Professional Documents
Culture Documents
Peter F.Drucker - Yeni Gerçekler (Ekonomi) Kopyası PDF
Peter F.Drucker - Yeni Gerçekler (Ekonomi) Kopyası PDF
S ay fa
Ö N S Ö Z ................................................................................................ 1
I. BÖLÜM
SİY A SÎ G E R Ç E K L E R
1) Sınır Ç iz g is i....................................................................................5
2) K urtuluşa Giden Yol Artık Toplum dan G eçm iyor ............13
3) FDR Am erikasm ın Sonu .......................................................... 21
4) Rus İm paratorluğu Tarihe K a rış ın c a .....................................29
5) Silahlar Arlık Am aca Ters D üşer Hale
G eldiklerine Göre ..................................................................... 45
II. BÖLÜM
D E V L E T V E S İY A S Î S Ü R E Ç
6) Devletin S ın ır la n ........................................................................61
7) Yeni Ç oğulculuk Biçim leri ..................................................... 77
8) "K arizm aya D ik k a t" : Siyasî Liderlere Yönelik
T aleplerde D e ğ işm ele r...........................................................107
III. BÖLÜM
E K O N O M İ, E K O L O J İ V E E K O N O M İ B İL İM İ
V
IV. BÖLÜM
Y EN İ B İL G İ T O P L U M U
SONUÇ
Ç özüm lem eden A lgılam aya, Yeni D ünya G örüşü ...............261
VI
Ö N SÖ Z
C la re m o n t. K a lifo rn iy a P E T E R F. D R U C K E R
1989 B a h a rı
I
SİYASÎ
GERÇEKLER
1
SINIR ÇİZGİSİ
En dü z çevre görünüm ünde bile, yolun önce bir doruğa doğru tır
manıp, so n ra d a yeni bir vadiye doğru indiği geçitler bulunur. Bu ge
çitlerin çoğu yalnızca topografyayla ilgilidir; geçidin her iki yanında
uzanan vadiler arasında, iklim , dil ve kültü r yönünden pek az farklılık
vardır, ya da hiç yoktur. A m a bazı geçitler farklıdır. Böyle geçitler,
gerçek sınır çizgileridirler. Ç oğu kez ne yüksektirler ne de gösterişli.
Brenner, A lpler üzerindeki geçitler arasında en alçak, en yum uşak ge
çittir; am a en eski zam anlardan beri A kdeniz kültürü ile N ordik kü ltü r
arasındaki sınırı belirlem ektedir; N ew Y ork kentinin yelm iş mil kadar
batısında olan D elaw are W ater G ap ise, gerçek bir geçit bile değildir;
ama gene de, D oğu kıyısı ile O rta A m erika'yı birbirinden ayırm aktadır.
5
dan sonra politika alanında egem en güç ve ana m otor olm uştur. Ancak
bu inancın karşısındaki tek etkili siyasî güç de tükenm iş d u ru m d a d ır:
S iyasî bütünleşm enin çıkar blokları içinde ve çık ar blokları aracılığıy
la sağlanm ası. Bu, A m erika’nın politika sanatına ve politik uygulam a
lara kendi kalkışıydı. İlk kez, M ark H anna tarafından geçen yüzyılın
sonunda biçim lendirilm iş, bundan kırk yıl sonra da N ew Deal* ile
Franklin D. Roosevelt tarafından kusursuz hale getirilm iştir.
Silahlar, üç yüzyıl ya da daha uzunca bir süre "verim li" olup, poli
tika alanında araç olarak kullanıldıktan sonra "am aca ters düşer" hale
geldiler : Ekonom iyi tüketen, belki de felç eden b ir yük; bir siyasî araç
olarak güvenilm ez; ve -en önem li ve en az beklenen değişikliğin m ey
dana gelm esiyle- askerî açıdan zayıf durum a düştüler.
1873 - 1973
Bu tür son "sınır çizgisi" tam yüzyıl önce, 1873'te aşıldı. O yıl Vi
yana B orsasında yaşanan çöküntü, ekonom ik etkileri açısından bir
olay yaratm adı. Frankfurt, Londra, Paris ve N ew Y ork'ta kısa süreli
borsa panikleri yaratm akla kaldı. Bir buçuk yıl sonrasında Batı Dün
yasının her yanında, ekonom i tam anlam ıyla toparlanm ıştı.
* New Deal : Roosevelt'in 1928-32 ekonom ik bunalım ından sonra Amerikan ekonom i
sini yeniden inşa em ıek üzere getirdiği, ekonom iyle ilgili bir dizi yasa. (Çevirenin ııo-
lu).
6
lüm Balıda ileıi doğıu yol alan büyük Liberal partiler 1873’ü izleyen
on yıl içinde geri çekilm e ve bozgun durum una girdiler. H içbir zaman
da toparlanam adılar.
7
Karl M arx 1873 öncesinde hayatını gazetecilik yaparak, bir gün
den öbürüne güvensizlik içinde zar zor kazanan, oldukça silik "garip
bir adam "dı. Beş yıl sonrasında ise A vrupa'nın her yerinde, halta
A m erika'da bile kendine yandaşlar bulm uş önem li bir aydındı. 1873'ü
izleyen yirm i yıl içinde ise, M arksist S osyalistler kıta A vrupasındaki
Iıer büyük ülkede, Fransa ve İtalya’da, A lm anya ve A vusturya'da, hat
ta -resm en sindirilm iş olsalar da- Ç arlık R usyasında tek başlarına en
büyük parti haline gelm işlerdi.
8
Adolf S töcker ise. 1895 yılında ülkedeki "kapitalizm aleyhtarlarım "
harekele geçirm ek için açık bir girişim yaparak, Berlin'de Sosyalist ve
Yahudi aleyhtarı bir parti kurdu. Ve bundan bir yıl sonra, daha önce
de söylendiği gibi, A vusturyalIlar ilk kez bir Y ahudi aleyhtarını V iya
na Belediye Başkanlığı gibi yüksek bir siyasî m akam a seçtiler.
D reyfus O layı ile, totalitercilik tam palazlanm ış bir halde boy gös
terdi. A lm anya hesabına casusluk yaptığı yolunda yalan yere suçlan
masından iki yıl sonra, Fransa'daki herkes D reyfus'un m asum o lduğu
nu biliyordu. H atta iki yılın sonunda gerçek casusun kim olduğu
herkesçe bilinen bir sır haline gelm işti. D reyfus'un itibarının iade ed il
mesi yolundaki talebe verilen karşılık ise, "D rcyfus m asum m uş, değil
miş, kim in um urunda; önem li olan ordunun y arandır" şeklinde oldu.
Totaliterciliğin esası budur işte : K ollektif olanın, partinin, devletin,
Ari ırkının sorgulanm az değerler olduğunu ilan etm ek. O rdunun y ara
rına olanın, "hakikat" ve nihaî değer ölçütü olarak ilanı Fransız kam u
oyunda D reyfus'a karşı birlik oluşturdu. B undan on yıl sonra, D rcyfus
itibarına yeniden kavuştu. A ncak bu dönem e gelinceye kadar, Lenin,
"Parli"yc yardım cı olan, onu güçlendiren ve ileriye götüren her şeyi
"hakikat" olarak tanım lam ıştı bile- daha sonraları tüm totaliter rejim le
re teme! olan tanım dı bu : Lenin'in kendi rejim ine, M ussolini'nin. H it-
ler'in ve M ao’nun rejim lerine.
1973'te yaşanan "petrol şoku" ile Başkan N ixon’un bundan iki yıl
önce doları "dalgalanm a"ya bırakm a kararı da. ekonom ik açıdan olay
yaratm ayan gelişm eler olarak görülebilir. Ekonom i istatistiği uzm an
9
lan yalnızca gayri safi milli hasılayı, ekonom ik büyüm e oranlarını
gösteren rakam lara, chş ticaret istatistiklerine ve bu tür başka rakam la
ra baksalar, bu gelişm elerin hem en hissedilen, kısa vadeli ve istatistik
ler açısından önem siz dalgalanm alar ötesinde pek b ir etki yaratm adığı
nı görürler. A ynı şekilde, insan yalnızca kurum ların davranış
biçim lerine baksa, 1960'lı yılların sonlarında m eydana gelen öğrenci
ayaklanm aları -Japonya'da. Fransa'da, A lm anya'da, İtalya'da ve A m e
rika B irleşik D evletlerinde yaşanan ciddî, derin yankılar uyandıran,
gazetelere m anşet olan olaylar- da olay yaratm ayan yan gelişm eler sa
yılabilir. B u olaylar kurum ların hiçbirinin -yönetim lerin, üniversitele
rin, bütünüyle toplum un- davranış biçim lerinde herhangi bir değişiklik
yaratm adı.
* Cheshire Kedisi : Lewis Carroll'iin Alice H arikalar Diyarında başlıklı kitabında Ali-
cc'iıı karşılaştığı sırııkun kedi. Bu kedi giderek kaybolm akla, sonunda geriye yalnızca
b irsın tn ıa kalm akladır (Çevirenin nnlu).
10
railerin siyasî açıdan nasıl fazla bir önem leri kalm am ışsa, refah devle
tinin ya d a kom ünizm in sloganlarına yansıyan siyasî doktrinlerin de,
sosyal, hatta ekonom ik yönden fazlaca bir önem i ya da gerçekliği kal
mamıştır. B u sloganlar hâlâ eylem i frenleyici bir rol oynayabilirler.
Eylem için rehberlik rolü oynam aları ya da itici güç olm aları artık
mümkün değildir.
13
aynı şekilde yok olm uştur. Hiç kim se-helki "G üney A m erika'daki öz
gürlük savaşçısı din adam lan "m sayınazsak-sosyal eylem in kusursuz
bir toplum yaratabilecek, hatta toplum u böyle bir ideale yaklaştırabile
cek, ya da bireyi, "yeni A dem "i yaratacak kadar tem elden değiştirebi
lecek bir gücü olduğuna artık inanm am aktadır.
• "Büyük Toplum ": "Great Society". Johnson. "Büyük Toplum " diye nitelendirdiği top
lumu yaratm ak üzere, sosyal içerikli yasalara dayalı bir refonıı programı hazırlamıştı
(Çevirenin notu).
14
bunun artık ne anlam a geldiğini gösteren, tipik bir örnek oluşturm ak
ladır. M itterand iktidara geldiğinde, 1930’lu yıllara özgü program ların,
umutların, vaatlerin m irasçısı, davaya gerçekten bağlı son A vrupaiı
Sosyal D em okrattı. Y üz seksen gün içinde- serm ayenin F ransa’dan
kaçması biçim inde ortaya çıkan gerçeklik onu rota değiştirm eye zorla
dı. M ilterand’m Sosyalist yönetim i neredeyse bir gece içinde Batı dün
yasında kapitalizm yanlısı olm aya en yaklaşan yönelim haline geldi.
1982'den bu yana M itterand Fransasındaki sosyalizm iktidar partisinin
dostlan ve destekçilerini devletleştirilm iş sanayilere üst düzey yöneti
ciler olarak yerleştirm ek anlam ına gelm ektedir. Fransa'daki sosyalizm
artık Sosyalist Partinin iktidarını sağlam laştırm aya yarayacak her şey
dir. Aradaki zıtlığı gönnek üzere, Fransa'daki durum u elli yıl önce
1931 'de olanlarla karşılaştıralım : İngiltere'nin o zam anlar içinde bu
lunduğu çok ağır ekonom ik bunalım sırasında, Sosyalist başbakan
Ramsay M acD onald, ekonom inin kısa vadedeki ihtiyaçlarını Sosyalist
ilkelerden önde tutm uştu. H ain diye kendisiyle adam akıllı alay edildi
vc gördüğü saygıyı bütünüyle kaybetti. M itterand ise kahram an oldu.
John F. Kennedy, yüzyılım ızda iktidarın ele geçirilm esi dışında bir
"program"ı varmış gibi davranm aya bile kalkm ayan ilk A m erikalı baş-
kandı. Üç yıl süren başkanlığı sırasında hem en hiç başarı elde edem e
diği halde, bugün hâlâ bir kahram an, gönüllerde taht kurm uş bir kim
sedir. Toplum yoluyla kurtuluşa inanm akta devam eden belki son
Amerikalı başkan olan Lyndon B. Johnson ise. B üyük T oplum görüşü
yüzünden alay konusu haline geldi. Johnson’un Y oksulluğa Karşı Sa-
vaş’ı bir başarısızlık sem bolü olm uştur. T oplum yoluyla kurtuluş d ü
şüncesi. en büyük vaatlerin yapıldığı yerlerde, yani Kom ünist ülkeler
de en büyük başarısızlığa uğradı. A m a B atıda da başarısız kaldı.
Batıda -ya da K om ünist ülkelerde- 1950'li yıllardan bu yana yürürlüğe
konan hem en hiçbir hüküm et program ı başarılı olm am ıştır. B unların
arasında gerçeklen de etkili olan son program belki de İngiltere'de
1946-47'de yürürlüğe giren Sağlık Sigortasıydı. H âlâ çok gözde olan
bir sistem dir am a ciddî vc gittikçe derinleşen bir bunalım içinde bu
lunmaktadır.
15
B u n u n k a d a r ö n e m li b ir n o k ta da. h erh an g i b ir so sy al sorun için
"te k b ir d o ğ ru ç ö z ü m " b u lu n d u ğ u k o n u su n d a g id erek d ah a kuşkucu
h a le g e lm e m iz d ir. Ç ö z ü m le r a ra sın d a h atalı o lan lar, elbette, vardır.
A n c a k a rtık b iliy o ru z ki, sosyal d u ru m la r, so sy al d av ra n ış, sosyal so
ru n la r b a sit b ir "d o ğ ru ç ö z ü m " e izin v erm ey ecek k ad a r karm aşıktır.
B u n la r ç ö z ü m le n e b ilir c in ste n se le r, h e r zam an için fark lı çözüm y o lla
rı v ard ır- ve h iç b iri ta m do ğ ru d eğ ild ir. A rtık ö ğ retm ek ve öğrenm ek
için te k d o ğ ru y o l o lm a d ığ ın ı b iliy o ru z . B ir ö ğ ren ci için doğru olan bir
yol v ard ır, b ir d iğ e ri için ise fark lı b ir d o ğ ru yol. Ç ev rey i sanayi atık
la rın a ve k irle tic ile re karşı k o ru y ab ilm en in tek d o ğ ru y olu bulu n m a
m a k ta d ır. K im i d u ru m la rd a k ısıtla m a la r ve y a sa k la r y erin d e olur, ki
m ile rin d e p a ra ce z a sı. B aşk a d u ru m la rd a ise, k irliliğ in önlenm esini
k a z a n ç lı h ale g e tirm e k g ere k ir. "T o p lu m y o lu y la k u rtu lu ş" vaatlerinin
in s a n la r için ç e k ic i o la b ilm e si, "B u tek y o ld u r, " y a d a hiç değilse,
"B u şim d iy e k a d a r bilin en en iyi y o ld u r,” d em ey i g erek tirir. B öylecc
B a tı T a rih in in iki y ü z y ıllık b ir d ö n e m in in so n u n a g elm iş oluyoruz.
16
A ugust C om te ile A lm anya'da G .W .F. Hegel tarafından kalıcı biçim
de, yani "bilim sel" bir saltçılık biçim ine kavuşturuldu. Bu ikisi sonra
dan M arx'i "dünyaya getirdiler." Lenin, H itler ve M ao hep M arx’in ço
cuklarıydı. Batının dünya egem enliğine doğru yükselişi sırasında,
makineler, para ve silahlar konusundaki üstünlük toplum yoluyla kur
tuluş vaadinden, herhalde, daha az önem taşım aktaydı. A rtık bu da bit
miştir.
Toplum yoluyla kurtuluş inancının son bulm ası, geçtiğim iz iki yüz
yılın en yaygın yanılgısının sona erdiğine de işaret e tm e k te d ir: Devri
min G izem li G ücü. Bu yanılgı, M ikhail G orbachev Lenin'in Ekim
Devrimini "tarihî bir olay" diye nitelem ek yürekliliğini gösterdiği za
man tarihe göm ülm üş oldu -D evrim K om ünistlerin sözlüğünde hep
"dünyanın sonu" anlam ına gelm işti. K uşkusuz, devrim ler geçm işte ol
duğu gibi, bundan sonra da olm aya devam e d e c e k tir: H üküm et darbe
leri olacak, yönelim e el konulacak, zorba yönelim lere karşı ayaklan
malar m eydana gelecek, en önem lisi de, tarih boyunca yönetimlerin
şiddet yoluyla devrilm esinde en sık görülen neden tekrarlanarak "iç
dengeler bozulacaktır." Bu devrim lerin bir ikisi işlerin daha iyiye git
mesini sağlayacaktır; öbürleri ise yalnızca etkisiz kalan yöneticiyi de
virip onun yerine etkin olanı geçirecektir. A m a D evrim farklı bir şey
di. Dünyayı tüm den değiştirecek bir olay, hem insan loplum unun, hem
de insanın, hiç bozulm am ış saflığını tekrar kazanacağı, laik anlam da
bir yeniden doğuştu. K uşkusuz, D evrim şiddet kullanılarak gerçekle
şecekti. A m a, "ezilm iş prolelerya" zincirlerini kırdığı -ya da erdemli
Ari soyu Y ahudileri kovduğu- zam an sökecek yeni şafak, ütopya dö
nemini başlatacaktı. Fransız D evrim inin yenilgiye uğrayan “radikal
ler"! 1794'te, ideal toplum lar! gözlerinin önünde çökerek. T erör D öne
mine, sonra da D irectoire'ın K arşıdevrim ine doğru yol alırken, dünya
tümden değişecek gibi bir hayale kapılan ilk kim selerdi. Kıta Avrupa-
sındaki 1848 devrim lerinin başarısızlığından sonra bu hayal yeniden
canlılık kazandı. 1871 Paris Kom ünü kanlı toplu kıyım lar ve askerle
rin sindirm e hareketleriyle son bulunca, aynı hayal M arx ve M arksizm
için temel taşı haline geldi. G ene bu hayal daha on beş yıl önce,
Çin'deki "B üyük K ültür D evrim i" sırasında M ao’nun yandaşlarına güç
katmaya devam ediyordu. A m a D evrim adına öldüren ve yakıp yıkan
17
teröristler -sözgelim i Peru A ndlarında ortalığı kasıp kavuran Maoctı
küçük takım bile- artık dünyanın Loptan değişeceği vaadine inanm a
m aktadırlar. U m utları olduğu için değil, um utlarını kaybettikleri için
kırıp dökm ektedirler.
18
İki yüz yıl boyunca Batıda ve giderek dünyanın her yerinde, po liti
ka alanındaki cn dinam ik gücü oluşturan toplum yoluyla kurtuluş dü
şüncesinin ortadan kalkm ası, geride bir boşluk bırakıyor. K üktendinci
İslamcılığın ortaya çıkışı da bu boşluğu doldurm aya yönelik bir giri
şimdir. "D em okratik" Batının refah devletine olduğu kadar. Kom ünist
Ütopya'ya karşı duyulan soğukluğun da bir sonucudur. Dinin A m erika
Birleşik D evletlerindeki toplum yaşam ının bir öğesi olarak yoğun bi
çimde yeniden güç kazanm ası, cvancelik ve pastoral kiliselerin* yeni
den güç kazanm aları, bir ölçüde, kurtuluşun toplum yoluyla geleceği
ne ilişkin laik nitelikli inancın ortadan kalkm asına bir tepkidir. A ncak
Birleşik D evletlerdeki 1988 seçim kam panyası şunu kesin olarak gös
termiştir ki, "A hlak S a v aşçıların ın * * uyandırdığı yoğun ilgiye rağ
men, iman yoluyla kurtuluş düşüncesine geri dönerek, bu düşünceyi
önemli bir siyasî güç haline getirm em iz söz konusu değildir. On doku
zuncu yüzyılın başlarına özgü laissez-faire düşüncesine dönüş de pek
olası değildir. Ç ünkü laıssez-faire de toplum yoluyla kurtuluş vaat edi
yordu: Bireysel kazancın ününe dikilen tüm engellerin kaldırılm ası,
sonunda, kusursuz -ya da cn azından olabilecek cn iyi- toplum u yara-
tacatcD.
* Evancclik k ilise le r: M ethodist ve Baptist kiliseler gibi, kurtuluşun Isa'ya iman yoluy
la olabileceğini vurgulayan Protestan kiliseleri; pastoral kiliseler : İnsanların ruhsal
ve m anevî ihtiyaçlarının yanı sıra, genel nitelikli ihtiyaçlarıyla da ilgilenen kiliseler
(Çevirenin notu).
** “Ahlak Savaşçıları ” : "Moral M ajority" hareketi (Çevirenin notu).
19
Kohl için önem li olan işlerin y olunda gidip gitm em esidir. Politikadaki
denektaşı, giderek daha çok, bir partiyi iktidarda tutabilecek ya da bir
partinin iktidara gelm esine yardım edebilecek bir şeyler anlam ına geli
yor.
20
3
FDR* AMERİKASININ
SONU
21
ye nitelendireceğim iz gelişm enin kendilerine sağladığı ortak çıkar sa
yesinde bir arada tutulm aktadırlar; buna o zam anlar zenginlik deniyor
du.
* F e d e r a lis t P a p e r s : Kurucu Meclisin 1787’de toplanm asından kısa bir süre sonra,
yeni anayasayı savunm ak üzere Alexander Hamilton. Jam es M adison ve John Jay ta
rafından kalem e alınan bir dizi makale (Çevirenin notu).
22
yerele, bunu da H anna'nm m odeline katlı. D evlet yalnızca H anna'nın
çıkar bloklarını -çiftçileri, işçileri, iş dünyasını- ortak bir eylem de bir
leştirecek b ir aracı olm ayacaktı. Ü çünü dengeleyecekti. H içbir grubun
bir başkası ta ra lın d a n ezilm em esini ve söm ürülm em csini güvenceye
alacak, ancak h iç b ir grubun öbürlerine egem enlik kurm am asını da
sağlayacaktı. R oo sev elt yönetim i hem birleştirici olacaktı, hem de d ü
zenleyici çark. G ücünü, sosyal dengenin korunm ası yolunda kullana
caktı.
23
Bu yüzyılda hiçbir yerde hiçbir yönetim d ah a başarılı olmamıştır
İdeolojik bölünm eler ve iç savaşlar çağı olan bu yüzyılda, hiçbir yöne
tim daha geniş çaplı bir ulusal birlik ve beraberlik yaratm ayı başara-
mam ıştır. Bu da otuzlu yıllarda FD R A m erikasının neden dünyanın
her yerinde yol gösterici bir ışık ve esin kaynağı haline geldiğini açık
lam aktadır- durum o noktaya vardı ki A m erika gerçek radikaller için
"düşm an" oldu çıktı. Burada akla gelen bir başka nokta da, aynı şeyin
başka türlü açıklanm ası m üm kün olm ayan bir konuya, insanın aklına
en çok yatan açıklam ayı getirm esidir : Japonların Pearl H arbor'a sal
dırm asından sonra H itler’in hiç gereği yokken B irleşik D evletlere sa
vaş ilan etm esi (bu savaş ilanı, sonuç olarak, N azi A lm anyasını yenil
giye m ahkum eden şey olm uştur.) Aynı şey, İkinci D ünya Savaşının
hem en ardından, A .B.D . yönelim i ve A m erikan halkı, savaş sırasında
m üttefikleri olan Sovyetlere destek verm eye, para yardım ında bulun
m aya ve onlarla dost olm aya hayli istekli iken, Sovyetler Birliğinin
B irleşik D evletleri neden gerçek "düşm an" haline getirdiğini de açık
lam aktadır. F D R geleneği, Harry T rum an yönetim iyle sürdü. Truman,
FD R 'nin oluşturduğu N ew D eal'e tem el olan kavram lar konusunda
belki F D R ’nin kendisinden bile daha bilinçliydi. FDR geleneği,
D w ight E isenhow er'la doruk noktasına ulaştı; E isenhow er N ew Deal'i
bir sistem e oturtm ayı ve aynı zam anda M ark H anna'nm hayalinin bir
leştirici gücünü Cum huriyetçi Parti için yeniden yakalam ayı tarihî
m isyonu olarak gördü.
24
lunmamaktadır; bu siyasî kurum u oluşturanlar. Cum huriyetçi ve De
mokrat yönetim ler altında, hiç fark etm eden tekrar tekrar devlet hiz
metine geri dönen ve gerek önem li bakanlıklarda, gerek kongredeki
önemli kom isyonlarda karar mercii durum unda olm ayı gerektiren he
men bütün işleri ellerinde tutan, politika ve bürokrasi dışından gelm e
bir iki bin dolayındaki "eski kurt" ile W ashington’lu "em ektar”dır -
hukukçular, gazeteciler, profesörler, iş dünyasından yöneticiler. A yrı
ca, Japonya'da 1950'den beri iktidarda olan L iberal D em okrat Partinin
de sırf Japonlara özgü birtakım özellikleri vardır (ancak bu tür özellik
ler hiç de Japonların ve B atılıların düşündükleri kadar fazla değildir).
Ama Japon partisinin kavram ları ve yapısı hem en hem en bütünüyle
Roosevclt'in 1930'lu yıllardaki D em okrat Partisinin, ondan da öte, Co-
olidge’in 1920'li yıllardaki C um huriyetçi Partisinin kavram ları ve ya
pısıyla aynıdır: A ynı hizipler, büyük bir kente ya da bölgeye egem en
olan aynı türdeki siyaset patronları, belli başlı çıkar gruplan arasında
aynı türde sürekli değişen koalisyonlar; ve ayrıca yerel ve bölgesel
parti m ekanizm alannda aynı türden "alışverişler" ve aynı siyasî yol
suzluklar.
25
sağlayabileceği yararı sağlam adı. O zam andan bu zam ana, Hanııa ile
K oosevclfin hayallerini yeniden canlandırm a yolunda yapılan her giri
şim bir felaket olm uştur. A m erikan tarihinde başkan adayı olarak
1984'te ortaya çıkan W alter M ondale'den daha yeterlisi, daha uygunu,
daha deneyim lisi pek ender çıkm ıştır - onunkinden daha büyük bir he
zim ete uğrayan da pek azdır. FD R A m erikasının çıkar grupları koalis
yonunu yeniden yaratm a girişim i, M ondalc'i iler tutar yanı kalm aya
cak kadar eskim iş hale getirdi. Dört yıl sonra 1988'dc M ichael
Dukakis yeni "çıkar blokları" bulm aya ve bunları harekele getirmeye
çalıştı; özellikle de "orta sınıfı" - bunu eski grupları dışlam adan yaptı.
Bu da bir işe yaram adı.
İkincisi ve daha da önem lisi şudur ki, bu grupların hiçbiri artık sos
yal açıdan farklı değildir. Eskiden her gruba siyasî birlik ve siyasî
kim lik sağlayan şey, aslında ortak ekonom ik çık ar değildi. H ayvan ye
26
tiştiricileri "çiftçi"dirler am a bunların, oldum olası, m andıra sahipleri
ya da tülün yetiştiricilerinden çok farklı ekonom ik çıkarları olm uştur.
Usta sanatkârların ekonom ik çıkarları 1920'li yıllar boyunca "A m eri
kan em ekçisi"nin çoğunluğunu oluşturur durum a gelen niteliksiz seri
üretim işçisininkinden çok farklıdır. Bu grupları farklı ve birlik içinde
eylem yapabilir kılan şey, bugün kültür diye adlandırdığım ız şeydi.
Onlara kim lik kazandıran şeyler, ekonom ik niteliklerinden çok sosyal
özellikleriydi. "Ö z saygısı olan işçi" vardı ve "kırsal toplum " vardı.
Sonra, hem küçük kentlerde hem büyük kentlerde bulunan "işadam la
rı" vardı. Bu grupların her biri farklı gazeteleri okuyor, çoğu zam an
farklı kiliselere gidiyor ve genellikle kentin farklı sem tlerinde oturu
yorlardı. H er birinin farklı değerleri ve farklı bir yaşam biçim i vardı.
Her şeyden önem lisi de, her grubun kendisiyle ilgili net ve farklı bir
görüşe sahip olm asıydı. Bu kim seler M arksist anlam da "sınıf bilincine
sahip" değillerdi. T oplum içindeki başka gruplar ve sınıflarca söm ü-
rüldüklerinc inanıyorlar diye bir şey de her zam an söz konusu değildi
- en azından M ark H anna'nın zenginlik olgusunda onların ortak çıkar
larına ilişkin düşüncesinden sonra. A ncak her biri farklı bir hayat sür
düğünün, farklı bir rol oynadığının ve toplum içinde farklı bir yere sa
hip olduğunun iyice bilincindeydi.
27
hatırlattığı gibi, sendika üyelerinin derdi, oto-karavanları, N orth Wo-
od'da tatile gittikleri balıkçı kulübesi ve em ekli aylıklarıdır. Amerikan
toplum unda başka herkesin de izlediği televizyon program larını onlar
da izlem ektedirler. Aynı süperm arketlerde aynı tüketim m allarını satın
alm aktadırlar. Tatilde yaptıkları aynı şeylerdir. Farklı işler yapm akta
dırlar am a artık farklı yaşam am aktadırlar. S tatülerini ekonom ik çıkar
larıyla değil, harcam a güçleri ile tanım lam aktadırlar.
Ü çüncü olarak, yeni çoğunluk, yani "bilgi işçisi" herhangi bir çıkar
grubunun tanım ına uym am aktadır. B ilgi işçileri ne çiftçidirler, ne işçi,
ne de ticaret dünyasından; onlar kuruluşlarda çalışan görevlilerdir.
A ncak "proleter" değildirler ve bir sın ıf olarak söm ürüldüklerini" his
setm em ektedirler. K ollektif olarak, em ek lilik fonlarında biriken para
lar sayesinde tek "kapitalist" onlardır. Pek çoğunun kendisi de patron
dur ve "astlar"ı vardır. B ununla birlikte onların d a bir patronu
bulunm aktadır. O rta sın ıf d a değildirler. Y eni bir terim uydurursak, bu
kişiler "tek sın ıflad ırlar* - kim ileri öbürlerine g öre daha çok para ka
zansa da. Bu kim selerin ticarî bir kuruluşta, bir hastanede y a d a üni
versitede çalışm aları, ekonom ik ve sosyal k o num lan açısından hiçbir
fark yaratm am aktadır. Bir ticarî kuruluşun m uhasebesinde çalışırken,
bir hastanenin m uhasebesine geçen bilgi işçileri sosyal y a da ekono
m ik konum larım değiştirm em ektedirler. İşlerini değiştirm ektedirler.
28
4
RUS İMPARATORLUĞU
TARİHE KARIŞINCA
Hint A yaklanm ası, batılılaşm aya dur dem ek için yapılm ış sonu ol
mayan bir girişim di. Z afer kazanan isyancılar, neredeyse kapı dışarı
etmiş oldukları İngiliz efendilerinin yerine koyabilecekleri hiç kim se
leri ve hiçbir şeyleri olm adığım anladıkları zam an da, başarısızlığa ııiU,
radı. U ğradıkları çöküntü. Batı teknolojisinin, Batılı sosyal örgütlen,
menin, Batılı sanayi ekonom isinin, Batı bilim inin. Batı eğitiminin
dünya çapında egem enlik kazanm asını sağladı. Batıdan kurtulm a giri
şim leri devam ederek, H int A yaklanm asından kırk üç yıl sonra
1900'de Ç in'de yaşanan Boxer İsyanı ile doruğa ulaştı. D aha yakın za
m anlara gelince; A yetullah H um eyni'nin 19 8 0 ’li yıllardaki İran devri
mi de Batıdan kurtulm a amacı güden bir başka girişim di. A m a Hint
A yaklanm asından bu yana, böyle girişim ler daha baştan başarısızlığa
m ahkum olm uşlardır. H um eyni bile, ancak Balının İran petrolüne öde-
diği parayı Batı teknolojisini ve Batının silahlarını satın alm ak yoluyla
B atıya karşı savaşabilm iştir.
Japonya, K om odor Perry'in "K ara G em ileri"nin ilk kez 1853 yılın
da Y okoham a açıklarında dem irlem esinden sonra geçen on beş yıl bo
yunca tereddüt etti. Sonra da, 1867'de, tepeden tırnağa "Batılı" olm a
ya, am a hem batılılaşm a süreci üzerindeki, hem de bu sürecin
ardından oluşacak yönetim , toplum , ekonom i ve teknoloji üzerindeki
denetim ini korum aya karar verdi. Bu karar -B ruckhardt'ın da yaptığı
gibi- o dönem de hemen bütün B alıklarca, Batı gücü yerkürenin gen
kalan her yerinde büyük bir başarıyla dallanıp budaklanırken, anlam
sız, hatta önem siz sayılarak dikkate alınm adı. A m a sonunda galip ge
len Japonya oldu. Japonların yaklaşım ı -çağdaş, yani batılı olmak.
30
ama bunu kendi, batılı olm ayan denetim leri alu n d a yapm ak- sonunda
Batıyı yendi. Japonya Batıyı kucaklayarak. Batı egem enliğinden kur
tulmuş oldu. Japonya, İkinci D ünya S avaşını, tarihte görülen en kesin
askerî yenilgilerden birine uğrayarak kaybetti. Japonya, etkili bir sö
mürgeci gü ç olm ak için güttüğü siyasî am açlara da ulaşam adı. G ene
de siyasî açıdan yenilgiye uğrayan B atıydı. Japonya, Batıyı A sya'dan
çıkarmayı ve Batılı söm ürgeci güçlerin itibarını düşürm eyi başardı.
Bu ise. B atıyı, batılılaşm ış am a Batılı olm ayan dünya üzerindeki dene
timinden vazgeçm eye zorladı- A sya'da, am a kısa süre sonra A frika'da
da.
İkinci D ünya Savaşından bu yana, Batılı olm ayan dünya her yerde
kendisini, ilk kez Japonların 1867 tarihli M eiji R estorasyonu sırasında
oluşturduktan m odele uygun olarak yeniden biçim lendirm iştir. B atılı
laşmış, am a bunu kendi denetim i altında yapm ıştır. "Söm ürgecilik
aley h tarlığ ın ın tem el anlam ı da budur. S öm ürgecilik öncesine dönüş
anlamına gelm ez. A yetullah yönetim indeki İran bile on sekizinci yü z
yıldaki İran'ı geri getirm eye değil. Batının teknolojisine, sanayiine, as
kerî yapısına, m ühendisliğine sahip, ancak dini ve değerleri ilk dönem
İslamiyete ait, m odern bir İran yaratm aya çalışıyor. Bu, Japonya'nın
1870’li yıllarda İngiliz tipi bir P arlam ento ile, bin yıl önceki N ara ve
Hcian dönem lerinin T anrı-İm paratoruna dönüşü bir araya getirm e giri
şim lerinden pek farklı bir şey değildir.
31
mi, Japonya’nın M eiji Restorasyonundan sonra yaptığı gibi, kendi ye
rel ve ulusal güç yap ılan yoluyla yürütm eye kararlıdırlar.
A m a hâlâ büyük bir söm ürgeci güç, tarihin hâlâ "A vrupa" tarihi ol
duğu ve iktidar ile yönetim in hâlâ yalnızca A vrupalılarca yürütüldüğü
geniş bir alan vardır : Rus İm paratorluğu. Y irm i beş yıl içinde, belki
de daha önce, Rus İm paratorluğu da ortadan kalkacaktır -ya da en
azından, A vrupalı olm aktan çıkarak A vrupalı dönem i- sonrasına geçe
cek ve esas itibariyle A syalı bir nitelik alacaktır. Bu değişiklik için ge
rekli olan her şey şim diden gerçekleşm iş durum dadır. Tek soru, bu sü
recin ne kadar hızla gerçekleşeceği ve im paratorluğun parçalanm asına
m ı, yoksa yeniden yapılanm asına mı yol açacağı sorusudur. Bu süreç.
M ikhail G orbachev tarafından 1982 yılında başlatılan reform hareketi
başarılı olsa da, olm asa da, gerçekleşecektir. A slında G orbachev'in
P erestroika'sı yıkılm akla olan Rus ekonom isini canlandırm ada ne ka
dar başarılı olursa, Rus İm paratorluğunun çözülüşü de o kadar hızla
cereyan edecektir.
P erestroika "tepeden inm e bir devrim "dir -böylesi dcvrim lerin ba
şarıya ulaştığı az görülür. G erçekten de P erestroika, A vrupa'daki tepe
den inm e son devrim le, yani on sekizinci yüzyılda yaşam ış bir başka
"aydınlanm ış despot"un, İm parator II. Joseph'in cansız ve yıkılm akta
olan A vusturya İm paratorluğunun durum unu düzeltm ek ve onu can
landırm ak için yaptığı tam am en başarısız girişim le çarpıcı bir benzer
lik gösterm ektedir. A ncak, kalıcı sonuçlar veren iki "tepeden inme
devrim " daha olm uştur ve bunların ikisi de R usya'da m eydana gelm iş
tir. Birisi bugün bildiğim iz Rusya'yı yarattı; K orkunç İvan'ın tepeden
inme devrim i. İkincisi ise Büyük Pclro'nun zorla batılılaştırm a hareke
tiydi. Bu yüzden insan, G orbachev'in girişim inin sonuçsuz kalacağın
dan em in olam ıyor. A m a ne kadar ciddî bir bozulm a içinde olursa ol
sun, Sovyet ekonom isinin durum u G orbachev'in ikincil sorunudur.
T em el sorun, im paratorluğun m illiyetçiliğin ve söm ürgecilik aleyhtar
lığının baskısı altında çözülm e tehdidiyle karşı karşıya olm asıdır.
32
milliyetlere boyun eğdirilm esi üzerine kuruludur- A vrupa üzerindeki
batı bölüm ünde yer alan U kraynalIlar, E stonyalılar, L etonyalılar, Kaf
kasyalIlar ve A sya üzerindeki doğu bölüm ünde yaşayan çok sayıda
Mongol, T ürk ve T alar halkları. Farklı m illiyetler sorunu Rusya için
hiç de yeni bir sorun değildir. Ç arlık yönetim i sırasında yürütülen
amaçlı R uslaştırm a politikası sorunu giderek ağırlaştırdı. Pek az sayı
da istisna dışında (Baltık ülkelerinde A lm an dilinin kullanıldığı eski
üniversiteler gibi) öğrencinin anadili ne olursa olsun yükseköğrenim
de kullanılan dil tüm üyle Rusçaydı. R usça resm î dil ve iş hayatı ile or
duda izin verilen tek dildi. R uslaştırm aya karşı duyulan kızgınlık, Bol-
şeviklerin kazandığı zaferde önem li bir etken oldu. Lenin’in tüm
milliyetlere kültür ve eğitim alanlarında tam özerklik vaadi, kendisine
çarın em rindeki birinci sın ıf alaylardan biri olan Letonyalı Keskin N i
şancıların desteğini kazandırdı. O nlar olm asa. E kim D evrim i başarı
sağlayamazdı.
33
düşük doğum oranlan gösteren bir dem ografı vardır-bu o dereceye
varm ıştır ki, A vrupa'daki Rusya fiilen bir nüfus küçülm esi yaşamıştır.
Buna karşı, A sya'daki Rusya'da gelişm ekte olan bir ülkenin dem ogra
fisi görülm üş, yani bebek ölüm leri hızla düşerken, doğum oranları
yüksek olm aya devam etm iştir. R usya’nın A sya'daki A vrupalı olm a
yan nüfusu, bugün belki de dünyadaki en hızlı artış oranına sahiptir ve
Latin A m erika'daki oranlan bile aşm ıştır.
34
hiç kimse yoktur. Ü st düzey parti görevlerinde ise (ister Politbüro'da
ister M erkezî K om ite içinde olsun), A vrupalı olm ayanların sayısı hiç
bir zaman bir ikiyi geçm ez.
35
bedel de ödedi. A m a başka m illiyetler hem en kendilerine de aynı şe
kilde davranılm asını istediler; önce Çekler, sonra İtalyanlar, Hırvatlar.
Slovenler, Polonyalılar. A vusturya’daki liberaller - G orbachev gibi,
aydınlanm ış olanlar- bu baskılara karşı koyabilm ek için ekonom ik kal
kınm anın birliği sağlayacak uluslarüstü bir bağ olduğunu keşfettiler.
U ygulanan politikanın ekonom ik yönden sihirli bir etkisi oldu. Çekos
lovakya'nın m erkezinde yer alan Bohem ya'nın 1870'ten sonra göster
diği sınaî büyüm enin tarihte pek az benzeri vardır. 1914'e gelindiğin
de, B ohem ya A vrupa'nın en çok sanayileşm iş, en zengin
bölgelerinden biri haline gelm iş, yaşam düzeyi ve verim lilik yönün
den A lm anya'nın dengi olurken, Fransa'nın önüne geçm işli. A vusturya
İm paratorluğunun güneyindeki Slovcnya ile, güneydoğusundaki Hır
vatistan'da da hızlı bir ekonom ik büyüm e yaşandı. B aşta yavaş git
m ekle birlikte, Krakov çevresindeki bölgede de öyle- burası hâlâ Po
lonya'nın sanayi m erkezidir.
36
fabrika yöneticilerinin ve m eslek sahiplerinin o lu ştu rd u ğ u eğitim li or
ta sınıftn doktrinleridirler. T abiî, bu g ruplar ekonom ik b ü y ü m ed en ilk
yararlanan g ruplar olm aktadır.
37
fın d ak i U ra lla r’d a d a g e rç e k le şe c e k tir. R u s İm p arato rlu ğ u n u n ardından
A v ru p a ta ra fın d a o rta y a ç ık a n ü lk eler, k u şk u su z , d ah a so n ra A v ru
p a'n ın b ir p arç ası h alin e g e lm e y e ç a lış a c a k la r ve siy asî, en önem lisi
de, e k o n o m ik aç ıd a n A v ru p a 'y a boyun eğ m ey i, p ek ala kabul etmek
zo ru n d a k a la b ile c e k le rd ir. R u s İm p arato rlu ğ u n u n ard ın d an U zak D o
ğ u d a o rta y a ç ık a n ü lk e le rd e n b azıları Ç in 'e bugün o ld u ğ u n d an daha
ço k y a k ın la ş a b ilir. P ek i en b ü y ü k k itle ne ta ra fa y ö n elec ek tir - büyük
b ir ç o ğ u n lu k la M ü slü m a n olan O rta A sy alıla r? İk in ci b ir ihtim al A s
y alIların e g e m e n lik sa ğ lam asıd ır. A m a bö y le b ir d u ru m k u şk u su z A v
ru p alI a z ın lığ ın A sy alı ç o ğ u n lu ğ a karşı sü rek li d iren m esi an lam ın a ge
le ce k tir. S o n o la ra k d a, b ir tü r k o n fed e ra sy o n a g id ilm esi m üm kündür;
bu k o n fe d e ra sy o n u b ir ara d a tu tan b ağ lar g ev şek o lacak , sürekli bir
k a rg a şa y a ş a n a ra k fark lı m illiy e tle r ö ze rk cu m h u riy etle ri içinde y a da
bu c u m h u riy e tle r y o lu y la g ü ç k az an m ak için b irb irleriy le m ücadele
e d e rk e n , h e r b iri g eri k a la n la ra eg em en o lm a y a çalışacak tır.
38
kicilik kadar büyük olabilir. Bir başka deyişle, Batının hem siyasî bir
liğini korum aya, hem de ask erî yönden lıcp hazırlıklı Oılmasını sağla
m aya ihtiyaç vardır.
39
giderek zorlaşacaktır- kendini dünyadan soyutlam a politikasına geri
dönm ek de bir işe yaram ayacak, daha doğrusu, im kansız hale gelecek
tir.
40
A.B.D. İçin Y eni B ir İlgi K o n u su O la r a k K u zey A m e rik a
Bir çıkış yolu -bu belki tek çıkış yoludur- M eksika'nın yüzyıllık
ekonom ik bağım sızlık politikasını terk etm esi ve B irleşik D evletlerle
ekonomik bütünleşm eyi kabullenm esidir. B ütünleşm e zaten büyük
oranda gerçekleşm iş durum dadır. M eksika'nın en yeterli, en çok para
41
g etiren sa n a y ile ri -A .B .D . sın ırın d a k i m a q u ila d o ra fabrikaları ve iç
b ö lg e le rd e F o rd ve IB M gibi A m erik alı d ev lerin sahibi o lduğu brm
fa b rik a la r- b ü y ü k ö lç ü d e (ya d a tü m ü y le) A .B .D . p azarı için üretim
y a p m a k ta d ırla r. B ir A .B .D .- M e k sik a O rtak P azarın d an söz edilmekte-
d ir. E k o n o m ik b ü tü n le şm e , A m erik a lıla rın b ak ış açısın d an , hiç kuşku
su z, M e k sik a ’d an ü lk e y e d o ğ ru çok y o ğ u n b ir b içim d e süren göçe ter
cih e d ile b ilir -g ö ç , b u g ü n için p ek ço k M ek sik alIn ın p ara g etirir işlere
u la şa b ilm e s in in tek y o lu o lm a k ta d ır. E k o n o m ik açıdan M ek sik a da
b u n d a n y a ra rla n a c a k , a n c a k g e ç iş d ö n em i, aşırı k o ru m a altın d a bulu
nan p ek ç o k M e k sik a şirk eti, b u ra la rd a ç a lışan işç ile r ve bu şirketlerin
sa h ip le ri için ç o k çe tin g e ç e c e k tir. A m a k ü ltü rel ve siy a sî açılardan
b ö y le b ir d e ğ işik lik M e k sik a 'd a k i siy a sî k en e tle n m e y i, h atta belki de
M e k sik a 'n ın s iy a s î b irliğ in i teh d it e d e c e k k ad a r b ü y ü k bir sarsıntı ya
ra ta c a k tır.
42
eğitim görm üş insanlarının, hem de en yoksul ve en az nitelikli olanla
rının giderek daha büyük oranlarda yer aldığı- çok sayıdaki MeksikalI
yı ülkeye kabul etm eyi daha ne kadar sürdürecektir? M eksika'nın Jccn-
disi de. siyasî ve sosyal açılardan, yurttaşlarının kuzeye doğru kitleler
halinde kaçışına ve giderek artan beyin göçüne uzun süre dayanabilir
m i? Birleşik D evletler M eksika'da sol eğilim li A m erika aleyhtarı bir
rejimin kurulm asını kabul edebilir m i? M eksika A .B .D .'nin iç politika
larına m üdahalesini kabul edebilir m i? V e M eksika'daki ücretler Amc-
rika'dakilerin onda biri, sınırın güneyindeki sulanabilir M eksika top
raklarında yetişen tarım ürünlerinin m aliyeti de sınırın kuzeyinde
yetişen ürün m aliyetinin üçte biri oranındayken, Birleşik Devletler,
ekonom ik bütünleşm e için istekli olm ak bir yana, bunu kabul edebile
cek m idir?
43
A ncak uluslararası konularda başlıca "yeni gerçeklik" -ve kesinlik
le yalnızca B irleşik D evletler açısından değildir bu- Rus İmparatorlu-
ğunun gelecek günlerde dağılacak olm asıdır. Bu olay, H int A yaklan
m ası ve Japonya'daki M eiji R estorasyonuyla başlayan ve "Avrupa"
tarihinden "dünya" tarihine doğru olan yönelişi tam am layacaktır. Han
gi devlet, hangi politikacı, hangi siyasî d üşünür hazırdır buna?
44
5
SİLAHLAR ARTIK
AMACA TERS DÜŞER HALE
GELDİKLERİNE GÖRE
15 Kasım 1988 tarihinin insanlık için önem li bir kilom etretaşı ola
rak kutlaması gerekirdi. O gün, büyük güçler arasındaki son savaşın,
yani Japonya ile B irleşik A m erika arasındaki çarpışm aların, 15 A ğus
tos 1945’te sona erm esinin üzerinden kırk üç yıl üç ay geçm iş oluyor
du. Böylecc daha önce büyük güçler arasında çarpışm a olm adan geçen
en uzun süre rekoru eşitlendi : F ransa-Prusya S avaşının 1871 'de sona
ermesi ile 1 A ğustos 1914’tc B irinci D ünya Savaşının patlak verm esi
arasında geçen kırk üç yıl üç aylık süre (1905 tarihinde R usya ile Ja
ponya arasında çıkan savaş, bu dönem in "savaşsız" olm a niteliğini
bozmuştur am a Japonya o zam anlar büyük güç sayılm ıyordu). V e
1945-88 arasında "savaşsız" olarak yaşanan dönem , 1815 W aterloo
Savaşı ile İngiltere ve Fransa'yı R usya ile kapıştıran 1854 tarihli Kırım
Savaşı arasında büyük güçlerin birim leriyle b a n ş halinde geçirdikleri
ünlü yirmi dokuz yıllık dönem i, k at kat aşm ıştır.
Yeni rekora kim senin ilgi gösterm em esinin haklı nedenleri vardı.
Bunlara pek barış yılları denem ezdi. B üyük güçler birbiriyle savaşm a
dılar ama dördü kanlı savaşlar yaptı : F ransa, C ezayir ve V ietnam ’da;
Birleşik D evletler, K ore ve V ietnam 'da ; Ç in, V ietnam 'da ve Rusya,
Afganistan'da. O rta Doğu çoğu zam an savaş halindeydi -İsrail A rap
larla savaştı, Irak ve İran yedi yıl boyunca birbirlcriyle savaştılar. H in
distan ve Pakistan arasında kısa süreli am a şiddetli bir savaş oldu. A y
rıca, Kuzey İrlanda'da, O rta ve G üney A m erika'da ve A frika'nın pek
çok yerinde sürüp giden, kıran kırana sayısız iç savaş yaşandı.
45
H er şeyden önem lisi de, bu yıllar, tarihteki en uzun, en büyük ve
en yaygın silahlanm a yarışının görüldüğü yıllar oldu. Silahlanm a İkin
ci D ünya S avaşından sonraki dönem in büyüm e sanayii olm uştur -
bilgisayarlar değil, telekom ünikasyon değil, biyoteknoloji değil, hatta
finans da değil. 1914 A ğustosundan önceki yirm i yıl boyunca siircn
hum m alı silahlanm a yarışında yalnızca dört ülke v a r d ı: Büyük Britan
ya. Fransa, A lm anya ve Rusya. N e İtalya, ne de A vusturya katıldı ya
rışa, ve tabiî ne de A m erika B irleşik D evletleri. O ysa yalnızca tek bir
büyük güç, yani Japonya, ve orta güçlerden ikisi, yani M eksika ve Ka
nada, son kırk yılın silahlanm a yarışının dışında kalm ışlardır. Onları
saym azsak,tüm dünyayı sarm ıştır bu yarış. A skerî teknoloji ve silahla
rın tahrip gücünde patlayış halinde görülen gelişm e ise, daha d a hızlı
olarak cereyan etm iştir. Şu günlerde küçük ve yoksul ülkeler bile -
Peru, Libya, Irak- B üyük G üçlerin çoğunun İkinci D ünya Savaşı baş
ladığı zam an sahip olduklarından daha çok ve tahrip yeteneği daha
yüksek olan ateşgücüne sahiptirler. Silah yığınağını kısıtlam ak üzere
tek bir ufak adım atılm ıştır : O rta m enzilli nükleer füzeleri sınırlayan
1988 tarihli A .B .D .- Rusya anlaşm ası. Bunun d ışında silahlanm a yarı
şı azalm adan sürm ektedir. Bir zam anlar politikanın hizm etinde olan
silahlar, politikanın patronu durum una gelm işlerdir.
46
natn'da, A m erikalılar V ietnam 'da, Ç inliler V ietnam 'da ve R uslar A fg a
nistan'da kaybettiler. İsrail, kazandığı d ö n savaştan sonra, zafere ilk
başta olduğundan daha yakın değildir. Y edi yıl süren kanlı savaşlar sı
rasında- her ikisi de tepeden tırnağa en m odern silahlarla donanm ış
olan- İran ve Irak'tan hiçbiri askerî yönden kazançlı çıkm adılar. V e çe
şitli dış güçler tarafından yapılan çok büyük askerî y ardım lara rağ
men, A frika'daki iç savaşlar, görünürde askerî bir sonuç olm adan sü
rüp gitm ektedir.
Bunların her biri ask erî açıdan kötü perform ans ve yetersizlik ör
nekleridir ve her biri için birtakım özel açıklam alar yapılm aktadır.
Birleşik D evletler altm ışlı yıllarda V ietnam 'da kaybetti çünkü kitle ile
tişim araçları orduyu arkadan bıçakladılar y a da generallerin uyguladı
ğı savaş yöntem leri yanlıştı. K uşkusuz, R usya’nın seksenli yıllarda A f
ganistan'da uğradığı yenilgiden sonra da bunlara ben zer m azeretler
Moskova’da ağızdan ağıza dolaşm ıştır. A m a ortak yönleri olan olgula
ra ortak yönleri olan açıklam alar getirm ek gerekir. V e burada getirile
bilecek tek ortak açıklam a, silahların askerî yönden sah ip oldukları ka
pasiteyi kaybetm iş olm alarıdır. S ilahlar m uharebe kazandırabiliyor
ama artık savaşların sonucunu belirleyem iyorlar. N ükleer, kim yasal
ve bakteriyel silahlar çağında, kendi ülkelerini savunam ıyorlar. G er
çekten de. savaşa, Karl von C lausew itz’in ünlü sö zleriyle "politikanın
başka araçlar yoluyla devam ı" gözüyle bakılam az arlık. Savaş, politi
kanın yenilgisi haline gelm iştir.
47
nın dünyanın siyasî sistem i içindeki rolü ve önem inin yeniden doğru
lanm ası, özellikle de devletlerin im ha silahları üzerindeki tekellerinin
yeniden doğrulanm ası ve bunun yanı sıra, savunm a ve silahların son
kırk yılda kazandıkları politikanın patronu olm a nitelikleri yerine, ye
niden politikanın araçları durum una getirilm eleridir. G erekli olan sa
vunm anın, silahlanm anın ve ordunun m odern dünya içindeki rol ve iş
levini bütünüyle yeniden düşünm ek ve ordunun toplum içindeki yerini
yeniden belirlem ektir.
S ila h la r ve E k o n o m i
48
yel değirm eninin kanadı neredeyse anında açık d en iz teknelerine akta
rıldı. A m a savaş gem ileri b ir altı ya da yedi yüz daha kürekle çalışan
kadırgalar o larak kaldı.
Bunun tersi olarak da. 1700‘den sonraki iki yüz elli yıl boyunca si
vil ekonom ide m ey d an a gelen her önem li yenilik neredeyse hem en as
keri alanda uygulandı : B uhar m akinesi, telefon, telsiz, otom obil,
uçak. V e sa v aşla r yol açtıkları tüm yıkım vc ziyana karşı, savaş olm a
sa ticarî u y g ulam aya geçirilm eleri pek çok on yıl sürecek teknolojik
gelişm eleri büyük ölçüde hızlandırarak, iki yüz elli yıl boyunca eko
nomi için itici güç oluşturdular. Bunun m ükem m el bir örneği, İngihe.
re'nin A vrupa şeker kamışı ihtiyacım karşılam a tekelini kırm ak üzere,
N apolyon'un ordu m ensuplarını görevlendirerek şeker pancarı geliştir
m e çalışm alarını finanse etm esidir; ilk "devletçe yürütülen savunma
araştırm ası" örneğidir bu.
50
aydan az sürdü. V e İkinci D ünya S avaşının sona erm esinden beş ay
sonra, yani 1946 O cağına gelindiğinde, fabrika yeniden Buick,
O ldsm obile ve Pontiac arabalar üretir durum a gelm işti.
51
duşunu yaratm ak üzere askerî alana kaydırılm asıydı (ancak İran'ın
Irak'la yaptığı savaşın da gösterdiği gibi, bu gücün askerî değeri pek
fazla değildi).
Sosyal açıdan bakıldığında da, savunm a hızla am aca ters düşer du
rum a gelm ektedir. Fransız D evrim i sırasında ordu toplum için bir eği
lim yuvası olarak ilan edildi ve bu, çok geçm eden İngiltere ve Birleşik
D evletler dışındaki her yerde kullanılır bir slogan haline geldi. Latir
A m erika'da hâlâ slogandır. M ao Ç ininde de bir slogandı. A m a bu
iddia nasıl bir değer taşım ış olursa olsun, artık geçerli değildir. A sker
lik hizm eti, acem i er diye, bir beceri edinem em iş, disiplinsiz, temizlik
anlayışından ve çalışm a alışkanlıklarından habersiz, okum ası yazması
olm ayan köylü delikanlılar geldiği dönem lerde yararlı alışkanlıkla)
aşılam ış olabilir. B ugünkü nüfus böyle değildir, hatta gelişm ekte olar
dünyada bile. O rdunun büyük övgüler alarak öğrettiği beceriler ■
gençleri orduya çağıran her duvar ilanıyla askerlik hizm etinin duyuru
lan yararları- sivil ekonom i için son derece kısıtlı bir d eğer taşım akta
dır. Bir iki yıllık toplum hizm eti, gençler için kışlada geçirilecek ik
yıldan daha değerli olacaktır.
T ersine, ordu sivil toplum için çok yanlış bir eğilim yuvası olduğu
nu gösterm iştir. Sivil yönelim in çözülm esi üzerine, birbiri ardınca pek
çok Latin A m erika ülkesinde, ordular yönetim i ele aldı -Peru'da, Şi-
li'dc, A rjantin'de, B rezilya’da. O rdunun yönetim i devraldığı her örnek
te bu durum önce halkın büyük bir bölüm ü tarafından coşkuyla karşı
landı. Her defasında askerî yönetim yozlaşarak d ah a önce görülm edi!
bir zorbalık, işkence, yolsuzluk ve bir iki yıl içinde de tam bir yeter
sizlik örneği haline geldi. Franko İspanyasındaki askerî yönetim di
öyle. A çıkçası, askerî "erdemler" m odern dünyanın talepleri karşısın
da yeterli olm am aktadır. Bu erdem lerin orduyu çağdaş toplum ve çağ
52
daş politikanın baştan çıkarıcı yönlerine karşı da korum aları -daha ön
ce bunu başarabilm işlerse bile- artık söz konusu değildir.
53
y a d a ç o k a z o ld u ğ u ö rn e k le rd e b ile e ld e ed ilen so n u ç la r etk iley ici de
ğ ild ir. İn g iliz le r, F a lk la n d A d a la rın d a d ü n y a n ın en b ü y ü k donanm ala
rın d a n b irin in ve iyi eğ itim li b ir o rd u n u n tü m g ü cü n ü , n ered ey se hiç
v a rlık g ö ste re m e y e n b ir A rjan tin k u v v eti k arşısın d a o rtay a döktüler.
G ö rk e m li b ir lo jistik g ö ste ri g erç ek le ştirild i a m a yap ılan ey lem , artıl;
b ild iğ im iz g ib i, lly a sk o y a y ak ın d ı. A m e rik a lıla r b undan birkaç yıl
s o n ra m in ic ik G re n a d a 'y ı se k iz bin ask eri aşan b ir k u v v etle istila etti-
ler. A d a y ı işg al e tm e y i e lb e tte b aşard ıla r, ö ze llik le d e yerli halk onları
k e n d ile rin e ö z g ü rlü k veren ve k u rtaran k iş ile r o la ra k k arşıladığı için.
A m a , a rtık b ild iğ im iz g ib i, h are k ât a s k e rî aç ıd a n n ered ey se b ir felaket
ti.
54
N edeni ne olursa olsun, durum açıkça ortadadır: Silahlar arlık siya
sî araç olarak işe yaram am aktadırlar. Çelişkili gibi görünse de, aynı
şey silah üretim inin son kırk yıl içinde neden m uazzam boyutlarda art
mış olduğunu da. büyük ölçüde, açıklam aktadır. A m acın yerini, büyük
sayılarla doldurm aya çalıştık. Savunm ayı dev boyutlu, hantal, karm a
şık llale getirerek, ona yeniden askerî güç kazandırm aya çalıştık. Bu,
hiçbir zam an işe yaram az.
55
oluşm uştur. T eröristler yeniden özel ordular kurm uşlardır. Terörizme
karşı geleneksel anlam da bir savunm a yolu yoktur : G eleneksel ordu
lar terörizm karşısında güçsüzdürler. T erörizm tek başına herhangi bir
yönetim in girişeceği eylem lerle denetim altına da alınam az, ortadan
da kaldırılam az.
Dört yüz yıl önce "ulusal devlet"le başlayan yolun sonuna; ulusal
orduların, ulusal donanm aların, ulusal hava kuvvetlerinin oluşturulm a
sına ve "savunm a"nın ulusal egem enlik ile ulusal politikanın çekirdeği
yapılm asına giden yolun sonuna gelm iş bulunuyoruz.
56
ur bu; am a askerî büyüm enin, salı askerî açıdan bile;, verim siz hale
gelmesi de iarihte ilk kez olm aktadır.
Belki de arük bütün büyük güçlerin işe yaram ıyor ıdiye ask erî yar
dım yapm aktan vazgeçm ek ve terörizm e du r dem ek içim birleşm ek ko
nusunda görüş birliğine varabilecekleri zam an y ak ın laşm ak ta d ır -
Uluslararası 1857 L ondra A nlaşm ası ile deniz korsanlıığını yok etm ek
üzere birleşm eleri, 1950'Ii yıllarda da hava korsanlığım a göz yum ulm a-
ması konusunda -en azından üstü kapalı bir biçim de-- görüş birliğine
varmaları gibi.
57
II
DEVLET VE
SİYASÎ SÜREÇ
6
DEVLETİN SINIRLARI
61
Sm ilh'in işadam larına olan sevgisi pek azdı, işin içine kişisel çıkar gir
di mi, daha da azalıyordu. Sm ith, devlet ekonom iyi beceriksizce yöne
tir görüşünü savunm adı. D evletin, sırf kendi d o sası yüzünden ekono
mici y ö n e lm e y e c e ğ in i savundu: beceriksizce olsa bile. Deyim
yerindeyse, lîllcr serçelere göre daha kötü uçarlar görüşünde değildi.
D evlet fil olduğuna göre, hiç uçam az görüşünü savundu.
O ysa kısa sürede -en çok N apolyon savaşlarının bitim inden sonra
ki dönem de- tartışm a konusu, Smiıh'i izleyenler arasında bile, devlet
ne ya p a b ilird en devlet ne ya pm alıd ır'a döndü. Sm ith tartışm asını ya
parken, devletin doğasından yola çıkıyordu. On dokuzuncu yüzyılda
politika tartışıldı.
Devletin sınırlarına ilişkin tartışm a, ilk kez A dam S m ilh ’in kitabın
dan iki yüzyıl sonra ortaya atıldığında, yersiz belki de saçm a diye ilgi
görm edi. A slında, 1969 tarihinde çıkan The A ge o f D iscontinuity baş
lıklı kitabım la bunu ilk ortaya atan ben oldum . Bu kitapta, böyle bir
şeyin ilerde olabileceğini önceden görerek, yönetim lerin kam uya ait
şirket ve sanayileri elden çıkarm aları anlam ında kullanılm ak üzeıc
* Hayek, bundan yaklaşık elli yıl sonra. 1989 tarihli The Fatal C o n c e it: The Errors <'!
Socialism (New York and London; Roulledge) kitabında -Yeni G erçekler baskıdayken
çıkm ıştır- enform asyonun niteliğinden dolayı, devletin hem kuramsal hem pratik ola
rak, ekonom iyi yöneıem cyeeeği. hatta denetleyem eyeceği sonucuna varıyordu.
62
"özelleştirme" diye yeni bir terim uydurdum . A m a Thıe E con o m ist ki
tabın eleştirisini yaparken, düpedüz saçm alık ve g erç ek le şm e si hiçbir
zaman m üm kün olm ayacak bir şey diyerek, bu düşüncıeylc alay etti.
Bunun üzerinden ancak sekiz yıl geçm işti ki M argaırel T hatcher İn- .
giltere’de başbakan oldu ve hem en özelleştirm eye b a şla d ı. Ö zelleştir
me, o günden sonra, yalnızca Bayan T hatcher, ya daı 1986'da Fransa
başbakanı olan Jacques Chirac gibi M uhafazakârların program ı haline
gelmekle kalm adı. Fransız Sosyalistleri 1988'de başbıakanlığı yeniden
aldıklarında özelleştirm eye devam sözü verdiler; hatua, işçilerden g e
len katı m uhalefete rağm en Fransa'da d ev letleştirilm iş en büyük sana
yi olan Renault O tom obil Şirketini özelleştirm e karanı aldılar. Ö zelleş
tirme K om ünist Ç in'in resm î politikası haline gelm iştir. Ve
özelleştirme Y eni Zelanda'daki İşçi Partisi y ö n etim in c e en ileri aşam a
ya getirilm iştir; bu yönetim posta hizm etlerini bile özelleştirm ektedir.
Bir başka özelleştirm e biçimi ise, daha da hızla sürm ekled ir. Özel
müteahhitlerin kam u hizm etlerini devralm alarına iz in verilm ekte ve
bunlara rekabete dayalı teklif esasına göre y ö n elim le r tarafından öde
me yapılm aktadır, tik kez 1970'li yıllarda (M inneapolis-S t. Paul,)
Minnesota'da, bir siyaset bilim cisi ve kent yöneticisi olan T cd Kolde-
rie tarafından başlatılan bu uygulam a d a dünya çapımda yaygınlaşm ış
tır. Florida E yaleti ilk kez hapis cezasına çarptırılan suçluları -her za
man yaklaşık 25.000 kişi bu durum dadır- S alvation A rm y’nirr*
sorum luluğu altında şartlı tahliye etm ektedir. Pek ço k kentte, hatta bü
yük kentlerde bile, sokakların tem izliği, yangınla m ücadele, hatta po
lislik görevleri artık "dışarıya verilm ektedir." B azı A m erikan eyaletle
ri hapishanelerin işletilm esini de özel m üteahhitlere verm işlerdir.
Geleneksel "ilericiler” bile devletin yapabileceği işlerin bir sınırı oldu
ğundan artık kuşku duym am aktadırlar.
* Salvation Army : Üyeleri askerî üniforma giyen ve yoksullara yardım eden m isyoner
bir Hıristiyan kuruluş.
63
Devlet Neler Yapabilir ?
D aha kötüsü şudur ki, 011 dokuzuncu y üzyılda ve İkinci D ünya Sa
vaşına kadar son derece iyi giden program ve etkinlikler, bugün çoğu
ülkede büyük sıkıntı içindedirler. Ç okuluslu bir özel posta hizmetleri
şirketi olan Federal E xpress'in kurucusu ve baş yöneticisi Fred Sm ith’c
Paris'teki bir toplantıda şirketinin neden İsviçre'de iş yapm adığını sor
dular. Fred Sm ith "İsviçre, posta hizm etlerinin hâlâ işlediği tek Batılı
ülke,” dedi. A vrupa’daki devlet dem iryolları korkunç açıklar verm ek
tedir. 1986’da bölünerek özelleştirilm esinden önce Japon Ulusal D e
m iryolları da aynı durum daydı. A m a A vrupa ve Japonya'daki vergi
yüküm lüleri dem iryollarına m uazzam m iktarlarda para dökerken, bir
tek devlete ait olm ayan A m erikan dem iryolları yük taşım acılığında et-
64
lûli olm ayı sürdürebilm iştir. K om ünist olm ayan dünyada devlete ait
hiçbir d em iryolu ülkesindeki yük taşım acılığının onda birinden fazla
sını yürü tem em ektedir. A m erikan dem iryollarının taşım acılıkta ger
çekleştirdiği oran beşte ikidir - ve bu yolla para d a kazanm aktadır.
Y ararlı dönem ini tam anlam ıyla doldurm uş olsa bile, bir etkinlik
ten vazgeçm ek yönetim ler için çok zo r olm aktadır. B öylece de düne,
modası geçm iş, artık verim liliğini kaybetm iş olan şeylere saplanıp
kalm akladırlar. V e devlet, etkinlik am acına ulaştığı zam an bile ondan
vazgeçem em ektedir. Ö zel bir ticarî kuruluş tasfiye edilebilir, satılabi
lir, dağıtılabilir. H erhangi bir devlet etkinliği ise, "ilelebet" sürer. B u
gün. yeniden vasa haline getirilm edikçe, belli bir süre sonunda geçer
liliğini Kaybeden y asalar vardır; bunlar devletçe yürütülen bazı
etkinliklerin b elirli bir dönem sonunda yeniden yasa haline getirilm e
dikçe yürürlükten düşm esine am irdirler. A m a böyle bir etkinlik ne k a
dar eskim iş, ne kadar abes hale gelm iş olursa olsun, yasam a organları
nın böyle b ir etkinliği yeniden yürürlüğe koym ayı reddettikleri çok
ender g ö rülür. E tkinlik, yenilem e zam anı geldiğinde kazanılm ış bir
hak d u ru m u n a gelm iştir.
65
rer araç yerine, birer sem bol gibi ve kutsal nitelikli olarak görülmeye
başlam alarıdır. Bunlardan sonuç alınm am ası, "Farklı bir şey yapsak,
daha iyi olm az mı?" sorusuna yol açm az. B unun yerine, harcanan ça
banın iki katına çıkan im asına yol açar; sonuç alınm am ası, yalnızca şer
güçlerinin ne kadar etkili olduğuna işaret etm ektedir. E konom ik konu
lar m aliyet/yarar orantısına göre değerlendirilir. M oral konularda ise
bu ayıptır, "İh a n e ftir, "ilkelerden dönm ek"tir. H er türlü uzlaşmanın
gerçekten ihanet olduğu, tam anlam ıyla m oral nitelikli konular, tabiî
ki, vardır. A m a moral bir m eselede bile, eğ er hiçbir sonuç alınamıyor-
sa, harcanan çabanın geçerliği her zam an sorgulanm alıdır. Sözgelimi.
A lm anlar ve M üttefik devletler Birinci D ünya Savaşının insanları boş
yere kurban eden siper savaşlarının geçerliğini 1917'ye gelindiğinde
sorgulam alıydılar. A m a savaş o dönem de her iki taraf için de, "top-
yekûn zafer"in kabul edilebilir tek am aç olduğu m oral bir konuydu ar
tık. B unun bizler için yarattığı sonuçlar ise, Rusya'da K om ünizm . Al
m anya'da H itler, Büyük Ekonom ik Bunalım ve İkinci D ünya Savaşı
olm uştur.
* Tennessee Valley Authority : Barajlar, benıler inşa ederek bütün Tennessee Nehri
havzasını geliştirm ek, ucuz elektrik sağlamak, su baskınlarını önlemek, sulama iııı
kanları yaratm ak v.b. am açlarıyla 1933 yılında kurulan federal bir şirket (Çevirenin
notu).
66
alan niteliği olan yoksul bir bölgede u cu z elek trik sağlam aktı. Böl
ge aruk ne y o k su ld u r, ne de kırsal nitelik li; T V A 'n ın elektrik üretim
maliyeti d e ülkedeki en yüksek m a liy e tle r arasındadır. Bütün sistem
tam bir k arg aşa içindedir. A m a, yeni bir g en el m üdür yakın zam anlar
da özelleştirm e y olunda b ir im ada b u lu n m a cesareti gösterince, kıya
metler koptu. B ir kam u hizm eti ve u cu z elek trik elde etm ek için bir
araç olarak başlayan şey, bir sem bol h alin e gelm iş, "kutsal"laşm ıştı.
D evletin bir etkinliği bırakm ası nasıl en d e r görülen bir şeyse, yeni
leştirmeye gitm esi de öyledir. PT T 'nin a ğ ır b ir yük haline gelen kağıt
gönderileri uzak m esafelere yollayarak, ç o k y avaş b ir biçim de yaptığı
işi, faks, elektronik olarak ve çok büy ü k bir hızla yapm aktadır. Faks,
herhalde ilerde P T T 'nin yerini alacaktır. A m a fakslam a yoluyla gön
dermeyi icat eden de, kullanım a sokan da, P T T olm am ıştır.
D evletler ancak siy asî baskılar o lm adığı zam an iyi işler y apabil
mektedirler. P T T ve d em iryolları basit b ir am aç lan olduğu sürece iyi
işlediler. A m a ço k k ısa b ir süre sonra, belki d e kaçınılm az olarak, bas
kılar öyle artm ak ta d ır ki, b u h izm etler istihdam yaratm ak için, özellik
le de başka türlü iş bulm aları zo r olan kim seler, sözgelim i, A.B.D.
Posta H izm etlerindeki siy ah lar için, iş im kanları yaratm ak üzere y an
lış kullanılm aktadır. D evletçe y ürütülen b ir etkinlik, birden fazla am a
ca yönelince hem en yozlaşır.
D evlet h izm etleri, bunların ilk k ez başlatılm alarına tem el olan var
sayımlar d eğ işince de so n u ç verm ez. O n dokuzuncu yüzyılın sonların
da işçi tazm inatı u y gulam asına başlandığı zam an, bu uygulam aya te
mel oluşturan varsayım , sanayi kuruluşlarında yapılan işlerin,
nitelikleri gereği, tehlikeli işler oluşlarıydı. K uşkusuz, işçi tazm inatı
uygulam ası baştan beri işverenleri iş güvenliğini artırm aya teşvik
am acını güdüyordu. İşverenler, g üvenlik konusundaki perform ansları
na göre prim ödüyorlar, bu da yaptırdıkları işlerin koşullarım iyileştir
me konusunda on lar için büyük bir teşvik oluyordu. A m a tem el varsa
yım, gene de, sanayi kuruluşlarında yapılan işlerin, özellikle de
m akineler çe v resin d e çalışm anın, k aza riskini de beraberinde getirdiği
yolundaydı. B öylece, işçi tazm inatı uygulam asında, kusurun kim de o l
duğu sorusu sorulm uyordu. A m aç, kusu r kim de ya da nerede olursa
67
olsun, işçinin tazm inat alm asını güvenceye bağlam aktı. A rtık bu var.
sayım ı kabul etm iyoruz -Japonya dışında (bu yüzden de oradaki işçj
tazm inatı uygulam ası hâlâ başarılı bir biçim de yürümcktcdir).Batıda,
sanayi kuruluşlarında yapılan işlerin güvenli olm aları gerektiğini var-
sayıyoruz. E ğer bir iş kazası oluyorsa, suçlanacak biri vardır- bu da
genellikle işveren olm aktadır. İşçi tazm inatı verilm esi, eskiden hem iş.
verenleri, hem de çalışanları güvenliği geliştirm eye teşvik ederken,
aynı şey bugün ceza gibi görülm ektedir. Sonuçta, tüm sistem bozııl-
m akta, giderler sürekli olarak yükselirken, tatm in ve perform ans açı
sından sürekli bir düşüş olm aktadır.
Ö yle işler vardır ki, bunları devletin etkili bir biçim de yürütebilm e
si için bütün koşullar var olduğu halde, devlet bu işleri iyi yapam az
belki de hiç yapam az. E ğer devlet farklı değerleri ve farklı talepleri
olan farklı seçm en çevrelerini m em nun etm ek için baskı altındaysa,
ortaya koyduğu perform ans bozuk olacaktır. Perform ans tek bir amaç
ta yoğunlaşm ayı gerektirir. Ö nceliklerin belirlenm esini ve bunlara
bağlı kalınm asını gerektirir.
68
dokuzuncu y ü zyıldaki P T T örneğinde olduğu gibi. E ğer farklı seçm en
çevreleri farklı şe y ler bekler ve talep ederler, bunların farklı değerleri
ve beklentileri olursa, yapılacak işler z o r işlerdir. İkinci D ünya S ava
şından sonra d ev let program larının ço ğ u -B irleşik D evletlerde olduğu
gibi. Batılı başka ülkelerin çoğunda da- ya farklı kim selere farklı şey
ler vaat etli, y a d a toplum içindeki bir gruba, bir başka grubun zararına
olacak biçim de y ara r sağlam aya girişti. B öylece de bir çekişm e batağı
na saplandılar; k ısa b ir süre sonra da odaklaşm a noktalarını ve perfor
mans yeteneklerini kaybettiler. B unlar "zor" program lardı.
Kolay ve zor ayrım ı, neden devlete ait ticarî kuruluşların, sırf kâr
getirecek işletm eler olarak çalıştırılırlarsa, başarılı hale geldiklerini de
açıklam aktadır; on sekizinci y ü zyılda K rallığa ait tekellerde olduğu gi
bi (sözgelim i, A v ru p a kıtasındaki tütün tekelleri). S iy asî ya d a sosyal
değerler, kâr etm eyi tek am aç olm aktan çıkaracak biçim de işe karıştı
mı, devlete ait teşeb b ü sler îş yapam az olur. Z o r h a le gelirler. Bunun
günüm üzdekf bfr örneği, İtalyan devletine ait, kısm en ticarî kuruluşlar
olarak, kısm en işçi çalıştırm ak, kısm en d e politikacıları ve onların
dostlarını kollam ak için işletilen, zarar halindeki, kötü yönetilen bü
yük şirketlerdir.
• Ö yle işlevler vard ır ki, bunlar açıkça devlete aittir, devletten baş
ka hiç kim senin y ap m asın a izin verilem ez ve onları an cak devlet yeri
ne getirebilir. B unlar arasında devletin savunm a ve silah la r üzerindeki
tekeli vardır. A yrıca, y u rttaşlar geceleri h uzur içinde uyuyabilsinler ve
sokaklarda k o rk u su zca gezeb ilsinler diye, yasaları, düzeni ve adaleti
korumak da d ev lete ait bir işlevdir -bundan yüzyıl önceki yönetim le
rin. günüm üzdeki çoğu yönelim den ç o k daha iyi yaptıkları bir şeydir bu.
• D evlete düşen çok daha karm aşık ve çok d ah a tartışm alı bir iş
lev vardır : G ünüm üzdeki deyim iyle "düzgün bir oyun alanı" sağla
mak, D evlet o y u n alanında herkes için eşit ölçüde bağlayıcı olan ku
rallar b elirleyebilir. B irleşik D evletlerdeki M enkul D eğerler ve Borsa
69
K o m is y o n u n u n e tk ili o lm a s ın ın n ed e n i ş u d u r : M e n k u l d eğ e rler pjyt
s a s ın d a , is te r s a tıc ı, is te r a lıc ı o lsu n d ü rü st k işilerin işlerin i yapm alar
m s a ğ la y a n v e d o la n d ır ıc ıla r ı s a f d ışı b ıra k a n (y a d a en azın d an «n|j.
rın iş in i b ir a z z o rla ş tır a n ) a ç ık k u ra lla rın b u lu n m a sı h erk esin çıkarım
o lm a k ta d ır.
B ir b a ş k a d e y iş le , d e y le tin , H e rb e rt S p e n c e r g ib i o n dokuzuncı
y ü z y ıl L ib e ra lle rin in te lk in e d ip iste d ik le rin d e n ç o k d a h a etk in ci olabj.
le c c ğ in i v e ö y le o lm a s ı g e re k tiğ in i b iliy o ru z . D ev le tin ro lü , on doku
z u n c u y ü z y ıl M u h a fa z a k â rla rın ın g ö rü şle rin e ç o k d a h a y ak laşm ak z»
r u n d a d ır ; b u k iş ile r s ı r f g ü ç lü v e e tk ili b ir y ö n e tim isted ik leri için
d e v le te b a z ı s ın ır la r g e tiriy o rla rd ı.
P a ra n ın S a tın A la m a d ık la rı
70
sunlar için parasını harcam ası işleri ancak kötüleştirebilir. Devletin
sarası, sözgelim i, toplum u değiştirebilir mi -ve nasıl değiştirebilir?
71
ait konutlar için B aşbakan M argaret T h atch er tarafından uygulanan,
özelleştirm e program ı. O turdukları daireleri satın alm ak, kiracıları cv
sahipleri haline getirdi. G ecekondu tipi kaba sab a bu d aireler hem ruh.
hem fizik görünüm olarak neredeyse bir g ecede değişiverdi, Bunlar
hiçbir zam an göz zevkim izi okşam ayacaklardır. A m a saygı uyandıran,
iyi bakım lı ve güvenli yerler haline geldiler; bir topluluk niteliği ka
zandılar.
72
duğu sıralarda iktisat m atem atikçisi V ilfredo P arelo da. P aırelo Y asası
diye bilinen görüşlerini form üle ediyordu. G elir dağılım ı k o n u s u n u bir
öm ür boyu inceleyen Pareto, devletin gelir dağılım ını etkilii b ir biçim
de değiştirem eyeceği sonucuna varm ıştı. Y aygın yerel a d e tle r ve d e
ğerler yüzünden m arjinal değişiklikler olsa da, g elir dağılım lını ek o n o
minin verim liliği belirler. Ekonom ideki v erim lilik ne kaıdar düşü k
olursa, gelirlerdeki eşitsizlik de o kadar büyük olur. V erim ililik ne ka
dar yüksekse, eşitsizlik o kadar azdır.
73
değiştirebilecek nitelikle görünm ektedir : Enflasyon. E nflasyon orta
sınıfın varlığını elinden alır. A m a bunu, verim liliği büyük ölçüde yok
ederek yapar.
G elir dağılım ının vergi sistem i yoluyla yeniden ayarlanm ası, hâlâ
yaygın bir biçim de -politikacılar tarafından olduğu kadar, seçmenlerce
de- en etkili sosyal politika aracı sayılm aktadır. A m a belki de eski ku
rala geri dönm e zam anı gelm iştir : V ergilerin am acı, gelir yaratm ak vc
bunu sosyal ve ekonom ik alanda en az yan etkiyle gerçekleştirm ektir.
74
Artık S chum peter'in hakin olduğunu biliyoruz. S chunnpcicr'in söy
lediğinin tersine, sınırların M lâ var olduğunu d a biliy/oruz. Bunlar
yüzyıl önceki sınırlardan d a h a az kısıtlayıcı olabilirler. Aım a g erçektir
ler. P evletin fiilen toplayabileceği gelirin sınırları varrdır. D evletin
ekonomiye ciddî b ir zarar vcırnıedcn ya da toplum daki bıirlik ve bera
berliği zayıflatm adan toplayabileceği gelirin sınırları dajha da dardır.
Schumpcter'den yirm i yıl somra buna ilk işaret eden A viusturyalı ikti
satçı Colin Clark oldu. C la r k . İkinci D ünya Savaşının heimen öncesin
de, devletin karşı konulm ası m üm kün .olmayan en fiasyoinkı baskılara
yol açm adan, gayri safî m illî u«»ııcumı ya da gayrî safi Ikişisel gelirin
vaklaşiK dörtte birinden fazlarını alam ayacağını sö y lü y o rd u , Y üzde 25
gerçeklen de hir eşik o lu ştu ru r mu. bilm iyor»»- görünen oducJcj, eşik
yüzde 4 0 'a daha yakın olabıilır. A m a böyle bir sın ır vardlır. Bu sınırın
üzerine çıkıldı m ı, devlet gelirindeki artış artık ekononniyi kam çıla
maz. Y a ekonom iyi zayıflatıp günüm üzde "slagilasyon" diye nitelen
dirilen durum u yaratır, y a daı tırm anan enflasyonist b a s k ıla r oluşturur.
Ve Japonya dışındaki bütün gelişm iş ülkelerde ö yle bir sın ıra u laşıl
mıştır ki, bunun ötesine geçildi mi, devlet harcam aları b ir tehdit ve
dert kaynağı haline gelirler. D evletin ülke gelirinden a.ldığı payı bu
eşiğin üzerine çıkarm ak, gelirlerde bir artışa bile yol açnnaz. G elir fii
len düşebilir.
M aliye devleti üzerinde belki daha ciddî nitelikli olan bir başka sı
nırlama daha vardır. D evletin elde elliği gelir, özellikle d e vergiler y o
luyla toplandığı zam an, gayri safi m illi hasılanın ya d a gayri safi kişi
sel gelirin belli b ir yüzdesini aştı m ı -bu rakam ın yak laşık yüzde 35 ya
da 40 dolayında olduğu görülm ektedir- vergilere karşı se ssiz am a hay
li etkili bir "ayaklanm a" başlam aktadır. İnsanlar çalışm aktan v azg e
çerler; elde edilen ek gelir vergi yoluyla geri alınıyorsa, işjn en anlam ı
kalır ki? D aha da kötüsü, insanlar vergi kaçırm aya başlarlar. V ergi ge
lirinin gayri safı kişisel gelirin yüzde 40'ına ulaştığı ya da bu yüzdeyi
aştığı bütün ülkelerde bir "gri ekonom i" gelişir. A m erika Birleşik
Devletlerinde 1960’tan önce vergi kaçırm a diye bir şey hem en hiç
yoktu. Birleşik D evletlerdeki gri ekonom inin bugün ne kadar büyü
müş olduğunu bilm iyoruz -bu konuda tabiî ki rakam verilem em ekte
dir- am a tahm inler resm î ekonom inin yüzde 15'i gibi yüksek bir orana
75
ulaşm aktadır. Bu, İsveç gibi ülkelerde yüzde 30'a daha yakındır. Ko
m ünist Çin'de, devletin kendi iktisatçıları tarafından toplam miktarın
üçte biri ya da y an sı kadar tahm in edilm ektedir. İtalya'da ise, herkesin
bildiği gibi, gerçek anlam da dinam ik olan ekonom i "gri ekonom i"dir-
durum öyle bir noktaya varm ıştır ki, son yirm i yıllık dönem in büyük
bir bölüm ünde K uzey İtalya'da işçi açığı görülürken, resm î istatistik
ler işsizliğin yüzde 20'yc ulaştığını gösterm ektedir. A ynı şey İspan-
ya'da da olm aktadır. R esm î işsizlik oranı yüzde 20'nin epey üzerinde
dir. O ysa tüketici harcam alanyla ilgili rakam lar, gerçek işsizliğin
yüzde 10'un bile altında olduğuna işaret etm ektedir.
D evletin, ister vergiler, ister borç alm a yoluyla olsun, para topla
ma yeteneğinin sınırları olduğunu yeniden kabul edecek m iyiz? Bütçe
yaparken ve politikalar oluştururken arzu edilir harcam alar yerine, işe
eldeki kaynaklarla başlam ayı yeniden öğrenecek m iyiz? H ayır demeyi
yeniden öğrenecek m iyiz? K arar oluşturm ak riskli b ir iştir; aslında
kim senin hoşuna da gitm ez. A m a belki de karar oluşturm anın politi
kacılara düşen bir iş olduğunu kabul etm eye lıazırızdır artık.
76
7
YENİ Ç O Ğ U L C U L U K
BİÇİİMLERİ
Kom ünist olm ayan gelişm iş ülkelerde hem loptum , he*m sivil d ü
zen, çoğulcu hale gelm iş; bu durum her ikisinde dc yeni \ Ve önced en
görülmemiş bir biçim de ve her ikisinde de farklı biçim lerde^ g erç ek le ş
miştir. K uram lar hâlâ tek bir örgütlü güç m erkezi o ld u ğ u m u v arsay
maktadır -devlet. A m a bugün gelişm iş ülkelerde hem topIuJm , hem si
vil düzen içinde devletin dışında olan ve ondan ayrı peek ç o k güç
merkezi vardır. T oplum daki yeni çoğulculuk işlev ve p e r f o rm a n s ü ze
rinde odaklaşm aktadır. Tck-am açlı, her biri tek bir sosyal g ö r e v le ilg i
li farklı kuruluşların çoğulculuğudur bu . T oplum daki bu \ycni ço ğ u l
culuk tüm üyle apolitiktir. Sivil düzen içindeki çoğulculuk, ise, bunun
tersine, güç üzerinde odaklaşır. B unların h er biri, sayısal ağgırlık ve ik
na yoluyla elde edem ediğini güç yoluyla elde etm eye çalışım H epsi de
özellikle politiktir.
Hem toplum daki hem sivil düzen içindeki yeni çoğulciuluk, siy asî
süreci ve siyasî liderleri bir hayli zorlayacak özellikler g ö ste rm ek le d ir.
Biri apolitik olduğu, öbürü dc başka h er şeyi dışlayacak ö lç ü d e politik
olduğu için.
Çoğulcu Toplum
Bundan yüz elli yıl önce ister çocukların yetiştirilm esi ve eğilim i,
ister hastaların ve yaşlıların bakım ı olsun, sosyal görevler tya hiç y eri
ne getirilm iyordu, ya da esas olarak aile içinde gerçek leştiriliy o rd u .
G ünümüzde ise, sosyal görevler giderek daha büyük ölçüjde örgütlü
kuruluşlar tarafından ve bu kuruluşlar yoluyla yerine gctirifim ektedir -
77
licarî teşebbüsler, işçi sendikaları, hastaneler ve sağ lık hizm etleri, ço
cuk bakım m erkezleri, okullar, üniversiteler, v.b.
Y etm iş beş yıl önce A m erikalı bebeklerin hem en hepsi evde dün
y ay a geliyordu; hastanedeki doğum koğuşu, çok y o k su llar y a da çok
h astalar için vardı. Ş im di ise A m erikalı bebeklerin nered ey se tamamı
hastanede dü n y ay a gelm ektedir. Y etm iş beş yıl önce A m erika'daki
üretim in d örtte üçü aile çiftlik lerin d e ya d a beş işçiden d ah a azını ça
lıştıran işletm elerde gerçekleşiyordu. Şim di ise dörtte üçü en az yirmi
beş kişinin çalıştığı ticarî kuruluşlarda elde ed ilm ektedir. V e y.ctıniş
beş yıl öncesinde A m erikalı çocukların çoğunluğu tek y a d a iki ders
likli okullara giderken, bugün çoğunluk çeşitli m ahallelerin çocukları
nı bir araya getiren ve araların d a öğrenci sayısının beş ya d a altı bine
ulaştığı okullara devam etm ekledirler.
78
b aşarısızlığa uğradı-hem de y aln ızca y aşay a b ilir bir to p lu m \y a ra lm a k
açısından değil. T otalitercilik, yeni k uruluşların özerk liğ in i \y o k etm e
girişiminde kötü bir başarısızlığa uğram ıştır. T o lalitc rc ile rin t tek y a p a
bildikleri, bu kuruluşları czm ek ıir-M ao Ç ininin "K ültür D e w rim i" s ı
rasında pek başarılı bir biçim de yaptığı gibi. N e R uslar, ne N laz ile r, ne
Faşistler, ne M ao Ç ini onları işletm e başarısını gösterem edi. B irtak ım
sonuçlar alabilm ek için bu kurulu şlara yeniden önem li ölçüdee ö zerk lik
vermeleri gerekiyordu.
79
oluşturm aktaydı; B irleşik D evletlerde bile durum bundan geri kalını-
yordu. H izm etkârların çoğu, bir y a da en çok iki kişi çalıştıran "bey1
ve "hanmV'ın ekonom ik açıdan hizm etçi kız ya da aşçıdan pek üstiin
olm adıkları orta sın ıf ya da işçi sınıfına m ensup ailelerde kişilerin ası
ları olarak çalışm aktaydılar.
M arx yüz yirm i yıl önce görüşlerini kalem e aldığı zam an "prole
ter" de bir kuruluş yerine bir "bey" için çalışıyordu. Y üzyıl öncesinin
oluşum halindeki sanayi toplum unu en iyi betim leyen tabloyu büyük
A m erikan rom ancısı H enry Jam es'in M arx'in ölüm ünden üç yıl soma
1886'da yazdığı The P rincess C asaınassim a'da bulabiliriz. Roman,
önem li bir "em peryalist" şahsiyeti öldürerek D evrim e yol açm ak üzere
el altından çaba harcayan bir anarşistten söz etm ektedir. Kitabın "sö
m ürülen proleterler"i -sırasıyla kahram an ve kahram anca davranm a
yan baş kişi- usla birer sanatkârdır ve biri sekiz kişi çalıştıran bir cilı-
çinin yanında, öteki ise işçi sayısı on ikinin altında olan ilaç imalatçısı
bir eczacının yanında çalışm aktadır. Bu kapitalist işverenler ücretleri
açısından "söm ürülen p ro le te rle rd e n pek iyi durum da d a değildirler.
80
durumda olanlar en çok eğitini görm üş, en fazla para alan kim selerdir.
Aslında gelişm iş ülkelerde yüksek öğrenim görm üş her on kişiden do
kuzu, çalışm a hayatlarının tüm ünü bir kuruluşta görevli olarak geçir
meyi bekleyebilir.
Bu Ne Zam an Başladı?
81
toplum unda hiç kim senin söylediği bir söz, M aine'in bu özdeyişi ka
dar yaygın b ir b içim de tekrarlan m am ışım
A m a "egem enlik"in böylece üstünlük sağ lam asıy la tam aynı sıra
larda gerçeklen de yeni olan bir güç m erkezi d oğdu, m od em ticarî te
şebbüs -B irleşik D evletlerdeki geniş d em iry o lları ve A lm an y a’daki
sözde üniversal banka. T icarî kuruluşlar, şu y a d a bu şekilde, yüzyıl
lardır vardı. A m a on dokuzuncu yüzyılın so n ların d a o rtay a çıkan yeni
ticarî kuruluşlar d ah a öncekilerin hepsinden farklıydı- onlardan çok da
büyüktüler. C h arles D ickens'in en popüler iki rom an ın d a -Nicholas
N ickleh y (1838-39) ile D onıbey ve O ğ lu n d a (1 846-48)- ticarî kuruluş
lar öykünün m erk ezin d e y er alm aktadır. A m a D om bey ve Oğlunun
utanç verici bir sona ulaşan büyük bankaları, banka sahibi, (öykünün
kötü adam ı olan) genel m üdür ve iki m em urdan ibaretti. Nicholas
N ickleb y'de ise iki ticarî kuruluş vardır. Biri yan ın d a alkolik b ir m e
m ur çalıştıran h abis ruhlu bir tefecidir. Diğeri de B allık bölgesinde ti
caretle uğraşan tanınm ış tüccarlar C heeryble K ardeşler'in neredeyse
azizlere özgü iyilik sergileyen firm alarıdır ve işin sahipleri olan iki
kardeşle, yanlarında çalıştırdıkları dürüst bir m em urdan oluşm aktadır.
D ickens'in F ransa'daki çağdaşı H onorc de B alzac ile A lm anya'daki
çağdaşı G ustov F reytag'ın öykülerinde de ticarî kuruluşlar farklı bir
biçim de anlatılm ıyordu. Şu halde yeni ticarî k u ru lu şlar ço k büyük, bir
şok yaratm ışlardı; ve bu şok uzun süre devam etti.
82
u'nunkine b en zer bir konum u olan d ev lel adam ı, Japonya'nın ilk ban
kacısı, en eski ticaret okullarından biri olan şim d ik i H itsosubashi Ü ni
versitesinin kurucusu S hibusaw a E iichi de öyle.
İlk yeni güç m erkezinin ticarî şirk etler o lm ası, birisi "yönetim "
sözcüğünü kullandığı zam an bunu neden hâlâ "iş yönetim i" olarak an
ladığımızı d a açıklam aktadır. Bu durum , neredeyse y ü z y ıld ır tartış
manın neden ticarî teşebbüs ve devlet, ticarî teşebbüs ve işçiler, ticarî
teşebbüs ve toplum ilişkisi üzerinde odaklaştığını d a açıklam akladır.
Esas itibariyle neden "m odem kuruluşların sosyal sorum lulukla-
rî'ndan çok "ticarî kuruluşların sosyal so ru m lu lu k larf'n d an söz ettiğ i
mizi açıklam aktadır.
83
Ç oğulculuk yeni bir şey değildir. A slına bakarsanız, tarih boyunca
pek çok toplum çoğulcu nitelikliydi. A m a daha önceki çoğulculuk bi
çim leriyle, şim diki arasında çok önem li bir fark vardır. D aha önceki
bütün çoğulculuk biçim leri giice dayanıyordu. Şim diki ise işleve daya
lıdır. G eleneksel Batı çoğulculuğunda kral dükten üstündü, dük koni-
tan, kont şövalyeden, şövalye de köy ağasından. Bunlardan, her biri
kendinden bir aşağı düzeydeki kim se üzerinde yetki kullanabiliyordu.
Ve her biri yetkisini kendi etki alanı içinde kullanıyordu. A m a her bi
rinin gücü de sonuçla aynı kaynağa dayanm aktaydı : T oprak üzerinde
ki denetim lerine. H er biri sonuçta aynı şeyin peşindeydi : Geçimlerini
topraktan çıkarm ak. U çsuz bucaksız bir okyanus gibi uzanan kırlık
alanlar üzerinde küçük birer ada gibi duran ortaçağ kentlerinde bile,
bütün çoğulcu kuruluşlar tam anlam ıyla birer topluluk oluşturm a ve
siyasî denelim kurm a girişim i içindeydiler. S anatkâr loncaları -on be
şinci yüzyıl Floransasının dokum acıları, y a da bundan yüz yıl sonraki
Elizabeth dönem i Londrasının kuyum cuları- üyelerini kentin aynı ma
hallesinde oturm aya ve dükkanlarını da orada açm aya zorluyorlardı.
Her üyenin kaç çırağı ve kaç kalfası olabileceğini, kalfalardan hangisi
nin hangi koşullarla "usta" olabileceğini loncalar buyuruyordu. Ü yele
rinin ham m adde için ödediği fiyatları, ürettikleri m allar için istedikleri
fiyatları vc ödedikleri ücretleri onlar düzenliyordu. H er loncanın kendi
kilisesi vardı ve her lonca kilisedeki papazların işini genellikle üyele
rinden birinin oğluna veriyordu. K ontlar vc şöv aly eler kendi nüfuz
alanları içindeki m ahkem elerin denetim ini nasıl ele geçirm eye çalışı
yorlarsa, loncalar da adalelin kendi üyeleri arasındaki dağıtım ını üst
lenm eye çalışıyorlardı.
84
taç ağ kilisesi, ister feodal baronlar, ister serbest ken tler o h lsu n , esk i ç o
ğulcu kuruluşlar gibi siyasî güce el uzatm azlar. A m a yeım i k u ru lu şlar,
eskilerinden farklı olarak, birbirleriyle tıpatıp aynı o la n n şe y lere ilgi
duym am akla, ya d a dünyayı aynı gözle g ö rm em ek led irleer. Y eni k u ru
luşlardan her biri kendi am acını tem el am aç, n ihaî d e ğ e r r ve g erçek ten
önemli olan tek şey olarak algılam aktadır. A t gözlü ğ ü y lee b ak m ak , her
zaman için, uzm anların giderek kötüleşen h astalığı, "pprofesy o n elci-
lik"leri ve ilgilerinin dar bir odakta toplanm ası k arşılığm nda ö d ed ik leri
bedeldir. Eski kuruluşlar, kontlar, dükler, baronlar, m an aastırlar, p isk o
poslar ve serbest kentler sürekli olarak üstünlük ve rütboc için ç e k işti
ler. A m a birbirlerini anlam ak yönünden en ufak b ir s ık ın tıla r ı yoklu.
0 zam an hiç kim se "iletişim "den söz etm iyordu. B ugeün ise, h içb ir
hastane yöneticisi, şirket başkan yardım cısından y a daa ün iv ersiten in
psikoloji bölüm ü başkanından "üstün" olup olm adığınnı d ert etm ez.
Ama sürekli olarak iletişim derdindcdirlcr. H er yeni k u rru m ken d i d ili
ni konuşm aktadır, kendine özgü bilgisi, kendine özgü iM erleme aşam a
ları, her şeyden önem lisi de, kendine özgü d eğerleri varddır.
Bireyin Konumu
85
T ahm inlerin ikisi de gerçeklik kazanm am ıştır. G erçekte olan, nc
Jeffcrson'un, ne M arx'in -aslında 1950 ya da 1960'tan önce hiç kim se
nin- tasavvur edem eyeceği bir ş e y d ir : Bir "bilgi görevlileri" toplumu;
bu toplum u oluşturan kim seler ne söm ürülm ekte, ne söm ürm ektedir
ler; birey olarak kapitalist değildirler am a em eklilik fonlarında biriken
paralar, menkul kıym etler yatırım fonları, tasarruflarıyla, k ollektif ola
rak üretim araçlarının sahibidirler; ast durum undadırlar am a çoğu kez
kendileri de patrondur. Bu kim seler hem bağım sız, hem bağımlıdırlar.
Bir işten bir başkasına geçebilirler. A m a herhangi bir biçim de etkili
olabilm ek için bir kurum a -"danışm an” belki de "görevli" olarak- gir
m ek zorundadırlar.
86
Sosyal Sorum luluk Nc Demıcktir?
87
İster ticarî işletm e, ister üniversite, ister h astan e olsun, çoğulcu ku-
ruluşların hepsinin de y arattıkları birtakım etk ile r vardır. B ö y le b ir ku.
ruluş kendisi için çalışan k im seler üzerinde o ld u k ça geniş bir denelim
uyg ulam ak zo rundadır; aksi halde, işini yapam az. M ü şterileri üzerinde
oldukça büyük etkileri vardır; bunlar şirketin m alını satın alan kimse-
ler de olsa, h astaneye gelen hastalar da. V e doğ ru d an ilişkili olmadan
seyirci duru m u n d a k alanlar üzerinde de etkisi vardır. Ö ğleden sonra
dört otu zd a kapanan fabrika, topluluk içindeki herkesi etk iley en trafik
tıkanm alarına yol açar. İnsanın yarattığı etk ilerd en so ru m lu tutulması
en eski hukuk ilkesidir. K uruluşun kusurlu ya d a ihm alci olm ası fark
etm ez. Bu ilkeyi ilk form üle eden R om alı huku k çu lar, adını d a "vahşi
hayvan doktrini" koydular. A slan kafesinden çıkarsa, bundan bakıcısı
sorum ludur. A slanın bakıcısı dikkatsizlik ed ip kafesin kapağını ıııı
açık bıraktı, yoksa, kilit bir deprem son u cu n d a mı yerinden boşandı,
bunlar yersiz sorulardır. A slan doğası gereği yırtıcıdır. Y eni çoğulcu
kuruluşların her biri de doğalarının bir gereği o larak birtakım etkiler
y aratm aktadırlar ve bunlardan sorum ludurlar.
88
rinden ay ırm aktadırlar. M ahkem eler, yönetici ve pro fesy o n el nitelikli *
eski görevlilerin rakip bir kuru lu şta ça lışm a özg ü rlü ğ ü n e g etirilen kı
sıtlam aları y ü rü rlü ğ e koym a konusunda isteksizdirler. M ah k em eler,
aynı zam anda, eski görevlilerin eski işverenlerinin m ü şterilerin i ay art
malarını y a d a m eslek sırlarını yeni işverene aç ık lam aların ı y asak la
mak konusunda, g iderek d ah a titiz d av ra n ır hale g elm işlerd ir. B ir g ö
revlinin b ir işlen bir b aşkasına geçm esine k ısıtlam a getirm ey i, bir
firmanın işini y apabilm esi için gerekli olan koşulların epey ö tesin e ge
çen bir şey olarak görm ektedirler. Bu gerekli olan b ir yetki kullanım ı
değildir, o y üzden de yasallığı yoktur. A m a m üşteri ay artm ak y a da
meslek sırlarını açığ a vurm ak güveni kötüye kullan m ak tır ve eski iş
verene zarar verir. Bu tü r bir d avranışa karşı önceden önlem alm ak y a
sal bir şeydir. G erekli olan b ir etkidir.
89
luşlar "siandarilar"ı, ”kaliie”yi ve "şö h ret'lerin i koruduklarını düşün
m ek isterler. A m a yarattığı etki kuruluşun işlevi için gerekli ve bu iş.
levin kendi içinde olm adıkça, böyle bir iddia yetki gaspıdır. Yarataca
ğı etki gerekli bile olsa- zarar veriyorsa, sözgelim i çevreye ya da
sağlığa zararlıysa, kuruluş bundan sorum ludur.
90
Bu örneklerden çıkarılacak ilk ders -bu aynı zam anda en önemli
ders olabilir- şudur ki topluluğa karşı sorum luluklar üzerine yapılan
tartışmaların çoğu, esas konuyu gözden kaçırm aktadır. Bu tartışm ala
rın büyük b ir bölüm ü, çoğulcu kuruluşlardan -tabiî özellikle de ticarî
kuruluşlardan- halkın yaşadığı her türlü sosyal soruna yetişip, bu so
runlara çare bulm alarını talep ederken yirm i yıl önceki New Y ork be
lediye başkanının izinden gitm ektedirler. "T icarî kuruluşlar, sendika
lar, hastaneler, üniversite, bu kadar büyük, bu kadar güçlü, bu kadar
profesyonel, bu kadar becerikli iseler, neden yoksulluğun, bilgisizli
ğin, okulların çaresine bakm asınlar?" A m a çok daha küçük olm akla
birlikte bir başka grup vardır ki, bu kim seler N obel Ö dülü sahibi A m e
rikalı iktisatçı M illon Friedm an'ın çoğulcu kuruluşların tam ve kesin
bir biçim de kendi işlevleri olm ayan her şeyin d ışında kalm aları gerek
tiği görüşüne katılm aktadırlar. Friedm an'ın söyleyeceği şu olabilir :
"Bir ticarî kuruluş için, bir işi ticarî kuruluş niteliğiyle doğru dürüst
yapabilmek yeterince zordur. E ğer m üşterilerinin istediği mal ve hiz
metleri üretm enin ve gelecekteki riskler, yatırım lar ve büyüm e için ge
rekli olan kârı oluşturm anın dışında bir şeylerle ilgileniyorsa, sosyal
sorum luluklanna sadık kalm ıyor dem ektir."
91
ürünü olan çok geniş bir tarım teknolojisi vardı. R osenw ald Amerikan
çiftliğinde değişiklik yaratacak araç görevini yapsın diye Çiftçi Danış
m anını icat etli. Bu yeni kurum u on yıl boyunca kendisi finanse etti ve
elde ettiği başarı öyle büyük oldu ki A .B.D . yönetim i işi ondan devral
dı. Bu tarihe gelindiğinde, çiftçi Sears'den alış veriş yapm asına yele
cek kadar bilgi-beceri ve satın alm a gücü kazanm ıştı. K onu. Milton
Friedm an'a danışılm ış olsaydı, Rosenvvald'e ticaretten sapm am asını ve
çiftçiyle ilgilenm e konusunu devlete bırakm asını söylerdi. Bir başka
deyişle, toplum un sağlıklı ve işler durum da olm asını dert edinm ek ço
ğulcu kuruluş için "insan sevgisi" değildir. K uruluşun kendi çıkarına
dır.
* ''M agnet school" : G eniş bir kentsel alandan öğrenci çekerek ırk aynm cılığınm orta
dan kalkm asına yardım cı olm ak üzere, yenilikçi, uzm anlaşm aya yönelik bir eğilim ve
ren parasız resmî okullar (Çevirenin nolu).
92
almıştır. "M agnet school" en temel konu olarak eğitim i vurgulam akta
dır. Bu yüzden de öğretm enlerin değerlerine ve öğrencilerin b eklenti
lerine uyar. B öyle bir okulda beyaz öğretm enler, siyah öğrencilere bir
şeyler öğrendikleri için saygı duym akladırlar; beyaz öğren ciler siyah
öğretm enlere bir şeyler öğrettikleri için saygı duym aktadırlar; beyaz
ve siyah öğrenciler, her iki taraf da başarılı olduğu için birbirlerine
saygı duym aktadırlar. Ve siyah öğrenciler -bu belki d e en önem li so
nuçtur- kendi kendilerine saygı duym aktadırlar, çü n k ü başarılı ö ğren
cilerdir. T opluluk için üstlenilen bir sorum luluğu y erine getirm enin en
iyi yolu, bu sorum luluğun kuruluşun birincil görevine hizm et etm esini
sağlamaktır.
93
B üyük bankaların İkinci D ünya S avaşından sonraki otuz beş yıl bo
yunca gösterdikleri eğilim , sanayi politikaları üzerinde düşünürken. şu
sorudan hareket etm ek oldu : Alm an ekonom isinin ve A lm an toplu,
m unun ihtiyacı olan nedir?
94
olmasa bile, çalışanların, özellikle de yöneticilerin, profesyonellerin
vc teknologlann, yaptıkları işte hak sahibi olduklarına kabul etm ekte
dirler. Bu hakkın daraltılm ası ya da işten çıkarm a y o lu y la alınm ası,
ancak belirli nedenlerle ve "yürürlükteki yasa ve kurallara uyularak"
mümkün olabilir. B ir başka deyişle, m ahkem elerin d ü şüncesin e göre,
iş bir çeşit m ülk olarak işlem görm elidir. Bu "radika]"' değil, m uhafa
zakâr bir tulum dur. Rom alı hukukçuların ilk kez iki b in yıl önce m ül
kiyet terimini tanım lam alarından bu yana, geçim , stalü ve sosyal ko
num yolunu açan her şey, m ülk olarak görülm üştür.
Birey aynı zam anda -daha önce görülen her türlü çoğulculuk için
deki konum uyla çarpıcı bir karşıtlık göstererek -b ir işten bir başkasına
özgürce geçm e hakkına sahip olacaktır. "Ö m ür boyu bağlılık” gelenc-
95
ğine rağm en, Japonya'da bile bilgi işçisinin iş değiştirm e yeteneği alı
şılm ış nezaket kurallarına uyduğu sürece artm aktadır. Kendisini bağla
mış olan, çalışandan çok işverendir- ikisinin de pazarlık güçlerinde
m eydana gelen değişikliğe uygun olarak. Bilgi işçisinin elbette işe ih
tiyacı vardır. A m a, bilgi işçisinin işe olan ihtiyacı, ancak gerçek vc
uzun süreli bir çöküntü dönem inde işverenin bilgi işçisine olan ihtiya
cına ağır basar.
A ncak, çalışanın hakları -işin bir tür m ü lk oluşu ve başka işe geçe
bilm e hakkı- kuruluşun işini yapm a gücüne zarar verm em elidir. Kuru
luşun disiplin ve perform ans standartlarını kaldırm a, azaltm a, uygula
m aya koym a gücüne zarar verm em elidir. B elçika vc Hollanda'daki
istihdam yasaları bu konuda nelerin yapılm am ası gerektiğini gösteren
örneklerdir. H er iki ülke de, işçileri korum ak am acıyla insanların açı
ğa alınm alarına karşı ağır cezalar uygular. B unun bugüne kadar yarat
tığı tek sonuç, rekor düzeyde işsizlik ve ekonom ik durgunluktur. İşve
renler yeni kim seleri işe alm ak yerine, işlerini genişletm ekten
vazgeçerler. Bunun gibi, Sovyet Rusya ve K om ünist Çin'in, teşebbü
sün ya da çalışanın perform ansına bakm aksızın, çalışan kişiye mutlak
iş güvencesi verm esi, bu ülkelerin ekonom ik geriliğinin ve çok kötü
yaşam düzeylerinin başlıca nedenidir.
96
göre, so ru m luluk d a yüklenım clidirler. B unların lek -ve ine yazık ki bu
gün için eksik olan- sorum lluluğu, bireyin k uruluşa olatn kendi katkısı
dır. Bilgi işçisinin bildikleriini uygulam ası yeterli d e ğ ild ir; bu bilgi or
tak p erform ansa yansıyacıak biçim de k u llan ılm alıd ır. Bu d a bilgi
işçilerinin kendilerini çalışıtıkları kuruluşun hedeflerim e göre yönlen
dirm elerini gerektirir. Amaı profesyonel uzm an lar h e p daha ço k uz
m anlaşm a eğilim i iç in d ed irle r. Bütün kuruluşun ih tiy aç ve am açları
üzerinde odaklaşm adıkça. luzm anın bilgisi b ir sonuç verm ez. F lüt bö
lümü bir B eethoven senfonıisinin tem el parçalarındandnr am a tek başı
na m üzik değildir. "P artisy o n "n u n parçası haline g elerek , kendinden
başka altm ış beş m üzisyenim ve bu m üzisyenlerin çalgıların ın girdile
riyle birleşen bir girdi haliine gelerek m üzik olur. B unun gibi, piyasa
araştırm acısının ticarî bir fişletmede, röntgen teknisyeninin hastanede,
tarihçinin üniversitede üretttiği, ancak ortak b ir h e d e f ü zerin d e odakla-
şıp, başkalarının g ird ile riy le birlikte ortak b ir işe k atılın c ay a kadar
"girdi"dir. B ir kuruluş ne lkadar ço k bilgiye dayalı h a le gelirse, birey
lerin bütüne katkıda b u lu n m ak için, bütünün h ed eflerini, değerlerini
ve perform ansını anlam ak için ve kendilerinin de kuru lu ş içindeki
öbür profesyoneller, ö b ü r bilgi insanları tarafından anlaşılm alarını
sağlamak için sorum luluk a lm a isteklerine o kadar bağım lı hale gelir.
Devletin Rolü
97
Eski bir atasözü, parayı veren düdüğü çalar, der. Yeni kuruluşların
çoğunu, hiç olm azsa kısm en, devlet finanse etm ekte ve bunun için
vergilerden gelen parayı kullanm akladır. D evlet daireleri, tümüyle
devletin parasına dayanm aktadırlar. Çoğu ülkede, sağlık hizmetleri,
eğilim , üniversiteler -hatta kiliseler- de böyledir. B irleşik Devletlerde
bile, sağlık hizm etleri giderlerinin üçte birinden fazlası, anaokulundan
lisansüstü eğitim veren okullara kadar bütün eğilim giderlerinin de
dörtte üçü vergilerden gelen parayla karşılanm aktadır. A m a devletin
bütçe yapm a yetkisi, olsa olsa kaba bir silah olabilir. Bu yetki, şu ya
da bu uygulam ada belirli bir değişikliğe gidilm esini sağlayabilir.
A m erikan hastanelerini yaşlıların tedavi giderlerini devletten geri ala
bilm ek için belirli tanı uygulam asına geçm eye zorlayabilir. O xford ve
C am bridge üniversitelerini görev süreleriyle ilgili kurallarını değiştir
m eye zorlayabilir. A m a bir A m erikan hastanesindeki hastaya, hastala
ra hastanelerde her zam an nasıl davranıim ışsa gene öyle davranılacak-
tır. O xford ve C am bridge öğretim kadrolarında görm ek istedikleri
bilim adam larını gene kendileri seçip atayacaklar, öğrencilerine de,
öğrencilere nasıl davranılm ası gerekliğini düşünüyorlarsa, gene öyle
davranacaklardır. G elirleri açısından devlete en çok dayanan devlet
daireleri de siyasî yönlendirm eye en az yatkın olan kuruluşlardır.
98
Devletin birtakım sınırlam alar getirebileceğini biliyoruz; özellikle
de bir kuruluş kendini bilm ez hale geldiği zam an. Bunu Franklin D.
Roosevelt 1930'lu yıllarda A m erikan iş dünyasına, M argaret T hatcher
Ja 1980’li yıllarda İngiltere'deki işçi sendikaları ve eski üniversitelere
karşı yaptı. Ç oğulcu bir toplum da devletin ilerde yapacağı belki en
önemli görev, standartlar koym aktır. Bir ülke, ulusun ve yurttaşın ken
di refahları bakım ından değerlerine ve perform ansına giderek daha ba
ğımlı hale geldiği bu yeni, güçlü, özerk kuruluşlardan neler beklem eli
dir, neler bekleyebilir?
Sigm und Freud ortaya çıktığı ilk günden başlayarak büyük tartış
malara konu olm uş, am a onu eleştiren sayısız kim se arasından yalnız
ca biri yanlış m eseleye el attı diye ona yüklenm iştir. Y aklaşık altm ış
yıl önce, çok genç ve o günlerde hâlâ hiç tanınm ayan V iyanalı yazar
Elias C anelti -sonunda 1981 N obel Edebiyat Ö dülünü kazanacakıır-
Freud'u bireyin duygusal bozuklukları üzerinde durduğu için şiddetle
eleştirdi. C anetti'nin düşüncesine göre, yirm inci yüzyılın tem el psiko
lojik sorunu birey değildi. Tem el sorun, toplum un giderek kötüleşen
hastalığıydı : K itle hareketi. Hiç kim se kitle psikodinam iğini incele-
99
m cm işti, kitle davranışını açıklayam ıyor ya da iyileştirem iyordu. Oy.
sa, C anetti’nin tahm inine göre, yüzyılın geri kalan bölüm üne kitle ha
reketleri egem en olacaktı. Freud'u, iyileştirebileceğini düşündüğü bir
şeyi iyileştirm eye çalıştığı için suçlam anın pek hakça bir yanı yoktu.
A m a C anetti'nin söylediklerinde isabet vardı. Kitle hareketi yüzyılın
egem en siyasî olgusu haline gelm iştir. Ve yepyeni bir şeydir.
100
Kitle hareketi Lenin'in buluşu değildir; hatta A vrupa k ök en li bile
değildir. "A m erikan m alı"ydı kille hareketi. İcat edenler d e A m eri
ka’nın en eski iki basın kralı olan Joseph P ulitzer ile W illia m R an
dolph H earsl'tü. Ö nce yüksek tirajlı bir gazetenin ufak am a sesini faz
lasıyla duyuran, disiplinli bir baskı grubu y aratm ak için
kullanılabileceğini -ya da kötüye kullanılabileceğini- gördüler. Bu iki
yayımcı, A m erika Birleşik D evletlerini 1898 tarihinde İsp an y a ile sa
vaşa ittiler. Politikacılar, hem en hiç istisnasız savaşa k arşıyd ı, halkın
çoğunluğu d a öyle. A m a Pulitzer ve H earst Ispanya'yla sa v aşa g irm e
yi, okuyucularını etrafında örgütledikleri tek m esele haline gelirdiler.
Okuyucularına, temsil ettiği başka düşünceler ne olursa o lsu n , Ispan
ya'yla savaşa girm e yönünde oy kullandığı sürece, her ad ay ı d estek le
me. temsil ettiği başka düşünceler ne olursa olsun. Isp an y a'y la savaşa
girme yönünde oy kullanm ayacak her adaya da karşı çık m a talim atı
verdiler. Pulitzer ve H carst'ün harekele geçirdikleri yüzd e 5 y a d a 8
oranındaki oy, savaş yanlısı adayların seçilm esine, sa v aşa h ay ır d e
mek bir yana, belki diyen adayların bile yenilgiye uğratılm asın a yetti.
İlki, bir Fransız olan G eorge Sorcl'di; Sorel 1905 yılınd a ço k kü
çük am a tam anlam ıyla disiplinli bir "proleter" grubun çağrısıy la y ap ı
lacak genel grevin. "burjuvazi"yi altüst edeceğini ve "kapitalizm "i yı
kacağını telkin etm eye başladı. G enel grev yoluyla D evrim yaratm a
yöntemi yirm ili yıllarda üç kez gerçekten denendi; ilk olarak 1921'de
İtalya'da, sonra 1923'ıc İngiltere'de ve son olarak d a 1926’d a Jap o n
ya'da. İngiltere'de başarısızlığa uğrandı. A m a grev hem İtalya'da, lıern
Japonya'da m evcut düzeni gerçekten de altüst etti; ancak kazananlar
Proleterler değil. İtalya'da M ussolini'nin Faşistleri, Japon O rdusunda
da askerî Faşistler oldu.
101
Kitle hareketinin A vrupa'daki ikinci -ve en başarılı- solcu yandaşı
Lenin'di. Lenin Bolşevik Partisini tam anlam ıyla disiplinli "gerçek
inananlar"dan oluşan ufak bir azınlık olarak kurdu; bunlar kille deste-
ğini çekm e girişim inde bile bulunm ayacak, hiçbir uzlaşm aya girmeye
cek ve tek bir davaya bağlı kalacaklardı : İktidar. Lenin'in üç başarılı
öğrencisi oldu. B unların biri, bir başka m ilitan olan A d o lf H itler, Kav
ganı kitabında -1925-27'de yazılm ıştır- Lenin'e olan borcunu içtenlikle
kabul ediyordu. Bundan on yıl sonra M ao Z edong Lenin'in kitle hare
ketini Çin'e uyarladı. V e Birinci D ünya Savaşı sırasında. Alm an sos
yologu Robert M ichels, Lenin'in daha önce icat ettiği şeyi İtalya'da
dostu ve öğrencisi olan B eniıo M ussolini'nin kullanım ı için uyarladı.
102
kalabilirler. V e uzlaşm a yolum da bir istek le ri o ld u ğ u n u gtgösteren en k ü
çük bir dokundurm a bile güçlterini y ok ed e r. T e k -d a v a gıgüden kille h a
reketi oy alışverişinde bulunm ıaz. D av a sın ın g e n iş y ığ m laların d esteğ in e
sahip olm am ası, tek-dava g ü d e n baskı g ru b u n u ilglgilendirm ez -
politikacıların ve gazetecileriin gen ellik le an lay a m ad ık lk ları b ir şey d ir
bu. A m erikalıların büyük çoğiunluğunun sila h la rın denetetim in d en y an a
olduklarını ya da tütün yetiştiiricilerine v e rile n p a ra sa l d<dcsteği o n ay la
madıklarını gösteren kam uoyıu ara ştırm aları o n la r açısınından ö n em siz
dir. D avalarını desteklem e sözzü veren a d a y , o n la rın oylalarm ı alır; b ö y
le yapacağına sö z verm eyeni ya d a g ö rü ş bild irm ek teten k açın an lara
karşı çıkılır. B aşka hiçbir şeyiin önem i y o k tu r.
103
büyük para desteği gören pirinç yetiştiricilerinin Japon politikası için-
deki yeri de odur. V e böyle grupların hem K om ünist Rusya'da, hem
K om ünist Ç in'de aynı ölçüde bol ve güçlü olduklarını düşündürecek
haklı nedenler vardır.
104
([armaşık vergi sistem lerinin hepsinden daha çok gelir y a ra ta b ilir ve
sistem in işletilm esi daha kolay olur, daha da ucuza gelir.
105
8
"KARİZMAYA DİKKAT"
SİYASÎ LİDERLERE YÖNELİK
TALEPLERDE DEĞİŞMELER
107
1981 'den bu yana Fransa cum hurbaşkanlığını sürdüren François
M itterand ise, görevine iddialı bir program la başladı : "Sosyalistlerin
D üşü"ndcki Fransa'yı yaratm ak. Beş ay içinde -daha önce de değinil
diği gibi- bu düşten vazgeçm ek zorunda kaldı. O günden bu yana yal
nızca iki politikası olm uştur : G örev başında kalm ak ve kendi destek
çilerini devlet içinde ve iş dünyasında kilit konum lara yerleştirm ek.
Uzun soluklu bir başka politikacı olan Balı Alm an şansölyesi Dr.
H elm ut Kohl'ün de ne bir politikası vardır ne de herhangi bir progra
mı. Sorunlarla ortaya çıktıkça ilgilenir. A lm anya'da ilerde yapılacak
bir seçim le Dr. K ohl’ün yerini bir Sosyal D em okrat alacak olursa,
esasta bir değişiklikten çok, yalnızca üslupta bir değişiklik meydana
geleceği neredeyse kesindir.
108
Basın, aydınlar, siyasel yorum cuları, lüm heyecanı, seri çatışm aları,
açıkça belirlenm iş seçim leriyle geleneksel politika istem ektedirler,
politikacılar ise işlerini onlardan daha iyi bilirler- ve seçilirler. Am a
şunu da bilirler ki (A nthony Trollope'un O rta V iktorya dönem inde
yazdığı bir rom andaki başbakanın ifade ettiği gibi) "D evlet devam et
melidir." Bu yüzden de vurgulanan şeyler bilgi-beceri, ortalığın karış
tırılmaması, yapılacak işlerin yapılm ası, belirli birtakım görevler ve sı
rası gelince bulunan çözüm lerdir.
Yeni siyasî gerçekler için genel siyasî kural "K arizm aya D ikkat!"
olmalıdır. K arizm a bugün pek "gözde"dir. Ü zerinde pek çok şey söy
lenmekte, karizm atik lideri konu alan çok sayıda kitap yazılm aktadır.
Politikanın heyecan verici ve pek parlak bir şey olduğu geçm iş dö
nemlere özlem vardır. O ysa karizm a istem ek siyasî ölüm isteğidir.
Hiçbir yüzyılda bizim yirm inci yüzyıldaki kadar karizm atik lider y e
tişmemiş, hiçbirinin karizm ası bizim kilerin karizm ası kadar bol o lm a
mıştır; ve gene hiçbir siyasî lider bu yüzyılın dört karizm atik dev lide
rinin yaptığı zararı yapm am ıştır- Stalin, M ussolini, H iller ve Mao.
Önemli olan karizm a değildir. Ö nem li olan, liderin doğru yolda mı ön
cülük ettiği, yoksa yanlış yöne mi sürüklediğidir. V e bugünkü koşullar
âtında karizm atik lider ancak yanlış yöne sürükleyebilir. Y önlendir
mesi, yeni gerçeklerden çok düne doğru olacaktır.
* "Fair Deal" : Harry S. Trum nn'nın refah devleıi modeline benzer kendi program ına
Verdiği ad (Çevirenin nolu).
109
K arizm atik lider, bu yüzyılda görüldüğü gibi, her zam an tehlike
içindedir. Kral C anute gibi, deryaya hükm edem ez. G erçeklik denelim
alanının ötesindedir. K arizm atik lider kendisine hükm edenin gerçeklik
olduğunu anlayınca, paranoyaya kapılır. Bu yüzyılın büyük karizma-
tik liderlerinden hepsi de sonunda birer m anyak olup çıktılar. H er şeyi
yok ettiler, en sonunda da kendilerini -Stalin tem izlem e hareketleriyle.
H itler "nihaî çözüm "ü ile. M ao "K ültür D evrim i" ile. 1813 ve 1814'ic
zaten yenilgiye uğram ış olduğu halde, ülkenin tarihî sınırları içinde
Fransa İm paratoru olarak kalm asını sağlayacak pek çok öneriyi geri
çevirip, bunun yerine A vrupa'nın hakimi olarak kalm ayı ısrarla istedi
ği zam an, N apolyon da artık pek dengeli değildi. O ysa hükm eden her
zam an için gerçekliktir. G erçeklik, karizm atik liderin vaatlerine, prog
ram larına, ideolojilerine boyun eğm ez.
110
Bu yüzyılın yapıcı başarıları, karizm adan tüm üyle yoksum k im sele
rin eseriydi. M üttefikleri İkinci D ünya Savaşında zafere doğrru taşıyan
iki asker -ikisi de A m erikalı olan- D w ight E isenhow er ike G eorge
Marshall'di. H er ikisi de fazlasıyla disiplinli, fazlasıyla bilgi-lbeceri sa
hibi ve son derece donuk adam lardı. Kom ünist olm ayan d ü n y a n ın H il
ler ve İkinci D ünya S avaşının ardından toparlanabilm esini -hem de
'bıı, rekor sayılacak bir sürede olm uştur- başlıca iki adam a bcorçluyuz :
Almanya'nın savaştan sonraki ilk şansölyesi K onrad A decnauer ile
Amerika'nın savaştan sonraki ilk Başkanı H arry T rum an. A dtenauer on
iki yıl süren Nazi dehşetinin ve tam bir yenilginin ardındtan A lm an
loplumuna yeniden sağlık kazandırdı. D ışlanm ış, N azi döneım i so n ra
sındaki A lm anya'yı içine alabilecek bir A vrupa'nın yaratılnnasını b ü
yük ölçüde o gerçekleştirdi ve sonra da ülkesini yarattığı bu A v ru
pa’nın parçası haline getirdi. A m a A denauer, donuk, renksizz, kılı kırk
yaran bir bürokrat ve kendi kişiliğini kaybedecek kadar ç a lıştığ ı k u ru
luşun kim liğine bürünen insanların kusursuz bir örneğiydi. .A denauer,
Hitler'in düşm esinin ardından. N azi yönetim i öncesinde y a p tığ ı K öln
belediye başkanlığına yeniden dönm eye çalışınca, İngilizler siy a sî açı
dan yetersiz diye onu kapı dışarı ettiler. H ollyw ood'da iş buflabilscydi,
onu O berbuchhalter, yani m uhasebe denetçisi yaparlardı. O n d a olan,
karizma yerine, ileriye dönük hayalgücü, derin bir dinsel imanç, görev
duygusu ve gönüllü olarak çok çalışm a isteğiydi.
"K azara B aşkan olan" Harry T rum an'm karizm asu A denau-
er'inkinden bile azdı. Hollyvvood'un ona vereceği rol, e rk e k giysileri
satan bir m ağazanın yöneticiliği olurdu; zaten önceden de >bu işi y ap
mış, m ağaza iflas edip de bir politikacı dostu ona bu a la n d a küçük b ir
İŞ buluncaya kadar, aynı işi sürdürm üştü. O nda olan n ite lik ler de, g e
ne, moral ciddiyet, derin bir görev duygusu, kendisine en iyıi aklı vere
bilecek olanlara fikir danışm aya ve çok sıkı çalışm aya gönülllü olm aktı.
Ancak önüm üzde yapılm ası gereken çok büyük siya-sî görevler
vardır. D ünyayı am aca ters düşen silahlanm a harcam alarının y ü k ü n
den kurtarm ak için silah yarışını tersine çevirm ek gibi b ir görev bu
lanmaktadır. Ç evreyi, gittikçe artan ve hiçbir ülkeye yarar getirm eyip
sonuçta tüm ülkelerin başına gelen kirlilikten kurtarm ak o»riak çık arı
mdadır. Rus İm paratorluğu dağılırken, dış politika alanında sarsıcı ka
rarlar alınm ası gerekecek, sarsıcı açm azlar yaşanacaktır. Çoğulcu bir
toplum da ve tek-dava güden ilgi gruplarınca kuşatılm ış bir sivil düzen
ortam ında devletin sınırlan ve işlevi üzerinde düşünm ek gerekecektir
"Yeni çoğunluk", yani ticaret-sonrası toplum un bilgi işçileri için siyasi
liderlere ihtiyaç vardır.
112
G eleneksel siyasî liderler m eselelerin, yani am açlara ilişkin görtiş
ayrılıklarının çevresinde örgütleniyorlardı. Y eni siyasî liderlerin göre
vi ise, giderek daha büyük oranda, am açlara ilişkin ay n ı görüşlerin
çevresinde örgütlenm ek, hatla am açlar konusunda beliren görüş birli
ğini harekete geçirm ektir. V e bu, küçük azınlıkların felç yaratan güç
lerini kırm anın d a tek yolu olabilir. B ugün ortalıkla olan siyasî lider
ler, T hatcher'lar, M itterand'lar, K ohl'ler, T ak esh iıa’lar, Bush'lar,
donuk, işkolik uzm anlar, o rtaya raslantı sonucu çıkm am ış olabilirler,
geçici bir dönem in liderleri de olm ayabilirler. İhtiyacım ız olan, ciddî
anlamda bağlılık, çabaları bir iki öncelik üzerinde yoğunlaştırm aya
gönüllü olm ak, çok sıkı çalışm a ve bilgi-beceridir.
EKONOMİ, EKOLOJİ VE
EKONOMİ BİLİMİ
9
ULUSLARAŞIRI EKONOMİ -
ULUSLARAŞIRI EKOLOJİ
117
min belirleyici faktörü olm a niteliğini kazanm ıştır. Rekabet alanınd
bulunulan noktanın değerlendirilm esi, yönelim i tem el alm alıdır.
118
• Son olarak da : U luslaraşırı dünya ekonom isi bir gerçeklik oldu-
5u halde, kendisi için gerekli olan kurum lardan hâlâ yoksundur. Bu
ekonomi için en gerekli olan şey de uluslaraşırı hukuktur.
A m e rik a n D eneyim i
119
nırlar. O rtada olan durum , geleneksel im alat alanında bütün dünyayı
saran bir karışıklık iken, bunun suçu sırf A m erika'yla ilgili nedenlere
ya da olaylara herhalde yüklenem ez.
120
Tarihsel açıdan bakıldığında. Birleşik D evletler g e n e ld e d ü nyanın
en büyük tarım ürünleri ve ham m adde ihracatçısı olm uıştur. A slında
A.B.D. d ünya ekonom isi ile, m am ul m allar ihracatından ço k h am m ad
de ihracatı yoluyla bütünleşen (K anada dışında) tek gelişım iş bü y ü k ü l
kedir. A .B .D .'nin ham m adde ihracatı, hacim ve fiyat a ç ısın d a n n isbî
olarak 1978 düzeyinde kalsaydı, seksenli yıllardaki tic a re t açıkları tam
üçte bir oranında küçülürdü. B ir üçte bir daha ham m addlelerdeki uzun
süreli çöküşün m am ul A m erikan m allarının geleneksel a lıc ıs ı olan ve
hammadde üreten Latin A m erika ülkeleri üzerinde yaırattığı etkiden
kaynaklandı. A .B .D .'nin seksenli yıllardaki ticaret açığım ın gerisi de,
imalat alanında eksikleri olduğunu gösterm ek yerine, em ç o k petrol it
halatında hızlı bir artış olduğunu gösterm ektedir.
121
di -bunun başlıca nedeni, dolardaki yüzde 50 düşüş, ikinci olarak da,
yiyecek ve ham m adde fiyatlarının d olar olarak hâlâ, oldukça önemli
bir oranda, aşağı inm esiydi. A ncak fiyatlardaki düşüşe rağm en, Ame
rika'nın tarım ürünleri ve sınaî ham m adde ihracatı artm adı; Brezilya
gibi yiyecek ve ham m adde ihraç eden başka ülkelerin ihracatında da
yükselm e olm adı.
G eçm işte örneği bulunm ayan bir başka olgu da, para ve yatırını
akışlarındaki gelişm elerdir. M aliye tarihi boyunca, dış ülkelerden aldı
ğı paraların tüm ünü kendi parasıyla borçlanan ilk büyük ülke Amerika
Birleşik D evletleridir. D oların değerinin A m erika’dan alacaklı durum
daki başlıca ülkeler olan Japonya ve Batı A lm anya (A .B .D . ile ticaret
lerinde en büyük ihracat fazlasına sahip iki ülke) paraları karşısında
yüzde 50 oranında düşürülm esi, bu ülkelerin ellerinde tuttukları muaz
zam m iktarlardaki doların değerini fiilen yarıya indirdi. A m a bu ülke
ler -ve A .B .D .'nin başka alacaklılarının hepsi- A .B .D . devlet tahvilleri
satın alarak ülkeye para pom palam ayı ve A .B .D .'nin kam u açığını des
teklem eyi sürdürdüler.
V e A lın a c a k D e rsle r
123
de, ham m adde ekonom isi bütün dünyada neredeyse geçen son on yıl
lık süre içinde o güne kadar görülen en ciddî ve en uzun süreli çöküşü
yaşam aktaydı. O ysa sanayi ekonom ileri hızla büyüm ekteydiler.
A ynı oranda önem li olan bir şey de şudur : E konom i sürekli olarak
daha az m adde-yoğun hale gelm ektedir. 1920'li yılların tipik sanayi
ürünü olan otom obil için yapılan üretim harcam alarının yüzde 60 ka
darı ham m addeye ve enerjiye gidiyordu. 1980'li yılların tipik sanayi
ürünü olan yarıiletken m ikroçipin üretim de ise ham m adde ve enerji
giderleri yüzde 2'nin altındadır. T elefon kablolarında kullanılan yüzde
80’e yakın ham m adde ve enerji içerikli bakır telin yerini de hızla yüz
de 10 ham m adde ve enerji içerikli cam elyafı alm aktadır. Japonya
1965-1985 yılları arasında sınaî üretim ini iki buçuk kat artırırken,
ham m adde ve enerji tüketim inde hem en hiç artış olm adı. 1985 yılında
ülkenin mamul ürünlerinin içerdiği ham m adde ve enerji oranı, yirmi
yıl öncesinde olduğunun yarısından azdı. En yeni "enerji" -
enform asyon- ise, ham m adde ve enerji içerikli değildir. Tam anlam ıy
la bilgi-yoğundur.
124
indi ki, aynı hacim deki m alm 1988'deki im alatı, m avi önlüklü işçilerin
1973'tc bir kişinin bir saat içinde yaptığı iş hesabıyla gerçekleştird ik le
ri çalışm anın ancak beşle ikisi oranında bir çalışm a ile gerçekleşiyor
du.
125
toparlanm anın A vrupa'da ve Ford'a bağlı Japon şirketi tarafından ge
liştirilen ürünler ve işlem lere dayalı olarak gerçekleşm esidir. Bunun
tersi olan bir durum da -Japonya'da yerleşik bir otom obil imalatçısı
olan- H onda’nın A m erikan yapım ı H onda otom obillerini Japonya'ya
geri göndererek, ikinci durum daki şirketin epey gerisinde üçüncü du
rum da bulunduğu Japon otom obil pazarında öncülüğü kapm aya çalış,
masıdır.
Anne ile kız arasındaki fark gittikçe daha bulanık b ir hale gelm ek
tedir. U luslaraşırı bir şirkette tasarım sistem içindeki herhangi bir yer
de yapılır. B üyük ilaç şirketlerinin artık beş-altı ülkede, Birleşik Dev
letlerde, İngiltere'de, Japonya'da, İsviçre'de araştırm a laboratuvarları
vardır. A raştırm alarını araştırm acı uzm anların bulunduğu her yerde
yaparlar. Ü retim lerini imalat ekonom isinin buyurduğu her yerde ger
çekleştirirler -IB M , bütün A vrupa'ya yönelik bilgisayarları iki yerde,
disk sürücüleri de bir yerde üretm ektedir. Büyük bir ilaç im alatçısı fir
ma, reçeteyle verilen ilaçlan 164 ülkede yapıp satm akta, ancak bütün
ferm antasyon işlem leri İrlanda'da tek bir fabrikada gerçckleştirilm ek-
tedir. U luslaraşırı bir şirketin m alî işler sorum lusu, para işlerinin İngi
liz şirketince L ondra'da, Batı A lm an şirketince F rankfurt'la, A.B.D.
şirketince N ew Y ork'ta, v.b. yönetilm esini sağlam ak yerine, para işle
rinin yönetim ini grubun bütün üyeleri için m erkezî olarak yerine geti
rir. Ve uluslaraşırı şirketin üst yönelim i -yöneticilerin hepsi aynı ülke
de bulunsalar bile- ana şirketin üst yönetim i değildir. A na şirket de
dahil olm ak üzere her birimin kendine özgü, yerel yönetim i vardır.
Üst yönetim uluslaraşırı niteliklidir; şirketin iş p lan lan , iş stratejileri
ve iş kararlan da öyle.
126
maktadırlar. A slında orta boy, hatta küçük şirketlerim ulusal sın ırlar
pek fazla söz konusu olmatdan iş yapm ası daha kolaycüır. B unlar, bü
yük şirketlerden farklı olarak siyasî açıdan pek gözle gtörülür d eğ ild ir
ler.
127
hatta binaların bakım işlerini yapan şirk etler ve m ü teah h itler de aynı
şeyi yapm aktadırlar. B irleşik D evletlerde düşü k teknoloji kullanan or
ta boy şirketlerden birinin baş yöneticisinin ifade ettiği gibi, "Telefon
la erişebildiğim her ticarî kuruluş potansiyel b ir rakip olduğu kadar,
potansiyel bir m üşteridir."
A lm anlar yüz yıl önce, tam anlam ıy la yerel bir firm ayı bile -
diyelim ki H am burg'daki bir sigar im alatçısı firm a- ulusal düzeyde bir
işletm e gibi yönetm eyi öğrenm ek zorundaydılar. B öyle yapm asalar.
M ünihli ya da S tuttgartlı bir sigar im alatçısı yerel pazarlarını kapabi
lirdi. Elli yıl önce her A m erikan firm ası -diyelim ki, M assachusetts'de
yerel bürolara vc bankalara mal veren yapıştırıcı im alatçısı bir firma-
kendisini tüm kıta üzerinde iş yapan bir ticarî kuruluş gibi yönetm eyi
öğrenm ek zorundaydı. B öyle yapm asa, G üney K aliforniyalI bir y apış
tırıcı im alatçısı birden ortaya çıkıp "bölgesel" pazarını onun elinden
alabilirdi. Şim dilerde ise, B elçika'daki küçük bir sosis im alatçısı bile
firm asını "A vrupalı" bir işletm e olarak çalıştırm ayı ö ğ renm ek zorun
dadır. Böyle yapm asa, Ispanya'dan gelen bir sosis im alatçısı ulusal pa
zarını elinden alabilir. G ittikçe, firm alar kendilerini uluslaraşırı kuru
luşlar olarak görm ek zorunda kalacaklardır. Y oksa, Japonun,
K orelinin, A lm anın, K anadalının ya da A m erikalının biri, onları kendi
ülke içi pazarlarının dışına itebilir.
Son ve önem li bir ders daha : U luslaraşırı ekonom iyi biçim lendi
ren vc iten, para akışlarıdır. Bu para akışlarının, geleneksel ekonom ik
rasyonelliğe ille de uym ası gerekm eyen, kendi dinam ikleri vardır.
128
geçmeden h erkes tarafından anlaşılan değişim d eğerini in a tla k o ru d u .
Sonra da. d ü ştüğü zam an, ö y le bir değişim o ran ın a indi ki„ ııisbî m a li
yet ve verim lilik oranları düşünüldüğünde, bu d a aynı ş e k ild e , " g e r
çekçi o lm ay acak kadar düşük" bir orandı.
129
kuruluşun işletilm esinde tem el olan varsayım ın te r s id ir : D öviz kurla
rının nitelikleri gereği istikrarlı oldukları -ya da en azından öyle olma
ları gerektiği- varsayım ı. D öviz kurlarında dalgalanm alar olursa bun
lar "Tanrının işi" sayılır. A slında insanların, özellikle de hükümetlerin
işidir bunlar. Bu dalgalanm aların ne zam an olacağını tahm in etmek,
çoğu kez bir yangın ya da zim m ete geçirm e olayını tahm in etmekten
daha kolay değildir. A m a dalgalanm aların olacağı, hem de sık sık ola
cağı tahm in edilebilir.
130
Ticaret, A dam Sm ith'in yaşadığı on sekizinci yüzyılda, ttam am layı-
çt ticaretti. P ortekiz İngiltere'ye İngiltere'nin üretem ediği ştarabı satar
ken, İngiltere de P ortekiz'e Portekiz'in üretem ediği yünü sallıyordu. İn-
îilizler H indistan'dan kendilerinin yetiştirem ediği pam ıuğu satın
alıyorlar, bunun karşılığında H indistan'a, bu ülkenin on sek izin ci yüz
yılda üretem ediği, m akineyle dokunm uş pam uklu bez sıatıyorlardı.
Birleşik D evletler ve A lm anya'nın on dokuzuncu yüzyılın ortalarında
dünya ekonom isine girm eleri, rekabetçi ticaret yönünde b i r değişm e
getirdi. A m erikalılar ve A lm anlar hem birbirleriyle re k a b e t içinde
kimyasal ürünler ve elektrikli m akineler sattılar hem de b irb irlerin d en
kimyasal ü rünler ve elektrikli m akineler satın aldılar. 185<0’dc hem en
hiç bilinm eyen rekabetçi ticaret, I900'c varıldığında, egcım en durum a
gelmişti.
Rekabetçi ticaret ilk kez önem li hale geldiği zam an, İragilizler "la-
ül" diye bağırdılar. Y eni yarışm acılar olan A m erikalıları v e A lm anları
komplo kurm akla suçladılar. Bunun gibi, günüm üzde d e Batı "faul"
diye bağırm akta ve Japonları saldırgan ticaret yaptıkları iiçin kom plo-
culukla suçlam aktadır. Y üzyıl öncesinin rekabetçi tic areti de, günü
müzün saldırgan ticareti de, yenilgiye uğratm ak ve yok etm ek için y a
pılan kasıtlı girişim lerden çok daha fazla, nesnel ihtiyaç ve koşulları
yansıtmaktadır. Japonlar ne gibi bir uygulam aya başladııklarını önce
kendileri de anlam adılar. 1960’lı yılların başlarında, İk in ci D ünya S a
vaşının tahribatından sonra kendilerini biraz d a olsa to parladık ları za
man, teknoloji alanında geri olduklarını, pazarlam a bilgi-becerisi yö
nünden ise teknolojide olduğundan d a geri kaldık ların ı -haklı
nedenlerle- gördüler. İç pazarlarını ülke dışından g elec ek rekabete
131
karşı korum a kararı alm aları kendileri açısından m antıklı bir şeydi; ti,,
şardaıı gelen rekabet ise o yıllarda, esas olarak Birleşik Devletlerden
gelecek rekabet dem ekti. Japonlar açısından akla uygun bir başka şev
de, bir iki sanayi koluna dayanan ihracat üzerinde durm aktı; bunlar
Japonların başkalarıyla rekabet edebilir durum a gelm eyi umabildikle
ri, pazarların iyice gelişm iş olduğu, gerekli teknolojinin elde hazır bir
lunduğu ve Japonların, zaten iyi yapılan bazı şeylerin biraz daha iyisi
ni yaparak oldukça biiyük satışlar gerçekleştirebilecekleri sanayilerdi
Bu sanayiler -otom obil, çelik, fotoğrafçılık ve op tik sanayii- o günler
de em ek içeriği hâlâ yüksek olan sanayilerdi. B öylece Japonların, yen
ve güçlü yönetim teknolojisi olan eğitim i, düşük ücretli işçileri um
verimli hale getirm ek için kullanm a yetenekleri, onların gelişm iş Baı
pazarlarında etkili rakipler haline gelm elerini sağladı. Aynı zamandı
kendilerini hâlâ öylesine geri kalm ış hissediyorlardı ki -gerçeklen d<
uzun süre gerilik içindeydiler- yabancı rekabetine izin verm ediler. Bı
da onları adım adım saldırgan ticarete, am acın düşm anı yok ederel
pazar kontrolünü ele geçirm ek ya da yeni gelenlerin pazardaki öncü
ülkeyi zorlam alarına im kan verm eyecek kadar üstünlük kurm ak oldu
ğu, saldırgan ticarete götürdü.
.132
[arlı olur. O y sa saldırgan ticaretteki am aç, rakibin ayakta k a lm a sın a
j7in verm ek yerine onu tüm üyle pazarın dışına itm ektir. E ğer saldırıyı
vapan ülke ithalata h âlâ kapalıysa -ya da ithalatı en azından kcatı bir b i
çimde kısıtlıyorsa- saldırıya uğrayan rakibin etkili bir karşusald ın y a
geçmesi m üm kün değildir. K azanam az; olsa olsa, savaştan hıcr şeyini
kaybetmeden çıkar.
B ölgecilik, hem korum acılığı, hem serbest ticareti aşan etk ili b ir ti
caret politikası yürütcbilen bir b irim yaratm aktadır. K a rşılıklılık politi
kasını uygulayabilen bir birim yaratm akladır. Şurası d a açık tır ki, kar
şılıklılık, saldırgan ticareti ön p lana çıkaran bir dünya ekono m isin d e
etkili olarak yürüyebilecek tek ticaret politikasıdır. S erbest ticaret,
eğer öbür taraf karşılıkta bulunursa, karşılıklılık çerçevesinde yürüye
bilir A m a taraflardan birinin seçim i korum acılık olm uşsa, o zam an
korumacılık vardır.
B irleşik D evletler bugüne kadar çoğu alanda (önem li istisn alar ta-
nm, savunm a ve ulaşım dır) serbest ticaret yönünde bir eğilim göster
miştir. Sözgelim i, Japon bankaları hiçbir A m erikan bankasının yapa
mayacağı şeyi yapabilm ektedirler : Birliğin her eyaletinde tüm
işlemleriyle bankacılık yapabilirler. O ysa hiçbir yabancı ban k a Jap o n
ya'nın hiçbir yerinde bankacılık işini bütün yönleriyle yapam az. B u
tun gibi, Japon ve Koreli m üteahhitlerle bayındırlık alanındaki büyük
Projeler için -sözgelim i L os A ngelcs'de yeni bir m üze inşaatı için- söz-
133
leşm eier yapılm akladır; oysa, bugüne kadar Japonya'da bayındırlık u,
leriyle ilgili sözleşm eler yalnızca Japon firm alarıyla yapılm ıştır. Kar
yılıklılık ilkesine göre, her iki ülkenin de öbür ülkenin pazarlarına girj
şi aynı oranda olur, daha fazla değil. G erçekten de karşılıklılık ilkesi
dünya ekonom isinin koyu bir korum acılığa doğru gerilem esini önle
yecek tek yoldur.
134
Uluslaraşırı Ekoloji
Çoğu kim se sorunu hâlâ algı alanım ıza ilk kez girdiği biçim iyle,
bir dizi yerel, soyutlanm ış, spesifik olay gibi g ö rm e k te d ir: Los Ange-
les’in ya d a M exico C ity'nin üzerinde toplanan sis ve dum an kitlesi, şu
yada bu hayvan türünün soyunun tükenm esi, bir kum saldaki petrol ta
bakası. O ysa arlık defalarca açıklık kazandığı gibi, tüm üyle yerel çev
re olayları bile, sonuçları açısından "yerel" değildirler. K irliliğin sınır
tanımadığını artık biliyoruz. A m erika'nın O rtabatı bölgesindeki çelik
fabrikalarından yayılan sülfür. K anada orm anlarını kavuran asit yağ
murlarına dönüşm ekledir. İsviçre'deki ya da Fransa'nın A lsace bölge
sindeki kim ya sanayii tesislerinden Ren N ehrine boşaltılan toksik atık
lar, H ollanda'nın içm e sularını zehirlem ektedir. U krayna'daki bir
nükleer tesiste m eydana gelen kazadan sonra yayılan radyoaktif parça
cıklar İsveç'teki sebzeleri kirletm ekte ve îskoçya’daki ineklerin sütünü
'Çilemez hale getirm ektedir.
135
G enelde hâlâ çevre ve ekolojiye yönelen tehdidin yalnızca gejjş.
m iş ülkelerde görüldüğü, hatta sanayileşm enin, otom obilin, refahın bir
sonucu olduğu düşünülm ektedir. O ysa oluşum halindeki en büyük -v{
tersine çevrilm esi şöyle dursun, durdurulm ası açısından bile en zorlu-
ekolojik felaket, tropik orm anların dünyanın en az ilerlem iş, en az gç.
lişm iş, en yoksul sakinleri tarafından yok e d ilm e sid ir: İlkel yöntemler
ve çağların ötesinden gelen aletler kullanan, yoksunluk içindeki köy
lüler. Ve arlık hiç kim se "kirlenme" kapitalizm in ürünüdür ve sosya-
list yönetim ler altında kirlenm e diye bir şey olm az gibi dogmatik bir
iddiada bulunm am aktadır -bu daha birkaç yıl önce K om ünist inancın
tem el şartlarından biriydi. Bugüne kadar görülen en büyük ekolojik fe
laket, dünyanın en geniş tatlı su alanı olan Sibirya'daki Baykal Gölü
nün neredeyse yok edilm iş olm asıdır; Pekin ve B udapeşte'de Mexico
C ity'de olduğu kadar yaygın bir kirlilik vardır ve kirlilik sorununu
çözm ek için, oralarda da M exico City'de olduğu gibi neredeyse hiçbir
şey yapılm am aktadır.
136
jan ila haklı gösterilem ez. Geçen yüzyıl içinde, gelişm iş ülkelerin
heps' i§ kazalarım dış koşul olm aktan çıkararak işin doğrudan m aliy et
leri arasına sokm uşlardır. G elişm iş ülkelerin hepsi işçi tazm inatı u y g u
lamasını benim sem iştir; işveren kendi kaza sicilinin esas alınm asıy la,
belli bir sigorta prim i ödem ekte, bu da güvenliği olm ayan işlem ler yü
zünden m eydana gelen zararı, yapılan işin doğrudan m aliyetleri arası
n a sokm akladır. İşçi tazm inatı uygulam ası sınaî etkinliklerin, n itelik le
ri gereği, tehlikeli etkinlikler olduğunu varsayan bir uygulam ad ır; o
halde kazalar m utlaka olacaktır. İşyerini güvenli hale getirm eyi kendi
lerine görev edinen reform cular, zam anında bu uygulam aya karşı "öl
dürmeye ruhsat" çıkarıyor gerekçesiyle sert bir m ücadele verdiler. O y
sa işçi tazm inatı uygulam ası, iş kazalarını azaltm ak açısından
güvenlik yönetm elikleri ya da fabrika denetim inden dahıı yararlı ol
muştur.
Çevresel eylem ler yerel nitelikli olm ak durum undadır. En kirli de
nizlerin -B altık D enizi, A kdeniz ve K aliforniya Körfezi gibi sığ iç d e
nizlerin- tem izlenebilm esi için, nehirlere kıyıları olan ülkelerin en bü
yük kirleticileri, yani kentlerdeki pis su kanallarını tem izlem eleri
gerekir. A m a böyle bir eylem ortak, uluslaraşırı bir taahhüde day an
malıdır. U luslaraşırı anlaşm alar tek başlarına, gelişm ekle olan ülkeler
deki ve bu ülkelerin yarattığı kirlenm eyi tersine çevirm ek şöyle dur
sun, durduram azlar bile. O ysa en büyük zararın kaynağı bu ülkelerdir
'Çünkü buralarda ekolojiyi en fazla tehdit eden şey, sanayiden çok nü
fus artışlarıyla gelen baskılardır.
137
G ünüm üzde çevrenin korunabilm esi için ekolojiyle ilgili ulusla
rarası yasalara ihtiyaç vardır. Bunun bir örneğini on dokuzuncu yüz.
yılda buluyoruz. Buharlı gem iler ve dem iryolları geniş ölçekli yolcu,
luk im kânı sağlayınca, eskiden yalnızca tropik bölgelerde görülen
sarı hum m a ve kolera gibi- bulaşıcı hastalıklar Ilım an Bölgedeki ülke
lere de girerek her yere yayılm a eğilim i gösterm eye başladılar. İnsan
ların hastalık görülen bölgelere girm elerini engelleyen karantina uygu,
lam asıyla da yayılm aları önlendi. Bundan yüzyıl so n ra N ew Dcal'in
uygulandığı otuzlu yıllarda, A .B.D . yönetim i birkaç güney eyaletin
den gelen inatçı m uhalefete rağm en, belli bir yaşın altındaki çocuklar
tarafından üretilen m allann eyalet sınırlarının ötesine gönderilmesini
yasaklayarak çocuk işçiler kullanım ına son verdi.
138
manlarda belirm iştir. A m a bu tehdit, köle ticareti ya da korsanlığın
hiçbir zam an oluşturm adığı kadar büyük olan bir tehdittir ve herkese
yöneliktir. E ğ er atlatılm ası m üm künse, bu, ancak uluslaraşırı taahhüt
ve ortak eylem yoluyla olur.
139
ci yüzyılın ortalarından on dokuzuncu yüzyılın sonuna kadar Avru-
pa'da olan bir şeydi. İki yüz elli yıllık bu dönem boyunca, siviller,
hem kişi olarak, hem mal ve m ülkleriyle, savaşın dışında ve savaşan
devletlerin özel korum ası altında sayıldılar. Ne kadar şiddetli geçmiş
olursa olsun, A m erikan İç Savaşı sırasında iki taraf d a karşı tarafın sa
vaş dışında kalan sivillerini tutuklam adı, m allarını m üsadere etmedi.
Bundan birkaç yıl sonra, 1870-71 tarihli Fransa-Prusya savaşı sırasın
da A lm anlar Paris'i kuşattılar ve yoğun bom bardım ana tuttular. An
cak ticarî yazışm aların kente giriş ve çıkışlarına izin verdiler; ve ne
kuşatm a yapan A lm anlar, ne de kuşatm a altındaki F ransızlar birbirle
rinin sivillerini tutuklayıp, m allarına el koym adılar.
140
faraşı Kızıl H açtır. Kızıl H aç, isler yaralı, ister tutsak alınm ış olsun,
düşnıan askerlerinin tarihle ilk kez korunm asını ve o n lara in san ca dav-
ranılmasını sağlam ıştır. Şim di ihtiyacım ız olan şey ise şahısları ve
mallarıyla düşm an sivilleri koruyan uluslararası hukuktur. B öyle bir
hukuk her ülkenin d ünya ekonom isi içindeki çıkarını ve savaştan so n
ra ayakta kalabilm e ve toparlanm a yeteneğini koruyacaktır. Kızıl Haçı
tasarlayan ve zam anının askerî güçlerini Kızıl H aça katılm ay a çağıran,
bir B üyük G üç değil, küçük bir tarafsız ülkenin, adı sanı duyulm am ış
bir yurttaşıydı. Y eni uluslaraşırı yasaların barış dönem i içinde oluştu
rulmasını sağlam ak için siyasî liderler gerekebilir. A m a hangi ülke b a
şı çekse, çok geçm eden onu izleyecek olanlar herhalde çıkacaktır -
savaşan askerleri ve savaş tutsaklarını korum a gereği, on dokuzuncu
yüzyılda h er ülke için ne kadar açık bir hale gelm işse, bu ihtiyaç da
bugün her ülke için o kadar açık haldedir. A m a aynı ölçüde acil bir ih
tiyaçtır da.
141
10
EKONOMİK KALKINMANIN
ÇELİŞKİLERİ
'D ördüncü H edef k o n u şm a sı: Poinl Four speech; az gelişm iş ülkelere yapılacak teknik
ve ekonom ik yardım Başkan Trum an'ın konuşm asında dördüncü hedef olarak yer alı
yordu (Çevirenin notu).
* ' İlerleme için luifak : A lliance for Progress; Am erika ile yirmi iki Latin A m erika ül
kesi arasında varılan anlaşm aya göre uygulanacak uluslararası ekonom ik kalkınma
programı (Çevirenin notu).
143
İkinci bir çelişki ve yeni bir gerçek daha vardır: İşe yarayan poliıj.
kalar arasında en gözde ve görünüşle en başarılı olanlar artık işe yura-
m am aktaöır. B unlardan biri ^düşük ücretli ancak yüksek verim li bir iş
gücü tarafından m eydana getirilen ürünlerin gelişm iş ülkelere ihraç
edilm esi- gelişm iş ülkelerdeki im alatın em ek -yoğun olm asına bağlı
dır. Bu ülkelerdeki im alat artık öyle değildir. Bir diğeri- bunun on do
kuzuncu yüzyıldaki adı "em eklem e dönem indeki sanayilerin korunma-
sı"dır- tam en etkili hale geldiği sırada, am aca ters düşer bir nitelik
alm ıştır. G ünüm üzde bu politikanın Brezilya ve M eksika gibi en hızlı
kalkınan Ü çüncü D ünya ülkelerinin baş belası ekonom ik bunalımların
temel bir nedeni olduğu artık ortaya çıkm ış bulunm aktadır. Aynı şey
H indistan’daki sınaî kalkınm ayı giderek durm a noktasına getirm ekte
dir. V e Japonya ile Batı arasında artarak süren ekonom ik gerginlikle
rin altında yatan da bu politikadır.
B aşarılar
144
nm ötesinde b ir özelliğe sa h ip değildi. T aw ain'in elim de ise, ülkenin
sömürgeci efendileri olan Japonlara yüksek m aliyetin şeker sağlayan
üç beş büyük plantasyon dıışında pek bir şey yoklu.
145
ve fiilen geriledi. Sonra da K ültür D evrim inin kargaşaya dönüşmesi-
nin ardından, köylüye ekin ekm ek ve bunları pazarda salm ak için bi
raz özgürlük tanındı. Beş yıl içinde tarım üretim i iki katına çıktı.
Ekonom i tarihinde kırk yıl süren bu rekor büyüm enin eşi benzeri
yoktur. Bu rekor son hızlı büyüm e dönem i olan 1875-1914 y ıllan ara
sındaki kırk yılın rekorlannı Bile aşm aktadır. Ü stelik kalkınm a o za
m an A vrupa kökenli halklarla sınırlıydı. Birleşik D evletler ve Alman
ya büyük ekonom ik güçler haline geldiler. A vusturya-M acaristan,
Kuzey İtalya ve Batı R usya sanayi alanında hızla geliştiler; Arjantin,
A vusturya, Y eni Z elanda, K anada ve U krayna önem li tarım üreticileri
ve ihracatçıları haline geldiler. 1950'den 1980'li y ıllan n sonuna kadar
olan son kırk yıldaki kalkınm a çok sayıda ırk ve kültürü aşıp geçmiş
tir. Sayısal olarak bakıldığında, bu yıllarda gerçekleştirilen kalkınma
yüzyıl öncesindeki kalkınm ayı kesinlikle aşm aktadır. O zam anki kal
kınm a insanlığın oldukça küçük bir bölüm ünü kapsıyordu -ancak onda
birini, ikinci D ünya Savaşından bu yana görülen kalkınm a ise insanlı
ğın beşte birini kapsam aktadır- Çin'i işe katm asak bile.
İç K arartıcı Başarısızlıklar
Ellili yılların büyük keşfi olan "ekonom ik kalkınm a" evrensel bo
yutta olacak ve herkesi eşit oranda etkileyecekti. H er ülkenin kalkına
cağı, hem de hızla kalkınacağı tahmin ediliyordu. G erçekte ise, kalkın
m a düzensiz ve belli birtakım ülkeler için geçerli olm uştur. Tabiî
K om ünist dünya hiç kalkınm am ıştır; tersine, "geri gitm iştir." A m a Ar
jantin ve U ruguay’da da aynı şey olm uştur. -1 9 5 0 ’dc bu iki ülke de
Brezilya’dan çok daha kalkınm ış vc G üney A vrupa’dan çok daha zen
gin durum daydılar. Ve K arayipler bölgesinin büyük bir bölüm ü de ay
nı şekilde "geri gitm iştir."
146
İktisatçıların ve politikacıların vaal ettikleri kalk ın m a yoksulluğu
g^adan kaldıracaktı, t n once ve en hızlı olarak y o k su lların gelirini
yüKseııecekti. O ysa, her yerde önce yeni bir orta sın ıf yarattı. (G ele
neksel anlam daki yoksulluk bir tek Japonya'da büyük o rand a ortadan
kalkmıştır.) T abiî bu, daha önceki her ekonom ik kalk ın m a dönem inde
de aynen olan bir şeydi. A ncak bu kez -elLili ve altm ışlı y ıllard a öyle
sanıyorduk- yoksuL insanların beklem eleri gerckm cyece,kli. O yılların
programlarına -B aşkan Tcum an'ın 1950 yılındaki D ördüncü H edef
programı ile, Başkan K ennedy'nin İlerlem e için İttifak program ına-
büyük çekicilik kazandıran, her şeyden önce, bu vaatti. O yılların kal
kınma kâhinleri, işçilerin tek aileler halinde tem iz ve bakım lı evlerde
yaşadıkları, her garajda bir otom obilin bulunduğu 1950’li ya da 1960Î1
yılların A m erikası gibi bir şeyler düşlüyorlardı. G elinen nokta ise -
Japonya dışında- eşitsizliğin doruğa tırm andığı ve sırf büyük bir orta
sınıf doğm uş olduğu için yoksulluğun iğrenç boyutlara ulaştığı 1920
yılının Amerikasona çok benzem ektedir. B ir kez daha öğrenm ek duru
munda kaldık ki, yoksulluk, ekonom ik kalkınm anın başında değil, so
nunda yenilebilir. Y oksulluk m odern bir toplum da ekonom ik bir koşul
olduğunaan ç o k aaha fazla sosyal bir koşuldur; dünyanın en gelişm iş
ülkesi olan Birleşik D evletlerdeki siyahların üçte birinin hâlâ yoksun
luk içinde yaşam ası bunun böyle olduğunu gösterm ekledir.
Ellili ve altm ışlı yılların insanları ekonom ik kalkınm ayı yeni ku
ramlar ve yeni politikalar geliştirilm iş olduğu için keşfettiklerine ina
nıyorlardı. Bu kuram lar ve politikalar -hepsi aynı kim seler tarafından
olmasa bile- yaygın bir biçim de ekonom ik kalkınm anın garantisi diye
ilan edildi. H içbiri reklam ı yapılırken söylendiği gibi yürüm entiştir.
Her derde deva olan bu reçetelerden dört tane vardı. Satışı en çok ya
pılan reçete, en berbat yenilgiye uğram ıştır: S ovyet usulü planlam acı-
l>k. 1950 yılına gelindiğinde, K om ünist olm ayan kim seler bu tür plan
lamanın tarım alanında yürüm ediğini zaten anlam ışlardı am a sanayi
kesiminde yürüdüğü hâlâ yaygın bir düşünceydi. A rtık biliyoruz ki,
Sovycllerin ekonom ik gelişm eye ilişkin olarak verdikleri rakam lar o
yıllarda bile büyük ölçüde bürokratların kafasından çıkm a uydurm a
lardı. Sovyet planlam acılığı denendiği her yerde ancak geriye gidişle
sonuçlanm ıştır. Eğer R usya Birinci D ünya Savaşı öncesindeki gelişm e
147
oranını sürdürscydi, sanayi üretim i bugün ollduğu gibi A m erika Birle
şik D evletlerindeki sanayi üretim inin en ç o k beşte ikisi oranında kal
m ak yerine, bu ırakama eşit olacak, halta aşacak tı. 1913 Rusyası. en
azından A vrupa toprakları üzerindeki bölgeleri söz konusu olduğunda,
sağlık hizm etler», bebek ölüm leri ve insan Ö m rünün uzunluğu açısın
dan B irleşik D ev letlere denk bir durum daydı. Y etm iş beş yıl sonrasın
da, A vrupa R usyası bile sağlıkla ilgili h er d ald a, Ü çüncü D ünya Ülke
lerinin çoğunun gerisindedir. Ç ekoslovakya- S ovyet planlam acılığına
boyun eğdirilm eden önce (yani İkinci D ü n y a S avaşından önce) verim
lilik vc teknoloji alanlarında Batı A lm anya'ya eşit ve F ransa’dan önde
durum daydı. İkinci D ünya Savaşında Ç ek o slo v ak sanayileri zarar gör
m edi. A m a S o v y et planlam acılığının zorla k ab u l ettirilm esinden kırk
yıl sonra, Ç ek lerin işçi başına düşen üretim m iktarı. B atı A lm anya ya
da Fransa'dakinim yan sın d an azdır. K üba d a. K om ünizm le geçen otuz
yıldan sonra, C astro'dan önceki dönem in b ir hayli altında kalan bir
üretim yapm aktadır. K üba C astro'dan önce, sa ğ lık hizm etleri ve bebek
ölüm leri açısından K arayiplerin öbür bölgelerinden b ir hayli ilerdeydi.
Şim di ise Haiti d ışın d a hepsinin epey gerisindedir.
148
(canı olan Jaw aharlal N ehru öğrenci olarak bulunduğu İmgiltere'den bc-
faberindc getirdiği S osyalist planlam acılık anlayışını ölüm ü n d en bir
kaç yıl önce terk ettiği zam an ekonom ik yönden g elişm e y e başladı.
Juan Peron belki London S chool o f E conom ics adını h iç duym am ıştı
ama. 1910'lu yıllarda A rjantin’e zorla kabul ettirdiği ek o n o m ik politi
kalar Ingiliz kuram cılarının politikalarına benziyordu v e aynı sonuçla-
n getirdiler: Ü lkenin serpilip gelişen tarım ı neredeyse yo k oldu; sivil
ve askerî bürokrasi patlayış ölçüsünde genişledi; y olsuzluk şahlandı
ve enflasyon azdı.
149
Yön Verici Planlam a İşe Y a ra r mı?
150
büyük sü p erb ilg isay arlar yapm ak ve bunları gittikçe b ü y ü tm e k ti. Oysa
pazar im k an ları, Japon yönetim inin listesine bile alm adığı P C 'lere, ya-
nj küçük boy kişisel b ilgisayarlara doğru kaym ıştır. Ja p o n y a bugüne
ladar d ü n y a ça p ın d a b ir ilaç sanayii, ya da b ir b aşk a d e v le t hedefi
0lan, d ünya ç a p ın d a bir telekom ünikasyon sanayii de g eliştire m em iş
tir. B üro o to m a sy o n u n d a ise ancak orta d erecede b aşarılı olm uştur-
devletin dörd ü ncü hedefidir bu. D evlet bir tek m ik ro d e v re le r alanında
hedeflerine ulaşm ıştır.
Japon T ie. Ş ti.'nin d eneyim i bize tek bir ders v erm ek ted ir: D evlct-
iş dünyası arasında yakın ilişkilerin önem i. A ncak bu ilişk iler eğer
hem d ev let, hem iş dünyası iyice gelişm iş ve yeterli d u ru m d ay sa y a
rarlı oıur. A ksi halde -H indistan ve B rezilya ö rn ek lerin d e görüldüğü
flR - bu ilişki, politikaların oluşturulm ası ve k alk ın m ad an ço k , adam
Huyumuza vc yuı.Mj/.ıugü ncucıı o la ca k ta. Bir b aşka d ey işle , Japonlar-
f l ü alınacak ders, gelişm ekte olan ülkelerden çok, g elişm iş ülkelere
fRfe h ir derstir.
Son kırk y ılda gerçekten işe yarayan politikalar, k alkınm acı iktisat
çılar ve kalkınm acı politikacıların savundukları p olitikalard an çok
farklıydı. A m a bunlar on dokuzuncu yüzyılda işe y aray an politikalar
dan da aynı şekilde farklıydılar. On dokuzuncu y ü zy ıld a başarılı kal
kınma y en ileşm e ve teknoloji açısından öncü olm aya dayanıyordu. İn
giltere, buhar m akineleri, dem iryolları ve buharlı gem ilerd e; tekstil
makineleri ve m akine aletleri; uluslararası bankacılık ile sigortacılık
vc haberleşm e (örneğin PTT) alanlarındaki öncülüğü sayesin d e ilk bü
yük ekonom ik güç haline geldi. D aha sonra B irleşik D evletler, çelik,
Elektrik, telg raf ve telefon sistem leri; çiftlik d onanım ı ve bilim sel ta
rım; daktilo m akinesi gibi büro donanım ı; ve ilk ev aleti olan dikiş
m akinesi alanlarındaki öncülüğü sayesinde bir sonraki büyük ekono
mik güç durum una geldi. Ç ok geçm eden de bunlara otom obil vc hava
cılık alanındaki öncülüğü eklendi. Aynı sıralarda A lm anya -B irleşik
Devletlerle rekabet halinde- çelik, elektrik, elektronik ve telgraf sis
temleri alanlarında öncü oldu. A lm anya kim yasal ürünler ve eczacılık
ta, otom obilde vc "üniversal banka" buluşu ile bankacılıkta yenilikler
151
yarattı. J a p o n i c hiçbir alanda teknolojik y a d a bilim sel öncülük lca
zaıım aya çalışm ad ılar bile. Japonya'daki k alk ın m a, şim d iy e kadar esa
itibariyle d ışa rd a n ithal edilen bilim e ve b aşk alarınd an alınıp geliştir,
len teknolojiye? dayalı olarak gerçekleştirilm iştir.
152
düşerse, nakliye giderleri g ibi m esafeden kaynaklanan llıarcamaiar, dü
şük ücretin getirdiği avantajlara ağır basar. G ü n ü m ü zd e doğrudan işçi
lik m aliyetlerinin bu kad ar yüksek olduğu bir sanayi, geri bir sanayi
dir. General M otors'da doğrudan işçilik m aliyetleri hâlâ bir otom obilin
toplam m aliyetinin yüzde 25 kadarını bulm aktadır; Toıyota ve Ford'da
ise. bu oran yüzde 18'c düşm üştür ve yüzyılın bitim inden önce, yüzde
|0 ya da 12’yi aşm ayacağı um ulm aktadır. R adyoların y a da bilgisayar
ların m ontajı gibi her zam an büyük ölçüde em ck-yoğum olan işlem ler
de bile doğrudan işçilik m aliyetleri yüzde 20'nin epey altındadır ve
düşmeye devam etm ektedir. İm alat alanında, işçilik m aliyeti daha
yüksek işlem ler her zam an olacaktır -erkek giysileri d ikm ek ya d a ah
şap m obilyanın m ontajı gibi. Am a bunlar o kadar az sayıda ve o kadar
az insan çalıştırılan alanlardır ki, 1950 tarihini izleyen onyıllarda U zak
Doğu için oldukları gibi, ekonom ik kalkınm a yolunda bir sıçram a tah
tası olm aları söz konusu değildir.
153
büyüyebilir, ne de rekabele dayalı ihracat y a p a ra k bu m akine ve paç;
lara ödem e y apabilm ek için ihtiyacı olan dövizi kazanabilir. Sonuçt
em ekleyen sanayilerin büyüm esi, bu sa n ay ilerin yenilgisi haline gelir.
154
(grini. Ü lke içinde em ekleyen sanayinin korunm ası ile, dünya pazarı n-g
da rekabete dayalı ihracatın oluşturduğu bu bileşik politika, otuz yıl
Japonya'nın y ararına işledi. G üney K ore’nin de yararına oldu. A yrıca
Brezilya'nın kendi kalkınm asına tem el yaptığı politika haline geldi.
Bu üç ülke d e göz kam aştırıcı bir ölçüde gelişm işlerdir. A m a, sonunda
bu strateji başarısız kalır. D aha önce açıklandığı gibi, e r ya da geç, sal
dırgan ticarete yol açar-bundan sonra da hep erken bir dönem de o la
caktır bu. S onra da gelişm iş ülkeler, hangi nedenlere ya da m azeretle
re dayanırsa dayansın, ihracat yapam adıkları bir ülkeden gelecek
ithalatı reddetm ekte gecikm ezler. Belki bundan daha da önem lisi şu
dur: E m ekleyen sanayiler gene de büyüyem ezler-daha doğrusu, yal
nızca önem li m iktarlarda ihracat yapanlar büyür. Ö bürlcri-ki bunlar
her zam an çoğunluktadır-sanki ülke hiç ihracat yapm ıyorm uş gibi,
daha ço k korunm aya bağım lı hale gelir, çarpık v e bodur bir nitelik
alır. V e böylece ülke korum ayı kaldırm a konusunda giderek daha is
teksiz olur, hatta bunu yapam ayacak hale gelir. Y apm ası durum unda,
yaygın iflaslar, ağır bir işsizlik ve ekonom ik bunalım tehlikesi baş
gösterir.
Korku, gerçekten de. Japonya'nın ekonom isini açm ası için gelen
baskılara bu kadar kararlılıkla direnm esinin başlıca nedenidir. Böyle
bir yola gitm esi, pek çok ticarî işletm e ve sanayii tehlikeye sokar. Y al
nızca etkin durum daki ihracatçıların rekabet gücü vardır; bunlar ise,
Japonya'nın toplam imalat sanayiinin sekizde birinden az bir bölüm ü
nü oluştururlar. Geri kalanlar, im alat alanında olduğu kadar hizm etler
alanında da, rekabet edecek durum da değildirler. Ve korum a politika
sına bağım lıdırlar. H atta ihracatçı durum undakilerin çoğu ülke dışında
elde ettikleri daha düşük fiyatları destekleyebilm ek için, yerli tüketici
den yüksek fiyat istem ek durum undadırlar. A ynı durum -daha aşırı bir
biçimde- B rezilya ve G üney K ore'de de hüküm sürm ektedir.
Y aklaşık kırk yıl önce Başkan T rum an'ın D ördüncü H edef Progra
m ıyla başlayan kalkınm a çağının sonuna gelm iş olabiliriz. Halta, bir
tek T riad'ın*, yani K uzey A m erika, Batı A vrupa ve U zak Doğudaki
gelişm iş ülkelerin önem taşıdığı ve K om ünist dünya ile. Komünizmi
benim sem em iş gelişm ekte olan ülkelerin "Ü çüncü D ünya"sının bir ke
nara bırakılabileceği ileri sürülm ektedir. T riad ülkeleri, gerçekten de
kendi tükettiklerinden daha fazla yiyecek ve ihtiyaçları olan sanayi
ham m addesinin hem en tüm ünü üretm ektedirler. D ünyadaki mamul
m allar üretim ve tüketim inin üçte ikisi de onlardadır.
156
gelirdi ve köylüler beş yıl sonra kem lerdeki yığınları doyurm aya yele
cek buğdayı, pirinci ve dom uz elini arlık üretm ez oldular; böylece kar
ne uygulam ası yeniden başlatıldı./A ksi halde rejim ayakta kalm ayabi
lirdi -diktatörlükler, kentlerde yiyecek sıkıntısı yüzünden başlayan
ayaklanmalar karşısında uzun süre dayanam azlar. Çinli K om ünistler,
üretim, verim oranı ve kalite yönünden getireceği kazançlar ne kadar
büyük olursa olsun, ülkenin büyük kıyı kentlerinde geniş ölçekli işsiz
liğe yol açacaksa, imalat sanayiini serbestleştirm e yoluna gidebilirler
mi? B ununla birlikte, K om ünist Çin'in işe yaram az politikalarını kal
dırıp bunların yerine yenilerini koym ak, A frika köylülerini, içlerindeki
üretme dürtüsünü hepten yok eden Sosyal D em okrat planlam adan
kurtarmaya göre, gene de daha kolay olabilir. B öyle bir şey, çok ge
niş, siyasî yönden değişken gecekondu bölgeleri bulunan büyük kent
lerde yiyecek fiyatlarının birden yükselm esine izin verm eyi gerektire
cektir. S onra Başkan G orbachev ekonom ik reform tartışm ası
yapmaktan çok daha fazlasını yapabilir m i?
157
n ıf yaratm aktadır. Dış yardım dan çok sıkı çalışm a anlam ına geldiğin;
biliyoruz. İşe yaram ası garanti edilebilir bir form ül, tek bir politika bu.
lunm adığım biliyoruz. Dayandığı tem ellerin serm aye yatırımından
çok, eğitim ve bilgi- beceri olduğunu biliyoruz. "Kesin bir şey" değil,
riskli bir iştir. Başkaları tarafından sağlanam az, elde edilm esi gerekir.
A m a son kırk yılın başarıları elde edilebilir bir şey olduğunu göster
m ektedir.
158
11
EKONOM İ BİLİMİ
DÖNÜM NOKTASINDA
159
firm alar, devletin m akroekonom isini kontrol altında tutar. Keynesçi vt
post-K eynesçi dünyalarda, devlet para ve kredisi, birey ve firmaların
m ikroekonom isini kontrol altında tutar. O ysa bugünkü ekonom ik ger
çeklik bu üç ekonom inin oluşturduğu bir gerçekliktir. Yakında da
(A vrupa E konom ik T opluluğu örneğinde olduğu gibi) ekonom ik böl
ge dördüncü bir yarı-bağıınlı ekonom i haline gelebilir. Bunların her
biri m atem atikçilerin kullandığı bir terimi kullanırsak, kısm en bağımlı
birer değişkendir. H içbiri öbür üçünü tam bir denetim altında tutmaz;
hiçbiri öbürleri tarafından tam bir denetim altında tutulm az. Ancak
hiçbiri öbürlerinden tam anlam ıyla bağım sız da değildir.
160
E k o n o m ik G e r ç e k le r
Y etm işli yılların ortalarından bu yana geçen son on beş yılda orta
ya çıkan ve hiçbir ekonom i kuram ının önceden tahm in edem ediği ve
hiçbirinin açıklayam adığı bazı gerçekler şunlardır:
161
karşılığını 250 yenden 220 yene indirm eyi hedefliyorlardı. O ysa dolar,
"serbest düşüş"e geçti ve on altı ay sonra 125 yene indi. Bütün ekono-
mi kuram larına -aynı zam anda önceki dönem lere ait bütün ömeklere-
göre geniş çaplı bir "dolardan kaçış" yaşanm alıydı. E llerinde dolar
olan yabancılar -bu dönem e gelindiğinde. B irleşik D evletlere ihracat
yapan belli başlı ülkeler, Japonya, Batı A lm anya, Taiw an ve Kana-
da'nın elinde büyük m iktarlarda değeri dolar olarak yazılı A .B.D . dev
let tahvilleri birikm işti- döviz kayıplarını sınırlam ak üzere tuttuklan
dolar m iktarını azaltm ak için birbirleriyle kapışm alıydılar. O yası hepsi
-özellikle de Japonlar- Birleşik D evletlere verdikleri borcu, hem de
A.B.D. doları olarak artırdılar.
162
vaya gelm iş olanlar, artık orta yaşa yaklaşm akta ve m addî isteklerinin
tatmini konusunda Batıyı taklit etm ektedirler. A m a, ekonom ik açıdan
bakılınca, bu açıklam a saçm adır. Her görüşten iktisatçının tasarruf ve
harcama konusunda kabul etm e durum unda kaldığı tek kuram olan
"yaşam çevrim i" tasarruf kuram ına göre, kuşak değişikliği bunun tam
tersi bir etki yaratm alıydı ("yaşam çevrim i" kuram ını bulan Franco
Modigliani, söz konusu buluşuyla bu tarihten lam bir yıl önce,
I985'te, N obel Ekonom i Ö dülünü kazanm ıştı). Bu kuram a göre, yük
selmenin tüketim den çok tasarruf oranında olacağı söylenebilirdi.
Ekonom i kuram ındaki m odel, her şeyden önce, ekonom inin, ege
men devletin ekonom isi olduğunu varsayar. N eoklasiklerin ekonom ik
m odelinde patron durum unda olan, bireyler ve firm alardı. G ünüm üzde
.geçerli olan -K eyncsçi ve post- Keyncsçi -ekonom ide m ikroekonom i,
ideyim yerinde ise "hizm etkâr kesim i"dir; hizm etkârlar da yeni patron
larının, yani m akroekonom inin kendilerine buyurduğu biçim de davra
nırlar.
Son nokta da. çağdaş ekonom i kuram larının önem li olan tek ek o
nom inin -aslında, var olan tek ekonom inin- ulusal ekonom i olduğunu
varsaym alarıdır. U lusal sınırları aşan ekonom ik işlem ler bulunduğunu
da, kuşkusuz, kabul etm ektedirler. A ncak bunlar ulusal devletin iç
.ekonomisini yönetm esi yoluyla kontrol edilm ektedir.
163
A ksiyom nitelikli bu varsayım ların hepsi de gerçekliğe ters düş.
inektedir^ B ireyler ve firm alar, sözde patronları m akrockonom iye hiç
bir zam an boyun eğm ediler; baştan beri sabote ettiler ve bunda başan
lı oldular. M ikroekonom ide de, m akrockonom iyi derinden etkileyen
am a paranın, kredinin, faiz oranlanılın, vergilerin yönlendiremediği
hatta fazlaca etkilem ediği olaylar çıkar. Hem artık bir dünya ekonomi
si de çıkm ıştır ortaya.
164
fazladan gelen satın alm a güiçlerini harcam am ayı seçtileîr; bunun yeri
ne. para istifçiliği yaptılar. B u , 1936-37'de ekonom inin ççökm esine yol
açtı; işsizlik de yeniden, R oosevelt'in dört yıl önce görev/e başladığı ta
rihte olduğu kadar yüksek Ibir orana çıktı. B ireyin parra dev ir hızını
kontrol gücü, Başkan C artcr'm politikasının neden fe lâ k e tle sonuçlan
dığını d a açıklam aktadır. T ü k eticiler para harcayıp yeıni iş im kanları
yaratm adılar; para istifçiliği yaptılar. T üketiciler R eagaın'm başkanlığı
sırasında ise, durum u hızla tersin e çevirerek para harcadhlar, hatta har
camalarını artırdılar; bu da B aşkan R eagan'm poliıikasıinın geniş tica
ret açığına rağm en neden işe yaradığını büyük ölçüde aıçıklam aktadır.
Bu gerçeklerle yüz yüze kalan iktisatçılar olanların so ru m lu lu ğ u n u
"güven" olgusuna yüklem ektedirler. A m a halkın güveenini kazanm ış
bir yönelim varsa, o da b irinci Franklin D. R oosevelh yönetim iydi.
Kaldı ki, K cynesçi ya da p o st- K eynesçi olsun, çağdaiş ekonom i ku
ram larının vaat ettiği şey g ü venden başka bir şey değiledir.
165
hiç de önceden tahm in edilebilir bir sonuç değildir bu karar. Japonlar
la ilgili olarak anlatılanlar, kararın ulusal m akroekonom iyi derinden
etkilediğini -hatta onu biçim lendirdiğini- gösterm ektedir. A m a bir ikti
satçının bu kararın nasıl alınm ası gerekliği konusunda söyleyebileceği
bir şey yoktur; m odelini oluştururken bu kararı da hesaba katmanın
yolunu bulam az.
Son bir nokta da, çağdaş ekonom i kuram ında teknolojiye, yeniliğe
ve bir bütün olarak değişm eye yer verilm em esidir. K endilerinden ön
cekiler, yani neoklasikler gibi, çağdaş iktisatçılar da değişm eyen bir
ekonom i, dengede olan bir ekonom i varsayarlar. Teknoloji, yenilik vc
değişm e dış koşullardır. İktisatçılar, teknolojinin, yeniliğin, değişm e
nin önem li olduğunu, elbette, bilm ektedirler. H atta teknoloji ve değiş
meyi ekonom ik m odelleri içine yerleştirebilm ek için çeşitli girişim ler
de de bulunm uşlardır. Bu girişim lerin hepsi başarısız kalm ıştır vc
başarısızlık nedenleri hep aynıdır: Para politikaları, kredi ve faiz oran
ları ile, girişim cilik, yeni buluşlar ve yenilikler arasında çok az bir kar
şılıklı ilişki vardır, belki de böyle bir ilişki hiç yoktur. G irişimciliği,
yeni buluşları, yenilikleri yönlendiren her ne ise, m akroekonom iden
bağım sız bir şeydir. O ysa girişim cilik, buluşlar vc yenilikler, ekono
miyi çok kısa bir süre içinde değiştirirler. Patron durum unda olan
m akroekonom iden çok onlardır.
Sanki bu kadarı yetm iyorm uş gibi, önüm üze dikilen yeni ve daha
da ürkütücü bir güçlük vardır: U luslaraşırı dünya ekonom isi. Dünya
ekonom isi bir gerçeklik, hem de ulusal ekonom ilerden çok ayrı bir
gerçeklik haline gelm iştir. D ünya ekonom isi ulusal ekonom ileri k u v
vetle etkiler; koşulların uç noktalara vardığı durum larda ulusal ekono
mileri kontrol eder. D ünya ekonom isi 1981 yılında Başkan Mitteraııd
166
yönetim indeki F ransa'yı yönlendirdi vc ülkeyi S osyalist politikalar an
cak yüz seksen gün uygulanabilm işken, rotasını ters y ö n e çevirm ek
zorunda bıraktı. D ünya ekonom isi, m akroekonom iyc hıer zam an katı
sınırlam alar getirir; özellikle de para, kredi ve faiz oranl.arı açısından.
F ransız Leon W alras. 1870'Ii yıllarda ekonom iyi m atem atiksel bir
kalıba oturtarak "sağlam " bir bilim haline getirdi. O günden bu yana,
sayısız değişiklik ve eklem eler yapıldı. A m a ekonom i bilim inin m antı
ğını. ekonom i bilim inin niteliğine ilişkin varsayım ları hâlâ W alras'in
167
m atem atiği verm ektedir Bu, on dokuzuncu yüzyıl fiziğinin matemati
ğini kullanan m ekanik bir m odeldir (tabiî W alras'in zam anında eldeki
m alzem e bundan ibaretti). M ekanik bir m odelde istatistiksel açıda,,
d eğer taşıyan şeylerin önem li bir belirleyici olduğu varsayılır. Ancak
artık, böyle bir varsayım ın, ekonom i bilim inin uğraştığı türden bir
dünya için kuşku götürür bir varsayım olduğu o n ay a çıkm ış durumda
dır.
M odem m atem atiğin en hızlı olarak gelişen alanı, karm aşıklık ku
ram ıdır. Bu kuram , incelikli, m atem atiksel kanıtlar göstererek, karma
şık sistem lerin önceden yapılabilir tahm inlere izin verm ediğini ortaya
koym aktadır; karm aşık sistem leri kontrol eden, istatistiksel açıdan de
ğerli olm ayan etkenlerdir. Bu durum artık "kelebek etkisi" diye adlan
dırılıyor: G arip am a m atem atiksel açıdan kusursuz (ve deney yoluyla
kanıtlanm ış) bir teorem , A m azon yağm ur orm anında kanat çırpan bir
kelebeğin, bir iki hafta ya da bir iki ay sonra C hicago'daki havayı yön
lendirebileceğini ve de yönlendirdiğini gösterm ektedir. Karm aşık sis
tem lerde "iklim " önceden tahmin edilebilir ve büyük bir istikrar göste
rir; "hava" ise önceden tahm in edilem ez ve tam am en istikrarsız bir
şeydir. V e hiçbir karm aşık sistem herhangi bir şeyi "dışsal" sayarak
bir kenara atam az. H ava, yani kısa vadeli olg u lar söz konusu olduğun
da sistem diye bir şey yoktur. Y alnızca kargaşa vardır.
168
ler. Sıigler bu durum için bir açıklam a yapam ıyordu; biz ise "kelebek
otlcisi"nin tam d a böyle işlediğini biliyoruz -yeniden işleyeceğini de.
“Kelebek etkisi" Japonya'da 1986 ve 1987 yıllarında m eyadan gelen
hızlı tüketim artışının da tek açıklam asıdır.
G elişm iş bir ülkenin ekonom isi kadar karm aşık bir sistem de ista
tistiksel açıdan önem siz olan olayların, en uç kenarda yer alan olayla
rın, sonucu belirleyen olaylar olm ası çok m uhtem eldir; en azından k ı
sa vadade. Ö zellikleri gereği ne önceden kestirilebilirler, ne de
önlenebilirler. H atta, etkilerini gösterdikten sonra bile, teşhis edilm ele
ri her zam an m üm kün olm ayabilir.
E k o n o m i K u ra m ın d a n E k o n o m i T e o re m le rin e
169
bilir. Ekonom inin kuram ını verem ez. Bu da tam am en kabul edilebilir
bir şeydir. A slına bakarsanız, aynı şey, hayatî süreçleri bütünüyle içj.
ne alan bir kuram ve her derdin devası olan evrensel bir tedavi yönte
mi arayışını 1700 yıllarında terk eden tıp için de söz konusu oldu. M ü
hendisliğin gelişim i de hep böyle olm uştur. Ama, bu, iktisatçıların
kendi disiplinlerini fizik gibi bir doğa bilim i görüntüsü altında biçim
lendirm ek için yüz yılı aşkın bir süredir yürüttükleri girişimlerde
am açladıklarından çok farklı bir şeydir.
Yeni karm aşıklık m atem atiği zihinlerde daha da rahatsız edici bir
soru uyandırm aktadır: Ekonom i politikası diye b ir şey gerçekten ola
bilir m i? Y oksa, durgunluklar ve öbür konjonktürel dalgalanm alar gi
bi, ekonom inin "hava"sını oluşturan olguları kontrol girişim i daha baş
tan başarısızlığa mı m ahkum dur?
170
yolla oldukça sağlıklı bir bedene enfeksiyonla savaşm a fırsatı tanı. Bir
[,aşka benzerlik de bugünkü hekim lerin hastalıkların "önlenm esi" yo
lunda yaptıkları telkinlerle kurulabilir: "Dinç kal, kilo alm a, sigara iç
me. içki içme."
171
yanır -özellikle de fiyatlarda gerçekleşen düşm e ve bu düşm eyle bir-
likte satın alm a gücünde m eydana gelen artış ve tüketici seçiminde
olan genişlem e yoluyla ortaya çıkan yarar- iktisatçılar için ekonomi
politikasının denektaşı olm uştur. Ekonom i bilim inin tek h ed ef saydığı
tüketici üzerinde toplanan dikkatin, iş im kânları y a da üretim den söz
edilerek bulandınlm ası, fiyat tespitini, tekelciliği ve verim düşüklüğü,
nü körükler. B öyle bir şey çok geçm eden, iş im kanlarını korumak ye
rine, onları tehlikeye sokar. E konom ik rasyonellik ile tüketici çıkarım
özdeşleştiren bu görüş, yatırım , üretim kapasitesi ve zenginliği yaratan
şeyin esas itibariyle tüketici alışverişi olduğunu iddia eden Keynesçi
ve post-K eynesçi kuram la iyice pekişti.
172
lanlar tüketicinin ancak küçük özverilerde bulunm asını gerektiriyorsa
hedef olabilirler. Böyle bir politika -cn iyi koşullarda bile yeterince
zor bir politika iken- değiş tokuş sırasında gözden çık ab ilecek şeylerin
nasıl hesaplanacağını gösteren açık bir kuram la desteklenm ezse, siyasî
açıdan neredeyse im kansız hale gelir. Böyle bir kuram , d a h a önce de
söylendiği gibi, bu bölüm de anlatılm aya çalışılan teknik güçlükleri,
çözüm lenebilir, birleştirici niteliği olan basit bir m odel içinde bütün
leştirebilm ek zorundadır.
Şim dilik böyle bir kuram ın ilk belirtilerini bile görem iyoruz.
173
IV
YENİ
BİLGİ TOPLUMU
12
TİCARET - SONRASI
TOPLUMU
Sosyal ağırlık m erkezi bilgi işçisine doğru kaym ıştır. Bütün geliş
miş ülkeler ticaret -sonrası, bilgi toplum lar! haline gelm ektedirler. G e
lişmiş ülkelerde iyi işlere girebilm ek ve m eslek hayatında ilerleyebil
mek. b ir üniversite diplom asına sahip olm ayı giderek daha gerekli
^olmaktadır.
Bu, bir bakım a, alın terim iz ve kas gücüm üzle çalışm a aşam asın
dan, sanayide çalışm a aşam asına, son olarak d a bilgiye dayalı çalışm a
ya geçtiğim iz uzun bir sürecin m antıklı sonucudur. A m a bu gelişm e
geçmişten tam bir kopuş anlam ına da gelm ektedir. Y akın zam anlara
kadar bilgi gerektiren pek az iş vardı. Bilgi, zorunluk olm aktan çok
Süstü. On dokuzuncu yüzyılda A m erika'daki iş dünyasını kuranlar ara
sında yalnızca biri ileri düzeyde sayılabilecek bir eğitim görm üştü:
Büyük banker J.P. M organ. O da üniversiteyi bırakm ış biriydi; m ate
matik okum aya gittiği G öttingen Ü niversitesinden küçük bir bankada
stajyer olarak çalışm ak için ayrılm ıştı. On dokuzuncu yüzyılın önde
gelen başka işadam ları arasında, liseden m ezun olm ak şöyle dursun,
Üseye girenler bile pek yoktu. B ilgiye dayalı işler yirm inci yüzyılda -
hem de hızla- çoğalm aya başladı. A m erika'nın nüfusu 1900'de 75 m il
yonken, bugün 250 m ilyona ulaşarak yirm inci yüzyılda üç kat artm ış
tır. O ysa kolej öğretm enlerinin sayısı bu yüzyılın başında 10.000'in al
andayken -bunların çoğu küçük kilise okullarında öğretm enlik
177
yapıyordu- selesen yıl sonrasında 500.000'in üzerine çık m ıştır. Başka
dallardaki bilgi işçilerinin sayısı da ben zer o ranlarda artm ıştır . Muha-
sobeciler, hekim ler, tıp teknologları, her alanda g örev yapan analistler
y öneticiler, v.b. Ö bür gelişm iş ülkelerde görülen eğilim de Birleşik
D evletlerle yakın b ir paralellik içindedir.
178
• B irleşik D evletlerde bir başka "karşıküllür" d ah a doğm aktadır:
G önüllü "ü cretsiz personel"i ile, kâr am acı gütm eyen, devlete ait o l
mayan kuruluşların oluşturduğu üçüncü sektör.
K ırk yıl önce, İkinci D ünya Savaşı sonrası, ticaret sözcüğü d ünya
nın her yerinde "aydınlar" için hâlâ ağıza alınm ayacak bir sözcüktü.
B irleşik D evletlerde bile, üniversitelerden üstün başarıyla m ezun o lan
lar, ticaret dünyasındaki işlere burun kıvırıp, bu tür işler yerine devlet
•hizmetine ya da öğretm enlik yapm ak için üniversitelere girm eye çalı
şıyorlardı. Şim di ise, büyükanneler erkek torunlarına liseden m ezuni
yet arm ağanı olarak İncil yerine iş dünyasıyla ilgili son çıkm ış en çok
satan kitabı verm ektedirler. E vancelik bir kilisenin rahibi -kendisini ti
caret dünyasının karşısında saysa da- nakit akım ı analizini herhangi
bir m uhasebeci kadar iyi bilm ekle ve kişisel bilgisayarıyla düzenli ola
rak yapm aktadır. "R uhanî girişim cilik"i lıızla büyüyen cem aatinin baş
yöneticisi olarak sürdürebilm ek için, yönetim sem inerlerine katılm ak
tadır. K om ünist Parti liderleri, kâr güdüsü ve piyasa rekabetine övgü
ler y ağdırm aktadırlar ve popüler dergilerin kapaklarını yarı çıplak m o
d eller yerine, kötü am açlı yollarla başarılı şirket ele geçirm e
operasyonları düzenleyip m ilyonlar üzerinde kalem oynatan "yağm a-
rcılar"ın fotoğrafları süslem ektedir.
179
"ticaret hayatı," hâlâ yaygın olarak, kabaran sosyalizm dalgasının her
yerde yutacağı bir anakronizm gibi görülüyordu. O ysa anakronizm du
rum una düşen sosyalizm olm uştur. K apitalizm sosyalizm e giden yolda
geçici bir aşam a olacakken, sosyalizm in kapitalist yol üzerinde ana
yoldan sapan dolam baçlı bir yol olduğu, bugün giderek daha iyi ortaya
çıkm aktadır.
180
pur'da, H ong K ong'da görülm ekte, M ao sonrası Ç in'de de yüzeyin he
men altından seçilebilm ektedir. D cng'in 1985'te Ç in'le ilgili olarak
söylediği "Z enginleşm ek güzel şey," sözü, gelişm iş bir ülkede bundan
yüz elli yıl önce Fransa'nın son Bourbon kralı L ouis-Philippe tarafın
dan söylenm işti. T icaret toplum u. K uzey K aliforniya'ya akan ve ço
cukları d o k to r ve hukukçu olm ak için üniversiteye gitsinler diye, bura
da aileye ait bakkal dükkanları, etnik restoranlar ve çam aşır yıkam a
yerleri açan A syalı göçm enler, Koreliler, T aylandlIlar ve V ietnam lIlar
arasında da serpilip gelişm ektedir. E ğer M ikhail G orbachev, özellikle
"az gelişm iş" bir ülke olan S ovyetler B irliğinde, ekonom iye yeniden
hız ve güç kazandırm a girişim inde başarı sağlarsa, orada d a gerçek bir
ticaret toplum unun doğacağı kesindir.
181
özellikle de işveren durum undaki kuruluşlarda ve bu kuruluşlarca ve-
rilen eğitim in de giderek artm asıyla. G SM H 'dan eğitim e giden oran,
resm î rakam olarak verilen yüzde 10'dan çok d ah a yüksektir. Boş za
m an, sağlık hizm etleri ve eğitim , eşya gerektiren şeylerdir, manevi
şeyler değildirler. Y eni yaratılan boş zam anların düşünsel etkinlik ge
rektirecek uğraşlar için kullanıldığı durum lar pek azdır. Boş saatlerin
televizyon karşısında "D allas" ya da spor olayları izleyerek geçirilme
si daha m uhtem eldir. G ene de, ne boş zam an, ne sağlık hizm etleri, ne
dc eğitim , hiçbir zam an ekonom ik tatm in yolları sayılm am ıştır. Bunlar
"ticaret toplum u"nun değerlerinden bir hayli farklı olan değerleri tem
sil etm ektedirler. E konom ik tatm inin kendi içinde bir am aç olmaktan
çok bir araç olduğu, bu yüzden de ticaretin bir yaşam biçim i olmaktan
çıkarak alet niteliğini aldığı bir toplum a işaret etm ektedirler.
Kapitalistin Gerileyişi
182
K apitalistlerin gücü de ekonom ik önem leri gibi hızla azalm ıştır.
1907 yılında J.P. M organ'ın hisse satın alm a önerisi bir borsa paniğini
önlemeye yetm işti. 1922’de köm ür ve çelik kodam anı H ugo Stinnes
Almanya'yı hiperenflasyona iten politikayı A lm an yönetim ine tek ba
bına kabul ettirdi. B ugün hiçbir işadam ı böyle bir şeyi hayal bile et
mez; gücü olm adığını bilir. G elişm ekle olan ülkelerde kam ulaştırm a
ve borçların zam anında ödenem em esi gibi durum lar, on dokuzuncu
yüzyılın sonlarına ve yirm inci yüzyılın başlarına göre çok daha yaygın
hale gelm iştir. A ncak "gam bot diplom asisi" yoktur artık. A .B.D . yöne
liminin A m erikalılara ait Şili T elefon Şirketinin kam ulaştırılm asını
önlemek am acıyla Şili'deki A ilende rejim ini devirm ek için kom plo
kurduğu görüşü. 1970'li yıllarda sol düşüncenin -A vrupa'da, Birleşik
Devletlerde, özellikle de Latin A m erika’da- tem el koşullarından biri
haline geldi. Şirket sahiden de Başkan N ixon'un m üdahalesini sağla
mak için epey uğraştı -am a en ufak b ir etkisi olm adı bunun. A ilende
yönelimi 1973 yılında askerî bir darbeyle devrildiği zam an da A.B.D.
yönetimi. A m erikan şirketine m alını geri alm ası için yardım cı olmayı
açıkça reddetti.
Çok sayıda bilgi işçisi, belki de bilgi işçilerinin çoğunluğu, gene li- ,
carî kuruluşlarda ve bu tür kuruluşlar adına çalışacaklardır. A ncak on-
.
‘/American Association o f Retired People: Am erikan Em ekliler Demeği (Çevirenin no
tu).
183
ların konum u, dünün patronlarının konum undan da, dünün işçilerinin
konum undan da oldukça farklıdır. Ç alışan lar kesim idirler am a aynı za
m anda em eklilik fonlarındaki paralarla tek gerçek kapitalistler de on-
lardır. B ir "patron"ları vardır, bu yüzden de "ast" durumundadırlar,
A ncak çoğunun astları da vardır ve böylece "patron"durlar. Hâlâ alı
basam akta olanlar, kuşkusuz, er y a da geç, danışm an ya da bölüm şefi
olm ayı um m aktadırlar. Ü stelik onlar uzm andırlar. Ç alıştıkları alan
hayli dar olabilir, am a bu alanda patrondan daha bilgilidirler -vc bu
nun farkındadırlar. K uruluştaki hiyerarşi içinde konum ları ne kadar
aşağıda olursa olsun, kendi alanlarında işverene üstündürler. O halde
bilgi işçisi ast olm aktan çok m eslektaş ve iş arkadaşıdır. Ö yle de yöne
tilmesi gerekir.
Karl M arx'm kavram ış olduğu şeylerden biri, serm ayenin yer de
ğiştirebilm e gücüydü. Serm aye, bu yönüyle toprak ve em ek gibi öbür
"üretim faktörleri"nden ayrılır. K endine en çok paranın ödendiği yere
gidebilir. Bilgi de artık gelişm iş bir ekonom inin gerçek serm ayesi ha
line gelm iş durum dadır. Bilgi işçileri, pek ileri düzeyde olm asa bile,
sahip oldukları bilginin kendilerine bir başka işe geçm e özgürlüğü
verdiğini bilm ektedirler. A m erikan iş hayatında ço k geniş boyutlu ye
ni düzenlem eler yapıldığı 1980'li yıllarda işinden olan ço k sayıda yö
netici ve profesyonel -hatta yaşlı olanları bile- yeni işler bulabilecekle
rini ve çoğu zam an bu yeni işlerin kaybettikleri işlerden daha iyi
olduğunu gördüler. Bilgileri onlara özgürlük verm işti. Bu, Ameri
ka'daki -özellikle de genç- bilgi elem anlarının öğrendikleri vc hiçbir
zam an unutm ayacakları bir şey oldu. B unların hepsi -jeologu, mate
m atikçisi, endüstri m ühendisi, bilgisayar program cısı, kelim e işlemci
sinin başında çalışan sekreteri, m uhasebecisi, hem şiresi, satış clemanı-
tek bir işverene bağım lı olm adıkiannı artık bilm ektedirler. H emen her
kuruluşun şu ya da bu biçim de onlara ihtiyacı vardır. H erkesin bilgisi'
ne uygun çok sayıda uygulam a alanları bulunm aktadır.
G ittikçe daha çok görülen odur ki, bilgi işçilerinin bir değil-
m eslek hayatı olm aktadır. Bir çelik fabrikasının işçileri otuz vıl ağ'r
beden işçiliği yaptıktan sonra em ekli olm aya hazırdırlar. G örev başu*'
da otuz yıl geçiren bilgi işçileri ise, fiziksel ve zihinsel yönden, hâlâ
184
dinçtirler; ancak artık sıkılm ışlardır. Ç oğu varabilecekleri son noktaya
goklan gelm işlerdir; em ekli m aaşları kazanılm ış bir haktır ve altm ış
beş yaşın a geldiklerinde onları beklem ektedir; çocuklar büyüm üş,
evin ipotek borcu ödenm iştir. Y eni bir m eslek hayatı için hazırdırlar
ve resm en erken em ekli olabilirler. İkinci bir ücretli işe girm eyebilir
ler am a -özellikle B irleşik D evletlerde- kâr am acı olm ayan bir kuru
luşta gönüllü olarak çalışırlar. K im ileri yaptığı işi değiştirir. D aha bü
yük çoğunluk ise, aynı işi farklı bir ortam da yapm aya devam eder;
sözgelim i küçük bir şirkette kontrolör olan m uhasebeci, bu işten yerel
hastanede kontrolörlüğe ya da kendi yöresindeki kilisenin iş yönetici
liğine geçebilir. Bu kim selerin hepsi için çalıştıkları kuruluş en önem li
şey değildir; bilgileri, sanalları en önem li şeydir. İşverenlerinin ticarî
bir işletm e olm ası onlar için pek fazla önem taşım az. Bir iki yıl içinde,
bir hastanede ya da yerel bir devlet dairesinde veya bir danışm anlık
firm asında çalışıyor olabilirler -ya da bir başka, farklı ticarî işletm ede,
îstcr yönetici, ister petrol m ühendisi olsunlar; ister röntgen teknisyeni,
ister vergi analisti olarak çalışsınlar, yaptıkları işte onlar için en önem
li olan şey, bilgi alanlarıdır. Böylece işyeri, yalnızca insanın çalıştığı
yer olm aktadır. Şu sözü sık sık duyuyorum ; "B ir ticarî işletm ede çalı
şıyorum am a işadam ı değilim ; piyasa araştırm acısıyım .”
185
olarak kalırdı. G enç bir kadın, çeyizi yoksa, ev hizm etine girerdi. On
dokuzuncu yüzyılda ticaretin yarattığı işler kurtarıcı oldu. Theodore
D reiser'in -yüzyıl başındaki A m erikan loplum unun en güçlü tablosunu
çizen- K ızkardeşim C arrie (1900) rom anında belki de henüz on altısı
na gelm em iş olan genç kız, acım asız iş m erkezî C hicago'da, üst katlar
daki bir giysi atölyesinde dikiş m akinesi b aşın d a çalışan bir işçi ya da
satıcı kız olarak kendisini nelerin beklediği konusu n d a hiç yanılmaz.
A m a bu işler, onun için doğup büyüdüğü, o n ca em eğe karşı son dere
ce az ürün veren ortabatı çiftliğinin um utsuzluğundan, ağır ve sıkıcı
işlerinden ve bunaltıcı yoksulluğundan k açm ak için tek fırsattı. Fabri
kada çalışm ak, yirm i yıl sonrasında da. D reiser'in bir başka kadın kah
ram anı, B ir A m erikan Trajedisi' nin (1925) k ara bahtlı R oberta’sı için
gene çiftliğin bunaltıcı, korkunç yoksulluğundan kaçm anın tek yoluy
du.
186
(cer, F ran sız soylusu ve din adam larının- iş hayatı ve ticarete karşı d i
lenm eleri ve bunları küçük görm eleri, her şeyden çok,, ticaret hayatı
nın "alt ıabakalar"a m ensu p pek çok kim seye sosyal duru m ların ı d e
ğiştirme im kanı verm esi yüzünden öfke ve korku duym alarından
kaynaklanıyordu; bu kim seler durum larını d eğ iştirin ce, hem en top
lumda ait oldukları "ycr"i unutuveriyorlardı.
187
ed e ce k tir. A m a bu tü r işler yü zyıl ö ncek i im k an ları artık ifade etme
m e k ted irle r; ç ık m a z so k a k h alin e g elm iştir bu tü r işler. B ugün ne
G o ttlieb D aim lerin , n e H en ry F ord'u n b ir m ü h en d islik d iplom ası, ya
d a b ir M B A ’sı* o lm ad an y ü k selm e şansı o lm azd ı. B ugün h içb ir saygın
finans Firm asının "ü n iv ersite te rk ” J.P. M o rgan'ı işe alm ası sö z konusu
olm azdı. A kadem ik açıd an y eterlik b elg eleri o lm ay an lara açık işler,
bu tü r kîTnsclere yü zy ıl ö n ce de açık olan işlerle ay n ıd ır. B u işler şim
di çok d ah a fazla p ara g etirm ek te d ir ve çalışm a v e y aşam a koşulları
açısın d an o za m an ın ay rıcalık lı in san ların ın çalışm a ve y aşam a koşul
ların d an bile ço k d a h a ü stü nd ürler. A m a şim d ilerd e hö y le insanlar
"k ay b ed en ler," a k ılla n , h ırsları ve sebatları o lm ay an insanlardır. "Ka
zananlar," yani bilgi işçileri ise, ticaret hayatı ellerin d ek i seçenekler
den y aln ızc a biri o ld u ğ u için kazanırlar. K azan an d ırlar, çü n k ü seçebil
m ektedirler.
B ilgi işçileri o ld u k ları için dir ki, tek b ir işv eren e y a d a işveren du
rum und aki h erhangi b ir k u ru lu şa bağlı d eğ illerd ir. B ilg isay ar uzman
ları için büyük bir m ağ azad a, b ir ü niversited e, h astan ed e, devlet daire
sinde ya d a b ir b o rsa acen tası ad ın a çalışm ışlar, fark etm ez. O n lar için
önem taşıyan şe y ler -aldık ları para d ışın d a- d o n an ım ın "en son tekno
lojiye uygun" olm ası ve verilen görevin becerilerin i o rtay a dökm eleri
ni g ere k tirecek b iç im d e onları zorlam asıdır.}A ynı şey, m aliye analisti
ve Fizyoterapist; personel m üdürü ve m etalürji uzm anı; satış elemanı.
graFıker ve y erel san at galerisinin yönetici yardım cısı için de geçerli-
dir. B u k im sele r iş dün yasının karşısın d a olan kim seler değildir; aslın
da bu terim in o n la r için pek bir anlam ı yoktur. H atta ticaret dünyasını
"sevebilir," yönetim k on u su n d a çalışab ilir ve b ir ticarî işletm enin on
ları dü şü n sel yön d en zorlayıcı yanların d an çok hoşlanabilirler. Aıııa
ilk soracakları sorunun "Bu, şirket için, y a da hastane için veya ınüzc
için yararlı m ıd ır?” sorusu olm ası beklenem ez. Şu soruyu so rm alar
d ah a m uhtem eldir: "P rofesy on elce olu r m u?" K uşkusuz, m esleğin on
ları çalıştıran kurum un m isyonuna, ihtiyaçlarına ve gereklerine uyar
lanm asının zorunlu olduğunu bilir ve bunu g enellikle kabul ederlcı
A m a bu, giderek d ah a büyük bir oranda, ilk dü şü n ce olm aktan çok.
188
ikinci d üşünce haline gelm ektedir; aslında özellikle büyük ticarî işlet-
■jelerdeki bilgi işçilerinin pek çoğu bunu "benim işim ” gibi görm ek
ten ço k "üst yönetim kadem elerinin işi" olarak görm ektedir. H atta bü
yük kiliselerde bile "profesyoneller" -m üzik yönetm eni olsun,
gençlerle ya da genç evlilerle ilgilenen "hizm et birim leri"nin başkan
lar! olsun- kendilerini önce m üzisyen, gençlik görevlisi y a da evlilik
jganışmanı ve ancak ikinci olarak rahip gibi görm ektedirler. Bu doğru
•ve uygun, ya da en azından kaçınılm az bir şeydir.fB ilgi işçileri m es
leklerini ciddiye alm azlarsa iyi hizm et verem ezler.
O halde bilgi işçisinin değer sistem i içinde ticarî değ erler ikinci
plandadır ve halta perform ansa engelm iş gibi bile görünebilirler. Ç a
lıştıkları kuruluşta çoğunluğu oluşturm asalar da. norm ları ve standart
ları koyanlar, giderek daha büyük oranda, bilgi işçileri olm aktadır,
İSerçcktcn de her gelişm iş ülkenin önünde duran zor işlerden biri -bu,
Birleşik D evletlerde şim diden oldukça önem li bir konu haline gelm iş
tir- her gelişm iş ülkeye rekabet edebilir halde kalabilm esi için gerekli
Öİan ekonom ik perform ansa bağlılığın sürdürülm esi konusudur. Bilgi
işçisinin profesyonel değerleri ile ekonom ideki ve tek tek işletm eler
d e k i verim lilik ve kârlılık gibi geleneksel ticarî değerleri nasıl denge
le y ec eğ iz ?
189
13
İKİ KARŞIKÜLTÜR
191
İlk S osyalistler sanayi işçisini yeni bir olgu olarak teşhis ellikleri
zam an, proleteryanm yükselişiyle ilgili olarak yapılan tahm inler -K a r i
M arx ve Friedrich E nşels'in Kom ünist M a n ifesto la rı en ünlüleri u|.
inakla birlikte, bunlardan yalpızca biridir -g en e de, bir tanı olmaktan
çok, kehanet n iteliğindeyd\ 1925'c gelindiğinde, m avi önlüklü işçiler,
erkek ya da kadın olsun, tek başlarına en büyük uğraş grubunu oluştu
ruyorlardı. Yirmi beş yıl sonra, 1950'li yıllarda, bu işçiler ve sendika
ları, K om ünist olm ayan her gelişm iş iilkcdc egem en siyasî güç haline
gelm işti. A ncak 1970'li yılların başlarında, sanayi işçileri hızla gerile
m eye başladılar; önce işgücü içindeki o ran lan , sonra sayıları ve niha
yet, siyasî güç ve nüfuzlan açısından. G erileyışleri yükselişlerinden
bile daha hızlı olm uştur. 2010 yılına gelindiğinde -bundan bir yirmi
yıl sonrası- bu işçilerin K om ünist olm ayan gelişm iş ülkelerdeki sayıla
rı çiftçilerin şim di bulundukları noktaya, yani işgücünün yüzde 5-1 Ou
arasında bir yerlere kadar inecektir, (işçilerin kendi kuruluşları olan
sendikanın ayakta kalıp kalam ayacağı tanı bir belirsizlik içindedir;
sendikanın geleneksel rolü ve biçim iyle ayakta kalam ayacağı ise ke
sindir.
Çelişkili gibi görünse de, sanayi işçilerinin büyük bir hızla gerçek
leşen yükselişlerinin ardında yatan elken, onların sonuçtaki düşüşleri
ne yol açan etkenle aynıdır; Bilgi. M arx da dahil olm ak üzere, on do
kuzuncu yüzyılın bütün iktisatçıları, işçilerin ancak daha sıkı ve daha
uzun saatler boyu çalışırlarsa daha çok üretebileceklerini doğru diye
bellem işlerdir. F rederick W. T aylor adlı A m erikalı bir m ühendis daha
önce hiç kim senin aklına bile gelm eyen bir şey yaptı: Beden işçiliğim,
araştırm aya ve analize değer b ir şey olarak ele aldı. T aylor, verim artı
şı için asıl potansiyelin "daha akıllıca" çalışm akta yattığını gösterdi.
M arx'i ve M arksizm i yenen T aylor oldu. T aylor'ın P rinciples o f Scien
tific M anegem ent (1 9 1 1) adlı kitabı, verim i m uazzam ölçülerde artır
m akla kalm adı. B ir yandan işçi ücretlerini artırırken, bir yandan da
ürünün fiyatını düşürüp, bu yolla ürün için olan talebin artırılm asını da
m üm kün hale getirdi. (A slında Taylor, fabrika sahiplerinin önce işçile
rin ücretlerini, zam an zam an eski ücretin üç kalına ulaşan önem li ölçü
lerde yükseltm ediği fabrikaları m üşteri olarak kabul etm edi:) Taylor
olm asa, sanayi işçilerinin sayısı gene hızla artardı am a bunlar Marx'm
192
jgjmüıülen proleterleri olurlardı. Bunun yerine, fabrikalara giren mavi
önlüklü işçi sayısı arttıkça işçiler gelirleri ve yaşam düzeyleriyle daha
çok "orta s ı n ı f ve "burjuva" oldular. S onra da M arxçı devrim ciler ol
mak yerine yaşam a biçim leri ve değerleriyle daha da tutucu kim seler
jıaline geldiler.
193
kendileri de dezavantajlı bir grubun m ensubu olan kim seler bile, eği
tim düzeyleri daha düşük olanları, gittikçe daha çok. başarısız, toplu m
dışı kalmış kişiler gözüyle, bir bakım a "eksik," ikinci sın ıf yurttaşlar,
"sorun" oluşturan ve sonuç olarak kendilerinden aşağı düzeyde olan
kişiler gibi göreceklerdir. Sorun para değildir. S a ygınlık sorunudur.
194
On d o k u /u n c u yüzyılda, kapitalistler kapitalizm in ilk ve en çok
sevdiği çocuklarıdır diye bir inanç vardı. Çoğu kim se hâlâ inanır buna.
Ama iktisatçılar bunun doğru olm adığını uzun bir süredir bilm ektedir
ler. K apitalistler, kapitalizm den çok önce geldiler. Sanayi ekonom isi
nin asıl çocukları sanayi işçileriydi. Sanayi işçileri m odern ekonom i
nin en sevdiği çocukları ve ondan yararlanan başlıca kişiler
olmuşlardır. M odern ekonom i, sanayi işçilerini, daha önceki em ekçi
lerden çok daha az ve çok daha kısa sürelerle çalışırken, daha büyük
beceri y a da daha çok bilgiye ihtiyaç olm adan, gelir, sosyal statü ve si
yasî güç açısından "orta s ın ıf' haline getirdi. Şim di de "öbür yarı" du
rumuna düşm ektedirler -am a toplum onların üvey evlat haline gelm e
lerini göze alam az.
195
üyelerinden bile m uazzam bir destek gördü. Japonya'da, en güçlü, en
m ilitan sendika bile Japon Ulusal D em iryollarının özelleştirilmesini
engelleyem em iş, sonuç olarak da, param parça olm uştur. Sendikalar
daki üye sayısı ve sendikaların gücü İtalya ve F ransa'da hızla gerile
m ekte, aynı şeyin Batı A lm anya'da da başladığı görülm ekledir.
196
S e n d ik a l a r İç in S e ç im Y o lla rı
İşçi sendikası üç yönden birine gidebilir. H içbir şey yapm azsa yok
o la b ili r -lıatla özgür, dem okratik bir toplum da hile. Y a da öyle ufalabi
lir ki, gereksiz bir kuruluş durum una düşer. İngiliz, İtalyan ve Fransız
sendikaları, ayrıca Birleşik D evletlerdeki pek çok sendika bu yöne gi-
Jiyor gibi görünm ektedir.
İkinci bir seçim yolu ise, devletin zorunlu sendika üyeliği ve sendi
kaya şirket yönetim i karşısında veto yetkisi veren "ko-determ inasyon"
gibi güçlü konum lar kazandıracak esaslar getirm esini sağlayarak, siya
sî güç yapısına egem en olm a yoluyla, sendikanın kendi varlığını sür
dürmeye çalışm asıdır. Bu akılcı bir yol gibi gelebilir; A lm anya, H ol
landa ve İskandinavya'daki sendikalar bu yolu seçm iş gibi
görünmektedirler. D üşünülürse, 1400 yılında tüm sosyal işlevlerini
kaybetmiş olm alarına rağm en, feodal şövalyeler ve torunları d a güç ve
ayrıcalıklarını beş yüzyıl bu yolla sürdürdüler. A m a o zam anlar silah
lar feodal şövalyelerin tekelindeydi ve bu sayede ezici bir askeri güce
sahiptiler. Bu gücün günüm üz toplum undaki karşılığı ezici oy gücü
Olabilir - ve işçi sendikası bunu zam anla kaybetm iştir.
197
Sendika için böyle bir rol ütopik bir düşünceym iş gibi gelebil
am a bu tür bir rol, Japonya'daki işçi sendikalarının işlevine çok yakı
dır -tabiî, bu, Japon işverenin "öm ür boyu istihdam "la gelen iş güve
cesi taahhüdü sayesinde müm kün olm aktadır. Şaşırtıcı olm akla birli
te, hâlâ A m erikan sanayim deki en m ilitan sendikalardan biri ol;
Birleşik O tom obil İşçileri Sendikası (U A W ) -yavaş yavaş ve kem
içinden gelen şiddetli direnm eye karşı- bu tür radikal bir anlayışla, pı
lilikalarını, davranış biçimini ve konum unu yeniden belirlem e yünüı
de harekete geçm iştir. Bugün hem G eneral M otors’da, hem Ford'dı
A m erikan sanayiinde m aliyetlerin yüksek ve kalitenin düşük olmasır
daki ana nedenlerden biri olan sendika çalışm a kurallarını azaltmak v
verim lilikle kaliteyi artırm ak için yönetim ve sendikanın ortak katılım
Iarıyla kurulm uş kom iteler vardır. K uşkusuz bu, şirketlerin sendik
üyelerine iş güvencesi sözü verm eleriyle oldu. Japon otom obil imalat
çıları da -Toyota, N issan, H onda, M azda- A m erik a B irleşik Devletle
rinde ya hiç sendikası bulunm ayan y a d a iş kısıtlam aları ve çalışnu
kuralları olm adan sendika sözleşm eleri yapan fabrikalar kurm am ış ol
saydı, böyle bir şey hiç gerçeklcşm ezdi. O nun için U A W 'nun pek faz
la seçm e şansı yoktu -ve GM ile Ford'un işleri bir iki yıl iyi giderse,
U A W buna kapılarak, pekala eski yararsız politikalarına dönebilir.
A m erika'daki bir başka sendika daha rolü ve işlevi üzerinde yeniden
düşünm ektedir. B irleşik D evletlerdeki okulların yerel yönetim kurul
ları, öğretm en m aaşlarında "insafsız” artışlar talep eden ve okulların
öğretm enlerin denetim i altına girm esini isteyen A m erikan Öğretmen
ler F ederasyonundan korkm akta ve bu kuruluştan hoşlanmamaktadır-
lar. A m a bu m ilitan sendika, aynı zam anda çocukların öğrenm e per
form ansından öğretm enlerin sorum lu tutulm alarını, buna göre maaş
alm alarını ve iş yapm ayan öğretm enlerin görevde kalm a teminatıyla
korum ak yerine, işten çıkarılm alarını da talep etm ektedir.
198
Üçüncü Sektör Yoluyla Gerçekleşen Y urttaşlık Örneği
Bilgi toplum undaki "öbür yan "n ın karşıkültürü, sosyal statü ve ya
şam biçim leriyle ilgili bir karşıküitürdür. D iğer -ve şim dilik sırf A m e
rika'ya özgü olan- karşıkültür ise, değerlerle ilgilidir. Ü çüncü sektör
Jiye bilinen kesim in ticarî niteliği bulunm ayan, devlete ait olmayan,
"insanı değiştirm eye yönelik", kâr am açsız kuruluşlarının karşıkültü-
nidür bu.
A .B .D . toplum u, aynı zam anda kâr am acı gütm eyen ancak devlete
de ait olm ayan binlerce kuruluşun oluşturduğu üçüncü sektöründeki
Sürekli gelişm e açısından da, öbür ülkelerden -gelişm iş ya d a geliş
m ekte olan, serbest piyasa yanlısı ya da sosyalist olsun- farklı ve ayrı
bir konum a gelm iştir. Bu kuruluşlar arasında A m erikan hastanelerinin
'Çoğunluğu, okulların çok büyük bir bölüm ü ve yüzde olarak kolejlerle
üniversitelerin daha d a geniş bir kesim i yer alm aktadır. A ralarında
(Uluslararası hayır kurum lan ve ülke çapındaki binlerce yerel şubesi ve
bir m ilyon gönüllüsü ile A m erikan Kızıl Haçı gibi çok büyük yerli ha
yır k u ru m lan vardır. Y alnızca yerel niteliği olan çok sayıda yardım
kurum u vardır: sözgelim i A m erika'nın her kent ve ilçesindeki yerel
[yardım k u ru lu şlan n a destek veren yıllık yardım toplam a kam panyaları
ya d a gönüllü elem anlarının hasta ve yaşlılara sıcak yem ek götürdük
leri binlerce "gezici aşevleri." A m erican H eart A ssociation, A m erican
199
Lung A ssociation. A m erican M ental H ealth A ssociation* gibi ulusal
sağlık hizm etleri gruplan vardır. A yrıca ço k sayıda toplum hizmetleri
grupları da vardır: Salvation A nııy, K ız jzcöler Ö rgütü ( günüm üzde i|.
kokul çağındaki her dört A m erikalı kız çocuğundan biri bu örgüte
kaydolm aktadır). E rkek İzciler Ö rgiiıü, ya da A m erikan kentlerindeki
siyahlara yararlı toplum hizm etleri veren U rban L eague. Amerika'da
üye sayısı on binin üzerinde olan kiliselerden, y in n i beş üyesi bulunan
küçük özel dinsel gruplara kadar büyük bir çeşitlilik gösteren kiliseler
vardır. Ve. sayılam ayacak kadar çeşitleri olan kültür etkinliklerine yö
nelik kuruluşlar vardır -sözgelim i, yüzlerce senfoni orkestrası ve sayı
sız. müze. Bu kuruluşların paralan, esas olarak vergilerden çok alınan
ücretlerden ve gönüllü bağışlardan gelir. B ağım sızdırlar ve kendi gö
nüllü kurullarınca yönetilirler. A ncak, B irleşik D evletlerde vergilerle
desteklenen ve devletçe gerçekleştirilen pek çok etkinlik de. üçüncü
sektör kuruluşları gibi yürütülm ektedir; sözgelim i, parasız resm î okul
lar , ya da eyalet üniversiteleri ve çeşitli topluluklarca işletilen kolej
ler. A vrupa'da ya da Japonya'da bu tür kuruluşlar çoğunlukla merkezî
bir yönelim tarafından denetlenm ekte ve işletilm ekledir. Birleşik Dev
letlerde ise, paraları devletçe ve vergiler yoluyla karşılandığı halde,
yönetim leri özerktir. Kendi bütçeleri vardır ve yerel olarak seçilmiş
bir kurulca seçilen yöneticiler tarafından yürütülürler.
* Sırasıyla. Amerikan Kalp Dem eği. Amerikan Cigeı Derneği ve Amerikan Rulı Sağlı#1
Demeği (Çevirenin notu).
' ’ Non-konformist : Anglikan Kilisesine luığlı olm ayan (Çevirenin ııolu).
200
Ü çüncü sektör ülkenin İlilen en büyük işvereni durum undadır: an
cak ne bu sek tör içindeki işgücü ne de bunların gerçekleştirdiği verim,
istatistiklerde görünm em ekledir. H er ergin iki A m erikalıdan birinin -
bu toplam olarak 90 m ilyon kişi etm ektedir- üçüncü sektörde gönüllü
Jlarak çalıştığı tahm in ediliyor; çoğu da bunu ücret karşılığında çalış-
ükları bir işe ek olarak yapm aktadır. Bu gönüllü kim selerin yaptıkları
gplışma. tam giin çalışm ayla 7.5 m ilyon iş yılına karşılık gelm ektedir.
K endilerine para ödense, yılda 150 m ilyar dolar eder; am a tabiî öden
m em ektedir. Ü çüncü sektörün varlığı. A m erika Birleşik Devletlerinde
gergilerin neden A vrupa'dakine göre daha düşük olduğunu da açıkla
maktadır. B irleşik D evletlerde kam uya ve topluluğa yönelik am açlar
için yapılan harcam aların m iktarı gerçekten d e epeyce daha yüksektir;
ancak bunun oldukça büyük, G SM H 'nm yüzde I5'ine ulaşan bir oranı,
»ergiler kanalıyla gelm em ekledir. Bu m iktar, verilen ücretler biçim in
de, sigorta prim leri biçim inde, yardım am açlı katkılar biçim inde, üc-
retsiz çalışm a biçim inde, devlete ait olm ayan üçüncü sektör kuruluşla
rına doğrudan gider.
ı
ÎYMCA : Young Men's Christian Associmioıı. genç erkeklere Hıristiyanlığın alılak do-
K erlerini aşılam a amacını güden bir kuruluş (Çevirenin nolu).
r United Wav : Çeşitli vardım kurum lanın şemsiyesi alım da toplayan kuruluş (Çevire
nin nolu).
201
Bu kuruluşlar, günüm üzde, giderek "üçüncü sektör" yerine "ba
ğım sız sekıör"den söz eder olm uşlardır. A ncak bu terim bile bu kuru
luşların gerçekleştirdikleri işlevin ne olduğu sorusunu cevaplandıra-
m am akladır. En yaygın olarak kullanılan tanım bunların ne "devlete
ait" ne de "ticarî" olm adıkları yolundadır. A ncak yanıltıcıdır bu. Belli
bir hastanenin "kâr am açsız" ve tüm üyle yerel nitelikli, pek çok Kato
lik ve L utherean hastane gibi kâr am acı olm ayan bir zincirin birimi mi
olduğu, yoksa, H ospital Corporation of A m erica ya d a H um ana gibi ti
carî bir kuruluşun birim i mi olduğu, ancak vergi tahsildarı için fark
eder. H astanenin işleyişi, davranış biçim leri, etkinlikleri ve değerleri
açısından birini öbüründen ayırt etm eye yarayan hiçbir şey yoktur.
B öyle bir hastanede hizm et verenler işverenlerinin kâr am açsız mı. kâr
am açlı mı olduğunu çoğu kez bilm ezler. V e belli bir kolej ya da üni
versitenin ”özel"m i, "eyalete ait"m i olduğu, çoğu zam an ne öğretim
üyesinin um urundadır, ne de öğrencinin.
K âr am açsız, ticarî olm ayan, devlete ait olm ayan derken hep olum
suz ifadeler kullanıyoruz. A m a insan bir şeyi, o şeyin ne olmadığını
söyleyerek tam m layam az. O halde nedir bu kuruluşların yaptığı? Or
tak noktaları -yakın zam anlarda anlaşılan bir şeydir bu- amaçlarının
insanları değiştirm ek olm asıdır. H astanenin ürünü iyileşm iş bir hasta
dır. K ilisenin ürünü değişm iş bjr yaşam biçim idir. Salvation Army'nin
ürünü -ırk ve din farkı gözetm eden yoksulların en yoksuluna ulaşan
tek kuruluştur bu- evsiz barksız, sahipsiz bir insandan yaratılan yurt
taştır. K ız İzciler Ö rgütünün ürünü, değerleri, becerileri ve kendine
saygısı olan olgun bir genç kadındır. Kızıl H açın barış dönemindeki
am acı, doğal felakete uğrayan bir topluluğa kendi kendisine bakma
gücünü yeniden kazandırm ak, insanlarına bilgi-beceri sağlam aktır
A m erican H eart A ssociation'ın ürünü, kendi sağlıklarıyla ilgilenen
ve yaşam biçim leriyle, yedikleriyle, sigara içm eyişleriylc, içtikleri iç
kiyi kısm alarıyla, idm anla v.b. hastalık önleyici kalp bakım ı uygula
yan o n a yaşlı kim selerdir.
202
gerçekleştirilm ektedir. Birleşik D evletleri farklı kılan, bu işlevlerin ye
rci topluluk içinde ve'yerel topluluk tarafından, büyük bir çoğunlukla
da, özerk, kendi kendini yöneten, yerel kuruluşlarca gerçekleştiril me-
siöir.
İşte rasgele seçilm iş bir iki örnek: Son on yıl içinde A m erika'daki
pek çok hastanenin gelirlerinde büyük düşm eler olm uşken, bir kiliseye
bağlı olarak çalışan ve pek çok hastane ile pek çok bakım evine sahip
bir sağlık hizm etleri zinciri, kendi gelirini üçle bir oranında artırm ıştır.
£ o ğ u hastane açık verirken, bu sağlık hizm etleri zinciri gelir ve gider
lerini eşilleycbilm ektcdir. Aynı zam anda bu zincir içindeki hastanele
rin perform ansı, hem tıbbî hizm et, hem hasta bakım ı yönünden sürekli
ikileşm ekledir. D ünyanın en büyük kadın örgütü olan A .B.D . Kız İzci
leri. 1978-1988 yılları arasında okul çağındaki kız çocuklarının sayı
cında beşte bir oranında bir düşm e m eydana geldiği halde, üye sayısını
3-5 m ilyon olarak korum ayı başarm ış, böylece, piyasaya giriş gücünü
önemli ölçüde artırm ıştır. Florida eyaletinde ilk kez hapse mahkum
ölanlar -her zam an için bu durum da 25.000 dolayında insan vardır
artık Salvation A rm y'nin gözetim inde şartlı tahliye edilm ektedirler.
«Soğu iki üç kez tutuklanm ış yoksul siyahlar ya da İspanyol asıllılar
dan oluşan bu m ahkum lar tehlikeye çok açık kişilerdir. Fiilen lıapisha-
îeye konsalar, her dört m ahkum dan üçü suç işlem eyi alışkanlık haline
Belirecektir. O ysa Salvation A rm y şartlı tahliye olunan her dört kişi
den üçünü yeniden norm al hayata kazandırm aktadır.
203
"cvancelik", ya da "köktendinci" olsun, her m ezheple kilise üyeleri ve
kiliseye gidenlerin sayısında oldukça büyük d üşüşler m eydana gelmiş,
lir. A ncak üyelerine verilecek hizmet, üyelerinin ihtiyaçları, sorunları,
aileleri üzerinde önem le duran -Protestan ve K atolik, "orta y o l'cu ve
"evancclik"- kiliselerin üye sayısı ve bu kiliselere devam edenler hızla
artm aktadır. Ü ye sayısı iki bin ya da biraz daha fazla olan bu tür kili
seler 1970 dolaylarında beş binin üzerinde değildi. Seksenli yıllann
sonunda sayıları dört katma, yirm i bine çıkm ıştı. Y alnızca bu tür kili
selerin çalıştırdığı ücretsiz personel sayısı herhalde bir m ilyonu aş
maktadır.
A .B.D. Kız İzcileri Ö rgütü ise, dem ografide m eydana gelen değiş
meyi kendisi için bir fırsat olarak değerlendirdi. Program larını ve et
kinliklerini artık işgücü içindeki yerini alm ış olan çocuklu evli kadına
göre uyarladı. A m erika'daki kız çocuklarının m eslek konusundaki is
teklerinin hızla değiştiğini görerek, bu değişiklikleri fırsatlara dönüş
türdü. A zınlıklar arasından, siyahlardan, İspanyol kökenlilerden. A>-
204
yalılardan cesaret ve etkinlikle üye kaydederek, hem azınlık grupları
gocuklarına, hem de onların annelerine, o zam ana kadar beyazlara, or-
la sınıfa özgü olan bir etkinliğe katılm a imkanı sundu. O n beş yıl önce
Kız İzciler büyük bir ağırlıkla beyaz ırktandılar. 1987'ye gelindiğinde
ise. Kız İzcilere kaydolan ilkokul yaşındaki siyah kız çocuklarının ora
nı beyaz kız çocuklarınkine denk olm uştu.
205
Kız İzcilerin bütün yaptığı dem ografiye bakm aktı. Salvation Arm y dü
zenli bırakm a uygulam ası yaptı. Pastoral k iliseler pazarlam a konusun
daki her yazılı m etnin öğütlediği şeyi yaptılar: M üşterileri olm ası ge
reken am a olm ayan kim seleri araştırdılar.
206
rak çalışan yüz altm ış personeli vardır. C em aate yeni katılan üyeler
den bir iki ay sonra "ücretsiz elem an" olm aları istenm ekte bunlar dik
katle eğitilm ekte ve kendilerine perform ans am açları belirlenm iş özel
görevler verilm ektedir. Perform ansları düzenli bir biçim de gözden ge
çirilir. G önüllü bir kim se e ğ e r beklenen yüksek perform ans düzeyini
|titturam am ışsa. ya daha az çaba gerektiren bir başka göreve kaydırılır
ya da istifa etm esi beklenir. Salvation A rm y, F lorida'da kendi gözeti
minde şartlı olarak tahliye edilm iş 25.000 kişiyi sıkı bir denetim altın
da tutm aktadır. O ysa bu işle görevlendirilm iş yüz altm ış elem an var
dır; bunlar gönüllüleri denetleyip, eğitirler ve işlerin sarpa sardığı
b u ru m la rd a gerekeni yaparlar. A sıl işi iki y ü z clli-üç y ü z dolayındaki
^ücretsiz elem anlar yürütm ektedir. Piyasada bir daralm a olduğu sırada
Kız İzciler Ö rgütünün üye sayısını olduğu gibi koruyabilm esi, gönüllü
sayısında m eydana gelen epey büyük bir artış sayesinde olm uştur. Sa
yı 600.000'dcn 730.000'e çıkm ıştır. Y eni gönüllülerin çoğu - en azın
dan şim dilik- kendi çocuğu olm ayan, am a hafta içinde ve hafta sonla
rında bir iki akşam yalnızca kadınların bulunduğu bir ortam da ve
gocuklarla bir arada olm a ihtiyacını duyan, m eslek sahibi genç kadın
lardır. O nları buraya çeken şey, sırf yaptıkları işin profesyonelce ol-
toıasıdır; h aftada birkaç sa at eğitim görm eleri, ya d a yeni gelenleri
eğitm eleri istenir. A slında, üçüncü sektör kuruluşları içinde daha önce
ücretli elem anlar tarafından yapılan işler, giderek artan bir oranda, üc-
ietsiz elem anlar tarafından üstlenm ektedir.
207
üç saal ayırm aları istenm ekledir. K ilise dışından gelen herkesin per
form ansı, belirlenm iş perform ans hedefleriyle ölçülerek yılda iki ke;
değerlendirilir. Ü cretsiz çalışan elem anlardan biri, "A cem i deniz erle-
rinin eğitim kam plarından beter," diyor. G ene de gönüllü olabilecek
dürüm dakiler uzun bir beklem e listesi oluşturm aktadırlar.
208
B undan daha önem li olabilecek bir şey de, üçüncü sektör kuruluş
larının gönüllüler için yurttaş olm a niteliğini anlam lı bir biçim de ger
çekleştirebildikleri bir alan yaratm a rolleridir. Ü lke yönelim i, boyutla
rı ve karm aşıklığı ile doğrudan katılım ı artık neredeyse im kansız hale
getirdiğine göre, gönüllülerine, bireyin bir etki yaratabileceği, bir so
rumluluğu yerine getirebileceği ve karar alabileceği kişisel bir başarı
alanı sunan da üçüncü sektörün insanları değiştiren kuruluşları olm ak
tadır. İş dünyasındaki yöneticilerin, özellikle de orta yönetim kadem e
lerinde yer alan kim selerin kâr am açsız kuruluşlarda yönelim kurulu
üyeleri olarak karar alm ayı gerektiren konum larda çalışm aları, onlar
dan. giderek daha çok beklenen bir şeydir. Bireyler, ortayolcu bir top
lumun siy asî kültürü içinde, ne kadar eğitim li, ne kadar başarılı, ne ka
dar becerikli, ya da ne kadar varlıklı olurlarsa olsunlar, yalnızca oy
p u llanabilir ve vergi verebilirler. Y alnızca tepki gösterir, yalnızca
edilgen olabilirler. Ü çüncü sektörün karşıkültüründe ise etkin yurttaş
lardır onlar. Bu, üçüncü sektörün en önem li katkısı olabilir. Şim dilik
dc tüm üyle A m erika’ya özgü bir başarıdır.
210
14
ENFORMASYONA DAYALI
KURULUŞLAR
■B undan yirm i yıl sonra, büyük bir ticarî işletm e ya da devlet kuru
nu gibi tipik büyük kuruluşlarda, bugünkü örneklerde bulunanların
ıncak yarısı kadar yönetim kadem esi, üçte birini aşm ayacak kadar da
’yönetici" bulunacaktır. Böyle bir kuruluş, yapısı ve yönetim sorunları
re ilgileri açısından, okul kitaplarım ızın hâlâ norm kabul ettiği 1950
iolaylarının tipik im alat şirketine pek benzem eyecektir. O nun yerine,
jugün ne fiilen çalışm akta olan yöneticilerin, ne de yönetim ve işlet
mecilik öğrencilerinin fazla dikkate alm adıkları bazı kuruluşlara ben
zemesi çok daha m uhtem eldir: H astanelere, üniversitelere, senfoni or
kestralarına. Ç ünkü, ticarî kuruluşlar ve gittikçe artan bir oranda,
levlet kurum lan, bunlar gibi bilgiye-dayalı olacak ve çoğunlukla ken-
li perform anslarını, m eslektaşlanndan ve m üşterilerden aldıkları tep-
tilere göre yönlendiren ve düzene sokan uzm anlardan oluşacaklardır.
|snform asyona-dayalı kuruluşlar olacaklardır.
211
si"nin tüy kalem anlam ına geldiği, çıplak ay ak lı habercilerin "teleko
m ünikasyon" olduğu bir zam anda H indistan'da tam böyle bir kuruluş
gerçekleştirm işlerdi. Aına[ ileri teknoloji g id erek yaygınlaştıkça, kuru
luşlar analiz ve tam ile uğraşm ak zorun d ad ırlar -yani, enformasyonla.
Aksi halde ürettikleri verilerin altında ezilirler. Ş im diki halde bilgisa
yar kullananların çoğu, yeni teknolojiyi daha önce hep yaptıkları şey
leri daha hızlı olarak yapm ak am acıyla kullanm aktadırlar- bildiğimiz
işlemleri "çok sayıda çabuk çabuk yapm ak" için. A ncak bir kuruluş,
veriden enform asyona doğru ilk denem e adım larını atar atm az, karar
süreçleri, yönetim yapısı ve işlerini gördürm e biçim i kalıp değiştirm e
ye başlar. Bu süreç bütün dünyada, özellikle d e, büyük uluslaraşırı şir
ketlerde daha şim diden hızla sürm ektedir.
E nform asyon, bir önem i ve amacı olan veri dem ektir. O halde veri
yi enform asyona dönüştürm ek için bilgi gerekir. Ve bilgi, doğası gere
ği, uzm anlık içeren bir şeydir. (A slında gerçekten bilgili olan kim seler
fazla uzm anlaşm a eğilim indedirler, çünkü her zam an öğrenecek daha
pek çok şey vardır.j/E nform asyona-dayalı kuruluş, genelde alışık ol
duğum uz kum anda-ve-kontrol yapısından çok d ah a fazla sayıda uz
man gerektirir. D ahası, uzm anlar şirket m erkezinden çok, çeşitli işlet
m elerd e çalışırlar. İşler durum daki kuruluş, her çeşit uzm anın görev
yaptığı bir kuruluş haline gelir. E nform asyona-dayalı kuruluşlarda,
hukukî danışm anlık, halkla ilişkiler, insan kaynakları ve işvercn-işçı
ilişkileri gibi m erkezî işletm eyle ilgili çalışm alara olan ihtiyaç her za
manki kadar büyüktür. A ncak hizm et elem anları ihıiyacı-yani, işletm e
sorum lulukları taşım adan danışm anlık yapan, görüş bildiren, eşgüdüm
sağlayan insanlara olan ihtiyaç-çok önem li bir biçim de azalm akladır.
Enform asyona-dayalı kuruluşun, m erkezî yönetim i açısından pek az
İızm ana ihtiyacı vardır, belki de hiç yoktur.
213
çektir. A ncak o zam anlar, bütün bilgi, olup olacağı kadarıyla, en üsı
kadem elerin elindeydi. B akanlıkta bir bakan vardı, bir de sekreteri. Ti
carî bir kuruluşta, büyük bile olsa, bir iki ortak ve bölüm başkanı bulu
nurdu. Geri kalanlar ise çoğunlukla aynı işi gören ve kendilerine ne
denirse onu yapan yardım cılar ve işçilerdi. E nform asyona-dayalı kuru
luşta, bilgi, esas itibariyle altta, yani farklı işler yapan ve kendi kendi
lerini yönelen uzm anların kafasında olacaktır. Bilginin, üst yönetim
ile işletm e görevleri yapan elem anların ortasında bir yere oldukça gü
vensiz bir biçim de ilişm iş olan hizm et personelinde toplandığı bugü
nün tipik kuruluşu ise, herhalde bir evre, enform asyonu aşağıdan al
m ak yerine, bilgiyi üstten verm ek için yapılan bir girişim olarak
nitelendirilecektir.
214
Daha Önceki Bazı Ö rnekler
Y aklaşık dört yüz yataklı orta boy bir A m erikan hastanesinde, has
ta bakan birkaç yüz hekim le, yaklaşık altm ış tıp ve yardım cı tıp hiz
metleri birim lerine dağılm ış 1200-1500 yardım cı tıp hizm etleri uzm a
nı bulunur. H er özel birim in kendine özgü bilgisi, kendine özgü
eğilim i, kendine özgü dili vardır. H er birim de, özellikle de klinik labo-
ratuvarı ve fizyoterapi gibi yardım cı tıp hizm etleri birim lerinde başta
ki kim se, tam gün çalışan bir yönetici yerine, fiilen çalışan bir uzm an
dır. H er birim in başı, doğrudan üst yönelim e karşı sorum ludur ve orta
kadem e yönetici pek yoktur. İşin büyük bölüm ü, hastalara ayrı ayrı
[konan tanıların ve hasta durum larının gerektirdiğine göre, geçici ekip
lerce yapılm aktadır.
215
dirilen çok sayıda K onfüçyüsçü m andarin ve saray harem ağaları ya.
nında ufacık (cn fazla yüzd e 1 oranında) kalıyordu (b ağ ım sız Hindis-
lan'da şim di görev yapan 22 m ilyon devlet m em u ru n u n yan ın d a dalu
da ufak kalm aktadır). İngilizlcrin çoğu o ld u k ça gençli; özellikle ili;
yıllarda, otuz yaşındaki bir İngiliz çok d ay an ık lı çık m ış dem ekti. Bun
ların çoğu en yakınındaki yurttaşının bir iki g ü n lü k y o ld a olduğu, çev
reden soyutlanm ış ileri karakollarda y alnız y aşarlard ı. V e ilk yüz yıl
boyunca ne te lg raf vardı, ne dem iryolu.
216
B irkaç y ü z m üzisyen ve şefleri birlikle çalab ilm ek led irler, çünkü
hepsinin elin d e aynı partisyon vardır. Bu partisyon flütçüye, tim panis-
ie ve şefe neyin çalınacağım , kim in taralından çalınacağın ı ve ne za
man çalın acağını bildirir. H astanedeki uzm anların hepsi de aynı m is
yonu p ay laşırlar: H asta olanların bakım ı ve iyileştirilm esi. Tanı,
önların "p arlisyon"udur; röntgen laboraluvarına, d iyet uzm anına, fiz
yoterapiste ve hastane ekibinin diğ er üyelerine y ap acakları özel çalış
maları b ildirir. Bir başka deyişle, en form asyona-dayalı kuruluşlar, be
lirli birtakım çalışm alara dönüşen, açık, yalın, ortak hedefler
gerektirir. E n form asyona-dayalı kuruluşlar, aynı zam anda, örneklerin
de işaret ettiği gibi, tek bir h ed e f ya da en fazla birkaç hed ef üzerinde
yoğunlaşm ak durum undadırlar.
217
kattaki hem şire odasında bulunan incelikli bir rapor sistem ine bağlı
olarak çalışırlar. H indistan'daki bölge görevlisi, raporları h er dosyala-
yışında, bu sorum luluğun gereğini yerine getirm iş oluyordu. Böyle bir
sistem in anahtarı herkesin şu soruları sorm asıdır: Bu kuruluş içinde
kimin, ne tür bir enform asyon için bana ihtiyacı var? B una karşılık be
nim ihtiyacım olan kişiler kim lerdir? Bu adların sıralandığı listede in
sanın üstleri ve astları bulunacaktır. A ncak en önem li adlar, meslektaş
ların adları, insanın kendileriyle kurduğu asıl ilişkinin eşgüdüm
olduğu kim selerin adları olacaktır. İç hastalıkları uzm anı, cerrah vc
anestezi uzm anı arasındaki ilişki bunun bir örneğidir. A ncak bir ilaç
şirketindeki biyokim yacı, farm akolog, klinik testlerden sorum lu tıbbî
direktör ve pazarlam a uzm anı arasındaki ilişki de farklı değildir. Bu
ilişki de, her kişinin enform asyon sorum luluğunu en kapsam lı biçimde
üstlenm esini gerektirir.
218
arını bilm eli; sonra, ne yapm aları gerektiği konusunda karar verehile-
ck durum da olm alı; son olarak da, ne ölçüde başarılı olduklarını de-
jisrlendirmelidirler. Bu oluncaya kadar, şim dilik gözde olan Yönetim
Enformasyon Sistem leri B ölüm leri, sonuç verecek m erkezler haline
jelehilecekken, para yiyen m erkezler olarak kalabilirler.
Sorunlar
Fagot sanatçıları genellikle fagot sanatçısı olm aktan başka bir şey
»İmayı ne isterler, ne de beklerler. M esleklerinde ilerlem e im kanları,
kinci fagottan birinci fagota geçm ek, belki de ikinci sınıf bir orkestra
dan daha iyi çalan ve daha büyük saygınlığı olan bir başka orkestraya
R am aktır. A ynı şekilde, tıp leknologları da tıp tekııologlan olm aktan
219
başka bir şeyi ne beklerler, ne isterler. O nların ilerlem e im kanları da.
oldukça büyük bir olasılıkla, baş teknisyenliğe yükselm ek, az bir ola
sılıkla da, laboratuvar direktörü olm aktır. L aboratuvar direktörlüğüne
yükselm eyi başarabilenler -yaklaşık her yirm i beş y a d a o tu z teknis
yenden biri- için daha büyük, daha zengin bir hastaneye geçm e imkanı
da vardır. H indistan bölge görevlisi ise, üç yıllık çalışm a süresini ta
m am ladıktan sonra başka bir bölgeye nakledilm ekten b aşka hemen
hiçbir im kana sahip değildi. Enform asyona-dayalı bir kuruluştaki uz-
m antarın sahip olduğu im kanlar, H indistan B ürokrasisi içindeki im
kanlar bir yana, bir orkestra ya da hastanenin im kanlarından da bol ol
m alıdır. A ncak, bu kuruluşlarda olduğu gibi, bunlar esas itibariyle,
çalıştıkları özel birim içinde ilerlem e im kanları olacak ve bu bile sınır
lı bir ilerlem e olarak kalacaktır. Y önetim kadem elerine yükselm ek ku
raldışı bir durum olacaktır, çünkü geçebilecekleri o rta yönetim kade
m eleri çok daha azalm ıştır. Bu yeni gerçeklik, geleneksel kuruluşlarda
görülen durum la tam bir karşıtlık içindedir; geleneksel kuruluşlarda,
araştırm a laboratuvarı dışında, ilerlem enin ana çizgisi, özel birimden
çıkıp genel yönetim kadem eleri arasına katılm ak olm uştur.
O tuz yılı aşkın bir süre önce, (A m erikan) G eneral E lectric Şirketi,
bu soruna "profesyonel katkısı olan kişiler" için "paralel im kanlar" ya
ratarak çözüm buldu. P ek çok şirket de bu örneği izlem iştir. Ancak
profesyonel uzm anlar çoğunlukla bunu bir çözüm yolu olarak görmeyi
reddetm işlerdir. B u kişiler -ve yönetim içindeki m eslektaşları- genel
likle, yönetim kadem elerine yükselm eyi anlam lı olan tek im kan dive
görürler. Büyük kuruluşların hem en hepsinde yaygın olan tazminat
düzeni de bu yaklaşım ı pekiştirm ektedir. Bu düzen, ağırlıklı bir biçim
de yönetim içindeki konum lar ve Unvanlardan yana işler -değil ticarî
kuruluşlar, devlet kurum lan ya da askerî kuvvetlerde, K atolik Kilisesi
bölgelerinde bile böyledir. Bu açm aza çözüm bulunm ası kolay değil
dir. B üyük avukatlık firm aları ve danışm anlık firm alarındaki duruma
bakm ak biraz yardım cı olabilir; bu firm alarda en kıdem li ortak bile bir
uzm andır ve ortak durum una gelem eyecek iş arkadaşları oldukça er
ken bir dönem de "başka işe yerleştirilir." S onuçta geliştirilecek sistem
nasıl bir şey olursa olsun, işlem esi ancak büyük kuruluşlardaki tazmi
nat düzenlerinde ciddî değişiklikler yapılm asıyla m üm kün olacaktır.
220
Y önetim in karşısına dikilen ikinci zorlayıcı konu da uzm anların
ağırlıkta olduğu bir kuruluşa ileriye dönük ortak bir görüş, bütünü gö
rebilm e yeteneğinin kazandırılm asıdır. H int Bürokrasisi içinde, bölge
görevlisinin kendi bölgesinin "bütünü"nü görm esi beklenirdi. G örevli
nin dikkatini "büyük tablo" üzerinde yoğunlaştırabilm esi için de, on
dokuzuncu yüzyılda birbiri ardınca ortaya çıkan devlet hizm etleri (or
m ancılık, sulam a, arkeolojik araştırm alar, halk sağlığı ve halk sağlığı
nı korum a, yollar) yönelim yapısının dışında örgütlendirildi ve bölge
görevlisinin bunlarla hem en hiçbir tem ası olm adı. A ncak, bu, çoğu
kez, bölge görevlisini kendi bölgesi üzerinde en etkili -ve bölgesi için
en önem li- olan etkinliklerden giderek soyutladı. Sonunda, yalnızca
eyalet yönetim i, ya da D elhi'deki m erkezî yönetim ”bütüıı"ü görebilir
hale geldi ve bu bile giderek daha soyut bir nitelik aldı.
T icarî bir kuruluş, bir devlet kurum u, bir hastane böyle işleyem ez.
B uralarda bütünü görebilm e ve dikkati bütün üzerinde odaklaştırabil-
me yeteneğinin çok sayıda profesyonel uzm anca ve hele kıdem li uz-
taanlarca, m utlaka paylaşılm ası gerekir. A ncak böyle bir kuruluş, ça
lıştırdığı uzm anların gurur ve profesyonellik duygularım da kabul
[etmek, hatta bunları beslem ek durum unda kalacaktır -bunu yapm a ne
deni gurur ve profesyonelliğin, zorunlu olarak, orta yönetim kadroları
na geçm e imkanı bulunm ayan bu insanlara m otivasyon sağlam ası olsa
bile. Bütünü görm e yeteneğini sağlam anın bir yolu, tabiî ki, farklı iş
levleri bir araya getiren özel görev ekipleri ile çalışm aktır. Enform as-
yona-dayalı kuruluş, kendi kendini yöneten birim leri sayıca artırarak
ve boyutlarını küçülterek kullanacak ve onlara, eski bir deyişle, "bir
^adamın başa çıkabileceği kadar" düzgün görevler verecektir. A ncak,
enform asyona-dayalı kuruluşlar, işlerini iyi yapan uzm anları ne ölçü
de kendi özel alanlarından alıp yeni alanlarda çalıştırm alıdır? Ve üst
yönetim kadem eleri profesyonel uzm anlık sınırlarını aşan ortak bir gö
rüş sağlam ayı ve bunu korum ayı ne ölçüde önem li bir öncelik olarak
kabul etm ek durum unda kalacaktır?
Ö zel görev ekiplerine fazlaca yaslanm ak, bir sorunu hafifletm ekte
dir. A m a b ir başka sorunu da ağırlaştırır: E nform asyona-dayalı kurulu
şun yönetim yapısı. Y öneticiler kim ler olacaktır? Özel görev ekipleri
nin liderleri m i? Y oksa iki başlı bir ucube mi çıkacaktır ortaya - belki
hastanelerde hasla bakan doktorların çalışm a biçim leriyle ktyaslayabi-
221
leceğiıniz. uzm anlardan oluşan bir yapı; b ir d e özel g ö rev liderlerinin
oluşturduğu bir yönelim yapısı mı olacak tır? Ö zel g örev ekiplerinin li
derlerinin rolü ve işlevi konusunda verm ek zo ru n d a o ld u ğ u m u z karar
lar, riskli ve çekişm eye açık kararlardır. Bu kim selerin atandığı görev
ler. hastanelerdeki yönetici hem şirenin yaptığı işe b enzer, sürekli
görevler m idir? Y oksa, görevin, görev d eğişince o n un la birlikte deği
şen bir işlevi m idir? A tanılan bir görev m idir, y o k sa b ir konum mu?
M eslekî açıdan bir aşam a özelliği taşır nıı? E ğ er taşıy o rsa, özel görev
ekiplerinin liderleri zam an içinde tipik bir bü y ü k tüketici m alları şir
ketinde ya da reklam ajansında üründen so ru m lu y ö n eticiler gibi bir
şey mi olacaklardır? Y ani yönetim in tem el birim leri ve kuruluşun sa
ha görevlileri m i? Ö zel görev ekiplerinin liderleri, so n u n d a bölüm haş-
kanları ve başkan yardım cılarının yerini alab ilirler m i?
222
keziyctçi olm ayan b irim ler, kendi üst düzey yöneticileri olaıı ayrı şir
ketler halinde kurulm uşlardır. A lm anlar bu m odeli, insanları kendi u z
m anlık alan ların d a yü k seltm e geleneklerinden dolayı k u llan m ak tad ır
lar: Ö zellikle de araştırm a ve m ühendislik alanlarınd a. İnsanları
neredeyse b ağım sız nitelikli olan yan kuruluşların ku m an d a konum la
rına g etirm eseler, en ço k gelecek vaat eden p rofesyonelleri yetiştirm e
ve sın am a im kanları da pek olm az. O halde, bu yan kuruluşlar, biraz.
A m erikan birinci basketbol liginde y er alan bir klübün anlaşm a yapa
rak antrenm an için oynadığı, oyuncuları deneyim siz, küçük takım lara
benzem ektedir.
İş dünyası da, üst düzey yöneticiliğin ayrı bir m eslek dalı haline
geldiği orkestra ve hastane örneğini izleyebilir m i? O rkestra şefleri ve
hastane yöneticileri, o rkestra şefliği ve hastane yöneticiliği eğitim i ve
ren oku llardan gelm edir. F ransa'daki büyük şirketleri, çoğu kez, daha
ön cek i m eslek yaşam larını tüm üyle devlet hizm etinde geçirm iş olan
k im seler yönetm ektedir. A ncak bu, pek çok ülkedeki kuruluşlar için
kabul ed ilem ez bir şey olur (grandes t!coles'ü n gizem i bir tek Fransa
için geçerlidir). V e F ransa’da bile, ticarî işletm elerde, özellikle de bü
y ü k ticarî işletm elerde, işler öylesine çetinleşm ektedir ki, bunların şir
ket içinde doğrudan deneyim ve başarı kazanm am ış kim selerce yöne
tilm esi m üm kün olm ayabilir. B öylece üst düzey yöneticileri seçm e
süreci -hazırlık, sınanm a, başkasının yerine geçm e- bir bütün olarak
şim dikinden de daha sorunlu hale gelecektir. Bu, enform asyona-dayalı
k uruluşa geçerken önüm üzdeki en çetin sorun olabilir.
223
15
225
Y önetim in temel görevi, kuşkusuz, gene aynıdır: İnsanları, ortak
am açlar, ortak değerler, doğru bir yapı ve perform ans gösterebilmeleri
ve değişm elere karşılık verebilm eleri için ihtiyaçları olan eğitim vc
geliştirm e yoluyla birlikte perform ansa yeterli hale getirm ek. Ancak
bu görevin taşıdığı anlam ın kendisi de değişm iştir; sırf, yönetim esas
larının uygulanm ası, büyük ölçüde niteliksiz işçilerden oluşan bir iş-
gücünü, iyi eğitim li bilgi işçilerinden oluşan bir işgücüne dönüştürdü
ğü için olsa bile.
Bilgi, özellikle de ileri düzeyde bilgi, her zam an uzm anlaşm ış bil
gidir. T ek başına hiçbir şey üretem ez. A m a m odem b ir ticarî kuruluş,
en büyük kuruluşlardan biri olm asa bile, sayıları altm ışa varan farklı
226
bilgi alanını tem sil eden yüksek bilgi düzeyli on bin kadar insanı çalış
tırabilir. Çok çeşitli dallardan m ühendisler, tasarım cılar, pazarlam a uz
manları, iktisatçılar, istatistikçiler, psikologlar, planlam acılar, m uhase
beciler, insan kaynağı konusunda çalışanlar -hepsi de ortak bir
girişim de birlikte çalışm aktadırlar. Y önetim esaslarına göre yürüyen
bir ticarî teşebbüs olm adan, hiçbiri etkili olacak durum da değildir.
Son yüzyıl içinde eğitim alanında m eydana gelen patlam anın mı,
yoksa bu y olla gelen bilgiyi verim li kullanım a sokan yönelim olgusu
nun mu daha önce ortaya çıktığını sorm anın bir anlamı yoktur. M o
dern yönelim ve modern ticarî teşebbüs, gelişm iş ülkelerin inşa ettik
leri bilgi tabanı olm asa, varlık bulam azlardı. A m a aynı şekilde, bütün
bu bilgiyi ve bunca bilgili insanı etkili kılan da yönetim , yalnızca yö
netim dir. Y önetim olgusunun ortaya çıkışı, bilgiyi sosyal bir süs ve
lüks olm aktan çıkararak herhangi bir ekonom inin gerçek serm ayesi
haline getirm iştir.
227
G ene bu sıralarda ve yönetim esaslarının uygulanm ası sonucu
m eydana gelen b ir başka gelişim vardı ki, ticarî teşebbüsler - ve genel
anlam da dünya ekonom isi- üzerindeki etkileri açısından daha da
önem liydi. Bu gelişm e, yönetim in eğitim biçim inde beden işçilerine
uygulanm asıydı. Savaş zam anında zorunluluk sonucu ortaya çıkan işçi
eğitim i, son kırk yılda dünya ekonom isinde m eydana gelen değişimi
iteklem iştir; çünkü ücretlerin düşük olduğu ülkelere, geleneksel eko
nomi kuram ında h iç b ir zam an yapılam ayacağı söylenen bir şey yapma
im kanını verm ektedir: N eredeyse bir gecede -ücretler gene düşük kal
m asına rağm en- y eterli yarışm acılar haline gelebilm ek.
A dam Sm ith, bir ülke ya da bölgenin bir işgücü geleneği ile, ister
pam uklu dokum a, ister keman söz konusu olsun, belli bir ürünü üret
m ek ve pazarlam ak için gerekli olan beden işçiliği ve yöneticilik bece
rileri konusunda ustalık geliştirm esinin birkaç yüzyıl alacağını bildiri
yordu. O ysa B irinci D ünya Savaşı sırasında, sanayi dönem i öncesine
ait çok sayıda niteliksiz insanı neredeyse hiç zam an kaybetm eden üret
ken işçiler haline getirm e gereği doğdu. A m erika Birleşik Devletleri
ve B irleşik K rallık bu konuda gerekli olanı yapabilm ek için, 1885-
1910 yılları arasında, F rederick W. Taylor'un geliştirdiği bilimsel yö
netim kuram ını, m avi önlüklü işçilerin sistem atik eğitim ine geniş bir
ölçekte uygulam aya başladılar. Y apılacak görevleri analiz ettiler vc
onları nitelik gerektirm eyen bireysel işlem lere ayırarak oldukça kolay
öğrenilir hale getirdiler, ikinci D ünya Savaşı sırasında d ah a d a gelişti
rilen eğitim konusu, o tarihlerde Japonlar, yirm i yıl sonrasında da Gü
ney K orclilerce benim sendi ve ülkelerinin şaşırtıcı kalkınm ası için te
mel haline getirildi.
228
pazarlam anın evrim i, ise, yönetim kavram larının dağıtım ve satışa uy
gulanması sonucunda m eydana geldi. A yrıca, 1920'li yılların ortaları
ve 1930'lu yılların başlan gibi erken bir dönem de, işe yeni başlayan
IBM 'de T hom as W atson Sr.; Sears, R oebuck'da R obert E. W ood ve
Harvard T icaret O kulunda G eorge El ton M ayo gibi A m erikalı yöne
lim öncüleri im alat alanındaki örgütlenm e biçim ini sorgulam aya baş
ladılar. M ontaj düzeninin kısa vadeli bir uzlaşm a olduğu sonucuna
vardılar. Ç ok büyük bir verim lilik sağlanm asına rağm en, esneklikten
uzak olm ası, insan kaynağını yetersiz kullanım ı, hatta m ühendislik
açısından yetersiz kalm ası yüzünden ekonom ik yönden zayıf kalıyor
du. Bu kişiler, sonuçta imalat sürecinin düzenlenm e biçimi olarak
"otom asyon"a, insan kaynaklarını yönlendirm e biçim i olarak d a ekip
çalışm asına, kalite çem berlerine ve enform asyona-dayalı kuruluşa va
ran düşünce ve deneyleri başlattılar. Y önetim olgusuyla ilgili bu yeni
liklerin hepsi, bilginin çalışm aya uygulanm ası, sistem ve enform asyo
nun tahm in, kas gücü ve zahm etli çalışm anın yerine geçirilm esi
dem ekti. F rederick Taylor'un terim ini kullanırsak, her biri, "daha çok
çalışm a"nın yerine "daha akıllıca çalışm a"yı getiriyordu.
229
İkinci D ünya S avaşından sonra, yönetim in iş yönetim i olmadığını
anlam aya başladık. Y önetim , farklı bilgi ve becerileri olan kimseleri
tek b ir kuruluş içinde toplam ak üzere yapılan her türlü insan çabasıdır.
İkinci D ünya S avaşından bu yana A m erika Birleşik D evletlerinde tica
rî kuruluşlar y a da devlet kuruluşlarından daha hızlı olarak gelişen
hastaneler, üniversiteler, kiliseler, sanat kuruluşları ve sosyal hizmet
birim leri gibi bütün üçüncü sektör kurum larına d a uygulanm ası gere
kir. Ç ünkü, gönüllüleri yönetm e ve para bulm a ihtiyacı, k âr am acı bu
lunm ayan kuruluşların yöneticilerini, kâr am açlı kuruluşların yönetici
lerinden ayırsa bile, bu kişilerin üstlendikleri d ah a pek ço k sorumluluk
birbiriyle aynıdır -bu sorum luluk arasında doğru strateji ve amaçları
belirlem ek, insanları geliştirm ek, gösterilen perform ansı değerlendir
m ek ve kuruluşun hizm etlerini pazarlam ak vardır. Yönetim bütün dün
yada y e n i b ir sosyal işlev durum una gelmiştir.
230
çoğunun kalem e alındığı İkinci D ünya Savaşı sonrası dönem de, cn
ağırlıklı am acın, yeni ve farklı olanı yenilem ekten çok m evcutları iyi
yönelm ek olm asıydı. Bu dönem boyunca pek çok kuruluş, oluz ya da
elli yıl önce açık bir biçim de saplanan çizgiler üzerinde gelişti. Bu ar
lık dram atik bir biçim de değişm iştir. T ekrar bir y en ilen m e çağına gir-
jniş durum dayız ve bu, hiç de "yüksek teknoloji" ya da genel olarak
teknolojiyle sınırlı olan bir yenilenm e değildir. A slın d a -bu kitabın
açığa çıkarm aya çalıştığı gibi- sosyal yenilenm e, bilim sel ya da teknik
plandaki herhangi bir buluştan daha önem li ve çok daha etkili olabilir.
Ü stelik arlık girişim cilik ve yenilenm e "disiplin"i d iye bir şey var
[(bkz. D rueker, Innovation and E ntrepreneurship, 1986). Bu disiplin
iaçıkça, yönetim in bir parçasıdır ve aslında iyi bilinen ve sınanm ış yö-
jnelim ilkelerine dayanır. Hem m evcut kuruluşlar ve yeni teşebbüsler,
;hem de devlet kesim i dahil olm ak üzere ticarî ve ticarî olm ayan ku-
irumlar için geçeri idir.
Yönetimin Yasallığı
Y önetim -ve bu yalnızca ticarî teşebbüslerle sınırlı olan bir şey de
ğildir- perform anstan sorum lu olm ak durum undadır. A m a performans
nasıl belirlenecektir? N asıl değerlendirilecektir? U ygulam aya konması
nasıl olacaktır? V e yönetim kim e karşı sorum lu tutulacaktır? Sırf bu
tür soruların sorulabilm esi bile, yönetim in başarısını ve önem ini gös
teren bir ölçüdür. A ncak bu soruları sorm a ihtiyacı yöneticileri de töh
met altına sokm aktadır. Y öneticiler henüz güç tem silcileri oldukları
gerçeğini göğüslem iş değildirler -güç sahibi olm ak, sorum luluk, yasal
lık taşım ayı da gerektirir. Y öneticiler, henüz önem li oldukları gerçeği
ni göğüslem iş değillerdir.
Yönetim Nedir?
232
(jıektedir. G ünüm üzde hem en hepim iz, büyük ya da küçük olsun, tica
rî olsun ya da olm asın, yönetilen kuruluşlarca istihdam ediliyoruz. G e
çimimizi yönetim sayesinde sağlayabiliyoruz. T oplum a katkıda bulun
ma yeteneğim iz, becerilerim ize, işim ize olan bağlılığım ıza ve
jjabamıza olduğu kadar, çalıştığım ız kuruluşların yönetim biçim ine de
bağlıdır.
233
hedefledikleri üzerinde durup düşünm esi gerekir -iş arkadaşlarının bu
hedefin ne olduğunu bilip anlam alarını da sağlam alıdırlar. Hepsi baş
kalarına neler borçlu olduğu üzerinde düşünm elidir- ve başkalarının
bunu anlam alarını sağlam alıdır. H epsi, ayrıca, başkalarına hangi yön
lerden ihtiyaç duydukları üzerinde düşünm elidir -ve başkalarının ken
dilerinden neler beklendiğini anlam alarını sağlam alıdır.
O tuz yıl önce İngiliz bilim adam ı ve rom ancı C.P. Snow , çağdaş
toplum daki "iki kültür’’den söz etm ekteydi. A ncak yönetim , Snow'un
* "Son satır" : Bir şirketin kazançlarını gösteren raporda, hisse başına düşen net kân#
yazıldığı son satır (Çevirenin ııotu).
234
K ümanisl" kavram ına da "bilim adam ı" kavram ına da uym am aktadır.
Könetim eylem ve uygulam a ile uğraşır; yönelim in sınanm a yollan ise
alman sonuçlardır. Bu da onu bir teknoloji yapm akladır. A m a yönetim
jnsanlarla, onların değerleriyle, ilerlem eleriyle ve gelişm eleriyle de il
gilidir -bu nokta da yönetim i bir beşerî bilim yapm aktadır. Sosyal yapı
ve toplulukla olan ilgisi ve bunlar üzerindeki etkileri de öyle. G erçek
ten de, bu kitabın yazarı gibi, uzun yıllar boyu her çeşit kurum un yö-
|iSticileriyle birlikle çalışm ış olan herkes şunu öğrenir ki, yönetim ruh
sal konularla derinden ilgilidir- insan doğası, iyilik ve kötülük ile.
*îjkullam cı-dostu": Ö zellikle bilgisayarlar için kullanılan hu terim , uzman olm ayan ki
şiler için de kolay anlam ını taşım akladır (Çevirenin notu).
235
16
DEĞİŞEN
BİLGİ TABANI
237
den epey bir şe y ler anlam ak dem ektir -bu ise, bugün bütün ülkelerdi
hemen hiç olm ayan bir şeydir. O kuryazarlık, kent, ulus ve ülke sınırla
rmın insan ufuklarını artık kısıtlam adığı karm aşık bir d ünya hakkınd;
epey bilgili olm ayı gerektirir. Bu nedenle, insanın kendi kökleri vı
topluluğuna ilişkin bilgisi de ayrıca büyük Önem kazanm aktadır. B l
yeni tür okuryazarlık, yeni kitle iletişim araçları yo lu y la epey sağlana
bilm ektedir. T elevizyon ve video cihazlarının bugünün küçük çocuk
ları için, okulda edindikleri kadar enform asyon sağlayan bir kaynak
oldukları kuşkusuzdur-hatta daha fazlasını verdikleri bile söylenebilir.
A ncak bu enform asyon yalnızca okul yo lu y la -düzenlenm iş, sistemli,
am açlı öğrenm e yoluyla- kişinin malı ve kullanabileceği bir araç hali
ne dönüşebilir.
Bilgi toplum unun bir gereği de, bu toplum içindeki bütün üyelerin
öğrenm eyi öğrenm eleridir. H ızla değişm ek, bilginin kendi doğasından
kaynaklanan bir şeydir. El becerileri çok yavaş değişirler. Taş ustası
Sokrates -geçim ini bu yolla sağlıyordu- kendisini günüm üz taş ustala
rının çalışm a yerlerinde bulsa yabancılık çekm ezdi. O ysa düşünür
Sokrates m odern felsefenin sem bolik m antık ve dilbilim i gibi anahtar
disiplinlerinin hem ilgi alanları, hem kullandıkları araçlar karşısında
tam anlam ıyla afallayıp kalırdı. M ezuniyetlerinin üzerinden on yıl
geçm iş olan m ühendisler, eğer bilgilerini bu süre içinde tekrar tekrar
tazelem em işlerse, "eskim iş" durum a düşm üşlerdir bile. Aynı şey he
kim ler, hukukçular, öğretm enler, jeolo g lar, yö n eticiler ve bilgisayar
program cıları için de geçerlidir. Ü stelik, insanın seçebileceği bilgiye
dayalı m eslekler sınırsızdır. En uzun öğrenim i sağlayan en iyi okul
sistem inin bile öğrencileri bu seçim yollarının hepsi için hazırlayabil
mesi m üm kün değildir. Böyle b ir sistem in bütün yapabileceği, öğren
cileri öğrenm eye hazırlam aktan ibarettir. T icaret-sonrası bilgi toplu
m u, öğrenm enin sürekli olduğu ve insanların ikinci m eslekler edindiği
toplum dem ektir.
238
ponya'da, K ore'de. Pek eski olm ayan bir tarihle -1 9 6 0 ’a kadar- A m eri
kan okulları da aynı im kanı sağlıyordu. A rtık durum böyle değildir.
A m erikan okulları şu ya d a bu nedenle -b ir şeyler öğretm e m isyonları
nı sosyal açıdan gerekli başka hedefler karşısında geri plana ilmiş ol
maları kuşkusuz bunun önem li bir nedenidir- eğitim sorum luluklarına
sadık kalm adılar. A m erikan okullarının herkesi okuryazar hale getir
me konusundaki başarısızlığı A m erika için gerçek bir "Paslı Böl
g e d i r . T üketici ürünlerindeki yüksek m aliyet ve bozuk kaliteden çok
daha büyük bir zayıflıktır bu. Bilgi toplum unda ekonom iye temel
oluşturan şey bilgi tabanıdır.
239
(sözgelim i, Brem en'de). îşveren durum unda olabilecek kimseler,
A m erika'daki "sorumlu okullar"m m ezunlarından kendilerini nasıl sa
kınıyorlarsa, A ljnanya'dakilcr de "sorunlu üniversiteler"in mezunların
dan öyle sakınm aktadırlar.
A m erika, okul sistem i içinde rekabetin bulunm adığı tek önemli ge
lişmiş ülke durum undadır. Fransa'da, ilkokul düzeyinin üzerinde birbi
rine paralel iki sistem vardır; giderlerin her ikisinde de devletçe karşı
landığı devlet okulları ve K atolik okulları. Bu, İtalya'da da böyledir.
A lm anya'da ise oldukça küçük bir seçkin grubu üniversiteye hazırla
m aya yönelik bir okul olan G ym nasium vardır. Japonya'daki okullar
öğrencilerin üniversiteye giriş sınavlarındaki perform anslarına göre sı
nıflandırılm aktadır. Üst sıralarda yer alan okulların öğretm enleri, bu
durum larına uygun olarak takdir edilm ekte, yükseltilm ekte ve para al
m aktadırlar. Buna karşı, A m erika'daki parasız resm î okullar neredeyse
tam bir eğitim tekeline sahiptirler -perform ans standartları yoktur ve
sistem in kendi içinde de dışardan da pek bir rekabet söz konusu değil
dir. Bu durum şim diden değişm ektedir. A na b abalar -sosyal yenilikler
alanında öncü durum da olan- M inncsota’da, artık çocuklarını eyalet sı
nırları içindeki herhangi bir okula yerleştirebilm ekte, eyalet yönetimi
de dışardan kabul ettiği her çocuk için harcadığı parayı o okul bölgesi
ne geri ödem ektedir. Bu, eyalet yönetim inin çocuk ve ailesinin seçtiği,
standartlara uygunluğu onanm ış herhangi bir okula, çocuğun öğrenim
giderleri için gösterilen gider belgeleri karşılığında ödem e yaptığı bir
sistem e doğru atılm ış ilk adım dır. Parasız resm î okullar lobisi bu görü
şe şiddetle direnm ektedir. A m a ne kadar süreyle etkili olabilecektir bu
lobi?
240
gider belgeleri çıkararak C hicago'lu siyahların çocuk ların ı bir şeyler
öğrendikleri okullara gönderm esini sağlayacak ya d a C hicago'lu si
yahların (bu, kentteki en geniş seçm en kesim i d em ek tir) öğrenim ver
gilerine gösterdikleri direnm e -daha şim diden olduğu g ib i- kentin pa
rasız resm î okullarım yavaş yavaş kapanm aya m a h k u m edecektir.
Zengin y a d a yoksul, Chicago'lu beyazlar kentteki re sm î okulları çok
tan terk elm iş durum dadırlar. Y a kentin doğru dürüst o k u lları olan va
roşlarına taşınm ışlar, ya da çocuklarını standartları, d isip lin i olan, öğ
retim yapabilen özel okullara yerleştirm işlerdir.
Öğrenmeyi Öğrenmek
241
yoruz. A slında, bunu iki bin yıldır bilm ekteyiz. K üçük çocukların ye
tiştirilm esi konusundaki görüşlerini kalem e alan ilk ve en bilge yazar,
büyük Y unan biyografi yazarı ve tarihçisi P lu tarch , b unu. H ıristiyan
lık dönem inin ilk yüzyılında P aidea (R aising C hildren) başlıklı etkile
yici küçük kitabında dile getirm işti. G erekli olan öğren en lerin sonuç
alm alarını sağlam aktan ibarettir. G erekli olan, iyi y ap abild ik leri her ne
ise. öğrenenler o alanda kusursuzluğa u laşab ilsin ler d iv e, onların güç
lü yönleri ve yetenekleri üzerinde durm ak tan ibarettir. G en ç sanatçıla
ra -m üzisyenlere, oyunculara, ressam lara- ö ğ retm en lik yap an herkes
bunu bilir. G enç atletlere öğretm enlik yapan h erk es de. A m a okullar
bunu yapm am aktadırlar. Ü zerinde durdukları şey, bu d eğ il, öğrenenle
rin zayıf yönleridir.
Bilgi toplum unda, öğretm enler şöyle dem eyi ö ğ ren m ek zorundu
kalacaklardır: "O ğlunuz Jim m y ya da kızınız M ary 'y c ç o k d ah a fazla
yazı alıştırm ası yaptıracağım . Ç ocuğun yeteneği var ve bu yeteneğin
geliştirilip ilerletilm esi gerekir." B irazdan tartışılacağı g ib i, yeni öğret
me teknolojisi bunu m üm kün kılacaktır; halta, bu tek n o lo ji, çoğu za*
man. öğrencilerin güçlü yönleri üzerinde d urulm ası için neredeyse
zorlayıcı olacaktır.
242
A ncak ihtiyacım ız olan eğitim sistem i bilginin sorum luluğunu vur
gulamak durum unda da kalacaktır. "Bilgi, kudrettir" diye eski bir ata
sözü vardır -bu atasözünde ilk kez bir gerçek payı buluyoruz. Bilgi iş
çileri oluşturdukları bütünlük içinde "yönetenler" durum una
geleceklerdir. "Lider" olm aları da gerekecektir. Bunun için dc. bir
etos, birtakım değerler ve ahlak gerekir. "A hlakî eğitim " bugün tartışı
lır durum a düşm üştür. Bu tür eğilim in düşünm eyi, tartışm ayı ve görüş
ayrılıklarını bastırm ak ve otoriteye körü körüne boyun eğm eyi aşıla
mak için kullanıldığı çok olm uştur. A slında çoğu kez, "ahlaka aykırı
eğilim" halini alm ıştır. A m a eğilim in kurucuları olan ve aşağıda tartı
şılan kim selerin hepsi de -K onfiiçyüs’ten A rnold o f R ugby’yc kadar-
moral değerler olm adan eğitim in de olam ayacağını biliyordu. M odern
eğitimin önerdiği biçim de, moral değerlerin bir kenara bırakılm ası,
eğitimin yanlış değerleri verm esinden başka bir şey değildir. Böyle bir
şey, kayıtsızlık, sorum suzluk, kinizm aşılar. Bilgi toplum unda. eğiti
min m oral değerlerinin tam olarak ne tür değerler olacağı ateşli tartış
malara yol açacaktır. A m a moral değerlerle eğilim ve moral değerlere
bağlılık büyük önem taşıyacaktır. Bilgi insanları sorum luluk alm ayı
öğrenmek durum undadırlar.
B ugünlerde hem gelişm iş hem gelişm ekte olan ülkelerdeki pek çok
okulda aynı konular öğretilm ektedir. G enelde, öğretim yöntem leri
yüzyılların geçm esiyle değişm ez. A ncak, okullar birbirlerine çok ben
zem ekle birlikte, eğitim in sosyal am acı -eğitim in oluşturm aya çalıştığı
toplum türü ve biçim lendirm eyi hedeflediği yönetici ve lider tipleri-
biiyük bir farklılık gösterir.
En açık sosyal am açlı eğilim kavram ı aynı zam anda en eski olanı
dır: Ç inlilerin hüküm darı Konl'üçyüsçü bilim adam ı ve beyefendi ola
rak görm e ideali. H ıristiyan dönem den epey önce belirlenen ve bir şiş
leme bağlanm ası ancak M .S. yedinci yüzyıldaki T 'ang Hanedanı
^önem ini bulan bu ideal yakın zam anlara kadar değişm eden kalmıştır.
Öugün K om ünist Çin'de gördüğüm üz eğitim içeriği açısından artık
K onfüçyüsçü bir nitelik taşım asa bile, yapısı ve tem el değerleriyle
K onfüçyüsçü özelliğini hâlâ fazlasıyla korum aktadır.
243
B atıda benzer bir düzenlem e girişim i on altıncı yüzyıl sonlarına ve
on yedinci yüzyıl başlarına kadar görülm edi. Bu tarihlerde ilk olarak
C izvitler m atbaada basılan kitapların ileri düzeyde eğitim üzerinde ku
rulacak tekel yoluyla, kendilerine toplum üzerinde siyasî ve sosyal de
netim imkanı sağlayacağını gördüler. Soylular ve eğitim görmüşler
üzerinde egem enlik kurabilm ek için, ilk modern okulun tasarımını
gerçekleştirdiler. Bundan kısa bir süre sonra ise, John A m os Comeni-
us adında bir Çek -herkesin okuryazar olmasını savunan ilk kişidir- ilk
ders kitabını ve okum a kitabını geliştirdi. Com enius, ateşli Katolikler
olan H absburgların siyasî egem enliğine rağm en, yurttaşlarının bu yol
la Protestan kalabileceklerini um uyordu. C om enius, okuryazar olma
nın insanlara İncil'i kendi evlerinde okum a imkanı vereceğini savun
du. Ç ekoslovakya'da bulunan oldukça büyük bir azınlık gerçekten dc
günüm üze kadar Protestan olarak kalm ıştır.
244
aynı konular öğretilm ekteydi. A ncak am açları farklıydı. Joscph’in ha
reket noktası, eğitim üzerindeki denetim i Katolik K ilisesinin elinden
söküp alm ak; eğitim gören kim selerin eğilim leri açısından laik olm a
larını ve din adam larının siyasî gücüne karşı çıkm alarını sağlam ak; ve
halktan gelm e yetenekli gençlere sosyal sınıflarını değiştirebilm e im
kanı tanım aktı. A vusturya'daki gym nasium eğitim in sosyal araç olarak
kazandığı başarıyı gösteren en iyi örneklerden biridir. Bu okul giderek
yoğunlaşan m illiyetçi çatışm alara ve gerginliklere rağm en, yüz elli yıl
boyunca A vusturya'nın birlik içinde kalm asını sağladı. M ezunları, öğ
renimlerini im paratorluk sınırları içinde konuşulan pek çok farklı dil
de yapm ış olsalar da, aynı değerlere sarılıyor, aynı etosu paylaşıyorlar
dı. Bu kim seler im paratorluğun 1918'de yıkılm asına kadar, dil ve
ulusal köken sınırlarını aşarak bir arada çalışan eğitim li bir yönetenler
sınıfı oluşturdular.
* Meritokrasi : Düşünsel yönden üstün nitelikli bir seçkinler grubu ve bu grubun ülke
yönelimi içinde önemli konumlara geldiği sistem (Çevirenin notu).
245
meşini sağlam aktı. Bu okullar F ransa'ya üstün yetenekleri olan bir yö
netenler sınıfı kazandıracaktı -soylu olm ayan, din adam larının siyasî
gücüne karşı çıkan ve m illiyetçi bir yönetenler sınıfı. G randes ecoles
günüm üzde de F ransa’daki yönetici seçkin grubu ve onlarla birlikle
Fransız yönetim inin ve Fransız toplum unun temel değer ve görüşlerini
biçim lendirm ektedir.
M odern ileri düzey eğilim e biçim veren son kişi. Dr. Thom as Ar
nold, ünlü "A rnold o f R ugby”dir. A rnold'dan önceki ileri eğitim sis
tem lerinden hepsi de -Ç in’de, A m erika'da, A vusturya'da Japonya’da.
Fransa'da, A lm anya'da- okulu sosyal sınıflar arasında yer değiştirme
imkanı veren ve bu yolla yetenekli ve başarılı kim selerin "alt sınıl-
lar"dan kibar sınıflar arasına ve sosyal b ir konum a doğru yükselmele
rini sağlayan bir araç olarak görüyordu. O ysa A rnold'un geliştirdiği
özel okulun am acı sın ıf sistem ini sürekli kılm aktı. "B eyefendiler 'i eği
tecek bir okuldu bu: "beyefendiler" ise bu nitelikleriyle doğar, öğre
nim yoluyla beyefendi olm azlar. A rnold, özel okulları iyi ailelerin ço
cukları için yatılı okullar yaparak, İngiltere’deki okul sistem ini sosyal
sim ilar arasındaki hareketliliği engeller durum a getirm iştir. On doku
zuncu yüzyıl İngilleresinde sosyal sın ıflar arasındaki hareketliliğin-
her bakım dan. Birleşik D evletler dışındaki öbür Batılı ülkelerden daha
246
fazla olduğu çok söylenm iştir. O ysa İngiltere'de bugün bile aşırı bir sı
nıf bilinci ve sın ıf duygusunun sıkıntısı çekilm ektedir. Ç ünkü ileri eği
tini sistem leri arasında, bir tek İngiltere'deki okul sistem i, alt sınıflar
dan gelm e yetenekli ve başarılı gençleri lider gruplar arasına girm e ya
da en azından sosyal saygınlık kazanm a yolunda ilerlem eye davet et
mek bir yana, onlara bu imkanı verm em iştir bile. (B una karşı, İskoç
okulları ve üniversitesi on sekizinci yüzyılda sosyal sim ilar arasında
hareketlilik sağlayacak güçlü araçlar olarak geliştirildi.)
Yeni Gereklilikler
• G erekli olan eğitim sistem i açık bir sistem olm alıdır. Ö ğrenim i
ileri düzeyde olanlarla "öbür yarı" arasındaki çizgiyi geçilm esi m üm
kün olm ayan bir engel haline getirm em elidir. K ökenleri, varlık du
rumları y a da önceki öğrenim leri ne olursa olsun, yeterli ve başarılı
îtim seler için eğitim yolu ve eğilim aracıyla toplum içinde yükselm e
yolu açık olm alıdır. Bu konuda birtakım belirtiler vardır. Sözgelim i
Japonya'daki öğretm enlerden sınıflarında gelecek vaat eden çocuklara
dikkat etm eleri ve bu çocukları akadem ik yönden yeterli biçim de ye
tiştirerek, onların ilkokuldan ortaokula, ortaokuldan liseye ve liseden
de üniversiteye geçm elerini sağlam aları istenir. Japonya'daki öğret-
jtnenler dershanede öğretm enlik yaptıkları kadar, öğrenciye ve öğren
cinin ailesine danışm anlık da yapm akladırlar. Batı A lm anya'da ise, ge
leneksel çıraklık eğitim i akadem ik ilerlem e için paralel yükselm e
basam akları olarak kullanılm aktadır. Bu basam aklardan biri akadem ik
yönü ağır basan ortaöğrenim den -geleneksel G yıtmasiııın'dan- üniver
siteye doğru uzanm aktadır. Ö bürü ise, genç erkek ya da kadınların
247
haftada üç gün çalışıp, üç gün okula giderek, bu yolla hem pratik hem
de kuram sal tem el kazandıkları çıraklık program ı ile başlar. Bu temel
onlara, daha sonra Fachhochschule'ye devam etm e ve kendilerine
özellikle ticaret hayatında ilerlem e kapıları açacak bir akadem ik diplo
m aya sahip olm a im kanı tanım aktadır.
• G eleneksel sistem içindeki her okul kendisini sonu olan bir şey
gibi görm ektedir. Ö ğrenciler belli bir okul için gerekli olan öğrenim
süresini tam am ladılar m ı, eğitim leri "biter." Bilgi toplunıuııda "bitmiş
eğitim " diye bir şey yoktur. Bilgi toplum unda ileri düzeyde eğitim
görm üş kişilerin tekrar tekrar okula geri gelm eleri gerekir. Devamlı
eğitim ; özellikle de hekim ler, öğretm enler, bilim adam ları, yöneticiler
ve m uhasebeciler gibi öğrenim düzeyleri yüksek olan kim selerin eği
tim lerine devam etm eleri, ilerde önem li bir büyüm e sanayii oluştura
caktır. A ncak, şim diki halde, Birleşik D evletler ve bir ölçüye kadar da
İngiltere dışındaki okul ve üniversitelerde, devam lı eğitim den bütü
nüyle kaçınılm akta, böyle olm asa bile konu ciddî bir kuşkuyla karşı
lanm aktadır.
• Eğitim artık okullarla sınırlı kalam az. İşveren durum undaki her
kurum un öğretm enlik yapm ası da gerekir. Japonya’daki büyük işve
renler -devlet kurum lan ve ticarî işletm eler- bunu şim diden kabul et
mişlerdir. A ncak, bu konuda da öncü durum da olan gene B i r l e ş i k
D evletlerdir; Birleşik D evletlerdeki işv eren ler-ticarî kuruluşlar, devlet
kurum lan, -ordu- çalıştırdıkları kişilerin, özellikle de bunlardan eğitin1
248
diizeyle r> en yüksek olanların eğitim i ve yetiştirilm eleri için, bütün
o k u l ve üniversitelerin bir arada harcadıkları kadar para ve çaba harca
m aktadırlar. A vrupa'daki uluslaraşırı şirketler de çalıştırdıkları kişile
rin, özellikle de yöneticilerin devam eden eğitim lerini giderek daha
çok üstlenm ektedirler.
D urum ları iyi olan ve kendileri de ileri düzeyde eğitim yapm ış ana
babaların çocukları daim a avantajlı olacaktır. A ncak bu avantaj başka
ları için aşılm ası m üm kün olm ayan bir engel haline gelm em elidir. B u
nun b ir yolu -ki bu. Birleşik D evletlerde en etkili yol olacaktır- ileri
düzeydeki eğitim için yapılan m asrafların, m ezunlar hayata atıldıkla
rında kazançlarından kesilerek geri alınabilir hale getirilm esidir. M o
dern ekonom ide yapılan hiçbir yatırım , ileri düzey bir eğitim sonucun
da elde edilen diplom a kadar kazanç getirem ez. O halde vergi
yükümlülerinin öğrencilere para yardım ında bulunm aları için bir ne
den yoktur. A m a bu kişiler öğrenci olm aya devam ettikleri sürece p a
ssızd ırlar. A daletin, hak duygusunun ve ekonom inin bir gereği ola
cak. ileri düzeydeki diplom alarının kendilerine öm ür boyu sağladığı ek
kazançtan toplum a olan borçlarını ödem ek durum undadırlar.
Eğitimli İnsan
Eğitim li bir insan, hem bir hayat sürm ek, hem de hayatını kazan
mak için gerekli donanım a sahip kişidir. Sokrates ve A rnold of
Rugby, bütün güçleriyle "hayat" üzerinde durup, işin "hayat kazanma"
yanım , önem siz belki de bayağı bir şey gibi görerek dikkate almadılar.
A ncak herhangi bir toplum da, ihtiyaçları düşünür Sokrates kadar kısıt
lı olan ya da A rnold'un "beyefendiler"i gibi zengin babalara sahip kişi
lerin sayısı yok denecek kadar azdır. Ö bür eğilim felsefelerinin hepsi
işin iki yanını daim a dengelem işlerdir. Bilgi toplum undaki eğitim dc
aynı dengeyi sağlayacaktır. Ne iyi para kazanıp yaşanm aya değer bir
hayatı olm ayan öğrenim görm üş barbar tipini kaldırabilir, ne de karar
lılık ve etkili olm a yeteneğinden yoksun kültürlü am atör tipini. Eği
lim, bilgi toplum unda, bir yandan etkili olm a becerileri öğretirken, bir
yandan da "erdem " aşılam ak zorunda kalacaktır. Şim dilik eğilim sis
tem lerim iz ikisini dc yapm ıyor -bu da sırf şu soruyu sorm am ış olma
m ızdan geliyor: Bilgi toplum u içinde eğilim li insan ne dem ektir?
250
A m a bütün bunları anlam lı kılm ak vc insanların içinde yaşadıkları
gerçeklere yansıtm ak zorundayız. "B eşerî bilim ler”i sahip olm aları ge
reken niteliğe yeniden kavuşturm alıyız: G örm em ize yardım cı olan ışık
ve doğru hareket etm em izi sağlayan rehber olm a niteliğine. Bu, öğren
cinin işi değildir; öğretm enin işi olm alıdır. A ltm ış yıl önce, 1927'de
Fransız d üşünür Juli en B cnda, hakikati, ister sağ, ister sol kökenli ol
sun, ırkçı ve siyasî dogm aların gerisine ilen çağdaş bilim adam ları ve
yazarlara karşı, L a Trahison d es clerks (The B etrayal o f the Intellectu
als) adını verdiği yam an bir saldırı yayım ladı. Benda'nın saldırısı, ge
leceği tahm in ederek, hem H itler’li yıllarda A lm an aydınlarının haki
kate karşı yaptıkları ihaneti, hem de otuzlu yıllarda ve İkinci D ünya
Savaşından sonraki yirm i ya da otuz yıl boyunca K om ünist Parti sem
patizanları ve S talincilerin hakikate karşı olan ihanetlerini önceden se
ziyordu. B eşerî bilim lerin, züppelik, küçük görm e ya da tem bellik yü
zünden ölüp gitm elerine izin verm ek de aynı şekilde b ir ihanettir.
Bilgi toplum unun ortaya çıkışı, bizlcri, geçm işin bilgeliği ve güzelliği
ni bugünün ihtiyaçları vc çirkinliği üzerinde odaklaştırm aya zorlaya
caktır. Bu, bilim adam larının ve hüm ünistlerin bir hayatın yaratılm ası
na yaptıkları katkıdır.
251
yönelim okulları bile- öğrencilere bir kuruluşun üyeleri olarak etkili
durum a gelm eleri için gerekli tem el becerileri verm em ekledir: Düşün
celeri sözlü ve yazılı olarak sunm a yeteneği (kısa, yalın, açık bir bi
çim de); insanlarla birlikte çalışm a yeteneği; insanın kendi çalışmasını,
katkısını, m esleğini biçim lendirm e ve yönlendirm e yeteneği; ve genel
olarak, kuruluşu insanın kendi em elleri ve kendi başarıları ile, birta
kım değerlere gerçeklik kazandırm ak için araç olarak kullanm a beceri
leri. Sırası gelm işken, şunu da ekleyebiliriz: Bunlar. 2.500 yıl önce
Sokrates'in Eflatun'un D iyaloglarında yaşanm aya değer bir hayatın
anahtarları olarak dile getirdiği düşüncelerle çok büyük b ir benzerlik
gösterm ektedir.
Yeni bilginin teknoloji ve uygulam a halini alm ası her zam an için
uzun bir süre gerektirdiğinden, öğrenm e konusundaki bilgim iz, okul
ların bugüne kadar uygulam aya koyduklarını bir hayli aşmaktadır.
A m a artık, öğrenm eyle ilgili yeni bilgilerin uygulam aya dönüşm ekte
olduğu bir noktadayız. H er şeyden önce, farklı kim selerin farklı biçim
lerde öğrendiklerini biliyoruz. A slında öğrenm e işlemi, parm ak izleri
kadar kişiye özgü olan bir şeydir; öğrenm e biçim leri tam am en aynı
olan iki kişi yoktur. H erkesin farklı bir öğrenm e hızı, farklı bir ritmi,
farklı bir dikkat süresi vardır. E ğer öğrenen kişiye, kendisi için yaban
cı olan bir lıız. ritim ya da dikkat süresi zorla uygulanırsa, öğrenme
252
çok düşük düzeyde gerçekleşir ya da hiç gerçekleşm ez; yalnızca yor
gunluk ve öğrenm eye karşı direnç oluşur. A m a farklı kim selerin farklı
konuları farklı biçim lerde öğrendiklerini de biliyoruz. Ç oğum uz çar
pım tablosunu davranışsal olarak, yani alıştırm a ve tekrar yoluyla öğ-
renm işizdir. O ysa m atem atikçiler için çarpını tablosunu "öğrenm ek"
diye bir şey yoktur; onlar çarpını tablosunu algılarlar. Bunun gibi, mü
zisyenler de notasyonu öğrenm ezler; algılarlar. D oğuştan atlet olan hiç
kimse topu yakalam ayı hiçbir zam an öğrenm ek zorunda olm am ıştır.
Bazı şeylerin öğretilm esi gerçekten de gereklidir -ve bunlar yalnızca
değerler, anlayış, anlam değildir. B ir çocuğun güçlü yanlarının neler
olduğunu saptam ak ve yeteneği başarıya doğru yönlendirm ek için bir
öğretm en gerekir. M ozart bile babası usta bir öğretm en olm asa, bildi
ğim iz o büyük deha olm azdı.
A rtık bu yeni bilgiyi uygulam aya koym ak için hazır durum dayız.
Bunun bir nedeni dem ografidir. G elişm iş ülkelerde, çoğu kim se m et
ropoliten alanlarda yaşam aktadır. Böylece öğrenen kişinin herkes için
tek bir öğrenm e ve öğretm e pedagojisi olan tek bir okulla sınırlı kal
ması artık söz konusu değildir; küçük köyler ancak bu kadarını k a n ı
rabiliyordu. Ö ğrenen kişi, yaya olarak, bisikletle, ya da otobüsle ko
layca ulaşılabilir uzaklıkta olan am a her biri farklı bir öğrenm e çevresi
sunan okullar arasında seçim yapabilir. Tahm in edilebileceği gibi, öğ
renenlerin öğrenm e biçim lerinin ne olduğunu saplam ak ve onları el al
tındaki okullar arasında kişisel öğrenm e profillerine en uygun olanı
hangisi ise, oraya yönlendirm ek, yarının öğretm eninin sorum luluğu
olacaktır.
253
de önem li bir ııokla da, aracın ne tür m esajların gönderilem eyecegini
ve alınam ayacağını bilerlem esidir. Ve ileşitinı aracı hızla değişm ekte
dir. Basılı kitap nasıl on beşinci yüzyılda eğitim için "yüksek teknolo
ji" haline gelm işse, bilgisayar, televizyon ve video kasetleri de yir
minci yüzyıldaki eğitim in yüksek teknolojisi haline gelm ektedirler. O
halde yeni teknolojinin okullar ve öğrenm e biçim lerim iz üzerinde de
rin bir etki yaratacağı kesindir.
254
zeyi aşm akladır. O kullar giderek daha biiyük bir oranda, bilgisayar, te
levizyon, film, video ve ses bantları kullanm aya zorlanacaklardır. Ö ğ
retmen giderek daha çok bir denetçi ve akıl hocası durum una gelecek
tir -belki de, yüzyıllar önce ortaçağ üniversitesinde oynadığı role çok
benzer bir rolü olacaktır. Ö ğretm enin işi yardım etm ek, yol göster
mek, örnek olm ak, yüreklendirm ek olacaktır; asıl işi konunun kendisi
ni aktarm ak olm ayabilir.
Basılı kitap, Batıda öğrenm eye karşı o güne kadar ve o günden be
ri hiç görülm eyen bir sevgi dalgasının kabarm asına yol açtı. Her çev
reden insana kendisi için en uygun olan hızda, kendi evinin özel orta
mında. ya da düşünce yapıları benzer okuyucuların oluşturduğu hoş
bir çevrede, öğrenm e im kanı verdi. M esafe ve coğrafya koşulları yü
zünden ayrı düşm üş insanların birlikte öğrenm elerini sağladı. En azın
dan B atıda "öğrenm c"yi yaralan belirleyici olay, "antik dünyanın yeni
den keşfi" olm adı -bu dünya hiçbir zam an kaybedilm iş değildi. Bu
olay, basılı kitapla gelen yeni teknolojiydi. B ilgisayarlar ve teknoloji
bir araya gelerek, öğrenm e sevgisinde benzer bir patlam a yaratabilirler
m i? Y edi ya da sekiz yaşında bir çocuğun bir saaat boyunca bilgisaya
rıyla bir m atem atik program ı üzerinde çalışm asını veya daha da ufak
bir çocuğun "Susam Sokağı"m izlem esini gören herkes bu patlam a
için gerekli olan barutun birikm eye başladığını bilm ektedir. O kullar
boğm ak için ellerinden geleni yapsalar da, yeni teknolojilerin yarattığı
öğrenm e keyfi bu konuda etkili olacaktır. Birleşik D evletler ve Japon
ya'daki okullar, otuz yıl boyunca şiddetli bir direnç gösterdikten sonra
yeni teknolojileri kullanm ak, öğretim yöntem lerine katm ak ve öğren
cilerinde öğrenm e arzusu yaratm ak için daha büyük bir istek göster
m ektedirler; öğrenm e arzusu, tem elde, eğitim li olm anın esasıdır.
Bilgi Nedir?
255
dayız. Doğa bilim lerinde bu hâlâ işe yarayabilir. B aşka alanlarda ise
uzm anlaşm a bilgiye giden yol üzerinde bir engel durum una gelmekte,
bilginin etkili kılınm asında ise daha da büyük bir engel oluşturm akta
dır. A kadem ik çevreler bilgiyi baskıya geçen şey olarak tanım lam akla
dırlar. A m a bunun bilgi olm adığı kesindir; işlenm em iş veridir bu. Bil
gi bir şeyi ya da bir kim seyi değişLiren enform asyon dem ektir -bunu,
ya eylem için bir neden oluşturarak yapar, y a da bireyi (veya kurulu
şu) farklı ve daha etkili bir eylem gerçekleştirebilecek durum a getire
rek. Y eni "bilgi"nin pek küçük bir bölüm ü bunu başarabilm ekledir.
D aha elli yıl önce, dönem in büyük bilim adam ları çok satan kitap
lar yazm aktaydılar. N e John M aynard Keynes, ne Joseph Schumpeter
-yüzyılın iki büyük iktisatçısı olan bu kişiler- "popüler olm a am acın
da" değildi. A m a her ikisinin eserleri de iktisatçı olm ayan pek çok kişi
tarafından büyük bir hevesle okundu. İngiliz tarihçi A rnold Toynbcc,
1930'lu yıllarda kitaplarını yazarken kalabalıkları m em nun etm eye ça
lışmadı; iki büyük klasikçi Edith H am ilton ve W erner Jae-
ger'inY unanlılar üzerinde yazdıkları k ita p la rd a bunu yapm ıyordu. Oy
sa bu kim selerin eserleri sürekli olarak çok satan kitaplar listesine
girdi; o dönem in önde gelen A m erikalı tarihçilerinin eserleri de öyle.
Bugün onların yerine geçen kim seler ise, yazılarını, kendi meslektaş
larının bile okum adığı bilim sel dergilerde bastırabilm ek için para öde
mek zorunda kalm aktadırlar. Bilgi sahibi kim selerin kendilerini başka
larınca anlaşılır kılm akla yüküm lü oldukları yolundaki eski düşünceyi
artık kabul etm iyoruz. A ncak bu yapılm adıkça, üretilm iş b ir bilgi de
olm ayacaktır. O kuyucular hazırdır, halta susam ışçasına beklem ekte
dirler. İyi araştırm acılar -A m erikalı tarihçi B arbara T uchm an, Fransız
tarihçi Fernand Braudel, İngiliz astrofizikçi Stephen W. H aw kins- lüt
fedip, çalışm alarını m akul bir düzyazı ile sundukları zam an, kitapları
hem en büyük bir rağbet görm ektedir.
256
olm aktan çıkm ışlardır; bu. en azından, doğa bilim leri dışında bbyledır.
Farklı disiplinleri bir araya getiren çalışm alarla, disiplinlerarası çalış
m alarda m eydana gelen hızlı artışa bakarak, yeni bilgiyi, on dokuzun
cu ve yirm inci yüzyıllarda öğretm e, öğrenm e ve araştırm a süreçlerine
çerçeve oluşturan disiplinlerden elde etm enin artık m üm kün olm adığı
gerçekten de ileri sürülebilir.
A lm an-İsviçreli H erm ann Hesse, 1943 yılında son rom anı Das
G lasperlenspiel IM agister Ludi)' i yayım ladı. H esse, zam anlarını Çin
müziği çalarak ve rom anın başlığında yer alan boncuk oyunu gibi çap
raşık bilm eceler çözerek geçiren ve bu arada dışardaki bayağı dünyay
la her türlü tem astan kaçınan, kapalı bir aydınlar tarikatı yaratm ıştı.
Bunu yaparken, aklından geçirdiği şey, A lm an düşünür ve yazarları
nın N azi dönem i sıralarında, her türlü kabalıktan uzak, incelikli bir iç
dünyasına çekilm eleri oldu. A m a sonunda H esse'nin kahram anı, dü
şünceye dayalı oyunlarda yaşanan "iç sürgünü"nü reddeder ve gerçek
insanların, dolayısıyla da gerçek bilginin, pis, gürültülü, kirlenm iş ve
bozulm uş dünyasına geri döner. A lm anca konuşan aydınların H itler
zam anında bir m azeretleri vardı; günüm üz akadem isyenlerinin böyle
bir m azeretleri yoktur am a onlar da çoğunlukla H esse'nin boncuk oyu
nuyla yarattığı dünyaya çekilm iş durum dadırlar. Bilgiyi, tekrar etkili
kılm a, yeniden gerçek bilgi haline dönüştürm e zorunluluğunu duya
caklar m ıdır?
257
SONUÇ
ÇÖZÜMLEMEDEN ALGILAMAYA
YENİ DÜNYA GÖRÜŞÜ
261
nin karısının yerini, hayvan gücünün alması ilk kez m üm kün hale gel
di. Benediktin rahipleri ayrıca antik dönem lerde oyuncak olarak kulla
nılan su çarkları ve yel değinilenlerini ilk m akinelere dönüştürdüler.
İki yüz yıl içinde teknolojik öncülük Ç in’den Batıya geçli. Y edi yüz
yıl sonra da Papin'in buhar m akinesi, yeni bir teknoloji ve bu teknolo
jiy le birlikte yeni bir dünya görüşü yarattı -m ekanik evren.
262
Şim di dc, enform asyon ve biyolojinin başlattığı dördüncü dalgaya
tanık oluyoruz. Bu seferki de, daha önceki girişim cilik dalgaları gibi,
"yüksek teknoloji" ile sınırlı değildir; "yüksek teknoloji"yi olduğu ka
dar "orta teknoloji"yi, "düşük teknoloji”yi ve "sıfır te k n o lo jiy i de
kapsam aktadır. D aha öncekiler gibi, bu da yeni ya da küçük ticarî te
şebbüslerle sınırlı değildir, m evcut ve büyük teşebbüslerde de vardır -
ve çoğu kez, en etkili, en yararlı biçim de bu tür teşebbüslerde görül
m ektedir. Ve, daha öncekiler gibi, "bu lu şlar'la. yani teknolojiyle sınır
lı değildir. Sosyal alanda gerçekleştirilen yenilikler dc, aynı oranda
"girişim ciliğe d ay alı”, aynı oranda önem lidirler. Sanayi D evrim iyle
gelen bazı sosyal yeniliklerin -m odem ordu, kam u yönetim i, PTT, ti
carî bankanın- dem iryolu ya da buharlı gem i kadar etkili oldukları ke
sindir. Bunun gibi, içinde bulunduğum uz girişim cilik çağı her türlü
yeni teknoloji ve m addî ürün kadar getireceği sosyal yenilikler -
özellikle de politika, devlet, eğitim ve ekonom i bilim indeki yenilikler-
açısından d a önem li olacaktır.
E nform asyonun bir başka önem li sosyal etkisi de açıkça görülm ek
te ve geniş bir biçim de tartışılm aktadır: E nform asyonun ulusal devlet
üzerinde, özellikle de ulusal devletle yirm inci yüzyılda baş gösteren
hipertrofi, yani totaliter rejim ler üzerinde yarattığı etki. Kendisi dc
modern kitle iletişim araçlarının, gazetelerin, sinem aların ve radyonun
ürünü olan totaliter rejim , eğer enform asyon üzerinde tam bir denetim
kurabilirse, ayakta kalabilir. A m a herkes evinde oturup, bir uydu ara
cılığıyla enform asyona doğrudan ulaşabilirken -bunu sağlayan "alıcı
lar" daha şim diden öylesine ufalm ıştır ki, hiçbir gizli polis örgütünün
bunları bulabilm e um udu yoktur -enform asyon üzerinde devlet dene
timi artık m üm kün değildir. H atta enform asyon artık uluslaraşırı bir
nitelik kazanm ıştır; para gibi, enform asyonun da "anayurt”u yoktur.
Enform asyon ulusal sınır tanım adığına göre, yeni "uluslaraşırı" in
san toplulukları da yaratacak ve bunlar birbirlerinin yüzünü bile gör
m eden, iletişim halinde oldukları için, paylaşm a duygusunu yaşaya
caklardır. D ünya ekonom isi, özellikle de para ve krediden oluşan
"sembol ekonom isi", daha şim diden, ulusal niteliği olm ayan, uluslara-
şırı topluluklardan biri haline gelm iştir.
263
Enform asyonun başka sosyal etkileri de bunlar kadar önem lidir
am a pek fazla görülüp, tartışılm am aktadır. Bunlardan biri, yirminci
yüzyıl kentlerindeki m uhtem el değişikliklerdir. Bugünün kentini, on
dokuzuncu yüzyılda gerçekleştirilen büyük atılım yarattı: İnsanları
tren ve tram vay, bisiklet ve otom obil aracılığıyla işe taşım a yeteneği.
D eğiştirecek olan ise, yirm inci yüzyılın büyük atılım ı olacaktır: Dü
şünceleri ve enform asyonu harekete geçirerek, işi insanlara taşım a ye
teneği. A slında kent -Tokyo kent merkezi, New Y ork kent merkezi,
Los A ngeles kent m erkezi, L ondra kent m erkezi. Paris kent merkezi.
B om bay kent m erkezi- yararlılık özelliğini artık tüketm iş durumdadır.
A rtık insanları kent içine ve dışına taşıyam az durum a geldik; Tokyo
ya da N ew York'taki ofis binalarına varabilm ek için tıklım tıklım va
gonlarda iki saat süren yolculuklar yapılm ası. Londra'daki Piccadilly
C ircus'ta yaşanan curcuna, ya da her sabah ve akşam Los A ngeles'taki
çevre yollarında trafiğin iki saat boyunca kitlenm esi, durum un böyle
olduğuna işaret etm ekledir. K redi kartlarının, m ühendislik tasarım ları
nın, sigorta poliçeleri ve sigorta alacaklarının ya da sağlık kayıtlarının
kullanım ı gibi çalışm alarla, enform asyonu şim diden insanların bulun
dukları yerlere -kentlerin dışına- taşım aya başladık bile. İnsanlar git
tikçe artan bir oranda evlerinde, ya da çok sayıda kim senin yapacağı
gibi, kalabalık kent m erkezlerinin dışındaki küçük "uydu ofisler"de
çalışacaklardır. Faks m akinesi, telefon, çift yönlü video ekranı, teleks,
lelekonfcrans, dem iryolunun, otom obilin ve aynı zam anda uçağın ye
rine geçm ektedir. Y etm işli ve seksenli yıllarda, bütün büyük kentler
deki hızlı yapılaşm a ve bununla birlikte gelen gökdelen patlam ası,
sağlık işaretleri değildir. Bunlar, kent m erkezlerinin sonlarının gelm e
ye başladığını gösteren belirtilerdir. Ç öküş yavaş olabilir; am a. kurul
maları büyük bir başarı olan bu m erkezlere, en azından bugünkü halle
riyle, ihtiyacım ız kalm am ıştır.
Kent, iş m erkezi olm ak yerine, bir enform asyon m erkezi haline ge
lebilir -enform asyonu (haber, veri, m üzik) çevreye dağıtıp yayan ver
olabilir. Y ılda bir iki kerc.büyük bayram günlerinde, çevredeki kırsal
alanlardan gelen köylülerin bir araya toplandıkları ortaçağ katedraline
benzeyebilir: bilge rahipleri ve katedral okulunu saym azsak, ortaçağ
264
katedrali iki bayram arasındaki günlerde bom boş olurdu. Y arının üni
versitesi de, öğrencilerin fiilen devam ettikleri bir yer olm aktan çıka
rak. enform asyon ileten bir "bilgi m erkezi" haline gelecek m idir?
İşin yapıldığı yer, işin yapılış biçim ini büyük ölçüde belirler. Yapı-
Jan iş üzerindeki etkisi de büyüktür. B üyük değişiklikler m eydana ge
leceğinden em in olabiliriz -ancak bunlar nasıl ve ne zam an olacaktır,
şim dilik tahm in bile edem eyiz.
Biçim ve İşlev
İletişim in etkili olabilm esi, hem enform asyon hem anlam olm asına
bağlıdır. A nlam ise paylaşm ayı gerektirir. Dilini bilm ediğim bir kim
se, beni telefonla arasa, aram ızdaki hattın son derece tem iz olm ası, ba
na hiçbir yarar sağlam az. Ben o dili anlam adıkça, "anlam " diye bir şey
yoktur -m eteoroloji uzm anının eksiksiz bir biçim de anladığı mesaj bir
265
eczacı için laf kalabalığıdır. A ncak grup çok büyükse, paylaşm a doğru
dürüst gerçekleşm ez. Paylaşm a, sürekli olarak yeniden doğrulanm ayı
gerektirir. Y orum yapabilm e yeteneği gerektirir. Bir topluluk olmasını
gerektirir. "Bu m esajın ne anlam a geldiğini biliyorum , çünkü Tok
yo'daki, ya da Londra'daki, ya da Pekin'deki adam larım ızın düşünm e
biçim lerini biliyorum ." Biliyorum sözü. "enform asyon"u "ilelişim 'e
dönüştüren katalizördür.
Y etm işli yıllarda eğilim değişti. A rtık iyi yönetim olm anın belirtisi
daha büyük olm ak değildir. Artık sağlık hizm etleri söz konusu oldu
ğunda, hastane dışında daha iyi yapılabilen her şey hastaneden başka
bir yerde yapılsın, diyoruz. Y etm işli yıllardan önce, A m erika'da du
rumları hafif olan akıl hastaları için bile en iyisinin bir akıl hastanesi
ne yatm ak olduğu düşünülm ekteydi. Bu tarihlerden sonra, başkaları
için tehlike oluşturm ayan akıl hastalan hastanelerden çıkarılm ıştır (bu
uygulam a her zam an iyi sonuçlar verm em ektedir). Y üzyılım ızın ilk üç
çeyreğinin, özellikle de İkinci D ünya Savaşını izleyen dönem in ayırıcı
özelliği olan büyüklük sevdasından uzaklaştık. B üyük ticarî işletm ele
ri hızla yeniden yapılandırıp "daraltıyoruz." D evlet görevlerini "özel
leştiriyoruz"; bunları, özellikle yerel topluluklarda, devlet kesiminin
dışındaki m üteahhitlere veriyoruz.
266
O halde, belli bir görev için uygun olan büyüklüğün ne olduğu so
rusu, giderek daha büyük bir önem kazanacaktır. Bu işi bir arı mı, si-
nekkuşu m u, fare mi, geyik mi, yoksa fil mi en iyi yapar? Bunların
hepsine de ihtiyaç vardır, am a her biri farklı bir iş için ve farklı bir
ekolojide gereklidir. U ygun büyüklük, giderek, görev ve işlev için ge
rekli olan enform asyonu en etkili biçim de kullanan büyüklük olacak
tır. G eleneksel kuruluşu bir arada tutan, kum anda ve kontrol sistemi
olm uşken, cnlörm asyona-dayalı kuruluşun "iskelet"i en elverişli en
form asyon sistem i olacaktır.
Çözümlemeden Algılamaya
267
ram saldır. A m a enform asyon her biyolojik süreç için düzenleyici ilke
dir. M odern biyolojinin bize öğrettiğine göre, hayat bir "genetik şif-
re"de, yani program lanm ış enform asyonda biçim bulm aktadır. G er
çekten de, o gizem li gerçekliğin, yani "hayat"ın doğaüstüne
başvurm ayan tek tanım ı, hayatın enform asyon tarafından düzenlenen
m adde olm asıdır. V e biyolojik süreç çözüm sel değildir. M ekanik bir
olguda, bütün, kendisini m eydana getiren parçaların toplam ına eşittir
ve bu yüzden çözüm lem e yoluyla anlaşılabilir. O ysa biyolojik olgular
"bütünler"dir. Bunlar, kendilerini m eydana getiren parçaların topla
mından farklıdır. E nform asyon gerçekten de kavram saldır. A m a an
lam öyle değildir; anlam algılam adır.
268
çeşidi -ister gelişim , ister davranış ya da klinik psikolojisi olsun- çö
züm lem eden algılam aya doğru yönelm iştir. Post-Freudcu "ruhsal çö
züm lem e" bile "ruhsal algılam a" halini alm akta ve kişinin m ekanizm a
ları, "itkil'er"i yerine kişinin kendisini anlam aya çalışm aktadır.
Devletin ya da işadam larının yaptıkları planlam alarda, giderek daha
çok "senaryolar"dan söz ediyoruz; bunlarda da hareket noktası b ir al
gıdır. Tabiî, herhangi bir "ekoloji" de çözüm lem e değil algılam adır.
Ekolojide "bütün"ü görm ek ve anlam ak gerekir; "parçalar" ancak bü
tüne bakılırken vardır.
Elli yıl kadar önce ilk A m erikan kolejinde -V erm ont'taki Benning-
ton'da- beşerî bilim ler eğitim inin ayrılm az bir parçası olarak, uygula
m alı sanat dersleri -resim , heykel, seram ik, bir m üzik aleti çalm ak- ve
rilm eye başlandığında, bu tüm saygıdeğer akadem ik göreneklere
m eydan okuyan, küstahça, ilkelere aykırı bir yenilik oldu. B ugün her
A m erikan kolejinde aynı şey vardır. Kırk yıl önce herkes nesnel olm a
yan m odern resm i reddediyordu. B ugün ise, m odem ressam ların eser
lerini sergileyen m üzeler ve galeriler insanla doludur ve bu eserler re
kor fiyatlarla alıcı bulm aktadır. M odem resm in "m odem " yanı,
izleyiciden çok, ressam ın gördüğünü sunm aya çalışm asıdır. M odern
resim , betim lem eden çok, anlam dır.
269
zam an geçm esi gerekti. Sonra da K anl'ın Salt A klın E leştirisi <'-'871)
■feseri, yüzyılı aşkın bir süre, Batı felsefesine egem en oldu. Friedrich
N ietzsche gibi, K ant düşm anlarına anlam lı gelen so ru lan bile bu kitap
belirledi. H atta bu yüzyılın ilk yarısında Ludw ig W ittgenstein için bile
"bilgi" tanım ının kaynağı hâlâ K ant'tan geliyordu. A m a çağdaş düşü
nürler artık Kant'ın ilgi konuları üzerinde durm am aktadırlar. O nlar
konfigürasyonlarla uğraşırlar -işaretler ve sem bollerle, örüntülerle,
m itle, dille. A lgıyla uğraşırlar. O halde m ekanik evrenden biyolojik
ıjvrene olan bu yöneliş, sonunda, yeni bir felsefî sentez gerektirecektir,
Kant, bu senteze, E insicht, ya da C ritique o f P ure P erception * adını
verebilirdi.
270