Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 145

GÜNDÜZ

Basım Yayım Dağıtım


Ticaret ve San. Ltd. Şti.

Kapitalizmin Hayaleti
SPECTRES OF CAPIT ALISM
Samir Amin
Birinci Baskı: Ekim 1999
Copyright © 1998 by Monthly Review Press
Türkçe Yayın Hakları Gündüz Basım Yayım
Dağıtım Ticaret ve San. Ltd. Şti.'ne Aittir.
ISBN 975-8304-57-7

Kapak Düzeni
Ender Öndeş
Baskı-Cilt
Ceren Basım Yayım

h
SAFlMAL \'A\'l�EYİ
Çatalçeşme Sk. Meriçli Apt. 52/3 Cağaloğlu - İstanbul
Tel: (0 212) 513 94 23 - 513 95 21 Fax: (0 212) 522 45 78
Samir Amin

kapitalizmin
hayaleti
Günümüz Entelektüel
Modalarının Bir Eleştirisi

Türkçesi
Cengiz Algan
İÇİNDEKİLER

Giriş 7

Kapitalist Kriz ve Kapitalizmin Krizi 13


il
Ekonomi Politik İdeolojisindeki Değişimler ve Bütünlük 15
• III
Toplumsal Tarihe Damgasını Vuran Üst Belirlenim mi
Altbelirlenim midir? 49
iV
Toplumsal Devrim ve Kültürel Devrim 57
v
Ekonominin Belirleyiciliğinden Kültürün Belirleyiciliğine: Değer
Yasasının Sönümlenişi ve Komünizme Geçişin Sorunları 65

Postmodemizm- Gizli Neoliberal Bir Ütopya 93
VII
İdeoloji Olarak İletişim 121
VIII
Soyut Ekonomi ya da Çağdaş Dünyanın Büyücülüğü 131
Yüz e l l i y ıldan beri kom ünizm in hayaleti dünyada kol gezi­
yor. Başka herhangi bir hayalet gibi onun da, tehdidinden kor­
kanlar sık sık bir anlığına onu akıl larından çıkarabi lseler de.
asla sonsuza değin bastıramazlar. Ve bu zaman ların her birinde
daha fazla servet kazanmak, masadan aldıkları ekstra pay larla
m idelerini tıka basa doldurmak ve hazımsızlık larını gidereceği­
ni umdukları tüm ilaçları almak için birbirlerini çiğneyen o­
burların ayn ı şölensel oyunlarını tekrarlarlar. Hepsi koro halin­
de aynı moda sözleri tekrarl ıyor: "Marks öldü ! ", ''Tarih, yol­
culuğunun sonuna geldi, hiçbir şey bir daha değişmeyecek",
"Baradayız ve sonsuza kadar burada kalacağız! " Bazı ları düşsel
dünyalarının sonsuza dek süreceğine gerçekten inanıyorlar.
Diğerleri, her şeye rağmen hafif bir end işeyle huzursuzlaparak,
çevre lerine bakıyor ve homurdanıyorlar; "Partim izden uzaklaş­
tırdığım ız herkes için gerçekten bir şeyler yapmak zorunday ız."
Bu arada, sayısız kurban arasında yazgısına ağlayan tar, geç­
m işteki şan l ı m ücadelelerinin durmadan tekrarlanan hikayeleri­
ne sığınan ama son bozgunlarının nedenleri hakkında hiçbir şey

7
anlamayanlar ve kendi koşul larına boyun eğip "Tanrı düşman­
larım ı zdan yana; artıklarının çevresinde ördükleri çitin etrafın­
da biz koyunlar gibi bekleşirken (düşmanlarımızın -ç.n.) kalp­
lerinde bir yum uşama u m maktan başka yapacak bir şey yok"
diye düşünenler var. Ama yeni durumu çözümleyebilen, her iki
kampın da gücünü ve zayıflığını ölçebilen, halklarının karşı la­
şacağı m ücadeleleri anlayabilen ve bu sayede yarının m ücade­
lesine ve zaferlerine hazırlanabilenleri serinkan l ı l ıkla toplan­
m aya çağıranlar da var.
Komünist Manifesto ortaya konduktan yüz elli yıl sonra, bir
kez daha pis boğazların cümbüş yaptığı o mom entlerden birin­
deyiz. Ama denetim altına alınmam ış sermayenin bu anlık za­
ferine kapital izm in gen işlemesine uygun yeni görkem l i bir
dalga deği l, krizinin derinleşmesi eşlik ediyor! Bu yüzden,
düşman sınıfının geçici zayıflığının büyük bir olanak sunduğu
sermayenin sınırsız iştahı, aslında bu sistemin patlamaya hazır
saçma akı ldışıl ığını gösteriyor. Büyümesinin önünü açtığı eşit­
sizlik, kapitalizmin yayılma olanaklarının altını oyuyor. Zen­
ginlerin büyük israfını destekleyerek çarpık bir biçimde tüke­
timi yaygınlaştırıyor; bu h içbir şeki lde, sömürü sistem ine her
zaman daha az başarıl ı şekilde entegre olan işçilerin ve halkla­
rın çoğunluğunu eşitsizliğin mahkum ettiği yoksulluğu telafi
edemez.
Bu yüzden kapitalizm, tam da kendi mantığıyla, onları m ar­
j inal bir statüye indirger ve sırf kriz yönetim ine razı olur. Bunu
da ancak düşmanlarının toplumsal gücü yeniden inşa olunma­
dığı sürece yapabil ir. Sermayenin, uzayan krizine yol açan bu
paradoksal zaferi, ancak Komünist Manifesto'yu okuyarak sa­
kin davranırsak ve bunun yalın nedenini hafızam ızda yeniden
canlandırırsak açık seçik ortaya çıkar: Kapitalizm temel çeliş­
kilerinin üstesinden gelemez.

8
İ şçi sınıflarının kazanılmış haklarını yok etmek, sosyal gü­
venl i k ve istihdam ı koruma sistem lerini parçalamak, yoksulluk
ücretlerine dönmek, üretici sistemlerine taşeron statüsü yükle­
yerek, görece sanayi leşm iş ülkelerin fırsatlarını sınırlandırır­
ken, bel l i çevre ülkelerini hammadde sağlayıcıları olarak mo­
dası geçmiş statülerine döndürmek ve gezegenin kaynaklarının
çar çur edi lmesini hızlandırmak: İ şte bugünkü egemen güçlerin
programı budur.
Komünist Manifesto'nun yüz ellinci yıldönümüne katkı ola­
rak ortaya koyduğum günümüz entelektüel modalarının eleşti­
risi bu gerici ütopyanın hükümsüzlüğünü vurgulayacaktır.
İ l k olarak, klasik ekonom i yönteminin tam zıt kutbunda du­
ruyor olmasına rağmen kendisine "neoklasik" nitelemesini
yakıştıran ve kendisine b�yük bir gayretkeşlikle asla kanıtla­
namayacak olanı kanıtlama görevi biçen bu "soyut ekono­
m i"nin geçersizliği, bilim sel geçersizl iği var: Pazarların, top­
lum için en iyi olasılık olan doğal ve genel bir denge üreterek
kendi kendini düzenlediği kanıtlanamaz. Marks, burjuva ideo­
loj isinin (kapitalist toplumu, kesinlikle aşılamaz, Tarihin Sonu
d iye i lan ederek meşrulaştıran) hastalıklı zihin bulanıklığından
kurtul m uş olarak, bize basitçe, toplumu yöneten doğal bir den­
genin varlığına inanmanın ancak çıkmaz sokaklarda aranabile­
cek saçma bir şeye inanmak olduğunu hatırlatır. Bu yanlış so­
runun yerine Marks, sistem in tarihsel sınırlarını tarif eden çe­
l işkilerini çözüm leme görevini koyar. � ugünün dünyasında
Manifesto'nun yeniden okunması, Marks'ın yüz elli yaşındaki
analizinin · üstünlüğünü hemen ve inandırıcı biçimde açığa çıka­
rır., Bu çözüm leme bugünün gerçekliğine, rüzgar nereye savu­
rursa oraya giden neoliberal i ktisat demagoji lerinden daha ya­
k ındır. Ve bu boş iktisat, bizim için uydurduğu hiç olmam ış
büyüklükte felaketlere gözlerim izi kaparken, bize m utlu olmayı

9
ve sistem le günlük temelde başa çıkmayı öğretileyen
"postmodernizm"in zayıf düşmüş toplumsal ve felsefi tezlerin­
deki solgun tamam layıcılarına sahiptir. Böylece
postmodernizm, toplumun kendi k i m l iğine bağlanmasını
nevrotik, boş ve yetersiz bir şey olarak ele alırken, demokrasi­
nin "düşük yoğunluk" etkinl iğine indirgenmesi gerektiğini dü­
şünen siyasi yöneticiler talep eden m anipülatif pratikleri kend i
yöntem iyle meşrulaştırır.
Benim bu katkım ayrıca, görünüşte muzaffer düşmanım ızın
zayıflığı analizinden başlayarak, m ücadeleye hümanist bir yanıt
için nesnel olarak ne gerekliyse onun hakkında hüküm yürüt­
m ek umuduyla ortaya konulm uştur. Bu yan ıt bugün yüz e l l i y ı l
önce olduğundan çok daha aci l bir gerekl i l i ktir. Emeğin
1 848'dekinden ölçü lemeyecek kadar büyük orandaki toplum­
sallaşması, değer yasasının sönüm len işini gündeme getirm iştir.
Kapitalizmin kısa vadeli akılsall ığı, gezegenim izin geleceğinin
yönetimi için kabul edilebilir araçlar öne sürmekteki yetersizli­
ğiyle, yüz e l l i y ı l önce tasavvur edilemeyecek yıkıcı etkiler
yaratıyor. Manifesto'nun zamanından beri, dünya ölçeğinde
kutuplaşma tüm önceki tarihte eşi olmayan bir kapsama u laş­
m ı ştır. Bu bizi, insan girişiminin, bu girişimi gerçek leştirenle­
rin fark l ı l ıkları da gözetilerek, evrensel boyutunu uzlaştırma
arayışında, burjuva düşüncenin tasarlayabildiğinin ötesine ge­
çen araçları ve burj uva düşüncesinin pratik olarak kabul ettiği
m antığın d ışına çıkan yöntemleri kul laıoıınaya zorlar.
Bu sorular, eski olanları, tarihsel gel işimleri tarafından orta­
ya konulan mücadelelerde tekrar ifade edi l m i ş olsalar da bizden
Manifesto'yu kutsal bir metinmiş gibi (benim için ölü, hatta
m umyalanmış anlam ına gelen) tekrar okumam ızı ister. Hatta,
tüm paragraflarının daha dün yazı im ış gibi al ıntı lanabi lecek

10
kadar zamanının ilerisinde olan bu metnin ruhu hala, bitmem iş
olan görevini sürdürmem iz için bize bir çağrı olmalıdır.
Tarih, kapitalizmi n tüm toplumsal sistem ler gibi her gelişim
evresinde kendi sürekl i çelişki lerinin üstesinden gelebi leceğini
kanıtladı; ama bunu sonraki nesiller tarafından da yaşanacak
şiddeti kötüleştirmeden yapamad ı. Bu, insan girişim inin
altbel irleni m l i olmaya devam ettiği önermesinde ifade ettiğim
Marksçı ruha kesinlikle yabancı değildir. Ü retici güçlerin ya da
tüm d iğer toplum-ötesi güçlerin gelişim ine bağlı bir zorunluluk
bu girişim i engel leyemez. Ezelden beri insanlık iki seçenekle
karşı karşıya kaldı: Ya kapitalizm in yayı lan m antığının onu
kolektif bir intihar yazgısına sürüklemesine izin verecek ya da
tersine dünyada kol gezen o kom ünizm hayaletinin taşıdığı
m uazzam insani olanakları oluşturacak.

11
1

Kapi.talist Kriz ve Kapitalizmin Krizi

Hiçbir. toplumsal olgu düzenli, sürekl i ve sınırsız bir tarzda


yaygınlaşmaz. Herhangi bir toplumun evrim i , bu yüzden zo­
runl u olarak genişleme, durgunluk ve hatta gerileme evrelerin­
den geçer. B i r yönelim değişikliğinin olduğu noktalar kriz ola­
rak adlandırıl ır. Bu genel kavram tarih boyunca var olmuş tüm
toplumlara uyar ve topl um sal yaşamın ister ekonom ik, ister
politik ve ister kültürel olsun tüm yönleri için geçerlidir. Bu
geniş anlamda alındığı nda, örneğin toplumsal evrim tartışması
gibi bir konuda, her kavramsal kriz tartışması tarih felsefesi
konusunun bir parçasıdır. Ben burada yalnızca, m odern kapita­
l ist sistem e özgü olan ekonomik kriz kavramıyla i lgileneceğim,
bu yüzden bu düşünce alanının çok sınırlı bir kısm ını ele alaca-
...,.
gım .

13
" Ekonom ik" sıfatı kapitalizm in getirdiği esas dönüşüm ü ifa­
de eder: Kapitalizm· kendisinden önceki sistemlerdeki ideolojik
ve politik boyutların egemenl iğinin tersine ekonomik boyuta
egemen bir konum sağlam ıştır. Önceki sistem lerde tersine bir
durum sözkonusuyken şeylerin düzeninde tersine döndürülme,
kapitalizmde zengin liğin iktidarın kaynağı olduğu söy lenerek
ifade edi lebilir. Ya da d iğer bir deyişle, değer yasası kapital iz­
m i n yalnız ekonom ik yönüne değil toplumsal yaşam ın tüm
yönlerine de hakimdir.
B u tür kapitalizm tamam lanm ış biçim ini ancak l 800'de
başladığı söylenebi lecek olan sanayi devrim iyle alm ı ştır. O
zamandan beri kapitalist üretim tarzının özünde var olan top­
lumsal çelişki sistemde sürekli bir "tüketilebilecek olandan
fazla üretme" eği l i m ine neden olmuştur: Ü cretler üzerindeki
aşağı doğru basınç rakip güçlerden daha az olmak üzere, siste­
m i n ürünlerine olan fi i l i talebi doyurmak için gereken yatırım
seviyesinden göreceli olarak daha fazla bir yatırım m iktarına
dönüşecek bir kar m iktarı üretme eği lim indedir. Bu bakış açı­
sından, görel i duraklama tehdidi kapital izm in kronik hastalığı­
dır. Krizler ve buhranlar özgül nedenlerle açıklanmay ı gerek­
tirmezler. Tam tersine, genişleme evrelerinin her birini kendi
özel koşul ları üretir.
Modern kapital izm in bu özgün karakteristiği geriye doğru,
ne kapitalizme uzun geçiş dönem ine - l 500- l 800 yılları arasın­
daki üç yüz yıllık merkantilizm dönem ine - ne de daha erken
çağlara atfed ilebilir. Merkanti list geçişin buhranları, krizleri,
genişlemeleri ve döngüleri bu yüzden olgun kapitalizme özgü
sorunlardan farklı olarak, bir dizi özel sorunun parçalarıd ı r.
Burada yalnızca olgun kapitalizme uyan ekonomik kriz kavra­
m ın ı tartışacağım.

14
l 800'den başlayan "fii len var olan kapitalizm "in tarihi daha
önceki çağların tersine, üretici güçlerdeki m uazzam bir geliş­
menin tarihidir. Bu yüzden kapitalizme içkin durgunluk eği lim i
tekrar tekrar aşı l m ıştır. Bu olguyu anlamak için gerekl i bir ko­
şul da, gen iş kapsam l ı tek bir açıklamayla, hem ulusal formas­
yondaki hem de dünya çapındaki kapitalist sistem ölçeğinde
krizlerin işleyişinin altyapısını oluşturan politik m ücadeleler ve
ekonom ik mekanizmalarla entegre olmaktır. Ancak bundan
sonra bu tarihsel dönemde güçlükle farkına varı labilen her bir
önemli evreye uygun sermaye birikimi modelini yönlendiren
teoril�r öne sürmek mümkün hale gelir.
Bu kriz teorileri ve analizleri genellikle kısa vadeli iş dön­
güsü, uzun dalga ve genel ya da temel sistemse/ kriz diye anı­
lan üç temel d üzeyde uygulanabilir.

Kısa vadeli iş döngüsü genişleme ve durgunluk arasında de­


ğişen evrelerden oluşur; bu döngünün tamamı birkaç y ı l l ı k bir
zamana yay ı l ır.
Ekonom i bilim inin kavramsal alet kutusuyla donanmış ola­
rak, iyi bil inen iki m ekanizmay ı ; ·çoğaltan (süregiden tüketim
ondan türeyen bir dizi ikincil geliri yükselttiğinde kişisel gel ire
bir ek olarak) ve hızlandıran (artan gel irlerden kaynaklanan
artan talep, artan yatırım harcamalarını yükseltir) mekan izma­
larını işletmeye başlayarak içsel olarak değişmez (monotonik)
bir döngü oluşturan bir ekonomik modeli kolayl ıkla kurabil iriz.

15
B u model artan kar oranları, gerçek ücretler ve karlardaki
göre l i değişikliklerin güdülenm iş döngüsel varyasyonları ekle­
nerek geliştirilebilir. Bu, kapal ı ya da açık bir ulusal ekonomi­
nin ya da küresel ekonom inin çatısı altında ifade edilebilir. Eşit
derecede sıradan ekonom i lerin ya da marksist değer yasasının
yalnızca ampirik terimleriyle oldukça iyi formüle edilebilir.
Ekonom ideki ya da ekonom i politikteki tüm bu alıştırmalar,
bunların geçerli liği için gerekli ve yeterli olan, kapitalist üretim
tarzının tamam ıyla soyut çatısı altında ifade edi lir. Bu yolla
elde edilen sonuçların, 1 8 1 S'ten 1 845'e kadar süren çok uzun
bir zamanı gerçekten belirlem iş olan kısa vadel i iş döngüsünün
(ortalama yedi y ı l sürer) iyi bir iskeletini vermesi i lginçtir.
İ kinci Dünya Savaşı'ndan sonra iş döngüsü, daha etkin devlet
m üdahalesi ve borçlanma, kar oranları, gelir dağılım ı, kamu
harcamaları vb üzerindeki denetim ler yüzünden daha büyük bir
denetime bağlı hale gelmiş görünüyordu. (Benzer şekilde ve
kolaylıkla, modern sanayi kapitalizm indeki ekonom ik etkin li­
ğin gerçek zincirine tam olarak karşılık gelen, dem irbaş döngü­
sü üzerinde merkezileşm iş daha kısa-vadel i dalgalanma mo­
delleri kurmak mümkündür.)
Bu ekonomik modellerin, yaklaşık yüz elli y ı ld ır, gerçek e­
konomik dalgalanmaları tanım lamada iyi işlem iş olması, o
döneme özgü bir çok dikkate değer özel liğin belirlediği bir
yönetici m ekanizmanın varlığına bağlıdır. Bunlar; a) ücret dü­
zeyi üzerindeki aşağı ve yukarı doğru basınç aracılığıyla giri­
şimler arasındaki rekabetin düzenlenmesi (bu tip bir düzen leme
hem 1 800- 1 880 arası rekabetçi kapital izm evresine hem de
bunu izleyen oligopolistik kapitalizm evresine uygundur); b)
her birinin u lusal biçim leri içinde egemen toplumsal yapı ların
görecel i istikrarı; c) para arzı ve kar oranlarının içsel denetim i
aracılığıyla sistemin ulusal düzeyde yönetimi; d ) bu dönemde
16
kuru l m uş ve bu dönem boyunca sürekli derinleşen, sanay i leş­
m i ş m erkezler i le sanay ileşmemi ş çevre arasındaki farkın sü­
rekl i liğidir.
· Ancak İkinci Dünya Savaşı'nın sonundan beri, sistem in re­
kabet tarafından düzenlenmesi, yerini Keynesçi liğe ve refah
devletine, temelini sağlayan sermaye i le emek arasındaki tarih­
sel uzlaşmaya bıraktığından ve çevre bölgeler sanayi üretim iyle
rekabete başladığından beri düzenl i periyodik iş döngüsü hare­
keti yerin i daha kısa, daha sarsıqtısız ama ayn ı zamanda daha
düzensiz bir döngüye bıraktı.

Döngüsel analizin burada tam anlam ıyla ekonomik terim­


lerle sunulmasının ötesinde uzun dalgaların incelenmesi tarih­
sel m ateryal izm in tüm boyutlarını içermesi için kavramsal uf­
kumuzu genişletmem izi gerektirir.
Sanayi devrimini izleyen bütün bir dönem süresince, ger­
çekten, tam anlam ıyla alışılagelmiş ekonom ik (üretim, yatırım,
fiyatlar, gelirler) ilkelere göre tanım lanan alanda, bu gibi "uzun
dalgalar"ı (genellikle Kondratiyev döngüleri olarak adlandırı lır)
ayırt edebil iriz.

Aslında, fiyat endeksleri 1 8 1 S'ten 1 850'ye düşme eği l i m i,


1 850'den I 865'e yükselme eğil i m i, 1 865'ten 1 900'e düşme
eği l i m i ve 1 900'den 1 9 1 4'e yükselme eğil i m i gösteriyor. Bu­
nunla birlikte en inandırıcı açıklamanın bile böyle bir döngü
kavramı karşısında yapacağı bir şey yoktur. Aslında 1 850 ve
1 900'deki dönüm noktaları Kuzey Amerika ve Güney Afrika'-

17
daki geniş yeni altın rezervlerinin işlenmeye başlamasıyla ayn ı
döneme rastlar. 1 8 1 5 ' ten 1 9 1 4'e kadar hüküm süren para siste­
m i basit bir altın standardı üzerine oturtu lmuştur ve o sistem
içerisinde nom inal fiyat seviyesinin uzun vade evrim i emeğin
üretkenl iğindeki düzenl i artışlardan kaynaklanan düşme eği li­
m iyle yönet i l m iştir. Bu eği l im, 1 850'deki Kal iforn iya altına
hücum u v� 1 900 Klondike ve Rand altına hücum larında, altın
madenc i l iğindeki emek üretken l iğinde arasıra oluşan artışlarla
ansızın ortaya çıkan bir karşı harekete maruz kaldı. Ancak bu
altın akışlarından kaynaklanan . fiyat artışları, hakim etkisini
sürdürmek için fiyat seviyesinin eninde sonunda düşecek eği­
l i m inin önünü açarak 1 5 y ı l içinde hızını yitird i . Gerçek verim
büyüme oran ına uyan bu uzun döngüleri araştırmak için ne şu
ya da bu döngüler teorisini ne de zorunl u olarak, sermaye yatı­
rını ı teorisini ben imsemek gerekir. Bu yüzden her biri yaklaşık
yarım yüzy ıl sürecini kapsayan aşağıdaki dört dalgayı dikkate
alalını:
1 790- 1 8 1 4 gen işlemesi 1 8 1 4- 1 848 durgunl uğu
1 848- 1 872 gen işlemesi 1 872- 1 893 durgun luğu,
1 893- 1 9 1 4 gen işlemesi 1 9 1 4- 1 945 durgun luğu
1 945- 1 968 genişlemesi 1 968- . . . . . . durgunluğu
Ardı ard ına gelen her genişleme evresinin temel teknolojik
yen i l iklerin ve pazar gen işletici siyasal genişlemelerin bi leşi­
m ine harfiyen uym asının gözden kaçırılması çok zordur. Bun­
lar arasında, a) Fransız ihti lali ve i mparatorluğun vahşi yükseli­
'
şiyle gelen i l k sanayi devrim i, b) İtalyan-Alma�i işbirl iğiyle tüm
bir dem iryolu ağının inşa ed ilmesi, c) Söm ürgeci em perya­
l izm le gelen elektriklendirme, d) ve "otomobil uyg.arl ığı"nın

18
doğuşuyla birlikte Avrupa ve Japonya'nın savaş sonrası yeniden
i nşası ve modern izasyonu say ı labi l ir.
Başka bir şeki lde söyleyecek olursak, yeni kaynakların sö­
m ürüsü, (dış) yayılma ve hatta sınıf m ücadelelerinin sonuçları
döngüsel teorinin kendisini bütünleyen nedensel etkenler oldu­
ğu için, ekonom ik döngü teorisinin tarihsel materyal izm in daha
geniş alanından yapay bir şekilde ayrılması yersizdir. Toplum­
sal gerçekliğin bu yönleri bu nedenle sermaye birikim i süreci­
n in de ifadeleridir. Bununla birlikte, bu i lişkinin harekete ge­
çirdiği h içbir döngüsel teori yoktur'. Çünkü, bütünüyle tanım­
lanmış ekonomik büyüklüklerdeki değişikl ikler modeli iyi ku­
rulmuş olsa da toplumsal gerçekliğin d iğer yön leri böylesi katı
bir modele bağlı değildir. Her bir evre gerçek ücretler ve ben­
zerlerine dair bir model gösterd iği için, yen i liklerin döngünün
ya genişleme ya da durgunluk evresinde kümelendiği şüpheli­
d i r. Ayrıca, d iğer şeylerin arasında rakip güç merkezlerinin dış
yay ılmasının ifade edildiği, dünya ticaretinin büyümesiyle ilgili
herhangi bir katı kural yoktur.
Uygulam ası karl ı l ık mantığıyla yön lendirildiği için teknolo­
jik yenilik kesinl ikle toplumsal olarak tarafsız değildir. Aynı
şeki lde yen i l ik, kapital ist sürecin temel bir yasası olan serma­
yenin bağımsız kütleleri arasındaki rekabetten kaynaklanan
daim i bir süreçtir. Ama yeni l i k ler kapsam lı uygulanmaya doğru
ilerlediğinde, zorunlu olarak değil ama, uzun mesafe l i yay ı l m a
sürecini çözebil irler. Ö rneğin, dem iryolu inşası veya şeh ir a­
lan larının otomobille kökten değişim i ağır sanayide endüstriyel
coğrafyanın şeklini değiştiren muazzam yatırım lara yol açsa da,
bilgisayarla donatıma (computerization) dayalı yen i l iklerin
bugünün dalgasında benzer bir etkisinin olacağına dair bir ke­
sinlik yoktur. Bu çağdaş teknoloj ik devrim, m ü l k gelirlerinin
bu kadarının mal i spekülasyona sızmasını geniş biçimde an la-
19
tan artı-em i lim (surplus-absorption) sorununa çözüm getirmez.
Durgunluk dönem lerinde yenilik, firmaları üretim lerinin mali­
yetlerin i düşürmeye zorlayarak, keski n rekabet aracı l ığıyla
i lerler. Bu, genişleme evrelerinde kazan ı lm ı ş büyüme oranın­
dan daha az bir oran olmasına rağmen, görünen döngünün dur­
gunluk evrelerinin, toplam verinin pozitif büyüme oranıyla da
belirlenmesinin nedenidir.
Topl umsal mücadel e lerin öngörülemeyen ekonomik sonuç­
ları olagelm iştir. Bu k ısmen sosyalist meydan okumaya ceva­
ben, köylülük gibi diğer toplumsal sınıflarla yap ılan büyük
sermayenin biçim lendird iği ittifaklar ve ücretlilerin toplumsal
üründen daha fazla pay alm ayı garanti lemek için verdikleri
süregiden mücadeleleri gibi daha kökten belirleyici etkenlere
olduğu kadar; kısmen de toplumsal m ücadelelerin döngüsel
evrelere göre değişken yerleşim !erine bağlıdır. Bu, bir uzun
döngü teorisi oluşturmak için yapılan her girişim i hayali kılar
ve böylece tarihsel materyal izmi indirgemeci bir ekonomik
determ inizm seviyesine düşürür. Rekabet halindeki kapitalist
m erkezler arasındaki m ücadelenin ve bunların dış yayılmacı
girişimlerindeki başarı ve başarısızlıklarının etki lerine gelince;
bunlar da benzer şekilde herhangi bir döngüsel mekanizmaya
indirgenemez.
Bundan dolayı son üç uzun durgunluğun her birinin birçok
bakımdan kendi özgün doğası vardır. 1 9. yüzyılın bitim indeki
büyük bunalım, şiddetlenen rekabetçi baskılar, kapitalist sistem
n iteliksel olarak dönüşene kadar sermayenin yoğunlaşmasını ve ·
m erkezileşme sürecini hızlandırd ı : 1 800- 1 880 yılları arasına
yay ı lan rekabetçi sanayi kapitalizm i yerini oligopolistik (zümre
tekelci-ç.n.) kapitalizme terk etti. B u oligopoliler (zümre tekeli­
ç.n.) etkinlikleri yabancı ülkelere yayılmış olmasına ve strate­
j i lerinin kozmopolitliği ve zaman zaman içiçe geçmiş etkileşi-
20
m ine rağmen esas olarak yine de ulusal temelde örgütlenm i ş
gruplardı. O dönemde b u grupların arasındaki rekabet Büyük
Britanya'nın daha önce egemen olan konumuna son vererek
ulusal devletler arasındaki rekabeti keskinleştird i . B u, dünyanın
rakip emperyalist güçler arasında pay laşıldığı dönemdir. Yeni
oligopolistik kapital izmin kendine has özell iği H i l ferding (ö­
zel likle Alman kapitalizmine özgü mali sermaye ve sanayi
sermayesinin içiçe geçmesini vurgulam ıştır), Hobson ( İ ngi l iz
sermayesinin banka merkezli doğasını ve uluslararası genişle­
mesinin kozmopolit stratejisini gözlem lemiştir) ve Lenin (em­
peryalistler arası rekabetin kızışmasının dünya soıyalist devri­
m i için olmazsa olmaz koşul olduğu politik vargısına u laşm ış­
tır) tarafından tah l i l edi l m i ştir. Ekonomik durgunluk sadece,
öze l likle Alm anya ve Amerika B irleşik Devletleri 'nde olmak
üzere başka yerlerde de hızlanan endüstriyel büyüme i le daha
eski kapitalist ü lkeler için kural olm asına rağmen, bu durgunlu­
ğa gene l l ikle mali sermayenin sanayi sermayesi üzerinde kur­
duğu egemenlik aracılığıyla şirket sahipliğinin özel m ü lkiyetten
kamu m ü lkiyeti biçim ine dönüşmesi eşlik etm iştir - Marks'ın
dey i m iyle M-M (çıkar) doğrudan sürecinin M-C-M (kar) üre­
tim süreci üzerindeki egemenliği.
İki Dünya Savaşı ve l 930' ların büyük bunalımı, onu
belirliyormuş görünen 1 9 1 4- 1 945 dönem inin (Almanya ve
ABD arasındaki " İ ngiliz M i rası 30 Yıl Savaşları") en önem l i
öze l l iği aslında emperyalistler arası rekabetti . Ne B irinci Dünya
Savaşı öncesi k ısa genişleme evresi {l 895- l 9 1 3) ne de
l 920'lerin bel i rsiz, kısa ekonomik can l ı lığı sermaye birikiminin
yeni bir pazar-sermayeli (market-capitalized) oligopolistik
tarzını mümkün kıldı. Borsa, ancak üretimi n genel genişlemesi
bu " elde var sıfır oyun " çıkışa bir yol sunduğu için, birçokları
pahasına yalnızca bazılarını zengin etti. Bu tefeci-rantiyeci

21
kapitalizm (Buharin ve Lenin'in adlandırmasıyla), hem ulusal
hem de uluslararası olarak gelir dağı lım ındaki eşitsizliği artırı­
yor ve böylece uluslararası rekabeti ve yaygın durgunluğu
güçlendiriyordu. Sistem de ücretler üzerinde aşağı doğru bir
basınç oluşturarak rekabetle düzenlenm iş olarak kaldı. Bunlar
dönem in bitimine doğru Keynes' in bir sonraki, savaş sonrası
dönemin yayılmacı politikalarına bu sayede entelektüel bir
dayanak o luşturarak analiz ettiği' likiditeyi azaltıcı sarmalın
m ekanizmalarıyd ı.
1 960'ların sonuyla başlayan bugünkü uzun durgunluk, İ kinci
Dü11ya Savaşı'ndan hemen sonra faşizm in yeni lgisiyle yükselen
üç etkene dayal ı bir yayı lmanın arkasından geldi: a) Tarihi
sermaye - emek uzlaşması, ücretleri düşürücü rekabete dayalı
rejimin yerine sermaye birikimi üzerinden yeni _bir yönetim
biçim i koyan Keynes ulusal pol itikalarıyla, gel işm iş kapitalist
ülkelerde sürdü. b) Gerçekte "kapitalistsiz bir kapitalizm " inşa­
sı için bir girişim olmasına rağmen sosyalizm in inşası i-çin bir
girişim olarak adlandırı lan, bununla birlikte kendisini kapita­
l izme bir m ey dan okuyuş olarak düzenleyen ve onu kamçılayan
"Sovyet" sistem i . c) Çevre ülkelerde ulusal bağım sızlık hare­
ketlerinin zaferleriyle mümkün hale gelen ulusal kapitalist ge­
lişme girişim leri.
Günümüzdeki du !gunluğun kökeninde, diğer şeylerin ara­
sında, başarı larının K.üresel karşılıklı bağı m l ı l ığı derinleştirme­
sini izleyen bu üç toplumsal modelin ilerleyen tükenişi vardır.
B u yüzden bu durgunluk derinleşm iş küresel leşme ortam ında
yayılır. Bu daha çok, Sovyet alternatifinin çöküşü ve üçüncü
dünyadaki ulusal kapitalist proje, bağım l ı arabulucular olarak
çevre kıtaların burj uvalarını daha önceki konum larına indirge-

22
meyi hedefleyen egemen kapital izm ferin saldırısına karşı ko­
yamadığından böyledir.
1 873-1 896 durgunluğu sırasında kurulan oligopoli ler dev let
politikasının araçları olmak zorundayken, günüm üzdeki küre­
selleşme bunlara geniş bir özerklik verm iştir. Şimdi şirketler
"ulusal çıkarları" dikkate almaksızın kendi stratej i lerini gelişti­
riyorlar ve kendi lerine işbirliği politikası araçlarını sağlaması
için devletlerine baskı uyguluyorlar. Savaş sonrası ABD hege­
monyasının geri lemesine rağmen ulus-dev letler arasındaki re­
kabetler artık emperyal istler arası çelişkiler dönem ini işaret
eden koşullardan tamam ıyla farklı koşul lar altında çözül üyor.
Tüm d iğerleri gibi günümüzdeki durgunluk da üretken ka­
pasitenin yay ı l ışı içinde doyurucu derecede karlı satış alanları
bulmakta aciz artık-sermaye aracıl ığıyla ifade edi l ir. Durgun lu­
ğun kapitalist yönetimi bu yüzden, mali alanda karlı satış alan­
ları alternatifi sağlanmasını hedetlem iştir ve tam da bu durum,
ekonomik büyümeye zarar verici olduğunda bile sermaye de­
ğerlerinin korunmasını bunun temel önceliği haline getirm iştir.
Sermaye pazarlarının bu yeni hegemonyası bir dizi araçla ha­
reket etm iştir. Ilu araçlar; göze çarpacak biçimde değişken kur
oranları, yüksek faiz oranları, kam u teşebbüslerinin özelleşti­
rilmesi, ABD ödemeler dengesindeki açıklar ve üçüncü dünya
ü lkelerini dış borçlarını diğer tüm önem li konuların üzerinde
tutmaya zorlayan u luslararası mali kurum ların politikalarıdır.
Alışılageldiği gibi bu tür pol itikalar dünya ekonom isıni içinden
çıkış sunmadıkları gelişmeyen, kısır bir döngüyle sınırlarlar.
Aslında, bu inatçı durağanl ı k yalnızca dünyanı n durgun luğu
yönetmek için sermaye pazarlarınca benimsenen ölçü lere ma­
ruz kal m aya zorlanan o kısm ını -ABD, Avrupa, Japonya ile
bunlara bağı m l ı Latin Amerika, Afrika ve Ortadoğu'dak i ü l ke­
leri- etki ler. Güneydoğu Asya'nın izlediği Doğu Asya (özel likle
23
Çin) ve bir dereceye kadar Hindistan, aksine ekonomik büyü­
m elerin i n hızlanması deneyimini yaşadılar ve o ölçüde de dur­
gunluğun etkisinden uzak kaldılar.

Fiilen var olan kapitalizmin tarihi önceki sistemlerin istikra­


rının aksine bazısı kısa, bazısı uzun, bazısı derin olan sürekli
bir durgunluklar dizisiyle belirlenir. Ancak kapitalizmi n doğa­
sında var olan değişkenlik onun gücüdür de: Durgunluklar ara­
s ındaki genişleme evreleri sırasında, önceki dönem lerde hüküm
süren yavaş büyümeden kıyaslanamayacak kadar büyük olan
üretici güçlerin şaşılası genişlemesini beslemiştir.
Sistemin ayırt edici özelliği olan, gittikçe hızlanan ancak
çarpık büyümenin m uazzam yıkıcı etkilerine rağmen kapita­
l izm olağanüstü kısa bir tarihsel süreçte insanın varoluş koşul­
larını değiştird i . Bununla b irlikte, gelişimi çok hızlı olduğundan
sonsuza değin bir sürekli l ik sağlanamaz (kanserde olduğu gibi
sürekli hızlı gelişim yalnızca ölüme yol açar). Kapita l izm aşıl­
m aya m ahkumdur ve şüphesiz ki tarih içinde üretici güçlerin
birikmesinin toplumsal gelişme ve doğa üzerinde daha iyi bir
egemenlik biçiminin malzemesini ve insani koşullarını yarat­
m ış olacağı kısa bir geçiş dönemini ortaya çıkaracaktır.
Kapitalizmin ötesine geçmek için zorun l u olarak sistemsel,
genel ya da temel d iye adlandırılabi lecek bir krizden geçmek
zorunda kalacak m ıyız? Eleştirel toplumsal düşüncenin -ki
ütopik, reformist ve Marksist topl umsal hareketlerin karakte­
ristik düşünce biçimidir- bu soru içinde bu türden sistemin krizi

24
ve sistem içindeki krizler arasındaki ayrım üzerine kurulu oldu­
ğu için özel bir yeri vardır.
Marks kapitalist sistemi yöneten sermaye biri k i m i yasasının
toplumsal koşulları homojenleştirerek hakim iyetini hızla tüm
dünyaya yayacağını ve tam da bu nedenle dünya çapında bir
sosyalist devrim için objektif koşulları yaratacağını u m uyordu.
Burj uvazinin devrimci rolüne fazla değer biçtiği için, Marks
üretici güçlerin dünya çapında yayılmasını kapitalist üretim
tarzının dünya çapında yayılmasına eşdeğer görüyordu. Ancak
bu üretim tarzının karakteristik özelliği olan değer yasası pa­
zarların tüm boyutlarıyla (sermaye, m allar ve emek gücü için
pazarlar) entegre olmasını gerektirir. Dünya kapitalist sistem i
ölçeğinde böylesi içiçe geçme eğilimleri ilk iki boyut için ge­
çerli olmuştur, üçüncüsü için değil. Dünya pazarının bu bu­
danmış yapısı üzerine kurulu olduğu için küreselleşm iş biçi m i
içi nde değer yasası m erkezi ve çevre ekonom i ler arasındaki
kutuplaşmaya göre ikincildir. Bu kutuplaşma tarihsel olarak
gel iştirilmiş olduğundan kapitalizmin yapısında vardır ve ka­
pitalist bir düzen içinde üstesinden gelinemez. Kapitalist siste­
m in bu temel karakteristik özelliği nden dolayı kapitalizm i aş­
m aya i lişkin teorik ve pratik sorunlar sosyalizme geçiş hakkın­
daki çeşitli post-m arksist teorilerden fark l ı terim lerle konmalı­
d ır.
Oligopolilerin aynı zamana denk gelen oluşumu ve emper­
yalistler arası rekabetlerin felaket getiren sorunları Lenin'i
"emperyalizmin kapitalizm in en yüksek aşaması" olduğuna
inandırm ıştı. Lenin bu tanımı bütün ülkelerin işçi lerinin emper­
yalist savaşa, sistemi n "en zayıf halka"sında başlayabilecek
olmasına rağmen, tüm sistem içinde genelleşebilecek olan bir
devrimle karşılık verecekleri anlamında kullanm ıştı. Bu devrim
gerçekten de Rusya'da gerçekleşti. Ama kendisini Batı'ya yaya-
25
cak yerde -ya radikal bir biçimde (Çin) ya da u l usal bağımsızlık
hareketlerin in indirgenmiş biçim inde -diğer çevre ülkelere yö­
neldi; böylelikle kapitalist sistem tarafından üretilen merkezi ve
çevre ü lkeler arasındaki kutuplaşmanın sonuç bel irleyici ka­
rakterini açığa çıkarmaktaydı .
Stalin, kendi dönem inde, tarihin beklenmedik akışını "tek
ülkede sosyal izm "in inşası ve iki sistem arası rekabet d iye ta­
nımlanan ve form ülü kapital izm in genel krizinden oluşan bir
tezle teorize etti. B u tez hem savaşlar arası uzun bunalım dö­
nem iyle hem de "sosyalist" sistem in Doğu Avrupa ve Asya'ya
yay ı l m asıyla doğrulanm ış gibi görünüyordu. Ancak gerçek
hedefi "kapitalistsiz kapitalizm" inşa etmek olan, sonunda ola­
cağına vararak kapitalistleri olan bir kapitalizme dönüşen sözde
sosyal ist projenin doğasının üzerini örtüyordu.
Olağanüstü ve karakteristik esnekliğini sergileyerek kapita­
l ! zm beklendiği gibi "genel kriz"inin üstesinden geldi ve İ kinci
Dünya Savaşı'ndan sonra, Doğu'yla rekabeti sayesinde canlandı
ve bağımsızlıklarını yeniden kazanan çevre ülkelerde büyüme
avantaj ı n ı kullanarak, yeni bir m uazzam genişleme aşamasına
başladı. Bununla birlikte - Sovyet alternatifinin çöküşüyl e daha
da güçlenen- bu başarıya rağmen, savaş sonrası kısa büyüme,
yüzy ı l ı n son çeyreğinde, uzun zamandır devam eden yen i bir
durgunluk batağına gird i . B u durgunluğun ayırt edici özelliği
olan mali pazarların belirleyici l iği yeni bir büyüme evresinin
gerçekleşmesi önünde aşı lamaz bir engel m id ir? Bunalıma -bu
kez tüm kıtalara (özellikle Afrika'ya) yayılan - eşlik eden mar­
j i nal leşme ve yoksullaşma süresiz olarak doğabilir m i? Bir
yandan Batı ve çevre ülkelerin arabulucular aracılığıyla egemen
olan bunal ı m ı , diğer yanda Doğu Asya'nın sanayi leşmesi ara­
sındaki karşıtlık bu devasa kutuplaşmanın azalmasının başlan­
-._ıcı m ıdır? Yahut da emperyalist merkezlerin el lerinde tuttuk-
26
tarı -teknoloj i , mali sistem ler, dünya çapında doğal kaynaklara
erişme, m edya ve enformasyon sistem leri ve kitle imha silah la­
rı üzerindeki- beş yeni tekel üzerine kurulu kutuplaşmanın yeni
biçimlerinin yolunu mu açar? Gezegen ölçekli bir ekoloj i k
yıkım riskinin üstesinden gelebilecek yen i b i r sermaye birikim
sistem i zamanında yerleştirilecek m idir? Bu gibi büyük sorun­
lar sistem in krizi tarafından ortaya konuluyor. Kapitalizm in
esnekliği kendi ideolojik ve kurumsal sınırl ı l ık larını aşacak m ı?
Sonradan kendi toplumsal rej iminin ötesine geçecek umulma­
d ı k yol lar açacak m ı? Ya da bu tıkanı k lıklar bizi nihai bir fela­
kete m i götürecek? Diğer bir yeni devrim ler dalgası ve yaratıcı
uyarlamala� var olan koşullar altında tahayyül edilmesi çok ·zor
yeni bir küresel leşme biçim ine bir geçiş sağlayacak mı?

27
il
Ekonomi Politik İdeoloiisindeki
Değisimler ve Bütünlük

Tüm sosyal bilimlerde olduğu gibi ekonom i teorisinin tarihi


de doğal bilim lerin izlediği gibi bir rotada ilerlemedi. Doğal
bilimlerde -daha bütünlüklü, daha karmaşık, daha kesin olan­
yeni teoriler eninde sonunda, daha önceden egemen olan ama
artık tamamen terkedilmiş teorilerin yerini alırlar. Tabii ki bu
gelişimi düşünce okulları arasındaki çelişkiler şeki llendirir ve
bazen bir teori geçici bir zafer kazanır. Bununla birlikte,
Kuhn'un çok iyi gösterm iş olduğu gibi, bilginin derinleşmesi
daima yeni bir paradigmanın yüklenmesiyle son bulur. Bu iler­
leyişe yakından bağlı olan bilim kavram ı burada tam anlam ına
kavuşur.
Düşünce okullarının kesin bir üstünlük elde etmeksizin bir­
birlerine sürekli muhalefet ettikleri toplumsal gerçeklik bilgisi-
29
ne göre şeyler tamamen farkl ı dururlar. Böyle okullar bilinen
anal iz hedeflerinin (toplum) gerçek doğasına ait farkl ı -ve bazen
de bütünüyle karşıt- kavram larla tanım lanırlar. Ve bu karşı çı­
k ışlar gerçekliğin sınırların ı aşar; toplumsal gerçeklikteki deği­
şikliklerden daha uzun süre yaşarlar. Elbette bu okulların her
birindeki en iyi anal izciler bu değişikl iklerin pekala farkında­
dırlar ve ortaya konulan yeni sorunları hesaba katarak gözlem le­
rini ve analitik tekniklerini güçlendirirler. Ama yine de daima
kendi seçi lmiş paradigmalarının sınırları içerisinde kalırlar.
Bu fark doğa ve toplum alanlarındaki bilimsel analizlerin
fark l ı konum tarını karakterize eder: Bu bize insanların, yalnızca
doğal dünyanın tarihini gözlem leyebi lirken, bireyler ve toplum­
sal aktörler olarak kendi tarihlerini yaptıklarını anımsatır. Top­
luma nazaran bilim (gerçeklere itibar etme anlam ında) ve ideo­
loji (toplumsal tutuculuğu ya da toplumsal gelişimi hak l ı çıka­
ran bir bakış açısı anlam ında) birbirlerinden ayrılamaz. Ben im
"toplum sal bi l i m " yerine "toplumsal düşünce"den (bi limsel
yöntem in gerekliliklerinden kaçınmayı çağrıştırmasın) söz et­
meyi tercih etmemin nedeni de budur.
Modem kapitalizmin tarihiyle ilgili olarak elimizde, son iki
yüz yıldır argümanın birbirine muhalif iki çizgisi var. Bir yanda
söylemin kapitalist topl umsal d üzeni onaylayan tutucu çizgisi,
diğer yanda o düzene getirdiği kökten eleştirisiyle sosyalizm in
çizgisi. Bu, iki çizginin bir döngü içinde yorulmaksızın ayn ı
argümanları tartıştıkları anlam ına gelmez. Ü zerinde tartışı lan
kapitalizm sürekli bir evrim halindedir ve bu evrimin her bir
aşamasında ilerideki gelişmesinin gereklil ikleri farklı pol itikalar
gerektirir. Tutucu (kapitalizm yanlısı) akım içinde en ilginç
bakış açısı bu zorunlu pol itikaları hak l ı çıkarmakta ve bun ların
uygulanması için en etkili araçları göstermekte başarılı olanıdır.
Hattın d iğer tarafında, bu gelişim in yarattığı toplumsal sorunlar,
bazıları azalarak ya da yok olarak, bazıları i l k kez ortaya çıka-

30
rak ya da yoğunlaşarak kendi l iklerinden değişir; kökten e leştirel
akım içinde en etkili bakış açısı yeni m ücadeleleri en iyi şekil­
lendirendir.
Toplumsal düşünce, bundan dolayı, ya verili kurulmuş ikti­
dar sistem ini onaylayarak ya da başka bir sistem önerip onunla
m ücadele ederek toplumsal iktidar sorunuyla yakından il intili­
dir. Burjuva düşüncesini oluşturan kavramlar bütünü arasında
kapital ist gelişmenin söz konusu özel evresiyle öne sürülen
taleplere en iyi yanıt vereni entelektüel egemen lik içerisinde
yerini kolayca kazanır ve o momentin "tek düşünüş. " ü hal ine
gelir. Bunu aksine. kapital izm in entelektüel eleştirisi kuru lu
iktidarla yalnızca karşıtı olarak il işkide olana kadar ideolojik
çoğulculuk kural olma eği l im inde olacaktır. Bununla birl ikte,
1 9 1 7'den 1 990'a kadar kesinlikle fiilen var olan bir kurul u ikti-
• dar sistemi olduğu için Sovyet iktidar yapısına çözülmezcesine
bağlanan egemen bir toplumsal ideoloj i de sosyalist saflarda
kabul ettirildi. Vulger marksizmden esinlenen dilde ifade edilen
alternatif bir "tek düşünüş", bu dönem boyunca sahnede kalmış
olan onu izleyen kapital ist tek düşünüş biçimleriyle -liberal
ulusalcı, Keynesçi, neoli beral küreselci- birlikte var oldu. Sov­
yet alternatifinin çöküşüyle "fi i len var olan sosyal izm "in "tek
düşünüş"ü ortadan kalktı . bunun yerine farklı bir bakışın kökten
e leştiri leri üşüştü. Bunlar henüz bağlantı l ı alternatif projeler
olacak kadar billurlaşmadılar, çağdaş dünyan ın mücadelelerine
etkili yanıtlar verecek kadar güçlü olabilecek eleştirel diişünce­
nin yen ilenmiş sistem leri olarak formüle ed ildiler. Bu momentin
burjuva tek düşünüşü böylece, ideolojik düalizm süreci boyunca
yaptığı gibi o etkiyi paylaşma ihtiyacı duymaksızın, evrensel bir
etkiye sahir o lur. Yine de, bu yeni bir durum değildir: Kapita­
l izm in 1 800-1914 gen i şlemesinin gerekl i l i k lerine uygun biçim­
lerdeki egemen burjuva düşünüşü, genel olarak, bu gen işleme-

31
nin her bir başarılı aşaması için evrensel bir tek düşünüş de
oldu.
Böylece kapitalist düşünüşün baskın çizgisi, ifade modelleri
farklı lığının ötesinde, temel kavram ve yöntemlerin değişmeyen
özü etrafında örgütlenmiş olarak kalan biçimlerin bir devamı
olarak gösterildi. Bu güçlü özün sürekliliğine işaret etmek ve
kapitalist söylemin çeşitli ve birbirini izleyen modellerin gerçek
alanını tanım lamak, hem kapitalizmde sürekl i olan şeyin hem
de gelişim inin her bir evresine özgü olan şeyin ne olduğunu
anlamaktır. Böylece kapitalist toplumun tarihindeki birbirini
izleyen her bir "tek düşünüş"ün yerini anlayabiliriz.
Kapitalizmin karakteristik ideolojisi her zaman ekonomik
determ inizm olmuştur. Bu, ekonom i teorisi haline gelen şeyin
ana konusuna egemen bir konum sağlar. Henüz bu (ve otonom i
k i ekonom ik teori ondan türemiştir) onu tamam ıyla kapsamaz.
Çünkü aynı zamanda bireysel özgürlük kavram ının altında ya­
tan ve pol itik demokrasinin uygulanış sınırlarını belirleyen
toplumsal ve siyasal koşulların ürünüdür. Geleneksel ekonom i
teorisinin nitel ikleri ve çelişkileri bu belirsiz konumdan kapita­
l izmin ideolojik retoriğine akar. Aslında bu ekonom i teorisi iki
aşırı uç arasına yayılm ıştır. Bir kutupta teorinin uygulayıcıları
toplumsal gerçekliğin uluslar, siyasal pratik ve devlet müdaha­
lesi gibi yanlarından bağımsız, kendi kendi lerinin oluşturduğu
kurallar dizisini izleyerek "soyut bir ekonomi" (}\endi termino­
loj ilerine göre) inşa etme arayışına girerler. Geleneksel ekonom i
teorisindeki bu sürekli eğilim böylece, pazarın kendi kendisini
düzenleyen doğası aracılığıyla genel bir dengenin nasıl kurula­
cağını bel irleyen titiz bir teori form üle etme (kendi özgün kri­
terleriyle) arayışına girer. Ama diğer kutupta bu ekonom isti er
pazarı düzenlemek üzere etkin bir işleyiş önermek ve u lusların
dünya sistem i içindeki konum larını güçlendirmek yerine, ken- .
d i lerini dikkatl i bir biçimde fi ilen var olan iktidar yapısının

32
hizmetine sunmayı seçerler. Y ine de, fiilen var olan bu iktidar
yapıları uzam ve zaman hesaba katılmaksızın birbirlerine tıpatıp
benzemezler. Bunların tümünün burjuvazinin iktidarını sürdür­
düğünü söylemek, ifade yan l ış olmasa da tüm üyle yetersizdir.
. Çünkü b u iktidar özel ü lkelere ve özel tarihsel dönemlere özgü
hegemonik toplumsal koalisywılar aracılığıyla dayatılır. Bu,
böyle koalisyonları tanımlayan toplumsal sınıflar arasındaki
uzlaşmaları sürdüren devlet politikaları gerektiren bir olgudur.
B undan sonra ekonomi teorisi bu hedeflere uygun terimlerle
form üle edilir ve soyut ekonominin soyut kaygılarından uzak
kalır.
Tek düşünüş genellikle, "soyut ekonomi"yi gerçek yaşam la
h içbir bağı olmayan akadem ik boş laflar düzeyine indirerek,
birbirini izleyen bu ikinci tip formülasyonlar aracılığıyla ifade
edilir. Buna rağmen belli istisnai zamanlarda - ve bu istisnaların
açıklama gerektirdiği yerlerde- tek düşünüş soyut ekonominin
önermelerine yakınlaşır, hatta bunlarla karışıp birleşir. Bugün
böyle dönemlerden birinde bulunuyoruz.
Bu noktada kapitali st dünya"görüşünün niçin doğal olarak e­
konom ik determ inist olduğunun nedenlerine dönmeyeceğim . Bu
karakteristik özelli k, o olmaksızın kapitalizm in işleyemeyeceği
bir nesnel zorunluluktan kaynaklanır: Kapitalizm öncesi top­
lumsal sistemlere özgü politika ve ekonomi arasındaki i lişkinin
tersine çevri lmesi ve böylece politikanın ekonomiye bağımlı
hale gelmesi bu nesnel zorunluluk b ir "ekonomi b i l imi"nin ku­
rulması için gerekli uzam ı yaratır. B u ekonomi biliminin yasala­
rı gerçekten o yasalarla belirlenm iş olarak ortaya çıkan kapita­
l ist toplumun yeniden üretim sürecini yönetir. Bu, "soyut eko­
nom i teorisi"nin fonnülasyonunu talep eden zorunluluğun, po­
l itika ile ekonom i arasındaki il işkinin tersine çevrilmesidir.
Bu teorinin kuruluşunun tarihi üzerinde de fazla dunnayaca­
ğım . Hemen hemen kapitalizmin 1 9 yµzyılın başlarındaki
-
.

33
Sanayi Devrim i'yle birlikte- tamam lanrıış biçimini almasıyla
ayn ı zamanda ortaya çıkm ıştır. Başlangıçta, (Bastiat'taki gibi)
"piyasa"ya duyulan koşulsuz hayranlıktan biraz fazlasını temsil
eden acem i bir biçim -Marks'ın tam da bu nedenle haklı olarak
vulger ekonom i diye tanım ladığı bir biçim- içinde ifade edil­
m iştir. Sonraları, bir genel denge teorisiyle, pazarların karş ı l ıklı
bağım l ı lı klarını ifade etmek üzere, (Walras'ta olduğu gibi) ma­
tematik teknikler kullanıldı.
Kapitalizmin işleyebilirliğini (doğal bir süreç olarak işledi­
ğini) göstermek hala 'kapitalist retoriğin kaçınılmaz merkezi
olmaya devam eden bu teorinin tek konusu değildir. Bu akılcı
işlevsell iğin kapitalizmi çoğu zaman meşru hatta "ebedi" olarak
gören bireyler ve toplulukların beklentilerine yan ıt verdiğini
aynı derecede kanıtlamak gerekmektedir. Bu teori "tarihin so­
nu"nu anlatmaktadır. Öyle bir kanıt elbette ekonom i teorisi ile
toplumsal ve pol itik felsefe arasındaki · bağı tekrar kunnayı ge­
rektirir. Böylece ekonom ik söylem, argümanının ekonom ik
temelinin de ötesine geçerek kapitalizmin genel söylem o lmak
üzere zenginleştiri lir.
Geleneksel ekonom i teorisini altında yatan toplumsal felse­
feye bağlayan i lişki birçok konuya yayılm ıştır. Ben burada
bunların ikisiyle i lgileneceğim: Değer teorisi ve bireysel öz­
gürlük kavram ı .
,

Değer kavramının toplumsal emek m i yoksa bireysel ve öz­


nel fayda kanısı üzerine m i temellendirileceği konusundak i
seçim iki toplumsal gerçeklik kı\Vram ı arasındaki karşıtl ığın bir
sonucudur. Marks'tan sonra ve Marks'a yan ıt olarak ancak geç
bir aşamada soyut ekonom i teorisinin içinde billurlaşan bu se­
çeneklerden ikincisi toplumu bireylerin toplam ından başka bir
şey olarak tanımlamaz. Bana öyle geliyor ki hepsinden fazla
sofistike yollarla formüle edilmesine rağmen, hem sistemin
işlediğini ve kendini yeniden ürettiğini (genel denge) hem de en
34
iyi olasılık olduğunu (bireysel hazları maksim ize ederek) ka­
n ıtlamaya izin veren teorem leri bu tem elde form üle etme giri­
şim i hedefine ulaşmakta başarısız olacaktır. Ama burada bizi
i lgi lendiren şey bu değil. Tersine, ilk seçenek ölçülebi l ir m ik­
tarlar üzerine temellendiği için Maurice Al las tarafından tekrar
ele alınıp formüle edilen (pazarların birbiriy le pozitif karşılıklı
bağı m l ı l ığını öznel bir değerlendirmeyle sentezleme girişim i )
Walrasçı genel dengeden, Pierro Sraffa'nın soyut olgucu siste-
. m ine kadar uzanan kapitalist gerçekliğin bir dizi pozitivist ta­
n ı m lamasının oluşmasına kaynaklık etm iştir.
B u sonuncusunun geleneksel ekonomi teorisi içindeki evri­
m ine esin kaynağı olan pozitivist mantık kapitalizmin ekortom ik
söy lem iyle onun eleştirileri ya da en azından, daha sonra . göre­
ceği m iz gibi eleştirel düşüncenin m uhtemel bir çizgisiy le ileti­
şim kurm a olanağına izin verm iştir.
Daha az önem l i olmayan bir şey de -tüm varyasyonları için­
de- soyut ekonom i teorisiyle, burjuva bireysel özgürlük düşün­
cesi arasındaki ilişkidir. Burada burjuvazinin hem daha önceki
rejim in nezdinde kendini onaylamak için bir araç, hem de kendi
toplumsal ve ekonom ik sistem inin temeli olarak üreti l m iş bir
felsefeyle karşı karşıyayız. Bu sistem, ekonom i teorisinde be­
l irleyici bir rolü olmasına rağmen, tabii ki basit bireysel özgür­
lük kavram ından özetlenmem iştir . Homo economicus, emeğini
satacağına ya da işten kaçınacağına, yen i l ikçi olacağına ya da
uyum sağlayacağına, satın alacağına ya da satacağına dair seçim
yapabilen bir özgür bireydir. Böyle bir özgürlüğün uygulanma­
sı, toplumun -emek için, mal lar için, şirketler için- genel leşti­
rilmiş pazarlar temelinde örgütlenm iş olmasını gerektirir.
Bu i l kenin mantıksal sonucu, toplumsal gerçekliğin, bu öz­
gürlüğün hayata geçmesi için tüm koşulları üretmesi ve yaln ızca
koşulları üretmesi gerektiğidir. Bir başka ifadeyle, bu mantık
"bu" bireylerin herhangi bir birliğinin · topluluklara (örneğin
35
u luslara) dönüşmesini akıldışı olarak reddeder, tarihsel olarak
oluşmuş devleti reddeder ve hatta göreceğim i z gibi özel m ülki­
yeti reddeder. Bu koşullar altında gezegenin nüfusunu oluşturan
bütün bireyler tam eşitlik çerçevesinde karşılıklı ilişkilerini
sürdürebilmek için piyasada karşılaşabilirler. Çünkü h içbiri en
küçük m iktarda bile olsa sermaye sah ipliğinden geçen ayrıca­
l ık l ı bir konuma sahip değildir. B u bireyler üzerinde,elbette
dünya ölçeğinde, konum lanm ış olan bir devlet/hükümet/banka,
bu genelleştiril m iş piyasanın idaresi için görevlendirilecektir.
Sözde girişimciler projelerin i onun yargısına sunacaklardır.
Devlet/banka değerlendirmeyi geçenlere ödünç sermaye vere­
cektir. Diğer bireyler emeklerini bu girişimcilere satmay ı m üza­
kere edecekler ve bütün ürünler açık pazarlarda tamamen bilgi­
lenm iş katılımcı lar tarafından alınıp satılacaktır. Bu m antık, uç
noktasına götürüldüğünde, kapitalizm in savunucuların ı korkutur
ve bu yüzden çok az ifade edi l ir (takipçisi Allais gibi Walras ' ın
da buna önem vermeye başlamasına rağmen). Tersine, kapita­
lizmi eleştiren bazı toplumsal düşühürler bu mantıkla kendi leri­
n i rahatlam ış hissettiler. Buna paralel olarak, fi i len var olan
kapitalizmdeki pazarın aksine, mükemmel olacağını düşünerek,
bu yolla planlanabi lecek bir pazar tahayyül ettiler -dahası bu
plan tamamen eşitlik sağlayabilecekti; çünkü (tek bir ülken in ya
da dünyanın) bütün yurttaşların eşitliği üzerinde temelleniyor­
du. Teorik olarak Barone' nin müjdelediği bu tür bir sosyalizm
kapitalizme çok benzemektedir -(özel) kapitalistleri olmayan ya
da, daha çok m i rasçı sermaye sahipleri olmayan bir kapitalizm.
Ama kapitalizme içkin olan ekonomik determinizmi (pazardan
ayrı tutulamaz ekonom ik yaşam ın yabancılaşm ış biçi m i ) sor­
gulamayan eleştirel bir düşünüş hattı dahilinde konum lanmak­
tadır. Bu eğilim aynı şekilde emek değeri terim leriyle ifade
edi len pozitivist genel-denge analizinin argümanlarını kabul
etmektedir. B u sayede sosyal ist ekonom ik plan laman ın ne ola-

36
cağına dair düşüncenin unsurlarını sağladı. Bu noktaya daha
sonra döneceğiz.
Burjuva bireysel özgürlük kavram ı (kapitalist ya da sosya­
l i st) soyut ekonom i tarafından kabul edildiği gibi -devlete, (sen­
dikalar dahil) örgütlere ve ilkesel olarak tekel lere düşman- sağ
kanat anarşizm in bireysel özgürlük kavram ıdır. Bu yüzden kü­
çük işadamları arasında geniş bir çekim gücüne sahiptir ve iyi
bilindiği gibi, 1 920' lerin faşist ve protofaşist hareketlerinin orta
sınıfların kafası karışık kesim lerini çekmesinin bir b ileşen i ol­
m uştur. Fakat faşizm in bütün tarihsel form larında esas olan
devletçiliğe dönüşebilir. Bu dalgalanmalar "soyut ekonom i"nin
(ve ondan esinlenen "pazarın yönettiği toplum"un) bir ütopya
olduğu gerçeğinden kaynaklanmaktadır. Gerçekte, üretim araç­
larının bir azın l ık tarafından özel mülkiyetinden, gerçek rekabet
biçim lerinden(oligopoli ler gibi) ve doğal kaynakların kul lan ı­
m ını sınırlayan kurallardan soyutlandığı anda, fi i len var olan
kapitalizm in devletler, uluslar, toplumsal sınıflar ve küresel
bağıntılar gibi retoriğin i sıkıntıya sokan tüm yön leri n i dışlayan
hipotezlere bağımlıdır. Ama gerçek, bu ideolojik söylem in dı­
ş ında, intikam ını al ır, sonunda, üstün gel ir.
Soyut pazar ekonomisi hakkındaki soyut söy lem i n arkasında
gerçek ve çok farklı bir pazar modeli gizlidir. Bu model, her
şeyden önce, iki tarafl ıdır: U lusal düzeyde üç boyuta (ürünler,
emek ve sermaye piyasası) entegre olmuş, ama küresel düzeyde
bunlardan sadece ikisine (ürün ve sermaye piyasası, ama emek
piyasası değil) indirgenmiştir. Ayn ı şeki lde, bu ikilik küresel
sistem içindeki uluslar arasındaki çelişkiyle kendini gösterir ve
bu yüzden sağ kanat anarşizm in retoriğini ulusçuluk içinde eri­
meye zorlar. Dahası, tartışıyor olduğum uz kapital ist ütopyan ın
kaynağındaki ekonom ik determ inist yabancı laşma, benzer şe­
k i lde bu indirgemeden türeyen tüm sonuçlarla doğal kaynakları
sadece pazar ticaretinin nesneleri olarak görmeye yol açar.

37
.Soyut kapitalizm olmadığı ve fi i len var olan kapital izm onun
bir benzeri değil tamamen farklı bir şey olduğu için, soyut eko­
nom inin karakteristiği olan teorem ler anlamsızdır ve davranışsa(
kuralları ve önermelerinin uygulanabilirliği yoktur. Bu yüzden
ideologlarım ız yarışan devletlerin ve ulusların varl ığını, reka­
betin oligopol istik olduğunu, mülkiyet dağılımının gelir dağılı­
m ını bel irlediğinin vs kabul etmek zorundalar. Onlar soyut eko­
nom inin retoriğine tutunarak, önemsizliğine rağmen bunu iddi­
aya göre "ikinci en iyi " optimizasyon kriteriyle buluşan somut
ekonom i politika öneri leriyle genişlettiler. Bu öneriler oldukça
basit olarak, soyut ekonominin ilkesel olarak varl ığını reddettiği
çevrelerin h izmetindeki pol itikacı ların taleplerini ifade eder. Bu
çevreler, kapitalizm in tarihindeki şu ya da bu aşamayı
karakterize eden toplumsal güç dengesine bağlı olarak,ulus,
yönetici sın ıflar ya da bazı yönetici sınıf fraksiyonlarıdır.
Bu yüzden burjuva tek düşünüşün kapitalist ütopyan ın aşırı,
gerçekte saçma biçim lerini genel olarak taşımadığı anlaşılmalı­
dır. Bu tek düşünüş en sıkça ve en etkili biçimde somut durum­
lara uygun gerçekçi biçim lerde ifade ed il ir. Pazarı, devleti ve
ulusu egemen sınıf çevreleri arasındaki koalisyonun işleyişi için
gerekli olan toplum sal uzlaşmalara hizmet etmek amacıyla bir
araya getirir. Burada kapitalist tek düşünüş biçim lerinin tarihini
ortaya koymayacağım. Sadece modern çağla i lgili olan genel
özelliklerinden bir kaçını ele alacağım.
On dokuzuncu yüzyılın sonlarından, yak laşık 1 880'den­
Lenin, H i l ferding, Hobson'un kastettiği an lamda tekelci kapita­
lizm in kurulmasından- 1 945'e kadar, kapitalist tek düşünüşün
"tekelci ulusçu liberal izm" olduğu söylenebi lir. "Liberal izm"
burada çifte bir onayı ifade etmektedir: B ir taraftan bu süreçte
uygulanm ış olan uygun kamu pol itikaları yapısı dah i linde kend i
kend isini düzenleyen bir ekonom ideki pazarların (tabi ki
oligopolistik pazarlar) egemen rolünün onayı, diğer taraftan
38
burjuva-demokratik politik uygulamaların onayı. U lusçuluk, bu
liberal model içinde küresel sistemdeki rekabetin temelini o­
luşturan kamu politikalarını meşrulaştıracak düzen leyici bir
olguydu. Bu pol itikalar kapitalist tekellerin egemen iktidarını
destekleyen ve sanayi işçi sınıfını politik izolasyon içinde tutan
yerel hegemonik koalisyonlara (orta sınıf ve aristokrat katmanla
ittifaklar) dayanıyordu. Aristokratik ayrıcal ığın ve Junker arazi
sahipliğinin korunmasına dayalı İ ngiliz ve Alm an düzenleyici
sistem leri, köylü çiftç i liği ve aile ölçeğindeki küçük işlerin
desteklenmesine dayal ı olan Fransız sistem i dikkate değer ör­
neklerdi. Benzer şekilde, bu ittifaklar genell ikle sömürgesel
ayrıcalıklarla sağlamlaştırıldı ve tamam landı . Bu ittifaklara
dayanan seçimsel demokrasi bun ların sürekl i l i kleri için gerekl i
koşulların süregiden esnek uyumluluğunu sağladı. Bu model,
dev letçi olmamakla birlikte dev let-karşıtı sağ kanat anarşist
yaklaşım l a zıt kutuplardaydı . Devlet, pazarların uygun biçimde·
organize edi l ip ve düzenlenmesi (örneğin tarımın desteklenm.esi
yoluyla) hegemonik koalisyonun idaresi ve koalisyonun ulusla­
rarası rekabet stratej isinin yönlendirilmesi için (koruyucu tari­
feler ve parasal düzenlemeler yoluy la) gerekliydi. Devletin b u
anlamdaki aktif m üdahalesi tamamen meşru hatta zorunlu gö­
rüldü. Bütün dünya bu dönem in tek düşünüşünü saf kapitalizm
ütopyasından ayırdı. Bu sonuncu fikrin savunucuları her za­
m anki gibi tarihi, soyut ekonomi mantığını d i kkate alm aksızın
gel işiyor olduğu için yanlış olmakla suçlamaya devam ettikleri
akademik dünyalarına çekilerek ayakta kalabildiler. Ama tam
da bu nedenle hiç bir zaman etki sah ibi olamadı lar.
Ekonomi k rekabet dünya savaşına dönüştüğünde, tekelci u­
l usçu liberal tek düşünüş de altında yattığı sistem in 1 9 1 4 'te
başlamı ş olan krize girmesiyle birl ikte krize girdi. İ k i savaş
arası dönemdeki faşist sapmayı da aynı yapıyla değerlendiriyo­
rum . Faşizm sistem in politik olarak demokratik yönünü terk

39
etti, ama ne ulusçuluğu (tersine güçlendirdi) ne de tekellerin
iktidarını sağlamlaştıran iç toplumsal uzlaşmayı elden b ıraktı .
Faşist düşünce kapitalizmin tarihinin bu uzun evresindeki ege­
men tek düşünüşün, hastalıklı da olsa bir bileşeniydi .
B u dönem boyunca, l iberal tek düşünüş anarşist b i r bireysel
özgürlük kavramı üzerine temellenm iyordu. Tersine, özgürlü­
ğün gerektiği gibi gel işmeyi sağlamak için, yasaları ve yasa
temelli bir devleti gerektirdiği varsayıldı. Y i ne de, demokrasi
kavramı sınırlı kaldı: Resmi adli eşitliği garanti altına alan bi­
reysel haklar, ifade özgürlüğü ve bell i bir noktaya kadar örgüt­
lenme özgürlüğü. Ama ötesi yoktu: bunlar, daha sonra (kapita­
l izm in 1 945 'ten sonraki daha geç aşamasında olduğu kadar,
1 9 l 7'den sonraki fii len var olan sosyalizmin karşı-modeline de)
genel haklara gerçek bir etkide bulunması gereken özel toplum­
sal haklar olarak ortaya çıkacak olan henüz embriyon hal indeki
haklardı .
Liberal u lusçu tek düşünüş, uyum lu bir şekilde işleyen bir
toplumu sürdüreceğini anlatan ekonom ik teorinin iddiası ger­
çeklikle çeliştiğinde krize gird i . Tarihte tam bu anda geniş ve
bağlantı l ı bir bütün haline getirilmiş olan (şüphesiz buna en
fazla önemi Alfred Marshall verm iştir) bu ekonomi teorisi "bir
evrensel uyum retoriği"ydi . Esas olarak, pazarların (yeterli ka­
m u politikalarıyla yapı landırılm ış) kendi-kendini düzenleyici
(çalışmalarının arz ve talep arasındaki bütün dengesizlikleri
düzelteceği anlamında) olduğunu kanıtlayacağın ı iddia ediyor­
du. Fakat bu bakımdan soyut ve genel bir kanıtla sınırl ı deği ldi.
Ekonom ik gerçekliğin bütün boyutlarına uygulanıyordu. Ö rne­
ğin, somut biçimde uygulanarak pazarın kendi-kendini düzenle­
yebileceği genel teorisini tamamlayan bir iş döngüsü teorisi
ortaya kondu. Buna paralel bir teori de küresel düzeyde denge­
nin otomatik sürekliliğini sağlayan ödemeler dengesindeki dal­
galanmalar teorisiydi. Pazar mekanizmalarının düzenleyici gü-
40
cunun sürdürme zorunluluğunca belirlenen bir parasal idare
teorisiyle tablo tamam landı.
Ancak, tam 1 9 1 4'ten başlayarak bu uyum vaatlerinin hepsi
geçersizleşti. Yine de, iki dünya savaşı arası yıl lar boyunca bu
tek düşünüş yaygınlaşmaya devam etti ve ulusal korumacılık,
güçlü döv izlerin yarışı ve gerilemenin çözümü olarak devlet
harcamalarındaki ve ücretlerdeki kesintiler gibi reçeteleri em­
poze edilmeye devam etti. Peki bu basit bir zihinsel dinginlik
durumu muydu? Bu sorunun yanıtı ekonom i teorileri üzerine
yapılan tartışmalarda değil, bu dönem boyunca yaygın olan
politikaların altında yatan toplumsal güçlerin gerçek denge dü­
zeylerinde aranmalıdır. Amerika'da New Deal'e ve Fransa'da
Halk Cephesi'ne kadar, işçi sınıfı zayıf ve izole olarak kaldı. Bu
koşullar altında, gerçekten sermaye işçi sınıfına neden herhangi
bir ödün vennek zorunda olsun ki? Ekonomik fikirler üzerine
tartışmada, durgunluğu daha da kötüleştiren ekonomik politi­
kaları belirlediğini kanıtlayarak, iki savaş arası sürecin tek dü­
şünüşünü suçlayan kişi özell ikle Keynes'ti. Yine de, bu eleştiri­
n i n politikaya etkisi olmadı. Mesajın anlaşılması ve tek düşün­
cenin yeni versiyonunun merkezinde olması için, toplumsal
güçler dengesini işçi sın ıfının lehine bozan ve halkları bastıran
İ kinci Dünya Savaşı'nın gelmesi gerekti.

Bu, 1 945 'te başlayan yeni bir tek düşünüşün neden liberal
ulusçuluğun yerin i aldığı ve 1 980'e kadar dünya sahnesinde
hüküm sürdüğünü açıklamaktadır. Aslında, İ kinci Dünya Sava­
şı, faşizm in yen ilgisiyle, güçler ilişkisini Batı'nın gel işm iş ül­
kelerindeki işçi sın ıfının (bu sınıflar daha önce hiç sahip olma­
dıkları bir meşruluk ve statü kazandılar), kendilerini özgürleşti­
ren sömürge halklarının ve "fii len var olan sosyal izm" (daha
çok Sovyetizm demeyi tercih ettiğim) ülkelerinin lehine değiş­
tird i. Bu yeni il işki ulusçu Keynesçi politikalara dayalı refah
devletlerinin, Ü çüncü Dünya'nın gel işmekte olan ülkelerinin,

41
plan l ı dev let sosyalizm lerinin üç katl ı yapısının ardındadır. Bu
yüzden 1 945-1980 arası dönem in. denetim li küresel leşme çer­
çevesi içinde işleyen egemen tek düşünüşünü "toplumsal ve
u l usal" olarak tanımlıyorum .
Kari Polanyi savaş sonrası dönem in tek düşünüşü olacak bu
yeni düşüncenin billurlaşmasının doğasını ve anlam ını an layan
i l k kişiydi . Burada onun felaketin sorum lusu olan 1 880- 1 94 5
l iberal izmi eleştirisinin üzerinde durmayacağım . Kapitalist ü ­
topyaya cepheden bir saldırıyla, emeğin. doğanın v e paranın,
ancak insanlığın yabancı laşması ve alçalması, gezegenim izin
kaynaklarının acımasızca yok edi lmesi ve hükümet-para il işki­
sinin mali spekülatörlerin karı için ters yüz edilmesi pahasına,
meta olarak görülebi leceğini gösterdi . Liberal izm in
akıldış ı l ığının bu üç temel özel liği 1 980'den sonra tekrar su
yüzüne çıkacaktı.
1 945-80 y ı l larının egemen tek düşüncesi böylece, en azından
kısmen, liberalizm eleştirisi üzerine inşa edildi. Bu gerçeğin
altını çizmek için "liberal" sözcüğünü kasten çıkararak döne� i
''toplumsal ve u lusal" diye tanım lamamın nedeni budur. Genel­
likle sadeleştirerek "Keynesçi" deni len yen i tek düşünüş elbette
kapitalist bir düşünüş biçimi olarak kaldı. Bu yüzden l i beraliz­
m i n temel dogmalarından rad ikal bir kopuşu gerçekleştiremedi.
Ama yaln ızca on ları eksik olarak yeniden düzenled i . Emek hala
mal olarak görülüyordu, ama bu m uamelenin şiddeti üç ilke ile
(kolektif pazarl ık, sosyal sigorta ve verim lilik artışına oranlı
ücret artışıyla) hafifleti ldi . Diğer taraftan , "akı lcı" kısa vadeli
ekonom i hesabının (oysa bizim ihtiyacımız tam tersidir­
geleceğe daha fazla değer vermek) saçma "geleceğe yatırımı
azaltma" karakterinin kaçınılm az sonucu olarak, doğal kaynak­
lar sistem li ve artan israfın nesnesi olmaya devam etti. Para,
d iğer taraftan, hem yönetsel hem de küresel düzeylerde politik

42
denetime tabi kaldı. (Bretton Woods'un amacı sabit değişim
oranlarını devam ettirmekti.)
"Toplumsal" (sosyal ist değil) ve "ulusal" sıfatları bu dö­
nemde işlerliği olan temel pol itik hedefleri ve dolayısıyla da bu
amaçlar için benimsenen yöntemleri iyi ifade etmektedir. Gelir
dağılımının d ikkate değer bir süreklil iğinde, tam istihdamda ve
toplumsal harcamalardaki sürekli artışta ifade ed ilen dayanış­
manın, sistem li devlet müdahalesi (Keynesçi ya da, daha çok,
"neo-Keynesçi" pol itikalar diye tan ım lanan) politikaları arac ı l ı ­
ğıyla ulusal düzeyde sürdürülmesi gerektiği savunuldu. B u po­
litikaların (Fordist ya da refahçı) "düzenleme" an lam ında tekrar
formüle edi lmesi, tasarlandığı gibi devlet müdahalesinin geçer­
l i l iğini ve etkin liğini sağlamak için gereken alanların belirgin­
leştirilmesine izin verd i . Bununla birl ikte bu ulusçuluk, şüphe­
siz eksiksiz bir ulusçulukla asla aynı şey değildi. Çünkü genel
bir bölgesel leşme ("Avrupa"nın inşasının kan ıtladığı gibi) ve
kabul ed ilm iş, hatta arzu edi len, Marshal l Planı, çokuluslu şir­
ketlerin genişlemesi, UNC T AD, GAlT ve BM çatısı altında
yürütülen kolektif Kuzey-Güney tartışmalarının düzenlenmesi
gibi çabalar aracıl ığıyla denetlenen bir küreselleşme eği l i m i
içinde sınırlanm ıştır.
Bu refah devleti uygulamaların ın temel hedefleri, ben im La­
tin Amerika'daki paraleli desarrolismo (gelişmec i l ik) ile, Asya
ve Afrika için Bandung projesi dediğim, üçüncü dünyanın yeni
bağımsızlaşm ış ülkelerinin modernizasyon ve sanay ileşme he­
defleriyle benzerd ir. Bu yüzden bu tek düşünüşü, Sovyetizm
bölgesi hariç, küresel ölçekte egemen düşünce olarak nitelendi­
rebiliriz. Ü çüncü dünya ülkeleri için, aynı derecede önem li bir
hedef de sürekli bir büyümeye maruz kalan bir dünya sistemine
etkin ve kontrollü giriş aracıl ığıyla geri kalm ışlıklarının üste­
sin�en gelmekti .

43
Böylece, 1 945-80 evresinin tek düşüncesi sadece bir "eko­
nomi teorisi" (Keynesçiliğin teorisi ve ondan yola çıkan makro
ekonomik yönetim teorisi değil) aynı zamanda kapitalist olma­
sına rağmen "toplumsal" da olan gerçek bir birleşik projenin
ifadesiydi. Ve bu çerçevede, dikkate değer bir gelişmenin genel
haklara somut ifade veren özel toplumsal haklarla i lgili olarak
gerçekleştirildiğinin anlaşılması gerekir. Çalışma hakkı ve işçi
hakları; eğitim , sağlık ve sosyal yardım hakları; emekli maaşı
ve emek l i lik fonlarının kuruluşu; ve ücret skalasının" çalışan
kadınlar yararına yeniden düzenlenmesi -tüm bunlar daima
ekonom ik büyüme ve gelişmenin hedefleriymiş gibi sunuldular.
Tabi i ki, bu alanlardaki gerçek kazanımlar dengesizdi ve genel­
de ilerici toplumsal hareketlerin gücüne bağlıydı.
İ kinci Dünya Savaşı 'nın sonrasındaki 40 yıl bu model ge­
n işletici potansiyel ini tüketm işti. Paralelinde Sovyetist karşı­
modelin tükenişiyle birlikte, 1 980'de başlayan ve sonraki on yıl
boyunca hızlanıp önceki evrenin bileşik üç alt sisteminin (refah
dev leti, Bandung projesi ve Sovyetçi Sistem ) genel çöküşüyle
l 990'da biten bütün lüklü sistem krizinin kökeninde yatan işte
bu evrimdir. Savaş sonrası evrenin "denetim li küreselleşme"
çerçevesinde işlem iş olan "toplumsal ve ulusal" tek düşüncenin
yıkımına yol açan gerçeklik seviyesindeki açıklayıcılığıyla bu
krizd i . Bu yıkım açıkça şimdi sahnede olan polem ikçiler tara­
fından bazen öne sürüldüğü gibi "genç neo- l iberallere"(Von
Hayek'in çocukları, Chicago okulunun para-denetimcileri vs.)
"sosyalist dinozorlar"ın karşı çıktığı bir "ekonom i teorisi" tar­
tışmasının sonucu değildi.
Ö nceki evrenin gerçek büyüme modellerinin çöküşüyle açı­
lan yen i dönem henüz sağlam laşacak kadar yeterli zamana sahip
olamadı. Bu yüzden onu yeni bir ulusal ve küresel düzen yerine
"kaos", uygulamalarını da yeni bir büyüme model i değil "kriz
idaresi" terimleriyle analiz ettim.
44
Bu gözlem burada öne sürdüğüm kriz-etkenli tek düşünüş ta­
rifinin habercisidir. "Küreselleşen neoliberalizm" o larak öne
sürülen bu düşünce daha doğru olarak vahşileşen küreselleşme
dah i linde işlevsel olan bir sosyal neoliberalizm olarak n itelendi­
rilebilir. Tam da bu yüzden, uygulanamaz ve hiç bir gerçek ve
tam gerçekleştirme biçim ine m uktedi r değildir. .Kurumsal dog­
m aları (özel leştirme, serbest ticaret, esnek kur oranları, kamu
harcamalarında kesinti ler, devlet m üdahalesinin kald ırması)
burada tartışılmayı gerektirecek kadar iyi bilinmektedir. Bunlar
süremez, çünkü kapitalizme krizi yenmesini ve yeni bir büyüme
dönemine girmesini sağlayacak bütün kapıları kapatarak onu
ölümcül bir durgunluğa m ahkum ederler. Paul Sweezy ve Harry
Magdoff la paylaştığım bu yargının, yani karı m aksimuma çı­
karma peşinde koşan sabit mantığın, işçilerin ve bastırı l m ış
halkların duyguların ı temsil eden sistem karşıtı güçlerle çatış­
masa bile, arzın talebi aşao.ağı yapısal bir dengesizl iğe kaçınıl­
maz olarak gireceği yargısının temellerini başka bir yerde sun­
m uştu m . Başka bir ifadeyle, kapitalist ütopyan ın uydurma teo­
rik dogmalarının(soyut ekonom i teorisi) tersine, pazarlar kendi
kendilerini düzenleyemezler. İ şlemek için hükümet düzenleme­
sine ihtiyaç duyarlar.
Yeni tek düşünüş tarafından empoze edilen katı seçenekler,
savunucularına teorik bir tartışmayı kazanma olanağı sunan
entelektüel k._·arsızlıktan kaynaklanmamaktadır. Bu seçenekler,
işçi sınıfı ve �evre uluslar, faşizm in yenilmesi anında elde et­
tikleri güçlü k :ıum ların ı sürekli kaybettiği için, aşırı derecede
sermaye yararına olan yeni güç i l işkilerinin bir ürünüdür. Da­
yandıkları gelişme modelleri tükendikten sonra halkçı güçler
yeterl i, olası ve kendi lerince kabul edilebilir olan yeni toplum­
sal projeler etrafında tekrar bir araya gelecek zamanı henüz
bulamadı lar. Bu dengesizlik, başka bir yerde bir analizini öne

45
sürdüğüm spekülatif sermaye piyasaları dalgalanmasının · köke­
nindedir.
Bu katı seçeneklerin retorik söylem genellikle egemen olma­
sına karşın, gerçeklik, bunları zaman zaman türedikleri dog­
m alarla çelişen bir yolla uygulanmasıdır. Göklere çıkarı lan kü­
resel leşme göçe karşı güçlendiri len kısıtlamaların sürek li artan
bir derecede emek pazarına verdiği hasarla sınırlı kalmaktadır;
rekabetin üstünlüğü hakkındaki retorik pratikte tekel lerin nasıl
sistem l i olarak savunulduğunu açıkça saklamaktadır (yeni Dün­
ya Ticaret Örgütü, ya da WTO ' ı n işlerinde görüleceği gibi) ve
geleceğe verilen önem in azaltılması konusundaki ısrar çevreci
söylemin önem ını sıfıra indirmektedir. Son olarak,
enternasyonalist ilkelere verdikleri onayı yalanlayarak, Büyük
Güçler (açıkça ABD) sürekli olarak, ister askeri ( İ ran Körfez
savaşı) ister ekonomik olsun (ABD' nin dış ticaret yasasındaki
"Süper 301" maddesi) bütün alanlarda haksız iktidarını uygu­
lamaktadır.
Tabi i ki, yeni tek düşünüş ve ondan yola çıkan pol itikalar iş­
ç i ler ve alt sınıflar tarafından kazanılmış olan özel hakların
sistematik olarak parçalanmasına yön lendiri lmektedir. Bunlar
bu düşüncenin demokrasi hakkındaki söylem i n i n gerçekl ikle
i lişkisi olmayan, boş bir retorik olduğunu açığa çıkarır. Uygu­
lamada, örgütlü bir yurttaşlık üzerine kurulu olan demokrasinin
yerini, sağ kanat anarşist ütopya alır. Ondan sonra gerçeklik
etkisiz bir dev let ve yıkıcı bir pazarla yüz yüze; cemaatçi, etnik
ve köktenci dinsel ayrı lıkçı ların ortaya çıkışını kamçı lar.
Günüm üzdeki tek düşünüşün geleceği yoktur. Bir kriz bel ir­
tisi olarak, çözüm önermez ama kendisi sorunun bir parçasıdır.
Kapitalist ekonom i pol itiğinin tek düşünüşü kapitalizm in
gelişim inin doğası gereği inişli çıkışlı ve dünya ölçeğinde ku­
tuplaşmaya yol açıcı olmasıyla uyum lu olarak, her zaman em-

46
peryalist bir dünya görüşüne dayandı. Tekelci ulusçu liberal
evre boyunca ( 1 880 'den 1 945 'e) emperyalizm (ya da daha iyisi
emperyalizm ler) Len inist anlamda emperyalist güçler arasında­
ki çelişkiyle eşanlam l ıydı. Tersine, toplumsal ve u lusal savaş­
sonrası evre (1945- 1 980) bir yandan ulusal em peryalizm lerin
hegemonik bir ABD d isiplini altındaki stratejik birliği tarafın­
dan, diğer yandan "reel sosyalizm" bölgelerinden (SSCB, Doğu
Avrupa, Çin) çekilmeye ve Asya, Afrika ve Latin Amerika' daki
çevr bölgelerde varlığını hangi koşul lar altında devam ettireceği
üzerine u lusal kurtu luş hareketleriyle pazarlık yapmaya zorla­
nan emperyal izm in geri çekilişi tarafından karakterize ed il ir.
Şimdi "fii len var olan sosyalizm" ve üçüncü dünya radikal po­
pülizmi kendi enkazlarıyla karşı karşıya ve emperyalizm bir kez
daha taarruzda. Bugünkü ideoloj inin kibirle öne sürdüğü "küre­
selleşme" tezi sistem in içkin emperyalist doğasının otoritesini
kuracağı yeni bir yoldan başka bir şey değild ir. Bu an lamda,
"küresel leşme"nin lanetli emperyalizm sözcüğü için bir yumu­
şatma olduğu söylenebilir.
Tabii ki, kapitalist ekonom i politiğin sürekli emperpıl ist bo­
yutu hiç itiraf edilmed i . Em peryal izm le sağlanan m add i avan­
tajlar -egemen kapital istlerin çok hoşlandığı dikkate değer süper
karlar - her zaman "uluslararası rekabet" hakkındaki olası en
muğlak retorik altında yatmaktadır. Modern küresel kapitalist
sistem i önceleyen böylesi bir yüzyıllık rekabet hakkındaki ifa­
deler her şey ya da hiçbir şey anlam ına gelebil ir. Çünkü bu re­
kabeti iddia edi len doğal yasalar (ırksal eşitsizlik gibi ) ya da
sözde doğal yasalar (kültürlerin biricikliği ya da ekonomik teori
tarafından ileri sürül�n pazar yasaları gibi) değil, sisteme özgü
mantık çerçevesi dahilinde halkların ve ulusların stratej i k seçe­
nekleri yönetir.
Temel öze l likleri aynı zamanda özel karakterinde ve birbiri­
n i takip eden uygulamalarında ifade edi len kapitalist retoriğin

47
karşısında, ana hatlarını çizdiğim bütünlüklü ve etkin bir anti­
kapitalist söylem in yen iden oluşmasını görmeyi umabilir mi­
yiz? Konumuzu aşan bu soruya burada yanıt vermeye çal ışma­
yacağım . Yalnızca, anti-kapitalist söylemin ancak kapital izmin
temel ve sürekli öze l likleriyle ve ilk olarak da ekonomik davra­
nışın yabancı laşm ış doğasıyla uğraştığında gerçekten radikal
olduğunu söyleyeceğim . Bence, bu Marks' ın projesinin anlamı­
dır.
Yine de, son iki yüzyılın gerçek tarihi boyunca, sınırlarına
rağmen bazı anti-kapitalist söylem ler geliştiri ldi. Onlarsız, ne
Batı sosyal demokrasisi, ne Doğu devlet sosyalizm i ne de Gü­
ney ulusal kurtuluş projesi var olabilirdi. Bu anti-kapitalist
söylem ler egemen sermaye sektörlerine yukarıda sözü edi len üç
örnekte halkçı ve işçi sınıfı taleplerine uymaya zorlayan bu
tarihi uzlaşmaları empoze edebildi. Sovyetçi alternatif model
gerçekte "kapitalistleri olmayan kapitalizm"e yol açan sonu­
cuyla, radikal olmayan bu kapitalizm eleştirisinden türemiştir.
Ama her zaman o lduğu gibi burada da bu evrim özel bir teorik
görüşün değil (Marksist önermelerden bir "sapma" olarak düşü­
nülebilmesine rağmen değil) söz konusu toplum ların karşı kar­
ş ıya kaldığı gerçek mücadelelerin ve onları belirleyen gerçek
toplumsal güçler i lişkilerinin bir sonucuydu. Daima olduğu gibi,
teoriyi gerçeklik üretti, başka bir şey değil .
111
Toplumsal Tarihe Damgasını vuran
Üst belirlenim mi Alt belirlenim midir?

Louis Althusser'in üst belirlenim kavram ı doğrudan kendi


yapısalcı toplumsal sistem ler kavram ından kaynaklanır. Top­
lumsal gerçekl iğin çeşitl i olguları içinde birbirleriyle yanyana
durarak işlemekte olan belirleyici etkenlerin, sistem in yeniden
üretim ine aynı anda katkıda bulundukları için, aslında sistem in
kendi evri m i için gerekenlere uyum sağlaması ve toplumu n ihai
olarak i leriye götürecek kriz noktalarında buluşmalarını, açıkça
değilse de ima yoluyla önerir. Ekonom ik belirleyiciler ve poli­
tika, ideoloj i ve kültürü yöneten belirleyicilerin tümü aynı doğ­
rultuda işler ve sonuç olarak toplumsal evrimi "üst belirler". Bu
yüzden, bir dönüşüm ekonom ik olarak gerekliyse, pol itik, ide­
oloj i k ve kültürel olarak da gerekl idir -ve bu karşı lıklı lık doğ-

49
rudur da. Eğer ekonom ik etkenin son tah l i lde tayin edici olduğu
kabul edi lirse, üst bel irlenim kavram ı kolaylıkla, diğer etkenle­
rin kendilerini ekonom ik etkenin gerekli l iklerine uyarladığı bir
ekonom ik determinist tarih anlayışına götürür.
Bu kesin l ikle olası bir m arksizm yorumudur ve ben de bu
anlayışı, onu örneğin "sapkın" ya da daha kötüsü "kafir" olarak
adlandıracak kadar kibirl i olmayacağım . Ama en azından iki
nedenle bu benim marksizm yorumum deği l .
B irincisi, çeşitl i belirleyici etkiler arasındaki i l işki sorununu
tarihin tüm aşamalarına uygulanan benzer terim lerm iş gibi
koym ak bana doğru gelm iyor. Sık sık söylem iş ve yinelemi­
şimdir ki ekonom i daha önceki, haraçl ı sistem lı:rde pol itikaya
tabiyken otonom bir etken olarak kapitalizme özgüdür. Bu
gözlem belki Althusserci teoriyle bağdaşmaz değildir. Ve bazı
öğrencileri bu gözlem i, son tah l i ldeki kesinlik i le baskınlık
arasında bir ayrım öne sürerek, .ustalarının sistem iyle bütünleş­
tirdiler. Bunu yararlı bir önerme olarak . algılıyorum ve ben de
bunu (pol itikan ın•baskın olduğu) haraçlı sistemlerle (ekonomi­
nin baskın olduğu) kapitalizm arasındaki ayırt edici farkı kesin
o larak formüle etmek üzere benimsedim. Tüm bunlar konu
üzerindeki yazıları m ı okumuş olan l ara tan ıdık gelecektir. Bu­
nun üzerinde durmayacağım
İ kinci neden, tersine, Althusserci yapısalcıl ıkla ve sonuç o­
larak onun üst belirlenim kavram ıyla taban tabana zıttır. Benim
tezime göre, belirleyici etkenlerin her biri, son tahlildeki statü­
sü belirleyici l ik (ekonom i) ya da baskınlık (haraçlı sistem lerde
pol itik, kapital izmde ekonom ik, ya da benim öne sürdüğüm
gibi komünist gelecekte kültürel) olsa da kend i mantığıy la idare
olunur. Bu özgün mantıklar otonomdur. Ve aralarındaki bü­
tünleyicil i k, eşzaman l ı olsa bile sorunlu olarak ortaya çıkmaz.

50
B un lar sık sık birbirleriyle çatışırlar ve hangisinin ağır basaca­
ğın ı öngörmek a priori o lanaksızdır. Kanımca Marks kapita­
l izmin ekonom ik mantığını ve bunun ayırt edici n iteliği olarak,
yani ekonomik mantığın pol itik, ideoloj ik ve kültürel mantıkla­
ra empoze edi ldiğ( kanal lar aracıl ığıyla, sermaye - birikim ini
m ükemmel biçimde tah l i l etm iştir. Öte yandan ne Marks' ın ne
de marksizm in tarihsel biçim lerinin diğer bel irleyici etkenlerin
m antıklarıyla ilgili karşı laştırmaya değer güçlü tah li ller sundu­
ğunu söyledi m . Ü stelik Marksist olmayan teorilerin bu konu­
larda herhangi önem l i bir katkıda bulunduklarına inanm ıyorum .
Her biri n i n kendi mantığını onun arac ı l ığıyla ifade ettiği be­
l irleyici etkenler arasındaki çelişki tarihe kendi özgün belirsiz­
lik dizgesi n i armağan eder ve bu onu doğal yasanın yönettiği
alandan ayırır. Ne toplumsal ne de bireysel tarih ler "program­
lanm ış"tır. Ö zgürlük, kesin olarak, mantıklar arasındaki fark l ı
olası alternatifler arasından seçim yapmaya olanak tanıyan bu
çelişkiyle tanım lanır. Bu yüzden üst belirlenim kavram ına karşı
alt belirlenim kavram ını savunuyorum.
Bu toplum ların tutarsız olduğu an lam ına m ı gelir? Kesin­
l ikle değil ; toplum lar mantıklar arasındaki çel işkinin (üst be­
l irlenim) bazı mantıkların diğerlerine tabi olması yoluyla olası
birçok çözüm arasından daima bir çözüm bulması anlam ında
daima tutarlıdırlar. Toplumsal, pol itik, ideolojik ve ekonom ik
mücadeleler toplum ları, bir tutarl ı l ığı diğerine tercih etmeye
zorlayarak biçimlendirirler.
Çağdaş tartışmalarda bu fark l ı mantıkların otonom luğu, en
çok da politik, ideoloj i k ve kültürel etkenler arasındaki birliğin
(bunun kendisi komplekstir) otonom luğu, çeşitli katı lımcı lar
tarafından vurgulanmıştır. Bununla birlikte, bu konu üzerinde
-
öne sürülen çeşitli tezler in gerçekten bir kan ı oluşturacak kadar

51
güçlü olduklarını düşünm üyorum (en azından bende bir kanı
o luşturmuyorlar). Sorunlara işaret ediyor ama yanıt verm iyor­
lar. Bu zayıflık sık sık "şu şu tah l i l ler ya da kavram laştırmalar
ekonomik deterministtir ve politik ya da kültürel etkenleri göz
ardı ederler" gibi cüm lelerle ifade edi lir. Evet, göz ardı edil ir­
ler, ama böyle bir "göz ardı ediş"in üstesinden nasıl gel inir ve
tartıştığım ız m antıklar arasındaki bütünleyici (üst bel irleyen)
ayırıcı (alt belirleyen) i l işki nasıl teşhir edilir?
Benim için Jean Baudr i llard'ın değerin sembo l ik bir boyuta
sahip olduğu; güç merkezlerinin bir bütün olarak sistem üze­
rindeki egemenliğinin, bu merkezlerin aynı zamanda, herkes
için vazgeçilmez olan anlam lar ve işaretlerin üreticisi de oldu­
ğu düşünceleriyle uyuşmak kolaydır. Ama bu anlam üretim i
nası l işler? Söz konusu semboller nelerdir ve onları onlar yapan
nedir? Zamanında Freudçu marksizm konusunda ya da bugün
patriarşi eleştirisinde olduğu gibi, şurada burada üstü kapal ı
anlayışlar ifade edi l m iş olsa bi le, b u konular hakkındaki söy­
lem oldukça muğlak kal m ıştır.
Ö te yandan, her biri diğerinden çok fark l ı olan güçlü .kültü­
rel m antıkların, Braude l ' in uzun vade dediği, yani nitel i ksel
dönüşüm ler olarak kavranabi lecek kadar önem l i toplumsal ve
ekonom ik değişiklikleri kapsayacak kadar uzun bir süreye
yayılmış olması fikrini kabul etmek çok zor. "Kültürelci" d iye
adlandırdığım ve krizin bu anında· yelkenine rüzgar alan bu
fikri eleştirm iştim (bu konuda postmodernizm eleştirime bakı­
n ız). Bu fikri onun "anti-marksizm" (yalnızca teolojik bir akı l
yürütme türü olduğu için küçümsediğim) temel leri üzerinden
reddetmedi m . Çünkü tarih tarafından yanlış çıkarılacağını gös­
term iş olduğuma inanıyorum. Örneğin, insanların kendi farklı
(Hıristiyan "Batı l ı lar"a ya da Müslüman ya da Konfiçyüsçü
dünyalara özgü olan) "kültürel özellikleri" olarak öne sürdükle-
52
rinin gerçekte geçm işin çeşitli haraçlı toplum larındakine çok
benzer bir yolla işlediklerini açıkça gördüm. Bunlar, bu yüzden
özel biçim ler alm ış olsalar bile "genellikler" olarak düşünül­
melidirler. Aynı şekilde kapital izm in Avrupa'nın kültürel tari­
hinde bir süreklilik değil bir kesinti oluşturduğunu da açıkça
gördüm . Bu alanlarda -Serge Latouhe'un "dünyanın batılılaştı­
rılması" tezinin tersine- modern çağım ızın egemen kültürünün
"Batılı" olmadığını ama cidden ve gerçekten kapitalist olduğu­
nu doğrul uyorum . Bununla her şeyden önce, bu kültürün -ki
Promethevari bir d inam izm in terim leriyle tanım lanabilir- Orta­
çağ ve Hıristiyan Avrupa'nın kültürü olmadığını söylemek
istiyorum . Kendi geçm işleriyle i lişki lerini koparm ış olan Avru­
pal ı ların, kendi leri için hem geçmiş hem de şimdiki tarih lerinde
m itsel atalar iddia ederek, o geçm işi inkar etmeyi dilemiş ol­
maları gerekmesi de bir başka konudur (bu konudaki ayrıntı lı
açıklamalarım için A vrupa merkezcilik adl ı kitabıma bakınız).
Modern kültürü kapitalist olarak tanım lamayı seçtiğimde, bu
kültürün ana özelliklerinin kapitalizmin temel özellikleriyle
kolayca açıklanacağını da kastederi m . Kültürel dinam izm (Max
Weber temel olarak bunu iddia ediyor olsa da) sermaye biriki­
m in i n dinam izm inin kökeninde değildir. Tersine, bu (her kapi­
tal ist üzerindeki rekabetçi basınçla zahmetsizce açıklanabilen)
sermaye birikim inin d inam ik olarak değişen m odern kültürü
kendi dümen suyuna katan dinam izm id ir. Toplumsal değişim i
·
farkl ı yapısal düzeylerin herhangi bir ekonomik ya da başka
"ortak payda"ya indirgenemezliğinin kabulü temelinde tah l i l
etmek gibi tamamen marksist tartışmaların kapsam ı d ışında
kalan diğer girişim lerin de sözünü etmeye değer. Burada özel­
l ikle postmodernist diye adlandırı lan tezlerinden söz ediyorum .
Daha sonraki bir bölümde bu tezlerin bir eleştirisini incelem eye
sunacağım, çünkü bu önermeler bana toplumsal düşüncenin
bugünkü kriz anlarına özgün tüm yönleri içinde tipik görünü-
53
yor. "Geçm işin aşırılıkları"na yuvarlanma gibi neredeyse has­
tal ı k l ı bir korkunun ("etkili anlatı" eleştirilerinin ve kavramsal
düşünceye inançsızlıklarının sergilediği gibi) dışında, bugün
geçerli olan küresel leşm iş neoliberal ekonomiyi meşrulaştırma­
sı gereken fikirleri bütünley ici bir etkeni soğukkan l ı l ıkla kabul
ederler. Postmodernizm tüm bu nedenlerle ekonomik olmayan
etkenlerin özgün mantığını açıklayacak bir yol sağlayamadığı
ölçüde verimsiz kaim ıştır.
Tüm bunlar doğru olmakla birlikte, marksizm in içsel olarak
ekonom ik determ inist olduğu suçlaması bütünüyle şüphe götü­
rürken, m arksizm in temel tarihsel biçimine karşı yapı lan eko­
nom ik determ inizm suçlaması geçerlidir. Ne Marks ne de he­
nüz marksistler ekonomik teoriyle kıyaslanabilir özgün ideolo­
j i , politika ve kültür teori leri üretm iş olsalar da Marks' ın yakla­
şımı tam da bunun için bizi göreve çağırır. Bu yüzden benim
sıkı sıkı sarılacağım ekonom ik olmayan determ inist bir
marksizm yorum u vardır.

Kapitalizmdeki (marksizmin il. ve III. Enternasyonal'de


yaygınlaştırılan ifade edi l işindeki gibi "bütün üretim tarzla­
rı"nda deği l) toplumsal sın ıflar yalnızca artı değerin üretim i ve
dağıtım ıyla olan i l işki lerine göre tarif ed ilmezler. Marks'tan
okuduğum kadarıy la, kapital izm (metafizik olarak kabul edi le­
bilecek) d iğer yabancı laşma biçim leri üzerine kurulu daha ön­
ceki toplum ların tersine ekonom ik yabancı laşma üzerine kuru­
ludur. Emeğ in yabancı laşması modern dünyada toplumsal sı­
nıflar tah l i l im izdeki (emeğin-ç.n.) sömürüsünden daha az temel
deği ldir. Kapitalizmi aşmak bu yüzden yaln ızca (hayali bir
"kapitalistsiz bir kapital izm"e öncülük edebilecek) "değerin
düzeltilmiş dağı lım ı"nı değil; ondan da fazla insanın ekonom ik
yabancı taşmadan kurtulmasını gerektirir.

54
Marksizm in tarihsel biçim leri unutmuş olmasına rağmen
ben Marks' ın "ekonom ik veri m l i lik" eleştirisinin, akılcılığın
ifadesinden çok yalnızca akılcılığın özel bir biçimini tems i l
ettiğini iddia ediyorum . Yine burada başka b i r yerde yazdı ğım
şeye, özell ikle de sermaye birikim i sorununun sözde çevresel
boyutlarıyla i lgi l i olanına gönderme yapıyorum .
Şüphesiz, top i umsal sınıflar, m odern dünyadaş, hatta m o­
dern dünyanın gel işmiş merkezlerinde bile yaln ızca toplum sal
gerçeklikleri temsil etmezler. Ama toplumsal dayanışman ın
diğer biçim lerinin -uluslar ya da çeşitli topluluklar ve toplum sal
gruplar- varlığına işaret ederken ekonomik mantıktan başka
m antıkların varlığını göstermekten başkası yapılır mı? Burada
yine, politik, ideoloj i k ve kültürel mantıkların anal izinde ciddi
bir i lerleme kaydedi linceye kadar, toplum sal bağlaşmaların
anal izinde, bunlar toplumun sınıflara göre düzen lenmesinden
doğan şeylerle çel işse de onları bütün lese de, bir i lerleme sağ­
lanamayacaktır.

Kutuplaşm ış küresel sistemin hem çevre ülkelerdeki hem de


metropol merkezlerindeki var olan ve olası "sınıf ittifakları"nı
ele almak için, tartışma toplumsal sınıfların tanınmasın ın ötesi­
ne taşınmalıd ır. Diğer yazılarımda ele alm ış olduğum bu so­
runlar üzerinde sadece çok kısaca yorum yapacağım.
B irincisi: Merkezlerde sosyal demokrasi m i yoksa sosyal
emperyalizm m i vardır? Sosyal emperyalist bile olsalar, m etro­
pol ü l kelerdeki toplumsal uzlaşmalar (refah devleti) onları sö­
küp atmaya çalışan neoliberal uğraşların da kan ıtladığı gibi geri
alınamaz. İ şçi lerin kapitalizme isyanları kapitalist üretim tarzı
çerçevesindeki sınıf m ücadelelerine indirgenemez, bunların ne
kadar önem l i olabildikleri bir yana bu isyan yabancılaştırm anm
reddi ( 1 968 bunu kanıtlar) de olur. Ya da olab i l i r ve asl ında

55
kapitalizm in kendisini yeni den ürettiği çerçevenin ötesine geç­
meyi gerektirir.
İ kincisi: Burjuva emperyalizm inin tarihsel hedefi yalnızca
ekonomi k m id ir, ya da tarihte ulusların rolüyle i lgili bir yan­
sıtmay ı m ı gerektirir? E lbette böyle bir sorunu koymanın
" marksizm d ışına çıkmak" olduğuna inanm ıyorum. Tersine, bu
yukarıda zamanından önce anlatı lan, politikanın ekonomiye
nasıl bağlandığını gösterme gereksinim ine bir yanıttır.
Ü çüncüsü: eğer neoliberalizm amaçlarında ı srar eder ve on­
lara ulaşırsa yeni küresel leşme merkez ve çevre ülkelerdeki
"aktif'' ve "yedek" emek ordularının ortaklığını yeniden kura­
cak m ı, yoksa tam da bu yolla (Giovanni Arrighi'nin öne sürdü­
ğü gibi) işçi sınıflarına yeniden devrimci bir rol mü verecek?
Dördüncüsü: Sovyetik model egemen sınıfın varlığını poli­
tika aracılığıyla oluşturabileceğini kanıtlayacak şekilde "dev­
letçi" m iydi, yoksa gerçekliğin artık gösterdiği gibi, kapitalist
bir karşı devrim tarafından yıkılmaya değil ama doğal olarak
"kapitalistleri olan kapitalizm "e evrilmeye yazgıl ı "kapitalistsiz
kapitalizm" girişimi m iydi?
Beşincisi: Temel işlev i dünya sermayesi için aracılık olan
çevre ü lke burjuvazileri hala burjuva olarak mı nitelenmeli?
Yoksa bunlar valnızca komprador pol itik sınıflar mı?

56
iV

Toplumsal Devrim ve Kültürel Devrim

&.. i t belirlenim toplumsal nedensell iğin çeşitli etkenlerini


yöneten mantıkların bağlaşık o lduğu çelişkili yolun üst belirle­
n imden daha tipik örneği olduğu için, her toplumsal devrim (bir
devrimci değişim i bir toplumun politik ve ekonomik örgütlen­
mesini etkileyen bir olgu olarak ele alırsak) aynı zamanda zo­
runlu olarak kültürel bir devrim de olmalıdır. Ya da farklı bir
şeki lde koyarsak, bir kültürel devrimin yokluğunda (çünkü bu
toplumsal belirleyeni yöneten mantık bir set olarak işlem iştir)
toplumsal devrim mümkün değildir.

Modern kapitalist dünyanın biçim lendiği tarihsel süreç be­


nim h ipotezi m i n iyi bir örneğini sağlar. Kapital izm kesin likle,
serbest ücretli emeğin ürünleri ve sermaye için genelleştiri l m iş
57
bir pazar olarak tanım lanabilecek (bununla kendi leri de top­
lumsal emek tarafından üretilmiş olan üretim araçlarını kaste­
d iyoruz) ekonom ik boyutuna indirgenemediği gibi, daha temel
olarak ve marksizmin yöntem bilimine uygun biçimde, daha
i leri bir düzeye ve üretici güçlerin özel yapısına bağlı olan öz­
gün üretim i l işkilerine indirgenebi lir. İ deoloj i k boyutları -
ekonomi k yabancı laşmanın biricikl iği ve bununla birl i kte, diğer
toplumsal belirleyen ler üzerinde hem otononi hem de baskın
olarak ekonom ik etk i n l iğin onaylanması- aynı zamanda (bu tür
bir ele alış sık sık m arksist popülerleştirmelerde kullan ı l sa da
ben im bir ekonom i k yapı konumuna indirgemeyeceğim) kapi­
tal i st üretim tarzı kavram ını bütünleyici unsurlar olarak dur­
m aktadır. Değer yasasının yalnız kapitalizmin ekonom i k yeni­
den üret i m i n i değil, bu sistem altındaki toplumsal yaşam ın tüm
yönleri n i yönettiğini bel irterek bu kompleksi ve kapitalist üre­
tim tarzının tam-kapsayan karakterini ifade etm iştim .
Y i n e de, bu tah l il i n daha i leriye doğru genişletilme s i gere­
kir. Modem dünya (kapitalist bir dünya olar3:k) kendi özgün
(bu nedenle "Batıl ı " deği l "kapital ist" olarak tan ım lanan) kü ltü­
rü üzerine kuruludur. Bu kültürü üç ana bileşen karakterize
eder: B irincisi, (özgürlük kavram ının burjuva anlam ında) bi­
reysel özgürlük; ikincisi, dinsel (daha önceki, metafizik olarak
yabancılaşm ı ş çağlarda ana sor�n inanç ile akl ı bağdaştırmak
i ken) i nancın bağlarından kurtulmuş insan akl ının otonom ka­
rakteri; ve üçüncüsü, akı l ile özgürlük arasında, bu ikinci keli­
me kesinlikle burj uva terim lerle (yasa-yönetimli devlet, yasa
önünde bireylerin eşitliği vb) kavram laştırı lmış olsa bi le, çö­
zülmez bir bağın kurulması.
Bu gerçek kültürel devrimin bil lurlaşmasındaki belirleyici
m omentler iyi bilinmektedir: Rönesans; ardından merkanti-

58
hzmdeki ekonomik ifadesiyle ve daha önceki feodal politik
yapıların tersine m utlak monarşi olarak pol itik ifadesinde Ay­
d ın lanma ve son olarak, en tutarlı ifadesini Amerikan ve hep­
sinden önce Fransız devrim lerinde bulan, üzerinde yen i h ükü­
met biçimlerinin inşa edildiği toplumsal sözleşme. Bu, kapita­
l izm i n tamam lanm ış biçimini aldığı Sanayi Devri m i'ni öncele­
yen üç-dört yüzy ı l boyunca i lerleyen tarihsel bir süreçtir.
Bu tarih kesinlikle toplumsal teoriye meydan okur. Kültürel
devrim , hemen i l k bakışta görüleceği gibi, ekonom ik boyutu
(ücretli emeğe dayalı sanayi) ve pol itik boyutu (oy hakkı için
mülk sahibi olma niteliği arandığında bile az ya da çok demok­
ratik olan burjuva devlet) sonradan şek i l lenecek olan toplumsal
devrim i önceledi m i? Kültürel etkendeki değişikl ikler ekono­
m ik ve politik etkenlerdeki değişikl ikler üzerinde belirleyici
etkiye sahip olduğu için böyle bir tarih yorum u marksizm in
temel hipotezinin doğrul uğunu sorgulardı . Tıpkı Weber' in tezi -
Protestanl ı k kapital izm i doğurmuştur tezi- gibi. Ama bu benim
daha çok kültürde, ekonomide (zaten ekonomik örgütlenmenin
kapitalist biçim lerine bir geçiş olarak merkantilizm) ve politi­
kada (zaten feodal izm in reddi ve feodal ve burjuva çıkarlar
arasında tarihsel bir uzlaşma olarak mutlak m onarşi) doğal
sonuç olarak aşama aşama bir geçiş d iye düşündüğüm tarihsel
süreç anlayışı değildir. Benim sürdürdüğüm anlayış Marks' ın
an lay ışıdır.
Bununla birlikte, farkl ı bir biçimde de olsa, toplumsal teori­
n i n sorgulanabilirl iği ortadan kalkmaz. Proto-kapitalist biçim (e­
rin (Avrupa'nın kıyı ülkelerinde yaklaşık 1 492'den l 789'a kadar
süren merkantilist geçiş dönem indeki ekonom ik yaşam ı kaste­
d iyorum) ve i leri "Bat ı l ı olmayan" haraç l ı toplum ların (diğer
bazı ları arasında Hindistan, Çin ve İ slam dünyasındaki top-

59
lumların) varlığına görünüşe bakı lırsa kapitalist bir toplumsal
devri m in tamamlanmasına uygun bir doğal kültürel dönüşüm
eşlik etmedi. · Avrupa'nın izlediği güzergahın istisnai doğası
nasıl açı klanır?
"Bunu kültürelci terimlerle açıklamak oldukça caziptir. Feo­
dal ve . Hıristiyan Avrupa kültüründe ekonom ik dönüşüm ve
kültürel değişim m antıkları arasındaki bu benzersiz birleşim
m uc izesin in nedenlerini açıklayan özel unsurlar ("özgüllükler")
olmalıydı. Böyle bir birleşim başka bir yerde bulunmamalıydı,
çünkü d iğer bölgelerin farklı kültürel özgüllükleri vardı.
Kültürelcil i k (eski) Batı'nın özgüllüklerini araştırma gereği­
nin altını ç izer. Bu marksist bağlamın hem içinde hem de dışın­
da çeşitli yollarla geliştiril m iştir. m arksist sistem içinde, bu
zorlu sorunun tarihin iki farklı yol boyunca i lerlediği varsayım ı
aracı l ığıyla çözülebileceği öne sürülmüştür. Bu yollardan biri,
özel m ül k iyet biçim lerine (Asya tipi üretim tarzında geçersiz
k ı l ı nm alarının tersine) ayrıcalıklı konum tarını sağlayan ve
böylece değişime açılan kölecilikten feodalizme geçiş tarafın­
dan düzenlenirken, d iğeri i lerdeki evrimin "önünü tıkayan"
sözde Asya tipi üretim tarzı tarafından düzenlenm iş olurdu.
Tarihsel m arksizm sistem i dışındaki bazı kültürel çözüm leme­
ler başka vurgular -kimileri bu gözde Batı'nın Grek atalarına
(akıl, Promethe, demokrasi), k i m i leri Hıristiyanl ığın erdem leri­
ne- yaptılar. Bu Avrupa merkezci kurguların eleştirisinde, bir
taraftan "Grek ata" olgusunun m i tsel doğasından anladığım
şeyi, öte taraftan, başka yerlerde de benzer örnekleri bulunabi­
lecekken dinin yanlış bir şekilde yalnızca Hıristiyanlığa atfedi­
len çok genel anlamda esnekliğini vurgulam ıştı m . Bunun yanı
sıra, Ortaçağ Hıristiyanl ığı'nın kendi çağdaşı İ slam ile kesin
o larak i nanç ile akı l arasındaki, kapitalist kültürel devrim ger-

60
çekleştiğinde kaybolacak olan, uzlaşmadan doğan endişeyi
paylaştığına d ikkat çektim.

Bu yüzden kültürelciliğin cazip nosyonlarına tamamen ya­


bancı türde bir benzersiz Avrupai gelişme açık l aması ortaya
koydum . B urada, merkezi leşm iş haraçlı tarzın katılığının tersi­
ne merkezileşmemiş haraçlı üretim tarzlarının (hem feodal
Avrupa hem de feodal Japonya'ya özgü olan) esnekliğin i vur­
gulayan, tarih boyunca gerçekleşen eşitsiz gelişme hipotezine
gönderme· yapıyorum. Bu hipotez, üstel ik, alt bel i rlenim temi­
me de uygundur. Bu temde d iğer haraçlı tarzların merkezileş­
m iş yapısının zayıflattığı (bu nedenle doğru biçimde feodal
olarak adlandırı lan) kültürel mantıklar ekonom ik büyümenin
gerekli l iklerine daha kolayca boyun eğerlerken; merkezi leşm iş
haraçlı tarzların kültürel mantıkları ekonomik fırsatların geliş­
mesine doğru eğilim gösteren mantıkları bastırırlar.
Benim görüşüme göre, çağımızın bu aşaması boyunca her
yerde geri çekilen tamam lanmam ış sosyal ist devrim in tarihi
kültürel devrim boyutunun ne kadar önem li olduğunu kanıtl ı­
yor.
Marksizm yorumumda, sosyalizm kapitalistsiz kapitalizmi
değil, çok farklı bir insan uygarlığı türünü ifade ettiği için (ka­
dınları dışarıda bırakan "yeni insanoğlu" ["a new man"-erkek
için kullan ı l ı r -ç.n.] adlandırmasından daha iyi olmasına rağ­
m en) boş bir slogan olarak "yeni insan" ("a new human being"
-ç.n) yaratma çağrısına itibar etm iyorum. Tersi � e, yen i insanlar
olmazsa, ya da daha ılım l ı söylersek, insanlar daha iyi ve i leri
hale gelmezse sosyal izm olmayacaktır. Buradan yola çıkınca
böyle bir yeni insan lık kavram ının genel çerçevesi görülebilir
hale gelir; piyasa yabancılaşmasını aşm ış olduğu için burjuva
bireysel özgürlük kavram ının tanımlam ış olduğundan daha
61
özgür bir insan lık ve yine bu yabancı laşma aşıldığı için işleyişi
açık olan bir toplum .
Elbette. sosyalizm in daha yüksek aşaması tarihin sonu değil­
dir ve bu yüzden böyle bir şeffafl ık görecel i olacaktır. Şeffaf
ekonom i k ve politik kararlardan söz etmek -matematikte söy­
lendiği gibi d iyagram ın sınırları içinde- böyle kararların gerçek
sonuçları ve böyle bir şeffafl ığı destekleyen bir demokrasinin
en azından kısm i bi lgisinden söz etmektir; ama özgürlüğün
içinde üstü örtülü bir biçimde her zaman olabilecek riskleri de
kabu l lenmektir. Bu s ı n ı rlar içinde sosyalizm özgürlüğü Ayd ın­
lanma felsefesinden daha gen iş bir biçimde kapsar.
Yeni insan önermesi l 9 l 7'de ya da 1 966 Çin Kültür Devri­
m i'nde gerekli değildi. Sosyal izm in bununla başlaması ütopikti,
çünkü -bunun nesnel zorunluluğuna dair herhangi bir kanıt öne
sürm üyor olsa da- bu güvenceyi verm işti. Bu 1 9 1 7'de ilan edil­
d i . Bundan sonrası ihanet değil bir trajediyd i . Sovyet toplumu
öncüsünün coşkusal desteğiyle kendisi için tasarladığı şeyleri
yapm akta özgür değildi. Bu toplum marksizm in tarihsel bi­
çim !erinin karan lıkta bırakmış olduğu bir sorunla yüz yüze
geld i : Fiilen var olan kapitalizm in doğuştan eşitsiz gel işmesi ve
bu yüzden kaçını lmaz "arayı kapatma" zorunluluğu. Aşamalı
olarak, her şey bu zorunluluğa kurban edi ld i . Bu, "yeni insan"ın
nas ı l stalinist fi l m l erde gösterilen m utlu kolektif çiftçi ve aptal
*
Stakhanov görüntüleriyle ifade edi len boş bir slogan haline

' Stakhanov, A leksey G rigoryev iç. Sovyet m adenci. 30-3 1 Ağustos


1 93 5 gecesi, Donetz madenlerinde, 6 saatte normalden 14 kat fazla
kömür ç ı kardı. Ey lül"e kendi rekorunu k ı rd ı . Daha sonra, maden­
c i lerin kendine özgü teknik yenilik ler uygu layarak gerçek leştirdi kleri
bu olağanüstü üretim artış ları, "çalı şmada kom ün ist tavır"ın simgesi
oldu ve "Stakhanovculuk" diye an ı l an verim artırıcı yönte m i yarattı .
62
geldiğini an latır. Sonradan, buna verdiği yanıt daha az gülünç
olsa da (Çin' in kültür devrim inin aşınmasını, bir saray entrikası
düzeyine oturmasını "Batılı" marksizm in Avrupa merkezci l iği­
ne bağlamamın nedeni de budur) Çin de aynı türden sorun larla
karşı taşacaktı .
1 968 zorunlu kültürel devrim projesinin tarihini işaret eden
bir başka dönemdir. Bu tarih şans eseri ortaya çıkmadı. Görül­
medik kısalıkta iki y ı l l ık bir aksamayla Çin'deki Kültür Devri­
m i'ni izled i . 1968 olay ları Mao'nun doğruluğunu altını çizerek
kan ıtlad ı : Her şeyden önce ayaklanma sırasında nasıl
yüksel ineceğinin ve "önderlerin" bunu nasıl yapacağının bil in­
mesi zorunluydu (ama B üyük Ö nder kültü bunu öğretmek için
pragmatik ve koşul lara bağlı bir girişim değil m iydi? Ya da
tam tersi bir yöne yönelmedi mi?); emek ekonomik yabancı­
laşmanın zincirlerinden kurtulmalıydı. O dönem lerde, son tah­
l il de (kapitalistleri olan) bir kapitalist proje olan kapitalistsiz
kapitalizm projesi fark l ı bir insan uygarlığının inşası için bir
yol sunabilirdi.
Bugüne kadar toplumsal devrim ve kültürel devrim için ya­
pılan bu tamam lanmamış projeler arasında bir ortak mekan
olmad ı . Bunları birbirinden ayıran mesafe konusundaki açıkla­
m am sözünü etmeye değer bir açıklama deği l : Kültürel devrim
projesi zamanından önce gündeme geldi. 1917'den sonraki
Sovyet topİumunun sorunları gibi, Çin toplumunun temel ve
aci l sorunları da "geçme" (kapital ist toplum ları ekonom ik açı­
dan geçme anlam ında -ç.n.) den çok "arayı kapatma"nın doğa­
sındaydı. Bu kaygı verici sorunlar, kapital izm in kutuplaşan
gelişmesine içkin eşitsiz gelişimden kaynaklanarak, doğrudan
"kom ünist ütopya" ile çak ıştı. Tarihsel marksizmin öngöreme­
diği inişli çıkışlı gel işme yan ıtlanamaz bir muam ma olarak

63
.
1

kaldı. B u sorunların başka yerlerde ve kesinlikle "sosyal em­


peryalizm in yozlaştırdığı" metropol merkezlerde yeniden orta­
ya çıkacak olmas ı ve "sonsuza kadar" ("tarihin sonu" term ino­
lojisi bu terim i kullanır) pazar yabancılaşmasına tabi kı lınmala­
rı i lginçtir. Pazar yabancılaşmasının bu kökten reddedilişi daha
temelden biçim lerle y ansıtılm ıştır. Belki yeşiller, femi n istler ve
yeni cinsel ve ailevi anarşistler tarafından yeniden canlandırıl­
dı. Bununla birlikte bu orij inal reddediş -yalnızca Batı'da olsa
da!- toplumsal yaşamın önemli yönlerindeki ciddi değişiklikle­
re katkıda bulunmuştur.
Sosyal ist devrim dram ındaki bu Birinci Perde'nin trajik ya­
pısı bütünüyle şu paradoks içinde bulunabi l ir: Şu ana kadar
devrimci kültürel bilinçliliğin i leri aşamaları ile üretim i l işkile­
rinde bir dönüşüm isteyen hareketin i leri aşamaları arasında
ortak bir mekan olmam ıştır. İ kinci Enternasyonal' in ve onun
devam ı Ü çüncü Enternasyonal' in işçi sınıfı hareketi kapitalist­
siz kapitalizmi icat etti. Kısa bir süre için Rus Devrimi -ve daha
uzun bir zaman için Çin Devrimi bunun ötesine geçme ve kül­
türel bir devrim gerçekleştirme niyetlerini i lan etti ler. Ne bun­
lardan biri ilan ettiği düşü gerçekleştirdi ne de, sırası gelm iş­
ken, l 968'de Batı bunu yaptı. Bundan çıkarılacak sonuç komü­
nizm in ve onun yeni insanının um utsuz birer ütopya olduğu
mudur? Ya da varı lacak sonuç sosyalist devrim in onu düşleyen
i l k aktörlerinin düşlediğinden daha uzun bir süreç olduğu m u­
dur?

64
v

Ekonominin Belirlevicili�inden Kültürün

B elirleviciliğine : Değer Yasasının Sönümlenişi

Komünizme Gecişin Sorunları

Çağdaş m arksist tartışmanın, tem e l sorunları aşağıdaki dört


başlığa denk düşen yeni alanlara doğru genişleti lmeye ihtiyacı
vardır:
B i r: Toplumsal ve kültürel devrimin amacı olarak kabul e­
d ilen komünizm in temel yapısı nas ı l tanımlanır?
İ ki: Modern toplumun hedeflenen evrimi halihazırda bu he­
defi istenebilir bir olasılık haline getirmiş m idir? Başka bir
dey işle, bunu nesnel bir zorunluluk haline getirm iş m idir?

65
Ü ç: Toplum ların bu m ücadeleye verd ikleri gerçek yanıtlar o
yönde ın i ilerliy dr, ya da tersine, böyle bir evri m i daha da ın ı
zorlaştırıyorlar?
Dört: Bu koşul lar altmda, var olan kapitalist düzenden bu u­
zak hedefe geçiş tartışmasını nas ı l yeniden açacağız? Bu anla­
y ışlar çeşitli aşamalarda han�i i lerleme strateji lerini öne süre­
bilirler'?
Toplumsal yaşam 111 kültürel boyutuyla ilgili olan bugünkü
sqyleın bol luğu şimdi lerin bir bel i rtisidir. Bu söy lem lerin ço­
ğunun aşırı karışıklığı ve birden fazla anlama sah ip olması ilk
bak ışta geçm işe duyu lan özlemle ifade ed i len şimdiki zamana
karşı bir protestonun sonucudur. Bu yalnızca, fi ilen var olan
kapital izm in gen işlemesinden kaynaklanan küresel leşmenin,
halkların111 zararına kutuplaşma an lam 111a geld iği çevre ü lkelere
değil. aynı şeki lde, en azı ndan 1 968'den beri, m uzaffer ticaret­
ç i l iklerinin söküp atılamaz bir yarışın a ruhuy la karşı laştığı
metropol merkezlere de uyar.
Birden fazla anlama gelmeleri bu protestoların bugüne ka­
dar, geleceğe yönel ik bir bakış ve bu geleceğe dair kapital izmi
aşmaya olanak verecek evrensel bir görüş getirme girişi m i nde
bulunmak yerine, geçm işe nostaljik bak ışlardan ötesine yol
açmamış olmalarından kaynaklanır. Yalnızca kapital izm in
başlatabileceği olanaksız ve aşırı derecede teh l ikeli bir geçm işe
dönüş lehine evrenselcilikten um udu kesmeyi öneriyorlar. Bu
koşul lar a ltında, ceınaatçi lerden köktendinci lere kadar, ama sık
sık da yeş i l ler ve ayn ı zamanda postmodernistlere kadar türlü
türlü akım lar taraf111dan uygulanan "kültürelci" strateji ler, ger­
çekten, bulunduğumuz aşamaya hak im olan küresel leşm iş
neol iberal projen in ana stratejileri aracıl ığıyla kabul ettiri l m iş
ve şimdi tamamen kabul ettiri lebi lir halded ir. Bu yüzden, ki­
m i lerinin (cemaatçi ler ve postmodernistler) çoğu lculuk için
66
'

demokratik b ir yön talep etmesi, ya da kimi l erinin (etnik ve


d inci fanatikler) fark l ı kültürlerle tümden uyuşmazlıklarını öne
sürmesi çok az önem taşır. Bunların tüm ü aslında, gerçek so­
runların her yerde yattığını iddia ederek kabul ettikleri kapita­
list küresel leşmeyle mücadelede iktidarsızdırlar. Bununla bir­
likte, genel olarak çok tutucu bu söylem lerin ardında bir kapi­
talizm e leştirisinin ana hatları görülür. Bunun hakkında çok
yeni bir şey yoktur. Zamanında feodal dönem lere duyulan öz­
lemle ifade edi len, yükselen kapitalizm in tahribatına karşı ya­
pı lan ilk ütopik sosyalist protestoların bazı ları Marks ve
Engels'in işaret ettiği birden fazla anlam l ı l ık değil m idir?
B u yüzden, kültürle bu i lgilenişin kendisinde pozitif bir yan
olduğunu iddia ediyorum : "Daha iyi bir toplum "un -
kendi liğinden gelecek ya da inşa edi lecek bir toplumun- her
şeyden önce kültürel boyutlarıyla tanım lanması gerektiğine dair
sezgisel bir duygu. Kapitalizm in hareket noktası, ekonomik
etkenleri (değer yasası) politik- ideoloj ik etkenlerin üzerine
çıkarmakla belirleyici etken leri tersine çevirme olduğu için,
kanımca kom ünizm, kültürel (burada kelimenin ideolojik değil
kültürel olduğunun altını çiziyorum) etkenler ekonom ik etken­
lerin yerini almadıkça (tam bu nedenle değer yasasının sönüm­
lenişi olarak adlandırdığım bir süreç) olanaksızdır.
Kültürel ( ideolojik değil) etkenler ekonom ik ve politik et­
kenlerin yerini almal ıdır; çünkü tarihsel marksizm, komünizme
sosyal ist geçiş d iye bilinen aşamayla ilgi l i olarak politik etkene
vurgu yapar. Bu vurguyu, iki anlam l ı l ığı (bel irsizliği)
farkedilmeden geçi lemeyecek bir form ülasyon la yaptı: Uzun
vadede (bir sınıfın toplumsal egemenl iğinin ifadesi olarak)
devletin sönüm len işi ve " insanların (men-ç.n.)" (ve tabii ka­
dın ların) idaresi için işlerin yönetiminin oluşturulması; orta
vadede, geçiş dönemi sırasında, Marks' ın Paris Komünü üze-
67
rinde yorum unun saygıya değer bir biçim i (proletaryanın de­
mokratik d iktatörlüğü) içinde ve Sovyet devletinin daha kuşku
götürür biçimleri ve bunun Maoist Kültür Devrimi diskursunda
yenilenişi içinde, politik etkenin doğrulanması.
S ıradan halka ait politika aracılığıyla kapitalist iktidar yapısı
üzerinde bir işçi sınıfı siyasi otoritesi ( işçi sınıfı ya da işçi­
köylü bloğu, ya da hatta "bütün halk") oluşturma vizyonuna,
tesadüfi olmayan bir kapitalistsiz kapitalizm projesinin b i llur­
laşması eşlik eder. Bu proje, o biçim, bir kez daha piyasa anar­
şisine yol açacak şekilde bozuluncaya kadar somut bir devlet
plan lı ekonom i biçim ini alacaktır. Böylece gerçekte planh eko­
nom i, 1 950'de Stalin'in kendisinin ifade ettiği gibi, "ekonom ik
etken" in, yani değer yasasının belirleyiciliğini koruyacaktır.
Değerin d iktatörlüğü -ki ekonom ik etkenin üstünlüğü bunun
üzerinde temellenir- politik tartışmaya, devlete düzülen övgüle­
re ya da halkın yararına uygulanan planlam aya onur köşesini
veren bir retorikle bağdaşmaz değild ir. Bu görünen çelişme,
doğal olarak, "real politik"e -yani (değerin ya da başka herhan­
gi bir şeyin, ya da kısaca her şeyin) "nesnel zorunluluklar" ını
uygulamaya koyan iktidar yapısının manipülatif uygulamaları­
doğru yozlaşm ış o politikanın yoksul laştırıl m ı ş oluşunu kavra­
yarak çözülebilir. Politik etkenin rehabilitasyonu tamamen
farklı bir şey gerektirir. Modern kapitalist dünyanın uygarl ık ve
kültürüne bir temel olarak (ve doğrudan ekonom ik kararların
yönettiği toplumsal yaşam ın yalnızca bu yönlerini bir temel .
olarak değil) değerin d iktatörlüğünün temelli bir eleştirisini
gerekl i kılar. Bu gözlem yalnızca " fi ilen var olan sosyalizm "in
deneyi m !erine ayrılmam ıştır. Kapitalist toplum larda politik
seç im değerin vahşi d iktatörlüğü tarafından bütünüyle reddedi­
l ir. Rehabilite edi l m iş ya da Alm an dostlarım ızın dey i miyle,
yeniden-politize edi l m i ş pol itika, kültürel alana açıl ır. Bu bize,
68
değerin baskı ları üzerine ya da bununla i lişkili politik iktidar
görüşlerinden türeyen ler üzerine kurulm am ış yeni bir uygarl ık
düşlememizi önerir. Hem uygarlığı m ı z hem kültürümüz haline
gelm iş, iktidarı uygulama çabasına i l işkin uygulamaların dar
çerçevesinden kurtulmuş bir politikanın üstün gelişi, bu y üz­
den, değer yasası diktatörlüğünün sönüm lenmesiyle eşanlaml ı­
d ır. Ancak, bu, toplumun gerçek evri m inin nesnel olarak ge­
rektird iği zorunlulukların ve olasıl ıkların gündemi nde m idir?

Değer Yasasmm Başkalaşımları (Metamorphoses)


1
Marks'ta kullanım değeri kavram ından ayrılan, değişim de­
ğerini belirten basit değer kavram ı emeğin toplum sal bölünme­
sinin ve bağımsız üretim birim lerinin varlığını i fade eder.
Böyle bir bağımsızlık, bu bağımsızlığın onun arac ı lığıyla ifade
edilm iş olduğu ana tarihsel biçim gerçekten özel m ülkiyet olsa
da, toprakta, üretim araçlarında ya da emek ürünlerinde özel
mülkiyetin bireysel ya da kolektif biçimlerini zorunlu olarak
gerektirmez. Ama biçimsel olarak devletin ve/veya kooperatif­
lerin sahip o lduğu bağım s ız üretim birimleri ayn ı işlev i yerine
getirmek üzere tasarlanabi lir. Böylece bu bağımsızlık yalnızca
alt bölüm lere ayrılmış birim lerin "ürünleri"nin değişim nesne­
leri olmasını, bu ürünlerin alıcı ve satıcıları arasındaki "pazar­
lık" i le "serbestçe" (iyi anlaşılmış bütünsel bir yasal düzen le­
m eyle sabitlenebilecek sınırlar içinde) belirlenm iş bir fiyatları­
nın olmasını zorunlu kılar. O zaman · her bir ürün, ister bir
"şey "i n, ister özel bir hizmetin fiziksel biçim ine bürünsün, bir
mal, b ir ticari üründür.

69
Elbette, değerin varl ığı içinde üstü örtülü bir som ut toplum­
sal gerçeklik vardır. Bu yüzden bu ampirik olarak kavranabi lir.
Ama, her zaman olduğu gibi, derinden bir bilimsel kavrayış
olgunun ötesine, andaki duyusal-deneyim lerin doğrudan verdiği
görünüşlerin ötesine geçmem izi gerektirir.
Değer teorileri arasındaki ayrım ları koyan budur. Burjuva
fel sefesinde, özellikle de Anglo-Sakson ülkelerde hakim olan
ampirik yöntem kendisini olgusal bir kabukla -şu durumda
fiyatların varl ığı görünür gerçeğiy le- sınırlar ve böylece değer
teorisini fiyat teorisine indirger.
Marks' ın yöntem i, değişim leri fiyat mekanizmasıyla ifade
edilen toplumsal emek ve emeğin toplumsal bölünmesi kav­
ram ları üzerine kuruludur. Ö lçülebilir toplumsal emek m iktarı
tarafından üretilmiş olmaları anlam ında, üretilmiş olanlar top­
lumsal ürünlerdir. Ü rün m iktarının içerdiği doğrudan ve dolay l ı
toplumsal emek m iktarı hesaplanabil ir. Emeğin toplumsal bö­
lünmesi, toplumsal emeğin fark l ı üretim alanları arasında ve
toplumsal ekonom inin çeşitli dallarını oluşturan farklı bağımsız
üretim birim leri arasında dağıtılmasından başka bir şey değil­
d ir. Değerler dolay l ı olarak fiyatlar içinde ifade ed i l irler ve
fiyatlar en son olarak değerler tarafından belirlen irler; ama
ancak en son olarak, çünkü diğ�r etkenler fiyatıı ·. yapısında rol
oynar. Bu öze l l ikle (yalnız kapitalizme özgü olan) sermaye
sahipliğinde ve çeşitli kapitalistler tarafından sah ip olunan tekel
iktidarının göreli derecesinde görülebil ir. Marks' ın yöntem i
fiyatın ilk görünen ampirik gerçekliğini hesaba katar. Değerle­
rin yapısal dağı lımı fiyatların yapısal dağılım ıyla dolay l ı bir
benzerlik taşır. Değerler, diğer etkenleri, örneğin kar oranları
arasındaki eşitlenme eği l i m ini ifade eden değerlerin yapısını
bel irleyen koşul lara eklenerek "üretim fiyatları"na "dönüştürü­
l ebilirler" .
70
Böyle bir dönüşümü ancak fiyatların hesaplanmasında. doğ­
rudan, değerleri hesaplarken kullanı lan artı-değer oran ından
kaynaklanan kar oranına eşit bir kar oranı kullanma yan l ışını
yapanlar olanaksız bulurdu. Bu saçma varsayım ın, bu iki oranın
gene l l ikle farklı olması gerektiğini sezindiren marksist yaban­
cı laşma kavr�mıyla çeliştiğini iddia etm iştim . Eğer bun lar
fark l ı olmasaydı, daha derindeki gerçekl ik, onu belirten yüzey­
sel olgudaki görünür yansım asından farksız olurdu ve ekono­
m i k determ in ist bir yabancı laşma olmazd ı.
B u noktayı uzatmayacağım. çünkü şu anda üstlendiğim şe­
yin çerçevesi dahil inde sonraki tartışmayı yaptığım değer teorı­
sini savunmak değil, değer kavram ının sönüm lenmesinin zem i­
nini oluşturmak için gerekli bu başkalaşım lara nas ı l m aruz
kalacağını göstermektir. Bu soruyu öne sürüyor ve buna üretic i
ünitelerin bağımsız olduğu hipotezinin geri çek i l işi bakım ından
yanıtım ı sunuyorum .

2
Değer yasası, mal ların -altbölüm lere ayrı lm ış toplumsal e­
meğin ürünleri anlam ında- son tahl ilde değerler tarafından be­
l i rlenen fiyatlarla değişim inde ifadesini bulur.
Değer yasası, bu yüzden, ancak mal lar iki öze l l ik sergi le­
diklerinde işler: Bun lardan birincisi, bel i rgin fiziksel nicel ikler
-örneğin, bir yardal ık tasm a pam uklu kumaş- bak ım ından ta­
nım lanabi l i r olmaları ve ikincisi, diğerlerinden bel irgin bir
şekilde ayrı l m ış olan ve kesin sın ırları bulunan bir üretim biri­
m inden - bu durumda. örneğin eğiri lm iş pamuk a l ıp basma
kumaş satan dokuma ve baskı atölyesi- gelen toplumsal üretı­
m in sonuçları olmalarıdır. Bundan sonra söz konusu malın tek
bir biri m i n i imal etmesi gereken toplumsal emeğin nice l i ği n i

71
hesaplamak gerçekten mümkündür (şimdi karmaşık emegın
basit emeğe dönüşmesi konusunda bir tartışmaya girmeyece­
ğim).
Olanaklar el verdiği ölçüde veri l i üretim d izgesi, kendisi de
bir üretim biri m i olarak kurulmuş bir fi rm aya entegre olduğu
için bu zincirin tümünde üretilen ilk ürünler mal değildir. Ve bu
yüzden ne gerçek bir değere ne de gerçek bir fiyata sahiptirler.
Örneğin, eğirme ve dokuma işlem leri yapan bir tekstil fabrika­
sında, diğer üreticilerden alınan çırçırdan geçm iş pam uk yu­
makları aslı nda hem değere hem de bir fiyata sahip mallardır.
Ama eğirilmiş pamuk için durum böyle değildir. Eğer söz ko­
nusu entegre firmanın dışında, bağımsız eğirme işi yapanlar
varsa bunların eğirilmiş pamukları değere ve fiyata sahiptir ve
bunlar entegre firman ın kendi ekonomik verimliliğini ölçtüğü
hesaplamalar için referans noktaları olarak hizm et verebi lirler.
Ama üretim d izgesinin ilk aşaınası ile uğraşan bir organi­
zasyonun varsayımsal durumunda değer yasasının yeri nedir?
Bizim varsayımımız ayırt edilebi lir her son ürünün gerekli tüm
m ateryal m alzemeyi kendisi üreten bir firmanın imalatı oldu­
ğudur. Bu durumda yalnızca ara (intermediary) ürünler . mal
olarak düşünülemez. Bu son ürünlerin etiket fiyatının gerçek­
leştiği pazar tüm farklı üreticileri temsil eden arz çizelgesi ve
bu gibi ürünlerin tüm potansiyel alıcılarını temsil eden talep
çizelgesi tarafından yönetilen bir pazard ır. Öyleyse ikinci gru­
bun öznel "tercihleri" tayin edici etken mi olmuştur? Kesinl ikle
hayır. O "tercihler" dönüşmüş olarak değere karşılık gelen fi­
yattan daha düşük bir fiyat gerektirseydi üretim dizgesine en­
tegre olmuş üretim biri m i diğerleriyle aynı karl ıl ık oranı n ı ger­
çekleştiremezdi; böylece sermaye fazla üretim inde azaltmaya
yol açarak o birimden diğerlerine çevrilirdi. Değer yasası eme­
ğin toplumsal dağılımını yönetmeye devam ederdi .
72
Gerçekte bu akademik varsayım savunulamaz, çünkü üreti­
m i n farklı kolları arasındaki karşılıklı bağı m l ı lık tamam ıyla
entegre olmuş üretim d izgesi içinde bir ayrım ı zihinde canlan­
dırm ay ı olanaksız kılar. Durum böyle olduğu için, her birim
kendi sermaye ekipmanının üretimini kapsam ış olurdu. Ama o
zaman ayırt edi lebi l i r son ürünler imal eden üretim dizgeleri
arasında düşünülmüş olarak, emeğin toplumsal bölünüşü, eme­
ğin teknoloj ik bölünüşünün m antığıyla çelişkide olurdu. Ü reti­
m in entegrasyonu ancak tek bir şirket -bir ulusal ekonom i ve
tamamen kapal ı bir şirket olabilir- halinde birleşm i ş tüm tek­
nolojik birim ler içinde bütünsel olarak düşünülebil ir. Bundan
sonra, ister sermaye ekipm anı, ister hammadde ya da yarı ta­
mam lanmış mallar olsun, tüm ara ürünler bu teknoloj ik birim­
ler arasında ve her birinin kendi içinde gerçekten dolaşıma
girebilir. Ancak mal olarak değil. Tersine son ürünler, etiket
fiyatı üzerinden bu mal ları satın alıp almamakta serbest olan
alıcılara yapı lacak satış için, mal olarak biçim lerini muhafaza
ederler. Böylece bıraktığım ız varsayıma geri döneriz. Aşırı
stoklar fiyatın çok yüksek oluşuna işaret ederler ve bir karabor­
sanın doğuşu fiyatın çok düşük tutulduğunu gösterir. Böyle bir
entegre ekonom inin yönetimini düşünmen in, o yönetim i sağla­
m ası beklenen iki ilkeye bağlı iki çok farklı yolu. vardır.
B irinci i lke emeğin toplumsal bölünmesinin değer yasası
temeli üzerinde kalması gerektiğini kabu l eder. Bunun geçerl i
olması için, teknoloj ik üretim ün iteleri, her birinin elde etmiş
oldµğu kar oranlarına göre değerlendiri lmek zorunda oluşu
an lam ında, tanınmış bir otonom iye sahip olmalıdır. Bu üniteler
tarafından gerçekleştiri len kar oran ları, her bir sermaye ekip­
manı birimi ya da merkezi leşm iş bir organizma tarafından doğ­
rudan m ı dağıtıldığı yoksa serbestçe mi satın alındığı hesaba
katılmaksızın, başka ünitelerden elde edi len diğer girdi ler için
73
yapılan hesaplamalarında kullandığı referans fiyatları esası
üzerinde bel irlenir. Eğer ekonomik sistem ne sübvansiyonlar­
dan ne de dolay l ı vergilerden yararlanıyorsa, son ürünler için
tüm pazarları açan kl iring fiyatlar kümesi ara ürünlerin dönüş­
müş değerlerden başka bir şey olmayan referans fiyatlarını
bütün üretim dizgesinden geriye doğru giderek bel irleyecektir.
Bu durumda değer yasası tam da bir önceki örneğim izde yapa­
cağı ve kapital izm altında yapıyor olduğu gibi emeğin toplum­
sal bölünmesini gerçekten yönetecektir.
İ kinci i lke emeğin toplumsal bölünmesinin değer yasası üze­
rinde temel lendirilmesi ihtiyacını reddeder. Fark lı bir şek ilde
koyacak olursak. bütünsel bir planlama otoritesi tüm girdiler
için referans fiyatı oluşturacaktır ve bu kararın mantığının ge­
reği olarak, girdi lerin çeşitli üretim üniteleri arasrnda dağ ı l ı m ı­
n ı idari olarak uygulamak zorunda kalacaktır. Bu fiyatlara tabi
olmakla, bu ün iteler veril i bir kar oran ını gerçekleştirebilir ya
da gerçekleştiremeyebilir. Merkezi otorite bu gibi sapmaları
sübvansiyonlar ya da aşırı kar vergileri arac ı l ığıyla yoluna
koyacaktır. Son ürün lerin fiyatları onları tüm ara üretici lere
bağlayan zincirin sonunda oldukları şey neyse o olacaktır. Bu
fiyatlar pazar-takas (market-clearing) fiyatları olabilir de olma­
yabilir de ve bu durumlarda da merkezi otorite sübvansiyonlar
ve dolay l ı vergiler arac ı l ığıyla sapmaları yok edecektir. Bu
sistem şüphesiz ki çok yetersiz olacaktır: Bazı üretim üniteleri
planlanın ış hedeflerini yerine getirmeyi imkansız bulurken
bazı larının bunu yapması · kolaylaşmış olacaktır. Nesnel bir
zorunluluk olarak, değer yasası, kendi tarzıyla kendisini red­
detm iş olan iktidar yapısından intikam ını alacaktır.

74
3
F i rlen var ol!in kapital izme döne l i m . Değer, doğası gereği i ­
ki anlamda toplumsald ır. B irincisi, bir üretim ün itesinin üretim i
bir kolektif işçi grubu tarafından yapıl ır. Emeğin işçi ler arasın­
daki teknolojik bölünüşü ve ihtiyaç duyulan beceri ler değer
yasası tem e l i üzerinde değil, kesin toplumsal kural lar temeli
üzerinde belirlenir. Bununla maaş h iyerarşisinin basit ve kar­
maşık emek arasında bir i l işkinin ifadesi olmadığını kastediyo­
ruz. Karmaşık emek yetişmesi belli bir okul eğiti m i ve çıraklık
zamanı gerektiren vasıflı bir işçi tarafından harcanan emektir
ve bu nedenle birçok bell i basit emek değerindedir. Eğer bu
i lişki bir işçinin yaşam süresinden sağlanan çalışma y ı l ları
m iktarı otuz y ı l ı bulurken en gen iş yetişme süresinin on beş
y ı ldan fazla sürmeyeceğini düşünecek olursak, ancak mütevazı
bir m aaş farkında, belki 1 . 5'a 1 oranında kalabil ird i . Tek bir
üretim birim inin içerdiği doğrudan ve dolaylı emeğin toplam
niceliğinin ölçümünde bu hesaplama . basit emek birim leri ba­
kım ından uygulanmal ıdır. Bunu basit emek gücünün fiyatının
(vasıfsız bir işçinin taban ücreti) sistematik olarak kendi değe­
rinden daha düşük, ve karmaşık emeğin fiyatının kendi değe­
rinden daha yüksek oluşu izler. Gerçekte teknik ve idari perso­
nel artı-değer üretim inde yer almaz ama bunun dağılım ından
pay alır. Bu gerçek ücret h iyerarşisi nasıl açıklanır? Bu sorunda
ekonomi teorisi suskundur ya da gereksiz tekrarlar yapar. Deği­
şik vasıflı olan işçilere olan arz ve talebin kendisi emek gücü­
nün toplumsal üretimi aracılığıyla eğitim sistem lerinin bütün
dizisinin aracıları tarafından üretilir. Ü cretlerin "marjinal üret­
kenlik" tarafından belirlendiği iddiası burada, diğer yerlerde
olduğu gibi, saf ve basit bir totoloj idir. Değer yasasının işleme
alanı bir işçi grubunun kolektif ürününün bir mal, bel l i bir de­
ğere sahip ticari bir ürün olduğu şirketin kapısında başlar.
75
İ kinci olarak, değer toplumsaldır, çünkü hiçbir üretim ünite­
sinin üretimi ana sermaye ekipmanı ve diğer girdileri sağlayan
ya da ürünlerini nakleden ve pazarlayan tüm d iğer ünitelerin
üretim inden ayrılamaz. Değer yasası bu karşı lıklı bağı m l ı l ığın
nası l düzenlendiğini gösterir. Bununla birl ikte, değerin toplum­
sal içeriği, bireyselleşm iş arz-talep fiyatları (çeşitli alıcı ve
satıcıların aradığı fiyatlar anlam ında) aracı lığıyla ifade edil ir.
Bu fiyatlar ya özel bir ünitenin konumuna ya da tüm bu gibi
üniteler arasındaki etk i leşime özgü bir çok koşula ve bu etki le­
şim lerden kaynaklanan dönüşüm ler ve sapmalara, denge ve
dengesizliklere bağlı olarak gerçekleştirilebilir ya da gerçek­
leştirilemez.
Şimdi kapitalist gelişme başladığından beri tüm aşamaların­
da bulunabilecek bu çel i şki modern kapitalizm altında en az üç
ana nedenle daha büyümüştür. Bunlardan birincisi, atom istik
rekabetin (küçük grupların rekabeti-ç.n.) oligopo listik rekabete
(zümre tekel lerinin rekabeti-ç.n.) dönüşümünün bir sonucudur.
Tekel eşit kar oranlarını ifade eden üretim fiyatlarına bağlı fiyat
sapmalarını içinde taşır. Bu saptırıcı etki uzun ve karmaşık
üretim zinciriyle işleyen bir çok tekelde daha da etkindir. Değer
yasasının geçerl iliği altındaki gerçeklik kriterini ifade eden bir
çok fiyat, bu önem ini kaybetmiş ve şimdi bir şirketin iç m uha­
sebesinin referans fiyatlarından biraz fazla olmuştur.
İ kincisi büyüyen artı-değer yığınını kapsamaya gerek duyan
bir " üçüncü departman"ın büyümesinin sonucuydu ( Marks,
sermaye birikim süreci analizinde üretim departmanlarını, De­
partman 1, sermaye mal ları üreten ve Departman il tüketim
malları üreten olarak yaln ızca ikiye ayırmış olsa bile). İ lk ola­
rak Paul Sweezy tarafından öne sürülen görüşü desteklemek
dışmda, bu sorun üzerinde durmayacağım. Sadece bu üçüncü
departmanın görünüşte farklı olduğunu belirteyi m . Diğer şeyler
76
arasında, m ateryal nesneler (gene l l ikle teçhizat) ve eğitim ve
sağlık gibi kamu h izmetlerinin sağlanması için gereken kam u
giderlerini kapsar.
Kendi payına hizmet sektörü heterojendir. Bazı materyal ü­
rünler gibi kimi hizmetler karakteristik o larak son ürünlerin
(girişim lere sağlanan . taşım acılık, pazarlama hizm etleri ve mali
h izmetler gibi) üretimi için sağlanan girdilerdir ve bu gibi şey­
ler malların değerini belirlemede yardımcı olan unsurlar olarak
sayılmalıdır. Diğerleri, bunların satıcı tarafından üretimi al ıcı­
nın özdeş tüketim eylem i anlam ına gelen tüketici gelirlerinden
ödenir. Materyal malların üretimi ile karş1laştırıldığında, hiz­
met sektörünün hızl ı gelişim ine yön veren bir çok neden vardır.
Ü çüncü neden kapitalist küreselleşmenin derin leşmesinden
ı kaynaklanır. Dünya ölçeğinde sermaye birikim iyle ilgili ortaya

koyduğum önermelere merkez oluşturan bu sorun üzerinde de


durmayacağım . Şimdilik vargımın yinelenmesiyle kendimi
sınırl ıyorum; yani fi i len var olan kapitalizme (küresel leşm iş
kapitalizme) hükmeden değer yasası soyutlamada dikkate alı­
nan kapitalist üretim tarzından türetilen değer yasası değil,
küreselleşm iş değer yasası olarak adlandırdığım yasadır. Bu
ikinci biçim, çevre ülkelerdeki işçilere metropol merkezlerdeki
aynı derecede üretken işçilerden _daha az (ücret -ç.n.) ödenme­
siyle sonuçlanan bir sistematik sapmaya neden olur. Rasyonel
kapitalist iktisadi hesaplamada referans noktası oluşturan küre­
sel fiyat sistem i bu yüzden değerlerin çifte dönüşümünün sonu­
cudur.

4
B u noktada, yasanın işleyiş biçim inde bir ek değişiklik ge­
rektirmeye yönlenm iş değer yasası sorununun yeni bir yönünü

77
ele alacağız. Sorunun bu yeni yönü sibernetik (güdüm bilimsel­
ç.n.) otomasyonundan doğar. Sibernetik otomasyon otomatize
edi l m iş ekipmanın üretim inde cisim leşm iş olarak, doğrudan
emeğin -otomatize edilmiş ekipmanın bakı m ı ve gözetimiyle
sınırlıdır- dolay l ı emek yararına şiddetle azalmasından oluşur.
Bu otomatize edi l m i ş çarkın sibernetik olarak otomatize bir
süreç -teknolojik evrimin bugünkü aşamasında hala bir akade­
m ik varsayımdır- aracıl ığıyla kendisini ürettiği varsayı m ı altın­
da, emeğin kendisi m ateryal üretim iyle i lgili tablodan silinmiş
görünecektir. Böyle bir ortadan kalkış değer ve değer yasasının
silinmiş olduğu ya da tersine, bütünüyle ve kusursuz biçimde
toplumsal laşm ış olduğu an lam ına m ı gelirdi?
Bu soru tüm aşamalarda materyal üretim inin toplam oto­
m asyonu akademik varsayım ından -otomatize edilmiş ekipm a­
nın kendisinin, tüm ara ürünlerin ve tüm tüketim mallarının
üretim i- doğar.
Bu durumda üretimin dört bölümünü i ncelemeliyiz:
1 . bölüm; üretim araçlarının tamam ıyla otomatize - edi l m iş ü­
retim inin, otomatize edi l m iş sermaye ekipmanının ve d iğer ara
mal lar ve ham maddelerin açık lanması
i l . bölüm; benzer şeki lde, bütünüyle otomatize edi l m iş bir
yolla, tüm tüketim mal larının üretilmesi
1 1 1 . bölüm; kısmen sibernetik otomasyona maruz kal m ış ol­
salar da sibernetik olarak otomatize edilmiş yeni üretim dizge­
lerin'in ve üretimi destekleyen etkin l ikler (taşımacı l ık, pazarla­
ma ve mali hizmetler gibi) için hala ihtiyaç duyulan eski tür
hizmetlerin araştırılması ve gel iştirilmesi (ekonom ik etkinl iğin
yeni bir sektörü) gibi, önceki iki bölümün üretiminin girdileri
olarak ihtiyaç duyulan hizmetlerin üretilmesi.

78
i V . bölüm ; ayn ı şek ilde kend ileri de kısmen sibernetik ola­
rak otomatize edilm iş, bireysel ve toplumsal son tüketim h iz­
metlerinin üretimi.
1. ve il. bölümlerde kapsanan üretim dizgelerinin toplam si­
bernetik otomasyonu varsayım ı izlen ildiğinde, doğrudan eme­
ğin bu sektörlerde hiç kul lanı lmadığını (gerçekte böy le bir e­
meğin önemsiz bir m iktarının kalmasına rağmen) varsayarız.
Ayrıca, ücretli işçileri iki kategoride sınıflandırabil iriz: Sı­
radan işçi ler (vasıfları veri li bir düzende sıralanabi lmesine
rağmen hepsi anda vasıflıdır) ve üretim in organizasyonu ve
karar alma gibi şeylerin parçası olan "toplumsal denetim " işçi­
leri . İ kinci gruptaki işçi lerin birinci gruptaki işçi lerden dört kat
fazla ücret aldıkları varsay ı l ır.
Ü RETİ MLER
Girdi ler il 111 iV TOPLAM

Üretım son ara son (Fiziksel olarak


araçları mallar hizmetler hizmetler homojen birimlerde)

Üretim
araçları Fi F2 F3 F4 F

Ara
hizmetler Hl H2 o o H

Sıradan
emek o o E3 E4 E

Toplumsal
denetimci
emek E' l E'2 E'3 E'4 E'

79
Bu tablonun satırları şöyle okunmalıdır:
B irinci satır: Fiziksel birim lerde ifade edi lmiş ve dört bölüm
(F i , F2, F3, F4) arasında paylaştırılmış ara tüketim malları
(ham m addeler ve sibernetik olarak otomatize edilmiş m akine­
ler)
İ k inci satır: Hizmet birim lerinde ifade edi l m i ş ve birinci ve
i k inci bölüm lerde (H l , H2) paylaştırılm ış olan ara tüketim
hizmetleri.
Ü çüncü satır: Her yıl için m ilyonlarca işçinin ifade edildiği
sıradan emeğin paylaştırılmas ı . Bu işçi lerin tümü, m ateryal
m al lar üretim d izgelerinin tümüyle otomatize edilmiş olduğu
varsayıldığı ölç!.ide, hizmet üretim i bölüm lerinde (E3, E4) yer
alır.
Dördüncü satır: Her yıl için m ilyonlarca işçinin ifade edildi­
ği ve dört sektör arasında pay laştırılan toplumsal denetimci
emeğin tahsisi.
Her bir fiziksel birime aşağıdaki gibi birim başına bir orta­
lama fiyat saptıyoruz:
* S ermay e mal ları birimi başına fiyat . . . . . . . . . . . . . . . . . . . fi

*Tüketim araçları birimi başına fiy at . . . . . . . . . .......... f2

•Ara hizmetler birimi başına fiyat :. . . . . . . . . . . . . . . . . . f3

• son hizmetler birimi başına fiyat . . . . . . . . . . ......... f4

* B ir sıradan işçinin y ı l l ık ücreti . . . . ......... ......ü

* B i r toplumsal denetimci işçinin y ı llık i.lcreti . . . . . . . . . . . . . . . ü'=ki.1 (k=4 varsa-


y ılmıştır)

80
•••

DEÔERLER

Üretim son ara son (değer


araçları mallar hizmetler hizmetler terimleriyle)

Üretim
A raçları F l fl F2fl F3fl F4fl Ffl

Ara
H izmetler H l f3 H 2f3 o o Hf3

Sı radan
emek o o E3il E4 ü Eü

Toplumsal
denetimci
emek E' l ü' E'2 ü' E' 3 ü' E'4 ü' E'ü '

• İ l k sütunun tamam ı olarak verilen (F l fl +H l fJ+E' l ü') ü­


retim araçlarının üretim i tüm dört bölümden (Ffl , birinci satırın
tümü) gelen taleple alınm ıştır.
• Ü çüncü sütunun tamam ı olarak veri len (F3fl +E3ü+E'3ü')
ara hizmetlerin üretim i, ikinci satırın toplam ı olarak verilen
(HfJ) talebe karşı lık gel ir.

81
* Ü cretler olarak dağıtı lan ge lir ( Eü+E'ü') son mal ların top­
l am üretimini (ikinci sütundaki F2fl +H2f3+E'2ü') ve hizmetleri
(dördüncü sütundaki F4fl +E4ü+E'4ü') ele almak için yeterlidir .
Bu al ıştırmanın amacı, bir dengen in istikrarlı ( i stikrarsız bir
sistem in çözümü yoktur), bel i rlenm iş (sistem in dengede olaca­
ğı tek bir fiyat kümesi olduğu anlam ında) ya da saptanamaz
( sonsuz sayıda çözüme izin veren) olmasını ifade eden çizgisel
denklem ler sistem � için ihtiyaç duyulan şartları tartışmaktır.
Ayrıca uygun bir yığı lman ın gerçekleştirilmesi n ihai olab i l irlı­
ğini tartışmaktır. Hatta böyle herhangi bir ç izgisel denklem ler
sistem inin rn ikroekonoın ik ve rn akroekonoın ik yak laşım ları
bağdaştırıp bağdaştıram ayacağın ı tartışmak da deği ldir. Ger­
çekte. genel görüşüm üz. kendi başlarına ekonoın ik rasyonel l i­
ğin çalışmalarının arana dengen in önünü açmadığı ve oldukça
az derecede durağan bir dengeye öncülük ettiği yolundad ır. Bu
yüzden. eğer az çok durağan dengeler gerçekten ortaya çıkma­
l ıysa. her durumda iktisadi mantığın s i l inemez toplumsal ve
pol itik mantıklarla kurulacak bir kom binasyonun (hem bütün­
leyici hem çel işk i l i ) arac ı l ığıyla, bu şek i lde ortaya çıkarlar.
Soyut ekonom inin kanıt arayışın ın saçına bir girişim i temsil
etmesin i n ve tarihsel materyal izm in yerini alın a tutkusunun boş
bir girişim olmasın ın nedeni budur.
Bu a l ı ştırmanın amacı yalnızca. ekonom ik sistemin evri m i­
nin, artan toplumsal laşm asın ın sert ekonom i k rasyonel l i k nos­
yonunu çağrıştırdığı değer kavram ına tabi k ı ldığı başkalaşım (a­
rın ( m etam orfoz) bir resm ini çizmektir.
Sibernetik otomasyon, toplumsal denetimci emeğin ana ka­
rakteristiklerine göre, topl u msal denetimci eırıek üretken emek
sürecine doğrudan ya da dolay l ı bir katkı sunmad ığı için, değer

82
kavramına ve değer yasasına bir m eydan okumadır. B u aşağı
yukarı artı değerin kullanım ıdır.
Değer tablosunda ulusal gelir (Eü sıradan işçilerin ücretleri­
ni temsil etmek üzere) Eü+E'ü' toplamına eşittir. Artı-değer -bu
durumda E'ü'- bundan dolayı üretim i organize eden, denetleyen
ve ondan kazanç sağlayan m üdür ve idarecilere ücret biçim inde
tahsis edilir. Bu yeni sermaye telafi biçim i, içinde karın, her bir
şirket tarafından denetlenen görecel i toplumsal sermaye hisse­
sine oranl ı pay ed ildiği eski biçimin yerin i al ır. Modelim izde,
pratikte, oligopolistik firmaların, girdi ve emek gücü maliyetle­
rini ekleyip, buna da sermaye telafi payı ( ikinciye doğru oran­
tılı, ama rekabetçi koşullara bağlı değişken bir oranda) ekleye­
rek kendi ürünleri için bir fiyat koyma olanaklarının önünde bir
engel yoktur. Gerçekte bu m i ktar, dağıtımdan sonra kalan net
kar önemsiz iken (tablomuzda O'a karşılık gelir), m aaşlar biçi­
m i nde m üdürler ve idareci ler arasında paylaştırılır. Tüm bu
artı-değerin, kısmen bireyler tarafından ama her şeyden önce
kolektif olarak (kamu giderleri aracı l ığıyla) son hizmetlerin
,
tüketilme biçim i nde, burada ele al ınan bır artığı (Sweezy-Baran
yaklaşı m ında) içerdiğine dikkat ediniz.
Diğer sanayi sektörlerinden ayrı ele alındığında materyal
malları üreten sanayi ler üretken emekten yararlanmadığı ve
üretim lerinde yeni emek bulunmadığı için bunlarda emek sö­
m ürüsü yer almadığından; bu sanay iler yalnızca ara hizmetlerin
(temel araştırma ve sibernetik olarak otomatize edi l m i ş ekip­
manın geliştiri lmesi) üretim inde bulunan dolayl ı emekten ya­
rarlanırlar. Emek söm G rüsü ancak ekonom i 1 . , i l . ve I I I . bö­
l üm lerde kümelendiği gibi tasarlandığında yeniden ortaya ç ı­
kardı. Ama bu düzeyde bile yaln ızca işçi lerin küçük bir azınlı­
ğı m ateryal mal ların üretim ine bağlan ırd ı . En fazla söm ürülen

83
işçiler, kimi doğrudan bireysel tüketime kimi de artık-emen
kamu harcamalarına giden son hizmetlerin üretimiyle uğraşan­
lardır. B u işçiler bu yüzden, toplumsal konuml arı kelimenin
geleneksel anlamında sömürülenlerle karşılaştırılabilir olmala­
rına rağmen, üretimde sömürülmezler.
Öyleyse olan şudur; sömürünün ana biçimi bütün gelirin da­
ğıtımı aracılığıyla ortaya ç ıkar. O zaman değerin anlamı ancak
toplumsal üretim in sıradan işçilerden oluşan proletarya ile
toplumsal yönetici burjuvalar arasında paylaştırıldığı bu karma
ve kapsaml ı düzeyde bulunur. Doğal olarak değer kavramının
bu kadar geniş başkalaşımı dev bir ideoloj ik öneme ve e leştirel,
topl umsal ve politik etkilere sahip olur.
Değer kavramı ancak ekonomik determ inist yabancı l aşma
topluma hala damgasını vurduğu sürece varlığını sürdürür. B u
bizi tekrar Marks'ın başlangıç noktasına, değer v e piyasa ya­
bancılaşmasına getirir. Bu yabancılaşma ancak şeylerin idare­
sinde alternatif bir görüş uygulamayla ortadan kaldırılab i lir. B u
yoll a topl umsal denetleyiciler gerçekten topl umsal denetimin
araçları olacaktır -ki bu gerçekten demokratik bir toplumsal
i ktidar yapısının örgütlenmesi n i ifade eder. Yine bu yolla, tüm
üretim öncelikleri artık, kolektif adına ekonomiyi ekonomi
yasasının gereklerine uyarlama yeteneği üzerinde temellenen
bir meşruiyete sahipmiş gibi davranan bir azınlığın kararlarıyla
değil, gerçekten kolektif tarafından bel irlenecektir.
Durum bu olmadığı sürece, sistem hala, hakim oligopol istik
şirketler arasındaki rekabet aracılığıyla işleyen değişm iş bir
değer yasası tarafından yönetilecektir.
Kendi içsel evrim i aracılığıyla kapitalizm üretim sürecini
toplumsallaştırır. Ama bunu, bu toplumsallaşmayı tamamlama-

84
sı gereken son adımı (politik, ideolojik ve toplumsa l sistemin
p iyasa yabancılaşmasından kurtulmuş bir demokrasiye dönü­
şümü) kendi başına atmaya yetenek l i o\ m aksızın yapar. Yalnız­
ca bu dönüşüm sosyalizme bir geçiş olarak düşünülmeyi hak
eder. Eğer bu dönüşüm meydana geımezse, o zaman "toplum­
sall aşmış" bir sistem tüm yönleriyle yukarıda tarif edilen siste­
me benzeyecektir. Bu sistemde tüm şirketlerin devletin m ülkü
haline gel i p otonomil erini kaybederek birbirleriyle tamamen
entegre oldukları varsayı lır. Burada devletin mutlak tekel ikti­
darı devlet m ülkiyetini proletarya i le burjuvazi arasındaki zıtlı­
ğın temel biçimi haline getirir.
Tabii ki bu varsayı msal durum açıkça Sovyetik sistemdir:
kapitalistsiz kapitalizm ya da kesin olarak söylersek, burjuvazi­
nin tek bir kapitalist olarak kurumlaştığı bir kapitalizm .
Sonuç : kapitalizmin ötesine geçişin belirtileri
*
Küreselleşme Çağında Kapitalizm adl ı son kitabımın so­
nunda geçiş sorununu daha önce yeterli bir uzunlukta zaten arz
etm iş o lduğum için burada bu argüman üzerinde durmaya gerek
görmüyoru m . Bu noktada yalnızca hep birlikte onun özgün
emek sömürü tarzını karakterize eden ve ona özgü üç temel
çelişmeyle (ekonomik yabancılaşma, küresel kutuplaşma ve
doğal çevrenin imhası) tarihsel kapitalizm i tanımlayarak, kapi­
tal izm in ötesine geçişin bir toplumsal dönüşüm projesi hayata
geçirildiğinde başlayabi leceği hakkındaki iddiam ı hatırlatmam
gerekiyor. Öne sürdüğüm iddiada bu harekete geçirme, (proje­
n in-ç.n.) ekonom i pol itiği, politikası ve kültürü aracılığıyla,
toplumsal evrim i adı geçen çelişmeleri sürekl i y ığınlaştırmak-

• Londra, Zed Press, 1 996. T ü rkç�si: Vasıf Erenus, Nisan 1 999, Sarmal Ya­
yınevi
85
tan çok azaltmaya doğru yöneltir. Tarihsel sosyalist hareketle­
rin şimdiye kadar öne sürdüğü geleneksel geçiş biçim lerinin
aksine, tek bir toplumda ve bu toplumun, hem ulusal parçaları
hem de küresel boyutları bakı m ından, kapitalizm in karakteris­
tik özelliklerini yeniden üretmeye eğil im ti güçlerin anti­
sistemsel diye adlandırılabilecek, zıt tarafa yönelm iş güçlerle
bu .süreç boyunca çatışacağı uzun bir geçiş öne sürüyorum.
Öne sürdüğüm geçiş stratejisi, kel imenin kabul gören anla­
m ında ("gerçekdışı" ile eşanlam lı kullanılan) volantarist değil­
dir; daha çok, tarihin farklılaşan olasıl ıklara daima açık olduğu,
toplumsal değişim için verilen gerçek mücadeleler ve projeler
alanındaki karşı karşıya gelişleri kendi inanılırlıklarının ve
meşruluklarının temeli olan birbirine eşit derecede olası alter­
natif seçenekler için fırsatlara sahip bulunduğu fikri üzerinde
temellenir. Bu olab i l irl ik alanı -Marksist anlamda nesnel zo­
runluluğu tan ım lar- Ü çüncü �ölüm'de ayrıntılandırdığım alt
belirlenim fikrinden gelir.
Bu yüzden, bu özel (arzulanan) olabilirlik için gereken ko­
şul lar tartışması çeşitli alternatif fütürist senaryolara i lişkin
tartışmayla karıştırı lmamalıdır. Bu ikinci tartışmanın kendisi de
elbette gerekl i bir tartışmadı:-, çünkü bizi yeniden, gerçek mü­
cadeleler alanında bugün çatışmakta olan güçlerin geleceği
nasıl biçimlendirdiğini düşünmeye götürüyor. Bu bak ımdan,
son derece çeşitli ve hatta çelişk i l i varsayım ların değişik tar­
tışmacı lar tarafından ve çoğu kez cidd i argüman larla i leri sü­
rüldüğünü görmek şaşırtıcı değildir.

Görüşlerilı en kötümser olan ı, kapital izm in yapısında var o­


lan yasalar (özell ikle de yukarıda işaret edi len üç çelişme) tara­
fından yönetilenden fark l ı bir insan uygarl ığının inşası için her
fırsatı pratik olarak ortadan kaldıranıdır. Bu perspektifte, tarih
86
yalnızca dümdüz edi l m iş kendi yolu boyunca i lerler ya da baş­
ka bir deyişle, kapital izm in gözün görebildiği kadarıyla, olası
evri m i n sınırları n ı oluşturur; yani Francis Fukuyama'nın içten­
l ikle iddia ettiği gibi "tarihin sonu"nu. Öne çıkan bu evrim .
insan ırkının yok oluşuna doğru acımasız bir ilerleyiş olan so­
yut savaş ın mahşeri görüntüsünü verir. Daha az ted irgin edici
olmayan, ama daha fazla sayıda olumlu argümanla Michel
Beaud, kurulu toplumsal i l işkilere -esas olarak ulus ötesi
oligopoliler olan dev teşebbüsleri güdü leyen kapital ist ekono­
m ik mantık, pazar yabancı laşmasını y inelemeye hizmet eden
kültürel güçler ve politik araçlar, hatta bu araçların k.ı�men
demokratik olanları arac ı l ığıyla bu güçler etkin bir şeki lde ha­
reket ederler- dayanan teknolojik b i l i m i n ekonom i pol itiğinin
potansiyel doğal çevre ve insanlık yıkıcılığını tüketm iş olmak­
tan uzak olduğunu gösterdi (Beaud'un açık laması tamamen
ikna edicidir). Gerçekten her ne kadar bir kaç olasılık arasında
tek de olsa, tek olasıl ı k olmadığına ve ama neredeyse elle tutu­
lur hale gelen ve üstelik hayal ed ilebi lir en kötü olasılık oldu­
ğuna inan ıyorum .
Bu son aşamaya vardığım ızda, soyuttan som uta doğru iler­
lemeye bakarak şu net soruları ortaya atarız:
B irincisi, bugün b i l diklerimize benzer ekonomik yabancı­
laşma ve çevresel yıkıma m eydan okumayan kutuplaşm anın
azalması ile kurulacak yen i merkezler görecek m iyiz?
İ k i ncisi, ya kapitalist içeriğini aşmasına (iyimser varsayım­
la) ya da kaçını lmaz barbarlık ve yok oluş (kötümser varsa­
yım la) sürecine başlangıç olacak bir homojenleştirici küresel­
leşme üreterek, metropol merkezlerle (kısaca özetlersek, azge­
l işm işlik yol u üzerindeki) çevre ülkelerin (aynı d i l i kullanırsak,

87
kapitalist gelişme yolu üzerindeki) ortak bir noktada buluşma­
larına doğru mu i lerliyoruz?
Daha önce söylem iş olduğum gibi, çeşitli kişilerin öne sür­
düğü argümanlar önemsiz değildir. Bugün başarı yolunda gibi
görünen ekonomilerde (özellikle Uzak Asya ekonomilerinde),
modernizasyon adacıklarının kendi lerin i çevreleyen "azgeliş­
m işlik" alanını azal!makta ciddi biçimde başarıl ı olup olamaya­
caklarını ya da kutuplaşm ış küresel sistemde çevresel statüyü
tanım layan bağı m l ılık ve parçalanm ışlığı yeni bir biçimde yi­
neleyerek izole kalıp kalmayacaklarını sormak i lginç olmayan
akademik bir soru değildir. Ayrıca, özel örnekte, orta büyük­
lükte ülkeler (Güney Kore, Tayvan, yarın belki Malezya ya da
Tayland) ya da devler (Çin, yarın Hindistan) gibi sonuçlardan
şu ya da bunun mu daha olası olduğunu sormak yararsız bir
tartışmaya girmektir. Öte yandan, bu sorular daha geniş bir
tartışma için zorunlu başlangıç noktalarıdır. Burada bu konu­
larda i leri sürülmüş olan ekonom ik argümanların ayrıntılı bir
tartışmasın ı yapmayacağım. Metropol merkezlerdeki "beş te­
kel"i ve bunların kapitalist kutuplaşmayı yeni biçim ler altında
tekrarlaması ve şiddetlendirmesini vurgulamak için öne sürdü­
ğüm nedenlerden dolayı olum lu bir sonucun çok az olasılığı
olduğu -yeni merkezler şekil leniyor- yolundaki görüşümü yi­
nelemekle kendi m i sınırlıyorum. E lbette bu bakış açısına, so­
m ut çözüm lemeleri benim konumuma güç katan başkaları
(Yoshikora Kunio ve Diana Hochraich gibi) da sahiptir.
Bu varsayım lar bakımından tayfın öbür ucunda, Alain
Lipietz ve Giovanni Arrighi küresel leşmenin en son evresinin
metropol ve çevre ülke modellerini birbirine yakınlaştırdığı
fikrini i leri sürüyorlar. Neoliberal bir saldırının hem Avrupa
hem de ABD'de sosyal devleti parçalamayı başladığı anda,

88
Fordist düzenlemeden ücretlerin düşürü lmesiyle kazanı lan re­
kabetçi liğe dayalı devlet m üdahalesi olmayan Taylorizme ge­
rileme tezi hakkında kuramsal bir şey yoktur. B u durum sür­
m ektedir. Lipietz'in şanslı (şansl ı çünkü düşünceyi k ışkırtıcı)
bir cesaretle öne sürdüğü gibi, ABD bir diğer Brezilya'ya m ı
dönüşmektedir? Benzer şeki lde Arrighi küreselleşmenin, coğra­
fi ve politik olarak artık ayrı lamayan ama hem metropol hem
de çevre ü lkelerde aynı şekilde var olan, aktif emek gücü ile
rezerve işsizler ordusu arasında ortaklıgı yeniden canlandırdı­
ğını ifade etm iştir. Burada, başka yerlerde tartışmış olduğum bu
bakışlara i lişkin i leri düzeyde bir düşünce öne sürmeyeceği m .
Bunların, haklılık payına sahip olab i leceklerinden daha ötesini
tahm in etmeye çalıştıkları kısa vadel i gerçekliklerin çok fazla
etkisi altında kaldıklarını düşünüyorum. Kitlesel tüketim düze­
yini yakalam ış o toplum ların bu yeni yozlaşmaya karşi dikkate
değer d ireniş güçlerine sahip olduğuna güçlü bir biçimde inanı­
yorum. Yine de, sorunlu bazı istisnalar bulunuyor: B ir yüzyıldır
Arjantin sürekl i bir yozlaşmanın m ümkün olduğuna örnek ol­
m adı mı? Ama bizim argümanım ız daha i leriye gidiyor: Böyle
bir geri evrime bağlanmış ekonom ik model kapitalizmi sürekl i
b i r durgun l uk v e mali krize hapseder. B u gerçek o fikri savu­
nulmaz kı lar. Bu yüzden dayandığı mantığa karşı yen ilenm iş
bir m ücadelenin koşullarını yaratır. Bu mücadeleler ekonom ik
yabancılaşITMıya göğüs gerebilecek, küresel kutuplaşmaya ve
doğal çevrenin imhasına isyan edebilecek m idir? Böyle . bir
sonuç mümkündür.
Ve böylece en önemli sorunumuza dönüyoruz: Kapitalizmin
ötesine uzun geçiş döneminin başlangıcının ön koşul ları neler­
dir?

89
Teknolojik devrim (bilgisayarlaşma ve sibernetik otomas­
yon) diktatörce idaresini kurutma olas ı l ığına yolu açarak, hali­
hazırda değişim değeri için bir başkalaşım sürecine ön ayak
olmuştur. Tam uygun biçimde Marks' ın zamanından yüzy ı l
önce tasım ladığı "genel uslamlama" kavram ından söz eden
Farido Sebai ve Carlo Vercellorre'nin bize hatırlattığı gibi; e­
mek süreci n i n süregelen toplumsallaşması halihazırda, değer
yasasının dağıtım sal norm ve refah ölçüsü olarak ekonom ik
rasyonel liğini tüketmeye başladığı bir düzeye ulaşm ıştır. Ob­
jektif koşul lar emek gücü satıcılarına ödenen ücretlerin yerini
alacak olan bir yurttaşlık gel iri fikrinin tan ınmasın ı getirm iştir.
Andre Gorz'un koyduğu gibi: "İnsanlar bundan böyle kendi
sağladıkları emek m iktarı oranında değil, toplumun üretmeye
karar verdiği zenginlik m iktarı oranında gelir elde edecek­
ler . . . Bundan böyle ödeme emek için ve işçi lere değil, yaşam
için ve yurttaşlara yapılacaktır."
Ancak burada ortaya çıkan soru şudur: Ne tür bir "yurttaş"
bu geliri alacaktır? S iyasal devlet i le ilgili olarak yurttaşlık
gel irini tarif etm�k en istek uyandırıcı olan şeydir, çünkü n ihai
başarısı için gereken araçlar o çatı altında işlemek zorunda
kalacaktır. Bununla birlikte, ,böyle bir sı:ı ırlama değerin küre­
sel leşmesiyle uyuşmaz. Bu küreselleşme, tamam lllnınam ış da
olsa, herhangi bir üretici sistem in otonom luğunu zayıflatır ve
böylece kendi içinde işleyen karşılıkl ı-bağım l ı mekan izm aların
kapsam ve etk i l i l iğini sın ırlar. Değer zaten, kendini ortaya koy­
duğu halk pazarında bile olsa, küreselleşm iş bir boyuta sah iptir.
Somut terim lerle, eğer tüm gezegenin kaynaklarına giriş kendi
yurttaşlarının özel kazançlarına göre düzenlenmemişse, metro­
pol ü lkelerdeki gerçek gelirler o anda oldukları kadar yüksek
olur m uydu? Bu anlamda söz konusu yurttaşlık halihazırda
evrensel bir yurttaşl ı k olm uştur. Yurttaşlık geliri, en azından
90
kısmen, bu gezegen üzerindeki tüm insanlara yöne im iş olarak
tasarlanmak zorunda kalacaktır. Ulusal yurttaşlık gelirleri böy­
lece zeng•nl ik, iktidar ve değerin dünya çapında yen iden dağı­
tım ına bağlanm ış olacaktır. Batı'daki refah devleti (sosyal de­
m okrat ve Fordist uygulamanın Keynesçi biçim leri), Doğu'daki
Sovyetçi ve Güney'deki ulusalcı gelişme projesinin ifade ettiği
üç tarihsel uzlaşma üzerine kurulduğunda, savaş sonrası evre
( 1 945- 1 985) sırasında ortaya konan strateji lerin tüm ü değer
yasası için genişleyen bir arena üzerinde temel lendi . Bu, bü­
yümesi değerin yönettiği ürünlerin büyümesi üzerine kurulu
olan refah devletinin durumunda çarpıcıdır. Güney'deki moder­
n i zasyon projeleri ve aynı şekilde Sovyetçilik için de, bu ikinci
durumda değerin d iktatörlüğü devletçi planlı ekonom i ile m as­
kelenm iş bile olsa, daha az doğru deği ldir.
B ugünden başlayan bir gelecek için tasarlanan stratej i ler
yalnızca eski stratej i l"erin yinelenmesi olamaz. Bu stratej i ler,
daha en baştan ve dünyanın tüm bölgelerinde, ticari olmayan
toplumsal etkinlik lerin genişlemesi temeline oturmal ıdır. Bu-ve
yalnızca bu-perspektif altında hem kontrollü bir küres�lleşmeyi
(kutuplaşmanın küçülmesinin başlaması ve giderek ad ına layık
Kuzey-Gµney işbirliği) hem de bu gezegendeki yaşamın doğal
temelini korumayı gerektiren ciddi önem i zihnim izde canlandı­
rab i l iriz. Sürdürülebilir bir gelişmenin ancak bu perspektif i­
çinde bir an lam ı vardır.

91
VI

Postmodemizm - Gizli Bir Neoliberal Ütopva

1
İ kinci bölümde, içinde modern kapitalist toplum larım ızın
haki m ideoloj i lerinin ifade edildiği bir dizi durumun yorumunu
sundum. Önermelerim i kapitalist sistemin ekonom i politiğin in
sağladığı merkezi bir eksen etrafında düzenlemeyi seçtim . Bu
ekonomik diskursa süreklilik sağlayan öz, pazarı yalnızca mo­
dem hayatın yakın bir düzenleyicisi olarak değil, faaliyetlerini
, apılandınnak için dışsal güçlere ihtiyaç duymaksızın kendini
Jüzenleyen bir u nsur olarak gören liberal ütopya tarafından
ömeklendirilir: Sistem in sürekli belirleyici karakteristiği olan
�mek/sennaye çelişkisinin etrafında yapılandığı değişik toplum­
sal sınıflar arasındaki güçler dengesi- ve küresel kapitalist sis­
tem i oluşturan değişik ulusal ortaklar arasındaki il işkiler. Bu
i lişkilerin tüm ü sürekli bir akış içindedir ve kendi ayırt edici
tarzlarıyla modem tarihin birbirini izleyen her bir aşamasını

93
bel irlerler. Kapitalist ekonom i politiğin etkili olması yani siste­
m in yeniden üretimine pozitif bir katkı yapması için, bu i lişkiler
tarafından ortaya konan somut gerekl i liklere sürekli olarak a­
dapte- edi lmesi gerekir. Başlangıç noktası olarak bunu alıp, bu
yüzden biçimlerini l ıberal ulusçu, daha · sonra toplumsal ve u l u­
sal ve son olarak küreselleşm iş neoliberal olarak bel i rttiğim
birbirini izleyen söylemler serisi olarak hakim ideoloj inin tari­
hinin yorumunu sundum.
Çözüm lemenin bu temel boyutuna d ikkatim iz yoğunlaşarak,
herhangi bir verili dönem in toplumsal düşüncesinin ona indir­
genebi leceğini iddia etm iyorum . Tersine, toplumsal düşünce
içkin olarak çok boyutludur, çünkü toplum-,al hayatın bütün
yanlarını hesaba katmak zorundadır. Toplum sal düşünce, özel
alanlara nüfuz etmek için, bunların her birinin bireysel doğasına
göre ayrışır. Bi lginin ilerlemesi, görüngülerindeki bütün karma­
şıkl ığıyla gerçek dünyanın ayrıntı l ı ve zekice gözlem ini sağla­
yarak bu noktaya ulaşır. Ama her bir sektördeki bilginin i lerle­
m esinden çıkarılan sonuçların birbiriyle nasıl uyumlu olduğu
sorusu her noktada vardır. Bu aşamanın ötesine geçme umudu
olmadan edini len bilgi parçalı olmay ı sürdürür mü? Ya da,
bağlandıkları bütünsel perspektiften çıkarılan yeni gücü vererek
b u bilgi tiplerinin her birini tek bir mimari içinde yeniden bir­
leştirecek bir yeniden kom binasyona izin verir mi?
Bu ebedi sorunun yanıtı felsefey le ilgilidir. Eski dünyayı
kapsayan bütün felsefi sistemler bu sorunun metafizik bir biçimi
etrafında yapılandırılm ıştır. Kendini insanoğlu ve onun top­
lum larına empoze eden· yönetici bir kozm ik düzen vardır. Gö­
revleri, en çok, üzerlerinde hakimiyet süren kutsal emirleri ara­
yıp bulmak ya da onları kahinlerin sözlerinden öğrenmektir.
Modern çağ bu geçm işten felsefi bir kopuşla başladı . Ö z­
gürlük ama ayn ı zamanda güvensizlik çağı başladı . Politik ikti·
dar, i lahi yaptırımdan ve doğal dünya, m ucizevi etkilerden biı

94
kere ayr ı lınca, insan akl ının özgür işleyişine giden yol açı l m ış
oldu. Bundan sonra insanlık, insanların kendi tarihlerini kendi­
leri yapabilecekleri ve hatta yapmak zorunda oldukları ve böyle
yapabi lmek için seçmek zorunda olduklarının bi lgisine sahip
oldu. Modern dünya, insanl ığın onun aracıl ığıyla kozm ik düze­
nin em irlerinden kaçtığı bu kopuşla tanım tanır- h atta insanlık
ben ve birçok diğerleri gibi bu kopuşu bir i lerleme olarak gö­
renlerin bakışına göre, kendini özgürleştirir. Kanımca, geçmişte
metafizik yabancı laşmanın, benim haraç l ı olarak nitelendirdi­
ğim kapitalizm öncesi toplumsal sistem lerin yeniden üretim i
için gerekl i b i r koşul o lduğu ve bu yabancı laşmay ı aşmanın
topl umsal sistem in kapitalist sisteme doğru nite liksel bir dönü­
şümüne bağlı olduğu söylenmek zorundadır. "Son verme" yeri­
ne "aşmak" (depassment) sözcüğünün üzerinde ısrarlıyım, çün­
kü tarih ötesi ve antropolojik boyutuyla insanoğlunun metafizik
bir hayvan olduğunu düşünüyorum . Ama bu, burada tartışı lma­
yacak, farklı bir sorundur.
Metafiziği aşmak, böylece doğa ve toplum arasında bir zıtl ık
olduğunu kabul etmek ve bu gerçek le (keşfi doğal bilimlerin işi
o l an) doğal yasalar tarafından yöneti len alanla "toplumsal" ya­
salar tarafından yönetilen alan arasındaki tüm karışıklıkları
reddetmektir. Bu yasaların - doğal yasalarınk inden fark l ı bir sta­
tüye sahip olduğunu kabul ederek -çünkü insanlık kendi tarihini
yapar- dai m i bir tartışma konusu olan bu ayrım üzerinde her
zaman olduğu gibi şimdi de ısrar ediyorum . Çünkü doğal bi­
l i m lerin, toplumsal bilim lerin benzeştiri leceği bir m odel sundu­
ğunu düşünenler bunu kabul etmemektedir. Böyle bir benzeş­
tirmenin hem çarpıtma hem de olanaksız olduğunu düşündü­
ğümden, bu term inolojinin bilimsel bir dünya görüşünün top­
lumsal düşüncenin araştırılmasında vazgeç i lebi l ir olduğu anl a­
m ına gelmesini bir an bile kabu l etmeksizin, toplumsal bil im­
dense toplumsal düşünceden söz etmem iz gerektiğini öne sür­
düm.

95
Benim ıçın modernitenin başka bir tanımı yoktur ve
modernite bahsettiğim felsefi kopuştan daha fazla bir şey ge­
rektinnez. Böylece modernitenin asla tamam lanamayacağını ve
asla kapatılam ayacağını anlıyoruz. Tersine modernitenin sınırla­
rı, nihai olarak u laşılmaz olmasına karşın, sınırları toplumsal
alana i lişkin bilgi birikim im izle uyumlu olarak ileriye ve geriye
doğru itilen bilinmezlere açı lmaktadır. Modernite sonsuzdur.
Ama tarihinin her bir anında toplumun karşı karşıya geldiği
m ücadelelere sunduğu yanıtlara göre çeşitlenen bir dizi biçime
sahiptir.
Her zaman, modern toplumsal düşünce insanları kendi ta­
rihlerinin özgür yazarları olarak görme isteği i le insanlığın do­
ğal yasalara kıyasla görünürde daha nesnel yasalara maruz kal­
d ığı algılayışı arasında bölünür. Kapitalizm altında, ekonom ik
etkenlerin hakimiyeti ekonomik güçlerin otonomisi olarak ifade
edi lir. Doğal güçler gibi, bunlar da nesnel yasalara yanıt veren
gerçekler olarak rol oynarlar. Egemen söylemde, (bayağı laştırıcı
retoriğin "piyasa" ifadesine indirgediği) bu kötü şöhretl i eko­
nomik yasalara kaçınılmaz olduğu düşünülen bir boyun eğiş
konusunda sürekli bir ısrar vardır. Bu retoriğin muğlak ve sık
sık da ham olan biçim lerinde, doğanın yasaları ve hatta insanla­
rın nesnel güçlere olduğu kadar tabi olacağı "doğal durum"
referans alınır. Bununla birlikte, Aydınlanma'da, modernitenin,
kendisini, sözüm ona, doğal olduğunu düşündüğü yasalardan
kaçma ve tüm otoriteyi yasa-koyucu vatandaşa verme çağrısıyla
tanım ladığını hatırlamak gerekir. Ama göreceği m iz gibi doğa­
nın bu varsayılan taleplerine boyun eğme yönündeki geri leme
burjuva düşüncesinin girintilerinde gizlidir. On dokuzuncu yüz­
yıl Sosyal Darv inizm i'nden, toplumsal olguların genetik ve
"nöroloj ik" açıklam aları üzerindeki çağdaş saldırgan ısrara ka­
dar, bu özürlü algılayış sürekli vardır. Şimdi ancak bel l i şartlar
altında güçlü bir şeki lde ifade edilmektedir ve bu yüzden esasen
onları açmak gerekir.

96
İ nsanl ığın kendi tarihini yaptığı önermesi modernitenin do­
ğuş sürecini ortaya koydu ve toplumsal düşüncenin sorgu alanı­
n ı tanımladı, ama o türden bir sorgulamaya yanıtlar önermedi .
B u tarihin aktif temsilcileri kimlerdir? Tüm bireyler mi, yoksa
onlardan yalnızca bazıları m ı? Toplumsal sınıflar mı? Kendi le­
rine ait nitelikler ve statülerle çeşitli topluluk ve gruplar m ı?
U luslar m ı? Siyasal devletler olarak örgütlenm iş toplum lar mı?
Ve bu tarih hasıl yapılır? Bu temsilcileri harekete geçiren ger­
çek etkenler nelerdir? Hangi stratejileri ne için uygularlar? Ba­
şarıyı nası l ve hangi kritere göre değerlendirirler? Etkinlikleri
hangi fi i l i koşulları değiştirir? Bu değişim ler hangi dereceye
kadar yaratıcı larının amaçlarına uyar ve hangi noktaya kadar
ayrı l ık gösterirler? Tüm bu sorular sürekl i olarak açıktır. Basit­
çe bize modernitenin sürekli hareket halinde bir süreç olduğunu,
bir kere ve sonsuza değin tanım lanmış ve kapatılmış bir sistem
olmadığını hatırlatır.
Tarihin hareketi önceden bilinemez. Tarih düz bir çizgi ve
tek bir doğrultuda i lerlemez. Bazı doğrultularda i lerleme , te­
reddütler, geri lemeler, çıkmaz sokaklar, yol ayrımlarındaki
seçenekler gibi momentlerden oluşur.
Dingin ilerleme dönemleri sırasında, tarihsel süreci doğrusal
kesitlerle düşünmek her zaman çekicidir. Bunlar sistem in eko­
nomi politiğinin, sisteme temel olan toplumsal i lişki lerin yeni­
den üretimini sağlayan birikim evreleri olarak yorum landığı
süreçlerdir. Bu anlar boyunca, tarih doğal ve kaçını lmaz bir
biçimde, önceden bilinen bir doğrultuda gidiyor gibi görünür.
Bu anlar toplumsal düşüncenin güçlü ve bütünlüklü öğreti ler
üretebilir göründüğü anlardır. Kriz derinken, o anda geçerli o lan
toplumsal düşünce "büyük anlatıların" bu öğretilerini (burjuva
demokratik proje, sosyalist proje, ve ulus-inşa projesi) alay
nesneleri olarak görür. Bilginin her bir özel dalına, toplumsal
gerçeklik alanında kendi planına uygulandığı gibi m imari bir

97
doktrin içinde kendi uygun yerini vermekte hiçbir zorlu k yoktu.
Diğer taraftan, bugüne kadar toplumun sakin yeniden üretimini
sağlam ış olan toplumsal denge altüst olduğunda, toplumun den­
gesi bir kere yeniden kurulduktan sonra kimsenin toplümun
hareket edeceği doğrultuyu öngöremediği zaman, kriz de bu
büyük, güvence veren, entelektüel yapı ların yıkıl ışında apaçık
hale ge lir. Zayıf noktaları alabild iğine açı lan boşluklar haline
gelir. Bu süreçlere o zaman toplumsal düşüncen in k ırılması
damgasını vurur ve bu kırılma toplumsal düşünceyi ihtiyacı
olan yen iden inşadan saptıran en değişken kanı lar için besin
sağlar.
Çağdaş tarih yorumum, toplumsal düşünceyi son krizde çö­
ken esk i tür bir dönemden ayrılm ış olarak ele aldığından, bura­
da modern iten in savaş sonrası dönem boyunca aldığı biçim lerin
s ürmekte olan çürümelerin in bir yorumunu sunup, topl umsal
düşünceni n d iğer boyutlarındaki evrim inin bir anal iziyle İkinci
Bölüm'de çerçevesini çizdiğim kapitalist ekonom i pol itiğin
b i rbirini izleyen ideolojik biçimlerinin analizini bitirmeye giri­
şiyorum .

Modernite, son moda söy lemde kaygısızca dile getiri ldiği


gibi ömrünü doldurdu m u? Zerre kadar değ i l . Eğer modernite
insanoğlunun kendi tarihini yapması anlam ına gel iyorsa, o za­
m an ömrünü doldurmaktan çok uzak . Şüphesiz, şimdiki gibi
derin kriz zamanlarında, modern izm öncesi düşünceye geri
dönmeye ve insanlar kendi tarihlerini yaptığına inan ıyorken,
gerçekte tarihin on ların faaliyetinden ayrı olarak oluştuğunu
iddia etmeye büyük bir istek vardır. Başka bir deyişle, olm akta
olanın gideceği doğrultuyu hiç kimsenin keşfedemeyeceğini

98
iddia etmeye, yapıcı ya da sonuç alıcı bir etki leme çabasını
umut etmeyi boş vermeye ve buna paralel olarak bu anlam sız
tarihi olabildiği kadar yönlendirmeye çalışm a tutkusuz düşünce­
sine dönmeye duyulan bir istek vardır. Olabildiği kadar yönlen­
d i rm ek, aslında, halkın seviyesinde demokratik çoğulculuğun
uygulanması, sözde "m utluluğun" örgütlenmesi toplum sal ha­
yatın şu ya da bu yönünün geliştirilmesi anlam ına geliyor. Bu­
nun bir benzeri de piyasanın her şeye hakim olduğu kuralı dahil,
kurulu sistemin temel özelliklerinin kabulüdür- örneğin kapita­
l i st ekonom i pol itik. Bu sonuçlara yol açan etkenler anlaşılabi­
l ir: Kökleri, bir önceki tarihsel aşamayı belirleyen büyük proje­
lerin tükenişine ve hatta yıkılışına yol açan düzensizliktedir
(ulus devlet ve d iğer birçoklarıyla birlikte öze l l ikle sosyalist
proje). Ama bu etkenleri anlamakla bu durumun sürebileceğine
inanmak, "tarihin sonu" tezinde öne sürüldüğü gibi sonsuza dek
süreceği için boş vermek ayn ı şey deği ldir.
Şimdi postmodernizm olarak bilinen bak ış açısının bu yuka­
rıdaki birkaç satırda tamamen toparlanabi leceğini öne sürüyo­
rum . Modernitenin temel d üşüncesi olan " insanoğlu kendi tari­
hini yapar" fikri hiç bir şeki lde tarihinin her an ında insanlığın,
ister bir bütün olarak ister bell i bir kesiminin, tarihin "gitmesi
gereken ya da gidebileceği" doğrultuyu biçim lendiren bir proje­
nin m antıksal gerekleriyle uyum içinde hareket ettiği ve bu
projenin (ya da bu uyumsuz projelerin) etkin olacağı an lam ına
gelmez. Bunu yapmaya duyulan arzunun yalnızca var olmadığı,
tarihin akışı içinde bel li anlarda kendini güçlü bir şek i lde ortaya
koyduğu gerçeğine rağmen, böylesi, bu önermeye çok fazla
anlam yüklemek olacaktır. Modernitenin temel önermesi top­
lumsal eylem in tarihe bir anlam y ükleyebileceği ve öyle yapma­
sının arzu edi l i r olmasından başka bir anlama gelmez.
Dahası, postmodernizm in sahip olduğu bu son önermeye
yönel i k negatif bir yaklaşı m savunulamaz. Bu yüzden toplum lar

99
yalnız küçük, kısa-vadeli i lerlemelerin mümkün olduğu bir du­
ruma sevk edilmekle asla yetinmezler. Bir teori olarak
postmodemizme gerçekte, modemizm öncesi bir duruma geri
dönüşün çağrısını yapan çok daha güçlü hareketler eşlik et- ·

mektedir.
Tanrıdan başka yasa koyucu olamayacağını ve toplumun
hangi yasalar altında yönetileceğini seçmeye yönel ik her ham­
leyi terk etmesi gerektiğini iddia edecek kadar ileri gitmeye
cesaret ettiğinden, İ slam i köktencilik bu yaklaşımın en keskin
örneğini oluşturur. Başka bir yerde bunun, ortaya çıktığı top­
lum lar tarafından yaşanmış büyük tarihsel bir yenilgiden kay­
naklandığını söylemiştim . Sonuç bu yenilginin kökenini tah l i l
etme, b u toplum ları kuşatan gerçek çatışmaları değerlendirme
ve bu çatışmalarla yüz yüze gelecek yolları keşfetme ihtiyacı
üzerine eğilme gereğinin reddi anlam ına gelen böyle bir fera­
gatle bu toplum ların çıkmaz bir sokağa kapatılmasıdır.
"Tarihin dışında adım atmak" ham lesi bu toplumları, yalnız­
ca daha da kötü yenilgilere götürecek küresel ölçekte bir marji­
nalleşmeye doğru amansızca giden bir sarmala hapsedebilir.
"Tarihin dışında adım atmak" ne yalnızca Müslüm an toplum la­
rın bir yanıtıdır ne de yen i bir şeydir. Bu çılgın ihtiras genelde
devrimci bir gel-gitin geri çeki lişini izleyen reaksiyon sahneyi
devraldığında ortaya çıkar. Restorasyon Fransası'nda, örneğin
Joseph de Maistre Devrimin özgürleştirici rüzgarının bırakı lma­
sı gereken bir saçmalık olduğunu, modern demokrasinin yasa
yapma çılgınlığının "tek meşru yasa koyucunun Tanrı olduğu"
gerekçesiyle te'rk edilmesi gerektiğini ve Tanrı'nın yasalarına
saygı geleneğine tüm zamanlar ve tüm mekanlarda görev gereği
uyulması gerektiğini öne sürdü.
Daha az ciddi koşul lar altında, postmodernist itiraz, belki
daha az traj ik ama daha az olumsuz olmayan fark l ı tavırlar
takınmakta: U lusal, alt-ulusal ve etnik topluluklara sığınarak,

1 00
bunu pratikte de ispat etmektedir. Şimdi bu geri çekilişler
postmodernistlerin günlük olayların yönetimindeki demokratik
uygulamaları güçlendirmek için duydukları sami m i isteğe. ta­
mamen karşı gelmektedir. Uzlaşma ve nefreti, demokrasiye
duyulan hoşnutsuzluğu ve. bütün şovenizm türlerini besliyor­
lar.(Samir Amin, L'etnie a L'assaut des Nations [Etnisitenin
U luslara Karşı Saldırısı], L'Harmattan 1 994; İ ngil izce'de kısmen
yay ın landı ; Capitalism in the Age of Globalization [Küresel­
leşme Çağında Kapitalizm ] , Londra, Zed Press, 1 996)
Bu yüzden postmodernizm (dünyanın dönüşümü çağrısını
yapan pozitif ütopyaların tersine) negatif bir ütopyadır. En te­
melde, sistemin "insanca" idaresi umuduyla -ütopik bir u mut­
bugünkü evresinde kapitalist ekonom i politiğin taleplerine taviz
vermeyi ifade eder. Bu savunulamaz bir durumdur.
B u postmodem önermeleri sunan retorik "modemitenin ba­
şarısızlığını" iddia eden genişleyen bir retoriktir. Konu hakkın­
.
da en azından bu yüzeysel diskursun hiçbir analitik tem elinin
olmadığı söylenebi lir. Modern çağ aynı zamanda modernizm
öncesi zamanları belirleyen çağlardan ölçülemeyecek kadar
daha büyük bir adım atmayı başaran insanlığın en büyük zafer­
lerinin çağıdır. Modernite, maddi üretimde ve bilimsel bi lgide
m uazzam bir i lerlemeyi; sınırlarına ve dönemsel geri çekilmele­
rine rağmen demokrasinin gelişim ini; y ine sınırlarına rağmen
toplumsal i lerlemeyi ve hatta etik ilerlemeyi gerçekleştirm iştir.
Her bir insan hayatının yerinin doldurulamaz olduğu düşüncesi,
m utluluk düşüncesi, ailevi ya da etnik bir topluluğun üyeliğine
indirgenemeyecek bir bireysellik düşüncesi ; bunların tamam ı
modern fikirlerdir. Kesinlikle, ilerlemenin bu sonuçları -bu
şimdi modası geçmiş sözü kullanırken hiçbir huzursuzluk duy­
m uyorum- düz bir çizgi üzerindeki sürekli bir hareketle ortaya
ç ıkmadılar; kazanılmak zorundadırlar, sürekl i tehdit altındadır­
lar ve daima büyük suçların eşlik ettiği gerilemeler vardır. Ama

10 1
bu küvetteki suyla beraber bebeği de atmanın ve "her şey daha
iyiydi " d iye m ırıldanmanın nedeni olamaz. "Başarısızlıklar"
yüzünden i leriye gitmeyi amaçlayan gözü pek mücadeleyi bı­
rakmam ız ve memnun olmak yerine de b�sitçe bugünkü ger­
çekliklerin üstesinden gelmem iz · gerektiğini -benim ne gerekl i
ne de yararlı olduğunu düşündüğüm bir atılım olacaktır- söyle­
m enin nedeni de değildir.
Bazılarının yaptığı gibi, modern itenin Auschwitz' in suçlusu
olduğundan " iflas" ettiğini iddia etmek anlamsızdır. Bütün Ay­
dın lanma düşüncesinin açık bir düşmanı olan Hitler, Aydınlan­
manın bir ürünü değildir. Hitler, Ayd ınlanma'nın en büyük
kazanım ları olan demokrasi ve yurttaşlık kavram larını ortadan
kaldırmaya, onların yerine ilkel komünal Yeni Düzeni getirme­
ye girişm işti. Nazizm Hıristiyan bir ülkede geliştiğinden,
Hitler' in Hıristiyanl ığın sonucu olduğunu ya da beyaz ırk ya da
Ari genlerin sonucu olduğunu söy lemek en küçük anlam ifade
etmeyecektir. Bunun gibi kolay polem iksel argüman ların, ciddi
analizlerin hiçbirinde hiçbir ağırlığı olamaz. Ama taşıdıkları
anlam özell ikle Aydınlanma öncesi zamanlara duydukları öz­
lem le hareket eden demokrasi düşmanları tarafından çabucak
kavrand ı . Bun ların arasından Hıristiyan ve Müslüman kökten­
ciler "Görüyorsunuz, modernitenin değersiz olduğunu ve gele­
neksel düzene geri dönmem iz gerektiğini söylerken tamamen
haklıym ışız" diyerek bunların üzerine atladılar. Bu tür bir reto­
rikten beslenen karmaşa postmodernistlerin umduklarının tam
·

zıttı sonuçlara sah iptir!


Modernite hala bitmedi ve insan ırkı var olmaya devam et­
tikçe sürecek. Genell ikle, sınırlarını çizen köktenci engel hala
kapitalizme özgü toplumsal il işkilerce bel irlenmektedir.
Postmodernistlerin görmek istemedikleri şey modernitenin an­
cak kapital izm in ötesine geçerek daha ileri gidebi leceğidir. Ne
yazık k i bu olasılık şu anda elde edilemez görünmektedir.

1 02
Moderniteni n "başarısızlıkları" ve beraberinde bu şiddet dalga­
s ı n ı getiren çel işkinin derin leşmesi -bunun onaylanması
postmodernist tezin kaynağıdır- ayn ı kapital izm in evri m i n i n
sonuçlarıdır v e önceki aşamaları, kendine özgü çelişki lerine
rağmen i lerlemeyle eşanlam l ı görül m ü ş olan tarihsel yolun so­
nuna ulaştığını gösterir. Bugün "Ya sosyalizm ya barbarlı k ! "
seçeneği insan ırkının yüz yüze geldiği gerçek seçenektir.
Postmodernizm değişik "büyük an latı ları" suçlarken hiçbir
ayrım gözetmez. Aydınlanma gibi akıl ve moderniteyle eşan­
lam l ı gördüğü kapital izm kavram ını da reddeder. Şüphesiz, bu
büyük anlatılar tek bir soyut kavram - insan ların kendi tarih ini
yaptığını söylemenin bir başka yolu- özgürlük üzerine kurulu­
dur ve buna paralel olarak somut özgürleştirici projeler form üle
etme arayışına girerler. Aydınlanma, ak ıl ve özgürlük kavram la­
rının yak ın olarak il işkili hatta birbirleriyle eşanlam lı olduğunu
sa\,t ın m uştur: Akıl eğer özgürlüğün h izmetine sunulm uyorsa
an lamsızdır ve özgürlük akıl üzerine kurulu deği lse imkansızdır.
Bununla birlikte, bu ortak payda, amacı özellikle burjuva de­
mokratik projenin sın ırlarını aşmak olan sosyalist projeyle bur­
j uva-demokratik projeyi karıştıracak yeterli bir temel deği ldir.
Burj uva-demokratik proje yasa-yönetimli bir devlet ve evrensel
bir eğitim in kurulmasıyla birey i ve yurttaşı özgürleştiriciyd i;
ama m ü l k iyet, girişimcil ik, ücretli emek ve piyasa yasaları gibi
kapital izm in temel gerekl i liklerine saygı lıydı . H iç kimse tarihe
bir anlam vermenin artık m üm kü n olmadığı yargısını hak l ı çı­
karmak için bütün projelerin (kitle kü ltürü ve kapital izm. altında
demokra't ik sürecin m an ipülasyonu, Sovyetik projeyi yıkıma
sürükleyen sapkın durum) başarısızlığından söz etmekle mem­
nun olamaz. Şüphesiz böyle bir tarihsel görüşün temsilcisinin
kim olacağı sorusu hala yanıtsız duruyor. Bu temsilcinin tüm
koşullarda ve tüm zamanlarda ayn ı olması gerektiğini kimse
söyleyemez (örneğin proletarya). Y i ne hiç kimse özgürleştirici
bir projenin daha başındayken en son amaçları ortaya koyması

1 03
( 1 968 sloganının ortaya koyduğu "hemen şimdi" gibi) ve geçiş
aşamalarının arasındaki zorunlu seçeneklerin sınırlarını bel irle­
yen gerçek çatışmaları önemsememesi gerektiğini söyleyemez.
Daha i leri gitmeliyiz. İnsanoğlunun kendi tarihini yaptığını
iddia etmesinin, kozm ik düzenin önceki metafiziğinin arzuladı­
ğı güven liğe -ya da daha doğrusu sahte güvenl iğe- son verm ekle
aynı şey olduğu doğrudur. Risksiz özgürlük olmaz. Modern
dünyanın paralel bir tarzda en iyi ve en kötüyü üretebi lmiş ol­
masının neden i budur. Nazizm ve Stal inizm le karşı karşıya
kalan Frankfurt Okul u dikkatini modemiteye özgü olan bu di­
yalektik çelişki üzerine yoğunlaştırd ı . Bu düşünce, güncel yü­
zeysel postmodern retorikteki talihsiz çarpıtı lışına rağmen, ciddi
olarak ele alınmalıdır. Aydınlanma yasa-yönetimi ! devleti ya­
rattı, ama aynı zamanda yazı ları -kesin likle farklı anlam larda da
yorum lanabilmesine rağmen- şiddete övgüyü içeren de Sade' ı
(ve benzer olarak Nietzcshe) da yarattı . Ahlaki düzenin savunu­
cu ları özgürlükle savaşmak için her zaman onun çelişki lerini
kullandı. Ama -Yves Benot'un önerdiği bir sözcüğü kul lanırsak­
Carna/itas modern dünyadan kaynaklanmadı. Carnalitas insan
ırkının tarih ötesi bir boyutudur. Ahlaki düzen savunucuları bu
gerçeği saklayabilmek için ellerinden gelen her şeyi yapsalar da
o, modern çağ öncesinde vardı. Carnalitas' ın daha iyi anlaşıl­
m ası -ki sürrealizm, Freudçuluk ve modern fem inizm buna ke­
sinl ikle katkı sunm uşlardır- öze l l ikle onun etki leriyle savaşmak
ya da en azından onları sınırlandırmak için hala gereklidir. "A­
şırı özgürlük"le birl ikte ortaya çıkan tehlikelerin (cinsel özgür­
lük dahil) tutucu toplumları zedeleyenlerden ölçülemeyecek
·
derecede daha az felaketli olduğunu kanıtlayacak gerçekler
m evcuttur. Böyle toplumlarda (Arap Yarımadası' ndakiler gibi)
barbarca şiddetin bütün türleri "ahlaki çöküşte" diye mahkum
ettikleri "Batı"dakinden gerçekte çok daha yaygındır. Ahlaki
düzen asla etkin olamaz. Vive la liberte! (Yaşasın özgürlük! ­
ç.n.)

1 04
Özgürleştirici projenin amaçlarını toplumun işleyişini açık­
layan genel teorilerle karıştırmamak aynı derecede önem l idir.
Bu genel teorilerin yalnızca özgürleştirici projelerin gel işim ine
yarayan evreler sırasında bir kanıya sahip oldukları ama top­
lumsal kriz evreleri sırasında ikna edici olmadıkları doğrudur.
Son krizi önceleyen savaş sonrası dönem boyunca yapısalcılık,
işlevselcilik ve Sovyet Marksizm i gibi çok farklı genel teorile­
rin büyük takipçi ler kazanması buna paralel bir durumdur. Bu
teorilerin statüleri kesinlikle aynı değildir. Burjuva düşüncesi­
nin genel akışına bağlı olan bu teoriler toplumu açıklamaya
giriştiler, onu değiştirmeye değil. İ şlevselcilik ve yapısalcı l ığın
içinde olduğu durum buydu. Postmodernizm dahil, burjuva
düşüncesinin tüm d iğer eği lim leriyle birl ikte bu temel duruşu
paylaştılar -bu yüzden burjuva toplumsal düşüncesi olarak ni­
telendirilmeyi hak ediyorlar. Kapitalizm onlara uygun bir sis­
tem, hatta bir anlamda tarihin sonu olarak görünmekte. çünkü
bu sistem i asla aşılamaz olarak görmekteler. Böyle bir durum,
toplumu açıklamaya ama aynı zamanda onu değiştirmeye giri­
şen Marksizm'de kesinlikle yoktur. Bununla- birlikte, onu nite­
liksel olarak toplumsal düşüncenin diğer eğil im lerinden farklı
kı'1n bu özellik ona, gerçeklik anal izindeki ve sonuç olarak ileri
süı u u�ii dönüşümse( stratej ilerindeki hata ve yetersizliklere
karşı ba�· ı şıklık kazandırm ıyor. Toplumsal düşüncenin tüm
biçim leri g i b ı . o da sürekli eleştirel bir sınava maruz kalmak ve
gerçek dünyanın mücadeleleriyle karşılaşmak zorunda. Bu yüz­
den bu eleştirel .sınav, tam tam ına burjuva düşüncesindeki eği­
l im lerde olduğu gibi, on ları ortaya çıkaran koşullar çerçevesin­
de marksizmin tarihsel biçimlerini yerlerine oturtuyor. Bu çer­
çevede Sovyet Marksizmi diğer toplumsal teori lerin yanında
kendine yer buluyor.
Yine de dün bugün ya da yarın Soyetizm in başarısızl ığının
sosyalizm in başarısızlığı olduğunu söyleyen/söyleyecek bir şey
yoktur. Gerçekl iklerini reddetmeksizin ve kapsam (arını daralt-

105
maksızın, onları varsayı lan saçma bir özgürlük kavram ının so­
nuç ları olarak değil, fi ilen varolan kapitalizmin somut tarihine
bağlayarak görmek, bu başarısızlıkların, benim daha doğru ve
b i limsel d iye düşündüğüm, oldukça farklı bir yolla analiz edi le­
bilmesini sağlar. Bu perspektifle Sovyetizm in başarısızl ığı uy­
gun yerini bulur: Sosyalizm in değil bu başarısızlığın nedeni
olan özel koşul lar altında (küresel kapital izm in beklenmedik
gelişimi) kapitalizmin özel bir biçimini (kapitalistsiz kapita­
l izm) inşa etme projesinin başarısızlığıdır.
Modernite sayısız biçim lere bürünür; bun lar birbirini izleyen
ya da benzer, bütün leyici ya da çelişen biçim ler olabil ir. Mo­
m entlerini, özelliklerini ya da formülasyonlarını göstermek için
"neo" ve "post" öneklerine başvurmanın yetersiz olduğunu
söylemem in nedeni budur. Bu kullanım -ya da daha doğrusu
kötüye kullanım- genell ikle modernitenin söz konusu biçim leri­
ne son veren ya da başarı larını sağlayan nedenleri açıklayama­
yan yetersiz bir çözüm lemeyi yansıtır. Bu yüzden bir taraftan
form ülasyonlarını, diğer taraftan gerçek dünyanın çatışmalarını
ve nası l algı landıklarını uygun bir il işkide açıklayabilmek için
modern toplumsal düşüncenin eleştirel bir tarihini öne sürmeyi
tercih ediyorum.

Bu bakış açısıy la, Amerikan sahnesinde tutulan modalar di­


zisinden öğreni lecek çok şey vardır. Savaş-sonrası dönem bo­
yunca B irleşik Devletler, modalarıyla dünya ölçeğinde baskın
olan eğilim lerin tonunu bel irleyen bir l iderl ik elde etm iş görü­
n üyor. 1 95 9 gibi erken bir tarihte C. Wright Milis " The
Sociological Imagination"da şöyle yazdı : " Postmodern çağa
giriyoruz." B unun için ortaya koyduğu nede1,1ler çeyrek yüzyıl

1 06
sonra Fransa'da, postmodern bir kalemden tekrar ortaya çıka­
cakt ı : Ona göre, Batı toplumunun kitle kültürü içinde boğu lması
(beraberindeki demokratik sürecin manipülasyonuyla) ve kanla
y ı kanmış Stalinist dogmatizm moderniten in çifte başarısızlığını
gösterm iştir.
Amerika'da 1 950'lerde ortaya konulan modernite biçimi ba­
sit, kafa karıştırmayan, savaş sonrası hızlı gel işmeyle kolayca
açıklanan bir biçimdi: toplumsal çelişkinin azalması (tam istih­
dam ), varoşların gelişmesi ve hatta orta ve lise eğitim indeki
m uazzam gel işme orta sınıfların ("standart tipte tüketi­
ci/yurttaş") hiç görülmem iş büyümesinin yolunu açtı. Bu sis­
temden kaynaklanan kitle kültürüne karşı soldan protestolara
(özellikle M i lls' in) ve bürokratik olduğu farz edi len devletin
"dayanı lmaz" yüküne karşı sağdan protestolara rağmen. bu m o­
del yalnızca genel kabul görmekle kalmadı aynı zamanda (Av­
rupa'ya ve hatta bir modadan sonra Stalin sonrası S.S.C.B'ye)
ihraç edildi. Bu zamanında üçüncü dünya gel işim projeleri mo­
delini ortaya koyan, varsayı lan modernizasyon teorisinin zem i­
nini oluşturdu.
Bu evre boyunca süren kapitalist gelişmenin gerçeklikleri
(kitle kültürü, söm ürge savaşları) bildiğimiz gibi yenil ikçilerin
kendine güvenlerine nokta koyan, l 968'de son bulmuş olan
l 960'ların patlamasıyla sonuçlandı . Tüm alanlarda daha fazla
özgürlük çağrısı sayesinde hareket büyük ölçüde ilerici bir etki
kazandı . 1 968, kültür, ideoloj i ve toplumsal yaşam ın çok çeşitli
alanlardaki, sonraki on y ı l lar boyunca sürecek olan, temel dönü­
şüm lerin başlangıcıydı ve bu dönüşüm ler, şimdiki koşul lar al­
tında güçlü tepkisel karşı saldırıların hedefi olmuş olsalar da,
henüz potansiyellerini tüketmiş değil ler. Bununla birlikte 1 968
yeni bir bütünlüklü proje biçimlendirmekte başarı lı olamad ı.
Benim bu konudaki açıklamam 1 968' in, yetersizlikleri Çin top­
lumunun nesnel koşulları ve tarihsel marksizm in yetersizlikleri-

1 07
nin kombinasyonuyla (olaydan sonra olsa bile) açıklanabilen
Maoist eleştiri lere (o zaman Batı'da geniş bir etkisi vardı) rağ­
men, henüz tükenmem iş olan Sovyet dogmatizm inin yanlış
karşı modeline toslam ış olduğudur.
O zaman sahne postmodernist fikirlerin topl umda rahatça
yankı bulacağı hale geldi. Modernitenin (gerçekte kapitalist
genişlemenin) ve onun (Sovyetizm in ağır yüküyle sınırlandırıl­
m ış) eleştirisinin pratikteki çifte başarısızlığı olarak yaşananlara
duyulan tepki kolayca kısa vadede m ümkün olan tüm görece
sınırl ı projeler ve hareketler için yapılan çağrıya inanç bağladı .
Bugün, b u postmodernist söylem Avrupa'da yayılmayı sür­
dürürken, A.B.D.'de çoktan tükenm iş gibi görünüyor. Devamcı­
sı olan neomodernizm, postmodemizmin özell ikle doktriner
parçalılığı ve yargısal göreceliliği gibi bazı temel yönlerini hata
taşımaktadır. Ama aynı zamanda, neoliberalizm in merkezi tez­
lerini açıkça kabul ederek, postmodernizmin, yeni küresel leşm iş
neoliberal aşaman ın ekonomi politiğinin mantığının getirdiği
talepleri ifade etmek olan rolünün m askesini düşürm üş olan da
neomodemizm olabi lir. Bu aşamanın k ırılganlığı ben i ne
postmodemizm in ne de neomodernizm in pek bir geleceği ol­
m adığını düşünmeye yöneltiyor. Bu soruna döneceğiz.
Bugün geçerli olan postmodernist anlayış yeni fikirlere açık
ve toleranslıdır; ki bu kesinlikle kusur değil, gözle görülür bir
avantajdır. Görecelilik mantığı ve büyük bütünsel teorik yapıla­
ra olan güvensizliği bugüne kadar keşfedilmemiş ya da üzerinde
çok az çalışılmış çeşitli alanlarda yeniliğe ve yeni, avangard
yöntembilim lerin keşfine yol açtı. Bun lar zamanımızın lehine­
dir. Ama onlara eşlik edecek şey genel ya da sistem l i düşünüşe
yol açmayan yanlış yapma ya da kandırılma korkusudur. Bu
yüzden dağın ı k parçalar arasından tutarl ı bir şeyler çıkarma fikri
neredeyse hiçbir zaman yoktur. Buna egemen ekonom i politiğe
yönelen her eleştirinin pısırıklığı da eklenmelidir. Çağdaş top-

1 08
lumsal düşünceyi, gerçek dünyada egemen olan kurumlar ve
i ktidar yapılarından önce bu parçalılık, bağlantısızlık ve utan­
gaçlık belirliyor. Burada büyük kriz ve karışıklık dönem lerinin
bütün önem l i özell ikleri bulunacaktır. Ve bu genel atmosfer
genellik!� tehlikeli bir tepkisel öneme sahip olan değişken fi­
kirlere uygundur.
Bu birkaç sayfada dönemimizin az ya da çok ansiklopedik
bir tablosunu çizmeye çal ışmıyorum . Çağım ızı bel irleyen ente­
lektüel eğilim ler çeşitli ve şansımız var ki çel işkil idir. Bunlar
yalnızca bir şem siye kategorisini ifade eden postmodernist eti­
ket altında bile toplanamazlar. Bu etiket altında toplanan pol itik
konum lar, teorik duruşlar ve i lgi odakları o kadar az ortak nok­
taya sahiptir ki bütünü-kapsayıcı etiketin kendisi bile şüpheli
kabul edilmelidir. Aynı zamanda kısaca kanıtlamaya çalıştığım
gibi, içinde, çağdaş toplumsal düşünüşün, kapitalist sistemin
evrim iyle uyum içindeki yeni inceleme alanlarının açılışıyla,
ekonom i pol itiği zenginleştirmeye yönelik öze l likle i lginç
hamleler yaparak postmodemizmle hiç ilgisi olmayan yeni so­
rular ortaya attığı alanlar vardır.
Tüm bu katkılar üzerinde yorum yapmak kesinl ikle bu ça­
l ışmanın amacı değildir. Dahası, tepkisel olarak, inandırıcı bul­
m adığım görüşleri şiddetle eleştirmekten çok ortaya koydukları
şeyde i lginç hatta alışılm ışın dışında ne varsa ortaya çıkarmaya
yönelerek çelişkili fikirleri tembelce bir araya toplam aktan
m üm kün olduğunca kaçınacağım -bunu özell ikle de, söz konusu
görüşlerin genellikle bireysel olması nedeniyle ve bence, moda
olan neoliberal ütopyaya destek sunan teorik görüşler yazarları­
nın görüşleriyle uyumlu olmak zorunda olmadıkları için yapıyo­
rum . Şüpheye yer bırakmayacak biçimde, postmodemizmi n
bjlinen savunucularını 1 995 Kasım-Aralık büyük grev hareketi­
n i Fransız Televizyonu'nda "kışkırtıcı" olarak suçlarken gör­
m ü ştük -tıpkı şimdi neoliberal politikaların işleyişiyle ifade

1 09
edilen öneri lere boyun eğmeye karşı tüm itirazları suçlamaya
hazır olmaları gibi. Ama diğer aydınlar, aynı "postmodernist"
sıfatıyla nitelendirilmek istiyor olmalarına rağmen, daha az
gerici tutumlar takındı lar ve hatta bazıları cesurca neoliberal
ütopyaya meydan okudu .
B u noktada vurgulamayı amaçladıklarım ; eleştirisine b u ça­
lışm anın başlığında işaret ettiğim "günümüz entelektüel moda­
ları" olan baskın ideoloj iy i biçim lendirmek için oluşturulmuş,
medyan ın ciddi biçimde sponsorluk yaptığı yorum lardır. Ama,
hemen geleneksel sağa kayan ve ayn ı çabuklukta unutulan kötü
şöhretli "yeni düşünürler"in yaptığı iş olan medya sponsorlu
biçimsiz demagoj i leri son derece kolayca alt etme işini bıraka­
cağım. Avrupa'da sürpriz bir biçimde eleştirel olmayan modada
yerini alm ış olan, Kuzey Amerika modellerinin tak lidi sosyolo­
jik görüşler üzerinde de durmayacağım. Şüphesiz bu betim le­
meli sosyoloji çağdaş toplumu etkileyen kitle iletişim kültürü,
eğitim , şehirleşme, bi lgisayarlaşma ve üretim yöntem !erindeki
ani değişim leri içeren değişim ler hakkında bazı yararlı bilgileri
sağlar. Aynı zamanda demokratik kurumlar gibi daha önceki
dönem lerden bu yana taşınan toplumsal ve politik örgütlenme­
nin bu biçim lerinin eleştirel düzeyde iyi ifadelerini verir. Ama
günlük idaresinin dışındaki hiçbir şeyle ilgi lenmediği toplumun
geleceği hakkında sorular yöneltmeye yasaklı olarak, orada
durur. Her biri onlara sunulan medya desteğiyle kısa süreli ba­
şarı garantisini taşıdıkları açık gerçeğine rağmen, birbirini izle­
yen bu iki hakim düşünce tarzının ifadelerini ciddiye almayaca­
ğ ı m . Bu yüzden dikkatimi, öncü olma arayışındaki çalışmalarda
her zaman olduğu gibi, önermelerinin çeşitli (ve bazen çelişkili)
anlam ını çözmenin zor olduğu daha ustaca katkılar üzerinde
merkezi leştireceğim .
Dil üzerine bu çal ışmanın vurgusu, onun bir iktidar yapısı a­
racı olarak suçlanması ve yıkılması toplumsal düşünceye kesin-

1 10
likle yeni perspektifler kazandırm ıştır ve katkılarla ve hatta
verim l i kapasitesi tükenmiş olmaktan çok uzak olan keşiflerle
desteklenmesi gerekir. Bu konuda akla, Michel Foucault ve
Jacques Derrida'nın adları geliyor.
Çok sayıdaki temel eserinde, Michel Foucault d i l in iktidar
yapıları için bir egemenlik ve baskı aracı olduğu görüşünde
oldukça ikna edicidir. Bu anlamda insan özgürlüğünü hedefle­
yen radikal e leştirel teoriye azımsanmayacak bir katkı yapm ış­
tır. Ama bu iktidar yapı larının varoluş nedenleri ve kaynakların ı
tanım lamaktaki çek inikliğini üzücü buluyorum . Acaba bun ları
açıklamayı gerektinneyecek kadar açık bulduğundan m ıdır?
Yoksa tersine, içinde çok az şüphe barındıran basmakalıp lafla­
rın ötesine geçildiğinde (toplumsal sistemim izde sennayenin
iktidarı), Marksist yabancılaşma ve kapitalist üretim tarzının
yeniden üretim i teorisinin tersine, her bir iktidar yapısına özgü
m antık tarafından yönetilen yabancı laşmanın özgün biçim leri
başlığı neredeyse hiç dikkatle incelenmediği için, kanıtlama
görevi tahm in edi ldiğinden çok daha karışık olduğundan mıdır?
(Bu bağlamda Avrupamerkezcilik'te bu konu üzerinde yazdıkla­
rıma gönderme yapıyorum) Bu ikinci açıklama bana daha yat.-'
k m gel iyor ve politik duruşu kurulu egemen sisteme karşı her
zaman cesur ve düşmanca olmuş Foucault'nun daha ileri gide­
cek kadar cüretkar olm amasına böylece daha çok üzülüyorum .
" Kavram laştırmanın tahribatlarına düşen bir kurban" olmaktan
korktuğu için m iydi; bir korku ki göreceğimiz gibi, çağımız bir
kriz dönem i olduğu için bu çağı büyük ölçüde belirlem iştir.
Son kitabı Specters of Marx ta (Marks' ın Hayaletleri.
'

Routledge, 1 994) Jacques Derrida neoliberalizme ve onun an­


lam ı olan y ı kıcı kapitalist saldırgan lığa karşı sıkı bir duruş ser­
gi lemekle kalmaz, radikal eleştiriyi üstlenerek tanım ladığı
"Marksist ruhun" da soğukkan lı bir tanımını sunar. "Ak ı l " ve
"özgürlük"ü eşanlam l ı olarak -benim kendi analizimde temel bir

111
unsurdur- vurgulayan bu tanıma çok büyük bir sempati duyuyo­
rum.
Ama sorun tam anlamıyla, yıkıcılığın en büyük korkusundan
korunma arayışıdır: Kavram lar ve kavramsal düşünce tarafından
egemenlik altına alınma. Bu anlamda, felsefenin eleştirel dü­
şünce geleneğine duyduğu güvensizlikle gerçekten bizim çağı­
m ıza aittir. Şeylerin kaynağını araştı rmaya yönelik her girişim­
den vazgeçme isteği onu basitçe görecel i olan yüzeysel algıların
sınırları içinde kalmaya zorlar. Em inim ki, sürrealizm, heykelin
ve resmin olduğu kadar dil ve şi irsel ve kurgusal yazın eleştiri­
sinin de öncüsüydü. Ama, ne yazık ki sürreal izm in devrim po­
tansiyeli şimdiye kadar çoktan unutulmuştur.
Jean François Lyotard radikal eleştiri ruhuna ve kavramsal
düşünüşe karşı duyduğu güvensizl iği ifade etmekte diğerlerin­
den daha gayretli olduğu için bazı bakımlardan çağımızın
postmodern ideoloj isinin fıgüranıdır. ( İ ddiaya göre Hitler ve
Auschwitz i le sonuçlanmış olan) Modern itenin varsayılan başa­
rısızlığı, postmodernizm in sözde "büyük anlatılar' a itirazı ve
son olarak özgürlükçü emel lerin açık terk edi l işi üzerine yukar­
da yazdıklarım ın hepsi doğrudan Lyotard' ın yazılarına ve
Derive a partir de Marx et Freud'la başlayan ve onun çok ö­
nemsiz The Postmodern Explained: Correspondence 1 982-
1 985(Vniversity of Minnesota Press, 1 993) i l e biten evrimine
gönderme yapmaktadır.
Postmodernizm, sistematik düşünceye güvensizliğiyle ay ırt
edilen ve onun yerine bütün teorileri eşit derecede geçer(siz)li
ve h içbir şeyi nesnel olarak doğru görmediği için her şeyi kabu l
etmeye hazır bir düşünce olan, Gianni Vattimo'nun yerinde
söylediği gibi "gevşek düşünce"yi koyan, öngörüye, iradeye ve
sonuç alıcı eyleme duyduğu kuşkuyu ifade eden değişken bir
kanıdır. Tab i i ki, bu yaklaşımda_garip olan hiçbir şey yok - ger­
çekten büyük krizlerin her anında bulunan bir özelliktir.

1 12
Vattimo da aynı şekilde End of Modernity: Nihilizm
Hermeneutics in Postmodern Culture(John Hopkins University
Press, 1 988) adl ı kitabında bu sapkınl ığın temellerini aşağıdaki
sözlerle en açı k şekilde su yüzüne çıkarır:"Varoluşu yeniden
düzenleme, reforme etme, değişim değeri alanından kaçma ve
toplumsal yaşam ı kullanım değeri merkezinde kurma perspekti ­
fi, yalnızca uygulamadaki başarısızlıkları ve iflası bakımından
değil, her alanda suya düşmüş bir perspektiftir (bir ideal ve
norm olarak değerini bozulmamış olarak koruyacaktı). Gerçek­
te, yeniden düzenleme perspektifi, N ietzsche'deki Tanrı gibi,
ideal bir norm olarak önem i n i bile yitirm iş, sonunda tamamen
gereksiz olduğu açığa çıkm ıştır."
İ radenin-var olan düzenin rad ikal bir eleştirisiyle başlayan
farkl ı bir toplumsal düzen inşa etme iradesinin- terk edil işi ka­
çını lmaz olarak nihilizm le sonuçlanır. Ama bu bizi başka bir
soru yöneltmeye vardırır: Kriz bu nihil izmde kendini nasıl gös­
terir? Ve nereye yönlendi ri lir?
B urada sunulan tez, bu krizin, her ikisi de sistem içi krizin
b içimleri olacak bir geçici durgunluk ya da hatta uzun bir yapı­
sal durgunluk deği l, tamam ıyla kapitalizm in bir krizi olduğudur.
Dahası, en temel özelliği olan ekonom ik yabancı laşma göz ö­
nüne alındığında, bir sistem krizidir. Başka bir deyişle, kapita­
l izm, aşı lması için gereken nesnel koşul ları çoktan yarattığı
kritik bir aşamaya ulı:ışm ıştır. Değer yasasının sönüm lenmesi
temel inde kültürel bir devrimin gerekl il iği an lam ında, sank i
"doğanın zoru"ymuş gibi kendi l iğinden meydana gelmeyecek
olan bu aşı lmanın anal izini çoktan yapm ıştı m . (Yapısalcı i.ist
bel i rlenim tezinin aksine) toplumsal alanın alttan belirlendiği
yönündeki tezim ya açı kça "değişim değeri alan ından kaçıp
varoluşu reforme ederek" ya da aksi halde batmamaya çal ışarak
kapital izm i aşma alternatifiyle karşı karşıya olduğumuzu ifade
eder. Bunlar iki tarihsel olasıl ıktır, ama ikincisinin yalnızca

1 13
toplumun kend i kendisini yıkımına yol açacağının anlaşılması
gerekir. Rosa Luxemburg bunu bundan üç çeyrek asır önce
insanlığın önündek i seçeneğin "ya sosyalizm ya barbarl ık" ol­
duğunu öne sürdüğünde kavram ıştı. Bu anal izi postmodern
tercihin n ihai olarak kendi kendini yıkan nihilizm i seçmek ol­
duğu sonucu izleyecektir. Ve postmodernizm in başlangıç nok­
tası tüm moderniteyi, tarihsel kapitalizmden kaynaklanan
modernite biçim ine indirgemek olduğundan, ona göre neden le­
rine, biçim terine, belirtilerine, hiçbir çözümleme sunamad ığı
kapitalizm in sonunun yerini moderıı itenin sonu alır.
Krizin, aklın teslim iyetinin ve vazgeçi lmez özgürlük pers­
pektifinin gerici terk edi lişinin ideolojisi olarak negatif
postmodernizm değerlendirmeme rağmen, çağdaş toplumsal
çalışmaların bir bütün olarak, genellikle "günümüz entelektüel
modası"nın özell ikleriyle büyülenm iş olsalar da, tamamen de­
ğersiz oldukları sonucunu çıkarın ıyoruın . Tersine, l 968'den beri
öne çıkan görecelik, bazı açı lardan, özgün toplumsal çalışma
alanla�ında bir dereceye kadar gelişme sağladı . Bir çoğu bunun
sayesinde herkesin gittiği yollardan çıkma cesaretini kazandı.
Ekonom i politiğin geniş sahası, belki diğerlerinden daha
fazla, çağdaş görecel ikten çıkarılan bir özgürlük ruhundan o­
lumlu yönde etki lenm iştir. Bütünsel sistem lerin ekonom i politi­
ğinin yan ında, örneğin, yenilik sosyolojisi ve örgütlü yapı ların
ekonom isi üzerindeki çalışmalar da bu şek ilde işlem iştir. Yine
de ben bu çal ışmadan çıkarı lan genel sonuçların nasıl yoksul­
laştırı lmış olduklarını çarpıcı buluyorum . Ö rneğin. uzlaşma
ekonom isi, (Fransız l'economie des conventions okulu toplum­
sal grupların kurumsal, geleneksel ve uzlaşma tav ırları nı vur­
gulayan bir yöntem önermekte) adının kavran ılmasına dair her­
hangi bir şey sunmaktan çok uzaktır: Fiilen var olan kapitaliz­
m i n ekonom i politiğine yapısal olarak bağlı deği ldir. Bunun
itirazlarına zamanında, düzenleme teorisinin sağladığı açıkla-

1 14
mayla kıyaslanabilecek hiçbir ışık tutmaz. Ö rneğin, bizimki gibi
toplumsal sistemlerin anlaşı lmasında çok önemli olan kitle psi­
kolojisi alanında, spekülatif olgu üzerine yapı lan vurgu belki iç
işleyişlerini daha iyi anlamam ıza yardımcı olur, ama önem li
olan nokta hakkında bize hiç bir şey söylenmez -bugünkü eko­
nomik sistemde mali spekülasyon niye böyle önemli bir rol
oynar? Kökl ü tarihsel çalışmalar kesin likle çağdaş bir yenilik
değ i l . Saygıdeğer oldukları kadar, m utlak gereklil iklerini de
kabul etmemek olamaz. Ama bunların en yenileri bence gerçe­
ğin göreli, kültürel olarak tanımlanmış bir kavram olduğu ön­
yargısından kaynaklanmaktadır. ( Ö nem li olduğunu düşündü­
ğüm bu soruna döneceğiz)
Aynı zamanda ekonom i bilimini matematikleştirmeye doğru
güçlü bir eğilim etkilemeye devam etmektedir. Ama burada da
nüanslar vardır. Geleneksel makroekonom ik ekonometri yeni
bir şey değil ; 1 930' lara kadar geriye götürülebil ir.
Ekonomik sistemin toplumsal ve tarihi temelleri üzerine her
tartışmadan i l kesel olarak kaçınarak, bir ekonom i yönetim tek­
niği olarak başladı ve aynı çizgide gelişmeye devam etti. Bu dar
çerçevede, model inşası ve matematiksel ve istatistiksel yöntem
bilime bağı m l ı lık açıkça yalnızca doğrulanamaz değil aynı za­
m anda kaçınılmazdır da. Ama burası böyle bir araştırmanın
sonucunun son olarak ne olduğunun tartışmasının yapı lacağı yer
deği ldir.
Diğer taraftan, ekonomi teorisini matematize ed ilmesi ol­
dukça başka bir konudur. Süreç, bir toplumsal bilim olarak eko­
nom i politiği (özel likle marksist) iki temel önermeyi kanıtlaya­
cak soyut bir ekonomiyle yer değiştirme am acıyla yönlendiri l ir:
Pazarlar kendi lerini düzen ler ve toplum için olası en iyi sonuca
yol açarlar.
On dokuzuncu yüzyı ldaki Walras'a dönme girişimi yeni de-

1 15
ğildir. Ezelden beri bunun için sürdürdüğü yoğunluğuna rağ­
men , konum unu kanıtlamakta hiç başarılı olamamıştır.
Form ü lasyonlarının sofistike ed il işindeki artışın ötesinde, bu
faydasız işlem yaygın önyargılardaki boşluğu m askelemekten,
başka bir şey yapmaz. Şimdilerde böyle şüpheli başarılar sık sık
Nobel Ödülü'ne layık görülüyor! Daha kötüsü, bu hayali soyut
ekonom i teorisi, modellerinin çoğunluğuna kaynaklık edecek
m akroekonom ik yönetim ekonometrisinde yankı buluyor. Bu
yüzden bıı m atematiksel ekonom inin baş düşünürlerince öneri­
len neoliberal politikaların v aadettiği etki lerin her zaman ger­
çeklerle çelişiyor olmasına şaşırmak için bir neden yok. Ama
m ürşitleri Friedrich Yon Hayek'in söylediği gibi, yanlış olan
tarihtir çünkü soyut ekonom inin kurgusal akılsall ığına uyma­
m aktadır. Geleneksel ekonom isti er bu yanlışın farkındadırlar,
ama onlar, yorulmaksızın savundukları makroekonom ik yöne­
tim teori lerinin statüsü göz önüne al ındığında, bu yanlıştan h iç­
bir şey öğrenmezler.
Tüm bunlara karşı faydal ı bir çıkış, m atematikçi Giorgio
Israel ve B emard Guerrien'in, toplumsal bilimlerin matematize
edilişinin ortaya koyduğu çıkmazlara ve neoklasik ekonom istler
tarafından kullanılan matematik tekniklerinin zayıflığına yö­
nelttiği yıkıcı eleştiride bulunabilir.
Yine de toplumsal düşüncenin akılcı ve özgürleştirici emek­
lerini bir kerede ve sonsuza değin toprağa gömecekleri umudu­
na kapılarak, yağm ur�an kaçarken doluya yakalanırlar. Mate­
matikte, kaos teorisi kuşkusuz, doğal dünyanın çeşitli bölüm le­
rinde (meteoroloj i gibi) işlemekte olan süreçleri daha iyi anla­
mamızı, çoktan sağlamış olan yeni ve güveni lir bir araştırma
dalını ifade eder. Var olan keşiflerinden dolayı onun, spekülas­
yonun yol açtığı borsa dalgalanmaları gibi, toplumsal hayatın
dar çerçeveli alanlarında işleyen gerçeklikleri açıklamaya yar­
dımcı olmasını olanaksız bulmuyorum. Ama şimdiye kadar hiç

1 16
kimse bunl arın toplumsal dönüşüml eri yönetmekte yardımcı
o lacaklarına dair en küçük bir kanıt dahi göstermemiştir.
Bu izlenimci fikirlere, araştınnada bazı doğrultuların aşırı lığı
olarak gördüğüm şeye karşı bir uyarı eklemeyi gerekli buluyo­
rum . Bunun tipik ve hala tehl ikeli bir örneği insan biyolojisinde
davranışın nihai bel irleyenlerini araştıran "nöronizm "dir. Bu
yeni bir aşırı lık biçimi değil. On dokuzuncu yüzyı lda Sosyal
Darwinizm'in ve yirm inci yüzyı lda onun krim inal alanda yayıl­
m asının kötü bir şöhreti vardır. Çok daha küçük bir ölçekte,
Cesare Lombroso "doğuştan suçlu"ları on ların fiziksel öze l l ik le­
ri temelinde araştırabi leceğini düşünüyordu.

Benim de endişelerini paylaştığım birçokları, parçalı ilgi a­


lanları ve gerçek sistem in bütünsel işleyişiy le yüz yüze gel ­
mekten korkakça kaçınması, kısacası teorik tutarsızlığı v e nes­
nell iği terk edişi nedeniyle egemen düşünce biçiminin barındır­
dığı teorik teh likelere -indirgemec i liğe kayma, bütünsel ve bi­
reysel yöntembilim leri yan l ış biçimde karşı karşıya koyma,
görecelilik ve kültürelc i l i k tehlikeleri- karşı uyarıda bulunm uş�
tur. Bu tehlikelerin en kötüsü bence kültürelciliktir, çünkü be­
raberinde gerçek m ücadelelere işçi sınıfının verdiği ve demok­
ratik yanıtları biçim lendinneye büyük bir engel anlamına gelen
etk i l i bir politik duruş taşımaktadır. "Kültürelcil ik" sözcüğünü
i k i l i bir savı belirtmek için kullanıyorum: Birçok insan kültürü­
nün her birine özgü sabit ve tarih ötesi unsurlar vardır ve bu
kültürlerin hepsi "eşdeğerdedir" . Bu yeni bir görüş deği 1: Avru­
pa m erkezc i liğe karşı isyanın ortaya koyduğu iyi sorulara kötü
bir yanıt olan 1 968' in tal ihsiz sonucudur. l van l l l ich o zaman
buna vücut verdi ve bu onun kazandığı geniş i lginin temeli ol-

1 17
du.
Nesnel olarak, bugünkü düşünce biçim inin bütün eksiklikleri
ayn ı noktaya doğru yaklaşmaktadır: Çağdaş kriz evresinin eko­
nom i politiği üzerinde hüküm süren neoliberal ütopyayı güçlen­
direcek, böylece insanlara, yönetim-karşıtı sağ kanat anarşizm
ruhuyla piyasa yasalarına boyun eğmenin karşılığında, zaten
çoktan mutlu, düşmanları olmayan, barışık bir topluma inanm ış
olanları inandırabilecek vaatler verilebilir- ve bu üzerine bu
hayal evinin inşa edildiği "ideoloj ilerin sonu" teorisidir! Bu
atmosferde, krizdeki kapitalizm gerçeğini idare eden teknikler­
den birini ifade eden "anlamsızlığın artışı"ndan ancak biraz
fazlasını gören Cornelius Castoriadis'e katılıyorum . Krizdeki bu
kapital izmden bundan fazlası beklenemez: Burada, i lk ve son
kez ve bundan böyle tüm topl umsal sistemler için normal olarak
zorunlu olandan -kendi meşruiyetini kurma gereksinimi- muaf­
tır. Ama gerçekte bu sürdürülemez bir duruştur. Ve neoliberal
ütopyacıl ığın, burada çerçevesi çiz i ldiği gibi, kendi zıttı olan,
etnik komünalizm, akıldışı lı$ ın yayılışı, dinsel tapınmacı lık,
artan şiddet eği l i m i ve bütün fanatizm türleriyle birl ikte yaşa­
m aya zorlanmasının nedeni budur. Egemen ideoloji, örneğin,
(her zaman gelecekteki ) çıkarlarının henüz kesin olmadığı Doğu
Avrupa toplum ları gibi toplumlarda liberalizm in yalnızca ve
geçici olarak ulusçulukla "kirletildiğini" öne sürerek ucuz yol­
dan kurtulmaya çalışır. Yüzeysel liği bas bas bağıran bu argü­
m an (kapitalizm in Asya'daki başarısına ulusçuluğun yok oluşu
değil güçlenişi eşlik etti.) l iberalizm in, işleyişinin mantıksal
anal izi tersini kanıtlasa da, dünya bölgeleri arasındaki zıtlıkları
azaltacağını varsayarsak asıl sorundan kaçar - ki küresel kutup­
·
laşmayı yükseltmek zorundadır. Ya da , daha da fazla bir cüret­
karlıkla, J&an François Lyotard tarafından yapıldığı gibi, etnik
cemaatçiliğe seri dönüşün toplum ların kendilerini "özgürlük
fikrinin despotizm i"nden korumalarının yolu olduğu iddia edi­
l ir. Bu sorundan yalnızca sözcük oyunlarıyla kaçmaya çalış-

1 18
maktır. Ama bu tembel sözcük oyununun arkasında günüm üzü
kuşatan gerici saldırı için geniş bir yol açan, akı l ve özgürlük
kavramları arasındaki keskinlik gizlidir.
B unun hakkındaki en ciddi şey, postmodern izm in telkin etti­
ği tutum un ciddi bir tavırla demokratik uygu lamaların önem ini
yok etmeye katkı sağladığıd ır. Kapitalist ekonom i pol itiğin
dayattığı baskı lar altında, yalnızca günlük sorun ların idaresi.
olası alternatif seçenekler için başka hiçbir alan bırakmaz. Bu­
nun sonucu olan "düşük yoğunluklu demokrasi" son derece
savunmasız hale gelm iştir ve çeşitl i faşist hareketlerin nükseden
çek i m i bu gerçeğin korkunç kanıtıdır .
B u tedi rgin edici gel işmeler bir bütün olarak al ınd ığında. bir
toplum sal teori fikrini, yani, toplumun tutarlı zihinsel temsili
fikrini tehl ikeye sokmaktadır. Şüphesiz, nedensel mekanizmalar
modern tarihin ilk aşamasında sonsuza değin modası geçmiş
olmay ı bekledi ler. Aydınlanma düşünürlerinin on sek izinci
yüzy ılda öne sürdüğü, akı l üzerine kuru lu altın bir çağın açı l ışı­
nın yakın bir olasılık olduğuna inanmak bugünlerde zor. Ama
bu, nesnel l i k kavram ını terk etmek için bir neden m idir? Bazıla­
rının iddia ettiği gibi, yalnızca ilgili topluluğun -tüm çağdaş
fızjkçiler, şu ya da bu etnik grup- onları sorgulanamaz gerçek­
likler olarak deniyor olduğu ya da denm iş olması neden iy le.
fizikteki kuantum teorisinin bir Yahudi ya da Bororo kozmolo­
jik yaratılış efsanesinden daha fazla gerçeklik idd iası taşını ıyor
olduğunu savunmak gerçekten mümkün müdür? Parçaların
kendi bütünlerine nasıl bağlandıklarını, bütünlüklerden gerçek­
l iğin nasıl oluştuğunu, parçaların kendi bütünlüklerin yöneten
mantıklar aracıl ığıyla nası l anlaşı lacağını anlamak, açıklamak,
göstermek olan bilimsel ilgiden kurtulmanın ne arzu ed ilir ne de
olası olduğuna inan ıyorum .
Doğal bir olgu düzeyine indirgenmesini kabul edilemez bul­
duğum toplumsal atmosferdeki bu durumda, bilimsel ruh bir

1 19
neden in hizmetinde olmal ıdır. Yani apaçık, çarpıtmaya olanak
vermeyen, etik bir niyetle gerçekleştiri lebi lir bir projeye (bi lim­
sel bi lginin kendisi, göreceli ve sürekl i olarak tamam lanmam ış
olmasına rağmen. gerçekleştirilebilirlik kriterlerini oluşturur)
hızmet etmelidir.
Sosyal Darwinizm alternatifi yalnızca toplumsal . olarak ka­
bul edi lemez değildir, bilimsel olarak da değersizdir. Başlangıç
noktasına dönersek, özgürlük buna değer olduğu için, riski ka­
bul lenmem iz gerektiğini düşünüyorum. Bu, tarihi ön bel irle­
n i m l i bir sürece dönüştüren ve olası lıkları tahayyül ettikleri
kesinlik lerle karıştıran, yan lış ama güvence verici teleoloji ler­
den sak ınmam ızı gerektirir. Bu anlamda, klasik Aydın lanma
form üllerinin eleştirelciliği ve kaba tarihsel marksizm in for­
m ü l lerinin daha makbul olması kaçınılmazdır. Ü st bel irlenime
karşı olan alt bel irlenim savım toplum un doğa olmadığının uy­
gun bir hatırlatıcısıdır: Bir çok olası l ı k vardır ve zorunluluk
anlam ında düşünüşten olası lıklar anlam ındaki düşünüşe geç­
memiz gerekir. Ancak olduktan sonra bir sonuç çıkarı labilen ya
da bir teori ile ifade edilen, iyi ya da kötü, "Tarihin Sürprizleri"
bizim alt bel irlenim kavram ımızın yararlı l ığını doğruluyor.

120
Yii

İdeloloi i Olarak İletişim

Çağdaş toplumsal araştırmada en önem li ve gözde konu lar­


dan biri olan i letişim alanının özel önem inden dolayı bu bölü­
mü ona ayırdım . Bu özel alanın sorunlarına uygulanan analitik
yöntem ler ve bakış açı ları, ayrıca aklın çağdaş halinin bazı en
aydınlatıcı örneklerine de işaret eder-meşru sorunlarına, sessiz­
l iklerine ve aşırılıklarına.
İ letişim kesinl ikle yeni bir gerçeklik değildir; aksine. insan
türünün en eski soyundan beri toplumsal yaşamın sürekli bir
unsuru olmuştur. Aslında, insan ırkından söz etmek insanlar
arasındaki i l işki lerden söz etmektir. Bu i l işki lerin tüm ü, yasa
yönetim li icatlar sayesinde bilgi ve enformasyonun kazan ı l ması
ve ileti m i (ya da saklanması) ve bu bilgi ve enformasyonun

121
depolanması ve iletim i için gereken aletlerin kul lanılması yo­
luyla uzlaştırı lır. Dil bunların arasında en eski ve başat olanıdır
- bilginin tüm biçim leri bir d i l le taşın ırlar ve bu da tüm d i l leri
"anadil" (bu sıfatı yalnızca bazı d i l lere yakıştırmak saçma bir
gereksizliğe kapılmaktır) yapar. Yazı ve onu destekleyen med­
ya -esas olarak son birkaç yüzy ı ldır matbaac ı l ık- hala bi lginin
depolanmasında ve i letişim inde temel araçtır. Bununla birl ikte,
onun karakteristiği olan üretici güçlerin şaşı lası ve h ızlanmış
gel i ş i m i aracıl ığıyla, ve altında yatan toplumsal i l işki lerin tica­
ri-kapitali st biçim i arac ı l ığıyla, modernitenin, ekonom ik, top­
lumsal, kültürel ve pol itik yaşam ın aktörleri arasındaki i l işki leri
öylesine yoğunlaştırarak, toplumsal yeniden üretim in gerekli­
l i klerini karşılamak üzere teknoloj ik olarak destekçi yeni med­
yanın icat edi lmesini zorunlu kı ldığını kabul etmek yaşamsal­
dır. Radyo, telefon, fotoğraf, sinema, televizyon, faks, bilgisa­
yar ve bilgisayar şebekelerinin tüm ü bu ihtiyaçlara yan ıttır.
Açıktır ki, bu alandaki her i lerici adım, çok daha önem li ku­
rumsal ve materyal -ve bu nedenl e mali- kaynaklardan yarar­
lanmay ı gerektirir.
Bu araçların oluşturulması bunlara u laşman ın organ ize e­
dilmesi ve böylece denetim iyle ilgili sorunların önemi sürekl i
artmaktadır. Buna uygun olarak, enformasyonun ''üretimi" -
toplanması, seçilmesi ve i letimi- tüm toplumsal yapıda temel
iddia olmuştur.
Bu perspektifte, büyük bir nice l iksel sıçrayış geleceği yön­
lendirecek i letişim medyasının mal iyetini bel i rler gibi görünü­
yor. "Enformasyon otobanları", sevk edilecek, depolanacak ve
kullanılacak geniş enformasyon yelpazesiyle karşılıklı bağlantı
kurup karşılıklı etki leşime girmek için yerleştiİ-i lmesi gereken
m addi i letişim ağlarıdır. B i l imsel bi lginin bugünkü durumunda

1 22
ve teknolojik uygulanışında, bu gibi "otobanlar" iki biçimde
inşa edi lebilir: Yayın uyduları ya da fiberoptik ağlar kullanarak.
Her yöntemin maliyeti, avantaj ları ve zorlukları zaten oldukça
iyi l istelenip hesaplanm ıştır. ABD'nin aşağı yukarı bu yön­
tem lerin eskilerine öncelik vermeyi seçtiği fakat uygulam ada
hantal olduğu da görünüyor, Cl inton-Gore planı bu bak ı m dan
kısa zamanda başarısızlıkla sonuçlarım ıştır.(Kongre buna fon
ayırmayı kabul etmem iştir.) Öte yandan, önceki deneyim inden
(minitel ağı) kazanç sağlayan Fransa ikinci çözümü seçm iştir
ve şu anda kısmen kam u sektörü (France-Telekom, Fransız
U lusal Demiryol ları) ve kısmen özel sektör (Lyons Su Ş i rketi)
tarafından kurulmuş 1 8,600 m illik olağanüstü fiberoptik ağa
sahiptir.
B u teknoloj i ile çözümlerin her biri muazzam maliyetli yatı­
rım !ar gerektirir; ancak bunların tümüne ulaşmak için zengin
hükümetler ve en geniş çok uluslu şirketler gerekir. Aynı sorun,
mutatis mutandis, yüzyılın başında radyo ve telefon iletişim
ağları kurulurken ve yine daha yakın zamanda televizyon ya­
y ınları için kurulacak ağlar konusunda da yaşandı .
Bu araçları denetleme savaşı, biri geniş biçimde ulusal, di­
ğeri küresel olan iki boyuta yayılır.
U luslar (ya da bazen, Avrupa Birliği için umu lduğu gibi,
yakın bağları bulunan devletlerin oluşturduğu gruplar) düze­
yinde seçenek şudur: Enformasyonun üretim i ve depolanması­
nın yüzeysel olarak serbest (yani, zorunlu mal iyetleri ve önem li
ölçüde sermaye mal iyeti d ışında başka bir şey tarafından san­
sürlenmem iş) olduğu varsayı l ırsa, i letilmesi, bir kam u hizmeti
(postane gibi) özel işletmeler ya da bu iki sektörün henüz de­
nenmem iş olan bir kombinasyonu tarafından mı üstlen i lmeli­
dir? Bu iletim m ümkün olduğunca serbest m i olmalı, yoksa

1 23
henüz bel irlenmem iş olan kriterlere m i (etik, pol itik ya da diğer
kriterler) bağlı olmal ıdır? Bugünkü zihinsel bakışın etkisi el­
bette, serbest pazar çözüm lerinden daha elverişlidir. Enformas­
yon böylece mal olarak işlem görebi l ir ve i letimi, pazar yasala­
rıyla yönetilen bir ticari hizmet olur. Pazar, o zaman, mal ve
h izmetin pazar fiyatını ödeyebilme kapasitesi üzerine kurulu
olanı kimin kul lanabi leceğini bel irler. Portföyü olan tüketici leri
seçmek hangi bilgi ve enformasyonun toplamaya değer (kolay
satılabil ir olan ) hangisinin değmez olduğunu belirleyecektir.
Öte yandan kam u hizmeti kriterleri tüketici kitlesinin oluşumu­
nu değiştirebil ir, mal iyet yükünü farkl ı biçimde dağıtabi lir ve
bi lgiye ulaşımın daha eşit (ya da daha az eşitsiz) ve kullanım
koşul larının daha demokratik(daha nesnel, daha çoğulcu vb.)
olmasını garanti altına alan standartlara göre işleyeb i lir. Bu
alanda yatırıma ayrı im ış pay öy lesine büyüktür ki büyük ço­
kuluslu şirketler buna gelecekteki mali karlılıklarının temel
kaynağı olarak bakarlar. Zaten, dijital teknoloj i , telekoın i.i nı­
kasyon ve görsel-işitsel medya başl ıkları altında sınıflandırı lan
ekonom ik etkinlikler dünyanın sanayi üretim inin onda sekizini
(otomobil sanayi inden fazla) bulmaktadır. Bu oran hızla arta­
caktır; çünkü dünyada ücretli lerin beşte üçü dij ital teknoloj iden
yaralanmaktadır. Bununla birl ikte, şu ana kadar i letişim alan ı
büyük ölçüde (ülkeler arasında büyük fark l ı l ı klar bulunsa da)
yasal düzen lemelere bağl ı kalm ıştır ve bir kam u hizmeti olarak
icra ed ilmiştir. Özel sermayenin saldırgan lığı, bu amaç için iyi
b i l i nen ve tercih edi len temalarını (özel teşebbüsün etk i n l iği
gibi) bir araya getirerek, umulan bol kara el atmasına olanak
vermek üzere dev let müdahalesinin kaldırılmasını hedefliyor.
Küresel ölçekte sorun ulusal sınırlandırmaların, özel ve ba­
zen de kam udaki kapitalist şirketlerin işlem lerini tüm dünyaya
yaymasına izin vermek üzere, tamamen ortadan kaldırılmasına
1 24
gerek olup olmadığı ya da dev letlerin bu alanda büyük ortak
olmakta ısrar edip etmeyeceğidir. Egemen pol itik ve ideolojik
eği lim lerin savunduğu çözüm ün, küresel ölçekte dev let m ü.da­
halesinin kaldırılmasının, dünya ülkelerinin çoğu için (as l ında
ABD, Kanada, Avrupa Birl iği ve Japonya dışındaki bütün dün­
ya) kesinlikle y ı kıcı sonuçları vardır. Bu metropol ülkeler ve
buralarda kurulmuş özel kapitalist gruplar dışında ABD, Avru­
pa ve Japon çokuluslu şirketlerin oynad ığı alan düzeyinde re­
kabet edebilecek tek bir ulusal dev let yoktur. Yine de bun ların
ilgilerini üzerine yoğunlaştırdıkları pazar. dünya nüfusunun
ancak dünya tüketici alım larının yüzde sekseninden soru m l u
olan yüzde y i rm isinden biraz fazlasını (metropol merkezlerdeki
bir çoğunluk, hızla büyümekte olan çevre ülkelerdeki bir azın­
l ık ve geri kalan marj inal leşm iş yerlerdeki bir avuç insan) o­
l uşturur. Tam da bu nedenle enformasyon ve i letişim üzerinde­
ki bu tekeli, küresel kapital ist gel işme mantığına uygun olarak.
onlar arac ı l ığıyla küresel kutuplaşmanın yakın gelecekte azal­
mak yerine daha da yoğunlaşmasının beklenebileceği "beş te­
kel" arasına dahil ediyoru m .
Metropol merkezlerde ve çevre ülkelerde ayn ı derecede ol­
mak üzere, kam u h izmeti seçeneğinin enformasyon ve enfor­
masyonun i letim i pazarının (bu durumda sözde pazar) organi­
zasyonunda egemen olacağını varsaysak bile, bu küresel denge­
sizl iklerde herhangi bir düzelmenin garantisi olmayacaktır.
Çevre ülkelerde yönetsel i letişim medyasının görev i olarak
kab u l edilen kamu hizmetleri yine kaynaklardan yoksun ola­
caktır. Metropol merkezlerdeki özel ve hatta kam u hizmeti
şirketleri bu zayıf çevre bölgeleri birleştirmek ve onlardan bol
kazanç elde etmek için birl i kte hareket edeceklerdir. Bu bakım­
dan, diğerlerinde olduğu gibi, küresel leşm iş kapital izm in ku­
tuplaşmayı üretme, yineleme ve derin leştirme doğal eği l i m iyle
.

1 25
etkin bir savaşım ın, üzerinde anlaş ı l m ı ş kural ların sağladığı bir
karş ı l ı k l ı bağı m l ı l ık organizasyonu dışında, yolu yoktur.
Bu,özel olarak metropol ü lkelerden çevre ülkelere yapı lan,
gerekl i altyapıyı tesis etm.eye mecbl ' " olan sermaye transferle­
rinin organizasyonu o lmak üzere, bütün alanlarda �istematik ve
birleşik bir hareketi içinde barındırır. Daha önce başka yerlerde
ayrıntı larıyla ele almış olduğum bu sorunlara burada girmeye­
ceğim. Bu soruların, küresel kutuplaşman ın düzenl i azalmasını
başaracak ve sonuç olarak hem halkçı hem demokratik olan
sürekli bir gelişmenin zem inini oluşturacak çok merkezli küre­
selleşm iş bir sistem in ekonomi politiğini içeren yanıtlarına da
girmeyeceğim.
Artık bu gerçek çıkarlar hakkındaki her tartışma, egemen
toplumsal düşünce okulunun tüm eği l im !erinin, küresel leşm iş
neoliberal izim in ekonom i pol itiğinde ortaya atı lan teori leri
yinelemesi, postmodemistlerin, neomodemistlerin ve benzerle­
rinin yum uşak başl ı boyun eğişleri ve bu ekonom i pol itiğin
aşırı talepleri sayesinde, "i letişim" üzerindeki yaygın söylemin
içini tamamen boşaltm ıştır. Bu yüzden bu gerçek çıkarlar üze­
rinde bir tartışma yerine Ph i lippe Breton'un tam tam ına uygun
terim lerle "i letişim ütopizm i" d iye ifade ettiği tamamen ideo­
loj ik bir söyleme sahibiz.
Bu ütopik söylemde "i letişim" sözcüğü neredeyse herhangi
bir anlama gelmiş ve sonuç olarak anlamsızlaşnı ıştır. "'İ leti­
şim "den, içeriğiyle ve iletilen şeyin ne olduğuyla i lgilenmeksi­
zin söz ed ilmekted ir -kendi içinde bir son olarak i letişim ! İ nsa­
n ın, sanki başka bir şeym iş gibi, lıomo communicans olacağı
söylen iyor. Ama bu etiketin arkasında ancak kendisine gelen
mesajlara karş ı l ı k verebi len, buna karşın içsel işleyişinin zorla­
d ığı kendi yöne l i m i n i bulamayan -başka bir deyişle, "hareket"

1 26
sözcüğünün gerçek anlam ıyla hareket etme yeteneği olmayan -
başkasının yön lendirdiği birey olarak görü len bel l i bir insan
kavramı giz l id ir. Kısacası, Madison Bulvarı ' n ın ideal tüketici­
si! Böyle şiddetle yıpranan insan doğası fantastik bir aşırı lık
peşinde koşmaktadır: İ nsanların kendi lerini makinelere (bil g i­
sayarlar) çev irmesi, canl ı ile yapay olan arasındaki karışm anın
zorunlu olarak neredeyse doğal hale gelmesidir.(Akı l l ı
makinalar inşa edi lebi l i r v e doğrusu bunlar e n a z bu ideal
idiotlar kadar akı l l ıdırlar.)
Böylece bu söy lemin içindeki sessizlikten ana sorunu çıka­
rabil iriz: Ne tür bi lgi, ne çeşit enformasyon, kimin için ve hangi
sonuca doğru? Şüphesiz ki, çağdaş toplumsal ve ekonom ik
yaşam için ihtiyaç duyulan bi lgi ve enformasyon toplam ı, uzak
geç m işte ya da yakın geçmişte b i le ihtiyaç duyulandan çok
daha fazladır. Hiilii bilgi ve enformasyon arasında bir ayrım
yapmaya zorunluyuz. Aşırı bir değersiz veri akışıyla boğulabi­
l i riz ve bunun etk isi altında bi lgi olmadan çözüm leme ve anla­
ma kapasitesini yitirebil iriz. Medyayı yönlendirenler bu yön­
tem lerin pekala fark ındadır ve bunların nasıl ku llan ılacağını
m ükem mel derecede b i l i rler. Borsa işlem leri hakk ındaki sın ır­
sız veri ( bunları en şüphel i ler olarak addetm eme rağmen) bir
spekü latöre yararlı görünebil ir, ama bunun toplumsal faydası
nedir?
Ticari dünyamızda, öncel iğin, pazarlarda "tam zaman ında"
�ararlar ve üretim in onlara ciddi karlar getirebileceği en büyük
şirketlerin (en büyük çokuluslu şirketler) dar bakışına göre,
pazar yönetim i nde yararlı olacak veri lerin toplama ve satı lma­
sına veri lmesi gibi büyük bir risk vardır. Aynı şek i lde, modern
i letişim teknoloj isinin gücünün açtığı diğer olası lıklar ancak
egemen ticari çıkarlarla ilgili olarak düşünülebil ir. Ö rneğin,

1 27
emek sürecının merkeziyetçilikten uzaklaştırılması (birçok
havayolu, banka, sigorta şirketi ve hatta hukuk büroları tarafın­
dan yapıldığı gibi tele- i letişim kurmak) günüm üzde ücret dü­
şürme pol itikaları yararına hizmete sokulmuştur.
Teknoloj ik i lerleme ve yeni teknoloj i lerin keşti kesinl ikle
hala arzu edilmektedir (geçm işe ve geçmişin kırsal şen l i k l i l iği­
ne özlem duyanlardan değil im); ama aletler ile bun ların kul la­
n ı m !arı arasındaki ayrım temel olarak kaim ıştır. Marshall Mc
Luhan ' ın saf inançları o yönde olsa da, tarih doğrudan tekno­
lojik ilerleme tarafından yöneti l irm iş gibi açıklanamaz. Tarih,
daha çok, bu teknoloj i lerin kul lan ı lacağı ypl lar üzerindeki de­
netim sorunudur ve bu aslında sınıf mücadelelerinin bir yönü­
dür. Bu yüzden, bireylerin ve halkların özgürlüğü için, toplum­
sal i lerleme lehinde teknolojinin faydalarını desteklemenin
koşul ları yaratı lmak zorundadır. Çok şükür ki, böyle koşul lar
vardır ve işlemektedir ve genell ikle sistem in egemen güçlerinin
istekleriyle uygunluk içinde deği ldir. Bir zamanlar telefonun
insanların evden ayrılmadan operaya gitmelerine olanak sağla­
m ası için icat edildiği söy lenm işti. Halk onu birçok başka şeyi
yapmak için ku llandı . B i ldiğimiz gibi, Min itel de aynı şekilde,
daha iyi ya da daha kötü, halk tarafından kullan ı l d ı . Ö nceleri
bir faks m akinesinin ne kadar kul lanışlı olabi leceği görü lemedi
ve o nedenle keşfin olgunlaşması çok gecikti. Bu özel cihazla­
rın başarısı iyimserl iğimizi güçlendirmel i : Ku l lanıcı lar olarak
insanlar aletlerinin ustalığına sah ip olabil ir, bun ları kendi se­
çilmiş alanlarında seçtikleri strateji ler için kul lanabilirler. Bu­
nunla birlikte, özel bir medyan ın durum unda bi lgi, organize bir
m üdahale olmaksızın elde ed il iyorsa da, bu, uygun kullanım ları
kolektif, güçlü biçimde örgütlenmiş olan ve politik bir savaşı
gerektirecek olan başka i letişim aletleri için geçerli deği ldir:
Televizyonu demokrasinin hizmetine sunmak buna iyi bir ör-
1 28
nektir. Aynı şeki lde, enformasyon otoyollarına halkçı bir giri­
şin örgütlenmesi, ve bunların hizmetlerinin ulusal ölçekte ve
dünya ölçeğinde kabul edi lebi lir ve toplumsal olarak faydal ı
bölüşüm ünün yerleştirilmesi d e hala sürüp giden savaşlarda ne
olacağına bağlıdır. Ç ıkar i lişkileri konusundaki suskunluğuy la -
barış içinde, çel işkisiz, konsensüse dayal ı bir toplumun hemen
bir adım ötede olduğu yolunda saçma bir varsayım (genellikle
kendi iddialarınca postmodern olan yazı larda apaçıktır) tarafın­
dan tem ize çıkarı lan ütopik- i letişim söylemi halk ları ve ulusla­
rı, çokulusluların yararına devlet müdahalesini kaldırmay ı ka­
bul etmeye zorlayarak, silahsız bırakmaya hizmet etmektedir.
Bu gene l likle. "alternatif yok" (herhangi bir şeye, öze l l ikle de
pazarın varsayı lan sınırlarına boyun eğmeye mazeret olarak
kul lanılan bir slogan) temelinde yapıl ır.
İ letişim ütopyac ı lığı yeni bir ideoloj i deği ldir. Çağdaş dün­
yayı bel irleyen, hızla birbirini izleyen moda dalgaları yalnızca
ara sıra sahneye koymuş olsalar da bu ideoloj i tüm savaş sonra­
sı dönemde geçerli olan toplum sal düşüncenin sabit bir öğesi
olmuştur. 1 940'1arda ve 1 950' lerde sibernetiğin sonradan yay­
gınlaşacak olan bir söy lem i (ve illüzyonları) beslediği unutul ­
m ayacaktır. Amerikan sibernetik okulu (Wiener&Co.) mate­
m atik sayesinde, tüm doğal ve toplum sal yasaları (ya da bu
ikisinin karışım ından doğan başka bir hali) yöneten ortak bir
payda keşfetm iş olduğunu sand ı. Evrenin tüm unsurları arasın­
daki il işki leri ("iletişim") düzenleyen yasaların bu varsayı lan
keşfi besbelli ki çel işki-temelli ideoloj i lerin ötesine geçmeye;
i syan etme ihtiyacı duymayan ve içe dönük yaşam ı olmayan,
manipüle edilebilir, mükemmel derecede uyumlu bir yeni insa­
nın yaratılmasına olanak verecekti. Çağdaş söylem in eski bir
formülasyonu. Egemen medya tarafından adı konulur konulmaz
unutulmasına rağmen, sibernetik, 1 960' tar ve 1 970' terde sırası
1 29
geld iğinde bi lgisayarların kullan ı m ı n ı basitçe genel leştirerek
ve böylece her tüketici yurttaşa m ümkün olduğunca zekice olan
tüm tercihleri yapma (süpermarkette al ışveriş yapmaktan se­
çim !erde oy kul lanmaya kadar) olanağını vererek demokrasiyi
alttan kuşatması bek lenen, varsayılan dij ital devri m in yolunu
açm ıştır. En azından bir yönüyle. bilgi otoban larındaki çağdaş
söy lemin bu ak ı lsızca çıkarım larının bir geri dönüşten başka bir
şey olmadığı doğru değil m i? Dijital teknoloji araçları ya da
onları faydalı hale getiren yoğunluğun birbirine bağlı ağlar
vasıtasıyla gen işleti lmesi konusundaki hiçbir şey kesinlikle
gerçek dışı değild ir. Fakat bir kere daha, bu güçlü araçlar kendi
başlarına ne cennet gibi ne de kabus gibi hiçbir özgür toplumsal
düzenin ortaya çıkışını sağlayamazlar. Fakat eşit derecede
mümkün olan alternatif gelecek vizyonlarına, nasıl uyum sağ­
layacaklarını an latan bir m ücadelenin nesneleridirler.

1 30
VIII
Soyut Ekonomi va da Çağdaş
Dünvanın Büvücülüğü

Çağdaş dünyanın bütün üniversitelerinde ekonom i b i l i m i,


sanki "fizik" der gibi basitçe ekonomi denilen, tuhaf bir konu
öğretilmektedir. Çalışma alanı olarak fiyatlar, ücretler, gelirler,
kar oranları, döviz oranları ve toplam işsizlik gibi önem l i bü­
yüklüklerini bilim sel olarak açıklamak n iyetiyle bir toplumun
ekonomik yaşam ını almaktadır.
Ne var ki bu gerçekte gariptir, çünkü bilimsel araştırm a kal­
kış noktası olarak gerçekliği alı.tken, ekonom i b i l i m i kesin ola­
rak gerçeklik karşıtı bir esas i l ke üzerinde temel lenir. " Yön­
tembi limsel bireycilik" denilen bu ilke toplumu, her biri homo
economicus olarak, bu i lke için akılcı davranı ş ı ifade eden ya­
salarla tanım lanan ve onu oluşturan bireylerin toplam ı olarak

131
görür. B u bilimin bakışında bu davranışlar arasındaki karş ı l ı k lı
etki leşim teme l i üzerinde inşa olunmuş zihinsel yapıdan top­
lumsal gerçekliğin ortalama bir resm ini mi vermesinin beklen­
diği yoksa bu yapının ideal bir toplumsal düzen modeli o larak,
normatif olarak mı i leri sürüldüğü oldukça belirsiz kalm ıştır.
Bu, bireylerin her toplumun temel unsuru olduğu gibi red­
dedilemez bir basmakal ıp sözdür. Ama bireysel davranışların
arasındaki doğrudan çatışmalardan inşa edi l m i ş olmaktan çok
uzak olan gerçek toplum un, toplumsal sınıfları, u lusları, dev­
letleri, büyük işletmeleri, kolektif projeleri ve politik ve ideo­
loj ik güçleri birbirine bağlayan ölçülemeyecek kadar karmaşık
bir yapı olduğunu hesaba katmamak için neden nedir? Ekono­
m istler bu açık gerçeklikleri dikkate almazlar çünkü bunlar saf
bireysel projeler ve etkinliklerin karşı lıklı etkileşim i dışındaki
tüm toplumsal boyutlardan arındırı l m ış olan bir ekonom ik ya­
pıdan yola çıkan yasalar anlam ına gelen temel yasaların ı açığa
çıkarırlar ve "soyut bir ekonomi" inşa etmenin önündeki en­
gellerdir. Bu soyut ekonom iyi oluşturmak en iyi olasılıkla
belki zevkli bir zeka oyunu olabilir, ama gerçeklikle hiç ilgisi
var m ıd ı r? Sağl ığımız açısından şanslıyız ki, "soyut ekonom i "
modasından sonra doktorlar b i r "soyut tıp" oluşturmadı lar.
Kalp ya da ciğer gibi bedensel organları kesinl ikle hiç dikkate
almadan, insan bedeninin işleyişini, insan bedeninin tek temel
unsurları olarak ele aldık ları hücreler özel teme linde bütünsel­
leştiren bir tıp bilimi düşünülebilir m i? Bu neredeyse, klavye
üzerinde rastgele gagalamalarıyla bir güvercinin Sheakspeare' in
bütün eserlerini üretebi lmesi gibi, hücreler arasındaki etkile­
şim lere indirgendiğinde en karmaşık modelin insan bedenini
andıran herhangi bir şey üretebilmesine benzer. Beş m i lyar
insanın piyasa çatışmaları sayesinde -optimalden daha az ol­
mayan- genel bir dengeye ulaşması da buna benzer.

1 32
B u saçma başlangıç noktasın ı m eşru görmek garip
parapsikoloj ik açılımlara yol açar. Neoliberal ekonom istlerim i­
zin m ürşitleri olarak gördükleri Frederich Yon Hayek, ulusla­
rın, ulusal devletlerin, toplum ların varlığını kabul lenmeyi red­
detmedi; ama bunları "akı ldışı" kalıntı lar olarak dışlam aktan
memnundu. Memnuniyetini gerçekl iğin akılcı açıklan ışının
araştırmasının yerine m itsel bir akılsallık kurmakta buldu.
İ nsan kesin likle akılcı hayvanlar sınıfına aittir ve davran ışla­
rı, hatta en garip olanları bile muhtemelen an laşılabil irdir. Ama
ancak, insan hareketlerini motive eden özel rasyonel süreçlerin,
kapsam ve mekanizmalarını bağlamsal olarak tan ı m lamak üze­
re uygun bir çerçeveye yerleştirilmesi koşuluyla. Başka bir
dey işle, m uhakemesini gerçek bütünlük ler (şirketler, sınıflar,
devletler) üzerine dayandıran bütünsel bir duruş bilimin izleye­
bileceği tek yaklaşımdır. Klasik ekonom i pol itik ("politik" sı­
fatının burada olması tesadüfi değild ir.) Sm ith, Ricardo, Marx
ve Keynes tarafından uygulandığı gibi, bu bilim sel yaklaşım ı
doğal bir şey olarak benimsed i.
Dahası, zeki bir hayvan olarak insan, davranışını d iğerlerin­
den beklediği karşılıkları hesaba katarak biçim lendirir. Buna
paralel olarak, soyut ekonomi modelleri basit ve çabuk bir ya­
n ıtın değil (fiyatlar düşer-daha çok satın al ırım) diğer insanların
yanıtlarının (fiyatların daha da düşeceğini düşünürsem, alım la­
rını ı ertelerim) arac ı l ık ettiği bir yanıtın rasyonel gereksin im leri
üzerine temel l endirilmelidir. Tüm bu b i reysel öznel verileri
uzlaştıracak bir model hala mümkün mü? Eğer öyleyse sorunun
merkezine mi inecek yoksa asıl soruna ilgisiz m i kalacak?
Saf ekonomi bugün tüketmek ya da gelecek için birikim
yapmak arasında seçim yaparken, Robinson Crusoe'un adadaki
davranışına kafa yorarak işe başlar. Ama "Robinsonculuğu"

133
daha i leri götürür. Bu yüzden, bu ekonom istler dünyayı beş
m i lyar Robinson'dan oluşuyormuş gibi gösterirler. Ders kitap­
ları, beş m i lyar temel birim in, her biri ilk başta kendilerine
bahşed i l m i ş "mal sepetleriyle", yine her biri ihtiyaçlarını kar­
şılam akta gereksiz olan malların karşılığında arzu ettikleri
şeyleri almak için m ükemmel derecede rekabet eden piyasaya
başvuran "soyut tüketici ler" olarak sunulan tuhaf bir giriş bö­
lümüyle başlar.
Bu tarz açıkça, "hikayenin dersi" olan tipik bir sonuca ulaş­
mak amacıyla, hayvan karakterlere insani olarak akla uygun
davranı ş modeli yükleyen fabl tarzıdır. Bizim soyut ekonom i de
böyledir. Anlatısının açıklanışının her aşamasında önceden
belirlenmiş sonucuna yol açacak insan davranışı hakkındaki
tüm akla uygun tahmin lere başvurur. Doğrudan yöntembil imsel
bireycilik seçeneğinden çıkan bilmece şudur: Her biri tüm diğer
bireyler hakkında bek lentileri içeren, birçok bireyin akılcı dav­
ran ışları arasındaki etk i leşimin bel irli bir dengeye yol açacağı
nas ı l kanıtlanabilir? -örneğin sadece ve sadece tek bir fiyatlar,
gel irler, işsizlik ve büyüme oranları dizgesi tarafından
karakterize edi len bir sistem? Açık ki, bu m atematiksel teknik­
l ere göre bir konudur?
Ama soru tam olarak matematiğin kanıtladığı şey değil ge­
nelde. Bu tür eş zamanl ı denklem ter sistem i (ve burada yüzler­
ce milyar denklemden bahsediyoruz) -bu yüzden hiçbir çözüm
kabul etmeksizin- şiddetle, a priori, istikrarsızlığa yönelir. Ye­
teri kadar çok sayı lar da ek varsayımlarla hemen hemen istik­
rarlı fakat belirsiz (ölçülemeyecek kadar çok çözüm sağlayan)
olabilir ve şimdi çok daha fazla sayıdaki ek tahminlerle bel irli
(ama tek çözüm sağlayan) hale getirilebilir.

1 34
Ayn ı şekilde, saf ekonom i uygulayıcı ları amaçlarına ulaş­
mak için tam doğru varsayım lar dizisini bulma görevine sa­
h ipler. Bu kriteri akı lda tutarak, davran ışları oluşturan bazı
etken lerin dışbükey kavisler, diğerlerinin de içbükey kav isler
serg i lediğine; bazı üretim fonksiyon larının azalan karlar ve
diğerlerinin sabit ya da yükselen karlar sergi lediğine karar ve­
riyorlar. Ye gösterilerinin her adı m ı uygun bir fablla destekle­
necektir.
Soyut ekonom i şapkasının tüyü olan Arrow-Debreu modeli.
bir kere tüm gerek l i tahmin ler yapıld ığında . -ve dahası, bir
bütün olarak sistemin mükemmel derecede rekab�tçi olduğu
varsayıldığında- genel dengeyi sağlayacak en az bir çözümün
mevcut olduğunu gerçekten kanıtlar. Y ine de, sistem genel inde
m ükemmel rekabet kötü şöhretli olarak al ınıp satılacak tüm
malların tanıtımını yapmak ve bun ları sağlamlaştırmak için
evrensel bir mezat tellalının olduğunu varsayar. Böylece. ol­
dukça gariptir ki, bu model, beş m i lyar müşterisinin her birinin
davran ışsa! olas ı l ıklarının m ükem mel bilgisine sah ip olan mer­
kezi bir planlayıcının, peşinde olunan dengeyi üretmek için
gerekli bütün kararları alacağını kan ıtlamaktad ır. Bu model
fiilen var olan serbest pazarların bunu üretebi leceğini kanıtla­
maz. En azından, neoliberal aşırı ların tercih ettiği soyut eko­
nom inin sorun larını çözmek için Büyük Kardeş'e başvurması
gerektiği gerçeği bizi bir an eğlendirebilir! Açıkça, mezat te lla­
l ı n ı n yokluğunda sistem, bireylerin piyasa işlem leri sırasındaki
gerçek davran ışların ın sonuçlarına göre sürekl i değişmektedir.
Eğer ulaşı labilirse, denge piyasada etk in olanların davranışın-
. daki rasyonel faktörler kadar deneme yanı lmanın, şans eseri,
tesadüflerin sonucu olacaktır. Dahası, Sonnenschein' ı n teorem i
arz ve talep etken lerinin bireylerin uçlaştırıcı davranışını açık­
layan etkenlerden çıkarılamayacağını kan ıtlamaktadır. Ama bu

1 35
ciddi matematikçi lerin çıkmaz bir sokakta sıkışmak olduğunu
kaırnladıkları soyut ekonom i için ne ifade ediyor? Göreceğim iz
gibi söz konusu olan çok fark l ı bir sorun.
Dahası satıcı ve a l ıc ılar arasındaki piyasa çarpışmalarından
kaynaklanan genel dengeyi oluşturan bir mucize varsaysak bi le,
böyle bir denge temel öze l l ikten yoksun olacaktır-özel bir iş­
sizlik oranını, ürünler için �el bir büyüme oranını nite lendir­
meyecektir. İşsizl iğin, tüm" işsizliğin. g�nüllü olduğu bir dünya
varsayan soyut ekonom inin sorunu olmad ığı. 90k doğrudur! Bu
bel irleyici varsayım tamamen yanlış olınakla birlikte, buna
geleneksel ekonomistlerin keyfi olarak ve beylik tepkisel ön­
yargı larıyl a ücretlerin "çok yüksek" olmasına bağladıkları iş­
siz l i k hakkındaki saçmalıklarıyla sadece (kendi kend ini düzen­
lediğini varsaydıkları) pazarların işley işiyle başarılacak denge
hakk ındaki saçma söy lem leri eşlik eder. Böyle yaparak, kibirli­
ce gözlerini sadece talebin büyük ölçüde ücretlere bağl ı olduğu
gerçeğine kapamakla kalmazlar aynı zamanda ücretlerdeki
değişimin genel denge sistem iyle ilgi l i tüm verileri değiştirece­
ğini söyleyen kendi sistem lerinin mantığını da görmezler.
Bunu genel dengenin aynı zamanda "toplumsal bir opti­
m um "u ifade ettiği iddiası izler. Bu sav soyut ekonom i n i n bü­
yük önermelerinin ikincisidir. Ama bu durumda "kanıt" -en
azından bir bireyin durum unu kötüleştirmeksizin parametrele­
rin birinde küçücük bir değişikl i k bile yapı lamayan bir denge
nitel iği olarak- anlamsız bir optimal lik tanım ına dayanmakta­
dır. B ir başka deyişle dört m i lyarı değişmez yoksul luğa mah­
kum eden bir denge, gezegen im izde yaşayan beş m i lyar insan
arasından en zengin m i lyarderlere bir kuruşa b i le mal olmaksı­
.
zın değiştiri lemediği sürece "optimal" olmaya devam edecektir!

1 36
İ l k kez -açıkça Marksist analize yan ıt olarak- on dokuzuncu
yüzy ı l ın sonuna doğru tasavvur edi len soyut ekonom inin bu
görkem l i yapısı yalnızca gerçek ekonom inin üzerini örten bir
örtü gibi görülen parayı sistematik olarak önem semem iştir.
Ama bununla birlikte, para var olmaya başladığından beri, onu
bu yapıya yerleştirmenin zaman ı gelm işti . Tek kabul edi lebi lir
yol en nicelik teorisinin en basit biçimini benimsemekti. B u
hareketin uyan ışında, - soyut ekonom ideki son tarz olan­
m onetarizm (parasalcı l ık) paran ın da bir meta olduğunu ilan
ederek, beş m i lyar bireyin para için olan talep çizelgesi, on ların
d iğer mal lar için olan arz-talep çizelgesine eklemeye izin ver­
m iştir. Para arzına gel ince, o da bir merkez bankası tarafından
belirlenen bir değişken olarak görülecektir. Para yaratılmasının
temel bilimsel analizi paranın diğerleri gibi bir m eta olmadığını
kan ıtlamaktadır; çünkü kısmen kar oran larına kısmen de iş
etkinl iği düzeyine bağlı olan para talebi paran ın arzını belirle­
m ektedir. Ü stelik para arzını tarafsız ve bağımsız (kimden?) bir
tarzda kontrol edeceği, bunu yapmak için büyük güç lere sah ip
olduğu varsayı lan merkez bankaları böyle bir şeyi asla yap­
mazlar, çünkü yapamazlar. Hareketleri, kar oran ları hakkında­
ki seçim leri aracıl ığıyla, para talebi üzerinde sadece kısm i ve
dolay l ı bir etkiye sah iptir.
Fakat atlanı lan şey bu seçeneklerin iş etkinl iği düzeyi üze­
rindeki (yatırım ve tüketim kararlarının zamanlanmasıy la) tek­
rar etki düzeylerini etki leyen veri leri değiştirdiğid ir. Tüm bü­
tünsel analizleri reddederek ve böylece soyut finansal stratejile­
rin mantığı i le üretken yatırım stratej i lerinin mantığı arasındaki
farkı görmezden gelerek, inonetarist soyut ekonom i kendisini
kar oranları belirleyen gerçek nedenler ve etken ler araştırmak­
tan kopm uş olarak bulur.

1 37
Soyut ekonom inin bir i lgiye hedef olması gerekmesi gibi
saçma ve verimsiz bir deneme normal olarak zeki bireyler tara­
fından merak edilecek bir şey olarak görül ür. Eğer biri topl um­
sal düşünce alanında, edinil m i ş ideoloj i leri. önyargı ları ve i lgi­
leri geçerli kı lmak amaçlı um utsuz bir çabanın, tüm b i l i m sel ve'
e leştirel zihinsel yapı ları bastıracağını kan ıtlam aya girişseydi,
soyut ekonomiyi keşfetmekten daha iyi bir şey yapamazdı .
Soyut ekonom inin fizikle aynı düzeyde bir b i l im olduğu id­
dia ediliyor. B u az rastlanan bir durum, çünkü böyle bir iddia
sosyal ve doğal b i l i m ler arasındaki özgün fark l ı l ığı reddeder.
Toplumun dış güçler tarafından imal ed ilmekten ziyade kendi
kend ini ürettiği gerçeğini görmez. Yine de, beklentiler kavra­
m ın ı kabul ederek- nesnel bir gerçeklik olduğu varsayı lan bire­
yin kendi tarihinin gerçekten aktif yapıcısı olduğunu kanıtlayan
bir kavram-kendi yöntembilimsel i lkelerini gizler.
Soyut ekonomi bir parab i limdir(parascience). Parapsikoloj i­
nin psikolojiyle karşı laştırılması gibi o da toplumsal bilim le
karşılaştırılabil ir. Her parabi l im gibi, herhangi bir şeyi ve onun
tam karşıtını kanıtlamak için kullan ı labil ir: "Bana ne istediğini
söyle sana onu doğrulayacak bir model üretey i m . " Bir kar ora­
nının yüzde 6.32'den 8.45'e yükselti lmesi, 4,26'ya düşürü lmesi
ya da değişmemesi istendiğinde, elde sırf bunun için bir eko­
nom ik model olarak gizli bir mazeret olacaktır. Orada soyut
ekonominin gücü yatar: Egemen kapitalistlerin elinde bir araç,
arkasında gerçek amaçlarını sakladıkları bir sahnedir. Güncel
olarak bu amaç işsizl iği artırmak ve gelir dağı lım ını daha da
çok zenginlerden yana çevirmektir. Bu gerçek amaçlar itiraf
ed i lemez olduğundan, bun ların Red Queen' in Al ice'e söz verdi­
ği gibi ekonom ik büyümeye, tam istihdama ve şahane yarın lara
yol açacak geçiş tedbirleri olduklarını "kanıtlamak" yararl ı
olacaktır.

1 38
B i l imsel olmadığı için parapsikolojinin bazı psikologları is­
tihdam etmesi gibi ekonomi bilimi de kendi bölümünde amatör
m atem atikçileri istihdam eder. Kanıtlayacağı şeyin gerçekten
doğru olup olmadığı önem li olmadığı için -çünkü önem li olan
öne sürülen teoriyi geçerli kılmaktır- "kanıt"ın matematiksel
olarak doğru olup olmadığı da önem li değildir. Aslında, bu
"bi l i m "in bir fizik laboratuarında asla bir iş becerememiş olan
yetersiz birçok matematikçiye iş vermesi tuhaf olarak düşü­
nülmel idir. Kesinlikle Debreu gibi istisnalar vardır. Ama istis­
nalar kızaran bu özel tavadan atlamakta acele davrandılar.
Basmakalıp soyut ekonom iyi geride bırakarak, diğer katı lımcı­
ların beklenen tepkisinin de önem li rol oynadığı strateji ler arası
anal izlerin çarpıştığı oyun teorisine devam etmekteler. Bu teori,
kesinlikle büyük bir entelektüel i lgiye sahiptir ve matematiksel
teknikte daha da gelişmeye yol açabil ir. Ben hala, oyun teorisi­
nin attığı her adımda toplumsal gerçekl ikten biraz daha uzak­
laşmasını çarpıcı buluyorum. Aynısı kaos teorisine yönelik
dikkat yönelim i için de geçerl idir. Her iki durumda da, çal ış­
manın her toplumsal hedefi sadece bir metin olarak hizmet
görür. Gerçek amaç, yalnızca meşru bir hedef deği l, bi lginin
birçok alanda daha fazla i lerlemesi için temel bir hedef de olan
matematiksel teorinin zenginleştiri lmesidir. Bernard Guerrien
ve Giorgio l srael gibi diğer matematikçiler, kesinl ikle amatör
olmadıklarından, soyut ekonom i teorisinin ne kadar saçma ve
çelişk i l i olduğunu matematiksel olarak kan ıtlama kaçınılmaz
hizmetini yerine getirdiler.
Bu istisnaların tersine onları gölgelemekte olan gene l l ikle
hem önemsiz hem de anlamsız yayın lanm ış makale sayısına
bağlı kariyer umutlarıyla Amerikan koleji öğretmenlerinin o­
luşturduğu bir model inşacıları ordusu vardır. Egemen sınıf
içinde, soyut ekonomi genellikle samimi olarak güçlerinin

139
sınırsız olduğuna ve toplumsal gerçekl iği üreten şeyin kend i
kararları olduğuna i nanan mühendis ve teknokratların doğal
eği l i m lerini pohpohlamakta.
Sihir ve büyü arasında bir kıyaslama kaçınılmazdır. Bir si­
hirbaz çıkarım larını görünüşte "bilimsel" bir söz dizgesiyle
süsler. Bazı maku l ve görünüşte akla yatkın düşünceleri, yal­
nızca başka hiçbir şek ilde onlardan çıkamayacak sonuçları
desteklemek için söylem ine dahil ederek inand ırıcı l ık kazanır.
Zam anım ızdan çok uzakta kalm ış diğer toplum larda sihirbaz­
kahin genel i lgiye sahipti. Baş büyücü her zaman kralın ondan
ne beklediğini bi lecek kadar zeki olur ve bekleneni yapard ı .
B izim ekonom ik olarak yabancı laşm ış toplumum uzda d a soyut
ekonom i b i l i m i benzer bir işlev yerine getirmektedir; üstel ik,
bunları oldukça esrarengiz bir term inoloji kul lanarak aynı
yöntem lerle yapmaktadır.(Matematikçi olmayanların gözlerini
boyamak için kullandığı matematiksel terim lerle)
M ilton Friedman çağdaş Oz' um uzun baş sih irbazıdır. Du­
yulmak istenen şeki lde yorum yapm ıştır: Ü cretler daima çok
yüksektir ( Bangladeş'te bile), karlar hala yeterl i büyüklükte
yatırım teşv iki sunacak kadar yüksek değildir, vb. Kafa karı­
şıkl ığına (kim in ve ne zaman dinlediğine bağlı olarak herhangi
bir şeyi ve sonra da bunun tam karşıtını söyleyebil ir) ve kanıt­
larım ış entelektüel yalancıl ığına rağmen bundan sonra başarı l ı
olm uştur. Bunlar bir baş sihirbazda aranan Nobel Ödülü değe­
rindeki niteliklerdir.
Dahası, büyücülük kadar, tapınmacı l ığın da y ı ldızı parla­
m aktadır. Her biri kendi m üritlerinin kariyerlerine yard ımcı
olan bi lgeler etrafında da az sayıda sihirbaz kümelenmekted ir.
Ekonom istler içindeki sektlerin çoğalmasıyla, parabi l im­
parapsikoloj ideki örgütlü kültler içindeki sektlerin çoğalması

1 40
arasında, günüm üzün entelektüel modalarının bu yan ının gös­
tergesi olan bir benzerl i k görüyorum.
Eskinin büyük krallarının kendi an laşabileceği büyücüsünü
seçmesi gibi, büyük devlet adam ları da ·"soyut" ekonom istleri
kendi amaç ları için kul lanır. Daha az sayıda pol itikacı soyut
ekonom i bilim ine inanır ve hatta aralarından en vasat olanları.
k i bunlar genelde parapsikoloj iye de inanırlar, ekonom i
sektlerinden birine dahil dirler.
Gerçek toplum ve onun ekonom ik yapısı hakkında işlevselci
sosyoloj inin ve vulger marksizm in en kaba versiyon larından
öğrenilecekler soyut ekonominin raflarındaki tüm model keşif­
lerinden öğrenilecek olandan daha fazladır. Toplumsal teori le­
rin sürekli eleştirel bir bakışa tabi tutulması gerektiğini; top­
l umsal gerçeklikte yeni olanla ve bunun sonucu olan teorik
revizyonlarla i lgilenme gereğinin her zaman var olduğunu; bu
tartışmanın her zaman açık, özgür, önyargısız olduğunu farz
edersek, benim em in olduğum tek şey olur, yani soyut ekono­
m in in yolunu izleyecek herkes doğruca ölü bir sona doğru yol
almaktadı r. Bu yol tamamen bir çıkmaz sokaktır; çünkü soyut
ekonom i tamamen tarihd ışı, toplumsal gerçekl iğin geçmiş ve
bugünkü tüm boyutlarına, gelecek evrimin tüm olas ı l ı klarına
karşı kör bir şekilde tasarlanm ıştır. Yalnızca "birey"i tanır ve
bunun gibi burj uva ideolojisinin en ham, en kaba yönlerinin en
"soyut" ürünüdür. Tercih ettiği fabl adadaki Crusoe -zamansız,
mekansız, birey insan- fablıdır. B i l i m sel ruhtan tam 1 80 dere­
celik bir açıyla ayrı lır.
Toplumun kendini nasıl yeniden ürettiği ve kendi değişi m le­
_rinin zem inini nasıl oluşturduğuna gelince, -kesinlikle bireyler
arası etki leşim lere takılarak değil- bu sorulara daha iyi yan ıtlar
bulunacaktır.

141
Marx, zamanındaki burjuva ekonom i bilim ine, çok uygun
olan "kaba" sıfatın ı yakıştırın ıştı. O ve (bir afriorti) onun dam ı­
tılm ası olan "soyut ekonom i " -yardımcı ları tarafından yanlış
olarak "neoklasik" deni len- özel l ikle tek bir kaygı üzerine ku­
ruludur: "Piyasa" kural larının doğal yasanın zorlamasıyla sade­
ce "genel bir denge" değil serbestçe tam istihdam ı garanti eden
m üm kün dengelerin en iyisini, toplumsal optimumu üreteceğini
gösterme kaygısı. Bu kaygı, temel bir ideolojik ihtiyacın, akıl­
sal l ıkla eşanlam l ı kılarak kapitalizm i meşrulaştırma ihtiyacının
ifadesinden başka bir şey değildir. Akılsallık.burjuva ideoloji­
siyle uyumlu olarak, bireysel ticari çıkarları takip etmek için
akılcı araçların teknik olarak kullanılmasından başka bir şey
olarak görülmez.
Bu bel irsiz temeller üzerinde, kapitalizm in "sonsuz" olduğu
iddia edilip, "tarihin sonu" olarak tasvir edilebilir. Tabii ki,
ekonom i b i l i m i yalnızca, temel önermelerini en küçük bir bi­
l im sel bir titizlikle bile kuramamakta başarısız olmadı; yön­
tem b i l imsel olarak bunu asla yapamayacağı da kanıtlandı. Ama
fark nedir? Soyut ekonom i söylem in in, sermayenin sınırsız
yağmalarını meşrulaştırmaktan başka gerçek anlam ı yoktur.
Bu bilimse l olmayan söylemin tersine,
'
Marksist ekonomi
politik, tarihsel materyal ist yöntemiyle, bu gerçek (burada
"gerçek", "hakiki" sözcüğüyle eşanlam lı olarak alınmalıdır,
"rasyonel" ile değil) kapitalist dünyayı doğrulamak için gerek­
sinilecek tüm önyargı lardan bağımsızdır. Bizi gerçek sorularla
karşı karşıya getiren Marksist ekonomi pol itiktir: Bugün kapi­
talist sisteme her an damgasını vuran "dengeler" sınıf m ücade­
lesi tarafından -sadece emek-sermaye arasındaki temel sınıf
m ücadelesi değil, mali borç verenleri üretici yatırımcıların kar­
şısına; girişimci leri mal sahiplerinin karşısına; ol igopolistleri
birbirlerinin karşısına koyan egemen sınıf arasındaki çel i şkiler

1 42
tarafından- nas ı l bel irlenmektedir? Hakim tarihsel koal isyonun
(hakim sınıflar ve toplumsal uzlaşmalar arasındaki ittifaklar)
pol itik ve toplumsal m antığın yerine getiri l işinde, birlikte al ın­
dığında, devlet müdahalesi -önem l i ölçüde Departman 1 (üretim
araçlarının üretimi) ve Departman il (tüketim araçlarının üre­
tim i) ya da bu iki departman i le Departman I I I (artı em i l i m )
arasındaki- olası denge koşullarını nasıl belirler? Bunlar istih­
dam seviyesini (a priori "tam" varsay ı lmamal ı ) ya da i l g i l i
fiyat v e kiraların yapısını nas ı l bel irlerler? Ya d a kar oranları­
nın yapısını? Ya da fiyat genel sev iyesine yukardan ya da aşa­
ğıdan basınçları? Ya da dünya .Piyasalarının rekabet gücünü
yönlendiren görünürdeki rekabet avantaj larını? Marksizm sis­
teme dengeye doğru bir eği lim atfeden hiç bir varsayım öne
sürmez. Sınıf mücadelesinin fii len var olan her dengeyi boz­
duğunu ya da hatta şimdilik geçici ama fiilen var olan denge­
s i z liği savunmaz? Ö zetle Marksist ekonom i politik gerçekçi­
d i r. Oysa. gerçekl ikten (sınıflar, dev letler. küresel sistem ) so­
� utlanan ve böy lece söy lemi gerçekliği b�a l m ı ş olarak m itsel
b i r l�1 bla dönüşen soyut ekonom inin hiçbir gerçekçil iği yoktur.
Toplumsal düşünce tarihinde. soyut ekonom i nad iren merkezi
b ı r yerdedir. Tersi ne. toplumsal ve politik dünya. onun "vargı­
larının" ya da "tezlerinin" birini ya da diğerini, aınaç.larına hiz­
m et ettiğinden ara sıra yükseltmenin dışında onu hor görerek
reddederken. o da geneli ikle birkaç akadem ik tımarhanede
hapsolm uştur. Bu gerici ütopyan ın sahne ışıklarının önüne ko­
nu lması için gereken şey, günüm üzde olduğu gibi. bir dizi is­
tisnai koşu lun hüküm sürmesi ve sermaye en tepede ve sınırsız
bırakılarak, tüm toplumsal güç dengelerinin altüst olması gere­
kir. Bu olağanüstü koşul lar dizisi çok geçici olmalıdır çünkü,
gerici ütopyacıl ığın iddiasının tersine (tek cümlede özetlenebi­
lecek bir iddia: maxim al, engelsiz ve sınırsız özgür girişim,
tamamen kendi başına, olası en m ükem mel toplumsal i lerley işi

1 43
garanti edecektir.), sermayenin sınırsız hakim iyeti esasl ı bir
toplumsal krizden başka bir şeyle sonuçlanmayabi l ir. Krizin
(bugünkü küresel finans piyasaları) uzamasından kazanan ka­
pitalist grup açısından soyut ekonom i kriz idaresi için mükem­
mel bir araçmış gibi görünebilir (son olarak küresel finans pi­
yasaları), ama kriz dışında bir yol kesinlikle yoktur. Eğer top­
lum krizinden kurtulacaksa, bu ancak sınıfların, ulusların, ulus­
devletlerin ve şirketlerin (diğer bir deyişle soyut ekonom inin
görmediği tüm gerçekliklerin) kendi uygun yerlerini bulacağı -
sınıf m ücadelesi tarafından üreti lecek- yeni bir toplumsal güç­
ler dengesinin kurulmasıyla gerçekleşebil ir. O zaman soyut
ekonomi, oradan bir daha sesi duyulmamak üzere, akademik
tımarhanelerine geri gönderilecektir.

1 44

You might also like