Şefik Hüsnü Değmer'in Türkiye Sol Hareketi İçindeki Yeri PDF

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 178

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
KAMU YÖNETİMİ VE SİYASET BİLİMİ
(SİYASET BİLİMİ) ANABİLİM DALI

ŞEFİK HÜSNÜ DEĞMER:


TÜRKİYE SOL HAREKETİ İÇİNDEKİ YERİ
VE GÖRÜŞLERİ

Yüksek Lisans Tezi


Özge Unsur

Ankara-2003
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
KAMU YÖNETİMİ VE SİYASET BİLİMİ
(SİYASET BİLİMİ) ANABİLİM DALI

ŞEFİK HÜSNÜ DEĞMER:


TÜRKİYE SOL HAREKETİ İÇİNDEKİ YERİ
VE
GÖRÜŞLERİ

Yüksek Lisans Tezi

Özge Unsur

Tez Danışmanı
Prof. Dr. Ömür Sezgin

Ankara-2003
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
KAMU YÖNETİMİ VE SİYASET BİLİMİ
(SİYASET BİLİMİ) ANABİLİM DALI

ŞEFİK HÜSNÜ DEĞMER:


TÜRKİYE SOL HAREKETİ İÇİNDEKİ YERİ
VE
GÖRÜŞLERİ

Yüksek Lisans Tezi

Tez Danışmanı:

Tez Jürisi Üyeleri

Adı ve Soyadı İmzası

Prof. Dr. Ömür Sezgin ...................................

Prof. Dr. Yavuz Sabuncu ...................................

Prof. Dr. Raşit Kaya ..................................

Tez Sınavı Tarihi: 31.10.2003


ÖNSÖZ

Böyle bir araştırma yapmaya yönelmemin nedeni, büyük ölçüde, 1960 öncesi
sol akımların “Türkiye Sol Tarihi” üzerine yapılan değerlendirmelerde göz ardı
edilen bir olgu olduğunu düşünmemdi. Özel olarak Şefik Hüsnü Değmer’in bu sol
akımlar içindeki yerini inceleme fikri ise, Türkiye Solu üzerine bir çalışma yapmayı
düşündüğüm sıralarda, Vedat Türkali’nin 1999 yılında yayımlanan “Güven” isimli
romanını ve Metin Çulhaoğlu’nun Türkiye solunun bu unutulmuş dönemi ile ilgili
değerlendirmelerini okumamla zihnime doğdu.
Bu çalışmayı yapmamı sağlayan yazarlar yanında, çalışmam boyunca bana
yardımlarını esirgemeyen değerli hocam Ömür Sezgin’e, konuyla ilgili Arşiv
belgelerinden yararlanmama yardımcı olan Türkiye Sosyal Tarih ve Araştırma Vakfı
(TÜSTAV) yetkili ve çalışanlarına, manevi destek sağlayan aileme, arkadaşlarıma ve
Algın Okursoy’a teşekkür ediyorum.
İÇİNDEKİLER

GİRİŞ.................................................................................................................... 1

BİRİNCİ BÖLÜM

1919-1925 DÖNEMİ TÜRKİYE’SİNDE SOL AKIMLAR VE ŞEFİK HÜSNÜ


DEĞMER............................................................................................................ 7

I. TEORİK VE PRATİK BİRİKİM : OSMANLI’DA SOL


AKIMLAR............................................................................................................. 7

1. TANZİMAT’TAN İKİNCİ MEŞRUTİYET’E SOSYALİZM VE


KOMÜNİZM ÜZERİNE GÖRÜŞLER ................................................ 8

2. İKİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİNDE SOSYALİZM VE İŞÇİ


HAREKETLERİ..................................................................................... 10

II. SOVYET DEVRİMİNİN ETKİLERİ : 1918 – 1925 YILLARI ARASINDA


TÜRKİYE VE SOL AKIMLAR........................................................................... 14

1. SOVYETLER VE TÜRK MİLLİ KURTULUŞ HAREKETİ.................. 15

2. SOL ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ : 1919 – 1925 YILLARI ARASINDA


SOL PARTİ VE KURULUŞLAR............................................................. 18

A. Millici Güçlerin Denetimi Altında Kurulan Partiler : İttihatçı


Solundan Halk Zümresi, Yeşil Ordu ve Resmi TKP’ne............................ 20

B. II. Enternasyonal Paralelindeki Örgütlenmeler .................................... 24

C. III. Enternasyonal Paralelindeki Örgütlenmeler................................... 26

a. Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Partisi (TİÇSP) ve Şefik Hüsnü


Değmer................................................................................................ 26

Partinin Kuruluşu ve Faaliyetleri........................................................ 26

İşçi Hareketi ve Türkiye İşçi Derneği ................................................


33
b. Yurtdışı Türkiye Komünist Partisi (TKP) ve Mustafa
Suphi.................................................................................................... 36

c. Hafi (Gizli) Türkiye Komünist Partisi’nden Türkiye Halk


İştirakiyun Fırkası (THİF)’na.............................................................. 41

d. Partiler Arasındaki İlişkiler ve Şefik Hüsnü’nün


Değerlendirmeleri................................................................................ 45

1. KOMÜNİST TEORİ VE TÜRKİYE......................................................... 50

iv
2. SINIFLAR VE SINIF MÜCADELESİ..................................................... 52

A. Sınıfların Konumlanışı.......................................................................... 52

B. Aydınlar................................................................................................ 55

C. Türkiye’de Sınıf Mücadelesi, Emperyalizme Karşı Mücadele ve


Devrim ...................................................................................................... 56

3. KEMALİZM VE KEMALİST HÜKÜMET............................................. 58

A. Kurtuluş Savaşı’ndan 1923 Yılına Kadar Olan


Değerlendirmeler....................................................................................... 59

B. Cumhuriyetin Kurulmasından Sonraki Değerlendirmeler.................... 62

C. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası: Sağ Muhalefet ve Şefik


Hüsnü......................................................................................................... 66

4. EKONOMİ: KAPİTALİST OLMAYAN YOLDAN GELİŞME ............. 64

5. ŞEFİK HÜSNÜ VE KOMİNTERN-I....................................................... 69

İKİNCİ BÖLÜM

1925 – 1937 DÖNEMİ : TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ VE ŞEFİK


HÜSNÜ DEĞMER................................................................................................ 78

I. 1925 – 1937 YILLARI ARASINDA TKP: İLLEGAL FAALİYET


DÖNEMİ............................................................................................................... 78

1. 1925 YILI İÇİNDE TKP : BİR DÖNEMİN BİTİŞİ................................. 78

A. 1925 TKP Kongresi.............................................................................. 78

B. Takrir-i Sükun Kanunu ve 1925 Tutuklaması.. .................................... 80

2. 1926 VİYANA KONFERANSI VE “MENŞEVİK-TASFİYECİ”


MERKEZ KOMİTESİ .............................................................................. 84

A. Viyana Konferansı................................................................................ 84

B. “Menşevik-Tasfiyeci Merkez Komitesi”............................................. 86

3. 1927 TEVKİFATI VE SONRASI............................................................. 89

A. “Menşevik-Tasfiyeci” Merkez Komitesinin Tasfiyesi......................... 89

B. 1927 Tevkifatı ...................................................................................... 92

v
C. Geçici Merkez Komitesinin Oluşturulması .......................................... 93

4. 1929 YILI İÇİNDE TKP........................................................................... 96

A. Türkiye Komünist Gençler Birliği ve Hikmet Kıvılcımlı .................... 97

B. 1929 Tevkifatı ...................................................................................... 99

C. “Eskişehir İlan – ı Harbi”...................................................................... 100

5. NAZIM HİKMET MUHALEFETİ........................................................... 102

A. Muhalefetin Doğuşuna Giden Süreç: 1925-1929 Arası Nazım


Hikmet ve Şefik Hüsnü ............................................................................. 102

B. Muhalefet Grubunun Doğuşu................................................................ 105

C. Muhalefetin Görüşleri........................................................................... 106

D. Komintern’in Mektubu ve Muhalefet Grubunun Tasfiyesi ................. 108

6. 1930-1932 YILLARI ARASINDA TKP................................................... 110

7. 1932 TKP KONGRESİ VE 1934 DIŞ BÜRO


PLENUMU................................................................................................ 113

II. ŞEFİK HÜSNÜ’NÜN TEZLERİ...................................................................... 115

1. EMPERYALİZME KARŞI ORTAK MÜCADELEDEN SINIF


MÜCADELESİNE.................................................................................... 116

2. KÖYLÜ SORUNU.................................................................................... 123

3. DİKTATÖRLÜK OLARAK KEMALİZM.............................................. 126

4. TKP DIŞINDAKİ MUHALİF UNSURLAR............................................ 128

A. Gerici Muhalefet.................................................................................. 128

B. Kürt Sorunu.......................................................................................... 130

C. Kadro Hareketi ve Diğer Muhalif Gruplar........................................... 131

5. EKONOMİ: DEVLET ELİYLE ZENGİNLEŞTİRME VE YABANCI


SERMAYEYLE İŞBİRLİĞİ........................................................................... 135

6. ŞEFİK HÜSNÜ VE KOMİNTERN-II: “DESANTRALİZASYON


139
KARARI”........................................................................................................

SONUÇ.................................................................................................................. 144

vi
KAYNAKÇA........................................................................................................ 150

EK: ŞEFİK HÜSNÜ DEĞMER’İN YAŞAMI...................................................... 163

KRONOLOJİ......................................................................................................... 165

ÖZET..................................................................................................................... 169

SUMMARY........................................................................................................... 170

vii
GİRİŞ

Şefik Hüsnü Değmer’in, liderliğini yaptığı Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist


Fırkası (TİÇSF) ve Türkiye Komünist Partisi (TKP) çerçevesindeki faaliyetlerinin ve
Türkiye üzerine değerlendirmelerinin incelenmesi, tezin ana konusunu
oluşturmaktadır.

Genel olarak TKP hakkında, özel olarak da Şefik Hüsnü Değmer üzerine bir
araştırma yapmanın belirli güçlükleri taşıdığının bilinmesi gerekir. Bu zorlukların
başında bazı kişi ve hareketlerin TKP’yi tabulaştırmaları ve onu eleştirel bir gözle ele
almamaları gelmektedir.

Bu çalışmada, birincil kaynakların kullanılmasına dikkat edilmiş ve özellikle


Tunçay’ın (1992, 2000) yapıtlarında yer alan belgeler ve Şefik Hüsnü’nün Aydınlık
Dergisi ve Komintern organlarında yayımlanmış olan yazılarını derleyen
“Türkiye’de Sosyal Sınıflar” (1997) ve “Yazı ve Konuşmalar” (1995) isimli eserler
temel kaynak olarak kullanılmış, Komintern Arşivi’nden yeni belgeler sunan
Akbulut (2002)’un yapıtından da büyük ölçüde yararlanılmıştır. Bu yayımlanmış
eserler dışında, sınırlı da olsa, Türkiye Sosyal Tarih ve Araştırma Vakfı (TÜSTAV)
Arşivinden Türkçe, Fransızca - Fransızca belgelerin kullanımında çeviri için yardım
alınmıştır- ve İngilizce olmak üzere bazı belgelere yer verilmiştir.

Ancak TKP belgelerinin bir bölümü hala daha gün ışığına çıkarılmamıştır.
Ayrıca bazı yorumcuların da varolan belgeleri aktarırken tahrifatlara girişmiş olduğu
da ileri sürülmektedir. Bu yüzden inceleme yaparken, bu türden yayınların
ayıklanması gerekmektedir. Tevetoğlu (1967) ve Sayılgan (1972)’ın yapıtları bu
çerçevede değerlendirilebilir.

Ayrıca TKP’nin 1925 sonrası dönemde illegal bir parti oluşu, incelediğimiz
döneme ait bir tarih yazıcılığını engelleyen önemli nedenlerden biri olmuştur.
Örneğin 1940’lı yıllarda Partinin genel sekreterliğini yapan Reşat Fuat Baraner, bu
durumun açıklamasını “Örgütsel bağları reddederdik, yazarsak kabul etmiş oluruz.”
şeklinde yapmıştır. 1946 yılında çok-partili rejime geçilinceye kadar, Parti
kadrolarının yazdığı herhangi bir tarihsel veya anı nitelikli belge bulunmamaktadır.

1
1946 yılındaki göreceli özgürlük ortamından etkilenen Şefik Hüsnü ise Partinin
tarihini yazmaya çalışmış fakat hemen arkasından bu belgeler evinde yakalanmış ve
üstelik de mahkemeye “itiraf” olarak sunulmuştur.

Tüm bu güçlüklerin de ötesinde, siyasal iktidar mücadelesi olarak


bakıldığında küçük ve önemsiz bir hareket olarak değerlendirilebilecek bu konuyu
araştırmaya değer kılanın ne olduğu sorusu gündeme gelmektedir. Bu soruya Mete
Tunçay’ın yorumundan da hareketle, “düşünsel planda yapılan denemeler” şeklinde
cevap verilebilir. Bir ikinci cevap ise, 1919-1960 dönemindeki sol hareketlerin, söz
konusu döneme ait incelemelerde ve özel olarak sol hareketler üzerine yapılan
araştırmalarda göz ardı edilmiş olmasıdır. Oysa ki TKP, ne kadar küçük bir hareket
olursa olsun, uzunca bir süre (1925-1946) dönemin tek muhalif hareketi olma
özelliğini korumuştur. Bu açıdan, Türkiye’yi bu hareketin bakış açısından
değerlendirmek önem kazanmaktadır.

Şefik Hüsnü’nün bu dönemdeki özgün konumu ise pek çok araştırmacının da


takdir ettiği gibi, sadece uzun süre harekete liderlik etmesinden değil, kendisinin
özgün değerlendirmelerinden kaynaklanmaktadır.

Genel olarak, şimdiye kadar yapılan analizler, Şefik Hüsnü’nün ya bir


Kemalist konumuna indirgenmesi ya da onun bilimsel sosyalizmi Türkiye’ye
uygulayan bir devrimci olarak yüceltilmesi şeklinde olmuştur.

Bu çalışmanın öne sürdüğü tez ise, her iki yaklaşımdan da farklı olarak, Şefik
Hüsnü’nün Türkiye sol tarihinde, solu “Kemalizmin solu”na indirgeyen örneklerden
(Örneğin TKP’de Vedat Nedim Tör ve Şevket Süreyya Aydemir) ayrıldığı ancak
onun görüşlerinin ve önderliğini yaptığı hareketin tarihsel nedenlerden dolayı
Kemalizm’den bağımsız olarak ortaya çıkamamış ve gelişememiş olduğudur.

Bu bağımsız olamama durumunun üç boyutu olduğu düşünülmektedir:

1. İç nedenler: Türkiye solunun ortaya çıktığı veya gelişmeye


başladığı dönemi 1919-1923 olarak ele alırsak, birinci boyutu
Kemalist hareketin Kurtuluş Savaşı ile hareketi çoktan ele geçirmiş
ve ülkede siyasi ağını kurmuş olması ile açıklayabiliriz. Ayrıca
Kemalist yönetim, inceleyeceğimiz gibi, çeşitli yollarla, işçi sınıfı
ile sol hareket arasında bağ kurulmasını engellemiştir.

2
2. Uluslararası konjonktür: Yine 1919-1923 dönemine ait başka bir
gözlem, Türkiye’deki sol hareketin ana çizgileriyle Komintern’in
etkisi altında gelişmiş olduğudur. Türkiye’nin konumu, Komintern
prizmalarından ve Sovyetler Birliği-Türkiye ilişkileri ekseninde
değerlendirilmiştir.

3. Doktrin: Bu dönemde doğu sorunu, üçüncü dünya ülkeleri, kurtuluş


mücadeleleri, üçüncü yol aranışları gibi olgular Komintern’i bile
uğraştıran konular olurken, Türkiye sosyalistlerinin zihinlerinde de
bulanıklığa yol açtıkları görülmektedir.

Bu tarihsel koşullar çerçevesinde bir aydın hareketi olarak ortaya çıktığını


söyleyebileceğimiz Şefik Hüsnü önderliğindeki oluşumu, 1919-1937 yıllarını
kapsayacak şekilde inceleyeceğiz..

Konu, temelde, 1919-1925 ve 1925-1937 olmak üzere iki ayrı bölümde


incelenecektir. Böyle bir sınıflandırmanın başlıca gerekçesi, ilk dönemde Şefik
Hüsnü’nün yarı-legal TİÇSF , ikinci dönemde ise illegal bir parti olarak TKP’nin
lideri olarak faaliyet göstermiş bulunmasıdır. Diğer ayırıcı noktalar ise, pek çok sol
grubun görüldüğü ilk dönemin tersine, 1925 sonrası dönemde tüm sol grupları çatısı
altında toplaması ve Şefik Hüsnü’nün Komintern’le ilişkileri bağlamında
düşüncelerindeki kopuş noktalarının bu tarihlerle örtüşmesidir.

Öncelikle Osmanlı’daki sınırlı sol mirası ve işçi hareketlerini aktaracağımız


ilk bölümde, daha sonra 1917 Sovyet Devrimi’nin Türkiye üzerindeki etkilerini
inceleyeceğiz.

Sovyet Devriminin Türkiye’ye olan etkisinin iki ayağı olduğu


düşünülmektedir. Bunlardan birisi Ulusal Kurtuluş Mücadelesi ve bu mücadeleyi
yürüten Kemalist Kadro üzerindeki etkisidir. Bu dönemde, Kemalizm’i Sovyetlerle
olan ilişkileri bağlamında sola kaydıran bazı etmenler ve olaylar olduğu
düşünülmektedir. Bu olaylar ağı içinde Türkiye solu ve işçi hareketi ile Kemalizm’i
kaynaştıran ve buluşturan önemli noktalar olmuştur. Kemalizm’in solla olan ilişkisi,
uluslararası gelişmeler yani iki karşıt uç olarak Sovyetler Birliği’ne ve Batı
devletlerine yakınlaşma-uzaklaşma bağlamında gelişmiştir. Bu ilişkinin sol

3
üzerindeki somut ifadesi ise, Kemalizm’in onu yakın ve uzak konumlardan
savuşturmaya çalışması olmuştur.

Sovyet devriminin Türkiye üzerindeki etkilerinin bir diğer ayağı ise, 1919-
1925 yılları arasında gelişen Türkiye sol hareketidir. Bu dönemde, Şefik Hüsnü’nün
önderliğini yaptığı TİÇSF’nin (1919-1925) yanı sıra, 1919-1923 yılları arasında
faaliyet göstermiş başka sol partiler de bulunmaktadır. Pek çok yeni partinin
kurulduğu bu dönemde solun yapısı, oldukça parçalı bir görünüm arz etmektedir. Bu
dönemde kurulan sol partileri, “İkinci Enternasyonal çizgisinde”, “Millici güçlerin
etkisi altında” ve “Üçüncü Enternasyonal çizgisinde” olmak üzere üç başlık halinde
inceleyeceğiz. Bu, hem partiler ilişkileri göstermek hem de Şefik Hüsnü’nün
önderlik ettiği TİÇSF’nin Türkiye solu içindeki konumunu anlamak açısından önem
kazanmaktadır.

Tüm bunlardan sonra ve bu bilgilerin ışığında Şefik Hüsnü’nün sosyalizm,


sınıflar, Kemalizm ve ekonomi üzerine görüşlerini ve 1922 yılından itibaren ilişki
içinde bulunduğu Komintern’in bu düşüncelere etkisini, bir başka deyişle Şefik
Hüsnü’nün Türkiye üzerine özgün yorumları ile Komintern’in görüşleri arasındaki
çatışmayı sorgulayacağız.

İkinci bölümde ise Şefik Hüsnü, 1925 yılında tüm sol grupları çatısı altında
birleştiren bir Kongre toplamış ve bu tarihte yürürlüğe konan Takrir-i Sükun Kanunu
ile illegale itilmiş TKP’nin lideri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bölümü, TKP’nin
faaliyetlerini ve Şefik Hüsnü’nün görüşlerini değerlendireceğimiz iki kısım halinde
inceleyeceğiz.

TKP’nin 1925-1937 yılları arasındaki önemli faaliyetleri kronolojik bir sıra


ile izlenmeye çalışıldı. 1926 yılında Viyana Konferansı’nda Çalışma Programı ile
yeni yönelimini ve mücadele biçimini ortaya koyan TKP’nde bu tarihlerden itibaren
çözülmeler başlamaktadır. Parti içindeki ilk büyük gerginlik, Vedat Nedim (Tör)ve
Şevket Süreyya (Aydemir)’dan oluşan Merkez Komitesi’nin, bu Programı fazla sert
bularak uygulamak istemediğini açıklaması ile oluşmaktadır.

Bu dönemde Partinin, “Menşevik-Tasfiyeci Merkez Komitesi” olarak


inceleyeceğimiz ve Partinin çizgisini sağa çeken bu grubun yanında, bir de “sol”dan

4
gelen muhalif bir hareketle karşı karşıya bulunduğu görülmektedir. Parti içinde 1929
yılında oluşan bu grup, “Nazım Hikmet Muhalefeti” başlığı altında incelenecektir.

1930-1935 yılları arasında TKP, bu muhalif grupla mücadele etmek,


Komintern’in 1928 yılında güçlenen sol çizgisine ayak uydurmak ve Kemalistlerin
muhalif hareketlere karşı giderek sertleşen tutumları gibi sebeplerle, sol çizgisini
güçlendiren ve Kemalizm’e karşı daha kararlı ve net ifadelerle mücadele eden bir
yönelim içinde olmuştur.

Şefik Hüsnü’nün 1925-1935 yılları arasında büyük çoğunluğu Komintern


organlarında yayınlanmış olan görüş ve tezlerini bu bölümde de farklı başlıklar
altında inceleyeceğiz. Şefik Hüsnü’nün 1925 sonrası görüşlerinde, önceki dönemlerle
karşılaştırıldığında büyük farklılıklar olduğu görülmektedir. Bu dönemde, “özgün”
diye nitelendirdiğimiz savlarından büyük ölçüde vazgeçecek ve daha fazla
Komintern’in yönlendirmesiyle hareket edecektir.

Komintern’in 1935’teki VII. Kongresini ve Desantralizasyon Kararını


incelediğimiz başlık altında, Komintern’in faşizm tehlikesini değerlendirerek dünya
devrim stratejisinde yaptığı değişiklik ve TKP’nin bu koşullara ayak uyduramaması
üzerinde durulacaktır. 1937 yılında Komintern’in Desantralizasyon Kararı, TKP için
illegal faaliyet döneminin bitmesi anlamına gelmektedir.

TKP’nin faaliyetlerinin bu karar ile tamamen son bulmadığını ancak bir


dağılma sürecine girildiğini eklemek gerekir. Ancak 1937 yılından sonra Şefik
Hüsnü’nün TKP faaliyetleri içinde azalan önemi ve bu tarihlerden itibaren Parti
içinde Reşat Fuat Baraner ve Mihri Belli gibi isimlerin ön plana çıkmaya başlaması
gibi olgular, Şefik Hüsnü Değmer’e odaklanmayı amaçlayan bu çalışmanın
sınırlarını zorlamaktadır. Şefik Hüsnü Değmer adı, 1937 yılından sonra, 1944 yılında
gerçekleştirilen İleri Demokratlar Cephesi Birliği ve 1946 yılında kurulan Türkiye
Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi (TSEKP) olmak üzere iki defa karşımıza
çıkmaktadır. 1946 yılından sonra ise Şefik Hüsnü, 1959 yılında sonlanacak ömrünün
geri kalanını hapiste ve sürgünde geçirecektir.

Şefik Hüsnü’nün bu son faaliyetleri, –özellikle de 1946 yılında Çok Partili


Hayat’a Geçiş ile birlikte legal olarak kurduğu TSEKP’nin ayrı bir tez konusu olması

5
gerektiği düşüncesi ile- bir yüksek lisans tezinin sınırlılıkları da göz önünde
bulundurularak çalışmaya dahil edilmemiştir.

6
BİRİNCİ BÖLÜM

1919-1925 DÖNEMİ TÜRKİYE’SİNDE SOL AKIMLAR VE ŞEFİK


HÜSNÜ DEĞMER

I. TEORİK VE PRATİK BİRİKİM: OSMANLI’DA SOL AKIMLAR

Osmanlı İmparatorluğu’nda sosyalist düşünce özellikle 19. yüzyılın son on


yıllarında, giderek daha çok “azınlıklar” –Ermeniler, Yahudiler, Rumlar, Sırplar,
Bulgarlar- arasında yayılmaya başlamıştır. 1

Bu yıllarda ortaya çıkan özgül milliyetçilikler, enternasyonalist anlamda bir


sosyalist hareketi engellemiş, sonuç olarak, tek bir Osmanlı sosyalist hareketi yerine,
her milliyetten sosyalistler ayrı ayrı etkinlik göstermişlerdir. 2

Dumont’un da belirttiği gibi 3, ilk zamanlarda sosyalist fikirlere bulaşmaktan


yalnız Türk unsuru korunabilmiş, 1908 Jön Türk devrimine kadar sosyalizm,
Müslümanlar arasında ancak bir avuç aydını cezbedebilmiştir. Bir anlamda, Osmanlı
aydını ilke olarak, sosyalizmden uzak durmuştur. Sınıf mücadelesi ve saflaşma
anlamına gelen sol ideoloji, bütünleştirmeci Osmanlı aydınının sınırlarına
girmemiştir.

Yine de, konumuz çerçevesinde, Tanzimat’tan İkinci Meşrutiyet’e gelen


süreç kısaca incelenerek bazı önemli görüşler aktarılacak ve daha sonra İkinci
Meşrutiyet dönemindeki sol örgütlenmeler ve işçi hareketleri incelenecektir.

1
P. Dumont, “20. Yüzyıl Başları Osmanlı İmparatorluğu İşçi Hareketleri ve Sosyalist Akımlar Tarihi
Üzerine Yayımlanmış Kaynaklar”, Toplum ve Bilim, 1977, s. 31.
2
Osmanlı’daki azınlıklarda sosyalist ve milliyetçi akımlar için bkz. M. Tunçay, E.J. Zürcher (der),
Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalizm ve Milliyetçilik, İstanbul, 2000.
3
P. Dumont, ibid, s.31.

7
1. TANZİMAT’TAN İKİNCİ MEŞRUTİYET’E SOSYALİZM VE
KOMÜNİZM ÜZERİNE GÖRÜŞLER

Tanzimat’ta, mallarda ve kadınlarda ortaklık anlamına gelen ve bir çok


çevrenin de genel olarak kabul ettiğine göre “komünizm”in tarifi yerine geçen
“iştirak-i emval ve iyale” dair dikkat çekici kalem savaşları yapıldığı görülmektedir.
Bu yıllarda komünist tabiri kullanılmış ve hatta daha sonraki yıllarda 1871 Paris
Komünü etrafında hararetli tartışmalar meydana gelmiştir. Sadi’nin de belirttiği gibi,
bu yıllarda Osmanlı’da yayımlanan dergi ve gazeteler gözden geçirildiğinde,
“Komün”, “1. Enternasyonal” ve “komünizm” konularıyla ilgili pek çok malzeme
göze çarpmaktadır. Bu malzemenin içinde, Komün’ü ve 1. Enternasyonal’i savunan
yazılar yanında komünarları kundakçı olarak gösteren ve bu suçu 1. Enternasyonal’e
yükleyen yazılara da rastlanmaktadır. 4

Komün’ü ve Enternasyonal’i savunan yazılara özellikle İbret isimli yayında


rastlanmaktadır. 5 İbret yazarlarına göre, komün, “belediye yönetimi” demekti ve
Komün’e kazandırılan bu yerel yönetimle ilgili içerik, Genç Osmanlılar’ın Padişahın
merkezi otoritesini zayıflatmak heveslerinin karşılığı gibi görünmekteydi. 6

Bu yazarlarda “sınıf” ve “sınıf mücadelesi” gibi kavramların varolmadığını da


eklemek gerekir. Örneğin, Basiret yazarı Ahmet Mithat Efendi, Birinci
Enternasyonal’i “yoksulların davasını güden, cemiyete faydalı bir örgüt” olarak
anlamıştır 7

Komün karşıtları da savunucularıyla aynı öncüllerden yola çıkarak


“statükonun değişmesi” olarak gördükleri Komün’ü karalamak için “mal ve kadınlar
üzerindeki ortaklık” söylemini kullanmışlardır. 8

4
K. Sadi, Türkiye’de Sosyalizmin Tarihine Katkı, der. M. Tunçay, 1994, İstanbul, s. 45.
5
Bir İbret yazarı olan Namık Kemal Birinci Dünya Savaşı’nda Türkiye ile ilgili yayın yapan Alman
profesörleri tarafından, Komün savunucusu olarak dünyaya ilan edilmiştir. Bu konu hakkında geniş
bilgi için özellikle K. Sadi’nin yapıtına (ibid., s. 82-92)) bakılabilir.
6
İ. Akdere, Z.Karadeniz, Türkiye Solunun Eleştirel Tarihi, 1996, İstanbul, s. 17,18.
7
Bu Osmanlı aydınlarının “naif” olarak nitelendirebileceğimiz savunularına karşın, Ali Rıza Paşa
hükümeti, bu yazılarda tehdit edici bir yan görmüş olmalı ki, Enternasyonal savunucuları için gözdağı
yüklü bir emirname yayımlamıştır. Beyannamede, “malların ortak bölüşümü” ve “hükümetin ortaklaşa
idare edilmesi” gibi sakıncalı fikirlerin İmparatorluk sınırlarına girmemesi için gerekli tedbirlerin
alınacağı vurgulanmıştır. Bkz. ibid, s. 19-20.
8
İbid, s. 18.

8
Birinci Meşrutiyet’in ilanından sonra, komünizmi bir mal ortaklığı olarak
reddeden anlayış devam ederken, komünizmin karşısında sosyalizmi savunan ve
İslamiyet’le sosyalizmi bağdaştırmaya çalışan yazarlar göze çarpmaktadır. Örneğin,
Tercüman-ı Şark gazetesinin Yazıişleri Müdürü Şemsettin Sami, 1878’de yazdığı bir
makalesinde, “Sosyalizm, insanlık toplumunun hüsnü iradesiyle, refah ve
mutluluğunu ve istisnasız olarak bütün fertlerin eşitliğini hiç kimsenin doğal
haklarını çiğnemeyerek sağlayan; hak ve adaletin meydana çıkmasını ve doğal
nimetlerden herkesin bol bol yararlanmasını ve pay almasını sağlayan bir selamet
yoludur” diye sosyalizmi överken, komünizmi yerin dibine batırarak, savunduğu
sosyalizmin komünizmden farklı bir şey olduğunu iddia ediyordu: “Komünizm,
insanı hayvan yapmakta ve değişmeyen –yani ezeli ve ebedi olan- mukaddes ahlak
yasası bu doktrini meşru saymamaktadır.” 9

Osmanlı İmparatorluğu’nda işçi hareketleri ise İkinci Meşrutiyet’e kadar


oldukça sınırlı kalmıştır. Gerçek anlamda bir işçi derneğine rastlanmamakla beraber,
1866 yılında, amacı “fakir işçilere, din ve milliyet farkı gözetmeksizin iş bulmak ve
gerekli iş araçlarını sağlamak” olan “Ameleperver Cemiyeti” adında bir cemiyet
kurulmuştur. 10 İlk grev, bilinebildiği kadarıyla Şubat 1872’de telgraf işçilerinin
gerçekleştirdiği grevdir. Bu ilk grevden sonra, 24 Temmuz 1908’de “Hürriyet” ilan
edilinceye kadar Osmanlı toprakları üzerinde toplam 50 civarında grev daha olduğu
bilinmektedir. 11 Bu grevlerin çoğu örgütlü grevler olarak değil, fevri iş bırakmalar
şeklinde kendiliğinden gelişmiştir. Bunlardan 26 tanesi özel şirketlerde, geri kalanı
ise devlete ait olan veya devlet tarafından işletilmekte olan işyerlerinde
gerçekleştirilmiştir. 12

9
Şemsettin Sami’nin, Gotha programını benimsediğini ve bu programın her bendinin İslamiyet’e
uygun olduğunu söylemesi de dikkate değerdir. Bkz. K. Sadi, 1994, s. 111.
10
Ş. Güzel, Türkiye’de İşçi Hareketi, İstanbul, 1993, s. 56.
11
Bu sayılar, gerçekleşen bütün grevleri değil, yalnızca elimize ulaşmayı başarabilen grevleri
yansıtmaktadır. Osmanlı basınında uygulanmakta olan sansür ve diğer benzeri sebeplerle, kayıtlara
geçmemiş çok sayıda başka grevler de bulunmaktadır.
12
Y.S. Karakışla, “Osmanlı İmparatorluğu’nda 1908 Grevleri”, Toplum ve Bilim, 1998, s. 188.

9
2. İKİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİNDE SOSYALİZM VE İŞÇİ
HAREKETLERİ

1908 yılında ilan edilen İkinci Meşrutiyetle birlikte Osmanlı


İmparatorluğunda, özellikle de büyük şehirlerinde toplumsal ve siyasal yaşamın
hareketlendiği görülmektedir.

Sosyalist fikirler açısından düşünsel plan ele alındığında, İslamiyet’le


sosyalizmi uzlaştırmaya çalışan görüşlerin, İkinci Meşrutiyet’ten sonra daha da netlik
kazandığı görülmektedir. Bu görüşlerin belirgin ortak noktaları arasında,
Müslümanların ve sosyalistlerin tefeciliğe karşı ve her ikisinin de enternasyonalist
olduklarının vurgulanması sayılabilir. Ayrıca bu yazarlar, “zekat” konusuna da
büyük önem vererek, sosyalizmin İslamiyet’te zekat gibi pratik bir şekle girerek, elle
tutulur bir biçime büründüğünü öne sürmüşlerdir. 13

1908 yılının, işçi sınıfı içinde de önemli kaynaşmalara neden olduğu


bilinmektedir. 1908 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları dahilinde yaklaşık
200000 ila 250000 sanayi işçisinin çalışmakta olduğu tahmin edilmektedir. 14
Karakışla’ya göre, 24 Temmuz 1908 gününden itibaren yaklaşık beş aylık süre
zarfında, 52’si özel şirketlere karşı yapılmış olan 111 grev gerçekleşmiştir. 15

1908 grevleri sırasında, sayısını bildiğimiz 30 grevde toplam 42728 işçi grev
yapmıştır. Oya Sencer ise yaklaşık 100000 dolayında işçinin 1908 Grev Dalgası’na
katılmış olduğunu tahmin etmektedir. 16 Karakışla’ya göre, Osmanlı sanayi işçilerinin
en az yarısının 1908 Grev Dalgası’na katılmış olduğu açıktır. 17 Özellikle İstanbul’da
bu dönemde çıkan grevlerin en önemlileri, demiryolu ve ulaştırma alanında
olmuştur. 18

1870’lerin başında grevlerin ortaya çıkışından beri, greve giden Osmanlı


işçilerinin temel isteği, ücret artışı talebi olmuştur. 1908 Grevlerinin de en belirgin
özelliği ekonomik nitelik taşımaları ve genelde ücret uyuşmazlıklarından

13
K. Sadi, 1994, s. 131.
14
P.Dumont, 1977, s. 240; Ç.Keyder, 1989, s. 64; Ç.Keyder, 1987, s. 76, aktaran, Y.S.Karakışla,
1998, s. 188.
15
ibid, s. 188.
16
O.Sencer, 1969, s. 205, aktaran: Y.S.Karakışla, ibid, s.188.
17
ibid, s. 188.
18
M. Tunçay, Türkiye’de Sol Akımlar-I: 1908-1925, İstanbul, 2000, s. 29.

10
kaynaklanmış olmalarıdır. Karakışla, 1908 grevlerini incelerken bir tek siyasi grevle
karşılaştığını ifade eder. Bu da, Selanik’te bulunan restoranlarda çalışan garsonların,
Bulgaristan’ın Osmanlı İmparatorluğu’ndan bağımsızlığını tek taraflı olarak ilan
etmesinden kısa bir süre sonra, 14 Eylül günü şehri ziyaret etmeye gelen Bulgarlar’ı
protesto etmek için gerçekleştirdikleri grevdir. 19

Karakışla’ya göre, “Anadolu Demiryolu işçilerinin, isteklerini reddetmiş olan


genel müdür Huguenen’in istifasını istemek” türünden örnekleri 1908 Grevlerinin
“anti-emperyalist” doğasına bağlayan yazarların 20 görüşleri doğru görünmemektedir.
Aksine, işçilerin yabancı sermayeye karşı tutumlarının son derece kişisel olduğu ve
söz konusu grevlere katılan işçilerin “sosyalist anlamda” bir sınıf bilincine sahip
olmadıkları görülmektedir. 21

Ayrıca o yıllarda ekonomide yabancı sermayenin egemenliği anımsanırsa 22,


grevlerden öncelikle yabancı sermayeli şirketlerin etkilenmesi doğaldır. Ancak bu
grevlerin “anti-emperyalist” olduğu anlamına gelmemektedir.

Tunçay da, sosyalizm fikrinin bu dönemde Osmanlı toplumuna nüfuz ettiğini


söylemenin yanlış bir yorum olacağını belirtirken, Hüseyin Avni’nin 23 ve Lütfü
Erişçi’nin 24 yorumlarına da yer vermiştir. Tunçay’a göre, işçilerin ekonomik
savaşlarını politik bir mecraya dökmeleri beklenemez çünkü ekonomik savaşın
devamına bile izin verilmemektedir. 25

1908 yılında meydana gelen grevleri zorla bastıran hükümet, bir yandan bu
hareketlerinde hukuki bir belgeye dayanma gereği duyduğu bir yandan da yabancı
sermayeye teminat vermek zorunda kaldığı için Tatil-i Eşgal Kanunu’nu ilan
19
Y.S.Karakışla, 1998, s. 193.
20
Özellikle Hüseyin Avni Şanda, Oya Sencer ve takipçileri (O.Sencer, 1969, s. 197) Aktaran,
Y.S.Karakışla, 1998, s.195. Biz bu çalışmada benzer görüş ve Karakışla’nın belirttiği isimlere ek
olarak Lütfü Erişçi ve İ. Akdere-Z. Karadeniz’e yer vereceğiz.
21
ibid, s. 188.
22
Ş. Güzel, 1993, s. 62.
23
Hüseyin Avni, grevlerin “ecnebi sermayesine karşı” gerçekleştiğini ifade etmiştir. Bkz. M. Tunçay,
2000, s. 31.
24
Tunçay Hüseyin Avni ile benzer bulduğu Erişçi’nin yorumuna da yer vermiştir. Lütfü Erişçi’ye
göre 1908 yılında saray istibdadının yıkılmasında işçi sınıfının amiller arasında olduğu inkar
edilemez. Ağustos ve Eylül aylarında başlayan 30 grev de iş şartlarının haklı tepkisi değil, Meşrutiyeti
tamamlayan tezahürlerdir. Erişçi’nin “Türkiye’de İşçi Sınıfının Tarihi” isimli eserinden (s. 8-9)
aktaran Tunçay, 2000, s. 31. İlhan Akdere ve Zeynep Karadeniz (1996, s. 46) de tüm bu yorumlarla
bütünleşen görüşler ifade etmişlerdir. Yazarlara göre, 1908 yılında başlayan işçi eylemleri “özünde
sermayeye yönelik bir tepkinin ifadesi”ydiler.
25
M. Tunçay, 2000, s. 31.

11
etmiştir. Tunçay’a göre, bu kanunda geniş bir genel hizmet anlayışından hareket
edilerek, bu kavrama giren kurumlarda sendika kurulması yasaklanmış ve kurulmuş
olan sendikalar feshedilmiştir. Grev hakkı çok kısıtlanmış ve anlaşmazlıkların
öncelikle uzun bir uzlaşma sürecinden geçmesi öngörülmüştür. Bununla birlikte
İttihat ve Terakki’nin siyasal özgürlüğü tamamen yok ettiği 1913 yılına kadar,
birtakım işçi hareketleri devam edebilmiştir. 26

İşçi grevlerinin sendikalar ve partilerle ilişkisine gelince, 1908 yılından önce


zaten sendikal anlamda bir örgütün olmadığı ancak işçilere yardım etmek amacıyla
kurulan Ameleperver Cemiyeti gibi yardım kuruluşlarının olduğu görülür. 1908
yılından sonra gerçekleşen grevlerin büyük bir çoğunluğu ise kendiliğinden gelişmiş,
arkasında güçlü bir işçi örgütlenmesi ve sendikaların önderliği bulunmayan
grevlerdir. Bunun nedeni olarak, Osmanlı sosyalist hareketinin işçi hareketlerini
yönlendirebilecek ve yönetebilecek birikimden ve yeterli güçten yoksun oluşu
gösterilebilir. 1908 Grevlerinin yalnızca küçük bir kısmının işçi örgütleri ve
sendikalar tarafından yönetilmiş olması, bu zayıflığın göstergesidir.

Toprak’a göre, Türkiye’de sendikal gelişmelerde lonca geleneğinden


kaynaklanan “zanaat zihniyeti”, uzun zaman etkinliğini sürdürmüştür. Bu yönüyle
Türkiye’de işçi kesiminin örgütlenişi, Batı normlarından farklı unsurlar taşımaktadır.
Batıda loncaların çözülüşü ve işçi sınıfının doğuşu geniş bir zamana yayılmış ve bu
ülkelerdeki hızlı sanayileşme süreci lonca örgüt yapılarından bağımsız işçi
örgütlerinin doğuşuna ortam hazırlamışken, Türkiye’de sanayileşme sürecine
girilmeksizin Batı ile entegrasyon, özellikle hizmet sektörlerinde yoğunlaşan bir
işgücü birikimine neden olmuştur. 27

Bu doğrultuda, 26 Şubat 1910 tarihli “Esnaf Cemiyetleri Hakkında Talimat”


uyarınca birçok işçi örgütünün esnaf cemiyeti olarak kurulduğu görülmektedir. 28
Toprak’ın belirttiği gibi, bu esnaf teşkilatları –özellikle de İstanbul Esnaf Teşkilatı-
işçisinden çırağına, kalfasına, ustasına, esnafından sanatkarına, imalatçısından

26
M. Tunçay, ibid, s. 30.
27
Z. Toprak, “Osmanlı’dan Cumhuriyet Türkiyesi’ne Sendikal Gelişmeler: İstanbul Umum Deniz ve
Maden Kömürünü Tahmil ve Tahliye Amele Cemiyeti”, Toplum ve Bilim, 1988, s. 141-142.
28
1325 (1910) tarihli Esnaf Cemiyetleri Talimatnamesi uyarınca kurulmuş bu işçi örgütlerine birkaç
örnek verelim: Ekmekçi Amele Cemiyeti (1910), Markasya Deniz Amelesi Cemiyeti (1911), Hammal
Esnafı Cemiyeti (1911).

12
fabrikacısına son derece çeşitli uğraş biçimlerini ve toplumsal kategorileri
barındırmıştır. 29

Sadece İstanbul’u kapsamına alan bu talimat, 7 Mayıs 1912 tarihli aynı ismi
taşıyan talimatla tüm Türkiye’ye yayılmıştır. Bu mevzuatın ilk maddesi uyarınca,
bundan böyle esnaf, “lonca” yerine “cemiyet” kuracaktır.

Türk unsurunun hakim olduğu, “sosyalist” adı ile kurulan ilk parti olan
Osmanlı Sosyalist Fırkası (OSF) ise, 1910 Eylül’ünde Hüseyin Hilmi tarafından
kurulmuştur. OSF’nın gazetelerde de yayımladığı parti programında anayasal
yönetim, genel oy hakkı, grev ve sendika yasaklarının kaldırılması, herkese parasız
eğitim hakkı, günde sekiz saat çalışma ve sigorta hakkı gibi genel talepler yer
almakta, bunun yanı sıra yerel yönetimlerin ve belediyelerin güçlendirilmesi
öngörülmektedir. Program, ekonominin devletleştirilmesi dışında, liberal demokrasi
çerçevesini aşmamaktadır. 30

OSF, Meşrutiyet döneminde İştirak, İnsaniyet, Sosyalist ve Medeniyet adlı,


yayın hayatları iki sayı ile yirmi sayı arasında değişen süreli yayınları neşretmiştir. 31

Tunçay’a göre, Hüseyin Hilmi çevresi için yapılabilecek birinci gözlem,


türdeşlikten uzak oluşudur. 32 Gerçekten de, OSF yayınları incelendiğinde, herhangi
bir yayına bakarak genellemeler yapmanın güç olduğu görülmektedir. Bu alanda
geniş bir kaynak sunan Sadi, hem OSF’nin hem de daha sonra aynı çevre tarafından
kurulacak olan Türkiye Sosyalist Fırkası (TSF)’nın yayın organlarının “eklektik”
olduğunu yazmıştır. Söz konusu yayın organları, liberal denilebilecek ve İslamiyet’le
bütünleşmeye çalışan fikirleri öne sürerken aynı zamanda Marx, Lassale ve
Jaures’ten bahsetmekten ve bu sosyalistlerin izinde yürüdüklerini anlatmaktan geri
kalmamışlardır. 33

29
Z. Toprak, 1988, s. 144.
30
M. Tunçay, “Amelenin Sürekli İstihdamına Dair Kanun Teklifi (1911)”, Toplumsal Tarih, 1996c,
s. 21-23.
31
C. Okay, “Bezirganlar Cemiyeti Burjuva Toplumu”, Toplumsal Tarih, 1996, s. 42.
32
M. Tunçay, 2000, s. 32.
33
K. Sadi, 1994, s. 394.

13
OSF’nin dinle olan ilişkisinin ise bir uzlaştırma çabası olarak, daha çok
İslamiyet’i sosyalizm için bir dayanak haline getirmek olduğu söylenebilir. 34

Hüseyin Hilmi’nin OSF dağıldıktan sonra, sürgünde iken Hürriyet ve İtilaf


Partisi’ndeki bazı kimselerden himaye gördüğü bilinmektedir. 35

II. SOVYET DEVRİMİNİN ETKİLERİ: 1918-1925 YILLARI


ARASINDA TÜRKİYE VE SOL AKIMLAR 36

Türkiye’nin biten bir imparatorlukla doğan yeni bir milli devlet arasında
geçen dönemi (1918-1922), Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyanın içine girdiği
yeni koşullar çerçevesinde anlam kazanmaktadır. 1917 Ekim Devrimi ile Çarlık
Rusya tarihten silinmiş ve yerini Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne
bırakmıştır. Bu rejim doğuyu temsil ederken, karşı tarafta ise batılı devletler yer
almaktadır. Türkiye’nin bu dönemdeki konumu, bu iki ideolojik blok arasında ele
alınmalıdır. 37

Şefik Hüsnü’ye göre, Türkiye’nin I. Dünya Savaşı’ndan sonraki döneminin,


Sovyet Devriminden ayrı düşünülmesi mümkün değildir. Türkiye’de “emperyalizm
karşıtlığı” düşüncesi, Ekim İhtilali’nin telkin ettiği bir düşünce olarak karşımıza
çıkmaktadır. 38

Sovyet Devrimi’ne olan ilginin ve devrimin Türkiye’ye etkilerinin iki yönlü


olduğu görülmektedir. Bir yandan Osmanlı’nın 1. Dünya Savaşı’ndaki yenilgisinden
sonra devleti kurtarma ve yeniden yapılandırma çabasında olan kadrolar Bolşeviklere
ve sosyalizme yakınlaşırken, bir yandan da Sovyet Devriminin etkisi ile Anadolu’da,
İstanbul’da ve yurtdışında etkinlik gösteren sol gruplar ortaya çıkmıştır.

34
Tunçay (ibid, s. 33), Osmanlı’da sosyalizm ve İslam ilişkisi ile ilgili olarak, “ulemadan bir zat” olan
Abdülaziz Mecdi örneğini verir. Her iki anlayışı karşılaştıran Tunçay, Abdülaziz Mecdi’nin
sosyalizmi kullanmaya kalkışan bir Müslüman, Hilmi’nin ise İslam’dan faydalanmak isteyen bir
sosyalist olduğunu yazar.
35
ibid, s. 38.
36
Bu dönemde sosyalist, komünist veya işçi adı ile kurulan partilerin çok çeşitlilik arz etmeleri
yüzünden, “sol akımlar” şeklindeki genel bir tanım tercih edilmiştir.
37
T.Z.Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler-II, İstanbul, 1999, s. 29.
38
Şefik Hüsnü, “Ekim İhtilali ve Türkiye”, Aydınlık, sayı 27, Kasım 1924, Türkiye’de Sosyal
Sınıflar, İstanbul, 1997, s. 227-228.

14
Osmanlı İmparatorluğu’nda aydınların düşünce dünyasına yabancı olan
sosyalist düşünce ve akımlar, 1918 yılına ancak sınırlı bir miras taşımıştı. 1919
yılında ortaya çıkan ve özellikle 1920 ve 1922 yıllarının ikinci yarısında canlanan
solcu eylem ve örgütlenmelerin ise, öncelikle Kurtuluş Savaşı’nın yönetici
kadrosuyla Sovyetler arasındaki ilişkiler ışığında ele alınması gereken bir konu
olduğu düşünülmektedir.

Bu bağlamda, öncelikle Sovyet Devrimi’nin genel olarak Türkiye ve bu


yönetici kadro üzerindeki etkileri incelenecek, daha sonra ise 1919-1923 döneminde
gelişen sol akımlar üzerinde durulacaktır.

1. SOVYETLER VE TÜRK MİLLİ KURTULUŞ HAREKETİ

Kurtuluş Savaşı’nı yöneten kadro, Sovyetler’in desteğini elde etmenin


stratejik bir zorunluluk olduğunun bilincinde olmuştur. 39 Bu dönemde yeni yönetici
kadronun Sovyetler’le ve batılı devletlerle –özellikle İngiltere ile- ilişkileri
bağlamında, yöneliminin farklıklar gösterdiği görülmektedir. Türkiye’deki sol
hareketler de, Sovyetler Birliği-Türkiye-İngiltere ilişkileri ekseninde gelişim
göstermiştir.

Sovyetler ise, genel olarak ulusal kurtuluş hareketlerine olumlu yaklaşmıştır.


Bu dönemde, Sovyetler’in ulusal kurtuluş mücadelesi yürüten bir ülke olarak
Türkiye’ye ve Türkiye’deki sol hareketlere bakışının, dış politika ile ilgili
kaygılarından etkilendiğini belirtmek gerekir. 40

Kurtuluş Savaşı’nın komutanları arasındaki ilk yazışmalarda, Bolşeviklik ve


Ruslar’dan yardım sağlamak konuları önemli bir yer tutmaktadır. Bu dönemde,
yardım konusunun siyasal anlamda bir yakınlaşmayı da beraberinde getireceği
düşünülmektedir. 41

1919 yılından 23 Nisan 1920’de BMM’nin açılmasına kadar geçen sürede,


Türklerle Sovyetler arasında bazı hazırlık temasları aranmıştır. Sovyetler’den bir
mali ve askeri yardımın sağlanabileceğinin anlaşıldığı bu temaslar sonucunda,
Türkiye’nin Bolşevik bir rejim kurmasının gerekip gerekmediği yönünde tartışmalar

39
M. Tunçay, 2000, s. 73.
40
F. Claudin, Komintern’den Kominform’a (Cilt 1), İstanbul, 1990, s. 321.
41
M. Tunçay, 2000, s. 73.

15
olduğu görülmektedir. 1919 yılı içindeki bu yazışma ve tartışmaların genel havasına
bakıldığında, savaşı yöneten kadronun, iki seçenek üzerinde durduğu görülmektedir:
İngilizler’i yola getirmek ve Bolşevik yönetimi kurmak.

Özellikle de, 16 Mart 1920’de İngilizler’in İstanbul’u işgalinden sonra, bu iki


seçenek daha da netlik kazanmış ve Sovyetler Birliği ile ilişkiler “zorunlu” hale
gelmiştir. 42 Bu yıllarda, Anadolu’da, hatta Büyük Millet Meclisi’ndeki genel duruma
bakıldığında, Ekim Devrimi’nin etkisiyle, komünizmin ilan edilmesini isteyenlerin
sayısının küçümsenmeyecek kadar az olduğu, hatta “kızıl renk” ve “yoldaş” hitabının
yaygın hale geldiği görülmektedir. 43

1920 yılındaki genel havayı göstermek açısından Kazım Karabekir’in


Meclise, Kolordulara, Vilayetlere aktardığı komünizmle ilgili aşağıdaki alıntıyı
sunuyoruz:

Zenginler, “kudret sermayenindir” iddiasında bulunurlar,


komünistler de “kudret Allaha ve mükafatı çalışanlara ait
olmalıdır”, diyorlar. 44
Sevr’in ilan edilmesi ile Kemalistler, daha da sola kayarlar. 1920’nin son
aylarında, “yukarıdan aşağı bir komünist rejim” kurma tartışmalarının alevlendiği,
hatta bir “Türk Şuralar Cumhuriyeti Anayasası” 45 hazırlandığı bilinmektedir.46
Vekiller Heyeti’ndeki bir konuşmasında, “Bu memleket ancak Bolşeviklikle
kurtulur..Türkiye’nin Bolşevik ve komünist olduğunu derhal dünyaya ilan edeceğim”
diyen Mustafa Kemal’le, Kazım Karabekir’in de benzer görüşler öne sürdüğü
görülmektedir:

Bekir Sami ve Yusuf Kemal Beyler yanımda iken


geleceğimiz hakkındaki tartışmalarda ne Avrupa’nın esasen
bir türlü anlaşamadığımız yönetim tarzında ne de çoktan
modası geçmiş Müslüman ve Türk birliğinden bizim için
kurtuluş olmadığını ve elden geldiği kadar az zamanda bize
uygulanabilecek bir Bolşevik yönetimi kabul zorunda

42
R.N. İleri, Atatürk ve Komünizm, İstanbul, 1970, s. 79.
43
Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, 1988, s. 1860.
44
Aktaran, R.N.İleri, ibid, s. 103.
45
Bu anayasa, sonradan yok edildiği için, içeriği hakkında bir bilgiye ulaşamıyoruz.
46
R.N. İleri, ibid, s. 197.

16
olduğumuzu ve bunun da mümkün olduğu kadar
gürültüsüzce olmasını ittifakla uygun bulmuştuk. 47
Tunaya, bu yaklaşımların “bir siyasi tedbir” olarak belirdiğini ifade etmiştir.
1920 başlarında, Müdafa-i Hukukçuların tespit etmiş oldukları “Vaziyetin
Muhakemesi” gereğince, Meclis doğuya (Sovyetler Birliği’ne) ne kadar yakınlaşırsa
Batı ile amacına daha uygun ve daha az fedakarlığı gerektiren bir uzlaşma
sağlayabileceğini düşünmüştür. 48

Anadolu hareketi önderlerinin tutumlarındaki değişiklik, Londra


Konferansı’na katılımın gündeme gelmesi ile açıklanabilir. Sol ile arasına belirli bir
çizgi çizerek batının içini ferahlatmaya yönelen Kemalist hareket, sola karşı genel bir
sindirme ve kovuşturma operasyonu da başlatmıştır. 49 Ancak bu solu bastırma
politikası, Sovyetler’in Ankara hükümetiyle Mart ayında bir dostluk ve yardım
anlaşması imzalamasına engel olmamıştır. Bu yakınlaşmada, Sovyetler’in dış
politika kaygıları yanında, Kemalistler’in bir yandan hükümeti devirmeye çalıştıkları
iddiasıyla solcuları cezalandırırken, öte yandan da anti-emperyalist tavırlarından ve
hatta solcu bir genel siyaset görüşü aramaktan hala vazgeçmiş olmamaları etken
olmuştur. 50

Türk-Sovyet ilişkileri, Sakarya ve Dumlupınar savaşları arasında geçen


dönemde de iyi bir seyir izlerken, İzmir kurtarıldıktan sonra Sovyet askeri yardımına
gerek kalmaması ile birlikte Batıya yaklaşılmıştır. Bu yaklaşımdaki asıl amaç, Lozan
Konferansı öncesi Sovyet etkisinden sıyrılındığının kanıtlarını ortaya koymak
olmuştur. Bu yönelimin 1923 yılında Cumhuriyet’in ilan edilmesi ile somut bir şekle
büründüğünü söylemek mümkündür. Bu konuya Şefik Hüsnü’nün özgün görüşlerini
açıkladığımız bölümde tekrar değinilecektir.

47
Kazım Karabekir’in 3 Ağustos 1920 tarihli “Büyük Millet Meclisi Başkanlığına” başlıklı telgrafı,
aktaran, R.N.İleri, 1970, s. 126.
48
T.Z.Tunaya, Türkiye’de Siyasal Gelişmeler (1876-1938), İstanbul, 2002, s. 79.
49
Bu sindirme operasyonunu, Çerkez Ethem ve kuvvetlerinin bastırılması ve 2. başlık altında
inceleyeceğimiz Mustafa Suphi ve arkadaşlarının öldürülmeleri, Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası’na
yönelik kovuşturma başlatılması, Resmi TKP’nin kapatılması olarak özetleyebiliriz.
50
M. Tunçay, 2000, s. 104.

17
2. SOL ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ: 1919-1925 YILLARI ARASINDA
SOL PARTİ VE KURULUŞLAR

Sosyalist fikirlerdeki canlanmanın genel olarak Sovyet Devrimi’nin etkisiyle


başladığını belirtmiştik. Bu canlanışın, özellikle bu hareketlerin örgütlenmesi için
elverişli koşullar yaratan bir de “iç” sebebi bulunmaktadır. 1918 yılı itibariyle
kendini gösteren savaş koşulları; iç politikada iktidarın devrilmesi, yeni bir
hükümetin kurulması, Meclis-i Mebusan’ın feshedilmesi gibi önemli değişiklikler
doğurmuştur. Bu yeni iktidar boşluğu, İkinci Meşrutiyet’i andıran bir siyasi özgürlük
dönemini beraberinde getirmiş ve Türk Siyasal Yaşamında en çok siyasal partinin
kurulduğu dönem, 1918-1923 yılları olmuştur. Tunçay’ın hesaplamasına göre, bu
dönemde, 55 tane siyasal parti kurulmuştur. 51

Sol akımların ve işçi hareketlerinin asıl gelişme dönemi ise 1919-1923 yılları
arasında olmuştur. 1919-1923 dönemindeki “sol” adı altında kurulan partileri üç
grupta inceleyebiliyoruz:

1. Millici güçlerin denetimi altında kurulan Halk Zümresi, Yeşil Ordu ve


Resmi Türkiye Komünist Partisi vb. örgütlenmeler.

2.Ekonomik savaşımı öne alan ve II. Enternasyonal paralelinde görülen


Sosyal Demokrat Fırkası (SDF), Türkiye Sosyalist Fırkası (TSF), TSF’ndan ayrılan
Müstakil Sosyalist Fırkası (MSF), Türkiye İşçi Sosyalist Fırkası (TİSF) vb.
örgütlenmeler

3.Komintern (III.Enternasyonal)’e bağlı olan Türkiye Komünist Partisi


(TKP), Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası (THİF)ve Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist
Fırkası (TİÇSF).

Bu dönemde, sol açısından genel tabloya bakıldığında, işçi sınıfına dayanmak


isteyen “fırka” adlı kuruluşların çoğunun, pek siyasal amaçları olmayan, daha çok
“sendika” niteliğinde çıkar grupları olduğu söylenebilir. 52

Birinci başlık altında değerlendirebileceğimiz örgütlenmeler, geniş ölçüde


İttihatçıların yurtdışında “sol” adı altındaki faaliyetlerine dayanmaktadır. Mayıs

51
M. Tunçay, “İşçi Sosyalist Fırkası 1921”, Tarih ve Toplum, 1990e, s. 7.
52
M. Tunçay, 2000, s. 42.

18
1920’de kurulan, Büyük Millet Meclisi’nde Halk Zümresi adını taşıyan ve
çoğunluğunu eski İttihatçıların oluşturduğu güçlü bir meclis grubuna dayanan Yeşil
Ordu, bir çeşit İslam sosyalizmine yakın görünmekle beraber, faaliyetlerinin Mustafa
Kemal’in bilgisi dahilinde olduğu da bilinmektedir. Bu bölüm açısından önemli olan
bir diğer başlık, Mustafa Kemal’in solu denetim altına almak ve Sovyetler’in
desteğini tek başına elde edebilmek için kurdurduğu Resmi TKP’dir.

Genel olarak ele alacağımız II. Enternasyonal çizgisindeki partilerin, siyasal


yaşamları boyunca çok önemli faaliyetleri olmamıştır. Ancak solun bu dönemdeki
parçalı yapısı, partilerin birbirleri arasındaki geçişkenliği de beraberinde getirmiştir.
II. Enternasyonal çizgisindeki bu partilerden, III. Enternasyonal çizgisinde olarak
nitelendirdiğimiz partilere büyük kaymalar olmuştur.

Komintern ve Üçüncü Enternasyonal çizgisindeki partiler ise, bu bölümün


ağırlıklı kısmını oluşturmaktadır. İstanbul (TİÇSF), Anadolu (THİF) ve Yurtdışı
(TKP) grubu olarak değerlendirilebilecek olan bu grupların birbirlerinden oldukça
farklı gelişim gösterdikleri görülmektedir.

Mete Tunçay’ın aktardığı bir şemaya göre 53, kökenini Almanya’da bulunan
devrimci bir gruptan (Türkiye İşçi ve Çiftçi Fırkası) alan ve bu grubun Türkiye’ye
gelmesinden kısa bir süre sonra Şefik Hüsnü’nün önderliğinde birleşen TİÇSF, daha
önce kurulmuş olan Sosyal Demokrat Fırkası ve Türkiye Sosyalist Fırkası’ndan
beslenmiştir.

THİF, kaynağını Gizli (Hafi) TKP’nden alırken, aynı zamanda Meclis’teki


Halk Zümresi’nden ve Yeşil Ordu gibi kuruluşlardan yararlanarak siyaset yapmaya
çalışmaktadır.

İncelediğimiz kaynaklara göre, Rusya’da bağımsız olarak gelişen Türkiye


Komünist Teşkilatları (TKT) ise, 1920’de Baku’de TKT 1. Kongresini toplayarak,
Türkiye Komünist Partisi’ni kurmuş ve Türkiye’deki tüm sol grupları çatısı altında
toplayan bir karar almıştır. Yine Mete Tunçay’ın aktardığı şemaya göre 54, Bakü
Kongresi’nde kurulan TKP; TKT, TİÇSF ve THİF’nin birleşmesiyle meydana
gelmiştir. Ancak pratikte uygulamaya geçirilemeyen bu “birleştirme” kararı,

53
M. Tunçay, 2000, s. 274.
54
ibid, s. 274.

19
çalışmamızın ikinci bölümünde inceleyeceğimiz 1925 Kongresine kadar Türkiye
solunun gündemini meşgul etmiştir. 1925 yılına kadar, bu sol partilerin birbirleri ile
ilişkileri de oldukça sorunlu ve tartışmalı görünmektedir. Bu çalışmada, bu
tartışmaları da aktarmaya çalışacağız.

A. Millici Güçlerin Denetimi Altında Kurulan Partiler: İttihatçı


Solu’ndan Halk Zümresi, Yeşil Ordu ve Resmi TKP’ne

Bu başlık altında inceleyeceğimiz örgütlenmeler, geniş ölçüde Birinci Dünya


Savaşı sonrasında yurtdışına kaçan İttihatçılar’ın faaliyetleriyle ilgilidir.
İttihatçılar’ın Enver, Cemal, Talat, Dr. Nazım, Dr. Bahaeddin Şakir gibi belli başlı
önderleri, önce Almanya’ya giderek bir “Şark Kulübü” oluşturmuşlar ve daha sonra
faaliyetlerini Rusya’ya taşıyarak bazı Sovyet temsilcileriyle gerçekleştirdikleri
temaslar 55 sonucu, 1919 yılında Baku’de bir Türkiye Komünist Partisi56
kurmuşlardır. 57

Ayrıca Enver Paşa’nın, Moskova’ya vardıktan sonra “İslam İhtilal


Cemiyetleri İttihadı” adlı bir örgüt kurma kararı verdiği görülmektedir. Enver Paşa,
15 Ağustos 1920 tarihinde Mustafa Kemal’e yazdığı bir mektupta da bu projesinden
bahsetmektedir. 58

Bu İttihatçı grubun, Türkiye ile de ilişki içinde olduğu görülmektedir. Enver


Paşa, Türkiye’deki İttihatçıları da bu grubun içinde toplamaya çalışmıştır. Bu
doğrultuda, Büyük Millet Meclisi’ndeki geniş ölçüde İttihatçılardan kurulu olan
“Halk Zümresi” isimli grupla iletişim sağlanmış ve İslam İhtilal Cemiyetleri
İttihadı’nın Türkiye seksiyonu gibi düşünülen Halk Şuralar Fırkası kurulmuştur. Bu
işbirliği çabasının bir ürünü olarak, “Mesai” isimli bir program yayımlanmıştır.

55
Sovyetler’in İttihatçılara olan desteğini anlamak açısından, 1999 yılında yayımlanan on iki belge
konuya ışık tutmaktadır. Ekim 1921 tarihli olan bu mektuplar, Kemalistlerin Londra Konferansı ile
batıya yaklaşma eğilimi göstermesi dolayısıyla, Sovyetler’in Enver ve yandaşlarını bir alternatif
olarak görmeleri ve yedekte tutmak istemeleri ile ilgilidir. Ancak Enver, Kemalist yönetim ile
zıtlaşmayı göze almayan Sovyetler’den beklediği desteği alamaz ve Mayıs 1922’de Politbüro kararı
ile İngiliz ajanı ve Doğu halklarının düşmanı olarak ilan edilir. Bkz. H.Kakınç, “Mustafa Suphi ve
Yoldaşlarını İttihatçılar Mı Öldürttü”, Toplumsal Tarih, 1999, s.30-34.
56
1920 Mayıs sonunda Azerbaycan’da gerçekleşen devrim sonrasında, buraya gelen Mustafa Suphi
tarafından bir çoğu partinin dışına atılmışlardır. Mustafa Suphi’nin başkanlığındaki örgütlenmeyi
“Yurtdışı TKP ve Mustafa Suphi” başlığı altında inceleyeceğiz.
57
Tunçay, 2000, s. 75.
58
ibid, s. 76.

20
İttihatçılar’ın Halk Zümresi ve Mesai Programlarında göze çarpan en önemli nokta,
bir “halkçılık” savunusudur. 59

İttihatçıların sola yönelme sebepleri, aslında bu başlık altında incelediğimiz


tüm hareketlerin amaçlarına ışık tutmaktadır. Taktik bir tutum olarak beliren bu
yönelim, iki eski İttihatçı lideri olan Küçük Talat ve Nail Bey’in Mustafa Kemal’e
1920 yılında sundukları bir raporda açıklanmaktadır. Bu rapora göre, Türkiye’nin
komünistliği kabul etmesi ve Türkiye’de sınıf temeline dayalı bir hükümet kurulması
uygun değildir. Ancak Türkiye’de bir Sovyet idaresi kurulacaksa da bunun
Sovyetler’in güvendiği Mustafa Suphi ve partisi (TKP) aracılığıyla
gerçekleştirileceği açıktır. Bu yüzden, Sovyet yardımı için gerekenleri yaparken aynı
zamanda Türkiye’de bir sol hareket meydana getirilmeli ve böylece “sosyalizm
aleminde cephe alınmalı”dır. 60

Bu faaliyetlerle ilişki içinde bulunan ve yine Meclis’teki Halk Zümresi


grubuna dayanan Yeşil Ordu isimli bir örgütlenme bulunmaktadır. Bu örgüt, 1920
Mayıs ayında ortaya çıkmıştır. Bu yıllarda, İstanbul’un Milli Mücadele Hareketini
“Bolşeviklik”le suçlayan tavrına karşı, Sovyetlerle yapılması zorunlu olan işbirliğine
ortam hazırlamak amacı ile kurulan Yeşil Ordu, “Bolşevikliğin İslam’ın
uygulanmasından başka bir şey olmadığı” şeklinde bir teze dayandırılmıştır. Yeşil
Ordu’nun üyeleri arasında Şeyh Servet (Akdağ), Dr. Adnan (Adıvar), Hakkı Behiç,
Yunus Nadi, Nazım gibi İttihatçı milletvekilleri bulunmaktadır. Genel sekreteri,
Tokat mebusu olan Nazım’dır. 61

1920 Haziran ayında hazırlanan “Yeşil Ordu Nizamnamesi”, bu kuruluşun


İslami-komünist rengini açıkça ortaya koymaktadır. Genel olarak, “Asya’nın
ahlakının Batı kapitalizm ve emperyalizmi karşısında tehlikeye girdiği”nin üzerinde
durulduğu bu belgede, yaratılmak istenen hareketin gerici niteliğinin komünizan
fikirlere oranla öncelik taşıdığı görülmektedir. 62

Yeşil Ordu, yasal bir örgüt olarak kurulmamasına rağmen, kuruluşunun ve


faaliyetlerinin Mustafa Kemal’in bilgisi dahilinde olduğu bilinmektedir. Ancak

59
M.Tunçay, Mesai: Halk Şuralar Fırkası Programı, Ankara, 1972, s. 18.
60
ibid, s. 6-7.
61
M. Tunçay, 2000: s. 85.
62
ibid, s. 85.

21
Çerkes Ethem’in bu örgüte katılması, Mustafa Kemal’in örgütün faaliyetini
durdurmak için harekete geçmesine sebep olmuştur. Yeşil Ordu, 1920 sonbaharında
kesin olarak feshedilmiştir. 63

Bundan sonraki gelişmeler ise, Mustafa Kemal’in bu grubun çoğunluğunu


kendi denetimi alması ile ilgilidir. M. Kemal, önce Meclis’e kendi Halkçılık
Programı’nı sunmuş, daha sonra dağıtılan bu gruptan bir kısmına Resmi Türkiye
Komünist Partisi’ni kurdurmuştur. 64 Ancak bu gruptan Tokat mebusu Nazım
önderliğindeki bir grup, farklı bir çizgiye yönelerek Türkiye Halk İştirakiyun
Fırkası’na katılmışlardır. 65

Resmi TKP’nin genel anlamda “solu kontrol altına almak ve Komintern’in


desteğini tek başına elde etmek” olarak ifade edebileceğimiz amacı, Mustafa Kemal
tarafından Ali Fuat Paşa’ya çekilen şifreli bir telgrafta şöyle ifade edilmektedir:

Komünistliğin memleketimizde değil, henüz Rusya’da bile


kabiliyet-i tatbikiyesi hakkında sarih kanaatler hasıl olmadığı
anlaşılmaktadır. Bununla beraber dahilden ve hariçten
muhtelif maksatlarla bu cereyanın memleketimiz dahiline
girmekte olduğu...görülmüştür. En makul ve tabii tedbir
olarak aklı başında arkadaşlardan, Hükümet’in malumatı
tahtında bir Türkiye Komünist Fırkası teşkil ettirmek olacağı
düşünüldü. Bu takdirde memlekette bu fikre müteallik bütün
cereyanları bu muhassalaya rica etmek mümkün olabilir(...)
66

Ekim 1920’de kurulan Partinin kurucuları arasında Hakkı Behiç, Tevfik


Rüştü (Aras), Yunus Nadi, Mahmut Esat (Bozkurt), Refik (Koraltan), Kılıç Ali gibi
Meclis üyeleri bulunmaktadır. 67

Resmi TKP’nin Anadolu’da Yeni Gün isimli bir yayın organı bulunmaktadır.
Yunus Nadi, bu gazetedeki yazılarında, temelde “Adına Bolşeviklik denilen bir Rus
komünizmi olduğu gibi, bir Türk komünizminin de var olduğunu ve olacağını"
savunduğu görüşlerini beyan etmiştir:

63
Tunçay, 2000, s. 85-89.
64
Tunçay, 1972, s. 18.
65
Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası (THİF), “Üçüncü Enternasyonal’e Bağlı Örgütlenmeler” başlığı
altında incelenecektir.
66
Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, 1988, s. 1870. Bu belgede göze çarpan
önemli bir nokta, Mustafa Kemal’in İttihatçılarla aynı saiklerle hareket etmekte olduğudur.
67
M. Tunçay, 2000, s. 92.

22
Bu esasa göre, bir Türk'ün Ben Bolşevik oldum demesi, Ben
Rus oldum demesinden farksız iken, işin farkında olmayan
bizler Türk Bolşevik Gazetesi bile yayımlıyoruz. 68
“Anadolu'da Yeni Gün” gazetesinin resmi TKP'nin resmen kurulduğunu
bildiren sayısında, “Tarihi Vazife” 69 başlıklı bir makale vardır. Bu makalede, Türk
milletinin sosyalizm akımını bilip öğrenmesi gerektiği belirtilmekte, Türkiye'yi
yönetenlerin hepsinin emekçi olduğu iddia edilmektedir :

Bizde, tabiatiyle, kapitalist emperyalist olmayan


hükümetimizin buna yani sosyalizm akımına engel olması
tasavvur olunamaz. İdare makinesinin en yükseğinde
bulunanlar bile -aldıkları burjuva terbiyesinden
silkinmeyenler var mı yok mu bilemem- fakat gerçekte
hiçbiri kapitalist değildir. Bizde yöneten de yönetilen de
emekçidir. 70
Anadolu'da Yeni Gün gazetesinde çıkan bütün yazılar ve tüm yazarların
savunuları bu doğrultudadır. Mustafa Kemal'in Sovyet Rusya'nın desteğini ve
yardımını sağlamak için, “Bizde sınıf yoktur, tüm halkımız gadre uğramıştır”
şeklindeki sözleri ve aslında “Bolşevik hareketle Türk ulusal hareketinin birbirine
çok benzediği” türünden savunuları; solu kontrol altına almak için kurdurduğu Resmi
TKP'nde bir “Türk komünizmi” düşüncesini savunmaya vardırılmıştır.

Ancak bu türden hareketleri, sadece Sovyetler’den ihtiyaç duyulan bir


yardımı elde etmek için geliştirilen politik manevralar olarak görmemek gerekir.
Kemalizm’in sol kisvesi altında, solu yakın bir konumdan savuşturmaya çalışması
olarak ifade edebileceğimiz bu faaliyetler yoluyla, halkçılık olarak ifade edilen ve
temel olarak sınıfların inkarı üzerine kurulan düşünce solun içine sızdırılmış olurken,
aynı zamanda Kemalist milliyetçilik de, sosyalizmin enternasyonalist niteliğini inkar
ederek, “Türk bolşevizmi” olarak sol adı altında sunulmuştur.

Resmi TKP’nin ömrü 3 ay sürmüş ve 1921 yılındaki solu bastırma dalgasının


içinde bu parti de kendiliğinden eriyip gitmiştir. 71

68
K.Sadi, 1994, s. 453.
69
Mustafa Suphi’nin de aynı isimle “Yeni Dünya” gazetesinde yayımlanan bir yazısı bulunmaktadır.
Bu önemli ayrıntının, Mustafa Suphi’nin TKP’si ile bir rekabet içinde olunduğunun bir göstergesi
olduğu düşünülmektedir.
70
K.Sadi, 1994, 460.
71
M. Tunçay, 2000, s. 94.

23
B. II. Enternasyonal Paralelindeki Örgütlenmeler:

1919 yılından itibaren milliyetçilik sol düşünce ve hareketlerin içine sızmaya


başlarken, İslam’ın da azalarak dahi olsa bu düşünce içinde yer bulduğu
görülmektedir. İslam’ı bir dayanak olarak kullanmaya devam eden partilerden biri
de, 1919 yılında OSF’nin devamı olarak, yine Hüseyin Hilmi tarafından kurulan
Türkiye Sosyalist Fırkası (TSF)’dır. Ancak Mete Tunçay’ın da belirttiği gibi, Hilmi
çevresi bu kez İslam üzerinde ayrıca durmamakta, sadece dine saygılı olduğunu
belirtmektedir. 72 Ayrıca Hüseyin Hilmi’nin Hürriyet ve İtilaf Partisi ile olan
ilişkilerinin soru işaretlerine sebep olması ve Alman sol basınından Sovyet Dışişleri
Halk Komiserliği Bülteni’ne kadar pek çok kaynakta “İngiliz işbirlikçisi” olarak
nitelendirilmesi 73, söz konusu partinin ismi dışında sosyalizmle bir bağının ve
ilgisinin bulunmadığını göstermektedir.

TSF’nin bu dönemdeki önemi, 1919-1921 yılları arasında işçi hareketlerini


yönlendirmekteki başarısından ileri gelmektedir. TSF, bir çok işçi örgütünün
kurulmasında rol oynamıştır. 74 Güzel’e göre bu başarıda, TSF’nin, Hürriyet ve İtilaf
Partisi desteğinden yararlanmasının önemli bir payı olmuştur. 75

1920 yılında yapılan TSF’nin ikinci kongresinde kabul edilen tüzükle partinin
tamamen Hüseyin Hilmi’nin diktatörlüğü altına sokulmasından ve çok geçmeden
partinin bölünerek Hilmi’nin yolsuzluk gibi iddialarla suçlanmasından sonra partiden
kopmalar meydana gelmiştir. TSF’ndan ilk ayrılma 1921 yılında gerçekleşmiştir.
TSF lideri Hüseyin Hilmi ile anlaşamayan partililer, bu tarihte partiden ayrılarak,
Türkiye İşçi Sosyalist Fırkasını kurmuşlardır. Bu partinin Marksist bir siyasal parti
olmaktan çok, “dayanışma ve yardımlaşma” amacı ile kurulduğunu belirtmek
gerekir. Fırkanın adı içinde “sosyalist” sözcüğü olması dışında, nizamnamesinin
hiçbir maddesinde sosyalizme ilişkin bir cümle geçmediği görülmektedir. 76

72
M. Tunçay, 2000, s. 39.
73
ibid, s. 41.
74
Bu partinin hazırladığı bir rapora göre, TSF şu örgütleri kurmuştur: İstanbul’da Elektrik Şirketi
İşçileri Derneği, Tramvay Şirketi İşçileri Derneği ve Deri İşçileri Derneği; Taşrada Hereke Kumaş ve
Halı Fabrikası Sendikası, Anadolu Demiryolu İşçileri Derneği, Konya İşçileri Sendikası, Eskişehir
İşçileri Sendikası, Ankara İşçileri Sendikası. Aynı rapora göre, bu örgütler, 5000 üyeye sahiptir. Bkz.
Ş. Güzel, 1993, s. 97.
75
Ş. Güzel, 1993, s. 105.
76
M. Tunçay, 1990e, s. 6-7.

24
1922 yılında TSF’nin kongresi toplandıktan sonra, TSF’den ayrılan partililer
ise Müstakil Sosyalist Fırkası’nı kurmuşlardır. Çok geçmeden Hüseyin Hilmi’nin de
esrarengiz bir şekilde öldürülmesiyle, TSF de büsbütün dağılmış ve tarihe
karışmıştır. 77

1919-1923 yıllarındaki sol partiler arasında önemli bir çatışma noktası, II. ve
III. Enternasyonal çizgileri ile ilgilidir. TSF’nin, Şefik Hüsnü’nün önderliğini yaptığı
TİÇSF’nin işçi hareketini birleştirmeye yönelik çabalarını baltalamaya çalışması
buna bir örnektir. 78

Şefik Hüsnü, TSF ve Sosyalist Hilmi üzerine görüşlerini şu şekilde ifade


etmektedir:

..İştirakçı Hilmi Efendi, bu gerici partilere (Hürriyet ve İtilaf


Partisi ve İngiliz Muhipleri Cemiyeti) ve bizzat İngiliz işgal
kuvvetlerine dayanarak, Türkiye’de o zamana kadar misli
görülmemiş, azametli bir Amele Partisi ortaya çıkarmıştı. Ne
oldukları tekmil İstanbul işçisince anlaşılmış olan birkaç kişi
yabancı himayesine yaslanarak, bu partiyi yaklaşık iki yıl
yaşatmayı başardılar. Temeli cebir, şiddet, hile ve
dalavereden ibaret olan her yapmacık ve zoraki örgüt gibi, ilk
vuruşta..yıkıldı. Ve arkasında bir kabus anısından başka
hiçbir şey bırakmadı. 79
II.Enternasyonal çizgisindeki bir diğer örgüt ise, Sosyal Demokrat Fırkası
(SDF)’dır. SDF, 1918 sonlarında Dr. Hasan Rıza adlı eski bir ittihatçı tarafından
faaliyete geçirilmiştir. Partinin 1919 başlarında yayımladığı program ve
beyannameye göre, partinin amacı, bütün işçileri çalışma hayatlarının
düzenlenmesini, sendikalar halinde örgütlenmelerini, geçinmelerini, durumlarının
yükseltilmesini ve kaza, hastalık, yaşlılık gibi hallerde yardım görmelerini
sağlamaktır. Dr. Hasan Rıza’nın “Sosyalizm” adlı küçük bir kitabında, Türkiye’nin
içinde bulunduğu koşullar üzerine hiçbir fikir yürütülmeksizin İkinci Enternasyonal
görüşüne atıfla sosyalist teoriyi açıklamaya çalıştığı bilinmektedir. SDF’nin bilinen

77
M. Tunçay, 2000, s. 40-41.
78
Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, 1988, s. 1868.
79
Şefik Hüsnü, “Türkiye’de İşçi Sınıfının Durumu”, Aydınlık, sayı 13, 10 Şubat 1923, Türkiye’de
Sosyal Sınıflar, s. 114.

25
herhangi bir faaliyeti yoktur. 1922 yazında gerçekleşen ayrılmalar sonucunda, parti
kendiliğinden dağılmıştır. 80

C. Üçüncü Enternasyonal Paralelindeki Örgütlenmeler

a. Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası (TİÇSF) ve Şefik Hüsnü


Değmer

Partinin Kuruluşu ve Faaliyetleri:

İstanbul’da 1919 yılında kurulan TİÇSF’nin öncüsü, aslında 1919 başlarında


Almanya’da ortaya çıkan ve Berlin’de “Türkiye İşçi ve Çiftçi Partisi”ni (TİÇP) kuran
bir grup olmuştur. 81 18 kişi oldukları bilinen bu gruptaki önemli isimler arasında
Ethem Nejat 82, Hilmioğlu İsmail Hakkı 83, Vedat Nedim (Tör) 84, Ressam Namık
İsmail, Baytar Ali Cevdet, Lem’i Nihat, Mehmet Vehbi (Sarıdal) sayılabilir.

Tunçay’ın Türk Spartakistleri olarak adlandırdığı bu grubun Türkiye’ye


etkileri büyük olmuştur. Çünkü bu Berlin grubunun kurduğu TİÇP, Türkiye İşçi
Derneği ve 1 Mayıs 1919’da yayımlamaya başladığı Kurtuluş dergisi 85; Türkiye’deki
ilk Marksist siyasal partinin, sendikanın ve yayınların çekirdeğini oluşturmuştur. 86

Berlin’de çift sayı olarak yayımlanan Kurtuluş dergisinde Marksist


düşüncenin gelişimini, burjuva ekonomisinin işleyişini anlatan yazılar yanında bir
Marx biyografisi, Jaures’e yazılmış bir mersiye ve okuyuculara tavsiye edilen bir
kitap listesi bulunmaktadır.

80
M. Tunçay, 2000, s. 42.
81
M. Tunçay, 2000, s. 167.
82
Eski bir İttihatçı olan Ethem Nejat, Berlin’deki solcu çevreye katılmıştır. İstanbul’a döndükten
sonra Bakü Kongresi’ne giden Ethem Nejat, bu kongre ile kurulan Türkiye Komünist Partisi’nin
Genel Sekreteri seçilmiştir. Türkiye’ye gelen Mustafa Suphiler grubu içinde 28-29 Ocak 1921’de
öldürülmüştür.
83
Daha sonra Mustafa Suphi’nin TKP’sine katılmış ve Ethem Nejat gibi o da Mustafa Suphiler grubu
içinde öldürülmüştür.
84
Diğer parti üyeleri gibi 1919 Mayısında Türkiye’ye dönmemiş, 1922 yılında toplanan Komintern’in
kongresine katılmak üzere S.S.C.B’ne gitmiştir. Türkiye’ye gelince ise TİÇSF içinde çalışmaya
başlamıştır. Bu parti içinde, Kurtuluş ve Aydınlık dergilerinde Marksist kuram ve işçi sorunları
üzerine yazılar yazmıştır. 1925’teki TKP kongresinde Merkez Komitesi üyesi seçilmiştir.1926 Viyana
Konferansı’na katılmıştır. Bu tarihten sonra, Ş.Hüsnü ve Komintern ile aralarındaki anlaşmazlık
sonucu elindeki Parti evrakını polise vererek 1927 tevkifatını başlatmış, kendisi de tutuklanarak 2 ay
hapse mahkum edilmiştir. Bu tarihten sonra TKP ile ilişkisi kesilmiş, Şevket Süreyya (Aydemir) ile
birlikte Kadro kareketi içinde yer almıştır.
85
Berlin’de iki sayı olarak çıkarılan Kurtuluş dergisinin kapağında “Türkiye İşçi ve Çiftçi Partisi’nin
organıdır” lejandı bulunmaktadır.
86
M. Tunçay, ibid, s. 468.

26
Şefik Hüsnü’nün gruba katılması ise, bu çevrenin üyelerinin Türkiye’ye
dönerek çalışma merkezlerini İstanbul’a kaydırmalarıyla olmuştur. Sadrettin Celal 87
de bu sırada partiye katılanlar arasındadır. 88 Şefik Hüsnü, Türkiye’ye gelişinden
TİÇSF’ne katılışına giden süreci şöyle anlatmaktadır:

..1912’de doktor olarak Türkiye’ye geldim. Sırası ile Balkan


ve Birinci Dünya Savaşlarında askerlik yaptım. 1919’da
mütareke başlangıcında Türkiye’de büyük siyasi cereyanlar
baş gösterdi. Bunlar arasında “Amele Cemiyetleri” ve
“Sosyalist Partiler” de vardı. Lakin hareketlerin başında
durumu bütünlüğü ile kavrayacak merkezi teşekküller ve
şahsiyetler belirmemişti. Sosyalist Parti Lideri Hilmi
karacahil idi. Sosyal Demokrat Parti Reisi Dr. Hasan Rıza
adap ve merasim içinde boğulmuş, kütlelerden uzak, zavallı
bir ihtiyar idi. Yüksek münevverler, bilhassa Darülfunun
camiasında öğretim üyelerinden pek çoğunun sosyalist
istikamette bir kaynaşma içinde bulundukları işitiliyorsa da,
bunların kimler olduğunu ve ne yapmak istediklerini
bilmiyordum. Fakat böyle tutunaklı bir teşebbüsü
desteklemek niyetindeydim ve uyanık bekliyordum. 1919
yılında Namık İsmail imzalı bir mektup aldım. Bu zat
müşterek dostumuz Abdülhak Şinasi’den benim sosyalist
mefkuresine kendini vermiş, Marksizmi esaslı bir tarzda
tetkik etmiş bir vatandaş olduğumu öğrendiğini, bir sosyalist
parti yaratmak için uğraştıklarını bildiriyor ve gayretlerimizi
birleştirmek için randevu istiyordu. Bunun sık sık lafı edilen
münevverler grubu olduğunu anladım. Derhal temasa geçtim.
Namık İsmail genç bir ressamdı ve Beşiktaş’taki atölyesini
bir toplantı salonu haline getirmişti. Haftada bir sosyalist
dostları burada toplantı yapıyorlardı. O sırada toplantıya
katılanlar 30-40 kişi kadardı. Konuşmaların sevki, idaresi
gevşek ve plansızdı. Müdahale ederek sevk-i idareyi elime
aldım. Bilahare Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Partisi’nin
nizamnamesinin esaslarını hazırlayarak hükümete verilmesini
temin ettim...Partimize mensup kimseleri, hatırlayabildiğim
kadarıyla şöyle sıralayabilirim: Eski İktisat Bakanlığı Genel
Ticaret Müdürü Mehmet Vehbi (Sarıdal), Milli Eğitim

87
Sadrettin Celal (Antel), İstanbul’da doğmuş ve İkinci Meşrutiyet döneminin ilk yıllarında Fransa’da
pedagoji eğitimi görmüştür.1913’te yurda döndükten sonra öğretmenlik yapmıştır. Mütareke
döneminde TSF’na üye olan S. Celal, 1920 yılının başında TİÇSF’na girmiştir. Aydınlık’ta daha çok
eğitim ve kültür üzerine yazılar yazmış, 1922 yılında toplanan Komintern’in IV. Kongresi’ne
katılmıştır. 1923 yılında, diğer TİÇSF çevresinin önemli isimleri gibi tutuklanmıştır.1925 yılındaki
TKP kongresine katılmış ve aynı yıl meydana gelen tutuklamalarda 7 yıl hüküm giymiştir. 1926
yılında, bir yasa değişikliği sonucu serbest bırakılan S. Celal, bu tarihten sonra TKP’nden kopmuş ve
öğretmenliğe dönmüştür. 1936 yılı sonunda İstanbul Üniversitesi Pedagoji Profesörlüğü’ne atanmış ve
ölümüne değin 18 yıl çalıştığı bu görevinde, eğitimle ilgili çeşitli yapıtlar vermiştir.
88
M. Tunçay, 2000, s. 469.

27
Müdürlerinden Ethem Nejat, Çiftçi Kütüphanesi sahibi Akif,
ressam Namık İsmail, ağabeyi Hüsnü İsmail, coğrafya
profesörü Ali Yar, iktisat profesörü Münir, lise
müdürlerinden Celal, sonradan katılan Sadrettin Celal,
Nizamettin Ali (Sav), gazeteci Nizamettin Nazif
(Tepedenlioğlu), gazeteci Suphi Nuri (İleri), eski Maliye
Bakanı Nurullah Esad (Sümer), Fikri Servet, halen
Moskova’da bulunan veteriner Cevdet. 89
TİÇSF’nin ilk kuruluş başvurusu 1919 Temmuz’una rastlamaktadır. Bu
müracaat, dönemin Dahiliye Nazırı Adil Bey tarafından hoş karşılanmamıştır. İkinci
başvuru, Dahiliye Nazırı Şerif Paşa tarafından incelenmekte olduğu cevabını almıştır.
Ancak fırka “Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası” adı ile 22 Eylül 1919 tarihinde
kendisini kurulmuş sayarak çalışmaya başlamıştır. 90

TİÇSF’nin ilk reisi ve Kurtuluş’un sorumlu yönetmeni Mehmet Vehbi


(Sarıdal) olmuştur. Mehmet Vehbi Anadolu’ya gittikten sonra Partinin başkanı
Namık İsmail, Kurtuluş’un sorumlusu ise Mehmet Selahattin olmuştur. 91 Şefik
Hüsnü, bu tarihlerde kendisinin partinin genel sekreterliğine seçildiğini ifade
etmektedir 92.

Fırkanın yasallık kazanması ise 18 Aralık 1919 tarihinde yapılan seçimlerden


bir gün önceye, yani 17 Aralık tarihine rastlamaktadır. Şefik Hüsnü, seçimden 15 gün
önce verdiği bir demeçte, “kuruluş ilmühaberinin seçimden bir gün önce verildiğini”
söylemiştir. 93

TİÇSF Nizamnamesi’nin birinci maddesi şöyledir: “İlmi sosyalizm esaslarına


göre Türkiye işçi ve çiftçilerinin siyasi, iktisadi hukuk ve menfaatlerini siyanet ve

89
Sayılgan, Şefik Hüsnü’nün bu satırlarını, onun 1946 tevkifatında yapmış olduğu bir itiraf olarak
yayımlamıştır. (A. Sayılgan, Türkiye’de Sol Hareketler (1871-1972), İstanbul, 1972, s. 100-103.)
İleri ise, bunun savcı Kazım Alöç tarafından yapılan bir iftira olduğunu yazmıştır. Kazım Alöç, Şefik
Hüsnü’nün 1946 yılında evinde bulunan otobiyografik incelemeyi; 1919-1925 yıllarını kapsayan bu
yazısını, “itiraf” olarak yutturmak istemiştir. İleri’ye göre olay, Şefik Hüsnü’nün bu yıllarda samimi
olarak demokratik bir döneme girileceğine inanarak evinde geçmiş yıllara ait notlarını bulundurması
ve bunların yakalanmasından ibarettir. İleri, bu olayı Şefik Hüsnü’ye de doğrulattığını yazmıştır.(R.N.
İleri, 1970, s. 130.)
90
T. Z.Tunaya, 1999, s. 483.
91
M. Tunçay, 2000, s. 470.
92
R. N.İleri, 1970, s. 102.
93
İkdam, 29 Kanun-ı Evvel 1335, aktaran, Tunaya, 1999: 482.

28
müdafaa için ‘Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Partisi’ unvanıyle bir siyasi parti teşkil
edilmiştir.” 94

TİÇSF, kuruluşundan sonra, bir “kuruluş bildirisi” ve “asgari parti programı”


yayımlamıştır. Programın ilk maddesinde, Partinin Büyük Millet Meclisi’nin
saltanatın ilgası, milli egemenliğin sağlanması kararlarını kabul ettikleri ve bu şiarlar
için mücadele edileceği açıklanmıştır. Parti programındaki temel istekler, genel ve
eşit oy hakkı, aşarın kaldırılması, kooperatifler kurmak, amele, köylü ve memurlara
dernek kurma ve grev yapma hakkı, 8 saatlik işgünü, ücretsiz ve zorunlu eğitim
olarak sıralanabilir.

TİÇSF, 18 Aralık 1919 genel seçimlerine katılmıştır. Fırkanın genel seçimlere


katılma gerekçesi, Şefik Hüsnü tarafından, “Fırka için seçim ve seçim kampanyası
bir propaganda idi. Çünkü, Fırka kuruluş ilmühaberini İstanbul seçiminden bir gün
önce almıştı.” şeklinde açıklanmıştır. 95

Fırkanın seçim öncesi ilk eylemi, 23 Ekim 1919 tarihinde düzenlenmiş olan
“amele” toplantısı olmuştur. Toplantının, basındaki yankısının büyük olduğu
görülmektedir. 96 Bu toplantıya TİÇSF’ndan başka şu kuruluşlar katılmıştır:

- Berlin’de kurulan İşçi Derneği


-Mesai Cemiyeti
-Osmanlı Sanatkaran Cemiyeti
-Bahri ve Berri Şoförleri Cemiyeti
-Zeytinburnu Fabrikası Çalışanları
-Baruthane, Ağırkapı, Hasköy Reji, Defterdar Bez Fabrikaları,
Tersane Fabrikası, Salapuryacılar, Manavcılar, Hamallar
Cemiyeti üyeleri. 97
TİÇSF, seçimleri kazanamamıştır. Şefik Hüsnü’nün seçimler üzerine yaptığı
yorum ise, kazanamama sebebinin fırkanın geç kuruluş izni almasından
kaynaklandığı ancak seçimin parti için tanıtma aracı olduğu yönünde olmuştur. 98

94
Gürses, 1994: 246.
95
T.Z.Tunaya, 1999, s.486.
96
ibid.
97
25 Ekim 1919 tarikli Vakit gazetesinden aktaran, N. Karaca, “Mütareke Yıllarında Kurulduğu
Varsayılan Bir Heyet: Sosyalist Birliği”, Toplumsal Tarih 1995, s. 51-52.
98
T.Z.Tunaya, ibid, s. 487.

29
İstanbul’da Kurtuluş Dergisi’nin çıkarılmasına devam edilmiştir. Bu
yayınlarda, teorik konulara, Milletler Cemiyeti, Türkiye, İtalya, Belçika ve Fransa’da
yapılan seçimler gibi güncel konu ve olaylara yer verilmiş ve ayrıca sanat ve
edebiyat üzerine yazı ve çeviriler yayımlanmıştır.

Kurtuluş Dergisi İstanbul’da beş sayı çıkabilmiştir. 99 19 Şubat tarihli beşinci


sayıdan sonra, 16 Mart 1920’de İngilizler’in İstanbul’u işgal etmesinden sonra
yayımlanması durdurulmuş, müttefik sansürü (ya da Damat Ferit Paşa hükümeti)
tarafından yasaklanmıştır. 100

16 Mart 1920’de İngilizler’in İstanbul’u işgal etmesinden sonra TİÇSF’nin


legal çalışmasına gem vurulmuştur. 101 15 Nisan 1923 tarihli TİÇSF beyannamesinde
bu durum şöyle ifade edilmektedir:

....İngiliz ordusu İstanbul’umuzu ...işgal etmiş ve Meclis-i


Milli’yi kapatmıştı. Bu üzücü olay ile başlayan kötü devrede,
... size rehberlik etmekle övünen partimiz üyeleri de, Ferid
hükümetinin takip ve baskılarına maruz kalmıştı. Parti İdare
Heyeti milletimizin varlığına suikast edenlerin içte ve dışta
bir hainlik çemberi içine aldıkları İstanbul’da mücadeleye
devam ile kuvvetlerimizi israf etmektense faaliyetimizi
sınırlandırmayı, milli selamet adına daha tercih edilir
bulmuştu. Bu sayede bir çok bilinçli arkadaşımızın
Anadolu’da İstiklal Mücadelesi’ne katılmaları olanağı
hazırlanmış bulunuyordu....Ameleden ve aydınlardan sizin
teşkil ettiğiniz mazlum sınıfların savunusuyla tanınmış parti
üyeleri milli mücadele cephesinde yer alabilmişlerdi. 102
TİÇSF’nde Anadolu hareketinin desteklenmesi eğilimi ağırlık kazanırken,
işçi hareketinin daha canlı ve işçilerin yoğun olduğu İstanbul’dan ayrılmak
istemeyen Şefik Hüsnü ve bazı partililer, 1919 sonlarından 1921 ortalarına kadar
geçen sürede, bir yandan işçi sınıfı ile bağları kurma ve İstanbul işçilerini bir birlikte
örgütleme çabalarını sürdürürken bir yandan da Balkan Partileri, örneğin Bulgaristan
partisi aracılığıyla III. Enternasyonel’le ilişkiye geçerek varlıklarını kabul ettirmeye
çalışmışlardır. 103

99
K.Sadi, 1994, s. 573.
100
M. Tunçay, 2000, s. 169.
101
B. Şen, Cumhuriyetin İlk Yıllarında TKP ve Komintern İlişkileri, İstanbul, 1999, s. 46.
102
M. Tunçay , ibid, s. 482. (Bazı sözcükler Türkçeleştirilerek alınmıştır.)
103
Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, 1988, s. 1876.

30
Damat Ferit kabinesinin 1920 Ekim’inde düşmesinden ve yerine 14 Ekim’de
Tevfik Paşa kabinesinin geçmesinden sonra TİÇSF, legal olarak çalışmayı bir daha
denemeyi düşünmeye başlamıştır. 104

Şefik Hüsnü ve Sadrettin Celal, İngiliz İşgali’nden sonra kapanan


Kurtuluş’un yerine 1 Haziran 1921’de Aydınlık gazetesini çıkarmaya
başlamışladır 105.

1921 1 Mayıs gösterilerini TSF düzenlerken, 1922 yılında 1 Mayıs, TİÇSF ve


TSF’nin de içinde bulunduğu 1 Mayıs Komisyonu’nca düzenlenmiştir. 106

Şefik Hüsnü, 1 Mayıs 1922’de 6000 işçinin katıldığı belirtilen Kağıthane


mitinginde “içinde yaşanılan cemiyetin çürük temeller üzerine kurulduğunu” ve
“temelden değişme ameliyesi yapılmadıkça bunun düzelmeyeceğini” belirttiği
konuşmasında devamla şunları ifade etmiştir:

Yoldaşlar! Bu zorunlu hareketi sizin mensup olduğunuz


proletarya sınıfı yapacaktır. Üretim araçlarını gasp edenlerin
elinden zorla geri alır ve bütün işleyenlerin ortak malı
olduklarını ilan edersek, ilk inkılap gayemizi elde etmiş
oluruz. Ondan sonra iktidarı eline alacak işçi hükümeti,
bugünkü mantıksız idarenin doğurduğu sefaletleri,
haksızlıkları..Birer birer kökünden izole etmeye muvaffak
olacaktır. Ancak böyle sınıfsız bir sosyalist cemiyet içinde
maddi ve manevi ihtiyaçlarımızı temin etmek ve
yekdiğerinden farkı olmayan hakiki insanlar gibi yaşamak
mümkündür. 107
TİÇSF, 1923 yılının 1 Mayıs’ında parti adına ilk kez bildiriler dağıtmış ve
İstanbul hükümetine de yavaş yavaş el koymaya başlayan Ankara hükümetinden ilk
darbeyi yemiştir. Partinin başkanı Namık İsmail, genel sekreteri Şefik Hüsnü, ileri
gelenlerinden Sadrettin Celal, Ali Cevdet, Eczacı Vasıf, Hasan Ali gibi isimler 108,

104
G.S.Harris, Türkiye’de Komünizmin Kaynakları, (Çev) Enis Yedek, İstanbul, 1979, s. 145.
105
Sayılgan’a göre, bu yıllarda Şefik Hüsnü, “münevver sosyalizmi”nden Marksizm yolu ile “ihtilalci
sosyalizm”e geçmiş ve bu sebeple pek çok arkadaşı kendisini terk etmiş, yanında bir tek Sadrettin
Celal kalmıştır. Bkz. Sayılgan, 1972, s. 106.
106
Ş. Güzel, 1993, s. 99.
107
Ziya Gazetesi, 10 Mayıs 1922’den aktaran, B.Şen, “Türkiye Komünist Hareketinde Şefik
Hüsnü’nün Yeri”, H.B.Gürses, Şefik Hüsnü Yaşamı, Yazıları, Yoldaşları, İstanbul, 1994. Şefik
Hüsnü’nün burada aktarılan konuşma metninden bazı kelimeler Türkçe karşılıkları ile yazılmıştır.
108
Dördü işçi olmak üzere toplam 16 kişi, İstanbul Ağır Cezası’nda yargılanmıştır. K.Sadi, 1994, s.
707.

31
TKP ve Türkiye Komünist Gençler Birliği (TKGB) 109’nin üyeleri olarak TBMM
hükümetini devirmeye kalkmak suçlaması ile tutuklanmışlardır. 110

Tunçay , bu bildirinin Sofya’da basılıp Türkiye’ye getirilmiş olma ihtimalinin


de bulunduğunu yazmıştır. 111 Söz konusu bildiride hükümete yönelik oldukça sert
ifadeler kullanıldığı görülmekte, işçiler, “Türkiye’nin derebeyleri, ağaları, paşaları,
zengin sermayedarları ve onların temsilcisi olan hükümete karşı mücadeleye”
çağırılmaktadır. Bildiride, “Halk Fırkası’nın diğer burjuva fırkalardan bir farkı
olmadığı”na işaret edilmektedir.

Harris, Şefik Hüsnü’nün 27 Mayıs 1923’te “İleri” isimli gazetede 1923


tutuklamalarına ilişkin uzun bir yazı yayımladığını yazmıştır. Değmer, bu yazısında,
kendisi ve arkadaşlarının, her ikisi de birer legal teşkilat olan Aydınlık ve TİÇSF
yolu ile çalıştıklarını açıklamış, partinin ancak 150 üyesi olduğuna ve Türk
emekçilerinin sosyal eylem için teşkilatlanmamış olduğuna dikkat çekerek, Komünist
Partisinin hükümeti devirmeye kalkıştığı iddiasıyla “alay” etmiş, aynı zamanda
Türkiye’nin Kurtuluş Savaşında tek sadık destekleyicisi olarak nitelediği Kominterne
bağlılığı ile övünmüştür. 112

Buna karşın, sanıklar davalarını teknik bir noktaya, Hıyanet-i Vataniye


kanununun henüz usulüne uygun şekilde ilan edilmemiş olmasına dayandırmışlardır.
Bu kanun, henüz yürürlüğe konulmamış olduğu için, mahkeme savunmayı kabul
etmiş, 1923 davası, beraatla sonuçlanmıştır.

Komintern organlarında, 1923 davasında sosyalistlerin beraat etmesi, “onları


hapiste tutarak üzerlerine işçilerin dikkatini çekmektense salıvermenin daha iyi
olacağına karar verilmesi” şeklinde yorumlanmıştır. 113

1924 yılında ise 1 Mayıs, İstanbul ve Ankara’da kutlanmıştır. İstanbul’da


Umum Amele Birliği, hükümet gösteri yapılmasına izin vermediği için Genel

109
Baku Kongresi’nde kurulan TKGB, TİÇSF tarafından yeniden harekete geçirilmiş görünmektedir.
Bu dönemde TKGB’nin kimlerden oluştuğu ve faaliyetlerinin neler olduğundan bahseden bir kaynağa
rastlanmadı.
110
M. Tunçay, “Komünist Gençleri Ne Yapmalı”, Toplumsal Tarih, 1998, s. 33.
111
M.Tunçay, Yeni Belgeler (Eski Sol Üstüne Yeni Bilgiler), İstanbul, 1982, s.334.
112
G.S.Harris, 1979, s. 182.
113
E.Verney, “Under Kemalist Rule”, Inprecorr, cilt 3, sayı 48 (28), 5 Temmuz 1923, s. 480-481;
Aktaran, M. Tunçay, “Komintern ve Türkiye”, Birikim ,1979, s. 75.

32
Merkezi’nde bir toplantı düzenleyerek İşçi Bayramını kutlamıştır. Ayrıca bu
dönemde, Aydınlık gazetesi güvenlik güçlerince aranmıştır. 114

TİÇSF, 1924 yılında kendini feshetmiştir. 115 Ancak 1925 yılına kadar
Aydınlık’ın yayımlanmasına devam edilmiştir.

İşçi Hareketi ve Türkiye İşçi Derneği

Mücadele dönemi Anadolu’sunda (1919-1922 yıllarında) meydana gelen


grevlerin, Osmanlı’da gerçekleşenlerden farklı olarak, anti-emperyalist bir nitelik
taşıdıkları ve çoğunun yabancı sermayeye ait kuruluşlarda gerçekleştirildikleri
görülmektedir. 116 Bu yıllarda yüzde 30’u İstanbul’da olmak üzere 19 grev
gerçekleştirilmiştir. İzmir, Zonguldak, Eskişehir, Edirne, Konya, Bursa ve Adana
gibi illerde de grevlere rastlanmaktadır. 117 Grevlerin çoğu; ulaştırma sektöründe,
özellikle de yabancı sermayenin etkinliğindeki demiryolu işletmelerinde
örgütlenmiştir. 118

İşçi sınıfı içindeki milliyetçi yaklaşımlar daha 1919-1922 yılları arasında


gözlemlenmeye başlanmıştır. İşçi sınıfı, savaş koşullarında, “sınıf düşmanı
patron”dan çok, “ülkeyi işgal eden dış düşman”ı görmüştür. 119

Cumhuriyet’in kurulduğu 1923 yılı ve sonraki yıllarda milliyetçi yaklaşımlar


gözlemlenen işçi grevlerinde, ekonomik istemlerin ön planda olduğu II. Meşrutiyet
grevlerinden farklılaşmalar netlik kazanmıştır. 120 1923’ten itibaren yabancı
sermayeli işletmelere karşı yapılan grevler yeni kurulan devletçe desteklenmekte, bu
yolla işçi örgütlenmelerine Kemalizm’in milliyetçi ideolojisi nüfuz etmektedir. Bu
politikanın kısa sürede değişikliklere uğramasına karşın, işçi sınıfı içindeki etkisi
devam etmiştir. Buradan da Kemalizm’in sınıfsal farklılıkları reddedilmesi üzerine
kurulmuş halkçılık ideolojisinin milliyetçi ideolojisiyle buluşarak başarı sağladığı
sonucuna varılabilir. 121

114
Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, 1988, s. 1896.
115
T.Z. Tunaya, 1999, s. 488.
116
Y.S. Karakışla, 1998, s. 38.
117
Ş. Güzel, 1993, s. 101, 109.
118
Y.S. Karakışla, ibid.
119
Ş. Güzel, ibid, s. 108.
120
E. Serçe, “İzmir- Aydın Demiryolu Grevi: Siyasal İktidar, Sermaye ve İşçi Sınıfı Üçgeni Üzerine
Bir Deneme”, Toplum ve Bilim, 1995, s. 87.
121
ibid, s. 86-105.

33
Bu doğrultuda, 1922 yılında “İstanbul Umum Amele Birliği” adı ile kurulan,
1923’te ise “Türkiye Umum Amele Birliği”ne dönüşen işçi örgütüne Kemalist
kadronun sıcak yaklaşımının sebebi, yeni rejime işçi sınıfının desteğinin sağlanması
amacı olarak yorumlanmaktadır. Rejimin bu örgütü yakından izleyişi, onunla ilişkisi,
ve 1924 yılında kapatışı hükümetin özelde bu işçi örgütüne ve genelde işçi sınıfına
bakışını tüm açıklığı ile vermektedir. Bu kapatılmayı, Takrir-i Sükun döneminin açık
habercisi olarak yorumlarken, işçi sınıfı ve grevlere karşı hoşgörünün 1925 yılındaki
Takrir-i Sükun ile tamamen sona erdiğini ve grevin yasaklandığını ekleyelim.

TİÇSF ise 1921 yılı ortalarında Türkiye İşçi Derneği’ni kurmuş, dernek ilk
kongresini 6 Ağustos 1921’de yaparak Profintern’e üye olmuştur. Dernek, o sıralarda
İstanbul’da devlete ait işletmelerde örgütlüdür ve 500 kadar üyesi vardır. Aydınlık
çevresinin amacı, ilk adımda Osmanlı Mürettipler Cemiyeti, Reji Tütün İşçileri
Cemiyeti, Şirket-i Hayriye ve Tramvay şirketi işçilerinin işyeri derneklerini ve
birliklerini Türkiye İşçi Derneği çatısı altında toplamak olmuştur.

Aynı dönemde İstanbul’da sınıf temeline dayanan ve Türkiye İşçi Derneği


gibi Profintern 122’e bağlı olan Beynelmilel İşçiler İttihadı önemli bir konuma
sahiptir. 123 Bu örgüt, Komintern organlarında yapılan bir değerlendirmeye göre,
İstanbul’un çeşitli milliyetlerden ve işkollarından işçileri bir arada toplamıştır.124
Ancak Türkiye İşçi Derneği, üye sayısı bakımından daha üstün bir konumdadır.
Beynelmilel İşçiler İttihadı’nın 1921 yazının başında TİÇSF ile işbirliği yaptığı
bilinmektedir. 125

Türkiye İşçi Derneği Merkez heyeti, 1922 Temmuz ayı başında, İstanbul’daki
bütün solcu partilere ve işçi kuruluşlarına, birleşmek üzere konuşmak için yazılı bir
çağrıda bulunmuş, fakat “Amele Siyanet Cemiyeti” ve TSF baştan bu toplantıya
katılmayı reddetmişlerdir. Çağrıya uyan Beynelmilel İşçiler İttihadı, Mürettipler
Cemiyeti, Müstakil Sosyalist Fırkası gibi kuruluşlar tarafından gönderilen delegeler,

122
Profintern (Kızıl Sendikalar Enternasyonali) 1921 yılında kurulmuş ve 1930’ların sonlarına doğru
dağılmıştır. Bu süre içinde uluslararası işçi hareketinin gelişmesinde önemli bir rol oynamış ve emekçi
kitlelerin mücadelelerine önderlik etmiştir.
123
Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, 1988, s. 1878.
124
Kabakçiyef, “İstanbul’dan Mektup”, Internationale Presse-Korrespondenz, 1923, sayı 94, s. 793-
794, F. Bursalı(der.), Türkiye’de Komünist ve İşçi Hareketi , İstanbul, 1979, s. 101.
125
M.Tunçay, 2000, s. 499.

34
21 Temmuz 1922’de konferans masasına oturmuşlardır. Ancak umulan birlik
gerçekleştirilememiş ve bu yolda bazı hazırlık çalışmaları kararıyla yetinilmiştir.

Şefik Hüsnü, Türkiye İşçi Derneği’nin, varlığını, 1922 Ekim’ine kadar


sürdürdüğünü yazmıştır. Şefik Hüsnü’ye göre, Türkiye İşçi Derneği’nin ve işbirliği
içinde bulunulan Beynelmilel İşçiler İttihadı’nın tek hatası, işçi arasında yeteri kadar
propaganda yapmadan, mümkün olduğu kadar çok zümreyi kendine çekmeyi
başaramadan, bütün Türkiye işçisini kapsaması istenen genel bir birlik programıyla
ortaya çıkmasıdır.

Ayrıca Cumhuriyetin ilk yıllarında, 1910 tarihli “Esnaf Cemiyetleri Hakkında


Talimat”’ın etkisi ve bu talimattın öngördüğü esnaf çatısı altında örgütlenme
şeklindeki geleneksel korporatif yapı varlığını sürdürmüştür. Bu loncaların devamı
sayılabilecek yapıları çözmek zor olmuş ancak bu çözülüş de beraberinde, çalışan
kesimin örgütsel yapısında bir dağılmayı beraberinde getirmiştir. Aydınlık dergisinin
15 Ağustos 1924 tarihli “Fevkalade Amele Nüshası”nda gelişmeler şu satırlarla
verilmektedir:

Son hafta Türkiye amele sınıfı ve bütün çalışanları için


önemli ve heyecanlı bir haftadır. Bu hafta içindedir ki
Türkiye amele sınıfının ilerlemesine, köhne...bir engel olan
gedikler ilga edilmiş, binlerce liman ameleleri, hamallar
hukuki anlamda serbest fakat teşkilatsız birer işçi olarak
ortaya atılmışlardır. Gedikler, loncalar derebeylik şehirlerinin
yadigarlarıdır. Loncalar amele sınıfının bilincinin
yükselmesine ve ilerlemesine engel olan ... şekillerdir. Biz de
derebeylik saltanatının son döküntülerinden olan sultanlığı ve
hilafeti tarihe havale ettikten sonra, gedikleri ve loncaları da
kaldıran hükümeti tebrik ederiz.. 126
Beyannamede, işçilerin gediklerden ve loncalardan kurtulmakla birlikte, bu
defa da teşkilatsız kaldıklarına işaret edilmektedir:

Gedikler ilga edilmiş, fakat şimdi de ortada teşkilatsız


binlerce işçi kalmıştır. Bu binlerce işçinin kol kuvveti
birtakım açıkgözlerin elinde istismar aracı olmak tehlikesi
ile karşı karşıyadır. Önceden birkaç kahyanın hesabına
çalışanla, şimdi de birkaç sermayedarın hesabına çalışmış

126
Aktaran, Z. Toprak, “Osmanlı’dan Cumhuriyet Türkiyesi’ne Sendikal Gelişmeler: İstanbul Umum
Deniz ve Maden Kömürünü Tahmil ve Tahliye Amele Cemiyeti”, Toplum ve Bilim, 1988, s. 145-
146. (Metin sadeleştirilerek verilmiştir.)

35
olacaklardır. Biz gediklerden kurtulan liman işçilerine,
tahmil ve tahliye amelelerine diyoruz ki:
-Arkadaşlar! Yeniden gediklerin tesisini istemeyin! Onlar
sana dünyada en ağır ve zor işleri yaptıran, en pis şartlar
içinde yaşatan, gençliğini çökerten bir bela idi. Bu cemiyet,
iş saatlerini, iş ücretlerini, dinlenme yerlerini, hastane,
eczane, kulüp ve dershane gibi gerekli yerleri temin eden,
üstüne de senin kazandığını cebine indirmeyen bir teşkilat
olsun. Herkesten çok çalışıyorsunuz. Herkesten iyi
yaşamak hem göreviniz hem de açık hakkınızdır. 127
1924 Anayasası’nın tanıdığı örgütlenme hakkından yararlanan işçiler,
özellikle büyük sanayi merkezlerinde sendikalar kurmaya girişmişlerdir. İstanbul’da
ve İzmir’de aynı yıl içinde hemen hemen 20 sendika kurulmuştur. Cumhuriyet Halk
Fırkası’nın bu dönemde sendikal hareketi baltalamak için iki ayrı önlem geliştirdiği
görülmektedir. Bir yandan var olan sendikalara kendi ajanlarını sokarken diğer
yandan da Türk İşçi Birliği adı altında bir örgüt kurulmasına önayak olmuşlardır.
Fakat bir süre sonra hükümetin niyetlerinin farkına varan ve bağımsız bir işçi
hareketinin kaçınılmazlığını anlayan işçiler, 20 sendikanın birleşmesi ile Amele Teali
Cemiyeti’ni kurmuşlardır. 128

b. Yurtdışı Türkiye Komünist Partisi (TKP) ve Mustafa Suphi:

Bu başlık altında inceleyeceğimiz örgütlenme, Birinci Dünya Savaşı sırasında


Çarlık Rusyası’nda esir düşen ve Ekim Devrimi'nde Rus işçi ve köylüleriyle birlikte
savaşan Türk esirleri arasında gerçekleştirilmiştir. Türkiye Komünist Partisi’nin
kurulmasında, Mustafa Suphi’nin önemli bir yeri bulunmaktadır.

İttihat ve Terakki döneminin muhalifleri arasında sayılan Mustafa Suphi,


İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından Sinop'a sürgün edilmiş ve 1914 yılında
buradan Rusya’ya kaçmıştır. 129

Mustafa Suphi, 1914'te siyasal mülteci sıfatıyla sığındığı Çarlık Rusya'sında


Birinci Dünya Savaşı'nın çıkması üzerine Kaluga iline sürülmüştür. Burada, çeşitli
Türk sol devrimcileriyle ve Bolşevikler'le temas etmiş, doğu cephesinde esir düşerek
Rusya içlerine gönderilen Türkiyeli askerler arasında da faaliyet göstermiştir.

127
Z. Toprak, 1988, s. 146.
128
Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, 1988, s. 1896.
129
M. Tunçay, 2000, s. 99.

36
Tunçay'a göre, Mustafa Suphi, bu dönemde Bolşevik fikirleri kabul ederek
Bolşeviklerle işbirliği yapmaya başlamıştır. 130

Mustafa Suphi, 20 Temmuz 1918 yılında Türk Sol Sosyalistleri Konferansı’nı


toplamıştır ve bu konferansla birlikte Türkiye Komünist Teşkilatı (TKT)
kurulmuştur.

Konferansta Rusya ve Türkiye'deki amele ve rençperler arasında,


“teşkilatlanma” ve “sosyal devrim” cephesinin fiilen ve fikren savunusunun
yapılmasına ve “ilk müsait fırsatta” Türkiye’den de getirilecek vekillerle Rusya’daki
teşkilat vekillerinden oluşan ilk Türkiye Komünist Kongresi’nin düzenlenmesine ve
“teşkilatın fırka haline getirilmesine” karar verilmiştir.

Mustafa Suphi, bu konferansta, Türkiye’de sosyalizmin ütopizm devrini


atlatıp yeni bir devre girmekte olduğunu belirtir. Bu da, artık, inkılap teşkilatlarında
yalnız “münevver ve mütefekkir” 131 kimselerin değil, doğrudan zulme uğrayan
kitlelerin de bulunması yani “inkılap ruhu”nun aşağı tabakalara nüfuz etmesiyle
açıklanmaktadır.

Türkiye Komünist Teşkilatları’nın 1. Kongresi, 10 Eylül 1920’de Baku’de


Kızıl Ordu Kulübünde açılmış ve 16 Eylül’e dek devam etmiştir. Bazı yazarlar
kongreyi, Türkiye Komünist Partisi'nin Birinci Kongresi olarak isimlendirse de
kongrede de ifade edildiği gibi, asıl adı Türkiye Komünist Teşkilatları 1. Kongresi'dir
ve Türkiye Komünist Partisi (TKP) bu kongre ile meydana getirilmiştir. 132

Şişmanov, Mustafa Suphi'nin bu kongrenin Anadolu'da (Ankara’da)


toplanması için teşebbüslerde bulunduğunu ancak Ankara hükümetinin izin
vermemesi üzerine kongrenin memleket dışında yapılması yoluna gidildiğini
yazmaktadır. 133 Aslan'a göre, TKT Kongresinin Ankara'da yapılmasının
kararlaştırıldığı fikrine inanmak güçtür ancak Anadolu hükümetinin engelleyici tavrı

130
ibid, s. 99-100.
131
Aydın ve düşünür.
132
K.Sadi, 1994, s. 557; D.Şişmanov, Türkiye’de İşçi ve Sosyalist Hareketi Kısa Tarihi, İstanbul,
1978, s. 101; Y.Aslan, Türkiye Komünist Fırkası’nın Kuruluşu Ve Mustafa Suphi (1918-1921)
Ankara, 1997, s. 209.
133
D.Şişmanov, ibid, s. 98.

37
Baku’de yapılacak kongreye Türkiye'deki komünist grupların temsilcilerinin
katılmasını önlemek konusunda kendisini göstermiştir. 134

Kongreye 15'i aşkın teşkilattan , 51'i İstanbul ve Anadolu'dan olmak üzere 74


delege gelmiştir. İstanbul, Ankara, İnebolu, Zonguldak, Ereğli, Samsun, Sivas, Kars,
Trabzon, Rize, Erzurum, Eskişehir, Konya idi. İzmir ve Adana teşkilatlarında seçilen
delegeler, buralardaki savaşlar yüzünden Kongreye ulaşamamışlardır.

Topçuoğlu, bu Kongrede 21 kişilik bir Merkez Komitesi seçildiğini;


seçilenler arasında, Kongreye katılmamasına rağmen Şefik Hüsnü’nün de
bulunduğunu iddia etmektedir. 135 Ancak bu bilgi doğru görünmemektedir. Bu
Kongreye katılan TİÇSF üyeleri, Ethem Nejat ve Hilmioğlu Hakkı’dır.

Kongreye başkanlık eden Mustafa Suphi, açılış konuşmasında, TKP’nin


kuruluşunu Anadolu’daki anti-emperyalist mücadeleyi güçlendirici bir etken olarak
nitelemiş ve bu girişimin Doğu halklarına örnek olacağını belirtmiştir.

Mustafa Suphi, daha önce yaptığı çalışmalar hakkında Merkezi Heyet’in


faaliyet raporunu okumuş ve yapılan seçimlerde TKP’nin başkanı olmuş, partinin
genel sekreterliğine ise Ethem Nejat seçilmiştir. 136

l. Kongre, sadece 1918’de kurulan TKT’nin partileşmesi anlamına


gelmemekte, ayrıca Türkiye’deki tüm sol grupları çatısı altında toplama özelliği
taşımaktadır. Bu birleştirme kararı, Ethem Nejat ve Hilmioğlu Hakkı’nın önerisiyle
alınmıştır.

Bundan başka kongrede, partinin program ve tüzüğü hazırlanmış, parti strateji


ve taktiğinin çizilmesi; milli kurtuluş savaşının genel planının, anayolunun
gösterilmesi amaçlanmıştır. 137

Kongrede TKP’nin bir yandan Türkiye’de emperyalizme karşı olan


mücadelenin derinleşmesine yardım etmesi, bir yandan da emekçilerin egemenliği

134
Y.Aslan, ibid, s. 210-211. Bu kongrede, faaliyet merkezinin Anadolu’ya taşınması kararlaştırıldığı
(Bkz, Tunçay, 2000, s.102) göz önünde bulundurulursa, kongrenin de Anadolu’da toplanması için
bazı girişimlere bulunulmuş olduğu düşünülebilir.
135
İ. Topçuoğlu, Neden 2 Sosyalist Partisi, İstanbul, 1976, s. 75.
136
M. Tunçay, 2000, s. 102.
137
M. Tunçay, 1982, s. 219.

38
için koşulları hazırlaması üzerinde durulduğu, “Anadolu’nun mevcut hükümeti son
hükümet olarak kabul etmediği”nin vurgulandığı göze çarpmaktadır. 138

Kongrede belirtilen diğer konular ise, II. ve III. Enternasyonaller arasındaki


farkın belirtilerek III. Enternasyonalden yana tavır konulması, sömürge sorunu,
Türkiye’de bir Şura hükümeti kuruluncaya kadar bir kooperasyon hareketi
başlatılmaya çalışılması, köylüleri devrim savaşına çekmenin gereği ve kadınlara
tanınması gereken haklar olmuştur. 139

l. Kongre, “Türkiye İşçilerine” başlıklı bir de özel çağrı yayımlamıştır.


Çağrıda, emperyalistlerin saldırısına karşı tek cephenin kurulması gerektiği ve
TKP'nin bu cepheye girmeye hazır olduğu açıklanmış ayrıca emekçilere, halka
sağlanması gereken asgari istekler öne sürülmüştür. Bu istekler arasında, sendika ve
grev hakkı; tek dereceli, genel, eşit, serbest ve gizli oylamalı seçim sistemi;
yürürlükteki bütün vergilerin kaldırılması ve yerine kazanç oranıyla artan (gelir)
vergi sisteminin konulması; parasız genel öğretim; topraksız ve az topraklı köylülere
bedava toprak ve tarım aletleri dağıtılması; padişahlığın yıkılması ve cumhuriyetin
kurulması; 1 Mayıs gününün resmen işçi bayramı olarak tanınması; sarayın-
padişahın, toprak beylerinin mallarına, mülklerine hemen el konulması; Düyun-u
Umumiye'nin, "Reji"nin, tekelin, yabancı kumpanyaların, kapitülasyonların
kaldırılması gibi maddeler yer almıştır. 140

Harris, Mustafa Suphi’nin kongredeki genel tutumunu, Türkiye’de derhal


Sovyet güç ve nüfuzunun kurulması gerektiğini düşünen sol kanatla, partiyi tipik bir
burjuva milliyetçi örgüt haline dönüştürebilecek sağ kanat arasında dengeli bir yol
sağlamaya çalışmak olarak nitelendirmiştir. 141

TKT’nin ve sonrasında TKP’nin Moskova, Kırım, Taşkent ve Baku’de


yayımladığı Yeni Dünya gazeteleri 142, önemli birer propaganda aracı olmuştur. Yeni
Dünya’nın çıktığı dönem (1918-1921), Rusya’da Sovyet Devrimi'nin düşmanlarının

138
M. Tunçay, 1982, s. 66.
139
ibid, s. 97.
140
M. Tunçay, 2000, s. 315-320.
141
G.S.Harris, 1979, s. 89.
142
İlk Yeni Dünya (Moskova-Nisan 1918), Merkez Müslüman Sosyalistler Komitesi’nin “Türkçe
Naşir-i Efkarı” olarak yayımlanırken Kırım’daki Yeni Dünyanın yayımcısı “Şark Halkları Komünist
Teşkilatları Merkez Bürosu”, yazıcısı Türk Komünistler Şubesi’dir. Haziran 1920’den Şubat 1921’e
kadar 19 sayı olarak yayımlanan Yeni Dünyanın yayımcısı, TKP Merkez Heyeti’dir

39
kışkırttığı veya yöneltmeye çalıştığı gerici ayaklanmalara sahne olmuş ve Yeni
Dünya gazetesi, Sovyet devrimine sahip çıkmak anlamında “yeni bir dünya”nın
kuruluşuna destek vermiştir.

Mustafa Suphi’nin Yeni Dünya’daki yazıları ile ilgili olarak yapılabilecek


genel bir değerlendirme, onun teorik içerikli yazılardan çok propaganda ağırlıklı
yazılara yönelmiş olmasıdır. Türkiye’deki ulusal kurtuluş hareketi üzerinde oldukça
duran M. Suphi, bu harekete her türlü yardımın yapılması gerektiğini vurgulamıştır.

Mustafa Suphi’nin “Tarihi Vazife” adlı yazısı, onun Mustafa Kemal


önderliğindeki hareketle ilişki içinde bulunduğunu göstermektedir. Söz konusu
yazıda Mustafa Suphi, "Türkiye'de Milli Müdafaa şeklinde baş gösteren
ayaklanmaya, müşterek düşman tarafından bu hareketin söndürülmesine yol
vermemek için, her türlü yardımı tarihin yüklediği bir vazife" olarak gördüklerini
ifade etmiştir. 143

Hem Türkiye Sol Sosyalistleri Konferansı’nda hem de Baku Kongresi’nde


“mücadeleyi Türkiye’ye taşımanın gerekliliği” üzerinde duran Mustafa Suphi ve
arkadaşları, 1920 yılının son aylarına doğru, izinli ya da çağrılı olarak Ankara’ya
gitmeye karar vermişlerdir. Sırasıyla Kars ve Erzurum’a gelen Türk komünistleri,
Kazım Karabekir ile Erzurum Valisi Rodoslu Hamit arasında yapılan plan
doğrultusunda geldikleri illerde gerici gruplar tarafından karşılanmış ve “Halk sizi
istemiyor” şeklinde bir düşünce yaratılarak Trabzon’a gönderilmişlerdir. 28 Ocak'ta
Trabzon'a varan heyet, hazırlanmış bir motora bindirilerek yola çıkarılmış ve
Karadeniz açıklarında, bir komplo sonucu öldürülerek denize atılmışlardır. 144

Tunçay, TKP’nin bu tarihten sonra yurtdışında başka etkinlikleri de olduğunu


yazmıştır. 1922 yılında TKP imzası ile Türkiye İşçilerine yönelik üç bildiri
yayımlanmış, TKT 1. Kongresi’nde seçilen Türkiye Komünist Gençler Birliği
(TKGB) faaliyetlerine devam etmiş ve Osmanlıca Kızıl Şark dergisi çıkarılmıştır. 145

143
H. Erdem, Mustafa Suphi Bir Yaşam Bir Ölüm, İstanbul, 1999, s. 101-102.
144
Karadeniz'de, bu kanlı komploda öldürülen 15 Türk komünisti şunlardır: Mustafa Suphi, Ethem
Nejat, Hilmioğlu (Arap) İsmail Hakkı, İsmail Hakkı, Bahaeddin, Kazım Hulusi, Maksut Ekşi,
Hayrettin, Emin Şefik (Mühendis), Mehmet Ali, Tevfik (Tayyareci), Halifoğlu Mehmet, Mustafa
Mehmet, Kazım Ali ve Cemil Nazmi.
145
M. Tunçay, 1982, s. 325-341.

40
c. Hafi (Gizli) Türkiye Komünist Partisi’nden Türkiye Halk İştirakiyun
Fırkası’na

Hafi TKP, Anadolu’da 1920 yazının başında kurulmuştur. Bu partinin


kurulmasına, BMM Hükümeti nezdindeki ilk resmi Sovyet temsilcisi Şerif
Manatov’un önayak olduğu bilinmektedir. Manatov, Ankara ve Eskişehir’de
Bolşevik devrimi üzerine halk konferansları düzenlemiş ve başlangıçta hükümetten
de yardım görmüştür. 146 Partinin özellikle Ankara-Eskişehir dolaylarında
örgütlendiği bilinmektedir. 147

Hafi TKP’nin ileri gelen üyeleri arasında, Binbaşı Salih (Hacıoğlu), Muallim
Mustafa (Nuri), Şeyh Kudbettin ve Ziynetullah (Nuşirevan) bulunmaktadır. Ayrıca
meclisteki Halk Zümresi üyelerinden Tokat mebusu Nazım grubu olarak anılan çevre
de bu partiye girmişlerdir. 148

Hafi TKP’nin görüşlerine ilişkin olarak, Parti Nizamnamesi ve 14 Temmuz


1920 tarihli beyannameden bilgi edinilebilmektedir. Bu belgeler incelendiğinde, hem
“İngiliz politikasının aleti olan İstanbul hükümetinin” hem de “İttihatçıların maskeli
olarak kurdukları Kuvayı Milliye hükümetinin” eleştirildiği ve partinin her ikisiyle
de bir ilgisinin bulunmadığının vurgulandığı göze çarpmaktadır. Bunun dışında sözü
geçen belgelerde, III. Enternasyonale olan bağlılık vurgulanmakta ve Türkiye’de
Rusya’dakine benzer bir “şura hükümeti” kurulması öngörülmektedir. 149

Gizli TKP’nin faaliyetleri hakkında çok az şey bilinmektedir. Tunçay, Gizli


TKP’nin Mustafa Suphi’nin örgütüyle ilişki içinde bulunduğunu ve Mustafa Suphi
tarafından Anadolu’ya gönderilen Süleyman Sami isimli partili aracılığıyla Bakü
örgütünden para istendiğini yazmıştır. 150

Bir süre sonra, Şerif Manatov’un çalışmaları, hükümetçe sakıncalı bulunmuş


ve Manatov, sınır dışı edilmiştir. Bunun üzerine gizli TKP, eylem tabanını
genişletmek ve yasallık kazanmak için bir takım çalışmalarda bulunmuştur.

146
M. Tunçay, 2000, s. 94.
147
Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, 1988, s. 1876.
148
M. Tunçay, ibid.
149
ibid, s. 95, 97.
150
ibid, s. 97.

41
Bu çalışmalar sonucunda, 7 Aralık 1920 tarihinde, Türkiye Halk İştirakiyun
Fırkası (THİF) resmen kurulmuştur. THİF’nın kurucu ve yöneticileri araında Tokat
mebusu Nazım, Bursa mebusu Şeyh Servet, Afyonkarahisar mebusu Mehmet Şükrü,
Binbaşı Salih Hacıoğlu ve Ziynetullah Nuşirevan bulunmaktadır. 151

Tunçay, THİF’nin savunduğu fikirlerde, komünist teoriden sapmalar


görüldüğünü ve geniş halk kütlelerinin ve Meclis’teki Halk Zümresi- Yeşil Ordu
mebuslarının desteğini kazanmak için, İslamiyet’in sola yakınlığı üzerinde
durulduğunu yazmıştır. 152 Örneğin, Ankara’da THİF’nin sözcülüğünü yapan Emek
gazetesinin 16 Ocak 1921 tarihli birinci sayısında, komünizmin esasları ele alınarak,
bunların İslam’la çatışmadığı kanıtlanmaya çalışılmıştır. 153

THİF’nın bu dönemdeki ömrü çok kısa olmuştur. 154 Çerkez Ethem İsyanının
yarattığı karışık hava ve solu bastırma politikaları çerçevesinde THİF kapatılmış ve
Ankara İstiklal Mahkemesi tarafından 12 Nisan'da (1921) tutuklanan Nazım Bey, 9
Mayıs'ta da THİF'ndan Salih Hacıoğlu ve Ziynetullah Nuşirevan ile birlikte, "taklib-i
hükümet cürümünü irtikap teşebbüs"lerinden ötürü 15'er yıl hapse mahkum
edilmiştir. 155

THİF’nin yeniden canlanması, yöneticilerinin 1922 ilkbaharında çıkarılan afla


tahliye olmalarından ve siyasi havadaki gevşemeden hemen sonraya rastlamıştır. Mart
1922’de yeniden kurulan ve bu dönemde Yeni Hayat adlı bir dergi yayımlamaya
başlayan partinin, Komintern’in IV. Kongresi’ne sunulan bir rapora göre 1922
yazında 300 kadar üyesi bulunmaktadır.

Parti tarafından, sanayi ve tarım işçilerinin bulunduğu yerlerde parti


teşkilatları kurulmuş ve Zonguldak kömür madeni havzasında, Adana, Mersin, Sivas,
Amasya, Trabzon, Samsun, Kayseri'de işçi örgütleri oluşturulmuştur. Çukurova'da

151
M. Tunçay, 2000, s. 97.
152
İbid.
153
İbid, s. 140.
154
Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, 1988, s. 1876.
155
M. Tunçay, 1982, s. 198.

42
kurulan Bölge Parti Komitesi tarafından, "Doğru Öz" 156 adlı bir gazete
yayımlanmıştır.

Tunçay’a göre, THİF kapatılmadan önceki dönem görüşleri ile benzer


özellikler taşımasına karşın, bu kez İslamla uzlaşma çabası görülmemektedir. 157
Hatta THİF’nin bu dönemde çıkardığı Doğru Öz isimli gazetenin “keskin milliyetçi”
bir özelliğe sahip olduğu da görülmektedir. 158

Kıvılcımlı ise, THİF’ni Rusya'daki "Halk Dostları" (Narodnovoltski)


hareketine benzetmektedir. 159 Ona göre, THİF, “Türkiye işçisine ve köylüsüne
hitabettiği halde, Türkiye işçi ve köylüsünü hiçbir zaman görmemiştir. Halk
İştirakiyun'daki gizlilik yoksunluğu, taktik boşluğu ve teorik sefalet, partiyi pratik
sefalete ve bozguna düşürmüştür” 160

Yayınladığı bildirilerle halkı isyana davet eden THİF, bu bildirilerde bol bol
parlak söze yer vermiş ama bir yöntem öne sürmemiştir. Örnek olarak; Eskişehir
işçilerini ve köylülerini isyana davet eden bir beyannameden bazı parçalar okuyalım:

Amele... Köylü: Senelerden beri dünyayı her taraftan


saran kapitaliz 161 zinciri bütün Rusya fukara-i
kasibesinin 162 parçalayıcı bir darbesiyle kopup
mahvolurken, Şark ve Garb'ın bütün mazlum ve masum
işçi ve köylü halk kitleleri yeni bir hayata susamış kıyam
ediyorlar.
Bugün Şark'ta doğan yeni güneş sizin sararan namuslu
alınlarınıza renk ve hayat vermek için çalışıyor, çalışacak,
muvaffak oluyor ve elbette muvaffak olacaktır...Bugün
size de düşen vazife bu cereyana tabi olmak ve bir an
evvel Bolşevizmin nurlu güneşinden solgun ovalarımızı,
sararan benizlerimizi.... kurtarmak ve diriltmek için
çalışmaktır. 163

156
Şişmanov’a göre, gazetenin adı Doğru Söz’dür. (1978, s. 113) Mete Tunçay’ın gazete hakkında
edindiği izlenim, belirgin bir sol nitelik taşımaksızın yolsuzluklarla uğraşan mücadeleci bir gazete
olduğudur. (1982, s. 215)
157
M. Tunçay, 2000, s. 108.
158
M. Tunçay, “70 Yıl Önce Anadolu’da 1 Mayıs”, Toplumsal Tarih, 1994a, s. 29.
159
H.Kıvılcımlı, TKP’nin Eleştirel Tarihi Yol, İstanbul, 1978, s. 109.
160
ibid., s. 128.
161
Bildirinin gerçek metninde kapitalist değil, “kapitaliz” denilmektedir.
162
Bildiride proleter sözcüğünün karşılığı olarak kullanılan fukara-i kasibe, “kazançlı yoksullar”
anlamına gelmektedir.
163
H. Kıvılcımlı, ibid, s. 116-117.

43
THİF, 15 Ağustos 1922'de, bazı yazarlar tarafından 164 Ankara'da TKP'nin II.
Kongresi olarak da anılan ilk kongresini toplamıştır. Ankara hükümeti izin
vermediği için gizlice yapılan Kongre'ye, Şişmanov'a göre 128 delege gelmiştir. 165
Tunçay ise, bu Kongre'ye 308 üye ve 150'yi aşkın üye adayı temsilen 29 delegenin
geldiğini, bunların 13'ünün Demiryolu ve Askeri Fabrika (İmalat-ı Harbiye)
işçilerinin, 15'inin öğretmen, gazeteci ve doktor gibi aydınların delegeleri, 1'inin ise
köylülerin delegesi olduğunu belirtmiştir. 166

Kongrede ele alınan konular şunlardır: Ülkenin içinde bulunduğu sorunlar,


cephelerdeki durum, partinin uygulayacağı taktik, işçi ve köylü sorunu, toprak
reformu, gençler arasında yürütülebilecek çalışmalar, örgüt meselesi, basın ve
propaganda meselesi.

Bu kongrede alınan kararlar arasında “milli burjuva hükümeti ile olan


ilişkiler” ile ilgili karar önemlidir. Bu konuda Kemalist burjuva hükümetinin ancak
belirli bir noktaya kadar savunulabileceği, Kemalistler arasında gericiliğin
başkaldırmakta olduğu ve bunların emperyalizmle uyuşmak için can attığı
değerlendirilmesi yapılarak, bu durumda işçi ve köylüler “içtimai inkılabın ikinci
merhalesini başlatmaya, gericiliğe karşı demokratik mücadeleye” çağırıyordu. Bir
yoruma göre, kararın hem özünde hem üslubunda milli hükümete ve Kemalistlere
karşı İstanbul örgütüne oranla çok daha sert bir ifade ve işçi sınıfı hareketinin
bağımsızlığına daha keskin bir vurgu gözleniyordu. 167

Kongrede; yeni tüzük ve programın kabulünden sonra, Merkez Komitesi'nin


seçimi yapılmıştır: Salih Hacıoğlu 168, Affan Hikmet, Nazım, Ahmet Hilmi, Edip,
Mehmet, Ata Çelebi, Berham Lütfü, Ruşen Eşref olmak üzere yeni komiteye on üç
esas ve üç yedek üye seçilmiştir.

164
Bkz. M. Tunçay, 1982; D. Şişmanov, 1978 vd. Bu araştırmacılara göre, TKP’nin kurulmasını
sağlayan Baku Kongresi milat kabul edilmek üzere, bundan sonraki gelişmeler, TKP başlığı altında
değerlendirilmektedir. Mustafa Suphi başkanlığındaki 1920 tarihli Baku Kongresi ilk, THİF’nin
düzenlediği 1922 tarihli kongre ikinci kongre sayılmaktadır. İkinci bölümde ise inceleyeceğimiz 1925
ve 1932 tarihli üçüncü ve dördüncü TKP kongreleri bulunmaktadır.
165
D. Şişmanov, 1978, s. 114.
166
M. Tunçay, 1982, s. 114.
167
Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, 1988, s. 1876.
168
Salih Hacıoğlu, THİF’nin dağılmasından sonra TİÇSF içinde çalışacaktır.

44
Kongrede kabul edilen çalışma programı gerçekleştirilememiştir. THİF 1922
yılında kapatılmış ve üyeleri de tutuklanmıştır. Komintern organlarında, THİF’na
yönelik tutuklamanın, “Lozan Konferansının hazırlanmakta olduğu bir sırada,
Ankara Hükümetinin hem iç hem de dış siyasetinde bir değişikliği ifade ettiği”
vurgulanmıştır 169.

d. Partiler Arasındaki İlişkiler ve Şefik Hüsnü’nün Değerlendirmeleri:

“TKP, Doğuşu, Kuruluşu, Gelişme Yolları” isimli broşürde TİÇSF-TKP


ilişkisi üzerine şunlar ileri sürülmüştür:

TİÇSF açık çalışmaya başladıktan sonra 170 bu partinin


yönetim kuruluna burjuvaziden kimseler sokuldu. Bu
adamlar devrimci çalışmaya karşı durdular. Bu parti kanalıyla
onlar, işçi sınıfını, devrimci kuvvetleri, burjuvazinin
yedekçisi yapmak, onun politikalarına bağlamak istediler.
Partinin programını değiştirdiler. Programdaki “İşçi Çiftçi
Sosyalist Fırkası, Türkiye’de işçi-köylü hükümeti kurmak
için savaşır” maddesini kaldırdılar. Yerine, “Parti,
parlamento seçimlerine katılır” dediler..Bu dönekliği,
uşaklığı gören işçiler, partiden yüz çevirdiler. Devrim
ülküsüne, proleter işçi davasına bağlı kalan işçiler, Komünist
Partisi’nin İstanbul teşkilatlarına 171 girdiler. 172
Bu broşürden, TKP ile TİÇSF arasındaki ilişkilerin başlarda pek de iyi
olmadığı anlaşılıyor. Broşürde, devamla TİÇSF’nin sonraki döneminden
bahsedilmektedir:

Mart 1920’de İngiliz –Antant Kuvvetleri- İstanbul’u resmen


işgal ettiler. İşçi Çiftçi Sosyalist Partisi dağıldı. 1920
yıllarının sonlarında, bu partiyi devrimci işçiler, ilerici
aydınlar yeniden kurdular. Bu parti 1925 yılına kadar yaşadı.
Aydınlık dergisi bu partinin yayın organıydı. Bu parti çok
zayıftı. Kurulduğu günden, ta başından köylüye bağlanamadı.
İşçi hareketinde sönük kaldı. Günden güne önemini kaybetti,
söndü gitti. Komünist Partisinin kurulmasına 173 bu parti
yardım etmiştir. 174

169
Orhan (Sadrettin Celal), “Kemalizm’in Yeni Yönelişi”, 2 Aralık 1922, Türkiye’de Komünist ve
İşçi Hareketi, F. Bursalı (ed.), 1979, s. 85.
170
Burada, TİÇSF’nin yasal olarak kurulduğu 17 Aralık 1919 tarihinin kastedildiği sanılmaktadır.
171
Burada Rusya’da kurulmuş bulunan Mustafa Suphi başkanlığındaki TKP’nin İstanbul
teşkilatlarından söz edilmektedir.
172
Sayfa 6-7, Aktaran, M. Tunçay, 2000, s. 170.
173
Bu ifade ile İkinci bölümde inceleyeceğimiz 1925 Kongresinin kastedildiği düşünülmektedir.
174
M. Tunçay, ibid.

45
Bu belgeden de anlaşıldığı gibi, Türkiye’de TİÇSF ve THİF dışında bir de
Rusya’da kurulan TKP’nin İstanbul teşkilatları bulunmaktadır. Bu durum, bazı
yazarların incelemelerinde karışıklıklara sebep olmuştur. Örneğin Sayılgan, merkez
olarak TİÇSF’ni alırken 175, Şen de TİÇSF’nin TKP’nin bir kolu olarak kurulduğunu
ifade etmektedir. 176

Aslında tüm bu iddialar, “Rusya, İstanbul ve Anadolu’dan gelen komünist


örgütlerin katılıp birleşmesiyle Bakü Kongresi’nde kurulan TKP” söylemi
çerçevesinde yer almaktadır. Bu söyleme göre, 1920 Bakü Kongresi’nden itibaren
birleşmiş tek bir parti olarak TKP vardır ve Türkiye’deki THİF ve TİÇSF adındaki
partiler de bu tarihten sonra Anadolu ve İstanbul TKP olarak hareket etmektedirler.

Akbulut’a göre, genel kabul gören bu anlayış, belgeler karşısında tartışmalı


hale gelmektedir. Akbulut, bunu iki veriye dayandırır: İlk olarak, Ethem Nejat ve
Hilmioğlu Hakkı’nın TİÇSF üyesi olmasına rağmen aslında TKP’nin kuruluş
kongresine değil, Komintern kongresine gitmek üzere İstanbul’dan yola
çıktıklarıdır 177. Dolayısıyla bu durum, İstanbul grubunu temsilen Baku Kongresi’ne
katılmadıklarını göstermektedir. İkincisi ise, Şefik Hüsnü’nün 1926 yılında
düzenlenen Viyana Kongresi’nde THİF’ndan bahsettiği halde Mustafa Suphi
grubundan ve Bakü Kongresi’nden bahsetmemiş olmasıdır. 178

Akbulut, Mustafa Suphiler’in öldürülmelerinden sonra, Komintern’in hem


Bakü’deki TKP Teşkilat Bürosu’nu hem İstanbul komünist grubunu hem THİF’nı
hem de Beynelmilel İşçiler İttihadı’nı eşzamanlı olarak kabul ettiğini yazmıştır. 179
Komintern’in 1922 yılında düzenlenen Dördüncü Kongresi’nde ise Türkiye ile ilgili
olarak, “İstanbul ve Ankara’da olmak üzere iki parti vardır” şeklinde bir bilgi
verilmektedir. 180

TİÇSF ve THİF, Komintern’in Dördüncü Kongresine birer delege ile


katılmışlardır. Bu delegeler, TİÇSF’ndan Sadrettin Celal ve THİF’ndan Salih
Hacıoğlu’dur. Şefik Hüsnü, 1926 yılında toplanan TKP’nin Viyana
175
A. Sayılgan, 1972, s. 119.
176
B. Şen, 1999.
177
Bu bilgi 1926 tarihli Viyana Kongresi’nde Şefik Hüsnü’nün kendisi tarafından verilmiştir.
178
E. Akbulut, Komintern Belgelerinde Nazım Hikmet, İstanbul, 2002, s. 12.
179
İbid, s. 11.
180
Eberlein, “Üye Kontrol Komisyon Raporu, Komünist Enternasyonal 4. Dünya Kongresi Tutanağı,
Almanca, s. 366, Türkiye’de Komünist ve İşçi Hareketi, F. Bursalı(der.), 1979, s. 63.

46
Konferansı’nda 181 Komintern’in Dördüncü Kongresinde alınan Türkiye’deki
komünist grupları birleştirme kararından ve bu görevin İstanbul grubuna
verildiğinden söz etmektedir. Bu tarihten sonra Şefik Hüsnü, TKP Genel Sekreteri
unvanını almıştır. 182

Bilindiği gibi, TİÇSF ve THİF dönemlerinin legal sol partileri olarak


kurulmuşlardı. Ancak bir de illegal bir organ bulunmaktaydı. Anlaşıldığı üzere,
TİÇSF, Komintern’in Dördüncü Kongresinde kurulan bu yeraltı teşkilatının
yerüstündeki bir uzantısı, Aydınlık da legal organı gibi faaliyet göstermeye
başlamıştır. THİF ise, 1922 yılındaki tutuklamalarla dağılacak ve Salih Hacıoğlu ve
bir grup THİF’li da bundan böyle TİÇSF içinde yer alacaktır.

Harris’in de yazdıkları bunları doğrular yöndedir. TİÇSF ya da Aydınlık


çevresi olarak anılan İstanbul grubu, Kemalist hükümet tarafından 1925’te kesin
olarak kapatılmadan önce, birkaç yıl, Türkiye Komünist Partisi’nin “pek kapalı
olmayan 183 bir cephesi” olarak kalmıştır. 184

Sonuç olarak, Bakü Kongresi’nin tüm sol grupları çatısı altında toplayan
kararının pratikte ne kadar uygulamaya geçtiği veya hangi örgütleri kapsadığının
oldukça tartışmalı olduğu görülmektedir. Bu da, bu dönemde tek bir merkezden
hareket eden veya bir önceki dönemin devamı şeklinde faaliyet gösteren tek bir TKP
yerine birden fazla komünist grubun bulunduğu fakat bu grupların ayrı ayrı da olsa
Komintern’de Türkiye’yi temsil yetkisinin olduğunu göstermektedir. 1922 yılında ise
“komünist grupları birleştirme” sorunsalının bu kez Şefik Hüsnü önderliğinde tekrar
gündeme geldiği ve Komintern’in Dördüncü Kongresi’nden sonra TİÇSF’nin, TKP
adı ile Komintern’in bir seksiyonu olarak faaliyet göstermeye başladığı
görülmektedir 185.

1923 yılına gelindiğinde, TİÇSF hariç tüm sol gruplar dağılmış veya partileri
kapatılmıştır. 1925 yılına kadar Türkiye’deki sol muhalefeti Şefik Hüsnü
önderliğindeki grup yönlendirecektir.

181
Bu konferans, ikinci bölümde incelenecektir.
182
E. Akbulut, 2002, s. 70.
183
Harris’in bu “pek kapalı olmayan” sözü ile TİÇSF’nin yarı-legal olarak niteleyebileceğimiz
özelliğinin kastedildiği düşünülmektedir.
184
G. S. Harris, 1979, s. 54.
185
Bu birleşme sorununa 1925 yılındaki Parti Kongresi ile nokta koyulabilmiştir.

47
Düşünsel plandaki farklılıklara odaklanırsak, Mustafa Suphi’nin yazı ve
konuşmalarının, TİÇSF’na göre daha propaganda içerikli olduğunu tespit edebiliriz.
Buna karşılık, TİÇSF’nin yayınlarında, özellikle de Aydınlık dergisinde, Marksist
doktrini incelemeye ve Türkiye’ye uygulanmasına yönelik konulara daha fazla yer
verilmiştir.

Mustafa Suphi’nin vurguladığı “Türkiye işçi sınıfının gelişmişliği” ve


“proletaryanın devrim çağrısını beklediği” türünden yorumlara karşın, TİÇSF
sınıfların ve kapitalizmin gelişmemiş olduğunu ifade ederek, bir anlamda daha
gerçekçi verilerden yola çıkmaktadır.

Şefik Hüsnü’nün Mustafa Suphi’ye ve onun TKP’sine yaklaşımı ise, bir


“görmezden gelme” havası içindedir. Hareketin tarihini anlatırken Mustafa Suphi’nin
TKP’sinden ve Bakü Kongresi’nden söz dahi etmemektedir. 186

THİF ve TİÇSF arasındaki en belirgin fark ise, Şefik Hüsnü’nün partisinin


Kurtuluş savaşını ve Kemalist devrimleri daha destekler söylemleri bulunmasına
karşın THİF’nin daha solda veya daha bağımsız bir hareket olarak görünmesidir.

Şefik Hüsnü, hareketin tarihini değerlendirirken, THİF’ni, “ulusal kurtuluş


hareketine karşı takındığı sol tavır ve fazla bağımsızlığı” yüzünden eleştirmiştir.
Ancak THİF’nin bu görünümüne ve bu yönde eleştirilmesine karşın, Ankara çevresi
ile İstanbul çevresi arasında bir farka dikkat çekilmelidir. Ankara grubu Yeşil Ordu
ve Meclis içindeki Halk zümresi gibi gerici niteliğini önceki bölümlerde aktardığımız
kuruluşlara dayanarak siyaset yapmaya çalışırken, Aydınlık grubu (TİÇSF) olarak
adlandırılabilecek olan hareket ise İstanbul’da işçi örgütlenmesi içindeki rakip
kuruluşlara karşı savaş vererek gelişmeye ve hareketin birliğini sağlamaya
çalışmıştır 187

186
Herhangi bir belgeye dayandırılamamakla beraber, anı veya roman niteliğindeki bazı eserler, bize
Şefik Hüsnü’nün Mustafa Suphi’ye bakışının sorunlu olduğunu göstermektedir Örneğin Güven isimli
TKP tarihinden kesitler sunan, bir tür tarihsel-roman diyebileceğimiz eserde (V. Türkali, İstanbul,
1999), Şefik Hüsnü’nün Mustafa Suphi hakkında “maceracı” şeklinde bir yorumu bulunduğu
yazılmaktadır. Bu yorumun, Kominterninkiyle uyum içinde olduğu görülmektedir.
187
Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, 1988, s. 1874

48
III. ŞEFİK HÜSNÜ’NÜN ÖZGÜN SAVLARI

Şefik Hüsnü, 1919-1924 yılları arasında Kurtuluş, Aydınlık ve Orak-Çekiç


isimli gazetelerde pek çok yazı yazmıştır. Orak-Çekiç, işçilere yönelik ve işçi
sorunlarına değinen bir gazete iken, içeriği ile daha çok aydın kesime yönelik olan
Aydınlık’ta yazdığı Marksizm, Türkiye’deki toplumsal ve ekonomik koşullar,
sınıflar, sınıf mücadeleleri, Kurtuluş Savaşı, Kemalist hükümet, Kemalizm vb.
üzerine yazılar, onun “özgün tezlerini” incelememiz açısından bize ışık tutmaktadır.

Şefik Hüsnü’nün savlarını alt başlıklar halinde incelemeden önce, onun


yazılarında hangi verilerden hareket ettiğini açıklamamız gerekir. Şefik Hüsnü’ye
göre:

• Türkiye, ilkel kapitalizmle karışık bir derebeylik 188tir.

• Türkiye’de sınıflar henüz gelişmemiştir.

Çulhaoğlu’na göre (2002:11), bu iki veriden hareketle Türkiye’de iki sosyalist


eğilim gözlenmiştir: Kapitalizmin ve sınıfların gelişmesini beklemeyi öneren bir
yanıyla ortodoks ama genellikle liberalizme evrilen özellikler ve ikinci olarak, yine
aynı veriden (kapitalizmin ve sınıfların gelişmemişliği) hareketle yönetici kesimin
nötr olduğu sonucuna varan, özellikle de dış koşulların etkisiyle gerçekleşeceği
düşünülen, sınıf mücadeleleri uğrağından geçmeyen, üçüncü yolcu bir sosyalizm
aranışı. Çulhaoğlu, konjonktürün sosyalizmin bu ilk döneminde ikinci eğilimi başat
kıldığı ve Türkiye’de şekillenen sosyalizmin mayasında jakoben yanın liberal yana
ağır bastığı yorumunu yapmıştır.

Çulhaoğlu’nun bahsettiği bu iki eğilim, esas olarak, Marksizm’in özgü


toplumsal koşullara uygulanması olarak ifade edebileceğimiz, Lenin’de de varolan
bir tarihsel maddecilik anlayışından kaynaklanmaktadır. Şefik Hüsnü’nün vardığı
sonuçları doğru değerlendirebilmek açısından, aynı konu ile ilgili Komintern’in
İkinci Kongresi’nde Milletler ve Sömürgeler Komisyonu’nun raporunda sunulan
görüşleri incelemekte fayda vardır:

188
Şefik Hüsnü, “Türkiye’de Devrimin Şekli”, Aydınlık, 1 Kasım 1921, sayı 5, Şefik Hüsnü
Türkiye’de Sosyal Sınıflar, 1997, s. 49.

49
..kurtuluşlarına doğru yol almakta olan, savaştan beri de
ilerleme yönünde belli bazı adımlar attıkları görülen geri
kalmış ülkeler için kapitalist ekonomik gelişme aşamasının
kaçınılmaz olduğu iddiasını doğru buluyor muyuz? Buna
olumsuz cevap verdik. Eğer zaferi kazanan devrimci
proletarya geri kalmış halklar arasında sistemli bir
propaganda yürütürse ve şura hükümetleri ellerindeki bütün
imkanlarla onların yardımına koşarlarsa, o takdirde geri
kalmış hakların kapitalist gelişme aşamasından geçmelerinin
zorunlu olduğunu sanmak yanlış olur..Komünist
Enternasyonal, geri kalmış ülkelerin..belli aşamalardan
sonra, kapitalist aşamadan geçmek zorunda kalmadan,
komünizme varabilecekleri tezini de teorik gerekçesini
göstererek savunmalıdır. 189
Bahsettiğimiz verilerden hareket edip jakoben bir sosyalizme evrilen bu
anlayış, Şefik Hüsnü’yü temel olarak şu noktalara yöneltmiştir:

-İşçi sınıfının tanımını geniş tutarak tabanı genişletmeye çalışmak.

-İktidarla uzlaşma sağlamaya çalışmak.

-Sınıf mücadelesi yerine “emperyalizme karşı ortak mücadele”yi koymak.


(Bağımsızlık kavramının önem kazanması)

-Özel sektöre ve yabancı sermayeye karşı “devletçilik”i ve “devlet tekelleri”ni


savunmanın, ülkeyi sosyalizme yakınlaştıracağı düşüncesi.

1. KOMÜNİST TEORİ VE TÜRKİYE


Şefik Hüsnü’nün sosyalizm ve Marksizm üzerine, özellikle Aydınlık’ta
yayımlanmış pek çok yazısı bulunmaktadır. Bu yazılarda, Marksizm’i ve özellikle de
dönemin teorik ve pratik gelişmelerini yorumlamıştır.

Şefik Hüsnü, “Sosyalist Akımlar ve Türkiye” isimli yazısında işçi cephesinde;


anarşizm, sosyalizm ve komünizm olmak üzere üç akım görüldüğünü yazmıştır.
“Toplumculuktan çok bireyciliği”, “mutlak özgürlüğü” amaçlayan, anarşizm akımı,
“kapitalist toplumun vaktinden önce açmış bir çiçeği”dir. Şefik Hüsnü, bu gibi
sebeplerden ve de Türkiye’nin içinde bulunduğu “toplumsal ve ekonomik karmaşa”
döneminden dolayı anarşizmden bahsetmeyi yersiz bulmaktadır.

189
Lenin, Toplu Eserler cilt: 31, s: 340-345, Leiteisen(der.), V. I. Lenin: Doğuda Ulusal Kurtuluş
Hareketleri, (çev.) Tektaş Ağaoğlu, İstanbul, 1970, s: 336.

50
Anlaşılmasına asıl gerek duyulan, aralarındaki farkların ortaya konmasının
gerektiği iki akım, sosyalizm ve komünizmdir. Şefik Hüsnü’ye göre, bu iki işçi
partisini ve Enternasyonalleri olayların akışı meydana getirmiştir. Birinci Dünya
Savaşı’ndan sonra, sosyalist partiler arasında “iktidar makamına hücum için savaş
sonrası ortaya çıkan koşulların elverişli olduğu” ve “iktisadi ortamın henüz
sosyalizmi uygulamak için elverişli olmadığı” şeklinde bir görüş ayrılığı belirmiştir.

Birinci görüşü savunanların bağımsız olarak gelişmeye karar vermesiyle


ortaya çıkan partiler “komünist” adını almışlardır.

Teoride, amaç itibariyle komünistler ve sosyalistler arasında önemli bir fark


bulunmamaktadır. Ancak pratikte önemli ayrılıklar görülmekte, bu da “teorik
anlama” ya dayanmaktadır. Komünistlere göre, burjuva toplumunda yapılması
gereken, “burjuva devlet mekanizmasının bozukluklarını tamir ederek” bu yönetim
biçiminin devamını sağlamak değil, “devrimin toplumsal koşullarını hazırlamak”tır:
“Buna dayanarak işçi sınıfı, henüz bir sosyalist yönetimin kurulmasına elverişli
olmasa bile ilk eline geçen fırsatta yönetimi ele geçirmelidir.”

Buna karşılık sosyalistler, burjuva toplumunun şartlarını reform yolu ile


düzeltmek taraftarıdırlar ve bu yolla giderek geniş halk kitlelerini güvenini
kazanacaklarını ve seçimlerle iktidarı ele geçireceklerine inanmaktadırlar. 190

Şefik Hüsnü, tüm bu gelişmeleri anlattıktan sonra Türkiye’ye geçer. Şefik


Hüsnü’ye göre, Türkiye’nin özgün koşulları, bu çerçevede düşünmemize engel
olmaktadır. Aşağıda aktaracağımız metin, Şefik Hüsnü’nün Türkiye üzerine
değerlendirmelerine bir “giriş” niteliğindedir

..Fakat itiraf etmeliyiz ki, Avrupa için hayati bir önemi olan
bu ihtilafların ülkemiz için bir değeri yoktur. Bizde eski
geleneklere, parlak bir geçmişe sahip bir sosyalist parti
yoktur. Esasen sermayeler hemen bütün yabancılara aittir.
Sanayiimiz henüz pek geri, sınıf mücadelesi henüz hat
devresinden pek uzak. Bu yüzden sosyal devrim meselesi
bizde büyük bir özellik gösterir. İki muhalif kanada ayrılmak
bizde söz konusu bile edilemez.....
Türkiye’nin varoluşu ise pek özel bir görünüş arz eder. Bu
şartlara ve halkımızın ruh yapısına göre hareket etmek bizim

190
“Sosyalist Akımlar ve Türkiye”, Aydınlık, sayı 16, Haziran 1923, Şefik Hüsnü Türkiye’de Sosyal
Sınıflar, 1997, s.146.

51
için –çabalarımızın şekilden, gösterişten ibaret kalmasını
istemiyorsak- bir zorunluluktur. 191

2. SINIFLAR VE SINIF MÜCADELESİ

A. Sınıfların Konumlanışı

TİÇSF’nin Kuruluş Bildirisi 192’ne bakıldığı zaman, dönemin diğer “dünya


proletaryası”na seslenen ve “birleşmeye” çağıran bildirilerden farklılık gösterdiği
görülmektedir. Söz konusu bildiri, “Türkiye’nin işçi, köylü ve orta halli halk
kitlelerine” şeklinde kapsayıcı bir ifade ile başlamaktadır.

Bu kapsayıcı ifadeyi, Şefik Hüsnü’nün yazı ve görüşlerinde somutlaştıralım.


Şefik Hüsnü, Kurtuluş dergisinin 20 Ekim 1919 tarihli ikinci sayısında yayımlanan
“Yarınki Proletarya” başlıklı yazısında, Türkiye’de büyük endüstri ve bir işçi sınıfı
olmadığını ve dolayısıyla sosyalizmin Türkiye’de temelsiz olarak savunulduğunu
ifade eden görüşe karşı çıkmaktadır. 193

Şefik Hüsnü’ye göre, böyle bir görüşün altında proletaryanın yalnız maddi
kuvvetlerini kullanarak geçimini sağlayan dar anlamı ile ele alınması yatmaktadır:

Oysa proletarya deyimi, ilmi ve umumi anlamında, miras


yoluyla gelmiş veya kazanılmış bir sermaye ve iradı
olmayan, fikri veya maddi herhangi bir emek harcayarak
yaşamasını sağlayan ve bir sebep dolayısıyla çalışmadığı
zaman geçime yarayacak şeyden yoksun kalan insan sınıfının
tümünü kapsar. Ve bizde bir sınıf halk: Memurlar, hekimler,
mühendisler, yazarlar vb. nüfus tutarının pek büyük bir
çoğunluğunu meydana getirir. 194
Şefik Hüsnü, derginin aynı sayısındaki “Bugünkü Proletarya ve Sınıf Şuuru”
başlıklı yazısında ise, biri çalışan ve mülksüz, diğeri de mülkiyete sahip olan ve
çalışmayan olmak üzere iki sınıf ayırt etmektedir. Ancak sınıfların varlığı, bu
durumun bilincine varılmadıkça önemli değildir. Çünkü sınıf bilincine varılırsa,
bireysel mücadeleden sosyal sınıf mücadelesine geçilebilir. 195

191
Aydınlık, sayı 16, Haziran 1923, Şefik Hüsnü Türkiye’de Sosyal Sınıflar, 1997, s. 149.
192
H.B. Gürses, 1994, s. 246-249.
193
Kurtuluş, İstanbul, 1975, s. 109-116.
194
ibid.
195
ibid, s. 170-175.

52
Bu dönemde bir diğer TİÇSF üyesi Ethem Nejat’ın da sınıflar üzerine benzer
görüşleri öne sürdüğü, proleter kavramını oldukça geniş ele aldığı
gözlemlenmektedir. Ethem Nejat, aynı tutumu daha basit bir şekilde “proleter,
başkalarını kendisi yerine çalıştıracağına bizzat kendi emeği ve çalışması ile hayatını
kazanandır” şeklinde dile getirmektedir. 196

Şefik Hüsnü, Aydınlık’ın ilk sayısında ise, “proletarya”yı tanımlamak için


farklı bir yol izler. Şefik Hüsnü, yazısına Türkiye’deki burjuva sınıfını tanımlamakla
başlar. Türkiye’de kentli burjuvazi ikiye ayrılmaktadır: yönetici sınıf ve ticaret,
karaborsacılıkla zengin olan sınıf. Bu iki sınıf birbirleriyle sıkı ilişki içindedir ve
aslında hükümet kuvvetleri bu zengin sınıfın dayanak noktasıdır. Kentlerdeki ikinci
bir sınıf ise orta sınıf, yani küçük bir sermayeye, güvenli bir duruma veya az
miktarda mülke sahip olan sınıftır. Orta sınıf, sosyal hareketlerin en büyük engelidir
çünkü “bu kendinden başkasını düşünmeyen bencil sınıfın, çalışarak bir üst sınıfa
dahil olacağı yönünde umutları bulunmaktadır”. Oysa ki, küçük burjuvaziden
olanlar, rekabet ortamında yenik düşmeye ve yoksul sınıflara dahil olmaya
mahkumdurlar. 197

Şefik Hüsnü bu noktada, proletaryanın tanımına geçer ve proletaryayı


yukarıda tanımlanan sınıflar dışındaki tüm halk kitleleri olarak belirler. Bu başlık
altında, kol gücü ile çalışan işçi ve hizmetliler, küçük ücretli memurlar, zeka işçileri
ve serbest meslek sahiplerini saymaktadır. Proletarya için, “kol ve kafa yeteneklerini
ancak karnını doyurabilecek kadar bir ücret karşılığında kiralayanlar topluluğu”
tanımını yapan Şefik Hüsnü, tanımı geniş tuttuğunu kabul etmekle beraber, bunun
Türkiye’nin özgül koşullarından kaynaklandığını ileri sürmektedir. Yukarıdaki
tanımda sözünü ettiği “zeka işçileri”, Avrupa’da sosyal piramidin zirvesine eriştiği
halde, Türkiye’de bunların çoğu “bütün ömrünü kendisi ve ailesi için bir lokma
ekmek bulmak yolunda çalışarak” geçirmektedir.

Köyde de buna benzer bir sınıflandırma söz konusudur. Köydeki toprak


sahipleri (ağalar), sömürücü sınıfı oluşturmakla birlikte, şehir burjuvazisindeki sınıf
birliği, köylerde görülmediği için, köydeki toprak sahipleri de henüz sınıf şeklinde
görünmemektedirler. Şefik Hüsnü, köylerdeki küçük burjuvazi sayılabilecek

196
Ethem Nejat, “Proletarya Kimlerdir?”, 20 Eylül 1919, 1. sayı, Kurtuluş, 1975, s. 75-83.
197
“Türkiye’de Sosyal Sınıflar”, Aydınlık, Şefik Hüsnü Türkiye’de Sosyal Sınıflar, 1997, s:13-22.

53
kesimleri ise, küçük toprak sahipleri, az miktarda hayvan sahibi olanlar, köylerde
dükkancılık, kahvecilik, demircilik, nalbantlık, dülgerlik, terzilik sanatları ile
uğraşanlar olarak belirlemiştir. En alt katmanda yer alan köydeki tarım işçilerinden
ise, tıpkı büyük toprak sahiplerinde olduğu gibi henüz bir sınıftan söz etmek
mümkün değildir.

Şefik Hüsnü’nün Türkiye’deki sınıflar hakkındaki bu analizleri ve işçi


sınıfının tanımını kendisinin de belirttiği gibi “geniş” tutması, Marksist sınıf tanımını
tahrip ettiği yönünde eleştirilere sebep olmuştur. Hatta proletaryanın kapsamını geniş
tutan bu tanım ile günümüzdeki “bilimsel ve teknik bir devrimin gerçekleşerek
sınıflar arasındaki çelişkilerin ve sınırların ortadan kalktığını, işçi sınıfının çözülerek
beyaz yakalı olarak tabir edilen hizmet sektörüne dahil olduğunu iddia eden” tezle
ilişki kuran yorumlara da rastlanmaktadır. 198

Daha önce açıkladığımız gibi, sınıfsal yapıların inkarı biçiminde yorumlanan


halkçılık ile farklı etnik yapılara karşıt bir anlayış şeklinde kendini gösteren
milliyetçilik, II. Meşrutiyet’ten başlayarak işçi sınıfının bilincinin ve kimliğinin
oluşumunu derinden etkilemiştir. Bu görüşlerin Kemalist kadro tarafından “sol” adı
altında savunulduğunu ve bu yolla solun kontrol altına alınmaya çalışıldığını ise
önceki bölümlerde örnekleriyle inceledik.

Şefik Hüsnü’nün de sınıflar üzerine görüşlerinin Marksist sınıf


kavramlaştırmalarına aykırı olduğu kabul edilmekle beraber, Kemalizm’in sınıfları
inkar eden halkçılık ilkeleriyle, Şefik Hüsnü’nün “tek bir sınıfa gittiği” şeklinde
yorumlanan sınıf tanımları arasında doğru orantı kuran yorumlar doğru
bulunmamaktadır.

Şefik Hüsnü’nün aktardığımız tüm tanımlamalarında, sınıfları üretim süreci


içindeki konumlarına göre, “üretim araçlarına sahip olma ve olmama” bağlamında
değerlendirdiği ve buradan hareketle iki temel sınıf belirlediği görülmektedir. Şefik
Hüsnü, bu nesnel konumdan hareket edince, proletaryayı memurlar, mühendisler vb.
ara sınıf unsurlarını da kapsayacak şekilde geniş algılamıştır. Ancak Şefik
Hüsnü’nün bu yanlışı, ara sınıf unsurları hakkındaki bilgisizliğinden değil, kendi

198
Bkz.. İ. Akdere, Z. Karadeniz, 1996, s. 144.

54
ifadesiyle bu sınıfların Türkiye’deki özel konumu üzerine yorumlarından
kaynaklanmaktadır.

Şefik Hüsnü’nün sınıfları konumlandırmadaki yanlışını, salt ekonomik


kategorilerden hareket etmek olarak nitelendirebiliriz. Şefik Hüsnü, sınıfların
toplumsal sistem içindeki siyasal ve ideolojik formasyonlarını değerlendirmeye
almamıştır.

Tunçay’ın Şefik Hüsnü’nün 1919 yılından itibaren açıkladığı bu görüşleri ile


ilgili bir yorumu, Türkiye’deki işçi sınıfının henüz gelişmemiş olduğunu göz önünde
bulundurarak sosyalist hareketin tabanını genişletmeye çalışması, -kendi deyişiyle,
“sosyalist harekete müşteri çekmeye çalışması”- olmuştur. 199

B. Aydınlar:

Şefik Hüsnü (A) bölümünde bahsettiğimiz türden, aydınları zeka işçisi olarak
proletaryaya dahil ettiği yazılarda, çelişkiye düşerek, onların “insaniyetçi nedenlerle
sosyalizm davasına yardım etmeleri gerektiğini” de öne sürmüştür. 200

Aydınlara yaklaşım, Şefik Hüsnü’nün yazılarında olduğu gibi içinde


bulunduğu çevre açısından da her zaman sorunlu bir nokta olmuştur. Şefik
Hüsnü’nün önderliğindeki hareket, pek çok kaynakta bir “aydın hareketi” olarak
nitelendirilmektedir. Harris’e göre, özellikle Kurtuluş grubunun, Bolşevizmden
ziyade Fransız radikal sosyalizmiyle benzeşen bir yanı vardır. 201 Bu grup, daha çok,
önde gelen Fransız sol kanat sosyalisti Henri Barbusse’ün düşüncelerine kaymıştır.
Barbusse’ün “ancak aydın olanların aydın olmayanları kurtarabileceği” temel inancı,
Kurtuluş çevresinde bir ortaklık olarak karşılık görmüştür. 202

Şefik Hüsnü, 1921 yılında yazdığı bir yazı, bu anlayışı doğrular yöndedir:

Aydın (münevver) sözcüğüyle nitelediklerimizin çoğu, da


onunla (işçiyle) zaman arkadaşlığı ederek yüksek erdemlerini

199
M. Tunçay, 2000, s. 169.
200
ibid.
201
G. S. Harris, 1979, s. 56.
202
Harris’e göre, Kurtuluş’un kapanmasından sonra onun yerine çıkarılan Aydınlık gazetesi de,
Barbusse’un Clarté (Aydınlık) dergisine çok benzeyen bir nitelik taşımaktadır. (G. S. Harris, 1979, s.
147.) Kord-Ruwissch’e göre ise, Aydınlık’ın dış görünüş olarak pasifist eğilimli olarak nitelenen
Clarté dergisine benzetilmesi, İtilaf devletleri birleşik işgal kuvvetlerinin sansür makamlarında,
derginin sadece bir edebiyat ve ahlak dergisi olduğu sanısını uyandırmak içindir.(W. Kord-Ruwissch,
“Türkiye’deki İşçi Sınıfı”, Birikim, 1989, s. 43.)

55
anlayıp kendisini sevmeyi öğrenmiş, zavallının iyi niyetini
kötüye kullanarak doğruyu ve gerçeği kendisinden
gizlemekle görevli yalancı edebiyata artık el sürmemeye, bu
kirli işe zekasını harcamamaya cepheden ayrılırken yemin
etmişti, aksine elinden geldiğince ona arka çıkacaktı.
Şefik Hüsnü, “Türk Aydınları” isimli yazısında ise, Türkiye’deki aydınların,
özgür bir iradeye sahip olmadıkları için kendi başlarına toplumsal bir varlıkları
bulunmadığını yazmıştır. Doktor, mühendis, hukukçu, yazar, gazeteci olarak
sıraladığı aydınlar, Şefik Hüsnü’ye göre, memur zihniyetinde olan bilinçsiz bir
sınıftır. Bu yüzden, milli burjuva devrimini yapmak üzere olanların da bu hareket
kabiliyetinden yoksun olan bu sınıfa dayanma çabaları bir anlam taşımamaktadır.
Gerçek devrimler, belli ortak çıkarlara sahip, bilinçli toplumsal sınıfların hareketi
sonucunda meydana gelmektedir. 203

C. Türkiye’de Sınıf Mücadelesi, Emperyalizme Karşı Mücadele ve


Devrim

Şefik Hüsnü, “devrim” ve “Türkiye’de devrim” sorunsalları üzerine yorum


yaparken, sosyal devrim sorununun iktidara el koyma ve devrimin amaçladığı
toplum düzenini uygulama aşamalarının her ülkede bir ve aynı olduğunu, farklılığın
devrime götüren yolda yani arada geçen aşamalarda olduğunu ifade etmiştir 204.

Şefik Hüsnü’ye göre, her devrim, en az üç büyük evreden geçerek amacına


ulaşır:

a. İktidara el koyma devresi; devrimci tedbirler ve şiddet devresi: Şefik


Hüsnü’ye göre, birinci devre için usul ve kural tespiti mümkün değildir. Kararlar,
birbirini izleyen olaylar karşısında duraksamadan verilir ve duruma hakim olmak için
en köklü tedbirler uygulamaya konur.

b. İmtiyazları elinden alınan sınıfın karşıdevrim hareketlerini veya buna yakın


girişimlerini kırmaya ve halkı ülkücü toplum temellerine uygun bir tarzda
yetiştirmeye yarayan bir yönetim kurma devresi: Türkiye gibi derebeylikle karışık
ilkel kapitalizm devresinde bulunan ülkelerde, sosyal devrimin bu safhası en önemli

203
Aydınlık, 1 Kasım 1922, sayı 10, Şefik Hüsnü Türkiye’de Sosyal Sınıflar, 1997, s, 80-84.
204
“Türkiye’de Devrimin Şekli”, Aydınlık, 1 Kasım 1921, sayı 5, ibid, s. 46-52

56
ve en uzun sürmeye aday olanıdır. Türkiye’deki olası devrim düşmanları büyük
subaylar ve kapitalistlerdir. 205

Şefik Hüsnü’ye göre, büyük çoğunluğa sahip olan küçük burjuva sınıfını –
küçük sermaye ve emeğini kendi kullanan esnaf ve satıcılardan ve birkaç dönüm
toprağını kendisi işleyen ve eken orta köylüler- kendi tarafına çekmeyen bir
hükümet ayakta duramaz. Çünkü şehir ve köy proletaryası ile birlikte tek üretici sınıf
budur.

c. Asıl amaç edinilen toplum düzeninin ve ülkünün uygulanma devresi: Bu


son aşamada sosyal devrim sorunu bir ve her ülkede aynıdır. Ve bunların hepsi ortak
mülkiyete ve üretim temeline dayalı sınıfsız, hükümetsiz, özgür bir sosyal kuruluşa
ulaşır. 206

Şefik Hüsnü’nün amacının, sınıf mücadeleleri uğrağından geçmeden,


“emperyalizme karşı mücadelede birlik”i esas alarak, hükümeti Türkiye’nin
kapitalist olmayan bir yoldan gelişmesini sağlayacak şekilde etkileyerek veya
yönlendirerek, ülkeyi sosyalizme bir adım daha yaklaştırmak olduğunu belirtmiştik.

Çulhaoğlu’nun yaptığı bir saptamaya göre, bağımsızlığın sosyalizmin yolunu


alabildiğine açan bir siyasi konumlanış olarak görülmesi, ilk dönem sosyalistlerinin
hemen hemen hepsine damgasını vuran bir yaklaşımdır. Bağımsızlık, Türkiye gibi
bir ülkenin sosyalizme geçişinde, örneğin gelişmiş bir işçi sınıfının varlığından daha
önemli bir koşul sayılmaktadır. 207

Şefik Hüsnü de, sınıflar mücadelesinin varlığını yadsımadığını yazılarında


vurgulamıştır. Ancak, sınıf farklarının pek derin olmadığı konusunda Kemalistlerle
hemfikirdir ve gerçek anlamda bir sınıf mücadelesi, özel teşebbüs geliştiği sürece
ortaya çıkacaktır. 208 Ona göre, bu dönemde, Türkiye’de sınıf mücadelesi daha çok
yabancı kapitalistlerle yoksul halk arasında gerçekleşmekte ve bu mücadele “ulusal”
bir nitelik kazanmaktadır:

205
“Türkiye’de Devrimin Şekli”, Aydınlık, 1 Kasım 1921, sayı 5, Şefik Hüsnü Türkiye’de Sosyal
Sınıflar, 1997, s. 46-52
206
“Türkiye’de Devrimin Şekli”, Aydınlık, 1 Kasım 1921, sayı 5, Şefik Hüsnü Türkiye’de Sosyal
Sınıflar, 1997, s. 46-52.
207
M. Çulhaoğlu, “Türkiye’de Sosyalist Düşüncenin Doğuşu: Konjonktürün Başatlığı”, Praksis,
2002b, s. 14.
208
Şefik Hüsnü, “Devrim Esaslarının Değiştirilmesi”, Aydınlık, sayı 18, Ekim 1923, Şefik Hüsnü
Türkiye’de Sosyal Sınıflar, s. 159.

57
Türkiye’de sınıflar ve sınıf mücadelesi yok değildir. Yalnız
kapitalist burjuva sınıfı pek küçük ve zayıf bir azınlık, işçi ve
köylü sınıfı ise büyük bir çoğunluk teşkil ettiği için sınıf
mücadelesi, yabancı kapitalist ve bunların uyduları
durumunda kalan yerli eşraf ve servet sahibi arasında olur ve
çoğu halde bir ulusal mücadele halini alır. 209
Şefik Hüsnü’nün yazılarında bağımsızlığı sosyalizme yaklaştıran bir adım
olarak tanımladığını görüyoruz:

..geri kalmış uluslar tarihi evreleri kısa sürede geçerek, güçlü


bir burjuvazinin oluşmasına meydan vermeden, savaşımını
kazanmış proletaryaların örnekliğinden aldıkları cesaret ve
onlardan aldıkları yardımla sosyalizm hazırlığı biçiminde bir
hükümet kurmayı başarırlar. Dünya ve ülkenin durumu ve
ulusun çıkarları bunu gerektirir. Emperyalizm tehdidi altında
bulunan ulusal bağımsızlık ancak bu sayede kurtulabilir. 210.
Şefik Hüsnü bu durumu, Türkiye’deki güncel mücadelenin emperyalizme
karşı gerçekleşmekte olduğuna bağlamaktadır:

Rusya’da olduğu gibi, hükümdarlığın ortadan kaldırılışını bir


halkçılık döneminin izlemesi kaçınılmazdı..Eriştiğimiz
noktanın yolumuzun sonu olmadığı da asla
unutulmamalıdır..Fakat bizim yalnızca bu bakış açısından
hareket etmemiz yetmez. Daha acil ve yüce bir neden de
siyasetimizi hızlıca geliştirmeye bizi yöneltmektedir. Türkiye
çok özel ve girişik konumlu bir ülkedir..Eğer hücumlarımız,
emperyalizme ve onu doğuran kapitalizme yöneltilmezse
nedenler ortadan kalkmadığı için etkili olamaz. 211
Şefik Hüsnü’ye göre, emperyalizm karşısında Türkiye’nin devrimci doğu ile
işbirliğine yönelme” olmak üzere tek seçeneği bulunmaktadır. 212

3. KEMALİZM VE KEMALİST HÜKÜMET

Şefik Hüsnü’nün Kemalistler ve Kemalist hükümet üzerine yazılarının


birbirleriyle çelişen ifadeler taşıdığı görülmektedir. Yaptığımız incelemeye göre,
Kurtuluş Savaşı sırasında “koşulsuz destek sunma” anlayışı ve Savaş sonrası “halk
hükümeti” beklentileri, Şefik Hüsnü’nün yazılarında giderek daha “temkinli” bir

209
Aydınlık, sayı 16 Haziran 1923, Şefik Hüsnü Türkiye’de Sosyal Sınıflar, 1997, s.151.
210
“Devrimimizin gelişimi”, Aydınlık, 1 Ocak 1923,sayı 12, ibid,, s. 104.
211
ibid, s. 105,106.
212
“Gerçek Devrime Doğru, Aydınlık, sayı 11, ibid, s. 96.

58
yoruma yönelmiş, 1923 tutuklaması ve ardından gelen Cumhuriyet’in ilanının
beklentileri karşılamaktan uzak olması, bu yaklaşımlarda önemli kırılma noktaları
sağlamıştır. Özellikle 1924 yılından itibaren, bu tarihe kadar zaman zaman nötr fakat
en çok da yoksul kitlelerin yanında olarak nitelendirilen hükümet, “burjuvazinin
temsilcisi” şeklinde yorumlanmaya başlanmıştır. Söz konusu karışıklığı gidermek
açısından, Şefik Hüsnü’nün bu konudaki yazıları, kronolojik bir sıra ile incelenmeye
çalışılacaktır.

A. Kurtuluş Savaşından 1923 Yılına Kadar Olan Değerlendirmeler

Dönemin koşulları da göz önünde bulundurulduğunda, incelediğimiz gibi, iki


uç “sol” yorum göze çarpmaktadır: THİF’nin Ulusal Kurtuluş Savaşı’na ve
Kemalistlerin faaliyetlerine ilgisiz kalan tutumu ve Şefik Hüsnü’nün Kemalistleri ve
Kemalist devrimleri destekleyen tutumu. Bunlara ekleyebileceğimiz aynı döneme ait
bir diğer yorum ise, TSF’ninkidir. TSF’nin savaş yıllarında çıkardığı İdrak
gazetesinde, kurtuluşu galip devletlerin iyi niyetlerinden beklediği görülmektedir.

Şefik Hüsnü ise, TİÇSF adına TBMM’ne gönderdiği bir telgrafta, Partinin
Kurtuluş hareketini desteklediğini belirtmiştir:

İstanbul’un şuurlu işçileri, köylü ordularının bütün dünya


proletaryasının yardımıyla dünya emperyalizmine karşı
kazandıkları zaferi kalpten alkışlamışlardır...İlerleme yolunda
yapılacak mücadelede tüm emekçi sınıfın inkılapçılarla
sonuna kadar beraber olacağını temin ederiz. Yakın gelecekte
işçi ve çiftçilerimizi hakiki kurtuluşa götürecek yegane çare
olan... mülkiyete ilişkin sosyal inkılabın gerçekleşmesini
katiyen ümit ettiğimizi arz ederiz. 213
Şefik Hüsnü’nün Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan sonra yazdıkları da temkinli
de olmakla beraber, Anadolu devrimi ve hükümetini destekler yöndedir:

Anadolu devrimi, kökten bir toplumsal devrimden başka bu


ulusu kurtaracak çare olmadığına inananları tatmin etmekten
çok uzaktır. Çözülmesi geren birçok meselenin bundan sonra
halledilmesi olanağı bulunmayacağına inanmakla beraber,
samimi olmasını pek dilediğimiz bu devrim girişimlerinin,
şimdiki yönetime bakarak büyük bir ileri adım olduğunu

213
T. Z. Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, s.439’dan aktaran: D. Şişmanov, 1978, s. 71.

59
söylemek zorundayız. Ve onu tutucu ve gelenekçi saldırılara
karşı savunmayı görev sayıyoruz. 214
Şefik Hüsnü, yine 1922 yılında, bu kez saltanatın kaldırılmasından sonra
yazdığı bir yazıda, proletaryanın, emperyalistleri ülkeden kovmaktan başka ikinci bir
görevi daha olduğunu belirtmiştir. Bu görev, “devrim yolunda kazanılmış yeri,
herhangi bir karşıdevrim girişimine karşı korumak”tır. Şefik Hüsnü’ye göre, bu
yalnızca bir hak değil, “açık bir görev”dir. 215 Dolayısıyla, Şefik Hüsnü’nün
beraberlik önerisi, yalnız “emperyalizmle mücadele edilen süre” ile sınırlı
kalmamakta, barışın kuruluşundan sonra da el birliğiyle çalışılması da
önerilmekteydi.

Şefik Hüsnü’nün bu yazıda Kemalistler üzerine ilgi çekici yorumları


bulunmaktadır:

Devrim önderlerinin iyi niyetinden kimsenin şüphe etmeye


hakkı yoktur. Şimdiye değin yaptıkları her türlü ümidi haklı
kılacak niteliktedir. Siyasetlerinde uluslararası proletaryaya ve
proletarya hükümetlerine ve örgütlerinde ülkenin işçi sınıflarına
dayanmaları, yoksullar ve orta halliler yararına bir düzen
yaratmak eğiliminde olmaları doğru yönde olduklarını
gösteriyor. 216
Bu yazıda göze çarpan bir başka nokta, Şefik Hüsnü’nün kapitalistleşme
sürecinin Türkiye’de gerçekleşeceğini kabul etmesi fakat hükümeti ellerinde tutan
Kemalistleri iyi niyetleri ile tamamen bunun dışında bırakmasıdır. Şefik Hüsnü,
aşağıda sunacağımız alıntıda, bu sürecin, yönetimin isteği dışında, bir zorunluluk
olarak gelişeceğini ifade etmek ister gibidir:

..Bütün iyi niyetlere rağmen hükümet kapitalistlerin, servet


sahiplerinin nüfuzu altında kalacak...Ülkenin bayındırlığı ve
doğal zenginliklerin işletilmesi sonucu, bir yandan belirli
ellerde büyük servetler biriktikçe, öbür yandan da ölümsüz
gücünü tedarikten aciz ezilmişlerin sayısı artacak. 217
Fakat Şefik Hüsnü, yazının devamında yukarıdaki düşünce ile çelişerek, sözü
edilen süreci tekrar yönetimin tutumuna bağlar:

214
“Anadolu’da Gelen Düşünceler Etrafında Tartışma”, Aydınlık sayı 10, 1922, Şefik Hüsnü
Türkiye’de Sosyal Sınıflar, 1997, s. 86.
215
“Gerçek Devrime Doğru”, Aydınlık, sayı 11, 1 Aralık 1922, Şefik Hüsnü Türkiye’de Sosyal
Sınıflar, 1997, s. 89-96.
216
ibid, s.94.
217
Şefik Hüsnü’nün bu yazısının, aktardığımız bölümünün başı sansür edilmiştir.

60
Bu ihtimaller bugünkü politik devrimi yapanların işin
ortasında durup: “Buraya kadar!..Daha ileri gitmek yok!..”
diyecekleri varsayımına göredir. Oysa biz böyle bir
varsayımın olmadığını sanıyoruz.
Şefik Hüsnü, 1923 Mayıs’ında yazdığı ve yukarıdaki görüşlere paralel
yorumların yer aldığı bir yazıda da, Türkiye’de söz konusu tarihten itibaren başlıca
üç siyasal akım için imkan bulunduğundan bahsetmektedir:

1)Bugünkü devrimi yapan ve yaşatmaya uğraşanların temsil


ettiği akım
2)Derebeylik kalıntısı olan geleneklere ve Osmanoğlu
Hanedanlığına bağlı olanları çevresinde toplayan
karşıdevrimci akım
3)Fakir işçi ve köylü kitleleri ve orta sınıflar lehine devrimimizi
derinleştirmek, geliştirmek ve onu kolektif mülkiyete dayalı bir
toplumsal devrimle sonuçlandırmak amacını güden sosyalist
akım. 218
Yazıda, birinci ve üçüncü akımın, “kazanılmış olan hakları eylem alanına
aktarmak için”, karşıdevrimcilere karşı uzun süre el ele hareket edeceği belirtilmiştir.
Türkiye’de henüz devrim koşullarının oluşmadığı verisinden hareket eden Şefik
Hüsnü, cumhuriyetçiler ve devrimciler arasındaki bu işbirliği önerilerinden dolayı,
“işçi sınıfını Kemalizm’in yedek gücü haline getirmeye çalışma” ve “sosyalist partiyi
burjuva partisinin sol kanadına dönüştürme” şeklinde eleştirilmiştir.

Körü körüne hareket etmenin karşısında olduğunu belirten Şefik Hüsnü, çok
şiddetli bir mücadeleye girmenin zamansız olduğunu belirtmekle beraber, partinin bir
derin örgüt ve kuruluş döneminde olduğunun da gözden kaçırılmaması gerektiğini
ifade etmiştir. 219 Yani Şefik Hüsnü’nün “bağımsız hareket etme” ve “tamamen
Kemalistlerin izinden gitme” arasında bir orta yol peşinde olduğu görülmektedir.

Şefik Hüsnü’nün Ağustos 1923’te, 1923 komünist davasını eleştiren


yorumlarının yer aldığı yazısında, Kemalistlere yaklaşımının daha da “temkinli” hale
geldiği görülmektedir. Bu yazısında, hükümetin işçi ve köylü kitlelerine dayanarak

218
“Seçim, Yoksul ve Orta Halli Sınıflar”, Aydınlık, sayı 15, Mayıs 1923, Şefik Hüsnü Türkiye’de
Sosyal Sınıflar, 1997, s. 125.
219
ibid,s. 128.

61
veya bazı imtiyazlı zümre çıkarlarına göre faaliyette bulunmak arasında iki seçimi
olduğunu söyler. 220

B. Cumhuriyetin Kurulmasından Sonraki Değerlendirmeler

Doğu ile emperyalizme karşı işbirliği içinde bulunulan bir “halk hükümeti”
beklentisi içinde olan Şefik Hüsnü, Cumhuriyet kurulmadan önce, batıya yönelen
hükümet hakkında endişelerini dile getirmiş ve yeni Millet Meclisi’nin “ilk Meclisi
harekete geçiren devrimci ruhtan yoksun olduğunu” yazmıştır:

Gazete haberlerinden ve tartışmalarından anlaşıldığına göre,


Türkiye’yi hanedansız birer hükümdarlıktan başka bir şey
olmayan Avrupa ve Amerika’daki cumhuriyetlere benzetmek
söz konusu ediliyor. Bu cumhuriyetler bilindiği gibi burjuva
hükümetine en elverişli sınıf hükümetinden başka bir şey
değildir. 221
Yazının devamında, “devrim esaslarını” değiştirerek “halk devletinin
temelini” bozmaya yönelen hükümeti daha sert bir dille eleştirir:

..Meclis Başkanı’ndan ayrı bir devlet başkanlığı seçimi,


yürütme gücünün meclisten alınarak Avrupa kabineleri
tarzında bir bakanlar kuruluna verilmesi, ulusun elde ettiği ve
cidden kullanmak azminde bulunduğu egemenlikle alay
etmek demektir. Halk devletinin temelini bozmaya eş olan bu
değişiklik önerileri çerçevesinde propaganda ve yayımda
bulunan, Millet Meclisi’nden başka bir kurul olsa, ihtimal
Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun hükümlerini uygulamak söz
konusu olacaktı 222.
Cumhuriyetin ilanından sonra ise, artık Şefik Hüsnü ve Aydınlık çevresi,
iktidarı “halk hükümeti” olarak nitelendirmeyi tamamen bırakacak hatta uzun bir
süre iç politikayı söz konusu bile etmeyecektir. 223

Gerçekten de, Şefik Hüsnü’nün Cumhuriyetin ilanından sonraki Aydınlık


sayısında, bu konuya hiç değinmeden, yıl dönümü nedeniyle Rus Devriminden söz
ettiği görülmektedir. Bundan sonraki iki ay ise Aydınlık dergisi çıkmamış veya
çıkarılamamıştır.

220
“Yeni Millet Meclisi’nden Halk Ne Bekliyor?”, Aydınlık, sayı 16, Ağustos 1923, Şefik Hüsnü
Türkiye’de Sosyal Sınıflar, s.140.
221
“Devrim Esaslarının Değiştirilmesi”, Aydınlık, sayı 18 Ekim 1923, Şefik Hüsnü Türkiye’de
Sosyal Sınıflar, s. 157.
222
Altını ben çizdim.
223
M. Tunçay, 2000, s. 188.

62
Şefik Hüsnü, Şubat ayında tekrar yayımlanmaya başlanan Aydınlık’ta ise
reform girişimlerini eleştiren bir yazı yazmıştır. İktidarı “ütopist” olarak
nitelendirdiği bu yazıda, ekonomik devrim yapılmaksızın toplumsal anlamda bir
takım iyileştirmelere gidilmeye çalışıldığına değinmektedir:

..düşüncelerimiz kadar ahlaki, hukuki, dini anlayışlarımız da


toplumda geçerlikte olan üretim tarzı ve üretim ilişkileri ile
sıkı sıkıya bağlıdır. Madde üzerindeki uğraşılarımız-yani
ekonomimiz- düşüncelerimiz ve duygumuz üzerinde, farkına
varılsın veya varılmasın, daima derin izler bırakır. Aile
kurumumuz, eğitimimiz, toplum hayatımız bunların etkisiyle
evrimleşir. Yoksa herhangi bir istek, bir heves, bir hayal –
uygulansa bile- kök salamaz, olayların tarihsel akışını
değiştiremez. Hayatın akışı yönünde olmayan toplumsal
girişimler daima bozguna uğramak zorundadır. 224
Şefik Hüsnü’ye göre, bu “gerçeği ters gösteren” anlayışı anlamak zordur.
Düzenlemeye eğitim, aile veya dinle başlanması gerektiğini öne süren ve herşeyi
yasalardan bekleyen savları, bu tür düzenlemelerin “zorlama” olacağını ifade ederek
eleştirir:

Zirai ve sınai üretimimiz, iğreti bir kapitalizmle yamalanmış


bugünkü ilkel biçimini korudukça, en mükemmel yasalarla
donatılmış bulunduğumuz...konusunda umulmaz bir başarı
temin ettiğimiz düşünülse bile, türlü nedenlerle ekonomik
gelişmemiz durduğu takdirde, bu zorlama düzenlemenin
toplumsal durumumuzda görülür bir etki bırakabileceği
söylenemez. 225
Şefik Hüsnü’nün kendi döneminde de, Kemalistler’e ilişkin tutumunun,
hükümet hakkındaki yazılarının eleştiri konusu olduğu bilinmektedir. 1924 yılı
Mayıs ayına ait bu yazısında şöyle demektedir:

Bize mektup gönderenlerin çoğu, bizim Cumhuriyet


hükümeti hakkındaki yayımlarımızı bile eleştiriyorlar. Bu
eleştirilerde, iktidar makamını ele almış olan sınıfın
devrimimizi işçi ve yoksul sınıflar lehinde, köklü
dönüşümlerle derinleştirebileceğini sanmamın fazla
226
iyimserlik olduğu belirtiliyor.

224
“Toplumsal Düzenleme Konusu”, Aydınlık, sayı 20, Şubat 1924, Şefik Hüsnü Türkiye’de Sosyal
Sınıflar, 1997, s. 175.
225
ibid, s. 177.
226
“İşçi Sınıfı Cumhuriyet Hakkında Ne Düşünüyor”, Aydınlık, sayı 21, Mayıs 1924, ibid, s. 183.

63
Şefik Hüsnü, Cumhuriyetin işçi sınıfı ve sınıflararası uzlaşma girişimleri için
bir hayal kırıklığı olduğunu ilk kez bu yazıda ifade etmiş ve bu güven duygusunu
sarsan olayları ve politikaları açıklamıştır. Bunlardan en önce sayılanlar, 1923
tutuklaması ve hükümetin yine aynı tarihte gerçekleşen grevlerde işçilere karşı aldığı
tavırdır. Bu grevlerde hükümet, yabancı kapitalistlerin yanında yer alarak grevcileri
çalışmaya zorlamışlardır 227. Bunun dışında hükümetin denetiminde olmayan tüm işçi
kuruluşları kanunsuz olarak nitelendirilmiş ve feshedilmiştir. Ayrıca tüm vaatlere
rağmen İş ve Sendika Yasaları hala hazırlanmamış ve işçi lehine girişimlerde
bulunan Mahmut Esat Bey (Bozkurt) de istifaya zorlanmıştır.

1923 yılından sonra, Şefik Hüsnü’nün yazılarında ve Aydınlık dergisinde


Halk Fırkası’ndan yavaş yavaş “bir burjuva yöneliminin temsilcisi” diye söz
edilmeye başlanmıştır. Bu yazıda, şimdiye kadar açık bir şekilde üzerinde
durulmayan fakat burjuvaziden bağımsız görülen Kemalist iktidarın sınıfsal analizine
ilk defa girişildiği görülmektedir. Şefik Hüsnü önce, yazının devamında,
Kemalistlere yaklaşımının bir iyi niyet meselesi olmadığını anlatırken, iktidarı işçi
sınıfının karşısına yerleştirmektedir:

..Çünkü bugün iktidarda bulunanlar, işçininkinden ayrı ve


onlarınkine zıt belirli çıkarlara sahip bir sınıfın
temsilcileridir. Devrim yoluyla, daima o çıkarların
savunulması zorunluluğuyla kararsızlık göstermeye ve yarı
yolda durmaya mahkumdurlar. Teorik olarak kabul ettikleri
prensipleri, esasları, pratiğe geçince daima feda etmek
zorunda kalacaklardır.
Şefik Hüsnü, “devrimin derinleştirilmesi” yönünde beklentilerin boşa
çıkmasını bu kez, iktidarın sınıfsal karakterine bağlamıştır. Hükümete önceleri “geniş
bir kredi açıldığını” kabul eden Şefik Hüsnü, yazının devamında da bu tip
beklentilerin “hiç olmazsa ulusal koşulların baskısı altında gerçekleşeceği”ne
yönelik bir düşünceden kaynaklandığını belirtmiştir. Fakat artık iktidarın toplumsal
temeli, hiçbir ilerici girişimde bulunulamayacağını açıkça göstermektedir. Bu temel,
“büyük kapitalist mevkiine yükselmek isteyen bir küçük burjuva sınıfına”
dayanmaktadır. İktidar, bu yazıda “hakim sınıf” olarak ele alınır:

227
1923 yılında gerçekleşen ve hükümetin söz konusu tavrını göstermek açısından iki önemli grev,
Aydın Demiryolcuları grevi ve Rumeli Demiryolcuları grevidir. Her iki grevde de hükümet, yabancı
sermayeden yana tavır koyarak grevlerin sona ermesini sağlamıştır.

64
Durum biraz dikkatle incelenecek olursa görülür ki,
milletvekillerinin çoğunluğu küçük burjuvazi (esnaf,
zanaatçı, küçük memur, kaza ve nahiye zenginleri vb.)
ailelerine mensuptur. Bunların hepsini harekete geçiren
zemberek, ülkenin iktisadi gelişmesinde önemli bir etken
olmak, büyük kapitalist mevkiine yükselme hırsıdır. Bir
kelimeyle bugünkü hakim sınıf, kapitalist aleminde tarihi rol
oynamaya kendisini aday sanan Anadolu’nun aracı
zenginlerinden ve onunla işbirliğinde bulunan aydınlardan
oluşmaktadır. Bu sınıf, doğaldır ki işçi hareketlerini hoş
görmez.
Şefik Hüsnü, 1924 yılında Halk Fırkası’nın karışık bir görünüm arz ettiğini
yazmıştır. Yazıda, Partinin bu yeni yükselen sınıf yanında Türkiye’deki feodal
sınıflardan (ağalar, beyler, şeyhler ve tebaası) da güç aldığını yazmıştır. Bunun
sebebi, bu geri unsurların kendi vasıtalarıyla duruma hakim olamayacaklarını
anlamış olmalarından kaynaklanmaktadır. Bu sınıfın önünde, “bütün şehirlerin
karşıdevrimci burjuvalarıyla birlik olmak” ve “devleti yeni bir temel üzerine kurmak
isteyenlerin tarafına geçmek” olmak üzere iki şık bulunmaktadır ve bu geri sınıf,
şehirli burjuvalarla rekabet edemeyeceklerini ve Türkiye’de devrimi gerçekleştiren
Halk Fırkası’nın kendilerinin nüfuzlarını yürütmekte devam etmelerine kolayca
engel olamayacaklarını bildikleri için ikinci şıktan yana tavır almışlardır. 228

Ayrıca Şefik Hüsnü, İttihatçılarla Kemalistler arasında sınıfsal bir bağ


olduğunu ve bu durumun politik anlamda bir devamlılığa yol açacağını ifade
etmiştir:

Mütarekeden beri Halkçılara muhalefet eden İttihatçılar,


Meşrutiyet’in ilanı sıralarında aynı durumda ve aynı eğilimde
idiler. Bugün ise eski ittihatçılık adına hareket edenler, ülkenin
felaketi ve sefaleti pahasına amaçlarına ulaşan, yüksek mali
çevreler ve tüccarlar arasında ve bütün işlerde söz sahibi olan
kişilerdir. Bu büyük burjuvazinin çıkarları geçici olarak ülkeye
hakim olanların çıkarları ile tersmiş gibi görünmektedir. İki yan
da, işçiyi siyasi emellerine alet etmek için kendi yanına çekmeye
uğraşmaktadır. Fakat yarın işler gelişmeye başladıkça çıkarların
münasip bir tarzda taksimi çareleri bulunacağından aralarındaki
zıtlık kalkacak, her ikisi de birlikte işçiden yüz çevirecektir.
Tüm bunların yanında Hükümetin yaptığı iyi şeyler de yok değildir: Millet
Meclisi Hilafeti kaldırmış, Osmanlı Hanedanını ülkeden kovmuş, din ve devlet

228
“Yıkıcı Halkçılıktan Yapıcı Halkçılığa”, Aydınlık, Aralık 1924, sayı 28, Şefik Hüsnü Türkiye’de
Sosyal Sınıflar, 1997, s. 234.

65
işlerini birbirinden ayırmıştır. Tüm bu gelişmeler, bir “halkçılık ilkesinden
esinlenmektedir. Ancak Şefik Hüsnü’ye göre, Kemalistler’in halkçılığı “yıkıcı
halkçılık”tır. Ve bu girişimlerin arkasından olumlu ve yaratıcı (yapıcı) eylemler
gelmezse, yapılanlar da kalıcı olmayacaktır. 229

Tüm bu yorumlarda, Şefik Hüsnü’nün iktidara karşı tutumunda, önceki


savundukları esasların tamamen zıddına yöneltecek kadar büyük ve önemli bir sapma
olduğu görülmektedir. Bu sapmanın, Kemalistlerin yön değiştirmesi olarak
tanımlayabileceğimiz somut bir durum yanında, iktidarın sınıfsal karakterinin doğru
değerlendirilememiş olmasından kaynaklandığı düşünülmektedir. Şefik Hüsnü, 1923
sonrası giriştiği sınıfsal değerlendirmelerde ise, iktidarın sınıfsal karakterini,
hükümet üyelerinin sınıfsal konumlarıyla açıklamaya çalışılarak ikinci bir yanlışa
düşmüş görünmektedir. Bir üçüncü sebep de, sonraki bölümde inceleyeceğimiz
Komintern’in Şefik Hüsnü çevresine yönelttiği eleştirilerdir.

Ancak Kemalistleri değerlendirmeye yönelik bu değişimin partinin izleyeceği


politika anlamında önemli bir değişikliğe yol açmadığı görülmektedir: Halkçı Parti,
sınıfsal konumu gereği tereddütlü hareket etmektedir fakat bu durum, sosyalistleri
“burjuva devrimin tamamlanması” konusunda hükümeti teşvik etmekten veya
zorlamaktan alıkoymamalıdır.

C. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası: Sağ Muhalefet ve Şefik Hüsnü

1924 yılında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TpCF)’nın kurulmasından


sonra, Şefik Hüsnü, “Ülkemizde Siyasal Partilerle Sınıflar Arasındaki İlişki” isimli
bir yazı yazmıştır. Şefik Hüsnü’ye göre TpCF’nin kurulması, “burjuva partilerinin
artık yüzlerine maske takarak halk huzuruna çıkmaya başladıkları” bir döneme
girilmiş olduğunun parlak bir örneğini oluşturmaktadır. 230

Şefik Hüsnü’ye göre, TpCF, “büyük sanayi” sınıfını yani burjuvaziyi temsil
etmektedir. Bu sınıfsal altyapısının bir ürünü olarak da iktisadi liberalizmi
savunmaktadır, devlet müdahalesine ve devlet tekellerine karşıdır. 231 Bu parti, işçi

229
“Yıkıcı Halkçılıktan Yapıcı Halkçılığa”, Aydınlık, Aralık 1924, sayı 28, Şefik Hüsnü Türkiye’de
Sosyal Sınıflar, 1997, s. 215.
230
Aydınlık, sayı 28, Aralık 1924, ibid, s. 231.
231
ibid.

66
sınıflarını tehdit eden bir program çerçevesinde mücadeleye atılmaktan
232
çekinmemektedir.

Şefik Hüsnü’ye göre, Halk Fırkası ve TpCF, aynı sınıfın farklı


görünümleridir; burjuva sınıfının imtiyazlarını değişik usullerle savunan örgütlerdir
ve bu anlamda işçi sınıfına karşıdırlar. 233

Bu farklı görünümleri Şefik Hüsnü başka bir yazısında açıklamıştır. Şefik


Hüsnü’ye göre, burjuvazi ekonomik eğilimleri açısından ikiye ayrılır. Bunlardan
birincisi, İTC’nin ekonomik faaliyetleri sonucu ortaya çıkan “kozmopolit
kapitalistler” yani vurguncular ve ticaret sermayedarlarıdır. Bugün, yabancı finans
kapitalin ortakları olan bu vurgun kapitalistlerini TpCF temsil etmektedir. İkinci grup
ise, “sınai sermaye”dir. Halk Fırkası’nın dayandığı küçük burjuva unsurlar arasında
böyle himayeci ve çıkarları “ulusal bir ekonominin kurulması” yönünde olan bir sınıf
yükselmektedir. 234

Şefik Hüsnü’nün işçi sınıfının bağımsızlığını kesin bir tarzda vurgulamaya


başlaması da TPcF’nın kurulmasından sonraki döneme rastlamaktadır. Ayrıca Şefik
Hüsnü, önceleri sosyalist mücadelenin zamansız olduğunu belirtmesine rağmen
aşağıdaki alıntısında işçi sınıfının yakın bir gelecekte iktidarı ele geçireceğinden
bahsetlmektedir. Burjuva partilerinin (Halk Fırkası ve Terakkiperver Cumhuriyet
Fırkası), iyi niyetten uzak bir şekilde, işçi sınıfını özel çıkarları için peşlerinden
sürüklemeye çalıştığını belirttiği yazısında, bu konuda başarıya ulaşılamayacağını
vurgulamaktadır:

Fakat burjuvalarımız şunu akıllarında tutsunlar ki, ne yalan


ne gösteriş ne de korkutma.. işçi sınıfına bağımsız bir sınıf
olduğunu, bizzat kendi amaçları için çarpışmak zorunda
bulunduğunu, ekonomik evrimleşmenin baskısı ile yakın bir
gelecekte iktidarı ele almasının söz konusu olacağını ve bu
tarihi görevi gereği gibi yapabilmek için güçlü bir örgüt
çevresinde toplanması gerektiğini unutturmayacaktır.. bu
partilerin, kendisini ezmek ve soymakla geçinen burjuva

232
“Türk Köylü Sınıfının Kurtuluşu”, Aydınlık, 1 Ocak 1925, Şefik Hüsnü Türkiye’de Sosyal
Sınıflar, 1997, s. 238.
233
“Ülkemizde Siyasal Partilerle Sınıflar arasındaki İlişki”, Aydınlık, Aralık 1924, sayı 28, Şefik
Hüsnü Türkiye’de Sosyal Sınıflar, 1997, s. 235.
234
“Türkiye’de Ekonomik Sorun 1, Aydınlık, Şubat 1925, sayı 30, ibid, s. 244, 245.

67
sınıfının imtiyazlarını değişik usullerle savunan karşı örgütler
olduğunu her Türk işçisi bilmelidir. 235

4. EKONOMİ: KAPİTALİST OLMAYAN YOLDAN GELİŞME

Şefik Hüsnü, Türkiye’nin ekonomik gelişiminin kapitalist olmayan bir yoldan


yönlendirilebileceğini ve hükümetin de bu anlamda etkilenebilir olduğunu
düşünmekteydi. 236 “Gerçek Devrime Doğru” isimli yazısında, şu tespitleri
yapmaktadır:

..özel teşebbüs ve serbest rekabet yollarında, Türk


burjuvazisinin bugünden yarına büyük kapitalistliğe erişmesi,
ülkenin ekonomik durumuna hakim olması pek umulamaz.
Daha uzun bir süre ve özellikle de pek yakın olan kalkınma
döneminde, en başta gelen işlerin sağlayacağı büyük gelirleri-
Rumlar bir yana bırakılsa bile- gene yabancı ve Musevi
unsurlar cebe atacaklardır. Türkler pek az istisnalarla
bunların uyduları durumunda kalacaklardır. Bu bakımdan
kaşarlanmış Avrupalı bir burjuva zihniyeti taşımayan Türk
mücahitlerinin gönüllü olarak kapitalizm muhafızlığı etmesi
çok uzaktır. 237
“Kapitalist olmayan yol” kavramının Şefik Hüsnü’nün görüşlerinde “özel
sektör kapitalizmine karşı bir devletçilik savunusu” 238 olarak somutlaştığını
görüyoruz. Bu anlayışın bir ürünü olarak, Şefik Hüsnü, kapitalizmin ve kapitalist bir
burjuva sınıfının gelişmesini adeta iradi bir durum olarak nitelendirmektedir:

Devrim yolunda devam etmezsek, ülkemizde gündelik varlığı


pek o kadar hissedilmeyen kapitalist burjuva sınıfını adeta
yaratmış olacağız. 239
Şefik Hüsnü’nün ekonomi üzerine en çok eleştiri aldığı yorumlardan biri,
İktisat Kongresi üzerine yazdığı yazılarda, Kongreyi olumlu bir gelişme olarak
değerlendirmesi olmuştur. İşçilerin yeteri kadar temsil hakkının olmadığı ve kongre
ile liberal bir yola sapıldığı yönündeki eleştirilerin aksine Şefik Hüsnü, İktisat

235
“Ülkemizde Siyasal Partilerle Sınıflar arasındaki İlişki”, Aydınlık, Aralık 1924, sayı 28, Şefik
Hüsnü Türkiye’de Sosyal Sınıflar, 1997, s. 235.
236
M. Tunçay, 2000, s. 226.
237
Aydınlık, 1 Aralık 1922, Şefik Hüsnü Türkiye’de Sosyal Sınıflar, 1997, s. 95.
238
Şefik Hüsnü’nün devletçilik üzerine, “ulusun iktisadi gelişmeye ulaşması için ortaklaşa çabası”
şeklinde genel bir tamını bulunmaktadır. Bkz. “Toplumsal Düzenleme Konusu”, Aydınlık, sayı 20,
Şubat 1924, ibid, s. 178.
239
“Devrimimizin Gelişimi”, Aydınlık, sayı 12, 6 Ocak 1923, ibid, s. 106.

68
Kongresi’nin işçilerin gözünde değerinin büyük olduğunu ve kongrede “işçilerin
seçim programına temel olacak gayet geniş fikirleri” olduğunu yazmıştır. 240
Oybirliği ile kabul edilen önemli maddelerden bazıları, sendika ve grev hakkı, 8
saatlik çalışma süresi, vergi sisteminin değiştirilmesi olarak sayılmaktadır. Daha
sonraki yazılarında da, İktisat Kongresi’nde kabul edilen esasların yerine
getirilmemesini eleştirerek bu maddeler üzerinden hükümete yüklenmiştir.

Şefik Hüsnü’nün bu olumlu düşünceleri, Cumhuriyetin beklentileri


karşılamaması üzerine değişikliğe uğrayacaktır. Şefik Hüsnü, Cumhuriyet
kurulmadan kısa süre önce yazdığı bir yazıda, hükümet hakkındaki bazı endişelerini
yansıtmakta ve özel teşebbüse devam edildiği sürece, sınıf mücadelelerinin zorunlu
hale geleceğini vurgulamaktadır. Burada göze çarpan en önemli nokta, liberal
olmayan hükümet politikalarıyla sınıf mücadeleleri uğrağından geçmeyen bir
gelişmenin sağlanabileceğinin düşünülmesidir :

..Bizde ise, devlet adamlarımız devrimin başından beri, sınıf


farklarının pek derin olmadığını ve bu farkların sınıf
mücadelelerine yer verecek dereceleri bulmasına engel
olacaklarını ilan ettiler. Gerçekten Millet Meclisi
Hükümetinin şimdiki biçimi –özel teşebbüs devam ettiği ve
geliştiği sürece sınıfların teşekkülü ve mücadelesi zorunlu
olmakla beraber- bu amaç için en iyi şekildi. 241
Şefik Hüsnü’nün bu türden yorumlarının Kemalistlerle paralellik içinde
olduğunu vurgulamamız gerekir. Mustafa Kemal Halk Partisi’ni kurma kararı aldığı
zaman, şöyle bir açıklama yapmıştır: “Ben öyle bir parti kurulmasını tasarlıyorum ki
bu parti milletin bütün sınıflarının refahını ve mutluluğunu sağlamaya yöneltilmiş bir
programa sahip olsun.” 242

Ancak Cumhuriyetin kurulması ile Aydınlık çevresinde büyük bir hayal


kırıklığının meydana geldiğini “Kemalizm ve Kemalist Hükümet” başlığı altında
incelemiştik. Şefik Hüsnü, iç politika üzerine yazdığı yazılarda, en çok bir ekonomik
devrim yapılmaksızın sosyal düzenlemelere gidilmeye çalışılmasını eleştirmekteydi.
Şefik Hüsnü’nün bu 1924 yılına ait yazısına bakarak, “özel teşebbüs” veya “devletçi
usullerle” ekonomik gelişmenin bir an önce sağlanması gerektiğini düşündüğünü
240
“İktisat Kongresi’nden Sonra”, Aydınlık, sayı 14 Nisan 1923, Şefik Hüsnü Türkiye’de Sosyal
Sınıflar, s. 23.
241
“Devrim Esaslarının Değiştirilmesi”, sayı 18, Ekim 1923, ibid, s. 158.
242
13 Ocak 1923, Aktaran, İleri, 1970, s. 312.

69
görüyoruz. Özel sektör kapitalizmini tartışma alanına alması, Şefik Hüsnü’nün
“kapitalist olmayan yoldan gelişme” yönündeki umutlarını yitirmeye başladığını
göstermektedir:

Bugünkü medeniyet alemini kapitalizmin evrimi gıpta ile


baktığımız hale getirmiştir. Gözümüzün önünde duran bu
örnekten ders alalım. Bizim de ilk işimiz üretimimizi çağdaş
vasıtalarla artırarak büyük sermayeler biriktirmek olmalıdır.
Çabalarımızın ağırlık merkezini bu ekonomik alana aktarmak
zorundayız. Diğer her işte başarımız burada elde edeceğimiz
olumlu sonuçlara bağlıdır. 243
Şefik Hüsnü, Türkiye’nin yükselmesi için iki seçenek bulunduğunu belirtir.
Bunlardan biri, tercih edilmemekle beraber, liberal ekonomidir. Ancak Şefik Hüsnü
bu yoldan kapitalizmin kendi kendine gelişmesini beklemeye razı değildir:

..ya eskiden beri yapıldığı gibi özel teşebbüsün teşviki ve


desteklenmesi ile yetinilir, devlet iyiliksever bir gözlemci
durumunda kalır. Ve köhne ekonomi kurallarına dayanarak
Avrupa ve Amerika’da olduğu gibi, kendi kendine
kapitalizmin gelişmesi beklenir. Bu takdirde çoğunlukla cılız
kuvvetlerimiz kısa zamanda rekabet mücadelesinde gürbüz
yabancı sermayeye karşı zebun olacağından, yabancı tröstler
serbestçe gelir, ülkemizi bir sömürge gibi sömürür ve
halkımızı bağımsızlığından eder. 244
Bunun yerine, ikinci tercih olan, devlet kapitalizmini açıkça savunmaktadır:

..Hızla ilerlemek ihtiyacı, yerli kapitalizmin tek tek


çabalarıyla amaca ermenin imkansızlığını bize anlatır. Üretim
alanında az zamanda çok iş çıkarmanın tek yolu, ulusal
çabalarımızı ortak ve belirli bir amaca doğru bizzat devletin
yöneltmesidir. Özel deyimiyle vakit geçmeden bir devletçilik
(devlet sermayedarlığı) yapmaya koyulmalıyız. Çıkar yol
budur. 245
Tüm bu yorumlardan, Şefik Hüsnü’nün özellikle Cumhuriyet sonrasında
iktidarın “kapitalist bir yola girdiğini” ve “kapitalizmin bir zorunluluk haline
geldiğini” kavradığını görüyoruz. Türkiye’de çok cılız olan yerli burjuvazinin
yaratılmasının hem uzun bir süreç alacağını hem de yabancı kapitalistlerle baş

243
“Toplumsal Düzenleme Konusu”, Aydınlık, sayı 20, Şefik Hüsnü Türkiye’de Sosyal Sınıflar, s.
177-178.
244
ibid.
245
ibid.

70
edilemeyeceği için ülkenin sömürge haline geleceğini düşünen Şefik Hüsnü,
kapitalizmin bu yoldan gelişmesini beklemeye razı değildir.

Hükümetin tercihini kapitalist yönde yaptığı açıkça anlaşılınca, “devletçilik”


veya “devlet kapitalizmi” ve bu bağlamda “devlet tekelleri” daha açık olarak
savunulmaya başlanmıştır.

Tunçay’ın Şefik Hüsnü’nün bu görüşleri üzerine yorumu, “sosyalizme


geçmek için önce kapitalizmin gelişmesini bir ön mesele sayma” şeklinde ifade
edilebilecek “Menşevikçe bir kaygı da taşıyan bir eğilim” olduğu yönündedir.246
Ancak Şefik Hüsnü’nün görüşlerinde, bu eğilimin zaman zaman “üçüncü yolcu” bir
anlayışla bir arada görüldüğü düşünülmekle beraber, ön plana çıkanın daha üçüncü
yolcu bir seçenek olduğu düşünülmektedir.

Belirttiğimiz ve Şefik Hüsnü’nün yazılarında da örtülü olarak ifade edildiği


gibi, amaç, henüz sosyalist bir devrimin gerçekleşmesinin oldukça erken görüldüğü
Türkiye’de, şartların bir an önce olgunlaşmasını sağlamaktır. Ancak burada şartların
olgunlaşması olarak ifade edilen, “sosyalist devrimin, kapitalizmin gelişip
çelişkilerin keskin bir hale geldiği bir dönemde gerçekleşebileceği” şeklindeki
anlayıştan çok uzaktır. Şefik Hüsnü’ye göre, sosyalizme yaklaştıracak olan yol, “özel
sektör kapitalizminin yol açacağı acıları çektirmeden” 247 ve dolayısıyla sınıf
mücadelelerinin uğrağından geçmeden gerçekleştirilecek olan yoldur.

Şefik Hüsnü’nün düşünce sistematiğine göre, Türkiye’nin öncelikli sorunu


ekonomik refaha kavuşmaktır ve bunun için iki yol bulunmaktadır: Ya özel sektör
kapitalizmi yolu ile gelişme sağlanacak, kapitalist devletlerle baş edemeyen
girişimciler iflasın eşiğine sürüklenecek ve ülke bir kez daha emperyalizmin
boyunduruğu altına girecektir ya da devlet tekelleri yolu ile yavaş da olsa ekonomik
gelişme, bağımsız olarak yürütülecek 248 ve yerli burjuvazinin büyük kapitalist olması
engellenecektir. 249 Dolayısıyla, ekonomik bağımsızlık için tekelden vazgeçilemez.

246
M. Tunçay, 2000, s. 225, 226.
247
ibid, s. 226.
248
“Ekim İhtilali ve Türkiye”, Aydınlık, sayı 25, Eylül 1924, Şefik Hüsnü Türkiye’de Sosyal
Sınıflar, s. 219
249
ibid, s. 222.

71
Şefik Hüsnü, 1924 yılında yazdığı “Devlet Tekeline Niçin Taraftarız” isimli
yazısında, bu konuya şöyle açıklık getirmektedir:

Türkiye’nin ekonomik bakımdan yükselmesi, fakat aynı


zamanda, eskiden olduğu gibi, emperyalist kapitalist devletlerin
nüfuzu ve hakimiyeti altına düşmemesi için ne yapmalıdır?
Anlaşılması gereken nokta budur. Tekel, bu güç işi başarmak
için akla gelen çarelerin en pratiği ve en etkilisidir..Ülkeyi
maddi refah ve bolluğa ulaştırmak olan amacımıza belki biraz
geç ve güç erişeceğiz. İçinde bulunduğumuz ekonomik koşullar
bizim başarı şansımızı sınırlamaktadır ve devlet tekelinin tek
sakıncası da budur. Fakat emperyalist devletlerin ekonomik
esareti altına girmeyi kabul etmektense, ilerleme ve gelişme
yolunda yavaş da olsa kudretimiz yettiği tarzda yürümek bin kez
daha yeğdir. 250
Ancak Şefik Hüsnü, Halkçı Hükümetin, istenilen tarzda bir tekelcilik
yapmayacağının ortaya çıktığını açıklamaktadır. Yine de sosyalistler, böyle bir
anlayışı kabul ettirmek için mücadele etmelidirler:

Bugünkü..hükümetin..istenilen ruhta bir tekelcilik yapacağını


umacak kadar hayalci değiliz. Aydınlık’ta çıkan son
makalemizde 251 belgeleriyle açıkladığımız gibi Anadolu
köylüsünün ulusal zaferinden beri kaderimizi elinde tutanlar,
özel teşebbüs usulleriyle kalkınmaya can atan bir burjuva sınıfın
tüm niteliklerini taşımaktadırlar. Ve burjuvazi düne kadar kendi
hayatına kasteden Avrupa kapitalizmi ile bugün artık uzlaşma
safhasına girmiş bulunuyor. 252

5. ŞEFİK HÜSNÜ VE KOMİNTERN-I


Komintern’in Türkiye’ye ve Türkiye sol hareketine bakışını anlamak için,
“ulusal kurtuluş hareketleri” üzerine politikasını değerlendirmek gerekmektedir.
Komintern’in 1919 yılının Mart ayında toplanan 1. Kongresi’nde bu konuya çok az
önem verildiği, sömürgeler üzerine, “Kolonilerin kurtuluşu ancak metropol işçi
sınıfının kurtuluşu ile birlikte mümkündür” şeklinde genel bir yorumla yetinildiği
görülmektedir. 253

250
“Devlet Tekeline Niçin Taraftarız?”, Aydınlık, sayı 25, Eylül 1924, Şefik Hüsnü Türkiye’de
Sosyal Sınıflar, s. 219.
251
“İşçi Sınıfı Cumhuriyet Hakkında Ne Düşünüyor” isimli makalenin kastedildiği sanılmaktadır.
Bkz. ibid, s. 186.
252
“Devlet Tekeline Niçin taraftarız?”, ibid, s. 222.
253
F. Claudin, Komintern’den Kominform’a (Cilt 1), İstanbul, 1990, s. 313.

72
Ancak 1. Kongreden sonra, ulusal sorunun Komintern tartışmalarında önemli
bir yer tutmasını sağlayacak bazı gelişmeler olmuştur. Bunlardan birincisi, bir
proletarya devrimimin gerçekleşmesine ilişkin umutların biraz daha uzaklaşmasıdır.
İkincisi, anti-emperyalist ulusal kurtuluş hareketlerinin Batı’da bir devrimci kabarışın
yatışmasına karşılık, önemli bir gelişme göstermesidir. Son olarak ulusal sorunun
Sovyet Rusya içinde de ön plana çıkması, 19 Temmuz-7 Ağustos 1920 arasında
toplanan II. Kongrede bu konular üzerinde daha çok durulmasına neden olmuştur. Bu
kongrede tartışma temel olarak iki konu çerçevesinde dönmüştür: Ulusal kurtuluş
hareketlerinin nasıl dünya sosyalist devriminin bir parçası olarak
değerlendirilebileceği ve Komintern’in bu çerçevede nasıl bir politika izleyeceği. 254

“Milletler ve Sömürgeler Sorunu Komisyonu tarafından Komintern’in İkinci


Kongresi’ne sunulan raporda, tartışmalı olduğu belirtilen “geri kalmış ülkelerde
burjuva demokratik hareketler” sorunu hakkında oybirliği ile bu hareketlerin
“burjuva demokratik” yerine, “milli-devrimci hareket” olarak adlandırılmasına karar
verildiğinden söz edilmektedir. Bu terimi kullanmanın anlamı şöyle açıklanmaktadır:

Biz, komünistler olarak, sömürgelerde burjuva-kurtuluş


hareketlerini ancak devrimci oldukları ve ancak bu
hareketlerin bizim köylüleri ve sömürülen yığınları devrimci
bir ruhla eğitip örgütlememize engel olmadıkları takdirde
desteklemeliyiz. 255
Ayrıca II. Kongre’de dünya komünist partilerinin Komünist Enternasyonal’e
üye olmaları için yerine getirmeleri gereken 21 şart kararlaştırılmıştır. Bu şartlardan,
8. madde, emperyalist ülkelerdeki komünist partileri, ezilen milletlerin kurtuluş
mücadelelerini açık ve somut bir biçimde desteklemekle yükümlü kılmaktadır. 256

Bu türden konular, Komintern’in Üçüncü (1921), Dördüncü (1922) ve


Beşinci (1924) Kongrelerinde de tartışılmaya devam edilmiştir. Birinci kongrede
özellikle Hintli komünist Roy tarafından öne sürülen, “Avrupa kapitalizminin
sömürgelerden sağladığı kaynaklar sayesinde Avrupa proletaryasına ekonomik

254
F. Claudin, 1990, s. 313, 314.
255
C. Leiteisen, V. I. Lenin Doğuda Ulusal Kurtuluş Hareketleri, (çev.)Tektaş Ağaoğlu, İstanbul
1970, s. 333.
256
Komintern’in IV. Kongresine katılan Sadrettin Celal, bu şartın Avrupa ülkelerindeki komünist
partileri tarafından yerine getirilmediğini belirtmekte ve Komintern’i, şubelerini bu konuda
görevlendirmeye çağırmaktadır. Orhan (S.Celal), Doğu Meselesi Üzerine Tartışma, 23 Kasım, 1922,
Türkiye’de Komünist ve İşçi Hareketi, F. Bursalı (der.), 1979, s. 82.

73
tavizler verme konumunda olduğu ve bu yüzden Avrupa’daki devrimci hareketin
kaderinin bütünüyle Doğudaki devrimin gidişatına bağlı bulunduğu” şeklindeki tez
İkinci Kongrede önemli bir politika değişikliğinin habercisi olarak şu şekilde formüle
edilmiştir:

Sömürgelerden sağlanan fazla kar modern kapitalizmin başlıca


dayanağıdır ve kapitalizm, bu fazla kar kaynağından yoksun
bırakılmadıkça Avrupa işçi sınıfının kapitalist düzeni yıkması
mümkün olmayacaktır. 257
Şefik Hüsnü’nün de, Aydınlık’ta yayımlanan yazılarındaki görüşlerinde de
buna benzer bir savunu göze çarpmaktadır. Şefik Hüsnü , incelediğimiz gibi, yabancı
ve yerli kapitalistler ile devlet arasında yaptığı seçimin bir ayağını bu teze
dayandırmaktaydı. Şefik Hüsnü’ye göre bütün geri kalmış ülkelerin bağımsızlık
mücadelelerinin alkışlanması gerekiyordu çünkü bu, dünya devrimi yolunda bir
adımdı.

Artık sömürge halklarının kurtuluş mücadelesine dünya devrimci


mücadelesinde önemli bir rol veren ve artık bu türden bağımsızlık mücadelelerini
metropollerdeki proletaryanın zaferine bağımlı görmeyen Komintern’in bu sömürge
politikasının aslında Sovyetlerin dış politikası ile ilgili kaygılardan etkilenerek
oluşturulduğu anlaşılmaktadır. 258

Bu konunun anlaşılması için, Türkiye ile yaşanan deney özellikle önem


kazanmaktadır. Kemalistlerle girişilen işbirliği ve dostluk döneminden sonra,
Türkiye sol hareketi de, bu ilişkiler çerçevesinde Komintern’in prizmalarından
değerlendirilecektir. Örneğin, 1921’de iki ülke arasında imzalanan dostluk anlaşması,
Mustafa Suphiler’in öldürülmesinden sonraki bir tarihe denk gelmektedir.

Komintern, 1923 yılında, Şefik Hüsnü’nün görüşlerine benzer şekilde,


Türkiye’deki işçi hareketini şöyle değerlendirmektedir:

Türkiye’de çok az sayıda endüstri işçisi olduğu, sendikalar kötü


örgütlenmiş olduğu, sosyalist fikirler aralarında pek
yayılmadığı, kalıcı milliyetçi ve dinsel önyargılar taşıdıkları
için, işçi hareketi henüz embriyon dönemindedir. 259

257
F. Claudin, 1990, s. 317.
258
ibid.
259
Verney, “Under Kemalist Rule”, Inprecorr, cilt 3, sayı 48, 5 Temmuz 1923, s. 480-481, aktaran M.
Tunçay, “Komintern ve Türkiye”, Birikim, 1979, s.75.

74
Tüm bu bilgilerin ışığında, Komintern’in Aydınlık grubu ile olan ilişkilerin
seyrine dönebiliriz. İncelediğimiz dönemde ilişkilerin başından itibaren sorunlu
geliştiği ve Şefik Hüsnü ile diğer Aydınlık yazarlarının çok kere “sınıfsal işbirliği”
iddialarıyla karşılaştıkları görülmektedir. O sıralarda İstanbul’da faaliyet gösteren ve
Kızıl Sendikalar Enternasyonali (Profintern)’e bağlı olan Beynelmilel İşçiler İttihadı,
değişik uluslararası forumlarda, Aydınlık grubunu “burjuvaziye hizmet”le
suçlamıştır. Aydınlık’ta sıkça incelenen “ulusal bağımsızlık” sorunsalını
enternasyonalizmden sapma olarak değerlendirerek bu durumu Komintern’e
bildirmişlerdir.

1922 yılında Komintern’in Dördüncü Kongresinde bir konuşma yapan


Sadrettin Celal, bu türden suçlamalara karşılık, İstanbul komünistlerinin düzenli yer
altı örgütlenmesi ve başarılı sendika çalışmaları yaptıklarını ifade etmiştir. Ayrıca
Sadrettin Celal konuşmasında, asıl işleri baltalayanın Beynelmilel İşçiler İttihadı
olduğunu belirtmiştir:

..Temmuzda bu grup (İstanbul Grubu), sermayenin genel


saldırısına karşı bir Birleşik Cephe oluşturmak için İstanbul’daki
en önemli işçi sınıfı örgütlerini bir toplantıya çağırdı. Fakat o
zamana dek bizim şehirdeki en yüksek sınıf bilinçli işçi sınıfı
örgütü saydığımız Beynelmilel İşçiler İttihadı, işçi sınıfının
henüz hazır olmadığını, önce eğitilmesi gerektiğini öne sürerek
bu girişimi sabote etti. 260
Bu kongreden sonra da Aydınlık grubu artık Komintern’in bir seksiyonu
haline gelmiştir. Bu pratikte, TKP’nin izleyeceği politikanın bundan böyle
Komintern tarafından belirleneceği anlamına gelmektedir. 261

Bu durumu İstanbul’da inceleyen Komintern görevlisi Şarki Rizayev ise 7


Nisan 1923 tarihli mektupta şu saptamayı yapmıştır:

Komünist Enternasyonal Yürütme Kurulu’nun Doğu Bölümü,


şimdiye kadar Aydınlık çevresinin burjuva milliyetçi
eğilimlerden ve aydınlardan oluştuğu şeklinde yanlış
bilgilendirilmiştir. 262
Komintern-Aydınlık grubu arasındaki anlaşmazlığın 1923 yılındaki İktisat
Kongresi’nde yeniden patlak verdiğini görüyoruz. Bu anlaşmazlıkta, Şefik

260
Aktaran, M. Tunçay, 2000, s. 509,510.
261
B. Şen, 1999, s. 97.
262
ibid, s. 94.

75
Hüsnü’nün İktisat Kongresi’ni olumlu değerlendirişi yanında, Kongreden sonra
yazdığı ve cumhuriyetçilerle sosyalistlerin işbirliğini savunduğu yazılar önemli rol
oynamıştır. 263

Komintern’in 17 Haziran-8 Temmuz 1924 tarihleri arasında toplanan Beşinci


Kongresinde de Aydınlık’ın en çok eleştirildiği nokta, bu “sınıfsal işbirliği” ve
“ulusal kapitalizmin geliştirilmesi” savunuları olmuştur. Komintern, Aydınlık
grubunun tutumunu, “ulusal burjuvazinin sol kanadına dönüştüren tehlikeli bir
oportünist sapma” 264 olarak değerlendirmiştir.

Komintern’in görüşlerini dile getiren Manuilski’ye göre, Aydınlık’ın yanlışı,


“İkinci Enternasyonal’in sosyal-patriyotik ideolojisi”nden kaynaklamaktadır. 265

Bu açıdan bakıldığı zaman, Şefik Hüsnü’nün Beşinci Kongreden sonra


yazdığı “Devlet Tekeline Niçin Taraftarız” yazısı, bir anlamda bu eleştirilere karşı
bir savunu niteliği taşımaktadır. Şefik Hüsnü, bu “sol”dan gelen eleştiriye yer
vermiştir. Ona göre, “Yoksul kitlelerin yabancı ve yerli kapitalistler veya tekelci bir
burjuva hükümeti tarafından ezilmesi arasında önemli bir fark bulunmadığı”
şeklindeki görüş sahipleri yanılmaktadır. Çünkü, evriminin son sınırına varmış olan
Avrupa kapitalizmi, içine düştüğü bunalımdan kurtulmak için geri kalmış ülkelere
yönelecektir: “Hem bolluk hem yokluktan (ürün stokları ile hammadde yokluğu)
bunalmış olan kapitalizme, kendi ciğerlerimizden bir hayat üflemiş olacağız.” 266

Manuilski’nin Türkiye ile ilgili diğer önemli sözleri şunlardır:

İkinci Kongrede genç Komünist kesimlerini iktidar yolunda


yürüyen burjuvazinin önderliği altındaki ulusal kurtuluş
hareketleri konusunda alacakları tutumu belirledik. Fakat o
zamandan beri Doğu ülkelerinde yeni bir durumla karşılaştık:
İktidarı ele geçirmiş burjuvazilere karşı ne yapacağız? 267
Bu sözlerden, henüz yeni bir sorunsal olarak görünen bağımsızlık
mücadeleleri ile ilgili, sadece Türkiyeli komünistlerin ve Şefik Hüsnü’nün değil,
Komintern’in de bir bulanıklık içinde olduğu anlaşılmaktadır. Burada Şefik Hüsnü

263
B. Şen, 1999, s. 96.
264
ibid. s. 96.
265
M. Tunçay, 2000, s. 191.
266
“Devlet Tekeline Niçin Taraftarız”, Aydınlık, sayı 25, Eylül 1924, Şefik Hüsnü Türkiye’de
Sosyal Sınıflar, 1997, s. 221.
267
Aktaran, M. Tunçay, 2000, s. 559.

76
ile aralarındaki anlaşmazlığın, “burjuvazi ile işbirliği yapılacak süre”de ortaya çıktığı
görülmektedir. Şefik Hüsnü, Cumhuriyet kurulduktan sonra da, kazanımların
savunulması ve korunması adına bu işbirliğinin sürdürülmesi gerektiğini ifade
etmekteydi.

Manuilski, başta sorduğu soruya, konuşmasının devamında bir cevap


vermemiş, Aydınlık grubunu eleştirmeye devam etmiştir. Manuilski’ye göre
Aydınlık’ın sahip olduğu görüş, “Yasal Marksizm” 268 adı verilen bir eğilime tekabül
etmekteydi. Ayrıca, bu grup, “üretici güçlerin gelişmesinin çıkarları” ile
“kapitalizmin gelişmesinin çıkarları”nı karıştırmaktaydı. 269

Bu gelişmeden sonra ilişkilerin ne kadar gergin bir noktaya geldiğini


belirtmekte fayda vardır. İstanbul grubunun Komintern’e gönderdiği, Türkiye
politikasını gözden geçirmesini istediği mektuba 270 Komintern şöyle bir karşılık
vermiştir:

Yazdığınız ani ve kısa mektubunuzda Doğu Bölümünün


Türkiye’de izlediği politik çizgiyi, hiçbir kanıt göstermeden
olgunlaşmamış, irreel ve ütopik olarak ilan ediyorsunuz. 271
Yavaş yavaş Kemalist hükümeti eleştirmeye başlayan Şefik Hüsnü ve
Aydınlık yazarları, bu tarihten sonra hükümeti, “bir burjuva yönetimi” olarak
değerlendirmeye başlayacaklardır. Bunda Komintern’in eleştirilerinin katkısının
büyük payı olduğu açıktır. Ancak yazılarda görüldüğü gibi hala bir “savunu” havası
sezilmektedir. Şefik Hüsnü’nün görüşlerindeki değişiklik, 1925 yılından sonra daha
açıklık kazanacaktır.

268
Aydınlık grubu, Rusya’daki işçi sınıfını kapitalizmin gelişmesini teşvike çağıran “legal
Marksizm” olarak tanımlanan Struvercilik hareketine benzetilmiştir.
269
“KEYK Raporu, Türkiye Komünist Partisi, Komünist Enternasyonal 5. Dünya Kongresi Tutanağı”,
1924, s. 625-633, Türkiye’de Komünist ve işçi Hareketi, 1979, s. 120.
270
Bu mektuba herhangi bir kaynakta rastlanmadı. İçeriği için Şen (1998, s. 95)’in yorumundan
yararlanılmıştır.
271
Aktaran, B. Şen, 1999, s. 95.

77
İKİNCİ BÖLÜM

1925-1937 DÖNEMİ: TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ VE ŞEFİK HÜSNÜ


DEĞMER

I. 1925-1937 YILLARI ARASINDA TKP: İLLEGAL FAALİYET


DÖNEMİ

1. 1925 YILI İÇİNDE TKP: BİR DÖNEMİN BİTİŞİ

A. 1925 TKP Kongresi

1925 yılı, TKP için pek çok açıdan dönüm noktası olmuştur. 1919-1924
yılları arasında TKP önderlerinin zihinlerinde bulanıklık yarattığını gördüğümüz
kuramsal sorunlar, bu dönemden sonra tekrar ve Komintern’in eleştirisi üzerine,
onun öngördüğü doğrultuda ele alınacak ve söz konusu karmaşa derinleşecektir.

1925 yılının başlarında, Aydınlık dergisinin çıkarılmasına devam edilmiş ve


21 Ocak 1925’ten itibaren Orak Çekiç adı altında ayrı bir “Haftalık Siyasi Amele ve
Köylü Gazetesi” çıkarılmaya başlanmıştır. Bu gazetenin günlük işçi olaylarını ele
aldığı ve Komintern’in eleştirilerine de uygun şekilde, Halk Fırkası’nı “burjuvalaşma
süreci içinde bozguncu bir yapı” olarak değerlendirdiği görülmektedir. 272

Ancak bu ifadelerde Komintern’in etkisi de göz ardı edilmemelidir. Çünkü


1924 yılında TKP’yi “sağ sapma” ile suçlayan Komintern, 1925 tutuklamasından
sonra da, TKP’ne, “kitle partisi olması ve Bolşevikleşmesi için yöntemlerin
anlatıldığı beş maddelik bir yönerge” göndermiştir. 273

Şefik Hüsnü de, Aydınlık’ın son sayılarında Halk Fırkası’nın değişime


uğramasının niçin “zorunlu” olduğunu şu sözlerle açıklamaktadır:

İktidardan yararlanarak bir kısım küçük ve orta sermayenin


sahipleri cüretli işlerle büyük güce sahip olur, artık ekonomik
baskı istemezler.. Zorunlu olarak yabancı sermaye ile işbirliği
ederler. Hükümete baskıda bulunurlar...Halk Fırkası bu iniş
üzerindedir..Bu küçük burjuva fırkasına mensup nüfuzlu

272
M. Tunçay, 2000, s. 194, 195.
273
B. Şen, 1999, s. 97.

78
üyelerin sermayeleri arttığı oranda devrimciliği
azalacaktır. 274
Böyle bir stratejik değişim ortamında, 15 Şubat 1925’te (Şeyh Sait
İsyanından iki gün önce) Şefik Hüsnü’nün Akaretler’deki evinde Parti Kongresi
toplanmıştır. 275 Bazı yazarlar tarafından bu, üçüncü kongre olarak adlandırılmakla
beraber, Komintern’in dördüncü kongresinden itibaren TKP Teşkilatlanma Sekreteri
unvanını kullanmaya başlayan Şefik Hüsnü, 1925 yılındaki Kongreyi TKP’nin ilk
kongresi saymaktadır. 276

Tunçay’a göre, bu kongre hakkında bildiklerimiz, hakkındaki söylentilere


dayanmaktadır. 277 Sayılgan, kongreye katılanlar arasında şu isimleri saymaktadır:
Hasan Ali (Ediz) 278, Nazım Hikmet (Ran) 279, Dr. Hikmet (Kıvılcımlı) 280, Baytar

274
Aktaran, R. N. İleri, 1970, s. 291.
275
E. Akbulut, 2002, s. 31.
276
E. Akbulut, 2002, s. 70.
277
M. Tunçay, Türkiye’de Sol Akımlar-2 (1925-1936), İstanbul, 1992, s. 20.
278
1904’te doğdu. 1 Mayıs 1923 dolayısıyla gerçekleştirilen TİÇSF’na yönelik tutuklamada yer aldı.
SSCB’ne giderek KUTV’da eğitim gördü. 1925 TKP Kongresinde MK üyeliğine seçildi. 1925 Takrir-
i Sükun Kanunu’ndan sonra, gıyaben 15 yıl ceza aldı.1926’da Viyana Konferansına katıldı. 1927
tevkifatında da gıyaben hapis cezasına çarptırıldı. 1929 yılındaki tutuklamalardan sonra, TKP
yöneticilerinin büyük çoğunluğunun tutuklanması sebebiyle, 1930 yılında Şefik Hüsnü tarafından
Moskova’dan Türkiye’ye gönderildi. 1930 yazında tutuklandı.1933 affıyla hapisten çıktı.1935-36
yılında bazı gazete ve dergilerde yazıları yayımlandı. Bu tarihlerden sonra TKP ile ilişkisini kestiği
sanılmaktadır.
279
1902’de doğdu. 1921 yılında kısa bir süre öğretmenlik yaptı. 1922’de KUTV’da eğitim gördü.
1924 yılında Türkiye’ye dönerek Aydınlık’ta yazılar yazmaya başladı. 1925’te TKP Kongresine
katıldı. 15 yıl kürek cezasına mahkum edildiği 1925 davasından önce SSCB’ne gitti. 1926’da Viyana
Konferansı’na katıldı. 1927 yılında gıyaben 3 ay hapse mahkum oldu .1928 yılında tutuklanarak 3 ay
hapis cezası aldı. TKP içindeki Muhalefet Grubuna öncülük etti. 1929 yılında Pavli adasında bir
kongre düzenledi ve bunun üzerine 1930 yılında TKP’nden atıldı. 1932 yılında 4 yıl hapse mahkum
oldu, 1933 affı ile cezası düştü. 1936 yılında gizli örgüt yöneticiliği iddiasıyla tutuklandı ancak
yargılama sonunda beraat etti. 1937 yılı sonlarında kendisini ziyarete gelen bir Kara Harp Okulu
öğrencisini polis sanarak İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne haber vermesinden sonra başlayan
“Harbiye” ve “Donanma” davalarında yer aldı. 1950 yazında afla tahliye oldu. 1951 yazında
Türkiye’den ayrılarak SSCB’ne gitti. 1963’te Moskova’da öldü.Şiirleri, oyunları, yazıları, mektupları
29 ciltte toplandı. Hakkında 100’den fazla kitap yazıldı.
280
1902’de dünyaya geldi. 1919’da Kuvayı Milliye hareketine katıldı.Askeri öğrenci olarak
gerçekleştirdiği tıp öğrenimi sırasında TİÇSF aracılığıyla devrimci faaliyete katıldı. Aydınlık’ta takma
adla yazılar yazdı. 1925’te TKP Kongresine katıldı.Aynı yıl, 10 yıl kürek cezasına çarptırıldı ve ertesi
yıl çıkan afla tahliye oldu. İllegal Alev ve Bolşevik dergilerini çıkardı.1927 tevkifatında yer aldı, 3 ay
hapse mahkum oldu. 1928’de Kıvılcım dergisini çıkardı. 1929’da 4 yıl 6 ay hapis cezası aldı. 1933
affı ile hapisten çıktı. 1935’te Marksizm Bibliyoteği yayınevini kurdu.Marx, Engels ve Lenin’in
eserlerini yayımladı. 1938 yılı Donanma davasında 15 yıl ağır hapis cezasına mahkum edildi.1950 affı
ile hapisten çıktı. 1954’te Vatan Partisi’ni kurdu. Parti 1957 yılında kapatıldı ve Hikmet Kıvılcımlı da
2, 5 yıl hapis yattı. 1965 yılında Tarihsel Maddecilik yayınlarını kurdu. Tarih Tezi’ni “Tarih, Devrim,
Sosyalizm” adıyla yayımladı. 1967’de Sosyalist Gazetesini yayınladı. 1968’de İşsizlik ve Pahalılıkla
mücadele Derneği’nin kurucuları arasında yer aldı. 1971 yılında öldü. Hikmet Kıvılcımlı’nın
ölümünden önce ve sonra pek çok eseri yayımlandı.

79
Salih (Hacıoğlu), Elektrikçi Nuri, Faik Usta, Şevket Süreyya (Aydemir) 281, Devlet
Demiryolları memurlarından Mahmut ve Vanlı Kazım. 282 Akbulut, kongrede 28
delege ve o dönem için nispeten güçlü olan Komsomol’dan birkaç temsilcinin hazır
bulunduğunu yazmıştır. 283 Kongrenin gündeminde şu sorunlar yer almıştır:

1. Köylü sorunu. Konuşmacı, Hacıoğlu Salih.


2.İşçi sınıfının durumu ve işçiler arasında yürütülen çalışmalar.
Konuşmacı, Şevket Süreyya
3.Gençlik içinde çalışma. Konuşmacı, Alimov
4.Parti tüzüğü

5.Parti yönetim organlarının seçimi 284


Türkiye’deki komünist örgütlerin parti etrafında toplanmasını sağlayan bu
kongrede, Şefik Hüsnü genel sekreterliğe seçilmiş ve ülkedeki gergin hava da hesaba
katılarak Şefik Hüsnü’ye oldukça geniş yetkiler tanınmıştır.

B. Takrir-i Sükun Kanunu ve 1925 Tutuklaması:

1925 Kongresi toplanmadan kısa bir süre önce, Mete Tunçay’ın “dinsel bir
giysi altında ulusal bir başkaldırı” 285 olarak nitelendirdiği Şeyh Sait ayaklanması
patlak vermiştir. Ancak bu ayaklanmayı hem TKP’liler hem de Komintern organları
İngiliz emperyalizminin kışkırtmasıyla, ilerici burjuvaziye karşı gerici feodalizmin
tepkisi olarak değerlendirmişlerdir 286

Orak Çekiç’in 5 Mart 1925’te çıkan yedinci ve son sayısı, Şeyh Sait isyanına
şiddetle cephe almaktadır:(manşet) “Yobazların Sarıkları Yobaz Zümresine Kefen
Olmalı! Yobazlarıyla, Ağalarıyla, Şeyhleriyle, Halifeleriyle, Sultanlarıyla Birlikte
Kahrolsun Derebeylik! İrtica ve Derebeyliğe Karşı Mücadele İçin Köylüler Köy
Meclisleri, Ameleler Sendikalar Etrafında Teşkilatlanmalıdırlar.” Ayrıca TKP’nin
bu süreçte hükümet ile birlikte hareket edeceği açıklanmıştır: “Arkadaş, kara kuvvet
281
1897’de doğdu. Mustafa Suphi’nin kurduğu TKP’ne katıldı. 1921’de KUTV’da eğitim gördü. 1924
sonlarında Türkiye’ye dönerek Aydınlık dergisinin yazı kadrosuna katıldı.1925 TKP Kongresine
katıldı, 1925’te 10 yıl kürek cezasına mahkum oldu. 1926 affı ile hapisten çıktıktan sonra TKP içinde
etkin olmaya başladı. 1927 tutuklamasında yer aldı. Bu tarihten sonra TKP’nden koptu ve 1932’de
Kadro hareketi içinde yer aldı.1976 yılında öldü.
282
A. Sayılgan, 1972, s. 189.
283
E. Akbulut, ibid, s. 30.
284
ibid.
285
M. Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması (1923-1931),
İstanbul, s. 136.
286
M. Tunçay, 1992, s. 20.

80
bizim de, burjuvazinin de düşmanıdır. Biz herşeyden evvel bu düşmanı yenmeliyiz;
burjuvazi ile de ayrıca kozumuzu paylaşırız.” 287

“Kürt ayaklanması”nın görünüş olarak irticai bir temele dayanması, Halk


Fırkası’nın yalnız bu hareketi bastırmayıp, kendisine karşı belirmiş tüm tepkileri
söndürebilmesi için zemin hazırlayıcı bir etken olmuştur.

Yeni kurulan İsmet Paşa Kabinesi, bir yandan Doğudaki ayaklanmayı askeri
tertiplerle tasfiye ederken bir yandan da 4 Mart 1925 yılında kabul edilen Takrir-i
Sükun Kanununa dayanarak her türlü muhalefeti susturmuştur. 1924 yılında kurulan
ve Halk Fırkası’nın giriştiği siyasal devrimlere ve özellikle de laikliğe karşı halk
kitleleri arasında doğan tepkilerin aracı olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası gibi,
Şeyh Sait ayaklanmasında hükümeti destekleyen TKP de bu çerçevede yer almıştır.
Komintern Yayınlarında bu tutuklamaların sebebi, şöyle açıklanmıştır:

TKP 1925’teki tutuklamalardan önce, Aydınlık adlı yasal bir


aylık kuramsal organ (1500 tiraj), aynı adla (Fevkalade
Amele Nüshaları) bir işçi organı (3000 tiraj), Orak Çekiç diye
bir haftalık gazete, ayrıca yasadışı bir organ
yayımlanmaktaydı. Bunlardan başka 5 tane yasal risale
(toplam tiraj 15000) ve birçok yasadışı risaleler çıkarmıştı.
Parti, Kemalist özgürlüğün değerini abartarak 1924’te bütün
aygıtını yasallaştırmış ve bu yargılama sonucunda geniş
ölçüde zayıflamış ve çözülmüştür. 288
Komünistlere karşı yürütülen kovuşturma, ilk olarak Aydınlık ve Orak Çekiç
dergilerinin yayımlanmasına son verilmesi ile başlamıştır. 289 Bunun üzerine Şefik
Hüsnü ve Hasan Ali Nisan ayında yurtdışına kaçmışlardır. Kalanların çoğu ise
mücadeleye devam etmeye çalışmışlar, yayın organlarının kapatılması üzerine,
Bursa’da beş yıldır çıkmakta olan Yoldaş gazetesine el koyarak 23 Nisan’da onu
radikal bir içerikle yayımlamaya başlamışlardır. Ancak 1 Mayıs 1925’te
yayımladıkları bir beyanname üzerine, bu çevre üyelerinin 38 kişi olmak üzere,
hemen hemen tüm ileri gelenleri tutuklanarak Ankara’daki İstiklal Mahkemesi’nde
“komünist teşkilat ve propagandası yapmak suretiyle emniyet-i dahiliyeyi ihlal ve
binnetice şekl-i hükümeti tağyire matuf ef’al ve harekatta bulunmak” ithamı ile

287
M. Tunçay, 2000, s. 199.
288
“The Communist International:Between The Fifth and Sixth World Congresses”, 1924-1928,
London, 1928; M. Tunçay, 2000, s. 200.
289
A. Sayılgan, 1972, s. 191.

81
yargılanmışlardır. 12 Ağustos 1925’te verilen karara göre, çoğu, 7, 10 ve 15 senelik
üç kategori üzerinden küreğe mahkum edilmişlerdir. 290

Sayılgan’a göre, bu davada hüküm giyen komünistlerden bazıları şunlardır:


Yoldaş gazetesi sahibi İbrahim Hilmi, Amele Teali Cemiyeti azasından Şevki,
Elektrikçi Nuri, Güzel Sanatlar öğrencisi Samih, Öğrenci Nuri Haydar, Sadrettin
Celal (Antel), 7’şer yıla; Süleyman Necati (üster), Amele Teali Cemiyeti Genel
Sekreteri Abdi Recep, Şevket Süreyya (Aydemir), Orak Çekiç gazetesi müdürü
Eczacı Vasıf, Askeri Doktor Mümtaz, Askeri Tıp talebesi Hüseyin Hikmet
(Kıvılcımlı), 10’ar yıla; Şefik Hüsnü (Değmer), Nazım Hikmet (Ran), Hasan Ali
(Ediz) de 15’er yıla mahkum olmuşlardır. 291 Tunçay, Şefik Hüsnü’nün Almanya’ya,
Hasan Ali ve Nazım Hikmet’in Rusya’ya gittiğinin anlaşıldığını yazmıştır. 292

Şefik Hüsnü, 1926 yılında yazdığı “Türkiye’de Komünist Hareket”


isimli yazısında, 1925 tutuklamasını şöyle değerlendirmiştir:

..Aynı yılın (1925) 5 Mart’ında Kemalist burjuvaziden


korkunç bir darbe yediği zaman Komünist hareket, bu çok
verimli çalışmanın en iyi dönemindeydi. Komünist
savaşçıların çalışmaları öteden beri sıkı bir polis denetimi
altındaydı. Hükümetin, bu çalışmalara son vermek için en
küçük bir fırsatı kullanacağı herkes tarafından biliniyordu.
Ancak bütün komünist yayınların çıkmasını bir anda
yasaklayan bakanlık yönergesi yine de beklenmiyordu.
Çünkü, o sırada, aşırı sert önleme gerekçe olacak hiçbir şey
olmamıştı. 293
Ayrıca yazıda, polisin illegal bir partinin varlığını kanıtlayacak önemli
belgeler ele geçirmiş olduğunun sanıldığı fakat iddianamede yargılanan komünistler
aleyhine hiçbir ciddi kanıtın bulunmadığının anlaşıldığı belirtilmektedir.

1925 tutuklaması, Türkiye sol hareketi için bir dönemin bitişini


simgelemektedir. Şefik Hüsnü de bu durumu, “Bu kayıplar yüzünden ağır bir darbe
yiyen komünizm, yeni mücadele koşullarına uymak ve bunun sonucu olarak çalışma
biçimini değiştirmek zorunda kaldı” 294 sözleriyle ifade etmiştir. Burada sözü edilen

290
M. Tunçay, 2000, s. 202.
291
A. Sayılgan, ,ibid.
292
M. Tunçay, ibid, s. 222.
293
25 Ekim 1926, Komünist Enternasyonal Dergisi, 1926, sayı 6 (15), s. 269-273, Şefik Hüsnü Yazı
ve Konuşmalar, 1995, s. 63.
294
ibid, s. 63.

82
dönem, “illegal çalışma dönemi”dir. Şefik Hüsnü, yazısında devamla, komünist
basının yasaklanmasından 1926 yılındaki Viyana Konferansı’na kadar geçen zamanı
üç döneme ayırmıştır:

İlk dönemde komünistler kendilerini, milliyetçi burjuvazinin


meydan okumalarına cevap verebilecek kadar güçlü sandılar.
Yayın organlarına karşı girişilen baskılara cevap olarak,
taşrada teni bir yayın organı çıkardılar. 295 Sendikalara ve işçi
derneklerine katılmaktan da geri kalmadılar. 1 Mayıs 1925’te
bir kitapçık yayımlayıp komünist basının susturulmasına
karşı protesto eylemleri niteliği taşıyan gösteriler
düzenlediler..Kitapçığın ve 1 Mayıs gösterisinin ümit verici
sonuçlarına rağmen, hareketin teröre karşı koyabilmesi için,
kitleler tarafından yeterince desteklenmediğini gösterdi.
Ayrıca hükümet, bütün sert önlemlerine rağmen ajitasyona
devam eden herkesin işini kısa yoldan bitirmek için gerekli
kararları almada duraksamadı. Bu dönem, 1925 yılının 5
Mart’ından Mayıs sonuna kadar sürdü. 296
İkinci dönem olarak adlandırılan “komünistlerin tutuklanması ve
yargılanması” aşamasında ise şu gelişmeler göze çarpmaktadır:

..Bu dönemde belli bir panik göze çarpmaktadır. Kamuoyunda


çok tanınan savaşçılar yasal çalışmaları yüzünden İstiklal
Mahkemesi’ne verildiler. Yalnızca çok gizli bir kesim
çalışmalarını sürdürüyor. Merkez ile taşra arasındaki bağ çok
yetersizdir. İşçilerin daha önce komünist harekete yönelmiş olan
bütün dikkatleri, şimdi zindanlara atılmış olan komünistlerin
kaderlerinin belirleneceği Ankara İstiklal Mahkemesi’ne
çevrilmiştir. Bekleme döneminin sona erdiği 13 Ağustos 1925
gününe kadar, yarı-legal çalışmaya yeniden başlanabileceği
konusunda hala bazı hayaller yaşanıyordu. 297
Üçüncü dönemde ise, komünistlerin yargılanmasında verilen kararların
sertliği, yarı-legal çalışma umutlarını tümden yıkmıştır. Bu dönem, herkesin, “artık
milliyetçi demokrasiden hiçbir şey beklenmeyeceğini” 298 kavradığı bir dönem
olmuştur. Şefik Hüsnü, illegal döneme geçiş zorunluluğunu şu sözlerle
aktarmaktadır:

295
Burada, Bursa’da çıkarılan Yoldaş gazetesi kastedilmektedir.
296
“Türkiye’de Komünist Hareket”, 25 Ekim 1926, Komünist Enternasyonal Dergisi, 1926, sayı 6
(15), s. 269-273, Şefik Hüsnü Yazı ve Konuşmalar, 1995, s. 64.
297
“Türkiye’de Komünist Hareket”, 25 Ekim 1926, Komünist Enternasyonal Dergisi, 1926, sayı 6
(15), s. 269-273, ibid, 1995, s. 64.
298
ibid.

83
..Yönetici merkez, bütün çalışmalarını engelleyen çeşitli
zorluklarla karşı karşıyaydı. Merkezin çözmesi gereken ilk
mesele, ne pahasına olursa olsun Parti’nin taban örgütüne
hakim olmaya başlayan paniği yok etmek, sonra örgütün
daha fazla dağılmasına engel olmak için az ya da çok darbe
yemiş kadroları olabildiğine kısa bir zaman içinde yeniden
toplamaktı. Bu acil önlemler alınmadan, Partinin işçilerle
ilişkisini sürdürebilmesi gerçekten söz konusu olamazdı. Bu
ilişkilerin kaybolması, partinin ölümü demekti. Bu tehlike
karşısında merkez, tutuklanmış olan savaşçıların hüküm
giymelerinden sonra eski ilişkileri yeniden kurmak ve düzenli
bir gizli çalışmaya zemin hazırlamak için taşraya gizli
görevliler gönderdi.

2. 1926 VİYANA KONFERANSI VE “MENŞEVİK-TASFİYECİ”


MERKEZ KOMİTESİ

A. Viyana Konferansı

Yakın bir zamana kadar, TKP’nin tarihinde önemli bir yer tutan Viyana
Konferansı hakkında belgesel bir kaynak bulunmamakta idi. Bu kaynaklardan sadece
Sayılgan’ın yapıtında, Konferansa Türkiye’den ve Moskova’dan dörder kişinin
katıldığı açıklanmıştır. Bunlar, Türkiye’den Vedat Nedim, Hamdi Alev (Şamilov) 299,
Faik Usta ve Balıkesirli Baytar Mehmet; Rusya’dan Dr. Şefik Hüsnü (Değmer), Ali
Cevdet, Nazım Hikmet, Hasan Ali (Ediz)’dir. 300

2002 yılında yayımlanan bir eser 301 ise, Viyana Konferansı tutanaklarından
sınırlı da olsa, bazı belgeler sunmaktadır. Akbulut, 27-29 Mayıs 1926 tarihlerinde
toplanmış olan Viyana Konferansı’na yurtdışından B. Ferdi (Şefik Hüsnü), Halim
(Hasan Ali) ve Nazım Hikmet, Türkiye’den ise Şamil (Hamdi Şamilov), Asım

299
1894 yılında doğdu. 1. Dünya Savaşı yıllarında komünist düşünce ile tanıştı.KUTV’da eğitim
gördü. 1924 yazında Türkiye’ye döndü. 1925 TKP Kongresine katıldı. 1925 tutuklamalarının dışında
kaldı. 1926 Viyana Konferansına katıldı. Vedat Nedim’in sekreterliğindeki Merkez Komitesi’ni
yetersiz görerek Nazım Hikmet’in muhalefet grubu içinde yer aldı. 1930’da Nazım Hikmet’le birlikte
Partiden atılanlar arasında yer aldı. 1938 yılında Donanma askerini askeri isyana tahrik ve teşvik ettiği
gerekçesiyle yargılandı. 18 yıl hapis cezasına mahkum oldu, 1950 affı ile hapisten çıktı.1950 yılından
sonra başka hiçbir faaliyette ismine rastlanmadı.1969’da İstanbul’da öldü.
300
A. Sayılgan, 1972, s 193-194..
301
E. Akbulut, 2002.

84
(Vedat Nedim) ve Mehmet (Baytar Mehmet)’in katıldığını açıklamıştır. Yani bu
listede, Sayılgan’ın sözünü ettiği Faik Usta ve Ali Cevdet yer almamaktadır. 302

Bu konferansta, TKP’nin başkanlığına Şefik Hüsnü, genel sekreterliğine ise


Vedat Nedim (Tör) getirilmiştir. 303 1925 Kongresi’nde TKP’nin program ve tüzük
sorunları ele alınmadığından, konferansta ülkedeki siyasal durumun
değerlendirilmesinin yanı sıra bu konulara ağırlık verildiği görülmektedir. 304

Tartışmalardan anlaşıldığı kadarıyla ana konular, burjuvazi ile proletarya


arasındaki mücadele, demokrasinin niteliği ve bu ilkesel konular çerçevesinde pratik
olarak Kemalizm ve irtica konusunda takınılacak tutum olmuştur. 305

Bunun dışında Konferansta görüşülen konular ancak başlık olarak


aktarılabilecektir. 27 Mayıs 1926 günü için Konferansın gündemi şöyledir:

1. Program projesi
2. Türkiye’nin siyasi vaziyeti ve partinin nokta-i nazarı hakkındaki tez
3. Asım (Vedat Nedim) yoldaşın yine aynı tarzda bir raporu
4. Türkiye merkezi teşkilatı hakkında bir tez
5. Eski teşkilat platformunun bir daha gözden geçirilmesi
6. Neşriyat meselesi
7. Gençlik Meselesi 306
28 Mayıs 1926 günü için ise gündemde şu konular vardır:

1. Asım (Vedat Nedim) yoldaşın merkez ve vilayetler hakkında umumi


teşkilat raporu
2. Taşra raporları
3. İcra Komitesi hakkında malumat 307
Son olarak, 29 Mayıs’ta şu konular görüşülmüştür:

1. Suriye ile rabıta


2. Pan-İslamist kongreler
3. Yakın neşriyatı somut olarak tesbit etmek

302
E. Akbulut, 2002, s. 67.
303
M. Tunçay, 2000, s. 40.
304
E. Akbulut, ibid.
305
E. Akbulut, ibid, s. 72.
306
TÜSTAV Arşiv belgeleri, CD 22, Klasör 28-36, Belge 4. Aktaran, E. Akbulut, 2002 s. 67, 68.
307
ibid, s. 68.

85
4. Burjuva gazetelerine iştirak meselesi
5. Hapishanedeki arkadaşlar hakkında karar. 308
Tartışmaların genel çerçevesine bakıldığında, Konferansın yurtdışında
bulunan Şefik Hüsnü’nün, 1925 tutuklamalarına dahil olmayıp Türkiye’de kalan
komünistlerin çalışmalarından memnun olmadığı ve bu çalışmalara bir yön verilmesi
gerektiğini düşündüğü için toplandığı anlaşılmaktadır. Konferansta, TKP’nin
politikaları neticesinde Partinin işçi yığınları üzerindeki etkisini kaybettiği ve
yığınlardan uzaklaşarak devrimci kimliğini yitirme tehdidi altında olduğu üzerinde
durulmuştur. 309 Konferansa katılanlar arasında genel bir uyum gözlenmemektedir.
Şefik Hüsnü ve diğer TKPliler ile Vedat Nedim arasında ve yine Şefik Hüsnü ile
Nazım Hikmet arasında bazı tartışmalar yaşanmıştır. Parti içindeki çözülmelerin
temellerini göreceğimiz bu tartışmaları “Menşevik-Tasfiyeci Merkez Komitesi” ve
“Nazım Hikmet Muhalefeti” başlıkları altında değerlendirmeye çalışacağız.

Viyana Konferansı’nda, TKP’nin yeni bir eylem programı ve tüzüğü kabul


edilmiştir. Komintern’in direktifleri doğrultusunda hazırlanan bu Programın
TKP’deki değişimi yansıttığı söylenebilir. 1925’e kadar geçen dönemde
emperyalizme karşı burjuvazi ile birlikte savaş verme düşüncesi, 1926 Programında
yerini Kemalist Halk Partisi’ne karşı mücadelenin emperyalizme karşı mücadeleden
ayrılamayacağı ilkesine bırakmıştır. 310

B. “Menşevik-Tasfiyeci Merkez Komitesi”

1925 tutuklamalarından önce; Şefik Hüsnü, Nazım Hikmet ve Hasan Ali’nin


yurtdışına kaçması ve İstiklal Mahkemesi’nin TKP ileri gelenlerinden bir kısmını
mahkum etmesinden sonra Parti, bu tutuklamadan sıyrılabilenlere kalmıştır. Bunların
en önemlisi Vedat Nedim (Tör)’dir. Yine, 1926 yılında yeni Türk Ceza Kanunu’nun
kabul edilmesiyle birlikte salıverilen komünistler arasında yer alan Şevket Süreyya
Aydemir’in ise bu süreçte parti yönetiminde etkin olduğu anlaşılmaktadır. 311

308
TÜSTAV Arşiv belgeleri, CD 22, Klasör 28-36, Belge 4; Aktaran, E. Akbulut, 2002, s. 68.
309
E. Akbulut, ibid, s. 74.
310
“Türkiye Komünist Partisi Çalışma Programı (1926)”, 3. Madde, H. B. Gürses, Şefik Hüsnü
Yaşamı, Yazıları, Yoldaşları, İstanbul, 1994, s. 256.
311
M. Tunçay, 1992, s. 40.

86
Komünist Enternasyonal Yürütme Kurulu’nun 1925-1926 yıllarını kapsayan
“Doğu Ülkelerinde Devrimci Hareketler” üzerine raporunun Türkiye ile ilgili
bölümünde TKP üzerine şunlar ileri sürülmekteydi:

..Partinin çekirdeğini aydınlar (öğrenciler) oluşturmaktaydı.


Partinin açık bir çizgisi yoktu; en önemli mesele olan
Kemalist hükümete karşı tutum konusunda bile Parti açık bir
tavır alamıyordu. Yönetimdeki arkadaşlar arasında her ikisi
de aynı derecede tehlikeli olan iki sapma dikkati
çekmekteydi. Yoldaşların bir bölümü, Kemalistlerle aynı
blok içindeydiler ve Partiyi liberalizmin yoluna sokmak
istiyorlardı. Baskılardan dolayı özellikle güçlenmiş olan diğer
bölüm ise, “gerici burjuvazinin temsilcisi” olarak
nitelendirdiği Kemalist harekete karşı kararlı bir mücadele
istiyordu. Partinin kitle içinde çalışma konusunda hiçbir
tecrübesi yoktu. Parti, sadece proletaryanın ve aydınların üst
tabakaları arasında çalışma yapıyordu. Köylü kitleleri,
partinin varlığından bile haberdar değildiler. 312
Bu rapordan da anlaşılacağı gibi, 1925 yılından itibaren etkin olmaya
başlayan bu grubun Şefik Hüsnü ve Komintern ile bu tarihlerden itibaren
anlaşmazlığa düştükleri anlaşılmaktadır. Komintern’in direktifleri doğrultusunda
hazırlanan 1926 programını kabul etmeyen ve ülke içinde “edilgin” bir tutum izleyen
bu yönetimin tutumu parti içinde bir bölünmeye sebep olmuştur. Sayılgan’a göre
(1972: 194), yönetimin bu tutumunun sebebi, “mücadeleyi Komintern’in kararlarına
göre değil, Türkiye şartlarına göre yürütmek” şeklindeki bir düşünceden
kaynaklanmaktadır. 313

Vedat Nedim’in TKP’nin Komintern tarafından verilen direktiflere ve 1926


programına göre çalıştırmanın “cezaevlerini doldurmaktan başka hiçbir şeye
yaramayacağı”nı ve “Komintern’in direktiflerini sadece birer tavsiye olarak
gördüğü”nü ifade etmesi, Komintern’le olan ilişkilerde gerginliğe sebep olmuştur. 314

Komintern’in Altıncı Kongresi’nde KEYK Raporunun Türkiye ile ilgili


bölümünde bu konu üzerinde durulmuştur. Bu raporda, Vedat Nedim yönetimindeki
Merkez Komitesi, Menşevik-tasfiyeci şeklinde nitelendirilmektedir:

312
“Komünist Enternasyonal Tutanakları”, Carl Hoym und Nachfolger Basımevi, s. 1-355,
Türkiye’de Komünist ve İşçi Hareketi, (ed.) F. Bursalı, 1979.
313
A. Sayılgan, 1972, s. 194.
314
B. Şen, 1999, s. 98.

87
Bu sapmanın taraftarları, işçileri siyasi mücadeleye çekmek
yerine onlara “Marksist eğitim” vermekle yetinmeyi ve olsa
olsa ekonomik mücadeleyi 315 savunuyorlardı. Ama bu
yoldaşlar, yönetimde bulunmalarına rağmen ekonomik
mücadelede de pasif davrandılar. Büyük grevlerde, örneğin
tütün işçilerinin grevinde, Parti hiçbir rol oynamadı. Ayrıca
İstanbul kayıkçılarının Kemalist Şirketi Hayriye’ye karşı
mücadelesi silahlı çatışmaya kadar vardığı halde, bu Parti
yöneticileri, Kemalistlerin desteklenmesinden yana
316
çıktılar.
Bu anlaşmazlık noktaları, 1926 yılında Şefik Hüsnü’nün TKP Merkez
Komitesi’nin faaliyetlerini yönlendirmek amacıyla topladığı Viyana Konferansı’nda
açıkça görülmektedir. Vedat Nedim ve Şefik Hüsnü, teorik ve pratik pek çok noktada
ters düşmüşlerdir.

Vedat Nedim Konferansta, Türkiye’de kendiliğinden gelişen hareketleri


abartmamak gerektiği ve bilinçli sınıf hareketi denildiği zaman, bundan
“komünistlerin doğurduğu hareketleri” anlamak gerektiğini savunmuştur. Şefik
Hüsnü gibi, Konferansta bulunan Hamdi Şamilof ve Nazım Hikmet de bu görüşe
karşı çıkmışlardır. Şefik Hüsnü, bu sözlere şöyle bir müdahalede bulunmuştur:

Görüyorum ki amele meselesi hakkında bazı arkadaşlarda


yanlış bir telakki var..Türkiye amele sınıfı hakkında Asım
(Vedat Nedim) yoldaşın sarf ettiği sözleri Türkiye Komünist
Fırkası rehberi sıfatıyla reddediyorum. 317
Yine Viyana Konferansı’nda Vedat Nedim, “Komünist Partisi adına
konuşmak, burjuvazinin acımasız terörünü davet edecek ve Parti örgütlerinin
dağılmasına yol açacaktır. Çünkü Parti zayıftır ve burjuvazinin terörüne dayanamaz.”
görüşünü savunmuştur. 318

Böylesi bir anlaşmazlık ortamında, Şefik Hüsnü’nün neden Vedat Nedim’e


Genel Sekreterlik görevini verdiği sorusu gündeme gelmektedir. Şefik Hüsnü, daha
sonraki bir raporunda, bu konuya açıklık getirmektedir. Bu rapora göre, komünist

315
Vedat Nedim yönetiminin ekonomik mücadeleyi nasıl uyguladığına bir örnek oluşturması
açısından, “kayıkçılar grevi” örneğini vermek gerekir. Bu grevde TKP yönetimi, “kayıkçıların
proleterleşmiş küçük burjuvaziyi temsil ettikleri” ve “partinin görevinin onların proleterleşmelerini
hızlandırmak olduğu” savunularıyla Kemalist önderleri destekler bir tutum takınmışlardır. Bkz. S.J.
Astreiou, “TKP 1925-1935”, Birikim 1989, s. 62.
316
“Komünist Enternasyonal 6. Dünya Kongresi Tutanağı”, Türkiye’de Komünist ve İşçi
Hareketleri, (ed.) F. Bursalı, 1979, s. 191-192.
317
TÜSTAV, Eski Türkçe, CD 22, Klasör, 28_36, Belge 11 vd’nden aktaran, Akbulut, 2002: 74.
318
E. Akbulut, 2002, s. 74.

88
hareketin devamlılığını sağlamak için tek yol, Partinin “1925 tutuklamasına dahil
olmayan bu kalıntılarla” yönetimiydi. Şefik Hüsnü, bu “kalıntılar”dan Vedat
Nedim’e öncelik verme sebebini, onun “en çok siyasal bilgiye sahip olan partili”
olduğu şeklinde açıklamıştır. 319

3. 1927 TEVKİFATI VE SONRASI

A. “Menşevik-Tasfiyeci” Merkez Komitesinin Tasfiyesi

Viyana Konferansı’ndan sonra Şefik Hüsnü ve Vedat Nedim-Şevket Süreyya


arasındaki ilişkiler iyice gerginleşmiştir. Şefik Hüsnü, Şevket Süreyya’nın eleştirdiği
görüşlerini yazdığı bir raporda aktarmaktadır. Bu rapora göre, Şevket Süreyya,
Türkiye’de henüz bir ulusal burjuvazinin gelişmediğini düşünmektedir. Kemalizm
ise, devlet erkini kullanan bir bürokrasiden başka bir şeyi temsil etmemektedir. 320

Şefik Hüsnü ve Nazım Hikmet bu dönemde TKP Merkez Komitesine


mektuplar göndermiştir. Mektubun genel havasından da, dış büronun (Şefik Hüsnü,
Nazım, Hamdi Şamilof, Hasan Ali) özellikle Şevket Süreyya’nın bağımsız hareket
etme eğilimlerini eleştirdiği, Vedat Nedim’in ise henüz dış büro ile bağları tamamen
koparmadığı anlaşılmaktadır:

Aydemir’e Ferdi (Şefik Hüsnü) ile Nazım’ın mektuplarını


verdik. Ancak bu mektuplar bize aşırı sert geldi. Bu içinde
yaşadığımız ortamın psikolojik etkisinin tipik bir örneği.
Herşeyin hemen, mükemmel ve ideal bir biçimde olmasını
istiyorsunuz..Aydemir karakterindeki bir komünistin böylesi
aceleci bir tarzda likide edilebileceğine inanmıyoruz..
Aydemir kesin bir konspirasyona 321, aşırı bir ihtiyata taraftar.
Parti’nin ilanı konusunda bizden biraz farklı düşünüyor.
İnanıyorum ki, hatalı olduğuna onu ikna edeceğiz. 322
Önemli bir nokta da, Merkez Komitesi’nin Dış büro ile arasındaki
anlaşmazlığın teorik değil, pratik sorunlardan kaynaklandığını öne sürmesidir. Şefik
Hüsnü, Merkez Komitesi’nin son raporundan şöyle aktarmaktadır:

319
TÜSTAV Arşivi, Fransızca, Klasör 3_8, Belge 389, aktaran, E. Akbulut, 2002, s. 91.
320
TÜSTAV Arşivi, Fransızca, CD 29, Klasör 3_8, Belge 389, E. Akbulut, 2002, s. 82.
321
Gizlilik
322
TÜSTAV Arşivi, Fransızca, CD 22 Klasör 28-36, Belge 428, E. Akbulut, ibid, s. 81-82.

89
Çok haksız olarak saldırıya uğruyoruz. İlkesel olarak hemen
hemen her noktada sizlerle mutabıkız. Partimizin varlığının
ilanı sorunlarında, seçimler konusunda, komünist hücrelerin
faaliyeti konusunda bizi ayıran hiçbir şey yok ve sizlerin
teorik formülasyonlarınızın altına imza atabiliriz. Ancak,
bunların pratik faaliyetimizde uygulanmalarına gelince, bu
başka bir şey. Burada, sizinle mutabık değiliz. 323
Bu son raporda artık, savunmadan ziyade bir meydan okuma havası
sezilmiştir. İlişkileri tamamen kopma noktasına getirenin de bu rapor olduğu
sanılmaktadır. Çünkü, Şefik Hüsnü söz konusu raporun aktarılmasından sonra, “Tüm
bu saptamalar ve belgeler karşısında, sözcüğü sakınmamak ve Türk seksiyonumuz
oldukça uzun zamandır bir komünist yönetimden yoksundur demek gerekiyor”
yargısını dile getirmiştir. Bu kopmayı sağlayan Merkez Komitesi ifadeleri şunlardır:

Bizden olmayan ve bizden uzakta yaşayanlar 324, buradaki


olaylar hakkında doğrudan bir değerlendirme yapamaz. Ve,
size göre bize karşı onlar haklı. Bize önerdiğiniz önlemler,
kaçınılmaz olarak yönetici kadrolarımızın yıkıma uğraması
sonucunu verecektir. Bunları uygulamayı reddediyoruz.
Faaliyetimizin biçimlerini seçme konusunda tam bir
özgürlüğe sahip olmalıyız. El ilanı ve bildiri yayımlama şu
anki durumda zararlıdır. 325
Şevket Süreyya, 1967 yılında yaptığı bir konuşmada, bu sıralarda parti
içindeki anlaşmazlığı çözmek için Kitaigorodski isimli Komintern yetkisinin
Türkiye’ye geldiğini ve kendisinin bu temsilciyi tersleyerek aynı gün geri dönmek
zorunda bıraktığını ifade etmiştir. 326 Şevket Süreyya’nın Komintern yetkilisini kovup
kovmadığı açık olmamakla beraber, aralarında oldukça sert bir tartışma geçtiği,
Şevket Süreyya’nın Şefik Hüsnü’ye yazdığı raporlardan birinde görülmektedir:

Komintern’in gönderdiği görevliye göre, dar görüşlü


milliyetçileriz. 327 İdeolojimizde ve eylemimizde,
enternasyonalizmin en küçük izi bile yok. Tüm bu laf
ebeliklerinin üzerinde durmaya bile değmez. Davranış
hattımızı yalnızca birinci olarak içinde yaşadığımız nesnel
koşulların sağladığı olanaklar ve sonra da kendi öz maddi ve
manevi güçlerimiz belirliyor.
323
TÜSTAV Arşivi, Fransızca CD 29, Klasör 3_8, Belge 389, ibid, 2002, s. 91.
324
Komintern Yürütme Kurulu kastedilmektedir.
325
TÜSTAV Arşivi, Fransızca CD 29, Klasör 3_8, Belge 389, Aktaran, E. Akbulut, 2002, s. 91.
326
Şevket Süreyya’nın 7 Ocak 1967 tarihinde Sosyalist Kültür Derneği’ndeki sözleri, aktaran, M.
Tunçay, 1992, s. 49.
327
Şevket Süreyya, daha sonraki yıllarda TKP’ye milliyetçiliği getirenin kendisi olduğunu ifade
edecektir.

90
1928 yılına ait bir Komintern raporunda, Partinin bu “Menşevik-tasfiyeci”
unsurlardan temizlenmesinden 1927 tevkifatına kadar geçen süreç şöyle
anlatılmaktadır:

Eski Merkez Komitesi, Komintern’in talimatlarını ve 1926


Kongre kararlarını baltaladı. Gitgide daha açık bir şekilde
Menşevik görüşü savundu ve hatta Komintern’den bağımsız
olmayı talep etti. Komintern başka önlemler almaya zorlandı.
Bütün sağlıklı unsurlar, Komintern’in çizgisini doğru kabul
ettiler ve birleştiler. Partinin durumu böylece düzeldi. Bunun
sonucu olarak Parti çalışması 1927 yılında canlandı: gizli
yayınların çıkarılması 328, güçlü bir sendika çalışması,
işçilerin siyasi mücadeleye çekilmesi..gibi. 329
Burada Komintern’in “almaya zorlandığı önlemler”, Şefik Hüsnü’nün 1927
Ağustosunda yurda gönderilmesi ve Merkez Komitesi’nin tasfiye edilmesidir.
“TKP’nin bölünüp parçalanması tehlikesi” ile karşı karşıya bulunduğunu ifade eden
Şefik Hüsnü, bu durumun önlenmesi için alınması gereken bir dizi önlem öne
sürmüştür. Bu önlemler, temel olarak, Merkez Komitesi’nin dağıtılması ve Partinin
siyasal ideolojik yönetiminin Dış büronun emrinde çalışacak olan bir “teknik
yürütme komitesi”ne verilmesi ve Parti’nin illegal bir siyasal organa
kavuşturulmasından oluşmaktadır. Ayrıca bir parti konferansının en kısa sürede
toplanması gerektiğinden bahsedilmektedir. 330

Şefik Hüsnü, 1926 yılında siyasi birikimine güvendiği gerekçesi ile görev
verdiği Vedat Nedim’in yönetimindeki Merkez Komitesini görevden almıştır. 1927
Tevkifatı arifesinde bu MK şu isimlerden oluşmaktaydı: Vedat Nedim, Şevket
Süreyya, Salih Hacıoğlu, Hamdi Şamilof, Mahmut, Nuri (Elektrikçi), Faik, Vanlı
Kazım, Sadrettin Celal. Şefik Hüsnü, bunlardan; Vedat Nedim, Şevket Süreyya,
Salih Hacıoğlu, Hamdi Şamilof, Mahmut (küçük memur) ve Elektrikçi Nuri’nin
yönetici rol oynamaya ve güvene layık olmadıklarını açıklamış, geri kalan MK
üyelerinin güvenilir olduğunu ifade etmiştir. 331 Ancak Şefik Hüsnü’nün güvendiği

328
1927 yılında Şefik Hüsnü’nün yurda dönmesinden sonra çıkarılan Bolşevik gazetesi
kastedilmektedir.
329
Komünist Enternasyonal 6. Dünya Kongresi Tutanağı, Türkiye’de Komünist ve İşçi Hareketi, F.
Bursalı (ed.), 1979, İstanbul, s. 192, 193.
330
TÜSTAV Arşivi, Fransızca, CD 27, Klasör 34_36, Belge 390 vd., aktaran, E. Akbulut 2002, s. 86.
331
E. Akbulut, 2002, s. 91, 92.

91
aydınlardan biri olan Sadrettin Celal de, bu tarihlerde partiden ayrıldığını
açıklayacaktır.

B. 1927 Tevkifatı

Şefik Hüsnü’nün kılık değiştirerek Türkiye’ye dönmesinden sonra, yukarıda


bahsettiğimiz önlemler doğrultusunda Bolşevik isimli bir dergi yayımlanmıştır. 332 Bu
dergide, genel olarak, işçi sınıfının varlığını yadsıyan burjuvazinin devrimciliğinin
artık sona erdiği ve karşı-devrimci safa geçtiği yönündeki propagandaya ağırlık
verilmiştir. 333

Komintern organlarında da, Partinin etkinliklerinin bu olaydan sonra artmaya


başladığından bahsedilmekte ve 1927 tevkifatının nasıl başladığına işaret
edilmektedir:

Fakat polis, Partinin yükselen etkisi karşısında kaygı


duymaktaydı ve bundan dolayı yeni tutuklamalara girişti.
1927 yılı sonunda, Partinin İstanbul’da ve diğer şehirlerde
artan etkinliği yüzünden iki yüz kadar kişi tutuklandı..Eski
Merkez Komitesi sekreteri, Partinin gizli çalışması
konusunda polisin baş tanığı olarak ortaya çıktı. 334
Bu rapordan da anlaşılacağı gibi Vedat Nedim, Şefik Hüsnü’nün, kendisinin
başında bulunduğu Merkez Komitesi’ni dağıtmasının ertesinde polise Şefik
Hüsnü’yü ihbar ederek yakalatmıştır. Vedat Nedim, polise, TKP’nin Ankara,
Eskişehir, Adana ve İzmir teşkilatlarını bildirmiş, Şefik Hüsnü’nün “Türkiye
Komünist Partisi Merkez Heyetine” hitaben yazılmış Moskova’dan gönderdiği
mektupla, “Viyana Komitesine götürülmek üzere” kendisine verilmiş olan Fransızca
mektubu da polise vermiştir. 335

25 Ekim günü Vedat Nedim ve Şefik Hüsnü’nün tutuklanması ile başladığı


kabul edilen 1927-1928 davasının Türkiye’deki solun tarihinde birtakım özellikleri
vardır. Bunlardan birincisi, hareketin o zamanki belli başlı bütün önderlerini
kapsayışıdır. İkincisiyse, bu davanın ondan önceki ve sonraki kalabalık davalardan
farklı olarak, sivil adliyede ve açık duruşmalarda yapılmış olmasıdır.

332
M. Tunçay, 1992, s. 50.
333
M. Tunçay, 1992, s. 146-148.
334
“Komünist Enternasyonal 6. Dünya Kongresi Tutanağı”, Türkiye’de Komünist ve İşçi Hareketi,
s. 192, 193.
335
A. Sayılgan, 1972, s. 195-196.

92
16 Ocak 1928 tarihinde başlayıp 23 Ocak 1928’de sona eren 1927-1928
davasında toplam olarak 56 sanık vardır. Bunlardan birinin hastalığı dolayısıyla
davası tefrik edilmiştir. Geri kalan 55 kişiden 25’i beraat ettirilmiş 336, 30’u ise çeşitli
hapis ve para cezalarına mahkum olunmuştur. Bu davada ceza alanların bazıları
şöyledir: Şefik Hüsnü (1 yıl 6 ay) 337, Vedat Nedim (4 aydan 2 ay 20 güne
indirilmiştir), Baytar Salih (Hacıoğlu) (4 ay), Hikmet (Kıvılcımlı) (3 ay), Muallim
Adnan (Sadık) (3 ay), Hamdi Şamilof (4 ay), Sarı Mustafa (3 ay), Nazım Hikmet (3
ay), Hasan Ali (Ediz) (3 ay), Hüsamettin (Özdoğu) (3 ay), Laz İsmail (Bilen) (4
ay) 338

C. Geçici Merkez Komitesinin Oluşturulması

Bu tutuklamaların ardından Şefik Hüsnü ve Komintern’in TKP Geçici


Merkez Komitesi listesini ayrı ayrı oluşturdukları görülmektedir. Şefik Hüsnü’nün
önerisi, Dr. Hikmet (Kıvılcımlı) önderliğindeki Eczacı Vasıf, Saatçi Niko, Seyfi,
Hakkı, İsmail (Bilen) ve Hüsamettin (Özdoğu) isimli partililerden oluşacak bir
Geçici MK’dir. Bu isimlere ek olarak, Ali Cevdet’le Hasan Ali (Ediz)’in de
Türkiye’ye kısa süre içinde gelmesi gerektiğini ifade etmiştir. Şefik Hüsnü, böylesi
bir Komite ile kendi güvendiği çevre ile Komintern’in üzerinde durduğu İsmail
(Bilen) ve Hüsamettin (Özdoğu)’i 339 bir araya getirmektedir.

Şefik Hüsnü, kendisinin hapiste bulunduğu bu sıralarda TKP’nin konumunu


Komintern’e yazdığı bir raporda aktarmaktadır. Bu raporda, Parti içinde üç ayrı
grubun oluştuğunu ifade etmektedir. Söz konusu rapor incelenecek olursa, Şefik
Hüsnü’nün 1927-1929 dönemini neden bir “Fetret Devri” olarak nitelendirdiği daha
iyi anlaşılacaktır:

a) Eski MK ve onu izleyen üç beş unsur. Çoğunluğu KUTV


öğrencisi olan bu unsurlar, Partiyi uçurumun kenarına kadar
götürdükten sonra, sapmalarını açıkça itiraf etmeksizin
mahkemeden bu yana bize yaklaşmaya çabalıyorlar...Açıkça
görülüyor ki, Partiden kesin olarak uzaklaştırıldıkları takdirde

336
Şevket Süreyya, beraat edenler arasındadır.
337
Şefik Hüsnü, bu davada 6 ay ceza almakla birlikte Ankara İstiklal Mahkemesi’nin 1925 yılında
verdiği 15 yıllık cezadan indirilen 1 yılla birleştirilince toplam cezası 1 yıl 6 ay olmuştur. Bkz. M.
Tunçay, 1992, s. 55.
338
M. Tunçay, 1992, s. 53, 54.
339
Şefik Hüsnü’ye göre, İsmail Bilen ve Hüsamettin Özdoğu Partiyi yönetecek kadar olgun değillerdi.
Partinin kaderini tek başına onların eline bırakmak çok tehlikeli olacaktı.

93
sistemli bir fraksiyonculuğa girişmeye karar vermişler.
Ancak..söz konusu olan, arkasında örgütü olmayan birkaç
şeften ibarettir.
b) İs. (İ. Bilen) ve Az. (H. Özdoğu)’in mensup olduğu diğer
grup. Bu birinci grubun hatalarına taban tabana zıt hatalar
taşıyor. Nitekim bir tür savunma tepkisiyle bu grubu
oluşturan birincilerin pasifliği ve oportünizmi olmuştur.
Maceracı mizaçlı ve dar görüşlü unsurlardan oluşmuş bu
grup, hareketimizin örgütlenmesi ve gelişmesi açısından
pratik yararını gözetmeden çarpıcı eylem fetişizmi içinde..her
zaman bir şeye veya birine karşı mücadele gereksinimi sabit
fikrini taşıyor. Bu, deyim yerindeyse, kendi kendine yeterli
bir fraksiyonculuk. Nitekim, Moskova’dan döner dönmez
Fahri (Ali Cevdet) ve Halim (Hasan Ali)’e karşı kötü niyetli
bir kampanya başlatmaktan başka yapacak bir iş bulamadılar.
c) Üçüncü grup, partinin temel çekirdeğini oluşturuyor. Son
on yılın proleter hareketine doğrudan katılmış işçilerden ve
genç aydınlardan oluşuyor. Bu unsurlar, partinin
kurucularının çevresinde toplanıyor ve Komintern’in
direktiflerini kelimesi kelimesine izliyorlar. Üyelerimizin
çoğunluğunu bunlar oluşturuyor.
1927 tutuklamalarından sonra, Komintern organlarında yayımlanan yazılarda
Kemalistlere sert eleştirilerin yer aldığı görülmektedir. “Türkiye’de Komünist
Tertip” başlıklı, 1928 tarihli bir yazıya göre, Türkiye hükümetinin Komünist
Partisi’ne yönelttiği baskılar, Kemalist hükümetin gericilerin yani emperyalizmin
safına doğru bir dönüş yaptıklarını göstermektedir. 340

Söz konusu yazıya göre, Türkiye’de Komünistlere yönelik gerçekleştirilen bu


tertipler, uluslararası proletaryaya şu görevleri yüklemektedir:

1. Tutuklanan Türkiyeli komünistlerin serbest bırakılması


için bir kampanya açmak.
2. Tutuklanan komünistlere işkence yapan, onları ölüm
cezasıyla tehdit eden ve..iftira atan Kemalist hükümetin
işlediği suçları ortaya çıkarmak.
3. ..Türkiye Komünist Partisi’nin gerçek hedeflerini ve
görevlerini tanıtmak.
4. Kemalistlerin gericilikle ve emperyalizmle uzlaşma
çabalarına karşı mücadelesinde, Türkiye Komünist Partisini
sonuna kadar desteklemek.

340
Komünist Enternasyonal Dergisi, sayı 1, s. 28-31, Türkiye’de Komünist ve İşçi Hareketli, s. 199.

94
5. Kemalistlerin feodal gericilik ve emperyalistlerle uzlaşma
çabalarına karşı, bütün ülkelerin işçilerinin devrimci birleşik
cephesini çıkarmak. 341
Yazının devamında ise, TKP’nin mücadelesinin “yeni bir döneme”
girdiğinden söz edilmektedir. TKP ve Türkiye işçi sınıfı Kemalist hükümetle olan
ilişkilerini yeniden gözden geçirme zorunluluğuyla karşı karşıyadır. TKP için bu
dönem, eskisine oranla daha ağır sorumluluklar ve güçlüklerle dolu olacaktır. 342

1928 yılının 1 Mayıs’ında bildiri dağıtan TKP üyelerinin tutuklamalarına


devam edildiği görülmektedir. Bu tutuklamalar İstanbul ve Ankara’da
gerçekleşmiştir. 343 1928 yılında gerçekleşen on tutuklamada 74 kişi yargılanmış ve
bunlardan 21’i beraat etmiş, diğerleri ise 25 gün ile 4,5 yıl arasında olmak üzere
hapis cezasına çarptırılmıştır.

1928 yılında, Trakya Demiryolları ve İstanbul Tramvayları Grevleri


görülmüştür. 344 Şefik Hüsnü, 1928 yılındaki İstanbul Tramvay işçileri grevinden
şöyle bahsetmektedir:

Benim İç Anadolu’ya sürüldüğüm 1928 yılında İstanbul


tramvay işçilerinin büyük grevini patlatmıştık; iki bin işçi
hayranlık verici bir dayanışma coşkusu içinde işi bırakıyor ve
10-12 gün boyunca güçlü yabancı şirkete karşı savaşıyordu.
Şirketten yana olan hükümetin müdahalesi onları sindirmeyi
başaramıyordu. Ancak sonunda bu grev, hükümetin
yardımıyla yenilgiye uğratıldı. Çok sayıda yoldaş bu sırada
tutuklandı. Bu hareketimiz için durgun bir dönemin
başlangıcı olmuştur. 345

341
ibid, s. 199-200.
342
Komünist Enternasyonal Dergisi, sayı 1, s. 28-31, Türkiye’de Komünist ve İşçi Hareketleri, s.
200.
343
M. Tunçay, 1992, s. 60.
344
ibid, s. 64.
345
“Extraits D’un Expose Polique Des Liquidationnıstes Turcs”, 1927, TÜSTAV, Döküm 1, Film 38,
CD 33 1-6, Sıra 285, s. 448-456.

95
4. 1929 YILI İÇİNDE TKP

Şefik Hüsnü, 17 Nisan 1929 yılında tahliye edildikten sonra, sırasıyla


Varşova, Berlin ve Paris’te bulunarak, on yıl süreyle yurt dışında kalacak ve TKP’yi
dışarıdan yönetecektir. Bu tarihten sonra TKP, hemen hemen her yıl tutuklamalara
maruz kalmıştır. 346

Şefik Hüsnü’nün yurtdışına çıktığı sıralarda, TKP içinde Nazım Hikmet


önderliğinde bir muhalefet grubu oluşmuştur. Bu gelişme karşısında, 1929
sonbaharından itibaren TKP’ndeki faaliyeti Hasan Ali (Ediz) örgüt sekreteri ve Ali
Cevdet ajitasyon propaganda sekreteri olarak yürütecektir. 347 Dr. Hikmet
(Kıvılcımlı)’in de Parti içinde önemli bir yeri olduğu bilinmektedir. Ayrıca, Merkez
Komitesi, bu tarihlerde, daha sonraki yıllarda Partide önemli bir rol oynayacak olan
Reşat Fuat’ın Türkiye’ye gönderilmesini istemiştir. 348

Bu başlık altında öncelikle, Hikmet Kıvılcımlı’nın 1929 tevkifatında ortaya


çıktığı anlaşılan Türkiye Komünist Gençler Birliği örgütü ve TKP içindeki
faaliyetlerini inceleyecek daha sonra 1929 İzmir tevkifatı üzerinde duracağız.

Partinin çizgisi açısından bakıldığında, TKP’nin Komintern’in Altıncı


Kongresinden sonra “işçilerin en büyük düşmanlarının milli devrim davasına ihanet
eden milliyetçi burjuvazi olduğu” yönündeki sol çizgisini güçlendiren bir propaganda
kampanyası başlattıkları görülmektedir. 349

TKP’nde meydana gelen bu çizgi değişiminin Komintern’in etkisi yanında


başka sebepleri de olduğu düşünülmektedir. Bunlardan birisi, İsmet (İnönü) ve
özellikle de Mustafa Kemal’in 1929 yılında komünistlere yönelik sert ve tehdit dolu
açıklamalarıdır. Bu konuyu “Eskişehir İlan-ı Harbi” başlığı altında inceleyeceğiz. Bir
diğer nokta da, 1929 yılında TKP içinde Nazım Hikmet önderliğinde muhalif bir
hareketin doğmasıdır. Parti içindeki muhalefete 5. başlık altında değineceğiz.

346
A. Sayılgan, 1972, s. 201.
347
E. Akbulut, 2002, s. 110.
348
E. Akbulut, 2002, s. 115.
349
S. J. Asteriou, 1989, s. 63.

96
1929 yılında Şefik Hüsnü tarafından yazıldığı düşünülen bir belgede 350,
TKP’nin 1929 yılı içindeki durumu genel olarak resmedilmektedir. Burada genel
olarak Kemalistlerin tutumlarının sertleşmesi ve 1929 yılında meydana gelen
tutuklamalardan bahsediliyor:

Komünist Parti bugün, bu elverişli durumda kendisinden


beklenen görevleri yerine getirmek için iki yıl öncesinden
çok daha iyi durumda. İki yıl öncesini hatırlayınız, partinin
başında Komintern’in yönergelerine adeta isyan eden
tasfiyeci ve oportünist bir Merkez Komite bulunuyordu. Bir
Komintern temsilcisi 351 ülkeye gitti, bu Merkez Komiteyi
dağıttı, oportünistleri engelledi ve Komünist Partide büyük
bir etkinlik dönemi başlattı..1929’un başlarında Moskova’da
bulunan yoldaşlarımızdan biri İstanbul’a döndü. Tutuklu bir
çok yoldaş cezalarını tamamlıyor ve özgürlüklerini
kazanıyordu. Bu sırada İsmet Paşa komünistlere karşı
tehditler içeren bir konuşma yapıyordu, İtalya ile bir dostluk
ve tarafsızlık anlaşması bir sonuca bağlanmış, borç
sözleşmeleri imzalanmıştı,vs. bu olaylar nedeniyle Parti
Kemalizmin ihanetini kızgın bir dille açıklayan bildiriler
yayımladı. Ayrıca Parti, basın organlarının yayınını
başlatıyordu.. Tüm bunlar Kemalist polisi yeniden
endişelendirdi, kitlesel tutuklamalar oldu..bu kez Kemalistler
çok sert vurdu. Yoldaşlarımıza işkence yapıldı, kendilerinden
geçinceye kadar dövüldü. 352
A. Türkiye Komünist Gençler Birliği ve Hikmet Kıvılcımlı

1919-1925 yıllarını kapsayan dönemde bir Türkiye Komünist Gençler Birliği


(TKGB) teşkilatının Bakü Kongresi’nde kurulduğunu ve Mustafa Suphi ve diğer 14
TKP’linin öldürülmelerinden sonra bazı faaliyetlerde bulunduğunu belirtmiştik. 353
TKGB, 1925 yılından sonra, yeniden faaliyete geçirilmiş görünmektedir. TKGB’nin,
bu yıllarda Hikmet Kıvılcımlı’nın yönetiminde olduğu sanılmaktadır. Hikmet
Kıvılcımlı, 1927 yılında Alev gazetesini çıkarmıştır. 354 Yine Kıvılcımlı tarafından

350
Extraits D’un Expose Polique Des Liquidationnıstes Turcs, 1927, TÜSTAV, Döküm 1, Film 38,
CD 33 1-6, Sıra 285, Say: 448-456. Bu belge, imzasız olmakla birlikte, yazanın 1928 yılında
Anadolu’ya sürüldüğünden bahsetmesi, sahibinin Şefik Hüsnü olduğunu düşünmemize sebep
olmuştur. Hikmet Kıvılcımlı’nın Şefik Hüsnü’yü hapishanede ziyaret sırasında yakalanan “Alev”
gazetesi sebebiyle, Şefik Hüsnü 28 Ekim’de Yozgat’a sürülmüştür. Cezasını tamamlayıp 17 Nisan’da
tahliye edilinceye kadar burada kalacaktır.
351
Bahsedilen Komintern temsilcisi, Şefik Hüsnü’nün kendisidir.
352
“Extraits D’un Expose Polique Des Liquidationnıstes Turcs”, 1927, TÜSTAV, Döküm 1, Film 38,
CD 33 1-6, Sıra 285, Say: 448-456.
353
Bkz. Yurtdışı TKP ve Mustafa Suphi, s. 22.
354
M. Tunçay, 1992, s. 43.

97
1928 yılında yayımlanan Kıvılcım gazetesinde TKGB’nden bahsedildiğini
görüyoruz.

Dr. Hikmet (Kıvılcımlı)’in yayınladığı Kıvılcım gazetesinde, propagandatif


ifadelerin ağırlıkta olduğu görülmektedir. Üslubun sertliğini göstermek açısından bu
gazeteden bir alıntı sunuyoruz:

..Türkiye’de amele yoktur diyen, seni inkar edenler, yağlı


lekeler gibi kâşaneleri, apartmanları ile yükseliyor, senin
başına bela kesiliyorlar, memleketin Allahı biziz diyorlar.
Bunlar, zengin, türedi, varlıklı sınıf burjuva!...bezirganlardır.
Bu çapulculuk “Halkçılık-Demokrasi” namı altında kurulmuş
bir hakim sınıf tuzağından başka nedir? Fakat, ey gürbüz
vücutlu, temiz yürekli işçi, çiftçi, bugün mebus intihabatında
sana emir ile istediği kodamanı seçtirerek seni peşine takan,
seni koyun sürüsü gibi kırkan, bin tür vergiyle soyan..buna
mukabil sana hiç manasını anlayamadığı “demokrasi diye
kumpas kuran..bezirganlar da daha dün kara Sultan devrinde
halifenin kuyruğunu yalayan aşağılık “kapıkulu” ve
“bezirgan” idiler. 355
TKGB, 1929 1 Mayıs’ında TKGB Merkezi Komitesi başlıklı bir beyanname
de yayımlamıştır. Yeni bir savaş hazırlığında olan emperyalist devletlere karşı halkın
mücadeleye çağırıldığı bildiride, TKGB’nin istekleri şu şekilde belirtilmiştir:

Türkiye Komünist Gençler Birliği, her sahada foyası


meydana çıkan Türkiye burjuvazisini..protesto eder. TKGB,
burjuvazinin bu hareketlerine karşı mücadele için, işçi, köylü
ve inkılapçı gençliğini kendi bayrağı altına davet eder. Kuru
bir laftan ibaret olan Takrir-i Sükun Kanunu’nun yalnız
kaldırılmasını değil, işçi, köylü ve fakir halk kitlelerine
serbest teşkilat ve serbest neşriyat ve serbest içtima
haklarının tanınmasını ister. TKGB, fakir köylüler için
ücretsiz toprak, işçi için Türkiye Komünist Partisi’nin teklif
ettiği bir Mesai Kanunu’nun kabulünü ister. TKGB, halkı
boğmakta olan istihlak, kazanç vergilerinin derhal
kaldırılmasını ve yeni gümrük tarifesinin fakir halkın
menfaatini gözetmek suretiyle yapılmasını ister. TKGB işçi
için 1 Mayıs’ın resmi bir gün olarak tanınmasını ister. 356
Ayrıca bildiride, TKP ve TKGB’nin “resmi bir teşkilat olarak tanınmasının
istendiği” vurgulanmaktadır.

355
Kıvılcım, TKP Naşir-i Efkarı, 1928, M. Tunçay, 1992 içinde, s. 151.
356
“Türkiye Komünist Gençler Birliği’nin 1 Mayıs Beyannamesi (1929)”, Tunçay, 1992 içinde, s.166.
B bölümünde inceleyeceğimiz 1929 tevkifatının gerekçelerinden biri de, bu beyannamedir.

98
B. 1929 Tevkifatı

25 Haziran’da başlayan davada tutuklanan komünistlerin suçlandığı


beyannameler, Yaşasın 1 Mayıs Beyannamesi, TKP’nden bahsedilen ve hükümetin
Osmanlı borçlarını ödemeyi kabul etmek, Musul vakası, emperyalist İtalya ile
dostluk ve İtalyan muhacirlerin Türkiye’ye gelmesinin kabul edilmesi yüzünden
suçlandığı TKGB imzasını taşıyan beyanname ile imzasız Şapka İnkılabının
“Kadınların çıplaklanması”, Harf İnkılabı’nın “Şikayetlerin susturulması” olarak
nitelendirildiği irticai bir beyannamedir.

İzmir davası, komünistlerin basına ve kamuoyuna açık son davası olmuştur.


Sadi, İzmir’de görülen bu mahkemelerin en ince ayrıntısına kadar İzmir
gazetelerinden aktarıldığına işaret etmiştir. 357 Örneğin, 26 Haziran 1929 tarihli Yeni
Asır gazetesinde, mahkumların elbiselerinin şıklığından, ceket iliklerinde kırmızı
karanfiller taşıdıklarına kadar pek çok ayrıntıya yer verilmektedir.

Aralarında Dr. Hikmet (Kıvılcımlı), Hüsamettin (Özdoğu), Laz İsmail


(Bilen)’in de olduğu 36 kişinin “komünist perdesi altında irticai beyannameler
dağıtarak, halkı hükümet aleyhinde galeyana getirmek”le suçlandıkları belirtilmiştir.

Savcının “ülkede her fikrin serbest olduğunu” belirterek, davanın


“komünistlik” meselesi olmadığı, sanıkların “dini taassup ve yobazlıklardan istifade
ederek memleketi ihtilale sevk etmek ve hükümet aleyhinde galeyana getirmek”
üzere hareket ettiklerinin ifade edilmesi, komünistlerin bile irtica ile suçlanarak
yargılandıklarını göstermesi açısından ilginçtir.

Dr. Hikmet Kıvılcımlı, savunmasında, “komünistlik davasından dolayı


geldiğini” veya “komünistlik sıfatı ile davada bulunduğunu” defalarca tekrar etmiştir.
Hikmet Kıvılcımlı’nın savunması gazetelere, “Marksizmi izah etmiş, velhasıl kendi
hesabına bir hayli propaganda yapmıştır” şeklinde yansımıştır. 358

Önemli bir nokta, mahkemede “işkence” iddiasının ortaya atılmasıdır.


Kıvılcımlı, sanıkların hiçbirinin yakalandıkları gün veya akşamı hakim huzuruna
çıkarılmadıklarını ve işkenceye maruz kaldıklarını ifade etmiştir. Diğer sanıkların da

357
K. Sadi, 1994, s. 711-718.
358
Vakit Gazetesi, 29 Haziran 1929, aktaran, E. Karaca, “Bir Komünist Tevkifatının Öyküsü”,
Birikim, 1990, s. 54.

99
savunmalarının kendilerine verilen ifadeleri işkence altında imzaladıklarına
yöneliktir. Kıvılcımlı bu durumu şöyle dile getirmiştir:

..poliste tevkif edilen bir insanın yirmi dört saatten fazla


kalmaması bundan dolayı bir zaruret-i kanuniye halini
almıştır. Halbuki, bizler her birimiz sekizer onar gün polis
idarelerinde alıkonuldu. İşkenceler altında bir insanın kendi
kendine itiraflar yazmasından daha tabii ne olabilir? 359
Laz İsmail (Bilen)’in savunması ise daha çok irticayı reddetmek üzerinden
olmuştur:

Ben komünistlikten değil, İcra Vekilleri Heyeti’ni İskat


cürümünden maznun imişim. Halbuki beni komünist olarak
tevkif ettiler. Komünistliğe irtica atfetmeyi şiddetle
reddederim..İrtica ile alakadar değiliz..Komünist perdesi
altında tabirini reddederim. Ben yalnız komünistim. Perde
arkasında gizlenmek yani maske taşımak irticaa mahsustur. 360
Dava, 16 Temmuz’da sona ermiş ve sanıklar, dört ay ile dört buçuk yıl
arasında değişen cezalara çarptırılmış, 9 kişi de beraat etmiştir. TKP Merkez
Komitesi üyeleri Hikmet Kıvılcımlı, İsmail Bilen ve Hüsamettin Özdoğu dört buçuk
sene ve sabıkalarından dolayı on beş gün fazla ceza almışlardır. 361

C. “Eskişehir İlan-ı Harbi”

4 Mart 1929’da son iki yıl hemen hemen hiç kullanılmayan Takrir-i Sükun
Kanunu’nun süresinin dolması dolayısıyla TBMM’nde bir konuşma yapan İsmet
Paşa şöyle demiştir:

Vergilerin ağırlığından, (Osmanlılara ait) borçların


tanındığından, BMM’nin dağılması lüzumundan tutturarak
her çeşit Cumhuriyet aleyhtarına yardakçılığa yeltenen bir
gizli propaganda da Komünist adını taşıyan mahdut bir
zümreden yayılır ki, bunların da marifetlerine zabıta ve adliye
havadisi sırasında ara sıra rast gelirsiniz. 362
Komünizme asıl sert çıkış ise, 1929 Davası sanıklarının İzmir Ağır Ceza
Mahkemesi’ndeki mahkumiyet kararının açıklanmasından birkaç hafta sonra ve
hüküm henüz Temyiz’de incelenmemişken, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’in
Temyiz Mahkemesi üyelerine hitaben Eskişehir’de yaptığı konuşmadır:

359
Bkz. K. Sadi, 1994, s. 764-765.
360
ibid, s. 771-773.
361
M. Tunçay, 1992, s. 73.
362
Ayın Tarihi, 57-58-59. B. Kanun 1928, İk Kanun ve Şubat 1929, aktaran, M. Tunçay, 1992, s. 68.

100
Türk milletinin içtimai nizamını ihlale müteveccih didinmeler
boğulmaya makhumdur. Türk milleti kendinin ve
memleketinin yüksek menfaatleri aleyhine çalışmak isteyen
müfsid, sefil, vatansız ve sebükmağzların (hafif beyinlilerin)
hezeyanlarında gizli ve kirli emelleri anlamayacak ve onlara
müsamaha edecek bir heyet değildir..O şimdiye kadar olduğu
gibi doğru yolu görür. Onu yolundan saptırmak isteyenler
ezilmeye, kahredilmeye mahkumdur. Bunda köylü, amele ve
bilhassa kahraman ordumuz candan beraberdir, bundan
kimsenin şüphesi olmasın..bu memleketteki komünistler
sadece bizim tevkif ve hapsettiklerimizden ibaret değildir. Bu
işlerle bizzat ve yakından alakadar olacağım. 363
Bu konuşma, TKP tarafından “savaş ilanı” olarak değerlendirilmiş ve
karşısında “Eskişehir İlan-ı Harbi” başlıklı bir bildiri yayımlanmıştır. Bu bildiride,
“komünistlere uzun uzadıya küfür ettikten sonra Türkiye amelesinden, köylüsünden
ve esnafından yardım dileyen” Mustafa Kemal’in sözleri, “Türkiye komünist
hareketinin geçen zaman zarfında Türkiye burjuvazisi için daha büyük bir tehlike
haline geldiği” şeklinde yorumlanmıştır:

Türkiye burjuvazisi, Cumhurreisinin ağzıyla Eskişehir


İstasyonunda TKP’ne harp ilan etti. Bu; çoktandır devam
eden bir muharebenin, burjuva devletinin en yüksek makamı
tarafından resmen tasdiki demektir. 364
Bildiride, TKP’nin bu nutuktan çıkarması gereken bazı dersler olduğu
belirtilmiştir:

..Ameleler, köylüler arasında ve ordunun içinde çalışmaya


daha ziyade ehemmiyet vermek, esnaf tabakalarıyla
temasımızı daha ziyade sıklaştırmak ve bu hususta “köylü,
ordu, esnaf” arasında gizli neşriyata büyük bir azimle
başlamak, başlanan yerlerde ise devam etmektir..Halk
Fırkası’nın, Halk Fırkası Hükümeti’nin, BMM’nin,
Cumhurreisinin yüzlerindeki maskeyi yırtmak ve şahısların
nasıl burjuva müessesesi ve mümessilleri olduğunu, emekçi

363
Atatürk’ün Eskişehir Garında kendisini karşılamaya gelen Temyiz hakimlerine yönelik 5 Ağustos
1929’da yaptığı konuşma, H. B. Gürses, 1994 içinde, s. 272-273. Bunu izleyen günlerde de, hemen
hemen bütün gazeteler bu nutku onaylayan ve öven haber ve makaleler yayımlamışlardır. Atatürk’ün
bu konuşmanın sonunda, “Şurası unutulmamalıdır ki, Türk aleminin en büyük düşmanı komünistliktir.
Her görüldüğü yerde ezilmelidir.” sözlerini söylediği iddiası ortaya atılmış ve bu 1960’larda çok
tartışılan bir konu olmuştur. Sonunda bu iddia çürütülmüştür. Ancak bu noktanın aslında o kadar da
önemli olmadığı ve Eskişehir nutkunun yeterince sert ifadeler taşıdığı açıkça görülmektedir. Bu
konuda geniş bilgi için bkz. M. Tunçay, 1992, s. 68, 80).
364
TKP Merkez Komitesi imzasıyla 10 Ağustos 1929’da yayımlanan beyanname, Gürses, 1994, s.
273.

101
sınıfına göstermek TKP’nin önünde duran en mühim
vazifelerdendir.
TKP, Türkiye burjuvazisinin reisi, Türkiye amele, köylü ve
esnafının en büyük düşmanı olan M. Kemal Paşa’nın resmi
harp ilanını, büyük bir soğukkanlılıkla karşılar ve
mücadelesine devam eder. 365
Yine 1929 yılında yayımlanan “Kommunist” gazetesinde bu konu üzerinde
durulmaktadır. Takrir-i Sükun Kanunu’nun kalkmasının rejimde bir değişikliğe yol
açmadığı belirtilen bir yazıda, İsmet (İnönü) ve Mustafa Kemal’in bahsettiğimiz
konuşmalarına değinilmekte ve bu konuşmalar “Türkiye burjuvazisinin Türkiye
komünist hareketinden korktuğu” ve bu nedenle de “TKP’nin doğru yolda olduğu”
şeklinde yorumlanmaktadır. 366

5. NAZIM HİKMET MUHALEFETİ

A. Muhalefetin Doğuşuna Giden Süreç: 1925-1929 Arası Nazım Hikmet


ve Şefik Hüsnü

1929 yılı itibariyle su yüzüne çıkan Nazım Hikmet muhalefetinin doğru


anlaşılabilmesi için, öncelikle Nazım’ın bu tarihe kadar TKP içindeki yeri ve özel
olarak Şefik Hüsnü ile olan ilişkileri aktarılması gerekmektedir. Nazım muhalefeti,
TKP’nin bu tarihten sonraki faaliyetlerini de etkileyecek en büyük kopmayı meydana
getirmiştir. Öyle ki, Tunçay’ın belirttiği gibi bu kopuş, 1946 yılında yasal olarak
kurulacak iki sosyalist partinin 367 çatışmasında bile devam edecektir. 368

Nazım Hikmet’in TKP ile ilişkisinin daha önceki tarihlerden itibaren


başladığı bilinmekle beraber Aydınlık Grubu’na fiilen 1924 sonlarında Türkiye’ye
döndükten sonra dahil olduğu bilinmektedir. Nazım’ın Türkiye’ye gelişinde Şefik
Hüsnü’nün etkili olduğu görülmektedir. Şefik Hüsnü, Nazım ve diğer bazı KUTV 369
öğrencilerinin “kadro gereksinimi” dolayısıyla yurda gönderilmelerini

365
ibid, s. 274.
366
Kommunist (1929), Tunçay, 1992 içinde, s. 180.
367
Esat Adil Müstecablıoğlu’nun kurduğu Türkiye Sosyalist Partisi ve Şefik Hüsnü Değmer’in
kurduğu Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi.
368
M. Tunçay, 1992, s. 77.
369
Doğu Emekçileri Üniversitesi.

102
istemektedir. 370 Nazım Hikmet, Türkiye’ye döndükten sonra, Aydınlık dergisinde, 21
Ocak 1925 yılında yayına başlayan ve 5 Mart 1925’te yedinci ve son sayısı çıkan
Orak Çekiç dergisinde yazı ve şiirler yazmıştır.

Nazım Hikmet, Aydınlık dergisinde yayımlanan “Türkiye’de Amele Sınıfı ve


Amele Meselesi” isimli yazısında, Şefik Hüsnü’nün yaptığı analizlerden farklı
olarak, daha yalın ve düz yorumlarda bulunmuştur. 371

Nazım Hikmet’e göre, Türkiye’de bir amele sınıfı ve amele sorunu olduğu
açıktır. Bu sorun, kendisini iki cephede belli etmektedir. Birincisi, “dahili
sermayenin harici sermaye ile rekabet edebilmesi için ameleyi mümkün olduğu kadar
çok ve insafsız şekilde istismar etmesi gerektiği”, yani işçi sınıfının yerli burjuvazi
ile olan çelişkisidir. Amele meselesinin ikinci veçhesi, “Türkiye’deki ecnebi
şirketleriyle Türk amelesi arasındaki tezat” iken üçüncü veçheyi ise “Türkiye’ye
girmek isteyen ecnebi sermayesinin simsarlarıyla Türkiye amelesi arasındaki tezat”
oluşturmaktadır. Meselenin dördüncü ve son yönü ise, “hükümet ve amele arasındaki
anlaşmazlık”tır. Nazım yazısını, Türkiye’de “ameleyi teşkilatlandırmaya sevk
edenin, tarihi-iktisadi zorunluluklar ve amelenin sınıfsal niteliği olduğunu ve tüm
dünyada olduğu gibi Türkiye’de de geleceğin amele sınıfının ellerinde olduğunu
ifade ederek bitirmektedir. 372

Nazım Hikmet, 1925 yılındaki davada 15 yıl kürek cezasına çarptırıldığında


İzmir’de bulunmaktaydı. Bu sıralarda Berlin’e kaçmış olan Şefik Hüsnü’nün,
Komintern’in Doğu Seksiyonuna yazdığı ve söz konusu tutuklamaları
değerlendirdiği mektuplarda, özellikle Nazım Hikmet’in Türkiye’den kaçırılmasını
istemesi 373 göze çarpmaktadır. Bunun üzerine Nazım Hikmet, Moskova’ya gelmiş ve
daha sonra Şefik Hüsnü’ye teşkilat ve örgütlenme sorunlarına da değinen mektuplar
yazmıştır. 374

Nazım Hikmet, bu mektupların ilkinde Şefik Hüsnü’ye güvenini “Sana,


fırkamızın katibine ve rehberine itimadımız her zamankinden ziyadedir” diyerek
vurgularken, ülkede değişen koşullar sebebiyle, TKP’nin mücadele biçimlerini

370
Fransızca, CD 25A, Klasör 32_36, Belge 698’den aktaran, Akbulut: 2002: 25.
371
M. Tunçay, 2000, s. 193.
372
ibid, s. 267-269.
373
TÜSTAV, Fransızca CD 26, Klasör 33_36, Belge 402-405, aktaran, Akbulut: 2002, s. 35.
374
E. Akbulut, 2002, s. 35-37.

103
değiştirmesi gerekliliği üzerinde durmaktadır. “İllegal çalışmaya geçiş” olarak
adlandırdığımız dönemde yazılmış olan bu mektupta, Nazım Hikmet’in “tek başına
hareket etme” yönünde bir eğiliminin olduğu açıkça görülmektedir. Akbulut’a göre,
bu, komünist partilerin çalışma anlayışlarında alışılmış bir yaklaşım değildir. 375
Aşağıdaki alıntıda göreceğimiz gibi Nazım Hikmet, radikal değişiklikleri oluşturup
Parti organlarına götürmeksizin tartışmaktadır:

Şüphesiz ki, fırkamızın geçirdiği son buhran, bize yeni


mücadele ve teşkilat usullerini kabul ettirecektir..Burada biz
Hasan (Ali Ediz) ile beraber yeni bir teşkilat fikrini müdafaa
ettik ve taraftar da kazandık ki o da şudur: Fıkranın fikri ve
esasi idare heyetini memleket haricinde vücuda getirmek,
memleket dahilinde teknik bir büro teşkil etmek, yani bir
zamanlar Bolşevik Fırkası’nda olduğu gibi iki teşkilat vücuda
getirmek ve şüphesiz memleket dahilinde çalışacak olan
teknik büroyu hariçteki fikri ve idari heyetin emri altında
bulundurmak, sonra gizli bir fırka gazetesine de duyulan
ihtiyacı kabul edersek, bu fikrin Şark şubesinde taraftarları
vardır. Herhalde bunları düşünürsün. Benim ve Hasan’ın
fikirleri, bugünkü şeraite en muvafık teşkilat tarzını bu
surette görüyor. 376
Nazım Hikmet, Şefik Hüsnü’ye gönderdiği ikinci mektupta, yukarıda
bahsedilen “yurtiçinde teknik kadro ve yurtdışında fikri ve idari kadro” şeklinde
özetleyebileceğimiz görüşü üzerinde tekrar durmakta ve Hasan Ali ile oluşturdukları
bu tezin Şark Şubesi tarafından kabul edildiğini ifade etmektedir. Buradaki vurgu
ağırlaşmış ve Şefik Hüsnü’nün beklendiği üzerinde durulmuştur:

Fırkanın yeni teşkilat prensipleri üzerine kurulmasının icap


ettiğine hepimiz kaniiz. Fakat kati değil, senin gelmene
ertelenmiştir. Orada hergün gecikmen birçok boş zamanın
geçmesine sebebiyet verecektir..Bu tez şark şubesi tarafından
aynen kabul edilmiş gibi görünüyor. Halim’le (Hasan Ali
Ediz) hergün beraberiz, her an senin hareketini bildirecek
telgrafını bekliyoruz 377.
Nazım Hikmet’in bu mektuplarda ısrarla üzerinde durduğu noktalardan biri
de, partinin illegal bir yayın organına sahip olması gerektiğidir. Bu konuda da,
“Neşriyat meselesi kabul edilmiştir” gibi kesin vurgular göze çarpmaktadır.

375
ibid, s. 37.
376
TÜSTAV, Eski Türkçe, CD 21, Klasör 27_36, Belge 518-519, aktaran, Akbulut, 2002, s. 36.
377
TÜSTAV, Eski Türkçe, CD 21, Klasör 27_36, Belge 522, E. Akbulut, ibid, s. 39.

104
1929 yılında başlayacak olan muhalefetin ilk nüvelerini gördüğümüz bu
mektuplardan sonra, 1926 Viyana Konferansı’nda Nazım ile Şefik Hüsnü’nün
tartışmalarına tanık oluyoruz. Bu konferansta Nazım Hikmet ile Şefik Hüsnü
arasında kapitalist ülkelerde demokrasi ve diktatörlük konusunda bir tartışma
gelişmiştir. Şefik Hüsnü’nün bu konu ile ilgili net bir çözüme varılamayacağını,
Avrupa’da kimi yerlerde nispi bir demokrasi varken kimi yerlerde de faşist
yönetimlerin varolduğunu söylemesine karşın Nazım Hikmet, burjuvazinin
düşmanlarını bertaraf etmesi ile iktidarı ele geçirmesine kadar geçen dönemde nispi
bir demokrasinin mevcut olabileceğini ancak burjuvazi iktidara yerleştikten sonra bir
demokrasiden söz edilemeyeceğini, kendi diktatörlüğünü kurmasının bir zorunluluk
haline geleceğini savunmuştur. 378

Viyana Konferansı’ndan sonra ise Nazım Hikmet, “15 yıla mahkum olduğu
halde” Türkiye’ye görev başına gönderilmesi isteğini dile getirmiştir 379. Bu belgede
asıl önemli olan nokta, bu isteğin veya başvurunun TKP organlarına değil, doğrudan
Doğu Seksiyonu Sekreterliği’ne yapılmasıdır. Nazım Hikmet’in prosedürü bilmesine
rağmen böyle bir davranışta bulunması, Komintern Doğu Sekreterliği’nin dikkatini
Türkiye’de yaşanan gelişmelere yani, “Menşevik-tasfiyeci” şeklinde nitelendirilen
Merkez Komitesi’ne çekmek istediğini düşündürmektedir. Belgede göze çarpan bir
başka nokta, Nazım Hikmet’in kendisini, TKP’nde “başlıca politika belirleyicilerden
biri” olarak görmesidir. 380

B. Muhalefet Grubunun Doğuşu

Şefik Hüsnü’nün “Fetret Devri” olarak adlandırdığı 1927-1929 dönemine ait


rapor ve yazılarını incelediğimizde Nazım Hikmet’e karşı tavrının pek de olumsuz
olmadığı görülmektedir. Bu dönemde Merkez Komitesi oluşturma hazırlıkları içinde
olan Şefik Hüsnü, Parti içindeki çeşitli grupların varlığını ifade etmekteydi. Ancak
17 Nisan 1928 yılında ele aldığı raporda, Nazım Hikmet’i bağımsız bir madde olarak
ele aldığı, onu herhangi bir gruba mensup olarak görmediği ve Türkiye’ye dönüp

378
TÜSTAV, Eski Türkçe, CD22, Klasör 28-36, Belge 6 ve devamından aktaran, E. Akbulut, 2002, s.
70-71.
379
TÜSTAV, Eski Türkçe, CD 27, Klasör 34_36, Belge 16, ibid, s. 76-77.
380
E. Akbulut, 2002, s. 77.

105
taşra örgütlerinde çalışabileceği belirtilmektedir. Şefik Hüsnü’ye göre, Nazım
Hikmet’in “en kötü durumda bile bir sakıncası olmayacaktı”. 381

Bu doğrultuda Laz İsmail (Bilen) ile birlikte 1928 yazında Türkiye’ye gelen
Nazım Hikmet, yakalanmış ve Ankara Cezaevi’ne getirilmiştir. 19 Nisan 1929’da
serbest bırakılan Nazım Hikmet, bu dönemde bir yayın faaliyetine girişmiştir.

Aynı zamanlarda yurt dışına çıkan Şefik Hüsnü, bir küçük burjuva sol dergide
yazarlık yapan Nazım Hikmet’in “oportünist hatalara düştüğünü” ifade etmiştir. 382
Şefik Hüsnü’nün söz ettiği bu dergi, Sabiha ve Zekeriya Sertel’in çıkardığı Resimli
Ay’dır. Şefik Hüsnü’nün bu dönemde Nazım Hikmet’le ilgili ifadeleri, onun
muhalefet hareketi içinde yer almaya başladığını göstermektedir.

Tunçay, Nazım Hikmet’in 1929 yılının bahar ya da yaz aylarında Pendik


yakınlarındaki Pavli adasında gizli bir muhalefet toplantısı düzenlediğini
yazmaktadır. Tunçay’a göre, bu toplantıya Nazım dışında yedi kişi daha katılmıştır:
Hamdi Şamilof, karısı Emine, Seyfettin Osman, Deli Mehmet, Şaban ağa oğlu Fuat,
Şoför Süreyya ve Zeki (Baştımar). 383

Şefik Hüsnü’nün “maceracı” olarak eleştirdiği ve Vedat Nedim grubunun


“pasifist” çizgisinin tam zıttı olarak Partiye soldan ters düştüklerini ifade ettiği
Hüsamettin (Özdoğu) ve İsmail (Bilen)’in de bu muhalefet grubu içinde yer aldığı
bilinmektedir.

C. Muhalefetin Görüşleri

TKP yöneticilerinin Nazım muhalefeti ile ilgili öne sürdüğü başlıca savlardan
birisi, bu grubun ve TKP’nden ayrı bir programa, teoriye ve platforma sahip
olmadıklarıdır. Hasan Ali, J. Orleans imzasıyla Komintern’e gönderdiği mektuplarda
Nazım grubunun herhangi bir teoriye sahip olmamakla beraber, kendileri ile
aralarındaki farkın bir Bolşevik ile Menşevik arasındaki farka benzediğini
belirtmektedir 384. Hasan Ali’nin aktarımıyla bu grup Merkez komitesinden farkını
şöyle ortaya koymaktadır:

381
TÜSTAV Arşivi, Fransızca, CD 27, Klasör 34_36, Belge 623 vd.; E. Akbulut, 2002, s. 99.
382
TÜSTAV Arşivi, Fransızca, CD 27, Klasör 25_36, Belge 200 vd., ibid, s. 108.
383
M. Tunçay, 1992, s. 76.
384
TÜSTAV Arşivi, Film 36, CD 27 35_36, s. 403.

106
“Şimdiye kadar Türkiye’deki komünist hareket, muayyen
şahısların etrafında inkişaf eden bir hareket mahiyetini
almıştır. Bizim yaptığımız hareket şahısların etrafında
olmaktan ziyade fikirler etrafında inkişaf edecek olan bir
harekettir. Bizim hareketimiz..şimdiye kadar vaki olan
Türkiye komünist hareketinden tamamen ayrı bir
mahiyettedir..Bizim mazi ile hiçbir alakamız yoktur. Şimdiye
kadar Türkiye komünist hareketinin başında olan Doktor
(Şefik Hüsnü) gibi şahsiyetler bu hareket için bir bela
olmuştur..Sabık Seka (Merkez Komitesi) kuvvetini kütleden
almamıştır. Biz kütleyi temsil ediyoruz.(..)” 385
Muhalefet ise Komintern’e ilk raporunu, TKP Merkez Komitesinin muhalefet
üyesi olduğunu ileri sürdüğü Tufan (Fuat Alyanak) aracılığıyla göndermiştir. Bu kez
muhalefetin görüşlerini kendi ifadelerinden okuyalım. Hasan Ali’nin ifadeleriyle
benzer şekilde, muhalefetin TKP ile ayrılığının teorik alanda ortaya çıkmadığı,
dahası herhangi bir teorik sorunu dile getirmediği anlaşılmaktadır:

Nazariyede fevkalade doğru görünen bu arkadaşlar, pratikte


kendi gruppa menfaatlerini fırkanın menfaatinden üstün
tutacak kadar prensipsizlik göstermişlerdir. 386
Bu ifadeden de anlaşıldığı gibi Muhalefet grubu, asıl hizipçilik faaliyetinin
başlatanın kendileri değil, Merkez Komitesi olduğunu düşünmektedirler. Ayrıca
belgede, Merkez Komitesinin memleketin vaziyeti hakkında Komintern’i de yanlış
bilgilendirdiğini öne sürülmektedir.

Muhalefetin bir başka eleştiri noktası, TKP’nin uzun bir süredir görevlerini
yerine getirmediği olmuştur:

Yedi seneye yakın bir zamandır bu arkadaşlar, fırkanın ve


Komintern’in kendilerinden beklediği vazifeleri
yapmamışlardır. Ne fırkanın devamlı bir organını
yaratabilmişler ne de bizim gibi genç fırka teşkilatçılarına
ufak bir teşkilat tecrübesi bırakmamışlardır..Her yeni
tevkifatta fırka tanınmış kadrosu içeri girmiş ve işlere daima
yeniden başlanmıştır. 387
Muhalefetin vurguladığı önemli bir nokta, tüm bu eleştiriye neden olan
durumların fırkanın içinde bir “münevverler ailesi” meydana gelmiş olmasından ileri

385
TÜSTAV Arşivi, Film 36, CD 27 35_36, s. 458-462.
386
TÜSTAV Arşivi, Film 36, CD 27 35_36, s. 415-418.
387
ibid.

107
geldiğidir. Muhalefet mektubunda, “buhrana son vermek için” bu aydınlar
kadrosunun görevden alınmasının yeterli olacağı görüşündedir.

Haziran ya da Temmuz 1930’da Muhalefet bir toplantı daha yapmış, bu


toplantının tutanakları Komintern’e Nisan 1931’de ulaştırılmıştır. İmzacıları, bölge
komiteleri olarak örgütlenmiş bulunan İstanbul, Ankara, Samsun, Adana, Trakya,
Lazistan, Bursa, Muğla komünistleri olarak belirtilen raporda, “muhalefet” adına
değil, Partinin kendisi adına hareket edildiğine vurgu yapılmıştır. Bu grup, kendisini
388
“parti örgütlerini elinde tutan emekçiler” olarak tanımlamakta ve “10 kişi” diye
tanımladıkları aydınlar kadrosuna karşı mücadele ettiklerini ifade etmektedirler.
Muhalefet grubuna göre, 1929 yılında İsmail Bilen ve Hüsamettin Özdoğu’nun
tutuklanmasından sonra, Merkez Komitede kalan “Şefik Hüsnü, Ali Cevdet ve Hasan
Ali” olarak ifade ettikleri “aydın grubu” parti kitlesinden ve işçi sınıfından tümüyle
kopmuştur. 389

Bu toplantıda alınan kararlar ise şöyle ifade edilmektedir:

a) Ankara, Adana, İstanbul, Bursa, Trakya, Lazistan gibi


Türk bölge örgütlerine mensup yoldaşlar olan bizler,
ideolojik ve taktiksel açıdan Komintern’in en bilinçli
savaşçıları ve sadık askerleriyiz. Troçkizme ve küçük burjuva
hareketlerine fazlasıyla düşmanız.
b) (..)GMK (Geçici Merkez Komitesi), Parti örgütleriyle
ilişki kurmadı..Ayrıca Komintern’e tüm partiyi bir muhalefet
grubu, polis ajanları, Kemalizmin adamları olarak gösterdi.
Grup olarak gösterilen gövde, Türk komünist örgütlerinin
tamamıdır!
c) Bu nedenle, ..Komintern’den Türk Komünist Partisi ve işçi
hareketleri ile daha fazla ilgilenmesini talep
ediyoruz..İşçilerden oluşan bir merkez oluşturmak ve bu
merkeze diğer bölge örgütlerine liderlik etme kabiliyetini
kazandırarak harekete gelişme olanağı vermek için,
Komintern’den böyle bir merkezi mümkün olan en kısa süre
içinde oluşturmasını talep ediyoruz. 390

388
Türkali (1999: 592)’nin ifade ettiğine göre, Nazım muhalefetinin işçiler arasında gerçekten de
büyük bir yandaş topluluğu bulunmaktaydı. Hatta bu yüzden Nazım muhalefeti bazı sol çevrelerce
“İşçi muhalefeti” olarak da adlandırılmaktaydı.
389
TÜSTAV Arşivi, CD 27, Klasör 35_36, Belge 858 vd., aktaran, E. Akbulut, 2002, s. 144-161.
390
ibid.

108
D. Komintern’in Mektubu ve Muhalefet Grubunun Tasfiyesi:

“Türkiye Komünist Fırkası Azalarına Komintern’in Açık Mektubu” başlığı


altında TKP’nin 1930 yılında çıkardığı İnkılap Yolu gazetesinde de yayımlanan
Komünist Enternasyonal’in mektubunda, muhalefet grubunun açıkça mahkum
edildiği görülmektedir. Bu belgede muhalefet, “amele sınıfının saflarına sokulmuş
Kemalizm’in adamları” olarak nitelendirmektedir:

Komünist Enternasyonalin İcra Komitesi “Muhalefet” namı


altında Türkiye Komünist Fırkasının Merkez Komitesi
aleyhine saldırgan grubun bir komünist grubu olmadığına
bütün Türkiye Komünist Fırkası azalarının ve işçilerin nazari
dikkatlerini celbeder, bu muhalefet fırkanın sabık küçük
burjuva unsurlardan, daha 1927 senesinde Fırkadan
terkedilen bozgunculardan, Troçkistlerden ve açıktan açığa
polis olan bazı hafiyelerden mürekkeptir. Bu “Muhalefet”
amele sınıfının saflarına sokulmuş Kemalizmin adamlarıdır.
Bu grubun komünizmle herhangi bir alakası bile mevcut
değildir. O, değil amele sınıfının fakat burjuvazinin ve
derebeyliğin menfaatlerine hizmet etmektedir.Komünist
Enternasyonal’in İcra Komitesi, ..bu grubun tesiri altında
kalmış olan bütün komünist fırka azalarını ve bütün işçileri,
bu dönekler grubu ile olan her türlü alakalarını kesmeye ve
saflarını, Komünist Enternasyonal’in itimadına mazhar olan
Türkiye Komünist Fırkası ve onun Merkez Komitesi
etrafında saklaştırmaya davet eder. 391
Yine İnkılap Yolu gazetesinde yayımlanan “Türkiye Komünist Azalarına”
başlıklı belgede de, Komünist Enternasyonali İcra Komitesi’nin bu müdahalesiyle
TKP içindeki “oportünist cereyanın” tarihe karıştığı ifade edilmektedir. Bu bildiride
Nazım muhalefetinin Partiden tasfiye edilmiş bulunan Vedat Nedim-Şevket Süreyya
çizgisi ile özdeş tutulması dikkati çekmektedir. Bildiride, “Hafiyeler Fırkası”,
“oportünistler” ve “Troçkistler” şeklinde eleştirilen muhalefet grubu, Nazım, Hamdi
(Şamilof), Mussolini Ahmet, Sarı Mustafa (Börklüce) ve yandaşları olarak
açıklanmış ve bu grubun TKP ile tüm bağlarının kesildiği ifade edilmiştir. 392

391
“Türkiye Komünist Fırkası Azalarına Komintern’in Açık Mektubu”, M. Tunçay, 1992 içinde, s.
202.
392
M. Tunçay, ibid, s. 204, 205.

109
6. 1930-1932 YILLARI ARASINDA TKP

Şefik Hüsnü, 1930 yılında TKP’nin içinde bulunduğu durumu anlatırken,


genel olarak Nazım Hikmet muhalefetinin faaliyetlerinden bahsetmektedir. TKP’nin
bu dönemdeki atılımının ise, büyük ölçüde bu muhalefet grubunun etkileri ile
mücadele etmek amaçlı olduğu anlaşılmaktadır:

Partinin örgütsel bir toparlanışı gerçekleştirdiği ve yaşamsal


önemdeki kimi siyasi görevlerin önünde durduğu tam da bu
dönemde, Parti, eylemine alabildiğine zarar veren büyük bir
iç güçlükle karşı karşıyaydı. Sol fraksiyonun doğrudan
işbirlikçileri, bu uğrağı, Parti Merkez Komitesinin
uygulamaya çalıştığı yeniden örgütlenme ve disiplini
pekiştirme önlemlerine karşı koymak amacı ile örgütlü bir
muhalefet halinde bir araya gelmek için ve Parti yönetimini
ele geçirmeye kalkışmak için uygun buldu(..)Bu
provokasyona karşı kararlı bir mücadele Partinin en önemli
görevlerinden biri haline geldi. 393
Bir önceki bölümde muhalefetin tasfiye edilmesi sürecinde incelediğimiz
gibi, Komintern de Partinin bu mücadelesine destek vermişti. Komintern TKP
Merkez Komitesinden yana tavır koyarken, aynı zamanda bu Merkez Komitesinin
Türkiye içindeki yeni gelişmelere ve bu ideolojik sapmalara karşı paralel olarak
hazırladığı eylem programı taslağına ve siyasi hattını açıklamak için giriştiği yayın
faaliyetlerine de destek verdiğini açıklıyordu.

Şefik Hüsnü, TKP’nin 1930 Eylem Programı ve “İnkılap Yolu” adlı derginin
çıkarılmaya başlanması olarak özetleyebileceğimiz, muhalefet grubuna karşı teorik
alanda yürütülen mücadeleden şöyle bahsetmektedir:

Aynı süreçte, dış bürosuyla mutabık bir halde Merkez


Komitesi, Kemalist Partinin emperyalizmle daha ilk uzlaşma
adımlarını attığı dönemde kaleme alınmış ve ona karşı
oportünist bir anlamda yorumlanabilecek, kimi hayırhah
değerlendirmeler içeren Partinin eski eylem programı 394
üzerinde ilkesiz muhalefetin spekülasyon yaptığını göz
önünde bulundurarak yeni bir eylem programı hazırlanmasına
karar verdi. Bu iç sağlamlaştırma çabalarına paralel olarak,
Parti, sapmalara karşı ideolojik mücadele ve siyasi hattını
yaygınlaştırma çalışmasını İnkılap Yolu adlı bir teorik
merkez organ yayımına başlayarak sistematize ediyordu.

393
TÜSTAV Arşivi, Fransızca Cd 35, Klasör 6_6, Belge 259 vd., aktaran, E. Akbulut: 2002, s. 292.
394
1926 Çalışma Programı kastedilmektedir.

110
Parti içinde değişik ideolojik eğilimlerin doğmasının ve
üyelerin siyasi formasyonundaki düşüklüğün ana nedeni, her
türlü komünist yayının azlığıydı; Parti 1925 terörünün
darbelerinden bu yana, ideolojik ve teorik faaliyetini yeniden
başlatamamıştı.İlk sayıları 1930 ortalarında yayımlanan
İnkılap Yolu’nun çıkışı, bu boşluğu başarılı bir biçimde
dolduruyordu.
Şefik Hüsnü’nün de bahsettiği gibi, TKP Faaliyet Programı’nı 1930 yılında
tekrar yayımlamıştır. 1926 tarihli programdan farklı olarak, “Türkiye Meselesine
Dair Tezler” başlıklı bir bölüm eklenmiştir. Ayrıca, Programın başında Şefik
Hüsnü’nün bir sunuş yazısı da yer almaktadır. “Türkiye Meselesine Dair Tezler”
başlığı altında, genel olarak Türkiye’nin “iktisadi olarak bir yarı-sömürge haline
geldiği” ve “Kemalizm’in yeni yöneliminin emperyalizmle uzlaşma yönünde
olduğu” saptaması yapılmaktadır.

Bilindiği gibi, TKP, 1925 yılında Aydınlık Dergisi’nin faaliyetine son


verildikten sonra, düzenli ve kuramsal içerikli bir yayın organına sahip olamamıştır.
TKP’nin 1925-1930 yılları arasındaki yayınları 1927 yılında üç sayı olarak
yayımlanan Alev, tek sayı olarak Bolşevik, 1928 yılında yayımlanan Kıvılcım ve
1929 yılında iki sayı olarak yayımlanan Kommunist gazeteleridir. Bunlardan Alev ve
Kıvılcım gazetelerinin Hikmet Kıvılcımlı tarafından çıkarıldığını TKGB’nin
faaliyetlerini değerlendirdiğimiz başlık altında belirtmiştik. Ancak üç sayıdan fazla
yayımlanamamış olan bu yayın organlarının tümü, ülkedeki konjonktürel
gelişmelerden haber veren ve bu doğrultuda halkı TKP’nin saflarına katılarak
mücadele etmeye çağıran propaganda amaçlı yayınlardı.

Temmuz-Ağustos 1930’da yayına başlayan İnkılap Yolu’nun ilk sayısı ise


şöyle başlamaktadır: “Türkiye Komünist Fırkası Merkez Komitesi –beş senelik bir
fasıladan sonra- bugün yeniden muntazam nazari ve siyasi neşriyatına başlıyor” 395
ayrıca İnkılap Yolu’nda,TKP’nin daha önce çıkan yayın organları ile ilgili şu ifadeler
yer almaktadır:

Bizim yapılmadığından şikayet ettiğimiz neşriyat, ameleyi


harekete getirmek hususunda çok müessir olan, hususi
vaziyetlerle ve hadiselerle alakadar ve her an inkıtaa uğrayan
“muhtasar müfit” neşriyat değildir. Biz.. tekmil mücahitlerin
fikriyat seviyelerini yükseltecek, onları Marxist ve Leninist
395
M. Tunçay, 1992 içinde, s. 187.

111
nazariyatın belli başlı prensipleri ve akideleri ile tanış edecek,
bu cihanşimul yüksek inkılap nazariyatına tevkifan
memleketimize ait içtimai, iktisadi ve siyasi hadisatı mesaili
tahlil etmenin yollarını gösterecek..milli ve beynelmilel
meseleler hakkında Kominternin ve TKP’nin nokta-i
nazarlarını ve tezlerini tebliğ edecek.. muntazam bir tarzda
çıkan ilmi ve siyasi bir fırka gazetesine..işaret etmek
istemiştik. Bu nevi neşriyat itibarı ile TKP’nin son beş
senelik faaliyeti feci bir boşluk arzeder 396.
İnkılap Yolu’nda, TKP’nin geçmişinin ve Türkiye’deki Serbest Cumhuriyet
Fırkası’nın kurulması, Kürt isyanları gibi güncel olayların aktarıldığı bölümlerin yanı
sıra, “Marksizm ve Leninizm meseleleri” başlığı altında Lenin’in Parti gazetesinin
öneminden bahsettiği bir alıntısı yer almıştır. Bundan sonraki sayfalarda ise, Nazım
Muhalefetinin tasfiyesi sürecini aktarırken üzerinde durduğumuz metinler “Fırkaya
Dair Tezler” başlığı altında ele alınmıştır. Ayrıca Dünyadaki gelişmelerden ve
komünist partilerinden haber veren “Beynelmilel Havadisler” isimli bir bölüm de
bulunmakta, “Memleket meseleleri” başlığı altında, yeni başlayan ekonomik buhrana
değinilmektedir.

Bu dönemde, Vilayet Komitelerinin de düzenli bir yayın faaliyetine


giriştikleri gözlenmektedir. TKP’nin 1930 yılında çıkardığı Kızıl İstanbul ve Kızıl
Eskişehir gibi dergilerde, Kemalist hükümete olduğu kadar Kemalizm’in uşağı
olarak nitelendirdikleri Nazım muhalefetine de sert ifadelerle yaklaşıldığı
görülmektedir. 397

Bunun dışında, TKP’nin bu tarihlerdeki faaliyetleri ise, 1 Mayıs ve 1 Ağustos


bildirileri dağıtmaktan ibaret gibi görünmektedir. 1930 yılında 1 Mayıs
tutuklamaları, 1931 yılında ise 1 Mayıs ve 1 Ağustos olmak üzere iki büyük
tutuklama gerçekleşmiştir. 398 Akbulut’a göre, Hasan Ali de 1 Ağustos Bildirisi
dolayısıyla tutuklananlar arasında yer almış ve bu tutuklama Geçici Merkez
Komitesi’nin daha otorite sağlayamadan ciddi bir darbe yemesine neden olmuştur.
Ayrıca 1931 Mayısında Nazım Hikmet’in de tutuklananlar arasında yer aldığı
görülmektedir. 399

396
ibid, s. 188.
397
M. Tunçay, 1992, s. 83.
398
M. Tunçay, ibid, s. 92.
399
ibid, s.

112
7. 1932 TKP KONGRESİ VE 1934 DIŞ BÜRO PLENUMU

1932 yılında gerçekleşen Parti Kongresi, Zeki (Baştımar)’nin evinde


toplanmıştır. 400 Bu kongreye kimlerin katıldığı ve neler konuşulduğu tam olarak
bilinmemekle beraber, Şefik Hüsnü’nün yazdığı bir rapora dayanarak, Kongrenin
muhalefet ve muvafakat (Geçici MK) unsurlarını bir araya getirdiğini söyleyebiliriz.
İncelediğimiz gibi, Zeki (Baştımar) ve İsmal (Bilen) isimli Partililer Nazım Hikmet
muhalefeti içinde yer almaktaydı. Ancak bu kongreden sonra oluşturulan Merkez
Komitesi içinde yer alarak, muhalif saflarda yer almaktan vazgeçtikleri
görülmektedir. Şefik Hüsnü bu Kongre üzerine şöyle bir özet bilgi vermektedir:

Konferans (Kongre) Şubat 1932’de toplanabildi. Aralarında


çok sayıda eski muhalifin de bulunduğu 25 delege
Konferansa katıldı. Çok sayıda karar (Partinin siyasal ve
örgütsel görevleri, sendikalarda çalışma, emperyalist savaşa
karşı mücadele vb. hakkında) alındı ve aralarında birkaç
eskiden ihraç edilmiş kişi de olmak üzere 20’ye yakın üyesi
olan bir Merkez Komite seçildi. 401
Bu kongreden sonra geniş çaplı tutuklamaların meydana gelmesi ise, Şefik
Hüsnü tarafından Partiye provokatörlerin sızmış olması ile açıklanmıştır. Ayrıca
TKP Dış Bürosu ile Komintern bu tutuklamaların nedenini “bolşevikçe konspiratif”
çalışmanın bilinmemesinden kaynaklandığını öne sürmüşlerdir. Bu düşünceyle, 1932
yılının Temmuz ayında “Gizli Çalışma Usulleri” başlıklı bir makale hazırlanmış ve
Parti üyelerine ulaştırılmıştır. Bu belgede, illegal çalışmalarda polisin dikkatini
çekmemek için yapılması gerekenler hakkında öğütler verilmekte ve şu sonuçlara
ulaşılmaktadır: 402

TKP, 1927’den beri mütemadi surette polisin takibatına


maruz kalmıştır.(..)
Bu son zamanlarda vuku bulan tevkifatların hep kitlevi bir
mahiyet alması, aramıza sokulmaya muvaffak olan hafiye ve
provokatörlere karşı kendimizi müdafaa etmesini daha henüz
öğrenemediğimizi ispat etmektedir.

400
M. Tunçay, 1992, s. 96.
401
TÜSTAV Arşivi, Fransızca, CD 35, Klasör 6_6, Belge 259 vd., aktaran, E. Akbulut, 2002, s. 296.
402
TÜSTAV Arşivi, Film 29, CD 25 A, Klasör 30_36.

113
(...)Provokasyon, burjuvazinin en iyi silahıdır. 403
1932 Kongresinde seçilmiş olan MK üyelerinden çoğunun tutuklanması
sebebiyle 1934 yılında TKP’nin Dış Büro Plenumu toplanmıştır.

1934 Plenum kararında olumlu bulunan Parti çalışmaları şöyle belirtilmiştir:

1. Merkez Komitesi Partinin ana çizgisinden ayrılmamıştır

2. Parti matbaasını kurmuş, yayın işini canlandırmıştır.

3. Komsomolunu 404 faaliyete geçirmiştir.

4. KUTV’a öğrenci gönderme işinde başarılı olmuştur.

5. Cumhuriyetin 10. yıldönümünde ve 1 Ağustosta bildiriler dağıtmıştır. 405

Plenumda TKP’nin olumsuz bulunan faaliyetleri daha fazladır. En çok


üzerinde durulanlar şunlardır:

1. Sokak yürüyüşleri ve nümayişler yapılmamıştır.

2. İşletmelerde protesto toplantıları düzenlenmemiştir.

3. Ulusal ve uluslararası işçi hareketi ile dayanışmada yetersiz kalınmıştır.

4. Komintern tarafından verilen direktifler hayata geçirilememiştir.

5. Bir dizi önemli konuda “fırkanın ne düşündüğü ve ne gibi inkılabi


tedbirler ileri sürdüğü geniş kitlelere bildirilmemiştir. 406

Parti Plenumu sonrasında 66 kişilik bir “Kara Liste” hazırlanarak bunların


partiden ihraç edildiği ilan edilmiştir.

403
TÜSTAV Arşivi, Film 29, CD 25 A, Klasör 30_36. Bu makale ile ilgili ilginç bir öykü de vardır.
İllegal çalışmanın güvenlik içinde nasıl sürdürüleceğini anlatan bu broşür, hapishane arkadaşlarını
ziyarete gelen bir partilinin üzerinde polis tarafından üst araması yapılırken bulunmuştur. (Bkz. B.
Şen, 1999, s. 33).
404
Komsomol, Komünist partilerinde gençlik örgütlerine verilen isimdir.
405
RTseHIDNI: f: 495, op: 11, d: 373, L: 23-26, Komintern Arşivinden aktaran, B. Şen, 1999, s. 104.
406
RTseHIDNI: f: 495, op: 11, d: 373, L: 23-26, Komintern Arşivinden aktaran, B. Şen, 1999, s. 104.

114
II. ŞEFİK HÜSNÜ’NÜN TEZLERİ

TKP’nin 1925 sonrası uğradığı değişimleri ve bunların nedenlerini, ana


hatlarıyla belirtmiştik. Şimdi bu illegal mücadeleye geçiş döneminin tezlerini farklı
başlıklar altında açımlayacağız. Bu dönüşümlerin ana ekseni, Şefik Hüsnü’nün,
1919-1925 yılları arasındaki “özgün” diye nitelendirilebilecek tezlerden daha klasik
anlamda “Marksist-Leninist” bir yoruma doğru yönelmesidir.

Bu bölümde Şefik Hüsnü’nün tez ve görüşlerini incelememize olanak veren


yazıları, onun “Ferdi” takma adıyla Komintern organlarında yazmış olduğu
yazılardır. Önceki bölümde incelediğimiz yazıları, büyük ölçüde “Aydınlık” isimli
legal bir dergideki yazılarından oluşmakta ve bazı ifadeleri sansüre uğramaktaydı. Bu
dönemde ise herhangi bir sansür tehlikesi ile karşı karşıya bulunmaması Şefik
Hüsnü’ye yazılarını yazarken belli bir rahatlık sağlamış olsa gerektir.

Ayrıca 1926 ve 1930 Programlarını da, büyük ölçüde Şefik Hüsnü’nün


kaleminden çıkmış olduğunu göz önünde bulundurarak bu başlık altında
inceleyeceğiz. Ancak Şefik Hüsnü’nün yazılarının Parti Programlarındaki kadar sert
ve kesin ifadeler içermediği de göz önünde bulundurulmalıdır. Örneğin, Programdaki
“Emperyalizme karşı mücadelenin Kemalizm’e karşı mücadeleden ayrılamayacağı”
tezi, Şefik Hüsnü’nün özellikle 1925-1929 dönemine ait yazılarında, Kemalistlerin
emperyalizmle uzlaşma ve çatışma dinamiklerini gözler önüne sermek şeklinde
olmuştur.

Şefik Hüsnü’nün 1929-1930 yıllarından itibaren ise Kemalistlere daha sert bir
tutum takındığı ve artık Kemalizm’i emperyalizmle tamamen uzlaşmış olarak
değerlendirdiği görülmektedir. Bunun sebepleri çeşitlidir. Kemalistler’in somut
politikaları yanında Komintern’in VI. Dünya Kongresi’nde sol çizgisini
güçlendirmesi ve TKP’ndeki muhalif grubun eleştirileri bunlar arasında sayılabilir.

Şefik Hüsnü’nün 1925-1929 yılları arasındaki görüşlerini “Emperyalizme


Karşı Ortak Mücadeleden Sınıf Mücadelesine”, “Köylü Sorunu”, “Diktatörlük
Olarak Kemalizm”, “TKP Dışındaki Muhalefet” ve “Ekonomi” ve “Komintern-II”
ana başlıkları altında inceleyeceğiz. Şefik Hüsnü’nün bu dönemdeki görüşleri şu
temel noktalardan beslenmektedir:

115
-Milli kurtuluş hareketi, bir orta sınıf hareketi olarak başlamıştır. Farklı
sınıfların bir blok oluşturması ile yürütülen bu mücadele sonucunda bazı gruplar
dışlanmış ve iktidar küçük burjuvazi ve büyük-orta toprak sahiplerinin eline
geçmiştir. Artık “kapitalist” olarak nitelendirilebilecek Kemalizm, bu orta sınıf
kitlesinden ayrılmaktadır.

-Kapitalist olmayan gelişme söyleminin yerini “Burjuva milliyetçiliği


kapitalist gelişmeyi içinde barındırır” yargısı almıştır. Ancak Şefik Hüsnü’ye göre,
bu burjuva unsurların desteklenmesi milli hareketin başlarında zorunlu ve gerekli bir
durumdu.

-Kemalistler, iktidarı ele geçirdikten sonra devrimci ve anti-emperyalist olma


özelliklerini kaybetmişlerdir.

1. EMPERYALİZME KARŞI ORTAK MÜCADELEDEN SINIF


MÜCADELESİNE

1919-1925 döneminde yazdığı yazılarda, emperyalizme karşı mücadelede bir


“sınıflararası işbirliği/uzlaşı” arayışı içinde olan Şefik Hüsnü, 1925 yılından sonraki
dönem yazılarında artık sınıf mücadelelerinin keskinleşmesinin söz konusu olduğunu
yazmıştır. 407

Şefik Hüsnü’nün bu dönem yazılarında Kemalistler üzerine temel savunusu,


Kemalist hareketin 1919-1922 yılları arasında antiemperyalist ve devrimci
olduğudur. Komünistler de Kemalizm’i bu özellikleri dolayısıyla söz konusu
dönemde desteklemişlerdir.

Şefik Hüsnü’nün 1927 yılında Komintern organlarında Çin Devrimi üzerine


iki yazısı yayımlanmıştır. Bu yazılarda Ş. Hüsnü, Çin Devrimi ile Kemalist Devrimi
bir karşılaştırmaya tabii tutmuş ve özellikle “geri kalmış ülkelerde milli burjuvazi”
ve “emperyalizme karşı mücadele”sorunu üzerine durmuştur.

Şefik Hüsnü “Çin Meselesi” üzerine Komünist Enternasyonal Sekizinci


Genel Toplantısı’nda yaptığı konuşmada, geri ülkelerin büyük burjuvazisi ile

407
“Türk Milliyetçiliğinde Devrimci Dalganın Geri Çekilmesi”, 1926, Komünist Enternasyonal
Dergisi, Şefik Hüsnü Yazı ve Konuşmalar, 1995, s. 41.

116
kapitalist ülkelerin büyük burjuvazisini aynı kefeye koymanın yanlışlığına dikkat
çekmektedir. 408

Şefik Hüsnü’ye göre, geri kalmış ülkelerde genç ve milli burjuvaziye


“devrimci” olma niteliğini veren, ülkede uluslararası mali sermayenin sadece bir
uzantısı olarak milli niteliği olmayan, yozlaşmış bir büyük burjuvazinin varolmasıdır.
Bu sınıf, “ülkeyi sömürme üzerindeki hakimiyet hakkını, emperyalizme ve ajanlarına
karşı savunmak zorundadır.

Şefik Hüsnü, bu yüzden proletarya ve köylülüğün emperyalizme karşı bu


milli burjuvazi ile bir blok kurmasının gerekliliği üzerinde durur. Ancak bu blok,
milli burjuvazi anti-emperyalist özeliklerini koruduğu sürece geçerli olacaktır:

Milli burjuvazinin işte bu devrimci niteliği bir kere ortaya


çıktıktan sonra, proletaryanın örgütü olarak, bizim,
burjuvaziyle emperyalizm arasında bir silahlı mücadele
başladığında bu burjuvaziyle doğrudan doğruya bir blok
kurmamız gerekir.. Partinin yeri, emperyalizmin
hegemonyasına karşı böyle bir bloğun içindedir.
Şefik Hüsnü, bu dönemde “proletaryanın yönetimi tek başına ele
geçirebileceği” türden eleştirileri ise böyle bir durumun imkansız olduğunu, Çin ve
Türkiye gibi milli kurtuluş hareketi yürüten ülkelerde mücadeleyi başlatanın
burjuvazi olduğunu ve proletarya ile köylülüğün ise onu kapitalist olmayan devrim
yönünde ilerletmeleri gerektiğini belirterek yanıtlamaktadır. 409

İktidarı ele geçirdikten sonra “her geçen gün daha fazla kapitalist tarafa geçen
ve yabancı sermaye ile uzlaşan” Kemalist hükümetin hala daha anti-emperyalist
niteliğini korumasını sağlayan ve “milli burjuvazi” yaratma amaçları ile ilgili olan
410
bazı nedenler bulunmaktadır. Anadolu demiryolu meselesinin yabancı sermaye
açısından olumsuz bir çözüme bağlanması, yabancı işletmelerin bir takım
kısıtlamalara tabii tutulması gibi uygulamalar 411 bunlar arasında sayılabilmektedir.

408
“Çin Meselesi”, Komintern Yayını, Mayıs 1927, s. 86-94, ibid, 1995, s. 96-104. Bu konuşmanın
“tutucu burjuvazi” ile “devrimci milli burjuvazi” arasında hiçbir fark olmadığını söyleyen Troçki’ye
cevap niteliğinde olduğu görülmektedir
409
ibid, s. 98.
410
ibid.,s. 103.
411
“Kemalizm Kapitalist Gelişme Yolunda”, Komünist Enternasyonal Dergisi, 1927, sayı 22, s. 1076,
1087, Şefik Hüsnü Yazı ve Konuşmalar, s. 109.

117
Kemalistlerin bu yöndeki ekonomik politikalarını ayrıntılı olarak “Ekonomi” başlığı
altında inceleyeceğiz.

Şefik Hüsnü’ye göre, Kemalistler, dış siyaset alanında da daha uzun bir süre
Doğu ile Batı arasında yalpalayacaklar ancak uzun vadede dış siyasetin ağırlık
noktasının Sovyetler Birliği’ne yakınlaşma yönünde olması gerektiğini
kavrayacaklardır. 412 Türkiye, Musul’u İngiltere’ye vermek zorunda kaldığı döneme
kadar, antiemperyalist tutumunu korumaya devam etmiştir. Bugünkü tutumu da,
emperyalist devletlerle yakınlaşma eğilimi yerine, Rusya’nın yanında yer alma
eğilimidir. Bu eğilim, Kemalistler’in Milletler Cemiyeti’ne daimi üyelik talebinin
reddedilmesinden kaynaklanmaktadır.

Komintern organlarında ise değerlendirme, 1928 yılında Kemalist


Türkiye’nin dış siyasetinin Sovyetlerle dost bir çizgi ile Batıya açık bir çizgi arasında
bocalamaya devam ettiği fakat son zamanlarda ikinci eğilimin ağır bastığı yönünde
olmuştur. 413

Şefik Hüsnü’nün değerlendirmelerindeki değişikliğin Kemalizm’in sol


harekete karşı artan baskısından da kaynaklandığını belirtmiştik. 1925 davasının,
Şefik Hüsnü’nün yazılarında giderek Kemalistlere sert ifadelerle yaklaşmasında
etkili olduğu görülmektedir. Şefik Hüsnü, 1925 yılında “Ferdi” takma adı ile
komünist davası hakkında yazdığı bir yazıda, “Kemalizm’in tarihinden hiçbir zaman
silinmeyecek olan bu korkunç karar, hedefin komünist hareketten başka bir şey
olmadığını gösterdi.” 414 şeklinde ifadelerle Kemalistleri eleştirmiştir.

Şefik Hüsnü’ye göre, bu dönemde legal bir faaliyet yürüten komünistlerin


tasfiyesi, Kemalist milli burjuvazinin bu radikal kanadı tarafından gerçekleştirilmişti.
Tam da bu sırada, komünistlerin yayınlarında “Kürt isyanı ve feodalizmin tasfiyesi”
konularında Halk Partisi’ni bütün güçleriyle destekleyeceklerini açıklamalarına
rağmen “gericileri can evinden vurmak için bir silah olarak sunulan” Takrir-i Sükun

412
“Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi Toplantısında Uluslararası Durum ve Komintern’in
Görevleri Üzerine Konuşma”, Internationale Presse Korrespondenz, 1926, sayı 152, s. 2719-2721,
Türkiye’de Komünist ve İşçi Hareketi, s. 75, 76.
413
“Ortadoğu-Türkiye”, Komünist Enternasyonal 6. Dünya Kongresi Tutanağı, Türkiye’de
Komünist ve İşçi Hareketi, s. 189.
414
“Yeni Türkiye’de Komünist Avı”, 8 Eylül 1925, Internationale Presse-Korrespondenz, 1925, sayı
129, s. 1882, Şefik Hüsnü Yazı ve Konuşmalar, 1995: s. 17.

118
Yasası, komünistlerden kurtulmak için kullanılmıştır. Şefik Hüsnü’ye göre bu
durum, burjuvazinin yüksek bir sınıf bilincine sahip olduğunu göstermekteydi. 415

Şefik Hüsnü, Komünist partilerinin görevlerini bu dönemde iki yönlü


açıklamaktadır. Bunlardan birincisi, emekçileri ve burjuvaziyi emperyalizme karşı
mücadeleye sevk etmek diğeri ise proletaryanın köylülük ile ittifak halinde iktidarı
ele geçirmesini sağlamaktır. 416 Bu yorum da, artık Türkiye’deki güncel mücadelenin
belirleniminde bir değerlendirme farklılığını yansıtmaktadır. Artık nesnel olarak var
olan ve gittikçe büyüyen bir işçi sınıfı vardır ve TKP de bu sınıfa dayanarak
mücadelesini sadece “emperyalizmle mücadele” ile sınırlı tutmayarak, “sınıf
savaşımı” doğrultusunda yürütebilecektir.

1926 Programının dördüncü maddesine göre, TKP, esas vazifesini, “Türkiye


amele sınıfını, günlük iktisadi ve siyasi menfaatlerini müdafaaya muktedir bir siyasi
kuvvet halinde birleştirmek ve bütün kitlesel mücadelelerin sevk ve idare edicisi
durumuna yükseltmek için teşkilatlandırmak” olarak belirlemiştir. Aynı programın
yirmi birinci maddesinde ise, şöyle denilmektedir:

TKP, kapitalizm çerçevesindeki reformların omuzlarındaki yükü


gerçekten azaltabileceğine hiçbir şekilde inanmamakla beraber,
amelelerin maddi şartlarını düzeltmek uğruna verdikleri bütün
mücadelelere önderlik eder ve böylece onları amacı burjuva
diktatörlüğünü devirmek olan büyük, belirleyici mücadeleye
hazırlar. 417
Şefik Hüsnü’ye göre, emperyalizme karşı mücadelede ortak hareket etme
dönemi sona ermiştir. Emperyalizme karşı mücadeleyi yürütebilecek yegane güç, işçi
sınıfıdır ve 1926 Programı’nı aktarırken ifade ettiğimiz gibi bu mücadele, Kemalist
Halk Partisine karşı olan mücadeleden ayrılamaz. Hükümete karşı uzlaşmaz ve
kararlı bir mücadele verilmesi gerektiği savunulan 1926 Programında, Kemalist Halk
Partisine karşı mücadelenin amacı şöyle belirtilmiştir 418:

..bu partinin halk düşmanı yüzünü, yabancı emperyalizmle


uzlaşma yönünde gelişmesini ve burjuva diktatörlüğünün
415
ibid, s.63.
416
“Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi Toplantısında Uluslararası Durum ve Komintern’in
Görevleri Üzerine Konuşma”, Internationale Presse Korrespondenz, 1926, sayı 152, s. 2719-2721,
Türkiye’de Komünist ve İşçi Hareketi, s. 78.
417
“Türkiye Komünist Partisi Çalışma Programı (1926)”, 3. Madde, H. B. Gürses, Şefik Hüsnü
Yaşamı, Yazıları, Yoldaşları, İstanbul, 1994, s. 260.
418
İbid.

119
çıkarına olarak amele, köylü ve kitlelerin sınıf mücadelesini
bastırma amacı güden, ancak sınıf çatışmalarının büyümesini
önlemekten aciz kalan girişimlerini açığa çıkarmaktır.
1930 Programında da Türkiye’nin emperyalizmin boyunduruğu altına
girmesine karşı girişilecek mücadelenin ancak işçi sınıfı önderliğinde
gerçekleşebileceği üzerinde durulmaktadır:

Ancak ve ancak amele ve köylü kütlelerinin emperyalizme


karşı ve emperyalizme teslim olmakta bulunan Kemalizme
karşı mücadelesi memleketin bil’ahara tekrar emperyalizm
tarafından esaret altına alınmasının önüne geçilebilir.Türk
iktisadiyatına kumanda eden sevkül ceyşi merkezler 419
zaptetmeye ve Türkiye’nin devlet olarak istiklalini
tahditetmeye 420 ve hatta onu büsbütün istiklalinden mahrum
etmeye uğraşan emperyalizme aleyhtar mücadeleyi ancak
amele sınıfı sevkü idare edebilir ve onu bizzat Halk Fırkası
hükümetini yıkmak suretiyle, sonuna kadar devam
ettirebilir. 421
Komintern organlarına göre, Türkiye’deki işçi sayısı, 1926 yılı için
sendikaların kesin olmayan verilerine göre 250 binden fazladır. Bunların 40-60 bini
yani dörtte biri, sanayi işçisidir. Bu işçilerin yalnızca yüzde 25’i örgütlüdür.
Türkiye’de ekonomik istikrarsızlığın bir sonucu olarak, işçi sınıfının sayısı
örgütlenmesi ile eşit biçimde gelişmemiştir. Bu durum, ekonomik istikrarsızlığın bir
sonucudur. 422

1929 yılında yazdığı bir yazıda Şefik Hüsnü, sınıflar mücadelesinin


gelişmesinin nesnel koşullarının oluştuğunu ortaya koymaktadır. Şefik Hüsnü’ye
göre, yapılan istatistiksel çalışmalar, işçi sınıfı hakkında daha kesin verilere sahip
olmamızı sağlamaktadır. Bu istatistiklere göre, Türkiye’de 256.000’i endüstride
çalışan aşağı yukarı 400.000 ücretli bulunmaktadır. Küçük ve büyük toplam 65.000
endüstriyel işletme vardır. Bunlardan 50.000’den fazlasının 10 işçiye kadar
çalıştırılan küçük işletmeler olduğu doğru olmakla beraber, 120.000’den fazla işçi
beş sanayi merkezinde toplanmıştır.

419
Askeri birliklerin gerekli yere sevkini ve geri çekilme işini idare eden merkezler.
420
Sınırlamaya.
421
M. Tunçay, 1992 içinde, s. 187 vd.
422
“Türkiye’de İşçi Hareketi”, Internationale, Presse-Korrespondenz, 1926, sayı 119, s. 2037, 2038,
Türkiye’de Komünist ve İşçi Hareketi , s. 54.

120
Şefik Hüsnü, bu verileri, TKP’nin bir işçi siyaseti yürütebileceğinin ve
“köylü-işçi hükümeti” parolasıyla savaşmak için dayanabileceği bir işçi sınıfının
varlığının göstergesi olarak sunmaktadır. Şefik Hüsnü’ye göre, TKP’nin güncel
görevi Kemalizm’i devirip işçi ve köylülerin demokratik diktatörlüğünü ortaya
koymaktır. 423

Şefik Hüsnü, bu sebeplerle sürekli büyüyen işçi sınıfı karşısında burjuvazinin


zayıf olmasının Türkiye’de belirleyici rol oynadığını yazmıştır. 424 Komintern
organlarında da bu duruma işaret edilmiştir. 1927 tarihli “Türkiye’de İşçi Sınıfının
Durumu” başlıklı yazıda, Türkiye proletaryasının gözle görülür bir biçimde
büyüdüğü kaydedilmektedir. Türkiye proletaryasının safları, bir yandan köylük
bölgelerden gelenler, öte yandan küçük burjuvazi ve kısmen de Halk Partisi’nin
izlediği maliye ve vergi siyaseti yüzünden iflasa sürüklenen orta burjuvazi tarafından
doldurulmaktadır. 425

Şefik Hüsnü’ye göre, Türkiye işçi hareketinin kendiliğinden bir gelişimi söz
konusudur ve bu hareketin yalnızca komünistlerin etkisi altında geliştiğini söylemek,
“işçi hareketinin kendiliğindenliğini” inkar etmektir. Türkiye işçi sınıfının kültür
düzeyi düşük olmakla birlikte sınıf içgüdüsü çok gelişmiştir. 426

Şefik Hüsnü’nün üzerinde durduğu diğer önemli noktalar, orta sınıfların


dağılması ve işsizlik sorunları olmuştur. Şefik Hüsnü’ye göre, Kemalistlerin işçilere
yönelik tavırları, ekonomi politikalarının ana çizgisi tarafından belirlenmektedir. Bu
politikalar, hem şehirlerdeki hem de köylük bölgelerdeki küçük işletmelerin hızla
çökmesine ve proletarya kitlesinin hızla büyümesine sebep olmaktadır. Bunun
sonucunda da, burjuvazinin gelişmesi ile paralel ve onu destekleyici olarak bir “işsiz
ordusu” oluşmaktadır. Şefik Hüsnü orta sınıfların dağılma mekanizmalarından biri
olarak “vergi yükünün orta sınıfların sırtına yüklenmesi” üzerinde durmaktadır.
Türkiye’deki “ekonomik durgunluk” ve “vergilerin giderek ağırlaşması” sorunları
birbirlerini besleyen iki etmen olarak yer almaktadırlar.

423
TÜSTAV Arşivi, CD 27, Klasör 35_36, Belge 290, s. 269-292.
424
“Çin Devrimi Kemalist Yolu İzleyemez”, Komünist Enternasyonal Dergisi, 1927, sayı 25, s.1225-
1231, Şefik Hüsnü Yazı ve Konuşmalar, s. 121.
425
J. Kitaygorodski, Internationale Presse-Korrespondenz, 25 Kasım 1927, sayı 116, s. 2602-2603,
Türkiye’de Komünist ve İşçi Hareketi , s. 167.
426
“Türkiye’de Komünist Hareket ve Emekçilerin Durumu”, 1926, Komünist Enternasyonal Dergisi,
sayı 9, s. 412-415, Şefik Hüsnü Yazı ve Konuşmalar, s. 69.

121
Şefik Hüsnü’nün 1929-1930 ve sonraki dönemlerde yazdığı yazılarda artık
Kemalizmin emperyalizmle uzlaşması üzerine daha net ifadeler yer aldığı
görülmektedir. Şefik Hüsnü’ye göre, emperyalizme ve yabancı sermayeye karşı
mücadele dönemi bu yıllarda artık tamamen kapanmış bulunuyordu ve Kemalizm de
açık bir şekilde emperyalizm ile uzlaşmıştı. Mücadele döneminin çabuk kapandığını
öne süren Şefik Hüsnü burjuvazinin ulaştığı son aşamayı şu sözlerle ortaya
koymaktadır 427:

Burjuvazi, çocukluk döneminden çıkmadan, toplumsal


görevlerini gerçekleştirmeden önce, proletaryaya karşı
mücadele ve yabancı sermayeyle uzlaşma aşamasına çoktan
ulaştı.
Şefik Hüsnü, 1930 yılında yazdığı bir yazıda da, yukarıdaki yoruma benzer
şekilde, Kemalizm’in geriye gidişinin belirtilerinin artık açıkça görüldüğü
saptamasını yapmaktadır. Kemalistler, dış politikada ilkesiz bir tutumla, bir yandan
emperyalist devletler arasındaki çatışmaları kullanırken, bir yandan da Sovyetler
Birliği ile dost görünmeye yönelik manevralar yapmaktadırlar. 428

Kemalistlerin emperyalizmle uzlaştığını gösteren somut belirtiler ise, “İtalya


ile ekonomik dostluk antlaşmaları imzalamaları” ve “Fransız emperyalizminin hatırı
için İskenderun’daki Türk halkına ihanet edilmesi” gibi olaylardır.

Şefik Hüsnü, Yine Kemalistlerin tutumlarındaki somut değişikliği anlamak


açısından “kapitalist olmayan gelişme” yönündeki söylemlerindeki değişimi
aktarmaktadır. Türkiye’de uluslararası mali gruplarla ilişkiye girilmesinden bu yana
Kemalistlerin “Biz bize benzeriz” şeklinde de formüle ettiği, Şefik Hüsnü’nün
“kendine özgü bir toplumsal düzen kurulacağı” olarak aktardığı bu söylem yerini,
“Türk halkının Avrupalı halklar topluluğu üyelerinden hiçbir farklarının olmadığı”
yönündeki ısrarlı açıklamalara bırakmıştır.

Şefik Hüsnü’ye göre, Kemalistlerin emperyalizmle çatışma eğilimleri gibi,


emperyalizme teslimiyetleri de sınıfsal çıkarlarından kaynaklanmaktadır. Ülkeyi
emperyalizme boyun eğmeden kurma konusundaki inancını yitiren Kemalistler, yine
“hakim sınıf” olarak durumlarını kurtarmak için emperyalist devletlere teslimiyetten

427
TÜSTAV Arşivi, Fransızca, CD 25 A Klasör 32_36, Belge 764, s. 76-85.
428
“Doğu Milliyetçiliği Emperyalizm Önünde Diz Çöküyor”, 1930, Komünist Enternasyonal Dergisi,
sayı 2-3, s. 160-170, Şefik Hüsnü Yazı ve Konuşmalar, s.131.

122
başka yol göremez olmuşlardır. Aslında bu durum da, Kemalistlerin giderek
güçsüzleştiğini göstermekteydi.

2. KÖYLÜ SORUNU

TKP, birinci bölümde incelediğimiz dönemde, köylüye yönelik propaganda


yapmadığı gerekçesiyle Komintern tarafından eleştirilmişti. 1925 sonrası dönemde
Şefik Hüsnü, “Türkiye’nin temel niteliği bakımından bir tarım ülkesi olduğunu ve
Anadolu nüfusunun büyük bir bölümünü köylülüğün meydana getirdiği”ni
vurgulayarak “köylü sorunu” üzerinde daha çok duracaktır.

Şefik Hüsnü, Türkiye proletaryasının “toplu halde bulunduğu illerin


emperyalistlerin işgali altında bulunduğu” gerekçesiyle milli bağımsızlık hareketine
katılamadığını 429 ancak bu mücadelenin “özellikle ilk döneminde düzensiz mücadele
birliklerinde kendiliğinden örgütlenen ve hem emperyalist saldırganlara hem de hain
sultana karşı tavır alan küçük köylülüğün eseri” 430 olduğunu yazmıştır.

Şefik Hüsnü, Kemalist devrim–köylülük ilişkisi üzerine şunları yazmıştır:

Bugün şu açıktır: Kemalist devrim her şeyden önce şehirlerin


orta tabakalarından ve Anadolu’nun köylük bölgelerinden
çıkmış genç bir burjuvazinin yönettiği ve yararlandığı bir
köylü devrimiydi. 431
Daha sonra Şefik Hüsnü, Yeşil Ordu’dan ve bu orduya katılan Çerkez
Ethem’in yoksul köylü kitleleri üzerindeki etkilerinden ve Kurtuluş Savaşındaki
konumlarından bahsetmektedir. Şefik Hüsnü’ye göre, köylüler emperyalizme karşı
mücadelede silahlı çetelerin yok edilmesinde o denli büyük rol oynamışlardı ki
Mustafa Kemal “Köylü efendimizdir şiarını öne sürmek zorunda kalmıştı. 432

Ancak Şefik Hüsnü’ye göre, “ülkenin emperyalist işgalden tam kurtuluşuna


kadar milliyetçilerin safında kalıp onlarla işbirliği etmesi ve aynı zamanda da yoksul

429
“Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi Toplantısında Uluslararası Durum ve Komintern’in
Görevleri Üzerine Konuşma”, Internationale Presse Korrespondenz, 1926, sayı 152, s. 2719-2721,
Şefik Hüsnü Yazı ve Konuşmalar, s. 76.
430
“Türkiye Köylüsü ve Kemalist Devrim”, Komünist Enternasyonal Dergisi, 1927, sayı 17, s. 836-
848, ibid, s. 81.
431
ibid.
432
“Çin Devrimi Kemalist Yolu İzleyemez”, Komünist Enternasyonal Dergisi, 1927, sayı 25, ibid, s.
122

123
köylülerin çıkarlarını savunması gereken” Çerkez Ethem, Mustafa Kemal’le
aralarındaki çatışmayı bahane ederek emperyalist devletlerin safına geçmiştir:

Bundan sonra bütün iktidar, yalnızca köylülerin varlıklı


kesimlerinin ve küçük burjuvazinin temsilcisi olan
Kemalistler’in eline geçmiştir. 433
Köylülüğün bugünkü durumuna bakıldığında, bu kitlelerin çoğunluğu yani
%76’sının küçük ve yoksul köylülerden meydana geldiği görülmektedir. Bunların
tümü ekilebilir arazilerin yalnızca %7. 3’üne sahipken, büyük toprak sahipleri ve
zengin köylüler ekilebilir toprakların %66,6’sına sahiptir. Hiç toprağı olmayan
köylüler, küçük ve çok küçük köylü kitlesi köylülüğün %83’ünü oluşturur. 434

Şefik Hüsnü, tarım yapısı ve mülkiyet ilişkileri bakımından Türkiye’yi üç


bölgeye ayırır:

1. Doğu Anadolu: Toplumsal farklılaşma sürecinin çok yavaş işlediği


bölgede, mülkiyet ilkel-feodal biçimini korumaktadır. Köylülerin işledikleri topraklar
henüz kendilerine ait olmazken, bölgenin iki milyonluk nüfusunun sadece bir iki bin
kişilik mütegallibe (şeyhler, beyler) bölümü herşey yani toprak, hayvan ve insanlar
üzerinde mülkiyet ve kullanma hakkına sahiptir.

2. İç Anadolu ve Kuzey Anadolu: 1864’te gerçekleştirilen toprak reformu


sonrasında pek çok köylü, kendi durumlarını mülk sahibi olarak belli koşullarla
yaptırıma bağlamış ve yasallaştırmıştır. Bunun sonucu ise, toprağın ufak parçalara
bölünerek küçük ve orta köylü kitlesinin nüfusun çoğunluğunu meydana getirmeye
başlaması olmuştur. Ancak bu durum, ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri büyüklükte
toprağa sahip olmayan köylüleri çevredeki büyük toprak sahiplerinden toprak
kiralamak zorunda bırakmıştır. Bu şekilde bölge, “tefecilerin cenneti” durumuna
gelmiştir. dolup taşan genç burjuvazinin siyasi örgütü olma durumuna git gide daha
fazla gelmektedir. Bu niteliğinden ötürü Halk Partisi, zorunlu bırakılmadıkça, toprak
meselesine geniş yığınların çıkarlarına uygun köklü bir çözüm bulma yeteneğinden
yoksundur.

433
“Türkiye Köylüsü ve Kemalist Devrim”, Komünist Enternasyonal Dergisi, 1927, sayı 1782., Şefik
Hüsnü Yazı ve Konuşmalar, s. 122
434
“Türkiye Köylüsü ve Kemalist Devrim”, Komünist Enternasyonal Dergisi, 1927, sayı 17, s. 836-
848, ibid, s. 85

124
3. Batı ve Güney Anadolu (Eskişehir, İzmir Adana): tarımsal gelişme
bakımından ileri düzeyde olan bölgede, toprak bu kez modern işetmeler biçiminde
büyük toprak sahiplerinin elinde toplanmış, küçük köylüler ise topraklarını
zenginleşen komşularına ve kendilerine borç veren şehirli burjuvalara devrederek
“toprak kiracısı”, hatta “gündelikçi konumuna düşmüşlerdir. Kemalist Parti,bu
bölgenin zengin çiftçilerinin ekonomik bakımdan kalkınmalarını bütün imkanlarıyla
desteklemektedir.

Kemalistlerin tarımda “hakim koşulların çerçevesinde yaptıkları


düzeltmeler”, 1924 yılında aşarın kaldırılması, köylüye kredi sağlanması, tarım
kooperatiflerinin kurulması olarak sayılmaktadır. Ancak Şefik Hüsnü, bu
düzenlemelerden yoksul kitlelerin yararlanamadıklarını belirtir. Yoksul köylülere
kredi verilmezken, kurulan tarım kooperatifleri de büyük çiftçilerin kurdukları
kooperatifleridir. 435

Komintern organlarına göre de, Kemalistlerin tarım ve köylü siyaseti, zengin


köylüleri kayırma, Ziraat Bankalarının sadece kredi alabilecek köylülere borç ve
kredi vermesi ve ağır vergi koşullarından oluşmaktadır ve bu durum Türkiye
köylerinde sınıflaşmayı artıran bir zemin yaratmıştır. 436 Yine aynı şekilde,
Komintern’in 1928 yılında düzenlenen Altıncı Dünya Kongresi’nde de,
Kemalistlerin toprak reformunun köylülük içindeki sınıf farklılaşmasını geliştirdiği
üzerinde durulmaktadır. 437

Ayrıca Kemalistler, Anadolu’nun doğu illerindeki feodal kalıntıları tasfiye


etmek içinde köklü eylemlerde bulunmamışlardır. Öyle ki, hükümet, 1925 yılında
gerçekleşen Kürt ayaklanmasını bile değerlendirememiştir. Şefik Hüsnü,
Kemalistler’in feodalizmi tasfiye etmek konusunda tereddütlü davranışlarını şöyle
açıklamaktadır:

Ancak bu yarım önlemlerle eğer feodalizmin kanunsuz bir


şekilde sürdüğü bu bölgelerden, halkı esir durumunda tutan
ayrıcalıklı toprak beyleri uzaklaştırılabilseydi, tedbirler ancak

435
“Türkiye Köylüsü ve Kemalist Devrim”, Komünist Enternasyonal Dergisi, 1927, sayı 17, s. 836-
848, Yazı ve Konuşmalar, s. 87-88-90-94.
436
J. Kitaygorski, “Türkiye’de İşçi Sınıfının Durumu”, 29 Eylül 1927, Heft 38-39, Berlin, Türkiye’de
Komünist ve İşçi Hareketi, s. 166.
437
Komünist Enternasyonal 6. Dünya Kongresi Tutanağı, Türkiye’de Komünist ve İşçi Hareketi, s.
187.

125
o zaman devrimci bir anlam taşıyabilirdi..Böylece doğu
illerindeki reform feodalizme değil, yalnızca Kemal
hükümetine düşmanca tavır alan bazı feodallere indirilen bir
darbedir.

3. DİKTATÖRLÜK OLARAK KEMALİZM

Şefik Hüsnü, Kemalizm’in bir “baskı rejimi” olmasının gerekçesini, onun


ortaya çıkışında aramaktadır. Kemalizm’in iktidara gelişi, uzun bir sınıf mücadelesi
sonucunda ve bir halk kitlesinin desteği ile gerçekleşmemiştir. Mustafa Kemal,
iktidarı ele geçirdikten sonra siyasi muhaliflerini bertaraf etmiş ve daha sonra bir
parti kurma işine girişmiştir. Arkalarında bir halk kitlesinin desteğini hissetmeyen
milletvekilleri de resmi görüşlerle çelişen herhangi bir şey söylemeye cesaret
edememektedir. Böylece Mustafa Kemal, sınırsız bir diktatörlük
uygulayabilmektedir. Bu terör rejiminin amacı, kendi siyasetlerine yönelen her türlü
muhalefet denemesini daha baştan boğmaktır.

Halk Partisi’ndeki muhalif sesleri susturmak için ise iki yola


başvurulmaktadır: Söz konusu muhalif kişi ya elçi ya da büyük bir işletmeye müdür
yapılarak partiden gönderilmekte veya ona acımasızca bir iftira kampanyasına
girişilerek gözden düşürülmektedir. 438

Ayrıca, 1921 yılından itibaren Kemalizm, “komünizm düşmanı” olma


özellikleri ile de ön plana çıkıyordu. Şefik Hüsnü bu konuda Büyük Millet
Meclisi’nde 3 Ocak 1921 tarihinde Avni Bey’in bir konuşmasını örnek
göstermektedir:

Komünizm bir hastalıktır, görülmeyen bir mikroptur.


Hükümet istese de istemese de bu mikrop, memleketin içine
sızacak ve girdiği yerlerde tahribata yol açacaktır. 439
Mustafa Kemal ise bu konuşmaya şöyle cevap vermiştir:

..(Avni Bey) buyurdular ki, istense de istenmese de bu bir


mikroptur, girer. O halde çaresi yok demektir. Yalnız..bu
bulaşıcı ve sakınılması imkansız diye tanımladıkları komünizme
karşı çare vardır. Bu çare, komünizm prensiplerinin, kaidelerinin

438
“Türkiye’de Siyasi Mücadeleler”, Internationale Presse Korrespondenz, 1926, sayı 114, Şefik
Hüsnü Yazı ve Konuşmalar, s. 46, 47.
439
“Çin Devrimi Kemalist Yolu İzleyemez”,Komünist Enternasyonal Dergisi, sayı: 25, ibid, s. 123.

126
memleketimizde ve milletimiz arasında uygulanma kabiliyetini
kavramak veya kavrayanlarımız vasıtasıyla bütün memlekete ve
bütün millete anlatmaktır..uygulanma kabiliyeti olmadığına göre
ve hatta uygulanmaya yeltenenlere karşı hükümet, her türlü yolu
kullanmakta kendisini gayet meşru görür. 440
Şefik Hüsnü’nün bu erken döneme ait izlerini saptadığı “komünizm
düşmanlığı”, “Eskişehir İlan-ı Harbi” başlığı altında değerlendirdiğimiz gibi, 1929
yılında doruk noktasına ulaşmıştır.

Şefik Hüsnü’ye göre, Türkiye işçi sınıfının hareketi son on yılda üç kez ani
bir biçimde yükselmiş ve hemen ardından geri çekilmiştir. Birinci yükseliş,
istibdadın yıkılmasının hemen ardından (1908), ikinci yükseliş 1919’da, üçüncüsü ise
1924-1925 döneminde olmuştur.

Kemalist yönetimin işçilere yönelik baskısı ise, koşullara göre çeşitli biçimler
almaktadır. Bu biçimler, işçi gazetelerinin yasaklanması, komünistlerin tutuklanması
ve işçi sendikalarının başına kendi adamlarını geçirmeye çalışmak gibi, işçi sınıfını
örgütsüz bırakmaya yönelik tedbirlerdir. 441

Şefik Hüsnü, 1925 yılından beri “diktatörlük” olarak ortaya çıkan


Kemalizm’in “faşist bir dönüşüm” geçirdiklerini söylemenin doğru olmayacağını
vurgulamaktadır. Ancak bu durum, kendilerine karşı yönelen muhalif hareketleri
bastırmak için kimi “faşist” yöntemleri benimsemelerine ve uygulamalarına engel
olmamaktadır.

Şefik Hüsnü, Kemalizmin bu baskıcı siyasetinin, halk kütleleri arasında


büyük bir hoşnutsuzluğuna sahip olmasına yol açtığını ifade etmiştir. Bugünkü
konumda, bu hoşnutsuz kütlelerin seslerini yükseltmemeleri, bazı çevreler arasında
halk içinden muhalif bir hareketin doğması ile ilgili karamsar düşüncelere neden
olmakla beraber, Şefik Hüsnü, yakın bir zamanda “Kemalizmin varlığının tartışma
konusu haline geleceğini” vurgulamıştır. 442

Şefik Hüsnü, 1929 yılında yazdığı bir yazısında şöyle demektedir:

440
ibid.
441
“Kemalizm Kapitalist Gelişme Yolunda”, Komünist Enternasyonal Dergisi, sayı: 22, Şefik Hüsnü
Yazı ve Konuşmalar, s. 119.
442
TÜSTAV Arşivi, Fransızca, CD 27, Klasör 35_36, Belge 290, sy. 269-292.

127
Biz Kemalist diktatörlük ve Kemalist terörün çoktan en
yüksek aşamaya ulaştığına inanıyoruz. Kitlelerin maruz
kaldığı baskılar dayanma sınırlarını şimdiden aşıyor. Tüm
bunlar 1931 genel seçimlerinden önce kentlerin ve köylerin
emekçi kitlelerinin küçük azınlığın aşırı baskısına son
vermeye yönelik kalkışmalarının olacağını iddia etmemizi
sağlıyor. Bu güncel olaylar, TKP’yi hazırlıksız bulmamalıdır.
Şefik Hüsnü’nün 1930-1931 yıllarında Kemalist diktatörlüğü değerlendirdiği
yazıların iyice sertleştiği görülmektedir. Bu tutumunda, 1930 yılında kurulan ve Halk
Partisinin sağa kaymasından başka bir şeyi ifade etmediğini düşündüğü Serbest
Cumhuriyet Fırkası deneyiminin önemli rolü olduğu düşünülmektedir.

4. TKP DIŞINDAKİ MUHALİF UNSURLAR

A. Gerici Muhalefet

Şefik Hüsnü’ye göre, Kemalist devrimin her aşaması, birbiriyle rekabet


halinde olan ve birbirine düşman çeşitli burjuva gruplar arasındaki uçurumu biraz
daha derinleştirmiştir.

Bu gruplardan gerici muhalefet, “eski rejimin büyük burjuvazisinin


çıkarlarını yansıtmakta ve uluslararası sermaye tarafından desteklenmekte”dir. Şefik
Hüsnü bu grubu üçe ayırır:

1. İngiliz sermayesinin uşakları (Terakkiperverler)


2. Alman sermayesiyle sıkı bir işbirliği içinde olanlar
(İttihatçılar)
3. Belirli bir görüşü olmayan ama gene de Sovyetler Birliği ile
dostluğu geliştirmek isteyenler (bazı İttihatçılar ve İlk meclisteki
İkinci Grup’un kalıntıları. 443
Bu farklı akımların üzerinde birleştikleri ortak nokta, yabancı sermayenin
çıkarlarının savunulmasıdır. Bu doğrultuda siyasetleri şu taleplerle
özetlenebilmektedir: Serbest ticaret, devletin ekonomiye müdahale etmemesi, inanç
ve geleneklere saygı, reformlara son verilmesi.

Şefik Hüsnü, bu gerici olarak nitelendirdiği grupların Kemalist burjuvaziden


farkını şöyle ortaya koymaktadır: Kemalizm’in sınıfsal çıkarları gereği, emperyalist

“Türk Milliyetçiliğinde Devrimci Dalganın Geri Çekilmesi”, Komünist Enternasyonal Dergisi, 1926,
sayı 9, Şefik Hüsnü Yazı ve Konuşmalar, s. 41.

128
sermayenin ülkeye girişini engellemek için bir süre ulusal bağımsızlıktan feragat
etmemek yönünde tutumları olduğunun saptanmasına rağmen burjuvazinin gerici
katmanları ajanları olduğu emperyalist sermayeye ülkenin kapılarını açmaya
bağımsızlık savaşı döneminden beri razıydı.

Şefik Hüsnü, Kemalizm’in gerici bir aşamaya girdiğini saptadığı bir dönemde
bile, burjuvazinin bu farklı katmanları arasındaki farkı ortaya koymanın önemi
üzerinde durmuştur. Şefik Hüsnü’ye göre, “burjuvazinin iki cephesine birbirlerini
boğazlamalarına izin vermek” veya “gericiliğe Kemalizm’i devirmek için yardım
etmek” büyük bir yanılgı olacaktır. Çünkü komünistlerin görevleri her şeyden önce
gerici ve monarşist unsurları ülkeden tasfiye etmektir. 444

Şefik Hüsnü, 1930 yıllarında kurulan Serbest Fırka’nın ise tamamen yapay
yollarla ortaya çıktığını vurgulamaktaydı. Halk Partisi bu dönemde iki baskı ile karşı
karşıya idi: Birincisi, Halk Partisinin vermiş olduğu bir çok tavize rağmen bir türlü
hoşnut edemediği emperyalist sermayenin baskısı; ikincisi ise sefalet ve yoksulluğun
son sınırına varması sonucu kaynaşmaya başlayan hareket yada kısmen isyan etmiş
bulunan halk kütlelerinin baskısı idi. Bu iki tehlikeyle aynı anda mücadele etmeye
korkan, “boyun eğdiği izlenimini uyandırmadan” emperyalizme teslim olmak isteyen
ve hoşnutsuz halkı bir takım vaatlerle oyalayarak zaman kazanmak isteyen
Kemalistler, adeta “Halk Partisine bir muhalefet partisi doğurtmuştu.” 445

İnkılap Yolu’nda da bu gelişmeye yer verilmiştir. “Muhalefet oyunun içyüzü”


başlıklı bu makaleye göre, Serbest Fırka, tamamen Halk Fırkası’nın bir oyunundan
ve manevrasından ibarettir; emperyalizme teslim olmaya hazırlanan Halk Fırkasının
bir kısmı SCF adını almıştır 446.

Şefik Hüsnü, bu partinin tümüyle “karşıdevrimci ve gerici” bir parti olduğunu


açıklamıştır. Ancak bu siyaset de Halk Fırkası içinden çıkmaktadır. Halk Partisi ve
Serbest Fırka, aynı örgütün iki ayrı biçimidir: “Halk Partisinin Serbest Fırka maskesi
altında izlemeyi tasarladığı siyaset, bugüne dek izlediği siyasete oranla daha

444
TÜSTAV Arşivi, Fransızca, CD 27, Klasör 35_36, Belge 290.
445
“Türkiye’de Muhalefetçilik Oyunun Perde Arkası”, Internationale Presse-Korrespondenz, 1930,
sayı: 79, s. 1956, Şefik Hüsnü Yazı ve Konuşmalar, s.146-147.
446
M. Tunçay, 1992, s. 198.

129
karşıdevrimci ve gericidir.” Şefik Hüsnü bu girişimi, “Terakkiperver Fırkanın
ruhunun canlandırılması” olarak da yorumlamıştır. 447

B. Kürt Sorunu

Şefik Hüsnü’nün Kürt isyanları ve Kürt sorununa doğrudan değindiği bir


yazısı bulunmamakla beraber, TKP’nde bu sorun zaman zaman tartışılmıştır. 1925
yılındaki Şeyh Sait isyanının TKP tarafından feodal bir başkaldırı olarak
değerlendirildiğini ve TKP’nin bu konuda Kemalist hükümete tam destek verdiğini
incelemiştik.

TKP’nin 1926 yılındaki Faaliyet Programı’nda azınlıklara yaklaşımı, “kendi


kaderlerini tayin hakkı” ilkesi ile belirtilmiştir. 448

1930 yılında yayımlanan İnkılap Yolu Dergisinde ise TKP’nin faaliyetlerine


dair uzun bir özeleştiri yazısı yayımlanmıştır. Bu yazıda, 1925 Şeyh Sait İsyanında
TKP’nin takındığı tutum üzerinde önemle durulmaktadır. Beş yıl sonra yapılan bu
değerlendirmeye göre TKP, bu Kürt isyanını sadece irticaa karşı değil, tüm muhalif
hareketlere karşı kullanan İsmet Paşa’nın (İnönü) anti-devrimci niyetlerini ilk
hamlede sezememiş ve İsmet Paşa Hükümetinin kuruluşunu resmi organında 449
“milliyetçi burjuvazinin muhafazakar kanadı aleyhine, devrimci kanadını tarafından
kazanılmış bir zafer” olarak yorumlamıştır.

TKP’nin 1930 yılında meydana gelen ayaklanmalara yaklaşımının farklı


olduğu görülmektedir. Örneğin 1929 yılında yayımlanan Kommunist gazetesinde
“irticaa karşı burjuvazinin desteklenmesi” yerine “irticai faaliyetlerin burjuvazinin
devrimi tamamlamadığı için gerçekleştiği ve bu anlamda burjuvazinin feodalizmin
bekasıyla uyuştuğu” şeklinde bir yorum bulunmaktadır. 450

1930’da Kürt isyanlarında TKP’nin farklı bir tavır takındığı görülmektedir.


TKP bu isyanı, “isyana katılan yoksul köylülük ve halk” ve “hareketi teşkilatlandıran
tabaka ve hariçten körükleyenler” olmak üzere iki cephede değerlendirmektedir.
Herşeyden önce, Kürt İsyanı, İngiltere tarafından idare edilen ve kışkırtılan bir
447
“Türkiye’de Muhalefetçilik Oyunun Perde Arkası”, Internationale Presse-Korrespondenz, 1930,
sayı: 79, s. 1956, Şefik Hüsnü Yazı ve Konuşmalar , s. 148.
448
Bkz. Türkiye Komünist Partisi Çalışma Programı (1926), madde 12, H. B. Gürses, Şefik Hüsnü
Yaşamı, Yazıları, Yoldaşları, s. 258.
449
Orak Çekiç dergisi kastedilmektedir.
450
Kommunist (1929), M. Tunçay, 1992, s. 179.

130
isyandır”. Fakat İngilizlerin asıl amaçları bağımsız bir Kürdistan meydana getirmek
değil, Sovyetler Birliği’ni emperyalizmle uzlaşmış devletlerden oluşan bir çember
içine almaktır. 451

Ancak, isyanda irticaın rolü ne kadar büyük olursa olsun, halkın bu isyana
katılması onun “hakim sınıf hükümetine karşı” mücadeleye giriştiğini
göstermektedir. Bu bakımdan İsyan, ezilen köylülüğün “kurtuluş mücadelesi” olarak
görülmektedir. Köylülüğün irticai faaliyetlerin peşine takılmasının sakıncalı
bulunduğu da ifade edilmekle beraber, bu durum TKP’nin köylülük içindeki
propagandasının ve faaliyetlerinin olmayışına bağlanmaktadır. Ayrıca, azınlık sorunu
ile ilgili olarak, 1926 Programının “kendi kaderini tayin hakkı” ilkesini kabul ettiğine
yönelik maddesinden alıntı da yapılmıştır. 452

C. Kadro Hareketi ve Diğer Muhalif Gruplar

1925-1927 davalarından sonra, TKP’nin bu tarihlerde tutuklanan entelektüel


seçkinlerine, güç ve faaliyetlerini Kemalizm’in ideolojik gelişimine katkıda
bulunmaya yöneltmeleri olanağının verildiği görülmektedir. Bu tarihlerde TKP’nden
ayrılan isimler, hükümet tarafından önemli görevlere getirilmişlerdir.

Kemalizmin ideolojik gelişimine katkıda bulunma girişimlerinden en


önemlisi de “Kadro” hareketidir. 1931’den itibaren, Kemalist yönetimin belirlediği
çerçevenin dışına çıkmamak koşulu ile Kadro dergisi ve yazarları, Kemalist
yönetimin gösterdiği anlayıştan göreceli de olsa yararlanmıştır. Bu anlayış, üç yıl
sürmüştür. 453 Çulhaoğlu’na göre, Kadro başlarda Kemalistlerden destek görmüşse
de, bir süre sonra dönemin Cumhuriyet kadroları, sistematik her ideolojik kurgunun
kendi içinden radikal ve etkili kopuşlara olanak tanıyacaklarını sezerek buna engel
olmak istemişlerdir. 454

Şevket Süreyya Aydemir, Vedat Nedim Tör, İsmail Hüsrev Tökin, Burhan
Asaf Belge ve Yakup Kadri Karaosmanoğlu’ndan oluşan düzenli Kadro

451
İnkılap Yolu, Temmuz-Ağustos 1930, ibid, s. 194-195.
452
İnkılap Yolu, Temmuz-Ağustos 1930, M. Tunçay, 1992, s. 192-193, 196.
453
İbid, s. 97.
454
M. Çulhaoğlu, 1998, s. 99.

131
yazarlarından Yakup Kadri hariç tümünün TİÇSF ve TKP hareketi içinde yer
aldıkları dikkati çekmektedir. 455

Komintern’in bir raporunda bu eski TKP’lilerin Kadro girişimleri üzerine


şunlar ileri sürülmektedir:

Partinin içinde bulunduğu geçici güçlüklerden kendi mevki


düşkünlükleri için yararlanmak isteyen üç kişilik bir aydın
grubu, kısa bir süre önce partiden koptu. Bunlar şimdi, Parti
çizgisine karşı olan bir dergi çıkararak ihanetlerini haklı
göstermeye çabalamaktadırlar. Bu dergide yer alan oportünist
cümleler keşmekeşi arasında birkaç “sol” düşünceye de
rastlanmaktadır. Fakat, milli burjuvaziyle olan güçlü
bağlarına bakılacak olursa bunların Kemalizm’le açıkça
birleşmekte tereddüt etmeyeceklerini daha şimdiden görmek
mümkündür. Bu grubun başını çekenlerin işçi kitleleri içinde
hiçbir etkileri olmadığı için, bu kopma Parti için bir tehlike
meydana getirmemektedir. 456
Bir üstyapı kurumu olan devletin, bilinçli bir aydın kadro önderliğinde, ulusal
ve sınıfsız bir altyapı oluşumunu gerçekleştirebileceğini ileri süren Kadro hareketinin
ideolojik olarak eklektik olduğu görülmektedir. Kadrocuların Marksist tartışmaları
yakından takip ettikleri, Leninizm’den doğrudan etkilendikleri, Sovyet
deneyimlerinden kimi çıkarsamalar yaptıkları açık olmakla birlikte, faşizmde olduğu
gibi otoriteryan bir yaklaşımı benimsemiş ve milleti organik anlamda bir bütün
olmaya davet etmiştir. Kadrocular, 1925 öncesi Aydınlık grubunun vurguladığına
paralel şekilde, toplumda kapitalizme özgü sınıfların ortaya çıkmasının engellenmesi
gerektiğini savunmaktadırlar. 457

Önemli bir nokta, Kadro yazarlarının, özellikle TİÇSF’nda yani 1919-1925


arası dönemde öne sürdükleri görüşleri değiştirmeden, bu kez “Kadro” adı altında
öne sürmeye başladıkları yönündeki savunularıdır. Bu, Kadro üzerine değerlendirme
yapan bazı yazarların da vurguladıkları bir nokta olmuştur. 458 Hatta Şefik Hüsnü ve
diğer TKP’lilerin savunularının 1925 sonrası değişime uğraması, değişenin Şevket
Süreyya ve Vedat Nedim gibi Kadrocular değil de bizzat Şefik Hüsnü olduğu
yönünde bazı değerlendirmelere sebep olmuştur. Bu değerlendirmeyi yapanlardan

455
M. Türkeş, Kadro Hareketi Ulusçu Sol Bir Akım, Ankara, 1999, s. 69.
456
“Komünist Enternasyonal Yürütme Kurulu Raporu, Doğu Ülkelerinde Devrimci Hareketler-
Türkiye”, Türkiye’de Komünist ve İşçi Hareketi, s. 165.
457
M. Türkeş, 1999, s. 129-130.
458
Bkz. M. Tunçay, 1992, s. 49.

132
biri olarak Tunçay’a göre değişen Kadrocular değil, olsa olsa Şefik Hüsnü ve belki
de Kemalistler’in sol harekete karşı tutumlarıdır.

Ancak Şevket Süreyya ve Vedat Nedim gibi eski TKPlilerin çizgilerini hiç
değiştirmeden Kadro’da sürdürdüklerini ifade etmek çok yanlış olacaktır. Aydemir,
1920’li yıllarda diğer Aydınlık yazarlarına benzer şekilde, Cumhuriyet Halk Fırkası
tarafından gerçekleştirilecek olan kalkınma ve sanayileşmeyi, sosyalizm için bir ön
koşul saymaktaydı. Ancak kalkınma ve sanayileşme, komünizmden kadroculuğa
geçiş döneminde, bu kez sınıf mücadeleleri yoluyla gelecek bir sosyalizme alternatif
olarak tek başına özgün bir hedef sayılmaktadır. 459

Türkeş’in de belirttiği gibi Kadrocular, sosyalizmin gelişmiş, sanayileşmiş


ülkelerle sanayileşmemiş ülkeler arasındaki niteliksel farkları gideremeyeceği ve
sanayileşmiş ülkelerdeki işçilerin kazanılmış haklarından feragat etmeyecekleri
noktalarından hareketle, sosyalist modelin Türkiye için iyi bir alternatif olmadığı
düşüncesindeydiler. 460 Örneğin Aydemir, Türkiye’yi ve benzer konumdaki ülkeleri,
batılı sınıf mücadeleleri tarihinin dışında bir çizgiye yerleştirmektedir. Aydemir’e
göre, çelişki artık, kapitalist ve proletarya arasında değil, sermayedar memleketler ve
sermayeden yoksun memleketler arasındadır. 461

Timur’a göre, Ulusal Kurtuluş Savaşı yıllarında ortaya konan “mazlum


millet” ve bunun bir uzantısı olan “emperyalizm karşıtlığı” söylemleri,
Cumhuriyet’in ilanından sonra giderek unutulmuş ve Kemalizm’in radikalizme giden
içtihat kapısı kapanmıştır. 1930larda kadrocular bu kapıyı boşuna
462
zorlayacaklardır.

Şefik Hüsnü ise, 1932 yılında yazdığı “Halk Fırkası İçinde ve Etrafında Yeni
Fikir Cereyanları” isimli yazısında, Kadro Hareketini, “Halk Fırkası’nın
diktatörlüğünü yıkımdan kurtarmak amacıyla, TKP’nden kovulmuş yüreksiz unsurlar
yetişti” şeklinde değerlendirmektedir.:

459
M. Çulhaoğlu, “Şevket Süreyya Aydemir: Suyu Ararken Yolunu Yitiren Adam, Toplum ve Bilim,
1998, s. 93.
460
M. Türkeş, ibid, s. 215.
461
Aydemir, Ş.S.(1968) İnkılap ve Kadro, Bilgi Yayınevi, s.52-53’ten aktaran, M. Çulhaoğlu,1998, s.
97.
462
Kemalizmin radikalizm kapısını boşa zorlayan sonraki dönem hareketlerinden 1960’lı yılların
Yön’ü de bu çerçevede düşünülebilir. T. Timur, Osmanlı Kimliği, Ankara, 2000, s. 168.

133
Moskova’nın Şark Darülfünunda 463 yarım yamalak
öğrendikleri, Marksizm esaslarından, yalan yanlış bir araya
getirdikleri, birkaç fikirden Halk Fırkası’na bir siyasi ve
iktisadi platform tertibine teşebbüs ettiler. Ortaya tam
devletçilik, yarım devletçilik gibi, Büyük Cihan Harbinden
sonra..hakiki sosyalizmin aşk ve heyecanla kurulduğu bir
devirde artık manası kalmamış bir takım metalip ileri
sürüldü. Bu ilaçların tesirine, onları tavsiye edenlerin bile,
samimi olarak inandıkları şüphelidir. Bu birbirine benzer
tekliflerin halkın gözünü boyamaktan başka bir işe
yaramayacakları meydandadır. 464
Şefik Hüsnü’nün ve TKP’nin, Parti içindeki Nazım Hikmet muhalefeti ve
yukarıda incelediğimiz Kadro hareketi gibi diğer muhalif hareketleri de aynı
çerçevede değerlendirdikleri görülmektedir. Şefik Hüsnü, yukarıda bahsettiğimiz
Kadrocuları eleştirdiği yazısında, Serteller’in çıkardığı Son Posta dergisini ve
İzmir’deki Yeni Asır gibi gazeteleri, “diktatörlüğe karşı sözde muhalif neşriyat
yaptıkları” gerekçesi ile eleştirmektedir. Şefik Hüsnü, Komintern’in dilini kullanarak
bu türden hareketleri “sosyal faşist” şeklinde nitelendirmiştir:

Bu münevver küçük burjuvalar, Avrupa’daki amele


menfaatlerine her gün hıyanet eden, sermayedar burjuvazilerin
hakimiyetlerini, proletarya sınıfının inkılabi mücadelelerle
devirmelerine mani olan, sosyal demokrat oynak siyasetlerinin
taklit olunması lehinde bulunuyorlar..ve sosyalizm prensibine
taraftar oldukarı zehabını uyandırmak için Avrupa’daki sosyal
faşistlerin kullandığı aynı iğfalkar lisanı kullanmaktadırlar. 465
Şefik Hüsnü’ye göre bu görüşlerde ortak olan yan, orta ve büyük
burjuvazilerin iktisadi temellerini sağlamlaştırma çıkarlarına hizmet eden bir
“devletçilik” savunusudur. Ancak söz konusu dönem için artık “devlet sosyalizmi”ni
savunmanın bir anlamı yoktur:

Mevcut ferdi mülkiyet ve sermayedarlık nizamı altında, devlet


sosyalizminden bahsetmek, manası olmayan boş bir laf sarf
etmekle eşdeğerdir. Çeşit çeşit sosyalizm devri artık
kapanmıştır. Sosyalizmin bugün yalnız bir türlüsü vardır..Bunun
haricinde ne söylenirse hep, bile bile emekçileri iğfal
maksadıyla irtikap edilmiş bir safsatadan, yalandan
ibarettir.Ortada hakim bir zenginler sınıfı dururken ve emekçi
halk bunların soygunu altında açlıktan kıvranırken, iktisadi

463
Şevket Süreyya ve Vedat Nedim, Doğu Emekçileri Üniversitesi (KUTV)’da eğitim görmüşlerdi.
464
M. Tunçay, “Şefik Hüsnü, Kemalist Türkiye Nereye Gidiyor?”, Toplumsal Tarih, 1997, s. 22.
465
ibid.

134
planlaştırmadan bahsetmek, fikirleri teşviş etmeye mahsus ve
mugalata yapmak değildir de nedir? 466
TKP’nin Kızıl İstanbul gazetesinin 8.12.1930 tarihli sayısında da, Nazım
Hikmet ve yazılarının yer aldığı Serteller’in Son Posta ve Resimli Ay dergisinin
küçük burjuva olarak değerlendirilip eleştirildiği ve bu yayınların okunmaması
konusunda bir uyarı yapıldığı görülmektedir:

..bunlar da bugünkü rejim altında maddi surette tatmin


olunmamış bazen aksi inkılaba bazen esnaf ve küçük burjuva
müdafii gibi görünen bazen de sıkılmadan kendilerine
ameleci süsü veren, takip ettiği yolu tespitten aciz bir
gazetedir. Sabiha Zekeriya’nın (Sertel) belediye meclisine
namzetlik vesilesi ile neşrettiği beyannamede amele ve esnaf
için serdettiği (ifade ettiği) maddeleri hiçbir zaman
kendisinin amelenin hakiki menfaatini düşünen birisi
olduğunu katiyen göstermez. Bilakis onların palavraları,
ameleyi uyuşturacak ve mücadeleden uzaklaştıracak
mahiyettedir. 467

5. EKONOMİ: DEVLET ELİYLE ZENGİNLEŞTİRME VE YABANCI


SERMAYEYLE İŞBİRLİĞİ

Birinci bölümde incelediğimiz gibi, Şefik Hüsnü’nün “büyük burjuvazinin


gelişmesinin önlenmesi” ve “ekonomik bağımsızlığın sağlanması” için desteklediği
tekelcilik anlayışı, İttihatçılarla da devamlılık sağlayacak şekilde, “yerli ve ulusal bir
burjuvazi yetiştirmeyi” amaçlamaktaydı. Kemalistler 1923-1929 yılları arasında
devletin kaynaklarını ve siyasi iktidarın ekonomik olanaklarını ayrıcalıklı koşullarla
özel şahıslara devretmişlerdi. 468

Ayrıca bu dönemde “kapitalist olmayan gelişme yolu” şiarı göze çarpıyordu.


Bu şiar, Şefik Hüsnü’nün de dediği gibi Mustafa Kemal’in “devrimin kapitalist ve
sosyalist olmayan kendine özgü bir yol izlemesi gerektiği” türünden açıklamalarına
dayanan bir tür yöneltme arayışıydı. Ancak bu dönemde Şefik Hüsnü, 1921 yılından
itibaren “kapitalist olmayan gelişme”nin bütün yollarının kapandığını ifade

466
M. Tunçay, 1997, s. 23.
467
Kızıl İstanbul, 8.12.1930, M. Tunçay, 2000, s. 237.
468
K. Boratav, “Cumhuriyetin İlk Yıllarında Devletçilik ve Ekonomik Yapı”, Sosyalizm ve
Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, 1989, s. 1866.

135
etmiştir. 469 Şefik Hüsnü’nün bu dönemdeki yazılarında, 1919-1925 yılları arasında
gözlenen “kapitalist olmayan gelişme” söylemini bir kenara bıraktığı ve hükümeti
tereddütsüz olarak “kararlılıkla kapitalist yolda ilerleyen” 470 bir yapı olarak
nitelendirdiği görülmektedir.

1926 Programında, ekonomi alanındaki belirleyici görüş ise bu kez, “devlet


tekellerine karşı” bir anlayış olmuştur. Programın yirmi sekizinci maddesinde bu
konu üzerine şöyle denilmektedir:

TKP, Kemalist diktatörlüğün iktisadi siyasetine, büyük kapitalist


işletmeleri ve yerli ve yabancı sermayeye ait ortak işletmeleri
devletin zararına olarak para yardımlarıyla, vergi muaflıklarıyla
destekleme ve tekeller oluşturma siyasetine karşı mücadele eder.
471

Şefik Hüsnü de, 1926 yılından itibaren Komintern organlarında yayımlanan


yazılarında kurulan bu şirketlerden ve hükümetin beklenilen tarzda bir tekelcilik
politikası yürütmediğinden bahsetmektedir:

Görüldüğü gibi gerçek anlamıyla bir devletleştirme ve


tekelleştirme süreci ile karşı karşıya değiliz. Burada söz
konusu olan, daha çok, sanayi ve ticaret alanında aşırı bir
koruma siyasetinin çeşitli biçimleridir. Hükümet, tek
başlarına etkin bir rol oynayabilecek güçte olmayan
birbirinden kopuk kapitalistleri bir araya getirmeyi ve onları
devlet aygıtının maddi ve manevi desteği ve yardımıyla
canlandırmayı üstlenmiştir. 472
Şefik Hüsnü’ye göre, Kemalistler’in bu “milli sermaye oluşturma” politikası
ayrıcalıklı bir kesim yaratmakta; sermayenin Anadolu burjuvazisinin siyasi
değişiklerle en çok korunan tabakasının elinde toplanmasına yol açmaktadır. 473

1926 Çalışma Programı’nın ikinci maddesinde de, “Milli Kurtuluş inkılabının


ilk dönemlerinde burjuva önderliğin rehberi olarak ortaya çıkan Halk Partisi’nin,
daha sonra İnkılap zaferlerini, emperyalizme bağımlı eski büyük iş burjuvazisinin ve

469
“Çin Devrimi Kemalist Yolu İzleyemez”, Komünist Enternasyonal Dergisi, sayı 25, Şefik Hüsnü
Yazı ve Konuşmalar, s. 122.
470
“Kemalizm Kapitalist Gelişme Yolunda”, Komünist Enternasyonal Dergisi, 1927, sayı: 22, ibid,
s.106.
471
M. Tunçay, 1992, s. 261.
472
Türkiye’nin Ekonomik ve Mali Durumu, Internationale Presse-Korrespondenz, 1926, sayı 59, s.
839-841, Şefik Hüsnü Yazı ve Konuşmalar, s. 26.
473
“Türk Milliyetçiliğinde Devrimci Dalganın Geri Çekilmesi”, Komünist Enternasyonal Dergisi,
1926, sayı 9, s. 891-897, ibid, s. 41.

136
azınlık milletler burjuvazisinin yerini alan Türk iş burjuvazisinin hakimiyeti ve
zenginleşmesi için bir temel olarak kullanmaya başladığı” 474 yönünde bir tespit
yapılmıştır.

Şefik Hüsnü, Halk Partisi’nin kendi en nüfuzlu üyelerini ekonomik


girişimlere atılmaları için özendirmesinin aynı zamanda Halk Partisi’ni yozlaştıran
bir etken olduğunu belirtmiştir:

Kemalizmin en seçkin siyasi önderleri, hükümetin de maddi


ve manevi desteğiyle, oldukça kısa bir süre içinde iş
dünyasının en iyi yerlerine kurulmayı bildiler. Bir sürü
milletvekili, yüksek rütbeli subay ve eski bakanın akşamdan
sabaha bankacı, sanayici ve tüccar oluverdiği görüldü..Bunu
“ülkenin ekonomik kalkınması” kisvesi altında gizlemeye
özen gösteriyorlardı. 475
Yine aynı şekilde, “yabancı sermaye” konusunda da ittihatçıların “milli
iktisat” görüşüne yakın bir çizgi izlediği görülmektedir. Kemalistler ittihatçılardan
devraldıkları bu çizgiyi, “yerli ortaklarla işbirliği yapan yabancı sermayeyi teşvik”
ancak “tek başına imtiyazlar alarak tek başına ekonomiye hakim olma peşindeki
yabancı sermayeyi tasfiye” şeklinde sürdürmüşlerdir. Bunun sonucunda da, büyük
ölçüde ticaret alanında olmak üzere çok sayıda yabancı-yerli ortaklığına dayalı şirket
kurulmuştur. 476

Şefik Hüsnü, İttihatçıların ekonomi politikaları ile Kemalistlerinki arasında


konjonktürel anlamda bir fark olduğunu öne sürmektedir. Çünkü, İttihat ve Terakki
burjuvazisi iktidara geldiği sırada emperyalist kuşatma nedeniyle dış destekten
yoksundu ve uluslararası yabancı sermaye ile hızla uzlaşmak zorunda kalmıştı.
Ancak “savaşın yol açtığı olağanüstü koşullar sonucunda”, Kemalist hükümet,
kapitülasyonları kaldıracak ve kendi bağımsız gelişmesini güvence altına alacak
dinamikleri bulmuştur. Şefik Hüsnü’ye göre, Türkiye’deki devlet aygıtının her
alandaki kesin hakimiyeti, bu bağımsız gelişmeyi kolaylaştıran bir etken olmuştur. 477

474
M. Tunçay, 1992, s. 256.
475
“Türkiye’de Siyasi Mücadeleler”, Internationale Presse-Koorespondenz, 1926, sayı: 114, Şefik
Hüsnü Yazı ve Konuşmalar, s. 45.
476
K. Boratav, “Cumhuriyetin İlk Yıllarında Devletçilik ve Ekonomik Yapı”, Sosyalizm ve
Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, 1989, s.1887.
477
“Kemalizm Kapitalist Gelişme Yolunda”, Komünist Enternasyonal Dergisi, 1927, sayı: 22, Şefik
Hüsnü Yazı ve Konuşmalar, s. 107.

137
Şefik Hüsnü’nün bu dönemdeki tutumu, ortak hedefleri “ülkedeki bütün
sermayeyi ellerinde toplamak ve mümkün olan en kısa sürede sermaye biriktirmek”
olan Kemalistler’in yabancı sermaye ile çatışmasını ve onunla uzlaşmasını sağlayan
dinamikleri ortaya koymak olmuştur. Kemalistler’in sınıfsal çıkarları “yabancı
sermayeye mesafeli” davranmasını gerektirirken aynı zamanda uluslar arası sermaye
ile bağını tümden koparmaya da çekinmektedir. Kemalistlerin “sermaye açığı”,
onları emperyalizme uzlaşmaya zorlayan bir etkendir.

Şefik Hüsnü’nün bu görüşlerinde, Türkiye’de yabancı sermaye ile işbirliği


içinde olan ve Şefik Hüsnü’nün “gerici muhalefet” olarak değerlendirdiği bir grubun
bulunmasının da etkisi olduğu düşünülmektedir. Bununla birlikte “bir süre daha
hükümetin ekonomik alanda bağımsız bir çizgi izleyeceği” yönündeki
varsayımlarını, belirttiğimiz gibi, hükümetin “sınıfsal çıkarları”na bağlamaktadır.
Şefik Hüsnü 1926 yılında şöyle yazmıştır:

..genç milliyetçi burjuvazinin hayati çıkarları, Halk


Partisi’nin daha uzun bir süre emperyalist sermayeye
kuşkuyla bakmasını ve güvensizlik beslemesini
gerektirmektedir. 478
Şefik Hüsnü, benzer şekilde, hükümetin ekonomik politikasını şu sözlerle
açıklamaktadır:

Hükümetin, milliyetçi burjuvazi ile işbirliği şeklindeki bu


ekonomi politikası, ülkenin ekonomik yönden yabancı
sermayenin etkisinden uzaklaşmasına yaramaktadır. 479
Buna rağmen Şefik Hüsnü, Türkiye’nin 1926 yılında sanayi ve ticaret
faaliyetinin büyük bir bölümünün hala yabancı kapitalistlerin denetimi altında
olduğunu vurgulamıştır. 480

Şefik Hüsnü’ye göre, Kemalizm’in yabancı sermaye ile bir an önce uzlaşma
eğilimi gösteren kanadı, ticaret ve vurgunculuk yapan kanadıdır. Türkiye ticaretinin

478
“Türk Milliyetçiliğinde Devrimci Dalganın Geri Çekilmesi”, Komünist Enternasyonal Dergisi,
sayı: 9, Şefik Hüsnü Yazı ve Konuşmalar, s .42.
479
“Türkiye’nin Ekonomik ve Mali Durumu”, Internationale Presse-Korrespondenz, 1926, sayı 59, s.
839-841, ibid, s. 29.
480
“Türkiye’de Yabancı Sermaye Yatırımları”, 1926, Komünist Enternasyonal Dergisi, sayı 6, s.
1000-1002, ibid, s. 31.

138
gelişmesinde belirleyici olan özellik de, büyük işletmelerin hakimiyeti ve küçük
işletmelerin parçalanması olmuştur. 481

Şefik Hüsnü’ye göre, bu milli burjuvazi yaratma siyasetinin en dolaysız


sonucu, bir yandan genel bir pahalılık, öte yandan da tüketici kütlelerini ezen
vergilerin artması olmuştur. Bu durum da bir “kısır döngü” yaratmaktadır.
Hükümetin halkın sırtına yüklediği vergi yükü, ihtiyaçlarını karşılama olanağını
halkın elinden almakta, iç pazarı daraltmakta ve böylece bizzat vergi kaynaklarının
kurumasına yol açmaktadır. 482

6. ŞEFİK HÜSNÜ VE KOMİNTERN-II: “DESANTRALİZASYON


KARARI”

Komintern’in 1928 yılında düzenlenen VI. Kongresinde, iktidar savaşı


komünist partilerin güncel mücadelesi olarak belirlenmişti. VI. Kongrede,
“Emperyalizm devresi, ölüm halinde sermayedarlık devresidir” tespiti yapılıyor ve
katı bir anlayışla sosyal demokrat partiler “sosyal faşist” olarak nitelendiriliyordu.

1933’ten beri faşizm ve somut olarak Hitlerci devlet, büyük bir tehdit
oluşturmaya başlamıştı. 1934 yılında ise bu “faşizm” ve “savaş tehlikesi” gibi
gelişmeler göz önünde bulundurularak, şu tespitlerde bulunulmaktaydı:

Faşizm, mali sermayenin en mürteci, en milliyetperver ve en


emperyalist unsurlarının açık bir tedhişçi diktatorasıdır
(..)Kapitalistler, artık burjuva demokrasisi unsurlarını idame
ettirecek vaziyette değiller.
Faşizm, kapitalizm nazarında kapitalizmin yıkılmasına karşı
bir çaredir. Ancak faşist diktatorası her memleketin geçmek
zorunda olduğu bir merhale değildir. 483
TKP ise 1934’te, emperyalistlerin, SSCB’ne ve ezilen halklarca yürütülen
ulusal kurtuluş savaşlarının kalesi olan ülkelere karşı yeni savaşlar peşinde olduğunu
ortaya koyuyordu. Ali Cevdet, 1933’te Komintern organlarında yayımlanan bir
raporunda, iktidar savaşını yine güncel bir sorun olarak kabul etmekle beraber,

481
“Kemalizm Kapitalist Gelişme Yolunda”, Komünist Enternasyonal Dergisi, 1927, sayı 22, s. 1076-
1087, Şefik Hüsnü Yazı ve Konuşmalar, s. 114, 116.
482
Devrimci dalganın geri çekilmesi, s. 39-40.
483
“Faşizm, Harp Tehlikesi ve Komünist Fırkaların Vazifeleri”, TÜSTAV Arşivleri, Film 31, CD
25A, Klasör 30_36, s. 280.

139
emperyalistlere karşı ikili bir siyaset izleyen Kemalistlerin çıkarları ile
emperyalistlerin çıkarları arasında belirli nesnel zıtlıklar olduğunu ifade ediyordu. Bu
noktada, TKP’ne düşen görev, Kemalistlerin yabancı sermayeye karşı tutumlarını
teşhir etmek olarak belirlenmişti. Çünkü TKP’nin Kemalistlere ve gericilere karşı
yürüttüğü mücadele ancak bu şekilde kitleler tarafından anlaşılabilir ve o zaman Parti
bu kitleleri emperyalizme karşı mücadeleye sevk edebilirdi. Ayrıca Ali Cevdet,
“legal kitle sendikaları için mücadele ederken legalizm hayallerine kapılmamak
gerektiğini” de vurguluyordu. 484

1935’teki VII. Komintern Kongresinde ise “sınıf sınıfa karşı” stratejisinin


yerini “faşizme karşı ortak cephede demokratik savaş” almıştır. VII. Kongrede
Komintern, ülkeleri “savaş yanlısı” ve “savaşa karşı” şeklinde ikiye ayırırken
Kemalist Türkiye’yi “savaştan çıkarı olmayan ülke” saymıştır. Bu noktada TKP’ye
düşen görev ise Kemalistleri demokrat bir çizgiye çekmek, faşist Almanya ile
ilişkilerini geliştirmesini engelleyip Sovyet dostu ve emekçi yanlısı bir politika
izlenmesini sağlamak olarak belirlenmiştir. 485

Pratikte Kemalistlerin ilerici kanadının desteklenmesi anlamına gelen bu


Kongre kararları, daha VI. Kongre Kararlarını uygulamaya geçirmeye çalışan TKP
içinde tereddüt yaratmıştır. 1930 yılında Komintern’in güçlenen sol çizgisi ile
uyumlu olarak TKP de 1925 öncesi dönem için özeleştiri sunmaktaydı. İnkılap
Yolu’nun ilk sayısında, TKP’nin geçmiş yıllardaki etkinlikleri, Komintern’in
gözüyle şöyle özeleştiriye tabii tutulmaktaydı: 1924-1925 senesinde TKP önderleri
Kemalizmin devrimci rolünü değerlendirmek konusunda tereddütlü davranmışlardı.
Oysa ki Kemalist Anadolu burjuvazisi, daha istiklal mücadelesi devam ettiği sırada
sınıfsal diktatörlüğünü oluşturmakla beraber, 1925 Mart’ına kadar bu diktatörlüğü
“bir demokrasi cilası” altında gizleyebilmişti. Takrir-i Sükun kanunu ile ise,
diktatörlük, “açıktan açığa tatbikinden çekinilmeyen , resmi bir mahiyet” almıştı. 486

VII. Kongreye katılan Şefik Hüsnü, 21.12.1935 tarihinde yazdığı bir


mektupta, TKP’nin içinde “Halk Cephesi” konusunda tereddütleri olan Partililer
bulunduğundan bahsetmektedir. Şefik Hüsnü’nün aktarımına göre bu partililer, yeni
484
“Siyasi Durum ve Komünist Partisinin Görevleri”, 20 Nisan 1933, Türkiye’de Komünist ve İşçi
Hareketi, s. 230-241.
485
B. Şen, 1999, s. 105-106.
486
M. Tunçay, 1992 içinde, s. 187 vd.

140
stratejinin TKP’nin köylüler ve işçiler için yaptığı demokratik özgürlükler
mücadelesini zayıflatacağından ve kendilerinin Kemalistlerin anti-emperyalist
önlemlerini desteklemekle yetinenler durumuna düşeceklerinden endişe
etmekteydiler. 487

Komintern yönetimi ise, Şefik Hüsnü’nün bu açıklamalarını temelsiz bulmuş


ve TKP yönetimini VII. Kongre kararlarına uymamakla suçlamıştır. 488 1936 yılında
verilen ve 1937’de onaylanan Desantralizasyon (Separat-Merkezden ayrılma)
kararının içeriği hakkında geniş bilgiye sahip değiliz. Ancak TKP’nin
Desantralizasyon sonrası yayınladığı “Türkiye Komünist Partisi’nin Yeni
Taktikasına Dair” 489 isimli bildiride, Komintern’in TKP’ne yönelik eleştiri noktaları
açıkça görülmektedir. Bu kararın, sadece TKP’nde strateji değişikliğinin
gerçekleştirilememiş olmasıyla ilgili olmadığı, “TKP’nin Kemalistlerin rolünü ve
ilerici niteliklerini değerlendiremediği” şeklinde Partinin önceki faaliyetlerini de
mahkum eden genel bir düşünce üzerine kurulu olduğu anlaşılmaktadır.

Pratikte TKP’nin dağıtılması anlamına gelen bu kararın açıklanması üzerine


Tunçay ve Türkali’nin eserlerinde bir olay anlatılmaktadır. Eski TKPlilerin
anlatımlarından aktarılan bu olay, Desantralizasyon kararını açıklamak için
Türkiye’ye gelen Komintern temsilcisinin söyledikleriyle ilgilidir. Bu kararın
niteliğinin anlaşılması açısından bu cümleyi biz de aktarıyoruz: “Söylediklerimi
işitince beni Mustafa Kemal’in casusu sanacaksınız ama değilim!” 490

Bu gelişmeler, TKP’nin 1936 yılında “Türkiye Komünist Partisi’nin Yeni


Taktikasına Dair” isimli bildirisinde izlenebilmektedir. Bildiride, savaş tehlikesinin
her geçen gün arttığından bahsedilmekte ve bu gelişme karşısında yeni teşkilatlanma
prensibi şöyle belirtilmektedir:

Bu vaziyet bütün düşüncelerimizi ve dikkatlerimizi


memleketimizin bu en can alıcı meselesi üzerinde
toplamamızı ve tekmil vatanseverlerle el ele vererek harp ve
faşizme karşı barışı devam ettirmek için teşkilatlanmamızı
zaruri kılmaktadır. 491

487
F: 495, op: 11, d: 372, L: 89 Komintern Belgelerinden aktaran, B. Şen, 1999, s. 105.
488
ibid, s. 106.
489
TÜSTAV Arşivi, Film 31, CD 25A, Klasör 30_36, s.291 vd.
490
Bkz. M. Tunçay, 1992, s. 126; V. Türkali , 1999, s. 596
491
TÜSTAV Arşivi, Film 31, CD 25A, Klasör 30_36, s.291 vd.

141
Bu bildiride, TKP’nin Kemalistlere yönelik tutumları 1930 yılında yapılanın
tam aksi yönünde uzunca bir özeleştiriye tabii tutulmakta ve Partinin “sekter”
davrandığı öne sürülmektedir. Aşağıdaki alıntıda, Komintern’in eleştiri noktalarını
açıkça görüyoruz:

Partimiz uzun bir müddet ve bilhassa son seneler zarfında


gündelik meseleleri işlemekte ve hükümet siyasetinin
tezahürlerini tenkitle dar görüşlü bir tekkeci (sekter)
alışkanlığa saplanıp kalmıştır.Bu yüzden kitlelerle temasımız
ve başlıca vazifemiz olan bu kütlelerin iktisadi ve siyasi
hareketlerini idare etmemiz çok güçleşmiştir. 492
Ayrıca, Kemalist hükümetin TKP tarafından sadece bir “askeri diktatörlük”
olarak değerlendirildiği ve ilerici taraflarının, örneğin irticaa karşı mücadelesinin
değerlendirilemediği üzerinde durulmaktadır. Bildiride, TKP’nin bu yanlış
siyasetinin sorumluluğu Merkez Komitesine yüklenmektedir:

Bu yanlış siyaset, hükümet faaliyetlerinin müspet taraflarını


görmezlikten gelmeye, henüz inkılap kuvvetlerini
teşkilatlandırmak ve kati mücadeleler için hazırlamak yoluna
girmeyi becermemiş olduğumuza bakmayarak ulu orta amele
ve köylü hükümeti şiarını ileri sürmeye ve bu şiar altında
temerküz ettirmeye bizi sürükledi. 493
Bildirinin devamında ise, savaş tehlikesinden bahsedilmekte ve Kemalistlerin
dış politikası barışa hizmet etmeye devam ettiği sürece TKP tarafından
destekleneceği ileri sürülerek, “faşizme ve savaşa karşı” legal bir halk hareketinin
oluşturulmasının tasarlandığı ifade edilmektedir:

Bu vazifeler, ...çalışma usullerimizi kökten değiştirmemizi


zorunlu kılmaktadır. Bundan böyle Partimiz bütün
faaliyetlerini legal olarak yapmayı kararlaştırmıştır. Bu açık
faaliyetimiz esnasında bizimle aynı muayyen meselelerde
gayeleri birleşen Kemalist mücahitler ve teşekküller de dahil
olmak üzere her türlü teşkilatla ve vatandaş gruplarıyla
birlikte hareket etmeye ve birlik çalışma mukaveleleri
bağlamaya gayret edeceğiz. 494
Bu belgede açıklanan yeni eylem stratejisi, TKP’ni eylemsizliğe itmiş, TKP
bu tarihten sonra ortadan kalkmamakla beraber bir dağılma sürecine girmiştir. II.

492
TÜSTAV Arşivi, Film 31, CD 25A, Klasör 30_36, s.291 vd
493
ibid.
494
“Türkiye Komünist Partisi’nin Yeni Taktikasına Dair”, TÜSTAV Arşivi, Film 31, CD 25A, Klasör
30_36, s.291 vd.

142
Dünya Savaşı koşulları ve çoğu deşifre olmuş kadroları ile Komintern’in öngördüğü
doğrultuda legal faaliyet olanaklarının kalmaması gibi olgular TKP’nde görülen
eylemsizliğin başlıca sebepleri arasında sayılabilir. TKP, Komintern tarafından
kapatılan illegal yola 1944’te (Komintern’in kapatılmasından bir yıl sonra) tekrar
başvurmuş fakat yine tutuklamalarla karşı karşıya kalmıştır. 495

495
Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, 1988, s. 1932.

143
SONUÇ

Osmanlı aydınının zihin dünyasına yabancı olduğunu saptadığımız sol


akımların Türkiye’de asıl ortaya çıkış dönemi, 1919 yılıdır. Bu tarihe kadar, sol
düşünceler İslamcı düşüncelerle bir arada sunulmuş, komünizme bir alternatif olarak
görülen sosyalizm, İslamiyet’le bağdaştırmaya ve uzlaştırmaya çalışılmıştır. Bu
dönemde “sosyalizm” kimi Osmanlı aydınları tarafından “adalet”, “refah”, “eşitlik”
vb. kavramlarla bir arada düşünülmüş, henüz “sınıf” ve “sınıf mücadelesi”
kavramları bu aydınların sınırlarına girmemiştir.

Sovyet Devriminin etkisi altında ortaya çıkan sol düşünceler, 1919 yılından
itibaren örgütlenmeye başlamışlardır. 1919-1923 döneminde varlık gösteren sol
akımların önemli bir özelliği de, Kemalizm’in Türkiye’de siyasi ağını kurmaya
başladığı bir dönemde gelişmiş olmalarıdır. Bu durum sadece solun “bağımsız
hareket etme” eğilimini kısıtlayan bir olgu olmamış, düşünsel plandaki etkileri de
büyük olmuştur. Kurtuluş Savaşı yıllarından itibaren, İslami etkilerden sıyrılan sol
düşünce, bu defa milliyetçi akımlarla iç içe geçmeye başlamıştır.

Bu dönemde ortaya çıkan sol akımların bir başka özelliği ise, çok çeşitlilik
arz etmeleridir. Kendi döneminde faaliyet gösteren diğer sol/sosyalist partiler
arasındaki yerini belirlemeye çalıştığımız Şefik Hüsnü önderliğindeki TİÇSF’nin bir
aydın hareketi olarak ortaya çıktığını ve yarı-legal olarak faaliyet gösterdiği 1919-
1925 yılları arasında temel olarak “Dünya devriminin Türkiye için güncel mücadele
olup olmadığını” tartıştığını söylemek yerinde olacaktır.

Şefik Hüsnü, 1919-1925 yılları arasında, Türkiye’de henüz kapitalizmin ve


sınıfların gelişmemiş olduğu verisinden hareketle Türkiye’nin ekonomik ve
toplumsal durumu ve ulusal kurtuluş mücadelesi üzerine yazılar yazmıştır. Şefik
Hüsnü’yü bu dönemdeki diğer sol hareketlerden ayıran ve onun özgün konumunu
belirleyen de Marksist düşünceyi Türkiye’nin koşulları çerçevesinde yorumlama
çabası olmuştur.

1919-1925 yılları arasında, Şefik Hüsnü’nün sınıflar üzerine görüşlerinin


temel ekseni; sosyalist tabanı genişletmek gibi bir kaygıdan da kaynaklanan, “işçi
sınıfının tanımını geniş tutmak” şeklinde bir yönelim olmuştur. Türkiye’deki sınıfları

144
nesnel konumlarına göre tanımlayan Şefik Hüsnü’nün, bu sınıfların toplumsal sistem
içindeki ideolojik ve toplumsal formasyonlarını belirlemede yetersiz kaldığı
görülmektedir.

Şefik Hüsnü’nün görüşlerinde, “bağımsızlık” kavramı, sosyalizme yaklaştıran


bir etmen olarak, çoğu zaman “sınıf” kavramının yerini doldurmuştur. Şefik
Hüsnü’ye göre, Türkiye’de güncel mücadele, yabancı kapitalistlerle yoksul halk
arasında gerçekleşmektedir.

Şefik Hüsnü’nün “emperyalizme karşı mücadele”de, yönetici sınıf ile bir


işbirliği/uzlaşı arayışı içinde olduğu görülmektedir. Şefik Hüsnü’nün, ilk dönem
yazılarındaki değerlendirmelerinde, bu yönetici sınıf ile ilgili beklentisi, bir “halk
hükümeti” yönündedir. 1923 yılında Cumhuriyetin kurulmasıyla bu beklentinin
gerçekleşmeyeceği anlaşılmış ve Şefik Hüsnü, Kemalistler’e karşı daha eleştirel bir
tutum takınmaya başlamıştır. Bu tarihlerden itibaren Kemalist kadrodan “bir burjuva
yöneliminin temsilcisi” diye söz etmeye başlayacaktır.

Şefik Hüsnü’nün Türkiye devrimini ve bu devrimi gerçekleştiren kadronun


sınıfsal perspektifini değerlendirişinin yüzeysel olduğu görülmektedir. Şefik Hüsnü,
genellikle hükümetin sınıfsal karakterini üyelerinin sınıfsal konumlarıyla saptamaya
çalışmıştır. Şefik Hüsnü’ye göre ulusal devrim, farklı toplumsal sınıfların bir blok
oluşturmasıyla kurulan bir orta sınıf hareketi olarak başlamış ancak daha sonra büyük
sermaye sahibi olmak isteyen bir küçük burjuva aydın/asker zümrenin eline
geçmiştir.

Şefik Hüsnü’ye göre, Kemalistler ve “sağ muhalefet” olarak değerlendirdiği


Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve sonrasında da Serbest Cumhuriyet Fırkası,
burjuva sınıfının farklı görünümlerini oluşturmaktadır. Yani Şefik Hüsnü’ye göre,
Türkiye’de sınıfsal çıkarları gereği, yabancı sermaye ile bir an önce uzlaşma
eğiliminde olan bir büyük burjuvazi (mali sermaye) ve yine sınıfsal çıkarları gereği,
ulusal bir ekonominin kurulması için emperyalizmle uzlaşmakta bir süre tereddütlü
davranan, yükselen yeni bir sınıftır. Bu sınıf da, sınai sermayeyi temsil etmektedir.

Şefik Hüsnü’nün değerlendirmelerine göre, Türkiye’de komünistlerin


tasfiyesi de bu ilerici burjuvazi tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu nokta, Şefik
Hüsnü’nün içinde bulunduğu hareket açısından her zaman sorunlu bir nokta

145
olmuştur. İlerici girişimleriyle desteklenen bu sınıf aynı zamanda gücünü sol
hareketin tasfiye edilmesine yöneltmiştir.

1919-1925 yılları arasında, Şefik Hüsnü, Türkiye’nin ekonomik gelişiminin


“kapitalist olmayan bir yoldan” yönlendirilebileceği gerekçesiyle devlet tekellerini
savunmuştur. Sınıf mücadeleleri, bu ilk dönem yazılarında “istenmeyen” veya
devletçi ve korumacı bir takım politikalarla “engellenebilir” bir süreç olarak
algılanmaktadır.

Bu “kapitalist olmayan yol” söyleminin, Kemalizm’in sınıfsal ayrımı


bulanıklaştırmayı amaçlayan “Türkiye’de kapitalizm ve sosyalizmden ayrı ve
Türkiye’ye özgü bir rejimin kurulacağı” savlarıyla uyumlu olduğunu söylemek
gerekir. TKP’nin ve Şefik Hüsnü’nün “sınıfların reddi üzerine kurulan” Kemalist
halkçılığı değerlendirişi onun özüne yönelik bir çerçeve içinde olmamıştır. TKP’liler,
Kemalistlerin sınıfsal yapıların varlığını reddeden söylemlerini eleştirmekle beraber,
bu söylemlerin kaynağında Kemalist halkçılık ideolojisini görememişlerdir.

Ancak Şefik Hüsnü’nün bu görüşlerini “bağımsızlık”, “kalkınma”,


“sanayileşme” gibi olguları sosyalizme alternatif ve özgün bir model olarak
belirleyen “Kadro” yazarlarının savları ile karıştırmamak gerekir. Şefik Hüsnü,
kapitalist olmayan bir yoldan gelişme sağlanmasının, Türkiye’yi sosyalizme bir adım
daha yaklaştıracağını düşünmüştür.

Şefik Hüsnü’nün ve TKP’nin değerlendirmede yetersiz kaldığı bir diğer


nokta, 1925 yılından itibaren kendini gösteren Kürt sorunu olmuştur. TKP’liler bu
soruna “kendi kaderini tayin hakkı” çerçevesinde yaklaştıklarını belirtmekle beraber,
bu söylemi Türkiye koşulları çerçevesine oturtamamışlardır.

Şefik Hüsnü’nün önderliğini yaptığı hareketin 1922 yılından itibaren


Komintern’in bir seksiyonu haline gelmesi ise pratikte, artık bu grubun politik
çizgisinin Komintern tarafından belirlenmekte olduğu anlamına gelmektedir. Bu
dönemde, Şefik Hüsnü’nün “özgün yorumları” ile Komintern’in görüşleri arasında
bir çatışma söz konusudur. Komintern’in Türkiye’ye ve Türkiye’deki sol harekete
bakışı ise, ulusal mücadele yürüten ülkelere yaklaşımının büyük ölçüde SSCB’nin
dış politika ile ilgili kaygılarından oluştuğuna bir örnek teşkil etmektedir.

146
1924 yılında, Şefik Hüsnü’nün açıkladığımız görüşleri, Komintern tarafından
“sınıfsal işbirliği” iddiasıyla karşılaşmış ve “tehlikeli bir oportünist sapma” olarak
nitelendirilmiştir. Bu doğrultuda, özellikle 1925 yılından itibaren Şefik Hüsnü’nün
görüş ve tezlerinde büyük değişimler meydana gelmiştir.

1925’e kadar dönemde görülen, “emperyalizme karşı ortak mücadele”


anlayışı, bu tarihlerden itibaren yerini “emperyalizme karşı mücadelenin Kemalist
Halk Partisine karşı mücadeleden ayrılamayacağı” ilkesine bırakmıştır. 1925’ten
itibaren “işçi sınıfının bağımsızlığı” vurgulanmaya başlanırken, “sınıf mücadeleleri”
daha fazla üzerinde durulan bir nokta olmuştur. Şefik Hüsnü, 1925 yılından itibaren
yazdığı yazılarda, önceki dönem görüşlerinin bir savunusu niteliğinde niçin
Kemalistlerin desteklenmek zorunda olduğunu açıklamış, bu dönemde “işçi sınıfının
bağımsız bir hareket yürütemeyeceği”ni ifade ederek bu yöndeki eleştirilere cevap
vermiştir.

Bu değişimde, Komintern’in etkisi kadar 1925 yılında Türkiye’deki tüm


muhalif hareketler gibi sol hareketi de giderek baskı altına alan Kemalistlerin
tutumunun da etkili olduğu görülmektedir. Sol hareketin 1919-1925 yılları arasında
desteklenen bu “ilerici burjuvazi” tarafından susturulması, TKP’nin mücadele
biçiminde de bir değişime sebep olmuştur. Bu yeni dönem, “illegal” faaliyet
dönemidir ve 1937 yılında Komintern’in TKP için verdiği Desantralizasyon
(Merkezden Ayrılma) kararına kadar sürmüştür.

1925 yılından sonra, Türkiye’de faaliyet gösterme olanağı kalmayan Şefik


Hüsnü, 1925-1927 ve 1929-1939 yılları arasında yurtdışında bulunmuş ve buradaki
diğer Partililerle bir “dış büro” meydana getirmiştir.

1925 sonrası dönemde, Şefik Hüsnü’nün temsil ettiği çizgiye karşı iki
muhalif oluşum gelişmiştir. Bunlardan ilki 1926 yılında ortaya çıkan ve
Komintern’den bağımsız olmayı talep eden Vedat Nedim-Şevket Süreyya
önderliğindeki Merkez Komitesi, diğeri de 1929 yılında ilk toplantısını düzenleyerek
TKP merkez Komitesi’nden bağımsız davranan Nazım Hikmet muhalefetidir.

Şefik Hüsnü’nün önderlik ettiği hareket, temelde bir aydın girişimiydi. Şefik
Hüsnü, yazılarında, Türk aydınının “belirli ortak çıkarlara sahip ve bilinçli bir sınıf”
olarak belirmediği anlayışı göze çarpmaktadır. “Aydın” sorunu, Şefik Hüsnü’nün

147
yazılarında çok yer almamakla beraber, önderlik ettiği hareket içinde pek çok defa
tartışma konusu haline gelmiştir. Bunun ilk örneği, Şefik Hüsnü’nün “siyasal
birikimi” gerekçesiyle Genel Sekreterlik görevini verdiği Vedat Nedim Tör’dür.
Vedat Nedim, Şevket Süreyya ile birlikte “TKP’nin burjuvazinin terörüne karşı
gelemeyeceği” gerekçesiyle, Parti faaliyetlerini sadece Kemalistler’in ilerici
girişimlerinin desteklenmesi noktasına çekmişlerdir.

Şefik Hüsnü 1927 yılında bu grubu TKP’nden tasfiye ederken, bu Merkez


Komitesi’nin pasif tutumu, 1929 yılında ilk kongresini toplayarak kendisini asıl Parti
ilan eden Nazım Hikmet muhalefetinin doğuşunda etkili olmuştur. Şefik Hüsnü, bu
tarihten itibaren kendi çizgisindeki grubu “partinin temel çekirdeği” sayarak, bu
çizgiye “sağ” ve “sol” olmak üzere iki karşıt grup belirlemiştir. Sağ çizgiye sahip
olanlar, Vedat Nedim’in grubundan arta kalanlar olurken, bu eski Merkez
Komitesi’nin sağ çizgisine tepki olarak oluşturulan bir de “maceracı” grup
bulunmaktadır.

1930’lu yıllarda Şefik Hüsnü’nün eski MK üyeleri Vedat Nedim ve Şevket


Süreyya’nın Kadro girişimleri ile Nazım Hikmet muhalefetini, yine Nazım
Hikmet’in de ilişki içinde bulunduğu Sertel’lerin Resimli Ay ve Son Posta gibi
girişimlerini değerlendirişi aynı yönde olmuştur. Bu hareketleri “küçük burjuva solu”
başlığı altında değerlendiren Şefik Hüsnü, onları Avrupa’daki sosyal demokratlara -
Komintern’in diliyle sosyal faşistlere- benzetmektedir.

1928 yılındaki sol çizgisini güçlendiren Komintern VI. Kongresi, TKP


içindeki muhalefet ve Kemalistler’in “Eskişehir Nutku” gibi girişimlerle tutumunu
sertleştirmesi, Şefik Hüsnü’nün Kemalizm’i artık emperyalizmle uzlaşmış ve gerici
bir aşamaya girmiş bir sınıf olarak değerlendirmesinde etkili olacaktır. Bu tarihlerden
itibaren Kemalist yönetim, bir “diktatörlük” olarak vurgulanmaya başlanmıştır.

Yabancı sermaye ile giderek uzlaşan ve “tekelcilik”i “devlet eliyle


zenginleştirme” şeklinde uygulayan hükümet, Şefik Hüsnü tarafından eleştiriye tabii
tutulmuştur. Şefik Hüsnü, Komintern tarafından da oldukça eleştirilen “devlet
tekellerinin savunulması” düşüncesinden bu dönemde vazgeçmiştir.

1933 yılından beri somut olarak ortaya çıkan “faşizm” tehlikesi,


Komintern’in politikalarında bir değişikliğe sebep olmuş ve Komintern, 1935 yılında

148
düzenlediği VII. Kongresi’nde güncel mücadelenin faşizme karşı gerçekleşmekte
olduğu tanısını ortaya koymuştur. Komintern, bu kongrede Türkiye’yi “savaştan
çıkarı olmayan ülkeler” sınıfına sokarak, TKP’ne Kemalistler’in ilerici kanadının
desteklenmesi görevini vermiştir.

TKP’nin Komintern’in bu kararını yerine getiremeyişinin iki temel sebebi


bulunmaktadır. TKP’nin illegal faaliyet döneminde karşı karşıya kaldığı en büyük
sorunlardan biri de “gizlilik” sorunu olmuştur. Parti, hemen hemen her yıl
tutuklamalara maruz kalmış, Parti içine sokulan “ajan”ların faaliyetlerine engel
olamamıştır. Bu durum da Partinin hemen hemen hepsi teşhir olmuş olan
kadrolarının tekrar legal bir faaliyete girişmesini engelleyen bir etkendir. Bir ikinci
sebep ise, TKP içindeki bu “faşizme karşı halk cephesi” politikasının Partinin
mücadelesini zayıflatacağı ve çizgisini sadece “Kemalistler’in desteklenmesi”
şeklinde bir noktaya çekeceği endişesidir.

Bunlar üzerine Komintern TKP için Desantralizasyon (Merkezden Ayrılma)


kararını vermiştir. Bu kararın özelliği, eleştirisinin, “TKP’nin değişen mücadele
koşullarına ayak uyduramadığı” noktası ile sınırlı kalmamış olmasıdır. Kararda,
TKP’nin hükümetin ilerici yönlerini değerlendiremeyerek “sekter” davrandığı öne
sürülmektedir. Şefik Hüsnü’nün 1919-1925 yılları arasında açıkladığı benzer
görüşleri eleştiren Komintern, bu defa Şefik Hüsnü’nün savunduklarından daha net
ve kesin bir şekilde “Kemalizm’in desteklenmesi” olgusu üzerinde durmuştur.

Bu karar, pratikte, TKP’nin Komintern’den ayrılması ve legal faaliyet


olanakları kalmayan Partinin kısa süre içinde dağılarak bir faaliyetsizliğe
sürüklenmesi anlamına gelmektedir.

Tüm bu değerlendirmelerin ışığında, Şefik Hüsnü’nün ve önderlik ettiği


hareketin Kemalizm’e ve Kemalist iktidara bakışında varolan istikrarsızlığın
Komintern’in yarattığı bir ikilem olduğu söylenebilir. Bu olgu, TKP’nin kuramsal
anlamda teslimiyetçiliğe kapılmasına sebep olmuştur.

KAYNAKÇA

Akar, Atilla, (1989), Eski Tüfek Sosyalistler, İstanbul: İletişim Yayınları.

149
Akbulut, Erden, (2002), Komintern Belgelerinde Nazım Hikmet, İstanbul:
TÜSTAV Yayınları.

Akdere, İ., Karadeniz, Z., (1996), Türkiye Solunun Eleştirel Tarihi, İstanbul:
Evrensel Basım Yayın.

Akkaya, Yüksel, (1998), “Yerel Basında İşçi Sesi Örneği”, Toplumsal Tarih, 9
(53): 39-44.

______________,(2002), “Türkiye’de İşçi Sınıfı ve Sendikacılık-II-“, Praksis, - (6):


63-103.

Alkan, Mehmet Ö., (1998), “Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Partisi Yoldaş Defteri ve
Beyanname”, Toplumsal Tarih, - (15): 24-25.

Aralov, S.İ., (1985), Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Anıları, Çev. Hasan Ali
Ediz, Ankara: Birey Ve Toplum Yayınları.

Arslan, Süleyman, (1976), TKP’nin Tarihsel Konumu, İstanbul: Emekçi Yayınları.

Aslan, Yavuz, (1997), Türkiye Komünist Fırkası’nın Kuruluşu ve Mustafa Suphi


(1918-1921), Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.

Astreiou, Socrates-James, (1989), “TKP 1925-1935”, Birikim, -(8): 61-65.

Balta, Ecehan, (2002), “Türk Solunda Milliyetçilik: Üç Kaynak Üç Dönemeç”,


Praksis, -(6): 153-175.

Başarır, Başar, (1996), “C. Halk Fırkasının İşçileri Kullanma Yolunda İlk Girişimi”,
Toplumsal Tarih, 3 (13): 34-45.

Bozarslan, Hamit, ( 1980), Şefik Hüsnü ve Sonrası, İstanbul: Eylem Yayınları.

150
Bursalı, Fatma(der.), (1979), Türkiye’de Komünist ve İşçi Hareketi, İstanbul:
Aydınlık Yayınları.

Carretto, Giacomo, (1985), “1930’larda Kemalizm Faşizm Komünizm Üzerine


Polemikler-II”, Tarih ve Toplum, 3 (18): 422-431.

Claudin, Fernando, (1990), Komintern’den Kominform’a (Cilt 1), Çev. Yavuz


Alogan, İstanbul: Belge Yayınları.

Çetik, Mete, (1998), “Mete Tunçay’ın Türkiye’de Sol Akımlar’ı Üzerine”, Toplum
ve Bilim, -(78): 244-253.

Çulhaoğlu, Metin, (1998), “Şevket Süreyya Aydemir: Suyu Ararken Yolunu Yitiren
Adam, Toplum ve Bilim, -(78): 92-107.

_____________, (2002a), Binyıl Eşiğinde Marksizm ve Türkiye Solu, İstanbul:


YGS Yayınları.

_____________, (2002b), “Türkiye’de Sosyalist Düşüncenin Doğuşu: Konjonktürün


Başatlığı”, Praksis, - (6): 63-103.

Erdem, Hamit, (1999), Mustafa Suphi Bir Yaşam Bir Ölüm, İstanbul: Sel
Yayıncılık.

Gürses, Hasan Basri, (1994), Şefik Hüsnü Yaşamı, Yazıları, Yoldaşları, İstanbul:
Sosyalist Yayınlar.

Güzel, Şehmus, (1988), “1946 ve Sonrasında Türkiye’de Grev Tartışması”, Toplum


ve Bilim, -(40): 87-127.

151
Güzel, Şehmus, (1993), Türkiye’de İşçi Hareketi, İstanbul: Sosyalist Yayınlar.

Harris, George S., (1979), Türkiye’de Komünizmin Kaynakları, (Çev.)Enis


Yedek, İstanbul: Boğaziçi Basım ve Yayın Evi.

İleri, R. Nuri, (1970), Atatürk ve Komünizm, İstanbul: Anadolu Yayınları.

___________, (1976), Türkiye’de Komünist Partisi Gerçeği ve Bilimsellik,


İstanbul: Anadolu Yayınları.

Kakınç, Halit, (1999), “Mustafa Suphi ve Yoldaşlarını İttihatçılar Mı Öldürttü”,


Toplumsal Tarih, 11 (61): 30-34.

Karaca Emin, ( - ), Yer Altı Dünyadan Başka Bir Yıldız Değildi, İstanbul: Yön
Yayınları.

__________, (1990), “Bir Komünist Tevkifatının Öyküsü”, Birikim, - (5): 51-56.

__________, (1999), Eski Tüfeklerin Sonbaharı, İstanbul: Gendaş Kültür


Yayınları.

Karaca, Niyazi, (1995), “Mütareke Yıllarında Kurulduğu Varsayılan Bir Heyet:


Sosyalist Birliği” Toplumsal Tarih, 4 (24): 51-53.

____________, (1998), “Sosyalist Birliği”, Tarih ve Toplum, - (151): 48-51.

Karakışla, Yavuz Selim, (1998), “Osmanlı İmparatorluğu’nda 1908 Grevleri”,


Toplum ve Bilim, - (78): 187-209.

152
Kıvılcımlı, Hikmet, (1978), TKP’nin Eleştirel Tarihi Yol, İstanbul: Kıvılcım
Yayınları.

Kord-Ruwissch, Will, (1989), “Türkiye’deki İşçi Sınıfı” Birikim, 4 (18): 41-44.

Kurtuluş, (1975), İstanbul: Anadolu Yayınları.

Kurtuluş Bayrağı, (1977), Kemalizm ve Türkiye: Komintern’deki TKP


Delegasyonunca Yapılan Konuşmalardan Seçmeler, İstanbul: Kurtuluş Bayrağı.

Köker, Osman, (1998), “Şefik Hüsnü’nün Komünist Manifesto Çevirisi”, Toplumsal


Tarih, 10 (58): 19-21.

Leiteisen, C. (der.), (1970), V. I. Lenin Doğuda Ulusal Kurtuluş Hareketleri,


(çev.) Tektaş Ağaoğlu, İstanbul: Ant Yayınları.

Nesimi, Abidin, (1979), Türkiye Komünist Partisi’nde Anılar ve


Değerlendirmeler (1909-1949), İstanbul: Prometre Yayınları.

Okay, Cüneyd, (1996), “Bezirganlar Cemiyeti Burjuva Toplumu”, Toplumsal


Tarih, 6 (35): 42-49.

___________, (1998), “Bir Müstakil Amele Mebus Namzedinin Beyannamesi”,


Toplumsal Tarih, 9 (49): 34-36.

Sadi, Kerim, (1994), Türkiye’de Sosyalizmin Tarihine Katkı, (Der.) Mete Tunçay,
İstanbul: İletişim Yayınları.

153
Sayılgan, Aclan, (1972), Türkiye’de Sol Hareketler (1871-1972), İstanbul: Hareket
Yayınları.

Serçe, Erkan, (1995), “İzmir- Aydın Demiryolu Grevi: Siyasal İktidar, Sermaye ve
İşçi Sınıfı Üçgeni Üzerine Bir Deneme”, Toplum ve Bilim, - (66): 86-104.

Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, (1989), İstanbul: İletişim


Yayınları.

Şefik Hüsnü Yazı ve Konuşmalar, (1995), İstanbul: Kaynak Yayınları.

Şefik Hüsnü Türkiye’de Sosyal Sınıflar, (1997), İstanbul: Kaynak Yayınları.

Şen, Bilal, (1998a), “Bir Komintern Belgesinde Aralov-Yunus Nadi Görüşmesi,


Toplumsal Tarih, 9 (60): 52-53.

__________, (1998b), “Aralov- Yunus Nadi Görüşmesi”, Toplumsal Tarih, 10(55):


64.

__________, (1999), Cumhuriyetin İlk Yıllarında TKP ve Komintern İlişkileri,


İstanbul: Küyerel Yayınları.

Şişmanov, Dimitır, (1978), Türkiye’de İşçi ve Sosyalist Hareketi Kısa Tarihi,


İstanbul: Belge Yayınları.

154
Tevetoğlu, Fethi, (1967), Türkiye’de Sosyalist ve Komünist Faaliyetler, Ankara:
Ayyıldız Yayınları.

Timur, Taner, (2000), Osmanlı Kimliği, Ankara: İmge Yayınları.

TKP Programları ve Mustafa Suphi Tezleri, (1997), İstanbul: Ürün Yayınları.

Topçuoğlu, İbrahim, (1976), Neden 2 Sosyalist Partisi, İstanbul, Eser Matbaası.

Toprak, Zafer, (1977), “Türkiye Sosyalist Fırkasının Bir Risalesi: Sosyalistlik


Nedir”, Toplum ve Bilim, - (1): 124-140.

___________, (1988), “Osmanlı’dan Cumhuriyet Türkiyesi’ne Sendikal Gelişmeler:


İstanbul Umum Deniz ve Maden Kömürünü Tahmil ve Tahliye Amele Cemiyeti”,
Toplum ve Bilim, - (40): 141-153.

___________, (1996a), “Şirket-i Hayriye Amele Cemiyeti ve 1925 Grevi”,


Toplumsal Tarih, 5 (29): 6-14.

___________, (1996b), “Amelenin Sürekli İstihdamına Dair Kanun Teklifi (1911)”,


Toplumsal Tarih, 6 (32): 6-10.

___________, (1997), “Bolşevik İttihatçılar ve İslam Kominterni”, Toplumsal


Tarih, 8 (43): 6-13.

Tunaya, Tarık Zafer, (1999), Türkiye’de Siyasal Partiler-II, İstanbul: İletişim


Yayınları.

155
________________, (2002), Türkiye’de Siyasal Gelişmeler (1876-1938), İstanbul:
Bilgi Üniversitesi Yayınları.

Tunçay, Mete, (1972), Mesai: Halk Şuralar Fırkası Programı, Ankara: Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları.

___________, (1977), “Sadrettin Celal Antel”, Toplum ve Bilim, -(3): 57-84.

___________, (1979), “Komintern ve Türkiye”, Birikim, -(52-53): 73-76.

___________, (1982), Yeni Belgeler (Eski Sol Üstüne Yeni Bilgiler), İstanbul:
Belge Yayınları.

___________, (1986), “Anadolu Sosyalistleri Arasında İki Polemik”, Tarih ve


Toplum, 6 (33): 55.

____________, (1987a), “Tek Parti Döneminde Basın”, Tarih ve Toplum, 7 (37):


48-51.

___________, (1987b), “1919-1920 Yıllarının Alman Sol Basınında Türkiye


Konuları”, Tarih ve Toplum, 8 (48): 6-8.

___________, (1987ç), “Vlahov Efendinin Balkan Federasyonu Dergisi ve Şefik


Hüsnü”, Tarih ve Toplum, 8 (45): 17-20.

___________, (1987d), “Alman İçişleri Bakanlığı Raporlarına Göre Komintern’in


Emperyalizme ve Sömürgeci Zulme Karşı Birlik Adlı Yan Kuruluşu ve Dr. Şefik
Hüsnü Değmer, Tarih ve Toplum, 8 (116).

156
____________, (1988a), “Alman Sol Basınında ve Dışişleri Belgelerinde Türkiye
Konuları”, Tarih ve Toplum, 9 (50): 5-8.

____________, (1988b), “Hollanda’da Türkiye Sol Tarihi”, Tarih Ve Toplum, 10


(10): 42-43.

___________, (1988c), “Alman Sol Basınında Türkiye 1919-1920” Tarih ve


Toplum, 10 (55): 6-8.

___________, (1988ç), “Yeni Dünya’nın Yeni Serisinde Şevket Süreyya Aydemir’in


Bir Yazısı”, Tarih ve Toplum, - (59): 6-7.

___________, (1988d), “66 Yıl Önceye Ait Bir 1 Mayıs Bildirisi”, Tarih ve
Toplum, - (53): 6-8.

___________, (1988e), “Alman Sol Basınında Türkiye 1920”, Tarih ve Toplum, -


(56): 6-8.

___________, (1988f), “Ankara Demiryolcularının 1 Ekim 1922 Tarihli Bir


Bildirisi”, Tarih ve Toplum, - (57): 7-8.

___________, (1988g), “TKP’nin 1920 Güzünde Rusya’da Yaşayan Türk Esirleriyle


Türkiye Tebaasına Seslenişi”, Tarih ve Toplum, - (58): 19-20.

___________, (1988h), “Alman Sol Basınında Türkiye 1920-1921”, Tarih ve


Toplum, - (57): 51-52.

___________, (1988ı), “İttihatçılarla Bolşevikler”, Tarih ve Toplum, - (52): 199-


200.

___________, (1989a), “Amele Gazetesi 1909 ve İki Mübareze” Tarih ve Toplum,


- (66): 6-8.

157
Tunçay, Mete, (1989b), “1909 ve İki Mübareze”, Tarih ve Toplum, - (66): 6-8.

___________, (1989c), “70 Yıllık Bir Bildiri”, Tarih ve Toplum, 12 (70): 6-8.

___________, (1989ç), “Anadolu’da Resmi Komünist Fırkası”, Tarih ve Toplum,


11 (63): 7-8.

___________, (1989d), “Ethem Nejat Bey Eskişehir’de Ne Yaptı”, Tarih ve


Toplum, 11 (61): 40-41.

___________, (1989e), “İstanbul’da İşçi Harekatı”, Tarih ve Toplum, 11 (89): 38-


39.

___________, (1989f), “Vazife’den İki Yazı”, Birikim, -(5): 67-70.

___________, (1990a), “Gizli Parti Katib-i Umumisi Vedat Nedim’in Takma Adla
Yazdığı Bir Makale”, Tarih ve Toplum, 14 (83): 6.

___________, (1990b), “Bütün Dünya İşçi ve Köylüsünün Müşterek Vatanı” Tarih


ve Toplum, 13 (76): 6-7.

___________, (1990c), “Türkiye Emekçilerine”, Tarih ve Toplum, 13 (78): 6-8.

___________, (1990ç), “Sosyalizm İçin Cidal”, Tarih ve Toplum, 13 (74): 7.

___________, (1990d), “Bütün Dünya İşçileri Birleşiniz”, Tarih ve Toplum, 14


(84): 6-7.

___________, (1990e), “İşçi Sosyalist Fırkası 1921”, Tarih ve Toplum, 13 (75): 6-


8.

158
___________, (1991a), “Bundan 62 Yıl Öncesinin Yer Altı Basınına Bir Örnek”,
Tarih ve Toplum, 16 (92): 6-7.

___________, (1991b), “Marxizmden Kemalizme Geçiş”, Tarih ve Toplum, 15


(87): 6-8.

___________, (1992), Türkiye’de Sol Akımlar-2 (1925-1936), İstanbul: BDS


Yayınları.+

___________, (1993a), “Komünist Enternasyonalin İkinci Kongresi, 1920”, Tarih


ve Toplum, 20 (117): 60-62.+

___________, (1993b), “TKP Gözüyle CHP (1936)-I” , Tarih ve Toplum, 19 (111):


14-19.

___________, (1993c), “TKP Gözüyle CHP-II” Tarih ve Toplum, 19 (112): 14-19.

___________, (1994a), “70 Yıl Önce Anadolu’da 1 Mayıs”, Toplumsal Tarih, 1


(5): 29-30.

___________, (1994b), “Amsterdam’da Bakü Sempozyumu”, Toplumsal Tarih, 1


(3): 57-64.

___________, (1996a), “Erzurum Kongresinin Bolşeviğinden Gaziye Açık Mektup,


Toplumsal Tarih, 6 (32) :11-13.

___________, (1996b), “Önce Bolşevik Sonra Mürteci Bir Yazar Kürt Sorununa
Nasıl Bakıyor”, Toplumsal Tarih, 6 (33): 12-15.

___________, (1996c), “Sosyalistler Türk Toplumuna Faydalı Oldular mı?”,


Toplumsal Tarih, (5) 28: 21-27.

159
___________, (1997), “Şefik Hüsnü: Kemalist Türkiye Nereye Gidiyor”, Toplumsal
Tarih, 7 (41): 17-23.

___________, (1998), “Komünist Gençleri Ne Yapmalı”, Toplumsal Tarih, 9 (53):


33-35.

___________, (1999), Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetiminin


Kurulması (1923-1931), İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.

___________, (2000), Türkiye’de Sol Akımlar-1 (1908-1925), İstanbul: BDS


Yayınları.

Tunçay, M., Zürcher, E.J. (Der.), (2000), Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve


Milliyetçilik (1876-1923), İstanbul: İletişim Yayınları.

Türkali, Vedat, (1999), Güven (I-II), İstanbul: Gendaş Kültür Yayınları.+

Türkeş, Mustafa, (1999), Kadro Hareketi Ulusçu Sol Bir Akım, Ankara: İmge
Kitabevi.

Türkiye Komünist Partisi (TKP) and Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP),
\www.iisg.nl.

Uyar, Hakkı, (1999), “Tek Parti Döneminde Seçimler”, Toplumsal Tarih, - (64):
21-33.

Uyar, H., Çetin,T., (1994), “Tek Parti Yönetiminde Köylüye Yönelik Propaganda:
Yurt Gazetesi”, Toplumsal Tarih, 1 (1): 51-58.

Ünsal, Süha, (1995), “Osmanlı Sosyalist Fırkası”, Toplumsal Tarih, 3(15): 61-63.

160
Ünsal, Süha, (1998), “Türkiye’de Komünist Düşüncenin Kaynaklarından Biri Olarak
Doktor Hikmet Kıvılcımlı”, Toplum ve Bilim, - (78): 108-133.

Üstün, Mahmut, (2002), “Türkiye İşçi Sınıfına Bakarken...”, Praksis, - (8): 227-255.

Zürcher, Erik Jan, (1999), Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İstanbul: İletişim


Yayınları.

1922 Güzünde Beynelmilel İşçiler İttihadının Dağıttığı Bir Bildiri, (1987), Tarih ve
Toplum, 7 (42): 4-5.

BELGELER:

Draft Letter To The Central Committee Of The Communist Party Of Turkey,


11.2.1929, TÜSTAV, Döküm 1, Film 41 CD 34/ 3-6, sıra 780, s. 538-542.

Extraits D’us Expose Politique Des Liquidationnistes Turcs, 1927, TÜSTAV,


Döküm 1, Film 38, CD 33 1-6, Sıra 285, s. 448-456.

Faşizm, Harp Tehlikesi ve Komünist Fırkaların Vazifeleri, 4 Şubat 1934, TÜSTAV,


Döküm 1, Film 31, CD 25A 30-36, s. 31.

Question Turque, 31 Ekim 1929, TÜSTAV, Döküm 1, Film 36, CD 27/35-36, Sıra
346, s. 290-313.

161
Programme Of Action Of The Communist Party Of Turkey, 1926, TÜSTAV,
Döküm 1, Film 38, CD 33 1-6, Sıra 236, s. 312-320.

Rapport Sur la Situation en Turquie, 20.10.1929, TÜSTAV, Döküm 1, Film 36, CD


27/35-36, Sıra 346, s. 79-93.

Situation Économique Sociale De La Turquie, TÜSTAV, Döküm 1, Film 33, CD


24/25 B 32-36, Sıra No 327, s. 764-773.

“TKP Vilayet Komitelerinin İllegal Çalışma Yöntemleri Üzerine Broşürü”, 1933,


TÜSTAV, Döküm 1, Film 29, CD 25 A/30-36, s. 312-320.

Türkiye Komünist Partisi’nin Yeni Taktikasına Dair, 1936, TÜSTAV, Döküm 1,


Film 31, CD 25 A/ 30-36, s. 291.

1 Ocak 1930 Tarihli Mektup (Türkçe), TÜSTAV, Döküm 1, Film 48, CD 27/35-36,
s. 349.

25.5.1930 Tarihli Rapor (Türkçe), TÜSTAV, Döküm 1, Film 36, CD 27/ 35-36, s.
473-479.

18/19.9.1930 Tarihli Mektup (Türkçe), TÜSTAV, Döküm 1, Film 36, CD 27/35-36,


s. 361.

15.1.1930 Tarihli Mektup (Türkçe), TÜSTAV, Döküm 1, Film 36, CD 27/35-36, s.


347

162
EK: ŞEFİK HÜSNÜ DEĞMER’İN YAŞAMI

Şefik Hüsnü, 1887’de Selanik’te dünyaya geldi. Orta öğrenimini M. Garaud


Koleji’nde yaptı. Yüksek öğrenim için Paris’e giderek Fen ve Tıp Fakülteleri’ni
okudu. Sinir ve ruh hastalıkları uzmanlık eğitimi gördü. Paris’te bulunduğu yıllarda
Jön Türkler’in faaliyetleriyle yakından ilgilendi ve Fransız sosyalist Jaures’ten
etkilendi. Ayrıca Türk düşün ve sanat adamlarıyla yakından ilişki kurdu. Türkiye’ye
döndüğü 1912’de Balkan Savaşı’na katıldı. Ardından 1. Dünya Savaşı’na katılarak
Çanakkale Cephesi’nde Tabip Yüzbaşı olarak görev yaptı.

1919’da ilk sayısı Berlin’de yayımlanan Kurtuluş dergisini çıkaran devrimci


grubun başına geçerek 20 Eylül 1919’dan itibaren dergiyi İstanbul’da yayımlamaya
başladı. 22 Eylül 1919’da dergi çevresindeki kadroyla birlikte Türkiye İşçi ve Çiftçi
Sosyalist Fırkası’nın kuruluşunu sağladı. Fırka’nın genel sekreterliğine getirildi.

Kurtuluş dergisi hükümetçe kapatıldıktan sonra, Haziran 1921’de grubuyla


beraber çıkarmaya başladığı Aydınlık dergisinde bilimsel sosyalist öğretinin
yaygınlık kazanması yolundaki yazılarını sürdürdü. Bilimsel sosyalist teorinin
kılavuzluğundan, Türkiye’de sınıfların mevzilenişine, kurtuluş savaşına, sosyal
devrime ve işçi sınıfının ekonomik ve siyasal örgütlenme sorunlarına çözümleyici
yaklaşımlarda bulundu. Aynı zamanda bilimsel sosyalist teorinin temel fikirlerini
Aydınlık Külliyatı’ndan çıkan tercüme ve telif, broşür ve kitaplarında ele aldı.

1 Mayıs 1923 kutlamalarının ardından dağıttıkları ve Aydınlık’ta da


yayımlanan bir bildiri nedeniyle tutuklandı. Kendisiyle birlikte tutuklanan Sadrettin
Celal, Ali Cevdet, Vanlı Kazım, Hasan Ali (Ediz) ve Hüseyin Vasıf’la “hıyanet-i
vataniye” yasasına göre yargılanmaları mümkün görülmeyince serbest bırakıldı.

1 Ocak 1925’te Akaretler’deki evinde TKP Kongresi toplandı. Kongre


sonunda tekrar Merkez Komite üyeliğine ve TKP genel sekreterliğine seçildi. Şubat
1925’te Doğu’da Şeyh Sait önderliğinde başlayan Kürt ayaklanması üzerine çıkarılan
Takrir-i Sükun kanununa dayanılarak Aydınlık başta olmak üzere Partinin tüm yayın
organları kapatılıp önde gelen kadroları tutuklanmaya başlayınca yurtdışına gitti.
Ankara İstiklal Mahkemesi tarafından gıyabında 15 yıl kürek cezasına mahkum
edildi.

163
Yurtdışında iken TKP’nin Viyana’da bir bürosunu oluşturdu. 1925 İstiklal
mahkemesi terörünün yarattığı dağınıklığa son vermek için 1926 yılında Viyana’da
Parti Konferansı’nı topladı.

1927 yılında kimlik ve kılık değiştirerek Türkiye’ye dönen Şefik Hüsnü,


Vedat Nedim’în faaliyetini yetersiz bularak kendi sekreterliğinde geçici bir Merkez
Komitesi oluşturdu. Bunu öğrenen Vedat Nedim, elindeki bütün parti evrakını da
polise vererek ünlü 1927 Komünist Tevkifatı’na neden oldu. Şefik Hüsnü de partinin
önde gelen aşağı yukarı bütün kadrosuyla birlikte tutuklandı. Yargılama sonucunda
18 ay hapse mahkum oldu. Bu cezasını önce İstanbul’da daha sonra da Yozgat
Cezaevi’nde çekerek Nisan 1929’da tahliye oldu. Hemen yurtdışına çıktı. 1939’a dek
Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde yaşadı.

1928-1935 yılları arasında Komintern Yürütme Kurulu üyeliği yaptı.


Komintern’in yayın organlarında daha çok dünya komünist hareketi üzerine yazıları
çıktı. 1939’da Türkiye’ye dönünce, 1941-1943 yılları arasında ihtiyat askerliği yaptı.
1945’te Cemiyetler Kanunu’nda yapılan değişiklikle “sınıf esasına dayanan parti
kurulması yasağı” kalkınca legal sosyalist parti olarak Türkiye Sosyalist Partisi’nin
kurulması konusunda TKP Plenumu’ndaki kadroyla anlaşmışken TSP’nin
kuruluşundan bir buçuk ay sonra Haziran 1946’da Türkiye Sosyalist Emekçi ve
Köylü Partisi’ni (TSEKP) kurdu. Altı ay sonra her iki partinin de kapatılmasıyla
birlikte tutuklandı. Beş yıl hapis cezası aldı. 1950 affıyla hapisten çıktıktan sonra
1951 yılında TKP yöneticilerinden olma iddiasıyla yeniden tutuklandı. Beş yıl hapis
cezası aldı. Hapis cezasından sonra Manisa’da sürgünde cezasını çekmekte iken
1959’da öldü.

164
KRONOLOJİ

1887 Şefik Hüsnü, Selanik’te dünyaya geldi.


1908 II. Meşrutiyet ilan edildi.
1910 Osmanlı Sosyalist Fırkası kuruldu.
1912 Şefik Hüsnü Balkan Savaşına katıldı.
1914 Şefik Hüsnü, I. Dünya Savaşına katılarak Çanakkale
Cephesi’nde Tabip Yüzbaşı olarak görev yaptı.
7 Kasım 1917 Çarlık Rusyası’nda sosyalist devrim oldu,
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği kuruldu.

1918 Sosyal Demokrat Fırkası kuruldu.


20 Temmuz 1918 Mustafa Suphi başkanlığında Türk Sol Sosyalistleri
Konferansı toplandı ve Türkiye Komünist Teşkilatı
kuruldu.
02-06 Mart 1919 Komintern I. Kongresi yapıldı.
1919 Türkiye Sosyalist Fırkası kuruldu.
1919 Berlin’de Türkiye İşçi ve Çiftçi Partisi kuruldu.
1 Mayıs 1919 Kurtuluş Dergisinin ilk sayısı Berlin’de yayımlandı.
10 Eylül 1920 Bakü’de Türkiye Komünist Partisi kuruldu. Mustafa
Suphi Başkan, Ethem Nejat Genel Sekreter seçildi.
20 Eylül 1919 Kurtuluş İstanbul’da yayımlanmaya başladı.
22 Eylül 1919 Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası kuruldu. Şefik
Hüsnü Partinin Genel Sekreteri oldu.
7 Aralık 1920 Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası kuruldu.
17 Aralık 1919 Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası yasallık kazandı.
Mart 1920 Kurtuluş Dergisi yasaklandı.
Mayıs 1920 Yeşil Ordu kuruldu.
1920 Hafi (Gizli) Türkiye Komünist Partisi kuruldu.
19 Temmuz-7 Ağustos 1920 Komintern’in II. Kongresi toplandı.
Ekim 1920 Resmi TKP kuruldu.
28-29 Ocak 1921 Mustafa Suphi ve 14 TKP’li Karadeniz açıklarında
öldürüldü.
1 Haziran 1921 Aydınlık yayımlanmaya başladı.
1921 Türkiye İşçi Sosyalist Fırkası kuruldu.

165
1921 Türkiye İşçi Derneği kuruldu.
12 Nisan 1921 Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası’nın ileri gelenleri
tutuklandı. Parti kapatıldı.
1922 Müstakil Sosyalist Fırkası kuruldu.
Mart 1922 Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası yeniden canlandırıldı.
15 Ağustos 1922 Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası ilk kongresini topladı.
12 Temmuz 1922 Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası kapatıldı, üyeleri
tutuklandı.
5 Kasım-5 Aralık 1922 Komintern’in IV. Kongresi toplandı. Şefik Hüsnü bu
Kongreden sonra, TKP Teşkilatlanma Sekreteri
ünvanını kullanmaya başladı.
1 Mayıs 1923 Şefik Hüsnü ve Türkiye İşçi ve Çiftçi Fırkası’nın
önemli isimleri TBMM hükümetini devirmeye kalkmak
suçlaması ile tutuklandı. 1923 davası, beraatla
sonuçlandı.
29 Ekim 1923 Türkiye Cumhuriyeti ilan edildi.

1924 Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası kendini feshetti.


20 Nisan 1924 1924 Anayasası kabul edildi.
3 Mart 1924 Halifelik kaldırıldı.
17 Haziran-18 Temmuz 1924 Komintern’in V. Kongresi yapıldı.
4 Ağustos 1924 Lozan Antlaşması yürürlüğe girdi.
17 Kasım 1924 Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kuruldu.
22 Kasım 1924 Ali Fethi (Okyar) yeni kabineyi kurdu.
21 Ocak 1925 Orak Çekiç Gazetesi yayımlanmaya başladı.
13 Şubat 1925 Şeyh Sait İsyanı başladı.
15 Şubat 1925 Akaretler’de Türkiye Komünist Partisi kongresi yapıldı.
Şefik Hüsnü Genel Sekreterliğe seçildi.
2 Mart 1925 Ali Fethi Bey hükümetten ayrıldı.
3 Mart 1925 İsmet Paşa yeni hükümeti kurdu.
4 Mart 1925 Takrir-i Sükun yasası çıkarıldı.
5 Mart 1925 Aydınlık ve Orak Çekiç’in yayımlanmasına son verildi.
1 Mayıs 1925 TKP’nden 38 kişi 1 Mayıs beyannamesi sebebiyle
tutuklandı. Mayıs 1925 Şefik Hüsnü Almanya’ya,
Nazım Hikmet ve Hasan Ali Rusya’ya gitti.
03 Haziran 1925 Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatıldı.

166
12 Ağustos 1925 1 Mayıs’ta tutuklanan TKP’liler 7, 10 ve 15 yıllık
cezalara çarptırıldılar. Şefik Hüsnü, 15 yıl kürek
cezasına mahkum edildi.
17 Aralık 1925 Sovyetler Birliği ile dostluk ve saldırmazlık antlaşması
yapıldı.
1 Mart 1926 Türk Ceza Kanunu kabul edildi.
1926 Şevket Süreyya ve diğer bazı TKP’liler Türk Ceza
Kanunu’nun kabul edilmesiyle birlikte salıverildi.
26/29 Mayıs1926 TKP Viyana Konferansı’nı topladı. 1926 Çalışma
Programı kabul edildi. Şefik Hüsnü başkanlığa, Vedat
Nedim ise genel sekreterliğe getirildi.
28 Mayıs 1927 Teşvik-i Sanayi Yasası kabul edildi.
Ağustos 1927 Şefik Hüsnü, Türkiye’ye geri döndü. Bolşevik ve Alev
gazeteleri yayımlanmaya başlandı.
25 Ekim 1927 1927 Tevkifatı Şefik Hüsnü ve Vedat Nedim’in
gözaltına alınmasıyla başladı.
23 Ocak 1928 1927 Tevkifatı sona erdi. Şefik Hüsnü, 1 yıl 6 ay
cezaya çarptırıldı.
1928 Kıvılcım gazetesi yayımlandı.
1 Mayıs 1928 İstanbul ve Ankara’da TKP üyeleri tutuklandı.
17 Temmuz-1 Eylül 1928 Komintern’in VI. Kongresi yapıldı. Şefik Hüsnü
Komintern Yürütme Kurulu Üyeliğine seçildi.
04 Mart 1929 Takrir-i Sükun Yasası kaldırıldı.
17 Nisan 1929 Şefik Hüsnü tahliye oldu.
1929 İki sayı olarak Kommunist gazetesi yayımlandı.
1 Mayıs 1929 Hikmet (Kıvılcımlı) Hüsamettin (özdoğu), Laz İsmail
(Bilen)’in de aralarında olduğu bir grup TKPli
tutuklandı.
1929 Pavli Adasında aralarında Nazım Hikmet’in de
bulunduğu yedi kişi, gizli muhalefet toplantısını
düzenledi.
1 Mayıs 1930 TKP’nde tutuklamalar oldu.
Haziran/Temmuz 1930 Muhalefet grubu, ikinci toplantısını düzenledi.
Temmuz/Ağustos 1930 İnkılap Yolu yayımlanmaya başlandı. 1930 Eylem
Programı kabul edildi.
11 Ağustos 1930 Ağrı yöresinde Kürt ayaklanması başladı.
12 Ağustos 1930 Ali Fethi (Okyar) Başkanlığında Serbest Cumhuriyet
Fırkası kuruldu.
17 Kasım 1930 Serbest Cumhuriyet Fırkası kendini feshetti.

167
1 Mayıs 1931 TKP’nde tutuklamalar oldu
1 Ağustos 1931 TKP’nde tutuklamalar oldu.

1932 TKP Kongresi Zeki (Baştımar)’ın evinde toplandı.


Ocak 1932 Kadro Dergisi yayımlanmaya başladı.
26 Ekim 1933 Cumhuriyetin 10. yılı sebebiyle genel af yasası
çıkarıldı.
Aralık 1933 Komintern Yürütme Kurulu XIII. Plenumu toplandı.
“Faşizm, savaş tehdidi ve komünist partilerin görevleri”
sorununu ele aldı.
9 Ocak 1934 Birinci BeşYıllık Sanayi Planı açıklandı.
1934 TKP Dış Büro Plenumu toplandı.
Temmuz-Ağustos 1935 Komintern’in VII. Kongresi toplandı.
1937 Komintern, TKP için Desantralizasyon Kararını verdi.

168
ÖZET

Şefik Hüsnü Değmer, 1919-1925 yılları arasında, Türkiye İşçi ve Çiftçi


Sosyalist Fırkası önderi olarak, yarı-legal olarak faaliyet göstermiştir. Marksist-
Leninist düşünceyi Türkiye’deki özgün koşullara uygulama çabası içinde olan
Değmer, bu dönemde Türkiye’de sınıfların henüz gelişmemiş olduğu verisinden
hareketle sınıflararası bir uzlaşı arayışı içinde olmuş ve önderliğini yaptığı
“Aydınlık” grubuyla beraber Türkiye’deki güncel mücadelenin emperyalizme karşı
gerçekleşmekte olduğu tanısını ortaya koymuştur.

1925 yılından itibaren Kemalist hükümetin artan baskısı ise “illegal” faaliyet
döneminin başlamasına sebep olmuştur. Değmer, bu dönemde Türkiye Komünist
Partisi lideri olarak faaliyet göstermiştir. 1925-1927 ve 1919-1939 yılları arasında
yurtdışından Partiyi yöneten Değmer, burada bir dış büro oluşturmuştur. TKP, bu
dönemde önemli iç çekişmeler yaşamıştır. Parti içinde, Değmer’in temsil ettiği
çizgiye “sağ” ve “sol” olmak üzere iki farklı karşı çıkış meydana gelmiştir. Bu
çizgiler, Vedat Nedim Tör ve Şevket Süreyya Aydemir liderliğindeki Merkez
Komitesi ve Nazım Hikmet liderliğindeki muhalefet grubudur.

Değmer’in 1922 yılından itibaren Komintern ile ilişkiye geçmesi ve


önderliğini yaptığı hareketin bu tarihten itibaren Komintern’in bir organı olarak
faaliyet göstermeye başlaması, bu görüşlerinde önemli değişikliklere sebep olmuştur.
1924 yılında görüşleri Komintern tarafından ağır eleştiriye uğrayan Değmer, bu
tarihten itibaren “sınıf savaşımı” olgusu üzerinde yoğunlaşmıştır.

1937 yılında Komintern tarafından TKP için verilen Desantralizasyon kararı


ise, Şefik Hüsnü’nün 1919-1925 yıllarındaki saptamalarına bir geri dönüşü simgeler
niteliktedir. Bu karar, pratikte TKP’nin dağıtılması anlamına gelmiştir.

169
SUMMARY

Şefik Hüsnü Değmer was active half-legally as the leader of the Turkish
Laborers and Farmers’ Socialist Party (Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası)
between the years 1919-1925. Değmer, who was exerting efforts for applying
Marxist-Leninist ideology to the special conditions of Turkey, was seeking
conciliation between classes, starting from the point that classes had not yet emerged
in Turkey, and with the “Aydınlık” group that he was the leader of, made the
diagnosis that the actual struggle in Turkey was against imperialism.

The increasing pressure of the Kemalist Government since 1925 caused the
period of “illegal” activities to start. In this period, Değmer functioned as the leader
of the Turkish Communist Party. Değmer managed the party from abroad in 1925-
1927 and 1919-1939, and established a bureau there. TKP encountered serious tiffs
within the party in those periods. Two separate sides emerged that were at the right
and at the left according to the position that was represented by Değmer. These sides
were the Central Committee leaded by Vedat Nedim Tör and Şevket Süreyya
Aydemir, and the Opposition Group leaded by Nazım Hikmet.

When Değmer established a relationship with Comintern since 1922, the


movement that he leaded began to function as an organ of the Comintern; and this
caused very important modifications in his ideas. Değmer faced rather serious
criticisms by the Comintern in 1924, and since then he focused on “battle of classes”
fact.
The De-centralization decision made by Comintern in 1937 for TKP can be a
symbol of regression to the ideas of Şefik Hüsnü in 1919-1925 period. This decision
practically meant the dissolving of TKP.

170

You might also like