Professional Documents
Culture Documents
Aristotelesin Dusunce Sisteminde Fizik PDF
Aristotelesin Dusunce Sisteminde Fizik PDF
C
ANKARA YILDIRIM BEYAZIT ÜNİVERSİTESİ
İNSAN VE TOPLUM BİLİMLERİ FAKÜLTESİ
FELSEFE BÖLÜMÜ
LİSANS TEZİ
Kübra NALBAT
1302012043
HAZİRAN-2017
ARİSTOTELES’İN DÜŞÜNCE SİSTEMİNDE
FİZİK-METAFİZİK KAVRAMLARI
Kübra NALBAT
TARAFINDAN
HAZİRAN-2017
Ünvanı Adı ve Soyadı
Bölüm Başkanı
Okuduğumuz ve savunmasını dinlediğimiz bu tezin, bir lisans bitirme tezi için gereken tüm
kapsam ve kalite şartlarını sağladığını beyan ederiz.
……………………………
(Danışman)
İmza:
iii
ÖZET
FİZİK-METAFİZİK KAVRAMLARI
Nalbat, Kübra
iv
Babama ve Anneme..
v
TEŞEKKÜR
Bana dört yıl içinde ders, sohbet, öneri, fikir ve beni bölüm içinde motive eden saygı değer
tez danışmanım Doç. Dr. Mehmet VURAL hocama, gerek tezimle ilgili olsun gerek derslerde
vermiş olduğu ufuk açıcı önerilerinden dolayı, Yrd. Doç. Muhammed Enes KALA hocama, ilk
başladığım yıldan itibaren düşünce hayatımda bana bir yol haritası sunan, beni düşünmeye
teşvik eden Doç. Dr. Levent BAYRAKTAR hocama ve desteğini hiçbir şekilde esirgemeyen
Arş. Gör. Buğra KOCAMUSAOĞLU hocama teşekkürlerimi sunarım.
Tez yazma sürecinde yaşamış olduğum stres ve sıkıntıları en aza indirmeme yardımcı olan
ellerini her zaman omuzlarımda hissedeceğim ailem ve arkadaşlarıma teşekkür ederim.
Kübra NALBAT
Haziran 2017
Ankara
vi
İÇİNDEKİLER
İNTİHAL.................................................................................................................................. iii
ÖZET .................................................................................................................................................... iv
İTHAF ................................................................................................................................................... v
TEŞEKKÜR …………………………………………………………………………………………………………..…vi
İÇİNDEKİLER....................................................................................................................... vii
GİRİŞ..................................................................................................................................................... 1
BİRİNCİ BÖLÜM
1.ARİSTOTELES’İN HAYATI
İKİNCİ BÖLÜM
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
vii
3.2.1. Doğa………………………………………………………………………………………………….25
3.3.2 Hareket…………………………………………………………………………………………….…27
3.4.3. Yer…………………………………………………………………………………………..…….…..30
3.5.4. Zaman…………………………………………………………………………………………….….33
4. SONUÇ…………………………………………………………………………………………………………………58
KAYNAKÇA……………………………………………………………………………………………..……………..62
viii
GİRİŞ
Ortaya koymuş olduğu görüşleri sistemli ve düzenli bir şekilde araştırıp, üzerine
kendi özgün düşüncelerini de eklemiştir. Gerek Herakleitos olsun gerek Parmenides olsun,
Empedokles, Anaksagoras, hocası Platon’un görüşlerinde de etkilenmiştir.
Aristoteles’e göre biz doğru bilgiyi ancak aklın aleti olan mantık ile bilebiliriz.
Mantık; gerçek, doğru, zorunlu bilgiye ulaşmamızı sağlamaktadır, yani bir giriş kapısıdır.
Yani sisteminin orta direği mantıktır, genel anlamda da sisteminde çelişkiler
bulunmamaktadır.
1
hareketin sebebi olmasından başka bir şey değildir. İlk Hareket ettirici, aynı zamanda salt
formun zirve noktası olup, edimselliği kendi içinde barındıran evrendeki fiili ortaya
çıkarması bakımından da önemlidir. Bu kavramları da metafiziğin içinde tartışmıştır.
Aristoteles, gerek fizikte gerek metafizikte olsun bu iki alandaki amacı da, ‘’bir şeyin
ilk ve son nedenini bilmektir’’ bunun üzerinde durur. Bu ilk ve son nedeni de metafiziğe yani
hem teolojiye hem de ontolojiye bağlamaktadır.
2
tesadüfi olarak değil de bir gayi sebebi olduğunu savunur. Evrendeki oluş ve yok oluşu
açıklar, evreni canlı bir organizmaya benzetir. Doğa felsefesi içinde sürekli değişen varlıkları
inceler, evrende bir durağanlığın olmadığını her şeyin değişip yenileştiğini söyler. Metafizik
anlayışına baktığımızda, ‘’varlık olmak bakımından varlığın ilmi olarak’’ tanımlamaktadır.
Ona göre metafizik her şeyin ilk sebebidir. Aslında bu ilk sebep İlk Muharriktir. Metafizik,
dolayısıyla hem ontolojinin hem de teolojinin konusu içine girmektedir. Metafiziğinde, daha
çok, madde-form, kuvve-fiil, töz, potansiyellik-edimsellik kavramları üzerinde durur, ve
bunları en sonunda yine İlk Muharrike bağlar. Bu bakımdan ilk muharrik fiziğin bitişi
metafiziğin başlangıcına tekabül eder.
Metafizik kavramlara geçecek olursak; burada öncelikle töz kavramı ele alınmış,
tözü her şeyin özü olarak açıklanmıştır, daha sonra madde- form kavramları açıklanmış,
maddeyi şekilsiz, düzensiz olarak tanımlamış ona şekil ve biçimi verenin form olduğunu ve
bu formun zirvesindekini İlk Muharrik olarak gösterilmiştir. Kuvve- fiil kavramı açıklanmış
yine bunlar arsındaki farklar ortaya konulmaya çalışılmıştır. En son kavramımız ise
Aristoteles’in Teolojisi, yani ilk muharrik hakkındaki görüşleri belirtilmiştir. Bütün
nedenleri kendinde taşıyan hiçbir nedene ihtiyaç duymayan sevgi ve iyiliği taşıyan bir varlık
olarak görür. Bu bölümün sonunda da fizik- metafizik arasındaki ilişki ele alınmış bu
ilişkinin başlatıcısı olarak İlk Muharrik konu edilmiştir.
3
Bu çalışmamda Aristoteles’in fizik- metafizik kavramlarını yorumlamaya çalışıp, her
iki alana vermiş olduğu önemi göstererek asıl vurgusunu Metafiziğe gösterdiğini göstermeye
çalıştım ne kadar yorumlamaya çalışsam da mutlaka eksiklikler olmuştur. Sonuçta Tricot’un
da dediği gibi; ‘’Aristoteles’in en iyi yorumcusu, bizzat Aristoteles’in kendisidir’’
(Aristoteles, Metafizik, 2010, s. IX).
4
BİRİNCİ BÖLÜM
ARİSTOTELES’İN HAYATI
VE ESERLERİ
5
1.1.Aristoteles’in Hayatı ve Eserleri
Bundan sonraki hayatında büyük önem taşıyan ve ilk olan olay ise, kendisi 17
yaşındayken 367 yılında Atina’ya gelmesi ve bu dönemde oldukça önemli faaliyetlerde
bulunan Platon’un Akademia’sına girmesi olacaktır. Bu okulda Platon’un ölümüne kadar bir
eğitim almış hem öğrenci hem de öğretmen olarak bulunmuştur.(348- Platon’un ölümü)
Platon, Aristoteles’e büyük bir ilgi göstererek, onu ‘’okulun beyni’’ ve ‘’en mükemmel
okuyucu’’ olarak görecektir. Platon’un ölümünde sonra ise Aristoteles’in hiç hoşlanmadığı
Platoncu eğilimleri temsil eden ve özellikle ‘’felsefeyi matematiğe dönüştürme eğilimini’’
savunan Speusippos geçtiğinden dolayı kalmak istememiştir. Akademiden ayrıldıktan sonra
Atina’yı da terk ederek Asos kentine gittiğini görüyoruz. Burada altı yıl kalmış, hem pratik
politika ile hem de biyoloji araştırmalarıyla ilgilenmiştir. Bu dönemde İÖ 343’te II.
Amyntas’ın yerine geçen yeni Makedonya kralı II. Philip kendisini Pella’daki sarayına davet
etmiştir. Burada Aristoteles, Philip’in oğlu olan Büyük İskender’in eğitiminden sorumlu
tutulmuştur (Arslan, 2014, s. 4-5-7).
6
II. Philip’in ölümünden kısa bir süre sonra yani İÖ 336 yılında tekrar Atina’ya döner
ve hayatının da yapmış olduğu ikinci önemli adımı atmış olur. Bu adım ise Atina’nın dışında,
kuzeydoğu bölgesinde Apollo Likaion arasında Lise’sini kurar. Bu okulda on iki yıl boyunca
ders verecektir. Birçok alanda ilgisi olan hocaları bu okula toplayacak ve döneminde Platon
Akademisi ile İsokrates’in hitabet okulunun rakibi haline gelecektir. Lise daha çok doğa
bilimleri alanına ilgi göstererek ilerlemiştir. Burada öğrencileriyle her sabah ağaçların
arasında gezinerek derslerini anlatır. Aristotelesçiler ilerde bunu ‘’yürüyenler/ peripatitler’’
olarak adlandırılacaktır. Fakat Aristoteles’in yürüyerek ders anlattığı rivayetlerin asılsız
olduğunu söyler Arslan (Arslan, 2014, s. 8-9). Dolayısıyla bu deyimin gerçek bir temeli
olmadığını görmekteyiz. Aristoteles öğleden sonra verdiği derslerini halka açık bir şekilde
vermektedir. Derslerini ikiye ayırdığını görürüz. Biri ‘’akroamatik’’ yani ileri düzeyde
derslerle( buna örnek olarak metafizik kitabını verebiliriz) diğeri ise ‘’eksoterik’’ yani herkes
tarafından anlaşılabilen dersler arasında bir ayrım yapmaktadır. Derslerini hem sabah hem
öğleden sonra verdiğini; sabah derslerinde özel bir öğrenci kitlesine daha çok metafizik,
fizik, mantık gibi daha soyut dersler verdiğini, öğleden sonra ise daha çok halk tabakasına
hitap edecek; ahlak, siyaset ve hitabet gibi konular üzerinde durduğunu söyleyebiliriz
(Arslan, 2014, s. 9).
Aristoteles’in günümüze kadar ulaşmış birçok eseri Lise döneminde kaleme aldığını
fakat Platon’un öğrencisi olduğu dönemde de Platon’un etkisinde kalarak da birçok eserler
verdiğini bilmekteyiz.
İÖ 323 yılında Büyük İskender’in ölümüyle birlikte Atina’da Makedonya karşıtı bir
tepki başlamış olup Aristoteles’e karşı da bir tepki oluşmuştur. Bunun sebeple Aristoteles
‘’felsefeye karşı ikinci bir cinayet işlenmesin’’ gerekçesiyle okulu Theophrastos’un eline
bırakarak annesinin memleketi olan Khalkis’e çekilir. Burada 62 yaşında iken 322 yılında
uzun zamandır sıkıntı çektiği mide hastalığından dolayı vefat eder (Arslan, 2014, s. 10).
Eserleri
7
eserleri kendilerinden oluşur. Eğer günümüze kadar gelen bütün eserler onun ise eserleri
üçüncü gruba girer. Eserlerinin kronolojik sırası oldukça önemlidir bu daha sonra karşımıza
bir sorun olarak çıkacaktır. Çünkü kronolojik sırayı bilmeden fikirlerinin değişip
değişmediğini anlayamayız. Ama Platon’un etkisi altında yazmış olduğu eserleri görüyoruz
daha sonra Lise döneminde bu eserler farklı bir biçim alıyor. Ross’un değinmiş olduğu nokta
tam da buraya işaret edecektir; ‘’bilimsel eserlerinden farklı olarak felsefi eserlerinde
Platon’un damgasını taşımayan tek bir sayfa yoktur’’. Dolayısıyla Aristoteles’in eserlerinin
değişimini Lise öncesi dönem ve Lise dönemi olarak ayırmamız gerekecektir (Arslan, 2014,
s. 11-12).
Aristoteles diyalog tarzı eserlerinin tümünü Lise’yi kurmadan önce kaleme alındığı
görüşü kabul edilmektedir.
Bir başka diyalog ise Felsefeye Teşvik veya Propreptikos adını taşıyan metindir. Bu
metinde ise Platon’un idealar kuramını savunduğunu, oran, ölçü gibi kavramlara vurgu
yaptığını görüyoruz. Bir diğer önemli diyaloğunda Felsefe Üzerine adlı eserinde artık yavaş
yavaş Platon’un etkisinden kurtulduğunu görüyoruz. Burada ilk defa İdealar Kuramına karşı
gelerek ve Platon’un son dönemlerinde matematiğe olan aşırı vurgusunu eleştirmektedir.
Diğer diyalogları ise; Krallık Üzerine, Koloniler Üzerine, Pythagorasşılar Üzerine, Haz
Üzerine, Zenginlik Üzerine, Eğitim Üzerine, Erotikos, Nerinthos (Arslan, 2014, s. 14-15).
Gök Üzerine adlı eseri Fizik ‘inin ilk iki kitabının Platon henüz hayatta iken yazılmış
olduğu düşünülmektedir (Arslan, 2014, s. 15).
8
Platon ile ayni düzeye çıkartmaktadır. Quintilianus da benzeri bir ifade kullanmış olup onun
yorumu ise Aristoteles’in ‘’belagatinin tatlılığı’’ nı övmektedir. Bunun tam tersi durumu
yani lise döneminde kaleme almış olduğu eserler hakkındaki yorumlar ise; Tricot’un
Metafizik ’in çevirisinde girişte işaret ettiği ‘’bilimsel dönemi’’ne ait eserlerinin Metafizik
‘in kendisi olmak üzere hiçbir güzellik kaygısı göz önüne alınmaksızın bu eserlerde üslup
kusurlarının, ihmallerin, düşünce tekrarlarının çok fazla olduğunu söyler (Aristoteles,
Metafizik, 2010, s. 16).
Lise Dönemi
9
ayırırız bu sınıflama da bizi sistem kurmaya götürür. Ayrıca Aristoteles mantığında kurucusu
olarak karşımıza çıkar. Diğer yandan Aristoteles büyük bir toplayıcıdır. Kendinden önceki
doğa filozoflarını, elea ekolünü, atomcuları, Sokrates ve Platon’un görüşlerini tekrardan
değerlendirerek felsefesini oluşturur. Bu bakımdan ‘’felsefe tarihçi’ ’si ve ‘’ilim tarihçi’’ si
olarak da görebiliriz, onu (Erdem, 2011, s. 222).
1.2.’’Fizik’’ Eseri
10
Fizik, sekiz kitaptan oluşmaktadır. Daha çok değişim, hareket gibi konuların
tartışıldığı bir doğa felsefesi kitabıdır. Burada hareket halinde olan, sürekli değişime uğrayan
varlıklar anlatılmaktadır. Eserde incelediği kavramlardan bazıları ‘’hareket’’, ‘’değişim’’,
‘’yer’’, ‘’neden’’, ‘’zaman’’, ‘’oluş ve yokoluş’’ dur (Topdemir, 2004).
Birinci kitabın konularına bakacak olursak; dokuz alt başlıktan oluşmuştur. Bunlar:
(1) Kitabın konusu ve yöntemi, (2) İlk doğa ilkelerinin sayısı ve niteliği, (3) Elea Okulu’na
karşı çıkışı, varlık görüşü bağlamında, (4) Doğa filozoflarının doğal nesneler hakkındaki
görüşleri ve bunun sorgulanması, (5) İlkelerin karşıtlığı, (6) İlkeler tek mi yoksa çift mi,
yoksa daha fazla olup olmaması konusu, (7) İlkelerin sayısı, niteliği, (8) Eski filozofların
düşüncelerindeki çıkmazların aşılması (9) İlk doğa ilkeleri üzerine başka filozofların ortaya
atmış olduğu düşünceleri (Topdemir, 2004).
İkinci kitapta dokuz alt başlıktan oluşmaktadır: (1) Doğa, doğal varlıklar, (2) Doğa
filozoflarının matematikçi ve metafizikçiden farkları, (3) Temel nedenler, (4) Tesadüfün ve
Şansın neden olup olmayacağına dair düşünceler, (5) Tesadüf var mıdır? Tesadüf nedir?
Tesadüfün temel özelliği nedir?, (6) Şans ve tesadüfün ikisi arasındaki temel nedenlerin
farkı, (7) Dört neden, (8) Doğal nedenin erekselliğinin olup olmadığı, (9) Zorunluluğun
doğası (Topdemir, 2004).
Üçüncü ve dördüncü kitaplarında ise, ilk iki kitapta belirttiği ilkeler ve nedenler
çerçevesinde, hareketi tamamlayan, değişim başlığı altında oluş ve bozuluşun, çoğalma ve
azalmanın nasıl oluştuğunu, ortaya çıktığını tartışmaktadır (Topdemir, 2004).
Üçüncü kitap sekiz alt başlıktan oluşmaktadır. Bunlar: (1) Değişim ve doğası, (2)
Değişim tanımını oluşturan tanımlar, (3) Hareket ettirici ve hareket, (4) Sonsuzluk ve ilk
dönem filozoflarının görüşleri, (5) Sonsuzluğun baştan sona olduğunu savunan görüşler
eleştiri (Platon ve Pythagorascılar), (6) Sonsuz hangi anlamda vardır? (7) Sonsuzun farklı
türleri, (8)Sonsuzun imkan halinde değil, edimsel olarak varolduğu düşüncesinin
sorgulanması (Topdemir, 2004).
Dördüncü kitap on dört alt başlıktan oluşmaktadır. Bunlar: (1) Yer var mıdır? , (2)
Yer madde midir yoksa form mudur? , (3) Yer kendiliğinden mi oluşmuşdur yoksa bir başka
nesnenin içerisinde midir? , (4) Yer nedir? , (5) Bu sorulardan çıkacak sonuçlar, (6) Boşluk,
(7) Boşluk nedir? , (8) Nesneden ayrı boşluk yoktur, (9) Cisimlerin içerisinde boşluk yoktur,
11
(10) Zamanın varlığına ilişkin şüpheler, (11) Zaman nedir? , (12) Az, çok, kısa, uzun gibi
zamanın farklı yüklemleri, (13) Zamana ilişkin kavramlar ve tanımları, (14) Zamana ilişkin
diğer görüşler (Topdemir, 2004).
Beşinci kitap altı alt başlıktan oluşmaktadır. Bunlar: (1) Hareketin ve değişimin
sınıflandırılması, (2) Hareketin sınıflandırılması, (3) Ayrı, birleşik, sürekli gibi kavramların
tanımı ve anlamları, (4) Hareketin birliği ve ayrılığı, (5) Hareketin karşıtlığı, (6) Hareketin
ve durağanlığın karşıtı (Topdemir, 2004).
Altıncı kitap on alt başlıktan oluşmaktadır. Bunlar: (1) Her sürekli, bölünebilir
kısımlardan oluşur, (2) Her süreklinin sonsuz bölünebilir olduğunun kanıtlanması, (3)
Zaman bölünemezdir, ve zamanda hiçbir hareket veya durma söz konusu değildir, (4) Her
tür değişim bölünebilir, (5) Değişim ne zaman değişim olur, (6) Değişim zamanın her
yerinde vardır, (7) ) Hareket sonlu veya sonsuzdur, (8) Durağan olmak ve durağan duruma
gelmek, (9) Hareketin olanaklığına karşı olan Zenon’un düşüncelerinin çelişmesi, (10)
Nicelikçe bölünmeyen hareket edemez (Topdemir, 2004).
Yedinci ve sekizinci kitap ise durağan olan ilk hareket ettiricinin varolduğunu
kanıtlamaya çalışır.
Yedinci kitap beş alt başlıktan oluşmaktadır. Bunlar: (1) Nedensiz hareket meydana
gelmez, (2) Hareket ve hareket ettiren fiziksel olarak ilişkili olmak zorundadır, (3) Bütün
değişimler duyusal şeylerle ilgilidir, (4) Hareketlerin karşılaştırılması, (5) Hıza ilişkin ilkeler
(Topdemir, 2004).
Son olarak sekizinci kitapta on alt başlıktan oluşmaktadır. Bunlar: (1) Hareket hep
var mıydı yoksa sonradan mı meydana geldi? , (2) Hareketin ebediliğine karşı çıkışların
olumsuzlanması, (3) Niçin var olanlar kimi zaman hareket halinde kimi zaman ise durağan?
, (4) Hareket ilineksel veya özsel olur, (5) İlk hareket kendisinden başka bir şey tarafından
oluşturulmuş değildir, ilk hareket ettirici hareketsizdir, (6) Hareketsiz ilk hareket ettirici
ebedi ve tektir, (7) Yer değiştirme hareketle ilgilidir, (8) Yalnızca döngüsel hareket sürekli
12
ve sonsuzdur, (9) Döngüsel hareke yer değiştirmenin esas biçimidir, (10) İlk hareket ettirci
parçasızdır, hiçbir büyüklük taşımaz, aynı zamanda evrenin çevresindedir (Topdemir, 2004).
1.3.’’Metafizik’’ Eseri
https://www.uzakrota.com/figen-karaaslandan-pratik-yunanca-dersi/
13
kaynaklanmakta ve bazı bölümlerinin ona ait olup olmadığı konusunda tartışmalar
oluşmaktadır) bunlardan (1) Büyük Alpha, ilk filozofların ilkelerine ilişkin söylenenlerin bir
değerlendirmesini ve özetini yapar, (2) Küçük Alpha, küçük bir giriş olup nedenlere ilişkin
bir hakikat arayışına ilişkin uyarılarda bulunur (bazı düşünürler bu kitabın Aristoteles’e ait
olup olmadığını tartışır), (3) Beta, açmazlara ilişkin bir sunuş bunu da ilkeler ve nedenler
soruştururken ortaya çıkarır( Büyük Alpha ile ilişkilidir), (4) Gamma, var olan olarak var
olan ilişkin bir inceleme, (5) Delta, Aristoteles’in sık kullandığı terimlere ilişkin bir sözlük,
(6) Epsilon, bilimlerin sınıflandırılması, (7) Zeta ve (8) Eta ousianın ne olduğuna ilişkin bir
tartışma, (9) Theta, üç var olma tarzının bir açıklaması, (10) Lota, ‘var olan’ ile ‘bir’ in
soruşturulması, (11) Lambda, bir temellendirme olup devinmeyen ama devinmeyen ousiası
saf etkinlik olan asıl devindirici, (12) My, ve (13) Ny ise matematiğin biçimlerini ve
nesnelerini tartışır. Bu on dört kitabın bir bütün oluşturduğunu ve belli bir sırayı izlediğini
söylemek oldukça güçtür (Sev, 2014, s. 3-4).
Eserin ana kısmını Büyük Alpha, Beta, Gamma, Epsilon, Zeta, Eta, Theta
oluşturmaktadır. Büyük Alpha, Beta ve Gamma bir bütün oluşturmakta ve bu bütünü ise
Epsilon ile bağlamaktadır. Bunların tümü varlık olmak bakımından varlık bilimine bir girişi
gösterir bize. Zeta ve Eta töz üzerine olup Theta kuvve-fiili incelemektedir. Geride Küçük
Alpha, İoata, Kapa, Delta, Lambda, My ve Ny kalmaktadır. Delta eserin başına
yerleştirilecek küçük bir sözlüktür, İoata bir olan ve çok olan’ı anlatır, Kapa, Beta, Epsilon
ve Gamma’yı tekrar eder ve ‘’fizik’’ ile ilgili bir derlemeyi oluşturur. My ve Ny, Büyük
Alpha ve Beta ile ilgili olup Platoncu sistemi eleştirir. Böylece Büyük Alpha, Beta, Gamma,
Epsilon, Zeta, Eta, Theta, İoata, My, Ny hemen hemen sürekli olan bir çalışmayı oluşturur;
daha sonra yeniden ele alınacak olan Beta sıkı bir bağ içinde olup Küçük Alphayı
hazırlayacaktır (Aristoteles, Metafizik, 2010, s. 25).
14
kullanılmaya başlamış, başlayanın ise İbn Rüşt olduğu anlaşılmıştır. Ayrıca İbn Rüşt, büyük
bir Aristoteles yorumcusudur (eş-Şarih), belki o olmasaydı şuan Aristoteles yeteri kadar
tanınmayacaktı (Aristoteles, Metafizik, 2010, s. 9).
15
İKİNCİ BÖLÜM
16
2.1. Aristoteles’in Doğa Felsefesi veya Fiziği
‘’Var olan şeyler içinde bazıları doğanın ürünleridir, bazıları ise başka nedenlerin.
Hayvanlar ve kısımları, bitkiler ve toprak, ateş, su, hava gibi basit cisimler ‘’doğanın ürünü’’
olarak vardırlar, çünkü bu şeyler ve benzerlerinin doğal olarak var olduklarını söyleriz.
Bütün bu saydığımız şeyler doğanın ürünü olmayan şeylerden kendilerini ayıran bir özelliğe
sahiptirler: Onların her biri, kendisinde (yer veya büyüme ve küçülme veya nitelik değiştirme
bakımından) bir hareket ve sükûnet ilkesine sahiptir’’ (Aristoteles, Fizik, 2001, s. 51-52).
Aristoteles ‘Fizik’ in birinci kitabında; doğa bilimini anlamamız için ilk olarak
ilkeleri bilmemiz gerektiğini söyler. Bunun içinde tümel olandan tekil olana gitmemiz
gerektiğini söyler. (yani tümdengelim yöntemini kullanır) Çünkü duyumlarımız bütünü daha
çabuk anlar ve anladıktan sonra parçalamaya başlar. Buna örnek olarak, adlardan kavrama
gidişte bu şekildedir, çünkü adlar bir bütünü belirsizce imler (Aristoteles, Fizik, 2001, s. 9).
Aristoteles; doğa felsefesini ya da fiziki, oluş içinde olan sürekli değişen varlıkları
inceleyen bilim olarak tanımlamaktadır. Fiziğin ana konusu doğadır. Bu bakımdan doğa ile
ilgili incelemeleri yaparken doğanın ne olduğu sorusuyla başlayacaktır. Ama bundan önce
doğa diye bir şeyin var olup olmadığı sorusu sorulmalıdır. Bu soruya verilecek en genel
cevap ise, doğa diye bir şeyin var olduğunu çünkü hareketin ve değişimin sürekli olduğuna
bağlamaktadır. Doğa en genel tanımıyla ‘’ sürekli hareket ve değişme içinde olan varlıkların
neden hareket ve değiştiğini anlamaya çalışır ve nedenlerini araştıran’’ şeydir (Arslan, 2014,
s. 163-164).
17
süreci geçirmektedir. Bir örnek verecek olursak, insan vücudu, iç organları, duyamadığımız,
göremediğimiz vücudumuzdaki her şey sürekli bir hareketlilik ve değişim içindedir, sürekli
kendini yeniler. Aristoteles’e göre insanın eliyle ortaya konulan eserlerle ve doğa da insan
eli değmeden oluşan şeyler arasında önemli bir fark vardır. Bu fark, birincisi yapma bir ürün
olarak bir hareket ilkesine sahip değillerdir, ikicisi ise doğal bir hareket ve değişimi kendi
içinde sürekli barındırır Doğa, bu ikinci olanın hareketlerin sebebi olan şeydir. Bütün
varlıklar doğanın içindedir (Arslan, 2014, s. 164).
Aristoteles’e doğa hakkında söylediği tanımlardan biri de şudur: ‘’Doğa, öyle bir
devinim-durağanlık ilkesi ve nedenidir ki, kapsadığı nesnede ilk olarak kendi başına,
ilineksel olmayan bir anlamda bulunur’’ (Aristoteles, 2001, s. 51).
Aristoteles daha çok doğanın canlı kısmıyla ilgilenmiş, burada bulmuş olduğu
özellikleridir bütün âleme yansıtarak açıklamaya çalışmış, âlemdeki her oluşu da
organizmanın büyümesi olayına benzeterek felsefesini oluşturmuştur(doğar-büyür-ölür.)
(Bolay, 1976, s. 33).
Aristoteles, hareket ve değişme içinde olan her şeyin çıkış noktasına bir alternatif
sunmak ister. Zamanın iki önemli kuramına; Platon’un doğaya ilişkin matematik ile ilgili
kurmuş olduğu kuram ile Demokritos’un fiziki parçacık kuramına bir de kendisinin
oluşturacağı üçüncü kuramı eklemek ister. Doğaya ilişkin açıklamalar da en az üç öğenin
olması gerektiğini söyler. Aristoteles’e göre doğal dünyaya ilişkin ve değişmenin
18
merkezinde sırasıyla dayanak, form veya pozitif ve negatif belirlenimin üç ilkeyi kapsaması
gerekmektedir (Cevizci, 2015, s. 123-124).
‘’Varlık, çeşitli anlamlara gelir: Bir anlamda o, bir şeyin olduğu şeyi veya tözü, bir başka
anlamda bir niteliği veya niceliği veya bu tür diğer yüklemlerden birini ifade eder. Varlık,
bütün bu tür diğer anlamlara gelmekle birlikte asıl anlamında var olan bir şeyin ‘bir şeyi o
şey yapan şey’ yani onun tözünü ifade eden şey olduğu açıktır. Bundan dolayı asıl anlamında
varlık, yani herhangi anlamda varlık değil de mutlak anlamda varlık ancak töz olabilir’’
(Aristoteles, Metafizik, 2010).
19
Metafizik, varlık olarak varlığın ilmidir. Aristoteles ilimleri sınıflandırırken
metafiziği teorik ilimlerin içinde göstermiş ve onların en yükseği olarak açıklamıştır (Kaya,
1983, s. 207).
Dolayısıyla matematik ve fizik tek başına anlamlı değil metafizik saha bu iki alanı
birleştiriyor. Bir yanıyla zaman ve mekânı aşmaktadır, hem de maddi alana sıkışıp
kalmayarak özgür olan varlık alanını bize açıyor.
İkinci tanımı ise ‘’varlık bakımından varlığı ve ona özü gereği ait olan ana nitelikleri
inceleyen bir bilim’’ olarak tanımlamaktadır (Arslan, 2014, s. 116).
Son tanımını şu şekilde ifade eder; metafiziği her bilimin ilk temeli olarak kabul
etmektedir. İlk tanımı özel biri bilim olan teolojiyi ifade eder. İkinci tanım varlığı anlamak
bakımından ele almış olup günümüzde bizim anlamış olduğumuz varlığa işaret eder. Son
tanımı ise tüm ilkelerin temeli olarak görür (Arslan, 2014, s. 117).
20
Aristoteles’e göre metafiziğin iki konusu vardır. Biri, hareket etmeyen varlıktır,
diğeri ise varlık olarak varlıktır. Bu şekilde baktığımızda hem teolojiyi hem de ontolojiyi
içine almaktadır (Kaya, 1983, s. 208).
Aristoteles felsefesinde mantığın oldukça önemli bir yeri vardır. Buradan hareketle
terim, önerme, kıyas gibi teorileri ortaya koyar. Bu şekilde bireysel realiteden hareket eder.
Çünkü amacı varlığın mahiyetini ve sayılarını araştırmaktır. Dolayısıyla varlığı anlamak
mantık ilminden yararlanmaktadır (Bolay, 1976, s. 26).
Aristoteles’in düşünce sisteminde bir varlık yasaları vardır bir de akıl yasaları. Akıl
yasası dediğimiz üç yasadır; Özdeşlik, Çelişmezdik ve Üçüncü halin imkânsızlığıdır.
Bunlarında alt formları vardır. Bunları oluşturan on kategori vardır. Bunlar; nitelik, nicelik,
töz, ilişki, yer, zaman, mekân, iyelik, etkinlik ve edilgenliktir. Asıl mesele ise varlığın
yasaları aklın yasaları arsındaki ilişkidir. Yani birbirleri içinde uyumludurlar, aralarında
anlaşmazlık söz konusu değildir. Dolayısıyla aralarındaki ilişkiyle biz, doğru bilgiyi elde
ederiz (Kala, 2016).
Aristoteles’e göre her varlığın iki yönü vardır: biri genel yönü diğeri hususi yönüdür.
Varlığın genel yönü; bir varlığın teorik yönü, formunu açığa çıkarır. Örneğin; ağaç,
insan gibi. Kavramsal özüdür.
Varlığın hususi yönü ise; bir varlığın diğer varlıklardan kendini ayırdığı hususi
yönüdür. Örneğin; ceviz ağacı, bir varlığın pratik özüdür (Kala, 2016).
21
Farabi, Aristoteles’in metafiziğinin amacını şu şekilde açıklamaktadır: bilimler için
biz onların ya tikel olduğunu söyleriz ya da tümel. Tikel bilimler daha çok zihinsel
varlıkların araştırılması için kullanılır ve kendilerine has özellikleri vardır. Örneğin,
matematik alanı sadece kendine özgü nitelikleri araştırmaktadır. Diğer bütün tikel bilimler
de aynı şeyi yapmaktadır. Tikel anlamda oluşan bilimlerin hiç biri bütün varlıklar için ortak
olanları araştırmaz (Altuner, 2014).
Tümel bilime baktığımızda ise bu durum tam tersi bir durumdur. Varlık ve birlik gibi
bütün varlıkların ortak özelliğini, türlerini, önceliklerini ve sonralıklarını, tam veya eksik
olup olmadığını yani bütün varlıklar için ortak olan nedeni araştırmaya çalışır. Aristoteles’te
bu İlk Muharriktir. Dolayısıyla tümel bilimin tek bilim olması gerekmektedir. Çünkü İlk
Muharrik var olanların nedeni ve ilkesidir. Varlığa ilke veren alanın ilahiyat olması gerekir,
çünkü bu alanda oluşan kavramlar doğa bilimine ait olmayıp, doğa bilimlerinden daha üstün
olan başka bir bilime aittir. Bu bilim metafiziktir (Altuner, 2014).
Bu bilimin ilk konusu Mutlak varlıktır, yani tümel açıdan eşit olan Bir’dir. Fakat
zıtların bilimi bir olduğu için oluş ve yok oluş konularındaki araştırma bu bilimde yapılır.
Bu konuları araştırıp, doğrulanması sonucunda, varlığı on kategorisini inceler, yine bireysel
olarak bir, tür bakımından bir, cins bakımından bir ve yine oluş ve yok oluş türlerini
araştırmaktadır. Yine varlığın ilkelerini yani kuvve-fiil, eksik-tam, sebep sonuç ilişkilerini
araştırır. Bunları tikel konulara ulaşana kadar bölümlere ayırır. Bütün tikel bilimlerin
ilkeleri, konular tanımlarıyla birlikte açıklandığında bu bilim sonuca ulaşmış olur. Bu
bilimde araştırılan her şey bunlardır (Altuner, 2014).
Aristoteles’te başlanılan yer fiziktir bitirilen yer ise metafiziktir. Çünkü Aristoteles
âlemi olduğu gibi bilmek ister, âlemi olduğu gibi bilmesinin yolu ise nedenleri bilmesidir.
Nedenleri bildiği anda ilk ve son nedenleri de bilecektir (Kala, 2016).
22
İbn Rüşt; Aristoteles’in fizik ve metafizik arasında tam bir sınır çizmediği için onu
eleştirir. Ona göre fizik ve metafizik ayrı ilimler olup ikisi de aynı konuyu ele alsalar dahi
farklı açılardan açıklanması gerektiğini düşünmektedir. Fizik daha çok tikel olan bir alan
olup, neden-sonuç ilişkilerini araştırırken, tümel bir alan olan metafizik aynı nedeni ilk
sebepten açıklar ve varlıkları dört neden açısından inceler (Sarıoğlu, 2012, s. 150).
a. ‘’Varlık olmaları bakımından bütün duyulur- maddi nesneler, onların cinsleri demek
olan on kategori ve bunlara bağlı diğer problemler;
b. Maddi cevherlerin ilkesel durumunda olan ayrık varlıklar ve bunların Tanrı ile olan
ilişkileri; ayrıca zat, sıfat ve fiilleri bakımından Tanrı problemi;
c. Mantık, matematik ve fizik gibi ilimlerin ilkeleri ve bu disiplinlerin ortaya koyduğu
sonuçlarda görülebilecek bazı hataların düzeltilmesi’’ (Sarıoğlu, 2012, s. 150).
İbn Rüşt’e göre; metafiziğin işlevi insan aklının son noktaya ulaşmasını sağlayacak
bir alan olmasıdır. Dolayısıyla diğer ilimlerden farklı ve özel bir yere sahiptir. Diğer ilimler
metafiziğe giden bir tür merdiven gibidir. Bu bakımdan metafizik, mutlak anlamda ve en son
nedenleriyle birlikte anlaşılmayı amaçlamaktadır (Sarıoğlu, 2012, s. 150).
23
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
KAVRAMLARI
24
3.1. Fizik Kavramlar
3.2.1. Doğa
25
varlığa gelen her şey kendisinde oluş halinde ve varlıkta kendisi doğal ilkesini taşımış
olduğu halde, bir forma sahip olmadığı sürece, onun doğası olmadığını söyleriz. Doğal
nesne, bu bakımdan madde ve formun birleşmesinden meydana gelmektedir. Bu da bize
ilk maddenin, doğa olmadığını gösteriyor. ( doğa ikisinin birleşimiyle meydana geliyor)
(6) Son yapmış olduğumuz ‘’doğa’’ tanımında bir anlam genişlemesi meydana gelmiş ve her
türlü ‘’töz’’ doğa anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Bunun sebebi ise; bir şeyin doğası,
bir tözdür. ( Arslan, bu son cümlenin yorumlanmasının güç olduğunu söylüyor ve bunu
metnin bozuk olmasına bağlıyor.)
(7) ‘’Doğa, form ve madde olmak üzere iki anlama geldiğinden, onu basık burunun özünü
incelediğimiz gibi incelememiz gerekir. Yani bu tür şeyler ne maddeden bağımsızdırlar ne
de sadece maddi olarak tanımlanabilirler’’ (Aristoteles, Metafizik, 2010, s. 243).
(8) ‘’Doğa, kendisinde araçsız olarak özü gereği bulunduğu, ilineksel olarak bulunmadığı
şeyde, bu şeyin hareket ve sükûnetinin bir ilkesi veya nedeni olan şeydir’’ (Aristoteles,
Metafizik, 2010, s. 243). Bu açıdan bakıldığında ise doğal olarak meydana gelmesi doğal
şeylerin meydana gelmesidir. Mesela örnek verecek olursak bir hayvanın veya bitkini bir
doğası vardır. Meydana gelmesi ise kendi vasıtasıyla gerçekleşmesi veya ortaya çıktığı şey
yine doğadır. Dolayısıyla insan, insandan çıkar. Varlığın ilkelerini ele aldığımızda bazıları
şeylerin içinde bazıları ise şeylerin dışındadır (Gül, 2010, s. 16).
Bu tanımların sonucunda doğanın, kendilerinde ve kendileri bakımından
hareketlerinin ilkesini taşıyan tözü olarak karşımıza çıkmaktadır. Oluş, büyüme gibi süreçlerin
doğa diye tanımlanmasının sebebi bundan kaynaklanmaktadır. Bu doğal varlıkların
kendilerinde taşımış oldukları bu hareket ilkesi, onlarda bilfiil ya da bil kuvve durumunda
bulunur (Aristoteles, Metafizik, 2010, s. 241-242-243).
‘’Aristoteles, bir şeyin malzemesinden çok formunun o şeyin doğası olmasının daha uygun
olduğunu, çünkü bir şeyin potansiyel olarak var olmasından çok, edimsel olarak var
olması, formuna erişmesi durumunda, ne ise o şey olduğunu, doğasını kazandığını
savunur. Çoğunlukla, hareket kuvveti olarak doğayı form olarak doğayla bir tutar’’ (Ross,
1999, s. 89). Yani doğadaki oluşan her şeyin özünde formu arıyor bir hareket içinde ve
gerçek olana götürmesi bakımından önemli sayıyor. ( ama maddeyi de es geçmiyor,
ikisinin de olması gerekir)
26
Aristoteles’in sisteminin merkezinden biri de sanatın ürünlerini meydana getiren
şeyle doğanın ürünün meydana getiren şeyin birbirine paralel olmasıdır. Aristo’ya göre
sanat da, doğayı taklit eder. Hem doğa tarafından meydana getirilen şeylerle hem de sanat
tarafından meydana getirilen şeylerin vaziyetleri aynıdır. Bazı şeyler sanatkâr olmadan var
olamayacağı gibi, bazı şeylerde onun karışması olmaksızın meydana gelecektir (Gül, 2010,
s. 15-16).
Aristoteles’e göre, doğa bir amaçlılık çerçevesinde işler, yani bir düzen vardır.
Tesadüfi bir şekilde oluşmamıştır. Doğa, boşuna bir şey yapmaz veya meydana getirmez. ‘
Doğa sanki geleceği görmüş gibi davranır’. Hep iyiye gideceğinin sanki önceden teminatını
vermiş gibi işler (Gül, 2010, s. 17).
3.3.2. Hareket
‘’Hareket, her bir sınıfla ilgili olarak bilfiil ve bil kuvve arasında ayrım yaptık; bil
kuvve olanın böyle olduğundan, bilfiil olması harekettir, yani başkalaşabilir olduğundan
başkalaşabilenin kendini tamamlaması başkalaşmadır’’ (Aristoteles, Fizik, 2001).
27
Aristoteles’e göre, fiil bir amaçtır ve bu kuvve amaç için oluşmuştur ya da meydana
gelmiştir. Her hareket eden şey veyahut ettirilen şey bilfiil olmak zorundadır. Zorunlu bir
varlık olduğu için hiçbir zaman bil kuvve olamaz (Aristoteles, Metafizik, 2010, s. 411-412).
28
Bütün varlıklar karşıtları ile birlikte meydana gelir. Mesela, sükûnet Birlik’e, hareket
çoklukla anlaşılır. Dolayısıyla hareket karşıtların karşılaşması ile olur, yani karşıtları
gerektirir. Hareket bir ilinek olmasından ötürü hareket eden şeyin ya da hareket ettiren bir
tözde bulunması gerekir bu da hareket edendir. Hareketin oluşması için bir fiile gerek vardır.
Hareket için hem gerçekliğe hem de sürekliliğe ihtiyaç vardır (Gül, 2010, s. 28).
Bir şeyin meydana gelmesi yani oluş içinde olması bir hareket değildir. Ama bu gelen
şey meydana geldiği andan itibaren de ortadan kalkmaz. Varlığa gelen şeyin taşıyıcısı veya
faili madde olmalıdır. Bu özne bir hareketin başka bir harekete doğru oluşu olması
gerekecektir. Peki, bu nasıl olacak? Bir şey daha ortaya çıkıyor; öğrenmeyi öğrenmek oluyor
bu durum, fakat böyle bir şey söz konusu olamaz. Dolayısıyla meydana gelişin hareketi
olmaz (Aristoteles, Metafizik, 2010, s. 481).
Aristoteles için zaman da hareket de, ezeli- ebedi olmak zorundadır bunun içinde
tözlerinin var olması gerekir. Devinim, ezeli ve ebedi olduğundan dolayı da süreklidir ve
birlik içerisindedir. Bu süreklilikte yer değiştirme hareketiyle meydana gelecek ve dairesel
bir şekilde yer değiştirme hareketini gerçekleştirecektir. Ayrıca Aristoteles’e göre evrende
hiçbir değişikliğe maruz kalmayan hep aynı kalan cisimlerde vardır. Buna örnek verecek
olursak; gök cisimleri (Gül, 2010, s. 33).
Aristoteles ’göre bir faaliyette bulunmak sadece hareketlilik değildir aynı zamanda
hareketsizliktir. Oluş halinde olan bir faaliyetle, kusursuzluğu uygulayan faaliyet arasında
29
bir fark vardır; bu fark geçiş arasındaki fiil ile içkin fiil arasında olan bir farktır. Hareket bil
kuvve olanın, bil kuvve olmak açısından fiilidir. Meydana gelen şey, hareket ettirici sebepten
ötürü meydana gelir. Hareket, bir fiil olamaz sadece kuvve olarak gelişmek dışında. Her
hareket genelde bir kuvvenin, kuvve olması açısından, hareket eden şeyin hareket eden
olması bakımından meydana gelmesidir. Hareket, eksiktir, tamamlanmamış bir fiildir. Bu
nedenle hareket enegeiadır, entellekheia değildir. Yani bil kuvve olanın bil kuvve olmak
bakımından fiilidir ve kusursuzluğunu bulacağı formda birleştirecektir (Gül, 2010, s. 35).
‘’ Entelekheia; Aristoteles, tarafından icat edilmiş bir kavramdır. Ne var ki Aristoteles, kendi
hareket kavrayışının merkezinde yer alan söz konusu kavramın tanımını hiçbir yerde
vermemiştir. Kavram sadece ‘hareket ’in tanımını değil, Aristoteles felsefesinin de bütünüyle
merkezine yerleşmiştir. Bu kavramı anlamak için, energia sözcüğüne bakmamız
gerekecektir. Kökü ergon’dur. Yunancada ‘iş’, ‘fiil’, ‘edim’ anlamlarına gelir. Bu sözcük,
‘’bilfiil’’ olarak çevrilmiştir’’ (Ekren, 2004, s. 58).
‘’Edim bir amaçtır ve etkin halde olma bir edimdir. Çünkü ‘ergon’dan türeyen
energia bir amacı olmayı da (entelekheia) kapsar’’ (Aristoteles, Metafizik, 2010, s. 410).
3.4.3. Yer
‘’Aristoteles yeri (topos) çevreleyip zarf olan cismin mazruf kılınan cisme
kenetlendiği sabit sınırı olarak tanımlar. Şeyler veya cisimler yer
değiştirebildiklerine göre yer apaçık ki içerisinde bulunan şeylerden farklıdır’’ (Gül,
2010, s. 40).
Aristoteles’e göre yerin varlığı şöyledir: bir cismin olduğu yerde ve başka bir cismin
meydana gelmesiyle bu iki cismin yerin içinde işgal eden yerden farklı bir şekilde olması
gerektiğini söyler. Yer, Aristoteles’in düşünce sisteminde oldukça önemli bir yere sahip olup
bunun sebebi de sadece var olmayıp belli yerlerde hareket ettiğini ve doğal eğilimlerinin
olduğunu kanıtlar. Yukarısı ve aşağısı bize izafi değildir. Yani yukarısı ‘ateşin’ aşağısı
‘toprağın’ hareket ettiği bir yöndür (Ross, 1999, s. 107).
Yer, içinde oluşan ve değişen her şeyden farklıdır. Yer’in varlığının göstergesi temel
doğal cisimlerin birbirleri arasındaki yer değişimidir. Bu değişimle yer aslında güç sarf
ettiğini de görüyoruz (Ekren, 2004, s. 65).
30
Aristoteles’e göre yerin ilk tanımı sayılabilecek düşünce; bir şeyin ortak alanda
paylaşmış olduğu yerle, onun asıl olan yerini yani ona has olan yerini birbirinden ayırır. Her
şey, aslında birbiri etrafıyla çevrilmiş bir yerler ortamıdır. Ancak bir şeyin asıl yeri, başka
hiçbir şeyin kapsamadığı şeydir. Yani diğerlerinden bağımsız ve dolaysız kapsayan şeydir
(Ross, 1999, s. 107).
Aristoteles ‘’Yer’i ne olduğunu var olup olmadığını, varsa, var olma tarzını ve ne
olduğunu araştırmak doğa filozoflarının işidir’’ der. Aristoteles ‘yer’ hakkındaki tartışmada
üç soruya cevap arar. Bu sorular şu şekildedir; - Yer’in var olup olmadığı; -‘yer’ hangi
kategoriye işaret eder;- yer nasıl tanımlanmalıdır (Ekren, 2004, s. 65).
Yer şu dört şeyden biri olmalıdır. ‘’Form, madde, uçlar arasındaki aralık ya uçların
kendileri.’’ Ancak yer, form değildir. Çünkü kapsananın ve kapsayanın uçları birbiriyle
çakışabilir, fakat birbirlerinden nüans olarak ayrılırlar ve bir şeyin mekânı, kapayan şeyin
sınırı iken, bir şeyin formu da o şeyin kendisinin sınırıdır. Peki, yer, uçlar arasındaki aralık
mı? Sorusuna yanıtımız ise, kapsayan değişmez iken, kapsanan sürekli değiştiği için uçlar
arasındaki aralık bazen farklı varlık olduğu düşünülür. Ancak bu durum böyle değildir.
Aralık kendi başına değildir, kabı art arda dolduran cisimlerin bir arazı olarak var olmaktadır.
Bir şey kendi başına var olan ve hareketsiz aralık içinde olursa aynı yerde sonsuz sayıda yer
olur. Eğer kap taşınırsa, kapsanan cisminde yeri taşınır, dolayısıyla yerin başka bir yeri
olmuş olur. Madde bir nevi yer olarak kabul edilebilir fakat şu durumdayken, bir şey sessiz
durumda kaldığı zaman kendisinde kapsayan şeyle sürekli olduğu zaman. Maddenin iki
niteliği vardır. Biri sükûnet diğeri ise sürekliliktir. Maddenin var olduğuna inanırız, yerin
varlığına da inanırız. Maddeye olan inancımız hava neydi ise su şimdi odur, yere olan
inanmamız ise, hava varsa su da orada vardır. Fakat bir şeyin maddesi ne ondan ayrılır ne de
tamamen onu kapsar. Ancak bir şeyin yeri hem ondan ayrılabilir hem de onu kapsar.
Dolayısıyla madde de yer değildir. Öyleyse yer, kapsayan cismin sınırıdır. Kaba, hareketli
bir yer ya da yer hareketsiz kap diyebiliriz. Yer, kapsayanın ilk hareketsiz sınırıdır.
Dolayısıyla yeri kapsayan ilk hareketsiz şey iç sınır olmuş oluyor. Bu ise şu sonuca götürür
bizi. Evrendeki her şey bir yerde iken evren ise bir yerde değildir (Ross, 1999, s. 107-108).
31
Aristoteles, yerin durumundan dolayı çıkan sorunlardan dolayı sonsuz fiziksel bir
cismin olmayacağını düşünür. Bunlardan biri doğal bir hareket ile sükûn içinde olmasıdır.
Diğeri ise, sonsuz bir cisim ancak sonsuz bir yerde olabilecek olmasıdır (Gül, 2010, s. 41).
Yer büyüklüğe sahiptir fakat cisim değildir. Aynı zamanda yer duyulabilir cisimlerin
unsuru da olamaz çünkü bu unsurların kendileri de cisimdir. Yer hakkında Aristoteles’in
olumsuz düşüncelerinden biri de yer nedenlerle bir bağlantısının olmadığıdır (Ekren, 2004,
s. 67).
‘’Dört neden tarzından hiçbiri Yer’e atfedilmez. Ne var olanların maddi anlamdaki
nedenidir ( çünkü hiçbir şey ondan meydana gelmemiştir.), ne şeylerin biçimi ve
tanımı olarak, ne amacı ne de var olanların hareket ettiricisi olarak neden ona
atfedilebilir’’ (Aristoteles, Fizik, 2001, s. 139).
Dolayısıyla dört nedenden hiçbiri ‘yer’ e karşılık gelmez. Bu durum ise yer hakkında
karışıklıkları meydana getirir daha doğrusu bir bilinmezlik söz konusudur. Ne olduğuna dair
ispatını da şu şekilde açıklar;
‘’Dahası, ‘yer’ in kendisi bir var olansa, bir yerde var olacaktır. Zenon’un koyduğu güçlük
bir açıklama talep eder. Çünkü var olan her şey bir yere sahipse, ‘Yer’in de bir ‘Yer’i
olacaktır. Bu da, böyle sonsuza kadar devam edecektir. Yine her cisim, bir yerde olduğu gibi,
her yer de bir cisme sahip olacaktır halde büyüyen şeyler hakkında ne söyleyeceğiz? Bu
öncüllerden çıkan sonuç şeylerin ‘Yer’i olduklarından, ne daha büyük ne de daha küçükse
yer onlarla birlikte büyümelidir. Bu soruları sorarak yer hakkındaki bütün sorunları ortaya
çıkarmalıyız. Sadece onun ne olduğu değil, fakat aynı zamanda böyle bir şeyin var olup
olmadığı da sorulmalıdır’’ (Aristoteles, Fizik, 2001, s. 139-141).
Aristoteles’in yer ile ilgili vermiş olduğu tanımlar, ne olmadığına dair fikirler onun
evren kavrayışı ile de alakalıdır. Bunları şu şekilde açıklayabiliriz;
32
1- ‘Yer’ tanımlarında kapsayan ve kapsanan cisimlerden bahsettik. Kapsanan cisim ile
birleşmekte olan kapsayan cismin sınırı uçlarıdır şeklindeki tanımda buradan çıkacak
sonuç cisimleri birbirinden ayıran ‘boş mekân’ fikrinin reddedilmesidir.
2- Kapsanan hareketli olduğu için, değişmekte ve dönüşmektedir, böyle bir durum kapsayan
için söz konusu değildir. Bir şeyin ‘Yer’i, o şeyi kapsayan hareketsiz iç sınır demiştik.
3- Aristoteles’e göre, evren bir yer değildir. Yer, başka bir şeydir:
‘’Evrenin dışında hiçbir şey yoktur sadece evren yahut bütün vardır. Bu sebeple dünyadaki
bütün şeyler için ve dünya için evren diyebiliriz. Yine de onların Yer’i dünya ile aynı değildir.
Yer, onun hareketli cisimle temasta olan parçası, en içteki parçasıdır. Bu sebeple yeryüzü
suda, su havada, hava eterde, dünya eterin içerisindedir. Fakat buradan öteye gidemeyiz ve
dünyanın başka herhangi bir şeyin içerisinde olduğunu söyleyemeyiz’’ (Aristoteles, Fizik,
2001, s. 157-158).
4- Aristoteles, Yer’i kapsayanın hareketsiz iç sınırı tanımlamasından çıkan sonuç, sonlu bir
yer kavrayışına ulaşamadığını göstermiştir. Dolayısıyla evreni mutlak anlamda kaplayan
bir ‘yer’ kavrayışı yoktur. Boşluğu kabul etmediği için soyut bir yer kavrayışına da sahip
değildir (Ekren, 2004, s. 73-74).
3.5.4. Zaman
33
da varlığını gerektirir. Yani zamanın bir kısmı geçmiştir diğer kısmı da gelecektir ve
dolayısıyla zaman bölünebilir (Bolay, 1976, s. 79).
Zaman bölünebildiğine göre şimdi ile nasıl bir ilişki içerisindendir? Aristoteles’e
göre, şimdi, zamanın bir kısmı değildir. Kısım bütünün bir ölçüsüdür, bütün ise parçalardan
birleşik olmalıdır. O halde zaman şimdi ile birleşerek meydana gelmediğini görmekteyiz.
Fakat bununla da birlikte zaman şimdi, şimdi ise zamansız olmaz (Bolay, 1976, s. 79).
Aristoteles, zamanın hareketle olan ilişkisini de araştırır. Hareket bağlamında her şey
değişip dönüşmektedir, dolayısıyla da zaman her yerde ve tek bir şekilde bulunur. Hareket
halinde olan her şey hızlı veya yavaş diyebileceğimiz şekilde değişirken, zamanın hızlı veya
yavaş olarak değişmesinden bahsedemeyiz daha doğrusu tarif edilmez. Bu ise bizi şu sonuca
götürür: zaman harekette değişme olmadığı, buna paralel olarak değişme ve hareket
olmadan da zamanın olamayacağı düşüncesi oluşur. Bu görüş ise Aristoteles’in evreni reel
anlamda ele alarak anlamasından kaynaklanmaktadır, yani gerçeklik sahası içinde (Bolay,
1976, s. 80).
Hareketi anlamakla birlikte biz zamanı da anlarız. Bunu da ruhun var olmasıyla
açıklar. Biz bir karanlık ortamdayken hiçbir şey hissetmezken, ruhta bir hareket meydana
gelirse hemen bir zaman geçmiş olur, zaman geçtiği anda da bir hareket meydana gelir. Ruh,
olmadan zamanın olmayacağını söyler. Aslında zamanın olması için insana ihtiyaç olduğunu
bize gösterir, bu durum yer, hareket içinde geçerlidir. Zaman hareketin ölçüsü ve önce veya
sonra olarak bir sayısı olduğuna göre, ‘’sayacak kimse bulunmazsa, sayılacak bir şey veya
sayı da olmayacaktır’’. Yani ruh olmadan, zamanda olmayacaktır. Ruh zaman ilişkisini iki
farklı yönden açıklar. Birincisi, zamanı ruhen ve zihnen varlığını kabul ederek açıklar, diğeri
ise psikolojik ve öznel bir zaman anlayışını benimser ve bu doğrultu da açıklar. Bu öznel
zamanı kabul etmesiyle, bir bakıma Platon’un fikirleriyle benzeştiğini görebiliriz, yani
idealizme kaymaktadır (Bolay, 1976, s. 80-81).
34
Zamanın, kendisi içinde sayısı olduğu hareket oluş ve yok oluşta, ya büyüme ya da
nitelikçe değişme olarak karşımıza çıkar. Hareket doğal bir şekilde seyrini değiştirmeyen tek
hareket türü de, kendi temel hareketi ile yer değiştirme hareketiyle ölçülmektedir. Yani yer
değiştirmenin türü döngüdür. Zamandaki bütün değişimi kendi döngüsüyle okuyan görüşte
buradan kaynaklanır (Ross, 1999, s. 113).
‘’Zaman içinde olan her şey zaman tarafından kuşatılır. Nitekim mekân içinde olan her şey
de mekân tarafından kuşatılır. Nitekim mekân içinde olan her şey de mekân tarafından
kuşatılmaktadır. Bunun gibi zaman zaruri olarak bir edilgi meydana getirir. Mesela Bütün,
zamanın tesiri altında eskir ve silinir gider; zira zaman bizatihi tahribin sebebidir. Çünkü o
hareketin sayısıdır ve hareket de var olan bir şeyi bozar ‘’ (Aristoteles, Fizik, 2001, s.
201).
Ezeli olmayan varlıkların zamanda olmadığını da şu şekilde açıklar:
‘’ Hep var olanlar hep var olduklarında ötürü zaman içinde de değillerdir, çünkü zamanca
sarılmıyorlar, onların varlığı da zamanla ölçülmüyor. Zaman içinde olmadıkları için
zamandan da etkilenmiyorlar’’ (Aristoteles, Fizik, 2001, s. 203).
Peki, zaman yaratılmış mıdır yoksa yaratılmamış mıdır? Aristoteles, zamanın
bölünebilir olduğundan bahsetmişti. Yine onun güç halinde olan sonsuz bir fiil olduğunu da
kabul etmişti. Hareket ve zaman sonsuz olduğundan ikisinin de ezeli olduğu sonucuna
ulaşmıştı. Dolayısıyla onun görüşüne göre zaman yaratılmamıştır. Çünkü sonsuz olan bir
şey yaratılamaz (Bolay, 1976, s. 83).
(1) İçkin bir madde olup bir şeyi, bu şeyin parçası haline getirmektedir.
35
(2) Özün tanımıdır yani form veya model ve cinsleri içinde bulunduran kısımlardır.
(3) Değişmenin ve sessizliğin kendisinden başlamış olduğu ilk ilkedir. Örneğin, bir baba,
çocuğunun nedenidir.
(4) Amaç22, bir şeyin kendisi için olduğu şeydir. Mesela, sağlık, spor yapmanın nedenidir.
Bir insan neden spor yapar? Sağlıklı olmak için (Aristoteles, Metafizik, 2010, s. 236).
36
‘’Hecelerle ilgili olarak harfler, yapma şeylerle ilgili olarak onların maddesi, cisimlerle
ilgili olarak ateş, toprak ve bütün diğer ögeler, bütünle ilgili olarak parçalar, sonuçla ilgili
olarak öncüller, bu birincilerin kendilerinden meydana geldikleri şeyler olmaları anlamında
nedenlerdir. Ancak bunlar arasında bir kısmı, örneğin parçalar dayanak, özne olarak yani
maddi nedene karşılık geliyor, diğerleri yani bütün, bileşim ve form ise öz olarak bu ise
formel nedenlerdir. Fail neden; tohum, hekim bir karar veren ve genel olarak faile gelince,
onarın tümü hareket ve sükûnetin kaynağı olmaları anlamında nedendirler. Ereksel neden;
geri kalanlar ise başka şeylerin ereği ve iyiliği olarak nedendirler. Çünkü başka şeylerin
kendisini elde etmek için var oldukları şey, en iyi olandır ve o, bu başka şeylerin ereğidir.
Bu ereği Kendine İyi veya görünüşte İyi olarak adlandırmamız herhangi bir şey fark
ettirmez’’ (Aristoteles, Metafizik, 2010, s. 237).
Örnekle açıklayacak olursak; ‘’ Bir heykeli ele alalım. Heykelin oluşması için bir
heykeltıraşa gerek vardır, bu heykeltıraşı bir kişidir ( Polyklitos) dolayısıyla bu bir insandır
yani heykelin nedenidir. Bu heykeli yapan kişi yetenek sahibidir ve bir sanatkârdır ona has
bir özelliği vardır (Aristoteles, Metafizik, 2010, s. 238).
Bunlarla birlikte nedenlerin biçimleri özet olarak, her biri iki anlamı içermekte olup
altı tanedir. Çünkü nedenler cins olarak ya da fert olarak veya ilineksel anlamda veya
bunların birleşmesiyle birlikte veya her biri tek tek ayrı başına olan nedenlerdir. Bu altı
neden; ‘’bireysel neden (heykelle ilgili olarak heykeltıraş), bireysel nedenin cinsi(sanatkâr),
ilineksel neden (Polyklitos), ilineksel nedenin cinsi(insan)bireysel neden ile ilineksel nedenin
bir araya gelmesi( heykeltıraş, Polyklitos), bireysel nedenle ilineksel nedenin cinsinin
birleşmesi (sanatkâr insan)’’ (Aristoteles, Metafizik, 2010, s. 239)-dipnot. Bu altı durumun
her biri hem bil kuvve hem de bilfiil olarak karşımıza çıkar. Ama bu ikisinin arasında önemli
bir fark vardır. Bil fiilde nedenler bireysel nedenler arasında oldukları şeylerle birlikte vardır
veyahut yokturlar. Mesela bir çocuğun olması için bir kadın ve erkeğe gerek vardır, bu ikisi
olmadan çocuk meydana gelmez. Fakat bil-kuvve nedenler her zaman böyle olmak zorunda
değillerdir. Çünkü bir evle mimar aynı zamanda ortadan kalkmaz, evin olması için mimara
gerek vardır (Aristoteles, Metafizik, 2010, s. 239).
Aristoteles’e göre bazen ilk neden, bazen ise yakın neden, bazen ise metafizik neden,
bazen de bir şeye özel olan neden, en uzak nesneye özgü olan neden anlamında da
kullanılabilir. Bu bilginin şeye veya ona ait olduğunu ve ilk nedenin bilgisi olduğunu
düşünmektedir (Aristoteles, Fizik, 2001, s. 9).
37
eder. Bir bakıma da fiil olan her şey ilk olanın yani her şeyin de nedeni oluyor (Aristoteles,
Metafizik, 2010, s. 496-497).
Aristoteles’e göre hareket ettirici nedenle biçimsel neden birbirinde ayırt edildiğinde
dört neden birbiriyle birleşirse yalnızca üç neden var olacaktır. (Aristoteles, Metafizik, 2010,
s. 492) Hatta bu dört neden ise sadece madde ve forma indirgenir. Madde her şeyin
belirlenişinde belirsiz bir dayanak olarak karşımıza çıkar. Diğer yandan form ise bu
belirlenimleri gerçekleştiren tek nedendir. Yani böyle olunca fail neden, biçimsel nedene
indirgenmiş olur. Bu indirgeme sonucunda ereksel neden ile form neden karışır. Aslında
erek, gerçekleşmemiş formdur. ( Metafizik, sf:87) doğa filozofları (Thales, Anaksimenes,
Herakleitos.) ilk ilkeyi cisimsel olarak ele alıyor yani sadece maddi nedenden hareket
ediyorlar. Atomcular, Empodekles, Anaksagoras ise, birden fazla cisimsel ilkeden hareket
edip hem maddi nedeni hem de fail nedeni ele alıyorlar. Aslında doğa filozofları diğer
nedenleri ele almayarak büyük bir boşluk meydana getiriyorlar. Aristoteles, burada
yaptıkları hataları gösterip nedenleri birbiriyle bağlantısını ortaya koyarak eksik kalan
kısımları tamamlamaya çalışmaktadır (Aristoteles, Metafizik, 2010, s. 106).
Ereksel neden ise her şeyin nedenidir. Evrende hiçbir şey tesadüfi olarak ortaya
çıkmamıştır, her şey bir amaç ve düzen içinde ilerlemektedir (Ross, 1999, s. 99).
38
Aristoteles, alemin nedenlerini, şu şekilde açıklar;
Aristoteles’e göre oluş ve yok oluşun iki farklı görüşün olduğunu söyler. Bunlardan
birisi ‘birciler’ dir diğeri ise ‘çokcular’dır. Birciler, cevherin tek bir niteliksel değişmeye
indirgemişlerdir. Çokcular ise niteliksel değişmeye farklı bir açıdan bakmakla
yetinmişlerdir; oluşu farklı cisimlerin bir araya gelmesiyle, yok oluşu da bu bir araya gelen
şeylerin ayrılmasıyla açıklamaktadırlar (Ross, 1999, s. 123).
Aristoteles’e göre oluş; bir maddenin bir form olarak ortaya çıkması, yani bir cevherin
var oluşa geçmesidir. Oluş, özne olmayandan özneye giden, zıtlıkla beraber meydana gelen
bir değişimdir. Yok oluş ise özneden özne olmayana doğru, varlıktan varlık olmayana bir
geçiştir ama hareket değildir (Bolay, 1976, s. 67).
Oluş ve yok oluş bir cevherin başka bir cevhere dönüşmesiyle oluşan iki yönlü bir
süreci göstermektedir. Bu dönüşümlerde, cevher daha üst düzeyde bir gerçeklik meydana
getirdiğinde, diğerlerinden daha olumlu bir karakter oraya koymasından dolayı bu oluş
olarak adlandırılmaktadır (Ross, 1999, s. 124).
39
oluştuğunda bu onun bir niteliği olmaz, ama aralarında bağ oluşturacak bir nitelik olur (Ross,
1999, s. 124).
Büyüme ise, oluş ve yok oluştan, cevherin büyüklük bakımından değişmesiyle ve bunu
yer değiştirmenin gerekliliğiyle ayrılır. Bu yer değiştirme, bir yerden başka bir yere gitme
değil daha çok özel olarak değişir ve genişler. Büyüyen bir cisimde her kısım büyümektedir,
büyüyen cisim bir şeyin katkısıyla büyür. Mesela, annenin hamilelik sürecinde bebeğin
büyümesi, annenin beslenmesiyle alakalıdır. Dolayıyla oluştan ve yok oluştan farklıdır
(Ross, 1999, s. 125).
Aristoteles ay altı âlemin cevherle ilgili oluşumuna mutlak oluş diyor. Olan şeyler ise
çeşitli yollarla meydana gelmektedir. (Bolay, 1976, s. 67) Bunu ise şöyle ifade eder: ‘’Olan
şeyler içinde bazıları doğanın, bazıları sanatın, nihayet başka bazıları rastlantının
ürünleridirler. Olan her şey, bir şey vasıtasıyla ve bir şeyden hareketle bir şey olur. Bu ‘’bir
şey’’ den de her kategori ( yani töz, nicelik, nitelik veya yer kategorisi) bakımından olmayı
kastediyorum’’ (Aristoteles, Metafizik, 2010, s. 327).
Oluş da meydana gelen her nesne için özne de bir ana madde bulundurduğunu ve bu
maddenin ezeli olduğunu biliyoruz. Ayrıca her oluşa tabi olan şey forma da ihtiyacı vardır
(Bolay, 1976, s. 68).
Aristoteles’te şahıslar esastır bununla birlikte ay-altı âlemine olan şahıslar oluş ve yok
oluş içindedir. Dolayısıyla doğar, büyür ve ölür, sadece mutlak olan sonsuzdur. Sonsuz olan,
maddeleriyle birbirinden ayrılan şahısları meydana getirmektedir. Dolayısıyla forma uygun
gerçekleşme olmadan oluşun sürekliliği de mümkün olmayacaktır (Bolay, 1976, s. 68).
Aristoteles’in oluş anlayışında her şeyin bir başlangıcı ve sonunun olduğunu, ay-altı
âlemde olan bütün şahısların doğup, öldüğünü, dolayısıyla cevherlerinin de yok olduğunu
biliyoruz. Yani ay-altı âlem de olan hiçbir şey ezeli ve ebedi değildir (Bolay, 1976).
Aristoteles oluşun oluşum sürecini söyle açıklar: Var olan bir şey var olmayan bir
şeyden çıkamayacağına göre ve zıtlarda birbirlerini yok ettiklerine göre, dolayısıyla birinin
yok oluşu diğerinin oluşunu meydana getiriyor veya bunun tam tersi olan durumu. Bu durum
cevherlerin değişmesiyle sürekli bir şekilde devam eder. Aristoteles’e göre bunun sebebi İlk
Muharrik’ tir. Basit cisimlerin karşılıklı şekilde oluşum içinde olduğunu ifade eder.
40
Aristoteles’e göre her birleşik cismin dört elemana ihtiyacı vardır. Birleşik cisimlerin
oluşumu zıtların oluşumu ile mümkündür, ama zıtlarda birbiriyle birleşemeyeceği için bu
dört türlü birleşme ortaya çıkmaktadır (Bolay, 1976, s. 69).
2- Hava: sıcak-ıslak
3- Su: soğuk-ıslak
Peki, oluş ve yok oluşu meydana getiren nedenler nelerdir? Bunlardan biri madde
diğeri form bir diğeri ise etken neden’dir. Bu üç kavramla ay-altında olan her şey ifade
edilmektedir (Bolay, 1976).
Oluş ve yok oluşu oluşturan sebeplerden maddi sebep, ilk madde olarak, bağımsız
bir varlığa sahip değildir kendisi ancak zıt oluşlarla birlikte anlaşılmaktadır. Maddi sebep
hem var olup hem de yok olan bir şey olduğunu da söyleri Aristoteles (Bolay, 1976).
Oluşun maddesel nedenini öğeler diye adlandıran şeylere geçer. Burada iki soru
sorar: birinci soru; bu öğelerin nihai bir biçimde çözülüp çözülemeyeceği sorusudur. İkinci
soru ise; bu öğelerden biri bir diğerinden önce gelip gelmediği sorusudur (Ross, 1999, s.
129).
Oluşun meydana gelmesi önceden bir varlığın olması gerekir. Yani var olmayan bir
şeyden oluş meydana gelemez. Meydana gelen şeyin parçasının önceden var olması gerekir.
Çünkü madde oluşun, içkin öznesidir ve bir parçasıdır. Dolayısıyla bir şey hem öznesinden
hem de yoksunluğundan çıkmaktadır (Aristoteles, Metafizik, 2010, s. 331-332).
Oluş ve yok oluşun formel nedeni ise, varlık kazanan şeylerin özünü
oluşturmaktadır. Bizim formel sebebi bilmemiz şeylerin cevherini açıklayan şeylere
yöneldikçe amaçları öğrenmiş oluruz. Oluş ve yo oluşun amacı aslında kâinatın
41
mükemmelliğinden kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda oluş ve yok oluş hep bir süreklilik
içerisindedir. Maddi sebebinin gerekliliklerinden de biri budur. Oluşun sürekliliğini ise
harekete bağlamaktadır. Bu hareket oluştan önce meydana gelmiştir. Her şeyin hareket
içinde olduğunu söylemektedir (Bolay, 1976).
Oluşa imkân kılan maddesel neden, ‘’olabilen ve olamayan şey’’; yani hem geçici
hem de değişebilen bir cevherdir. Formel neden ise varlığa gelecek şeylerin özsel
niteliklerini açıklayan, tanımdır. Bu iki neden birleşimdeki öğeleri hem tanımlamaya hem
de onun oluşumuna bizi götürür. Bu amaç doğrultusunda, öncesiz ve sonrasızlığı vermesi ile
birlikte evrenin yetkinliğine fayda da bulunur (Ross, 1999, s. 130-131).
Oluş ve yok oluşta asıl önemli olan etken nedendir. Bu neden olmadan diğer iki
nedenin de meydana gelmeyeceğini söyler.
Aristoteles’e göre bir şeyin oluşu zorunluluk içerir, bir zorunluluk var ise orada o
şey ezeli olur. Oluş da mutlak bir şekilde zorunlu olunca hareket olur. Ve yeniden başladığı
yere döner.
Yani oluş döngüsel bir şekilde ilerlemektedir. Bunu yer değiştirme de yani hareket
kavramı içinde de görmüştük. Yer değiştirme de sürekli bir döngüsellik söz konusu. Buna
bir örnek verecek olursak; insanlar bir oluş halindedir, erkek ve kadının bir araya
42
gelmesiyle bebek oluşur, bebek; doğar, büyür, ölür. O bebeğin çocukları da aynı şekilde.
Bunu ay-altı âlemde düşündüğümüzde, bütün canlı varlıklar için bu durum böyledir.
3.3.1. Töz
Aristoteles’ göre tözün birçok anlamı vardır. Ancak dört tanesi en ön plana
çıkmaktadır. Bunlar:
Aristoteles’e göre, bir maddi töz vardır bir de manevi töz vardır. Töz, başkasında
değil de sadece kendiliğinden var olan gerçek varlık olduğu için birdir ve bölünemez. Bu
bakımdan nicelik veya nitelik kazanmamıştır, ama dediğimiz gibi diğer varlıların şekillerine
neden olur. Gerçek varlık olduğundan dolayı zıttı da yoktur (Bolay, 1976, s. 35).
43
Aristoteles, formu, maddeyi ve mahiyeti tözde özdeş kılar. Bunu da şöyle açıklar: töz
maddeye mana vermektedir. Maddeden bütün sıfatlar kaldırılırsa töz diye bir şey kalmaz.
Maddeden anladığı şey ise, kendiliğinde bir varlığı olmayıp, belirsiz bir şeydir. Aristo, tözün
form olduğunu ileri sürerken, başka bir şeyden hareket eder ve bunun yoluyla duyulur tözden
başka töze geçebileceğini düşünür. Töz, formdan hareketle, bir prensip ve nedendir. Daha
sonra bu nedenleri araştırır, nedenlerin araştırılmasıyla o şeyin mahiyeti de ortaya çıkacaktır.
Aristoteles, mahiyeti, tözle özdeş kılarken, bireysel olan özünü kast eder (Bolay, 1976, s.
36-37).
Aristoteles, Metafiziğin 12. Kitabında töz çeşitlerini araştırır ve töz üç çeşitte ayırır:
1. Duyulur töz: bir oluş ve yok oluşun içinde olup herkesçe bilinen ve kabul edilen
bir tözdür bu tözler ay-altı âlemin içinde olup, su, ateş, toprak, hava basit unsurların
birleşimiyle oluşur.
2. Duyulur ve ezeli olan tözler: bunlar ay-üstü âlemin tözleridir, yani gök cisimlerinin.
Buradaki tözler harekete bağlı olduğu için fiziğin konusuna girmektedir,
dolayısıyla sürekli değişmektedirler.
3. Hareketsiz olan töz: diğer tözlerle ortak bir yanı yoktur, bu tözü Aristoteles,
metafiziğin ve teolojinin konusu olarak görür (Bolay, 1976, s. 38).
Aristoteles’ de töz, metafiziğin temel bir kavramı olup, her şeyin ona dayandığı bir
esas, nesnelerin değişik yollarıyla, görünüşlerden ibaret ilineklere indirgenemeyen, bir öz
olarak gördüğünü görmekteyiz (Bolay, 1976, s. 39).
3.4.2.Madde ve Form
Aristoteles’e göre madde (hyle) belirsiz bir şey olarak tanımlanmaktadır. Denkel,
maddenin kaynağını şu şekilde açıklar:
44
‘’Özdek kavramının dile getirdiği ‘hyle’ sözcüğü, Aristoteles öncesinde ‘yapı
malzemesi’ anlamına gelirmiş. Bundan önce ‘tahta’ demekmiş. Homeros bunu, gemi
yapmaya yarayan keresteyi dile getirişte kullanmış. Aristoteles, bu sözcüğü, tikel
varlık anlamındaki ‘şey’den veya ‘birincil töz’den farklı bir anlamda kullanılır.
Buna göre özdek, tikel nesnenin çözümsel bir yönünü dile getirir’’ (Tanrıkulu,
2006, s. 35-36).
Formun anlamına bakacak olursak; form hem duyusal hem de akılsak form olarak
ikiye ayrılmaktadır. Bu ayrım, morphe ile eidos kavramaları arasındaki ayrıma
dayanmaktadır. Form ayrıca, ereksel ve fail nedeni içinde taşımaktadır. Dolayısıyla form
varlığın ilkesidir (Tanrıkulu, 2006, s. 40).
‘’Morphe; Yunanca şekil biçim anlamına gelen terim. Aristoteles için morphe, hyle
ile birlikte doğal bir nesnenin temel bileşenini meydana getirir’’ (Cevizci, 2013, s.
1122).
Aristoteles, metafiziği, varlık olarak varlığın ilk nedeni olarak görmekteydi. Bu ilk
nedenleri araştırmakla başlar. Bu ilk nedenler, madde ve formdur. Aristoteles’e göre bir
şeyin bilinebilmesi için onu zıtlarıyla beraber anlamamız gerekir. Bu zıt terimlerin kendinde
yer ettiği şey ise madde’dir. Dolayısıyla ilk oluşan cisimlerin ilk şartı maddedir. Onun
düşüncesinde bu iki zıtlardan biri oluş diğeri ise yok oluştu. Bunlardan biri maddede
gerçekleşen form olup (oluş) , diğeri formdan yoksundur(yok oluş) (Bolay, 1976, s. 41).
Form, meydana gelmemiştir, meydana gelen şey madde ve formun birleşmesi ile
oluşan biri bütündür. Her oluşa gelen şey formun yanında maddeye ihtiyacı vardır. Form
belli bir nitelikteki varlığa işaret etmektedir, çünkü kendisi bireysel bir varlık değildir.
Formun bir şey üzerine gelmesi yani bir nitelik kazanması madde ile mümkündür
(Aristoteles, Metafizik, 2010, s. 335).
Madde, Aristoteles’te madde ile aynı biçime gelecek şekilde kullanılmaktadır. Form,
madde ile somutlaşsa da onunla aynı içeriği taşımaz. Aristoteles, madde ve form varlık
alanında aynı olmayıp, mantıksal alanda yani zihinde aynı olduğunu vurgular. İkisinin
işlevine baktığımızda maddenin form olmadığını görebiliriz. Madde ve form nesnelerin
45
oluşumunda ikisinin de varlığı zorunlu olmak durumundadır. Madde olmadan, nesne yer
kaplayamaz, form ise yer kaplama olmayıp, ama bunun için de nesnenin ya da öznel varlığın
maddeye gereksinimi vardır. Aristoteles, formu, soyut olarak ele almakta, soyutu somuta
çevirmek içinse maddeye ihtiyacı vardır (Tanrıkulu, 2006, s. 36-37).
Bir varlığın nedeni ile maddesi arasında bir zorunluluk olması gerekir. Çünkü
nedenler gerçekten bilinmek isteniyorsa maddenin bilgisi kadar formun bilgisine de ihtiyaç
vardır. Dolayısıyla madde tikel nesneden ayrılmaz, somut bir maddeyi göstereceği için tikel
bir nesneye gerek vardır. Eğer tikel nesneden bağımsız bir madde var ise somut olamaz (Gül,
2010, s. 87).
Form, maddenin kendisi olmayana doğru değiştiği şey olup, değişen şey maddedir.
Fakat mutlak anlamda var olmayan şeyler, hiç bir şekilde meydana gelmez orada ne madde
ne form vardır (Aristoteles, 2010, s. 487-488).
Form bireyler arsında değişmektedir. Form özneyi belirler, onu gerçekleştirir. Ancak
Aristoteles bireyselleştirmede maddeyi daha ön planda tutmaktadır. Ayşe kendi türünden
olan insanlardan biridir, diğer insanlardan sıyrılarak karşımda durması ve onu tanımamın
sebebi maddedir. Ama Ayşe’yi Ayşe yapan şey yani ona özgü olan şeyler onun formudur
(Aristoteles, Metafizik, 2010, s. 337).
Aristoteles’e göre, Tanrı, madde saf- form düşünce arasında gelişen bütün formlar
dizininin en tepe noktasında ve o tepenin sonundadır. Bu en büyük formdur, onun altında
46
kalan formların varlık ve akılsal nedenidir. Dolayısıyla onun maddeye ihtiyacı yoktur
(Aristoteles, 2010, s. 502).
Form, varlığa ulaşmak isteyen bir amacı taşır kendinde. Form, doğa olarak,
varlıkların ulaşmak istediği amacı da kendisinde taşır. Her varlık doğa da belli amaçlar için
vardır yani tesadüfi oluşmamıştır. Madde de varlığın doğasını taşımakla birlikte, o formu
gerçekleştirme amacıyla hareket etmektedir. Bu sebeple Aristoteles, formun, maddeden daha
fazla doğa olduğunu düşünmektedir. Çünkü doğan şey ondan kaynaklanan şey olmayıp,
forma yönelik olan doğadır (Tanrıkulu, 2006, s. 48).
47
ve varlık olarak kuvve ayrımına karşılık gelir. Son anlamında kuvve Aristoteles tarafından
ancak formla olan ilişkisinde varlığı olan maddeye özdeş kılınır’’ (Aristoteles, 2010, s.
393).
‘’Edimsellik; ilk Aristoteles tarafından kullanılırmıştır. Aristoteles’in edimsellik anlamında,
etimolojik olarak Yunaca hareket ya da eylemle ilişkilendirilen ergondan (işlev ya da eylem)
hareketle kullanmış olduğu energeiadır. Onun edimselleşme anlamında kullandığı, Grekçe
sözcük ise etimolojik olarak bir eylem ya da sürecin tamamlanması, nihayete ermesi
anlamına gelmekle birlikte, kendi içinde bir amaca sahip olmayı da ifade eden entelekhiadır.
Aristoteles bu iki terimi, mevcut potansiyelin, var olan gizli güçlerin gerçekleşmesi
anlamında edimselliği veya edimselleşmeyi ifade etmek üzere, değişimli olarak kullanır’’
(Cevizci, 2013, s. 526).
‘’Potansiyellik; Yalnızca bir güç olarak, kuvve olarak var olma durumu. Daha önce
aktüelleşmiş, olan ve dolayısıyla bir neden olarak eylemde bulunana bir şey tarafından
aktüelleştirilen, gerçekleştirilen şeyin durumu, varlık tarzı’’ (Cevizci, 2013, s. 1289).
Megara okulu potansiyelliği inkâr eden bir ekoldür. Onlar bu durumu şöyle
açıklarlar: bir şey ya belli bir durumda olup ya da bu durumda olmadıklarını ifade ederler.
Aristoteles’in belirtmek istediği şey ise, onun hakkında söylenecek her şeyin bundan ibaret
olmadığıdır. X, edimsel olarak Y durumunda olmadan önce potansiyel olmadığını söylemek
önemsiz bir durum gibi görünebilir ve ‘niçin X edimsel olarak Y oldu?’ sorusuna götürebilir
bizi. Çünkü potansiyelden önce edimsellik vardır. Mesele keman çalan bir insan, keman
çalmayı öğrenemeden yani edimselleştirmeden hiçbir zaman keman çalamaz. Ayrıca
potansiyellik olmadan da değişmeyi açıklayamayız (Ross, 1999, s. 207-208).
48
Peki, edimsellik neden potansiyellikten önce gelmektedir? Bunun kanıtı şu
şekildedir; doğa öncesiz ve sonrasız olmak bakımından yok olandan önce gelmektedir.
Hiçbir şey potansiyellik açısından öncesiz ve sonrasız olmayıp, sebebi ise potansiyellik hem
var olabilir hem de var olmayabilir. Ancak öncesiz ve sonrasız olan, var olmaması doğası
gereği olanaksızdır. Dolayısıyla evrendeki her şeyin temel öğeleri potansiyellikten
korunmuştur. Tanrı, edimseldir çünkü her zaman ne ise o olduğu, değişmeye uğramadığı
için potansiyellik öğesine sahip değildir. Formda edimseldir, çünkü var olmaya başlayan
veya var olmaması sona eren hiçbir form yoktur. Sadece bireyleri edimselleştirir. Madde
öncesiz ve sonrasızdır ve içinde potansiyelleri barındırır. Bütün ay-altı âlem dört çeşit
potansiyeli barındırır. Burada salt edimsel türler, öncesiz ve sonrasız alt türleri oluştururlar
(Ross, 1999, s. 209).
Fiil töz bakımından da kuvveden önce gelir. İlk ezeli ve ebedi olan Hareket Ettiriciye
ulaşana kadar bil- fiil her zaman başka fiilden önce gelir. Fiil temel anlamda da önce
gelmektedir. Ezeli ve ebedi olan şeyler bil- kuvve olarak olamazlar, çünkü her güç
çelişkilerin gücüdür. Bir yandan var olma gücüne sahip olup, öte yandan mümkün olan bir
şey fiil haline gelemez. Dolayısıyla aynı şey hem var olabilir hem de var olmama gücüne
sahiptir (Aristoteles, Metafizik, 2010, s. 411-412).
Aristoteles için, fiil, forma, kuvve ise maddeyle eş değerdedir. Çünkü yoksun olan
form olmuş oluyor. Sebep ve eser ise farklı maddeye ve farklı forma sahip olabilmektedir
(Aristoteles, 2010, s. 494).
49
koşmaktadır, bazen bu durum maddenin de bu eğilime doğru yöneldiğini sezdirmektedir
(Ross, 1999, s. 210).
Aristoteles’e göre kuvve belli bir şekilde ve belli bir zamandaki güçtür. Bazı varlıklar
akıl dışıdır, bunların akıl dışı olmalarına karşılık, bazıları akılsal bir yapıya sahip olup,
hareket ettirebilirler. Bu ikinciler bir canlı varlıkta bulunmak zorundadır, öbürleri ise cansız
varlıkta bulunurlar (Aristoteles, 2010, s. 401-402).
Aristoteles’e göre kuvve ve fiil, madde ve form gibi birbirine zıt iki kavramlardır.
Kuvve fiile nispetle hiç bir gerçekliği bulunmayan, ancak formu alabilen bir imkândır. Fiil
bir şeyin kuvve halinde olmaksızın, gerçekten var olmasıdır. (Bolay, 1976, s. 47-49) Fiil
maddeyi belirli hale getirir. Bir kuvvenin fiil haline geçmesi belli bir hiyerarşi ile meydana
gelir. Salt, imkân olan bir işleve sahip olup, belli bir hale geldiğinde fiil olur. Bu ise bil- fiil
olur ve fiil hale gelmesini sağlar (Gül, 2010, s. 92-93).
Aristoteles, içkin fiili ikiye ayırır; biri geçişli diğeri meydana getiricidir. İçkin fiil,
kendisinden başka bir amacı bulunmayan, faili de mükemmelleştiren bir fiildir. Bu amaç
uygulaması kendisinedir (Gül, 2010, s. 93).
Kuvve yalnızca fiil de sonuçlanmakla kalmaz. Nasıl kusurlu bir şeyin yanında
mükemmelliğe ihtiyaç var ise kuvve de fiil için vardır. Bu bakımdan kuvve ile fiili birlikte
düşünmemiz gerekir. Aristoteles’e göre fiil, amaçtır ve kuvve amaç için tasarlanmıştır. Fiilin
dışında hiçbir eser oluşmazsa, fiil, failin kendisinde bulunmaktadır (Gül, 2010, s. 94).
50
Aristoteles’e göre duyusal olan ne mutlak varlıktan ne de mutlak olmayan varlıktan
çıkar. Bil- kuvveden çıkıp, varlık ile var olmayan arasında bulunur. Bu bakımdan, varlığa
geliş potansiyel olarak bulunur fakat bil-fiil edimsel olarak var olmayan bir şeyden var
olmasını da zorunlu haline getirir (Gül, 2010, s. 95).
Her hareket sayesinde kuvve kuvve olmak bakımından, bir hareket edenin hareket
etmesiyle gerçekleştirilir. Hareket eksik olup, tamamlanmamış bir fiildir. Dolayısıyla
hareket energeiadır, entellekheia değil (Gül, 2010, s. 95-96).
Aristoteles’e göre, ilk hareket ettirici kuvve değil, fiil olmak ve en mükemmel bir
varlık olarak en mükemmel fiilde bulunmak zorundadır. Bütün ve faaliyetler en yüksek olan
sezgisel düşünce olduğundan, Tanrısal faaliyetler de düşünceye dönüşecektir (Gül, 2010, s.
96).
Metafizik alan olarak varlığın sadece belli kısımların incelemeyip, her türlü ilişkiden
arı olan tam hakikatinde varlık, yani varlık olmak bakımından varlıktır. En yüksek bilim olan
ilk felsefenin yani metafiziğin en önemli konusu Tanrı’dır. Basit töz olup varlığın fiilini
incelemesinden dolayı ilktir. Bu varlık ilke olduğu için ve diğer gerçekliğin esas nedeni
olduğu için aynı zaman da evrenseldir de. Aristoteles, bir varlığın gerçekliğini fiil halinde
olmasıyla ölçüyor. Bağımsız form, ezeli ebedi olan ilk muharrik böylece teolojinin konusuna
girmiştir. Bu bakımdan Aristoteles’e göre teoloji; İlk Muharrik ’in kendisine sahip olması
en uygun olan, tanrısal şeyleri ele alan bir bilimdir. Tanrısal olan şey hareketsiz ve maddeden
de bağımsızdır (Aksoy, 2013, s. 9).
Aristoteles, Fizik’in sekizinci kitabında İlk Muharrik konusunu ele almıştır. Burada,
İlk Muharrik’in varlığını, zorunluluğunu, ezeli oluşunu ispatlamaya çalışmıştır. Öncelikle
zaman ve hareketten yola çıkarak ispatlamaya çalışır. Varlıklar ne derece hareketli ne derce
hareketsizliğini araştırır. Ona göre doğal cisimlerin bir şey tarafından harekete geçirilmesi
51
gerekir. Son hareket eden ile ilk hareket eden arasında da aracı bir varlığın olmasını zorunlu
görmektedir. Bu aracılar sonsuza kadar bu şekilde devam edemeyeceği için, hareketin
kaynağına yani ilk muharrikin olmasını zorunlu görür (Bolay, 1976, s. 104).
Aristoteles, İlk Muharrik’in sadece bir tane olmasını zorunlu görmektedir, çünkü
hareket süreklidir ve hep olacaktır. Sürekli olmak için bir olması gerekir. Bir olması için,
hareket gibi, ilk hareket ettiricinin de bir olması gerekir. Dolayısıyla İlk Muharrikin zorunlu
olarak hareket ettirdiği ilk şeyin ezeli olması gerekir. Buna neden olarak da hiçbir sonsuz
hareket muharrik tarafından meydana getirildiği için sonlu olamaz (Bolay, 1976, s. 105).
Aristoteles, her şeyin neden hareket ya da sükûn içinde olduğunu, bazılarının ise ya
hareket içinde olduğunu ya da sükûn içinde olmasını şu şekilde açıklar. Bir kısmı hareketsiz
olan muharrik tarafından, hareket ettirilmiş olması, buradan onların ezeli ve sonsuz olduğu
sonucu çıkar; diğerleri ise değişen ve hareket eden bir şey tarafından hareket ettirildiğini
söyler. Dolayısıyla Aristoteles’e göre bazı varlık ezeli ve ebedi olup hareketsiz bir şekilde
dururlar. Bazı varlıklar ise ebedi olarak hareket halindedirler. Bazı şeylerde vardır ki bazen
hareketli bazen hareketsizdirler. Bunlar kendileri önceden hareket ettirilmiş bir muharrik
tarafından hareket haline geçmişlerdir (Bolay, 1976, s. 105).
Ezeli ve hareketsiz olan ilk muharrikim bir miktarı olmaması gerektiğini çünkü
miktar olduğu zaman sonlu olacağını gösterir. Bu bakımdan sonsuz olan muharrik sonlu
olamayacağı için bir miktarda belirtilemez, bölünemez ve parçalanamaz (Bolay, 1976, s.
105-106).
52
nedenidir. Çünkü bütün varlıklar Tanrı’ya benzemeye çalışır ve onu yani tinsel hayatı taklit
eder. Tanrı salt fiil ezeli ebedi olan hareketsiz, İlk Muharriktir. O, fail nedendir, doğrudan
doğruya temas ederek, ama karşılık temas olmadan Sabit Yıldızlar Küre’sini hareket
ettirir(Aristoteles, Metafizik, 2010, s. 502).
Dört öğenin kendi içerisinde sürekli değişip dönüşmesi ay-altı âleminde, İlk Hareket
ettiriciyi sürekliliğini ve ezeli-ebediliğine benzemeye çalışmalarından kaynaklanmaktadır.
Bununla birlikte formun devamlılığı sağlanmış olup, türsel süreklilikte, ezeli ve ebediliğe
erişmekte böylece evrende de bir mükemmelliğe gidilmektedir (Gül, 2010, s. 98).
Aristoteles’e göre, tanrı gibi madde de ezeli olup, Tanrı doğanın dış sebebiyken, onun
hareketini açıklar ama varlığını açıklayamaz. Çünkü Aristoteles’in görüşlerine bakacak
olursak onda yaratma fikri yoktur. Her şey hareket ettirici tarafından harekete geçirilmiştir
(Gül, 2010, s. 100).
Aristoteles, İlk Muharrik ‘in yeri meselesini de ele almaktadır. Evrendeki her hareket
en dıştaki felekten geldiği için, ilk Muharrikin yerini de kâinatın dışında kabul eder
merkezde olsaydı abluka altına alınmış olacaktı (Bolay, 1976, s. 106).
53
3.3. Fizik ve Metafizik Kavramlarının İlişkisi
Fizik ile metafizik arasındaki ilişki iki yönlüdür. Fiziğin şekillenmesine metafizik
etki eder, metafiziğin çıkarmış olduğu problemleri fizik çözmeye çalışır. Bu iki alanda ay-
üstü alemdeki mükemmelliği kabul etmektedir. Neye mükemmel denileceğini veya
denilmeyeceğini her iki alan kendi içinde oluşturur. Fizik hareketli varlıkları açıklayıp bu
hareketliliğin bir yoksunluk olduğunu, onu harekete geçiren nedenleri araştırdığını, göksel
kürelerin neden hareketli olduklarını bu varlıkları mükemmelliğiyle açıklamaya çalışır.
Göksel küreler tertipli bir şekildedir, dairel bir şekilde hareket ederler, bu hareketin kaynağı
da ilk muharrike duydukları sevgidir. Görev burada metafiziğe geçmektedir. Göksel cisimler
niçin ve nasıl İlk Muharrike sevgi besler? İlk Muharrik bu sevgiyi bilir mi? Gibi soruları
sormaya başlar. Verilen cevaplar hem fizik hem de metafizik problemleri beraberinde getirir
(Gül, 2010, s. IX).
Fizik daha çok değişmez olmayan şeyleri devinim ve devinimsiz olan doğal şeyleri,
matematik ve geometri yani sayı alanını incelerken; metafizik, değişmez olan şeyleri madde
ile ilişkisi olmayan cevherleri inceler. Metafizik, ilk bilginin konusunu oluştururken, fizik
ise aslında ilk felsefe yani metafiziğe bir giriş kapısını oluşturur (Gül, 2010, s. 187). Bütün
bilimler kendi içindeki nesneler yoğunlaşırken, metafizik bütün bilimlerdeki nesnelerle ve
nedenlerle uğraşmaktadır. Yani metafizik bütün bilimlerin zirve noktasıdır. Dolayısıyla fizik
onun altında kalmış oluyor. Ama nedenler araştırılırken birbirlerini destekler niteliktedirler.
54
Aristoteles, fizik ve metafiziğin en başına İlk Muharriki koymaktadır. İlk Muharrik,
‘’Fizik’’ teki fizik karakterli yani maddi karakterli olup, metafizikte manevilik
kazanmaktadır. Fizikte evrenin ve hareketin ezeliliğine bağlı olarak kozmolojik bir bakış
açısını taşırken, metafizikte teolojik ve ontolojik bir bakış açısı kazanmaktadır (Bolay, 1976,
s. 106-107).
Gerek fizikte olsun gerek metafizikte bütün kavramlar birbirinin zıttı ile
bilinmektedir. Oluş- yok oluş, madde- form, kuvve- fiil gibi. Ama İlk Muharrik’in zıttı
yoktur. Hem bu kavramaları kendinde birleştirir yani her şeyin akılsal nedeni o olup, formun
da zirve noktasıdır. Dolayısıyla maddeye, fiile, bir yere ihtiyacı yoktur. İlk Muharrik,
hareketsiz olup evrendeki her şeyi harekete geçiren nedendir. Dolayısıyla ilk nedendir. İlk
neden olduğu için formel nedendir. Bundan sonra gelen nedenler madde ve formdur. İlk
Muharrik, değişmeden ve kuvveden korunmuştur. Madde- form ilişkisinde hem üç iç
nedenden hem de üç dış nedenden bahsetmiştik. İç nedenler daha çok metafizik sahaya
girmektedir. Bunlar, madde, form ve yoksunluktur. Hareket ettirici tarafından harekete
geçirilen her şey de madde ve form olmak zorunda olmazsa yoksunluk olmuş oluyor. Üç dış
neden ise fizik alanına giriyor. Bunlar; hareket ettirici, yer değiştiren cisimler, özel neden
olan birey. Evrende her şey bir hareketlilik halindedir. Bu hareket hali beraberinde yer
değiştirmeyi meydana getiriyor, bu tikel canlılar arasında gerçekleşiyor, yani fertlere özel.
Yani aslında bu iki nedenler sahası da birbirini destekliyor. İki alanın ortaklaşmasını
sağlıyor. Neden hareket halinde oluyor evrendeki her şey? Veya yer değişmenin nedenleri
nedir? Gibi soruları metafizik alanda sormaya başlıyoruz ve bize cevaplarını sunmaya
çalışıyor.
55
Bilimin forma yönelmesi ve bu şekilde açıklanması ve çoğu kavramın formla birlikte
şekillenmesi fiziğinde; doğanın, gayesel nedenin, biçimsel nedenin sebeplerini de
oluşturmuştur. Bu bakımdan gök cisimlerini, bir zorlama olmadan belli bir düzen ve amaç
doğrultusunda işlediği görüşüne götürmüştür, onu. (Gül, 2010, s. 189)
Aristoteles’in düşüncesinde töz metafizik alanın içine giren bir incelemedir. Fakat bu
inceleme fizikte sonuçlanmaktadır. Töz bölünmediği için Atomcu ekole karşı olduğunu
gösterir. Her töz varlığının gerçek bir varlık olduğuna götürmüştür. Tözün fiil bakımından
incelenmesi de yoktan var olma görüşüne çıkmasına neden olmuştur (Gül, 2010, s. 188).
Aristoteles’e göre cevher doğa tarafından oluşan başka bir cevher olmasaydı fizik bu
sefer ilk bilim olacaktı. Ama birçok töz vardır ve her biri farklı bir şekilde felsefenin alanına
girmektedir. Hepsinden farklı olarak hareketsiz ve başkasına bağımlı olmayan bir cevher
vardır bu da bütün alanlardan önce gelmektedir. Bu da ilk felsefedir. Metafizik, fizikten
ayrıcalıklı olarak gayesel nedeni incelemez. Bunun sebebi ise gaye iyiden başka bir şey
değildir. Aristoteles evrendeki iyinin ve formun peşinde koşmaktır. Biz de en yüce olan (ilk
muharrik) iyiyi taklit ederiz, aynı şekilde doğa da olan cisimlerde (Gül, 2010).
Aristoteles’ e göre ve doğa da birbiriyle iç içedir. Çünkü doğa hem objenin çıktığı
forma uygun olup belirsizdir hem de formu kendisine aldıktan sonra varlığını devam
ettirmektedir. Bir şeyin doğasını belirlerken de asıl olan şeyi de gayesel neden olduğunu
söylemektedir. dolayısıyla gayesel nedeni incelemek aslında doğayı inceleyen fiziğin
alanına girmektedir. İlk Muharrik bu nedenle fiziğin de alanına girmektedir. Bu alanda
çıkacak problemlere cevabı da metafizik verecektir (Aristoteles, Metafizik, 2010, s. 241-
243).
56
Aristoteles’in sistemin önemli kılan unsur; var olmayan bir şeyi yani gözümüzle
görmediğimiz şeyi sisteminde özel olarak inceleme alanına koymasından
kaynaklanmaktadır. Bu yine metafiziğin konusu olmuş ve etkilerini fizik alanında göstermiş.
Bu fizik ve metafizik anlayışı onun diğer alanlarına etki etmiştir. Örnek verecek
olursak; Politika anlayışında, erkekleri, kadınlardan üstün tutmuş, erkeği form, kadını ise
madde olarak görmüştür (Kala, 2016).
57
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
SONUÇ
58
Aristoteles, hem felsefe tarihinde hem de bilim tarihinde önemli bir yere sahiptir.
Kurmuş olduğu sistemiyle kendisinden sonra gelen hem İslam Dünyasındaki hem de Batı
dünyasındaki filozofları oldukça etkilemiştir. Doğa filozoflarının öne sürmüş olduğu
dayanakları kendi sisteminde toparlamış, eksik kaldığını düşündüğü yerleri tamamlamıştır.
Hocası Platon’dan oldukça etkilenmiş olup, daha sonra onun görüşlerinden sıyrılarak kendi
felsefe temelini kurmaya çalışmıştır. Kendi okulunu kurmuş burada birçok bilimsel nitelik
taşıyan düşüncelerini oluşturup, kitaplarını kaleme almıştır.
Ontoloji ve epistemolojisin de kavram realizminden hareket ederek, bütünden
başlayarak tikel olana yönelmiştir. Varlığı hiyerarşik bir şekilde ayırmış, sisteminin başına
İlk Muharriki yerleştirmiş, daha sonra ay- üstü alemi (eter), daha sonra ay-altı alemi, ay-altı
alemin en üstüne insanı, sonra hayvanları, sonra bitkileri, en sona da inorganik canlıları
yerleştirmiştir. Bütünden parçalara ayırmıştır, evreni.
Aristoteles’in düşünce sisteminde varlığın yasaları zihninde yasalarıdır.(
Epistemoloji ve ontolojisini birleştirir) . Ancak bu iki yasayı birleştirdiğimizde doğru bilgiye
ulaşabiliriz. Bu bilgilerin oluşumunda mantık çok önemlidir. Mantığı ise biz on kategori ile
anlıyoruz.( töz, nitelik, nicelik, zaman, yer..) Varlığı anlarken zihnimiz bu kategorilerle
çalışır bu bakımdan hepimizin zihni aynı şekilde çalışır. Ama epistemoloji alanında herkesin
farklı olup kimin de töz daha fazla kiminde nitelik daha az bu bakımdan epistemolojik olarak
birbirimizden ayrılmış oluyoruz.
Aristoteles’in düşünce sistemini bir kuruma benzetecek olursam; kurumun başındaki
müdürün, karşılığı metafiziğe denk gelecektir. Çünkü metafizik, ilk bilimdir ve bütün
nedenler ondan meydana gelmektedir. Müdürden sonra gelenin karşılığı da fiziğe tekabül
edecektir. Fizik, evreni anlamamızda bir giriş kapısıdır ama tek başına yeterli değildir. Bu
kurumu alt birimlere ayırdığımızda ise; epistemolojisi, bilimi, ahlakı, politikası, biyoloji,
psikoloji anlayışı birbirini takip edecektir. Bu alanların hepsinden kurumun müdürü yani
metafizik sorumludur. Eksik kalan kısımları, problemleri çözmeye çalışmaktadır. Bu
kurumun sahibi de İlk Muharriktir. İlk Muharrik, salt formun en zirvesinde olan, maddeye
ve potansiyelliğe ihtiyacı olmayan, biricik, kendisi hiçbir nedene bağlı olmayan varlıktır.
Kurumdaki herkesi harekete geçirmektedir, ama kendisi hareket halinde değildir.
Doğadaki her şey hareket, içindedir. Bu hareket değişmeyle birlikte vardır. Oluş ve
yok oluş birbirine zıt olup, bir tarafta oluş meydana gelirken diğer tarafta yok oluş meydana
gelir, bir döngüsellik vardır.Yani hareket zıtların karşılaşmasıyla olur.Hareket varlığın fiili
59
olup, var olmayan hareket ise sessiz kalmıştır. Hareket tamamlanmamıştır, eksik olan fiildir.
Hareket edimselliğin edimsel olmak bakımdan potansiyeldir, kusursuzluğunu ise formla
birleştiğinde gerçekleştirecektir.
Yer, evrende olan şeylerden farklı olup kapsayan cisimlerin sınırıdır, yani evren bir
yer değildir. Evren yerin en içteki parçasıdır.
Hareketle zaman birbirini tamamlayan iki kavramdır. Zaman hareketin ölçüsü olup
aynı zamanda onunda düzenleyicisidir. Aristoteles evreni reel bir şekilde okuduğu için,
değişme olmadan hareketin olmayacağını savunur. Ayrıca ruh olmadan zaman olmaz, yani
insan olmadan. Zaman kavramı hem ruhen hem zihnen vardır.
Evrendeki her şeyi bir neden bağlayan Aristoteles, nedenleri dört başlık altında
toplar. Bu nedenleri anlamadığımız zaman evreni anlayamayız, ya da eksik anlamış oluruz.
Bu nedenler; formel neden, maddi neden, fail neden ve ereksel nedendir. Evrende herşey bir
amaç ve düzen içinde işlemektedir bu ereksel nedene denk düşer. Evrenin bir faili vardır
yani Hareket Ettiricisi, bu aynı zamanda formel nedene de karşılık gelir. Maddi neden, ise
şekilsiz olan, içinde potansiyelliği taşıyan maddedir. Madde tek başına yeterli olmayıp onun
zıttı olan forma ihtiyacı vardır. İkisi bir araya geldiğinde birbirini tamamlamaktadırlar.
Töz, her şeyin mahiyetidir ve diğer kategorilerden farklıdır. Çünkü töz bağımsızdır.
Gerçek bir varlık olduğu için zıttı yoktur. Aynı İlk Muharrik gibi. Töz, maddeye mana verir
ve formdan hareketle de prensipleri oluşturur. Yani Aristoteles, formu, maddeyi ve mahiyeti
tözde özdeş kılmaktadır.
Aristoteles’in Teoloji anlayışı bütün felsefesini özetler niteliktedir. Bütün kavramlar
burada birleşecektir. Zaten fizik ve metafizik alanlarını birleştiren İlk Muharriktir. Fizik
maddi olan tarafı bize verir, metafizik ise manevi tarafı, yani ilk nedene götürür. Teoloji, ilk
olup varlığın edimselliğini inceler. Tanrı’nın konusu teolojinin içindedir. Tanrı’yı ilk olarak,
zaman ve hareketten yola çıkarak açıklamaya çalışır. Hareketleri ve değişimi ilk ve son
hareketin sebebi olarak İlk Muharrik’i görmektedir. Tanrı, ona göre bir olmalıdır, çünkü
bütün sebepler ondan çıkıyor ve kendisinin bir sebebi olmaması gerekir. Bir olduğu için zıttı
da yoktur. Hem formel hem fail nedendir. Evrendeki her şey onun erekselliğini taklid eder.
Tanrı değişmez olup potansiyellikten kendisini korumuştur. Aristoteles’e göre Tanrı’nın
fikri sadece zihindedir, eğer biz onu pratik sahaya taşırsak onun önemini kaybettiririz.
Bu çalışmanın sonucunda, Aristoteles’in felsefesinde metafiziğin ne kadar önemli bir
yere sahip olduğunu, bunu da ilk fizik ile başlayıp, çıkmaza düştüğün de metafiziği kurup,
60
metafiziğin fiziğin önünde gelmesinden anlamaktayım. Aslında Aristoteles metafizik
kavramını kullanmaz. Ona ilk felsefe der. Dolayısıyla da hem ontolojisini hem de
teolojisinin temelinde ilk felsefe vardır ve nihai olan bizi çözüme götürecek olan da bu
felsefedir.
61
KAYNAKÇA
3. Aristoteles. (2001). Fizik (İkinci b.). (S. Babür, Çev.) İstanbul: Yapı
Kredi Yayınları.
Sosyal Yayınları.
5. Arslan, A. (2014). İlk Çağ Felsefe Tarihi 3- Aristoteles (4. b.). İstanbul:
62
9. Ekren, U. (2004, Ekim Salı). Aristoteles'te Mekan ve Hareket.
Ankara.
Yayınları.
63
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe Anabilim Dalı Felsefe
Dünyası(39), 3-19.
64