Download as doc, pdf, or txt
Download as doc, pdf, or txt
You are on page 1of 28

Gülser Günaydın :

"Fotoğraf Eleştirmenliği" e-Panel Değerlendirme Yazısı

FOTOGRAF ELEŞTİRMENLİĞİ

‘Dehaya yardımcı olmadığı gerçeği bir yana, eleştirinin bir bilim olarak, geniş kapsamlı
kültüre girdiği konusunda hepimiz hemfikiriz.’ Gotthold Ephraim Lessing(1) .

‘Bugün hiçbir şey, gerçekliğin fotografik yolla, günlük bir etkinlik ve yüksek sanatın bir dalı
olarak kazanılması kadar kabul edilebilir olamaz. Buna rağmen fotografta öyle bir şey var ki,
hala birinci sınıf profesyonelleri savunmacı ve öğüt verici bir davranışa itiyor: bugüne kadar
hemen her fotografçı, fotografın ahlaki ve estetik misyonunu açıklayan manifestolar ve
amentüler kaleme almıştır. Ve fotografçılar, ne tür bir bilgiye sahip oldukları ve ne tür bir
sanat icra ettikleri konusunda birbirleri ile en çelişkili açıklamalarda bulunmuşlardır’(2).

Fotoritim, bu kez yukarıdaki alıntılardan da anlayabileceğiniz gibi zor bir konuya el atıyor.
‘Fotograf Eleştirmenliği’ konulu panel için -her zaman olduğu gibi- bir çok kişiden yazı
istenmiş. Bu yazı, 13 ayrı yazardan ‘Fotograf Eleştirmenliği’ konusunda kendi görüşlerini
anlatan metinlerden yola çıkarak oluşturulacak. Amacım; elimden geldiğince bu yazıları
derlemek, daha kolay anlaşılabilmesi için belli başlıklar altında toplamak, yeni sorular ortaya
çıkartabilmektir. Derleme sırasında farklılıklardan sorular çıkartma gayesi ile panelin biraz
daha genişlemesine gayret edilecek ve bu noktada özellikle yazarlardan ve okuyuculardan
ilave katkılar beklenecektir. Böylelikle ‘Fotograf Eleştirmenliği’ konusunda 2009 yılı için bir
son durum saptaması yapılabilecek ve belki de geleceğe ait öneriler çıkartılabilecektir.

Okuyucuya kolaylık sağlaması amacı ile yazıda izlenecek yol basamaklar şeklinde planlandı.

1-Metin özetleri: Yazarların gönderdiği metinlerden yola çıkarak tüm yazıların daha kolay
algılanabilmesi amacı ile öncelikle birer paragraf ile genel içeriklerine göre yazar isimleri
altında özetlenecek.

2-Başlıklar: Yazıların içeriklerinden belirli başlıklar çıkartılarak, yazarların görüşlerine bu


başlıklar altında –karşılaştırmalara da olanak verecek şekilde- daha detaylı olarak yer
verilecek. Yer yer sorular oluşturulacak. Bir sonraki bölümde yanıtlar istenecek

-Fotograf Eleştirmenliği kaça ayrılır?;


i-Eğitim Amaçlı Eleştiri,
ii-Fotograf Yarışmaları,
iii-Fotograf Sanatı Eleştirmenliği
-Eleştirmen nasıl olmalı? Genel donanımı nedir? Nasıl olmamalı?
-Eleştirmenin gücü nedir?
-Eleştiri nasıl olmalı?
-Bir eser için tüm eleştirmenler aynı şeyi mi söylemeli?
-Eleştiri ve eleştirmene ihtiyacımız var mı?
-Kuramsal olarak neler söylenebilir?
-Hangi sanat eseri? Hangi fotograf?
-Fotograf eleştirisinin tarihi? Bugünü? Yarını?
-Sanat yada kültür ekonomisi? En moda kişilik, kürator! Düşman kim?
-Neler ülkemize özgü?
-Nelere kulak kabartmalı ve endişe duymalıyız?

3-Alıntılar (başka nelere kulak kabartmalıyız) ve ‘hiç mi iyi bir şey yok? (sorulan sorulara
yanıtlar).

4-Son sözler.

Merih Akoğul
Merih Akoğul yazısının genelini fotograf eleştirmenliği başlığından çıkartarak fotografçı
eleştirisi eksenine kaydırmış gibi görünmesine rağmen, özellikle ülkemizdeki durumun
analizinde çok önemli tespitlerde bulunduğu bir yazı kaleme almış. ‘…Ben günümüzde, kendi
adıma fotoğraftan daha çok bir fotoğrafçı eleştirisine gereksinim olduğuna inandığım için bu
yazımı insan odaklı olarak yazdım’ diyerek her şeyin başının iyi bir fotografçı kimliğinden
başlayacağını savunuyor. Sırası ile iyi fotograf çekilmeli, doğru bir şekilde paylaşılmalı,
sonrasında da detaylı eleştirilmelidir görüşü tüm yazı boyunca inceleniyor ve eleştiri
oklarından hemen herkes nasibini alıyor.
Tülay Çellek

Tülay Çellek, çok kısa yazısında, diğer yazarlar gibi fotograf eleştirmeninin olması gereken
donanımından bahsediyor. Eleştirinin çok ciddi bir iş olduğunu ve sadece fotografı bilmenin
yetmeyeceğini, diğer sanat dallarını ve sanat tarihini de bilmek gerektiğinin altını çiziyor.

Gültekin Çizgen

Gültekin Çizgen, hem çok kıdemli fotograf üstadı hem de fotograf yazarı olarak, iyi bilinen
kendine has yorumu ile geçmiş ve bu günün bir değerlendirmesini yapıyor. Öncelikle eleştiri
ve eleştirmenin hemen hemen herkesin itirazsız kabul edeceği genel bir tanımını yapıyor.
Gerekliliği konusunda akıllardaki şüpheleri gideriyor. Arkasından ülkemizdeki durumu kendi
tespitleri ile anlatıyor, önerilerde bulunuyor. Her yazısında bir şekilde ilişkilendirdiği ‘ulusal-
yerel’ değerlere sahip çıkmanın öneminden bahsederek, ancak bu şekilde ‘evrensel’
olunabileceğine işaret ediyor.

Özkan Eroğlu

Öncelikle bir sanat tarihçisi olarak Özkan Eroğlu detaylı ve uzun bir yazı kaleme almış.
Mesleğinin verdiği donanımın sayesinde daha çok eğitim içerikli yazısı tüm fotograf
okurlarına çok faydalı olacaktır. Tarihsel bir uzamda sanatçı ve sanat eserlerini ve bunlar
üzerinden eleştiri tarihinin gelişimini özet bir şekilde anlatmaktadır. Sanat tarihindeki
değişimsel anları (dönemleri) 17 ayrı dönem içerisinde anlaşılması kolay biçimde
sınıflandırır. Fotograf eleştirisi konusunu ise, kuramsal olarak gelişimini daha detaylı anlattığı
görsel sanatlarda eleştiri konusu ile birleştirir. Eleştiri biliminin fotograf tarihinden daha eski
bir sorunsal olduğunu, ama artık bu konunun fotografı da kapsayacak şekilde incelendiğini
söyler ve eleştiri kuramlarını örnekleri ile açıklar. Derin his/hislenmeye (stimung) ulaşmak
için öncelikle sahip olunması gerekenin işlevsel bilgi olduğunu söyleyerek eleştirmen kadar
sanatçı adaylarının da öncelikle bu süreçleri çok iyi bilmeleri gerektiğini belirtir.

Özkan Eroğlu kendi yaklaşımının da Hegel’in önemini de şu sözlerle özetliyor; ‘sanatın


tarihindeki filozofik ve biçimsel değişimlerin ışığında yeniden görmelerde bulunmak ve bazı
kalıcı tezler ileri sürmenin kaçınılmaz bir durum olduğu hepimizce aşikâr. Bu nedenle,
kanımca özellikle Alman filozof Hegel’in açtığı yolun deşilerek, yorumlanarak iyice
derinleştirilmesinin lüzumu var.’

Murat Germen

Murat Germen yazısında ülkemizde olan fotograf üretimi, fotografçı kimliği ve fotograf
eleştirisi için saptamalar yapmış. Dikkati işin başı fotograf üreticisine yani sanatçıya bağlıyor
ve asıl sorumluluğu ona yüklüyor. Öncelikle iyi fotograf üretilmeli, paylaşılmalı, sergilenmeli
diyor ve ekliyor; ‘ülkemizde, bazılarının yetkinliği tartışılsa da, sanat eleştirmeni bol miktarda
var. Ama bunların içinde fotograftan anlayanı pek yok ne yazık ki..’

Yazısının sonunda, ülkemizin fotograf camiası için, fotograf eleştirisi kapsamında sık sık
duyduğumuz anekdotları bir nükte ile sıralıyor;
“üstadım elinize sağlık”, “ışığınız bol olsun”, “bu fotografınızla beni başka yerlere
götürdünüz”, “sevgili fotograf dostları”, “ifade çok güçlü”, “sıcak bir fotograf olmuş”, “ışığı
çok güzel kullanmışsınız”, “netlik çok başarılı olmuş”, “çok hayatın içinden olmuş”, “nice
güzel karelerde görüşmek üzere”..

Emre İkizler

Emre İkizler yazısında eleştirmenlik konusunu ikiye ayırıyor. Birinci bölümde fotograf
öğrenenlerin eğitimi için gereken daha çok bir yol gösterici durumunda olan eleştiriden
bahsediyor. Bu alanda fotograf ustalarının katkısının önemini vurguluyor. Sadece eğitmen
yerine koyduğu fotograf ustalarını değil fotografa yeni başlayan meraklıları da eleştiriyor.
Sanat üretimi kapsamında eleştirmenliğin ülkemizdeki kötü örneklerinden ve farklarından
bahsediyor.

Yazısının ilerleyen bölümlerinde; sanat olan fotografı kimin belirleyeceği ve eleştiriyi kimin
yapacağı konusunun asıl önemli mesele olduğunu belirtiyor. Neyin sanat ürünü, neyin değil,
hangisinin daha kayda değer olduğunu belirlemede daha büyük ve ticari faktörlerin araya
girdiğini ve belki de sanatçı ve izleyeni bekleyen büyük tehlikelerden birinin bu olduğundan
bahsediyor. Gerçek sanatçı ve sanat eserini bulmak zor iken, bir de bağımsız olabilecek kadar
tuzu kuru olan sanat eleştirmenini bulmanın zorluğuna dikkat çekiyor.

Mehmet Oğuz

‘Fotoğrafın etkisiz elemanı eleştirmen midir?’ başlığı bile Mehmet Oğuz’un yazısının derin
eleştirel yapısına bir işaret olmalıdır. Bir Susan Sontag cümlesiyle; “Eleştirinin işlevi yapıtın
ne anlama geldiğini göstermek değil, nasıl o şey olduğunu, hatta onun o şey olduğunu
göstermek olmalıdır” yazısına başlasa da, Oğuz, fotografın kısa tarihinde tam olarak taşların
yerine oturmadığını, oturan taşların da hiç hayra alamet olmadığını söyler. Yazısında
ekonomik güçlerin ve medyanın ezici ve çıkarcı etkisinden sanatın ve sanat eleştirisinin de
kurtulamayacağını söylerken, kabus gibi gerçeklerin bu çağın insanlarını da derinden
huzursuz etmesi gerektiğine dikkat çeken ahlaki yönü kuvvetli söylemlerde bulunur.
Hegomonik sistemin eleştirel tutumunun, eleştirmeni evcilleştirme yolunda başarılı
sağlayacağını, sanatçının kültür sanayisinin ticari ve medyatik malzemesi olacağını, üretilen
yıldız sanat ve sanatçıların gündemi dolduracağını anlatır. Mehmet Oğuz ülkemizdeki
sıkıntılardan bahsederken de pek umutlu değildir. Yazısının devamında, sanat ekonomisinin
güçlü ticari çarklarına boyun eğebilecek eleştirmen veya küratorü incelerken, bunların etkisi
altında kalacak olan fotograf izleyenleri için de değerlendirmeler yapar.
Ali İhsan Ökten

Ali İhsan Ökten, eleştirinin tüm sanat dalları ve disiplinler için içinden çıkılması zor bir konu
olması yanında, geçmişi uzun yıllara dayanmayan fotograf eleştirisinin bunlara ilave çok daha
az gelişmiş olduğundan bahseder. Fotograf yarışmalarında seçilen ürünlerin seçilme
nedenlerine dair eleştirilerin yapılmadığına ve bunun ülkemiz için önemine değiniyor.
Eleştirmen olmanın güçlüklerinden ve sahip olması gereken donanımlardan bahsediyor.
Algı’dan eleştiriye uzanan yolu çeşitli kuramlar ve alıntılarla derinlemesine incelerken sanat
eleştirmeninin de kimliğini ortaya çıkarmış oluyor.

Mahmut Özturan

Mahmut Özturan’ın yazısı oldukça teknik bir üsluba sahip. Öncelikle eleştiri ve eleştirmenlik
kavramlarının tanımı, genel açılımları ve fotograf özelinde eleştiri tekniği, zorluğu, sanat eseri
ve eleştirmenin kimliği üzerine saptamalar ve ülkemizdeki son durumdan bahsediyor.
Mahmut Özturan birçok diğer yazar gibi eleştirmene çok fazla sorumluluk yüklemektedir.
Dolayısı ile de eleştirmenin donanımının üzerinde durmaktadır. Hem fotograf üreten hem de
izleyici için yol gösterici olması gereken eleştirmenin görev alanını anlatmaktadır.

Enver Şengül

Enver Şengül yazısında genel olarak fotograf eleştirisi ve üretimi konusunda hemen tüm
yazarların üzerinde durduğu temel donanımın olması gerekliliğinden söz eder. Her fotograf
için en azından teknik bir eleştirinin yapılabilmesinden bahseder. Özellikle bir çeşit fotograf
eleştirmenliği olarak kabul ettiği fotograf yarışmaları değerlendirmeleri sonucunda jürinin
gerekçeli kararlarının açıklanmasının öneminden ve internet üzerindeki fotograf kritiklerinin
eğitim konusuna faydalarına değinerek buradaki eksiklikleri de dile getirmektedir.

Reha Ülkü

Diğer yazarlardan daha farklı bir üslup içinde yazısını kaleme alan Reha Ülkü, kendisini bir
eleştirmen olarak analiz ediyor. Sadece incelediği esere değil, eleştirel analiz tavrını kendi
üzerinde de yapıyor. Böylelikle okuyucuya, eleştirmenin de kimliğinin ve bakış açılarının
çeşitli olabileceği ve bunların da tanınmasının eserlerin yorumunda okuyucuya son tahlilde
ışık tutabileceği konusunda iyi ve canlı bir örnek oluşturuyor. Önce fotografın eleştiri
kuramından bahsediyor, sonra kendini bir eleştirmen olarak tamamen eleştiri kuramının
terimleri ile tarifliyor, en sonunda da bir fotografı değerlendirirken hangi aşamalardan
geçtiğini sistematik olarak anlatıyor.

Elif Vargı

Elif Vargı Türkiye’de fotograf eleştirmenliğinin yeterli olmadığı konusunu kendi görüşleri
yanında fotograf ustalarının kalemlerinden alıntılar yaparak da örnekliyor. Türkiye’deki
sıkıntıları hem fotograf camiasının küçüklüğüne hem de ülkemiz insanının özelliklerine
bağlıyor. İyi bir fotograf eleştirmeninin sadece bilgi birikiminin iyi olması ile
sağlanamayacağını ülkede ve yurtdışında olanları çok iyi takip etmesi gerektiği konusundaki
genel kabul görmüş değerlendirmelerin tekrar altını çiziyor.
Kazım Zaim

Daha duygusal bir tavır ile kaleme aldığı yazısında Kazım Zaim, eleştiri kavramını biraz kaba
bulduğunu ve yadırgadığını, ‘laf salatası’ dediği bu şeyin Batı kültürü olduğunu söyler.
‘Fotograf eleştirisi’ sözü yerine ‘fotograf yorumlama’ tabirini tercih ettiğini ve eleştirinin
keyfekeder bir durum olduğunu ve bizim geleneksel kültür yapımızla eleştiri kuramlarının
uymadığına işaret ediyor.

Fotograf Eleştirmenliği kaça ayrılır?

Fotograf eleştirmenliği konusunu, yazarların metinlerinden yola çıkarak incelediğimizde, üç


başlık altında toplayabiliriz gibi görünüyor; fotografçının eğitimi amaçlı eleştiri, fotograf
yarışmalarındaki açıklanması gereken gerekçeli karar karşısındaki tutum ve asıl önemli olan
görsel sanatlarda fotograf eleştirisi.

i-Eğitim Amaçlı Eleştiri

Bu panel için metin gönderen yazarların çoğu, fotograf eleştirmenliği konusuna girmeden
önce, özellikle ülkemiz için fotografçı eğitimi konusunun öneminden de bahsetmektedirler.
Eğitim amaçlı eleştiri alanı, fotograf eleştirmenliği konusunun kapsamı dışında tutulabilecek
bir alan gibi gözükmesine karşın (fotograf yarışmalarındaki tutumla beraber), ülkemizde
önemli bir sorun olarak değerlendirilmesi nedeni ile birçok yazar tarafından bahsedilmeden
geçilmemiştir.

Emre İkizler ile başlarsak: Yazısında ülkemizde eğitim amaçlı fotograf eleştirisinin
faydalarına işaret ediyor ve diyor ki; ‘Özellikle fotoğrafa yeni başlayanların sürekli
gereksinim duyduğu, ama dozajı iyi ayarlanmadığı zamanlarda yıkıcı etkisi olabilen “nazik”
bir konudur. Elbette eleştiri gereklidir ve fotoğrafçının gelişmesinde yararlı bir etkendir, ama
eleştiriyi yapan kişinin niteliği, bilgisi, görgüsü, algısı, dili, yöntemi uygun mudur? Ülkemiz
fotoğrafının temel sorunlarından biri, bu soruya gönül rahatlığıyla olumlu yanıt
veremeyişimizden kaynaklanıyor’. İkizler ülkemiz için tespitlerine devam ediyor; ‘Fotoğrafa
yeni başlayan amatörler, çevrelerindeki “kendinden daha bilgili” fotoğrafçı ağabeyleri ve
ablalarından bilgi edinmek isterler. Bu gayet doğaldır. Hele ülkemiz insanı için neredeyse tek
yoldur. Çünkü yurdum insanı okumayı, araştırmayı sevmez. Söylencelerle, mitlerle,
masallarla, dedikodularla büyümüş olduğu için sözlü aktarım, onun ilk aklına gelen
bilgilenme yöntemidir’. Ülkemizde artık sanal ortamın sunduğu nimetler ve bilgi kaynaklarına
ulaşmanın kolaylaşması ile belki de bu eleştirin ağırlığı biraz daha hafiflemiştir.

Enver Şengül ise gelişen iletişim teknolojisi konusunda farklı bir açıdan endişelerini dile
getiriyor: ‘Son dönemlerin popüler fotoğraf paylaşım sitelerinde herkes herkesi eleştiriyor
aslında. Ama aslolan yetkin kişilerin eleştirisi olmalıdır. Örneğin bu sitelerde “günün
eleştirisi” bölümü olmalı ve fotoğraf hocalarından biri bu fotoğrafı artıları ve eksileriyle
masaya yatırmalıdır’.

Murat Germen olaya daha radikal yaklaşıyor; ‘... fotokritik.com veya benzer ticari sitelerdeki
yorumların kesinlikle fotograf eleştirisi olarak değerlendirilmemesi gereklidir’ diyor.

Enver Şengül bu eleştirilerin bir yerde eğitim amaçlı olabileceğine dikkat çekmek ister; ‘artık
biraz nefes alalım ve son günlerde öne çıkan bazı fotoğrafları eleştirelim. Bir çok fotoğrafçı
iyi fotoğrafın neden iyi olduğunu artık bilmek istiyor… Kötü fotoğrafın da neden kötü
olduğunu bilmek istemesi gibi...’

Anlaşılacağı üzere bu konularda görüşler çeşitli ama belki de eğitim amaçlı yapılan bu
kritiklerin iyi örneklerinin çıkması ile fotograf eleştirmenliği konusu olmasa bile fotograf
eğitimine katkıları konusunda pozitif düşüncelere sahip bilir-kişilerin sayısı artacaktır.

ii-Fotograf Yarışmaları

Türk fotograf camiasında fotograf yarışmaları hakkındaki polemikler -ne yazık ki- hep büyük
yer işgal eden ana mevzulardan biri olmuştur. Fotoritim’in bir önceki panelin mevzusu
‘fotograf yarışmaları’ olduğundan, bu panelde yarışmalar konusuna fazla değinmeden bir kaç
görüşe yer vermek daha isabetli olacaktır (dileyenler bir önceki paneldeki yazılara göz
atabilir).

Mahmut Özturan fotograf yarışmaları hakkında şu tespitlerde bulunuyor; ‘Fotoğraf


yarışmalarındaki seçici kurullar, jüriler de bir anlamda eleştirmenliğin bir başka boyutunda
çalışmalar yapmış ve yapmaktadırlar. Ancak yanlış bir yöntem olarak, seçici kurullar
kararlarının gerekçelerini açıklamamakla sanatçılarda soru işaretlerine neden
olabilmektedirler. Gerekçelerin açıklanmaması, seçici kurulları eleştirmenlikten
uzaklaştırarak bir yargıç konumuna getirmiş ve eleştiri; “ben öyle uygun buldum” deyişiyle
tümüyle bireyselliğe dökülmüştür’.

Enver Şengül de bu konuya benzer şekilde temas ediyor; ‘Dikkat ederseniz bizde fotoğraf
yarışmalarının sonuçları ile ilgili gerekçeli bir karar yazılmaz. Bu fotoğraf birinci ama neye
göre birinci. Diğer yarışmacılar birinci fotoğrafın birincilik kıstaslarını bilmeli ki, bundan
sonra üretiminde bunu göz önüne alarak daha iyisini üretsinler’.

Ali İhsan Ökten de yarışma jüri üyeliği konusunu açıyor ‘…Jüri, seçtikleri fotoğrafın tekniği,
kompozisyonu, estetiği, duygusu ve düşüncesi açısından değerlendirmesini ve puanlamasını
yazılı olarak bildirirse kapalı kapılar ardında yapılan dedikodu tarzı eleştirileri de ortadan
kaldıracaktır. Bu bizi aynı zamanda iyi fotoğrafın neden iyi, kötü fotoğrafın neden kötü
olduğunu konusunda da aydınlatacaktır. Belki de fotoğraf eleştirmenliği konusunda insanları
cesaretlendirecektir. Gerçi jürinin farklı olan düşüncelerini tek bir sonuç haline getirmenin zor
bir durum olduğunu da belirtmekte gerekir.’

Fotograf yarışmaları konusundaki bu değerlendirmeler, esasen fotograf eleştirmenliği konusu


altında değil de fotograf yarışmalarının eleştirisi başlığı altında incelenmesi gereken ciddi bir
konudur. Fakat iyi ilişkilendirilen yazılar sayesinde burada da bahsi geçmeden kapatılamadı.

iii-Fotograf Sanatı Eleştirmenliği

Fotograf sanatı ve eleştirisi konusu, daha birçok başlık altında yazının ilerleyen kısımlarında
inceleneceğinden bu bölümde fazla detaya girmeden sadece bir kaç yazarın ileride
detaylandırılacak görüşlerine yer verilecektir. Bu sayede yazının bütününe dair de bir fikir
edilinebilir.

Gültekin Çizgen eleştirinin herkes ve özellikle sanatçı için öneminden bahsediyor ve konuyu
kısa ve öz bir şekilde tanımlıyor; ‘Eleştiri kim için yapılır? Elbette önce ürünün sahibi,
sanatçısı için yapılır. Ancak eleştiri, genel kültür dışında düşünülecek konu değildir. Yapılan
eleştiri sanat ürünlerini izleyenler için de bir yol haritası, çözümleyici bilgi anahtarı
olmalıdır.’

Ali İhsan Ökten bu konudaki temel düşüncesini Berger’den bir alıntıyla örnekleyerek
anlatmış; ‘John Berger’e göre eleştiri daima bir çeşit araya girmedir, sanat eseri ile kişinin
arasına girmektir. Çoğu zaman pek az şey doğar bu araya girmeden. Ama arada bir eleştiri,
yaratıcı bir nitelikte kazanabilir; bu eleştiricinin eseri algılama yeteneği ile birlikte eserin
etkenlik gücüne bağlıdır’.

Ali İhsan Ökten sanat ürünü eleştirmenliği konusunda ülkemizdeki sıkıntılara değinir;
‘Fotoğraf camiamızda ne yazık ki düzeyli ve gerçekçi eleştiriler yapılamamaktadır. Yapılan
az sayıdaki iyi eleştiri de, özellikle muhatapları tarafından bazen hoş karşılanmamaktadır.
Genel anlamda sıkıntı bir sanat eleştirisini kişinin içselleştirip kendi benliğine-varlığına bir
nevi hakaret olarak algılamasıdır. Oysaki sanatta veya fotoğrafta eleştiri ayrı bir uzmanlık
alanını gerektiren bir uğraş hatta ayrı bir sanat alt dalı olmalıdır. Ali İhsan Ökten, Gibson
tarafından geliştirilen “Doğrudan Kayıt Kuramı”ndan bahseder ve “Bir resme veya fotoğrafa
baktığımızda algılama sorunsuz bir süreçtir. Çünkü duyularımıza ulaşan veriler somut ve
zengindir. Ancak bu sanatsal veya eleştirel anlamdaki algılamayı içerdiği zaman böyle
değildir veya böyle olmaması gerekir’. Bu noktadan itibaren eleştirmene düşen görevleri
rahatlıkla görebiliriz.

Özkan Eroğlu ise eleştirinin sanatın varlığının bir çeşit garantisi olduğunu söyler ve devam
eder; ‘Yeni yapıtları aydınlatmak ve yeni sonuçlara ulaşmak için, eski olgulara ilişkin
düşüncelerin yeniden tekrarlanması zihinsel bir durumdur. Eleştirinin olmadığı yerde sanat
yoktur. (Tıpkı doğrulamanın mümkün olmadığı yerde bilimin olmayacağı gibi)’

Eleştirmen nasıl olmalı? Genel donanımı nedir? Nasıl olmamalı?

Bu başlık esasen üzerinde en çok fikir beyan edilen bölüm olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Eleştirmene yüklenilen sorumluluk, duyulan güven sorunu ve daha derinlerde de korkutucu
etki alanı bu yazılara sebep olmuş gibi gözüküyor.

Mahmut Özturan’dan alıntıyla başlarsak eğer, diğer yazarlar gibi eleştirmene büyük bir
sorumluluk veriyor; ‘.. Eleştirmen, bir anlamda sanat yapıtlarının sanatseverler tarafından
daha iyi anlaşılmasına yardımcı olan kişidir. Çünkü, bir sanat yapıtının değerinin farkındalığı,
derin düşünce ve analitik değerlendirmelerle anlaşılır ki her izleyici bu içsel zenginliklere
sahip olamayabilir. Bu nedenle eleştirmen, yapıt hakkında izleyiciyi de bilgilendirme çabası
içinde olacağından, hem yapıtı üreten sanatçıya, hem de sanatseverlere yol göstericidir.’
Böylelikle hem sanatçı hem de izleyiciye klavuzluk görevi eleştirmenin omuzlarına
yüklenmiş oluyor ve devam ediyor ; ‘sanat felsefesinden, sanat tarihinden, kısaca sanatın
ruhundan çok iyi anlayan, kendisiyle barışık ve yapıcı bir kişilik altyapısına sahip olması
gereken ve bu özelliklere sahip olması beklenen “mükemmelliyetçi” kişilikli sanat dostlarıdır.
Felsefenin her türüyle içiçe bir yaşamı olmalı; duygularıyla değil, gerçek veriler ışığında
aklını tüm ölçüleriyle kullanarak eleştirisini yapabilmelidir.’ Böylesi bir ‘mükemmel’ kişilik
ve donanım beklentisi ister istemez süpheleri de beraberinde getirecektir.

Murat Germen de bu konuda benzer şeyler yazıyor; ‘Fotograf eleştirmeninin kimliği ile ilgili
olarak; Fotograf eleştirisi yapabilmek için bol miktarda okumak, dünyada neler oluyor bitiyor
onları incelemek, dünyadaki önemli paylaşım ve yarışma mecralarında, Paris Photo gibi
önemli uluslararası fotograf fuarlarında, PhotoEspaña gibi önemli uluslararası portfolyo
değerlendirme etkinliklerinde fotograf nasıl ele alınıyor onu öğrenmek, anlamak ve bizlerin
bu coğrafyadan buna nasıl bir katkı yapabileceğimizi tasarlamak gerekiyor. Işık,
kompozisyon, altın oran gibi çok basit parametreler üzerinden ilkokul seviyesinde sığ
eleştiriler yapmakla…’ olmayacağını söylüyor.

Tülay Çellek’de aynı görüşlere sahip; ‘Eleştirmenlik, öncelikle çok bilgili, kültürlü ve çok
yönlü olmayı gerektirir... Fotoğraf eleştirmeni salt fotoğraf bakan değil, aynı zamanda resim
vs. de bakandır. Fotoğraf tarihi kadar, resim tarihini de bilendir..’

Gültekin Çizgen de benzer şeyler söylüyor; ‘Kuşkusuz eleştiri zorlu bir uğraştır. Ciddi bir
bilgi birikimini, yaşanan kültürü, üretilen sanat eserlerinin takibini gerektirir. İnceleme için
geniş zamana, derinlemesine bakışa, hangi alan ile uğraşılıyorsa o alan üzerine uzun soluklu,
kapsamlı bir çalışma ve devamlılığa ihtiyaç duyar. Eğer eleştiri sanat üzerine ise, öncelikle
sanatın sanatçılar tarafından yapıldığının kabulü ve ilgili alanın sanatçı profillerinin, sanki
sicil katibi gibi izlenmesi zorunludur’.

Emre İkizler ‘in tespitleri bakacak olursak; ‘ Burada da asıl önemli olan konuya geliyoruz:
Sanat olan fotoğrafı kim belirleyecek, eleştiriyi kim yapacak? İyiyle kötüyü kim ayıracak?
Açıkçası bu soruya yanıt verebilmek kolay değil. Dünya sanat piyasalarının içinde olan, New
York-Londra-Paris üçgenini iyi bilen, yani bir ayağı dışarda olup müze, galeri, sanat fuarı,
müzayede gibi etkinlikleri izleyen ve mürekkep yalamış birileri olması şart. “Mürekkep
yalamış” olmanın fotoğraftaki karşılığı: “Az çok fotoğraf çeken, fotoğrafın üretim aşamalarını
bilen, sanat tarihi ve temel sanat eğitimi almış, düzgün bir anlatım yeteneğine sahip uygar
kişi”. Elbette yalnızca yurt dışını değil, kendi yurdunda da ne olup bittiğini izleyen ve ayakları
yere basan biri olmalı. Bu koşulları sağlamayan birisinin ortaya “ben fotoğraf eleştirmeniyim”
diye çıkması tuhaf olur.’

Ve davam ediyor ‘Batıdaki eleştirmenler açısından aslında şöyle de zor bir durum var. Batıda
son 20-25 yıldır resim, heykel, fotoğraf gibi ayrımlar ortadan kalktı. Artık yalnızca “sanat”
olduğunu savunuyorlar. Dolayısıyla “sanatçı istediği malzemeyi ve tekniği kullanmakta
özgürdür” anlayışı çok yaygın. Böyle bir ortamda, herkes herşeyi üretirken, eleştirmenin de
çıkıp “ben yalnız fotoğraf eleştiririm” deme lüksü olmuyor. Kendisi de her disiplini iyice
bilmeyen, yüzeysel ve yalnızca kavramsal yorumlarda bulunabilen bir eleştirmen tipi yetişti.
Bunların eleştirisinin de sanatçıya ya da sanatsevere ne kadar katkıda bulunabildiği tartışılır.’

Elif Vargı da aynı katkılarda bulunmuş; ‘Fotoğraf eleştirmeninin sadece bilgi birikimi olması
da yeterli bir koşul olamaz tabi ki. Aynı zamanda sadece Türkiye’de yapılan çalışmalara
değil, dünya üzerindeki çalışmaları da elinden geldiğince takip etmesi ve onlar üzerinde de
fikir yürütmesi gerekiyor bence. Bu yapılan çalışmalar yerellikten çıkıp, evrensel bir boyuta
ulaştığı zaman fotoğraf amacına ulaşır/ulaşmalıdır. Kaldı ki, yurtdışında yaşayan
fotoğrafçılara ulaşmak Türkiye’dekilere ulaşmaktan niyeyse daha kolay. İnternet bu anlamda
işimizi oldukça kolaylaştırıyor.’

Ali İhsan Ökten eleştirmen kimliğine benzer tanımları fotograf üzerinden anlatıyor. ‘Her
fotoğraf kendisini çeken kişinin hayatı anlayışı ve görüşü ile ilgili spesifik bir iz barındırır.
İşte bu etkilerin ve fotoğrafın arkasındaki kişinin ne söylemek istediğini anlamak için
fotoğrafı yorumlamak gerekir. Bir sanat yapıtının serüvenindeki üretenden izleyene doğru
olan süreçte elbette ara konumda bulunan “eleştirmen” fotoğrafta da kuşkusuz aynı yerdedir.
Doğal olarak sadece teknik anlamda bilgi sahibi olmasını bekleyemeyiz. Fotoğraf tarihi ve
akımlarının yanı sıra diğer sanat disiplinleri ile de -resim, edebiyat, sanat tarihi – ilişkisi
olmalı, fotoğrafın yapısal öğelerini biçim-içerik ilişkisi kurarak, kuramsal-kavramsal ve
eleştirel yanını da ele almalıdır.’ ‘İyi bir görsel algılaması olmayanın iyi bir eleştirmen olması
beklenemez.’

Eleştirmenin gücü nedir?

Tüm yazılarda açıkça bahsedilen ya da hissedilen bir konu var ki o da eleştirmenin etkisinin
nereye kadar gideceği ve gücünün ne olacağıdır. Mahmut Özturan gerekli asıl yaklaşımı şu
cümleler ile özetliyor: Eleştirinin bir karar ya da hüküm değil, bir yorum ve değerlendirme,
sanatçıya sanraki yapıtlarını üretmede yeni teknik veya düşünsel açılımlar kazandırma ve
izleyicilere yapıtın sanat felsefesi ve sanat ruhuyla yaklaşımına bir örnekleme ve topluma da o
sanatın, o sanat yapıtının ve sanatçısının “o eleştirmen” gözüyle ne olduğu ya da ne
olmadığını anlatmak amacı içinde olması gereklidir. Yoksa, bir sanat veya fotoğraf
eleştirmeni kendisini yargıç yerine koyar da; bir sanatı, bir sanat yapıtını veya bir sanatçıyı
“mahkum etme” yetkisini (!) kendisinde görürse, sanatın ruhsal yüceliği adına çok ciddi bir
suç işlemiş olur.

Mehmet Oğuz eleştirmenin gücünü kullanabilmesi için bazı şartların olması gerektiğini
söylüyor ‘Öncelikle, eleştirmen kendini böyle bir hizmet vermek üzere “arz” ettiğinde, sanat
tüketicileri de onun böyle bir hizmeti vermeye ehil olup olmadığı bilmek isterler. Bu nedenle,
eleştirmenin ilgi alanında varlık iddia edebilmesi için, fotoğrafla etkileşimini sağlayacak
altyapısının ve bu yapıyı sürekli besleyen bilgi kanallarının güncel ve açık tutulması
önkoşuldur. Hani biraz, uzun erimli bir dünya görgüsü gereklidir de denebilir.’

Bu panelde, diğer yazarların da neredeyse tamamı eleştirmenin donanımı üzerinde benzer


beklentilerini dile getirmiştir. Neredeyse hiçbir kusuru olmayan bu mükemmel kişilik acaba
gerçekçi bir beklenti midir ve bu özellikler eleştirmene o korktuğumuz tanrısal güçleri
verebilir mi? Belki de ortalamanın üstünde konu ile ilgili bilgi sahibi, geçmiş ve gelecek
bağlantısını sezgi ve bilgileri ile kavrayıp şimdi için değerlendirme ve önermeler yapabilen ve
sonuçta değerlendirmelerine bizler (yani okurlar/izleyiciler) itibar ettiği için var olabilen
mükemmel iddiası olmasa da yazdıkları ile etkileyici kişilerden bahsetmiyor muyuz? Bu
özellikler eleştirmen olmaya yetmez, aynı zamanda sanat ekonomisinin yani piyasasının
seçtiği kişiler olmalıdır kanaati eleştirmeni de zan altında bırakmaz mı? SORU-1

Okuyucuya fikir vermesi açısından acaba buradaki yazarlardan ve okuyuculardan -bu panele
katkı amacıyla- kendilerinin objektifliğine ve donanımının yeterliliğine itibar ettiğimiz
saygıdeğer eleştirmenlerimizin isimlerinden örnekler verilmesini isteyebilir miyiz? Zira onlar
fotograf sanatını, fotografçıları ve fotografları anlamamıza yardımcı olan kişilerdir ve böyle
bir derleme yazısında onlardan bahsetmeden olmaz. Ben birkaç örnekle başlama cesaretini
gösteriyorum; Susan Sontag, Mehmet Ergüven, Ahu Antmen, Gisele Freund, Jean
Baudrillard, Walter Benjamin, Gültekin Çizgen, Beral Madra, John Berger, Roland Barthes,
Nazif Topçuoğlu, Cengiz Engin, Handan Tunç... SORU-2

Yazının ilerleyen kısımlarında açıklanacaktı ama şimdiden bahsetmekte fayda olabilir; Bu


yazının derlenme amaçlarından biri ve belki de en önemlisi bana göre; ‘hiç mi iyi bir şey
yok?’ başlığının altına az da olsa bir şeyler koyabilmektir. Yaygın eğilim, eleştiri ve
eleştirmenlik denilince, öncelikle olumsuzu ortaya koyma (hataları ortaya koyarak daha iyiye
yönelme ) dustürü olmaktadır. Eksik yada hatalı olan şeyi dolanmadan direkt göstermeye
çalışmak doğru bir yoldur tabii ki... Fakat tarihsel süreç içerisinde faydalı olan katkıların ve
olumlu beklenti ve önerilerin de bir şekilde hissediliyor olması gerekmektedir. Zira bu his ilgi
gösterilen olaya alakanın devam etmesini sağlar. Yazı içinde yer yer sorulan sorulara bu
başlık altında yanıtlar aramada bu ihtiyaç göz önünde tutulmuştur.

Eleştiri nasıl olmalı?


Konuyu eleştirmenin kimliğinden çıkartıp eleştirinin içeriğine ve etkileme gücüne getirmek
hepimizi daha doğru bir başlangıç noktasına getirecektir. Sonuçta sanat eserini
anlayabileceğimiz, onunla ve dolayısı ile fotograf sanatçısı ile bir bağ kuracağımız ve
anladığımız, kavradığımız, hissettiğimiz şeyin bizi değiştirebileceğine olan inancımız ve
ihtiyacımızda bize bazen kılavuz olabilecek eleştirmenin son tahlilde bize sunacağı şey;
yaptığı kritik olacaktır ki bu da nasıl bir eleştiri sorusunu öncelikle ortaya çıkartır. Bu sayede
belki de mükemmel kişilik ve zaafsız olma durumundan (gerçek dışı) biraz kurtulmuş oluruz.
Mahmut Özturan’a göre asıl sorulması ve gelinmesi gereken mesele; ‘Bir fotoğraf yapıtının,
yukarıda belirttiğim öz nitelikleri için doğru anlama ve doğru değerlendirmeler yapılabilir.
Ama yapıtın felsefesini anlamak ve felsefi açıdan bir eleştiri getirmek ise çok daha önemli bir
konudur. Çünkü, bir sanatçının yapıtını üretirken sahip olduğu düşüncelerinin derinlik ve
boyutlarını tam olarak anlamak ve anlamlandırmak kolay olmayacaktır’.

Tülay Çellek bu konuda benzer şeyler söylüyor.’Fotoğrafa sadece öyküsü adına bakmak değil,
aynı zamanda görsel düzenine, kompozisyonuna bakmak, ilişkilendirmelerdeki farklılığa,
açık, koyu dengesine, ilkelere, bütünlük içinde parçalara, parçaların düzenindeki bütünlüğe
vs. de bakarak değerlendirme yapmak - eleştiri vermek gerekir...

Eleştiri çok ciddi bir iştir. Olumsuzluk kadar içinde olumluluğu da barındırandır ve ufuk
açandır... Bu bağlamda bakıldığında fotoğrafta eleştiri çok önemlidir...’

Enver Şengül ise eleştirinin daha çok fotografçının (üreten ve izleyen) eğitimi için olduğunu
düşünüyor ve ekliyor ‘Her şeyden önce fotoğrafın tekniği rahatlıkla eleştirilebilir
bence..Fotoğrafın estetiğinin temel kavramları da eleştirilebilir. Konunun kare içinde yer
alışı.. Düzenlemeler, dengeler, oranlar falan..’

Gültekin Çizgen eleştirinin sanat eserinin ruhunu ortaya çıkartması gerektiğini şu cümlelerle
anlatıyor; ‘Sanatçının eleştirisi de öncelikle ürünüyle ne anlattığı, bunu nasıl bir biçim
dünyasına taşıdığı, kullandığı teknik ve son hesaplaşmada da üretilen sanat ürününün
sanatçısına dair bir kimlik taşıyıp taşımadığı konuları irdelenir. Böyle bir inceleme şemasıyla
sanata yaklaştığımız zaman ürünün iyi - kötü değerleri, bu arada olayın “ruhu” ortaya çıkar.
Eleştiri tekniğe yaslanır, psikolojiktir, estetik araştırılır ve sosyolojik tabanlıdır. Temelde
felsefi bir uğraştır... Fotoğraf bağlamında düşünürsek, kişiye özel de olsa görselliğin
dünyasında “fotoğraf”, sanata yeni bir bakış açısı getirmiştir. Fotoğrafın miladıyla, estetikte
yeni bir sayfa, sanatta yeni ufuklar oluşmuştur. Fotoğraf üzerine eleştiride bu yeni bakışı
kavramak gerekir... Eleştiri yazılıdır, kalıcıdır ve kuşkusuz “haber” değildir. Eleştiri
yazısında bazı deyimler, sanat jargonları kullanılsa da son hesaplaşmada yazının berrak ve
anlaşılabilir olması önemlidir.’

Mehmet Oğuz’un -iyi fotograf eleştirisinin belki de kendi üzerinde yapmasını umduğu
etkilerden yola çıkarak- ‘nasıl bir eleştiri?’ soruna karşılık gelebilecek satırları aslında
hepimizin hislerine tercüman olabilir; ‘Fotoğraf eleştirmeni fotoğraf üzerine tartışmaları sona
erdirmek için değil, aksine, bu potansiyeli zenginleştirici bir zemini yaratmak için söz
kurmalıdır. Hatta eleştiri, fotoğrafçıdan çok alımlayıcısı için yapılmalıdır dahi denilebilir.
İsteyen fotoğrafçı da bundan yararlanır. Zaten toplumsal gelenek ile fotoğraf arasındaki ilişki
anlaşılmadan, bir görüntünün ne olduğuyla ve bir görüntünün sorumluluğunu almanın ne
anlama gelebileceğiyle ilgili bir hissiyat oluşmadan, eleştirel bir kuram olamaz. Bazı
sözler/yazılar ise eleştiri değil, “eleştirel”dir. Önyargılar dışında eleştirmenin mutlak
olumlama önermesi gerektiği söylenemez tabii ki, hatta nesnel olma zorunluluğu bile yoktur.
Fakat derinlikli eleştiri, derinlikli incelemeleri de gereksinir doğal olarak. Bazen de fotoğrafa
eşlik ettiği düşünülen eleştiriler ondan rol çalar, öne geçmeye çalışırken izleyicisini
fotoğrafsız bırakır. Oysa fotoğraf; alımlayıcısını farklı meraklarla, farklı bakışlarla, farklı
okumalarla, farklı sorularla başa döndürecek kadar hırçın, sarsıcı, rahatsız edici ve hatta
saldırgan olabilir. Burada, fotoğraf ile mücadele etmeyen ama onunla diyalog kuran, kendi
kalıplarını geri planda tutan bir kişinin sabrına gereksinim duyulur.

O’na bakmaya razı bir buluşmayı bekleyen fotoğraf; kendine bir daha baktıracak, varolan
sorularla yetinilmemesi uyarısını yapacak, sonraya kalabilen örtünmesiz temasları çoğaltacak,
seçili bellekleri kurcalayacak, kısaca hayırlı rahatsızlıklar verecek eleştirilere gereksinim
duyar. Belki de en iyisi, eleştirmenin işinin, fotoğrafı içindeki görüntülerle sınırlı görmemek
olduğunu kabul etmek olacak…’

Eleştiri en çok kim (izleyici/sanatçı) yapılır? En çok kim fayda/zarar görür? SORU-3

Bir eser için tüm eleştirmenler aynı şeyi mi söylemeli?

Reha Ülkü eleştirmenlerin farklı farklı özellikleri olabileceğini, önemli olanın eleştirmenin
eleştiri kuramlarını bilmesini ve kullandığı yönteme hakim olması gerektiğini, kendini analiz
ederek, kendi üzerinden anlatıyor. ‘Eleştiride bazı temel ilkelerim vardır (bunları ben
yaratmadım, alıntıladım): Minimalizm, realizm, gelecekbilimcilik, görelilik, nesnellik… Belli
oranlarda globallik-evrensellik arası bir tümellik benimserim. Yani, yerel ve folklorik / ulusal
fotoğrafa baştan karşıyımdır (30 yıldır)…

Fotoğrafın konusu olan ‘ne’de, marjinalleri, ayralları yeğlerim ve bu öznel bir yeğlemdir.
Ancak, aracın amaç kılınmasına, bunun ‘sadakacı’ anlayışa indirgenmesine karşıyım.
Minimalizmde ve realizmde, binlerce diğer fotoğraf eleştirmeniyle çakışırım ama
gelecekbilimcilikte değil. Tuhaf bir öznel-nesnel, zihinsel-kültürel, bireysel-toplumsal,
kognitif-informatik bir gelecekbilimci düşüngüm var ve İngilizce aracılığıyla izlediğim
kadarıyla bu konuda biriciğim, yani ikinci bir örneğim daha yok.

Gelelim foto-eleştirimi nasıl yaptığıma:


İlkin bakarım, sonra bakarım, bir daha bakarım. 3 kezden aşağısı olmaz.

Sonra düşünürüm, bir daha düşünürüm, daha da düşünürüm. 3 kezden aşağısı olmaz.’

Bu bile Reha Ülkü’nün sadece ürünlere değil kendine bile bir sistematik içinde baktığının
göstergesi olabilir. Bu bakış açısı acaba tüm fotograf izleyicilerinde de olmalı mı? Yani eğer
fikrine değer verdiğimiz eleştirmenin kullandığı ve benimsediği yöntem hakkında bilgi sahibi
olmalı mıyız? Bu şekilde onu ve eleştirdiği fotografları daha iyi mi anlarız? SORU-4

Emre İkizler fotograf eleştirmenliği amaçlı yapılan bir etkinliğin iyi niyetlerle de olsa bazen
nasıl geri teptiğini anlatıyor. Ama düşünülmesi gereken şeylerden biri de bu olabilir mi? Tüm
eleştirmenler olaya hep aynı yaklaşımla mı bakmalı ve aynı şeyleri mi söylemeli? Nasıl bir
kritik yaptığını ve hangi yöntemi kullandığını söyleyerek tutarlı olmak şartı ile dediklerini
nereye kadar dinlemeliyiz? Geçtiğimiz Aralık ayında İstanbul’da Türkiye Fotoğraf Sanatı
Federasyonu’nun düzenlediği bir toplantı yapıldı. Son derece iyi niyetle düzenlendiğini
düşündüğüm bu toplantıda “fotoğraf eleştirmenliği” konusu seçilmişti ve bir “sanat
eleştirmeni” konuşmacı olarak davet edilmişti. Açıkçası, ben bu kadar küstah, saygısız, kaba
ve gustosuz bir sanat eleştirmeni daha önce hiç görmemiştim. …Söylediklerinin büyük bir
bölümü fotoğraf sanatıyla ilgili değildi. Zaten nasıl olabilirdi ki? ‘Arkeoloji ve sanat tarihi’
eğitimi almış, kendini sanat tarihine adamış ve hayatında tek kare fotoğraf çekmemiş bir
insanın fotoğraf sanatı üzerine ne söylemesi beklenirdi? “Fotoğraf sanatı diye bir şey yoktur,
sanat vardır!” gibi bir cümleyi, adı ‘Türkiye Fotoğraf Sanatı Federasyonu’ olan bir kurumun
toplantısında sarf etmesi...’

Mehmet Oğuz ‘Eleştiri en basit tanımıyla, çözümleyerek anlama çabasından oluşan söz veya
düzyazı irdelemeleridir. Bu çaba; görüntü ile tarih, estetik ile ideoloji, üretim ile
göstergebilim, görsel temsil ile teknoloji, felsefe ile siyaset gibi bağlantıların ortaya çıkardığı
meselelerin kesişimini de kayda geçirmeyi sağlayacak bir örgü aslında. Eleştirinin ördüğü bu
motif ve temalar, fotoğrafları sözdizimsel bir ilişkiye de sokar. …eleştirinin nihai özü, özgün
olan fotoğrafı yeniden üretmek olsaydı, eleştiri olanaksız olurdu. …Halbuki eleştirmen,
fotoğrafın sadakatsizliğini kabul etmek durumundaki fotoğrafçı gibi, özgün fotoğrafla
hesaplaşma derdinden kurtarmalıdır kendini. Eleştirmen bir fotoğrafa ancak fotoğrafçısının
yakınlaşabildiği kadar yakınlaşabilir, hissedebildiği kadar hissedebilir. Aksi durum, fotoğraf
eleştirisi ile özgün fotoğraf arasında özsel bir kopukluk olduğunu gösterecektir.

SORU-5 Kötü bir fotografçı ile kötü bir eleştirmenin zararı teraziye konulursa ne olur?

SORU-6 Eleştirmenler tarafından tamamen farklı içeriklerde yapılan eleştiriler olacaktır ve


bunlar içinde kendisini etkileyenleri tutarlı bir şekilde ayıklaması izleyicinin sorumluluğu
mudur?

SORU-7 Nasıl bir izleyici?

Eleştiri ve eleştirmene ihtiyacımız var mı?

Nasıl bir eleştirmen ve nasıl bir eleştiri başlıkları altında eleştiri biliminin faydaları ve
vazgeçimezliği üzerinde tespitler yapılmasına karşın bu bölümde yazarlarımızın özlü
sözlerine yer vermek ve de fikirlerin tekrardan altının çizilmesi amaçlandı.

Mahmut Özturan yazısında son söz olarak ‘Her sanat dalının gelişmesi için eleştiriye
gereksinimi vardır ve bu durum yadsınamaz bir gerçektir’ diyor.

Gültekin Çizgen ise ‘Fotoğraf sanatçısı çalışmalarına anlam yükleyerek, biçimleri konuşturup,
ona “fotoğrafça” yaşam veren kişidir. Fotoğraf eleştirisi, eserin “dara”sını alıp “öz”üne
varmaktır. Şunu unutmayalım ki, ancak eleştirinin gelişmesiyle fotoğrafımız canlı, sağlıklı
bir ortama kavuşabilir’.

Reha Ülkü eleştirmene ihtiyacın öyle ayan-beyan istenecek bir şey olmadığını bakın şu
sözlerle anlatıyor; ‘İnsanlar soru sorulmasını sevmezler, bu nedenle felsefecileri ve
eleştirmenleri de sevmezler. Ben de, sanatçıların nasırına nasırına basan bir eleştirmen olarak
hiç sevilmem. Eleştirmen olarak seviliyor olsaydım, bu beni rahatsız ederdi.’

Kazım Zaim ise fotograf eleştirmeni veya eleştirisi tabirine bile karşı, ancak yorumlanma
yapılabileceğini söylüyor. Eleştiri kuramlarının ve yapılış şeklinin bizim doğamıza
(kalıbımıza) ters olduğunu, bu keyfekeder işin bizim kültür yapımıza uymadığını söylüyor.
‘Fotoğraf eleştirisi sözü biraz kaba gibi geliyor bana bunun daha doğrusu yorumlanması olsa
gerek diyorum. Her yorum da yorumu yapanın kültürel yapısına ve anlayışına göre değişir
tabi. Batı tarzı düşünsel eleştiriler bizim kalıbımıza uyar mı ?... Benim anlayışıma göre uymaz
ve bu tür eleştiriler her nedense bende baş ağrısı yapar. Onca laf salatasını anlamak ve
hazmetmek açıklıkla Yunus Emre Halk diline alışmış biri olarak bana hemde hiç uymaz.İçine
yunan ve İncille beraber sunulan Kitab-ı Mukaddes felsefeli fotoğraf yorumlarını türkçeye
adapta etmek fotoğraf eğitimi alan Türk çocuklarına yapılan bir zulümdur.

Fotoğraf eleştirisi yerine artık fotoğrağraf yorumlama demek daha doğru olur. Çünkü hem
fotoğrafçı açısından hem de fotoğraf üretenler açısından bu iş keyfe keder bir iştir ve bu belirli
bir kalite ve biçimsel standart işi ise de her fotoğraf ve her yorum sahibini temsil eder...’

Kuramsal olarak neler söylenebilir?

Özkan Eroğlu sanat eleştirisinin geçmişinin sanıldığının aksine çok eski olmadığını söyler;
‘Sanat eleştirisi, eski ya da yeni olsun yapıt ve sanatçıları incelemek, onları aydınlatmak,
açıklamak ve değerlendirmektir. Eleştirmenleri, ortaya koyduklarının özü, yargılarının
doğruluğu ya da derinliği açısından olduğu gibi, çözümlemede, söyleşide, tartışmada, vb.
gösterdikleri yetenek açısından da inceleyebiliriz. Eleştirinin gerçek bir tür olarak yerini
alması, 19. yüzyılın başlarında gerçekleşmiştir. Bu yüzyıldan önce eleştirmenler olmasına
rağmen, ne yazık ki eleştiri yoktur.

Gültekin Çizgen de yazısında eleştirinin kuramsal olarak sistematikleşmesinin zaman


aldığından bahseder; ‘Sanatta eleştiri, sanatın tüm alanlarında, edebiyatta, müzikte ve plastik
sanatlarda yapılır. Eleştiriyi edebiyatın bir dalı haline getiren büyük eleştirmenler yetişmiştir.
Ürünü ortaya çıkaran sanatçının kimliği de eleştirmenin ilgi merkezine oturur. Sanat
eleştirisinin uzun tarihine baktığımız zaman bunun özellikle modernitenin yapılandığı süreçle
bir sistematiğe oturduğu görülür’

Özkan Eroğlu kuramsal olarak derinlemesine incelediği yazsında ‘fotoğraf da resim sanatı
kapsamındaki bir çalışmaya uygulanagelen ilk aşama olan “Biçimsel Eleştiri” konusuna
muhataptır, bundan kaçamaz. Peşinden de “İçerik Eleştirisi” gelecektir. Net bir söyleyişle
“Fotoğraf sanatı ve eleştiri” bağlantısında ilk vurgu, “Biçim ve İçerik Eleştirileri” konusudur.
Dünyada çeşitli biçimci ve içerikçi kuramlar yer almaktadır. Özellikle belirttiğim üzere
fotoğraf sanatını da kapsamına alan plastik sanatlardaki en sağlam kuramsal yaklaşımlardan
birini Heinrich Wölfflin ortaya koymuştur: Bu kuramcı 16. yüzyıl Rönesans sanatı ile 17.
yüzyıl Barok sanatını karşılaştırmadan yola çıkarak beş kavram çifti ileri sürmüştür.’

Özkan Eroğlu sistematik bir şekilde eleştiri kuramlarının gelişmesinde taşların yerine daha
sağlam oturması için kısaca anlattığı sanat tarihi ve belli başlı kuramlardan sonra şu
tespitlerde bulunur; ‘Sanat yapıtları kendi içlerinde ve içerik boyutunda, mutlak surette
aşağıdaki dört gelişmeden birine muhataptır. Derin hislenmeye ulaşmak açısından ise,
buradaki dört kollu filozofik gelişimin tanımlamalarını iyi yapmak gerekmektedir. Romantiz,
Gerçekçilik, Yapısalcılık, Simgecilik. 4 basamakta yapılması gerekenleri özetler;
Bir: Önce işlevsel bilgiyle donanımlanmak, sonra görmek, daha sonra da derin görmeye
alışmak...
İki: Her şeyin bir işaret ve sanat yapıtlarında biçimleri keşfetmenin yegane yolunun işaretler
olduğunu asla unutmamak, sonra o işaretleri, bilhassa öznel boyutlandırma çabası sırasında
duygulanımın gerekli olduğuna inanmak, ve bütün bunları karşılaştırma ve kombinasyon
zenginlikleri içinde değerlendirmek...
Üç: Sanat yapıtının içeriğini belirleyecek ve Sandro Bocola’nın söylediklerinden (Sandro
Bocolo, Timelines-1870-2000 The Art of Modernism, Köln, 2001) aldığımız destekle, dört
tanımlamanın olduğunu bilmek ve yapıtlara bu kadrajdan yaklaşabilmek, sonrasında da bu
dört tanımlamanın- romantizm, gerçekçilik, yapısalcılık ve simgecilik- temel çıkış noktalarını
masaya yatırıp, tartışmaya almak ve gene bu tartışmaları da kombinasyondan geçirmek...
Dört: Yukarıdaki üç sonuç açıklamasını da bir gövdeye dönüştürerek, sanatçılara ve özellikle
yapıtlarına yorum ve eleştirilerde bulunmak. Sonra, bilhassa kendi kendimize, derin
hislenme-stimmung ile sanata ve yapıta yaklaştım ve tanımladım diyebilmek sonucuna
ulaşmak.

Özkan Eroğlu çeşitli aşamalardan geçen eleştiri kuramlarına ve görüşlerine yer verdikten
sonra sanat tarihinin önemli eleştirmenlerinden bahseder ve verdiği örneklerle eleştiri tarihini
daha iyi anlamamızı sağlar. Eleştiri kuramlarının gelişmesinde önemli olan bu kişilerin kısaca
bakış açılarından bahsetmek, belkide biraz önce tartışılmaya çalışılan ‘tüm eleştirmenler aynı
şeyleri mi söylemeli?’ sorusuna ‘hayır’ yanıtını bulmada bir fikir verebilir. O halde Ökan
Eroğlu’ndan kısa kısa alıntılarla devam edelim .

‘...Brunetiere’e (1849-1907) göre bir yapıtı eleştirmek, her şeyden önce yargılamaktır onu. O,
nesnel temellere dayanan bir eleştiri bilimi kurarak izlenimci eleştiriye ve kişisel beğeni
tasarılarına karşı çıkmak istiyordu. Eleştirinin konusu yapıtları yargılamak, sınıflandırmak ve
açıklamaktır demiştir. Bu açıklamanın işlevi: Bir yapıtın genel sanat tarihi, türünün kendine
özgü yasaları, içinde belirdiği ortam, bir de yaratıcısı ile bağıntılarını belirlemektir. Ona göre
her yapıt kendi türünün evriminde bir an ya da bir evredir...’

Hennequin (1858-1888) ile bilimsel eleştiri kavramı ciddi bir içerik kazanır. Bir yöntem
sorununu da beraberinde getirir, bilimsel eleştiri: Tinbilimsel yorumlama öğeleri yapıtın
içeriğinden mi çıkarılmalıdır, yoksa yazarın yaşam öyküsünden mi, yapıttan insana mı
gitmelidir, yoksa insandan yapıta mı? Onun bu sorulara, kesinlikle karşılık veren bir eleştiri
anlayışı vardır. Psikanalizci Baudouin’in üzerindeki etkisinden de söz edilmiştir. Çevreleriyle
zıtlaşan sanatçılar, oldukça çoktur. Öyleyse genel toplumsal özelliklerden dosdoğru yapıta
gitmeye kalkmak, boşuna bir çabadır. Toplumsal etki elbette vardır, ama bu etkiyi bulmak
için, izleyicilerin bütününü, yapıtın hayranlarını göz önüne almak, kime seslendiğini
anlamaya çalışmak gerekir. İşte onun önerdiği toplumbilimsel çözümleme budur. Sanat yapıtı,
bir ucuyla kendini yaratmış olan insana dokunursa, öbür ucuyla da etkilediği insan
topluluğuna dokunur.

France (1844-1924) ise; ‘benim anladığım anlamda eleştiri de felsefe ve tarih gibi, uyanık ve
meraklı kişiler için yazılmış bir tür romandır, her roman da, yakından bakılınca, bir öz yaşam
öyküsüdür..’

Faguet (1847-1916), ne bir araştırmacı, ne de bir tarihçidir. Her türlü karşılaştırmayı


yapabilecek, bilgili bir kişidir, çok da iyi bir okurdur. Yansız olmak savındadır. Bir büyük
yapıtı okumak için, seçilmesi uygun düşebilecek bakış açısını okura göstermekten başka
özenmesi yoktur. Onun uzmanlığı, düşünceleri ve sanat yordamlarını çözümlemek, bütün
bunları mantıksal bir taslağa göre düzenlemek, böylece büyük sanatçıların elden geldiğince
açık bir görüntüsünü sunmaktır.
Lanson’a (1857-1934) göre, eleştirmen yargılamaktan kaçınmamalıdır. Yargılayan beğenidir
aslında. Beğeni ise, özü bakımından özneldir, kişilere göre değişir. Yapıtlarla dolaysız ve
sürekli ilişkisinin kendisinde belirlediği kişisel duygu ve düşünce biçimlerini, kanıları,
izlenimleri sunacağını belirtir, Lanson. Bir şeyi sevmiş ya da kınamışsa, bunu yalnız sanatsal
nedenlerle yaptığı umudundadır...

...Eleştiri ve Yaratımda Baudelaire Eleştirisi’ne bakacak olursak; onun için, eleştiri bir bilim
değil, sanatsal bir işbirliğidir. Yapıtı bir tutsak, bir tür asalak olarak izleyecek yerde, kendine
özgü bir yaşamla onun yanında, kimi zaman onunkine koşut bir yol üzerinde yaşar.

Valery (1871-1945), amaçlarını ve yöntemlerini çok iyi bilen bir eleştirmendir. Onun eleştiri
yazıları, tinin ne olduğu konusunda bir bilgi edinme yolundaki zorlu bir çabanın parçasıdır.
Onun için temel sorun, bir tinin işleyişini yeniden kurmaktır. Valery eleştirisinin yöntemi,
yılmak bilmez bir soyut imgelem çabasıyla, yaratıcının yaptığı çalışmayı kendi içinde yeniden
yapmak olacaktır. Valery tarzı bir kurama göre yapıtın nedeni sanatçı değildir, daha çok yapıt
sanatçıyı yaratır.

Jaloux (1878-1949), ‘Birinin karşısında bulunduğum zaman, gerçekten ondayımdır, yalnız


onunla ilgilenirim, duygusal olarak da, ussal olarak da onun havasına dalarım, hem de
gerçekten kendimi bırakarak yaparım bunu.’ der ve gribi kapmamız gibi, yabancı bir iç
yaşamı da kapma yeteneği, kişinin kendi yaşamının getirdiği sınırların dışına yayılmasını
kolaylaştırır ve eleştirisinin mayasını oluşturur.

...Bir de Maulnier eleştirisi vardır. Burada, eleştirmen, izleyiciye bir yapıtı iyice anlaması için
hangi anlayışı seçmek gerektiğini gösteren bir sahneye koyucu gibidir. Böylece bir yapıt,
sanatçısı son noktasını koyduktan sonra değişmezlik kazanmış, son biçimini ele almış bir şey
değildir. Yapıt eleştiride tamamlanır. Eleştirmen ‘bağdaştırım’ görevinin bilincine varmakla,
kendisi yaratıcı olmasa bile, hiç değilse yaratıma katılmış olur.

Barthes ve İzlekler konusuna bakarsak; Onun amacı yargılamak da değil, gerçek bir eleştiri
oluşturmak da. Barthes, Fransız eleştiri alanında çok önemli bir yer tutmaktadır. Yaptıkları
değişik çağdaş akımların kavşak noktası gibidir, bunun için de değişkendir.

Panofsky'ye göre bir sanat yapıtı, içinde oluştuğu ve bir parçası olduğu kültür ortamı
içerisinde, yani dönemin felsefesi, toplumsal yapısı, psikolojisi, dinsel ortamı, politik ve
ekonomik durumu vb. gibi olguları ile birlikte ele alınıp incelenmelidir. Panofsky, bu
olguların hepsini “Kültürel Belirtiler” olarak isimlendirmekte, sanatın da bu belirtilerden biri
olduğu ve diğerleriyle de etkileşim içinde bulunduğunu söyler.

Daha birçok eleştirmen bu bölümde incelenebilir. Burada işaret edilmeye çalışılan; eleştiri
kuramlarının gelişmesinde yapı taşları olan bu kişilerin, tarihi süreç ve çeşitli kuramlara
örnekler olarak, izleyicilere farklı bakış açıları sunabileceğini göstermektir. Günümüz sanat
eleştirmenlerinin kullandığı yöntemleri ve sistematiklerini bilmek onları anlamamızı
kolaylaştırır. Buradan çıkabilecek soru; sanatçılar kadar eleştirmenlerin de sayılarının bize
yeterli alternatifler oluşturacak kadar olması, sanatın belirlenmesinde izleyicinin ağırlığını
arttırabilir mi? SORU-8

Hangi sanat eseri? Hangi fotograf?


Mahmut Özturan sanat eseri olabilecek bir fotografın taşıması gereken özelliklerini söyle
sıralamış; Fotoğrafta eleştiriler, genel anlamda biçim ve içerik yönünden yapılabilmektedir.
Bunların detaylarına girdiğimiz zaman; 1.Teknik yeterlik, 2.Yapıtta netlik (PinSharp)
3.Kompozisyon, 4.Konu, 5.Anlatım, 6.İçerik, bir fotoğraf yapıtında önemli temel unsurlardır.
Bunlardan sadece bir ya da birkaçının yapıtta bulunuyor olması, o fotoğrafı, o sanat yapıtını
değerli kılmaz.

Özkan Eroğlu en temel seylerin bile tekrar sorgulanabileceğine işaret ediyor.’Sonuçta ne


olursa fotoğraf sanatı yolunda yapılmış her atılım bir yaratmayı içinde barındırır. Son
zamanlarda “sanat” ve “yaratıcı sanat” başlıklarında dünyada sanata eleştirel bir bakış söz
konusudur. Bu da yeniden “sanat nedir?” sorusunu tartışmaya açmıştır. Hatta bugün yaratıcı
sanatın sonunun geldiğini ve yaratıcı sanatın öldüğünü iddia eden eleştirmenler de
bulunmaktadır. “Salt fotoğraf çekmek” ile “fotoğraf sanatçısı olmak” başka şeylerdir. Bu
ayrımın farkında olmak ve bunu topluma fark ettirmek gerekir. Öncelikle fotoğraf çeken
herkes kendisine “sanatçıyım” diyemez. Çünkü böyle bir şey yoktur; bu işin doğasına
aykırıdır. “Sanatçı”, özgün ve kendi olandır. Hatta sanatçı, bir teorinin ortaya çıkmasına ön
ayak olmalıdır. Sanatçının, hemen bir adım gerisinde “sanatçı adayları” bulunur. Sanatçıları
hiç şüphesiz bu kitle besler... “Salt fotoğraf çekenlere”e gelince, onlar da kendi aralarında
çeşitlenir ve ortaya koyduklarına göre değerlendirilebilirler: “Profesyoneller”, “Yarı
Profesyoneller”, “Amatörce davrananlar”’

Gültekin Çizgen’in her zaman altını çizdiği kendi deyimi ile ‘püf noktası’ kültür izdüşümü
konusundan da burada bahsedelim. ‘Sanat üretimi her şeyden önce kültür izdüşümüdür,
kültürel bir olaydır. Sanatçı da insandır ve yaşadığı coğrafyada, tarihten gelen bir birikimin
sosyolojik yapılanması içindedir. Her sanatçı ülkesiyle vardır. Yarattığı ürün, sanat eseri de bu
yapılanmadan soyutlanamaz. ..Fotoğraf kültürü ve eleştirisi üzerinde yazmanın bazı
öncelikleri de olmalıdır. “Bizi biz yapan değerler bütünü nelerdir?” sorusu ortaya
konulmadan, ülkemizde plastik sanatlar üzerine yapılan eleştiriler eksik kalmaktadır. Kültürel
yapımız gerçeği üzerinden düşünülmeden konulara tamamen “batı düşüncesi” üzerinden
yaklaşılmaktadır.... Dünyamız genelinde Çin, Hint, Japon, Afrika, İslam, Avrupa, Rus,
Amerika ve Latin Amerika kültürlerinden oluşan bir kültürler bütünü vardır. Bu yapıdan
anlaşılacağı üzere kültürlerin “evrensel” ortaklığı olmakla birlikte, ayrı ayrı yapılanmaları ve
“ulusal – yerel” değerleri olduğu da açıktır.
Merih Akoğul hangi sanat eseri sorunu adeta hangi fotografçı olarak soruyor; ‘Fotoğrafçı o
fotoğrafı niçin çekmiştir; o zaman dilimi içinde deklanşöre basmasını gerektiren toplumsal,
psikolojik ve varoluşsal sorunlar nelerdir. Bu fotoğraf nerede, ne amaçla kullanılacaktır.
Fotoğrafın çekildiği coğrafya ve o coğrafyanın koşulları, sosyolojik veya mimari özellikleri
fotoğrafta nasıl yansımıştır ve görünen gerçek(lik)ten fotoğrafçının farkına vararak altını
çizdiği ileti aynı mıdır. İzleyicinin gördüğü/anladığı ile fotoğrafçıyı tetikleyen şey fotoğrafa
bakan kimsenin “okuduğu” ile aynı çizgi üzerinde buluşabilmiş midir!
Bu kadar fazla değişkenin bulunduğu yerde, yüzde yüz iletişimin olanaksızlığı ortadadır. Öyle
ise yapılması gereken nedir: İşte tam bu noktada fotoğrafın bir kültür ve görselliğin alt
dillerinden biri olduğu konusu gündeme gelir.’
Bir ürünün sanat eseri olup olmadığına karar verebilmek çok derin bir konudur. Acaba
eleştirmen bu kararı vermeden gördüğü ve ilgisini çeken tüm fotografları yorumlamalı ve son
tahlilde niçin o eser ya da o kişi olduğunu paylaşmalı mıdır? Bu eleştirmenin sorumluluğu
mudur? Bu olay sanatçıyı hiç ilgilendirmez mi? Zira günümüzde izleyicinin karşısına çıkan
sanat eserlerinin karşılaştığı ilk büyük soru ‘bu da mı sanat eseri’dir ve daha ilk aşamada
izleyicinin onayından geçmesi gereken ilk çıtadır. Her tarafımızı saran fotograf bolluğunda,
eleştirmenin sanat eseri olanları ayıklamak gibi sorumluluğu ve yetkisi nereye kadar vardır?
SORU -9

Fotograf eleştirisinin tarihi? Bugünü? Yarını?

Bu uzun başlık altında tüm eleştiri tarihi kronolojik olarak incelenmeyecektir. Tarihi süreç
içinde yapılan ve yapılması gerekenler hakkındaki yapılan tespitlere yer verilecektir. Mehmet
Oğuz fotografın kısa tarihinin köklü bir eleştiri kuramının gelişmesine yetmeyeceğini söyler;
‘Fotoğraf ile eleştiri (dolayısıyla eleştirmen) kavramları birlikte anıldığında, bu ilişkinin diğer
mimetik sanatlarda olduğu gibi köklü ve hatta soylu bir uzlaşımı var edemediği görülür.
Aristoteles’in Poetika’sı ile başladığı kabul edilen eleştirel girişimden, varılan süreçte
fotoğraf, kendine ait bir eleştiri alt disiplini yaratacak kadar yararlanamamıştır. Haksızlık
etmeyelim, bunun için fazla zamanı da olmamıştır. Şunun şurasında yüzyetmiş yıllık bir
geçmişten ve sanat olduğu Fransa mahkemeleri tarafından kabul edilen teknolojik bir üründen
bahsediyoruz!’
Merih Akoğul fotograf için bir karışıklık ve kalabalıklıktan bahseder ve ‘Yalnızca fotoğraf
teknolojisindeki gelişmeler değil, fotoğraf üzerine düşünceler, örneklere bağlı olarak değişen
fotoğraf bakışları ve dolayısıyla farklı fotoğraf görüşleri de, fotoğrafa ait yeni kuramların
varlığını kaçınılmaz kılmıştır. Artık birbirlerine benzeyen fotoğrafların, birbirlerinden
kopması için nedenselliğinin sorgulanması kaçınılmaz olmuştur.’
Özkan Eroğlu ise gerçek sanat ve sanatçıyı ayırt etmenin güçlüğünden bahsediyor;
‘Küreselleşme, gerektiğinde çok can kurtarıyor, yaşamı kolaylaştırıyor şeklindeki
açıklamalarla övülebilir. Fakat sanat ve felsefe alanında dünya insanlığına zarar verdiği
düşüncesi yaygındır. Küreselleşme gerçek sanat ve sanatçıyı baltalayan sanat ve sanatçı
taklidi yapan insan sayısını müthiş derecede arttırdı. Artış beraberinde yargılamayı güç hale
getirdi.’

Mahmut Özturan ülkemizdeki durumdan bahsederken önermelerde de bulunur; ‘Çok az


sayıda da olsa, görsel veya yazılı basında “fotoğraf eleştirmenliği” ünvanını kendiliğinden
üstlenen kimi fotoğraf sanatçılarımız, ya az sayıda eleştiri yapmakta ya da yaptıkları eleştiriler
basında yeterince ilgi görmemekte ve yer verilmemektedir. Zaten az sayıda mevcut olan
fotoğraf eleştirmenlerine sanat medyasında daha çok yer verilmesi, konunun
kurumsallaşmasına yardımcı olacaktır’…

Gültekin Çizgen yazısında ülkemiz için tespitlerde bulunuyor ve bu güne kadar yapılmış işler
arasında Balıkesir Emin Tan kitapliği ve Fotograf müzesi, İstanbul Modern Sanatlar Müzesi,
Onat, Kutlar, Kaya özsezgin, Seyit Ali Ak, Mehmet Bayhan, Nevzat Çakır, Samih Fırat, Sabit
Kalfagil, Burçak Evren, Geniş Açı Dergisi, Radikal gazetesi Fotograf yazıları, basılı ve
internet ortamında olan dergiler gibi bir çok isimden bahsediyor. Bir eleştiri olarak da eleştiri
emeğinin ülkemizde maalesef maddi karşılığının olmadığından da bahseder. Gültekin Çizgen
gelecek için önerileri geçmişteki eksiklerden yola çıkarak sıralıyor. ‘Sanat eleştirisi, sanat
tarihiyle bağlantılı bir disiplin olduğu için, üniversitelerimizin edebiyat, sanat tarihi
bölümlerinde sanat eleştirmenliği çerçevesinde eğitim çalışmaları yapmaları, verilen yüksek
lisans ve doktora tezlerinin, buna göre yönlendirilmesi gerekir… 57’sinde Güzel Sanatlar
Fakültesi ve buna bağlı olarak 16 Fotoğraf Bölümünün eğitim yaptığını bilmekteyiz. Ancak
bu çabaların hiçbir kültürel alt yapısı bulunmayan, müzesi, koleksiyonu, galerisi, yayına
dönük “entelektüel üretimi” olmayan beldelerde yetersiz kadrolarla yapılmış olması, kültür ve
sanatımıza hiçbir yarar ve sonuç getirmemektedir. Üniversitelerimizin Güzel Sanatlar
Fakülteleri, hovarda bir kişinin yakasına takılan fantezi bir çiçek gibi gözükmektedir.
Bölümler, bilim ve sanat üzerine genelde “iş” yerine “işsizlik” üreten, ortaya etik sıkıntılar
çıkaran, “tabela kuruluşlar” haline gelmektedir.

Bugüne kadarki gelişmelere bakarsak, sağlıklı gelişmeden artık umutlu olmadığımı


söylemem gerekir. Bunu anlamak için fotoğraf çevresinde yapılan tezlere bakmak yeterlidir.
85 yıllık geçmişine rağmen ülkemiz Cumhuriyet dönemi fotoğrafının kapsamlı araştırması
yapılıp, ortaya bir “fotoğraf sanatı tarihi” kitabı çıkarılamamıştır.

Ülkemizdeki en kapsamlı “Cumhuriyet dönemi fotoğraf koleksiyonu”nun sahibi olarak,


kendileriyle yakın ilişkime rağmen bazı hocaları yapılacak tez çalışmalarında vermeyi vaat
ettiğim geniş desteklere rağmen, konuyu bu çerçeveye çekememenin çaresizliğini
yaşamaktayım’

Son olarak Merih Akoğun tespitine dikkat edersek; ‘...benim kanım, maksimum 10 yıl içinde
gereksiz kalabalık yapan fotoğraflar ortadan kaybolacak, dünyadaki her şeyi çekmekten
sıkılan fotoğrafçılar makinelerini bir yana bırakacaklar, belki de film çekmeye ya da o günün
modası (ne olacaksa) onu yapmaya başlayacaklar.’

Sanat ya da kültür ekonomisi? En moda kişilik, kürator! Düşman kim?

Emre İkizler yazısının ilerleyen kısmında asıl önemli konuya işaret ediyor. Neyin sanat ürünü
neyin değil, hangisinin daha kayda değer olduğunu belirlemede daha büyük ve ticari
faktörlerin araya girdiğini söylüyor ve belki de sanatçı kadar izleyeni de bekleyen büyük
tehlikelerden biri olduğundan bahsediyor; ‘Günümüzde sanatsal uygulamalarda fotoğraf çok
yaygın olarak kullanılan bir ortam haline geldi. Açıkçası bilen de kullanıyor, bilmeyen de. Bu
duruma, biz fotoğrafı bilenler (yani fotoğraf camiası) tepki duyuyor doğal olarak ve üretilen
işi öncelikle teknik olarak değerlendirdiğimiz için, fotoğrafı bilmeyen bir sanatçının ürettiği
fotoğraf temelli bir eseri beğenmiyoruz, hatta yerden yere vuruyoruz. Doğrusu haksız da
değiliz. Sanatçı sorumluluğu, kullandığı tekniği bilmeyi gerektirir. Ama bunu kime
anlatacaksınız? ...Bu kadar niteliksiz işler nasıl oluyor da “sanat” adı altında pazarlanıyor?
Bunun yanıtı “sanatçı-eleştirmen-galerici” üçgeninde yatıyor. Sanatçı (iyi ya da kötü) işini
üretiyor. Bu sanatçının işlerini izleyen eleştirmen bunun çok iyi bir iş olduğu üzerine saygın
medyayı (dergi, TV, internet, v.b.) kullanarak “fetva” veriyor ve fiyatı yükseltiyor. Galerici de
bu “üstün nitelikli” sanat eserini büyük paralar karşılığında satıyor. Sonra da paraları
kırışıyorlar. Burada ince bir nokta var gözardı edilen: Söz konusu eleştirmen aslında birkaç
sanatçı ile dirsek temasında ve onların işlerini övüyor. Arada sırada, başka sanatçıların işlerini
de yermeyi unutmuyor. Böylece, ilişki içinde olduğu sanatçıların değerini yükseltirken,
diğerlerini karalayarak onları aşağı çekmeye çalışıyor. Kısacası bu bir tezgah! Eleştirmen (ya
da küratör), bu tezgah içinde en önemli kişi. Onun yargısı fiyatı belirliyor… Aslında “kralın
çıplak” olduğunu söyleyebilen birkaç kişinin elinden bir şey gelmiyor ve kervan yürüyor...

İşte bu noktada dehşete düşebileceğimizi Emre İkizler de fark ediyor ama devamında
yazdıkları da içimize tam olarak su serpmiyor; ‘İçinizden bazıları durumu abarttığımı ya da
büsbütün çarpıttığımı düşünebilirler. Ama batıdaki sanat pazarının, az çok böyle işlediğini
biliyorum. Elbette her eleştirmen böyle bir tezgahın içinde yer almıyor, herkes kötü niyetli
değil. ...Ülkemizde böyle bir fotoğraf sanatı pazarı olmadığı için böyle bir sistemin
varlığından da söz edilemez. Ayrıca, eğer böyle olacaksa, dilerim hiç oluşmaz! Bizdeki sanat
pazarı, batıda artık ölmeye yüz tutmuş olan “resim” alanı üzerine kurulu ve birkaç ünlü ismin
işlerinin çevresinde dönüyor.
Merih Akoğul daha farklı bir noktaya işaret etmek ister; ‘Gerçekten de fotoğrafın tüm
ekonomisi, özellikle son 70 yılda amatörler üzerinden yürütülmüştür.’ derken fotograf
üretimi, teknolojisi, yorumu ve belki de sanatı belirleyen faktörlerin çok daha geniş ama farklı
bir zeminde incelenmesi gerektiğine işaret ediyor.
Mehmet Oğuz da tespitlerinde ciddi tehlikelerden bahsediyor. ‘Aslında, yönetimi profesyonel
işletmeci ve pazarlamacıların eline geçmiş durumda olan kültür endüstrisinin mekanizmaları
arasında tutunmaya çalışan küratör, eleştirmen ve diğer sanat / kültür uzmanlarının varlığında,
söylem ve eleştirinin doğal coğrafyasından uzaklaşmasına şaşmamak gerek. Global güç
ağlarının şekillendirdiği tüketim toplumu modelinden süzülerek izleyicisi ile buluşan
eleştirinin içeriğini, meta-estetik zihinsel kodlamalar doldurmakta. Küresel ve yerel kültür
sektörü, eleştirinin ortaya sürdüğü her kuramı, uyarıyı, tartışmayı hortumlayıp kendi
teyidinden geçirdikten sonra dışarıya yansıtıyor. Günümüz kültür sanayiinin ticarileşen ve
medyatikleşen sanat ve sanatçı üretme yapısının ortaya çıkardığı düşünsel eylemin boşluğunu
ise, trendlere uyan yıldız sanatçılar (fotoğrafçılar) dolduruyor. Hegemonik sistem, kendisine
karşı olan eleştirel tutumu da, eleştirmeni de evcilleştirmenin yollarını yaratmakta uzun
süredir. Bunu başaramadıklarını ise tecrit edip, görünmezleştirmekten çekinmemekte. Hal
böyle olunca, sistemle barışık olanların önü açılıyor, yerleşik yapı ile henüz ilişki
kuramayanlar ise kolektifleşerek, sanatın (fotoğrafın) heterojen dokusu içinde kendilerini
görünür kılmaya çalışıyorlar’
Özkan Eroğlu benzer eleştirilerde bulunuyor; ‘Galeriler bu sanatçı benim, şu sanatçı senin
gibi kamplara bölündü ya da bir sanatçı kendi galerisinin dışında ve izni olmaksızın hiç bir
etkinliğe kendi rızasıyla katılamadı. Adeta çıkar kavgaları dünya sanat ortamını kamplara
böldü. Müzelere girme yarışları sergilendi. Bu da yetmedi sanatçıların kendi adlarına müzeler
kuruldu. Bu da yetmedi; bu müzeler birkaç ülkede açıldı. Müze koleksiyonunu ele alan
kitaplara hangi yapıt girsin girmesin tartışmaları hem de çok büyütülerek yapıldı…. Her türlü
yalakalık yapıldı galerici ve son zamanlarda moda olan küratörler için. Karşılıklı garip ve
acımasız hazlar alındı bu durumlardan. Bunlar çıkar kavgası adına dünyada ve ülkemizde de
olup bitenlerden bazıları..’

Özkan Eroğlu kendi düsturunu Hegel’e dayandırır ve sorunlara bakışını bu yaklaşımla


dillendirir; ‘Yaratıcı sanatın Hegel’e göre iki temel engeli vardı: Bunlardan biri kesinkes
burjuva toplumu, diğeri ise Hıristiyan devletti. Bu iki engelle şu iki yol düşünülmekteydi:
Sanat, “mutlak devlet”i kurtarmak için yok olacak veya “mutlak devlet” yok edilerek yeni
dünya durumu ve yeni bir sanat Rönesans’ına yol açılacaktı ki Hegel bu aşamada birinci yola
inanmış,’ Amerika ve sanatın bozulması üzerinde de tespitlerine devam eder; ‘ABD’nin
ortaya saldığı tamamen silahlı kahramanlar yaratma, herkesin herkese karşı savaşı, katı bir
bencillik, tanrısız bir doğa ve dolayısıyla sanat ile dünyevi olmayan tanrıların yaratılması
durumu söz konusudur.’

‘Sanatın kaynağı özgür ve organik toplum yaşamındadır. Bugün her alanda olduğu gibi sanat
ortamında da bulunan baskı, korku, kölelik ve zorbalık sanata düşman bir ortam yaratmıştır.
Çirkin ve canavarca olan her şey sanattan nefret eder. Dünyada bugün sanatta kendinden emin
olma ortadan kalkmış gibidir. Böyle bir sanatın tanrısallaşmış bir dünyaya hizmet etmekten
başka bir amacı olamaz. “Günümüzde sanat tanrısallaşmış güç odaklarının verdiği sadakayla
var olmaya çalışmaktadır”. Her tarafımızı saran sanat, sanatçı ve sanat yapıtı denen olguların
hepsi adeta çokluklarıyla tapınma yönündeki bir aşırılığa işaret etmektedir.’

Tüm bunlara alet olmamak için ne yapmalı? Sanatı izlemekten ya da içinde olmaya
çalışmaktan vaz mı geçmeli? SORU-10
Neler ülkemize özgü?

Murat Germen yazısında özellikle ülkemizdeki durumun anlaşılması için fotografçı kimliği
üzerinden saptamalar yapıyor. Germen’e göre ancak gerçek fotograf sanatçıları ve gerçek
üretimler olduğunda fotograf eleştirmenliğinden bahsedebiliriz. ‘Fotografın varlığı, üretimi,
saklanması, arşivlenmesi, paylaşımı, sergilenmesi kurumsallaşmadan fotograf eleştirisinin
doğru bir yere geleceğini düşünmüyorum. Fotografı işten çıktıktan sonra bir hobi olarak
değerlendiren veya gezi fotografçılığı dışında fotografa kafa yatırmayan insanların olduğu
çeşitli dernek ortamlarında doyurucu fotograf eleştirisinin yeşermesi mümkün değildir. Ve
ülkemizde durumu anlatan önemli tespitlerde bulunuyor ‘…Ülkemizde, bazılarının yetkinliği
tartışılırsa da, sanat eleştirmeni bol miktarda var. Ama bunların içinde fotograftan anlayanı
pek yok ne yazık ki... fotografı ana ifade biçimi olarak kullanan sanatçıların ürettiği işlerin
sanat dünyası içinde gerekli yeri bir türlü edinememesi, eleştirmenlerin dikkatini yeteri kadar
çekip onların kendilerini fotograf konusunda eğitmelerini sağlayamaması… Halbuki bu
durum dünyada neredeyse tersine dönmüş durumda. Kendini kavram sanatçısı veya güncel
sanatçı diye lanse eden bireylerin fotografı çok sıklıkla kullandığını ve dolayısı ile sanat
eleştirmenlerinin fotografa çoğu kez odaklandığını görmekteyiz.

Emre İkizler’in eleştirel tespitlerine kulak verelim; ‘Ülkemizde fotoğraf kurumsal bir yapıya
daha yeni yeni kavuştuğu için bir takım eksikliklerinden de kurtulabilmiş değil. Bunların
başında da fotoğraf eleştirmenliği geliyor. Belki çok iyi ve ünlü fotoğrafçılarımız var, ama bir
tane bile “fotoğraf eleştirmenimiz” yok! Bu nitelikte birinin olması için de nitelikli fotoğraf
eğitimi almayı başaran şimdiki genç kuşakların çaba göstermeleri ve önlerine hedefler
koymaları gerekiyor. Burada şu ayrımı da yapmama izin verin lütfen: Hobi fotoğrafıyla sanat
fotoğrafını birbirinden ayırmak gerekiyor. Hobi amaçlı fotoğrafların içinden çok iyi
fotoğraflar çıkabiliyor ama sanat ortamlarında (galerilerde, müzelerde, sanat yayınlarında)
sunulamadıkları için hak ettikleri değere hiçbir zaman ulaşamıyorlar. Dahası, sanat
eleştirmenleri tarafından hiçbir zaman izlenmiyorlar. Bu nedenle, sanat olan fotoğrafın (daha
doğru bir deyişle “sanat iddiasındaki fotoğrafın”) doğru ortamları kullanması sonucunda sanat
eleştirmenleriyle karşılaşması mümkün olabilir. Yani doğru kulvarları kullanmak şart.’

Emre İkizler ülkemizde fotograf eleştirmeninin işininde zor olduğunu da söylüyor. ‘Ama
eleştirmenlik gibi bir konunun ülkemizde “profesyonelce” yapılmasını biraz ütopik olarak
görüyorum. Bunu yapacak kişinin tuzunun kuru olması ve kendini fotoğrafa adamış olması
gerekir. Bu nitelikte “Don Kişot”lar çıkana kadar yakın çevremizdeki ağabey ve
ablalarımızdan yardım istemeye devam edeceğiz gibi görünüyor. O zamana kadar, amatör
fotoğrafçılıkta kesin doğruların olduğunu, sanat fotoğrafında ise kesin doğruların olmadığını
unutmadan ve eleştiriyi kişiselleştirmeden yapalım.’

Elif Vargı ülkemizdeki durumu, camianın küçüklüğüne ve ülkemiz insanına da bağlıyor;


‘fotoğraf camiası oldukça küçük ve hemen hemen herkes birbirini tanıyor. Kimse bir diğer
arkadaşının kalbini kırmamak için eleştirmiyor / eleştiremiyor veya eleştirmek istemiyor.
Bununla birlikte, bu dostane ilişkilerin yanı sıra “eleştiri” adı altında başka şeyler de
yapılıyor. Fotoğrafçının “Eleştiriyorum” dediği noktada bir bakıyorsunuz, fotoğraf haricinde
her şey konuşulmuş ve olay birden başka yerlere taşınmış. Fotoğraf değil de, fotoğrafçıların
ego savaşları başlıyor bir yerden sonra...’

Elif Vargı’ın Arif Ahçı’dan yaptığı alıntıdan da bahsetmek gerekir. ‘Ülkemizdeki fotoğraf
topluluğu oldukça küçük. Bu yüzden ekseriyetle izleyiciler de fotoğrafçı kökenli insanlar
oluyor. Çok küçük bir topluluk olduğu içinde, doğrusu kimse kimsenin kalbini eleştiri
yaparak kırmak istemiyor. Çünkü muhtemelen bir sonraki sergide kişiler tekrar bir araya
gelip, yine kadeh tokuşturulacaklar. Belki 2 sene sonra biri diğerinin sergisine gidecek. Yada
bir kişi eleştirdiği insanı kendi sergisine davet edecek. Bundan ötürü camia olarak bir aile
gibi, kol kırılır, yen içinde kalır mantığıyla hareket ediyoruz.

Bizde hiç böyle bir şey yapıldı mı? Yoo!.. Neden? Çünkü, ayıplarlar. İçe kapalı, utangaç bir
toplumuz. Kendini ifade etme geleneği olmayan çekingen bir toplum.Eleştiri olmayışının
ipuçları buralarda… Bu toplumda, iyi fotoğraf eleştirisi, edebiyat eleştirisi, sinema eleştirisi
olacağını ben hiç zannetmiyorum. Batıdaki gibi bir eleştiri geleneği, insanların kendi iç
karanlığını, iç dünyasını kendisine ifade etme geleneği yok ki…

Mehmet Oğuzu’un ülkemiz için tespitleri moral bozacak kadar kulağa gerçek geliyor;
‘Memlekette fotoğraf üzerine düşünen, yazan, araştıran bir kesimi yok sayamasak da,
derinlikli bir fotoğraf eleştirisinden, kuramsal bir birikimden, nitelikli bir tartışmadan söz
etmek kolay değildir. Gezegenin bu bölümünde fotoğraftaki eleştiri pratiği daha çok didaktik
önermeler ve/veya katıksız fikirler üzerinden belirlenen koridorlarda konumlanmıştır.
Sanatsal bağlamdaki eleştiri kültürü, bu alanda çoğu zaman yergi ile övgü arasında derin
boşluklar bırakan bir icazet söylemi üzerine temellenmiştir. Fotoğraf üzerine gecikmelerle
ithal edilen kavramsal bağlar ise, kendi içine dönük pürüzsüz bir eleştiri görüntüsü
yaratmıştır. Arkasına burjuvalaşma sürecinin yatırımı olan teknolojiyi alan fotoğraf
eleştirmeni, izleyicinin yüksek zevkini okşayıcı görsel okumalarla toplumsal beğeni
mühendisliğine soyunmakta bir sakınca görmemiştir. Ardında en fazla yüzeysel bir görsel
bellek bırakan fotoğraf eleştirisi de, çok geçmeden fotoğrafla birlikte tüketilip, kendiyle
uzlaşacak yeni imajlar peşine düşmüştür. Bu aldatıcı ve gürbüzleştirilmiş popüler imgelem
kıskacında hızla irtifa yitiren ise yine fotoğraf ve yaratıcı düşünce kırıntıları olacak gibi
görünüyor.

Mehmet Oğuz devam ediyor; ‘Böyle bakınca, meseleyi ferah tutmak adına konuyu fotoğraf-
eleştirmen ekseninden, sanat-eleştirmen eksenine kaydırmak daha hayırlı da olabilir...’

Radikal gazetesindeki kültür markası çağı isimli makalesinde, “Sanat açısından tartışma ve
eleştiri alanındaki durgunluk ve sanat ol(a)mayan birtakım ikincil üretimlerin ayıklanamaması
gibi iki sorun var. Bütün resimler, heykeller, fotoğraflar, videolar ve yerleştirmeler 'en önemli,
en anlamlı, en değerli, en geçerli, en uluslararası', yapılan bütün sergiler de 'kusursuz ve
ilginç'... Sanki, geleneksel sembolizm, bayat sürrealizm, santimantal kitsch, çarpık imgelem
ilüstrasyonları, Pop-art bozuntuları, dekoratif soyutlar, idolleştirilmiş ve fetişleştirilmiş
imgeler, amatör sanatçılık Türkiye sınırlarından içeri girmemiş gibi... Sanırım, bunlardan
kurtulmanın tek yolu, 'sanatmış gibi üretimler müzesi' açmak...” diyor Beral Madra.
Gerçekten de, fotoğraf, arkasında görece sağlam bir örgü bulunan eski kuşak
sanatçı/yorumcunun dokunulmazlık ağını delip, kusurlarını acımasızca ortaya koyduğu halde,
hoşgörü ile karşılanabiliyor. Çoğunlukla sorunlu bir modernizmin ürünü olan yeni kuşak
fotoğrafçı/eleştirmenler ise, içinde devinilen bu paradigma ile hesaplaşacak güçte değiller.
Basın bültenleri, TV kültür programları, kataloglar vs. büyük oranda sanatçıya (fotoğrafçıya)
övgüler içeriyor, yapıta da tarihsel bir değer kazandırma kaygısı taşıyor. Süregiden düzenin
dayattığı heterojen üretim, aynadaki görüntüsü ile barışık, kendini imal edilmiş arzuları
yanıtlamak üzere ortalığa sürülmüş sabiteler üzerinden sistemin çıkarlarına uygun şekilde
anlamlandırabiliyor. Kaygan, hızlı ve değişken bir ortamda; önceden belirlenmiş bakış
biçimleri, eleştiri normları, irdeleme teknikleri yaşamın taşıdığı veri zenginliğini keşfedip
ortaya çıkaramıyor. Bu tutum, fotoğrafın izleyicisi (alımlayıcısı) ile paylaşabileceği çoğul
anlamlandırma olanaklarını tahrip ederek, eleştirmenin verili ideolojilerinin direnciyle,
fotoğraf ile izleyicisi arasında bariyerler kuruyor. Böylece fotoğraf eleştirisi de, kendi
öngörüleri ve varsayımlarının açtığı izlerle fotoğrafın taşımadığı kökler keşfederek, tanımlı
fantezileri üzerinden fotoğrafı yeniden üretirken bulabiliyor kendini. Daha da vahimi, eleştiri,
yalnızca sıradan kişilerin dehalara düzdüğü övgülerden ibaret sanılıyor. Bu da mesela, yakın
tarihin bir yerinde bir kez tescil edilmiş olan bir fotoğrafçının, sistemin hantallığına kapılarak
yerini doldurulamaz görmesini kolaylaştırabiliyor. Sistem değişmeyince, sistemi üreten,
geçmişteki konumu/üretimiyle kendini paketlemeyi becerebiliyor. Bu didişmeden de maalesef
fotoğraf zaferle ayrılmıyor. Modernizmin popüler kültürle girdiği gönüllü işbirliğinde
popülerleştirilmiş fotoğraf, hiyerarşik güç ilişkileri ile biçimlenen değer yargıları üzerinden
beğeni ve estetik kategorilere uzandıkça, büyüsünü yitiriyor, yaldızları sökülüyor. Bu arada
eleştiri ise -araya yüksek sanat görüşlerinin serpiştirildiği- fotoğrafın aksesuvarı oluyor’

Özkan Eroğlu bu noktada Mehmet Oğuz söylediklerine karşılık gelebilecek


değerlendirmelerde bulunmaktadır; ‘O zaman sözü çok uzatmadan Hegel’ci bakış açısının
üzerinden ilerleyerek, düşüncelerimizi dile getirelim: Sanatın yeniden yapılanması için dünya
insanlarının ilgi odağını bilhassa ekonomi ve politikadan, hatta fazlaca pompalanmış
sosyolojik bıkkınlıklardan tekrar sanata yönlendirmek kaçınılmaz. Bu noktada ekonomi
olmadan hiç bir şey, hatta sanat da olmaz diyen görüşün, aslında ne kadar çürük bir
söylemden öte gitmediğinin de altı çizilmelidir. Sanatın su, hava gibi insanın
yaşayabilmesinde ne denli etkin olduğunun ciddi biçimde gösterge edilmesiyle işe
başlanabilir. Bu göstergeler oluşurken, doğal olarak içi boş yapıt sistematiğine destek vererek
bu iş yapılamaz. Bugün dünyada var olan sanat, “bir şaka ve gösterişten ibarettir” vurgusu,
sanatın içinin ne denli güzel bir şekilde boşaltıldığının kanıtlarından biriyse, Baudrillard’ın bu
vurgusundan hareketle, üret-tüket mantığından büyük esin alan günümüz sanatının sanatçısı
ve sanat ortamında beliren ve çoktan “tekelleşmiş iktidar”ını ortadan kaldırmak için çareler
aranmalıdır. Bunun için çok kapsamlı hazırlık çalışmaları gereklidir. Öncelikle, sıklıkla hep
dile getiriyoruz; gerçekçi bir sanat tarihi insanlarla buluşturulmalıdır. Çünkü bu olmadan
tarihsel dönüşümler görülemez, örneğin hemen her şeyin; en önemlisi estetik dönemin Hegel
ve Goethe gibi isimlerle sona erdirildiği anlaşılamaz. Özellikle Yunan ve Roma sanatı
arasındaki yapay dönüşüme dikkat çekilemez. Oysa tarihte Roma İmparatorluğu ve dayattığı
sanatın, bugün ABD ve dayattığı sanatla arasında hiç bir fark yoktur. Öyleyse sanatın
tarihindeki viraj tekrarların algısı, müthiş önem taşımaktadır.

Bu noktalarda ise Mehmet Oğuz’a katılmaktadır; ‘Bugün sanatı toplumlarda burjuva


dediğimiz kesim çok itekleyip, desteklemekte. Fakat az gelişmiş toplumlarda yapay burjuva
dediğimiz, burjuva görünümlü burjuvalar var. Sonuçta yapay burjuva, “sanatı kolaycı
algılamakta, felsefenin sanatla bağıntısını kuramamaktadır” en genel boyutta. Bu çok büyük
bir sorundur sanatı baltalayan.

Emre İkizler’in söyledikleri biraz moral verebilir; ‘Açıkçası, Türk fotoğrafının teknik
yetkinliği hiç de kötü değil. Ülkenin genel derbederliğine kıyasla, fotoğrafımızın daha iyi bir
durumda olduğunu düşünüyorum. Ülkemizdeki ortalama bir fotoğrafçının sahip olduğu
malzemenin kalitesinin de, bizden daha gelişmiş ülkelerdeki ortalama fotoğrafçıların
malzemelerinden daha yüksek olduğunu da gözlemliyorum.’

Nelere kulak kabartmalı ve endişe duymalıyız?

Merih Akoğul’un tespitlerine göre öncelikle kulak kabartılacak şey; ‘Fotoğrafla ilgilenen
herkese, kendilerini çok büyük birer sanatçı gibi hissettiren şey, bugün yeni bir felsefe
söyleminin temellerini oluşturacak yoğunluktadır. Bu da bir modadır ve geçecektir;
Şöyle bir baktığımızda, genç fotoğrafçıların çoğunun oldukça donanımsız olduğunu
görüyoruz. Bırakın eskiyi, yakın geçmişlerini bile bilmiyorlar.
Bu benim genç fotoğrafçıların ciddi bir bölümüne getirdiğim eleştiridir. Fotoğraf eleştirisinin,
iyice bir düşündükten sonra aslında bir fotoğrafçı eleştirisi olması gerekliliğine inanıyorum.
Ağabeylerine gelince... Onların çoğu farklı mesleklerden gelme, emekli ya da hayatlarında
köklü bir değişimi düşünenlerden çıkmadır. Çoğu için fotoğraf, çok sıkıldıkları iş
hayatlarından kaçış amaçlıdır. Ama aralarından bir kısmı kendilerinin bile nasıl çektiklerine
şaşırdıkları üç kare fotoğraf ve yetersiz tecrübeleriyle fotoğraf sanatçısı gibi dolaşırlar’.
SORU-11 Yumurta mı tavuktan çıkar, tavuk mu yumurtadan? Yani iyi fotograflar mi iyi
eleştirmenleri doğurur, iyi eleştirmenler mi iyi fotografları.
Özkan Eroğlu tespitlerine kulak verelim; ‘Günü kurtaran davranışlardan kesinlikle
vazgeçilmelidir. Tabi bütün bunları ifade ederken, bunu özellikle sanatın başını çeken
kurumlara, bilhassa üniversitelere söylemek istediğimi belirtmeliyim. Yanı sıra sanatın özel
bazı kurumları olan müzeler, galeriler, müzayede şirketlerinin de yekten dile getirdiğimiz
sorunların üzerinde düşünmesi gerekmektedir. Örneğin ülkemizde sanat ve ortamı çok hızlı
kurumsallaştırılmakta; çağın hızlı gidişine paralel ve adeta dayatmalarla bu iş
yürütülmektedir. Oysa bu işin ağır ağır hazmedilerek işlemesi gerekir. Yurt dışında her hangi
gelişmiş bir müzayede kurumu veya müzesi ya da sanat galerisi örnek alınarak, henüz alt yapı
oluşturulmadan hızlı gerçekleşen ülkemizdeki söz konusu kurumlaşma, bir şeyin başlamadan
bitmesi boyutuna işi götürmektedir. Şimdi bu eleştiriler çok ağır oldu diyenleri duyar gibiyim.
Fakat durum ne yazık ki kuralına göre oynandığında karşımıza çıkan basit gerçekler bunlar.
William Blake’in o çok derinlikli sözü, yoksa boşuna mı söylenmiştir: “Acı çekmekten ve
günah işlemekten korkanlar, asla kişilik sahibi olamazlar”.
Mehmet Oğuz’un bahsettiği tehlikelere de kulaklarımızı tıkayamayız; ‘Sanatı kolaycı
algılamak, aslında sanatçıyı ve yapıtını hiç algılamamak demektir. Bu pompalama görevi ve
tarih karşısındaki bu acımasız sorumluluğu ise üstlenen basın organları olur. Onların
muhabirleri, köşe yazarları, maaşlı sanat eleştirmeni olarak sunulmuş tipleri, burjuvanın her
türlüsünü gaza getirir. Özellikle 18. yüzyıldan beri durum budur. Bir taraftan arka planı dolu
sanat öldürülmüş, içi boş ve çoğun albenili bir sanat anlayışı bu şekilde körüklenmektedir.
...Estetik özgünlük böylece etki altındadır ve bir çeşit ambargo altına alınmıştır. Adeta bir iş
ve politika gibi görülür. Günü kurtaran, kapanın elinde kalıp, şişirilen kimselerin sanatçı
oldukları, ortaya koyduklarının da yapıt olduğu iddia edilir, böyle bir mitoloji yaratılmaya
başlanır ve böyle bir mitolojinin yazılması sağlanır. En iyinin tarifi bir elden, adeta bir borsa
oluşturularak yapılır. Çünkü en iyileri belirleyen ne yazık ki sadece kapitaldir.’

Alıntılar veya kulak kabartmamız gereken diğerleri?

Akıllı bir izleyici olabilmek için daha kulak kabartılması gereken bir çok yazar, metin, bilgi
vardır muhakkak ama öncelikle panel için gönderilen metinlerden yazının derlenmesi
planlandığından bu başlık altında sadece birkaçından alıntı yapılacaktır.

Fotograf eleştirmenliği denilince Türkiye’de atlanmaması gereken isimlerden biri Mehmet


Ergüven’dir. Müzik temelli (sahne yönetmenliği) bir akademisyen olmasına karşın görsel
sanatlar üzerinde çok önemli deneme ve makaleleri bulunmaktadır. Eleştirmenlik konusunda
yazdıklarına bakacak olursak; ‘bir güdü olarak eleştirel tavır yaratıcı etkinliğin diğer
yüzüdür... Sanat eserinin herkes tarafından görülebilir duruma gelmesiyle sergileme işlemi de
örgütlenmesi gereken bir etkinliğe dönüşmüştür kendiliğinden. Böylece, açık havadan
kiliseye, oradan da özel olarak bu iş için düşünülmüş kapalı mekana giren resimler, topluca
görülebilir hale geldiklerinden itibaren ister istemez ortaya bir kıyaslama ve rekabet sorunu
çıkmıştır; farklı izlenimlere çekidüzen vermek üzere, kuru kalabalığın tepkilerini tek elde
toparlama eğilimi sıradan bir beklenti olmaktan çıkarak eleştiri ve dolayısıyla eleştirmene
duyulan ihtiyacı kaçınılmaz hale getirmiştir’(3).

Mehmet Ergüven’in eleştirmenler hakkında tespitlerine devam edelim; 'Eleştirmen kendi


içinde tutarlı olduğu sürece istese de yanlış yapamaz. Dolayısıyla eleştiride yanlıştan söz eden
kişi (sanatçı) hem kendi yaratıcı etkinliğini zanaata mahküm etmekte, hem de eleştirmen ile
yargıcı birbirine karıştırmaktadır.'

Graf Caylus eleştirmenleri üç ana gruba ayırır: ölçütlerini daha ziyade klasik sanattan alan
sanat tarihçileri, sanat eserini duyumsamaya çalışan eğitimli sanat uzmanları, genelde tekniğe
ilgi duyan sanatçılar. Grohs bir grup daha ekler buna: günlük ya da periyodik yayın
organlarında amatör izleyicilerin beklentilerini her türlü denetimden uzak, içinden geldiği gibi
dile getiren gazete eleştirmenleri (3)’

Yazısının ilerleyen kısımlarında artık gazetelerde çalışan eleştirmenlerin de çoğunun


profesyonel kişilerden seçilmiş olduğunu söylemektedir. Mehmet Ergüven sanat tarihçisi ile
eleştirmeni ayıran şeyin ikisinin de aynı objeye yönelmiş olmalarına rağmen, birinin olup
biteni, diğerinin ise olmakta olanı irdelediğini söyler. Kuram ile sanat yapıtı arasında olan
kopukluğu da eleştirinin giderip hayata geçirmesi yolundaki beklentiden bahseder.

Bir sosyolog olan Gisele Freund fotograf tarihi ve kuramları konusunda bir çok yazısı
bulunmaktadır. Artık kimsenin fotografın diğer sanatlar arasındaki yerini tartışmadığını
söylüyor ve devam ediyor; ‘günümüzde binlerce ressam var. Yüzyıllar boyunca resim
alanında sayısız başyapıtın üretilmiş olduğunu bildikleri halde hiçbiri kendisini umutsuz
hissetmiyor. Yeni biçimler yaratabileceklerini düşünüyorlar. Çok da haklılar. Bugün yine
binlerce profesyonel fotografçı var ve bunların arasından büyük bir kısmı yeni yollar
arayışında. Onlar da çok haklı.’ (4) Umutsuzluğa kapılmamamız gerektiğini söylerken Freund
amatörlerin etkisinden de bahseder; ‘Bugün fotograflar, sanatı korumakla görevli kişilerin
onayını alarak müzelere giriyor. Duvarlara asılıyor ve kaybettiği sanat yapıtı özelliğini geri
kazanıyor. Ama böyle güncel olmasındaki en büyük etken, yüz binlerce amatörün –görsel
nesil- kendilerini fotograf aracılığı ile ifade ediyor olmasıdır’(4).

Görsel sanatlar ve özellikle fotograf konusunda yazı yazan eleştirmenleri en çok düşündüren
konulardan biri sanatın geleceğidir. Göstergebilim konusunda özellikle Türk fotografçılar ve
izleyicileri için önemli bir kalem olan Handan Tunç, bu konuda şöyle diyor; ‘Toplumsal
gelişim süreçlerine katkısı açısından fotograf sanatının geleceği, sanat bilimciler ve kültür
bilimciler tarafından yoğun biçimde tartışıldığı günümüzde iki temel olguyla karşılaşılır.
Yarının insanının yaşam tarzını belirleyen koşullar içerisinde görüntü üretimi ya bütünüyle
estetik savlarından vazgeçerek sıradanlaşacak ya da sanatın niteliksel gelişimi insanın gelişimi
ile koşut olarak kendisini biçimleyip belki de insanlık tarihinin hiç tanık olmadığı kadar
yaratıcılığın öncelendiği sanatsal varlığından ödün vermeyen seçici kimliğini kazanacaktır.
Özgür ve üretken beyin toplumsal kimliğini sanatsal deha ile birleştirdiğinde bugünkü
gündemimizde yer alan sanatın meta olma problemi belkide hiç anımsanmayacaktır.’ (5)

Gelecek için Nazif Topçuoğlu’da benzer şeyler söylüyor; ‘ sayısallaşan tüm görüntüler ekran
içinde birbirleriyle eşdeğer konuma geliyorlar. Artık yüksek sanat, halk sanatı, el işi zanaat,
forklor, yeni, eski farkı yok! Sovyet konstrüktivist sanatçı Rodçenko’un umutla beklediği
devrim en sonunda gerçekleşiyor mu? Önce geleneksel-kokuşmuş- sanat bitti, şimdi de
sanatçılar mı yok oluyor? Bir bakıma tüm sanatsal üretimler demokratize ediliyor, eşitleniyor.
Fotograf, resim, sanatçı, amatör birbirine karışıyor. Her yerden görüntü toplamak olası. Belki
de artık yenilerini üretmek gereksiz..’ (6) Bu durumda eleştirmen sadece fotograflara değil
fotografın geleceğine, toplum üzerindeki olası etkilerine, sanat ekonomisi ve tüketimi… ve
daha pek çok konuya kafa patlatmalı gibi görünüyor.

Walter Benjamin de fotograf izleyicisi/okuru/bakarı ya da ne dersek diyelim hepimize bir


ithamda bulunuyor; ‘yazı bilmeyen değil’, denmiştir, ‘fotograf bilmeyen geleceğin cahili
olacaktır’ ama, kendi resimlerini okuyamayan bir fotografçı cahilden de aşağı sayılmamalı
mı? (7)

Walter Benjamin fotograf ve yorumlaması konusunda çok önemli yazılar kaleme alan
eleştirmenlerin sıkça faydalandığı bir düşünürdür ‘Dünya tarihinde ilk kez mekanik yeniden
üretim sanat eserini bir ritüele bağımlılığından kurtarmaktadır. Daha da büyük bir ölçüde,
yeniden üretilmiş sanat eseri, yeniden üretilebilirlik için tasarlanmış sanat eseri haline geliyor.
Bir fotograf negatifinden, örneğin çok miktarda baskı yapılabilir; otantik baskıyı istemenin
hiçbir anlamı yoktur. Ama otantiklik ölçütünün sanatsal üretime uygulanabilir olmaktan
kesildiği an, sanatın bütünsel işlevi tersine çevrilmiştir. Ritüele dayanmak yerine, o, bir başka
pratiğe-politikaya- dayanmaya başlar.’(8)

Mehmet Ergüven eleştirinin söz dilinin imkanlarından ne denli ustaca kullanırsa o ölçüde
başarılı bir yazınsal örnek olacağını fakat bunun tehlikesinin de yapıttan uzaklaşmak
olabileceğini ve bu bedelin ağır olduğundan bahseder. Bugün, tarihin hiçbir döneminde
olmadığı kadar görüntü bolluğu adeta tufan karşısında olduğumuzu söyler ve ‘görüntü
enflasyonu aslında bir kaostur; çünkü her şeyi görmek, hiçbir şeyi görmemekle
eşanlamlıdır(3).

Bütün bunlar, gerçek sanat yapıtlarını giderek ekrandan görmeye alıştığımız bir düzende,
izleyici ile sanat eseri arasındaki ilişkinin büyük ölçüde değişmesinden ötürü, eleştirmene de
ağır ve çoğu zaman altından kalkamayacağı yükler getirebilir. Mehmet Ergüven’in
yazdıklarına devam edelim; ‘çağdaş teknoloji, numaralandırma yoluyla sayılara indirgediği
görüntünün ilk örneğini imha etmiştir’(3)

Eleştirmen, çoktan pasif bir izleyici konumuna düşmüş olmasına rağmen, bunu görmekte en
fazla o zorlanmaktadır sanki. Her gün yeniden tanık oluyoruz: müzayedelerde kapışılan eski
resimler aslında hayatta olmayanların isimleridir; okunmayan katalog yazılarına gelince,
bunların da grafik tasarımını tamamlayan dekoratif lekeler olduğunu bilmeyen yoktur. Andy
Warhol her şeyin sanat, herkesin sanatçı olduğu bir düzende, eleştirmenin ağzını çoktan
tıkamıştır: all is pretty (her şey güzeldir) ve bu, bilinmeyen bir geleceğe belge teslimatı
olarak, çağdaş eleştirinin tek ölümcül gerçeğidir belki de. (3)

Günümüzde sanat yapıtlarının kalıcılıklarını belirleyen eleştirmenler kadar önemli ve bazen


eleştirmenin yerini de bir anlamda alabilen koleksiyonerlerden de bahsetmeden geçmemek
gerekir. Sanat piyasasını oluşturmada adeta bir modern sanat muzesi etkinliğine sahip ünlü ve
tartışmalı -esasen reklamcı- Charles Saatchi etkili koleksiyonerlere iyi bir örnektir (son
zamanlarda televizyon kanallarında koltuk değnekleri ile kayar gibi dans eden engelli
dansçısıyla ünlü Master Card reklamı ve rivayete göre sattığı eserlerini ondan parayla geri
alan sanatçı ile gündemde). Sanat Dünyamız’ın ‘İçerdeki Dünyalar:Koleksiyon’ adlı sayısında
Mine Haydaroğlu ve Banu Tekin’in derleme yazısından alıntı yaparsak; ‘ 1943 doğumlu
Charles Saatchi kardeşi Maurice’la kurduğu Saatchi&Saatchi (daha sonra M&C Saatchi )
reklam ajansı ile bilindiği kadar, güncel sanat koleksiyonuyla da dünya çapında tanınıyor.
Otuz yıldır eser toplayan art dealer Londra’daki galerisi ile de ünlü. ...Saatchi sanatçıların çok
sayıdaki yapıtlarını alıp birkaç yıl sonra bunları büyük ölçüde kar yaparak satmasıyla da
şöhretlendi ve dolayısıyla tartışma konusu oldu. Son 20 yıldır sanat piyasasının belki de en
başarılı güncel sanat koleksiyoneri/spekülatörü sayılıyor. Londra’da görüşme taleplerini
reddetmesi, genelde sergi açılışlarına bile katılmaması; sanat dünyasında bir merak konusu
olarak kalmasını ve üzerine spekülasyon yapılmasını sağlamaktadır.’ Ona göre; ‘Yatırımın
kuralı yoktur. Köpek balığı da iyi olabilir. Sanatçının pislikleri de. Tuvaldeki yağlıboya da...
Sanatçının sanat olduğuna karar verdiği her hangi bir şeyi korumak için çalışan bir koruyucu
ekip vardır.’(11)

‘Doğa ve Teknoloji İkileminde Sanat Kuramları’ adlı yazısı ile Jale Erzen günümüzün sanatçı
ve eleştirmeninin yakından ilgilendiren sanat kuramları, yorum, teknoloji ve bilim ile birlikte
sanat kavramlarını incelemiştir; ‘Sanat kuramı üzerinde yazmak, sanat kuramının kuramını
yapmak anlamına geliyor. Zira her yorumcu konuya farklı bir tez açısından bakabilir. Bu
incelemede üzerinde durmak istediğim, genelde kuramın gelişmediğini düşündüğümüz
örneklerde de kuram bulunduğu, öte yanda bugün sanat uygulamasının çoğu kez bir kuram
gibi kendini sunduğudur.’ (12) Jale erzen sanat kuramlarını batı be batı dışı (Sufizm, Japon,
Çin sanat anlayışı, Budizm...)olarak ikiye ayırarak inceler; ‘Batı ve Batı dışı sanat kuramları
da burada farklılaşıyor. Batıda sanat nesneye dönüktür ve sonunda önemli olan nesnenin
kendisidir. Sanat kuramı onun üezrine muhakeme yürütür. Batı dışı kültürlerde üzerinde
muhakeme yürütülen, yaşamın kendisidir ve sanat yaşamın içinde ve onu yönlendiren yoldur.’
Jale Erzen fotografı ve dolayısı ile eleştirisini de çok yakından ilgilendirmesi gereken
günümüzün sanat eserlerinin arkasında aranan, konuşulanlar için şu tespitlerde bulunuyor;
‘Aydınlanma ile başlayan sanat kuramı yazılımı giderek bugün felsefe disiplininin büyük bir
çoğunluğunu oluşturmaya başladı. Aslında 18. yüzyılda sanat üzrinde bu denli yoğunlukta
yazılmaya başlanmasının bir nedeni, dinin etkisinin azalması ve sanatın artık dinden
sıyrılması ile birlikte, karşımıza konulan imgenin, sesin, sanat nesnesinin arkasında bir tin
aramak gerekliliği idi. Bir başka şekilde söylersek genelde o güne kadar sunulan imge ve
temsiliyetler sadece bir görüntü değil, bir ikona gibi arkalarında bir anlam, bir kutsallık
taşıyorlardı. Eğer bu ortadan yok olduysa, artık ne temsil edilmekteydi sorusu düşünenleri
dürtmektedir. Kant’dan başlayarak birçok kişi sanatın arkasında ille de dine bağlı olmayan,
ahlaka, iyiliğe ya da tine dolaysız olarak bağlı olan bir teslimiyet ararlar. Hegel’de bunun en
sarih izahı vardır. Modernizm için yapılan birçok açıklamada da modern kültürün dininin ya
da tininin sanat olduğu söylenir.’( 12)

Son olarak modern sanatı ve doğal olarak fotografı yakından ilgilendiren teknoloji ve
bilimden de bahsedelim. Rifat Şaniner’in ‘Elektronik Çağın Başında Sanat ve Teknoloji
Sergileri’ konulu makalesinde günümüzde tekonoji/bilim’in sanatsal üretimlerle karşılıklı
ilişkisini incelemektedir. Sanatçı ve mühendisleri buluşturan yüksek bütçeli ve hazırlığı yıllar
süren büyük sergilerden ve organizasyonlardan örnekler verir ve bu durumu eleştirmenlerin
nasıl değerlendirildiğini de örnekler vererek açıklar; ‘Sanatın yenilikçi bir çehreye bürünerek,
teknolojik verilerle böylesine göz alıcı deneylerin aracı kılınması bazı eleştirmenlerce şiddetle
eleştirilir. Bu eleştirilerden en dikkat çekeni Donald Kuspit’e ait. Kuspit ‘sanatın sonu’ adlı
çarpıcı metninde; teknolojiye yönelen sanatın bilinçdışına yönelik savaşın öncü kuvveti
olduğunu ileri sürmektedir. Kuspit, postsanat olarak nitelendirdiği modern sonrası sanatta,
kuramın, toplumsal eleştirinin ve bilinçdışının yerini aldığını savlamakta ve bu yüzden de
günümüzde aynı zamanda –hatta öncelikle- mühendis, bilgisayar dehası ya da video teknikeri
olmadan sanatçı olmanın giderek imkansızlaşacağının söylemektedir.’(13)
Her zaman teknolojinin en yenisini ve güncelini kullanan fotograf acaba -özellikle ülkemizde-
artık bu hakimiyeti diğerleri ile paylaşmakta mıdır? Bütün bu tespitler sanat eleştirmeni kadar
fotograf sanatçısına ve hatta izleyicisine de takip etmeleri ve farkında olmaları gerekenler
hakkında yeni sorumluluklar yüklemektedir.

Hiç mi iyi bir şey yok?

Bu başlık altında fazlaca yazacak bir şey yok. Fotograf icadi ile birlikte bize yapacaklarını
yapıyor. Kendisinden, sanatından, ticari gücünden herkes nasibini alıyor. Az ya da çok hiç
kimse bu etkilerden muaf kalamıyor. Yazarların çoğunun eleştirel tutumunun altında yatan en
önemli sebep; fotografın hızla hayatımıza girip aynı hızda bizi, algılarımızı, gerçeklik
duygumuzu değiştirmiş olması ve içerisinde barındırdığı gücünün bundan sonra
yapabilecekleridir. Üzerinde tek tek düşünemeyeceğimiz kadar çok, milyonlarca fotografı
izlediğimiz bu günlerde öncelikle o fotografın neden bizim için önemli olduğunu anlamaya
çalışmalı ve sağduyulu ve sezgilerine güvenebileceğimiz sakin fotograf eleştirmenlerine her
zamankinden daha çok ihtiyacımız olduğunu kabul etmeliyiz.

Bizi değiştiren her iyi fotograf iyi bir şeydir ve bu; ‘hiç mi iyi bir şey yok’ başlığı altına
kişisel olarak koyabileceğimiz bir ilave olmalıdır. Bu ilaveleri herkes kendi hanesine
yazacaktır mutlaka ama en azından bu başlık altında metin içinde sorulan sorulara verilen
yanıtlar da ortak ilaveler olarak kabul edilecektir.

Son sözler

Anlaşılan o ki; kritiği yapılamayan sanat eserine modern hayatta artık sanat eseri demek
istemiyoruz. Eleştiri önemli ve çok katmanlı olduğundan yapılan kritik o fotograf eserinin
kullanılabilirliğini ve ömrünü arttırıyor. Olan biteni anlayabilmek için hepimizin iyi bir
fotograf okuru olmamız gerekiyor. Bu da sanatçılara kalıcılık için üretkenlik ve devamlılık
çıtasını zorunlu kılıyor. Bir sorumluluk ve meziyet olarak karşımıza ‘farkında olmak’ dustürü
çıkıyor.

‘Kendini hala fotografı bir sanat olarak tanımlamaya vermiş olanlar değişikliğe karşı durmaya
çalışıyorlar. Oysa fotografta değişikliğe karşı durmak mümkün değildir: fotografı belli
konularla ve belli tekniklerle sınırlama girişimlerinin tümü, verimli olduklarını ne kadar çok
kanıtlamış olurlarsa olsunlar, rakip bulmaya ve çökmeye mahkumdurlar. Çünkü fotografın
doğası, onu fark gözetmeyen bir görme biçimi, yetenekli ellerdeyse şaşmaz bir yaratma
ortamı olmasıdır...’(9)

‘fotograf şiir gibi, öykü gibi, arsenik gibi azar azar alınan bir şey değil. Daha çok mermi gibi,
elektrik gibi bir şey. Seni bir anda ya çarpıyor, ya ıska geçiyor. Ama ıska geçen bir
fotograftan da sonsuza kadar kurtuldum sanmamak gerek. Bumerang gibi geri gelebilir ya da
aynı namludan bir başka serseri kurşun sizi beklemediğiniz bir anda, beklemediğiniz bir
yerinizden vurabilir...’(10)

Gülser GÜNAYDIN

Kaynaklar:
1- Mehmet Ergüven, Görmece, Metis yayınları 1998-sf 111
2- Susan Sontag, Fotograf Üzerine, Altıkırkbeş 1993-sf 126
3- Mehmet Ergüven, Görmece, Metis yayınları 1998-sf 119-130
4-Gisele Freund, Fotograf ve Toplum, Sel Yayıncılık 2007sf 177
5-Handan Tunç, Toplumbilim Dergisi, 2006, sayı19
6-Nazif Topçuoğlu, Fotograf Ölmedi Ama Tuhaf Kokuyor, YKY 2000-sf135
7-Fotgraf Neyi Anlatır, Walter Benjamin, Fotografın Küçük Tarihi, Hayalbaz 2007 sf30
8- Cogito, Walter Benjamin, YKY, 2007;52 sf233
9-Suzan Sontag, Fotograf Üzerine, Altlkırkbeş, 1993-sf139
10-Orhan Cem Çetin, Sanat Dünyamız,2002; 84 sf224
11-Ünlü ve tartışmalı: Charles Saatchi, Sanat Dünyamız, 2007;103 sf101-105
12-Jale Erzen, Doğa ve Teknoloji İkileminde Sanat Kuramları, Sanat Dünyamız, 2004;92
sf105-117
13- Rıfat Şahiner, Elektronik Çağın Başında Sanat ve Teknoloji Sergileri’, Sanat
Dünyamız2008;108 sf27-37

You might also like