlik gerekir. Aksi takdirde birisi çıkar da imamlığın
gizlice kendisine akdedildiğini iddia eder. Bu da parçalanma ve fitneye yol acar.
İmamlığın akdine şahitliğin gerektiğini söyleyenler dediler ki: Cubbai’nin, dört şahit,
akdeden ve akdedilen şeklindeki şart koşmasına aykırı olarak, iki şahit yeter. Bunu da
Ömer’in işi altı kişi arasında şura esasına terketmesi ve işin akdediciye ve akdedilene
kalmasından çıkardı.Ki onlar da Abdurrahman b. Avf ve Osman’dır. Geri kalan dört kişi de
şahit olarak. Bu istinbatın zayflığı gizlenemez. Nitekim Kurtubi ve İbni Kesir de buna dikkat
çektiler. Gerçek ilim Allah’ın indindedir.

30- ...Melekler de “Orada bozgunculuk çıkaracak ve kanlar akıtacak birini mi


var edeceksin, oysa biz seni hamd ile tesbih ve takdis etmekteyiz” demişlerdi.
Allah da “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.” demişti.
31- Adem’e bütün adları öğretti. Sonra onları meleklere arzederek, “Eğer
doğru sözlü iseniz şuların adlarını bana bildirin” dedi.
32- Melekler “Senin şanın pek yücedir. Biz senin bildirdiğinin dışında bir
bilgiye sahip değiliz. Şüphesiz sen herşeyi bilen ve hikmet sahibi olansın”
dediler.
33- Allah, “Ey Adem! Şunların adlarını onlara bildir” dedi. Adem onlara o
varlıkların adlarını bildirince, Allah meleklere, “Ben göklerin ve yerin
gizliliklerini bilirim. Sizin açığa vurduğunuz ve gizlediğiniz herşeyi de bilirim
dememiş miydim?” dedi.

İsimlerin anlamları, ayetin zahirinden vehmedildiği gibi isimler değil. Onun anlamlar
olduğuna şu sözü ile işaret etmiştir:
“Onların isimlerinden bana haber verin”
Nitekim o zahirdir.
O gizlediklerini burada açıklamadı. Bazı alimler demişlerdir ki: O İblis’in kibirden
gizlediğidir. Allah’ın şu sözü bu söz üzerine beyan edildi:
“İblis hariç, çekindi ve kibirlendi.”

34- Meleklere: Adem’e secde edin, dediğimizde hepsi secde ettiler. Ancak İblis
secde etmedi. O bundan kaçındı, büyüklendi ve kafirlerden oldu.

Bunu onlara Adem’in yaradılışından önce mi yoksa sonra mı dediğini burada beyan
etmedi. Hicr ve Sad Surelerinde bunu onlara Adem’in yaradılışından önce söylediğini
açıklamıştır. Hicr de dedi ki:
“Bir zamanlar Rabbin meleklere demişti ki ‘Ben kupkuru çamurdan, değişken
balçıktan bir beşer yaratacağım. Onu düzenle(yip insan şekline koydu)ğum ve ona
ruhumdan üflediğim zaman hemen ona secdeye kapanın’”
Burada kuruntusundaki istikbarının gerekçesini beyan etmedi. Fakat onu başka yerlerde
açıkladı.
“Ben ondan daha hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu ise topraktan”
“Kupkuru çamurdan, değişken balçıktan yarattığın beşere secde edecek
değilim”
Uyarı: İblisin kendini ateşten olan maddesine kıyası ve Adem’in topraktan olan
maddesine ve bundan kendisinin Adem’den daha hayırlı olduğunu çıkarsaması aynıdır.
Onun kendisinden daha hayırlı olduğu kimseye secde ile emredilmesi gerekmez, açık
nassın varlığına rağmen. Ki o da Allah’ın şu sözüdür: “Adem’e secde edin.”
Usulcülerin ıstılahında Fasidü’l-İ’tibar diye isimlendirilir. Meraki’nin sahibi es-Suud şu
sözü ile işaret etti.
“Nassa ve icma’a hilafı bırakın. Bütün böyle bilinçler i’tibarın fesadıdır.”
Kim kıyaslamalarla vahyin nasslarını reddederse onun bundaki selefi İblis’tir. İblisin
-Allah ona lanet etsin- bu kıyası üç açıdan batıldır.
Birincisi: Az önce de geçtiği gibi, açık nassa muhalefetinden dolayı fasidü’l-i’tibardır.
İkincisi: Ateşin topraktan daha hayırlı olduğuna katılmıyoruz. Aksine toprak ateşten
daha hayırlıdır. Çünkü ateş, hafif, değişken, bozucu ve ayırıcı tabiattadır. Toprak ise ağır ve
ıslah edici tabiattadır. Ona bir tane verirsin sana bir sünbül verir, bir çekirdek verirsin, sana
bir hurma ağacı verir.
Toprağın değerini bilmek istersen hoş bahçelere ve lezzetli meyvelere, güzel çiçeklere,
hoş kokulara bak. Toprağın ateşten daha hayırlı olduğunu anlarsın.
Üçüncüsü: Ateşin topraktan daha hayırlı olduğunu tartışılır olarak kabul etsek bile bu,
İblisin Adem’den daha hayırlı olmasını gerektirmez. Çünkü aslın şerefi, fer’in şerefli
olmasını gerektirmiyor. Aksine asıl yüksek, dal alçak olabilir. Şairin dediği gib:
“Şerefli atalarla böbürlenmek istersen
Deriz ki doğrusun, fakat doğurdukları ne de kötü”
Bir diğeri dedi ki
“Asl’a ayrılmıştan ne fayda?
Eğer kendisi ondan bağımsız ise”

35- Ve biz, “Ey Adem, sen ve eşin Cennet’e yerleşin ve orada, itediğiniz yerde
yiyeceklerinden bolca yiyin. Ancak şu ağaca yaklaşmayın, sonra kendi
kendilerine haksızlık edenlerden olursunuz” dedik.
36- Ancak şeytan her ikisinin de ayağını oradan kaydırdı ve kendilerini içinde
bulundukları yerden çıkarttı. Biz de “Birbirlerinize düşman olarak oradan inin.
Yeryüzünde sizin için bir yerleşme yeri ve belli süreye kadar geçiminizi
sağlayacak varlık verilecektir” dedik
37- Adem daha sonra Rabb’inden bazı sözler öğrendi (ve onlarla Rabb’ine tevbe
etti) Rabb’i de onun tevbesini kabul etti. Şüphesiz O, tevbeleri daima kabul
edendir ve çok rahmet sahibidir.
38- Biz onlara şöyle dedik “Hepiniz oradan inin. Benden size bir hidayet
geldiğinde kim benim hidayet yoluma girerse, onlar için korku yoktur ve onlar
üzülmeyeceklerdir de.
39- Ama inkar edenler ve ayetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar ateşe atılacak
olanlardır. Onlar orada sonsuza kadar kalacaklardır.

O kelimelerin ne olduğunu burada beyan etmedi.


Onları A’raf Suresinde şu sözüyle açıkladı:
“Dediler ki, Rabbimiz nefsimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz, bize
merhamet etmezsen muhakkak ki zalimlerden oluruz”

40- Ey İsrailoğulları size verdiğim nimetimi hatırlayın ve bana vermiş


olduğunuz sözünüzde durun ki ben de size vermiş olduğum sözümde durayım.
Sadece benden korkun.
41- Sizin yanınızda olanı doğrulayıcı olarak indirdiklerime iman edin ve onu
inkar edenlerin ilki olmayın. Ayetlerimi az bir karşılığa satmayın. Bana karşı
gelmekten sakının.

Onlara verdiği bu nimetin ne olduğunu burda açıklamadı. Fakat onu başka ayetlerde
aıkladı.
“Üzerinize bulutla gölge yaptık ve size kudret helvası ve bıldırcın eti
yedirdik.”
“Ve bir zamanlar sizi Firavun’un ailesinden kurtarmıştık. Ki onlar size azabın en
kötüsünü uyguluyorlardı”
“Biz de istiyorduk ki o yerlerde mustaz’aflara lutfedelim, onları önderler
yapalım, onları (ötekilerin mülküne) mirasçı kılalım ve onları o yerlerde hakim
kılalım, Fir’avn’a, Haman’a ve askerlerine, onlardan korktukları şeyi gösterelim”
Burada onun ahdettiğini ve onların ahdettiklerini açıklamadı. Fakat bunu başka yerde
açıkladı.
“Allah dedi ki, namaz kıldığınız, zekat verdiğiniz, elçilerime iman etttiğiniz,
onları desteklediğiniz ve Allah’a güzelce borç verdiğiniz sürece ben sizinle
beraberim, sizin günahlarınızı örter, altlarından ırmaklar akan cennetlere
sokarım”
Şu sözünde zikredilenleri de onlar ona ahdetti:
“Eğer namazı kılar, zekatı verir, elçilerime iman eder ve onları destekler ve
Allah’a güzel bir borç veririseniz.”
O da onlara şu sözünde zikredilenleri ahdetti
“Günalarınızı örterim”
Yine şu sözünde onların verdiği ahde işaret etti
“Hani Allah kendilerine kitap verilenlerden, onu insanlara açıklayacaksınız,
gizlemeyeceksiniz diye söz almıştı”

42- Hakkı batıla karıştırmayın ve bile bile hakkı gizlemeyin


43- Namazı kılın, zekatı verin ve rüku edenlerle birlikte siz de rüku edin.
44- Kitabı okuduğunuz halde, insanlara iyliği emredip bizzat kendinizi
unutuyor musunuz? Akletmiyor musunuz?
Batılla karıştırdıkları hak: Tevrat’taki bazı şeylere iman etmeleridir. Kendisi ile hakkı
karıştırdıkları batıl ise Tevrattaki bazı şeyleri inkar etmesi ve onu yalanlamalarıdır.
Peygamber (s.a.v)’in sıfatları ve diğer gizledikleri ve yalanladıkları şeyler gibi. Allah’ın şu
sözü bunu beyan ediyor:
“Siz kitabın bir kısmına iman edip bir ksmını inkar mı ediyorsunuz”
Daha önce de geçtiği gibi önemli olan lafızların genel olmasıdır, sebeplerin özel olması
değildir.

45- Sabır ve namazla (Allah’tan) yardım dileyin. Bu, gönüllerinde Allah’a karşı
hürmet duygusu olanların dışındakilere çok ağır gelir

Sabırla dünya ve ahiret işine yardım istemede problem yoktur. Namazla yardım
istemenin neticesine gelince, Allahkitabından ayetlerle buna işaret etmiştir. Namazla
yardım istemelerinin neticelerinden birinin, layık olmayan şeylerden nehy olduğunu
zikretti. Bu Allah’ın şu sözündedir:
“Muhakkak ki namaz fahşadan ve münkerden alıkoyar”
Namaz rızkı getirir. Bu da Allah’ın şu sözündedir:
“Ehline namazla emret sen de onda sabır et. Senden rızık istemiyoruz. Seni
biz rızıklandırıyoruz. Akibet takva(lı olanları)ndır”
Bundan dolayı bir iş Peygamber (s.a.v)’i olumsuz etkilediğinde namaza kalkardı.
Bunun izahı da: Kul Rabbinin karşısına çıkıp ona münacaat ettiğinde ve kitabını
okuduğunda, Allah’ın yanındakine rağbetten ve ondan korkmaktan ötürü dünyadaki her
şey ona önemsiz gelir ve Allah’ı razı etmeyen her şeyden uzaklaşır. Allah ta onu
rızıklandırır ve ona hidayet verir.

46- Onlar kendilerinin Allah’ın huzuruna çıkacaklarını ve O’na döneceklerini


zannederler.
Burada zandan murad: Yakindir. Nitekim buna Allah’ın şu sözü delalet eder:
“Onlar ahirete kesin olarak iman ederler”
“Onlar ki getirdiklerini getirdiler ve kalpleri, Rablerine dönmelerinden dolayı
titredi”

47- Ey İsrailoğulları! Benim size vermiş olduğum nimetimi ve sizi alemlere


üstün kıldığımı hatırlayın.
48- Hiç kimsenin kimse adına birşey yapamayacağı, kimseden bir şefaatin
kabul edilmeyeceği, kimseden fidye alınmayacağı ve onların bir yardım
göremeyecekleri bir günden sakının

Bu ayetin zahiri, kıyamet gününde şefaatin mutlak olarak kabul edilmemesidir. Fakat
Allah olumsuz şefaatin, kafirlere ve onlardan başkasına olan göklerin ve yerin Rabbinin izin
vermediği şefaat olduğunu başka yerlerde açıkladı. Allah’ın izni ile mü’minlere olan şefaat
ise kitap, sünnet ve icma ile sabittir. Kafirlere şefaat olmadığını şu sözü ile belirtti:
“Razı olduklarından başkasına şefaat etmezler”
Buyurmuştur ki:
“Kulları için küfre razı olmaz”
Allah onlar hakkında takdiri olarak:
“Biz onlara şefaat adici değiliz”
“Şefaatçilerin şefaati onlara fayda etmez”
İzninin dışındaki şefaat hakkında da buyurdu ki:
“Onun yanında onun izni olmaksızın şefaat edecek kimmiş”
“Göklerde nice melekler vardır ki şefaatleri bir şeye yaramaz. Ancak Allah’ın
dilediği ve razı olduğu kişiler için izin vermesinden sonra olması”
“O gün Rahman’ın izin verip sözünden hoşlandığı kimseden başkasının şefaati
fayda vermez.”
Allah’ın (c.c) yanında onu küfür çeşitlerinden biri ile inkar eden kafirler için ya da izni
dışındaki şefaat iddiası batıldır. Nitekim bu Allah’ın şu sözünde açıklanmıştır:
“Dediler ki bunlar Allah’ın yanındaki şefaatçilerimizdir. Dedi ki siz Allaha’a
göklerde ve yerde bilmediği bir şey mi haber veriyorsunuz. O bütün
eksikliklerden münezzehtir ve ortak koştukları şeylerden yücedir”
Uyarı: Şer’an ve mutlak olarak kafirler için şefatin imkansız olduğunu belirttiğimizin
istisnası, Peygamber (s.a.v)’in amcası Ebu Talib’e, onun ateşin bir yerinden başka bir
yerine nakli şeklinde şefaatidir. Nitekim Sahih’te O’ndan bu sabit oldu. Bu zikrettiğimiz
şekilde Kur’an’ın Sünnetle tahsisidir.

49- Hani sizi, size en kötü işkenceleri uygulayan, erkek çocuklarınızı öldürüp
kadınlarınızı sağ bırakan Firavun ailesinden kurtarmıştık. Başınıza gelen bu
durumda sizin için Rabb’inizin büyük bir imtihanı vardı
50- Hani sizin için denizi yarmıştık da, sizi kurtarıp gözlerinizin önünde
Firavun ailesini boğmuştuk.

Onlar için denizi nasıl yardığını burada açıklamadı.Fakat O bunu başka yerlerde açıkladı.
“Musa’ya asanla denize vur, diye vahyettik. Derken deniz yarılıverdi. Her bir
kısmı büyük dağlar gibiydi”
“Muhakkak ki Musa’ya; kullarımı gece götür, onlara denizde kupkuru yol amak
için (asanla denize) vur, diye vahyettik”
Burada nasıl boğulduklarını açıklamadı. Fakat O bunu başka yerlerde açıkladı.
“Sabah erkenden peşlerine düştüler. İki gurup birbirlerini gördüklerinde
Musa’nın arkadaşları dediler ki: Biz yakalandık Dedi ki, asla. Muhakkak ki
Rabbim benimledir, Bana yolu gösterecek. Biz de Musa’ya, asanla denize vur
diye vahyettik. Derken yarılıverdi. Her bir kısmı büyük bir dağ gibi idi,
Arkadakileri de onlara yaklaştırdık.Musa’yı ve bütün onunla beraber olanları
kurtardık. Arkadakileri de orada boğduk”
“Derken Fir’avn askerleriyle ardlarına düştü. Onları acıdan bürüyen
bürümüştü.”
“Denizi sakince geç. Muhakkak ki onlar boğulacak bir ordudur.”
Rahva; yarıldığında sakin olarak anlamındadır. Ki ona girsinler.

51- Ve hani Musa ile kırk gece için sözleşmiştik. Siz ise onun ardından,
zalimlerden olup buzağıya tapmıştınız.
52- Daha sonra bunun ardından belki şükredersiniz diye sizi bağışlamıştık.

Onunla topluca mı yoksa ayrı ayrı mı sözleştiğini burada açıklamadı. Fakat A’raf
Suresinde onun ayrı ayrı olduğunu, önce otuz olarak sözleşip sonra onu onla tamamladığını
açıkladı.
“Musa ile otuz gece sözleşmiştik. Sonra onu on ile tamaladık. Böylece
Rabbinin süresi kırk gece oldu.”

53- Doğru yola girersiniz diye Musa’ya Kitab’ı ve Furkan’ı verdik.

Manasında zahir olan Furkanın, Musa’ya verilen ve ancak ona atfedilen kitaptır.
Sıfatların, şahsın değişmesi derecesinde değişmesini azaltmak için. Çünkü Tevrat olan bu
kitap iki şeyle mevsuftur:
Birincisi: O Allah’ın Musa Peygamberi -Ona ve Peygamberimize selatü selam olsun- için
yazdığı bir mektuptur.
İkincisi: O Furkandır. Yani o hak ile batılın arasını ayırır. Furkan, kitaba atıftır. Ancak, o
iki sıfatın değişmesine göre bizzat kendisidir. Şairin şu sözü gibi:
“Ben yiğidin göğsünden daha büyüğüm
Bendeki küçüklük ve kısalıktan dolayı”
Burdaki el-kasr, et-tecrir’in aynısıdır. Başka birinin sözü:
“Onu tuzlamak için deriyi kestim
Onun sözünü de yalan-dolan buldum”
Burdaki el-miyn, el-kezbin aynısıdır. Başka birinin sözü:
“Hind güzel olmaz mı ve Hind onunla razı ol
Hind onsuz geldi, ırak ve uzak”
Buradaki el-baid, el-nayın’ın aynısıdır. Ve Antere’nin muallakasındaki sözü:
“Zamanın geçmesinin izlerinden canlandım
Hopluyor, zıplıyorum ümmü’l-Heysem’den sonra”
İkfaze, İkvae’nin aynısıdır. Kur’an’dan delil, Furkan’ın, Musa’ya verilen olmasıdır.
Allah (c.c) şöyle buyurdu:
“Muhakka ki Musa ve Harun’a Furkanı verdik”

54- Musa kavmine “Ey kavm!Şüphesiz siz buzağıya tapınmakla kendinize


zulmettiniz. Şu halde yaratıcınıza tevbe edin ve nefislerinizi öldürün. Böyle
yapmanız, yaratanınız katında sizin için daha hayırlıdır, demişti. Yaratanınız da
tevbenizi kabul etti. Şüphesiz o tevbeleri daima kabul eden ve çok bağışlayandır.
55- Bir keresinde “Ey Musa biz Allah’ı açıkça görmedikçe sana iman
etmeyeceğiz” demiştiniz de, gözünüz göre göre sizi yıldırım çarpmıştı
56- Sonra belki şükredersiniz diye sizi ölümünüzden sonra tekrar diriltmiştik
57- Üzerinize bulutları göndererek sizi gölgelendirdik. Size kudret helvası ile
bıldırcın indirdik. “Size rızık olarak verdiklerimizin temiz temiz olanlarından
yiyin” Onlar bize zulmetmediler ancak kendi kendilerine zulmettiler.
58- Hani “Şu kasaba’ya girin, orada istediğiniz yerden bolca yiyin. Kapıdan
secde ederek girin ve ‘bizi bağışla’ deyin ki, biz de sizin yanlışlıklarınızı
bağışlayalım. İyilere olan lütuflarımızı ise artıracağız” demiştik
59- Ancak zalimler kendilerine söylenilen sözü başka bir sözle değiştirdiler. Biz
de zalimlerin üzerine, fenalık etmelerinden dolayı gökten azap indirdik
60- Hani Musa kavmi için su aramıştı da, “bastonla taşa vur” demiştik. Bunun
üzerine ondan oniki pınar fışkırdı. Her topluluk hangi pınardan içeceğini bildi.
“Allah’ın verdiği rızıklardan yiyin, için ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya
uğraşmayın”
61- Hani “Ey Musa! Böyle tek tür yiyeceğe daha fazla dayanamayacağız.
Rabbine dua et de, bize bakliyat, salatalık, sarmısak, mercimek, soğan gibi yerin
bitirdiği bitkilerden çıkarsın” demiştiniz. Musa da “Değersiz bir şeyi hayırlı
olanla mı değiştirmek istiyorsunuz?Öyleyse bir şehre inin, orada istedikleriniz
vardır” demişti. Onlar aşağılık ve yoksulluk belasına çarptırıldılar ve Allah’ın
gazabını hak ettiler. Böyle olması onların Allah’ın ayetlerini inkar etmeleri ve
peygamberleri haksız yere öldürmeleri yüzündendi. Bu, aynı zamanda Allah’a
karşı gelmeleri ve taşkınlık etmeleri dolayısıylaydı.
62- Şüphesiz iman edenlerle, yahudiler, hristiyanlar ve sabiilerden kimler
Allah’a ve ahiret gününe inanıp salih ameller işlerse onların ecirleri Allah
katındadır. Onlara korku yoktur ve üzülmeyeceklerdir de.

Allah’tan ayrı olarak bu tapılan buzağının neden dolayı olduğunu açıklamadı. Fakat bunu
başka yerlerde açıkladı.
“Musa’nın kavmi kendisinden sonra zinet eşyalarından, böğürmesi olan bir
buzağı heykeli edindiler”
“Fakat biz kavmin zinetinden yükler yüklendik. Onu (ateşe) attık. Samiri de
böylece attı ve onlara böğürmesi olan bir buzağı heykeli çıkardı. Dediler ki bu
sizin ve Musa’nın ilahıdır”

63- Hani sizden kesin bir söz almış ve Tur dağını üstünüze yükseltmiştik. Size
verilen kitab’a sımsıkı yapışın ve içinde olanları sürekli anın ki, belki böylelikle
sakınırsınız
64- Siz bu olaydan sonra yine yüz çevirdiniz. Eğer Allah’ın size lutfu ve
rahmeti olmasaydı, zarara uğrayanlardan olurdunuz.

Bunu şu sözüyle izah etti:


“Ve hani dağı gölge gibi üzerinize kaldırmıştık”
Burda onlara verdiğinin ne olduğunu açıklamadı. Fakat başka yerde, onun hakla batılın
arasını ayıran kitap olduğunu açıkladı:
“Hani size kitab ve furkanı verdik ki hidayete eresiniz”
65- İçinizden Cumartesi günü (avlanma yasağı)nı çiğneyenleri bilmişsinizdir. Biz
onlara aşağılık maymunlar olun dedik
66- Bu olayı öncekilere ve sonrakilere ders verici bir ceza ve takva sahipleri
için de bir öğüt kıldık
Burada onların kıssalarını özet olarak verdi ve onu A’raf Suresinde şu sözü ile
detaylandırdı
“Deniz kıyısındaki köy hakkında onlara sor”

67- Hani Musa kavmine “Allah bir inek kesmenizi emretmektedir” demişti.
Onlar “bizimle alay mı ediyorsun?” dediler. O da cahillerden olmaktan Allah’a
sığınırım” dedi.
68- Onlar “Rabb’ine dua et de nasıl bir şey olacağını bize açıklasın” dediler.
Musa “(Rabbim) onun ne çok yaşlı, ne de çok genç olan, ikisi arası bir inek
olduğunu söylüyor. Artık siz emrolunanı yapın” dedi.
69- Bu kez “Rabb’ine dua et de, bize onun renginin nasıl olduğunu açıklasın”
dediler. Musa dedi ki: (Rabbim) onun sarı ve bakanlara neşe veren parlak renkli bir
inek olduğunu söylüyor
70- Bunun üzerine “Rabb’ine dua et de, onun nasıl bir şey olduğunu iyice
açıklasın. Çünkü bize göre sığırlar hep birbirlerine benzerler. Allah dilerse biz doğru
olanı buluruz dediler.
71- Musa da “O, onun yeri sürerek veya ekin sulayarak bitkinleşmiş olmayan,
kusursuz ve üzerinde alacalık bulunmayan bir inek olduğunu söylüyor” dedi. Bunun
üzerine, “İşte şimdi gerçek olanı bildirdin” dediler ve ineği kestiler. Ama az kalsın
bunu yapmayacaklardı.

Onların “o nedir” sözünden maksatlarının ne olduğunu açıklamadı. Ancak soruların


cevabı onların birinci durumdaki “o nedir” den muradlarının “onun yaşı kaçtır” olduğuna
Allah’ın şu sözü ile delalet etti.
“Musa “(Rabbim) onun ne çok yaşlı, ne de çok genç olan, ikisi arası bir inek
olduğunu söylüyor. Artık siz emrolunanı yapın” dedi.”
Diğer durumdaki “O nedir” sorularından muradlarının; o çalışıyor mu, çalışmıyor mu?
onda özür var mı, yokmu? onda renginden farklı renk var mı, yok mu? olduğu Allah’ın şu
sözünden anlaşılıyor:
“Musa da “O, onun yeri sürerek veya ekin sulayarak bitkinleşmiş olmayan,
kusursuz ve üzerinde alacalık bulunmayan bir inek olduğunu söylüyor” dedi.”

72- Hani siz bir can öldürmüştünüz de, bu konuda aranızda tartışmaya
girmiştiniz. Oysa Allah sizin gizlediğinizi açığa cıkaracaktı.
73- Onun (kestiğiniz ineğin) bir parçasıyla ölüye vurun” dedik. İşte Allah ölüleri
böyle diriltir ve belki akıl edersiniz diye size böyle ayetlerini gösterir

Burada bu kişinin erkek ya da dişi olduğunu açıklamadı.


Bu ayette, İsrailoğullarının ölülerinin diriltilmesinin, insanların öldükten sonra
dirilmelerine delil olduğuna işaret etti. Çünkü bir nefsi öldükten sonra dirilten, bütün
nefisleri diriltmeye kadirdir. Bunu şu sözüyle açıkladı:
“Sizin yaratılmanız ve diriltilmeniz ancak bir nefsinki gibidir”

74- Bu olaydan sonra yine kalpleriniz katılaştı. Şimdi onlar taş gibi oldu, hatta
ondan daha katı bir hal aldı. Taşlardan öyleleri vardır ki, arasından ırmaklar
fışkırır. Yine öyleleri vardır ki, yarılır ve içinden su çıkar. Yine onlardan Allah
korkusundan yuvarlananlar vardır. Allah sizin yaptıklarınızdan habersiz değildir
Burda kalplerinin katılaşmasının sebebini açıklamadı. Fakat buna başka yerlerde işaret
etti. Allah’ın şu sözü gibi:
“Ahiretlerini bozdukları için onları lanetledik ve kalplerini kaskatı kıldık”
“Üzerlerinden uzunca müddet geçti, kalplerini katılaştırdı”

75- Siz onların size inanmalarını mı umuyorsunuz? Oysa onların içinde öyle bir
topluluk vardır ki, Allah’ın sözünü duyuyor ve onu iyice kavradıktan sonra bile
bile değiştiriyorlardı
76- Onlar iman edenlerle karşılaştıklarında “Biz de iman ettik” derler. Ama
birbirleriyle başbaşa kaldıklarında “Allah’ın size açmış olduğu şeylerden, bunları
Rabbinizin katında size karşı bir belge olarak göstersinler diye mi söz
ediyorsunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?” diye konuşurlar.
77- Onlar Allah’ın kendilerinin gizlediklerini de açığa vurduklarını da bildiğini
bilmezler mi?
78- Onların içinde bir de kitabı bilmeyen cahiller vardır ki, bunların bütün
bildikleri boş kuruntulardan ibaret şeylerdir ve bunlar sadece zanna
kapılmaktadırlar.

Alimler burada, kuruntuların ne olduğu hakkında iki görüş üzerinde ihtilaf ettiler.
Birincisi: Kuruntudan murad okumaktır. Yani kitaptan bütün bildikleri, manalarını idrak
etmeksizin sadece lafızları okumaktır. Bu görüş “onlardan bir kısmı ümmidirler” sözü
ile uygun düşmez. Çünkü ümmi, okumaz.
İkincisi: İstisna munkatı’dır. Mana ise; kitabı bilmezler fakat batıl kuruntular arzularlar.
Bu görüşe Allah’ın şu sözü delalet ediyor:
“Dediler ki: Hiristiyan ya da yahudi olanlardan başkası cennete giremeyecek.
Bu, onların kuruntularıdır”
“Sizin ya da ehl-i kitabın kuruntularına göre değildir”
79- Karşılığında az bir ücret alabilmek için kendi elleriyle kitap yazıp da sonra
“İşte bu Allah katından gelmedir” diyenlere yazıklar olsun! Yazdıklarından dolayı
da onlara yazıklar olsun, kazandıklarından dolayı da!...
80- Onlar (İsrailoğulları) yine “Bize sadece sayılı günlerde ateş dokunacaktır”
dediler. Onlara “Siz Allah katından bir söz mü aldınız? Şüphesiz Allah, verdiği
sözden dönmez. Yoksa Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?”
de.
81- Hayır, aksine; “Kim bir kötülük işler ve yapmış olduğu fenalıklar kendini
kuşatırsa, işte bunlar Cehennem’e atılacak olanlardır. Onlar orada sonsuza kadar
kalacaklardır.
82- İman edip de salih ameller işleyenler ise Cennete girecek olanlardır. Onlar
da orada sonsuza kadar kalacaklardır
83- Hani İsrailoğullarından “Allah’tan başkasına kulluk etmeyeceksiniz, anne
babaya, yakınlara, yetimlere, düşkünlere, iyilikte bulunacaksınız, insanlara güzel
söz söyleyeceksiniz, namazı kılacaksınız ve zekatı vereceksiniz” diye kesin söz
almıştık. Sonra az bir kısmınız müstesna, bu sözden döndünüz. Siz zaten yüz
çevirenlersiniz
84- Yine sizden kanlarınızı akıtmayacaksınız ve birbirinizi yurtlarınızdan
çıkartmayacaksınız” diye kesin söz aldık. Siz bunu aynen kabul etmiştiniz ve
bizzat kendiniz buna şahitlik ediyorsunuz
85- Sonra yine sizler, birbirinizi öldürüyor, aranızdan bir topluluğu
yurtlarından çıkarıyorsunuz. Onlara karşı kötülük işleme ve düşmanlık
konusunda birbirinize destek oluyorsunuz. Size esir olarak geldiklerinde
fidyelerini verip kurtarırsınız. Oysa onları çıkarmak size haram kılınmıştır. Yoksa
kitabın bir bölümüne inanıp bir bölümünü inkar mı ediyorsunuz? İçinizden böyle
yapanın cezası dünyada rezilliğe düşmekten başka bir şey değildir. Böyleleri
ahirette de en şiddetli azaba çarptırılacaklardır. Allah sizin işlediklerinizden
habersiz değildir.
86- Bunlar ahirete karşılık dünya hayatını satın alanlardır. Bunların üzerindeki
azap hafifletilmeyeceği gibi, kendilerine yardım da edilmeyecektir.

Birbirinizden kasıt kardeşlerinizdir. Kur’an’da çokça bu şekilde gelmesi ondan muradın


bu olduğunu açıklıyor. Allah’ın şu sözü gibi:
“Nefislerinizi kınamayınız”
Yani: Sizden hiç kimse kardeşini kınamasın.
“Mü’min erkek ve kadınların onu duyduklarında kendi nefisleri hakkında
hüsnü zan etmeleri gerekmez miydi?”
Yani: Kardeşleri hakkında.
“Nefislerinizi öldürünüz”
Yani: Buzağıya tapmaktan beri olanların, onlardan ona tapanları öldürmesi.
Bu manayı Peygamber (s.a.v)’in şu sösü de izah ediyor:
“Sevişme ve merhametleşmede mü’minlerin durumu, tek ceced gibidir. Ondan
bir uzva bir şey olduğunda diğer uzuvlar da uykusuzluk ve ateşlenme ile ortak
olurlar”

87- Şüphesiz biz Musa’ya Kitab’ı verdik ve O’nun ardından peşpeşe


peygamberler gönderdik. Meryem oğlu İsa’ya da açık deliller verdik ve kendisini
Ruhu’l-Kudüs’le destekledik. Size her ne zaman bir peygamber nefislerinizin
hoşlanmayacağı bir şey getirse, siz büyüklük taslayacak, bir kısmını
yalanlayacak bir kısmını da inkar mı edeceksiniz

İsa’ya verilen açık delillerin ne olduğunu burada açıklamadı. Fakat onu başka yerlerde
açıkladı.
“Ve İsrailoğullarına elçi olarak (Dedi ki): Ben size Rabbinizden bir mucize ile
geldim. Ben size topraktan kuş şeklinde yapar ve onu üfürürüm. Allah’ın izni ile
kuş oluverir. Körü ve abraşı iyileştirir, Allah’ın izni ile ölüleri diriltirim ve
evlerinizde yediklerinizi ve biriktirdiklerinizi size haber veririm”
Ruhu’l-kudüs’ten kasıt; en sahih görüşe göre Cibril’dir. Allah’ın şu sözü buna delalet
ediyor:
“Onu Ruhu’l-Emin indirdi”
“O’na ruhumuzu gönderdik”

88- Ve bir de “Bizim kalplerimiz örtülüdür” dediler. Aksine, Allah


inkarcılıklarından dlayı onları lanetlemiştir. Artık çok az iman ederler.
89- Daha önce kafirlere karşı kendilerine bir ilahi yardımın gelmesini
diledikleri halde, Allah katından kendi yanlarında olanı doğrulayıcı bir kitab,
özelliklerinden tanıdıkları şey kendilerine gelince nu inkar ettiler. Allah’ın laneti
de inkar edenlerin üzerine olsun.
90- Allah’ın lutfunu kullarının içinden dilediği kimseye ulaştırmasını
çekememeleri yüzünden O’nun indirdiğini inkar etmekle karşılığında kendilerini
sattıkları şey ne kötüdür! Böylelikle gazab üstüne gazaba uğradılar. Kafirlere
zaten aşağılayıcı bir azab vardır.
91- Onlara “Allah’ın indirdiğine inanın” denildiği zaman, “Biz, bize indirilene
inanıyoruz” derler. Ve ondan sonrakini (Kur’an’ı) inkar ederler. Oysa o
yanlarındakini doğrulayıcı bir gerçektir. De ki:“Eğer gerçekten iman sahibi
iseniz, bundan önce Allah’ın peygamberlerini niçin öldürüyordunuz?”
92- Şüphesiz Musa size apaçık delillerle gelmişti de, sonra siz onun ardından
buzağıya tapınıp zalimlerden olmuştunuz

Burda bu açık delillerin ne olduğunu açıklamadı, onları başka yerlerde açıkladı.


“Onların üzerine açık ayetler olarak çekirge, kımıl, kurbağalar ve kan
gönderdik”
“Asasını attı, derken o apaçık bir büyük yılan oldu. Elini (koynundan) çekti, bir
de ne görsün, bembeyazdı”
“Musa’ya asanla denize vur, diye vahyettik. Yarılıverdi”

93- Hani, sizden kesin bir söz almıştık ve Tur dağını üzerinize doğru
yükseltmiştik. “Size verdiğimize sıkı sıkıya yapışın ve bildirileni duyun.” Onlar,
“Duyduk ve başkaldırdık” dediler. İnkarcılıklarından dolayı buzağıya olan tutku
onların kalplerine iyice yerleştirilmişti. De ki “Eğer iman sahibi iseniz, sizin
imanınız size ne kadar fena şeyler emrediyor!”

Bazı alimler dedi ki: O, icabet manasındaki “dinlemek”tendir. Onların “sem’an” ve


“ta’eten” sözleri de ondadır. Yani: icabet ve itaat. Bazıları da: Namazdaki, “Allah kendisine
hamdedeni duydu” Yani: Ona hamdedenin duasına icabet etti. Bu manaya Allah’ın şu sözü
de şahitlik ediyor: “Aralarında hükmetsin diye Allah’a ve Rasulü’ne çağrıldıklarında
mü’minlerin sözü ancak şöyle demek oldu: “İşittik ve itaat etttik” Bu cumhurun görüşüdür.
Denildi ki:Allah’ın “dinleyiniz” sözünden murad, yani: Kulaklarınızla ve dinlemenin aslından
imtina etmeyiniz. Bu görüşe şu delalet ediyor: Bazı kafirer, Peygambererin sözünü
dinlemekten korkarak, nice kez dinlemenin aslından imtina’ ettiler. Allah’ın, Nuh’la beraber
kavmi hakkındaki şu sözü gibi:
“Ben her zaman onları affetmen için çağırdığımda parmaklarını kulaklarına
tıkadılar, elbiselerine büründüler, inat ettiler ve büyüklendikçe büyüklendiler”
Ve Allah’ın Peygamberimiz (s.a.v.) hakkındaki sözü:
“Küfredenler dediler ki, bu Kur’anı dinlemeyin, onu bastırın belki galip
gelirsiniz”
“Onlara apaçık ayetlerimiz okunduğunda inkar edenlerin yüzlerindeki
hoşnutsuzluğu bilirsin. Nerdeyse kendilerine ayetlerimizi okuyanları
deviriyorlar”
“İşittik ve isyan ettik, dediler”
Çünkü isyandan alıkoymayan dinleme, icabet manasındaki dinleme değil, kulaklarla
dinlemektir.

94- De ki “Eğer Allah katında ahiret yurdu diğer insanlara değil de özellikle
size verilecekse, o zaman, doğru sözlü iseniz ölümü arzulayın”
95- Onlar önceden elleriyle işledikleri yüzünden asla ölümü arzu
etmeyeceklerdir. Allah zalimleri bilmektedir.
96- Onları insanların hayata en düşkünü göreceksin. Allah’a ortak koşanlardan
bile daha tutkundurlar. Ner biri bin yıl yaşatılmayı arzular. Oysa uzun süre
yaşatılması onu azaptan uzaklaştırmayacaktır. Allah onların yaptıklarını
görmektedir.

Zikredilenlerden her biri bin sene yaşamayı temenni eder. Ömrü boyunca da ondan
uzaklaşmaz, yani: Azab ondan uzaklaştırılmaz. “Yaşatılmak” sözündeki münsabik mastar,
“ona ulaşırsa”dandır. En sahih i‘rablara göre (müzehzihih) olan ismü’l-failin failidir. (Lev
yuammiru) sözündeki lev ‘de iki vecih vardır:
Birincisi: Cumhura göre o masdarı harftir. (yuvedu)nun mef’ulü bihi’nin te’vilinde ona
varır.
Mana ise: Onlardan herbiri sever, yani: Bin sene yaratılmak temenni eder. Lev ise: Katile
binti Harise’nin sözünde de olduğu gibi, mastar harfi olabilir:
“Çok kere iyilik yaptıysam zararın olmazdı,
Sert ve kızgın iken gençten”
Yani senin zararın senden değildir
Bazı alimler de dediler ki: Lev burda şartiye’dir. Cevabı mahzuftur. Takdiri de: Eğer bin
sene yaşatılırsa, bu en çok sevdiği şey olurdu. Konumun aleyhine delaleti ile beraber lev’in
cevabının hazfi Kur’an’da ve Arap sözünde vakidir. Kur’an’da onlardan biri Allah’ın şu
sözüdür:
“Hayır, eğer ilme’l-yakın bilselerdi”
Yani: İlme’l-yakın bilselerdi, çokluk onları oyalamazdı.
“Eğer dağların kendisiyle yürütüldüğü Kur’an olsaydı”
Yani: Bu Kur’an olurdu, ya da, yine de Rahman’ı inkar ederdiniz. Arap sözünde onlardan
biri, şairin şu sözüdür:
“Yemin ederim bize elçi gelen bir şey olsaydı
Senden başka, fakat senin için kovulacak bir şey bulamıyoruz.”
Yani: Senden başka bir şeyin elçisi gelse onu kovardık. Bu ayetin manasını anldığında bil
ki Allah bu manayı açıkça izah etti. Ki buna göre insan yaş olarak herhangi bir fayda ile
faydalandırılırsa sonra da bu fayda biter de ona azab gelirse bu geçen fayda ona fayda
vermez ve azab yerine vardıktan ve fayda bittikten sonra ondan hiç bir şeyi savamaz. Bu
Allah’ın şu sözündedir:
“Gördünmü eğer uzun ömürle onları faydalandırsak da sonra vadedildikleri
şey onlara geldiğinde, metalandığı şey onlardan hiç bir şeyi savamaz”
Bu amansız hatalık olan uzun emelin giderilmesinde en büyük ayettir. Onun şerrine karşı
Allah ve mü’minler bize kafidir.

97- De ki: “Kim Cibril’e düşman olursa, (bilsin ki) o bunu (Kur’an’ı) Allah’ın
izniyle daha önce gelmiş olanları doğrulayıcı, iman edenler için de bir hidayet
rehberi ve müjde olarak senin kalbine indirdi.
98- Kim, Allah’a, meleklerine, Peygamberlerine, Cibril’e ve Mikail’e düşman
olursa Allah da kafirlere düşmandır.

Bu ayetin zahiri,Cibril’in Kur’an’ı okumayı dinlemeksizin Peygamber (s.a.v)’in kalbine


indirdiğidir. Bunun benzeri Allah’ın şu sözündedir:
“Ruhu’l-emin onu senin kalbine indirdi”
Fakat Allah başka yerlerde, bunun manasının, kendisinden dinlemek için meleğin ona
okuduğudur. Böylece dinledikten sonra manalar kalbine ulaşır. Bu da meleğin kalbine
indirmesinin anlamıdır.
Ve bu Allah’ın şu sözündedir:
“Onu hemen tekrarlamak için dilini depretme. Onu toplamak ve okutmak bize
düşer. O halde sana Kur’an okuduğumuz zaman onun okunuşunu takib et. Sonra
onu açıklamak bize düşer”
“Vahyinin sana iletimi bitmeden önce onu okumada acele etme. Ve de ki,
Rabbim ilmimi arttır”

99- Şüphesiz sana apaçık ayetler indirdik. Onları fasıklardan başkası inkar
etmez.
100- Onlar her ne zaman bir ahidde bulundulars, içlerinden bir topluluk onu
bozmadı mı?Zaten onların çoğu iman etmez.
Bu ayette yahudilerin, ne zaman bir ahit yaptılarsa, onlardan bir gurubun o ahdi bozup
attığını zikretti. Başka bir yerde de Rasulullah (s.a.v)’in onlarla anlaşan olduğunu ve onların
her seferinde sözlerini bozduklarını açıkladı. Bu Allah’ın şu sözündedir:
“Allah indinde hayvanların en kötüsü inkar edenlerdir. Onlar inanmazlar: Onlar
ki kendileriyle ahitleştikten, sonra her defasında ahitlerini bozuyorlar. Ve onlar
(Allah’tan) korkmuyorlar”
Başka bir ayette de onların az bir kısmı hariç, hıyanet ehli olduklarını açıkladı. Bu
Allah’ın şu sözündedir:
“İçlerinden pek azı hariç, daima onlardan hainlik görürsün”

101-Onlara, Allah katından yanlarındakini doğrulayıcı bir rasul gelince,


kendilerine kitap verilmiş olanlardan bir topluluk sanki hiç bilmiyorlarmış gibi
Allah’ın kitabını arkalarına attılar.

Bu ayeti kerimede, Yahudilerin çoğunun Allah’ın kitabını sırtlarının arkasına attıklarını ve


ona iman etmediklerini zikretti. Başka bir yerde de kitaba iman etmeyenlerin, çoğunluk
olduğunu beyan etti. Bu Allah’ın şu sözündedir:
“Eğer ehl-i kitab iman etseydi, onlara hayırlı olurdu. Onlardan bir kısmı
mü’mindir. Çoğunluğu ise fasıktır.”

102- Ve Şeytanların Süleyman’ın yönetimi hakkında uydurmuş oldukları


şeylerin peşine düştüler. Oysa Süleyman küfre düşmedi. Ama insanlara sihri ve
Babil’deki Harut ve Marut adını taşıyan iki meleğe indirilen şeyleri öğreten
şeytanlar küfre düştüler. Bu iki melek “Biz ancak bir imtihan vesilesiyiz, sakın
küfre düşme” demeden kimseye birşey öğretmiyorlardı. Onlar o iki melekten bir
adamla karısının arasını açmada yararlanacakları şeyleri öğreniyorlardı. Allah’ın
izni olmadan kimseye bir zarar dokunduramazlardı. Onlar asılında kendilerine
zarar verecek ve bir yarar sağlamayacak şeyleri öğreniyorlardı. Onu (sihri) satın
alanların bundan dolayı ahirette bir nasib elde edemeyeceklerini biliyorlardı.
Nefislerini karşılığında sattıkları şey ne kötüdür!Keşke bilselerdi!
103- Eğer onlar iman edip sakınsalardı, Allah tarafından verilecek karşılık
kendileri için daha hayırlı olurdu. Keşke bilselerdi.
104- Ey iman edenler! (Rasulullah’a) “Raina:Bizi gözet” demeyin “Unzurna: Bize
bak” deyin ve dinleyin. Kafirler için acıklı bir azab vardır.
105-Kitap ehlinden kafir olanlar da, müşrikler de size Rabb’inizin katından bir
hayır indirilmesini istemezler. Allah ise kendi rahmetini dilediğine özel kılar.
Allah büyük lutuf sahibidir.
106- Biz yerine daha iyisini veya bir benzerini getirmedikçe, bir ayetin
hükmünü yürürlükten kaldırmaz veya unutturmayız. Allah’ın herşeye güç
yetirdiğini bilmez misin?
107- Göklerin ve yerin mülkiyetinin Allah’a ait olduğunu bilmez misin? Sizin de
Allah’tan başka bir koruyucunuz (veliniz) ve yardımcınız yoktur.
108- Yoksa siz de daha önce Musa’ya sorulmuş olduğu gibi Peygamberinize
(yersiz) sorular sormak mı istiyorsunuz?Kim imanı küfürle değiştirirse doğru
yoldan sapmış olur.

Burda daha önce Musa’dan istenilenlerin ne olduğunu beyan etmedi. Fakat onu başka
yerde açıkladı. Bu da Allah’ın şu sözündedir:
“Ehl-i kitab senden gökten kendilerine bir kitab indirmeni istiyorlar. Musa’dan
bundan daha büyüğünü istediler. Dediler ki: Allah’ı bize açıkça göster”

109- Kitap ehlinden çoğu, kendilerine gerçek bütün açıklığıyla belli olduktan
sonra sırf kalplerinde size karşı besledikleri kıskançlık duyguları yüzünden sizi
iman etmenizden sonra küfre döndürmek istediler. Siz onlara aldırmayın ve
Allah’ın hükmü gelinceye kadar kendi hallerinde bırakın. Şüphesiz Allah herşeye
güç yetirendir.

Bu ayet siyakında da açık olduğu gibi, ehl-i kitab hakkındadır. (Biemrihi) sözündeki emir:
Bazı alimler dediler ki: O emirlerden biridir. Bazıları da dediler ki: O işlerden biridir.
Birinci görüşe göre: Onun nehyin zıttı emir olduğudur. O zikredilen emir, Allah’ın şu
sözünde açıklanandır:
“Alçalmış olarak el(leriy)le cizye verinceye kadar ehl-i kitabtan hak dini din
edinmeyenler, Allah ve Rasulünün haram kıldığını haram kılmayanlar ve Allah’a
ve Ahiret gününe iman etmeyenlerle savaşın”
Onun işlerden biri olduğu görüşüne göre: O, Yahudilerin içlerine düştüğü ölüm ve
saptırmaya delalet eden ayetlerin açıklandığı şeydir. Şu sözü gibi:
“Allah(’ın emri) onlara hesab etmedikleri yerden geldi ve kalplerine korku attı.
Kendi elleriyle ve mü’minlerin elleriyle evlerini yıkıyorlar. Ey (kalp) akıl sahipleri,
ibret alın. Allah’ın onları ifşa etme yazgısı olmasaydı, Onlara azab ederdi”
Bu ayetin mensuh olmadığı kesindir.

110- Namazı kılın ve zekatı verin. Kendiniz için önceden ne gönderirseniz,


Allah katında onu bulursunuz. Allah, yaptıklarınız görmektedir.
111- Onlar, “Cennet’e ancak yahudi veya hristiyan olan girebilecektir” dediler.
Bu onların kuruntularıdır. De ki “Eğer doğru söylüyorsanız delilinizi ortaya
koyun”
112- Aksine, kim iyilik yaparak kendini Allah’a teslim ederse mükafaatı
Rabb’inin katındadır. Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.
113- Yahudiler “Hristiyanlar bir şey üzere değildirler” dediler. Hristiyanlar da,
“Yahudiler bir şey üzere değildirler” dediler. Oysa onlar kitab’ı okumaktadırlar.
Bir şey bilmeyenler (müşrikler) de tıpkı onların söylediklerini söylediler.
Anlaşmazlığa düştükleri konularda, kıyamet günü Allah hüküm verecektir.
114- Allah’ın mescidlerinde O’nun adının anılmasını engelleyen ve onların
yıkılmasına çalışanlardan daha zalim kim olabilir? Bunların oralara ancak korku
içinde girmeleri gerekir. Onlara dünyada bir rezillik vardır. Onlar için ahirette de
büyük bir azap vardır.
Bazı alimler dediler ki: Zikredilen yıkım. Ayet de Beytül-Makdisi yıkanlar hakkında indi ki
o da Buhtunnasr ve diğerleridir. Allah (c.c) ın şu sözü, bu görüşü açıklıyor ve ona şahit
oluyor:
“Ahiret va’di geldiğinde yüzünüz kötüleşir, ilk defa girdiği gibi mescide
girsinler”

115- Doğu da batı da Allah’ındır. Nereye yönelirseniz Allah’ın yüzü oradadır.


Muhakkak ki Allah Vasi’dir, Alim’dir.
116- “Allah oğul edindi” dediler. O bundan yücedir. Aksine, göklerde ve yerde
ne varsa hepsi O’na aittir. Hepsi O’na boyun eğmişlerdir.

Bu iddia edilen çocuk -Allah’ın lanetleri iddia edenlerin üzerine olsun- başka ayetlerde
detaylı olarak geldi.
“Yahudiler Üzeyr Allah’ın oğludur dediler. Hristiyanlar da dediler ki: Mesih
Allah’ın oğludur. Bu ağızlarıyla geveledikleri sözleridir. Onlardan önceki
kafirlerin sözlerine benzeşti. Allah onları kahretsin. Nasıl da uyduruyorlar.”
“Kızları Allah için kılıyorlar”

117- Gökleri ve yeri bir örneğe dayanmadan yaratan O’dur. Bir şeyin olmasına
hükmettiğinde ona “ol” der, o da oluverir.
118- Bilgi sahibi olmayanlar “Allah bizimle konuşmalı, ya da bize bir ayet
(mucize) gelmeli değil miydi?” dediler. Onlardan öncekiler de onların bu sözlerine
benzer şeyler söylemişlerdi. Kalpleri birbirine benziyor. Biz iyi anlayan bir
topluluk için ayetlerimizi açık bir şekilde gösterdik
119- Seni bir müjdeleyici ve bir korkutucu olarak hakla gönderdik. Sen
Cehennemliklerden sorumlu değilsin
120- Onların dinlerine uymadıkça yahudiler ve hristiyanlar senden memnun
olmazlar. De ki:“Gerçek hidayet Allah’ın hidayetidir.”Sana gelen ilimden sonra
eğer onların arzularına uyarsan Allah’tan sana ne bir koruyucu ne de bir
yardımcı bulabilirsin.
121- Kendilerine vermiş olduğumuz Kitab’ı hakkıyla okuyanlar, işte onlar ona
iman ederler. Kim de bunu inkar ederse, kesin zarara uğrayanlar işte onlardır.
122- Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve sizi alemlere üstün kıldığımı
hatırlayın.
123-Kimsenin kimse adına birşey yapamayacağı, kimsenin yerine bir fidyenin
kabul edilmeyeceği, kimseye şefaatin yarar sağlamayacağı ve (hesaba çekilenlerin)
bir yerden yardım göremeyecekleri bir günden sakının.
124- Hani, Rabb’i İbrahim’i bazı sözlerle imtihan etmişti de O, onların gereğini
tam olarak yerine getirmişti. Rabb’i O’na “Ben seni insanlara önder kılacağım”
dedi. O“Soyumdan da” dedi. Rabbi de “Benim ahdim zalimlere erişmez” dedi.

Bu ayetten, Allah’ın İbrahim’in zürriyetinden zalimler olduğunu bildiği anlaşılıyor. Allah


başka yerlerde onlardan kimilerinin zalim, kimilerinin de zalim olmadığını açıkladı. Şu
“O ikisinin zürriyetinden kimi iyilik yapandır, kimi de açıkça nefsine
zulmedendir”
“Onu, onun ardından sürekli bir kelime kıldı”

125-Kabe’yi insanlar için bir toplanma ve güven yeri kıldık. Siz de İbrahim’in
makamından kendinize bir namaz kılma yeri edinin. İbrahim ve İsmail’e “tavaf
edenler, orada ibadet için itikafa çekilenler, rüku ve secde edenler için evimi
temizleyin” diye emir vermiştik
126- İbrahim demişti ki “Ey Rabb’im!Burasını güvenli bir belde kıl. Halkından
Allah’a ve ahirete iman edenleri çeşitli ürünlerle rızıklandır.” Allah da “Kim
küfrederse onu da kısa bir süre geçindirir, sonra ateş azabına atarım. Orası ne
fena bir varış yeridir” demişti.
127- Hani İbrahim ve İsmail birlikte Kabe’nin sütunlarını yükseltiyorlardı. (O
zaman şöyle demişlerdi) “Ey Rabbimiz! Bizden kabul et!Sen duyan ve bilensin.

Bu ayette İbrahim ve İsmail’in, evin temellerini yükselttiklerini zikretti. Hac suresinde


Allah’ın ona Kabe’nin yerini gösterdiğini açıkladı.
“Bir zamanlar İbrahim’e Kabe’nin yerini açıklamıştık”
Yani: Onun yerini belirlemiş, İbrahim’e açıklamıştık. Denildi ki, ona, gölgesi yüzölçümü
kadar olan bir bulutla delalet etti. Ve denildi ki: Ona, hücuc isminde bir rüzgar delalet etti.
Orayı eski temelleri ortaya çıkıncaya kadar süpürdü. Ve böylece İbrahim ve İsmail -Onlara
ve Peygamberimize selatü selam olsun- üzerine bina ettiler.

128- Rabbbimiz, bizi sana teslim olanlar yap. Neslimizden de sana teslim
olmuş bir ümmet çıkar. Bize ibadet yerlerimizi göster, tevbemizi kabul et; zira,
tevbeleri kabul eden, çok merhametli olan ancak sensin, sen.
129- “Ey Rabb’imiz! Onların içinden kendilerine senin ayetlerini okuyacak,
onlara Kitab’ı ve Hikmet’i öğretecek ve onları arındıracak bir peygamber gönder.
Şüphesiz sen pek yüce ve hikmet sahibisin.

Burada, kendisi ile İbrahim ve İsmail’in duasına icabetettiği ümmetin hangisi olduğunu
açıklamadı. Ve yine burda şunu da açıklamadı: Kendilerine gönderilmesi istenilen bir elçi
kim? Fakat Allah Cum’a Suresinde bu ümmetin Arap ümmeti, o elçinin de elçilerin efendisi
Muhammed (s.a.v) olduğunu açıkladı. Bu, şu sözündedir:
“O’dur ki ümmiler içinde, kendilerinden olan ve onlara Allah’ın ayetlerini
okuyan, onları yücelten, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir elçi gönderdi. Oysa
onlar, önceden, sapıklık içinde idiler”
Çünkü icma ile sabittir ki Ümmiler Araplardır. Ve yine zikredilen Rasul de Peygamberimiz
(s.a.v) olduğuna icma’ edilmiştir. İbrahim ve İsmail’in zürriyetinden de Peygamberimiz
(s.a.v)’den başka elçi göndermedi.
Sahihte O’nun İbrahim’in duasını ettiği Rasul olduğu sabit oldu. Bu onun (s.a.v)
risaletinin siyah ve kırmızıları kapsamasına aykırı değildir. (Risaletinin evrenselliğine halel
getirmez)

130- Kendini aşırılığa düşürenden başka kim İbrahim’in dininden yüz çevirir?
Biz O’nu dünyada seçtik. O ahirette de salihlerdendir.

Burada İbrahim milletinin ne olduğunu açıklamadı. Onu şu sözü ile açıkladı:


“De ki, Rabbim beni dosdoğru yola, gerçek dine, hanif olarak İbrahim’in
milletine Hidayet etti. O müşriklerden değildi”
Bu ayette onun, Allah’ın elçisi Muhammed (s.a.v)’i kendisiyle gönderdiği, İslam Dini
olduğunu açıkladı. Şu sözünde de bu var:
“Sonra sana, İbrahim’in milletine tabi ol diye vahyettik”
131- Rabb’i O’na “teslim ol” dediğinde “Alemlerin Rabb’ine teslim oldum”
demişti.
132- İbrahim, oğullarına da bunu tavsiye etti. Yakub da aynı tavsiyede
bulunarak şöyle dedi. “Ey oğullarım Allah sizin için bu dini seçti. Artık ancak
müslüman kimseler olarak ölün”

O’nun İslam Dini olduğuna şu sözü ile işaret etti:


“Müslüman olmaktan başka bir sıfatla can vermeyin”
Ve bunu şu sözü ile de açıkladı:
“Allah indinde tek din İslam’dır”
“Kim İslam’dan başka bir din arzularsa bu ondan kabul edilmeyecek ve o
ahirette de kaybedenlerdendir”
133- Yoksa Yakub’a ölüm geldiğinde, oğullarına “Benden sonra neye kulluk
edeceksiniz” diye sorduğu ve oğullarının da “Senin ilahın ve ataların İbrahim’in,
İsmail’in ve İshak’ın ilahı olan tek ilaha...” diye cevap verdikleri sırada siz orada
mıydınız?
134- Bunlar geçmiş bir ümmettir. Onların kazandıkları kendilerine, sizin
kazandıklarınız ise sizedir. Siz onların yaptıklarından sorumlu tutulmayacaksınız.
135- “Yahudi veya hristiyan olun, doğru yolu bulursunuz” dediler. De ki
“Aksine biz ancak İbrahim’in dini olan dosdoğru dine uyarız. O, ortak
koşanlardan değildi.
136- “Biz Allah’a, bize indirilene, İbrahim’e, İshak’a, Yakub’a, onların
soylarından gelen diğer peygamberlere indirilene; Musa’ya ve İsa’ya verilene ve
bütün peygamberlere Rableri katından verilenlere iman ettik. Onların aralarında
bir ayırım yapmayız. Biz O’na (Allah’a) teslim olanlarız

İbrahim’e bu indirdiğinin ne olduğunu burada açıklamadı. Fakat A’la Suresinde onun


sahifeler olduğunu ve bu sahifelerdeki bazı cümlelerin: “Ama siz şu yakın hayatı
yeğliyorsunuz. Oysa ahiret daha iyi ve daha kalıcıdır” olduğunu açıkladı. Şu sözünde
de bu vardır:
“Bu, elbette ilk sahifelerde de vardır: İbrahim’in veMusa’nın sahifelerinde”
Musa’ya ve İsa’ya verdiğini burada açıklamadı. Fakat Allah bunu başka yerlerde açıkladı.
Musa’ya verdiğinin Tevrat olduğunu zikretti. Şu sözünde “sahifeler” olarak tabir edilen
(Tevrat) “İbrahim ve Musa’nın sahifeleri” Bu şu sözü gibidir: “Sonra Musa’ya kitabı
verdik” O da icmaya göre Tevrat’tır.
İsa’ya verdiğinin incil olduğunu zikretti. Nitekim şu sözünde vardır:
“Meryem oğlu İsa’yı seçtik ve ona İncili verdik”
Allah Teala şu ayette Peygamber (s.a.v)’e ve müslümanlara, bütün Nebilere verdiklerine
iman etmelerini ve onlardan hiç birinin arasını ayırmamalarını şöyle diyerek emretti
“Deyin ki, Allah’a ve bize indirilenlere iman ettik”şu sözüne kadar “Ve nebilere
Rablerinden verilenlere de onlardan hiçbirinin arasını ayırmayız”böyle yapıp
yapmadıklarını burda zikretmedi. Böyle yaptıklarında mükafatlarının ne olduğun zikremedi.
Fakat başka yerde bütün bunları zikretti.
Şu sözü ile onların emre uyduklarını açıkladı:
“Elçi, Rabbinden kendisine indirilene inandı, mü’minler de. Hepsi Allah’a,
Meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine inandı. “Onun elçilerinden hiç birini
diğerlerinden ayırmayız””
Buna dair mükafatlarını da şu sözü ile zikretti:
“Allah’a ve elçilerine iman eden ve onlardan hiç birini diğerlerinden
ayırmayanlar, işte onların mükafatlarını sonra kendilerine vereceğiz. Allah
Gafur’dur, Rahim’dir”

137- Onlar da sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse, doğru yolu bulmuş
olurlar. Eğer yüz çevirirlerse, öyle anlaşmazlık içinde kalırlar. Onlara karşı Allah
sana yetecektir. O işitendir, bilendir.
138- Allah’ın boyasıyla boyanın. Kimin boyası, Allah’ın boyasından daha güzel
olabilir? “Biz O’na kulluk etmekteyiz”
139- De ki: “Siz Allah hakkında bizimle tartışmaya mı giriyorsunuz? Oysa O,
bizim de Rabb’imiz sizin de Rabb’inizdir. Bizim yaptığımız işler bize, sizin
yaptığınız işler sizedir. Biz O’na gönülden bağlıyız.
140- “Yoksa siz İbrahim’in, İsmail’in, İshak’ın, Yakub’un ve onların
torunlarının yahudi veya hristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? De ki: “Siz mi
daha iyi biliyorsunuz, yoksa Allah mı?”Allah’tan gelen bir şahidliği gizleyenden
daha zalim kim olabilir! Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.
141- Onlar geçmiş bir ümmetti. Onların kazandıkları kendilerine, sizin
kazandıklarınız ise sizedir. Siz onların yaptıklarından sorumlu tutulmayacaksınız.
142- İnsanların düşüncesizleri, “Onları daha önceki kıblelerinden çeviren ne
oldu?” diyecekler. De ki: “Doğu da, batı da Allah’ındır. Dilediğini doğru yola
iletir.”

Burada dosdoğru yolu beyan etmedi. Fakat onu şu sözüyle açıkladı:


“Bizi dosdoğru yola ilet. Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna, gazab
edilmişlerin ve sapıtmışların yoluna değil”

143- Böylece sizi, insanların üzerine şahit olmanız ve Peygamberin de sizin


üzerinize şahit olması için vasat bir ümmet kıldık. Senin daha önce yönelmekte
olduğun kıbleyi, insanlardan kimin peygambere uyduğunu ve kimin de
ökçelerinin üzerinde geriye döndüğünü ortaya çıkarmak amacıyla belirlemiştik.
Şüphesiz bu sadece Allah’ın doğru yola eriştirdiği kimselerden başkasına ağır
gelir. Allah elbette sizin imanınızı boşa çıkarmayacaktır. Şüphesiz Allah insanlara
çok acıyan ve çok rahmet edendir.

Vasat Yani: Hayırlı ve adil. Allah’ın şu sözü, ‘vasat’ın hayırlı ve adil olduğuna delalet
ediyor:
“Siz insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz”
Bu da Arab sözlerinde bilinen bir şeydir. Onlardan biriZüheyr’in sözüdür:
“Onlar vasattır, insanlar hükümlerine razıdır
Çoklukla gecelerden biri indiğinde”
Burda Rasulün şahitliğinin dünyada mı yoksa ahirette mi şahit olduğunu açıklamadı.
Fakat onu başka yerde açıkladı: O, onlara ahirette şahittir. Bu şu sözünde de vardır:
“Her ümmete bir şahit getirdiğimiz ve seni de onlara şahit getirdiğimiz zaman
halleri nice olur. O gün küfredenler ve Rasul’e isyan edenler yerle bir olmak
isterler. Allah’tan hiçbir sözü de gizleyemezler”
Bu ayetin zahirinden cahiller, Allah’ın bilmediği şeyi denemeden faydalanarak bildiğini
vehmedebilirler. Her türlü eksikliklerden münezzeh olan Allah bundan yüce ve büyüktür.
Aksine O, olacak her şeyi olmadan önce bilendir. Allah (c.c) şu sözü ile, ilim olarak
denemeden faydalanıp bilmediği bir şeyin bilmek gibi bir durumun söz konusu olmadığını
açıklamıştır.
“Allah sinelerinizdekini denemek ve kalplerinizi sınamak için. Ve Allah
sinelerin özünü bilir”
“Allah sinelerin özünü bilir”’sözünün “Denemek için” sözünden sonra gelmesi,
O’nun bilmediği şeyleri bilmek için hiç bir şekilde denemeden istifade ettiğine kesin bir
delildir. Bütün eksikliklerden münezzeh olan Allah bundan yüce ve büyüktür. Çünkü
sinelerin özündekini bilenin denemeye ihtiyacı yoktur. Bu ayette, Allah’ın yarattıklarını
denediğini zikrettiği bütün ayetlere büyük bir beyan vardır. “Ancak bilelim için”’in
manası, sevab ve ceza terettüp edenlerin bilgisi. Bu O’nun, ondan önce onu bildiği ile
çelişmez.. Denemenin faydası, işin insanlar için zahir olmasıdır. Gizliyi ve açığı bilene
gelince, O olacak her şeyin alimidir. Nitekim gizlenemez.
Rasül’ün Muhammed (s.a.v) olduğunu ona hitab ettiği şu sözü ile işaret etti:
“Üzerinde bulunduğun kıbleyi kılmadık”
Çünkü bu hitabın ona olduğu icma iledir.
“Allah imanınızı zayi edecek değildir”
Yani, sahih olana göre, Beytü’l-Mukaddes’e doğru olan namazlarınız. Bu öncesindeki şu
sözünden anlaşılır:
“Üzerinde bulunduğun kıbleyi kılmadık” Özellikle de benzerliğin delaleti itibarı ile
olan görüşe göre. Ondaki hilaf usulde bilinir.

144- Yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu görüyoruz. Elbette seni, hoşnut
kalacağın kıbleye yönelteceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir.
Nerede olursanız olun, yüzünüzü onun tarafına çevirin. Kendilerine kitap
verilmiş olanlar, bunun Rableri katından bir hak olduğunu bilmektedirler. Allah
onların yapmakta olduklarından habersiz değildir.
145- Sen kendilerine kitap verilmiş olanlara bütün delilleri göstersen, yine
senin kıblene uymazlar. Sen de onların kıblelerine uyacak değilsin. Onlar
birbirlerinin kıblelerine uymazlar. Eğer sana gelen ilimden sonra onların
arzularına uyarsan şüphesiz zalimlerden olursun.
146- Kendilerine daha önce kitap vermiş olduklarımız onu kendi oğullarını
tanıdıkları gibi tanırlar. Yine de onlardan bir grup bile bile gerçeği gizlerler.
147- Gerçek Rabb’inin tarafından bildirilmektedir. Sakın şüpheye düşenlerden
olma.
148- Herkesin yöneldiği bir yön vardır. Hayırlarda yarışın. Her nerede olursanız
olun, Allah hepinizi bir araya getirir. Şüphesiz Allah herşeye güç yetirendir.
149- Her nereden (yola) çıkarsan çık, yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir.
Şüphesiz bu, Rabb’in tarafından bildirilen bir gerçektir. Allah yaptıklarınızdan
habersiz değildir.
150- Her nereden çıkarsan yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. İçlerindeki
zalimler dışında, insanların ellerinde sizin aleyhinize kullanacakları bir
delillerinin olmaması için nerede bulunursanız bulunun, yüzlerinizi onun tarafına
çevirin. Onlardan korkmayın, benden korkun ki, size olan nimetimi
tamamlayayım. Böylece olur ki, hidayete erersiniz.
151- Nitekim içinizde, size ayetlerimizi okuyan, sizi arındıran ve size Kitab’ı ve
hikmeti öğreten, daha önceden bilmediğiniz şeyleri bildiren, sizden bir
peygamber gönderdik.
152- Şu halde beni anın ki, ben de sizi anayım ve bana şükredin, bana karşı
nankörlük etmeyin.
153- Ey iman edenler!Sabır ve namazla Allah’dan yardım dileyin. Şüphesiz
Allah sabredenlerle beraberdir.
154- Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin. Aksine onlar diridirler,
ancak siz farkedemiyorsunuz.
155- Biz sizi biraz korku, biraz açlık ve biraz mallardan, canlardan ve
ürünlerden eksiltmeyle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele!
156- Onlar başlarına bir musibet geldiğinde “Şüphesiz biz Allah’a aidiz ve
O’na döneceğiz” derler.
157- İşte böylelerine Rab’lerinden bağışlanma ve rahmet vardır. Doğru yolda
olanlar da bunlardır.
158- Safa ile Merve, Allah’ın işaretlerindendir. Kim Ka’be’yi hacceder veya
umre yaparsa, bu ikisini tavaf etmesinde kendisi için sakınca yoktur. Kim
gönülden iyilik yaparsa bilsin ki, Allah, iyiliklerin karşılığını veren ve herşeyi
bilendir.”
159- İndirdiğimiz açık delilleri ve Kitab’da insanlara açıklamamızdan sonra
hidayet çizgisini gizleyenler var ya, işte onlara Allah da lanet eder, bütün lanet
ediciler de lanet eder.
160- Ancak tevbe edip durumlarını düzelten ve (gerçeği) açıklayanların
tevbelerini kabul ederim. Ben sürekli tevbeleri kabul eden ve rahmet sahibi
olanım.
161- Şüphesiz inkar edip de inkarcı olarak ölenler var ya, Allah’ın, meleklerin
ve bütün insanların laneti onların üzerinedir.
162- Onlar (lanette) sürekli kalıcıdırlar. Üzerlerinden azap hafifletilmez ve
kendilerine bakılmaz da.

Lanet edicilerin kim olduğunu burada açıklamadı. Fakat şu sözünde buna işaret etti:
“Allah’ın, meleklerin, insanların hepsinin laneti onlaradır”

163- Sizin ilahınız tek bir ilahtır. O’ndan başka ilah yoktur. O Rahman ve
Rahim’dir.
164- Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri
ardından gelmesinde, insanlara yarar sağlayan şeylerle denizlerde yüzen
gemilerde, Allah’ın gökten su indirip onunla ölümünden sonra yeryüzünü
diriltmesinde ve böylece üzerinde bütün canlı türlerini yaymasında, rüzgarları
estirmesinde, gök ile yer arasında dolaştırılan bulutları oluşturmasında akıl eden
bir topluluk için ayetler vardır.

Burada göklerin ve yerin ayet olma yönünü açıklamadı. Fakat bunu başka yerlerde
açıkladı.
“Üzerlerindeki göğe bakmazlar mı? Onu nasıl bina ettik ve süsledik. Herhangi
bir gediği de yoktur. Yere de ki onu yaydık ve ona dağlar attık ve onda her güzel
çifti bitirdik; her tevbe eden kula öğüt ve basiret olarak”
“O, yedi göğü, birbiri üzerinde tabaka olarak yarattı, Rahman’ın
yaratılmasında bir aykırılık, uygunsuzluk görmezsin. Gözünü döndür de bak, bir
bozukluk görüyor musun? Sonra gözünü birkez daha döndür. Göz umudunu
keserek hor ve bitkin halde sana döner. Andolsun biz en yakın göğü lambalarla
donattık ve onları, şeytanlar için taşlamalar yaptık ve onlara çılgın ateş azabını
hazırladık”
Ve yer hakkındaki şu sözü:
“O size yeri eğer boyun yaptı. Haydi onun omuzlarında yürüyün ve Allah’ın
rızkından yeyin. Dönüş O’nadır.”
Gece ve Gündüzün birbiri ardınca gelmesinin ayet oluş yönünü burada açıklamadı. Fakat
onu başka yerlerde açıkladı.
“De ki, görüdünüz mü, eğer Allah geceyi kıyamet gününe kadar uzatacak
olursa, size ışık getirecek Allah’tan başka ilah kimmiş? Dinlemezmisiniz. De ki,
gördünüz mü, eğer Allah gündüzü kıyamet gününe kadar uzatacak olursa, size
içinde istirahat edecek geceyi getirecek Allah’tan başka ilah kimmiş? Duymaz
mısınız? O’nun rahmetinden biri de geceyi ve gündüzü, içinde istirahat etmeniz
ve Allah’ın fazlından istemeniz için kıldı. Ki şükredersiniz”
Gökle yer arasında emre amade kılınmış bulutların nasıl musahhar kılındığını burada
açıklamadı. Fakat bunu başka yerlerde açıkladı.
“O ki rüzgarları rahmetinin önünde müjdeci gönderir. Nihayet onlar, ağır ağır
bulutları yüklenince, onu ölü bir memlekete yollarız; onunla su indirir ve türlü
türlü meyveler çıkarırız. İşte ölüleri de böyle çıkarırız. Her halde bundan ibret
alırsınız”
“Allah’ın bulutu sürüp sonra arasını birleştirdiğini ve onu küme küme
yaptığını görmedin mi? Derken arasından yağmur tanelarinin çıktığını görürsün”

165- İnsanların içinde Allah’tan başka ortaklar edinerek onları Allah’ı sever
gibi seven kimseler bulunmaktadır. İman edenlerin Allah’a olan sevgileri ise
daha güçlüdür. Zulmedenler azabı gördüklerinde bütün kuvvetin Allah’a ait
olduğunu ve Allah’ın azabının gerçekten çok şiddetli olduğunu anlayacaklarını
keşke bilselerdi.

O zulmedenlerden murad kafirlerdir. Bunu (167.) ayetin sonundaki şu sözü ile açıkladı:
“Onlar ateşten çıkacak değillerdir”
Lokman’dan ikrar olarak Allah’ın şu sözü buna delalet ediyor:
“Ey oğulcuğum, Allah’a şirk koşma: Çünkü şirk büyük zulümdür”
Şu ayetler de buna delalet eder:
“Kafirler zalimlerin ta kendileridir”
“Allah’tan başka, sana ne fayda ne de zarar verecek olana çağırma. Bunu
yaparsan o takdirde zalimlerden olursun”

166- İşte o zaman da kendilerine uyulanlar, kendilerine uyanlardan uzak


olduklarını bildirirler ve aralarındaki bütün bağlar da kesilir.
167- Bunun üzerine, uyanlar da “Bir kez daha elimize fırsat geçseydi de,
onların bizden uzaklaştıkları gibi, biz de onlardan uzaklaşsaydık” derler. Böylece
Allah, onların yaptıklarını iç çektirici (eyvah dedirtici) şeyler olarak kendilerine
gösterir. Onlar ateşten çıkacak da değillerdir.

Burada ateş ehlinin düşmanlaşmasına işaret etti. Bunu, burada zikrettiklerinden ayrı
olarak başka yerlerde açıkladı. Şu sözü gibi:
“Zalimleri Rablerinin huzurunda bulunurken görsen. Birbirlerine laf atıyorlar.
Mustaz’aflar, müstekbirlere: Siz olmasaydınız mü’minler olurduk. Müstekbirler,
mustaz’aflara: Size geldikten sonra biz mi sizi hidayetten alıkoyduk? Asıl siz
suçlular idiniz. Mustaz’aflar, müstekbirlere dedi ki: Aksine gece ve gündüz
tuzaklarıyla bizi yoldan çıkarıyordunuz. Allah’ın inkar etmemizi ve ona ortaklar
koşmamızı bize emrediyordunuz”
168- Ey insanlar! Yeryüzünde bulunan helal ve temiz şeylerden yiyin. Şeytanın
adımlarına uymayın. Şüphesiz o, sizin için açık bir düşmandır.

Burada onun adımlarını izlemenin sebep olduğu zararı zikremedi. Fakat Allah bunu Nur
Suresinde şu sözü ile işaret etti:
“Kim şeytanın adımlarını takip ederse, muhakkak ki o fahşayı ve münkeri
emreder”

169- O, size yalnızca kötülüğü, hayasızlığı ve Allah hakkında bilmediğiniz


şeyleri söylemenizi emreder.

Onun hakkında bilgisizce söz söyleyenleri burada açıklamadı. Fakat onu başka yerlerde
detaylandırdı. Bilgisizce söyledikleri şeylerin şu olduğunu zikretti: Allah’ın bahiraları,
saibeleri, haram kıldığı, onun evladının olduğu, onunu ortaklarının olduğu Allah
eksikliklerden münezzehtir, bunlardan yüce ve büyüktür. O’nun bunları haram etmediğini
şu sözüyle açıkladı:
“Allah bahire, saibe, vasile ve ham’ı haram kılmadı. Fakat kafirler Allah’a
iftira ediyorlar.”
“Allah’ın onlara rızık olarak verdiklerini, Allah’a iftira ederek haram kıldılar.”
“De ki, gördünüz mü, Allah’ın size rızık olarak indirdiklerinin bir kısmını helal
ve haram kıldınız.”
“Dillerinizin yalan yere vasıflandırdıklarını bu helal, bu da haram demeyin.”
Ve kendisini şu sözü ile, iddia edilen ortaklardan da tenzih etti:
“Allah ortak koştuklarından münezzehtir”
Ve kendisini, şu sözü ile iddia edilen evladdan tenzih etti:
“Allah çocuk edindi, dediler. O bütün noksanlıklardan münezzehtir”
Şu sözündeki, ma ism-i mevsuldeki icmalin tafsili bu ayetlerle zahir oldu.
“Ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyi söylemeniz”

170- Onlara ne zaman “Allah’ın indirdiğine uyun” denilse, “biz atalarımızı


üzerinde bulduğumuz yola uyuyoruz” derler. Ya, ataları birşeyden anlamıyor
veya doğru yolu bulamamış idilerse!...
171- İnkar edenlerin örneği, bağırıp haykırmadan başka bir şeyi duymayan
varlığa seslenen birinin örneği gibidir. Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler,
dolayısıyla birşeyden anlamazlar.
172- Ey iman edenler! Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin
ve eğer Allah’a kulluk ediyorsanız, O’na şükredin.
173- (Allah) size leşi, domuz etini ve Allah’tan başkası adına kesileni haram
kılmıştır. Kim mecbur kalır da taşkınlık etmeden ve aşırıya gitmeden yerse, onun
için günah yoktur. Allah bağışlayıcıdır, rahmet edicidir.

Bu ayetin zahirine göre bütün ölü çeşitleri ve kan haramdır. Fakat başka yerde deniz
ölüsünün bu haram kılmanın dışında olduğunu açıkladı. O da şu sözüdür:
“Allah size deniz avını ve (ondan) yemeyi helal kıldı”
Ki ölüsünün dışında deniz avı yiyeceği yoktur. Ve bazı alimlerin örnek olarak zikrettikleri:
(bitaamihi) den murad tuzla kurutulmuş ince dilimler ve (bisaydihi)den onun taze olanı. Bu
zahire aykırıdır. Çünkü avından ince dilim, ve ince dilimlenmiş avdır. Alimlerin çoğuna göre
(bitaamihi) den murad ölüsüdür. Onlar: Ebu Bekir es-Sıddık, Zeyd b.Sabit, Abdullah b.
Ömer, Ebu Eyyub el-Ensari -Alah onların hepsinden razı olsun- İkrime, Ebu Seleme b.
Abdurrahman, İbrahim en-Nehai, Hasan el-Basri ve diğerleri. Nitekim onlardan İbni Kesir
nakletti. Başka bir yerde kanın akıtılmamışının haram olmadığına işaret etti. O da şu
sözüdür:
“Ölü ya da akıtılmış kan olmasının dışında”
Ondan anlaşılıyor ki, et kesiminin izinden miktarı artan kırmızılık gibi akıtılmamış olan
haram değildir.
“Akıtılmış” sözü ile yapılan sınırlamaya girdiğinden dolayı, akıtılmış gibi de olsa
(haram) değildir.
Bir ek: Peygamber (s.a.v.)’den Allah’ın ümmeti için iki ölüyü ve iki kanı haram kıldığı
(rivayeti) gelmiştir. İki ölü: balık ve çekirge. İki kan: Ciğer ve dalak.
Allah’ın izni ile bu hadis hakkındaki açıklama En’am Suresinde gelecektir. Deniz
hakkında peygamber (s.a.v.)’den “Ölüsü helaldır.” Onu Malik, Sünen sahibleri, İmam
Ahmet, Beyhaki ve Darekutni Sünenlerinde, Hakim Müstedrek’te, İbni el-Carud
Munteka’da, İbni Ebi Şeybe, Tirmizi Sahihin’de, İbni Huzeyme, İbni Hibban ve Buhari tahric
etmiştir.
Bu hadisin umumunun zahiri ve Allah’ın (vetaamihi) sözünün umumu, kesin olarak deniz
ölüsünün mübahlığına delalet ediyor. Peygamber (s.a.v)’in, müttefkun aleyh olan bir
hadiste, Amber’in etinden yediği sabit olmuştur. Ki o da denizin ölü olarak attığı büyük bir
balıktır. Kıssası da meşhudur.
Bu meselenin net fıkhının sonucu: Deniz ölüsü iki kısımdır: Ancak suda yaşayabilen
kısım. Eğer çıkarılırsa ölür. Balina gibi. Ve karada yaşayan kısım. Kurbağa ve benzerleri
gibi.
Balina gibi sadece suda yaşayanlar ise, bütün alimlere göre ölüsü helaldir. Ebu Hanife
-Allah ona rahmet etsin- onun denizde ölen ve su yüzüne çıkanında muhalefet etti. Onun
hakkında dedi ki: O, yenmesi mekruhtur. Ancak insanın öldürdüğü ya da deniz ortaya
çıkarıp ta ölen hariç. Ona göre bunların yenmesi mübahtır.
Deniz hayvanlarından olupta karada yaşayanlara gelince: Kurbağalar, kaplumbağalar,
yengeç ve su kalkanı gibi. Alimler bunda ihtilaf etmiştir. Malik b. Enes bütün bunlardan
deniz ölülerinin yenilmesi mübahtır, yoluna gitmiştir. Kendi kendine ölmesi, suyun yüzüne
çıkmış olarak bulunması, ya da avlanmakla (ölen), diri olarak çıkarılan, ateşe atılan,
toprağa gömülen olması aynıdır, (sonucu değiştirmez)
İbn-i Nafi ve İbn-i Dinar dedi ki: Karada yaşayan deniz ölüsü necistir.
İbn-i Urfe, suda ölmek arasındaki farkla üçüncü bir görüş nakletti. Bu durumda tahir olur.
Karada (ölürse) necis olur. Onu da İbnü’l Kasım’dan İsa’ya dayandırdı. Malik’e göre deniz
kurbağaları, yenilmesi mübahtır, içinde ölse bile.
Müdevvene’de de: Kurbağaların yenilmesinde bir beis yoktur, ölse bile. Çünkü o, su
avındandır.
Kara kurbağalarının ölüsü ise, alimler arasında hilafsız olarak haramdır. Görüşler,
kurbağaların yasaklanmasını kesin olarak ortaya çıkardı, güzel koksa bile. Nitekim buna
dair delil gelecektir, inşaallah.
Su köpeği ve domuzu ise: Malik’in mezhebinden meşhur olan, ikisindeki kerahattir. Halil
b. İshak el-Malki Muhtasar’ında, su köpeğini ve domuzunu mekruh edilenlere atfederek
söyledi.
El-Baci dedi ki: Deniz köpeği ve domuzuna gelince. İbni Şaban rivayet etti ki: O
mekruhtur. Onu İbni Habib de söyledi.
İbnü’l-Kasım, Müdevvene’de dedi ki: Malik, su domuzu hakkında bize herhangi bir cevap
vermedi. Diyor ki: Siz domuz diyorsunuz.
İbnü’l Kasım dedi ki: Ben ondan sakınırım birisi onu yerse onu haram görmem bu Malik
mezhebinin meseledeki özetidir. Ve karada yaşasın ya da yaşamasın deniz hayvanları
ölüsünün mübah oluşu konusundaki delilidir
Allah (c.c) şöyle buyurdu:
“Size deniz avı ve yenmesi helal kılındı”
Avından ayrı olarak ölüsünden başka yiyeceği yoktur nitekim alimlerin çoğunluğu bunu
dedi. Bu da doğrudur. Peygamber (s.a.v.)’in deniz konusundaki şu sözü onu te’yed ediyor:
“Onun suyu temiz ölüsü helaldir” bu hadisin subutunu takdim etmiştik. Onda
Peygamber (s.a.v.)’in deniz ölüsünün helal olduğu açıklaması vardır. Bu da tartışma
mahalindeki nihai noktadır. Usulde kararlaştırılabilir ki müfret marifeye eklendiğinde umum
kalıplarından olur.
Şu sözü gibi:
“O’nun emrinden geri kalanlar uyarsın”
“Eğer Allah’ın nimet(ler)ini saymaya kalkışırsanız sayamazsınız”
Es-Suud Meraki’de umumun sigalarına atfen şu sözü ile işaret etti:
El ile tanımlanan görülmüştür. Ya da tanımlanana izafe ile husus tahakkuk ettiğinde,
olumsuzlamıştır.
Bununla biliyoruz ki Peygamber (s.a.v.)’in “ölüsü” sözünün zahiri ile denizdeki bütün
ölüleri kapsıyor.
Bu meselede Şafii -Allah ona rahmet etsin-nin mezhebi: Su yüzünde görülsün ya da
görülmesin, sadece denizde yaşayanların ölüsü, tartışmasız olarak, helaldir.
Deniz hayvanlarından karada yaşayanlar konusunda ise, Şafii tarafından el-Umm,
Muhtasarü’l-Müzni ve ihtilafü’l-Irakiyyin, de yazılmış görüşer vardır: Önceden takdim
ettiğimiz deliller uyarınca bütün ölüleri helaldir. Karşısında da iki yaklaşık görüş vardır:
Birisi: Mutlak olarak karada yaşayan deniz ölüsünü men’i
İkincisi: İnek, Koyun gibi karada benzeri yenilen arasında detaylandırılma bu şekildeki
deniz ölüsü mübah olur. Köpek, domuz gibi karada benzeri yenilmeyenler arasında
detaylandırılma. Bu durumdaki deniz ölüsü haram olur. Peygamber (s.a.v.)’in “ölüsü
heladir” sözünün ve Allah’ın, öncede geçtiği gibi, “ve yiyeceği” sözünün umumundan
ötürü, birinci delilin daha zahir olduğu gizlenilmez.
İmam Ahmed’in -Allah O’na rahmet etsin- mezhebine gelince: Su yüzünde görünsün ya
da görünmesin, sadece denizde yaşayanların ölüsü helaldir. Deniz hayvanlarından karada
yaşayanların ölüsü O’na göre haramdır, boğazlanması gerekir. Ancak yengeç kanı
olmayanlar O’na göre boğazlanmaksızın mübah olur. Karada yaşayanların ölüsünün mübah
olmamasının gerekçesi de, onun karada yaşayan hayvan olması, kendi kendine yaşaması
ve bağlanmadan mübah olması. Kuş gibi ve sadece denizde yaşayabilenler hususu üzerine
zikrettiğimiz delillerin getirilmesi.
O’na göre su köpeği, boğazlandığında helaldir. Açıktır ki genel hükümlerin tahsisi, nassa
ihtiyaç duyar. Malik ve Şafii’in mezhebi daha zahirdir. Allah Teala en iyi bilendir
İmam Ebu Hanife’nin mezhebi ise -Allah ona rahmet etsin-: Asıl olarak bütün karada
yaşayıp deniz (hayvanı) olanlar yenilmez. Çünkü habistir. Sadece denizde yaşayanlar ise
(balina ve çeşitleri), O’na göre ölüsü helaldir. Ancak denizde tabi bir şekilde ölürse ve su
yüzünde görünürse, O, onun yenilmesini kerih görür. O’na göre insanın öldürdüğü ya da
deniz ortaya çıkarıp ta ölen helaldir, suyun yüzünde görünen hariç. Karada yaşayanlar
hakkında delili: O habistir. Allahu Teala da buyuruyor ki:
“Onlara habis şeyleri de haram ediyor”
Su yüzünde görünen balığın kerahati konusundaki delili de, Ebu Davud’un Sünen’inde
rivayet etttiğidir.
Bize Ahmed b. Abde, O’na Yahya b. Selim et-Taifi, Ona da İsmail b. Ümeyye söyledi. O
Ebu Zübeyr’den, O da Cabir b.Abdullah’tan. Dedi ki: Peygamber (s.a.v.) Dedi ki:
“Denizin attığı ya da (çekilmesiyle) ondan çıkanı yeyin. Onda ölüp te su yüzüne
çıkanı yemeyin”
Ebu Davud dedi ki: Bu hadisi Süfyan es-Sevri, Eyyub, Hammad, Ebu’z-Zubeyr’den
rivayet etti ve onu Cabir’e dayandırdı.
Bu hadis yine, zayıf bir şekilde İbn-i Ebi Zib’e dayandırıldı... O, Ebu’zZubeyr’den,
Cabir’den ve Peygamber (s.a.v)’den
Cumhur birinci delillendirmeyi cevaplandırdı: Deniz ölüsü hakkındaki nassların lafızları
geneldir. Genel bir nassın tahsisi de, önce de geçtiği gibi, tahsise delalet eden kitab ve
sünnetten bir delille olması gerekir
Onun habis olduğu mutlak iddiasına, deniz ölüsünün geneli hakkındaki açık delillerin
geneli karşılık vermiyor. İkinci gerekçe hakkında da: Cabir’in zikredilen hadisinin zayıf
kılınması ile (cevablandırdılar)
Nevevi, şerhu’l-mezhep’te şunları söyledi: Öncekilerin delil olarak getirdiği Cabir hadisi
hakkındaki cevab, hafızların ittifakıyla onun zayıf bir hadis olduğudur.
Ona hiç bir şey karşı olmazsa bile onunla delil getirmez. O, zikrettiğimiz kitaptan
delillere ve sahabe (r.a.)’nın yaygın görüşlerine tezat olduğu halde, nasıl bu olur?
Bu hadis te Yahya b. Selim et-Taifi, İsmail b. Ümeyye’den Ebu’z-Zubeyr’den ve Cabir’den
yaptığı rivayettir.
Beyhaki dedi ki: Onu yine Yahya b. Ebu Enise, o da Ebu’z-Zübeyr’den merfu olarak
rivayet etmiştir. Yahya b. Ebu Enise metruktur, onunla delil getirilmez. Dedi ki: Onu
Abdulaziz b.Ubeydullah, O da Vehb b. Kisan, o da Cabir’den merfu’ olarak rivayet etti.
Bakıyye’nin tek başına kaldığı şeyle delil getirilmez. Aykırı düşenle nasıl olur? Dedi ki :
Sahabeden bir gurubun, rivayet ettiğimizle beraber Cabir’in sözüne aykırı olan sözleri,
Peygamber (s.a.v.)’den, O, deniz konusunda dedi ki:
“O, suyu temiz, ölüsü helaldir.”
Beyhaki Sünen-i Kübra’da, “Su yüzüne çıkanları kerih görenler” kısmında şunları dedi:
Bize Ebu Bekir el-Haris el-Fakih haber verdi: Bize Ali b. Ömer el-Hafız haber verdi: Bize
Muhammed b. İbrahim b. Firüz söyledi: Bize İsmail el-Hasani söyledi: Bize İbn-i Nümeyr
söyledi: Bize Ubeydullah b. Ömer söyledi:Ebu’z-Zubyr’den, o da Cabir (r.a)’den o da
Peygamber’den. O şöyle diyordu:
“Denizin (karaya) vurduğu, ortaya çıkardığı ya da onda avlanılanı ye. Onda
ölüp sonra su yüzüne çıkanı yeme”
Bu manasında onu, Eyyub es-Sahtıyani, İbn-i Cerir, Zübeyr b. Muaviye, Hammad b.
Seleme ve benzerleri Ebu’z-Zübeyr’den,o da Cabir’den, merfu’ olarak; Abdurrezzak,
Abdullah b. el-Velid el-Adeni, Ebu Asım, Müemmil b. İsmail ve benzerleri de Süfyan es-
Sevri’den mevkuf olarak rivayet etti.
Ebu Ahmed ez-Zübeyri onlara muhalefet etti. Onu es-Sevri’den merfu’ olarak rivayet
etti. O da içindeki en mühimidir. Bize Ebu Hasan b. Abdan haber verdi. Bize Süleyman b.
Ahmed el-Lehemi haber verdi. Ali b. İshak el-Esbahani söyledi. Bize Nasr b. Ali söyledi. Bize
Ebu Ahmed ez-Zübeyri söyledi. Bize Süfyan söyledi. O Ebu’z-Zübeyr’den, o da Cabir’den,
Peygamber(s.a.v.)’in şöyle dediğini rivayet etti: “Balık su yüzüne çıktığında onu yeme.
Deniz onu ortaya çıkardığında yeyin. Kıyısında olduğu sürece onu yeyin.” Süleyman dedi
ki, bu hadisi Süfyan’dan sadece Ebu Ahmed aktarmıştır. Sonra Beyhaki bu sözden sonra
Ebu Davud’un takdim ettiğimiz hadisini ve Nevevi’den naklettiğimiz sözü zikretti.
Kaydedicisi -Allah onu affetsin- özetle dedi ki: Cabir’in su yüzüne çıkan balığın yemesini
nehy hakkındaki hadisini, alimlerin çoğu zayıf görme ve delil getirilemez bulma yoluna
gittiler. Cabir’de durmasının bunu ispat ettiğine hükmettiler. Öyleyse o, onlardan bir gurup
sahabenin sözleriyle çelişen bir sahabi sözüdür: Ebu Bekir es-Sıddık (r.a.), ayetle ve
eskilerin hadisi usul ve hadis ilminin yapımının Cabir’in zikredilen hadsini reddetme
hükmünü gerektirmediği bakanlar için zahir olabilir. Çünkü onun alınması çok değişik
yollardan gelmiştir ve bir kısmı da sahihtir. Ebu Davud’un merfu olarak takdim ettiğimiz
rivayetini, isnadında Yahya b. Selim et-Taifi olduğu ve onunda hafızasının köü olduğu
gerekçesiyle zayıf gördüler.
Ondan başkası da onu merfu olarak rivayet etmiştir. Ne var ki zikredilen Yahya b.Selim
Buhari ve Müslim’in sahihlerindeki ricalindedir. Ebu Ahmed ez-Zübeyri’nin es-Sevri’den
merfu olarak yapılan rivayet Beyhaki ve Darekutni’dedir O’nun onda vehimli olduğu
gerekçesiyle zayıf gördüler. Dediler ki: Onda vaki’ ve diğerleri muhalefet etti. Onu es-
Sevri’den merfu olarak rivayet ettiler.
Malumdur ki, zikredilen Ebu Ahmed ez-Zübeyri’nin, Muhammed b. Abdullah b. Zübeyr b.
Amr b. Dirhem el-Esdi’ye göre sika olduğu sabittir. Nitekim İbn-i Hacer et-Takrib’de dedi ki:
O, es-Sevri’nin hadisinde hata edebilir. Onun aktarımı ile o iki rivayet, Beyhaki ve
diğerlerinin yanında merfu olan Bakıyye İbnü’l-Velid’in rivayetiyle içiçe geçerler.
Zikredilenlerin geri kalanı,alimlerin bir çoğu onda konuşmuşsa bile, Müslim’in
sahih’indeki adamlarındadır. Bu da aynı şeklde Cabir’den merfu olarak, Ebu’z-Zübeyr’e
ondan Vehb b. Kisan’a ve ondan da Abdlaziz b. Ubeydullah’a olan rivayetle uyuşuyor.
Yahya ibn-i Enise’nin Ebu’z-Zübeyr’den, o da Cabir’den merfu’ olarak olan rivayeti,
zikredilen Abdulaziz b. Ubeydullah ve Yahya b. Ebi Enise zayıf olslar bile, onların rivayetleri
sika rivayetle uyuşuyor. Bu yine İbn-i Ebi Zi’bin, Ebu’z-Zübeyr’den onun da Cabir’den
merfu’ olarak Tirmizi ve diğerlerinin yanındaki rivayetle uyuşuyor. Açık olan şudur ki,
Cabir’in zikredilen hadisinin sabit olmadığına hükmetmek gerekmez. Nitekim kendisiyle
rivayet edilen aktarım yollarını gördün. Bazıları da, Ebu Ahmed’in zikredilen rivayeti gibi,
sahihtir. Aktarım çoktur. Adlin çokluğu da makbuldür.
Meraki’de es-Suud dedi ki:
Raf’, vasl ve lafzın artması Hıfz imamının yanında makbuldür. Çünkü Allah’ın: “Deniz
avı ve yemesi size helal kılındı” sözünün ve Peygamber (s.a.v.)’in deniz hakkındaki
“Onun suyu temiz, ölüsü helaldir” sözünün umumu Cabir’in bu hadisinden daha
kavidir. Bunu kıyasla uyuşması da te’yid ediyor. Çünkü kıyasta suyun yüzünde görünenle
diğerleri arasında fark yoktur. Onun ne genel ne de özelle çelişmediği şeklende de
cevaplandırılabilir. Cabir’in, suyun yüzünde kalan hakkındaki hadisi ise, ibahe delillerinin
umumunu tahsis edendir.
Suyun yüzeyinde kalan balığın yenmesinin kerahatine dair delil biraz güçlücedir. Allah
en iyi bilendir. “Et-Tafi balık” tan murad denizde ölüpte suyun yüzeyinde görünen balıktır.
Araplar, suyun üzerinde yükselen ve ona batmayan şeyleri Tafi diye isimlendirirler.
Abdullah b. Revaha’nın (r.a) sözü de bundandır.
Arş, suyun üzerinde görünür Arşın üzerinde de Alemlerin Rabbi.
Delilerin nüktelerinde anlatılır: Delinin birinin yanından, Beni Rasıp’tan ve Beni
Tafave’den birer gurup geçti. Bir hizmetçi hakkında çekişiyorlardı. Deli onlara dedi ki:
Hizmetçiyi denize atın. Eğer içine batarsa o Beni Rasip’tendir. Eğer yüzeyinde kalırsa o
Beni Tafave’dendir.
Buhari sahihinde, AllahTeala’nın
“Deniz avı ve yemesi, size geçimlik olarak, helal kılındı” sözü babında dedi ki;
Ömer dedi ki: Onun avı avlanılanıdır, yemesi de attığıdır.
Ebu Bekir dedi ki: Yüzüne çıkan helaldir. İbn-i Abbas da dedi ki, yiyeceği ölüsüdür. Ancak
atılmış olanı hariç. Akanı yahudiler yemezler biz ise yeriz.
Peygamber (s.a.v.)’in sahabesinden Şerih dedi ki: Denizdeki herşey kesilmişdir. Ata dedi
ki: Kuşun ise kesilmesi gerektiğini düşünüyorum.
İbn-i Cerir dedi ki: Ata’ya dedim ki: Nehirlerin avı ve sel getirileni deniz avı mıdır? Dedi
ki: “Evet. Sonra okudu “Bu tatlı, hoş, kolay içimlidir. Bu da tuzlu, acıdır. Hepsinden
de taze et yiyorsunuz.” Hasan da su köpeği derisinden eyerin üzerine bindi. Şafii dedi
ki: Eğer alim kurbağaları yeseydi, onlara yedirirdim. Hasan kaplumbağalarda herhangi bir
bais görmedi.
İbn-i Abbas dedi ki: Deniz avından tümü Hiristiyan,Yahudi ya da Mecusi’dir.
Bilindiği üzere Buhari, -Allah O’na rahmet etsin- yanında sahih ve sabit olması cezm
sigasına tutunmaz.
Hafız ibn-i Hacer, Fethu’l Bari’de, Buhari’den zikrettiğimiz bu derlemeler hakkındaki
sözlerde şunları demiştir: Ömer (İbnü’l- Hattab’tır) dedi ki, “Avı” sözü avlanılandır.
“Yiyeceği” sözü de attığıdır. Tarih hakkında yazılan O’na ulaştı.
Abd b. Hamid, Ömer b. Ebu Seleme yoluyla babasından, o da Ebu Hureyre’den; dedi ki:
Bahreyn’e vardığımda ehli bana denizin attığından sordu. Onlara yemelerini emrettim.
Ömer’e gittiğimde bir kıssa zikretti. Dedi ki: Allah kitabında buyurdu ki: “Size deniz avı ve
yiyeceği helal kılındı” Avı: Avlanılandır. Yiyeceği ise: Attığıdır.
Ebu Bekir ( es-Sıddık’tır) dedi ki, su yüzünde görünen helaldir. O’na Ebu Bekir b. Ebi
Şeybe ulaştırdı. Tahavi, Darekutni, Abdulmelik b. Ebi Beşir’in, rivayetinden, İkrimeden, İbn-
iAbbas’tan dedi ki: Ebu Bekir’in şunu dediğine şahitlik ediyorum: Su yüzünden görünen
balık helaldir. Tahavi onu yemek isteyen için arttırdı. Onu Darekutni tahric etti. Abd b.
Hamid ve Ta beri de ondandır. Bir kısmında, Ebu Bekir’in su yüzünde kalan balığı yediğine
şahitlik ediyorum. Darekutni’den ayrı bir yönde, sizin ibn-iAbbas’tan, Ebu Bekir’den: Allah
denizdekileri sizin için kesti. Onu hepsini ye. O boğazlanmıştır.
İbn-i Abbas dedi ki: Yiyeceği ölüsüdür. Ancak atılanı hariç. O’na Taberi, Ebu Bekir b. Hafs,
İkrime’den, İbn-i Abbas’tan ulaştırdı. Allah’ın sözünde: “Size deniz avlaması ve yiyeği
helal kılındı” Dedi ki, yiyeceği: Ölüsüdür. Abdurrezak, ayrı bir yönden, İbn-i Abbas’tan
almıştır. El-Ecleh senedinde, deniz avının su yüzünde görüneni yeme diye zikretti. Ki o da
iyidir.Ondan önce geçen İbn-iAbbas’ın hadisi onu güçsüzleştirdi. Onun sözü: Akanı (el-cari)
Yahudi yemez, biz yeriz. O’na Abdurrezzak, Sevri’den, Abdulkerim el-Cezeri’den,
İkrime’den, İbn-i Abbas’tan ulaştırdı. “Akan” hakkında ona sordu, dedi ki: Onda beis
yoktur. O sadece Yahudilerin kerih gördüğü bir şeydir. Onu İbn-i Ebi Şeybe, Veki’den, Es-
Sevri’den aktarmıştır. Rivayetinde dedi ki: İbn-i Abbas’a “el-cari” hakkında sordum. Dedi ki:
Onda beis yoktur. Onu sadece Yahudiler haram kılıyorlar. Biz de yiyiyoruz. Bu, sahih şart
üzerindedir. İbn-i Habib Malikeye’den dedi ki: Onu sadece kerih görürüm. Çünkü deniliyor
ki: O dönüşümlerindendir. Ezheri dedi ki: El-ceriyeti balinalara benzeyen bir çeşit balıktır.
Denildi ki: Kabuğu olmayan bir balıktır. Yine onun için denildi ki: Mermahi ve Sellür onun
gibidir . Hattabi dedi ki: O, balıktan dönüşmüştür. Balinalara benziyor. Başkası dedi ki:
Geniş gövdeli ince uçlu bir çeşittir. Peygamber (s.a.v)’in sahabelerinden Şerih dedi ki:
Denizdeki her şey kesilmiştir. Ata dedi ki: Kuşun ise kesilmesini gerekli görürüm. Ona,
tarite el-Musannıf ve Marife’de İbn-i Mendeh, İbn-i Cerir rivayetinden ulaştırdı. Amr b. Dinar
ve Ebu’z-Zübeyr’den. O ikisi Peygamber (s.a.v.)’in sahabesinden Şerih’ten duydular:
Denizdeki her şey kesilmiştir. Dedi ki: Bunu Ata’ya hatırlattım. Bunun üzerine dedi ki:
Kuşun ise kesilmesini gerekli görürüm. Onu darekutni ve Ebu Na’im sahabeden merfu
olarak Şerih’in hadisinden tahric etti. Mevkuf olması esahtır.
İbn-i Ebi Kasım, yiyecekler konusunda Amr b. Dinar kanalıyla tahric etti. Yaşlı bir ihtiyarı
işittim. Ademoğullarına Allah’ın kesmediği hayvan yoktur denizde diye Allah’a yemin
ediyordu. Darekutni, Abdullah b. Sercis’in hadisinden tahric etmiştir: Allah bütün
denizdekileri Ademoğulları için kesmiştir. Senedi zayıftır. Taberani, İbn-i Ömer’in hadisinden
benzerini aktarmıştır. Onun da senedi zayıftır. Abdurrezzak Ömer’den iki iyi senetle
aktardı. Sonra Ali’den: Bütün büyük balıklar boğazlanmıştır. İbn-i Ceric dedi ki: Ata’ya
dedim ki: Nehirlerin avı ve sel getirileri deniz avı mıdır? Dedi ki:
“Evet.” Sonra şu ayeti okudu:
“Bu tatlı, leziz, hoş içimlidir, bu da tuzlu ve acı. Hepsinden de taze et
yiyiyorsunuz.”
Abdurrezzak tefsirinde İbn-i Ceric’ten bu düzeyde ulaştırdı. El-Fakihi, Kitabu Mekke’de
Abdulmecid b. Davud, (o da) İbn-i Ceric’in rivayetinden, bundan daha tam aktardı. O’na
“Birketü’l Keşiri” deki -O haremdeki büyük bir kuyudur- balıkların avlanıp avlanmayacağını
sordum. Dedi ki: Evet. Ve O’na “İbnü’lMa’” ve benzerlerini sordum, deniz avı mı kara avı
mı? Dedi ki: Hangisinde çoksa onun avıdır.
Kılatun -sonu müsennadır- Sağlam bir rivayette üçgen şeklinde geldi. Birinci doğru
(nokta): Kaletün’ün çoğulu. Bahrün- Biharün gibi. O da kayadaki oyuktur. Onda su toplanır.
Şafii dedi ki: Eğer ailem kurbağaları yeseydi, onlara yedirirdim. Hasan da kaplumbağalarda
da bir beis görmedi Hasan’ın birinci sözü, O İbn-i Ali’dir. Denildi ki: El-Basri’dir. Birincisi
o’nun “Hasan (a.s) bindi” Rivayetine girdiğini te’yid ediyor. Cidden bir eğer üzerine, sözü:
Su köpekleri derisinden alınma demektir. Şafii’nin sözüne gelince: Defadiun, Difdeun’un
çoğuludur. İbnü’t-Tin dedi ki: Eş-Şa’bi, boğazlanıp boğazlanmadığını açıklamadı.
Malik mezhebinde o kesilmeksizin yenir. Onlardan kimi de onun su sığınağı ile
diğerlerinin arasını ayırdı. Hanefiye’den ve Şafii’den bir rivayet: Kesilmesi gerekir.
Kaydedicisi - Allah onu affetsin- dedi ki: Allah’ın “Size leş haram kılındı” sözü gereği,
kara kurbağalarının leşinin necasetinin de farklı olması gerekmez. O deniz hayvanlarından
değildir.Çünkü o kara (hayvanlarındandır). Nitekim Albdulhak, onun öülüsünün Malik
mezhebinde necis olduğunu açıkladı. Bunu ondan Hattab, Mevak ve diğerleri nakletti,
Halil’in sözünün şerhinde: Bütün hayatını karada geçirse bile deniz (hayvanıdır) İbn-i Hacer
geçen sözün devamında dedi ki, Hasan’ın kaplumbağa hakkındaki sözü ona, İbn-i Ebi
Şeybe, İbn-i Tavus yoluyla babasından ulaştırdı: O, kaplumbağanın yenilmesinde beis
görmezdi. Mübarek b. Feddale yoluyla Hasan’dan, dedi ki: Yenilmesinde bir sakınca yoktur.
Sülahfahu şeklindedir. Sülahfae şeklinde de olabilir. Muhkem’de, Sulhafatu olarak ta
söylenmiştir. Selahfiyetu şeklinde de gelmiştir.
İbn-i Abbas dedi ki: Bütün deniz avcıları Hristiyan,Yahudi ya da Mecusi’dir.
Kirmani dedi ki eski nüshada böyledir. Bazılarında Hristiyan lafzından önce “Avladığı”
ifadesi vardır. Derim ki: Bu yorumu ona Beyhaki Semmak b. Harb yoluyla İkrime’den (o da)
İbn-i Abbas’tan, dedi ki: Bütün denizin attığı ve ondan avlanılan onu yahudi, Hiristiyan ya
da mecusi avladı.
İbnü’t-Tin dedi ki: Onun mefhumu, deniz avı, bunların dışındakiler avladığıysa yenmez.
Toplumda da bu böyledir.
İbn-i Ebi Şeybe Sahih bir senetle ve Said b. Cübeyr’den başka bir senetle de Ali’den,
Mecusinin avladığı balığın kerahetini tahric etti. Fethül-Bari’den aktarım bitti.
Ebu ’d-Derda’nın el-Mery’deki sözü:
“Zebehe’l-hamra en-fiynanu ve’ş-şemse”
Bu Meşhur lafzından zebehe mazi fiildir. El-hamra mef’ulun bih’tir. El-niynan, zebehe’nin
failidir. Eş-şemsü, niynan olan faile matuftur. En-Niynan nun’un cemi’dir ve o da: El-hutu
ve’l-muryu’dur, sahih kavle göre es-Sıhah ve’n-Nihaye’nin sahibinin hilafına olarak. Ki O,
mim’in ötresi ve şeddeli ra’nin esresi ile okudu, Mürr’a nisbetle ki o meşhur tattır.
Zikdedilen el-mery, Şam’dan yapılan bir yemek idi. Şarab alınır, içine tuz ve balık konurdu
ve güneşe bırakılırdı. Şarab tadı değişir, boşluk oluşur. Balık tuz ve güneş, şarabın tadını
değiştirir ve sarhoş ediciliğini giderir. Bu da Ebu ed-Derda’nın balıkların ve güneşin
zebhinden murad ettiğidir. Zebhin ortaya çıkması, sarhoş şarkıcı kadının şiddetini gidermek
içindir. Ebu’d-Derda bunu yazdı. Ona İbrahim el-Harbi, Ebu’z-Zahiriye yoluyla Cubeyr b.
Nafi’den, (o da) Ebu’d-Derda’dan, kendisini garibü’l hadisinde ulaştırdı.
Ebu-Derda (r.a.) şöyle düşünüyordu: Şarabın tuza yatırılması mübahtır. Bir çok alim ise
ekşitilmesini yasakladı. Eğer herhangi bir etkenle olmak dışında kendi kendine ekşirse,
icma ile helaldir.
İbn-i Hacer el-Fetih’te dedi ki: Ebu’d-Derda ve bir topluluk şaraptan yapılmış bu el-
Mary’i yiyiyordu. Onu Buhari deniz avının temizliğine katmıştır. Balığın temiz ve helal
olmasını ister. Temizliği ve helalliği başkasına da geçer, tuz gibi. O kadar ki, necis-haram
şey görenlerin görüşüdür ki o da Ebu’d-Derda ve bir topluluğun sözüdür.
Kaydedicisi dedi ki-Allah onu affetsin- Zahir olan kurbağaların yenmesinin mutlak olarak
yasaklanmasıdır. Zira sabittir ki, Peygamber (s.a.v.) onun öldürülmesini yasakladı. Ebu
Davud Sünen’inde dedi ki: Bize Muhammed b. Kesir söyledi: Bize Süfyan İbn-i Ebi Zi’b’ten
haber verdi: (o da) Sait b. Halid’ten,(o da) Said b. Müseyyeb’den, (o da) Abdurrahman b.
Osman’dan: Bir doktor Peygamber (s.a.v.)’e kurbağadan ilaç yapmak hakkında sordu.
Peygamber (s.a.v.) onu öldürmekten nehyetti.
Nesai Sünen’inde dedi ki, bize Futeyke İbn-i Ebi Zi’b’ten haber verdi, (o da) Said b.
Halid’ten,(o da) Said b. Müseyyeb’den, (o da) Abdurrahman b. Osman’dan: Bir doktor
Peygamber (s.a.v.)’in yanında ilaç içinde kurbağadan söz etti. Peygamber (s.a.v.) de onu
öldürmekten nehyetti.
Nevevi Şerhü’l-Mühezzeb’te dedi ki: Peygamber’in kurbağaların katli hakkındaki hadisine
gelince, onu Ebu Davud hasen bir isnadla, Nesai sahih bir isnatla Abdurrahman b. Osman
b. Ubeydullah et-Teymi es-Sahbi’nin rivayetinden aktardı. O da İbn-i Ebi Talha b.
Ubeydullah dedi ki: Bir doktor Peygamber (s.a.v.)’e kurbağadan bir ilaç yapmak hakkında
sordu. O da kurbağa öldürmekten onu nehyetti. Kurbağanın yenilmesi konusundaki fazla
açıklama, inşaallah En’am Suresinde “De ki bana vahyedilende bulmuyorum” sözü
hakkındaki izahta gelecektir.
Kurbağanın mutlak olarak haram kılınması hakkındazikrettiklerimizi İmam Ahmed ve bir
topluluk söyledi. O da Şafii mezhebinde sahihtir. El-Abderi, Ebu Bekir es-Sıddık, Ömer,
Osman İbn-i Abbas’tan nakletti. -Allah onlardan razı olsun- Kurbağa dışında bütün deniz
ölüleri helaldir. Bunu Nevevi söyledi.
Ahmed’den -Allah ona rahmet etsin- timsahın yenilmezliğine delalet eden ifade
nakledildi. Ezvai dedi ki, canı çeken için onda beis yoktur.
İbn-i Hamid dedi ki: Timsah, kılıçbalığı yenilmez. Çünkü o ikisi insan yer. İbrahim en-
Nehai ve diğerlerinden rivayet edilmiştir. O dedi ki: Denizin ve karanın yırtıcılarını kerih
görürlerdi. Çünkü Peygamber (s.a.v.) bütün köpek dişli yırtıcılardan nehyetti.
Ebu Ali en-Necat dedi ki, benzeri karada haram kılınan, denizde de haramdır. Su köpeği,
domuzu, insanı. Köpek hariç Leys’in görüşü de budur. Çünkü o karanın ve denizin köpeğini
mübah görür. Bunu İbn-i Kudame Muğni’de söyledi. Bazı alimler deniz kaplumbağalarının
yenmesini yasakladılar. İlim Allah Teala’nın nezdindedir.
Uyarı: Ed-dem aslında demiyyun’dur. Bu da Arapların lamını hazfedip yerine bir şey
koymadıkları isimlerdendir. Onu Ayn’ı üzere irab ettim. Tasgir’de Lam’ı geri gelir. Demiyyun
dersin, Ya’ı tasgirin kelimenin Lam’ı olan Ya’dan dönüşmedir. Nice defa tesniyede aynı
şekilde sabit kaldı. Süheym er-Riyahi’nin sözünde de
“Velev ene ala hacer zebehna
Cera’d-dimyane bi’l-haberi’l-yakiyn”
Mazi ve muzaride de bu şekilde Lam’ı sabit kalıyor. Ondan iştikak durumundaki vasıfta
deriz ki: Mazide, demiytu yedehu, rada gibi. Şu sözde de:
“Hel ente illa isbaundemeyte
Ve fi sebilillahi ma legiytu”
Muzaride de, Ya’nın Elif’e yer değiştirmesi ile, yedma dersin. Yerda, yes’a ve yahşa da
olduğu gibi. Şairin şu sözü de ondandır:
“Velisanen ale’l-e’gabi tedmi kelumena
Velakin ala ekdamina tektiru’d-dema”
Vasıflamada dersin ki, yarası kanlı oldu. Er-Raciz’in sözü de ondandır.
“Nerde evlaleha ala ehraha
Nerdeha damiyetu kelaha”
Doğrusu, Lam’ın aslının Ya’ olduğudur. Aslı Vav’dır denildi. Ya’ ancak mazide
dönüştürüldü: Kesreden sonra aşırılığı için. Nitekim aslı itibariyle Lamları vav olan
kaviyyun, radiyyun ve şeciyyun’da olduğu gibi. Çünkü bunlar rıdvanun, kavatün ve
şucun’dandır.
Bazıları dedi ki, kökü dema’dur dem’de denildi. Allah Teale en iyi bilendir.
Allah (c.c) şöyle buyurdu:
“Ama kim mecbur kalırsa (başkalarına) saldırmadan, sınırı aşmadan (bunlardan)
yemesinde bir günah yoktur”
Burada mecburiyetin sebebini ve saldırılandan ve haddi aşandan muradı açıklamadı.
Fakat başka yerde zikredilen mecburiyetin sebebinin muhmisatün olduğuna işaret etti. O
da açlıktır. Bu da şu sözündedir: “Kim açlıkta mecbur olursa” El-Bağiy ve El-Adiy’den
muradın günaha meyleden olduğuna işaret etti. Bu da şu sözündedir: “Kim günaha
meyletmeksizin açlıkta mecbur olursa” El-Mütecanife, meyledendir. El- E’şa’nın sözü
de bundadır:
“Tecanefu an haceru’l-yemametu nakati
Vema kasaret min ehdeha’s-sevaika”
Ayette saldıran ve haddi aşanın, günaha meyleden olduğu anlaşılıyor. Bu da onda
anlaşılan amaçtır.
Bazı alimler dediler ki: Baği’nin meylettiği günah, müslümanların imamına karşı
çıkmaktır. Çoğu zaman bağy ismi, imama muhalefete verilir. Adi’nin meylettiği günah ise,
müslümanlara karşı eşkiyalık ve yol kesiciliktir. Bununla her defasında Allah’a isyana girer.
Bazı alimler dediler ki: Baği ve Adi’nin günahı, başkası olduğu halde haram edilen
şeyleri yemeleridir. Şu sözüsanki te’kid gibidir: “Kim mecbur olursa” Birinci görüşe göre,
tevbe etmedikleri sürece, ölümden korksalar bile, yol kesici ve imama karşı çıkana ölü eti
yemek caiz değildir. İkinci görüşe göre, tevbe etmeseler bile, ölmekten korksalar, ölü eti
yiyebilirler.
Kurtubi, Katade Hasan, Rebi’, İbn-i Zeyd ve İkrime’den nakletti: Saldırmadan’ın manası,
yani: Yemesinde, ihtiyacının üstüne çıkması. Haddi aşmadan’ın ise, bu haram kılınmışlara
alternatif bulup ta yemesi.
Aynı şekilde Süddi’den nakledildi. Saldırmaksızın’ın manası, iştahla ve zevkle yemesidir.
Haddi aşmadan’ın manası ise, doyuncaya kadar yemesidir.
Kurtubi, Mücahid, İbn-i Cübeyr ve diğerleri dedi ki: Mana; müslümanlara saldırmamak,
onlara karşı haddi aşmamak. Bu iki kelimeye; yol kesmek, sultana karşı çıkmak, sıla-i
rahim’i kesmek, müslümanlara saldırmak, ve buna benzer şeyler girer. Bu da sahihtir.
Sözlükte bağy’nin aslı, fesat kastıdır. Denilir ki:
“Beğati’l-mer’etu tebği buğae iza feceret”
Allah-u Teala buyurdu ki:
“Gençlerinizi haddi aşmaya zorlamayın”
Çoğu kez bağy, fesat dışı istekte kullanılır. Araplar der ki:
“Harace’r-raculü fi buğai ibili lehu”Yani “fi taniyha”
Şairin şu sözü de bundandır:
“La yemneake min buğa
El-hayru te’kadu’r-retaim
İnne’l-eşaim ke’l-eya
Min ve’l-eya min keleşaim”
Kurtubi Mücahid’den zikretti: Bu ayette mecburiyyetten murad: Haram kılınmış şeyi
yemeye zorlamak. Bir adam’ı düşman alıpta onu Allah’a ma’siyetten olan domuz eti ve
diğerlerine zorlamaları gibi. Alimlerin çoğuna göre: Ondan muradın zikrettiğimiz gibi, açlık
olduğunu zikretti.
“Kim d e açlıkta mecbur olursa” ayetinin bunu açıkladığını takdim ettik.
Zikredilenleri yemeye, zorlanma hükmü ise, en evla yolla, Allah’ın şu sözündedir: “Ancak
kimin kalbi imanla mutmain olduğu halde zorlanırsa” ve “Allah benim için
ümmetimden hatayı, unutmayı ve zorlandıkları şeyi affetmiştir.” hadisinden
alınıyor.
Ölü etini yemeye mecbur olmaya dair meseleler:
Birinci mesele: Alimler, mecbur kalanın, açlığını yatıştıracak ve hayatını sürdürecek
kadar ölü eti yiyebileceğinin üzerine icma ettiler. Aynı şekilde açlıktan fazlasının kendisine
haram olduğunda da icma ettiler. Doymanın kendisinde ihtilaf ettiler; ölü etinden doyabilir
mi yoksa açlığını yatıştıracak ve ölümden emin kılacak miktarı aşamaz mı?
Malik -Allah ona rahmet etsin-’e göre ölüden doyabilir ve ondan beslenebilir.
Muvatta’sında dedi ki: Ölüye mecbur kalan adam hakkında en iyi görüş, doyuncaya kadar
ondan yer, ondan beslenir ve ona ihtiyacı kalmadığında onu bırakır.
İbnü’l Abdu’l-Birr dedi ki: Malik’in görüşü, mecbur kalana ölü eti haram değildir. Ona
helal olduğu sürece, başkasını buluncaya kadar ondan dilediğini yiyebilir. Başkasını
bulunca ona haram olur. Maliki’den İbnü’l-Macişun ve İbn-i Habib, açlığını yatıştıracak ve
onu hayatta tadacak kadarını yiyebilir, görüşündeler. Delilleri de: Ölü eti sadece zaruret
durumunda mübah olur. Açlık yatıştığında, buna fazlalıkta zaruret yok.
O ikisinin görüşü üzerine Halil İbn-i İshak el-Maliki, şunları dercetmiştir: Zaruret içinde
insan dışında yatıştıran şeydir.
İbnü’l-Arabi dedi ki, Malikiler arasında bu tartışmanın yeri, aşırı açlığın az rastlanır
olmasındandır. Eğer sürekli olursa, ondan doymaya cevaz vermede hilaf yoktur.
Şafii’nin görüşü ve delilleri, Malikilerden zikredilen iki görüş ve delilleri gibidir, ki onları
beyan ettik. Zikredilen iki görüş, Şafii’lerin nezdinde meşhurdur.
El-Müzni seddur-ramakın caiz olmadığını tercih etti. Keffal ve bir çoğu da onu uygun
gördü.
Nevevi dedi ki: O sahihtir. Ebu Ali et-Taberi, el-İfsah ve er-Ruyani ve diğerlerinde
doymanın helal olmasını tercih etti.
Meselede Şafii’nin üçüncü görüşü şudur: Eğer o yerleşim biriminden uzaksa doymak
helaldir, yoksa değildir. İmamü’l-Harameyn ve Gazali meseledeki ayrıntıyı zikretti: Eğer bir
çölde ise, doymadığında helak olmaktan korkarsa, doyacak kadar kesmesi vacip olur. Eğer
bir beldede ise ve zaruret bitmeden temiz yemek beklentisi varsa, seddü’r-ramakla
yetecek kadar yetinmesi vaciptir. Eğer temiz yiyecek elde etmek belirmiyorsa, temiz
yiyecek bulmadığında tekrar tekrar ölü etini yemeye dönme ihtiyacı mümkün olursa bu
durumda hilaf başlar.
Nevevi dedi ki: İmamın ve Gazali’nin zikrettiği bu açıklama iyi ve tercihe şayan bir
açıklamadır. İmam Ahmed’den -Allah ona rahmet etsin- de bu meselede iki rivayet vardır:
İbn-i Kudame el-Muğni’de dediki- Doymak konusunda iki rivayet vardır. En belirgin olan:
Mübah değildir. Bu da Ebu Hanife’nin görüşüdür. İki rivayetten biri Malik’ten. İki görüşten
biri de Şafii’nindir.
Hasan dedi ki: Onu ayakta tutacak kadar yer. Çünkü ayet ölünün haramlığına delalet etti
ve bundan, ona mecbur olanı istisna etti. Zaruret bittiğinde, başlangıçtaki gibi, onu yemek
ona helal olmaz. Gerçeği saddur-ramakından sonra o mecbur olmadan önceki (hali) gibidir.
Ve yine o durumda (ölü) yemek ona mübah olmaz.
İkincisi: Doyması mübahtır. Bunu Ebu Bekir tercih etti. Gerekçesi; Cabir b. Semire’nin
rivayet ettiğidir. Bir adam taşlık bir araziye indi. Yanında bir deve telef oldu. Karısı ona dedi
ki:
“Onu soy ki iç yağını ve etini kurutalım da yiyelim.” Dedi ki Rasulullah (s.a.v)’e sorayım.
O’na sordu, Oda dedi ki:
“Yanında başka bir şey var mıydı?” Dedi ki,
“Hayır.” Dedi ki:
“Onu yeyin ve atmayın.” Ebu Davud rivayet etti.
Bunu aynı şekilde, Feci el-Amiri’nin yanındaki hadis te delalet ediyor: Peygamber ona ölü
eti konusunda izin verdi. Nefes almaya delalet etti; onu besin olarak ölü etinden ihtiyacı
kadarına. Çünkü mübah olarak sedddür-ramaka mümkün olan, doymaya da mümkündür.
Zaruretin gerekli olması ile geçmesi umulan olmasının ayırdedilmesi de muhtemeldir. Eğer,
Peygamber (s.a.v.)’e soran bedevinin ki gibi sürekli ise doymak caizdir. Çünkü eğer sadece
seddür-ramak ile yetinirse yakın zamanda zaruret ona geri döner. Gelecekteki zaruret ve
bunun bedenini zayıflatmaya yol açması korkusundan dolayı leşten uzaklaşamaz. Bu onun
telef olmasına da yol açabilir. Sürekli olmayan öyle değildir. Çünkü helal olan şeyle ona
ihtiyaç kalmaması umulur. Allahen iyi bilendir. Müğni’den lafzıyla aktarım bitti.
İmamü’l-Harameyn dedi ki: Doymanın manası, boşluk kalmamacasına doldurmak
değildir. Aksine, “açtır” sıfatı gidecek şekilde açlığı kırılıncaya kadar. Bunu Nevevi dedi.
İkinci mesele: Ölü etini yemeyi mübah edecek mecburiyyetin derecesi, ilmen ve
zannen helak korkusudur.
Zerkani Malik’in Muvatta’daki ölü etini yemeye mecbur olan hakkındaki mecburiyetin
derecesi hakkında sözüne düştüğü şerhte dedi ki; Kendisi hakkında ilim olarak ve zan
olarak helaktan korkmasıdır. Ölümün eşiğine getiren bir hale dönüşmesini şart koşmadı.
Çünkü bu durumda yemek fayda vermez.
Nevevi Şerhül Mühezzeb’te dedi ki: İkincisi tamahın haddi hakkındadır.
Ashabımız dedi ki: Şüphesiz ki güçlü açlık ölü etini ve benzerini yemeye yetmez. Yine
şüphesiz ki helak olmanın eşiğine kadar imtina etmek te gerekmez. Çünkü o zaman yemek
fayda da vermez. Bu hale vardığında onu yemek ona helal olmasa bile. Çünkü o
faydasızdır. Ölümünden korkması durumunda, tam acıkmamış, yürümekten güçsüz
düşmemiş, binmekten güçsüz düşmemiş, yoldaşından ayrılmamış ve kaybetmemişse ve
bunun gibileri olsa bile ölü etini yiyebileceğine ittifak ettiler.
Eğer ürkütücü bir çeşit hastalığın olmasından korkuyorsa bu, ölüm korkusu gibidir.
Hastalığın uzunluğundan korkarsa da bu böyledir. Denildi ki: Onlar iki görüştür. Eğer sabrı
tükenirse ve açlık onu yorarsa ölü eti ve benzeri ona helal olur mu, yoksa ramaka çok
yakın olmaya kadar helal olmaz mı? Beğavi ve diğerlerinin zikrettiği iki görüş vardır bunda.
En sahih olanı helal olmasıdır.
İmamü’l Harameyn ve diğerleri dedi ki: Yememesi için korktuğunun vaki olması
kesinleşmesi gerekmez, zannın galip gelmesi yeterlidir.
İbn-i Kudame Muğni’de dedi ki: Bu sabit olduğunda, Mübah kılan zaruret, yemeyi
bıraktığında telef olacağından korkmasıdır.
Ahmed dedi ki: Eğer açlıktan, yemediğinde yürüyememek korkusundan, yoldaşlıktan
ayrılıp ya da binemeyip helak olmaktan dolayı kendinden korkarsa, ki bu sınırlı bir zamanla
kısıtlanamaz, (yiyebilir).
Hanefiye’de mecburiyet sınırı, kendisinin ya da uzuvlarından herhangi birisinin, yakinen
ya da zan olarak, helak olmasından korkmasıdır. Allah Teala en iyi bilendir.
Üçüncü mesele: Helaktan korkması durumunda ölü etinden ve benzerinden yemek
vacib mi olur, yoksa sadece mübah mı? Alimler bunda ihtilaf ettiler. İki görüşten en belirgin
olanı, Allah’ın şu sözünden dolayı vacip olmasıdır:
“Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın”
“Nefislerinizi öldürmeyin. Allah size karşı merhametlidir.”
Usul ehlinden bir gurup dedi ki: Ruhsat, vacib olabilir. Ondan yemediğinde helak korkusu
durumunda ölü eti yemek gibi. O da Malik mezhebinde sahihtir. Hanbeliler ve Şafii’lerin
yanında iki görüşten biridir. O, İbn-i Hamid’in de tercihidir. Ebu Hanife’nin -Allah ona
rahmet etsin- mezhebi de budur.
Kim ölü eti, kan ve domuz etini yemeye mecbur olur da yemezse ve ölürse, Allah’ın
ondan affetmesi dışında, ateşe girer.
Ebu’l-Hasan et-Taberi dedi ki: Ölü etini yemek zaruret durumunda ruhsat değil, vacip ve
azimettir. Ölü etini yemekten imtina etse asi olur. Bunu Kurtubi ve diğerleri nakletti.
Yememek, helake yol açsa bile yemek vacip değildir görüşünü tercih edenlerden
bazıları; Şafii’den Ebu İshak, Ebu Hanife’nin arkadaşı Ebu Yusuf ve diğerleri. Gerekçe olarak
ta yemeyi terk etmesinde, necasetten kaçınmalı ve azimete sarılmak gibi, salih bir amacı
olmasıdır. İbn-i Kudame Muğni’de, her iki görüş hakkında şunları dedi: Mecbur kalana ölü
etini yemek vacip olur mu, konusunda iki vecih var:
Birisi: Vacip olur. Bu da Mesruk’un görüşüdür. İki vecihten birisi de Şafii’nin
arkadaşlarına aittir.
El-Esrem dedi ki: Ebu Abdullah’a, ölü eti bulup ta yemeye mecburiyyet sahibi hakkında
soruldu. Mesruk’un görüşünü zikreti “Kim mecbur kalır da yamezse, içmezse ateşe girer.”
Bu İbn-i Hamid’in de tercihidir. Bu Allah’ın şu sözünden dolayıdır:
“Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayınız” İmkanı olması ile beraber bu
durumda yememesi kendi eliyle tehlikeye atılmaktır. AllahTeala buyurdu ki
“Nefsinizi öldürmeyin. Allah size karşı rahimdir”
Çünkü o Allah’ın kendisine helal kıldığı ve ona gerekli kıldığı şeyle kendisini diriltebilir.
Onunla beraber helal yiyecek olması durumundaki gibi.
İkincisi: Ona gerekli değildir. Peygamber (s.a.v.)’in sahabesi Abdullah b. Huzaafa es-
Sehmi’den gelen rivayetten ötürü: Rum’un azgını onu bir eve hapsetti ve yanında da su
katılmış şarap ve üç gün pişirilmiş domuz eti koydu başı açlıktan ve susuzluktan sarkıncaya
kadar yemedi ve içmedi Ölmesinden korkup onu çıkardılar. Dedi ki: “Allah onu bana helal
kılmıştı çünkü ben mecburdum. Fakat ben seni islam dini ile alay ettirmezdim.”
Yemenin mübah olması ruhsattır. O da diğer ruhsatlar gibi ona vacip değildir, çünkü
onun necasetten kaçınmak ve azimete sarılmak gibi bir hedefi var. Belki de ölü etini yemek
ve asıl itibariyle helalden ayrılmak hoşuna gitmedi, bu sebeplerden dolayı.
İki görüşten delil olarak en belirgin olanını, hayatta tutacak kadar yemeyi vacip kılan
görüş olduğunu takdim ettik. Çünkü insanın kedisini helak etmesi caiz değildir. İlim Allah
Teala’nın nezdindedir.
Dördüncü mesele: Mecburiyet sahibi ölü etini mi, başkasının malını mı tercih eder?
Alimler bunda ihtilaf ettiler: Malik’e göre eğer hırsız olarak telakki edilip te kesme ile
hükmedilmekten korkmazsabaşkasının malını tercih eder. Muvatta’sında şunları yazdı: Ölü
eti yemeye mecbur kalmış adam hakkında Malik’e soruldu, onu mu yesin yoksa bulduğu ve
yiyebileceği başkasına ait meyveyi mi , ekini ya da koyunu mu yesin? Malik dedi ki: Eğer
bu meyve ekin ya da koyunun sahibinin, mecburiyetini doğrulayacak ve onu hırsız telakki
edip te elini kesmeyecek biri olduğunu zan ederse, görüşüme göre, ondan bir şey yanına
almaksızın, açlığını giderecek kadar bulduğu herhangi bir şeyi yiyebilir. Bu bana ölü eti
yemesinden daha sevimlidir.
Eğer ona inanmayıp bundan dolayı onu hırsız telakki etmesinden korkarsa, bana göre,
ölü etini yemek onun için daha hayırlıdır. Bu durumda ölü eti yemesinden bir genişlik var.
Ancak ben ölü eti yemeye mecbur kalmamış bir azgının mecbriyet olmaksızın bununla
insanların mallarını, ekinlerini ve meyvelerini caiz görmek istemesinden korkarım.
Malik dedi ki: Bu duyduğum en iyi şeydir.
İbn-i Habib dedi ki: Malın sahibi geldiğinde yemesine izin vermesi gerekir. O’nu men
ederse, ölmekten korkanın kendisini hayatta tutacak yiyeceğe ulaşmak için onunla
savaşması caizdir.
El-Baci: Önce onu, yanındaki para karşılığında kendisine satmaya davet etmek ister.
Bunu da kabul etmezse ona kendisiyle savaşacağını bildirir.
Halili b. İshak el-Maliki buna dair fetvayı beyan ettiği Muhtasar’ında, ölü eti ve diğerleri
yemeye mecbur kalanın el kesmesinden korkmaması durumunda önceleyeceği şeye atfen
dedi ki, (gerekirse) onunla savaşır. Bu, Maliki’nin bu meseledeki (görüşünün) özetidir.
Bunda Şafii mezhebi: Nevevi’nin Şerhü’l Mühezzeb’te şu sözü ile zikrettiğidir: Mecbur
kalan ölü eti ya da başka bir şey görür de kendisi de kayıp ise üç vecih vardır. Üç görüş te
denildi: En sahihi olanı ölü eti yemesi gerekir. İkincisi, yiyeceği yemesi gerekir. Üçüncüsü,
ikisi arasında muhayyerdir.
İmamu’l Harameyn bu hilafın, Allah’ın ve insanın hakkının toplanmasındaki hilaftan
alındığına işaret etti. Eğer yiyeceğin sahibi orda ise ve eğer yiyeceği ücretsiz dağıtıyorsa
ya da ederi bir parayla satıyorsa ya da ederidir deyip insanları kand ırıp fazlasıyla satıyorsa
ve yanında da parası ya da zimmetinden bir karşılık varsa, kabul etmesi lazımdır ve ölü eti
yemesi caiz değildir.
Eğer onu ancak çok fazlasıyla satarsa, bu konuda ‘Irakıyyun Taberiyyun ve diğer
mezhepler: Onu alması lazım değil müstehaptır. Asıl dağıtmaması durumunda da,
çatışmanın kedisi aleyhine olması ya da mal sahibinin çatışmada helak olmasından
korkarsa mecbur kalan onunla çatışmaz. Aksine ölü etine döner. Eğer; sahibinin
zayıflığından ve onu kolaylıkla defetmesinden dolyı herhangi bir korku duymazsa, bu
durumda gaib olması durumunda zikredilen hilaf söz konusu olur. Bütün bunlar sahih
mezhepte dallanmadır.
Beğavi dedi ki: Onu yüksek bir fiyatla satın alır da ölü etini yemez. Sonra eder fiyatı ya
da ona gereken noktasındaki geçen hilaf gelir. Aslen dağıtmadığında başkasının yiyecegi
ölü etinden evladır. Onunla çarpışıp zorla ondan alması caiz olur. Allah en iyi bilendir.
Bu meselede İmam Ahmed’in ve mezhebinin özeti: Ölü etini, başkasının yiyeceğine
tercih eder.
Haraki Muhtasar’ında dedi ki: Mecbur kalan, ölü eti ve sahibini bilmediği bir ekmeğe
denk gelirse, ölü etini yer.
İbn-i Kudame, Muğni’deki şerhinde bu konuda yazdıklarını söyledi. Said İbn-i Müseyyib
ve Zeyd b. Eslem de bunu söyledi.
Malik dedi ki: Eğer kendisinin mecbur olduğunu doğrularsa ekinden ve meyveden yer,
sütten de içer. Eğer elinin kesilmesinden ya da mecbur olduğunun kabul edilmemesinden
korkarsa, ölü etini yer. Şafii’nin arkadaşlarının iki görüşü vardır:
Birisi: Yiyeceği yer. Bu da Abdullah b. Dinar’ın görüşüdür. Çünkü o helal yiyeceği elde
edebileceğinden dolayı, ölü eti yemek ona caiz olmaz. Nitekim yiyecek sahibinin ona
yiyeceği dağıtması durumunda bu böyledir.
Bizim görüşümüz ise, ölü etini yemek ona gerekli (farz)dir. İnsanın malından da ictihat
vardır. Üzerine gerekli olana dönmesi evladır. Çünkü Allah’ın hakkı hoşgörü ve kolaylık
üzere beyan edilmiştir. İnsanın hukuku ise zorluk ve darlık. Ve çünkü insanın hakkı tazmini
gerektirir, Allah’ın hakkının ise bedeli yoktur.
Beşinci mesele: eğer mecburiyet halindeki kişi ihramlı ise ve avlanabiliyorsa,ölü etini mi
yer, yoksa avlanır mı?
Alimler bunda ihtilaf ettlir. Malik, Ebu Hanife, Ahmed ve Şafii iki görüşten en sahih olanı
benimsediler: O, ölü etini tercih eder.
Şafii’nin, avı öncelemek şeklnde bir görüşü var. O da şu görüşe dayanıyor: Eğer ihramlı
kişi avı boğazlasa leş olmaz.
Sahih olan; ihramlı kişinin avı kesmesi geçersizdir ve leş olur. Ölü eti ihramlının
avlanmasından daha hafiftir. Çünkü “leş” isminde onunla ortak olur, arıtsı da avlanma
yasağıdır., öldürme yasağıdır. Bu meselenin fazladan açıklaması, Allah’ın izni ile, Maide
Suresinde gelecektir.
İhramlıya avı, ölü etinden önceleyenlerden bazıları; Ebu Yusuf, Hasan ve Şa’bi’dir.
Gerekçe olarak ta, zaruret durumunda ihramlılara avlanmanın caiz olmasıdır. Caiz olması
ve yapabilmesi ile beraber zaruret geçersiz olur, ölü eti helal olmaz.
Cumhurun gerekçesi, zaruret halinde ölü etini yemesi gerekliliktir. Zaruret halinde
avlanmanın mübah olması ise ictihattır.. Gerekli (farz) olan, daha evladır. Kesin olan şudur
ki, eğer ihramlı kişi mecbur olur da avdan başka yol yoksa, avı keser yer ve ondan doyar.
Çünkü zaruretten ve ondan başka yol olmamasından dolayı, kesilen şer’i tahir ve helal bir
kesim olur, leş olmaz. Bunun için de şer’i kesim gerekir. öldürmek ve kesmeksizin ondan
yemek caiz olmaz.
Eğer mecbur olan leş, domuz eti ya da insan eti bulursa leşi domuz ve insan etine tercih
eder.
Baci dedi ki: Eğer mecburiyetten olan leş ve domuz görürse, bana göre leşi yer. Çünkü
domuz leştir ve bir şekilde mübah değildir. Aynı şekilde avı, domuza ve insan (etin)a tecih
eder. Malikiye’de zaruret durumunda insan yemek ve kanı masum diri insanın katli hiç bir
şekilde caiz değildir. Çünkü zaruret durumunda onu yemek icma ile haramdır. müslüman
ya da zımmi olması farketmez. Eğer ölü bir masum insan görürse, zaruret durumunda eti
caiz olur mu olmaz mı? Onu, Maliki ve Hanbeliler men etti, Şafii ve bazı Hanifiler caiz
buldu.
Hanbeliler, men etmenin gerekçesi olarak şu hadisi öne sürdüler: “Ölünün kemiği kırılır,
dirinin kemiği kırıldığı gibi “ Ebu Hattab, yemenin cevazını tercih etti, hadiste buna
herhangi bir delil yoktur, dedi. Çünkü yenilen etttir kemik değil. Hadiste murad, haramlığın
aslındaki teşbihtir, miktarında değil. Delili de; ikisinin güvence ve kısasta farklı olması ve
dirinin korumasının vucubiyetine karşılık ölünün korumasının gerekmemesidir. Bunu
Muğni’de dedi.
Mecburiyette olan harbi ve mürted gibi masum olmayan bir insan bulursa. Şafii’ye de,
onu öldürüp yiyebilir. Hanbelilerden el-Kadi’de bunu söyledi. Gerekçeleri de, onun haram
olmadığı ve yırtcı hayvan mesabesinde olmasıdır. Allah Teala en iyi bilendir.
Altıncı mesele: Mecbur olanın zaruretini içki içmekle gidermesi caiz olur mu? Bu
konuda alimlerin dört görüşü vardır:
Birincisi: Kesin men’.
İkincisi: Mutlak mübahtır.
Üçüncüsü: Mecburiyet hali geçinceye kadar mübah olması.
Dördüncüsü: Onun aksi.
Şafiii’ye de bu görüşlerin en sahihi birincisidir. Kaydedicisi dedi ki, belirgin olan, içkiyle
tedavinin caiz olmadığıdır. Gerekçesi de, Müslim’in Sahihinde Vail b. Hacer’in (r.a) hadisi
olarak rivayet ettiğidir. “Peygamber (s.a.v)’e Tarık b. Süveyd el-Ca’fi, içki hakkında sordu.
Onu nehyetti ve üretmesini hoş karşılamadı.
“Ben onu sadece tedavi için üretiyorum”, dedi. Bunun üzerine dedi ki,
“O deva değil ancak derttir.”
Onun mübahlığı ancak helak etmesinden korkulan düğümlenmiş lokmanın yutulması için
(olabilir). İlim ehlinin büyük bir kısmı bu görüştedir. Düğümlenmiş lokmanın yutulması ile
açık ya da susuzluk için içilmesi arasındaki fark; düğümlenmiş lokmayı izale etmesi
malumdur ama açlık ve susuzluğu izale edeceği kesin değildir.
Baci dedi ki: Ölü eti yiyebilen kişinin açlığı ya da susuzluğu için de içki içmesi caiz mi?
Malik dedi ki, onu içemez. Ölü eti yer de devenin pisliğine yaklaşamaz. Bunu İbn-i Vehb
dedi.
Onunla tedavi olmaya gelince, mezhebin meşhur olanı, onu helal kılmaz. Biz deriz ki:
Onunla tedavi olmak caiz değildir. Düğümlenmiş lokma için kullanılması caizdir. Fark ise,
onunla tedavinin açlık ve susuzluğu giderdiği kesin değildir. İçkinin susuzluğu sadece
arttırdığı şeklinde Malik’ten naklettiğimizin benzerini Nevevi, Şafii’den nakletti.
Dedi ki: er-Rüyani, Şafii’nin, suszluk için onu içmekten men’ ettiğini nakletmiştir.
Gerekçesi, onun acıktıran ve susatan olmasıdır.
Kadi Ebu Tayyib dedi ki: Bunu kim biliyor, diye sordum. Dedi ki: iş Şafii’nin dediği gibidir:
O, o zaman susuzluğu giderir.Doktorlar dediler ki, iki susuzluğu artırır da içenler soğuk
suya üşüşürler. Böylece onun, susuzluğu gidermede faydasız olduğu şeklinde zikrettiğimiz,
elde edilmiş oldu.
Bu meseledeki geçen sahih hadisle, onunla deva olarak faydasız olduğu elde edildi.
Böylece mutlak haramlığı sabit oldu. Allah en iyi bilendir. Şerhü’l Mühezzeb’ten aktarım
bitti.
Bununla biliyorsun ki, Gazali ve İmamü”l Harameyn’in Şafii’yeden ve Ebrehe’nin de
Maliki’yeden tercih ettiği, susuzluk için caiz olması doğruya aykırıdır. İmamü’l Harameyn ve
Ebrehe’nin, içkinin susuzluğa faydalı olduğu şeklinde zikrettiği de doğruya aykırıdır. Gerçek
ilim Allah Teala’nın katındadır.
Moristan’dan; Mecburiyette olanın mecburiyyeti, ölü etini yemek mübah olan bir
mecburiyet ise, açlığını giderecek kadar başkasının meyve, ekin ve hayvanın sütünü
alabileceği icma ile sabittir. Mecburiyyetten olan biri değilse bir şey alması caiz değildir.
Alimler, yiyebileceği konusunda (işi) karıştırdılar.
Denildi ki: Yanına bir şey almaksızın karnından yiyebilir. Bunu da yapamaz, denildi. Ve
denildi ki: Kuşatılanın arasındaki farkla men’ edilir.. Başkaları arasında caiz olur. Kesin
men’edenin delili, Peygamber (s.a.v.)’den sabit olan şu sözün umumudur: “Bu
beldenizdeki. bu ayınızdaki haramlık gibi, (birbirinize) kanlarınız, mallarınız ve
ırzlarınız haramdır.” Ve Allah Teala’nın şu sözünün umumudur: “Karşılıklı rıza ile
yaptığınız ticaretle olmak dışında, kendi aranızda mallarınızı batıl yollarla
yemeyiniz” Ve bunun gibi deliller.
Mutlak olarak mübahtır diyenlerin delili ise, Ebu Davud’un Hasan’dan, (onun da)
Semiri’den aktardığıdır.
Peygamber (s.a.v.) dedi ki: “ Size bir hayvan gelir de sahibi beraberinde ise,
ondan izin istesin. İzin verirse onu sağsın ve içsin. Eğer sahibi beraberinde
değilse üç defa seslensin. Karşılık verirse, ondan izin alsın. İzin verirse (sağıp
içsin). Değilse (cevab vermezse) sağıp içsin, beraberine de bir şey almasın.”
Ve Tirmizi’nin Yahya b. Selim’den, Ubeydullah’tan, Nafi’den, İbn-iÖmer’den, (onun da)
Peygamber (s.a.v.)’den yaptığı rivayete göre dedi ki: “Kim bir duvar(ın içine, bahçeye)
girerse, yesin. Beraberine hiçbir şey almasın” Bu garib bir hadistir, dedi. Biz onu
sadece Yahya b. Selim’in hadisinden biliyoruz. Tirmizi’nin de aynı şekilde rivayet ettiği
Amr b. Şuayb, babasın da, (onun da) dedesinden aldığı hadisinden aldığı hadisinden;
Peygambar (s.a.v.)’e (yol kenarında) asılı duran meyve hakkında soruldu. Dedi ki: “Kim
ona denk gelirse, ihtiyaç sahibi ise, yanına bir şey olmaksızın (ondan yerse) ona
bir şey yoktur.” bunun hakkında hasendir dedi.
Ömer (r.a)’dan rivayet ettiğinde Peygamber (s.a.v) dedi ki: “Sizden biriniz bir (bahçe)
duvarının yanında geçerse ondan yesin, yanına da hiç bir şey almasın.”
Ebu Ubeyde dedi ki: Ebu Amr dedi ki, ki o içinde bir şey olan kabı taşıyordu , eğer onu
önünde taşırsan o, seban’dır. Denilir ki, kad tesbinte seban Eğer onu sırtında taşırsan o, el-
Hal’dir. Onun için de denilir ki, kad tahvilet kesai. İçine bir şey koyup ta onu sırtına alırsan;
eğer onu kucağının altına alırsan o, habinetun’dur. Amr b. Şuayb’ın merfu’ hadisi ondandır.
“vela yettehizü habinetun” Bunun için de denilir ki, “Habinetü ehbani habna. Bunu Kurtubi
söyledi.
Ve Ebu Zeyneb et-Teymiye’den rivayet edilen. Dedi ki: Enes b. Malik, Abdurrahman b.
Semire ve Ebu Burde ile beraber yolculuk yaptım. Meyvelerin yanından geçiyorlardı.
Derken (onları) ağızlarıyla yediler. Onu, Muğni’nin sahibi nakletti. Birinci görüşün sahipleri,
bu hadis ve rivayetleri, zaruret haline bina ettiler. Bunu da İbn-i Mace’nin sahih bir isnatla
Abbad İbn-i Şurabil el-Yeşkeri el-ğubri’den aktardığı şey te’yid ediyor. Dedi ki: Bize açlık yılı
isabet etti. Medine’ye geldim tarlalarından birine girip bir sumbul aldım. Onu ovup yedim
ve cebime koydum. Tarla sahibi geldi. Beni dövüp elbisemi aldı. Beni de Rasulullah (s.a.v)’e
gidip ona haber verdim. Bunun üzerine dedi ki: “Eğer aç iseona yedirmedin ve eğer cahil
ise ona öğretmedin. Peygamber (s.a.v) ona emretti de onun elbisesini geri verdi. Ve ona bir
yük ya da yarım yük yiyecek vermesini emretti. El kesmenin nefyine delalet eden bu
hadisteki durum sadece açlıktan dolayıdır.
Kurtubi tefsirinde, Ömer’den zikrettiğimiz bu hadisin naklinin akabinde dedi ki, O (s.a.v),
bunu sadece mecbur aç için ruhsat etti. Ki onun almak için parası yoktur. Şartı da sadece
karnının alabileceği miktar kadar almasıdır. Sonra dedi ki: Üzerinde ittifak edilen asl, iyi
yolla olmak dışında, başkasının malının olmasıdır.
Eğer; İslamın ilk döneminde ya da şimdki bazı beldelerde olduğu gibi, bunu yapmak gibi
bir adet varsa, bu caizdir.
Önce de geçtiği gibi bu, zaruret ve kıtlık zamanlarına bina ediliyor. Etrafı çevrili olan ve
değerleri arasındaki farkladır, diyenin delili ise; onun duvarla (bahçeyi) muhafaza etmesi,
sahibinin rızasızlığı ve gönülsüzlüğüne delildir. İbn-iAbbas’ın görüşü, eğer duvarı varsa, o
haramdır, yeme. Eğer duvarı yoksa (onu yemede) beis yoktur. Onu Muğni’nin sahibi ve
diğerleri nakletti. Bazı ilim ehli de şu farkı zikretti. Müslümanın malı ise, zaruret halinde
caiz olur. Kitabi’nin (zımminin) malı ise, açık bir halle olmak dışında caiz olmaz.
İrbad b. Sariyye’nin Ebu Davud’daki; izni olmak dışında ehli kitabın yiyeceğini yemenin
ve evlerine girmenin men’i hakkındaki hadisinin, ölü etine sığındıracak zaruretin
olmayışına hamledilmesi gerekir.

174- Allah’ın indirdiği Kitap’tan birşeyler gizleyenler ve onunla az bir değeri


satın alanlar var ya, işte onlar karınlarına ateşten başka birşey yemiyorlar. Allah
kıyamet gününde onlarla konuşmaz ve kendilerini temize çıkarmaz. Onlar için
acıklı bir azap vardır.
175- İşte onlar hidayete karşılık sapıklığı, bağışlanmaya karşılık da azabı satın
alanlardır. Onlar ateşe karşı ne kadar da dayanıklıdırlar.
176- Bu, Allah’ın Kitab’ı hak üzere indirmiş olmasındandır. Kitap hakkında
ayrılığa düşenler, derin bir anlaşmazlık içindedirler.
177- Birr, yüzlerinizi doğuya veya batıya çevimeniz değildir. Ancak birr,
Allah’a, ahiret gününe, meleklere, Kitab’a ve peygamberlere iman eden, O’nun
sevgisi ile malı yakınlara, yetimlere, düşkünlere, yolda kalmış olana, dilenenlere
ve kölelere veren, namazı kılan, zekatı veren, söz verdiklerinde sözlerini yerine
getiren, darlıkta, hastalıkta ve sıkntı anında sabreden kimselerin yaptıklarıdır.
İşte bunlar doğru olanlardır. Takva sahibi olanlar da bunlardır.

“O’nun sevgisi ile malı verdi”


Burda bu mastarın; failine muzaaf mı, ki bu durumda zamir “malı veren”e döner, mef’ul
mahzuftur, ya da mef’ulune muzaaf mı, ki bu durumda da zamir “mal”a döner, olduğunu
açıklamadı. Fakat başka yerde mastarın, failine muzaaf olduğuna dalalet eden şeyi zikretti.
Ve alahubbihi manası da, bu mal için malı vereni sevmektir. O da Allah’ın şu sözüdür:
“Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe birr’e eremezsiniz” İki söz arasında, açıktır
ki, manada ayrılmazlık vardır.
Allah (c.c) şöyle buyurdu:
“Ve sıkıntı anında”
El-beis’ten muradın ne olduğunu burada açıklamadı. Fakat başka yerde el-beis’in savaş
olduğuna işaret etti.

Ve..............maması da, bu mal için malı verin sevmektir. O da Allah’ın şu sözüdür:


(Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe birr’e erememezsiniz) iki söz arasında, açıktır ki,
manada ayrılmazlık vardır.
Allah’ın sözü: (Ve sıkıntı anında) ....’ten muradın ne olduğunu burda açıklamadı.
Fakat başka yerde ...’ın savaş olduğuna işaret etti. Oda şu sözüdür: (Muhakkak ki Allah
sizden geri bırakanlarla kardeşlerine, haydi bizimle gelin, diyenleri bilmiştir. Azı dışında
savaşa gelmediler) Nitekim bu sözn siyakından da zahirdir.
Allah’ın sözü:(sizden öncekilere yazıldığı gibi korunmanız için sizin üzerinizede oruç
yazıldı; sayılı günler olarak)
Bazı alimler dedilerki, her aydan üç gün ve Aşura’dır.
Bazı alimler de; o ramazan’d4r, dediler. Allah ta bu görüş üzerine onu şu sözü ile açıkladı
(Ramazan ayı)Ayet
Allah’ın sözü: (Ramazan ayı ki, Kur’an onda indirilmiştir) Burda, onun gece yada
gündüzünde olduğunu açıklamadı. Bunun dışındaki bir yerde, Ramazanın Kadir gecesinde
indirdiğini açıkladı. Bu şu sözündedir: (Biz O’nu kadir gecesinde indirdik) Ve şu sözü :(Biz
o’nu mübarek bir gecede indirdik) Çünkü, gerçek şudur ki mübarek gece, Kadir gecesidir.
İnzal manasındada iki vecih vardır:
Birincisi:O, onda bir bütün olarak dünya semasına indirildi Nitekim ibn-i Abbas’tan (r.a)
sabit olmuştur.
İkincisi:Bazılarınn dediği gibi O’nda indirilmesi, indirilmesinin başlamasıdır.
Allah’ın sözü: (Kullarım sana benden sorar (lar) sa (söyle). Ben (onlara) yakınım. Dua
eden, bana dua ettiği zaman onun duasına karşılık veririm.) Allah (c.c) bu ayette,
kendisinin aykın olduğunu, dua edenin duasına karşılık verdiğini zikretti.
Başka bir yerde meşietine dair bunun açıklamasını yaptı. O da şu sözüdür. (“kendisine
çağırdığınızı eğer dilerse ortaya çıkarır.)
Bazılarıda dediki, ayetin siyasından anlaşıldığı gibi, meşiette askıya alma kafirlerin
duasındadır. Mutlak va’d, mü’minlerin duasındadır. duaları geri çevrilmez ya onlara verir
istediklerini, ya ondan daha hayırlı bir şeyi onlar için biriktirir yada onunla, miktarınca
onlardan kötülüğü def’eder.
Bazı alimler dediler ki:Duadan murad ebirattir. İcabetten de murad sevabtır. bunda da
anlaşılmazlık yoktur. Allah’ın sözü: (Size beyaz iplik, siyah iplikten ayırt edilinceye kadar)
Onu şu sözüyle açıkladı (Fecirden)Araplar, sabah aydınlığına “iplik,” gecenin karanlığına da
“ipliği kapatan” diye isim verirler. Ebu Daud el-İyadi’nin sözünde de:
..............................................................................
Başka birinde sözü:
......................................................................
Allah’ın sözü: (Fakat birr, kim korunusa) Burda korunmadan muradın ne olduğunu
açıklamadı. Fakat onu şu sözüyle açıkladı:(Asıl birr, o (kimsenin iyiliği)dir ki, Allah’a ahiret
gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere inandı; sevdiği malını yakınlara, yetimlere,
yoksullara, yolda kalmışlara, dilencelere ve boyunduruk altında bulunanlara mal verdi;
namazı kıldı, zekatı verdi. Antlaşma yaptıkları zaman antlaşmalarını yerine getirenler;
sıkıntı hastalık ve savaş zamanlarında sabredenler, işte doğru olanlar onlardır.
Korunanlarda onlardır.) Ayette kelam, muzafın haafi üzeredir. Yani; asıl iyilik sahibi,
korunandır. asil iyilik, korunanın iyiliğidir de denildi. Bu konuda Arab sözlerinden ayetin bir
benzeri, Hansa’nın sözüdür:
......................
Yani ikbal sahibi. Ve şairin sözü:
............................................
Ve başka birinin sözü0
...........................................................
Yani gençler, sakal nebatı gençler değildir. Allah’ın sözü: (Sizinle savaşanlarla sizde Allah
yolunda savaşın) Burda alimlerin üç görüşü vardır.
Birinicisi:“Sizinle savaşanla”dan murad; yani, kadınlar, çocuklar, ihtiyarlarv euzlete
çekilenler gibilerinin dışındakiler
ikincisi: Bu, onlarla mutlak olarak savaşmaya delalet eden “kılıç ayeti” ile nesh edildi.
Üçüncüsü: Ayetten murad müslümanların, kafirlere karşısavaşmak için heyecana
getirilmesi, emrettiğim onlar, sizinle savaşan hasımlarınız ve düşmanlarınızdır. En Gözde
olanı, birincisidir. Üçüncü görüşü, Allah’ın şu sözü açıklıyor ve tanıklık ediyor (Müşrikler
sizinle topluca savaştıkları gibi siz de onlarla topluca savaşın)
Allah’ın sözü (eğer çevrilmiş olursunuz, kolayınıza gelen kurbanı (gönderin) Alimler, bu
ayet-i kerimedeki kuşatmadan muradın ne olduğu hakkında ihlaf ettiler. Bir gurup dediki o,
düşmanın ihramlıyı kabeyi tavattan alıkoymasıve men’etmesidir.
Bir gurupta dediki: İhramlının hastalık veb. sebeplerle hapsedilmesidir. Bir gurupta
dediki:Ondan murad, düşman, hastalık ve benzerlerinin hepsini kapsar.
Fakat Allah’ın bundan sonraki sözü: (Emniyete girdiğiniz zaman) burda kuşatmadan
muradın, düşmanın ihramlıyı alıyokması olduğuna işaret ediyor. Çünkü Arap dilinde
söylendiğinde, hastalıktan şifa bulmak ve benzeri için değil, korkudan emniyete geçmek
olarak kullanılır. Kendisinden emniyette kalınan şeyin zikredilmemiş olması bunu teyid
ediyor. Böylece ......’dan geçen şeyler murad edildiğine delalet etti. Onun düşman
korkusundan (emniyet) olduğu sabit oldu. Bazi alimler de onun, hastalıktan emniyete isim
olarak verildiğini söylediler. Nitekim hadiste de “Kim hapşırır da hamd ederse ........tan
emniyette olur.” Bunu ibn-i Mace, Süneninde aktardı.
O, zahirin ilgasıdır. Çünkü ondaki emriyetin hastalıktan emniyet oluşu kayıtlıdır.
Yine şöyle cevaplandırılabilir:O zikredilen şu şeylerden korkuyor: .....
Diş ağrısı ......Kulak ağrısı. karın ağrısı. Çünkü bunlar olmadan, olmasından korkuluyor
denilir. Onların olmasından emniyette olduğu zaman, korkudan emniyette olur.
Ama bilfiil vaki olduysa, ondan emniyette oldu, denilmesi, hoş olmaz.
Çünkü Arapçada ....gelecekteki bir işten ötürü üzüntüdür, bilfiil vaki olana deği.
Dolayısıyla in, hastalıktan şifa bulmaya da denilebileceği savı, gerçeeğe aykırıdır. Bu
meselenin yazımını özeti iki konudadır:
Birincisi:....’in Arapçadaki manasında.
İkincisi:Ayeti kerimedeki muradın ne olduğu, bu konudaki alimlerin görüşleri ve delilleri.
Biz bütün bunları açıklıyoruz, inşaallah.
Bilki Arab dilbilimcilerin çoğu diyorlar ki, ....., hastalıktan, ub. dolayı olandır. Araplar
derlerki.............Düşmandan
dolayı olan ise..’dır. Araplar derlerki:...............kur’anda bu manadaki kullanım, Allah’ın
şu sözüdür: (Onları yakalayın ve habsedin) Kur’anda, zikrettiğimiz birinci manadaki
kullanım da Allah’ın şu sözünde görülmektedir: (Allah’ın yoluna (kendilerini7 hasreden
fakirlere) Ayet. İbn -Miyade’nin sözü de bu manadadır.
..........................
Bazı Arap dilbilimcileri de aksini söylediler: .....düşmandan olur.. de hastalıktan. Bunu
ibn-i Faris, el-Mücmel’de söyledi. Ondan da Kurtubinakletti. Bağavi ve benzerleri de
saleb’ten naklettiler.
Bir gurup Arap dilbilimcileri de dediki0......., pehsinde kullanılır, de öyle. ilkini diyen
el,Ferra’dır. Her ikisinide söyleyen Ebu Nasr el-Kaşiri’dir.
Kaydedicisi dediki, -Allah o’nu affetsin ,tahkikini Allah’ın izniyle göreceğin gibi,
,,,,,,,,,düşmandan olan adenir. Bu Arap dilbilimcilerinin el-ihsar’ın manası hakkında
söylediklerini özetidir. Ayet-i Kerime’de ondan muradın ne olduğu hususnda ise alemlir üç
görüş çerçevesinde ihtilaf ettiler.
Birincisi:Ondan murad dümanın kuşatmasıdır, hastalık ve benzerinn değil. Bu ibn-i Abas,
ibn-Ömer, Enes, İbnüz -Zübeyr, Said b. El-Müseyyib, Said b. Cubeyr, Meruan, İshak, Ahmed
b. Hanbel, Malik ve Şafii’nin görüşüdür.
Bu görüşe göre ihsardan murad özellikle düşmandan olandır. Kim hastalık ve benzeri bir
şeye yakalanırsa, iyileşinceye kadar ihkamını çözemez. Evi tavaf eder, sa’y eder. Böylece
umre ile ilişkinisi kesmiş olur. Bu görüşün delili iki şeyden oluşmuştur:
Birincisi: Allah Tealanın (Eğer çevrimiş olursanız kolayınıza gelen kurbanı (gönderin)
ayite kerimesi; alimlerin mutabakatı ile, altı senesinde, Hudeybiye yılında, Peygamber
(s.a.v) ve ashabının umre için ihram giydikleri sırada mekke müşriklerinin engellemesi
hakkında nazil oldu.
usulde kararlaştırılmıştır ki, girişin yasaklanması olan nüzül sebebinin şeklinin,
belirlenmiş olanla çıkarılması mümkün değildir. Ayet-i kerimenin, sebeb-i nüzülü olan
düşmanın çevirmesi için şümülü kat’idir. Onun ayetten bir şekilde çıkarılması mümkün
değildir.
Malik’ten rivayet edildi ki, sebebi nüzülün şekli, girişin katiliği değil, zanniliğidir. Buda
cumhurun görüşüne aykırıdır. es,Suud, Meraki’de buna şu sözüyle işaret etti.
.........................................
bununla da biliyorsun ki rubai sigasıyla ihsarın söyleniminin, şüphesiz olarak gördüğün
gibi, Arapça’da düşmandan olana olması sahihtir. el-Alim olan, kur’an’4 i’caz ve fesahatn
en yüce derecelerinde indirdi.
İkinci Durum: Eserlerde varid oldu ki hastalık ve benzeri ile çevrilme ancak tavaf ve sa’y
ile ilişkiyi keser. Şafii’nin müsnedinde ve Beyhaki’nin de ibn- iabbas’tan düşmanın
çevirmesi dışında çevirme yoktur.
Menevi, Şerhu’l -Mühezzeb’te dediki:Buhari ve Müslim’in şartına göre isnadı sahihtir. ibn-
i Hacerde onu doğruladı. Buhari ve Nesai’nin ibn-i Ömer’den şu naklettiği de
ondandır:“Eğer biriniz hactan alıkonursa, Kabeyi tavaf eder, Safa ile Merve (arasında
sa’yeder), sonra gelcek sene hac edinceye kadar her şeyden beraat eder. Kurban keser.
Bulamazsa oruç tutar” Malik’in Muvatta’da, Beyhaki’nin de İbn-Ömer’den rivayet ettiği de
bundandır:”Hastalık ile çevrilen kişi, Evi tava edip safa ile merve arasında sa’y edinceye
kadar beraat etmez. Giymek zorunda olduğu bir elbiseye ya da ilaca mecbur kalırsa bunu
yapar ve fidye verir” Malik’in yine Muvatta’da, Beyhaki’nin de Eyub es-Sahtiyan, (onun da)
Basra ehlinden yaptığı rivayet te bundandır:Mekke’ye gittim. Abdullah ibn-i Abbas,
Abdullah ibn-i Ömer ve insanlar ordaydı. Hiç kimse beraat etmeme ruhsat vermedi. Umre
ile beraat edinceye kadar, yedi ay bu şekilde kaldım. Malik, zikredilen Basralı adamı
mübhem bıraktı.
İbn-i Abdulbirr dediki:O, Ebu Kallabe Abdullah b. Zeyd el-Cermi’dir. Şeyh Eyub ve
öğretmenin, Hammad b. Zeydin Eyub’tan, (onun da) Ebu Kallabe’den rivayet ettiği gibi ve
ve ibn-i cerir’in de çeşitli yollardan rivayet ettiği kadr adam, zeyd b. Abdullah b. eş-Şehir
diye anıldı.
Malik’in Muvatte’da ve yine Beyhaki’nin Süleyman b. Yesar’dan yaptığı rivayete göre;
“Said b. hizabe el-Mahzümi ihramlı olduğu halde Mekke yolunun bir kısmında sara
hastalığına tutuldu. Durumu hakkında soracak alimler aradı. Abdullah b. Zübeyr ve
Mervan b. Hakim’i gördü. onlara durumunu arzetti. Hepsi de ona; gerekli tedaviyi görüp
fidye vermesini, iyileştiğinde de umre yapıp ihramdan çıkmasın, sonrada karşılığında hac
edip kendisine kolay gelen kurbanı (göndermesini) emrettiler.
Malik dediki:Düşmanla çevrilenin durumu hakkında nezdimizde bir emir vardır. Ömer
İbnü’l-Hattab, Eba Eub elensari ve Hibar b. elEsved’eşöyle emretmiştir: Haccı geçirip te
kurban günleri geldiğinde umre yapmalarını sonrada ihramlarını çıkarmalarını, sonrada
mukabil bir hac yapıp kurban göndermelerini, kurban bulamayanların üç gün hacta yedi
günde beldelerinde oruç tutmalarını emretti.
Malik’in Muvatte’de ve yine Beyhaki’nin Aişe (r.a) den yaptığı rivayet bundandr. o
diyorki:“İhramlının, kAbe’yi tavaf etmeden ihram dan çıkmaması gerekir.” Açıktır ki
O(aişe), düşmanla kuşatılmayanı kasdetmiştir.Nitekim zerkani’de Muvatta’nın şerhinde
bunu kesin bir şekilde ifade etmiştir. Bu; ayeti kerimede ihsardan muradın, düşmanla ilgili
bir şeyden olan olduğunun, hastalık ve benzeri şeylerden dolayı olan olmadığının
delillerinin özetidir.
İkinci görüş: İhsardan murad, düşman ve benzeri ve hastalık ve benzeri gibi Harem’e
varmay amani bütün engelleri kapsıyor. Bu görüşü; ibn-i Mes’ud, Mücahid, Ata, Katade,
Urve b. Zübeyr, ibrahim en-Naha’i, Alkame, es-Sevri, Hasan, Ebu Seur, Davud ve Ebu
hanife’nin görüşdür.
Bu görüşün, düşmanın kuşatması açısından olan delilleri, bundan önceki görüşün
delilleri olarak geçmişti.
Hastalıktan dolayı evrilmeyi de kapsadığına dair delil ise; imam ahmed, dört sünen
sahipleri ibn-i Harime, Hakim ve Beyhaki’nin ikrime’den, (onun da)Haccac b. Amr el-
Ensari’den (r.a) yaptığı rivayettir. Dediki Peygamber (s.a.v)’i şöyle derken işittim:“Kimin
(bir şeyi) kırılırsa yada topal olursa bearat etmiştir. Ona başka bir hac gerekir” Bunu ibn-i
Abbas’a ve Ebu Hureyre’ye hatırlattım. Doğrudur, dediler.
Ebu Davud ve ibn-i Mace’nin rivayetindede:Kim topal olur, (birşeyi) kırılır yada
hastalanırsa, şeklinde geçer.
Ahmed’in, el-Mervezi’nin rivayetinde zikrettiği bir rivayettede, kim kırıkla yada hastalıkla
alıkonulursa, şeklinde geçer. Ebu Davud ve el-Menziri bu hadis hakkında sustular. Tirmizi
ise onu hasen gördü.
Nevevi, Şerhu’l -Muhezzeb’te, ikrime’nin bu hadisini naklettikten sonra onu, Ebu Davud,
Tirmizi, Nesai, ibn-i Mace ve başkaları saih senedlerle nakletti, dedi.
Bununlada, bu görüşün sahiplerinin delilinin güçlülüğünü ve ikrime’nin hadisi ile
gerçeklenen muhaliflerin iki vecihten reddini öğreniyorsun:
Birincisi:Beyhaki’nin zikrettiğ, sünen-i Kübradadır. Dediki, onu bazı ilim ehli şöyel
hamletmişler: Hastalık dışında kim beraat ettiren bir şey haccı geçirirse, o beraat eder,
yargısı doğru ise, bizde ibn-i Abbas’tan sabit olan bir şey rivayet ettik. O dediki:Düşmanın
çevirmesinden başka çevirme yoktur. Allah, en iyi bilendir. O’ndan lafzıyla aktarım bitti.
İkinci Vecih: Hadiste zikredilen beraatinin, ihkramında gerektiren şeylere hamledilmesi ki
bu durumda o, Allah’ın özürle onu alıkoyduğu yerde beraat eder. Gerçek olan:Hacta ihram
giyme şartına cevaz verilmesi ve bunun yerini de Allah’ın onu alıkoyduğu yer olmasını şart
koşulması. Peygamber (s.a.v)’den sabit olmasından ötürü, şart koşmayı men’edenlerin
görüşünün önemi yoktur.
Şeyhan, Aişe (r.a)’dan çıkarmıştır. O dediki:Peygamber (s.a.v) bin Hü’z zübeyr’in
durumuna muttali oldu. Ona dediki:hac murad edeydin ya? Dediki:yemin olsunki çok ağrım
vardı. ona dediki:Haccet ve şart koş. Deki:“Allah’ım yerim, beni alıkoyduğun yerdir. “O, o
zaman Mikdad b. Esvedin nikahı altındaydı)
Müslim, Sahihinde, Ahmet ve dört sünen sahibleri de ibn-i Abbas’tan çıkarmışlar
“Dabba’e bintü’z -Zübeyr, ey Allah’ın Rasülü:Ben ağır bir kadınım. Ve ben haccetmek
istiyorum.. Nasıl yapmamı emredersin. Kurban keseyimmi?Dediki, kurban kes ve şart koş
ki, benim yerim, beni alıkoyduğun yerdir. Dediki, anladım.
Nesainin bir rivayetindede “De diki, yapamadığın, Allah’a kalır”
Üçüncü Görüş: ihsardan murad, düşmandan ötürü olunca değil, sadece hastalık ve
benzeri şeylerden ötürü olmasıdır.
Bunun pek çok dilbilimciden nakledildiğini takdim ettik. Bu görüştekilere göre, düşmanın
cevirmesi durumunda ihramdan çıkma (hactan beraat etme) caiz olur. Çünkü o ayırıcının
ilgası, söylenilen hükümlerden, karşısında susulmuşunun alınmasıdır. Onlara göre
düşmanın çevirmesi, ayırıcının nefyi ile, hastalığın çevirmesine ahildir.
Sebebi nüzülün şeklinin, girişin yasaklanması olduğunu, bu ayeti kerimenin, Hudeybiye
yılında düşmanın çevirmesi hakkında nazil olduğunu takdim ettiğimizden ötürü, bu
görüşün geçersizliği gizlenemez. Nitekim cumhurun görüşüde budur v ebu haktır.
Kaydedicisi dediki, zikredilen ggörüşün geçersizliği gizlenemez. Nitekim cumhurun
görüşüde budur ve bu haktır.
Kaydedicisi dediki, zikredilen görüşlerden delil itibariyle tercih ettiğimiz, Malik, Şafii ve
Ahmed’in de benimsediği en meşhur iki rivayettir. Ki buna göre ayette ihsardan murad,
düşmanın çevirmesidir. Ve hastalık gibi şeylerede yakalanan, umre yapmadan ihram
çözemez. Çünkü ayetin hakkında indiği, budur ve Allah’ın (emniyette olduğunuzda) Ayet
sözü de buna delalet etti.
Özellikle de alimlerden şöyle diyenlerin görüşü üzerine:Ruhsat, mahallini aşamaz. Buda
ilim ehlinden bir grubun görüşüdür.
İkrime’nin Haccac b. Amr; İbn-i Abbas ve Ebu hureyre’den rivayet ettiği hadis ise delil
olarak getirilemez. Çünkü bunun şart koşulmasının ihram durumuna hamledildiği tayin
edildi. Delili de, Aişe’nin Şeyhan’daki ibn-i Abbas’ın Müslim’deki Sünen sahiplerindeki ve
diğerelrideki hadislerdir:Peygamber (s.a.v), Debbse bintü’z-Zübeyre şöyle edi “Haccet ve
şart koş” Eğer, Haccac b. Amr’ın hadisinden anlaşıldığı gibi, şartsız beraat caiz olsaydı, şart
koşmanın faydası olmazdı. Aişe ve ibn-i Abbas’ın şart koşmakla ilgili hadisi, ikrime’nin
Haccac b. Amar’dan aldığı hadisinde daha sahihtir. Deliler araksında cem’mümkün ise,
vacibdir. es-Suud, Meraki’deki şu sözü ile buna işaret etti:
.................................................................
Bu da; Haccac b. Amr’ın hadisini, bunun ihramda şart koşulmasına hamledilmesi ile, iki
hdais arasında mümkürdür. Böylece Sahhi’teki iki sabit hadisle ittifak eder. Denilse
ki:Bundan başkada hadisler arasında cem’mümkündür. Bunun yoluda:Şart koşma
hadislerin, başka bir delile gerek lalmaksızın beraat eder; şeklinde hamledilmesi ve
ikrime’nin haccac b. Amer ve diğerlerinin hadisinin de, başka deliler getirilmesi gereği ile
beraat eder, şeklinde hamledilmesi.
Bu cem’ gösteriyor ki, şart koşma hadisleri için, maşka da deliller getirilmei gereği
zikredilmedi.
Haccac b. Amr’ın hadisinde Peygamber (s.a.v) dediki: “Beraat etmiştir. Başka delil
getirmelidir”
Cevab: Gerektiğinde başka bir umre yada başka bir delille bedelin vacib olması,
Peygamber ve ashabının, müşrikler tarafından yapmaktan engellenildikleri umrelerini kaza
etmeleridir.
Buhari, sahihide “çevrilene bedel geremez” babında şunları dedi:
Malik ve diğerleri dedilerki, kurbanını keser, bulunduğu yerde traş olur.
Kazası gerekmez.
Çünkü Peygamber (s.a.v) ve ashabı Hudeybiye’de, kurban kestiler, traş oldular ve tavaf
etmeden ve kurmanlar eve varmadan herşeyden beraat ettilre. Sonrada Peygamber
(s.a.v)’in herhangi birisine herhangi bir şey kaza etmesini emrettiği de zikredilmedi. onun
için dönmediler de. Hudeybiye de Harem’in dışındadır. Ondan lafzıyla aktarım bitti.
Malik, Muvatta’da demiştirki:Bana, Peygamber (s.a.v) ve ashabının Hudeybiye’de
ihramdan ıktıkları kurban kesitkleri, başlarını traş ettikleri ve Evi tavaf etmeden ve kurban
ona varmadan her şeyden bearat ettikleri ulaştı. Sonrada peygamber (s.a.v)’in herhangi
birisne herhangibir şey kaza etmesini emrettiği de herhangi bir şey için döndükleri
öğrenilmedi. Muvatta’dan lafzıyla aktarım bitti. Zikrettiklerimiz; Vakidi’nin el-Meğazi’de, ez-
Zuhri ve Ebu Ma’şer ve diğerleri yolu ile rivayet ettiği ile çelişmez. Dediler ki:Peygamber
(s.a.v) ashabına umre etmelerini emretti. Ölenler yada Hayberde öldürülenlerden başka
onlardan hiç kimse bu emri yerine getirmekten geri kalmadı. Hdüybiye’ye şahit olmayan
iki bin kadar umreci topululkla beraber çıktı. Çünkü şafii dediki, ehl,i meğazinin
haberlerinde yer alanlar, zikrettiklerimin benzeridir. Çünkü biz beraberinde gidenlerin
hadislerinden biliyoruz ki, Hudeybiye yılında O’nunla beraber bilinen adamlar vardı. Sonra
kaza umresini yaptı. onlardan bazıları can ve maldan yana herhangi bir zaruret olmaksızın
geride kaldıralr.
İşte Şafii, onlardan bazı bilinen adamları, can ve maldan yana bir zaruret olmaksızın
geride kaldıklarını kesin bir şekilde ifade ediyor. Üsülde kaidedir; müsbet, menfiden
mukaddemdir.
İbn-i Hacer, e-Fetih’te dediki:Eğer sahih ise, bu ve bundan öncekiler arasında
cem’mümkündür. İş tercih meselediri. Çünkü Şafii, bir gurubun özürsüz olarak (kaza
umresinden) geri kaldığına emindir.
Kaza umresi hakkında Şafii dediki:Kaza umresi yada umretu’l-kadiyye diye
isimlendirilmesi, Peygamberle Kureyş arasındaki davalaşmadan ötürüdür, o umrenin kaza
edilmesinin onlara vacib olmasından ötürü değildir.
Vakıdi, ibn-i Ömerin hadisinden bunun gibisini rivayet etti. Bunu ilan-i Hacer söyledi.
Buhari, Sahihinde, zikredilen babta şunları söyledi “Ravh, Şibil’der, ibn-i Ebu Necih’ten,
Mücahid’den, (oda) İbn-i Abbas’tan (r.a) dediki, bedel, ancak haccını zevklenmeden dolayı
bozan içindir. Bir özürden ve benzeri şeyden dolayı alıkonulan ise, ihramdan çıkar ve
dönmez. Ondan, amaç bazında lafzıyla aktarım bitti.
İbn-i Cerri’inAli ibn-i Ebu Talha yoluyla çıkardığı, bunun gibi başka bir isnadla ibn-i
Abbas’tan varid olmuştur. Onda şu vardır: Eğer hac farz olan ise kaza etmesi gerekir,
değilse gerekmez. Bunu ve; ibn-i Abbas’ın, ikrimenin Haccac b. Amr’ın rivayet ettiği hadisi
rivayet edenlerden olduğunu bil. Özellikle de ibn-i Abbasın, peygamberin ona te’vili
öğretmesi için dua etitğini bil.
Açıktır ki Peygamber (s.a.v)’in Haccac b. Amr hadisindeki, bir daha haccetmesi gerekir,
sözününmanası, farz olan hac olması durumunda dır. Bilirsin ki belirleyici cem; zikrettiğimiz
birinci cem’dir. Onu Nemevi ve diğer Şaafii alimleri seçmiştir. Son cem’ ise, sahih olmaz.
gerekçesi de, zikredilen delilin hamlinin farz olan hac için belirlenmesidir.
Bir de şöyle diyen görüşe (hamledilmesi) söz konusu. Düşmanın çevirmesinden başka
çevirme yoktur. Hastalıkta çevrilen, iyileşip kabeyi tavaf edineceye ve Safa ile Merve
arasında (sa’y) edinceye kadar beraat etmez. Sonra da; Sahihi,iBuhari’de ibn-i Ömer’in
hadisinden de sabit oludğu gibi, mukabil sene haccedip kurban kesmeyinceye yada oruç
tutmayıncaya kadar ihramdan çıkamaz. Nitekim hadis daha önce geçmişti.
Bu, onlara göre hasta çevrilen değildir, demektir. O, ihramı giyip Arafat’ta vakfeye
duramayan gibidir. Tavaf eder, sa’y eder ve mukabilinde hac eder ve kurban keser yada
oruç tutar.
Meseledeki Dördüncü görüş: O da şudur: Hangi özürle olursa olsun Peygamber
(s.a.v)’den sonra çevrilme (ihsar) yoktur. Ki bu da gerçekten zayıftır.
Alimlerin nazarıda da aitibar edilmez. Çünkü hisar hükmü Kur’an ve sünnette yer
almıştır ve onda nesh varid olmamıştır. Gördüğün gibi herhangi bir delile gerek
kalmaksızın, geçersizliği açıktır. Bu, Allah Teala’nın (eğer çevrilirseniz)sözünün bahsindeki
özettir.
(Kurbandan kolayınıza gelin (gönderin) sözüne gelince; çoğu alimler, ondan muradın,
koyun ve yukarısı olduğu görüşündedir. Bu dört imamın mezhebidir. Ali ibn-i Ebi Talib
onunla ilgili olarak şöyle dedi, ona da said b. Cübeyr ibni Abas’tan rivayet etti. Onu Tavus,
Ata, Mücahid, Ebu’l-Aliye, Muhmmed b. ali b. El-Hüseyn, Abdurrahman ibnü’l,Kasım, Şa’bi,
Naha’i, Hasan, Katade, Dahhak, Mukatil ibn-i Hayyan ve diğerleri de dedi. Nitekim ibn-i
Kesir ve diğerleri onlardan bunu nakletti.
İlim ehlinden bir gurup dediki:Kurbandan kolayınıza gelen, sözünden murad ancak deve
ve inektir, koyun değil. Bu görüş te Aişe, ibn-i Ömer, Salim, Kasım, Urve b. Zübeyr, said b.
Cübeyr ve diğerlerinden rivayet edildi.
İbn-i Kesir dediki:Açıktır ki bunların dayandığı şey, Hudeybiye kıssasıdır. Onlardan hiç
kimseden, bunda koyun kestikleri nakledilmedi. Aksine deve ve inek kestiler.
Sahihayn’de Cabir’den, dediki: “Peygamber (s.a.v)’deve ve ineğe iştirak etmemizi, her
yedi kişinin bir ineğe iştirak etmesini bize emretti.”
Kaydedicisi, bu meseledeki gizlenemez gerçeğin şu olduğunu söyledi:
Kolayınıza gelen kurban’dan murad, kurban diye isimlendirilenlerdri. Bu da ütün şu
hayvanları amildir:[Deve, inek ve koyun. Koyun kolay ise, onu uygular. Deve ve inek,
uygulama olarak daha evladır.]
Sahihayn’de Aişe (r.a)’nın şöyle dediği sabit olmuştur:“peygamber (s.a.v) bir defasında,
kurban olarak koyun kesti.
Bu Mesele ile ilgili fer’i konular
Birinci Tali konu:Çevirilerin yanında kurban varsa, icma ile,onu kesmesi gerekir. Alimlerin
çoğu onu, çevrildiği yerde ihramlı yada ihramsız olarak keser, görüşündedirler.
Peygamber(s.a.v) ve ashabı da Hudeybiye’de kesmişlerdir. Şafii ve başkaları, kurban
kestikleri yer olan Hudeybiye’nin harem’de olmadığını ifade ettiler. bunun içinde,
Kur’andan şu açık delille istidlal etti. (onlar o kimselerdir ki, inkar ettiler, sizleri Mescid-i
Haram’dan alıkoydular ve engelleyerek kurbanın mahalline varmasını önlediler))Bu, o
kurbanın mahalline varmadığına açık bir nasstır. Eğer haremde olsaydı, yerine ulaşmış
olurdu. Yakub b.Süfyan, Mecme’bin Yakub kanalıyla o da babasından rivayet etti, dediki
“peygamber (s.a.v) ve ashabı Hudeybiye’de çevrildiklerinde kurbanlarını orda kestiler.
Allah ta bir rüzgar gönderdi, saçlarını alıp Harem’in içine attı. Ahmed el-Bedevi eŞ-Şekliti,
Meğazi’de Hudeybiye Gaz vesi Hakkındaki şiirinde şu sözü ile onu belirtmiştir.
..................................................
İbn-i Abdulbirr, el-istizkar’da dediki. Bu, onların haremin dışında kurban kestiklerine
delalet ediyor. İbn-i Hacer de Fethül-Bari’de: Onların kurbanlarını, onu Harem’de kesecek
birsi ile beraber göndermiş olmaları mümkündür. Bu kondua Naciye İbn-i Cündüb el-
Eslemi’nin hadisi varid oldu. Dediki:Dedim ki:Ey Allah’ın Resulu, Harem’de kesmem için
kurbanı benimle gönder.
Bunu Nesai israil yoluyla Meczat b. Zahri, o da naciyeden almıştır. Onu et-Tahavi ayrı bir
şekilde israilden almıştır. Fakat Naciye’den, (oda) babasından, dediki: Fakat bunun
olmasından dolayı onun vacib olması gerekmez. aksine kıssanın zahiri, onların çoğunun
yenide kestiğini gösteriyor. Ve onlar da Harem’in dışında idiler.
Bu da caiz olduğuna delalet eder. Allah en iyi bilendir. İbn-i Hacerin sözü bitti. Ebu
Hanife bu konuda cumhura muhalefet etti. Dediki, çevrilen kurbanını ancak Harem’de
kesebilir. Onu Harem’e götürmesi gerekir.
Ve dediki:“Peygamber (s.a.v) ve ashabının kurbanı kestikleri yer olan Hudeybiye Harem
bölgesindendir. Delil olarak ta şu ayeti getirdi (Kurban yerine varıncaya kadar başlarınızı
traş etmeyin) O’nun (s.a.v) Harem’in dışında kestiği şeklinde takdim ettiğimiz ile bu istidlal
reddedilmiş olur. Kur’anda buna delalet etti. Çünkü (Başınıza traş etmeyin) sözü (Haccı ve
umreyi Allah için tamamlayın) sözüne ma’tuftur, (Kurbandan kolayınıza geline (gönderin)
sözüne değil. Yada mahallinden murad, kurbanı kesmenincaiz olduğu mahaldir. Buda
çevrilene nisbetledir; o, Haremin dışında bulunsa bile.
Kaydedicisi dediki, bu meseledeki gerçek, ibn-i Abbas’ın benim sediği açıklamamdır. O
da şudur:Eğer gücü yetiyorsa kurban, Harem’e götürür.
Kurban yerine varmadan da ihramdan çıkmaz. Bu durumda olan için kurban yerine
varmadan da ihramdan çıkmaz. Bu durunda olan için kurbanı Haremin dışında kemek
olmaz. Eğer Harem’e gönderemiyorsa onu, Harem dışında çevrildiği yerde keser.
Buhari sahihi’nde “Çevrilene bedel gerekmez diyenler” babında şunları söyledi:Ravh
Şibl’den, ibn-i Ebu Necih’ten, Mücahid’ten ve (onun da) ibn-i Abbas’tan aldığına göre:
Bedel, sadece haccını zevklenmeden dolayı bozan içindir. Bir özürden ve benzeri şeyden
dolayı engellenen ise berabeat eder ve dönmez.
Eğer yanında kurban varda çevrilirse, gönderememesi durumunda onu keser.
Sahihayn’de Aişe (r.a)’nın şöyle dediği sabit olmuştur: “Peygamber (s.a.v) bir defasında
kurban olarak koyun kesti.
Bu Mesele ile ilgili Feri Konular
Birinci Tali konu:Çevrilenin yanında kurban varsa, icma ile, onu kesmesi gerekir.
Alimlerin çoğu onu, çevrildiği yerde ihramlı yada ihramsız olarak keser, görüşündedirler.
Peygamber (s.a.v) ve ashabı da Hudeybiye’de kesmişlerdir. Şafii ve başkaları, kurban
kestikleri yer olan Hudeybiye’nin harem’de olmadığını ifade etitler. Bunun için de,
Kur’andan şu açık delille istidlal etti. (onlar o kimselerdirki, inkar ettiler, sizleri mescid-i
Haram’dan alıkoydular ve engelleyerek kurbanın mahalline varmasını önlediler) Bu, o
kurbanın mahalline varmadığına açık bir nasstır. Eğer harem’de olsaydı, yerine ulaşmış
olurdu. Yakub b. Süfyan, Mecme’bin Yakub kanalıyla o da babasından rivyet etti, dediki
“peygamber (s.a.v) Hudeybiye4de çevrildiklerinde ve ashabı kurbanlarını orda kestiler.
Allahta bir rüzgar gönderdi, saçlarını alıp Harem’in içine attı. Ahmed el,Bedevi eş-Şenkiti,
Meğazi’de Hudeybiye Gaz vesi Hakkındaki şiirinde şu söz ile onu belirtmiştir.
......................
İbn-i Abdülbirr, el-istizkar’da dediki:Bu, onların Haremin dışında kurban kestiklerine
delalet ediyor. İbn-i Hacer de Fethü’l -Bari’de:Onların kurbanlarını, onu Harem’de kesecek
birisi ile beraber göndermiş olmaları mümkündür. Bu konuda Naciye ibn-i Cündüb el-
Eslemi’nin hadisi varid oldu. Dediki:Dedim ki:Ey Allah’ın Rasulü, Harem’de kesmem için
kurbanı benimle gönder.
Eğer gönderebiliyorsa, kurban mahalline varıncaya kadar ihramından soyunmaz.
İkinci Talikonu:Çevrilenin yanında kurban yoks,a kurban alıp onu kesinceye kadar
ihramdan çıkmaması gerekir mi?Yoksa kurban kesmeksizin ihramdan çıkabilirmi?Allah’ın
(Eğer çevrilirseniz kurbandan kolayınıza geleni (gönderin) söz gereği, çoğu alimler
kurbanın vacib olduğu görüşündeler. Gücü yetiyorsa, kurban kesmeksizin ihramdan
çıkması caizolmaz. Malik’in arkadaşı Eşheb, cumhura muvafakat etti. Malik ve ibnü’-l Kasım
bu meselede cumhura muhalifet etti. Dediler ki çevrilmeden önce çevrilenin malı yanında
değilse ona kurban gerekmez.
Cumhurun delili açıktır, oda Allah’ın şu sözüdür. (Eğer çevrilirseniz kurbandan kolayınıza
geleni (gönderin) Kurbandan kolaya gelenin, çevrilmeye bağlanması, cezanın şartına
bağlanmasıdır. Kurbanın ihramdan çıkmak isteyen için gerekirliğinin çevrilme ile olduğuna
delalet ediyor. Gördüğün gibi açık bir delalettir. Eğer çevrilen kurban kesmekten aciz ise
ondan bedel gerekiyor mu ona, gerekmiyormu?
Bazı alimler dedilerki:“Eğer ondan aciz ise, gerekir. Çevrilenin kurbanı için bedel
gerekmez diyenlerden biride Ebu hanifedir. Eğer çevrilenin yanında kurbun yoksa, kurban
buluncaya kadar ihramlı olarak kalır yada Evi tavaf eder.
Gerekir diyenlerin bir kısmı dediki, eğer kurban bulamazsa, onsuz da ihramdan çıkar.
Eğer bundan sonra güç yetirebilirse kurban keser.
Bir gurup ta dediki, eğer kuban bulamazsa bedelini verir. Bu görüşün sahipleri kurbanın
bedelinde ihtilaf ettiler.
Bazıları dedilerki:Temetku’ haccında kurbandan aciz olan on gün oruçç tutar. İmam
Ahmed’de bu görşüte. Bu şafii’den gelen rivayetlerden biridir, aynı zamanda. Şafiiye’de
çevrilenin kurbanın bedeli hakkındaki en sahih rivyetler, yetirmektir. Şafii bu hükmü
Kitabu’l-Avsat’ta verdi. Bir koyun olr veyada onun değeri kadar yiyeceği tasadduk eder.
Eğer her uzunluktaki günden oruç aciz ise tutar. Denildiki yedirmek, ezanın yedirmesi
gibidir ki. o da altı fakire ü sa’ır. Denildiki:Bedeli üç gün oruç tutmaktır. Bedeli eşit sayıda
oruç tutmaktır da denildi. Koyundan başlar ve onun müd olarak eşidini bilir. Uzunluk olarak
her günden oruç tutar. Bu görüşlerin açık bir delili yoktur. En yakın olanı temettu’a olan
kıyasadır. Allah en iyi bilendir.
Üçüncü Tali Mesele: Çevrilen kişi beraat etmek istediğinde traş olması yada saçını
kazıtması nede traş etmesi gerekmez. Buda imam Ahmedden gelen iki rivayetten biridir.
Ve bu haraki’nin kelamının zahiridir. Bu görüştekilerin delili şudur:Allah (Kurbandan
kolayınıza gelen)sözünde kazıtmayı zikretmedi. Gerekseydi zikrederdi. Ebu Hanife ve
Muhammedin, kazıtmanın gerekmezliğine dair delilleri şudur:Kazıtmak, fiillerin edasında
sonra ancak nüsuk olarak tanımlanır. Öncesinde cinayettir, onunla emredilmez. bunun için
icma ile sabittir ki, efendi ve kocamen’ettiklerinde köle ve kadın kazıtmakla me’mur
olmazlar.
Şafii’den çevrilenin traşı hakknda, kazıtma konusundaki hilafa mebni iki rivyet var. O
nüsuk mudur, yoksa bir sakıncanın ifadesi midir.
Malik ve ashabının da dail olduğu bir gurupu ilim ehline göre: Çevrilen, kazıtmalıdır.
Kaydedicisi dediki, delil olarak bize göre tercih edilecek olanı; Malik ve ashabının
benimsediği, kazıtmanın lüzümu fikridir. Gerekçe de Allah’ın şu sözüdür. (Eğer çevrilirseniz
kurbandan kolayınıza geleni (Gönderin) ve kurban yerine varıncaya kadar da saçlarınızı
kazıtmayın)
Sahih hadislerde de Peygamber’den (s.a.v) sabit olmuştur ki o, Hudeybiye yılında
müşrikler onu çeirdiklerinde ihramlı iken traş oldu, ashabınada traş olmayı emretti ve
dediki:“Allah’ım, saçlarını kazıtanlara merhamet et. Kısaltanlar ne olacak, ey Allahın
Rasülü? dediler. Dediki:Allah’ım, kazıtanlara merhamet et. Dediler ki:Ya kısaltanlar ey
Allah’ın Rasulü?Dediki:Kısaltanlara da”.
Bu, çevrilenden kazıtmanın düşmediğini çürüten ve gereksizliğini söyleyenlerin kıyasının
açık delilleridir. Kazıtmak, başkası için, kendisinden engellendiği nüsük fiillerindendir.
Düştüğü açık. Çünkü kabe’yi tavaf ve örneğin safa ile Merve arasında say etmek. Çevrilen
bütünbunlardan menedildi ve alıkonuldu. böylece ondan sakıt oldu. Çünkü onunla onlar
arasına perde çekildi ve men’edildi.
Kazıtmak ise onunla arasına kimse girmedi ve o bunu yapabilir ve düşmesinin de
mümkünü yok. Şerist nasslarının tercihine delalet ettiği şey; kazıtmanın, müsükunu
tamamlayanın, üzerine bir nüsük olduğu haccını geçiren, düşmanla yada hastalıkla
çevrilenin olur.
Sahih kavle göre traş olmak nüsüktür. Çevrilen, üç şeyden beraat eder:Niyet, kurban
kesmek ve traş olmak. Görüşe göre traş olmak niyet ve kesimle beraat olunan nüsük
değildir.
Dördüncü Tali Konu:Peygamber (s.a.v)’in Hude,biye’ umresinde ve veda haccında traş
olmadan önce kurban kestiği sabit oldu. Kur’an, kurban kesmenin iki yerde traştan önce
yapıldığına delalet etti.
Birisi:Allah’ın sözü:(Kurban yerine varıncaya kadar başınızı traş etmeyin)
İkincisi:Allah’ın Hac suresindeki şu sözü (Ki kendileri için bir takım faydalara tanık
olsunlar ve (Allah’ın)kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine belirli günlerde
Allah’ın adını ansınlar) Ayet.
(Rızık olarak kendilerine verilenlerin üzerine Allah’ın adını ansınlar) Ayet. Sözünden
murad, icme ile, gövdenin kesilmesi sırasında Allah’ın adının zikredilmesidir. Allah Teala
ondan sonra tertib için olan şu ile atfederek demiştir ki (Sonra kirlerini gidersinler)Ayet.
Saçın kazıtılması da şüphesiz ki kirin giderilmesine girer. Kesimin traşa takdimi ile o emirde
açık bir nasstır. Saç ve benzeri şeylere ........denildiğine bir örnek te Umeyye b. Ebi’s-Salt’in
şu sözüdür:
..................silik bir kelime
Onlardan bazıları Ümeyye’nin mezkur beytini şöyle zikrettiler:
......................................................
Başka birinin sözünde de öyledir:
...............................
Bu nasslar kesimin traştan önce olduğuna apaçık bir şekilde delalet ediyor. Fakat hac
yada umre yapan kişi traşı kesimden önce yaparsa, Peygamber (s.a.v)’den veda haccında
sabit olmuştur ki bunda da bir günah yoktur. Harec’in nefyi tabiri genel olarak günah ve
kanın beraberce sakıt olduğuna delalet ediyor. Denildiki çevrilen olsun yada başkası, her
kim kesimen öne traş olursa ona kan (kurban) gerekir. İbn-i Ebi Şeybe A’meş yoluyla
ibrahim’den, o da Alkame’den, ona kan gerektiği rivayet edilmiştir. İbrahim dediki, Said
ibn-i Cübeyrbana ibn-i Abbas’tan benzerini aktardı. Bunu çevrilen hakkında zikretti.
Şevkani Neylü’l-Ertar’da dediki. Açık olan, delilsizliğinden ötürü kanın vacb olmadığıdır.
Kaydedicisi dediki, açıktır ki:Bunu diyenlerin delili, Pegyamber(s.a.v)’den varid olan
hadislerde o’nun; Hudeybiye yılında müşriler onu engellediklerinde traştan önce kurban
kestiği ve ashabınada böyle yapmalarını emrettiği geçer. Ahmed, Buhari ve Ebu Davud’un
Müsevver’den rivayet ettiğide bundandır. Meruan; Hudeybiye umresi ve sulh hadisinde
Peygamber (s.a.v)’in, yazma işi bittikten sora ashabına şöyle dedi0 “Kalkın. Önce kurban
kesin sonra traş olun.”
Buhari Müsevvir’den, Peygamber (s.a.v)’in traş olmadan önce kurban kestiği ve
ashabına da bu emrettiğini rivayet etti. Bu hareketi ve emri, çevrilene bunun gerektiğine
delalet etti. Kim önce traş olup sonra kurbun keserse peygamber (s.a.v)’in emrine
muhalefet etmiş olur. Ve kim bir nüsük’ü ihlal ederse ona kan gerekir.
Kaydedicisi -Allah o’nu affetsin -dediki, sahih sünetin nasslarının delalet ettiği, kesimin
traştan önce olduğudur. Fakat kim kesimden önce traş olursa ona, günah yada kan gibi bir
zorluk oyktur. Şeyhanın sahihlerinde Abdullah b. amr el-As’tan aktardığı da bundandır.
Peygamber (s.a.v), kendisine sorana, traş kesimden öncedir, dedi. Kendiside kesimi traştan
önce yaptı. Yani şunu demek istemiştir; böyle de yaparsan bunda bir güçlük yoktru.
Bunlardan biride yine şeyhan’ın sahihlerinde ibn,i Abbas’tan aktardıklarıdır. Peygamber
(s.a.v)’e, kesim, traş, taş atma ve takdim-tehir hakkında soruldu. Dediki:Herhangi bir
güçlük yoktur.
Buhari, Nesai, Ebu Davud ve ibn-i Mace’ye ait bir rivayettede o’na bir adam sordu,
dediki:Kesmeden önce traş oldum. dediki, kes, güçlük yoktur. (Adam) dediki: Akşamdan
önce taş attım. Dediki; yap, güçlük yoktur.
Buhari’ye ait bir rivyette bir adam Peygamber (s.a.v)’e dediki:Atmadan önce ziyaret
ettim. Dediki:Güçlük (ceza) yoktur. Dediki:Kesimden önce traş oldum. Dediki:Güçlük
yoktur. Bunun gibi hadisler çoktur. Buda apaçık bir şekide gösteriyor ki kesmeden önce
traş olana herhangi bir günah yada fidye yoktur. Çünkü ......sözü, nefyin siyakında nekredir.
Nekre (belirsiz)böyel olduğunda o, umumda açık bir nass olur. Öyleyse hadisler, fidye ve
günah olarak bütün güçlük çeşitleri için nefyin umumunda açık bir hnasstır. Allah en iyi
bilendir.
Zikredilen hadisler, bilmeden yada unutarak traşı önce yapanın durumunu açıklamıyor.
Fakat Abdullah b. Amrın ve müttefekun aleyh olan hadisin siyakı, soranın cahil olduğuna
delalet ediyor. Zira sahihte zikredilen bu hadislerin bazılarında unutmak yada bilgisizlik
zikredilmiyor. Umumunun beraberece alınmasını gerekir ki bilgisizliğe ve unutmaya tahsis
edilen bir delile delalet etsin. Yine usul ilmindeki kaidelerdendir;
Sorulanın sorana cevabında mefhumu’l-muhalife itibar edilmez. Çünkü mantukun
zikredilenle tahsisi, cevabın soru ile mutabakatı içindir. methümün, çıkarılması için oluşu
mantukun hükmünden belirlenilmedi. es-Suud meraki’de, mefhumu’lmuhalifin itibarının
engelleri bahsinde şu sözü ile itibari men’edene atfen işaret etmiştir.
............................
Nitekim Allah’ın (talak ikidir) Ayet, sözünün açıklamasında da gelir. Bununla bilirsin ki,
soruda varidin şuursuzluğunun vasfının mefhumu yoktur.
Şevkani, Neylü’l- Evtar’da dediki:Bazılarının sorusunun şuursuzluğa bağlanması,
başkasınnı sorusunun böyle olmasını gerektirmez. ki denilir:Hüküm şuursuzluk haline
hastır. Onun kasıtla birleştirilmesinin reddedilmesi caiz değildir.
Bunun içinde bilinirki; tahiste, bazı soranların sorusunda zikredilen şuursuzluk vasfına
güvensizlik, istenilen için faydalı değildir. Ondan lafzıyla aktarım bitti.
Allah’ın sözü: (Rabbinizin lütuf ve keremini aramanızda sizin için bir günah yoktur)
Burada, hacta aramasında günah olmayan fazlın ne olduğunu açıklamadı.
Başka ayetlerde onun, ticari kazanç olduğuna işaret etti. Şu sözü gibi:(Diğerleride
yeryüzünde gezeler, Allah’ın şu sözü:(Namaz bittiğinde yer yüzüne dağılın ve Allah’ın
fazlından arayın) Yani:Ticaret ve alış verişle.
Delili de önceki şu sözüdür: ‘Alışverişi bırakın) Yani Cuma namazı bittiğinde, ona
çağrıldığınızda size haram olan kazancı isteyin.
Bu tercemede takdim etmişizdir ki, Kur’anda muayyen mana iradesinin çokluğu, onun
murad olduğuna delalet eder. Çünkü galib olana hamletmek evladır. Ayetle zikredilen
fazl’dan muradın ticaret kazancı olduğunda, alimler arasında hilaf yoktur. Nitekim Allah’ın
şu sözü bize hatırlattı:
(Sonra insanların akın akın döndüğü yerden siz de akın edin) burda; mekana ve bazen
de zamana delalet eden birkelime olan ....lafzı ile tabir edilen akın etmek emredilen
mekanı açıklamadı.
Fakat onu şu sözüyle beyan ediyor: (Arafat’tan akın edip döndüğünüzde) Ayet. Sebebi
nüzülü; Kureyşliler arefe günü müzdelife’de vakfe yaparlardı ve derlerki:Biz Allah’ın evinin
sakinleriyiz, Harem’den çıkmamız gerekmiz. çünkü Arafat, Harem’in dışındadır. insanların
hepsi Arafat’ta vakfe yaparlar. Allah, Nebisine (s.a.v) ve müslümanlara insanların akın
ettikleri yerde akın etmelerin emrettiki o da Arafat’tır. Kureyş’in yaptığı gibi Müzdelife’den
değil.
Bu alimlerin çoğunluğunun görüşüdür. İbn-i Cerir, üzerinde icma’olduğunu anlatmıştır.
Başındaki ..lafzı, cümlenin cümleye atfı manasında, .......içindir. onun üzerine olan tertibi,
zikrin mutlak’ındadır. Ben zeri, Allah’ın şu sözüdür: (Bir boynu çözmek, yahut açlık
gününde doyurmaktır; akraba olan yetimi, yahut hiçbir şeyi olmayan yoksulu. Sonra inanıp
birbirlerine sabır tavsiye eden ve merhamet tavsiye edenlerden olmak)
Ve Şairin sözü:
.............................
Bazı alimlerde (Sonra akın edin) sözünden muradın, Muzdelife’den Mina’ya olduğunu
söylediler. Buna göre ....tam murad ibrahi (a.s)dr.
İbn-i Cerir bu görüş hakkında dediki:Eğer hilafına olarak icma’delili olmasaydı en doğru
olan olurdu. Allah’ın sözü (inkar edenlere dünya hayatı süslü gösterildi, (onlar) insanlarla
alay ederler) O kafirlerin o mü’minlerle alaylarını burda beyan etmedi. Fakat başka yerde
gülerek ve işaretleşerek onlarla alay ettiklerini beyan etti. O da Allah’ın şu sözüdür; (O
suçlular iman edenlere güler, yanlarından geçtiklerinde birbirleriyle işaretleşerek onlarla
alay ederlerid)
Allah’ın sözü: (Korunanlar, kıyamet gününde onların üstündedir)
Burada Mü’minlerin o kafirlere olan üstünlüklerini açıklamadı. Fakat bunu başka yerde
açıkladı. Ş usözü gibi (Bu gün iman edenler kafirlere gülerler ve onlara koltukların
üstünden bakarlar)
Ve şu sözü (İşte bunlar, Allah’ın rahmetinin kendilerine ulaşmayacağına yemin ettiğiniz
kimseler; Cenente girin. Size korku yoktur ve sizler üzülcek değilsiniz)
Allah’ın sözü: (Bazen hoşlanmadığınız bir şey, hakkınızda iyi olabilir)
Burda bu hayrı fazlaca vasfetmedi. Onu şu sözüyle vasfetmiştir:
tek (Eğer onlardan hoşlanmadıysanız, umulur ki bir şeyden hoşlanmazsınız da Allah
onda çok hayır kılar) Allah’ın sözü :(Onlar yapabilseler sizi dininizden döndürünceye kadar
sizinle savaşmaya devam ederler) Buna güç yetirip yetiremediklerini burda açıklamadı.
Fakat başka yerde onların yapamadığını ve onların mü’minleri dinlerinden döndürmeden
ümitsizlendiklerini açıkladı. Bu Allah’ın şu sözüdür: (bu gün küfredenler dininizden
ümidlerini kestiler)Ayet...Başka yerlerdede islam dinini bütün dinlerin üzerine çıkarıcı
olduğunu açıkladı. Berae, Saff ve Fetih deki sözü gibi (O ki, bütün dinlere üstün kılmka için
Rasulünü hidayet ve hak dinle gönderdi)
Allah’ın sözü: (Deki o ikisinde büyük günah vardır) Bu büyük günahın ne olduğunu burda
açıklamadı. Fakat başka ayette onun, aralarına düşmanlık ve kin düşürmek, Allah’ın
zikrinden ve namazdan alıkoymak olduğunu beyan etti. O şu sözüdür: (Muhakkak ki şeytan
içki ve kumarla aranıza dümanlık ve kin sokmak ve sizleri Allah’ın zikrinden ve namazdan
alıkoymak istiyor. Artık vazgeçtiniz edğilmi?)
Allah’ın sözü: (Müşrik kadınları nikahlamayın) Ayet. Zahirinin umumu, kitabı kadınları da
kapsadığıdır. Fakat başka ayette kitabı kadınların bu harama girmediğini açıkladı. O da
Allah’ın şu sözüdür: (Kendilerine kitap verilmişlerden hür kadınlar)
Eğer:(Ehli kitaptan kafir olanlar ve müşrikler) ve (Ehli kitabtan küfredenler ve müşrikler)
ve (Ne ehli kitabtan kafirler ne de müşrikler isterlerik)sözlerinden de anlaşılacağı üzere
kitabı kadınlar müşrik kadınların içine girmez; atıf, başkalığı gerektirir, denilse cevab:
Ehli kitab, müşrik ismine girerler. nitekim Allah’ın şu sözü bunu açıkladı (Yahudiler;
Uzeyr, Allah’ın oğludur, dediler. Hristiyanlarda Mesih Allahın oğludur, dediler. Bu onların
ağızlarıyla geveledikleridir. Önceki kafirlerin sözüne benzediler. Allah onları kahretsin,
nasılda çevriliyorlar. Ahbarlarını, rahiblerini ve Meryem oğlu mesin’i Allah’tan başka rabler
edindiler. Sadce tek ilah olarak Allah’a ibadet etmekle emrolunmuşlardı. Ondan başka ilah
yoktur. O, onların ortak koştuklarından münezzehtir)
Allah’ın sözü: (Temizlendiklerinde, Allah’ın size emrettiği yerden onlara yanaşın)
Burda, ......lafzı ile tabir edilen, kendisinden yanaşılmasını emrettiği mekanı açılamadı.
Fakat şu iki ayette ondan muradın önden yanaşmak oludğunu açıkladı.
Birisi: Burdaki sözüdür (Tarlanıza yanaşın) Çünkü (Yanaşın)sözü, cinsel birleşme
manasındaki yanaşma emridir. Ve (Tarlanız) sözü, emredilen yanaşmanın ekim mahalli yani
nutfe ile çocuk tohumu olduğunu açıklıyor. Buda apaçıktırki arka değil, öndr. Çünkü arka,
çocuk için tohum mahalli değildir.
Nitekim bu zorunludur.
İkincisi:Allah’ın şu sözü (Şimdi onlarla mübaşeret edin ve Allah’ın size yazdığını
isteyin)Çünkü, “Alah’ın size yazdığından murad, cumhurun görüşüne göre çocuktur. Bu ibn-
i cerir’in de tercihidir. Bunu ibn-i Abbas, Mücahid, Hakem, ikrime, Hasan el-Basri, Süddi,
Rebi’ ve Dahhak b. Muzahim’den nakletmiştir. Malumdur ki çocuk istemek, ancak ön tarfta
cima’ ile olur. Öyleyse ön, cima’ manasında mübaşeretle emrolunan yerdir. Bu durmda
ayetin manası; şimdi onlarla mübaşeret edin ve bu mübaşeret (birleşme), çocuğun
istendiği yerde olsun. O da arka değil, öndür. Delili de şu sözüdür (Allah’ın size yazdığını
isteyin) Yani çocuk.
Bundanda anlıyorsunki Allah’ın (Nerden isterseniz)sözünün manası, yaklaşmanın ekim
mahalline erkeğin dilediği herhangi bir şekilde olmasıdır.
Kadının sırt üstü, diz üstü ,yan üstü yada başka şekilde olması fark etmez.
Bunu Şeyhan, Ebu Davud ve Tirmizi’nin Cabir (r.a) rivayet etitği de te’yid ediyor. Dediki,
Yahudiler diyorlarkı:Kadına arkadan yanaşıldığında çocuk şaşı olur. Şu ayet indi (Kadınlar
sizin tarlanızdır. Tarlanıza dilediğiniz yerden yanaşın)
Buradan Anlaşılıyorki Cabir (r.a), ayetin manasının, onlara ön taraftan istediğinniz
herhangi bir şekilde yanaşın, arka taraftan olsa bile, olduğu görüşündedir.
Hadis ilminde kuraldır; sebeb-i nüzül ile alakalı sahabe tefsirini yüksek bir hükmü vardır.
Nitekim, Tal’atü’l- Envar şu sözü ile bunu destekledi:
.........................
Kurtubi, Allah Teala’nın:(Tarlanıza dilediğiniz yerden yarın) sözünün tefsirinde şunları
demiştir:Allah(C.c)ın (dilediğiniz yerden) sözünün, umümunun hükmü ile ön ve arkayı şami
olduğuna istidlal eder muhalifin bunda bir hücceti yoktur. Çünkü o zikrettiklerimizle meşhur
makbul sahih hadislerle tahsislidir. Onları Peygamber (s.a.v)’den on iki sahabe yüz farklı
şekilde rivayet etti. Hepsi de kadınlara arkadan yanaşmanın haramlığını vadirdir. Onları
Ahmed b. Hanbel Müsnedinde, Ebu Davud, Nesai, Tirmizi ve diğerleride zikretti.
Onları Ebu’l-ferec b. el-Cevzi yollarıyla, mekruh mahallin haramlığı, diye isimlendirdiği
cüzde toplamıştır.
Şeyhimiz Ebu’l-Abbas’ın da bu konuda, “Arkadan yanşmayı caiz yapanların tersliğinin
izharı” diye bir cüz’ü vardır.Bana göre bu ittiba edilecek hak ve bu meselede sahih olandır.
Allah’a ve ahiret gününe inanmış mü’minin, apaçık ortaya çıktıktan sonra, bir alimin
zellesi (sürçmesi) üzerine bu musibete dümesigerekmez. Alimin zellesinden
sakındırılmışızdır. İbn-İ Ömer’den buna hilaf olan ve onu yapanı tekfir (görüşü) rivayet
edilmiştir.
Ona layık olan da budur. Nafi’de kendisinden bunu haber vereni bu şekilde yalanladı.
Nitekim Nesai, Önceden geçmişti, zikretti.
malik te bunu inkar etti ve onu önemsedi. Bunu kendisine nisbet edenide yalanladı.
Daremi Müsnedinde Said b. Yesar Ebu’l-Habbab’tan rivayet etti. dediki:İbn-i Ömer’e dedim
ki:Cevari’nin arkadan yanaşması görüşü hakkında ne diyorsun?Dediki, ..nedir?O’na
arka(dan yanaşmak olduğunu) hatırlattım. Bunun üzerine dediki, müslümanlardan
herhangi biri bunu yapıyormu?Huzeyne b. Sabit’e isnad edildi. rasulullah’ı (s.a.v) insanlara
şöyle derken işittim. Ey insanlar, Allah, hakkı (dile getirmekten) çekinmez. Kadınlara
arkadan yanaşmayın. Bunun bir benzeri de Ali b. Talktan. Ebu Hureyre’dne isnad edildi.
peygamber (s.a.v)”kadına arkadan yanaşana Allah kıyamet günü bakmayacak”
Ebu Davud et-Tayalisi müsnedinde Katade’den, Amr b. Şuayb’tan, babasından, Abdullah
b. Amr’dan, (oda) peygamber (s.a.v)’den rivayet etti. “Bu küçük lütiliktir” dedi. Yani kadına
arkadan yanaşmak (öyledir).
Tavus’tan, onun şöyle dediği rivayet edildi: Lut kavminin işi (lütilik), , kadınlara akadan
yanaşmakla başlamıştı. İbnü’l-Münzir dediki, Peygamber’den (s.a.v) bir şey sabit olras o,
beni başkasından müstağni kılar. Kurtubi aynı şekilde şunları da söyledi: Ali b. Ziyad ve
Vehb, ibn-i Malike; insanların Mısır’da, kenidisinn bu konduaki cevazını konuştuklarını haber
verdiklerinde bundan nefret etti ve nakledeni yalanlama girişiminde bulundu. Bunun
üzerine, bana iftira ettiler, bana iftira ettiler dedi. Sonrada, siz Arab değilmisiniz?Allah
(Kadınlarınız sizin tarlanızdır) demiyormu?Tarla sadece münbit yer olmaz mı? dedi. O’ndan
lafzıyla aktarım bitti.
Kadınlara arkalarından yanaşmanın caiz olmadığı teyitlidir. Allah Teala hayızda ferce
haram kıldı, kendisine arız lan kirden dolayı. Şu sözü ile bu men’in illetinin bu kir olduğunu
açıkladı:
(Deki o eziyettir. hayızdayken kadınlardan uzak durun) Ayet. Dübürün haram
kılınmasının en öncelikli gerekçesi kir ve zorunlu necasettir. Bu, istihazada cimaIın caiz
olmasına karşı değildir. Çünkü istihaza kanı,hayız kanı gibi kirlilkte değildir ve dübürün
necaseti gibi de değildir. Çünkü o yara kanı gibi damar patlaması kanıdır. Dübürden cima’ın
meni’ini te’yid eden bir şey de ulemanın mutabakatıdır.
İbn-i Abdülbirr alimlerin bunda ihtilaf etmediğini söyledi. Ancak Ömer b. Abdülaziz’den
kavi olmayan bir yönden gelen bir şey hariç Buna göre kızlık zarının yamalğı ile
redolunmadığıdır. Bütün fakihler buna muhalif görüş üzeredir.
Kurtubi dedi ki, onların bu icma’ı, dübürün ilişki yeri olmadığına delildir.
Birleşme yeri, fercteki yerine ulaştırmayan aksi bir şey olsa bile. Eğer denilseki, zarın
reddi doğrumazlık için illet olabilir. Onun dübüründe ilişki kurması ile çelişmez. Cevab
şutur; kısırlık onunla dönmez. Zarın reddinin illeti nesilsizlik olsaydı bile kısırlık, reddin
sebebi olurdu.
Kartubi. Allah’ın (Tarlanıza varın) sözünün tefsirinde kısırlığın onunla dönmediği üzerinde
icma olduğunu anlattı. Bu delilleri tahkik ettiğin zaman görürsün ki kadına arkasından
varmak haramdır.
Bilki ibn-i Ömer, Ebu Said, mütekaddimin ve müteahhirinden olan guruplardan bunun
caiz oludğu kendilerinden rivayet olunan kimselerin bu sözlerini, onların arkadan varmadan
muradlarının kadın tercine arka tarftan varmaktır, şeklinde hamletmek gerekir.
Nitekim Cabir’in hadisibunu açıklıyor ve cem’de vacibtir, mümkün olduğunda ibn-i Kesir
“Tarlanıza dilediğiniz yerden varın” sözünün tefsirinde bunları söyledi.
Ebu Muhammed Abdurrahman b. Abdullah ed-Daremi Müsned’inde dedi ki:Bize Abdullah
ibn-i Salih söyledi:Bize el-Leys Haris b. Ya’kub’tan, 10’da )Said b. Yesar Ebu’l -Habbab’tan
aktardı.
Dediki:İbni Ömere Cevaride söylediği şey için sordum, kadınlara arkadan
yanaşılırmı?.....nedir?dedi. Arkaan varmak, (dedim)Bunun üzerine, mü’minlerden herhangi
kimse bunu yapıyormu?İbni Nehb’te bu şekilde irvayet etti. Kuteybe de el-Leys’ten rivayet
etti.
Bu, bunun haramlığına dair ondan gelen sarih nass ve sahih isnaddır. ondan buna aykırı
manayı muhtemel bütün varid olan şeyler merduddur. Öğrenmiş bulunmaktayım ki Allah’ın
(Nerden isterseniz) sözünde, arkadan yanaşmaya herhangi bir delil yoktur. Çünkü o
(kadınlarınız sizin tarlanızdır) sözüne fa’i (....) ta’kibiye ile tertib edilmiştir. Ma’lumur ki
dübür, ekim mahalli değildir. Bu karın, baldır, bacak ve benzeri şeylerle cima’ cevazına
aykırı değildir, bütün bunlar ekim mahilli olmamasına rağmen. Çünkü bu istimna’ diye
isimlenndirilir, cima’ değil. 1. Söz konusu olanda cima’dır. Çünkü (Tarlanıza varın)
sözündeki varmaktan murad cima’dır ve arada da fark vardır. Çünkü karın ve benzerlerinde
kir yoktur. Dübürde ise sürekli kir ve zorunlu necaset vardır.
(Deki, o eziyettir, kadınlardan uzak durun) Ayet, sözünden öğrenmişizdir ki:Eziyet
mahallinde birleşme caiz olmaz.
Bazı alimler dedilerki, (Allah’ın size emrettiği yerden) sözünün manası, yani; Allah’ın
sakınmasıyla emrettiği mekandan. Gerekçesi, eziyet arız olmasıdır ki o da ferc’tir. Ve o,
başka olamaz. Bu görüş ibn-i Abbas, Mücahid, Katade, Rebi’ ve diğerlerinden rivayet
ediliyor. Buna göre (Allah’ın size emrettiği yerden) sözünü, (Deki, o eziyettir, kadınlardan
uzak durun)sözü açıklıyor. Çünkü malumdur ki eziyet olan hayız mahalli, öndrü. Bu görüş
mana itibariyle, zikrettiğimize raci’dir. Çünkü Allah, nehyettiği şeyin zıddını emrediyor.
Bunun içinde (Allah size emretti) sözündeki emrin, (Temizleninceye kadar onlara
yaklaşmayın) sözündeki nehye dönüşmesi sahih olur. Usulde bilinirki, bir şeyden nehydeki
hilaf, onun zıddıyb emirdir.
es-Suud Meraki’de buna şu sözüyle işaret etmiştir:
...................................................................................
................................................................................................................................ tan
muradı:Bundan önce zikredilen; bir şeyde ki emirde “hilaf, zıddından nehyin aynısı mıdır,
yoksa onu gerektiriyor mu?Yada bunun tersi midir?yani bu hilaf aynı şekilde bir şeyden
nehyde midir. O, zıddıyla emrin aynısı mıdır? Ya da, çok ise, zıdlarınan biri midir?Yad a buna
bir gereklilik midir?Yoksa ne aynısı nede gerekirliği midir?Nehiyde iki görüş ağırlık basıyor:
Birisi:O, tam olarak zıddıyla emirdir.
İkincisi:O, kesinlikle onunla emir değildir. Sonuncusunu, ibnü’l-Hacib “Muhtasar’ında
anlattı. Subki, Cem’ul-Cevami’de, bu görüşü ibnül Hacib’ten başkasında görmediğine işaret
etti.
Zecac dediki (Allah’ın size emrettiği yerden) sözünün manası:Kadına yaklaşması helal
olan yönlerden, demektir. Helal olmayacak şekilde onlara yaklaşmayın. Onların oruçlu,
ihramlı yada itikafta olmaları gibi.
Ebu Rezzin, ikrime, Dahhak ve bir çok kişi dediki (Allah’ın size emrettiği yerden)yani,
hayırlı değil tahir olduklarında. Gerçek ilim Allah katındadır. Allah’ın sözü: (Fakat
kalblerinizin kazandığı yeminlerden sorumlu tutacak)Burda kalblerinin kazandığından
muradın ne olduğunu ve yeminini bozduğunda ne gerekeceğini açıklamadı. Fakat maide
Süresinde, kalblerin kazandıklarından muradın, yeminin niyet ve kasıtla akdedilmesi
olduğunu açıkladı. Ve yeminini bozması durumunda da kefaretin lazım olacağını beyan etti.
Kefaret:O miskinin doyurulması yada giydirimeisyada bir kölenin azad edilmesidir. Bu
üçünden aciz olanın ise üç gün oruç tutmasıdır. Bu da şu sözündedir:
(Fakat sizi akdettiğiniz yeminlerden sorumlu tutar. Kefareti de, on miskinin, ehlinizi
doyurduğunuz orta şekil ile doyurulması yada giydirilmeleri yada bir kölenin azad
edilmesidir. Bunları bulamayanlarada üç gün oruç tutmak vardır. Bu, yemin ettiğinizde
yeminlerinizin kefaretidir) Ayet.
Allah’ın sözü:(Boşanmış kadınlar üç kur’ kendilerini gözetlerler)Bunun zahirinden
anlaşılan, bütün boşanmış kadınları kapsadığıdır. Fakat başka ayetlerde bazı boşanmış
kadınların bu umümun dışında olduğunu açıkladı. Hamile olanların iddetlerinin doğurmaları
olması gibi. Şu sözünde (Hamile kadınların iddetleri, doğurmalarıdır) Ve birleşmeden nce
boşanmış olanlar gibi. Onların hükmü ise, kendilernin iddetlerinin hiç olmamasıdır. Şu sözü
ile:(Ey iman edenler, mü’min kadınları nikahlayıp ta onlarla ilişkiye girmeden onları
boşadınızsa, sizin onlar üzerinde, sayacakları herhangi bir iddet yoktur. Onları faydalandırın
ve güzel bir şekilde onları serbest bırakır.
büyüklükten yada küçüklükten ötürü hayız görmeyen kadınların iddetleri ise üç aydır. Şu
sözünde (Hayızdan kesilen ve hayız olmayan kadınlarınızın iddetleri ise üç aydır)
Allah’ın sözü: (Üç kuru)Bunda icmal vardır. Çünkü ...., hayıza verilen bir kelimedir. Bunun
örneği, Peygamber (s.a.v)’in:“kuru’larının günlerinde namazı barak” sözüdür.....kelimesi
temizlik içinde söylenir. Bunun örneği el-A’şa’nın sözüdür:
...........................................................................
..............................................................................
Malümdur. ki gazinin, kadınlarından fırsatını kaçırdığı kur’temizliktir, hayız değil. Alimler,
bu ayet-i kerimedeki kuru’dan muradın ne olduğu hussunda ihtilaf etmişlerdir. O temizlik
dönemleri midir, hayız dönemleri mi?
İhtilafın sebebi, zikrettiğimiz gibi, kur’un hayızla temizlik arasında ortak olmasıdır.
Ayetteki kur’un temizlik olduğu fikrinde olanlar; Malik, Şafii, mü’minlerin validesi Aişe, zeyd
b. sabit, Abdullah b. Ömer, Fukuha,i seb’a, Abban b. Osman,
Zuhri ve bütün Medine fakihleridir. O da Ahmed’en bir rivayettir. Kuru’un hayız dönemi
olduğunu söyleyenler; dört raşid halife, ibn-i mes’ud, Ebu Musa, Ubbade b. Samit, Ebu’d-
Derda, İbn-i Abbas, Muaz b. Cebel, tabiinlerden bir gurub ve diğerleri O da Ahmed’den
sahih bir rivayettir.
Her iki gurupta Kur’an ve sünnetten delil getirdiler. Bu kitabın tercemesinde bu gibi
durumlarda terceh ettiğimizin şu olduğunu zikretmişizdir:Delili en çok ağır basan. Kuru’n
hayızlar olduğunu söyleyenler pek çok deliler getirdiler. Onlardan biri Allah’ın şu sözüdür:
(Kadınlarınızdan hayızdan kesilenler ve hayız olmayanlar için şüphe ediyorsanız, onların
iddetleri üç aydır) Dedilerki; iddetin aylarla tertib edilmesinin hayıssızlıktan dolayı olması,
iddette aslonanın hayızla olması olduğuna delalet ediyor. Hayızlar olmadığında onlardan
bedel aylardır. Aynı şekilde su sözü ilede istidlal ettiler:(Allah’ın rahimlerinde yarattığını
gizlemezler)
O, çocuk yada hayızdır,dediler. Ve şu hadisi delil getirdiler “Kuru’larının günlerinde
namazı bırak” Dedilerki:O, (s.a.v) vahyin açıklayıcısıdır ve okur’u hayıza isim olarak
şöyledi. Bu da ayetten muradın hayız olduğuna delalet etti. Onlar; Ümmetin iki hayza
güvenmesi ve onun iyileşmesi bir hayızladır, hadisleriyle de istidlal ettiler.
Kuru’un temizlikler olduğunu söyleyenler ise Allah’ın şu sözünü delil olarak getirdiler:
(Onları iddetleri içinde boşayın)Dedilerki, boşanmaları emredilen iddetleri temizliktir, hayız
değil. Nitekim bu ayetin açıkça anlaşılan şeklidir. bunu, ibn-i Ömer’in muttefekun aleyh
olan hadisinde peygamber (s.a.v) daha çok izah ediyor “Eğer onu boşayacaksa, o temizken
ve onunla ilişkiye geçmeden boşasın. Bu iddettir. Nitekim Allah emretti “Dediler ki;
Peygamber (s.a.v) bu muttefekun aleyh olan hadiste açıklamıştırki, temizlik dönemi,
Allah’ın kadınlarnı kendisinde boşanmasını emrettiği iddettir. Bunun; Allah Tealanın:(Onları
iddetleri içinde boşayın)Sözünün manası olduğunu beyan ettiler. O da Allah’ın kitabının ve
Rasülünün sünnetinin tartışma noktasındaki nassıdır.
Kaydedicisi -Allah onu affetsin,dediki, bana göre tercih edilecek olan bunların şu delidir.
Tartışma mahallindeki son noktadır.
Çünkü tartışmanın yörüngesi, kuru’hayızlarmıdır, temizliklermi? etrafındadır. Bu ayet ve
bu hadisin ikis,i onun temizlikler olduğuna delalet etti.
Ne Allah’ın kitabında nede nebi’sinin (s.a.v) sünnetinde bu delile karşı durack hiçbir şey
yoktur. Ne sıhhat açısından ne de tartışma noktasındaki açıklık açısından. Çünkü o, Allah’ın
kitabından olan ayetin manasının beyanı noktasında zikredilmiş, muttefekun aleyh olan bir
hadistir.
Onda Peygamber (s.a.v), iddetin temizlik olduğunu açıklamış ve bunun Allah’ın (c.c)
muradı olduğunu beyan etmiştir. Şu sözü ile:(Onları iddetleri içerisinde boşayın) O’nun
(s.a.v) sözündeki işaret:Bu, içinde talak vaki olan temizlik halindeki iddettir. Çünkü sözünün
manası, onları temiz olarak başasın. Yani onlar temiz iken. Sonra bu temizlik halinin iddet
olduğunu ve bunun, Allah’ın, Aziz kitabındaki muradı olduğunu açıkladı. Buda iddetin
temizlik ile olduğu hususunda açık bir nasstır. İşaretin dişiliği, haberin dişilği içndir. Onun
hayızlar olduğunu söyleyenler, iddetin kuru’olmadığını söyleyinceye kadar bu delilden
kurtulmaz. Kuru’konusundaki tartışma, bazı alimlerin bu söyledikleri gibidir.
Bu görüşü,şer’i örf ehlinin ve Arap dilbilimcilerinin icmai reddediyor. Buna göre, kuru’ile
sayılan iddet, kuru’un kendisidir, buna eklenecek bir şey yoktur. Allah buyurmuştur:(iddeti
sayın)Bu da, icma’ile, gözetleme zamanıdır. Buda Allah’ın:(Gözetlerler)sözünde kullanılan
üç kuru’dan tabir edilendir. Bu ayette hiç kimsenin şöyle demesi doğru olmaz:Kuru’ları
sayan boşanmış kadının iddet denilen şey gibide bir sorumluluğu var, ayeti kerimede
zikredilen üç kuru’a ek olarak gibide bir sorumluluğu var, ayeti kerimede zikredilen üç
kuru’a ek olarak:
Sözlükte:Kadının iddeti kuru’larının ve evlilik için matem günleridir.
Buda iddetin, kur’un kendisi olduğuna, ona bir ilave olmadığına dair bir açıklamadır.
Dilde de:Kadının iddeti kuru’unun günleridir. Ve iddeti aynı şekilde kocasına matem
günleridir, zinet takmamasıdır. Bu ay olarak, kuru’olraka yada kocasından olan yükünü
indirmesi (doğurması) olaraktır.
Bu, tartışma noktasındaki sarahat, açıklık ve sıhhat olarak yeterli bir açıklamadır.
Yanısırada başka söze gerek yok. ....sözündeki ta(.) nın ziyadesi de bunu teyid eder delildir.
Çünkü o, sayılanın erililğini gösterir ki oda temizliklerdir. Çünkü o müzekkerdir, hayızlar ise
müeneştir.
Bazı alimlerin bunun hakkındaki cevabı da şudur:Kur’lafzı müzekkerdir, müsemması olan
hayz ise müennes. ta’ ise, onunla laza uygun olark getirildi. O da müzekkerdir. müennes
manası için değil.
Bunda denilirki:Lafız müzekker manasdı müennes oluduğunda sayısında ta’ gerekmez
belki, manaya uygunluk olarak caiz olur.
Aded, ta’dan gerekmez belki, manaya uygunlak olarak caiz olur.
Aded, ta’dan tecrid edilir. Ömer b. Ebu Rebia el-Mahzumi’nin şu sözü gibi.
....................................................................
tecrid edildi, adedin müsemmasının dişil olması gözününe alınarak. ne varki dişi olarak
ıtlak ettiği şahıs lafzı müzekkerdir. Başkasının sözü:
müzekker olmakla beraber aded, ....dan tecrid edildi, un manası gözönüne alınarak.
Bunun aksi de öyledir. Şu söz gibi:
..........................
lafız olarak müennes olmasına rağmen, ondan muradın erkek nefisler olduğu gözönüne
alınarak, lafzı zikredildi. laf zın dikkate alınması caizdir. Bu durmda sonda ta’dan tecrid
edilir ve ilkinde ta’ bitiştirilir na.öyleyse bitişmesi mutlak ihtimaldir. Onu belirleyen karine
(delil)olmaksızın ona hamli doğru olmaz, lafız ve mana olarak müzekker sayının hilafı
ile ....manasında............gibi
Onun ona bitişmesi açık bir gerekliliktir. kendisinden başkası caiz olmayan gereklilik te,
kendisinin yerine bedel olarak başkasının caiz olduğu muhtemele takdimi evladır.
Gördüğün gibi onada hiç bir karine dealet etmedi.
Denilse ki, bazı alimler şöyle zikretti. Sayıların birliği ikilliğinin tezkirkinde önemli olan
ancak lafızla olmasıdır. Bir karinenin delalet etmesi, dışında, manasının gözönüne alınması
caiz olmaz. yada bu mananın kasdının çok olması sadedinde olduğumuz ayettede bu
ikisinden hiç biri yok. Eşmuni, ibn-i Malik’in sözünün şerhinde dediki:
.................................
Şunları yazdı. ikincisi; Madudun birliğinde te’nisin itibarı, isim olduğunda lafzıyladır.
Şöyle dersin: ....., akdın kastederek.........., erkekler kastederek. Çünkü.....lafzı
mütekker.........................lafzı da münessetir. Bu, manayı gülendiren kelama bitişmeyendir,
yada mananın kastı onda çoğalır.
O buna bitişirse, mananı dikkate alınması caiz olur. Birincisi şu sözü gibidir. .........Ve şu
sözü, ........ikincisi, şu sözü gibi.........
Sebban bu kondua Haşiye’sinde dediki:Açıklayıcının zikrettiği; Allah’ın (........) (............)
sözünde bazı alimlerin istidlal ettiği ile reddedilir. Ki buna göre; kuru’luar; temizliklerdir,
hayız değil ve kadınların şehadeti makbul değildir. Çünkü.....un cemidir:.......irade edilmiş
olsaydı, .....denilirdi. Ve eğer kadınlar irade edilmiş olsaydı...denilirdi.
Reddin vechi, burda muteber olan lafızdır. .......lafızlarıda müzekkerdirler.
Cevab:Allah bilir ya, bu gerçeğe aykırıdır. Arab Dili araştırmalarının delalet ettiği,
mananın mutlak olarak dikkate alınmasıdır. İbn-i Hişam a adedin lafzında mananın dikkate
alınmasının cevazını dile getirdi. Ondan Suyüti nakletti. El-Teshil’in sahibi ve şarihi
eddemamini de:Madudun tekilliğinde mananın dikkate alınması belirlenmiştir.
Sebban haşiyesinde şunları söyledi. Bu vucübiyet derecesindedir.
Suyuti’nin ibn-i Hişam ve değerlerinden naklettiği, buna muhaliftir. Ki buna göre; lafzı
müzekker ve manası müenes yada tersi olanlarda iki vecih caizdir.
Ve yine Teshil’de ve demanini’yi ait şerhinde de buna muhalif olan şeyler var. Teshil’in
ibaresi; madudun tekilinin manası hakiki yada mecazi olarak müennes olduğunda, ....ve
kardeşlerinin ta’sı hafzolunur.
Demamini dediki:ifade etmek isterim.....deki itibar, mana iledir, lafızla değil. Bunun
içinde denilir. Sonra Teshil’ de dediki:İfade etmek isterim....deki itibar, mana iledir, laızla
değil. Bunun için de ........denilir. Sonra Teshil’ de dediki bazen müzekker, müennesle,
müennes te müzekkerle te’vil edilir. Böylece aded te’vile göre getirilir. Demamini
birinciyi .....kadın demek istiyor, ile ve .....kabileler emek istiyor, ile örneklendirdi.
İkincisini de; ........yani şahıslar ve .......yani müşahid, ile örneklendirdi. Ondan lafzıyla
aktarım bitti. Teshil’in sahibi ve şerihinin, mananın dikkate alınmasının belirlenmesi
noktasında ifade ettikleri ayettik kur’un oluşunun belirlenmesini gerektirir ki ...oda,
zikrettiğimiz gibi temizlik dönemidir.
Sebban’ın haşiyesindede aynı şekilde şunları ifade etti:Açıklamada mananın dikkate
alınması doğrudur. Bu kiyası değildir. Buda ibn-i Hişam ve diğerlerinden takdim edilen
tartışmadır. Ki o da; lafzı müzekker, manasıda müennes olduğunda, yada tersi durumda iki
vechin caiz olmasıdır.
Eğer mana için, tercih edilen olmazsa buda Teshil’den taktim edilen hilaftır. Düşün ki
açıklaması da, can alıcı noktanın mana olmasıdır.
Allah’ın (Hayızdan kesilen kadınlar) sözü ile onun hayızlar olduğu ile istidlal etmeye
gelince, onda denirki; ayette kur’un hayızlar olduğunu belirleyen bir şey yoktur.
Çünkü kur’lar, sadece arasında hayız gelen temizlikler için söylenir. Hayızın olunamamsı,
yanısıra temizliklerin olmamasıdır. Öyleyse; ibddet, temizlikle olmakla beraber hayızsızlık
durumunda ayrala göre tertibe herhangi bir mani’yoktur. Çünkü murad edilen temizlik,
hayızın varlığını gerektiriyor. Lazım yok olduğunda melzum da ortadan kalkar.
Dolayısıyla hayızın bitmesi temizlik dönemlerinin bitmesini gerektirir. Sanki aylarla iddet
aynı şeklide, hayızın bitmesiyle delalet edilen temizliğin üzerine bir mertebedir. (Allahın
rahimlerinde yarattığını gizlemesinler) ayeti ile istidlal etmeye gelince, onun geçersizliği
açıktır. Çünkü kuru’un temizlikler olması iddetiyle hayızı gizlemeyi mübah kılmaz. Zira
aylar ile iddet, ancak arasında hayız olduunda mümkün olur. Hayızı gizleyen temizliğin
bittiğini de gizler. Hayızı iddia etse, temizliğin bititğini saklamazdı. Nitekim bu açık bir
şeydir.
“Kur’larının günlerinde namazı bırak” hadisi ile istidlal etmeye gelince, bunda şöyle
deniliyyor:Tartışma noktası hakkında elbetteki hadiste hiç bir delil yoktur. Çünkü o, kur’un
hayıza söylendiğine ilave bir şey iade etmiyor. Buda tartışılan şey değildir.
Başka bir yerde kur’un temizliğe isim olarak verilmesini men’etmeye delalet ediyor
oluşuna gelince, bu tartışmasız batıldır. Şu görüşteki alimler arasında da hilat yoktur:Bir
yerde iki manasından birine müşterek isminin verilmesi, başka bir yerde diğer manasına
da o ismin verilmesinin men’i demek değildir ve bu durumda iştirak vaki olur.
Görmez misin ki, öreneğin....lafzı, basiret ve cariye arasında müşterektir. Diyor musun ki
Allah Telalanın (Onda onlara; nefse nefs, göze göz diye hükmettik) ayetinde ..lafzının
basiret için söylenmesi, .....lafzının (Onda hoş cariye(ler) vardır) sözü gibi başka bir yerde
cariye için söylenmesini engelliyor.
Şüphesiz olan şudur ki müşterek (mefhumu); iki manasından her biri yada buna uygun
haldeki manaları için söylenir. “Kur’larının günleride namazı bırak” hadisindeki kur’;
temizlikten öte, hayız için uygundur. Çünkü namaz temizlikte değil, hayızda terkedilir.
Müşterekin iki manasından birine söylenmesi, başka bir yerde diğer manasına
söylenmesinin men’ini ifade ediyorsa, lügatta asla iştirak olmaz. Çünkü onlardan her birine
söylenmesi, diğerine söylenmesini men’eder. Böylece aslından iştirakın ismini ibtal eder.
Oysa Peygamber (s.a.v)in ibn-i Ömerin muttefekun aleyh oln “Temizlik iddettir” hadisineki
açıklamasını takdim ettik. Bütün bunlar “Kur’larnın günleride namazı bırak” hadisinin
sıhhatinin takdiri üzeredir. Çünkü alimlerden kimi onu zayıf buldu, kimiside sahih.
Açıktır ki bazı (geliş) yolu kabul derecesinden aşağıda değildir. Fakat o, tartışma
noktasında buna delil değildir.
Onda öyle bir şey olsa bile, tartışılan noktada ondan daha kavi ve daha açık olan şeyle
merdüd olur. Ki onu da takdim ettik. Böylece ümmetin, Peygamberden (s.a.v) sübütunun
kararlaştırıması üzerine iki hayıza güvenmesi, takdim ettiğimizle çelişmez. Çünkü bu,
tartışma noktası itibariyle ondandaha sahih ve daha açıktır. Onun hayızla istibra’ (giderme,
uzak tutma) edilmesi ayrı bir meseledir. Çünkü söz konusu olan istibra’değil iddettir.
Bazı alimler; onun temizlik dönemleri olduğuna delalet eden ayet ve hadisle istidlali
reddettiler. Gerekçe şu:Bu, içinde boşanma vaki olan temizlik dönemine güvenmeliy
gerektirir. şu görüşteki alimler de bunu destekledi. Kuru’un temizlikler olması iddetin üçten
düşük, iki kur’olmasını gerektiriyor. Bu da onun tam üç kuru’ olduğuan delalet eden ayete
aykırıdır, merduddur. Oysa öbür türlüsü, açık vahiy naslarıyla çelişmez. Bunlardan amaç,
üç kuru’un, iki kuru’ ve üçüncüsünün bir kısmına söylenmesidir. Bunun benzeri şu sözüdür:
(Hac bilinen aylardır) Murad, iki aydan daha azdır.
Bunun, adedin isimlerinde memnu’ olduğu iddiasında denilir ki:
İçinde talak olan vaki’temizliğin kalanının iddet olduğun ve bunun, Allah’ın kitabındaki
muradı olduğunu beyan eden Peygamber’dir. (s.a.v). Gördüğün gibi, bazı büyük alimlerin,
zikredilen ayet ve hadis, kur’ların hayızlar olduğunu gösterir, şeklinde zikrettiler; lafzın
zahirinden gerçekten uzaktır.
Aksine, zikredilen ayet ve hadisin lafzı buna çelişik olma noktasında açıktır. Bu
meseledeki tercihimiz budur. Gerçek ilim Allah katındadır.
Allah’ın sözü: (Kocaları da bu arada barışmak isterlerse, onları geri almaya daha çok hak
sahibidirler) Bu ayet-i kerimenin zahirine göre; boşanmış kadınların kocaları onları geri
olmaya daha çok hak sahibidirler, ric’iye ve diğerleri arsında fark yoktur.
Fakat başka yerde bain (talakla boşamış) olanların ona göre dönemeyeceklerine işaret
etti. Bu da Allah’ın şu sözündedir:(Ey iman edenler, mü’mine kadınları nikahlayıp ta onlara
dokunmadan onları boşarsanız, saymanız gereken bir iddet yoktur. (gerekmez)
Bunun sebebi, ilişkinden önceki talak bain’(kat’i, son) dir. Nitekim burda, kadın iddetin
bitmesi ile boşandığında erkek yeniden onunla evlenemeyeceğine işaret etti. Bu, Allah’ın
şu sözündedir: (Kocaları bu durumda onları almaya daha çok hak sahibidirler. Çünkü
sözündeki (......) işareti, ayette üç kuru’ ile tabir edilen iddet zamanına raci’dir.
burada; geri dönülecek kadınların kocalarının onları geri almaya daha çok hak sahibi
olmaları, bu dönüşle arayı düzeltme iradeleri ile şart koşuldu. O da şu sözündedir:(Eğer
arayı düzeltmek isterlerse) Burda, bu şarta aykırı olanı zikretmedi. Fakat başka yerlerde
bunu şu şekilde açıkladı:
Eğer geri alacak koca ıslah niyetiyle değildi, ondaki şeyleri almak ve benzeri gibi ona
zarar vermek kastıyla alırsa, kadını geri almak ona haramdır. Nitekim Allah’ın şu sözünde
nehye delalet edilmiştir. (Haklarına tecaviz edip zarar vermek için onları (yanınızda)
tutmayın. Kim bunu yaparsa kendine yazık etmiş olar. Allah’ın ayetlerini eğlence yerine
koymayın)
Zarar kastı ile ric’at, icma ile haramdır. Nitekim Allah’ın şu sözünde açırlanmış şartın
mefhümü buna delalet etti:
(Zarar vermek amacıyla onları (yanınızda) tutmayın)Ayet. O taktirde geri almasının
sıhhati, emrin zahiri itibarıyladır. Eğer hakim onun, zarar vermek kastı ile kadını geri
aldığını keşfederse, zikrettiğimiz gibi, onun ric’atını ibtal eder. Gerçek ilim Allah’ın
indindedir.
Allah’ın sözü (Erkeklerin, kadınlar üzerinedik (ki hakları), bir derece daha fazladır.)
Erkeklerin kadınlar üzerindeki derecesinin ne olduğunu burda açıklamadı. Fakat başka
yerde buna işaret etti. O da Allah’ın şu sözüdür. (Allah, insanları birbirinden üstün
kıldığından ve (erkekler) mallarından harca (yıp kadınların geçemini sala) dıklarından
dolayı erkekler, kadınlar üzerinde yöneticidirler) Böylece erkeğin kadından efdal olduğuna
işaret etti. Çünkü erkekleki şeref ve kemaldir. Kadınlık ise tabii, doğal eksikliktir. Yaratılış ta
sanki bunun üzerine toplanmıştır. Çünkü bütün insanlar zinet ve süs çeşitlerini kadınlara
(özgü) kılıyorlar. Bu da; kadınlık olan tabii, yaratılışsal eksikliğin örtülemsi içindir.
Erkeğin ise, erkekliğinden dolayı süs ve benzeri şeylere ihtiyacı yoktur.
Allah Teala şu sözü ile kadının tabii, yaratılışsal zayıflığına ve eksikliğine işraet etmiştir:
(Ya da kim süslemeden çıkarıyor, ki oda açık olmayan bir cedeldir) Çünkü onun süsleme
içinde çıkması, noksanlığına bir delildir. Dolayısıyla kadının onu kapatması ve süsle üzerini
örtmesi gerekir. Nitekim şair dediki:
....................................
.........................................
Ve çünkü karardığında cedelde açıkça olmayışı, yaratılışsal zaafa delildir. Nitekim şair
dediki:
......................................
.......................................
Kadınların istisnalarınnı önemi yoktur. Çünkü istisnanın hükmü yoktur.
(Mallarından infak etmelerinden dolayı)sözü ile şuna işaret etmiştir:Özellik, kuvvet ve
yaratılışındaki kemal, yaratılış olarak eksik ve zayıf olana idareci olması onun haline
uygundur.
İşaret edilen bu hikmetten dolayı erkeğin mirasını kadınınkinin iki katı yaptı.
Çünkü kim başkasına dayanırsa eksiğini bekler. Kim de başkası kendisine dayanıyorsa
fazlalığı bekler. Eksiğini ummanın fazlalığını ummana diğer ğamlığı, hükmün zahiridir.
Nitekim kadının izni olmaksızın boşamanın erkeğin elinde oluşunun hikmetine şu söz ile
işaret etti (Kadınlarınız sizin tarlanızdır). Çünkü tarlasının ekime uygun olmadığını bilen
insana, onu ekme mecburiyeti yoktur. Bu mana, ekim aracının erkeğin elinde olduğunu
izah ediyor. Kadını razı etmek için erkek, kendinde ihtiyacı olmayan bir şeyle beraber
kalmaya zorlanırsa ve kadında onunla birleşmek isterse, onun erkeklik organı işlevsiz halde
olur ve kadına açılamaz. Ki bu durumda nikahın en büyük amaçlarından olan nesil elde
edilemez. Aksi durumda kadının hoşuna gitmese de zorunlu olarak doğurur. Allah’ın sözü:
(Talak ikidir) Bu ayetin zahirine göre bütün talak sınırlıdır.Fakat Allah, bu iki ile sınrılamanın
mutlak olmadığını, sonrasında dönüş olabilecek talak olduğunu açıkladı. Bu da üçüncü
talaktan sonra kadın başka birine varıncaya kadar onu geri alamayacağını zikretmiş
olmasından anlaşılıyor. Bu da şu sözünde zikredilmiştir. (Eğer kaını boşarsa bundan sonra
ona helal olmaz) yada şu sözünde (Ya da iyilikle salıvermek) Yani dönmeksizin.
Bazı alimler de üçüncü boşamanın Allah’ın şu sözünde zikredildiğini söylediler (Ya da
iyilikle salıvermek) Bu Peygamber’den (s.a.v) merfu’olarak rivayet edilmiştir.
Uyarı:“Allah Teala’nın, (talak ikidir, artık ya iyilikle tutmak yada güzelce salıvermek
vardır) sözünden dolayı (tek sözle) üç talakı caiz görenler”
Açıktır ki Buhari’ye göre murad edilen delaletin vechi, Kirmani’nin söylediğidir:Allah
Teala’nın (Talak ikidir)sözünden öğrendik ki, ikisinden biri iki talak arasında cem’ oldu.
İki talakın bir defada cem’i caiz ise üçüncününkü de caizdir. İbn-i Hacer; bunun,
ayırıcının varlığı ile beraber bir kıyas olduğunu ve ayetin bunu nakzettiğini söyledi.
Kaydedicisi dediki:Açıktır ki ayetle istidlal doğruca değildir. Çünkü o, zikredildiği gibi,
muradı bütün talakı hasretmek olan bir şey değildir ki iki boşamadan birini iki si arasında
cem’etsin. Akisne sınırlı talaktan murad; zikrettiğimiz gibi, sonrasında dönüş olan talaktır.
Nitekim tefsir alimlerin çoğu ayeti böyle tefsir ettiler. Bazı alimler de dediler ki, Allah’ın
(Yada güzellikle salıvermek)sözü geneldir, üç talakın bir defada olduğunu söylüyor. Açık
olduğu da gizlenemez. Fakat ayette, üçünün tek lafızla olduğuna delil yoktur. Buna başka
deliller karşı çıkıyor. Biz bunun leh ve aleyhindeki delilleri ve tercih ettiğimizi zikredeceğiz
inşaallah. Yanısıra bütün bahsin tam bir izahının özeti, konunun sonudadrı.
Allah’tan yardım isteyerek diyoruz ki:bilesin ki üç talakın toplu olması gereğini
savunanların delilleri, Uveymir el-Aclani ve kocasını lianı kıssasında, sahhite sabit olan Sehl
b. Sa’d es-Saidi’nin hadisidir: “Başbaşa kaldıklarında Uveymir dediki0Ey Allah’ın Resülü
(s.av), onu tutacağım diye yalan söyledin ona. Peygamber (s.a.v) ona emretmeden önce
onu üç defa olarak boşadı. İbn-i Şihab dediki alametlerin yöntemi idi)
Bu hadisi Buhari, kendisine ait bir tercemeleşen de çıkardı. Ondan delilin vechi:Üçü tek
bir kelimede söylendi. Peygamber (s.a.v) de onu inkar etmedi.
Karşı çıknalar bu hadisle istidlal etmeyi reddettiler:Çünkü ayrılma lisanın kendisinde
oldu. Onun üç boşaması yere olarak tesadüf etmedi. Bu itirazın reddi ise; hadisle delil
getirme, Peygamber (s.a.v)in, üçünü toplu söylemesine karşı çıkmamasıdır.
Yasak olsaydı ona karşı çıkardı, ayrılık lianın kendisinde olsa bile. Ve ayrılığın li’anın
kendisiyle olduğuna kitab, sünnet ve icma dellaet etmedi. Alimlerde bunda ihtilaf ettiler.
Malik ve arkadaşlarına göre ayrılık li’anın kendisiyle olur ve ancak iki eşin beraber li’anı
(lanetleşme)ile gerçekleşir. Bu, Ahmed’den bir rivayettir. Şafii ve akradaşlarına göre
ayrılma lia’nın kendisiyle olur. Kadının li’anındna önce, erkeğin li’anı bitiğinde (nikah)
düşer. Bu Malik’in arkadaşlarından Sahnün’un (da) görüşüdür.
Sevri, Ebu Hanife ve tabilerine göre, hakim imzalayıncaya kadar düşmez. Gerekçe
olarak ta lian hadislerinde olanları gösterdiler. Buhari, Sahihinde ibn-i Ömer’den çıkardı
“Peygamber (s.a.v) bir adam ile iftira ettiği karısını ayırdı ve ikisine yemin ettirdi” Aynı
şekilde sahihinde ibn-i Ömer’den, başka bir şekilde çıkardı. O dediki:“Rasululah bir adamla
ensardan bir kadını lanetleştirdi ve aralarını ayırdı.” bununla öğreniyrsun ki Yahya b.
Ma’inin şu sözü yanlıştır: Tek lafızla rivayet lanetleşenlerin arasını ayırdı. Yani:Mutlak olarak
değil, Sehlla Sa’d’in hadisi hususunda Delili de; Sahihte ibn-i Ömer’in hadisi olarak sabit
olmasıdır. İbn-i Abdulbirr dediki:Sehl’in hadisi hakkında istenmişsekolaydır, değilse
merdüddur. ibn-i Hacer Fethu’l-Bal i’de şunları söyledi:Ondan alınan şudur ki, Yahya b.
ma’in ve diğerlerinin isimlendirmesihatadır. Ondan murad ancak, seh’in hadisindeki
hususuyladır. Onu Ebu Daud, Süfyan b. Uyeyne yoluyla Zuhri’den bu şekilde çıkardı.
Sonrasında dediki, ibn-i Uyeyne’ye bunda kimse tabi olmadı. Sonra ibn-i Uyeyne yoluyla
Amr b. Dinar’dan, Said b. Cübeyr, (oda) ibn-i Ömer’den çıkardı. “Rasulüllüh, (s.a.v) olan
oğullarından Ahva’yı ayırdı”
Bu lafızda ihtilaf edildi. O Zuhri’nin sözünden mi dercedildi?Ki bu durumda mürsel olur.
Bir gurup alim bu görüşte. Ya da Seh’in sözünden midir?Ki bu durumda merfu’-muttasıl
olur. Ebu Davud’un İyad b. Abdullah el-Fehri yoluyla ibn-i Şihab’tan, (onun da) sehl’den
aktardığı hadiste olanlar da onun Sehl’in sözü oluşunu te’yid ediyor. Dediki :Onu
Peygamber (s.a.v)’in yanında üç talaka boşadı.
Peygamber (s.a.v) de onu uyguladı. Peygamber (s.a.v)’in yanında yapılanlarda sünnet
idi.
Sehl dediki:Bu, peygamber (s.a.v)’e arzedildi. Böylece lanetleşenlerin ayırılması ve hiç
birleşmemeleri sünnet oldu.
Ebu Davud ve Meziri bu hadiste sustular.
Şevkani, Neylü’l-Evtar’da dediki:Adamları, sahihi’in adamlarıdır.
Kaydedicisi dediki; Malumur ki Ebü davud’un karşısında sustuğunun aşağ derecesi, ona
göre hasen olandır. Bu rivayet tartışma noktasında bir olgudur. bununla biliyorsun ki;
Buhari’nin, Sehl’in zikredilen hadisle, üç (talakın) bir defada vaki olmasına delil getirmesi,
mevkisinde vakidir. Çünkü Buhari’nin işaretlerinin gizlerinin ortaya çıkması, anlaşılıyor ki
bu sabit lafız Ebu Daud’un sünen’indedir, Buhari’nin tercemesine mutabıktır. ve o
tercemesi ile bu rivayete işaret edip onu çıkarmadı. Çünkü o kendisinin şartı üzere değildir.
Bu hoş sahabi’nin açıklaması; peygamber (s.a.)’in bir defada üç talakı uyguladğı” şeklinde
sabit olan bu rivayette, lianın ayrılığın kendisinde olduğu üzerine bina edlien Peygamber
(s.a.v)’in sükutu ve takririnin önemli olmadığı izahını iptal ediyor. Nitekim bunu
görüyorsun.
Osman el-Beta, Ebu’ş-Şe’sa’ Cabir b. Zeyd el-Basri ve tabiin fukahasından ibn-i Abbas’ın
bir arkadaşına göre; koca imzalayınca ya kadar ayrılık olmaz.
Ebu Ubeyd’e göre, ayrılık kaafin kendisiyle olur. Bununla öğreniyorsun ki ayrılığın lianın
kendisiyle oluşu kesin bir emir değildir ki Peygamber’in (s.a.v) sahhite sabit olan, bir
defada üç talağın düşmesiyönündeki Uveymir el-4iclani takririnin delaletiyle reddedilsin.
Özellikle de bazı rivayetlerde Peygamber’in (s.a.v) bunu uyguladığı açıklamsı olduğunu
bilmişsindir. Denilse ki; Ebu Davud’un ibn-i Abbas’tan bir hadiste vaki olmuş ve hüküm
verilmiştirki, karı-koca boşanma ve ölüm dolayısıyla ayrılmadığı için yiyecek ve barınma
sorunu erkeğin sorumluluğunda değildir.
Cevap: Bu şartlar çerçevesindeki bir gerekçelendirme, ibn-i Abbas’tan oluşundan dolayı
merfu’ değildir.
Açık olan şudur ki; İbn-i Abbas’ın, Peygamber’in (s.a.v) yiyecek ve barınma
(sorumluluğunun) olmaması şeklindeki hükmünü illetini zikretti. onun ictihadının, bunun
ileti talak ve ölümün olmaması şeklined olduğunu görüyorum.
Açık olan şudur ki nafaka ve barınmanın olmamasınnı illeti; delil olarak en sahih
görüşlere göre bain talakla boşanmada nafaka ve barınmanın gerekmiyor olması delili ile,
fesh yada boşanma ile düşmesinden daha genel olan manasıyla uzaklıktır.
Bilesin ki nafaka ve barınmanın olmaması talakın olmamasına bağlı değildir.
peygamber’den (s.a.v), Fatıma binti Kaysi (r.a) hadisi olark gelen bu kondaki delil izah etit:
“Kocası onu son üç talakla boşadı. “Bunu müslim sahih’inde ve imam Ahmed ve Sünen
sahibleri çıkardı. O da bain talakla boşanana mafaka ve barınak olmadığına açık, sahih bir
nasstır. Bu hadis, ibn-i Abbas’ın önceki geçen hadisinden daha sahihtir.
İmamlar; Sünnetten, Fatıma’nın bu hadisine muhalif bir şeyin sabit olmadığını
açıkladılar.
Ve bazı rivayetlerde Ömer’den vki’ olanlar:Dediki, Peygamber’in (s.a.v) ona şöyle
dediğini işittim: “Barınak ve nafaka” imam Ahmet demiştirki0Bu Ömer’den sahih değildir.
Kurtubi dediki:Sünnet, kesinlikle Fatıma’nın yanındakidir. Ve yine bu rivayet İbrahim en-
Nahai yoluyla Ömer’dendir. Onun doğumu ise Ömer’in ölümünden iki sen esonradır.
Allame ibn-i Kayyim dedi ki; Allah şahidimiz olsun ki bununla karşılaştığımızda onun
(Fatıma) hakkında soruyuroz. O Ömer’e ve peygamber’e yalan attı. Sünnetin kendisinde
olduğunu ve kendisinin kısanın sahibesi olduğunu tahkik ederse bilki, o Ömerin sözünü
duymadı. Biz Allah’ın kitabını ve nebisinin (s.a.v) sünnetini bir kadının söü için terketmeyiz.
Ne bilelim, belki ezberledi yada unuttu. (Fatıma)dediki:Benimle sizin aranızda Allah’ın
kitabı var. Allah buyurdu ki:(Onları iddetleri içinde boşayın) Taki şöyle dedi:(Ne bilirsin,
umulur ki Allah bundan sonra bir iş çıkarır)Bundan sonra ne iş olur. Bunu Ebu Davud,
Nesei, Ahmed ve Müslim manasıyla rivayet etti. Böylece Sünnetin onun (Fatım)yanında ve
Allah’ın Kitabı’nın da beraberinde olduğu elde edildi.
Bu mezheb, delil açısından mezheblerin en açık ve en doğrusudur. bain’in nafakası ve
barınağı hakkında alimlerin bundan başka görüşleri vardır. Onlardan kimis (nafaka ve
barınağın) ikisini de vacib kılıyor, kimiside sadece barınağı yada sadece nafakayı.
Sonuç; Fatımanın hadisi İbn-i Abbas’ın ta’lilini reddediyor. Ve o bunun hadisinden daha
sahih. Ve onda şu açıklama var:Nafaka ve barınağın sakıt olması talakın olmamasına bağlı
değildir. Aksine bain talakla beraber olur. Ve aynı şekide zikredilen rivayette ki;
Peygamber’in (s.a.v) tek defada üç (talağı) uyguladığı açıklaması, ibn-i Abbas’ın zikreilen
sözünden, itibar olarak evladır. Çünkü delili bulunduran, bulundurmayandan üstündür. Bu
sahabi de üçün infazını hıfzetti. İspat eden, nefyedenden mukaddemdir.
Denilse ki:Zikredilen rivayete göre Peygamberin, lian yapanlardan bir defada üçü
uygulaması, li’andan başkası için delil olmaz.
Çünkü li’anda ebedi ayrılık vardır. Üç’ün sadece lianda uygulanması, bu vacib emri te’kid
ediyor.
Ve Peygamber (s.a.v)’in liandan başka, üçün tek defada vaki kılınmasına sinirlendiğine
delalet ediyor. Dediki:“ben aranızda iken Allah’ın kitabıyla mı oynanıyor?” Netikem onu
Nesei, Mahmud b. Lebid’in hadisinden çıkardı. Cevabın dört yönü vardır.
Birincisi:O mürseldir. Mahmud b. Lebid; Peygamber (s.a.v) döneminde doğmuşsa ve
rü’yetten dolayı sahabe olarak zikredilmişse de, Rasülulah’tan duyduğu sabit olmadı.
Ahmed, ona müsnedinde terceme etti.
O’ndan pek çok hadisçıkardı ki onlarda, duymayı açıklayan bir şey yok.
İkincisi:Nesai bu hadisi çıkardıktan sonra dediki, Muhrime b. Bukeyr’den başkasının
rivayet ettiğini bilmiyorum. Yani İbnü’l-Eşbebabsından. Muhrime’nin babasından rivayeti
onun kitabından bulmaktır. buna Ahmed, ibn-i Main ve diğerleri söyledi.
İbnü’l-Medinidediki:Babasından biraz duydu. İbn-i Hacer Takrib’te dediki0 Onun kendi
babasndan rivayeti onnu kitabından bulmaktır. Bun uAhmed ve ibn-i Main ve diğerleri
söyledi. Kaydedicisi dediki, onun mürsel olduğu şeklindeki birinci il’lal, sahabenin mürseli
olduğu için merduddur. Sahabenin mürsellerinin de vasl hükmü vardır. Zikredilen mahmud
b. Lebid’in sahabeden çok sayıda rivayeti vardır. Nitekim ibn-i Hacer Takrib’te ve diğerleri
de
Muhrime’nin babasından rivayeti onun kitabında bulmasıdır, şeklindeki ikinci ilal
ise:Müslim sahih’inde, Muhrime’nin babasından rivayeti olan pek çok hadis çıkardı.
Müslümanlarda; reddi gerektiren açık bir gerekçe olmakdışında, Müslimin hadislerini kabul
üzere icme etitler.
Gerçek olan hadisin sabit olduğudur. yoksa onunla istidlal, kendisini reddeder.
İkinci Vecih:Mahmud’un hadisinde; Peygamber (s.a.v)’in üçü uyguladığı şeklinde
açıklamanın olmadığı ve onu kendisinin uygulamadığıdır.
Sehl’in hadisi, onu uyguladığı şeklinde açıkalm olan mezkur rivayetiten üstündür.
Mübeyyen, mücmelden mukaddemdir. Nitekim usulde kaidedir. Aksine bazı alimler, üçün
bir defada döşmesinde, mahmud’un bu hadisi ile gerekçelendiler.
Onunla istidlal yönü, onun lüzümü zannedilen üç talak olduğudur. Lazım olmasaydı,
Peygamber (s.a.v) onun lazım olmadığını beyan ederdi. Çünkü beyanın, ihtiyaç vaktinden
ertelenmesi caiz olmaz.
Üçüncü Vecih:Muhaddislerin imamı Muhammed b. İsmail el-Buhari, Sehl’in hadisini, şu
sözü olan terceme altında çıkardı: “Üç talak cevazı verenlerin babı “Bu da onun; üçün bir
defada uygulanması ile gerekçelenmede, li’an ile diğerleri arasında fark olmadığı
düşüncesinde olduğuna delildir.
Dördüncü Vecih:Üçün bir defada vaki olduğuna delalet eden hadislerden gelcek
olanlardır. İbn-i Ömer ve Hasan b. Ali’nin hadisi gibi.
Nitekim hepsi kelamdan hali değildir. Li’anın fesh değil, talak olduğunu söylenlerden bir
kısmı; Ebu Hanife, Muhammed
b. el-Hasan, Hammad. Said b el-Müseyyib’ten de sahhi oldu. Nitekim onu Hafız ibn-i
Hacer, Fethü’l Bari’de nakletti. dahhak ve Şa’bi’den de:Kendisini yalanlatırsa, hanımı
kendisine döner.
Bütün bunlardan öğreniyorsun ki, Peygamber (s.a.v)’in üçün bir defada düşmesi üzerine
olan Uveymir el-iclami takriri ile gerekçelenmenin reddi, ayrılmanın li’anın kendisiyle
olduğundur. Ayrılmanın li’anın kendisiyle olduğuğunu kabul etsek bile, Peygamber’in (s.a.v)
sükütunda delil olmadığını kabul etmiyoruz. Aksine deriz ki, bir defada düşmeseydi, onun
bir defada düşmediğini beyan ederdi. Ya da daha önce geçtiği gibi, ayrılık li’anın kendisiyle
olsaydı.
Onların delillerinden biri Aişe’nin Sahhi’te sabit olan, Rufa’e el-Kaizi ve karısı hakkındaki
kıssa hakkında olan hadisidir.
Bunda “Dediki, ey Allah’ın Rasülü, Rufa’e beni boşadı. Takalımla geceledim.” Bunu
buhari, et-Tercemetü’l-Mütekadime altında çıkardı.
Onun, talakımla geceledim, sözü açıktırki:O kadına, sen e.bette boşsun,dedi, Kaydedicisi
dediki, açıktır ki bu hadisle isditlal elverişli değildir. Çünkü onun, talakımla geceledim,
sözünden muradı, üç talakın bir defada hasıl olmasıdır.
Onu Bahri Kitabü’l-Edeb’te başka bir açıdan şöyle dediğini beyan etti:Üç boşamanın
sonu il beni boşadı. Bu rivayet, talakımla geceledim, sözünden muradn onun bir defa vaki’
olmadığını açıklıyor. delillerinden biri, Aişe’nin sahih’te sabit olan hadisidir. onu Buhari,
yine mezkur terceme altında çıkardı “bir adam karısın üç (defa) boşadı.
Kadın evlenip boşanıverdi. Peygamber (s.a.v)’e, birincisen helal oldumu, diye soruldu.
Hayır, birincisiyle ilişkile girdiği gibi (onunla da) ilişkiye girinceye kadar (olmaz), dedi.
“Onun ..sözü, açıktır ki topyuca oldu. Yakında takdim etmişizdir ki bazı sahih rivayetler
onun toplu değil üç ayrı (talak) olduğuna delalet etti. bu itiraz’ın reddi, Rufa’e’den
başkasının da başına, Rufa’e’nin başına gelenin geldiği iddiasıyladır. Birden çok olmasınnı
vesonunucu hadisin başka bir kıssada oluşunun mani’i yoktur. Nitekim bunu hafız b. Hacer
Rufa’e kıssasında şunları söyled:Bu adis manfüz idiyse sıyakından açıktır ki o başka bir
kıssadır ve Rufa’e el-Karzi ve Ru idiyse sıyakından açıktır ki o başka bir kıssadır ve Rufa’e
el-Karzi ve Ru idiyse sıyakından açıktır ki o başka bir kıssadır ve Rufa’e el-Karzi ve Rufa’e
en-Nadri’nin ikisini de başına eşinden boşanma vaki’ oldu. O ikisinden biri Abdurrahman
b. Zübeyr ile evlendi. O da o kadına dokunmadan onu boşadı. Şahısların farklılaşmalarına
rağmen ikisinin kıssasında hüküm birleşiktir. Bununla; ikinisin zannen tekleştirenin hatası
ortaya çıkıyor. Ondan aktarım bitti.
Delillerinden biride Nesai’nin mahmud b. Lebid’den çıkardığıdır.
Dediki:“Peygamber’e (s.a.v); karısını toplu olarak üç talakla boşayan adamdan haber
verildi. Bunun üzerine öfkelenerek ayağa kalktı ve dediki; ben aranızda duruyorken Allah’ın
kitabıyla mı oynanıyor? “Bununla istidlalin yönünün şu olduğunu takdim ettik:Boşayan,
toplu üçün vaki olduğunu zannediyor.
Eğer düşmesiydi, Peygamber (s.a.v) onun düşmediğini eyan ederdi. Çünkü beyanın,
ihtiyaç vaktinden ertelenmesi caiz olmaz.
Mahmud’un bu hadisi hakkında ibn-i Kesir demiştir ki:İsnadı iyidir. Hafızda Bulüğu’l-
Meram’da dediki: Ravileribimarın, Fetihde’de adamları sikadır, dedi. Eğer denilse ki;
Peygamber (s.a.v)’in öfkelenmesi ve boşanmış kadınlara bunun birleştirilmesininAllah’ın
kitabıyla oynamak olduğu şeklindeki açıklaması, onun düşmediğine delalet ediyor.
pegyamber (s.a.v) de “kim işimizde onda olmayan bir şey ihdas ederse o merduddur.
Cevab: Başlangıçta yasak oluşu, olduktan sonra vuku’u ile çelişmez. ibn-i Ömer’den şu
gelen de ona delalet ediyor. O’na sorna: Eğer onu üç talakla boşadıysan senden başka biri
nikahlayıcaya kadar sana haram olmuştur. Sende Allah’ın sana kadının talakı konusunda
emretitğine isyan ettin, dedi. Özelliklede Hakim’in görüşüne göre:O merfu’dur. Ve bu
sahihte ibn-i ömer’den sabit oldu. Allahın izniyle birazdan gelcek olan Darekutni’deki hadisi
bunu te’yid ediyor. Nebi (s.a.v) ona dediki:Senden beyan olmuştu ve ma’siyet olur. Yine
ibn-i Abbas’tan saih bir isnadla gecek olanda bunu teyid ediyor. Bir devada vaki olan üç
hakkında O’na sorana dediki:Sen Allah’a karşı samimi olmadın ki sana bir çıkış göstersin.
Rabbine isyan ettin. Karın bain (talakla ayrıldı) senden Özetle, söz konusu maiseyit irtikab
edene uygun olan, gerektirmezlikle zorlaştırmadır, hafifletme değil. Delillerinden biri,
Darekutni’nin ibn-i Ömer’den çıkardığıdır:O dediki:“Dedim ki:Ey Allah’ın Rasulü, eğer onu
üç talakla boşarsam,onu geri almam bana helal olur mu?Dediki:Hayır, senden beyan oldu
ve msiyet (işlemiş)olursun “Ata el-Harasani isnadındada ihtilaf edilmiştir.Tirmizi onu sika
bulmuştur. Nesai ve Ebu Hatim dedik:Fena değil. Said b. El Müseyyib onu yalanlamşıtır.
Birden çok kişi de onu zayıf buldu. Bu hari dediki Malik’in kendisinen rivayet ettiklerinden
değildir. Şu’be dediki, unutkan idi.
İbn-i Hibban dediki, Allah’ın hayırlı kullarından idi. ne varki Vehmi çok, hafızası kötü idi.
bilmeden hata ederdi. Rivayetinde bu çoğalınca onunla delil getirme batıl oldu. Aynı
şekilde zikretilen Ata’nın kendisinde yalnız kaldığı “Eğer onu boşarsam” sözünün hadisten
hüccet naktasında onunla ortak olmuşlar fakat mezkür eklemeyi zikretmediler. İsnadında
da şuayb b. Züreyk eş-Şami vardır ki oda zayıftır. bu hadisin ahlakımda Abdülhak,
isnadında ma’la b. Mansur olduu ile illetli bulmuştur. dediki: Ahmed onu yalanıcılıkla
suçladı. Kaydedicisi dediki,zikrediln aata el-Horosani, Mülim’in Sahih’indeki
adamlarındandır. Ma’la b. Mansur ise; onun hakkında ibn-i Hacer, et-Takrib’te dediki
güvenilir, aziz; fakihtir. Kadı olması istendi, imtina etti. Ahmed’in onu yalancılıkla
suçladığını zanneden hata eder. Şeyhan ve topluluğun geri kalanı ondan aktarmıştır. şuayb
b. Zerik Ebu Şeybe eş-Şami hakkında ise ibn-i Hacer et-Takrib’te dediki, sadıktır, hata eder.
Böyle olanda merdüdü’l- hadis değildir. Özellikle de rivayeti, Sehl’in hadisinde geçenlerle
ve Beyhaki’nin Hasan b Ali’den yaptığı rivayetlerle desteklenmiştir. O, Sünenü’l-Kübra’da
şunları dedi:Bize Ebu’l-Hasan b. Ahmed b. Abdan haber verdi:Ben Ahmed b. Ubeyd es-
Saffer, ben ibrahimb. Muhammed el-Vasiti, ben Mühammed b.Hamid er-Razi, ben Seleme
b. el-Fadl, A’mr ibn-i ebi Kaystan, ibrahim b. abd el-A’la’dan, Suveyd b. ⁄ufle’den.
Dediki:Aişe elHus’amiye, Hasan b. Ali’ninyanında idi. Ali (r.a) öldürüldüğünde dediki,
hilafetsana kutlu olsun. Dediki, Ali’nin ölümü ile alay ediyorsun. Git, sen boşsun, yani üç
(talakla)Dediki:Bunun üzerine elbiselerine büründü ve iddeti bitinceye kadar oturdu. O da
ona (Aişe’ye) mihrinden kalanları ve sadaka olarak ve on bin gönderdi. Peygamber ona
geldiğinde (Aişe) dediki, ayrı sevgilidenaz bir meta. Ona Aişe’nin sözü ulaştığında ağladı,
sonra dediki:Eğer ben dedemden duymasaydım yada babam, O’nun “Hangi adam karısını
kuru’larda üç talakla yada mübhem üç talakla boşarsa, başka bir eşle evleninceye kadar
ona helal olmaz” dediğini duyduğunu bana aktarmasaydı onu (Aişe’yi) geri alırdım.
Aynı şekilde Ami b. Şemr’den, Ömer b. Müslim ve İbrahim b. Abdu’l- A’la’dan, Suveyd
b. ⁄ufle’den rivayet etti. Ondan aktarım bitti. Bu isnad, içinde Muhammed b. Hamid b.
Hayyan er-Razi olduğu gerekçesiyle zayıf bulundu. ibn-i Hacer el-Takrib’te onun hakkında,
zayıf bir hafızdır, dedi. İbn-i Mü’in onun hakkında iyi görüşlü idi. Onda aynı şekilde seleme
b. el-Fadl el-Ebreş, Mevla el-Ensar, Kadi er-Rayy vardır. Onun hakkında Takrib’te
dediki:Sadıktır, hatası çoktur. Bundan başka şekillerdede rivayet edildi. Et-Taberani, Suveyd
b. ⁄ufle’nin hadisinden, benzerini rivayet etti. İshak ilan-i Raheveyh hadisi zayıf buldu. İbn-i
Ömer’in zikredilen hadisi alındı. Aynı şekilde sahih’te ibn-i Ömer’in şöyle dediği sabit
oldu:“Eğer onu boşadıysan, o başka bir eşle evleninceye kadar sana haram olmuştur. Ve
sen, Allah’ın sana talak konusunda emrettiğine isyan ettin.” Özellikle de Hakim’in
görüşüne göre:O merfu’dur. İbn-iÖmer’in mezkur hadisine göre de, o tartılışırdır.
Bazı ilim ehlinin; üç talakın bitişik değil, ayrık olduğuna hamlederk, sahih olsa bile delil
olamaz yönündeki zikrettikleri, (gerçeklerden) uzaktır. Hadis, onun bitişik olduğu
noktasında apaçıktır: Çünkü ibn-i Ömer ayrık üç (talaktan)sormaz. Zira bunun haram
olduğu, kendisine gizli bir şey değildir ve tartışılmaz da. Onların delillerinden biride
Abdurrezzak’ın, Musannıfında Ubade b. es-Samit’ten çıkardığıdır. “dediki :Dedem karısını
bin talakla boşadı. Bunun üzerine Rasululah (s.a.v)’e gitti ve bunu ona anlattı. peygamber
(s.a.v) de dediki:Deden, Allah’tan korkmadı. Üçü onundur. 997’si ise düşmanlık ve zulümdr.
allah dilerse ona azab eder, dilerse de affeder.” Bir rivayette de:Baban Allah’tan korkmadı.
ondan, sünnete aykırı olarak, üç (talakla) boşandı. 997’si ise boynunda günahtır. İsnadında
Yahya b. el,Alla; Ubeydullah b. el-Velid ve ibrahim b. Ubeydullah vardır ve bunlarda hiçbiri
ile e delil getirilimez.
Onu bazıları Sadaka b. Ebu Umran’dan, ibrahim b. Ubeydullah’tan İbn-i Ubbade
es,samit’ten, (oda) babasından, (oda) dedesinden rivayet etti.
Delillerinden biride ibn-i Mace’in Şa’bi’den rivayet ettiğidir. Dediki:Fatıma binti Kaysa,
bana talakından sözet, dedim. Kocam Ye’mene giderken üç talakla beni boşadı, Peygamber
(s.a.v) de bunu caiz gördü, dedi.
Ebu Usame’nin Hişam b. Urve’den, babasından,(onun da) Fatıma binti Kays’tan olan
rivayetinde dediki:“Ey Allah’ın Rasulü, kocam beni üç talakla boşadı. Yanım azorla
girmesinden korkuyorum. Bunun üzerine ona emretti, o da ayrıldı.”
Müslim’de, Ebu Seleme’nin rivayetinden; Fatıma binti Kays ona, Ebu Hafs ibnü’l-Muğire
el-Mahzümi’nin kendisini üç talakla boşadığını sonra da Yemene’e gittiğini ..haber verdi.
Yine onda Ebu Seleme’den o (Fatıma)dediki: “Elbette beni boşadı.”
Dedilerki:Bu rivayet boşamanın üç birleşik talakla olduğu konusunda vakıadır. Özellikle
de Şa’bi’nin hadisi ; onda Fatıma’nın, Peygamber (s.a.v)’ın bunu caiz kıldığı sözü vardır.
Zira sadece üç birleşik talakın icazetine ihtiyac vardır. Bazı sahih rivayetlerde sabit
olanlardan dolayı bu hadisle istidlal reddedildi. Nitekim Müslim’in, yine Ebu Seleme’nin
rivayetinden çıkardığı Fatıma kendisinin Ebu Amr b. Haf ibnül Muğirenin nikahı altıda
olduğunu, onu son üç talakla boşadığını kendisine haber verdi.
Bu rivayet önceki rivayetleri açıklıyor. Anlaşılıyor ki ondan maksat, bunun bir defada
değil ayrık olduğudur. Bazıları şu gerekçe ile bu itirazı reddettiler:Zikredilen rivayetler
sahabe ve tabiin üç ara siğalarını ayırmadıklarına delalet ediyor. “Elbette”, “bitişik üç” ve
“ayrık üç” gibi lafız kastediyorlar. Nitekim bazı rivayetlerde, üç talakla beni boşadı tabiri,
bazılarında, elbette beni boşadı, bazılarında da, üç talakın sonu ile beni boşadı vardır.
Sığaların eşit olduğunu (Fatıma)bildiğinden hiç bir lafzı diğerindeh has kılmadı.
Bazılarının haram olmadığını bilseydi ondan sakınırdı.
Dedilerki:Şa’bı ona dediki, talakından yani nasıl ve ne şekilde lduğundan bana söz et.
Yannıda açaklama geretirmeyen topul (bilgi) olunana rağmen nasıl keyfiyeti sorar ve
cevabı kabul eder. Ebu Seleme’de ondan üç siğaları rivayet etti. Onların arasında yanında
geçmişlik olsa idi, lafzlarının ihtilafndan dolayı ona itiraz ederdi. Siğaların kendi arasında
vaki olduğunu öğretmek için araştırdı. Bunun için, onun yanında zikredilen siğalara eşit
delil bıraktı. Bazıları bu şekilde zikretti.
Açıktır ki bu hadiste delil yoktur. Çünkü içinde icmal olan rivayetleri diğer sahih rivayet
açıkladı. Gerçek ilim Allah katındadır.
Delillerinden iride Ebu Davud ve Darekutni’nin rivayet ettiğidir. Dedi ki:Ebu Davud :Bu
hasen, sahhi bir hadistir. Şaffii, Tirmizi, ibn-i Mace de (aynı görüşte) İbn-i Hibban ve Hakim,
Rukane b. Abdullah’tan, onun elbette karısı süheyme’yi boşadığını tashih etti. peygamber
(s.a.v) e bunu haber verdi. Bunun üzerine dediki, Allah’a yemine ederim ki sadece bir tane
(talakı) murad ettim. Peygamber (s.a.v) dediki:Vallahi sen sadece bir tane murad ettin.
Rukane dediki: Vallahi sadece bir tanesini murad etin. Peygamber (s.a.v) de eşini ona geri
verdi. Onu ikinci defa Ömer b. El-Hattab zumanında, üçüncü defada osman zamanında
boşadı. Bu hadisi Ebu Davud, ibn-i Hibban ve Hakim tashih etti.
Bunun hakkında ibn-i Mace dediki:Ebu’l Hasan Ali b. Muhammed et-Tenafusi’yi şöyle
derken işittim:Bu ne de şerefli bir hadistir.
Şevkani, Neylü’l-Evlar’da dediki:İbn-i kesir dediki, onu Ebu Davud başka şekilde rivayet
etti. Onun başka da yolları var. İnşallah o hasendir. Bu tartışma noktasında nasstır. Çünkü
peygamber (s.a.v) in Rukane için yemin etmesi; eğer onunla birden çok sayıyı murad
etseydi aki olurdu, hususuna delildi. Bunda üç (kelimesi,), elbette lafzından daha açıktır.
Delillerinden biride ibn-i Mace’nin Şa’bi’den rivayet ettiğidir. Dediki:Fatıma binti Kaysa,
bana talakından sözet, dedim. kocam Yemen’e giderken üç talakla beni boşadı, Peygamber
(s.a.v) de bunu caiz gördü, dedi.
Ebu Usame’nin Hişam b. Urve’den, babasından, (onun da) Fatıma binti Kays’tan olan
rivayetinde dediki:“Ey Allah’ın Rasulü, kocam beni üç talakla boşadı. Yanıma zorla
girmesinden korkuyorum. Bunun üzerine ona emreti, oda ayrıldı.”
Müslim’de, Ebu Seleme’nin rivayeitnden; Fatıma binti Kays ona, Ebu Hafs ibnü’l-Muğire
el,Mahzümi’nin kedisini üç talakla boşadığını sonra da Yemen’e gittiğini .. haber verdi. Yine
onda Ebu Seleme’den o (fatıma) dediki0“Elbette beni boşadı.”
Dediler ki:Bu rivayet boşamanın üç birleşik talakla olduğu konusunda vakıadr. Özellikle
de Şa’bi’inin hadisi; onda Fatıma’nın, peygamber (s.a.v)in buna ciz kldığı sözü vardır. zira
sedce üç birleşik talakın icazetine ihtiyac vardır. Bazı sahih rivayetlerde sabit olanlardan
dolayı bu hadisle istidlal reddedildi. Nitekim Müslim’in, yine Ebu seleme’nin rivayetinden
çıkardığı; Fatıma kendisinin Ebu Amr b. Hafs ibnülmugire’nin nikahı altında olduğuğnu, onu
son üç talakl a boşadığını kendisine haber verdi.
Bu rivayet önceki rivayetleri açıklıyor. Anlaşılıyor ki ndan maksat, bunun bir defada değil
ayrık olduğudur. Bazıları şu gerekçe ile bu itirazı reddettiler:Zikredilen rivayetler sahabe ve
tabiin, üç ara siğalarını ayırmadıklarına delalet ediyor. “Elbette,” “bitişik üç” ve “ayrık üç”
gibi lafız kastediyorlar. nitekim bazı rivayetlerdre, üç talakla beni boşadı tabir, bazılarnıda,
elbette beni boşadı, bazılarında da, üç talakın sonu ile beni boşadı vardır. Sığaların eşit
olduğunu (Fatıma) bildiğinden hiç bir lafzı diğerinden has kılmadı.
Bazılarının haram olmadığını bilseydi ondan sakınırdı.
dedilerki:Şa’bi ona dediki, talakından yani nasıl ve ne şekilde olduğundan bana söz etti.
Yanında açıklama geretirmeyen toplu (bilgi)olmama rağmen nasıl keyfiyetisorar ve cevabı
kabul eder. Ebu Seleme’de ondan üç sığaları rivayet etti. Onların arasında yanında
geçmişlik olsa idi, lafızlarının ihtilafından dolayı ona itiraz ederdi. Siğaların kendi arasındaki
vaki olduğunu öğretmek için araştırdı. Bunun için, onun yanında zikredilen siğalara eşit deil
bıraktı. Bazıları bu şekilde zikretti.
Açıktır ki bu hadste delil yoktur. Çünkü içinde icmal olan irvayetleri diğer sahih rivayet
açıkladı. Gerçek ilim Allah katındadır.
Delillerinden biride Ebu Davud ve Darekutni’nin rivayet etitğidir. Dediki:Ebu Davud
dediki:Bu hasen, sahih bir hadistir. Şaffii, tirmizi, ibn-i Mace de (aynı görüşte). ibn-i Hibban
ve hakim, Rukane b. Abdullah’tan, onun elbette karısı Süheyme’yi boşadığını tashih etti.
Peygamber (s.a.v) e bunu haber verdi. Bunun üzerine dediki, Allah’a yemin ederimki
sadece bir tane (talakı) murad ettim. peygamber (s.a.v)dediki: Vallahi sen sadece bir tane
murad ettin. rukane dediki: Vallahi sadece bir tanesini murad ettin. Peygamber (s.a.v) de
eşini ona geri verdi. Onu ikinci defa Ömer b. el. Hattab zamanında, üçüncü defada osman
zamanında boşadı. Bu hadisi Ebu Davud, ibn-i Hibban ve Hakim tashih etti.
Bunun hakkında ibn-i Mace dediki:Ebu’l-Hasan Ali b.Muhammed el-Tenafusi’yi şöyle
derken işittim:Bu ne de şerefli bir hadistir.
Şevkani, Neylü’l-Evlar’da dediki:İbn-i Kesir dediki, onu Ebu Davud başka şekilde rivayet
etti. Onun başkada yolları var. İnşallah o hasendir. Bu tartışma noktasında nasstır. Çünkü
Peygamber (s.a.v)in Rukane için yemin etmesi, eğer onunla birden çok sayıyı murad
etseydi vaki olurdu, hususuna delildir. Bunda üç (kelimesi), elbette lafzından daha açıktır.
Çünkü ...kinayedir, ....sarihtir. Birden fazla düşmemiş olsaydı, inşallah bundan sonra
zikredeceğimiz ve takdim ettiğimiz hadislerle bu hadisin desteklenmesi ile beraber
yeminin manası olmazdı. Ki hepsi kelamdan hali değil. Oysa bu hadiste
denilmiştirki:İsnadında Zübeyr b. Said ibn-i süleyman b. Said b. Nevfel b. haris b.
Abdulmattalib el,Haşimi vardır.
Onun hakkında ibn-i Hacer el-Takrib’te dediki:Leyyinü’l-Hadistir.
Birden çok kişi onu zayıf bulmuştur. Denildiki:O metrüktur. Gerçek olan, ibn-i Hacer’in
onun hakkında söylediği, leyyinü’l,Hadissözüdür.
Tirmizi, Buhari’den onun o (hadis) hakkında muzdarib olduğunu zikretti. Üç olarak
deniliyor, birinde de bir denildi. En sahih olanı, onu elbette boşadığıdır. üÇ ise onda mana
üzere zikredildi.
İbn-i Abdülbirr et-Temhid’de dediki:Bu hadis hakkında konuşun.
Daha önce Ebu Davud, ibn-i Hibban ve Hakim’in ona olan tashihini zikrettik. İbn-i Kesir
dediki:O hasendir ve o; ibn-i Ömer’in darekutni’de, Hasan’ın Beyhaki’de, Sehl ibn-i sa’d
es,Saidi’nin Uveymir ve eşinin li’anı hakkında olan gibi önce zikredilmiş hadislerle
destekleniyor. Özelliklede peygamber (s.a.v)’in onu uyguladığı yani daha önce geçtiği gibi
tek lafızla üç (talak) rivayeti ile destekleniyor.
Yine Ebu Davud, Tirmizi ve Nesai’nin Hammad b. Zeyd’den rivayet ettikleri ile
destekleniyor. Dediki Eyub’a dedim ki, senin işinde senin elinle üçün hasen olmadığını
söyleyen kimse biliyormusun?Dediki Hayır. Sonra dediki:Allah affetsin. Sadece Katade’nin
çok (kişi) den, Mevla ibn-i Semire’nin ebu Seleme’den, ebu Hureyre’den, (onnuda)
peygamber (s.a.v) (dem aktararak) bana söylediği haric dediki üç’le çok karşılaştım. Ona
sordum bilmedi. Katade’ye dönüp ona haber verdim. Dediki: Unutuldu.
Tirmizi dediki:O’nu sadece Süleyman b. Harb’in Hammad b. Zeyd’den aktardığı hadisten
biliyoruz. Bu hadis hakkında üç açıdan söylendi:
Birincisi: Buhari onu merfu’ olarak bilmedi. O ebu Hureyre4de meyküftur, dedi. Bundan
icabet ediliyor:Raf’ziyadedir. Denklik ziyadesi de makbüldür. Onu süleyman bin Harb,
Hammad b. Zeyd’den merfu olarak rivayet etti. O ikisinin yücelikleri biliniyor.
es,Suud Meraki’de dediki:
İkincisi: Çoğu unuttu. Bundan icabet ediliyorki, şeyhin unutması ondan rivayet edenin
rivayetini ibtal etmez. Çünkü rivayet ettiğini hıfzeden raviler zamanla azalmaz. Bu
camhurun görüşüdür.
Süheyl b. ebi salih babasından, (o da) ebu hureyre’en rivayet etmiştir. peygamber
(s.a.v) şahid ve yemin ile hükmederdi. Ve onu unuttu. Şöyle diyordu:Rabi’a benim
hakkımda bana konuştu, kim sede onu inkar etmedi. Iraki, elfiye’sinde buna şu sözü ile
işaret etti:
..............................
............................
....................................
.................................
Üçüncüsü: Çok kişinin Mevla ibn-i Semire’yi zayıf bulmasıdır. Nitekim ibn-i Hazm o
mechüldür, dedi. Ondan, ibn-i Hacer’in Takrib’te şu söylediği ile icabet edilir:O makbüldür.
Delillerinden biri Darekutni’nin, zazani’nin Ali (r.a)’tan rivayet ettiği hadistir.
Dediki:Peygamber (s.a.v), bir adamın kesin olarak boşadığını duydu da sinirlendi ve
dediki:Allah’ın ayetlerini eğlence yerine mi koyuyor sunuz?Ya da Allah’ın dinini oyun ve
eğlence yerinemi koyuyorsunuz?
Kim kesin olarak boşarsa ona üç (talakı) gerekli kıldık. Başka bir eşle evleninceye kadar
ona helal olmaz. İsmail b. Umeyye de ondadır. Bunun hakkında darekutni dediki:Kufi’dir,
zayıftır.
Delillerinen biri de Darekutni’nin Hammad b. Zeyd hadisinden rivayet ettiğidir. Bize
Abdulaziz b. Süheyb. Enes’ten aktararak dediki:
Enes b. Malik’i şöyle derken işittim:Muaz b. Cebel’i şöyle derken işittim: Rasululah
(s.a.v):şöyle derken işittim:“Ey Muaz, kim bid’at (olsun)için bir, iki yada üç olarak boşarsa
biz de ona bids’tini gerektirdik” İsnadında ismail b. Übeyye ez-Zarı’vardır ve yine o da
zayıftır.
Bunlar hadistirler. söz olarak onlardan herhangi bir şey hali olmazsa bile, çokluğu,
yollarının ihtilafı ve çıkışlarının uzaklığı onun aslının olduğuna delalet ediyor. Kendisiyle
itibarı zayıf olanlar birbirleri ile çıkışları uzak ise, hepsi delillendirme için uygun olur.
Özelliklede bazı alimler tarafından tashih edilenler. Rukane’nin kesin olan talakı hadisi gibi.
Onu ibn-i kesirde hasen gördü. Onlardan biride sahih olan dirki oda, Peygamber (s.a.v)’in
Uveymir’in üç talakını infaz ettiği rivayetidir. Hepsi Ebu Davud’un yanındadır.
ibn-i Ömer’in Darekutn’deki, hadisini, Ata el,Horosani, Ma’la b. Mansur, şu’ayb b. Züreyk
ve diğerleri açısından zayıflatılmasınnı muarazaını öğrenmişsindir.
......................................
Nemevi, Müslim’in şerhinde şunları dedi:Cumhur, Allah’ın şu sözü ile delil getirdi:(Kim
Allah’ın hududunu çiğnerse, muhakkak ki nefsine zulm etmiştir. Ne bilirsin, belki bundan
sonra bir iş olur)
Dedilerki, manası:Kesindirki o pişman olabilir. bu onu bilemez. Eğer üçü düşmeseydi bu
talakı sadece ric’i olarak düşerdi ve pişman olmazdı. Tartışma noktas ilgili olarak ortam
aktarım bitti.
Kaydedicisi dediki; bu kur’anı istidlalı te’yid edenlerden biride Ebu Davud’un sahih bir
senetle Mücahid yoluyla çıkardığıdır. Dediki:İbn-i Abbas’ın yanında idim. Ona bir adam
geldi, dediki:Karımı üç talakla boşadım. Bunun üzerine o kadar sustu ki ona karısını geri
vereceğini zannettim.
Bunun üzerine dediki, biriniz gider, ahmakça bir işe kalkışır.
Sonra diyorki, ey ibn-i Abbas Allah buyurduki: (Kim de Allah’tan sakınırsa Allah ona çıkış
yolu kılar) Sen ise, Allah’tan kormadın.
Senin için bir çıkış bulamıyorum. rabbine isyan ettin. karın da senden kesin olarak
boşandı. Geri kalanları da ona ebu Davud, ibn-i Abbas ve benzerlerinden çıkartı. Bu ibn-i
Abbas’tan ayete bir tefsirdir ki buna göre o, bunun manasına giriyor. Kim Allah’tan korkar
da talakı tekbir lafızda toplamazsa Allah ona ric’at ile bir çıkış kılar. Kim de bu kondua
bütün talakları tek bir lafızsda toplamak suretiyle Allah’tan korkmazsa, ayrılık vaki’olmakla
Allah ona çıkış yolu kılmaz. Bu onnu, başka anlama gelmeyen sözünün manasıdır. O
tartışma noktasında gerçekten kavidir. Çünkü o kur’anla açıklanmıştır ve o Kur’anın
tercümadır. Peygamber (s.a.v) demiştir ki: “Allahım ona te’vili öğret” Bütün sahabe ve dört
imam dahil olmak üzere alimlerin çoğu bu görüş üzeredir. Bir çok kişi bunun üzerine icma’
olduğunu anlatmıştır. Muhalifler dört hadisle delil getirdiler. Birincisi:Ahmed ve ebu
Ya’la’nın yanındakiibn-i Abbas’tan, ikrime’den, ibnüs Hasin’den, Davud’dan, (ündanda) ibn-
i İshak’ın (aldığı) hadis. Bazıları onu tashih etti. Dediki:Rukane b. Abd Yezid karısını bir
mecliste üç talakla boşadı. Sonrada ona çok üzüldü. bunun üzerine Nebi (s.a.v) ona onu
nasıl boşadın? diye sordu.dediki, tek mecliste üç talakla. bunun üzerine Nebi (s.a.v) dediki:
“Bu sadece bir (talak) dir. İstersin onu geri al. O da bunun üzerine onu geri aldı”
Kaydedicisi dediki, bu hadisle istidlal üç açıdan merdüdur:
Birincisi:Elbette ki bu tartışma noktasında sıhhatinin farzına delil değildir. Ne
uygunluğun, ne içeriğin ve nede gerekliliğin delaleti olarak çünkü metnin lafzı gereği:Üç
talak tek mecliste vaki’dir. Ve şüphesiz ki tek mecliste vaki’olması tek lafızla olmasını
gerektirmiyor. Gördüğün gibi; o tek mecliste olduysa, tek lafızla olmuş olması gerekir
iddiası oldukça geçersizdir. Çünkü tek mecliste olması tek lafızla olmasına, herkese açık
olduğu gibi ne aklen, ne naklen nede lügat olarak delalet etmiyor. Aksine hadis, tek lafızla
olmadığını daha açıkça gösteriyor.
Nitekim tek lafızla olsaydı tek lafızla der, meclisi zikretmezdi. Çünkü, gördüğün gibi,
gereksiz yere daha genel olanla, daha özel olanı ve ta’biri terketmeye gerek yok.
Özetle usül ehlinin yanında bu delil bilinin bir itibarsızlıkla yeriliyor:Sözle, gereklilkle.
Deniliyor ki:Onun bir mecliste olduğunu kabul ettik. Onun tek bir lafız olduğunu nerden
çıkarıyorsun?inşaallah bu konunun hepsini Tavus’un Müslim’deki hadisi hakkındaki
kelamda göreceksin.
İkincisi:İkrime’den bu hadisin ravisi olan Davud b. Hasin, İkrimeye güvenmiyor.
İbn-i Hacer Takrib’te dediki:Davud b. Hasin el-Emevi velileri ebu süyelman el,Medeni,
ikrime’den başka sikadır. Haricilikle suçlandı. Eğer ikrime’ye güvenmiyorsa zikredilen
hadiste sika rivayet değildir. Oysa takdim etikki, sahih olsa bile onda hüccet olmaz.
Üçüncüsü: İbn-i Hacer’in Fethu’l-Bari’de zikrettiğidir. Onda şunları dedi:ÜçüncüsüEbu
Davud, Rukame’nin karısını kesin olarak boşadığını tercih etti. Nitekim Rükane’nin al-i beyti
yoluyla o çıkardı. Bazı rivayetinin elbettenin üçe hamledilmesinin caiz olmasında güçlü bir
ta’lildir. Dediki; onu üç (talakla) boşadı. Bu nükte ile ibn-i Abbas’ın hadisi ile istidlal
duruyor. Ondan aktarım bitti.
Yani ibn-i İshak’ın, zikredilen Davud b. el-Hasin’den, ikrime’den, ibn-i Abbas’tan olan
hadisi. Oysa tartışma noktasında hadiste aslen delil olmadığını takdim ettik.
Zikrettiklerimizden de anlaşılıyorki ibni ishak’ın zikredilen hadisi ile istidlal düşer.
Üçü bir kılan kendisiyle istidlal edilen hadislerden ikincisi:İbn-i Ömer’in hadisinin bazı
rivayetleridne gelendir:Ki buna göre o karısını adet halinde üç talakla boşadı, bir tane
saydı. Bu istidlalin sükütu gizlenemez.
Sahih olan şudur ki, onu tek (talakla) boşadı. Nitekim Müslim ve diğerlerinin yanıdaki
sahih rivyetlerde (bu böyle) geldi.
Nevevi, Müslim’in Şerhi’nde şunları söyledi:ibn-i Ömer’in hadisine gelince, Müslim ve
diğerlerinin zikrettiği sahih rivayetlere göre onu tek bir talakla boşadı.
Kurtubi, tefsirinde şunları söyledi:Mahfüz olan, ibn-i Ömer’in, karısını hayızda tek talakla
boşadığıdır.
Abdullah dediki:O’nun karısını boşaması, hayızda tek bir talakla olmuştu. Ne varki o
sünnete muhalefet etti. Salih b. Kisan, Musa b. Ukbe, İsmail b.Umeyye, Leys b. Sa’d, ibn-i
ebi zi’b, ibn-i Cureyc ver cabir de böyle dedi. İsmail ibn-i ibrahim b. Ukbe’nin Naf’iden
aktardığına göre ibn-i Ömer onu tek talakla boşadı.
Yine Zuhri, Salim’den, babasından; Yunus b Cebir, Şa’bi ve Hasan da böyle dedi. Ondan
aktarım bitti. İbn-i Ömer’in hadisi ile istidlalin sükütü apaçıktır.
Delillerinden üçüncü hadis:Ebu Davud’un Sünen’inde rivayet etitğidir.
Bize Ahmed b. Salih söyledi. Bize Abdurrezzak söyledi. Bize ibn-i Cerih haber verdi.
Dediki :Bana bazı beni ebi Rafı ikrime’den, ibn-i Abbass’tan aktararak haber verdi.
Dediki:Abd yZedi, -Ebu Rukane ve kardeşleri -Ümmü Rukane’yi boşadı ve
Müzeyyene’den bir kadını nikah teli kadar bile herhangi bir ihtiyacımı karşılamadı. Beni ile
onu ayır, dedi. Peygamber (s.av)’i bir ürperti aldı. Rukane ve kardeşlerini çağırdı. Sonra
beraberinde oturanlara dediki, falancağı görüyor misiniz, şöyle şöyle Abd yzid’e benziyor?
Falanca da şöyle şöyle benziyor?Evet, dediler.Bunun üzerine Nebi (s.a.v) dediki:Onu boşa.
Yapıverdi. Bunun üzerine, karın Ümmü Rukane’ye dön, dedi. Dediki, ey Allah’ın Rasulü onu
üçç talakla boşadım. Dediki, öğrenmişim, o nu geri al ve şunu okudu.
(Ey Nebi, kadınları boşadığınız zaman onları iddetleri içinde boşayın, iddeti de sayın)
Kaydedicisi dediki, bu hadisle istidlalin geçersizliği açıktır. Çünkü ibn-i Cerih dediki:Ebu
Rafı’oğullarından bazıları bana haber verdi.
O, kim olduğu bilinmeyen mechul birinden bir rivayettir. Nitekim geçersizliğini
görüyorsun. Şüphesiz ki Ebu Davud’un önceki geçen hadisi zayıflığında hilaf olmayan bu
hadisten kabule daha şayandır.
Bu şu şekilde geçmiştir; O karısını kesin olarak boşadı, Nebi (s.a.v) de sadece bir (talak)
murad ettiğine yemin ettirdi. Öncede geçtiği gibi bu, toplu talakarın nüfüzuna açık bir
delildir.
Dördüncü hadis, Müslim’in Sahhih’inde çıkardığıdır. Bize ishak b. İbrahim ve Muhammed
b. Rafı söyledi. Lafız, b. Rafı’indir.
İshak dediki:Bize ibn-i Rafı haber verdi ve dediki:Bize Abdurrezzak söyledi, Muammer,
ibn-i Tavus’tan, babasından, (o da) ibn-i Abastan bize haber verdi dediki0Rasululah
(s.a.v)’ın, Ebu Bekir’in ve Ömer’in hilafetinin iki senesi süresince üç’ün talakı bir idi. Ömer
b el-Hattab dediki:insanlar tahammül etmeleri gereken işte acele etmişlerdir. Onun hepsini
kendilerine verirsek, onun hepsini aleyhlerine bitirirler. Bize ishak b. İbrahim söyledi. Bize
Rauh b. ubade haber verdi. Bize ibn-i Cerih söyledi. Bize ibn-i Rafı’ söyledi, lafızda onundur.
Bize Abdurrezzak söyledi. Bize ibn-i Cerih haber verdi. bana ibn-i Tavus babasından haber
verdi. Ebu’s-Sehba’ibn-i Abbas’a dediki:Üçün Peygamber (s.a.v)’in ve Ebu Bekir’in
döneminde bir, Ömerin emirliğinde de üç kılındığın öğrendin mi?ibn-i Abbas dediki, evet.
Bize ishak b. İbrahim söyledi. Bize Süleyman b. Harb Hammad b. Zeyd’den, Eyub
es,Sahtiyani’den, birahim b. Meysere’den, (oda) Tavus’tan (aktararak) haber verdiki, Ebu’s
-Sehba’ ibn-i Abbas’a dediki:Bana şunda getir, üç talak Rasululah ve Ebu Bekir döneminde
tek değil miydi?
Dedi ki böyleydi. Ömer’in döneminde insanlar talakın ardınca gitiklerinde de aleyhlerine
ruhsat verdi. Bu Müslimin Sahih’indeki lafzıdır.
Bu Ebu Davud’un çıkardığı son yoldur. Fakat ibrahim b. Meysere’nin ismini vermedi.
Onun yerine birçok kişiden söyledi. Metnin lafzı da şöyledir:
Adam yanına girmeden nc karısını üç talaka boşadığında Rasulullah (s.a.v),Ebu Bekir
dönemleri ve Ömer’in emirliğinin başlarında bir talak kıldılar.
İbn-i Abbas dediki:Evet, Peygamber (s.a.v)’in ve Ebu Bekir’in dönemlerin ve Ömer’in
emirliğinin başlarında; adam karısının yanına girmeden önce üç talakla boşamışsa onu bir
kıldılar. Fakat Ömer, insanların bunun peşisıra gittiklerini gördüğünde, dediki:Onlara sizin
aleyhinize olarak icazet veriyorum. İbn-i Abbas’ın bu hadisi hakkında cumhurun birkaç
cevabı vardır.
Birincisi:Onda zikredilen ve tek kılınan üç, hadisrivayetleriden birşeyde değildir.
Açıklama, onun tek lafızda vaki olduğudur. Üçün talakı lafzı, lügat, akıl ve şer’an bir lafızla
olmasını gerektirmiyor. Kim karısına dese ki:Sen boşsun, sen boşsun, sen boşsun. Aynı
vakitte üç defa olarak. Onun bu talakı üçn talakıdır. Çünkü o bunta talakı üç defa açıkladı.
Eğer; hadiste murad üçün tek kelime ile düştüğünü kesin olarak ifade edene denilseki,
onun bir kelime ile olduğunu nerden çıkardın?Hadisin lafızlarından birinde onun bir kelime
ile olduğu varmıdır?Üç talakın çok kelimelerle talaka isim olarak verilmesini men’ediliyor
mu?Eğer deseki:Tek kelime ile olmak dışında ona üçün talakı denilmez. Şüphesiz ki onun
bu davası sahih değildir. Hakkı itiraf edip demeli ki:Tek kelimeyle ve birden çok kelimelerle
düşene denilmesi caiz olur. Bu lafzın zahirine daha uygundur. Ona denildiki:Öyleyse onun
tek kelime ile oluşunun kesin ifade etmenin hiç bir yönü yoktur.
Hadiste tek lafızla üçün durumu tayin edilmediğinde, tartışma noktasında aslı itibariyle
onunla istidlal düşer. Tek kelime ile oluşunun bu hadiste üçüntalakı lafzından
gerekmediğine delalet edenlere gelince; yüceliğine, ilmine ve güçlü anlayışına rağmen
iman Ebu Abdurrahman en-Nasai bu hadisten sadece şunu anlamıştır:Ondaki üçün
talakından murad sen boşsun,sen boşsun,sen boşsun şeklinde talakları yarımkatır. Çünkü
üçün lafzı, talakın üç defa düşmesinden daha zahirdir. Bunun için de süne’ninde, bu hadis
hakkında Ebu Davud’un mezkur rivayetini tercüme etti. Dedi ki:“kadının yanına girmeden
önce ayrık üçün talakı kısmı”Sonra dediki, bize Ebu Davud Süleyman ibn-i Seyf haber
verdi, dediki:Bize Ebu Asım, ibn-i Ceric’ten, ibn-i Tavus’tan, (o da) babasından (aktararak)
dedi ki:Ebu’s-Sehba’ibn-i Abbas’a gelip ey ibn-i Abbas, dedi:Üçün Rasululah (s.a.v) ve Ebu
Bekir dönemlerinde ve Ömer’in hilafetinin ilk başlarında bir sıyıldığını öğrenmedin mi?Evet,
dedi. Görüyorsun ki bu celil imam bu hadiste, üçün talakının tek lafızla olmadığını aksine
ayrık lafızlarla olduğunu açıkladı. Ve en-Nesai’nin; Allame ibnü’l,Kayyim’in Zadü’l-Me’adda,
Aişe’nin: Adamın biri karısını üç olarak boşadı, evleniverdi, hadisi ile üçün bir defada vaki’
olduğuna istidlal edenlere cevabında zikrettiği hadisten anladığının doğru olduğuna delalet
ediyor. O bunda şunları söyledi: Fakat onun üçü bir ağızla boşadığı hadisin neresindedir.
Aksine hadis bize şu hussta hüccettir:Üç olark deyip böyle üç şeklinde yaptı denilemez.
Ancak kim yarada birbiri ardından derse (o ayrı) Hem Arap milletlerin hemde acem
milletlerin dillerinde makul olan budur. Nitekim; ona üç olarak iftira etti, ona üç olarak
sövdü, ona üç olarak selam verdi, denilir. Ondan aktarım bitti.
Buda Ebu Abdurrahman en-Nessinin anladığının sıhhatine açık bir delildir. Çünkü üç lafzı
bütün rivayetlerinde, birbiri ardınca vaki olan üç talak olduğu apaçıktır. Nitekim Aişe’nin
daha önce zikredilen hadisinde ibnül-Kayyyım onu izah etti.
Tavus’un zikredilen hadisinde üçten muradın; sen boşsun, sen boşsun, sen boşsun gibi
lafızlarla ayırılmış üç olduğunu söyleyenlerden biride ibn-i sarih’tir. O dediki:
Lafzın tekrarında varid olmuş olmasına benziyor. Sen boşsun, sen boşsun,sen boşsun
demek gibi. Önceleri göğüslerindekinin selameti üzere idiler, onlardan, kesin olarak murad
ettikleri kabul edilirdi. Ömer zamanında insanlar ve te’kid iddia edenleri kabul etmeyi
men’edenler gibi aldatıcılar çoğalınca Ömer lafzı, tekrarın zahirine hamletti ve onu
aleylerine geçirdi. Bunu ibn-i Hacer Fetih’te dedi. Dediki:Bu cevap kurtubi’nin hoşuna gitti
ve onu Ömer’in sözü ile güçlendirdi0insanlar, sabır göstermiş oldukları işte acele ettiler.
Nevevi, Müslim’in Şerh’inde şunları söyledi:insanlar ibn-i Abbas’ın hadisinin cevap ve
te’vilinde ihtilaf ettiler. En sahih olana göre onun manası: işin başında kadın:Sen boşsun,
sen boşsun, sen boşsun denildiğinde ve te’kid ve yeniden başlama niyet edilmediğinde tek
talakın vaki olduğuna hükmedilirdi. Çünkü buna yeniden başlama iradeleri azdı. Bunun için
te’kidin iradesi olan çoğunluk üzerine hamledildi. Ömer’in zamanı olduğunda, insanların bu
biğayı kullanmaları artığında, yeniden başlama iradesi onlara galib geldiğinde (bu şekilde)
söylendiğinde üçe hamledildi. Bu asırd geçen çoğunlukla amel edilerek anlama yoluna
gidildi.
Kaydedicisi dediki:Kastın değişmesi ile halin değiştiği cevazından dolayı bu vecihte
problem yoktur. Çünkü ameller niyetlere göredir ve herkese niyet ettiği vardır. Takdim
ettiğimiz gibi lafzın zahiri de buna delalet ediyor.
Her halükarda Tavus’un mezkur hadisinin manasını, üçün tek lafız olduğu iddiası delilden
yoksun bir iddiadır. Nitekim bunu gördün. Bunu Nebi (s.a.v)’e dayandırmaya cür’et eden,
Allah’tan korksun. Oysa Tavus’un hadisinin rivayetlerinde zikredilen üçün tek lafızla oluşu
hususuzda bir şey yoktur. Bu ne lügattan, ne şeriattan venede akıldan belirlenmedi.
Nitekim görüyorsun.
Kaydedicisi-Allah onu afetsin-dediki, mezkur üçün tek lafızla olmadığına şunlar delalet
ediyor. Daha önce ibn-i ishak’ın Daud b. Hasin’den, ikrime’den, ibn-i Abbbas’tan,
Ahmed’den ve ebu Ya’ladan aktardığı hadisindeki şu sözü: Karısını tek mecliste üç olarak
boşadı. Ve Peygamber (s.a.v)’in, onu nasıl boşadın, sözü. Dediki, tek mecliste üç olarak.
Çünkü meclis lafzı ile tabirden, onun tek lafızla olmadığı anlaşılıyor. Eğer bir olarak olsaydı,
bir lafzı ile söyler meclisi zikretmeye ihtiyaç olmazdı. Zira daha genel vasfın zikri için,
gerekçesiz olarak, daha özel olanın terkine gerek yoktur. Nitekim bu ikinci cevabın
zahiridir. İbn-i Abbas’ın bu hadisinden: Hadisin manası, Ömer’in zamanıda ise onu çokça
kullandılar.
Bu görüşe göre, onu onların aleyhine tamamladık, sözünün manası:O kendinden önce
yapılmış olan, talakın düşmesi hükmünü yaptı. Bu te’vili ibni Arabı terci etti ve onu ebu
Zer’a Raziye nisbet etti. Beyhaki de onu sahih isnadı ile ebu Zer’aya isnad etti. O
dediki:Ban göre bu hadisin manası şudur:Siz sadece üç olarak boşuyorsunuz. (onlar ise) bir
olarak boşuyorlardı. Mevevi dediki, buna göre haber, özel olarak insanların adetinin
ihtilafından kaynaklanır, tek meselede hükmün değişmesinden değil. Bu cevabı Krutubi,
(Talak ikidir)aetinin tefsinide Muhakkık -Kadı ebu’l-Velid el-Baci, kadı Abdulvahhab ve el-
Keya etTiri’den nakletti. Kaydedicisi dediki, ulamenın bazı uluları bunu dediyse bile, bu
cevabta biraz zorlama olduğu gizlenemez.
Üçüncü Cevab: İbn-i Abas’ın hadisinin mensüh olduğu görüşüdür. Bazı sahabede sadece
Ömer zamanında neshi gördü. Beyhaki sünen-i Kübra’da, üçü bir kılanlar kısmında,
Şafiinden şunalrı nakletmiştir:ibn-i Abbas’ın, Nebi (s.a.v) döneminde üç, bir sayılıyordu
sözününmanası, bunun peygamber (s.a.v)’in emri ile olduğudur. Allah bilir ya, ibn-i Abbas
birşey olduğunu bilseydi neshederdi.
Denilse ki, dediğine delalet eden şey nedir?Denili ki, ibn-i Abbasın Rasululah
(s.a.v)’denrivayet edip sonarad Nebi (s.av)’en onda hilaf olduğunu bilmediği bir şeyle ona
muhalefet etmesi olmaz. Şeyh. ikrime’nin rivayetnde ibn-i Abbas’tandediki:Nesh olmuştur.
Onda bu te’vilin sıhhatine te’kid vardır. Şafii dediki: Denilse ki:Belki bu Ömerden irvayet
ettiği şeydir de ibn-İ Abbas onda Ömerin görüşünü söyledi. Denildiki, ibn-i Abas’ın Ömer’e,
mut’a nikahı, iki dinarın bir dinarla alınması ve annelerin evlad alması gibi konularda
muhalefet ettiğini bilmişizdir. Nasıl olurda Peygamber (s.a.v)’den rivayet ettiğinin hilafına
olarak ona muvafakat eder?Hüccet mahallinde Beyhaki’den aktarım bitti. Hafız ibn-i Hacer,
Fethu’l-Bari’de şunları söyledi:Üçüncü cevab nesih davasıdır. Beyhaki, Şafii’den şöyle
dediğini nakletti:ibn-i Abas’ın bunu nesheden bir şey bilmesi olmaz. Beyhaki dedi ki; Ebu
Davud’un Yezid en-Nahvi yoluyla ikrime’den, (onun da) ibn-i Abbas’tan olan şu sözü onu
güçlendiriyor. Adam karısını boşadığında, üç talaka boşamışsa bile, onu geri almaya daha
çok hak sahibidir. Bu neshedildi. Ebu davud’un mezkur hadisin altında zikrettiği tercümenin
sözü şudur:“Üç talaktan sonra dönmenin neshi kısmı “ibn-i Kesir, Allah’ın :(Talak ikidir)
sözünün tefsirinde Ebu Davud’un mezkur hadisin bir daha ileri sürdükten sonra şunları
dedi:Onu Nesai, Zekeriye b. Yahya’dan, ishak b.İbrahim’den, (o da)Ali b. Hüseyin’den
rivayet etti. ibn-i Süleyman, Hişam b.Urve’den, (o da) babasından (aktararak) söyledi. Bir
adam karısına dediki, seni asla boşamayacağım aslada barındırmayacağım. (Karısı) dediki
bu nasıl olur?Ecelin yaklaşıncaya kadar boşar, geri alırım. peygamber (s.a.v)’e gelip ona bu
anlattı. Bunun üzerine Allah (c.c):(Talak ikidir) ayetini indirdi. Dediki, insanlar talakı
boşayan ve boşamayan olarak karşılasın. Onu Ebu Bekir b. Merdeveyh, muhammed b.
Süleyman yoluyla Ya’lab. Şebib, Zübeyr’in efendisinen, Hicam’dan, babasından, ( o da)
Aişe’den rivayet etmiştir:
Onu daha önce geçen gibi zikretti. Onu Tirmizi, Kuteybe’den, Ya’la b.Şebib’ten rivayet
etti. Sonra onu Ebu Kerib’ten, İbn-i idris’ten, Hişam’dan, babasından mürsel olarak rivayet
etti, dediki:Bu daha sahihtir. Hakim, Mübtedrek’inde Yakub b. Hamid b.Kuleyb yoluyla Ya’la
b. Şebbi’ten rivayet etti, dediki isnadı sahhitir. sonra ibn-i Merdeveyh dediki:Bize
Muhammed b.Ahmed b. İbrahim söyledi. Bize ismali b. Abdullah söyledi. Bize Muhammed
b.Hamid söyledi.
Bize Seleme b. el-Fadl, Muhammed b. İshak’tan, Hişam b.Urve’den, babsından, (o
da)Aişe’den aktararak söyledi.(Aişe) dediki: Talakın vakti olmadı:Adam, iddeti çiğnemeden,
karısını boşar sonra geri alır. Ensardan bir adamla ehli arasında, bazı insanların arasında
olan oldu. Bunun üzerine dediki; vallahi seni terkedeceğim, ne dul olursun defalarca yaptı.
Allah Azze ve Celle şunu indirdi:(Talak ikidir. Bundan (sonra) ya güzellikle tutmak ya da
iyilikle salıvermek vardır)Böylece talak, üç olarak belirlendi. Üçten sonra onda ric’at yoktur,
başka bir koca ile evleninceye kadar. Kata’deden bu şekilde mürsel olarak rivayet edildi.
Onu Süddi, ibn,i Zeyd ve ibn-i Hacer de bu şekilde zikretti. Bu ayetin tefsirinin bu olduğunu
kabul ediyorum. İbn-i Kesir’den aktarım bitti.
Bu rivayetlerde üçten sonra dönüşün neshine açık delalet vardır. el-Mazeri’nin nesh
iddiasını inkarı merdüddur. Hafız ibn-i Hacer, Fethu’l-bari’de onu reddetti. O, Mazeri’nin
çeşitli açılardan neshi inkarını naklettikten sonra şunalrı söyledi:Derim ki, Nevevi bu
bölümü Müslim’in şerhinde nakletti. O (bazı) yerlerde peşpeşe gelir.
Birisi:Hükmün neshini iddia eden demedi ki:Nesheden ömer’dir. Ki bu durumda ondan,
zikrettiği (ni söylemesi) gerekir. Ancak şunu söyledi:Bu nesihten bir şey bilmesi gerekir.
Yani, merfu olarak rivayet ettiğine nesheden bir hükme muttali olması. Bunun içinde onun
hilafına fetva veriyorum.
el,Mazeri kelamı sırasında, icma’larının neshedene delalet ettiğini teslim etmiştir. Bu,
nesh iddiasından muraddır.
İkincisi:O’nun zahirden çıkış inkarı ilginçtir. Te’vil ile cem’e çalışanlar kesinlikle zahirinin
hilafını irtikab ediyorlar.
Üçüncüsü:Murad neshin zuhürudur diyenin karıştırması da ilginçtir. Çünkü zuhuundan
muradı, yayılamsıdır. İbn-i Abbas’ın, onun Ebu Bekir zamanında oluduğu sözü, onu
yapanların kendilerine nesh ulaşmayanlar olduğuna hamledilmiştir. Onların hata üzerine
icma’larından zikredilmesi gerekmez. Fethu’l,Bari’den aktarım bitti. Onda sorun yoktur.
Çünkü sahabenin bir çoğu bilmedikleri pek çok hükme muttali oldular. Bu Ebu Bekir,
Ömer ve Osman’ın hilafetinde vaki’ olmuştur. Ebu Bekir, Muğire ibni Şu’be ve Muhammed
b. Mesleme kendisine haber verinceye kadar nebi (s.a.v)’in, ninenin mirastaki hükmünü
bilmiyordu. Ömer de, zikredilen önceki iki kişi kendisine haber verinceye kadar Nebi’nin
(s.a.v) mecusilerden cizye aldığını bilmiyordu. Ebu Musa el-Eş’ari ve Ebu said el-Hudri
haber verinciye kadar, (eve girmekiçin) üç defa izin isteme (hükmünü bilmiyordu). O
smanda, Feri’a binti Malik kendisine haber verinceye kadar Peygamber (s.a.v)’in kocası
ölen iddeti elde geçirmelidir, hükmünü bilmiyordu.
Abbas b. abdulmuttalib ve Fatımatü’z,Zehra, Peygamber (s.a.v)’in şu sözünü
bilmiyorlardı. “Biz nebiler topluluğu, miras bırakmayız.” Ki nitekim ikisi Rasululah
(s.a.v)’den miraslarını istediler. bunun örnekleri gerçekten çoktur. Benzerinin vuku’u ve
mut’a nikahında ona muhalif olanın itirafı ile mezkur neshle görüşten sorunu gideren
delilizah edildi. müslim, Cabir (r.a)’den rivayet etti. “Kadınların mut’ası nebi (s.a.v), Ebu
Bekir dönemlernde ve Ömer’in hilafetinin başlarında yapılıyordu.
Dekiki:Sonra Ömer bizi nehyett biz de vazgeçtik. Bu aynen üç talak konusunda vaki’
olanın benzeridir. “Bu gece dün geceye ne kadarda benziyor”
........................................
İnsaf sahibi kişinin birinde neshin mümkün olduğunda kabul edip bir diğerinde
imkansızlığını iddia etmesi garib bir şeydir. Oysa ki ikiniside Müslim yüce sahabeden
rivayet etti:Bu iş Nebi (s.a.v) ve Ebu Bekir’in döneminde ve Ömer’in hilafetinin başlarında
yapılıyordu.
Mut’a nikahının neshini caiz yapan ve üçü bir kılan neshi dönüştürene denir ki, sana ne
oluyor ki kimsenin çekiştirmediğini çekiştiriyorsun?Eğer mut’a nikahı bir nüsha ile nassı
doğruladı dense, derizki:Üçten sonra dönmenin neshi ile ilgili önceki rivyaetleri gördün.
Üçün bir kılındığına inananlardan biride imam Ebu Davud’dur. Ona göre onun bir kılınması
ancak üç ve daha çok boşamadan sonra döşünün olduğu bir zamanda oldu. Sünen’inde
dediki, “Üç talaktan sonra dönmenin neshi kısmı “Sonra senedini ibn-i Abbas’ın hadisine
dayandırdı.
Dediki:(Boşanmış kadınlar kendilerini üç kuru’ gözetlerler. Allah’ın rahimlerinde
yarattığını gizlemeleri kendilerine helal olmaz). Buna göre adam karısını boşadığında, üç
talakla boşamışsa bile, onu geri almaya daha çok hak sahibidir. Bu neshedildi. Dediki:
(Talak ikidir) Nesai bunun benzerini çıkardı. İsnadında Ali b. Hüseyin b. Vakıd vardır. Onun
hakkında ibn-i Hacer Takrib’te dediki0Vehmeden bir sadıktır. Malik Muvatta’da Hişam b.
Urve’den, babasından rivayet etti, o dediki:
Eğer adam karısnı boşarsa, iddeti bitmeden önce onu geri alabiliyordu.
Onu bin kere boşasa bile adam karısına niyetlenir de, iddeti bitesiye kadar boşar, geri
alırdı. Sonra dediki, seni ne barındırır ne de boşarım. Allah Teala şunu indirdi. (Talak ikidir.
Ya ikilikte tutmak yada güzellikle salıvermek vardır (bundan sonra) insanlar, boşamış olsun
yada olmasın, o günden itibaren talakı yeniden karşıladılar.
Bunu şuda destekliyor:Çok olmalarına ilimlerine ve vera’ların arağmen üçün bir defada
düşmesi hususunda Peygamber (s.a.v)’in hiç bir ashabı Ömer’i inkar etmedi, onu
desteklediler:Pek çok yüce, alime sahabe görüşü bu şekilde doğruladılar. İbn-i Abbas,
Ömer, ibn-i Ömer ve sayılamayan halk. Bazı alimler dedilerki0Üçten sonra dönüşü
nesheden, Allah’ın şu sözüdür: (Talak ikidir)Nitekim önceki rivayetlerde açıklandı. Ne aklen
ne de adeten Ömer’in hilafetine kadar birçok insanın bunun gibi bir neshediciyi
tanımamalarına mani yoktur. Oysa Rasululah (s.a.v) onun neshini ve kıyamete kadar
haramlığını açıkladı. Fetih gazvesinde, veda’ Haccında, Nitekim Müslimdeki rivayette geldi.
Nitekim Kur’an es ve caireyinin dışındakilerin haramlığına delalet etti. Şu sözü ile: (onlar ki
ırzlarını korurlar. Ancak eşleri ve cariyeleri hariç) Malum durki mut’a ile evlenilen kadın ne
eş nede cariyedir. Nitekim bunun tahkiki Nisa Süresinde: (onlardan meta’landırıklarınız)
ayeti hakkındaki sözlerde gelir inşaallah. Neshi savunanlar, Ömer’in sözünün manasnıda
dediler ki: İnsanlar sabır görtermiş oldukları işte acele ettiler...dan murad, onlar talakta
yavaş davranır, üçü tek vakitte düşürmezlerdi. Acele ettiklerinin manası ise, onlar onu tek
lafızla düşürür oldular. Görüşe göre, hadisin manası budur.
Manasının o olduğunun belirlenmezliğini takdim etmişizdir. öyleyse lazım olan
(Ömer’in)onu aleyhlerine geçermesidr. “Onu aleyhlerine geçirsek bile” sözü ile çelişmez.
Yani onları, dediklerinin gereği ile meçbur kıldık. Benzeri de:Cabir’in mut’a nikahı hakkında
Müslim’de ki sözüdür; “Ömer bizi ondan nehyetti” O ikisinin tümünden anlaşılan onun
Ömer’in ictihadı olduğudur. Gördüğün gibi her ikisinde de nesh sabittir. ......da mensüh
değildir. O ancak, üçü birdefada düşürmek şeklindeki acelenin olmayışındadır. Birinci
görüşe göre:Bir kılınan üçten murad sen boşsun, sen boşsun, sen boşsun.
Daha öncede geçtiği gibi; onun için boşamayı aleyhlerine geçirmekten anlaşılan, onların
kasıtlarını te’kidden te’sise değiştirmesidir. Bundada sorun yoktur.
Ömer’in; Resulullah (s.a.v)’in tek lafızla üçü bir kıldığını bildiğene, rasululah
(s.a.v)’inmuhalefetine kastedip onu üç kıldığına, sahabeden hiç kimsenin onu inkar
etmediğine..gelince, ondan sonrası gizlenemez. Gerçek ilim Allah katındadır.
Dördüncü cevabı ibn-i Abbas (r.a)’ın hadisinden. tavus’un, ibn-i Abbas’tan yaptığı
rivayet, ashabında Hafızın kendisinden rivayet ettiğine muhaliftir. Ondan, üçün bir defada
lüzümünü said b. Cümeyr, Ata b. ebi Rabah, Mücahid, ikrime, amr b. Dinar, Malik b. el-
Haris, Muhammed b. İyas b. Bukeryr ve Muaviye b. ebi iyaş el,Ensari rivayet etmiştir.
Nitekim Beyhaki, Sünen-i Kübra’da ve Kurtubi ve diğerleri onu nakletti.
Beyhaki, Sünen,i Kübra’da dediki:Bunların, Tavus’un ibn-i Abbas’tan rivayetine
muhalefetten dolayı buhari bu hadisi çıkarmadı.
El-Esrem dediki:Ebu Abdullah’a, ibn-i Abbas’ın hadisinden sordum:Rasululah (s.a.v), Ebu
Bekir ve Ömer dönemlerinde üçün talakı bir idi. Onu ne ile çürütürsün?Dediki, insanların
ibn-i Abbas’tan rivayeti ile onun hilafının vecihlerinden. Aynı şekilde ondan ibn-i Mansur
nakletti. Bunu Allame ibnü’l-Kayyim söyledi.
Kaydedicisi dediki, bu; zamanında, akaidi değişmeye ve temelleri sarsılmaya yüz
tuttuktan sonra Allah’ın islam’ın kendisiyle devat ettirdiği müslümanların efendisi,
muhaddislerin imamıdır. Ebu Abdullah Ahmed b. hanbel, Esrem ve ibn-i Mansur hakkında
dediki:O, ibn-i Abbas’ın hadisini kasıtlı olarak reddetti. Çünkü ona göre; Hafız’ın ibn-i
Abbas’tan buna muhalif olan rivayetinden ötürü tek lafızla üçün lüzümunda bununla delil
getirilmez.
Bu imam Muhammed b. İsmail el-Buhari’dir. Ondan hafız Beyhaki onun, bu hadisi kasten
terkettiğini zikretti. imam Ahmedin onu terketmeye gerekçesinden doloyı. Şüphesiz ki o
ikisi, sadece bunu gerektiren gerekçeden ötürü onu terkettiler. Denilse ki:Tavus’un rivayeti
merfu’ hükmündedir. Zikredilen gurubun rivayeti ibn-i Abbas üzere mevkuftur. Merfu da
mevkufla çelişmez.
Cevab:Sahabi, rivayet edilene muhali olduklarında, alimlerin iki görüşü vardır:Onlar da
Ahmed’den iki rivayettir.
Birincisi:Hadisle delil getirilmez. çünkü insanların onu en çok bileni, ravisidir. Onunla
amel etmeyi terketmiştir. O da adldır, ariftir. Bu rivayette sorun yoktur.
Alimlerin yanında meşhur olan diğer rivayette ise:Önemli olan rivayetidir, sözü değil.
Manası açık olması yada onunla beraber mukabilini zayıflatan göstergenin olmasından
başka, rivayeti öncelenmez. Bu manadan başkasına güçlü bir ihtimalle muhtemel
olduğunda ravinin irvayet edilene muhalefeti, terkedilen bu muhtemelin rivyet edilenin
manası olmadığına delalet eder. Nitekim takdim ettikki; Tavus’un mezkur hadisineki üç
talak lafzının ayrık talaklar olması kuvvetle muhtemeldir. Nitekim Nesai de bunu kesin
olarak ifade etti. Nevevi, Kurtubi ve ibn-i sarih te bunu tashih etti. Özetle; ibn-i Abbas’ın
tek ağızla üçü bir kılmasından dolayı terki, rivayet edilen hadisin manasının tek lafızla
olmayışına delalet ediyor. Nitekim onun beyanını bundan sonraki cevabta, Kurtubi’nin el-
Mefhem’deki kelamında göreceksin.
Bilki ibn-i Abbas’tan onun, tek ağızla üçün bir olduğuna fetva verdiği sabit olmadı. Ve
Ebu Davud’un Hammad b. Zeyd yoluyla Eyub’tan, ikrime’den, ibn-i Abbas’tan rivayet ettiği
şu söü:Tek ağızla, sen üç olarak boşsun, dediğinde o tektir.
Ebu Davud’un kendisinin ismail b. İbrahim yoluyla Eyub’tan, ikrime’den şu rivayet
ettiğine çelişiktir:Bu ikrime’ni görüşündendir, ibn-i Abbas’ın değil. ibn-i Abas’ın onu bir
değil üç olarak kıldığı hususunda; hafızların ismail’e muvafakkatlarından dolayı, ismail b.
ibrahim’in rivayeti, Hammad’ın rivayetine tercih ediliyor.
Beşinci Cevabızayıf olduğu iddiasıdır. Onu zayıflatmaya çalışanlardan bazıları ibnü’l-
Arabi el-Maliki, ibn-i Abdülbirr, Kurtubi
İbnü’l-Arabi el-Maliki dedi ki:Ahır zamanda bir topluluk hata yapıp dedilerki:Tek kelimede
üç talak gerekmez. Onu tek kıldılar, ilk selefe nisbet edip onu Ali, Zübeyr, Abdurrahman b.
Auf, ibn-i Mes’ud v ibn-i Abbas’tan aktardılar. Onu zayıf konumlu, derecesi bilinmeyen
Haccac b. Erta’ya dayandırdılar. Bu konuda asılsız bir hadis rivayet ettiler. Ehlü’l
-Mesail’den bir gurup yoldan saptıda bidatçinin hevasına uydular. Dedilerki:Sen üç olarak
boşsun sözü yalandır. Çünkü üç olarak boşamadı. Nitekim0Üç olarak boşadım, derse
sadece bir talak boşamış olur. Ve nitekim:Üç olarak yemin ediyorum, derse tek yemin olur.
Uzak ülkeleri dolaştım, islam alimleri ve tümü sadık olan mezhep sahibleri ile
karşılaştım. bu mesle hakkında bir haber duymadım, onunla ilgili bir eser hissetmedim.
sadece mut’a nikahını caiz gören, talakın vakı’ olmadığını düşünen Şi’a hariç. bunun içinde
ibn-i Sükre el-Haşimi onlar hakkında dediki:
.........................................
........................................
.......................................................
İslam alimleri ve ahkam konusunda yetkili kişiler; bazılarının görüşünde haram,
diğerlerinin görüşünde bid’at bile olsa, lazım olduğu husunuda ittifak ettiler.
İslam ilmi ve din alimi o dertliler nerde. Muhammed b. İsmail el,Buhari Sahhi’inde
demiştir ki:“Üç talakın caiz olması kısmı” Allah’ın (Talak ikidir)sözünden dolayı.
Lian hadisini zikretti:Peygamber (s.a.v) ona emretmeden önce karısını üç talakla boşadı.
Nebi (s.a.v) de ne aleyhine değiştirdi nede batıllığını ikrar etti. Çünkü ayırmasında
kendisinin olan genişliği birleştirdi. Şeriatta onun hükmünü gerektirdi. Sahabeye nisbet
ettiği işe katışıksız yalandır. Ne kitapta ne de kendisinin herhangi kimseden rivayetinde aslı
yoktur.
Malik’in Muvatta’ına Ali’den koyduğuna göre, haram olan, tek kelimede lazım olan üçtür.
Bu onun manasındadır, açıkladığında nasıl olur. Haccac b. Erta’nın hadisi ise dinde makbul
edğildir, hiç bir imamın yanında da yoktur. Eğer; Müslim’in Sahihi’inde ibn-i Abbas’tan
vacdır ve ebu’s-Sehba’nın mezkur hadisi zikredildi, denilse, derizki:Bu beş açıdan onunla
ilgili değildir:
Birincisi: O, sıhatinde ihtilaf edilen bir hadistir, ümetin icma’ına nasıl takdim edilir. Taiin
derecesinden düşük bir kaimden başka hiç kimseden bu meselede herhagi bir hilaf
bilinmedi. Üçün luzumuna dair ittifakın üzerinden iki kerim asır geçmiştir. Bunu onlardan
herhangi birindn rivayet etseler, onların sizden kabul ettiklerinin dışında onlardan kabul
edilmez:Adl olan adl olandan nakletti. Bu meselenin seleften herhangi birisine nisbet
edildiğini asla görmezsin.
İkincisi:Bu hadis sadece Tavusyoluyla ve sadece ibn-i Abbas’tan rivayet edildi.
Sahabeden sadece bir kişinin ve onlardan da sadece bir kişinin rivayet ettiği şey nasıl
kabul edilir?Nasıl bütün sahabeden gizli kaldı da ibn-i Abbas’tan başkası onda sustu?Nasıl,
Tavus’un dışındaki ibn-i Abbas’ın ashabına gizli kaldı?İbnü’l-Arabi’den aktarım bitti. İbn-i
Abdulbirr dediki:Taus’un rivayeti vehmdir, yanlıştır. Mağrib, Maşrık, ırak, Şam ve Hicazdaki
büyük şehir fukahalarından hiç kimse onu farketmedi.
Denilmiştir ki, ebu’s,Sehba’, İbn-i Abbas’ı bilmiyor.
Kaydedicisi dediki, bunun gibisi ile bu hadisin zayıflığı isbat edilmez. Çünkü ma’mer, ibn-
i Cerih gibi imamlar, onu imam olarak ibn-i Tavus’tan rivayet ettiler. İbrahim b. Meysesede
onu Tavus’tan rivayet etti. O sikadır, hafızdır. Sadece bir kişi kendisinden rivayet etmişse,
bilgi Sahabenin tek kalması (rivayete) zarar vermez, Nitekim meraki, Elfiyesinde buna
işaret etmiştir:
Yani:Şeyhan, Müseyyeb b. Hüzn’ün hadisini çıkardı. Ondan da oğlu, said dışında kimse
rivayet etmedi.
Buhari, Amr b. Teğallüb en-Nemri’nin hadisini çıkardı. Denilirki Abdiden sadece hasan el-
Basri rivayet etti. Bu onun muradıdır, ibn-i Ebu Hatim, Hakem b. el-A’rec’n de Amrb.
Teğallüb’ten rivayet ettiğini zikretmiştir. Onu ibn-i Hacer, ibn-i Abdülbirr ve diğerleri de
söyledi.
Özetle; Tavus’un hadisi, Müslim’in Sahih’inde sahih bir senetle sabittir. Böyle olduğu
sürece, açık bir emirle olmak dışında zayıflatılması, mümkün değildir.Evet, biri şöyle
diyebilir: Ahad haber, naklinin gerekçeleri olurda bir yada bir kaç kişi onu naklederse bu
onu sahih olmadığına delalet eder. Gerekçelerin çok olmasının yönü, onun tevatüren
naklini ve meşhurluğu gerektirir. Meşhur olmasının yönü, onun tevatüren naklini ve
meşhurluğu gerektirir. Meşhur olmaması, vaki olmadığna delalettir. Çünkü lazımın
olumsuzlanması melzumun olumsuzlanmasını gerektirr. Bu, usulde kararlaştırılmış bir
kaidedir. Meraki’de es,Suud, haberin sahih olmadığına hüküm noktasında atıf olarak şu
sözü ile işaret etti:
......................
........................
Birden çok usulcü bunu kesin dille ifade etmişler. Cem’ul -Cevamini sahibi, haberin
sıhhatsizliği noktasındaki kesin ifadedeye atfen dediki; reddedenin hilafına olarak nakline
gerekçelrein çok olması noktasında nakledilen haberin ahad olmasıdır.
İbn-i Hacib, muhtasarı el,usuli’de bir mesele söylemiştir:Nakline gerekçelerin arttığı bir
şeyde birisi tek kaldığında, halk ta ona çok müşareket etmiştir. Tıpkı, Şia’nın hılafına
olarak, birisi bir şehir de hatibin minber üzerinde katli konusunda tek başına kalırsa o
kesinlikle yalancıdır. ondan amaç noktasında aktarım bitti. Meselede, usulde bilinen
münakaşalar ve cevapları vardır.
Kaydedicisi dediki: Şüphesiz ki tavus’un mezku hadisinin manasının, üçün tek lafızla
olduğu şeklindeki görüşe göre bu (mana) Nebi (s.a.v), Ebubekir dönemleri ve Ömer’in
hilafetinin başlarnıda bir kılıyrdu. Sonrada Ömer, Rasululah (s.a.v)’inve Ebu Bekir
zamanıdakimüslümanların üzerinde bulundukların değiştirdi. Sahabenin genil yada tümü
de bunu biliyorlar. Rasululah (s.av) ve ondan sonraki müslümanların üzerinede
bulunduklarının naklinin gerekçeleri o kadar çoktur ki inkarı mümkün değildir. Çünkü
Ömerin gerçekleştirdiği değişiklik, sahabenin tümünün buna sükut etmesi ve bunu sadece
ibn-i Abbasın nakletmiş olması apaçık bir şekilde iki durumdan birine delalet ediyor:Birisi,
Tavus’un ibn-i Abbas’tan irvayet etitği hadisin manasının tek lafızla olduğu değil, akisne,
daha önce de takdim ettiğimiz gibi, tek vakitte üç lafızla olduğudur. Nitekim Nesai de bunu
kesin dille ifade etmiş Nevevi, Kurtubi ve Bin,i Sarih te doğrulamşılardır. Bunda bir problem
yoktur. Çünkü Ömer’i hükmü değiştirmesi, kasıtlarını değiştirmeye mebnidir. Peygamber
(s.a.v) de buyurdular ki:“Ameller ancak niyetlere göredir ve kişiye de sadece niyet ettiği
vardır” Bir kimse sen boşsun, sen boşsun, sen boşsun der de te’kid kastederse bu birdir.
Her biri ile ayrı bir boşamayı kastederse bu üçtür.
İki telafuz edenin niyetlerinin farklılığından dolayı tek lafzın göndermelerinin farklı
olması, nebi (s.a.v)’in “Kişiye de sadece niyet ettiği vardır” söz gereğince problem teşkil
etmiz.
İkincisi: Naklinin gerekçelerinin çok olmasıyla beraber ahad olarak nakledilmesinden
ötürü hadisin sıhhatine hükmedilmemiş olması.
Birincisi, ikincisinden daha evla ve daha hafiftir. Kurtubi, el-Mefhem fi’l-Kelam’da
Tavus’un mezkur hadisi üzerine dediki:Siyani gerektiriyor. Bunun gibisinde adet olan
hükmün ifşa edilmesi ve yayılmasıdır. Öyleyse onda tek tek nasıl yalnızkalındı?dediki:Bu
yön, onun zahiriyle amel etmemeyi gerektiriyor, eğer kesinti (kat) batıllığını
gerektirmiyorsa. İbn-i Hacer’in Fethu’l-Bari’de kendisinden aktarım yolu ile ondan aktarım
bitti. Gördüğün gibi o da usulde karalaştırılana göre gerçekten güçlüdür.
Cevab: Altıncısı ibn-i Abbas (r.a) ın hadisinden o da, rükane’nin hadisnde takdim
ettiğimiz gibi, hadisetki üç lafzının hamlinin elbette ondan murad olduğudur. O, ibn,i
Abbas’ın da rivayetindendir. Hafız ibn-i Hcer Fethu’l,Bari’de, bu cevabı zikrettikten sonra
şunları söyledi:
O kaviydir ve buhari’nin bu bab’a, kesinlikle kendisinde olan eserleri koyması onu te’yid
ediyor. Kendisine üç olduğu açıklaması olan hadisler de (onu teyid ediyor) Sanki o, ikisi
arasındaki farksızlığa ve elbettenin, söylendiğinde üçe hamledildiğinde işaret ediyor.
Ancak, boşayan bir kastederse kabul edilir. Bazı ravileri sanki, elbette lafzını üçe
hamletmişler, ikisi arasındaki eşitliğin meşhurluğundan ötürü. Bunun üzerine de onu üç
lafzı ile rivayet etti. Murad ise sadece lebette lafzıdır. Birinci asırda, elbette lafzı ile bir
kastetim diyeni kabul ediyorlardı. Ömer’in döneminde ise üç, hükmün zahirine geçilirdi.
FEthu’l-Bari’den aktarım bitti. Görüldüğü üzere bu bağlamda da yaklaşılabilir.Kimileri üçün
tek oludğu lüzümünü zikretti. Kimisi de, bütün mezhebini kendisiyle tashih etmek için,
teorik sebeplerden, lüzümsuzluğunu ifade etti. Sözü bonunla uzatmadık. Çünkü zahir,
bütün bunların sükutudur. Ve bu meselenin nakil açısından tahkiki olmadığında, akıl
açısından mümkün olmaz. Sen üç olarak boşsun (lafzının), eğer ona (kadına) tek lafızla
yemin ettirse caiz olmaz noktasındaki lian yeminlerine kıyası, farıkın (ayırıcının) varlığı ile
beraber kıyastır.
Çünkü kim lia ayetindeki mezkur dört şahitten biri eli yetinirse, alimlerin icmaına göre
sanki aslen birşey getirmemiş gibidir. Üç talakın hilafına olarak kim ondan sadece biri ile
yetinirse bütün olarak itibar edilir ve bütün olarak iddetin bitmesi ile onlarla mesafe elde
edilir.
Yedinci Cevab:Bazılarının zikrettiğine göre, Tavus’un mezkur hadisinde Nebi (s.a.v)’in
bunu bilip te ikrar etitği (hususu)yoktur. Delil sadece onu bilip ikrar etitği şeydedir,
bilmediğinde değil. Kaydedicisi dediki, bu cevabın zayıflığı gizlenemez. Çünkü
muhaddislerin ve usülcülerin çoğunluğuna göre sahabenin Peygamber (s.a.v) dönemine
isnad ettiği merfu’hükmündedir, Peygamber (s.a.v)’e ulaştığını ve o’nun (s.a.v) ikrar
ettiğini açıklamazsa bile.
Sekizinci Cevabı ibn-i Abbas’ın mezkur hadisinin hassaten ona girmediği çünkü eğer
kadına sen boşsun derselafzın mücerredi ile kesin boşanır. Üç olarak derse üç lafzı
gerçekleşmez, öncesindeki mesafenin vukuundan dolayı. Bu görüşün dehli,Ebu Davudun ki
gibi bazı rivayetlerde, ona girmeyen ile sınırlama vardır. Usulde kaidedir, mutlak
mukayyede hamledilir. Özellikle de, burdaki gibi, hüküm ve sebeb birleşirse. Es-Suud,
Meraki’de dediki:
Babamın -Allah ona rahmet etsin,Zikrettiğine göre ıtlak ve sınırlandırma (takyid) sadece
iki hadistedir. İki yoldan hadisin birinde adlin ziyadesinden olup merduttur. Çünkü aleyhine
delil yoktur:
Ve o ulemanın çoğunluğunun kelamının zahirine muhaliftir. İkisi arasında hiçbir fark
yoktur. Şevkani’nin Neylü’l-Evtar’da zikrettiğine göre, kendisinde duhülsüzlük sınırlaması
olan Ebu Davud’un rivayeti genel rivayetlerin ferdlerinden biridir.
Genelin bazı fertlerinin genelin hükmü ile zikredilmesi onu özgülemez. Zahir olmaz,
çünkü bu mesele mutlak,Mukayyed meselelerindendir, ammın ferdlerinin bazılarının zikri
meselesi değildir. Müslim’in çıkardığı rivayetler duhülsüzlük kaydından bağımsızdır. Usulde
de kaidedir, mutlak mukayyede hamledilir. Özellikle de burda olduğu gibi hüküm ile sebeb
birleşirse. Evet, denilebilir ki Ebu Daud’un mezkur rivayetindeki ibn-i Abbas’ın kelamı
Ebu’s-Sehba’ın sorusu üzerine variddir. Ebu’s,Sehba’da sadece ona girmeyenleri sordu.
İbn-i Abbas’ın cevabı ona mefhumu muhalif değildir. Çünkü cevabın soruya mutabakatı için
sadece ona girmeyen has kıldı. Usülde kaidedir; hitabın delilinin itibarının yani mefhum-u
muhalifin mani’lerinden biride kelamın soruya cevab olarak varid oluşudur. Çünkü
mantükun soruya mutabakat için zikir ile tahsisi, mefhumun hükmüün mantuktan
çıkarılıyor oluşunu belirleyemez es- suud meraki’de, mefhum,u muhalifin itibarının zikrinde
şu sözü ile buna işaret etti:
Takdim etmişizdir ki Ebu Davud’un Eyub es-Sahtiyani’den, birden çok kişiden, Tavus’tan
yaptığı mezkur rivayet, ki oda Ebu Davud’unkendilerinden rivayet ettiklerinin mechul
oldukları noktasında açıktır. Kim olduğu bilinmeyenin rivayeti ile hüküm sahih olmaz.
Bunun içinde Nevevi Müslim’in şerhinde şunları söylemiştir:Ebu Daud’un bu rivayeti ise
zayıftır. Ona Eyub mechül bir topluluktan, Taus’tan, ibn-i Abbas’tan rivayet etti. Onun delil
getirilmez Allah en iyi bilendir. Ondan aktarım bitti. Meziri, sünen-i Ebu Davud’un
Muhtasarında mezkur hadisi öne sürdükten sonra şunları söylemiştir. Tavus’tan rivayet
edenler mechuldurler. Ondan aktarım bitti. Gördüğün gibi ondaki, Tavus’tan rivayet
edenlerin bilinmezliğinden dolayı Ebu Davud’un rivayetinin zayıflığı açıktır. Allame ibnü’l-
Kayyim Zadü’l-Mead’da bu rivayetin lafzını öne sürdükten sonra şunları söylemiştir:
Bu hadisin lafzıdır ve o en sahhi isnadladır. Ondan aktarım bitti. Ona öncekilerle birlikte
bak. Bu, içindeki şer’i nasslarla birlikte alimlerin bu meseledeki sözlerinin özetidir.
Kaydedicisi dediki, bu meselede bize doğru gelen, imam şafii’nin vardığı şeydir. Ki buna
göre hak, iki şey arasında dönendir:Birisi, Tavus’un mezkur hadisinden muradın mezkur
hadisinden muradın mezkur üçün tek lafızla olmayışıdır. İkincisi:Eğer manası onun tek
lafızla olduğu şeklinde ise bu mensuhtur. Sahabe arasında onun neshi sadece ömer
zamanında bilindi. Nitekim onun benzeri mut’a nikahında vaki’ oldu. Şafii’den ise Beyhaki,
Sünen-i Kübra’da şunları nakl etmiştir:Eğer ibn-i Abbas’ın, Nebi (s.a.v) döneminde üçün bir
sayıldığı şeklindeki sözünün manası yani onun Rasululah’ın (s.a.v) emri ile olduğu şeklinde
idi ise, bu taktirde -Allah en iyi bilendir ,Şübhelenilen şey, ibn-i Abas’ın nesheden bir şeyin
olduğunu bilmiş olmasıdır. Denilse ki, bu söylediğine delalet eden nedir?Denilir ki, ibn-i
Abbas’ın nebi (s.a.v)’den bir şey rivyet edip sonrada ona, Nebi’den (s.a.v) kendisinde hilat
olduğunu bilmediği bir şeyle muhalefet etmiş olması (ndan) şübhelenilmez. Şeyh dediki,
ikrime’nin ibn-i Abbas’tan olan rivayeti neshe uğramıştır. Onda bu te’vilin sıhhhatine te’kid
vardır. Şafii dediki, denilse ki; belki de bu ömer’den rivayet edilen bir şeydir de onun
hakkında ibn-i Abbas Ömer’in sözü ile söylemiştir. Denilir ki, biliyoruz ki ibn,i Abbas Ömer’e
mut’a nikahı, dinarın iki dinarla satılması, annelerin evlatları satması ve diğerleri gibi
konularda muhalefet etti. Nebi (s.a.v)’den, dediğinde hilaf olduğunu rivayet ettiği bir şeyde
nasıl ona muvafakat eder?Ondan aktarım bitti. Hakkın mezkur iki druum arasında dönen
olduğu noktasındaki manası açıktır. Çünkü onun sözü, eğer ibn-i Abbas’ın sözünün sonuna
kadar manası, bunun dışındakinin muhtemil oludğuna ve mananın onun üç olduğuna
delalet ediyorsa Nebi (s.a.v)’in de onun bir kılınmasına muvafakat ettiğine delalet
ediyorsa, ona göre şüplendiren şeymansuh olmasıdır. Biz de diyoruz ki bize göre zahir olan
şey, Şafii’-Allah ona rahmet etsin-nin ded dediği gibi, hakkın iki durum arasındaki
devamıdır:
Tavus’un mezkür hadisinin manası, üçün tekbir lafızla değil aksine tek bir düzenle ayrık
lafızlarla olmasıdır. Sen boşsun, sen boşsun, sen boşsun gibi. Bu şekilde, inkar edilemez bir
şeklide üç talakın manasına lügat olarak giriyor. Özellikle de Ebu Davud’un çıkardığı ve
Allame ibnü’l-Kayyimin, isnadının en sahih isnad olduğunu söylediği rivayet üzerine. Onun
lafzı, Ebu’s,Sehba’ ibn-i Abbas’a dediki:Bilmedin mi ki adem karısını, onun yanına girmeden
önce üç kez boşadığında Nebi (s.a.v) ve Ebu Bekir döneminde ve Ömer’in hilafetinin
başlarında bir kıldılar?İbn-i Abbas dediki, evet. Nebi (s.a.v) ve Ebu Bekir döneminde ve
Ömer’in hilafetinin başlarında adam karısını onun yanına girmeden önce üç boşadığında
onu bir sayarlardı. İnsanların bunun ardınca gidebildiğini görünce dediki onlar vehne
düştüler. Bu rivayet onu üç olarak boşadı lafzı iledir. Ki o da üç ile ayrık oluşu nokatsında
lafızların en belirginidri. Nitekim allame ibnü’l-Kayyim Sahih’te sabit olan Aişe’nin hadisiyle
istidlalin reddi konusunda bunu kesin olarak dile getirmiştir. Zadü’l,Mead’da şunları
söylemiştir:Aişe’nin; bir adam karısını üç olarak boşadı. Bunun üzerine kadın evlendi. Nebi
(s.a.v)’e, birincisine helal olur mu, diye sorludu.
Dedi ki, onunla yatıncaya kadar hayır. şeklindeki hadisi ile istidlal etmeye gelince, bu
sizinle niza’laştığımız konu değildir. Evet o, ikinci akdin mücerredi ile yetinen için hüccettir.
Fakat onun üç talakı tek ağızla yaptığı hadisin neresinde var?Aksine hadis bizim için
delildir. Bunu üç olarak yaptı denilmiyor.Üç olarak, dedi. Ancak hadis bizim için
delildir.Bunu üç olarak yaptı denilmiyor. Üç olarak, dedi. Ancak kim yapar da birbiri ardınca
derse, Arap ve Acem dillerinde ma’kul olan budur. Nitekim; onu üç kez attı, ona üç defa
sövdü, ona üç defa selam verdi denilir. Ondan aktarım bitti. Bilmişsindir ki Ebu Davud’un
rivayetinin lafzı, Aişe’nin sahhite sabit olan, ibnü’l-Kayyim’in, üçün tek ağızla olduğuna
delalet etmediğini aksine onun delaletinin onun bütün milletlerin dillerinde belirlenmiş olan
ayrık lafızlarla olduğunu kesin olarak ifade ettiği lafzı ile muvafıktır. Beyhaki’nin Sünen-i
Kübra’da şu söyledikleri de onu te’yid ediyor:Ebu Yahya es-Saci’ye göre onun manası,
Bekr’e:Sen boşsun, sen boşsun, sen boşsun, bu bir idi. Ömer (r.a) onlara kızdı ve onu üç
kıldı.
Şeyh dediki, Eyub es,Sahtiyani’nin rivayeti bu te’vilin sıhhatine delalet ediyor. Ondan
aktarım bitit. Ebu DAvud’un çıkardığı Eyub’un mezkür rivayetinin ibnü’l-Kayyim’in kesin
olarak onun mezkur talakların tek ağızla olmadığını aksine birbiri ardınca vaki’ olduğunu
kesin dile ifade ettiği Aişe’nin hadisi ile mutabıktır. O da zikrettiğimiz şeylerde gerçekten
gerçekten açıktır. Onu yine Beyhaki’nin ibn-i Abbas’tan, onun ardarda lafızlarla olsa bile
tek olduğu şeklinde naklettiği de te’yid ediyor. Tek lafızla olsa bile o üçtür. Ki o da tartışma
noktasında açıktır. Tek olan üçün müteaddid lafızlarla söylenen olduğu açılanmıştır.
Çünkü o birinci siğaya tekiddir. Sünen-i Kübra’da Beyhaki şunları anlattı:Şeyh dediki,
artarda üç kez boşadığında, irade etmiş olması şübhelidir. Cabir b. Yezid Şa’bi’den, ibn-i
Abbas’tan; yanına girmeden önce karısını üç kez boşayan adam hakkında irvayet etti.
Dediki, elinde olan bir akit idi. onu bütün olarak gönderdi. Art arda olduğunda hiç bir şey
değildir. Süfyan es-Sevri dediki; art arda yani, sen boşsun sen boşsun, sen boşsun. O
birincisi ile açıklanır. İkrime’den, ibn-i Abbas’tan buna delalet eden rivayet edildi. Ondan
aktarım bitti. Bunlar; tavus’un hadisindeki üçün tek lafızla değil aksine, ayrık lafızlarla
söylendiğine dair açık delillerdir. Nitekim imam Nesai bunu kesin dille ifade etti, Nevevi,
Kurtubi, ibn-i Sarih ve Ebu Yahya es,saci de o onu tashih ettiler. Onu Beyhaki, Şa’bi’den,
ibn-i Abbas’tan ve ikrime’den,ibn-i Abbas’tan zikretti. İbn-i Kayyim’in tashih ettiği Eyub’un
rivayeti de onu te’yid ediyor. Nitekim Beyhaki de onu zikretti.
Bizde daha önce onu açıkladık. Ne var ki Tavus’un mezkur hadisinde ki mezkur üçün tek
lafızla olduğunu belirleyen delil yoktur. Ne dil, ne örf, ne şeriat ve ne de akıl açısından.
Çünkü Tavus’un hadisinin rivayetlerine mezkur üçün tek lafızla vaki olduğuna dair açıklama
yoktur. Yalın üç lafzı, üç talak yada üç talakla lafzı onun tek lafızla olduğuna delalet etmez.
Gördüğün gibi ayrık lafızlarla vaki’ üç hakkındaki bu ibarelerin tümü doğrudur. Biz bunda
iyi ile kötünün ve bir zamanla diğer bir zamanın arasını ayırmıyoruz. Biz sadece te’kid niyet
edenle te’sis niyet edenin arasını ayırırız. İkisinin arasındaki fark inkar edilemez. Ve diyoruz
ki, görünüyor ki Ömer’in arasındaki fark inkar edilemez. Ve diyoruz ki, görünüyor ki ömer’in
yaptığı şey sadece kendi zamanında te’sis kastının arttığını kendinden önceki zamanda ise
genelde te’kid kasdı olduğunu öğrendiğinde (bunu yaptı). nitekim bunu takdim ettik.
Söyleyenlerinin kasdının değişmesinden dolayı lafzın manasının değişmesinde herhangi bir
problem yoktur. Gördüğün gibi bu vechin değişmesinde herhangi bir problem yoktur.
Gördüğün gibi bu vechin kuvveti, yönü ve dildeki cereyanı onda problemin olmayışı iledir.
Ve Ebu Davud’un çıkardığı Eyub’un rivayetinin lafzı ile hep birliktedir.
Allame ibnü’l-Kayyim dediki, o Aişe’nin sahihayn’de sabit olan, hakkında Nebi (s.a.v)’in,
birincisi ile yattığı gibi ikincisi ile bareber olmadıkça birincisine helal olmaz şeklinde
açıklaması olan hadisin lafzı ile mutabıktır. Bununla da; Aişe’nin hadisindeki üçün uzun
aralıklı vakitlerde ayrık kılınışını, Tausun hadisinde de onun tek lafızla kılınışını
öğreniyorsun. Ebu Davud’un rivayetinde metnin lafzının birleştirilmesi ile ve üçün bire
doğru birleştirilmesini reddini savunanlar ile kendesinin herhangi bir vechi olmayan bir
ayrımdır. Manada Ebu Davud’un irvayeit ile onun dışındaki Taus’un hadisini rivayetleri
arasında herhangi bir fark görmüyorlar.
Üçün bire inmesinin reddini savunanlara bizde diyoruz ki; Aişenin ve Tavus’un
hadisindeki üçün manası ya birleşiktir yada ayrıktır.
Eğer bitişik ise bu taktirde Aişe’nin hadisi muttefekun aleyptir ve o takdime daha
evladır. Onda da bu üçün onu haram kıldığı, bir erkekle evlenmeden de helal olmayacağı
açıklaması vardır. Eğer ayrık ise, tartışma noktasında Tavus’un hadrisinde sizin hiç bir
deliliniz yoktur. Çünkü tartışma, üçün tek lafızla olması hüsusunadır. Aişe’nin hadisinde üçü
ayrık, Tavus’un hadisinde de bitişik kılmanıza gelince onun ne lehine bir vechi ne de
aleyhine bir delil yoktur. Özelliklede onun bazı rivayetlerinin lafzı, Aişe’nin hadisinin lafzına
mutabıktır. ve siz de üçün ayrık değil bitişik oluşu açısından rivayetlerini lafızlarının
manaları arasında bir fark görmüyorsunuz.
Tavus’un hadisinin manasına göre Rasululah (s.a.v) ve Ebu Bekir’in döneminde bir
kılınan üçe gelince o, tek lafızla toplanmıştır. O, buna göre, neshi belirliyor. Nitekim Ebu
Davud bunu kesin dille ifade etmiştir. İbn-i Hacer’de Fethu’l,Bari’de bunu kesin olarak ifade
etmiştir. Takdim etitğimiz gibi o, Şafii’nin de görüşüdür. Alimlerin bir çoğu da bunu
söylemiştir.
Üçün bir kılınmasından murad olduğunu ifade eden neshe delalet eden nasları
görmüşsündür. o; ayrık bile olsa, kendisinde üç ile bir arasında farkın olmadığı bir
zamandadır. Gerekçesi, yüz boşamadan sonra bile olsa, dönüşün cevasıdır. Önce ayrık idi.
Ebu Bekir zamanıda onu yapandan murad kendisine nesh ulaşmayan kişi olmasıdır. ömer
zamanıd ise nesh herkesçe bilindi. Benzerinin mut’a nikahında vaki’olması açıklaması
bunun gibisin (uygulaması bir’den onun, Nebi (s.a.v) ve Ebu Bekir döneminde ve Ömer’in
zamanının bir kısnıda yapıldığını rivayet etti. Dediki:Ömer bizi ondan nehyetti. Bu şeki,
üçün bir kılınmasında vaki’ olandır. nesh, ikisinin her birinde sabittir. Gördüğün gibi
ikisinden birinin mümkün diğerinin mümkün olmadığı iddiası oldukça geçersizdir. Çünkü
onların her birinde Müslim Sahihinde yüce sahabiden rivayet etti. Bununla ilgili mesele
Nebi (s.a.v) ve Ebu Bekir döneminde ve ömer döneminin başlarında uygulanıyordu. Sonra
ömer onun hükmünü değiştirdi. nesh ikisinden her birinde sabittir. Bu iki durumdan
başkasında denilmesine gerek yoktur. Çünkü Ömer b. Hattab (r.a), Abdullah b. Abbas (r.a)
ve Rasulluah (s.a.v)’in sahabesinden bir grubun nebi (s.a.v)’in getirdiğini terkettikleri ve
bilerek, kendiliklerinden ona muhalif bir şey getirdikleri şeklindeki bir duruma nisbet
edilmeleri uygun değildir. Malüm durki bu şüphesiz batıldır.
Birden çok alim sahabenin, Ömer zamanında üç talakın bir defada uygulanması
konusunda icma ettiklerini anlatmışlardır.
Açıktır ki bu icmayı iddia edenin muradı sukuti icma’dır. Ne va ki bazı alimler bu kondua
sahabe ve taiinden bir grubun buna hilaf ettiğini zikrettiler. Ebu Bekir b. arabi şu görüşteki
sözlerini takdim etmişizdir:bunun bazı sahabeye nisbet edilmesi katıksız yalandır. Onlardan
hiç kimseden, üçü tek lafızla bir kıldığı sabit olmadı. Büyük alimlerden bazısı Ömer’in,
onlara ceza olarak üçü birleşik kıldığını zikretti. Oysa bilinir ki bu Peygamber (s.a.v)’in ve
Ebu Bekir dönemindeki müslümanların uyguladıklarına aykırıdır. İspatsızlığı açıktır. Çünkü
Ömer’in, Peygamber’in (s.a.v) helaf kıldığını haram kılması, mümkün değildir. Rasulullah
(s.a.v)’in dönüş cevazı ile bunu mubah kıldığını bilmesin rağmen, beynünetü’l-Kübra ile
onu men’etmeye kalkışması doğru olmaz. Allah Teala buyuruyor ki:(Rasul size ne verdiyse
onu alın). Ve buyuroyurki:(Allah size izin verdi. Allah’a iftira mı ediyorsunuz?) Ve
buyuruyorki:(Yoksa kendilerinin, Alah’ın izin vermediği şeyleri dinde vaz’eden ortakları mı
var?)
Talaktan caiz olmayanı yapanın cezası hakkında Ömer’den rivayet edilen şer’i ta’zirdir.
Darb gibi. Mubahın haram kılınması ise ta’zaratın çeşitlerinden değildir. Çünkü o Allah’ın
kendisine helal kıldığını haram ve kendisine raharam kıldığını mübah kılma sonucuna
varmıştır. Çünkü eğer o (kadını), hakikatle kesin olarak boşamadığı halde boşamaya
zorlanırsa (kadın) başkasına helal olmaz. Çünkü kocası onu kendi isteği ile, hakimin hükmü
ve fetvası ile boşamadı. Hakikatte haram helal olmaz. Ümmü Seleme’nin muttefekun aleyh
olan hadisi buna delalet ediyor:“Hüküm lehine verilen kardeşinin hakkından hiç bir şey
almasın. Bu taktirde sanki ateşten bir parça almış olur.” Allah’ın şu sözü de buna işaret
ediyor: (Zeyd ondan (Zeyneb’ten) arzusuyla boşandıında onu sana nikahladık) Çünkü
bundan anlaşılıyor ki o arzusuyla onu boşamazsa, başkasına helal olmaz.
Hafız b. Hacer Fethu’l-Bari’de şunları söylemiştir:
Bu meselenin kendisinde vaki’ olduğu cümlenin benzerinin aynısı mut’a meselesinde
vaki’olanda vardır. Cabir’in sözünü kastediyorum:
O Rasululah (s.a.v) ve Ebu Bekir döneminde ve Ömer’in hilafetinin başlarında
uygulanıyordu. Dediki, sonra Ömer bizi ondan nehyetti biz de bir daha yapmadık. İki
konuda tercih edilen mut’anın haram kılınması ve Ömer zamanında üzerinde icma’
aktedildiğinden dolayı üçün düşürülmesidir.
Ömer zamanında herhangi kimsenin ikisinden herhangi birinde ona muhalefet ettiği
varid değildir. Onların icma’ları bir neshedicinin varlığına delalet etmiştir. Bundan önce
bazılarına gizli olsaydı bile Ömer zamanında hepsine aşikar oldu. Bu icma’dan sonra
muhalefet edenin feregatı bizden. Cumhura göre de itifaktan sonra ihtilaf ortaya çıkarana
itibar edilmez. Allah en iyi bilendir. Ondan aktarım bitti.
Bu meselenin özetinin sonucu ondaki araştırmanın üç yönden olduğudur:
Birincisi:Açık fiili yada kavli nassın delaleleti açısından.
İkincisi:Usul ve hadisilminin mesleği açısından.
Üçüncüsü:İlim ehlinin bu konudaki sözleri açısından. İlim ehlinin bu konduaki sözlerine
gelince açıktır ki, dört imam ve tabi’leri, sahabein tümü ve alimlerin çoğunluğuna göre tek
lafızla üç bir defada gerçekleşir. Birden çok kişi de bu konuda sahabe ve diğerlerinin
icma’ını iddia etti.
Nebi (s.a.v)’in fiil yada sözünden açık bir nass olmasına gelince, Rasululah (s.a.v)’in ne
fiil ne de lafzından, üçün bir kılınmasına delalet eden bir şey sabit olmadı. Rakane’nin
talakı kıssasında onun kesin olarak tek lafızla olduğu şeklinde rivayet edilenin isbatına dah
önce değinilmiştir. Nebi de onu istediği şeye sadece bir defa yemin ettirdi. Tek lafızla
birden çok gerekmeseydi, ona yemin ettirmesi manen olmazdı. ibn-i Ömer’in
Darekutni’deki hadisined onu şöyel dediği aktarılmıştır:Ey Allah’ın Rasülü, eğer onu üç kez
boşarsam onu tekrar almak bana helal olurmu?Hayır, dedi. O senden kesin olarak
uzaklaşmıştır. Na’siyet olur.
Takdim etmişizdir ki onun isnadında Ata el-Horosani ve Şuaybb. Züreyk eş-Şami vardır.
Ve takdim etmişizdir ki zikredilen Ata Müslim’in adamlarındandır. Mezku Şu’ayb
hakkındada ibn-i hacer et-Takrib’te dediki, hata eden bir doğrucudur.
İbn-i Ömer’in bu hadisi, Sahih’te ibn-i Ömer’den sabit olanla destekleniyor. Ki buna göre
o dediki:Eğer onu üç ke boşarsan, senden başka bir koa ile evleninceye kada sana haram
olur. Ve sen Allah’ın, eşinin talakı konusunda sana emrettiğine isyan ettin.
Özellikle de hakim’in görüşüne göre:O merfu’dur ve ondan önce Ruka’nenni andı
hakkındaki hadisi, Hasan b. Ali’nin Beyhaki ve Taberani’de geçen hadisi, Sehlb. Saidi’nin
uveymir ve eşi hakkında Sahih’te sabit olan hadisi, özelilke de, Rasulullah (s.a.v) onu yani
birleşik üçü uyguladı rivayeti ve daha önce geçen diğer hadislerle destekleniyor.
Takdim etmisizdir ki (geliş) yollarının ve tartışma noktalarının çokluğu onun bir aslının
olduğuna ve birbirini güçlendirdiğine delalet ediyor. Böylece hepsi delil olarak ortaya
atılmaya uygun olur. Özelliklede bazısını bazı alimler sahih bazıları da hasen görmüştür.
Rükanenin geçen hadisi gibi. Biliyorsundur ki Davud b. Hasin’in hadisinde sübütunun
taktirine herhangi bir delil yoktur. Nebi (s.a.v)’den sarih lafızla rivayet edilenleri tahkik
edersen görürsün ki, üçün sadece birleşik olarak vaki olduğuna delalet ediyor. Bilesin ki
Allah’ın kitabında üçün birdefada vaki’olmadığına delalet eden bir şey yoktur. Çünkü onda
birleşik üçün zikrinin bulunduğu daha doğrusu lüzümsuzluğunu açıklayan ayet yoktur.
Nevevi ve diğerlerinden takdim etmişizdir ki alimler, üçün bir defada vaki’ olduğu
hususunda şu ayetle istidlal ettiler:(Bu Allah’ın hudududur, onu aşmayın. Kim Allah’ın
hududunu çiğnerse o, nefsine zulmetmiştir. Ne bilirsin, belki Allah bundan sonra bir durum
ihdas eder) Dediler ki manası:Kesin ayrılığın vukuundan dolayı boşayan pişman olabilir de
bu taktirde onu sürdüremez. Eğer üç vaki’ olmasaydı onun talakı sadece ric’i olarak vaki’
olurdu da bu taktirde pişman olmazdı.
İbn-i Abbas’tan sabit olanı takdim etmişizdir. Ki buna göre onun birleşik olması lazımdır
ve bu, ayetin manasının içinde vardır.
O da gerçekten açıktır. Böylece açıklanmış oluyor ki o ne Allah’ın kitabında ne de Nebi
(s.a.v)’in sözünün açıklamasında yada üçün vaki’ olmadığına delalet eden fiilinde yoktur.
Usul ve hadis ilminin mesleği açısından (meseleye bakmaya) gelince, Müslim’in ibn-i
Abbas’ın geçen hadisinden çıkardığının ref’i hükmü vardır. Çünkü sahabinin, Nebi (s.a.v)
zamanında böyle idi sözünün bütün muhaddisler ve usulcüler nezdinde ref’hükmü vardır.
Ondan cevabın vecihlerini izahla öğrenmişsindi ve üçten osnra geri dönüşün neshini
açıklayan rivayetleri görmüşsündür. Ve takdim etmişizdir ki Tavus’un Mülim’de mezkur ibn-i
Abbas’tan olan irvayetlerinde üç talakın tek lafızla olduğu yönünde herhangi bir açıklama
yoktur. Ve yine takdim etmişizdir ki bazı rivayetleri, Aişe’nin Sahih’te sabit olan hadisinin
lafızlarına muvafıktır. İkisi arasında herhangi bir fark yoktur. Üçün birleşik olduğu üzerine
hamletmede Aişe’nin hadisi daha sahihtir. Ve onda, bu boşanmış kadının başka bir kocadan
önce helal olmadığı açıklaması vardır. Onun ayrık lafızlarla olduğu önce helal olmadığı
açıklaması vardır. Onun ayrık lafızlarla olduğu üzerine hamli ise bu taktirde Tavus’un ibn-i
Abbas’tan olan hadisinde tartışma noktasına dair herhangi bir delil yoktur. Denilse ki, siz
bir kere diyorsunuz ki:İbn-i Abbas’ın hadisi mensuhtur. Bir kere de diyorsunuz ki:Onun
manası onların tek lafızla değil, ayrık lafızlarla olduğudur. Cevab; her iki sözümüzün
manası: Tavus’un hadisineki talakların tek lafızla oluşu belilenemez. Onların tek lafızla
olduğunu farzetsek bile onun tek kılınması mensuhtur. Bu, bu meselede bizce zahir olandır.
allah en iyi bilendir. İlmin nisbeti o’nadır.
Allah’ın sözü:(Ya güzelilkle tutmak yada iyilikle salıvermek)Ne bu ayette ne de diğer
talak ayetlerinde talakın sadece erkeğin elinde oluşunun hikmetini beyan etmedi. Fakat
başka yerde açıkladiki bunun hikmeti kadının, nutfenin ekildiği tarla olduğudur.
Tohumun toprağa ekimesi gibi.
Tarlasının ziraate elverişli olmadığını görenin, hikmet gereği, onda ekime zorlanmaması
ve ziraati için elverişli olan tarlayı seçmek için onu terketmesi gerekir.
Bu, Allah’ın şu sözündedir:(Kadınlarınız sizin tarlanızdır)Nitekim izahı, daha önce
geçmişti.
Allah’ın sözü:(Onlara verdiklerinizden bir şey geri almanız, size helal değildir. Şayet
erkek vekadın, Allah’ın sınırlarında duramayacaklarından korkarsa başka. Eğer onların,
Allah’ın sınırlarında durmayacaklarından korkarsanız, o zaman kadının (ayrılmak için)
verdiği fidyede (hakkından vazgeçmesinde) ikisine de bir günah yoktur. işte bunlar Allah’ın
sınırlarıdır, sakın bunları aşmayın. Kim Allahın hududunu aşarsa işte onlar zalimlerdir.) Bu
ayeti kerimede açıkladı ki kocaya, karısına verdiğinden geri dönmesi helal olmaz. Meğer ki
bşama uğrunda olsun. Eğer Allah’ın, aralarındaki hududunu ikame edemeyceklerinden
korkarlarsa bu taktirde malından ferağat etmeden onlara herhangi bir günah yoktur.
Yani :Kadının vermesi, erkeğinde almasında herhangi bir günah yoktur.
Başka bir yerde de kocaların, verilen bir kantar da olsa, eşlerine verdiklerini geri
almalarının yasak olduğunu açıkladı. Onun almasının da bühtan ve açık bir günah
olduğunu beyan etti. Onun bir şey almasını engelleyen sebebin de kadınla birleşmenin
sonucu olduğunu açıkladı. bu Allah’ın şu sözündedir: (Eğer siz bir eşi başka bir eşele
değiştirmek istiyorsanız ve onlardan birine bir kıntar vermişseniz bu taktirde ondan bir şey
almayın. onu iftira ve apaçık bir günah olarak alacak mısınız. Birbirinzle haşir-neşir
olmuşken ve kadınlar sizden ağır bir söz almışken onu nasıl alırsınız)Başka bir yerdede
bundan nehyetmenin mahalinin, kadının kendi isteği ile olmaması olduğunu açıkladı. Bu,
Allah’ın şu sözündedir:(O maldan kadınlar size gönül hoşluğu ile bir şey bırakırlarsa onu
afiyetle yeyin). Buna şu sözü ile de işaret etit:(Paydan sonra karlışıklı rızalaştığınız şey de
size herhangi bir günah yoktur).
Uyarı:ibn-i Abbas bu ayeti kiremiden hal’in fesh olduğunu, talak sayılmadığını çıkardı.
Çünkü Allah buyurdu ki:(Talak ikidir) Sonra da şu sözü ile hal’i zikretti (Kadınnı fidye olarak
verdiğinde, ikisine herhangi bir güna h yoktur)Ona üç talak olarak itibar etmedi. Sonra üç
talakı şu sözü ile zikretti:(Kadını boşarsa, bundan sonra ona helal olmaz)
Bununlada ikrime ve Tavus dedi ki, o osman b Affan ve ibn-i Ömer’in rivayetidir, ishakb.
Rahe veyh, Ebu Sevr ve Davud b. Ali ezzahiri’nin de sözüdür. Nitekim bunu onlardan ibn-i
Kesir ve diğerleri nakletti. Ve o şafii’nin eski görüşü, Ahmed’den olan iki rivayetten biridir.
Kaydedicisi dediki, hal’in talak sayılmadığı noktasında bu ayetle istidlal bana göre zahir
değildir. Gerekçesi de Nebi (s.a.v)den merfu’ olarak gelen, Allah’ın :(Ya da iyilik salıvermek)
sözünde mezkur olanın üç talak olduğu yönündeki açıklamadır. Ve oda mürseldir, hasendir.
Fethu’l-Bari’de dediki:Bu hadisi almak evladır. Çünkü o mürseldir, hasendir, Tabri’nin ibn-
i Abbas’ın hadisinden sahih bir senedle çıkardığı ile destekleniyor. Dediki:“Bir adam karısını
iki talakla boşarsa üçüncüsünde Allah’tan korksun. Ya onu tutar da arkadaşlığını iyileştirir,
yada onu serbest bırakırda hakkından herhangi bir şeyde kendisine zulmetmez.”
Hakkında sadece, Allah’ın hududunu ikamet etmeyeceklerinden korktuklarında
meşruiyetinin beyanı varid olan hal’gerekir. Çünkü üç talaktan sonra zikredildi. Eğer
boşarsa sözü, tekrarıdır. Allah’ın şu sözündeki üçten sonra ona lazım olan şeyleri
düzenlemek için:(Bundan sonra ona helal lomaz)Allah’ın: (Ya da iyilikle salıvermek)
sözünden, bundan dönüşsüzlük murad edildiğini çıkarabiliriz. Allah’ın : (Onu boşarsa, artık
ona helal olmaz) mezkur üç talaktan da hal’in talak sayılmadığının lüzümünu çıkarınız.
Çünkü Allah Teala hal’i, eşlere verilenden rücü’un menihen gamında zikretti. Ondan da caiz
şekli istisna etti. Bundan da onun talak olarak itibarsızlığı gerekez. Nitekim bu ayetin
siyasındanda zahirdir.
Hal’in bain talak olduğunu söyleyenlerden bir kısmı0Malik, Ebu Hanife, Şafiinin yeni
görüşü. Bunun benzeri Ömer, Ali, İbn-i Mes’ud ve ibn-i Ömer’den rivayet edilmiştir. Said b.
el-Müseyyib, Hasan, Ata, Şarih, ibrahim, Cabir b.Zeyd, Sevri, Evzai ve Ebu Osman el-
Beti’de bu görüşte. Nitekim bunu ibn-i Kesir ve diğerleri onlardan nakletti.
Ne varki Hanefiye’ye göre hal’ yapan, hal’ı ile bir veya iki talak niyet ettiğinde o, kesin
birdir. Üç kastederse, üçtür. Şaifii’nin hal’hakkında diğer bir görüşü vardır ki oda:Talak lafzı
ile olmadığında ve niyetsiz olduğunda o hiç bir şey değildir. Bunu ibn-i Kesir söyledi.
Görüş sahiblerinin deillendikleri şey ise:Malik’in Hişam b. Urve’den, babasından,
Cuhman’dan, Ümmü Bekr el-Eslemiyeden rivayet ettiğine göre hal’, talaktır. Ümmü Bekir,
kocası Abdullah b. halid b. Useyd’den hal’ etti. bunun hakkında Oman. Affam’a geldiler. O
bir talaktır, dedi.
Ancak herhangi bir şey söylediysen o söylediğin şey geçerlidir.
Şafii dediki Cuhman’ı tanımıyorum. Bunu Ahmed b. Hanbel de zayıf buldu. Bunu ibn-i
Kesir söyledi. İlim Allah katındadır.
İbn-i Ebi Şeybe bunun benzerini ibn-i Mes’üd’dan riayet etti. Onun hakkında dediki,
senedinde ibn-i ebi Ya’la var e o da kötü hafızalıdır. Onun benzerini Ali’den rivayet etti. onu
ibn-i Hazım zayıf gördü. Allah en iyi bilendir.
Birinci Grup: Bu ayet-i kerimenin zahirine göre hal’, mehi’den daha çok bir değerle caiz
olur. Çünkü Allah şu sözünde ma’ı (...) mevsule ile ta’bir etti:(Kadının fidye olarak
verdiğinden onlara günah yoktur.) Usulde kaidedir, mevsullen umum siğalarındandır.
Çünkü o sılasının içirdeğinin tümünü kapsıyor. Nitekim es-Suud Meraki’de şu sözü ile bunu
ifade etmiştir:
...................................
Bu cumhurun mezhebidir. Bu ayetin tefsirinde ibn-i Kesir dediki: Adam, karısına
verdiğinin daha fazlası ile fidye almasının caiz olması konusunda alimler ihtilaf etmişlerdir.
Cumhura göre bu caizdir. Çünkü Allah’ın:‘Kadının fidye olarak verdiğinden onlara günah
yoktur) sözü geneldir.
İbn-i Hacer dediki:Bize Yakub b. İbrahim söyledi. Bize İbn-i Aliye söyledi. Bize Eyub, ibn-i
Semire’nin efendisi Kesir’den haber verdi. Ömer serkeş bir kadın getirdi. Ona çöpü çok olan
bir eve (gitmesini) emritti. Sonra onu çağırdı ve nasıl buldun, dedi. Dediki, beni habsettiğin
bu geceden başka onun yanında olduğumdan beri, hiç bir rahat görmedim. Kocasına
dediki, küpesinden bile olsa onu hal’et. Onu abdurrezzak Ma’merden, Eyub’tan, Kesir Mevla
ibn-i Semire zikretti. Onu benzerini zikretti de, kadını üçgün habsetti, eklemesini yaptı.
Said b. ebu Arvebe Kadede’den, Hamid b. Abdurrahman’dan dediki, Ömer b. Hattab’a
bir kadın geldi ve kocasını şikayet etti. Bunun üzerine onu çöp evinde geceletti.
Sabahladıında ona dediki, yerini nasıl buldun?Onun yanında bu geceden daha iyi değildim.
Dediki, tokasını bile al.
Buhari dediki:Osman hal’i, başının tokası olmamacasına caiz kıldı.
Abdurrezzak dediki:Bize Ma’mer Abdullah b. Muhammed b. Akil’den haber verdi.
Rabi’bint. Mi’vez b. afra’ona anlattı,dediki:Bir kocam vardı, geldiğinde bana malı azaltır,
gittiğinde de beni mahrum edirdi. Dediki, birg ün bir hata etmiştim, ona dedim ki, sahip
olduğun her şey karşılğında seniden hal’ediyorum. Dediki:Evet. Kadın dediki:Yaptım.
Dediki:bunun üzerine Ömer Mu’az ibn-i Afra’ Osman . Affan’a dava açtı da hal’i caiz kıldı.
Ona, kafasının tokası da dahil yada kafasının tokası dışındakileri al, dedi.
Bunun manası, kadından, elindeik az, çok her şeyi almanın ve saçının tokası dışında ona
hiçbir şey bırakmamasının caiz olduğudur. İbn-i Ömer, ibn-i Abbas, İkrime, Mücahid,
ibrahim en-Naha’i, Kubeyse b. Zueyb, san b. Salih ve Osman el-betti bu görüştedir.
Bu Malik, Leys, Şafii ve Ebu Sevr’in mezhebidir. bunu ibn-i Cerir de tercih etti.
Ebu Hanife’nin ashabı dedi ki, eğer baskı kadın tarafından ise erkeğin ona verdiğini
alması caizdir. Daha fazlasını almak caiz değildir. Eğer arttırırsa hükümde caiz olur. Eğer
baskı erkek tarafından ise kadından bir şey alması caiz değildir. Eğer alırsa hükümde caiz
olur.
İmam Ahmed, Ebu Ubiyde ve ishak b. Raheveyh dediki, verdiğimden fazlasını almak caiz
değildir. Bu said b. Müseyib, Ata, Amr b. Şuayb. Zuhri, Tavus, Hasan, Şa’bi, Hammad b Ebu
süleyman ve Rebi’ibn-i Enes’in görüşüdür.
Ma’mer dediki:Hüküm, hal’edilen kadından, kendisine verilenden fazlası alınmaz görüşü
üzere idi. Evzai dediki:kadınlar kadına verilenden fazlasının alınmasını caiz görmediler. Bu
görüş daha önce geçen, katade’nin ikrime’den, ibn-i Abbas’tan Sabit bin Kays’ın kıssası
hakkındaki rivayetle istidlal ediyor. Peygamber (s.a.v) ona kadının tarlasını almasını ve
bunu aşmamasını emretti. Abd b hamid’in rivayet etitğinde de şöyle dedi. Bize Kubeyse
Süfyan’dan, ibn-i Cerih’ten, Ata’dan haber verdi. Nebi (s.a.v), hal’edilmiş kadından ona
verilenden fazlasının alınmasını kerih gördü. Ayetin manasını da (Fitye olarak verdiğinden
ikisine de günah yoktur)üzerine hamlettiler. Yani:Kadına veren. Şu sözünün
takaddümünden dolayı:(onlara verdiklerinizden birşey geri almanız, size helal değildir.
Şayet eşler (Allah’ın sınırlarında duramayacaklarından korkarlarsa başka. Eğer eşlerin,
Allah’ın sınırlarında duramayacaklarından korkarsanız, o zaman kadının (ayrılmak
için)verdiği fidyede (hakkından vazfeçmesinde)ikisine de bir günah yoktur)Yani:Bundan.
Rebi’bin Eneste onu .........şeklinde okuyordu. Bunu ibn-i Cerir rivayet etti. Bunun için
sonrasında dediki:(Bu Allah’ın hududur, onu aşmayın. Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa işte
onlar zalimlerdir)İbn-i Kesir’den aktarım bitti.
İkinci gurup:Hal’ edilmişin iddeti konusunda alimler ihtilaf etmişlerdir:ilim ehlinin çoğuna
göre, hayız görenler için üç kuru’u aşar. Boşanmış kadının iddeti gibi. Malik, Ebu Hanife,
Şafii, Ahmed, ishak b. Raheveyh onlardandır.
Bu Ömer, Ali ve ibn-i Ömer’den de rivayet edildi. Said b. Müseyib, Süleyman b. Yesar,
Urve, Salim, Ebu Seleme, Ömer b. Abdulaziz, ibn-i Şihab, hasan, Şa’bi, ibrahim en-Naha’i,
Ebu İyaz, Hilas b. Amr, Katade, Süfyan es-Sevri, Evza’i,Leys b. Sa’d ve Ebu’l-ubeyd de bu
görüştedir.
Tirmizi dediki:Bu sahabeden ve diğerlerinden pek çok ilim ehlinin görüşüdür. Kaynakları
da:Hal’talaktır. Dolayısıyla da sair boşanmışlar gibi iddet sayar. bunu ibn-i Kesir söyledi.
Kaydedicisi dediki, hal’in talak oluşu mana açısından zahirdir:Kadının kendi açısından
erkeğe verdiği karşılık, erkeğin sahip olduğunun karşılığında vermiştir. Ki o da telaktır.
Çünkü talakla olmak dışında ondan ayrılamaz. Verdiği ücret te onun karşılığındadır.
Buhari’nin, sabit b. Kays’ın muhala’sında ibn,i Abas’ın hadisinden çıkardığı da buna delalet
ediyor. “Sabit b. Kays’ın karısı Nebi (s.a.v)’e gelip dediki0Ey Allah’ın Rasülü, Sabit b. Kays’ı
huy yada din olarak ayıplamıyorum. Fakat islam’da küfrü kerih görüyorum. Rasululah
(s.a.v) dediki:Karşılığında bahcesini mi istiyorsun?dediki:Evet. Rasululah (s.a.v) dedi
ki:Bahçeiy kabul et ve kadını boşa “ Peygamber (s.a.v)’n, bahçeyi kabul et ve onu boşa
sözünde, erkeğin haklarından olan talak için verilen karşılık olduğuna delil vardır.
Buhari’nin sözüde mezkur hadisi öne sürmesinin akabindedir.
Ebu Abdullah dediki:İbn-i Abbas’tan bunda ardınca gidilmez onunla delillenme sakıt
olmaz. çünkü onun muradı:Ezher b. Cemil’e bu hadiste ibni Abbbas’ın zikrinde onda başka
kimse onun ardınca gitmez. Akisen onu, ondan başkası gönderdi. Bundan muradı:Halid el-
Hiza’ın ikrime’den olan yolunun husus. Bunun için de onu Halid’in rivayeti ile cezalandırdı.
Ki o da İbn-i Abdullah et-Tahhan ikrime’dendir. Hiza’da mürsel olarak ikrime’dendir.
Sonra ibrahim b. Tuhman’ın mürsel olarak Halid el-Hiza’dan rivayeti iledir.
Eyub’tan da mevsul olarak. ibrahim b. Tuhman’ın Eyub’tan mevsul rivayeti, onu el-
ismai’ili ulaştırdı. Bunu Hafız, Feth’te dedi.
Böylece mürsel yoların birbirleri ile ve mevsül yollarla desteklendikleri zahir oldu.
Onun, ibrahim b. Tuhman’ın Eyub’tna olan mevsul rivayetindeki sözü ve kadını ayırdı
şeklindeki emri, onda görülüyorki, bedelin karşılığı konusunda talakın ayrılmasından
muradı, boşama zikri ile diğer rivayetteki açıklamanın delili iledir. Rivayetler birbirlerini
açıklıyorlar. Nitekim hadis ilimlerinde bu malümdur.
Bazı alimlerin; hal’eden talak lafzı ile açıklamışsa talak olmaz ancak fesh olur şeklindeki
zikrettikleri uzaktır ve aleyhine hiçbir delil yoktur. Kitab ve sünnet, talak lafzı ile ayrılmanın
fesh değil talak olduğuna delalet ediyorlar. Hal’edilmişin iddetinde tek hayız icabı ile onun
fesh olduğunu istidlal etmede iki durum vardır:
Birisi: Daha öncezikrettiğimiz; ilim ehlinin çoğuna göre, hal’ edilmiş kadının iddetinin
boşanmış kadınnı iddeti olan üç kuru’ olduğudur.
İkincisi:Fesih hayızla iddet sayma arasında gerekirlilik olmaması. Bunu izah eden
şeylerden biride İmam Ahmed’in meşhur şu dediğidir:Hal; feshtir talak edğil. Yine
kendisinin en meşhur iki rivayetende diyorki: Hal’ edilmiş kadının iddeti, boşanmışın ki gibi
üç kuru’tur. Görülüyor ki ona göre söz konusu olan, gerekirsizliktir. Denilseki, bu dediğiniz
delalet ediyorki; hal’eden erkek talak lafzı ile açıkaldığında talak, idi talak lafzı ile
açıklandığında talak olmuyordu. Cevab: Rasulullah (s.a.v) in; bahçeyi kabul et ve onu boşa,
ile istidlalden muradımız:Rasulullah (s.a.v) tarafından emredilen talak mal karşılığı olandır.
Çünkü kocanın elinde talaktan başka ayrılmaya herhangi bir gücü yoktur. Mezkur hadisinde
açıkça delalet ettiği gibi sahip olduğu şeylerden kendisine karşılık verilmiştir.
Bazı alimler dediler ki: Hal’ edilmiş kadının iddeti hayızladır. Bu görüş emirü’l-mü’minin
Osman b. Affan, Abdullah b. Ömer, Rebi’binti Mi’vez ve amcasından rivayet ediliyor. O da
sahabidir. Onu sünen sahibleri ve Taberani merfu’ olarak çıkardı. Görülüyorki bazı
senedleri, kabul derecesinin altındadır. Bununla hadisin sıhhatinin takdir; üzerine söz
yoktur, ilim ehlinin çoğu muhalefet etse bile. Takdim etmişizdir ki hayız ile artma ve fesh
olrak oluşu arasında gerekirlik yoktur. Onunla aleyhine istidlal görmezlikten gelinemez.
Bazı ilim ehlinin yöneldiğine göre; iddetin üç hayız kılınması sadece dönüş zamanının
uzaması, eşin düşünmesi ve iddet müddeti içinde dönüş imkanı elde etmesi içindir. Eğer
ona dönüş yoksa kastedilen, kadının hamlinden kurtulması (doğurması)dır. Buna da bir
hayız yeter. Nitekim istibra’görmezlikten gelinemez. Çünkü iddetin üç kur’kılınmasının
hikmeti sadece dönüş zamanını uzatmada mahsur değildir. Aksine ondan en büyük amaç:
Rahmin erkekten bir şey içermediğini hayzın üç kere tekrarı ile mutlaklık zanna galib
gelinceye kadar bir dedbirdir. Üç hayzın buna delalet etmesi, tek hayzın delalet
etmesinden daha beliğdir. Bu da açıklıyor ki üç talaktan sonra, icma’ ile, dönüş olmaz.
Eğer hikmet zikredilen olsaydı iddet, üçüncü talaktan sonra tek hayız olurdu. Ve bazı
alimlerin şu dediği; talak kapısı, hikmetlerini tek kıldı. onun cevabı:Sadece ondaki hikme
tek olduğu için tekkılındı.
Bunu izah edenlerden biride şudur:İcma’a göre yanına girmeden önce boşayan erkeğin,
boşanmış kadın üzerine herhangi bir iddeti yoktur. Gerekçesi de Allah’ın şu sözüdür:(Ey
iman edenler, mü’min kadınları nikahlayıp sonrada kendilerine dokunmadan önce onla
boşarsınız, sizin onlar üzerinde saymaları gereken bir iddet (hakkınız) yoktur)Ne varki
boşamaya pişman olabilir. Boşayanın beraber olduktan sonra pişman olması gibi. Eğer
kuru’larla arttırmanın hikmeti sadece kocanın dönmesinin mümkün kılınması olsaydı
talakta iddet duhulden önce olurdu. Kuru’larla arttırmadaki en hikmetin, boşayanın
rahimdeki suyuun beraeti noktasındaki zannın ortadan kalkması
insan için koruma olduğunda, duhulden önce talak için asla iddet olmazdı. Çünkü
rahimde boşayanın suyundan herhangi bir şey yoktur kiiddetle beraetini gerektirsin.
Nitekim bu açıktır. Eğer, hal’edilmiş kadının bir hayızla artamsının vechi nedir, denilse
derizki:
Sünen sahibleri ve Tabera’nin de çıkardığı gibi nebi (s.a.v)’den sabit olan şudur: Şari,
kendisinde bedel olan mebzul ayrılma ile diğerlerinin arasını iddet miktarı ile ayırdı. Bunda
problem yoktur. Nitekim duhulden nöce ölümü de ayırdıda onda vefat iddetini gerekli kıldı.
Duhulden önce talak için de asıl olarak iddeti gerekli kıldı. oysaki hepsi duhulden önce
ayrılmaktır. Bedel ile ayrılık ve bedelsiz ayrılık arasındaki fark cümlede açıktır. Birincisinde
dönüş yoktur. Nitekim duhulden ön eölümü de ayırdı da onda vefat iddetini gerkli kıldı.
duhulden önce talak için de asıl olarak iddeti gerekli kıldı. Oysaki hepsi duhulden önce
ayrılmaktır. Bedel ile ayrılık ve bedelsiz ayrılık arasındaki fark cümlede açıktır. Birincisinde
dönüş yoktur.
İkincisinde ise vardır.
Üçüncü gurup: Hal’den sonra kadına hal’edicisinden muhala’ada talakın erişmesi
konusunda alimler üç görüş üzere ihtilaf etitler:
Birincisi:kadına onun talakı erişmez. Çünkü kadın kendine sahip olmuş ve ondan sadece
hal’ile kesin ayrılmıştır. Bu görüşte olanlar:ibn-i Abbas, İbnü’z,Zübeyr, ikrime, Cabir b.
Zeyd, Hasan el-Bsari, Şafii, ahmed b. Hanbel, İshak b. Rahe veyh ve Ebu Sevr’dir. Nitekim
bunu onlardan ibn-i Kesir nakletmiştir.
İkincisi:Eğer aralarına sukut girmeksizin hal’a talak eklenirse veki’ olur. aralarında
susarsa vaki’olmaz. Bu malik’in mezhebidir.
İbn-i Abdülbrr dediki, bu da osman (r.a)’dan rivayet edilene benziyor.
Üçüncüsü :mutlak olarak iddetle olduğu sürce erkeğin talakı kadına yetişir. Bu görüşün
sahibleri:Ebu Hanife ve arkadaşları, Sevri, Evzai, Said b. el-Müseyyib, Şarih, Tavus, ibrahim,
Zühri, Hakim, Hakem, Hammad b. Ebu Süleyman Nitekim bunu onlardan ibn-i Kesir
nakletti. Bu ibn-i Mes’ud ve Ebu’d-Derda’dan nakledildi.
İbn-i Abdülbirr dediki:bu o ikisinden sabit değildir.
Kaydedicisi dediki, bu üçüncü görüş, bakış açısından, görüşlerin en uzağıdır. Çünkü
sadece hal’in sığasının bitmesi ile mühala’a, ondan açıklanıyor. Bain ise yalancıdır, ona
talak düşmez. Çünkü, açık olduğu üzere, hiç kimseye malik olmadığı şeyde talka yoktur.
Gerçek ilim Allah Teala’nın katındadır.
Dördüncü Gurup: Dört imama ve ulemanın çoğunluğuna göre, hal’eden erkek, iddeti
içinde, hal’ edilmiş kadına rızası dışında geri dönemez. Çünkü o erkeğe verdikelrinin
sonucu olarak kendisinin maliki olmuştur. Abdullah b. Ebu Evfa, Mahan el-Hanefi, Said b.
el-Müseyyib ve Zühri’den irvayet edildiğine göre onlar dediler ki : Eğer kadının kendisine
verdiğini kadına geri verirse, rızası dışında iddeti içinde ona dönmesi caizdir.
Süyfan es-sevri dediki:Eğer hal’talak hafzından, başka bir şeyle ise o da bir gruputur.
Erkeğe de kadının aleyhine bir yol yoktur. Eğer talak olarak isimlendirirse, iddette olduğu
sürece erkek onu geri alabilir. Bu da Davud Ali ez-Zahiri’nin görüşüdür. İbn-i Kesir’den
aktarım bitti.
Beşinci Grup: Hal’edenin kadınla, rızası dahilinde, iddette evlenmesi husunuda alimler
icma’ettiler. İbn-i Abdülbirrin bir topluluktan aktardığına göre onlar, hal’den erkeğin kadınla
evlenmesini men’ettiler. Nitekim başkası içinde men’ediyor. Bu batıl, merdüd bir görüştür.
Hi bir doğruluk yönü yoktur. Nitekim bu açıktır. Gerçek ilim Allah katındadır.
Allah’ın sözü:(Allah’ın sözünün zahiri (bekleme surelerini bitirdiler) kadınların iddetinin
bilfiil bitmesidir. Fakat başka bir yerde açıklandığına göre, özel olarak iddetten bir zaman
içnide olmak dışında dönüş yoktur. Bu, Allah’ın şu sözündedir:(Kocaları, bunda onları geri
almaya daha çok hak sahibidirler)çünkü sözündeki :(....) işareti; Allah Teala’nın: (Boşanmış
kadınlar beklerler)sözünde üç kuru’ olarak tabir edilen iddet zamanına raci’dir.
Bu ayetten anlaşılıyor ki ....nin manası, yani:iddetin bitimine yaklaşmaları ve süresinin
tamam olduğunu kontrol etmeleridir.
Allah’ın sözü: (Haklarına tecavuz edip zarar vermek için onları (yanınızda) tutmayın.)
Allah Teala bu ayeti kerimede kadının zararına olarak onu tutmanın yasak olduğunu
açıkladı. hakıkna tecavüz etmek ve ona verdiğini almak için çünkü yapılan baskı uzarsa,
zararından kurtulmak isteği ile fidye verir. Başka bir yerde kadın açık bir fuhuş yaptığında
onu, ondan fidye alıncaya kadar, evlenmekten alıkymanın caiz olduğunu açıkladı. Bu,
Allah’ın şu sözündedir: (onlara verdiklerinizden bir kısmını geri almak için onları
evlenmekten alıkoymayın. ancak açık bir fuhuşla gelirlerse o başka.) Alimler, açık fuhuş
konusunda ihtilaf ettiler.
Onlardan bir ceaat dediki, o:Zinadır. Bir gurupta dediki, o:Serkeşlik, isyan ve ağız
bozukluğudur. Doğrusu, ibn-i Cerir’in de tercih ettiği gibi, ayetin hepsini kapsamasıdır.
İbn-i Kesir dediki: O iyidir. Ayetin umumundan zikerttiğimize göre kadın zina etitği, ağzını
bozduğu yada serkeşlik yaptığı zaman, ona verdiklerini fidye olarak vermesi için onu
sıkıştırmak caizdir.
Allah’ın sözü: (Çocuklarınızı emzirtmek isterseniz size bir günah yoktur)Bu ayeti
kerimede zikretti ki; adam çocuğu için annesinden başka sut annesi arzu ederse, akidde
belirlenen ücreti vermesi şartıyla ona herhnagi bir günah loykutr. Bunu gerektiren durumu
burda beyan etmedi. Fakat onu talak suresinde şu sözü ile beyan etti: (Eğer emzirmede
güçlük çekerseniz başka bir kadın emzirecektir) Güçlük çekmelerinden murad:Erkeğin,
kadının istediğini vermekten imtina’ etmesi ve kadını, erkeğin emzirmede razı olduğu ve
ödediğini kabulden imtina’ etmesidir.
Allah’ın sözü: (içinizden ölenlerin, geriye bıraktıkları eşleri, dört ay on gün (bekleyip)
kendilerini gözetlerler) Bu ayeti-i kerimenin zahirine göre kocası ölen her kadın dörtd ay on
gün iddet bekler. Başka bir yerde bunun mahallinin, hamile olmayarlar olduğunu beyan
etti.
Eğer hamile ise onun idde,i doğurmasıdır. Bu, Allah’ın şu sözündedir:(Hamile olanlarnı
bekleme müddetleri, doğurmalarıdır.) Buna ek izah Nebi (s.a.v)’den muttefekun aleyh
olarak sabit olandır:Sebi’a el-Eslemi’yeye evlenme konusundaki izni, eşinin vefatından
birkaç gün sonra doğurmasıyla oldu. Kocası ölen gebe kadının iddetinin, doğurması olduğu
haktır. Nitekim nebi (s.a.v)’den; iki müddetten en uzun olanla iddet bekler, diyenin hilafına
olarak sabit oldu. Ali ve ibn-i Abbas’tan rivayet edilir. Gerçek ilim Allah katındadır.
UYARILAR
Birincisi:Allah Teala’nın:(İçinizden ölenlerin geride bıraktıkları eşleri dört ay on gün
(bekleyip) kendilerini gözetlerler) sözü ile:(Hamile olanların bekleme müddetleri
doğurmalarıdır) sözü arasında bir açıdan iki genelin çelişikliği söz konusudur. İkisi arasında
tercih osuld akaidedir. ikisinden tercih edilen, tercih olunanın umumunun kendisiyle tahsis
edilendir. Nitekim Meraki’de şu sözü ile ifade etmiştir:
......................................................................
Sahhi sünnet beyan etmiştir ki:(Hamile olanlar) ayetinin ammlığı (içinizden ölenler)
ayetinin ammlığı ile tahsislidir. Ne var ki usulcülerden bir gurup, bilinmeyen cemi’lerin
ammlığının olmadığını zikrettiler. Buna görede Bakara ayetinin umumu yoktur. Çünkü
Alah’ın : (Arkalarında eşler bırakanlar) sözü bilinmeyen cem’dir, dolayısıyla (Hamile
olanlar) sözünün hilafı ile genelleştirilemez. O, .....ile ma’rife olmuşas muzaftır.
Onunla ma’rife olana muzaf ise mumu siğalarındandır. Nitekim Meraki’de es,Suud bunu,
umum siğalarına atfen şu sözü ile ifade etmiştir:
...............................................
................................................ ..................................,
İkincisi : Mevsül ile cümleye bağlanan zamir mahzuftur, üzerine ikame edilenin delaleti
için. Yani içinizden ölüpte geride eşler bırakanlar onlardan sonra kendilerini gözetleyip dört
ay on gün beklerler.
Allah’ın sözü:(Boşanmış kadınların uygun olan geçemlirin sağlamak muttakiler üzerine
bir borçtur) Bu ayeti-i kerimenin zahirine göre; duhulden önce losun, sonra olsun, mehir
belirlenmiş olsun yada olmasın, bütün boşanmış kadınların mutlak manada geçimliğini
sağlamak müttakiye borçtur. Allah’ın şu sözüde bu umuma delalet ediyor:(Ey Nebi,
eşlerine deki; eğer dünya hayatını ve zinetini istiyorsanız gelin sizi meta’landırmayım ve
sizi güzel bir şekilde serbest bırakayım) Şu sözü ile:(Sizin için Allahın Rasulünde güzel bir
örnek vardır) Usulde kaidedir; has olduğuna dair bir delilin oması dışında, Peygamber’e
(s.a.v) has bir hitabın hikmeti bütün ümmeti kapsar. nitekim es-Suud Mekari’de bunu şu
sözü ile ifade etmiştir:
..............................................
Bu üç mezhebidir. Aksine, Şafii’ye göre; umumuna bir delil olması dışında o, Nebi
(s.a.v)’e hastır. Nitekim biz bunu başka yerde beyan ettik.
Bunu öğrendiğim zaman bilki: Nebi (s.a.v)’in eşleri mehirli ve medhüldürler. Başka bir
yerden anlaşılabilirki geçimlik, mehrin takdiri ve duhul öncesi boşanmış kadın mehri
hakeder. Duhulden önce ve mehrin belirlenmesinden sonra boşanmış kadın mehrin yarısını
hak eder. Bu ikisinden önce boşanmış kadın ise herhangi bir şey haketmez. Geçimlik,
kadının kırılan (kalb yada gururunun) onarılması içnidir. Bu da Allah’ın şu sözündedir:
(Kendilerine henüz dokunmadan, yada mehir kesmeden kadınları boşarsanız size bir günah
yoktur. Ancak onları henüz dokunmadan onları boşamışsanız, kestiğinizin yarısını (verin) Bu
ayet bu detayda bir vakıadır ve delaleti de açıktır, makuldur.
Allah Teala başka bir yerde mehir kenisine kesimiş olsa bile duhulden önce boşanmış
kadın için geçimliğin emredildiğine delalet eden şeyleri zikretmiştir. Bu Allah’ın şu
sözündedir:(Ey iman edenler, mümine kadınları nikahlayıp ta kendilerine dokunmadan
önce onları boşarsanız, sizin onların üzerinde beklemelri gereken bir iddet hakkınız yoktur.
Dolayısıyla onları faydalandırın ve güzel bir şekilde onları serbet bırakın) Çünkü zahirinin
umumu kendisi için belirlenen mehir ve diğererini kapsıyor. Üç ayetten her birini de
alimlerden bir topluluk almıtır. En kapsamlı olanı, hepsini almaktır. usulde kaidedir; emre
delalet eden nass, mübahlığa delalet eden nasstan mukaddemdir. es,Suud ‘Meraki’de
bunu şu sözü ile ifade etmiştir:
.....................................................
............ sözü mubahlık üzerinedir. Yani:isteyin bağlayıcılığından çıkmada tedbir olması
için emre delalet eden nass, mübahlığa delalet eden nasstan mukaddemdir.
Gerçek şudur ki, Allah’ın : (Eli geniş olan, kendi güçü nisbetinde, elidar olanda kendi
gücü nisbetinde yükümlüdür)sözü gereğince geçimliğin mikatrı şer’an sınırlandırılmaza.
Belirli bir değer üzerinde tevafuk ederlerse, emir açıktır. İhtilaf ederlerse hakim hedef
değerin tahkiki için ictihad eder. Miktarı, Allah’ın: (Eli geniş olan gücü nisbetince) sözü ve
(boşanmış kadınlar için geçimlik vardır)sözünün zahrii, Malik’in hilafına olarak, hepsinde
geçimliğin vucubunu gerektiriyor.
Ve asıl olarak geçimliğin vacib olmadığı hususunda ona muvafakat edenlerin Bazı
Malikiler geçimliğin vacib olmadığı konusunda Allah’ın şu sözü ile istidlal etitler:(Muhsinlere
borçtur) ve buyurdu ki:(Müttakilere borçtur.) Dediler ki:E⁄er vacib olsaydı herkese borç
olurdu. Ve eğer vacib olsaydı, vacib olan miktarı belirlendi.
Kaydedicisi dediki, vacib olmadığı noktasında serdettikleri bu istidlal doğru değildir.
Çünkü Allah’ın:(Muhsinlere borçtur) (Muttakilere borçtur) sözü vusubiyet için te’kiddir.
Örneğin; hiç kimse ben müttaki değilim, diyemez. Çünkü takve bütn insanlara vacibtir.
Kurtubi “Ve onları faydalandırın” ayetinin tefsirinde şunları söyledi:Allahın, “Mattakilere
borçtur” sözü icabı için te’kiddir. Çünkü herkesin, Allah’a şirk koşmak ve ona asi olmaktan
çekinmesi gerekir. Allah Teala Kur’an’da şöyle demiştir: (Müttakiler için hidayettir.)“Eğer
vacib olsaydı, vacib olan miktar belirlendi” şeklindeki sözlerinin ise geçersizliği açıktır.
Mamafih eşlerin ve akrabaların nafakası vacibdir ve onun gerekli olan mikatrı
belirlenmemiştir. Hedefin tahkikinden olan bu çeşidin üzerine bütün şeriatlarda icma’
edilmiştir. Nitekim bu Allah’ın şu sözünden de bilinir: (Şu binlerce oldukları halde ölüm
korkusuyla yurtlarından çıkarılanları görmedin mi? Allah onlara ölün, dedi, sonra onları
diriltti) Bu ayeti kerimeden kastedilen, mü’minleri savaşa cesaretlendirmek ve onlara,
ölümden kaçmanın kurtuluş olmadığını bildirmektir. İnsan, savaştan yada ölümden
kaçmanın kendisini kurtarmayacağını öğrendiğinde rakiplerine karşı savaşmak ve savaş
meydanında ileri atılmak kedisine önemsiz gelir. Allah Teala o sözünden sona şunu
söylereek ayetten muradının bu oludğuna işaret etmiştir:(Alah yolunda çarpışın) Burda
işaret ettiğini de şu sözü ile açıkladı: (Deki, ölümden yada savaştan kaçmanız size fayda
vermeyecek. O taktirde az bir şekilde faydalanırsınız)Bu, savaşa cesaretlendirme
hususunda en büyük ayettir. Çünkü ayet; savaştan kaçmak onu ondan kurtarmaz. Ondan
kurtulduğu farzedilse bile o yakında ölür. Nitekim Fa’neb ibn,i Ümmü Sahib şöyle dedi.
.....................
.....................
...............
Züher dediki :
.....................
Ebu’t,Tayyib dediki:
......................................
Şöyle diyen iyi etmiştir:
Mezkur ayetlerden murad budur. bulunduğun yerde taün olduğunda ordan kaçmanın
caiz olmadığı bu ayetten alınmıştır. Nebi (s.a.v)’den sabit olduğuna göre; taünden kaçmak
ve taünün vaki’ olduğu yerin dışında isen oraya varmak yasaktır.
Uyarı:Kur’anda hiç ...ve benzeri lafız; sadece ..harfi ile geçişli kılınarak öncesinde......lafzı
gelmek dışında gelmemiştir.
Bazı alimler bunun gerekli olduğunu zannetmişlerdir. Gerçek olan ise, bunun gerekli
olmadığı ve cer harfi olmaksızın kendi kendine geçişli olmasının caiz olduğudur. Nitekim
imriül-Kays’ın sözü de buna şahitlik ediyor:
.........................
Allah’ın sözü: (Kimdir o adam ki, Allah’a güzel bir borç versin de, Allah da ona katkat
(verdiğini) ödesin. Burda çok alan katların miktarını beyan etmedi. Fakatbaşka yerd onun
700 kat ve daha fazlası olduğunu açıkladı. Bu, Allah’ın şu sözündendir.:(Alah yolunda infak
edenlerin durumu, eyid başak bitiren ve her başağında yüz habbe olan tanenin durumu
gibidir. Allah dilediğine kat kat artırır).
Allah’ın sözü: (Allah ona hükümdarlık ve hikmet verdi ve ona dilediğini öğretti.) Ona
öğrettiklerinden birinin zırh yapmak olduğunubeyan etmiştir. Ş u sözü gibi:(Ona iszi
savaştan koruması için (demirden) elbise yapmasın öğrettik) ve şu sözü: (Ve ona demiri
yumuşattık ki geniş zırhlar yapıp dokamısın ölçülü etsin)
Allah’ın sözü: (Muhakkak ki sen gönderilmiş (elçi) (lerdensin)Buradaki ..ve ...te’kidinden
anlaşılıyorki kafirler onun risaletini inkar ediyorlar.
Nitekim meani sanatında da kaidedir. Bu mefhumu şu sözünde de açıklamıştır:
(İnkaredenler, elçi değilsin, derler)
Allah’ın sözü: (İşte biz, o elçilerden kimini kiminden üstün kıldık. Allah onlardan kimi ile
konuştu, ikiminide derecelerle yükseltti.)Burda Allah’ın kendisiyle konuştuğunun kim
olduğunu beyan etmedi. Onlardan birinin Musa (a.s) olduğunu şu sözü ile açıklamıştır:
(Allah Musa ile bizzat konuşmuştur) Ve şu söz: (Ben ibn,i Kesir dediki, onlardankimi ile
konuştuyani; Musa, Muhammed (s.a.v) ve yine Adem nitekim bu, İbn-i Hibban’ın
Sahihi’inde, Ebu Zer (r.a)’ten mervi hadiste varil oldu. İbn-i Hibban’ın sahih’inde varid olan
Adem’le konuşmayı Allah’ıh şu sözü açıklıyor:(Deiki, ey Adem, sen ve eşin cennette iskan
edin)Ve ayetlerden benzerleri: Açıktır ki bu konuşma melek aracılığıyla değildir. Ve bu
ayetten anlaşılıyor ki Hayva’yı onun lisanı üzere ağaçtan nehyetti. Adem Havva’ya bununla
gönderildi. Kurtubi, Allah’ın:(Onlardan kimi ile Allah konuştu)sözünün tefsirinde şunları
söyledi:Rasululah (s.a.v)’e, Adem gönderilmiş nebu midir, diye soruldu. Dediki : Evet,
kendisiyle konuşulmuş bir nebidir. İbn-i Atiyye dediki:Bazı insanlar, Adem’le konuşma
cennette olmuştu, şekinde te’vil ettiler. Buna göre, Musa’nın ayrıcalığı olarak kalıyor.
Aktarm bitti. İbni Cerir, Allah’ın:(Benden size bir hidayet geldiğinde)sözünün tefsirinde,
Bakara süresi’nde şunları söyledi:Çünkü Adem yeryüzündeki hayatı süresinci nebi, Allah
(c.c)’tan çocuğuna gönderilen rasul idi. Allah’ın:(Benden size bir hidayet gelirse)sözünün
mana olarak yani, rusuller olması caiz değildir. Ondan gerekli aktarım bitti. Bunda ve
Adem’in rasul olduğu şeklinde açıklama olan ibn-i Hibban’ın sahih’inden olan ibn-i Kesir’in
kelamı, nuh’un (a.s) ilk rasul olduğu şeklindeki şefaat hadisinde sabit olanla problem
oluşturuyor. Ki buna Allah’ın şu sözü de tanıklık ediyor: (Biz sana vahyettik. Nitekim Nuh’a
ve ondan sonraki nebilere de vahyetmiştik)
Açıktır ki cem’ için iki vecihten başka yol yoktur.
Birincisi:Adem cennette eşine ve zürriyetine gönderildi. Nuh ise yeryüzüne gönderilen ilk
rasuldür. Sahihayn’de ve diğerlerinde sabit olanlar, bu cem’a delalet ediyor. Ve der ki;
fakat Allah’ın yeryüzündekilere gönderdiği ilk rasul olduğunu getirin. Hadis’in
“yeryüzündekilere” sözü, eğer yeryüzündekilerden başkasına gönderilen rasulden
sakındırma olmasaydı, bu söz bir şey ifade ederdi. aksien mefhumu muhalifinden, bizim
zikretiğimiz anlaşılıyor. Kurtubi’nin aktarımı olarak takdim ettiğimiz ibn-i Atiyye’nin kelamı
ile somutlaşıyor.
İkinci Vecih: Adem zürriyetine gönderildi. Ki onlar fıtrat üzere idiler, onlardan herhangi
bir küfür sadır olmadı. Dolayısıyla ona itaat ettiler. Nuh ise kafir kavme gönderilen ilk
rasuldur. Onları Allah Teala’ya şirk koşmaktan nehyetti ve onlara ibadeti sadece Allah’a
özgü kılmalarını emretti. Allahin şu sözüde bu veche delalet ediyor (insanlar tek bir ümmet
idiler)
Yani:Hanif din üzere. Yani, Nuh kavminin küfrüne kadar. Ve Allah’ın sözü (insanlar tek bir
ümmet idiler. Derken Allah nebiler gönderdi)Allah Teala en iyi bilendir.
Allah’ın sözü (Bir kısmını derecelerle yükseltti)Başka yerlerde, onlardan birinin
Muhammed (s.a.v) olduğuna işaret etti. Şu sözü gibi (umulur ki Rabbin seni makam-ı
mahmud’a iletir)Yad aşu sözü hepinize Allah’ın rasulüyüm) ve şu sözü (Alemlere uyarıcı
olması için kuluna furkan indiren, münezzehtir)Başka yerlerde onlardan birinin ibrahim
olduğuna işaret etti. Şu sözü gibi:(Allah ibrahim’i dost edindi)Ve şu sözü: (ben seni
insanlara imam kılacağım)Ve bunun gibi diğer ayetler, Başka yerde onlardan birinin Davud
olduğuna işaret etti. O da şu sözüdür:(Muhakkak ki nebilerden bir kısmını diğerlerine üstün
kıldık. Davud’a da Zebür’ ü verdik) Başka yerde onlardan birinin de idris olduğuna işaret
etti. O da şu sözüdür:(onu yüce bir makama yükselttik)Burda da onlardan birini isa
olduğuna şu sözü ile işaret etti:(Meryem oğlu isa’ya da açıklayıcı delilleri verdik).
Uyarı:bu ayet-i kerimede,yani Allah’ın (işte biz, o elçilerden kimini kiminden üstün kıldık)
sözünde bilinen kaviy bir sorun vardır. Vechi:Ebu Hureyre’nin muttafakun aleyh olan
hadisinde peygamber (s.a.v)’in şöle dediği sabit oldu:“Beni Musa’ya üstün kılmayın.
insanlar kıyamet günü kendinden geçerler. Ben ilk kendine gelen olurum. Ki bu durumda
Musa arşın kenarına yapışmıştır. Bilmiyorum, benden önce mi ayıldı, yoksa Allah onu
bayılmaktan istisna mı etti” Yine Ebu said’in muttafakun aleyh hadisinde sabit oldu:Nebiler
arasında seçim yapmayın. insanlar kıyamet gününde bayılırlar. Bir rivayettede, Allah’ın
nebilerini birbirinden üstün tutmayın. Bir rivayette de, beni nebilerden ayrı tutmayın.
Kurtubi, bu ayetin tefsirinde şunları söyledi:Bu ayet müşkildir. Hadisler sabittir ki Nebi
(s.a.v) dediki, nebiler arasında seçim yapmayın ve Allah’ın nebilerini birbirinen üstün
tutmayın. Bunları, güvenilir imamlar rivyet etti. Yani:Falanca, filancadan daha iyidir ve
falanca, filancadan daha üstündür, demeyin. aktarım bitti. İbn-i Kesir, bu problemin
cevabında şunları söyledi:Cevab birkaç açıdandır.
Birisi, bu tafdil bildirilmeden önce idi. Bu bir görüştür. İkincisi:Bu alçak gönüllülük ve
tevazu babındandır. Üçüncüsü:Bu çekişme ve düşmanlık durumunda muhakemeleşmek
olan bu gibi durumdaki tafdili yasakladı.
Dördüncüsü:Sadece görüşler ve asabiyet ile üstün tutmayın. Beşincisi:Üstutma makanı
siz değilsiniz. O, ancak Allah’a (c.c) göredir. Size düşen ona bağlanmak,teslim olmak ve
iman etmektir. Ondan aktarım bitti. kurtubi, tefsirinde, bu sorun hakkında pek çok cevab
zikretti. tercihi şudur:Tafdilin men’i, nübuvvet hakkındadır. Ahvalin ziyadesi, husus ve
kerametler gibi diğer durumlarda ezizdir. Şunları söylemiştir:Bana göre en güzel görüş
şudur:Tafdilden men’in yönü ancak, kendisinde üstünlük görüş şudur:Tafdilen men’in yönü
ancak, kendisinde üstünlük çekişmesi olmayan bir haslet olan nübuvvettir. Tafdil, ancak;
ahvalin ziyadesi, husus ve kerametler, lütuflar, mu’cizeler ve farklılıklardadır.
Nübuvvetin kednisi ise, üstünlük çekişmesi değildir. Üstünlük çekişmesi ancak buna ek
olan diğer işlerde olur. Bunun içinde onlardan kimi rasuldür ve ülül azmdır. Onlardan kimi
dost edinilmiştir. Onlardan kimi ile Allah konuşmuştur.
Onlardan, kinini de derecelerle yükseltmiştir. Allah Teala buyurdu ki (Muhakkak ki biz,
nebilerden kimini, kimine üstün kıldık. Davud’a da Zebur’u verdik)Derim ki:Bu iyi bir
görüştür. Zira bu, nesh olmaksızın, ayetlerle hadislerin arasını cem’ etti. Bir kısmını bir
kısmına üstün kılma görüşü ise, sadece, faziletlerin uygun görülmesi ve vesilelerin
verilmesi iledir. İbn-i Abbas buna işaret etmiş demiştir ki, Allah, Muhammed (s.a.v)’i
nebilere ve gökyüzü ehline üstün kıldı. Onu ne ile gökyüzü ehline üstün kıldı, ey ibn-i
Abbas, dediler. Deiki:Allah Teala buyurduki:(Onlardan her kim, ben o’ndan ayrı bir alihım,
derse, bizde onu cehennemle ezalandırırız. Zalimleri böyle cezalandırrız) Muhammed
(s.a.v) içinde buyurduku:(Biz sana apaçık bir fetih verdik. Taki Allah, senin günahından
geçmiş ve gelecek olanı bağışlasın)Dediler ki, onun nebilere üstünlüğü nedir?Dediki:Allah
Teala buyurduki:(Hiçbir rasul yoktur ki onu, kavmini dili ile göndermiş olmayalım Taki
(kendilerine gelenelri )onlara açıklasın) Allah (c.c), Muhammed(s.a.v) hakkında buyurdu ki :
(Biz seni ancak bütün insanlara gönderki)onu cinlere ve insanlara gönderdi. Bunu Ebu
Muhammed edDaremi, Müsned’inde zikretti. Ebu Hureyre dediki, Ademoğullarının en
hayırlısı Nuh, ibrahim, Musa ve Muhammed(s.a.v) dir. Bunlar, rasullerden ulul-azm
olanlardır. Bu, ibn,i Abas ve Ebu Hureyre’den, ta’yinde bir nasstır. Malumdur ki gönderilen,
gönderilmeyenden daha faziletlidir. Çünkü gönderilen (rasul), risalette diğerlerinden üstün
kılınmıştır. Nübuvvettede eşittirler. (Ayırıcı farkları) milletlerinden yana karşılaştıkları
yalanlama ve öldürülmeleridir. Bu açık bir şeydir. Ondan, amaç doğrultusunda gerekli
aktarım bitti.
Kurtubi’nin de kendisinden naklettiği gibi, ibn-i Atiyye’nin tercih ettiği; cem’in ve cihi,
üstünlüğün bir bütün olarak caiz olmasıdır. Nitekim Rasululah (s.a.v) buyurduki “Ben
Ademoğullarının efendisiyim. Böbürlenme de yok “Üstün kılmayı da özellikle men’etti. şu
sözü gibi:
“Beni Musa’ya üstün kılmayın” V eşu sözü:“Hiç kimse, ben Yunus b. Metta’dan üstünüm,
diyemez.” Ve Bunun gibileri. Gerçek ilim Allah Teala’nın katındadır. Allah’ın sözü:(Malalrını
Allah yolunda verip te osnar veridklerinin ardından başa kakmayan ve eziyet etmeyerlerin,
Rableri katında mükafatları vardır. onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyceklerdir)
Bu ayetten anlaşılıyorki, kim infakının ardından başa kakar ve eziyet ederse burda
zikredilen, Allah’ın (Rablerinin katında mükafatları vardır. Onlara korku yoktur ve onlar
üzülmeyeceklerdir) sözündeki sevabı elde edemezler.
Allah Teala, bu mefhumuşu sözünde de açıklamıştır:(Ey iman edenler, sadakalarnızı,
başa kakma ve eziyet etme ile boşa çıkarmayın) Allah’In sözü: (Allah, müminlerin velisidir.
Onları karanlıklardan nura çıkarır)Bu ayet-i kerimede, Allah’ın, mü’minlerin velisi olduğunu
açıkladı. Başka bir ayette de Allah’ın onların velisi olduğunu, Rasululah (s.a.v)’in onların
velisi olduğunu ve onların birbirlerinin velileri olduğunu açıkladı. Bu, Allah’ın şu sözündedir:
(Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, birbirlerinin velileridir)Başka bir yerde de bu
velayetin kafirlerden ayrı olarak sadece mü’minlere has olduğunu açıkladı. O da allah’ın şu
sözüdür:(Bunun sebebi şudur:Allah mü’minlerin mevlasıdır. Kafirlerin ise mevlası yoktur.)
Başka bir yerdede Nebi’sinin (s.a.v), mü’minlere, nefislerinden daha öncelikli olduğunu
açıkladı. O da Allah’ın şu sözüdür.(Nebi mü’minlere, nefislerinden evladır)Bakara’nın bu
ayetindede, Allah’n mü’minlere valayetinin bir meyvesini beyan etti. Oda, şu sözü ile,
Allah’ın onları karanlıklardan aydınlığa çıkardığıdır:(Allah, mü’minlerin velisidir. Onları
karanlıklardan nura çıkarır) Başka bir yerde, Allah’ınvelayetinin bir meyvesinin de,
velilerinden korku ve hüznü gidermesi olduğunu beyan etti. Ve mü’minlerin Allah’a
velayetlerni, imanları ve takvaları olduğunu açıkladı. Bu, Allah’ın şu sözündedir:(Dikkat
edinki, Allah’ın velilerine ne korku nede hüzün yoktur. Ki onlar iman ettiler ve
sakınırlardı)Başka bir yerdede Allah’ın, Nebisi’nin (s.a.v) velisi olduğunu ve (nun yine
salihleri veli edindiğini açıkladı. O da Allah’4n şu sözüdür: (Allah’ın velisi, kendisine kitab
indirilendir. Ve o salihleri veliedinir)Allah’ın sözü: (Onları karanlıklardan nura
çıkarır)Zulumattan murad, delalettir. Nuran da murad hidayettir. Bu ayetten anlaşılıyor ki,
dalaletin yolları çoktur. Çünkü, “zulmet” kelimesi, çoğul olarak gelmiştir.
Hak yolu tektir. çünkü “nur” kelimesi tek olarak gelmiştir. Şu sözü gibi. (Bu benim yolum
dosdoğrudur, ona uyun. (Başka)yollara uymayın, sizi onun yolundan ayırır). İbn-i Kesir, bu
ayetin tefsirinde şunları söyledi:Bunun için Allah Teala, “nur” lafzını birlemiş, “zulumat” ı
çoğul yapmış. Çünkü hak birdir.
Küfrün çeşitleri ise çoktur ve hepsi de batıldır. Nitekim buyurdu ki:(Bu benim yolum
dosdoğrudur, ona uyun. (Başka)yollara uymayın. Ki bu taktirde sizi onun yolundan ayırır.
Size bu emrediyor. Umulur ki sakınırsınız)Ve Allah Teala buyurdu ki:(Karanlıkları ve nüru
kıldı)Ve Allah Teala buyurduki:(Sağdan ve soldan) ve bunun gibi diğer ayetler. Ki onların
lafzında hakkın tekliği ve batılın yayılmışlığı, çeşitliliği ve parçalanmışlığı vardır. Allah’ın
sözü:(Kafir olanların ise velileri tağuttur)Bazı alimler dediler ki:Tağut, şeytandır. Buna,
Allah’ın şu sözüde delalet ediyor:(Bu şeytan ancak, velileriyle korkutur) Yani sizi
velilerinden korkutur). Ve Allah’ın sözü: (iman edenler, Allah yolunda çarpışırlar.
Küfrendelre ise tağutun yolunda çarpışırlar. Şeytanın velileri ile çarpışın. Muhakkak ki
şeytanın hilesi zayıftır.)Ve şu sözü: (Onlar size düşman oldukları halde, benden ayrı olarak,
onu ve zürriyetini veliler mi ediniyorsunuz?)Ve şu sözü: (Onlar öyle kimseler dirki,
şeytanları veliler edindiler) Gerçek olan şudur ki, Allah’tan başka ibadet edilen her şey
tağuttur. Şeytanın en büyük şansı da bundandır. Nitekim Allah Teala buyurduki:(Ey Adem
oğulları, şeytana ibadet etmeyceksiniz diye sizden söz almadım mı?) Ve buyurdu ki:(Ondan
başka çağırdıkları, bazı dişi varlıklardır venacak aksi şeytana çağırıyorlar)Dostu ibrahim
hakkınd ada buyurduki :(Babacağım, şeytana ibadet etme)
Ve buyurduki:(Ve muhakkak ki şeytanlar, sizinle mücadele etmeleri için velilerine
vahyederler. Onlara itaat edecek olursanız, müşrik olursunuz.)Ve bunun gibi diğer ayetler.
Allah’ın sözü :(O kimse gibi ki, mallarını insanlara gösteriş için infak ediyor)”Okimse”den
muradın, “şu kimseler” olduğunu şu sözü ile beyan etti:(Kazandıklarından herhangi bir
şeye kair değildirler.)Allah’ın sözü:(Allah yolunda mahsur kalmış fakirler için) Burda onların
fakirliklerinin sebebini açıklamadı. Fakat şu sözü ile, onların fakirliklerinin sebebinni,
kafirlerin onları diyarlarından ve mülklerinden çıkarmaları olduğunu, Haşr süresinde beyan
etti. (Yurtlarından ve mülklerinden çıkarılmış fakirler için) Allah’ın sözü:(Kime Rabbinden bir
öğüt gelirde artıkson verirse, öncekiler onundur.) Bu ayet-i kerimenin manası şudur:Kime
Rabbinden, onu faiz yemekten alıyokan bir öğüt gelirde artık son verirse, yani:Allah’ın
emrine uyarak ve Allah Teala’dan korkarak faiz ile muameleyi terk ederse, (Geçmişte olan
kendisinindir) yani:Faiz mallarından, tahrimin nuzülündan önce geçenler. Bu ayet-i
kerimeden şu çıkarılır:
Allah, insana haram kılmadan önce, herhangi birşeyi yaptığından dolayı onu sorumlu
tutmaz. Bu manayı pek çok ayetlerde izah etmiştir; içki içenler hakkında, tahriminin
nüzülünden önce fal okları malını yiyenler hakkında demiştir:(İman edip salih amel
işleyenlere, tattıklarından ötürü herhangi bir günah yoktur)
Tahrimden önce babalarının eşleriyle evleenler hakkında şöyle buyurdu:(Babalarınızın,
kadınlardan nikahladıklarını nikahlamayın. Daha önce olanlar hariç)yani:Ancak, tahrimden
nce olanlarında size her hangi bir günah yoktur. Benzeri de Allah’ın şu sözüdür: (Ve iki
kızkardeşi aynı anda (nikah) altında bulundurmanız. Geçmişte olanlar hariç) Tahrimden nce
av hakkında şöyle buyurdu: (Allah, geçmişte olanları affetti)
Dönülmesinin neshinden önce Beytü’lMakdis’e doğru olan namazlar hakkında şöyle
buyurdu:(Allah imanınızı zayi’ edecek değildir) Yani:Neshinden önce, Beytü’l-Masdis’e
doğru olan namazınız.
Bu manadaki en açık delillerden biride, Peygamber (s.a.v) ve müslümanların,
müşriklerden akraba olan ölmüşlerine istiğfar ettiklerinde, Allah Teala’nın şunu
indirmesidir:(Onların ateş ehli oldukları kendilerine apaçık belli olduktan sonra, akrabaları
bile olsa, Nebi’nin ve iman edenlerin, müşrikler için sitiğfar etmeleri, kendilerine
yaraşmaz.)Müşriklere istiğfar ettiklerine pişman oldular. Allah, bunun hakkında şunu
indirdi:(Allah, hiç bir kavmi, sakınmaları gereken şeyleri kendilerine beyan etmedikçe,
onları hidayete erdirdikten sonra, sapıtacak değildir.)Açıkladıki; kendisinden sakınmayı
beyan etmeden önce, herhangi bir şeyi yapmalarından dolayı onları sapıttırmaz.
Allah’ın sözü: (Allah, faizi mahveder) Bu ayet-i kerimede kendisinin, faizi mahvetitğini
açıkladı. Yani: Onu, bütünüyle sahibinin elinden alır yada onu malının bereketinden
mahrum eder de ondan faydalanmaz. Nidekim bunu ibn-i Kesir ve diğerleri ifade
etmişlerdir. Burda zikrettiği “faizin mahvi” hususuna başka yerlerde işaret etti. Ş usözü
gibi:(İnsanların mallarında artsınlar diye verdiğiniz faiz, Allah katında artmaz)
VE şu sözü:(De ki, habis olanla temiz olan bir olmaz. Habis olanın çokluğu hoşuna gitse
bile) Ve şu sözü: (Habisolanı üst üste kılar da bütün olarak onu yığar. onu böylece
cehennemlik kılar.)Nitekim ibn-i Kesir buna, bu ayetin tefsirinde işaret etti.
Bil ki, Allah, faizin yasaklığını şu sözü ile açıkladı (Ve faizi yasakladı) Şu sözü ilede, faizle
muamele edenlerin, Allah’la savaşanlar olduğunu açıkladı:(Ey iman edenler, Allah’tan
korkun ve eğer mü’minler iseniz, ribadan arta kalanını bırakın. Eğer yapmazsanız, Allah ve
Rasulu ile savaştığınızı bilmiş olun. Eğer tevbe ederseniz, ana paraız sizindir. Ne
zulmeerseniz nede zulmedilirsiniz.)
Faiz yiyenlerin de kıyamet günü kabirlerinden, şeytanın dokunup çarptığı kimselerin
kalkıtığı gibi kalkacağını, şu sözü ile açıkladı:(Faiz yiyenler, ancak şeytanın dokunup
çarptığı kimselerin kalktığı gibi kalkarar. Bu, onların: “Alışverişte fazi gibidir” demelirnden
ötürüdür.) Bunun hakkındaki hadisler de pek çoktur.
Bilesin ki, müslümanların men’inde icma’ ettikleri ve hiç kimsenin onda muhalefet
etmedikleri faiz, cahiliyenin iribası gibi olandır. Ki oda; birinin süreyi uzatması üzerine,
öbürünün borç miktarını arttırması, altınla altın, gümüşle gümüş, altınla gümüş; buydayla
bağday, arpayla arpay hurmayla hurma ve tuzla tuz arasında ve bu şekilde bu dördünün
birbirleriyle olan nesa (süre) ribasıdır.
Aynı şeklide birçok kişi, mezkur altı şeyden her biri rasında fadl (artık, artma)riba’nın
haramlığı üzerindeki icma’ı aktardılar. Bina enaleyh altın-altın gümüşgümüş, buğday
buğday, arpa arpa, hurma hurma ve tuz tuz arasın afadl (caiz değildir. Elde ele (peşin) olsa
bile.
Şüphesiz olan gerçek, mezkur altı sınıfın bir çeşitinde, fadl ribasının haram olduğudur.
Denilseki:Sahih’te ibn-i Abbas’tan, Usame b. Zeyd’den, Rasulullah (s.a.v)’in şöyle
buyurduğu sabit oldu:“Riba, sadece vade (süre)de olur”
Sahih’te, Ebu’l-Munhal’in şöyle dediği sabit oldu:Bera’b. Azıb ve Zeyd b Erkam’a,
mübadedeleli alış veriş hakkında sordum. dediler ki:Rasululah (s.a.v) zamanında tüccar
idik. Rusululah (s.a.v)’e sarf (mübadeleleli alış veriş)hakkında sorduk. Dediki:”Peşin
olanının bir sakıncası yktur. Vadeye endesli olan ise caiz değildir.” Cevab, bir kaç açıdandır:
Birincisi:Usame, Zeyd ve Bera’ın kendisinden yaptıkları rivayette Nebi (s.a.v)’in, miktar
artımına endesli (fal)olanı caiz kılıp zamana endeksli (nesa’,nesie) olanı men’etmesinden
muradı, onun ancak iki farklı icniste olmasıdır. Delilde; karşılıklı miktar artırımana dayalı
olanın caiz olduğu noktasında açık, sahih rivayetlerdir.Tek cinste ise yasaktır.
Bu vechi Beyhaki, Sünen-i Kübra’da tercih etti. daha önce, Bera’b. Azib ve Zeyd b.
erkam’dan zikrettiğimiz hadisi önc sürdükten sonra şunları söyledi:Buhari Sahhi’te, Amir b.
Musib’i zikretmeksiin, Ebu Asımları söyledi:Buhari, Sahih’te, Amir b. Mus’ib’i de
zikretmeksizin, Ebu Asım’dan rivayaet etti. onu, Amir b. Mus’ib’de zikrederek Haccac b.
Muhammed’den, ibn-i Cerih’ten çıkardı. Onu Müslim b. El-Haccac, Muhammed b. Hatim b.
Meymun’dan, Sufyan b Uyeyne’den, Amr b. Dinar’dan, Ebu’l Munhal’dan da çıkardı.
Dediki:Ortağım, panayır yada hac zamanına kadar, vade ile yaprak aldı. bunun üzerine
onu, manasıyla zikretti. Onu Buhari, Ali b. el-Medini’den, Süfyan’dan rivayet etti. Aynı
şekilde onu, Ahmed b. Rauh, Süfyan’dan rivayet etti. Aynı şekilde onu, Ahmed b. Ravh,
Süfyan’dan rivayet etti. El-Hamidi’den, Süfyan’dan, Amr b. Dinar’dan ve Ebu’l-Mühhal’dan
da rivayet edildi.
Dediki: Küfe’li ortağım, aralarında fadl ile dirhemlerle,dirhemler sattı.
Ban agöre bu hataır. Doğru olan, Ali b. el-Medini ve Muhammed b. Hatim’in rivayet
ettiğidir. Buda, ibn-i Cerih’in rivayetinde ifade edilenin muradıdır. Bu durumda haber, iki
cins şeyin satışında varid olmuş olur; birisi diğeriyl. Dedi ki:Onun peşin olanında bir sakınca
yktur. Vadeli (zamana endeksli)olanı ise cazi değildir. Buda Usame’nin hadisinden
muraddır. Allah en iyi bilendir.
Yine buna delalet eden, bize Bağdatlı Ebu’l-Huseyn bi fazl el-Katkan’ın haber verdiğidir:
Ben Ebu Sehl b. Ziyad el-Kattan’ım. bize ahmed b. Muhammed b. İsa el,Burti söyledi.
Bize Ebu Ömer söyledi. Bize Şu’be söyledi. Bana Haib haber verdi, ki o, ibn-i Ebi Sabittir.
Dediki, Ebu’l-Munhal’in şöyle dediğini işittim:Bera ve zeyd b. Erkam’a, sarf hakkında
sordum. Şöyle dediler: Rasululah (s.a.v), yaprağın altınla borç olarak satılmasını nehyetti.
Bunu Buhari Sahhi’te Ebu Ömer Hafs b. Ömer’den rivayet etti. Ve bunu Müslim, diğer bir
Vecihle, Şu’beden çıkartı. Beyhaki’den aktarım bitti. Ki o da; mezkur fadlıncevazından
muradın, tek cinste deil iki cinste olması olduğu noktasında zikrettiğimiz hususunnda
gerçekten açıktır. Bütünün ekinde, Beyhakiden zikrettiğimiz kelamı önce sürdükten sonra
şunlar yer alıyor:ikisi ile ilgili delil yoktur. Çünkü bunun, iki şeyden birine hamli
mümkündür. Ya murad, dirhemlerin faizli olmayan bir şeylesatılması olur. Fesad da, panayır
yada hac zamanı ile te’cid edilmesinden dolayıdır. Çünkü o, özellikle de Arapların yaptığı
şekil üzere kayıtlı değildir.
İkincisi:Bunun, cins farklılığına hamledilmesi. Buna, Ebu’l-Munhal’dan yapılan diğer bir
rivayet delalet ediyor. Dediki:Bera’b Azib ve Zeyd b. Erkam’a sarf hakkında sordum. ikisi
dediler ki:Rasululah (s.a.v), altının yaprakla, borç olarak satılmasını nehyetti. Bunu, Buhari
ve müslim rivayet etti. Bu, Buhari ve Müslim’in, o manadaki lafzıdır. Müslim’in lafzında,
“Borç olarak, yaprağın altınla satılmasından” şeklindedir. O açıklıyor ki, murad edilen,
cinsin diğer cinsle sarfıdır.
Bu rivayet, Şu’benin Habib b. Ebi Sabitten, Ebu’l -Münhal’den olan hadisinden sabittir. ilk
üç rivayet, Hamidi’nin rivayetidir. Sahih’teki ikisi ve hepsinin senedleri çok iyidir.
Fakat Süfyan hakkında ihtilaf meydana geldi. Hamidi, İbnü’l-Medini, Muhammed b.
Hatim ve Muhammed b. Mansur üzerinde ihtilaf etti. Hamidi ve Ali b. El-medininin tümü
çok güvenilirdirler. Burda ibnü’l-Medini; Muhammed b. hatim ve Muhammed b. Mansur’un
kendisini takib etmelerinden ötürü tercih edilir.
İbn-Cerih’in, onun rivayetine şehadeti, Habib b. Ebu Sabit’in rivayetinin, şeyhinin
rivayetine şehadeti (diğer, tercih sebebleridir)Bunun için yenin rivayeti hatalıdır. Ondan
aktarım bitti.
İbn-i Hacer, Fethu’l-Bari’de şunları söyledi. Taberi dediki, Usame’nin, faiz ancak vadede
vardır hadisinin manası, satış çeşitleri farklı olduğunda geçerlidir. Ondan gerekli aktarım
bitti. vE o, zikredilenlere muvafıktır.
Uyarı:Burda, san’ani’nin nüshasında yer aldı. Ebu Abdullah dediki :(Yani
Buhari)Süleyman b. Harb’in şöyle dediğini duydum:Riba, sadece te’hir şartı ile olan nesie
satışta olur. bize göre bu, yaprakla altın ve arpa ile buğda (satışının), karşılıklı artırıma
endesli satışta olur. Peşin olmasında sakınca yoktur. Nessie olarak olmasında hayır yoktur.
Buda uygundur. ondan aktarım bitti.
Nüshanın yorumuna göre, onun sözünden sonra, bu asla tam olarak uygundur.
zikertiğimiz bu cevabla biliyorsun ki:Bera ve Zeyd’in hadisi, bu cevabtan sonra, herhangibir
şey ihtiyacında değildir. Çünkü ikisinden, sahihte, cinslerin farklılığı açıklamsaı sabit oldu.
Dolayısıyla, problem ortadan kalktı. Rivayetler de birbirlerinie açıklıyor. Denilse ki0Bu;
dirhemlerin dirhemlerle, karşılıklı miktar artırımının cevası hususunda, sahih’te yer alan
hemlerle, karşılıklı miktar atırımının cevası hususunda, sahih’te yer alan üç rivayet üzerine
hüküm için yeterli değildir. Onlar yanlıştır. Bu durumda biri diyebilir ki, mezkur rivayetler
arasında çelişki yoktur. Çünkü onların kiminde sarf ifade edildi, kiminde de dirhemlerin
dirhemlerle olduğu açıklandı. İki rivayet arasında, cem’ olarak, mutlak, mukayyede
hamledilir. Çünkü birisi, diğerini mübhem bıraktığnıı açıkladı. Habib ibni Ebi Sabit’in hadisi
de, iki cinshakkında varid olan diğer bir hadis olur. İkisinde de nessa’haramdır. Bundada ne
çelişir nede zıtlaşır.
Cevab; buna muvafakat iki durumdadır:birisi, fadl ribasının mensuh oldğudur. İkincisi:
Fadl ribasınnı tahrimine dair hadisler, neshin olmadığı noktasındaki takdir itibareyile,
mübahlığına dair hadislerden evla ve tercihe şayandır.
Neshe delalet eden şeylerden biride, Sahih’te Ebu’l-Munhal’dan sabit olandır.
Dedi ki:Bir ortağım, panayır yada hac zamanına kadar vade ile kağıt sastı. Bana gelip
haber verdi. Bu doğru bir şey eğildir, dedim. Dedi ki, onu çarşıda sattım. Kimse de bunu
reddetmedi. Bera’b Azıb’a gelip ona sordum.
Dedi ki, Nebi (s.a.v) Medine’ye geldiğinde biz böyle satış yapıyorduk. Bunun üzerine
dediki, peşin olanında herhangi bir sakınca yoktur. Nessie olanı ise, ribadır. Zeyd b Erkam’a
geldim. Onun ticareti benimkinden fazladır. Onda şu açıkama vardır:
Bera’b. Azib ve Zeyd ibn-i Erkam’ın hadisindeki mezkur fadl ribasının mübahlığı, Nebi
(s.a.v)’nin muhacir olarak Medi’neye gelişine yakın bir zamanda idi. Fadl ribi (s.a.v)’nin
muhacir olarak Medine’ye gelişine yakın bir zamanda idi. Fadl ribi (s.a.v)’nin muhacir
olarak Medine’ye gelişine yakın bir zamanda idi. Fadl ribasının tahrimi hakkındaki bazı
sahih rivayetlerde, Nebi (s.a.v)’in, onun haramlığını Hayber gününde açıkladığı ifadesi
vardır. Yine bazı Sahih irvayetlerde fadl ribasının haramlığının, Hayber fethinden sonra
olduğu ifadesi vardır. Sahih’te, Fudale b Ubeyd el,Ensari’nin (r.a) hadisinde sabit olmuştur.
Dediki:Resulullah (s.a.v) Hayberde iken, içinde inci ve altın olan bir kolye getirdi. O satlan
ganimetlerden idi:Rasululah (s.a.v), kolyedeki altını emretti. Birisin çıkartı. Sonra Rasululah
(s.a.v) onlara dediki:“Altın altınla, garım garamıncadır” Bu Müslim’in sahih’indeki lafzıdır.
Yine onun, Sahih’indeki bir lafzında, Fudale b. Ubeyd’den, dediki:Hayber günü, on iki
dinara, içnde altın ve inci olan bir kolye satın aldım. Onu açıp baktım ki, içinde on iki
dinardan daha fazla var. Rasululah (s.a.v)’in şunu dediğini hatırladım:’Açılıncaya kadar
satılmaz” Yine onun,sahih’indeki bir lafzında, Fudale b. Ubeyd’den,dediki:Hayber günü
Rasululah (s.a.v) ile beraber idik. Yahudilere iki,üç dinar karşılığında bir okka altın
satıyorduk. Bunun üzerine Rasululah (s.a.v) dediki0 “Altını altınla satmayın, meğer ki dengi
dengine olsun” sahihayn’de, Ebu Hureyre ve Ebu Said’in hadisinden şöyle sabit olmuştur:
Rasululah (s.a.v), Beni Ada el-Ensarinin kardeşini gönderdi, onu Hayber’den sorumlu kıldı.
Hoş hurmalar getirdi. Rasululah (s.a.v) şöyle dedi:Hayber’in bütün hurmaları böyle midir?
Dediki:Hayır, ey Allah’ın Rasulu (s.a.v) vallahi biz iki sa’ karşılığında bir sa’ satın alırız.
Bunun üzerin Rasulullah (s.a.v) dedi ki:
“Yapmayınız. Misli misline yapın. Yada bunu satın, parasıyla da onu alın. Mizan böyledir”
Bu, Müslim’in, Sahih’indeki lafzıdır. yine ikisine ait lafızda Ebu Hureyre’den ve Ebu
Said’den, Rasululah (s.a.v)’in: Bir adamı Hayber’den sorumlu kıldı. O da hoş hurma
getirince, Rasululah (s.a.v) dediki:Hayber’in bütün hurmaları böyle midir?Dedi ki: Hayır
vallahi, ey Allah’ın Rasulü. Biz iki sa’karşılığında, bundan bir sa’ alırız ve üç sa’ karşılğında
da iki sa’. Bunun üzerine Rasululah (s.a.v) dediki:Böyle yapma. Dirhemlerle hurma sat,
sonrada dirhemlerle bunları al.” Bunun gibi hadisler çoktur. Bu da, Hayber’in fethinden
sonra, fadl ribasının tahrimindeki Rasululah (s.a.v)’in açıklamalır noktasında açık bir
nasstır. Sahih’teki bu sabit rivayetler sana açıklamıştırki:Fadl ribasının mübahlığı, Nebi
(s.a.v)’in Medine’den mıshacir olarak gelmesi zamanında idi.Men’i konusundaki açık
rivayetler, Hayber günü ve ondan sonrakini açıkladı. Rasululah (s.a.v)’in, Medine’ye
gelişinden altı yıl yada daha fazla bir süreden sonra fadl ribasın haram kımas,ı onda
sakınca olmadığı yönündeki şeylerin neshine delalet ediyor. Her halü karda önemli olan,
sonradan gelendir. Gerçek şu ki, daime en yenisini alıyorlardı. Ve yine Bera’ ve Zeyd (r.a),
mezkur hadisi Rasululah (s.a.v)’e hamlettikleri zaman baliğ değillerdi. Fadl ribasının
tahrimini rivayet eden bir gurub sahabe ise buna karşı çıkmışlar. Ki onlarda hadisi
aldıklarında, baliğdilre. Hadisi aldığına baliğ olanın rivayeti, aldığında çocuk olanın
rivayetinden daha çok tercihe şayandır. Gerekçesi de, ondaki hilaftır, baliğ olarak alanın
rivayeit değil. Rasululah (s.a.v) Medine’ye geldiğinde Bera’ ve Zeyd’in yaşı on
dolaylarındaydı. Delili de, İbn-i Abdulbirr’in, Mansur b. Seleme el-Hiza’iden zikrettiğidir:O
isnadı ile Zeyd b. Cariye’ye rivayet etti. Buna göre, Rasululah (s.a.v), pazar günü onu,
Bera’b. Azib’i, zeyd b. Erkam’ı, ebu Said el-Hudri’yi, Sa’db. Habbete’yi ve Abdullah b.
Ömeri küçük buldu. Vakididen; ilk gördüğü ğavze, Hendek’tir. Kimiside şöyle dedi:
Bera’ ve Zeyd’in hadisimensuhtur. Ravisi el-Hamidi’dir. İlim olarak ta, keşif olarak ta
ondan bahsetme. Hadisin ravisinin görüşü ise:O, mensuhtur. Bu kadarı, nesh için yeterlidir.
Usulcülerce bilinen bir hilaftır. Maliki ve Şafii’lerin çoğuna göre yetmez. Denilse ki0Fadl
ribasının tahriminin, ibahesinden sonra vaki’ olduğu şeklinde takdim ettiğiniz, Bera’ ve
Zeyd’in hadisinin neshine delalet ediyor. onların tarihinden bunu çıkarıyoruz.
Tahrim hadisi, daha sonra gelendir. Fakatbu, usame’nin hadisinin neresinde vardır?
Usame’nin doğumu, Bera’ ve Zeyd’in doğumuna yakındır. Çünkü Rasulullah (s.a.v) vefat
ettiğinde, Usame’nin yaşı yirmi idi. Bir görüşe göre, onsekiz idi. Rasululah (s.a.v) vefat
ettiğinde Bera’ ve Zeyd yirmi şayında idi.
Nitekim buna delalet edenlerin takdim ettik.
Cevabı Neshinde, bilgi olarak yeterlidir. Fadl ribasının mübahlığı, tahriminden önce vaki’
oldu. Sonra gelen, öncekini ortadan kaldırır.
ikinci cevab, usame’nin hadisi hakkındadır:O, tek bir sahabinin rivayetidir. Fadl ribasının
men’inin rivayetleri, Rasululah (s.a.v)’in ashabından bir guruptandır. Onu Rasulullah
(s.a.v)’den açık bir şekilde rivayet ettiler. Onlardan Ebu Said, Ebu Bekir, Ömer, osman, Ebu
Hureyre, Hişam b. Amir, Fudale b. Ubeyd Ebu Bekre, İbn-i Ömer, Ebu’d-Dred’, Bilal, Ubbade
b. Samit, Mamer b. Abdullah ve diğerleri fadl ribasının men’ini ifade ettiler. Zikrettiğimiz
rivayetlerin çoğu, Sahihte sabittir; Ebu Hureyre, Ebu Said, Fudale ibn,i ubeyd, Ömer b.
hatab, Ebu Bekre, Ubbade b. Samit, Ma’mer b. Abdullah ve diğerlerinin rivayeti gibi. Bunun
bildiğin zaman onlarsın ki, adil olanlardan bir gurubun riöayeti, tek kişinin rivayetinden
daha kavi, daha güvenilir ve hatadan daha uzaktır.
usulde kaidedir; Ravilerin çokluğu, tercih edinelndir. Delillerin çokluğu da böyledir.
Nitekim es-suud, Meraki’de, rivayet edilenin durumu itibariyle tercih konusunda, bunu şu
sözü ile ifade etmiştir:
.........................................................
ᄉ Tercihin çoklukla olmadığı görüşü, zayıftır. Selim ed-Dari, Şafii’nin bunu ima ettiğini
zikretmiştir. Bazı şafii ve hanefiler de bu görüştedir.
Üçüncü Cevab: usame’nin hadisi hakkında. O, fadl ribasının mubahlığına delalet etti.
Mezkur gurubun hadisleride, mezkur şeylerden tek cinste menine delalet etti. Usulde
kaidedir; men’a delalet eden nass, ibaheye delalet eden nasstan mukaddemdir. Çünkü
mübahın terki, haramın irtikabından ehvendir. Bunu, Mekari’nin sahibinde takdim
etmişizdir. Gazali, isa b. Aban, Ebu Haşim ve bir gurub kelamcının dışında, (herkese göre)
bu haktır. Onlara göre ise, ikisi aynıdır.
Dördüncü Cevab:Usame’nin hadisi hakkında. O zahiri ile tek cins ve ikin cinste ammdır.
Mezkur gurubun hadisleri ise ondan daha ahsıtr. Çünkü o; cinsin tekliğinde men’i,
ihtilafında ise cevazı öngörüyor. Hass olan da, amm olandan mukaddemdir. Çünkü bu,
onun beyanıdır ve hass ile amm zıtlaşmaz. Nitekim bu, usulde kaidedir. Fadl ribasını men’
eden hadislerin, Usame’nin hadisinden daha çok tercihe şayan olmasınnı gerekçelirnden
biride hfızdır. Onun rivayetinde Ebu Hureyre, Ebu Said ve diğerleri vardır ki bunlar hıfz ve
diğer şeylerle meşhurdurlar. İbni Hacer, Fethu’l,Bari’de şunları söyledi:Alimler, Usame’nin
hadasinin sıhhati üzerine ititfak etiler. onunla Ebu Said’ni hadisi arasında cem’ konusun
aise ihtilaf etiler. Denildiki:Mensuhtur. Fakat nesh, ihtimal ile sabit olmaz. Denildiki:“Riba
yoktur.” sözündekinin manası, şiddetli azab va’dedilen, haramlığı şedid ve katı ribadır.
Nitekim Arablar derlerki :“Belde de, zeyd’den başka alim yoktur. oyka orda ondan başka
alimler vardır. Kastedilen ise, ondan daha iyisinin olmadığıdır, hiç olmadığı değil. Yine
usame’nin hadisinde fadl ribasını tahrimi, sadece mefhum iledir. Dolayısıyla Ebu Said’in
hadisi, ona taktim edilir. Çünkü onun delaleti mantuk iledir. Daha öncede geçtiği gibi,
Usame’nin hadisi en büyük ribaya hamledilir. Herşeyi en iyi bilen Allah’tır. Ondan aktarım
bitti.
“Nesh, ihtimal ile sabit olmaz” sözü ise, ibaheden sonra tahrimin ve sonra olanın
bilinmesinin, neshe delalet noktasında olduğu yönündeki takdim etitğimiz rivayetlerden de
anlaşılacağı üzere, merduddur. İbn-i Abbas ve ibn-i Ömer’den, onlarnı, dadl ribasının
mübahlığı görüşünden döndükleri rivayet edilmiştir. Beyhaki, Sünen-i Kübra’da şunları
söyledi:“ilk dönemde, sadece nessi’ede riba vardır, diyenlerin görüşünde ve iddiasından
dönmesi noktasında istidlal edilenler kısmı! bize Ebu Abdullah el-Hafız haber verdi. Ben
Ebu’l-Fazl b. İbrahim . Bize Ahmed b. Seleme söyledi. Bize ishak b. ibrahim söyledi. Ben
Abdü’l-A’la, bize Davud b. Ebu Hind, Ebu Nadra’dan söyledi. Dediki:Ömer ve ibn- i Abbas’a
sarf hakkıda sordum. Onda herhangi bir sakınca görmediler. Ben Ebu Said el-Hudri’nin
yanında oturmuştum. Ona, sarf hakkında sordum Dediki, artan ribadır, ikisini sözü
doğrultusunda onu reddettim. Bunun üzerine dediki:Rasululah’tan (s.a.v), en son duyma
hususunda benden öte kimse yoktur:Onun yanına, hurma sahibi birisi, bir sa’iyi hurma
getirdi. Nebi (s.a.v)’in hurmaları iye değildi. Nebi (s.a.v) ona dediki, “Bu sana nerden?” iki
sa’götürdüm, onunla bunu aldım. Bunun çarşıda fiyatı böyledir, onun ki de öyledir. Bunun
üzerine Rasululah (s.a.v) dediki: “Riba mı ettin?Bunu istediğin zaman, hurmalarını herhangi
bir meta’ karşılğında sat. Sonrada o meta’ ile istediğin herhangi bir hurmayı al. Ebu Said
dediki: Hurmanın hurma ile olması mı daha çok ribadır, yoksa gümüşün gümüşle olması
mı?
Dediki, sonra ibn-i Ömer’e ardım, beni nehyetti. İbn-i Abbas’a da gitmedim. Dediki: Bana
Ebu’s,Sehba söyledi. O, ibn-i abbas’a sordu da onu kerih gördü. Bunu Müslim, Sahhi’te,
ishak b. ibrahim’den rivayet etti. Dediki:Nebi (s.a.v)’in hurmaları, bu şekilde idi.
Bize Muhammed b. Abdullah el-hafız haber verdi. Bize Hüseyin b. Muhammed b. Ahmed
ibn-i muhammed b. Huseyn Ebu Ali el-Masırci söyledi. Bize dedem Ebu’l-Abbas ahmed b.
Muhammed söyledi. Ki o, ibnu binti’l-Harsan b. isa’dr. Bize dedem Hasan b. İsa söyledi.
Ben ibnü’l-Mubarek. Ben Yakub b. Ebu’l-Ka’ka’.Ma’ruüf b. Sa’ddan. O, Ebu’l-Cevza’in şöyle
dediğini duydu:
İbn-i Abbas’a dokuzsene hizmet ediyordum. Ona bir adam gelip bir dirhemle iki dirhemin
alınmasını sordu. Bunun üzerine ibn-i Abbas bağırıp dediki:Bu kendisine riba yetirmemi
emrediyor. Bunun üzerine çevresindeki insanlar, biz bunu senin fetvanla yapıyorduk,
dediler.
İbn-i Abbas dediki, buna fetva veriyordum. Ta ki; Ebu Said ve İbn-i Ömer bana, Nebi
(s.a.v)’in bundan nehyettiğini söyleyinceye kadar. Bende bunun üzerine sizi ondan
nehyettim. Sünen-i Beyhakideki nüshamızda, bu isnadda ibnü’l-Mubarek vardır. Açıktır ki
orijin, Ebu’l-Mubarektir. Nitekim aşağıda gelecektir. Bize Bağdatlı Ebu’l-Huseyn ibnu’l-Fadl
el-Kattan haber verdi. Ben Abdullah b. Ca’fer b. Daresteveyhi’m. Bize Yakub b. Süfyan
söyledi. Bize Ubeydullah b. Mus,a israil’den Ebu İshaktan, Sa’d b. İyas’tan, Abdullah b.
Mes’ud’dan söyledi.
Şamh b. Fizare oğullarından bir adam ona şunu sordu:Bir adam bir kadınla evlendi.
Derken annesini gördü de hoşuna gitit. Bunun üzerine karısını boşadı, annesiyle evlenmek
için. Sakıncası yoktur deyip kadını, adama nikahladı. Abdullah, beytü’l-mal sorumlusu idi.
Beytü’l-Malın artıklarını satıyordu. Çok veriyor, az alıyordu. Ta ki Medine’ye gelip
muhammed (s.a.v)’in ashabına sordu. Dediler ki:Bu kadın bu adama helal değilir. Eşit
ağırlıkta olmadıkça, gümüş sahih olmaz. Abdullah döndüğünde adama gitti, onu bulamadı.
Kavmini gördü, dediki, arkadaşınıza fetvasını verdiğim şey, helal olmaz. Dediler ki:Kadın
onun olmuştur. Ded ki, öyle olsa bile. Seyarefe’ye gelip dediki, Ey Seyare’feliler
topluluğu:Size satmış oludkalrım, helal değildir. Gümüş karşılığında gümüş helal olmaz,
meğer ki eşit ağırlıklı olsun.
Beyhaki’den, lafzı ile aktarım bitti. Bunda ibn-i Ömer, ibn-i Abbas ve ibn-i Mes’ud’un,
fadl ribasının ibahesi görüşünden döndükleri açıklaması vardır. İbn-i Hacer, Usame’nin
mezkur hadisi hakkındaki kelamda şunları söyledi:Onda muhalefet edildi. Yani:İbn-i Ömer
ve İbn-i Abbasfadl ribasını men’etti, sonra döndü. onun dönüşünde ihtilaf edildi. Hakim,
Hayyan el,audi yoluyla, ihmal edilmiş ve el aaltında bir vaziyette rivayet etmiştir. ebu
Mucellez’e, sarf hakkında sordum. Dedi ki:ibn-i Abbas, hayatını bir kesitinde, göz önünde
ve peşin olanında herhangi bir sakınca görmezdi.
Şöyle derdi:Riba, ancak nessi’ededir. Ebu Said onunla karşılaştı ve ona kıssayı ve hadisi
anlattı; hurmanın hurmayla, buğdayın buğdayla, arpanın arpayla, altının altınla, gümüşün
gümüşle olduğunu anlattı. Bunun üzerine ibn-i Abbas dedi ki, Allah’tan af diler, O’na
dönerim. Artık ondan, çok şiddetli bir şekilde nehyediyordu. Fethu’l-Bari’den aktarım bitti.
Takiyuddin es,Subki’nin derlemesiden ekinde Hayyan’ın bu hadisini öne sürdükten sonra
şunları ifade etti:Onu Hakim, Müstedrek’te rivayet etti. Bu, isnadı sahih bir hadistir. Onu
kimse bu bağlamda çıkarmadı. Onun hakkında sıhhatle hükmetmede bir düşünce vardır.
Mezkur Hayyan b. ubeydullah hakkında ibn-i Adiy dediki:Bütün rivayet ettikleri, onlarla
özgülenen eşsizlerdir.
İbn-i Adiyy tercemesinde, onun siyakıyla bu sarf hadisini zikretti. Sonra dediki, bu hadis,
sadce Hayyan’dan olan, Ebu Mucellez’in ibn-i Abbas’tan olan hadisidir. Beyhaki ve Hayyan
dediki:Onun hakkında konuşun. Bil ki:Bu hadis, durumu hakkında itina gerektiriyor,
zayıflığından, sıhhatinin beyan edilmesini de. Gerekçesi de, içinde bulundğumuzdan başka
bir şey için. Ki o da şu sözüdür: Tartılan ve ölçülen, bu, şekildedir. onun hakkında iki tür söz
söylendi. Bu görüşte olanlardan, olani ibn-i Hazm, kendisine karşı uyardığı bir şeyle onu
kusurlu buldu. O, hadisi üç şeyle kusurlu buldu.
Birisi:O, münkatı’dır. Çünkü Ebu Mucellez, ne Ebu Said’den, nede ibn-i Abbas’tan
duymadı.
İkincisi: Said b. Cübeyr’in muhalefetinden ötürü.
Üçüncüsü:Hayyan b. Ubeydullah, mechüldür. O, munkatı’dır sözü ise; makbul değildir.
Çünkü Ebu Mücellez, ibn-i Abbas’a yetişti ve ondan işitti.
Ebu Said’de ulaştı. Bu sabit olduğunda, sabit olması dışında, “duymadı” davası
dinlenilmez. Said ibn-i Cübeyr’in muhalefetine gelince, Allah Teala’nın ini ile, onun
hakkında konuşacağız.
Hayyan ibn-i Ubeydullah’ın mechul olduğu görüşüne gelince, eğer bilinmeyen bir kişi
lduğunu murad ediyorsa, doğru değildir. Aksine o, meşhur bir hadisi hakim çıkardı. Onu
ibn-i Hazm ve ibrahim b. el-Haccac eş-Şami zikretti. Bir açısından’da onu, ibni Adiy ve
Yunus b. Muhammed rivayet etti. Bir açısından da onu, Beyhaki rivayet etti. Ki o da Hayyan
b. Ubeydullah ibni Hayyan b. Bişr b. Adiy’dir, Basri, Ebu mücellez lahik b. Hamid’i işitti.
Dahhak ta babasından. Aat ve ibni Bureyde’den de rivayet etti. Ondan Musa b. İsmail,
Müslim b. İbrahim, Ebu Davud ve Ubeydullah b. Musa rivayet etti. Buhari ve ibn-i Ebu
Hatmi ona bir terceme akdettiler. Onlardan her biri, onun bazı zikrettiklerini zikretti. İbn-i
adiy’in kitabındada onun bir tercemesi vardır. Niteki ona işaret ettim. Böylece onun,
bilinmeyen biri olmadığı anlaşıldı. Eğer, nasıl biri olduğu bilinmezliğini kastediyorsa, o, onu
ishak b. Raheveyh yoluyla rivayet etmiştir. isnadında dediki0Bize Rauh haber verdi. Dedi
ki, bize hayyan b. Ubeydullah söyledi. Ki doğru bir adam idi. Eğer onun hakkındaki bu
doğrulukla şehadet, Rauh b. Ubbade’den ise; Rauh muhaddistir, hadisle büyüdü, onu
bilendir, delillenilebilirliği muttefekun aleyh olan biri musannıftır. eğer bu söz ishak b. Rahe
veyh’ten ise ondan ve ishak’ın övdüğünden bahsetme. İbni Ebu hatim Hayyan b.
Ubeydullah bunu zikretti. onun kendilerinden rivayet ettği, kendilerinin ondan rivayet ettiği
bir gurub meşhur da zikretti.
Dedi ki:O babasına, onun hakkında sordu da doğru biridir, dedi. Sonra dediki, Süleyman
b. Ali er-Rabi’İden, Ebu’l-Cevza’ Evs ibni Abdullah erRabi’den dediki, ibn-i Abas’ın sarfı
emrettiğini duydum. Bu, ondan söylendi. sonra onun, bundan döndüğü bana ulaştı.
Mekke4de onnula karşılaştım. Sensin döndüğün bana ulaştı, dedim. Dedi ki:Evet, bu sadce
benim görüşüm idi. Bu Ebu Sa’id, Rasululah (s.a.v)’in sarftan nehyettiğini söyledi. Onu
Sünen’i Kübra ve imam Ahmed’in müsnedinde, sahihanın şartı üzere adamlarının isnadı ile
Süleyman b. Ali’ye rivayet ettik.
Süleyman b. Ali’ye Müslim rivayet etti. İbn-i Hazm dediki: O mechüldür kim olduğu
bilinmiyor. Beyan olunanlardan dolayı bu, ondan kabul edilmez. Sonra dediki:Ebu’l-
Cevza’dan, dediki: İbn-i Abbas’a dokuz sene ibadet ediyordum. Sonra, Beyhaki’den takdim
ettiğimiz Ebu’l-Cevza’ın hadisini ibn-i Abbas’tan öne sürdü. Sonra dediki, onu Beyhaki,
Sünen-i Kübra’da, içinde Ebu’l Mubarek’in de bulunduğu bir isnadla rivayet etti. Ki o da
mechuldür. Sonra dediki:Abdurrahman b. Ebu Nu’m’dan rivayet ettik. Ebu Said el-hudri
ibn-i Abbas’la karşılaştı da Rasululah (s.a.v)’in şöyle dediğine şahid oldu:“Altın altınla,
gümüş gümüşle ve misli mislinedir.
Kim artırırsa, riba etmiştir.” Bunun üzerine ibni Abbas dediki:Fetva verdiklerinden ötürü
Allah’a tevbe ediyorum. Sonra döndü. Bunu Taberani, sahih bir isnadla rivayet etti.
Abdurrahman b. Ebu Nu’m Tabi’i ise; sikadır, muttefekun aleyhtir, sahabeden Ebu Said,
ibn-i Ömer ve diğerlerinden yaptığı rivayetle bilinir. Ebu’l-Cevza’dan, dediki0İbn-i Abbas’a
sarf hakkında, dirhemlerin dirhemlerle, peşin olamsı hakkında sordum. Dediki, peşin
olanında herhangi bir sakınca görmüyorum. Sonraki sene Mekke’ye gitim. ondan
nehyetmişti. Bunu Taberani, hasen bir isnadla rivayet etti. Ebu’ş-Şa’şa’dan, dediki:ibn-i
Abbas’ın şöyle dediğini duydum:Allah’ım, sarftan dolayı sana tevbe ediyorum. Bu sadece
benim görümdendir. Bu da Ebu Said el-Hudri, onu Nebi (s.a.v)’den rivayet ediyor. Bunu
Taberani rivayet etti. Ricali sikadır, meşhurdur, başlangıçlarından sonlarına kadar onda
konuşmakla açıklayıcıdırlar. Atiyye el,Avfi’den, dediki: Ebu Said, ibni Abbas’a, Allah
Teala’ya tevbe et, dedi. Dediki:Allah’tan af diliyor, O’na tevbe ediyorum. Dediki:Rasululah
(s.a.v)’in altınla altın ve gümüşle gümüşten nehyettiğini öğrenmedin mi. Ve dediki, ben
sizin hakkınızda, ribadan korkuyorum. Fudayl b. merzük dediki:Atiyye’ye, riba nedir?dedim.
Fazlalık ve ikisi arasındaki artıktır, dedi. Taberani, sahih bir senedle Atiyye’ye rivayet etti.
Atiyye, Sünen’in ricalindendir. Yahya b. Main uygun buldu. Başkaları zayıf buldu. Ondan
dolayı isnadı kavideğildir.
Bekir b. Abdullah el-Müzniden:İbni Abbas, Medine’den Mekke’ye geldi. Bende onunla
beraber geldim. Allah Teala’ya hamd edip o’nu övdü. Sonra dediki: Ey insanlar, peşin olan
sarfta herhangi bir sakınca yoktur. Rıba, ancak nessiededir. Sözü her tarafa yayıldı. Panayır
zamanı bittiğinde, Ebu Said Hudri onun yanına gidip ona dediki: Ey ibn-i Abbas, riba yedin
ve yedirdin. Dediki, öyle yaptın mı?Dedi ki:Evet Rasulluah (s.a.v) dediki0 “Altın-altınla,
ağırlığınca ve mislincedir. Kim artırırsa yada arttırılmasını isterse, riba etmiştir. Arpa
arpayla, hurma hurmayla, tuz tuzla misli mislincedir. Kim atrtırır yada arttırılmasını isterse,
riba etmiştir” Bir sonraki sene ibn-i Abbas geldi, ben de onunla beraber geldim. Allah’a
hamdedip onu övdü. Sonra dedi ki:Ey insanlar, ben geçen sene kendi görüşümden bir
şeyler söyledim. Ben ondan dolayı Allah’tan af diliyor, O’na tevbe ediyorum. Rasululah
(s.a.v) dediki, “Altın altınla ağırlığınca ve mislincedir. Kim artırır ve arrıtırılmasını isterse,
riba etmiştir. Bu altı çeşidi onlara isde etti. Taberani, içinde mechul biri olan bir senedle
onu rivayet etti. Bunu sadece, öncekinin devamı olarak zikrettik. Rivayetimizde de böylece
vaki’ oldu.
En iyi bilen Allah’tır. Ebu Cabir Ahmed b. Muhammed b. Selame etTahavi, Me’ani ve Asar
kitabında, hasen bir senedle, Ebu Said’e rivayet etti. Dediki:İbn-i Abbas’a dedim ki, dinar-
dinarladır, diyeni gördün mü?Hadisi zikretti sonra dediki:Ebu Said dedi ki, ibn-i Abbas
ondan vazgeçti. Yine Tahavi, Nasr b. Merzük’tan, gözardı edilemez bir senedle, Ebu’s-
Sehbadan rivayet ettiğine göre, ibn-i Abbas sarftan vazfeçti. Bu Müslim’in rivayetinden
daha sarihtir. Tahavi, Ebu Umeyye’den hasen bir senedle, Abdullah b. Huseyn’e rivayet
ettiğine göre, ırak ehlinden bir adam, Abdullah b. Ömer’e dediki:İbn-i Abbas emirimiz iken,
eddiik:Kim yüz dirheme karşı birdir hemverirse onu alsın. Dediğine dair bir hadis zikretti.
İbn-i Abbas’a, ibn-i Ömer’in söylediği, söylendi. Bunun üzerine Rabbinden af dileyip dedi ki,
o sadece benim görüşümdür. Ebu Haşim el-Vasiti -Yahya b.Dinarden, Ziyad’dan, dediki:
Taif’te, ibn-i Abbas’la beraber idim. Ölmeden yetmiş gün önce sarftan döndü. Bunu ibn-i
Abdülbirr, istizkar’da zikretti. Yine Ebu Hurre’den zikretti. Dediki:Bir adam ibn-i Sirin’e bir
şey hakkında sordu. Dediki: Onu bilmiyorum. Bunun üzerine adam dediki: Onun hakkında
bir görüşün olmalı. Dedi ki:Onun hakkında görüşümü söylemek, hoşuma gitmiyor. Sonra,
bana başkası beliriyor. Seni arıyorum da bulamıyorum.
İbn-i Abbas’ın,sarf hakkında bir gröüşü vardı. Sonra döndü. Yine ibn-i Sirin’den, Hezilden-
Muhammed b. Sirin’in kızkardeşinin oğlu,Dediki:
İbn-i Abbas’a sarf hakkında sordum. ondan döndü. Dedimki:insanlar diyorlar.
Dediki:İnsanlar, istediklerini söylerler. Derleme’nin ekinden aktarım bitti. Sonra dediki:İmdi,
bunlar; ibn-i Abas’ın döndüğüne dellet eden, arkadaşlarından bir gurub tarafından hasen,
sahih rivayetlerin sayısıdır. Onun döndüğü hakkında, bundan başka da rivayet edilmiştir.
Zikrettiğim ve bunda önce Derleme’nin ekinde de olanlar, Allah’ın izniyle yeterlidir. Ebu’z-
Zübeyr el,Mekki’den
–Muhammed b. Teedrus rivayet edildi. Dediki :Ebu Useyd es-Salidi ve ibn-i Abbas’ın, iki
dinar karşılığında bir dinara fetva verdiğini duydum. Ebu Useyd es,Sa’idi ona kaba sözler
söyledi. Bunun üzerine ibn-i Abbas dediki, Ey Ebu Useyd; bunun gibisini söyleyen
Rasulullah (s.a.v)’e olan yakınlığımı kimsenin bildiğini sanmıyordum. Bunun üzerine Ebu
Useyd dediki, Rasululah (s.a.v)’in şöyle dediğine şahitlik ediyorum:”Dinar-Dinarla, bir
sa’buğday-bur’sa buğdayla, bir sa’arpa -birsa’arpayla, bir sa’tuz-bir sa’tuzladır. İkisi
arasında bundan başka herhangi bir şeyde fazlalık yoktur.
İbn-İ Abbas dediki, bu sadece, görüşüme göre söylediğim bir şey idi. Onun hakkında
herhangi bir şey duymadım. onu Hakim, Müstedrek’te rivayet etit. O, Müslim’in şartına
göre sahihtir ve senedin de de Atik ibn-İ Yakub ez-zübeyr vardır,dedi. Hakim dediki:O
Medine ehlinden Kureyş’li bir şeyhtir.
Tabera’nin Mu’ceminde, Ebu Salih zakvan’ın hadisinden rivayet ettiğimize göre o, ibn-i
Abbas’a, altın ve gümüşün alış-verişi hakkında sordu. Dediki:Peşin olduğunda, fazla yada
az olması helaldir. Ebu Salih dediki, bunun üzerine Ebu Said’e, ibni Abbas’ın söylediğini
sordum. İbn-i Abbas’a da Ebu Said’in söylediğini haber verdim. Ben yanlarında iken
buluştular. Ebu Said el-Hudri söze başla dediki0Ey ibn-İ Abbas, altın ve gümüş alış verişi
hakkında onlara verdiğim bu fetvalar, onlara onu, eksik yada fazla olarak, peşinen
almalarını emretmen nedir?İbn-i Abbas dediki, Rasululah’a arkadaşlık olarak en eski
olanınız değilim. Bu zeyd b. Erkam ve Bera’ b. Azıb, diyorlarki:Nebi (s.a.v)’i işittik
ki..Taberani bunu, hasen bir isnadla rivayet etti. İbn-i Ömer ve ibn-i Mes’udun bundan
döndüğünü takdim ettik. Bera’b. Azıb, Zeyd b. Erkam ve Usame b. Zeyd’den rivayet edilen
hakkındaki cevabı takdim ettik. Sai d. Cübeyr’den sabit olduğuna göre, ibn-i Abbas
dönmedi. Bu, mutlak olumsuzlamaya bir tanıklıktır. İsbat eden nefyedenden mukaddemdir.
Çünkü o, nefyedenin muttali’ olmadıklarına muttali olmuştur. İbni Abdilbirr dediki:İbni
Abbas, döndü yada dönmedi. Sünnette her birinin görüşün kifayet vardır. Ona muhalefet
edenleride ona geri getirmeye. Ömer b. Hattab (r.a) dediki:Bilinmeyenleri sünnete götürün.
Aktarım bitti. Allame Şevkanı, Neylü’l-Evtar’da şunalır ifade etti:Müslim’in ibn-i Ababs’tan
çıkardığına göre, peşin olanında riba yoktur. Bu, Rasulullah (s.a.v)’den rivayet edilmiş
değildir ki delaleti, mantuk olarak, fadl ribasının nefyine olsun. Merfu’ olsa bile. İbn-i
Abbas, dönüp te istiğfar etmedi. Ebu Said’de bunu söylemedi. Nitekim daha önce geçti.
Hazimi; Ömer Hattab ve oğlu Abdullah’ın, Rasululah (s.a.v)’den fadl ribasınnı tahrimine
delalet eden şeyleri konuştuklarını duyduğunda, ibn,i Abbas’ın döndüğünü ve istiğfar
ettiğini rivayet etti. Ve dediki, ikiniz, benim Rasululah’tan (s.a.v) ezberlemediğimi
ezberlediniz. hazimi’den, onun, bu benim görüşümde idi, dediği rivayet edilid.
Bu, bana Rasululah (s.a.v)’den bahseden Ebu Said el-Hudri’dir. Bunun üzerine bende,
Rasululah’ın (s.a.v) hadisine göre görüşüm terketim. İbni Abbas’ın bu söylediklerinin
merfu’ olduğu kabul edilirse, bu durumda o, el-Bab hadisleri ile tahsis edilmiş bir ammdır.
Çünkü onlar, mutlak olarak, ondan daha hasstır. Ondan aktarım bitti. Bir çok kişi, bu
hilaftan sonra, fadl ribasının üzerine icma’akdedildiğini zikretti.
Tek miletü’l-Mecmu’da şunalrı söyledi:Üçüncü fasıl. Bunda hilafın ortadan kalkdığının
beyanı ve ondaki icma’iddiası hakkında. İbnü’l-Münzir dediki:büyük kentlerin uleması;
Malik ibni Enes ve Medine ehlinden ona tabi olanlar, Süfyanla aynı görüşte olanlar, Leys b.
Sa’d ve Mısır ehlinden ona muvafakat edenler, şafii ve arkadaşları, Ahmed, ishak, Ebu
Sevr, Nu’man, Yakub ve Muhammed b. Ali, altının altınla, gümüşün gümüşle, buğdayın
buğdayla, arpanın arpayla, hurmanın hurmayla, tuzun tuzla alışverişi ne karşılıklı artan
olarak peşinen, nede nessie olarak caiz olmadığı ve bunu yapanın riba ettiği, alış-verişin de
geçersiz oludğu üzerine icma’ ettiler. Ondan gerekli aktarım bitti.
Nevevi de, Müslim’in Şerh’inde, Usame’nin hadisinin zahiri ile amelin terki üzerine olan
müslümanların icma’ını nakletti. Dediki:Bu, neshine delalet ediyor. İbn-iAbdilbirr; ibn-
Abbas dışındaki insanların icma’ı ile Üsame’nin hadisi için te’vilinin sıhhati ile istidlal
etmiştir. Ondan aktarım bitti. İbn-i Abbas’ın bundan dönmediği farzedilse bile, aksi yönde
bir icma’ akdedilmiş midir?Bunda, usülde bilinen bir hilaf vardır. Birisi ve ikisi ilğa eder mi,
yoksa herkesin ititfakı mı gerekir. Ki o meşhurdur.
Muhalif olarak öldürde sonra ardından icma’ akdedildiğinde icma’ olur mu. Ki o zahirdir.
Yoksa icma olmazmı. Çünkü ölü muhalifin göjrüşü, ölmesi ile geçersiz olmaz. Yine, usulde
bilinen bir hilaf fadl ribasının mübah olduğunu söyleyenlerin ondan döndüğünü anladığın
ve pek çok muttefekun aleyh olan olan hadislerine men’ini ifade ettiklerini öğrendiğin
zaman, bilirsin ki şüphesizo lan gerçek, bütün altı cins arasında ve kendi kendileri ile lan
fadl ribası haramdır.
İki muhtelif cins arasında peşin olan fadlnı cevasını ve altınla gümüş, hurma ile buğday
ve arpa ile tuz arasında nessa’ın mutlak olarak men’ini de bilmişsindir. Aksi olarak nessie
parayla yiyecek men’edilmez. Bazı alimler, bunun üzerinde icma’ olduğunu ifade
etmişlerdir.Hadiste ifade edilen bu altı sınıfın dışındakiler de öyledir. Alimlerin çoğuna göre
faiz, mezkür altı şeye özgü değildir.
Gerçek şudur ki iki paradaki ribanın sebebi, ikisinin değerli cevher olmasıdır. Dünyanın
heryerinde, genel olarak, eşyanın parasıdırlar. Bu, Maliki ve Şafii’nin görüşüdür. Onlara
göre ikisindeki illet, kenidelri ile sınırlıdır. Ahmed’in en meşhur rivayetlerine göre onlardaki
illet, kendileri ile sınırlıdır. Ahmed’in en meşhur rivayetlerine göre onlardaki illet, onlardan
herbirinin tartılan cins olmasıdır. Bu, Ebu Hanife’nin görüşüdür. Buğday, arpa, hurma ve
tuzdaki ribanın illeti ise, Malik’e göre, azık yapılmaları ve biriktirilmeleridir. Azığın çoğudur
da denildi. Malik’e ve çoğu ashabına göre fadl ribası sadece altınla altın, gümüşle gümüş
ve biriktirilen azık yiyeceklerle biriktirilen azık yiyecekler arasında men’edilir. Azık ve
biriktirilme ile beraber geçemliğin genel olanıda şart koşulur,denildi. Bu zikredilenleri
sadec eMalik kıldı. Çünkü o, mezkur dört sınıfın en has olanıdır. Bazı Maliki’ler, içinde,
Malik’e göre fadl ve nessa’ ribası lan şeylerin yer aldığı iki beyit nazmettiler:
...............
..........
Malik’in bunun hakkındaki görüşünü, yiyeceklerde riba hakkındaki sözlerde, Malik
altbaşlığı altında, uzun bir şiirimde şu sözüm ile yazmıştım:
.....
.....
......

Sonra, bunun ardından, yumurtanın faizliği hakkında şunu zikrettim:


Şafii’den en sahhi rivayetlere göre, dördünde ribanın illeti, tattır. Dolayısıyla ona göre,
her yenilendeki riba haramdır. Katık, tatlılar, meyveler ve ilaçlar gibi. İlletin tat olduğ
hususundada, müslim’in, Ma’mer’in hadisi olarak rivayet ettiği hadistir. Ki buna göre Nebi
(s.a.v) dediki: “Yiyecek -yiyecekle misli mislincedir”Taam, bütün yenilenlerin ismidir. Allah
buyurdu ki: (Bütün yiyecekler, israiloğullarına helal idi). Allah buyurduki:(İnsan yiyeceğine
baksın. Suyu nasılda boşalttıkça boşaltıyoruz. Sonra yeri yardıkça yarıyoruz da ondan
taneler ve üzümler bitiriyoruz)ve Allah Teala buyurduki:(Kendilerine kitab verilenlerin taamı
size helaldır.) Murad, kestikleridir.
Arşe (r.a) dedi ki, Rasululah (sa.v) ile beraber birsene, su ve simsiyah hurmadan başka
hiç yiyeceğimiz olmaksızın kaldık. Ebu Zer (r.a)’den. müslümn olmasının kıssası hakkındaki
uzun hadisinde dediki:Rasululah (s.a.v) buyurduki:“Seni kim doyuruyor.” Dedim ki:Zemzem
suyundan başka yiyeceğim yoktu. Karmının büklümü kırılıncaya kadar ondan beslendim.
dedki:(O mubarektir. O yiyecektir, tattır.” Müslim rivayet etti. Lebid de dediki:
.........................
Yani, yabani yiyeceği ile. Dedilerki:Nebi (s.a.v), bu hadiste ribayı, yiyecek ismine
bağladı. Hüküm müştak (türetilmiş)bir isme bağlandığında onun hükmün illeti olduğuna
delalet eder. Allah’ın:(Hırsız erkek ve hırsız kadın)sözündeki hırsızlıkta kat’ gibi. Dediler
ki:Çünkü tane yenildiği sürece, onda riba haram olur. Ekilir de yenilen olmaktan çıkarsa,
onda riba haram olmaz. Habbe olgunlaşır da yenilen olursa, onda riba haram olur.
Binaenaleyh, ondaki illetin, yenilen olması olduğuna delalet etti. Bunu içinde Şafii’lere
göre, iki vecihten biri üzere, suda riba haram idi. Çünkü Allah Teala buyurdu ki (Allah sizi
bir nehirle sınayacak. Binaenaleyh kim ondan içerse, o benden değildir. Kim de ondan
tatmazsa, o bendendir.)Aişe’nin daha önceki; simsiyah hurma ve sudan başka yiyeceğimiz
yoktu, sözünden dolayı. Ve şairin sözünden dolayı:
.......................
soğuk sudur. Bu, Şafii’nin, dördündeki ribanın illetin, tat oluduğu görüşünün delilidir.
Bununla da, aralarındaki birleştirici illetten dolayı, bütün tadılanlar ona girdi.
Kaydedecisi dediki:“Ribanın illetinin, tat olduğu yönündeki Ma’mer’in mezkur hadisi ile
istidlal, buna göre, göz ardı edilemez. Allah Teala en iyi bilendir. Çünkü mezkur Ma’mer
dediki:“Nebi (s.a.v)’in şöyle dediğini duyuyordum:”Yiyecekle-yiyecek, misli mislincedir”
Ukbe dediki:O gün yiyeceğimiz, arpa idi. Nitekim Ahmed ve Müslim, ondan rivayet etti.
Bu da; o gün örflerinde yiyeceğin arpa olduğu noktasında açıktır. Bunu es-Suud,
Mekari’de, şu sözü ile akdetti: Umumu tahsis edenlere atfen, ayrık tahsis ediciler konusu
hakkında:
.........................
Ahmed’in en meşhur rivayetlerine göre, dördündeki ribanın illeti, tartılan cins
olmalarıdır. Bu, Ebu Hanife’nin görüşüdür. Buna göre bütün tartılan şeylerde riba haramdır
taam olmazsa bile. Kireç, alçı, potas gibi.
Darekutni’in Ubbade ve Enes ibni Malik’ten rivayet ettikleri ile istidlal ettiler. Ki bun göre
Nebi (s.a.v) dedik:Ölçülen, tek cins olduğunda, mili mislincedir. Tartılan da bunun gibidir. İki
çeşit farklılaşırsa da sakıncası yoktur. Allame Şevkani dedi ki:Neylü’l,Evtar’da; Tahlis’te
işret edip hakkında konuşmadıkları hadisi vardır. İsnadında, rebi’b. Subeyh vardır. Ebu
Zer’E ve diğerleri, onu güvenilir buldu. Bir gurub ta onu zayıf gördü. Bu hadisi, Bezzar da
çıkardı. Onun sıhhatine, evvela, Ubbade’nin mezkur hadisi ve diğer hadisler şahidlik ediyor.
Ondan aktarım bitti.
Buhari ve Müslim’in rivayet ettikleri Ebu Said ve Ebu Hureyre’nin hadisi ilede istidlal
ettiler kibuna göre; Rasululah (s.a.v); bir adamı Hayberi vali tayin etti. Onlara hoş hurma
getirdi. Bunun üzerine dedi ki:Hayber’in bütün hurmaları böylemidir?Dedi ki: Biz bundan
bir sa’ı iki sa’ ile, iki sa’ı üç sa’ ile alırız. Bunun üzerine dediki, böyle yapma. Toplama
olanları dirhemlerle sat. sonrada hoş olanları dirhemlerle al. Ve dediki:Mizandada bunun
gibidir.Bundan delaletin vechi; “Mizanda” sözünün, “ölçülende” demek olmasıdır. Çünkü
mizanın kendisi, riba mallarından değildir. Yine Ebu Said’in, daha önce geçen, Hakim’in,
Hayyan ibn-i Ubeydullah yoluyla çıkardığı hadisi ile de istidlal ettiler. Ki onda, Rasululah
(s.a.v)’in şöyle dediği kayıtlıdır:”Hurma-Hurmayla, buğday-buğdayla, arpa -arpayla, altın-
altınla, gümüş gümüşle, peşin olarak, göz önünde, misli,mislincedir. Kim arttırırsa, o
ribadır.”
Sonra dedi ki:“Tartılan yada ölçülen de bu şekildedir.” İki engel hadisi de Daha önce,
Hayyan’ın mezkür hadisinin sübutuna delalet eden şeyleri beyan etmişizdir. Yine daha
önce; Şevkani’nin, Darekutni’nin hadisini Bezzar’ın çıkardığı hakındaki kelamını, Ubbade b.
Samit’in ve diğerlerinin hadislerinin, sıhatine tanıklık ettiğini, Rebi’b. Subeyhi’Ebu Zar’e ve
diğerlerinin güvenilir, bir grubun da zayıf gördüğünü zikretmişizdir.
Onun hakkında ibn-i Hacer, Takrib’te dediki:Doğrudur, kötü hafızalıdır. Abid ve mücahid
idi. Şevkani’nin, Ubbade’nin mezkur hadisinden muradı, ondan imam Ahmed, Müslim,
Nesai, ibnu Mace ve Ebu Davud’un çıkardığıdır, ki buna göre Nebi (s.a.v) dediki:“Altın-
altınla, gümüş-gümüşle, buğday-buğdayla, arpa arpayla, tuz-tuzla; misli misline, eşitçe,
peşindir. Bu sınıflar değişirse, dilediğiniz gibi satın.” Ondan aktarım bitti. Rasululah
(s.a.v)’in “eşitçe, misli misline” sözü, tartı ve ölçü ile belirlemeye delalet ediyor. Bu görüş
delil olarak en belirgin olanıdır.
Ebu Said’in muttefekun aleyh olan hadisini üç cevapla cevabladılar. Birincisi:Beyhaki’nin
cevabı, dediki:Denilmiştir ki:Ebu Said el Hudri’nin kelamından olan, mizan da öyledir, sözü
mevkufun aleyhtir. İkincisi:Kadl Ebu’t-Tayyim ve diğerlerinin cevabı. Hadisin zahiri, murad
değildir. Çünkü mizanın kendisine riba yoktur. Siz ise onda ölçüleni gizlediniz. Gizlilerde
(kinaye, mecaz, v.s’-Mütercim) umum iddiası, doğru değildir. Üçüncüsü:Deliler arasında
cem’ olarak, ölçülenin altın ve gümüşe hamledilmesidir. Açıktır ki bu cevablar yerinde
değildir. Çünkü Ebu Said üzerinde durması, zahire aykırıdır. Mizan da böyledir, sözü ile
ölçülenlerin kastedilmesinde bir sakınca yoktur. Ölçülenin sadece altın ve gümüşe
hamledilmesi, zahire aykırıdır. Gerçek ilim Allah Teala katındadır.
Dördünde ribanın illeti olarak zikrettiğimiz dört imamdan başka görüşler vardır.
Birincisi:Zahireye’nin görüşüne göre, malum altıdan başka hiç bir şeyde riba yoktur.
Bu görüş Tavus, mesruk, Şa’bi, Katade ve Osman el-Betti’den rivayet ediliyor.
İkincisi:Ebu Bekir Abdurrahman b. Kisan el-Asam’ın görüşü ki buna göre onlarda ki illet,
faydalanılan şeyler olmasıdır. Ondan, Kadı Huseyn aktardı.
Üçüncüsü:İbn- Sirin ve Şafii’yeden Ebu Bekir el-Avdani’nin görüşü. Ki buna göre illet,
cinsiyettir. Binaenaleyh, cinsi ile satılan her şeyde rıba haramdır. Toprağın -toprak artırımlı
olarak, bir elbesenin iki elbiseyle, bir koyunun iki koyunla olması gibi. Dördüncüsü: Hasan
el-Basri’nin görüşü. Ki buna göre illet, cinste faydadır. Binaenhaleyh ona göre değeri bir
dinar olan bir elbisenin, değerleri bir dinar olan iki elbise ile satılması caizdir. Değeri bir
dinar olan elbisenin, değeri iki dinar olan elbise ile satılması haramdır. Beşincisi: Said b.
Cübeyir’ni görüşü: Ki buna göre illet, cinste faydanın yakın olmasıdır. Binaenaleyh arpayla
buğday, baklayla notu ve pirinçle tütün gibilerinde karşılıklı miktar arttırımı haramdır.
Altıncısı:Rabi’a b. Ebu Abdurrahman’ın görüşü. Ki buna göre illet, kendisinde zekat vacib
olan cins olmasıdır. Binaenaleyh hayvanlar, ekinler ve diğerleri gibi bütün kendisine zekat
vacib olan cinslerde riba haramdır. Yedincisi:Said b. Müseyyyib ve eski Şafii’nin görüşü.
ki buna göre illet, tartılan ve ölçülen yiyecek olmasıdır. Bunun dışındakilerde olmaz ki o
da bütün yenilmeyen ve içilmeyenler yada yenilip te tartılamayan ve ölçülemeyenlerdr.
Ayva, karpuz gibi. Sıkıcı uzatma korkusundan dolay ı bu görüşlerle istidlal ve onlarda
tartışmayı gereksiz gördük.
Alt bölümler
Birinci Alt Bölüm:Karşılıklı miktar artımının tahakkuku olarak benzeşmede şüphe. Bu,
fadl ribasının kendisine haram olduğu her şeyde haramdır. Bunun delili:Müslim ve Nesai,
Cabirden çıkardı, dediki:Rasululah (s.a.v), bir yığın hurmanın,ağırlığı bilinmiyor-belirli
ağırlıkta hurma ile satışını nehyetti.
İkinci Alt Bölüm: Kendisinde nessa’ribasıın haram olduğu şeylerin alımında iskonto, caiz
değildir. Bunun delili:Buhari ve Müslim, Malik b. Evs (r.a)’ın hadisinden çıkardılar.
Dedi ki:Kim dirhemleri arsa, demeye başlamıştım ki,
Talha dediki:Veznedar gelinceye kadar bize altın göster, sonra gel, paranı al. Bunun
üzerine Ömer. Hattab (r.a) dedi ki:Hayır, nefsim kudret elinde andlsun ki ona altının geri
verceksin yada parasını hemen verirsin. Zira Rasululah (s.a.v)’i şöyle derken işittim: Gözle
görülür bir durumda olmak dışında altının parayla, buğdayın buğdayla, arpanın arpayla,
hurmanın hurma ile olması faizdir.
Üçüncü Al-l Dal:Faize konu olan birşeyin, faize konu olan bir şeyle satılması, caiz değildir.
Altının altınla olması veikisinden biri ile beraber başka bir şeyin olması gibi. Bunun delili:
Müslim’in sahihinde, Ebu Tahir’den, ibn-i Vehb’ten, Fudale b. Ubeyd el-Ensari’nin
hadisinden rivayet ettiğidir. Dediki:Rasulullah (s.a.v)Hayber’de iken, içinde inci ve altın lan
bir kolye getirdi. Ki o satılan ganimetlerden idi. Rasululah (s.a.v), koyedeki altını emretti.
Bunun üzerine onu çıkartı sonra onlara dediki, altın,altınla ağırlığıncadır.
Müslim yine bunun benzerini Ebu Bekir b. Şeybe ve Kuteybe b. Said’den, fudale b Ubeyd
(r.a)’ın hadisinden rivayet etti. Benzerini Nesai, Ebu Davud ve Tırmizi çıkardı ve doğruladı.
Allame Şevkani Neylü’l-Evtar’da, Münteka’nın sahibini, Fudale b. Ubeyd’in mezkur
hadisin zikri esnasında, hadisin ifade ettiğini söyledi.
Talhis’te dediki:Onun Taberani’nin yanında, Kebir’de pek çok yolu vardır. Bazısında içinde
inci ve altın olan kolye vardır. Bazısında altın ve cevher vardır. Bazısında altına asılı inci
vardır. Bazısında on iki dinara asılı inci vardır. Bazısında dokuz dinara asılı inci vardır. Bir
diğerinde yedi dinar asılı inci vardır. Beyhaki, bu ihtilafı şöyle cevaplandırdı:Onlar,
fudale’nin gördüğü satlıklar idi.
Hafıç dediki:Buna göre en sağlam cevap şudur:Bu ihtilaf, zayıflığı gerektirmiyor. aksine,
istidlalden kastedilen, mahfuzdur. Onda ihtilaf yoktur. Kı oda ayrık olmayanın satışından
nehydir.
Sonra Abdullah b. Ömer dediki:Dinar dinarla, dirhemle aralarında hiç bir artım yok. bu,
Nebi (s.a.v)’in bize ahdi, bizim de ona ahdimizdir.
Sonra Beyhaki dediki:Muaviye’den şu şekilde bir hadis geçmiştir:Altın su kabı yada bir
yaprağı ağırlığından fazalsı ie sattı da onu Ebu’d-Der’da bundan nehyetti. Ömer b. Hattabin
da bundan nehyettiği şeklindeki rivayette geçmiştir.
Yine Beyhaki’nin Ebu Rafi’den rivayet ettiğine göre, o dediki:Ömer b. Hattab’a dedim ki,
altını eritip şekillendiriyor ve onu ağırlığınca satıyorum ve el emeğim için ücret alıyorum.
Dedi ki:
Cinsi ve fiyatı ise, hükmün gerektirdiği zorunluluk açısından, bu durumda onunla ilgili
değildir.
O zaman, ravileri arasında tercih gerekiyor. Eğer tümü sika ise, hıfzı ve zabtı en iyi
olanın rivayetinin sıhhatine hükmedilir. Bu taktirde geri kalan rivayetler, ona göre, şaz olur.
Taberani’nin zikrettiği bu rivayetlerin bir kısmı Müslim’in sahih’inde ve Ebu Davud’un
Sünen’inde vardır.
Ondan aktarım bitti. Müslimin bazı rivayetlerini takdim etmişizdir.
Dördüncü Alt Dal:Eritilmiş altın yada gümüşün kendi cinsi ile, kedi ağırlığından çok bir
şeyle satılması caiz değildir. Bunun delili:
Rasululah (s.a.v)’in bir gurub ashabıran gelendir. ki buna göre O (s.a.v), gümüşün
gümüşle, altının altınla satılmasıın, misli misline olmak dışında haram olduğnu ve kim
atrtırır yada arttırılamsını isterse, riba ettiğini açıkladı.
Beyhaki’nin Sünen-i Kübra’da Mücahid’den çıkardığına göre, o dediki:Abdullah b.
Ömer’le beraber tavaf ediyordum. Ona bir kuyumcu gelip dediki:Ey Ebu Abdurrahman,
ben altını eritip şekillendiriyor, sonrada onu kendisinden daha ağır bir altınla satıyordum.
Ben bunda el-emeğimi gözetiyorum. Abdullah b. Ömer, onu bundan nehyetti. Kuyumcu
meseleyi tekrar etmeye başladı, Abdullah b. Ömer de onu nehyetmeye. Mescidin kapısına
yada binmek istediği binitinin yanına varıncaya kadar.
Sonra Abdullah b. Ömer dediki:
Vezni veznince olmak dışında altını altınla, gümüşü gümüşle satma, üstünede bir şey
alma, Ondan aktarım bitti.
Beyhaki4nin; Ebu’d-Derda’ ve Ömer’in, Muaviye’yi nehyettiğinden olarak takdim ettiği,
şu sözüdür:Bize Ebu Zekeriye b. Ebu İshak, Ebu Bekir b. Hasan ve diğerleri haber verdi.
Dediler ki, bize Ebu’l-Abbas el,Asamm söyledi. Ben Rabi, bize Şafii bildirdi. Ben Malik, bize
Ali b. Ahmed b. Abdan haber verdi. Ben Ahmed b. Ubeyd es-Şaffar, bize ismail b. İshak
bilirdi. Bize Abdullah yani, el-Ka’beni, malikten, zeyd b. Eslem’den, Ata b. Yesar’dna
bildirdiğine göre Muaviye b. Ebu Süfyan, ağırlığından fazlası ile yaprak yada altından bir su
kabı sattı. Bunun üzerine Ebu’d-Derda’ ona dedi ki, Rasulullah (s.a.v)’in bunun gibisinden
nehyettiğini duydum, meğer ki mislince olsun. Bunun üzerine Maaviye, bunda herhangi bir
sakınca görmüyorum. Ebu’d-Derda’ona dedi ki,buna kim Muaviye’yi ma’zur gösterecek.
ben ona Rasululah’ın (s.a.v) (hadisini)haber veriyorum, o bana görüşünden bahsediyor.
Senin olduğun yerde durmayacağım. Sonra Ebu’d-Derda’, Ömer b. Hattab’a gidip ona bunu
zikretti. Bunun üzerine Ömer, Muaviye’ye; misli mislince, vezni veznince olmak dışında
böyle satma, diye yazdı. Rabi, bunda şafii’den, Ebu’d-Derda’ın ömere gelişini zikretmedi.
Şafii ise onu, Muzni’nin rivayetinde zikretmiştir. Ondan aktarım bitti.
Bunun benzerini Müslim, Sahhi’te Ubade b. Samit (r.a)’in hadisinden, Ebu’l -Eş’as’ın
rivayetinden çıkardı. Dedi ki:insanlara Muaviye’nin komuta ettiği savaşlarda savaştık. Pek
çok ganimet elde ettik. Ganimetlerin içinde gümüşten bir kab vardı. Maviye bir adama, onu
insanlarnı artırımına satmasını emretti. Bu, Ubade b. Samit’e ulaştı. Ayağa kalkıp dediki,
Rasululah 5s.a.v)’in, eşitçe ve göz önünde olmak dışında, altının altınla, gümüşün gümüşle,
buğdayın buğdayla, arpanın arpayla, hurmanın hurmayla ve tuzun tuzla satılmasını
yasaklaığını işittim. kim arttırısa yada arttırılamsını isterse riba etmiştir.Bunun üzerine
insanlar almış olduklarını geri verdiler. Bu, Muaviye’ye ulaştı. Bunun üzerine kalkıp şöyle
demeç verdi; Dikkat edin, bazı adamlara ne oluyor da Rasululah (s.a.v) hakkında
konuşuyorlar.
Biz o’nu görüyor, O’na arkadaşlık ediyorduk. O’ndan işitmedik. Ubade. Sabit ayağa
kalkıp olayı tekrarladı sonra dediki, Muaviye’nin hoşuna gitmesi bile biz Rasululah’tan
duyduğumuzu muhakkak ki aktarırız. Ya da, bana ne’ye rağmen, dedi. Dikkat edin,
Sevda’gecesinde, ordusunda O’na eşlik etimyor muydum. Hammad da bunu yada
benzerini söyledi. Aktarım bitti.
Bu, Müslim’in sahihindeki lafzıdır. Bu sahih naslar altın ve gümüşte vaki’olan san’atın
herhangi bir şeyi ifade etmediğine delalet ediyor. Ve, zikrettiğimiz gibi, üretim
(işçilik)değeri miktarınca artım mübah olmaz.
Bu, kendisinde şübhe olmayan hak mezhebtir. Malik b. Ener, yolculuğun zaruretinden
dolayı, yolcunun darphaneye nakit ve ödükümcülüğünün ücreti olarak verip bu ikisine
karşılık, ücretsiz olarak nakit ağırlığı kadar yüzük almasını caiz gördü. Nitekim Halil b.
İshak, Muhtasarında buna şu sözü ile işaret etti:Yanısıra, zinetini almak için darphaneye
yolcu, ücretini ve altın tozunu verir.
Kaydedicisi dediki, sahih sünnetin nasslarından ortaya çıkan, yolculuğun zaruretinden
dolayı bunun caiz olmadığıdır. Nitekim ibn-i Rüşd de caiz olmadığını ifade
etmiştir.Muhtasar’ın sahibi buna şu sözle işaret etti:En doğrusu onun hilafıdır, yain:Ölü etini
mübah kılan br zaruret olmaktan başka, ihtiyaç ne kadar şiddetli olsada (caiz olmaz)
Nitekim Muhtasar’ın şarihleri bunu kararlaştırdılar.
Beşinci Alt Dal:insanlar, senet olması ve onlara senet olan gümüş satılıklar hasebiyle
kağıtlar konusunda hitila ettiler; aralarında ve iki para arasında riba yasak mıdır?Onların
gümüşle satılması yasaklanmıştır, elde ve misli mislince olsa bile. Yine elden bile olsa
altınla satılması yasaklanmıştır. Çünkü o varolan altın yada var olan gümüşü ortada
olmayan gümüşle bozdu. Sadece ve ancak mevcut olan onlara senet olabilri. Çelişkisizlik
dolayısıyla onda yasaklanır. Gerekçesi de iki paradan birinin hazır olmamasıdır. Ya da
onların ticaret metaı mesabesinde olmalarına bakarak bundan herhangi bir şey onda
yasaklanmaz. Sonrakilerden pek çoğuna göre onlar ticaret metaı gibidir. Dolayısıyla
aralarında ve altınal gümüş arasında fadl ve nessa’ caizdir. Onların ticaret metaı gibi
olduğu fitvasını vernlerden bir kısmı; meşhur alim, Aliş el-Mısri, Nevazil’in sahibi ve
muhtasar’ın sahibi Halil’dir. Ona bu fetvasına Maliki’yenin sonraki pek çok alimi tabi’ oldu.
kaydedicisi dediki, bana göre doğru olan, -Allah en iyi bilendir-şudur: Onlar ticaret metaı
gibi değildr. Ve onlar gümüş ile seneddir. Satılkı olan, onlara sened olan gümüştür.
Üzerlerinde yazılmışı okuyanlar bunun doğruluğudurlar. Ona gereken, onların, peşin olsa
bile, altın ve gümüşle satılmalarının caiz olmamasıdır. gerekçesi; senedi ödenen gümüşün
gaybı sebebi ile çatışmasının olmamasıdır. Çünkü o, asıl olarak zatında fayda yada
finansman değildir. Kağıtlarla demir parçalar arasında fark yoktur, değildi, ne varki sultanın
onu muamelede kılmsaından ötürü o revactadır, diye öne sürülse, cevab üç açıdan olur.
Birincisi:Tahkik ettiğimiz zaman varolan demir paranın aslen yarar içermediğini ve onnu
hakikatının gümüşe bağlı olduğunu anlarız. Dolayısıyla para ile beraber kendisinde ribayı
yasaklamamıza engel nedir?iki para arasında yasak olması konusundaki nasslar açıktır. Ve
nassların zahirlerinin icrasını yasaklayan herhangi bir icma’da yoktur. aksine Malik’in
mezhebine göre demir paranın nessie olarak iki nakit ile olması caiz olmaz. Binaenaleyh
onlara göre ters olarak parada peşindir hem satışı yasaktır.
Bazı alimlerden, iki nakit ve demir para arasında riba olmadığına delalet eden varidetler;
paranın kendisinden olduğu bu demirin, Allah Teala’nın:(Kendisinde sertlik ve insanlar için
faydalar bulunan demiri indirdik)sözünde işaret edilen, kendisinde bilinen faydalar olan
demir olduğ şeklide hamlediri. Eğer bu paralar toplansa da ateşe atılsa, demirden yapılan
faydalanılan şeyler yapılabilir. Eğer, aslen kendisinde yarar olmayan şu anki paramız gibi
olsaydı caiz yapmazlardı. Çünkü sened olan; kendisiyle sened olan içindeki satışın senedin
kendisi olmadığı apaçıktır. Bunun içinde selef Müslim’in sahhi’te ve dgerlerinin zikrettiği ve
sikaların satımındaki satış, onda yazılmış rızıktır, erzaka sened olan yapraklar olan
vesikaların kendisi değildir.
İkincisi: Cümlede ikisi arasında fark vardır. Ki oda, bağyağı şeylerin dışında eski yada
yeni olarak cari jrfle demir para kullanılmamasıdır. Dolayısıyla kağıtlar dışında onunla
özelilği olan herhangi bir şey alınmaz. Böylece onun paradan çok, gümüşe daha yakın
olduğuğuna delalet etti.
Üçüncüsü:Her iki durumunda muhtemel olduğunu farzedersek, Nebi (s.a.v)
diyorki:“Sana şüplheli gelin bırakıp, sana şüpheli gelmeyene (s.a.v) diyorki:“Sana şüpheli
geleni bırakıp, sana şüpheli gelmeyen e git.” Ve diyor ki:“Kim şübheli şeyleri terkederse
dinini ve ırzını korumuştur.3Ve diyorki:“GÜnah, nefste tertip edilendir.” Şair de dediki!
.....................
Defalarca takdim etmişizdir ki harama delalet eden, ibaheye delalet edenden
mukaddemdir. Çünkü mubahın terki, haramın irtikabından ehvendir. Özellikle de Allah
Teala’nın irtikab edicisinin Allah’a savaş açan olduğunu açıkladığı ribanın tahrimi...
Rasulluah (s.a.v)’den de lanet sahibi oldu. Alimlerin men’inde ihtilaf etitği ribanın
çeşitlerinden biride satışın zahirinin süs olmasıdır. Fakat kedisiyle kastedilenin zahirde
mübahlık sureti yoluyla haram ribaya tevessül olabilir.
Nitekim eğer belli bir süre ile bir ticaret malı satarsa sonra bu aynı malı nakden
öncekinden daha az bir para ile yada öncekinden daha yakın bir süre için yada daha uzak
süre için daha fazlası ile satın alınması gibi. İki akdin zahiri ibahlıktır. Çünkü bu, ikisinden
her birinde bir süreye kadar dirhemlerle ticaret malı satmaktır. Bunuda kendisinden
herhangi bir mani yoktur. Fakat akidleşenlerin maksudunun,a aldığı irhemlerin
verdiklerinden çok olabilir. Gerekçesi, kendisine dönen elden çıkan ticaret malı geçersizdir.
Dolayısıyla iş şöyle yorfumlanır:Verdiğinden çok dirhem alması süreden dolayıdır. Bu da
haram ribanın ta kendisidir. Bunun gibiside Malik, Ahmed, Sevri, Evzai, Ebu Hanife Hasan .
Salih’e göre yasaktır. İstizkar’da da olduğu gibi Şa’bi, Hakem ve hammad’dan da rivayet
edildi. Şafii’ye göre ise caizdir.
Yasaklayanlar, Beyhaki e Darekutni’nin Aişe’den rivayet ettikleri ile istidlal ettiler. Ki o
bundan dolayı Zeyd b. erkam’ı kınayıp dedik:
Zeyd’in, eğer tevbe etmediyse, Rasululah (s.a.v) ile beraber yaptığı cihadı iptal ettiği mi
bana ulaştı?
Şafii dediki:Zeyd b. Erkam, Aişe’ye muhaliftir. İki sahabe ihtilaf ettiğinde, kıyasın
kendisine muvafık olduğu kişini tercih ederiz. Burada kıyas, zeyd’e muvafıktır. Çünkü onlar,
haddizatında her ikisi sahih olan iki akiddir.
Yine Şafii dedi ki:Bu Aişe’den sabit ise bu taktirde o veresiye ile te’cili kötülemiştir.
Çünkü o, belirsiz bir süredir ve ona göre satış caiz olmaz. Bazı alimler; Hadisin Aişe’den
sabit olduğu, ibn-i Ebi Şeybe’nin musannafında, mü’minlerin annelerinin -Allah en iyi
bilendir -verisey satın aldıkları ve Aişe’nin, kendi görüşüne muhalefet ile cihadın
geçersizliğini iddia etmediği, sadece Rasululah’tan öğrendiği bir şeye onu davet ettiği
gerekçesi ile ona itiraz ettilre. Tahrimini zikrettiğimiz satış, alimlerin bey’ulayne (.....)’den
murad ettikleri satıştır. Malikiye onu buyu’u’l-acal (.....) diye isimlendirir. Onun kuralını,
“Malik” bölümünde, uzun şiirimde şu sözüm ile nazmettim:
.........
............
............
Allah’ın sözü:(Sadakaları arttırır)Bu ayet-i kerimede Allah-Teala’nın sadakaları arttırdığını
zikretti. Başka bir yerde bu arttırmanın, erin katlanması olduğunu rızası için olması şartı
olduğunu beyan etti. ve bunda niyetin sadece Allah’ın rızası için olması şartı olduğunu Ki
oda Allah’ın şu sözüdür: (Allah’ın vechini umarak zekattan her ne verirseniz, işte onlar
katlanacak olanlardır.)
Allah’ın sözü:”Ey iman edenler, belirli bir süre için borçlandığınız zaman onu yazın) Bu
ayeti kerimenin zahirine göre borcun yazılması vacibdir. Çünkü emrin Allah’tan olması
vücuba delalet eder. Fakat şu sözü ile onnu, icabi değil irşadi bir emir olduğuna işaret etti:
(Eğer seferde olup ta yazıcı bulamazsanız bu taktir alınmış bir rehine (yeter) Çünkü rehine,
icma’en vacip değildir. O ayette, yapılamayan yazımdan bedeldir. e⁄er yazmak vacib
olsaydı, bedeli de vacib olurdu. Şu sözü ilede vacib olmadığını açıkladı:
(Eğer birbirinze güvenirseniz, güvenilen, emanetini eda etsen)Gerçek şu ki: (onu
yazıverin) sözündeki emir, iyileştirme ve irşad içindir. Çünkü borç sahibine gereken,
icma’en, onu hibe etmesi ve bırakmasıdır. Dolayısıyla yazmaya yöneltmek sadece
insanların dikkateni çekmek açısındandır.
Bunu Kurtubi söyledi.
Onlardan bazıları da dedik:Şahit edilirsen, kayde. Sana emanet edilirse, çözüm ve
genişliktedir. Doğru olan, bu sözdür. bunu da Kurtubi söyledi.
Şa’bi dediki:Onlara göre (Eğer güvenirse)sözü yazma emrini neshedicidir. Bunun gibisini
ibn-i Ceric de ifade etti. Bunu ibn-i zeyd de söyledi. Ebu said el,Hudri’den de rivayet edildi.
Rabi’a göre; bu lafızlar ile bu vacibtir. Sonra Allah Teala şu sözü ile onu hafifledi: (Eğer
birbirinez güvenirsinez)Bir gurupta:(Onu yazıverin)
Sözündeki emrin zahirine yapışıp dediler ki:Alış -veriş olarak yada borçlanma ile olsun
borcun yazılması, bu ayet ile farz kılınmış bir vacibtir. Ki onda unutma ve inkar olmasın.
Buda İbn-i Cerir et-Taberi’nin tefsirindeki seçimidir.
İbn-i Ceric dediki:Kim borçlanırsa yazıversin. Kimde satarsa şahit tutuversin.
Kutrtubi’den aktarım bitti. Allah’ın ini ile O’nun geri kalan açıklamaları yakında gelecektir.
Uyarı: Bazı alimler, Allah’ın (Eğer seferde olursanız)sözünden şunu çıkardılar:Seferde
olmak dışında rehine meşru’ olmaz. Nitekim bunu Mücahid, Dahhak ve Davud söyledi.
Hazarda caiz olduğu ise kesindir.
Sahihayn’da, Aişe’den sabit olduğuna göre Rasululah (s.a.v) vefat ettiğinde o’nun otuz
sa’arpa karşılığında bir yahudinin yanında rehin alınmıştı.
Sahihayn’da onnu, demirden bir zırh olduğu vardır.
Buhari, Ahmed, Nessai ve ibn-i Mace’nin Enesten irvayet ettiğine göre Rasululah
(s.a.v)Medine’de bir yahudinin yanına zırhını rehin bırakıp ehli için ondan arpa aldı. ahmed,
Nessai ve ibn-i Mace’nin, Aie’nin hadisi gibi ibn-i Abbas’tan bir rivayeti vardır. Binaenaleyh
sahih hadis:(Eğer seferde olursanız)sözünün mefhumu muhalifinin olmadığına delalet etti.
Çünkü o, emr-i ğaib üzere cereyan etti. Ki genelde olana göre yazıcı hazarda değil ancak
seferde özürlenir. Genelde cereyan eden ise mefhumu’l-Muhalifin itibarının
mani’lerindendir. Nitekim biz bunu bu kitapta defalarca zikrettik. Gerçek ilim Allah
katındadır.
Allah’ın sözü: (Alış-veriş yaptığınız zaman şahit tutun) Yine bu emri zahiri, vücubtur.
Dolayısıyla satış yapanın şahit tutması grekir.
Bu görüşte olanlar; Ebu Musa el-Eş’ari, ibn-i Ömer, Dahhak, Said b. elMüseyyib, Cabir b.
Zeyd, mcahid, Davud b. Ali ve oğlu Ebu Bekir, Ata ve ibrahim. Kurtubi’de bu görüşte. İbn-i
Cerir et-Taberi de onu tam olarak destekledi ve Allah’ın kitabından ve alimlerin
cumhurundan, alışverişe şahit tutma ve borcun yazılmasının vacib değil mendub bir emir
olduğuna muhalif herhangi bir şeye şahit olmadğını açıkladı. Allah’ın şu sözü de buna
delalet ediyor (Eğer birbirinize güvenirseniz)
ibnü’l-Arabi el-Maliki dedi ki:Bu, herkesin söylediği görütür. Ki o sahhitir.Dahhak’tan
başka hiç kimsedende onun vacib olduğu aktarılmadı. Dedik:Nebi (s.a.v) satmış ve
yazmıştır. Dedi ki:Yazdığının bir nüshası da; Rahman, Rahim Allah’ın adıyla. Bu, Ada’b.
Halid b. Hevze’nn Allah’ın rasulu (s.a.v) Muhammed’den aldııdır.
Ondan hastalığı, hasarı ve kötülüğü olmayan bir köle yada cariye satın aldı. Müslamanın
müslamana satışı. Şahit tutmadan da satmıştır. Satın alıp zırhını rehin olarak yahudinin
yanında bırakmış ta şahit tutmamıştır. Şahit tutma vacib bir emir olsaydı, tartışma
korkusundan dolayı, rehine ile beraber vacib olurdu. Ondan aktarım bitti.
Kurtubi, ibnü’l-Arabi’nin bu kelimanı önce sürdükten sonra şunları söyledi:Dahhak’tan ve
Darekutni ve Ebu Davud’un çıkardığı Ada’ın bu hadisinden başkasından da vücub
zikretmişizdir.
Müslüman olması Fetihten ve Huneyn’den sonra idi. Ki o şöle diyendir:Huneyn günü
Allah’ın rasulu (s.a.v) ile savaştık, Allah bize arka çıkmadı, bize yardımda etmedi. Sonra da
iyi bir müslüman oldu. onu ve bu hadisini Ebu Ömer zikretti.
Sonunda da dediki:Ama’i dediki:Said b. Ebu urube’ye “ğaile” hakkında sordum.
dediki:Efendisinden kaçmak, hırsızlık ve zinadır. Ona “habeşe” hakında sordum.
Dediki:Müslümanların ahdinin ehline satılmasıdır.
İmam ebu Muhammed b. Atiyye’de dediki:Bundaki vücub şübhelidir.
Vesikalarda zor ve güçtür. Çok olanlarda ise, belki de tüccar şahit tutmamakla
samimiyet kastediyor. Bazı beldelerde adet olabilir. Alimden, saygıdeğer, büyük insandan
utanılabilir de aleyhine şahit tutulmaz. Böylece bütün bunlar güvene giriyor. Şahid tutma
emrinden geriye, ondan men’eden bir özre düşmeyen için genelde kendinden geriye,
ondan men’eden bir özre düşmeyen için genelde kendinden geriye, ondn men’eden bir
özre düşmeyen için genelde kendisindeki maslahattan dolayı teşvik kalır. Mehdevi, Nahhas
ve Nekki bir grubun şöyle dediklerini aktardılar:(Alış veriş yaptıınız zaman şahit tutun)sözü,
(Eğer birbirinizden emin olursanız) sözü ile mensuhtur. Onu Nahhas Ebu Said el-Hudri’ye
isnad etti. Buna göre o, (Ey iman edenler, belli bir süre için borçlandığınız zaman onu
yazıverin)sözünü: (Eğer birbirinize güvenirseniz, bu taktirde, emanet edilen, emanetini eda
etsin)sözüne kadar okudu, dedi ki:Bu ayet, öncesini neshetti.
Nahhas dediki:Bu Hasan, Hakem ve Abdurrahman b. Zeyd’in görüşüdür.
Taberi dediki:Bunun manası yoktur. Çünkü birinciden başkasıın hükmüdür. Bu ancak
yazıcı bulmayanların hükmüdür.
Allah (c.c) buyurdu ki:(Seferde olup ta yazıcı bulmazsanız, bu taktirde alınmış bir rehine
(yeter)? Eğer bir birinize güvenirseniz -Yani:rehine alak gerekmiyorsa-emanet edilen,
emanetini eda etsin.)Dedi ki:E⁄er bunun birinciy inesheden olması caiz olsa idi, Allah
(c.c)’in (Eğer hasta yada yolcu iseniz yada sizden biriniz ayak yolundan gelmişse)sözünün,
Allah’ın (c.c) (Ey iman edenler, namaza kalktığınız zaman) sözünü nesheden olması caiz
olurdu.
Ve Allah’ın (c.c) Bulamayanlara ise arka arkaya iki ay oru ç tutmak (gerekir) sözünün,
Allah’ın (c.c) (Kölenin özgürleştirilmesi) sözünü nesheden olması caiz olurdu.
Bazı alimler dediler ki:Allah’ın (Eğer birbirinze güvenirseniz)sözü, şahit tutmaya dair
emir üzere olan kapsamlı ayetin başından sonuna kadar nüzülünü açıklamadı. Aksine,
beraber varid oldular. nasih ile mensuhun aynı halde, bütün olarak, beraberce varid olası
caiz olmaz.
Dedi ki:İbn-İ abbas’tan rivayet edilmiştir. Ona, borç ayeti mensuhtur, denildiğinde,
dedik:Hayır, vallahi borç ayeti muhkemdir, onda nesh yoktur. Dediki:Şahid tutmak sadece
tatmin için kılındı. Bunun işareti de Allah Teala’nın, borcun tevşiki için birçok yol kılmış
olmasıdır:Yazmak, rehine almak, şahid tutmak. Vücub yoluyla değilde teşvik yoluyla
rehinenin meşru’ olması konusunda büyük kent alimleri arasında hilaf yoktur. Hala da
insanlar hazarda ve seferde, karada ve denizde ovada ve dağda, bunu bilmelerine rağmen,
inkar etmeden, şahid tutmaksızın alış-veriş yapıyorlar. Vacib olsaydı, inkarı terkedenine
bırakmazlardı. Derim ki0Bütün bunlar hoş istidlaldir. Ondan daha hoş olan, şahid tutmanın
terki hakkında sünnetin sarihinden gelindir. Ki o da Darekut’nini, tarık b. abdullah el-
Muharibi’den (r.a) çıkardığına göre, dediki:Kafile için Rabze’den ve Rabze’nin güneyinden
Medine’nin yakınına ininciye kadar geldik. Bareberimizde de mahfemiz vardı. biz mola
verdiğimz bir sırada yanımıza, üzerinde iki beyaz elbise olan bir adam geldi. Bize selam
verdi. Selamını aldık. Dediki:Topluuk nereden?Dedik ki:Rab’zeden ve Rabze’nin günyinden.
Dedi ki:Beraberimizde de kırımız deve ar. Bunun üzerine dediki: Bu devenizi bana satıyor
musunuz?Dedik ki:Evet. Dedi ki :Kaça?Dedik ki :Şu kadar, şu kadar sa’hurmaya. Dedi
ki:Herhangi bir şey düşürmedik.
Dediki:Ben de onu aldım. Sonra Medine’ye girinceye kadar devenin başını tutup (götürdü).
Derken bizden kayboydu. Kendi aramızda birbirimizi kınadık, dedikki:Tanımadığınız birisine
devenizi verdiniz.
Mahfedeki kadın eddiki:Bedir gecesinde onun yüzünden daha çok aya benzeyen bir
adamın yüzünü görmedim. Yatsı olduğunda bize bir adam geldi. Dediki; Selamun aleykum,
ben Rasulullah’ın (s.a.v) size elçisiyim.
O size bundan yemenizi ve hakkınızı tam olarak alıncaya kadar tartmanızı emretti. Dedi
ki:Doyuncaya kadar yedik, hakkımızı tam olarak alıncaya kadar tarttık. Hadisi Zühri,
Ammare b. Huzeymeden zikretti. Ona amcası anlattı. Ki o da Nebi (s.a.v)’in ashabındandır.
Nebi (s.a.v) bir a’rabiden bir at satın aldı. A’rabi şöyle demeye başladı:Gel, bunu san
asattığıma şahitlik et. huzeyme b. Sabit dediki:Ona sattığına ben sana sattığıma şahitlik et.
Huzeyme b. Sait dediki:Ona sattığına ben şahitlik ediyorum. Nebi (s.a.v)Huzeyme ile
karşılaştı, edi ki:Neye şahit lik ediyorsun.Dedi ki:Seni doğrulamaya, ey Allah’ın rasulu
(s.a.v) Bunun üzerine Rasululah (s.a.v), Huzeyme’nin şehateni iki adamın şehadetine denk
kıldı. Bunu nesai ve diğerleri çıkardı. KurtubiIden aktarım bitti.
Kaydedicisi dediki -Allah onu affetsin,Naklettiklerimizde, şahit ttuma ve yazmanın vacib
değil mendub olduğuna açık delil vardır. Nitekim ibn-i Cerir ve diğerleri de bu görüşte.
Allah Teala bu ayette, yani: (Alış-veriş yaptığınız zaman şahit tutun) sözünde, şahitlerde
adelet şartını beyan etmedi. Fakta bunu başka yerlerde beyan etti. Şu sözü gibi (Şahitleren
razı olduklarınızdan)Ve şu sözü (Ve sizden adil olanları şahid tutun)
Usulde kaidedir; mutlak, mukayyede hamlediri. nitekim biz bunu başka yerde bean ettik.
Alllah’ın sözü: (Rabbimiz, unutur yada hata edersek bizi sorumlu tutma)Burda, onların
dualarına icabet edip etmediğini beyan etmedi. hatada, ona icabet ettiğine şu sözü ile
işaret etti (Hata ettiğiniz şeylerde size günah yoktur)Şu sözü ile de, unutmada ona icabet
ettiğine işaret etti:(Şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra artık zalimler gürühü ile
bareber oturma)Açıktır ki binda hatırlamdan önce üzerine günah yoktur. (Şeytan sana
unutturursa)ayetinin Mekki, (Unutursak bizi sorumlu tutma)ayetinin de Medeni olmas,ı
bunu geçersiz kılmaz. Zira Medeni’nin Mekki ile beyanında herhangi bir mani’ yoktur.
Tersinde olduğu gibi.
Müslim’İn Sahih’inde sabit olduğuna göre Nebi (s.a.v), (Rabbimiz, onutur yada hata
edersek bizi sorumlu tutma)ayetinin de Medeni olmas,ıbunu geçersiz kılmaz.. Zira
Medeni’nin Mekki ile beyanında herhangi bir mani’yoktur. Tersinde olduğu gibi.
Müslim’in Sahih’inde sabit olduğuna göre Nebi (s.a.v), (Rabbimiz, unutur yada hata
edersek bizi sorumlu tutm)kısmını okuduğunda Allah Teala dediki, evet. Allah’ın sözü
(Rabbimiz, bizden öncekilere yüklediğin gibi bizede ağır yük yükleme)
Burdan onların bu dualarına icabet edip etmediğini beyan etmedi.
Bizden öncekilere yüklenilen ağır yükü de beyan etmedi. Başka yerlerde onların bu
dualarına icabet ettiğini beyan etti. Şu sözü gibi:(Ve onlardan ağır yüklerini ve üzlerinde
olan bağları kaldırıyor)Ve şu sözü (Allah bir nefsi sadece kapasitesi oranında sorumlu
tutar)Ve bunun gibi diğer ayetler. Şu sözü ile, bizden öncekilere yükletilen bazı ağır yüklere
işaret etti. (Sizi ilk defa yaratana tevbe edin de nefsinizi öldürün. Çünkü tevbenen kabulu
için nefsin öldrülmesinin şart koşulması, en büyük yüktür. ....sorumlulukta ağırlılıktır.
Ondan biride nabiğaa’nın sözüdür:
....................................................
***************************************
RAHMAN, RAHİM ALLAN’IN ADIYLA
AL-İ İMRAN SURESİ
Allah’ın sözü: (Onun te’vilini ancak Allah bilir)Bu ayeti kerimede te’vilden murad, tefsir
ve mananın idraki olabilir. Ondan murad, kendisine te’vil edilen işinin hakikati olabilir. Bu
kitabın mukaddimesinde takdim etmişizdir ki, bunda zikrettiğimiz beyanın çeşitlerinden
biride iki ihtimalden birin Kur’an’da çokçü olan olmasıdır. Buda, bu galib ihtimalın, murad
olan olduğunu beyan ediyor. Çünkü daha çok olana hamletmek, diğererine hamletmeken
evladır. Bunu öğrendiğin zaman şunu bilki, Kur’an’da te’vil, genelde, kendisine te’vil edilen
işin hakikatine isim olarak verilir. Şu sözü gibi (Bu benim önceki rüyamın te’vilidir)Ve şu
sözü:(Aksine, ilmini ihata edemedikleri şeyi yalanladılar.
Onlara, onun te’vili geldiğinde..)Ve şu sözü:(Bu daha hayırlıdır ve te’vilce daha iyidir.)Ve
bunun gibi diğer ayetler. İbn-i Cerir et-Taberi dediki:Te’vilin aslı; bir şeyi şöyle
sonuçlandıran. Onunla neticelenip döndüğünde ilk olarak te’Viledilir. Onu te’vil ettim; Ben
onu neticelendirdim. Dediki:Bazı raviler A’şa’nın şu beytini söylediler:
..............................
Dedi ki:...........sözü ile, sevgisinin geleceği ve merci’ini kastediyor. Bununlada şunu
istiyor:Onun sevgisi kalbinde küçük idi ve küçüklükten dönüşüp büyüdü. Eşlik edesiye
kadar devam etti. böylece, eşlik edesiye kadar hala genç olmaya devam eden küçük
komşu gibi eski oldu. Anesi gibi de büyük oldu. Dedi ki, şu beyit de söylenebilir:
...................................
Ondan aktarım bitti.
Onda, aleyhine herhangi bir şahid yoktur. Rib’i es-sak ki üremenin evvelinde
doğdu......nin manası ise, onu yönlendiren her şeye boyun eğmektir. Onlardan biri de
imri’ül-Kays’ın sözüdür:
..........................
...:Mafsalların ağsırı. ...:Hamzenin esresi ve şeddeli mimin üstünü ile. Sonrasında ra.
Herkese komplo yapandır, zayıflığından ötürü. A’şa’nın mezkur beytini Ezheri ve Sahibü’l-
Lisan söyledi:
............
Uyarı:Bilki te’vil üç isimlendirmeye söylenir.
Birincisi:Bu, işin kendisin te’vil edildiği hakikat, şeklinde zikrettiğimizir. Bu da Kur’andaki
manasıdır.
İkincisi:Onunla tefsir ve beyan isteniyor. Bu manadakileren biride Rasululah (s.a.v)’in
ibn-i Abashakkındakisözüdür:“Allah’ım, onu dinde fakih yap ve na te’vili öğret.” Ve ibn-i
Cerir ve diğer alimlerin sözleri. Allah’ın sözünün te’vili hakkındaki söz:şöyle, şöyle;
yani:Tefsiri ve beyanıdır. Ve Aişe’nin Sahhi’te sabit olan sözü:”Rasululah (s.a.v) rükü ve
sücüdunda çokça; Allah’ım affet beni “Kur’anı tevil eder yani onunla imtisal ve amel
ederdi. Allah en iyi bilendir.
Üçüncüsü:Usulcülerin ıstılahında bilinen manasıdır. Ki oda; lafzın, açık zahirinden,
kedisine dellate een bir deil ile, tercih edilen muhtemele sarfedilmesidir. Usulcülerin, te’vil
meselesinde yazdklarının özeti şudur:Sahih takmise göre te’vil, illa ki şu üç halden birinde
olur:
Birincisi:Lafzın zahirinden sarfının, işin kendisinde buna delalet eden sahhi bir delille
olmasıdır.
Bu, onların “sahhi te’vil” diye isimlendirdikleri te’vildir. Te’vilü’l-Karib de nebi (s.a.v)’in
Sahhi’te sabit olan şu sözü gibidir:“Komşu, daha çok hak sahibidir.” Bunun ilk akla gelen
zahiri, şuf’a (Önalım)hakkının komşu için sübutudur. bu hadiste komşunun, paylaşan ortak
hususu üzere hamledilmesi, kendinin tercih edilen muhtemeline hamledilmesidir. Ancak
sahih hadisin açıklandıına göre yollar ayrı, sınırla faklı olduğunda öncelik hakkı olmaz.
İkinci Hal:İşin kendisinde delil olmadığı halde sarfedenin herhangi bir iş için delil
zannettiğinden dolayı lafzın, zahirinden sarfedilmesidir.
Onlar bunu “tevilü’l-fasid” ve “te’vilü’l,Ba’id” diye isimlendirirler. Şafiiye Maliki’ye önce
Hanbeli’ye bunu şöyle örneklendiridiler:İmam Ebu hanife,
–Allah ona rahmet etsin -Nebi (s.a.v)’in:Hangi kadın velisinin izni dışında nikahlanırsa
nikahı batıldır” sözündekikadını cariyeye ve küçüğe hamletti. Yine o; (Atmış miskin)
sözündeki miskini müd (avuç) kelimesine hamletti. Böylece altmış müddün tek miskine
verilmesini caizkıldı.
Üçüncü Hal:Aslen herhangi bir delilden dolayı olmadan lafzın, zahirinden sarf edilmesi
(başka bir manada kullanılmasıdır)usulcülerin ıstılahında bu lu’b diye isimlendirilir. Bazı
Şi’a’nın; (Allah size bir inek kesmenizi emrediyor)sözündeki kastın, Aişe (r.a)’dır, demeleri
gibi. Meraki’de es,Suud şu sözü ile te’vili öğreterek te’vilin derecesi ve üç kısmın beyanına
işaret etti:
.....
.......
......
.......
Şu sözüne kadar:
Halil b. İshak el,Maliki’nin kendisine has Muhtasar’ındaki istılahındaki te’vil ise, malik’e
göre murad hakkında azılmış şerhlerin ihtilafından ibarettir. meraki, şu sözü ile buna işaret
etti:
................
Malikiye fukahasının ıstılahında kitab, tedvin edilendir. Allah’ın sözü: (ilimde
derinleşenler, ona iman ettik, derler)Açıktır ki bu vav (..) (İlimde derinleşenler, ona iman
ettik, derler”, olur. Buna göre müteşabihin te’vilini, ilimde derinleşenler de bilir. Ayette
vav’ın atıf değil, isti’nafiye olduğuna delalet een işaretler vardır. İbn-i Kudame, Raudatü’n-
Nazır’da şunları söyledi:Ayette Allah’ın müteşabih bilgisinde tek olduğu ve hem lafzen
hemde ma’nen sahih vakfın; (onun te’vilini sadece Allah bilir)sözünün yanında olduğuna
delalet eden deliler vardır. Lafzen olması:Rasihlerin atfını dilemiş olsaydı, “Ve ona iman
ettik, derler,” diyecekti. Ma’nen olması:ÇÜnkü te’Vilin ardına düşenler kötülenmiştir. Eğer
bu rasihlere ma’lum olsaydı ardına düşenlerin yerilmesi değil övülmesi gerekir. Çünkü “Ona
iman ettik” sözleri, bir şeyin tazmin ve tesliminin çeşidine delalet eder. Manası üzerinde
durmadılar. Özellikle de şu sözleri ile sürdürdüler. Hepsi rabbimizdendir. Burda Rablerini
zikretmeleri O’na güven ve emrine teslimi verir. çünü o, O’ndan sadır oldu. Nitekim hüküm
de O’ndan geldi. VE çünkü ..lafzı, cümlelerin tafsili içindir. Onu, “kalblerinde eğrilik olanlar”
hakkında, onları “Müteşabih ititba’ etmek ve te’vilini arzulamka”sıfatlandırması ile bareber
zikretmes,i bu sıfatta onlara muhalif başka bir kısma delalet eder.
Onlar da rasihündur. Te’vilini bilselerdi, te’vil arzusu konusunda ilk kısma muhaliet
etmezlerdi. Nitekim hiç kimsenin onu te’vilini bilmediği sabit olmuştur. Dolayısıyla onun
hamlinin, zikrettiğimzden başka bir şeye yapılması caiz olmaz. Ondan aktarım bitti.
Vav’ın atıfe değil, isti’nafiye olduğunu te’yid edenlerden biride Kur’andaki istikra’ın
delaletidir. Ki buna göre Alah Teala yaratılmışlardan bir şeyi nefyedip kendisi için isbat
ettiğinde bu isbatta onun hiç bir ortağı olmaz. Şu sözü gibi: (De ki, Allah Teala
yaratılmışlardan bir şeyi nefyedip kendisi için isbat ettiğinde bu isbatta onun hiçbir ortağı
olmaz. Şu sözü gib:(Deki, Allah’tan başka, yerde ve göklerde olanlardan hiç biri ğaybı
bilmez)Ve şu sözü:(Onu kendi vaktinde ortaya çıkaran sadece o’dur.)Ve şu sözü:(O’nun
vechinden başka her şey helak olucudur.)Dolayısıyla; (Onun te’vilini sadece Allah bilir)
sözünün munasının:Onu sadece o bilir, olması buna mutabıktır. Nitekim Hattabi de bu
görüşte. Dediki :E⁄er:(ve rasihler)sözündeki vav tertib için olsaydı; (Hepsi
rabbimizdendir)sözünün herhangi bir faydası olmazdı. (.......) sözü üzerindeki vakfın tam
olduğ ve, ......sözünün, kelanını ibtidası olduğu şeklindeki görüş, cumhur ulemanın
görüşüdür, zikrettiğimiz kurani delillerden ötürü.
Bu görüşte olanlar Ömer, ibn,i Abbas, Aişe, urve b. Zübeyr, ömer b. Abdulaziz, ibn,i
Mes’ud ve Ebu b. Ka’b. Onlardan kurtubi ve diğerleri nakletti. Onu ibn,i Cerir, yunus’tan,
Eşheb’ten, Malik b. Enes’ten nakletti. Bu kisai, Ahfeş, Fera’ ve Ebu Ubeyd’in de görüşüdür.
Ebu Nüheyk el-Üsdi dediki:Siz bu ayeti vasl ediyorsunuz. Oysa o, maktu’dur. rasihlerin
ilmi, “Ona iman ettik, hepsi Rabbimizin katındandır” sözüne kadar devam eder. Vav’ın atıfe
olduğu görüşü de ibn-i Abbas’tan mervidir.
Mücahid, Rebi’, Muhammed ibni Ca’fer b. Zübeyr, Kasım b. Muhammed ve diğerleri bu
görüştedir. Bu görüşten yana olan ve bunda ileri gidenlerden biri ibn-i Fevrek’tir. İsti’naf ve
atıf ihtimalinde ayetin benzeri, şairin şu sözüdür:
.............................
İlk te’vil gibi......nun mübteda, ....da haber olması ihtimalı vardır.
Bu durumda öncesinden maktu’olur. ..üzere ma’tuf lması da muhtemeldir. İkinci te’vile
göre..., hal konumunda olur. Yani: (.) derinleşenleri methetmesiir. Onlar cahil oldukları
halde onları bununla nasıl metheder.
Kurtubi dediki:Şeyhimiz Ebu’l-Abbas Ahmed b. Amr dediki:Bu, sahih olan görüştür.
Çünkü onların “rasihler olması, bilgisinde Arap kelamını bilen herkesin eşit olduğu
muhkemden daha çok şey bilmelerni gerektiriyr. Eğer, sadeceherkesin bildiğini biliyorlarsa,
onların derinlği neyde olur. Ondan aktarım bitti.
Kaydedicisi dedi ki: Kurtubi’nin mezkur şeyhinin kelamından şu cevab alınır:Onları
“sonuca bağlıyor” kılan sebep, ilimdeki dernilikleridir. Öyle ki ilimler ibitti; Allah’ın (c.c)
kelamından, hakikatinin ilmine erişemedikleri noktada:(Ona iman ettik, hepsi Rabbimizin
katındandır) derler. Rasih olmayanlar ise aksine, te’vilini ve fitne çıkarmayı arzulayarak
onun müteşabihine tabi’ olurlar. Ki buda zahirdir.
Vav’ın atıfe olduğunu söyleyenlerden biride zemahşeri’dir.
Gerçek ilim Allah katındadır. İlmin nisbeti O’nadır.
Bazı alimler dediler ki:Bu vaziyette gerçek olan şudur ki, onun atıfe olduğunu
söyleyenler te’vilin manasını tefsir ve mananın fehmi kıldılar. Nitekim Nebi (s.a.v),
“Allah’ım ona te’vili öğret,” dedi. Yani:Tefsir ve Kur’anın manalarının fehmi. Rasihler
söylenilenleri anlıyorlar. Eşyanın hakikatlerini ilmen ihata edemedikleri zaman mezkur
vaziyetlerini alırlar. O isti’nafiyedir, diyenler te’vilin manasını, işin kedisine te’vil edildiği
hakikat kıldılar. bunu da sadece Allah bilir. Bu iyi bir tafsldir. Fakat bunun iki sorunu var:
Birincisi, ibn-i Abas’ın sözüdür:Tefsir, dört çeşittir: Birisini, herkes bilir, Birisinide Araplar,
dillerinden bilir. Birisini alimler bilir. Birisini de sadece Allah bilir.
İbn-i Abbas’ın bu açıklamasına göre sadece allah’ın bildiği, tefsir manasındadır, işin
hakikatinin kendisine te’vil edildiği değil.
Bu görüşü, mezkur tafsil ile çelişiyor. İkincisi:Sürelerin başlarındaki huruf-u
mukatta’a’dan muradı sadece Allah bilir. Nitekim muayen bir şeyin murad olduğuna kitab,
sünnet, icma ve Arap dilinden herhangi bir delil ikame edilmedi. Delilsiz hükmeden ta’yin
üzere manasının şöyle olduğu kesindir.
Birincisi: Bilki, vav’ın atıfe olduğu görüşüne göre....cümlesinin i’rabı üç açıdan
problemdir:Birincisi; o, rasihun olan ma’tuftan haldir. Lafz-ı Celal olan ma’tufun aleyhten
ayrı olarak. Ma’ruf olan, hal’in ma’tuf ve ma’tufun aleyhten beraberce getirilmesidir. Şöyle
demen gibi:.....
Ve Allah’ın şu sözü (.............)
Bu problem geçersizdir. Çünkü, ma’tufun aleyhten ayrı olarak sadece ma’tuftan halin
getirilmesi caizdir. Örneklerinden biri, Allah’ın Kur’andaki şu sözüdür: (........) ....’ten
ma’tuftur, ...lafzı olan ma’tufun aleyhten ayrı olarak. Ve Allah’ın şu sözü: (..................)
....cümlesi.......sözündeki vavu’l-fail’den hal’dir. O da; (........) sözüne ma’tuftur. Ve şu sözü:
(.......) bu, matufun aleyhten ayrı olarak ma’tuftan hal’dir. Nitekim bunu ibn-i Kesir ve
diğerleri beyan etti.
İkinci cihet: Mezkur problemin yönlerinden biride kurtubi’nin Hattabi’den zikrettiğidir:
Bazı dilciler bununla delillendiler. dediler ki; ilimde derinleşenler, iman ettik, diyerek onu
biliyorlar. .....nin konumunun, hal üzere nasb oludğunu zannettiler. Dilcilerin geneli onu
inkar ettiler, ondan çekindiler. Çünkü Araplar, fiili ve mef’ülü beraberce zamir yapmazlar.
Hal’i de sadece fiilin zuhuru ile beraber zikrederler. Fiil zahir olmazsa, hal olmaz. Bu caiz
olursa, ...denilmesi caiz olur. Yani: ....Bu sadece fiilin zikri ile berber caiz olur. Şu sözü
gibi; ............onun için hal idi. Şairin şu sözü gibi; onu bana ebu ömer söyledi. dediki:Bize
Ebu’l-Abbas sa’leb söyledi:
Yani; .....Bu sorunda geçersizdir. Çünkü mezkur haldeki işlevsel fiil gizli değildir. Zira o
sözünde mezkurdur.
Fakat hal, ma’tufun aleh olmaksızın, ma’tuftandır. Nitekim bunu Allame Şevkani,
tefsirinde açık bir şekilde beyan etti.
Mezkur problemin cihetlerinden üçüncü cihet şudur:Malumdur ki Arap dilinde hal,
amiline bir sınırlama, sahibine de bir netilektir. Dolayısıyla ..olan bu amilin .....olan bu hal
ile sınırlanması sorun olşuturur. Nitekim rasihun’un ilmi, onun te’viliyle, “ona iman ettik”
sözleriyle hiçbir şekilde sınırlanmaz. Çünkü onun mefhumunun; onların, “ona iman ettik”
sözlerinin, onun te’vilini bilmedikleri durumunda oldukları batıldır. Bu sorun zordur.
bunda; .......üzerine atıfla.....cümlesindte haliye’nin men’ine dair delalet vardır.
İkinci uyarı: Zikrettiğimizden ötürü .....cümlesinin hal olması doğru olmuyorsa, vav’ın
atıfe olduğu gerekçesiyle i’rabınn ..üzerine yapılmasının vechi nedir?Cevab:Allah en iyi
bilendir ya, O , mahzuf bir harfle ma’tufdur. Mahzuf harfle atf, ibni malik ve Arap
alimlerinden bir guruba göre caizdir. Gerçek şi ki bu caizdir ve bu zannetiği gibi şiirin
zaruretine özgü değildir. bazı Arap alimlerin bunun caiz oluşunun delili bunun Kur’anda ve
Arab kelamında vaki’ olmasıdır. Kur’andaki örneklerinden biri, Allah’ın şu sözüdür: (.........)
Şüphesiz ki bu, allah’ın:(...) sözünün üzerine, vav (..) olan mahzuf harfle ma’tufdur.
Buna; Allah’ın Kıyame Süresindeki sözünde bunun benzerindeki vav’ın sabit olması da
delalet ediyor: (.....................................)
Ve Allah’ın Abese’dekişu sözü: (..................)
Bazı alimler Allah’ın şu sözünü de ondan kıldılar:(.......) Dedik ki; yani, ...:Mahzüf vav’la
atf ile. Ki o da ibn-i Hişam’ın Muğni’de zikrettiği ihtimallerden biridir. Bazıları şunu da
ondan kıldılar (..........) Hemze’nin fethi kıraatı üzere. Denilse ki:O mahzuf bir harfle;
(.........) sözü üzerine ma’tuftur. Yani:...............ki buda Mugni’nin sahibinin zikrettiği
ihtimallerden biridir. Ondan biride şu hadistir.” O....................Yani,..............
Bunu el-Eşmuni ve diğerleri aktardılar. Mezkur hadisi Müslim, imam Ahmed ve sünen
sahibleri çıkardı. Atıf harfinin hazfinin delillerinden biride şairin sözüdür:
....................
Yani: ...........ve Hatice’nin sözü:
.....................................
Yani:......Denildi ki:İkinci cümle ikinci bir sıfattır, ma’tuf değil. Bunun beyitte herhangi bir
şahidi yoktur. Mahzüf harfle atfi caiz görnelerden biride Farisi ve ibn-i Usfurdur, ibn-i ceniy
ve süheyli’nin hilafına olarak.
Şüphesiz ki Kur’anda, hakikatını sadece Allah Telala buyuruyor ki:(Sana ruhtan
soruyorlar. Deki o, Rabbimin emrindedir)Ve şu sözü ile sadece O’nun bildiğini söylediği
ğaybın anahtarları gibi:(⁄aybın anahtarları onnu katındadır)
Nebi (s.a.v)’den sabit olduğuna göre onlar beş’tir.
Allah’ın şu sözünde zikredilenler: (kıyametin bilgisi Allah’ın katındadır ve yağmuru
indirir) Sürelerin başlarındaki huruf-u mukatta’a gibi. Ve Allah’ın şu sözündeki cennetin
nimetleri gibi:(Nefis, gözbebeğinden kendileri için saklanılanı bilmez. Onda sadece ilimde
derinleşenlerin bildiği şeyler vardır. Allah’ın şu sözü gibi: (Rabbine andolsun ki yapmakta
oldukları şeylerden ötürü hepsini sorguya çekeceğiz)Ve şu sözü (Gönderilenlere ve
kendilerine gönderilenlere muhakkak ki soracağız) Şu sözü ile beraber (O gün hiç bir insan
ve hiç bir cin günahından sorulmaz) Ve şu sözü: (Günahkarlar günahından sorulmaz)Ve şu
sözü gibi (Ve ondan bir ruh) Ondan biride şairini sözüdür:
...............................
Allah’ın sözü: (inkar edenler var ya, ne malları, nede çocukları onlara, allah’a karşı hiçbir
fayda sağlamaz. Onlar ateşin yakıtıdırlar.) Bu ayeti kerimede, ne mallarının nede
evladlarınnı kıyamet günü kafirlere herhangi bir fayda sağlamayacağı zikredildi. Ve onların,
ateşin yakıt oldukları da zikredildi. Yani:İçinde yanan odunu. Burada, O’nun bunu
nefyetmesinin, onların, malları ve evladlarınnı kendilerine fayda sağlayacağı iddialarına
tekzib olduğunu beyan etmedi. Başka yerlerde de onların zanna dayanan şu iddialarıı
beyan etti:“Dünyada bize verdiği mallar ve evladlar sadece bizim onun mezdindeki
prestijimizden ve bunu haketmemizden dolayıdır. Ahiret te dünya gibidir. ondan da bunu
hakkederiz.” Onları pek çok ayette yalanladı. Onların bunu iddia ettiklerine delalet eden
ayetlerden biri Allah’ın şu sözüdür: (dediler ki, biz malca ve evladça daha çokuz. Bize azab
edilecek değildir.) Ve şu sözü: (Ayetlerimizi inkar edin gördün mü) V edediki:(Bana mal ve
evlat verilcek)Yani, ahirette. Nitekim dünyada da bana verildi. Ve şu sözü: (Rabbime
dönersem, O’nun katında bana güzellik var) Yani:Dünyada bana verildiği delil ile. Ve şu
sözü: (şayet Rabbime döndürülsem bile bundan daha güzle bir sonuç bulurum) Onun
ahireti dünyaya kıyas etmesindendir. Allah onların bu iddialarını pek çok ayette reddediyor.
Buradaki şu sözü gibi; (İnkar edenlere malları hiç fayda sağlamayacak) Ve şu sözü: (Onlar
sanıyorlar mı ki kendilerine verdiğimiz mal ve oğullar ile onların iyiliğine koşuyoruz. Hayır,
farkında değiller) Ve şu sözü:
(Ne mallarnıız, nede evlatlarınız size katımızda bir yakınlık sağlamaz)Ve şu sözü: (İnkar
edenler sanmasınlar ki, kendilerine mühlet ermemzi, kendileri için hayırlıdır. Biz onlara
mühlet veriyoruz ki günahı artırsınlar. Onlar için alçaltıcı bir azab vardır.) Ve şu sözü (Hiç
bilmeycekleri yerden onları yavaş yavaş helake yaklaştıracağız. Onlara mühlet veriyorum,
çünkü benim tuzağım sağlamdır)Ve bunun gibi diğer ayetler.
Baka bir yerde burda mezkur olan onların ateşin yakıtı olması sürekli kalmak şeklindedir.
O da şu sözüdür: (inkar edenlerin ne malları nede evladları onlara Allah’a karşı hiçbir fayda
sağlamaz. Onlar ateş halkıdırlar ve onlar orada sürekli kalıcıdırlar.)
Allah’ın sözü:(Fir’avn ailesinin ve onlardan öncekilerin durumu gibi. Onlarda ayetlerimizi
yalanladılar. Allah da onları günahları ile yakaladı)
Burada, onlardan öncekilerin kim olduğunu ve Allah’ın kendisi ile onları yakaladığı
günahlarının ne olduğunu beyan etmedi.
Başka yerlerde Nuh, Hud, salih, Lut ve Şuayb’ın kavimlerinin onlardan oldğunu ve onları
kendisi ile yakaladığı günahlarının Allah’ı inkar, rusulleri yalanlama ve bunun gibi diğer
günahlar oludğunu beyan etti.
Semud kavminin deveyi boğazlaması, lut kavminin livatası, Şuayb kavminin ölçü ve
tartıda hile yapması, ve diğerleri gibi. Nitekim pek çok ayette de gelmiştir. Nuh ve kavmi
hakkındaki şu sözü gibi:(Onların içinde 950 sene kaldı. Onlar zalimler iken tufan onları
yaklayı verdi)Ve bunun gibi diğer ayetler. Ve Hud kavmi hakkındaki şu sözü gib: (Onların
üzerine kökünden söküp alan rüzgarı gönderdik) Ve bunun gibi diğer ayetler. Ve salih’in
kavmi hakkındaki şu söz gibi: (O zulmedenleri o uğultu yakalayı verdi.) Ve bunun gibi diğer
ayetler. Ve lut’un kavmi hakkındaki şu söz gibi:(Bizde onun üstünü altına getirdik.)Ve
bunun gibi diğer ayetler. Ve şuayb’ın kavmi hakkındaki sözü gibi:(onu yalanladılar, nihayet
o bunaltıcı günün azabı, kendilerini yakladı. Gerçekten o, büyük bir günün azabı idi.)Ve
bunun gibi diğer ayetler.
Allah’ın sözü: (Karşılaşan şu iki toplulukta sizin için bir ibret vardır. Bu ayette Bedir
vak’asının ayet olduğunu, yani:İslam Dini’nin sıhhatine dair bir alamet olduğunu zikretti.
Zira eğer hak olmasaydı; ona yapışan zayıf, az toplluuk, ona yapışmayan güçlü, çok olan
topluluğu yenmezdi.
Başka bir yerdede Bedir vak’asının beyyine olduğunu açıkladı.
Yani:Hakkta onunla beraber herhangi bir şüphe yoktur. Buda şu sözündedir (Ki helak
olan, açık delille helak olsun; yaşayan da açık delille yaşasın).
Yine Bedir vak’asının, hakk ile batılı ayıran furkan olduğunu açıkladı. O da şu sözüdür:
(Ve furkan gününde kulumuza indirdiklerimiz)
Allah’ın sözü:(Salınmış atlar, davarlar ve ekinler)Burada, davarlar lafzına kaç çeşidin
girdiğini beyan etmedi.
Fakat diğer başka yerlerde onlarnı deve, dişi deve, öküz, inek, koç, koyun, teke ve keçi
şeklinde sekiz sınıf olduğunu açıkladı. Allah’ın şu sözü gibi:(Hayvanlardan da kimi yük taşır,
kiminin tüyünden döşek yapılır)Sonra davarları şu sözü ile beyan etti:(Sekit çift; koyundan
iki)Yani koç ve koyun (Ve keçiden iki)Yani:Teke ve keçi. Şu sözüne kadar (ve deveden de
iki)Yani:Erkek ve dişi deve. (Sığırdan da iki) varlardan seki çift indirdi)Bu, şu sözü ile işaret
edilendir:(Göklerin ve yerin varedicisi. Size kendi nefsinizden ve davarlardan çiftler kıldı)
Uyarı:arablar, ..lafzını devenin özelliğine vermişlerdir. Onlardan biri Nebi (s.a.v)’in şu
sözüdür: “ .....”yani:Deve. Ve Hassam (r.a)’ın şu sözü:
..............
Yani:Deve ve koyun. Allah’ın sözü:(Deki, eğer Allah’ın seviyorsanız bana tabi olun ki
Allah ta sizi sevsin) Allah Teala bu ayet-i kerimede kendisine olan sevginin, nebisine tabi
olmayı gerektirdiğini açıkladı. Bu da Rasul’e (s.a.v) itiaatin, Allah Teala’ya itaatin bizzat
kendisi olduğuna delalet ediyor. Allah Teala bu medlülü, şu sözündede açıkladı:(Kim Rasule
itaat eders,e Allah’a itaat etmiştir)Ve Allah Teala buyurduki:(Rasul size neyi verdiyse onu
alın. Sizi neyden nehyettiyse, ondan vazgeçin.)
Uyarı:Bu ayet-i kerimeden şu çıkarılır:Allah’a ve Rasulü’ne (s.a.v) ona doğru muhabbetin
alameti nebi (s.a.v)’e ittiba’dır. O’na muhalif olup ta o’nu sevdiğini iddia eden iftira eden
bir yalancıdır. Çünkü eğer o’nu sevseydi, O’na itaat ederdi. herkesin ma’lumudurki
muhabbet, taati gerektirir. şairin sözüde bundandır:
..............
Ve ibn-i, Ebu Rebia el-Mahzumi’nin sözü:
............
Şunu diyen, iyi etmiştir:
..........
Allah’ın sözü :(Dedi ki:Rabbim,bana ihtiyarlık gelip çatmışken nasıl oğlum olur.)Burada
,ne kadar yaşlandığını beyan etmedi. Fakat Merem Suresine onun, yaşlılığın son sınırına
vardığını beyan etti. Bu, Allah Teala’nın şu sözündedir:(Ben de yaşlılığın son sınırına
vardım) .:Yaşlılığın şiddetinden dolayı kemik ve mafsallardaki kuruluk ve sıskalıktır.
İbn-i Hacer tefsirinde dediki:Yaşlılık, fesad yada küfürde son sınırına varan .ve ..dir.
Allah’ın zekeriya hakkında ki sözü: (Karım da kısırdır)Gençliğinde böyle olup -olmadığını
burda beyan etmedi. Meryem Suresi’nde onun hakkındaki şu sözünde onun yaşlılığından
önce böyle olduğunu açıkladı: (Karım da kısır idi)
Allah’ın sözü: (Buyurdu ki:Senin alametin, üç gün insanlarla işeretten başka türlü
konuşmamandır.)insanlarla konuşmasına mani’ olanın başına gelen dilsizlikten mi yoksa
onu bundan men’eden afetten mi olduğunu açıklamadı. yoksa onun hiç bir hastalığı
yokken tek mani’i Allah mı?
Fakar Meryem Suresi’nde kendisini herhangi bir şeyinin olmadığını ve konuşamamasının
dilsizlik ve hastalıktan olmadığını beyan etti. Bu, Allah’ın şu sözündedir:(Dedi ki :Senin
alametin, sapasağlam olduğun halde tam üç gece insanlarla konuşmamandır)Çünkü ..sözü,
konuşmanın failidir ve konuşamamanı, hastalıkla dilin tutulmasından değil, aciz bırakılma
ve örfün bozulması yoluyla olduğunu ifade edicidir. Yani:Sen sapasağlam ve tam iken,
sende lal olma ve dilsizlik yokken onlarla konuşamıyor, güç yetiremiyorsun. Bu, cumhurun
görüşüdür. Allah=’ın şu sözüde buna şahidlik eder:(Rabbini çokça an ve sabah-akşam
tesbih et)
İbn-i Abbas’a göre..kelimesi ..kelimesine döner. Yani:Tamı-tamına. Bu durumda ..ın sıfatı
olur. bu durumda bu ayette, Al-i imran ayetine herhangi bir açıklama olmaz.
Allah’ın sözü: (Hani Melekler, Meryeme; Allah seni kendinden bir kelime ile müjdeliyor,
dediler)isaIya isim olarak söylenen bu kelimeyi burda ebyan etmedi. Çünkü o, müsebbinin
iradesi ve sebebin ıtlakından, varlığındaki sebebtir. Fakat onun, “ol” lafız olduunu başka bir
yerde beyan etti. Bu da şu sözündedir: (Allah yanında isa’nın meseli, Adem’in meseli
gibidir. onu topraktan yarattı. Sonra ona “ol” dedi.)Denildiki:“Kelime”; meleklerin ona, onu
doğuracağına dair müjdesidir. bu, ibn-i cerir’in tercihidir. Birincisi, cumhurun görüşdür.
Allah’ın sözü(insanlarla beşikte konuşuru)burada, onlarla beşikte ne konuşacağını beyan
etmedi. Fakat bunu, Meryem Süresindeki şu sözü ile beyan etti: (Onu gösterdi.
Dedilerki:“Beşikteki çocukla nasıl konuşuruz”? (Çocuk): “Ben Alah’ın kuluyum, dedi, bana
kitab verdi, beni peygamber yaptı. Beni bulunduğum her yerde insanlara yararlı kıldı. Sağ
olduğum sürece bana namaz kılmayı, zekat vermeyi emretti. (Beni)anneme iyilik eder
(kıldı), başkaldıran bir zorba yapmadı. Doğduğum gün de öleceğim gün de ve diri olarak
kaldırılacağım gün de bana esenlik verilmiştir.)
Allah’ın sözü: (Dedi ki :“Rabbim, bana hçbir beşer dokunmamışken, benim nasıl
çocuğum olur.)Bu ayette, hamlinin kıssasına işaret etti, Meryem suresinde şu sözü ile
açıklayarak: (Kitab’ta Meryemi de an. Bir zaman o ailesinde ayrılıp doğu yönünde bir yere
çekilmişti.)
Kıssanın sonuna kadar. Tahrim ve Enbiya Surelerinde ona nefhi beyan etti; Tahrim’de
rahmine nefh, Enbiya’da da içine nefh şeklinde ta’bir ederek.
Allah’ın sözü:(İsa onlardan inkarı sezince:“Allah yolunda kimler bana yardımcı olacak?”
dedi. Havariler:“Biz Allah (yolun) un yardımcılarıyız,” dediler) Burda, isa ile beraber
havarilerin kıssasını zikretmesinin hikmetini beyan etmedi. Fakat onu saff süresinde bean
etti.
Ki buna göre onların kıssalarını zikretmesinin hikmeti, Muhammed (s.a.v)’in ümmetinin,
Allah’a ve dinine yardımda, onlarla teselli bulmasıır. Bu, Allah’ın şu sözündedir:(Ey iman
edenler, Musa’nın havarilere:“Allah yolunda kimler bana yardımcı olacak?” dediği gibi,
sizde Allah yolunun yardımcıları olun.)
Allah’ın sözü:(Tuzak kurdular, Allah da tuzaklarına karşılık verdi; çünkü Allah herkesten
daha iyi tuzak kurar.) Burada Yahudilerin isa’ya ve Allah’ın Yahudilere olan tuzağını
açıklamadı. Fakat başka yerde onların ona tuzağının, onu öldürmeye çalışmaları olduğunu
beyan etti. Bu da şu sözündedir0 (Ve şu sözleri:Biz, Allah’ın rasulu Meryem oğlu isa mesih’i
öldürdük) Allah’ın onlara tuzağının da, onların başka birini isa (a.s) a benzenmeleri ve
Allah’ın onu kurtarması olduğun beyan etti. Bu da şu sözündedir: (Onu öldürmediler,
çarmıha da germediler. Fakat onlara benzetildi)Ve şu sözü: (Onu kesin olarak öldürmediler.
Aksine Alah onu kendisine yükseltti.)
Allah’ın sözü: (Hani, Allah: “Ey isa, seni öldüreceğim, demişt.)
Bazı alimler dediler ki, yani:Seni kurtaracağım ve bu uykuda seni kendime
yükselteceğim. İçlerin vefata uyku adını veren ayetler, bu tefsiri destekliyor. Şu sözü gib:
(O’dur sizi geceleri öldüren) Ve şu sözü:‘Allah ölmekte olan canları alır, ölmeyenleride )
uykularında.)
Allah’ın sözü: (De ki: “Ey ehl-i kitab, inçin ibrahim hakkında çekişiyorsunuz.)Burda
onların ibrahim hakkındaki çekişmelerinin vechini beyan etmedi.
Başka yerde onların ibrahim hakkındaki çekişmelerinin şu olduğunu beyan etti:Yahudiler
diyorlarki, o yahudidir. Hristiyanlar da, o hristiyandır. Bu, şu sözündedir:
(Yoksa siz; ibrahim, ismail, ishak, Yak’kub ve oğulları Yahudi yada Hristiyan idiler mi
diyorsunuz. Deki, siz mi daha çok biliyorsunuz, Allah mı) Buna burda şu sözü ile işaret etti.
(Allah bilir, siz bilmezsiniz. İbrahim ne yahudi ne de Nasrani idi.)
Allah’ın sözü:(İmanlarnıdan sonra küfredenler, sonrada küfürlerinde ileri
gidenler.tevbeleri kabul edilmeycektir.)
Bazı alimler dediler ki:Yani, tevbeyi ölüm gelinceye kadar erteleyip, o zaman tevbe
etitklerinde. Allah’ın şu sözüde bu tefsire şahidlik ediyor:(Ne kafir olarak ölenlere ne de
kendilerinden birine ölüm gelinceye kadar kötülük işleyip, o zaman:“İşte şimdi tevbe
ettim,” diyenlere tevbe yoktur.) Mutlakın hükmünün mukayyede hamli; kaidedir özelilke
de, burda olduğu gibi, hükum ile sebeb birleştiğinde.
Bazı alimler dediler ki:“Tevbeleri kabul edilmeycektir” in manası, tevbeye muvaffak
olmayacaklardır ki onlardan kabul edilsin.
Allah’ın şu sösüde buna şahidlik ediyor: (İman edip sonra küfredenler, sonra iman edip
sonra küfredenler, sonrada küfürlerinde aşırı gidenleri Allah ne affedicidir nede yola
hidayet edicidir.)Onları affetmesinin sebesi onların, sahibini affetiği yola hidayet
olmamalındandır. Onun benzeri, Allah’ın şu söüdür:(allah onları affedice değildir ve
cehennemin yolundan başka bir yola da hidayet edici değildir.)Allah’ın sözü: (İnkar edip te
kafir olarak ölenler hiç birinden dünya dolusu altın (fidye olarak)bile kabul
edilmeycektir.)Bu ayet-i kerimede; kıyamet günü kafirlerin hiç birinden yer dolusu altın
kabul edilmeyeceğini açıkladı, fidye etseler bile.
Başka yerlerde de, misli kadar artırılsa bile yine onlardan kabul edilmeyeceğini açıkladı.
Ş usözü gibi:(Muhakkak ki küfredenler; yeryüzündekilerin hepsi ve onnula beraber onun
benzeri onların olsa da kıyamet günü azabtan kurtulmak için fidye etseler bile, onlardan
kabul edilmez.)Başka yerderleded, o sözü gib:(işte bugün. Ne sizden, nede küfredenlerden
fidye alınmaz.)Ve şu sözü: (Her türlü karşılığı versede ondan alınmaz.)Ve şu sözü: (Ondan
ne bir karşılık alınır, nede ona şefaat eder.)..:Karşılıktır.
Allah’ın söz:(Kim inkar ederse, Allah alemlere muhtaç değildir.Bu ayette; yarattıklarına
muhtaç olmadığını ve onlardan inkar edenin inkarının O’na hiçbir şeyde zarar vermediğini
açıkladı. bu manayı, pek çok yerde beyan etti. Nebisi Musa hakkındaki şu sözü gib:(Eğer
siz ve yerdekilerin hepsi inkar etseniz bile, Allah ⁄aniy’dir, Hamid’dir.)Ve şu sözü: (İnkar
ettiler, geri döndüler. Allah ta istiğna etti. Allah ⁄aniy’dir, Hamid’dir. Ve şu sözü: (Allah
çocuk edindi, dediler. O, bundan münezzehtir. O, ⁄aniydir.)Ve bunun gibi diğer ayetlr. Allah
Teala ve Tebarek yaratıklara emr eder ve onları nehyeder. Günahları O’na zarar, itaatları
yarar verdiğinden değil. Akisne onların taati kendilerine fayda verir, ma’siyetleri de
kendilerine zarar verir. Nitekim Allah şöyle buyurdu: (Eğer iyilik yaparsanız kendinize iyilik
yaparsınız. Kötülük yaparsanız, oda sizedir.)Ve buyurdu ki:(Kim salih alem işlerse
kendinedir.Kim de kötülük ederse o da onadır.)Ve buyurdu ki:(Ey insanlar, sizler Allah’a
(muhtaç) fakirlersiniz. Allah ise, ⁄aniy ve Hamid olan O’dur.)
Sahih’-i müslim’de Rasululah (s.a.v)’den sabit oldu. O’nun rabbinden aldığına göre Allah
buyurdu ki:“Eykullarım, evveliniz-ahiriniz, insiniz,cinniiz sizden bir adamın kalbini muttaki
kılmam için birleşse bile bu benim mülkümden hiç bir şey eksiltmez. Ey kullarım,
evveliniz,ahiriniz, insiniz,cinniiz, sizden bir adamın kalbini kötü etmem içn (biraraya gelse
yinede)bu benim mülkümden hiçbir şey eksiltmez”
uyarı:Allah’ın:(Kim inkar ederse, Allah alemlerden ⁄aniy’dir)sözü: (Yol bulunp güç
yetirebilene beyti haccetmek, Allah’ın insanlar üzerindeki hakkıdır.)sözünden sonra
gelmesi, haccetmeyinin kafir olduğuna ve Allah’ın ondan ⁄aniy olduğuna delalet ediyor.
.....sözündeki muradın, alimlere göre vecihleri vardır. Birincisi:
.........sözünden murad, yani:Kim haccın farzlığını inkar ederse kafir olur. Allah da ondan
ğaniydir. Bu görüşte olanlar:İbn-i Abbas, Mücahid ve bir çok kişi. Bunu ibn-i Kesir söyledi.
İkrime ve Mücahid’den rivayet edilen, bu veche dellet eder.
Ki buna göre onlar dediler ki, (Kim islam’dan başka din arzılarsa, onda kabu
edilmeyecek)ayeti indiğinde yahudiler, biz artık müslümanız, dediler.
Nebi (s.a.v) buyurdu ki: “Allah Teala, yol bulabilene Ev’i haccetmeyi farz kıldı. Bunun
üzerine dediler ki:Bize farz kılınmadı. Hac etmekten yüz çevirdiler. Allah Teala buyurdu:
(kim inkar ederse, Allah alemlerden ğaniydir.)
İkinci vecih:.....sözünden murad, yani: Göç yetirebilme ile beraber haccın terki
konusundaki engelleme hakkında ağır yemin üzere haccetmeyin. Onun, Mikdad’a,
sahihaynde sabit olan sözü gibi. Ona, savaşta elini kestikten sonra müslüman olan kafirin
katli hakkında sorulduğunda:“Onu öldürme. onu öldürürsen o, sen onu öldürmeden önceki
senin konumundadır. Sende, söylediği kelimeyi söylemeden önceki onnu konumundasın.”
Üçüncü vecih:Ayetin, zahirine hamledilmesi. Buna göre, güç yetirebildiği halde
haccetmeyin, kafir olur.
Nebi (s.a.v)’in şöyle dediği rivayet olunmuştur: “Kimin azığı ve bineği olduğu halde
Allah’ın Evi’ni haccetmezse, O’na zarar vermez. Ölürse, Yahudi yada Nasrani’dir. Çünkü
Allah buyurduki:“Güç yetirebilenlerin Evi haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerineki hakkıdır.
Kimde inkar ederse, Allah alemlerden ğaniydir.
Bu hadisi Tirmizi, İbn-i Cerir, ibn-i Ebi Hatim ve ibn-i Merdeveyh rivayet etti. Nitekim
onlardan, ibn-i Kesir, zayıf bir hadis olarak nakletti. Onu birçok kişi, isnadında Rabia b.
Amer b. Müslim el-Bahili’nin efendisi Hilal b. Abdullah olduğu gerekçesiyle, zayıf buldu.
Tirmizi dedi ki:Mechuldur. buhari dediki:Münkeru’l-Hadistir. Yine onun isnadnıda, Ali (r.a)
ten rivayet eden Haris vardır.
Tirmizi dediki:O, hadiste zayıflık yapar.
İbn-i Adiy de dediki0Bu hadis mahfuz değildir. İbn-i Kesir’den mana ile aktarım bitti.
İbn-i Hacer; Tirmizi’nin, Hilal b. Abdullah el,Bahili’nin rivayetinden çıkardığı bu hadis
hakkında, Keşşaf’ın hadislerinin tahrici hususunda, Kafiyu’ş-Şaf’ta dediki:Bize Ebu ishak,
Haris’ten, Ali’ten, Ali’den aktardı. “kimin Allah’ın evini haccedecek kadar azığı ve bineği
olurda hac etmezse Yahudi yada Nasrani olmaktan başka bir şekilde ölmez”
Dedi ki: “⁄aribtir. İsnadı hakkında söylenti vardır. Hilal ibn,i Abdullah mechuldur. Hariste
zayıf yapar. Onu Bezzar da bu vecihten çıkardı. Dedi ki, biz bunu Ali’den, sadece bu vecih
üzere öğreniyoruz. Onu Hilal’in tercemesi hakkında ibn-i Adiy ve Ukeyli çıkardı. Buhari’den
de onun, münker il-hadis olduğunu naklettiler.
Hilal’in kendisinde yalnızkaldığı Şa’la hakkında dediki:Onun, Ebu Umame’nin hadisinden
bir şahidi var. Daremi onu, şu lafızla çıkardı.” Kendisini hactan alıkoyan açık bir ihtiyaç,
zorba sultan yada yatağa bağlı kılan hastalık olmadığı halde haccetmez dö ölürse, isterse
yahudi, isterse de nasrani olarak ölür. “Onu Şureyk’in rivayetinden, Leys b. Ebu Selim’den,
Abdurrahman ibni Sabit’tan çıkardı. onu bu vecihten Şa’b hakkında beyhaki çıkardı. İbn-i
Ebu Şeybe de Ebu’l-Ahvastan, Leys’ten, Abdurrahman’dan mürsel olarak çıkardı. Ebu
Umame’yi zikretmedi. Onu ibnu’l,Cevzi, Mevdü’at’ta ibn-i adiy yoluyla aktardı. ibn-i Adiy de
onu Kamil’de, Ebu’l mahzum’u yalanladığı nakledildi. Bu, ibnü’lCevzi’nin, onun tasarrufu
hakkındaki yanlışıdır. Çünkü Ebu Umame’ye olan yolda, yalancılıkla itham edilen kimse
yoktur.
Ömer b. Hattab’tan dorulanmıştır ki, o dediki:Kim hacca güç yetirir de hac etmezse
yahudi yada nasrani olması aynıdır. Gerçek ilim Allah Teala’nın katındadır.
Allah’ın sözü: (ey iman edenler, Allah’tan naslı korkulması gerekiyorsa, öylece korkun).
Alimlerin çoğuna göre bu, şu sözü ile mensuhtur:(Gücünüzyettiğince Allah’tan korkun.)
Bazılarıda dedilerki:Bu, ondan muradı açıklıyacıdır. Dolayısıyla ...sözü, yani:Gç
miktarınca. Allah, en iyi bilendir.
Allah’ın sözü: (Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. hani siz düşmanlar idiniz de
kalblerinizi birleştirdi. Böylece nimeti sayesinde kardeşler oldunuz.)Burada, onların
düşmanlıklarının şiddet olarak varlığı noktayı beyan etmedi. başka bir yerde onlarnı
düşmanlıklarının, şiddet olarak, büyük bir duruma ulaştığını beyan etti. O karad ki, bunu
ortadan kaldırmak ve kalblerini birleştirmek için yeryüzündekilerin hepsini infak etseler
bile, hiç bir şey ifade etmezdi. Bu, şu sözündedir:(Seni aldatmaya çalışırlarsa, sana Allah
yeter. Seni, yardımı ve mü’minlerle destekleyen O’dur. Kalblerini de birleştirdi. Eğer
yeryüzündekilerin hepsini infak etseydin yinede kalblerini birmeştiremezdin. Fakat Allah
kalblerini birleştirdi. O Aziz’dir, hakimdir.)
Allah’ın sözü: (Ve yüzler kararır.) Bu ayet-i kerimede, kıyamet günü yüzlerin
kararmasınnı sebeblerinen birisinin, imandan sonra küfür olduğunu beyan etti. Bu, şu
sözündedir: (Yüzleri kararanlara gelince, imanınızdan sonra inkar mı ettiniz (denilecek)
Başka bir yerde, bunun sebeplerinden birisinin Allah’a karşı yalan uydurmak olduğunu
beyan etti. O da Allah’ın şu sözüdür: (Kıyamet günü Allah’a karşı yalan uydurunların yüzün
kapkara görürsün.)Başka bir yerde bunun sebeplerinden birisini de günah kazanımı
olduğnu beyan etti. O da şu sözüdür: (O günah kazananlar. Günahın cezası misli iledir.
Onları zillet bürür. Onların, Allah’tan herhnagi bir koruyucusu da yoktur. Karanlık olarak
onların yüzlerini geceden bir parça kaplamış sanki.)Başka bir yerde bunun sebeblerinden
birisinin küfür ve fücür olduğunu beyan etti. O da Allah’ın şu sözüdür: (Yüzler de var ki o
gün tozlanmış, onları karanlıklar bürümüş. İşte onlar kafirler, Haktan sapanlardır.)
Hakikatte bu sebepler tek bir şeydir. Onu farklı ibarelerle ifade etti. o da Allah Teala’yı
inkardır. Başka bir yerde yüzlerini çirkinliğinin şiddetini görenlerin körlüğü ile beyan etti. O
da şu sözüdür: (Ve o gün suçluları gömgök(kör bir durumda) süreriz. ) Suratın en kabihi
yüzlerin siyah, gözlerin de mavi olmasıdır.
Görmez mesinki şair şu sözünde; cimriliğin illetlerni en kabih ve en çirkin suratta tasrir
etmek istedğinde ona gözlerin maniliğini ve yüzlerin siyahlığını uygun görüyor:
........................
Allah’ın sözü: (Kitap ehli içinde, gece saatlerinde ayakta durup Allah’ın ayetlerin
iokuyarak secdeye kapanan bir topluluk da vardır.)
Burada ehli kitaptan bu mü’min taifenin sıfatlarından birisinin ...olduğunu zikretti.
yani:Hak üzere müstakim. Ve diğer bazı özelliklerinin; gece saatlerinde Allah’ın ayetlerini
okumak, namaz kılmka, Allah’a iman etmek ve iyiliği emredip kötülükten sakındırmak
olduğunu zikretti.
Başka bir yerde onların, Kitabı hakkıyla okuduklarını ve Allah’a iman ettiklerini zikretti. O
da şu sözüdür: (Kenidlerine Kitap verdiklerimiz, onu hakkıyla okuyorlar. O’na iman edenler
de onlardır.
Başka bir yerde de onların Allah’a, ibez ve kendilerine iman ettiklerini, Allah’a saygılı
olduklarını ve Allah’ın ayetlerini az bir paraya satmadıklarını zikretti. O da şu sözüdür: (Ehl-
i Kitab’tan öyleleri varki Allah’a söze ve kendilerine iindirilene iman ederler, Alah’a
saygılıdırlar, Allah’ın ayetlerini az bir paraya satmazlar.)
Başka bir yerde onların, Kur’anın inzalinden sevinç duyduklarını zikretti. O da Allah’ın şu
sözüdür: (Kendilerine Kitab verdiklerimiz, sana indirilene sevinirler.)Başka bir yerde onların,
Kur’an’ın Allah’tan iinzalinin hak olduğunu bildiklerini zikretti. O da şu sözüdür: (Kendilerine
Kitab veridklerimiz, onun, Rabbinden hak ile indirilen olduğunu biliyorlar.)Başka bir yerde,
kendilerine kur’an okunduğunda çeneleri üzere secdeye kapandıklarını ve Rablerini
ağlayarak tesbih ettiklerini zikretti. O da şu sözüdür:
(ondan önce kendilerine ilim verilenler, kendilerine tilavet edildiğinde çeneleri üzere
secdeye kapanırlar ve derler ki, “Rabbimiz her eksiklikten münezzehtir. Rabbimizin va’di
kesin gerçekleşir.”
Çeneleri üzerine kapanır, ağlarlar. Huşu’ları da artar.)
Yine onu dinlediklerindeki ağlamaları hakkında dediki:(Rasule indirileni dinlediklerinde,
hakktan bildikleri şeylerden dolayı, gözlerinin yaşlarla dolup -taştığını görürsün.)
Başka bir yerdey ehl-i kitabtan bu taifenin ecrinin iki kere verildiğini zikretti. O da şu
sözüdür: (Andolsun ki biz, düşünüp öğüt alsınlar diye onlar için sözümüzü birbirine
bitiştirdik. Bundan önce kendilerine kitab verdiklerimiz, iman ederler. Onlara
(kur’an)okunduğu zaman:“O’na inandık. O, Rabbimizden gelen gerçektir.. zaten biz ondan
öncede müslümanlar idik.” derler. İşte onlara, sabretmelerinden ötürü, mükafatları iki kere
verilir.)
Allah’ın sözü: (Kitab’ın hepsine inanırsınız.)Yani:Bütün kitablara inanırsınız. Nitekim
buna, Allah’ın şu sözüde delalet eder:(Ve deki, Allah’ın kitab olarak indirdiğine inandım.)Ve
şu sözü:Allah’a, meleklere, kitablara iman etti.)
Allah’ın sözü: (Ve genişliği göklerle yer kadar olan bir cennet)Yani; genişliği, göklerle
yerin genişliği gibi. Nitekim Allah’ın Hadid süresineki sözü de bunu beyan etti:(Rabbinizden
bir mağfirete ve genişliği, göklerle yerin genişliği gibi olan bir cennete koşun.)
Ali imran’ın bu ayeti, Hadid’in ayetindeki gökten muradın bütün gökler olduğunu beyan
ediyor. Nitekim bu açıktır. Gerçek ilim, allah Teala’nın katındadır.
Allah’ın sözü: (Eğer size bir yara dokunduysa, o topluluğa da benzeri bir yara
torunmuştu.)Müslümanlara dokunan yaradan murad, onlara ölüm ve yaraların isabet ettiği
uhud günüdür. Nitekim Allah teala ona bu süre’de, çeşitli yerlerde işaret etti. Şu sözü gfibi:
(Andolsun ki, siz ölümle karşılaşmadan önce onu arzuluyordunuz. İşte onu gördünüz, ama
bakıp duruyurosunuz.) vE şu sözü: (Ve sizden şehidler ediniyor.)Ve şu sözü: (Nihayet siz
korktunuz, Allah size sevdiğinizi (galibiyet)gösterdikten sonra (verilen)emir hakkında
birbirinzle çekişip isyan ettiniz:Kiminiz dünyayı istiyordu, kiminiz ahireti istiyordu. Sonra
sizi denemek için onlardan geri çevirdi.)Ve şu sözü: (Elçi, arkanızdan sizi çağırırken siz
boyuna uzaklaşıyor, hiç kimseye dönüy bakmıyordunuz.)Ve bunun gibi diğer ayetler.
Müşrik grubua dokunan yaradan murad ise, Bedir günü ölüm ve esirlik olarak
kendilerine isabet eden olabilir. Buna göre, şu sözü ona işarettir:(Rabbin meleklere
vahyediyor ki:
“Ben sizinle beraberim, siz inananları pekiştirin; ben inkar edenlerin yüreklerinie korku
salacağım. Vurun onların boyunlarının üstüne. Vurun onların her parmağına. böyle (olacak),
çünkü, onlar Allah’a ve elçisine karşı geldiler. Kim Allah’a ve elçisine karşı gelirse
muhakkak ki, allah’ın cezası çetin olar.)
Yine o, müşriklerin uhud günü müşriklerin ilk olarak hezimeti olarbilir. Nitekim, inşaallah
yakında gelecektir. Şu sözü ile iki yaraya birlikte işaret etmiştir: (Ya da size ne zaman bir
müsibet isabet ettiyse, onlara iki misli isabet etmiştir.)Müslümanların masibetinden murad,
uhud günü kendilerine idokunan yaradır.
Kafirlerin iki misli ile musibetinden murad, Bedir günü onlara dokunan masibetten
öncedir. Çünkü uhud günü müslümanlar 70 kişi öldürüldü. Bedir günü kafirlerden 70 kişi
öldürüldü, 70 de esir edildi.
Bu, cumhurun görüşüdür. Bazı alimlere göre müşriklere isabet eden musibet, Uhud günü
ölüm ve hezimet olarak onlara isabet edendir. Öyle ki, Abdu’d-Dar oğullarının sancaktarı
öldürüldü, işin başında garib bir yenilgiye ugğradılar ve Umre binti Alkame el,Harisiye
kaldırıncaya kadar sancakları yerde kaldı. bu kondua Hassan diyorki:
.............
Bu veche göre:Müşriklere isabet eden yaraya Allah’ın şu sözü işaret ediyor: (Andolsun ki
Allah size olan va’dini doğruladı. Hani siz onları, O’nun izniyle hissediyordunuz. Aslı,
duyuyu idrak olan ..tir. Dolayısıyla ..nun manas,ı hissini ölüm götürdü, demektir. Cerir’in
sözüde bundandır:
.................
Diğer bir söz:
........
Ve Raube’nin sözü:
..................
............Yani:Herşeyi yiyip götüren kıtlık. Bu kitabın tercümesinde takdim etmişizdir ki,
ayetin, kur’anın herbirine tanıklık ettiği iki ihtimali olabilir. İkiside haktır. Bizde onları ve
onlardan her birine tanıklık edeni beraberce zikrediyoruz.
Bazı alimler dediler ki:Siyakk karinesi, müşriklere isabet eden yaranın, uhud günü
başlarına gelen olduğuna delalet ediyor. Çünkü kelam, uhud vakası hakkındadır. Fakat.
söündeki tesniye, müşriklere isabet eden yaranın, Bedir ünü başlarına gelen olduğuna
delalet ediyor. Çünkü hiç kimse, uhud günü müşriklerin, müslümanların iki katı isabet
aldıklarını nakletmedi. ..sözündede delil yoktur. Çünkü bu hisve kök söktürme müşriklerden
öldürülenler hususu hakkındadır. Ki onlarda, uhud günü müslümanlardan öldürülenlerden
daha azdır. nitekim bu da bilinen bir şeydir.
Denilseki :...sözündeki tekillik ile, (...)sözündeki tesniye arasında cem’in vechi nedir.
Cevab; Allah daha iyi bilir ya, tesniyeden murad, Bedir günü 70 kişinin ölümü ve 70 kişinin
esir edilmesidir.
Uhud gününde ise 70 kişi öldürüldü. Nitekim alimlerin cumhuruda bu görüştedir.
....in tekilliğinden murad salt hasan ve elem konusunda yaranın yaraya teşbihidir. (....)iki
“yşetmiş” in kıraatleri, iki harfte kaf’ın (.....) fethası ve ötresiyledir. Manaları aynıdır. İki
lügattırlar......gibi.
Fera’ dediki:Fetha ile ...yaradır. Ötre ile, ona acı verdi, demektir. Ondan aktarım bitti.
arabların kelimesini ..kelimesine ıtlakından biri Mutemmim b. Nuveyre et-Temimi’nin
sözüdür:
...........
Allah’ın sözü: (Allah sizden cihad edenlerle sabredenleri bilip (ortaya çıkarmadan
cennete gireceğinizi mi zannettiniz)Allah, bu ayette; dininde ihlaslı ,sabırlı kişi ile diğerinin
arasındaki farkı ortaya çıkaran tekliflerin ağırlıkları ile denenmeden cennete gireceğini
zanneden kişiyi reddediyor.
Bu manayı değişik ayetlerde izah etti. Şu sözü gibi:(Sizden önce geçenlerin başına
gelenler başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz. Onlara sıkıntı ve zorluklar
dokundu. O kadar sarsıldılar ki Rasul ve onunla beraber iman edenler, Allah’ın yarımı ne
zaman, diyorlardı. Agah olun, Allah’ın yardımı yakındır.)Ve şu sözü: ‘Allah sizden cihad
edenleri ve Allah’tan Rasulünden ve mü’minlerden başkasını dost edinmeyenleri bilip
(ortaya çıkarmadan)cennete gireceğinizi mi zannettiniz, Allah yapmakta olduklarınıza
habirdir.)Ve şu sözü: (Elif. Lam. Mim. İnsanlra; denenmeden, iman ettik, demekle
bırakılacaklarını zannettiler. Andolsun ki biz onlardan öncekileri denedikki Allah, sadık
olanlarla yalancıları ortaya çıkarsın.)
Bu ayetlerde latif bir sır, bir ibret, bir hikmet vardır. O da şudur:Babamız Adem cennette
idi. Bol bir yaşam, tam bir rahat ve bütün nimetlerin içinde, istediği şekilde ondan bolca
yiyordu. Nitekim Rabbi ona dedi ki:(Şimdi burada acıkmayacak çıplak
kalmayacaksınız)Orda üremiş olsaydı en boş yaşam ve en nimetli yaşam içinde olurduk.
Fakat iblis -allah’ın laneti ona olsun -hile ve aldatmalarıyla ebeveynimize tuzak kurdu. Taki
onları uğursuzlu ve yorulma mekanına çıkarıncaya kadar.
O zaman Allah Teala; onun cennetine, zorluklarla ve yükümlülüklerin ağırlığıyla
denemeden kimsenin girmeyeceğine hükmetti.
Bizim akıllı olanlarımıza; -Ademoğulları toplulukları - olanları tasavvur etmesive bizlerin
gerçekte iblis’in tuzak ve aldatmasının etkisiyle, onun kerim vatanından imhitah ve zorluk
dünyasına geldiğimizi bilmesi gerekir. Böylece düşmanı iblis ve kötülüğü emreden nefsi ile,
ilk kerim vatanına dönünceye kadar mücadele etmesi gerekir. Nitekim ibnu’l-Kayyim
-Allah onu rahmetine ğark etsin-dedi ki:
..................
bu hikmeten ötürü daime gözümüzün önünde bulunması için Allah Teala kitabında,
iblisin Adem’le olan kıssasını çokça zikretti.
Allah’ın sözü: (Nice nebi vardir ki beraberinde pek çok rabbani öldürüldü)
Bu ayet-i kerime mef’ul üzere bina ile .diye okunursa, ondaki naibu’l-failin .....lafzı
olmasıihtimali olur. Buna göre ..de asıl olarak amir olmaz. Naibu’l-failin, ..e dönen zamir
olma ihtimalı olru.
Buna göre ., mukaddem haber.....da muahher mübteda olur.
Öncesind zarfa dayanması ve sonrası ile vasfedilmesinden dolayı onunla ibtida uygundır.
Cümle, haliyedir. Rabıt, zamirdir. ..olan nerke kelimeden hal’in getirilmesi uygundur.Onu,
zulmen katl ile nitelendirdi. u, bu görüşe göre bu ayetteki mezkur i’rabların en sağlamıdrı.
mezkur naibu’l-Fail hakkındaki bu iki ihtimalden anlaşılıyorki bu ayette icmal vardır. Kuran
ayetleride, savaşan nebinin mağlub değil ğalib olduğunu beyan edicidirler. Nitekim Allah
Teala şu sözünde bunu söyledi:(Allah, ben ve rasullerim mutlaka galib geliriz diye
yazdı.)Bundan öncede dediki:
(Onlar zelil ettirenlerdendir.)Sonrasında dediki:(Allah kaviy’dir, Aziz’dir.)
Kur’andaki ğalebenin manalarınnı geneli, kılıç ve kalkanla olan ğalebedir. Şu sözü gib:
(Sizden yirmi sabırlı kişi olursa, onlardan ikiyüz kişiyi yener. Sizden yüz kişi olrusa
kafirlerden bir kişiyi yener.)Ve şu sözü: (sizden yüz sabırlı kişi olrusa ikiyüz kişiyi yener.
Sizden bin kişi olursa ikibin kişiyi yener?)
Ve şu sözü:(Elif. Lam. Mim. Rum, en yakın bir yerde yenildi. onlar, bu yenilgilerinden
sonra birkaç yıl içinde yeneceklerdir.)Ve şu sözü: (Nice az topluluklar, çok olan toplulukları
yenmiştir.) Ve şu sözü: (Kafirlere, yenileceksiniz, de.)Ve bunun gibi diğer ayetler.
Allah Teala öldürülenin ğalib değil ğalibin mukabili kısım olduğunu beyan etti, şu sözü
ile:(kim Allah yolunda çarpışıp öldürülür yada ğalib gelirse.)Bu ayet; çarpışan nebinin
katledilmeyeceğini izah ediyor. Çünkü Allah, onun ezelinde, onun ğalib olduğunu yazıp
takdir etmiştir. Maktülün da ğalib olmadığını açıkladı.
Alimlerin tahkikine göre nebilerin ğalebesi iki kısımdır:Delil ve beyan ie ğalebe.. Ki bu
hepsi için geçerlidir. Ve kılıç ve kalkanla ğalebe. Buda onlardan, Allah yolunda savaşmakla
emredilenlere özgüdür. Çünkü savaşla emredilmeyenin ğalib yada mağlub olması
sözkonusu değildir.
zira o herhangi bir şeyde ğalebe etmedi. Allah’ın; Rasullerinin ğalibler olduğu şeklinde
yazdığını söylediği açıklaması kılıçla ğalebe edenlerin ğalibliklerini şamildir. Nitekim
ğalebenin Kur’andaki manasının bu olduğunu beyan ettik. Yine onların delil ve beyanla
ğalibliklerini şamidri. Mezkur rasullerine yardım ettiğini şu sözünde beyan etti:(Biz
rasullerimize mutlaka yardım ederiz.)Ve şu sözünde:(Gönderilen elçi kullarımıza şu
sözümüz geçmişti:“Mutlaka kendilerine yardım edilecektir”)Onlardan cihadla emredilenlere
kılıç ve kalkanla ğalebede ..yardım etti.
Çünkü kendilerine yazdığını beyan ettiği ğalebe, mutlak yardımda ise mazluma yardım
luğatıdır. Dolayısıyla bu daha genel olanın, şu daha özel olanla beyanı gerekir.
Bununla öğreniyorsun ki büyük imam ibn-i Cerir’in ve; (Biz yardım edeceğiz)sözünün
tefsirinde ona uyanların; cihadla emredilen rasulün katline herhangi bir engelin olmadığı
şeklinde söylediği ve ayette yazılan yardımı, bu taktirde, iki durumdan birine muhtemeldir:
Birisi: Allah ölümünden sonra, ondan intikamın alacak olanı musallat etmekle, ona
yardım eder. nitekim Yapla ve zekeriya’yı katledenlere Buhtunnasr’ı musallat etti. Ve
diğerleri.
İkincisi: (Bir rasullerimizi yardım edeceğiz) sözündeki rasuller sadece peygamberimize
hamledilir. İki şeyden dolayı kur’an’ın ona hamledilmesi caiz olmaz.
Birisi:Kitabtan, sünnetten ve icma’dan herhangi bir delil olmaksızın Allah’ın kitabının
açık zahirinden çıkmaktır. Savaşanlardan olan maktülün yardım gören olması hükmü
gerçeklerden çok uzak, Arab dilinde bilinmeyen bir şeydir. kur’anın, delil olmaksızın ona
hamli, açık bir yanlıştır. “Rasuller” ifadesinin de sadece peygamberimiz (s.a.v)’e
hamledilmesi yine gerçeklerden uzaktır. Bütün peygamberlere genel olarak yardım va’dine
delalet eden ayetler çoktur. Onlarda herhangi bir niza’ yoktur.
İkincisi: Allah kendi kitabında, lüğatte mazluma yardım olan yardımı hiç bir şekilde
tahsis etmedi. Akisne, şu sözü ile, rasuller için bu mezkur yardımın ğalebe yardımı
olduğunu açıkladı: (Allah, ben ve rasullerim mutlaka ğalib gleceğiz, diye yazdı.)Kur’anda
ğalebenin manasını görmüşsündür. Allah’ın: (kim Allah yolunda çarpışıp öldürülür yada
ğalib gelirse)sözünde maktülü, ğalibe mukabil bir kısım kıldığını da şahid oldun. Alla Teala
şu sözü ile de rasullerine va’dettiğinin değişmesinin mümkün olmadığını açıkladı:(senden
önce ki rasuller de yalanladılr da yalanlamalarına ve eziyet etmelerine sabrettiler.
Yardımımızonlara gelinceye kadar Allah’ın kelimelerini değiştirecek hiç kimse yoktur. Sana
da elçilerin haberinden geldi.)Şüphesiz ki:(Allah, ben ve rasullerim mutlaka galib geleceğiz,
diye yazdı)sözü, değiştirecek hiç kimse yoktur diye açıkladığı kelimelerndendir. Allah Teala
şu sözü ile de mansurun mağlub olmasını kesin olarak nefyetmiştir:(Allah size yardım
ederse, size ğalib gelecek yoktur)Mukatil’in zikrettiğine göre; (Allah, galib geleceğiz, diye
yazdı)sözünün nüzül sebebi şudur:Bazı insanlar dedilerki0muhammed ve ashabı, Arabları
yendiği gibi Rum ve Fars’ı yeneceklerini zannediyorlar mı. Onlar, nebi (s.a.v)’in; çok ve
güçlü oldukları için Rum ve Fars’ı yenemeyeceğini zannediyorlardı. Bunun üzerine bu ayeti
Allah indirdi. O da, onda mezkur ğalebenin kılıç ve kalkanla olan galebe olduğuna delalet
ediyor. Çünkü sebebin şekli, onu çıkarmayı mümkün etmiyor. Ondan önceki şu sözüde ona
dellaet ediyor:(Onlar, en alçaklar arasındadır.)
Ve sonrasındaki şu sözü:(Muhakkak ki Allah kaviy’dir, Azizdir.)
Bu kitabın tercemesinde takdim etmişizdir ki biz beyan için kıraat,i seb’a ile şaz bir
kıraatle iştişhad ederiz. Açıkladığımız şeyin beyanı için şahitlik ediyor ki naibi fail ..dur.
yedinin dışında bazı kurra,’ şedde ile ....şeklinde okudu.
Çünkü şedde ile medülün aleyh olan çokluk, katlin ..üzerine vaki’ olmasını gerekli kılıyor.
Bu kıraati zemahşeri, beydavi ve ibni ceniy tercih etti. Bung agöre naibi fail..dur. Alusi
de tefsirinde buna meyletti.
Bu doğrultuda; teşdidin olması davası, katlin nebi üzerine vaki’ olması ile çelişmez,
şeklinde açıklama yaptı. Çünkü çok sayıda nice haber yani:Zahirin hilafına, birçok nebi
katledildi.
Denilse ki:Naibi filin iki duruma muhtemel olduğunu öğrenmişizdir.
İddia ettiniz ki Kur’an, onun nebinin zamiri değil....olduğuna dellaet ediyor. Rasullerin
ğalibler ve maktülün ğalib olmayan olduğuna ibi failin nebinin zamiri olduğuna delalet etit.
başka ayetlerde pek çok ayetlerde bazı rasulerin katli açıklamasından ötürü. Şu sözü gibi:
(de ki, benden öncede size delillerle ve söylediğiniz şeyle rasuller geldi. Öyleyse onları niye
öldürdünüz.)Binaenaleyh naibin . olduğu şeklinde istidlal ettiğinizin, nabii nebinin zamiridir
şeklinde istidlal ettiğimize üstünlüğün vechi nedir. Cevab; Üç açıdanhastır. Has da amm’a
mukaddemdir. Amm ve has çelişmez.
Nitekim usuldede kaidedir. Delilimizin, bir nebinin hussuda olduğu izahı, bir şeyde
mübalğa ile emirdir. Kesin biliyoruz ki, Rabbimize tasdik olarak o, onda galibtir. Nitekim
Allah: (Alah, ben ve rasullerim muhakkak ğalib geleceğiz, diye yazdı.)Bu ğalibiyetin hüccet
ve beyanda olması ile kılıç ve kalkanda olması aynıdır. Bazı rasullerin katline delalet eden
ayetlerden dolayı onnu bundan daha genel olduğu hususndaki deliliniz, onun cihad
hususunda olduğuna delalet etmedi. Aksine zahirine göre o cihed hakkında değildir.
İkinci Vecih:Bazı rasulleri Allah düşmanlarının öldürdüğüne delalet eden bütün ayetler,
israiloğullarının nebilerini katli hakkındadır, cihadda değil. Savaşanı ise tek başına sadece
niza konumudur.
Üçüncü vecih:Naibi filiin...olduğu şeklinde tercih ettiğimizin üzerine Kur’an ayetleri açık
bir şekilde ittifak ediyor. En fasih luğatında Arab lisanının maktezasınca onda herhangi bir
karışıklık yoktru. Ondan iki ayette zıtlaşmaz. öyleki maktul rasülü, cihadla emrolunmayana
hamlettik. Bu taktirde onun katlinde herhangi bir müşkil yoktur ve Allah’ın kitabından bir
ayetin muarazasına da yol açmaz.
Çünkü Allah rasuller için ğalebe ile hükmetti. ⁄alebe de sadece muğalebe ile olur. Buda
herhangi bir şeyde muğalebe ile emredilmedi. Herhangi bir şeyde onunla emredilseydi,
onda ğalib gelirdi.
Eğer; naibi failin nebinin zamiri olduğunu söyleseydik, mana; çoğu savaşan nebilerin
savaş meydanında katledildiği şeklinde olurdu. Nitekim ona, ..sözü ile mümeyyiz .....sığası
delalet ediyor.
Düşmanların bu kadar çok sayıda savaşan nebileri savaş meydanında katletmesi şu
sözü ile açık bir çelişkidir:(Allah, ben ve rasulerim mutlaka ğalib geleceğiz, diye
yazdı.)⁄alebenin Kur’andaki manasını öğredin. Allah Teala’nın maktulun ğalib olmadğını
beyan ettğini de öğrendin. Bu aziz kitab da birbiri ile zıtlaşsın diye indirilmedi. Aksine
birbirini tasdik etsin diye indirildi. Açıkça ortaya çıkıyor ki Kur’an, naibi failin .....olduğuna
delalet etti. Hiçbir rasul de cihadda öldürülmedi. Nitekim Hasan el-Basri, Said b. Cübeyr,
Zeccac, Fera’ ve birçokları bunu kesin olarak ifade etti. Bu kitabta biz kur’anla beyanı
kasdettik, alimlerin nakletmedik. Naibifailin nebinin zamiri olması şeklinde bazı alimlerin
tercih ettiğinin gerekçesi,sebeb-i nuzülün buna delalet etmesidir. Çünkü onun nüzul
sebebine göre çağırıcı, Peygamberin (s.a.v)katlini bağırdı. Ve (Ölür yada öldürülürse)sözü
buna delalet ediyor. Ve:(Allah yolunda kendilerine isabet edenlerden ötürü vehn etmediler)
sözü, rabbanilerin öldürülmediğine delalet eder. Çünkü eğer öldürülselerdi, onlar
hakkında:Kendilerine isabet edenden ötürü vehnet mediler, demezdi. Bu sözün hepsi
geçersiz ve güvenilmez tercihlerdir.
Ondaki nüzül sebebi ile olan tercihe gelince, eğer sebebi nüzül, Nebi’nin katlinin zikrinin
ta’yinini gerektirseydi cumhurun kıraati; belirlenenin hilafız üzere cari mufaale babından,
mazi siğası ile ..olurdu. bunun sükutu açıktır. Nitekim görüyorsun. (Ölür yada
öldürülürse)sözü ile tercih te açıkça geçersizdir. Çünkü ikisi şart edatına bağlıdır. ona bağlı
olan da ne olumlu nede olumsuz olarak aslen atfin vukuuna delalet etmez ki onunla, ondan
başkası tercih edilsin.
İşin özünde vaki’olana baktığımızda nebilerinin o vakitte öldürülmediğini ve ölmediğini
görürüz. (Vehn etmediler)sözü ile tercihin geçersizliği gün gibi aşikardır. Sukutuna dair en
büyk kati delil Hamz ve Kisai’nin kıraatidir. (.........)Bütün fiiller ..dendir, .......değil. Bu yedi
kıraat onda mütevatirdir. ......,kaf(..) tam sonra elif (1)olmayan şekli .den maz:
Fiilidir. ....maktülün; katilini öldürmekle emredilemeyceeği gerekçesiyle bu sahih olmaz
mı diyorsnuz. Aksine mana .dur. Bu da Arapça dilinde meşhur bir ma’nadır. Derler ki ....Açık
olduğu üzere katlin bazısına vaki’ olduğunu demek istiyorlar. Kitabımızda bu beyana işaret
etmizidri. kitabın ayetlerinden sıkıntının evhamı giderildi. Gerçek ilim Allah katındıdır.
Allah’ın sözü: ‘Eyiman edenler, küfredip te yeryüzüne sefere yada ğazveye çıkan
kardeşleri için, yanımızda olsalardı ölmez, öldürülmezlerdi, diyenler gibi olmayın.)Bu ayet-i
kerimede, bazı kardeşleri öldüğünde münafıkların; bize itaat etselerdi ğazveye çıkmaz,
öldürülmezlerdi, dediklerini zikretti. bunu onlara, onları alıkoymak için ğaz ve yediklerini
zikretti. sferden öcne söyleyip sölemediğini burda beyan etmedi. Bu ayetin benzeri:(Oturup
ta kardeşlerine, bize iatat etselerdi öldürülmezlerdi, diyenler.)Fakat aşka ayetlerde onların
bunu, onları engellemek için, onlara gaz veden önce söylediklerini beyan etti. Şu sözü gibi:
(Dediler ki, sıcakta topluca çıkmayın.)Ve şu sözü: (Muhakak ki Allah, sizden engelleyenleri
ve kardeşlerine, haydi bize gelin diyenleri bilmiştir.)Ve şu sözü:(Ve sizden ağır ağır
davranan)Ve bunun gibi diğer ayetler.
Allah’ın sözü: (Allah yolunda öldürülmeniz yada Allah’tan mağfiret ve rahmet için
ölmeniz, topladıklarından daha hayırlıdır. Bu ayet-i kerimede; cihadda öldürülen ve
ölenlerin her ikisinin Allah’tan bir mağfiret ve rahmete nail olduğunu ve bunun dünyalık
olarak topladığından daha hayırlı olduğunu zikretti.
Bunun vechini başka ayette izah etti. Ayette beyan etti ki:Allah ondan; musibetler ve
elemlerle çekilmez olan fani, kısa hayatı, ebedi, leziz, kesintisiz ve sahibine hiçbir şeyle
eziyet etmeyen hayat karılığında satın aldı. Ve ondan fani, az bir malı, tükenmez, hiç
bitmez bir mülkle satın aldı. O da şu sözüdür:(Allah mü’minlerden canlarını ve mallarını
cennet kendilerinin olmak üzere satın almıştır. Allah yolunda çarpışıp öldürür ve
öldürülürler. Tevrat, incil ve Kur’an’da hak olarak üzerine va’ddir. Ahdine Allah’tan daha
sadık kimdir. Binaenaleyh onunla yaptığınız alış-verişe sevinin. İşte büyük başarı
budur.)Allah buyurdu ki! (Büyük mülkü ve nimeti tekrar tekrar gördüğün zaman) Başka bir
ayette, Allah’ın fazlı ve rahmetinin dünya ehlinin onda topladığı azık ve dünyalıktan daha
hayırlı olduğuna beyan etti. Emirde dünyalıkla değil, Allahın fazlı ve rahmetine
sevinmekledir. O da şu sözündedir:(De ki, Allah’ın fazlı ve rahmetiyle sevinmekledir. O da
şu sözündedir:(de ki, Allah’ın fazlı ve rahmetiyle, bununla sevinsinler. O topladıklarından
daha hayırlıdır. Ma’mülün takdimi hasre izin veriliyor. Allah’ın : (bunula
sevinsinler)Yani:Başkasıyla değil. Topladıkları dünyalıkla sevinmesinler.
Allah Teala buyurduki(Biz dünya hayatındaki maişetlerini aralarında taksim etmişizdir.
Bir kısmını bir kısmına derecelerle yüselttik ki birbirlerine iş gördürsün. Rabbinin rahmeti,
topladıklarnıdan daha hayırlıdır.)
Allah’ın sözü: (Onları affet, onlar için mağfiret iste) Fatihe süresinde (kendilerine nimet
verdiklerini yoluna)sözü hakkındaki kelamda takdim ettik ki müzekker cemi’ler ve
müzekker akil cemaate özgü benzerleri, Allah’ın kitabı ve nebisinin sünnetinde varid olduğ
durumlarda alimler onda ihtilaf ettiler. Kadınlar ona girer mi, girmez mie?Onların girdiğine
delil varsa o başka. Görüyorsun ki Allah’ın: (Onlar içinistiğfar et)sözüne kadınlar girebilir
de, girmeyebilir de; mezkur ihtilafa göre. Fakat Allah başka bir yerde kadınların,
Rasululah’a (s.a.v) onlar için istiğfar etme şeklindeki her emre girdiklerini beyan etti. O da
şu sözüdür: (Bil ki Allah’tan başka ilah yoktur. Kendi günahlarına, mü’min erkek ve mümine
kadınlara istiğfar et.)
Allah’ın sözü:(Allah’ın rızasına uyan, o’nun hışmına uyan gibi olurmu)Bu ayette Allah’ın
rızasına uyanın, O’nun hışmına uyan gibi olmadığını zikretti. Çünkü hemzetü’l-inkar, nefy
manasındadır. Burada, Allah’ın rızasına uyanın sıfatını zikretmedi. Fakat başka yerde
bazılarına işaret etti. Oda şu sözüdür:(Kendi izniyle onları öldürdüğünüz sürece Allah, size
vaIdini doğruladı. Nihayet siz korktunuz, Allah size sevdiğini (galibiyet) i gösterdikten sonra
verilen emir hakkında bir birinizle çekişip isyan etitinz. Sonra Allah sizi denemek için
onlardan geri çevirdi.)Ayetin manasnıda zahir olan budur. Beyan edilenin en hayırlısı,
Kuranla olanıdır.
Diğer görüş göre, ayetle beyan olmaz. Ki buna göre; (De ki, o kendinizdendir) ayetinin
manasına göre onlar Bedir günü, Bedir esirlerinin katli ile onları, gelecek sene esirlerin
miktarını onlardan şahit göstermek üzere onların esirliği ve fidye alımı arasında muhayyer
kaldılar. Gelecek sene bedir esirlerinin miktarı 70 kişi onlardan şahit tutmak üzere fidye
almayı tercih ettiler. Nitekim bunu imam Ahmed ve ibn-i Ebu Hatim, Ömer b. Hattab’tan
rivayet etti. Onu Ahmed el-Bedevi eş-Şenkiti Meğazi’de ki nazmında şu sözü ile akdetti:
..........................
.................
............
Meğazi’deki bu nazmı,insanların efendisinin oğlu el-Ya’meri’nin en gözde eserine göre,
onun ondaki itimadını yüceltti. Mukaddimesinde dediki:
.....
Şarihinin zikrettiğine göre .....sözündeki elif, hafif te’kid nun’undan dönüşmedir ve o,
beyittedir. Şu sözü gibi:
.........
Bu görüşe göre; “De ki, o kendinizdendir,” sözüün manası, fidye ve sizden esirlerin
sayısını delil göstermeyi istediğinizden ötürü.
Allah’ın sözü:(Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanma.)Allah (c.c) bu ayette,
şehidlerin öldüğü zannından nehyetti. Ve onların diri olduğunu, rablerini katında
rızıklandırıldıklarını, Allah’ın kendi fazlından onlara verdikleri ile sevindiklerini ve
arkalarından kendilerine katılmamış olanlara, onlara hiç bir korku olmadığı ve
üzülmeycekleri müjdesni verdiklerini açıkladı. Burada, dnüya ehlinin, berzahtaki bu
hayatlarının hakikatini idrak edip etmediğini beyan etti:(Allah yolunda öldürlünelere
“ölüler” demeyin. Aksine onlar diridirler. Fakat şuurunda değilsiniz.)
Çünkü şuurun nefyi, idrakin nefyine hayda hayda delalet edir. Nitekim bu açıktır.
Allah’ın sözü:(Onlar ki, insanlar kendilerine insanlar isze karşı (güç) topladılar, dediler)
Alimlerden bir gurub; insanlar siz karşı (güç) topladılar, diyenlerden muradın:Naim b.
Mesud el-Eşce’i yada Hıza’e’den, bir A’rabi olduğunu söylediler. Nitekim bunu ibn-i
Merdeveyh, Ebu Rafi’in hadisinden çıkardı.
Buna, Allah Teala’nın şu sözünde işaret edlenni birleştirimesi de delalet ediyor:(Bu sizin
şeytanınız tektir.)
İtkanın sahibinin dediğine göre Farısı dediki:Ondan muradın tek olduğunu
güçlendirenlerden biride şu sözüdür: (Bu sizin şeytanınız tektir.)..sözü ile bir’in kendisine
işaret vaki oldu. Ma’na cemi’olsaydı:....derdi.
Bu, lafızda açık bir delalettir. Ondan aktarım bitti.
Allah’ın sözü:(Küfredenler sanmasınlar ki, kendilerine mühlet vermemiz, kendileri için
hayırlıdır. Biz onlara mühlet veriyoruz ki günahı artırsınlar. onlar için alçaltıcı bir azab
vardır.)Bu ayeti, kerimede O’nun kafirlere, günah yükü ve azabın şiddetini artırmak için
mühlet ve süre verdiğini zikretti. Başka bir yerde:O’nn, onlara bu mühleti nimetlendirerek
vermediğini, ancak onları darlık ve zorluklarla denedikten sonra eğer
(allah’a)yalvarmazlarsa onlara nimetler yağdırdığını ve onları aniden kapıverinceye kadar
mühlet verdiğini beyan etti. Şu sözü gib:(Bi hangi ülkeye bir peygamber gönderdiysek,
onun halkını yalvarıp yakarsınlar diye-mutlaka yoksulluk ve darlıkla sıkmışızdır. Sonra
kötülğü değiştirip yerine iyilk getirdik de (insanlar)çoğaldılar ve:“Atalarımıza da darlık ve
sevinç dokunmuştu” dediler. Bizde onları hiç farkında olmadıkları bir sırada ansızın
yakaladık)Ve şu sözü:(Senden önc de ümmetlere elçiler gönderdik. (bize)yalvarsınlar diye
onları darlık ve sıkıntı ile ne yakalayıp cezalandırmıştık hiç olmazsa kendilerine böyle bir
baskınımız geldiği zaman yalvarsalardı!....Kendilerine verilenle sevince daldıkları sırada da
ansızın onları yakaladık)
Başka bir yerde, bu istidracın o’nun sağlam tuzağından olduğunu beyan etti. Oda şu
sözüdür:(Onları bilmedikleri bir yerden yavaş yavaş azaba yaklaştıracağız. Onlara mühlet
veriyorum. Benim tuzağım sağlamdır.)
Başka bir yerde beyan etti ki0Kafirler bu istidraca aldanıyorlar da onun kendileri için
hayırlarda bir yarış olduğunu ve kıyamet gününde, bu dünyarda verilenden daha
hayırlısınnı verileceğini zannediyorlar. Allah’ın şu sözü gibi:(Onlar sanıyorlar mı ki
kendilerine verdiğimiz mal ve oğullar ile onların iyiliklerine koşuyoruz. hayır, farkında
değiller.)Ve şu sözü:(Ayetlerimizi inkar edipte:“Bana mal ve evlat verilecek,” diyen adamı
gördün mü?)VE şu sözü:(Şayet rabbime döndürülsem bile bundan daha güzel bir dönüş
yeri bulurum.)
Ve şu sözü:(Şayet Rabbime döndürülecke olursam, muhakkak ki O’nun katında bana
güzellik vardır.)Ve şu sözü:(Dediler ki, biz mal ve evlatça daha çoğuz.)Daha öncede geçtiği
gibi,....fakirlik ve muhtaçlık, ...Hastalıktır, cumhura göre. ikiside memdüde olan te’nis elifi
ile lafzen müennestirler, mastardırlar.
Allah’ın sözü: (Mallarınız ve canlarınız hususunda deneneceksiniz; sizden önce
kendilerine kitab verilenlerden ve müşriklerden çok incitici (sözler) duyacaksınız. ama
sabreder, korunursanız; işte bunlar, yapmaya değer işlerdendir.)Bu ayet-i kerimede,
mü’minlerin; maları ve canları hususunda deneneceklerini, ehl-i kitab ve müşriklerden
çokça eziyet işiteceklerini ve eğer bu bela ve ezaya sabredip te Allah’tan korkarlarsa, bu
sabır ve takvalarınnı yapmaya değer işlerden, yani:Vücubiyetinden ötürü azim ve kararlılık
gerektiren işler olduğunu zikretti.
Başka bir yerde de bu belanın cümlesinde olarak:Korku ve açlığı beyan etti. Nefis ve
mallardaki bela, onlardaki eksikliktir. Şu sözü ile burda işaret edilen basrın neticesini izah
etti:(Andolsun ki sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan ve ürünlerden yana
eksiltme ile deneyeceğiz. Sabredenleri müjdeler. Onlar ki, kendilerine bir musibet isabet
ettiği zaman:“Biz Allah’tanız ve yine O’na dönücüleriz,” erler, İşte onlara Allahın bereket ve
rahmeti vardır ve onlar hidayete erenlerin ta kendileridir.)Ve şu sözü ile:(İsabet eden her
musibet, ancak allah’ın izniyledir. Kim Allah’a iman ederse, kalbini hidayet edir.)Kim Allah’a
iman ederse” sözüne, ilk tefsir etitlr. Öncesindeki sözü de ona dahil oluduğuna elalet
ediyor:
(İsabet een her musibet ancak Allah’ın izniyledir.)
Başka bir yerde beyan ettiki0Sabır hasletti; ancak büyük şansı ve açık bahtı olanlara
verilir. O da şu sözüdür:(Ona sadece sabredenler ve saedce çok şanslı olanlar iletilir.)
Başka bir yerdede beyan ettiki:Sabrın mükafatının hebsabı yoktur.
O da şu sözüür: (Ancak sabredenlere ecirleri hesabsız olarak verilir.)
Allah’ın sözü:(Göklerin ve yerin yaratılışında tefekkür ederler. (Derler ki:)Rabbimiz, sen
bunu bş yere yaratmadın. Her tür eksiklikten münezzehsin. bizi ateş azabından koru.)Bu
ayette zikretti ki:Şunlar akıl sahiblerinin söylediklerindendir0Rabblerini, göklerle yeri, boş
yere yaratmış omaktan tenzih etmek, Subhanehu ve Teala’nın hikmetinden değilde.
Başka bir yerde deaçıkladıki :Bunu böyle zannedenler, kafirdirler. Ve onları bu kötü
zanlarnıdan dolayı ateşten veyl ile tehdit etti. O da şu sözüdür:(Biz gökle yeri ve ikisi
arasındakileri boş yere yaratmadık. Bu kafirlerin zannıdır. İnkar edenlere ateşten veyt
vardır.
Allah’ın sözü:(İyiler için, Allah katında olan, daha hayırlıdır.)Kendi katında iyiler için
olanın ne oludğunu burda beyan etmedi. Fakat başka bir yerde onnu, Na’im oldunu
açıkladı. O da şu sözüdür:(Muhakkak ki iyiler Na’im’dedir.)Başka bir yerdede, bu na’im’in
cümlesinden olarak:
Kafur ile mezcedilmiş bir kadehten içmek, şeklinde beyan etti. O da şu sözüdür:(İyilerde,
karışım küfür olan bir kadehten içerler.)
RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA
NİSASURESİ
Allah’ın sözü: (Yetimlere mallarını verin.)Allah Teala bu ayet-i kerimede, yetimlere
mallarını vermeyi emretti. Bunda herhangi bir şart koşmadı, burda. Fakat bundan sonra
beyan etti ki; emretilen bu verme, üç şarta bağlıdır:
Birincisi:Yetimlerin baliğ olması.
İkincisi:Onlardan rüşdü sezmek o da şu sözndedir:(Nikah çağına verıncaya kadar
öksüzleri deneyin. eğer onlarda bir olğunluk görürseniz, hemen mallarını verin.)Onların, iki
konuda “yetimler” olarak isimlendirilmeleri sadece buluğdan önce kendisiyle muttasıf
oldukları yetimlikleri itibarıyladır. Çünkü icma’ ile bülüğdan sonra yetimlik olmaz. Benzeri,
Allah’ın şu sözündedir: (Sihirbazlar secdeye kapandılar.)Yani, “sihirbaz idiler” olanlar.
Çünkü Allah’a secde ile bareber sihir olmaz.
Bazı alimler dediler ki0Onlar amallarını vermenin manası, onlara velayet zamanında
giydirme ve nafakanın icrasıdır.
Ebu Hanife dediki:25 yaşına vardığında, herhalükarda malı verilir.
Çünkü o, gerçekten erişkindir. yönlendirilmezliği gizlenemez. Allah en iyi bilendir.
Allah’ın sözü:(Onların malları sizin mallarınıza katarak yemeyin. Çünkü bu, büyük bir
günahtır.)Bu ayet-i kerimede yetimlerin mullarını yemenin ...yani:Büyük günah olduğunu
zikretti. Bu günahın, büyüklük olarak meblağını açıklamadı. fakat onu başka bir yerde
beyan etti. O da şu sözüdr:(Zulm ile öksüzlerin malların ıyiyenler, karınlarına sadece ateş
doldurmaktadırlar ve çılgın bir ateşe gireceklerdir.)
Allah’ın sözü:(Şayet öksüz (kadınlar)hakkında adaleti yerine getiremeyeceğinizden
korkarsanız, size helal olan kadınlardan nikahlayın.)
Açıktır ki bu ayeti,i kerimede ilk akla gelen; bu şart ile bu cezanın arasınaki bağlantı
yönünün zuhur etmeemsidir. Buna göre ayette bir çeşit içmal vardır. Ma’na da, m’minlerin
annesi Aİşe (r.a.) ‘nın dediği gibi:Adamın yanında, evinde yetim bir kız olurdu. Eğer güzelse
sidakındanndüşürmeksizin onunla evlenir. eğer çirkin ise onu nihahlamazdı. Kızın malında
kendisine ortak olmaması içni, başkasının onu nikahlamasını engelledi. Kendilerine adil
davranmak ve sidakta en üst geleneklerini kendilerine ulaştırmalarının dışında onları
nikahlamaktan nehyedildiler. Onların dışında, kadınlardan onlara helal olanları
nikahlamakla emredildiler. Yani:Nasıl ki malı ve güzelliği az iken o, kadını nikahlamıyor
idiyse, kadına adil davrnaması, eksiksiz bütün haklarnı yerine getirmesi dışında, eğer
varlıklı ve güzel ise onunla evlenmesi helal değildir.
Ümmü’l-mü’minin Aişe (r.a)’nın ifade ettiği bu manayı Allah Teala’nın şu sözü açıklıyor,
tanıklık ediyor: (Senden, kadınlar hakkında fetva istiyorlar. De ki:Allah, size onlar
hakkındaki hükmünü açıklıyor:Kendilerine yazılmış olan (miras)ı vermeyip kendileriyle
evlenmek istediğiniz öksüz kadınlar ve zavallı çocuklar hakkında ve öksüzlere karşı adaleti
yeine getirmeniz hakkında kitab’ta size okunan (larda Allah hükmünü açıklamaktadır.)Aişe
(r.a) dediki:“Size kitabta okunan” dan murad, Allah’ın şu sözüdür: (Öksüzler hakkında
adaleti yerine getirmeyeceğinizden korkarsanız)Şu sözünde buna dair açıklamasının deilil
ile onun kadın öksüzler olduğu ortaya çıktı: (Kendilerine yazılanı vermediğiniz o öksüz
kadınlar hususund) Bundan anlaşılıyor ki, mana:(Eğer yetim kızların evliliğinde adil
olamayacağınızdan korkarsanız, onları bırakın da onların dışındaki size helal olan
kadınlardan nikahlayın. Şartın cevabı da buna açık delildir. Çünkü şart ile ceza arasındaki
bağ, onu gerektiriyor. Kur’anın kendisine delaletinden ötürü bu, en doğru görüştür. Buna
göre ..kelimesi ...kelimesinin cem’idir. Nitekim aslı ...denildiği gibi. Çünkü ..un cem’i ....dur.
bu dönüşüm; ...ve bunun gibi mu’telü’l-lam olanlarda giderilir. bunun dışındakiler de
duyuma göredir.
İbn Huveyz Mundad dediki:bu ayetten çıkarılıyor ki, hoşnutluk olmaksızın, kenisi için
yetimin malının sorumluluğunun alım,satımı caizdir. Sultanın da bundan düşende bir
görüşü vardır. Bazı alimlerde bu aetten şunu çıkardılar:Veli, velisi oduğunun nikahını
arzuladığnıda onun, nikahı kıyan ve kıyılan olası caizdir. Malik, Ebu Hanife, Evza’i, Sevri ve
Ebu Sevr bu görüştedir. Tabiinden hasan ve rabia da bu görüştedir. Leys de bunu söyledi.
Züfer ve Şafii dediki:Ondan daha aykın yada ona denk diğer bir velinin onu evlendirmesi
yada sultanın izni olmakdışında, onnula evlenmesi caiz olmaz.
İki rivayetinden birinde Ahmed dediki:Başka birisini vekil kılarda onu onu kadınla
evlendirir. Bu, muğire b. şu’be’den irayet edildi. Nitekim bunu Kurtubi ve diğerleri nakletti.
Malik b. Enes Aişe’nin bu ayet içn tefsirinden, sidaktan boulanda yada miktarında
aldatma olanda sidakü’lMislem cevab çıkardı. ünkü Aişe (r..a) dediki : “Sidakta, töresinin en
süt sınırı kendisine verilir.”
böylece insanarın her bir sınıfı için kendi durumlarna göre sidak için bilinen örfe deallet
etti. Malik demiştir ki:insanlarnı, kendilerinin bilinen ve kendilerinin bildiği yani yeterli ve
kair kadınlar vardır.
Yine bu ayetten, hakkı tam olraak verildiğinde öksüz kadının evlendirilmesinin caiz
olduğu çıkarılır. Bir çok alimin dediğine göre öksüz kız, baliğ oluncaya kadar evlendirilmez.
Gerekçede Allah’ın şu sözüdür:(Kadınlar hakkında sana hüküm sorarlar.)
Buna göre bu, büyüklere küçüklere değil, söylenir. oysa bunun geçersizliği açıktır. Çünkü
Allah Teala, onların öksüzler olduğunu açıkladı:‘Kadınların öksüzleri hakkında)Yine bu isim,
küçüklere de söylenebilir. Nitekim şu sözünde: (Çocuklarınızı boğazlıyor, kadınlarınızı sağ
bırakıyorlar.)Bu kadınlar o zaman süt çocuklarıdır. ayetten ilk anlaşılan zahiri, sidak ve
diğer hakları konusunda adaletle beraber öksüz kızın nikahının caiz olduğunu gösterir.
Sünnet, bunun caiz olmadığına delalet etti. Rızasının dışında evlendirilemez.
Evlendirilmesi hususunda muhalefet ederse, alimlerin çoğuna göre uygundur.
Uyarı: Bu ayetin tefsirinde kurtubi şunları söyledi:bütün ilimlerle uğraşanlar, Allah’ın:
(Öksüzler hakkında adaleti yerine getirmeyeceğinizden korkarsanız)sözünün mefhumunun
olmadığı üzerine ittifak ettiler. Zira müslümanlra; korkan olarak, öksüzler hakkında adil
davranmayacağından korkanınbirden çok, iki, üç yada dört tane nikahlaması gerektiği
üzerine icma ettiler. Dolayısıyla ayetin bundan korkan hakkında cevaben indirildiği ve
hikmetlerinin bundan daha genel olduğuna delalet etti. ondan aktarım bitti.
Kaydedicisi dediki; Aişenin tefsir ettiğine, Kurtubi ve bir çok kişi muhakkiklerden
benimsediğine ve Kur’an’ın delalet ettiğine göre ayetten anlaşılan:Mu’tebar bir
mefhumunun olduğurdur. Çünkü manası:Öksüzler hakkında adil davranmayacağınızdan
korkarsanız, onların dışında size helal olanlardan nikahlayın. Mefhumu da; adaletsizlikten
korkmuyorlarsa, onlardan başkalarına geçmekle emrolunmuyorlar. Akisen o zaman onlarla
yetinmeleri kendilerine caizdir. Ki buda, gördüğün gibi, açıktır. Ne varki Allah Teala, onlar
hakında adaletli davranmamaktan korktukları sırada onlardan başkalarına geçmeyi
emrederken, eşlerin sayısındaki caiz miktara işaret etti. Bunda da herhnagi bir problem
yoktru. En iyi bilen, Allah’tır.
Bazı alimler dediler ki, (öksüzler hakkında adaleti yerine getirmeyeceğinizden
korkarsanız)ayetinin manası, yani:bundan korkarsanız ve öksüzlere zulmetmekten
sakınırsanız, aynı şekilde aralarında adaleti gerekleştirdikten sonra kadınlara
zulmetmekten ve haklarına rivayet ettemekten korkun ve sakının. Dolayısıyla kadınların
sayısınıazaltan ve dördün üzerine çıkmayın. eğer birden çok olması durmunda bunu
yapamamaktan korkarsanız, öyleyse bir tani ile yetinin. Çünkü; herbirinin zayıflığı ve
hakkına müdafaa edememesinden dolayı kadınlar, öksüzlere benzer. Dolayısıyla öksüzün
zulmünden korktuğunuz gibi, kadının zulmünden de korkun.
Bazı alimler dediler ki:Yetimin velayetinden çekiniyor da zina dan sakınmıyorlardı.
Dolayısıyla o ayette onlara denildi ki:öksüzün malı hakkında günahtan korkarsanız, zinanın
günahından da korkunuz.
Dolayısıyla kadınlardan size helal olanla evleniniz de zina ya yaklaşmayınız. Göründüğü
kadarıyla bu, görüşlerin gerçeğe en uzak olanıdır. Allah en iyi bilendir.
yine bu ayet-i kerimeden şu çıkarılır:Kimin yanında öksüz bir kız varsa, bütün haklarını
ifa etmeden onunla evlenmesi caiz olmaz. dört tane ile evlenmek caiz, bun artırmak
haramdır.
Nitekim saptırıcı muhalifin zuhurundan önceki müslümanların icma’ı da buna delalet
etti. Ve rasulullah (s.a.v)’in ⁄aylan b. Seleme’ye şu sözüde :“Onlardan dört tane seç,
diğerlerini boşa.” Yine, adaletli davranmayacağı korkusunda olan haris b.Kays el-useyri’ye
de, ayetteki korku ile bareber birden fazlasının nikahı caiz olmaz, dedi. Bazı alimler dediler
ki:Onun manası, haşyettir. Bazı alimler de dediler ki:Onun manası, ilimdir. Yani:Adil
davranmayacağınızı bilirseniz..Havfin, ilim manasında söylenmesinden biride Ebu Mihcen
es-Sekafi’nin sözüdür:
...........
......
Dolayısıyla, ..sözü, .....manasındadır.
Uyarı:Allah Teala şu sözünde, ğayr-ı akil olanlar için olan ..ile kadınlar hakkında ta’bir
etti:(...........)..demedi. Çünkü burda onunla zatlar değil, sıfatlar irade edildi. Yani:Dulya da
bakire olanlardan size helal olanlar.
Yada helal olan olarak hoşunuza gidenler. Murad vasıf olduğunda akiller .ile tabir edilir.
İstifhamda ..kastederek .....demen gibi.
Bazı alimler dediler ki0Bedel karşılığı alınmak şeklinde akledemeyenlere pay vardır;
ana,babanın ve akrabanın geriye bıraktıklarından kadınlara da pay vardır. Gerek azından
gerek çoğundan bir hisse ayrılmıştır.)
Burada, ana-baba ve akrabaların geriye bıraktıklarından erkek ve kadınların paylarının
ne kadar olduğunu beyan etmedi. Fakat bunu miras ayetlerinde beyan etti. Şu sözü gibi:
(Allah size evlatlarınız hakkında asiyet eder.)Ve bu kerim sürenin sonuda ki şu sözü:
(Senden hüküm soruyorlar. De ki, Allah size ana-babasız, çocuksuz kişi hakkındaki
hükmünü açıklıyor.)
Allah’ın sözü: (Allah size çocuklarınız hakkında, erkeğe kadnın payıın iki katını tavsiye
eder.)Burada; yakınlıkta eşit olmalarına rağmen mirasta erkeğin, kadından üstün
tutulmasının hikmetini beyan etmedi.
Fakatbuna, başka bir yerde işaret etti. O da Allah’ın şu sözüdür:(Allah, insanları
birbirinden üstün kıldığından ve (erkekler)mallarından harcayıp (geçimi
saladıklarından)dolayı erkekler, kadnılar üzerinde yöneticidirler?)
Çünkü başkası üzerinde yönetici olan, malını ona infak eden, daima noksanlık beklentisi
içinde olandır. Yönetilen, mal infak edilen ise, daime fazlaık beklentisi içinde olandır.
Noksanlık beklentisinden ötürü cebren, noksanlık beklentisi içinde olanı, ziyadelik
beklentisindekine öncelemenin hikmeti gayet açıktır.
Allah’ın sözü: (çocuklar)ikiden fazla kadın iseler, mirasın üçte ikisi onlarındırd. Eğer
(çocuk) yalnız bir kadın ise, yarısı onundur.) Allah Teala bu ayet-i kerimede şunu
açıkladı:E⁄er kızlar üç ve yukarısı ise, üçte ikisi onlarındır. (İkiden fazla)sözü, ikinin böyle
olmadığını gösteriyor.
Bir olduğunda, yarısının onunki olduğunu açıkladı. bundan anlaşılıyor ki iki, yine böyle
değildir. Buna göre iki kızın mirasının miktarına dair ayetin delaletinde icmal vardır.
Allah Teala iki yerde, bu durumun mefhumu muhalifinin olmadığına ve iki kıza da üçte iki
olduğuna işaret etti. Birincisi, Allah’ın şu sözüdür: (Erkeğe, iki kaının payı kadar vardır.)Zira
şüphesiz ki erkek, bir ile bareber üçte ikisini alır. Dolayısıyla şekilde, iki kıza 2/3 olması
gerekir. Aksi taktirde erkeğe iki kadının payı kadar olmaz. Çünkü aslen 2/3, ikisine bir pay
değildir. Fakat bu şekil, toplanma şekli değildir. Zira hiçbir şekilde iki kızın bir erkekle
beraber olupta o ikisine 2/3 ün olacağı yok. Gösteriliyor ki ikisinden birinin erkekten tek
başına olması gerekir. Bazıları devrin lüzümü ile bu istidlala itiraz ettiler. Şöyle dediler!
Mezkur surette erkeğe 2/3 olduğu bilgisi, iki kadının payını bilmeye dayanır. Çünkü
ayetten sadece, erkeğe iki kadının payı olduğu öğrenildi. İki kadının payının bilgisi, erkeğin
payından çıkarıldıysa devr gerekir, sakıttır.
Çünkü çıkarılan, iki kadının muayyen payıdır ki oda 2/3 tür. Erkeğin payının bilgisinin
kenisine dayandığı ise, mutlak olarak iki kadının payı bilgisidir. Dolayısıyla yönün
ilgisizliğinden dolayı devr olmaz. İki kızla beraber oğlana yarısı olduğuna delalet etti.
birincisini şu te’yid ediyor. İkikız erkekle beraber yarısını hak ettiğinde bilindi ki eğer ikisi
ondan tek başına olsalar, bundan daha çok hak ederler. Çünkü birisi tek başına olduğunda
yarısını alır. Onunla beraber olursa 1/3 ltr. Ve şüphesiz olarak kız, erkekle bareber 1/3 ltr. Ve
şüphesiz olarak kız, erkekle beraber 1/3 alır. Öyleyse kız çocula beraber onu alması evladır.
Bundan anlaşılıyor ki Allah (c.c), şu sözü ile iki kızın mirasına işaret etti:(Erkeğe iki
katının payı vardır.)Nitekim açıkladık. Sonra şu sözü ile kızlardan bir topluluğun ve bir kızın
hikmetlerini zikretti:(Eğer ikiden fazla kadın iseler, nirasın 2)3 onlarındır. Eğer bir tane ise,
yarısı onundur.)VE açıklama olarak Allah Teala onu şu sözünde ....ile dallandırdı:(......)Çünkü
açık olduğu üzere eğer öncesinde kadınların payına delalet edenler olmasaydı, ....onun
yerine döşmezdi. İkinci yer:Allah Teala’nın iki kızkardeş hakkındaki şu sözüdür:(İki kız
olurlarsa, mirasın 2/3 onlarındır.)Çünkü şüphesiz ki kız evlat mirasta kızkardeşten,
akrabalık olraak daha yakın, sebeb olarak daha kaviydir.
Allah Teala şunu açıkladı:İki kızkardeşe 2/3 vardır. bildiki iki kız evlat da hayda hayda
böyledir. Çoğu alime göre hitabın anlamı, yani:Kendisinde susulmuş mefhumu muvafık
mantuk hükümden evladır. Tabi bu, kıyas açısından değil, lafzın delaleti lafzın delaleti
açısındandır. Şafii ve bir gurub, buna aykırı görüşteler. Nitekim usulde de bilinir ki; Allah
(c.c) iki kızkardeşe 2/3 olduğunu beyan ettiğinde, bundan anlarım ki iki kız çocuğu hayda
hayda böyledir.
Yine kız çocuklardan ikiden fazla olduğunda sadce 2/3 olduğunu açıkladı da fazla
kızkardeş olması durumundaki hükmü zikretmedi. Yine anlıyorum ki kızkardeşler arttığında
2/3 hayda hayda değişmez. Çünkü çocuklara verimiyorsa bilinir ki kızkardeşler onu hak
etmiyor. İki şeyden hakkında susulan; söylenen hükümden evladır. bu da ondan aldığı kasıt
olduğuna delildr. İmam Ahmed, Ebu Davud, Tirmizi ve ibn-i Mace’nin Cabir (r.a)’ten
çıkardığı da, zikrettiklerimize ilavedir. Dedi ki :Sa’d b. Rabi’in karısı Rasulullah (s.a.v)’e
gelip dediki:Ey Allah’ın Rasulu, bu ikisi sa’dın kız çocuklarıdır. Babaları Uhud günü
katledildi. Amcaları da mallarını aldı, onlara hiç ir şey bırakmadı. Malları lmaksızın kimse
nikahlamıyor onları. Bunun üzerine Resululah (s.a.v) dediki : “Allah Teala bu konuda hüküm
verir.” Bunun üzerine miras ayeti nazil oldu. Rasululah (s.a.v) onların amcasına gönderip
dediki “Sa’dın iki kızına 2/3, annelerine 1/8 ver, geri kalan senindir”
İbn-i Abbas’tan rivayet olduğuna göre o dedi ki:iki kız çocuğa yarısı vardır. Çünkü Allah
Teala buyurtu ki:(Eğer onlar ikiden fazla kadın iseler, mirasın 2/3 ü onlarıdır.) Böylece
açıkladı ki; 2/3, ancak onlar ikiden fazla olduklarında 2/3 geçerlidir. Bunda durumlar
vardır:Birincisi:O, misli ile merduddur. Çünkü Allah yine buyurduki:(Bir kız olursa yarısı
onundur.) Bir oluşunu üzeride bağlı şart kılraak yarısının bir kız çocuğu için olduğunu
açıkladı.
Usulde kaidedir; mefhumlar zıtlaştığında onlarnı en kaviy olanı alınır. Ma’lumdur ki şart
mefhumu, zarf mefhumundan daha kaviydir. Çünkü, bazı alimlerin şu dedikleri dışında şart
mefhümünn üzerine mefhumlardan herhangi biri takdim edilmezO, mantuktur, mefhum
eğil. O nefy’dir, isbat değil. Ve sadece hasr ve ğaye siğalarındandır. Bundan başkasına
mefhumu’ş-şart takdim edilir. Meraki’de es-suud, mefhumu muhalifin mertebelerini beyan
ederek dediki:
........................
.......................
......................
Cem’ul-Cevamı’ın sahibi şunları söyledi:⁄aye meselesi.Denildiki:
Mantuktur. Doğrusu, mefhumdur. Onu şart okur. Dolayısıyla uygun sıfat, sıfatn mutlakı
sayıyı değiştirdi. Dolayısıyla aded, ma’mulun takdimi, v.s. Bununla da öğreniyrsun ki; (Bir
kız çocuğu olursa, yarısı onundur)sözündeki şart menfumu; (ikiden fazla kadın iseler)
sözündeki zarf mefhumundan daha kaviydir. İkinicisi:Geçmiş ayetlerin, iki kız çocuğa 2/3
ünün olduğuna delaleti. Üçüncüsü: Cabir’in deminki mezkur hadisinde Nebi (s.a.v)’in buna
dair açıklamsı. Dördüncüsü:ibn-i Abbas’tan, bundan döndüğünün rivayet edildiği.
Alusi, tefsirinde şunları söyledi:Yenbu’un şerhinde Şerif şemseddin el-Ermini’den naklen,
Feraiz’l-Vesit’in şerhinde dediki; ibn-i Abbas(r.a)’ın bundan döndüğü doğrudur. Böylece
icma’oldu. Ondan aktarım bitti.
UYARILAR
Birincisi:Bazı alimlerin zikrettiğine ve Alusi’nin de tefsirinde kesin olarak ifade ettiğine
göre; (Bir kız çocuğu olursa, yarısı onundur) sözündekimefhumun aded-mefhum olduğu
yanlışır. Gerçek olan, onnu mefhumu şart olduğu şeklinde zikrettiğimizdr. Daha önce de
gördüğün gibio, adet mefhumundan, derecelerle daha kaviydir. Es,Suud’un Merak’deki:
Sözünün şerhin de, Neşri’l-Bunud’da şunları söyledi:Şart mefhumundan murad; bir
hükmün .....ve ...gibi herhangi bir şart edatıyla bir şey üzerine ta’lik edilmesinden
anlaşılandır.
Yine bu beytin şerhinde bundan önce şunları söyledi:Onlardan biri de (..........) gibi
şarttır, şartın çürütülmesi durumunda meşrutun çürütülmesi mefhumu, yani:Hamile olan
kadınların dışındakilere infak gerekmez. Örneğin .......Ondan aktarım bitti.
Dolayısıyla; (Bir tane kız çocuğu olursa, yarısı onundur)sözü de öyledir.
Bunda yarısının payı, kız çocuğu olursa, yarısı onundur) sözüde öyledir.
Bunda yarısının payı, kız çocuğun tek olmasışartına bağlanı. Açık oldğu üzere mefhumu
da; tek çocuğun tek olamsı şartına bağlandı. Açık olduğu üzere mefhumu da; tek kız olması
şartı ortadan kalkarsa, yarısının payı lan merut da ortadan kalkar. Eğer, aynı mefhum;
(onlar ikiden fazla kadın iseler)sözünde de böyledir, denilse, şarta bğlı olmasından ötürü.
Cevab iki açıdandır:
Birinscisi:Onların katın olması şartının ve ikiden fazla sözünün hakikatı, zaid vasıftır. “Bir
kız” olması şartın kendisidir, zaid vasıf değil. Öğrenmişsindir ki, zarf yada başka şeklide
olsun, şart mefhümu, sıfat mefhumuna takdim edilir.
İkincisi: Tartışma ile ilgili olarak onun şart mefhumu oldğunu kabul edersek, ik
mefhumden kliklerinden düşer ve dışardan delil istenir. İki kız çocuğunun, mirasın 2/3 ünü
aldıklarını zikretmişizdir.
İkincisi: ....böyle iken, ....lafzının faydası nedir, denilirse cevab iki açıdan olur:
Birincisi:İki kızın hükmünün ondan önceki; (erkeğe iki kadının payı vardır)sözünden
alındığı, şeklinde zikrettiğimizdir. Nitekim daha önce geçti. öyleyse; (ikiden fazla)sözü,
daha öncede geçtiği gibi, üç ve aha fazlası için belirlenmiştir.
İkincisi: .lafzı; kızların sayısı ne kadar artarsa artsın 2/3 ü geçemeyeceklerini ifade
içindir.
...lafzının zaid olduğu ve ....in manasınnı iki ve daha yukarıları olduğu iddiasının tümü,
gördüğün gibi, apaçık geçersizdir.
İlim ehlinden bir grubu söylemiş olsa bile.
Allah’ın sözü: (Eğer miras bırakan erkek veya kadının evladı ve ana babası olmayıp bir
erkek veya bir kızkardeşi varsa, her birine altıda bir düşer. Bunda fazla iseler 1/3 e
ortaktırlr.)Bu ayette kardeşlerden murad, herbirisinin 1/6 sını aldığı, çoklukta da, erkek ve
kadın olanları 1/3 te ortakdırlar. Allah Tealanın, babadan olan kardeşler evvela
özkardeşlerdir, beyanı gereği annenin kardeşleri eşittir.
Öz kardeşlerin herbiri bütün malı miras alır. Toplandıklarnıda da hepsi malı miras alır.
Erkeğe iki kadının payı vardır.
Onlardan münferid olanı hakkında dedi ki, eğer çocuğu yoksa o, hepsini miras alır.
Toplulukları hakkında dediki:E⁄er erkekler ve kadınlar şeklinde kardeş iseler, erkeğe iki
kadının payı vardır. Alimler, bu kardeşlerin babadan kardeşler olduğu hususunda icma’
ettiler. Öz kardeşler yada baba,birdirler. nitekim; (Eğer miras bırakan erkek kelale
ise)sözünün, anne çocuğu hakkında olduğu üzerine icma’ ettiler. Sa’d b. Ebu Vakkas şöyle
okudu; .............Gerçek şuki, ....; usul ve furu’un olmamasıdır. Nitekim Nazım dediki:
................
.............
Bu, Ebu Bekir es-Sıddık (r.a) ve çoğu sahabenin görüşüdür. Ve Allah Teala’nın izniyle o
haktr. Bileşin ki kelale; oğul,baba ciheti olmaksızın yakınlığa, arkasında baba ve çocuk
bırakmayan ölüye, baba ve çocuğu olmayan varise ve baba ve çocuktan başka birisnden
miras kalan mala denir. Fakat bu yaygın bir kullanım değildir. Kelalenin iştikakı hakkında da
ihtilaf edildi.
Alimlerden çoğunun tercihine göre onun aslı ..’den dr. onunla ihata ettiğinden......de
ondandır.
Kafa ile ihatasından dolayı....; sayı ile hatasından dolayı.
Çünkü ondaki varisler ölü ile, asıl yada fer’indendeğil, kenarlarından çevrilidir.
Bazı alimler dediler ki:Aslı ..dendir; güçsüz, bitkin manasındadır. Çünkü kelale, babalar
ve oğulların yakınlığından daha zayıftır.
Bazı alimler dediler ki:Aslı .dur; sırt, manasındadır. Buna göre o, ölünün arkasında
bıraktığıdır. ..sözünün i’rabinda ihtilaf edildi. Bazı alimler dediler ki; O, .nun naib-i failinden
haldir, muzafın hazfi üzere. Yani:Kelale sahibi olması durumunda miras bırakır. Yani,
babalar ve oğulların dışında yakınlık. Bunu zücac tercih etti. En doğrusu da odur. O,
mef’ülünleh’tir, denildi. yani:Kelaleden yani, yakınlıktan ötürü miras bırakır. O, ..nin
haberidir, denildi. ...da...için sıfattır.
Yani:Çocuğu ve babası olmayan kelale sahibi, miras bırakan bir adam idi. Başka şeylerde
söylendi.
Allah en iyi bilendir.
Allah’ın sözü:(Eğer onlar şahitlik ederlerse, o kadınlar ölüm alıncaya yada Allah onlara
bir yol gösterinceye kadar evlerde tutun.)Burda onlara yol gösterip-göstermediğini beyan
etmedi.
Fakat başka yerlerde onlara, ha ile yol gösterdiğini beyan etti. Şu sözü gibi: (Zina eden
kadın ve zina eden erkeğin her birine yüz değnek vurun.) Ve dul hakkındaki şu sözü (ihtiyar
erkek ve ihtiyar kadın zina ettiklerinde Allah’tan bir ceza olarak onları mutlaka recmedin.
Allah Aziz’dir, Hakim’dir.)Çünkü bu ayet, tivaleti mensuh olsada, mü’minlerin emiri Ömer.
Hattab’ın da doğruladığı gibi, hükmü bakidir.
İbn-i Abbas’tan rivayet edildiğine göre recm hükmü yine, tilaveti mensuh olmayan başka
bir muhkem ayetten çıkarılmıştır. O da Allah’ın şu sözüdür: (Kitabtan kendilerine bir pay
verilenleri görmedin mi. Aralarında hükmetmek için Allah’ın kitabına çağrılıyorlar. Sonra
onlardan bir gurub yüz çevirerek arkasını dönüyor). Bu, Yahudi’ler hakkında nazil oldu, zina
eden evli arkasını dönüyor). Bu, yahudiler hakkında nazil oldu, zina eden evli iki yahudi
hakkında. Nebi (s.a.v) onları recmetti.
Allah Teala da bu kitabta, evli zaninin recmi hakkında Tevrat’ta olandan yüzçevireni
kötüledi. Recm hükmünün bekasına dair açık bir kur’ani delil..Rasululah (s.a.v)’in sahih’te
sabit olan şu sözü; Allah’ın onlara had ile yol gösterdiği şeklinde zikrettiğimizi
açıklıyor:“Benden uzaklaştırını. Allah onlara yol göstermiştir “
Allah’ın sözü: (Kadınlardan babalarınızın nikladığını nikahlamayın.)Allah Teala bu ayet-i
kerimede, babanın nikahladığı kadını nikahlamayı nehyetti. Babanın nikahanıdan muradın
ne olduğunu beyan etmedi. o akid mi, cinsel ilişkimi.Fakat başka yerde nikah isminin
saedce akde söylendiği beyan etti, temas gerçekleşmezse bile.
Bu şu sözündedir.
(Ey iman edenler, mü’min kadınları nikahlayıp ta onlara temas etmeden önce onları
boşarsanız) Böylece onnu nikah olduğunu ve onda temas olmadığını açıkladı.
Alimlerin icma’ına göre, babanın üzeine akit yaptığı kadın, baba kendisine
dokunmamışsa bile, oğluna haramdır. Aynı şekilde oğulun akdide babaya lema’ ile
haranmdır, kadına dokunmamış olsa bile. allah Teala başka bir ayette nikahı, aketten sonra
cinsel ilişkiyi kastederek isimlendirmiştir. Buda şu sözündedir:(Eğer kadını boşarsa, başka
bir koca onu nikahlayıncaya kadar ona helal olmaz. Çünkü burda nikahtan murad sah akit
değildir. Akisne, yanısıra cinsel ilişkiyi de gerektirir. Nitekim Rasululah (s.a.v), Rufa’e el-
Karzinin karısına dediki:“Sen onun bakağızını o da senin balcağızını tatmadan olmaz.” Yani,
cinsel ilişki. Aynı meselede sahih ve sarih olan nassların açıklığından dolayı, Said b.
Müseyyib’den aykırı olarak gelen riveytin önemi yok.
Burdan kalkışla bazı alimler dediler ki, nikah lafzı, akid ile cima’ arasında müşterektir.
Bazılarıda dediki, o cima’da hakikat, akitte mecazdır. çünkü bu, onun sebebidir. bazılarıda
aksini söylediler.
Uyarı:Bazı alimler, Allah’ın: (..............)sözündeki ..lafzının, mastariye olduğunu
söylediler. buna göre, ...sözü, ..sözü ile değil, ....sözü ile müteallıktır. Bu görüşe göre
mananın takriri; kadınlardan, babanızın nikahını nikahlamayın.
Yani:Babalarınızın fasid nikah olarak yaptıını yapmayın. Bu görüşü, ibn-i Cerir tercih
etmiştir. Doğru görünen ve muhakkiklerden birçok kişinin kesin olarak ifade ettiği ise, ..nın,
babaların nikahladığı kadınlar üzerine vaki’ mevsule olduğudur. Allah’ın şu sözü gibi:
(......)bunun vechini takdim etmişizdir. Çünkü onlar, babalarının nikahladığını nikahlarlardır.
Nitekim, sebeb-ı nüzül da buna delalet ediyor. İbn-i Kesirin Ebu Hatim’den naklettiğine göre
sebeb,i nüzülü şudur:Ebu Kays b. El-eslet öldüğünde oğlu, karısını nişanladı. Kadın,
Rasululah (s.a.v)’den izin istedi. Dedi ki:Evine dön. Bunun üzerine; (Babalarınızın
nikahladıklarını nihkahlamayın)ayeti nazil oldu.
Kaydedicisi dediki, babaların eşlerini nihkahlamak Araplarca bilinen birşey idi. Bunu
yapanlardan biride mezkur Ebu Kays b. Eslet’tir. Daha önce babası el Eslet’in eşi olan
ümmü Ubeydullah ile evlendi. Daha önce babası Halef’in eşi olan Ebu Talha b. Abdu’l-Uzza
ibn-i osman b. Abdu’d-Dar’ın kızı ile evlendi, el-Esved b. halef. Safvan b. Umeyye, babsı
Umeyye’nin eşi olan Fahite ibnetü’l-Esved b. Muttalib b. Esed ile evlendi. İbn,i Ceririn
ikrime’den naklettiğine göre ayetin sebeb-i nüzülü şudur:Amr b. Umeyye, kendisinden
sonra babasının eşi ile evlendi. kadından mesafir ve Ebu Mu’it diye çocuğu oldu. Kadınınn
Umeyye’den ebu’l-’Iys ve başka çocukları vardır. Mesafir ve Ebu Mu’tin kardeşleri ve
amcaları idiler. Manzur b. Zibban b. Seyyar el-Fizarı, babasının evlenmiş olduğu Melike binti
Harice ile evlendi. Nitekim Kurtubi ve diğerlerinin naklettiğine göre bu Melike, mezkur
Manzur’un, Ömer b. Hattab onunla nikah aktini feshettikten sonra, hakkında şöyle
dediğidir:
.......
.....
Fizare’nin meşhurlarınnı zikri hakıknda şair Amud en-Neseb, bu Manzur’un, babasının eşi
olan ile evlenmesine, şu sözü ile işaret etit:
................
........sözü hakkında şarihi dediki:Onun manası şudur:Ömer b. Hattab. cahiliye ehlinin
yaptığı babaların eşleri ile nikahın neshinin kendisine ulaşmadığına dair ikindilen sonra
mescidde ona elli defa yemin ettirdi. Süheyli ve başkalarının zikrettiğine göre Kinane b.
Huzeyme, babası Huzeyme’nin eşi ile evlendi de Nadr bi Kinane adında oğlu oldu.
Rasululah (s.a.v) demiştir ki:“Zinadan değil, nikahtan doğdum.”Bunun onlara caiz
olduğuna delalet etit.
ibn-Kesir dediki; Süheyli’nin, Kinane’nin kıssası olarak naklettiğinde bir görüş vardır. Şair
Amud en-Neseb, Süheyli’nin zikrettiğinin zayıflığına şu sözü ile işaret etti:
............................
....................
.....................
Şarihi; ibn-i Kesir’in kelamının zahirinin hilafına olarak, bunu zayıf bulanın, Süheyli’nin
kendisi olduğunu zikretti. Beyitlerin manası şudur:Hind binti Murr, Temim b. Murr b. Ud b.
Tabiha b. İlyas’n kızkardeşidir. o, Vail b. Kasıttan olma üç çocuğun annesidir. Onlar ; Haris,
Şahisve Anz’dır. onun kızkardeşi Burre binti Murr, Huzeyme b. Mudrike’nin eşi idi. Sonra
onu, oğlu Kinane aldı. bu zayıftır. Onların kızkardeşleri Atike binti Murr, el-Heva’nın
kendisini öldürdüğü ile meşhur olan Uzre Ebu’l-Kubeyle’nin annesidir. Cahiliyede Arabların
uydurmalarından biride akrabalarnı, kendi akrabalarının eşlerini miras almaları idi.
Onlardan bir adam öldüğünde oğlu yada kardeşi, karısının üzerine örneğin, elbisesini atıp
onu miras alırdı ve kadına, kendisinden daha çok hak sahibi olurdu. Dilediğinde onu
mehirsiz nikahlar, dilediğinde onu başkasına nikahlayıp mehrini alır, dilediğindede onu,
ondan fiyde alıncaya kadar eve hapsederdi. Ta ki Allah şu sözü ile onları bundan
nehyedinceye kadar:(Ey iman edenler, kadınları kerhen miras almanızsize helal olmaz. Şair
Amud en-Neseb buna, şu sözü ile işaret etti:
.................
Sonra şu sözüne kadar, onların uydurduklarını saymaya başladı:
......
...........
...........
Allah Teala’nın: (Geçmişte kalanlar hariç) sözü hakkındaki görüşlerin en doğru olanı,
onun munkatı’istisna olduğudur. Yani, fakat tahrimden önce bu fiilden irtikab edilmiş
olanlar, ondan bağışlanır. Gerçek ilim Allah Teala’nın katındadır.
Allah’ın sözü: (Kendi sulbünüzden gelen oğullarızını eşleri)Bundan anlaşılıyor ki evlatlığın
karısı ona haram olmaz. Allah Teala bu mefhumu şu sözü ile açıklad:(Zeyd arzusuyla ondan
boşandığında onu sana nikahladık ki, kendi istekleriyle boşanmaları durumunda
evlatlıklarının eşleriyle evlenme hususunda mü’minlere herhangi bir güçlük olmasın.
allah’ın emri yerine gelicidir.)Ve şu sözü: (Evlatlıklarınızı oğullarınız kılmadı. Bu kendi
ağzınızla (uydurduğunuz)sözünüzdür.)
Ve şu sözü: (Muhammed, sizden herhangi bir adamın babası değildir.
Süt çocuğunun eşi ile evlenmenin haramlılığı ise dış bir delilden alınmıştır. O da
Rasululah (s.a.v)’in, nesemle raham olan, sütle de haramdır, şeklindeki açıklamasıdır.
Gerçek ilim Allah tealanın katındadır. Allah’ın sözü:(Ellerinizin sahip olduğu (savaş
cariyeleri)dışında evli kadınlarlada evlenmeniz haramdır.) İlk olarak bil ki Kur’anda ...lafzı
üç eye söylenmiştir:
Birincisi: İffetli olanlar. ondan biride Allah’ın şu sözüdür:(Fahişeler değil, iffetliler.) Yani;
zina edenler değil, iffetli olan kadınlar.
İkincisi:Hür olanlar. Ondan biride Allah’ın şu sözüdür: (Ceza olarak onlara hür kadınlara
olanın yarısı vardır.)Yani; değnek cezası olarak cariyeler, hürlere olanın yarısı vardır.
Üçüncüsü:...dan, evlenmenin murad edilmesi Gerçek manada ondan biride Allah’ın şu
sözüdür:(Evlendiklerinde, eğer bir fuhuş yaparlarsa.)Yani:Evlendiklerinde
Allah’ın:(.....)sözünde ....dan muradın ...olduğunu söyleyen alimlerin görüşünün gerçeğe
aykırı olduğu, ayetin siyakından da anlaşılır. Çünkü ayetin siyakı mü’min kızlar hakkındadır.
Şöyle buyurdu:(Sizden kim maddi olarak güç yetiremezse)
İbn-i Kesir bu ayetin tefsirinde şunları söyledi:Allah daha iyi bilirya, burda göründüğü
kadarıyla ..dan murad, evlendirmektir. Çünkü ayetin siyakı buna delalet ediyor. nitekim
Allah (c.c) buyuruyor ki:(içinizden inanmış hür kadınlarla evlenmeğe gücü yetmeyen
kimse, ellerinizin altında bulunan inanmış genç kızlarınızdan alsın.) Allah en iyi bilendir.
Ayet-i kerimenin siyakı, mü’min genç kızlar hakkındadır. Anlaşılıyor ki; (.....) sözünden
murad, yani evlenirlerse. Nitekim ibn,i Abbas ve başkaları, böyle tefsir etti. Ondan aktarım
bitti.
Bunu öğrendiysen bilki Allah’ın :(......) sözünde, tefsir olarak vecihler vardır. O, alimlerin
görüşleridir. Kur’andan, onlardan belli birinin tercihi anlaşılıyor.
Bazı alimler dediler ki:Burda ...dan murad, iffetli, hür ve evli kadınlardan daha ammdır.
Yani; sahih bir akid yada kölelikle şer’i bir mülkle ellerinizin sahip olduğunun dışında bütün
kadınlarsize haram kılındı. Bu görüşe göre ayetin manası, sahih bir nihah yada şeri bir
cariyelikle olması dışında bütün kadınlar haramdır. Bu görüşte olanlar; Said b. Cübeyr, Ata
ve Süddi’dir. Bazı sahebeden de aktarılmıştır. Malik ve Muvatta’da bunu tercih etti.
Bazı alimler de dediler ki:Ayette ..tan murad, hür kadınlardır. Buna göre ma’na şöyle
loru:Dörtten başka size hür kadınlar haram kılındı. Cariyeler olarak ellerinizin sahip olduğu,
size helal kılındı. Buna göre istisna, münkatı’dır.
Bazı alimler de dediler ki:......tan murad, evli kadınlardır.
Buna göre ayetin ma’nası şöyledir:Size evli kadınlar haram kılındı. Çünkü kocası olan,
başkasına helal olmaz. ancak kafirlerden esaret yoluyla aldığınız cariyeler ayrı. çünkü
esaret, küfürdeki ilk zevciyet hükmünü kaldırıyor.
Sahih olan ve Kur’anın, sıhhatine delalet ettiği görüş budur. Çünkü birinci görüşte, sağ
elin sahib olduğunun, nikahın sahib olduğunu kapsayanlara hamli söz konusudur. Sağ elin
sahib olması da Kur’an’da, sadece kölelikle sahib olmak, manasında geçiyor. Şu sözü gibi:
(Mü’min kızlarınızdan sağ ellerinizin sahib olduğu) Ve şu sözü: (Allah’ın ganimet olarak
sana verdiği ellerinin altındakiler.)Ve şu sözü: (Yanında bulunan komşuya, yolcuya,
ellerinizin altındakilere) Ve şu sözü: (Onlar ki, ellerinin sahib olduğu ve eşlerinin
dışıdakilere karşı ırzlarını korrular.)İki yerde. Böylece ellerin sahib olduğunu ve eşlerinin
dışındakilere karşı ırzlarını korrular) İki yerde. Böylece ellerin sahib olduğunu, zevciyetten
başka bir kısım kıldı. Ve şu sözü:(Ellerinizin altında bulunanlardan mükatebe isteyen) Açık
olduğu üzerer bu ayet, “ellerin sahib olduğundan muradın, kadınlar edğil, cariyeler
olduğuna delalet ediyor. İkinci vecih te böylece doğru değildir. Çünkü buna göre
ma’na:ellerinizin sahib olduğunun dışında size hür kadınlar haram kılındı. Buda, gördüğün
gibi, ayetin lafzının manasına aykırıdır.
Allame ibnu’l-Kayyim,bu mananın lafzen ve manen merdud oldğunu açıkladı. Görünüyor
ki ayetin siyakı, bizim tercih ettiğimiz manaya dealet ediyor. nitekim buna, diğer
zikrettiğimiz ayetler de delalet etti. Sebebü’n-Nüzül da onu te’yid ediyor. Çünkü;
Sahihihnde Müslim, imam Ahmed, Ebu Davud, Tirmizi, Nesai, ibn-i Mace ve Abdurrezzak’ın
Ebu Said el-Hudri’den çıkardığına göre sebeb-i nüzülü şudur:
Ebu Said el-Hudri (r.a) dediki:Bize Evtas esirlerinden cariyeler isabet etti. Onalrı eşleri
vardı. Eşleri olduğu halde yanlarına girmeyi kerih gördük te nebi (s.a.v)’e sorduk. Bunun
üzerine bu ayet nazil oldu:(Ellerinizin sahib olduğunun dışında kadınlardan evli olanlar)Biz
de onları kendimize helal gördük.
Taberani, ibn-i Abbas’tan onun Hayber esirleri hakkında nazil oluduğunu rivayet ett. Bu
sahih tefsirin benzeri Ferezdeki’in sözüdür:
..............
Uyarı: Denisleki:Allah’ın :(Ellerinizin sahib olduğu) söünün umumu, esirlere has kılınmaz.
Akisen bu umumun zahirine göre:Bütün evli cariyeler, onlara başka bir adam sahib
olduğunda, ellerin sahibliği ile ona helal olur ve bu sahiblikle zevciyet hükmünü kaldırır.
Zikrettiğimiz gibi ayet, esir kadınlar hakkında nazil olmuşsa bile, önemi olan lafzıların
umumluğudur, sebeblerin hususu değil. Cevab:Seleften bir gurub ta bu umumun zahirini
benimsediler de şöyle hükmettilr:Bu ayetin umumuna bakarak dediler ki, cariyenin
satılması kocasından ona talak olur.
Bu görüş ibn-i Mes’üd, ibn-i Abbas, Ebi b. Ka’b, Cabir b. Abdullah, Said b. Müseyyib,
Hasan ve Ma’mer’den rivayet edilir. Nitekim bunu onlardan ibn-i Kesir ve başkaları nakletti.
Fakat bu meselede gerçe olan, bizim şu şeklide zikrettiğimizdir:
Bu hüküm, esaret dışında başka bir sebele örneğin, almak gibi mülk edinnilmişlerden
ayrı olarak sadece esir cariyelere özgüdür. Sebebi sureti ile ammın tahssinden değildir.
Bunda en açık delil, Bureyre’nin kocası muğis ile olan meşhur kıssasıdır.
İbn-i Kesir bu ayetin tefsirinde; satmanın talak olduğu şeklinde zikrettiğimiz gurubun
görüşlerini zikrettikten sonra şunları söyledi:Eski ve yeni olarak, cumhur onlara muhalefet
etmiştr. Onlara göre cariyenin satılması, onun talakı değildir. Çünkü satın alan, satandan
vekildir. Satan da onun mülkünden bu yarası çıkarmış, cariyeyi ondan zorla satmıştı. Bu
konuda, bureyre’nin Sahihayn ve diğererinden çıkarılmış hadisine dayandılar.
Buna göre, mü’minlerin annesi cariyeyi astın aldı e onu hür bıraktıda nikahı, kocası
Muğis’ten feshedilmedi. aksine Rasuulah (s.a.v) onu, fets ile karısı olarak kalma arasında
serbest bıraktı. O da feshi seçti. Kıssası meşhurdur. Onlarnı dediği gibi eğer cariyenin
satılması, talka olsaydı, Kıssası müşhurdur. Onların dediği gibi eğer caireyin satılması, talak
olsaydı, Nebi (s.a.v) onu muhayyer bırakmazdı. onu maheyyer bırakması, nikinin baki
kaldığına delalet eder. Ayetten murad, sadece esir kadınlardır.
Allh en iyi bilendir. Ondan aktarım bitti.
Denilsi ki:Satın alan kadın olsaydı nikah fesholunmazdı. Çünkü kadın, erkeğin hilafına,
cariyenin kadınlığından fyadalanmaya malik değildir. Kölelik mülkü, nikah mülkünden daha
kaviydir. Nitekim bir topluluk bu görüştetir. Bureyre’nin hadiside bu görüşü reddetmez.
Cevab, Allame İbnü’l-Kayyim’in yazdığıdır. Ki buna göre:Kadın, cariesinin kadınlığından
faydalanmaya malik omazsa bile o, ona karşı bedel alma, onu evledirme ve mehrini
almaya maliktir. Buda, kadınlığından faydalanmazsa, bile, erkeğin mülkü gibidir. Bunun
anladıysan bilmişsindir ki ayetin manasındaki gerçek şudur:(Size muhsenatlar haram
kılındı) Yani, evli kadınlar. ancak kafirlerden esir aldığınız cariyeler hariç. Cariye olarak
alınma ile, temizlendikten sonra, onlarla beraber olmaya herhangi bir engel yoktur. Çünkü,
kararlaştırdığımız gibi, kafirlerden esir alınmakla ilk zevciyetleri yıkılır.
Mü’minlerin annesi Cevriye binti Haris, Musafi’ isminde bir adamla evli
idi.Mustalikoğulları ğazvesinde esir düştü. Kıssası bilinir. Kurret’ül ebsar’ın şairi Cevriye (r.a)
hakkında şöyle dedi:
.................
ten muradı, kılıçla. Sonra alimler, esirler hakkında ihtilaf ettiler. Kocası da berabernide
esir düştüğü halde ilk zevciyetin hükmü mutlak olrak ortadan kalkar mı? Ki bu ayetin
zahiridir. Yoksa kocası olmaksızın tek başına olması dışında, ortadan kalkmaz mı? Eğer
kocası da beraberinde esir düşmüşse, zevciyetin hükmü bakidr. Bu, Ebu Hanife ve
Ahmed’in bazı ashabıın görüşüdür. Gerçek ilim Allah Teala’nın katındadır.
Allah’ın sözü: (O halde onlardan ne kadar yararlandınızsa, ona karşılık ücretlerini
verin.)Yani:Kadınlardan faydalandıımız gibi, bunun mukabilinde mehirlerni kendilerine
verin. Allah’ın kitab’ından ayetler bu manaya delalet ediyor. Allah’ın şu sözü gibi:
(Birbirinize kaynaşmışken nou nasıl alırısınz.)Birbirlerine kaynaşmaları, sidakın tam olarak
istihkakının sebebi olark açıklanıyor. O; (Onlardan yararlandığınız sürece)sözündeki burda
mezkur istimta’in aynısıdır. Ve şu sözü:(kadınlara mehirlerini gönüş hoşluğuyla verin.)VE şu
sözü: (Onlara verdiğiniz herhangi bir şeyi almanız size helal olmaz.)Ayet, nikah akdi
hakkındadır, mut’a nikahı hakkında değildir. Nitekim manasını bilmeyen, böyle düşünür.
Denilse ki:....lafzı ile ta’bir, kastedilenin mut’a nikahındaki ücret olduğuna delalet eder.
Çünkü sidak, ücret diye isimlendirimez.
Cevab:Kur’anda bir yerde tartışmasız olarak sidak, ücret olarak isimlendirilmiştir.
Çünkü sidak; Allah’ın :(Onu nasıl alırsınız) sözünde de açıkladığı gibi zevcelikten
yararlanma karşılığında olduğunda, menfaatlerin paraları ile güçlü bir benzerliği olur.
dolayısıyla ücret diye isimlendirilir. Bu yer, Allah’ın şu sözüdür:(Ailelerinin izni ile onları
nikahlayın ve ücretlrini verin)yani:Tartışmasız olarak, mehirlerini. Benzeri, Allah’ın şu
sözüdür: (Mü’min kadınlardan ve sizden önce kendilerine kitab verilenlerden evli kadınlara
ücretlerini verdiğiniz zaman) Yani, mahirlerini. Açığa çıktı ki ayet nikah hakkındadır, mut’a
nikahı hakkında değil. Denilse ki:ibn-i Abas, Ebi b. Ka’b, Sad b. Cübeyr ve Süddi;
“kendilerinden, beli bir süreye kadar faydalandığınız sürece”, şeklinde okuyorlardı. Bu da
aytin mut’a nikahı hakkında olduğuna delalet eder. Cevab, üç açıdandır:
Birincisi: “Belli bir süreye kadar” şeklindeki söleri, Osman mushafında yazılmadığına dair
sahabenin icma’ından dolayı, kur’an olarak sabit olmadı. Usulcü’lerin çoğuna göre;
Sahabi’nin Kur’an diye okuyup ta, kur’an olarak sabit olmayan ile hiç bir şeyde istidlal
edilmez. Çünkü o, aslından batıldır. Zira onun Kur’an olduğu şeklinde onu nakletmediğinde,
kur’An oluşu batıl olur, batıllığı aslından zahir olur.
İkincisi:Ahad haberle delilenme gibi, onunla delillenildiğini düşünelim. Nitekim bir gurub
bu görüşte. Yada onun bu şekide ayete getirdikleri bir tefsir olduğunu düşünelim. Bu
taktirde o, ondan daha güçlü olanla çelişik olur. Çünkü alimlerin cumhuru, buun zıttı
görüşünde. Ve çünkü çok sayıda açık, saih hadisler, mut’a nikahının haramlığı konusunda
kat’idirler. Rasululah (s.a.v), bu haramlılığın kıymet günün kadar daim olduğunu açıkladı.
nitekim Sahih,i Müslim’de, Sibre b. Mü’idel-Cüheni’nin (r.a) hadisi olar sabit oldu. Ki buna
göre o, Mekke’nin fethi günü Rasululah (s.a.v)ile beraber ğazvede idi. Dedi ki:“Ey insanlar,
ben size kadınlardan yararlanma konusunda izin vermiş idim. Allah Tealada bunu kıyamet
gününe kadar haram etmiştir. Kimin yanında kadınlardan herhangi bir şey varsa, onun
yolunu açsın. Onlara verdiğinizden herhangi bir şeyde almayın.
Müslim’e ait bir rivayette de, bunun eda’ haccında olduu mevcuttur. bunda herhangi bir
çelişki yoktur.
Çünkü Rasululah (s.a.v) bunu Mekke’nin fethi günü ve veda’ haccında da söylemiş
olabilir. Mümkün olduğunda cem’vacibdir. Nitekim usul ilminde v ehadis ilimlerinde bu
kaidedir.
Üçüncüsü:Tartışma olraak ayetin, mut’a nikahının mübahlığına delalet ettiğini kabul
etsek bile, onun mübahlığı mensuhtur. Nitekim bunun mübanlığının neshi, nebi (s.a.v)’den
gelen muttefekun aleyh hadislerle de doğrulandı.
Sahih’te sabit olduğu üzere birincisi Hayberde ve yine sahih’te sabit olduğu üzere
ikincisi Mekke’nin fethi gününde olmak üzere iki kere neshedilmiştir.
Bazı alimler dediler ki:Tek defa, feth gününde neshedildi. Heyber’de vaki’ olan sadece,
“Hümu’l-Humru’l-Ehliye’nn tahrmidir. bazı raviler mut’anın da Hayber’da haram kılındığını
zannettiler.
Bu görüşü allame ibnu’l-Humru’l-ehliye”nni tahrimidir. Bazı railer mut’anın da Hayber’de
haram kılındığını zannettiler.
Bu görüşü allame ibnu’l-Kayyim tercih etti. Fakat bazı sahih rivayetler, mut’anında
Hayber günü haram kılındığını gösteriyor. Gerçek şu ki; rivayetin doğruladığı ve birçok
kişinin kesin olarak ifade ettiği gibi o, iki kere haram kılındı. Allah ene iyi bilendir.
Dördüncüsü:Allah Teala şu sözünde: (Eşlerinin ve ellerinin sahib oldukları hariç) eş ve
cariyenin dışında ırzın hıfzının vacib olduğnu açıkaldı, iki yerde. Sonrada bundan ötesini
isteyenlerin haddisin aşanlar olduğunu açıkladı, şu sözü ile:(Kim bunun ötesini istersi)
Malumdur ki kendisinden yararlanılan, eş yada cariye değlidir. doyayısıyla, Kur’anın
nassı ile onnu arzulayıcıları, haddini aşanlardır. Onun cariye olmayışı açıktır. Zevceden
başkasının olması; miras, iddet, talak ve nafaka gibi zevciyetin gerelerini kendisine
olmamasından dolayıdır. Eş olsaydı miras alır, iddet sayar, kendisine talak düşer ve kendisi
için nafaka vecib olurdu. Niekim bu açıktır. Dolayısıyla şu ayet: (Onlar ki ırzalrını korurlr.
Ancak eşleri ve ellerinin sahib oldukları hariç. Ki onlar bundan dolayı kınnamazlar. Kim
bunun ötesini arzularsa işte onlar haddini aşanlardır.)Kadınlardan yararlanmanın men’i
konusunda açıktır. Sadedinde olduğumuz ayetin siyakı da,açık bir şekilde, nikah akdi
hakkında olduğuna ve beyan ettiğimiz gibi mut’a nikahı hakkında olmadığına delalet
ediyor.
Çünkü Allah Teala şu sözü ile, nikahı caiz olmayan mahremleri sıraladı:(Size anneleriniz,
kızlarınız..raham kılındı. Sonra şu sözü ilede bu mahremlerni dışındakilerin nikahını helal
olduğunu beyan etti: (Bunlardan ötesini, iffetli yaşamak, zina etmemek şartıyla mallarınızla
istemeniz size helal kılındı) Sonra onlaradn nikahladığınız ve kedisinden yararlandığınıza
mehrini vermeniz gerektiğini beyan etti. Bunu ..ile, nikaha bağlı olarak şu sözü ile beyan
etti:(Kendilerinden yararlandığınız sürece.)Nitekim biz bunu açık olarak beyan ettik. Gerçek
ilim Allah Teala katındadır.
Allah’ın sözü: (İçinizden inanmış hür kadınlarla evlenmeğe gücü yetmeyen kimse,
elleriniz altında bulunan inanmış genç kızlarınızdan alsın) Bu ayetin zahirine göre cariyenin
nikahı, zaruret halinde bile olsa, caiz olmaz. şu sözün delili ile, mü’min olması hariç:
(Mü’min genç kızlarınızdan)Mefhumu muhalifine göre, mü’min olmayan cariyelerin nihahı
hiçbir şekide caiz olmaz. Bu mefhum, başka bir ayetin mefhumundan anlaşılıyor. Ki oda
Allah’ın şu sözüdür:(Ehl-i kitabtan hür kadınlar)Bir görüşe göre bu ayetteki ..tan murad, hür
kadınlardır. Bundan anlaşılıyor ki kafir cariyeler, ehlYi kitab bile olsalar, nikahları helal
olmaz. İmma ebu Hanife muhalefet edip kair cariyenin nikahını da caiz kıldı. usulnde de
bilindiği gibi o, mehhumu muhalife itibar etmez.
Cariyelik mülkü ile kafir cariye ile birlikte olmaya gelince; alimlerin cumhuruna ggöre
eğer kitabı ise, malik olmakla onunla beraber olmak mübahtır. Çünkü Allah’ın şu sözü
ammdır0(Ancak eşleri ve ellerinin sahib oldukları hariç) Hür kadınlarının nikahının
cevazından ötürü, onlardan olan cariyelerle beraber olmak helaldir. Ancak cariye; sahib
olunan mecusi yada putatapan gibi hürlerinin nikahı hella olmayanlardan ise alimlerin
cumhuruna göre ellerin sahibliği ile bareber olmak (Cinsel ilişki) yasaktır.
İbn-i Abdu’l-Birr dedi ki:Büyük kentlerin fakihlerinden bir grub ve alimlerin cumhuru bu
görüştedir. Ona muhalefet eden şazdır, hilaf sayılmaz.
Bunun mübahlığı fikri bize sadece Tavus’tan geldi.
Kaydedicisi de ki; Allah daha iyi bilir ya, delili açısından en belirgin olanı, mecusu ya da
putatapan bile olsa ellerin sahibliği ile cariye ile bareber omanın cevazıdır. Çünkü nebi
(s.a.v) in asrındaki esirlerin çoğu Arab kafirlerinen idi ve onlar, putatapıcı idiler. Nebi
(s.a.v)’den de, kafir olduklarından dolayı sahib olmakla onlarla beraber olmanın haram
olduğu nakledilmedi. Haram olsaydı, onu beyan ederdi. Aksine Nebi (s.a.v) dedik:“Hamile
olanla doğuruncaya kadar, hamile olmayanla bir hayız görünceye kadar beraber olmayın.”
Müslmüan oluncaya kadar, demedi. Bu şart olsaydı, onu söylerdi. Sahabe, mecusi oldukları
halde Fars’tan kadın esirler aldılar. Müslüman oluncaya kadar onlardan ictinab ettikleri
nakledilmedi.
Allame ibnü’l-Kayyim, Zadü’l-Mead’da şunları söyledi:Bu nebevi hüküm, ellerin sahibliği
ile putatapan carierle beraberliğin caiz olduğuna delalet etti. Evtas esirleri kitabı değillerdi.
Rasululah s.a.v onlarla beraber olma için müslüman olmalarını şart koşmadı. engel olarak
sadece temizlenmelerini öngördü. Beyanın ihtiyaç vaktinden te’hiri yasaktır. Ne varki onlar
islam’ı yeni kabu letmişlerdi. Bu meselenin hükmünü bilmiyorlardı. İslam, bütün esirlerden
alıyordu. O kadın esirler binlerle idi. Öyleki; kedisinin çok boyutlu olduğunu bilenlerden tek
bir cariye bile onlardan islam’dan geri kalmadı. Onlar islam’ı kerih görmediler. İslam
hakkında, topluca ona katılmaların ıgerektiren basiret, rağbet ve muhabetleri de yoktu.
Dolayısıyla sünnetin ve sahabe ameliin rasululah döneminde ve sonrasında muktezası, her
ne durumda olsalar, cariyelerle beraber omak caizdir. Bu, tavus ve diğerlerinin görüşüdür.
Muğni’nin sahibi de onu güçlendirdi ve delillerni terih etti. Başarı Allah’tandır. İbnü’l-
Kayyim’den aktarım bitti. Ki o gerçekten açıktır.
Allah’ın sözü:(Evlendikten sonra bir fuhuş yaparlarsa onlara hür kadınlara verilen
cezanın yarısı uygulanır.)Burda, hür kadınlara uygulanan cezayı beyan etmedi.
O ki cariyelere yarısı uygulanır. Fakat başka yerde şu sözü ile onun yüz değnek olduğunu
beyan etti:(Zina eden kadın ve zina eden erkeğin herbirinie yüz değnek vurun.)Bundan
anlaşılıyor ki zina eden cariye ve köleye elli değnek vurulur. Zaniyenin umumu Allah’ın şu
söz ile haskılındı:(Onlara, hür kadınların cezasının yarısı uygulanır.)Zaninin umumu nassa
kıyasla hass kılındı. Çünkü hür kadınla cariye arasınaki tek fark köleliktir. Böylece
anlaşıldıki, o, değnek cezasının yarıa indirilmesinin sebebiir. köleye de, değnek cezasını
yarıya indirgenmesinin dayanağı olan kölelikle muttasıf olduğundan dolayı, uygulanır.
Usulcülere göre bu ayet, nassın umumunun kıyasla tahsisinin örneklernidendir. Zira; farkın
ilğası ile bilinen dayanağın yeniden gözden geçirilesinin nev’i, kıyas olaak isimlendirilir.
Onun kıyas oluşunaki hilaf, usulde bilinir.
Recme gelince ma’lumdur ki o bölünmez. Dolayısıyla ayetten murad edilene girmez.
Uyarı:Takdim edilenlerden öğrenmişsindirki ...nin manasındaki gerçek, ondan
muradın ..olduğudur. Bu; fail ve mef’ul için .olan iki kıraate göre, onun ma’nasıdır. İbn-i
Cerir’in tercihi bu zıttır. Ki ona göre; henzenin ve sadın fethası ile kıraatinin failine
mebnidir. Hemzenin ötresi ve sadın esresi ile ...nin manası ise...nin mef(ulüne mebnidir.
Buna göre; (...)sözündeki şart mefhumundan; evlenmemiş cariyeye , zina ettiğinde, had
olmadığı anlaşılıyor. Çünkü Allah Teala onun haddini, ayette, evliliğe bağlı kıldı. ibn,i Abbas,
Tavus, Ata, ibn-i Ceric, Said b. Cübeyr, Ebu Ubey el-Kasım b.Selam ve Davud b. Ali bu
ayetin mefhumu ile amel ettiler. Bir rivayette dediler ki:Evleninceye kadar cariyeye had
olmaz. Bunun cevabı:Allah daha iyibilir ya, bu ayetin mefhumunda icmal vardır. Sahih
sünnet onu beyan etmiştir. Onun izasından anlaşılıyor ki, sadece evli olmayan cariye böyle
değildir.
Muhtemeldir ki o değnek cezası ile cezalandrılmaz. Bundan daha çok yada bundan daha
az değnek cezası ile cezalandırılması da muhtemeldir.
Ya da bundan başka ihtimaller de dile getirilmiştir. Fakat sahihsünnet, cariyelerden evli
olmayanın böyle olduğuna delalet etti.
Onunla evli olan arasında fark yoktur. Evli olana tahsis edilmesi şeklinde ta’biler
etmedeki hikmet, onun hür kadın olarak ele alınması vehmini bertaraf etmektir. Şeyhan
sahihlerinde Ebu Hureyre ve Zeyd b. Halid el,Cüheni’den çıkardıklarına göre ikisi dediler
ki:Evli olayıp ta zina eden cariye hakkında Nebi (s.a.v)’e sorulud. Dediki: “Zina ederse ona
değnek verun. Sonra bir örgü ile bile olsa onu satın”
İbn-i Şihab dedi ki, üçüncü ve dördüncünün şumulünü bilmiyorum. Hadisde denke
cezasının te’dibe hamledilmesi doğru değildir. Özellikle de had açıkalamalı bazı
rivayetlerde. Dolayısıyla bu ayetin mefhumu Nebi (s.a.v)’e sorulanın aynısıdr. Bu
muttefekun aleyh olan hadiste değnek cezası ile emir şekilde cevaplandırdı. Açıktır ki
soran kişi sadece bu ayetin mefhumu hakında müşkillik bulduğu için sordu. Dolayısıyla
hadis, tartışma noktasındaki hükmü belirledi. Evlinin değnek cezası evli olmayanın değnek
cezasından daha çok yada daha az olsaydı Nebi (s.a.v) bunu beyan ederdi.
Bununla da öğreniyorsun ki buna muhalif görüşler güvenilmezdir. İbn-i abbas ve demin
takdim edilen ona muvafık olanların görüşleri gibi. Ve evli olmayanların yüz değnekle
cezalandırıldığı görüşü gibi. Ki bu, Davud b. Ali ez,Zahiri’den meşhurdur. Sonrasıda açıktır.
Ve evli cariyenin recmedilip evli olmayana elli değnek vurulduğu görüşü gibi. Ki buda Ebu
Sevr’in görüşüdür. Sonrasındaki şiddet açıktır. Gerçek ilim Allah Teala’nın katındadır.
Allah’ın sözü: (Serkeşliklerinden korktuğunuz kadınlar) Bu ayet-i kerimede serkeşliğin
kadınlardan geldiğini beyan etti. Erkeklerden de serkeşliğin gelip gelmediğini beyan
etmedi. Fakat başka yerde serkeşliğin erkeklerden de gelebileceğini beyan etti. O da
Allah’ın şu sözüdür: (Eğer kadın kocasının serkeşliği yada yüz değnekle cezalandırıldığı
görüşü gibi. Ki bu, davud b. ali Ez,Zahiri’den meşhurdur. Sonrası da açıktır. Ve evli
cariyenin recmedilip evli olmayana elli değnek vurulduğu görüşü gibi. Ki buda Ebu Sevr’in
görüşüdür. Sonrasındaki şiddet açıktır. Gerçek ilim Allah Teala’nın katındadır.
Allah’ın sözü:(Serkeşliklerinden korktuğunuz kadınlr)Bu ayet-i kerimede serkeşliğin
kadınlardan geldiğini beyan etti. Erkeklerden de serkeşliğin gelip gelmediğini beyan
etmedi. Fakat başka yerde serkeşliğin erkeklerden de gelebileceğini beyan etti. O da
Allah’ın şu sözüdür: (Eğer kadın kocasının serkeşliği yada yüz çevirmesinden
korkarsa)Sözlükte ..un aslı, yükselmektir. Serkeşten murad; sanki kadın, kocasının
kendisiyle beraber olduğu mekandan yükseliyor.
Fakihlerin ıstılahında ise, kocanın taatından çıkmaktır. Ve erkeğin serkeşliği de, zevcenin
bulunduğu yerden yükselmesi ve yatağını termetmesi gibidir. Gerçek ilim Allah Teala’nın
katındadır.
Allah’ın sözü: (Bir iyilik olsa onu kat kat yapar) Bu ayet-i kerimedede katlayacağı iyiliğin
en azını beyan etmedi. Fakat başka yerde katlayacağı en az miktarın 10 katı olduğunu
beyan etti. O da şu sözüdür:(Kim bir iyilik yaparsa, onu on katı vardır.)
Başka bir yerde de katlamanın 700 kattan, Allah’ın istediğine kadar olabilecekğini beyan
etti. O da şu sözüdür: (Allah yolunda mallarını infak edenlerin durumu, yedi başak bitiren
tanenin durumu gibidir.)
Allah’ın sözü: (inkar edip Rasule isyan edenler, o gün yerin dibine geçirilmek isterler.) Üç
kıraate göre onun manası; onlar yerle-bir olmayı temenni ederler. Böylece, en doğru
görüşlere göre, toprak gibi olurlar. Bu manayı Allah’ın şu sözüde izah ediyor:(O gün kişi,
ellerinin yapıp öne sürdüğüne bakar. Kafirler de, keşke toprak olsaydım,derler.)
Allah’ın sözü: (Ve Allah’tan hiçbir sözü gizleyemezler) Başka bir yerde burda
mezkurgizleyememenin sadece şu olduğunu beyan etti:isyanlarını ve şirklerini inkar edip
te ağızlarına mühür vurulduğunda, elleri ve ayakları, bütün yaptıklarını haber verir. O da
Allah’ın şu sözüdür: (Bugün onların ağızlarını mühürleriz de ellerini konuştururuz.
Ayaklarıda kazandıkarına şahitlik eder.)Şu sözü: (Allah’tan hiçbir sözü
gizleyemezler)Onlardan şu sözü ile çelişmez:(Allah’a andolsun ki Rabbimiz, müşrükler
değildiki)Ve yine onlardan şu sözü ile:(Biz hiçbir kötülük yapmazdık.)Ve onlardan şu sözü
(Akisne biz daha önce herhangi bir şeye dua etmezdik.)Zikrettiğimiz beyandan ötürü.
Gerçek ilim Allah Teala’nın katındadır.
Allah’ın sözü: (Ey iman edenler, ne söylediğinizi bilinceye kadar, içkili iken namaza
yaklaşmayın.)Allah Teala bu ayette sarhoşluğun zevalinin; kendisinden sadır olan sözlerin
manasını bilinceye kadar sarhoşun aklının geri gelmesi olduğunu beyan etti.
O da şu sözü iledir. (Ne dediğiniizi bilinceye kadar)
Allah’ın sözü: (Kendilerine kitab’tan bir pay verilenleri görmedin mi?
Dalaleti satın alıyorlar da yolu saptırmak istiyorlar)Bu ayeti kerimede; Kitab’tan
kedilerine bir pay verilenlerin, dalaleti satın almaları ile beraber, mü’minleri de saptırmak
istediklerini zikretti.
Başka bir yerde; onların çok olduğunu, müslümanların irtidad etmelerini temenni
ettiklerini ve onların buna sürükleyen tek sebebin hased olduğunu ve bunun, onlar hakkı
bildikten sonra kendilerinden sadır olduğunu zikretti. O da Allah’ın şu sözüdür: (Ehl-i
kitabtan çoğu hakk kendilerine açık olduktan sonra sırf nefislerindeki hasedden ötürü,
imanınızdan sonra size küfre döndürmek isterler.)
Başka bir yerde; müslümanlar için temenni ettikleri bu sapıtmanın müslümanlar için
gerçekleşmediğini, saedce kendileri -müslümanlar için dalaleti temenni edenler-için
gerçekleştiğini zikretti. O da şu sözüdür:
(Ehli kitabtan bir taife sizleri saptırmak istedi. Sadece kendilerini saptırırlarda şuurunda
değiller.)
Allah’ın sözü: (Ya da cumartesi sahiblerini lanetlediğimiz gibi, onları lanetleriz.) Burda,
cumartesi sahiblerini lanetlemesinin keyfiyetini beyan etmedi. Fakat bunun dışındaki bir
yered; O’nun, onlara olan haletinin, onları maymuna dönüştürmesi olduğunu beyan etti.
Şüphesiz ki Allah kime ğazab ederek kendisini meshederse, o mel’undur. Bu da Allahın şu
sözüdür: (Muhakkak ki siz, sizden cumartesi (yasağı)nı çiğneyenleri bilmeşsinizdir. Biz
onlara, aşağılık muymunlar olun, dedik.)
Ve şu sözü: (Kendilerinden nehyedildikleri şeyleri çiğnediklerinde onlara, aşağılık
muymunlar olun, dedik.) Lanetin, meshin yerine geçetiğinin istidlalı, şu sözünde ona
atfetmesiledir. (Deki, kötülük olarak Allah katında bundan daha şerlisini size haber veriyim
mi?Allah4ın lanet ettiği, ğazab ettiği ve kendilerinden maymunlar ve domuzlar kıldığı
kişi.)Bu ayette meshle değişmesinden daha çok ifade etmiz. Nitekim Alusi bunu tefsirinde
söyledi. Ki o da açıktır. Sözlükte lanet:Kovmak ve uzaklatırmak. Cinayetlerinden ötürü
kavminin kendisini kovup uzaklaştırdığı adam için Arablar derler ki, lanetli adam. Şairin
sözüde bundandır:
...........................
Şer’i ıstılahta ise, lanet:Allah’ın rahmetinden kovmak ve uzaklaştırmaktı. Malumdur ki
mesh, kovma ve uzaklaştırmanın en büyük çeşitlerindendir.
Allah’ın sözü: (Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez. Bundan ötesini dilediğine
bağışlar. Kim Allah’a şirk koşarsa, muhakkak ki büyük bir günah uydurmuş olur.) Bu ayeti
kerimede Allah Teala’nın, kedisine şirk koşulmasını affetmediğini, bundan ötesini dilediğine
bağışladığını ve o’na şirk koşanın büyük bir günah uydurmuş oldğunu zikretti.
Başka yerlerdede; kedisine şirk koşulmasını affetmiyor oluşunun mahallinin, şirk koşanın
bundan dönmemesi olduğnu zikretti. Eğer dönerse, onu affeder. Şu sözü gib:(Tevbe eden
ve saih amel işleyen hariç.)
İstisna, şu özüne raci’dir0 (onlar ki Allah’la beraber başka ilah çağırmazlar.)Ona
atfedilmedi. Çünkü bütün mana, şu sözünde toplandı. (Kim bunu yaparsa, günaha itilir.)Ve
şu sözü (İnkar edenlere de ki, eğer vazgeçerlese, geçmişte olanları onlara bağışlar. Başka
bir yerdede şunu zikretti:Kim Allah’a şirk koşarsa muhakkak ki uzak bir sapıklıkla haktan
saar. O da yine bu kerim suredeki şu sözüdür. (Allah kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz.
Bunun dışındakileri dilediğine bağışlar Kimde Allah’a şirk koşarsa, muhakkak ki uzak bir
sapıklıkla sapıtmış olur.)
Şu sözü ile de Allah’a şirk koşana cennetin haram olduğunu ve yerinin cehennem
olacağını açıkladı:(Kim Allah’a şirk koşarsa muhakkak ki Allah ona cenneti haram kılar ve
onnu yeri cehennemdir.)Ve şu sözü:(Cehennemdekiler, cennettekilere; üzerimiize biraz su
dökün yada Allah’ın size rızık olarak verdikleriden, diye nida ettiler. Dediler ki0 Allah onları
kafirlere haram kıldı)
Başka bir yerde de şunu zikreti:Müşrik için kurtuluş umudu yoktur. O da şu sözüdür.
(Allah’a yir koşan, gökten düşüp te kuşun kaptığı yada rüzgarın dipsiz bir yere götürdüğü
kişi gibiir.)Başka bir yerde de, Lokman’dan aktarma şeklinde bu şusözü ile şirkin büyük bir
zulüm olduğunu açıkladı:(Muhakkak ki şirk, büyük bir zulümdür.)
Başka bir yerde, tam güvenlik ve doğru yolu bulmanın sadce, imanına şirk
bulaştırmayan için geçerli olduğunu zikretti. O da şu sözüdür. (İman edip te imanlarını
zulüm ile bulaştırmayanlar, güvence olanlar onlardır ve onlar dihayete erenlerir.)Rasululah
(s.a.v)’den, “zulümle”nin manasının “şirkle” olduğu duyulmuştur.
Allah’ın sözü: (Nefislerini temize çıkaranları görmedin mi?Aksine Allah, dilediğini
temizler.)Allah Teala şu özü ile, onların nefislerini tezkiye ettiklerini kabul etmedi: (O
kimseleri görmedin mi?)Ve şu sözü ile(Bak ki Allah’a karşı nasılda yalan uyduruyor Ona
apaçık günah olarak yeter.)Nefsin tezkiyesinden genel nehy ile ve daha doğrusu en alçak
ve en necis şey olan kafirin nefsini şu sözü ile açıkladı:(O sizi daha iyi bilir. Çünkü siz iilk
defa yerden yarattı. Ve çünkü siz annelerinizin karnında ceninler idiniz. öyleyse nefislerinizi
temize çıkarmayın. O kimin sakındığını daha çok bilir.)Burda, onların nefislerini tezkiye
etmelirni keyfiyetini beyan etmedi.
Fakat bunu başka yerlerde beyan etti. Şu sözü ibi (Dediler ki, biz Allah’ın oğulları ve
sevgilileriyiz) Ve şu sözü (Yahudi yada Hristiyan olanlardan başkası cennete girmeyecek,
dediler.)Ve bunun gibi diğer ayetler.
Allah’ın sözü: (Ve onları eşsiz bir gölgeye sokacağız.)Bu ayette cennetin gölgesini. ...ile
nitelendirdi. Başka bir ayette onu, sürekli olmakla nitelendirdi. O da şu sözüdür. (Yiyeceği
de gölgesi de sürkelidir. Başka bir ayette onu, “uzatılmış” olarak nitelendirdi. O da şu
sözüdür. (Ve uzatılmış bir gölge)Başka bir yerdede onun, çok çeşitli olduğun beyan etti. O
da şu sözüdür (Muhakkak ki müttakiler gölgeliklerde, çeşmeler(inbaşı)ndadırlar).
Başka bir yerde de onların bu gölgeliklerde, eşleri ile beraber kolukların üzerinde
oturdukların zikretti. Oda şu sözüdür. (onlar e eşleri gölgeliklerde, koltukların üzerinde
oturdukların zikretti. O da u sözüdür. (Onlar ve eşleri gölgeliklerde, koltukların üzerined
oturuyorlar. .....kelimesi .....kelimeinin cem’idir. O da ...daki koltuktur. .........ise damat için
süs çeşitlei ilesüslenen evdir. Ateş ehlinin gölgesiin böyle olmadığını da beyan etti. Şu
szüyle (Yalanlamış olduğunuz şeye dönüp gidin.
VE şu sözü (Solun adamları, nedir o solcular?Delikçilere işleyen bir ateş ve kaynar su
içinde. Kara duandan bir gölge altında. Ki ne serindir ne de faydalı.
Allah’ın sözü: (Eğer bir şeyde çekişirseniz, onu Allah’a götürün.)Alah Teala bu ayette;
dinin usulüne ve furuuna dair insanlarca tartışılan herşeyin, bu konudaki tartışma
konusunun Allah’ın kitabı’na ve nebi (s.a.v)’in sünnetine götürülmesini emretti. Çünkü Alah
Teala: (Rasul’e itaat eden, Allah’a itaat etmiştir.)buyurdu. Burda emredilen şeyi şu sözü ile
izah etti. (Kendisinden ihtilaf ettiğiniz herhangi bir şeyin hükmünü Allah’a götürü verin) Bu
ayet-i kerimeden; Allah’ın Kitabı ve Nebisinin sünnetinden başka herhangi bir şeye göre
muhakemeleşmenin caiz olmadığı anlaşılıyor. Allah Teala bu mefhumu; Allah’ın kitabı ve
Nebisinin sünnetinden başka bir şeyle muhakemeleşenleri azarlayarak, şeytanın onları
haktan uzak bir sapıklıkla sapıttığnı beyan edecek şekilde şu sözü ile izah etmişt:(Sana e
senden öncekilere indirilenlere iman ettiklerini zannedenleri görmedin mi?Tağutun
huzurunda muhakeme olunmak istiyorlar. oysa onu inkar etmekle emrolunmuşlardı. Şeytan
da onları uzak bir sapıklıa saptırmak istoyru.)Şu sözü ilede; hiç kimsenin, tağutu inkar
etmeden iman etmiş olmayacağına işaret etti:(Kim tağutu inkar eder de Allah’a iman
ederse, muhakkak ki kopması olmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır.)
Şart mefhumu, tağutu inkar emeyenin, kopması olmayan sağlam kulpa yapışmadığıdır.
O da böyledir. Sapasağlam kulpa yapışmayanda imandan uzakdır. Çünkü Allah’a iman,
kopması olmayan kulptur. Tağuta imanın, Allah’a imanla bir arada olması mümkün değildir.
Çünkü tağutu inkar, Allah’a imandaki bir şart yada ondan bir rükündur. Nitekim bu, şu
sözünün açıklamasıdır: (Kim tağutu inkar ederse.)
Uyarı:Kıyas inkarcıları, bu ayet-i kerime ile istidlal ettilr. Yani, Allah’ın şu sözü: (Eğer bir
şeyde çekişirseniz, onu Allah’a götürün.)
Kıyasın batıllığı üzeine dediler ki:Çünkü Allah, kıyastan ayrı olarak Allah’ın kitabı’na ve
sünnete götürmeyi vacib kıldı. Cumhur du, onlar için ayette herhangi bir delil olmadığı
şeklinde cevab verdi.
Çünkü; kendisinde nassın manası olduğu gerekçesiyle nass olmayanın nass olana ilhakı,
kitab ve sünnete götürmekten çıkmaz. Akisne bazıları dedi ki:Ayet, bütn şer’i delilleri
kapsar. Dolayısıyla Allah’a itaatten murad, Kitab’la ameldir. Rasul’e itaattan murad da,
sünnetle ameldir. İkisine götürmekten murad da kıyastır. Çünkü nasstan ma’lum olmayan,
kendisinde ihtilaf edilenin, hakkında hüküm verilmiş olana götürülmesi, ancak temsil ve
üzerine bina etmekle olur. Kıyas ta bunun ötesinde bir şey değildir.
Allah teala’nın:(Eğer çekişirseniz)sözünden anlaşılmıştır ki, niza’olmadığında muttefekun
aleyh ile amel edilir. Ki buda icma’dır. Bunu Alusi, tefsirinde söyledi.
Allah’ın sözü: (Onlara, Allah’ın indirdiğine ve Rasul’e gelin, denildiği zaman münafıkların
senden olanca güçleriyle çevirdiklerin görürsün.)Bu ayet-i kerimede zikretti ki; münafıklar
Allah’ın indirdiklerine ve Rasul’e (s.a.v) çağrıldıkları zaman bundan uzaklaştırdıkça
uzaklaştırıyorlar. yani:Olanca güçleriyle yüz çeviriyorlar.
Başka bir yerde de zikretti ki:Kendilerine istiğfar etmesi için Nebi (s.a.v)’e
çağrıldıklarında kafalarını çeviriyor, engeliyor ve büyükleniyorlar. O’da şu sözüdür: (Onlara,
gelin Allah’ın Rasul’ü sizin için istiğfar etsin, denildiğinde kafalarını çevirdiklerini,
büyüklenmiş bir vaziyette alıkoyduklarını görürsün.)
Allahın sözü: (hayır, rabbine andlsun ki aralarnıda tartıştıkları şeyde seni hakem tayin
edip sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyetle
teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.)Allah Teala bu ayeti kerimede kenmukaddes, kerim
zatıyla yemin ediyor ki; hiç bir kimse, Rasulü (s.a.v) bütün işlerde hükmedip sonra da
verdiği hükme zahiri ve batini olarak, külliyen, hiçbir engelleme, karşı koyma ve çekişme
olmaksızın tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmaz. Başka bir ayette beyan
etti ki; mü’minlerin bu külli teslim de sözleri mahsurdur, rasülün (s.a.v) hükmettiğine de
zahiren ve batınen inkiyadları tamamdır.
O da Allah Teala’nın şu özüdür: (Aralarında hükmetmesi için Allah’a ve Rasülüne
çağrıldıklarında mü’minlerin sözü sadece, işittik ve itaat ettik, demeleridir.)
Allah’ın sözü:(Eğer size bir felaket erişirse, Allah bana lutfetti de onlarla beraber
bulunmadım, der)Bu ayet-i keremidi zekretti ki; münafıklar, müslümanlara bir felaket ,
yani, düşmanların onlara öldürmesi, onlara isabet eden yara yada bunun gibi şeylerde
derler ki, onların yanında bulunmamamız, Allah’ın üzerimizdeki nimetlerindendir.
Başka yerlerde zikretti ki:Onlar mü’minlere isabet eden kötülüğe sevinirler.
Şu sözü gibi:(Size bir kötülük isabet ederse, ona sevinirler.)Ve şu sözü:(Size herhangi bir
kötülük dokunduğunda, bizim de görüşümüzü alsalar ya, derler ve sevinerek geri
dönerler.)Ve şu sözü: (Allah’tan size bir lütuf dokunduğunda,sizinle onun arasında hiç sevgi
yokmuş gibi,Keşke onlarla beraber olsaydım da büük bir başarı sağlasaydım, der.)Bu ayet-i
onlarla beraber olsaydım da büyük bir başarı sağlasaydım, der) bu ayet-i onlarla beraber
olsaydım da büyük bir başarı sağlasaydım, der.)Bu ayet-i kerimede zikretti ki; münafıklar,
müslümanlara Allah’tan bir lütuf, yani, yardım, zafer ve ğanimet dokunduğunu
duyduklarında, ğanimetten paylarını kazanmka için onlarla beraber olmayı temenni
ederler.
Başka yerlerdede zikretti ki; mü’minlere isabet eden bu lütuf, kendilerinin iç
düşmanlıklarınnı şiddetinden dolayı onları kötü eder. Allah’ın şu sözü gibi:(Size bir iyilik
dokunursa, bu iyilik onları kötü eder) Ve şu sözü: (Size bir iyilik isabet ederse, bu onları
kötü ed er.)
Allah’ın sözü: (kim Allah yolunda öldürür de öldürülür yada ğalib gelirse)
Bu ayet-i kerimede zikretti ki; kendi yolunda cihad edene büyük bir ecir vercektir. İster
Allah yolunda öldürülsün yada düşmanını mağlub edip zafer kazansın, farketmez.
Başka yerde açıkladı ki; bu iki durumda güzeldir. O da şu sözüdür:
(De ki, bizim için iki güzelden başkasnı mı gözetliyorsunuz.)
.......tafdil siğasıdır. Çünkü o, ....in müennesidir.
Allah’ın sözü:(Mü’minleri coştur.)Burda mü’minlerin kendisine karşı coşturulacağı şeyin
ne olduğunu beyan etmedi. Başka bir yerde, onun savaş olduğunu açıkladı. O da şu
sözüdür:(Mü’minleri savaş için coştur.)
Burda buna, ayetin evvelindeki sözü ile işaret etti:(Allah yolunda savaşın) ve sonundaki
sözü:(Umulur ki Allah, kafirleri kötülüğünü uzaklaştırır.)
Allah’ın sözü:(Allah’ın saptardığını hidayete erdirmek mi istiyorsunuz. Allah’ın
saptırdığını hidayete erdirmek isteyen kişiyi reddediyor. Onda açıkladı ki, Allah’ın
saptardığının hidayetine yol bulunmaz. Bu mana pek çok ayette izah edildi. Şu sözü gibi:
(Allah’ın fitnesini dilediği kimseye hiçbir şey yapamazsın. Onlar, Allah’ın kalblerini
temizlemek istemediği kişilerdir. Onlara dünyarad alçaklık, ahirettede büyük bir azab
vardır.)Ve u sözü:(Alahın saptırdığını hidayete erdirecek yoktur.)Bu ayetlerden çıkarılıyor ki;
kula gereken, kendisine hidayet etmesi ve kendisini saptırmaması için Allah Teala’ya çokça
dua etmek ve yalvarmaktır. Çünkü Allah’ın hidayet ettiğini saptıracak, saptırdığına da
hidayet edecek yoktur. Bunun için de ilimde derinleşenlerin şöyle dediğini zikretti:
(Rabbimiz, kalblerimizi eğriltme.)
Allah’ın sözü:(Mü’minlerden herhangi bir zaruret olmaksızın oturanlarla Allah yolunda
malları ve canlarıyla cihad edenler bir olmaz. Allah, malları ve canlarıyla cihad edenleri
oturanların üzerine bir derece üstün kıldı. Hepsine de Allah güzellik va’detti. Allah cihad
edenleri büyük ecir olarak oturanlara üstün kıldı.)Bu ayet-i kerimede zikretti ki; Allah
yolunda malları ve canlarıyla cihad edenleri, oturanlara derece ve büyük ecir olarak üstün
kıldı. Bazı mücahidlerin bazılarına üstün kılmasından bahsetmedir. Fakat bunu başka yerde
açıkladı. O da şu sözüdür: (Sizden fetihten önce inak eip savaşanlarla (diğerler)bir olmaz.
Onların derecesi fetihten sonra infak edip savaşanlardan daha büyüktür. Allah hepsine
güzellik va’detti.)
Ve şu ayeti kerimediki sözü (Zaruret sahibi olmayan) Mefhumu muhalifinden anlaşılıyor
ki, özrü olp ta geride kalanların niyetleri salih ise cihad edenin sevabını alır.
Bu mefhumu Nebi (s.a.v), enes’in Sahih’te sabit olan hadisinde açıkladı. Rasululah
(s.a.v) buyurdu ki: “Medine’de bir takım gurublar vardır ki, sizinle beraber yol yürümedi,
vadi katetmedi. Ancak onlar sizinle beraberdirler. Dediler ki: Ey Allah’ın Rasülü, ve onlar
Medine’deler?Dedi ki:Evet, onları özür habsetti. Şair de bu manada dedi ki:
...........
............
Uyarı: Bu ayet-i kerimedeki :(Allah her birine güzellik va’detti.)Sözünden, cihadın farz-ı
ayn değil, farz,ı kifaye olduğu çıkarılır. Çünkü oturanlar eğer farzı terkedenler olsalardı,
güzelliği va’deden sözüne bu sözüne muhatab olmazlardı. Ki o da cennet ve çok sevabdır.
Allah’ın sözü:(Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman inkar edenlerin size bir kötülük
yapmalarından korkarsanız, namazı kısaltmanızdan ötürü size bir günah yoktur.)
Bazı alimler dediler ki:(Kısaltmanızda) sözündeki kasr’dan murad, kemmiyetinin değil,
keyfiyetinin kısaltılmasıdır. Keyfiyetinin kısaltılmasının manası:Güvenlik namazında caiz
olmayan şeylerin onda caiz olmasıdır. Bir kısmı imamla beraber bir rekat kılar. Diğer kısım
gelinceye kadar imam durur ve diğer kısımla beraber diğer rakatı kılar, gibi. Ve ima ile,
yürüyerek binek üzerinde ve kıbleye yönelmemek şeklindeki namazları gibi. Bütün bunlar
keyfiyetinin kısaltılmasıdır ve muradın, keyfiyetindeki bu sıkaltma olduğuna delalet ediyor.
Allah’ın sözü ondan sonra, onu açıklar vaziyette gelir:(sen de içlerinde bulunup onlara
kaamet okuyarak namazı başlattığın zaman onlardan bir bölük seninle beraber namaza
dursun ve silahlarını da yanlarına alsınlar. (Namazda olanlar), secdeye vardıklarında
arkanıza geçsinler; bu kez namaz kılmayan öteki bölük gelsin, seninle beraber namaz
kılsınlar, korumma (tedbir)lerini ve silahlarını da alsınlar.)
Ve şu sözü: (Eğer korkarsanız, yürüyerek yada binerek) Burda şöyle buyurrak ek
açıklama getirdi:(Güvene çıktığınız zaman namazınızı ikame edin.)Bakara’nın ayetinde
buyurdu ki:(Emniyete çıktığınız zaman bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği gibi, Allah’ı
zikredin.)Çünkü onun manası, emniyete çıktığınız zaman namazın keyfiyetini ve korku
zamanında yapılamayanlardan onda gerekenlerin tümünü tamamlayın.
kur’an’ın delalet ettiği bu tefsire göre; (Kafirlerden size bir kötülük dokunmasından
korkarsanız)sözündeki korku şartı mu’teberdir. Yani:Eğer onlardan size bir kötülük
geleceğinden korkmazsanız, keyfiyetini kısaltmayın. Aksine onu bütün gerekleri ile kılın.
Nitekim bunu şu sözünde açıkladı:(Güvene vardığınız zaman namazı ikame edin.)Ve yine
kısaltılması için onu piyade ve süvari kılmasnıı korku şartına bağladı. Şu sözü ile:
(Eğerkorkarsanız, piyade yada süvari olarak)Sonra dediki (Emniyete çıktığınız zaman, size
öğrettiği gibi Allah’ı zikredin.)Yani, emniyete çıktığınız zaman namazınını rüküsü, sücüdu,
kıyamı ve kuuduyla en güzeli ve bütünüyle ikame edin. Kur’anın açıklamasının en hayırlısı
Kur’anla olanıdır. Bu kasr ayetinde kasrdan muradın, zikrettiğimiz gibi, keyfiyetinden
olduğuna delalet ediyor. Buhari, korku namazı konusuna şu sözü ile giriş yaptı:Korku
namazı kısmı. Allah Teala buyurdu ki: (Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman inkar edenlerin
size bir kötülük yapmalarından korkarsanız, namazı kısaltmanızdan ötürü size bir günah
yoktur. Muhakkak ki kafirler, sizin açık düşmanınızdır. sende içlerinde bulunup onlara
kaamet okayarak namazı başlattığın zaman onlardan bir bölük seninle beraber namaza
dursun ve silahlarını da yanlarına alsınlar. (Namazda olanlar), secdeye vardıklarında
arkanıza geçsinler; bu kez namaz kılmayan öteki bölük gelsin, seninle beraber namaz
kılsınlar, korunma (tedriber)lerini vesilahlarını da alsınlar. İnkar edenler istediler ki siz
silahlarınızdan ve eşyanızdan gaflet etseniz de birden üzerinize bir baskın yapsalar. Yağ
murdan zahmet çekerseniz yada hasta olursanız silahlarınız bırakmazında size bir günah
yoktur. Korunma tedbiriniz alın. Şüphesiz Allah, kafirlere alçaltıcı bir azab hazırlamıştır.)
İbni Hacer ve başkalarının; Buhari tercemede bu iki ayeti, korku namazının, diğer
namazların şeklinden söz olarak kitabla, fiil olarak ta sünnetle farklı olduğuna işaret etmek
için öne sürdü, şeklinde zikrettikleri;
Onun tercemede bu iki ayeti, kısım hadislerinde varid keyfiyetin kısaltması :(İnkar
edenlerden size bir kötülük gelmesinden korkarsanız, namazı kısaltmanızda size bir günah
yoktur.)sözündeki namazın kısaltmasından murad olduğuna dikkat çekmek içindir şeklinde
işaret ettiğimiz ile çelişmez. Sayısının kısaltılmasında korku şartının olmadığı da onu te’yid
ediyor. Nebi (s.a.v) ve ashabı seferde,, oldukça emniyette oldukları halde namazı kısaltırdı.
Nitekim veda’ haccı ve diğerlerinde vaki’ oldu. Ve nitekim mekke ehli için ediki,
“Tamamlayın, biz seferde bir topluluğuz.”
Bu ayetteki kasr’dan muradın kemmiyet değil, keyfiyet kısaltması olduğunu
söyleyenlerden bir kısmı: Mücahid, Dahhak ve Süddi’dir. Bunu onlardan ibn-i Kesir nakletti.
Bu, Ebu Bekir er-Razi el-Hanefi’nin de görüşüdür. İbni Cerir de bunun benzerini ibn-i
Ömer’dn nakletti. İbn-i Kesir bu görüşü zikrettiklerimizden naklettiğinde dediki:İmam
Malik’in, salih b. Kisan’dan, Urve b. Zübeyr’den Aişe’den rivayet ettiği ile destekleniyor.
Aişe dediki:“Namazikişer ikişer rekat olarak farzkılındı, seferde ve hazarda. Sefer namazı
olduğu gibi kaldı, hazar namazı artırıldı.
Bu hadisi Buhari, Abdullah b. Yusuf et-Tenisi’den, Müslim Yahya b. Yahya’dan, Ebu
Davud, el-Ka’nebi’den, Nesai de Kuteybe’den, dördü malik’ten rivayet etmiştir. Dediler
ki:“”Eğer seferde namazın aslı iki idiyse burda kısaltmadan murad, nasıl nicelik kısaltması
olur?Çünkü asıl olan hakında; “namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur,” denilmez.
Delalet olarak bundan daha açık olanı İmam Ahmed’in rivayet ettiğidir. Bize Veki’,
Süfyan ve Abdurrahman, Zübeyd el-Yami’den, abdurrahman b. Ebu Leyla’dan, Ömer
(r.a)’dan rivayet ettiğidir. Dedi ki:Sefer namazı iki rekattır. Kuşluk namazı iki rekattır. Fıtır
namazı iki rekattır. Cum’a namazı iki rekattır. Kısaltmasız, tamdır. Muhammed 5s.av)’in
lisanı üzere.”
Nesai, ibni Mace ve ibni Hibban da sahihinde Zübeyd el-Yami yoluyla böyle rivayet etti.
Bu, Müslim’in şartı zere isnaddır. Müslim kitabının mudaddimesinde ibni Ebu Leyla’nın
ömer’den duyduğuna hükmetti. Bu hadis ve diğerleri hakkında açıklayıcı larak geldi.
İnşaallah o da doğrudur, Yahya b. Muin, Ebu Hatim ve Nesai o, ondan duymadı, demiş
olsalar da.
Yine buna göre, Ebu Ya’la el-Musuli’nin sevri yoluyla Zubeyd’den, Abdurrahman b. Ebu
Leyla’dan, Sika’dan, Ömer’den olan yollarından bazısına düştü. İbn,i Mace’nin yanındada
Yezid b. Ziyad b. Ebul -Cad yoluyla Zübeyd’den, Abdurrahman’dan, Ka’bb. Ucreden,
Ömer’den vacdır. Allah en iyi bilendir.
Müslim, Sahih’inde rivayet etmiştir. Ebu Davud, Nesai ve ibni Mace de Ebu İvane el-
Veddah b. Abdullah el,Yeşkeri’den. Müslim, Nesai ve Eyub b.’Aiz artırdı. İksi bukeyr b. el-
Ahnes’den, Mücahid’den, Abdullah b Abas’tan, dediki:“Allah nebin iz Muhammed (s.a.v)’in
lisanı üzere namazı hazarda dört rekat olarak, seferde iki rekat olarak ve korkuda da tek
rekat olarak farz etti. Öncesi ve sonrasında hazarda namaz kıldığı gibi seferde de öylece
kılar.”
İbni Mace, Usame b. Zeyd’in hadisinden, Tavus’tan, aynısını rivayet etti. Bu ibni
Abbas’tan sabittir. Aişe (r.a)’dan takdim edilele çelişmez. Çünkü o haber verdi ki: “Namazın
aslı iki rekattr.
Fakat hazar namazında artırıldı. Böylece istikrar bulduktan sonra, şöyle denilebilir. Hazar
namazının farzı dörttür.” Nitekim ibni Abbas’ta bunu dedi. Gerçek ilim Allah katındadır.
Fakat ibni Abbas ve Aişe’in hadisi, esfer namazının iki rekat olduğu ve onun kısaltılmış
değil, tam olduğu üzerinde ittifak ettiler.
Nitekim bu Ömer (r.a)’ın hadisinde de açıklanmıştır. Bilesin ki Aişe’nin mezkur hadisi
hakkında sekiz açıdan konuşuldu:
Birincisi:O icma’a aykırıdır.
Kadı Ebu Bekirb. el-Arabi el-Maliki, “Kabs” isimli kitabında dediki:Alimlerimiz dediler ki,
bu hadis icma’ ile merduddur.
İkincisi:Aişe ona muhalefet etti. Ravi, rivayet ettiğini, insanların en iyi bilenidir. O (r.a),
seferde namazı tamamlardı. Dediler ki, o’nun rivayetinde muhalefeti, hadisi zayıf kılıyor.
Üçüncüsü:Büyük kend fukahasına göre, yolcunun namazının mukimin arkasında olması
mu’teber değildir.
Dördüncüsü:O’un ışıdakisahabe o’na muhalifet etti. Ömer, ibni Abbas Cübeyr b. Mut’im
gibi. Dediler ki:Namaz; hazarda dört, sefer de iki ve korkuda bir rek’at olarak farzkılındı.
Müslim’in ve başkalarnın ibn-i Abbas’tan rivayetini takdim etmişizdir.
Beşinicisi:Onun zayıf olduğu iddiası. Çünkü onu ibni iclan, Salih b. Kisan’dan, Urveden,
Aişe’den rivayet etti. Dedi ki:“Rasulullah (s.a.v), namazı iki reak’at olarak farz kıldı.” Onun
hakkında Evza’i, ibni Şihab’tan, Uve’den, Aişe’den aktardı. Aişe dediki:“Allah namazı
Rasululah’a (s.a.v) ikişer rek’at olarak farz kıldı.” Dediler ki:Bu zayıftır.
Altıncısı:O, zahiri üzere değildir. Çünkü akşam ve sabah namazları artırılıp azaltılmadı.
Yedincisi:O, Aişe’nin sözündendir, merfu’ değildir.
Sekizincisi:İmamü’l-Haramey’in görüşü:Sahih olsaydı, mütevatir olarak nakledilirdi.
Kaydedicisi-Allah onu affetsin -dedi ki;Aişe’nin mezkur hadisi üzerine varido alan bu
itirazların tümü geçersizdir. İcma’ ile çeliştiğine gelince, onun geçersiliği apaçıktır. Çünkü
onda icma’ olduğu, sahih değildir. İbnu’l-Arabi de ondaki hilafın aynısını zikretti.
Kurtubi, İbnu’l-Arabi’nin mezkur icma’ davasını zikretikten sonra dediki :Bu, sahih olmaz.
O ve başkaları hilaf ve niza’ zikretmiştir. Dolayısıyla icma’ iddiası doğru değildir.
Aişe’nin ona muhalefeti şeklinde karşı çıkışı ise, onun da geçersizliği açıktır.
Çünkü önemli olan onun görüşü değil, rivayetidir. Nitekim cumhura göre gerçek budur.
Biz bunu Bakara Suresinde, Tavus’un talak konusunda geçen hadisi hakkındaki kelamda
beyan etmişizdir.
Oun; büyükkent fukahasının, yolcunun mukimin arkasındaki namazının mu’teber
olmadığı üzerine olan icma’ı ile karşı çıkmasına gelince, onun cevabı şudur:Büyük kentlerin
fukahası buun üzerine icma’etmediler. Bir grub alime göre; sayıdaki ve niyette ki
farklılıklarından ötürü, yolcunun mukime tabi olması sahih olmaz. “İmamınız üzerinde
ihtilaf etmeyiniz” hadisin de delil gösterdiler. Bu görüşte olanlar; Şa’bi, Tavus, daud ez-
Zuhri ve diğerleridir.
ibni Abbas gibi bazı sahabenin ona muhalefeti ile hadise karşı çıkmaya gelince, cevabı
şudur:Demin ibni Kesir’den zikrettik ki, hazardakinin namazı artmadı, öylece kaldı.
Denilebilir ki:Hazar namazının farzı dörttür. Nitekim ibni Abbasta söyledi.
Muzdarip olmakla zayıflatılmasına gelince, geçersizliği açıktır. Çünkü onda hiç bu durum
yoktur.” Allah farz kıldı” ile “Rasululah farz kıldı”nın manası birdir. Çünkü kanun koyan
Allah, açıklayan Rasul’dür.”Rasululah böyle farz etti” denildğinde murad, o bunu Allah’tan
tebliğ edicidir. Bunu farz edenin allah olduğu ile çelişmez. Nitekim Allah Teala buyurdu ki:
(Rasul’e itaat eden, Allah’a itaat etmiştir.)Ve benzeri hadis “ibrahim, Mekke’yi haram kıldı.”
Şu hadisle beraber “Mekke’yi Allah haram kıldı.”
Akşam ve sabah namazlarının artamdığı yolundaki reddinin de geçersizliği açıktır.
Çünkü, açık olduğu üzere, hadisten murad özellikle kısaltılan namazlardır. Yanısıra Aişe’den
bazı rivayetler ibni Huzeyme, ibni Hibban ve Beyhaki’nin yanndadır. Aişe dedi ki:
Sefer ve hazar mazanı ikişer -ikişer rek’at olarak farz kılındı. Rasulullah (s.a.v) Medine’ye
gelip te yerleştiğinde hazar namazında ikişer-ikişer artırıldı.
Kıraatın uzunluuundan dolayı sabah ve aşam namazı olduğu gibi bırakıldı. Çünkü o
gündüzün vitridir.” Ahmed’in yanında ibn-i Kisan’ın yoluyla Aişe’nin mezkur hadisinde
“Akşam hariç. Çünkü o üç idi,” vardır.
Bu rivayetler açıkça ortaya koyuyor ki murad, kısaltılan namazlar hususudur. Onun
merfu’ olmadığı şeklindeki reddi de açıkça geçersizdir.
Çünkü o, kendisine kişisel görüşe yer olmayan şeylerdendir. Oun merfu’hükmü ardır.
Aişe’nin namazın farzına hazır olmadığını kabul etsek bile, onunla beraber olduğu bir
vaktinde Nebi (s.a.v)’den duymuş olabilir. O’ndan işitmediğini farzetsek bile o sahabi
mürselidir ve sahabenin mürselleri de vasl hükmünü haizdirler.
İmam-ı Harame’in; sabit olsaydı, mütevatir olarak nakledilirdi, şeklindeki sözü de
geçersizdir. Çünkü bunun gibisi, tevatür olmadıı gerekçesiyle reddedilmez. İfade
edilenlerden; Aişe, ibn-i Aabs ve Ömer’den olan hadisin de doğruladığı gibi, sefer
namazının ikişer rek’at olarak far kılındığını öğrendiysen bilki, ibn,i Kesir; Ömer, ibn-i Abbas
ve Arşe’den olan hadisi öne sürdükten sonra şunları söyledi:
Böyle olursa; (Size bir günüh yoktur)sözünden murad, “namazdan keyfiyet kısaltması
olarak kısaltmanızda,” olur. Korku namazında olduğu gibi. Bunun için buyurdu ki:(inkar
edenlerin size bir kötülük yapmasından korkarsanız.)Ve unun için sonrasında buyurdu ki:
(Onların arasında bulunup ta onlar için namaza kaamet ettiğinde.)Kasr’dan kastedileni
burda beyan etti. Sıfatını ve keyfiyetini zikretti. Ondan aktarım bitti. Buda zikretitğimiz
noktada gerçekten açıktır. İbn-i Crir’-in tercihi de budur.
Bu görüşe göre ayet, korku namazı hakkındadır. Seferde namazın kısaltılması ise
Kur’an’dan değil, sünnetten alınmadır. Ayet-i kerimenin manası hakkında başka görüşler
vardır. Birisi: (İnkar edenlerin size bir kötülük yapmalarından korkarsanız, namazı
kısaltmanızda)ifadesinin manası;
Korku manazında bir rek’at üzerinde kısalmıdır. Nitekim dah aönce ibn-i Abbas’ın
müslim, Nesai, Ebu davud ve ibni mace’nin yanındaki hadisinden takdim ettik. Ve onu ibni
Macenin Tavus’tan rivayet ettiğini takdim ettik.
Onun bezerini Ebu Davud ve Nesai, Huzeyfe’nin hadisinden rivayet etti. Dedi ki:“Şu, şu
rek’at namaz kıldı da kaza etmediler.” Yine onu nNesai Zeyd b. Sabit’in hadisinden, Nebi
(s.a.v)’den rivayet etti.
korkuda tek rek’at üzerinde kısaltma görüşünden olanlar; Sevri, ishak ve onlara tabi’
olanlar. Ahed b. Hanbel, Ata, Cebir, hasan, Mücahid, katade, hammad ve Dahhak’tan
rivayet edildi.
Bazıları dediler ki:Korkuda sabah namazı bir rek’at olarak kılınır. ibnı Hazım bu görüşte.
Korkuda tek rek’at üzere ısaltma Muhammed b. Nasr el-Mervezi’den de ifade edilir.
Ebu Nureyre, Ebu Musa el-Eş’ari ve tabiilerden bir çok kişi söyledi. Onlardan kimide onu
korkunun şiddeti ile sınırlandırdı.
Bu görüşe göre, Allah Teala’nın:(Namazdan kısaltmanızda)sözündeki kısaltma nitelik
kısaltmasıdır.
Bir gurup ta dediki:(Namazdan kısaltmanızd)sözündeki kısaltmadan murad, namazın
seferde kısaltımasıdır. Dediler ki:(İnkar edenlerin size bir zarar vermesinde
korkarsanız)sözü olan şart için methumu muhalif yoktur. Çünkü bu ayetin indiği durumdaki
genel de olandan çıktı. Hicretten sonra islam’ın başlangıcında seferlerin çoğu korkutucu idi.
usulde kaidedir; mefhumu muhalife itibarın engellerinden biri, mantukun, genelde olanın
dışında olmasıdır. Bunun içinde cumhur; (Hücrelerinizde olan kadınlar)sözünde, herkes
üzerinde cereyanından dolaı, mefhumu muhalife itibar etmedi. Es-suud Meraki’de,
mefhumu muhalife itibarın engellerinizin zikri konusunda dediki:
..........................
Ayetten muradın, seferde dört rekatlılar olduğunu söyleyenler, Müslim’in sahihinde,
imam Ahmed ve dört sünen sahiplerinin Ya’la b. Umeyye’de çıkardığı ile istidlal ettiler. Dedi
ki:Ömer b. Hattab’a; (inkar edenlerin size bir kötülük yapmalarından korkarsanız, namazı
kısaltmanızda size bir günah yoktur.) İnsanlar artık emniyettedirler. Dedi ki:Merak ettiğimi
merak etmişsin. Rasulullah (s.a.v)’e bunda sordum. Dedi ki:“Allah’ın size tasadduk ettiği bir
sadakadır. O’nunsadakasnı kabul edin”
Müslim’in sahihinde sabit olan bu hadis ve diğerleri; Ya’la b. Umeyye ve Ömer b.
hatab’ın ayetin manasının, dört rekatlıların seferde kısaltılmasına inandıklarını ve
nebi(s.a.v)’in Ömer’in buna dair anlayışını doğruladığına delalet eder. O da güçlü bir
delildir. Fakat Ömer’in şu dediği ile çelişiktir: “Muhammed (s.a.v)’in lisanı üzere sefer
namazı kısaltmasız tam iki rekattır.” Onu Aişe ve ibni Abbas’ın takdim edilen hadisleri
te’yid ediyor.
“Namazı kısaltmanızda” sözünden muradnı, keyfiyetin kısaltılması oduğuna delalet eden
önceki ayetlerin, zahiri takdim ettiğimiz gibi, korku namazı hakkındadır. Allah en iyi
bilendir. Korku namazının durumları çoktur.
Düşman bazen kıble cihetine doğru olabilir. Bazen başka yönlere doğru olabilir. Namaz
dörtlü olabilir, üçlü olabilir, ikli olabilir. Sonra bazen cemaat namazkılıyor, bazende savaşa
girişiyor. Böylece cemat yapamıyorlar. aksine teker teker yaya olarak, süvari olarka,
kıbleye dönerek, kıbleye dönmeden.. Sahhite varid olan korku namazının bütün durumları
caizdir.
Çeşitleri ve keyfiyeti hadis ve furu’kitablarında detaylıcadır. Onlardan dört imamın
görüşlerini zikredeceğiz, inşaallah.
Malik b. Enes’E gelince, onun ayetten öngördüğü şekil şudur: İlk gurub imamla beraber,
ikililerde bir, dörtlülerde ikirekat namaz kılar. Sonra namazın geri kalanını tamamlar. Ki o
da dörtlülerde iki, iki ve üçlülerde birdir. Sonra selam verip düşman karşısında dururlar.
Diğer gurup gelir, imamı ayakta onları bekler vaziyette bulurlar. Ki o, eğer ikili ise,
kıyamında kıraat, dua ve sukut arasında muhayyerdir. Üçlü ve dörtlülerde dua ve sukut
arasında muhayyerdir. Denildi ki, dörtlü ve üçlülerde onları oturur vaziyette bekler, onlara
kalan namazı kıdırır. Ki o da ikili ve üçlülerde bir rekat, dörtlülerde iki rekattır. Sonra selam
verir, onlar da selamından sonra, geçirdiklerin kaza ederler. Ki oda ikililerde bir rekat üçlü
ve dörtlülerde iki rekattır. bu şekilden anlaşılıyor ki imam ilk gurupla bir yada iki rekat
namaz kılar, sonra onlar kendi kendilerine tamamlayıp selam verirler ve düşman karşısında
dururlar. Sonra diğer gurup gelir de onlara kalın kıldırır ve selam verir, onlarada namazı
kendi kendilerine tamamlarlar.
İbni Yunus, zikrettiğimiz bu şekil hakkında dedi ki:VE Kasım’ın hadisi kur’ana daha
yakındır. Onunla amel etmenin yanısıra Malik döndü.
Kaydedicisi dedi ki, İbni Yunus’un muradı şudur:Malik’in Muvatta’da Yahya b. Said’den,
Kasım b. Muhammed b. Ebi Bekir’den, Salih b. Hıvattan, Sehl b. Ebi Husme’dne zikretiğimiz
keyfiyetle rivayet ettiği hadis, Malik’in kendisine döndüğüdür. sonunda da onu, rivayet
ettiğine tercih etti. yani Malik’in Yezid b. Ruman’dan, Salih b. Hıvat’tan, Rasulullah (s.a.v)
ile beraber zatu’r-Rika’günü korku namazı kalanlardan rivayet ettiği. Kasım b.
Muhammed’in rivayeti ile Yezid b. Ruman’ın rivayeti arasındaki fark şudur0Yezid b.
Ruman’ın rivayetine göre; Nebi (s.a.v) diğer gurubla beraber, namazından kalan rekatı
tamamladı. Son oturarak durdu. Onlarda kendi kendilerine tamamladılar. sonra onlarla
selam verdi. Bilmişsindir ki kasım’ın, Malik’in yanında muvatta’ki rivayetine göre;
O, diğer gruba, kalan rekatı kıldırır, sonra selam verir. Onlarda onun selamından sonra
kendi kendilerine tamamlarlar.
İbni Abdü’l-Birr, zikrettiğimiz keyfiyete işaret ederek dedi ki; o, Kasım b. Muhammed’in,
malik’in yanındaki rivayetidir. Yezid b. Ruman’ın hadisini savunduktan sonra Malik’in
döndüğü bu rivayeti tercih etmesi ve ona dönmesinin sebebi, diğer namazlara kıyas
içindir:İmma, tabi olanı beklemez. Tabi lan, namazını ancak imamın selamından sonar kaza
eder.
Malik’in Muvatta’da çıkardığı Kasım’ın bu hadisi Sehl üzerinde kuftur. Ancak onun
raf’hümü var. Çünkü onda re’ye yer yok. Gerek olan, onun sahabi mürseli olduğudur.
Çünkü Sehl, Nebi (s.a.v) zamannıda küçük idi. taberi, ibni Hibban, İbnü’s,Sekn ve diğerleri
kesin olarak ifade etitler ki Nebi (sa.) vefat ettiğinde mezkur Sehl ibni Simman iki
şayındaydı. ibni hazm, Selef’ten hiç kimsenin Malik’in kendisine döndüğü zikrettiğimiz
keyfiyeti savunmadılarnıı zannetti. Onu Muvatta’sında kasım b. Muhammed’den rivayet
etti. bu, Malik mezhebinin korku namazının keyfiyeti konusundaki özettir. Önce dedi
ki:İmam ilk grubla namaz kılra. sonr grub kendi kendine tamamlar, selam verir. Sonra diğer
guruba namazın kalanını kıldırır ve bitirinceye kaar onları bekler. Sonra onlarla selam verir.
Ve; imam diğer gurubla namazın kalann kıldığında selam verir, şeklindeki görüşe döndü.
Selam verinceye kadar onları beklemez. aksine, beyan ettiğimiz gibi, selamından sonra
kendi kedilerine tamamlarlar.
Açıktır ki mübhem, Yezid b. Ruman’n rivayetindeki Salih b.Hıvat’ın sözündedir.
Bazılarının dediği gibi onun babası Sehl b. Ebu Hüsme değil ibni Cübeyr es,Sahabi’dir.
Fetih’te Hafız dedi ki:Fakat tercihe şaan olan, babasınn Hırvat b. Cübeyr olduğudur.
Çünkü Uveys’in babası bu hadisi, Malik’in şeyh, Yezid b.Rüman’dan rivayet etti. Dedi
ki:Salih b. Hıvat’tan,babasından. Onu ibni Mendeh, sahabe bilgisi hakkında onun yolundan
çıkardı. Aynı şekilde Beyhaki onu, Abdullah b. Ömer yolu ile kasım b. Muhmmed’den, Salih
b. Hıvat’tan, babasından çıkardı.
Nevevi Tehzibinde, onun babasının Hıvat olduğunu kesin olarak ifade etti. Dedi
ki:muhakkak ki o, Müslim ve diğerlerini rivayetindendir. ⁄azali ondan önce dediki, zatü’r-
rika’ namazı, hıvat ibni Cübeyr’in rivayetindedir. Ondan aktarım bitti.
Maliki’ler, düşmanın yönünü kıble yada başka tarafa doğru olmasını ayırt etmedi. Fakat
korku şiddetlenir, savaş kızışırsa ve hiç kimse savaşı bırakamazsa onlar yaya ve süvari
olarak, kıbleye yada başka bir yöne doğru imaen namazı kılarlar. Nitekim Allah Teala: (Eğer
korkarsanız yaya yada süvari olarak)sözü ile belirledi.
Şafii’ye gelince o, korku namazının durumlarıdan dört tane seçti:
Birisi:Demin zikrettik. Onlardan hiç kimse savaşı bırakmayacak şekilde korku şiddetlenir,
saaş kızışırsa onlar da, zikrettiğimiz gibi, yaya e süvari olarak namaz kılarlar.
İkincisi: Rasululah’ın Batn-ı nahl’de kıldığı şekil. O da şöyledir:Birnici guruba bütün
namazı kıldırır sonra hepsi selam verirler. Sonra düşman karşısındaki diğer topluluk gelir.
Onlara bir defa daha namaz kıldırır. Bu namaz onlara farz ona nafiledir. Bu Batn-ı Nahl
namazını Cabir ve Ebu Bekre rivayet etit. Cabir’in hdaisin ise Müslim rivayet etti. Ki buna
göre o, nebi (s.a.v) ile beraber korku namazı kıldı. Rasululah (s.a.v) gurubun birine iki
rek’at namaz kıldırdı. Sonra diğer guruba da iki rekat kıldırdır. Böylece Rasululah (s.a.v)
dört rekat kıldı, her bir gruba da iki rekat kıldırdı.
Bunu Buhari özetle zikretti. O, önce iki rekattan selam verdi. sonra diğer topluluğa iki
rekat kıldırdı.
Ebu Bekre’nin hadisin ise Ebu Daud, Nesai, ibni Hibban, Hakim ve Darekutni rivayet etti.
Bazılarıın rivayetinde onun öğle olduğu vardır. Bazılarının rivayetinde de onun akşam
olduğu vardır. İbnü’l-Kattan’ın, Ebu Bekre’nin bu hadisini, onun korku namazın vukuundan
bir müddet sonra müslüman olduğu gerekçesiyle illetli bulması, şundan dolayı
merduddur:Onun korku namazına hazır olmadığını kabul etsek bile onun hadisi sahabi
mürselidir. Ma’lum olduğu üzere sahabe mürsellerinin de vasl hükmü vardır. Bil ki ebu
Bekre’nin hadisinde bunun Batn-ı Nahl’-de olduğu yoktur.
Şafiiler; farz namazı kalınan, nafile namazını kılan kişiye tabi olabileceğini, Batn-Nahl ile
istidlal etmişler.
Bilki zirkettiğimiz bu keyfiyet, Bant-ı Nahl namazınnı keyfiyetidir. Nitekim bunu Nevevi,
ibni Hacer ve başkaları zikretti. Müslim, Buhari ve diğerlerinin yanında bulunan bazı
rivayetler onun, züta’r-Rika’namazı olduğuna delalet etmiştir.
İbn-i Hacer de onların iki namaz olduğnu ifade etti. Allah en iyi bilendir.
Bazı rivayetler, Nahl namazının asfan namazı olduğuna dellaet etmiştir. Allah en iyi
bilendir.
Üçüncü Şekil:Şafii’nin seçtiği şekillerden biride Asfan namazı ve keyfiyetidir. Nitekim
Cabir (r.a) dedi ki0Rasulullah (s.a.v) ile beraber korku namazına şahit oldum. Bizi iki saf
yaptı. Bir saf Rasululah (s.a.v)’in arkasına durdu. Düşman da bizimle kıble arasında.
Rasululah (s.av) iftitah ekbirini aldı, bizde hep beraber tekbir aldık. Sonra rükü etti, bizde
rükü ‘ettik. Sonra başını rükü’dan kaldırdı, bizde hep beraber kaldırdık. Sonra sücuda vardı,
ardındaki saf ile bareber. Diğer saf düşman karşısında durdu. Nebi (s.a.v) ücudu bitirip
ardındaki saf ayağa kalktığında, diğer saf gelip secdeye vardı ve ayağa kalktı. Sonra
arkadaki saf öne, öndeki saf arkaya geçti. Sonra Nebi (s.a.v) rükü etti, bizde hep beraber
rükü’ ettik. Sonra başını rükü’dan kaldırdı, bizde hep beraber kaldırdık.
Sonra, birinci rek’atta geride olan tabi’saf ile secdeye vardı. Nebi (s.a.v) kendisine tabi
safile sücudu bitirdiğinde diğer saf da geçti düşman karşısına. arkadaşi saf gelip secdeye
vardı. sonra Nebi (s.a.v) selam verdi, bizde hep beraber selam verdik.” Bu Müslim’in,
sahihindeki lafzıdır. NEsai ve Beyhaki de ibni Abas’ın rivayetinden çıkardı. Onu Ebu
Davuod, Nesai, İbni Hibban v Hakim, Ebu iyas ez-Zurki’-ismi zeyd b. Samit’tir. O da
sahabidir -nin rivayetinden rivayet etti.
Ve ibni Hacer’in künye hakkında Takrib’teki sözü: O tabiidir. Açıktır ki o, onun hatasıdır.
Bizde deriz ki:Bu keyfiyet, Şafii’nin tercih ettiği keyfiyetlerdendir. Oysa bu Asfan namazı
hakında ondan duyulan şekle aykırıdır.
Çünkü o, sahih hadisle amel etmeyi vasiyet etti ve bun onun mezhebidir. Müzni’nin
muhtasar’ında ve el-Ümm’de Şafii’den duyulan şekil ise şuur:İmam onlara namaz kıldırdı.
Onu takib eden yada düşmanı bekleyen saffın bir kısmı hep beraber secde ve rükü’ etti. İki
secdeden sonra ayağ kalktıklarıda, onları koruyan saf secde etti. Rükü’ettiğinde hep
beraber rükü ettiler. Secdeye gititğinde onunla beraber, daha önce onları ilk olarak
koruyan secde etti, bir saf yada onlardan onu koruyan safın bir kısmı hariç. İki secde edip
oturduklarında, koruyanlar secde etti. Sonra tahiyyat okurlar. Sonra tümü hep beraber
selam verdiler. Bu, Rasululah (s.a.v)’in Asfan’daki namazı gibidir. Dedi ki:E⁄er daha önce
koruyan saf ikinci saffa gerilese ve ikinci saf öne geçip korusa, sakıncası olmaz. Nevevi’nin
nakli vasıtasıyla bitti.
Açıktır ki Şafii’ye göre; Cebir, ibni Abbas ve Ebu iyaş ez-Zurkinin hadisinde zikretiğimiz
ve Şafii’den naklettiğimiz şekillerin ikiside caizdir. Sahhi’te sabit olana ittiba; diğerlerinden
daha haktır. Zikredilen Asfan namazı, ikindi namazıdır.
Ebu Davud ve diğerlerinin yanındaki bazı rivayetlerde geldiğine göre, zikrettiğimiz Asfan
namazınnı benzerini nebi (s.a.v) selimoğulları gününde de kıldı.
Dördüncüsü: Şafii’nin tercih ettiği şekillerden biride şudur:
Zatu’r-Rika’ namazı. şafii’nin tercih ettiği keyfiyetten biri takdimettiğimiz Mlaik’in, Yezid
b. Rüman’dan rivayetidir. O da şudur:birinci guruba bir rek’at kıldırır. sonra imamdan ayrılıp
kendi kendilerine namazı tamamlar, selam verirler. Ve düşmanın karşısına giderler. İmam
da ayakta ikinci rekatta diğerleri gelinceye kadar kıraatı uzatır.
Onlara kalan rekatı kıldırır ve oturup, onların kalan rekatı bitirmelerini bekler. Sonra
selam verir. Takdim etmişizdir ki bu keyfiyeti malik, Yezid b. Rüman’dan, Salih b. Hıvat b.
Cümeyr’den ve Zatu’r-Rika’günü Nebi (s.a.v) ile beraber korku namazını kılanlardan rivayet
etti. Bunu Şeyhan onun yolu ile çıkardı. Onu Buhari Kuteybe’den, Malik’te rivayet etti.
Müslim de Yahya b Yahya’dan, Malik’ten zikrettiğimizin benzerni rivayet etti. Takdim
etmişizdir ki Malik önce bu keyfiyeti savunmuş sonrada ondan şuna dönmüştür. İmam
selam verir ve ikinci grubun namazlarını bitirip onlarla selam vermeyi beklemez. Zatü’r-
Rika’ namazının, Şafii’nin tercih ettiği bundan başka bir keyfiyeti vardır. O da Sahihayn’da,
ibni Ömer’in hadisinden sabittir. Dediki:Rasululah (s.a.v) iki gurubtan biri ile bir rekat kıldı.
Diğer gurub düşman karşısındayken. Sonra çekilip arkadaşlarının yerinde, düşmana karşı
durdular. Onlar geldiler. Sonra Nebi (s.a.v) onlara bir rikat kılırdı. Sonra Nebi (s.a.v) selam
verdi. Sonra bunlar ve onlar birer rekat kaza ettiler.
Bu, Müslim’in ve Buhari’nin manası ile lafzıdır. Bunda yollar, ibni Ömer’den farklılışlamdı.
Onun zahiri; onlar tek durumda kendi kendilerine tamamladılar. Muhtemeldir ki onlar arka
arkaya tekli durumda tamamlamaları, istenilen korumanın kaybını ve imanın tek başına
kalmasını gerektiriyor. Ebu Davud’un ibni Mes’ud’un hadisinden rivayet ettiği, onu tercih
ettiriyor. Onun lafzı:Sonra selam verdi. Bunlar ayağa kalktılar. Yani:İkinci gurub:Kendi
kendilerine bir rekat kıldılar.
Sonra selam verdiler. Sonra gittiler de onlar yerlerine döndüler.Kendi başlarına bir rekat
kılıp sonra selam verdiler. Onun zahirine göre ikinci guruub iki rekatını peşpeşe yaptı.
Sonra birinci gurub ondan sonra tamamladı. Bil ki Rafii ve diğerlerinin fıkıh kitablarından,
ibni Ömer’in buhadisinde; ikinci grubu geri gidip birinci taife bir rekatı tamamladı. sonra
geri gidip ikinci girup geri döndü ve tamamladı, şeklinde zikrettiği, sahihayn’de ve
diğerlerinde sabit olan rivayetlere muhaliftir.
Fetih’te ibni Hacer dedi ki:O, yollardan herhangi bir şey üzerinde durmadı.
İmam Ahmed ise, Rasululah (s.a.v)’den sabit olan korku namazınnı çeşitlerinin tümü ona
göre caizdir. Ona göre onlardan tercih edilen, yine Şafii’nin tercihi olarak takdim etitğimiz
Zatü’r-Rika’namazıdır. O tamamlar, selam verir ve düşmana karşı durmaya giderlir. Sonra
diğer gurub gelir, imamla diğer rekatı kılarlar. Sonra bir rekat kılarlar.
Onu bitirip tahiyattan sonra imam onlara selam verir.
İmam Ebu Hanife’ye gelince, ona göre tercih edilen şudur:İmam, misafir olduğunda yada
örneğin sabah iken, birinci gurubla bir rekat kılar. Mükim olduğundada iki rekat kılar. Sonra
bu birinci grubu düşmanın karşısına gider. Sonra diğer gurub gelir ve imamla namazın
kalanını kılar ve selam verir. Bu son gurub düşmanın karşısına gider ve birinci gurub gelir.
Namazınnı kalanını rıraatsız olarak tamamlar. Çünkü onlar haliktirler. Sonra düşmanın
karşısına geçer.
Ve diğer gurub gelir de namazlarının kalanını kıraatli olarak tamamlar. Çünkü onlar
müsbiktirler. Bu keyfiyet için ibni Ömer’in takdim edilen hadisni delil olarak getirdiler.
Takdim etmişizdir ki, ibni Ömerin hadisi olarak bu keyfiyet sahihayn’in ve diğerlerinin
rivayetinde değildir.
Yine ibni mes’ud’un Ebu Davud’un yanındaki hadisinden takdim etmişizdir ki; diğer
gurub Nebi (s.a.v) ile beraber diğer rekatı kaldığında, kendi kendilerine tamamlarlar.
Böylece iki rekatı peşpeşe yaptılar. Sonra üşmanın karşısına geçtiler. Birinci gruub geldi
de kalan rekatlarını kıldılar. Bu, korku namazı hakkındik dört mezhebin özetidir.
Şerhu’l-Muhezzeb’te Nevevi dediki; en sahih iki veche göre zatü’r-Rika’ namazı, Batn-
Nahl namazından efdaldır. Çünkü o, iki gurub arasında daha adildir. Ve çünkü o, icma’ ile
sahihtir. Şu farz kılanın, nafileyi kılanın arkasında olması husunuda ilmelre ihtilaf ettiler.
İkincisi, Ebu İshak’ın görüşüdür. Her gurub tam olarak cemaatin faziletini elde ettiğinden
dolayı Batn-Nah namazı efdaldır. Bil ki hazarda imam grublardan her biri ile iki rekat kılar.
Seferde birer birer. Çoğunluğa göre akşam namazında birinci ile iki rekat kılar.
Bazıları dediki, akşam namazında birinci ile bir rekat kılar. Bil ki gerçek olan, Zatü’r-Rika’
ğaz vesi Hayber’den sonradır. Yazarlardan pek çok gurub kesin olarak ifade etmiştir ki,
Zatü’r-Rika’ğazvesi, Hayber’den öncedir. Bunun delili; Ebu Musa el-Eş’ari’nin Nebi (s.a.)’e
gelmesinin Hayber’in fethedilmesi sırasında olduğuna dair sahih hadistir. Yanısıra; Ebu
Musa el-Eş’ari’nin zatü’r-Rika’ğazvesine şahit olduğuna dair sahih hadistir.
Sahihinde Buhari dediki:Bana Muhammed b. el-’Ala’ söyledi.
Bize Ebu Same söyledi. Bize Bureyd b. Abdullah, Ebu Burde’den,Ebu Musa (r.a.)’den
söyledi. Dedi ki:“Biz Yemen’de iken Nebi (s.a.v)’in çıkışı bize ulaştı. Ben ve kardeşlerim
muhacir olarak ona doğru çıktık.
Ben en küçükleriyim. Birisi Ebu Burde, diğeri Ebu Ruhm. Kavmimden birkaç kişi mi dedi,
53 mü dedi yoksa 52 adam mı dedi. Bir gemiye bindik. iki gemi Habeşe’deki Necaşi’ye
gitti. Ca’fer b. Ebu Talib ile muvafakat ettik.Hep beraber gelinceye kadar onunla beraber
kaldık. Hayber fethedildğinde Nebi (s.a.v) ile muvafakat ettik.” Bunda, Ebu Musa el-
Eş’ari’nin Hayber’in fethi sırasında geldiği açıklaması vardır.
Yine Buhari demiştir ki:Bize Muhammed b. El’Ala’ söyledi. Bize Usame, Berid ibni Ebu
Burde’den, Ebu Burde’den, EbuMusa’dan aktararak söyledi. Dedi ki:Nebi (s.a.v) ile beraber
ğazvelere çıktık. Biz altı kişiyiz. Aramızda bir deve var, onun ardınca gidiyoruz. Ayaklarımızı
açtık. Bende ayaklakımı açtım da tınraklarım düştü. Ayaklarımıza çaput balardık. Bundan
dolayı Zatü’r-Rika’ğazvesi olarak isimlendirildi. “Bu iki saih hadiste zatü’r-Rika’ın
Hayber’den sonra olduğuna açık delalet vardır. Buhari demiştir ki:⁄Azvetü’r,Rika’ babı. O,
sa’lebeoğullarndan, ğatafan’an ayakkabı tamircisi savaşçının ğazvesidir. Bundan dolayı
Nahl’e indir. VE o, Hayber’den sonradır. Çünkü Ebu Musa Hayber’den sonra geldi. Bunu
sadece şunun için beyan ettik:Hendek ğazvesinde krku namazınnı olmamasında, onun
hazarda meşru’ olmadığına delil yoktur. Zatu’r,Rika’ın Hendek’ten önce olduğu ve korku
namazının Hendek ğazvesi olan Ahzab gazvesinden önce meşru olduğu ve onlar Nebi
(s.a.v)’i ve ashabını meşğul etmelerine rağmen geceye kadar öğle ve ikinci namazında
korku namazını terketmedi. Çünkü o hazarda başlamadı. Aksine greçek şu ki; korku namazı
ancak Hendek’ten sonra başladı. Ahmed el-Bedevi eşşenkıti meğazi hakkındaki şiirinde şu
sözü ile Zatü’r-Rika’ğazvesine işaret etti:
.....................
..............
......
Bu şaire göre; insanların efendisinin oğlu ve ona muvafık olanlara uygun olacak, o
Heyber’den öncedir. Alimlerin, korku namazının keyfiyetlerinden ihtilaf ettiklerinden biri de
Zi kırd namazıdır. Ki o da şudur:Her biri imamla beraber bir rekat kılar ve onu kısaltır. Biz
bunu ibni Abbas’ın Müslim, Ebu Davud, Nesai ve ibni Mace’nin yanındaki ve Huzeyfe’nin
Ebu Davud ve Nesai’deki hadisinden takdim etmişizdir.
Bu keyfiyet Huzeyfe b. el-Yeman’ın kıldığı keyfiyettir.
Tabristan’da Said b. el-As, hanginiz Rasululah (s.a.v) ile bareber korku namazı kıldı,
dediğinde Huzeyfe dediki:Ben onlara, zikretiğimiz gibi namaz kıldırdı. Nitekim Nesai ondan
ve Zeyd b. Sabit’ten çıkardı. Onu Ebu Davud sa’-lebe ibni Zahdem’den rivayet ett. Ki Nesai
onun yoluyla rivayet etti. Ve Ebu Davud’un Sa’lebe ibni Zahdem’den lafzı. Dedi ki, biz
Tabristan’da Said b. el- As ile beraberdik. Ayağa kalkıp dedi ki, hanginiz Rasululah (s.a.v) ile
birlikte korku namazı kıld?Huzeyfe dediki:Ben şu şeklide bir rekat ve şu şeklide bir rekat
kıldırdı ve kaza etmediler.
Ebu Davud dediki:Onu Ubeydullah b. Abdullah ve Mücahid, İbni Abbas’tan, Nebi
(s.a.v)’den ve Abdullah b. Şakki, Ebu Hureyre’den, Nebi (s.a.v)’den ve yezid el-Fakir, Ebu
Musa böyle rivayet etti.
Ebu Davud dediki:Tabiinden bir adam. Bütün olarak el-Eş’ari’de yok. Cabir’den, Nebi
(s.a.v)’den. Bazıları, Şu’beden demiştir. Yezid el-Fakir’in hadisinde, onlar diğer bir rekat
kaza ettilre.Semmak el-Hanefi de ibni Ömerden, Nebi (s.a.v)’den böyle rivayet etti. Zeyd b.
Sabit de onu Nebi (s.a.v)’den rivayet etti. Dedi ki:Guruba birer-birer, Nebi (s.a.v)’e de iki
olarak idi. Ondan lafzıyla aktarım bitti.
Tefsirinde Kurtubi şunları söyledi:Süddi dediki, seferde iki rekat olarak kılsan, otamamdır.
Korkman dışında kısaltma doğru olmaz. Bu ayet, her gurubun bir rekat kılmasını ve üzerine
herhangi bir şey artırmamasını mubah kılıcıdır. İmama da iki rekat olur. Bunun benzeri ibni
Ömer, Cabir b. Abdullah ve Ka’b’tan rivayet edildi. Huzeyfe de Tabris’tanda onu yaptı. Ona
emir said b. el-As bundan sordu. İbni Abbas’tan rivayet edildiğine göre Nebi (s.a.v) Zi kırd
ğaz vesinde bu şekilde her bir gurubla bir rekat kıldı ve kaza etmediler. Cabir b.
Abdullah’tan rivayet edildiğine göre Nebi (s.a.v) Zatür-rika’ ve Sa’leboğulları, gazves:Günü
ashabına böyle kıldırdı. Ebu Hrueyre’nin rivayet ettiğine göre Nebi (s.a.v), Dacnan ile Asfan
arasında böylece ve iki gurubtan herbirine tek rekat ile kısaltma yapma şeklinde namaz
kıldırdı.
Yine ishak dedi k:İmam Ahmed ve ulemanın cumhurundan rivayet edildiğine göre,
korkuda tek rekatı kısaltmak caiz olmaz. Bununla ilgili gelen hadislerden iki açıdan icabet
ettiler.
Birincisi: Bunu rivayet eden sahabenin, ve kaza etmediler şeklinedik sözünden murad
emniyete vardıktan ve korku gittikten sonra korku halinde kıldıkları bu namazı kaza
etmediler. Onda şu faydası olur. Korkan kişi emniyete vardığnıda, emniyet namazı şekline
muhalif olarak kıldığı namazı kaza etmez. Bu görüşün teorik değeri vardır.
İkinci vecihi “Ve kaza etmediler” şeklinde hadisteki sözleri yani, bunurivayet edenin
bilgisinde. Çünkü rivayet ettiğine göre o, bu namazda onların bir rekat kaza ettiklerini
gözleriyle gördü. “kim artırırsa” rivayeti evladır.
Bunu Kurtubi ve ibni Abdu’l-Birr söyledi. Ebu Davud’un yanında, Şu’be yoluyla Cabir’den
olan Yezid el-Fakir’in rivayeti olarak takdim edilen; onlar diğer bir rekat kaza ettiler, ifadeis
ona delalet eder. İsbat eden, nefyedene mukaddemdir. Bu rivayeti, korku namazınnı
keyfiyetlerinde bir tanesi üzerine kısaltılamazlığa dair sahih rivayetlerin çokluu da te’yid
ediyor. Allah Teala en iyi bilendir.
Korku namazınnı keyfiyetlerinen olarak beyanı takdimedilenlerin özeti beştir. Onlarda;
Kur’an’da açık olarak sabit olan NMüsayefe namazı, Batn,Nahl naamazı, Asfan maazı,
Zütur -Rika’ namazı, Zi kırd namazı, Şeyh Ahmed el-MBedevi, eş-Şenkıtı Meğazi hakkındaki
şiirinde şu söü ile zu kıd ğazvesinde işaret etti.
.................
................
...........
...........
Buhari Sahihinde, Zatu Kard ğazvesinin Hayber’den ü gece önce olduğunu kesin olarak
ifade temiştir.Müslim de bunun benzerini sahihinde iyas b Seleme b. El-Ekva’dan,
babasından çıkardı. Dedi ki:⁄azvden Medine’ye döndük. Allah’a andolsun ki Medine’de üç
gece kalmamıştık ki Haybere çıktık. Sahhite olan, Seyre ehlininbuna muhalif olarak
zikrettiğinden daha sabittir. İbni Sa’dın sözü gibi:O Rabiu’l-Evvel’de, Hudeybiye’den altı
sene önce idi. Ve ibni İshak’ın sözü gib:O altı senesinde, şa’banda, Lihyan ğazvesinden bir
gün sonra idi.
İbni Hacer Fethu’l-Bari’de, sahhi hadiste olan ile seyr ehlinin zu Kard’a çıkmanın
tekerrürü şeklinde zikrettiğinin arasını cem’etmeye neyletti.....lüğat ve hadis ehlinin
rivayetinde iki üstün ile. Ötre ile de zikrediyorlar. dolayısıyla üstün yada iki ötre ile. Korku
namazı, zikrettiklerimizden başka keyfiyetler üzere de varid olmuştur.
İbnü’l-Kassar el-Maliki dediki0Nebi (s.a.v) onu, on yerde kıldı.
İbnü’l-Arabi el-Maliki dediki:Nebi (s.a.v)’den onun, korku namazını 24 kez kıldığı rivayet
edildi.
Kaydedicisi dediki, Allah daha iyi bilir ya, görünen şudur:Korku namazı hususunda Nebi
(s.a.v)’den sabit olan keyfiyetlerin efdal olanı, düşmandan korunma ve namaz için ihtiyat
konusunda en beliğ olanıdır.
UYARILAR
Birincisi:Bu korku namazı ayeti cemaatin vücubuna dair delillerin en açık olanlarındandır.
Çünkü bu zor zamanda onu emretmek, onun gerekli bir şey olduğuna açık delildir. Çünkü
gerekli olmasaydı, korku zamanında onu emretmezdi. Zira o açık bir özürdür.
İkincisi:Korku namazı Nebi (s.a.v)’e özgü kılınmaz. Aksine meşruiyeti kıyamet gününe
kadar geçerlidir. O’na (s.a.v) özgü olduğuna dair istidlal Allah Tela’nnı şu sözü iledir:
(Aralarında olupta onlara namaz kaamet ettiğin zaman)geçersiz bir isdidlaldir. Sahabe
ve bütün müslümanlar şu sözünde benzeriin reddi üzerine icma’ etmişlerir: (onlarnı
mallarından, onları temizleycek sadaka al)Nebi (s.a.v)’in aralarında bulunmasının şart
koşulması sadce hükmün beyanı için varid oldu, varlığı için değil. Sözün en açığı
olmasından dolayı onlara, senin fiilinle aıkladı. Nitekim bunu ibnü’l-arabi de şöyle söyledi.
Ebu Yusuf ve el-Müzni, cumhura aykırı düştüler. Hasan b. Ziyda, lü’lui ve ibrahim de onlarnı
dediği gib düşündüler. Buna göre dediler ki:Korku namazı O’ndan (s.a.v) sonra meşru’
olmadı. Şu sözündeki şart mefhumu ile delillendiler:(Aralarında bulunduğu zaman)Onlara;
Nebi (s.a.v)’en sonra sahabenin icma’ı ve Nebi (s.a.v)’in:“Beni namaz kılarken gördüğünüz
gibi namaz kılın” sözü ile cevab verildi. Bu hadisin mantukunun umumu, bu mefhuma
mukaddemdir.
Uyarı:Denilseki:Kararlaştırdığınıza göre; (Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman namazı
kısaltmanızda size bir günah yoktur.)ayeti korku namazı değil, sefer namazı hakkındadır.
Bu taktirde şu sözünde ki mefhumu’şart: (Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman)Bundan
anlaşılıyor ki korku namazı hazarda meşru’olmaz.
Cevab:bu mefhumu ibnü’l-Macişun söyledi. Böylece hazarda korku namazı men’edildi.
Yine bazıları men’i için şununla istidlal ettiler:Nebi (s.a.v) Hendek günü onu kılmadı. Öğle
ve ikindi namazlarını kılamadı da akşamdan sonra onları kaza etti. Ve yeni o (s.a.v) onu
sadece seferde kıldı.
Ulemanın cumhuruna göre, o hazarda da kılınır. Şartında mefhumu muhalifinin
olmadığını kabul etitler, genelde olduğundan dolayı. Yada o hükmünü açıklayarak vaki’
olan bir hadise hakkında indiğinden dolayı.
Mücahid’den rivayet edildiğine göre, dediki:Nebi (s.a.v) ashabına rüküsü ve sücuduyla
tam bir namaz kıldırdı. Müşrikler, metalarını ve yüklerini tağyir etmeyi tasarladılar.
Derken (yağmur)yağdı. Bu hadise, onlar yeryüzünde dolaşan yolcular iken vaki’oldu.
usulde kaidedir:Mefhumu muhalife itibar etmenin engellerinden biride vaki’hadise üzerin
inen olmasıdır. Bundan dolayı şu sözündeki mefhumu muhalife itibar edilmedi:(Korunmak
isterlerse)Şu sözündekine de itibar edilmedi:(Mü’minler, mü’minleri bırakıp ta kafirleri veli
edinmesinler.)Çünkü her ikisi, vaki’ bir hadiseden dolayı indi:
Birincisi:ibni Ebi Cuvareyh’in zinaya zorlaması hakkında indi. Kadınlar da bundan
korunmak istiyorlardı.
İkincisi:Ensar’dan bir gurub hakkında indi. Mü’minleri bırakıp Yahudileri veli edindiler.
Bunun üzerine Kur’an onlardan her biri hakkında, kendisi ile tahsis murad etmeksizin
vaki’şekilden nehyedici olarak indi. Mehfumu muhaifin itibarının engellerinin sayısı
hakkında Meraki buna şu sözü ile işaret etti:
.......
Nebi (s.a.v)’in hendek günü onun kılmamış olmasına icabet ettiler:
Bu, korku namazının nüzülünden önce idi. Nitekim onu Nesa,i ibni Hibban ve Şafii
rivayet etti. Bununla da şu görüşün sıhhıtli olmadığını öğreniyorsun:Nebi (s.a.v)’in
kendisinde korku namazı kıldığı zatü’r-Rika’ğazvesi Hendek’ten önce idi. Onu sadece
seferde kılmasına şöyle icabet ettiler:Çünkü korku namazına nisbetle sefer toplu bir vasıftır.
Onun illeti de sefer değil, korkudur.
Dolayısıyla, açık olduğu üzere, korkunun olduğu yerde hükmü de vardır.
Bir nükte:Denilse ki; niçin korku namazınnı şekillerinden her bir şekil, öncesi için
neshedici olmuyor?Çünkü onlar en yeni ile amel ederlerdi. Cevab iki açıdandır.
Birincisi: Daha önce geçen, düşmanı bazan kıble cihetinde, bazan de başka cihetlerde
olmalarından dolayı. Ve açık olduğu üzere, her bir durumda, ona uygun şekil uygulanır.
İkincisi:ibni Hacib, Rabveni ve diğerleri gibi bazı usulcülerin tahkik ettiğine göre;
Fiiller kendi aralarnıda asla çelişmezler. Çünkü fiil dışarıya külliyen çıkmaz ki diğer bir
fiille çelişsin. Fiil dışarıya şahsi olarak çıkar. Dolayısıyla aki’fiil için keisi ile diğerleri arasında
müşterek miktar yoktur. Dolayısıyla fiilin bir vakitte vacib, diğer bir vakitte aykırısı olark
vaki olması caizdir. Dolayısıyla aynı ibadetin şeklinde iki farklı fiilin caiz olmasına herhangi
bir engel yoktur. Bunu es-Suud, Meraki’de şu sözü ile akdetti:
................
Bu ayeti kerimedek iAllah’ın: (İnkar edenlerin size zarar vermes)sözünün manası:Size
kötülük dokundururlar. Bunun dörtlülerin kısaltılması olduğu görüşüne dair bu ayeti kerime
ilgili tali meseleler vardır. Nitekim Müslim, Ahmed ve sünen sahiblerinin yanındaki Ya’la b.
Ümeyye’nin Ömer b. Hattab’tan, Nebi (s.a.v)’den olan hadisinden anlaşılıyor. Daha nöcede
geçmişti.
Birinci Alt Dal:Alimler, seferde rötlülerin kısaltılmasının meşruyet:Üzerine icma’ ettiler,
aykırı düşüp şöyle diyenlerin hilafızan olarak:Hac ve umrenin dışında kasr olmaz. Ve şöyle
diyen:Korkuda olmak dışında kasr yoktur. Ve şöyle diyen:Sadece taat seferinde kasr vardır.
Bunlar, ilim ehlinin yanında güvenilmez görüşlerdir. Seferde tamamlamak konusnda alimler
ihtilaf ettiler; caiz olur mu, olmaz mı?Bazı alimlere göre seferde kasr, vacibtir.
Bu görüşte olanlar:Ebu Hanife’dir. ki oda Ali, ömer ve ibni Ömer’in sözüdür. İbni Abbas
ve Camir’den de rivayet edilir. Sevri de bu görüştedir. Hattabi. Me’alim’de bunu pek çok
selef alimine ve büyükken fakihine ayandırdı. Onu Ali, Ömer, ibni Ömer, ibni Abbas, Ömer
b. Abdulaziz, Katade ve Hasan’a nisbet etti. Dedi ki:Hammad b. Ebu Süleyman
dediki0Seferde dört olarak kılan, iade eder. Şevkani’nin nakli vasıtasıyla ondan aktarım
bitti. Kasrın vacibliği olan bu görüşün delili,
Aişe’den, ibni Abbas’tan ve Ömer’den takdim ettiğimiz hadislerdir ki onlara göre, namaz
iki rekat olarak farz edildi. Sefer namazı olduğu gibi kaldı, hazar namazı arttı. Bunların delili
açıktır. İlim ehlinden bir gruba göre, oruç tutmak ve iftar etmek caiz olduğu gibi
tamamlamak ve kasr da caizdir. Ne var ki onlar tamamlamanın ve kasrın hangisininefdal
olduğu hususunda ihtilaf ettiler. osman b. Affan, Sa’d b. Ebu Vakkas ve ‘Aişe (r.a) bu
görüşteler.
Şerhu’l-Mühezzeb’te Nevevi dedi ki, Abderi de bunlardan-yani zikrettiklerimizden
-aktardı. İbni Mes’ud, ibni Ömer, ibni Abbas, Hasan el,Basri, Malik, Ahmed, Ebu Sevr ve
Davud’dan aktardı. Bu çoğu alimin görüşüdür. Beyhaki, süleyman el-Farisi’den sahabeden
on iki kişi hakkında rivayet etti. Ve Enes’ten, Musevver b. Muhrime, Abdurrahman b. Esved,
ibnü’l-Müseyyib, Ebu Kalabe..Bu görüşün sahibleri bazı durumları delil getirdiler.
Birincisi: Allah’ın sözü:(Namazı kısaltmanızda sie bir günah yoktur.)
Çünkü günahın kaldırıldığını ifade etmek, lüzümsuzluğa delildir.
İkinci Durum: Ya’la b. Umeyye’nin Ömer b. Hattab4tan olan hadisinde takdim
ettiğimizdir. ki buna göre Nebi (s.a.v) Seferde kasr hakkıda dediki:“Allah’ın size tasadduk
ettiği bir sadakadır.” Onun sadaka ve tahfif olamıs lüzümsuzluğuna delalet eder (Vacib-
lazım değildir.)
Üçüncü Durum:Nesai, Beyhaki ve Darekutni’nin Aişe’den rivayet ediğine kasr etti. Aişe
ise oruç tutup namazı tam olarak kıldı. O’na (s.a.v) bunu haber verdi. Ona dediki:İyi ettin.
Şerhü’l-Mühezzeb’te Nevevi dedi ki:Bu hadisi Nesai, Darekutni ve Beyhaki hasen ya da
sahih bir isnadla rivayet etti. Dediki:Beyhaki de Sünen’i Kübra’da söledi.
Darekutni dediki, isnadı hasendir. Ma’rifetü’s-Sünen ve’l-Asar’da dediki, o, sahih bir
isnaddır.
Kaydedicisi dedi ki, bu hadiste, gelenin Aişe’nin mezkur umresinin Ramazanda olduğu
şeklinde sahih olmadığı açıktır. Çünkü sahih rivayetlerle sabittir ki:Nebi (s.a.v),
Ramazan’da hiç umre yapmadı. Çünkü o sadece dört umre yaptı:
Birincisi:altı yılında müşriklerin kedisini Beytu’l-Haram’dan çevirdikleri Hudeybiye
umresi.
İkincisi0Hudeybiye’de barış akdinin üzerine vaki’olduğu kaza umresi. o da yedi yılınd.
Üçüncüsü:Sekiz yılında Mekke’nin ethinden sonraki Cu’rane umresi sahih rivayetlere ve
icma’a göre bütün bu üç umre zi’l-Ka’de ayındadır.
Dördüncüsü:Veda’ hacındaki haccı ile beraber umresi. Nesai’nin rivyetinde mekur
umrenin Ramazan’da olduğu yoktur. Lafzı da şudur:
Bana Ahmed b. Yahya es-Süfi haber verdi. Dediki, bize Ebu Naim söyledi Dedi ki:El-Ala’b.
Züheyr el-Ezdi söyledi. Dediki:Bize Abdurrahman b. Esved, Aişe’den aktardı. “, Rasuulah
(s.a.v) ile birlikte Medine’den Mekke’ye umre etti. Mekke’ye geldiğinde Aişe dediki:“Ey
Allah’ın rasulu, anam-babam aşkına. Ben tamamladım, sen kasrettin. Ben oruç tuttum, sen
tutmadın. Dedi ki:Aişe’den rivayet edildiğine göre, nebi (s.a.v) seferde kasr eder,
tamamlar, oruç tutar ve tutmazdı.
Şerhu’l-Muhezzeb’te Nevevi dediki:Bunu Darekutni, beyhaki ve diğerleri rivayet etti.
Beyhaki dediki:Darekutni dediki, isnadı sahihtir. Onu ibni Hacer Telhis’te ...lafzı ile
zabtetti. Faili,Nebi (s.a.v) zamiridir. Ve...lafzı ile yazdı. Faili, Aişe’ye dönen zamirdir Böyelce
birinci hadisin manasında olur. Fakat hadisin bazı rivayetlerinde Nebi (s.a.v) için mezkur
tamamlama isnadı açıklaması ile geldi.
Beyhaki dedik:Bize Ebu Bekir b. haris el-Fakih haber verdi.
Bize Ali b. Ömer el-Hafız bildirdi. Bize el-Mahalli söyledi. Bize Said b. Muhammed b.
Suvvab söyledi. Bize ebu Asım söyledi. Bize Ömer b. Said, Ata b. Ebu Rabah’tan, Aişe’den
söylediğine göre Nebi (s.a.v) namazda kasrederdi, tamamlardı. Oruç tutar, iftar ederdi. Ali
dediki0Bu sahih bir isnaddır. Ondan aktarım bitti.
Beyhaki dediki:Onun; Delhem b. Salih, muğire b. Ziyad ve Talha b. amr’ın hadisinden bi
şahidi vardır. Hepsi zayıftır.
Beşincisi:Alimler şunun üzerinde icma’ettiler:Seferi olan mukim olana uyduğunda,
tamamlamak gerekir. Eğer vacib olsaydı kesinlikle dört rekatlı namaz imamın arkasında
caiz olmazdı.
Bu görüşün sahibleri Ömer, Aişe ve ibni Abbas’ın hadisin işöyle ceablandırdılar:Sefer
namazının iki rekat omasından murad, yani; Bunu isteyen için. Ömer’in hdaisteki,
kısaltmasız tamdır, sözünüde şöyle cevablandırdılra:Onun manası, namaz ecir olarak
tamdır. Bunu Ne vevi söyledi. teessüfedilmesi gerekir. Birinci görüşün sahibleri
bunlarındelillerini cevablandırdılar, dediler ki:Allah Teala’nın: (Namazı kısaltmanızda size
bir günah yoktur.)sözü, takdi ettiğimiz gibi, korku namazı hakkındadır. Dolayısıyla onda
dörtlülerin kasrına dair delil yoktur. Dediler ki:O’nun, dörtlülerin kasrı hakkında olduğunu
kabul etsek bile, (size günah yoktur) lafzı ile ta’bir tmek; benzeri olan Allah Teala’nın:
(Muhakkak ki safa ile Merve Allah’ın şiarlarındandır)sözünde itiraf ettiğiniz gibi, vücub ile
çelişmez. Dolayısıyla kim evi hac eder yada umre ederse, ikinisin tavaf etmesine bir günah
yoktur. Çünkü cumhura göre sa’y farzdır. dolayısıyla söz konusu ifade, hadisteki şu özü ile
çelişmez:“Allah’ın size tasadduk ettiği bir sadakasıdır.” Bu, Nebi (s.a.v)’in şu sözünde onu
kabul etmesiyle ilgili emirle çelişmez:(Onun sadakasını kabul edin” Emir, vücubu
gerektiriyor. Dolayısıyla Nebi (s.a.v)’İn:Onu kabul edin” sözüne rağmen onu kabul
etmemek bize düşmez. Üçüncü ve dördüncüyü şöyle cevablandırdılar:Aişe’nin mezkur iki
hadisinden biri sahih olmaz.
Bunun sıhhatsizliğine dair, Sahhi’te urve’densabit olanla istidlal ettiler. Ki buna göre
Aişe, tamamlaması hususunda yorum yaptı, osman yorum yapmadı. onun yanında bu
konuda nebi (s.a.v)’den bir rivayet olsayı, Urve onun hakkında, onun yorum yaptığını
söylemezdi:
Allame ibnü’l-Kayyim Zadü’l-Mead’da şunları söyledi:Şeyhu’l,İslam ibni Teymiye’yi şöyle
derken işittim. Bu hadis, Aişe’ye yalanlamadır. Ne Aişe nede sair sahabe, nebi (s.a.v)’in
hilafına namaz kılacak değildir. Aişe, onların kasrettiklerini görüyor sonra kendisi, gereği
olmaksızn tek başına tamamlıyor. Nasıl olur, oysa o şöyle diyendir:Namaz ikişer-ikişer
olarak farz kılındı. Hazar namazı arttı, sefer namazı olduğu gibi kaldı. Onun; Allah’ın
farzettiğini artırdığı e Rasululah ve ashabına muhalefet ettiği nasıl zannedilir.
Zühri, Hişam b. Urve’ye, babasndan, Aişe’den, bo kunda duyduklarını söyledi. Aişe’ni
durumu ne idi ki namazı tamamlıyordu. Dediki:Osman’ın yorumladığı gibi yorumladı. Zira
Nebi (s.a.v) onun fiilini övmüş o da o fiiline devam etmişti. O zaman te’vil için herhai vecih
yoktur. Bu takdire göre onun tamamlamasınnı te’vile izafe edilmesi sahih olmaz. İbni
Ömer’in haber verdiğine göre ne rasululah (s.a.v), ne Ebu Bekir ne de Ömer seferde ikiden
fazla artırmadı. Aişe’den mi şüpheleniyor yoksa Aişe’nin kasr ettiklerini gördüğü
mü’minlerin muhalefetinden mi.Nebi (sa.v)’in vefatından sonra da Aişe tamamladı,
Osman’ın tamamladığı gibi. ikiside bir çeşit te’vil yaptılar. Delil de rivayetlerindedir,
başkasnın kendisine muhalefetine rağmen onlardan birinin te’vilinde deği. Ondan amaç
noktasında lafzı ile aktarım bitti.
Kaydedecisi dediki, vefatından sonra Nebi (s.a.v)’e muhalefetini itiraf etmesine rağmen
Aişe’nin Nebi (s.a.v)’e hayatta iken muhalefetinin imkansızlığına gelince, bu vefatından
sonra o’na muhalefetin kolay olduğunu vehmetmektir. Şüphesiz ki, hayatında o’nun (s.a.v)
muhalefetinden men’, vefatından sonra da geçerlidir. Elbette ki hidayet olarak getirdiği
herhangi bir şeye muhalefet etmek, kıyamet gününe kadar helal olmaz, ne fiili, ne sözlü
nede takriri olarak.
Aişe’nin, Rasulullah (s.a.v)’in hidayetine ictihadla muhlefet ettiğine dair hiçbir belirti
yok. Onun tevil ettiğini söyleyenin rivayeit, o’nun bu kondua herhangi bir şey olrak Nebi
(s.a.v)’den olan rivayetinin nefyini gerektiriyor. Mezkur hadiste Aişe’nin O’ndan bunu
rivayet ettiğine dair isbat var. İsbat eden, nefyedene mukaddemdir. bununla da, daha nöce
geçtiği gibi, bazılarının hasen, bazılarının da sahih gördüğü hadis desteklemiyor.
Gerçek şu ki nesai’nin takdim edilen bu hadisin kendisiyle rivayet senedi edildiği
sahihtir. İbni Hibban’n, içinde Ala’ b. Züheyr el-Ezdi olduğu gerekçesi ile onu illetli görmesi,
onun hakkında dedik:O sika olanlardan, isbat hadisine benzemeyeni rivayet ediyor.
Dolayısıyla onunla edlil getirme batl oldu. Mezkur Ala’nın sika olduğu merduddur. Nitekim
ibni Hacer Takrib’te bunu söyledi, başkaları da. Bazılarının; Abdurrahman b. Esved’in
Aişe’ye yetişmediği gerekçesiyle onu illetli görmeleri, Aişe’ye yetiştiği gerekçesiyle
merduddur.
Darekutni ve Abdurrahman dediki:Aişe’ye yetişti de delikanlı iken yanına girdi.
Tahavi’nin Abdurrahman’dan zikrettiğine göre o, izin istedikten sonra, delikanlı iken
Aişe’nin yanına girdi. Kemal’in sahibine göre o, Aişe’den duydu. Onun tarihinde Buhari ve
ibni Ebu şeybe, buna şahid olacakları zikretti. İbin Hacer de bunu söyledi ve mezkur
hadisin illetli olduğu görüşünü zayıf buldu. Çünkü bazı raviler Abdurrahman b. Esved’den
babasından, Aişe’den söylüyorlar. Bazılarıda Abdurrahman b. Evved’den, Aişe’den” diyenin
rivayetinin doğru olduğu da merduddur.
Beyhaki iki rivayetin isnadlarını öne sürdükten sonra dedi ki; Ebu Bekir en-Nisaburi
dediki:Böylece Ebu Naim dediki, Abdurrahman’dan Aişeden. Bu hadiste”babasından”
diyen, hata etmiştir. Aktarım bitti.
Açık olan, bu hadisin sübutudur. ki o da, seferde dörtlülerin tamamlanmasını
men’etmeyenleri güçlendiriyor. Ki onlarda alimlerin ekserisidir.
İmam malik b. Enes’e göre seferde dörtlülerin kasrı sünnettir, tamamlayan, aynı vakitte
iade eder. Çünkü Nebi (s..av)’in seferlerinde kasra gayret etitği sabittir.
Ebu Bekir, Ömer ve Osman da , mina günleri dışında, böyle idiler. Malik, zikrettiğimiz
delilerden ötürü tamamlamayı men’etmedi. Gerçek ilim Allah Teala’nın katındadır.
İkinci Alt Dal:Alimler, kendisinde namazın kısaltılacağı mesafenin tahdidi hususunda
ihtilaf etti. Malik, Şafii e Ahmed dediki: O, dört beriddir. Bir berid, dört fersahtır. Bir fersah,
üç mildir. Zaman olarak yaklaşık değeri, ortalama gidişle iki günlük yolculuktur. onların
yanında, milin miktarındaki ihtilaf bilinir. Bu görüşü savunan, Malik’in ibni Şihab’tan, Salim
b. Abdullah4tan, babasından rivayet ettiği ile istidlal etti. Ki buna göre o, rim’e kadar bindi
ve bu gidişinde de namazı kasretti.
Malik dedi ki:Bu, dört berid kadardır. Rim, bir yerdir. Medine’nin bazı şairleri dedilerki:
..............
Ve Malik’in Nafi’den, Salim b. Abdullah’tan rivayet ettiği ile de istidlal ettiler. Ki buna
göre Abdullah b. Ömer, Zatü’n-Nasba’a kadar gitti. Bu gidişinde de namazı kasretti.
Malik dedi ki:Zatü’n-Salim b. Abdullah’tan rivayet ettiği ile de istidlal ettiler. Ki buna göre
Abdullah b. Ömer Zatü’n-Nasab’a kadar gitti. Bu gidişinde de namazı kasretti.
Malik dediki:Zatü’n,Nasab ile Medine’nin arası dört beriddir. Malik’i dediğine göre
kedisine, Abdullah b. Abbas’ın Mekke -Taif, Mekke -Asfan, Mekke cidde gibi yerlerin
arasında namazı kasrettiği ulaştı.
Malik dediki:Bu dört beriddir ve bu bana, namazın kendisinde kısaltıldığını en sevimli
olanıdır. Malik’in Nafi’den rivayet ettiğine göre o, ibni Ömer el-Berid ile yolculuk ederdi de
numazaı kısaltazdı. Bütün bu mezkur eserler Muvatta’dadır. Bu görüşte, olanlar,
kendilerinden zikrettiğimiz gibi, İbni Ömer ve ibni Abbas’tır.
Buhari, Sahihinde dediki; ibni Ömer ve ibni Abbas, dört beridde kasreder, oruç
tutmazlardı. Ki o da 16 fersahtır. Aktarım bitti. Hasan Basri, Zuhri, Leys b. Sa’d, ishak ve
Ebu sevr de bu görüşteler. Bunu onlaradn Ne’vevi nakletti.
İlim ehlinden bir grubua göre üç günlük mesafeden daha az olanda kasr caiz olmaz. Ebu
Hanife bu görüştedir. Bu Abdullah b. Mesud, Suveyd b. ⁄ufle, Şa’bi, Naha’i, hasan b. Salih
ve Sevri’nin de görüşüdür. Yine Ebu Hanife’den iki gün ve üçün fazlası. bu görüşün
saihbleri delil olarak ibni Ömer’in ve Ebu Said’in sahihteki hadislerini gösterdiler. Ki buna
göre Nebi (s.a.v) dediki0“kadın, yanında mahremi olmaksızın üç gün yolculuk yapmaz.” Ve
şu hadisle” Seferinin mest üzerine mesh süresi üç gün üç gecedir.” Bu son hdaisi delil
göstermenin vechi şudur:Her seferi olana üç günlük mesh meşru’dur. Bu konuda
genelleştirme sahih olmaz. ancak seferin en az müddeli olan ü günü takdir etmesi hariç.
Çünkü bundan az bir müddet ile takdir edildiğinde, müddetinin tamamlanması mümkün
olmaz.
Bana göre iki hadisle istidlal doğru değildir. Çünkü birinci hadisten murad:Mahremi ile
bareber olmak dışında kadına üç günlük mesafe yolculuk yapması helal olmaz. Bu, sefer
olarak isimlendirilenin en azının tahdidine delalet emze. Şu da buna delelat ediyor:Bazı
sahi rivayetlerde varid olduğuna göre kadın, yanında kocası yada mahremi omaksızın iki
gün yolculuk yapmaz.
Bazı sahih rivayetlerde “Allah’a ve ahiret gününe iman etmiş bir kadına, yanında
mahremi olmaksızın bir gün bir gece mesafe yolculuk etmesi helal olmaz. “Müslim’in
rivayetinde bir günlük mesafe, bir rivayetinde de bir gece. Ebu Davud’un rivayetinde, “Bir
berid yolculuk etmez.” Bunu hakim rivayet etti de, isnadı sahihtir, dedi.
Süneni Kübra’da Beyhaki dediki: Üç, iki ve bir gün hakkındaki bu rivayet sahihtir. Sanki
Nebi (s.a.v)’e “Mahremi olmaksızın üç gün yolculuk eden kadın hakkında sorulduda, olmaz,
dedi. Mahremsiz iki gün yolculuk etmesinden soruldu. olmaz, dedi. Bir gün olarak
sorulduda, olmaz, dedi.”
Onlardan her biri, hıfz ettiğini eda etti. Bu sayılardan hiç biri sefer için sınır olmaz.
Ondan lafzıla akarım bitti.
Bundan anlaşılıyor ki gördüğün gibi en azına dair hadisle istidlal çok yönlüdür. Özellikle
de, daha önce geçtiği gibi, ibni Ömer ona muhalefet etti. Hanefiyede kaidedir:Önemli olan
rivayet edilen değil, sahabenin görüşüdür.
seferinin mesh müddetinin üç gün üç gece olduğu şeklindeki hadisle istidlale gelince, o
da çok yönlüdür. Çünkü üç günden önce seferi biterse mukim olru, ve ondan sefer ismi zail
olur. Hadiste de üç gün yolculuk etmesi gerektiği ifadesi yoktur. Akisen hadisini ifade
ettiğinin amacı şudur: Mest üzerine mesh yapma hususunda misafirin ü günlük müddeti
var. Eğer üç günü yolcu olarak geçirirse, böyledir. eğer ondan önce seferini tamamlarsa,
yolcu olmaz. Bunda herhangi bir problem yoktur. İlim ehlinden bir gruba göre:Tam gün
yolculukta kasr caizdir. Evzai ve İbnü’l-Münzir bu görüşte. bunada bazı sahih rivayetlerde
takdim edileni delil olarak gösterdiler. Ki buna göre Nebi (s.a.v), bir günlük mesafeye
“sefer” ismini verdi. Kasrın sebebi de seferdir. Ve malik’in Muvatta’da ibni Şihab’tan, Salim
b. Abdullah’tan rivayet ettiğini de delil olarak gösterdiler. Ki buna göre Abdullah ibni Ömer,
tam gün mesafede namazı kasr ederdi. Açıktırki Buhari’ye göre o, bir gün-bir gecedir.
Çünkü o; namazı ne kadar kısaltır kısmı, dedi. nebi (s.a.v) de seferi, bir gün,bir gece olarak
isimlendirdi. Çünkü Buhari’nin bu şekildeki söz dizimi, açık olduğu üzere, ona göre kasrın
sebebinin bu olduğuna delalet ediyor.
Bazı alimleri göre kısa ve uzun seferde kasr caizdir. Davud ez-Zahiri bu görüştedir. Bazı
ilim ehli ondan şunu söyledi; O, şehrin dışındaki bostana bile gitse, kısaltır. Bu görüşün
sahibleri delil olarak şunu gösterdiler:Kitab ve sünnet, mesafe ile kayıtlı kılmaksızın kasrın
caiz olduğunu söyledi. Ve Müslim’in sahihinde Yahya b. Yezid el-Henai’den rivayet
ettiğinide delil olarak gösterdiler. Dediki :Enes b. Malik’e namazın kasrı hakkında sordum.
dediki:
Nebi (s.a.v) üç mil yada üç fersah yolculuğa çıktığı zaman iki rekat olrak namaz kılardı.
Bu Müslim’in lafzıdır. Ve iyen Müslim’in Sahih’te cubeyr b. Nufeyl’de rivayet ettiğini delil
olarak gösterdiler.
Dediki :Şurabbil ile beraber 17-18 mil dolalarnda bir köye gittim. İki rekat olarak namaz
kıldı. Ona sordum. Dedi ki: Ömer’in Zü’l-Huleyfe’de iki rekat olarak kıldığını gördüm ve ona
sordum. dedi ki:Ben ancak Nebi (s.a.v)’in yaptığını gördüğüm şeyi yaparım. Cumhur
açısından da, müslim’in mezkur iki hadisinde herhangi bir delil omdaığı şeklide
cevaplandırıldı.Çünkü onlardan murady, onlarda zikredilen bu mesafenin, seferin amacı
olması değildir. Akisne onun manası şudur:Üç mil uzaklıkta uzun bir yolculuk yaptığında,
kısaltırdı. Çümkü açıktır ki nebi (s.a.v), namaz vakti girdiğinde onu kılmadan sefere
çıkmazdı. Medine’den uzaklaşmadan da diğer namazın vakti olmazdı. Şurahbil’in mezkur
hadiside böyledir. Onun, ömer (r.a) Zü’l-Huley’fede iken iki rekat olarak kıldı, sözü Enes’in
hadisinde zikrettiğimize hamledilmiştir. O da şudur:O Mekke’ye yada başka bir yere doğru
yolcu idi. Zü’l-Huleyfe’den geçerken namaz vakti girdi. Bunun üzerine iki rekat kıldı. Zü’l-
Huleyfe, oun seferinin ğayesi değidir. Bunu Nevevi ve başkaları söyledi. Ve bu anılmaya
değerdir. Nevevi’nin de kesin olarak dile getirdiği gibi, Nebi (s.a.v)’den iki merhame dışında
açık olara kasr nakledilmedir.
Kaydedicisi dediki, ibni Hacer dediki:Said mansür, Ebu said’den rivayet etti. Dedi
ki:“Rasululah (s.a.v) bir fersah yolculuk yaptığı zaman namazı kasr ederdi ve buna karşı
susardı.” Eğer sahih ise bu, kısa mesafeden namazın kasri konusunda, Müslim’in takdim
edilen iki hadisinin delaletinden, açıklık olarak daha kaviydir.
Kaydedicisi dediki, bu zikrettiğimiz kasrın mesafesinin tahdidinde alimlerin sözlerinin
özetidir. Açıktır ki,onun tahdidinde açık bir nass yoktur. Bunda yirmi dolaylarına görüş
olarak ihtilaf edildi. Beyhaki, Darekutni ve Taberaninin ibni Abbas’tan, Nebi (s.av)’den
rivayet ettiğine göre, o dedi ki:Ey Mekkeliler, dört beriden daha az olanında kasretmeyin.
Bu zayıftır. Çünkü isnadında abdulvahan ibni mücahid var. O da metruktur. Sevri, onu
yalanladı.
El-Ezdi dediki:ondan rivayet etmek helal olmaz. Onun ravisi ismail b. iyas ve onnu
şamlılardan olan rivayetinden başkası zayıftır. Mezkur Abdulah ahab Şam’lı değil,
Hicaz’lıdır. bu hadis hakkında sahih olan onnu, ibni abas üzere mevkuf olduğudur Bunu
şafii ondan sahih bir isnadla rivayet etti. mailk de Muvatta’da ondan belig bir şekilde
rivayet etti.
Açıktır ki, mesafenin tahdidindeki ihtilaf, hedein gerçekleşmesi konusundaki ihtilaf
çeşitlerindendir. arab lüğatında sefer olarak isimlendirilen her şeyde kasr caizdir. Çünkü
nassalrın zahiri budur. Hiç kimse de beldeden mutlak olarak çıkışın sefer olarak
isimlendirilmediğine dair bir nakil getirmedi. Neb (s.a.v), Kuba’a, Uhud’a çıkardı da namazı
kasretmezdi. Müslim’en taktim ettiğimiz iki hadis muhtemeldir. Said b. Mansur’un takdim
edilen hadisinin sahih olup olmadığını bilmiyoruz. Sahhi olsaydı, uzun ve kısa mesafede
namazın kasri konusunda güçlü bir delil olurdu. Mekkelilerin Nebi (s.a.v) ile beraber ve’de
haccında namazı kasretmeleri, bazı alimlerin yanında uzun olmayan mesafede kasr
hususunda delildir. Bazılarıda derler ki:Müzdelife, Mina ve Arafat’ta kasr, haccın
menasikindendir. Allah Teal’a en iyi bilendir.
Kaydedicisi dediki, delil olarak ban göre en güçlü görüş şudur:
Kısa bile olsa, sefer olarak isimlendirilen her şeyde namaz kasredilir. Gerekçesi; naslarda
seferin söylenmiş olması, Müslim’in takdim edilen iki hadisi, said b. Mansur’un hadisi. İbni
ebi Şeybe Veki’den, Mus’irden, Muharib’den rivayet etti. İbni Ömerin şöyle dediğini işittim:
“Gündüzden bir saat yolculuk ederim de kasderedim”
Sevri dediki0Cebele b. Sahim’(den)duydum. İbni Ömer’i şöyle derken işittim: “Bir mil
bile çıkarsam, namazı kasrederim”
Fetih’te ibni Hacer dediki:Onların her ikisinin isnadı sahihtir. Aktarım bitti. Gerçek ilim
Allah teala’nın katındadır.
Üçüncü Alt Dal:Yolcu, kasra; beldesinin tümünden çıktığı gerekçesiyle, beldesinin
evlerini geçtiğinde başlar. Sefere niyet ettiğinde, einde kasr etmez. Beldesinin ortasındada.
Bu; dört imam ve büyükken fakihlerinin çoğu dahil, ulemanın cumhurunun görüşdür. Nebi
(s.a.v)’in, Zü’l-Huleyfe’de kasrettiği sabit olmuştur. Malik’e göre eğer beldede meskün
bahçeler varsa onların hükmü, bebdelin hükmüdür. Geçinceye kadar kasredilmez.
Beldeden çıkıncaya kadar kasredilmez hussuna dair alimler şununla istidlal ettiler:Kasrın
şartı, yeryüzünde seyahate çıkmaktır. Beldeden çıkan, yeryüzünde sayahete çıkmıştır. Bazı
ilim ehline göre, eğer sefer irade etmişse, evinde bile olsa kasreder. İbnü’l-Menzir’in Haris
b. Ebu Rebia’dan zikrettiğine gre o, bir sefere niyetlendi de onlara, evinde iki rekat olarak
namaz kıldırdı. Aralarnıda Esved b. Yezid ve ibni Mes’üd’un birden fazla arkadaşı vardı.
Dediki:Onun manasını Ata’ ve Süleyman b.Musa’dan rivayet ettik. dediki, Mücahid
dediki:Yolcu, gece oluncaya kadar, gündüz kasretmez. Eğer gce çıkmışsa, gündüz oluncaya
kadar, gündüz kasretmez. Eğer gece çıkmışsa, gündüz oluncaya kadar kasredemez.
Ata’dan o dedi ki:Evinin duvarlarını geçince kasredilebilir.
Nevevi dediki:Bu iki mezheb fasiddir. Mücahid’in mezhebi; Medine’den çıktığı sırada,
Zü’l-Huleyfe’de iken Nebi (s.a.v)’in kasrettiği hususundaki sahih hadislerle çelişiktir. Ata’nın
mezhebi ve ona uygn olan, sefer ile çelişiktir. Ondan aktarım bitti. Gördüğün gibi bu açıktır.
Dördüncü Alt Dal:Alimler; yolcunun, kendisine tamamlamayı gerektiren ikamet
müddetinin mikatrı hakkında ihtilaf etti. Malik, Şafii, Ebu Sevr ve Ahmed’in iki rivayetten
birine dayanarak vardıkları sonuca göre o, dört gündür.
Şafiiye derler ki:Bunda giriş ve çıkış günü sayılmaz. Malik derki:Dört gün ikamet etmeye
niyetlendiğinde tamamlaması sahihtir.
Atabiye’de ibnü’l-Kasım dedi ki:Girdiği gün ilğa edilir, sayılmaz. Ahmed’den meşhur
rivayete göre, 21 namazı geçenlerde kasredilir.
Ebu Hanife dediki:O yarım aydır.Onun dört gün olduuunu söyleyenlerin delili şudur:Ala’
b. el-Hadremi’nin hadisi olarak sahihte sabit olduğuna göre o, nebi (s.a.v)’in şöyle dediğini
işitti:“Muhcair, ilk zamandan sonra, Mekke’de üç gece kalır.” Bu, Müslim’in lafzıdır. ondan
bir rivayetinde “Muhacir, nusukunu bitirdikten sonra, Mekkede üç gece ikamet edir.”Onu,
Buhari Menakıb’ta, yine Ala’ b.el-Hadremi’den, şu lafızla çıkardı. Rasululah (s.a.v) dediki:
“ilk zamandan sonra muhacire üç vardır.”
Ondan aktarım bitti. Dediler ki, Nebi (s.a.v)’in muhacirlere üç günlük izni, o kadar ikamet
edenin sefer hükmünde olacağına delalet ediyor. Bunu geçeninde mukim olacağı ve
tamamlaması gerektiğine ve Malik’in Muvatta’da, sahih bir senedle ömer b. Hattab’dan
(r.a) çıkardığı ile de istidlal ettiler. Ki buna göre o, Yahudileri Hicaz’dan kovdu. Sonra
onlardan tacir olarak gelenin üç gün ikamet etmesine izin verdi. Muhadan tacir olara
gelenin üç gün ikamet etmesine izin verdi. Mahulif açısından tacir olarak gelenin üç gün
ikamet etmesine izin verdi. Muhalif açısından bu delil şöyle cevablandırıldı:Nebi (s.a.v)’in
onlara üç günde ruhsat ermesi kendisini, ihtiyaçlarnı karşılama ve sefer için durumlarını
hazırlama müddeti olrak tahminindendir. Ömerin yahudilere üç gün ikametteki ruhsatı da
bu şekildedir. Mezkur istidlal anılmaya değerdir. Çünkü o kıyasla destekleniyor.Çünkü kasr,
seferin meşakkatinin tahfifi için meşru’kılındı. Dört günü ikame etmek kişiden sefer
meşakatinin gitme tahmin müddetidir. İmam Ahmed, 21 namazı aşan süre lduu şeklindeki
düşüncesini,
Sahih’te Cabir ve iibni Abbas’ın hadsi loarka sabit olanla delillendirdi. Ki buna göre Nebi
(s.a.v) “Veda haccında dördün sabahında Mekke’ye geldi. Nebi (s.a.v) dördüncü, beşinci,
altıncı ve yedinci gün ikamet etti. Sekizinci gün ovada namaz kıldı da bu günlerde namazı
kısaltıyordu. Onun ikameti üzerine icma’ edilmiştir. Ki o da 21 namazdır. Çünkü o, tam dört
gündür ve sekizincidende sabah namazı” Dediki:Nebi (s.a.v) veda haccında on gün kaldı da
namazı kasrediyordu, hadisin kendisinden zikrettiğimiz bu manaya hamletti. Enes de
Mekke, Mina ve Müzdelife’deki ikamet müddetini murad etti.
Kaydedicisi dediki :Bu, vechinin zuhuru ve onun hak olduğunun vuzuhundan dolayı
ondan vazgeçmeyi gerektirmez.
Uyarı: Enes’in Sahih’te sabit olan bu hadisi yine sahih’te ibni Abbastan sabit olanla
çelişmez. Dedi ki: “Nebi (s.a.v) Mekke’de 19 gün ikamet etti de kasrediyordu.”Biz de 19
gün sefer ettiğimizde kasr ederdik. Bunu geçtiğimiz de tamamlardık. Çünkü ibni Abbas’ın
hadisi fetih ğazvesindedir. Enes’in hadisi veda’haccı hakkındaddır. İbni Abbas’ın hadisi,
nebi (s.a.v)’in ikamet etmeye niyatli olmadığına mahmüldür. Salt ikamete niyet, cumhura
göre, seferin hükmünü kesmez. Allah Teala en iyi bilendir.
Onun yarım ay olduğuna dair düşüncesini Ebu hanife, Ebu Davud’un ibni İshak yoluyla
ibni Abbas’tan rivayet ettiği ile delillendirdi. Dedi ki:
Rasulullah (s.a.v) fetih yılıda Mekke’de 15 gün kaldı da namazı kasr ederdi.” Nevevi,
Hülasa’da bu rivayeti zayıf buldu.
Hafız ibni Hacer, Fetih’te dediki:İyi değildir. Çünkü raileri sikadırlar.
İbni ishak tek kalmadı. onu nesai, Arak b. Malik’in rivayet olarak Ubeydullah’tan, İbni
Abbas’tan bu şekilde çıkardı. Ebu Hanife; 19,8,17 ve 15 rivayetleri arasından 15 rivayetini
tercih etti. Çünkü o, varid olanların en az olanıdır. Dolayısıyla diğerleri onun ititfakla
vaki’olduğuna hamlediri. Rivayetlerin en ağır basanıdır. Sahih rivayetlerin içinde en çok
varid olanı 17 rivayetidir. İshak ibni Raheveyh onu aldı. Beyhaki, rivayetlerin arasını
cem’etti:19 diyen, giriş ve çıkış gününü saydı. 17 diyen, o ikisini hazfetti. 18 diyen, birisini
hazfetti.
15 rivayetine gelince, görünen, avinin onda zannettiğidir. Asıl olan 17 rivayetidir de
ondan giriş ve çıkış gününü hazfedince geriye 15 kaldı.
Bilesin ki slat niyetten ibaret olan ikamet hakkında alimlerin görüleri vardır:
Birisi:Dört günden sonra tamamlar.
ikincisi:17 günden sonra.
Üçüncüsü: 18
Dördüncüsü: 19
Beşincisi: İkamet üzerine icma’ edinceye kadar hep kasreder.
Yedincisi:Savaşçı kasseder. Başkası dört gün ikametten sonra kasredemez.
Bu görüşlerin en belirgin olanı, kalışı ikamet niyetinden daha fazla uzasa bile, ikamete
niyet edinceye kadar kısaltılamaycağıdır. Buna, Nebi (s.a.v)’in fetih yılında Mekke’de
ikameti müddetince kasremesidellet edir. Nitekim Sahihte de sabit oldu. Ve imam Ahmed,
ebu Davud ibni Hibban ve Beyhaki’nin Cabir’den rivayet ettiği de delalet eder. Dedi ki:Nebi
(s.a.v) Tebük’te yirmi gün ikamet etti de namazı kasrederdi.” Bu hadisi Nevevi ve ibni
hazm sahih buldu. Darekutni de onu mürsel ve munkat’likle illetli buldu. ali ibni Mubarek
ve diğer hafızlar onu Yahya b. ebu Kesir’den, Muhammed b. Abdurrahman b.Sevban’dan
mürsel olarak irvayet ettiler. Evzai de onu Yahya’dan, Enes’ten rivayet etti.
Dediki:“11-19 arası” Bu lafızla onu Beyhaki çıkardı. o da zayıftır.
Beyhaki, onu çıkardıktan sonra dediki: Onu mahfuz olarak görmüyorum. Baka bir vecihle
Cabir4den rivayet edimiştir. “ 11-19 arası.” Aktarım bitti. Onda Evzai üzerinde ihtilaf
edilmiştir. Onu Darekutni, illetlerde zikretti. Dediki; Evzai’den, Yahya4dan sahih
olan,Enes’in onu yaptığıdır. İbni Hacer dedi ki:Müsnedin rivayetinde Ma’mer b. Raşit yalnız
kaldı. Ki o, celaleti üzerinde icma’edilendir. Geri kalan isnad Müslim ve Buhari’nin şartına
göre sahihtir. Dolayısıyla hadis sahhihtir. Çünkü sahih, hadiste irsal ile isnad çeliştiğine
isnad ile hükümdür. Ondan aktarım bitti. Meraki’nin sahibi onu, şu sözüyle akdetti:
......................
Niyetten mücerred ikametin, seferin hükmünü kesmediğini savunanlar, Ebu Davud ve
Tirmizi’nin imran b. Hasin’in hadisi olarak çıkardığı ile istidlal ettiler. Dedi ki:Nebi (s.a.v) ile
bareber ğazvelere katıldım ve onunla beraber fethi gördüm. Mekke4de 18 gece kaldıda
sadece iki rekat olarakkıldı. Diyordu ki; Ey belde ehli, dört olarak namaz kılın. Biz seferiyiz.”
Nebi (s.a.v) bu hadiste, 18 gün ikametine rağmen, “biz seferiyiz” sözü,
Açık bir delaletle, ikamete niyet olmaksızın mükime yolcu isminin doğru olduğuna
delalet ediyor. onu şu hadis te’yid ediyor. “Ameller, ancak niyetlere göredir.” Bu hadisi
Tirmizi hasen gördü. İsnadında Ali b. Zeyd b. Cud’an vardır. O da zayıftır.
ibni Hacer dediki:Tirmizi onun hadisini sadece şahidlerinden dolayı hasen gördü.
Müddetteki ihtilafa itibar etmedi. Nitekim muhaddislerin adetinden bilinir ki onlar, siyaka
değil, senetler zeindeki ititaka itibar ederler. Aktarım bitti. Müslim, mezkur Ali b. Zeyd’den,
başkasıyla ilintili olarak çıkardı.
Tirmizi, sefer hakındaki hadisi hakkında dediki:Hasender, sahihdir.
Ve dediki:Doğru sözlüdür. Mevkuf raf’etmiş olabilir. Onu Ya’kub b. şeybe sika olarak
gördü.
Bazı ilim ehli dediler ki:Büyüklüğü hususunda ihtilaf edildi. ondan şu’be, Sevri, Abdul
varisve hal rivayet etmiştir.
Darekutni dediki:O leyyindir. Açıktır ki Dare kutni’nin bu sözü onun hakkında doğruya en
yakındr. Fakat ihtilattan sonra olanlar ondan sakınıyor. Aktarımbitti. Niyeti olmaksıın
ikametin seferin hükmünü kesmediğine dair diğer sair deliller... “Sahabe Beramehr, dokuz
ay ikamet etmiştir de namazı kasrediyordu.” Bunu Beyhaki, sahih bir isnadla rivayet etti.
Onun ikrime b. Ammar ile zayıflatılması, mezkur ikrime’nin, Müslim’in sahihindeki
adamlarından olduğu gerekçesiyle merduddur.
Ahmed Müsned’inde Sumame b. Şurahbil’den, ibni Ömer’den rivayet ettiğine göre o
demiştir ki.” Azerbeycan’da idim. Dedi ki:Bilmiyorum, dört aymıydı, iki aymıydı; onlar hala
ikişer ikişer kılıyor olarak gördüm.” Onu Beyhaki çıkardı.
Telhis’te ibin Hacer dediki:Onun isnadı sahihtir. Aktarım bitti.
Malik’e göre; daru’l-harbte olu ta kasretmeyen asker ile, dört gün ikamet niyeti ile
kasreden diğerleri arasındaki fark doğrudur.
Beşinci Alt Dal:Yolcu bir beldede evlenirse yada kendisinde zevcesi olan beldeye uğrarsa
namazı tamamlar.
Çünkü zevce, vatan hükmündedir. Bu Malik, Ebu Hanife, ikisinin ashabı ve Ahmed’in
görüşüdür. ibni abas’ta bu görüşte. osman b. Affan’dan da rivayet edildi. Bu görüşte
olanlarnı delili; imam Ahmed ve Abdullah b. Zübeyr el-Hamidi’nin müsnedlerinde Osman b
Affan’an (r.a) rivayet ettiğidir.“O, Mina ehline dört rekat kıldırdı ve dediki:Ey insanlar,
geldiğimde evlendim. Rasululah (s.a.v)’i şöyle derken işittim:Kişi bir beldede evlenirse,
orda mukimin namazını kılar”
Allame İbnü’l-Kayyim Zadü’l-Mead’da, bu hadisi öne sürdükten sonra dedi ki:Bu,
Osman’ın mazeret olarak öne sürdüğünden daha iyidir. Yani:Nebi (s.a.v), Ebu Bekir ve
Ömer’e, Mina’da, namazın kasrı konusunaki muhalefetinde Beyhaki, Osman’ın bu hadisini,
inkıta’ından dolayı illetli buldu ve sindanıda ikrime b. ibrahim olduğu ve onun da zayıf
olduğu gerekçesiyle illetli buldu.
İbnül,Kayyim dediki, Ebu’l-Berekat b. Teymiye dediki0Zayıflık sebebiyle gerektirme
mümkündür. Buhari onu, tarihinde zikretti. Adeti cerh ve cerhedilenlerin zikri olduğu halde
onun hakkında kötü konuşmadı. ahmed ve ibni Abbas, ondan önce, evlendiğinde ona
tamamlamak gerektiğini yazmışlardır. Bu, Ebu Hanife, Malik ve ikisinin ashabının
görüşüdür. Ondan lafzıyla aktarım bitti.
Kaydedicisi dediki; allah Teala daha iyi bilir ya, bana göre doğru olan, Osman’ın kenisi ile
mazeret öne sürdüğünün en iyisi ve seferde tamamlamak hususuna Aİşe’dir. o ikisi,
seferde kasrın ruhsat olduğu hakkındaki naslardan bazılarıdır. Nitekim Müslim’in sahihinde
onun, Allah’ın tasadduk ettiği bir sadaka olduğu sabit oldu.
Aktarım bitti. Kendisine bu zor gelmeyen kişinin tamamlamasnıda herhangi bir beis
yoktur. seferde oruç gibi. Buna Hişam b. Urve’nin, babasından, Aişe’den rivayet ettiği
dealet ediyor. “Aişe dört olarak kılıyordu. Dedi ki:Aişe’ye dedim ki:İki rekat olarak kılsaydın.
Dediki:Ey kızkardeşimin oğlu, o bana zor gelmez” Bu, yorumladığının ta’yinin de ondan, en
açık şeydir. Allah en iyi bilendir.
Altıncı Alt Dal:Ma’siyetteki yolcu için kasr caiz olmaz. Çünkü ona olan ruhsan ve kedisi
üzerindeki hafifletme, ma’siyete karşı kendisine bir yardımdır. Bunun için, Allah’ın şu sözü
ile istidlal edilir:
Kim açlıktan daralrı, günühü istekle yönelmeden yemek zorunda kalırsa)Ruhsatta şart,
günüha istekle yönelmeden ölü etini yemeye mecbur olmaktır. Mefhumu muhalifinden
anlaşılıyor ki günaha istekle yönelene ruhsat yoktur. Seferi ile asi olan, günaha istekle
yönelendir. Açlıktan daralma mecburiyetinde zaruret daha şiddetlidir. Günaha istekle
yönelmeden muhafaza olarak zaruret olanın men’İ, onun dışınakilerin daha öncelikli olarak
men’ine delaletindendir. kıyasın değil. Şafii ve bir gurub ta aksine düşündü. Nitekim bu
kitabta onu defalarca beyan ettik. O da ayırıcının ilğası ve hedefin gözden geçirilmesi ile
bilinir. Şafii onu, aslın manasında kıyas olarak isimlendirdi. malik, Şafii ve Ahmed bu
görüşte. Bu meselede Ebu Hanife muhalefet etti. Dediki:Nasların mutlakllığından dolayı asi
de diğerleri gibi namazı kasreder. Ve çünkü kasrın sebebi olan seferin kendisi ma’siyet
değildir. Sevri ve Evzai bu görüştedir. Bana göre birinci görüş daha doğrudur. Allah Teala,
ene iyi bilendir.
Allah’ın sözü: (Namaz mü’minlere vakitli olarak farz kılınmıştır.)
Bu ayet-i kerimede namazın, daha önce ve haal mü’minlere farz olduğunu zikretti.
Yani:Vacib olarak, kesinlikle vakitli bir şekilde onlara yazılmış bir şeydir. Yani:Vacib olarak,
kesinlikle vakitli bir şekilde onlara yazılmış bir şeydir. Yani:Girmesi gereken vakitleri vardır.
Burda, bu vakitlere işaret etmedi. Fakat başka yerlerde onlara işaret etti. şu sözü gibi:
(Güneş’in sarkmasından gecenin kararmasına kadar namaz kıl ve sabahın kur’anını da
(unutma) Dolayısıyla: (............)sözü ile işaret etti. O da Güneş’in göğün ortasından tam
olarak öğle ve ikindi namazına kadar zevalidir. Ve: (..............) sözü ile işaret etti. O da
akşam ve yatsı namazına kadar gecenin karanlığıdır. Ve: (.....) sözü ile sabah namazına
işyaret etti. Onu da, kıraat manasnıda, Kur’an ile ifade etti. Çünkü kıraat, onda bir
küründür. Bir şeyi bir kısmı ile tabir etmek.
Bu beyanı sünnet, tam bir şekilde izah etti. Alimlerden bir topluluğun da dediği gibi,
kendisinde namazın vakitlerine işaret edilen ayetlerdendir.
Allah’ın sözü: (Öyleyse, akşaa girdiğiniz zaman da,sabaha girdiğiniz zamanda tesbih
Allah’ındır. Göklerde ve yerde, günün sonundada, öğleye girdiğiniz zamanda hamd, O’na
mahsustur.)Dediler ki:Bu ayette tesbihten murad, namazdır. (.....)sözü (Gündüzün iki
tarafında ve geceye yakın saatlerinde namaz kıl.)Bu ayet hakında görüşlerin doğru ya en
yakın olanı şudur. “Gündüzün iki tarafı” ile, evvelinde sabah namazına, ahirinde de öğle ve
ikinci namazına işaret etti. Yani:Onun son yarısında. “Geceye yakın saatler” ile akşam ve
yatsı namazına işaret etti.
İbni Kesir dediki:Bu ayetin beş namazın farzından öcen indirildiği muhtemeldir. Ondan
önce vacib, iki namaz idi:Güneşin doğuşundan önceki ve batışında önceki namaz. Sonra
bu, beş namazla neshedildi. Buna göre; “gündüzün iki tarafı’ndan murad, güneşin
doğuşundan ve batışından önceki namazdır.“Geceye yakın saat”lerden mrad, gece
kalkışıdır.
Kaydedecisi dediki, açıktır ki Hafız ibni Kesir’in zikrettiği bu ihtimal uzaktır. Çünkü ayet-
Ebu’l-Yusr’de, Medine’de, namazların vakitli olarak farzından sonra nazil oldu. Dolayısıyla
gerçek şu ki o, namazın vakitlerine işaret edicidir. Ve o, Mekki bir suredeki Medeni bir
ayettir.
Bu, namaz vakitlerinin, sünnetten açıklayıcı delileri ile detayıdır.
Açıktır ki onlardan her bir vaktin, evveli ve ahiri vardır. Öğle vaktinin evveli; kitab, sünet
ve icma’a göre, Güneş’in günün ortasından zevalidir. kitabtan delili, Allah’ın şu sözüdür
(Güneş’in sarkmasında namaz kıl) ...deki (lam)vakit belirleme içindir. ........de Güneş’in tam
olarak gün ortasından zevalidir.
Sünnetten delilinden biri, Ebu Bereze el-eslem’inin, Şeyhan’daki hadisidir.
Nebi (s.a.v); “birinci” diye çağırdığınız, Güneş’in zail olduğu öğle sıcağında namaz
kılardı. ...nun manası:Gün ortasından zail olur.
Müslimin rivayetinde: Zail olduğunda. Sahihayn’de, Camirden:Nebi (s.a.v), öğle
sıcağında namaz kılardı. Sahihayn’de, Enes’in hadisi olarak o, güneş meylettiğinde çıktı da
öğleyi kıldı. İbni Abbas’ın, Nebi (s.a.v) den olan hadisinde, dediki:“Cibril, Ev’in kapısında iki
kere bana imam olduda güneş zail olurken bana öğleyi kıldırdı. “Bunu imam Şafii, imam
Ahmed, Ebu Davud, ibni Huzey’me, Darekutni çıkardı. Hakemde Müstedrek’te onu çıkardı
da; o sahih bir hadistir, dedi.
Tirmizi dediki:Hasen bir hadistir. isnadında Abdurrahman b. Hars ibni iyaş b. Ebu Rabia,
Abdurrahman b. Ebu Zinda ve Hakim b. Hakim ibni Abbas b.Hanif vardır ve hepsi haklarıda
ihtilaf edilenlerdir, denilirse cevab şudur:Onlar onda biatlıdır. Onu, Abdurrezzak
el,umri’den, Ömer b. Nafi’b. Cübeyr b. Mut’im’den, babasından, ibni Abbas’tan benzerini
çıkardı.
İbni Dakik el-iyd dediki:O, hoş takib edendir. İbnü’l-Arabi ve ibni Abdulbirr onu sahhi
buldu. Ne varki bazı rivayetlerin isnadında Abdurrahman b. Ebu zinad değil, Süfyan vardır.
Mezkur Abdurrahman b. Haris’ten, mezkur Hakim b. Hakim’den Böylece bu rivayet,
Abdurrahman b. Ebi’z-Zinda ile zayıflatılmaktan salim oldu. Onu ibni Abdülbirr bu yolla
çıkardı. Dedki:İsnadı hakkındaki sözlerin hiç bir vechi yoktur. Aynı şekilde onu Ebu Davud,
bu vecihten çıkardı. İbni Huzeyme ve Beyhak iCabir b. Abdullah’tan (r.a):Nebi (s.a.v)’e
Cibril (a.s) geldi ve O’na dediki:“Kalk onu kıl. Bunun üzerine Güneş zail olduğu sırada
öğleyi kıldı.”
Onu imam Ahmed, nesai, Tirmizi, ibni Hibban ve Hakem çıkardı.
Tirmizi dediki:Muhammed dediki0Yani, Buhari. Vakitlendirmelerde cabir’in hadisi en
sahih şeydir.
Abduhlak dediki0Yani, Cibril’in imameti hakkınd. Ki o da açıktır.
Bureyde (r.a)’den:“Nebi (s.a.v)’e bir adam namazın vakti hakkında sordu. dedi ki:Bizimle
beraber bu iki gün kıl. Güneş zail olduğunda bilal’e emretti. Esan okudu. Sonra ona emretti
e öğleyi kaamet etti. “Onu Müslim, sahihinde çıkardı. Ebu Musa el-Eş’ari’den:“Nebi (s.a.v)’e
bir soran geldi de ona namazın vakitlerini sordu. Ta ki dediki:Sonra oyer derki:Gündüz
yarılanmıştı. O, onlardan daha iyi biliyordu. “Yine onu icma’a gelince. Bütün müslümanlar,
öğle namazının vaktinin, GÜneşin göğün ortasından zevali olduğu hususunda icma’
etmişlerdir.
Nitekim bu, islam Dini açısında zaruridir.
Öğne namazının vaktinin ahirine gelince. Hakkındaki sünnet delillerinden anlaşılıyor ki o,
zeval gölgesinin dışında her şeyin gölgesi misli kadar olmasıdır. Demin kendisine işaret
edilen hadislere göre o, birinci gün herşeyin gölgesi misli kadar olduğnda, Cibril’in
imametinde ikindi manazını klıdı. Bu da öğle vaktinin bitimindedir. Bu konuda en açık şey
Müslimin, Sahihinde Abdullah b. Amr’den çıkardığıdır. Dedki:Rasulullah (s.a.v) dediki0
“Öğle namazınnı vakti ikindi girmediğindedir.” Bu sahih hadisonun, ikindi vakti geldiğinde
(bittiğine) delalet ediyor. Bu taktirde öğlenin vakti çıkmıştır. Malik’ten meşhur rivayete göre
bu delillerle tahdidini zikrettiğimiz, ihtiyarı öğle vaktidir. Onun zaruri vakti iştirak ile, ikindi
ile beraber güneşin batımına kadar uzar.
Bunun benzeri Ata ve Tavus’tan irvayet edildi. Açıktır ki bu görüşün sahiblerinin delili,
öğle ikindinin vakitte iştirakine delalet eden delillerdir. Daha önce işaret edilen ibni
Abbas’ın hadisinden “ikinci günde, birincide ikindiyi kıldığı vakitte öğleyi kıldı.” Yine İbni
Abbas’tan, Dedi ki:Nebi (s.a.v) korku ve sefer olmaksızın medine’de cem’etti.”Muttefekun
aleyh. Müslim’in bir rivayetindede “Korku ve yağmur olkasızın”Bununla da iştirak üzerine
istidlal ettiler. yine dediler ki:İkinci günde Cİbril’in beyanı üzerine namazlar arttı.
Dolayısıyla öğlenin vaktinin artırılması gerekir.
Kaydedicisi dediki, bu istidlalin sukutu açıktır. iştiraka dair ibni Abbas’ın hadisi ile
istidlale gelince. “Buna şafii’nin verdiği cevabla cevab verilir. O da şudur:O’nun ikinci gün
öğle namazını kılmasının manası, onu bitirmesidir. Nitekim bu, lafzın zahiridir. Bu vakitte
ikindiyi kılmasının manas,ı birinci günde namazın başlamasıdır. Böylece ikinci günde kişinin
gölgesi misli kadar olduğunda öğle namazını bitirmi olur. Ve birinci günde ikindi namazınnı
başlangıcı, yine şahsın gölgesinin misli kadar olmasıdır. Dolayısıyla iştirak gerekmez.
Bunda da herhangi bir problem yoktur. Çünkü öğle vaktinin sonu, ikindi vaktinin başıdır.
Şafii’nin bu söylediğini sıhhatine, Müslim’in sahih’inde Ebu Musa’nın hadisi olarak rivayet
ettiği, delalet ediyor.” Dün, öğleyi ikindi vakiten yakın kıldı.” Bu saih, açık bir delildir ki o,
ikinci günde öğle namazına, şahsın gölgesinin misli kadar olmasına yakın vakitte kılmaya
başladı. Ve onu, açık olduğu üzere, gölgesi misli kadar olduğunda tamamladı. Şafii’nin
sergilediği bu te’Vilin benzeri;
Allah’ın sözü: (Sürelerini doldurduklarında onları tutun)Ve Allah’ın sözü:
(Sürelerini doldurduklarıda, (zararlarnıa olarak) onları tutmayın.)Birinci buluğdan murad,
yakınlaşmasıdır. İkincisidne murad, sürenin bitiminin hakikatidir.
İştirake dair, ibni Abbas’ın muttefekun aleyh olan; “Nebi (s.a.v), Medine’de, korku ve
sefer olmaksızın cem’ etti” hadisi ile istidlale gelince, bu şöyle cevablandırılır:GÖsteriyor ki,
deliller arasında cemi’ olarak onun hamli, şekli cem’ üzerinedir. O da; O, öğleyi; sadece
iiçinde namaz kılacak vakit kalıncaya kadar, vaktinin sonunda kıldı. Onu bitirdiğinde ikindi
namazının vakti girdi. Onuda evvelinde kıldı. Kim öğleyi vaktinin sonunda, ikindiyi de
vaktininbaşında kılarsa onun namazınnı şekli, cem’ şekli olur.
Orda, hakikatte cem’ yoktur. Çünkü o, iki namazdan her birini, kendisinin muayeyen
vaktinde kıldı. Nitekim bu açıktır. ek açıklaması gelecektir, inşaallah.
Cibril’in beyanı üzerine namazların arttığı ile istidlale gelince, bunun geçersizliği açıktır.
Çünkü ibadetlerini vakitlendirilmei, tartışmasız olarak, tevkifidir. Mezkur vakitlerdeki artma,
şer’i nasslarla belirlendi.
İkindi namazına gelince. Sünnetin nassları, onun ihtiyarı ve zaruri bir vaktinin olduğuna
delalet etmiştir. İhtiyarı vaktinin başlangıcı herşeyin gölgesinin, zeval gölgesi dışında, bir
misli olmasıdır. Onun vakti, beyanı takdim edilen öğle vaktinin bitmesi ile girer. İbni
Abbas’ın takdim edilen hadisinde “ikindiyi, her şeyin gölgesi bir misli olduğunda kıldı.”
Yine cabir’in takdim edilen hadisinde:“İkindiyi, herşeyin gölgesi bir misli olduğunda
kıldı.” Bu, ikindi vaktinin başlangıcı hakkındaki gerçektir. Nitekim mezkur hadisler ve
diğerleri bunu açıkladı.
Şafii dediki:İkindi vaktinin başlangıcı, herşeyin gölgesi bir misli ve biraz fazlası kadar
olmasıdır.
Kaydedicisi,Allah onu affetsin -dediki, eğer Şafii’nin muradı; fazlalık, gölgenin misli kadar
olduğunun beyanının tahkiki içindir.
Çünkü bu, herhangi bir fazlalık olmaksızın kesinleşmez. nitekim şafiiyenin bazısı bu
görüştedir. Bu taktirde Şafii’nin muradı, cumhurun savunduğuna muvafıktır. Buna muhalif
yoktur. Onun muradı bundan başkası ise o; ikindi vaktinin evvelinin, her şeyin gölgesinin,
herhangi bir ziyadeye gerek kalmaksızın, misli kadar olması olduğunu açıklayan naslarla
merduddur. Oysa zahire göre, herşeyin gölgesinin, herhangi bir ziyadeye gerek
kalmaksızın, misli kadar olması olduğunu açıklayan naslarla merduddur. Oysa zahire göre,
herşeyin gölgesinin, herhangi bir artışa ihtiyaç olmaksızın, misli kadar olmasının tahkiki
mümkündür. Ebu Hanife, bütün alimler arasında aykırı düştü. Dedi ki:Gölge iki misli
oluncaya kadar öğlenin vakti devam eder. Bundan fazla olduğunda, ikindi vaktinin
başlangıcı olur.
Şerhu’l-Muhezzeb’te Nevevi, ibnü’l-Menzir’in şöyle dediğini Kadı Ebu talib’ten
nakletti0Ebu Hanife’den başka hiç kimse bunu demedi. Onun delili ibni Ömerin hadisidir. O,
Rasulullah (s.a.v)’in şöyle dediğini işitti:Sizden önceki ümmetler arasında sizin kalışınız,
ikindi ile Güneş’in batışı arası gibidir. Tevrat ehline Tevrat verildi. Günün ortasına kadar
amel ettiler. Aciz düştüler de parmak parmak verdiler. Sonra incil ehline incil verildi. İkindi
namazına kadar amel ettiler. Aciz düştüler de parmak parmak verdiler. Sonra bize Kur’an
verildi. Güneş batımına kadar amel ettik de iki parmak iki parmak verdik. Bunun üzerine
kitab ehli dediki:Sen bunra iki parmak iki parmak verdin.
Bizede bir parmak bir parmak. Oysa biz onlardan daha çok amel ettik.
Allah Teala buyurdu ki:(Sizin ecrinizden herhagi bir şey (ile)size zulmettim mi?Dediler ki,
Hayır. O bir üstünlüktür. Onu dilediğime veririm.)Muttefekun aleyh. Dediki:Bu, ikindi
vaktinin öğle vaktinden daha kısa olduğuna delildir. Her şeyin gölgesi bir misli kadar
olduğundan, güneşin batımına kadar olan, gündüzün 1/4 üdür. Ve öğlenin vaktinden daha
az değil, misli kadardır.
Bu istidlal şu şekilde cevablandırıldı. Bu hadiste kasdedilen, namaz vakitlerinin
tahdidinin beyanı değil, darbu’l-Meseldir. Her şeyin gölgesi bir misli kadar olduğunda
öğlenin vaktinin bittiğine delalet eden hadislerde kastedilen, namaz vakitlerinin tahdididir.
Usulde kaidedir; ahkamın bulunabilidiği yerden alınması, bulunmayar yerinden
alınmasından evladır. Oysa hadiste; iki zamandan birinin diğerinden daha çok olduğu değil,
sadece onların amelinin daha çok olduğu açıklaması vardır. Amelin çokluğu, zamanın
çokluğunu gerektirmez. Çünkü bazı insanlar kısa zamanda çok iş yapabilirler. Buna; bu
ümmetten, üzerlerinde bulunan bağ ve ağırlıkların kaldırılması da delalet eder.
ibni Abdulbirr dediki:Ebu, Hanife bu görüşünde eserlere ve insanlara muhalefet etti.
Tahkik ettiğin zaman gerçeğin; ikindi vaktinin başlangıcının, zeval gölgesi dışında, herşeyin
gölgesinin bir misli kadar olması olduğunu görürsün.
Bilki ikindi vaktinin sonu, bazı hadislerde tahdidinin geldiğine göre, herşeyin gölgesi iki
misli olduğundandır. Bazılarında da tahdidi, güneşin sararmasından önce olduğ şeklindedir.
Bazılarındada güneşin batımına kadar devam ettiği şeklindedir. Cabir ve ibni Abbas’ın;
ikinci günde, ikindi vaktini sonu hakkındaki beyanı hususunda, cibril’in imametinde takdim
edilen hadisinde şu vardır:Sonra, herşeyin gölgesi iki misli olduğunda ikindiyi kıldı.
Abdullah b. Amr’ın Müslim ve Ahmed’deki hadisinde , ikindi namazının vakti, güneş
sararmayana kadardır. Ebu MusA’nın Ahmed, Müslim, Ebu Davud ve Nesai’deki hadisinde
ikindinin sonu, güneşin kırmızılığıdır. İmam Ahmed, Müslim ve dört sünen gsahibi de
Bureyde el-Elemi’nin hadisinin benzerini rivayet etti. Abdullah b. Ömer’in hadisinde ve
Müslim’in yanında ikindi namazınnı vakti, güneş sararmadığı ve birinci etkisi geçincedir.
Ebu Hureyre’nin muttefekun aleyh hadisinde:Kim güneş batmadan önce ikindinin bir
rekatına yetişirse, ikindiye yetişmiştir.
Açıktır ki, ikindi vaktinin sonunun tahdidi hakkındaki bu rivayetler arasındaki cem’in
vechi, şeyin gölgesi iki misli olduğundadır. O, güneşin beyaz ve parlak olmaktan,
sararmaya doğru değiştiği vakittir. Dolayısıyla, bazı Malikiye’nin de dediği gibi, iki rivayetin
manası, tek bir şeye te’vil edilir.
Muğni’de ibni Kudame edki :Alimler; güneş beyaz-parlak iken ikindiyi kılanın, on
vaktinde kılmış olacağı hususunda icma’etti. Bunda da; iki misliliğe önem vermenin onlara
göre müstehab olduğuna dair delil vardır. umulur ki o ikisi birbirine yakın olur, birisi
diğerine yakın bulunur. Ondan lafzyla aktarım bitti. Bu, ikindidin ihtiyarı vaktinin
bitmesidir.
Onun vaktinin, güeşin batımına kadar uzandığına delalet eden rivayetler, özür sahibleri
hakkındadır. Temizlenecek hayızlı, müslüman olacak kafir, buluğa eren çock, ayılan baygın,
uyanan uykudaki kişi, işileşen hasta, gibi.
Bu cem’e, imam Ahmed, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi ve Nesai’nin, Enes’in hadisi olarak
rivayet ettiği, dellet ediyor. Dedi ki:Rasululah (s.a.v)’in şöyle dediğini işittim:“Münafık’ın
namazı şöyledir:Oturur da güneşin, şeytannı boynuzu arasına gimesini bekler. Kalkar da
çarçabuk dört olarak kılar. Allah’ın çok az ikreder.” Hadiste; özürsüz olarak ikindi namazını,
sararma ve sonasına te’hir etmenin caiz olmadığına dair bir delil vardır. Akşam namazı
vaktinin başlangıcı, güneşin batışıdır. Yani:Müslümanların icma’ı ile yuvarlağın
kaybolmasıdır. Cabir ve ibni Abbas’ın, Cibril’in imamlığı hususndaki hadisinde “Güneş
kapapdığında akşamı kıldı.” Seleme b. Ekca’ın hadisinde, “Rasululah (s.a.v)akşam
namazını Güneş batıp hicabla örtüldüğünde kılardı.” Bunu şeyhan, imam Ahmed ve Nesai
dışındaki dört sünen sahimleri çıkardı. Bu şekildek hadis pek çoktur. Akşam’ın vaktinin
sonu hakkında ihtilaf edildi. Bazı alimler dedileki0Onun tek bir vakti vardır, o da; vaktinin
başlangıcından itibaren, şartlarını yerine getirmeye özen göstererek onu kılacak kadardır.
Şafii, bu görüştedir. Malik’in de meşhur görüşdür. Bu görüşün sahiblerinin delili; Cibril’in
onu Nebi (s.a.v)’e ikinci gece, birinci gece kıldırdığı namaz vaktinde kıldırmasıdır. Dediler
ki:Onun diğer bir vakti olsaydı; diğer bütün namazlarda yaptğı gibi, onu kılmayı, ikinci
gecede, o vakte te’hir ederdi.
Gerçek şu ki akşamın vakti, şafak batımına kadar devam eder.
Müslim’in Sahih’inde, Abdullah b. Amr’ın takdim edilen,Hadisi olarak çıkardığına göre
Nebi (s.a.v) dedi ki:“Akşam’ın vakti, kızıl şafakın kaybolmasıdır. “Kızıl şafak’tan murad,
kızıllığı, yayılmışlığı ve büyüküğü. Kamusa göre o, şafağın kızıllığıdır. Ebu Musa’nın takdim
edilen, Ahmed ve Müslim’deki hadisinde ve Bureyde’nn takdim edilen, Ahmed, Müslim
vedört sünen sahiblerindeki hadisinde:Sonra akşamı, şafak sökümüne kadar te’hir etti.”
Şafak sökümünden önce akşamı kıldı” lafzında. Cibril’in; akşamı iki günde aynı vakitte
kıldığı şeklinde imameti hakkındaki hadislerin cevabı üç açıdandır:
Birincisi:O, ihtiyar vaktinin beyanına göre kasredildi. Cevaz vakti idrak edilmedi. Bu, öğle
hariç, bütün namazlarda cereyan etti.
İkincisi:O, işin başında, en önce Mekkede geldi. Akşamın vaktinin, şafak sökümüne kadar
uzadığına dair hadisler, işin sonunda, daha sonra Medine’de geldi. Dolayısıyla i’timadı
vacib oldu.
Üçüncüsü:Bu hadisler, Cibril’in beyanı hadisinden, isnad olarak daha sahihtir. Dolayısıyla
takdimi gerekli oldu. Şevkani bu görüşte. Alimler arasında, akşam namazının ilk vaktine
alınmasının efdaliyeti hakkında herhangi bir hilaf yoktur. İmam Malik’e göre, akşamın
zaruri vakti iştirak ile, yatsı ile beraber fecre kadar uzar.
Süneni Kübra’da Beyhaki dediki: İbni Abbas’tan ve Abdurrahman b. Avf’tan, fecrin
doğumundan önce temizlenip akşam ve yatsıyı kılan b. Avf’tan, fecrin doğumundan önce
temizlenip akşam ve yatsıyı kılan kadın hakkında rivayet ettik. Açıktır ki, Malik’in görüşü
olduğu gibi, akşamın zorunlu vaktinin fecrin doğumuna kadar uzadığını söyleyen bu
görüşün delili; yine sahhite sabit olandır. Ki ona göre Nebi (s.a.v), Medine’de, korku ve
sefer olmaksızın Medine’de akşam ile yatsıyı cem’etti. Şeyhan’ın sahihlerinde ibni
Abbas’tan rivayet ettiğine göre,
Nebi (s.a.v) Medine’de öğle, ikindi, akşam ve yatsıyı yedi ve sekiz olarak kıldı. Bunun
manası:O, yediyi toplu olaak tek vakitte kıldı. Sekizi de öyle.
Nitekim onu, Buhari’nin, akşam’ın vakti babında, Enes’ten olan rivayetide açıklıyor. Dedi
ki:Nebi (s.a.v), yedi olarak,Toplu olarak ve sekiz olarak toplu olarak kıldı.
Müslim, Ahmed ve ibni Mace dışındaki sünen sahiblerinin lafzında Medine’de, korku ve
yağmur olmaksızın, öğle-ikindi ve akşam -yatsıyı cem’etti. İbni Abas’a, bununla ne istedi,
denildi. Dedi ki:Ümmetinin zorluk çekmemesini istedi. Bununla da öğreniyorsun ki, Malki’in
Muvatta’daki belki bunu yağmurdan olayı yaptı, sözünün sahih değildir.
Çoğu rivayetlerin lafzında “korku ve sefer olmaksızın” vardır. Takdim etmişizdir ki, bu
cem’in şekli cem’e hamli gerekir. Zira usulda kaidedir, mümkün olduğunda cem’ vacibdir.
Bu haml ile hadisler düzenlenir ve aralarnıda hilaf olmaz. Mezkur hamlin, belirlenen
olduğuna delalet edenlerden biri, nesai’nin ibni Abbas’tan şu lafızla çıkardığıdır “Nebi
(s.a.v) ile beraber öğle ile ikindiyi ve akşam ile yatsıyı toplu olarak kıldı. Öğle ile akşamı
te’hir, ikindi ile yatsıyı te’cih etti. “Cem’hadisini rivayet eden bu ibni Abbas’ın açıkladığına
göre, rivayet ettiği mezkur cem’, şekli cem’dir. Dolayısıyla Nesai’nin bu rivayeti, tartışma
noktasında açık, mezkur cem’de vaki’olan icmal için açıklayıcıdır.
Usulde Kaidedir; açıklayıcının senedinin dışındaki bir senedle beyan, usulcülein
cumhuruna göre caizdir. Muhaddisler de öyledir. Es-suud, Meraki’de, beyan bahsinde buna
şu sözü ile işaret etti:
.............
Bunu, Şeyhan’ın Ömer ve ibni Dinar’dan rivayet ettiği de te’yid ediyor. dedi ki “Ey Ebu’ş-
Şa’sa; Onun öğleyi te’hir -ikindiyi te’cil ve akşamı te’hir, yatsıyı te’kil ettiğini
zannediyorum. Dedi ki:Bende öyle zannediyorum.”
Ebu’ş-Şa’sa’, İbni Abbas’tan hadisi rivayet edendir. Ravi, rivayet ettiğini başkalarından
daha iyi bilir. Çünkü o, kelamın siyakından, başkalraının bilmediklerini bilebilir. denilse ki,
Sahih-i Buhari ve başkasında sabit olduğuna göre, Eyub es,Sahtiyani, Ebu’şŞa’sa’ a dediki,
belki bu cem; yağışlı gecededir. Ebu’ş-Şa’sa dedi ki, belki.
Allah daha iyi bilir ya, cevabtan anlaşılan, Ebu’ş-Şa’sa’ın bundan emin olduğunu kabul
etmiyoruz. Şeyhan’ın ondan rivayeti, zan iledir. Zan, zıttın ihtimali ile çelişmez. Bu
muhtemel zıt, onun “belki” ile muradıdır. Allah Teala en iyi bilendir.
Mezkur cem’in, şekli cem’a hamlini te’yid edenlerden biri de, ibni Abbas ve İbni Ömer’in
her ikisinin, Medine’de mezkur cem’i kendisinden rivayet edenlerden oluğudur. Yanısıra
onlardan her biri mezkur cem’den muradın şekli cem’olduğuna delalet edenleri
kendisinden rivayet etti. Nitekim bunu ibni Hacer, Fethu’l-Bari’de zikretti.
Şevkani, Neylü’l-Evtar’da dediki, onu Taberani, ibni Mes’ud’dan, Kebir ve Evsat’ta rivayet
etti. Nitekim onu Heytemi; Meme’u’z-Zaid’de şu lafızla zikretti: “Rasulullah (s.a.v) öğle ile
ikindi ve akşam ile yatsının arasını cem’etti. O’na bunun hakkında denildi. Bunun üzerine
dedi ki, böyle yaptım ki ümmetim zorluk çekmesin.” Yanısıra ibni Mes’ud’dan Malik
Muyatta’da, Buhari, Ebu Davud ve Nesai rivayet etti. Ki buna göre o dediki “İki namaz
dışında, Rasululah (s.a.v)’in herhangi bir namazı vaktinin dışında kıldığını görmedim.
Müzdelife’de akşam ile yatsıyı cem’etti ve o gün sabahı vaktinden önce kıldı. “İbni
Mes’ud’un mezkur cem’i nefyetmesi, ondan rivayet edilen cem’İn şekli cem’ olduğuna
delalet eder. Çünkü iki namazın her biri vaktindedir. Akis takdirde sözü, çelişkili olurdu. Ve
mümkün olduğnda (iki rivayetin arasını) cem’, vacibtir.
İbni Ömer ise, ondan mezkur cem’i Medine’de, Abdurrezzak rivayet etti. Nitekim yine
onu Şevkani söyledi. Oysa İbni Cerir’in ondan rivayet ettiğine göre o dediki “Rasulullah
(s.a.v) yanımıza çıktı da öğleyi te’hir, ikindiyi de te’kil edip ikisinin arasnıı cem’ederdi.
Akşamı te’hir, yatsıyı da te’cil edip ikisinin de arasını cem’ederdi. Bunu şevkani de
söyledi. Bu, şekli cem’dir. Bu rivayetler, cem’lafzından muradı belirler.
Bilki cem’lafzı, isbatın siyasında bir fiildir. Usul imamlarının belirlediğine göre, isbat eden
fiil, kısımlarında amm olmaz.
İbnü’l-Hacib, Muhtasarı el-Usuli’de, amm bahsinde şunları söyledi:İsbat eden fiil,
kısımlarında amm olmaz. Örneğin:Ka’be’nin içinde namaz kıldı. Dolayısıyla farzve nafile
genelleşmez. Şu sözüne kadar :İki namazı cem’ederdi, vakitlerini genelleştirmezdi. Fiilin
tekerrürü ise, ravinin sözünden istifade edilmiştir. Cem’ederdi; şu sözleri gibi:Hatem
misafire ikram ederdi.
Şarihi ‘Azad, şunları söyledi:İki namazın arasını ;öğle ile ikindi ve akşam ile yatsıyı
cem’ederdi denildiğinde onların, birinci vakitte takdim, ikinci vakitte te’hir ile cem’leri
genelleşmez. Zamandaki umumuda ona delalet etmez. Nice kez, “yapardı” sözünden bu
vehmedilir. Ondan tekrar anlaşılır. nitekim denilseki:atem, misafire ikram ederdi.
Onda da zikrettiğimzden herhangi bir şey yok. Çünkü, o fiilden anlamaz. O cem’eder.
Akisne, “İdi” eki, ravinin sözüdür. Oysa, deseki:Cem’etti, tevahhüm zail olurdu. Amaç
noktasında ondan, lafzı ile aktarım bitti. Yalnız, bize göre murad noktasında ihtiyaç
olmadğından ..hazfedildi. Onun; “oysa dese ki:CEm’etti, tevehhüm zail olurdu” sözü, ibni
Abbas’ın mezkur hadisteki “Cem’etti” sözünde, umum tevehhum edilmediğine delalet
eder. Öyleyse; munfasıl bir delil ile olması dışında cem’şekillerinden herhangi bir şekil
belirlenemez.
Muradın, şekli cem’olduğunda dair delili takdim etmişizdir.
Cem’ul,Cevami’in sahibi, umum ifade etmeyenlere atfen, şunları söyledi. Ve isbat eden
fiil. Örneğin; seferde cem’ederdi.
Şarihi, Ziyau’l-Lami’in sahibi şunları söyledi:Örneğin; seferde cem’ederdi.
Yani:Öğle, ikindi, akşam ve yatsı arasında. Buna da umum yok. Çünkü bu, sübutun
siyakında bir fiildir. Dolayısıyla birinci vakitte takdim ile ve ikinci vakitte te’hir ile cem’leri
genelleşmez. Rahvani, bununla, ibni Hacib’in kelamnı, şunu diyesiye kadar tefsir etti:Yazar,
sonuncu fiili, sütütun sıyasında bir fiil olasın arağmen, sadece anmakla has kıldı. Çünkü
..de zaid bir mana vardır. O da, örf olarak, tekrar müzari’ ile bareber lüzumudru. Dolayısıyla
ondan, umum vehmediliyor. Örneğin; Hatem, misafirlere ikram ederdi.
Fahri ve Rahveni de bununla açıkladı. Veliyu’d-Din’in Mahsul’de, imamdan zikrettiğine
göre o, ne örfen nede lüğaten tekrarı gerektirmez.
Veliyu’d,Din dediki, sübutun siyasında fiil, genelleşmez. İsbat eden nekra gibi. Cömertlik
şeklinde olması hariç. Allah’ın şu sözü gib:
(Gökten tertemiz bir su indirdik?) İbni Halulü’nun ziyau’l-Lami’inden aktarım bitti.
Kaydedicisi dediki; fiilin, sübtün siyakında genelleşmez oluşunun vechi şudur:Fiil,
nahivcilere ve bazı belağcılara göre masdar ve zamandan kaynaklanıyor. Belağcılardan bir
guruba görede mastar, zaman ve nisbetten kaynaklanıyor. Dolayısıyla mastar, icma’En
onun manasında saklıdır. Onda gizli mastar da bildiren ile bilinmedi. Dolayısıyla o, mana
nekradır. Ma’lumdur ki nekra, isbatta genelleşmez. Alimlerin cumhuru, bu görüşte.
Bazılarınnı; şekli cemi’, ne şari’in lisanında ne de asrının ehli tarfında reddedilmedi,
şeklinde zannetikleri ise, şunlardan dolayı merduddur. Nesai’deki, ibni Abbas’tan takdim
ettiğimiz ve Abdurrezzak’taki, ibni Ömer’den takdim ettiğimiz. VE Ebu Davud, Ahmed ve
Tirmizi’nin rivayet ettikleri ve onun sahihleri. Şafii, ibni Mace, Darekutni ve Hakem’in,
Hamene binti Cahş’ın hadisi olarak “O istihaze iken nebi (s.a.v) ona dediki: E⁄er; öğleyi
te’hir etmek, ikindiyi te’cil etmek sonra temizleninceye kadar yıkanıp öğle ve ikindiyi
cem’an kılmak, sonra akşamı te’hir etmek, yatsıyı te’Cil etmek, sonra yıkanıp iki namazın
arasını cem’etmeye gücün yetiyorsa yap ve sabahleyin yıkan”
Dedi ki:Bu bana göre iki durumun en garib olanıdır. İbni Abbas’ın hadisindeki mezkur
cem’in şekli cem’ olduğuna delalet edenlerden biri de, Nesai’nin Amr b. Herem yoluyla
Ebu’ş-Şa’sa’dan rivayet ettiğidir. “İbni Abbas Basra’da öğle ile ikindiyi art arda kıldı, akşam
ile yatsıyı da. Bunu herhangi bir işten dolayı yaptı.” Bunda, bunu nebi (s.a.v)’e raf’ettiği de
vardır. Müslim’in Abdullah b. Şakik yolu ile olan bir rivayetine göre ibni Abbas’ın mezkur işi
hutbe ile ilgiliydi. O ikindi namazından sonra, yıldızlar ortaya çıkıncaya kadar hitabetti.
Sonra akşam ile yatsıyı cem’etti. Bunda Ebu Hureyre’nin, İbni Abbas’ın bunu ref’i
hususundaki tasdiki ardır. Fethu’l-Bari’den aktarım bitti. Hattabi ve ibni Hacer’in, Fethu’l-
Bari’de zikretiğine göre Nebi (s.a.v) şöyle dedi:“Bunu, ümmetim zorluk çekmesin diye
yaptım” ibni Abbas ve ibni Mes’ud’un takdim edilen hadislerinde, şekli cem’a hamlini
yeriyor. Çünkü ona kasdetmek bir nebze zorluk taşır.
Ve o her namazı vaktinde yapmaktan daha dar (sıkıcı)dır. Çünkü vakitlerin başları ve
sonları özele,üstelik genele-idrakini zorlaştıranlardandır. Buna, Allame Şevkani’nin Neylü’l-
Evtar’da verdiği cevabla cevab verilir. O da şudur:Şarl’Nebi (s.a.v) ümmetine vakitlerin
başlarını ve sonlarını tarif etti. Tarif ve beyanda o kadar mübalağa etti ki, onları, özeli bir
tarfa bırak, nerdeyse genelde içinden çıkılmız olan ince alemetlerle belirledi. İki namazdan
birinin, vaktinin sonuna te’hir edilmesideki tahfif ve diğerinin, vaktinin evvelinde yapılması;
onlardan herbirinin, vaktinin evvelinde kılınmasına nisbetle gerçektir. Nitekim Rasululah
(s.a.v) onu alışkanlık edinmişti. O kadar ki Aişe (r.a) dedi ki: “İnsaf sahibi şübhe etmez ki iki
namazı bir defa yapmak ve onlardan bir kere çıkmak, vaktinin evvelinde olan onlardan her
bir namazın daha hafiftir. Mezkur cem’den muradın şekli cem’ olduğu görüşünde
olanlandan bir kısmı ibnü’l-Macişun, Tahavi, İmamu’l-Haramey ve Kurtubi. Onu ibnu
Seyyid’in-Nas, Ebu’ş-Şa’sa’dan takdim ettiğmiz ile onu güçlendirdi. Nevevi,
Şerhu’l,Muhezzeb’te, Kitabu’s-Salat’tan vakitler babında ona bir nebze meyletti. Denilse ki;
İbni Abbas’ın hadisini kendisine hamlettiğiniz şekli cem’, cem’edilen iki namazdan her
birinin vaktinde yapılmasıdır. bu da ruhsat değil, azimettir. Öyleyse Rasululah (s.a.v)’in
“Ümmetim zorluk çekmesin diye” sözünün, vakitler için belirlenen hadislerin şei cem’i
kapsıyor oluşu ile beraber, ne faydası var?Cem’in, vakitlendirme hadislerinin kapsadığına
hamli, sadece kapsamının ilğası ve faydasının reddi babından değil midir?Cevabı, Allame
Şevkani’nin de vardiği cevabtır. O da şudur: Şüphesiz ki nebi (s.a.v)’in, namazın
vakitlendirilmesihadislerinde ki, sadır olan sözleri, itirazcının da zikrettiği gibi, ş ekli cem’
kapsar. Dolayısıyla zorluğun kalkmasının onlara mensub olması sahih olmaz. Aksine o,
fiillere mensubtur. Tek sebebi de; Nebi (s.a.v)’in hiç bir namazı, iki kere vaktinin sonunda
kılmadığı şeklinde sana gösterdiğimizdir. Dolayısıyla nice kez, nebi (s.a.v)’in
gerektirmesinden ötürü, namazın, vaktinin evvelinde kılınması, mecburi kılınmış olarak
zannedilebilir. Bundan dolayı ömrü boyunca, şekli cem’ olarak cem’inde, salt fiili taklit
eden için kolaylaştırma ve hafifleştirme vardı. Sahabenin fiilleri taklid etmesi, sözleri taklit
etmelerinden daha çok olmuştur. Bunun için sahabe, Hudeybiye günü Nebi (s.a.v)
kendilerine kurban kesmeyi emrettikten sonra, kesmekten imtina’ ettiler.Taki Rasululah
(s.a.v) üzgün bir şekilde Ümmü Seleme’nin yanına girdi de ona, kurbanın kesilmesini ve
berberin çağırılmasını işaret edinceye kadar. O (s.a.v)böyle yapınca hep beraber kurban
kestiler. Traş sırasında birbirlerinin üzerine yığılmanın şiddetinden neredeyse üzüntüye
boğuluyrlardı. Tartışmalı cem’in özürsüz caiz olmadığını teyid edenlerden biride Tirmizi’nin
İbni Abas’tan, Nebi (s.a.v)’den çıkardığıdır. Dedi ki: “Kim özürsüz olarak iki namazı
cem’ederse, büyük günahlardan birini işlemiştir” İsnadında Hanas b. Kays vardır. O da
zayıftır.
Yine buna delalet edenlerden biri, Tirmizi’nin, Süneni’nin sonunda, illetler kitabı’nda
söylediğidir. Lafzı:Bu kitabımda olan hadislerin tümü, amel edilendir. İki hadisin dışında ilim
ehli benimsedi. İbni Abbas’ın hadisi:
“Nebi (s.a.v) Medine’de, korku ve sefer olmaksızın öğle ile ikindi ve akşam ile yatsıyı
cem’etti.”Bununla da, Tirmizi’nin şöyle dediğini öğreniyorsun:İlim ehlinden hiç kimse
takdim yada te’hir hususunda bu hadisle amel etmeyi savunmadı. Dolayısıyla geriye şekli
cem’kaldı.
Kaydedicisi dedi ki, ilim ehlinden bir gurubtan rivayet edildiğine göre, mutlak olarak
ihtiyactan dolayı, hazarda cem’i caiz gördüler. Fakat bunu alışkanlık edinmemesi şartıyla.
Bu görüşte olanlar:İbni Sirin, Rabia, Eşheb, İnü’l-Menzir, büyük Kaffal.
Onu Hattabi, hadis ashabından bir gurubtan aktardı. İbni Hacer ve diğerleri bu görüşte.
Delileride, takdim edilen hdasiteki şu sözüdür:
“Ümmetim zorluk çekmesin diye” Geçenlerden de anlamışsındır ki deliller, bunun şekli
cem’a hamli belirleniyor. Nitekim zikredildi. Gerçek ilim Allah Teala’nın katındadır.
Uyarı:Öne sürdüğümüz bu delillerden açığa çıkmıştır ki, öğlenin vakti, güneşin batımına
kadar uzanmaz. Akşamın vakti de fecre kadar uzanmaz. Fakat delillerle menfi bu vaktin
iktiyarı vakte hamli belirleniyor. Öğlenin zaruri vaktinin güneşin batımına kadar uzanması,
akşamın zaruri vaktinin fecre kadar uzanması ile çelişmez. Nitekim Malik de söyledi.
Delillerin; zaruret durumunda öğle ile ikindi ve akşam ile yatsıyı vakitte iştirak etmeye
meydan vermesinden dolayıdır.
Buna dair daha açık delil, seferde bütün cem’u’takdim vei cem’u’te’hirin caiz olmasıdır.
Dolayısıyla, güneşin zevalinde öğle ile beraber ikindi namazı onu, zaruret durumunda,
vaktinde, öğle ile beraber iştirakine delildir. Öğle namazıda cem’ut-Te’hirde, vakti çıktıktan
ikindi vaktinde; sonra, yine zaruret durumunda vaktinde, onunla beraber iştirakine delalet
eder. Akşam ve yatsı da öyle. İkindi vaktinde öğleyi ve at yatsı vaktinde akşamı kılmaya
gelince bu, muttefekun aleyyh rivayetlerde geldi.
Buhari’nin, Sahihinde Enes b. Malik’in hadisi olarak çıkardığına göre dediki:“Nebi (s.a.v),
güneşin zevalinden önce yolculuk yaptınğıda, öğleyi ikindiye te’hir eder sonrada onları
cem’ederdi.”
İbni Hacer, bu hadise dair şerhinde dediki. “Sonra aralarını cem’dere” sözü, yani: İkindi
vaktinde “Sonra indi ve onları cem’etti. “Müslim’İn, Cabir b. İsmail’in rivayeti olarak,
Akil’den “Öğleyi, ikindinin vaktine kadar te’hir eder, böylece onları cem’ederdi. Akşamı da,
şafak kaybolana dek te’hir ederdi de yatsı ile cem’ederdi. “O’nun, Şebabe’nin rivayeti
olarak, Akilden “İkindi vaktinin başlangıcı girinceye kadar. Sonra onları cem’ederdi.
Ondan, lafzı ile aktarım bitti.
Sahihayn’de ibni Ömer’in hadisi olarak geldiğine göre Nebi (s.a.v) e yolculuk sıkı
geldiğinde, akşam ile yatsıyı cem’ederdi.”Bu cem’in şekli cem’a hamli mümkün değil.
Çünkü, demin zikrettiğimiz sahih rivayetlerde O’nun öğleyi ikindi vaktinde ve akşamıda
şafak kaybolduktan sonra kıldığı açıklaması vardır.
Süneni Kübra’da Beyhaki dediki:Yahya b. Said el-Ensari, Musab. Ukbe, Ubeydullah b.
Ömer, Eyub es-Sahtiyani ve Ömer b. Muhammed b. Zeyd’in Nafi’den olan rivayeti, ibni
Ömer’in iki namaz arası cem’inin, şafak kaybolduktan sonra olduğu üzerinde ittifak etti.
Hafızların, Nafi’in ashabından olan rivayeti, doğruya daha yakındır. Onu salim b.
Abdullah, Eslem Mevla Ömer, Abdullah b. Dinar ve İsmail b. Abdurrahman b. Ebu züeyb
rivayet etmiştir. Denildi ki, İbni Züeyb, ibni Ömer’eden rivayetleriin benzerin (rivyet
etti.)Sonra Beyhaki, onların rivayetlerinin isnadlarını öne sürdü. İkindiyi güneşin zevalinde,
öğle ile beraber vaktinin evvelinde ve yatsıyı akşam ile bareber güneş batımında, vaktinin
evvelinde kılması şeklindeki cem’ü’t-Takdim ise, oda Nebi (s.a.v)’den sabittir.
Alimlerden kimileri onu inkar etse ve hadislerini zayıflatmaya çalışsa bile. Nebi
(s.a.v)’den hadisler gelmiştir ki kimi sahihtir, Kimi hasendir. Bundan dolayı Müslim’in,
Sahih’inde, hac hakkında, Camir’in uzun hadisi olarak çıkardığı; “Sonra ezan okudu. sonra
kaamet etti de öğleyi kıldı. Sonra kaamet ettide ikindiyi kıldı. Aralarını da herhangi birşeyle
birleştirmedi “ve bu zevalden sonra idi. Dolayısıyla bu sahih bir hadistir. Bunda, onun
ikindiyi, öne alınmış olarak, zevalden sonra öğle ile beraber kıldığı açıklaması vardır. Ebu
Davud, Ahmed ve Tirmizi de rivayet etmiştir. Hasan, ğaribtir, dedi. ibni Hibban, Darekutni,
Beyhaki ve Hakim Muaz’dan aktardığına göre Nebi (s.a.v) Tebuk ğazvesinde idi.
Zevalden sonra sefere çıktığında, ikisini topluca kılacak şeklide ikindiye kadar öğleyi
te’hir etti. Güneş’in zevalinden önce sefere çıktığında, öğle ile ikindiyi topluca kılar. sonra
hareket ederdi. akşamdan önce sefere çıktığında, akşamı, yatsı ile beeraber kılasıya kadar
te’hir ederdi. Akşamdan sonra sefere çıktığında, yatsıyı te’Cil ederdi de akşam ile bareber
kılardı.“Hakim ve İbni Hazm’ın yaptığı gibi, bu hadisin zayıflığı ile cem u’takdimin iptalinin
herhangi bir önemi yoktur. Çünkü demin Müslim’in, Sahihinde çıkardığı cabir’in uzun
hadisini gördün. İbni Abbas(r.a)’tan, nebi (s.a.v)’den “O (s.a.v), seferde, evde iken güneş
zorl olmuşsa, binmeden önce öğle ile ikindiyi cem’ederdi. Evde iken güneş zail olmamışsa,
ikindi vaktine kadar yürürdü. İner öğle ile ikindiyi cem’ederdi. Evinde iken akşam
olduğunda, onu ile yatsıyı cem’ederdi. Evinde iken vakit girmemiş ise binerdi de yatsı
olunca inerdi ve ikisini cem’ederdi.” Ahmed rivayet etti. Şafii de Müsnedinde bunun
benzerini rivayet etti. Tirmizi’den, onu hasen gördüğü rivayet edildi. Denilse ki, hafızlardan
Kuteybe’nin kendisinde yalnız kaldığı, onun rivayetler yoluyla Yezid b. Ebu Habib’le, Ebu’t-
Tufeyl’den geldiği ve İbni Hazmın da dediği gibi, ondan herhangi bir duyumun bilinmediği,
isnadında Ebu’l-Tufeylin olduğu ve onunda ric’aya inanan Muhtar b. Ebu Ubeyd’in
rivayetinin hamili olmak noktasında yerildiği, Hakim’in, onun mevzu’olduğunu söylediği ve
Ebu Davud’un, Cem’ut-takdimde kaim bir hadis olmadığın ve ibni Abbasın hadisinde
Huseyn b. Abdullah b. Ubeydullah b. Abbas b. Abdulmuttalib olduğunu ve onunda zayıf
olduğunu söylediği gerekçelerinden dolayı Muaz’ın hadisi illetlidir. Bu taktirde
cevab:Kuteybe’nin onda yalnız kaldığı gerekçesiyle onun illetli olduğu, iki açıdan
merduddur.
Birincisi: Kuteybe b. Said engin bilgisi, zabtı ve adaleti ile bilinen bir mevkisi var. Bu
rivayet ettiğinde, başkası ona muhalefet etmedi. Aksine başkalarıın zikretmediğini ekledi.
Hıfzeden, hıfzetmeyene delildir. Hadis ilminde kaidedir, adil olanların fazlalığı, makbuldur.
özellikle de cem’ut-Takdim olan bu fazlalık. onun subutu Müslim’in Sahihinde, Camir’in
hadisi olarak geçti. Onun Enes’in hadisi olarak ta işitildiği gelecektir. İnşallah.
İkinci Vecih:Kuteybe onda alnız kalmadı. Aksine onda Mufaddal b. Eydale de ona tabi
oldu. Allame İbnü’l,Kayyim, Zadü’l-Mead’da şunları söyledi. Ebu Davud onu, Yezid b. Halid
ibni abdullah b. Mevhib er-Ramli’den rivayet etti. Bize Mafaddal b. Fudale, Leys b. Sa’ddan,
Hişam b. Sa’ddan, Ebu’z-Zübeyr’den, Ebu’l-Tufeyl’den, Muaz’dan aktararak söyledi.
Böylece onu zikretti. Bu Mufaddal, Kuteybe’nin tabi’idir. Her ne kadar Kuteybe,
Mufaddal’dandaha iyi, hıfzı daha çok isede Kuteybe’nın yalnız kalmışlığı onnula zali oldu.
Ondan, lazfı ile aktarım bitti.
Onu Beyhaki, Sünen-i Kübra’da rivayet etti. Dedi ki:Bize Ebu Ali erRüzbari haber verdi.
Bize Ebu Bekir b. Dasıh bildirdi. Biz Ebu Daud söyledi. Sonrada demin takdim edilen senedi
yani, ibni Kayyim’in öne sürdüğü Ebu Davud’un senedini öne sürdü. Metindede cem’ut-
Takdime dair açıklama var. Aynı şeklide onu Nesaive Darekutni de rivayet etti. Nitekim ibni
Hacer de Telhis’te bunu söyledi.
Böylece ortaya çıktı ki Kuteybe, bu hadiste tek başına kalmadı. Çünkü onu Nesai,
Darekutni ve Beyhaki, Kuteybe’nin rivayetine uygun olarak başka bir yolla çıkardılar.
İbni Hacer, Telhis’te dedi ki:Bu yolun senedin de Hişam b. Sad var.
O da leyyinü’l-Hadistir.
Kaydedicisi dedi ki, mezkur Hişam b. Sa’d, Müslm’in ricalindendir. Buhari de ona bir şerh
çıkardı. Bununla da Mufaddal’ın, Kuteybe’nin yoluna uygn yolunun sıhhatini öğreniyorsun.
Bunun için Beyhaki, Süneni Kübra’da dediki, şeyh dedi ki:Bundan, sadece Yezid b. Ebi
Habib’in Ebu’t-Tufeyl’den olan rivayetini inkar ettiler. Ebu’z,Zübeyr’in,Ebu’tTufeyl’den olan
irvayeti ise, mahfuzdur, sahihtir. Bilesin ki, açıktır ki şu durum, Kuteybe’nin rivayetinde bir
lekedir:Kuteybe, Leys b. Sa’d’dan, onula beraber bu hadisi kimin yazdığını sordu. Ded
ki:Onu, benimle beraber Halid el-Medaini yazdı. Buhari dedi ki:Haid el-Medaini, şeylere
ilave ediyordu. Yani:Onların rivayetlerine, onlarda olmayan şeyleri ekliyordu. Bu durum, bir
lekedir. Çünkü binlerce yalancının kendisiyle beraber alması adil, zabıt olana zarar vermez.
Çünkü, açık olduğ üzere, o sadece kendisine öğretileni söyler. Başkalarının yalanı ona zarar
vermez.
Çünkü, açık olduğu üzere, o sadece kendisine öğretileni söyler. Başkalarının yalanı ona
zarar vermez.
İbni Hazm’ın; onun zeyd b. Ebu Habbi’ten rivayetler yolu ile Ebu’t Tufeyl’den aktarma
olduğunu ve ondan herhangi bir şeyin işitildiğinin bilinmediği, şeklinde söylediğinin cevabı,
iki açıdandır:Birincisi:Rivayetler yolu ile aktarma ve benzerinin muhaddislere göre, sahte
olması dışında, bildirmek için açıklama hükmü vardır. İbni Habib ekliyor. Onun hakkında
ezZehebi, Tezkiretu’l-Huffaz’da dedi ki, hadis için hafız olarak bir delil idi. Mezkur Ebu’t-
Tufeyl’i de, onlardan rivayet edenler cümlesinden saydı. Onun hakkında ibni Hacer
Takrib’te ded ki, güvenilirdir. Gönderiyordu. Ma’lumdur ki irsal, aldatma değildir. Çünkü
muhaddislerin ıstılahına göre irsal, tabi’inin mutlak olarak ya da büyüğün özel olarak hadisi
Nebi (s.a.v)’e dayandırmasıdır. Denildi ki rivayet edenin mutlak olraak ıskatıdır. Bu da
usulcülerin görüşüdür. Dolayısıyla, tedlisten farkıl olarak irsal, vasıtanın hazfı ile içinde
kesinti vardır.
İsnadın tedlisi şudur:Ravi onda doğrudan şeyhini hazfeder de doğrudan ve dolaylı olarak
duyum için muhtemel bir lafızla, aynı asırda yaşayan şeyhinin şeyhine isnad eder.
Örneğin:Falancadan, filanca dediki. Dolayısıyla onda vasıtanın nefyi ile kesinti olmaz.
Aksine o, bitişiklik vahmi veriyor. Çünkü onda, kendisine dayandırdığının, muasırı olası
gereği vardır. Yani:Şeyhinin şeyhi, çağdaşı olmalı. Çünkü çağdaşılık yeter, karşılaşmışlığın,
özelliklede duyumun sübutu şart değildir. Müslim b. Haccac, Sahih’inde sadece çağdaşlığı
şart koşuyor. Karşılaşmayı ve daha doğrusu duyumu şart koşmuyor. Karşılaşmayı sadece
Buhari şart koşuyor. Iraki, Elfiye’sinde dedi ki:
..................................
..............................
Mülümanların, Müslim’in hadislerinin sıhatine dair icma’ları gizlenemez. Halbuki o,
sadece çağdaşlığı öngörüyor. Bununlada biliyorsun ki; ibni Hazm ve muvafakat edenlerin,
Yezid b. Ebu Habib’in Ebu’t-Tufeylden rivayetinin bilinmediği şeklindeki sözü, hadisi
hakkında yergi değildir. Çünkü öğrendin ki, müdelesten başka rivayetler yoluyla aktarımın
bildirme hükmü vardır. yezid b. Ebu habib, yüzden sonra 28 senesinde öldü. 80’e yakındır.
Ebu’t-Tufeyl bir senesinde doğdu ve sahih kavle göre 110 senisinde öldü. Görüyorsun ki
ikisini çağdaşlığında ve bir araaya gelmelerinde herhangi bir şüphe yoktur, uzun zaman
süren şayam süresinde.
İbni hazm’ın, Yezid b. Ebu Habib’in Ebu’t-Tufeyl’den olan rivayeti hakkında onun batıl
olduğu hükmünde şaşılacak şey yoktur.
O, Sahih-i Buhari’de sabit hadis hakkındaki hükmünde bundan daha şedidini irtikab
etmiştir. “Ümmetimde hür insanı, ipeği, içkiyi ve çalğıları helal kılan topluluklar olacaktır.”
Bunun muttasıl olmadığını söyledi ve onnula, Buhari’nin isnadın başında şu söylediğinin
sebebi ile onu delil olark kabul etmedi:Hişam b. İmar dedi ki ma’lumdur ki hişam b. İmar,
Buhari’nin şeyhlerindendir. Buhari’de, tedlisten greçekten uzaktır. “Irakı, Elfiyesinde, ibni
Hazm’a verdiği bu cevaba şu sözü ile işaret etti:
.............................
..............................
............................
Ne varki Malik, Ahmed ve Ebu Hanife’den meşhur olan, mürsel ile delilenmedir.
Usulcülerin ıstılahında mürsel, mutlka olraak ravinin kendisinden sakıt olandır. Usulcülerin
ıstılahına göre, munkatı’ve mu’dalı kapsar. Malumdur ki mürsel ile delilenme öngören,
müdelles aktarımlarla da delillenmeyi, hem de daha çok öngörür. Nitekim birden fazla kişi
açıkladı ve buda açıktır.
Ebu’l-Tufeyl hakkında, onun el,Muhtar’ın rivayetinin hamili olduğu şeklindeki eleştiri, iki
açıdan merduddur. Birincisi: Ebu’t-Tufeyl, sababidir. Ve o Rasululah (s.a.v)’in en son ölen
ashabındandır. Nitekim, Müslim de bunu söyledi. Bunu, Şair ‘Umudu’n-Neseb şu sözü ile
akdetti:
...........
Bu Ebu’t-Tufeyl, Aır b. Vasile b. Abdullah b. Amr b. Cahs el-Leysi’dir. Leys b. Bekr b.
Kenane’ye nisbetledir. Bütün sahabe adildir. Onların tezkiyeleri Allah’ın kitabı’nda ve
Nesinin (s.a.v) sünnetinde gelmiştir. Nitekim bu, mahallinde ma’lumdur. Bütün sahabe için
adalet hükmü cumhurun görüşüdür ve haktır. Es-Suud, Meraki4de dediki:
.............
...............
İkinci Vecih: Şevkani’nin Neylü’l-Evtar’da zikrettiğine göre Ebu’t,Tufeyl, Muhtar ile
beraber Hüseyin (r.a)’ın katillerine karşı savaşmış.
Ve o, muhtar’ın ric’aya inandığını bilmedi. Hakimin; onun, sahih olmadığı gerekçesiyle
mevzu’ (uydurma)olduğu şeklindeki sözüne cevab: aksine o sbaittir, mevzu’ değildir.
Allame İbnü’l-Kayyim dedi ki, bu hadis hakkın uydurmu hükmü Müslim’in değil,
Hakim’indir. Yine ibnü’l-Kayyim Zadu’l-Mead’da dediki:Hakimdedi ki, bu hadis mevzu’dur,
isnadıda Sahihin şartına göredir. Fakat ilginç bir illet attı ortaya. Hakim dediki:Bize Ebu
Bekir b. Muhammed b. Baleviyeh söyledi. Bize Musa b.Harun söyledi. Bize Kuteybe b. Said
söyledi. Bize Leys b. Sa’d, yezid b. Ebu Habib’ten, Ebu’t Tufeyl’den, Mu’az b. Cebel’den
söylediğine göre Nebi (s.a.v) Tebuk ğazvesinde idi...şu sözüne kadar:Güneşin zevalinden
sonra yola çıktığında öğle ve ikindiyi beraber kılar sonra yürürdü. Hakim dedi ki, bu hadisin
ravileri, güvenilir imamlardır. Metin ve isnadı şazdır. Sonra kedisi ile illetlendireceğimiz
herhangi bir illet bilmiyoruz. Eğer hadis Leys’ten, Ebu’zZubeyr’den, Ebu’l-Tufeyl’den
olsaydı, hadisi onnula illetlendirirdik. Yezid b. Ebu Habib4ten, Ebu’t-Tufeyl’en olsaydı onunla
illetlendirirdik. Onda bu iki ileti bulmadığımıza göre, illetli olmaktan çıkar. sonra baktık da
Yezid b. Ebu Habib’in, Ebu’t-Tufeyl’den herhangi bir rivayet bulmadık.
Bu metni bu bağlam ile ne Ebu’t-Tufeyl’in arkadaşlarından herhangi birinden ne de,
Ebu’t-Tufeyl dışında, Mu’az b. Cebel’den rivayet eden herhangi birinden bulmadık. Biz de
dedikki, hadis şazdır. Ebul-Abbas es,Sekafi’den aktardılar. Dedi ki:Kuteybe b. Said bu
hadishakkında bize derki; Allame Ahmed b. Hanbel, Ali İbnü’l-Medini, Yahyadan yedi kişi
saydı, ondan bu hadisi yazdılar. Hadis imamlarıda, isnadından ve metninden taaccüb
ederek, sadece Kuteybe’den duydular. Sonra onlardan hiç kimseden, onun hadis için
herhangi bir illet zikrettiği, bize ulaşmadı. Sonra dediki:Baktık da hadis mevzu’iken,
Kuteybe güvenilir, emin! Ondan, amaç doğrultusuna aktarım bitti. Dikat et. “Yezid b. Ebu
habib’ten, Ebu’l-Tufeyl’den olsaydı, onu illetlendirirdik” sözünde şu vvardır:İçinde Yezidden,
Ebu’t-Tufeyl’den olduğu öne sürülen senedi
Bununla da öğreniyrsun ki, Hakim’in bu hadis hakkında, onun mevzu’olduğu, şeklindeki
hükmünün dikkate değer bir yönü yoktur.
İsnadının adamları ise, kendi itirafı ile güvenilirdir. takdim etmişizdir ki Ebu Davud,
Nesai, Beyhaki ve Darekutni’ye göre, Mufaddal b. Fudale onda, Kuyetbe’ye tabi’oldu. Zabt
ehli, güvenlir birisinin, sadece kendisinin rivayet ettiğinde tek başına kaması, şaz olarak
saılmaz. Sahihayn’de ve diğerlerinde nice sahih hadis vardır ki zabt ehli, adil kişi onda tek
başına kalmıştır. Bilmişsindir ki Kuteybe, onda tek başına kalmadı. Metni ise, o da
şazlardan uzaktır.
Takdim etmişizdir ki onnu benzerni Müslim, Sahihinde Camir’den rivayet etti. Ve yine
onn benzeri, Enes’in hadisi larak ta duyuldu.
Allame İbnü’l-Kayyim dediki, İshak b. Raheveyh rivayet etmiştir. Bize Şebabe söyledi.
Bize Leys, Akil’den, İbni Şihab’tan, Enes’ten söylediğine göre Nebibe söyledi. Bize Leys,
Akil’den İbni Şihab’tan, Enes’ten söylediğine göre Nebi (s.a.v) bir seferde olurda güneş zail
olrusa, öğle ve ikindiyi kılar, sora yola devam ederdi. Gördüğün gibi bu isnaddır. Şebabe
de, hadisi ile delillenebilir olarak muttefekun aleyh olan, güvenilir Şebabe b. Suvar’dır.
Müslim onu sahihinde rivayet etmiştir. Bu isnad, şeyhan’ın şartı üzeredir. Ondan, amaç
doğrultusunda, lafzı ile aktarım bitti.
İbni Hacer, Fethu’l-Bari’de, Ishak’ın bu hadisini öne sürdükten sünra şunları söyledi.
İshak, Şebabe’den olanında tek başına kalması ile illetlendirildi. Sonra Ca’fer el,Faryabi,
İshak’an olanında yalnış kalması.
Bu yerilecek bir şey değildir. Onlar, hafız iki imamdır. Aktarım bitti.
Hakim, Erbain’de, sahih bir senedle, Enes’ten, Ishak’ın mezkur hadisinin benzerni
rivayet etti. Ebu Naim’in, Müslim’ien Mustahrecinde benzeri vardır. Bulugu’l-Meram’da
Hafız, Enes’in muttefekun aleyh hadisini öne sürdükten sonra şunları söledi:Hakim’in, sahih
bir senedle, Erbain’de ki rivayetinde, “Öğle ve ikindiye kıld, sonra bindi,” vardır. Ebu
Naim’inde Müslim’in mustahrec’inde, “bir seferde olur da güneş zail olduğunda, öğle ve
ikindiyi toptan kılar. sonra devam ederdi.”
İbni Hacer, Cübeyr’in Telhis’inde, Hakim’in mezkur hadisini metni ve senedi ile öne
sürdükten sonra, şunları söyledi.
O, senedi sahih garib bir fazlılıktır. onu Menziri ve Alai bu açıdan sahih gördüler ve
Hakim’in onu Müstedrek’te irad etmemesini garibsedi. Dediki:Onun başka bir yolu vardır.
Onu Taberani Evsat’ta rivayet etti. Sonra onunla hadisi öne sürdü ve dedi ki, ya’kub b.
Mahmud onda yalnız kaldı. Hakim’in bu rivayetinde; hıfzedenin, hıfzetmeyene karşı huccet
olduğu şeklinde takdim ettiğimiz ve daha önce geçtiği gibi, adil olanın fazlalığının makbul
olması gerekçelerinden ötürü ibni Hacer’in, Fetih’te, Byhaki’nin, Hakim’in mezkur senedini
öne sürdüğünü, sonra metni zikredip onda fazlalığı zikretmediği şeklinde zikrettiği
yerilemez.
Nevevi, Şerhu’l-Mühezzeb’te, Mu’az’ın sadedinde olduğumuz hadisini öne sürdükten
sonra şunları söyledi. Onu Ebu Davud ve Tirmizi rivayet etti ve hasen hadistir, dedi.
Beyhaki dedi ki, o sahihtir, mahfuzdur. Enes’ten, dedi ki0 Rasululluha (s.a.v) seferde
olduğunda güneş zail oldu ise öğle ile ikindiyi toplu olarak kılra, sonra yoluna devam
ederdi. Bunu ismail ve Beyhaki, sahih bir isnadla rivayet etti.
Esalib’te imamü’l-Harameyn dediki:Cem’in sübutunda sahih haberler vardır. Onlar, te’vil
erişmez nassalrdır. Manada delili, icma’ın şeklinden istinbat (çıkarsamadır) O da Arafat ve
Müzdelife’de cem4dir. Zira açıktır ki onun sebebi, menasikleri ile meşğuliyetlerinden ötürü
hacıların ona olan ihtiyactır. bu manada bütün seferlerde mevcuddur.
Ondan, amaç doğrultusunda, lafzı ile aktarım bitti.
Ebu Davud’un, cem’ut-Takdimde kaim bir hadisin olmadığı yönündeki görüşüne
cevab:Sende gördün ki o, Müslim’in sahih’inde, Camir’in hadisi olarak sabit oldu. Enes’in,
İshak b. Raheveyh yoluyla olan hadisi olarak duyuldu. onu hakim, Erbain’de, sahih bir
senedle çıkardı. Ve onu Ebu Naim, İsmail ve Beyhaki de Müslim’in Müstahrecinde çıkardı.
“Rasulullah (s.a.v) bir seferde olup ta güneş zail olduysa, öğle ve ikindiyi toptan kılardı,”
lafzı ile isnadı sahihtir, dedi. V.s
Neylü’l,Evtar’da Şevkani dedi ki:Bilmişsindir ki Cem’u’t-Takdim hadislerinin bazıları saih,
bazıları da hasendir. Bu da Ebu Davud’un, Cem’u’t-Takdimde kaim bir hdais yoktur,
görüşünü reddediyor. İbni Abbas’ın takdim edilen hdasinin, isnadında Hüseyin b. Abdullah
b. Ubeydullah b. Abbas b. abdulmuştatilb olduğ ve onunda zayıf olduu gerekçesiyle zayıf
kılınmasının cevabı: O diğer iki yolla da rivayet edildi ki onlarla hadis destekleniyor. O
kadar ki en aşağı dereceleri, hasen oluyor.
Birincisi:Onu Yahya b. Abdulhamid el-Hammani, Ebu Halid el-Ahmer’den, Haccac’tan,
hakem’den, Muksim’den, İbni Abbas’tan çıkardı.
İkincisi:Onlardan ismail el-Kadi onu, Ahkam’da, ismail b. Ebu uveys’ten, kardeşinden,
süleyman b. Bilal’den, Hişam b. Urve’den, Kerib’ten, ibni Abbas’tan, kardeşinden,
Süleyman b. Bilal’dan, Hişam b. Urve’den, erib’ten, ibni Abbas’tan bunun benzeri olarak
rivayet etti. Bunu ibni Hacer, Telhis’te Şevkani de Neylü’l-Evtar’da söyledi.
Yine İbni Hacer Telhis’te dedi ki, onun mutabba’at itibarıyle imiş gibi, Tirmizi’nin onu
hasen gördüğü söyleniyor. İbni Arabi ğafil oldu da senedini sahihledi.
Bütün bunlarla biliyorsun ki, seferde cem’ut-takdim ve cem’utte’hirin her ikisi, nebi
(s.a.v)’den sabittir. Onda, üzerined icma’edilen bir şekil vardır. O da, takdim ettiğimiz gibi,
Müslim’in, hac konusundaki uzun hadisinde Cabir’den rivayet ettiğidir. O da, Arafat’ın
öğlesinin cem’u’t-Takdimi, Müzdelife’nin yatsıın cem’ut-Te’hiridir.
Süneni Kübra’da Beyhaki dediki:Sefer özrü ile iki namazı cem’sahabe ve tabi’in arasında
yapılan meşhur işlerdendir. Yanısıra; insanların Arafatta sonra Müzdelife’de cem ettikleri,
nebi (s.a.v)’den, ashabından ve müslümanların üzerinde icma’ ettiklerinden sabittir. Ondan
lafzı ile aktarım bitti.
Yine Beyşhaki’nin, Sünne-i Kübra’da, Zühri’den rivayet ettiğine göre, o, Salim b.
Abdullah’a;
Seferde öğle ile ikindi cem’edilir mi, diye sordu. Dedi ki, evet, bunda bir sakınca yok.
İnsanların Arafat’taki namazını görmedin mi. Aktarım bitti.
Allame ibnü’l,Kayyim, Zadü’l-Mead’da dediki:Şeyhu’l-islam ibni Teymiye dedi ki,
vakfenin muslahatı için Arafat’ta öğle ile ikindinin cem’i, cem’u’t-Takdime delalet eder. Ki
dua vaktini bitiştirsin de meşekkatsiz yapma imkanı varken ikindi namazı için inmekle onu
kesmesin. Meşakkat ve ihtiyaçtan ötürü cem’, daha öncelikli olarak böyledir.
Şafii dedi ki, ikindinin takdimi arefe günü ona ilave idi. Ki duayı ona bitiştirsin de ikindi
namazı ile onu kesmesin. Te’hir de Müzdelife’de.
Ki seyrine devam etsin de akşam için inmekle onu kesmesin. Zira bu, insanları sıkar.
Zadü’l,Mead’dan aktarım bitti.
Bu konuda öne sürdüğümüz delillerle de öğreniyorsun ki, zaruret durumunda ikindi, öğle
ile, onun vaktinde müşterektir. Yatsıda, akşam ile, onun vaktinde müşterektir, zaruret
durumunda. Zaruret durumunda öğle, ikindi ile, onun vaktinde müşterektir. Yine zaruret
durumunda aksam, yatsı ile, onun vaktinde müşterektir. Şüphesiz ki, Şafii ve Ahmed ve o
ikisine muvafakat edenler gibi, öğlenin zaruret vaktinin güneş batımına ve akşamın zaruret
vaktinin fecre kadar uzandığı konusunda Malik’e muhalefet edenler; hayızlının güneş
batımından bir rekat önce temizlenirse, akşam ile yatsıyı beraber kılar şeklindeki
itiraflarından dolayı gerçekte ona muvafıktırlar. Nitekim ibni Abbas ve Abdurrahman b.
Avf’tan takdim ettik. Hayızlı olanın hayızlı iken vakti geçen namazları kaza etmeyeceğine
dair icma’dan ötürü, bütünüyle vakit çıkmışsa, ne öğlene de ikindiyi kılması gerekmez.
Şerhu’l-Muhezeb’te Nevevi dediki, takdim etmişizdir ki bize göre özürlüye, ikindiyi vacib
kılan şeylerle öğle vacib olur. Abdurrahman b. Avf, ibni Abbas, yedi şehir fakihleri, Ahmed
ve diğerleri bu görüştedir.
Hasan, Hammad, Katade, Sevri, Ebu Hanife, malik ve Davud’a göre ona vacib olmaz.
ondan, lafzıyla aktarım bitti. Malik; bir rek’atın kalması ile beraber vakit ortaklıı olanlardan
birincisi kılınacak kadar onu vacib kıldı. Ki oda akşam e yatsıda dört, hazardaki için öğle ve
ikindi beş, seferdeki için üçtür.
Muğnu’de ibni Kudame dediki:Bu görüş Abdurrahman b. Auf, ibni Abas, Tavus, Mücahid,
Naha’i, zühri, Rabia, Malik, Leys, Şafii, ishak ve Ebu Seur’den rivayet edildi.
İmam ahmed dediki:Hasan dışındaki bütün tabi’in bu görüşte. Sadece o dedi ki:Sadece,
vaktinde temizlendiği namaz vacib olur. Şu sözüne kadar:Delilimiz; esrem ve ibnü’l-
Menzir’in ve diğerlerinin Abdurrahman b. Auf ve Abdullah ibni Abbas’tan isnadları ile
rivayet ettikleridir. Ki buna göre o ikisi hayızlı olan hakkında dedi ki, fecrin doğumundan bir
rekat önce temizlenir, akşam ve yatsıyı kılar. Güneş batmadan önc temizlenirse öğle ve
ikindiyi topluca kılar. Ve çünkü ikinci vakit, özür hali birinci vaktidir.
Özürlü ona erişirse, farzı ona lazım olur, ikincinin farzının ona lazım olması gibi.
Ondan, lafzı ile aktarım bitti. Yalnız bir kısmı hazfedildi. Ki oda Hanbeli alimin; akşamın
zaruret vaktinin fecre ve öğleninkinin güneş batımına kadar uzadığı şekilndeki
açıkamasıdır. Malik’in şu sözü gibi:
Müslümanlar, yatsı vaktinin başlangıcının beyanı hakkındaki Cibril’in imameti konusunda
takdim edilen iki hadisinde; sonra da şafak batımında yatsıyı kıldı.
Bureyde’nin, müslim ve diğerlerindeki hadisinde; sonra ona emretti de şafak batımında
yatsı için kaamet etti.
Ebu Musa’nın, Müslim ve diğerlerindeki hadisinde; sonra ona emrettide şafak batımında
yatsıyı kaamet etti. Bunun gibi hadisler pek çoktur. Ve bu tartışılmaz bir şeydir.
Yatsı vaktinin başlangıcının güneş batımı olduğunu öğrendiysen bilki alimler, şafak
hususunda ihtilaf ettiler.
Bazı alimler, o kırmızılıktır, dediler ki bu doğrudur.
Bazıları da, o; kırmızılıktan sonra beyazdır. Şafak’ın kırmızılık olduğuna delalet
edenlerden biri Darekutni’nin ibni Ömer’den rivayet ettiğidir ki buna göre Nebi (s.a.v) dedi
ki:“Şafak, kızıllıktır. Şafak kaybolduğunda namaz vacib olur.”
⁄araib’te darekutni dediki, bu ğaribtir. bütün raileri güvenilirdir. İbni Huzeyme,
Sahih’inde, Abdullah b. Ömer’den merfu’olarak çıkarmıştır. “Akşam namazının vakti, şafak
kızıllığı gidesiye kadardar.”
İbni huzeyme dediki:Eğer bu lafız duyulduysa, diğer rivayetlere ihtiyaç kalmaz. Fakat
Muhammed b. Yezid onda yalnız kaldı.
Telhis’te ibni Hacer dediki:Vasıti olan Muhammed b. Yezid, doğru sözlüdür. Bu hadisi ibni
Asakir rivayet etti.
Beyhaki, onun ibni Ömer üzerinde duruşunu doğruladı.
Yine Hakim dediki:Onun ref’i yanlıştır. Aksine Beyhaki dedi ki:Bu hadis Ömer, ali, İbni
Abbas, Ubbade b. Samit ve Seddat b. Evs’ten rivayet edildi. Onda herhangi bir şey sahih
olmaz. Fakat bilmişsindir ki, ibni Huzeyme’nin, sahih’inde rivayet ettiğinde, Muhammed b.
Yezid’den başka onun zayıflatılmasını gerektirecek herhangi bir şey yoktur. Bilmişsindir ki
o, doğru sözlüdür. Şafağın, kırmızılkı olduğuna delalet edenlerden biride Beyhaki’nin,
Süneninde Nu’man b. Beşir’den rivayet ettiğidir. dedi ki:Ben insanların, yatsı namazının
vakbini en çok bileniyim. “Nebi (s.a.v) onu, üçüncü Ay’ın sükütunda kılardı” Zira birçok
kişinin tahkik ettiğine göre beyaz, ancak gecenin 1/3 ünden sonra batar.
Neylü’l-Evtar’da Şevkani dedi ki, Şafağın, kırmızılık olduğunu söyleyenlerin bir delili,
Nebi (s.a.v)’den rivayet edilendir.” O yatsıyı, Ay üçüncü durumuna düştüğünde kıldı.”
Bunu Ahmed, Ebu Davud, Tirmizi ve Nesai çıkardı.
İbnü’l-Arabi dedi ki, o sahihtir, şafak kaybolmadan önce namaz kıldı.
ibni Seyyidin-Nas termizi’nin şerhinde dediki, doğum ve batımı bilen herkes bilir ki
beyaz, sadece gecenin ik 1/3 ünde görünmez. Ki o, Nebi (s.a.v)’in, çoğu vaktin çıkışını
kendisi ile belirlediğidir. Böylece yakinen sahih olduki onun vakti, gcenin ilk 1/3ünden
öncesi dahilindedir. Nassla sabittir ki o, beyaz olan şafanı batmasından önce girer. Bununla
da yakinen ortaya çıkmış oluyorki vakit, kırmızılık olan şafak ile kesin olarak girer. Ondan
aktarım bitti. İcma’a göre yatsı vaktinin başlangıcı, şafağın kaybolmasıdır. Delili, ta’lim
hadisi olan cibril hadisinde geçenlerdir.
Ondan aktarım bitti. Bu da, kırmızı şafağın beyaz olmadığı hususunda açık bir delildir.
sözlükte de kırmızı şafak var da beyazı zikretmedi.
Halil, Fera’ ve diğer dilbilimcisi imamlar dediler ki; imam Ahmed’den seferde şafak
kırmızı olandır, hazarda ise beyaz olandır, şeklinde rivayet edilen, zikrettiğimize muhalif
değildir. Çünkü o, Ahmed’e göre şafak olan kırmızılığın kaybolmasında ğayenin,
gerçekleşmesidir. Onun izahı; imam Ahmed diyorki “Şafak, kırmızılktır. “Çünkü açık ve
geniş arazide kırmızılığın sukutu bilinir. Hazarda olan ise, duvarlarla ufuk, ondan gizli olur.
Dolayısıyla, kırmızılığın kaybolduğuna kedisiyle istidlal etmek içni beyaz kayboyuncaya
kadar göre onun bitimi gecenin ilk 1/3 üdür.
Bazı sahih rivayetlerde, gecenin yarısıdır. Bazılarındada onun, fecrin doğuşuna kadar
uzandığına delalet vardır.
Gecenin 1/3 ünde bitttiğine dair rivayetlerden biri Buhari’nin sahihinde, Aişe’den
çıkardığıdır. “Yatsıyı, şafak batımı ile gecenin ilk 1/3 ü arasındaki bir zamanda kılarlardı.”
Ebu Musa ve Bureyde’nin müslim ve diğerlerine olan, namaz vakitlerini soranın ta’lini
hakkındaki takdim edilmiş iki hadiste “Nebi (s.a.v) ilek gecede yatsıyı, şafak batımında
ikame etti.
İkinci gecede ise onu, gecenin ilk 1/3 üne kaar erteledi. Sonra dedi ki; vakit, bu ikisinin
arasıdır.”
Cabir ve ibni Abbas’ın, Cibril’in imameti hususunda takdim edilen iki hadisinde “0 ile
gecede, şafak batımında yatsıyı kıldı. ikinci gecede ise onu, gecenin 1/3ü geçikten sonra
kıldı ve dediki:Vakit, bu iki vakit arasındakidir.” Ve; yatsı vaktinin bitişinin, gecenin ilk 1/3 ü
geçtiğinde olduğuna delalet eden bunun gibi rivayetler.
Onun, gecenin yarısına kadar uzandığına delalet eden rivayetlerden biri, Şeyhan’ın,
sahihlerinde enesten çıkardıklarıdır. Dedi:Nebi (s.a.v) yatsıyı gecenin yarısına kadar
erteledi. Sonra namaz kılıp dediki: insanlar namaz kılıp Siz ise beklediğiniz namazdasınız.
Enes dediki:Sangi ben o gecenin bitişinin beyazına bakıyorum.
Abdurrahman b. Ömer’in Ahmed, Müslim, Nesai ve Ebu davud’daki, daha önce takdim
edilen hadisinde “Yatsı namazının vakti, gece yarısına kadardır. Bazı rivayetlerinde
de”Yatsıyı kıldığınız zaman o, gecenin yarısına kadar olan bir öakittir.”
Onun, fecrin doğumuna kadar uzandığına delalet eden rivayetlerden biri Ebu Katade’nin,
uzun bir hadiste, Nebi (s.a.v)’den rivayet ettiğidir. dediki:Nebi (s.a.v_ dedi ki:
“Uykuda tefrit yoktur. Tefrit sadece, diğer vakit gelinceye kadar namaz kılmayan içindir.
“Müslim, Sahih’inde rivayet etti.
Bilesin ki bu hadisin umumu, sabahın vaktinin güneş doğduktan sonra öğleye kadar
uzanmadığına dair müslümanların icma’ı ile özelleştirilmiştir. Dolayısıyla güneşin
doğumundan sonra, icma’en,sabahın vakti yoktur. Nedilse ki, Ebu Katade’nin bu hadisi;
yatsı vaktinin gecenin yarısında bittiğine delalet eden hadislerle tahsis edilebilir.
Cevab:Cem’mümkündür. Kibu, mümkün olduğunda vacibtir. İki delilin yapımı, ikisinden
birinin ilğasından evladır. Cem’in vechi şudur:
İhtiyari vakit için gecenin yarısı ile sınırlama ve zaruri vakit için fecre kadar uzanma.
Buna; hayızlı olanın sabahtan bir rekat öne temizlendiğinde, akşam ve yatsıyı kılacağı
şeklinde, daha önce zikrettiğimiz, alimlerin mutabakatı delalet ediyor. Demin zikretiğimiz
alimler yatsıda değil, sadece akşam hususunda muhalefet ettiler. Ne var ki bunun
hakkında Abdurrahman b. Auf ve ibni Abbas’tan takdim ettiğimiz eser, merfu’hükmünde
olması uzak değildir. çünkü kedisinde görüşe yer olmayan mevkufun ref’hkmü ardır.
Nitekim hadis ilimlerinde de kaidedir.
Ma’lumdur ki ibadet vakitlerinin bitişleri, başlangıçları gibi tevkifiir. Çünkü o, salt
taabbüdidir.
Bununla da, gece yarısında bittiğine delalet eden ile fecre kadar uzandığına delalet eden
arasında cem’i vechini öğreniyorsun. Fakat, 1/3 rivayetleri ile 1/2 rivayetleri arasındaki
problem kalıyor. Allah daha iyi bilir ya, cem’de açık olan şuur:1/2 ile 1/3 ün arasındakilerin
tümü kılındı. Ki bu da, ihtiyarı yatsı vaktinin sonu için zarf olarak 1/6 dır.
Öyleyse sonuç için ilk ve son vardır. Şafiiyeden ibni Seric bu görüşte. Bu şekilde cem’in
ikna edici olmamasına karşılık, rivayetler arasında tercihten başka yol yoktur. Bazı alimler
1/3 rivayetini şu gerekçelerle tercih ettiler:
O, muhtar vaktin muhafazasında ihtiyata daha uygundur. Ve o; yatsı yı 1/3’ten önce
kılanın, namazını, ihtiyarı vaktinde eda edici olduğu yönündeki rivayetlerin ittiafakı için
buluşma yeridir. Bazılarıda onun sahih bir fazlalık olduğu ve adil olanın fazlalığının makbul
olduğu gerekçesiyle 1/2 rivayetlerini tercih ettiler.
Sabah namazının vaktinin başlangıcı, müslümanların icma’ı ile, fecri sadıkın doğumudur.
Ki o, oruçluya yeme ve içmeyi haram kılan fecirdir.
Ebu Musa ve Büreyde’nin takdim edilen, Müslim ve diğerlerindeki hadisinde:“Sonra fecr
parlayıp oruçluya yemek haram olduğuna namaz kıldı. “Ma’humdur ki iki fecr vardır:Yalancı
ve sadık. Yalancı olan ile, oruçluya yemek haram olmaz ve kendisiyle sabah namazı cazi
olmaz.
Sadık olanda, bu ikisinde tam aksidir. sabah namazı vaktinin sonu ise, bazı rivayetlerde,
ağarma ile sınırlandırıldı. Bazılarnıda, güneşin doğuşuna kadar uzadığı şeklinde geldi.
onun, gün ağarması ile bittiğine delalet edenlerden biri, Camir’in demin zikredilen
hadisinde olandır.
“Sonra gün iyice ağardığında ona gelip dedi ki:Kalk onu kıl. böylece sabahı kıldı.”
Bu, ikinci günde, ihtiyarı sabah vaktinin sonunun beyanı hakkındadır.
Ebu Musa ve Büreydenin takdim edilen, Müslim ve diğerlerindeki hadisinde “Sonra
dünden, sabahı, te’hir etti. ondan elçekinceye kadar Aktaran diyorki0Güneş doğdu ya da
doğmak üzereydi.”
Güneş doğumuna kadar devam ettiğine delalet eden rivayetlerden biri müslim’in
Sahih’inde ve diğererinin, Abdullah b. Ömer’in hadisi olarak çıkardığıdır. “Sabah namazının
vakti, güneşin doğmasıdır.
Müslim’in bir rivayetinde “Sabahın vakti, güneşin ilk boynuzu doğuncaya kadardır.
Bu rivayetler arasında cem’in vechinde açıktır ki, gün ağarımına vaktin bitimi, sabahın
ihtiyarı vaktidir. GÜneşin doğumuna kadar uzatılanı, zaruri vaktidir. Bu Malik mezhebinin
meşhur olanıdır.
Bazı Malikiye dediler ki:Sabah için zaruri yoktur. Dolayısıyla güneşin doumuna kadar
olan bütün vakti, ihtiyari vakittir. Buna göre cem’in vechi, yatsı vaktinin sonuna dair
kelamda, ibni Seric’ten takdim ettiğimizdir. Gerçek ilim Allah Teala katındadır.
Bu zikrettiğimiz, Allah’ın:(Namaz, mü’minlere vakitli olarak farz kılınmıştır.)
sözündemücmel olarak gelen vakitlerin detayıdır. Beyanın bir kısmını Allah’ın:(Güneşin
zevalinde namaz kıl) sözünde, ve: (Akşamladığımız zaman tesbih Allah’ındır)söznde
açıkladı. Gerçek ilim Allah Teala’nın katındadır.
Allah’ın sözü: (O topluluğu takib etmekte gevşeklik göstermeyin. Eğer siz acı
çekiyorsanız, onlarda sizin acı çektiğiniz gibi acı çekmektedirler. Üstelik siz Allah’tan,
onların ummadıkları şeyleri ummaktasınız. Allah Alim’dir, Hakim’dir.)Allah Teala bu ayet-i
kerimede müslümanları gevşeklikten nehyetti. Ki buda, düşmanları olan kafirleri talebte
zayıflıktır. Ve onlara şunu haber verdi:Eğer ölüm ve yaralanmadan yana acı duyuyorlarsa,
kafirler e öyledir. Müslümanlar Allah’tan sevab, rahmet gibi, kafirlerin ummadıkları şeyleri
umuyrlar. Ki bu, acılara sabretmeye ondan daha çok hak sahibidir. Bu manayı çeşitli
ayetlerde izah etti. Şu sözü gibi: (Gevşemeyin, üzülmeyin. Eğer inanıyorsanız, en üstün
sizsiniz. Eğer size bir yara dokunduysa, onun benzeri bir yara o opluluğa da
dokunmuştur.)Ve şu gibi:(Siz üstün iken barışa meyledip te gevşeklik göstermeyin. Allah ta
sizinledir. O, sizin amellerinizi zayi etmeyecektir.) Ve bunun gibi diğer ayetler.
Allah’ın sözü: (Kim bir günah kazanırsa, onu ancak aleyhine kazanır.)Bu ayette
zikrettiğine göre kim bir günah işlerse, başkaları değil özellikle onun nefsi onunla zarar
görrü. Bu manayı çok ayetlerde izah etti. Şu sözü gibi:(Her nefis, sadece kendisinin
aleyhine kesbeder.
Hiç bir günah yüklenici, başkasının günahını çekmez.)Ve şu sözü: (Kim kötülük ederse, o
aleyhinedir.)Ve bunun gibi diğer ayetler. allah’ın sözü: (Ve sana, daha önce bilmediklerni
öğretti.)Bu ayet-i kerimede zikrettiğine göre Nebisine (s.a.v), daha önce bilmediği şeyleri
öğretti. Başka yerlerde beyan ettiğine göre O’na bunu, kendisine indirdiği yüce kur’an
yoluyla öğretti. şu sözü gibi:(Sana böylece emremizden bir ruh indirdik. Daha önce ne
kitab’ı ne de imanı bilmezdin. Onu, kenisi ile kullarımızdan dilediğimizi hidayete
erdirdiğimiz bir nur kıldık.)Ve şu sözü: (Bu kur’anı sana vahyetmekle biz sana en güzel
kıssaları aktarıyruz. Sen bundan önce (bunlardan)habersiz idin.)
Ve bunun gibi diğer ayetler.
Allah’ın sözü: (onların aralarındaki gizli konuşmalarının çoğunda hayır yoktur.) Bu ayet,i
kerimede insanların kendi aralarındaki münacatının çoğunda hayır olmadığını zikretti.
Başka bir yerde, içinde hayır olmayan gizli konuşmadan nehyetti. Ve onun, mü’minler
onunla üzülsün diye şeytandan olduğunu beyan etti. O da Allah’ın şu sözüdür: (Ey iman
edenler, aranızda gizli konuştuğunuz zaman günah, düşmanlık ve elçiye karşı gelme
üzerinde konuşmayın; iyilik ve takva üzerined konuşun ve huzuruna toplanacağınız Allah’ın
izni olmadıkça mü’minlere hiç bir zarar veremez. Mü’minler Allah’a dayanıp tevekkül
etsinler).
Bu ayet-i kerimedeki şu sözü (Ya insanlar arasında ıslah) Burda insanlardan muradın
kafirlerden ayrı olarak mü’minler olup olmadğını beyan etmedi.
Fakat başka yerlerde, burda aralarında ıslah istenen insanların, hassete müslümanlar
olduğuna işaret etti. Allah’ın şu sözü gibi:(Ancak mü’minler kardeştirler. Öyleyse
kardeşlerinizin arasını ıslah edin.Ve şu sözü:(Mü’minlerden iki taife çarpışırsa, aralarını
düzeltin.)Açık olduğu üzere sadece mü’minleri zikretmesi, onlardan başkalarının böyle
olmadığına delalet eder. Ve Allah’ın şu sözü gibi:(Allah’tan korkun ve aranızda olanları
düzeltin.)
Bazı alimler dediler ki:Bu ayet-i kerimede mezkur emri bilma’rufu, (Ancak kim sadaka ve
iyilikle emrederse)sözünde açıklıyor.
Allah’ın sözü: (Asr’a andolsun ki insanlar hüsrandadır. Ancak iman edip salih amel
işleyen, sabrı ve hakkı tavsiye edenler müstesna.)
Ve şu sözü: (Rahman’ın izin verdiğinden başkası konuşamaz. (o da)doğruyu söyler. )Son
ayette onun ahirette olduğu vardır. Mezku emribi’l-Ma’ruf ise, ancak dünyadadır. Gerçek
ilim Allah Teala katındadır.
Allah’ın sözü: (Asi şeytandan başkasına yalvarmıyorlar.)Bu ayet-i kerimede “asi şeytana
yalvarmaktan murad, ona olan ibadetleridir.
Bunun benzeri, Allah’ın şu sözüdür (Ey Adem oğulları, şeytana ibadet etmeyeceksiniz
diye sizden söz almadım mı?) Ve dostu ibrahim hakkındaki şu sözü (oğucuğum, şeytana
tapma)Ve melekler hakkındaki sözü (Aksine cinlere tapıyorlardı.)Ve şu sözü (Ve melekler
hakkındaki sözü (Aksine cinlere tapıyorlardı.)Ve şu sözü (Bu şekilde ortakları müşriklerin
çoğuna, evladlarını öldürmeyi güzel gösterdi.) Bu ayetlerde onların şeytana ibadetlerinin
vechini beyan etmedi. Fakat başka ayetlerde beyan ettiğine göre onların şeytana
ibadetlerinin manası, ona itaat etmeleri ve Rasulun Allah’tan getirdiklerini bırakıp ona
ittiba etmeleridir. Şu sözü gibi (Muhakkak ki şeytanlar, sizinle mücadele etmeleri çin
velilerine vahyederler. Onlara itaat ederseniz, müşrik olurusunz.)Ve şu sözü (Ahbar ve
ruhbanlarını Allah’tan ayrı olarak rabbler edindiler.)Adiy b. Hatem, Nebi (s.a.v)’e, onları
nasıl rabbler edindiler, dediğinde nebi (s.a.v) ona dediki, “Onlar kendilerine Allah’ın ittiba’
ederlerdi.” Bu, onları rabbler edinmelerinin manasıdır. Bu ayetlerden apaçık bir şekilde
anlaşılıyor ki kim Rasulun getirdiklerine önceleyerek şeytanın teşri’ine ittiba’ederse (onun
kanunlarını tercih ederse)o Allah’ı inkar eden, şeytana ibadet eden, şeytanı rab edinen
olur. Şeytana olan ittibaını ne ile isimlendirise isimlendirsin. Çünkü bilindiği üzere
gerçekler, isimlerin değişmesi ile değişmez.
Allah’ın sözü: (Dedi ki, elbette senin kullarından belirli bir pay alacağım.)Burada, şu sözü
ile şeytanın onlardan belirli pay almasının keyfiyetini açıkladı.
(Onları mutlaka saptıracağım, mutlaka onları boş kuruntulara sokacağım ve onlara
emredeceğim:hayvanların kulaklarnı yaracaklar; onlara emredeceğim:Allah’ın yaratışını
değiştirecekler.)“Hayvanların kulaklarını yarmak”tan murad; örneğin, bahirenin kulağını
yarmak ve kesmek. Ki bu, onun bahire yada saibe oluşuna bir alamet ve özellik olsun.
Nitekim Katade, Süddi ve diğerleri bunu söyledi.
Allah Teala bunu şu sözü ile ibtal etti (Allah bahireden bir şey edinmemiştir.)Bahire
olmasından murad, zikrettiğimiz gibi, kulağının yarıklığıdır. Sözlükte .....,parçalamaktır.
Züheyr’in sözündede:
......
Yani:Kesim. Nitekim bu belirli payı edinmesinin keyfiyetini başka ayetlerde beyan etti. Şu
sözü gibi (Muhakkak ki onlara karşı senin dosdoğru yolunda oturacağım. Sonra onlara
önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından yaklaşacağım. Onların çoğunu
şükredici bulamayacaksın.)Ve şu sözü (Şu benden üstün yaptığını gördün mü
Andohsun,beni kıyamet gününe kadar ertelersen, onun zürriyetini, pek azı hariç kökünden
koparıp sürükleyeceğim.)Burada, iblisin Ademoğullarına karşı, onlardan belirli bir pay
edineceği ve onları saptıracağı şeklindeki zannını iblisin gerçekleştirip gerçekleştirmediğini
açıklamadı. Fakat başka bir ayette bu zannını gerçekleştirdiğini beyan etti. O da şu
sözüdür: (Muhakkak ki iblis onlara karşı zannını doğruladı.)Burada, şeytana pay olmaktan
salim grubu açıklamadı. Fakat bunu başka yerlerde beyan etti. Şu sözü gibi (Onların
hepsini yoldan çıkaracağım. Onlardan ihlaslı kulların hariç.)Ve şu sözü (Onun tahakkümü,
sadece onu veli edinen ve Allah’a şirk koşanlaradır.)VE bunun gibi diğer ayetler. Burada,
şeytanın payıın daha çok olup olmadığını açıklamadı. Fakat başka yerlerde onun, daha çok
olduğunu açıkladı. Şu sözü gib (Fakat başka yerlerde onun, aha çok olduğunu açıkladı. Şu
sözü gibi (Fakat insanların çoğu iman edici değildir.) Ve şu sözü (Sen çokça istesende
insanların çoğu iman edici değildir.)Ve şu sözü (Yeryüzünde olanların çoğuna uyarsna, seni
saptırırlar?) Ve şu sözü (yeryüzünde onlardan önce evvelkilerin çoğu sapıttı.)
Sahhi’te sabit olduğuna göre cennetin uyarsan, seni saptırırlar.)Ve şu sözü (Andalson ki
onlardan önce evvelkilerin çoğu sapıttı.)
Sahih’te sabit olduğuna göre cennetin nasibi 1/1000 dir, geri kalan ateştedir.
Allah’ın sözü:(Onlara emredeceğim:Allah’ın yaratışını değiştirecekler.)
Bazı alimler dediler ki:Bu ayetin manası şudur:Şeytan onlara küfretmeyi ve Allah’ın
kendilerini üzerinde yarattığı islam fıtratını değiştirmeyi emreder. Bu görüşü Allah’ın şu
sözü açıklıyor, şahitlik ediyor:(Yüzünü hanif olarak dine çevirir; insanları üzerinde yarattığı
fıtrata. Allah’ın yaratışına değişim yoktur. Zira gerçek şu ki mana, Allah’ın sizi üzerinde
yarattığı fıtratı küfürle değiştirmeyin. Dolayısıyla: (Allah’ın sizi yaratışına değişme
yoktur)sözü, haberdir. Sadece boyun eğmek gerektiğini duyurarak onunla inşa’istendi. O
kadar ki, sanki o, kesin olarak bilfiil vaki’haberdir. Benzeri, Allah’ın şu sözüdür: (Kadına
yaklaşmak, Buna, Ebu Hureyre’nin hadisi olarak sahihayn’da sabit olan da tanıklık ediyor.
Dedi ki:Nebi (s.a.v) buyurdu ki”Herdoğan, fıtrat üzere doğar.
Sonradan anne-Babası onu yahudi, hristiyan yada mecusi yapar. “Ve Müslim’in,
Sahih’inde iyaz b. Hımar b. Ebu Himar et-Temimi’den rivayet ettiği Dedi ki:Rasululah (s.a.v)
buyurdu ki:“Ben kullarımı hanifler olarak yarattım. Şeytanlar onlara geldide onları
dinlerinden saptırdı. Ve kendilerine helal kıldığımı haram kıldı.
Ayette, Allah’ın yaratışını değiştirmekten muradın, hayvanların iğdiş edilmesi olduğu
görüşü, onhdan muradın, dövme yapmak olduğu görüşü..mezkur ayette herhangi bir
açıklama yoktur. Mezkur görüşlerden her birini, alimlerden bir gurub söyledi. Bazı alimlerin,
bu ayetin tefsiri olarak, ondan murad hayvanlarnı iğdiş edilmesidir, demeleri, cazi
olmadığına delalet eder. Çünkü o, kötüleme ve şeytanın kanununa ittiba’ naktasında öne
sürülmüştür. İnsanın iğdiş edilmesi ise icma’en haramdır. Çünkü o, işkence ve uzvun
kesimidir. Ve şer’İ bir gerek olmaksızın neslin kesilmesidir. Açıktır ki bu haramdır.
Evcil hayvanların iğdiş edilmesine ilim ehlinden bir gurup ruhsat verdi.
Şişmanlatmak, v.b amaçlarla menfaat kastıyla olmalıdır. Alimlerin cumhuruna göre iğdiş
ile kurban edilmesinde herhangi bir sakınca yoktur.
Bazılarına göre, diğerlerinden daha şişman olması durumunda onu hoş karşılamadılar.
Ömer b. Abdulaziz, atın iğdiş edilmesine ruhsat verdi.
Urve b. Zübeyr, devesini iğdiş etti. malik, koçların iğdiş edilmesine ruhsat verdi. Bunu
caiz görmesinin sebebi, onunla Allah’tan başkasına yakınlaşmasının kastedilmemesidir.
Bununla sadece, yenilen etin güzelleşmesi ve dişilerden arzusu kesildiğinde cinsel
organının takviyesi kastedilir. Onlardan kimi de Nebi (s.a.v)’in şu sözünden dolayı bunu
kerih gördü. “Bunu, sadece bilmeyenler yapar.” Bunu Kurtubi söyledi. İbnü’l Menzir de
bunu tercih etti. Dedi ki:Çünkü bu ibni Ömer’den sabittir. O derki:Allah’ın yaratışına
iftiradır. Bunu, Abdulmelik b. Mervan kerih gördü.
Evzai dediki:Nesli olan her şeyin iğdiş edilmesini kerih görürlerdi.
İbnü’l-Menzir dediki, bunda iki hadis vardır.
Birisi:İbni Ömer’den, “Nebi (s.a.v), koyun, inek, deve ve atın iğdiş edilmesini yasakladı.
Diğeri:İbni Abbas’ın hadisi. “Nebi (s.a.v), evcil hayvanların iğdiş edimeisni nehyetti. “Bu
babtan olarak Muvatta’da olan, Mafi’den, ibni Ömer’den zikrettiğidir. Ki buna göre o, iğdiş
etmeyi kerih görürdü.
Ebu Ömer dediki, ani:İğdiş etmenin terki, yaratışın tamamlığı hakkında.
Kurtubi, zikreettiğimiz kelamı önce sürdükten sonra deiki:Ebu Muhammed Abdulğani,
Ömer b. İsmail’in hadisi olarakMafi’den, ibni ömer’den dediki:Rasululah (s.a.v)
derdiki:“Allah’ın yarattığını arttıranı iğdiş etmeyin“bunu Darekutni’den, şeyhi rivayet etti.
Dedi ki:Bize Abbas b. Muhammed söyledi. Bize Kırad söyledi. Bize Ebu Malik en-Naha’i,
Ömer b. İsmail’den söyyledi de onu zikretti.
Darekutni dediki:Onu Abdussamed b. Nu’man, Ebu malik’ten rivayet etit. Kurtubi’den,
lafzı ile aktarım bitti. Aynı şekilde, “Allahın yaratışını değiştirmek”ten muradın, dövme
olduğu görüşü de, devmenin haram olduğuna delalet eder.
Sahih’te, İbni Mes’ud’dan, şöyle dediği sabit olmuştur:Güzellik için Allah’ın yaratışını
değiştiren dövme yapan ve yaptıranı... Allah la’netledi. Sonra dedi ki:Rasululah (s.a.v)’in
lanetlediğini la’netlemez miyim?Ki o da Allah (c.c)’nun kitabındadır. Yani, Allah’ın şu sözü:
(Rasul)size neyi verdiyse onu alın. Sizi neyden nehyettiyse, ondan kaçının.)
Alimlerden bir taife dediki:Bu ayette Allah’In yaratışını değiştirmekten murad şudur:Allah
Teala Güneş’i, Ay’ı, taşları, ateşi, v.s. mahlukatı kendilerinden ilahlar kılmakla onları
değiştirdiler.
Zeccac dedi ki:Allah hayvanları, binilsin ve yenilsin için yarattı. onları kendilerine haram
ettiler. Güneş’i, Ay’ı ve taşları, insanların emrine amade kıldı. Onlar da, ibadet ettikleri
ilahlar yaptılar. Böylece Allah’ın yarattığını değiştirdiler.
Tavus’tan rivayet edildiğine göre o, siyahın beyazla, beyazın nikahına siyahla olan
gelmezdi. Ve derdi ki; bu, Allah Te’ala’nın, “Allah’ın yarıtışını değiştirecek,” sözündendir.
lafız bunu içerse bile bu merduddur. Sünnet, ayetten muradın bu olmadığına delalet etti.
Rasulullah (s.a.v), bir beyaz olan kölesi zeyd b. Harise’yi, siyah bir habeşi olan Bereke
Ümmü Üsame ile nikahladı. Yine o (s.a.v), siyah olan üsame b. Zeyd’i, beyaz olan Fatıma
binti Kays ile nikahladı. Bilal’in hanımı zühre oğullarından Abdurrahman b. Avf’ın kızkardeşi
idi. tavus, ilmine ve celaletine rağmen onu bundan kutsadı.
Kaydedicisi dedi ki, Tavus’un bu ayet hakkındaki bu sözü, Malikiye’den bazı alimlerin
söylediğine benziyor. Ki onlara göre siyah kadın, müslümanların genel velayeti ile
nikahlanır.
Gerekçeleri de Malik’in şu fetvasıdır:Özel, zorlayıcı bir velisi olmaması durumunda adi
kadn, müslümanların genel velayeti ile evlendirilir. Dediler ki:Siyah kadın, mutlak olarak
adidir. Çünkü siyah kadınlar, yaratılışça çirkindir. Bu görüş muhakkık alimlere göre
merdüddur. Gerçek şu ki onlar, şerefli ve güzel olabilirler. Bazı edibler demişler ki:
......................................
........................................
Bir diğeri dedi ki:
.........................
.................
Siyap kadınlar hakkında bir diğeri dedi ki:
............
..............
Ediblerin sözlerinde bunun benzerleri çoktur.
Ve şu sözü:(onlara emredeceğim:Hayvanların kulaklarnı yaracaklar.)Bu, hayvanların
kulakarını kesmenin caiz olmadığına delalet eder. Bahire ve saibenin kulakarnını, putlara
yaklaşmak amacıyla yarılması, icma’ ile küfürdür. Evcil hayvanların kulaklarının başka bir
amaçla yarılması da, açıktır ki caiz değildir. bunun için Nebi (s.a.v) “Gözü ve kulağı şerefli
sayın. Tek gözlü, o kulağı yarık, olanları kurban etmeyin.” Şeklinde bize emretti. bun
Ahmed, dört sünen sahibleri, Bezzar, ibni Hibban, Hakim ve Beyhaki, Ali (r.a)’ın hadisi
olarak çıkardı. Tirmizi onun sahihledi. Darekutni onu illetli buldu. ..................kulağının ucu
yırtık olan, ........; kulağının sonu yırtık olan, ...; kulağı uzunlamasına yarık olan, .......;
kulağı yuvarlak bir şekilde oyulmuş olan demektir. Bir gurub alime göre kulak bağlayıcıdır.
Malik ve Leys dedi ki:Kulağı kesik yada büyük çoğunluğu olmayan (kurban) olmaz.
Kurtubi, bu görüşte Malik mezhebinde bilinen meşhür şey, kurban olmasını engelleyen
kesim 1/3 ve daha yukarısıdr. Daha aşağısının zararı yok. Kulaksız doğan hakkında Malik ve
Şafi’i dedi ki:Olmaz. Kulağı küçük olsaydı, olurdu. Ebu Hanife’den Şafii’ye göre ve bir grubu
fakihe göre olur. Bunu Kurtubi, bu ayetin tefsirinde söyledi. Gerçek ilim Allah Tela’nın
katındadır.
Allah’ın sözü:(Ne sizin, ne e ehl-i kitabın kuruntularına göre değildir.)
Burda ne onların, ne de ehl,i kitabın kuruntularıdan herhangi bir şey açıklamadı. Fakat
başka yerde bunların bir kısmına işaret etti. arabların yalan kuruntları hakkındaki şu sözü
gibi:(Dediler ki; biz mal ve evlatça daha çoğuz. Bize azab edilcek değildir.)Ve onlardan
aktarma şeklindeki şu sözü: (Sadece bu dünya hayatımız vardır. Biz diriltilecek de
değiliz.)VE bunun gibi ayetler. Ve ehl-i kitabın kuruntuları hakkıdaki şu özü:(Dediler
ki0Yahudi yada hristiyan olanlardan başaksı cennete girmediler ki:Biz Allah’ın oğulları ve
sevglileriyiz.)Ve bunun gibi ayetler.
Bazı alimlerin zikrettiğine göre ayetin nuzul sebebi, müslümanlar ve ehl-i kitabın
karşılıklı büyüklenmeleridir. Ehli kitab dediki:Nebimiz sizin nebinizden öncedir. Kitabımız,
sizin kitabınızdan öncedir. Dolayısıyla, biz, Allah’ın yanında sizden daha öncelikliyiz.
Müslümanlarda dediler ki:Biz Allah’ın yanında sizden daha öncelikliyiz. Nebimiz, nebilerin
sonnucusudur. Kitabımız, kendinden önceki kitablerin hükmünü ortadan kaldırdı. Bunun
üzerine Allah indirdi ki(Sizin kuruntularınıza göre değildir.)zikretiğimizle çelişmez. Çünkü
önemli olan lafzın genel olmasıdır, sebebin özel olması değil.
Allah’ın sözü: (Hangi insan, din yönünden, iyilik edici olarak yüzünü Allah’a teslim
edenden daha güzel olabilir. Allah Teala bu ayet-i kerimede zikretti ki iyilik edici olması hali
ile yüzünü Allah’a teslim edenden daha güzel kimse yoktur. Çünkü istifhamu’l-inkar, nefy
manasını içerir. Başka bir yerde açıkladığına göre; böyle olan, kopması olmayan
sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. O da şu sözüdür: (kim iyilik edici olarak yüzünü Allah’a
teslim ederse, kopması olmayan sapasağlam bir kulpa yapışmıştır.)“Yüzünü Allah’a teslim
etme”nin manas,ı O’nu itaat etmesi, boyun eğmesi emrini yerine getirerek o’na teslim
olması ve O’nun nehyinden sakınmasıdır. Bütün bunları da muhsin olarak yapması,
yani:Allah için ameline muhsin olarak yapması, yani:Allah için amelinde muhlis olarak onda
herhangi bir şeyle O’na ortak koşmaması, onda Allah’ı gözetmesidir, O’nu görüyormuş gibi.
Eğer o’nu görmüşorsa, Allah Teala onu görüyor. Arablar, yüzün teslimini kullanırlar.
Onunla tam bir boyun eğme ve itaati kastederler. Onlardan biri de zeyd b.Nüfeyl el-
Adavi’nin sözüdür:
...............
.............
Allah’ın sözü: (Öksüzkadınlar hakkında kitabta size okunan)Kitabta kendilerine okunanın
ne olduğunu burda açıklamadı. Fakat bunu Sürenin başında beyan etti. O da şu sözüdür:
(Eğer öksüz kızlar hakkında adaleti yerine getirmeyeceğinizden korkarsanız, (diğer)
kadınlardan hşunuza gideni nikahlayın.)Mü’minlerin annesi Aişe’den de takdim ettiğimiz
gibi, burdaki : (Size okunan) sözü, raf’mahallinde, lafz-ı celal olan faile ma’tuftur. Ma’nanın
takriri; deki, o kadanlar hakkında Allah size fetva veriyor. Yine o kadınlar hakkında size
okunan) Bu da Allah’ın şu sözüdür:(Eğer öksüz kadınlar hakkında adaleti yerine
getirmeyeceğinizden korkarsanız.)Fetvası verileni içerir. Kitabta bize bu okunan, yetim
kızların haklarının çiğnenmesidir. Dolayısıyla kim, yanındaki yetim kız hakkında adaleti
yerine getirmeyeceğinden korkarsa, onu bıraksın da diğerlerinden hoşlandığını nikahlasın.
Buda, takdim ettiğimiz gibi, ayetin manasındaki tahkiktir. Buna göre:(............)sözündeki
mahzuf harf-i cer....dir. Yani ........Yani:Aişe (r.a.)’den de takdim edildği gibi, nasıl ki malları
ve güzellikleri az olduğunda siz onlardan yüz çeviriyorsunuz, dolayısıyla, haklarında adaleti
gerçekleştirmeniz dışında, eğer varlıklı ve güzel olurlarsa onların nikahı size helal olmaz.
Bazı alimler dediler ki:Mahzuf harf-i cer, ..dir. Yan:..........................Mecaz olduu
görüşünde olan ve lafzın, hakikatine ve mecazına beraberce hamline cevazda ihtilaf
edenler, bunu mecaz-ı aklide caiz kıldılar. Söz gelimi:
.......Dolayısıyla ....ın isnadının zeyd’e olması, akli bir hakikattır. ....a isnadı ise, mecaz-ı
aklidir. Dolayısıla cem’i cazidir. Aynı şekilde ..........ın Allah’a isnadı, hakikidir. ....ya isnadı
ise, onlara göre mecaz-ı aklidir. Çünkü o, onun sebebidir.
Dolayısıyla ikisinin cem’i caiz olur.
Bazı alimler de dediler ki:(size okunanlar) sözü, cer mahallinde zamire ma’tuftur. Buna
göre mananın takriri şöyledir:De ki, Allah o kadınlar hakkında ve size okunanlar hakkında
size fetva veriyor. Bu vechi iki durum zayıf kılıyor.
Birincisi:Genelde olan, Allahın bu kitabta okunanla fetva verdiğidir. Onda, emrinin
zuhurundan dolayı fetva vermez.
İkincisi:Hafidin iaedesi olmadan, mahfud zamire atfi bir çok arap alimi zayıf gördü. ibni
Malik, Hamza’nın kıraatiyle istidlal ederk onu cazi gördü. ......söünde ....keimesi zamire
atfen haf ile. Ve şiirde vürudu ile istidlal etti. Şu sözü gibi:
Kef ....harfine atfen ....ın cerri ile bunun benzeri başkasının şu sözüdür:
....................
Öncesindeki zamire ma’tuf olarak .......ın cerri ile. Başka bir sözü:
........
Zamire ma’tuf olarak ...sözü cer ile. Bir başka söz:
....................................
Zamire atf ile ...cer mahallindedir. Ayetin kasem (yemin) oluşunun cevazı ile de cevab
verildi. Allah Teala yarattıklarından dilediği ile yemin edebilir. Nitekim: (Hayır,
gördükleriniize ve görmediklerinize yemen ederim)sözünde bütün mahlukatıyla yemin
ediyor.
Beyitler hakkında onların şaz olduğu ve buna kıyas edilemeyeceği Allame ibnü’l-
Kayyim’in, hafidin iadesi olmaksızın mahfud zamire atfin cevazını sahih görmesi. Allah’ın
(.........) sözünü ondan kılma.ı Dedi ki; (.....) sözünde (..) sözü, mecrur zamire atfen cer
mahalindedir. Buna göre mananın takriri; Allah ve mü’minlerden sana tabi olanlar sana
yeter. İbnü’l-Kayyim ve Kurtubi, (........) mahalle ma’tuf olarak mansub olmasını caiz gördü.
Çünkü kef harfi, nasb mahallinde mecrurdur. Bunun benzeri, şairin sözüdür:
Bazı alimler, Allah’ın şu söjzünü de ondan kıldılar:(..........)Dediki:.....ifadesi, ...sözündeki
hitab zamirine atıftır. Buna göre mananın takriri; size ve sizin rızıklandıramayacağınıza
orda geçemlilikler kıldık. Aynı şekilde ....nın i’rabı onun mübteda, haberinin mahzuf olduğ u
şeklindedir. Ya da haberi ...tır. İ’rabı da; takdiri, .....olan mahzuf fiile mef’ul olduğundan
dolayı mansubtur. İ’rabı; kasem olduğu gerekçesiyle mecrurdur. Bütün bunlar doğru
değildir.
Bazı alimler dediler ki:(Kitabta size okunan) sözünden murad, miras ayetleridir. Çünkü
onlar kadınlara miras bırakmıyorlardı. bu konuda Rasululah (s.a.v)’den bu kondua fetva
istediler. Bunun üzerine miras ayetleri indi.
Bu görüşe göre: (Kitabta size okunan) sözünün açıklayıcısı0(Allah size evladlarınız
konusunda vasiyet ediyor) sözüdür. Ve sürenin sonundaki şu sözü:
(Sendende fetva istiyorlar. De ki, Allah kelale hakkında size fetva veriyor.)Göünen o ki,
mü’minlerin annesinin sözü daha sahih ve daha doğrudur.)
uyarı:Vuslatı: (...........) sözünde olan münsebek masdarın aslı, mahzuf bir harfle
mecrurdur. Hilafı takdim etmişizdir; o, midir. Ki bu en doğrusudr. Ya da o midir. Mezkur cer
harfinin hazfinde sonra, athkike göre masdar, asb mahallindedir. Kisai ve Halil bu
görüştedir. Car’ın mahzuf olara amel edememesinden ötürü bu, en ölçüsüdür.
Ahfaş dedi ki:o, mahzuf harf ile cer mahalindedir. Delili, şairin şu sözüdür:
..........
.........nin mahalline atfen ..cer ediliyor. Yani:Sevgili oluşu için, borç için değil. Beyitle
deillenme şeklindeki birinci görüş, tevehhüm atfinden midir, şeklinde cevab verildi.
Züheyr’in sözü gibi:
.......
..nin haberi olan ma’tufun aleyh’e ba’nın duhülü tevehhümünden dolayı ......ın cerri ile.
Bir başkasının sözü:
.............
Ba’nın tevehümünden dolayı .....cerri ile. Sibeveyh, iki vechi caiz gördü.
Bilki harfi cerrin hazfı sadece münsebek mastar ....de red edilir. Karıştırma emniyetinde
her şeyde onun reddedildiğini söyleyen Ali b Süleyman’ın hilafına olarak cumhura göre ona
vasl olur. bunu ibni Malik, Kafiye’de şu sözü ile akdetti:
.............
...................ile birlikte harfi cer hazfedildiğinde ve cumhurun görüşüne göre
nakledilmesi ve karıştırma emniyetinde kıyas olarak Ahfeş’in sözünde vardır. Dolayısıyla
nasb, belirleyicidir. Basralılara göre nasb, fiildir. Kufelilere göre cer eden çekildi. Şu sözü
gibi:
..................
Harfin hazfine rağmen mecrur olarak kalması şazdır. Ferezdek’in şu sözü gibi:
.................
yani:Parmaklar, avuçlarla işaret etti. Yani, avuçlarla, köpek yavrusuna.
Allah’ın sözü (VE öksüzlere karşı adaleti yerine getirmeniz)...., adalettir. Yetilere karşı
yapılmasını emrettiği adaleti burda beyan etmedi. Fakat başka yerlerde buna işaret etti. Ş
usözü gib:(En güzel şekilde olmak dışında yetmin malına yaklaşmayın.)Ve şu sözü: (Deki,
onlar için ıslah iyidir. Eğer onları ortak ederseniz, sizin kardeşlerinizdir. Allah ifsad eden ile
ıslah edeni bilir.)Ve şu sözü: (Öyleyse sakın öksüzü ezme) Ve şu sözü:(Sevmesine rağmen
malı akrabaya ve öksüzlere verdi.)Ve bunnu gibi ayetler. Bütün bunlarda, öksüzlere karşı
adaleti yerine getirme vardır.
Allah’ın sözü (zaten nefisler cimriliği hazır durumuna getirilmişlerdir.)Allah Teala’nın bu
ayet-i kerimede zikrettiğine göre nefisler cmriliğe hazır durumuna getirilmişler, yani:Ona
hazır bir şey kıldı.
Ondan ayrılamaz, onu gerektiriyormuş gibi. Çünkü nefsin fıtratında var.
Başka bir yerde işaret ettiğine göre; Allah’ın, kendisni nefsinin cimriliğinden koruması
dışında hiç kimse iflah olmaz. O da Allah’ın şu sözüdür:(Kim de nefsinin cimriliğine karşı
korunursa, işte felaha erenler onlardır.)Mefhumu’ş-şartı şudur:Kim nefsinni cimriliğine karşı
korunmazsa iflah olmaz. Bazı alimler ...kelimesi ile şunu kaydettiler. Şeriatın yada mertliğin
gerektirdiği hakların men’ine yol açan. Cimrilik buna vardığında o ..dır ve o rezildir.
Allah’ın sözü:(Ne kadar isteseniz de kadınlar arasında (tam)adalet yapamazsınız.)Allah
Teala’nın burda, “yapamayacağını” söylediği adalet, sevgideki ve tabii meyildeki adalettir.
Çünkü bu, beşer gücünün dahilinde değildir. Aksine şer’i haklardaki adalet öyle değildir, o
yapılabilirdi. Allah Teala buna şu sözü ile işaret etmiştir:(Adaletli davranmayacağınızdan
korkarsanız bir tane alın; yahut ellerinizin altında bulunanla yetinin. haksızlık etmemeniz
için en uygun olan budur. Yani:Şer’i haklarda haksızlık etmeniz.
Arablar derler ki:.................Ondan biri de Ebu Talib’in sözüdür:
....................
Yani:Meyletmeyen ve sapmayan. Ondan biride bir başkasının sözüdür:
..........
Yani:Haksızlık ettilre. Ve bir başkasının sözü:
....
Yani:Haksızlık etti, eğdi. Ve Uheyhe b. Cellah el-Ensari
.................
Ve Cerir’in sözü:
.........
Ve Allah’ın sözü:(Seni fakir bulup zengin etmedi mi?)Bütün bunlar ....dendir. O da
fakirliktir. Allah’ın şu sözü de ondandır:(Fakirlikten korkarsanız.).......manasına olan ...,
vaviyetu’l-ayn’dır.
Şafii dedi ki, (..........)sözünün manası, yani:Aile efradı artan adam yoksulaşır. Bazılarına
göre:Bu doğru değildir. ....kelimesi rubai sığasında, .....vezindedir. Aile efradı
çoğaldığında .......Bunun herhangi bir vechi yoktur. Çünkü Şafii, Arab dilini bilen biridir. Ve
çünkü; Aile efradı çoğaldı manasındaki .., Hamir’in luğatıdır. Şairin sözü de ondandır:
..........
Yani:Hayvanları ve ehl-ü iyali çok olsa bile. Ayeti Talha b Masrıf, ........şeklinde, ta’nın
ötresiyle okudu. Meşhur lüğate göre iyali çoğaldığında fakirleşen kimse
Allah’ın sözü:(Eğer ayrılırlarsa, Allah bol nimetiyle onların her birini zengin eder.)Bu
ayet-i kerimede zikrettiğine göre, iki eş ayrılırlarsa Allah her birini geniş fazlı ve keremiyle
zengin eder. İki durumu rabt etti de birini şart, öbürünü ceza’kıldı.
Şu sözü ile de, nikahın zenginlik için bir sebeb olduğunu zikretti:(Sizden olan dulları ve
köle cariyelerinizden salih olanları evlendiriniz. Eğer fakir iseler Allah onları fazlı ile zengin
eder.)
Allah’ın sözü: (Ey insanlar, eğer (Allah)dilerse sizi giderir de (yeinize) başkalarını
getirir.)Allah Teala bu ayet-i kerimede zikretti ki, eğer O, nüzülü sırasında isterse var olan
insanları giderir de onların yerine başkalarını getirir. Buna dair delili başka bir yerde ikame
etti. Bu delil:O, onlardan öncekileri giderdi de onların yerine bunları getirdi.
O da Allah’ın şu sözüdür:(Eğer dilerse sizi giderir de sizden sonra dilediğini halef yapar.
Nitekim sizleri başka bir gurubun zürriyetinden inşa etti.
Başka bir yerde zikretti ki:Eğer onlar yüz çevirirlerse, onları başkaları il etebdil eder. Ve
o yerlerine getirilenler, yere gelenler gibi olmayacak, aksine onlardan daha hayırlı
olacaklar. O da Allah’ın şu sözüdür:(Eğer yüz çevirirseniz, sizden başka bir kavimle sizi yer
değiştirecek sonra onlar sizin gibi olmayacak).
Başka bir yerde zikretti ki:Bu O’na zor değil, kolaydır. Allah’ın şu sözüdür:(Eğer dilerse
sizi giderir de yeni bir yaratış (nesil) getirir. Bu Allah’a güç değildir.)Yani:Müm’teni’ ve zor
değildir.
Allah’ın sözü:(Onların yanında izzet mi arıyorlar?Bütün izzet, tamamen Allah’a aittir.)Bu
yet-i kerimede zikrettiğine göre bütün izzet o’na (c.c) aittir.
Başka bir yerde beyan etti ki:Sadece kendisine ait olan o izzetle Rasulunü ve mü’minleri
izzetlendirdi. O da Allah’ın şu sözüdür:(İzzet Allah’ın, Rasulünün ve mü’minlerindir.)Yani, bu
Allah’ın onları izzetlendirmesiyledir. ...., üstün gelmektir. Ondan biride Allah’ın şu sözüdür:
(Ve beni hitabta üstün kıl.)
Yani:Çekişmede beni ğalib getir. arab kelamında “aziz”den, ğalib gelen, ganimet alanı
kastediyorlar.Hansa’ın sözü de ondandır:
..............
Allah’ın sözü: (Allah) size kitab’ta indirmişti ki:Allah’ın ayetlerinin inkar edildiğini ve
onlarla alay edildğini işittiğiniz zaman, onlar başka bir söze dalıncaya kadar onlarla
beraber oturmayın; yoksa siz de onlar gibi olrusunuz.)Burda kendisine gönderme yaptığı
ev, En’am Suresinde, Allah’ın şu sözünde zikredilendir:(Ayetlerimiz hakkında
(münasebetsizliğe)dalanları, gördüğün zaman, onlar başka bir söze geçinceye kadar
onlardan yüz çevir.) Ve burdaki sözü (Onlarla beraber oturma) Burda, nehyi unutup a
onlarla beraber oturmanın hükmü unutturacak olursa, hatırladıktan sonra artık o zalim
gürülla beraber oturma.)
Allah’ın sözü: (Ve Allah mü’minlere karşı kafirlere asla yol vermeyecektir.)Bu ayetin
manasında, alimlerin bazı görüşleri var. Onlardan biri:Ma’na (Ve Allah, kıyamet gününde,
mü’minlere karşı kafirlere asla yol vermeyecektir.)Bu Ali b. Ebu Talib ve İbni Abbas’tan
mervidir. Buna, ayetin başındaki sözü de şahidlik eiyor; (Artık kıyamet gününde Allah,
aranızda hükmedecek ve..)Ki bu açıktır.
İbni Atiyye dedi ki:Bütün ehli te’vil bu görüşte. nitekim Kurtubi ondan nakletti. İbnü’l-
Arabi de ; ayetin sonunun, başına dönmediğini zannederek bunu zayıf gördü. Onlardan
biride:Ondan murad (Onlara, mü’minlerin üstünde yol kılmayacak.)Kendisiyle
müslümanların devletin imahvedecek, çekip alacak, köküne oturacak yol vermeyecektir.
Nitekim Müslim’in sahihinde ve diğerlerinde, Sevban’ın hadisi olarak Nebi (s.a.v)’den sabit
olduğuna göre, dediki:“Rabbimden; ümmetimi genel bir afetle helak etmemesini,
nefislerinden baka üzerlerine, topraklarını zorla alacak düşman salıvermemesini istedim.
Allah da benim için bunu ümmetime vermiştir. Ta ki birbirlerini helak edinceye ve
birbirlerini esir alıncaya kadar. “Bu veche pek çok ayet delalet ediyor. Ş u sözü gib:
(Muhakkak ki biz Rasullerimize ve iman edenlere dünya hayatında yardım ederiz)
Ve şu sözü:(Mü’minlere yardım üzerimize bir haktır.)Ve şu sözü: (Sizden iman edip salih
amel işleenlere va’detti ki, onlar muhakkak yeryüzünde halife olacaklar, onlardan
öncekilerin halife oldukları gibi. Ve onlara, kendileri için razı olduğum dinleri
sağlamlaştırılacak. Ve korkularından sonra yeri güvenlikle tebdil edilecek. Bana ibadet
ederler, bana hiç bir şey ortak koşmazlar.)Ve bunun gibi diğer ayetler.
Onlardan biride:Mana şudur:(O (c.c); mü’minler batılı tavsiye edip münkerden
nehyetmeyi terketmedikçe ve tevbeden el çekmedikçe kafirler için onlarınleyhine yol
vermez. Bu taktirde düşmanın kendilerine musallat olması, kendi elleri ile olur.Nitekim
Allah buyurdu ki:(Başınıza gelen hiç bir musibet yoktur ki kendi ellerinizin kazandıından
olmasın.)
İbnü’l-’Aribi dediki:Bu, gerçekten nefistir. Ve o manada birinciye raci’dir. Çünkü itaat
etselerdi, yardım olunurlardı. İki durumda, kendilerinin yüzünden başlarına afet geldi.
Onlardan biri:O (c.c), şer’an onların aleyhine kafirlere yol vermiz. Eğer görülürse, o şer’a
hilaftandır. Onlardan biride:Yoldan murad, hüccettir. Yani:Kafirlere, onların aleyhine
kafirlere yol vermez. Eğer görülürse, o şer’a hilaftandır. Onlardan biride:Yoldan murad,
hüccettir. Yani:Kafirlere, onların aleyhine hüccet kılmayacak. Allah’ın şu sözü, bunu
açıklıyor0(Sana hiçbir mesel getirmiş olmasınlar ki, biz sana hakkı ve en güzel açıklamayı
getirmiş olmayalım.)Bazı alimler bu ayet-i kerimeden, kafirin mülkünün müslüman köleye
devamının men’ini çıkardılar. Gerçek ilim Allah Teala’nın katındadır.
Allah’ın özü: (Namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar, insanlar agösteriş
yaparlar. Allah’ı da çok az zikrederler.)Bu ayet-i kerimede münafısların namazının niteliğini
açıkladı. Ki buna göre onlar namaza tembellik ve gösteriş içinde kalkarlar. Ve Allah’ı
namazda çok az zikrederler.)Namazdaki gevşeklikleri hakkında bunun benzeri, Allah’ın şu
sözüdür:(Namaza, ancak tembel tembel gelirler.)Ve şu sözü: (O namaz kılanlara yazıklar
olsun. Ki onlar, kıldıkları namazdan ğafildirler.)Bu ayetin mefhumu muhalifinden
anlaşıldığına göre ihlaslı mü’minlerin namazı böyle değildir. Bu mefhümü Allah Teala pek
çok ayette açıkladı. Ş u sözü gibi:(Muhakkak ki mü’minler felaha erdi. Ki onlar
namazlarında saygılıdırlar.)Ve şu sözü: (Ki onlar namazlarına titizlikle riayet ederler.)Ve şu
sözü:(Orada onu sabah ve akşam tesbih eder. Ticaretin ve alış-verişin kendilerini namazı
ikame etmek ve Allah’ı zikretmekten alıkoymadığı adamlar.)Ve diğer ayetler.
Muhakkak ki sen çok kötü bir şey işledin Fuhuş yaptığını kastediyorlra. (Ey Harun’un
kızkardeşi, baban kötü biri değildi, annen de haddi aşan değild.)Yani:Zina eden. dolayısıyla
annen -Baban böyle olmadığı alde sen nasıl günahkar oldun. Kıssaya göre onlar,
salihlerden olan Yusuf en-Neccar ile zina yaptığı iftirasında bulundular. İftira, hayret edilen
yalanın en şedid olandır. Onlardan bir Allahın şu sözüdür:(Yahudilerin yaptıkları zulümden,
çok kimseyi Allah yolundan çevirmelerinden dolayı kendilerine helal kılınmış temiz ve hoş
şeyleri onlara yasakladık.)Zulümleri sebebiyle kendilerine kıldığı temiz şeylerin ne
olduğunu burda açıklamadı. Fakat onları En’am süresinde şu sözü ile beyan ett:(Yahudilere
bütün tırnaklı (hayvanları haram ettik. Sığır ve konunda yağlarını onlara haram kıldık,
yalnız(hayvanların)sırtlarının, yahut bağırsaklarının taşıdığı , yada kemiğe karışan yağlarını
haram etmedik. Saldırganlıkları yüzünden onları böyle cezalandırdık. Biz elbette doğru
söyleyenleriz.)
Allah’ın sözü:(Müjdeciler ve uyarıcılar loarak rasuller..Ki rasulleren dilleri üzere
korkutmaksızın onlara azab etmesi durumunda insanların O’na karşı olacak olan bu
hüccetin ne olduğunu beyan etmedi. Fakat bunu Ta-Ha süresinde şu sözü ile beyan etti:
(Eğer ondan önce azab ile onları helak etseydik, Rabbimiz, bize elçi gönderseydin ya. O
taktirde zelil ve alçak olmadan öne ayetlerine tabi olurduk, derlerdi.)Buna, kasas
suresindeik şu sözü ile işaret etit:(Ellerinin yapıp gönderdiğinden ötürü onlara herhangi bir
musibet isabet etse, o taktirde; rabbimiz, bize elçi gönderseydin ya. Bizde ayetlerine tabi
olur, mü’minlerden olurduk.)
Allah’ın sözü: (Ey kitab ehli, dininizde taşkınlık etmeyin ve Allah hakkında gerçek
olmayan şeyleri söylemeyin.)Bu kendisinden nehyedildikleri taşkınlık ve doğru olmayan
söz, bazılarının “İsa, Allah’ın oğludur” şeklindeki sözleridir. Ve bazılarının, “O, Allah’tır,”
şeklindeki ve bazılarınında “O, Allah’la beraber bir ilahtır,” şeklindeki sözleridir. Allah Teala
(c.c), bütün bunlardan münezzeh ve yücedir. Nitekim bunu, şu sözü beyan ediyor:
(Hristiyanlar; Mesih, Allah’ın oğludur, dediler.) Ve şu sözü:(Andolsun ki, Allah üçün
üçüdür, diyenler kafir oldular.)Ve şu sözü:(Allah, Meryem oğlu Mesihtir, diyenler muhakkak
ki kafir oldular.)Ve şu sözü:(Andolsun ki, Allah üçün üçüdür, diyenler kafir oldular.)Burda,
bu uydurmalarının ibtaline şu sözü ile işaret etti:(Meryem oğlu isa Mesih sadece Allah’ın
rasulu ve Allah’ın Meryem’e ilka ettiği kelimesidir.)
Ve şu sözü:(Mesih, Allah’ın kulu olmaktan çekinmez.)Ve şu sözü:(Meryem oğlu Mesih,
rasül olmaktan başka bir şey değildir. Ondan önce de rasuller gelip geçmeştir. Ve annesi
sadıktır. İkis yemek yerlerdi.)Ve şu sözü:
(De ki:Eğer Allah, Meryem oğlu Mesih, annesini ve yeryüzündekilerin tümünü helak
etmek isterse Allah’a karşı kim ne yapabilir.)
Bazı alimler dediler ki:Bu ayette nehyedilen haksız söze ve taşkınlığa, Meryem’e iftira
olarak söyledikleri de giriyor. Kurtubi, buna itimad etti. Buna göre nehyedilen taşkınlık,
tefrit ve ifratı kapsar olur.
Alimler kararlaştırmışlırdır ki hak, ifrat ve tefrit arasındaki bir vasıtadır. Ki bu da Mutarrif
b. Abdullah’ın sözünün ma’nasıdır. İki günah arasındaki hasene. Bununla öğreniyorsun ki
ifrat ve tefritten kaçınan, hidayet olmuştur. Şunu diyen, iyi etmiştir:
.........................
Sahih’te Rasululah (s.a.v)’den sabit olduğuna göre dediki: “Hristiyanların İsa4yı
methetiği gibi beni methetmeyin. Allah’ın kulu ve elçisi, deyin. “Allah’ın sözü:(Allah’ın,
Meryem’e ilka ettiği kelimsei ve ondan bir ruhtur.)Bu ayetteki lafzı, tab’id için değildir.
Nitekim Hıristiyanlar, Allah’a iftira olarak bunu böyle zannetlier.
Fakat ...burda, ğayenin ibtidası içindi. Yani İsa’nın diri olarak kendisiyle doğduğu bu
ruhun mebdei Allah Teala’dandır. Çünkü onu kendisi ile dirilten o’dur ve burdaki ..in,
ğayenin ibtidası için olduğuna delalet ediyor.
Allah’ın sözü:(Yerde ve göklered olanları emrizine amade kıldı. Hepsi o’ndandır.)Yani,
varlık olarak bütün bunların mebdei o’ndandır. Bu zikrettiğimize Ebu b. Ka’b’tan rivayet
edilen de delalet ediyor. Ki buna göre o dediki:Allah kendilerinden misak aldığında,
Ademoğullarının ruhlarını yarattı. Sonra onları Adem’in sulbüne geri gönderdi. İsa (a.s)
ruhunuda yanında tuttu” O’nu yaratmayı dilediğinde, bu ruhu Meryem’e ilka etti. Böylece
isa (a.s), o’ndan idi. Bu izafe, tafdil içnidir.
Çünkü bütün ruhlar O(nun (c.c) yaratmasıdır. Şu sözü gibi:(Evimi tavaf edecekler için
temiz tut.)
Ve şu sözü:(Allah’ın dişi devesi) Denildi ki, kendisinden acaib şeyler zahir olanlara
denilebilir ve Allah’a izafe edilir. Denilir ki, bu ruh Allah’tandır, Yani:O’nun yarattığındandır.
İsa (a.s), körü ve alacalıyı iyileştirir, Allah’ın izniyle ölüleri dirildirdi. Böylece bu isme
müstehak oldu. Denildi ki, Tahrim ve Enbiya Sürelerinde zikredilen Cibril (a.s)’ın nefhası
sebebiyle “ruh” olarak isimlendirildi. Arablar, üfürmeyi ruh diye isimlendirirler. Çünkü o,
ruhtan çıkan bir rüzgardır.
Bu kullanımdan biride zi er-Rimme’nin sözüdür.
.....................
Bu görüşe göre ......nın faili olan Allah’a dönen zamire ma’tuftur. Kurtubi de bu görüşte.
Gerçek ilim Allah Teala’nın katındadır.
Bazı alimler dediler ki,........yani, O’ndan bir rahmettir. İsa, kendisine tabi olanlar için
Allah’tan bir rahmet idi. Denildi ki, ondan biri de, kendinden olan bir ruhla onu te’yid etti.
Yani:Kendinden bir rahmetle. Bunu da Kurutbi aktardı. Denildi ki, yani:O’ndan bir bürhan.
İsa kavmine karşı bir bürhan ve hüccet idi. Gerçek ilim Allah Teala’nın katındadır.
Allah’ın sözü:(Size, açıklayıcı bir nur indirdik)Bu açıklayıcı nurdan murad, kuranı azimdir.
Çünkü o; kandilin, gecenin karanlığını giderdği gibi, şübhe ve cehaletin karanlıklarını
giderir. Allah Teala, bunu şu sözü ile izah etmiştir:(Böylece biz sana, emrimizden bir ruh
vahyettik. Sen kitab ve imanın ne oldğunu bilmezdin. Fakat biz onu bir nur kıldık.)Ve şu
sözü:(Ve onunla beraber indirilen nur’a tabi’olun.)Ve bunun gibi diğer ayetler.
Allah’ın sözü:(Eğer ölenin)iki kızkardeşi varsa, bıraktığınnı 2/3 ü onlarındır.)Bu ayet-i
kerimede açıkladığına göre iki kız kardeş, 2/3 ü miras alırlar. O ikisinden murad, bir
anneden olmayan iki kız kardeş. ve yukarısının mirasını açıklamadı. Fakat başka bir yerde,
kızkardeşlerin, sayıları ne olursa olsun 2/3 ten fazla alamayacaklarına işaret etti. O da Allah
Teala’nın, kızçocuklar hakkındaki şu sözüdür:(Eğer onlar ikiden fazla kadın iseler, geriye
bırakılanın 2/3 ü onlarındır?)
Ma’lumdur ki kız çocuklar, rahmete daha çok muhtaç ve miras konusunda erkek
çocuklardan, sebeb olarak daha kavidirler. Eğer onlar, çok olsalar bile 2/3 ten daha fazla
alamıyorlarsa, erkek çouklarda hayda hayda böyledir. Usul alimlerinin çoğuna göre fehva’l-
hitab,, yani:Kendisinde sükut edilen mefhumu’l,Muvafık, hükmetmeye, mantuktan evladır
Kıyas açısından değil, lafzın delaleti kabilinden. Şafii ve bir gurubun hilafına olarak. Tahkike
göre benzer de öyle. Dolayısıyla, allah’ın (Onlara öf deme)sözünden, daha öncelikli olarak,
onları dövmenin haramlığı anlaşııyor. Ve şu sözü: (Kim miskali zerre kadar hayır işlerse,
onu görür.)Bundan, daha öncelikli olak, kim dağ ağırlığınca iyilik ve kötülük işlerse, onu
görür. Ve şu sözü: (Sizden, adil olan şahid ttun.)Bundan, daha öncelikli olraak, adil
olanlardan örneğin, üç-dört kişinin şehadetinin kabulü anlaşılıyor. Ve Nebi (s.a.v)’in, tek
gözlünün kurban edilmesini nehyinden, daha öncelikli olarak, amanın kurban edilmesinin
nehyi anlaşılıyor. Benzerde de böyledir. Yetim malının yenilmesinin haramlığından, aynı
derecede yakılması ve batırılmasının men’i anlaşılıyor. Nebi (s.a.v)’in, durgun şuda
bevletmenin nehyinden, aynı şekilde kaba belv ve ona boşaltmanın nehyi anlaşılıyor. Ve
nebi (s.a.v)’in şu sözü: “Kim kölelikte ortağını azad ederse.” Bundan, cariyenin de böyle
olduğu anlaşılıyor. Bunda, alimlerin cumhuruna göre, tartışma olmaz. Bunda, sadece bazı
zahiriler muhalefet etti.
Ma’lumdur ki bunun gibisinde onların hilaflarının herhangi bir değeri yoktur. Bununlada
öğreniyorsun ki; Allah Teala, çok olsalar bile kız çocuklara 2/3 ünden fazlası yoktur, diye
açıklamşısa, bilinir ki erkek çocuklara da aynı şekide, daha öncelikli olarak, yoktur. Gerçek
ilim, Allah Teala’nın katındadır.
Bu mübarek kitabın birinci cüz’ü bitti. Allah Teala’nın izni ile bunu ikinci cüz takib eder.
Başı da Maide Süresidir.

You might also like