Professional Documents
Culture Documents
Luca Di Fulvio - Ruya Dagıtan Cocuk PDF
Luca Di Fulvio - Ruya Dagıtan Cocuk PDF
İtalyancadan Çeviren:
SEMA SAVAŞ
PEGASUS YAYINLARI
Bana Carla’yı getiren kaderime,
O olmasaydı asla aşktan söz edemezdim.
Sorumluluk rüyalarda başlar.
W. B. Yeats, Responsibilities
Aspromorıte, 1906-1907
11
Rüya Dağıtan Çocuk
12
Luca Di Fulvıo
bir elbise çıkarıp kızma giydirdi. Elbise öyle boldu ki kızın omzuna
bağlanan ipi mükemmel bir şekilde gizliyordu. Zaten annenin de is
tediği buydu.
“Herkese, hatta ağabeylerine bile ağaçtan düştüğünde sakatlandı
ğını söyleyeceksin. Duydun mu beni? Ağabeylerin dâhil herkese! Bu ipi
bir ay boyunca hiç çıkarmayacaksın, ta ki alışana kadar. Bir ay sonra
seni bu ipten kurtaracağım ama sen yine de bu iple bağlanmış gibi
yürüyeceksin. Eğer dediklerimi yapmazsan ipi yeniden bağlayacağım,
buna rağmen kafanın dikine gider de beni dinlemezsen o zaman seni
kendi ellerimle öldüreceğim. Bir şey daha: Akşam olduğunda sahip o
güzel arabasıyla korna çalarak kapının önünden geçerken dışarı koşup
onu selamlayacaksın. Hatta daha önce kapıya çıkıp onun geçmesini
bekleyeceksin ki seni iyice görsün. Beni iyice anladın mı?”
Küçük kız başını salladı.
O zaman anne, kızının güzel yüzünü derisi sertleşmiş ellerinin
arasına aldı ve ona büyük bir sevgi ve umutsuz bir kararlılıkla baktı.
“Karnında bir piçin büyümesine asla izin vermeyeceğim.”
Sonbahar gelmeden önce, Cetta’nın ömür boyu sakat kalacağı dü
şüncesini kabullenen sahip evlerinin önünden geçerken korna çalmayı
bıraktı. Kış başlamadan önce ise artık yolunu bile değiştirmişti.
Yaza doğru annesi kızına artık iyileşmeye başlayabileceğini söyledi.
Çok yavaş bir şekilde, kuşku yaratmadan. Cetta on üç yaşına girmiş
ve epey serpilmişti. Ancak tüm kış boyunca sakat gibi yürümekten
hafif sakat kalmıştı. Zaten daha sonraları, büyüyüp bir genç kız olduğu
zaman bile düzgün yürümeyi başaramayacaktı. Kusurunu saklamayı
öğrendi ama bir daha asla bedenini dik tutamadı. Sol göğsü diğerinden
biraz daha küçük, sol omzu ise sağ tarafına oranla daha düşüktü. Aynı
şekilde sol kalçası da sağ yanma oranla daha az gelişmişti. Tüm yıl
boyunca sürüklemek zorunda kaldığı sol bacağının kasları zayıfladığı
ya da eklemleri katılaştığı için küçük kız topal kalacaktı.
13
2
14
Luca Di Fulvio
15
Rüya Dağıtan Çocuk
16
3
17
Rüya Dağıtan Çocuk
Liman tıka basa yoksul insanlarla doluydu. Aralarında sadece birkaç soylu
insan göze çarpıyordu. Ancak hiçbiri onlarla aynı gemiye binmiyordu.
Sadece oradan geçip başka bir gemiye yöneliyorlardı. Cetta, çerçevesi
paslanmış bir lombozdan onları izliyordu. Bu yoksulların çoğu karada
kalacak, gemiye binemeyecekti. Muhtemelen birçoğu başka bir fırsat
kollayacak ve yeniden bir gemiye binmeyi deneyecekti. Amerika’ya bir
gidiş bileti alabilmek için ellerindeki son birkaç değerli eşyayı rehin
verecek ve bir gemiden diğerine koştururken o küçücük şanslarım da
yitireceklerdi. Böylece hiçbir zaman yola çıkamayacaklardı.
Oysa Cetta Amerika’ya doğru yola çıkmak üzereydi.
Geminin kirli lombozundan dışarı bakarken düşündüğü tek şey
buydu. Arkasındaki küçük sepette, artık altı ajanı doldurmuş olan Natale
huzursuzca kımıldanıyordu. Küçük yavrusunu rahat ettirebilmek için
şık bir hanımefendiden çaldığı yün şalı bebeğinin üstüne iyice örttü.
Cetta, o yapışkan sıvı bacaklarının arasından kalçalarına doğru
akarken sadece yapacağı uzun deniz yolculuğunu düşünüyordu. Gemi
nin kaptanı, iyice tatmin olmuş bir ifadeyle pantolonunun düğmelerini
iliklerken ikisinin de çok eğlendiğini söyledi sırıtarak. Öğleden önce
ona biraz ekmek ve su getireceğine dair söz verirken Cetta’nın aklında
sadece Amerika vardı. Ve ancak soğuk demir kapının kapandığını
duyunca lombozdan uzaklaştı, ambarın zeminini kaplayan samanla
bacaklarını temizledi. Sonra Natale’yi kucağına aldı. Hâlâ kaptanın
parmak izlerini taşıyan memelerinden birini çıkardı ve piçini emzirmeye
başladı. Bebek uyur uyumaz onu sepetine yerleştirip ambarın kuytu
bir köşesine çöktü. Gözyaşları sicim gibi yanaklarından aşağı inerken,
Beni Am erika’d an ayıran deniz gibi tuzlu, diye düşündü. Sonra hemen
yanaklarını silip kendi kendine gülümsemeye çalıştı. Sonunda demir
alan geminin düdük sesi limanda yankılanırken Cetta kendi kendine,
periler diyarına gitmek için piç doğan bebeğiyle evden kaçan on beş
yaşında bir kızın hikâyesini anlatırken uyuyakaldı.
18
Luca Di Fulvio
19
Rüya Dağıtan Çocuk
20
Luca Di Fulvio
21
BİRİNCİ KISIM
4
M anhattan, 1922
25
Rüya Dağıtan Çocuk
gelen bir dükkânın arka tarafına konmuş, üstü delik deşik bir çöp te
nekesine tekme atarak öfkesini dışa vurdu. Aniden küçük, şişman ama
uyuz bir köpek öfkeyle havlayarak dükkândan dışarı fırladı. Kıpkırmızı
gözleri yuvalarından fırlayacakmış gibi görünüyordu. Christmas eğildi
ve gülümseyerek elini köpeğe uzattı. Genelde atılan tekmelerden sa
kınmaya alışmış olan köpek durdu, aralarındaki mesafeyi koruyarak
bir kez daha havladı ancak bu kez sesinde öfkeden eser kalmamıştı,
adeta viyaklıyordu. Sonra kan kırmızı gözlerini daha çok açarak boy
nunu Christmas’ın eline uzattı, burun deliklerini oynatarak çocuğu
koklamaya başladı. Uysal bir şekilde hırlamaya devam ederek birkaç
çekingen adım attı, Christmas’ın parmak uçlarını kokladı. Ardından
kesik kuyruğunu, bir saygı gösterisi yapar gibi sallamaya başladı. Çocuk
güldü ve hayvanın sırtını kaşıdı.
O sırada önünde kanlı bir önlük olan bir adam dükkânın arka
kapısından çıktı. Elinde koca bir satır vardı.
“Sesi kesilince onu öldürdüklerini sandım,” dedi.
Christmas başını kaldırıp sessizce adama gülümsedi ve köpeğin
sırtını okşamaya devam etti.
“Sana da uyuz bulaşacak, evlat.”
Christmas köpeği okşamaya devam ederek omuzlarını silkti.
Kasap, “Eninde sonunda onu öldürecekler,” dedi.
“Kimler?”
“Buralarda türemeye başlayan o serseriler... Sen de onlardan biri
misin?”
Christmas başını iki yana salladı. Alnına düşen saçları rüzgârda
havalandı.
Gözlerinden bir an için koyu bir gölge geçti ama hemen ardından
yine ışıl ışıl, keyifle homurdanan köpeğe baktı.
Adam, elindeki satırın ağzını önlüğünde temizlerken, “Zavallı,
değil mi?” diye sordu.
Christmas güldü.
“Evet. Savunmasız.”
26
Luca Di Fulvio
“On yıl önce bir adamdan aldım bunu. Bana cins bir köpek oldu
ğunu söylemişti.” Başını sağa sola salladı. “Ama sonradan sevdim.”
Bunları söyledikten sonra dükkâna doğru yürüdü.
Christmas, “Onu ben koruyabilirim,” dedi düşünmeden.
Kasap durdu ve garip bir şey söylemiş gibi çocuğa baktı. On dört
yaşında, cılız, yamalı pantolonlu, ayağında kim bilir kimin verdiği
kocaman ayakkabılar olan, tezek ve çamur kokan çocuğa.
Christmas ayağa kalktı.
“Onu öldürmelerinden korkuyorsun, değil mi?” Köpek bacaklarına
sürünmeye başlamıştı.
“Eğer kabul edersen, ben onu koruyabilirim.”
Kasap gülmeye başladı.
“Ne diyorsun sen, çocuk?”
“Haftada yarım dolar ver, köpeğini her şeyden korurum.”
Güçlü kuvvetli, önlüğü kan içinde olan adam duyduklarına inan-
mıyormuş gibi başını salladı. Bir an önce işine dönmek istiyordu. Yok
sul mahallenin yoksul müşterileri için hazırladığı birkaç parça eti de
korunmasız bırakmak işine gelmiyordu. Ama içeri girmedi. Dükkânın
içine başını uzatıp bir göz attı ve sonra bu garip çocukla konuşmaya
karar verdi.
“İyi ama nasıl?”
Christmas, “Bir çetem var...” dedi birden. “Adı da...” Bacaklarına
sürünen köpeğe baktı ve aklına gelen ilk şeyi söyledi.
“Adı da Diamond Dogs.”
“Ahmaklar arasında çete savaşları çıksın istemiyorum.”
Yeniden dükkânına bir göz attı ama içeri girmedi.
Christmas ellerini ceplerine soktu. Ayağının ucuyla biraz yeri eşe
ledi. Sonra eğilip köpeğin başını okşadı.
“Peh! Sen bilirsin. Ben de duymuştum ki... Hayır ya, neyse...” Geri
dönüp gidiyormuş gibi yaptı.
“Ne duymuştun, çocuk?”
Christmas başıyla hâlâ az önce kendisini reddeden çetenin gülüş
melerinin geldiği tarafı gösterdi.
27
Rüya Dağıtan Çocuk
28
5
M anhattan, 1922
İlk teklif ettiği kişi Santo Filesi oldu. Santo onlarla aynı apartmanda
oturan, yüzü sivilceli, siyah kıvırcık saçlı, sıska bir çocuktu. Karşı
laştıkları zaman birbirlerine selam vermekten öte bir arkadaşlıkları
yoktu. Santo ile Christmas aynı yaştaydılar ve mahallelinin dediğine
göre Santo okula gidiyordu. Babası, limanda yükleme ve boşaltma
işçisi olarak çalışan, kısa boylu, tıknaz ve bacakları taşıdığı yükler
yüzünden düzelmeyecek kadar çarpık bir adamdı. Mahalleliye göre
-çünkü mahallelinin işi gücü onu bunu konuşmaktı- bir eliyle yüz
kilo kaldırabilirdi. Bu yüzden de herkesin gözünde yumuşak başlı, iyi
bir adamdı. Sarhoş olduğu zamanlarda bile zorbalık yapmayan, daima
saygı gören biriydi ve hiç kimse de onun üzerine gitmezdi. Ne de olsa
bir eliyle yüz kilo taşıyabilen birinin ne yapacağı asla belli olmazdı.
Santo’nun annesi ise oğlu gibi zayıf bir kadındı. Uzun yüzü ve iri diş
leriyle bir eşeğe benziyordu. Solgun tenliydi. Kupkuru ve boğumlu
parmakları her an oğlunun suratına bir tokat yapıştırmaya hazırdı.
Öyle ki artık Santo annesinin her el hareketinde ister istemez yüzünü
kollarının arasına saklıyordu. Bayan Filesi, Santo’nun okuduğu söylenen
okulun hademeliğini yapıyordu.
Christmas, ertesi sabah Lilliput’u koruma görevinden dönerken
yolda rastladığı Santo’ya, “Annenin sivilcelerin için krem yaptığı doğru
mu?” diye sordu. Kıpkırmızı olan çocuk omuzlarını silkerek Christmas’m
yanından uzaklaşmaya çalıştı. Çocuğun arkasından koşan Christmas,
“Hey!” diye seslendi. “Darıldın mı? Seni kırmak istememiştim... Yemin
ederim.”
29
Rüya Dağıtan Çocuk
Santo durdu.
“Benim çeteme katılmak ister misin?”
Santo ihtiyatı elde bırakmadan, “Hangi çete?” diye sordu.
“Diamond Dogs.”
“Hiç duymadım.”
“Çeteler hakkında ne biliyorsun?”
“Hiçbir şey...”
“Öyleyse ne diye çetemin adını duymadığını söylüyorsun? Zaten
bir şey bilmiyorsun.”
Santo yine kıpkırmızı oldu ve bakışlarını yere indirdi.
“Kimler var peki?”
Christmas cevap vermeden önce çevreye bir göz attı ve Santo’ya
doğru eğilerek, “Bilmesen senin için daha iyi olur,” dedi.
“Neden?”
Christmas çocuğa yaklaştı, bir kolunu onun omzuna attı ve Santo’yu
adeta sürükleyerek ara sokaklardan birine soktu. Sonra birkaç saniye
Orchard Caddesi’ne geri dönüp onları takip eden birilerinin olup ol
madığını kontrol eder gibi yaptı. Alçak sesle hızlı hızlı konuşarak,
“Çünkü seni sıkıştırırlarsa ağzından bir şey kaçırmaman gerekir,” dedi.
“Beni kim sıkıştırabilir ki?”
“Lanet olsun! Cidden hiçbir şeyden haberin yok. Hangi dünyada
yaşıyorsun? Söylesene, gerçekten okula gidiyor musun?”
“Eh, sayılır...”
Christmas, tekrar dönüp sokağın kenarından Orchard Caddesi’ne
baktı, etrafa bir göz attı ve sonra -yüzünü endişeyle buruşturarak-
aniden geri çekildi. Santo’yu yakaladığı gibi çekiştirerek bir çöp yığının
arkasına itti ve eliyle ona susmasını işaret etti. Biraz bekledikten sonra
sokağın önünden bir adamın -sıradan bir adam ın- geçtiğini gördüler
ve Christmas duvara dayanarak derin bir nefes aldı.
“Ha siktir! Gördün mü?”
“Kimi?”
“Bana bir iyilik yap ve git bak bakalım o herif hâlâ etrafta dola
nıyor mu?”
30
Luca Di Fulvio
31
Rüya Dağıtan Çocuk
32
Luca Di Fulvio
33
Rüya Dağıtan Çocuk
34
6
M anhattan, 1909
35
Rüya Dağıtan Çocuk
36
Luca Di Fulvio
37
Rüya Dağıtan Çocuk
38
Luca Di Fulvio
mişti. Bunların dışında birkaç parça yontulmuş çatal kaşık, bir mutfak
lavabosu, kare bir masa ve üç sandalye vardı.
Sandalyelerde iki ihtiyar oturuyordu. Biri kadın, diğeri erkekti.
Adam zayıf, kadın ise tombuldu. İkisi de kısa boyluydu. Kırışık yüzle
rini, gözlerinde endişeli bir ifadeyle kapıya çevirmişlerdi. Göz bebek
lerine çok eskiden kalma bir korku yerleşmiş gibiydi. Ancak adamın
içeriye girdiğini görünce ikisi de gülümsemeye başladı. Yaşlı adam,
diş etlerinin gözüktüğünü fark edince hemen bir eliyle ağzını kapadı.
Kadın ise gülerek elleriyle dizlerine vurdu ve gelen adamı kucaklamak
için ayağa kalktı. Bu sırada yaşlı adam -ayaklarını sürüyerek- yatağı
gizleyen perdenin arkasına koştu. Sonra bir şeylerin çıngırtısı duyuldu.
Geri döndüğünde ağzında sararmış dişler takılıydı.
İhtiyarlar çirkin suratlı, kara elli adamın gelişine çok sevinmiş
lerdi. Adam elindeki yatağı odanın bir köşesine yerleştirdi. Sonra,
tüm itirazlarına rağmen yaşlı kadının ıslattığı bir bezle gömleğindeki
lekeyi silmesine engel olamadan, o ürkütücü sesiyle onlarla konuşmaya
başladı. Yaşlılar ancak o zaman dönüp Cetta’ya baktılar. İkisi de bir
yandan adamı dinliyor, bir yandan da onu onaylarcasma başlarını
sallıyorlardı.
Adam çıkıp gitmeden önce elini cebine attı ve bir miktar para
çıkarıp yaşlı adama uzattı. İhtiyar uzanıp adamın kara elini öptü ve
sonra mahcup bakışlarını yere indirdi. Adam bunu fark edince ken
disinden beklenmeyecek bir nezaketle ihtiyarın sırtını sıvazladı ve
ona gülümseyerek bir şeyler söyledi. Sonra kucağında Christmas ile
kapıda kalakalmış olan Cetta’nın yanına gitti ve ona evraklarını geri
verdi. Sonra koridora çıkıp gözden kayboldu.
Yalnız kaldıklarında yaşlı kadın Cetta’ya kendi dilinde, “Adm ne?”
diye sordu.
“Cetta Luminita.”
“Ya çocuğunki?”
“Natale idi ama artık böyle,” diyerek kadına elindeki evrakları
uzattı Cetta. Yaşlı kadın evrakları aldı ve eşine uzattı.
“Christmas,” dedi ihtiyar.
Cetta, acı bir gülümsemeyle, “Bir Amerikan adı,” dedi.
Yaşlı kadın düşünceli bir ifadeyle çenesini kaşıdı ve sonra koca
sına döndü.
39
Rüya Dağıtan Çocuk
40
Luca Di Fulvio
41
7
M anhattan, 1909-1910
“Tekrarla. Sik!”
“Sik...”
“Am!”
“Am...”
“Göt!”
“Göt...”
“Ağız!”
“Ağız...”
Kadife kaplı bir divanda oturan elli yaşlarındaki kızıl saçlı kadının
yüzünde çok ağır bir makyaj vardı. Karşısındaki diğer kadife koltukta
sere serpe oturan kıza dönüp hızlıca bir şeyler söyledi ve Cetta’yı işaret
etti. Kaba saba görünen yirmili yaşlardaki fahişe kız, yüzünde isteksiz
ve sıkılmış bir ifadeyle üstündeki tek giysi olan şeffaf elbisenin dan
telleriyle oynayarak Cetta’ya döndü.
“Madam bunların senin işinin bir parçası olduğunu söylüyor. Baş
langıç için daha fazlasını öğrenmene gerek yok. Şimdi hepsini baştan
tekrarla.”
Şık ve gizemli bir havası olan salonun ortasında ayakta duran Cetta
üzerindeki paçavralardan utanıyordu. Tek bir kelimesini anlamadığı o
garip dilde söylenenleri hatırlamaya çalıştı. Sonra sırayla tekrarladı.
“Aferin, çabuk öğreniyorsun,” dedi genç fahişe.
42
Luca Di Fulvio
43
Rüya Dağıtan Çocuk
44
Luca Di Fulvio
45
Rüya Dağıtan Çocuk
46
Luca Di Fulvio
47
8
48
Luca Di Fulvio
yakışıklı, zeki ve baş haham olması beklenen o genç arasında bir ilişki
var mıydı gerçekten?
Ruth’un babası dedikodulardan bıkmıştı; annesi de öyle. Artık
cemaatin en genç baş hahamı olması mümkün görünmeyen otuz üçlük
Yahudi genç, meslektaşlarından birinin genç ve güzel kızıyla evlen
mişti. Ruth’un babası Philip bir an bile eşinden şüphe etmemişti. Fakat
iftiranın zehriyle boynu bükülmüştü. Ruth’un annesi kocasının ona
duyduğu güvenden memnundu ama bir daha asla cemiyet yararına
düzenlenen opera gecelerinde veya valinin isteğiyle yapılan açık hava
konserlerinde mücevherlerini ve birbirinden şık elbiselerini sergilemeye
cesaret edemedi. Arkasından yapılacak alaylı gülüşlerden, onu işaret
eden parmaklardan, oğlu yaşında bir çocukla zina yaptığını iddia eden
fısıltılardan korkmuştu. Bir zamanlar gururla ortaya çıkardığı zarif
omuzlarında bu iftiranın yükünü taşıma gücünü bulamadı.
Büyükbaba Saul, yemekten sonra çekildiği koltuğunda hemen her
gece, “Bir hiç uğruna dağılıp gittiniz,” diyor, bir yandan da gözlükle
rinin ezdiği burun kemiğini ovalıyordu.
Oğlu ve gelini bu sözler üzerine bakışlarını yere indiriyorlardı.
Yaşlı adam bu sözleri ilk kez söylediğinde karşı çıkmamışlardı, şimdi
de karşı çıkmak için bir nedenleri yoktu.
Ruth’a göre hüzünden ibaret olan bu evde hiç kimse gülmüyordu.
Aynalar artık salonda dans eden mutlu insanları yansıtmıyordu. Büyük
bahçe pazar akşamları yapılacak partiler için fenerlerle aydınlatılmıyor,
kuyruklu piyanonun başında yetenekli müzisyenler oturup doğaçlama
yaparak akşamları renklendirmiyordu. Bahçenin geniş demir kapısı
ve evin maun kapısı sonsuza dek mühürlenmiş gibiydi.
Ve bunların hepsi bir hiç uğrunaydı.
Ruth on üç yaşındaydı ve akşamları dışarı çıkamıyordu.
Ruth devamlı bu evin kasvetli ve hüzünlü olduğunu düşünüyordu.
Burada, on dokuz yaşındaki bahçıvandan başka kimse gülmüyordu.
Birkaç aydan beri Park Bulvarı’ndaki geniş teraslarındaki bitkilere
bakan delikanlı, külüstür bir kamyonet aldıktan sonra New Jersey’deki
kır evinin bahçesiyle de ilgilenmeye başlamıştı. Sadece o devamlı güler
yüzlüydü ve Ruth bunu hemen fark etmişti. Yakışıklı, zeki veya genç
olduğundan değil; fiziğinde ya da gözlerinde farklılık olduğundan da
49
Rüya Dağıtan Çocuk
50
Luca Di Fulvio
51
Rüya Dağıtan Çocuk
çıvamn nasırlı parm akları kızm tenini çizmişti. Bili yine aniden kızı
bıraktı ve hayranlıkla elindeki paralara bakmaya devam etti.
“Yirmi dolar! Bu kırık dökük kamyonet kaça mal oldu, biliyor
musun? Söyle, kaça? Eminim tahmin bile edemezsin. Kırk dolara mal
oldu ve bunun büyük bir şans olduğunu düşünmüştüm. Sen ise elini
babacığının cebine sokuyor ve sanki hiçbir şey olmamış gibi kamyonet
parasının yarısını çekiyorsun.”
Bahçıvan yeniden güldü, bu kez her zamankinden daha sesli bir
kahkaha attı.
“Biraz kaçak içki içmek için tam yirmi dolar!”
Bu kez gülüşü Ruth’un daha önce hiç duymadığı kadar garipti.
Ruth ciddi bir ifadeyle, “Bunu bir daha yapma,” dedi.
“Neyi?”
“Beni öpemezsin.”
Bili sessizce ona baktı. Bu pis, karanlık ve garip bakışta kızın o
ana kadar duyduğu gülüşlerden en ufak bir iz yoktu.
Bili sadece, “İn,” dedi. Sonra kendi kapısını açıp kamyonetten indi.
Aracın etrafında dolaşıp Ruth’u kolundan kabaca yakaladı ve tek ke
lime etmeden kızı bara doğru sürükledi. Banknotlardan birini uzatıp
bir şişe viski istedi. Barmen parayı bozamadı, Bili de sonra alacağını
söyledi; belli ki orada tanınan biriydi. Barmenle biraz şakalaştıktan
sonra güldü ve Ruth’u yine kolundan yakalayıp kamyonete götürdü.
“Mekân cenaze evi gibiydi. Daha iyilerini görmüşlüğüm var.”
Viski şişesini bacaklarının arasına yerleştirip motoru çalıştırdı
ve güldü.
Ruth çekinerek, “Belki de eve dönsem daha iyi olacak,” dedi.
Bili aniden yolun ortasında durdu.
“Benimle eğlenmiyor musun?”
Yine az önceki gibi pis pis bakıyordu. Babasının eve sarhoş gelip
hiçbir neden yokken, sadece sarhoş olduğu için belindeki kemerle ken
disini dövdüğü zaman da tıpkı böyle bakardı. Ancak hemen arkasından
Ruth’un tanıdığı Bili olup gülmeye başladı, kızın endişeli yüzünü okşadı.
“Söz, çok eğleneceğiz,” dedi kibarca gülümseyerek. “Seni öpme
yeceğime de söz veriyorum.”
52
Luca Di Fulvio
“Söz mü?”
Bili elini kalbinin üzerine koyup, “Yemin ederim,” dedi ve her
zamanki gibi yine güldü.
Ruth da tüm bedenini saran o rahatsızlık hissini unuttu ve onunla
birlikte güldü.
Bili bir yandan aracı kullanıyor, bir yandan da içki içiyordu. Bir
ara gülerek şişeyi Ruth’a uzattı. Ruth şişeyi dudaklarına götürdü ve
ilk yudumu alır almaz öksürmeye başladı. Öksürdükçe gülüyor, gül
dükçe öksürüyordu. Bili de onunla birlikte gülüyor ve içiyor, içiyordu.
Sonunda şişenin boşaldığım görünce camdan fırlatıp attı.
Bili arabayı durdurduğunda Ruth gülmekten ve öksürmekten yaş
larla dolmuş gözlerini silerek etrafa bakmaya çalıştı.
“Burada hiçbir şey yok.”
“Biz varız.”
Bill’in gözlerine, durdukları yol kadar ıssız ve karanlık bir bakış
oturmuştu yine.
Ruth, “Beni öpmeyeceğine dair söz vermiştin,” dedi.
“Verdim ve ben her zaman sözümü tutarım.”
Bili bunları söylerken elini Ruth’un bacaklarının arasına soktu.
Önce eteğini, sonra da iç çamaşırını yırttı. Kız engel olmaya çalıştı
ancak Bili suratının ortasına bir yumruk indirdi. Sonra bir tane daha...
Bir tane daha.
Ruth ağzındaki ve burnundaki kemiklerin kırıldığını duydu. Son
rası karanlık...
Gözlerini yeniden açtığında kamyonetin arkasında yatıyordu. Bili
ensesinde derin derin nefes alıyor ve bacaklarının arasına sıcak bir şey
sokmaya çalışıyordu. Bir yandan da devamlı aynı şeyi tekrarlıyordu.
“Görüyor musun, bak, seni öpmüyorum... Sürtük, seni öpmüyo
rum, görüyor musun?”
Sonunda Ruth bacaklarının arasında yapışkan bir sıcaklık hissetti.
Bili kamburlaşmış, garip iniltiler çıkarıyordu. Geri çekilirken suratına
bir yumruk daha attı.
“Yahudi piçi...” dedi. “Yahudi piçi... Yahudi piçi...”
53
Rüya Dağıtan Çocuk
54
9
M anhattan, 1922
“Anne! Anne!”
Christmas, Monroe Caddesi’ndeki 320 numaralı küçük apartman
dairesine bağırarak girdi. Büyüdüğü o penceresiz bodrum katından
ayrılalı beş sene olmuştu.
“Anne!”
Sesinde kaybolmuş küçük bir çocuğun telaşı vardı.
Sabahın erken saatleriydi, güneş doğalı henüz birkaç dakika ol
muştu. Cetta her zamanki gibi sabaha karşı yatağa girmişti. Artık
yirmi sekiz yaşında genç bir kadındı ve mesleği bırakmıştı. Ama uyku
saatleri hâlâ değişmemişti. Uykusunun arasında oğlunun sesini duyar
gibi oldu. Yatakta döndü, başını yastığının altına soktu ve az önce gör
düğü güzel rüyaya geri dönmek ümidiyle yastığı kulaklarına bastırdı.
“Anne! Yalvarırım uyan!”
Oğlunun sesinde bir endişe ve çaresizlik vardı.
Cetta gözlerini açtı ve odanın loş ışığına alışmaya çalıştı.
“Anne... Koş!”
Cetta, küçük odanın hemen hemen yarısını kaplayan yataktan kalktı.
Odada ayrıca çekmeceli eski bir dolap ve duvara monte edilmiş bir
elbise askısı vardı. Christmas oda kapısının önünde durmuş, gözlerini
ovuşturarak uyanmaya çalışan annesini izliyordu. Birlikte mutfağa
geçtiler. Christmas’ın yatağı sobanın hemen yanma yerleştirilmişti.
Cetta, doğrudan mutfağa açılan sokak kapısını kapadı.
“Saat kaç? Ne istiyorsun bu saatte?”
55
Rüya Dağıtan Çocuk
56
Luca Di Fulvio
57
Rüya Dağıtan Çocuk
58
Luca Di Fulvio
59
Rüya Dağıtan Çocuk
60
Luca Di Fulvio
61
Rüya Dağıtan Çocuk
62
10
63
Rüya Dağıtan Çocuk
64
Luca Di Fulvio
buldu. Biletini aldı ve tıpkı rüzgâra kapılmış bir yaprak gibi, kalabalık
tarafından sürüklenerek rıhtıma geldi. O sırada kocaman bir feribot
onlara yaklaşıyordu. İnsanlar dev balinanın karnına girmek için itiş
kakış yürümeye başladığında Cetta dönüş yolunu - o penceresiz evin
ve her gece tanımadığı adamlara bedenini sattığı o genelevin yolunu-
bulamamaktan korktu ve elinde sımsıkı tuttuğu biletle insanların
arasından sıyrılıp kenara çekildi. Durduğu duvar dibinden feribotun
motorlarının yeniden çalışmasını ve arkasında bembeyaz köpükler
bırakarak rıhtımdan uzaklaşmasını izledi. Aynı anda bir diğer feribot
da rıhtıma doğru yaklaşıyordu. İki metal canavar sirenlerini çalarak
selâmlaştılar ve yeni bir insan dalgası rıhtıma yığılıp gelen feribotu
beklemeye başladı. Cetta kısa bir süre daha denize baktı. Rengi ne
yeşil ne de maviydi. Koyu petrol rengiydi ve kalın bir yağ tabakasıyla
kaplıydı. Cetta elinde sımsıkı tuttuğu bileti ve oğluyla birlikte hem
korku hem de heyecan içinde koşarak oradan uzaklaştı.
Ama o günden sonra tam bir hafta boyunca gelip okyanusu sey
retmeye devam etti. Sanki onun hâlâ orada durduğunu, gerçekten var
olduğunu hatırlamak istiyordu. Battery Park’ta, herkesten uzak bir
banka oturuyor, hiç durmadan adaya gidip gelen ve günün birinde
evin yolunu bulmaktan korkmayıp içlerinden birine binme cesaretini
göstereceği feribotlara bakıyordu. Fahişelik yaparak kazandığı parayla
aldığı bileti bir elinde sımsıkı tutarak Christmas’ı bir dizinde sallıyor ve
gökyüzünde dolanan martıları izliyordu. Acaba gökdelenlerin tepesine
kadar çıkabiliyorlar mıydı? Ne görüyorlardı? Ve altlarında kaynayan
bu insan kalabalığı hakkında ne düşünüyorlardı?
Ertesi hafta, Sal ile birlikte geneleve doğru giderlerken Cetta adama,
“Coney Island’a hiç gittin mi?” diye sordu.
“Evet.”
Sal, her zaman olduğu gibi başka bir şey söylemedi.
Cetta bir süre önlerinde akıp giden yola baktı. Şehrin sürekli deği
şen görüntüsü onu hayretlere düşürüyordu. Sanki görünmeyen sınırlar
vardı. Önce üstlerinden yoksulluk akan insanlarla dolu caddeler, yırtık
pırtık, solgun güneşlikleri olan dükkânlar ve sokakların çamuruyla
kirlenmiş vitrinler... Ama tüm bunlar aniden kayboluyor, yerini adeta
bambaşka bir dünyaya bırakıyordu. Saçları itinayla kesilmiş, ellerinde
65
Rüya Dağıtan Çocuk
66
Luca Di Fulvio
67
Rüya Dağıtan Çocuk
69
Rüya Dağıtan Çocuk
70
Luca Di Fulvio
71
Rüya Dağıtan Çocuk
72
Luca Di Fulvio
Cetta’ya uzatıp, “Ye,” dedi. Yaklaşık bir saat sonra da kıza, “Eğlendin
mi?” diye sordu.
Cetta sarhoş gibiydi. Bir ambarda kapalı olmak yerine feribotun
pruvasında, korkuluklara sarılarak açık havada yaptığı gezi, uzayıp
giden geniş sahil, deniz kenarındaki ve müzik sesleri yükselen res
toranlardaki insanlar. Plajlar, renkli tramvaylar, deniz kenarındaki
mekânların bahçelerine kurulmuş orkestraların çaldığı şarkılar, mayo
satan mağazalar ve lunaparkın girişi. Bir elinde Sal’in atış oyunun
dan kazandığı bez ayı. Ceplerinde karamelli şekerler, lolipoplar, çubuk
şekerler...
Sal, “Hey, eğlendin mi?” diye sordu yeniden.
Cetta sersemlemiş gibi ona baktı, sonra bakışlarını çevirdi ve ses
sizce lunapark trenini işaret etti.
Sal birkaç saniye durdu. Sopra Cetta’yı kolundan tutup bilet gişe
sine götürdü, bir bilet aldı ve kıza uzattı. Biletin üstünde “Dünyanın
en yükseğe çıkan treni” yazıyordu. Hızla inip çıkan trendeki insanlar
çığlık çığlığa bağırıyorlardı.
“Tek başıma korkarım.”
Sal başını kaldırıp trene baktı. Önündeki lamba direğine öfkeyle
bir tekme savurdu. Sonra geri dönüp bilet gişesine doğru yürüdü, sı
radaki çiftin önüne geçti ve kendine de bir bilet aldı. Sonra trenin
yanına dönüp Cetta’nın yanına oturdu.
Tren yukarı doğru yükselirken Cetta gülüyordu. Ancak tam tepeye
çıkıp aşağı doğru hızlanarak inmeye başladığında bindiğine pişman
oldu. Gözleri fal taşı gibi açılmıştı, soluğunun kesildiğini hissetti.
Sal’in koluna yapıştı ve avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı. Sal ise
kımıldamadan oturuyor, adeta nefes bile almıyordu. Sadece şapkası
uçmasın diye bir elini başına koydu.
Trenden indiklerinde Sal, Cetta’ya, “Kulaklarımı sağır ettin, aptal,”
dedi sadece. Oysa Cetta, Sal’in yüzünün bembeyaz olduğunu çoktan
fark etmişti.
Sonra Sal, “Hadi artık gidelim,” dedi ve tek kelime daha etmedi.
Hatta dönüş yolunda Cetta’mn tir tir titrediğini görmesine rağmen
ne konuştu ne de ceketini çıkarıp kızın omuzlarına koydu. Arabaya
73
Rüya Dağıtan Çocuk
74
Luca Di Fulvio
75
Rüya Dağıtan Çocuk
76
11
Manhattan, 1910-1911
Cetta, neşeyle bakan gözlerle, “Şimdi biz nişanlandık, öyle mi? diye
sordu.
Karşısında, kafasında yüzünün neredeyse tümünü örten bir şap
kayla küçük Christmas oturuyordu.
Cetta, Sal’in o tok sesini taklit etmek için kendi sesini biraz ka
lınlaştırmaya çalışarak cevap verdi.
“Elbette, küçük kız. Şu andan itibaren artık fahişelik yapmaya
caksın. Her şeyinle bana ait olmanı istiyorum.”
Cetta yine kendi sesiyle, “Gerçekten mi?” diye sordu. Sonra Sal’in
kara ellerine benzemesi için sobanın kurumuyla sıvadığı Christmas’m
minicik ellerini tuttu ve yine sesini kalınlaştırarak, “İstediğin her şey
üzerine yemin edebilirim,” diye cevap verdi kendi kendine.
Christmas dudaklarını büktü ve ağlamaya başladı. Tonia ve Vito
endişeli yüzleriyle odaya girdiler. Cetta hemen çocuğun başındaki
şapkayı çıkardı ve oğlunu kucağına alıp sallayarak susturmaya çalıştı.
Tonia, “Ne oldu onun ellerine?” diye sordu.
“Hiçbir şey... Külle oynamış olmalı.”
Vito, “Ah, işte şapkam,” diye bağırdı. “Sabahtan beri onu arıyordum.”
Cetta, “Yatağın altına düşmüştü,” diye yalan söyledi.
Vito şapkayı alıp kafasına geçirirken, “Dışarısı buz gibi, insanın
götü donuyor,” dedi.
77
Rüya Dağıtan Çocuk
78
Luca Di Fulvio
79
Rüya Dağıtan Çocuk
Ve o günden sonra Sal ona bir daha elini sürmedi. Daha önce olduğu
gibi, Cetta’yı her sabah gidip evden alıyor, gece yarısı işi bitince de alıp
eve geri götürüyordu. Yine eskisi gibi olabildiğince az konuşuyordu.
Ama onun tadına bakm aya hiç yeltenmiyordu. Cetta da artık ona
dokunmak için elini uzatmıyor, arabada başını omzuna yaslamıyordu.
Hatta Christmas’ın ellerini karaya boyayıp Sal ile nişanlanma oyu
nunu oynamıyor, bunun hayalini bile kurmuyordu. Aklına ilk geldiği
an, Coney Island’a gitmek için aldığı ve çantasında bir mücevher gibi
sakladığı bileti de evdeki sobada yaktı.
Noel’den iki gün önce seyyar satıcıların birinden Tonia için mer
can bir kolye, Vito içinse yün bir şapka aldı. Daha sonra Elli Yedinci
Cadde ile Park Bulvarı’nm birleştiği köşede bulunan çocuk mağazasına
gitti ve uzun uzun vitrine baktı. Satılan her şey ateş pahasıydı. Bir
süre, şık giyimli zengin kadınların ellerindeki paketlerle mağazadan
çıkışlarını izledi. Sonra, fiyatı neredeyse Aşağı Doğu Yakası’ndaki bir
dairenin bir yıllık kirası kadar olan şık bir beşiğin hemen önünde,
Amerikan bayrağı renklerinde ve üzerinde yıldızlar olan bir çift yün
bebek patiği gördü. Çantasını açıp yeterince parası olup olmadığına
baktı ve mağazaya girdi.
Zenginlerin alışveriş yaptığı bir mağazadan içeri ilk kez adımını
atıyordu. Mis gibi bir koku çarptı burnuna.
Elli yaşlarında, koyu renk takım elbise giymiş, köstekli saatinin
kalın altın zinciriyle oynayan bir adam, “Üzgünüm ama doluyuz,” diye
seslendi.
“Efendim?”
Adam bıyıklarının ucunu kıvırdı.
“Doluyuz,” diye tekrarladı. “Elemana ihtiyacımız yok.”
Cetta kıpkırmızı kesildi, mağazadan çıkmak için geri döndü. Fakat
hemen sonra vazgeçti.
Adama dönüp, “Bir hediye almak istiyorum,” dedi. “Müşteriyim.”
Adam bir kaşını kaldırıp Cetta’yı süzdü. Sonra tezgâhtar kızlardan
birine, onunla ilgilenmesi için bir işaret yaptı ve Cetta’ya tek kelime
etmeden uzaklaştı.
80
Luca Di Fulvio
81
Rüya Dağıtan Çocuk
82
Luca Di Fulvio
83
Rüya Dağıtan Çocuk
84
Luca Di Fulvio
Cetta, Sal’in duvara yum ruk attığı elini avuçlarının arasına aldı.
Kan içinde kalmış eli dudaklarına götürdü ve kanı yalayarak temizledi.
Sonra Sal’in yüzündeki tükürüğü sildi.
Sal bir an gözünü ayırmadan ona baktı, sonra dönüp arabaya bindi.
“İyi geceler, küçük kız,” dedi ve arabayı çalıştırıp gitti.
Cetta onun Market Caddesi’ne doğru dönüp gözden kaybolmasını
izledi. Eli boynundaki haça uzandı. Ağzında Sal’in kanının tadı vardı.
Odaya döndü. Christmas uyuyordu. Vito da çoktan horlamaya
başlamıştı. Tonia elinde bir fotoğrafla masada oturuyordu. Cetta ta
bakları toplamaya başladı.
Tonia gözlerini elindeki fotoğraftan ayırmadan, “Bırak, kalsın,”
dedi yavaşça. “Yarın hallederiz.”
Cetta ses çıkarmadan soyunmaya başladı.
“Bu, Michele,” dedi Tonia. “Sal ona Mikey diyor.”
Cetta, Tonia’ya yaklaştı ve yanma oturdu. Yaşlı kadın fotoğrafı
Cetta’ya uzattı. Sıradan, genç bir çocuğun resmiydi bu. Üstündeki gös
terişli takımın içine bembeyaz bir gömlek giymişti. Arkaya taradığı
saçları, tıpkı kaşları gibi gürdü. Kısa boylu birine benziyordu. Zayıftı
ve gülüyordu.
Tonia fotoğrafı geri alıp, “Her zaman gülerdi,” dedi. “Fotoğrafını
ortada bırakamıyorum çünkü baktıkça kötü oluyorum. Ancak Vito
benden daha beter oluyor, sürekli fotoğraflarla bakıp ağlıyor. Sonra da
hastalanıyor. Vito güçlü görünür ama değildir. Ölmesinden korktuğum
için tüm fotoğrafları kaldırdım.”
Cetta ne yapacağını bilemedi. Tonia’ya sarıldı.
Tonia, sanki ezberlediği bir rolü okur gibi konuşmaya başladı yeniden.
“Sal ona defalarca söyledi. Ona binlerce kez patrondan para çal
mamasını söyledi. Ama Mikey böyle bir çocuktu. Hiçbir şeyden hoşnut
olmazdı. Her zaman iki oğlum olsun istemiştim. Sal, hiçbir zaman
sahip olamadığım ikinci evlat oldu bana. Arabayı o kullandığı için
mutluyum aslında. Biliyorum ki zavallı oğlumu terk etmeden önce ona
sarılmış, güzel birkaç kelime söylemiştir. En azından geceden kork
mamasını, sabah olur olmaz onu almaya geleceklerini ve iyileşeceğini
söylediğinden eminim. Sal onun için bir şey yapamazdı. Yapabileceği
tek şeyi yaptı; Mikey’den sonra o da bir ölü gibi yaşamaya başladı.”
85
Rüya Dağıtan Çocuk
86
Luca Di Fulvio
87
12
Manhattan, 1922
88
Luca Di Fulvio
89
Rüya Dağıtan Çocuk
90
Luca Di Fulvio
91
Rüya Dağıtan Çocuk
92
Luca Di Fulvio
93
Rüya Dağıtan Çocuk
“Çünkü istiyorum.”
Yaşlı Isaacson oğluna baktı, sonra doktora döndü.
“Onu görebilir mi?”
Doktor Goldsmith, “Sakinleştirici verildi,” dedi.
“Görebilir mi göremez mi?”
“Evet... Tabii.”
İhtiyar Saul Isaacson, Christmas’a dikkatle baktı.
“İrlandalı mısın?”
“Hayır.”
“Yahudi?”
“Hayır.”
“Öyle mi? Olsaydın iyi olurdu. Nesin öyleyse?”
“Amerikalıyım.”
İhtiyar gözlerini kısarak Christmas’a baktı.
“Nerelisin?” diye yineledi sorusunu.
“Annem İtalyan.”
“Ah... İtalyan. Neyse... Buradaki herkesten daha iyi bir iş çıkardın,
çocuk.” Bastonuyla Ruth’un odasının kapısını açtı. “Gidelim.”
Odanın bir köşesinde oturmuş dergi okuyan hemşire, kapı açılınca
ayağa kalktı. Perdeler iyice çekiliydi. Ama odanın bu loş ışığında bile
Christmas kızın güzel yüzünü görebiliyordu. Sabahtan daha çok heye
canlandığını hissetti. Kızın yüzü, sargı bezleriyle sarılı olanların dışında
kalan yaraları temizlenmiş olmasına rağmen çürük ve şiş içindeydi.
İhtiyar adam bastonuna dayandı ve gözlerini kapadı. İçini çekti.
Zor duyulur bir sesle, “Önce sen git,” dedi.
Christmas yatağa yaklaştı.
“Ruth, benim... Christmas.”
Kız başını çevirdi. Çenesine metal bir aparat takılmıştı. Gözlerini açtı
ve Christmas bir kez daha onların saf birer zümrüt gibi olduğunu gördü.
Kız ziyaretçisini tanır tanımaz dehşete kapıldı. Yavaşça kımıldanmaya
başladı. Tüm bedeni titriyor, başını ağır ağır sağa sola çeviriyordu.
Gözleri, yanaklarındaki şişliklerin elverdiğince iri iri açılmıştı. Şu an
94
Luca Di Fulvio
95
Rüya Dağıtan Çocuk
96
Luca Di Fulvio
97
Rüya Dağıtan Çocuk
Bili o gece eve dönmedi. Bir gece önce alacaklı kaldığı speakeasy ’den
bir kasa bira ve on iki yıllık iyi kalite bir şişe viski almıştı. Müdavimi
olduğu bu bar, küçük suçluların, kumar makineleri, küçük kumar oyun
ları gibi işlerden haraç alarak yaşayan tiplerin takıldığı, gizli içki satışı
yapan bir yerdi. İri yarı adamlar olsalar da hepsi fare suratlıydı çünkü
tıpkı fareler gibi lağımlardan geliyor, lağımlarda yaşıyorlardı. Ancak
Bili bu bara geldikçe kendini önemli ve onlardan biri gibi hissediyordu;
sert bir çocuk gibi. Ucuz fiyata kaçak içki satan başka adamlar da ta
nıyordu ama orada, bellerinde silah taşıyan o adamlarla omuz omuza
olmak hoşuna gidiyordu.
Bardan bira ve viski aldıktan sonra bütün gün ve gece boyunca
saklandı. Brooklyn Heights’ta, iki toprak parçasını birbirine bağlayan
demir ve çelikten yapılmış büyük köprüleri görebildiği, terk edilmiş
bir yer bulmuştu. Önce bahçe makasıyla kestiği dallarla kamyonetini
sakladı. Makasın ağzında hâlâ duran Yahudi kızın kam dallara bulaştı.
Ve Bili güldü. Sonra bir şey duymuş gibi kulak kesildi. Hayır, birinin
ya da bir şeyin sesini duymamıştı, kendi gülüşündeki değişikliği fark
etmişti. Yeniden gülmeyi denedi ve yeniden değişik bir şey fark etti.
Gülüşünde eksik bir şeyler vardı. İşte o zaman, ancak o zaman yaptığı
şey onu korkuttu.
İlk birasını içmiş, viskiden de birkaç yudum almıştı. Hem ısınmak
hem de biraz ortalığı aydınlatmak için ateş yakmak istedi. Karanlık onu
ürkütüyordu. Küçükken, karanlıkta babasının ne taraftan geleceğini
asla anlayamazdı. Onun geldiğini, belinden kemerini çıkardığını görmek
99
Rüya Dağıtan Çocuk
100
Luca Di Fulvio
Geriye yedi şişe bira ve yarım şişeden biraz daha az viski kalmıştı.
İki birayı arka arkaya içti ve şişeleri nehre, köprüye doğru, o ışıl ışıl
şehre doğru attı.
“Geliyorum,” diye bağırdı şehre doğru. “Seni almaya geliyorum!”
Kamyonetin üstündeki dalları temizledi, motoru çalıştırdı ve yola
çıktı. Aracın farları köprünün kirişlerini aydınlattı; şehir ürkütücü
güzelliğiyle gözünün önüne seriliydi. Küçük parmağındaki yüzüğün
yeşil pırıltılarına baktı ve Paranın hüküm sürdüğü şehir, diye düşündü.
Yeniden, “Seni almaya geliyorum,” dedi ama bu kez alçak sesle.
Tıpkı bir meydan okuma gibi.
Tüm o ışıkların ortasında bakışları yeniden sönükleşip kapkara
oldu. Bir bira açtı, sonra bir tane daha. Tüm biraların bittiğini görünce
viski şişesini kafasına dikti. Ve güldü... Gülüşünde hiçbir farklılık ol
madığını görünce keyifli kahkahalar atarak güldü.
South Seaport yakınındaki ıssız bir yere kamyoneti park etti ve
sonra eve doğru yürümeye başladı. Balık pazarının çöplerinin atıldığı
leş kokulu dar bir sokağa saptı. Tahta bir çitin üzerinden atlayarak
küçük bir avluya indi. Avludan -kırm ızı tuğla döşeli eski bir duvarı
yalayarak- geçip bir tel örgünün önüne geldi. Tele tırmandı ve kendisini
öte yana bıraktı. Yere düştü, aldığı fazla alkol nedeniyle zor toparlandı.
Sendeleyerek ayağa kalktı ve gülerek elindeki yüzüğü, cebindeki paraları
kontrol etti. Sonra alçak bir duvarın üzerine çıktı, kollarını iki yana
açtı ve bir cambaz gibi yürüyerek kırık dökük bir yangın merdiveninin
önüne geldi. Yavaşça üçüncü kata çıktı, pencereyi yine yavaşça açıp eve
girdi. Bir kenara oturup birkaç kez nefes almayı denedi. Ve güldü. Bu
gezintiyi küçüklüğünden, geceleri evden kaçan o pısırık çocuk olduğu
günlerden beri hiç yapmamıştı. Ama sanki her şey dün gibiydi.
İçkiden kısılmış bir sesle, “Kim var orada?” dedi birisi.
Bill’in canı yeniden içmek istiyordu.
Yandaki odadan cam sesleri geliyordu; bir şişenin bir bardağa çarp
ması gibi. O odada içki bulacağından kesinlikle emindi. Ayağa kalktı.
Sevimsiz, sert ve kupkuru ses, “Yan odadan bir gürültü geldi,”
dedi. “Kalk da bir bak, Yahudi kaltağı!”
“Gerek yok, baba,” diyerek odaya girdi Bili.
101
Rüya Dağıtan Çocuk
Adam kol yerleri iyice eskimiş, soluk yeşil kadife bir koltuğa gö
mülmüş, oturuyordu. Elinde yarıya kadar likör dolu bir bardak vardı.
Şişe yerde, hemen koltuğun ayağının dibindeydi. Etiketsiz bir şişe.
Kaçak satılan kaliteli viskilere benzemeyen, o sıralar balık pazarında
el altından satılan el yapımı ucuz içkilerden biri. Bir başka etiketsiz
boş şişe -çoktan boşalmış olmalıydı- hemen adamın ayağının dibinde
duruyordu. Adam Bill’e baktı.
“Ne işin var burada, bok herif?”
“Ben de içmek istiyorum.”
“Git, satın al öyleyse.”
Bili güldü. Cebindeki tüm parayı çıkarıp babasının suratına fırlattı.
“Al, ödedim işte, artık içebilirim.”
Yerden şişeyi almak için uzandı. O an babası suratına bir tokat
patlattı.
Bili karşılık vermedi. Şişeyi açtı ve koca bir yudum içti. Sonra
tiksinmiş bir yüzle elinin tersiyle ağzını sildi. Dişlerinin arasından
bir şeyler alıp yere attı.
“Balık pulu... Lanet olsun!”
O esnada odaya, soluk derisi çıkık elmacık kemikleriyle gerilmiş,
simsiyah gözleri hüzünle bakan, cılız, ufak tefek bir kadın girdi. Üze
rinde Bill’in yıllardır gördüğü aynı elbise vardı. Çenesinde de yeni
bir yara izi.
Bili, elinde içki şişesiyle, “Selam, anne...” dedi.
“Bili!” Kadın, sarılmak için oğlunun üstüne atıldı.
Ancak Bili, şişeyi tutan elini uzatarak ona engel oldu.
Kadın bir elini ağzına götürdü. İri siyah gözlerinde endişe ve
umutsuzluk vardı. Endişe daha o gün doğmuş, yeni bir duyguydu.
Umutsuzluk ise kadına yıllardır eşlik eden en yakın dostuydu. Öyle
ki o uzun yıllar boyunca Bili annesinin gözlerinde başka hiçbir şey
okumamıştı.
Kadın alçak sesle, “Polis geldi...” dedi. Sonra oğlunun parmağın
daki yüzüğü gördü.
“Bili, Bili... Sen ne yaptın?”
Babası sallanarak koltuktan kalktı ve paraları Bill’in suratına fırlattı.
102
Luca Di Fulvio
“Seni gidi Yahudi piçi! Tüm Yahudiler gibi sen de piçsin! Gör işte
yaptığını!”
Bili, “Kes artık, baba,” dedi. Sonra şişeyi kafasına dikti. “Kes artık!”
Babası Bill’e baktı. Oğlundan daha uzun ve daha güçlüydü. Hayatı
boyunca onu dövmüştü; elleriyle, ayaklarıyla, kemeriyle.
“Sen de bir Yahudi bokusun! Bir Yahudi orospusu çıkardı seni.
Sen de Yahudisin!”
Adamın bakışlarına bir gölge çökmüştü.
“Biliyorum,” dedi Bili. “Bunu bana binlerce kez söyledin, baba.”
Sonra yeniden içti. “Artık o kadar komik değil.”
Kadın, “Kesin şunu artık...” diye araya girdi. “Yalvarırım, kesin.”
Baba kadına döndü, öfkeyle suratına bir tokat indirdi.
“Yahudi orospusu! Çeneni kapatsan olmuyor mu?”
Bili tek kelime etmeden kalkıp mutfağa gitti.
“Buraya gel, bok herif. Şişemi geri ver. O suratıma attığın paraları
senin kıçına sokacağım. Sonun darağacı olacak -ja , seni dum m kopf-
ve ben o gün bayram edeceğim. Ama önce o pis Yahudi sırtında iz
bırakacağım.”
Yaşlı adam belindeki kemeri çıkarıp bir ucunu eline doladı. Ayakta
durmak için sağa sola yalpalarken pantolonun dizlerine doğru indiğini
fark etmedi.
“Beni üzüyorsun, baba,” dedi yeniden odaya giren Bili.
Son kalan içkiyi de kafasına dikti ve şişeyi yere fırlattı. Sonra baba
sının balık temizlemek için kullandığı bıçağı adamın karnına sapladı.
Annesi, Bili bıçağı babasına ikinci kez saplarken aralarına girdi.
Kadın, bıçağın kaburgasına batıp garip bir sesle göğsüne girdiğini
hissetti. Gözleri yerinden fırladı ve yere düştü. Bili bıçağı kaldırıp
yeniden indirdi. Babası kendisini korumak için ellerini kaldırmıştı.
Bıçak avucuna girdi.
“Leş gibi balık kokan ellerinin midemi nasıl bulandırdığını sana
hiç söylemiş miydim?”
Bili güldü ve adamın karnına bir bıçak darbesi daha indirdi.
Babası yere, annesinin üstüne devrildi.
Bili bıçağı tekrar tekrar sapladı. Darbelerinin Yahudi annesine mi
balıkçı babasına mı geldiğine dikkat etmeden bıçağı sokup çıkardı.
103
Rüya Dağıtan Çocuk
104
Luca Di Fulvio
105
14
Manhattan, 1922
106
Luca Di Fulvio
107
Rüya Dağıtan Çocuk
108
Luca Di Fulvio
109
Rüya Dağıtan Çocuk
110
Luca Di Fulvio
111
Rüya Dağıtan Çocuk
112
Luca Di Fulvio
113
15
Manhattan, 1911
114
Luca Di Fulvio
Cetta kalktı, bir bezi musluğun altında iyice ıslattı ve yavaş ha
reketlerle Sal’in bedenini silmeye başladı. Sal gözlerini kapadı. Cetta
bezi boynunda, çenesinin altında, hafif sakallı yanaklarında, alnında
gezdiriyordu. Sonra da kollarını ve koltukaltlarını sildi. Sal’in atletini
yukarı doğru çekti, göğsünü ve karnını sildi. Sonra bezi lavaboya bı
raktı. Yatağa dönüp Sal’in kemerini çözmeye başladı. Sal gözlerini açtı.
Cetta alçak sesle, “Bana bırak,” dedi.
Önce ayakkabılarını çıkardı, sonra pantolonunu. Çorap askılarını
çözdü, çoraplarını çıkardı.
Lavaboda bezi yeniden ıslatıp Sal’in ayaklarını silmeye başladı.
Sonra yukarı, bacaklarına doğru devam etti. Dizlerinin arkalarım sildi.
Yavaşça daha yukarıya, Sal’in sıkı kalçalarına çıktı. Önce yanlarını
sildi, sonra kasıklarına doğru ilerledi. Bezi yeniden lavaboya bırakıp
yavaşça Sal’in külotunu çıkarmak istedi. Sal uzanıp kızın elini tuttu.
“Oda çok sıcak, Sal,” dedi Cetta. “İzin ver.”
Sal’in eli gevşedi.
Cetta, Sal’in külotunu yavaşça aşağı doğru kaydırdı ve çıkarıp yere
attı. Islak bezi yeniden eline aldı ve Sal’in aletini, testislerini silmeye
başladı. Sonunda eğildi ve Sal’in o koyu tenli aletini öpmeye başladı.
Sal aniden kalkıp yatağın içinde oturdu, Cetta’yı saçlarından ya
kaladı ve başını havaya kaldırdı. Sonra kızı öfkeyle itti.
Cetta yataktan düştü.
Sal, “Sana ‘hayır’ demiştim!” diye bağırdı.
Cetta, Sal’in ayağına dokunmak için uzandı.
“Neden?”
Sal, rahatsız olmuş bir halde ayağını çekti.
“Hâlâ anlamadın mı, gerizekâlı?”
Cetta sesini çıkarmadan Sal’e baktı. Sonra yavaşça yerden kalkıp
yatağın kenarına oturdu ve Sal’in bacağını okşamak istedi. Sal yemden
bacağını çekti. Yandan Cetta’ya bakıyordu.
Cetta, “Yoksa sen...” diye kekeledi. Doğru kelimeleri bulmaya ça
lışıyordu. “Sen... Yapamıyor musun?”
Sal öne doğru uzandı ve yumruğunu kızın suratına yaklaştırdı.
115
Rüya Dağıtan Çocuk
“Ben nazik olmayı da bilirim, zalim olmayı da...” Sonra kızın çe
nesini tuttu. “Nasıl olacağımı seçmek sana düşer. Anladın mı?”
Cetta kımıldamadan dinledi.
Sal öfke dolu bir sesle, “Etrafta bundan söz ettiğini duyarsam...”
dedi. “Leşini East River’dan çıkarırlar.”
Cetta gözlerini Sal’den ayırmadan elini uzatıp adamın hâlâ yumruk
halinde duran elini tuttu.
“Benim suçum mu?” diye sordu sonra.
“Hayır.”
“Diğer kızlarla yapıyor musun?”
“Hayır.”
“Hiç mi yapmadın?”
“Hiç.”
Cetta uzandı ve Sal’i dudaklarından öptü.
Sal onu ittirdi.
Cetta kıpkırmızı olmuş yüzünü aşağı indirdi.
“Ben de hiç yapmamıştım,” dedi. “Kimseyi öpmemiştim.”
“Eh, işte şimdi yaptın,” dedi Sal. Homurdanarak kendini sırtüstü
yatağa bıraktı.
Cetta, “Başkasını öpmeyeceğim,” dedi.
“Senden öyle bir şey istemedim.”
Cetta, Sâl’in yanma uzandı ve başını omzuna koydu.
“Sana yemin ediyorum.”
“Etme.”
Cetta, Sal’in elini tuttu ve bir süre okşadı.
“Seni yıkamak istiyorum.”
“Hayır.”
Cetta, sessizce Sal’in güçlü elini okşamaya devam etti. Sonra du
daklarına götürdü, hafifçe öptü, yanağına bastırdı.
“Neden?”
“Uğursuzluk getirir.”
116
Luca Di Fulvio
Cetta, adamın omzuna bir yumruk attı. Sonra gülerek onun geniş
göğsüne sarıldı.
“Neden Sal?”
Sal içini çekti. Komodinin üzerinde duran yarım sigarasını aldı.
Sönmüş olmasına rağmen dudaklarına götürdü.
Ve ağır ağır anlatmaya başladı.
“Aşağı yukarı senin yaşlarındayken beni yakaladılar. Başarısız bir
soyguna kalkışmıştım. İyi bir hırsız değildim...” Güldü.
Cetta, konuşurken sesinin göğsünde yarattığı titreşimleri duyu
yordu ve Sal’in hiç gülmediğini biliyordu.
“Beni içeri attılar. Parmaklarımı mürekkepli süngere bastırıp
parmak izlerimi aldılar. Bunu yaparken gülüyorlardı, kirli ellerime
gülüyorlardı. Sonra görüşme odasında annem ellerimdeki mürekkepleri
gördü ve ağlamaya başladı. O gece hücrenin duvarlarına sürte sürte
ellerimi temizlemek istedim ama bir türlü temizlenmiyordu. Mürekkep
derime işlemişti...”
Cetta, Sal’in koyu renkli elini okşamaya devam etti. Sonra avucuna
aldı ve göğsüne, tam kalbinin attığı yere koydu.
“Araba tam ir etmeyi hapishanede öğrendim,” dedi gülerek. “O sı
ralar arabalar hakkında bilgim yoktu, doğrusu umurumda da değildi.
Ama bir gün, hapishanenin avlusunda elleri kapkara bir herif gördüm.
Tamirciydi. Beni de tamir atölyesine aldırdı. Her gece yatağa girdiğimde
ellerime bakıyordum. Bir kez daha yakalanırsam ellerimi mürekkebe
sokarak benimle alay edemeyeceklerdi, zaten derim kapkara olmuştu.
Ve eğer annem o siyah ellere alışırsa, görüşme günü ağlayıp canımı
sıkmayacaktı...”
Sal durdu, derin bir nefes aldı ve bir elini kaldırıp dikkatle baktı.
“Ellerim kirlendiğinden beri beni bir daha kimse yakalamadı,”
Gülümsedi. “İşte bu yüzden eğer onları yıkarsam uğursuzluk getirir
diye korkuyorum.”
Cetta dirseğinin üzerinde doğruldu, Sal’in dudaklarına uzandı,
ağzındaki sönük sigarayı alıp onu öptü.
“Fazla sırnaşıklık yapma, küçük kız,” dedi Sal.
117
Rüya Dağıtan Çocuk
118
Luca Di Fulvio
119
Rüya Dağıtan Çocuk
120
16
121
Rüya Dağıtan Çocuk
122
Luca Di Fulvio
123
Rüya Dağıtan Çocuk
124
Luca Di Fulvio
125
Rüya Dağıtan Çocuk
126
Luca Di Fulvio
127
Rüya Dağıtan Çocuk
128
Luca Di Fulvio
i 29
Rüya Dağıtan Çocuk
“Nereye gidiyoruz?”
“New Jersey, Bay Luminita.”
“Nerede bu New Jersey? Brooklyn tarafında mı?”
“Hayır, diğer tarafta. İyi yolculuklar, Bay Luminita.”
Christmas içinde bir şeyler hissetti. Sonra cebinden Ruth’un mek
tubunu çıkardı ve sonsuza dek seveceğine dair yemin ettiği o güzel
kızın yeşil gözlerini düşünmeye başladı. Zarfı açtı ve mektubu çıkarıp
bir kez daha okudu.
Sevgili Christmas,
Ruth Isaacson
130
Luca Di Fulvio
131
Rüya Dağıtan Çocuk
132
Luca Di Fulvio
Fred birkaç saniye taş gibi kaldı. Sonra hızlandı ve arabayı uçsuz
bucaksız bir yeşilliğin ortasında uzanan geniş bir yola soktu.
Christmas camı açıp, “İşte yolculuk diye buna denir!” diye bağırdı.
Yaklaşık yirm i dakika sonra araba çakıl taşı döşeli d ar bir yola
saptı ve dem ir bir kapının önünde durdu. Üniformalı bir adam, arabayı
görür görmez, küçük ve alçak bir kulübeden çıkıp kapıyı açtı. Araba
ağaçlı yolda ilerlerken Christm as ağzı bir karış açık, kalakalmıştı.
Büyük beyaz villanın önünde durdukları zam an hayret içinde,
“Burada kaç kişi yaşıyor?” diye sordu.
“Bay Isaacson, oğlu, gelini, küçük hanım ... Ayrıca hizm etkârlar.”
Christmas arabadan indi. Hayatında bu kadar güzel bir ev gör
memişti. Şaşkınlık içinde Fred’e baktı.
O sırada arkasından bir ses geldi.
“Davetimi kabul etmene çok sevindim, delikanlı.”
Christm as geri döndü ve Saul Isaacson’ın neşeli bakışlarıyla kar
şılaştı. Yaşlı adam kadife bir pantolon ve spor bir ceket giymişti.
Christm as’m yanm a geldi ve gülümseyerek elini uzattı.
“Sevgili Ruth’um eve döneli bir hafta oldu ve şimdiden tıpkı dedesi
gibi güçlü.”
Christmas ne diyeceğini bilemiyordu. Yüzünde aptal bir gülümse
meyle kalakalm ıştı. Yardım ister gibi dönüp Fred’e baktı.
Yaşlı adam, “Sanırım onu görmek istersin,” dedi.
O zam an Christm as elini ceketinin iç cebine soktu, katlanm ış bir
gazete parçası çıkardı ve Isaacson’a uzattı.
“Bu, o m u?” dedi başlığı işaret ederek. “William Hofflund.”
Yaşlı adam ın yüzü asıldı. Sert bir sesle, “Koy onu cebine,” dedi.
“O alçak bu, değil mi?”
“Koy onu cebine. Ve sakın Ruth’un yanında ondan söz etme. Henüz
kendine gelmiş sayılmaz. Ondan söz etm eni kesinlikle istemiyorum.”
Bastonunu kaldırıp Christm as’m göğsüne uzattı. “Beni anladın mı,
delikanlı?”
133
Rüya Dağıtan Çocuk
134
17
135
Rüya Dağıtan Çocuk
136
Luca Di Fulvio
ken adını bağıran sesi. Ama nasıl biri olduğunu unutm uştu. Kapkara
gözlerinin üzerine düşen sarı perçemleri ve ipek gibi saçları olduğunu
bilmiyordu. Neredeyse küstahça diyebileceği kadar içten bakışım, yü
rekten gelen sıcacık gülüşünü tanımıyordu. Ruth kıpkırm ızı oldu. Bu
çocuk hakkında hiçbir şey bilmiyordu ancak o, Ruth’un başına gelen
her şeyi biliyordu. Ve şu an bile kendisini göründüğü gibi değil, o
hastaneye yetiştirdiği kız gibi gördüğünden emindi. Christmas onun...
Ona yapılan her şeyi... H atta şeyi bile... Biliyordu.
Aniden Christmas’a meydan okur gibi bakarak konuşmaya başladı.
“Çenemi yerine oturttular, burnum u da öyle. Kırık iki dişimin
yerine yeni dişler yaptılar, kaburgalarım iyileşti, iç kanam a tehlikesi
tam am en ortadan kalktı. Sol kulağım biraz az işitiyor am a doktorlar
zamanla düzeleceğini söylüyorlar.”
Sonra örtünün altından sargılı elini çıkardı.
“Bunun içinse yapılacak bir şey yok.”
Christmas ne diyeceğini bilmeden sessizce Ruth’u dinliyordu. Ağzı
bir karış açık, gözleri Ruth’un katlanm ak zorunda kaldığı her şey için
öfke dolu, başını sürekli sağa sola sallayarak dinliyordu.
“Hiç kimse ve hiçbir şey kesilen parm ağım ın yeniden çıkması için
bir şey yapamaz,” diye ekledi Ruth öfkeli bir sesle.
Christmas sonunda ağzını kapadı am a gözlerini hâlâ Ruth’tan
ayıramıyordu.
Ruth, “Parm aklarımla sadece dokuza kadar sayabilirim,” dedi zorla
gülerek. Bu gülüşte, bir gece içinde büyümek zorunda bırakılmış küçük
bir kızın olanları um ursam am aya çalışan gerginliği vardı.
Christmas alçak sesle, “Eğer öğretm enin ben olsaydım...” dedi.
“Matematiği senin için değiştirirdim .”
Ruth, Christm as’m böyle bir yorum yapmasını hiç beklemiyordu.
Kendisine acım asını ve bu acımayı belli edecek cümleler kurm asını
bekliyordu. Hayatının en korkunç ayrıntısını, nasıl isimlendireceğini
bile bilmediği, bacaklarının arasındaki masumiyetin yok oluşunu bilen
bu kara gözlü, sarı perçemli çocuğun en az onun kadaı sıkıntı çekerek
konuşm asını istiyordu.
137
Rüya Dağıtan Çocuk
5 İbrani takvimine göre Kislev’in yirmi beşinci günü başlayıp sekiz gün süren Musevi
bayramı, (ç. n.)
138
Luca Di Fulvio
139
Rüya Dağıtan Çocuk
140
Luca Di Fulvio
141
Rüya Dağıtan Çocuk
142
Luca Di Fulvio
her zam anki ilgisizlikleriyle güç bela izliyorlardı. Yine her zamanki
gibi orada değillerdi. H atta biricik evlatlarını ku rtaran o delikanlıyı
küçümsedikleri -veya daha da kötüsü ona hiç değer verm edikleri- çok
belli oluyordu. Ruth çoğu zam an başına gelen her şeyin onların suçu
olduğunu düşünüyordu. Sık sık babasıyla dedesinin fabrikadaki işçi
ler hakkında konuştuklarını duyuyordu. Dedesi onları tıpkı kendileri
gibi Yahudi olarak kabul ediyor, babası ise Doğu’dan gelmiş insanlar
olduklarını söylüyordu. Dedesinin onları sömürmek ya da onlara ola
bildiğince az m aaş vermek gibi bir derdi yoktu; onun ilgilendiği tek
şey tüm çalışanların aileleriydi. Babasının da onları söm ürm ek gibi
bir derdi yoktu onların ancak kim olduklarını bile bilmezdi. Ve işçiler
-açlıktan nefesi k ok anlar- Ruth’un dedesini içlerinden biri gibi görür,
babasını ise yok sayarlardı. Kimi zaman Ruth da babasının, dedesi için
bir hiç olduğu duygusuna kapılıyordu. Christmas ise aksine, dedesinin
değer verdiği biri gibiydi; sanki'ihtiyar Isaacson bu çocuğa bir çeşit
hayranlık duyuyordu. Belki de Ruth’un tüm savunm asını düşüren ve
onun beklenm edik bir duygu hissetm esine neden olan bu gözlem ol
muştu. Sanki o çocuğu seviyordu... Evet, sanki onu sevebilirdi.
Ruth içinde doğan bu duyguyu fark eder etmez korktu, çünkü
erkekleri sonsuza dek hayatına sokmayacağına dair kendisine yemin
etmişti.
Bu sırada Christmas, bir yandan baharatlı bir yemeğe çatalını
daldırırken diğer yandan dedesine sorular yağdırmaya devam ediyordu.
“Yahudilerin ülkesinin adı ne?”
“Yahudilerin kendilerine ait bir ülkesi yok.”
“Öyleyse bir Yahudi nereye bağlı oluyor?”
Saul Isaacson güldü. O sırada Philip Isaacson, gururlu bir ses to
nuyla araya girdi.
“Bu, soyumuzla ilgili bir mesele. Bizim kanımız, bozulmaması için
koruduğum uz ve bizi diğerlerinden ayıran bir kandır.”
“Soy demişken, başka bir özellik daha var,” dedi ihtiyar Isaacson
kıs kıs gülerek.
Christmas ihtiyarın sözlerini düşündü ve sonra anlam ış gibi, “Ah,
evet! Doğru,” dedi. “Bizim mahallede yapılan bir şaka zannediyordum
am a değilmiş. Birinin Yahudi olup olmadığını anlam ak için...” Sonra
143
Rüya Dağıtan Çocuk
144
Luca Di Fulvio
145
Rüya Dağıtan Çocuk
146
Luca Di Fulvio
147
Rüya Dağıtan Çocuk
148
18
Manhattan, 1911-1912
149
Rüya Dağıtan Çocuk
tılıp atılana kadar mı? Sen benim tadım a bakm aktan bıkana kadar
mı?” diye şikâyet etti.
Sal, “Hey, indir silahını,” dedi.
Christmas da, “Bırak silahı, velet!” diye bağırdı.
Sal yine güldü.
“Ben ciddiyim, Sal.”
Sal, Cetta’ya yaklaştı.
“O kadar tatlısın ki senin tadından hiç bıkmayacağım.”
Cetta, “Ben ciddiyim, dedim!” diye bağırdı ve elindeki tahta kaşığı
tezgâha vurdu.
Christmas, “Pat! Öldüm!” diye bağırarak kendini yere attı ve yu
varlanmaya başladı.
Sal kahkahalarla gülmeye başladı ve hemen Cetta’ya dönüp, “Af
federsin...” dedi.
“Sal, ben tıpkı M adam gibi kendime ait bir evim olsun istiyorum
ve birbirinden güzel kızların orada...” Cetta birden susup Christm as’a
baktı. “Başka kızlar da çalışsın istiyorum, sadece ben değil.”
Sal’in yüzü asıldı, tüm neşesinin kaçmış olduğu belliydi.
“Daha zam an var, Cetta,” dedi. “Bunu daha önce konuşm uştuk.”
“Ben um urunda değilim, değil mi Sal?”
“Yeter artık. Şimdi tepemi attırıyorsun!”
Sal yerinden fırladı, hızla giyindi ve kapıyı çarparak çıkıp gitti.
Cetta arkasından seslendi am a Sal durm adı.
Genç kadın yatağa oturdu ve sessizce ağlamaya başladı. Christ
m as oturduğu yerden kalktı, yalpalayarak annesinin yanına geldi ve
yanağını okşadı.
“Oynayalım mı, anne?”
Cetta oğlunun başak rengi saçlarını okşadı ve hiçbir şey söyleme
den ona sımsıkı sarıldı.
“Aslanımın kuyruğu koptuğunda ben de çok ağlamıştım, h atır
ladın mı, anne?”
Cetta gülümsedi.
“Evet, hayatım. Hatırladım.”
150
Luca Di Fulvio
151
Rüya Dağıtan Çocuk
152
Luca Di Fulvio
153
Rüya Dağıtan Çocuk
154
Luca Di Fulvio
Sal’e, “Bu gece patron gelecek,” dedi. “Ellerini yıkam anı söyledi.
Seninkiler gibi kirli ellerden içki içmek midesini bulandırıyor.”
Sal, soğukkanlılıkla, “Ona içki servisi yapmak için barm en var,”
diye cevap verdi.
Silver omuz silkti.
“Sonunda benden o pis elleri kesmemi isteyecek,” deyip güldü.
Dişlerinden biri altm kaplamaydı. Sal seve seve o serserinin bir
kaç dişini daha kırabileceğini düşündü. Muhtemelen Vince Salemme
onun elleri hakkında bir şey söylememişti. Silver’ın çok zevk aldığı pis
şakalarından biriydi bu. Fakat büyük patronun isteği olma ihtim alini
de düşünmeliydi.
“Ne zam an burada olacak?”
“Neden? Ellerini yıkam an kaç saat sürüyor?”
Sal cevap vermedi. Ama gözlerini de Silver’dan ayırmadı.
“Önce Livonia’d aki Nate’in yerine uğrayacak, sonra buraya gelecek.”
Sal arkasını dönüp lavaboya gitti. İçinde gittikçe büyüyen ve bo
ğazını sıkıştıran bir sıkıntıyla, ellerini kıpkırm ızı olana dek yıkadı.
Bir yandan da, Uğursuzluk getirecek, diye düşünüyordu.
155
Rüya Dağıtan Çocuk
156
Luca Di Fulvio
157
Rüya Dağıtan Çocuk
158
Luca Di Fulvio
159
19
160
Luca Di Fulvio
Babası bir kahram an olmuştu; New York şehrinde zor şartlar altında
yaşam mücadelesi veren Alm an bir göçmen, seslerini çıkarm adan en
pis işleri yapan d ürüst insanların sembolü.
Evet, tüm gazeteler kafalarına yağacak bom baları hak ediyorlardı.
Bili elinden gelse bunu yapar ve sonra her birinin çocuğunu, balık
pazarının o dürüst ve iyi niyetli işçilerine em anet ederdi. Böylece bu
saçmalıkları yazanların evlatları da deri kem erin sırtlarında iz bırak
m ası ne demekmiş öğrenir, babalarının yalanlarının bedelini ödemiş
olurlardı. Amerikan rüyası saçmalığı, diye düşündü. O kibar zengin
piçlerine, sıcacık banyolarda yıkanıp yün iç çamaşırı giyen o züppelere
Amerikan kâbusunun insanı aptala çeviren sesini duyurmayı çok isterdi.
“Bok herifler!” dedi yemden titreyerek. Bir an sarıldığı tahta elinden
kaydı. Ama rıhtım a çok yaklaşm ıştı. Bili hem en toparlanıp yeniden
tahtaya sarıldı. Genzine kaçan su yüzünden birkaç kez öksürdü ve
sonra dişleri yeniden birbirine vurm aya başladı.
Polisin gazetelere verdiği ilanlarda eşkali, “Sarı saçlı, mavi gözlü,
orta boylu ve norm al kilolu” diye anlatılıyordu. Bili gülmeye çalıştı
am a çok titriyordu. Sıkıysa bulun beni, dedi içinden. Koca New York
şehrinde zencilerin, Yahudilerin ve İtalyanların dışında çoğu insan
bu sıradan eşkale uyuyordu.
Göçmenleri getiren feribot üç kez üst üste siren çaldı. Bill’in dibine
dek yaklaştığı rıhtım görevlilerin ağır ve uyuşuk adımlarıyla sallandı.
Bili, Amerikan rüyasına kapılan farelerle dolu bir gemi daha, diye
düşündü.
Zam an iyice yaklaşm ıştı. Bili neredeyse başarm ak üzereydi.
Ne gazetelerde ne de poliste resm i vardı. Tek bir fotoğrafını bile
bulamamışlardı. Sadece adım biliyorlardı. Büyük puntolarla gazetelerin
ön sayfasına bastıkları, sokak gazetecilerinin bağırarak tekrarladığı
adını: W illiam Hofflund, W illiam Hofflund, William Hofflund...
Ancak Bili kim liğini ve adını değiştirm ezse er ya da geç yakala
nacağını biliyordu.
Feribot rıhtım a yaklaşırken Bili de payandalara tutunarak iskeleye
çıkan dar b ir tah ta m erdivene vardı. Oyun birkaç dakikada oynanıp
bitecekti. İşin en zor kısm ı buz gibi suyun içinde beklemekti, fakat
şimdi de en hassas kısm ı başlıyordu. O kısm ı da atlatırsa başarm ış
161
Rüya Dağıtan Çocuk
162
Luca Di Fulvio
ne özgürlük ne de para buldum. Babam gibi üstü başı balık pulu içinde
yaşayan bir balıkçı oldum. Pazarda ne zam an başım ı kaldırıp yukarı
baksam o sürtüğün bana sırıtarak baktığını görüyorum. O kahrolası
heykel, elindeki meşaleyle hem hayallerimi hem paralarım ı yaktı.”
İşte o zaman, gecenin karanlığında lağım faresi gibi kaçacak delik
arayan Bili başını kaldırıp yukarı doğru bakm ış ve onu görmüştü.
Elindeki meşaleyle yeni gelenlere yol gösteren, onlara “Hoş geldiniz”
diyen Özgürlük Heykeli. Onun yeni özgürlüğünün yol göstericisi.
Bili, o gece heykele bakarken ne yapması gerektiğini bulm uştu;
fırsatlar ülkesine gelen herhangi biri gibi gelip Ellis Adası’ndan New
York’a giriş yapacaktı.
“Canın cehenneme, baba,” diyerek sırıtm ış ve kimliğini yırtm ıştı.
Yfeni gelen göçmen grubu içinde bir katili aram ak kim in aklına
gelirdi?
Bili artık göçlerin babasının zam anındaki kadar çok olmadığını
biliyordu am a yine de yeni sıçanlar ülkeye gelmeye devam ediyordu.
Amerika Birleşik Devletleri onları kabul ediyor, onlara yeni isimler
ve kim likler veriyordu.
Çok eğlenceli olacaktı.
Böylece o gece -p a rasın ı ve yüzüğün değerli taşlarını Battery
Park’taki bir ağacın kovuğuna sakladıktan so n ra - büyük gemiler
arasında mekik dokuyarak yük taşıyan sandallardan birini çalmış
ve Ellis Adası’na doğru kürek çekmeye başlam ıştı. Ancak bu iş daha
önce düşündüğü kadar kolay olmamıştı. Sandal ağır, akıntı da oldukça
güçlüydü. İskelenin ışıkları ise neredeyse görünmüyordu.
Bir süre sonra rıhtım a ulaşmayı başarm ıştı. Üstündekileri çıkarıp
buz gibi suya girmişti. Bir kolunu, çıkın yaptığı giysilerinin ıslanmaması
için sürekli havada tutuyordu. Soğuktan kesilen nefesiyle güç bela
bir tah ta parçasına tutunm uş ve sonra sandalı salıvermişti. Kuvvetli
akıntıyla sürüklenen sandal bir süre sonra gözden kaybolmuştu.
Elindeki tahtayı bırakıp dibi boylamaktan ve boğulmaktan korktuğu
anlar oldu. Ama sonunda başarm ıştı. Şu an başardığından kesinlikle
emindi.
163
Rüya Dağıtan Çocuk
164
Luca Di Fulvio
165
Rüya Dağıtan Çocuk
166
Luca Di Fulvio
167
Rüya Dağıtan Çocuk
New Jersey’d eki Göçmen Bürosu’na gitm ek için feribota adım ını
atarken ark asın d a b ir k ad ın ın b ağırdığını duydu.
“C ochrann nerede?”
D önüp baktı. Y irm i yaşlarında, kırm ızı yanaklı, elleri çatlak
içinde b ir kız gördü. Çam aşırcılık y a p ıyo r olmalı, diye düşündü.
Kızın y an ın d a d a elli y aşlarında b ir çift vardı. A dam tıknaz, güçlü
kuvvetli biriydi. Bir hamal, muhtemelen. K adınsa h a fif kam bur,
gözleri iyice çu ku ra kaçm ış biriydi ve elleri kızın ellerinden d ah a
kırm ızı, d ah a çok çatlak içindeydi.
Genç kız, feribotun tah ta iskelesinden atlamaya çalışarak, “Git
mem!” diye bağırdı. “Cochrann olm adan gitmem!”
Bir polis m em uru onu durdurdu.
“İnm ek yasak. Yerinize dönün.”
Elli yaşlarındaki kadın, kızı om uzlarından tutarak feribotun içine
çekmeye çalıştı. Güçlü kuvvetli, tıknaz adam sa soran gözlerle etrafına
bakınıyordu. Umutsuzca, “Tüm param ız ondaydı,” diye m ırıldandı.
Genç kız da etrafına bakıyor, feribota binen göçmenlerin yüzlerini
tek tek inceliyordu.
“Cochrann! Cochrann!”
Bili, uzansa dokunacak kadar kızın yakınındaydı.
İşte hayatım, buradayım. Benim, Cochrann.
Neşeli bir kahkahayla feribotun içine doğru ilerledi.
168
20
Manhattan, 1912-1913
Cetta artık yalnızdı. New York’a geldiğinden beri ilk kez yalnız kalmıştı.
Sal uzun bir süre ona göz kulak olamayacaktı. Bazen kendisini dayanıl
mayacak kadar yalnız hissediyor ve o zam an Queensboro Köprüsü’ne
gidip oradan Blackwell Adası’na, Sal’in yattığı hapishaneye bakıyordu.
Avukat Di Stefano hapishane yönetimine yüklüce bir rüşvet vermiş ve
Cetta’nın, haftada bir kez bir saat boyunca, parm aklık ve tel bölmele
rin olmadığı bir odada Sal ile yalnız görüşmesini sağlamıştı. Cetta o
günlerde, cezaevi feribotuna binerek adaya gidiyor ve onunla bir odaya
kapatılm ak için ne kadar para vermeye razı olabileceklerini söyleyerek
şakalar yapan gardiyanların eşliğinde Sal’in yanına gidiyordu. İstediği
tek şey Sal ile baş başa kalm ak, ses çıkarm adan onun yanında otur
m ak ve yeniden kirlenm iş ellerine bakm aktı. Onlara ayrılan bir saat
dolduktan sonra Cetta adadan ayrılıyor ve kendi hayatına dönüyordu;
tek başına, yanında Sal olmadan.
Genelev yer değiştirmiş, Sekizinci ve Kırk Yedinci caddelerin birleş
tiği yerde bulunan küçük bir apartm ana taşınm ıştı. Cetta bu taşınm a
işinden hiç m em nun kalm am ıştı, çünkü eski evin camları açık olduğu
zaman Broadway ve Altıncı Cadde arasındaki Tin Pan Alley’de çalman
neşeli müzik seslerini duyabiliyordu. Ama Cetta şanssızlıklardan ya
k ınarak zam an öldüren biri değildi, aksine olayların olumlu yönlerini
bulmaya çalışırdı. Bu taşınm a da ona yeni bir maceranın kapısını açmış
oldu. Cetta, Am erika’da ilk kez tek başına kalm ıştı ve hayatında ilk
kez metroyla tanışm ıştı.
169
Rüya Dağıtan Çocuk
170
Luca Di Fulvio
171
Rüya Dağıtan Çocuk
172
Luca Di Fulvio
173
Rüya Dağıtan Çocuk
Cetta ertesi gün Sal’i görmeye gitti. Odada yan yana otururken Cetta
ona bir şeyler söylemesi gerektiğini düşünüyordu. Şu an ilk kez Sal’e
karşı aşktan ve m innettarlıktan farklı bir şey hissediyordu. Ruhunu
yakan bir suçluluk duygusu... Sessizce yan yana otururlarken şöyle
düşündü: Hiçbir şey olmadı ki... Kötü bir şey yapmıyorum. Niçin
kendimi suçlu hissedeyim?
Buna rağmen suçluluk duygusunu yenemiyordu. Aniden içinde bir
öfke kabardı ve bu öfke Sal’den nefret etmesine neden oldu.
Cezaevinin feribotuyla M anhattan’a dönerken kapkara binaya baktı.
Etraftaki görevlilerin duym am asına dikkat ederek, “Kötü hiçbir
şey yapmıyorum, Sal,” diye m ırıldandı. “Sadece yemeğe çıkıyorum.”
Madama, C hristm as’m çok h asta olduğunu ve bir türlü eteğinden
ayrılmadığım söyledi. O gece geç saatlere kadar işini yaptı. Sonra ko
şarak eve gitti ve bir zam anlar Tonia ve Vito Fraina’ya ait olan gıcırtılı
geniş yatağa kendini attı. İlk randevusuna çıkan bir genç kız kadar
heyecanlıydı. Şafak sökene kadar uyuyamadı. BayanSciacca, Christması
alm ak için geldiğinde Cetta’nın tek düşündüğü şey yorgunluğunun
gözlerinden belli olmamasıydı. Bu yüzle Andrew onu yeterince güzel
bulmayabilir ve böylece bir restoranda yemek yeme hayali de suya
düşebilirdi.
Tüm gününü elbise seçerek geçirdi. En az on kere makyaj yapıp
yaptığım beğenmeyerek sildi. Çünkü aynaya her bakışında bayağı b ir
fahişenin boyalı yüzünü görüyordu. Ağladı. Güldü. Belki bin kez um ut
suzluğa kapıldı, sonra m utluluktan uçacak gibi oldu. Parfüm ler sıktı,
sonra buz gibi suyla yıkandı. Çünkü parfüm leri de fahişe kokuşuydu.
Ayakkabılarını parlattı, çantasını parlattı. Saçlarını ensesinde topladı.
Sonra açıp om uzlarına döktü. Tarandı. Saçlarına kurdeleler bağladı.
Sonra öfkeden bağırarak hepsini çözüp attı.
O akşam saat tam yedide Andrew, Cetta’ya, “Çok güzelsiniz, Bayan
Luminita,” dedi.
“Delancey’de güzel bir İtalyan restoranı var. Oraya gidelim mi?”
“Neden olmasın?” dedi Cetta. Bu sözü hep çok sofistike bulm uştu.
Birkaç adım attıktan sonra Andrew, “Sana Cetta diyebilir miyim?”
diye sordu.
174
Luca Di Fulvio
175
Rüya Dağıtan Çocuk
176
Luca Di Fulvio
“Biliyorum.”
“Şimdilik hoşça kal.”
Cetta gözlerim Andrew’dan kaçırm ak istemiyordu. Biliyordu ki o
mavi gözlere son kez bakıyordu.
“Yemek için teşekkür ederim ,” dedi. “Çok güzeldi.”
Andrew gülümsedi. Sırf kabalık yapmış olmamak için. Sonra hızla
Cetta’nın yanından ayrıldı.
Cetta onun köşeden dönüp kaybolmasını izledi. “Öpücük için te
şekkür ederim ,” dedi.
Sonra eve girip kendisini yatağa attı.
Sal’in Christm as’a hediye ettiği bez bebeği okşayarak, “Senden
başka hiç kimseyle öpüşmeyeceğime söz verm iştim ,” diye m ırıldandı.
Göz pınarlarına dolan yaşlara engel olamıyordu. Aniden yataktan fır
ladı. Koşarak geneleve gitti. M adam’a C hristm as’m daha iyi olduğunu
söyledi ve gece yarısına kadar çalıştı.
İki hafta sonra, yılbaşından bir önceki akşam M adam yeşil odada
bir müşterisi olduğunu söyledi. Cetta dudaklarına kırmızı rujunu sürdü,
göğüs dekoltesini düzeltti ve odaya girdi.
Andrew sırtını kapıya dönmüş, pencereden dışarı bakıyordu. Ka
pının açıldığım duyunca döndü.
Bir an ikisi de kımıldamadan durdular. Sonra Andrew hızla Cetta’nın
yanm a geldi ve ona sımsıkı sarıldı. O güne kadar hiçbir kıza dokun
m amış, hiçbir kıza elini sürm em iş gibi.
“Devamlı seni düşünüyorum. Gece gündüz aklımdan çıkmıyorsun.”
Sonra Cetta’nm boynunu öpmeye, ellerini kalçalarında gezdirmeye
başladı.
“Seni delicesine arzuluyorum .”
Cetta bu kez dudaklarım öpmesine izin vermedi ama yatağa uzandı
ve bacaklarını açtı. Başını yana doğru çevirdiğinde Andrew’un komo
dinin üzerine koymuş olduğu beş doları gördü.
Andrew soyundu, Cetta’nm üzerine uzandı ve hiçbir iyi kıza yap
mayacağı şekilde onun içine girdi. İşleri bitince Andrew kalkıp aceleyle
giyindi. Cetta ise çırılçıplak yatakta uzanmaya devam ediyordu, tıpkı
sıradan bir m üşteriyle birlikte olmuş sıradan bir fahişe gibi.
177
Rüya Dağıtan Çocuk
178
Luca Di Fulvio
179
21
180
Luca Di Fulvio
gibi olm uştu. Diğeri, Bill’in daha önce adını hiç duymadığı bir Avrupa
ülkesinden gelmiş, az ve kötü bir İngilizce ile konuşan dev gibi bir
adamdı. Solunum zorluğu çekiyor gibiydi. O kadar iriydi ki ayakları
yatağın bir karış dışına çıkıyor, yatağa sığmadığı için bir kolu sürekli
yataktan aşağı sarkıyordu. Üç adamın birlikte zor taşıdığı kütükleri tek
başına kaldırıyordu. Bili ikisiyle de sohbet etmiyordu, çünkü İtalyan’a
güvenmiyordu. Diğeri de o kadar aptaldı ki istem eden bile başını çok
kolayca belaya sokabilirdi.
Doğrama atölyesinde bir sürü insan vardı. Özellikle de zenciler;
hayatları boyunca orada çalışacak, belki bir gün başka bir iş bulabilecek
olan göçmenler. Bili evde olduğu gibi işyerinde de kimseyle konuşmu
yordu. Yemek sireni çaldığında, öğle yemeğini sardığı küçük çıkını alıp
kuytu bir kenara çekiliyor ve taze soğanı, ekmeği, kurutulm uş eti ağır
ağır çiğneyerek yiyordu. Ve sürekli düşünüyordu. Önceleri geleceğini
düşünüyor, planlar yapıyordu. Ama birkaç hafta sonra düşüncelerini,
sık sık görmeye başladığı rüyalar doldurmaya başladı. Bu rüyalar bir
süre sonra kâbuslara dönüştü. Bili hemen hemen her gece kan ter içinde
ve çığlıklar atarak uyanıyordu. Bir gece İtalyan öfkeyle, “Kes sesini,
Coehrann,” diye bağırdı. “Uykumun içine ettin.” Dev ise hiçbir şeyin
farkında olm adan hayvan gibi horlam aya devam ediyordu. Fakat bir
gün İtalyan kolunun yarısını testereye kaptırınca atölyeden ayrıldı ve
onun yerine tüm parasını kaçak içkilere yatıran yaşlı bir adam geldi.
O da tıpkı dev gibi, yatağa girer girmez horlamaya başlıyordu. Böylece
Bili kâbuslarında da yalnız kalm ış oldu.
Değişik kâbuslar görüyordu am a yine de hepsi aynıydı. Durum ne
olursa olsun, güzel bir rüya gibi başlasa da birdenbire aynı şey oluyordu.
Bili ölüyordu, o Yahudi sürtüğü onu öldürüyordu. İlk gördüğü rüyada
lüks bir restorandaydı. Garson ona yemeğini getiriyordu. Elindeki şık
tepside kızarm ış tavuk ve patates olmalıydı ancak Bili gümüş kapağı
açtığında tabakta kesilmiş bir kadın parm ağı görüyordu. O esnada
garson elindeki bıçağı Bill’in boğazına saplıyor ve birden o Yahudi
sürtüğü oluveriyordu. Bili bazen de kendisini bir kuş gibi havada sü
zülerek uçarken görüyordu. Ruth ise avcı kılığında görünüp onu tek
atışta v urarak öldürüyordu. Onu bazen suda, bazen elleriyle boğuyor,
bazen de yakıyor ya da asıyordu. H atta bir gece uyukladığı sallanan
181
Rüya Dağıtan Çocuk
182
Luca Di Fulvio
183
Rüya Dağıtan Çocuk
“Orospu!”
Küfürler savurarak oradan uzaklaştı ve aniden eski evine doğru
yürüdüğünü fark etti. Sanki o ev onu herkesten veya her şeyden koru
yacakmış, anne ve babasını öldürdüğü o sefil mahallede yeniden yok
olan gülüşünü bulabilecekmiş gibi ya da en azından orada eski Bili
olabilme şansı varmış gibi yürüdü.
Üçüncü ve Dördüncü caddelerin Bowery’ye doğru birleştiği yerde
gözüne bir gece kulübü çarptı. İçkiye ve kadına ihtiyacı vardı. İçeri
girdi. Ve onu hemen fark etti. Masalarda ya da ayrılmış özel bölümlerde
oturan müşterilere eşlik ediyordu. Otuzlu yaşlardaydı ve çok güzel
gülümsüyordu. İtalyan olmalıydı. Böyle yerlerde çalışanların çoğu İtal-
yandı zaten. Onları göz alıcı, rengârenk ve avam kıyafetlerinden, kaba
konuşmalarından tanıyordu. Bu koyu saçlı fahişe de mutlaka İtalyandı.
Bill’e göre İtalyanlarla Yahudiler aynıydı ve o kadında gördüğü farklı
bir şey kendisini hemen heyecanlandırmıştı. Sol bacağını sürüyerek
yürüdüğünü gördü. Genç kadın iki müşterisine selam verdikten sonra
-kim senin kendisini görmediğini sanarak- barın kenarına gitti ve sol
bacağına bir yumruk attı. Birkaç dakika, sol tarafına doğru eğilerek
bekledi. Sonra doğruldu ve normal bir şekilde yürümeye başladı.
Demek topalsın, orospu, dedi Bili içinden. Gördüğü bu kusur onu
heyecanlandırmıştı. Bara yaklaştı.
“Viski.”
Barmen gözlerini kısarak Bill’e baktı.
“Alkollü içkiler yasaktır, efendim.”
Bili başını salladı ve çevresine bakındı. Sonra biraz ileride oturan
müşteriyi işaret ederek, “O herif ne içiyor, pekâlâ?”
“Soğuk çay.”
Bili cebinden paraları çıkarıp barın üzerine fırlattı.
“Öyleyse bana da iyisinden bir soğuk çay ver.”
“Buzlu mu sodalı mı?”
“Sek. Duble olsun.”
Barmen bir bardağa kaçak viski doldururken, “Bu civarda bulabi
leceğiniz en kaliteli soğuk çay, bayım,” diyerek gülümsedi.
184
Luca Di Fulvio
185
Rüya Dağıtan Çocuk
Bili elini yavaşça cebinden çıkardı. Sonra iki elini de havaya kal
dırdı ve gülümsemeye çalışarak, “Hey, şaka yapıyordum. Burada kimse
şakadan anlamaz mı?”
Kara elli adam ne bir kelime etti ne de silahı Bill’in alnından çekti.
Bili geriye doğru birkaç adım attı. Sonra bir kurşunun beynini
dağıtmasından korkarak yavaşça yürümeye başladı. Korkudan ter
içinde kalmıştı. Köşeyi dönmeden önce dönüp arkasına baktı. Genç
kadın çirkin adama sarılmıştı.
“Orospu!” diye bağırdı dünyadaki tüm kadınlara söver gibi.
Issız sokaklarda hızla yürümeye başladı. Çok öfkeliydi ve kendi
korkusundan, aşağılanmasından, eziklik duygusundan kaçıyordu.
Küçük bir sokağın karanlığından birinin ona seslendiğini duydu.
“Ağzımla seni çıldırtmamı ister misin?”
Yaşlı fahişenin sert saçları saman rengine boyanmıştı. Dekolte
sinden pörsümüş meme uçlan rahatça görülüyordu. Takma dişlerini
göstererek güldü.
“Kadife gibi bir dilim vardır.”
Bili etrafına bakındı. Kadının kolundan tutup bir köşeye çekti.
Pantolonunun düğmelerini açtı ve kadını önünde diz çökmeye zorladı.
Fahişe, “Önce paramı ödemelisin,” diye itiraz edecek oldu.
Bili bıçağını çıkarıp kadının boğazına dayadı.
“Em bakalım, fahişe. Bir numara yaparsan seni öldürürüm.”
Yaşlı fahişe, Bill’in öfkeyle sertleşmiş aletini ağzına aldı. Bili bı
çağı hâlâ kadının boğazından çekmiyordu. Biraz sonra tüm hıncını
boşaltırken, “Yut hepsini, Yahudi orospusu,” diye mırıldandı. Bir iki
adım geri gitti ve pantolonunun düğmelerini ilikledi. Hâlâ önünde
diz çökmüş duran fahişeye baktı. Kadının yüzüne bir tekme attı ve
üstüne atlayıp bıçağını yeniden boğazına dayadı. Yaşlı fahişenin pörsük
memelerinin arasından birkaç dolar düştü. Bili paraları alıp cebine
attı. Sonra ayağa kalktı.
Kadın, “Beni öldürme...” diyerek ağlamaya başladı.
Bili ona küçümseyerek baktı. Sonra kadının yere düşmüş takma
dişlerini kırana dek ayağının altında ezdi.
186
Luca Di Fulvio
Kuzeye doğru giden bir yük trenine atladı ancak bir saat kadar sonra,
Bili henüz ne yapacağına kadar vermeden tren durdu. Bili hâlâ kor
kudan titriyordu. İstasyonun girişindeki tabelayı okudu: Hackensack.
Ana yola çıktı ve kuzeye doğru yürümeye başladı. Geçen tek tük
kamyonlardan hiçbiri durmadı. Ancak dört beş kilometre yürüdükten
sonra hiç beklemediği bir anda siyah bir araba yolun kenarına yaklaştı.
Sürücü başını ona doğru uzatıp, “Ne tarafa, delikanlı?” diye sordu.
Bili cevap vermeden arabaya atladı. Direksiyondaki adam elli yaş
larındaydı. Neşeli bir görüntüsü vardı ve hiç susmadan konuşmasına
bakılırsa gezgin bir satıcı olmalıydı. Başındaki ucuz peruğu sık sık
eliyle düzeltiyordu.
“Konuşmak beni uyanık tutuyor,” demiş ve o saniyeden sonra hiç
susmamıştı.
Adamın bir an susup nefes almasından yararlanan Bili, “Güzel
araba,” dedi.
Sürücü gururla, “Tin Lizzie” dedi. “Ford’un bir modeli. Bu güzel
şey adamı hiç yarı yolda bırakmaz.”
Bili rüya âlemindeymiş gibi, “Ford,” diye tekrarladı ve o geceden
sonra ilk kez sakinleştiğini fark etti. Arabaları seviyordu ve bu oldukça
güzel bir arabaydı.
Adam gururla arabanın direksiyonunu okşadı.
“Model T. Eğer gerçek bir Amerikalıysan mutlaka bir Tin Lizzie
sahibi olmalısın, delikanlı.”
Bili yine, “Model T,” diye tekrarladı.
“Aynen öyle! Bu bir Runabout, ateşleme sistemi ve stepnesi olan
lüks modeli. Bana tam dört yüz otuz dolara patladı.”
“Çok güzel.”
Adam göğsünü kabartarak, “Bence de,” diye cevap verdi. “Adın
ne, delikanlı?”
“Coehrann. Ama sen ‘Bili’ diyebilirsin.”
“Tamam, Bili. Nereye gidiyorsun?”
187
Rüya Dağıtan Çocuk
188
22
M anhattan, 1923
Ruth, aylardır her hafta buluştukları ve artık onlara ait olan bankta,
Christmas’ın yanında oturuyor, utançtan gözlerini yerden kaldıramı-
yordu. Christmas’a zarfı uzatırken, “Kimseye göstermedim,” demiş ve
susmuştu.
Şimdi ikinci kez, zor duyulur bir sesle, “Kimseye göstermedim,” dedi.
Christmas, gözlerini zorla Bill’in notundan ayırıp Ruth’a döndü.
Ona bir tü r kızgınlık ve kıskançlıkla baktı. Ruth hâlâ ona ait, diye
189
Rüya Dağıtan Çocuk
190
Luca Di Fulvio
aşktı. Aşk insanı yakan, yiyip bitiren, hem güzelleştirip hem de çir
kinleştiren bir şeydi. Aşk insanları değiştiriyordu, bir masal değildi.
Hayat masal değildi.
Ruth ve Christmas aylardır görüşüyorlardı. Haftada bir gün -k i
genellikle bu cuma günü oluyordu- Central Park’ın batı yakasında
buluşuyorlardı. Christmas, Fred’i selamlıyor, sonra Ruth ile birlikte her
zaman oturdukları banka oturuyor ve göle bakarak sohbet ediyorlardı.
Akıllarına gelen her şeyden söz ediyor, şakalaşıyor, gülüyorlardı. Ama
ciddi oldukları ya da sessiz kaldıkları zamanlar da oluyordu. Sanki
kelimelerin işe yaramayacağım bilerek suskun bir halde dakikalarca
oturuyorlardı. Ve her ayrıldıklarında Christmas biraz daha büyümüş
oluyordu. Ruth, dedesinin lüks arabasına kuruluyor, Christmas ise
onu eve götürecek trene bilet alacak parayı bulmak için ceplerini di
dik didik ediyordu. Ruth’un, onu kışın keskin soğuğundan koruyacak
onlarca sıcak ve şık mantosu vardı, Christmas ise soğuktan korunmak
için omuzlarım kaldırıyor ve ceketinin düğmelerini boğazına kadar
ilikliyordu. Ruth’un tavşan derisinden yapılmış kürklü eldivenleri vardı,
Christmas’ın ise çatlamış elleri. Ruth zengin bir Yahudi kızıydı, Christmas
ise, herkesin İtalyanlara yakıştırdığı gibi, bir serseri, bir gangster idi.
Ancak Christmas’ı çabuk büyüten şey Ruth’a duyduğu aşk değildi,
zaman zaman Ruth’un da gözlerinde gördüğü aşktı. Bill’in hem on
ları karşılaştırdığı hem de ayırdığı için Ruth’un gece gündüz savaştığı
aşk. Bili pençeleriyle, bahçe makasıyla ve zorbalığıyla aşkı kirletmişti
ve Ruth pislikten başka bir şey göremiyordu. Christmas’a bakarken
bile aşk kirliydi. O yüzden onu kendisinden uzak tutuyordu. Böylece
Christmas’a olan aşkı büyüdükçe Ruth daha çok çaresiz kalıyor, ne
yapacağını bilemiyordu. O duygu içinde tarife sığmayan ama yine de
sancılı bir şekilde duruyor, yeşerip çiçeklenmesi gerekirken Ruth onu
zehirliyordu. Daha ürkek biri olmuştu. Umutları, hayalleri, neşesi ve
kaygısızlığı, içinde yaşadığı fırtınada hayatta kalmayı başaramayan
birer solgun çocukluk anısına dönüşmüştü ve Ruth büyümüştü.
Christmas, elinde sımsıkı tuttuğu Bill’in notuyla eve doğra yürürken
öfkeden titriyordu. Düşünceleri beyninde karmakarışık ve şekilsizdi
ama yine de susmadan çoğalıyordu. Tıpkı havada bir araya gelemeden
uçuşan hayaletler gibi.
191
Rüya Dağıtan Çocuk
7 1920’li yıllarda modayı takip eden ve geleneksel davranış kalıplarına uymayan genç
kadın, (ç. n.)
192
Luca Di Fulvio
“Umurumda değil.”
“On dolar, Christmas.”
“Ellerimi leş gibi yapan ama yine de karnımı doyurmayan işlerde
çalışmayı sevmiyorum. Üstelik sırtımı kamburlaştırıyor. Ben zengin
olmak istiyorum.”
Cetta oğlunun yanma gitti ve tecavüzcü babasından aldığı sapsarı
saçlarını okşadı.
“Nasıl?”
“Bilmiyorum.” Christmas rahatsız olduğunu anlatmak istercesine
başını çekti. “Bir yolunu bulacağım. Ama bu yolun çatıları katranlamak
olmadığından eminim.”
Cetta oğluna şefkatle baktı.
“Hayat, senin yaşlarında hayal edilenden çok farklıdır...” Bir sü
redir oğlundaki değişikliğin farkındaydı. Önceleri ona, kurtardığı o
Yahudi kızdan söz ediyordu. Cetta’ya, New Jersey’deki lüks apartman
dairesini, arabaları, şık kıyafetleri ve Central Park’taki buluşmaları
anlatmıştı. Bir de o kızı ne kadar sevdiğini. Cetta oğluna ikisinin ayrı
dünyalara ait olduğunu, böyle şeylerin ancak masallarda anlatıldı
ğını ama gerçek hayatta mümkün olmadığını anlatmaya çalışmış ve
Christmas bir süre sonra ona hiçbir şey anlatmamaya ve giderek içine
kapanmaya başlamıştı. Cetta oğlunun da tüm o mahalle sakinleri gibi
mutlu olmayı öğrenememesinden korkuyordu.
“O kız yüzünden mi? Yoksa âşık mı oldun?”
“Sen aşktan ne anlarsın?” Christmas öfkeden alev alev yanan göz
lerle yerinden fırladı. “Senin gibi bir... Senin yaptığın işi yapan biri
aşktan ne anlar?”
Cetta kalbinde bir acı hissetti. Gözleri yaşlarla doldu. Zor duyulan
bir sesle, “Neler söylüyorsun, çocuğum?” dedi.
Christmas, “Ben çocuk değilim!” diye bağırdı ve kapıyı çarpıp
dışarı çıktı.
Sokağın havası, her yemek vakti olduğu gibi sarımsak kokuyordu.
Göçmenler kendi köklerinden ve âdetlerinden kopmakta güçlük çeki
yor, çoğu zaman da bunu başaramıyorlardı. O tencerelerde kaynayan
ve kokusunu tüm mahalleye yayan domates sosu, yüzlerce göçmenin
193
Rüya Dağıtan Çocuk
evinden yayılan aynı koku kırmızı bir kök gibi hepsini birbirine sım
sıkı bağlıyordu.
Christmas, “Ben sizin gibi değilim,” diye homurdandı. Hâlâ, baş
döndürücü bir şekilde hareket eden ve içinde tüm dünyayı boğmak
istediği öfkenin esiriydi. Bir taşa tekme attı. “Ben Amerikalıyım.”
“Hayrola? Neye kızdın?”
Santo, annesinin elinde bir odun parçasıyla üstüne yürümesine
rağmen birinci kattaki evinin penceresinden Christmas’ı görüp onun
yanma inmişti.
Christmas cebinden Bill’in yazdığı notu çıkarıp Santo’ya gösterdi.
Çocuğun yüzü okuduğu her kelimede biraz daha beyazlaşıyor, böylece
kırmızı sivilceleri daha da ortaya çıkıyordu.
Christmas, Santo’nun geri verdiği kâğıdı alıp cebine sokarken,”
Ne diyorsun?” diye sordu.
Santo sadece, “Sıçtık,” dedi.
“Onu korumalıyız. Artık arkamızda da gözlerimiz olmalı.”
“Kim? Biz mi?”
Santo kireç gibi olmuştu. Christmas’ta bulaşıcı bir hastalık varmış
gibi bir iki adım geri gitti.
“Evet, biz. Başka kim olacak?” Christmas heyecanlı bir sesle devam
etti. “Onu bir bulursam kalbini götünden çıkaracağım.”
Santo bir adım daha geri gitti.
“O herif kendi anne babasını domuz keser gibi kesti.” Sesi titremeye
başlamıştı. “Ruth’a da yapacağını yaptı... Çok tehlikeli ve...” Bir adım
daha geri gitti. “Bizim gibi iki kişiyi bir saniyede...”
“Her zamanki gibi yine altına sıçtın, Santo. Defol git!”
“Christmas... Bekle...”
“Siktir git!”
Christmas önüne çıkan insanları iterek Santo’nun yanından hızla
uzaklaştı. Küfürler ediyor, öfkesi arttıkça artıyordu. Oturduğu mahal
lenin insanlarına hiddetle bakıyor, kadınlar, adamlar gözüne daha kısa
boylu, daha kıllı, daha kaim kaşlı geliyordu. O yenik gözler, yokluk ve
kabullenme ile iki büklüm olmuş sırtlar, her zaman boş ve yetersiz
beslenen evlatlarının ağızlan gibi ardına kadar açık cepler. Bir yandan
194
Luca Di Fulvio
195
Rüya Dağıtan Çocuk
196
Luca Di Fulvio
197
Rüya Dağıtan Çocuk
Kısa bir süre sonra Greenie, yeşil bir ipek takım ve pembe bir gömlek
giymiş bir adam, odadan içeri girdi. Christmas dönüp adama baktı ve
gözlerinde Aşağı Doğu Yakası sokaklarında daha önce görmüş olduğu
bir şeyleri fark etti; donuk bir sakinlik gibi, bir çamur birikintisinin
dibinde belli belirsiz görünen bir şeyler gibi.
Saul Isaacson notu Greenie’ye uzattı. Greenie, yüzünün tek bir
kası oynamadan notu okudu. Sonra ifadesini hiç değiştirmeden notu
masanın üzerine bıraktı ve yaşlı adamın konuşmasını bekledi.
Christmas hayranlıkla adama bakıyordu. İşte, dedi kendi kendine.
O başarmış. Tam bir Amerikalı olmuş.
“Torunuma bir şey olmasını istemiyorum.”
Greenie başmı önüne eğdi. Kısacık kesilmiş saçları briyantinliydi.
Yaşlı adam, “O orospu çocuğunu bulur bulmaz kellesini bana ge
tir,” diye ekledi.
Christmas, “William Hofflund,” diye araya girdi. “Bili.”
Greenie dönüp Christmas’a bakmadı bile.
Yaşlı adam sözlerini, “Bedeli ne olursa olsun...” diyerek bitirdi.
Greenie yine başmı çok hafifçe eğdi ve dönüp gitti. Christmas
adamın gıcır gıcır ayakkabılarının döşemede çıkardığı sesi duydu.
“Seninle geliyorum.”
“Karışma, çocuk.”
Greenie odadan çıkıp kapıyı kapadı.
198
23
199
Rüya Dağıtan Çocuk
200
Luca Di Fulvio
201
Rüya Dağıtan Çocuk
202
Luca Di Fulvio
203
Rüya Dağıtan Çocuk
204
Luca Di Fulvio
205
Rüya Dağıtan Çocuk
206
Luca Di Fulvio
207
Rüya Dağıtan Çocuk
208
Luca Di Fulvio
209
Rüya Dağıtan Çocuk
210
Luca Di Fulvio
211
Rüya Dağıtan Çocuk
mas ondan önce geçmek için çocuğu itmiş ve Chick’e bir kurşun isabet
etmişti. Christmas bunu düşünüyordu; belki de ona gelmesi gereken
kurşun Chick’i bulmuştu. Kader denen şey bu muydu?
Kafasına hasır bir şapka geçirmiş, postacı kılıklı, elli yaşlarında
bir adam olan Zeiger, Koca Kafa’nın adamıyla birlikte bilardo salonuna
girdi. Dengesiz yürüyordu ama sarhoş değildi. Bedeni sürekli titriyor
gibiydi. Uzun suratı soluk ve sarımsı renkteydi, araları iyice açılmış
dişleri ise kapkaraydı. Elinde taşıdığı siyah deri çanta yere düşüp açıldı
ve içindeki cerrahi aletleri yere saçıldı. Zeiger eğildi, tüm aletleri top
layıp yeniden çantaya koydu ve Koca Kafa’nın ofisine doğru yürüdü.
Christmas endişeyle Joey’ye baktı. Delikanlı başım önüne eğmiş,
sinirli bir şekilde parmaklarıyla oynuyordu.
Christmas elindeki sustalı bıçağı Joey’ye uzattı.
“AL”
Joey bıçağa baktı, acı acı gülümsedi ve arkadaşının yüzüne bak
madan silahı aldı.
Alçak sesle, “Üzgünüm, Diamond,” diye mırıldandı.
Christmas ses çıkarmadı. Birkaç dakika sonra Zeiger’ı getiren
adamın salondan çıkıp karşıki dükkâna girdiğini gördü. Elinde kalın
bir çadır beziyle geri dönüp yeniden ofise girdi. Christmas yavaşça
kalkıp odaya doğru gitmek istedi. Ancak Joey kolundan tutup ona
engel olmaya çalıştı. Christmas kendisine dokunulmasından hoşlan
mıyordu. Kolunu hızla geri çekti ve kapıya yaklaştı. Joey de peşinden
geldi. Kapalı kapının önüne geldiklerinde Koca Kafa odadan çıkıyordu.
Durup ikisine baktı.
“Köstebek ve Buggsy şu andan itibaren ölü...” dedi. “Onlarla bizzat
ilgileneceğim.”
Christmas hafifçe uzanıp odadan içeri baktı. Chick az önce alman
çadır bezinin üzerinde yatıyor ve ağlamaya devam ediyordu. Koca Kafa
elini pantolonunun cebine soktu ve bir tomar para çıkardı. İçinden
yüz dolar alıp Joey’ye uzattı.
“Bunları Chick’in annesine ver. Çocuk topal kalacak. Buggsy onu
tam dizinden vurmuş.”
Sonra tomarın içinden iki tane elli dolar aldı. Birini Christmas’a
diğerini Joey’ye verdi.
212
Luca Di Fulvio
213
Rüya Dağıtan Çocuk
214
24
Manhattan , 2923
215
Rüya Dağıtan Çocuk
216
Luca Di Fulvio
217
Rüya Dağıtan Çocuk
218
Luca Di Fulvio
“Yapamıyorum, olmuyor.”
Cetta kıymığı tırnaklarıyla çıkaramayınca Sal’in parmağını ağzına
götürüp kıymığın olduğu yeri yavaş yavaş ısırmaya başladı.
“Canını acıtıyor muyum?”
Sal cevap vermeden Cetta’ya baktı. Yüzü solgundu. Gözlerinde
yenik bir ifade vardı.
Cetta yeniden Sal’in parmağıyla ilgilenmeye başladı. “Hah, işte
yakaladım,” dedi.
Sal, Cetta’ya teşekkür etti ve yeniden pencerenin ötesindeki dev
gölgelere bakmaya başladı.
Cetta gidip Sal’in göğsüne sokuldu. “Zayıflamışsın,” dedi ona.
Sal kımıldamadan durmaya devam etti.
“Sal, sarıl bana.”
Sal ne kımıldadı ne de cevap verdi.
“Sal, ne oldu?”
Cetta aniden gerginleşti. Sırtından aşağı inen buz gibi bir titreme
hissetti.
“Ne oldu? Ne değişti?” diye sordu.
Sal uzaklaştı. Yerine gidip otururken, “New York ile konuşuyo
rum,” dedi.
Cetta ona dikkatle baktı. Hayır, Sal New York ile konuşmuyordu.
Bu gözlerinden okunuyordu. Zayıf, yenilmişliği kabul eden gözlerin
den. Sal’in gözleri, o sırtından vurulan adamın korkuyla bakan gözleri
değildi artık; her şeyi bilen ancak kadınım elinde tutm ak için bir şey
yapamayan bir adamın gözleriydi, çünkü artık o bir erkek değil, bir
mahkûmdu.
Cetta geçip Sal’in karşısına oturdu.
“Bir sürü yeni gökdelen yapmaya başladılar.”
“Güzel...”
Bir süre daha konuşmadan oturdular.
“Kızların sana selamı var... Madam’m da.”
Sal cevap vermedi.
“Herkes seni özlüyor.”
219
Rüya Dağıtan Çocuk
7 Haziran 1913, cumartesi günü Cetta, saat tam sekiz buçukta Madison
Square Garden’m girişindeydi. Gördüğü ilk şey, seyircilerin yığıldığı
bilet gişesinin üstünde asılı olan afişti. Her şey simsiyahtı ve bu si
yahlığın en üst kısmında genç bir işçi görünüyordu. Yüzü, ne yaptığını
bilen birinin ifadesiyle ileri bakıyordu. Sağ kolunu havaya kaldırmış,
elini yumruk yapmıştı. Sol kolunu ise, bel hizasında arkasına doğru
uzatmıştı. Genç işçinin başının arkasında IWW10harfleri görünüyordu.
Altında kocaman harflerle “Paterson Grevi Kutlama Töreni” ve hemen
10 Industrial Workers of the World (Dünya Sanayi İşçileri). 1905’te kurulmuş olan bir
uluslararası işçi sendikası, (yay. n.)
220
Luca Di Fulvio
221
Rüya Dağıtan Çocuk
222
Luca Di Fulvio
223
Rüya Dağıtan Çocuk
224
Luca Di Fulvio
225
Rüya Dağıtan Çocuk
226
25
Manhattan, 1923
227
Rüya Dağıtan Çocuk
228
Luca Di Fulvio
229
Rüya Dağıtan Çocuk
Santo ona yetişip, “İki dolarımızı verdi mi?” diye sordu. Christmas
dönüp çocuğa baktı. Şu an kendi bakışlarının nasıl olduğunu bilmi
yordu ancak Santo’nun bakışlarının değişmediğinden emindi. Elini
cebine soktu, iki dolar çıkardı ve havaya fırlattı.
“Tabii ki... Ne sanıyorsun?”
Santo, paralardan ancak bir tanesini yakalayabildi. Diğeri bir çamur
birikintisine düştü. Santo bir an bile tereddüt etmeden elini çamura
soktu, parayı aldı ve pantolonunda temizledi.
“Şimdi bunu üçe mi böleceğiz?”
“Hayır,” diye cevap verdi Christmas. “Hepsi senin.”
Santo’nun yüzüne bir gülümseme yayıldı.
“İki doların hepsi benim mi?”
“Nasıl olur?” diye itiraz edecek oldu Joey.
Christmas birden döndü ve sadece, “Hepsi onun,” dedi.
Joey bir an Christmas’a baktı. “Tamam,” dedi.
Joey, Chick’in topal kalmasına neden olan işten iki hafta sonra,
Koca Kafa’nın İtalyan arkadaşlarının işlettiği Wally’s Bar & Grill’in
üzerinde saklanacak bir delik buldu. Bir ay sonraysa Buggsy ve kös
tebek tahtalı köyü boyladılar. Joey, Aşağı Doğu Yakası’nda kaldı ve
Diamond Dogs’un üçüncü üyesi oldu. Ortada doğru dürüst bir çete
olmadığını anlaması içinse sadece birkaç gün yetti. Ama Christmas’m
mahalledeki itibarını artırmak için bir planı vardı. Bir ay geçmeden üç
beş dümen çevirmiş ve bir miktar para toplamışlardı. Joey, Santo’yu
hesaba katmaması gerektiğini biliyordu. Ama Christmas da onsuz ya
pamaz gibiydi. Joey’ye göreyse Christmas’ta tam bir çete lideri kumaşı
vardı. Çok uyanık biriydi. Hiçbir şey bilmese de çabuk öğreniyordu.
230
Luca Di Fulvio
231
Rüya Dağıtan Çocuk
232
Luca Di Fulvio
233
Rüya Dağıtan Çocuk
234
Luca Di Fulvio
235
Rüya Dağıtan Çocuk
236
Luca Di Fulvio
Aile doktoru Bay Goldsmith, Saul Isaacson’a daha düzenli bir hayat
sürmesini, öfke ve gerginlikten uzak durmasını, iş temposunu ya
vaşlatmasını, yediklerine dikkat edip sigarayı bırakmasını defalarca
hatırlattığını söyledi. Ancak yaşlı adamın cevabı her zaman aynıydı.
“Sağlıklı ölmek için hastalıklı bir hayat yaşamak istemiyorum.”
Böylece tüm ülkedeki en gelişmiş tekstil fabrikalarından biri olan
Saul Isaacson Giyim’in kurucusu kalp krizinden ölmüş oldu.
Ruth, çok üşüyorum, dedi içinden.
Bir damla gözyaşı dökmedi. Sanki bedenindeki her şey bir anda
donmuştu. Sadece kesik parmağında şiddetli bir ağrı hissetmiş, ancak
bir süre sonra o da donmuştu. Ve havaların henüz ılık olmasına rağ
men Ruth kalın yün kazaklar giymeye başlamış, kaşmir battaniyelerin
altından çıkmaz olmuştu. Ve tüm bunlara rağmen bir türlü üşümesi
geçmiyordu.
Büyükbabasının koltuğunda hareketsiz bir şekilde oturuyor, o
öfkeli ama ona karşı her zaman sevgi dolu olan ihtiyardan kalma bir
sıcaklık arıyordu. Tüm aynaların siyah kumaşlarla örtüldüğü salonda
çıt çıkmıyor, ara sıra babasının ezbere okuduğu dualar sırasındaki
mırıltıları duyuluyordu. Koca evde hiç kimse bir damla gözyaşı dök-
memişti. Ne geleneklere göre sakal bırakmaya başlayan babası ne de
annesi. Ama belki de annesi ağlamayı hiç bilmemişti.
Cenaze töreninin yapılacağı gün -bütün gazetelerde ilanlar yayın
lanm ıştı- Isaacson’m tüm çalışanları mezarlığı tıka basa doldurmuştu.
Kadınlı erkekli yoksul işçiler, kollarına taktıkları siyah şeritlerle sessizce
bekleşiyorlardı. Erkeklerin çoğu başlarına kipa takmıştı. Hepsinin başı
önüne eğikti ve hiçbiri ağlamıyordu.
237
Rüya Dağıtan Çocuk
238
Luca Di Fulvio
239
26
Manhattan, 1923
Ruth kütüphaneden çıkalı bir saat olmasına rağmen Fred’e haber ver
memişti. O gün eve yalnız dönecekti.
Büyükbabası öldükten sonra ailesi, Greenie ve gorillerin işine son
vermişti. Nereye giderse gitsin ona eşlik etmek artık Fred’in sorumlu
luğuna verilmişti. Aylar sonra Bill’in yazdığı not, gerçek bir tehditten
çok bir sadistin zırvalaması olarak kabul edilmişti. Çevresini saran
koruma ağları biraz gevşemiş olsa da Fred’in sürekli yanında olması
Ruth için hâlâ özgürlüğünün kalın sınırlarla çizilmiş olması anlamına
geliyordu. Ve gün geçtikçe daha çok özgür kalmak istediğinin farkındaydı.
Büyükbabası öleli üç aydan fazla olmuştu ve Ruth normal yaşan
tısına dönmeyi henüz beceremiyordu. Yaşlı adamın içinde bıraktığı
boşluğunun doldurulması mümkün değildi. Şimdi, olduğundan çok daha
fazla içine kapanık bir genç kız olmuştu. On üç yaşındayken, macera,
eğlence ve mutluluk arayışıyla Bill’e güvenip gizlice evden kaçtığı o
gecenin üzerinden -henüz iki seneden az olmasına rağm en- bir asır
geçmiş gibiydi. Ve sanki o saf ve temiz kız çocuğu kendisi değildi.
Büyükbabasının ölümü, içinde tek başına inşa ettiği hapishanesinin
en ücra köşesine götürmüştü onu.
İşte o gün de Ruth’un kendi özgürlüğünü yaşamak istediği günlerden
biriydi. Fred’e saat beş gibi gelmesini söylemiş ancak saat daha dört
olmadan kendisini kütüphaneden dışarı atmıştı. Hayatı tanımanın ilk
adımı sokaklarda tek başına dolaşmak olmalıydı. Herhangi bir genç
kız gibi tek başına mağaza vitrinlerine bakmak...
240
Luca Di Fulvio
241
Rüya Dağıtan Çocuk
242
Luca Di Fulvio
243
27
Manhattan, 1923
244
Luca Di Fulvio
245
Rüya Dağıtan Çocuk
246
Luca Di Fulvio
247
Rüya Dağıtan Çocuk
248
28
Manhattan, 1913-1917
Cetta, Andrew’u bir daha görmedi. Bir süre sonra onu düşüncelerinden
de sildi ve sadece Madison Square Garden’daki heyecanını unutmadı.
O andan sonra da Christmas’a devamlı o geceyi anlattı. “Tiyatro,”
diyordu. “Mükemmel bir dünya. Her şey olması gerektiği gibi. Sonu
kötü bitse bile. Çünkü ne olursa olsun her şey bir düzen içinde.”
Christmas beş yaşındaydı ve annesinin anlattıklarından bir şey
anlamıyordu. Ama birlikte oldukları her zaman Christmas annesinden
hep tiyatroyu anlatmasını istiyordu. Yatağa uzanmış konuşurlarken,
Battery Park’a gidip neşeli insanların feribotlara doluşup Coney Island’a
gidişlerini izlerlerken veya Cetta’nın onu Queensboro Köprüsü’ne götürüp
Blackwell Adası’ndaki gri binaları göstererek Sal’in orada olduğunu
ama yakında yanlarına geleceğini anlattığı sırada da bu böyleydi. Cetta
da Paterson’ın grev gösterisine hiç değinmeden, her seferinde oğluna
yeni bir hikâye anlatıyordu. Böylece çıkış noktası grev ve protesto olan
gösteriden, aşktan ya da dostluktan söz eden veya ejderhaları, güzel
prensesleri ve bir cadıyla bile evli olsa onu hiç aldatmayan kahraman
prensleri anlatan hikâyeler doğmaya başlamıştı.
“Beni ne zaman tiyatroya götüreceksin, anne?”
Cetta, oğlunun sarı saçlarım tararken, “Büyüdüğün zaman, oğlum,”
diye cevap veriyordu Christmas’a.
“Sen neden oyuncu olmuyorsun?”
Cetta oğluna sımsıkı sarılıyor ve “Olamam, çünkü ben sana aidim,”
diyerek onu bağrına basıyordu.
249
Rüya Dağıtan Çocuk
250
Luca Di Fulvio
251
Rüya Dağıtan Çocuk
12 1934-1945 yıllan arasında üç dönem arka arkaya New York belediye başkanlığı yapmış,
Cumhuriyetçi Parti üyesi Amerikalı politikacı.
252
Luca Di Fulvio
Bir sonraki hafta Sal hapisten çıktı ve Madam o gece Cetta’ya izin verdi.
Cetta gece boyunca, heyecanla ve mutluluk içinde Fiorello LaGuardia
ile karşılaşmalarını anlattı.
253
Rüya Dağıtan Çocuk
Geç bir saatte Sal, uyumakta olan Christmas’a bakarak, “Çok ça
buk büyüyor,” dedi.
Sonra bir sigara yaktı ve ciddi bir ifadeyle Cetta’ya dönüp baktı.
“Bana anlatman gereken başka bir şey daha var, değil mi?” diye
sordu.
Cetta, bir sonraki gece de işe gitmedi. O sabah Sal ona mavi ipek bir
elbise getirmişti. Elbise beyaz saten yakalıydı ve belinde yine mavi
bir kemeri vardı. Ayrıca koyu renk çoraplar ve yuvarlak burunlu si
yah rugan ayakkabılar da getirmişti Sal. Soğuk bir sesle, “Bu akşam
dışarı çıkacağız,” dedi Cetta’ya. “Yedi buçukta seni almaya gelirim.”
Bir gece önce Cetta ona Andrew ile ilgili her şeyi anlatmıştı. Ma-
dison Square Garden dâhil. Sonunda ise, “Ama her şey bitti,” demişti.
Sal tek kelime etmeden sigarasını bitirmiş, sonra oturduğu koltuktan
kalkıp gitmişti. Cetta nereye gittiğini bilmiyordu ama geri döneceğin
den emindi. Ama Sal sabaha kadar ortalıkta görünmemiş ve sabah
erkenden elinde paketlerle kapıda bitivermişti.
Cetta, “Nereye gidiyoruz?” diye sordu.
Sal sadece, “Madison Square Garden’a,” demekle yetindi. Koyu
renkli ve çok şık bir takım elbise giyiyordu. Bir beden küçük gibiydi
ama yine de çok şıktı. Üstünde de siyah kaşmir bir palto vardı. Palto
nun sağ cebinden, çiçekli bir kâğıda sarılmış ince ve uzun bir paketin
ucu görünüyordu.
Madison’dan içeri girerlerken Sal, “Yerimiz birinci sırada,” dedi.
“Arka köşelerde değil.” Cetta nefesinin kesildiğini, dizlerinin titredi
ğini hissetti. Sarışın bir kız onlara yerlerini gösterdi. Işıklar, kenarları
kırmızı halatlarla çevrili, dört köşeli bir platformu aydınlatıyordu. Bu
kare biçimli alanın içinde bir hakem ağzında düdük, elindeki saati
takip ediyor, boks eldivenleri giymiş iki adam ise köşelerinde hakemin
maçı başlatmasını bekliyorlardı.
Sal o tok sesiyle, “Bu gece başka gösteri yoktu,” dedi.
“Kim daha güçlü? Sence kim yenecek?”
“Zenci olan.”
“Ama ikisi de zenci.”
254
Luca Di Fulvio
“Aynen.”
Cetta bir an sessiz kaldı ama sonra bir kahkaha patlattı. Gong
çalıp iki boksör birbirlerine yumruklar yağdırmaya başladığında Sal’in
koluna sarıldı ve kulağına eğilip, “Seni seviyorum,” dedi.
Sal cevap vermedi. Elini paltosunun cebine attı ve paketlenmiş
kutuyu alıp Cetta’ya uzattı. Genç kadının yüzüne hiç bakmadan, “Ha
pishanede marangozluk öğrendiğimi söylemiştim,” dedi. “Bunu senin
için yaptım.”
Cetta neşeyle gülerek Sal’i yanağından öptü ve aceleyle paketi açtı.
Kutunun içinden tahtadan oyulmuş bir penis çıktı.
Sal, “Bir daha bacaklarını açmak istediğinde bunu kullanırsın,” dedi
ve ayağa kalktı. Cetta’nm yüzüne bakmadan, “Puro almayı unutmu
şum,” dedi ve uzaklaştı. Suratına sert bir yumruk yiyen boksörlerden
birinin teri yepyeni elbisesinin üzerine sıçrarken Cetta taş kesilmiş
bir hâlde Sal’in arkasından bakakalmıştı.
Sal merdivenleri çıktı, tuvaletlerden birine girdi, kapıyı kilitledi
ve ellerini duvara dayadı. Çenesi titriyordu, gözlerini sımsıkı kapadı.
Sonra içinden gelen garip bir titreme bütün bedenini sardı ve Sal,
Cetta’ya göstermek istemediği gözyaşlarının bu kez yanaklarından
sicim gibi akmasına engel olmadı.
255
Rüya Dağıtan Çocuk
256
Luca Di Fulvio
kişilik bir yatak, mutfağa bir masa, üç sandalye ve küçük bir yatak
koydu. Salona da bir halı, geniş bir divan ve bir koltuk yerleştirdi. Sonra
da Tonia ve Vito Fraina’nın içinde uzun yıllar yaşadıkları, bodrum
katındaki penceresiz odaya gitti.
Odanın kapısını gururla açıp, “18 Ekim 1917, bu tarihi bir yere
yazın...” derken birden sustu.
Cetta, Christmas’m önünde diz çökmüş, çocuğun kan içindeki
çıplak göğsünü temizlemeye çalışıyordu.
“Ne halt yedin, piç kurusu?” diye sordu endişeyle.
Christmas cevap vermedi. Ağzını sımsıkı kapamış, ellerini de yum
ruk yapmıştı. Cetta oğlunun göğsündeki bıçak yarasını temizlemeye
çalışıyordu. Yara derin değildi ama göğsünü baştan başa geçiyordu.
Cetta, “Okulda yapmışlar,” dedi ve sonra Christmas’tan daha büyük
ve iri yarı bir çocuğun annesinin yaptığı iş yüzünden onunla dalga
geçtiğini ve sonra da onu bıçakladığını anlatmaya başladı. Sal bede
nindeki tüm kanın beynine hücum ettiğini hissetti.
“F çizmiş,” dedi Cetta. “Fahişe...”
Christmas onu sessizce dinledikten sonra, “Ama sen o kötü şeyleri
yapmıyorsun, değil mi, anne?” diye sordu.
Cetta oğluna sarılmak için kollarını uzatırken Sal, Christmas’ı elin
den tuttu ve adeta sürükleyerek odadan çıkardı. Tek kelime etmeden
birlikte okula yürüdüler. Burnundan soluyan Sal, sınıflarından çıkan
çocukları göstererek, “Hangisi yaptı?” diye sordu.
Christmas cevap vermedi.
Sal öfkeyle, “Hangisi?” diye yeniden sordu.
Christmas yaş içindeki gözlerini Sal’e çevirdi.
“Ben de senin gibiyim,” dedi. “Kimseyi ispiyonlamam.”
Sal başını salladı ve birlikte bodrum katındaki odaya döndüler.
Sal, Cetta’nın eşyalarını bir bavula doldururken bir yandan da “Ya
sen ya da şu sidikli,” diye homurdanıyordu. “Her şeyi mahvetmekte
üstünüze yok.”
Sonra birlikte arabaya bindiler ve Sal onları Monroe Caddesi’ndeki
320 numaralı apartmana götürdü. Kirli eliyle pencerelerden birini
257
Rüya Dağıtan Çocuk
işaret edip, “İşte yeni eviniz,” dedi. Sonra Christmas’ı ilerlemesi için
itti ve Cetta’nm elindeki valizi aldı.
“Hadi, yürüyün.”
Dairenin kapısına geldikleri zaman cebinden bir anahtar çıkarıp
Cetta’ya uzattı.
“Açsana! Ne bekliyorsun? Ev senin.”
Cetta’nm adeta dili tutulmuştu. Kapıyı açtı; karşısında bir mutfak,
sağ tarafta bir yatak odası, sol tarafta geniş bir salon gördü.
Zor duyulur bir sesle, “Burası bir ev...” diye mırıldandı.
“Aferin, iyi bildin...” dedi Sal. “Şimdi fazla gürültü etmeyin, çalış
mam gerek. Ofis hemen burada, yanınızda... Haberiniz olsun.”
Cetta, Sal’in boynuna atladı ve onu öptü.
Sal genç kadının kollarından kurtuldu.
“Çocuğun önünde yapma şunu, Tanrı aşkına. Yumuşak mı olma
sını istiyorsun?”
Sal, ertesi gün elinde pirinç bir plakayla geldi ve plakayı Cetta’mn
dairesinin kapısına astı. Cetta o sırada işteydi.
Sal, Christmas’a, “Yaran nasıl?” diye sordu.
“Bir daha okula gitmeyeceğim.”
“Bunu annenle hallet,” diye kesip attı Sal. Parmağıyla pirinç pla
kayı gösterdi.
“Orada ne yazıyor?” diye sordu Christmas parmak uçlarında doğ
rularak.
“Bayan Cetta Luminita.”
“Bayan... Anladın mı?”
258
29
259
Rüya Dağıtan Çocuk
260
Luca Di Fulvio
261
Rüya Dağıtan Çocuk
geldi gözlerinin önüne. Hemen gözlerini açtı. Yarım şişe viski buldu
ve son yudumuna kadar içti. Alkol başını döndürmeye başladığında
yeniden gözlerini kapadı. Karşısında yine sarhoş babası vardı ve elin-
•deki kemerle annesini ve onu dövüyordu. Gözlerini açmak istedi ama
başaramadı, çünkü gördüğü adamın babası değil, kendisi olduğunu
anlamıştı. Sarhoştu ve elindeki kemerle Liv ve oğlunu dövüyordu;
doğacak olan oğlunu.
Telaşla mutfaktan çıktı. Liv’i uyandırmadan birkaç parça eşyasını
valize koydu. Liv’in tüm parasını sakladığı çay kutusunu da alıp ba
rakadan kaçarcasına çıktı.
Şafak sökerken Detroit’e vardı ve hemen bir oda kiraladı. Bütün
günü şehrin kuyumcularını inceleyerek geçirdi ve sonunda birisini
gözüne kestirdi. Dükkân şehir merkezinden uzak bir köşedeydi ve gün
boyunca tipsiz birkaç adamın içeri girip çıktığını görmüştü. En son
içeri giren karanlık bakışlı iki adamı vitrinden gözetleyince kararını
verdi. Ertesi gün, gangstere benzeyen bir adamın kuyumcuya girdiğini
görünce peşinden gitti. Şişman bir kadın, kristal ve porselen biblolarla
dolu bir vitrini siliyordu.
Gangster, kuyumcuya yaklaşıp, “Papaz sana iki hediye gönderdi,”
dedi.
Bili fark edilmeden dükkândan çıktı. Bir duvarın dibine çömelip
beklemeye başladı. Gangsterin dükkândan çıkmasından sonra on da
kika daha bekledi ve kuyumcuya girdi.
“Papaz en önemli parçayı unutmuş,” dedi kuyumcuya.
Adam, dudaklarının arasına sıkıştırdığı sigaradan bir nefes çekip
Bill’e kuşku dolu gözlerle baktı. “Sen de kimsin?” diye sordu.
Vitrini silmeye devam eden şişman kadın da dikkatle Bill’i süz
meye başlamıştı.
Bili, kuyumcuya doğru eğilip alçak sesle, “Kim olduğumun önemi
yok. Önemli olan, Papaz’ı kızdırmamak. Sence de öyle değil mi?” diye
mırıldandı.
Kuyumcu dükkânın arka tarafına doğru yürüdü. Kalın bir perdeyi
aralayıp arkasındaki kapıyı açtı ve açgözlülükle, “Beni takip et,” dedi.
Bili şişman kadına baktı ve sonra kuyumcunun peşinden gitti.
262
Luca Di Fulvio
“Bin.”
Kuyumcu büyüteci gözünden çekti. Dudağındaki sigarayı ağır bir
kristal küllüğe bıraktı. Bill’in kıymetli taşları ışığın altında pırıl pırıl
parlıyordu.
“Pırlantalar için bin, kabul. Şimdi de elmasa ne verirsin, onu söyle.
Papaz senin de bu hâzinenin hepsine en az iki bin verip vermeyeceğini
merak ediyor.”
Kuyumcu başını sallayarak, “İki bin mi?” diye bağırdı.
Ama Bili onun bu parayı vermeye hazır olduğunu hemen anlamıştı.
Kuyumcu, “İyi ama bundan ben ne kazanacağım?” diye sızlandı.
“Sağlığını, dostum.”
Adam taşları topladı ve kasaya doğru gitti. Ağır kasa kapısını
açıp paraları saymaya başladı. Bili hiç zaman kaybetmeden kristal
kül tablasını alıp kuyumcunun başına hızla vurdu. Kuyumcu inleyerek
yere yığıldı. Elindeki paralar yere saçıldı. Kuyumcunun ensesinden
koyu kırmızı kan akmaya başlarken Bili, tüm paraları cebine soktu
ve merakla arka tarafa yönelmiş kadını itip kuyumcu dükkânından
koşarak dışarı çıktı.
Hemen bir otomobil satıcısına gitti ve beş yüz doksan dolar peşin
ödeyerek piyasadaki en lüks Ford Model T ’lerden birini satın aldı.
Yeni arabasıyla kiraladığı odaya geldi, valizini aldı ve Detroit’i terk
etti. Issız bir yere geldiği zaman kuyumcudan çaldığı paraları saydı;
tam dört bin beş yüz doları vardı. Güldü. Kahkahasının havaya yayılıp
kayboluşunu dinledi. Artık zenginim, diye düşündü. Etraf yeniden
sessizliğe büründüğünde bir kez daha güldü ve marşa bastı.
Nereye gideceğini biliyordu. Liv hep orayı anlatırdı. Orada havanın
her zaman mükemmel olduğunu ve okyanusun hiç soğumadığını söyler
dururdu. Palmiyelerden, tertemiz kumsallardan ve güneşten söz ederdi.
Tin Lizzie ok gibi yola fırlarken Bili açık pencereden başmı uzatıp
bağırdı.
“Bekle beni, California! Geliyorum!”
263
30
Manhattan, 1924
264
Luca Di Fulvio
265
Rüya Dağıtan Çocuk
266
Luca Di Fulvio
267
Rüya Dağıtan Çocuk
268
31
Manhattan, 1917-1921
269
Rüya Dağıtan Çocuk
270
Luca Di Fulvio
Sal, boğuk bir sesle, “Patron bırakman için henüz erken olduğunu
söylüyor,” dedi.
“Peki, ne zamana kadar bu işi yapacakmışım?”
Sal, genelevin kırmızı divanından kalktı. “Gitmem gerek,” dedi.
Cetta, “Ne zamana kadar?” diye bağırdı.
“Bilmiyorum!” diye cevap verdi Sal.
Cetta, erkeğinin gözlerinde o güne dek görmediği bir şeyler gördü;
üzüntü. Sal, onun fahişelik yapmasına üzülüyordu. “Belki seneye,” dedi
ve Sal’in elini tuttu.
Sal cevap vermedi. Başını öne eğdi.
“Bu gece... Ofiste mi yatacaksın?” diye sordu Cetta.
“Belki,” dedi Sal. “Hesaplara bakmam gerek.”
Birkaç aydan beri Sal, Bensonhurst’teki eve gitmemek için her
gece bir bahane buluyordu. Ve Cetta, gün ağarıncaya kadar gidip onun
koynunda uyuyordu. Sonra kalkıp Christmas’ı uyandırmamak için par
maklarının ucuna basarak kendi yatağına dönüyordu.
“Çok mutluyum,” dedi Cetta.
“Dur bakalım, söz vermiyorum.”
“Biliyorum, Sal.”
“Şimdi gitmeliyim, fıstık.”
Cetta gülümsedi. Sal’in ona böyle hitap etmesi çok hoşuna gidi
yordu, üstelik artık yirmi beş yaşında bir kadındı ve hatları biraz daha
yuvarlak olmaya başlamıştı.
“Bir daha söylesene.”
“Neyi?”
“Az önce söylediğini.”
Sal, elini Cetta’nm elinden kurtardı.
271
Rüya Dağıtan Çocuk
272
Luca Di Fulvio
273
Rüya Dağıtan Çocuk
274
Luca Di Fulvio
275
32
Manhattan, 1924
276
Luca Di Fulvio
277
Rüya Dağıtan Çocuk
278
İKİNCİ KISIM
33
Manhattan, 1926
281
Rüya Dağıtan Çocuk
282
Luca Di Fulvio
283
Rüya Dağıtan Çocuk
284
Luca Di Fulvio
sevgi dolu bir dokunuştu bu. Sonra gözlerini içgüdüsel olarak o patlak
gözlü, uyuz dişi köpeği ararmış gibi, ayaklarına doğru çevirdi. Sonra
tek bir hıçkırığın ardından kadının gözleri yeniden yaşlarla doldu.
Dönüp Christmas’a baktığında gözlerinde öfke yoktu, sadece acı vardı.
“Görüyor musun, onu ne hale sokmuşlar?” dedi. Ama belli biriyle
konuşmuyordu. Sanki söylediklerinin bir anlamı yokmuş, sadece tek
rarlanması gerekiyormuş gibi konuşuyordu. Sonra yeniden, hayatta
sahip olduğu tek kişiye, oğluna dayanarak yürümeye başladı.
Christmas bir süre gözlerini onlardan ayıramadı. Sonra kolunu
polisin elinden kurtardı. Havasız kalmış gibi insanları ittirerek ara
larından geçmeye çalışırken öfkeyle Joey’ye seslendi.
“Hadi, gidelim buradan.”
Karşı kaldırıma geçer geçmez durup olay yerine -meraklı kalabalığa,
dükkânın önünü kapatan itfaiye arabasına, havaya doğru yükselen
ağır dum ana- bir kez daha baktı. Ancak şu an detayları göremiyordu.
Öfkeyle, neredeydin, diye sordu kendi kendine. Sonra, “Neredeydin,
lanet olası?” diye mırıldandı. Beynine hücum eden soruları defetmek
istercesine avazı çıktığı kadar bağırdı.
“Siktir et!”
Joey de gülerek, “Siktir et!” diye bağırdı. “Hadi dostum, gidelim.”
Christmas aniden Joey’nin arkasında duran tipleri tanıdı; ço
cukken onu çetelerine almayan ve Christmas’m Diamond Dogs diye
uyduruk bir çete kurmasına neden olan çocuklardı bunlar. Tıpkı Joey
gibi çukura kaçmış gözleri ve tıpkı kendisi gibi soğuk ve sert bakış
ları vardı. Ellerini ceplerine sokmuşlar, gülüyorlardı. Evet, onlara
bakarak gülüyorlardı. Ve o gülüşlerin her biri birer mesajdı. Ocean
Hill Holiganlarının ayak işlerini yapan köleler olmuşlardı. Devamlı
Sally’s Bar & Grili civarında dolaşarak emir bekliyorlardı.
Christmas, “Dasher mı yaptı?” diye bağırarak öne doğru atıldı
ama Joey ona engel oldu. Sonra duyulan polis düdüğü ile tüm meraklı
bakışlar onlara çevrildi. Christmas, Joey’nin elinden kurtulduğunda
sokakta serserilerden eser kalmamıştı.
Joey, “Hadi gidelim, Diamond,” diyerek Christmas’ı çekiştirmeye
başladı.
Christmas, koşarcasına Joey’nin peşinden yürümeye başladı. Bir
anda mahallenin pis sokaklarında kaybolup gittiler. Issız bir sokağa
285
Rüya Dağıtan Çocuk
286
34
Manhattan, 1926
287
Rüya Dağıtan Çocuk
288
Luca Di Fulvio
289
Rüya Dağıtan Çocuk
290
Luca Di Fulvio
291
Rüya Dağıtan Çocuk
Yarı maymun yarı gerizekâlı gibi görünen, kalın kaşlı, yassı suratlı,
koltukaltında koca bir silah taşıyan, kısa boylu tıknaz bir adam, “İyi
atıştı, patron!” diye bağırdı.
Diğeri ona ne dönüp bakmaya ne de bir cevap vermeye tenezzül
etti. Bilardo masasından doğruldu ve döndü. Elinde istekayla sessizce
Christmas’a baktı.
İhtiyar Saul Isaacson’ın Rolls-Royce’u, Monroe Caddesi’ndeki Sal
Tropea’ya ait evin önünde durduğu ilk gün bütün Aşağı Doğu Yakası
halkı Christmas’m uydurduğu hikâyeye inanmıştı. Bütün mahalleli
-e n az dört yıl boyunca- Christmas’m o adamla iş yaptığına inan
mıştı. Büyük Patron, İş Bitirici ya da Beyin diye bilinen, cebinde her
zaman dolar desteleri taşıyan, 1919 Beyzbol Ligi’nde şike yapmış olan
ve Christmas’m aslında hiç tanımadığı o adamla.
Ancak bu kez Christmas onu hemen tanıdı. Pırlanta taşlı kravat
iğnesinden, altın saatinden, ince ve biçimli parmaklarından ve ince
bileklerinden söz edildiğini defalarca duymuştu.
Adam gözlerini Christmas’tan ayırmadan onun yanma geldi. Zayıf
biriydi ve gizemli bir çekiciliği vardı. Alm geniş, burnu kemerli, dudakları
ince, enine uzun gözlerinin uçları aşağı dönüktü ve sol yanağında bir
ben vardı. Diğerleri gibi eli kanlı bir gangstere benzemiyordu, doğal
bir zarifliği vardı. Koyu renk, kaliteli yün takımının iyi bir terzinin
elinden çıktığı hemen belli oluyordu. Ciddi bir iş adamı gibiydi ve
Christmas onun gerçekten iyi bir iş adamı olduğunu biliyordu. Ancak
onu daha çok etkileyen şey, adamın kendisini sessizce izleme şekliydi.
Sanki gözlerinde kendini beğenmişlik, kibarlık ve kabalık birleşmiş gibi
Christmas’a hem sevgi dolu hem de acımasız bir ifadeyle bakıyordu.
Sonra adam, Christmas’a tek kelime etmeden bilardo masasına
döndü. Odada kendisinden başka kimse yokmuş gibi, sağ deliğe beş
numaralı topu soktuktan sonra diğer topları incelemeye başladı. Christ
mas artık korkusunu kontrol edemiyordu.
Alçak bir sesle, “Bay Rothstein...” diye mırıldandı.
Arnold Rothstein umursamadı. Beyaz topa vurdu. Top köşeye
vurup geri döndü ve on üç numaralı topa çarptı. Rothstein istekanın
ucunu ters köşedeki üç numaralı topa yöneltti. Beyaz topla üç numara
arasında dokuz numaralı top vardı.
292
Luca Di Fulvio
293
Rüya Dağıtan Çocuk
294
Luca Di Fulvio
295
Rüya Dağıtan Çocuk
296
Luca Di Fulvio
297
Rüya Dağıtan Çocuk
298
Luca Di Fulvio
299
Rüya Dağıtan Çocuk
300
Luca Di Fulvio
301
Rüya Dağıtan Çocuk
Rothstein parayı aldı, bir iki saniye elinde tuttu ve sonra yeniden
Christmas’a uzattı. “Palavra sıkmayı iyi beceriyorsun ve bahsi kazan
dın. Al, işte yüz doların.”
Christmas elindeki paraya baktı. “Kaybedersiniz, iki katım kay
bedeceğinizi söylememiş miydiniz?”
“Şansını zorlama, evlat. İyi kazandın. Haline şükret. Çünkü ben
kaybetmeyi sevmem.”
Christmas güldü ve hemen sonra yüzünü ekşitti. Dudağı yeniden
kanamaya başlamıştı. Rothstein, Christmas’m duyduğu acı, kaybının
bir tür tazminatıymış gibi güldü. “Peki, hikâye uydurma yeteneği olan
birisi ne yapar?” diye sordu.
Christmas adama baktı. Ağzı yarı açık gibiydi. Gördüğü bir şey
tarafından engellenmiş gibi kalakaldı. Bir paket. Fred’in getirip bırak
tığı ve içinden bakalit bir radyonun çıktığı bir paket. Siyah. Zihnine
üşüşen sesler, müzikler. Önce sigortalar ısınmak. Sonrasında duyu
lan hışırtılar. Ve arkasından yükselen müzik. İhtiyar Saul Isaacson’m
bastonunun yerde çıkardığı tıkırtılar. Hayatta ne olacağını bilirsen,
doğru seçimler yapabilirsin. Sonra o, Ruth. Sarılı yüzük parmağı ve
sargıların üstüne çıkmış kan lekesi. Siyah saçları. Radyonun bakalitleri.
Ruth’un sesi. Ben konuşma programlarını seviyorum.
“Hey, delikanlı! Dilin mi tutuldu? Hikâyelerin ne işe yarar?”
“Onları... Onları radyoda anlatmak istiyorum.”
Rothstein’ın dudaklarına alaycı bir gülümseme yayıldı ve Christmas’m
söylediklerini anlamamış gibi başını hafifçe yana yatırdı. “Neden?”
Christmas, “Belki o zaman çok değer verdiğim biri sesimi duyar,”
dedi. “Her ne kadar çok uzakta olsa da.”
Rothstein bir elini burnuna götürdü. İşaret parmağı ve baş par
mağıyla burnunu yavaşça ovuşturdu. Sonra kaşlarına dokundu. Bu
çocuğu giderek daha çok seviyordu.
“Radyo, sesleri çok uzaklara götürebilir,” dedi sadece.
“Evet, efendim.”
Rothstein gülümsedi ve “Arnold,” dedi. “Oyuncular birbirlerine
isimleriyle hitap ederler, Christmas.”
“Teşekkürler... Arnold.”
302
Luca Di Fulvio
303
35
Manhattan, 1926
304
Luca Di Fulvio
hiç gülümsemeyen biri olmasına karşın -belki hayatı boyunca hiç gül
m em işti- yılan gibi ince dudaklarıyla sırıtırken gözleri de parlıyordu.
Kaldırıma yanaşmış arabanın camından kafasını uzatan çirkin
suratlı bir adam, sesinde en ufak bir öfke olmadan, “Hey, Tavşan!”
dedi. “Kendine iyi bak. Yakında görüşürüz.”
Sokak serserilerinden biri, gözleri yuvalarından fırlayarak, “Vay
anasını, Lepke bu,” diye mırıldandı.
Dedikodu meraklısı kadın onu duydu ve irkildi. Ağzı bir karış açıl
mıştı. Sonra başka bir adam daha gördü. Mavi gözlü ve ezik burunlu
sarışın bir adam arabadan indi ve yara bere içindeki delikanlının -h iç
de yere yıkılacak gibi görünmeyen Christmas’ın - omzuna şaka yollu
bir yum ruk attı. “Hoşça kal, dostum,” dedi gülerek. Genç adam ona,
“Hadi oradan, Gurrah!” diye takılırken sarışın adam gülerek karşılık
verdi. Lepke de arabanın içinden onların kahkahalarına katıldı. Meraklı
kadın dizlerinin titrediğini hissetti. Heyecanının yarattığı gençlik hissi
bir anda yok olmuştu. Ağzında acı bir tat hissetti; hayatının en güzel
sahnesini yaşamasına engel olan bu çocuğa karşı duyduğu öfkenin
ağzında bıraktığı tattı bu. Hatta belki daha da fazlasıydı. Onu boğan
sefil hayatı boyunca beslediği tüm kötülüklerin tadı, aşırı duygular,
belki öfke, belki sadece yüreğinin de tıpkı kendisi gibi yaşlanmasıydı.
Yaşlı kadın, Monroe Caddesi’ndeki 320 numaralı binanın merdiven
lerine yığıldı. Ölmeden önce aklında iki düşünce vardı. Biri, siyahlar
içindeki başka bir dedikoducu kadının o an gelip her şeye şahit olma
sına duyduğu kıskançlık, diğeriyse öldüğünün farkına bile varmadan
yanından geçip giden o şanslı piçe duyduğu derin nefret.
“Hey, Tavşan! Kocakarıya çok sert davranma,” diye bağırdı Lepke.
Cadillac tam gaz yola çıkarken Lepke ve Gurrah’nın kahkahaları sekiz
silindirli motorun gürültüsüne karıştı. Christmas bir şey anlamadan
gülümsedi. Dudağı ve alnı acıyordu. Apartmana girdi ve bodrum ka
tına indi. Eski bir dostun ona yardım elini uzatacağından emindi.
Kapılardan birini çaldı. Santo Filesi, ailesiyle birlikte oturduğu evin
kapısını açar açmaz şaşkınlık içinde bağırdı: “Lanet olsun, patron! Ne
bu hal? Kim yaptı bunu?”
“Söylesem gidip hesabını soracak mısın?”
Santo kızardı. “Hayır... Ben sadece...”
305
Rüya Dağıtan Çocuk
306
Luca Di Fulvio
307
Rüya Dağıtan Çocuk
308
Luca Di Fulvio
309
Rüya Dağıtan Çocuk
310
Luca Di Fulvio
311
Rüya Dağıtan Çocuk
312
36
313
Rüya Dağıtan Çocuk
olması gerektiği gibi bir hayat vardı. Neşeli, kaygısız, mutlu... İnsan
lar da, tıpkı California gelincikleri gibi rengârenk gömlekler giyiyor,
kumsallarda koşuyor, gülüyor ve yarını düşünmeden sevişiyordu.
Bill’in, üç sene önce California’ya geldiği zaman gördükleri bun
lardı. O zaman, artık evinde olduğunu düşünmüş ve bu büyülü şehirde
mutlu olacağına inanmıştı.
San Francisco’yu geçip Los Angeles’a varmıştı. Bu kadar büyük bir
şehirle karşılaşacağım hayal bile edemezdi. Yol üzerinde önüne çıkan ilk
otelde kaldı ve otel sahibine kiralık bir gökdelen dairesi bulup bulama
yacağını sordu. Okyanusa olabildiğince yukarıdan bakmayı ve güneşe
olabildiğince yakın olmayı istiyordu. Adam ona, kuzeninin Cahuenga
Bulvarı’nda kiralık daireleri olduğunu söyledi. Hepsi giriş katında,
çok güzel bir binada ve ekonomikti. Bili adamın yüzüne karşı güldü.
Dört bin beş yüz dolarlık servetini sakladığı cebini okşayarak,
“Yeterince zenginim,” dedi.
Otelci, onu uyarmak ister gibi, “Öyle mi? Los Angeles’ta para ça
buk tükenir,” dedi.
Bili güldü. Kendisini bir California gelinciği gibi hissediyordu.
Çiçek gibi açıyor ve sadece güneşin tadını çıkarmak istiyordu, hepsi
bu. Korkulacak bir yarın yoktu, sadece bugün vardı.
Ancak iki ay sonra Bili, o muhteşem manzaralı dairesinin iyiden
iyiye kanını emmeye başladığını fark etti. Birkaç parça eşyasını topla
yıp otele döndü ve otelciye, “Şu Cahuenga Bulvarı’ndaki evin adresini
versene,” dedi.
Aynı akşam Bayan Beverly Ciccone’nin İspanyol tarzı konağındaki
dairesine taşındı. Bayan Ciccone elli yaşlarında, dolgun vücutlu, saçlarını
oksijenle açmış bir kadındı. Sahip olduğu bina kendisine ikinci kocası
merhum Tony Ciccone’den miras kalmıştı. Tony Ciccone, Valley’deki
portakal bahçesini ve daha sonra da bir meyve suyu fabrikasını satıp
bu konağı almış, seksen üç yaşında da vefat etmişti. Bayan Ciccone
dul kaldıktan sonra servet avcılarına -k i Los Angeles’ta binlercesi
yaşıyordu- çok dikkat etmesi gerektiğine inanmaya başlamıştı. Hepsi
Palermo Evleri gibi bir mülke sahip olmayı çok isterdi. Kadın, “Burayı
ilk gördüğümde ben de tıpkı onlar gibi vurulmuştum,” diyerek kahkaha
attı ve iri göğüsleri hopladı. Sonra Bili ile birlikte evi görmeye gittiler.
314
Luca Di Fulvio
315
Rüya Dağıtan Çocuk
14 ( (İng.) Erkek cinsel organı için kullanılan bir argo sözcük, (yay. n.)
316
Luca Di Fulvio
317
Rüya Dağıtan Çocuk
318
Luca Di Fulvio
319
Rüya Dağıtan Çocuk
320
Luca Di Fulvio
lar gibi, diye düşündü Bili. O bakışların zaman içinde yaşanan hayal
kırıklıklarıyla nasıl katılaşacağını çok iyi biliyordu. Dünya ile kendisi
arasında kalın bir kabuk yaratmak zorundaydı, tabii hayatta kalmayı
başarmak istiyorsa.
Yeni bir aktris, yeni bir fahişe, diye geçirdi içinden Bili.
Genç kız birden perdenin arkasından kendisine bakan Bill’i fark etti.
Hemen toparlanıp bedenini dikleştirdi, göğsünü öne çıkardı ve başını
başka tarafa çevirdi. Fakat Bill’e utancından kızarmış gibi gelmişti.
Bill’in kaldığı odanın yanına geldiklerinde Bayan Ciccone durdu.
“İşte burası.”
İncecik duvarlar yüzünden Bili en ufak bir sesi ve hareketi ra
hatça duyabiliyordu. Bayan Ciccone genç kıza ayaküstü, ölmüş eşini,
Valley’deki portakal bahçesini, meyve suyu fabrikasını ve bu koskoca
apartmanın sahibi olduğu içiıî peşinden koşan erkekleri anlattı.
“Banyoya yeni bir ayna istiyorsan beş dolar daha ödemelisin, ha
yatım. Daha önceki kiracı aynayı kırdı ve parasını ödemeden kaçıp
gitti. Her seferinde ben yeni bir ayna alamam ki... Beni anlıyorsun,
değil mi, hayatım?”
Bili, oturduğu yerden kızın bunu hiç itiraz etmeden kabul ettiğini
duydu. Adı Linda Merritt idi ve ne ilginçtir ki büyük bir yıldız ola
cağından emindi. Ailesiyle beraber yaşadığı çiftliği terk edip buraya
gelmişti ve kısa sürede Hollywood’da iyi bir rol bulacağına inanıyordu.
Bili divana uzandı. Yeni komşusuyla Bayan Ciccone’nin sohbeti hiçbir
şekilde ilgisini çekmiyordu. Ancak dul kadının terliklerini sürüyerek
odadan çıktığını ve oda kapısının kapandığını duyunca yerinden kalktı.
Nedenini bilmeden gidip kulağını duvara dayadı. Belki de kızın bakış
larında farklı bir şey görmüştü. Bir tür zayıflık. Veya belki de o koyu
saçlar ve akşamın loş karanlığında bile belli olan açık, pürüzsüz ten
kendisine bir an için Ruth’u hatırlatmıştı. Nedenini bilmiyordu ama
birden kızı merak etmeye başlamıştı. Genç kızln bavulunu masanın
üzerine koyduğunu duydu. Sonra tuvalete girdiğini ve kısa bir süre
sonra sifonun sesini. Sonra bir gıcırtı duydu; büyük olasılıkla yataktan
gelmişti. Birkaç dakika boyunca Bili hiçbir ses duymadı. Linda Merritt
uyumuş olmalıydı. Ama az sonra, tam Bili dönüp divana oturmak
321
Rüya Dağıtan Çocuk
üzereyken yan odadan bir hıçkırık sesi geldi. Tek bir hıçkırık. Sonra
sessizlik. Belki de eliyle ağzını kapadı, diye düşündü Bili.
Bedeninde bir karıncalanma hissetti. “Hayır, sen bir fahişe değilsin,”
diye fısıldadı kendi kendine. Gülümsedi. Elini kasıklarına götürdü.
Evet, heyecanlanmıştı. Üç yıl süren yalnızlıktan sonra hoşlanabileceği
bir kız bulmuştu. Hoşnut bir şekilde uykuya daldı.
Ertesi sabah Linda’nın yüzünde sahte bir tebessüm, ince dudak
larında koyu bir rujla iş aramak üzere evden çıktığını duyar duymaz
bir nalbura koştu ve bir dolar yetmiş sent ödeyerek bir el matkabı aldı.
Eve dönüp Linda’nın banyosuyla kendi banyosu arasındaki duvara
bir delik açtı.
Akşam, kızın eve girdiğini duyar duymaz kulağını salonun duvarına
yasladı. Linda’nın banyoya gittiğini anlayınca parmak uçlarında koşarak
kendi banyosuna girdi ve duvarda açtığı delikten kızın iç çamaşırını
çıkarıp tuvalete oturmasını izledi. Genç kız bacaklarını aralayıp tuvalet
kâğıdıyla temizlendi ve iç çamaşırını yukarı çekti. Kızın iç çamaşırı
da çorapları gibi bembeyazdı. Fakirlerinki gibi, diye düşündü Bili.
Sonra Linda banyodan çıkıp salona döndü. Bili de hemen salona ge
çip kulağını duvara dayadı. Anlam veremediği birtakım sesler duydu.
Linda ya gazete okuyor ya da ailesine mektup yazıyordu. Sonra kızın
mutfağa geçip yemek hazırladığını duydu. Saat dokuz buçuğa doğru
Linda yeniden banyoya girdi. Bili de deliğin önündeki yerini aldı. Kız
tamamen soyunup yıkanmaya başladı. Bill’in eli kasıklarına gitti ama
dün akşam hissettiği heyecan yoktu. Kenarına dayandığı lavaboya
bir tekme savurdu. Linda hemen dönüp gürültünün geldiği tarafa
baktı. Ürkmüş ve şaşkın görünüyordu. Bill’in bacaklarının arasında
bir karıncalanma başladı. Ancak kız yeniden yıkanmaya başladığında
karıncalanma da geçti.
Bili gidip kendini yatağa attı, keyfi kaçmıştı. Linda’nm odaya dö
nüp divana oturmasını ve divanın çıkardığı gıcırtıları umursamadı.
Gece epey ilerlemişti ama gözüne uyku girmiyordu. Derken bir hıçkırık
duydu. Sonra bir tane daha. Yataktan kalktı ve kulağım duvara dayadı.
O zaman Linda’nm ağladığını anladı. Alçak sesle. Hıçkıra hıçkıra.
Bill’in pijamasının önü zevkten kabarmaya başladı.
322
Luca Di Fulvio
Ertesi gün, Linda dışarı çıktığı zaman salon duvarına da bir delik
açtı. Sonra işe gitti. Tüm gün herkesin gözü önünde kendini düzdüren
aktris bozuntusunun insanı küçümseyen bakışlarına sabır gösterdi ve
işi biter bitmez Palermo’ya döndü. Hemen gözünü salondaki deliğe
yerleştirdi. Linda çoktan eve gelmiş, yemek yiyordu. O da kendisine bir
şeyler hazırladı. Mutluluktan bedeninde bazı kıpırtılar hissediyordu.
Linda’nın gidip yatağa uzandığını gıcırdama sesinden anladı. İçini
iyice heyecan sarmıştı. Kımıldamadan bekledi.
Kızın ilk hıçkırığını duyar duymaz duvarın yanma gidip yan odayı
dikizlemeye başladı. Karanlıktı ama kızın yatağın içinde kıvrılarak
yattığını görebiliyordu. Linda, omuzlan sarsıla sarsıla ağlıyordu. Bili
bunu görünce bir elini pijamasının içine soktu ve kendisini okşamaya
başladı. Gittikçe heyecanlanıyor ve tahrik oluyordu. Sonunda dudak
larını duvara dayayıp kızın ismini fısıldayarak boşaldı.
Üç sene önce California’ya geldiği zaman hayalini kurduğu -Linda’nın
mutsuzluğu ile beslenen- mutluluğun ilk kez tadına varmaya başlamıştı.
323
37
324
Luca Di Fulvio
325
Rüya Dağıtan Çocuk
326
Luca Di Fulvio
327
Rüya Dağıtan Çocuk
328
Luca Di Fulvio
329
Rüya Dağıtan Çocuk
330
Luca Di Fulvio
etrafa bakındı. Bembeyaz bir keten takım giymiş babasını gördü. “Se
nin hiç kanın kalmamış, baba...” diye geveledi ağzının içinde. “Senin
tüm kanın... Benden dökülüp gitti...” Güldü ve elini kaldırıp kesik
parmağına baktı. “Eldiven giymedim... Özür dilerim, anne... Onu da
kanımla kirletmekten korktum...” Kırmızı rujla boyadığı kesik parmaklı
elini bilinçsizce havada sallıyor ve gülüyordu. Sonra yeniden dönüp
babasına baktı. Adamın soluk ve zayıf yüzüne, davetliler arasında
dolaşan gözlerine baktı. “Gelmediler mi, baba? Gelmediler, değil mi?”
dedi ve öğürdü. Elini ağzına götürdü. Gözlerini iri iri açtı. Alnı buz
gibi olmuş, yüzü ter içinde kalmıştı. Merdivenin son basamağını da
indi. Mermer holün hemen dışındaki bahçede toplanmış davetliler
açık büfe şeklinde hazırlanmış masaların çevresindeydiler. Sekiz kız
kardeş adeta hepsine tek tek bakıyor ama onlarla konuşmayı uygun
bulmuyordu. Ruth misafirlere odaklanmaya çalıştı ancak bu yıldız
ların hiçbirini tanıyamadı. Çünkü beyazperdede hepsi birer melek
gibiydi ama gerçek hayatta menzilleri içindeki her şeyi çiğneyip öğüten
korkunç kıskaçlı birer çekirgeydi. Hepsi birer tanrı ya da tanrıçaydı,
diğerlerine tepeden bakmaları kadar normal bir şey yoktu. Belki de
fazla ömürlerinin kalmadığını görebiliyorlardı.
“Benim de fazla ömrüm kalmadı!” diye bağırdı gülerek. “Herkese
merhaba!” dedi ve birden yere kapaklandı. Başmı tırabzanın demir
kenarına çarptı. Güldü. Annesinin ona doğru koştuğunu gördü. “Anne...”
diye mırıldandı. Bir tür sevgiyle, kusmak istediği bir tür ümitle ye
niden, “Anne...” dedi. Ancak bu kez o kelime kulağına daha değişik
geldi. Sanki “Büyükbaba...” der gibi... Ya da “Christmas...” Annesi iki
hizmetkârla birlikte yanına gelmişti. Ruth, kıskaçları yiyeceklerle dolu
çekirgelerin dönüp ona baktıklarını fark etti. O an gülmesi bir ağlama
krizine döndü. Alkol ve annesinin ilaçları yüzünden dili dolanırken,
“Kan mı ağlıyorum, anne?” diye sordu.
“Ruth, bunu nasıl yaparsın?” diye öfkeyle homurdandı annesi.
“Ruth...”
Ruth, “...Kendimi komik duruma düşürmemeliyim,” diye tamamladı
annesinin sözlerini. Gözyaşlarını silip yeniden gülmeye başladı. Sonra
öfke, bir titreme, bir deprem gibi tüm bedenini sardı. Ayağa kalktı,
hizmetkârlardan birini tokatladı, annesini iteledi. Aniden seslerini
331
Rüya Dağıtan Çocuk
332
Luca Di Fulvio
333
38
Manhattan, 1926
334
Luca Di Fulvio
335
Rüya Dağıtan Çocuk
336
Luca Di Fulvio
İki gün önce Arnold Rothstein ona, “Şimdi bana bu radyo hikâyesinin
de senin palavralarından biri olmadığını ispatla, delikanlı,” demişti.
Christmas önce pek bir şey anlamadı. Lincoln Republican Club’m
salonunda Lepke ve Gurrah kollarını kavuşturmuş patronlarını din
liyorlardı. Arnold Rothstein, bazı arkadaşları sayesinde Christmas’a
bir radyo istasyonunda iş bulduğunu anlatıyordu. Christmas’m şaş
kınlıktan dili tutulmuş, aklına teşekkür etmek bile gelmemişti. Sonra
söylenenleri anlamamış gibi, “Radyo mu?” diye sordu. Adamlar hep
birden kahkahalarla gülmeye başladılar. Rothstein önce Christmas’m
omzuna bir yumruk atmış, sonra da ellerini avuçlarının arasına alıp
çevirmişti. Christmas’m elleri kapkara ve çatlak içindeydi. “Çatıları
ziftlemekten iyidir, değil mi?” dedi Rothstein. Christmas, “Size bir
iyilik borçluyum,” dedi. Bunun üzerine adamlar yeniden gülmeye
başladılar. Gurrah hepsinden daha çok, ellerini yanlarına vura vura
gülüyor, bir yandan da “Sana bir iyilik borçluymuş, patron,” diyordu.
Christmas ancak kahkahalar durduğunda Arnold Rothstein’ın, New
York’u yöneten adamın yüzüne dönüp bakabilmişti. Rothstein, onun
gibi bir adamın gösterebileceği kadar bir sevecenlikle gülümsüyordu.
Christmas’ı ensesinden tutup bilardo masasının yanma getirdi. Masa
daki tüm topları kenara itti ve cebinden bembeyaz bir çift fildişi zar
çıkarıp Christmas’ın avucuna koydu. “Şanslı olup olmadığını görelim
bakalım... On bir kazanır, yedi kaybeder.”
Christmas o anı düşünürken bir yandan da elini yeşil kapının
üzerindeki harflerde gezdiriyordu. Arkasından gelen sesle irkildi: “Çek
o pis ellerini levhamın üzerinden!”
Christmas dönüp baktı ve sokağın ortasında bir bacağı diğerine
göre daha kısa olduğu için eğri duran, çelimsiz bir zenci gördü. Adam
tulumunun cebinden bir anahtarlık çıkardı. Christmas’m yanma geldi
ve onu kenara itti. Ceketinin koluyla harfleri iyice sildi ve anahtar
lardan birini kapının kilidine soktu. Yüzü, Manhattan Köprüsü’nün
altında yaşayan balıkçıların yüzü gibi kırışık içindeydi. Sapsarı gözleri
neredeyse yuvalarından çıkıp yere düşecekmiş gibi duruyordu. Buna
rağmen kırk yaşından fazla değildi. Kapıyı açtı ve Christmas’a bakıp,
“Ne bakıyorsun?” diye sordu. “Git, başka yerde dolaş.”
Christmas adama baktı ve güldü.
337
Rüya Dağıtan Çocuk
Öte yandan da yeşil çuhada zıplayan zarlar geldi aklına. Önce yu
varlanan, sonra masanın kenarına çarpıp geri dönen zarlar. Rothstein
elini Christmas’m boynundan çekmeden zarları izliyordu. Önce beş
geldi. Sonra altı. On bir. Gurrah, “Çok şanslısın, Tavşan,” dedi. Roth
stein, Christmas’m ensesini sıktı. “Hadi bakalım, şimdi kaldır kıçını,”
dedi. Christmas tam kapıdan çıkmak üzereyken teşekkür edebildi.
Lepke, İtalyanların genç kızların arkasından çaldığı gibi bir ıslık çaldı.
“Dikkat et. Aktörlerin alayı ibnedir.”
N.Y. Broadcast’ın kapısında duran zenci, “Komik bir şey mi var,
delikanlı?” diye sordu.
Belki hayal ettiği gibi bir şey bulmamıştı. Stüdyonun ana kapı
sından girmek için belki uzunca bir zamana ihtiyacı olacaktı. Ama
işte oradaydı. Şu an için de önemli olan sadece buydu. Zenciye, “On
bir attım,” dedi.
“Biraz delisin galiba.”
“Cyril sen misin?”
Zenci tek kaşını kaldırdı. “Ne istiyorsun?” diye sordu.
Christmas elindeki notu tereddütle adama uzattı. “Bugün burada
işe başlamamı söylediler.”
Cyril kâğıdı aldı ve kabaca yırttı. “Ben zenciyim, cahil değilim.
Okuma yazmam var,” diye homurdandı. “Bugün yeni birinin gelece
ğini söylemişlerdi.” Christmas’a baktı. “Bir yardımcıya ihtiyacım yok.
Ama seni yolladıklarına göre...” Omuzlarını silkti. “Radyo hakkında
ne biliyorsun?”
“Hiçbir şey.”
Cyril dudaklarını büküp başmı iki yana salladı. Böyle yapınca
suratındaki kırışıklıklar daha çok artmıştı. “Adın ne?”
“Christmas Luminita.”
“Christmas mı?”
“Evet.”
“Ne biçim isim bu? Zenci ismi gibi.”
Christmas doğruca adamın gözlerinin içine baktı. “Sen daha iyi
bilirsin, Cyril.”
Cyril işaret parmağını Christmas’m göğsüne dayadı.
338
Luca Di Fulvio
339
Rüya Dağıtan Çocuk
Christmas zencinin yanma geldi. Bir süre yaptığı işe baktı. “Ne
yapıyorsun? Tamir mi ediyorsun?”
Cyril başını yaptığı işten kaldırmadan, “Senin ‘sesini kes’ lafından
anladığın bu mu?”
Christmas, Cyril’in ustalıkla ve hızla hareket eden ince parmakla
rına bakmaya devam etti. Zenci, mikrofonun başlığını güzelce monte
ettikten sonra tornavidayı elinden bıraktı. Sonra parmağını bir sürü
kablonun arasına soktu, içlerinden birini dikkatlice çekerek, “İşte ya
kaladım seni, lanet olası!” diye bağırdı.
“Neyi yakaladın?” diye sordu Christmas.
Cyril cevap vermedi. Eline yeni bir tornavida aldı, mikrofonun
içine bir parça soktu, bir parça kurşun tel aldı, kaynak makinesini
alıp teli eritti. Sonra eriyen parçayı biraz üfledi ve bir parça kablo ile
beraber mikrofona yapıştırdı. Biraz bekledi. Kirli ve yağlı bir bez par
çası alıp mikrofonun krom kısımlarını parlattı ve mikrofonu ince bir
bezin arasına yerleştirdi. “Benimle uğraşma, lanet olası.” Bir hoparlör
Cyril’in söylediklerini tüm odaya yaydı. Cyril güldü. Mikrofonu aldı
ve beyaz bir karton kutunun içine koydu. Üzerine de “Salon A - 4.
Kat - Ses Efektleri” yazdı.
Gerindi ve hemen sağındaki kutudan bir sigorta aldı. Sigortayı
masadaki ışığa iyice yaklaştırarak bir süre inceledi. Sonra başını iki
yana salladı. Kalın bir kumaş parçası alıp sigortayı sardı. “Elveda,
güzelim,” diyerek küçük bir çekiç darbesiyle cam sigortayı parçaladı.
Sonra bezi açtı, içindekileri bir kutuya silkeledi. Küçük kıymıkları da
bir cımbızla tek tek temizleyip aynı kutuya koydu. Gerindi. Elindeki
kutuyla metal bir çöp sepetine gidip tüm cam kırıklarını içine boşalttı.
“Sürekli ayaklarımın altında dolaşmak zorunda mısın?” dedi Cyril
masaya geri döndüğünde. Christmas’m elinde eski bir fotoğraf vardı;
derin bakışları olan zenci bir kadın, üzerinde bir manto ve bir şapka
olan tahta bir koltuğa dayanarak poz vermişti.
“Annen mi?”
Cyril fotoğrafı Christmas’m elinden alıp yeniden masanın üzerine
koydu. Sonra gidip yerine oturdu. Yeni bir tornavida, yeni bir bozuk
mikrofon alıp sessizce mikrofonun vidalarını açmaya başladı.
340
Luca Di Fulvio
341
39
Manhattan, 1926
342
Luca Di Fulvio
343
Rüya Dağıtan Çocuk
344
Luca Di Fulvio
345
Rüya Dağıtan Çocuk
malık. Batılı zengin Yahudiler, daha iyi ücret almak için grev yapan
doğulu yoksul Yahudilerin kemiklerini kırmaları için yine doğulu Ya
hudi gangsterlere para veriyorlar. Komik değil mi?”
“Çok.”
“Hadi ama, Diamond. İndir gardım.” Joey, dövüşmeye hazırlanan
bir boksör gibi yumruklarını göğüs hizasında sıktı ve zıplayarak gelip
Christmas’ın omzuna şakadan bir yumruk attı.
“Hâlâ arkadaşız, değil mi?” Sonra durup kollarını iki yana açtı.
“Eğer benimle çalışmayı düşünürsen ben her zaman Knickerbocker
Oteli’ndeyim. Kırk İkinci Cadde’yle Broadway’in arasında. İri yarı
adamsın, Diamond. Bu işi çok rahat yapabilirsin. Düşün bence.”
“Tamam. Şimdi gitmeliyim. Seni gördüğüme sevindim,” dedi
Christmas. Sonra daha o sabah parlattığı N.Y. Broadcast harflerinin
olduğu yeşil metal kapıya yöneldi.
Joey, sinirden titreyen sesiyle, “Hey, Diamond!” diye bağırdı. “Bir
iki saat izin alsana.”
“Alamam.”
“Alamaz mısın yoksa almak mı istemezsin?”
“Ne fark eder?”
Joey muzip bir edayla dudaklarını büktü. “Hadi, Bay Zenci’ye iki
saate kadar döneceğini söyle. Knickerbocker’da iki güzel fahişe var.
Bir güzel işini görürsün ve sonra yuvana geri dönersin. Ben ısmarla
yacağım, çekinme.”
Christmas irkildi. Bakışları buz gibiydi. “Fahişelere gitmiyorum.”
Joey birkaç adım geriledi. Sonra, sahnede oynayan bir aktör gibi
elini alnına götürdü. “Ah, elbette... Annenin de bir fahişe olduğunu
unutmuşum...” Geri geri gitmeye devam ederken bir yandan da pis pis
gülüyordu. “Bir fahişeyi düzerken anneni düzüyormuş gibi oluyorsun.
Böyle bir şey, değil mi?”
“Siktir git, Joey.”
Christmas öfkeyle depoya girdi ve kapıyı hızla çarparak kapadı.
Sonra önüne gelen kuyuya bir tekme savurdu. Sonra bir tekme daha,
bir tane daha... Kutu paramparça olana dek durmadı.
346
Luca Di Fulvio
347
Rüya Dağıtan Çocuk
348
Luca Di Fulvio
349
Rüya Dağıtan Çocuk
350
Luca Di Fulvio
351
Rüya Dağıtan Çocuk
352
Luca Di Fulvio
Genç kız iştah açıcı bir yemeğin karşısındaymış gibi zevkle iç çekti.
“Öyleyse bu işi doğru yapmalıyız.”
Önlüğünün düğmelerini açıp yumuşak ve süt gibi bembeyaz göğüs
lerini Christmas’a gösterdi. Sonra Christmas’ın iki elini tutup göğüsle
rine bastırdı. “Ellerin buz gibi... Bir kadının memelerine dokunmadan
önce ellerini ısıtman lazım...”
“Tamam...” dedi Christmas gözlerini kızın dolgun memelerinden
ayırmadan.
Garson kız, Christmas’ın elini tekrar tutup sütyeninin içine soktu.
Christmas kızın göğsüne dokunur dokunmaz nefessiz kalmış gibi ağ
zını açtı.
Genç kız, Christmas’ın göğsünün ucunu sıktığını görünce, “Sık,”
dedi. “Yavaşça... İşte böyle... Nasıl büyüdüğünü hissediyor musun?”
“Evet...”
“Hadi şimdi onu dışarı çıkar... Nazikçe... Çok değerli bir şey gibi,”
dedi kız gülerek.
Christmas da gülmek istedi, çünkü içinden gülmek geliyordu.
Ama o an sadece, biraz viski, biraz ter ve biraz da Christmas’ın kadın
kokusu olduğunu düşündüğü tanıdık bir parfüm kokan o muhteşem
yuvarlaklığa odaklanmıştı.
“Öp hadi... Dilini ucunda gezdir... Evet, işte böyle... Şimdi de ısır
ama yavaşça... Bebeklerin kulaklarını ısırır gibi... Oh, evet böyle...
Çok güzel.”
Sonra kız eteğini kaldırdı ve Christmas’m elini bacaklarının ara
sına götürdü. Christmas, yumuşak tüylerin arasında kadife gibi bir
yumuşaklık hissetti; nemli, kapalı ama her an açılmaya hazır. Açıldığı
zamansa ortaya yapışkan, davetkâr ve acı, buruk tatlardan oluşmuş
sıcacık bir pınar çıkacaktı. Kız, Christmas’ın üzerine çıkıp onu içine
almaya başladığında delikanlı o an, tüm arzusunu o pınarın içinde
boğmaktan başka bir şey istemediğini fark etti.
Sonunda kız giyinirken Christmas’m içinden yine gülmek geldi.
Kıza sarıldı ve güldü. Sonra göğüslerini, boynunu, dudaklarını öptü.
Kasıklarında hızla doğan yeni bir gücün onu zorladığını ve penisinin
yeniden sertleşmeye başladığı anda bile hâlâ gülüyordu.
353
Rüya Dağıtan Çocuk
354
Luca Di Fulvio
Sonraki aylarda garson kızı sık sık ziyarete gitti. Ve daha sonra
başka kadınlarla beraber olmaya başladı; kendisinden daha büyük,
daha tecrübeli kadınlarla. Açık pembe uçları olan bembeyaz göğüsle
rin bal gibi bir tadı olduğunu öğrendi. Krizantem uçlu, armut biçimli,
yumuşak, koyu renk ve biraz da sönmüş göğüslerin buruk bir tadı
oluyordu. Sudan fırlayan balıkları andıran kalkık uçlu küçük, esmer
ve sert göğüsler biraz tuzlu ve acıydı. Sıcak hava balonlarını andıran
o şeffaf, dik, mavi damarlı ve sert uçlu göğüsler ise pudra kokuyordu.
Olgun bir kadının güneşte kurutulmuş üzümler gibi buruşuk uçları
olan yumuşak göğüslerindeki tat, o kadının yıllar boyunca biriktir
diği, tükettiği ve hatta unuttuğu tüm duygusal tatların karışımıydı. Ve
kadınların teni ya kaygandı ya da okşayışları oyalamak için pürüzlü
yapılmıştı. Bazıları ise pürüzsüz ve kuruydu. Ya da en güçlü arzuları
bile tatmin edecek kadar nemli. Ve bacaklarının arasında gizledikleri
sır, yaprakları dikkatle, tutkuyla, özenle ya da heyecanla açılması ge
reken bir çiçekti. Christmas her bakışı, her işareti anlamayı öğrendi.
İpek saçlarını, samimi gülüşünü, sert yüz hatlarını, neşesini, kaslı ama
bir o kadar da çevik bedenini kullanmayı öğrendi. Ve tüm kadınları
olabildiğince doğal, olabildiğince gerçek duygularıyla sevmeyi öğrendi.
Ama Ruth’u bir an olsun aklından çıkarmadı.
“Kayıttayız.” Ses teknisyeninin salonda çınlayan sesi Christmas’ı
kendine getirdi.
“Ne düşünüyordun?” diye sordu Maria alçak sesle.
Christmas, genç kadının kulağına eğilip, “Senin düşüncelerini
okumaya çalışıyordum,” dedi.
“Yalancı,” dedi Maria gülümseyerek.
“Maria, sen başlat,” diye seslendi teknisyen.
Maria alnındaki saçlarını geriye attı ve bir elini müzisyene doğru
uzattı. Birkaç saniye durduktan sonra işaret verdi ve trompetin sesi
salona yayılmaya başladı. Maria, Christmas’a dönüp, “Şimdi gerçekten
sessiz olmalıyız,” diye fısıldadı.
Christmas gülümsedi ve gözlerini Maria’dan ayırmadan iki elini
dudaklarına götürüp üstlerine hohladı.
Genç kadın, soru sorarcasına tek kaşını kaldırdı. Christmas işa
ret parmağını dudaklarına götürüp “sus” işareti yaptı. Başını hafifçe
355
Rüya Dağıtan Çocuk
yana eğdi ve sarı saçları gözünün üstüne düştü. “Ellerim ısındı,” diye
fısıldadı Maria’nın kulağına.
Maria tekrar kaşını kaldırdı.
“Sana, düşüncelerini okuduğumu söylemiştim.”
Maria endişeyle dönüp ses teknisyenine baktı. “Şu an gerçekten
sessiz olmalıyız.”
Christmas gülümsedi. Yavaşça bir elini uzatıp genç kadının elini
okşadı. Parmaklarıyla sevişir gibi parmak uçlarını önce kadının bi
leğinin sonra da elinin üstünde gezdirdi. Maria bir an irkildi. Önce
sesçiye, sonra müzisyene baktı. Fakat elini de çekmiyordu. Christmas
parmak uçlarım kadının bileğinden yukarı, kolunun içine doğru kay
dırdı. Sonra bacağına indi. Elbisesinin eteğini yavaşça yukarı çekip
dizini okşadı. Maria, Christmas’m elini tuttu ama itmedi. Christmas
kısa bir süre hareketsiz kaldı. Sonra yeniden kadının eteğini yukarı
sıyırmaya başladı. Maria, Christmas’m elini sımsıkı tutan elini gevşetti.
Christmas o zaman elini yavaşça kızın bacak arasına soktu. Yavaş
yavaş, hiç acele etmeden yukarı doğru okşayarak ilerlemeye devam
etti. Ve Maria’nın bacaklarının birleştiği yere, hedefine ulaşmadan
önce Christmas’m nazik parmak uçları yavaşladı. O kavuşma anını
hayal etmek, arzulamak ve biraz da korkmak için yaklaşıp uzaklaşarak
bir süre oyalandı. Christmas, Maria’nm iç çamaşırının kenarından
parmaklarını soktuğunda önce yumuşacık tüylerle karşılaştı sonra
da Maria’mn sıcak ve nemli zevk noktasıyla. Hazır, açık, davetkâr ve
teslim olmuş...
Maria, Christmas’m dokunuşuyla irkildi.
Christmas, genç kadının kulağına, “Sessiz olmalıyız,” diye fısıldadı.
Cevap olarak, Maria’nın soluk soluğa kalmış nefesi geldi kulağına.
O zaman Christmas arzu noktasını - o küçücük, yumuşak ama aynı
zamanda garson kızın yıllar önce ona söylediği gibi bir kadına zevk
verdiği an sertleşen çıkıntıyı- aradı parmaklarıyla. Ve onu yavaşça,
yuvarlak hareketlerle okşamaya başladı. Ancak hareketlerinin hep
aynı olmamasına özen gösteriyordu. Sonunda -m üzik sesinin aniden
yükseldiği bir anda- Maria’nm bacaklarının daha güçlü gerildiğini
hissetti. O zaman Christmas yavaşladı ve ancak Maria’nm tırnaklarını
356
Luca Di Fulvio
357
Rüya Dağıtan Çocuk
358
40
359
Rüya Dağıtan Çocuk
Annenin buz gibi sesine karşı baba da sert ve kararlı bir ses tonuyla
devam etti. “Kes şunu.”
Ruth o zaman ilk kez dönüp babasına baktı.
Babası sanki ona gülümsüyordu. Bir an için Ruth onun büyükba
basına benzediğini düşündü. Anne birden ayağa kalkıp eldivenlerini
giymeye başladı. “Geç oldu.”
Baba, gözlerini kızından ayırmadan, ilk kez pazar ritüelini bozarak,
“Hemen geliyorum, arabada bekle” dedi.
Anne tekrar, “Geç oldu,” dedi ve yolun kenarına park ettikleri
arabaya doğru yürümeye başladı.
Babası gelip Ruth’un yanma oturdu. Geçen onca aydan beri ilk
kez. Cebinden bir karton kutu çıkarıp açtı. İçinden küçük bir fotoğraf
makinesi çıktı. Elinde makineyi evirip çevirerek herhangi bir baba gibi
anlatmaya başladı: “Bu bir Leica ı. Alman malı. İçinde filmi var. 50
milimetrelik bir merceği ve telemetresi de var. Bak burada, görüyor
musun? Odaklanmaya, uzaklıkları ölçmeye yarıyor.” Makineyi kızına
uzattı. “Gözünü buraya koymalısın. Bu vizörden ne görürsen çekeceğin
fotoğraf da öyle olur. Şu düğmeye basman yeterli. Ama ondan önce
diyaframın açıklığım kontrol etmelisin. Işık azsa daha çok açıklık
vermen gerekir mesela.”
Ruth kımıldamadan babasının fotoğraf makinesini tutan ellerine
bakıyordu. Sesindeki beklenmedik sevecenlik kulaklarında çınlıyordu.
Biraz büyükbabasını andırıyordu.
“Fotoğrafı çektikten sonra bir sonraki fotoğraf için makineyi kurman
gerekir. Bak onu da böyle yapacaksın; şu gördüğün küçük yuvarlağı
çevirerek... Şöyle, bu yöne...”
Ruth ne kımıldadı ne de elini uzatıp makineyi aldı. Babası bunu
görünce makineyi kızının kucağına bıraktı. Bir süre sessizce oturdu.
Sonra, “Annenin söyledikleri doğru,” dedi.
Bu kez sesindeki sevecenliğin yerini yorgunluk ve yenilmişlik aldı.
“Hemen hemen her şeyimizi kaybettik. Kıymetli olan neyimiz varsa
satmaya başladık. Nasıl kapış kapış gidiyor, biliyor musun? Akbaba
gibiler. Geri çeviremeyeceğimi bildikleri için bana öyle komik rakamlar
söylüyorlar ki... Holmby Hills malikânesini de satışa çıkarmak zorunda
kaldım...” Devam etmeye gücü yetmeyecekmiş gibi sustu.
360
Luca Di Fulvio
361
Rüya Dağıtan Çocuk
362
Luca Di Fulvio
363
Rüya Dağıtan Çocuk
“Neden?”
“Çünkü siz gülümsüyorsunuz.”
Yine de Ruth’un gözdesi Bayan Bailey idi.
364
Luca Di Fulvio
elini kendi ellerinin arasına aldı, öptü ve sonra yavaş yavaş okşamaya
başladı. Sessizce.
Bu şekilde bir saat geçti. Sonra Bay Bailey ayağa kalktı, eşinin
başına yeniden nazik bir öpücük kondurdu ve yine yavaşça, “Seni se
viyorum,” dedi. Sonra yorgun adımlarla dışarı çıktı ve bir kez bile
Ruth’a dönüp bakmadan kapıyı arkasından kapadı.
Yalnız kaldıkları zaman Ruth yaşlı kadına, “Eşinizin geldiğini nasıl
anladınız?” diye sordu.
Kadın cevap vermedi.
Ertesi hafta Bayan Bailey birdenbire, “Çünkü onu her zaman du
yuyorum,” dedi. “Henüz tanışmadan çok önce bile duyuyordum.”
Günlerden yine pazardı ve Ruth’un babası yeni bir not göndermiş,
malikânenin satışıyla uğraştıkları için gelemeyeceklerini bildirmişti.
Ruth o gün de bir önceki pazar olduğu gibi salona inmemiş, Bayan
Bailey ile kalmıştı.
“Kimi?” diye sordu yaşlı kadına.
Tam o sırada Clarence Bailey odadan içeri girdi.
“Ruth’un fotoğraflarına bak, Clarence,”
Adam ilk kez o zaman gözlerini karısından ayırıp Ruth’a baktı.
Bayan Bailey kendi dünyasına dönmeden önce eşine, “Ona yardım
et, Clarence,” diye mırıldandı.
Newhall’da geçirdiği dört aydan sonra Ruth eve dönerken kendini kay
bolmuş, aynı zamanda yeniden doğmuş gibi hissediyordu. Annesiyle
babası önde oturuyorlardı. Babası sürücü koltuğunda, annesi de başını
cama çevirmiş halde -görünüşte manzaranın güzelliğine dalmış gibi—
yanındaki koltukta oturuyordu. Ruth arka koltuğun tam ortasında
oturmuş, arabayı inceliyordu. Ailenin alışılagelmiş diğer arabaları gibi
kaliteli deri ve puro kokmayan bu araba Ruth’un çocukluğundan beri
bindiği lüks otomobillere hiç benzemiyordu. Ama bu Ruth’un umu
runda bile değildi çünkü bu araç, ilk fotoğrafının kahramanıydı. Ön
taraftaysa babası oturuyordu; ona Leica’sım armağan eden, kendisiyle
büyükbabasının ses tonuna benzeyen bir tonla tatlı tatlı konuşan, dizini
okşayan ve onun iyiliğini isteyen adam. Babası; Ruth’un yeni babası.
365
Rüya Dağıtan Çocuk
366
Luca Di Fulvio
367
Rüya Dağıtan Çocuk
368
Luca Di Fulvio
369
41
Manhattan, 1927
370
Luca Di Fulvio
371
Rüya Dağıtan Çocuk
372
Luca Di Fulvio
373
Rüya Dağıtan Çocuk
15 (İng.) Komik yüz. İlk olarak 1927’de Alvin Tiyatrosu’nda oynanan bir George Gershwin
müzikali, (yay. n.)
374
Luca Di Fulvio
375
Rüya Dağıtan Çocuk
376
Luca Di Fulvio
377
Rüya Dağıtan Çocuk
378
Luca Di Fulvio
Kari, bütün Leh camiası tarafından sevgi gören bir bebek oldu.
Mutluluk içinde, maddi sıkıntı yaşamadan büyüdü. Üniversite çağına
gelmeden çok önce Krzysztof oğlunun eğitimi için gereken parayı çoktan
bir kenara koymuştu. Am a Kari, herkesi şaşırtacak bir karar verdi;
üniversiteye gitmeyecekti. O zaman Krzysztof, her ne kadar hayal kı
rıklığına uğramış olsa da oğlunu iş yerinin yönetimi için yetiştirmeye
başladı. Ancak Kari sürekli dalgındı, işe kendini veremiyor, çabuk
sıkılıyordu. Fırsat bulduğu her an radyo ve iletişim teknolojisiyle ilgili
kitaplar okumaya koyuluyordu. Bir gün Krzysztof yemek masasında,
oğlunun doğduğu günden bu yana ilk kez kendini kaybederek, “Yeter
artık!” diye bağırdı. “Eğer içinden radyoda çalışmak geliyorsa, tamam,
çalış... Ama zamanını boşa harcama!”
Babasının bu azarlaması Karl’a bir kırbaç etkisi yaptı ve delikanlı
o ana dek süren tembelliğinden sıyrılıverdi. Bir hafta içinde, zama
nını okuduğu kitaplar yerine New York ve civarındaki eski veya yeni
kurulan radyo istasyonlarının, radyo ve telefon üreten fabrikaların
listeleri almaya başlamıştı. Kari belki de bu listedeki her kapıyı çaldı.
Sonunda N.Y. Broadcast’ta vasıfsız işçi olarak işe alındı.
Babası, Karl’ın işe başladığı gün ona baldırıçıplak bir PolonyalI
gibi görünmesini istemediğini söyleyerek iki takım elbise hediye etti.
Bu kaliteli takımlar gayesinde Kari kısa bir süre sonra bir yöneticinin
dikkatini çekti. Karl’a ilgi gösteren adam onu bir süre denemek istedi
ğini söyledi. Krzysztof un babasından öğrendiklerini kayınpederinin
işinde uygulaması gibi, Kari da babasından öğrendiklerini radyoda
uygulamaya başladı.
Babasının vidalar ve çiviler için kullandığı kriterleri insanlara uy
gulayarak, kullanmayı planladığı “insan haznesi” fikrini kafasında
şekillendirmişti. Mesai dışında da uzun saatler çalışıp canını dişine
takarak birkaç yıl içinde N.Y. Broadcast’ta orta düzey yöneticiliğe kadar
yükseldi. Sadece yapılan yayınları yönetmekle kalmıyor, aynı zamanda
yeni program arayışlarıyla da ilgileniyordu.
O gece de Kari, çoğu zaman olduğu gibi geç saatlerde çalışıyor ve
çok sıkıcı bir kültürel program yerine ne gibi bir alternatif bulacağını
düşünüyordu. Üst düzey yöneticilerden birinin yakın dostu olan bir
üniversite profesörünün karmaşık cümlelerle anlattığı Amerika tarihi
hiçbir dinleyicinin ilgisini çekmiyordu. Profesörün genizden ve ağır
379
Rüya Dağıtan Çocuk
ağır konuşması bir hafta boyunca sırf kahve içmiş bir adamın bile
uykusunu getirebilirdi. Çünkü kiminle konuştuğunun farkında değildi.
Seslendiği kişileri tanımıyor ve onları anlamak için en ufak bir gayret
göstermiyordu. Ancak Karl’ın defalarca yönetime söylediği gibi, eğer
radyo insanların evlerine giriyorsa onların dilinden konuşmalı, onların
sorunlarını ve isteklerini bilmeliydi.
Kari, yorgun gözlerini ovuşturdu. Aklına gelenleri not ettiği dosyayı
bezgin bir ifadeyle kapadı ve ceketini giydi. Cesareti kırılmış, keyfi kaç
mıştı. Haftalardır, o kendini beğenmiş profesörün sıkıcı sözleri olmadan
Amerika’nın hikâyesini halka anlatacak bir şeyler arayıp duruyordu.
Paltosunu giydi. Ofisinden çıkıp kapısını kilitledi. Boynuna babasının
hediyesi olan kaşmir atkısını sardı ve gecenin bu vaktinde asansöre
binmekten çekindiği için servis merdivenlerine doğru yürüdü. Asan
sörlerin bakımından sorumlu ekip gecenin bu saatinde genellikle nöbet
değiştiriyordu ve binanın gece bekçisi deliksiz uykusuyla meşhurdu.
Karl’ın asansörde kalması, ertesi sabah görevlilerin gelişine kadar o
daracık kutuda, havada asılı olarak beklemesi demekti. Bu yüzden
geç saatlere kadar çalıştığı zaman mutlaka merdivenleri kullanırdı.
Bütün binaya karanlık ve sessizlik hâkimdi. Karl’ın ayak sesleri
merdivenlerde çınlıyordu. İkinci kata geldiğinde hoparlörlerden merdi
ven aralığına yayılan bir ses duydu. Sıcak, neşeli, canlı ve genç biriydi
konuşan. Kari, yavaşça ikinci katın giriş kapısını açtı ve sessizce yürü
meye çalışarak kayıt stüdyolarının bulunduğu koridora doğru ilerledi.
Bir grup insanın üç numaralı stüdyonun kapısında beklediğini
gördü. Artık daha net ve daha güçlü duymaya başladığı ses, “Çünkü
gangsterliğin en temel kuralına göre...” diyordu. “Bir adam, bir şeye
ancak onu elinde tutabildiği sürece sahiptir...”
Kari biraz daha yaklaştı. Stüdyonun kapısında bekleşen grubun
içinden bir adam başını çevirdi ve Karl’ı gördü. Elinde bir paspas ve
kova olan zenci adam, karanlıkta pırıl pırıl parlayan endişeli gözlerle
önündeki kadının omzunu dürttü. Kadın da dönüp Karl’a baktı. Onun
da simsiyah yüzündeki endişe açıkça belli oluyordu. Karl’a bir şeyler
söylemek için ağzını açtı ama Kari elini dudaklarına götürüp zencilere
susmalarını işaret etti. Grubun hepsi zenciydi, hepsi gece mesaisi yapan
380
Luca Di Fulvio
381
Rüya Dağıtan Çocuk
382
Luca Di Fulvio
attığı söylenir. Monk bir gece... Bunu bilmeniz gerekiyor... Bir gece
savunmasız bir ihtiyara yaklaşıyor ve tek bir sopa darbesiyle adamın
kafasında koca bir yarık açıyor...”
Karl’ın yanındaki şişman zenci elini ağzına götürerek, “Hii!” dedi.
Betty, “Şşşt!” diye kadını uyardı.
“Ona bunu neden yaptığını sorduklarında Monk: ‘Peh! Sopamda
kırk dokuz çentik vardı, yuvarlamak istedim,’ diye cevap veriyor...”
Herkes kıs kıs güldü. Kari bile.
“Şimdi sizlerden ayrılıyorum. Kendi barıma gidip bilardo sopala
rını toplamalı ve bir ispiyoncunun sesini kesmeliyim. İyi geceler, New
York... Ve sakın unutmayın! Diamond Dogs hepinizin hikâyesini biliyor.”
Sonra kapatılan mikrofonun çıtırtısı geldi.
İşte Amerika’nın hikâyesi bu, diye geçirdi akimdan Kari. Bir anlık
tereddütten sonra alkışlamaya başladı. Etrafında bulunanlar da onun
peşinden alkışa başladılar.
O an aceleyle itilen bir sandalye sesi geldi ve Kari uzanıp stüdyo
nun ışıklarını açtığında karşılarında yirm i yaşlarında, dağınık saçları
alnına düşmüş, gömleğinin kolları dirseklerine kadar kıvrılmış ve şaş
kın gözlerle neler olduğunu anlamaya çalışan bir delikanlı gördüler.
“A... Affedersiniz... Ben, affedersiniz... Hemen gidiyorum...”
Kari bir iki adım attı. “Adın ne?”
“Lütfen, efendim... Lütfen beni kovmayın...”
“Adın ne?”
“Christmas... Christmas Luminita.”
“Bütün bu söylediklerin doğru mu? Tüm o hikâyeleri biliyor musun?”
“Evet... Evet, efendim.”
“Öyleyse saat lo ’da burada ol. Yarın sabah.” Kari gülümsedi. “İlk
bölümü kaydedelim.”
383
42
384
Luca Di Fulvio
Bili, paneli bir kenara bıraktı ve iki yeni panel daha söktü; taban
dan çivileri çıkardı ve bunları da büyük bir dikkatle diğer panellerin
yanına koydu. Genellikle işinin bir an önce bitmesi için çalışır, bir an
önce eve dönüp Linda Merritt’i gözetlemeye can atardı. Ama bu gece
acelesi yoktu, çünkü Linda gitmişti. Ünlü bir yıldız olamamış ve pes
edip çiftliğine, yeni hayal kırıklıkları, yeni sorunlar, yeni pişmanlıklar
için ağlamayacağı evine dönmüştü. Ancak Bill’in içini yakan tek şey,
Linda’yı artık gözetleyemeyecek olmasıydı.
Yerden yeni söktüğü paneli aldı ve diğerlerini yığdığı köşeye doğru
öfkeyle fırlattı. Panel kırılmış bir kanat ya da bir yelken gibi havalandı,
yükseldi, sonra bir uçak gibi yere çakıldı. Bili paneli öfkeyle tekmeledi,
sonra yerden aldı ve kenara dayadı. Sete geri döndü. Bütün gün ak
trislerin çıplak bedenleriyle uzandıkları ve sahte arzularını çarşaflara
döktükleri geniş yatağa attı kendini. Başını yastığa gömdü ve öfkesini
bastırmaya çalıştı. Bir anda kendisini Gloria Swanson sanan fahişenin
parfümü Shalimar’ın kokusu burun deliklerinden içeri doldu. Bili o
kadından tiksiniyordu; setin kurulduğu hangarda gezinen diğer tüm
fahişelerden daha çok tiksiniyordu. Diğer aktrisler Bill’in farkına bile
varmazken o kadın, daha ilk günden ona takmıştı. Kendisine kahve, su
ya da herhangi bir şey getirmesi için Bill’i zorluyor, sonra ona mutlaka
küçük düşürücü, alaycı bir şeyler söylüyordu. Kahve ya çok koyu ve
şekerli oluyordu ya da sidik gibi ve şekersiz. Su ya çok sıcak oluyordu
ya da çok soğuk. Bili ya kırk saatte bir su getiremiyordu ya da o lafı
bitirmeden gittiği için yanlış bir şey getirmiş oluyordu. Kadın sık sık
yönetmene dönüp, “Arty, bu ahmağı nereden buldun?” diye soruyordu.
Sonra bir kahkaha atarak ya makyajcıya ya da kuaförüne dönüp, “Biraz
gerizekâlı galiba,” diyordu. Bili susuyordu, ateş saçan gözlerle kadına
bakmasına rağmen cevap veremiyordu ve o fahişe bunu anlıyor, bunun
keyfini çıkarıyordu. Her zaman açıkta olan göğüslerini okşayarak ona
meydan okuyor ve gülüyordu.
Bili yastığı eline aldı, tam parçalamak üzereyken kendine hâkim
olmayı başardı. Aksi halde şef yarın bunun hesabını ondan sorardı.
Bili, Shalimar ve aşağılık fahişe kokan kuş tüyü bir yastığın parasını
ödeyecek kadar çok kazanmıyordu. Yastığı tutup kendisinden uzak bir
köşeye fırlattı. Yatağa sırtüstü uzandı. Burun delikleri öfkeyle açılıp
385
Rüya Dağıtan Çocuk
386
Luca Di Fulvio
387
Rüya Dağıtan Çocuk
388
Luca Di Fulvio
389
Rüya Dağıtan Çocuk
390
Luca Di Fulvio
391
43
Manhattan, 1927
392
Luca Di Fulvio
393
Rüya Dağıtan Çocuk
394
Luca Di Fulvio
395
Rüya Dağıtan Çocuk
Anında her şey biter, yüzüne karanlık çöker, ayılırsın... Ama artık çok
geçtir, dostum. O andan itibaren çantada kekliksindir ya da çatalın
ucundaki lokma...”
“Olağanüstü,” dedi Kari, hâlâ karanlık olan kumanda odasında.
Cyril, Maria’nın o ana dek omzundan çekmediği elini sımsıkı tuttu.
Heyecanla, “İşte depoda da böyle bu çocuk,” dedi. “Hiç susmak
bilmez. Çoğu zaman beni zıvanadan çıkarır.”
Ses teknisyeni güldü. “Vay serseri! Bunca şeyi nereden biliyor?”
Ancak Karl’ın sert bakışlarıyla karşılaşır karşılaşmaz toparlandı.
“Affedersiniz, efendim. Dalmışım.”
“Hepsini kaydettin mi?”
Sesçi gülmesine engel olamadan, “Evet,” dedi. “Hepsini.”
Christmas o sıcak ve neşeli sesiyle devam ediyordu.
“Neyse, New York... Artık geç oldu. Gitmeliyim.”
Christmas’m o canlı sesi, karanlık stüdyoda yankılanıyordu.
“Ama geri döneceğim. Şimdi çetemin yanına dönmeliyim. Diamond
Dogs! Bu adı daha önce duydunuz, değil mi? Elbette... Biz meşhuruz, bu
yüzden onca şeyi biliyorum. Ama merak etmeyin, size de öğreteceğim.
Böylece bir gün siz de çetemin bir üyesi olabilirsiniz. Kulaklarınızı
açıp beni dinleyin. Size şehrinizin her karanlık köşesini göstereceğim,
elinizden tutup en ücra sokaklarına sokacağım... Korktuğunuz, ama
sizi büyüleyen hayatın yaşandığı yerlere... İyi geceler, New York.”
Sessizlik çöktü.
İyi geceler, Ruth, dedi içinden Christmas.
Kimseden ses çıkmıyordu.
Sonra tüm ışıklar yandı. Christmas, camın arkasındaki dört kişinin
ağzı kulaklarında ona baktığını gördü. Maria gelip Christmas’a sarıldı.
Kulağına, “Tebrikler,” diye fısıldadı. Bu sırada Cyril de hem utanarak
hem gururla yanlarına geldi. Ne diyeceğini biliyordu.
Kari, Christmas’m elini sıkarken, “Yönetimle konuşacağım,” dedi.
“Bugüne dek hiç kimse böyle bir program yapmadı.”
Christmas heyecanlanmıştı. “Hiç kimse, ha?”
“Evet... Ne kadar devam edebilirsin?”
396
Luca Di Fulvio
397
44
398
Luca Di Fulvio
landırıcı olarak tanıdığı yeni yıldızına, “Yeni bir çağ başladı,” demişti.
“Sen ve ben, bu yeni çağın ilk adımlarını atıyoruz.”
Şu an genç kız setin ortasında ne yapacağını bilemez bir halde
duruyordu. Utanıyordu, gergindi. Gülümsemeye ve kendinden emin
görünmeye çalışıyordu. Ama karanlıktı. Ne ekibi ne de çelik telin ar
kasındaki yönetmeni görebiliyordu. Bu yüzden tedirgindi. Bir önceki
gün, diğer figüranlarla birlikte Erich von Stroheim’in yeni filmi The
Wedding March!ta bir rol kapabilmek için beklerken yanına bir adam
yaklaşmıştı. Ona bir rol önermiş ve eğer başarabilirse diğer tüm isimsiz
lerin arasından sıyrılıp ünlü olabileceğini söylemişti. Tabii ki başrolde
oynayacaktı. Kısa bir filmdi ama Hollyvvood’un en büyük yapımcıları
tarafından izlenecekti. Bütün gece gözüne uyku girmemişti. Çekimden
önce makyajcının yüzündeki yorgunluk izlerini yok edeceğini düşün
müştü fakat kimse gelip ona «makyaj yapmamıştı. Sadece sahne için
bir elbise ve iç çamaşırı vermişlerdi. Kostümcü ona, yönetmenin tam
bir realizm manyağı olduğunu söylemişti. Bu, kıza çok garip gelmişti.
Sette deneme için başka kızların olmaması da öyle. Ancak Hollywood
işe yeni başlamış bir genç kızın fazla soru sormasından hoşlanmazdı.
Aslında Los Angeles’a geldikten sonra birkaç deneyimi olmuştu. Örneğin
“GraphiC” için poz vermişti. Bu modellik işini alabilmek içinse fotoğ
rafçıyla yatmıştı. Bir de yapımcı Jesse Lasky’nin evli bir arkadaşıyla
ilişkisi olmuş ve bu sayede bazı filmlerde görünmüştü. Hollywood
denen yerde kariyer böyle yapılıyordu. Şöhret olmak için terk ettiği,
Oregon’daki Willamette Vadisi’nin kalbinde bulunan Corvallis’te kariyer
için bir fotoğrafçının ve evli bir adamın koynuna girdiğini duysalar
fahişe olduğunu düşünürlerdi. Ama Hollywood’un kuralları farklıydı ve
o kendisini bir fahişe gibi hissetmiyordu. Ne de olsa her önüne gelenle
yatmıyordu. Zevk için de seks yapmıyordu. Zaten sadece bir o fotoğ
rafçı bir de Jesse Lasky’nin arkadaşıyla yatmıştı. Corvallis’te güzelliği,
aslında oduncu olan bir belediye memuru ile evlenmeye yaramıştı,
tıpkı diğer kız arkadaşları gibi. Sembolü krizantem olan bir kasabadan
başka ne beklenirdi ki? Bir kez, kasabanın kütüphanesinde krizante
min dünyanın birçok ülkesinde ölüm çiçeği olarak kabul edildiğini
okumuştu. Oysa o, kesinlikle ölü gibi bir hayat yaşamak istemiyordu.
399
Rüya Dağıtan Çocuk
400
Luca Di Fulvio
401
Rüya Dağıtan Çocuk
402
Luca Di Fulvio
Bili güldü. Bir yandan kıza yum ruk atarken diğer yandan elbiselerini
yırtıyordu. Kameraların sesini dinlerken heyecanının arttığını hissetti.
On dakika sonra A rty Short, “Kestik!” diye bağırdı.
Bunu takip eden sessizlikte önce jeneratörlerin kapanma sesi du
yuldu, sonra projektörler söndü. Hangara karanlık çöktü. Hâlâ duyu
lan tek ses, soğumaya başlayan projektörlerin çıkardığı cızırtılardı.
Setin ortasındaki ışık, cılız aydınlığını yaymaya devam ediyordu. Bu
loş karanlıkta Bili maskesini çıkarıp setten ayrıldı. Bette ise ölü gibi
kıpırdamadan yatıyordu. Sonra yavaşça elini kasıklarına götürdü ve
canının daha fazla yanmasına engel olmak istermiş gibi eliyle cinsel
organını saklamaya çalıştı. Diğer elini de göğüslerine doğru kaldırdı
ve kolunu çıplak göğüslerine doladı. İçinden hıçkıra hıçkıra ağlamak
geliyordu. Başını çevirip artık sesleri çıkmayan kameralara baktı ve
“Ah, Tanrım...” diye inledi.
Etrafındaki herkes, karanlığın içindeki herkes sessizdi.
Aniden A rty Short’un bağırması duyuldu: “Doktor Winchell!”
Altmış yaşlarında, seyrek saçları sadece kulaklarının üst kısmında
kalmış, altın çerçeveli bir gözlük takan, gri takımlı elbiseli, bir elinde
küçük bir doktor çantası ve diğerinde iki örtü taşıyan bir adam loş
ışığın altına doğru geldi. Kızın yanma oturdu. Örtülerden birini kızın
üstüne örttü diğerini de katlayıp başının altına soktu. Küçük valizini
açtı, bir şırınga çıkarıp içini açık renkli bir sıvıyla doldurdu. Kızın
başı hâlâ karanlıktaki kameralara dönüktü. Doktorun itinayla kolunu
tuttuğunu fark edince dönüp adama baktı. Doktor, kızın koluna ince
bir lastik bağladı. “Morfin,” diye fısıldadı. “Acını alacak.”
Sonra kızın kolunun iç tarafına iğneyi batırdı ve kolundaki ince
lastiği çözdü. İğneyi soktuğu gibi yine itinayla çıkarıp küçük yara ye
rine dezenfektanlı bir pamuk parçası bastırdı.
Doktor işini bitirip toparlanırken A rty Short kızın yanma yaklaştı.
Cebinden bir tomar para çıkardı. Kızın üzerine doğru eğilip parayı
eline sıkıştırdı.
“Tam beş yüz dolar,” dedi. “Ayrıca yapımcı bir dostumla konuş
tum, sana yeni başladığı filminde bir rol verecek. Ama eğer polise
gitmeyi aklından geçiriyorsan sadece kendine kötülük yapmış olur
403
Rüya Dağıtan Çocuk
404
45
405
Rüya Dağıtan Çocuk
406
Luca Di Fulvio
407
Rüya Dağıtan Çocuk
408
Luca Di Fulvio
“Daha uygun bir yer bulana kadar burada kalabilirsin. Ben de bu
rada yaşıyorum, beşinci katta. Bir şeye ihtiyacın olduğu zaman kapımı
çalabilirsin. Aslında evimde sana göre bir yer ayarlayabilirim ama...
Bilirsin işte, benim gibi yarı dul bir adamın senin gibi genç ve güzel
bir kızı evinde ağırlaması pek hoş olmaz, sanırım. Değil mi?”
Ruth kıpkırmızı oldu. “Haklısınız, Bay Bailey.”
Yaşlı adam, “Bana Clarence diyebilirsin,” dedi. “Şu dolapta çarşaf
ve battaniye olması lazım. Bu odada neden bir yatak olduğunu biliyor
musun? Bayan Bailey sanatçıların beş parasız insanlar olduğunu söylerdi
ve iyi bir fotoğraf ajansı, bir kuruş kazanmasa bile onların bakımım
üstlenmeliydi.” Bay Bailey güldü. “Belki çok mantıklı değil ama onu
memnun etmeye çalışmak beni her zaman mutlu etmiştir,” dedi ve
tekrar güldü. Elindeki son fotoğrafları da yandaki odaya götürdükten
sonra kendini divana attı. “Sence de öyle değil mi?” diye sordu.
Ruth başını salladı.
Bu arada bir kapının sertçe kapandığını duydular.
Bay Bailey gülümsedi. “Odette her zaman bir şey söylemeden çeker,
gider. O korkunç isminden başka bir de bu kusuru var. Sakın üstüne
alınma, bu onun normal hali. Herkese aynı şeyi yapar. Bazı konularda
pek eğitimli olduğunu söyleyemeyeceğim. Ama mükemmel bir sekre
terdir. İyi bir insan olduğunu da eklemek gerekir.”
Ruth yeniden başım salladı. Pencereye yaklaşıp dışarı baktı. Güneş
hemen hemen batmıştı.
“Yemek yedin mi?”
“Aç değilim, teşekkürler.”
“Bayan Bailey, sana çok cılız olduğunu söylediğimi duysa muhteme
len kafamı kırardı. O yüzden sen söylemedim kabul et. Ama öylesin.”
Yaşlı adam gülümsedi ve kısa bir süre genç kızı süzdü.
“Her neyse, ben yaşlı bir adamım ve erken yatmalıyım... Burada
tek başına korkar mısın?”
“Hayır...”
“Öyleyse iyi uykular...”
Bay Bailey etrafa bir göz attı. “Pek matah değil ama zamanla daha
sevimli bir hale getirebiliriz burayı,” dedi.
409
Rüya Dağıtan Çocuk
“Öyle mi?” dedi Ruth ve uzun zamandan beri gülmediği bir iç
tenlikle güldü.
Yaşlı adam da onunla birlikte güldü. “Gelecek pazar, sana da uygunsa,
Bayan Bailey’yi birlikte ziyaret edebiliriz. Eminim hoşuna gidecektir...”
Bunu söylerken Bay Bailey’nin gözlerine bir hüzün çöktü. “Sana bunu
asla belli edemeyecek olsa bile...” dedi. Sonra yine etrafa bakındı. “Ah,
unutuyordum! Anahtarlar. Benimkileri al ve kapıyı içeriden kilitle.
Yarın yedeklerini yaptırırız.”
Elini uzatıp bir dede şefkatiyle, ama biraz beceriksiz hareketlerle
Ruth’un simsiyah saçlarını okşadı. “İyi geceler, Ruth.”
“İyi geceler... Clarence.”
Ruth, binanın dış kapısının kapanmasını bekledi. Sonra dolabı açtı.
Temiz çarşaf ve battaniye aldı. Duvara bitiştirilmiş, üzeri yastıklarla
dolu divana yatağını yaptı. Timsah derisinden yapılmış yeşil valizini
yatağın üzerine koydu, kilitlerini açtı. Büyükbabasının fotoğrafını alıp
raflardan birine yerleştirdi. Sonra Christmas’ın üç sene önce ona veda
hediyesi olarak verdiği kırmızı kalpli kolyeyi avucuna aldı, var gücüyle
sıktı. Valizi yatağın altına koydu ve elbiselerini çıkarmadan yatağa
uzandı.
Kısık sesle, “İyi geceler, Christmas,” dedi. Cevap bekler gibi birkaç
saniye kımıldamadan durdu. Sonra gözlerini kapadı.
Gecenin ortasında yüreğinde bir sıkıntıyla sıçrayarak uyandı. Ya
taktan fırlayıp kapıyı kilitledi. “Defol,” diye homurdandı. “Defol, Bili!”
Sonra yatağa girdi. Kolyeyi boynuna taktı. Korkuyorum, dedi içinden.
Her şeyden korkuyorum. Bir an önce uyumayı dileyerek gözlerini
kapadı. “Bir zamanlar Chrismas’tan bile korkuyordun, aptal kız,” diye
söylendi. Sonra, yıllardan beri ilk kez kendisine acıdı. Bu kez gözlerin
den süzülen yaşların nedeni umutsuzluk değil, kabullenişti.
Ruth kendisine teslim olmuştu.
Kalkıp yatağın içine oturdu. Gömleğini çıkardı, göğüslerini sıkan
bandajı çözdü. Kızarmış göğüslerine baktı. Onları yavaşça, sevgiyle
okşadı. O korkunç kırmızı kalbin onlara değmesine izin verdi. Sonra
göğsüne sardığı bezleri alıp çöp kutusuna attı.
410
Luca Di Fulvio
Ertesi sabah Bay Bailey ofisinde, “Düzenli bir görevin olana kadar
kendini başkalarının tekniklerini inceleyerek geliştirebilirsin,” dedi
Ruth’a. “Karanlık oda çok iyi bir okuldur. Orada fotoğraf çekmenin püf
noktaları çok iyi anlaşılır ve fotoğrafın büyüsüyle bağlantıya geçilir.
Ah, sahi... Odanda iki grup halinde kitaplar bulacaksın. Biri, fotoğraf
tekniği ile ilgili el kitapları. Onlara bir göz atmanı isterim. Diğerleriyse
dünyadaki en seçkin fotoğrafların toplandığı kitaplar. Sayfalan dikkatle
incele, iyice karıştır. Sevdiğin ve sevmediğin fotoğrafların bir listesini
yaparsan çok memnun olurum. Ayrıca bu ayırdığın fotoğraflar içinden
seni hiç etkilemeyen ve bakarken bir şeyler gördüğün fotoğrafları da
listelersen çok güzel olur. Tüm bunlardan sonra senden bir şey daha
isteyeceğim; içlerinden dört adet fotoğraf seçmelisin. Hiçbir zaman
çekmek istemediğin bir fotoğraf, Ah, keşke bunu ben çekseydim,’ diye
düşündüğün bir fotoğraf, baktığında teknik olarak hiç ulaşamayacağını
sandığın bir fotoğraf ve ‘Ben olsaydım daha iyisini çekerdim’ diyebi
leceğin bir fotoğraf. Toplam dört tane. Elbette ki aynı temayı ve aynı
enstantaneyi bulman mümkün olamaz ancak olabildiğince benzer
çekimler yapmaya çalışmak mümkün, özellikle de gölgelere ve ışığa
dikkat ederek. Tüm fotoğraf makinelerimi kullanabilirsin. İçlerinden
birini seç ve o dört fotoğrafa uygun olan fotoğraflar çekmeye çalış.”
Sonraki bir ay içinde Ruth, filmleri banyo etmeyi ve baskılarını
yapmayı ya da Bay Bailey’nin dediği gibi “fotoğrafın büyüsünü” öğren
mişti. Karanlık odada fotoğraflardaki objeler tıpkı hayaletler gibi kart
ların üzerinde oluşmaya başlıyordu. Bir yandan reaktifleri ve banyoları
öğrenirken bir yandan da Bay Bailey’nin fotoğraf makineleriyle pratik
yapıyor, magnezyum flaş ve üçayak kullanmayı deniyordu. Bu arada
doğru poz zamanlamasını da öğrenmişti. Burnu yavaş yavaş jelatin,
potasyum dikromat, bromür ve gümüş klorür kokularını ayırt etmeye
başladı. Akşamları odasına çekildiğinde fotoğraf teknikleri ve tarihiyle
ilgili kitapları okuyordu. İlkel cam levhalar üzerine uzmanlaşmış eski
Arap fotoğrafçılardan dagerreyotipilere, ilk negatif fotoğraflardan gü
411
Rüya Dağıtan Çocuk
412
Luca Di Fulvio
413
Rüya Dağıtan Çocuk
414
Luca Di Fulvio
415
46
Manhattan, 1927
416
Luca Di Fulvio
“Evet.”
Sal, “İyi insanlar,” dedi. Çalıştığı hesap defterini kapatıp Christmas’ın
masaya bıraktığı biletlerin üzerine koydu. Sanki biletler orada yokmuş
gibi. “Her ay düzenli olarak kiralarını ödüyorlar. Ama bu düğün beni
biraz endişelendiriyor. Etrafa bir ton para saçıyorlar. Şu insanlar ne
halt etmeye evlenirler, bilmem.”
Christmas biletleri işaret ederek, “Bu akşam,” dedi.
“Belki de bu ay onlardan kira almam. Zaten onların da ödeme
yapacaklarını pek sanmıyorum. En azından zorlanacakları kesin. Ben
de onlarla kötü olmamış olurum. Üstelik güzel bir düğün hediyesi
olur, değil mi?”
“Gidecek misiniz?”
“Sorduğum sorulara hiç kulak asma sen.”
“Sen de öyle. Annemi tiyatroya götürecek misin?”
“Annenden daha kalın kafalısın. Kira almazsam güzel bir düğün
hediyesi olur mu?”
Christmas içini çekti. “Evet, Sal. Olur.”
“Evet, bence de.” dedi Sal memnuniyetle. “O ufak tefek adam var
ya, Santo’nun babası...”
“Tek eliyle bir ton yük kaldırıyor. Yıllardır mahallede bunu bil
meyen yok.”
“Üstelik çok iyi bir adam.”
“Lanet olsun, Sal. Tamam, anladım.”
Christmas biletleri almak için masaya uzandı. Sal’in yıllardır te
mizlemekten çekindiği eli hızla Christmas’m bileğini tuttu. “Doğru
konuş, serseri.”
“Tamam, Sal. Şimdi işe gitmeliyim.”
Sal, Christmas’m bileğini bıraktı ve arkasına yaslandı. “Neymiş
oyunun adı?”
“Funny Face.”
“Hiç duymadım.”
“Yeni bir gösteri. Bir müzikal...”
“Hangi tiyatro demiştin?”
417
Rüya Dağıtan Çocuk
418
Luca Di Fulvio
419
Rüya Dağıtan Çocuk
420
Luca Di Fulvio
Kari bir şey demeden kadına baktı. O an, Skinny ve Fatso adlı iki
aptala ne olduğu umurunda bile değildi. “Ne yapalım? Müzik yayını
mı?” diye sordu.
“Evet, evet...”
“Ne tür bir şey olsun?”
“Siz karar verin.”
Sekreter kadın bir an ne diyeceğini bilemeden durdu, sonra ka
rarını vermiş gibi odadan çıktı.
Kari yeniden pencereden bakmaya başladı. İşten çıkan insanlar
evlerine koşuyordu. İyi geceler, Neıv York, dedi içinden. O anda sırtın
dan aşağı soğuk bir ürperme geçti. Ne olacaksa olsun, diye düşündü.
Koşar adım odasından çıktı. Asansöre binmekte olan sekterine seslendi.
“Mildred! Mildred! Eve gidebilirsiniz. Geri kalanını ben halle
deceğim.”
“Ama Bay Jarach...”
“Evinize gidin.”
Kadım kolundan tutup asansörden çıkardı ve kendisi bindi. Asan
sör görevlisi kapıyı kapar kapamaz, “İkinci kata,” dedi, “Çabuk ol.”
Asansörün kapıları ikinci katta açılır açılmaz Kari, konser salonuna
doğru koşmaya başladı. Önüne gelene, “Maria nerede?” diye soruyordu.
A z sonra Maria ile karşılaştı. Genç kadın mantosunu giymiş, at
kısını bağlamakla meşguldü.
Kari, nefes nefese, “Henüz gidemezsin, Maria,” dedi. Dinle beni!
Fazla zamanımız yok. Christmas’ın kaydını yapan sesçinin adım ha
tırlıyor musun?”
“Leonard.”
“Leonard, tamam. Hemen onu bana buluyorsun. Kaydı ondan alı
yorsun ve bana yetişiyorsun... Cookies hangi stüdyodan yayınlanıyor?”
“Dokuz.”
“Üçüncü kattaki stüdyo mu?”
“Evet, üç.”
“Tamam, orada buluşalım.” Babasının hediyesi olan altın kol sa
atine baktı. “Çabuk olun, Maria. Beş dakikamız kaldı.”
421
Rüya Dağıtan Çocuk
422
Luca Di Fulvio
423
47
424
Luca Di Fulvio
425
Rüya Dağıtan Çocuk
426
Luca Di Fulvio
427
48
Manhattan, 1927
428
Luca Di Fulvio
429
Rüya Dağıtan Çocuk
430
Luca Di Fulvio
431
Rüya Dağıtan Çocuk
432
Luca Di Fulvio
433
Rüya Dağıtan Çocuk
434
Luca Di Fulvio
Cyril sinsi bir gülüşle başını aşağı yukarı salladı. “Bir beyaza göre
çok da kötü biri değilsiniz, Bay Jarach,” dedi.
“Lütfen bana Kari de.”
Cyril, mağrur bir gülümsemeyle, “Düşüncem yine de değişmeyecek.
Bir beyaza göre kötü sayılmazsınız,” dedi.
“Öyleyse? Yapabilir miyiz bu işi?”
“Evet.”
Christmas heyecanını bastırmaya çalışarak, “Gerçekten yapabilir
miyiz, Cyril?” diye sordu.
“Evet... Evet... Evet... Yapabiliriz,” dedi Cyril gülerek.
435
49
Manhattan, 1927
“Hadi, zenciler!”
Cyril, Yüz Yirm i Beşinci Cadde’deki bir binanın çatısına çıkmış,
mahalleden topladığı en güçlü on adama bağırıyordu. “Beyazlar bile
yapabilir bu işi! Hadi!”
Karl’m babasının dükkânından alman çelik halat, piramit şeklindeki
metal bir iskelete bağlanmıştı. Yorgunluktan boğalar gibi soluyan on
zencinin çatıya doğru çektiği, birbirlerine vida ve cıvatalarla sabitlen
miş, bir sürü yatay, dikey ve eğik demir çubuklardan oluşmuş iskelet
ürkütücü gıcırtılar çıkarıyordu.
Onu neredeyse bir ayda bitiren Cyril hâlâ bağırıyordu: “Hadi, ço
cuklar! Hadi!”
Christmas ve Kari, meraklılardan oluşan küçük bir toplulukla
birlikte olayı kaldırımdan izliyorlardı. Christmas’m koluna sımsıkı
sarılmış olan Maria’dan başka hepsi zenciydi.
Maria, Christmas’a, “Bunu neden çatıda yapmadınız?” diye sordu.
“Çünkü Cyril, bir keçiden daha inatçı,” diye cevap verdi Kari.
Christmas, “Biz de yukarı çıkalım,” dedi ve binanın kapısına doğru
yürüdü. Mahalledeki diğer evler gibi onlarca ailenin bir arada yaşadığı
binanın beşinci katına çıktı. Peşinden Kari ve Maria da geldiler. Çatıya
vardıklarında metal iskelet saçağın kenarına kadar çıkmıştı.
Cyril, çatıdan öne doğru uzanarak, “Ha gayret!” diye bağırdı.
On adam var güçleriyle çelik halata asıldılar.
436
Luca Di Fulvio
437
Rüya Dağıtan Çocuk
438
Luca Di Fulvio
Sonunda koca bir binanın önünde aradığını buldu. Bir grup adam
çember halinde oturuyor, birbirlerine fıkralar anlatarak gülüşüyorlardı.
Christmas, soğuktan kesilen sesiyle, “Bay Filesi,” dedi. “Yardımı
nıza ihtiyacım var.”
Santo’nun babası dönüp arkasına baktı ve Christmas’ı görünce
gülümsedi. Yerinden kalkıp Christmas’ın yanına yürürken, “Bu deli
kanlı, oğlumun en yakın arkadaşı,” dedi. “Ona düğün hediyesi olarak
bir radyo hediye etti. Adı, Christmas.”
Diğer işçiler başlarıyla Christmas’ı selamladılar.
Bay Filesi, işçilerden birinin yandaki duvarın oyuğundan çıkardığı
ev yapımı şarabı Christmas’a uzatarak, “Tadına bakmak ister misin?”
diye sordu.
Christmas rahat soluk almak için öne doğru eğildi ve başını iki
yana salladı.
Bay Filesi telaşlanmıştı. “Neler oluyor?” diye sordu.
Christmas, dizlerini tuttu. “Tek elinizle bir ton kaldırdığınız doğru
mu?” dedi.
Yarım saat sonra Bay Filesi, Carmelina’nın babası Tony ve Bunny
adındaki bir başka işçiyle birlikte Yüz Yirmi Beşinci Cadde’nin kaldırı
mına kamyonetini park etti. Cyril’in yaptığı metal iskelet hâlâ çatıdan
aşağı sallanıyordu.
Üç işçi, önce çevredeki kalabalığa, binadan sallanan metal iskelete
baktılar.
Bay Filesi, “Ne yapılacağı belli,” dedi.
“Aynen,” diye cevap verdi Tony.
Bay Filesi, “Halat ve kılavuz mu?” diye sordu.
Tony, “Başka türlü olmaz,” dedi.
Bunny kamyonetin kapısını açarken, “Kesinlikle halat ve kılavuz
olmalı,” dedi. Sonra deniz yosunundan hafif yeşillenmiş bir çelik halat
rulosunu omzuna vurdu ve kendinden daha uzun iki demir çubuk aldı.
“Yeterli mi?” diye sordu.
Bay Filesi, “Yeterli,” dedi.
Tony, “Ben yukarı çıkıyorum, sen de yakalıyorsun,” dedi.
439
Rüya Dağıtan Çocuk
440
Luca Di Fulvio
441
Rüya Dağıtan Çocuk
442
Luca Di Fulvio
443
50
Sevgili Christmas,
Bana yazdığım çok kısa bir süre önce öğrendim. Mektup
ların hiçbir zaman elime geçmedi. Benimkiler de senin eline
geçmemiş, biliyorum. Annem yüzünden. Babam ondan nefret
etmememi istiyor ama ben ne hissettiğimi bilmiyorum.
Aynı anda hem üşüyor hem de sıcaktan bunalıyorum. Ellerim
titriyor. İçimde ne olduğunu bilemediğim bir düğüm var. Kendimi
karmakarışık ve aptal gibi hissediyorum. Hem bağırmak hem
de gülmek istiyorum. Bazen de ağlamaktan mutlu oluyorum.
Bu şekilde ağlamak bir çeşit özgürlük, biliyor musun? İçimdeki
tüm gözyaşlarını akıtmak... Onları durdurmadan, buzun içine
hapsetmeden, hayatımın engeller arkasında yok olup gideceğini
düşünmeden ağlamak.
Çok komik. Parktaki bankımızda yan yana oturuyor gibiyiz.
O zaman da hem üşüyor hem sıcaklıyordum. O zaman da ellerim
titriyor, içimdeki heyecana bir isim bulamıyordum.
Ama sen orada, benimleydin. O yüzden fazla korkmuyordum.
Sonra her şey değişti. Hayatımdaki ve bedenimdeki sıcaklık,
yerini felç edici ve dondurucu bir soğuğa bırakarak yok oldu.
Ellerime, seni benden ayıran trenin koltuğuna sıkıştırarak tit
remelerini yasakladım. Artık gülmüyorum. Sadece bağırmak
istiyorum. Ama hiç bağırmadım. Sadece bekledim. Bir işaretini,
bir satır mektubunu bekledim. Beni ikinci kez gelip kurtara-
444
Luca Di Fulvio
Ruth mektubu katladı. Sonra ortasından yırttı. Sonra bir kez daha
katlayıp yırttı. Bir daha ve bir daha... Tüm sayfa minicik parçalar
haline gelene dek.
445
Rüya Dağıtan Çocuk
446
Luca Di Fulvio
447
Rüya Dağıtan Çocuk
448
Luca Di Fulvio
449
Rüya Dağıtan Çocuk
450
51
Manhattan, 1927
Mahalle sakinleri yoldan geçerken yedi otuzu gösteren dev saate ba
kıyor ve gülümsüyorlardı. Kaldırımdaki beyaz polisler de aynı onlar
gibi başlarını kaldırıp saate bakıyor ve aralarında konuşuyorlardı.
“Bu zencileri anlamak imkânsız. Çalışmayan bir saati binaya monte
etmeye uğraşıyorlar.”
Oysa mahalle sakinlerinin saate bakarken gülümsemelerinin bir
nedeni vardı. Cyril’in yaptığı ve güzelce boyadığı o kocaman saatin
arkasında ne olduğunu biliyorlardı. Bay Filesi’nin çatıya radyo veri
cisini çıkardığı gün, binanın önünde duran devriyeler bir sürü soru
sormuşlardı. Polislere ne cevap vereceğini bilemeyen Christmas, metal
yapının dev bir saat iskeleti olduğunu söylemişti. Cyril ise inandırıcı
olmak açısından sinirlenmiş gibi davranıp, “Ne yani?” diye söylenmişti.
“Harlem zencilerinin saate bakmaya hakkı yok mu?”
O gün sokağa toplanan kalabalık merakla polislerin çevresini sarmış
ve belaya bulaşmak istemeyen devriye görevlileri bu olayı karakola bil
dirmeleri gerektiğini söyleyerek uzaklaşmışlardı. Onlar da görevlilerin
dediklerini yapmış ve yetkili birime Yüz Yirmi Beşinci Cadde’deki bir
binanın tepesine saat kurmak istediklerini bildiren, özensizce yazılmış
bir dilekçe göndermişlerdi. O andan itibaren o bölgede devriye gezen
polisler zencilerle dalga geçmeye başlamış, ancak işin aslını bilen ma
halle sakinleri polislerin bu davranışını beklenmedik bir hoşgörüyle
karşılamışlardı.
451
Rüya Dağıtan Çocuk
452
Luca Di Fulvio
453
Rüya Dağıtan Çocuk
geldi. Sonra, biraz daha büyüyüp evde yalnız kaldığı geceleri düşündü.
Ne zaman bir kâbus görse ağlayarak uyanır ve evde olmadığını bile bile
annesine seslenirdi. Sonra da başını yastığına gömer, örtüleri yüzüne
kadar çeker, annesinin kokusunu arayarak uyuyakalırdı.
Bessie ile birlikte odadan çıktılar. Bessie, Karl’ın da odadan çıkma
sını bekleyip kapıyı yeniden yavaşça kapadı. “İki küçük melek gibiler,
değil mi?” dedi.
Christmas’m yüreği yeniden hüzünle doldu ve küçükken hissettiği
o korkunç yalnızlık duygusunu adeta yeniden yaşadı. Elini Bessie’nin
elinden çekti ve zor duyulur bir sesle, “Evet,” dedi.
Bessie, Cyril’e bakarak, “Delikanlı pek huysuz,” dedi gülerek.
Cyril, “Bessie kardeş, biz şimdi...” diye söze başladı. Bessie, hırçın
bir tavırla Cyril’in sözünü kesti: “Buraya çene çalmaya değil, çalışmaya
geldiniz. Biliyorum.” Sonra kendi yatak odasına doğru yürüdü. “Size
bu odayı ayarladım ama kusura bakmayın, uygun bir hale getirmek
için zamanım olmadı,” dedi.
Cyril güldü. Sonra Christmas ve Kari ile birlikte Bessie’nin onlara
gösterdiği, tam çatıdaki antenin altında kalan odaya girdiler. Duvar
dan ve tavandan bir sürü kablo girip çıkıyordu. Tahtadan yapılmış
iki ayağın üzerine dikdörtgen bir ahşap levha monte edilmişti. Bu
platformun üzerinde de son derece ilkel, el yapımı bir alet duruyordu.
Kari bir kaşını kaldırdı. “Çalışıyor mu?” diye sordu.
Cyril, “Bessie kardeş, radyoyu aç!” diye bağırdı.
Bessie, oda kapısında belirip, “Öyle bağırarak çocukları uyandı
rırsan üçünüzü de kapı dışarı ederim!” diye terslendi. Sonra Cyril’m
ağzını açıp bir şey söylemesine izin vermeden, “Radyo çoktan açık,”
dedi. “Bu hilkat garibesinin çalışacağına inanmak da zor ya...”
“Oraya git, Kari,” dedi Cyril. “Sen de Christmas.”
Christmas ve Kari, Bessie’nin yatak odasına girdiler. Evin her yeri
gibi burası da düzenli ve temizdi. Bessie, Christmas’m etrafa baktığını
görünce, “Evde çalışmadığımı söylemiştim,” dedi.
Annem gibi, diye düşündü Christmas kızararak.
Bessie’nin beyaz boyalı bir şifonyerin üzerinde duran radyosu,
dükkânlarda satılan modellerden değildi. Bessie, başıyla Cyril’in bu
454
Luca Di Fulvio
455
Rüya Dağıtan Çocuk
“Öyleyse bir yerlerden bin dolar daha bulmalıyız,” dedi Kari gü
lümseyerek.
“Ne işimizi görecek o kadar para?”
Kari, bir elini Cyril’in omzuna koydu. “Ben sana ilk andan beri
güvendim, Cyril,” dedi. “Ve sen mükemmel bir iş çıkardın.”
Cyril’in yüzünü mutlu bir tebessüm kapladı.
Kari, “Şimdi de senin bana güvenme zamanın,” dedi. “Bin dolar
bulmamıza yardım et.”
Cyril, “Bin dolar, ha?” diye homurdandı.
Kari, ciddi bir ifadeyle Christmas’a döndü. “Sen de, Christmas.
Çok önemli,” dedi.
“İyi de bu lanet olası dolar ağaçta yetişmiyor,” dedi Cyril çaresizlikle.
Kari, “Ben bir yol buldum,” dedi. “Mahalledeki insanlardan birer
dolar isteyelim.”
“Neler saçmalıyorsun?”
“Radyomuzdan onlara birer dolarlık hisse sattığımızı düşün. Bu
bir doları yıl sonuna kadar onlara geri ödeyeceğimizi söyleriz, hem
de faiziyle... Bire iki.”
“Sen ne dediğini bilmiyorsun.”
Christmas heyecanlanmıştı. “Bırak da sözlerini bitirsin, Cyril,” dedi.
Cyril, Christmas’ı duymamış gibi, “Saçma sapan bir fikir,” dedi.
“Resmî bir radyo değiliz, bu geliri nasıl sağlamayı düşünüyorsun? Ya
sadışı yollardan mı? Aklınızdan neler geçiyor sizin?”
Kari itiraz etmeye çalıştı. “Sonsuza dek illegal kalmayacağız. Özgür
bir ülkedeyiz ve...”
Cyril öfkeyle bağırdı: “Etrafına bir bak, Polonyalı! Bu zenciler sence
özgür mü? Hangi konuda özgür olduklarını düşünüyorsun? Açlıktan
ölme konusunda mı? Bir de bu adamların bir dolarını istiyorsun.”
“Bir dolar alıp onlara umut vereceğiz,” dedi Christmas.
“Ah, güzel. Bu yüzden cebinde bir doları olan bin tane zenci bul
man gerekecek.” ,
Christmas, “Bin değil,” dedi. “Kimi on dolar verir, kimi yüz...”
“Yüz dolar mı? Evet, siz gerçekten salaksınız!”
456
Luca Di Fulvio
457
Rüya Dağıtan Çocuk
458
Luca Di Fulvio
için daha fazla bir şey sormadan altı yüz doları toparlayıp Christmas’m
eline saydılar.
Son olarak annesi Cetta, oğlunun avucuna seksen beş dolar sıkış
tırdı. Bu, uzun süredir biriktirdiği bir paraydı. Sonra da bu miktarı
iki yüz dolara tamamlamak için Sal’in başının etini yedi ve ondan da
yüz on beş dolar aldı.
O haftanın sonunda Kari çok mutluydu. “İki bin iki yüz dolar!”
diye bağırdı ve küçük bir çocuk gibi ellerini ovuşturarak, “Bendeki
beş yüzü de sayarsak iki bin yedi yüze ulaşıyoruz. Babam da üç yüz
dolar vereceğini söylemişti. Hepsi üç bin dolar! İstediğimiz her şeyi
yapabiliriz!” diye ekledi.
Ertesi gün Brooklyn, Aşağı Doğu Yakası ve Harlem’in bazı stratejik
yerlerine yerleştirilen ilanlar, iri harflerle yeni radyonun reklamını
yapıyordu: “CKC - Gizli Radyonuz.”
Bir sonraki hafta ilanlar New York’un dört bir köşesinde görül
meye başladı.
“CKC - Gizli Radyonuz. Geri saymaya başlayın. Sadece 7 gün kaldı.”
Ertesi gün, bu sayı altı ile değiştirildi. Sonra beş, dört, üç, iki ve
sonunda bir.
Sayı kısımları hareketli olan bu ilanlar için dokuz yüz yirmi dolar
harcandı. Geriye iki bin seksen dolar kalmıştı. Yayının yapılacağı gün
New York sokaklarına yeni ilanlar asıldı.
“Beklediğin gün sonunda geldi, New York. Bu akşam saat 19.30’da
radyonuzu 540 AM frekansına getirin ve Diamond Dogs’u dinleyin.
Bize katılmanıza az kaldı.”
İlandaki CKC, 540 AM ve Diamond Dogs karakterleri ışıklandı-
rılmıştı ve ritmik olarak yanıp sönüyordu.
Harlem, saat 19.30’d an önce hareketlendi. O yıllarda çoğu Cyril
tarafından imal edilmiş radyolar açılmış ve hepsi 540 AM frekansına
getirilmişti. Cetta da yayından bir saat önce, Ruth’un bir zamanlar
Christmas’a hediye ettiği Radiola marka radyosunu açmış ve kanalı
ayarlamıştı. Sal ise ondan daha heyecanlıydı. Heyecandan rengi atmış
bir halde Cetta’mn yanında oturuyordu. N.Y. Broadcast’ın merkez bi
nasında Maria, Christmas’ın ilk yayınına katılan iki ses teknisyeni ile
459
Rüya Dağıtan Çocuk
460
Luca Di Fulvio
461
52
Bili, Studebaker Big Six Touring '19 model arabasını Whilshire Bul
varındaki Los Angeles Residence Club önünde durdurdu ama motoru
çalışır halde bıraktı. Big Six’in direksiyonunu okşadı. Şüphesiz araba
yeniyken direksiyonu da gıcır gıcırdı. Yaklaşık on yıl boyunca değen
eller yüzünden matlaşmış, kimi yerlerinde çatlaklar oluşmuştu. Yine
de her zaman için klas bir arabaydı ve hep öyle kalacaktı. Bir zamanlar
zenginlerin gözdesi olan bu otomobil, onun eski Ford Model T ’si gibi
değildi. Geçen ay sekiz yüz dolar sayarak aldığı bu Studebaker ikinci
el bile olsa Bill’in gururla kullanacağı bir modeldi.
Bili bunları düşünerek arabadan indi ve binaya doğru yürüdü.
Kapı görevlisi kapıyı açıp Bill’i selamladı: “İyi akşamlar, Bay Fennore.”
“Selam, Lester.” Arabanın kaportasına vurarak, “Bebeği götürüp
yatırabilirsin,” dedi.
Adam arabaya atladı. Bili kaldırımda durup arabasının asfaltı
okşar gibi ilerleyerek müşteri otoparkına girişini izledi. Tabii ki hiç
kimse yolda durup ağzı bir karış açık arabasını izlemiyordu ya da onu
direksiyonda görenler çok zengin biri olduğunu düşünmüyordu. Ama
arabasını eski Ford’uyla karşılaştırdığı zaman bunun kendisi için ileri
doğru atılmış önemli bir adım olduğu açıktı. İşler bu şekilde devam
ettiği sürece o da bir gün bir Duesenberg sahibi olabilirdi. J Model bir
Duesenberg, saatte yüz doksan kilometre hız yapabilen bir canavar. Bu
yıl ilk kez New York’taki otomobil sergisinde halka sunulmuştu. Bili
bir dergide fotoğraflarını görmüş ve er ya da geç bir Duesenberg sahibi
462
Luca Di Fulvio
463
Rüya Dağıtan Çocuk
464
Luca Di Fulvio
465
Rüya Dağıtan Çocuk
sadece para için. Bili onları gerçekten dövüyordu, ama tabii ki gerçek
hayatta yaptığı gibi değil. Sadece rol yapıyordu. İki sahne arasında, bir
genç kız Bill’in heyecanının sönmemesi için uğraşıyor, makyöz de kur
banların yaralarına kırmızı makyaj yaparak daha derin görünmelerini
sağlıyordu. Hollywood önceleri Cezalandırıcı’nm bu gözüpekliğini büyük
bir heyecanla karşılamıştı. Hiçbir yapımcı o zamana dek pornografi
dünyasında bu kadar cüretkâr filmler çekmemişti. Piyasaya yayılan
yeni filmler diğerlerinin yanında başyapıt gibi kalıyordu. Ancak daha
sonra Hollywood bu filmlere alıştı. Bazı aktörler ve yönetmenler, hep
aynı aktrisleri görmekten bıktıklarım söyleyerek, verdikleri özel parti
ler için hâlâ Cezalandırıcının filmlerini satın alıyorlardı. Diğerleriyse
filmleri çok yapmacık bulduklarını söylemeye başlamışlardı. Bunun
üzerine A rty’nin akima yeni bir proje geldi. Her şey gerçek olacaktı.
Sahne ayarlanması, çekim süreleri, molalar, profesyonel aktrisler...
Hayır, bunların hiçbir olmayacaktı. Gerçek kızlara ihtiyaç vardı. Ger
çek kurbanlara. Her şey, Bill’i ilk gördüğü gece, gözde aktrislerinden
Meksikalı Frida’ya tecavüz ederken olduğu gibi olacaktı.
Arty, projesini hayal edince büyük bir heyecan duydu. “Evet, ger
çekten bu hiçbir şey değil,” dedi Bill’e. “Henüz bir şey görmedin. Bana
inanıyor musun?”
“Evet.”
“Yeni filmin piyasaya çıkmasını bekle. Göreceksin, paraya para
demeyeceğiz.”
Bili bardağına uzandı. Sessizce içkisini yudumladı.
“Benim de seninle konuşmak istediğim buydu,” dedi.
“Konu neydi?”
“Benim cebime ne kadar girecek?”
“Nedir istediğin? Zam mı?” Arty güldü. “Tamam, istediğin gibi
olsun. Bin az geliyor demek ki. Ne kadar istiyorsun? Film başına bin
beş yüz dolara kadar çıkabilirim. Ne diyorsun?”
Bili sessizce içkisini içmeye devam etti.
“Lanet olsun! Bin beş yüz dolar diyorum sana!”
Bili hâlâ sessizdi.
466
Luca Di Fulvio
“Bin yedi yüz, piç kurusu. Daha fazlasını veremem. Giderlerle baş
edemiyorum.”
Bili bardağındaki içkiyi bir dikişte bitirdi. Dudaklarını sildi ve
bardağına yeniden içki doldurdu.
A rty soğuk bir sesle, “Sabrımı zorlama,” dedi.
Bili, “Yoksa?” diyerek güldü.
A rty öfkeyle ayağa kalktı. “Seni ben yarattım,” dedi. “Bunu sakın
unutma. Ben seni... Seni bulmadan önce Cochrann Fennore kimdi?
Bir set işçisi. Açlıktan nefesi kokan bir hiç. Bir de şimdi geldiğin nok
taya bak. Lüks bir araban var, böyle bir süitte yaşıyorsun... Ve her şey
daha da güzel olacak. Durumun daha iyi olacak.” Sonra parmağını
Bill’in yüzüne sallayarak sesini alçalttı. “Ama seni uyarıyorum, beni
hafife alma.”
Bili bardağı kafasına dikti. Başının dönmeye başladığını hissetti.
İçinde giderek büyüyen bir yenilmezlik duygusu vardı. Biraz da sarhoş
olmuştu.
“Ya Arty Short, Cezalandırıcıdan önce neydi?” diye sordu yönetmene.
“Bir pezevenk. Düşüp kalktığın orospulara kalitesiz filmler çeken bir
pezevenkten başka neydin sen? Tıpkı Los Angeles’taki diğer pezevenkler
gibiydin. Cezalandırıcı olmasaydı ne olacaktın? Pezevengin tekisin,
Arty. Yönetmen filan değil, boktan herifin tekisin.”
A rty öfkesini kontrol etmeye çalıştı. Bill’e arkasını döndü ve odanın
içinde aşağı yukarı yürümeye başladı.
Bili ayağa kalktı. “Bana bak, Arty,” dedi.
A rty durdu. Bili yönetmenin yanma gidip adamı süzmeye başladı.
Soğuk, kapkara ve uzak bir bakışı vardı. A rty bir adım geri gitti. Bili
de ona doğru bir adım attı. A rty başmı çevirerek Bill’in bakışlarından
kaçmak istedi. Bili adamın boğazını tutup sıkmaya başladı.
“Seni bir yıldız yapacağım, demiştin. O gece bana söylediğin şey
buydu, değil mi? Bunu bana tekrar edip duruyorsun. Ne kadar iyi
olduğumu söylemekten başka bir şey yapmıyorsun. Ancak benim ne
düşündüğüm konusunda en ufak bir fikrin yok. Var mı, Arty?”
“Canımı yakıyorsun...”
467
Rüya Dağıtan Çocuk
468
Luca Di Fulvio
Öfkem var,” dedi. Adamın yakasını bıraktı ve tıslar gibi, “Öfkem var,”
diye tekrarladı.
Bir süre ikisi de konuşmadı. Bili galip bir hava içinde, A rty ise
başı omuzlarının arasında oturdular.
Sonunda Arty, “Pekâlâ,” dedi. “Ortağız.”
Bili, “Doğru bir seçim yaptın, dostum,” dedi gülerek.
A rty gülümsedi, sonra bardağındaki viskiyi kafasına dikti. “Eh, o
zaman bunu kutlamalıyız,” diye cevap verdi. “İkizlerle.”
Bili omuz silkti. “Benim pek umurumda değil,” dedi.
Arty, “Fahişeler!” diye bağırdı. “Hadi çıkın girdiğiniz delikten.”
Kızlar banyo kapısını açtılar ve her zamanki gibi kıkırdayarak
içeri girdiler.
A rty yatağı işaret ederek, “Siz başlayın,” dedi.
Kızlar gülüşerek yatağa'atladılar. Bir yandan öpüşürken diğer
yandan birbirlerini soymaya başladılar.
A rty yerinden kalktı ve yatağın ucuna gidip kızları seyretmeye
başladı. Sonra Bill’e dönüp, “Hadi gel, ortak,” dedi.
Bili, “Bana göre değil,” dedi. “Sen işine bak.”
Arty, sarışının dolgun kalçasına bir tokat attı. “Hadi, ortak... Bu
rada iyi mal var,” dedi.
Sonra kendini kızların eline bıraktı ve kendisini yatağa çekmele
rine, soymalarına ve okşamalarına izin verdi.
Bili biraz daha içti. Ve Arty’nin ereksiyon oluşunu izledi. Öyle hazır,
dakik ve kendiliğinden... Bili, şu an istediği her fahişeyi elde edebilecek
konumdaydı ama bir şeyi yapamıyordu. Erekte olamıyordu. Ne yaptıysa
bir türlü tahrik olamıyor, gerektiği kadar ereksiyona ulaşamıyordu.
Esmer fahişe, kendi organının üzerine yapay bir penis takmıştı
ve sarışın kız A rty’nin penisini emerken o da arkasına geçmiş, sarışın
kızı beceriyordu.
Arty, Bill’e bakıp sırıttı. “Buraya bir ayna takmalısın,” dedi
“Evet.”
Bili içmeye devam etti. Artık şişe neredeyse dibine gelmişti. Sadece
sette başarılı oluyordu. Her ne kadar yaptığı şiddet gösterisi onu artık
469
Rüya Dağıtan Çocuk
470
Luca Di Fulvio
471
53
Manhattan, 1927-1928
472
Luca Di Fulvio
473
Rüya Dağıtan Çocuk
474
Luca Di Fulvio
alçak sesle özür dileyerek evi terk ederler. Böylece olay da çözülmeden
arşive kaldırılır...”
Christmas’ı, Clinton Caddesi’ndeki genelevde dinleyen Greenie,
“Bunu ona ben anlatmıştım!” diye bağırdı. Bu sırada etrafındaki fahi
şeler de iç çekiyor, kendi dünyalarım başka hiçbir erkeğin tanıyamaya-
cağı kadar iyi tanıyan bu yumuşak sesli delikanlıyla bir gün tanışma
hayalleri kuruyorlardı.
Aynı anda Doksan Yedinci Bölge’deki polis merkezinin geniş salo
nunda oturan Başkomiser Rivers, adamlarına dönüp, “Hangi olaydan
söz ediyor?” diye sordu. “Bu Christmas’ı bana bulmanızı istiyorum.”
Yardımcısı, “İyi ama nasıl?” dedi. “Sadece bir ses var elimizde.”
“İsminden yola çıkın. New York’ta bu kadar boktan bir ismi olan
kaç kişi vardır?”
“Takma bir isim olduğu belli.”
“Bana da öyle geliyor.”
“Ama şunu da yapabiliriz...”
Bu arada Christmas sözlerine devam ediyordu.
“Polislere neden ‘cops’ dediğimizi biliyor musunuz?”
Yüzbaşı kulağını radyoya uzatarak adamına, “Sus!” dedi.
“Bakır yıldızları yüzünden.”16
Memurlardan biri, “Bunu söyleyeceğini biliyordum,” diye homurdandı.
Başkomiser öfkeyle, “Ödüllü bilgi yarışmasında değilsin, ahmak
herif!” diye bağırdı.
“Ama Five Points dönemlerinde,” diye devam ediyordu Christmas,
“onlara ‘meşin kafa’ da deniyordu çünkü o zamanlar deri kasketler
takıyorlardı. Yalnız korkarım ki o kasketler sopalara karşı fazla etkili
değildi...”
Sal gülerek, “Doğru söylüyor,” dedi. Cetta’mn evinde el ele oturmuş,
kulaklarını neredeyse Radiola’ya yapıştırarak Christmas’ı dinliyorlardı.
Cetta, Sal’in koluna hafif bir yumruk attı.
“Sus da dinle.”
475
Rüya Dağıtan Çocuk
476
Luca Di Fulvio
477
Rüya Dağıtan Çocuk
Cyril’in başlangıç için istediği bir doları ödeyen herkes- kendisini, bir
binanın tepesine dikilmiş sahte saatin arkasında gizlenen bu istasyonun
sahibi gibi görüyordu.
Cyril’in başını kaşıyacak bir saniyesi bile yoktu. Devamlı mahalleliye
radyo yapıyordu. Ama zencilerin arasında en gururlu olanı Bessie'ydi.
İlk bir doları o vermiş, böylece bu olağanüstü girişimin temeline ilk
taşı o koymuştu.
Doğal olarak gazeteler de olayı allayıp pullamakta geri kalmıyordu.
Şehirle ilgili sayfalarda orman yangını gibi büyüyen bu korsan yayınla
ilgili bir haber mutlaka oluyordu.
Christmas ve Cyril abartılı başlıkları gördükçe, “Bunların hepsi
bedava reklamımız,” diyerek gülüyorlardı. Kari ise endişeli bir sus
kunluk içinde sadece başını sallamakla yetiniyordu.
Polis, kısa sürede belediye yetkililerini devreye soktu ve resmî
radyolara baskı yapılmasını istedi. Korsan yayının başladığı saat olan
19.30’da hiçbir resmî radyoda yapılan programlar Diamond Dogs ile
rekabete girecek kalitede değildi. Doğal olarak Diamond Dogs’u taklit
etmeye çalışan yeni radyo programları ortaya çıkmaya başladı. Ancak
ne aktörler ne de program yazarları halka Christmas’m doğallığını
aktarabiliyorlardı. Ayrıca yayınların yasalara uymak zorunda olması
halkın heyecanını yok ediyordu. Üstelik polis, CKC’nin merkeziyle il
gili en ufak bir bilgiye bile ulaşamamıştı. Bunun tek nedeni Harlem
ve gangsterler arasındaki kusursuz iş birliği değildi. Polislerin kendi
içlerinde bile -büyük bir çoğunluğu programın daimî dinleyicileriydi-
büyük bir gayret yoktu. Bu şekilde kış bitti ve ilkbahar geldi. Büyük
radyo istasyonlarına yeniden baskı yapılmaya başlandı. Polis, CKC’nin
yasallık ilkesini her gün umursamadan çiğnediğini vurgulayarak ba
sının şartlandırılmasını istiyordu.
Bir gece yayından sonra Kari, “İşi devamlı bu şekilde götüreme
yiz,” dedi.
Cyril, “Ne istiyorsun?” diye homurdandı. “Vazgeçmek mi?”
“Ben sadece bu şekilde sürdüremeyeceğimizi söylüyorum. Bir sıç
rama yapmanın zamanı geldi. Ya şimdi ya da hiç.”
“Ne sıçraması?”
478
Luca Di Fulvio
479
Rüya Dağıtan Çocuk
480
Luca Di Fulvio
481
Rüya Dağıtan Çocuk
482
Luca Di Fulvio
483
54
Manhattan, 1928
484
Luca Di Fulvio
485
Rüya Dağıtan Çocuk
486
Luca Di Fulvio
Gurrah dostça bir ses tonuyla, “Nefes al,” dedi. “Ağzım aç ve rahat
rahat nefes al.”
Joey ağzını açtı. Gurrah aniden mendili delikanlının ağzına tıkış
tırdı. Sonra kendi mendilini de Joey’nin ağzına soktu. Joey çırpındı,
gözlerini fal taşı gibi açtı ve gece boyunca arkasından koşan adamlar
dan birinin boğazına çelik bir tel doladığını fark edemedi. Adam teli
sıkmaya başladı. Joey çırpındı, bağırmaya çalıştı, elleriyle teli tutup
çekmeye çalıştı. Ama çırpındıkça gücü tükendi. Bir süre sonra gözleri
yuvalarından fırladı ve altına işedi.
Gurrah ona bakıyordu.
“Ne iğrenç,” dedi sonunda. Sonra Joey’nin celladının yanma yaklaşıp,
“East River’ın sularını bu pislikle kirletme,” dedi. “Çöplerin içine at.”
Sonra o da arabaya bindi ve araç, farları sönük olarak gecenin
içinde kayboldu.
487
Rüya Dağıtan Çocuk
488
Luca Di Fulvio
489
Rüya Dağıtan Çocuk
490
55
Arty ona sürekli kendisininki gibi bir ev alma konusunda ısrar ediyordu.
Ona göre ev, yaşlılık için bir yatırımdı. Şehir merkezinde yapılan yeni
evler A rty’ye göre bu iş için idealdi.
Ancak Bili yaşlılığı düşünmüyordu. Nedense kendisinin yaşlı biri
olacağını hayal edemiyordu. Zaten Hollywood’da geleceğe yatırım ya
pan tek kişi de muhtemelen A rty idi. Bill’e göre Hollywood’daki yaşlı
insanlar bile yaşlılığı dert etmiyordu. Bu yüzden o sıra sıra dizilmiş,
ön cephesinde her çöp atmaya çıktığında komşularınla selamlaşmak
zorunda kaldığın, ufacık bir bahçesi ve arka tarafında hafta sonu man
gal partilerine tahammül etmeyi gerektirecek bir parça çimenliği olan
evlerden birini satın almayı asla düşünmüyordu. Hayır, bu tarz bir hayat
Bill’e göre değildi. Onun Hollywood’dan beklediği hayat bu değildi.
Cezalandırıcı filmlerinin ortak yapımcısı olduktan sonra Bill’in
kazancında önemli bir artış olmuştu. A rty ile bölüştüğü ilk film ge
lirinden sonra Bili, “Hepsini tek başına yemeyi düşünüyordun, öyle
mi?” diye terslemişti yönetmeni. Çünkü tüm giderler düştükten sonra
ikisine yaklaşık dörder bin dolar para kalmıştı. Sonra etrafa yeni porno
filmde gerçek şiddet kullanıldığı söylentisi yayılmış ve haliyle taleplerde
de önemli bir artış olmuştu. Teksas’tan, Kanada’dan, New York ve
hatta Miami’den sürekli müşterileri olmaya başlamıştı. İkinci filmden
yedişer bin dolar kazandılar. Bu arada yeni müşteriler ilk filmin tüm
kopyalarını alıp bitirdiler. Böylece başlangıçta kazandıkları dört bine,
ayrıca bir üç bin dolar daha eklenmiş oldu. Üçüncü filmin piyasaya
çıkması beklenirken Billy ve A rty bir ay içinde yirmi bir bin dolarlık
491
Rüya Dağıtan Çocuk
bir gelir elde etmişlerdi; her birine on bin beş yüz dolar. Ve her yeni
filmde kârları daha çok artmaya başladı.
Billy ve Arty, sonuncusu otuz iki bin dolar hasılat yapan yedi film
çektiler ve önemli partilerde sık sık boy göstermeye başladılar. Ceza
landırıcı bir yıldızdı. Herkes onun kim olduğunu öğrenmek istiyordu.
Bu yüzden iki yapımcıya dalkavukluk edip duruyorlardı. Fakat ikisi
de sırlarını açıklamaya niyetli değildi.
Bili bu insanlarla arkadaşlık ettikçe, Cezalandırıcının aslında
onların hayatlarını sergilediğini anladı. Mae Murray’in anılarını ya
yınlamasından sonra “Pis Alman” lakabıyla anılan Erich von Stroheim
vardı mesela. Ya da St. Francis Oteli’ndeki odasında Virginia Rappe’yi
şişeyle tecavüz ederek öldüren Roscoe Fatty Arbuckle. Hollyvvood bir
tecavüz makinesiydi. Göz açıp kapayıncaya kadar yaratıp yok ettikleri
o aldatmacalar tecavüzden başka neydi? İşte bu yüzden Cezalandırıcı
karakteri başarılı olmuştu. Çünkü o, Hollywood’un ve onu yöneten
erkeklerin ruhuna beden olmuştu. Cezalandırıcı, başkalarının değişik
yollarla yaptığı her şeyi fiziksel olarak ye pervasızca yapan bir karakterdi.
Bili, beşinci filminde tecavüz ettiği kız olan Moll Daniel onlara
şantaj yapmaya başlayınca Hollywood gerçeğini biraz daha tanıdı.
Diğer kızlar genellikle susuyorlardı. Onlara teklif edilen beş yüz dolar
o güne göre çok iyi paraydı. Üstelik hepsi, film dünyasının yönetmen
ve yapımcılarıyla tanıştırılıyordu. Ve çoğunda utanma duygusu vardı.
Güçlü adamların o küçük düşürücü sahneleri izlediklerini bilmek zaten
Hollywood’da tutunmaya çalışan bir yıldız adayı için yeterince kaygı
vericiydi. Ancak Moll vaatlerden ve hayallerden çok daha fazlasını
istiyordu. Üstelik hiçbir şeyden utanmıyordu. Ve işin aslına bakılırsa
Bili bu kıza -tavrından dolayı- hayranlık duyuyordu. A rty ise iyice
paniğe kapılmıştı. Bunun üzerine A rty’nin müşterisi olan ve yıllardır
tanıdığı ünlü bir yapımcıya gidip sorunu ona anlattılar. Cezalandırıcının
sadık bir izleyicisi ve hayranı olan yapımcı onlara her şeyi yoluna ko
yacağına dair söz verdi. Kızıl saçlı kadınlara zaafı olduğundan Moll’a
yeni filminde küçük bir rol verecek ve onunla yatacaktı. Ancak bunun
karşılığında Cezalandırıcının kim olduğunu öğrenmek istiyordu. Arty
baklayı ağzından çıkarmaya hazırdı fakat Bili onu bir göz işaretiyle
engelledi. Sonra ünlü yapımcının yanma gitti, bir elini omzuna koyup
492
Luca Di Fulvio
493
Rüya Dağıtan Çocuk
ve arabayla bir tur atmaya karar vererek eve doğru yürüdü. LaSalle
bahçe kapısının önünde pırıl pırıl parlıyordu.
Birden onları gördü.
Üniformalı iki polis memuru, devriye arabasını girişe park edip
arabadan indiler. Birinin elinde birtakım evraklar vardı. Diğerinin
belindeyse bir kelepçe sallanıyordu. Bili hemen evin bir köşesine sak
landı. Bu esnada polisler kapıya gelmiş, zili çalıyorlardı. Tekrar tekrar
çaldılar. Zilin sesi, Bill’in beyninde vahşi bir çığlık gibi yankılandı.
Sonra polislerden biri, yandaki villadan çıkan kadına, “Hanımefendi,
Cochrann Fennore’yi tanıyor musunuz?” diye sordu.
“Kimi?”
Belinde kelepçe olan polis, Bill’in evini göstererek, “Burada oturan
adamı tanıyor musunuz?” diye yeniden sordu.
“Ah, evet... Şu adam,” dedi kadın. “Deli gibi araba kullanıyor. Bu
yüzden mi buradasınız?”
“Hayır, hanımefendi. Sorun, hızlı araba kullanması değil.”
“Ne yapmış?”
“Daha önce yaşadığı yerde, yıllar önce çok kötü şeyler yapmış.
Savcı ona San Quentin’de güzel bir tatil ayarladı.”
Polisler birbirlerine bakıp güldüler. Elinde evraklar olan polis, zili
çalmaya devam ediyordu.
Komşu kadın tiksintiyle yüzünü ekşitti. “Zaten ondan hiç hoşlan-
mamıştım,” dedi.
“Onu bir daha hiç görmeyeceksiniz, hanımefendi. Merak etmeyin.”
Kadın, “Çok iyi olur,” diye homurdandı ve evine girdi.
Bill’in kalbi deliler gibi çarpıyordu. Beni buldular, diye düşündü.
Birden gözünün önüne Ruth’un mavi fırfırlı beyaz elbisesi geldi. El
bisedeki kan lekelerini gördü. Ardından kızın yüzük parmağı gözü
nün önüne geldi. Sonra parmağı kesen bahçe makası, babasının eline
saplanan balık bıçağı... Aynı bıçak daha sonra annesinin göğsüne ve
karnına saplanmıştı.
Yerde bir kan gölü içinde yatan iki ceset gördü. Döşemede gittikçe
büyüyen kan gölünde yüzen balık pulları... Parasını ve kimliğini çaldığı
İrlandalI gencin son nefesi kulaklarını yalayıp geçti ve delikanlının
494
Luca Di Fulvio
495
Rüya Dağıtan Çocuk
496
56
Manhattan, 1928
497
Rüya Dağıtan Çocuk
Kari, alaycı bir ses tonuyla, “Haklı, Cyril,” dedi. “Onun gibi bir
yıldız daha iyisine lâyık.”
Christmas dönüp Karl’a ters ters baktı.
Kari onu görmezlikten geldi ve pencereye gidip dışarı bakmak
için siyah örtüyü araladı.
“Kapat!” dedi Christmas. “Işık beni rahatsız ediyor.”
Kari, örtüyü çekip kenarlarım iyice sıkıştırdı. “Son günlerde birçok
şey seni rahatsız ediyor.”
“Haklısın. En başta da sen.”
Cyril ayağa kalkıp ikisinin arasına girdi.
“Size neler oluyor böyle? Yayma on dakikadan az kaldı. Artık sakin
leşin.” Sonra ses tonu biraz daha yumuşadı ve gülerek, “Sizi birbirinize
düşüren rie? Şöhretiniz mi?” dedi.
Kari, gözlerini Christmas’tan ayırmadan, “Hiçten var olmuş birinin
burnunun büyümesi için azıcık şöhret yeter,” dedi.
Christmas da meydan okuyan bakışlarla, “Ve biri yalakalık yap
maya başlayınca insanları hırdavatçı dükkânındaki çiviler gibi satar;
bini bir paraya,” diye tısladı.
Cyril neler olduğunu anlamaya çalışarak ikisine bakıp duruyordu.
“Bana neler olduğunu söyler misiniz?” Sonra saate baktı. “Çabuk
anlatın, çünkü sekiz dakika sonra yayma başlayacağız.”
Christmas acı acı güldü. “Hadi Kari, bizi dinleyen herkese dostlarını
nasıl üç kuruşa satmaya kalktığını anlat.”
Kari başını sağa sola sallayarak, “Yazık,” dedi. “Hiç değilse ona
söyleyecek cesaretin olsun.”
Cyril hayretle, “Neyi söyleyecek?” diye araya girdi.
Kari, hor gören gözlerle Christmas’a bakmaya devam ediyordu.
“Delikanlı kendisini büyük balıklara satar. Seni, beni ve ona tüm ina
nanları yüzüstü bırakır. Yükseğe, çok yükseğe uçmaya karar verir.”
Christmas işaret parmağını Karl’a uzatarak Cyril’e baktı.
“Güzel bir hikâye.” Sesi öfkeden titriyordu. “Ne işler çevirdiğini
biliyor musun? N.Y. Broadcast’a gitmiş. Neden mi? Oradaki kodaman
lara, güneş gören bir çalışma masası karşılığında hepimizi satmak için.”
498
Luca Di Fulvio
499
Rüya Dağıtan Çocuk
500
Luca Di Fulvio
501
Rüya Dağıtan Çocuk
502
Luca Di Fulvio
503
57
Manhattan, 1928
504
Luca Di Fulvio
505
Rüya Dağıtan Çocuk
506
Luca Di Fulvio
Sonra kendi adamlarına onları alıp götürmeleri için bir işaret verdi
ve “Şimdi kaybolun, kalemşorlar,” dedi.
Ertesi gün, kısa çöpü çeken New YorkAmsterdam Neıvs gazetesinin
editörü, çatısında sürekli yedi otuzu gösteren dev bir saatin bulunduğu
binanın önünde durdu ve başını kaldırıp saate baktı. Binaya girdi ve
zenci mahallesinde yaşayan herkes gibi onun da çok iyi bildiği beşinci
kattaki CKC merkezine çıktı; tıpkı bir gün önceki olayda ucunda kırmızı
bir işaret olan kısa çöpü kendisinin çekmesi gerektiğini bildiği gibi.
Çünkü Rothstein riski sevmezdi, bahis kaybetmeyi de.
Adam Christmas ile tanıştırıldı ve ona önceki gün yaşananları
bir bir anlattı.
İki gün sonra New York’un bütün gazeteleri aynı manşetle çıktı.
Hemen hemen tüm gazeteciler, “Diamond Dogs’un Gizli Sığınağı” diye
başlık attıkları yazılarını kendi imzalarıyla ilk sayfada yayımladılar. O
renkli dünyanın çoğu ünlü aktörü ve müzisyeni gibi onlar da “ayrıcalıklı
kişiler”e dâhil edilmişlerdi. Ve o gün, sokak gazetecileri daha önce hiç
yaşamadıkları bir ilgiyle gazetelerini birkaç saat içinde satıp bitirdiler.
Diamond Dogs dinleyicileriyse o günden sonra hiç kimsenin tah
min edemeyeceği kadar arttı.
Olay o kadar büyüdü ki tüm ulusal gazeteler haberi yayımlamaya
başladı ve CKC’nin şöhreti büyüyerek Los Angeles’a, Hollywood’un
ünlü yapımcıları ve yıldızlarına kadar ulaştı.
On gün kadar sonra Kari düşünceli bir ifadeyle, “Tüm bunlar çok
fazla,” dedi kendi kendine.
Cyril gülerek, “Önce reklam yapmalıyız diye kıçını yırttın, şimdi
de çok fazla olduğunu mu söylüyorsun?” diye sordu.
“Tüm otoriteleri karşımıza alıyoruz. Artık hiçbir şeyden haber
leri yokmuş gibi varlığımızı görmezden gelemezler. Yakında tepemize
üşüşeceklerdir.”
“Yani gelip bizi yakalayacaklarını mı söylemek istiyorsun? Önce
benim zencilerimi ezip geçmeleri gerekir.”
Christmas, “Kari haklı, Cyril,” diyerek söze karıştı.
Kari dönüp Christmas’a baktı. Christmas sessizce bakışlarını kaçırdı.
507
Rüya Dağıtan Çocuk
508
Luca Di Fulvio
509
Rüya Dağıtan Çocuk
510
58
511
Rüya Dağıtan Çocuk
512
Luca Di Fulvio
513
Rüya Dağıtan Çocuk
514
Luca Di Fulvio
fazla uzakta değildi. Nerede olduğunu bilmiyordu ama bunun pek önemi
yoktu. Gerçek dünya buydu, uzun zamandır kaçtığı gerçek dünya. New
York’tan ayrıldığı andan beri, Christmas’ı kaybettiğinden beri, kendi
içinde yitip gittiğinden beri geçen zaman içinde kaçtığı gerçek dünya.
Kendini yeniden bulmuş gibi davranmaya başladığından beri,
dedi içinden.
Gözlerini yeniden kapamıştı. Dünyayı Leica’sınm objektifinden
gördüğüne inandırmıştı kendisini. Bir fotoğraf ajansının küçücük oda
sına kapanmış, iyi yürekli ve koruyucu bir ihtiyarın gerçek dünya ile
arasında bir zar olmasına izin vermişti. Film yıldızlarının fotoğraflarını
çekmek yaşamaktır sanmıştı. Onlar, intihar etmek istediği gece gör
düğü çekirgelerdi. Kanatlarım deliler gibi çarpıyorlardı, çünkü gelip
geçici olduklarını ve yaşadıkları şeyin gerçek hayat değil sadece kısa
bir rüya olduğunu biliyorlardı. Ya da Jeanne Eagels, John Barrymore
gibilerinin, hatta kendisinin yaşadığı gibi birer kâbus.
Ruth, geniş bir kapalı kapının önündeki taş basamaklara oturdu
ve başını ellerinin arasına aldı. Çevresindeki sesleri duyuyordu. İnsan
sesleri, gökte uçan martıların çığlıkları, açık pencerelerin birinden
sokağa yayılan müzik sesi, arabaların gürültüleri.
Daha önceleri kulakları tıkalı olmalıydı. Bunları ne görmüş ne duy
muş ne de dinlemişti. Sadece görüyor, duyuyor, dinliyor gibi yapmıştı.
Ama değişen bir şey olmamıştı. Büyükbabası yaşlı Saul’un fotoğrafının
arkasına saklanmış, onu Clarence Bailey’nin yumuşak gözlerinde gör
düğüne inanmıştı. Christmas’ı, geceleri ona eşlik eden o çirkin kırmızı
kalbin içine mühürlemişti; ruhsuz bir eşyanın içine.
Çevresinde koşan, yürüyen, konuşan, gülen, küfreden insanlara
bakarak, “Yalnızsın,” diye mırıldandı.
Kendisi yıllarca hayallerle beslenmişti. Büyükbabasının hayali,
Christmas’m hayali... Biri ölmüştü, diğeriyse ölmüş gibiydi. Çünkü
Ruth’un onu aramaya, yaşayıp yaşamadığını araştırmaya cesareti
yoktu. Kendisi için bile...
“Yalnızsın,” diye mırıldandı yeniden. Ve göğsünde derin bir acı
hissetti.
Sonra ayağa kalktı ve çantasından fotoğraf makinesini çıkardı.
O tanımadığı yollarda acele etmeden, amaçsızca yürümeye başladı.
515
Rüya Dağıtan Çocuk
516
Luca Di Fulvio
palı olduğu için terk edilmiş gibi görünen evler... Mosmor olmuş bir
gözüyle çamaşır asan genç bir kadın... Sıvası dökülmüş sokak kapısının
önünde, sallanan sandalyesinde keyif yapan yaşlı bir adam... Çöp atan
küçük bir çocuk...
Ertesi sabah, Jeanne Eagels’m birkaç kare fotoğrafıyla beraber Los
Angeles şehrinin fotoğraflarını da Bay Bailey’ye gösterdi.
Clarence, “Yeni bir yola girmeye mi karar verdin?” diye sordu.
“Bilmiyorum.”
Bay Bailey, Jeanne Eagels’m fotoğraflarını, Paramount stüdyo
larına göndermek üzere bir zarfa koydu. Sonra Ruth’un Los Angeles
sokaklarında çektiği fotoğraflara yeniden göz attı. Bu kez daha büyük
bir dikkatle, hiçbir ayrıntıyı atlamadan. Sonra, “Çok etkileyici,” dedi
Böylece Ruth, elinde Leica’sı ile Los Angeles sokaklarında dolaş
mayı âdet edindi. Her gün düzenli olarak, hayattan “etkileyici” kareler
yakalamak için yollara düşüyordu. Ama fark etmediği bir şey vardı.
Günden güne, çektiği her karede kendisi de hayata alışıyordu. Her şeyi
yeni baştan öğrenir gibi... O amaçsız gibi görünen başıboş dolaşmalar
bir okulmuş gibi...
Yaklaşık iki hafta sonra fotoğraflarında artık gülen insanlar da
olduğunun farkına vardı. Bunlar tamamıyla neşeli kareler değildi, hâlâ
karamsar ve derin izler taşıyorlardı. Ama bir bakıma da bu karamsarlığı
yok etmek ya da makinenin kadrajım genişletip objektife hem gölgeleri
hem de ışıklarıyla tüm hayatı yansıtmak ister gibiydiler.
Fakat akşam olup Ruth odasına çekildiği zaman kendi kendine
tekrarladığı şey hep aynıydı: “Yalnızsın.”
Bir pazar günü -Bayan Bailey’ye yaptıkları haftalık ziyaret son
rasında- Ruth çocuk dolu bir park gördü ve Clarence’tan arabayı
durdurmasını rica etti. Arabadan indi. O, parka doğru yürürken Bay
Bailey de yeniden yola koyuldu.
Ruth parka yaklaştıkça çocukların neşeli seslerini daha net duy
maya başladı ve kliniğin şizofrenik havasından sonra içinden gülmek
geldi. Banklardan birine oturdu ve oynayan çocuklara baktı. İlk işinde
neşeli ve mutlu fotoğraflarım çekmeye zorlandığı zengin çocukları
geldi aklına. O doğum gününde bu isteğe karşı koymak için kendisini
517
Rüya Dağıtan Çocuk
518
Luca Di Fulvio
519
Rüya Dağıtan Çocuk
520
Luca Di Fulvio
521
59
Manhattan, 1928
522
Luca Di Fulvio
523
Rüya Dağıtan Çocuk
524
Luca Di Fulvio
şeyi kendine itiraf edebiliyordu: Ruth onu terk etmiş ve büyük olası
lıkla unutmuştu.
Üstü başı kir içinde, sıska bir gazeteci çocuk bağırarak yanından
geçti.
“Diamond Dogs artık yasal! CKC, WNYC ile el sıkıştı!”
Houston Caddesi’nin köşesinden dönerken, “Unuttu,” diye mırıldandı.
Eğer Ruth onu terk etmişse, unutmuşsa, kalbinden silmişse, neden
onu bulduğu zaman mutlu olacaktı? Şu an ünlü ve zengin olması neyi
değiştirecekti? Artık Ruth’un dengi olması, onun zenginliği altında
ezilmeyecek kadar varlıklı olması ve hatta Ruth’a bir gelecek vaat ede
cek güce sahip olması neyi değiştirecekti? Çocukken Martin Eden’ı
okuduğu zamanlar, Martin’in Ruth Morse’a olan büyük aşkı ve trajedisi
geldi aklına. Aşağı Doğu Yakası’nın kirli sokaklarında kanlar içinde
bulduğu kızın adının da Ruth olması ne garip ne sıradışı bir rastlantıydı.
Bu rastlantı Martin ve Christmas’ın başarı ve sosyal statülerinde de
vardı. Martin artık halktan biri değildi ve hiçbir zaman da o hayran
olduğu süslü hayata ait olmayacaktı. Geri dönüşü olamayacak kadar
yalnızdı. Büyük hayallerinin peşinden koşarken yolunu kaybetmişti.
Evet, Christmas şimdi Martin Eden gibi olmaktan korkuyordu.
Ve Ruth’un artık eski Ruth olmamasından.
Ancak biraz daha az su yüzüne çıkmış başka bir korkusu daha
vardı ve bu korkudan kurtuluşu olmadığının da farkındaydı. O ana
dek birlikte olduğu tüm kızlar, en azından bir anlık bile olsa, Ruth
olmuşlardı. Sadece bir an için. Bundan da mutlu olmuştu. Çünkü ha
yal kırıklığına uğramaktan, gerçeğin ve hayatın Ruth’u sonsuza dek
elinden almasından korkmuştu. Hatta rüyalarından bile.
Şimdi, Monroe Caddesi, 320 numaralı binanın eski ve harap ka
pısından içeri girerken artık hayal kuramayacağını düşündü. Artık
bu mümkün değildi. Merdivenleri çıkarken her basamağın biraz daha
yükseldiğini ve çıkmakta zorlandığını fark etti. Her zaman inandığının
aksine, para kendisini daha iyi hissetmesini sağlamamıştı. Şimdi, yıllar
önce kapıya takılan ve üzerinde “Bayan Cetta Luminita” yazılı olan
küçük pirinç levhaya bakarken paranın ona mutluluğu garantileme
diğinin de farkına vardı. Çünkü kendi içinde bir şeylerin değişmesi
gerekiyordu.
525
Rüya Dağıtan Çocuk
526
Luca Di Fulvio
527
Rüya Dağıtan Çocuk
528
Luca Di Fulvio
529
Rüya Dağıtan Çocuk
530
Luca Di Fulvio
531
60
Küçük villa, Ruth’un hep o tür evleri hayal ettiği gibiydi. Temiz ama
hafif dağınık, güzel kokulu ama doğaldı. Yapmacık olmayan, içinde
yaşandığı belli olan bir evdi.
Daniel ile birlikte Slater ailesinin evine adımını ilk attığı gün Ruth
hemen bunları düşünmüştü. Bu ev, bir ailenin yuvasıydı.
Daniel’ın ve küçük Ronnie’nin annesi olan Bayan Slater elli yaş
larında, uzun boylu, sarışın, zarif vücutlu, bronz tenli bir kadındı.
Okyanus suyu ve güneşin rengini iyice açtığı saçlarını basit bir topuzla
ensesinde toplamıştı. İnce uzun parmaklı elleri güçlüydü. Daniel an
nesinin kopyası gibiydi. Onda da aynı düz burun, aynı etli ve kırmızı
dudaklar, aynı parlak ve canlı gözler, aynı ince telli düz saçlar vardı.
Bayan Slater hayatı basit ve doğal yaşamayı seven bir kadına benzi
yordu. Olduğu gibi, ona getirdikleri her şeyi kabullenerek. Ve oldukça
mutlu görünüyordu. Teknelerden hoşlanıyordu ama tabii ki bunda da
abartıya kaçmamıştı. Küçük bir yelkenlisi vardı ve hafta sonları eşi ve
çocuklarıyla okyanusa açılmaktan büyük zevk alıyordu. Ayrıca Ruth
onun tek spesiyalitesinin elmalı turta olduğunu fark etti.
Bir hafta önceki o ilk karşılaşmalarında Bayan Slater, Rüth’u da
oğlunun herhangi bir arkadaşı gibi gayet samimi ve sıcakkanlı bir
şekilde karşıladı. Unlu elleri ve terli yüzüyle Ruth’u mutfağına davet
etti ve eline koca bir fırın eldiveni takıp Ruth’la o şekilde tokalaşmaya
çalıştı. Buna hep birlikte güldüler. Sonra Bayan Slater eldiveni çıkarıp
elini yeniden Ruth’a uzattı. Fakat az sonra, eldiveni çıkarttığını unutup
532
Luca Di Fulvio
533
Rüya Dağıtan Çocuk
534
Luca Di Fulvio
535
Rüya Dağıtan Çocuk
mutlaka harika bir eş ve sevgi dolu bir baba olacaktı. Bunu Ronnie’ye
olan davranışından anlamak çok kolaydı. Üstelik Daniel gerçek bir
ailenin içinde büyümüştü. Aile kavramının ne olduğunu öğrenmek için
yeterince zamanı ve fırsatı olmuştu. Ama Ruth’a göre Daniel ne kadar
şanslı olduğunun farkında değildi. Ona göre her şey olması gerektiği
gibi, sıradan ve doğaldı.
Slater ailesinin ısrarlarına fazla dayanamayan Ruth sonunda
Daniel’m onu babasının arabasıyla eve bırakmasını kabul etti. Fakat
araba Venice Bulvarı’ndaki evin önünde durur durmaz kapıyı açıp
kendisini dışarı attı. Daniel’a hiçbir açıklama yapmadı. Ona Bill’den,
ilk ve son kez birlikte arabaya bindiği o caniden söz edemezdi. Ama
arabadan indikten sonra kaldırımda durup bekledi. Bunu gören Daniel
da arabadan inip Ruth’un yanına geldi.
Ruth, fotoğraf makinesi ve diğer gereçlerle dolu olan çantasını
önüne doğru çekmişti. Bu yüzden Daniel ona fazla yaklaşamadı.
“Yeniden görüşecek miyiz?”
“Okulda çıktığın bir kız yok mu?”
Daniel başını salladı ve alçak sesle, “Yok,” dedi. Sonra elini çe
kinerek Ruth ile arasındaki büyük çantaya uzattı ve çantanın omuz
askısıyla oynamaya başladı.
“Keşke...”
“Bilemiyorum.”
Ruth, Daniel’ın sözlerini kabaca kestiğinin farkındaydı.
Daniel, Ruth’a gülümsedi. “Keşke fotoğraflarına bakabilsem,” dedi.
Ruth cevap vermedi.
Daniel gülümsedi.
“Lafı değiştirmek için söylemiyorum, emin ol.”
“Öyle mi?”
“Hayır,” dedi Daniel ciddi bir ifadeyle. “Annemi teknedeyken görsen,
ne demek istediğimi anlarsın. Onu denizde görmeden tanımış sayılmaz
sın. Anladığım kadarıyla fotoğrafların da senin için aynı şey olmalı.”
“Öyleyse beni yarın akşam da yemeğe çağıracak mısın?”
“Elbette.” Daniel’ın gözleri ışıl ışıl parlamaya başladı.
“Şu sokak lambasına yaslan ve sakın kıpırdama.”
536
Luca Di Fulvio
O pazar akşamı, Daniel onu sinemaya davet ettiğinde Ruth hâlâ ok
yanusun tuzunu saçlarında hissediyordu. Sanki hâlâ teknenin suya
vurduğu an çıkardığı ses ve rüzgârın güçlü uğultusu kulaklarında
çınlıyor, okyanusun yüzeyinde parlayan güneş ışıltısı hâlâ gözlerini
alıyordu. Fakat kulağında çınlayan bir cümle bunların hepsinden daha
baskındı.
Bayan Slater ona, “A rtık sen de ailemizin bir bireyisin,” demişti.
“Üstelik boğulma tehlikesi bile atlatmadın.”
Daniel, “Ne düşünüyorsun?” diye sordu.
Ruth ona bakıp gülümsedi. Düşündüğü şeyi Daniel’a açıklaması
çok zordu. Anlayamazdı.
537
Rüya Dağıtan Çocuk
538
Luca Di Fulvio
539
Rüya Dağıtan Çocuk
“Ruth...”
Ruth başını çevirdi. Daniel gözlerinin içine bakarak yavaş yavaş
Ruth’a yaklaştı. Şimdi delikanlının kokusunu duyabiliyordu. Tertemiz,
taptaze çiçek kokusu. Aklına odasının çekmecelerine konan küçük
lavanta torbacıkları geldi. İnsanı ürkütmeyen, rahatsız etmeyen bir
koku. Tanıdık gelen, aile gibi kokan.
Daniel dudaklarını hafifçe Ruth’un dudaklarına değdirdi. Daniel
gibi kibar, diye düşündü Ruth. Kendini bu masum dokunuşun büyü
süne bıraktı. İlk öpüşmesiydi. Christmas’a vermek isteyip veremediği
en masum öpücüğü. Daniel elini kumdan çıkarıp Ruth’un ensesine
götürdü ve onu biraz daha kendisine çekti.
Ruth kalbinin giderek daha hızlı çarptığını fark etti. Kendini
Daniel’dan kurtarmak istedi ama delikanlının eli çok güçlüydü. Ani
den sanki bir daha hiç hareket edemeyeceğini hissetti. Gözlerini açtı.
Bulanık ama gittikçe güçlenen bir korku dalgası bedenini sarmaya
başlamıştı. Ancak Daniel’ın gözlerinin kapalı olduğunu ve kendinden
geçmiş bir halde onu öptüğünü gördü. Sarı perçemi gözlerinin üzerine
düşmüştü. Hayır, Bu Bili değildi, DanieFdı. Lavanta kokulu çocuk.
Yeniden gözlerini kapamayı denedi. O mis gibi lavanta kokusunu içine
çekti. Yavaş yavaş bedeni de tehlikede olmadığını anlıyordu ve korkusu
yok olmaya başlamıştı. Hafifçe dudaklarını araladı. Şiddetin değil,
kibarlığın tadım alıyordu. Geçmişini yenmişti işte. Kendini bu zevkin
akışına bırakmaya çalıştı.
Ancak o sırada Daniel omuzlarını okşamaya başladı ve güçlü eli
aşağı doğru inip Ruth’un bedenini tutkunun verdiği şiddetle kendisine
doğru çekti.
“Hayır!”
Ruth var gücüyle Daniel’ı itti. Elini tutup bedeninden uzaklaştırdı.
“Hayır.”
Gözlerine o eski korkusu yemden gelip yerleşmişti.
Daniel, “Ben...” diye kekeledi. “Ben... Sana zarar vermek istemedim.
Asla sana zarar vermem... Veremem.”
540
Luca Di Fulvio
541
61
Arty Short, ortadan kaybolmasından bir ay kadar sonra onu şans eseri
bulduğunda neredeyse tanımamıştı.
Kırmızı ışıkta durduğu zaman boş gözlerle etrafına bakınırken
bir grup serseri dikkatini çekti. Serserilerden biri bir kasanın üzerine
çıkmış, bağıra bağıra dünyanın sonunun geldiğini söylüyordu. Zayıf,
yüzünde hayatın bıraktığı derin çizgiler olan, içine şeytan girmiş gibi
bakan ve iyice çökmüş olan gözleri bu adam kıyamet gününden, Sodom,
Gomora ve Hollywood’dan söz ederken araya Nasıralı İsa’yı, Mısır’ın on
belasını ve Sunset Bulvarı’nı sıkıştırıyor, sonra İncil’den ve filmlerden
alıntılar yapıyordu. Douglas Fairbanks Jr.’dan Musa diye bahsediyor,
gazetelerin birinci sayfalarında yer almış skandalları anlatıyordu.
Felaket tellalının etrafını saran insanlarsa, duyduklarından iyice
umutsuzluğa kapılarak, ara sıra koro halinde, “Âmin!” diye bağırı
yorlardı. Bunu duyan yaşlı serseri kollarını göğe doğru uzatarak ilahi
yıldırımlardan, taş gibi yağan dolulardan, çekirge yağmurlarından
bahsediyordu.
Arty güldü. Ortada gülünecek bir durum olmadığını bile bile güldü.
Cezalandırıcı, yani altın yumurtlayan tavuk ortadan kaybolmuştu. Ve
tam da o günlerde -Hollywood’un en sevilen tecavüzcüsünün yeni
filmini sabırsızlıkla bekleyen müşterilerin baskısı yüzünden- ortağını
kaybettiğine artık iyice inanan Arty birkaç deneme filmi çekmişti.
Ama Cezalandırıcının vahşi kızgınlığını hiçbir suçluda bulamamıştı.
Kamera karşısında en acımasız cani bile beceriksiz, utangaç ve yapay
542
Luca Di Fulvio
543
Rüya Dağıtan Çocuk
544
Luca Di Fulvio
“Arty.”
A rty güldü.
“Evet, benim.”
“A rty Short.”
“Evet!”
Bili, A rty’den uzaklaştı ve çevresine bakındı. Birden gözlerini
korku bürüdü.
“Beni arıyorlar, Arty,” diye mırıldandı. “Beni elektrikli sandalyeye
oturtacaklar.” Yeniden korku dolu gözlerle çevresine bakındı. “Kaç-
malıyım.”
“Hayır, hayır, beni dinle Cochrann. Bana bak... Gözlerime bak.”
A rty yeniden Bill’i omuzlarından kavrayıp sıkıca tuttu.
“Polis bana da geldi. Seni saçma sapan bir şey için, bir hırsızlık
olayı yüzünden arıyorlar. Detroit’te Ford’dâ çalışan bir işçi kız senden
şikâyetçi olmuş. Onun parasını çalmışsın. Beni dinliyor musun, Coch
rann? Hepsi bu. Bu yüzden adamı elektrikli sandalyeye göndermezler.”
“Liv...”
“Evet, Liv.”
Bill’in bakışları yeniden bulanıklaştı. Kaşlarım çattı. Sanki anı
larının içinde kayboluyordu.
“Dinle, Cochrann...” Arty, Bill’i salladı. “Bana bak. Her şeyi yo
luna koyacağım... Merak etme. Hadi şimdi eve gidelim. Yıkanmalısın.
Karnını doyurmalısın. Elektrikli sandalye değil ama bu zayıflık seni
öldürebilir. Hadi, Cochrann. Herkes seni bekliyor. Herkes bana seni
soruyor. Hadi, bir sürü film yapmalıyız. Çok çalışmalıyız.”
Bili güldü- Uzak ve anlamsız bir gülüştü bu. Ama güldü.
Arty, kolunu Bill’in boynuna doladı ve kulağına, “Sinemaya döne
lim, Cezalandırıcı,” dedi. “Hollywood’a dönelim.”
Yaşlı serseri, Bill’in sahibi olduğunu anlatmak ister gibi bir elini
delikanlının omzuna koydu ve “Sodom ve Gomora!” diye bağırdı. Diğer
üç serseri de Bill’e yaklaşıp A rty ile onun arasına girmeye çalıştılar.
Arty, “Hay Allah’ın cezaları,” diye homurdandı. Sonra elini cebine
atıp bir avuç bozuk para çıkardı ve kaldırıma fırlattı.
545
Rüya Dağıtan Çocuk
546
Luca Di Fulvio
Arty, “Tamam,” dedi. Fakat hâlâ soru soran gözlerle Bill’in yüzüne
bakıyordu. “Benden sakladığın başka şeyler de mi var... Bili?” diye sordu.
Bili bir an ortağına sessizce baktı ve sonra omzuna bir yumruk
attı. “Yeniden başlamaya hazırım, Arty,” dedi.
“Hey! İşte senden duymak istediğim de buydu!”
“Sete geri dönmeye hazırım.”
“Yeni bir durum var.”
Bili irkildi. “Nasıl bir yenilik?”
“Sakin ol, ortak.” Arty güldü. “Filmlerimize daha fazla tat katacak
bir şey.”
“Yani?”
“Seslendirme, dostum. Seslendirme!”
“Seslendirme mi?”
“Evet. Bir ses teknisyeniyle anlaştım ve bir senkronizasyon stüdyosu
ile sözleşme yaptım.” Arty anlatırken iyice heyecanlanmaya başlamıştı.
Güldü. “Kurbanların çığlıklarını ve Cezalandırıcı’mn yumruk seslerini
artık seyirciler de duyabilecek!”
Bili, “Seslendirme...” diye tekrarladı.
“Evet.”
Arty, Bill’i kolundan tutup salonun penceresine götürdü. “Şimdi
şuna bak,” dedi. Pencerenin perdelerini açtı. “Bak, Bili.”
Kaldırımın kenarında pırıl pırıl bir LaSalle park edilmişti.
“Bu, o mu?”
“Evet, o.”
“Teşekkürler, Arty.”
“Eh, çok zor olmadı.” Arty etrafta birileri varmış gibi sesini alçalttı.
“Ancak halledemediğim bir sorun var.”
“Müşteriler seni Coehrann Fennore olarak tanıyor. Onlara ismini
neden değiştirdiğini anlatamayız, öyle değil mi? Bir süre ortalarda
görünmesen daha iyi olur gibime geliyor. Bir zamanlar olduğu gibi,
onlarla yine ben ilgilenirim.”
547
Rüya Dağıtan Çocuk
548
Luca Di Fulvio
Kız daha ilk tokatta ağlamaya başladı. İlk yumruktan sonra da çığlıklar
atıyordu. Ses teknisyeni, A rty’ye kızı çok net duyduğunu ve kaydın
mükemmel olacağını işaret etti. A rty memnun bir ifadeyle ellerini
ovuşturdu. Seslendirme yaparak daha çok para kazanacağı kuşkusuzdu
ve bunun yüzde yetmişi de cebine girecekti.
Sahne mükemmel bir şekilde devam ediyordu. Kız kamera arka
sında olduğundan daha küçük görünüyordu. Arty onu bir okul öğrencisi
gibi giydirmişti; dizine kadar gelen beyaz çoraplar, beyaz pamuk iç
çamaşırları. Kızı kadınsı yapacak jartiyerler, seksi iç çamaşırları bu role
uygun değildi. O sadece küçücük, masum bir genç kızdı. Cezalandırıcı,
kızın karnına bir tekme atıp eteğini yırtarken keyifle kıkırdadı. Kız
çıldırmış gibi bağırıyor, doğal bir saflıkla çıplak bacaklarım örtmeye
çalışıyordu. A rty onun bakire bile olabileceğini düşündü.
Cezalandırıcı, kızı saçlarından kavradı ve yatağa fırlattı. Yatak,
A rty tarafından özellikle tek kişilik seçilmişti. Sette kurulan oda tam
liseli bir kızın yatak odası gibiydi.
A rty gülümseyerek Bill’i izlemeye devam ediyordu. Cezalandırıcı,
önce kızın üstündeki süveteri çıkardı, sonra da gömleğini yırttı. Kızda
sütyen yoktu. Giydiği ince, pamuk faniladan yeni tomurcuklanan gö
ğüsleri belli oluyordu.
A rty kendi kendine, “Güzel, şimdi onu bir güzel becer,” dedi.
549
Rüya Dağıtan Çocuk
550
Luca Di Fulvio
551
Rüya Dağıtan Çocuk
552
Luca Di Fulvio
553
Rüya Dağıtan Çocuk
554
Luca Di Fulvio
555
62
556
Luca Di Fulvio
557
Rüya Dağıtan Çocuk
558
Luca Di Fulvio
559
Rüya Dağıtan Çocuk
560
Luca Di Fulvio
561
Rüya Dağıtan Çocuk
562
Luca Di Fulvio
563
Rüya Dağıtan Çocuk
564
Luca Di Fulvio
565
Rüya Dağıtan Çocuk
Üçüncü tuşu aradı gözleri. İşte, bastığı ilk tuşun yanındaydı. Hemen
yanında. Aynı sırada. Ona da bastı. Sonra dördüncü tuşu aradı. O da
bir alttaki sıradaydı. Üçüncüyle ikinci tuşun arasında. Bu dört harf
kendi aralarında birbirlerine özel bir uyumla bağlıydılar sanki. Bir
aşağı, bir yukarı.
RUTH.
Christmas yazı makinesinin üzerine eğilerek bir süre bu harflere
baktı. Sonra geri çekildi, koltuğuna iyice yerleşti ve yazmaya başladı.
566
63
567
Rüya Dağıtan Çocuk
568
Luca Di Fulvio
569
Rüya Dağıtan Çocuk
570
Luca Di Fulvio
571
Rüya Dağıtan Çocuk
572
Luca Di Fulvio
573
Rüya Dağıtan Çocuk
574
Luca Di Fulvio
575
Rüya Dağıtan Çocuk
576
Luca Di Fulvio
577
Rüya Dağıtan Çocuk
578
Luca Di Fulvio
579
Rüya Dağıtan Çocuk
“Sanırım öyle...”
Ruth, Christmas’m gözlerine baktı. Galiba şimdi korkuyordu.
“Ruth...”
Ya Bili tekrar aklına gelirse? Ya onunla olduğu gibi acı duyarsa?
Ya yapacağı şey Bill’le olduğu kadar utandırıcı, onunla olduğu kadar
iğrenç bir şeyse? Ruth gözlerini kapadı. Yeniden açmaktan ve karşı
sında Bill’i görmekten korkuyordu.
Christmas, Ruth’a baktı. Ellerini kendi ellerinin arasına aldı. Ama
bu kez genç kızı tutkuyla kendisine doğru çekmedi.
“Korkuyorum, Ruth...” dedi alçak sesle.
Ruth gözlerini açtı. O an Christmas, uzun zamandır vazgeçmeden
sevdiği kızın gözlerinde de aynı korkuyu gördü.
Ruth’un ellerini bıraktı, gidip yatağın ucuna oturdu. Birkaç dakika
kımıldamadan, sessizce oturdu. Sonra kendisini turuncu yatak örtüsünün
üzerine attı ve bacaklarını karnına doğru çekti. Sırtı Ruth’a dönüktü.
“Korkuyorum...” diye tekrarladı.
Ruth bir an ne yapacağını bilemeden kalakaldı. Öfkelenmeye baş
ladığını hissetti. O korku denen şey sadece kendi tekelindeydi, sanki
sadece kendisine yakışırdı. Ama hemen bu düşünceyi kafasından attı.
Christmas korktuğunu söylemişti. Ondan korkuyordu. Ya da ikisinden.
Yavaşça gidip yatağa oturdu ve Christmas’m sırtını okşadı. Sonra
parmaklarını saçlarının arasında gezdirdi. Christmas kımıldamıyordu.
Ruth, Christmas’ın kendi kabuğuna çekilmesine izin vermemesi ge
rektiğini düşündü. Sonra o kabuktan çıkmak yıllarını alabilirdi.
Christmas’a yaklaştı, arkasına geçip kollarını beline doladı ve başını
sırtına koydu. Christmas yavaşça elini kaldırıp Ruth’un elini tuttu,
önce göğsüne koydu sonra da dudaklarına götürüp öptü. Ruth elini
geri çekmedi. O elinin, Bill’in sakatladığı eli olduğu da aklına gelmedi.
Şimdi o el Christmas’a aitti, kendisine bile değil. Çünkü hep Christmas’a
ait olmuştu. Onunla beraberken utanmasına gerek yoktu. Çünkü şu
an kendisini kirletilmiş hissetmiyordu. Christmas’a daha sıkı sarıldı.
Şimdi bedenindeki sıcaklık da Christmas’m sıcaklığı idi. Sanki ikisi
de o anı yaşamak için doğmuşlardı. Sanki her şey o kadar doğal, o
kadar olması gerektiği gibiydi.
580
Luca Di Fulvio
581
Rüya Dağıtan Çocuk
böylesine bir arzu hissetmeyi, böylesine bir zevk almayı hiç tahmin
etmediği bacak arasına doğru kaydırdı.
Yıllardır korkan ve susan, ama artık bir kadın olduğunu keşfeden
Ruth, Christmas’m elinin o gizli yere değdiğini hissederken korkusunun
yoğun bir sıvının içinde çözülerek yok oluşunu dinledi.
582
64
583
Rüya Dağıtan Çocuk
584
Luca Di Fulvio
585
Rüya Dağıtan Çocuk
586
Luca Di Fulvio
587
Rüya Dağıtan Çocuk
588
Luca Di Fulvio
589
Rüya Dağıtan Çocuk
590
Luca Di Fulvio
591
Rüya Dağıtan Çocuk
592
Luca Di Fulvio
593
Rüya Dağıtan Çocuk
594
Luca Di Fulvio
595
65
Manhattan, 1928
596
Luca Di Fulvio
“Hah, evet... Aynen öyle. Neyse, eve bir şeyler getirdi...” Adamın
sesi titriyordu. “Yani demek istediğim... Garip olan, evden bir şey gö
türmedi, aksine bir şeyler getirdi.”
Christmas çocuğa gülümsedi. “İyi yapmışsın, Neil,” dedi. “Şimdi
on birinci kata çıkalım.”
Neil gülümsedi.
“Biliyorum, efendim... Sürekli sizi dinliyorum. Yarın gece başlı
yorsunuz, değil mi?”
Christmas bir şey söylemeden, dalgın dalgın çocuğa baktı. Sadece
iki hafta geçmişti ve bundan önceki hayatı ona çok uzak ve bir o kadar
da yabancıydı. Başka birinin hayatı gibi.
“Saat yedi buçukta, değil mi?”
“Ne?”
“Yayınınız... Her zamanki gibi saat yedi buçukta, değil mi?”
“Ah, evet...” dedi Christmas. Nasıl olup da o eski coşkusuyla cevap
verdiğine kendisi de şaşırdı. Nasıl bir saniye Ruth’u düşünmeyi bırakmış
ve aklına o eski heyecanı gelmişti... Şimdi -h er ne kadar onu kaybetmiş
olsa d a - aralarındaki bağın çok daha güçlü olduğunun farkındaydı.
“Evet, saat yedi buçukta... Her zamanki gibi.”
Asansör kata gelince sıçrayarak durdu. Çocuk kapıyı açtı ve Christ
mas valizini alıp yorgun adımlarla dairesine doğru yürümeye başladı.
Asansör görevlisi çocuk, arkasından neşeyle bağırdı: “İyi akşamlar,
NewYork!”
Christmas dönüp çocuğa baktı. Gülümsedi, başıyla selam verdi
ve sonra cebinden anahtarlarını çıkardı.
Eve girince elindeki valizi hemen girişe bıraktı ve hemen Central
Park’a bakan pencereye gitti. Pencerenin önüne ceviz bir çalışma masası
ve bir de döner koltuk konmuştu. Christmas masaya yaklaştı. Üzerinde
Underwood Standard Portable marka bir yazı makinesi duruyordu.
Eğilip makineye takılı kâğıdı okudu.
annen Şmdi bir de saçmalıklarını yaZdığım söylüyor Madem ya-
zacaksn bari çalışma masan ve daktilon olsun değil mi sidikli
Christmas gülümsedi ve koltuğa oturup okumaya devam etti.
597
Rüya Dağıtan Çocuk
598
Luca Di Fulvio
599
Rüya Dağıtan Çocuk
600
Luca Di Fulvio
601
Rüya Dağıtan Çocuk
602
Luca Di Fulvio
603
Rüya Dağıtan Çocuk
Kari, “Ben de onlarla gidiyorum,” dedi. “Aklımda CKC ile ilgili bir
sürü program var. Sıcağı sıcağına onlarla konuşmalıyım.”
Cyril, Karl’ın da arabaya binmesini bekledi ve ardından gülerek,
“Adam doğuştan yönetici,” dedi. “Başka hiçbir şey düşünmüyor.”
Sonra Christmas’a bir dirsek atıp devriye arabasının yanında duran
polisleri işaret etti ve içlerinde en yaşlı olanın yanma gitti.
Alaycı bir gülümsemeyle, “Affedersiniz, memur bey. Acaba saat kaç?”
diye sordu. Sonra elini çatıya doğru uzattı ve “Bilirsiniz, biz zenciler
çok aptalız. Kalkıp çalışmayan bir saat diktik çatının tepesine,” dedi.
Polisin yüzü gerildi, sağ yanağındaki bir kas seğirmeye başladı.
Çevredeki zenciler gülmeye başladılar ve hep bir ağızdan, “Saat
kaç, memur bey?” diye bağırarak arabaların etrafını sardılar.
Diğer üç polis memuru hemen ellerini bellerindeki silahlara gö
türdü. Yaşlı polis sakin bir ifadeyle, “Saçma bir şey yapmayın,” dedi.
“Bu ahmaklarla ben ilgilenirim.”
Polis memuru dayandığı yerden doğruldu, yolun ortasına kadar
geldi. Başını kaldırıp yukarıya baktı. “Epey bir süredir bizimle dalga
geçtiğinizi kabul etmeliyiz,” dedi yüksek sesle.
Kalabalık güldü. Diğer polisler de ellerini silahlarından çekip gü-
lüyormuş gibi yaptılar.
Halkın arasından biri, “Saat kaç, memur bey?” diye sordu.
Yaşlı polisin yüzü aniden asıldı ve sesin geldiği yöne döndü. Sonra
hemen yumuşadı. Başını sallayarak gülümsedi ve şapkasını çıkarıp
seyrek saçlarını düzeltti. Sonra kalabalığa baktı.
“Burada hep yedi otuz olacak,” dedi.
Kalabalıktan hoşnut sesler ve gülüşmeler yükseldi, sonra da memuru
alkışlamaya başladılar. Polis de güldü ve arkadaşlarının yanma döndü.
“Hadi gidelim buradan. Zencilerin bu leş gibi kokusu midemi bu
landırıyor.”
Arabaya bindi, motoru çalıştırdı ve iki yana açılan kalabalığın
arasından -peşinden gelen diğer polis arabasıyla birlikte- geçti.
Yanında oturan polis memuru, “Büyük adamsın, Charlie,” dedi
gülerek.
604
Luca Di Fulvio
605
Rüya Dağıtan Çocuk
yok mu?” Calabrialımn tam önünde durup ona yan yan baktı. “Sadece
İtalyanların, Yahudilerin veya İrlandalIların mı yüreği var?”
“Çekil ayağımın altından, pezevenk,” dedi Calabrialı.
“Sen benim mıntıkamdasın, bok herif!” diye çıkıştı zenci.
O sırada Cyril ikisinin arasına girdi.
“Tamam, tamam... Kesin sesinizi. Gidin başka yerde hesaplaşın!”
Calabrialı, zenciye ters ters baktı. “Görüşürüz, pezevenk!” dedi ve
kendinden emin adımlarla uzaklaştı.
Zenci de onun arkasından, “Ne zaman istersen,” diye bağırdı.
Cyril, Christmas’m koluna girdi ve birlikte binaya doğru ilerlediler.
“Ben de bir ev aldım, Christmas. Çok büyük bir ev. Harlem’de evler
sudan ucuz,” dedi. Bir zamanlar Bessie’nin olan ama şimdi tamamen
CKC’nin merkezi haline gelen dairenin kapısını açtı. “Bessie artık bi
zimle kalıyor. Sonuçta onlar da bizim aileden.”
Cyril kapıyı ardına kadar açıp Christmas’ın girmesini bekledi. Daire
boya kokuyordu. Her taraf açılmamış kutularla doluydu. Tavandan,
duvar diplerinden kablolar geçiyordu.
Cyril gururla, “Henüz bir boka benzemiyor ama yakında harika
bir yer olacak.”
Sonra kutulardan birini açtı ve bir mikrofon çıkardı. “Bu senin,”
dedi. “Çok hassas bir alet.”
Christmas etrafına bakındı. Evim, diye düşündü. Evime döndüm.
Cyril, Christmas’m yüzüne bakmadan, “Onu buldun mu?” diye sordu.
“Tiyatro için oyunlar yazmaya karar verdim.”
Cyril ona sessizce baktı. Christmas dairenin içinde dolaştı. Bazı
kutuları açtı. Yepyeni, modern ekipmana baktı. “Ondan söz etmek
istemiyorum,” dedi.
Cyril, kırık dökük bir sandalyeye oturdu. Yüzünü ekşiterek parmak
larını ovuşturmaya başladı. Kısa bir sessizlikten sonra başını kaldırıp
Christmas’a gülümsedi. “Tiyatro, ha?” dedi. “Güzel. Tiyatroyu ben de
çok severim.”
606
66
Manhattan, 1928
607
Rüya Dağıtan Çocuk
608
Luca Di Fulvio
daki desteden bir kâğıt daha aldı, makineye yerleştirdi. Bir süre beyaz
kâğıda baktı. Sonra gözlerini kapadı.
Aşağı Doğu Yakası’ndaki bir evi düşündü. Yere oturmuş bir kadın,
sırtını eski püskü divana dayamış, ağlıyordu. Elinde de bir fotoğraf
vardı. Gözyaşları fotoğrafı ıslatmıştı. Bunu gören kadın fotoğrafı kal
bine bastırdı. Genç ve güzel bir kadındı. O sırada kapı çalındı ve içeri
bir adam girdi. Yüzü gölgedeydi. Yerinden hiç kımıldamadan ağlayan
kadına bakıyordu. Kadın başını kaldırıp adama baktı. “Onu vurdular,”
diye hıçkırdı. “Güzel Sonny’mi bilardo salonunda vurdular.” Bunun
üzerine adam genç kadının yanma gidip ona sarıldı. Seyirciler ara
sında bir uğultu başladı, adamı tanımışlardı; az önce bilardo salonuna
saldıran katildi. Adam, kadının başmı göğsüne yasladı ve saçlarını
okşayarak, “Onu vuran şerefsizi bulacağım,” dedi. Yeniden karanlık
ve alkışlar, alkışlar...
Christmas, evin detaylarını, kadının yüzünü ayrıntılarıyla yaz
maya devam etti. Son satırlara geldiğinde başını kâğıttan kaldırdı ve
yazmaya karar verdiğinden beri parktaki banka bir kez olsun dönüp
bakmadığını fark etti. Oysa bu evi sırf o bankı görebilmek için almıştı.
Kendisini rahatsız hissetti, sanki Ruth’u aldatmıştı.
Hızla sahnenin sonunu yazıp bitirdi, kâğıdı makineden çıkarıp
yerine yenisini taktı.
Sonra evden çıktı ve CKC’ye doğru yürümeye başladı. Birazdan
programı başlayacaktı. Ancak parktan geçmedi, hâlâ içindeki o ra
hatsızlık devam ediyordu. Omuzlarını silkti. Yazıyordum, diye geçirdi
aklından. A rtık bir görevi vardı; tiyatro için oyunlar yazmak. Artık
olmayan birini düşünmeye devam edemezdi. Bu olanları isteyen kendisi
değildi. Ruth’u aramış ve onu hiç kimseyi arzulamadığı kadar arzula-
mıştı. Oysa Ruth ondan kaçmış, onu kandırmıştı. Şimdi o, Christmas
Luminita idi; zengin, ünlü, önemli ve her gün binlerce aşk mektubu
alan bir adam. A rtık kendi hayatı, kendi kariyeri ile ilgilenmeli ve
önüne bakmalıydı.
Program bittiği zaman, yüzünde kibirli bir ifadeyle, “Nasıldı?”
diye sordu.
Kari, “Biraz paslanmış gibisin,” dedi.
609
Rüya Dağıtan Çocuk
610
Luca Di Fulvio
aniden arkasını dönüp stüdyodan çıktı. Yolda, tanıdık bir Ford Model
T gördü.
“Santo!” diye seslendi. Kendini neşeli göstermeye çalışarak zoraki
güldü ve arabanın kapısını açtı. “Ne işin var burada?”
“Seni görmeye geldim, patron.” Santo, arabasının direksiyona vu
rarak, “Adam kaçırdığımız o günleri nasıl özlüyorum, bir bilsen,” dedi.
Christmas güldü. Dirseklerini arabanın üstüne dayayıp, “Evet,”
dedi. “Şimdi ise beni görmek için kapıya gelip kuyruk oluyorlar.”
Santo gururla güldü. “Büyük adamsın,” dedi.
“Bugünkü programı dinledin mi?”
“Ne mümkün! Çalışıyordum, çok üzgünüm. Ama Carmelina kesin
dinlemiştir...”
Christmas, Santo’nun sözünü kesti: “Mükemmeldi. Yine herkesi
avucumun içine aldım.”
Santo, arkadaşına hayranlıkla baktı. “Yeni bir ev aldım, biliyor
musun?” dedi.
Christmas dalgın gözlerle, “Sahi mi?” diye sordu.
“Brooklyn’de... Ömür boyu taksit ödeyeceğim ama çok güzel bir
ev. İki katlı.”
“Tebrikler...”
“Görmek ister misin?” Santo heyecanlanmıştı. “Hatta akşam ye
meğini birlikte yiyelim mi? Carmelina çok sevinir.”
“Hayır, ben...”
“Hadi ama patron. İtalyan mutfağı.”
“Hayır, Santo.” Christmas dirseklerini arabanın üstünde çekti ve
ellerini cebine soktu. “Maalesef gidip birileriyle görüşmem gerekiyor.
Bilirsin işte.”
Santo’nun yüzü hayal kırıklığıyla gölgelendi ama hemen toparlanıp
gülümsedi.
“Doğru ya, sen önemli bir adamsın. Önceden randevu almak ge
rekiyordu.”
Christmas utanmıştı. “Önümüzdeki günlerden birinde sizi ziyarete
gelirim,” dedi.
611
Rüya Dağıtan Çocuk
“Gerçekten mi?”
“Söz veriyorum.” Christmas bir ayağını hafifçe kaldırdı. “İlk fır
satta Brooklyn’deyim.”
Santo, idolüne hayran hayran baktı. “Seni özlüyorum, patron,”
dedi. “Söylesene, kodese girdiğimiz geceyi hatırlıyor musun? Hani
bir keresinde de...”
Christmas kabaca, “Gitmeliyim, Santo,” dedi.
“Öyleyse bize geldiğin zaman eskilerden konuşuruz. Söz verdin
bak, unutma!”
“Söz.”
Santo neşeli bir ifadeyle, “Biz kimiz?” diye bağırdı.
Christmas heyecansız bir ses tonuyla, “Diamond Dogs,” diye cevap
verdi.
“Evet! Bize Diamond Dogs derler!”
Christmas gülümsedi. “Hadi git artık. Carmelina seni merak eder.”
Santo motoru çalıştırdı. “Diamond Dogs,” diye mırıldandı. Sonra
Christmas’a bakıp, “Karşılaşmasaydık hayatım bir boka benzemeye
cekti, patron,” dedi. “Bunu biliyor musun?”
“Hadi bas git, koca kafa.” Christmas arabanın üstüne vurdu. Santo
gülümseyerek Christmas’a selam verdi ve hareket etti.
Christmas yolun ortasında durup Santo’nun gözden kayboluşunu
izledi.
“Mükemmel bir program oldu,” dedi kendi kendine. “Tüm dinle
yenleri avucumun içine aldım.”
O sırada arkasından gelen sesleri duydu. Dönüp baktı. Cyril ve
Kari birbirleriyle şakalaşarak kapıdan çıkıyorlardı. Christmas hemen
karanlık bir köşeye saklandı ve onların uzaklaşmasını bekledi. Sonra
ağır ve yorgun adımlarla eve döndü. Tek başına. Sadece sırtındaki
kabuğuyla.
Yazı makinesinin başına oturdu. Underwood’a beyaz bir kâğıt taktı
ve tuşlara basmaya başladı. Katil, kadının sevdiği adamı öldürmüştü.
Şimdiyse onu yatağa atmaya çalışıyordu. Ve o adi herif kadını baştan
çıkarmaya çalışırken vurduğu adamın en yakın arkadaşı olduğu or
612
Luca Di Fulvio
taya çıkıyordu. “Hayat bok gibi,” diyordu. “Bok gibi bir hayat yaşıyor,
sonra da ölüyorsun.”
Karanlık, alkışlar, alkışlar... Ve sonraki sahne.
Christmas kâğıdı makineden çıkardı ve diğerlerinin üzerine koydu.
Gözlerini ovuşturdu. Çok yorgun ve çok huzursuzdu. Midesinde adeta
bir taş oturuyordu. Sürekli Cyril’in sözlerini düşünüyordu. Ona, şişiril
miş balon, demişti. Bu sözler onu incitmemişti, çünkü kaim bir zırhı
vardı. Üstelik zenci bir tamircinin saçmalıklarını dinlemekten daha
önemli işleri vardı. Brooklyn’deki iki katlı boğucu bir evde, Santo ve
Carmelina ile yemek yemekten daha iyi şeyler yapabilirdi. A rtık o bir
yazardı, bir oyun yazarı. Pencereden dışarı baktı. Karanlık bir geceydi
ve parktaki bank gözükmüyordu. Onun da önemi yoktu. Öfkeyle ye
rinden fırladı, döner koltuk yere düştü. Pencereyi açtı ve “Hiçbir şey
umurumda değil!” diye bağırdı. Sonra pencereyi kapadı, koltuğu yerden
kaldırdı ve yerine oturup makineye yeni bir kâğıt taktı.
Önce karanlık. Sonra ışık. Bir polis merkezi. Kadın, bir masanın
önünde oturuyor. Genç bir kadın dedektif ona sorular soruyor. Kadın,
soruları tek heceli kelimelerle cevaplıyor. Sonra dedektif ona, seyircilerin
katil olduğunu bildiği adamı tanıyıp tanımadığını soruyor. Genç kadın,
dedektife bakıyor. “Evet,” diyor. “Sonny’min en yakın arkadaşıydı.” O
zaman dedektif kaşlarını çatıyor...
Christmas aniden, “Neler saçmalıyorum?” diye bağırdı ve kâğıdı
makineden çekip yırttı. “Ne saçma sapan şeyler bunlar!”
Yeni bir kâğıt aldı ve makineye taktı.
Önce karanlık. Sonra ışıklar yanar. Şafak vaktidir. Red Hook’taki
inşaatın önünde iki araba durmaktadır. Birinden katil iner, diğerinden
tıknaz bir mafya babası. El sıkışırlar. Mafya babası, “Güzel iş çıkar
dın,” der. Katil, bir şey demeden silahını okşar. Patron, adamlarından
birine işaret eder. Gangster arabanın bagajını açar, içinden bir paket
çıkarır ve götürüp katile verir. Katil paketi açar, içi para doludur. O
parayı sayarken mafya babası silahım çeker, katilin ensesine dayar ve
ateş eder. Katil yüzükoyun yere yığılır. Gangster yere saçılan paraları
toplar, patronuna uzatır. Sonra birlikte arabaya binerler.
Karanlık, alkışlar... Sahne biter.
613
Rüya Dağıtan Çocuk
Christmas gerindi. Bir elini boynuna götürüp masaj yaptı. Sonra derin
bir nefes aldı. Bir süre kımıldamadan oturdu. Sanki artık çıkarılacak
bir ses kalmamıştı, kımıldaması ya da düşünmesi için bir neden yoktu.
Artık Cyril yoktu, Kari yoktu. Santo ve Carmelina da yoktu. Hiç kimse
ve hiçbir şey yoktu. Diamond Dogs yoktu. Ne Hollywood ne radyo ne
de hayran mektupları. Ne gazeteler onlardan söz ediyor ne de banka
hesabına her gün yeni meblağlar ekleniyordu. Belki artık kendisi de
yoktu. Şişirilmiş bir balon. Kendi kendinin karikatürü.
Pencereden karanlık parka baktı. Onların aylarca oturduğu bank
yoktu, New York şehri yoktu. Sadece tüm dünyayı ondan, onu da tüm
dünyadan gizleyen kabuğu vardı.
Sadece acısı vardı; bir bulaşıcı hastalık ya da kanser gibi içinde
haykıran acısı. O kabuğun içinde zaten bundan başka bir şey yoktu.
Bir tek Ruth vardı.
Ve artık o da yoktu.
Christmas yerinden kalktı ve ağır ağır yürüyerek evden çıktı. Par
kın girişinde durdu. Şu an bankı görmek istemiyordu ama orada, iki
adım ötesinde olduğunu biliyordu. Sadece bir adım atması, ayaklarının
çimlere değmesi yeterliydi. Ama yapmadı. Hareket etmeden durdu.
Gözyaşları yanaklarından süzülmeye ve kabuğunu kırmaya başladı.
Hemen arkasını dönüp evine, o boş eve geri döndü. Masanın üze
rinden yazdığı hikâyeleri aldı ve hepsini tek tek yırttı. Sonra Under-
wood yazı makinesini alıp hızla duvara çarptı. Bağıra bağıra ağlayarak
kendisini yatağa attı. Bir süre sonra derin bir uykuya daldı.
Ertesi sabah uyandığında ne banyo yaptı ne de üstünü değiştirdi.
Bir tarafı ezilmiş, tuşlarının çoğu yerinden fırlamış yazı makinesine
dönüp bakmadan yerlere saçılmış kâğıt parçalarının üstüne basarak
evden çıktı. Bir kafeye girdi ve sert bir kahve istedi. Sonra annesine
gitmeye karar verdi. Kafeden çıkıp Broadway’e doğru yürümeye başladı.
O sırada karşı kaldırımdaki bir gazeteci çocuk elindeki gazeteyi
havaya doğru sallayarak bağırıyordu: “Rothstein’ı vurdular! Büyük
Patron çok ağır yaralı!”
Christmas yüzüne tokat yemiş gibi oldu. Trafiğe aldırmadan karşıya
geçti ve gazeteci çocuğa yetişip elindeki gazeteyi kaptı.
614
Luca Di Fulvio
615
Rüya Dağıtan Çocuk
616
Luca Di Fulvio
617
Rüya Dağıtan Çocuk
618
Luca Di Fulvio
619
Rüya Dağıtan Çocuk
620
67
621
Rüya Dağıtan Çocuk
gününe denk gelen düğün olursa o zaman Ruth da Barry ile birlikte
gidiyor ve ona yardım ediyordu. Ancak Barry’nin daha önemli bir işi
çıkmışsa Ruth tek başına çekime gidiyordu.
Önceleri boş zamanında ne yapacağını bilemiyordu. Minicik daire
sinde yalnız başına oturuyor, gece yatağa girince de sık sık Christmas’ı,
onun teninde gezen ellerini düşünüyordu. Kaçtım çünkü hazır değildim,
diyordu hep kendi kendine. Böylece düşüncelerinin susacağını sanı
yordu. Ancak yalnızlığının sessizliğinde anılar, eski ve yeni duygular
birer çığlık halini alıyordu. Kısa bir süre sonra sürekli evde kapalı
kalmak bu çığlıkları dayanılmaz hale getirmişti.
Böylece eline Leica’sını alıp San Diego sokaklarında dolaşmaya
başladı. Ve bir gün kendisini deniz kıyısında buldu. Doğada gördüğü
her şeyin fotoğrafını çekmeye başladı. Ama sesler, düşünceler, anılar ve
tutkular bir türlü susmuyordu. Zaman zaman hepsini daha az duyuyor,
umursamamayı becerebiliyordu. Ancak bu anlar çok kısa sürüyordu.
Hemen sorular ardı ardına beynine üşüşüyordu. Anılar onu yaşadığı
yerden alıp götürüyordu. Bazen Christmas’tan uzaklaşmak için Daniel’ı
düşünüyordu. Havada, Slater ailesinin rahatlatıcı lavanta kokusunu
arıyordu. Ama bu çabası da kısa sürüyordu.
Bir gün Barry, Tijuana’daki bir düğünün fotoğraflarını çekmek için
sınırı geçeceklerini söyledi. Ruth, en azından o gün düşüncelerinden
kurtulacağına sevinerek hazırlandı.
Sınıra yaklaştıkları sırada ters yönden gelen bir kamyonet gördü.
Arkasından da siren çalan bir polis arabası geliyordu. Ruth birden
polislerden birinin camdan elini çıkarıp ateş etmeye başladığını gördü.
Kamyonet yan yattı ve yolun kenarına sürüklendi. Barry hemen durdu.
Ruth arabadan inip fotoğraf çekmeye başladı. Alnından yaralanmış
bir kadın, elleri havada araçtan dışarı çıkıyordu. Arkasında gözleri
korkuyla açılmış iki çocuk göründü. Onların arkasından da iki adam
çıktı. Açık renk pantolonları leş gibiydi ve paçaları ayak bileklerini
açıkta bırakacak şekilde kısaydı. Ruth tek tek hepsinin fotoğrafını çekti.
Sonra iki polisin kadını iterek yere düşürmelerini çekti. Çocuklardan
biri, annesini korumak için polislerden birinin üzerine atladı ve adamı
yumruklamaya başladı. Polis, çocuğa bir tekme attı. Adamlardan biri
çocuğa doğru fırlamak istedi. Ama diğer polis, silahının kabzasıyla
622
Luca Di Fulvio
623
Rüya Dağıtan Çocuk
rinde gördüğü bir şeyler vardı. Sancılı bir dinginlik gibi, onu hem
hüzünlendiren hem de yüreklendiren bir şey.
Ancak bu çelişki, içinde anlam veremediği o şey ortaya çıkınca
kayboldu. Olanca netliğiyle Ruth’un içinde patlayınca, Ruth bir daha
Tijuana’ya gitmeye, demir parmaklıklar arkasındaki gözlerin fotoğ
raflarını çekmeye cesaret edemedi. Korkuyordu. Yeniden korkmaya
başlamıştı. O günden sonra anıları ve duyguları daha büyük birer
acıya dönüştü.
İki hafta sonra Ruth, bir bahane uydurarak Barry’den birkaç gün
izin istedi. Los Angeles’a giden otobüse atladı ve oradan da Newhall’a
geçti. Günlerden pazar değildi ama kendisinin de bir süre kapalı kaldığı
Newhall Kadın Ruh Sağlığı Merkezi’nin kapıları ona açıldı ve Bayan
Bailey’yi görmesine izin verildi.
Ruth, her zamanki gibi, Bayan Bailey’yi pencerenin önünde, kendi
dünyasında kaybolmuş bir halde buldu. Sessizce yanma oturdu ve
ellerini kendi ellerinin araşma aldı. Bayan Bailey hiçbir tepki vermedi.
Bir süre sonra Ruth, “Günün birinde yeniden kapana kısılmaktan
korkuyorum,” dedi. “Ne yapmalıyım?”
Bayan Bailey, hiçbir şey görmeden dışarı bakmaya devam etti.
Ruth, bir saat kadar kadının yanında sessizce oturdu. Sonra ellerini
yavaşça geri çekti ve ayağa kalkıp kapıya doğru ilerledi.
Sonra Bayan Bailey ansızın, “Bir gün, küçük bir çocuk...” diye
konuşmaya başladı. “Kanarya satan bir adamın oğlu, tüm kanaryaları
serbest bırakmaya karar vermiş...”
Ruth durdu, elini kapının tokmağından çekmeden kadına kulak
verdi.
“Bütün kafeslerin kapılarını açmış ve kanaryalar, gökyüzünü neşeli
sesleriyle doldurarak uçup gitmişler. Biri hariç. Hepsinden daha yaşlı,
hatta çocuktan bile önce doğmuş, Aquila adında bir kanarya kafesinden
çıkmamış. Çocuk omuzlarını silkmiş. Er veya geç o da uçup gidecektir
diye düşünmüş. Ancak akşam olduğunda kanarya hâlâ kafesindeymiş.
Açık kapıdan uzak bir yerde oturuyormuş. Çocuk, açlığın ve susuzlu
ğun kanaryayı dışarı çıkaracağını düşünerek hem suluğunu hem de
yem kabını kafesten çıkarıp almış. Ancak ertesi sabah kanaryayı yine
kafesin içinde bulmuş. Sertleşmiş bedeni kafesin dibinde, minik ayak
624
Luca Di Fulvio
Eğer A rty onu aldatacağını sanıyorsa büyük bir hata yapıyordu. İki
ay önce, “Bitti,” demişti Bill’e. “Cezalandırıcı bitti, kokain bitti.” Ama
Bili hiçbir şeyin bitmediğini biliyordu. O isteyene kadar da bitme
yecekti. A rty artık fazla kazanmadıklarını söylüyordu. Saçma! Bili,
A rty’nin onun yerine başkasını düşündüğünü biliyordu. Deri maskeyi
başkasının kafasına geçirince her şeyi halledeceğini sanıyordu. Ama
Cezalandırıcı sadece bir maske değildi, maskenin arkasındaki kişiydi.
Arty hâlâ paranın oluk gibi akacağını sanıyordu. Yanılıyordu. Bili buna
asla izin vermeyecekti.
İlk kez, Arty kendisini o Meksikalı fahişeyi becerirken gördüğünde
Bili onu öldürmeyi düşünmüştü. Bu, A rty’nin kaçınılmaz kaderiydi;
ölümü Bill’in elinden olacaktı. Hayatta kalmasının tek nedeni, Bill’e
cennetin kapılarını açmasıydı. Ama artık görevi bitmişti.
Bili, yüksek bir doz kokain çektikten sonra, “Canın cehenneme,
Arty,” dedi. “Asıl benim sana ihtiyacım yok.”
Küçük cam şişeyi kapadı ve cebine attı. Derin bir nefes aldı, diş
lerini gıcırdattı. Onu hissediyordu. Bedenine yayıldığını hissediyordu.
Sabahki hepsinden güzeldi. İlk dozu yataktan kalkmak için almıştı.
625
Rüya Dağıtan Çocuk
626
Luca Di Fulvio
627
Rüya Dağıtan Çocuk
628
Luca Di Fulvio
629
Rüya Dağıtan Çocuk
Bu sırada kadın, elinde sabunlu ılık su olan bir kapla Bill’in yanına
geldi. Az önce oturduğu tabureyi alıp Bill’in önüne oturdu.
Bili elini kadına uzattı. Kadın, Bill’in elini önce hafifçe kremledi
ve sonra su dolu kaba soktu. Ilık su, Bill’i rahatlattı.
Bu sırada berber yüzünü sabunladı. Sonra usturayı meşine sür
terek bilemeye başladı.
Bili usturaya baktı. Bilenmiş, parlak usturaya... Tıpkı onun dü
şünceleri gibi, tıpkı kokain gibi... Kendisini yenilmez hissediyordu.
“Bu gece Hollywood’daki bir partiye gidiyorum,” dedi manikürünü
yapan kadına.
Kadın, Bill’in yüzüne bakmadan ve işine ara vermeden, “Çok şans
lısınız, efendim,” dedi.
Evet, şanslıydı. Hayat yine yüzüne gülmeye başlamıştı.
630
68
Bay Bailey, “Barrymore seni sordu, “dedi. Elinde büyükçe bir paket
tutuyordu.
Ruth cevap vermedi.
“Eğer bu akşamki davete sen de gelirsen yırtmadığı bir fotoğrafı
görebilirmişsin.”
Ruth gülümsedi.
Clarence, “Bu ne anlama geliyor?” diye sordu.
“Cesur bir aktör olduğu anlamına geliyor.”
Bay Bailey anlamayarak başını iki yana salladı. “Bana eşlik edecek
misin?” dedi.
“Bilmiyorum.”
“Hadi ama, bu zavallı ihtiyarı yalnız bırakma. Partilerden hep
nefret etmişimdir ama bunu geri çeviremedim.”
“Gerçekten bilmiyorum, Clarence.”
“Güzel bir kızla görünüp tüm gençleri kıskandırma şansımı elimden
alacaksın demek. Üstelik en yetenekli fotoğrafçımla.”
Ruth gülümsedi.
“Kaprisli, çılgın... Ama yetenekli.”
Ruth bu kez kahkaha attı. “Kaprisli değilim,” dedi.
“Tabii ki öylesin. En ünlü yıldızlardan fazla kapris yapıyorsun. İşin
güzel yanı, bunun sana yakışması. Hadi, gel benimle... Barrymore’un
şu fotoğrafını merak ediyorum.”
631
Rüya Dağıtan Çocuk
632
Luca Di Fulvio
inen ceketin çok hoş bir yaka kesimi vardı. Daha sonra bir tuhafiyeciye
girdi. Elbiseyle aynı tonda düğmeler aldı ve ceketin siyah düğmeleri
yerine onları diktirdi. Bir parfümeri mağazasından tozpembe bir ruj ve
inci pembesi bir pudra, gözleri için siyah bir kalem ve bir şişe Chanel
N°5 aldı. Son olarak bir kuaföre gidip saçlarını yaptırdı.
Clarence akşam Ruth’un odasına girdiği zaman ağzı bir karış açık
kaldı. Kapıda kımıldamadan durup, “Affedersiniz, hanımefendi,” dedi.
“Ben Bayan Isaacson’a bakmıştım.”
Ruth kıpkırmızı oldu, gülümsedi.
“Çok güzelsin.”
Clarence, bir babanın evladından duyduğu gururla kolunu Ruth’a
uzattı.
“Gidelim mi?”
Koridora çıktıkları zaman Clarence bir şey unutmuş gibi elini
alnına vurdu. “Bekle bir dakika,” dedi ve koşar adım üst kata çıktı.
Geri geldiğinde elinde tül bir eşarp vardı. Ruth’un omzuna eşarbı
koyduktan sonra, “Bayan Bailey’nindi,” dedi. “Şimdi mükemmel oldun.”
Arabaya bindiler ve Sunset Bulvarı’nda, gündüz gibi aydınlatılmış
muhteşem bir villanın önünde durdular. Bir görevli hemen koşup kapı
larını açtı ve onlar indikten sonra arabayı park etti. Ruth ve Clarence
daha yeni gelmiş olmalarına rağmen arkada bir otomobil kuyruğu
oluşmuştu.
Clarence dönüp arabalara baktı. “İşte, en nefret ettiğim şey,” dedi.
“Keşke arabayı hiç içeri sokmayıp bahçenin dışında bir yere park et
seydik. Çıkarken saatlerce arabayı getirmelerini bekleyeceğiz.” Sonra
kolunu Ruth’a uzattı ve birlikte villaya doğru ilerlediler.
O sırada koyu renk bir araba geldi. Park görevlisi kapıyı açmak
için araca yaklaştığında, ön taraftan silahlı dev gibi bir adam indi
ve görevliyi adeta kenara fırlattı. Sonra etrafı uyanık gözlerle tarayıp
arabanın içine doğru bir işaret yaptı. Arabanın arka kapıları açıldı
ve dışarı iri yarı iki adam daha çıktı. Koltukaltlarmdaki silahlar çok
belliydi. Adamlardan biri elini aracın içine doğru uzattı ve fazla ki
lolu ama çok şık bir kadına arabadan çıkması için yardım etti. Diğer
633
Rüya Dağıtan Çocuk
634
Luca Di Fulvio
635
Rüya Dağıtan Çocuk
636
Luca Di Fulvio
637
Rüya Dağıtan Çocuk
638
Luca Di Fulvio
639
Rüya Dağıtan Çocuk
640
Luca Di Fulvio
an durup Ruth’a baktı. Gözlerinde hayvani bir bakış vardı. Ama Ruth
bununla beraber o bakışta, tıpkı kendi içindeki korkuya benzeyen bir
şey gördü. Ve bunu gördüğü an kendi içindeki korku eriyip yok oldu.
Sanki onların hikâyesinde tek bir korku vardı ve şu an onu terk edip
Bill’in bakışlarına yerleşmişti.
Ter içinde kalmıştı. Gözle görülmeyen, buz gibi bir tül bedenini
sarmıştı adeta. Ama şimdi yavaş yavaş ısınmaya başlamıştı.
Barrymore’un kolunu sımsıkı tutan elini gevşetti. Damarlarında
%
yeniden dolaşmaya başlayan kan, bedenini ısıtmaya başlamıştı. Tıpkı
derin bir komadan uyanır gibi nefes aldı. Uzun ve rahat bir nefes.
Adeta yeniden doğmuştu.
Bili kaçmıştı. Şimdi korkan oydu, hem de Ruth’tan korkuyordu.
Ruth güçlükle güldü. Beklenmedik bir armağan almış, kıymetli
bir hazine bulmuş gibiydi. Hâlâ korkudan titreyen dudaklarını başka
hiçbir şey böyle kımıldatamazdı; güneşin doğuşundan önce tomur
cuk açmış bir çiçek gibi henüz hiçbir düşünceye sahip olmayan bir
gülümsemeydi bu. Dudaklarında beliren ve sonra gözlerine bulaşan
bu gülümseme ona korkuyu unutturuverdi. Sanki korku hiç olmamış,
sanki Bili kendisiyle birlikte bütün pisliğini alıp götürmüştü. İşte şu an
Ruth yolculuğunun sonuna gelmişti. Ruhunun en gizli labirentlerinde
bile bunu hissediyordu. Şimdi, zaman yeniden akmaya başlayabilirdi.
Ruth, onca zamandır bir film karesinin içinde hapis kaldığını bi
liyordu ve o kare Bill’i de içine hapsetmişti. İkisi de o kareye mahkûm
olmuştu. Ruth’un hayatı, altı sene önceki o gecede donup kalmıştı.
“Ama artık ben, o ben değilim,” dedi Ruth. “Sen de o sen değilsin.”
İşte bu kadar basitti. Ve bu düşüncenin basitliğine kendisi de şaşırdı.
Yüreğinde bir hafiflikle veya bir hafiflik vaadiyle Barrymore’a
döndü ve aktörün kulağına eğilerek, “A rtık gitmeliyim,” dedi. Sonra
da Clarence’ın yanma geldi. Ona eve gitmek istediğini söyledi. Yaşlı
adam Rutha gülümseyerek kolunu uzattı. Ruth, Clarence’ın koluna
girdi ve birlikte dışarı çıktılar.
Tertemiz havayı içlerine çektiler. Gökyüzü bulutsuz ve yıldız doluydu.
i-
Clarence, yolun sonunu işaret ederek, “Araba ta orada,” dedi.
641
Rüya Dağıtan Çocuk
Ruth, açık renk takım elbise ve parlak kırmızı gömlek giymiş bir
adamın park etmiş arabaların arasına sinerek kaçtığını fark etti. Ara
sıra duruyor, arabaların arasından etrafa bakıyor, sonra yeniden ko
şuyordu. Hatta Ruth’a bir ara düşmüş gibi de geldi. Ancak Ruth bunu
pek umursamadı. O adamı tanımıyordu; artık tanımıyordu. Onun için
herhangi biriydi.
Ruth gülümsedi ve merdivenlerden inmeye başladı.
Artık sana ait değilim, diye düşündü. Yeniden gülümsedi kendi
kendine. O gülümsedikçe, kafesin kapısı da açılıyordu.
“Elveda, Bili.”
642
Luca Di Fulvio
643
Rüya Dağıtan Çocuk
644
Luca Di Fulvio
645
69
Manhattan, 1928
646
Luca Di Fulvio
647
Rüya Dağıtan Çocuk
divan ne bir dolap ne de bir halı. Gülümsedi. Önceki gün Sal onu Noel
yemeğine davet etmeye geldiğinde, “Bu ev hâlâ bir boka benzemiyor,”
demişti.
Yatak odasına girdi ve annesinin iki yıl önce aldığı kahverengi
takıma baktı. Tam yoksullara göre bir kıyafet; yoksul ama kişilik sa
hibi olan insanlara göre... Yoksul ama soylu bir kadın tarafından bir
sokak satıcısından alınmış elbise. Yazdığı oyundaki kahramanın da
kahverengi bir takımı vardı. Christmas bu kıyafeti atmamıştı, hiçbir
zaman da atmayacaktı. Sık sık onu eline alır, bakar, kollarını, ya
kalarını okşar ve annesine teşekkür ederdi. Bir de mavi yün takımı
vardı. Maria ile beraber ilk kez tiyatroya gittiği zaman giymesi için
Santo’nun ona hediye ettiği takım elbise. Oyunundaki kahramanın da
Macy’s’den alınmış, sıcacık, yün bir mavi takımı ve tıpkı Christmas’m
sahip olduğu gibi gerçek bir dostu vardı. Christmas, mavi takımı da
okşayıp kahverengi takımının yanma astı. Sonra dolaptan beyaz bir
gömlek, ince bir kravat ve siyah bir takım elbise alıp giydi. Bir dolaptan
iki paket aldı; büyüğü annesi, küçüğü Sal için. Sonra Neil’ı arayıp bir
taksi çağırmasını söyledi. Siyah kaşmir paltosunu giyip aşağı indi.
Christmas, taksinin kapısını açmış, onu bekleyen kapıcıya, “İyi
seneler, Neil,” dedi.
Delikanlı, Christmas bindikten sonra taksinin kapısını kapadı.
“İyi seneler, Bay Luminita.”
Christmas, sürücüye, “Monroe Caddesi’ne,” dedi.
Adam bir kolunu koltuğunun arkasına atıp geri döndü ve Christmas’a
baktı.
“Monroe mu? Neresi olduğunu biliyor musunuz, efendim?”
“Kesinlikle.”
“Aşağı Doğu Yakası’ndadır,”
“Daha kötü yerler de biliyorum.”
Şoför gülümseyerek dönüp arabayı çalıştırdı ve hareket etti.
Christmas ara sıra dikiz aynasından adamın hâlâ şaşkın bakan
gözlerine bakıp gülümsedi. Monroe Caddesi’ne döndüklerinde, “Şu
Cadillac’ın yanında durun,” dedi ve parasını ödeyip taksiden indi.
648
Luca Di Fulvio
649
Rüya Dağıtan Çocuk
650
Luca Di Fulvio
651
Rüya Dağıtan Çocuk
18 İtalyan mutfağına özgü, içi meyve dolu, dondurulmuş pasta, (ç. n.)
19 Bir tür İtalyan beyaz şarabı, (yay. n.)
652
Luca Di Fulvio
653
Rüya Dağıtan Çocuk
654
Luca Di Fulvio
655
70
Manhattan, 1929
656
Luca Di Fulvio
657
Rüya Dağıtan Çocuk
658
Luca Di Fulvio
659
Rüya Dağıtan Çocuk
660
Luca Di Fulvio
661
Rüya Dağıtan Çocuk
SON
662
Teşekkürler
663
•
n ş a n ı n u n ı u t s u z a şl<
1H
il İ Î İ ı
iiım . %
.
A caba Christmas, bir yandan radyonun ve Broadway
tiyatrosunun büyülü dünyasında şöhret olm a hayalini
kovalarken, diğer yandan hâlâ kalbinde taşıdığı Ruth’a
w% kavuşabilecek midir?
\
| www.pegasusyayinlari.com
*1j?
| I S B N : ci 7 f l - t , D S - 3 M 3 - b E t , - 3 !
786053"436263