Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 202

Kathryn Fox - Afir

www.CepSitesi.Net

Clare Matthews ıslanmış ve üşümüştü. Dahası akşam yemeğine -bu sefer de-geç kalmıştı. Tren,
Seven Hills istasyonuna girerken, bastıran yağmur nedeniyle zar zor seçilen boş perona göz gezdirdi.
Korunaklı bir yere hızla koşmak üzere kendini hazırladı. “Frenden indiğinde iki üç adım atmamıştı ki
fırtına, tüm gücüyle patladı. Fırtınanın şiddetiyle şemsiyesi bir anda tersyüz oldu ve kırıldı. Su
birikintilerinden kaça kaça, merdivenleri hızla tırmandı, duraksamadan üstgeçit boyunca koştu ve
eğimli yoldan katlı otoparka indi. Kazasız belasız girişe vardığında bir öksürük nöbetine tutulmuştu.
Burnunu, sırılsıklam olmuş hırkasının koluyla silerken yukandaki merdivenlerde bulunan bir grup
gencin ıslık çalarak ona laf attığını duydu.
Clare’in kalp atışları birden hızlandı. işinde, buna benzer durumlarda tecavüze uğramış birçok
kadınla karşılaşmıştı. Arkasına bakınca trenden ondan başka inen kimse olmadığım fark etti.
insanların işten döndüğü kalabalık saatler geceli çok olmuştu. Hafta sonu olduğu için herkes
erkenden evlerine dağılmışta.
Yalnızca yürümeye devam et. Onlara aldvrmazsan onlarda seninle ilgilenmezler.
“şuraya bakın. Kimler de gelmiş.” içlerinden biri merdiven demirlerinden kayarak yolunu kesti.
“Grup yapalım mı ne dersin?”
Öne doğru eğilerek, bir parmağım Clare’in koluna yukarıdan aşağıya kadar sürttü.
Clare kendini sakınarak, dönüp uzaklaşmaya çalıştı, ancak adam Clare’i arkadan yakalamış ve
kasıklarını onun kalçalarına doğru bastırmıştı. Diğerleri gülüyordu. Clare çantasını
Savurarak arkasındaki adama vurdu ve merdivenlerden yukarı doğru koştu.
Merdivenlerin yansına gelmişti ki iki kişi daha yolunu kesti. Bu sırada bir çift el göğüslerini
yoklamaya başlamış bile.
“Beni rahat bırakın!” diye bir çığlık atarak, onları geriletmeye çalıştı.
En önde olanı eteğini beline kadar kaldırmış, bacaklarının arasına avucuyla bastırıyordu. Clare
bir eliyle adamın elini uzaklaştırmak için uğraşırken diğer eliyle şemsiyenin kırık telini adamın
kasığına doğru dürtmeye çalışıyordu. Adam aniden kasığım tutarak geri çekildi. Clare, tüm gücüyle
kalan basamakları koşarak çıktı. Küfürler ve onu izleyen iğrenç kahkahalar beton merdiven
boşluğunda çınlıyordu.
Otoparkın ikinci katında kapıyı çekerek açtı. Kaburga kemiklerine bir ağrı saplanmıştı. Tekrar
gelen öksürük nöbetini bastırarak, çılgın gibi arabasını nereye park ettiğini anımsamaya çalıştı.
Merdiven boşluğunda, kahkahalar ve gürültü sona ermişti. Sessizlik dalıa da korkmasına yol açtı.
Alabaşını bulamamıştı. Elinde çantasından çıkardığı anahtarlar, beton bir kolonun arkasına
çömeldi.
Kapıdan geçip aramaya başladıkları anda, merdivenlerden aşağı koşar ve perona dönerim.
Şimdiye kadar oraya birileri gelmiş olmalı.
Gürültüye karışan ürkünç kahkahalar yine başladı ve yükselerek devam etti.
O an orada birinin daha olduğunu gördü. Tann’ya şükür yalnız değildi. Bir eli göğsünde, adamın
olduğu yere doğru hızla yürüdü. Adam, uzun siyah paltosu, şık ayakkabıları ve kusursuz saç
kesimiyle bir avukata benzıyordu.
“Bu sizi üçüncü arayışım” dedi, elindeki cep telefonuna doğru yüksek sesle konuşarak. “Siyah
bir BMW” Clare bu sırada gördüğü Volkswagen’ine doğru hızlı hızlı yürümeye devam etti.
Adam konuşmasmı sürdürürken kenara çekilmeden önce,
Clare’e doğru sıkkın bir şekilde zorla gülümsedi. Clare arkasına baktı. Kimse onu izlemiyordu.
Bedeni bir ürpertiyle gevşedi.
Arabası bu koridorun hemen sonundaydı.
Birkaç kez yavaş ve derin nefes aldıktan sonra yeniden adama baktı. Bozulmuş bir BMW. Bütün
olanlardan sonra...
Tann’nın bir mizah anlayışı varmış demek ki.
Titreyen elinde beceriksizce tuttuğu anahtanyla sarı
Volkswagen’inin kapısını açtı. içeri doğru eğilerek çantasını hızla arka koltuğa fırlattığı anda
araba zemininin ve koltuğun kırık cam parçalarıyla kaplı olduğunu gördü.
Bu da ne?
Avukat elinde çantasıyla yaklaşarak, “Benim arabama da girmisler” dedi. “Dahası benimkini
çalmaya kalkmışlar ve bunu yaparken de ateşleme kutusuna zarar vermişler. Çalışmıyor.”
Clare’ln gözleri bir an merdiven boşluğunu ayıran kapıya doğru kaydı. Katta onlardan başka
kimse -şimdilik-yoktu. Adamın Camları kırmış olabileceğini düşünüyor olmaktan suçluluk duyarak,
“Polise haber vermeliyiz” diyebildi.
“Ben her yere haber verdim. Polis, cuma akşamı kalabalığı ve dUtina nedeniyle kazalarla meşgul
durumda, tamir ekibi de iki saatten önce gelemiyor. Yapılacak en iyi şeyin yakındaki bir karakola
gitmek olduğunu söylediler.” Adam bu arada yarısı boş park .ıkınma göz gezdiriyordu.
Clare de saldırganların gelmesinden her an endişe duyarak
etrafa bakmaktan kendini alamıyordu. “ifade verir ve en azından geceleyin evimize gidebiliriz.”
Adam
Sanki bir öneri bekliyormuşçasına bir an sustu. “Beni de götürebilir misin? Aslında seni zor
durumda bırakmak istemem, ancak bir saattir buradayım ve yardım edebilecek başka kimse de yok.
Zincirini koparmış bu serseri sürüsünün bundan sonra ne yapacağını kim bilebilir?”
Clare, merdivenlerde onu nasıl sıkıştırdıklarım anımsayarak çok düşünmeden, “Götürürüm”
diyerek adamı rahatlattı. Arabanın arka tarafından bir paspas çekip çıkararak, “Çabuk ol” dedi.
“Camları süpürmek için bunu kullanabilirsin.”
“Teşekkür ederim.”
Adam minnettar bir gülümsemeyle cam kırıklarını süpürmüş ve yolcu koltuğuna kurulmuştu,
ikisi de tenha bir otoparkta bulunmaktan memnun değillerdi.
Hâlâ titreyen Clare, arabaya bindi ve kontağı çevirdi.
Motor şöyle bir çalıştı, ancak ardından hemen sustu. Adam sanki arabanın hareket etmesini
sağlayabilecekmiş gibi öne doğru yaylandı.
“Sakin ol. Hiçbir zaman bir kerede çalışmaz” dedi Clare. Derin bir nefes aldı. Gaz pedalını
pompalayarak jikleyi çekti.
Adam, “Yardım ettiğiniz için sağ olun. Sonuçta ikimiz de aynı olayın kurbanıyız.” dedi. ikisi de
lastiklerden çıkan acı bir fren sesiyle irkildiler.
Biri yukarı katta yarış yapıyordu. Bir sonraki fren sesi daha da yakından geldi.
“Haydi!” dedi Clare. Bu seferinde motor çalışmıştı ve o da el frenini indirdi. “BMW olmayabilir
ama arabama güvenebilirsin.” Araba çıkışa doğru yol alırken, adam döndü ve kırılmadan kalmiş arka
camdan dikkatle geriye doğru baktı. “Bizi izlediklerini sanmıyorum” dedi Clare, tedirgin ve onay
bekleyen bir ses tonuyla. Otoparkın çıkışındaki dur işaretinde, yoğun trafikten bir fırsat bulup yola
girebilmek için bekliyorlardı. Sessizliği adam bozdu: “Ee, Clare. Genelde trenden bu kadar geç
inmiyorsun. Neredeyse senin için endişelenmeye başlamıştım.”
I
Dr. Anya Crichton tanık iskemlesine oturdu ve mahkeme salonunu incelemeye başladı. Hemen
tutuklu yerinde oturan genci gördü. Scott Barker sırtını kamburlaştırarak oturmuştu ve gözleri üzgün
bir şekilde yere bakıyordu. iki şey dışında diğer üniversite öğrencilerinden hiç de farklı değildi:
Ailesi bölgenin önde gelenlerindendi; daha da önemlisi, bir cinayetle suçlanıyordu.
Yargıç Little, “Lütfen devam edin Bay Brody” diyerek davayı sürdürdü. Anya, dikkatini Dan
Brody’ye verdi. Avukat mahkemede, televizyona çıktığında göründüğünden daha da etkileyiciydi.
“Teşekkür ederim Sayın Yargıç” dedi Brody, gülümseyerek ve masanın arkasından iki metrelik
boyuyla ayağa kalktı. “Lütfen adınızı ve uzmanlığınızı jüriye açıklar mısınız?”
Sesinin titremesine meydan vermeden, “Anya Kose
Crichton” dedi. Kontrollü bir şekilde nefes almak her zaman bu durumlarda işe yarardı. “Ben bir
doktorum. Uzmanlık alanlarım adli tıp ve adli patoloji.”
“Jürinin anlayabilmesi için doktor, işinizin içeriğini anlatabilir misiniz?”
“Adli patolog olarak, ölüm nedenini saptamak amacıyla binlerce cesede otopsi yaptım. Adli
doktor olarak, saldırıya uğramış yada bir saldın olayına karışmış kişilerin yaralı ve sakatlanmış
bölgelerini değerlendiririm.”
“Lütfen bu deneyimlerinizi nerede kazandığınızı mahkemeye söyleyebilir misiniz?” “Newcastle
Üniversitesi’nde tıp okuduktan sonra.”
“Evet, evet Sayın Yargıç” diyerek savcı oturduğu yerden araya girdi. “Tanığın uzman olduğu
konusunda bir itirazımız yok.” Savcı
Alistair Fraser siyah ipek cüppesiyle elleri göbeğinde oturuyordu.
Anya sırtını dikleştirdi. Savcı bu davada zaten çoktan tek ayak üzerinde yakalanmıştı. Jürinin,
onun deneyimlerini ve çeşitli niteliklerini, ingiltere’de yara analizinde uzmanlaştığı iki yıllık dönemi
ya da Bölge Adli Tabipliği’ndeki çalışmalarını duymasını istemiyordu.
Brody iki elini de sıkıca kürsüye yerleştirdi ve tanığına dönerek, “Doktor, lütfen davalı tarafla
karşılaştığınız zamanı ve koşulları anlatabilir misiniz?” dedi.
“Barker’ı incelemem için aile hukuk danışmanları tarafından 12 aralıkta davet edildim. Bir
saldırıda olduğu iddia edilen yaralanmalar sonucunda hastanede bulunuyordu. Scott’un yaralarını,
kalıcı sakatlık olasılığı nedeniyle ve ilerideki polis soruşturmasına kaynak olması açısından bir dosya
halinde belgeledim.” “Ve incelemeniz sonucu ne buldunuz?”
“Scott Barker acil servisteydi ve kollarında, ellerinde, parmaklarında birçok kesik
bulunmaktaydı. Kesikler derin ve genişti. Belirgin bir kesik, sağ eldeki tendonlan ve aynı zamanda
sağ el başparmağı ile işaretparmağı arasındaki sinir ağım parçalamıştı.”
Brody ileride jüriye gösterilmek üzere, kanıt olarak,
Scott’un yaralarını gösteren fotoğrafları mahkemeye sundu. “Ve doktor, sizin fikrinize göre bu
yaralar nasıl oluşmuştu?”
“Bunlar klasik savunma yaraları.”
Brody, “Lütfen bununla ne demek istediğinizi açıklar mısınız?” diye sordu.
Anya jüriye bakarak kullanacağı kelimeleri dikkatle seçti. “Bu yaralar, bir kişinin, kesici bir
silahı ona doğru sallayan bir diğer kişiyi engellemeye çalışması sonucunda oluşur. Saldırıya uğrayan
içgüdüsel olarak gözlerini, yüzünü, başını korumak için ellerini ve kollarını kaldırır.” Bunu
göstermek için kollarım kaldırırken on iki kişiden oluşan jüriye doğru baktı. Üç üye notlar alıyorken,
diğerleri dikkatle onu izliyordu. “Bu sırada, saldırıya uğrayan kişinin bu bölgelerinde ayırt edilebilen
derin kesikler görülür.” Bir an sustu. “Tıpkı 12 aralıkta Scott’ta görüldüğü gibi.”
Scott’un o geceye ilişkin olayları aklında canlandırdığı yüzünden anlaşüabiliyordu. Utangaç
gencin Glebe’deki bir barın önünde iki sarhoşun saldırısına uğradığı ve bu saldırıda hiçbir
kışkırtmasının bulunmadığı iddia ediliyordu. Saldın akla yakın geliyordu ve adli kanıtlar Scott’un
ifadesine uygundu. Sydney Üniversitesi’nden çıkmış yürürken, ild adam onun önünü kesmiş ve
çantasında ne olduğunu öğrenmek istemiş. Çıkan tartışma sonucun’la Scott’un dlzüsti bilgisayarı
paramparça olmuş. Mirilerinin polis çağırması için bağırmaya başladığında ise adamlardan biri
sustalı bıçağın] çekmiş. itiş kakış sırasında bıçak, daha iri olan öteki adamın kalbine saplanmış ve
bunun sonucunda adam ölmüş. Ölen adamın kanında yasal sınırın üç katı alkol saptanmışlı. Polis
davayı ikinci adamın ifadesine dayandırarak açmıştı. Adamın
iddiası Scott’un bir anda deli gibi hareket edip, kendi bilgisayarını parçalayarak ona ve arkadaşına
saldırdığı şeklindeydi.
“Lütfen böyle derin bir kesiğin Scott’un yalnızca bir elinde olmasını açıklayabilir misiniz?” diye
sorarak devam etti Brody.
“Bir kişi saldırıya uğradığında çok mantıksız görülse bile kendini korumak için her şeyi
yapacaktır. Buna saldırganın bıçağım keskin tarafından yakalamak da dahildir. El bıçağın üzerinde
kapandığı anda, saldırganın hareketleri savunmadaki kişinin avuç içi tarafında parmak kemiği
mafsallarında kesiklere yol açar. Bıçak deriyi, alt dokuyu ve hatta tendonlan keser. Scott’un elindeki
bu kalıcı hasar bıçağı yakaladığı sırada oluşmuştur.”
Savcı Fraser ayağa fırlayarak, “itiraz ediyorum Sayın
Yargıç” diye gürledi. “Bu bir varsayım. Tanık orada bulunmuyordu ve kimin neyi, nerede, ne
zaman yakaladığını bilemez.”
Yargıç Little, Fraser’a Dr. Crichton’ı bu konuda uzman olarak kabul ettiğini anımsattı ve itirazı
reddetti. Savcı sandalyesine kendini bıraktı. Anya küçük zaferi için kendini kutlayarak rahatladı.
“Bu durumda doktor” diyerek devam etti Brody. Bu sırada ceketinin hemen altına doğru,
kalçasının üzerine bir elini yaslamıştı. “Scott Barker soğukkanlı bir şekilde cinayet işlemekle
suçlanıyor, ancak sizin dediğinize göre Scott’un yaralan onun aslmda kendini korumak için kavga
ettiğini gösteriyor.” Etkiyi artırmak için bir an sustu. “Kendini bıçaklı bir saldında korumaya çalışan
birinin hiç savunma yarası almaması ne kadar olası bir durumdur?”
“Bu olabilecek bir şey değil.” Brody, Savcı Fraser’a son darbeyi indirmeye hazırlanırken, Anya
parmaklannı kenetledi. “Ölen kişinin otopsi raporunu incelediniz mi?” Brody kendi notlannda bir
yerin altmı çizerek, “Öldürülmüş olduğu iddia edilen kişinin, kollarında ya da ellerinde bıçaklı bir
saldmya uğradığını gösteren kesikler var mıydı?” diye sordu.
“Hayır.”
“Tüm soracaklanm bu kadar Dr. Crichton.”
Mahkeme salonunda bir uğultu yükseldi. Kendilerine aynlan yerlerinde basın çalışanlan son
notlarını alıyorlardı.
Savcı ayakla öyle bir ifadeyle duruyordu ki Anya’ııııı adrenalini yükseldi. Bir arı gladyatörlerin
dövüş sırasında kendilerini nasıl hissettiklerini düşündü.
“Siz diyorsunuz ki burada hedef konumunda olan Scott’tu.
Ancak bu olayda başka bir adam öldü.” Fraser jüriye dönerek, “Ben ölmüş olan adamın bu
davadaki tek hedef olduğunu düşünüyorum.” Kürsüye vurdu ve haykırdı: “Ve Bay Barker’ın, zor bir
çalışma gününün sonunda kafaları çekmiş olan bu iM arkadaşa sert ve önceden tasarlanmış şekilde
saldırdığını gören bir tanığımız da var.” Deneyimli savcı, kürsünün üzerine abanarak parmak
boğumları kendi ağırlığı altında beyazlaşmış bir halde kelimeleri ağzından teker teker çıkarıyordu.
“şimdi, ölen kişi iki metre boyundaydı ve davalının boyu ise 1,6 metre. Ölüme neden olan yara
hakkında konuşalım.” Burnunun ucundaki gözlüğünü geriye doğru iterek,
önündeki kâğıttan karıştırdı ve sesini alçalttı. “Otopsi raporu, bıçağın dördüncü sol kaburga kemiği
aralığını deldiğini ve kalbin sağ kanncığma geçerek kalp kesesinde ağır kanamaya yol açtığını
söylüyor. Bu da doğaldır ki ölüme neden olmuş.” Kalası aşağıda olarak Savcı Fraser gözlüğünün
üzerinden delici bir şekilde baktı. “Buna katılıyor musunuz Bayan Crichton?”
Brody itiraz etmek için ayağa kalktı ancak yargıç çoktan Savcı F’raser’ı Anya’ya mesleki
unvanıyla hitap etmediği için paylamaya başlamıştı.
Savcı cüppesinin altından çıkardığı mendille kızarnuş yüzünü sildi.
“şimdi, kesiğin açısını göz önüne alarak, bıçağın aşağıdan, örneğin ölen kişiyi bıçaklamak için o
seviyeye ancak ulaşan biri tarafından saplandığını kabul ediyor musunuz?” Yüzü terden parlamaya
başlamıştı.
“Hayır, aynı fikirde değilim.” Anya savcının stratejisini anlamıştı. “Silahların açısını kestirmek
bilindiği üzere güvenilmez bir yaklaşımdır. Çünkü bıçak bedene girdiği anda insanlar, onlann
gövdeleri, elleri ve silahın kendisi aynı anda hareket halinde olurlar.” Doğrudan savcıya bakarak
ekledi: “Bir başka deyişle, hiçbir yetkili uzman ölüme neden olan kesiği ölen kişiden daha kısa
birinin yaptığını söyleyemez.” Boğazını temizleyerek savcı karşılık verdi: “şimdi, gerçekte otopside
bizzat bulunmadığınıza göre, raporda belirtilen kesikler hakkında yorum yapma hakkını nereden
aldığınızı lütfen söylermisiniz?” Adam zafer kazandığından emin bir bakışla gözlüğünü çıkardı.
Savcı Fraser yine tutturamamıştı Belli ki Anya’nın Bölge Adli Tahiplıj’.i’ııdeki patologları
kölüleycceğini ve bu hareketinin de jüriye onun yargılarının taraflı olduğu izlenimi vereceğini
umuyordu.
“Adli doktor ve adli patolog olarak, kesikler konusunda bir uzmanım ve otopsi raporunda
kesiklerin tarifi açık bir şekilde bulunuyor. Bölge Adli Tabipliği’ndeki doktorlarla dayakm çalışmış
biri olarak, onların bulgularının tamamen güvenilir olduğuna inanıyorum. Otopsi sırasında
bulunmamış olmam, oradaki patolog tarafından çok açık ve mesleki bir şekilde belirtilmiş olan
kesikleri anlamama ya da yorumlamama engel oluşturmaz.”
Savcı Fraser’ın dişlerini sıkarak konuşması kızgınlığını ele veriyordu. “Başka sorum yok Sayın
Yargıç.” Yargıç Little, Anya’yı yerine yollarken savcı kâğıtlarını toparlamakla meşguldü.
Anya kapıya doğru yürürken, Scott’un ağız hareketinden, ona sessizce “Sağ ol” dediğini anladı.
Scott’u ilk defa gülümserken görüyordu. Mahkeme salonundan çıkınca kapının dışında dolanıp
duran kameraman ve muhabirlerin arasından hızlıca geçerek bayanlar tuvaletine girdi. Soğuk su
musluğunu açtı ve bileklerini suyun altına tuttu.
Tanıdık bir ses bu sırada tuvalette çınladı: “Görüyorum ki hâlâ sahne korkusu yaşıyorsun.”
Anya bir kâğıt havlu alarak arkasına döndüğünde yardımcı polis dedektifi Kate Farrer’ı
lavabolara doğru yavaş yavaş yürürken gördü.
“Rezalet görünüyorsun.” Kate ellerini açık kahverengi giysisinin ceplerine sokarak tuvalet
duvarına yaslandı. “Ancak yine de orada oldukça iyiydin. Tanrım, jürilerin sana güvenmeleri çok
şaşırtıcı.”
Anya itiraz edemeyecek kadar bitkin bir halde, kâğıt havluyu ıslattı ve krem renkli bluzunun
altına sokarak boyun bölgesini serinletti. Bir an kalp atışlarım sanki şakaklarında hissetti.
Bu duruşma onun düşündüğünden daha da gerilimli geçmişti.
Tek istediği eve gitmek ve bir uyku çekmekti.
Kâğıt havluyu çöpe atarken, “Yine de jürinin onu suçsuz bulup bulmayacağını göreceğiz” diye
karşılık verdi.
Kate bir kaşım kaldırdı. “Az biraz sağduyuya sahip herkes çocuğun suçsuz olduğunu görebilir.
Çocuğu suçluyapabilecek tek konu babasının parası. Bir somaki adımda da ölen sarhoş adamın ailesi
haksız bir tazminat davası açacaktır.”
Anya, Kate’in elini kısa siyah saçlarının arasından geçirdiğini gördü. Sorun çözücü olmasıyla
tanınan dedektif, diğer niteliklerinin yanı sıra akıllı olduğu kadar kendini beğenmiş biriydi. Geç miş
birkaç yılda ikisi birçok cinayet, davasında birlikte çalışmışlardı ve Anya, yirmi sekiz yaşındaki
dedektifin açıksözlü yaklaşımını etkileyici buluyordu. Zaman içinde arkadaş olmuşlardı. Ancak
Anya yine de, Kate’in neden önüne çıkan herkesi sindirmek için özünde olduğundan farklı
davrandığını merak ediyordu.
“Çocuk hapisten çıktığında babasının teşekkürlerinden en iyi şekilde yararlanıp ücretini iki katma
çıkarmalısın. Senin başarılı olamayacağını düşünen herkesin ağzını böylece kapamış olursun.”
Anya gülümsedi. “Öğüdümü tutarak diplomasi dersleri aldığını görmek sevindirici.”
Kate, onun neden iş değiştirdiğini bilen birkaç kişiden biriydi. Kocasından ayrılması ve üç
yaşındaki oğlu Ben’in gözetim hakkını kaybetmesi hâlâ bir hayli acı vericiydi. Anya çantasından bir
dudak boyası çıkardı. Parlak kızıl kahve rujunu tazeledikten sonra kapıya doğru yürüdü.
Kate onu takip etti. “Bir kahve içecek kadar gücün var gibi gözüküyor. Kahveler benden olsun Anya
duraksadı. Tek basma çalışmak insanı yalnızlığa sürüklüyordu ve Kate’i de haftalardır görmemişti.
“Yalnız yeri ben seçersem gelirim. Zehirlenmek ya da daha beterini yaşamak istemem.”
iki kadın mahkeme binasından çıktılar, sıkış tıkış basın kalabalığını yararak Oxford Caddesi’ni
geçtiler. Gördükleri ikinci kafede durdular. içeriye girdiklerinde Kate karatahtaya yazılı menüye
baktı. Pencere yanındaki bir masaya oturdular. Garson kız hemen yanlarına geldi. “Madensuyu ve.”
“Bir küçük sütsüz kahve lütfen” diye yüksek sesle ekledi
Kate. içecekleri gelene kadar oturdukları yerden sokaktaki hareketliliği izlediler. Yolun
karşısında, Savcı Alistair Fraser, ardında bir kamera grubuyla mahkeme binasından ayrılıyordu.
Anya madensuyundan bir yudum aldı. “Bitkin görünüyorsun.”
“Başka türlü olamıyorum. Yeterli kadro olmadan, ülkenin binbir yerinde işlenen kanlı cinayetlere
yetişmeye çalışıyorum. Terfi söz konusu olduğunda, ben yalnızca danışılan kişiyim. Sorun şu ki,
yerel polis dedektifleri çoğu durumda darıyı arpadan ayırmazlar.”
“Ve sonuç olarak da iş yükün hiç azalmaz” diye ekledi
Anya. Tipik polis işte, diye düşündü sonra. Hiyerarşik olarak personelin ayrılması iş yükünü
artırıyordu. Sonra da daha çok tutuklama ve wıç sayılarında azalma bekleniyordu. “Seni rahatsız
eden başka bir şey olmalı.”
“Bir ‘şüpheli ölüm’ soruşturması” diye açıkladı Kate, kahvesine iki şeker atarak. “Dosya ölenin
uçurumdan atladığı tipik bir inli har olayı olarak ele alındı. Ancak, daha en başından yerine
oturmayan bir şeyler vardı. Ölen kişi stilist Dinnigan’ın tasarladıklarına benzeyen bir elbise giymişti,
ancak üzerinde çok fazla sayıda ucuz ve uyduruk incik boncuk vardı. Hem de en ucuzundan.” Kaşığı
yalamak için bir an sustu. “Uçurumdan aşağı bir kuğu gibi uçmak istediğinde takmayacağın türde
şeyler.”
“Belki şık bir şekilde bu dünyadan aynlmak istediği için kendine kredi kartıyla pahalı bir elbise
almıştır.” Anya, kadınların karıştığı buna benzer olaylarla birçok kere karşılaşmıştı. Bu olayların
bazılarında bu kişiler kredi kartı kullanarak pahalı bir otel odasına yerleşirler, sonrasında çok yüksek
harcamalar yaparlar ve odalarında intihar ederlerdi. “Bu takıların belki duygusal bir değeri vardır.”
“Olabilir. Ayakkabıları da onun için özel olmalı. Atlarken onları da çıkarmamış.” “Haklısın, bu
alışılmışın dışında, ancak bu yine de hiçbir şeyi açıklamaz” dedi Anya. “Sosyal durumu hakkında ne
biliyorsun?”
“Evet, asıl ilginç olanı da bu.” Kate geçen garsonu yakaladı ve kahvesinin yanına bir hamburger
ısmarladı. “Ölmeden önceki bir iki ay kayıpmış.”
“Böyle bir huyu var mıymış?”
“Ruhunun kaybolma huyu olduğunu söyleyebiliriz. Rahibe olmak üzereymiş. Yani, ‘Bir tespihim
olacak ve çok çok dualar edeceğim’ durumları.”
Anya bu olayı gazetede okuduğunu anımsadı: “Çift bayatlı rahibe.”
“Tamam, işte o. Bulvar gazetelerinin baş tacı ettikleri türden malzeme. Ölümünden iki ay önce
ortadan kaybolmuş. işe gitmiş ama bir daha evine dönmemiş. Sonra da şık bir elbiseyle ölü
bulunuyor.” Kate kalabalık kafeye şöyle bir baktı ve sesini alçaltarak ekledi: “Ve bir şey daha var,
altı haftalık hamileymiş.” “Seks skandallanyla ünlü olmak yalnızca papazlara özgü birşey değil” dedi
Anya, alaycı bir şekilde fısıldayarak. “Rahibelerin de seks yaptığı biliniyor!”
“Komik. Ancak daha da trajik olanı, kadın uçuşa geçmeden önce kendi kulaklarını tırnaklarıyla
yırtmaya çalışmış.”
Anya olayın tuhaf olduğunu kabul etmek zorunda kaldı, ancak bütün bunların mantlkll bir
açıklaması olabilirdi. “Olayı BOrUŞtUrsırı savcı ne dedi?”
“Dosyayı açık bıraktı. Kadmın kendini uçurumdan aşağı atmış olabileceği, ancak bunu
doğrulamak için yeterli kanıtın da olmadığı şeklinde görüş bildirdi.”
“Yarın adli tabiplikte ders veriyor olacağım” dedi Anya gülümseyerek. “Otopsi raporunu
görmeye çalışırım, doğal olarak gayri resmi bir şekilde.” Çantasından bir defter çıkardı. “Dosyayı
bulmasını Peter Latham’den isteyeceğim. Adı neydi?”
Kate kahvesini bir dikişte bitirerek, adı söyledi.
“Matthews. iki t’yle yazılıyor. Clare Matthews.”
2
Anya, Bölge Adli Tabipliği’ndeki dokubilim laboratuvanna girdiğinde elindeki evrak çantasını
sıralardan birinin üstüne bıraktı. Yan taraftaki odaların birinde, koruyucu bir kimyasala alerjisi
olmasına rağmen bölümde çalışmasını sürdüren teknisyen Derek’in aksırık seslerine tabiplik
yöneticisinin konuşması karışıyordu.
Anya onların olduğu odaya kafasını uzattı. Derek beyaz tabip gömleğine tamamen bürünmüş bir
halde, yüzünde özel havalandırmaya bağlı bir maskeyle, patoloji örneklerini parçalara ayırıyordu.
Onun arkasında Peter Latham mikroskopta örnekleri inceliyordu. Birçok patolog gibi Peter’ın da
benzersiz bir moda anlayışı vardı. Bugün en sevdiği şal desenli kravatını bağlamış, açık san
gömleğini ve koyu yeşil pantolonunu giymişti. Bu renkler, çoğu günler giydiği çullaşmış mavi
ameliyat giysileriyle aşın bir karşıtlık oluşturuyordu. Mahkemede ifadesine başvurulduğu
zamanlarda ise resmi kahverengi kadife bir ceket giymeyi yeğlerdi.
“ikinci bir görüş ister miydin?” diye sordu Anya.
Peter kırçıllı sakallannın arasından güldü. “Anya, içeri gir. Bir dakikalık işim var.”
Derek “Merhaba” diye boğuk bir ses çıkardı ve maskenin altında bir yaratık olduğuna dair her
zamanki esprisini yaptı.
Odayı çevreleyen raflarda, rapor hazırlaması için üzerlerine Peter’ın adının yazıldığı içleri örnek
dolu kavanozlar vardı. Örnekler her zamankinden daha fazla sayıdaydı. Peter ya işlerde geri kalmıştı
ya da Anya istifa ettikten sonra Anya’nın davalan da ona kalmıştı. Üzerinde fazlasıyla çalışılmış
işleri bile elemanlarına devretmek onun doğasına uygun değildi.
Ses kayıt cihazına bir iki şey kaydettikten soma, Peter elindeki mikroskop camım karton kabma
yerleştirdi. “Geri dönmek nasıl?”
Yalnız ders vermek için buradayım. Anya sesinin kendini savunuyormuş gibi çıktığını düşünerek
daha neşeli bir tonda konuşmaya çalıştı: “Öğretmenlik, adli işçilikten daha iyi para getiriyor.” şu an
hafif kireç durumunda, bir çökelme dönemindesin dedi Peter yumuşak bir şekilde. “Haklı olmanı
diliyorum.”
“Kendine zaman tanı. Yalnızca bir iki ay oldu.” Peter gözlüğünü çıkararak camlarını kravatının
ucuyla silmeye başladı. “Neyse, Barker davasındaki olacak bir beraat senin tanınmanı sağlayacaktır.
Çok geçmeden bazı başvuruları geri çevirmeye bile başlarsın.”
Avukat Dan Brody ona destek olmuştu. Ancak her gün daha çok sayıda adli doktor özel hizmet
verme hakkını kullanıyordu. Bu da, bu konuda serbest çalışan tek kadın olan Anya için zor bir
rekabet ortamı demekti.
Peter gözlüğünü ışığa doğru tutarak, “En sevdiğim vaftiz oğlum nasıl?” diye sordu. Anya
gülümsedi. “Ben, çok iyi. iren seti için yeniden sağ ol. Ben’in çok hoşuna gitti.”
Göz ucuyla, tek kolunun altına birkaç kitap sıkıştırmış, Amazonlara benzeyen bir kadının
laboratuvara girdiğini gördü- Spor ayakkabıları da yerdeki karolar üzerinde tiz sesler çıkararak
gelişini haber veriyordu. Kadın uzun örgülü saçını omzunun üzerinden hızla arkaya attı. Görüntüye
bakarak bu kadının hokey gibi bir oyunda ortalığı kasıp kavuracağı söylenebilirdi. Peter iki kadını
tanıştırmakta gecikmedi. “Zara, seni Dr.
Crichton’la tanıştırmak isterim. Kendisi çok başanlı kıdemli bir adli patolog. şimdilerde ise adli
doktorluk yapıyor.” Anya’ya dönerek ekledi: “Zara Chambers, tıp öğrencimiz. Yıl sonuna kadar
bizimle birlikte olacak.”
Yıllardır tıpta bu alanda uzmanlık yapmak isteyen bir öğrenci çıkmamıştı. Bunun yanında Anya,
Peter’ın bir şeyler Öğretmekten ne kadar zevk aldığını bilirdi.
“Zara çeşitli su alanlarında bulunan tek hücreli deniz alglerini, boğulan kişilerde bulunan alglerle
karşılaştırıyor.”
Anya öğrencinin elini sıktı. “Bunu yaptığınız için yürekli birisiniz. Bu kolay bir iş değil.” “Sahil
Koruma’yla su örnekleri almak çok da zor olmadı” dedi Zara. Kendine güveni deneyimsizliğini
gizler gibiydi.
“Ancak yarın, patolojik olarak incelemeye başlayacağım.”
Anya kızın hevesinin ne kadar sürebileceğini düşündü. Yapılacak iş kolaydı, ancak işlem
kemikleri nitrik asitte eritmeyi içeriyordu ve büyük bir olasılıkla Zara bunu, zor ve rahatsız edici
bulacaktı.
“Dr. Crichton, siz şimdiye kadar karşılaştığım ilk adli doktorsunuz.”
“Belki de bunun nedeni tabipliğin ingiltere’deki karşılığının, doktorlardan oluşan adli bir ekip
kurarak bunun yolunu açmasına rağmen Yeni Güney Galler’in bizim gibi doktorların gerekliliğini
fark etmekte biraz gecikmiş olmasıdır. Bu durumu değiştirmek için elimden geleni yapıyorum.”
Öğrencinin kol saati çaldı. “Dr. Crichton, bu konuyu yarıda
kestiğim için üzgünüm, ancak Dr. Latham’ın sekreteri, doktorun dersten önce bana göstermek
istediği bazı örneklerin olduğunu söylemişti. On beş dakika içinde de bir derste olmam gerekiyor.”
“Ah tabii, göstereyim” dedi Peter Latham, sakalını kaşıyarak. Sonra ikisini de kapıya doğru
yönlendirdi. “Anya, bunlar bana sözünü ettiğin davayla ilgili çok ilginç örnekler.”
“Yardım edebileceğim bir şey var mı?” diye sordu Anya, Peter’a göz kırparak. Yolda evrak
çantasını bıraktığı yerden almıştı bile.
“Olaya farklı bir bakış işime yarayabilirdi.”
Peter laboratuvardan çıkıp koridora geldi. Bu arada iki kadın da onu izliyordu. Paslanmaz çelik
soğutucuları ve plastik çift kat kapılan geçtikten sonra, morgdan havaya yayılan bildik bayat kan
kokusu hissedildi. Ortama hiç de uygun olmayan rock müziği Anya’ya neyi terk etmiş olduğunu
anımsattı.
“Çok meşgul gibisiniz” dedi Zara. “Son zamanlarda
hastaneden bir sürü otopsilik olay geldi” diye açıkladı Peter, başka bir düşünceden sıyrılarak.
Peter’ın bürosunda, her yer yığın yığın kâğıtlarla doluydu.
Çerçevelenmiş mezuniyet belgeleri Peter’ın Birleşmiş Milletler için çalıştığı döneme ait
fotoğraflarla birlikte duvara asılmıştı.
1994 tarihli vatandaşlık belgesi ise tümünün üzerinde en saygın yeri kaplıyordu. Bunlann altında,
eğitim ve polis dedektiflerine belirgin bulgulan göstermek amacıyla kullandıkları çift kafalı mikros
kop bulunuyordu.
Karton kabından bir mikroskop camı çıkaran Peter, camı ışığa tuttu. Doğru örneği bulduğundan
emin olduktan sonra, mikros
kobun plastik örtüsünü kaldırdı. “Bir süre önce bir uçurumun di binde bulunmuş otuz beş
yaşındaki bir kadımn akciğerlerinden
aldığımız örnek. Gözle bakıldığında, iki ciğerde de, genel ciğer dokusuna göre soluk olan,
alışılmamış çizgili benekler bulunduğu gözüküyor.” Peter gözlüğünü alnına kaydırdı ve mikroskop
okülerinden bakarak görüntüyü netleştirdi. “Anya sence bu nedir?”
Anya sandalyesini ileri iterek gözü mercekte, örneği inceledi. Dokunun üzerinde yaygın olarak,
hematoksilin ve eozinle lekelenerek görüntülenmesi sağlanmış, çok sayıda parlak kahverengi renkli,
iğne biçiminde iz vardı.
“Kızın bununla ilgili olabilecek bir tıbbi geçmişi var mı?”
diye sordu Anya. Yapboz oyunundaki tek bir parçaya bakmaya benzer şekilde, dokubilim de tüm
resme bakmadan tek basma bir şey anlatmıyordu.
“Bildiğimize göre yok.” Peter sandalyesini uygun konuma getirdi. “Manastırda yaşıyormuş.
Ancak bu eski binalarda ne tip bir yalıtım malzemesi kullandıklarını kimse bilmiyor.”
“Duyduğum kadarıyla dosyası açık bırakılmış.”
“Doğru. Sen aradıktan sonra raporları karıştırdım. Kadın çoklu travmadan ölmüş. Tüm yaralar
yüksek bir yerden düştüğünü doğruluyor. Soruşturmayı yürüten görevli, bildiklerimizden yola
çıkarak başka bir sonuç çıkaramadı.”
Zara araya girerek, “Bu örnek neyi kanıtlıyor?” diye sordu. Anya öğrencinin örneği görmesi için
yana çekildi. “Ne görüyor sun?”
“Birçok küçük iğne varmış gibi.”
“Akciğerde ne tip liflerle karşılaşılabildiğiyle ilgili bir fikrin var
mı?” Anya üniversitedeki eski bir hocasının, bir doktorun öğren diği şeylerden dörtte üçünü diğer
arkadaşlarının yanında küçük
düştüğü durumlarda öğrendiğini söylediğini anımsadı. O ise hiç bir öğrenciyi küçük
düşürmeyeceğine yemin etmişti, çünkü öğ renmenin en iyi yolunun sorunu anlamak ve onu çözmek
olduğu na inanıyordu.
“Evet, aslında bunun ne olduğu açık. Asbest bu!” dedi Zara.
Anya’nm aklından kuralında bir istisna yapmak geçti. “Yaklaş tın. Asbeste benziyor, ancak biraz
farklılar. Asbest lifleri genellik le bir halter görünümünde olurlar. Yuvarlak iki uç, ortası ise ince
uzun bir şekilde. Bunlar daha çok kum saatine benziyor.” “Ancak böyle lifler araba tamircileri ya
da asbestle uğraşan iş
çiler gibi işlerinde uzunca bir süre toza maruz kalmış yaşlı insan larda görülmez mi?”
Anya bir an Peter’a bakarak, “Genelde evet. Bu kadar genç bir kadında bu liflere rastlanması, hiç
alışılmadık bir durum” dedi.
“Katılıyorum” dedi I’eler, mikroskop camım bir diğeriyle değiş-Iirerek. “Lifleri görmek
mikroskopla bile genelde epeyce zor. Neyse ki beden lifleri demir proteinleriyle kaplıyor.
Gördüğümüz şey hemosiderin kalıntıları aslında.” Bir raftaki kitap yığınına doğru sandalyesini
ilerletti.
“Enfeksiyona karşı bağışıklık sisteminin karşılık vermesi
gibi mi?” diye sordu Zara. Anya, “Tam olarak değil” diyerek yanıtladı. “Daha çok basit bir
kimyasal reaksiyon gibi.”
“Bu rahibenin asbest zehirlenmesinden öldüğünü mü gösteriyor?” diye sordu Zara, yeni bir teşhis
koyma açlığı içinde kafasını kaldırarak.
Peter, bir ders kitabında asbest liflerinin renkli bir
fotoğrafının bulunduğu sayfayı açarak ona uzattı. “Görüyorsun ya. Bunlar asbestten biraz farklı.
Kadın düşerken oluşan yaralanmalar sonucunda öldü. Lifler ise not edümesi gereken ikinci
dereceden bulgular.” Mikroskop camlarını kaplarının içine yerleştirdi. “Bunun yanında bu lifler,
zaman içinde binalarda kullanılmış çeşitli malzemeden gelmiş olabilir.”
“Ne olduğunu bulmaya çalışmayacak mıyız?” Zara iki patologla göz göze geldi. “Demek
istediğim, polis bilmek istemeyecek mi?”
Anya yaşlı akıl hocasının gözlerini ovuşturmasını izledi.
“Bizim işimiz ölüm nedenini ortaya çıkarmak ki bu dava için bunu gerçekleştirdik. Görevimiz
ıcığını cıcığını araştırmak değil.” Yakalarına kadar inen gri saçlarının arasından kafasını kaşıdı.
“Soruşturmaya bakan savcı ve polis bu kadım neyin öldürdüğünü bilmek istedi. Onu öldüren şey de
uçurumdan düşmesiydi.”
“Peter haklı. Tabiplik kendini yalnızca gerekli olanı soruştur
makla kısıtlamak zorunda Diğer bütün şüpheli ölüm olaylarından başka, her hafta bir iki
uçurumdan atlama olayı gerçekleşiyor.
Çoklu travmanın yanında kurbanın bir hastalığının da olması ölümle doğrudan ilgili değil ve
savcının da işine yaramayacaktır.”
“Yine de örnekleri bana da gösterdiğiniz için teşekkür ederim.”
Zara yerinden kalktı. Mikroskobun örtüsünü örttü ve kapıya yö neldi. “Sizinle tanıştığıma
sevindim Dr. Crichton.”
Anya Zara’nm ardından kapıyı kapattı. “Peter, yeni savcı sorun mu çıkarıyor?”
“Eski dosyaların kapanmasını istiyor ve gerçekten gerekli ol madıkça araştırmaların
ertelenmesine izin vermiyor.
Raporlar en
kısa zamanda masasında olmalıymış.”
“Bu ölümde bazı tuhaflıklar olduğunu duydum.”
“Bir şeyler yerine oturmuyormuş gibi duruyor,” Peter ellerini başının arkasında kenetledi. “Ölen
kadının altı haftalık hamile olduğunu biliyor muydun?”
Anya kafasıyla onayladı. “Cinsel saldırıya ilişkin bir bulgu var mı?”
“Hayır, ancak bunun geldiğimiz noktada hiçbir anlamı yok. Onun hamile olduğunu bildiğinden
bile emin olamayız.” Sandalyesini halının üzerinde kaydırarak dosya yığının arasından bir tanesini
çıkardı. Dosyayı açarken, “Olay daha da ilginç hale geliyor” dedi.
“Duyduğuma göre kulaklarında da tırnak izleri bulunuyormuş.” Anya mikroskobun yanındaki
masaya oturdu. “Boğulma belirtisi var mı?”
“ilk düşündüğüm bu oldu. O sabah her zamanki gibi
yirmiye yakın olay gelmişti ve intihar olarak belirleyip yardımcı uzman doktora yolladığımda
adam, cesedin kulaklar dahil boyun bölgesinde hilal şeklinde kesikleri görünce dehşete düşmüş.
Tabii ki tüm işlem durduruldu. Olay yeri inceleme ekibi geldi ve hemen Cinayet Masası‘na haber
verildi. Ancak yakından baktığımda, biri tarafından boğulduğunu söylemek için hiçbir bulguya
rastlamadım. Yüzüne kan hücum etmemişti, kılcal damarlarda kanama ya da bir ezik oluşmamıştı ve
bir ip izi de yoktu.”
“Gırtlakta travma var mıydı?” “Hayır.”
“işte bu tuhaf. Geçmişte kendi kendini yaralamış ya da akıl hastalığı geçirmiş mi?” “Depresyon
sonucu intihar mantıklı olurdu. Ancak kendini sa katlamayı pek açıklamıyor.”
“şizofreni ya da halüsinasyonlar görülen bir depresyon tipine ne dersin?” Anya tarihçilerin, Van
Gogh’un bir kadına olan aşla nedeniyle kulağını kestiğini söylemelerine her zaman şaşırmıştı.
Ona göre, daha büyük olasılıkla Van Gogh bir şizofreni hastasıy dı ve işitsel halüsinasyonları
sona erdirmek için kendini sakatla
mıştı. “Belki de bu kadın duyduğu sesleri durdurmak için kulak
larını tırnaklarıyla parçalamıştır.” Anya birçok tuhaf ölüm gör müştü. Ancak işkenceye uğramış
bir rahibenin görüntüsü özellik
le rahatsız ediciydi. “Toksikolojiden antidepresan ya da antipsi kotik kullanımıyla ilgili bir bulgu
var
mı?”
“Hiçbir bulgu yok. Bildiklerimizden yola çıkarak, belki de ha
mile olduğunu fark ettikten sonra, böylesine bir suçla kendi iç dünyasında başa çıkamadı ya da
belki bebeğin babası onu terk elli diyebiliri/.. Kulaklarına psikozdan ileri gelen bir nedenle /.a car
verdiyse bile somu; değişmiyor.” Peter etrafa bir bakındıktan sum a gözlüğünü başının üzerine
iliştirdi. “Bu noktada bu hiçbir şeyi değiştirmez. Ölümle ilgili olaylar şüphe uyandırıcı olabilir, anca
k ölüm nedeni çok açık. Eğer başka kanıtlar ortaya çıkarsa
.avcı polislere soruşturmayı daha ileri götürmeleri için talimat verebilir.” Anya sesli olarak
düşündü: “Bir Katolik için intihar büyük bir günahtır.”
“Senin bir manastırda öğrencilik yaptığını unutmuşum.” “Büyük günahlar tövbe etmeden Tanrı
tarafından
bağışlanmaz.
Bize cinayet ve intiharın büyük günahlar olduğunu öğretmişlerdi. Bu günahları işleyen kişinin
cehennemde ateş ve kükürt bulutu içinde sonsuza kadar yanarak cezalandırılacağına inanılır. Bir katil
eğer tövbe ederse yine de cennete gidebilir. Ancak kendini öldüren kişi doğrudan cehenneme gider.
Bu kadın eğer hamile olduğunu biliyorsa, intihar ettiğinde doğmamış bebeğinin de katili
olduğundan...”
“Ne yazık ki bunlar benim için çok anlamlı değil.” Peter,
inançlı biri olmamasına karşın her zaman inançlı insanlara saygı duymuştu.
“Doğal olarak bu durum kadının aklının başında olmaması olasılığını ya da en azından mantıklı
olmaktan uzak bir ruhsal durum içinde bulunma olasılığını artırıyor” diye konuşmasmı sürdürdü
Anya.
“intihar eden herkes mantıklı olmaktan uzak bir ruh hali için de değil midir? Dosyayı inceledim
ve bence ölüm nedeni açık.
Başka bir şeyin buna yol açtığını söylemek için somut bir kanıt da yok.”
Anya duvar saatine bakarak, “Ders zamanı” dedi.
“Bugünkü konu ne?”
“Otoerotik asfeksi: Cinsel dürtü ve arzunun yalnızca kendine yönelik olması halini yaşayan
kişilerde gerçekleşen boğulma olayları.”
“Zara ve arkadaşları bu konuya bayılacaklardır” diyerek gü lümsedi Peter ve Anya’ya kapıya
kadar eşlik etti.
3
Anya duruşmanın iki gün sonrasında Clare Matthews’in otopsi raporuyla ilgili olarak telefonla
Kate’i aradı. Kate çok konuşmadı. Büyük olasılıkla bunun nedeni büroda olmasıydı. Belki de
Anya’nm Peter Latham’la aynı fikri paylaşması hoşuna gitmemişti.
Telefonu kapattıktan sonra Anya, Annandale’deki bürosunun bekleme odasında, elinde dişlediği
elmasıyla kendini kanepeye bıraktı. Oturduğu yerin hemen yanında günün gazetesi duruyordu.
Gazetenin ilk sayfasına Scott Barker’ın Anya’yı babasının holding binasının önünde kucaklarken
çekilmiş bir fotoğrafını basmışlardı. Anya, Scott’un suçsuz bulunması üzerine yapılan kutlamada
yaydığı izlenime uygun şekilde fotoğrafta da utangaç çıkmıştı. Scott’la özel bir anının bir anda basın
tarafından belgelenmesi onu rahatsız etmişti.
Sekreterinin açık olan kapıyı tıklattığım duymadı.
“Ünlü olmak gibisi var mı? Hele ilk sayfa kızı olmak.” Elaine Morton içeri girmiş ve patronunun
fotoğrafına
gülümseyen bir bakış atarak kanepenin koluna ilişmişti. “Yaşlı bir öğretmene benziyorum.”
Elaine gazeteyi aldı ve alaycı bir şekilde, “Bir profesyonel gibi
görünüyorsun. Dahası fotoğraf duygusal olarak oldukça etkileyici ve Barker’lann teşekkür etmeyi
bildiklerini herkese kanıtlıyor” dedi. Elma için de bir şey söylemeden edemedi: “Sağlık kürü
durumlan. Elmadan başka yiyecek bir şey yok mu?”
“Dün gece fazla kaçırdım.”
Elaine havayı kokladı. “Hazır Çin yemeği, değil mi?” Anya en sevdiği konu olan boşanmadan
sonra ne kadar kilo verdiği ve kendine nasıl baktığıyla ilgili konferansı dinlemek için kendini
hazırladı.
Ayakkabılarını ayağından ûrlatıp atarak kumaş kaplı kanepeye uzandı. ikinci el kanepe, işler deri
bir Clıesterfield almaya elverene kadar geçici bir çözüm olarak satın alınmıştı. Bir devlet dairesini
len gelme eski bilgisayar masası ve döner sandalye gibi bu kanepe de bugüne kadar iyi iş görmüştü.
Yüksek tavan ve
gösterişli alçı pervazlar odaya mobilyaların toplama olduğunu fark ettirmeyecek şekilde zengin bir
hava veriyordu. İki duvardaki baskı Monet resimleri ise çoktan solmuş limon rengi duvar boyasını
gizliyordu. Masasına dönen Elaine telesekreteri kapadı. Yeni spor
ayakkabılarını değiştirdi ve çekmeceden bir parfüm çıkardı. Mide bulandıncı bu koku, sinmiş
tütün kokularını bastırmak için özel olarak yapılmıştı. Anya hangi kokunun daha kötü olduğuna
karar veremedi. “Sperm Adam dün yeniden geldi” dedi Elaine, çantasının içini araştırırken.
“Eşinin iç çamaşırlarını getiren adam mı?” “Evet, işte o adam. Bu sefer kırmızı pamuklu yatak
çarşaflarını getirmiş.”
Anya gözlerini bayıltarak baktı ve iniltili bir sesle, “Hâlâ,
eşinin onu aldattığını mı düşünüyor?” diye sordu. Daha sonra yerinden kalktı ve bir su şişesinin
kapağını açtı.
“Neden anlamak istemiyor, biz bu tür işler yapmıyoruz?” “Her geldiğinde bunu ona söylüyorum.
Bizden eşini yakalamak
için ona yardım etmemizi istiyor. Yapmamız gereken tek şey kü
lotta -ve şimdi ek olarak çarşaflarda-sperm aramak.” Elaine, düzgün kesilmiş kül sarısı saçlarını
taradı. “Anladığım kadarıyla
bunu da yapmayacağız. Onu başka yere yönlendirmek için danış manlık ücreti alalım mı?”
içgüdüsel olarak, Anya oğlunun ona aldığı kolyeye dokundu ve
boğazı düğümlenir gibi oldu. Yalnızca birkaç hafta önce Benja
min kuyumcuda annesine keyifle gülümsemiş ve otuz dört yasma
giren annesinin doğum günü için ucuz altın bir kolye seçmişti.
Büyük bir gururla annesinin ona verdiği iki doları satıcıya uzat mış ve annesi ödemenin üzerini
tamamlarken farkına bile varmamıştı.
Gözetim hakkı için yeniden dava açmadan önce maddi duru munu güçlendirmesi, bunun için de
daha çok çalışması gereki
yordu. Sigorta davaları iyi para getiriyordu. Ancak yoğun olarak böyle işlerle uğraşması, hukuk
çevrelerindeki saygınlığını zedele
yebilirdi. Gerçi bir iki hafta içinde iş durumunda bir gelişme olmazsa bütün olasılıkları yeniden
değerlendirmek zorunda kala bilirdi de.
“Sperm Adam’ın işini kabul etmeyeceğiz.” Anya suyundan bir yudum aldı. “Onu Kuzey Sydney
ve Lidcombe’deki özel test laboratuvarlanna yönlendirmeye devam et.”
Elaine kapıya doğru yürüdü. “Bu arada, birazdan burada
olacak Deab adlı biriyle saat dokuzda bir görüşmen var. Telefonda konuyu bana söylemek
istemedi, ancak sürekli olarak seninle görüşmesi gerektiğini ve çok önemli olduğunu söyledi durdu.”
“Dileyelim ki o da karısının iç çamaşırlarını getirmesin.”
Elaine kıkırdadı. “Kahve?” diye sordu. Ancak bir yanıt beklemeden koridordan geçerek mutfağa
gitti. Ayrı bir büroya verecek parası olmadığı için Anya, teraslı bu evin arka tarafında yaşıyordu.
Yatak odası tavan arasındaydı ve Ben’in geldiği günler için de yukarı katta daha küçük bir oda
ayırmıştı, işlevsel oturma odası, banyo ve mutfak iş saatlerinde ortak kullanıma açılıyordu.
Saat dokuzu beş geçe Elaine, Anoub Deab’i bekleme odasından ana büroya aldı.
Çarçabuk ortalığı toplayan Anya, kanepenin altında Ben’in son gelişinden kalan bir Matchbox araba,
bir Lego parçası ve plastikten yapılma bir yol işçisi buldu. Tam bu hazineyi masasına boşaltıyordu ki
adam içeri girdi.
Elaine, çalan telefona yanıt vermek için ayrılmadan önce yeni yapılmış kahveden ikram etmek
istediğinde, ikisi de istemediklerini söylediler.
Anya ter içindeki genç adamın elini sıktı. Simsiyah saçları,
esmer teni ve koyu renkli gözleriyle genç adamın yirmili yaşlarının başlarında olduğu
görülüyordu. Özenle ve hatasız ütülenmiş kot pantolonu ve beyaz gömleği ya saplantı derecesinde
düzenli olduğunun ya da hâlâ babasmın evinde yaşadığımn bir göstergesiydi.
“Sizin için ne yapabilirim Bay Deab?” Anya masasının önünde ki sandalyeyi oturması için
konuğuna gösterdi. Masasına oturdu ve bir defter açtı.
Genç adam birkaç kez gırtlağım temizledikten sonra sandalye ye oturdu. “Kız kardeşim Fatma’ya
ne olduğunu öğrenmek istiyo
rum. Yedi hafta önce kayboldu. Kimsenin nerede olduğundan ha beri yoktu. Babam çok kızdı. Bir
gençle kaçtığını sanmıştı. An nemse.” Anoub kafasını eğdi. “Fatma kaybolalı bir ay olmuştu ki bir
akşam polis geldi ve bize onun öldüğünü bildirdi.”
Anya genç adamın acısını hissetti. Aileden birini kaybetmenin nasıl bir şey olduğunu çok iyi
biliyordu. Defterine, “Dört hafta bo yunca kayıp, üç hafta önce ölü bulunuyor” diye yazarak altım
çizdi.
Anoub yerinden kalktı ve küçük odayı adunlarnaya başladı. “I fyuştuniCU alarak ölmüş. Ancak
ben sizden işin içyüzünü ortaya çıkarmanızı isliyorum.”
Anya alçak bir sesle, “Siz, kardeşiniz hakkında söylenenler dışında başka bir şey olduğuna mı
inanıyorsunuz?” diye
sordu. “Benim bilmek istediğim de bu.” Genç adam sesli bir şekilde iç çeki i.
“Kime güveneceğinizi bilememenin nasıl bir şey olduğunu nereden bileceksiniz ki?
Beyaz bir teniniz ve yeşil gözleriniz varsa lııııuı bilemezsiniz” dedi keskin bir dille. “11 Eylül
olaylarından beri polis bize baskı yapıyor. Ondan önce daha hoşgörülü bir or-lam vardı. şimdi
insanlar bizi hor görüyor. Gazetelere bakarsan biz çeteler halinde dolaşarak zorbalık yapıyormuşuz.
Yalnızca Lübnanlı olduğumuz için polis bizi araştırıyor, sorguya çekiyor ve tehdit ediyor. Ortada
hiçbir neden yokken.” Elini saçlarının arasından geçirdi ve Anya’ya baktı. “Dedikleri herhangi bir
şeye nasıl inanabilirim ki?”
Adamın hakkı vardı. “Hesap Ver” adlı radyo kanalı, New York Dünya Ticaret Merkezi
kulelerinin yıkılmasından ve buralara daha yakında gerçekleşen Bali’deki intihar saldırısından beri
Müslüman göçmenleri açıkça karalamaktaydı.
“Kız kardeşinizin başına ne geldiğini düşünüyorsunuz?”
“Öğrenmek istediğim de bu! Bu durum babamı ve ailemizi utanca boğdu. Babamın işleri, kendi
toplumumuz bizi dışladığı için bir hayli bozuldu. Birçok kişi kardeşimin AiDS’ten öldüğünü
söylemeye başladı. Annem bu konuda ağzını açmadan ağlayıp duruyor.” Genç adam annesi hakkında
başka bir şey söylemeden durdu. “Fatma memleketten biriyle sözlüydü. şimdi babam
memleketimizde de rezil olmuş durumda. Bunun bizim için ne demek olduğunu bilemezsiniz.”
Anya, genç adamın kardeşinin ölümüne mi yoksa bu ölümün sosyal sonuçlarına mı daha çok
üzüldüğüne karar veremedi.
Adam arka cebinden bir zarf çıkararak masanın üzerine bırak tı. “Bunu almanızı ve polisle
konuşmanızı istiyorum. Gerçeği öğ
renin. Bazılarının dediği gibi Fatma AiDS hastası mıydı?
0 kaçtı
ğında yanında bir adam var mıydı? Ona kim uyuşturucu vererek ölüme terk etti?”
Anya zarfı açtı. içinde toplamı birkaç bin doları bulacak kadar
onluk ve yirmiliklerden oluşan kâğıt para vardı. Kırk yıldır pek kullanılmayan kâğıt sterlinler da
tomarlarca ve neredeyse tanın maz haldeydi.
Paraları zarfa geri yerleştirdi. “Kaybınız için çok üzgünüm, ancak sanırım hata yaptınız. Ben özel
dedektif değilim.”
“Ancak Bay Brody bu işe bakmanız için size ricada bulunacağını söylemişti.”
“Avukat Dan Brody mi?”
“Evet. Kendisi babanım davalarına bakar.”
Anya ne gibi “davalar”ın bir ağır ceza avukatı gerektirdiğini düşündü bir an. “Henüz benden
böyle bir şey istemedi” diye karşılık verdi.
Genç adam sanki bu onu daha güçlü gösterecekmiş gibi çenesini yukarı kaldırdı.
“Ben istiyorum. Brody için değil, benim için çalışacaksınız.”
“Üzgünüm. Size yardımcı olamayacağım.” Anya ayağa
kalktı ve zarli ileri doğru iteledi. Anya’nın amacı saygınlığım artırmaktı. Alabümek için savaş
verdiği Ben’in gözetim hakkı için de kuşkulu ya da yasadışı bir durumun içinde olmayı göze
alamazdı. Dahası Anoub’un ona karşı olan tutumundan da hiç hoşlanmamıştı.
Anoub parayı geri almayı reddetti. “Polisin ne bildiğini öğrenmek için ne kadar para gerekiyorsa
ödemeye hazırım.”
“Müşterilerimi kendim seçerim” dedi Anya, katı bir şeküde.
“Düşündüğünüz bu ise parayı çalmadım. Annem, babama bir şey olursa diye küçük bir miktar
parayı her hafta artırıp bir kenara koymuş. Bu parayı evde bir yerlere saklamış ve benden bir kısmını
size vermemi istedi. Eğer gerekli olursa daha fazlası da var.” Umutsuzca, neredeyse yalvaracakmış
gibi konuşuyordu. “Fatma’nın AiDS olmadığım kamtlayabilirsem, bunun aileme büyük yaran
olacak.”
Anya kederli kardeşi inceledi. Oldukça kibirli gözüküyordu, ancak annesinden söz ettiğinde
şaşılacak şekilde kolay kınlan duyarlı biri oluvermişti. Hemen savunmaya geçen yaklaşımı ve
paranoyak korkulan kibirliliğini haklı çıkarmazdı, ancak onu ne den bu kadar zorladığım
açıklayabilirdi. Anya derin bir nefes al dı. “Sanınm olaya polis karıştığına göre, savcı kardeşiniz için
otopsi istemiştir.”
“Domuzlar Fatma’yı hemen gömmemize izin vermeyerek onun bedenini kirlettiler.”
Anya ölünün en kısa zamanda gömülmesinin bir islam geleneği olduğunu biliyordu. Savcı ve
patolog ailenin isteklerine uygun ha
reket edilmesini sağlamak için çaba sarf etmesine karşın yüksek dozdan ölümden
şüphelenildiğinde, otopsi öncesinde HIV gibi en
feksiyonlar için yapüan tarama, işlemleri daha da uzatmaktaydı. n Bu dUTUItl aileler için yıkıcı
olabiliyor ve yanlış anla.şılabiliyordu.
“Itı r doktorun ölüm belgesi vermediği ya da şüpheli ölüm duı mnlarında” diye açıkladı Arıya,
“savcı otopsi ister. Özellikle de I ılumle ilgili olaylar şüpheliyse. Yasa böyle.”
“Fatma” dedikten sonra Anoub bir an duraksayarak, “pis bir tuvalette, kolunda bir iğneyle ölü
bulunmuş” diye sürdürdü. Yerine olurdu ve konuşmadan önce tıbbi yazıların olduğu bir rafa bakarak
ekledi: “Annem ve babam buraya gençken gelmişler. Bizim daha iyi ve güvenli bir yaşantımız
olmasını istemişler. Ancak bizi Isla ini kurallara göre yetiştirmişler. Fatma okulu bitirince, babam
onun Merrylands’te bir doktorun yanında sekreter olarak çalış- masına izin verdi. Bu onun Batılıların
ahlaksızlığının ne sorunlara yol açtığını görmesini sağladı. Kardeşim zevk düşkünlüğü nedeniyle
oluşan hastalıklar sonucunda ya da bu nedenle hamile kaldıkları için doktora gelen kadınlara kötü
gözle bakardı.”
Anoub derin bir nefes aldı ve parmaklarını sıkıca kenetledi. “Fatma, babamın kuzeniyle
evlenmeyi bekliyordu. Son geceye kadar.” Yüzündeki kaslar gerildi. “O gece eve geç geldi ve trenin
geciktiğini söyledi, ancak babam ona inanmadı; bir erkek arkadaşı olduğunu ileri sürerek bir daha işe
gitmesini yasakladı.”
“Fatma’nın buna tepkisi ne oldu?” diye yumuşak bir sesle sordu Anya.
Anoub dolaysızca gerçekleri anlattı: “Ağladı ve odasına gitti. Geceleyin evden kaçmış ve daha
sonra da onu sağ olarak gören olmamış.”
“Kız kardeşin için gerçekten üzüldüm” diye tekrarladı Anya.
Kardeşinin anlattıklarından Fatma’nın zor bir yaşamı olduğu an laşılıyordu. Diğer insanların en
baştan doğal olarak sahip olduk
ları özgürlükler babası tarafından Fatma’nın elinden alınmıştı.
Bunun sonucunda evden kaçması şaşırtıcı bir şey değildi.
“Ancak
size nasıl yardımcı olabileceğimi bilmiyorum.”
“Onu bırakıp giden kişiden bir hastalık kapmış mı, bunu öğre nebilirsiniz.”
Anya, Brody’nin bu olaydan ona daha önce neden söz etmedi
ğini merak etti. Anoub Deab’in davranışı tuhaftı. Kız kardeşinin nasıl ve neden öldüğünden çok,
hasta olmasından endişe ediyor
gibiydi. Ailesinin saygınlığı onun için Anya’nın anlayamadığı şe kilde daha önemliydi. Anya o
an farkına vardı ki, ailesi Fatma’yı
tuvalette bırakıp giden kişi için kendilerince bir adalet uygula mak niyetinde olabilirdi. Böyle
olmadığını umut ederek sordu:
“Sizce bir erkek arkadaşı var mıydı?” n
“öğrenmek İstediğim diğer bir şey de bu” diye yapıştırdı Anoub.
“şunu bilmelisiniz ki, yalnızca patoloji raporlarını
yorumlayabilir ve neler olduğunu polisten sorabilirim. Yapabileceğim tek şey bu. Daha önce de
söylediğim gibi, ben özel dedektif değilim. Ben yalnızca tıbbi bulguları incelerim.” “Fatma
yüzünden insanlar bizim uyuşturucu kaçakçısı olduğumuzu düşünüyor. Babam izleniyor ve telefonda
tehditler alıyoruz” dedi Anoub, doğrularak.
Anya, genç adamın biraz paranoyak olduğundan şüphelenmişti, ancak bu durumda, babasının
gerçekten de pahalı bir ağır ceza avukatına gereksinim duyması anlaşılabilir bir şeydi. “Batı Sydney
bölgesinde görevli polis dedektiflerinden birkaç tanıdığım var. Onlara bu telefon tehditlerinden söz
edebilirsiniz. Böylece telefon eden kişiyi bulabilirsiniz.”
“Yapamam. Babam bunu yasakladı.”
Anoub’un tavrı Anya’yı rahatsız ediyordu. Ancak ne istediği açıktı. Masasındaki küçük arabaya
baktı. Ben’i ve aldığı işlerin azlığını düşündü. Belli ki Anoub harcadığı zamanın karşılığını ona
ödeyecekti. Ondan ya da ailesinin kadınlara davranma şeklinden hoşlanması gerekmiyordu.
Yanıtlanmamış soruların acısını hissederek kızının başından geçenleri bilmek isteyen anne için
üzülmüştü.
“Peki. Fatma’nın ölümüyle ügili polisle konuşabilir ve otopsi raporunu inceleyebilirim. Sonra
yeniden konuşuruz.” Anya ayağa kalktı ve sandalyesini geriye itti. “Sizin bildiğinizden farklı bir şey
bulamayabilirim, ancak sizi ve ailenizi sürekli bilgilendiririm.”
Anoub ayağa kalkarak, “Hayır! Yalnızca bana bilgi vereceksiniz. Benden başka kimseye değü.
Hatta Brody’ye bile bir şey söylemeyin” dedi.
Adamın böyle insanı zorlayıcı bir şekilde parlaması Anya’yı kızdırmıştı. “Baban burada
olduğunu biliyor mu?” diye sordu An ya. Konuşması bir an kendi annesine benzemişti.
Anoub doğruldu ve çenesini kaldırdı. “Hayır, babam böyle bir şeye izin vermezdi. Annem razı
oldu, ancak babam bilmemeli.”
“iyi o zaman, gizliliğe dikkat ederim. Konuyla ilgileneceğim” dedi Anya, masasından
uzaklaşarak. Annesinin biriktirdiği para ları genç adama geri verdi ve Elaine’in onun adres bilgilerini
ala rak ödeme ayrıntılarını konuşacağını söyledi.
Dan Brody’nin bir açıklama borcu var, diye düşündü Anya. Ne
den bu adama onun adını vermişti ve bu olayla ügili gerçekte ne ler olmuştu?
V
Bir an için değişken ruh haline sahip müşterisini inceledi. Adamın bildiği her şeyi anlatıp
anlatmadığını merak etti. İçinden bir ses anlatmadığını söylüyordu.
4
Kıdemli polis dedektifi John Ziegler, Fatma’nın öldüğü gece görevliydi. Anya kıdemli dedektifi
ancak adam iş üzerinde çalışıyorken yakalayıp görüşebileceğini anlamıştı. Daha önce dedektif bir
defa buluşmayı ertelemişti. Anya zaman kaybetmeden Fatma Deab’in ölümüyle ilgili olayları açığa
kavuşturmak niyetindeydi. Dan Brody’nin haftanın geri kalanı için yoğun bir mahkeme programı
vardı ve Anya genç Fatma’nın ölümüyle ilgili araştırmayı kendi başına yapmaya karar verdi.
Dedektifi görmek için istasyondaki yaya köprüsüne
geldiğinde, olayı izlemeye çalışırken itişip kakışan okullu gençlerin arasında sıkışıp kalmıştı.
Bitişikteki anayoldan gelen egzoz gazları ve akaryakıt kokularından oluşan bir bulut havayı
boğuyordu. Köprü parmaklıkları yakınında bir yer bulabilmek için kalabalığı zorlayarak ilerledi. 1.
peronun uzak ucu mavi beyaz polis bandıyla çevrelenmişti. Yataklı vagonlann paralelinde, bir
kişinin bedeninden arta kalanlar gri bir battaniyeyle örtülmüştü. Bir tren Westmead istasyonuna
girerken, koyu mavi polis giysileri ve beysbol şapkasıyla sırık gibi bir adam raylardan uzaklaştı.
Yolcu vagonlarının duraklaması nedeniyle bir an görünmez oldu. Birkaç dakika sonra şehir içi tren
yoluna doğru gitti ve artık olay yeri inceleme ekibinin başı incelemesine devam edebilirdi.
Anya yerde yatan cesedin ailesine sevdikleri kişinin
öldüğünü bildirecek küçük rütbeli polis memuruna acımıştı. Aşağı doğru yoluna devam ederek,
girilmez alana doğru
peron boyunca yürüdü. Anya aşağıdaki görüntüyü incelerken, kıdemli dedektif elindeki eldiveni
salladı ve görevli polis memuruna kadınm girmesi için izin vermesini söyledi.
Olay yeri inceleme ekibinin başı görüşeceği dedektif John ZiOgler’in kendisiydi. Bedenden arla
kulan paryaların fotoğrafını ırkı ı ve uzak bir noktaya giderek orada yerde duran bir şeyi yak im lan
görüntülemek için çömeldi. Büyük bir olasılıkla yerde bir BÜZdan ya da başka bir kişisel eşya
bulunuyordu. Birçok açıdan l< ıtoğraflar çektikten sonra bir kâğıda bu alanın bir taslağını çizdi.
Kıdemli olay yeri inceleme memurları belirli metotlara göre hareket etmeleri ve ayrıntılarla aşırı
biçimde ilgilenmeleriyle tanınırlardı. Olay yerinin incelenmesi süreci zaman alırdı. En önemli olan
ilk incelemede atlanan herhangi bir şey, ileride dedektifleri uğraştıran soruların yanıtı olabilirdi.
“Böyle olayları izlemeye uygun bir kıyafette değilim” diye düşündü Anya. “Keşke bu işe daha uygun
bir ayakkabı giyseydim.”
“Bütün bu yolu tepmeni istediğim için özür dilerim” diye seslendi dedektif, perona doğru
yürürken. “Önemli değil” diye yanıtladı Anya ve beden ağırlığını iki bacağına eşit dağıtacak şekilde
durdu. O an bulunduğu yerden olay yerini çok iyi görebiliyordu ve örtülü beden kalıntılarından
oluşan yığının yirmi metre uzağında bulunan şeyin ölen kişinin bir organı olduğunu fark etti.
Ziegler fotoğraf makinesi boynunda asılı bir halde peronu
yürüyerek geçti ve gözlerini kısarak Anya’ya baktı. “Bitirmek üzereyim. Beş dakikalık işim
kaldı.
Hey, davul dersleri nasıl gidiyor?”
“Sanırım şimdilik Polis Orkestrası‘nda çalmak için hazır deği lim.” Çakılların üzerinde kola
benzeyen kalıntıya doğru baktı.
“şüpheli bir durum var mı?”
“Makinist çok sarsılmış, olan her şeyi görmüş. Ölen genç peronun uzak ucundan tren tam
hızlanarak istasyondan ayrılırken atlamış.” Not defterinde bir sayfa çevirerek, “şanslıymış ki yüz
metre ya da daha uzağa dağılacak şekilde perondan aşağı raylara düşmemiş” dedi.
Anya bir tren tarafından parçalanarak ölmüş birinin doğal ola
rak pek de şanslı sayılamayacağını içinden geçirdi. “Kimliği belli mi?”
“Olmayacak şey, otobüs pasosu sağlam bir şekilde perona fır lamış.” Ziegler ironi yüklü
rastlantıyı düşünerek gülümsedi ve notlarına döndü. “Bir yere otur. Bir dakika sonra yanında olu
rum.”
Görevlilere kalıntıları nasıl toplayacaklarını anlattıktan sonra Ziegler, peronun yüksekliğini ölçtü
ve banka, Anya’nın yanına oturdu.
Mi
“Ne var ne yok?” diye sordu, eldivenlerini çıkararak.
“Sana incelediğin bir olay yeri hakkında bir şeyler sormak istiyorum.”
“Bıçaklama, ateşli silahlar, tecavüz. Hangisi?” Dedektif geriye yaslanarak alnındaki teri sildi.
“Yüksek dozda uyuşturucu.”
“Dr. C, görevde olduğum haftalarda böyle en az üç dört olaya gidiyorum.” Anya’ya bitkin mavi
gözlerle bakarak, yumuşamış şekilde, “Biraz daha ayrıntı veremez misin?” diye sordu. “Birkaç hafta
önce genç bir kadın tuvalette ölü bulunmuş.”
“Deab dosyası. Polislerin yarısı bu olayla ügileniyor gibi.” Ziegler şapkasını çıkardı ve dalgalı
sarı saçlarını karıştırdı. “Ne demek istiyorsun?” “Herhangi bir sıradan ‘yüksek doz’ olayı olarak ele
aldık ve sonra saçma sapan bir şekilde isimsiz bir ihbar geldi. Arayan kişi kızın öldürülmüş olduğunu
iddia ediyordu.” Yavaşça kafasını iki yana salladı. “Bu ihbar gelince, bütün günümüzü bu iş aldı.
Tuvaletin olduğu yere geri döndük, birkaç sigara filtresi ve prezervatif topladık ki orada başka bir
şey de yoktu. Bu boşu boşuna bir zaman kaybetmekten başka bir şey değildi.”
Bir ekspres tren istasyonda durmadan hızla yoluna devam etti. Ziegler duyurabilmek için sesini
yükselterek konuştu: “Her neyse. Senle ne ilgisi var ki? Kötülerin yanına geçtiğini duymuştum
ama...”
Anya iğneleyici söze boş vererek, çantasından bir defter çıkar dı ve son vagonun geçip gitmesini
bekledi. “Arayan erkek mi ka dın mıydı?”
“Erkekli ve anlaşıldığına göre bir alışveriş merkezindeki genel telefondan arıyordu.”
“Bana kızın ölümü hakkında ne söyleyebilirsin? Örneğin tam olarak nerede bulunmuştu?”
“Genel bir tuvaletin bir bölmesinde.” Dedektif bir an için san ki olay yerini gözünün önünde
canlandınyormuş gibi boşluğa ba karak daldı.
“O an şüpheli görünen bir şey var mıydı?”
“Pek değil. Dediğim gibi böyle olaylara haftada üç dört kez rast lıyorum.” Kollarını sıkıca
birbirine kavuşturarak sırtım dikleştirdi.
“Tuvaletin kapısı kilitli miydi, açık mıydı?”
“Sonuna kadar açıktı. Cesedi temizlikçi bulmuş. Ancak her hangi bir şeye dokunmadığmı
söylüyor.”
“Kız sürekli uyuşturucu kullanan birine benziyor muydu?”
“Minin değilim.” Ceset karşumdaynuş gibi gözlerini kısarak baktı. “Tüm araç gereçleri tamamdı
ve kolundaki ayakkabı bağının allında, belirgin yalnızca tek bir iğne deliğine rastladım. Bunun
dışında başka bir şeyi yoktu.”
“()lay yeriyle ilgili herhangi bir şekilde alışılmışın dışında bir • .< y var mıydı?”
“Merrylands’te bir ‘aşın doz’ olayı yeni bir durum. Genellikle bu olaylar Fairfield ya da
Cabramatta’da görülür” diye yanıtladı dedektif. “Etrafta dolaşan sorunlu bir mal var. Son birkaç ay
içinde yaklaşık kırk bağımlı bu nedenle öldü. Alarma geçtik, ancak uyuşturucu satıcıları malı
nereden aldıklannı söylemekte pek istekli değiller.” Ziegler duraksadı ve raylann diğer tarafına doğru
bir minibüsün gelişini izledi.
“Kızın bedeni hangi şekilde duruyordu?” diyerek sormaya devam etti Anya.
“Tuvalette oturur şekilde öne doğru düşmüştü. Dediğim gibi Mim araç gereçlere sahipti: şınnga,
su ampulü, kaşık ve çakmak. Malı süzmek için bir tampon kullanmıştı.” Dedektif yukarı kadar bağlı
botlanndaki tozu toprağı elleriyle üstünkörü süpürdü. “Bağımhlann kendilerine şırınga ettikleri şeyin
zehir olduğunu uınursamamalanna rağmen bu pisliği süzmeye bu kadar dikkat etmeleri beni her
zaman hayrete düşürmüştür.”
Anya kısa kısa notlar alıyordu. “şırınga ulaşabüeceği yerde iniydi?” “Evet, kızın sağ elinin hemen
yanında. Turuncu kapaklı. şu tek kullanımlık olanlardan.”
Anya kızı gözünde canlandırmaya çalıştı.
Fatma’nın tanıdığı bağımlılar bulunabilir ve böylelikle eroinin
nasıl kullanıldığını öğrenmiş olabilirdi. Bağımlılar genel olarak kaşığı bir ampul suyla doldurarak
ısıtırlar ve tozu içinde eritirlerdi. Kalıntılan süzmek için filtre olarak pamuk, sigara filtresi ve hatta
tampon kullanırlar, uyuşturucuyu şınngaya bu uyduruk filtreden geçirerek çekerlerdi.
isimsiz ihbar Anya’yı meraklandırmıştı. Kız yanlışlıkla aşın dozda uyuşturucu almış ya da intihar
dışmda başka bir nedenle ölmüş olabilir miydi?
Ziegler kaşlannı çattı ve çenesindeki yank izini sıvazladı. “Kız temizdi ve lavanta kokuyordu.
Evet, kot pantolon ve şu şeffaf bluz
lardan giymişti. Fırfırlı kırmızı sutyenine yüz dolar sıkıştırılmıştı.
Parayı bulduğumuzda, hayat kadını olduğunu düşündük.”
Dedektif ayağa kalkarak olay yerine göz gezdirdi. Görevliler gelen minibüsün arka kapısını
açmış, cesedin parçalarını taşımaya başlamışlardı. Kıdemli olay yeri inceleme memuru görevlilerin
nasıl iş yaptıklarına dikkatle bakıyordu. ileri doğru birkaç adrm attı ve bir organın kopmuş bir
parçasını almalarını hatırlatarak bir dizi komut verdi. Anya’ya doğru geri dönerek, “Mesleğinden
emin değildik, ancak birinin ona kötü davrandığı kesindi” dedi.
“Ne gibi?” “Sırtında kayış izleri olduğu belirlenen çürükler vardı.” “Dövüldüğü için mi?” “Belki
de birçok kez dövülmüş olmalıydı. Çürükler belirli bir süre önceden kalmaydı ve düzelmeye
başlamıştı. Yeni olmuş gibi değillerdi. Yaraların ve çürüklerin nasıl olduğunu büirsin, aradan biraz
zaman geçince daha da kötü gözükürler.” “Kafada yaralanmaya ilişkin bir bulgu ya da zorlama izi
filan var mrydı?” “Tümünü araştırdık, ancak hiçbir şey bulamadık. Bedeninde yalnızca düştüğü
yerden kaynaklanmış olabilecek morluklar vardı ve ölüm soması katılaşma başlamıştı.” Bulgular
Fatma’nın ölüm yerinin onu buldukları yer olduğunu doğruluyordu. Ziegler’in söylediklerinde genç
kızın ölümünün şüpheli olduğunu düşündürecek hiçbir şey yoktu. Uyuşturucu bağımlıları ve
satıcüarıyla takrlryorsa, onlardan biri tarafından saldırıya uğramış olabilirdi, böylece eskiden
dövülmüş olmasınr ölümüyle ihşMlendirmek zordu. “Tuvalette başka birinin de olduğunu
düşündürecek bir şey var mıydı?” “Hiçbir şey. Parayı bulduğumuza göre ölüm nedeni gaspla ilgili
olamazdı. Yanında başka bir bağımlı olsaydı parayı alırdı. Bu yüzden sıradan bir ‘yüksek doz’ olayı
olarak ele aldık.” Dönüp, Anya’ya baktı. “Eğer ilk kez uyuşturucu alıyorsa yazık.”
Anya hangi nedenle genç bir kadının, arkadaşlarının baskısı yokken tek başına uyuşturucu almayı
deneyebileceğini merak etti. Ayrıca acaba kendine zarar vermek istemiş miydi? Otopside hazırlanan
toksikoloji raporunda daha başka yanıtlar olabilirdi. “Pantolonu ne durumdaydı? Ya tırnaklarının
durumu?” Ziegler döndü ve Anya’nın yüzüne dikkatle baktı. “Bunları neden öğrenmek istiyorsun?”
“Kız ölümünden bir ay önce evinden kaçmış ve bu süre boyunca kimse biriyle birlikte mi yoksa
sokaklarda mı yaşadığını bilmiyor.”
“Sokaklarda yaşıyormuş gibi gözükmüyordu. Pantolonu
temiz ya Utülüydü, şimdi hatırlıyorum, yüzü ve tırnaklan da boyalıydı. Hı ıi H11 bunlar ne için?”
Dedektif rahatsız olmuştu. Çok şey söylediğini düşünür gibiydi. “Her neyse, bu olayla neden
ilgileniyorsun?”
“Kızın ailesinden biri ölüm olayım incelememi istedi. Sanırım ne Olduğunu tam olarak
anlamalarına yardımcı olmamı bekliyorlar.”
“Tahmin edeyim. Hatalı olduklarını kabullenmiyorlar ve küçük meleklerinin uyuşturucu aldığına
inanamıyorlar” dedi dedektif, imi gören bir ifadeyle. Açıktı ki, anne baba olmanın, endişe etmek
demek olduğunu daha bilmiyordu.
“Bir nedenle yanlış bilgilendirildiklerinden endişe ediyorlar” dedi Anya, öylesine.
“Soruşturuluyor muyum?” diye sordu dedektif.
Polis örgütünde geniş kapsamlı bir yolsuzluk ortaya çıkarıldığından beri, görünen o ki hata
olabilecek bir konuyla ilgili sorular sorulduğunda tüm memurlar hemen savunma konumuna
geriyordu.
“Tabii ki değil! Bununla ilgisi yok. Fatma’nın ölümüne yol açan nedenleri öğrenebilmelerine
yardımcı olmak için bu konuyla ilgili bilgi topluyorum. Seninle konuşmamın nedeni, senin olay
yerinde bulunmuş olman.” Anya bir kez daha konuşmadan önce ikisi de mavi ceset torbasının
devlete ait minibüse yüklenişini sessizce izlediler. “Dövüldüğünü gösteren çürükler tuhaf. Ailesi
bundan söz etmedi. Bulduğunuz paradan da. Büyük bir olasılıkla bilmiyorlardı bile. Aynca olayın
cinayet olduğunu da iddia etmiyorlar. Ancak ölümle ilgili açık olmayan bir şeylerin olduğunu
düşünüyorlar. Genç kızlarını tuvalete kimin götürdüğünü bilmek istiyorlar .”
“Ne yazık ki bu konuda onlara yardımcı olamam. işin soruştur ma tarafında ne yaptıklarını bile
bilmiyorum. Yalnızca mahkeme
ye davet edilirsem öğreniyorum. Her neyse” dedi, kafasını eğerek
ve iki kaşını da kaldırarak. “Belki de şimdi sen karşı tarafın ya nında olduğun için seninle
konuşmasam iyi olur.”
“Böyle düşünen ilk sen değilsin.” Anya polislerin, suçlular için çalıştığına inandıkları kişüere,
içten içe kızdığını biliyordu. Sık
sık davalar teknik ayrıntılar nedeniyle düşerdi. Özellikle de olay yeri korunmadığında ya da
talimatlara son harfine kadar uyulma dığında. Barker davasından sonra ona olan düşmanlığın artması
nı bekliyordu.
“Haydi doktor, yalnızca şaka yapıyorum. Seninle arabana ka dar yürürüm. Davul çalabilen biri
benim için her zaman iyi arka
daştır.” Kıdemli olay yeri inceleme memuru elini Anya’nm dirseğine koyarak ona eşlik elli.
“AH” Carney’le neden konuşmuyorsun?” Birkaç aydır Balı Adli Tabipliği’nde çalışıyor. Tuhaf
heriftir ama sana birkaç başka ipucu verebilir.”
“Yardımın için sağ ol. Söylediklerin çok işime yaradı.” “Birlikte çalacağımız küçük bir konser
borcun olsun. Benim saksofonum senin davulunla birleşince harika sesler çıkabilir.” Anya kabul etti.
Diğer birçok polis gibi Ziegler’in de zorlamacı bir flört anlayışı vardı.
Ziegler kafasını eğdi. “Umarım gerçekten bütün bunlar
unutulur ve isimsiz ihbarı yapanın da delinin teki olduğu anlaşılır. Bilirsin uyuşturucu söz konusu
olduğunda her şeyi otomatik pilotta yapıyoruz. Bu olaylardan birinde sorun yaşanması her zaman
beklenen bir şey.”
5
Anya, bir sonraki sabah saat sekizde Dan Brody’nin döşemesi meşe ağırlıklı bürosundaydı.
Brody, kruvaze takım elbisesiyle oldukça şık bir şekilde onu yanağından öperek karşıladı. Böyle
yapması Anya’nın tuhafına gitmişti.
“Bu kadar erken geldiğin için teşekkür ederim, bu sabah
erkenden mahkemede olmam gerekiyor.” Anya’ya masasının karşısındaki koltuğu gösterdi ve
ceketinin düğmelerini açtı. “Başına Anoub Deab’i sardığım için özür dilerim. Gelip seni bizzat
göreceği hiç aklıma gelmedi.”
“Senin adını verdiğinde şaşırdım.”
Ceketini çıkardı ve bir ayaklı askılığa asarak Mapalarını düzeltti. “O genç bir adam, tepki
duyuyor ve öfkeli. Kardeşi öldü ve bunun için suçlayacak birini arıyor. Ona seninle konuşacağımı
söyledim. Ancak öyle sakinleşti. Her şeyden önce sen benim en yetkin mahkeme tanığımsın.”
“Bu anlaşılabilir” dedi Anya, ona baştan ters düşmemeyi
yeğleyerek. “Ama işin senden gelmesi kafamı karıştırdı.” “Ne gibi?” diye sordu Brody, yüksek
arkalıklı deri koltuğuna oturarak.
“Aile yüksek sosyeteden değil, doğu tarafındaki
mahallelerde oturmuyorlar ve şimdiye kadar basında magazin konusu olmadılar.”
“Bu dediğin senin için bile biraz fazla sert oldu” dedi Brody, gülümseyerek. “Diyelim ki aileyi
çok uzun zamandır tanıyorum ve onlara bir gönül borcum var.”
Anya yerdeki ısıtma çıkışından yayılan sıcak havayı hissetti. Denizci mavisi ceketini çıkardı ve
koltuğun koluna
astı. “Yine de bir ‘aşırı doz’ olayıyla neden ilgileniyorsun ki?”
“O kadar basit olmayabilir. Polis Muhammed’den DNA örneği vermesini istedi.”
Arıya geriye yaslandı. Polis DNA örnekleri istediyse, olay yerinde ya da bedende bazı bulgulara
rastlamış olmalıydı. “Olay yerini inceleyen memurla konuştum. Fatma’nın öldürüldüğünü iddia eden
bir isimsiz ihbar almalarına kadar işlemler diğer tüm ‘aşın doz’ olaylan gibi yüratülmüş. Olay yeri
inceleme ekibi ihbar gelince, bir hafta sonra olay yerini yeniden incelemiş, ancak herhangi bir
tuvalette olandan başka bir şey bulamamışlar.”
“Böyle olduğu için endişeli oldukları, her hallerinden belliydi.” Brody’nin polisin hata yapmış
olma olasüığından çocukça bir haz aldığı görülüyordu. “Ellerindeki bu ‘bulgu’nun eski olduğunu ve
halka açık bir yerden elde edildiğini düşünürsek müvekkillerimi suçlayarak hiçbir şey elde
edemezler.”
“Kulağa sanki Deab’lerin bu işe karışmış olabileceğini düşünüyormuşsun gibi geliyor.” “Bu
insanları tanımıyorsun.” Brody sağındaki cam tepside
duran sürahiden bir bardak su doldurdu. Bardağı masadaki metal bardak altlığınm üzerine koydu.
“Benim yaptığım yalnızca tüm olasılıkları değerlendirmek.”
“Seninle konuşmak istediğim konu da bu. Anoub’un
davranışlarında bir tuhaflık var. Yalnızca ölmeden önce kardeşine ne olduğu ve polisin ne
bildiğiyle ilgileniyor. Ailesinin izlendiğine de inanmış durumda.”
“Eh, haklı olabilir. Polis örgütünden bir kaynak bana Muhammed hakkında bir soruşturma
yürütüldüğünü söyledi. Hatta onu takip ediyorlarmış.”
Muhammed’i takip ettiklerine göre çok önemli bir nedenleri olmalıydı. Anoub polisin elinde
babasını suçlamak için bir kanıt olup olmadığım öğrenmek için onu kullanıyor olabilirdi.
Belli ki
Brody de aynı şekilde düşünüyordu. “Otopsi raporunda herhangi bir şey var mıydı?” diye sordu
Anya. “Benim senden öğrenmek istediğim de bu.” Brody bir dosya dan bir yığın kâğıt çıkararak ona
uzattı. Anya, kâğıtları şöyle bir inceleyerek savcıya yollanmış patoloji
raporunu buldu. Ölüm nedeni “madde ya da -morfin ya da eroin alrnmasına bağlı ileri düzeyde
uyuşturucu bağımlılığı” olarak belir
lenmişti. Sayfayı çevirerek hızlr bir şekilde dış inceleme bulgularına baktı. Bulunan beden bir
metre altmış santimetre boyunda kırk beş
kiloluk yetişkin bir kadına aitti. Üzerinde beyaz bir bluz, yüksek to puklu ayakkabrlar, kot
pantolon, külot ve kırmızı sutyen vardı.
Besll olarak okudu: “Sağ a.nlekubital çukurdu yaklaşık üç san
•metre çapında sınırları belirgin olmayan mor bir çürükle ilintili |tnl oluşmuş bir delik izi
belirlendi.” Karşıya bakarak devam et
11: “Bu olaylar için tamumen genel bir bulgu. Uyuşturucu sağ kolunun iç kısmına enjekte
edilmişti.” Gözleri sayfaya dalmış şekilde önemli bir laf söylediğini düşünerek, “Sanırım Fatma
solaktı” diye ekledi.
“Bu durumda öyle olmalı.”
Anya satırları parmaklarıyla takip ederek okumaya devam etti: “Patolog bedenin sırtında belirli
sayıda sarıya dönmüş çürük izlerine rastlamış. En geniş olanı beş santimetre çapındaymış ve sağ
skapulanın, yani kürek kemiğinin alt kısmında bulunuyormuş.” Brody’ye baktı. “Olay yerini
inceleyen memur bundan söz etmişti. Sanırım kötü bir şekilde dövülmüş. Çürüklerin sararmış olması
yeni olmadıklannı gösteriyor. Ek
olarak sırtta belirgin olmayan birkaç yara izine de rastlanmış. Sanırım kız daha önce defalarca
dövülmüş.” “Bu, olası bir sonınumuz var anlamına geliyor.
Kaybolduğu gece Muhammed Deab’in, Fatma’ya şiddet uyguladığı tanıklarla belirlenmiş
durumda. Komşularından biri Aile ve Sosyal Hizmetler Bölümü‘nü aramış. Ancak kız on sekiz
yaşından büyükmüş ve olaya müdahale etmek için yetkileri olmadığım söylemişler. Sosyal hizmetler
görevlisi aileyi tanıyormuş ve arayan kişinin polise başvurmasını önermiş, ancak arayan kimliğini
açıklamak istemediği için polisi aramamış.” Brody, altın kaplama dolma kalemiyle kurutma kâğıdına
bir şeyler karalıyordu. “Kızın ölümünden birkaç hafta sonra, sosyal hizmetler görevlisi yerel polise
telefon etmiş, ancak o tarihten önce senin sözünü ettiğin isimsiz ihbar nedeniyle polisler çoktan
inceleme başlatmış. Bu aşamadan sonra da savcı kuşkulu bir durum görmeyerek
ölümün aşın dozda uyuşturucudan kaynaklandığını düşünmüş
ve yasal bir soruşturmaya bile gerek duyulmamış. Daha sonra da anlaşıldığı üzere aile cenazesini
hemen kaldırmış.”
“Unutma ki Müslümanlar bunu inançlanna uygun olarak en kı sa zamanda yaparlar” dedi Anya.
“Dediğini anlıyorum, ancak bu ölümle ilgili olarak, bir şeyleri örtbas etmek için böyle yaptıklan
şeklinde de yorumlanabilir.”
Anya raporu okumaya geri döndü: “Bedenin ve başın üst kısmı kan toplamış durumda. Ağız ve
burun etrafında köpüklü, kan içeren sıvıya rastlandı.” Anya bir dizi kutu çizen Brody’ye baktı. “şu
ana kadar oldukça normal.
Öne düşmüş şekilde bulunmuş. Uyuşturucuyla ilgili ölümlerde çoğunlukla kalp yetmezliği nedeniyle
akciğer ödemi, yani bir başka deyişle ciğerlerde su görülür. Bu su kimi zaman ağza kadar gelir.”
“Buna ne yol açar?” Brody karalamayı kesti, ancak gözleri yi ne de kâğıttaydı.
“Kimse eroinin tam olarak nasıl öldürdüğünü bilmiyor.
Ancak kalp kasına zarar vererek ani bir kalp krizine neden olduğu sanılıyor.”
“Bununla herhangi bir şekilde dövülme olayı arasında bağ kurulabilir mi?”
Anya bir sonraki paragrafa geçti: “Kardiyovasküler sistemler ve solunum sistemleri. Normal
boyutlarda bir kalp, herhangi bir travma izi yok ve akciğerler kan topladığı için normalden ağır.
Göğüste yaralanmayı akla getirecek bir bulguya rastlanmadı. Akciğer bölgesinde bir kesik ya da
çürük izi bulunmuyor. Kaburgalarda bir kırık yok. Babasının uyguladığı şiddet ikinci derecede
kalıyor.”
Brody kalemini not defterine vurarak, “Suçlamaya yol açabilecek başka bir şey var mı?” diye
sordu. “Kafada travma ya da zorlama belirtisi yok. Bu durumda uyuşturucu almadan önce birinin ona
vurduğunu ya da baskı altında tuttuğunu kanıtlamak çok zor.”
Son sayfadaki toksikoloji raporuna geçti:
ilaç ve zehir tarama testi sonuçları kanda ve idrarda uyuşturucu bulunduğunu gösteriyor. Alkol 0,
morfin 0,2 mg/L, kodein <0,5 mg/L, safrakesesi - morfin 2 mg/L.
“Görülüyor ki Fatma uyuşturucuyu sürekli kullanmıyormuş” diye ekledi. Brody kafasını
kaldırarak baktı. “Bunu neye dayanarak söyleyebiliyorsun?”
“Eroin çoğunlukla belirlenemeyecek hızda morfine ayrışır.
Bu yüzdem kandaki, idrardaki ve safrakesesindeki morfin miktarları nı ölçme yoluna gidilir.”
“Neden safrakesesi?” diye sordu Brody ve kaim harflerle safra kesesi kelimesini yazdı. Anya sırtını
dikleştirdi. “Bütün labora
tuvarlar böyle yapmıyor, ancak Batı Adli Tabipüği her zaman safrakesesi tahlili yapar. Bazen işe
yaradığı oluyor. Uyuşturucu mad deler karaciğerde yoğun olarak toplanır ve oradan safrakesesine
geçer. Bu maddeler burada günler ve hatta haftalarca kalabilir.
ılıeklı uyuşturucu kullanan birinin safrakesesinde genellikle çok yüksek düzeylerle karşılaşılıyor.”
Anya rakamları yeniden kontrol etti. “Sonuçlar-kızın sürekli bir kullanıcı olmadığını gös-Itriyar. I
latta polis
ve patolog tarafından belirlendiği üzere belireni yalnızca bir enjeksiyon deliği olmasından yola
çıkarak ilk debi kullanıyor olabileceği düşünülebilir.”
” Kulağa biraz şüpheli geliyor.”
“öyle olması gerekmez. ilk kez kullanan birinin yüksek dozdan komaya girmesi olağan bir
durum. Bunun nedeni uyuşturucuya karşı bünyelerinin bir alışkanlık geliştirmemiş olması.”
Brody belgeyi göstererek, “Jenital bölgede kabarcıklardan
söz edilen ikinci sayfanın son paragrafından ne çıkarıyorsun?” diye sordu.
Anya ikinci sayfaya geri döndü ve dış jenital organlarla ügili açıklamaların olduğu bölümü
buldu: Dikkati çekecek şekilde jenü,al bölgede kıl bulunmamakta Vulva bölgesinde çapları iki ile
beş milimetre dolayında temiz sıvı taşıyan birkaç kabarcık belirlendi. Diğer doku bozukluklarının
yüzeysel açık yaralara dönüştüğü görüldü. “Bu alanlar su toplamışa benziyor” dedi.
“Bu ne anlama gelir?”
“Emin olmak için alman örnekleri incelemeliyim, ancak sanırım Katma herpes hastalığına
yakalanmış.” Anoub Deab AiDS konusunda bu kadar paranoyak davranıyorsa, kız kardeşinin cinsel
ilişkiyle bulaşan bir hastalığı olmasından da hiç hoşlanmayacaktı.
Dan Brody gülümseyerek, “Bu da bekâretini kaybetmediği düşüncesini çürütür. Sence de öyle
değil mi?” dedi. Anya bu yoruma aldırmadı. “Herpesin ilk aşaması aşırı derecede acı verici olabilir.
Toksikoloji raporu akiklovirden söz etmiyor.”
“Aki ne?”
“Akiklovir, herpes tedavisinde kullanılan virüs önleyici bir ilaç. Hastalığın ilerlemesini
durdurmaya yarar.” “Yani, kızın eroini ağrtkesici olarak kullandığını mı ileri sürüyorsun.” Anya
omuz silkti. “Düşük bir olasılık, ancak bu da düşünülebilir. Acıyı azaltmak için morfin yaygın olarak
kullanılır.”
Brody kalemini elinden bıraktı ve kafasını kaşıdı. “Polisin ne den şüphelendiği açık. Ne yazık ki
ellerinde aile içi şiddete ilişkin iyi şekilde belgelenmiş veriler var.”
“Uyuşturucu kullananların birçoğu ensest ve aile içi şiddet olay ları yaşanan ailelerden geliyor.”
Anya kâğıtları kucağında toparla
yarak, “Bu herhangi bir kimseyi şüpheli yapmaz. Muhammed’i takip ettiklerine göre polisin
elinde daha fazla bilgi olmalı” dedi.
“Katılıyorum, işte bu noktada bu işe senin el atmanı istiyorum. Genç kızın son görüldüğü gece,
Sosyal Hizmetler Bölümü‘nü arayan komşularıyla konuşmak isterdim. şu ana kadar hiç zamanım
olmadı.
Fatma’nın iş arkadaşları bir erkek arkadaşının olup olmadığını bilebilirler.” “Anoub Deab’e
kardeşinin ölümünü araştıracağımı
söyledim. Yapmayı kabul ettiğim de bu. şimdi ise onun bana her şeyi söylemediğini
düşünüyorum.” “Kötü ilişkileri olan bir aile. Ancak kaç aile böyle değil ki.” Brody omuz silkti.
“Anoub, büyük bir olasılıkla babasımn arkasından gerinip oturuyordur. Bu aşamada ikisinin de
istediklerinde bir farklılık yok gibi. Benim için yapacağın işi şirketime fatura edebilirsin.
Muhammed Deab uzmanlardan yardım alacağımı biliyor ve faturaları ödemeyi kabul ediyor.
Anlayabildiğim kadarıyla ikisi de polisin neden onları hedef aldığını bilmek istiyor.”
“Peki, yine de kimin için çalıştığıma fatura tarihinde karar
vereceğim.” Patoloji raporu özetinin sayfalarım çevirirken Anya ekledi: “Dokubilim raporu
burada değil. Filmleri ve alınan örnekleri inceleyip sana döneceğim.”
Brody ayağa kalktr ve üzerinde Dr. Jennifer Wallace
admın yazılı olduğu bir kart verdi. “Fatma’nın yanında çalıştığı pratisyen doktor bu. Kızrn
alışkanlıkları hakkında sana bilgi verebilir.” Adamın çenesi titredi. Sesi de ciddileşmişti. “Anoub
seni görmeye geldiği için çok üzgünüm. Deab’lerin birçok sevimsiz insanla yakın ilişkileri var.
Yalnızca patoloji raporunu araştır, pratisyen doktorla ko-nuş ve ilk olarak beni görmeden Anoub’la
konuşma”
“Neredeyse endişelendiğini düşüneceğim.”
“inan bana Anya. Gerekmedikçe bu insanlarla birlikte olmak istemezsin.”
Brody odasından onu yolcu ederken, Anya bu davada çalışma ya karar verdiğine pişmanlık
duymaya başlamıştı.
Koridorda iyi
giyimli bir adam ikisine de gülümsedi ve Brody’yle tokalaştı. Avu kattan biraz kısa olmasımn
yanında Vaughan Hunter birçok açı dan dikkat çeken biriydi.
Hunter, Anya’ya “Medical Journal of Australia’ya yazdığınız cinsel saldırı kurbanları hakkındaki
makale ilgi çekici” dedi.
“ikinizin de benimle birkaç davada birlikte çalıştığınızı unut muşum” dedi Brody, yüksek sesle.
Anya’ya döndü:
“Vaughan sa
na sözünü ettiğim uzman, tanıklıkla ilgili Canberra’daki konfe ransa gidiyor.”
“Birinin makalemi okuduğuna sevindim.’
Bu psikiyatrla
çalış tlğ] her sererinde Anya, engin bilgiye sahip adamın bu özelliğinin yanında sakin mizacını
çok daha etkileyici bulmuştu. Makale Okumak için bu kadar zamanı bir kişinin nasıl bulabildiğini
merak etti. “Konferansa ben de gitmek isterdim” diye uydurdu Anya “Ancak o hafta sonu
meşgulüm.” Oğluyla geçireceği iki gün ve gece, Brody’nin önerebileceği herhangi bir şeyden çok
daha önemliydi.
“içeri buyur Vaughan” dedi Brody. Adam içeri girdiğinde de Anya’ya doğru dönerek, “Deab’ler
hakkında söylediklerimi unutma” dedi ve ekledi: “Dikkatli ol.”
Dr. Jennifer Wallace’ın muayenehanesi süpermarket büyüklüğünde bir eczane ile bir muhasebe
bürosu arasında bulunuyordu ve Merrylands Caddesi’nin en sıkışık yerindeydi. Anya kapıyı iterek
açtı ve kendini boş bir bekleme odasının ortasında buldu. Yerler karmakarışık oyuncaklarla kaplıydı
ve bir dizi plastik sandalyenin üzerinde orası burası yırtılmış kadın dergileri bulunuyordu. Sabah
seansı oldukça yoğun geçmiş olmalıydı.
Kısa boylu şişman bir kadın uzun ince koridordaki odaların birinden kafasını uzattı. “Dr.
Crichton?” Kadın, bir elinde dolu bir çöp kutusu diğerinde ise naylon bir pazar torbasıyla Anya’ya
doğru yaklaştı. “Siz Dr. Crichton olmalısınız. Adım Maria, Dr. Wallace’ın sekreteriyim. Küçük
boyutta acil bir durum için çağrıldı ve dışarıda. Ancak dönmesi çok uzun sürmez.”
“Sizin için sakıncası yoksa bekleyeceğim.”
Maria çöpü naylon torbaya doldurdu ve torbanın ağzına bir düğüm attı. “Diğer doktorların,
hastalan hakkında konuşmak için bizzat gelmeleri pek sık rastlanan bir durum değil.” “Aslında
Fatma hakkında konuşmak için geldim.”
“Jenny, ona ne olduğunu öğrenmek istediğinizi söylemişti” dedi, sesini yavaş yavaş alçaltarak.
Oyuncakları toplamaya ve sarı bir sandığın içine doldurmaya başlamıştı.
Anya yardım etmek için eğildi. “Fatma’yı yakından tanırmiy din?”
“Evet. Biliyorsunuz, burada çalışıyordu. Ta ki...” Kafasını eğerek diğer tarafa döndü.
“Birbirinizi uzun zamandır mı tanıyordunuz?” Anya bir yapbozun parçalannı toparladı.
“Çocukluğundan beri. O zamanlar onların evinin karşısındaki de oturuyorduk. Ailesi Parramatta
(laddesi’nde bir parça tami
işi alınca daha büyük bir eve taşındılar.”
“Ne kadar süre sekreterlik yaptı?”
“işleri kötüye gidince çalışmaya başlamıştı. Yaklaşık bir yıl ön •eydi.”
Maria en son oyuncakları da kasaya koyduktan sonra, sırtını ık tutarak ayağa kalktı. Anya, onu
muayene odasına gidene ka ar izledi.
“Babası notlarının hepsi çok iyi olmasına rağmen okulu bırakmasını istedi. O akıllı bir kız. Yani
akıllı bir kızefo.” Lavabonun altından püskürtmeli bir şişe çıkardı ve hasta muayene yatağından
buruşuk çarşafı çekerek aldı. “Babasıyla çalışmasına izin vermesi için konuştu. Jenny yardım etmek
ve göz kulak olmak için ona
| verdi.” Konuşmasının orta yerinde bir an durmuş, yatağı temiz emeye ve onun üstüne ütülü bir
çarşaf yaymaya odaklanmıştı.
“Evde gördüğü şiddet nedeniyle mi göz kulak oluyordu?”
“Biliyorsunuz o zaman. Ve ne olduğunu yine de öğrenmek mi isliyorsunuz?” Konuşmak,
Maria’yı rahatlatmış gibiydi. “Onlara komşuyken çığlıklarını ve kavgalarını duyabiliyorduk. Babalan
ilkönce bağıra çağıra ingilizce konuşurdu. Sonra da kendi dilinde bağırmaya devam ederdi. O buna
çocuğunu terbiye etmek derdi. Bana göreyse buna suç denir.
Bir keresinde onu çalılıkların arasında saklanırken buldum ve Jenny’yi görmesi için buraya getirdim.
Onu çürükler içinde bırakana kadar dövmüştü. Kemeriyle. Hayvan herif.”
Anya Fatma’nın sırtındaki çürük izlerini ve onların şekillerini düşündü. Bu düşüncelerle ve
havaya süzülen antiseptik maddenin etkisiyle göğsü sıkıştı, öksürmeye başladı. “şiddet daha sonraları
azaldı mı peki?”
“Daha da arttı. Babası bir erkek arkadaşı olduğuna
inanmıştı ve erkek kardeşini onu işe bırakıp işten almakla görevlendirdi. Kız öğle yemeğini bile
işyerinde yiyordu.”
Anoub belli ki Fatma’nın o gece treni kaçırdığını söylerken yalan atmıştı. Anya bu yalanın
nedenini merak etti. “Bu
durumda senin bildiğin kadanyla bir erkek arkadaşı var mıydı?”
Maria alaycı bir şekilde güldü. “Fatma’nın babasının izni olma
dan yemek yemesi bile mümkün değildi. O erkek çocuklarla ko nuşurken bile korkardı.” Yastığı
kabartarak üzerine kâğıt bir örtü örttü. “Fatma biliyordu ki babası böyle bir şeyi bir duysa onu da
çocuğu da öldürürdü. Lübnan’dan biriyle evlenmesi gerekiyordu.”
“Ayarlanmış bir evlilik.”
“Evet, adam altmış yaşına yakın ve beş çocukluymuş. Tanrım, Fatma yalnızca on
dokuzundaydı.”
Maria elindeki şişeden köşedeki lavaboya da biraz sıktı.
“Fatma ne yaptı?”
Maria temizliğe ara vererek, “Bildiğim kadarıyla bu evliliği yapacaktı. Babası kuzeninin göç
etmesini istiyordu ve evlenmeleri de bunun içindi” dedi.
Anya, evden kaçmaya çalışan ezilmiş kadınların ölümcül
sonlarına tanık olmuştu. “Sence bu durumdan bunalıma girip kaçmış olabilir mi?”
“Yo, hayır. Asla böyle bir şey yapamazdı. Ne parası vardı ne de kaçacak bir yeri.” Muhtemelen
babası ekonomik olarak bağımsızlığını kazanmasını engellemek için tüm haftalığına el koyuyordu.
“Fatma mutsuz bir kız mıydı?”
“Öyle olduğunu sanmıyorum. Başka türlü bir yaşam biçimi olabileceğini düşünmüyordu
sanırım.” Yandaki odadan bir cayırtı duyuldu. Maria ses nedeniyle yüzünü buruşturdu ve lavaboyu
süerek,
“Otoklav. Kapısı sıkışmadan önce vanasını açmam gerekiyor” dedi.
Anya Maria’nın bir şeylerin geçici olarak araya girmesinden hoşnut olduğunu sezdi ve o da
tedavi odasına girdi. Duvarda aşı kampanyalarım destekleyen, çocukların daha çok demir almasını
öneren, üzerinde demir yumruklu küçük kahraman Demir Adanı’ın resimleri bulunan posterlerin
yatımda, bununla ironi oluşturacak şekilde şiddet kurbanlarım bir kriz merkezine yönlendiren
posterler vardı. Anya, Maria masa üstü otoklav aygıtının daire şeklindeki ko-lunu çevirerek kapışım
açarken sessizce bekledi.
“Daha önce uyuşturucu kullanıp kullanmadığı hakkında bilgi niz var mıydı?”
Maria sanki birinin onları dinlemesinden korkuyormuş gibi
sessizce yanıtladı: “Kullandığına inanamam. Bu zavallı çocuk iğ neye bakmaya bile
dayanamazdı.” Sterilize olmuş aletleri atarda
mar pensiyle tutarak çıkarıyor ve onları steril torbalara yerleşti rip ağızlarını bağlayarak üzerlerine
tarih yazıyordu.
“Öldüğüne
inanamıyorum.” Maria titremeye başladı ve pensi elinden yere
düşürdü. “Bana gelecekti. Söz vermişti.” Kadıncağız ellerini yü züne kapayarak ağlamaya
başladı. “Hâlâ hayatta olurdu.”
Anya ona yaklaştı ve elini omzunun üzerine koyarak yumuşak ça, “Olanların sorumlusu sen
değilsin” dedi. “Senin hatan değil.”
Koridordan bir kadın sesi araya girdi:
“Maria? iyi inisin?”
Sekreter kadın sıranın üzerindeki kutudan bir mendil alarak i:< izlerini sildi.
“Ben iyiyim. Seni Dr. Crichton’la tanıştırayım.”
Anya kapıya doğru giderek Jennifer Wallace’a merhaba dedi.
Dr. Wallace minyon yapılıydı, ancak uzun kızıl saçları ve gri gözleriyle etkileyici bir kadındı.
“V” yaka bluzu yapısına göre geniş olan omuzlarını orantısız şekilde kapatmıştı. Geciktiği için o/.ür
dilerken bir işkadmı ciddiyetindeydi, ancak sekreteriyle konuşurken sesini yumuşattı:
“Harry bekleme odasında. Ben onunla ilgilenirim. Sen
neden oğle yemeğine çıkmıyorsun? Saat üçte döndüğünde görüşürüz.”
Maria izin isteyerek odadan ayrıldı.
ilk olarak Dr. Wallace konuştu: “Sizinle baş başa bir görüşme yapmayı isterdim, ancak
hastalarımdan biri düşmüş ve alnını yaralamış. Harry tamamen sağır ve işitme cihazını açması gibi
bir tehlike de yok.” “Bırakın tahmin edeyim. Pillerden tasarruf mu ediyor?”
diye sordu. Bu genel yaşlı hasta alışkanlığı Anya’mn daha önceden bildiği bir şeydi. “Tamamen
öyle” dedi, rahatlamış şekilde gülümseyerek. “Onun alnına dikiş atarken konuşabiliriz. Ne yazık ki
bugün için tek yapabileceğim bu.”
Anya dava konularını hastaların önünde tartışmaya alışık de ğildi. “Harry için sakıncası yoksa
olur tabii
ki.”
Dr. Wallace bekleme odasına döndü ve yaşlı adamın tedavi odasındaki yatağa kadar gelmesine
yardımcı oldu. Kana bulan
mış el havlusunu hareket ettirdiğinde adamın sol kaşının altında ki derin yara ortaya çıktı.
Omzuna dokunarak sağ kulağına doğ
ru yarayı dikmek niyetinde olduğunu bağırarak söyledi.
Adam
elini kaldırarak onayladığını bildirdi.
Yatağın yanındaki gümüş renkli tekerlekli masadan, plastik bir
sargı setini içindekilere mikrop bulaştırmamaya dikkat ederek
açtı. Ellerini ova ova yıkadı ve uzun kollu musluğu dirseğini kul lanarak kapattı.
Anya konuşmadan önce bekledi. “Belli ki son zamanlarda ol dukça yoğunsunuz, ancak size
Fatma Deab’le ilgili bazı sorular sormak istiyordum.”
“Polisle zaten uzun uzun konuşmuştum.” Dr. Wallace açıkta duran yığının içinden aldığı steril bir
kâğıt havluyla ellerini kuru
ladı. “Bu durumda siz de ölümün daha fazla soruşturma gerektir
diğini düşünüyorsunuz. Öyle mi?” “Aslında polis için çalışmıyorum. Fatma’nın ailesi benden ona
neler olduğunu açığa çıkarmamı istedi.” “O konuda size yardımcı olamayacağım.” Ameliyat
eldivenlerini ellerine geçirdi.
“Ailesi benden ölümü çevreleyen olayları ve kayıp olduğu
süreçte hangi koşullar altında yaşadığını daha ayrıntılı incelememi istedi. Hem olay yeri inceleme
memuru hem de otopsi raporu ölümün sıradan bir aşın doz olayı olduğunu söylüyor.”
“Ailenin ne istediğinden tam olarak emin misiniz? Onlann
bu olayın üzerini örtmek isteyeceklerini düşünmüştüm. Olay sıradan bir aşın doz gibi görülebilir.
Ancak resmin tümüne bakıldığında bu uymuyor.”
“Aile içi şiddet geçmişini mi kastediyorsunuz?”
“Bundan daha fazlası. Belki de anlamadığınız bazı şeyler var. Fatma’nın ailesi köktendincidir.
Buralardan bir gençle cinsel ilişki yaşamakla suçladıklan on dört yaşında bir başka kızın
öldürülmesine göz yuman anlayışa sahip bir insan topluluğundan söz ediyoruz. Amcası bu kızı
yatağa bağlamış ve öldürene kadar dövmüş. Otopsi sonucunda kızın bakire olduğu anlaşıldığında
bile, bu topluluğun erkekleri kızın ölümünü ahlaki bir zafer olarak ilan ettiler. Onlara göre ailenin
namusu tehlikedeydi ve onlar için namus her şey demektir.”
Anya, bu insanlık dışı eylemle ilgili duyduğu tiksintiyi belli etmemeye çalışarak, “Fatma’nın karşı
karşıya olduğu şiddet hangi boyuttaydı?” diye sordu.
“Kendi gözünüzle görün. Dosyası ve röntgenleri duvarın yanındaki rafta. Maria babası işteyken
gizlice onu buraya getirirdi. Anneleri araba kullanamıyor ve ingilizce bilmiyor.”
Dr. Wallace adamın yarasını temizlerken ve yaralı bölgeye lo kal anestezi yaparken Anya dosyayı
açtı. Kayıtlar yedi yıl öncesi
ne uzanıyordu. Yumuşak doku incinmeleri, çürükler ve kınk şüp helerine ilişkin tekrarlanan
birçok kayıt vardı. Anya bazı röntgen leri ışığa tutarak inceledi. Kollarda, çenede,
elmacıkkemiklerinde
ve kaburgalannda belirlenen korkunç denecek derecede çatlak lar tedavi sürecinde belirgin olarak
kayda alınmıştı.
Kısacık yaşa
mında çok az şefkat görmüş bu kız için yüreği titredi. “Öyle gözü küyor ki karşı karşıya kaldığı
şiddet Fatma büyüdükçe artarak çoğalmış” dedi Anya.
“Bu doğru. Kaybolmadan hemen önce de kolunun aşağı kıs mında ince bir hat boyunca kınlma
vardı.”
“Bulunduğumla kolu alçılı değildi.”
“Çünkü alçıya almadım. Kimsenin bilmemesi koşuluyla onu te
avi etmeme izin veriyordu. Babası çürüklerinin yaptığı sözde halaları ona anımsatması
gerektiğine inanıyordu. işe geldiğinde bileğini sarardım ancak eve dönmeden önce o sargıyı
çıkarırdı.”
“Sosyal Hizmetler’i bilgilendirdiniz mi?”
“Dr. Crichton yorumunuza saygı duyuyorum, ancak burada uğrası iğimiz karmaşık sorunları
anlamamanız normal. Yasal olarak bu durumu Aile ve Sosyal Hizmetler Bölümü‘ne bildirmek
zorundayım. Fatma için bir kez bildirimde bulundum, ancak bunu bir | laba asla yapmadım. Babası
bölümün araya girmeye çalışmasına :! kadar hiddetlendi ki attığı dayaklar daha da şiddetlendi ve
Fatma’yı odasında kilit altında tutmaya başladı. Dışarı kendi basma çık masına izin verilmesinden iki
yıl önceydi. Buraya her ziyaretinin bir sır olarak kalması gerekiyordu. O zaman daha fazla şiddelc
yol açmadan onu destekleme yolunda bir karar aldım.
Bilmelisiniz ki Fatma bir kurbandı, evet, ancak kızcağız evinden de ayrılmak istemiyordu.” Anya,
kaç genç kadının daha Fatma Deab’in durumunda olduğunu merak etti.
Dr. Wallace yaraya çengel şeklinde bir iğneyle dikiş atmaktaydı. “Bu yalnızca burada yaşanan bir
olay değil. Aile içi şiddet birçok toplumda bir yaşam biçimi. Afrika kökenli Amerikalı kadınlara,
Avustralya yerli toplumlarına bakın. Biz Anglosaksonlar da bu konuda kendi sicilimizden gurur
duyamayız. Aile içi şiddet oranları korkunç, ancak kadınlar çevrelerinden kendilerini soyutlamak
istemeyerek ekonomik ve sosyal desteğin olduğu yerde kalmak istedikleri durumda yardım etmek
oldukça güç. Doktorlar olarak onlara destek olmak için, yanlarında bulunmak, bir sonraki krizi
beklemek ve buna benzer olayların yaşanmamasını ummaktan başka yapabileceğimiz bir şey yok.”
Dr. Wallace dikişi uçlarını bağlayarak bitirdi. “Kesebüir miydiniz?”
Anya bir makas alarak uçları kesti. “Uyuşturucu kullanıp kul lanmadığım biliyor musunuz?”
“Kullandığını destekleyebilecek hiçbir şey yok. Son kez kolun daki kırık olduğu zaman gözüme
kansız gözüktü. Ben de kan sa
yımı yaptırdım ve demir düzeyini ölçtürdüm. Eğer uyuşturucu kullanıyor olsaydı bunun izlerine
mutlaka rastlardım. Dahası on da iğne korkusu vardı.”
intihar olasılıklardan biri olarak yerini koruyor, diye düşündü Anya. Uçurumdan atlayan rahibeyi
düşündü ve Fatma’nın da ay M
m şekilde kendisini çaresiz hissedip hissetmemiş olduğunu merak etti. “Depresyonda mıydı?”
“Klinik olarak değil.” Doktor başka bir yeri dikmeye başladı.
“Bildiğiniz kadarıyla cinsel açıdan etkin miydi?”
“Gebelikten korunma yöntemleri ve simir testi konularında onunla konuştum, ancak bana cinsel
bir ilişki yaşamadığını söyledi. Cinsel taciz konusu hiç geçmedi.”
“Herpesten de söz etmedi mi?”
“Kesinlikle hayır.” Dr. Wallace son dikişin ucunu da yavaşça düğümledikten sonra Anya’ya
bakarak, “Otopside herpese mi rastlanmış?” diye sordu.
“Öyle gibi” dedi Anya gözlerini kaçırarak. “Aman Tanrım. Babasının haberi var mı?” “Emin
değilim.” Aniden Anya, karşısmdakinin sinirlerinin bozulduğunu hissetti. Dr. Wallace dikilmiş
yaraya pansuman yaptı ve su geçirmez bir bantla kapattı.
“Zavallı çocuk kim bilir neler yaşadı. şimdilerde herpes
çok karşılaşılan bir hastalık. Her sekiz yetişkinden birinin yaşadığı bir hastalık için utanç
duymaya gerek yok. Ancak bu Fatma için hiç de öyle sayılmaz.” Konuştukça doktorun gözleri
yaşarmıştı. “Fatma’nın yerindeki bir kız için herpes, idam hükmü gibi bir şey.”
7
Debbie Finch küçük çocuğun göğsünün her bir yapay solu-numda inip kalkışını izledi. Kalp
monitörü kalbin dakikada yüz kez attığını gösteriyordu. Boynundaki vantilasyon tüpünü saymazsak
çocuğun beş yaşındaki herhangi bir yaşıtından farkı yoktu. Debbie eğilerek çocuğun üşümüş minicik
elini pamuk battaniyenin altına soktu.
Gece nöbetindeki doktor yaklaştı. Bir diğer hastaya geçmeden önce, “Helikopterli acil yardım
ekibinin gelmesi bir yirmi dakika daha sürer. Siz de devredip evinize gidebilirsiniz” dedi.
Debbie yalnızca birkaç saat önce kimsenin yaşayacağına
inanmadığı küçük hastadan gözlerim alamıyordu. Çocuğun damarına akan serumu kontrol etti.
Çocuk kiraz domatesi yerken boğulma tehlikesi geçirmiş, annesinin kollarına baygın olarak
düşmüştü. Doktor çocuğun boğazına boru takarken, ezilmiş domates
parçalara ayrılmış ve nefes borusunu tamamen tıkayarak onu üç dakika daha nefessiz bırakmıştı.
Nefes borusunu açmak için trakeotomi operasyonu yapılmış ve çocuğun hareketsiz boğazına tıkanan
yerin altından nefes alabileceği şekilde bir hava borusu takılmıştı. Debbie usta bir şekilde steril
ekipmanı çocuğa takmış, vantilasyonu bağlamış, ilaç tedavisine doğru ve çocuğa en yararlı olacak
şekilde başlamıştı.
Elleri duyduğu endişenin heyecanından ateş gibiydi.
Gosford Yerel Hastanesi’ndeki tüm hemşirelik kariyeri boyunca bu kadar zorlandığını
hatırlamıyordu. Eve gitmek istemiyordu. Eve, babasının yanına... Yo hayır bu gece değil.
Mavi üniformasının üzerine tutturulmuş saatine göz attı.
Hem şirelerin de çıkması gerekiyordu. Bu yüzden harekete geçse iyi olacaktı.
Debbie koridora acılan kaim plastik kapıları iterek açtı. Perso nel odasına doğru döndü. 0
gecenin ilk saatlerinde acil ekibi kırkıncı yaş gününü bu odada kutlamışlardı. Bir kerelik de olsa
Debbie ilgi odağı olmuştu ve insanlar onu odada beklemişlerdi. Bu yakınlık onun çok hoşuna
gitmişti.
Ayrılmadan önce bir çikolata parçasını daha kendini
tutamayarak ağzına attı. Komikti ama açlıktan ölecek gibi dolaşmasına rağmen üniformasımn
kemerini her geçen gün daha da bollaştırmak zorunda kalıyordu. Hastane çamaşırhanesi giysileri
çektirmeyi alışkanlık haline getirmişti. Belki de böyle düşünmek işine geliyordu. Ağzı dolu olarak,
yaka kartını çantasına koydu. Hediye edilmiş bir demet, çiçeği aldı. Binadan çıkmak için kapıya
yöneldi.
Debbie bir güvenlik görevlisi bulmak için sağa sola
bakındı, ancak bu saatte güvenliğin hastanede devriye gezdiğini biliyordu. /Ykşam 10.30’daki
hemşire eşlik devriyesini kaçırmıştı. Yolun aşağısında sola döndü ve loş aydınlatılan sokakta
arabasına doğru yürümeye başladı. Az ilerisinde yürüyen bir adamın siluetini ancak
ayrımsayabiliyordu.
Adamın bir elinde küçük bir bebek puseti diğerinde de iki
çanta vardı ve omzunun üzerinden de başka bir şey sarkıyordu. Tipik bir yeni baba görüntüsüyle
arabasını park ettiği yere bu halde varabilecekmiş gibi görünmüyordu.
Adam çantalardan birini düşürdü ve sırtım kamburlaştırarak almaya çalıştı.
“Affedersiniz” diye seslendi, Debbie ona yetişerek.
Sokak lambası siyah pantolon ve polo gömleği giymiş iyi görünümlü adamı aydınlattı. Çantaların
birinden bir oyuncak ayı fırlamıştı. “Yardım ister miydiniz?” “Teşekkür ederim. Doğrusu buna alışık
değilim. Bu kadar çok
şey taşımak gerektiğine şaşıp kalmış durumdayım.”
Debbie kıkırdadı. “Gördüğüm kadarıyla bunlarla başa çıkmak için ahtapot olmak gerekiyor.”
Çantalardan birini yakaladı ve ba
ba ile çocuğun neden bu kadar geç saatte hastaneden ayrıldığını merak ederek, “Bu saatte sizi
hastaneden taburcu etmiş olamaz lar değil mi?” diye sordu. Bebeği görmek için yana eğildi, ancak
adam bedeniyle bebeği ışıktan koruyordu.
“Eşimi bir çeşit enfeksiyon nedeniyle taburcu etmekten vaz geçtiler. Ben de bebekle evde
enfeksiyondan uzakta olmamızın
daha iyi olacağını düşündüm. Boştaki eliyle yolu gösterdi.
“He men köşeyi dönünce arabama gelmiş olacağız “
Iebbie çiçekleri kolunun altına sıkıştırarak içinde oyuncak ayı Oİan çantayı kaldırdı. “Çok
güzeller. Bir hasta teşekkürü mü?” diye sordu adam.
Iebbie yüzünün kızardığım hissetti. “Yok hayır. Aslında çalışma arkadaşlarımdan. Bir doğum
günü hediyesi.”
“Nice yıllara!” dedi adam ve yürümeye başlayarak hızım artırdı.
Paunce Sokağı‘na döndüklerinde Debbie soluk soluğa kalmıştı. Fazladan yediği pasta diliminden
çoktan pişmandı artık. “Çok kalmadı. Az ilerideki dört çeker araba.” Aracın yanında durduklarında,
adam arka kapıların ikisini de
açtı. “Puseti yerine takmaya henüz alışamadım. Bana yardım
edebilir miydiniz?” diye sordu adam, bebek pusetini arka koltukta sürücü koltuğunun arkasına
gelecek şekilde yerleştirirken.
P’rkekler kimi zaman ne kadar beceriksiz oluyorlar diye düşündü Debbie. Hâlâ hafifçe hızlı
nefes alıyordu. Puseti yolcu koltuğunun arkasına yerleştirmeye çalışırken dikkatli bir şekilde Bteğini
arabaya binmesine yetecek kadar yukarı çekti. Arabanın iç ışığı yanmıyordu. Bağlantı yerlerine erişti
ve puseti yerine oturtmaya çalıştı. Uyuyan bebeği görmek için meraklı bir şekilde üzerine eğildi ve
battaniyesini usulca açtı. Elini uzattığında eli pusetin içinde soğuk ve sert bir şeye dokundu.
Duyduğu korkuyla aniden kalbi yerinden fırlayacakmış gibi çarpmaya başladı. Paniğe kapılmıştı.
Pusette bebek yoktu.
8
Bir sonraki akşam Anya, bazı yazı işleriyle uğraştı. Bir adli tıp dergisi için iki makale düzeltmiş
ve Dr. Wallace’la olan görüşmesine ilişkin notlarım da rapor haline getirmişti. Bütün gün Ben’i
düşünmüştü ve oğlunun sesini duymak istedi. Martin gözetim hakkı davasım kazanmıştı belki ama
oğlunun sesini duymasını da engelleyemezdi.
Raporunu bitirince, doğruca odasına gitti ve telsiz telefondan eski eşinin evini aradı. Arama
Martinin cep telefonuna yönlendirilmişti.
“Martin, benim. Seni cuma gününü hatırlatmak için aramıştım. Ben’i saat kaçta alayım?”
Koridorun karşı tarafında Harry Potter yorganının üzerine yumuşak oyuncaklar konulmuş halde,
oğlunun iki haftada bir olan gelişini bekler durumdaydı. Kırmızı yastığın üzerinde plastik bir
tiranozorus, altında duran triseratoplara saldırmaya hazır vaziyette duruyordu. Yalnızca iki gün
vardı. Ya da Ben’in dediği gibi, “iki uzun uyku”. Anya içeri doğru yürüyerek yorganı düzeltti.
Oğlunun eşyaları arasında olmak bazen onu rahatlatıyordu, ancak hiçbir şey onunla olmanın yerini
tutmuyordu. Gözlerini kapattığında neredeyse oğlunun saçlarının kokusunu duydu.
Martin’in sesi gergin geldi: “Planımız değişti. Hafta
sonunda dönmüş olmayacağız.” “Dönmüş olmayacağız demekle ne kastediyorsun?” Anya’nın
kalp atışları hızlandı. “Neredesiniz ki?” “Güney Kumsalı‘nda avarelik etmeye karar verdik.
Merimbula’ya geldik ve Batemans Körfezi’nde konaklıyoruz.” Bu bir zamanlar Martin’in leyleği
havada
görmesi ve günlerce ortadan yok olmasıyla aynı türden bir olaydı. Daha önce de bunu yaşamıştı,
ancak hu seferinde Martin, Hen’i görme zamanının gel (liginin farkındaydı. “Hiçbir hakkın yok.”
“I laklarımla ilgili hiç konuşma. Çocuğa ben bakıyorum.
Sen istediğin gibi gelip gidiyorsun. Arada bir hafta sonlarında onu almak senin de işine geliyor.
Bu sefer biraz tatil yapmak istedik ve Ben’in keyfi yerinde. Bunu sırf kendi bencilüğin için bozmak
mı isliyorsun?”
“Bu çok saçma ve sen de bunu biliyorsun!”
Soğukkanlılığını yeniden kazanmak için uğraşarak, “Bana söylemeliydin. Başka bir zaman
ayarlayabilirdik. Sana gelebilirdim” dedi.
“Bu imkânsız.”
Anya derin bir nefes aldı. Duyduğu kinle Martin, bir seferinde Anya’yı, Benjamin’i hiçbir zaman
bulamayacağı bir yere kaçırmakla tehdit etmişti. Anya’nın en çok korktuğu şey de buydu. Anya hızlı
bir şekilde düşündü. “Kiminle kalıyorsun?”
“Bir arkadaşımla.”
Sıktığı yumruğu titredi. Martin durumu daha da zor hale getirmeye çalışıyordu. Her zaman da
böyle yapmıştı.
“Hey ahbap, gel ve annene merhaba de.”
Eliyle yüzünü kapatarak Anya telefonu kulağına bastırdı.
Martin’den bir şekilde kurtulamamıştı.
Martin işsiz olduğu için yasal olarak Hukuki Yardım Büro-su’ndan yardım alabilmişti. Ancak
Anya çalıştığı için bundan yararlanamıyordu. Sekreter maaşı ve büronun masrafları dışında ona
nafaka da
ödüyordu. Böyle gösteriler yaptığında Martinle hukuki olarak savaşmak için ek bir parası da yoktu.
Dan Brody bazı konularda danışmanlık yaparak yardımcı olmuştu ve bir avukat arkadaşını önermişti.
Arkadaşı ondan da daha fazla para istemişti! Bazı yönlerden
boşanmak evlenmekten daha beterdi. Herkes için o çalışıyordu ama eve döndüğünde Benjamin
yoktu. “Merhaba, anne?”
Ben’in sesini duyunca neredeyse ağlayacak gibi oldu. “Merhaba tatlım. Baban tatile çıktığınızı
söyledi.”
“Acayip hızlı zıplayan kangurular gördük! Ve bir sürü ördek vardı vak vak yapan. Yaramaz
ördeklerden bir tanesi yemeğimi yedi.”
“Kanguruları sevdin mi?” Birden hayvanlar Martin’le olan kan davasından daha önemli gelmişti.
“Eeee.” Durdu ve ardından ekledi: “Kanguruları seviyorum.”
Benjamin birden heyecanlandı. “Nita’yla bir karavanda kalıyoruz.
Ve ben kendi başıma denize girdim. Tamamen tek başıma, anne.
Ve Nıla’yla golf oynadım. Topu deliğe soldum.”
Anya irkildi ve nefesini tuttu. 13u kadın onun üç yaşındaki oğ lunu mini golfe bile götürmüştü.
Oğlu dışarıda olmayı, topla oynamayı ve denizi severdi. Çocuğun babasına benzediği tek yönünün
bu olmasını umuyordu.
Benjamin biraz daha gevezelik etti ve sonra acı veren soruyu sordu: “Anneciğim, karavanımıza ne
zaman geliyorsun? Seni özledim.”
Anya, doğru kelimeleri bulmaya çalışarak, “Karavana
gelemem tatlım” diye yanıtladı. “Siz Sydney’e döner dönmez seni görmek için babanla
konuşayım.” Arka tarafta Martin’in Ben’e iyi geceler dilemesini ve doğru yatağına gitmesini
söylediğini duyabiliyordu. Anya iyi geceler diyemeden Martin almacı çocuğun elinden almıştı bile.
“işte bu kadar, iyi muhabbet ettiniz. Bu senin için yeterli olmalı.” “Çok iyi biliyorsun ki mahkeme
her iki haftada bir çocuğu görmeme izin verdi” dedi Anya gözyaşları içinde kavga eder bir tarzda.
“Git de birlikte takıldığın züppe avukatlarına sızlan.”
Adamın kini çok açıktı. “şimdi kavga edecek havada değilim. Önümüzdeki hafta konuşuruz” dedi
Martin ve telefonu kapattı.
Anya kesik hatta rağmen, “Seni alçak herif!” diye bağırdı.
“Her şey senden yana.”
Telefonu çarparak kaparken, Ben’in yatağının yanındaki masanın üzerinden bir fotoğraf çerçevesi
yere düştü ve camı kırıldı. Kırık camlan süpürürken bir parça parmağını kesmişti. Kanayan
parmağını umursamadan, zevkten çığlıklar atan Benjamin’i havaya kaldırırken çekilmiş fotoğrafı
yerden aldı.
9
Anya, bir sonraki sabah erkenden arabasını Batı Sydney Adli Tıp Merkezi’nde bulunan morgun
dışındaki otoparka çekti. Cam kapıdan binaya girdi. Zili çaldı ve bekledi.
“Ben Anya Crichton. Jeff Sales’i görmek için geldim.” Kapı açıldı ve Anya koridordan geçerek
soyunma odalarına kadar Stryker testeresinin sesini izleyerek yürüdü.
Duvardaki saat doğruysa, üç saat sonra bir başka savcılık soruşturmasında uzman olarak ifade
vermek için bulunması gerekiyordu. Bu, Fatma’nın patolojik doku raporunu incelemek, Dan
Brody’ye inceleme sonucunu vermek ve şehre dönmek için yeterli bir zamandı. Tabii ki her şey
planlandığı gibi giderse.
Denizci mavisi döpiyesini mavi ameliyat giysileriyle
değiştirdi. Ayakkabılarına bir çift galoş taktı ve koridordan otopsi odasına doğru yöneldi. içeri
girer girmez eliyle burnunu kapadı. Yalnızca çürüyen bir beden bu kadar kötü kokabilirdi. Testereyi
elinde tutan kişi buraya en uzun süre hizmet veren patoloji teknisyeni Gilbert Rowlands’tı.
Etkili, ucuz ve kemikleri parçalarken ortalığa sıçratmayan aygıtların, Stryker testeresinin yerini
almasının üzerinden çok zaman geçmişti. Ancak Gilbert göğüs kafesini testereyle kesmeyi tercih
ediyordu. Tepedeki spot ışıklarının sayısı sekizi bulan paslanmaz çelik masalardan yansıması
nedeniyle oda normalden daha aydınlıktı.
Gilbert kaburgalan keserek ayırmaya, göğüs kılları
arasındaki bir maddeyi bir cımbızla almak için ara verdi. Çıkardığı maddeyi koruyucu
gözlüğünün düzeyine kaldırdı.
Kömür filtreli bir yüz maskesi takıyordu.
“Saklanabileceğini sandın. Değil mi?” dedi. Teknisyenler patolog gelmeden önce be den!
parçalara ayırır, organları ortaya çıkarırlardı. işin ödülü de kurtçuk örnekleri toplamaktı. “Merhaba
Gilbert, Jeff Sales buralarda mı?” diye sordu Anya, burnundaki parmaklarının arasından neredeyse
bağırarak.
“Benimle Ruby dışında burada kimse yok. Ruby’yi
terasında şezlongunun üzerinde bulmuşlar. Ve bu kurtçuklardan anlaşıldığı kadarıyla uzunca bir
süredir güneşleniyormuş.” Gilbert cımbızını kullanarak kadının gözündeki bir başka kurtçuğu aldı ve
az miktar organik sıvı içeren bir kavanozun içine koydu. Etil alkol içeren ikinci bir kavanoz masanın
yanındaki sıranın üzerinde ağzı mühürlenmiş olarak duruyordu.
“Hey, ölümü onaylayan stajyer doktora ne olmuş duydun mu?” diye sordu Gilbert, bir fıkra
anlatıyormuş gibi. “Dışarıya çıkınca yarım saat kusmuş.”
Hastane gelenekleri uyarınca ölüm olaylarında onay
vermek için en kıdemsiz doktor yollanırdı. Anya minibüse girip ilk defa bir ceset torbasının
ağzını açtığı o anı hep anımsardı. Kıdemsiz bir polis memuru nehirde bulunan yersiz yurtsuz birinin
cesedinin yalnızca birkaç saattir nehirde olduğunu söylemişti. Ancak daha sonra cesedin orada iki
hafta kaldığı anlaşılmıştı. Hemşirelerden biri ona bir hastane stetoskobu uzatmış, ancak Anya olası
kalp atışını dinlemek için yeni aldığı Littmans Cardiology marka stetoskobunu kullanmakta ısrar
etmişti. Stetoskop çöken göğüs kafesinden içeri gömüldüğünde Anya ilk doktorluk deneyimini de
edinmiş oluyordu.
“Jeff in nerede olduğuna ilişkin bir fikrin var mı? Onunla bura da buluşacaktık.”
“Organları tartmayı bitirene kadar burada olmaz.”
Otopsi odasının dışında, koridordaki lavaboda Anya, her za manki alışkanlıkla ellerini yıkadı. Jeff
Sales ameliyat giysileri ve beyaz lastik çizmeleriyle yaklaştı.
“Spot ışıkları da nereden çıktı? içerisi solaryuma benzemiş” dedi Anya.
“Etkileyici, değil mi?” dedi Jeff gülümseyerek. “Birkaç hatta
önce takıldı.” Jeff ellerini ovuşturdu. “Gerçekten mükemmel bir iş. Hele onlar için para
ödemediğimizi düşünürsen.” “Bana birilerinin bağışladığını söyleme” dedi Anya. “Hayır, dizi ekibi
aldı.” Bir televizyon ekibinin kadın bir patolo gun serüvenlerini anlatan bir cinayet dizisini burada
çekerek ver diği rahatsızlık epeydir hastanede konuşuluyordu. “Floresan lambalar yeterince
aydınlatmıyormuymuş?”
“Tam teni, onlar I tunun çok parlak olduğunu Söylediler. Görünen o ki TV izleyicileri morgların
karanlık ve kasvetli olmasını btkliyormuş.”
ierçekte durum büyük ölçüde farklıydı. Batı Sydney Adli Tıp Meı kezi’ndeki pencereler,
dışarıdan birilerinin içeriyi görmesini engelleyecek ve içeriye olabildiğince çok doğal ışığın
girebilmesi için, tavan düzeyinin hemen altından başlayacak şekilde inşa edilmişti.
“Pencereleri perdelerle kapattılar ve tepe spot ışıklarını taktırdıktan sonra yalnızca bir kez çekim
yaptılar. işleri bittiğinde,
Otları yerinde bıraktılar.” “Hidroponi için, yani su içinde bitki yetiştirmek için kullanırsınız
herhalde” diye espri yaptı Anya.
Jeff, Anya’ya kadın üst değiştirme odasına kadar eşlik ederken, “Hepimiz biliyoruz ki ölüler
hiçbir zaman hastane fonunun ilk önceliği olmadı” dedi. “Üzerimi değiştireceğim. Seninle dokubiliın
odasında
buluşalım. Seni koşturttuğum için üzgünüm, ancak birkaç saat içinde bir uçakta olmam gerekiyor.
Montreel konferansında bir makale sunacağım ve çocuklar tatil için bize katılacaklar.”
Anya biliyordu. Boş zaman ayarlamak gerçekten oldukça zordu. Bir evde aynı bölümden iki
patolog varsa ikisinin de birlikte tatil yapması neredeyse imkânsızdı. Jeffin bu kadar heyecanlı
görünmesine şaşmamak gereldr diye düşündü “Fatma Deab’di değil mi?”
“Evet.”
Dokubilim laboratuvarmda, bilgisayara doğru eğilerek adı ve kimlik numarasını girdi.
“Mikrobiyoloji raporu geri gelmiş, ancak
dosyada dokubilim raporu yok. Rapor şu anda üzerinde çalışılan işler yığınının içinde olmalı.”
Büyük sürgülü dolabın yanma gitti
ve mikroskop camlarına yerleştirilmiş örnekleri aldı. “Savcı ilk
otopsi raporuna göre normal ölüm süreci işlettiği için acil işlerin arasında değil.” Karton
kabından bir mikroskop camı çıkardı.
“Ancak sen burada olduğuna göre bunlara bakıp bu işi de ara dan çıkarabiliriz.”
Anya evrak çantasından bir defter çıkardı ve “Vulvayla başla yabilir miyiz?” diye sordu.
“Anımsadım. Genel incelemede, jenital bölgenin etrafında her yerde kabarcıklar vardı. Eğer o
bölgeyi tıraş etmemiş olsaydı, aşırı doz olayı olduğunu da bildiğimiz için dikkatimizden kaçabilirdi.
Mikroskoptan bakarak, “Evet, peki, belirtiler tipik bir herpes simpleks’i gösteriyor. Tipik hücre içi
kalıntılar, genişleyen hücre çeperleri ve iç epitelyal bölgede kabarcık oluşumları.”
“Yaygın bir iltihaplanma var mı?” diye sordu Anya, kafasını kaldırmadan. “Beklendiği üzere
göreceli olarak az. Aldığım örnek ikinci tip herpes simpleks olduğunu doğruladı.”
“Ölmeden önce uçuk çıkardığıyla ilgili bir bilgi var mıydı?”
Cinsel ilişkiye girdiklerini reddeden, ancak jenital
bölgelerinde herpese rastlanan kadınların olduğunu okumuştu. Anya’nın bu duruma getirebüdiği
tek açıklama, bu kadınların uçuğa dokunduktan sonra jenital bölgelerini elleyerek hastalığı buraya
istemeden geçirmiş olabilecekleri şeklindeydi.
“Jenital enfeksiyonlardan yüzde sekseni ikinci tip nedenle gerçekleşiyor. Hastalık kapması için
uçuk geçirmek şart değildi. Yüzünde uçuğa rastladığımı anımsamıyorum.”
“Biliyorum, ancak cinsel ilişkinin söz konusu olması aile için sorun yaratabilir.”
Jeff halden anlayan, ancak her zaman da dosdoğru düşünen biriydi. “Anya, deneyimlerine
dayanarak, yaygın biçimde gerçekleşen olaylarla çok karşılaşılır. Öyle değil mi? Herpes çok
karşılaşüan bir hastalık ve yetişkin insanlar yaygın olarak cinsel ilişkiye girerler. Ve eğer o bir
bağımlı ise, bağışıklık sistemi büyük bir olasılıkla çökmüş durumdaydı. Eski deyişi bilirsin, sanysa
ve vaklıyorsa.”
“Kesinlikle bir cinsel taciz izi yok değil mi?” diye sordu Anya, Fatma adına bunun olmadığını
umut ederek.
“Yok, ancak bu bir şey ifade etmez. Bildiğin üzere tecavüzde bile yara bere izine oldukça seyrek
rastlanır.” Anya’ya dikkatle baktı. “Bana ailenin kızın bekâretine ilişkin kanıt istediğini söyleme.”
“Eğer kanıtlamanın bir yolu olsaydı isteyeceklerinden eminim.
Peki ya hepatit B, C ya da HP7?”
“Hepsi negatif. Otopsiden önce hepsini araştırdık.” Jeff mikros kop camını aldı ve koruyucu
kabına yerleştirdi. “Başka ne var?”
“Evet, başka her şey normal gözüküyor, ancak.” “Biliyorum, biliyorum. Peki, bütünlüğü
sağlamak için tek tek üzerlerinden gidelim.” Kan, kalp ve beyin örneklerini incelemeye başladılar.
Sonuçları aktarıyorken müdür vekili Alf Carney odaya girdi.
“Ne yaptığınızı sanıyorsunuz?” diye çıkıştı. Jeff, Anya’yı tanış tırmak için ayağa kalktı. Ancak
müdür vekili onun konuşmasını yarıda kesti.
“Kim olduğunu biliyorum. Burada benim arkamdan ne yaptığını sanıyor?
“Anlayamadım? Duruda kimsenin arkasından iş çevirdiğini yok” dedi Anya, müdürün gözlerinin
içine bakmak için bir adını yaklaşarak.
“Dize ait bilgilere ulaşmanız için yazılı bir istekte bulunmamışsınız.” “Formalitelerle
uğraşmamasını ona ben söyledim” dedi Jeff, araya girerek.
“iyi ama senin buna izin vermeye yetkin yok.” Carney parmağını Jeff’e doğru sallayarak, “Bu
kurum tarafından korunan bilginin dışarı çıkmasına izin verilip verilmeyeceğine karar verecek olan
benim” dedi.
Anya yüzünün kızardığını hissetti. “Avustralya Patologları Asil Komisyonu’nun, dışarıdan görüş
alma durumları için özel bir ilkesi vardır. Bir olayla ilişkili olarak, konusunda sertifikalı bir
uzmandan gelen, örnekleri görme isteğinin reddedilmemesi gerekir.”
“ilke hakkında bilgim var. Örneklerin görülmesine,
savcının bir cinayet davasında görevini yapmasına engel teşkil etmediği ve polis soruşturmasının
gizli unsurlarını açığa vurmadığı durumda izin verilebilir.”
“şimdiye kadar uygulamada asla bir isteği geri çevirmedik” dedi Jeff. “Ayrıca savcı da bu olayı
yüksek dozdan ölüm olarak belirledi.”
“Bu olay olası bir cinayet olarak belirlendi” dedi Carney,
An-ya’ya dönmeden önce. “Senin hemen burayı terk etmeni istiyorum. Yazılı olarak istekte
bulunabilirsin ve ben de uygun gördüğüm dunımda gerekeni yaparım.”
Anya, Alf Carney’nin aksi bir insan olduğunu duymuştu.
Söylentiye göre, güncel haberler veren bir TV programı birkaç davaya ilişkin adamın bulgularını
sorguladığından beri daha da aksileşmişti. Anya şu anda tartışmanın anlamsız olduğuna karar verdi.
Gerçek müdür, aslında bir çeşit izin yapmak anlamına gelen Uluslararası Savaş Suçları
Mahkemesi’ndeki görevinden dönünceye kadar bir altı ay daha Carney, adli tıp merkezinde başkan
vekili olarak kalacaktı. Dahası Anya istediği bilgiyi de almıştı. Yine de, başka bir patologun olayı
incelemesine adamın niye bu kadar tepki verdiğini merak etmişti.
Evrak çantasını aldı. inceliği için Jeff e teşekkür etti ve
oradan
ayrıldı.
Arabasıyla M2 paralı otobanındayken Anya’nın telefonu çaldı. Yavaşladı ve arabayı kenara
çekti. “Anya, ben Jeff Sales. olay için özür dilerim. Kendi baktığı iki olay yeniden açıldığı için Alf
kendini baskı allında hissediyor. Seni ondan uzak tutmaya çalıştım aslında ama.” Anya, bir
çatırdama duydu.
Telefon hattında sorun vardı.
“Uçağa binmek üzereyim, ancak bilmen gerektiğini
düşündüm. Senden sonra örneklerin üzerinden gitmeye devam ettim. Büyük olasılıkla önemsiz
bir şey, ancak akciğer dokusu tamamen normal değildi.”
“Ne gibi?”
“Lifler. Bir sürü lif akciğer dokusuna yerleşmiş durumdaydı.” Sinyal kesiliyordu. “Ne olduklarını
anlamadım, ancak.” “Lifleri tammlayabüir inisin?” “Daha önce gördüğüm hiçbir şeye benzemiyorlar.
şekilleri sanki.” Ses
kesildi ve yeniden duyulmadan önce hat çatırdadı. “. küçük kum saatlerine benziyor.” En
sonunda hat tamamen kopmuştu.
10
Anya bilgisayar ekranını inceliyordu. Masasının üzerinde, bilgisayarda dosya indirme işlemine
dalıp yarı ısırılmış şekilde unuttuğu hamburgeri duruyordu. Jeff Sales havaalanına gitmeden önce
örnekleri taratmış ve görüntü dosyalarım bir e-postaya ekleyerek yollamıştı. Ne büyük bir iyilik. Ona
borçlu kalmıştı.
Bürosunun sessizliğinde lifleri inceledi. Bu kadar kısa süre içinde birbirine benzer iki olay nasıl
olmuştu? Clare
Matthews ile Fatma Deab’in otopsüeri iki ayrı merkezde
yapılmıştı. Bu durumda örnekler birbirine karışmış, dolayısıyla aynı kişiye ait olamazdı. iki genç
kadının da aynı lifleri solumuş olma olasılığı düşüktü. Ancak ne kadar düşük? Eğer bu lif binalarda
kullanılan bir maddeyse, bu bir hastalık salgınının başlangıcı olabilir miydi? internette arama yaptı,
ancak kum saati benzeri lif bulamadı. Doku patolojisi sitelerinde akciğerlerde genellikle daha çok
görülen asbestin fotoğrafı vardı. Buna benzer diğer liflere ilişkin de kayıt
yoktu. Literatür arşivinde arama yapması da işe yaramadı.
Jeff ‘in bulduğuna benzeyen türden bir maddenin yol açtığı akciğer hastalığına ilişkin bir makale
yoktu.
Merkezi Sydney Halk Sağlığı Birimi ve Batı Bölge şubesi’nin internet sitelerinde sürekli
koydukları lejyoneloz enfeksiyonuna, ilişkin yol gösterici açıklamaların dışında hiçbir uyarı ya da
basın bildirisi bulamamıştı.
Üye olduğu tartışma gruplarına baktı ve adli doktorlar grubuna örneklerin “jpeg” dosyalarını
yollayarak bir de soru sordu. Bu haberleşme grubu dünyanın dört bir yanındaki olay
yeri inceleme elemanları, adli tıp bilim adamları, patologlar ve ağır ceza avukatlarından
oluşuyordu. Bu forum son birkaç yılda yararlılığını kanıtlamıştı ve dünyanın önde gelen adli tıp
uzmanlarına çok değer li bir erişim noktası sağlamaktaydı. Birileri bu liflere rastlamış olabilirdi ya
da rastlayan birinin adını verebilirdi.
Posta kutusunu kontrol ettiğinde babasının salı gecesi gerçekleşecek bir sonraki Cinayet
Kurbanları Toplantısı‘m hatırlatan iletisini gördü. Bu sefer telefon etmemişti. Babası telefon
etmekten neden vazgeçmişti acaba? Kendisinin işini kolaylaştırmak için mi -ne de olsa özünde pek
de geçerli olmayan bir mazeret uydurmak zorunda kalmayacaktı- yoksa artık defalarca sormaktan
vazgeçtiği için mi? Telefon etmek için geç olmuştu. Üvey annesi akşam aramalarından nefret ederdi.
Kız kardeşinin otuz ikinci yaş günü hakkında e-posta yazmak da ona uygun gelmedi.
Telefonun almacını eline aldı ve Launceston’da bulunan annesini aradı. Karşısına çıkan
telesekreterden annesi Dr. Jocelyn Reynolds’un muayene için dışarıda olduğunu öğrendi. Bir evden
çağrılmıştı ve en kısa zamanda dönecekti. Anya bir not bırakmamaya karar verdi ve telefonu kapattı.
Yarını daha dayanılabilir kılacak hiçbir şey aklına gelmemişti.
Miriam’ın doğum gününden daha da zor yaşanan bir gün daha vardı: onun kayboluşunun
yıldönümü. Tam o an bilgisayar ekranı gözüne tuhaf bir şekilde iç rahatlatıcı göründü. Burada
mahremiyete ve bağımsızlığa sahipti. Bunun yalımda dünyayla da haberleşebiliyordu. Tabu ki kendi
kurallarıyla.
Sonraki elli e-posta reklam amaçlı görmek istemediği
iletilerdi. Bir tıklama ve evet hepsi siber uzayın kara deliğini boyladılar işte. Keşke ailesi ve
geçmişiyle ilişkileri de bu kadar kolay olsaydı.
O an posta kutusuna bir e-posta daha geldi. Bu seferki ileti
Hukuki Yardım Bürosu’nun suçlananlar bölümünde avukatlık yapan Sabina Pryor’dandı. Sabina,
Anya’yı basında övgüyle yer alan Barker davasındaki tanıklığı için kutluyor ve hemen konuya girip
birkaç davada uzman tanık olması için öneride bulunuyordu. Önerilen ücret her bir dava için beş yüz
dolardı. Bu para bu işin karşılığı değildi, ancak yapılacak iş ilgisini çekmişti. Elinde mahkemesi
görülen başka bir dava da yoktu. Bunu da düşünerek elinden geldiğince yardım etmeyi kabul ettiğini
bildiren bir ileti yazdı.
Saatine baktığında gecenin l’i olduğunu gördü. Akşam yemeği sonrasının yemek artıklarını çöpe
atma zamanı. Kapı ve pencere
kilitlerini kontrol ettikten sonra tuhaf bir ses var mı diye kulak kabarttı. Duyabildiği tek şeyse
yalnızlığın ıssızlığı oldu.
Bir sonraki sabah, Anya. Peter Latham’ı enstitünün dersliğinde Zara’yla kahve içerken buldu.
idindeki disketi bilgisayarlardan birine yükledi ve e-postayla ı‘rlnı örnekleri gösterdi.
“Liflerin iki olayda da aynı olması, özellikle iltihaplanmanın • Ilı ve kadınların yası göz önüne
alındığında garip bir
tesadüf Mdi Peter. şiara araya girerek, “Bu bir seri katilin işi mi? Söylemeye çalışiıi’.uıız bu
mu?” diye sordu. “I layır, söylediğimiz şey hiç de bu değil” dedi Anya kızgınlığını ı‘i/leyemeyerek.
“Bu iki genç kadın şu ya da bu şekilde bu lifleri
ı< ılııdular. Eğer bu lifler çok kısa zaman içinde
iltihaplanmaya yol içiyorsa, bu kadınların yaşlan düşünüldüğünde kim bilir daha ıı/.ıın zamanda
ne kadar büyük bir hasara yol açacaktı. Olay daha çok halk sağlığını ilgilendiren bir konu gibi.”
“Katılıyorum” dedi Peter. “Ne zaman kısa zaman diliminde böyle benzer olaylarla karşılaşsak,
alarm zilleri çalmaya başlar.” lara’ya dönerek, “iki küçük çocuk, geçenlerde aynı marka
oyuncakların soluk borularını tıkaması sonucu boğuldular. Eğer iki olay arasında bağlantı kurmamış
olsaydık, şirket bu oyuncakları toplatmayacaktı ve daha birçok çocuk tehlikede olacaktı.”
“Eğer bazı binalardaki lifli malzemeler tehlikeliyse, bu binaların yıkılmalan gerekmez mi?” diye
sordu
Zara
“Yapılardaki asbestli malzemeler kaldırıldı, ancak diğer lifli malzemeleri bulundukları yerde
bırakmak daha güvenli” dedi Peter. “Tehlike yıkım sırasında ya da bazı dunımlarda da tamiratlarda
tozun dağılmasından kaynaklanıyor.”
Zara saç örgüsünü tutan lastikle sıkıntılı bir şekilde oynayarak, “Ancak bu liflerin asbest
olmadığını sanıyordum” dedi. “Gerçekten de ne olduğunu bilmiyoruz” dedi Anya. “Ancak şu ana
kadar bildiğimiz, aynı asbest gibi iltihaplanmaya yol açtığı.” “Elinizde akciğer sorunu yaşanan,
birbirine çok benzeyen iki olay olduğuna göre şimdi ne yapmak gerekiyor?”
“Birkaç sorunu çözüme ulaştırmalıyız” diye yanıtladı
Anya. “Birinci sorun, lifin kaynağını bilmiyoruz. Kadınlar buna işte mi, evde mi ya da başka bir
yerde mi maruz kaldılar.” Ayağa kalktı, köşedeki taşınabilir beyaz yazı tahtasının yanına gitti ve
tahtanın yanındaki kalemin kapağını çıkardı.
“ilk olarak, bunun örnekler alınırken yanlışlıkla karışan bir madde olup olmadığını saptamamız
gerekir.” “Aynı bulgulara sahip başka olayların olup olmadığını araştırmamız gerekmez mi?” diye
sordu Zara. “Evet. Eğer lif her akciğer örneğinde görülüyorsa, örnek alma
sürecinde bir sorun olduğunu varsayabiliriz ve buna dayanarak bir sonuca ulaşabiliriz. Ancak
eğer çok fazla örnekte yoksa buna benzer başka olayların olup olmadığını belirlemek önemlidir.”
“Bunu nasıl yaparız?”
“Bunu sorduğuna sevindim” dedi Anya.
Peter da onaylar bir şekilde gülümsedi. “Bu konuyu ne sonuç çıkaracağınızı görmek için ikinize
bırakıyorum. Bu sırada, diğer patologlara buna benzer bir olayla karşılaştüar mı diye soracağım”
diyerek, Zara’nm boş bardağını aldı ve odadan çıktı.
“iki kadının da evlerinin ve işyerlerinin Sydney dolaylarındaki eski binalarda olduğunu büiyoruz.
Evde ya da işyerlerinde günlük yaşamlarında bu maddeye maruz kalmaları olası bir durum. Köhne
binalarda bir şeyler havaya karışıyor olabilir” diyerek devam etti Anya.
“Bunu nasıl kanıtlarız?”
“ilk adım iki kadının evleri aynı yerde miydi ya da zaman geçirdikleri ortak bir yer var mıydı
bunu belirlemek ve daha da önemlisi, burada başka birileri de benzer akciğer bulgularıyla
karşılaşmış mı öğrenmek.” Çizim tahtasına bir soru işareti yaparak yanına “olay sayısı” diye yazdı.
Sonra öğrencisine dönerek, “Çok incelikli birkaç araştırma yapmalıyız. Bundan önemli bir şey
çıkmayabilir, ancak patologların nasıl bağlantılar kurduğunu ve sıra dışı bulguları nasıl araştırdığım
görmek için iyi bir fırsat” dedi.
“Ne yapabüirim?” diye sordu Zara.
“Bölüm veritabamnda araştırma yaparak başlayabiliriz. Böylelikle veritabanı sistemi üzerinde
pratik olarak deneyim de kazanmış olursun.”
Zara bilgisayarın basma oturdu. Sandalyesini alçalttı ve Anya’nın
yol göstermesiyle sisteme giriş yaptı. Sonra iki parmağıyla “lif’ ya zarak arama başlattı.
Bügisayarın arama sonuçlarını göstermesi,
Anya’nın düşündüğünden çok daha uzun zaman aldı. “Lif kelime sini içeren binlerce sonuç vardı.
Görünen oydu ki saç, kas ve giysi lifi kelimeleri neredeyse her otopsi raporunda geçiyordu.
Sonuca
ulaşmak kolay olmayacaktı. Zara “akciğer ve lif yazdığındaysa, di
ğer sonuçlara akciğer kelimesi geçen sonuçlar da
eklenmişti.
“ilgili her şeyi düşünmeliyiz” dedi Anya. “Rahibenin bulunduğu yere ne dersin?” Zara, “uçurum”
diye yazdı. Yine çok sayıda sonuç ekranda gö rüntülendi. “Uç” kelimesi, uç veren yaralar, uçuk ve
kenar anlam larıyla binden fazla belgede geçiyordu, iler bir sonucu teker te ker incelemek
olanaksızdı.
I fmudu kınlmiştl. Anya diğer bölümün kayıtlarına ulaşabilmek ı Jeff in denizaşırı yolculuğundan
dönmesini beklemek
zorundu olduğunu biliyordu. Böyle bir istek Peter Latham’dan gelmedikçe, Alf Carney büyük
olasıhkla yardım etmezdi. Bu da kontrol (demedikleri bir veri alanının her durumda bulunduğu
anlamına geliyordu.
“I Unsal Koroner Bilgi Sistemi’ne ne dersin?” diye önerdi Zara. “Hu veritabanı hakkında çok
bilgim yok, ancak bir dersimizde Kullanıma açıldığı söylenmişti.”
” I »enemeye değer” diye onayladı Anya. “Melbourne’da
Victori,m Adli Tıp Merkezi’nde bulunuyor.” Victorian Adli Tıp Merkezi, önlenebilir ölüm ve
yaralanma sayılarını azaltmak amacıyla ben
(i olay ve eğilimleri belirleyerek sınıflandırmak için tüm Avustı ilya’daki otopsi raporlarını bir
araya getirme düşüncesiyle 1998 yılında kurulmuştu. “Normalde senin veritabanmda arama yapman
için de yazılı izin almak gerekiyor, ancak sonuçta bu halk sağlığıyla ilgili bir durum.”
Anya internet sitesini buldu ve kendine ait erişim kodu ile şifreyi girdi. Zara giriş ekranını okudu
ve arama sayfasına girerek devam etti. Yine “lif kelimesi ekrana binlerce sonuç getirdi. Her bir
otopsi raporundaki lif kelimesi geçen satırlar üzerleri farklı renkle boyanmış şekilde
ekranda gözüküyordu. Bu görsel olarak taramayı daha kolay hale getiriyordu, ancak hiçbir şekilde
sonuca ulaşma garantisi yoktu ve bu işlem de zaman gerektiriyordu.
Zara yılmamıştı ve kararlılığı işin zorluğu nedeniyle daha da artmış gibiydi.
“Aratmak için ‘asbest’ kelimesine ne dersin?”
Arama birkaç yüz olayı ekrana getirdi. Zara, kum saati şeklin de bir life rastlanmış mı görmek
için raporların tümünü okumak zorundaydı.
“Veritabanıyla ilgili sorunlardan biri bu. Patologların raporla rında üzerinde anlaşılmış belirli bir
şekil yok. Belirli bir iletişim
şekli olan ve kesin tanımlara sahip terimleri olan toksikoloji için bu kolay. Ancak bulguları
yorumlamakla ilgili bulunan bizim işi miz, olabildiğince öznel. Benim kum saati şeklinde dediğim
şeye başka bir patolog başka bir şey demiş olabilir.”
Zara ekrandaki dosya sayısını görünce biraz durakladı. An ya’nın daha iyi bir fikri vardı. “Örneği
alalım ve Royal Prince Al
bert Ilastanesi’ndeki solunum yolları konusunda uzman patologa gösterelim. Kendisi akciğer
hastalığı içeren birçok zorlu olayda
bize yol gösterdi. Başlangıç olarak belki o bu lifin ne olduğunu belirleyebilir. şimdiden seni
uyarayım. Dr. Blenko ayrıntılarda çok titizdir ve büyük olasılıkla yanıt veremeyeceğimiz sorular
soracaktır. Ve bu kadın sorulannı hiç de nazikçe sormaz.”
“Korkunç birine benziyor.” Zara hızla sistemden çıktı ve kapının yakınındaki sırt çantasını aldı.
“O yüzden seni de birlikte götürüyorum.”
Profesör Blenko, kırışık kalın boynuna astığı gözlüğüyle işliğinde mikroskobunun başındaydı.
“Gel” dedi profesör, emredercesine, kafasını kaldırmadan.
Anya ve Zara sonraki komutu bekleyerek girişte durdular. “Ne istiyorsunuz?” diye sert bir sesle
azarlar gibi sordu. Arıya her zaman insani niteliklerin ve görgü düzeyinin uzmanlık derecesiyle ters
orantılı olduğuna inanırdı. Judith
Blenko kendi uzmanlık alanında rakipsizdi. “Bize zaman ayırdrğrnrz için teşekkür ederiz
profesör.” “Buna harcayacak zamanım yok. Nerede?” Kafasını kaldırdı ve elini uzattı.
Anya, Clare Matthevvs’e ait mikroskop camını paltosunun
cebinden çıkardı ve profesörün avucuna bıraktı. Oturmaları söylenmediği için o ve Zara ayakta
durmaya devam ettiler.
Solunum yolları konusunda uzman patolog mikroskobunu ayarladı ve görüntüye baktı. Birkaç
sessiz dakika geçti. “Klinik özgeçmişi?” diye sordu, kafasını kaldırmadan.
“Uçurumdan atlayarak intihar eden bir kadına ait ikincil dere
ceden bir bulgu. Benzer liflerin bulunduğu bir başka olay olduğu nu öğrendik ve merak ettik ki
acaba...”
“Hasta akciğer hastalığına ilişkin semptomlar göstermiş mi?”
“I’ratisyen doktorun notlarında böyle bir kayıt yok” dedi Anya ve kadının domuz homurtusu gibi
bir ses çrkardığmı düşündü bir an.
“Öteki örnekler nerede?”
Anya, bir azar işiteceğini kestirdi ve ağırlığını bir ayağından di ğer ayağına kaydırdı. Yaramaz bir
çocuk gibi davranılmaktan nef ret ediyordu, ancak tıp dünyasının Blenko’larıyla ters düşmekten de
insan hemen hemen her zaman zararlı çıkardı.
“Başka bir örnek yok.”
Zalimce eleştiren bir ifadeyle Dr. Blenko kafasını iki yana sal
ladı. “Kaliteli örnekler toplamanın önemini sizler ne zaman anla
yacaksınız?” Mikroskoba geri dönerek. “Sağ ve sol karıncığın ağırlıkları neymiş?”
“Otopside kaydedilmemiş” diye çaresizlik içinde yamtladr Anıi Hu seferinde profesör kal’a-smı
kaldırmaya gerek bile duyma
ı Ilır solunum yollan uzmanı için karıncıkların ağırlıklarının öl ılmiiş olması, akciğerdeki
hastalığın düzeyini ve akciğer kay
,llı bir yüksek tansiyon olup olmadığını anlamada yardımcı lurdıı. Ancak otopside bunun
ölçülmesi intihar olayları için
ge Bkll görülmüyordu. Anya her zaman iki ayn kalp bölümünün or
ında ortak bir çeper bulunması nedeniyle ağırlıkların nasıl fcğru bir şekilde ölçülebileceğini
merak etmişti.
“Liflerin ne olduğunu söyleyebilir misiniz?”
“Çok az sayıda otopsi örneği üzerinde çalıştım. Yaptığım işin j [izde doksan dokuzu tanısal
bronkoskopi sırasında alınan biyopsi dı »kulan ya da akciğer ameliyatları sırasında kesip çıkarılan
do-Icular üzerinde gerçekleşiyor. Bu lif büyük bir olasılıkla örnek alınırken istenmeden yerleşen bir
madde. Asbest gibi bir şeye benzemiyor. Örnek alma tekniğinizi gözden geçirmenizi öneririm.”
“Örnek alınırken istenmeden yerleşen bir madde olsaydı diğer örneklerde de görülürdü. şu an
bizde görüldüğü tek örnek bu. Diğer şüpheli olayla Batı Adli Tabipliği’nde karşılaşılmış.”
Dr. Blenko geri vermeden önce örneği yeniden inceledi. “Bu mesleki sağlık ve güvenliği
ilgilendiren bir şey
olabilir. Sosyal Sigortalar ya da Toz Hastalıkları Kurulu’yla görüşmenizi öneririm. Tabii bu
gerçekten örnek alınırken istenmeden yerleşen bir madde değilse” dedi Dr. Blenko.
Bunu demesiyle de Anya ve Zara’ya kendi tarzında yolu göstermiş oldu.
11
Adam arabasının içinden Muhammed Deab’in eski klasik altın rengi Mercedes’ini park edişini
izledi. Her zaman olduğu gibi Deab bir sigara yakmış ve kaza yapmış arabaları tamir ettikleri
atölyeye girmeden önce sokağı bir uçtan bir uca gözleriyle taramıştı. Adamın izlediği kadarıyla,
tamire yalnızca iki türlü araç geliyordu: hasar gönnemiş araçlar ve herkesin kitabında büyük bir zarar
olarak yazılacak şekilde hurdaya dönmüş araçlar. Birkaç dakika sonra bir araba çekicisi, markası bile
anlaşılmayacak derecede parçalanmış bir arabayı içeri çekti. Adam rahatlamıştı. Arabasının
radyosunu açtı. Deab yeniden ortaya çıkmadan biraz zaman geçecek demekti bu.
Atölyenin dışında, sigara içen, aylaklık eden ve tartışan
adamların geçit töreni sürmekteydi. Tam günün ortasında, bir polis arabası yanaşarak atölyenin
kapısmı kapattı. iki memur inip arabalarının kapısını daha kapatmadan dışarıda bulunan dört adam
birden ortadan yok olma konusunda istekli olduklarını göstermişlerdi. Hiç şüphe yok ki, aynasızlar
kalabalığı nasıl dağıtacağını iyi biliyordu. Polislerin dışarı çıkmaları, etrafa bir göz atmaları ve
gitmeleri yarım saati buldu. Birkaç dakika sonra da Deab gözüktü. Cep telefonuyla konuşuyor ve
konuşurken de elindeki sigarayı sağa sola sallıyordu.
Adamın ellerini de kullandığı canlı bir konuşma şekli vardı. En azından izleyen kişinin edindiği
izlenim bu olmuştu. Ancak bu seferki konuşma şekli farklıydı. Bu sefer
hemen hemen heyecanlı bir şekilde, bir eli kalçasında atölyenin önündeki patikayı adımlayarak
konuşmaktaydı. Konuşması bittiğinde telefonu gömlek cebine soktu ve bürosuna girerek görüş
alanından çıktı. Çok zaman geçmedi ki elinde uzun, siyah bir spor çantayla dışarı fırladı ve saatini
kontrol etmeye başladı.
[‘lukası okunmaz hale gelmiş kırmızı ı>iı İbrana, direksiyonun ı. ıiııda Deab’in kap< ırtacılai
nidan biri, sağa sola sallanarak yoldun binanın arka tarafındaki patikaya girdi. Muhammed yine sol
aj’i gözleriyle taradı. Sigarasını yere fırlattı ve yolcu koltuğuna pturdu. Torana patinaj yaparak
anayola girdiğinde geçen otobü
çarpmasına ramak kalmıştı.
I diş dedektifi Brian Hogan arabasından çıktı ve hızlı bir şekilde Muhammed Deab’in en son
durduğu yere doğru yöneldi. Diğer polislerin ziyaretinden sonra burası tuhaf bir şekilde sessizdi.
Eğildi ve ayakkabısının bağını bağlıyormuş gibi yaptı. Yeri gözleuyle tararken, lateks bir eldiven
giydi. bingo!
Brian Hogan atılmış sigara izmaritini aldı ve kahverengi kâğıt hır zarfın içine yerleştirdi.
Bu seferinde Deab, yakayı ele verdin.
Beyaz Ford Falcon park etmiş olan kırmızı Torana’nın elli metre yakınında yavaşladı; gri tuğla
evi geçti; sağdaki yan sokağa döndü ve iki aşağıdaki evin önünde bulunan ağacın gölgesine park (îtti.
Polis memuru Wheeler evin ön tarafını iyice görebileceği şekilde dikiz aynasını ayarladı; Deab’in
arabasını görebiliyordu.
Sürücü tarafındaki camı iyice indirdi ve izlemeye devanı etti. Sokağı tanımıyordu. Deab son iki
hafta içinde buraya hiç gelmemişti, ancak bunun bir önemi yoktu. Muhammed Deab ders dışı
etkinliklere de katılan sosyal bir çocuktu. iş için ya da eğlenmek amacıyla buraya gelmiş olması gizli
takibin amaçları
açısından faik yaratmıyordu, iki durumdan hangisinin geçerli olduğu da sivil polis memuru için
önemli değildi.
Torana’nın sürücüsü yolcu tarafına doğru yürüdü. Deab araba dan dışarı çıktı ve arka koltuğa
uzandı. Oradan demir bir çubuk çıkardı ve iki adam da eve yöneldiler. “Hay lanet olası!”
Polis memuru Wheeler yarandaki cep telefonuna davrandı ve merkezi aradı.
“Dedektif Farrer, bir sorun var. Deab ve yanında bir adam, şu an bir eve girdiler. 5120
Greystanes Yolu. Elinde bir çeşit demir
çubuk var ve sapıtmış görünüyor.”
Emirleri bekliyordu.
“Bu işe karışma Wheeler. Oradaki polis karakolunu arayacağım ve bir cankurtaran
ayarlayacağım. Beni anladın mı?
Sakın karışma.”
üonç polis memurunun kafası Cinayet Masası‘nın “Cads loz”uylft tartışılmayacağını bilecek
kadar çalışıyordu. Kadın ufall tefekti, ancak karşılaştığı birçok heriften daha sıkı biriydi. Genpolis
memuru onun karşrsmda en azından nerede durması gereV fiğini bilirdi ve kadın, karmaşık işlerin
içinden çıkabildiğini bil çok kereler kanıtlamıştı.
Ancak eğer bu durumda işler karışırsa, kadın şimdiye kadarla lerin en beterine toslamış olacakta.
“Peki” dedi genç polis, içinde bulunduğu durumda rahat olma ya çalışarak. “Gizliliğe dikkat ederek
izlemeye devam et. Bu işe çok emek verdik ve bunu şu anda berbat etmeni istemiyorum.”
“Peki” diye yineledi genç polis. “Anladrm.”
Beklemek ve gizlenmek Wheeler’ın en iyi yaptığı iki işti. Ço cukken aşırı derecede kekemeydi
ve bu yüzden konuşmaktan ödü patlardı. Ne zaman sınıf değiştirse, diğer çocuklar ona sanki
görünmez biriymiş gibi davranırdı. Kekemeliği yıllar önce iyileş meşine rağmen, Shaun Wheeler
“görünmez çocuk” özelliğinden yararlanmayı bilmişti. Ancak şimdi bir suç işleniyorken bir ke narda
oturmak fikri canını sıkmıştı. Ahlaki değerlerin bulanık ha le geldiği bir durum yaşıyordu. Neler olup
bittiğini görme umuduyla dikiz aynasındaki görüntüyü inceledi. Parmaklarıyla gös terge panelinde
ritim tutmaya başladr.
Üç dakika kırk saniye sonra Deab elinde silah olarak kullandığı demir çubukla evden çıktı. Suç
ortağı oradan bir an önce uzak laşmak için çabuk çabuk onun birkaç adrm ilerisinden gidiyordu.
Bir kadm koşarak dışan, evin önüne fırladı. Deab’e yumruk atıyor ve çığlık çığlığa yardım
istiyordu. Daha yaşlı olan Deab’in adamı onu sert bir şekilde yere itti ve arabaya bindi. Anlaşılan
motoru çalışır durumda bırakmıştı. Araba, yolu üzerine park etmiş olan bir minibüse sürterek hızla
ilerledi.
“Lanet olsun! Ortalıkta polis yok mu?”
Polis memuru Wheeler arabanın kapısını açtı ve kadına doğru hızla koştu. Yüksek olmayan
çitleri atladığında, kadının ellerinin kan içinde olduğunu gördü. Kadın çığlık atmaya devam
ediyordu.
Wheeler kadını omuzlarından yakaladı ve neresinden yaralı ol duğunu sordu. Polis arabası yolun
ortasına kadar acı fren yapa
rak durduğunda kadının yaralı olmadığını henüz anlamıştı. “içeride!” diye bağırdı Wheeler,
kadının çığlıklarını bastırırca
sma. “iki şüpheli, kırmızı bir Torana’yla kaçtılar.”
Bir memur olayla ilgili bilgileri yazmaya başladı. Wheeler ön
elikle ortadan yok olmak niyetindeydi, ancak kadın gitmesine ı.ın vermedi. Kollarına
parmaklarını geçirmiş .şekilde onu açık kapıya doğru sürükledi.
“Dinleyin bayan” diye yalvardı. “Polis burada artık.”
Kadının m inaklarını açmaya çalıştı. “Ben bu işe karışamam.”
Evin girişindeki karı gölünün içinde yüzü tanınmaz durumda
iri yalıyordu. Bir an derin bir nefes alma sesi duyuldu. “Tanrım! Yaşıyor!” diye bağıdı Wheeler.
Kadın saldırıya uğramış adamın önünde dövünerek ağlamaya I tasladı ve o an ulaşan cankurtaranın
sesi kadının sesini ancak bas-lırabildi.
iki cankurtaran görevlisi ellerinde sedye ve oksijen tüpü koşa ak içeriye girdiler. Biri emir
veriyorken diğeri adamın, kan için eki şişmiş yüzüne oksijen maskesi taktı. Wheeler sersemlemiş
urumda evden çıktı.
Ellerine bulaşmış kana baktı. Kusacak gibi oldu.
12
Anya bavulunu bagaja koydu ve bagaj kapağını çarparak kapattı. Ben hâlâ Güney Sahili’nde
babasıyla birlikteyken, o da Brody’nin önerdiği uzman tanık konferansına katlanabileceğmi
düşünmüştü. Hafta sonunu hızla geçirebilmek için düşünebildiği tek yol da buydu. Sabahleyin
gökyüzü duru ve açıktı. Güneş henüz tüm görkemini gösterecek biçimde yükselınemişti. Yılın bu
zamanlarında, sabah saat beş sıraları, günün en sevdiği zamanıydı. Bu saatlerde papağanların bet ve
yüksek bir sesle cıyaklamaları, küçük çocukları (ve tabii ki anneleri) yataklarından kalkmaya davet
ederdi. Anya evinin arka tarafına dolanarak kilitli pencereleri kontrol etti; ön ve arka kapıları
kilitledi. Ön tarafa geldiğinde her yeri bir kere daha kontrol etmemek için
kendini zorladı. Martin, güvenlik konusunda onun takıntılı olduğunu söylerdi. Bu eleştirinin,
kapıyı kiütlemek şöyle dursun, kapamayı bile beceremeyen bir adamdan gelmesi ilginçti aslında.
Martin’in gece gündüz pencereleri açık tutması Anya için sürekli bir endişe kaynağıydı eskiden.
Temiz havayla birlikte eve hırsız girebilir, hatta belki daha da kötüsü olabilirdi.
Anya, Ben’e bir şey olmasın diye karavanı iyice kilitlemesini istemek amacıyla telefonla Martin’i
arayıp sesli ileti servisine bir not bırakmamak için de kendini zor tuttu. şu anda onu kızdırmanın
hiçbir gereği yoktu.
Araba kendisini hem güvende hem de özgür hissettiği az sayıda yerden biriydi. Sürücü
tarafındaki kapıyı içeriden kilitledi. Yarım saat içinde Liverpool’u geçmişti. şehir dışına
çıktı mı Canberra’ya varması üç saat bile sürmezdi. Otoyolda Mittagong’u geçince, Sutton şehir
Ormanı‘nı gösteren işaret göründü. Orada, Avustralya’nın çeşitli yerlerinde kamp kurup tatil yapan
kayıp olarak rapor edilmiş emekli bir ciltten arta kalan parçaları incelemişti. Çifte ait çürümüş
bedenlerin görüntüsü ve kokusu hiçbir /.aman aklından çıkmayacaktı. Kariyerinde ilk kez içinden
bedenlerin üzerini örterek, ölmüş bu kişilere bir parça olsun huzur sağlamak geçmişti. Yaralarının
boyutlarına ve ortadaki acımasızlığa bakarak son saatlerinde ya da günlerinde bu çiftin böyle bir
huzurdan çok uzak oldukları anlaşılıyordu. Katilleri hiçbir zaman bulunamamıştı. Yaraların
dağılımından ve boyutlarından, Anya bunu yapanın iki kişi olduğu sonucunu çıkarmıştı.
Bu düşüncesini çiftin yakınlarına iletmişti. Yetişkin dört çocuğun tek tesellisi, ebeveynlerinin
bulunmuş olması ve en azından onlardan kalanları gömebilecek olmalarıydı. Kendileri değilse bile
anne ve babaları huzur içinde yatabilecekti.
Anya klasik müzik çalan Ulusal Radyo’yu açtı ve
yolculuğun kalanından keyif almaya çalıştı. Ülkenin başkentine yaptığı yolculuğun George
Gölü‘nü geçtikten sonraki son yarım saati en rahat kısmıydı. Planlı yapılmış yollar gidilen yerin
bulunmasını kolaylaştırıyordu. Burley Griffin Gölü ve Kaptan Cook Anıtı çevresi her zaman sevdiği
yerler olmuştu. Köprünün üzerine geldiğinde,
Commomvealth Caddesi’nin diğer yanındaki Hyatt Oteü göründü. Sağdaki yan yollardan birine
girdi. Sonra anayola geri döndü. Yolun üzerindeki otele geldi ve arabasını girişin önüne park etti.
Resepsiyonda bavulunu oda görevlisine emanet etti ve ardından konferans kayıt masasını buldu.
Hukuk bürosu Mulholland ve Ohater’dan Linda cilalı beyaz dişlerini gösteren bir gülümsemeyle
kendini tanıtmıştı. Genç kadın hemen hemen kusursuz ölçüleri ve eksiksiz “prezantasyon”uyla
etraftaki erkekleri kesmekle o
kadar meşguldü ki, Anya konferansla ilgili özet bilgiyi kadının ağzından güçbela alabildi. Konferans
sabah tam saat dokuzda başlayacaktı.
Her bir katılımcının sözde sorgulanmasını da içeren yoğun programda, sorgulamanın görüntüleri
kaydedilecek ve katılımcı grubunun değerlendirmesine sunulacaktı.
“Bu hafta sonu harika geçecek” dedi Linda, parlak kırmızı ruj lu dudaklarıyla gülümseyerek.
Sorgulama uygulaması Anya’ya, Newcastle Üniversitesi’ndeki günlerini hatırlattı. Çok az tanıdığı
bir grup insanın onun mesleki ve kişisel yeteneklerim teker teker sorgulaması sırasında kayde
dilmiş görüntüleri izlerken çektiği işkenceyi anımsadı. Kanının damarlarında donduğunu hissetti.
Bu süreç öğrencileri korkutmak için değildi hesapta. Böyle de mişti öğretim görevlileri. Bu
sorgunun çok az daha korkuncu sorgunuri çırılçıplak yapılması olurdu ancak.
Ani bir şekilde, geldiğinden pişmanlık duydu. Konferansın amacı savcı ve avukatların önünde
daha az korkmalarını sağla mak olmalıydı; kendi meslektaşlarının yanında aşağılanmak ve buna bir
servet ödemek değil.
şu ana kadarki görüntü, eski kocasının ve Dan Brody’nin
kalkılan sayesinde bu hafta sonunun dehşet içinde geçeceğini gösteriyordu.
Hukuk bürosunun Barbie Bebeği’ne teşekkür etti ve
konferans bilgilendirme setini aldı. Döndüğünde kayıt masasında onun arkasında duran tamdık bir
yüz dikkatini çekti. Ondan daha yaşlı olan bir katılımcı Anya’nın tanıdığı kişiye yaklaşarak omzuna
dokundu. “Seni yeniden görmek ne güzel Vaughan. iyi gözüküyorsun.” “Teşekkür ederim Tom.
Böyle bir nedenle burada ya da
başka yerde olmak güzel” diyordu ki yaşh adam tanıdık başka birini gördü ve oradan uzaklaştı.
Vaughan, Anya’ya doğru baktı.
“Affedersiniz, tanışmış mıydık?” diye şakadan sordu. Sıcak bir şekilde gülümseyerek sağ elini
uzattı.
Anya, “Merhaba Vaughan” diyerek adamın elini içtenlikle sıktı.
“Dan’a gelmeyeceğini söylediğini sanıyordum.” “Planlar değişir” dedi Anya ve hızlı bir şekilde
ekledi:
“Mazoşist bir hafta sonunu kaçırmak istemedim. Mahkemede utandırıcı durumlara düşmek
yetmez. Gelecek kuşaklara da ışık tutsun diye, bunun görüntülerini de kaydetmek gerektiğini
düşündüm.” “Haydi, bu kadar da kötü değil. Bu uzman tanıklara yardımcı olmak için tasarlanmış bir
eğitim” dedi Vaughan.
“Bana broşürdeki laflara inandığını söyleme.” “Düzenleyicilerden biri benim ve bir de konuşma
yapıyorum.”
“Lütfen bana ülkedeki toplumsal davalarda en büyük hokkabaz lıklan yapan Mulholland ve
Chater için tanıklık ettiğini söyleme.”
“Hayır.”
“Bu iyi, çünkü firmanın halkla ilişkiler elemanı hakkında bir yorum yaparak bu işe burnumu
sokabilirdim” dedi Anya, dedesi olabilecek yaştaki bir adamla kıkır kıkır gülen Barbie’ye doğru
bakarak.
“Karımla ilgili bir sorun mu var?”
Anya yanaklannm daha koyu bir renk aldığını hissetti.
Aman
Tanrım, hay şu benim kopası dilim.
“Özür dilerim. Bilmiyordum. Demek istediğim... Senin için değil... Yani...”
Vaughan gülerek koluna dokundu. “Özür dilemene gerek yok. ‘.nka yapıyordum. Ben hiçbir
zaman evlenmedim. 1 Ier zaman bir kttdının omuzlarının yukarısında ne taşıdığıyla ilgilenirim.
Yapın. n ıl< mankenler.” Barbie’nin olduğu tarafa doğru bakarak ekledi: “Bir süre sonra ilgi
çekiciliğini yitiriyor.”
Anya hayrete düşmüştü. Garsonlardan biri katılımcılara tanının bolümü için yemek salonuna
geçmeleri çağrısında bulunurken, hafifçe içini çekti. ilk masada durarak, yapay köpükten yapılma
bardağına kahve id >y< lu ve pasta masasından da içi çikolata doldurulmuş bir ayçöreği kaptı.
Vaughan meraklı bir ifadeyle onu izledi.
“Ne yani? Hükümlünün son yemeğini yemesine izin yok
mu?” dedi Anya, kendini savunarak. Vaughan kapıda ona yol verdi ve sonra fısıldayarak,
“Görüntülerin kaydedileceği bölüm bugün değil yarın” dedi.
Sabah bölümü başsavcıların ve savunma avukatlarının konuşıılalarından oluşuyordu. Anya,
birçoğuyla mahkemede karşı karşıya gelmiş ve her seferinde kelime oyunlarının ve iğneli dillerinin
karşısındaki kişi olmuştu. Yine de kabul etmeliydi ki tanık sandalyesinde ona, diğer tanıklarla
karşılaştırıldığında daha büyük bir saygıyla yaklaşıyorlardı. Polis memurları sorulan sorularla
genellikle jüri karşısında beceriksiz aptallar konumuna düşürt ilüy ordu.
Her konferansın en ağırlaşmış bölümü olan öğle yemeği
önce sinde, Vaughan Hunter “Akıl oyunları: Mahkeme salonunda işitsel ve işitsel olmayan
iletişim” konulu bir sunum yaptı. Avukatların ve tanıkların beden dillerine ilişkin yaptığı taklitler,
altında yatan fikrin açık olmasına rağmen izleyenleri güldürdü. Jüriler her zaman kendini rahatsız
hisseden, kendine güveni ya da yeterli bilgisi olmayan kişileri algılardı. Kibir, kendini
beğenmişlik, kendine fazla ya da az güvenme jüri üyelerinin hoşlanmadığı tavırlardı. Anya, “Bilgili,
cana yakın, güvenilir görün, ancak alçakgönüllü ol” diye yazdı not defterine ve “Mahkeme
salonunda hiçbir zaman kendime güvenir bir şekilde durabilecek miyim?” diye düşündü.
Salona göz gezdirdiğinde, insanların hafifçe güldüklerini ve kıpırdandıklarını gördü. Bu durum
Dr. Hunter’ın tiplemelerinde kendilerini görmüş olmalarından kaynaklanıyordu. Otuza yakın
katılımcı arasında, Melbourne’dan gelen birkaç adli doktoru, bir farmakoloji profesörünü, ateşli
silahlarla yaralanmalarda tanık lık elliğini gördüğü bir kalp göğüs cerrahını ve suç laboıafııvann dan
bir balistik teknisyenini tanımıştı.
Hepsi de konferansı dik katle dinliyordu. Ilık sabah çayı ve kekten sonra bile Vaughan Hunter’ın
izleyicilerin ilgisini ayakta tutabilme yeteneği sayesinde salonda hiç kimse uyuklamıyordu.
“En son mesajım, kendi uzmanhk alanınız dışındaki bir konuda asla fikrinizi açıklamaya
kalkmayın. Kestirimde bulunmayın. Buna uymazsanız, mezarınızı kendiniz kazarsınız ve ne
olduğunu bile anlayamadan yarım akıllı bir avukat sizi diri diri gömer. Bunların dışında, tanık
iskemlesinde eğlenmenize bakın! Yarın için de bol şanslar.”
Bütün salon alkışladı ve öğle yemeği arasına çıkıldı.
Anya ayağa kalktı ve çok az tamdığı insanlarla gereksiz nezaket konuşmaları yapmamak için
hemen kapıya yöneldi. Öğle yemeğini odasma istedi ve son ika bölümdeki konuşmalara katılmamaya
karar verdi. Konuşmalardan biri uzman tanıklığın etiği, diğeri de mahkeme çağrılarının ve tıbbi
kayıtların hukuki boyutu hakkındaydı. Bunun yerine, Ulusal Resim Galerisi’nin John Glover’ın
Tasmanya sömürge yaşamı resimleri sergisini ve göl kenarındaki pratik bilim merkezi Gjuestacon’u
gezmeyi düşündü.
Üstünü değiştirerek kot gömleğini, kot pantolonunu ve
keten ayakkabılarını giydi. Yürüyerek Ulusal Kütüphane’yi geçti ve sonra da birkaç binayı daha
arkasında bıraktı. Canberra’dan genellikle sessiz bir yer olarak söz edilirdi ve Anya buranın temiz,
düzenli halini seviyordu. Sydney’dekinden farklı olarak burada, gün sonunda tırnak aralarının ve
cildinin kirlendiğini hissetmiyordun. Gölün etrafında bisiklet yolları ile şehir merkezine yürüme
uzak-lığında geniş çimenlikler ve park alanları, cumartesüeri hava iyi olduğunda ailelerin bisiklete,
kaykaya bindiği, yürüdüğü ya da göl suyunun üzerinde çalan zillerin eşüğinde piknik yaptığı yerler
olarak göze çarpıyordu.
Galeri her zaman seçkin eserler sunmuştu ve John Glover’ın Anya’nın ülkesine ilişkin
betimlemeleri büyüleyiciydi. Öyle ki ga leriden çıkarken Jackson Pollock’un Mavi Kutuplar adlı
eserine
her zamankinden daha az bir hayranlıkla baktı ve Questacon’a doğru yürüdü.
Yapıdan içeri girdiğinde, uzun eğimli bir yoldan yukarı doğru çıkarak yan etkinliklerin olduğu
ikincil bir galeriye geçti.
Çıplak gözle bakıldığında altı metrelik dikey bir su damlası olduğu anla şılan cismin üzerinden
kayarak inmek için sıraya girmiş oları ço
cuklar keyiften çığlıklar atıyorlardı.
Anya yatayda dönen bir direğin ucuna oturmuş iki kişinin birim terine top atmaya çalışmasını
izledi, ikisi de bu görevi imkân-MI Z olarak gördükleri için gülüşüyorlardı. Arkalarından bakınca lop
i)ir eğri çizerek tutmaya çalışan kişiden uzaklaşıyor gibi gözüküyordu. “Müthiş bir optik yanılma.
Sence de öyle değil mi?” Anya
kafasını kaldırdığında yanmdakinin Vaughan Hunter oldıığunu gördü. Yanaklarının kızardığmı
hissetti.
“Göreceli olarak hareket etmesinden kaynaklanıyor. Top bir eğri çiziyormuş gibi görünüyor,
ancak aslında düz bir çizgide hareket ediyor. Eğer dikkatle izlersen, eğri çizenin tutmaya çalışan kişi
olduğunu görürsün.”
Tanınmış psikiyatr, ara sıra fizikçi ve boş zamanlarında da bilge kişi. Bu sen mi oluyorsun? Bunu
yüksek sesle söyleme-mek için kendini zorladı.
“Ne demek istediğimi yukarı kata çıkıp aşağıya baktığında anlayabilirsin.” Vaughan hareketlendi
ve Anya acaba takip etmeli miyim diye düşündü. Merakı üstün gelmişti.
“Daha önce buraya gelmiş miydin?” diye sordu Anya. “Bir kez. Burası inşam hayranlık içinde
bırakan bir yer. Tüm yüzlerdeki heyecana bir bak. Aileler buradan çok zevk alıyor.” Haklıydı. Her
yaştan insan etkinliklerin içindeydi. Kimse boş durmuyordu.
Yukarı kata çıktılar ve dönen direğin iki ucuna oturmuş bir sonraki çifti izlemek için aşağı
baktılar. Top her seferinde düz gidiyordu. Anya bir hafta sonu Ben’i buraya getirmeye karar verdi.
Burası oğlunun çok hoşuna giderdi.
“Questacon etkinliklerinin ilk olarak, bilimi kapalı şehir içi bi nalardan yan mahallelere taşımak
amacıyla eski bir devlet okulu binasında başladığını biliyor muydun? Aslında kendi başarısının
kurbanı oldu. Çok kasa sürede okul yönetimi gelen ziyaretçi sayı sıyla başa çıkamadı ve
böylece...” “Bırak ben tahmin edeyim, yan mahallelerden de uzaktaki be yaz bir binaya taşındı.”
Vaughan gülümseyerek başıyla onayladı. “Umarım seni izledi
ğimi düşünmüyorsundur. Akşamüstü boşluğunda buraya gelmek istedim.”
Anya kendini hokey oynayan okullu bir kız gibi hissetti.
“Akşam sunumlarına pek dayanamıyorum. Bir yürüyüşün daha iyi olacağını düşündüm.”
“Ben de aynı şeyi düşündüm.”
Anya iş dışında hiç görüşmediği adamı inceliyordu, ikisi de bir çocuğun cinsel tacize uğradığı bir
olay üzerinde birlikte çalışmış lardı. Bu sırada Anya adamın çocukla görüşmesinin görüntü ka
yıtlarmı izlemiş, küçük kıza karşı gösterdiği şefkat ve yumuşak lıktan etkilenmişti. Daha sonra da
bildirilen yaralar üzerine konuşmak için annesini çağırmıştı. Sorduğu çok zekice sorulardan yapacağı
değerlendirmenin çocuk ve ailesi üzerinde göstereceği etkiyi önemsediği anlaşılıyordu. Anya’nın
hatırladığı kadarıyla ra por için para da almamıştı.
“Yukarı kattaki spor bölümünü gördün mü?” diye sordu Vaughan. “Cathy Freeman’la
yarışabilirsin.” “Olimpiyat altın madalyasına sahip bir koşucuya karşı mı? Onun için beni geçmek
hiç de başarı olmazdı.” “Ya tenis topunu ne kadar hızla fırlatabildiğim görmeye ne dersin?”
“Hah işte bunu yapabuirim.” Anya birden kendini rahat
hissetmişti. Bu adamın huzur verici bir hali vardı ve insanları gevşetmek konusunda da yetenekli
biriydi. Ona bu konuda gıpta etti.
Bir başka etkinliği geçerek spiral eğimli bir yoldan yukarı doğru tırmandıklarında, bazı çatırtı
sesleri duydular. “Bu bir Tesla bobini. Harika bir şey. şimşek çaktırmak ve yıldırım düşürmek için üç
milyon volt.” Anya yıldırımın insan bedenine ne yaptığını biüyordu ve bunun yerme spor oyunlarını
görmek istedi. Altıncı galeride, insanlar sabit bisikletlere biniyor ve hemen yandaki bir ekrandan da
iskeletlerinin hareketini izliyorlardı. Bisiklete binen iskelet görüntüsü eski bir Don Knotts
komedisini anımsatıyordu.
Belinden yukarısını fazlaca geliştirmiş bir adam, Cathy Freeman’la yarışmak için başlama
konumunda çömelmiş bekliyordu.
Vaughan, Anya’ya, “Tek kelime etme” der gibi şöyle bir baktı.
Anya, “Niye böyle çömelerek beklediklerini hep merak etmişimdir, inanılmaz derecede rahatsız
görünüyor” diye düşüncesini söyledi.
“Böyle, ayakta durarak başladığında daha çabuk hızlanabili yorsun. Çömelme konumunda beden
dengesini kaybetmeye o ka dar yakın ki, ileri doğru hareket etmek daha kolay oluyor.
Birini
rahat hissettiği konumdan uzaklaştırdığında akla hayale gelme yecek şeyler yapabildiğini
görürsün.” “Benim dengeli ve huzurlu olduğum tek bir gün bile yok.” Cathy Freeman’ın görüntüsü
bitiş çizgisine vardığında, Bay
Kas Yığını ancak başlangıç noktasının biraz ilerisine geçebilmiş
M, Sı ınuca itiraz edercesine, .yeniden yazışmak için başlangıç nokı ısında yerini aldı. Köşede
mavi ceketli bir görevli kendini “danışman” olarak tanıdı ve açısal moment hakkında bilgi almak
isteyip istemedikleuııı sordu. Anya gönülsüzce kabul etti ve platforma çıktı. Büyük geniş döner
platformun ortasında onu kalçalarından bir emniyet kemeriyle bağladıkları “T” şeklinde bir bölüm
vardı. Gjuestacon görevlisi platformu döndürdü ve Anya’ya kollarım dışa doğru n/ut masını söyledi.
Platform yavaşladı. Kollarım bedenine doğru çektiğinde, platform daha hızlı dönüyordu. Bir görünüp
bir yok olan yüzünden anladığı kadarıyla Vaughan onun yüzünün dönerken aldığı şekle gülüyordu.
“Ihız patencileri gibi dön” diye onu teşvik ediyordu.
Geçici olarak bacaklarını balerinlerin arabesk konumu dedikleri şekilde tuttu ve kollarını da
tamamen açtı. Görevli platformu hızla çevirdi. Anya bacaklarını yanaştırmadan ve kollarını göğsüne
çekmeden önce biraz bekledi. Bunu yaptığında ise platform her zamankinden daha hızlı döndü.
Bundan pek hoşlanmamıştı. “Durdurabilir misiniz?” diye sordu, beklediğinden daha ince bir ses
çıkararak.
“Kollarınızı ve bacaklarınızı yine dışarı doğru tutun, yavaşlayacaksınız” dedi danışman. Bu sırada
gezinen bir grup insanın, kedilerin neden hep dört ayak üzerine düştükleriyle ilgili sorusuna yanıt
veriyordu. Hareket nedeniyle Anya’nın başı dönmüştü. Vaughan
aşağıya inmesine yardım etmeden önce onu alkışladı. “Her anında kendini kontrol ediyordun.
Kontrolü hiç elden bı rakmadın.”
“Ne olursa olsun bu bir avunç olamaz. şimdi sıra sende.” “Bu imkânsız. Beni sinemada bile
görsem araba tutar. Haydi,
başka bir şey deneyelim.”
ikili mıknatıslara yöneldiler ve soma bir siber şehri inceleme den önce, bir deprem eşbenzetimini
izlediler. iki saat sonra,
Anya
uzun zamandır bu kadar çok eğlenmediğini düşünüyordu. Yaşamı nın büyük bir bölümünü bilimi
çok ciddiye alarak geçirmişti ve bi
limin aynı zamanda ne kadar eğlenceli olabileceğim unutmuştu.
“Kahve?” diye öneride bulundu Anya.
Aşağı kattaki kafeden kahvelerini alarak gölün kusursuz man zarasını izleyebilecekleri dışarıdaki
bir masaya oturdular.
Anya güneşin tenini ısıttığım hissediyordu.
Vaughan ilk olarak güneş hakkında aynı şeyi düşünüyormuş gi HH
bi gözleri kapalı olarak oturdu. Anya gözlerinin eli alındaki gülüm semekten oluşmuş çizgileri
inceledi ve böylesi basil, şeylerden zevk alan birinin yanında olmanın ne kadar keyif verici olduğunu
fark etti. Adamın sarıya çalan kahverengi polo yakalı kazağı pahalı bir şeye benziyordu. Yanında
taşıdığı yünlü ceketi de öyle. Ancak kendini beğenmiş ya da bencil birine
benzemiyordu. Anya adamın neden hiçbir zaman evlenmediğini merak etti. ilk olarak Vaughan
konuştu: “Sen aslen Canberra’n mısın?”
“Hayır. Neden sordun?”
“Profil çıkarmak yaptığım işin bir parçası. insanların nereli olduklarını, ailenin kaçmcı çocuğu
olduklarını, ne iş yaptıklarını tahmin etmeye çalışırım.”
“Peki. Söyle bakalım ben nereliyim?”
“Söylemesi zor, çünkü sabah giydiğin giysiler ben şehirliyim diye bağırıyordu, ancak sende
kasabalı bir insanın havası da var.”
Kasabalı havası? Kasabalı zevksizliği mi demek istedi acaba, diye düşündü, Anya. Birden
kendini hakarete uğramış gibi hissetmişti.
“Bu saf ve suçsuz olmandan kaynaklanıyor sanırım. Seni incit iğimi söyleme sakın.”
Anya bir daha düşündüğünde belki de adamın haklı olduğunu anladı. “Çocukluğum
Tasmanya’da, Launceston şehrinde geçti. Newcastle ve Sydney’de okula gittim. Üç yıl Londra’da
kaldım ve sonra da Sydney’e geri döndüm. Saflıkla ne demek istediğini tam olarak anlamış değilim.”
“Belki de ‘saflık’ doğru kelime değil. Launceston ve
Newcastle, ikisi de büyük şehirler, ancak ikisinde de kırsal bir hava yok değil. Büyük şehirlerden
olan insanlar genellikle kibirli olmaya varabilecek şekilde kendilerine daha çok güvenen ve
soğukkanlı kişüer olurlar.”
Anya dudaklarını yediğini fark etti. Anlaşılan o ki şu ana kadar eşsiz bir izlenim bırakmıştı.
“Dan bizi ilk tanıştırdığında, ne iş yaptığını talimin etmeye ça lıştım. şüphesiz tıpla ilgili bir iş
yapıyordun. Bir anestezi uzmanı için ayrıntılara fazla düşkün, bir cerrah içinse fazla kibar.
Belki de bir hematoloji uzmanı olmalı? Düşündüklerim bunlardı. Ve sonra tabu Dan, ük davada
senin işini açıkladı.”
“Çok da uzak tahminlerde bulunmamışsm ve hatta bu şimdiki fcılıminlerin için de geçerli.” Anya
ılık kahvesinden bir yudum aldı.
“Bense şimdi seni yalnızca, insanların ilkönce kendilerini güvende hissetmelerini sağlayıp sonra
da beyinlerini okuyan bir psikiyatr
Olarak görüyorum.” Anya farkında olmadan kollarını birbirine kanı.ı urdu. “.şu an işimi
yapmıyorum. Tahmin etmenin çekiciliğine kapıldım Hepsi bu. Üzerine geldiğimi düşündürdüysem
özür dilerim.”
Anya kollarının farkına vardı ve onları indirdi. Birden
doğal olmayan bir şekilde bu tahmin oyunundan hoşlandılar. Anya ellerini kot pantolonunun
ceplerine soktu. “Dediğin mantıklı. Herkesin birbirini tanıdığı bir şehirde
büyüdüm. Annem yıllarca oradaki ıek kadın pratisyen doktordu ve babam en tanınmış hukuk damsa
tanlarından biriydi.”
“Tahminimce sen kardeşlerinin arasında yaşça en büyük olandın ve bir ya da iki kardeşin vardı.
Önemli işler başaranlar genellikle evlerinde bir yarışma ortamı olup da kanıtlayacak bir şeyi
bulunanlardır. Nasıl gidiyorum?”
“Yaklaştın, iki kardeşim var. Aslında vardı.”
Anya göle doğru baktı ve restoran olarak da çalışan bir gezinti teknesinin geçişini izledi.
Güvertede şarkılı danslı bir eğlence devam ediyordu. Vaughan sessizce bekledi. Birçok insan birinin
öldüğünü
duyduğunda rahatsız olur ve hızla konuyu değiştirirdi. Vaughan ise Anya kendini nasıl iyi
hissedecekse o şekilde konuşsun diye bekler gibiydi. Kelimeler Anya’nm ağzından dökülmeye
başladı:
“Babam her zaman bir şeylerin savunucusu olmuştur.
şiddete karşı bir kampanya başlattı. Yaşamının yarısını hapishanelerde ve okullarda insanlara
yaptıklarının sorumluluğunu almayı öğretmek için harcıyor.”
Vaughan kafasıyla onayladı. “Güç olaylar yaşayanlara
danışmanlık yaptığım zamanlar rastladığım birine benziyor. Bu adam hayret verici biriydi,
suçlular ve onların kurbanları arasında görüşmeler düzenleyerek çığır açan bir olayı
gerçekleştiriyordu. ‘Yeter Artık’ diye bir örgütten Richard Reynolds mı, Bob Reynolds mı? Adı öyle
bir şeydi.”
Anya kafasıyla onayladı. “Bob Reynolds.” “Ah, adamı tanıyor musun?”
“Öyle de denebilir” dedi ve sessizce ekledi: “Kendisi babam olur.”
Gezinti teknesi dönerek gözden kaybolmadan önce neşeli kah kahalar duyuldu.
“O inanılmaz derecede güçlü bir insan ve onun bir konuda ça resiz kaldığını görmek kesinlikle
mümkün değil” dedi Vaughan.
Masanın üzerine sanal bir daire çizerek ekledi:
“Mahkemede ta
nıklık yapmak seni neden ini kadar endişelendiriyor?” Bu adanı da konuya girmek için hiç zaman
kaybetmiyor, diye düşündü Anya. “ilginin odağında olmaktan hoşlanmıyorum.”
“Dan Brody’nin dediğine göre senin işinde senin deneyimine sahip başka biri yokmuş. O senin
oldukça önemli bir kazanç ol duğunu düşünüyor.”
Anya’nın yine utandığı görülüyordu ve Vaughan da bunu fark etmiş gibiydi.
“Demek istediğim, Deab’ler konusunda bu yüzden sana başvurduğunu kendisi söyledi. Bana aile
içi şiddet suçu işleyen kişiler hakkında sorular sordu. Ben de bu gidişle yeniden birlikte çaA lışmaya
başlayacağız diye düşündüm.” Anya bu konuşmadan adamın ona kur yaptığını düşünebilirdi. Tam o
anda yeni yeni yürümeye başlamış bir çocuk
koşturarak yanlarından geçti ve beton zemine kötü bir şekilde düştü.
Anya hızla yere doğru uzandı ve çocuğa yardım etti. “Bir şey olmadı, tatlım. Hafifçe düştün, o
kadar.” Anya eliyle ufaklığın giysilerinin tozunu silkelerken, “Annen nerede?” diye sordu.
Çocuğun annesi kucağında bebeği ve elinden tuttuğu daha
büyük çocuğuyla kafeden dışarı koşturarak çıktı. Annesini gören çocuk ağlamayı kesti.
Kadm çocuğu için özür diledi ve koştuğu için onu azarlamaya başladı.
Anya saatine baktı. Akşam yemeğinden önce Ben’i aramak istiyordu. “Dönsek iyi olacak. Eğer
yann ayakta kalmak istiyorsam bu gece erken uyumalıyım.”
Vaughan, Anya’nın dirseğine dokunarak, “Her deneyimin ama cı kişiye destek olmaktır, ona acı
çektirmek değil” dedi.
Anya bir an için neredeyse ona inanacak gibi oldu.
13
Sözde mahkeme bir sonraki sabah saat sekiz otuzda kurulmuştu. Her katılımcıya içinde bir dava
senaryosu ve kendi uzmanlık alanlarına ilişkin bilgi bulunan bir zarf verildi. Anya listede sondan
ikinci sıradaydı. Diğerleri açık büfe kahvaltılarını yaparlarken, o beta bloker ilacı suya karıştırarak
içti. Kontrol altında tutulması gereken yüksek tansiyonu olmamasına rağmen ilaç, hızlı kalp atışlarını
ve solumayı yavaşlatmaya, istemsiz sinirsel titremeleri önlemeye yarıyordu. Bu da onun stresli
ortamlarda daha iyi bir şekilde düşünmesini sağlıyordu.
Kırmızı gömleği, siyah ceketi ve terzi işi pantolonuyla
Anya, avukatların her bir uzman tanığı ızgara yapıp yemesini izledi, içlerinden birçoğunun
görüntülerinin kaydediliyor olmasından rahatsız olup beklenenden daha kötü performans
gösterdiklerinden
emindi. Üç avukat ve bir psikiyatrdan oluşan yargıçlar topluluğu, tanığın kendine fazla ya da az
güven duymasına fazlaca önem veriyordu.
Kadın katılımcıları sorgularken, avukatlar cinsiyet
ayrımcılığı kokan söylemler kullandılar ve onların otoritelerini sarsmaya yönelik somlar sorarak,
uzmanlık alanları dışındaki konularda görüş bildirmelerini sağlamaya çalıştılar. Sahte tanıkları
dinlerken Anya kendisinin daha iyi hazırlandığını düşündü. Ancak yine de giderek daha çok
endişelenmeye başlamıştı. Tanık iskemlesi olarak kullanılan sandalyeye oturdu ve dik bir şekilde
durmaya çok dikkat etti. Vaughan dava senaryosuyla ilgili genel bir bilgi verdi. Bir
içki dükkânının sahibi pazar gecesi saat on otuzda bıçak zoruyla soyulduğunu polisi arayarak
bildiriyor, ifadesine göre dükkândan bir ses geldiğini duyduğunda tam da arka taraftaki bürosunda
dösemenin altında bulunan kasaya hafta sonu hâsılatını koyıııakfay mış. Ne olduğunu anlamaya
gittiğinde, kar maskeli irikıyım bir adam onu büroya geri dönüp kasayı açması için zorlamış. Dük
kân sahibi, adamın yüzüne bir bıçak dayadığını ve kendisini yere doğru bastırdığını
söylüyor. Buna karşı çıktığında ise, saldırgan kafasını ileri doğru itmiş ve bıçağıyla yanağım
yaralamış. Bundan sonra dükkân sahibi kasayı açmış ve nakit 24 000 dolan vermiş. Hırsızın yeri
belirlenememiş.
ilk avukat yerinden kalktı. “Dr. Crichton’ın elinde dükkân sahibine ve işlendiği iddia edilen suça
ilişkin üç adet fotoğraf bulunuyor. Lütfen birinci fotoğrafta ne gördüğünüzü bize açıklar mısınız?”
“Bu bir adamın sol yanağının fotoğrafı” diye yanıtladı
Anya. “Yanağın ortasından sol kulakmemesine kadar üç dört santimetrelik üç dört adet
düzlemsel, paralel kesik bulunuyor. Kesikler yüzeysel gibi gözüküyor.”
“şimdi, lütfen açık kasanın olduğu fotoğrafa bakıp ne gördüğünüzü bize söyler misiniz?” “Açık
bir kasa ve kasanın ön tarafında on beş santimetre aralıklarla yer alan iki büyük kan damlası
bulunuyor.”
“Bu yaralanmanın olası şeklini bize anlatabilir misiniz?” “Bıçağın yalnızca ten dokusunun
yanlması amacıyla
kullamldığı ve bunlann ciddi yaralanmalann aksine yüzeysel yaralanmalara yol açan tereddüt
yaralan olduğu görülüyor.” “Bize hırsızın hassas biri olduğunu ve kimseyi incitmemeye çalıştığını
mı söylüyorsunuz?”
“Hayır.”
“Olay yeri fotoğraflarına geri dönelim.”
iki dakika geçmeden Anya jürinin gözünden düşmüştü.
Odaklanmah ve sakin kalmalıydı.
“Zemindeki kan izleri. Eğer anlatıldığı gibi kurban, başı ileride yere doğnı çömelmiş
durumdaysa, kan lekelerinin dağılımını nasıl açıklarsınız?”
“Başka bir yaralanma olmadığı düşünülürse, kurbanın yanağındaki yaradan kanlar akarken başını
hareket ettirmiş olmasıyla açıklanabilir.”
“Bıçak zoruyla tutulan bir adamın kafasını hareket ettirmesi olağan bir durum mudur?” “Hayır...
” “Peki, o zaman yanaktaki yara kanıyorsa kasada neden kan yoktu?”
Anya’nın istediği şekilde yamt vennesine izin verilmiyordu.
‘Elimizde olan bilgilerle, bunu söylemek olanaklı değil.”
Vaughan ilmiler bir adını yaklaşarak sorguyu devraldı:
‘Teki, doktor, bize ne, söyleyebilirsiniz?”
“Diyebileceğim şu ki fotoğraflar dükkân sahibinin ifadesiyle uyuşmuyor. Yanağındaki kesikler
neredeyse kesin bir şekilde kişinin kendi kendine yaptığı kesiklerin özelliklerini taşıyan tereddüt
yaraları. Bu kasanın üzerinde ve yakınlarında kan olmamasını açıklayabilir.” “Teşekkürler doktor.”
ikinci avukat yerinden kalktı. “Dr.
Crichton. Size göre, bu bir hileli sigorta talebi mi?”
“Bana verilen bilgilere dayanarak, bu konuda yorum yapmam olanaklı değil. Yaralanmaların
içeriği, nedenleri ve bunların kurban olduğu iddia edilen kişinin verdiği ifadeyle uyuşup
uyuşmadığıyla ilgili düşüncelerimi açıklamak için buradayım.”
“Haydi, bunun gibi birçok dava görmüşsünüzdür. Açık ki bu klasik bir dolandırıcılık davası. Siz
ve ben bunu biliyoruz. Hatta jüri bile bunu biliyor. Bu durumda düşüncenize göre bu dava, dükkân
sahibinin sigorta sistemini kandırmak için uyduruktan bir soygun olayı sahneye koyduğu ve kendi
yüzünü kalıcı bir hasar olmayacak şekilde yaraladığı bildik davalardan biri değil mi?”
Anya oltaya atlamayı reddederek, “Daha önce de söylediğim gibi, dolandırıcılık faaliyetleriyle
ilgili bir yorumda bulunmam mümkün değil. Yalnızca fikir oluşturmak için bana verilen bilgi
üzerinde yorum yapabilirim” dedi.
“Bu durumda tüm eğitiminiz ve uzmanlığınızla, aldığınız
yüksek danışmanlık ücretinizi saymazsak, bize bu soygun olayının, dükkân sahibinin kendi
uydurması olup olmadığını söyleyemiyor musunuz?”
Anya sakin bir şekilde tekrarladı: “Fotoğraftaki yaralar, tip ola
rak kendini yaralama sonucu oluşabilecek yaralarla aynı özellik
te. Söyleyebileceklerimin hepsi bu.” “Teşekkür ederim. Hepsi bu kadardı.”
Değerlendirme bölümüne geçildiğinde Vaughan görüntüyü,
onun parmaklarım birleştirmiş şekilde elleri kucağında tanık is kemlesindeki oturuşunda
dondurarak Anya’nın performansını ve sesindeki sakinliği övdü. Onu kendini beğenmiş gözükmeden
jü riyi etkilemek için gerekli otoriteyi gösterebilen, güvenilir ve içtenlikti davranan bir tanık olarak
tanımladı. Avukatlar onun bir tartışmaya girmekten kaçınmasını ve kendi uzmanlığı dışında bir
konuda yorum yapmamasını övdüler. Anya hem rahatladı hem de gururla karışık kendini
mahcup
hissetti.
Bölümün sonunda teşekkür edip iyi günler dileyemeden Vaug harı oradan ayrılmıştı.
Anya anahtarını resepsiyona bırakırken, üzerinde el yazısıyla ona kendi adı yazılı bir zarf verdiler.
Zarfın içindeki notta şöyle yazıyordu:
Dengeni kaybettiğinde ne kadar hızla ileri atılabildiğini gördün mü? Kendini rahat hissettiğin
konumdan uzaklaştığında neler yapabileceğini kim bilebüir! Hafta sonunu bir başarıya çevirdiğin
için sağ ol. Vaughan.
Arıya bir kere daha yüzünün kızardığını hissetti.
14
Bir sonraki sabah saat dörtte, çağrı aygıtının tiz sesi Anya’yı uyandırdı. Yüreği hoplayarak yana
doğru yuvarlandı ve sesin kaynağı olan aygıtı yatağın yanındaki masada el yordamıyla aradı. iletinin
başındaki bulanık bir şekilde ancak görebildiği kırmızı sayılar, çağrının Kuzey Merkez Hastanesi
cinsel saldırı kurbanları biriminden geldiğini gösteriyordu. Tecavüz kurbanlarını inceleme eğitimi
almış doktor bulunmadığı her durumda geceleyin onu çağırmalarını kabul etmişti. Bu işin eğitimi
için az sayıda doktorun gönüllü olmasını anlıyordu, ancak yine de katılmakta çekimser kalan
doktorlara bu kadar bencil oldukları için gecenin bu saatinde sövüp saymıştı.
Dokunmatik lambayı yakarak aygıttaki numarayı aradığında, olabildiğince kısa zamanda
muayene edilmesi gereken bir kadın kurbanın bulunduğunu bildirdiler. Anya bir çağrı durumunda
giymek için hazır tuttuğu kot pantolon, temiz sutyen ve pamuklu gömleğe ulaştı. Geceyarısına uygun
bu rahat giysileri giydi. Saçlarını elleriyle toplayarak gevşek bir topuz yaptı ve büyük bir tokayla
tutturdu. Hızla aynaya bakarak bir önceki günkü makyajından kalma bulaşmış siyah boyaları sildi.
Ana hastane binasının uzağında, iş terapisi ile beslenme uzmanlığı bölümleri arasında bulunan
birimin kapısına yirmi dakika içinde varmıştı. Kapıyı orta yaşlı, tuhaf görünümlü bir kadın açta.
“Sizi görmek güzel. Belki tam olarak uyanamamıştımz, ben Mary Singer, telefonda
konuştuğunuz kişi.” Kadın, Anya
girdikten sonra kapıyı kapattı ve kilitledi. “içerideki Gloria Havelock. Bir süpermarkette geceleri
paketleme bölümünde çalışan elli beş yaşında bir kadın. Geceyansı işinden çıkmış ve arabasının
kapısını ararken saldırıya uğramış. iki adam bıçak zoruyla onu Lan e Kör fezi parkına götürmüş ve
tecavüz etmiş. Bir hayli kötü durumda. Feci şekilde
dövülmüş” dedi danışman, nerdeyse fısıldayarak. “Kendinden çok genç kızları için endişeli.
Saldırganlar içinde eh liyeti, ev adresi, anahtarları ve kızlarının fotoğrafları bulunan çantasını
almışlar.
Polise gidersen kızlarına da tecavüz ederiz de-mişler.”
Anya, “Kızların yanında biri var mı?” diye sorarken bir yandan da gözlerini ovuşturuyordu.
“Polis hemen eve gitti. Kocası bir yakınlarının cenazesi için ülke dışmdaymış.” Anya, Gloria
Havelock’r şimdiden gözünde canlandırabiliyordu. Yaşamında ailesi ön planda olan, aüe bütçesine
katkıda bulunmak için geceleri bile çalışan, orta yaşlı bir kadın. “Yaraları incelendi mi?”
“Kafasındaki ve yüzündeki yaralara dikiş atıldı. Beyin
tomografisi temiz çıktı. Kadının büyük bir mücadele verdiği bakışlarından belli.”
“Ağrı kesici verildi mi?” “Yalnızca lokal anestezi yapıldı.” “Ağızdan bir şey verdinizmi?”
“Talimatlara uygun olarak hiçbir şey verilmedi.”
“Teşekkür ederim. izin belgesiyle başlayalım. Bu arada, onu kim buldu?”
“Fullers Yolu’na kadar sürünmüş ve önüne çıkan ilk evin kapısını çalmış. Orada oturan yaşlı çift
korkup kapıyı açamamış, ancak polisi aramışlar. Onu acile devriye arabasr getirmiş.” Anya kanrtlan
korumanın gereğini anlayan deneyimli bir danışmanla karşılaşmış olduğu için rahatlamıştı. Çılgına
dönmüş oları kurbana iyi niyetle içirilmiş bir bardak çay, uzun vadede yarardan çok zarar verirdi.
Oral bir ilişkiye zorlandıysa, kurbanın bir yudum su içmesi bile
mahkûmiyet ile beraat arasındaki farkı belirleyecek olan çok önemli kanıtlan yok edebüirdi. Bu işle
uğraşan herkesin Gloria’nın bedeninin olay yerinin bir parçası olduğunu bilmesi gerekiyordu.
Durumun böyle ele alınması kadının polis soruşturması için şikâyetçi olmaya karar vermesi ihtimali
nedeniyle bir zorunluluktu. Zorlu görevin birleştirdiği iki kadrn odaya girdi. Mary drş dün yayla
aralarındaki tek kapryı da kilitledi. “Gloria, bu sana sözünü ettiğim Dr. Crichton.” “Yalnızca Arıya
demeniz yeterli.”
Kadın üzerinde lıa.slaııe giysisi, battaniyeye saııımnş vaziyette, mavi bir kolluğa oturmuştu.
Anya’ya doğru baktığında kadının
•Umunda, alnında ve çenesinde zikzak şeklindeki dikişler
görülüyordu. Bunlar yalnızca ilk bakışta göze çarpanlardı. Diğer zamanlarda kadın yüzü yere
dönük ve kamburunu çıkarmış şekilde ı >t uruyordu. Kafasının üst tarafındaki koyu kıvırcık saçları
kandan matlaşmıştı.
Gloria, Anya’nın ingiltere’de de gördüğü birçok cinsel saldın kurbanının tipik davranışlanm
gösteriyordu. Anya’nın bu birime daha önce yalnızca bir kez çağnlmış olmasına rağmen, bildiği bir
tok şey vardı: inanç ya da yaş fark etmeksizin kadınlar, tecavüz olayının akıl almaz şiddetine
birbirine benzer şekilde tepki veriyordu.
Anya yavaşça hareket etti ve kadının koluna dokundu.
“Titriyorsun. Bir tane daha battaniye ister misin?” Mary gelecek yanıtı beklemeden dolaptan
polar bir battaniye alarak Gloria’nın kucağına yerleştirdi.
“Teşekkür ederim” diye mınldandı kadın. Anya kahve masasının karşı tarafındaki iki koltuktan
birine oturdu. Mary Singer da diğerine yerleşmişti.
“iki nedenle burada bulunuyorum” diyerek söze başladı Anya. “ilk ve en önemli neden sana
bakmak, senin iyi ve güvende olduğundan emin olmak. ikincisi ise adli olarak seni incelemek. Bu
ikincisi, ancak sen izin verirsen olabilecek bir şey. Bu, sana bunu yapan adamlardan senin bedenine
kanıt oluşturabilecek
herhangi bir madde geçip geçmediğim araştırmak anlamına geliyor. Eğer polis soruşturması olmasını
istiyorsan bu inceleme gerekli. Davacı olmak konusunda şu anda karar vermek zorunda değilsin,
ancak üzerindeki kanıtlann yok olmasını önlemek için bu incelemenin en kısa zamanda yapılması
gerekiyor. Araştırdığımız şeylerden biri
de DNA kalıntılan ki bunlar saldırganın genetik olarak parmak izleri gibidir. Eğer onlarla
mücadele ettiysen, sal-dırganlar dillerini kullandılarsa, seni ısırdılarsa, cinsel açıdan boşaldılarsa ya
da kanlan akıp sana bulaştıysa DNA kahntılanm belirlemek mümkün olabilir. Saçtan bile DNA
almak mümkün oluyor.” Gloria kafasını kaldırdığında Anya kadının koyu kahverengi gözlerindeki
yaralanmış ve acınası ifadeyi gördü.
“Gloria, öyle görünmüyor olabilir, ancak şu an birçok seçeneğin var. Fiziksel muayene içeren ya
da içermeyen tıbbi danışmanlık ve tedavi hizmeti alabileceğin gibi istediğin durumda bunlara ek ola
tak lam bir adil fiziksel İnceleme de yaptırabilirsin. Ben senin iznin olmadan hiçbir şey
yapamam ve bu yüzden her seçeneğin içeriğim sana anlatacağım. Eğer izin verirsen, devam ederiz.
Ayrıca verdiğin her izni istediğin her aşamada geri alma hakkın da var.”
Gloria, Anya’ya dikkatle baktı.
“Durmanı istersem ne olur?”
“Dururum. Bunu sen belirlersin, incelememe izin verdiğinde, benim aldığım örneklerin ve
bilginin doğrudan polise gitmeyeceğini bilmen de önemli. Onları polise senin yazılı iznin olmadıkça
veremem, ancak karar vermeden önce kararın iki yönünün de neyi içerdiğini bilmen ve anlaman
gerekir.”
Kadın olumsuz şekilde kafasını iki yana salladı.
“Kızlarımın olanları duymasını istemiyorum.”
“Peki. Hiç acelemiz yok. Hemen şu anda karar vermek zorunda değilsin. Çoğu insan bu konuyu
düşünmek için zamana gereksinim duyar. Bu durumda şimdi istersen incelemeden söz edeyim.
inceleme neyi içeriyor ve örneklerin anlamı ne.”
Kadın bir an fikir değiştirerek onaylar şekilde kafasını salladı ve yeniden battaniyeye bakarak,
“Ne gerekiyorsa yap” dedi.
Anya Cinsel Saldırı Kurbanları İnceleme Seti’nin ikinci sayfasını açtı. Bir kalem alarak
Gloria’nm yanma geçti, kitapçığı ve ilk izin formunun içeriğini anlattı.
“Her an durabileceğini hatırlatırım. Bununla yalnızca
incelemenin yapılmasına izin veriyorsun. Bu izin örneklerin ya da bilginin polise verilmesini
içermiyor. Ancak eğer sen davacı olursan mahkemeye sunulacak olan bir bilgi bu. Hastane
kayıtlarından ayrı bir evrak ve burada cinsel saldın kurbanlan biriminde kalıyor. Birilerinin bunu
görmesinin tek yolu mahkemenin resmi olarak istemesi ve bu da ancak sen davacı olup polise ifade
verirsen olabüecek bir şey.
Davacı olmaya karar verirsen arka tarafta bir başka form daha var. O form yasal bir evrak ve
görgü tanıklanyla imzalanması gerekiyor. Ancak bu daha soma da imzalanabiliyor. Anlattığım her
şeyi anladın mı?”
“Evet, çok açık anlattın” dedi Gloria. ilk izin formunu okudu ve imzaladı.
Anya sessizce kitapçığa yüzdeki belirgin çürük izlerini ve yaralanmalan kaydetti. Kuruması için
dolabın üzerine konmuş arkası
su geçirmeyen çarşafa bir an baktı. Bu olaylarda iç çamaşın iyi bir kanıt niteliğindeydi, ancak
eğer saldırganlar bunu aldılarsa,
saldın sonrası kadının kanının aktığı çarşaf ikinci önemli kanıt kaynağıydı.
“Tıbbi geçmişiniz ve ı»u akşam ne olduğuyla ilgili bazı sorular sormak zorundayım. Sorulardan
bazıları da jinekolojik geçmişinizle ilgili. Âdetleriniz devam ediyor mu?”
“iki yıldan beridir görmüyorum, mm.” Gloria sessizce konuşuyorken aniden ayağa fırlayarak,
“Ortalığa kan bulaştırmak is-leıııem” dedi.
“Endişelenme” dedi Mary. “Altındaki tersi mavi olan çarşaf su geçirmez. Çok yakında sana duş
yaptırıp yeni giysiler verebileceğiz. Bu tip durumlar için burada her şeyimiz var.”
Gloria yeniden oturdu ve ezik duruşunu korudu. Anya, en zor bölüm olduğunu bildiği saldın
ayrıntılanyla ilgili konuşmaya girişmeden önce talimatları izleyerek jenital bölgeyle ilintili bir
ameliyat geçirip geçirmediğini ve bu bölgeyle ilgili sağlık sorunları yaşayıp yaşamadığını sordu.
Boğazında bir bıçak dayayarak arabasını parka doğru
sürdürdükten sonra, Gloria’yı parkın içine sürüklemişlerdi. Tanımadığı bu adamlar ona orada
saldırmışlardı. Adamlardan biri kollarıyla kafasını yere bastınrken diğeri giysilerini bıçakla keserek
onu soymuştu. Adam ilkönce parmaklarını, daha soma da penisini kadınlık organına sokarak ona
tecavüz etmişti. Bunu diğeri takip etmişti. Tecavüzün ne kadar zaman sürdüğü konusunda bir fikri
yoktu, ancak onu dövmeden önce, ev anahtarlannı göstererek ve kızlarına da tecavüz edeceklerine
yemin ederek altı kere zorla ilişkiye girmişlerdi. Polise gitmemesi için de onu ölümle tehdit
etmişlerdi. Birçok tecavüz suçlusunun yaptığı gibi onu takip edip canını alacaklannı söylemişlerdi ve
birçok kurban gibi o da adamlara inanmıştı. Anya kayıt tutarken Gloria’nın kelimelerini olduğu gibi
yazmamaya dikkat etmiş, olayı başka kelimelerle anlatmıştı. Deneyimlerinden öğremnişti ki
savunma avukattan onun kaydettiği ifadeyi, kurbanın polisteki ifadesiyle uyuşmazlık olması
durumda, kurban hakkında şüphe yaratmak için kullanabiliyordu.
Bu kadar acımasız bir saldın sonrasında oluşan vajinal kana ma Anya’yı düşündürüyordu.
Gloria’nın iyiliği için bunun kayna ğını ve verilen zararı belirlemeliydi.
“Kanamanın nereden geldiğini ve yaranın durumunun ne kadar kötü olduğunu bilmek istiyorum.
Bu gibi saldırılarda bazen idrar
torbası ve bağırsak sorunlan yaşanır. Bunlar hızlı bir şekilde sap tanmaz ve çaresine bakılmazsa
tıbbi acil durumlar yaşanabilir.”
“Fiziksel inceleme yapmanız için izin vereceğim ama daha baş ka olayla ilgili adli somya yanıt
vermek istemiyorum.”
“(Inemll değil. Memen .şu anda karar vermek /.orunda değilsin. Davacı olmakla ilgili kararını
birkaç gün sonra verebilirsin.”
Mary, Gloria’ya kalkması ve bitişik odaya geçmesi için yardımcı oldu. Bir hasta muayene yatağı,
çeşitli bedenlerde giysilerle dolu bir dolap, bir duş ve küçük mobilyalarıyla oda bir hastane
odasından çok bir otel odasına benziyordu. Mary ve Anya fiziksel incelemenin saldırının bir devamı
gibi hissedilmemesi için yapılabilecek her şeyi yaptılar.
Anya eldivenlerini giydi. Setin devamım açtı ve örnek
tüplerini dizdi. ilk olarak yalnızca Gloria’nın kafasını inceledi. Anya bir kerede yalnızca belirli
tek bir bölgeyi inceliyor ve diğer yerleri örtülü tutmaya özen gösteriyordu. Her bir çürük, çizik ve
işareti kelimelerle eksiksiz olarak yazmış, kitapçıktaki bir beden resmi üzerinde belirlemişti.
Saçından aldığı çimen kalmtüannı, saldırı yerindekilerle karşılaştırılabilmesi için bir araya getirdi.
Gloria’nın tırnak aralarında bir parça kan ve kir bulunuyordu. Aşağı doğru bastırılarak yerdeki
toz ve toprağa bulanması, saldırganlara direnç göstermiş olmasıyla tutarlı olarak iki bileğinde kırmızı
ve siyah izler vardı.
“Bunu sana yapmış adamların en azından birinden bazı örnekler alabilmiş gibi gözüküyoruz”
dedi Anya.
Mary etkilenmiş bir ses tonuyla Goria’ya, “Yaptığın akıllıca bir şey. Bu aynı zamanda sıkı
şekilde mücadele ettiğini de gösteriyor” dedi.
Gloria övgüden etkilenmemiş göıünüyordu.
“Tırnak aralarından örnek alabüir miyim? Tırnaklarını kessek olur mu? Oradaki kanıtı elde
etmek için en iyi yol budur. Bunu yaparken, saldırganların DNA’sı ile senin DNA’nı ayırt edebilmek
için senden de biraz kan almak istiyorum.”
Gloria Havelock kafasıyla yeniden onayladı ve söz dinler şekil de iki elini de uzattı.
Kan alınmasının ve tırnakların kesilmesinin ardından jenital
bölgeyi saymazsak inceleme neredeyse sona ermişti. Tecavüz kurbanlarında jenital yara
berelenmelere çoğunlukla
rastlanmadığından ve normal cinsel ilişki yaşayan kadınlarda da aşınmalar olabildiği için
incelemenin bu kısmı oldukça büyük
önem taşıyordu. Bu noktada, Anya’nın aklına hep Londra’nın dış mahallelerinde tecavüz edilerek
öldürülmüş genç bir anne gelirdi.
Aynı bölgedeki diğer iki tecavüz kurbanı kendi yaşadıklarını anlat mak için yaşama
tutunmuşlardı. Kurtulan her iki kadın tarafından teşhis edilen ve cinayetle de suçlanan adamın
mahkemesinde An ya adli patolog olarak tanıklık etmişti. Kanıtların yetersiz bir şekilde toplanmış
olması onu zorlamıştı. Özellikle de incelemenin deneyimsiz pratisyen doktorlar tarafından yapılmış
olması.
Adam suçsuz bulunmuş ve bu olaydan sonra Anya tecavüz kurbanlarının klinik incelemelerinde
hizmet vermeye karar vermişti. Birleşik Krallık’ta, Adli Tıp Doktorları Birliği’nin bir üyesi olarak,
yaşayan kurbanları incelemeye başladığında patolojiden adli doktorluğa geçişi gerçekleşmişti.
Yaralardaki uzmanlığı ise kısa zamanda fiziksel ve cinsel saldırüarda önde gelen otoritelerden biri
olarak anılmasına yol açmıştı. Bir yıl sonra da, onun topladığı kanıtlar aynı adamın tecavüz ve
cinayetten mahkûm edilmesini sağlamıştı. Mary, Gloria’nın kafasına destek olsun diye yatağın arka
tarafını yükseltti. Nazik bir şekilde hastasını yerine yatıran Anya, kadının vulvasından bir
pamuklu çubuğa örnek aldı ve çubuktakini mikroskop camına aktararak camı etiketlenmiş kutuya
yerleştirdi. Vajinayı incelemek için kullanabileceği en küçük spekulumu seçmişti, işini yaparken
süreçteki her bir adımı hastasına anlatıyordu.
“Eğer nefes almayı unutmazsan senin için daha kolay olur” diye hatırlattı Anya,
Gloria’ya. “Birçok insan nefesini tutar ve bütün kasları kasılır. Derin nefes alırsan, bu çok işe yarar.
Bu arada çok rahatsız olursan lütfen bana söyle. Sen dediğin anda dururum.”
Gloria derin bir nefes aldı. “Ne yapman gerekiyorsa yap.” Mary ona doğru elini uzattı ve Gloria
onun elini tuttu. Vajinanın arka duvarında, Anya iki santimetre uzunluğunda yüzeysel bir yırtığa
rastladı. “Kanamanın
nedenini buldum. Küçük bir yırtık ve oldukça yüzeysel. Bir sorun çıkartma olasılığı yok.
Çoğunlukla bu tip yaralar bir iki gün içinde kendiliklerinden iyileşir.”
Mary ve Gloria aynı anda gülümsedi. Bulgulardan çok, incele me sona erdiği için
rahatlamışlardı.
Anya spekulumu alarak hastasının bacaklarını örtmek için bat taniyeyi aşağı çekti. “Yarın çürük
ve incinmeler ağrıyacaktır. Sa na ağnkesici verip iş için de rapor yazabilirim. Her olasılığa kar
şı yarın buraya gelip yırtığı kontrol ettirmeni istiyorum.” “Her durumda nasıl olduğunu ben de
görmek isterim zaten”
dedi Mary, yumuşak bir şekilde. “Ailene ne diyeceğini düşündün mü?”
“Gasp edildiğimi söyleyeceğim. Bu kadarını bilmeleri yeter.”
Hurdası çıkmış haldeki kadın ayağa kalktı. Olaydan sonra ilk kez
sesi çatallaştl ve gözlerinden yaşlar boşandı. “Lütfen bu. Lütfen gerçekte ne olduğunu onlara
söylemeyeceğinize söz verin.”
“Senin kararlarına saygı duyuyoruz Gloria Aynı zamanda hasta malıremiyetini korumak için de
buna mecburuz” diyerek onun endişelerini gidermeye çalıştı Anya. “Peki şimdi bir duşa ne dersin?”
Gloria duş alırken yardımcı olmalarını istemedi, saçlarını ve bedenini kendi kendine ovalayarak
yıkadı. Yarım saat içinde, temizlenmiş; yeni bir sutyen, iç çamaşırı, siyah bir eşofman giymişti.
Siyah eşofman tecavüz kurbanlarının en çok seçtikleri giysiydi ve evlerine döndüklerinde kaçınılmaz
şekilde çöpü boylardı. Çoğu yarası görünmüyordu, ancak yüzü için yapabilecekleri çok az şey vardı.
“Hâlâ örneklerin polise gitmesine karar vermek için en az kırk sekiz saatin var. Biraz dinlendikten
sonra Mary’yle bu konuda yeniden konuşursunuz. Aynı zamanda birkaç hafta sonra olası
enfeksiyonları önlemek için yeniden kontrole gelmelisin. şimdiden bir enfeksiyonun belirlenmesi
olanaksız. Bu yüzden bunun testini bugün yapmıyoruz.” Anya, Fatma Deab’deki herpesi düşündü ve
içinden bu zavallı kadının kocasına herpes ya da başka bir cinsel hastalığı nereden kaptığını
açıklamak zorunda kalarak ek bir korku yaşamamasını diledi.
“Bir zaman belirleyebiliriz. Senin için de uygunsa gün
içinde seni yeniden ararım” dedi Mary. Gloria, Anya’nın elini sıkıca ellerinin arasında tuttu.
“Yaptıkların için sağ ol.
Bunları görmek zorunda kaldığın için üzgünüm.” “Gloria, sana bakmak benim işim.” Kadın elini
bıraktı ve arkasına son bir kez bakmadan önce kapıya doğru bir adım yaklaştı.
Anya kalasını eğdi ve kadının tüm acısını yok edebilecek olmayı düedi. Acı, kayıplardan biriydi.
Büyük bir kayıp. Kadının yüzünde annesinin yüzünde son otuz yıldır gördüğüne benzer bir bakış
vardı.
Mary kapının kilidini açtı ve Gloria’yı bekleme odasına aldı. Anya kitapçığa son notlarını
yazmaya devam etti.
Bitirince etiketli örnekleri ve kitapçığı mühürlü CSA setinin
içine yerleştirdi. Son olarak kanıtlan adli tıp soğutucusunda güvene aldıktan sonra, kayıt defterine
tarihi, zamanı ve Gloria’nın adını yazdı.
Tam bitirmişti ki Mary döndü. “Sanırım iyi anlaştık Anya.
Bu gördüğüm en müşfik ve en derinlemesine incelemeydi. Davacı ol sun ya da olmasın, ona
gösterdiğin anlayış Gloria’nın iyileşmesin de önemli bir etken olacaktır.”
Anya belli belirsiz bir .şekilde gülümsedi ve sandalyeye geri yaslanıp sırtını esnetti. “Umalım ki
davacı olsun. Bu iki adam yalnızca bir kişiye tecavüz etmezler.” Anya, gözlerini ovaladı. “Bu kadar
şiddet kullanan birileri için birini öldürmek işten bile değildi.”
“Öyle olabilir, ancak Gloria bundan sorumlu tutulamaz. Onun kendisi için iyi olanı yapması
gerekir.”
Anya işin bu kısmını sinir bozucu buluyordu. Bu suçu bir kez işlemiş her adamın aslında bir seri
tecavüzcü olduğuna inanıyordu. Bu adamların hiçbiri yalnızca bir kez tecavüz etmiyordu. Bu bir
davranış şeklinin parçasıydı; tekil bir olay ya da akıl hastalığı değil. Daha çok kadm davacı olursa,
polisin elinde bu suçu işleyenlere karşı daha güçlü kanıtlar bulunacaktı. Böylelikle tecavüz suçluları,
kurbanlarının psikolojik destek alma sürelerinden ve tıbbi tedavilerinden daha kısa süren cezalara
çarptırılmıyor olacaktı. “Gloria’nın diğer kurbanlar için sorumlu tutulamayacağını biliyorum. Ancak
davacı olmamaya karar verdiğinde ya en az onun acı çektiği kadar başka birçok kadın da acı
çekecekse?”
Mary elini kaim telli saçlarından geçirdi. “Ne kadar kabul
etmesi zor olursa olsun, Gloria’ya bakmalı ve onun için iyi olanı yapmalıyız; toplum için ya da
diğer kadınlar için iyi olanı değil. Bizim işimiz bu.”
Anya sessizce kafasıyla onayladı.
Geçen zaman sorgulama süreci eklendiğinde beş saati bulmuştu. Dışarı çıktıklarında dünya
uyanmıştı. Hastane görevlileri bir binadan diğerine seğirtirken, ziyaretçiler çimenlik alanlarda
otururken ve öğrenciler bir sürü kitaptan oluşan yüklerini sırt çantalarında taşıyorlarken karanlığın
getirdiği birçok korkunun farkında bile değillerdi.
“Bu sabah nereye kaybolduğunu merak ettim. Geldiğimden beri telefonlar susmadı” dedi Elaine,
Anya mutfak masasına çantasını bırakırken. “Bir yere çağrıldığını düşündüm.”
“Arayan Sperm Adam’sa duymak bile istemiyorum.”
“Hayır! Ciddi -iş- aramaları geldi! Barker davasında edindiğin şöhret paha biçilmez.” Elindeki
küçük kâğıtlara
yazılmış notlardan okuyarak, “Üç avukat davalarında senin tanıklığını istiyorlar: birincisi bir
saldın davası, diğeri bir çocuğa yapılan cinsel taciz davası ve sonuncusu da bir cinayet davası. Ve
Hukuki Yardım Bürosu’ndan Sabina Pryor aradı. Arayanlardan biri de bir tecavüz davasıyla ilgili
olarak bir gazeteciydi. Ve Anoub Deab iki kez aradı. Çok ısrarcı gözüküyordu” dedi.
Arıya masasına olurdu ve gözlerini ovaladı. “Aslına bakarsan telefonda çok kaba konuştuğunu
söylemeli yim” diye devam etti sekreter. “Bana bir çeşit
uşakmışım gibi dav randı. Ona, kendisine rapor tamamlandığında haber vereceğimizi söyledim,
ancak o bir daha aradı. Her neyse, biraz uyumak istersen kalan kısmı bekleyebilir.” Elaine en son
yazılı notu da patronuna uzattı. “Dan Brody dışında Seninle bugün saat beşte kendi bürosunda
görüşmek istiyor. şaşrrtrcı şey. işler en sonunda iyice açıldı.”
Anya yanıt vermedi. Aklı ailesini korumak için yalan söyleyecek olan Gloria’daydı. Elaine
masanm karşı tarafına oturdu. “Zor bir gece daha!” “Öyle de denebilir. Bir cinsel saldırı olayına
çağrıldım.” “Çay ister misin? Başkası yaptığında daha lezzetli gelir.” Anya evinde o an başka birinin
de olmasından tuhaf bir rahatlık hissetti. Elaine’in dolaptan bir kavanoz Earl Grey çayı almasını ve
çaydanlık kaynamadan önce demliği, ısıtmak için musluktan akan sıcak suyla dolduruşunu izledi.
“Bu konuda konuşmanın bir yararı olur mu?”
Anya şöyle bir iç çekti. “Bir bakıyorsun kadının yaşamı iyi. Çalışıyor, çocuklarına bakıyor, her
zaman yaptığı şeyleri her zaman yaptığı şekilde kimseye bir zararı dokunmadan yapıyor. Büyük
olasılıkla yaşamında kimseye bir zararı olmarmştrr. Sonra beklenmedik bir anda iki psikopat tecavüz
etmek, dövmek ve ölüme terk etmek için onu seçiyorlar. Cüzdanını gasp ediyorlar. Böylelikle
anahtarlarına, banka hesap bilgilerine ve çocuklarının fotoğraflarına ulaşıyorlar. Nerede yaşadığrm
öğreniyorlar ve onu bırakırken son sözleri anahtarlarla evine girerek uyuyan çocuklarına nasıl
tecavüz edecekleri oluyor. şu andan başlayarak, ne zaman geri geleceklerini düşünerek her gün ve
her gece duygusal açıdan hayatı bir işkence olacaktır. Bu kaçlının yalnızca bedenine değil bütün
hayatına da tecavüz ettiler.”
Elaine demliği boşalttı ve üç kaşık çay koydu.
“Kötü insanları kötülük yapmaktan alıkoyamazsın.”
“Acıyı azaltmak, eleğin deliklerini kâğıtla tıkamak gibi bir şey.”
“Çok önemli bir şey yapıyorsun. Bir saldırıdan sonra kadınlara güç verip destek olmanın onların
toparlanması açısından ne ka dar önemli olduğunu kendin söylemiştin.” Elaine demliği kaynar
suyla doldurdu ve masadaki nihalenin üzerine yerleştirdi. “Yalnızca tek bir kurban var, ancak suç
nedeniyle çok fazla in
san acı çekiyor.” Anya büyükannesinin yaptığı gibi
demliği üç kez yuvarlak bir hareketle salladı. “Aile, arkadaşlar, hemen hemen kurbanla ilişkili
herkes. Hiç kimse doktorunun sırtına hafifçe vurarak, ‘Oh! Mahrem yerlerimde çok iyi bir inceleme
yaptın’ deme/.. Ancak kötü bir şekilde yapılırsa, tepki de yaratabilir. Yalnız
! simir testi için konuşabilirim, ancak kötü yapıldığında hasta, kendisini, orasında bir vinç
gezinmiş gibi hisseder.” Anya demliğin üzerindeki desene dalgın dalgın bakarak, “Zavallı kadın
neredeyse şimdi.” demişken devamım söyleyemeyerek sustu.
Elaine geniş omuzlarına oranla dar gömleğinin
düğmeleriyle oynayarak, “Hepimizin gideceği yer belli sonuç
olarak. Neyse kadın iyileşecek mi?” diye sordu. “Fiziksel olarak yaralan iyileşecek.”
“Sen elinden geleni yaptın. Tann biliyor ki ben senin
yaptığını yapamazdım. Bu olayda eğer iyi bir şey varsa o da senin gibi deneyimli birinin
incelemeyi yapmış olması.” Elaine derin bir nefes aldı ve çayı doldurdu. “Dinlenmeye ve uzun, sıcak
bir duşa ihtiyacın var. Gazeteci yeniden ararsa, bütün gün mahkemede olacağını söylerim. Belki sana
zaman kazandırmak için sorulannı e-postayla yollarlar. Avukatlar da bilgileri resmi bir mektupla
gönderebilir. Bu durumda bugüne yalnızca Dan Brody’yle görüşme kalır.”
“Öğleden sonraya bir şeyim kalmaz. Bana birkaç saat
müsaade et, ondan sonra aşağıda olurum.” Anya bardağını alarak koridora çıktı. “Ve asla bir
gazete söyleşisi yapmak istemiyorum. Asla.”
Elaine onu merdivenlerde durdurarak, “O zavallı kadına
yardım ettiğinden eminim” dedi. “işlenen suçla ruhu kurban edilen birine nasıl yardım edebilirsin
ki?” diye sordu Anya. krmz 15
Dan Brody, Anya’yı bürosunda karşıladı. “Öğleden sonra bu kadar geç bir saatte buraya
çağırdığım için beni bağışla.”
Daha önce karşılaştığı bir hukuk danışmanı da onunla aynı anda büroya girmişti.
“Grant, seni görmek ne güzel. Senin ufaklık nasıl?” diye sordu Brody. ilgi gösterirmiş gibi
yapmakta üzerine yoktu.
Grant Bourne’un çilli yüzündeki her bir nokta gururla aydınlandı. “Dün beşinci ayım doldurdu ve
her şeyi iyi gidiyor.”
“Mükemmel. Dr. Crichton’ı anımsadın mı?”
Anya, Grant Bourne’u anımsıyordu. Adam her an kanserden ölecek gibi gözüküyordu. Kızıl
saçları ve mermer beyazlığmdaki cildiyle, Cilt Kanseri Erken Teşhis Birimi’nin poster idolü
olabilirdi. Alışkanlıkla, kötü huylu olabüecek bir lezyon var mı diye adamın ellerini ve yüzünü
inceledi. Bakışları adamın da dikkatini çekti ve adam rahatsız olarak gırtlağını temizledi.
“Tabii ki anımsıyorum. Merhaba doktor.”
“ikiniz de, lütfen oturun. Cuma akşamı, Muhammed Deab öldürmeye teşebbüs suçundan
tutuklandı. Daha da doğrusu, öldürme amaçlı ağır yaralama suçundan. Olayda tıbbi danışmanlığa
gereksinim duyduğumuz nokta da burası.”
Anya’ya polis ve acil servis raporlannı uzattı. “Muhammed kendince bir hesabı kapatmış.”
Konuşmanın devamını Grant getirdi: “iddia edüen saldırının kurbanı on dokuz yaşında Merrylands
taraflarından Maltalı bir çocuk. George Galea. Çoğunlukla Fatma’nın
işyerinde onu görmeye gidermiş.” Adam okul çantasına benzeyen kahverengi deri çantasını açtı
ve içinden adli dosyayla birlikte bir kutu, çikolata kaplı kurabiye çıkardı.
lirody kurabiyelere bakakaldı. Grant umursarnış gözükmedi ve kurabiyesinden bir ısırık aldı.
Kırıntılar kucağına dökülmüştü. Brody masasındaki bir kutudan bir yığın kâğıt mendil çıkardı ve
Itıasanın diğer ucuna koydu. Hukuk danışmanı mendilleri alarak kağıtların yanma, daha büyük
kırıntılar ile kurabiyenin altına gelocek şekilde yerleştirdi.
“Kğer suçu kabul etmeye karar verirse, iyi halden salınmasını
•ağlayabilmek amacıyla olayın kasıtlı ağır yaralama olduğu şeklinde savunma yapacağım” dedi
Brody. “Büyük olasılıkla daha az bir beza alır. Hafifletici nedenler de var.
Deab, kızıyla cinsel ilişki yaşadığından oldukça emin olduğumuz Galea tarafından uçurumun
kenarına itilmişti. Bu genç, Fatma’nın yaşamım mahvetmiş, ailesinin umutlarını söndürmüş ve torun
hayallerini yok etmişti.”
“Sorun şu ki, bu adamın ilk suçu değil.” Grant, Deab’in itham edildiği, suçlu bulunduğu ve
beraat ettiği tüm suçların ayrıntılı bir listesini uzattı. “Suçlar, alkollü araba kullanma, arabayla aşın
hız suçlanndan başlıyor, çalıntı arabalann parçalanmasına, oradan da saldın ve ağır yaralamaya kadar
varıyor. Tanıklann gelmemesi ya da gelmeleri, ancak birden hafızalannın zayıflaması nedeniyle dört
saldırı suçlaması düşmüş.
iki kez neredeyse ehliyetine el konuluyormuş, ancak her bir aşın hız suçunda karısı arabayı
kullananın kendisi olduğunu belirten yasal bildirimde bulunmuş.”
Anya kafasını salladı. “Başka bir deyişle, adamın ehliyeti yerine karısının ehliyetini iptal
etmişler.” Anya, böyle bir babanm çocuklarına ve özellikle de Anoub’a yaşama dair neler
öğretebileceğim düşündü.
“Polis tutuklamayı özellikle cuma akşam saat dörtte yapmış ve böylece hafta sonu mahkemesini
beklemek zorunda kaldık. Karakolda kefaleti reddetmişler ve mahkemede de kabul ettirme şansımız
olmadı” diye ekledi Grant.
“Saldınnın şiddeti nedeniyle mi?” diye sordu Anya. “Evet ve bir de Galea’nm annesini tehdit
edebilir diye” diye duygusuz bir şekilde yanıtladı Grant.
Brody bildik karakalem karalamalanna başlamıştı.
“Duruşma ne zaman?”
“Dava özeti altı hafta içinde bitirilmek zorunda. Onları zorlamalıyız yoksa yine ayak
direteceklerdir.” Grant dişlerine yapışmış bir kınntıyı yaladı. Adamın ve Brody’nin davranışlan bu
yaşta tırtık değişmezdi. Ancak iş söz konusu olduğunda ikisi birlikte iyi bir ikiliydi.
OH
Brody raflar dolusu kutu çizdi. “Ya tanıklar?”
“Polis tutanağı Muhammedin saldırıya uğrayan gericin evine girerken ve çıkarken görüldüğünü
söylüyor, ancak kimin gördü ğü yazılı değil. Yeniden izlemeye alınmış olabilir.” “Yani bunu
yaparken polis görmüş olabilir mi diyorsun?” diye sordu Anya.
“Hemen bir sonuç çıkarmayalım isterseniz” diye devam etti Grant. “Biri onun bir arkadaşıyla
birlikte eve girdiğini ve beş da kika sonra çıktığını görmüş.”
“Herhangi biri onun çocuğu öldürmekle tehdit ettiğini duymuş mu?” diye sordu Brody, kaşlarrnı
çatarak.
“Anne hâlâ yatıştıncılarm etkisi altında. Polise ne dediğini bilmiyoruz, ancak savcılık darbelerin
şiddetinden saldırıda amacın öldürmek olduğunu iddia edebilir.”
“iş buraya kadar gelirse, saldın konusunda bu kadar deneyinü bulunan Deab gibi birinin çocuğu
öldürmeden nerede duracağını bileceği şeklinde bir karşılık verebiliriz.”
“Bunların dışında herhangi bir şey olay yerinde bulunduğunu kanıtlıyor mu?” diye sordu Anya,
polisin elinde fiziksel bir kanıt olduğundan şüphelenerek.
“şirket arabasının orada park etmiş olan bir minibüse sürtmesi var. Müvekkilimiz sirenler
duyduğunu ve bir kaza olduğunu düşündüğünü söylüyor. Bu durumda oradan hızla uzaklaşmış.”
Grant, Anya’nın anlaması için açıklama yaptı:
“Araba çekiciler, siren seslerini takip ederek iş kovalarlar.”
Brody çizim yapmaya ara vererek, “Ya silah?” dedi.
“Polis işyerini ve evini aramış, levyeye rastlamamış.
Ancak bu
yine de şüpheli görülebilir. Atölyesinde levye olmayan bir tamirci...” “iş yerinin yetersiz
olmasıyla suçlanmıyor” diye karşı çıktı Brody.
Grant gülümsedi ve notlarına dönerek, “Aynı zamanlarda gerçekleşen başka bir kasten hasar
verme ve saldın olayından da şüpheli bulunuyor” dedi. “Merrylands Caddesi’ndeki kızının çalıştığı
muayenehane.” Anya araya girerek, “Kimseye bir şey.”
“Kimseye bir şey olmamış” diye Brody onu yatışırdı.
“Kar maskeleri takmış iki adam muayenehaneyi kmp döker ken doktor ve sekreteri bir masanın
altına sığınmrş.
Saldın, nede
ni söylenmeden yapılmış bir tehditmiş. Hoşça kal armağanı ola rak da arka kapıya insan dışkılan
bırakmışlar.”
“Doktorlar çoğu kez kızgın hastalarının, akrabalarının ya da uyuşturucu veya para arayan
serserilerin hedefi olurlar” dedi Anya. Annesi en az iki kez böyle saldırıya uğramıştı ve bildiği
kadanyla muayenehanesi de üç ya da dört defa kırılıp dökühnüştü. “I’ı ilisin elinde ne kanıt var?”
“Yalnızca kartvizit olarak bırakılan dışkılar.
Müvekkilimizin bu işe karıştığını inkâr etmesinin yanında, sözü edilen bedensel atıktan DNA
elde etmekle uğraşacaklarını zannetmiyoruz” diye yanıtladı Brody. iki adam da güldü. Dışkısal
mizah. Erkek çocukların büyüdüklerinde bile vazgeçmedikleri konu.
Brody hastane kayıtlarım işaret ederek, “Galea adlı bu gencin yaraları hakkında konuşalım. Hâlâ
kendinde değil ve şu an ifade veremiyor. Yaralanmanın derecesi nedir Anya? Yaşamsal bir tehlike
var mı?” Anya acil servisteki doktor ve cerrahların teşhis özetlerini
taradı. Kırık kaburgalar, patlamış dalak, böbreklerde travma, geldiğinde gömleğinin ön tarafında
gözüken bot izi. En kayda değer yaralanmalar çocuğun kafasında görülmüş. Bilgisayarlı tomografi
taramasında subdural hematom, yani beyin dışzannm altındaki bölgede iç kanama ve kafatasmm alt
kısmında kopmuş bir damar görüntülenmiş. Beyin cerrahı hematomu temizlemiş, ancak kopmuş
daman tedavi etmek için yapılabilecek bir şey yok.
“Yaşama şansı zayıf. Bu aşamada kritik durumda.”
Brody raflardaki kutuların! üzerine kaim çizgiler çekti. “Gömlek ne olmuş?” diye sordu Anya,
raporun geri kalanına hızlıca göz gezdirerek.
Brody gülümsedi. “Acil servisteki görevliler yaralan tedavi etmek için onu kesip çıkarmışlar.
Gömlek o telaş içinde kaybolmuş. Bot izi karşılaştırması yapma şansları yok.”
Anya bir an acil serviste çalışmanın nasıl bir şey olduğunu anımsadı. Öncelik yaşam
kurtarmaktaydı. Bu yaralann kasten ve
zor kullanılarak yapıldığını bilmek yeterince kötüydü; bir de Ön celiğin gömlekte değil de
hastada olması nedeniyle bunu yapan
kişinin yakayı kurtardığını öğrenmek insanın işine olan
inancını
sarsabilirdi.
“Yaralardan bazılannın daha önceden de bulunuyor olması ya da kişiye özgü fiziksel faklılıklarla
ilgili olması olasılığı var mı?” diye sordu Brody.
Savunma avukatları ilk iş olarak saldınya uğrayan kişide suçu yükleyebilecekleri bir sorun
bulmaya çalışırlardı.
Muhammed Deab sürekli olarak kendi öz kızını dövüyordu, saldırganlığı ele alıp tanıkları
korkutuyordu ve hepsini öldüresiye döverken hiç bir acıma duygusu taşımıyordu. Anya konuşmanın
geldiği nokta dan rahatsızlık duymaya başlamıştı. “Özellikle düşündüğün ne?”
“Saldırıda normalde olması gerekenden daha çok yaralanması na neden olabilecek herhangi bir
şey.” “Söylediğin, örneğin kafatasının ortalamadan bir milimetre da ha ince olması ve böylece
müvekkilinin Ah, ben herkesin yapa bileceği bir hata yaptım. Ben onun yalnızca kafasını sağa sola
çarpmak istemiştim.
Herifin kafatasının ince olduğunu ve normal şiddette darbeye dayanamayacağını nereden büebilirdim
ki?’ di yebilmesi mi? Kişiye özgü fiziksel farklılıktan kastettiğin bu mu?”
Brody sırtını dikleştirerek, “Bir anlamda öyle, ancak içinde se nin eklediğin kişisel yorum
olmadan”
dedi.
Bourne sessizce kurabiyesini bitirdi. “Bu çocuğu istemeden yalnızca öyle denk geldiği için
dövmedi” dedi Anya, sirürlenerek. “Galea’nın kaldığı yeri buldu. Yanına
haydudun tekini aldı ve ona yapacağım yaptı. Burada önceden tasarlanmış bir saldın var,
kendiliğinden gelişmiş anlık bir olay değü.”
Avukat, Grant’ten kahve getirmesini rica etti. Hukuk danışmanı hızla dışan çıktı ve ardından
kapıyı kapattı. Brody masanın üzerinde iki elini kenetleyerek, “Hiç yardım etmiyorsun” dedi.
“Bunu nasıl yapabiliyorsun?” Anya kâğıtları masanın üzerine düşürdü. “Deab gibi alçakları
savunup geceleri nasıl uyuyabili-yorsun?”
“Bu karmaşık bir konu.” Brody ayağa kaildi ve kitaplığa doğru yürüdü. “Savunmanın tüm amacı
suçlanan kişiye -ki suçu kanıtlanana kadar, unuttuysan anımsatayım, suçsuz sayılır-hakça bir temsil
edilme şansı tanımaktır. Hukukun amacı da bu: hepimizi konımak.”
“Ya kurbanlar? Onlan kim koruyor?” Anya elleri masanın üzerinde sakin kalmaya çalışarak
öylece duruyordu. “Dün gece iki adam tarafından tecavüze uğramış orta yaşlı bir kadın üzerinde
inceleme yaptım. Adamlar kadımn kızlarına da aynı şeyi yapmaya yemin
etmişler.” Anya konuşurken bir yandan yıllardır içinde biriktirdiği bir öfkenin ortaya çıktığını
hissediyordu. “Bu kadını ve ailesini kim koruyacak? Onu hakça kim temsil edecek?” Brody
sakinliğini yitirmedi. “Hukuk
açısından kimse. Savcılık toplumu temsil eder, kişileri değil. Doğru ya da yanlış, hukukun
işleyişi bu şekilde. Bizim görevimiz hukukun yasalarına gön; mü
yekkilimizi en iyi şe kild e temsil etmeli için elimizden gelen i yap inaktır.”
“Senin işin bu, benimki değil. Unutluysan söyleyeyim, ben savunma için çalışmıyorum. Bana
sunulan verilerle ilgili bir uzman olarak düşüncemi söylerim. Benim görevim doğru olanı
söylemektir. Birinin suçsuz görünmesi için olayları farklı şekilde göstermek değil.”
“Doğru olan? Her birimizin kendine göre farklı doğru anlayışları vardır Anya. Tek önemli olan
şey gerçektir. Ve bir şeyi mahkemede kanıtlayabiliyorsam o şey gerçektir.”
“Bu nasıl bir gerçeklik? Savunduğun adamın uzun bir saldın geçmişi var. Karıştığı olay yalnızca
yoluna çıkan adamla sınırlı değil. Bu adam yaşamının her günü kendi öz kızma vahşice davranmış ve
hiçbir ceza almamış. şimdi birini öldürmesine ramak kalmış ve sen laf oyunlarıyla onu kurtarmaya
çalışıyorsun. Söyle bana Dan. Senin müvekkillerin hukukun, adaletin ötesinde mi?”
Grant Bourne elinde üzerinde üç plastik bardak bulunan karton bir tepsiyle içeri girdi. Brody
ayağa kalktı. “Olayı felsefi yönden tartışmak bizi bir sonuca ulaştırmaz.”
Anya evrak çantasını toparladı. “Galea’nın durumu kontrol
altında, ancak kritik. Büyük bir olasılıkla bu yaralar nedeniyle ölecek ve sen de bir cinayet
davasına bakıyor olacaksın. Bu durumda kendini nasıl hissedeceksin?”
“Bir şey fark etmez. Benim görevimde bir değişiklik olmaz. Deab suçsuz bulunursa mutlu
olurum, çünkü suçsuz olma olasılığı var.”
“Ya eğer mahkûm olursa?” “Suçlu olma olasılığının da çok yüksek olması gerçeğini düşünür,
kendimi avuturum.” Anya arkasında kapıyı açık bırakarak bir anda büroyu hızla terk etti.
Ki
Peter Latham masasındaki üst üste yığılı işlere baktı ve mide ilacına uzandı. Elli beş yaşma kadar
yaşadığı her bir yılın getirdiği yorgunluğu hissetmeye başlamıştı. Bütün eklemleri erkenden yatılacak
tek bir gece özlemiyle sızlıyordu. Eşi uzun zamandan beridir akşamlan birlikte yemeğe oturmak için
onu beklemekten vazgeçmişti ve çoğunlukla da kadıncağız yemeğini yedikten sonra bile onun işi
hâlâ bitmemiş oluyordu.
Peter akşamın bu saatlerini iş yapmak için en verimli
zaman olarak görüyordu. Telefon görüşmesi, rahatsız edilme ya da toplantı yok. Morg
teknisyenleri evlerine gitmiş oluyor ve yukarı kattaki bürolarda sessizlik hüküm sürüyor. Yazı çizi
işleriyle uğraşmak için iyi bir zaman.
Sekreterinin önce not edip sonra dosya haline getirdiği
raporlan okuyup imzalardı. Görevlerine ek olarak, diğer merkezlerden, yurt çapında belirli bir
kaliteyi tutturmak amacıyla gönderilen otopsi raporlanm incelemek de onun sorumluluğundaydı. Bu
işlem, ne kadar zor olursa olsun, herkesin dürüstçe çalışmasını sağlıyordu.
Nevvcastle dosyasında, kaza sonucu otoyolda ölmüş iki
kişi, otobüsten dönüştürme bir sığınakta ölü bulunmuş bir kimsesiz, eski kocası tarafından boynu
sıkılarak öldürülmüş genç bir kadın, boğulmuş iki yaşında bir çocuk ve Merkez Sahili’nden bir
cinayet-intihar olayıyla ilgili otopsi raporu bulunuyordu. Her zamankinden daha büyük dikkatle
incelendiğinde, raporların daha da derin aynntılara sahip olduğu görülüyordu ve Peter olayların her
birini ağır ağır
derinlemesine inceliyordu.
Cinayet-intihar olayı diğerlerinin yanında hemen dikkatim çek ti. Epeyce yaşlı bir adam tekerlekli
sandalyesinde vurulmuş ola
bulunmuştu. Mermi köprücükkemiğinden aşağı, gerideki criBriere doğru yol almış ve göğüs
duvarına saplanarak yerleşmişiı. < röğüs zarı boşluğundaki kanın miktarından yola çıkarak ölümü ıı
yavaş gerçekleştiği düşünülüyordu. Adamın can çekişmesi belki de yarım saat sürmüştü. Önemli bir
not olarak, ağzında, yemek borusunda ve midesinde yapışkan bir maddeyle karşılaşılmıştı ki
sonradan bunun reçel olduğu anlaşılmıştı. Aynı zamanda |damın geniş burnunda da reçel
bulunmuştu. Gömleğinin önünde ve yarısı açık, görünen cinsel organında da. Toksikoloji herhangi
bir toksin madde ya da zehir belirleyememişti. Bu durumda adamın kızının neredeyse iki kilo çilek
reçelini adamın boğazından aşağı onu öldürdükten sonra döktüğü anlaşılıyordu. Bunca yıldır Peter
Latham hiç böyle bir şey görmemişti.
Olayın intihar kısmı ise daha anlaşılır gözüküyordu. Adamın kızı olarak teşhis edümiş kadının
şakağında tek bir mermi yarası vardı. Ölümü hızlı olmuştu. Onun da boğazının arka krsmmda reçele
rastlanmıştı, ancak midesinde bulunmamıştı.
Peter bazı olayların hiçbir zaman açıklığa
kavuşmayacağını yıllar önce kabullenmişti. Yine de o gece o odada neler olduğunu merak
ediyordu. Dokubilim raporunun sayfalarına hızlıca göz gezdirdi ve ilgisini çeken bulguları not aldı.
Yaşlı adamın akciğerinde skuamöz hücreli karsinorn vardı. Kızda ise akciğerlerindeki bir seri
uyumsuz şekilli liflerin neden olduğu düşünülen hafif düzeyde solunum yollan iltihabı saptanmıştı.
Peter, Gosford Bölge Hastanesi patoloji bölümüne bir e-posta yolladı. David Cormelly’nin henüz
aynlmadığını umuyordu. Bir iki dakika içinde, arkadaşı iki akciğer örneğini taratmış ve yollamıştı
bile. Peter resimleri açtı. Ekranı liflerin görüntüsü doldurdu. Ekrandaki lifler, rahibenin ciğerinde
gördüğü kum saati şeklindeki liflerle aynıydı.
Peter Latham notlan hızla karıştırarak olayı inceleyen polLs dedektifinin adını buldu.
17
Anya koşu bandını hızlandırdı. Bu arada bandın eğimini de artırmıştı. Hoparlörlerde yeniden
düzenlenmiş yıllarca öncesinin eski bir disko şarkısı gümbürdüyorken tişörtünden ve taytından ter
süzülüyordu. Anya “Staying Alive” adlı şarkıyı o zamanlar da sevmezdi ve ikinci belki de üçüncü
kez yeniden düzenlenmiş bu şekli onu daha da rahatsız etmişti.
“Ne oldu?” diye sordu Kate Farrer. Havlusunu denge
çubuğunun üzerine bırakmış ve Anya’nın yanındaki koşu bandına çıkmıştı. “Martin yine sana
kötü bir şey mi yaptı?”
“Birkaç gündür yeni bir vukuatı yok. Bu sefer ben kendime kötü bir şey yaptım. Artık Dan
Brody’nin iyi para getiren işlerini alabileceğimi sanmıyorum.”
“Yoksa Ferrari’sinde gezmeyi mi reddettin?”
“Daha da kötüsü. Ona nutuk çektim. iş seçebileceğim duruma gelene kadar en azmdan düimi
tutabileceğimi beklerdin, değil mi?” Kate koşu bandınm hızmı hafif koşu düzeyine çıkardı. “Kendini
üzme. O bir avukat. Büyük olasılıkla farkına bile varmamıştır.”
Anya’nın bacakları ağrımaya başladı, ancak yine de eğimi daha da artırdı.
Kate arkadaşını inceleyerek, “Hey! Sen gerçekten iyi değilsin. Senin yerinde olsam bu kadar da
kaygılanmazdım. ilkelerine takıhnışsmdır. Oğlun Ben senle gurur duyardı.”
“Martin’in sürekli bana anımsattığı üzere gurur faturaları ödemiyor.”
Anya duvardaki saate baktı. Kırk dakikalık işkencenin sona erme zamanı gelmişti. Kontrol
panelindeki bir düğmeye
basarak bandın düz hale gelmesini sağladı. Başka bir düğmeyle de koşu hızını yavaşlattı. “Parayı
başka yerden bulacağım.”
“Hu çok haksız bir şey. Gözetim hakkını alamamış olmanın tek nedeni aileyi geçindirmek için
senin çalışıyor olmandı. Martin bu kadar aptal olmasaydı, faturaları sen ödüyor olmayacaktın.”
Koşu bandı durdu ve Anya banttan aşağı indi. Yüzünü,
boynunu ve ellerini bir havluyla kuruladı. “Mahkeme adil olmayı önemsemiyor. Sulh yargıcı
gözetim hakkını Martin’e verdi, çünkü evde oturan, çocuğa bakan ebeveyn Martin’di.” “Çocuğa
bakan ebeveyn? Kıçını sıkıp da çalışmayan aşağılık tembel herif değil yani.” Kate şimdi daha hızlı
koşuyordu, ancak biraz olsun terlememişti. “Bu mantığa göre, ülkedeki bütün bebek bakıcılarına
gözetim hakkı vermeliler.” “ingiltere’de olanlardan sonra, işini bıraktığı için onu suçlayamazsın.”
“Yani canına tak etti. Öyle mi? Yetişkin bir insan durumu kabullenir ve bununla yaşamanın
yolunu bulurdu. O hiç de böyle yapmadı. O her şeyi bıraktı ve yaşamının kalan kısmında senden
geçinmeye karar verdi. Onda ne bulmuş olduğunu anlıyorsam ne olayım.”
“Sen ne düşünürsen düşün o hâlâ Ben’e babalık ediyor.” “Kabul, zaten ondan yalnızca iyi bir
damızlık olabilir” dedi
Kate ve tavana baktı. “Affedersin. Böyle konuşmamalıydım. Sanırım sana kendini daha da kötü
hissetirdim.”
Makineyi yavaşlattı ve yavaş adımlarla koşuyu bitirdi. “Akşam için italyan yemeğine ne dersin?”
“Sağ ol, ancak yapmam gereken şeyler var. Hakkım saklı kalarak erteleyebilir miyiz?” “Tabii ki.”
Kate’in en sevdiği film olan Muhteşem Yedüi’nin müziği duyuldu. Telefonu çalıyordu. “Dr. Latham.
Merhaba.” Kate bir an sustu. “Evet, o soruşturmaya resmen ben bakıyorum.” Anya eliyle niyetini
belli ederek, odadan çıkmak için hareketlendi. Ancak Kate onun
kalmasını işaret etti. “Bu liflerin tıpatıp aynı olduğunu mu düşünüyorsunuz?.. Tabii ki. Olay yeri
görüntülerini sabah yemden incelerim.”
Liflerden söz edilmesi Anya’nın ilgisini çekmişti.
“Tekrar teşekkürler.” Kate cep telefonunu bileğine takılı kılıfı na yerleştirdi. “Peter Latham, bir
dizi başka olayla aynı bulgulara
sahip yeni bir olaya rastlamış. Bu bulgularla semn de ilgilendiği ni söyledi. Biraz neşelenmek için
yarın sabah film izlemek ister miydin?”
“Eğer senin filmlerinden biriyse, içimden bir ses bu filmin mut lu sonla bitmediğini söylüyor.”
18
Anya duş aldı. Üzerini değiştirdi. Arabasıyla havaalanını geçerek Brighton-le-Sands’e doğru
Newtown şehir sınırlan içinde ilerledi. Arabayı Grand Parade’in dışına, yan sokaklardan birine park
etti ve kaldığı otelin önünde babası, Bob Reynolds’la karşılaştı. Babası ona sıkı sıkı sarıldı.
“Geldiğin için nasıl sevindim bilemezsin Anya. Bunu sana anlatamam.”
Anya babasmın sevgi seline nasıl karşılık vereceğini hiçbir zaman bilememişti. Onun saldınya
uğrayanlarla, iyiliğini görenlerle ve seri katillerle kucaklaştığını çok görmüştü. Onun yanında
kendini onun
en büyük çocuğu gibi değil daha çok bir yabancı gibi hissetti. Bu geceki program onu diğer saldınya
uğrayanlarla aynı düzleme getirmiş olmalıydı.
“Sanınm açsmdır baba. Burada anayolun iki tarafında çok iyi Yunan kafeleri var.”
“Doğruyu söylemek gerekirse, köşe balıkçıdaki kanşık balık tabağına gözümü dikmiş
durumdaydım. Kumsalda yiyebüiriz diye düşünmüştüm. Tabii eğer sana fazla avam gelmezse.”
Anya spor salonunda kaybettiği zamana hayıflandı. “Eğer üzerine birkaç patates de attınrsan kabul.”
Yan yolun karşı tarafına geçtiler ve kızartümış patates ile balıktan oluşan birer karışık tabak
sipariş ettiler. Yalnızca tabaktakilerin kokusu bile Anya’nın ağzını sulandırmıştı.
Kumsala doğru yürüdüler. Beton bir duvann üzerine oturup
bacaklarını kumlamı üzerine sallandırarak ziyaret sofrasını açtı
lar. Patatesi ısırdığında Anya’nın üstdamağı yanmıştı. Gözlerin den yaşlar geldi.
“Yemek zevkin hâlâ değişmemiş” dedi babası sevecen bir ifa deyle.
Anya gUlUmsedi. Hava soj’uksa ve kumsala gifııü.şletse An ya’nııı canı hep taze, sıcak balık
ızgara çekerdi. “1 Iatırlıyor musun? Damien ne zaman kalecilik yapsa, top karsı alana geçtiğinde onu
sosis ve balıkla beslerdim.”
“işte böyle, bir de Low Head’deki barakanın bulunduğu kumsala her oturduğumuzda, tuttuğumuz
balıklardan ve bol yağda pişirdiğimiz dövülmüş deniztaraklan ile patateslerden verirdim ona.”
Kırmızı kuyruklu bir 747 suyun üzerinden yükselirken
hafif bir esinti hissedildi. insanların insan yapımı olan şeylerden kaçarak geldikleri kumsalda tek
kabul gören balık satan büfeler olabilirdi. Bundan başka Sydney’in ana havaalanındaki uçakların
okyanus üzerindeki bir pistten havalanmalarını izlemek tuhaftı doğrusu. Bob Reynolds balığını yedi
ve uzaklara doğru baktı.
“Kardeşinden söz etmişken, davul takımmı beğendin mi?” Anya gülümsedi. “Boşanma hediyesi
konusunda ona
güveniyordum zaten. Hatta bana bunu evlenme hediyesi olarak alsaydı daha da iyiydi, Martin’den
çok daha önce ayrılırdım.”
“Ortalıkta gördüğün her şeye vurarak bizi deli ettiğinden,
her zaman böyle bir şey istediğini biliyorduk. Keman ya da çello çalmayı seçeceğine ilişkin
annenin ne kadar umutlu olduğunu düşününce.” Başka bir uçağın “yerden” havalanması nedeniyle
bir an sustu. “Ders alıyor musun?”
“Bir öğretmenim var ve olanak bulduğum zamanlar
taraçada olabildiğimce sessiz bir şekilde çalışıyorum.” Esinti nedeniyle Anya’nın saçının bir
tutamı havalandı ve yüzüne düştü. Saçını kulağının arkasına doğru sıkıştırırken atkuyruğu
saçlanndaki tuzlu kalıntıları hissetti. Babasının aklında müzikten daha fazla şey olduğunu anlamıştı.
“Her şey yolunda mı?” “Geçen hafta Melbourne’dan bir polis dedektifi Miriam’m kayboluşuyla ilgili
beni aradı.” Anya kız kardeşiyle ilgüi haberlerden meraklanarak bir an dondu kaldı. “Onu
bulamamışlar. Eski açık dosyaları soruşturmak için özel bir ekip kurmuşlar.”
“Ama Billy Vidor zaten cezaevinde.”
“O Campbelltovvn’daki çocuğu öldürdüğü için hâlâ Risdon’da.
Onu Miriam’la ilgüi gözaltına aldılar, ancak olayla ilgiü hiçbir iti rafta bulunmadı.
Melbourne’daküer, Launceston polisinin önde;
gelen şüpheliye odaklanıp, diğer olası şüphelileri araştırmakta eksik kaldığı yolunda kaygılan var.
Daha önce ifade vermiş her
keşle yeniden konuşuyorlar. Daha doğrusu bu kişilerden halâya şryor olanlarla.”
Anya yemek borusuna patates takılmış gibi hissetti kendini. “Beni de ararlar o zaman.” Zorla
yutkundu. “Annemin haberi var mı? Tanrı bilir kendini çok kötü hissedecektir.” Annesi, Anya’nın
kız kardeşinden çok nadiren söz ederdi. Eşiyle de bu konuda asla konuşmazdı.
“Sanırım öyle. Miriam’ın aramızda olmamasını ben
kabullendim. Tek dileğimse bedenini eve getirebilmek ve uygun şekilde cenaze törenini
yapabilmek. Annense.”
“Biliyorum baba. O hâlâ bir gün Missy kapıdan içeri girecek diye bekliyor.” Bir martı kalıntıları
yemek umuduyla yakınlarına inmişti. Anya bir parça balık kopardı ve bunu bekleyen kuşa doğru
fırlattı.
“Bu sabah Londra saatine uygun şeküde Damien’ı aradım.
Arayanların, yeni bir şey bulabilmelerini diledi.” Bob Reynolds zencefilli gazozundan bir yudum
aldı ve Anya’ya baktı.
Aynı anda Anya gözlerini babasından kaçırdı. Miriam’a olanların sorumlusu oydu ve bu, ailedeki
herkesin bildiği bir şeydi.
19
Anya anahtarlarını ahyorken taksi sürücüsünün kornasını duydu. Arka koltuğa geçerken
direksiyondaki orta yaşlı adamın ters bakışıyla karşılaştı.
“Nereye hanımefendi?” diye sordu adam, eliyle olmayan perçemine dokunur gibi yaparak.
“Strawberry Hills’e lütfen.”
Anya arka koltuğa oturulması gerektiğini deneyimlerinden biliyordu. Tecavüz kurbanları yardım
merkezlerine, sürücünün yarımda daha güvende olduğunu düşünerek oraya oturmuş ve evlerine
dönerken rahatsız edilmiş ya da tecavüze uğramış birçok kadın geliyordu.
Olaylardan biri sonradan da kendini kısmen kötü
hissettirmiş olması nedeniyle belleğinde yer etmişti. Üzerinde inceleme yapması için çağrıldığı, ip
şeklindeki iç çamaşırını elinde sallayarak, sendeleye sendeleye geceleri de çalışan bir süpermarkete
girmiş olan bir kadındı. Aşın alkollü olması ve normal olmayan çekincesiz davranışları nedeniyle
Anya kadının takside tecavüze uğradığıyla ilgili belirsiz ifadelerini tereddütle karşılamıştı. Kadının o
akşam cinsel ilişkide bulunduğu kesindi, ancak olayın anlattığı şekilde olduğunu destekleyecek
hiçbir çürük izi ya da yaralanma yoktu.
Polis sorgusu sırasında, taksi sürücüsü kadınla en az bir saat geçirdiğini övünerek anlatmıştı.
Kadını bardan aldıktan sonra, bir birahaneye götürmüştü ve ardından da şehrin manzarasını iz
ledikleri bir yere gitmişlerdi. Birkaç içkiden sonra da dediğine göre kadının ısrarıyla cinsel
ilişkiye girmişlerdi. Dikkatli bir polis
dedektifi barın dışında kameralar olduğunu fark etmişti.
Süper
marketteki görevliye tecavüz edüdiğini söylemesinden yalnızca On beş dakika önce kadının barın
önünden (aksiye birıdirildiği görüntülerle belirlenmişti. Kameralar taksi sürücüsünün kadınla
geçirdiği zaman konusunda yalan söylediğini kanıtlıyordu. Dava mahkemede görülmüştü ve jüri
adamı cinsel tecavüz suçundan suçlu buldu. Görüntüler olmasaydı, adam özgür kalacak ve
tecavüzlerine devam ediyor olacaktı. Anya bir daha asla bir kadını o an için ne kadar uygunsuz
gözüküyor olsa da davranışlarıyla yar-gılamamaya karar vermişti.
Taksi Lansdowne Sokağı‘na doğru döndü ve trafik ışıklarım bekleyen el ele tutuşmuş iki küçük
öğrenci kız çocuğu, Anya’nın dikkatini çekti. Biri beş, diğeri de en fazla yedi yaşlarmdaydı. Büyük
olanı dikkatli şekilde arabalara bakıyorken küçük olanı söz dinler şekilde elini sıkı sıkı tutarak
diğerinin yanında duruyordu.
Anya göğsünde ezici bir yük hissetti. O gün Miriam’ın elini neden bırakmıştı? Kendisinin daha
hızlı koşabildiğini kanıtlamak zorunda mıydı? Olaylar değişik gelişseydi, o gün aynen böyle okula
birlikte gitmiş
olabilirlerdi. Kız kardeşinin yaşayıp yaşamadığını hiç bilmeden geçirdiği işkence dolu yılları ve
olabilecek en kötü şeyle yüzleşmekten duyduğu korkuyu düşündü. Missy’yle birlikte oynadıkları ışık
dolu evi düşündüğünde
bir an taksiye sinmiş sigara dumanı kokusu gözlerini yaktı. Lolipop pembesi duvarları, antika
bebek evleri, elbise dolapları ve bunlarla uyumlu yatak odalarını çok severdi. Birbirlerinin
yataklarında zıplarlar ve atlama ipinin tutamaklarını mikrofon yaparak pop yıldızıymış gibi şarkı
söylerlerdi. Her seferinde o kadar gülerlerdi ki karınlarına ağnlar girer, yerlere yatarlardı.
Futbol sahasındaki o günden sonra ev tamamen değişmişti. Evdeki ışık sönmüş, eve soğuk bir
hava hâkim olmuştu. Yağan yağmur, Missy’yle birlikte oynadıkları bir oyun olmaktan çıkmış, evi bir
cezaevine dönüştüren olay, korkulacak ve kızgınlık duyulacak bir şey olmuştu. Teyze, amca ve
kuzenler gelip gitmeyi kesmişler, komşular ailece şehre indiklerinde selam vermekten kaçınır
olmuşlardı. Sanki aynı Miriam gibi tüm aile de hiçbir iz bırakmadan yok olmuştu.
şimdi baktığında, anne ve babası uykuda gezen iki boyutlu
şe
killere dönüşmüş gibiydi. Annesinin bir zamanlar dümdüz sırtı
görünmez bir ağırlığın altında eğrilmiş, güldüğünde parıldayan gözleri ancak eski bir anı olarak
belleklerde kalmıştı. En sevdiği şey olan piyanoyu da çalmaz olmuştu. Anya tek kız kardeşi olan
Miriam’ı özlediğinden daha çok anne ve babasını özlemişti. En azından Miriam’ın ruhu evde
hâlâ canlıydı. Her odanın
duvarındaki fotoğraflardan gülen yüzü onları selamlıyordu. Miriam’ın fojtoğrafı bir tek yalnız
kalmak için Anya’nın sığındığı arka taraftaki sundurmada yoktu.
Annesi her yemekte küçük kızma bir yer ayırırdı. “Bugün bize katılamayan sevgili Miriam’ımızı
anımsamak için” derdi.
Gerçek şuydu ki kimse onu asla unutamadı. Miriam’ın
sandalyesinin olduğu duvarda çerçeveli, nakışla işlenmiş, “Cruci dum spiro fido” yazısı vardı.
Bu, “Yaşam varsa ümit de vardır” anlamına geliyordu. Gerçekleri yadsımayı ve asılsız ümidi haklı
göstermek için kullanılan, ancak böyle yapmanın sonuçlarını hesaba katmayan bir başka Katolik
deyişi.
Missy’nin dördüncü yaş gününde, anneleri masaya bir
hediye paketi koymuştu. Her yılbaşında ve doğum gününde de bu tören yinelenmişti. Miriam’ın
kadife saçaklı yatak örtüsü üzerinde yığılmış olan hediyeler daha sonra onun dönüşünü bekler
şekilde çalışma odasına taşınmıştı. Bir süre sonra hepsi bir arada annesinin Missy’yi ne kadar
sevdiğinin göstergesi olan büyülü bir kart ve hediye anıtına dönüşmüştü.
Anya bunun yansı kadar bile sevilmediğini biliyordu.
Jocelyn Reynolds kendini ilaca boğmuştu. Bu sevgili kızını geri getirecekmiş gibi. Bü medyum
Miriam’ın hayatta olduğunu ve eve gelmek istediğini bildiren bir mektup yollamıştı. Anya’nın
babası, en hassas duygusal konularda bile acımasızca yalanlar uydurarak bu yalanlarını satmaya
çalışan insanlar olabildiğini söylemişti. Bu Anya’nın anımsayabildiği ilk derslerden biriydi.
Bir süre sonra Damien Patrick adını verdikleri küçük erkek
kardeşinin doğmasıyla annesinin yeniden bir süreliğine yüzü gülmüştü. Damien’in afacan afacan
bakan koskocaman mavi gözleri vardı ve kıkır kıkır gülmesi duyan herkesin yüreğini ısıtıyordu.
Anya erkek kardeşi hastanenin doğum bölümünden eve geldiği gün altı yaşına girmişti. Miriam’ın
başına gelenlere neden olduktan sonra bir kardeşi hak etmediğini biliyordu, ancak gizliden gizliye
daha iyisini yapabilmesi için Tann’dan ona ikinci bir şans vermesini dilemişti.
Damien yaşamının ilk birkaç yılını Anya’nın peşinden hiç ayrıl madan, uyku dışındaki her anı
onunla oynayarak geçirmişti.
Bazen babası onu Damien’in karyolasının yanında yerde uyur ken bulur, yatağına geri taşırdı.
Damien çok hızlı bir şekilde tır
manmayı öğrenmişti ve bir kâbus gördüğünde ya da fırtınalı ha valarda korktuğunda Anya’nın
yatağına gelerek tırmanırdı. Anya
çoğu zaman Miriam’ı kaybettiği için annesi tarafından suçlanmaum MU yoksa 1 )anıien’ı
lekelim» aldığı için nefret edilmenin mi da ha kötü olduğunu düşünürdü.
Bob Reynolds kızının duyduğu kederin pek farkında değildi. Farkında olsaydı, Anya’nın yedinci
yaş gününün ertesi günü evi terk etmezdi. Kardeşini anma töreniyle ilgili tartışma tüm açıklığıyla
Anya’nın aklındaydı. Babası Miriam’ın bir daha asla geri gelmeyeceğini kabul etmenin zamanının
geldiğini ve bir şekilde bir törenle bu bekleyişi sona erdirmek gerektiğini söylemişti.
Anya ilk kez Jocelyn’in onun dışında birine bağırdığına
tanık olmuştu. “Nefes alıyorsak umudumuz davardır” diyordu sürekli. “Çocuğundan
vazgeçiyorsan, anne baba olmaya da layık değilsindir.”
Bob gözlerinde yaşlarla ayağa kalkıp elindeki tabağı duvara fırlattığında, duvardaki nakışla
işlenmiş yazıyı da yere düşürmüştü. Jocelyn oturmuş, yemek duasını okumuş ve yemeği tabaklara
dağıtmıştı. Bob Reynolds yatak odasına gitmiş ve kendine ait eşyaları toplamaya başlamıştı. Bir
sonraki sabah şehirdeki bürosuna taşınmıştı.
Babası gittikten sonra yazının yeniden duvardaki yerini aldığı görülmüştü. Sanki bir çeşit
şeytanmış gibi o yazıdan nefret ediyordu. O yazının anlamı yuvasından geriye kalanı da yitirmesine
neden olmuştu.
Ondan sonraki her gece Anya, Tanrı‘ya Missy’yi geri getirmesi ve onun yerine annesini alması
için dua etmişti. Bazı kereler uzaklara gittiği ve bu kadar kedere yol açtığı için gizliden gizliye
Miriam’a kızgınlık duyduğu da olmuştu. Çok yakın zamana kadar, daha da çok kendinden nefret
etmişti.
Taksi sürücüsü telsizini açtı ve trafik durumunu dinlemeye başladı. “Her yol tıka basa dolu” dedi.
Bu sırada Anya şakaklarını ovuyordu. Aklı yine unutmak için çok uğraştığı bir sürü anıyla dolmuştu.
Yeni bir soruşturma geçmişin yeniden deşilmesi anlamına geli
yordu. Kat kat kabuk bağlamış yaralar deşilerek yeniden açılmak üzereydi.
O gün Miriam’ın elini bırakmamış olsaydı.
Taksi Cleveland Sokağı‘ndaki Cinayet Masası‘na geldiğinde ke sik kesik ve kuvvetle üst üste
nefes
aldı.
20
Güvenlik işlemlerini tamamlayıp yukarı kata kadar eşlik edildikten sonra Anya, Kate Farrer’m
masasındaki bilgisayarın başına oturabildi. Yardımcı polis dedektifi elindeki çikolata çubuğunu ve
bir paket patates cipsini çatır çutur yemekteydi. Anya çantasından parüdayan bir elma çıkardı.
Kate, Etkileşimli Olay Yeri Kayıt Sistemi ya da kısa adıyla ETOYKAS olarak bilinen sisteme
girebilmek için bilgisayarını ayarlamaya çalışırken olayın arka planı hakkında bilgi verdi.
Debbie Finch bir akşam kimseye tek bir söz söylemeden işinden çıkarak kayıplara karışmış,
sekiz gün sonra evine gitmiş, bakıcı manavdayken kaçık babasmı vurmuş, ardından adam ölürken
boğazından aşağı reçel dökmüştü. Bu arada kendi de bir miktar reçel yemiş ve ardından da kendini
vurmuştu. Kızın ölümü tuhaf olarak nitelendirilse bile bir intihara benziyordu, ancak akciğerlerindeki
farklı madde soruşturmayı gerekli kılıyordu.
“Komşular yaşlı adamın evden dışarı yalnızca yanında kızı varken ve ancak doktora gitmek için
çıktığını söylüyorlar” dedi Kate. “Kız çalışırken her akşam bir bakıcı gelirmiş. Kız her zaman işten
tam zamanında çıkarmış ve eve gelmekte asla gecikmezmiş. Debbie’nin eve gelmediği o geceden
sonra, bakıcı ayarlayan şirket, polisi aramış ve tam gün çalışacak bakıcılar yollamış. Doktoru da
adamı evde bakılacaklar listesine almış.” Kate özür dileyerek cep telefonuna baktı. Telefonunu
yanıtladıktan sonra lafının sırasını unutmadan
hikâyeye devam etti: “Baba dul bir adamdı ve Debbie de hiç evlenmemişti. Otuz küsur yıldır yan
dairede yaşayan komşularına göre kimse kızı bir erkek arkadaşının aradığına tanık olmamış. iş
arkadaşlarının dediklerine göre de pek sosyal biri değilmiş.”
GİrİS. tuşuna bastığında olay yerinin ilk görüntüsü ÜÇ boyutlu olarak ekranda belirdi. Bilgisayar
yazılımı olay yerinde çekilen fotoğrafları normal bir bilgisayar ekranında izlenebilen etkileşimli 360
derecelik işlenmiş görüntülere çeviriyordu. Etkin bir şekilde inceleyen polisi olay yerinin içine
yerleştirebiliyor ve olay yerine istenilen her açıdan bakarak odalarda gezinebilmesini sağlıyordu.
Anya gördüğü teknolojiden etkilenmişti.
Kate yazılımı yönlendirerek evin kapısından girdi; sağa yemek odasına doğru döndü; küçük
lamine parke döşeli mutfağa geldi. Salonda yalnızca büyükannelerin miras bırakacağı cinsten küçük
porselen heykelciklerle dolu cam bir dolap bulunmaktaydı. Çirkin bir kedi, bir kartal, bir hemşire ve
erkek bir doktor dolapta en saygın yeri almıştı.
Anya kendini orayı gözetliyor gibi hissetti. “Kadının yaşam şekli ve hobileri hakkında ne
biliyorsun?” “Kimse kız hakkında fazla bir şey bilmiyor. Raporlara göre, Debbie Finch sessiz, kendi
halinde ve işine bağlı çalışkan biriymiş. Kimseyi evine misafir etmezmiş. Arkadaşlarıyla sürekli
sinemada buluşurmuş ve kimsenin onu evden almasına meydan vermezmiş.” Kate şöyle bir
düşündükten sonra ekledi: “Belki de yaşlı babası nedeniyle utanıyordu.”
Anya, Kate’in ailesi ve yaşantısı hakkında neden tek çocuk olmasından başka bir şey
söylemediğini her zaman merak etmiştir. Anya’ya benzer şekilde Kate de şimdiki yaşantısına
yoğunlaşmış gibiydi. “Onlardan başka birileri de olay yerinde olabilir mi?
Bedenlinde zorlandığını gösteren izler var mı?”
“Yok.”
Anya dikkatle dosyadaki resimleri inceledi. Kaçık baba saldırgan ve bakımı zor biri olabilirdi.
Evde karşılığında sevgi gösteremeyecek birine bakmanın yarattığı baskı göz önüne
alındığında yaşlıların kötü muamele gördüğü olaylarda gün geçtikçe artış görülüyordu. idrarını
kontrol edemediğinden adamın idrar torbasına hortum takılıydı. Anya kıza, kendi babasına banyo
yaptırmak, yemek yedirmek ve tuvaletini yaptırmak zorunda olduğu için acımıştı. Belki de kızm
artık dayanacak gücü kalmamıştı.
Kate tuzlu parmaklarını emerek, “Komşular doğum gününü
kutlamak bir yana, adamın artık kızını bile pek tanımadığını söy lediler. Belki de kız sabnnın
sonuna geldi. işyerindeki kutlama
nın hemen arkasından da ortadan kayboluverdi” dedi.
Mutfak tertemiz gözüküyordu. Fincan, bardak ya da kirli tahakini yoklu. İler bir tabak raftaki
yerindeydi ve bütün rincanlar bardaklıkta sıralanmıştı. Tezgâhın üzerinde neredeyse boşalmış iki
kilogramlık cam bir kavanoz, içinde kocaman bir kaşıkla öylece duruyordu.
“Benim evime hiç benzemiyor” dedi dedektif, başka bir çikolata çubuğunun kabını yırtıp açarak.
“Doğru ama bir farklılık daha var, halıyı görebiliyoruz.
Dört bir yanda giysiler, kitaplar ya da CD’ler bulunmuyor.” Anya elmasını sesli bir şekilde ısırdı.
Kate daha iyi bir görüntü için bilgisayar ayarlarıyla oynadı. “Çok ilginç. Tam olarak ne arıyoruz?”
“Yenileme çalışması, binadaki eski lifleri açığa çıkarabilecek herhangi bir tamirat ya da hasar.”
Büyük olan ve açık ofis olarak kullanılan büroya, günlük işlerini yapmak için dedektifler gelmeye
başlamıştı. Erkekler takım elbise, kadınlar ise siyah ya da gri etek veya pantolon giymişti. “Sade
giyim” bir anlamda ümforma demek oluyordu. Dört sıra dizilmiş beşli masalar odaya bir sınıf
görüntüsü veriyordu. Her bir masada bir telefon ve bir bilgisayar vardı. Kâğıt neredeyse hiç
gözükmüyordu. “Gün sonunda masanı temizle” ilkesi bir tek Kate Farrer ve ekibi için zorunlu
değilmiş gibiydi.
Brian Hogan, Kate’e merhaba dedi. “Danışmanlık yaptığın bu olay değil miydi? Olayın açddığı
anda kapandığını sanıyordum.”
“Yalnızca şöyle bir yeniden incelemek istedim. Kaçan bir şey var mı görmek için. Dr. Crichton
ise olay yeriyle ilgileniyor. Akciğerlerinde benzer maddelerin bulunduğu başka ölümler de olmuş ve
bu maddenin nereden gelmiş olabileceğini bulmak istiyor.”
Brian olaya, bir çocuğun belgesel izlemek için duyabileceği ka
dar az bir ilgiyle yaklaştı ve bir bahane bulup hemen kahve alma ya gitti.
Muşamba yer döşemeleri ilk döşendikleri şekliyle korunmuştu
ve halılar da aynı şekilde yerindeydi. Banyoda lavabonun, duşun ve duş teknesinin etrafında hâlâ
eski kahverengi mozaikler duru
yordu. Duş kısmına beyaz bir oturak ve duvara da bir tutunma demiri monte edilerek banyoda
değişiklik yapılmıştı. Duş başlığı hastanelerde olduğu gibi çıkarılmıştı. Evde akciğerlerdeki lifleri
açıklayacak, bir yenileme ya da eklenti gözükmüyordu. Kate’in masasındaki telefon çaldı. ikinci
çalışında Kate almacı kaldırdı.
“Cinayet Masası, yardımcı dedektif Farrer... Peki, teşekkürler.
Aşağı birini yollayacağım.”
tlkemleslne yaslandı ve sağa sola bakındı. “Hrian’ı gören ollıı
(.‘ekici bir kadın memur masasından kafasını kaldırmadan ya miladı: “Mm, sanırım bir kahve aldı
ve toz oldu.” Anya elinde bir gazeteyle tuvaletlerin orada gözden kaybolduğunu görmüştü.
“Lanet olsun. Anlaşıldı. Benim yapmam gerekecek.” Kate ayağa kalktı. Pantolonundan kırıntıları
süpürdü ve Anya’ya dişinde bir şey kalıp kalmadığını sordu.
“Aşağıda Debbie Finch’in kuzeni olduğunu söyleyen bir
kadm var. Gosford Karakolu’ndaki polisler oralarda bir akrabasını bulamamışlardı. Birilerinin
hatırladığı, ancak nerede olduğu bilinmeyen tek akraba bu kuzendi.” Ceketini aldı. “Çok uzun
sürmez. Ona ölümlerden söz edeceğim. Debbie nasıl bir ruh hali içinde ölmüş olabilir diye de
soracağım.”
Her zamanla Kate. Kötü haberi verdiğinde üzüntü içinde
kalan akrabaya hiç zaman kaybetmeden sorular sormaktan çekinmeyen. Herhangi bir kişi bunun
için en azından yarım saat beklerdi. Kate merdivenlere yönelirken, Anya bilgisayar ekranına geri
döndü. Dağınık banyoda gezinmeye başladı. Havlular buruşturulup yerlere atılmıştı, klozet havaya
kaldırılmıştı. Desenli duş perdesi ise yerinden çıkmış sarkıyordu. Misafir istemeyen, ancak evinden
de gurur duyan Debbie Finch, yabancı birilerinin kendi özel dünyasını böylesine gözetlemelerinden
ne hissederdi acaba.
Anya, Joseph Finch’in dik olarak sandalyesinde oturduğu yatak odasına girdi. Adamın yana
düşmüş başı nedeniyle kurşun deliği görünmüyordu. Bilgisayar faresi yardımıyla yaşlı adamın
bedeninde gezindi. Reçel adamın yanaklarına, ağzına, gömleğine ve pantolonuna bulaşmıştı, iki
kişilik yatağın yanında bir oturaklı sandalye vardı. Bunların dışında, odada pek eşya yoktu.
Yandaki yatak odasında, kapının az ilerisinde lacivert
pantolonu, ince siyah gömleği ve siyah ökçeli ayakkabılarıyla Debbie Finch’in cesedi yatıyordu.
Bu açıdan huzur içinde uyuduğu düşünülebilirdi. Yukarıdan bakıldığında ise sağ şakakta kurşunun
girdiği yerde küçük bir yara ve turkuvaz kadife saçaklı yatak örtüsünün üzerinde elinin hemen
yanında bir silah olduğu görülüyordu.
Leanne Finch binanrn dışındaki basamaklarda durmuş, tırnaklarını kemirmekteydi. Boyalı
saçlarından kırıklar içindeki bir futam saç, siyah köklerinin üzerinden yukarı doğru havalandı. Sarkık
bluzu ve bol pantolonu kadının bir deri bir kemik kalmış beilenini saklayamiyordU. Kabarcıklı
akneleri nedeniyle Kate kadının eroin kullanıyor olabileceğini düşündü. Kadın kırklarında
gösteriyordu. “Geldiğin için teşekkür ederim Leanne.”
“Ne istiyorsunuz? Ev arkadaşım bana bir haber vereceğinizi söyledi.”
“Maalesef kötü bir haber vereceğim. Bunu söylemenin kolay bir yolu yok. Birkaç gece önce
Debbie ve Joseph Finch’i evlerinde ölü olarak bulduk.”
“Aman Tanrım! ikisi de mi?” Kate kafasıyla onayladı. “Görünüşe bakılırsa Debbie babasını
vurmuş ve sonra da kendini.” Leanne bir an sessizliğe gömülerek kalan tırnaklarını da kemirmeye
başladı.
“Onları en son ne zaman görmüştün?”
“Yıllardır görmedim. Pata Teyze’nin cenazesinden beri.” Leanne beton basamaklara oturdu.
“Buna inanamıyorum.” “Neden öyle dedin?” Kate etrafa şöyle bir baktı ve o da aynı basamağa
oturdu. “Kita öldüğünde ben ayrıldım. On yıl onlarla birlikte yaşamıştım ve bundan bıkıp
usanmıştım.”
“Teyzen hangi nedenle öldü?”
“Alkol zehirlenmesi nedeniyle. Ailede hiç kimse öyle deıuese de. Onların dediğine göre midede
ya da başka bir organda kanama varmış. Ancak herkes biliyordu ki çok içki içiyordu. Kimse bu
konuda konuşmadı, hepsi bu.”
“Enişten ne zaman hasta oldu?”
“Bilmiyorum. O tarihten sonra ailemle pek sık görüşemedim. Sürekü olarak oraya buraya
taşınıyordum.”
“Debbie’yle en son ne zaman görüştün?”
“Yaklaşık bir yıl önce. Yaşlı adam o tarihte tekerlekli sandalyedeydi. Deb’in sıkıntısı babası her
yerde gezinmediği için biraz azalmıştı. Onun tahminine göre, Parkinson hastalığı nedeniyle akıl
sağlığını kaybetmişti. Adam, kafasını ve dilini idare edemediği kötü bir durumdaydı. Deb’in
dediğine göre aklını kaybetmesinin nedeni kendini idare edebilmesi için verdikleri bir ilaçtı.”
“Bakıcılar dışında başka birilerinden hiç yardım aldı mı?
Bu
kadar hasta birine bakıp aynı zamanda stresli bir işte çalışmak çok zor bir şey olsa gerek.”
“Deb evde asla kimseyi istemezdi.” Kadm tırnaklarını inceledi.
“Babasını nerede vurmuş?”
Kate kadının yüzünü inceledi. “Adamın yatak odasında.” r/n “Affedersin, nereden demek
isledim.” “Boynundan.”
Leanne Finch kafasını salladı. “Acı çektirmiş mi?”
Kate nasıl yanıtlayacağından emin değildi. “Haydi, kart pezevenge acı çektirmiş mi?” Kate ayağa
kalktı. “Sanırım içeri gelsen ve orada konuşsak daha iyi olacak.”
Yukarıda, Kate, Debbie Finch’in kuzenini bir görüşme odasına aldı ve masada karşısına oturdu.
“Debbie kendisini öldürmeden önce tabancayla babasını vurdu ve adamın boğazından aşağı reçel
doldurdu.” “Aman Tanrım.” Kadının gözleri yaşla doldu. Burnunu kolunun tersiyle sildi. “Ama
Debbie’nin bildiğini sanmıyorum.”
“Neyi bilmiyor?”
“Rita ve Debbie ne zaman dışarıda olsalar, yaşlı pislik beni kendisiyle birlikte banyoya sokarak
kapıyı kirlerdi.” “Leanne”
dedi Kate, sesini alçaltarak, “enişten sana cinsel tacizde bulundu mu?”
Kadın neredeyse fısıldayarak yanıtladı: “Çoğunlukla banyoda yapardı. Evde birileri varsa, beni
okuldan alırdı ve parka götürürdü. O buna ‘öğleden sonra partisi’ derdi.”
“Bunu hiç Debbie’ye de yaptı mı?” “Sanmıyorum. Dediğine göre öğleden sonra partisi ‘yalnızca
bizim için’ûV
Kate sandalyesinde ileri doğru kayarak. “Öğleden sonra partisi ne anlama geliyordu?”
“Pantolonunu indirir ve benim.” Kadın, dedektife bakamayarak yüzünü diğer tarafa çevirdi. “Leanne,
bu gerçekten önemli. Bunun reçelle bir ilişkisi var mı?” diye sordu Kate.
Kadın kafasını sallayarak onayladı, burnunu elinin tersiyle
silerek. “Penisinin üzerine reçel sürerdi. Hepsini bana yalatırdı. Sonra da bunu bana karşı
kullanırdı.”
(îizemli cinayet-intihar akla yatkın hale gelmişti. Dedektif
iç geçirdi. Kendisi olsa yaşlı adamın boğazına reçelden başka şeyler de boşaltırdı.
Leanne şaşırmış şekilde ekledi: “Ama Debbie’nin reçelden ha beri yoktu.”
“Sanki haberi varmış gibi.”
“Ama ona bundan hiç söz etmedim. Yapamazdım. Onun babasiydi ve topa tutulan ben olurdum.
Ona yalnızca babasının bana dokunduğunu söyledim ve o da bana bunun çaresine bakacağını
söyledi.” Leanne alnını yumruklayarak, “Debbie reçeli nereden bilebilirdi ki?” diye devam etti.
Kate yanıtı biliyordu: “Debbie’nin ağzında da reçel vardı. Eniştenin öğleden sonra partisi yaptığı
kişi yalnızca sen değildin.”
Kate, Leanne’i dışarı kadar yolcu etti ve Anya’nın yanındaki bir sandalyeye ata biner gibi oturdu.
Sessizce taciz olayını anlattı. Arıya göğsünde büyük bir ağrı hissetti. Anya olaydan yola çrkarak
kemdi kardeşinin çekmiş olabileceği olası acılan düşününce neredeyse dayanamayacak gibi oldu.
Yeniden cinayet olayına odaklandı.
Kate kaşlarını çatarak, “Debbie’nin ağzındaki reçeü yine de anlamıyorum. Tabii ki eski
zamanlann hatırına reçeli yemiş olamaz. Yaşlı adam da onu oral ilişkiye zorlayacak durumda
değildi.” deyip gözlerini sıkıca kapattı. “Debbie’nin ağzında sperm aramamışlar değil mi?”
“Bir şeylerden şüphelenmek için nedenleri yoksa
aramamrşlardır. Yutaktaki reçelden örnek almışlar, ancak eğer özellikle araştırmryorsan örnekte
sperm olduğunu fark etmen çok zordur. Reçelde herhangi bir toksin maddeye ya da zehre
rastlanmamış.” Anya yeniden kontrol etti. “Örnek alman başka bir şey de yok.”
“Bu liflerin çok da anlamı yokmuş gibi gözüküyor” dedi Kate. “Babasını öldürmesi için nedeni
olduğunu bulduk.”
“Bir dakika” dedi Anya, işaretparmağmı havaya kaldırarak. “Toksikoloji raporu adamın kanında
trankilizan etkide bir ilaç olan tiyoridazin bulunduğunu gösteriyor ve aile doktonı Parkinson hastalığı
nedeniyle dopamin aldığını söylemiş. iki ilaç da ekranda gözükmüyor.”
Kate kontrol etmek için sandalyesini tekerlekleri üzerinde
ile ri doğru iteledi. “Evvet, bu dediğin buraya geldiğimde gelen faks
ta da yazıyordu, ancak bana Arap yazısı gibi geldi.
Aradaki fark nedir?”
“Kız işini iyi yapan bir hemşireydi. Adama ilaçlanm vermeyi unutmuşsa ya da adam ilaçlanm
alırken başında durup izleme mişse buna şaşırınm.”
“Belki de adamı tekerlekli sandalyeye mahkûm etmek için ver
miyordu. Cinsel taciz, öldürmeden önce onu âciz bırakması için çok iyi bir neden.”
Anya’nın hoş olmayan bir fikri vardr. “Debbie’nin bedeninde cinsel saldın kurbanları seü
uygulaması yapmak için çok mu geç?”
“Bildiğim kadanyla kimse cesetler için bir istekte bulunmadı Gosford Karakolu’ndaki polislerin,
Leanne’i aramalannın nedeni de buydu.”
“Bu durumda” dedi Anya, “bunu isteyebilirsin.”
“Yaşlı adamın tekerlekli sandalyesinden kalktığını, kıza son bir kez oral seks yaptırdığım ve kızın
da çılgına döndüğünü düşünmüyorsun değil mi?” dedi Kate. Bunu söylediği anda sorunun yanıtını
beklemeden hareket etti. Aklı bunun anlamını kavrayacak kadar çalışıyordu. “Hemen Connelly’den
bunu isteyeceğim.” Kate Connelly’yi ararken, Anya dosyadaki fotoğraflara hızla göz attı. Debbie
Finch paslanmaz çelik masada yatarken, herhangi bir tacize uğramış gibi görünmüyordu. şakaktaki
mermi yarası tek travma iziydi. Bu beyaz tüysüz beden hiçbir zaman bir çocuk doğuramayacak,
menopoz yaşamayıp, yaşlanmayacaktı. Bu kadar kendi içine kapalı yaşayan birinin jenital bölgesini
otopside başka birinin tıraş etmiş olması Anya’ya
tuhaf göründü. Fatma Deab’in jenital bölgesindeki kabarcıkların görünür olmasının tek nedeninin
Fatma’mn kendisinin bu bölgeyi tıraş ediyor olmasıyla ilgili Jeff Sales’in dediklerini hatırladı.
Bu varsaydığı üzere genç ve cinsel açıdan aktif kızların yaptığı bir şeydi. Cinsel ilişkiden kaçınan
kızların değil. Anya, Debbie Finch ile Fatma’nın yaşamlan sona erdiğinde, ne gibi bir sırrı da
yanlarında götürdüklerini merak etti.
Bilgisayara yeniden dönerek, bir kere daha banyoya ilerlerdi. Ve birden bir şeyin fakına vardı.
Yaşlı adam tekerlekli sandalyeye mahkûmsa ve çişini tutamıyorsa klozeti kim açık bırakmıştı?
21
Brian Hogan kafasını salladı. “Lanet olsun! Orada başka birileri de olabilir. Bu nasıl atlanmış?”
Adam daha konuşmadan Kate adama saldırmaya kararlıydı. “Kaç herif klozeti kapatmayı akıl eder
ki? Bahse girerim, bu lanet şey yerinde olmasa bile farkına varmazdınız.”
“Unutma ki bir şeyin anlamım sonradan fark etmek bizim işimizin yüzde ellisidir” diye sert bir
şekilde yanıtladı Brian. Kate, elleri kalçalarının üzerinde, “Böylesi bir çuvallamayı sonradan fark
etmek biraz utandıncı olmak” dedi.
Anya bu söylenenin ne demek olduğundan tam olarak emin olamadı. Bu noktada umurunda da
değildi aslında.
“Olay yerinden parmak izi alınmış mı?”
“Giriş ve çıkışlardan. Ancak dört iz bulunabildi. Üç iz bakıcılara ve bir iz de ölen kadına aitti.
Anya’nın ilk aklına gelen polis oldu. “Sizin ekipten biri olay yerinde işemiş olabilir mi?” “Kanıtın
üzerine işenen ilk olay olmazdı bu. Ancak bu sefer biri kadın iki polis memuru ilk olarak olay yerine
gelmişler. ikisi de hiçbir şeye dokunmadıklarına yemin ettiler. Cesetlere bir kez bakmışlar ve kadın
polisin yanındaki genç memur dışarı zor kaçmış. Dedektifler gelene kadar orada kalmışlar. Değil
işemek için, üzerine para verseniz bile içeri girmelerini sağlayamazdınız.” Kate besbelli ki evvelki
akşam ödevini iyi yapmıştı.
“Kız oturaklı sandalyeyi boşaltmış olabilir mi? Bunun açıkla ması ancak böyle yapılabilir.”
“Oturak doluymuş. Hatta dedektiflerin kusmasına neden olmuş.”
“Peki” dedi Anya ve ekledi: “O zaman orada başka biri daha vardı. Arkadaşları, akrabaları ya da
hemşireler olabilir mi?”
“Hiçbiri olamaz. iş arkadaşları nerede yaşadığını bile bilmiyor lar. Onlarla dışarıda
buluşuyordu.” “Ya adamın bakıcısı?” diye sordu Brian.
“Bakıcı ayarlayan şirket dedektiflere, Debbie Finch’in seçtiği bakıcıların hep orta yaşlı kadınlar
olduğunu söylemiş. Evde genç ve tatlı bir kız istemezmiş. Bir erkeği ise asla kabul etmezmiş” diye
yanıtladı Kate.
“insan, eğer adamdan bu kadar nefret ediyorsa, kızın evi terk etmemesinin nedeninin adamın çok
parasının olması olabilir diye düşünüyor” diye mırıldandı Brian.
Lacivert ince çizgili takım elbise giyen, genç, hafif yanık tenli bir dedektif konuşmaya katıldı.
Adamın görüntüsü daha çok kumsalda devriye gezmeye uygundu.
“Banka hesaplarını az önce incelemeyi bitirdim” dedi
dedektif, Kate’e doğru dönerek. “Yaşlı adamın öldüğünde hiçbir şeyi yokmuş. Eve para getiren
kızıymış. Kızın hesabında hiç el sürülmemiş 350 000 dolar değerinde hisse senedi varmış. Yalnızca
bu değil. Kız kumsalda, iyi yerlerde dört ayn mülkü de kiraya veriyormuş. Yerel bir emlakçi,
mülklerin değerinin toplamda iki milyon dolardan daha fazla ettiklerini söyledi.”
Kate onaylar şekilde gülümsedi. “Mick, kızın bunları kime bıraktığını da bulduğunu
sanmıyorum, doğru mu?”
“Tacize uğramış kadınlar için bir merkeze.”
Brian Hogan omuz silkti. “Sanırım parayı olayın nedenleri arasından çıkarabiliriz.” Anya böyle
bir kadının neden ateşli silah taşıdığını merak etti. “Ya silah? Ruhsatlı mıymış?”
Brian Hogan buruşuk bir mendil çıkardı ve burnunu sildi. “Herhangi bir yerde el altından satm
alınmış olabilir. Gosford’da
ki barları ve satıcıları araştırıyoruz. Ancak bir şey çıkacağını san mam” dedi, mendilini
pantolonunun cebine sokarken.
“Boş zamanında ne yaptığını biliyor muyuz? Nerelere gider miş?”
“Bakıcı, kızın bazen Sydney’e gittiğini söyledi. Alışverişe gidi yorum demiş, ancak çok bir şey
aldığı da söylenemezmiş.”
“Bu her anlama gelebilir” dedi Kate. “Belki bir erkek arkadaşı
nı görüyordu veya bir hobisi vardı ya da silah alıyordu. şu işe bak! Bildiklerimizden yola
çıkarsak, tüm zamanını lanet bir sanat
galerisinde de geçirmiş olabilir.”
Anya fotoğraflara daha yakından baktı. Kaçtığı için onu kim suçlayabilirdi ki?
Telefon çaldı ve Brian telefonu yanıtlarken Kate, Anya’nın omzuna eğilerek, “Belki de bütün
bunların bir anlamı yoktur. Belki bakıcı tuvaleti temizledi ve klozeti de açık bıraktı” diye
düşüncesini belirtti.
“Eğer temizliyor olsaydı, havluları da yerden alır
banyonun kalanını da toplardı diye düşünüyorum” dedi Anya. Kate onayladı. “Eğer odada birisi
varsa, kim olduğunu bulsak iyi olacak.” Akciğer örnekleri Anya’yı rahatsız ediyordu.
“Peter Latham liflerle ilgili ne dedi?” “Yaşlı adamın ciğerlerinde rastlanmadığını söyledi. Yalnızca
kızmkinde varmış.” “Buradan bu liflere evin dışında maruz kaldığı sonucu çıkıyor. Yani babanın
akciğerleri sağlam mıymış?”
“Ben öyle demedim. Adam ileri düzeyde akciğer kanseriymiş.”
“Mezotelyom tipi mi?”
Kate patoloji raporunu uzattı. “Ne olduğuna sen bak. Bana bu yazılar hiyeroglif gibi geliyor.”
Anya “skuamoz hücreli karsinom” yazan cümleyi okudu.
“Olmadı. Bu lifli ortamlarda çalışan insanların yaşadığı türden bir kanser hastalığı değil. Adamı
lifleri eve giysilerinde getirmekle suçlayamayız. Oysa bu, kızın bunları nasıl soluduğunu açıklardı.”
Anya okumaya devam etti. “Trajedi şu ki bu kadar ilerlemiş bir kanserle adam zaten ölmek
üzereymiş.”
Brian Hogan telefon görüşmesini bitirmişti ve bilgisayarın
yanında Anya’ya katıldı. “Bu bir çeşit cinayet mi yoksa ötenazi anlaşması mı?”
“Ötenaziye pek benzemiyor” diye yanıtladı Kate. “Adamın kendi doktorunun bile kanserden
haberi yokmuş.”
Yakışıklı sörfçü polis şaşırdı. “Yani sizin dediğiniz, tetiği çeken her kimse, zaten ölmüş olan bir
adamı öldürdüğünü bilmiyormuş.
Öyle mi?”
Anya hâlâ liflerin kaynağım merak ediyordu.
“Hâlâ liflerin nereden geldiğine ya da nasıl üç farklı kadında da bulunduğuna bir yanıt
bulamadık.”
“Bu o kadar alışümadık bir durum mu?” Mick ilgilenmiş gözü küyordu.
“Üç kadının da otopsisinde bu liflerden bulunması olasılığı milyonda bir olmalı” diye açıkladı
Anya. “Bunun gibi rastlantılar pek olmaz. Lifler doğal olarak havada bulunmazlar.
Mutlaka ka
dınlar bu lifleri bir yerlerde solumuş olmalılar. Bu kadınların ayru yerde zaman geçirmeleri ya da
aynı insanı tanımaları olasılığı nedir? Ortak bir noktalan var mıydı? Bulmamız gereken bu.”
Brian sandalyesini Anya’nın yanma sürdü. “Bu insanlann klimadan kaptığı enfeksiyonlar gibi bir
şey mi? Lejyoneloz ya da her ne diyorlarsa.”
Anya adamın nefesindeki kahve ve sigara karışımı kokuyu
aldı. “Tam olarak değil. Kurbanlardan hiçbiri bu nedenle ölmedi, ancak aynı yerde zaman
geçirmiş olabiürler. Bütün bildiğimiz, üç genç kadınm da görünüşe göre intihar ettikleri, üçünün de
ölmeden önce bir süre ortadan yok olduklan ve üçünde de bu liflerin bulunması. Fatma Deab,
Merrylands’te aşırı dozdan öldü ve Clare Matthews bu yılın başlannda kendini uçurumdan attı.”
“Ölümlerin birbiriyle ilişkili olduğunu düşünüyorsan özel bir ekibin bunu soruşturması gerekmez
mi?” diye sordu Mick.
Kate kontrolü ele alarak, “şu an bir bağlantı kurulamadığı gibi, bağlantı olmadığı da söylenemez.
Daha fazla dağılmadan, bu olay hakkında yeterince bilgi toplamalıyız. Telefon kayıtlannın
karşılaştınlmasmı, arkadaş ve komşularla yeniden görüşülmesini istiyorum. Debbie’nin bir erkek
arkadaşı var mıydı, aileye düşman birileri bulunuyor muydu? Ortadan kaybolduğunda nereye
gitmişti?” Kate ceketini çıkardı ve bir sandalyenin arkasına astı. “Evde ortadan kaybolmuş bir şey
fark edüdi mi? Ayrıca kızın Fatma Deab ya da Clare Matthews’le bir ilişkisi var mıydı, bunu da
bilmek isterim. işe yarar herhangi bir bağlantı bulun.”
22
Bir sonraki gün Anya, Cleveland Sokağı‘na geri geldi ve Kate’le girişte karşılaştılar. Birlikte
asansöre binerek üçüncü kata çıktılar. Bu zaman içinde Kate saatini dört kez kontrol etmiş ve
gırtlağını da en azından iki kez temizlemişti. Belki yapılacak görüşmenin bir an önce başlaması için
sabırsızlanıyordu, belki de bir an önce bitmesini istiyordu.
“içeri girmeden önce bilmem gereken bir şey var mı?” diye konuyu açtı Anya.
“Fazla ümitlenmeni istemem. Bu adamlar daha fazla iş çıkmasın diye her şeyi yaparlar. Filano
müfettiş olma hayallerindedir ve bir şeyleri eline yüzüne bulaştırmamak için her şeyden uzak durur.
Clare Matthews öldüğünde morga çağrılmamdan hiç hoşlanmadı. Olayı öylece kapatmak ve
sonucunda da iyi iş yapmış gibi görünmek istiyordu. Faulkner hakkında ise kendin karar ver.”
“iyi o zaman. Çalışırım.”
Bir araya geldiklerinde bir yuvarlak masa, altı sandalye ve bir de beyaz yazı tahtası bulunan
ikinci görüşme odasında konuşmaya karar verdiler. Ana büro ile aradaki dikey pencere panjurlarını
olduğu gibi açık bıraktılar. Anya, dedektif yardımcısı Ernie Faulkner’le tanıştırıldı. Her geçen gün
kelleştiği anlaşılmasın diye grileşmiş az sayıda saçını kafasını örtecek şekilde tarayan, göbekli bir
adamdı.
“Saçları konusunda daha çok kendini kandırıyormuş gibi” diye düşündü Anya. Polis dedektifi
Ray Filano ayağa kalktı ve nere
deyse eğilerek selam verdi. Otuzlu yaşlarmdaydı, siyah bir göm lek giymiş ve ona uygun bir
kravat takmıştı. Ernie Faulkner’ın
teşkilatın Sydney’in batısında Merrylands şubesinden geldiğini anlamak zor değildi. Afili bir
şekilde giyinmiş dedektif Filano’nun ı w,
görüntüsü de doğuda şehrin dışında bulunan mahallelere tanı olarak uyuyordu. Kate bir sandalye
çekerek masaya oturdu. “Geldiğiniz için teşekkür ederim. Katkınız için de.”
“Yardımımız olacaksa memnun oluruz.” Kelini kapatmak için üzerine taradığı iki parça saçının
havaya dikürniş olmasından anlaşıldığı üzere Emie Faulkner klima çıkışının tam altına oturmuştu.
“Baktığımız olaylardan üçü arasındaki olası bağlantıları
inceliyoruz. Senin bölgende aşın dozdan ölen Fatma Deab, uçurumdan atlayan rahibe Clare
Matthevvs ve çok belirgin bir cinayet-intihar olayının kurbanı Debbie Finch.”
“Nasıl bir bağlantı arıyoruz?” diye sordu Ray Füano.
“Aslında, Dr. Crichton otopside görülen bazı sıradışı bulguları inceliyordu. Bunu açıklamayı ona
bırakacağım.”
Anya ayağa kalktı ve oradaki bir kalemin kapağını açtı.
“Üç kadında da otopsi sırasında, ikincil dereceden veri olarak kabul edüen, sıra dışı bir bulgu
belirlenmişti. Üçünün de akciğerinde bir çeşit lif bulunuyordu. Genç kadınlar bir yana, bütün
yaşanılan boyunca birçok değişik ortama maruz kalan yaşlı insanlarda bile böyle bir bulguyla
oldukça seyrek rastlanır.
Siyah kalemle kum saati görünümündeki lifi çizdi. “Nereden geldiği ile ilgili hiçbir fikrimiz yok.
Ancak bu kadmlann aynı yerde bulunduğunu gösteriyor olabilir.”
Füano ilgilenmiş gözüktü. “Etrafa klünayla yayılan bir madde mi?”
“Sanırım demek istediğin bir enfeksiyon olan lejyoneloz. O bu liften tamamen farklı bir şey.
Ancak ikisi de nefes alma sırasında akciğerlere yerleşiyor.”
“O zaman içtikleri ya da burundan çektikleri yeni bir çeşit uyuşturucu mu acaba?”
“Hayır. Bu iyi bir düşünce aslında ama bunun bir çeşit yapı malzemesi olma olasılığı yüksek.
Klima, yayılmanın olası neden lerinden biri yine de.”
“Sanınm bu daha çok sendikaların ya da tazminat ödeyecek si gorta şirketlerinin araştırdığı
türden bir şey. Bir çeşit adli ihmali
mi araştınyoruz?” diye sordu Füano, çocuklarla konuşurken kul lanılabilecek bir ses tonuyla.
Anya zaten adamdan hoşlanmanuştı. “Hayır, lifin kaynağında ki kişi büyük olasılıkla bunun...”
“Affedersiniz” dedi Ernie Faulkner, araya girerek. “Bunun ikin cil dereceden olduğunu söylememiş
miydiniz? Bu ölümlerle ilgili Olmadığı anlamına geliyor, öyle değil mi?”
“Teknik olarak evet, ancak yine de çok önemli olabilir. Genç bir insanda böyle bir patolojik
bulgu belirlenmesi olasılığı o kadar az ki. Bildiğim kadarıyla böyle bir olay kayıtlara geçmiş değil.”
Kate konuşmaya başladı. “Bahsettiğimiz kişilerden biri
Fatma Deab, birkaç hafta ortadan yok olduktan sonra aşın dozdan ölmüş on dokuz yaşında bir
genç kız. Clare Matthews rahibe olmak üzere son yeminini edecekti ki ortadan kayboldu ve sonra bir
uçurumun dibinde ölü bulundu. Üçüncü kadın Debbie Finch de yine bir hafta ortadan kaybolmuş.”
Merrylands’li dedektif gözlerini bayılttı ve defterini
kapatarak, “Deab olayında, başka birinin de tuvalette olma olasılığını araştırdık ve hiçbir
şey bulamadık” dedi. “Kızın babasının zavallı bir çocuğu öldüresiye dövmesi bizim için daha
önemli.”
Kate kollannı birbirine kavuşturdu. “Kızm öldürüldüğü yönünde bir telefon ihbarı aldığımızdan
beri kızm babasını takip ediyoruz. Adam burnumuzun dibindeyken büe ağır yaralama suçu
işleyebildi. Bu adam pervasız, şiddet meraklısı ve önüne çıkan herkese saldırmaya hazır biri.”
“Evet, hempalanyla birlikte, demir bir çubuk kullanarak şiddet saçıyor. Ancak iğne kullanarak
değil.”
“Peki” dedi Anya. “Ancak genç Fatma yüksek dozdan komaya girdiğinde yanında biri olması
olanaksız mı sizce? Ölü bulunmadan önce bu kadmlann nereye gittikleriyle ilgili hiçbir şey
bilmiyoruz.”
Bay “keltoş” ayak diremeye devam etti. “Bu biraz kadınlar ara
sında zorlama bir ilişki kurmak olmuyor mu? Her hafta kaç kişi nin kaybolduğu bildiriliyor
biliyor musunuz? Bu kişilerin çoğu er
ya da geç çıkagelir, bu kadınların tek farkı ölü olarak bulunmala rı olmuş. Bildiğim kadanyla da
farklı nedenlerle ölmüşler.
Deab
olayında soruşturma, geçmişte kızm birçok kez maruz kaldığı ai le içi şiddet ve aldığı tehditler
üzerine oturtulmuştu. Kız öldüğün
de yaşlı pislik eğer oradaysa hiç de şaşırmam ama bunu kanıtla mak için yapabileceğimiz pek bir
şey yok.”
Anya, arkadaşının önceden neden sirürli gözüktüğünü şimdi an lamıştı. “Ancak, liflerin
kaynağım bulmak yine de önemli.
Bununla
ilişkili benzer bulgularla karşılaşılan başka olaylar da olabilir.”
Kelimeler ağzından çıkarken, Anya dedektiflerin ne kadar ilgisiz göründüklerinin farkına vardı.
Faulkner sandalyesinde ileri geri sallanırken başındaki birkaç tutam saç da hava akımının
etkisiyle uçuşuyordu. “işin doğrusu
biz araştırma görevlileri değiliz ki onu bunu anisin arak müthiş bir bilimsel buluş yapalım.” “Seni
nezakete davet ediyorum” dedi Filano. “Bırak da hanımefendinin söylediklerini dinleyelim.”
“Peki” dedi Kate. “Biliyorum bu pösteki saymak gibi görünüyor, ancak en azından elimizde olan
verilerin üzerinden şöyle bir gidelim. Finch cinayet-intihar olayında.” Filano araya girerek, “Bu
olayda ne olduğunu ve kimin neyi yediğini gayet iyi biliyoruz” dedi.
Faulkner yavaşça dudaklarını yaladı. Amaaan, diye geçirdi içinden Anya. Bu toy çocuklarla
uğraşmaktan daha da kötüydü.
Kate sataşmaya aldırmayarak, “Birinin klozet kapağını açık bıraktığını ve bunu yapanın polis
ekibinden, ev sakinlerinden ya da sosyal yardımdan biri olması olasılığının düşük olduğunu
biliyoruz. Kadın ve babası öldüğü sırada orada başka birinin de olma olasılığını göz ardı edemeyiz”
diye devam etti.
Yardımcı dedektif Faulkner hırsla kaleminin arkasına bastırdı. Kafasının üzerinde dans eden
saçları aşağılayıcı ses tonunu komik kılıyordu. “Maroochydore’deki olayı hatırlıyor musunuz? Biri
klozetin açık bırakıldığını fark etmişti. Hani şu iki serserinin bir kadını döverek öldürdükleri ve sonra
da yüksek doz komasına girmiş süsü vermeye çalıştıkları olay. Tek sorun kullanılan aletlerin hepsini
temizlemiş olmalarıydı. Kurban nasıl olmuştu da bir atı bile öldürmeye yetecek pisliği kendine
şırınga etmiş ve sonra da aletleri temizlemiş, evine girmeden her şeyi komşusunun çöpüne atmış,
içeri girdiğinde pijamalarım giymiş ve kendi yatağına değü
de ev arkadaşının yatağına yatarak orada ölmüştü. Bu olay örgüsünde bir şeylerin yanlış olduğunu
anlamak için Einstein olmak gerekmezdi aslında. Klozetin açık olması ise bir ek ödül gibiydi, ancak
o zamanlar basın kapağı kendine malzeme yapmıştı.”
Ray Filano ciddileşerek, “Ya silahın balistik incelemesi?” diye sordu.
“Kadının tetiği çekmiş olmasıyla uyumlu” diye yanıtladı Kate.
“Mücadele izi var mı ya da bir şey çalınmış mı?”
Anya üç boyutlu görüntülerde gördüklerini anlattı. “Masadan aşağı düşmüş ve kırılmış birkaç şey
vardı. Bir vazo, eski aile fo
toğrafları gibi. Bunların baba vurulduktan sonra düştüğünü bili
yoruz, çünkü sıçrayan kanın izleri çerçevenin fotoğraflı olan yü zündeydi. Halıda iki tane kanlı el
izi vardı. Bu nedenle kadının
yaşlı adama belki de yardım etmek için dokunduğunu ve sonra da elini yerdeki halıya sildiğini
düşünüyoruz.”
“O zaman kadın adama telaş içinde ateş etti, daha sonra da ne yapi iğinin farkına vararak dehşete
düştü. Onun öldüğünü anladığında da ‘banı’ diye kendini vurdu. Kadının el izleri yerdeydi. Demek
ki kendini öldürmüş.” Dedektif Filano’ya göre olay bu kadar I »asitti.
Anya kendi düşüncesini ortaya koyabilmek için ateş etme olayını yeniden canlandırdı. Ernie
Faulkner’in kısa boynunu ve köprücükkemiklerini işaret ederek, “Kurşun sola, aşağı ve geriye doğru
girerken ileri derecede kanamaya yol açmış. Sternum, kalvikül ve mastoit çıkıntıdaki kasların
içinden geçmiş, sol brakiyosefalik daman parçalamış, baş boyun ve karnı besleyen atardamarın çıkış
yerine girmiş. En çok zararı da burada vermiş. Yani aortta. Sol akciğerin üst ve alt parçalannı
yırtmadan önce. Derinin altında göğüs duvannın arka kısmındaki dokuya saplanıp kalmadan önce
birkaç kaburgası ile kürekkemiğini de çatlatmış” dedikten sonra, bir elini Faulkner’in arkasına
kurşunun kaldığı son yeri göstererek devam etti: “Ölmesi zaman almış. Bu, kadının, adamın
boğazından aşağıya reçel dökmesi için yeterliydi. Sanınm bir anlık kızgınlıkla sıkılmış bir kurşun,
doğrudan göğsünü hedef alırdı. Kadın hepsi bir yana acil serviste hemşireydi ve yeterince kurşun
yarası olayı gönnüştür.”
“Eğer pişmanlık hissetseydi, cankurtaran çağırmak için uzunca bir vakti vardı” diye ekledi Kate.
“Bir sonuca varmak için yine de fazla bir veri yok” dedi Filano. “Clare Matthews’e gelirsek, olay
benim bölgemde olmuştu. Patologlar, sonradan, bir mücadele yaşanmadığına karar verdiler. Bu
karar, bu işe Cinayet Masası‘nm değil yerel polis olarak bizim bakacağımız anlamına geliyordu.
Öyle gözüküyor ki kız hamile kalarak yaşamını mahvetmiş ve sonra da kolay yolu seçmişti. Ailesi
bunu kabul etmek istemedi, ancak ters bir şey olduğunu gösteren hiçbir veri de yok. Ah Kate, bunu
sen zaten biliyorsun. Bu davada sana da danışılmamış mıydı?”
Faulkner boğazını temizledi. “Eğer Deab izleniyorduysa, adam birden işemek için Merkez
Sahili’ne gitse ya da geceyarısı uçurumlardan aşağı yuvarlamak için bir rahibeyi arabasına alsa sizin
çocuklar bunu fark etmezler miydi?”
Anya beyaz yazı tahtasına doğru yürüdü ve daha önce çizdiği şekli bir daire içine aldı.
“Bütün bu kadmlann aynı tipte life nasıl maruz kaldığını hâlâ açıklayamıyoruz.”
“Birbirlerini tanıdıklannı mı ima ediyorsun?” diye sordu Fila
no. “öyle bile olsaydı çok bir anlamı olmazdı.” “Birbirlerini tanıyorlarsa, bulgular daha da önemli
hale gelir, Akciğerlcrindeki her neyse oldukça zararlı bir madde olabilir.”
Faulkner kaleminin arkasına yine bastırdı. “Doktor, biliyorum ki serbest çalışıyorsunuz. Kendi iş
yükünüzü belirleyebilir ve ya pacağınız işi seçebilirsiniz. Ama biz bunu yapamayız. şu anda kuk
türlü iş bizi bekliyor. Haneye tecavüzler, hırsızlıklar, cinsel saldın olaylan, kavga olaylan
ve rekor sayıda karşılıksız çek olayı gerçekleşiyor. Dolandıncılık masasının ügilenmesini
gerektirecek büyüklükte paralar olmadığı için bu lüzumsuz işlerle de biz uğraşmak zorundayız.
Savcıhk Fatma’nın dosyasını kapatmıştı. isimsiz ihbar işi zora soktu ve kendimizi sanla kendi
kuyruğumuzu kovalıyormuşuz gibi hissettik. Tam şu anda elimizde bir sigara izmaritinden başka bir
şey yok ve bu izmarit, olaydan somaki hafta içinde de tuvalete atılmış olabileceği için bölge
savcılığına göre, mahkeme tarafından kabul bile edilmeyecek.
işe kanştığımız kadanyla biz de aslında kayıtlarda olmasım istemiyoruz. Ve şimdi siz bizden, her
şeyi bırakıp hiçbir anlamı olmayan bir şeyin peşine düşmemizi mi istiyorsunuz? Peki bunun
karşılığını kim ödeyecek? Fazla mesai bütçemiz zaten elimizde olan işleri bile karşılamıyor. Kate, ne
olur bize şaka yaptığını söyle!”
Kate Farrer dışanda, ofisteki çügin hareketliliğe baktı. Aradaki kalın cam duvar ses geçirmiyordu
ve görüntü bir sessiz filmi andınyordu. Odanın içinden baküdığında görünen bu film için altyazı hiç
de gerekli değildi. Faulkner’a döndü. “Siz gitmeden önce, telefon kayıtlarını karşılaştmp en azından
aradıklan ortak biri var mı bakabilir miyiz?”
“Sana hemen şu anda söyleyebilirim. Fatma’nın bir cep
telefonu yoktu. Gezmek için dışan çıkmıyordu ve arkadaşı da yoktu, îşte bu. Kimsesi yok. Hiçbir
ilişkisi de yok. Hepsi bu kadar mı? Suç laboratuvannda olmam gerekiyor.”
“Bir dakika bekle, şunu bitirelim” dedi Filano. “Clare Matthews manastırda yaşıyormuş ve onun
da bir cep telefonu yok.
Beş altı kişinin kullandığı ortak telefonun kayıtlarım incelemenin
de pek bir anlamı kalmıyor. Sizin başmızdakileri bilmem ama be nimkiler çok da gerekli olmayan
kayıt incelemeleri için para har camak istemezler.”
Anya üç dedektife birden dönerek, “Ya banka hesaplan?” diye sordu. ilk yanıt Filano’dan geldi:
“Bu ilginç bir durum. Kayıp geçirdi M IIIIM sure boyuma Clare Mafthevvs’iıı hesabında bazı
işlemler yapılmıştı.”
Kate’in dikkatini yerdeki bir leke çekmişti ve lekenin üzerine ayağıyla basarak, “işlemleri
yapanın o olduğunu nereden biliyorsunuz?” dedi.
“Ortalamalar yasasından. Adam kaçıran birisi kurbanlarmın faturalarını internetten ödemek için
pek de çaba
harcamaz.”
Bay “keltoş” ilk olarak ayağa kalktı, isyan eden dört adet saçını toparladı ve kel kafasının üzerine
yapıştırdı. Anya, ufacık bir fırsatını bulsa onları koparmak için bir an bile duraksamayacağını geçirdi
içinden.
Adam, “Başka bir şey?” diye sordu sırıtarak.
“Bildiğimiz kadarıyla” dedi Anya, “kadınlardan en az ikisi, Debbie Finch ve Fatma Deab, jenital
bölgelerini tamamen tıraş etmişlerdi.” Ağzından kelimeler daha çıkarken bunu söylediğine pişman
olmuştu bile.
Ernie Faulkner şok olmuş gibi görünmeye çalıştı.
“işte bu şüpheli! Benim eski eşim de böyle yapardı.” Kravatım gevşeterek, “Sizin
deneyimlerinize göre doktor, jenital bölgenin tıraş edilmesi tehlikeli ve hatta müstehcen bir davranış
mıdır? Eğer öyleyse, size Tanrı Kolluk Gücü‘nü ve hatta Ahlak Polisi’ni aramanızı öneririm. Sizin
endişelerinize yanıt vermek için onların sınırsız zamanlan ve kaynaklan her zaman bulunur” dedi.
Anya açıklamaya çalışırken yüzünün kızardığını hissetti. “Otopsi için gelen kadınların yüzde
beşinden daha azında tıraş edilmiş jenital bölgelerle karşılaşınz. Bunlann birçoğu da yalnızca
bölgesel olarak tıraş edilmiştir. Bikini dışında kalan bölgeler gibi. Model, yüzücü ya da hayat kadını
olmayanlarda bu pek de karşılaşılmayan bir şeydir.”
“Clare Matthevvs’in tıraşlı olup olmadığını bilmiyorum” diye
yanıtladı Filano. “Ancak elinizde olan yalnızca buysa.” Faulkner, Kate’e doğru dönerek,
“Yapacak iş anyorsanız, şehir
deki güzellik salonlanmn hepsini kontrol edip, ilgili kasıklara tüy dökücü uygulamışlar mı
öğrenebilirsiniz. Böylece iyi ilişkiler de
kurabilirsiniz” dedi. Kulağına doğru eğilerek ancak diğerlerinin de duyabileceği bir şekilde
ekledi: “Belki siz de bir Brezilya mo
deli denemelisiniz. Kim bilir, çok yakışabilir. Adam posta kutusu na mektup atar gibi oluyormuş.
Bunun tamamen heyecan verici yeni bir deneyim olduğunu söylüyorlar.”
Anya bir kavga çıkması olasılığına karşı araya girmek için hız la hamle yaptı. Ancak Kate hiç
konuşmadan öylece duruyordu.
“Komi şu ki bir başka rastlantı da i>u. Ve ben rastlantılara inan mam.”
Faulkner daha da yaklaştı. “Benim rastlantısal olarak gördü ğüm bu olaylarla ilgilenen kişilerin
içinde yalnızca ikinizin
bu in tiharlarda kötü bir şeyler aramanız. Belli ki ikiniz birlikte bu ko nular üzerinde oldukça
uzun zaman geçirmişsiniz.”
Kate burun deliklerinden alevler çıkacakmış gibi
soluyordu ve Anya artık Kate’in yumruk atacağım sandı. Neyse ki, Kate bir an durdu ve
düşündü. “Bence siz söyleyeceğinizi söylediniz. Herkes nerede olduğunu bilsin. Ah, Faulkner bir
daha Orospular Kulübü‘ne eğlenmeye git tiğinde, narkotik baskınında yakalanmamaya dikkat et.
Olur mu. Halkla ilişkiler çalışmalarına zarar veriyorsun ve bürodaki tüm memurlara da kötü örnek
oluyorsun.” Kate adamın tepkisini bekledi, gelmeyince ekledi: “Yüzünü saklasan bile televizyonda
insan gerçekten beş kilo daha şişman çıkıyor. Hatta benim ekranımda fark on kilo kadar.”
Anya gözlerini fal taşı gibi açmıştı. Bir baskında dedektiflerden birinin kötü bir durumda
yakalandığını biliyordu ama o dedektifin kim olduğunu bilmiyordu. Adalet bu olsa gerekti.
Faulkner’ın odayı hızlı bir şekilde terk etmesi de bunun kanıtıydı.
Ray Filano üst üste atmış olduğu bacaklarını çözdü. Ayağa kalktı ve Anya’ya doğru yine
neredeyse selamlar gibi eğildi. “Ernie için üzgünüm, yutamayacağı bir lokmayı ısırmaya kalktı. Bir
daha sefere öğle yemeğinden sonra görüşelim.” Kapının eşiğinde durdu ve ekledi: “Aslında ben
umudumu kaybetmezdim.
Her zaman hepimiz yanılabiliriz ve siz de haklı olabilirsiniz. Kim bilir? Takılıp kaldığınız belki de
üç kusursuz cinayet çıkar.”
Anya, “Kusursuz olsalardı, onları soruşturuyor olmazdım” de di ve kapıyı kapadı.
Kate pencereye doğru yürüdü ve kalçalarındaki kollarını mdirdi.
“Pislik herifler olduklarını biliyorum ama buna onların tarafın dan bakmalısın. iş yoğunluğundan
boğuluyorlar, ikincil derece bulgulardan çok daha önemli bir şeyler bulamazsak, bu olaylar
kapanacak.”
23
“Anne!” Ben arka koltuktan dışarı fırladı ve Anya’ya doğru koşup gelerek annesinin açık
kollarına atlayıverdi. Yağan yağmur ikisinin de umurunda değildi.
“Seni o kadar özledim ki.” Anya oğluna sıkıca sarıldı ve
onun elma şampuanı sinmiş kokusunu büyük bir özlemle içine çekti. “Ben de seni çok özledim.
Anne, ben yine büyüdüm! Kaslarımı gördün mü? Bak!” Benjamin aşağı kaydı ve pazılarım sıktı.
“Of, kocaman olmuşlar! Çok et, meyve ve sebze yemiş olmalısın.”
“Eh işte. Ama brüksellahanası yemedim. Öğğ, onlar iğrenç.”
“Öyle olsun” dedi Anya, oğlunun göbeğini gıdıklayarak. “Bu hafta sonu brüksellahanası yok.
Odana gidersen, orada seni bekliyen bir sürpriz var.”
“Heyyy! Gidelim de görelim bakalım. Gidelim de görelim”
dedi Ben ve annesinin koluna yapıştı. Annesini de yanında sürüklemeye çalışıyordu. “Baba, sen
de gelip baksana.”
Martin ön koltuktan kumaş bir kamp çantası çıkardı ve çantayı patika yolun üzerine koyarak,
“Sen devam et tatlım” dedi. “Ben bir iki dakikaya kadar gelirim.”
Anya, Ben kapıdan içeri girene kadar bekledi. Fark etmemişti,
Martin gri bir takım elbise giymiş, leylak rengi bir kravat takmış tı. “Geç kaldın. Bu sefer tam iki
saat.”
Martin suratını astı ve yandaki eve doğru el salladı.
“Bayan Me
raklı yine iş başında.”
Anya o tarafa döndüğünde yukarı kat perdesinin oynadığını gördü. Yaşlı kadın sürekli olarak ağır
işiten ve gözleri zor gören
biri gibi davranıyordu, ancak belli ki durum hiç de öyle değildi.
“Kadına böyle ad takmamalısın. Ben kadının gerçek adının bu olduğunu sanıyor.”
“Lütfen yine başlama Annle.” Martin sanki düamaruyrruş gibi kravatına asıldı. “Uzun bir iş
görüşmesinden sonra zaten yeterin ce stresliyim.”
Görünen oydu ki Martin yıUardır kravat takmamıştı. Anya ada mın işle ilgili planlarım ve bunun
oğluna ne etkisi olacağını merak etti. Eğer sorarsa Martin onu hayatına karışmakla suçlardı. Anya,
onun işle ilgili kendiliğinden konuşup konuşmayacağını beklemeye karar verdi.
“işler nasıl gidiyor?” diye sordu Martin, sokağa doğru bakarak. “Geçen gece seni haberlerde
gördük.” “O dava iyi gitti. Kalanı yavaş gidiyor, ancak biliyorum ki bu kısa bir süre sonra
düzelecek.” Anya, Martin’in koluna dokundu ve adam uzaklaşmaya çalıştığında kolundan çekti.
“Gitmeden önce, Ben’le ilgili konuşmalıyız. Anaokuluna ve somaki okuluna nerede gidecek?”
“Bunu konuştuk. Evime neresi yakınsa oraya gidecek.”
Martin çantayı alıp omzuna atarken, çanta neredeyse patika yolda bisiklet süren birine
çarpıyordu. “Salak herif. Bisikletini yolda sür. Kafana da kask tak!” diye bağırdı adamın arkasından.
“Bisikleti boş ver şimdi. Bak, oğlumuzun özel
gereksinimleri var” dedi, yumuşak bir sesle. “Bu gereksinimlerini karşılamalıyız. Bunu ona
borçluyuz.” “Gördüğüm kadarıyla o normal bir çocuk. Onun yanında,
‘dâhi çocuk’ falan gibi sözler etmeni istemiyorum. Yaşamda çocukları kalıplara sokup onlardan
bir sürü şeyler istemesek bile yeterince baskı var.”
Ben heyecanlı bir şekilde yatak odasının camına vurdu.
Mimik
lerinden Martin’in içeri gelmesini istediği anlaşılıyordu. Babası eliyle üç işareti yaptı ve
böyleükle Ben babasının geri gelmesinin
uzun sürmeyeceğini anladı. Anya, Ben’in bunu, ikisinin konuşma larım engellemek, böylelikle
kavga etmelerinin önüne geçmek
için yapıp yapmadığını düşündü.
“Biliyorum, ancak ona dâhi çocuk falan demedim. Eski kreşin
de ki öğretmenler ona dikkat edümesini istediler. Kendi yaş gru bundan çok ilerde tepkiler
verdiğini biliyor olmalısın.
Sürekli ola
rak bir şeylerle ilgilenmek ve başarmak istiyor. Üstün çocuklar
için, buraya çok da uzak olmayan bir okul var.” “Bir çocuk ülkelerin adını, bayraklarım ve nerede
olduklarım
her zaman öğrenebilir. Ancak ne kadar zaman etrafta koşup do laşabilecek ki? Ne kadar top
oynayacak, oraya buraya ne kadar zaman tırmanacak ki? Çocuk olmayı nasü öğrenecek? O bir bilgi
sayar değil. () oyu n oynamaya gereksinim duyan bir çocuk. Kiralanın oğlumun yasanımı düzene
uygun şekilde yönlendirip bir hala haline getirmesine izin vermeyeceğim. Zaten çok geçinmeden
yaşamın yükü omuzlarına binecek.”
Anya daha önce de bunu Martin’le tartışmıştı. Onun düşüncesini anlıyordu, ancak Ben’e en iyi
olanakları sağlaması gerektiğini de hissediyordu. Tersi durumda bir anne olarak hata yapmış
olacaktı.
Zorluk şuydu ki Martin olağanüstü zeki biriydi, ancak kendi yaşamını bir hata olarak görüyordu. Bu
durumu da başkalarıyla ilgili beklentileri düşürerek dengeliyordu.
“Lütfen okulla görüşüp önerdikleri şeyi değerlendirmeyi
bir düşünür müsün?” Martin, Anya’ya baktı. “Fikrimin değişeceğini sanmıyorum ama yine de
üzerinde düşüneceğim.”
Ben pencereyi iterek açmayı başardı. “Baba, baba, burada şövalyeler ve bir kale var. iner kalkar
köprülü bir kapı ve kaleyle ilgili her şey. Ve bir de yerde, üzerinde şehir olan bir halı var.” “Ooo, çok
iyi. Ama Nita’yı görmem gerekiyor, bu yüzden gitmeliyim. Annende uslu dur olur mu.” “Peki,
baba.” Ben aşağı kata koştu ve kollarını babasının bacağının etrafında küitledi. “Seni seviyorum.”
“Ben de seni.” Martin, önemsememiş gibi davranan Anya’ya doğru baktı. Anya hâlâ kendi
babasından ayrılışının acısını hissediyordu ve oğlunun aynı şeyi yaşamak zorunda kalmasına
inanamıyordu. Aklmdakini sormadan Martin’in gitmesine meydan vermedi. “Bir iş görüşmesinden
söz ettin.” Martin bir eliyle kravatını bastınrken diğeriyle Ben’i kaldırdı.
“Ryde’daki bir ilaç firmasıyla görüştüm, ilaç temsilciliği işi için.”
Anya heyecanını gizlemeye çalışarak. “Bu senin ve Ben’in ya lana taşınmanız anlamına mı
geliyor?” “Tam belli değü, ancak büyük olasılıkla işe kabul edileceğimi söylediler.” iki yıldır ilk kez,
Martin geleceği için iyimser bir
şey söylemişti. Oğluna sarılmış şekilde patika yolun kenarındaki çi meni ayağıyla iteleyerek,
“Tek başına çocuğa bakmak kolay bir
şey değil. Ben de kendi öteberisini çoğunlukla kendi topluyor ve bu onun için de hayli zor bir
durum. Onun gerçekten neye gerek sinim duyduğuyla ilgili son zamanlarda epeyce fazla
düşünüyorum” dedi.
Anya, belki de Martin büyümeye ve sorumlu biri gibi davran maya karar verdi, diye düşündü, “iyi
şanslar” dedi ve ikisini de şaşırtan şekilde onu yanağından öptü.
“Annie, çaba gösteriyorum” dedi Martin. “Gerçekten çabauyo rum.” Bu sefer Anya ona inanmıştı.
Martin yandaki eve doğru yeniden el salladı ve “Bayan Merak
lı. Sizi yine pencerede görmek sevindirici, ancak dikkat edin lıa düşmeyin sakın” diye bağırdı.
Anya sert şekilde adamın koluna bir çimdik attı. Martin sırıttı. “Sakin ol. Yalnızca yaşlı merak
kumkumasının ne kadar sağır olduğunu kontrol ediyorum.” Martin hep aynı Martin’di. Hâlâ genel
kurallara karşı
gelmek ten ve kurulu düzeni sarsmaktan zevk alıyordu. Yıllar önce bu inanılmaz derecede hoş bir
şeydi. şimdi ise bu Anya’ya sinirine dokunacak şekilde çocukça geliyordu. Hoşuna gitsin ya da git
meşin yaşlı kadına komşu olarak yaşamak zorundaydı.
“Oyuncaklar için teşekkür ederim anne.” Ben yerlerde dolanıyordu. “şimdi senin davullarını
çalabilir miyim ha? N’OOLURSIJUN?”
Ben babasına el sallarken, Anya yan komşusu Bayan
Meraklı‘nın ses nedeniyle karın ağnları çekeceğini düşündü ve içinden gelen gülme isteğini
zorlukla bastırdı. Ben’i kucağına aldı ve yatak odasının yanındaki ek bölüme getirdi. Yeni aldığı ses
azaltıcılar davul derilerinin üzerine yerleştirilmiş olarak eksiği olmayan davul setini görünce Ben
heyecandan soluk soluğa kalmıştı.
Ses azaltıcılardan birine bir iki dokunduktan sonra “Hey, bunlar da ne?” diye sordu. “Onlar
çalarken az ses çıkmasını sağlıyor. Böylelikle biz davul çalarken yan evdeki yaşlı teyze rahatsız
olmuyor.” Daha önce Anya’nın davul çalışmayı denediği bir iki durumda, yan evdeki huysuz kadın
ses yüzünden şikâyete gelmişti.
Anya bunu ironik buluyordu, çünkü aynı kişi ileri düzeyde işit
me kaybı olduğu için televizyon seyredememekten ve gözleri iyi görmediği için teleteksi
okuyamadığından da şikâyetçiydi. Kadı nın her şey ve herkes hakkında anlamsızca yakınma
alışkanlığı vardı.
“Bir denemek ister misin?” Anya onu iki tabureden birine oturttu ve yatağının yanındaki CD
çaların tuşuna bastı.
The Com mitments grubunun “Mustang Sally” isimli şarkısı duyuldu.
Ben bir çift baget aldı ve kafasının üzerinde birbirine vurarak,
“Bir, iki, üç, dört” diye saydı.
Anya daha az ses çıkması amacıyla zilleri kapalı duruma getir mck için sol ayagmi kullandı. Bu
ayağıyla pedalı kullanarak ritim butuyorken sağ elindeki bagetle her ölçünün ilk vuruşunu çalıyordu.
Sol eliyle de trampeti ve büyük zili idare ediyordu. Sağ ayağını kullanarak bas davul pedalıyla ana
vuruşları yaparak ritmin zaman duygusunu belirgin hale getiriyordu.
Ben ritimle ilgili olmayan şekilde deli gibi davullara, zillere vuruyor, uyduruktan sözlerle
bağırarak şarkı söylüyordu. şarkı söylerken aynı babası gibi diğer sesleri duymuyormuşçasına hep
aynı notayı kullanıyordu. Bunun hiçbir önemi yoktu yine de. Çünkü Anya daha mutlu olamazdı.
Birlikte davul çalıyorlardı. Bu bir annenin ve çocuğun sakınmasız şeküde kendilerini güvende hisset-
melerinin, yaşamdan keyif almalarının, yani birlikte eğlenmelerinin sesiydi. ikisinin de hissettikleri
karşılıksız sevginin sesi. Ben’in san saçlan uzamıştı ve her hareket edişinde kâkülü
parıldayan mavi gözlerine düşüyordu. Anya aklından Martin’e bir şey söylememeye karar verdi.
Çünkü son söylediğinde, oğlanın saçını asker tıraşı yaptırmıştı.
Anya’nın okşamaya bayıldığı parlak, yumuşak saçlar kesilmiş ve ancak şimdi eski haline
gelmişti. şarkı bitti ve
Ben de en büyük zile vurarak bitirişini yaptı. Bir sonraki şarkı başlarken anne ve oğlu kendilerini
alkışladılar.
“Anne! Seni o kadaaaaaar özledim ki.”
“Ben de seni çok özledim. Hey, bütün o kaslarını düşünürsek sen şimdi açlıktan ölüyor
olmalısın.” “Eveeet. Hadi yemek yiyelim.” Anya onu tabureden indirdi ve el ele tutuşarak mutfağa
gittiler.
Anya onu havaya kaldınp mutfak tezgâhının üzerine oturttu ve sonra balık kızarttı; bezelye,
havuç ve karnabahar haşladı.
Ben kumsaldan söz etti, denizde nasıl yüzdüğünü anlattı ve
bil diği ülkelerin isimlerini sayarken Anya, bu dillidüdüğün nasıl da
üç yaşında olmasına rağmen böyle davranabildiğihe hayretle bakmaktaydı.
Ben’in karşı çıkmasına rağmen, onu yemek masasının yanında ki sandalyelerden birine oturttu.
Domates sosunu Ben’in isteğine
uyarak balığının üzerine değil de yanma koyduğunda ise onu aşa ğı indirdiği için affedilmişti.
Kalanları kendi tabağına koyarken oturma odasındaki telefon çaldı.
“Çok uzun sürmez Kurabiye Canavarım, sen yemeğe başla.”
Ben lafı ikiletmeden yemeğe başladı. Anya almacı eline aldı ğında karşıdaki erkek sesini
tanıyamadı. “Eski adı Anya Reynolds olan Lauııecslon Ta.smaııya’lı Dr. Crichton’la im
görüşüyorum?” Kızlık soyadını bilen yalnızca yakın arkadaşları ve Tasmanya polisi olabilirdi.
Nefesini tuttu.
“Kim arıyor?”
“Herald IHbune’den Trent Wilkinson.”
Kahrolası gazeteciler.
Anya, “Söyleşi yapmam ve çalışma saatleri dışında aranmaktan da hoşlanmam” diye çıkıştı.
“Lütfen kapamayın. Yalnızca kız kardeşinizin kaybolmasıyla ilgili olan soruşturma hakkında
bazı sorular sormak istiyordum. Eski komşulara sorduğumda sizin de bu işte suçlu olduğunuzu
söylediler. Bu konuda bir yorumunuz var mı?”
Anya’nın kalp atışları hızlanmıştı. Başının döndüğünü hissetti.
Karşıdaki ses konuşmaya devam etti: “Kendi çocuğunuzun gözetim hakkını alamadığınızı da
biliyoruz. Yanınızda kimse olmadan onunla zaman geçirmekle ilgili bir endişe duyuyor musunuz?”
Anya almacı elinden düşürdü ve bir an titreyen ellerini
izledi. Telefonun kapama mandalına basıncaya kadar karşıdaki ses konuşmaya devam etti. En
sonunda ses kesilmişti.
Bir iki derin nefes aldı, telefonu prizden çıkardı ve tabağmdaki bezelyeleri sayan Ben’e döndü.
“O kimdi, anne?”
Sakin olmaya çalışarak, “Tanıdığımız biri değildi aşkım” dedi.
Anya masaya oturdu ve bir süre oğlunun yemeğiyle oynayışını izledi. Yeni bir soruşturma
başlayınca, aynı ük zamanlarda olduğu gibi basın, bu olayla yine ilgilenir olmuştu anlaşılan.
Launceston’ın yarısı onu tanıyordu ve birileri gazeteciye bir şeyler söylemiş olabilirdi. Gazetecinin
adı neydi? Büyük olasılıkla genç biriydi ve kendine ün sağlamak için olaya yeni bir bakış açısıyla
yaklaşmak niyetindeydi. Ne olursa olsun bu konuşma sinirlerini bozmuştu.
Yeniden bu konuların içinde olmaya hazır değildi. Hele ki geç mişinden kendini kurtarmak için o
kadar uğraşmışken.
Ben’e yemeğini bitirmesini söyledi.
“şimdi banyo, pijama ve diş temizliği zamanı, eğer şanslıysan bir de masal anlatırım.”
“Ama, anne...”
“Bu günlük bu kadar. Kurabiye Canavarım benim. Her yerin
den yiyeceğim senin!” Anya oğluna sıkıca sarıldı ve Ben gülüp çığlıklar atarken onu yukan kata
çıkardı.
Ben, kırk beş dakika sonra huzurlu bir şekilde yatağındaydı. Bir masal, iki şarkı, üç kitap ve
gölge oyunundan sonra, Ben kollarını annesine sarmıştı.
“Gitmeni istemiyorum, anne.”
“Ben de istemiyorum. Ancak şimdi senin biraz uyuman gerekiyor.” Anya onun düzgün bir şekilde
yatmasmı sağladı ve yumuşacık saçlarım okşadı.
“Bu gece seninle uyumak istiyorum.” “Kendi odanda yeni
halın ve oyuncaklarınla uyumak istediğini sanıyordum.” “istiyorum. Ama sen de benimle burada
uyur musun? LÜTFEEN?” Karşı çıkmasına rağmen Anya bu işe aslında bayılıyordu. Ben onun
biricik aşkıydı ve canını bile verebileceği tek kişiydi. “Peki ya sana bir şarkı daha söylersem? Hatta
sırtını bile ovalayabilirim eğer istersen.”
“Olur, ama yine de burada kal olur mu?” Ben’in
gözkapakları çoktan ağırlaşmış, neredeyse kapanıyordu. Örtünün altına girerek yanma yattı. Anya
“Yuvada Yavru Kuş“u söylemeyi bitirirken, Ben huzurlu bir şekilde uykuya daldı. Uykusu
derinleşene ve derin derin nefes almaya başlayana kadar ona sarılmaya devam etti.
Odadan çıkarken Anya dikkatli bir şekilde gıcırdayan yer karolarını atlayarak parmaklarının
ucunda yürüdü; mutfağı temizlemeye ve e-postalanna bakmaya aşağı kata indi. Daha sonra TV
kanallarını ilginç bir program bulmak umuduyla inceledi, ancak bir şey bulamadı. Evin pencerelerini
kapadı ve kapılan kilitledi. Çalışma odasına girdi. Işığı yaktı ve akciğerlerinde lif bulunan
üç kadınla ilgili notlar almaya başladı. Kâğıtta farklı sütunlara “jenital bölgelerde kıl”, “lif,
“kayıp” ve “sıfır sosyal yaşam” yazdı.
Debbie Finch’in adının karşısındaki dört sütunun tümünü işaret ledi ve ek bir alana “uzun süreli
cinsel taciz” notunu düştü. Fat
ma Deab’de de dört sütunu işaretledi ve ek olarak “fiziksel taciz” notunu ekledi. Clare Matthews
bu kalıba uymayan tek kadındı.
Kimse onun büyüme süreci hakkında konuşmamış, bir tacize uğ rayıp uğramadığı hakkında bilgi
vermemişti. Belki de onda diğer leriyle ortak başka bir şey vardı. Otopsi raporunda jenital bölge
kıllanyla ilgili bir kayıt yoktu. Tıraş edilmiş jenital bölgeler, döv
meler gibi sıra dışı bir işaret olarak ele alınmıyordu. Dövmelerde yapıldığı gibi bu durumu
pasaportta kimlik tespiti için ayrı
bir bilgi olarak yazmazlardı. Belki de bu yalnızca bir rastlantı ve ortada bir şey yokken onun
uydurduğu bir şeydi. Tüm konuya son dere ce olumsuz yaklaşmalarına rağmen dedektif Faulkner ve
dedektif Filano’ nun dedikleri mantıklı olabilirdi. Peter Latham’a sormalıydı. Matthews olayını
hatırlamasını umuyordu. Pratisyen doktorun sekreterinin anlattığına göre Fatma şeffaf giysiler ve
seksi iç çamaşırlar giymezdi. insanların neler yapabileceğini kestirmek Anya’nın da zaman içinde
öğrendiği üzere olanaksız bir şeydi.
Normalde Martin’in tavrını değiştireceğine inanmazdı ve Miriam’ın kayboluşunun yeniden
soruşturulacağma da.
Bu akşam gelen telefon aklını kurcalıyordu. Gazeteyi yarın arayabilir, yaşamına yapılan bu
müdahaleyi şikâyet
edebilirdi. Ancak bu, o gazeteciyi daha istekli hale
getirebilirdi. Başka insanların sıkıntılarından para kazanmak bir yasa çıkararak yasaklanmalıydı.
insanın kendi kendine acı çekmesi zaten yeterince kötü bir durumdu. Bunu herkesin bilmesi daha da
yıkıcı oluyordu. Nabız gibi atan bir baş ağrısıyla yukarı kata yöneldi.
Ben’i kontrol ettiğinde yatağının boş olduğunu gördü. Kafasını hızla banyoya doğru onu aramak
için çevirdiğinde kendi ikiz yatağının kenarına uzanmış oğlunun görüntüsü gözüne ilişti. Onu
azarlama isteği hızla karşı konulmaz şekilde ona sanlma isteğine dönüştü. Bir an onu odasına geri
taşımaya niyetlendiyse de durdu ve uyuyan oğluna baktı. Ne kadar huzurluydu. Onu görmeyeli geçen
üç haftada daha da büyümüştü. Fiziksel değişiklikler dışında, aynı zamanda bir dolu içten düşünce,
duygu ve keşli de kaçırmıştı. Yeri doldurulamaz anlar.
Giysilerini çıkardı. Üzerine bir tişört giydi ve yatağa
uzandı. Anya oğlunu, kafası yastığa gelecek şekilde döndürdü ve küçük adamına sarılarak onunla
birlikte uykuya daldı.
Hiçbir yere gitmesine izin vermeden.
24
Pazartesi sabahı, mısır gevreğinin ikinci tabağını yiyordu ki Elaine geldi. “Tahinin edeyim.
Bugün pazartesi. Çikolatalı mısır gevreği. Oh, en sonunda Ben’le bir hafta sonu geçirebildin.”
Anya ağzmdakileri yutmaya çalışarak gülümsedi. “Martin’in seni yine savsaklamadığına
gerçekten
çok
sevindim. Eğlenceli geçti mi?”
“Harikaydı. El sanattan pazarına gittik, sessiz sinema oynadık, bir sürü abur cubur yedik ve
saatlerce onun şişme top dünyası üzerindeki ülkelerden konuştuk. O kadar hızlı büyüyor ki.” Anya,
üzüntüsünü Elaine’den saklayamadı. O da genellikle büyük kayıp yaşamış birine karşı takınacağı bir
tavırla karşılık verdi.
Kapının gürültülü bir şekilde vuruluyor olması onun
Anya’nın üzüntüsünü daha da artıracak şekilde şefkat göstermesini engellemişti. Elaine izin
istedi ve kapıdakinin kim olduğuna bakmaya gitti.
Dan Brody’nin gürleyen kahkahası duyuldu. Adam elinde beyaz bir mendille mutfağa girerken
Anya çenesindeki sütü sildi.
Elaine bir adım yaklaşarak tabağı kaptı. “Ben biraz mısır
gevreği yiyordum ve Anya da daha doyurucu bir şeyler pişirmek üzereydi.” Elaine, kalbe giden
yolun erkeklerin midelerinden geçtiğine inanan 1950’li yıllann ev hanımlarının ekolünden geliyordu.
Anya ona sert bir bakış fırlattı. Brody fark ettiyse de bunu bel li etmemişti.
“Çok iyi. Çok açım. Ancak izin verirseniz, sizi dertten kurtara yım. Size kahvaltı ısmarlayayım.”
Anya duraksadı. “Geçen günden soma benimle bir daha ko nuşmazsın sanıyordum.”
“ikimiz de biraz fazla sinirüydik ve denilenlere bakılırsa, ben de bazen biraz abartılı
olabiliyorum.” “Biraz?!”
Elaine araya girdi. “Tamam, sizin işle ilgili konuşacaklarınız var gibi gözüküyor. Anya seninle
gelmekten zevk duyacaktır. Ben de böylelikle siz yokken yazı çizi işlerimi yetiştirebilirim.”
“Ancak benim saat onda tıp öğrencileriyle bir dersim var.” “Bu da şu andan başlayarak iki
saatimiz var demektir” dedi
Brody. “Seni bir sürü zamanın kalacak şekilde geri bırakırım.”
Kapının oradaki ayakkabılarım alan Anya, kendini biriyle ilk defa çıkan okul kızları gibi
hissetmişti. Yoldan aşağıya doğru yürümeye başladılar. Anya’nın her iki adımına Brody’nin bir
adımı denk düşerken, adamın eskitilmiş Levis kotunun çıkardığı ses duyulabiliyordu. Anya adamın
italyan giysiler giymesinin etkileyiciliğini önemsemese bile bu giyinme şeklinden dedikodu
yazarlarının onu neden bu kadar sevdiklerini arılayabiliyordu.
“Brenda’dan hiç haber aldın mı?” diye sordu Anya.
“Kayak ayakkabılarımı geri istediğimden beri hayır. Ayakkabıların bir teki ağzına kadar beton
dolu olarak geri geldi. ikisine de beton dökülmemişti, dikkatini çekerim. Çok umursamazdım aslında
ama çocuk mezarına benzeyen o ayakkabıları ayaklarıma ısmarlama yaptırmıştım.”
“Anladığıma göre boşanmadan dolayı hâlâ kızgın.” “Boşanmak isteyen ben değildim.”
“Yalnızca son seferinde.” Bir an sivri dilinden Anya’nın kendi
bile irkilmişti. “Ne demek istediğini anladım” dedi Brody, umursamaz bir tavırla Anya,
Brenda’yla en son Brody’yle ayrılmalarından hemen önce konuşmuştu. Üniversiteden arkadaştılar.
ikisi de aynı öğrenci
yurdunda, Edwards Hall’de kalıyordu. Brenda ekonomi ve hukuk okuyordu, bir iki ay içinde
evlendiği genç, idealist avukatla da burada tanışmıştı. Anya ilişkileri kötüye gittiğinde şaşınnamıştı.
“Geçen gün seni yalnızca işini yapman nedeniyle insan kılığına bürünmüş bir şeytana
benzetmekle çok ileri gittiğimi düşünüyo rum.”
Brody güldü. “Bunu bir övgü olarak alıyorum. Bir gün kendini düşmanınla aynı yatakta
uyuyorken bulabüirsin.”
Anya ağzım açtı ama söyleyecek esprili bir şey bulamadı.
Ancak
sessiz kalması kendini daha da beceriksiz hissetmesine yol açtı.
Yolun karşısına geçtiler ve bir kafeye girdiler.
Karatahtada, me
nüde, somon füme, yağda yumurta, pastırma, kızartılmış doma tes ve sosis olduğu yazıyordu.
Brody kamım ovuşturdu.
“Çözüme iyi gözüktü” dedi, Anya için bir sandalye çekerek.
Garson kız masaya gelmişti.
“Karatahtadaki kahvaltılarınızın tümünden istiyorum. Yanında da bir maçiyato ve.” Anya
masadaki çok yapraklı menüyü inceliyordu. “Kepekli ekmeğe tost ve yumurta istiyorum. Rafadan
olsun. Ve lütfen yumurtayı tostun yanma koyabilir misiniz? Yani üzerine değil. Ve bir de çay lütfen.
Teşekkürler.”
Garson kız siparişi yazdı. Islak bir bezle masayı sildi. Menüleri aldı ve tek bir kelime etmeden
kafenin arka tarafına gitti. Brody masada kalan birkaç kırıntıyı eliyle süpürdü. “Geçen gün ikimiz de
gerilmiştik ve bunun da anlaşılır bir nedeni vardı.” Gerilme kelimesi biraz yetersiz kalıyordu aslında.
Anya barışmak için istekliydi.
“O genç, Galea, nasıl olmuş?”
“Yaşıyor ve bana dediklerine göre kritik durumu atlatmış durumda.” Anya çocuğu kendi oğlu gibi
yani bir annenin çocuğu olarak algılıyordu. “Sanırım bu müvekkilin için iyi bir haber.” “Cinayetle
suçlanmasından daha iyi. Seni görmeye gelme ne-deıderimden biri de bu. Bu akşam cezaevine
Muhammed’i görmeye gideceğim ve benimle gelir miydin diye merak ettim.” “Hangi sıfatla
geleceğim?” Anya, Brody’nin kafasında bir plan olduğunu düşündü. “Muhammed saldırıya uğradı.
Cezaevi doktoru yaraların yüzeysel olduğunu söylüyor, ancak senin de bir bakmanı ve bana durumu
söylemeni istedim. Yeri değiştirilmezse büyük bir tehlike içinde olabilir.”
“Benden onun yaralarını cezaevi doktorundan daha ciddi bul duğumu söylememi mi istiyorsun?”
“Hayır, dürüst bir şekilde fikrini söylemeni istiyorum.” “Bu iyi, ancak Muhammed benim inceleme
yapmam için izin verdi nü?”
“Tam olarak değil.” Brody yan masadakilerin kahvaltısına ko nuşmaya duyduğu ilgiden daha
büyük bir ilgiyle baktı.
“Senin ge
leceğini ona daha söylemedim.”
Kahve ve bir demlik çay masaya geldi.
Anya çayını doldurdu ve bu sırada demliğin ucundan akan bir kaç damla çay tabağa düştü.
şimdiye kadar damlatmayan paslan maz çelik demliğe hiç rastlamamıştı. Brody ona boş olan yan ma
sadaki peçetelikten birkaç peçete verdi.
“Teşekkür ederim. Mııhammcd’dcn konuşuyorken, Fatma’nın Ciğerlerinde bulunan liflere
bakıyordum. ilk bakışta intihar gibi gözüken olaylarda ölen iki başka kadında da bu liflere rastlandı.”
Brody kahvesini höpürdeterek, “Devam et” dedi.
“Genç kadınlarda böyle liflerin görülme olasılığı çok düşük. Cinayet Masası‘ndan dedektiflerle
görüştüm ama duymak bile istemiyorlar. Yapmak istedikleri tek şey dosyalan kapatmak ve kendi
yoüanna devam etmek.”
“Ah bizim gayretli polis örgütümüz. En azından benim
işimi kolaylaştınyoriar.” Brody kolesterol dolu tabağını getiren garson kıza göz kırptı.
Hâlâ sessiz olan kız, yumurta ile tostu Anya’nın önüne koydu.
“Düşünceme göre bu kadınlar, çevresel tehlike oluşturan bir yerde ya da benzer yerlerde
bulunmuş ve liflere buralarda maruz kalmış olabilirler.”
“Bu kadınlarla ilgili herhangi bir şey bizim davamızı etkilemeyecektir. Bizim savunmamız kızının
ölümünün ardından Muhammed’in akıl durumu üzerinde yoğunlaşacak. Galea’mn hareketlerinin bu
işi körüklediğini ve hatta karşı koyamadığı üzüntüsü nedeniyle Deab’in hareketlerinin sonuçlarını
tam olarak düşünemeden olaylann akışı içinde bu işi yaptığını savunup savunamayacağımıza
bakacağız.”
Bir çatal dolusu pastırma ve yumurtayı ağzına doldurdu.
Savunmadaki avukatların, kendilerini müvekkillerinin işlediği iddia edilen suçlann bir parçası
olarak görmemeleri Anya’ya hep ilginç gelmişti.
“Neden bu liflerin önemli olduğunu düşünüyorsun?” diye sor du Brody, bir yandan kızartılmış
domatesini bitirirken.
“Bu lifler, Fatma’nın kaybolduğu ve yüksek dozdan öldüğü za man aralığında Fatma’nın nerede
olduğuyla ilgili bir ipucu olabi
lir. Muhammed kızına dokunduğunu düşündüğü birine neredeyse
öldürecek kadar kızabiliyorsa, kızına gerçekte ne olduğunu da bilmek isteyecektir. Anoub zaten
bilmek istiyor. Bir şey bulup
bulmadığımı öğrenmek için sürekli olarak arayıp duruyor.” Brody bir kaşım kaldınrak, “Peki, bu
liflerin ne olduğunu bul
mak için ne yapman gerekiyorsa yap. Masraflan düşünme,
Deab
ailesi bunu ödeyecektir.”
Anya tostunu tabağına bıraktı ve ılıklaşmış çayını bitirdi.
Mu
hammed Deab’in akıl sağlığının incelenmesini kabul edip etmedi
ğini merak etti. Eğer suçsuz olduğunu iddia ederse inceleme hiç yapılmazdı. Az olasılıkla suçu
kabul edip hafifletilmiş
nedenler olduğunu ileri sürerlerse, adamın bir psikiyatr tarafından muaye ne edilmesine izin
verilmesi için savcılık zorlanabilirdi. Kir kez adli ve tıbbi kayıtlara geçtiğinde,
Brody adına uğraştığı kişinin nasıl bir psikopatolojiye sahip olduğunu da anlamış olurdu.
“Biliyorum bu aslında benim alanım dışında ama Deab’i incelemesi için Vaughan Hunter’ı
çağırmayı düşündün mü? Sanki adamda bir çeşit kişilik bozukluğu varmış gibi gözüküyor ve
Vaughan aile içi şiddet olayları hakkında da bilgili biri.”
“Buna henüz karar vermedim, ancak haklısın. Muhammed’i inceleme konusunda ikna edebilir
miyim bir bakacağım.” “Kahvaltı için sağ ol.” Anya ağzmı peçeteyle sildi ve ayağa kalktı. “Seninle
Long Bay’de saat kaçta buluşalım?” “istersen
seni araba sürme zahmetinden kurtarayım. Saat iki sularında ben gelir, seni alırım.”
Anya, Power Point sunusunu ayarladı ve konferans salonuna bir baştan diğerine şöyle bir göz
gezdirdi. Bu sırada son anda gelenler kalan boş yerleri doldurmaktaydı. Her hafta kalabalığa yeni
yüzler ekleniyordu.
Bir konferansın adının başında “adli tıp” lafının geçmesi salonun tamamen dolmasına yeterli
oluyordu. Anya günün konusunu açıklamıştı ki arka sıralardan boğuk bir ses duyuldu:
“Affedersiniz, bu konu sınavlarda sorulacak mı?”
Her zamanki bu sorunun, bu sefer de sorulması için otuz saniye geçmesi yetmişti. Öğrencilerin
tek umursadıklan sınavları başarmak, alev çemberinden yara almadan geçmekti. Eğer bir şey sınavda
sorulmayacaksa, onlar için o şeyin hiçbir önemi yoktu. Anya tıp eğitiminin, öğrenmenin gerçek
amacını unutmuş sınav takıntılı öğrenciler yetiştirmesinden hep üzüntü duymuştu.
Anya saatin erken olmasına rağmen sakalları uzamış ve
tarak görmemiş saçı omuzlarına dökülmüş halde oturan pasaklı gence doğru döndü. “Mezun
olduğunda, hangi konuda uzmanlaşmayı düşünüyorsun?”
“Acil servis doktorluğu” diye yanıtladı delikanlı. Etrafındaki birkaç arkadaşının kıs kıs güldüğü
duyuldu. “Adli patolojinin üzerinde uğraşmaya değmediğini mi düşünüyorsun?”
“Öyle demek istemedim. Demek istediğim yalnızca şu: ölülerle değil de yaşayan insanlarla
uğraşmak istediğiniz durumda, adli patoloji o kadar da önemli bir öncelikmiş gibi gözükmüyor.”
Anya aniden sinirlenmişti, ancak ses tonunu yine de uygun düzeyde kontrol etti. “Ölüm hakkında
bilgi sahibi olmak, otopsi gerektiği durumlarda, en sevdiği yakınları ölen ailelerin yapmaları gereken
işlemle ıi, olay yeri ekibinin Ve tıbbi inceleme yapanların karar verme şe killerini bilmek seçtiğin
konuyla yakından ilgili ve senin için de öncelikli olmalı. Bir arabanın çarptığı motosikletli gencin
ailesine ölümün savcı tarafından inceleneceğini söylemek zorunda olduğunda ne olacak? Bir sonraki
aşamada olacak olana onlan nasıl hazırlayacaksın? Acil servis doktoru olarak çocuğu
kurtarmayabilirsin, ancak bir sonraki adımda ne olacağını bildirmek ailesini gereksiz yere acı
çekmekten kurtarabilir.” Salonu şöyle bir inceledi. “Kaçınız pratisyen doktor olmayı istiyor?” Sekiz-
on el kalktı.
“Bu alanın pek de adli tıpla ilgisi yok, değil mi? Yoksa var mı? Ya sıradan bir ev çağrısına
gittiğinizde şekeri olan yaşlı bir hastayı yerde ölmüş şekilde yatar durumda bulursanız?
Muayenehaneniz doluysa ve sizin de aceleniz varsa. Ölen adam biraz bunamış olduğu için
çoğunlukla aldığı dozları karıştıran biriyse. Ensülini yanlışlıkla fazla aldığı için öldüğü sonucuna
varırsın ve normal ölüm belgesi hazırlayarak kederli eşinin bir de otopsi nedeniyle üzülmesini
önlersin.
Her şey bir yana, iyi bir iş yapmış oldun. Patoloji işe karışmadı.
Cenaze işlemlerinden birkaç gün sonra, evlerinin satılık olduğunu fark edersin. Ölen adamın eşi
de daha genç bir adamla ortalıkta fmk atmaktadır. Ölüm hakkında şüphelenmeye başlar ve patologu
çağırırsın. Geriye doğru düşündüğünde yatağın kenarında iki tane küçük şişe vardı. Biri tamamen
dolu, diğeri ise neredeyse boştu. Eczacıyla reçeteleri karşılaştırırsın. Ve öğrenirsin ki eczacı, adamın
eşi şişelerden birini kırdığını söylediği için kadına bir şişe ensülin
daha vermiştir.” Salon sessizleşmişti ve Anya herkesin dinlediğinden emindi. “Tebrikler. Birinin bir
cinayet işleyip ceza almadan kurtulmasına yardım ettin. Size öğreteceğim konular sınavda
sorulmayacak olsa bile sizin gelecekteki doktorluk yaşamınızla doğrudan ilgili.”
Birden tükenmezkalemlerin kapanma sesleri bir koro halinde duyuldu ve üç kişi arka kapıdan
çıkmayı tercih etti.
Pasaklı olan
çıkmamıştı. Anya onları suçlayamıyordu. ilk sınav tarihine yal
nızca üç hafta kalmışken, sınavdan başarısız olmamak için her bir öğrenci günler ve gecelerce
ders çalışmak zorundaydı.
Onla
rın açısından bakıldığında doktor olmaları asırlar sürecek gibi gözüküyordu.
ilk kırk beş dakika içinde Anya, bir yığın kafa karıştırıcı cina yet olayına ilişkin yansılar gösterdi.
Tecavüz, cinayet ve ailelerin, cinayet kurbanı yakınlarını gömmeleri için yaptırmak ve katlan
inak zorunda oldukları işlemlerle ilgili soruları yanıtladı, öğren çilerin ölüm olayının önemini
kavramaları için sürekli olarak kur banların insan olduklarını üzerine basarak söylemişti. Aynı
zamanda hiçbir zaınan aşılmaması gereken karşıdakinin duygulan nı anlama ile kendini onun yerine
koyma arasındaki ince çizginin de altını çizmişti. Karşıdakinin duygulannı anlama uygun olan
yaklaşımdı. Başka biri için acı hissetme insani bir durumdu ve kişide acıma duygusu olduğunu
gösteriyordu. Ancak doktorlar kendini duygusal açıdan ailelerin yerine koyup da onların duyduğu
acırım aynısını duyarlarsa tüm nesnelliklerini kaybederlerdi. Ve bir soruşturma içinse bunun anlamı
felaket demekti.
Anya bir odada sırtüstü yatar durumda ölmüş yaşlı bir adamın görüldüğü bir yansı göstererek
küçük bir sınav yaptı. Adamın bedeninde bir yaralanma yoktu, ancak yüzünde ve boynunda bulunan
kaslar ve bazı kemikler açıktaydı. Buralarda olması gereken deriler ortada yoktu. Öğrencilerden biri
yüz derisi fetişi olan bir psikopatın bunu yapmış olabileceğini söyledi. Bir diğeri yüzdeki şekil
değişikliğine bakarak bunun kişisel bir saldırı olması gerektiğini söyledi. Öğrenciler kendi aralarında
suçlunun daha önceden tıp eğitimi almış olup olmadığını tartıştılar.
Anya bir sonraki yansıyı gösterirken olayı biliyor olmanın tadını çıkarıyordu, ikinci yansıda
adamın yanında iki kedi gözüküyordu. Yüzdeki yaralanma için hâlâ kimse yeni bir açıklama
getirememişti.
En sonunda, Anya adamın doğal nedenlerle öldüğünü de açıkladı. Bir kadın gür bir şekilde
seslendi: “Ne olduğu belli. Kediler sahiplerini yemişler.”
Salondaki şaşırmış öğrencilerden ortak bir ses yükselmişti. “Zara haklı. Tam olarak da olan
buydu. Sahipleri Ölünce
kediler içeride kilitli kalmışlar. Kedilerin yaşamlanru devam
ettirmeleri gerekiyordu. Bunun anlamı da orada bulunan tek besin kaynağını yemekti. Yansıda
gözüktüğü üzere yüz ve boyun gibi erişebildikleri bölgeleri değerlendirmişler.”
Anya ön sıradaki öğrencilerin yüzlerinde gördüğü tatsız ifade nin, olayla ilgili kanlı aynntılardan
mı yoksa sevgiyle beslenen
tatlı kedinin onu besleyen kişinin elini ya da yüzünü hiç düşün meden yiyebileceği gerçeğinden
mi kaynaklandığını anlayamadı.
“Bugünlük bu kadar ve kariyer seçeneği olarak patolojiyi dü şünmeyenler için söylüyorum, şunu
unutmayın: en iyi doktorla
rın başarısız olduğu durumlarda, bizim gibi patologlar çağrılır.”
Dinleyiciler uzun uzun alkışladı. Bugün ilk defa gelen iki kız öğrenci, mezuniyet sonrası i.ş
olanaklarının nasıl olduğunu sordu. Anya staj gereklilikleri ve diğer dallara göre daha yeni olan adli
l,ı p doktorluğu hakkında bilgi verdi.
Dizüstü bilgisayarını toplayıp, iki kıza yerel adli tıp topluluklarının internet adreslerini verirken,
Zara Chambers’m elinde bir kâğıt parçasıyla onu beklediğini fark etmişti.
“Tek hücreli alglerin dünyasında yeni ne var?” diye sordu Anya.
“Çok bir şey yok. Aslında bazı eski örnekleri inceliyordum ve sanırını daha önce gördüğümüz
liflerin olduğu başka bir olay buldum.”
Anya bilgisayarını bırakarak “Tamı tamına aynılar mı?”
diye sordu. “Ben aynı olduklarını düşünüyordum ve Dr. Latham da öyle olduklarını onayladı.”
“ilgili kişinin yaşını, tıbbi geçmişini ve durumunu biliyor musun?”
Zara sırt çantası bacaklarının arasında kürsüye yaslandı.
“Adı Alison Blakehurst. Altı ay önce bir otel odasında ölü bulunmuş. Toksikoloji raporunda
alkole, yatıştırıcı grubundan benzodiyazepinlere ve ağrı dindirici kodein bileşimine rastlandığı
belirtilmiş.”
Bu da bir intihar. Yine bir kadın, bu seferki başka bir şekilde intihar etmiş. Anya bitişikteki
tabureye oturdu. Olayı mantıklı bir şekilde ele almaya çalışarak, “Geçmişte akıl hastalığı yaşamış
mı?” diye sordu.
“Bildiğim kadarıyla hayır. Kürtaj yapılan bir gencin kanamadan ölmesi üzerine, gencin ailesi
tarafından mahkemeye verilmiş.”
Martin’le evli olduğu zaman Londra’da yoğun bakımdaki bir ölüm olayının soruşturması
sırasında gördüğü kadarıyla bu en mantıklı insanı bile umutsuzluğa sürükleyebilecek bir durumdu.
Kurbanın yakın akrabaları yanında, bu işe karışan kişiler ve onla rın aileleri üzerindeki yük
inanılmazdı.
Zara sırt çantasını karıştırdı ve içinden buruşturulmuş kâğıtlar ve el yazısıyla alınmış bazı notlar
çıkardı.
“Bir gazetenin internet sitesinde bir araştırma yaptım ve onun hakkında birkaç olay buldum. Biri
onun ne zaman ölü bulundu ğuyla ilgili, diğeri de Auslralian gazetesinin özel bir haberi. Ka
dının annesi, babası ve eşiyle konuşmuşlar. Eşi pediatri profesö rüymüş ve Yaşam Hakkı
Derneği’nin etkin bir üyesiymiş.” Anya, Zara’nın özenli çalışmasından ve becerikliliğinden etki
lendiğini söylemeliydi.
“Eski olayların İnternetten bulunulablleceğinl bllmlyordurn. () yüzden bu iş için hep
kütüphanedeki mikrofilmleri kullanıyo rum.”
Zara hafif çarpık üst dişleri görülecek şekilde gülümsedi. “Karanlık çağlardan beri kimse bu iş
için mikrofilm kullanmamıştır. internetle karşılaştırıldığında mikrofilm fosil gibi kalıyor. Hemen
hemen her şeyi kâğıda dökebilirsin: hukuki belgeleri, TV ve radyodaki konuşmaların yazılı hallerini,
diğer üniversitelerdeki ders kayıtlarını. işinde interneti sürekli kullandığını sanıyordum.”
Öğrencideki incelik eksikliği Anya’yı şaşırtmamıştı. “Dr.
Blakehurst’la ilgili başka bir şey?”
“Ah, evet.” Kendi aldığı notlardan okumaya başladı: “Görünen O ki Alison’un stajyer doktorluk
döneminden başlayan bir uyuşturucu bağımlılığı durumu var ve tıp komitesi tarafından kendisine;
kısıtlamalar getirilmiş. Bir mide-bağırsak hastalıkları uzmanıyla evlenmiş ve düzenli olarak
kontrolden geçirilmeyi kabul etmiş. Bir kadın sağlık merkezinde çalışıyormuş ve yalnızca özel
reçeteli ilaçlar dışında ilaç yazmasma izin veriliyormuş. Sanırım özel reçetenin anlamı uyuşturucu
içeren ilaçlar. işte burada görev yaparken bir hastayı kürtaj kliniğine yollamış. Kürtaj sırasın-da
orada olduğunu sanmıyorum ve gazetede neden kürtajı yapan cerrahın değil de onun mahkemeye
verildiği yazmıyor.”
“Avukatların pratisyen doktor dahil sıradaki bütün doktorları dava konusu etmeleri alışılmış bir
durumdur.”
Zara şaşırmış gözüktü, ancak sonra anlattığı olaya döndü: “Yazı, bir tüketici derneğinden birinin
doktorlar için zorunlu
uyuşturucu testi istediğini bildiren bir alıntıyla devam ediyor.” Sı kılmış gibi gözlerini bayıltarak,
“Doktorlar Vakfı‘nm söylediği de doktorlar arasında ilaç ve alkol düşkünlüğü oranının yüksek ol
duğu, doktorların ne kadar baskı altında bulundukları ve intihar oranlarının yüksek olduğu, falan
filan işte.”
Zara’nın öğreneceği çok şey vardı. Kızın kendisi için ileride so run oluşturacak, kendi kafasına
göre iş yapan, ayrıntılar arasında kaybolan ve karşısındakinin halinden pek anlamayan bir yapısı
vardı.
“Dava nasıl sonuçlanmış?”
“intihardan bir hafta sonra savcı doktorların beraatım istemiş.
Anlaşıldığı üzere genç kızın teşhis edilmemiş bir kanama bozuk luğu sorunu varmış. Daha önce
ameliyat geçilmemiş ve çok az âdet görmüş. Bu yüzden kanama sorununu bilmelerinin bir yolu
yokmuş. Sonradan anlaşıldığına göre annesinde de Von Willeb
rand hastalığı varmış ve kız da bunu bilmiyormuş. Annesine kür tajdan söz etmiş olsaydı, birçok
sorun ortadan kalkmış olurdu.” Anya, Zara’nm bir şekilde ergenlik dönemini atlamış olup
olamayacağını düşündü. Kızm, yeni ergen birinin hamile olduğunu annesinden saklamasını, en
azmdan normal karşılamasını beklerdi. Kız ailesini korumak istemiş ya da onların tepkilerinden
korkmuş olabilirdi. Anya,
Zara’nın ailesini gözünde canlandırmaya çalıştığında, aklına yalnızca birbirini dirsekleyerek saha
dışına atmaya çalışan bir saha dolusu hokey oyuncusu geliyordu.
Kıza göre en önemli olan şey kazanmaktı.
Zara çantasını kaptı ve saç örgüsünü iteleyerek bir omzundan aşağı kaydırdı. “Yazılardan
birinde, öldüğü akşam, üzerinde bulunan tülbentti giysilerden, adamın, karısının bir çeşit tarikatla ya
da toplulukla gittiğini düşündüğü belirtiliyordu.”
“Toplulukla gitmek kaybolduğu anlamına mı geliyor?”
“Evet, sanki öyle gibi. Bir derse yetişmeliyim, ancak yapabileceğim başka bir şey varsa..”
“Evet, var. Önemli bir şey bulmuş olabilirsin.”
Genç sayılabilecek dört kadın ve dördünün de akciğerinde aynı sıra dışı lif. Her biri bir süreliğine
kayboluyorlar ve daha sonra da intihar etmiş olarak bulunuyorlar. Anya kollarındaki ve ensesindeki
tüylerin ürperdiğini hissetti.
“Sistemi ve veritabanını benzer başka olay var mı diye aramak için sana ihtiyacım olacak.”
“Bilgisayar sistemini aramanın bir yararı yok. Bunu daha önce denedik. Veriler tutarlı bir şekilde
belirtilmemiş. ‘Lif kelimesi ne
redeyse her yerde geçiyor.”
Anya da bu iş için can atmıyordu, ancak yine de bunun yapıl ması gerekiyordu. Bu kadınlar
doğal nedenlerle ölmüyorlardı. Bu
lifler kadınların kaybolduklarında nerede olduğunu söyleyebilir di ve tümü de bu lifi aynı yerde
solumuş olabilirlerdi.
“Kayıtlara dosyalarından bakılmalı ya da her bir bilgisayara
kaydedilmiş otopsi raporunu okumak ve raporda sözü edilen lif
lerin bizim peşine düştüğümüz lifler olup olmadığım anlamak ge rekecek.”
“Ama bu binlerce rapor demek!” Zara gülümsedi. “Bu aylar sü rer ve benim hâlâ yapacak nitrik
asit projem var.”
“Belki Peter senden diğer işlerin bir kısmını geri alabilir. Pro fesör Blenko’ya gösterdiğimiz
örneğe bakmak için bir elektron
mikroskobu bulmaya çalışacağım. Eğer bileşenlerin ayrıntısını görebilirsek, çizelgelere bakıp
belki nereden geldiğini bulabiliriz.
Bu kadar benzer olay varken bu, işin maliyetine değebilir. Bunun yanında maddenin ne olduğunu
bulursak, tıp dergilerinin birine bu konuyu makale olarak yollayabilirsin.”
Zara sırtını düzleştirdi. En geçerli havuç -basılacak bir maka le-hırslı her tıp öğrencisini ayartmak
için yeterliydi. Zara böylelikle galibiyet golünü atmış olacaktı.
“Sabah ilk işim bu olacak” dedi ve sevinerek istemeye istemeye oradan uzaklaştı.
Annandale’e geri dönerken, Anya dört kadını düşündü. Ortak noktalan neydi? Her biri farklı
kültürel, sosyal birikimlere sahipti ve dinleri bile farklıydı. Öyle bile olsa, onur, aile ve sosyal yaşam
açısından her birinin kaybedecek çok şeyi vardı. Zara’yla konuşurken bir tarikat lafı geçmişti. Bu
kaybolmalannı ve ailelerine haber verememelerini açıklayabilirdi. Hatta tuhaf davranışlarının ve
giysilerinin de açıklaması bu olabilirdi. Hem Clare Matthevvs’in ve hem de Fatma Deab’in katı,
ödün vermez aileleri vardı. Doktor olansa ahlaki ve tıbbi olarak yerine getirmek zorunda olduğu
şeylerin baskısı altındaydı. Debbie Finch’in babası cinsi sapığın tekiydi. Bu açıdan bakıldığında
bir tarikat çok mantıklı geliyordu. Dört kadın da kaçarak onlan iyi karşılayan, hassasiyet gösteren ve
duygularına seslenen bir gruba girebilecek tipte kişilerdi. Hepsi de savunmasızdı.
Ancak ne tür bir tarikat, üyelerini intihar etmeleri için yönlendirir ki?
26
Kadının göğsü ile sol kolu derin ve yakıcı bir acıyla sarsıldı. Yaptığı her hareket acıyı daha da
katlanılmaz hale getiriyordu. Umutsuzca, hareket etmemeye çalışmasına rağmen, bedeni sağa sola
savruluyordu. Yukarıdaki ağaç dalları rüzgârda sallanmaktaydı. Kadının gördüğü, dallar sallanırken
oluşan küçük aralıklardan sızan güneş ışığının yarattığı benek benek lekelerdi. Birinin hızlı ve kesik
kesik soluduğunu duydu, ancak bunun, nefes almak için çırpman kendi bedeni olduğunu fark etti.
Birdenbire bir çatırdama sesi geldi ve bastığı yer birkaç santimetre daha aşağı göçtü. Hareketin
etkisiyle kıvranan bedeni de sallanarak yer de- ğiştirmişti. Bacaklarını kıpırdatmaya çalıştı ama
boşunaydı. Bacaklarında hiç his yoktu. Kırılmışlar mıydı? Bacaklarının, bedeninin kalanına göre
nerede olduğu hakkında kadının hiçbir fikri yoktu.
Boş yere çığlık atmaya çalıştı. Ağzından çıkarabildiği tek ses bir inleme olmuştu. Dudaklarını yaladı
ve metalik bir şeyin tadını fark etti. Kan. Kanın nereden geldiğini merak bile edemeden bedeni,
ağırlığı altında kırümak üzere olan dalın hareketiyle sarsıldı. Pençe gibi yaptığı sağ eliyle daha
yukarıdaki bir dalı yakalamaya çalıştı. Yeniden büyük bir acı hissetti ve gözlerindeki güneş ışığı bir
anda zifiri karanlığa dönüştü.
“Beni duyuyor musun?”
Kadın bir lastik botta denizin üzerinde sağa sola salındığını ve onu kurtaracak birilerinin
kendisine doğru kürek çekerek yaklaştığını hayal ediyordu.
“Beni duyuyor musun?” Gözlerini açtığında gerçeğe geri döndü. Ses gerçekti. Görmek için
kafasını kaldırmaya çalıştı.
“Hayır! Kıpırdama! Olduğun yerde kal.” Kim olursa olsun kadın ona karşı koymaya cesaret
edecek durumda değildi.
“Çok kötü düşmüşsün ve seni hastaneye havadan
götüreceğiz. Havanın durumu nedeniyle seni helikopterle yukarı çekmek çok tehlikeli. Bunun
yerine seni vinçle yukarıya çıkaracağız. Ancak ilk önce seni sabitleyeceğim. Çok kan kaybetmişsin.”
Rüzgâr kadına daha da hızla vurmaya başladığında adam gürültüyü bastıran bir sesle bağırdı:
“Leğenkemiğin kırık olabilir ve kalçan da bir hayli kötü durumda. Sana bir sıvı şırınga edeceğim
ve seni bir koruma aparatına bağlayacağım. Biz buna acil bakım aparatı anlamına ABA diyoruz. Bu
seni korumak için tüm bedenini tahtalarla sarmak gibi bir şey. Seni yukarı kaldırabilmek için iyi
olduğundan emin olmalıyım. Bu arada benim adım Ryan. ilkyardım elemanıyım.”
Kadının ağzı o kadar kurumuştu ki zor anlaşılabüir bir
sesle konuşabildi: “Ağaç ikimizi de tartmayacak.” “Merak etme. Ben vincin üzerindeyim.
Hiçbir şeyden endişe etme. Her şey yoluna girecek.” Ancak hiç de öyle olmayacağını kadın çok iyi
biliyordu.
27
Dan Brody’nin Ferrari’sinde yol alırken, Anya araba kullandığı sırada pek de göremediği şeylerin
farkına varıyordu. Gözlerini kapadı ve sırtının şeklini almış sıcak deri koltuğu hissetti. içeride hâlâ
yeni araba kokusu vardı. Deri ve Armorall spreyi karışımı. Delikanlıların saatlerce uğraşıp, gösterge
panelini cilalamak ve lastikleri siyahlaştırmak için kullandıkları türden. Anya erkeklerin yaptıktan
tek temizlik işinin takıntılı bir özenle siyah bir şeyi daha da siyah göstermek olmasına rağmen
kadınlann yaşamlannm yarısını neden temizlik için ve karşıt bir şekilde beyaz şeyleri daha da beyaz
yapmaya çalışarak geçirdiklerini düşündü.
Brody mırıldanarak, Kraliyet Askeri Bandosu’nun seslendirdiği “Cesur Iskoçyalı” adlı şarkıya
eşlik ediyordu. Anya farkında olmadan parmaklarını dizlerine vurarak ritim tutuyordu. Brody
gizemli biriydi. Hızlı arabalar, güzel kadınlar veee ateşli bir gayda hayranı. Anya’ya daha önce
sorsalar onun Led Zeppelin hayranı olabileceğini söylerdi.
“Neredeyse geldik” dedi Brody, müziği kapatarak.
Anya gözlerini açtı ve parlak güneş ışığı nedeniyle birkaç kez
gözünü kırpıştırdı. Anzak Anıtı‘nm etrafındaki parmaklıklara gel mişlerdi. Anıtın hemen yanında
bir çocuk sağlık merkezi vardı.
Yıllar önce topluma açık yerlerin hemen yakınında bir cezaevi görülmemiş bir durumdu, ancak
çarpık kentleşme ve tutuklu sa
yısındaki artış nedeniyle bu bölgelerde oturanlann kabullenmesi gereken bu durum ister istemez
oluşmuştu.
Long Bay’de cinsel suçluların ve açığa çıkmış poüs muhbirleri nin, yargılanmayı bekleyen
şüpheliler ve rehabilitasyon progra mındaki şiddet kullanan adi suçlulardan ayrı binalarda tutulması
sağlanıyordu.
Brody solu, ana girişe giden yola döndü ve kendini bariyerli kapıdaki gardiyana tanıttı. Gardiyan
lafı gevelemeden cep telefonlarının arabada bırakılması gerektiğini söyledi.
“Ne yazık ki yeni kurallar böyle” dedi Brody, bariyerli
kapı açılırken. “lbiri cezaevi kredi birliğini soyduktan sonra hâsılatı ondan alması için arkadaşını
cep telefonuyla aramış.”
Anya, “Senin cep telefonunla mı aramış?” diye sordu. “Telefon benim değildi ama şu işe bak ki
bunu yapan adam
benim müvekkilimdi. Yakında mahkemesi var.”
Brody ilk önce sağa, sonra sola, bölge bürosunun dışındaki araba park alanına doğru döndü.
Burada iyice dikkat çekmesine yol açacak şekilde, enlemesine, iki arabalık yere, Ferrari’sini park
etti.
Komik, çalınır korkusuyla pahalı bir arabayla cezaevine
gelmeyi Anya aklından bile geçirmezdi. Belki de aslına bakılırsa burası değerli eşyaları bırakmak
için en güvenli yerlerden biriydi. Gerçi kredi birliği çalışanları da öyle düşünmüş olmalıydılar.
Arabadan dışarı adımlarım atar atmaz, fırtınalı havada Anya’nın saçı yüzüne gözüne dolandı.
Soğuktan korunmak için ceketinin önünü ilikledi, ancak yine de bedeninin titrediğini hissediyordu.
Bir cezaevini kumsalın bu kadar güzel manzaralı yerine yapmak, duvarların görüntüyü engellediği ve
havanın insanlara içeride olmayı istetecek kadar çetin olduğu düşünüldüğünde, neredeyse gülünç bir
şeydi.
Yargılanmayı bekleyen tutuklular bölümüne gelince, ziyaretçi girişinin yarımdaki bir kapıya
doğru yürüdüler ve düğmeye bastılar.
Kapı otomatik olarak girişinde kilitli bir geçit bulunan kısa bir koridora açıldı. Bir cezaevi
memuru geldi, geçidi açarak ziyaretçileri ve çocuklarını içeri aldı. Ayakkabıları ayaklarına göre çok
büyük olan on yaşlarında bir kız çocuğu Anya’nın dikkatini çekmişti. Kızın yanındaki erkek çocuk
da kendisine göre iki beden büyük çiçekli bir gömlek giymişti. Anya çocukların babalarını görmek
için giysileri birilerinden ödünç aldıklarını düşündü. Çocuklara eşlik eden kadın bol pamuklu bir
elbise giymiş ve aşırı makyaj yapmıştı.
“Affedersin” dedi Brody, sessizce, “ailelerin ziyaret gününde
buraya gelmek bir hataydı. Bugün her şey daha yavaş oluyor.”
Üzerine kendi adlarını, ziyaret etmek istedikleri tutuklunun
Mimiğini, ziyaret nedenini ve nerede çalıştıklarını yazdıkları bir belgeyi imzaladılar. Brody
arabasının plakasını da saatin yanına yazdı: LAW42
Belgeler plâstik kılıflara konarak ceketlerine iğnelendi. Anya, yüzü gözü şişmiş durumdaki bir
resminin olduğu sürücü belgesini gösterdiğinde memur belgenin gerçekten ona ait olduğundan emin
olmak için birkaç kez bir Anya’ya bir resme baktı.
Brody üzerinde tahminen on yıl önceki resmi olan bir baro kimlik kartı gösterdi. Caka satmak
yalnızca kadınlara özgü bir şey değildi.
Her bir ziyaretin aynntılannın tutulduğu veritabanına
bilgileri giren camdan yapılma bir kafesin içindeki bir memura başka belgeler de verdiler. En
sonunda gardiyan bilgisayarda Deab ismini arattı. Brody kollarını birbirine kavuşturmuş, memuru
izliyordu. Yüzündeki memnuniyetsiz ifade dakikalar ilerledikçe daha da arttı.
Gardiyan en sonunda, “Burada değil dostum. Yanlış bölüme gelmiş olmalısınız” dedi.
Brody üzerine basa basa, “Adım gibi biliyorum ki o burada. Bu adam daha dün saldırıya uğradı,
gardiyan. ileride gerekebileceği için adınızı öğrenebilir miyim? Çok yoğunum ve müdür beyle de
yarın öğle yemeğinde görüşeceğim” dedi, diğer adama da şöyle bir bakarak.
Gardiyan bilgisayar ekranına yeniden baktı. Bunun
sonrasında bir anda mucizevi bir şekilde bu bölümde Deab’i buluvermişti.
“Metal dedektöründen geçin ve sonra da oradaki kapıya gidin” diye göz temasından kaçınarak
yol gösterdi adam. “Kâğıt ve kalem dışında her şeyi burada bırakmalısınız.”
Kapının ilerisinde, iki katlı penceresiz bina ile üzerinde
dikenli teller olan duvar arasındaki dar geçitten sessizce geçtiler. Geçitteki mantarsı
oluşumlardan yola çıkarak, gün ışığının bile bu yere karşı isteksiz girdiği söylenebilirdi. istediği
zaman gitmekte serbest olduğunu bilmesine
rağmen Anya cezaevi ziyaretleri sırasında her zaman bir parça kapalı yer korkusuna kapılırdı.
Brody işlemlerden
sıkılmış gibi görünmüyordu, belki de bunu belli etmemeye çalışıyordu.
Bir geçitten açık alandaki ziyaret alanına geldiler. Anya tek tip
bahçe masa ve sıraları ile dibine beton dökülmüş şemsiyelere şöyle bir baktı. Bir tutuklunun
haftasının en eğlenceli bölümünü burada geçirdiğini düşünmek.
Arkadan fermuarlı beyaz tulum giymiş tutuklular, eşleri ve ço cuklarıyla oturuyorlardı. Firar
edecek bir kişiyi saklama imkânı
yoktu. En azından yetkililer öyle düşünmüşlerdi. Çiçekli gömleği olan çocuk boynunun bir
tarafında dövme olan tıknaz bir adam
la el sıkışıyordu. Aralarında bu kadar az iîzikstd ve duygusal temas olan bir baba oğulu izlemek
acı vericiydi. Brody bodrum katma inen kafes içine alınmış bir dizi basama ğa doğru yürüdü.
“Bugünkü zindanımız burası” diye espri yaptı.
Bataklık gibi kokan bir koridor boyunca aşağıya doğru ilerlediler. Dökülmüş duvar boyalarına
yıllardır el sürülmediği belli oluyordu. Bir kenarda sökülmüş pislik içinde bir klozet duruyordu.
Klozetin olduğu yer bir anıtmezara benziyordu.
“Tanrı bilir geçmişte burada neler oldu” dedi Brody.
“Genellikle, korunan tutuklularla burada konuşurum.”
içinde bir ayna bulunan beton bir odaya girdiler. Brody odanın diğer yanındaki memurlara el
salladı. Masalardan birinde onları umursamayan bir adam ve karısı, fiziksel olarak ileri derecede
yakınlaşmışlardı. .
“Merak etme. Kan koca ziyaretleri hafta sonu olmuyor. Ancak gardiyanlar genelde araya
girmeden bir süre iyice izlemeyi yeğliyorlar.”
Muhammed Deab yirmi yaşından fazla görünmeyen bir gardiyanla odaya girdi. Anya boylu
boslu, kocaman birini görmeyi bekliyordu. Bunun yerine adam, oğluna çok benzeyen, ancak ondan
daha kısa ve daha şişman biriydi. Deab’in davranışlan Anoub’unkilerden de kabaydı ama benzerlik
dikkat çekiciydi. Gençken yakışıklı görünüyor olabüirdi, ancak zaman ve nikotinden sararmış sağ
elinden anlaşılan sigara tiryakiliği ona hoşgörülü davranmamıştı.
Adam plastik masaya otururken Brody’yi başıyla selamladı, ancak Anya’yı görmezden geldi.
Brody iş arkadaşını tanıttı ve tıbbi incelemenin gerekliliğini
anlattı, ancak Deab kafasını masadan kaldınnamıştı bile. “Yalnızca gördüğü kadarını
inceleyebilir” dedi, hiç bakmadan.
“Onun önünde soyunmam.”
“Peki, bu senin hakkın” diye onayladı Anya. “Senin iznin olma dan hiçbir şey yapamam.”
Anya adamın yüzündeki çürükleri kaydetti ve ondan ellerini
uzatmasını istedi. iki elinin eklemlerindeki siyahımsı çürükleri bloknotuna çizdi. Çürüklerin
sigara içtiği ve genel olarak kullan
dığı sağ elinde daha da fazla olması anlaşılır bir durumdu. “iki elinizi de yumruk yapar mısınız,
lütfen?”
Deab dediğini yaptı.
“Güzel. Bu, tarakkemiklerinizin, yani elinizdeki uzun kemikle rin iyi olduğunu gösteriyor. Lütfen
ayağa kalkabilir misiniz? Yü zUnUztl muayene etmek isliyorum.”
Deab, Brody’y* koşullarım hatırlatan soğuk bir bakış fırlattı.
Ökçeli ayakkabılanyla Anya ayağa kalktığında Deab’den biraz daha uzun kalıyordu ve adamın
yüzünü daha iyi görebilmek için hafifçe öne doğru eğildi. Deab’in saklamak için hiçbir çaba
göstermediği nefesi hastalıklı bir şekilde sigara kokuyordu.
“Yanağınızda ve göz bölgesinde yaygın bir şekilde çürükler var. Kemiğinize dokunarak bir sorun
var mı anlamak istiyorum, eğer izin verirseniz.”
Deab homurdandı ve Anya bunu sözsüz bir onay olarak aldı. Adamın yüzündeki kemikli
çıkıntıları eliyle yokladı. Bir kırık belirtisi olan çökük bölgeye eşlik eden şişkinlikler var mı diye
baktı. Konjonktival kanama bir tarafta gözakmın büyük bir bölümünü kaplamıştı, ancak gözün en dış
noktasına erişmemişti. Kafatasını yokladığında sol tarafta, kafanın arkasında büyük bir şişlik
olduğunu belirledi. Muhtemelen burasını yumruğu yiyip düştüğünde yere vurmuştu.
“Çürük gerçekten önemli, ancak yanağınızda kınk bir kemik olduğunu sanmıyorum, iki
gözbebeğiniz de aynı düzeyde küçülüp büyüyor ve ışığa aynı tepkiyi veriyor. Bay Brody büincinizi
yitirmediğinizi söyledi. Eğer durum buysa, kafanızdaki şişe rağmen, saldırıdan bu kadar zaman
geçtikten sonra önemli bir beyin kanaması olma olasılığı çok az. Boynunuz nasıl?” Deab, Anya’nın
yönlendirmesiyle boynunu iki yana ve çenesi göğsüne gelecek şekilde öne arkaya salladı.
“Güzel. Başka bir yeriniz acıyor mu?”
“Yalnızca sırtım ağrıyor” dedi adam, arka alt taraftaki kaburga kemiklerine dokunarak. “Ve bir
çürüğüm var.”
“Nefes almada güçlük ya da nefes aldığınızda bir acı?” “Çok az acıyor.”
Anya iki eliyle adamın göğsünün iki tarafına dokundu.
“Kabur
galarınıza esnetme hareketi yapacağım. Eğer bir kırık varsa, bu
acı verici olabilir.” Anya adamın kaburgalarını kısa ve sert, şekil de iki kez sıkıştırdı.
“Derin nefes alabilir misiniz?”
Deab, Anya’mn yüzüne doğru soludu. “Başka bir şey yok.”
Dan Brody sandalyesinde sanki sıkılmış gibi hareketler yapı
yordu. Anya bulgularını bloknotundaki beden resmi üzerine kay detmek için masaya geri döndü.
“Tahminim şu: sırtındaki çürük yere düştükten sonra tekme yediği zaman olmuş. Doktorun kan var
mı diye idrar testi yapıp
‘O yapmadığını biliyor musun?” Deab, Brody’ye doğru bakarak yanıtladı: “Test sonucunun iyi
çıktığını söyledi.”
“Ya çok şanslısın ya da bunu sana yapan seni öldürmek
niyetinde değilmiş. Yumuşak doku zedelenmesi birkaç hafta içinde iyileşir.”
“Birileri sana neden saldırmış olabilir?” diye sordu Dan Brody.
“Galea ailesiyle bağlantılı biri olmalı. Ona çocuğun aileme yaşattığı utanç nedeniyle ölmeyi hak
ettiğini, ölünce mezarına tüküreceğimi söyledim.”
Brody gülümsedi. “Bu saldırıyı açıklıyor. Yoğun bakıma yollamakla suçlandığın biri hakkmda
tehditler savurarak dolaşamazsın.” Deab gözlerini yine masaya dikti. Anya adamın azarlanmaya
alışık olmadığım düşündü.
“ifaden hakkında birazdan konuşabiliriz, ancak daha önce Dr. Crichton’m kızm hakkında soracağı
bazı sorular var.” “Benim bir kızım yok” dedi adam, sakin bir şekilde. “Fatma hakkında bilgi sahibi
olmalıyız Bay Deab” diye üstele
di Anya. “Bu ona ne olduğunu anlamamızı sağlayabilir.” “Bir zamanlar beni utanca boğan bir
kızım vardı. O öldü. Olması gereken buymuş.” Brody, Anya’ya doğru endişeli bir şekilde baktı,
ancak Anya bunu görmezden geldi. “Kızınız kötü bir yerde tek başına öldü. Bunun nasıl olduğunu
bilmek istemiyor musunuz?”
“Orada daha iyi insanlar olduğunuzu düşünerek
oturuyorsunuz.” Yumruklarını sıkmıştı. “Gevşek ahlaki değerlerinizle karşımdasınız.
Üniversiteye gitmedim ama sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim.”
Anya yumuşak bir sesle konuştu: “Kimseyi suçlamaya çalışmı yorum. Epeyce tehlikeli olabilecek
bir maddeyi Fatma’nın nere
de solumuş olabileceğini bulmaya çalışıyorum. Sizin atölyeniz ör neğin. Orada çok zaman geçirir
miydi?” “Çalışanlarıma, aileme baktığım gibi iyi bakarım” dedi Deab, kelimelerin üzerine basa basa.
“Fatma’ya baktığın gibi mi?” dedi Anya, saldırgan sayılabilecek bir tavırla. Anya adamın
söylediğinden daha fazla şey bildiğini
düşünmeden edemiyordu. Anoub bürosuna geldiği gün de onun
bir şeyler sakladığını düşünmüştü. Adamın gözbebeklerinin daha da karardığını gördü. Yalnız
başına olsa bundan korkardı kesin likle.
“Seni kimse t»îi- şeyle suçlamıyor” dedi Brody. “Doktor, ileride belki de önemli olabilecek bazı
şeyleri soruyor.”
“Katma namusumuza leke sürdü. Bana sanki bir çeşit
hayvantmşım gibi bakıyorsunuz, ancak yaptığım hiçbir şeyden utanç duymuyorum. Size
söylüyorum. Herkese de söylerim. Galea’ya yaptığımı ailemi hedef alacak herkese yapar, ailemi
korurum. Kimse bir daha beni utanç içinde bırakamayacak.”
Anya içinden gelen şekilde konuştu. “Aileni nasıl koruyorsun? Fatma’yı koruduğun gibimi?”
Deab masadan kafasını kaldırdı.
“Onun ailemin namusunu bir daha kirletememesi için gerekeni yaptım.” Brody araya girdi:
“Muhammed bunları bilmek zorunda değiliz. Başka bir şey söyleme. Anya, bu konuşmayı
kesiyorum.”
Anya adamın kendini haklı görmesine meydan vermeyecekti. “Daha önce yapmamış olduğun ne
vardı ki? Onu daha önce de dövdün, kemiklerini kırdın, kilit altında tuttun ve sokağa attın.”
Dan Brody gardiyanı çağırdı, ancak Deab ayağa kalkmış neredeyse Anya’nın bacaklarına gelecek
şekilde bir tekme savurmuştu.
Deab zorbanın tekiydi. Etrafındaki herkesi sindirmek için güç kullanıyordu. Ve bu bitmeliydi.
Anya adamın onu korkutmak için yaptığı saldırıya meydan okur şekilde yerinden kalkmadı.
“Sana tek bir hareket daha yapmamanı tavsiye ediyorum Muhammed” dedi Brody. Bu arada
ayağa kalkmış ve sandalyesini geri itmişti.
“Doğduğu günden beri kendine ait bir yaşamı olmasına izin vermedin. Yaşamak için bir nedeni
olmadığında ondan daha ne bekleyebilirdin ki?”
Deab, Anya’ya vurmak için elini kaldırdığında, Brody onu hız la sandalyesinden tutarak çekti ve
müvekkilini engellemek için araya girdi. iki gardiyan içeri girdiğinde Deab iki kolunu da hava ya
kaldırmıştı.
“Çok zeki olduğunu sanıyorsun değil nü hanımefendi?
Sana
söylüyorum işte. Onu ben öldürdüm. Yapmam gerekeni yaptım.
Sürtük kızımı öldürdüm ve namusumu temizledim.” Gardiyanlar adamı odanın dışına çıkarırken
Brody, eli An ya’nın kolunda sessizce ayakta kalakaldı. Anya titremeye başla mıştı. Muhammed
Deab’in bunu gururla itiraf etmesini, yani bir
babanın kendi itibarını kurtarmak için kızını öldürdüğünü söyle mesini duymak, onu fiziksel
olarak tehdit edilmiş olmaktan çok daha fazla korkutmuştu.
28
Kadın başka bir beyaz ışık gördü. Bu seferki parlak ama yumuşaktı. Bu sırada nemli bir hava
yüzünü yaladı. Işık bir gözünden diğerine geçerken omzunu bir şeyin deldiğini hissetti. Artan acı.
şimdi gözlerini kapattığında seçebildiği yalnızca beyaz beneklerdi. Ve onu saran kargaşanın sesi.
Bip sesleri, gıcırdayan ayakkabılar, arka plandaki sesler, buruşturulan naylon sesleri. Bulunduğu yer
hastalıklı bir şekilde dezenfektan kokuyordu. Nanna’nın bakımevinde katlanmak zorunda kaldığı
mide bulandırıcı kokunun aynısı. Yana dönmeye çalıştı, ancak hareket edemedi.
“Uyanıyor!” diyen bir erkek sesi duydu ve hemen biri gözlerine ışık tuttu. “Biraz daha O negatif
kan verin. Kan basıncı düşüyor. Cerrahı hemen şimdi buraya çağırın. HEMEN!” “Uygun bir kanı
hemen şimdi istiyorum. Servistekiler bir süredir bekliyorlar. Kan bankası bunun acil olduğunu
biliyor.”
“Lanet olası röntgen cihazı nerede?”
“Hemen arkanda. Biliyorsunuz, zor bir gün geçiren yalnız siz değilsiniz.” Makinenin vınlaması
durdu ve solunda bir gümbürtü duyuldu.
“Başlangıç olarak boyun kemiği, göğüs kafesi ve leğen kemiği gerekli olacak. Başka bir hastayı
bilgisayarlı tomografiye almadıklarından emin olun. Sağlam durabildiği an bu kızı alacağız.”
“Sağ tarafta soluk alma sesi yok” dedi başka biri.
“Solunum cihazına bağlamamız gerekecek.”
“Ya göğüs röntgeni?”
“Bunun için zamanımız yok. Hemen bir göğüs drenajı alabilir miyiz?” “işte burada, Phil.”
Kadın dikkatini toplamaya çalışıyordu, ancak o an etrafında olanlar ona anlamlı gelmiyordu.
“Kan basıncı ellinin üzerinde seksen. Doymuş oksijen oranı yüzde doksan üç.”
Hissettiği nemli nefesin sahibi kadın, kafası onunkinin yaklaşık otuz santimetre uzağında
yumuşak bir şekilde konuşmaya başladı:
“Acil servistesin. Düşme nedeniyle olmuş birçok yaran
var. Hareket etmeye çalışma, şu an seni sabit tutmalıyız. Boynuna bir boyunluk bağladık ve
röntgenini çekene kadar orada duracak. Dr. Tan soluk almana yardımcı olması için göğsüne özel bir
drenaj takacak. Bir taraftaki akciğerin işlevini yitirdi ve düzgün çalışmıyor.”
Birileri “Bu biraz canını yakabilir ve biraz da baskı
hissedeceksin” dediği sırada burnuna yoğun bir antiseptik kokusu geldi.
Koltukaltında bir baskı hissetti ve soluğunu tuttu. Çok büyük bir acı duydu ve sonra biri acıyan
yere sıkıca bastırdı. Kadın doktoran bastırdığı aletle-diğer ciğerini de patlatmaya çalıştığını düşündü.
“Neredeyse olmak üzere. Oluyor. Oldu. Drenaj yerinde.” Bir sıvının yüksek bir sesle
döküldüğünü duydu ve bu sesin kendi bedeninden geldiğini sonradan fark etti. “Ayakkabılarım daha
fazla kan olmadan
şunun ucuna su tıkacı takalım.” Bir kadın sesi duyuldu: “Bu kötü gözüküyor. Göğüs ortopedistini
arayacağım.”
“Teşekkürler. Onlara ileri düzeyde kanamalı akciğer sorunu muz olduğunu söyle. Artık röntgen
çekebiliriz. Sinirsel duruma
yeniden bakabilir miyiz lütfen?”
Kadının yüzü yine gözlerinde belirdi ve ardından ışık da.
Onu
kör etmeye mi yoksa kafasını karıştırmaya mı çalışıyorlardı? “Elimi sıkabilir misin?” Nane
kokulu nefesini yüzünde hissetti.
“Bacaklarımı hissetmiyorum, bacaklarım nerede?” diye sordu, yatağından yukarı doğru bakarak.
“Her şey yolunda bir tanem. Adın ne?”
Ağzı o kadar kurumuştu ki kelimeler ağzından çıkmadı. Adının ne önemi vardı ki? Ölmek istedi.
Neden onu kendi haline bırak mıyorlardı?
“Yalnızca elimi sıkmaya çalış.”
Elini yumruk yapmaya çalıştı. Omzuna yine bir acı saplanmıştı.
“Canın yandı mı bir tanem?” diye sordu kadın. Bu sırada köp rücükkemlğinden aşağıya soğuk bir
şekilde kamu inicimi ettiğini hissetti.
“Sana damardan biraz kan veriyoruz. Soluk alışın şimdiden da ha rahatlamış gibi. şimdi röntgen
için seni çevirmemiz gerekiyor. Herkes. Üç dediğimde, haydi. Bir, iki, üç.”
Bedeninin yuvarlandığını hissetti. Bir kütüğün
yuvarlanması gibi. Ve soğuk, sert bir şey sırtından aşağı kaydı. Görebildiği tek şey onu çekeleyen
insanların göğüsleri ve yatağın üzerindeki gümüş renkli perde rayıydı. Onu bir daha döndürdüler.
Bedeninin üst kısmında yırtıcı bir acı duydu.
Bir adamın, “Jill, bir sonda takabilir miyiz? idrarda kan var
mı görmek istiyorum” dediğini duydu. Onun etrafında koşuşturan beş altı kişi olmalıydı.
Bulabildikleri her yere iğneler, borular sokuştunıp duruyorlardı. Bir an için ortalık sakinleşti. Kadın
tek basına kalmıştı. Ki bu durum onu daha da korkuttu. Soma yine geldiler. “Seni yine hareket
ettirmeliyiz bir tanem. Röntgen levhasım ahu.”
Onu bir daha döndürdüler.
“Tamamdır bir tanem. Mesanene ince plastik bir boru yerleştireceğim. iç çamaşırını kesmek ve
bacaklarının arasındaki bölgeyi sterilize etmek zorundayım. Biraz üşüyeceksin.” Üşümek? Belinden
aşağısını hissetmiyordu. Özellikle de bacaklarını. Sanki o orada değilmiş gibi konuşmalar devam etti.
“Aman Tanrım.” Hemşire doktoru çağınncaya kadar bir sessizlik oldu. “Philip, buraya bir
bakmalısın. Sonda takamıyorum, durum böyleyken takamam.”
“Nedir? Kanama mı var?”
“Hayır, hayır. En iyisi sen bak. Tüm bölgeye.”
“Lanet olsun. Her yerde kabarcıklar var” dedi, tüm emirleri ve
ren doktor. “Peki, sonda takarsak enfeksiyonun yayılması küçük bir olasılık, ancak şu an onu
daha kararlı bir duruma getiremezsek ölecek. Kan basıncı yalnızca yetmiş sekizi gösteriyor. Sonda
takmanın tehlikesi bu aşamada, bunu yapmanın amacı yanında önemsiz kalıyor. Haydi sondayı
takalım.”
“Kabarcıklar canını yakıyor olmalı” dediğini duydu hemşire nin. “Nasıl olmuş da orayı tıraş
edebilmiş?”
“şu an acı verdiklerini sanmıyorum. Kaburgalarının altını his
setmiyor ve onu hareket de ettirmiyoruz. Bence bütün omuriliği zedelenmiş olmalı. Beden
sıcaklığının aşın derecede düşmesi, kan kaybı ve kemiklerinin birkaç yerden kırılmış olması, bunu
gösteriyor. Polis ailesine
ulaşabilmiş mi bir öğren. En kısa zamanda buraya gelmeliler.” Sanki duymuyormuş gibi onun
hakkında konuşuyorlardı. “Ha yır, hayır” diye mırıldandı. “Aile yok.”
Biri onun üzerine eğildi. “Ne söylemeye çalışıyorsun?”
“Aile yok. Kimse yok.”
Onu anlamadılar.
“En iyisi bu kabarcıklardan biraz sıvı örneği alalım” dedi adam. “Her olasılığa karşı tahlile
yollayalım. Ve ortopedisti buraya çağıralım. Nerede bu lanet olası göğüs ortopedisti?”
29
Bir sonraki hafta Dan Brody, Grant Bourne’a, Vaughan Hunter’a ve Anya’ya, Deab olayıyla
ilgili görüşmeye geldikleri için teşekkür ediyordu.
“Vaughan, Anya senin bu aşamada katılmanı önerdi ve ben
de bunun iyi bir fikir olduğunu düşünüyorum. Hepinizin bildiği üzere, Muhammed Deab, kızını
tuvalette öldürenin kendisi olduğunu itiraf etti. şu ana kadar uyuşturucuyu nereden aldığı ve kızına
nasıl şırınga ettiği gibi ayrıntılar hakkında konuşmayı reddediyor. Söylemeliyim ki bu itiraf
beklenmeyen bir şeydi, ancak cezaevi arkadaşlarına da bir şeyler söylediğinden şüpheleniyorum.
Eğer bunu namusu için yaptıysa, insan içine çıkacak yüzü olması için bunu birilerine de söylemiştir.”
Grant dudaklarını yuvarladı. “Onun için çalıştığım bu kadar yıl içinde her seferinde suçsuz
olduğunu söyledi. Hatta kanındaki alkol, sınırların iki katı miktardayken bile.”
“Bu konuyla ilgili bir şey camım sıkıyor” dedi Brody. “Bu onun genel davranış kalıbına
uymuyor.” “Yeterince vahşi mi değil?” diye sordu Anya. Bu sırada kapı sessizce vurulduğu için
konuşmaları kesilmişti.
“Bu kültürel uzmanımız olmalı. Belki de bu soruyu o
yanıtlaya
bilir.”
Hintli kadınların giydiği turkuvaz rengi sari elbisesiyle orta
yaşlı, çekici bir kadın hızlı bir şekilde içeri girerken, Brody ayağa kalkmıştı. Kadın en yüksek
kasttan geliyormuş gibi görünüyordu.
“Dr. Gupta, lütfen içeri gelin. Bay Bourne’la tanışmıştınız.
Dr.
Vaughan Hunter, psikiyatr ve profil belirleyici, Dr. Anya Crichton,
patolog ve kerpetenle bilgi sökme uzmanı. Kendisi müvekkilünin itirafta bulunmasını sağlayan
kişidir.”
Dr. Gupta her biriyle el sıkıştıktan sonra Anya’nın önünde durdu ve boynuna asılı yarım
gözlüğünü alarak daha iyi görebilmek için burnunun üzerine yerleştirdi.
“Sanının siz Bay Brody’nin müvekkilini, duygulan
hakkında konuşması için teşvik ettiniz ve o da kızını öldürdüğünü itiraf etti. Bu beni şaşırtmadı.
Siz bir bakıma adamın kızını korumak istediği her şeyin bir simgesi gibisiniz.”
“Bu bir Utifat sayılmaz herhalde” diye düşündü Anya. “Hayır, hayır. Lütfen, beni yanlış
anlamayın” diye ekledi
Dr. Gupta. Belliydi ki Anya’nın yüzünden ne düşündüğünü anlamıştı. “Sanırım keMmelerimi
iyi seçemedim. Söylemeye çalıştığım, Bay Deab gibi insanlar kendilerini,
uygunsuz gördükleri kişilerden ahlaki olarak üstün sayarlar. Onlara göre Batılı kadınların hepsi
uygunsuz kişilerdir.”
Brody kadma yer gösterdi.
“Dr. Gupta, Sydney Üniversitesi toplumsal çalışmalar kürsüsünde yardımcı profesördür ve
kültürel farklılıklar üzerine uzmandır. Namus cinayetleri konusunda geniş bilgi sahibidir. Bu davayla
ilgili bizimle
konuşması için kendisinden ricada bulundum. Hep birlikte bir toplantı yapmanın daha verimli
olacağını öneren kendisiydi ve ben de kabul ettim.”
Hintli uzman gözlüğünü çıkardı ve masaya oturdu. “Size
genel bir bilgi vermek açısından, namus cinayetlerine yalnızca Islami inanç sahibi kültürlerde
değil birçok kültürde rastlanır. Her yıl beş bin dolayında kadının kendi aile bireyleri tarafından
dedikodu ve çevre tarafından söylenen imalı sözler nedeniyle öldürüldüğü tahmin ediliyor. Genel
olarak bu cinayetler okuryazarlık oranının düşük ve köktendinci hareketlerin en güçlü olduğu kırsal
alanda gerçekleşiyor. Müslüman olup da cinayet işlemiş bu suç- luların büyük çoğunluğu hiçbir
zaman Kurari’ı okumamış kişiler ve bu nedenle de kulaktan dolma bilgilere sahipler. Hz.
Muhanımed’in ne söylediğini ve nasıl yaşadığını da bilmekten uzaklar. Bu durum, bu topluluklar
içindeki kadınlann
savunmasız kalmasına yol açıyor.”
Deab’in serinkanlılığı Anya’yı dehşete düşürmüştü. itiraf eder ken, akşam yemeği için kuzu
kestiğini söyler gibi bir hali vardı.
“Bu adamlar karar venrıek zorunda olduklan cinayet için üzülür ler mi, yoksa bu bir refleks
hareketi gibi mi gelişir?”
Dr. Gupta gözlük askısındaki zincirleri pannağına doladı. “Üzülürlerse bile bunu pek belli
etmezler. Büyük
çoğunluğu piş
man olmadığını söyler ve namuslannı temizledikleri için içleri rahattır. Böyle bir ülkede, bu
kişiler için namusun her şeyden önemli olmasını kavrayamayabiliriz. Sözgelimi, Pakistan’da, namus
cinayeti işleyen erkekler çoğunlukla ceza almazlar ve yap tıkları yanlarına kalır.
Cezaevine konulma korkusu onları bundan vazgeçirmez, konulsalar bile, kendi toplumları içinde bir
kahraman olarak görülürler.”
Brody bloknotuna yine resimler çiziyordu. “Ne gibi bir durum tam olarak bir ailenin namusunun
lekelenmesine yol açar?”
“Bir kadının ailesi dışından bir erkekle birlikte görülmesi. Hatta görüldüğü yönünde
dedikoduların olması bunun için yeterli nedendir. Uygunsuz sayılan davranışın halka açık bir yerde
yapılmış olması durumu değiştirmez. Bu bile bir erkeğin kanına dokunabilir. Tabii ki bir erkekle
evlilik dışı ya da evlilik öncesi cinsel ilişkiye girmiş olmak kabul edilemez bir dunundur ve bazı
yerlerde ölümle cezalandırılabilir. Bir kızın evlilik öncesi cinsel ilişkiyle suçlanarak öldürüldüğü ve
otopside bakire olduğunun anlaşıldığı kimi durumlar olmuştur.”
Kızlık zannın dokunulmamış kalması bazen yanıltıcı
olabilirdi diye düşündü Anya, ancak bu konuda araya girmeyi anlamsız buldu. Daha önce de
namus cinayetlerini duymuştu, ancak kadınlann eşit haklara sahip olduğu söylenen bir ülkede bunun
olabildiği aklına gelmezdi. “Diğer akrabaların, örneğin annenin bu duruma müdahale ettiği oluyor
mu?” Anya diğerlerinin bu konuda hiç konuşmadan oturmalarına inanamıyordu.
Odadaki üç adam da Dr. Gupta anlattıkça dikkatle dinliyordu.
“Pek değü. Bazen de ancak olaydan sonra haberleri oluyor.
Eşlerini yetkililere şikâyet edemezler. Kendilerini de öldüreceğinden korkarlar çünkü.
Bazı durumlarda annelerin cinayeti onayladıklan da görülebilir, aynı kadın sünnetini onaylamaları
gibi.” Vaughan Hunter öne doğru eğildi. “Bildiğim kadarıyla bu cina yetler genellikle bıçaklamak,
boğmak ya da tabancayla vurmak şeklinde gerçekleşiyor. Doğru mu?”
“Evet, ölümler özellikle valisi bir şekilde gerçekleşiyor. Kadın acı çekerek ölürken çoğunlukla
babasının, kocasmın ya da erkek
kardeşinin gözünün içine bakıyor olur.”
“Deab’in itirafıyla ilgili içime sinmeyen bir şey var” dedi Brody.
“Deab ateşli biri. Fatma’yı uyuşturucuyla öldürmesi, zaman ala
cak, planlama yapmasını ve bunu herkese önceden anlatmasını gerektiren bir durum
oluşturuyor.” “Delki daha en başında polisin karışmasını önlemek için böyle yapmış olabilir” dedi
Grant. “Böylelikle intiharmış gibi
gösterip savcıyı atlatmış ve im arada Lübnanlı arkadaşlarına kızını nasıl öldürdüğünü anlatmış
olabilir. Ancak duyduğum kadarıyla birçok kişi kızın cesedinin tuvalette bulunması nedeniyle
AiDS’ten öldüğünü düşünüyormuş. Tuvaletten yola çıkarak önüne gelenle yattığını ve uyuşturucu
kullandığını varsayıyorlar. Eğer adam onu namusunu temizlemek için öldürdüyse bile bu ölümden
bu anlaşılamamış. Belki de itiraf ederek herkesin öğrenmesini istemiştir.”
“Bu durumda kız, en görülmedik şekilde öldürülmüş oluyor” dedi Dr. Gupta.
Brody sandalyesinin kollarım kavradı. “Tam olarak benim dediğim de bu. Kızını uyuşturucuyla
görece olarak sakin bir şekilde öldürmüş olmasına karşın Galea’yı öldüresiye dövmesi düşündürücü.
Eğer kendi çevresine namusunu temizlediğini göstermek istiyorduysa kızını bunu onun yaptığını
belli olacak şekilde öldürmesi gerekmez miydi? Neden zor olanı yapsın ve insanların lazmm
lanetlenmiş bir cinsel hastalıktan öldüğünü düşünmelerine yol açarak aynca onur kinci bir başka
durumun acısını çeksin?” “Bildiğiniz üzere, suçlıüar her zaman her şeyi
derinlemesine düşünmezler” dedi Anya. “Muhammed’in itiraf etmesinin nedeni, kızının ölümünü
bu lanetlenmiş hastalık söylentisinden aklamak için olabilir mi? Biliyorum deli saçması ve mantıksız
bir şeymiş gibi geliyor, ama belki ona öyle gelmiyordur.”
Dr. Gupta onaylayarak kafasını salladı. “Bu gibi olaylarda çoğunlukla mantığın geçerli olmadığı
davranışlar görülebilir.” Brody sandalyesinde Vaughan’a doğru döndü. “şöyle bir soru soralım:
Galea saldınsında ve kızın ölümünde tahrik unsuru olduğunu, hafifletici nedenler bulunduğunu öne
sürebilir miyiz? Deab doğru ile yanlışı ayırabilecek zihinsel durumda mı?”
“Bir psikiyatrın bakış açısıyla adamın neyin yasal neyin yasadı şı olduğunu bildiğini
söyleyebilirim, ancak bu doğru ile yanlışı
ayırabildiğini göstermiyor. Yasanın ne dediğini umursamıyor. Ai le içi yasalara göre yaşıyor ve
tanıdığı tek yasa da bu.” “Muhammed’le görüşme yaptın. Akıl durumu hakkında ne söy
leyebilirsin?” diye sordu Brody.
Vaughan konuştukça daha da açümaya başlamıştı. “Adamın hayaller gördüğünü düşündürecek
bir şey saptayamadım. işleriy le ilgili sorulara yanıt vermedi, ancak işinde ve ailesine karşı tu
tumlannda kendince doğru olanı yaptığını açık olarak söyledi.
Vardığım sonucu ilginç yapan nokta da bu. Bana göre adam bir sosyopat, ancak ahlaki olarak
doğru yaptığına inanan köktendin
ci bili olduğu da benzer şekilde söylenebilir. Eski Ahit, göze göz, dişe diş der. Bu adam da
yaptıklarında aynen buna inanıyor.” “Tabii ki bunu böyle söylemek mahkemede pek de işe yaramaz,
değil mi?” dedi Grant.
Dr. Gupta gözlüğünün camlarını sarisinin ucuyla sildi. “Bu
durum yalnızca Müslümanlara özgü bir şey değil. Köktendinciler ve aşırı uçta yer alanlar birçok
dinde olabilir: Musevilik, Hinduizm, Hıristiyanlık. Genel olarak, inanç ne kadar aşırıysa, günah
olduğu düşünülen şeyleri yapan kişilerin maruz kaldığı saldırılar da o kadar vahşileşiyor.”
Konuştukça kadının sol gözü seğirmeye başlamıştı. “Yerli kabilelerin kendi yasalarını bizim
yasalanmızca verilen cezalara ek olarak uyguladıkları durumlar olmuştur ve polis de bu işe
karışmamıştır. Cinayetle suçlanan genç bir adam diğer bir kabile üyesini öldürdükten sonra iki
bacağına da mızrak saplanmıştır. Daha sonra bizim mahkemelerde davası görüldüğünde de iki kez
cezalandırılmış oldu.”
Grant kafasını iki yana salladı. “Kabilenin öç cinayeti işlemesi ya da ölümcül ağır yaralama
fiilinde bulunmasına izin vermek yine de çok farklı bir şey.”
“Gerçekten öyle mi?” dedi Brody. Her zamanki gibi akü
çok hızlı çalışıyordu. “Vaughan, görüşme sırasında Deab’i nasıl buldun?”
“Sinirli ve tehditkârdı. Tepkilerini kontrol edemiyordu ve ani hareketler yapıyordu. Buna ek
olarak, kadınlara tam olarak saygı duyduğu söylenemez. Yine de turnesinden söz edilmesi gözlerinin
yaşarmasına yol açtı. Gösterdiği tek zayıflık da buydu. Tümüyle düşünüldüğünde bir hayli itici biri.”
Brody kendine bir bardak su doldurdu. “Adam çaba
harcamadan jürinin nefretim kazanacaktır. En azından jürideki her kadının.” Sürahiyi diğerlerine
doğru salladı. “isteyen?”
“Lütfen.” Dr. Gupta bir bardak istedi.
“Bu ortamda bir kadın olarak Fatma’nın akıl durumu neydi?” diye sordu Brody. “Onun hakkında
ne biliyoruz? Bir erkek arka daşı varsa niye yalnız başına uçuşa geçti?”
Dr. Gupta suya neredeyse yalnızca dudaklarını değdirdi.
“Zor
olanı da budur. Tacize uğramış biri için onu kabul eden bir kapı
bulması yeterli olmayabilir. Bu konumdaki kadınlar kaçtıktan sonra yakalandıklarında
görecekleri aşırı şiddet nedeniyle korka
bilirler. Bu olayda, Fatma’nın da korkması için yeterli nedeni var
dı. Benim için şaşırtıcı olmayan aile içi şiddet geçmişini de oku yunca...”
Grant araya girdi. “Anlamadığını şey .şu. Kızın pratisyen doktor olan, onu korumaya hazır bir
patronu var. şiddete maruz kalan kadınlar için birçok destek merkezi bulunuyor. Gördüğü şiddet bu
kadar yoğunsa neden onu bulamayacakları böyle bir merkeze sığınmadı?” “Fatma dar, kapalı
çevresine saygıyla bağlıydı.
Başkalarının arasında yaşama izni yoktu ve bu yüzden bildiği başka bir seçeneği de
bulunmuyordu. Hiçbir niteliğiniz ve desteğiniz yoksa tüm arkadaşlarınızı, ailenizi ve sahip
olduklarınızı bir kenara itmek ister miydiniz? Bu kadınlar genellikle kendilerini değersiz bulurlar ve
ayrılmak bir seçenek gibi görünmez.” “Fatma’nın ölmeden önce bir hafta boyunca ortadan
kaybolduğunu unutuyoruz” dedi Anya. “Bu süre içinde onu gören olmamış.”
Vaughan sürahiye uzandı. “Görüşmemiz sırasında, Deab öldüğü zaman kızının üzerinde olan
giysilerden ne kadar tiksindiğini söylemişti. Bunu polisten öğrenmiş gibi değildi. Bu durumda lazım
o gece görmediyse üzerinde olanları nereden bilebilirdi ki?”
Anya, “Ölen kişinin eşyaları ve giysileri ailesine teslim
edilir” dedi. Vaughan bardağını doldurdu. “Bunu düşünmeliydim. Polis adamı suç yeriyle
ilişkilendirebilecek bir şey bulmuş mu?”
“Herkese açık bir yer olduğunu herkesin kabul edeceği
tuvalette bir sigara izmariti” dedi Brody. “Cinayetten bir hafta sonra bulmuşlar ve ilk aşamada
Deab’in içtiği ithal markalardan biri olduğu belirlenmiş.”
Anya daha önce bir memurun boş zamanlarında derlediği “izmarit ansiklopedisi”ni duymuştu.
Ansiklopedide Avustralya’da satılanlar yanında bütün dünyadan sigaraların fotoğrafları ve ayrıntılı
bilgüeri vardı. Memur, polis örgütündeki saplantılı tiplerin idolü olmuştu ve yaptığı sıkıcı demezsek
derinlemesine araştırmanın olumlu bir örneği olarak gösteriliyordu. “Daha sonra bizim
Muhammed’in bir başka izmariti yere attığı
görülmüş ve bu izmarit alınıp üzerindeki DNA tuvalette bulunan izmaritle karşılaştırılmış.
Görünen o ki uyum bulunmuş.
Bu ne
kadar güveniür bir veridir?” diye sordu Brody, Anya’ya.
“izmarit
te DNA bulamadıkları birçok davaya bakmıştım.”
“Sonuç oldukça kesindir. 0,6 miligram tükürükte bile DNA kar şılaştırması için yeterii sayıda
hücre bulunur.”
Grant; bulguya şüpheci bir şekilde yaklaştı. “Özel yasanda ilgi li yasalan öne sürerek polisin
aldığı örneğin kabul edilemez oldu ğunu öne sürebüir miyiz?”
“Hayır. Adanı bunu attığı için, ona ait olmaktan çıkmış ve polisin bunu örnek olarak alma hakkı
doğmuş.”
Fatma’nın ölümüyle ilgili başka bir şey Anya’nın kafasını kurca lıyordu. “Uyuşturucuyu süzmek
için tampon kullanılmıştı. Sigara izmariti de aynı işi en az tampon kadar iyi bir şekilde gördüğüne
göre bir sigara tiryakisi olan Deab neden tampon kullanmıştı? Malı süzecek kadar bu işi biliyorsa,
neden tampon kullansın
ki?”
“intihar süsü vermek için?” diye bir fikir ortaya attı Grant. “Eğer herkesin bunu onun yaptığım
bilmesini istiyorsa
niye böyle bir şey yapsın? Bunun için tampon kullanmak amaca uymuyor gibi.”
Brody sandalyesini ileri geri kaydırdı. “Bu itirafın doğru olduğundan şüphelerim var.”
Deab gibi adamların yaşamlarını cezaevinde geçirmesi gerektiğini düşünmesine rağmen Anya,
Brody’yle aynı fikirde olduğunu söylemek zorundaydı. Bir noktaya kadar itiraf etmeye onu Anya
zorlamıştı.
“işlemediği bir cinayeti neden itiraf etsin ki? Yasadışı uyuşturucu kullanımı dışında ortada
görünen bir suç yokken hele.”
“iler şey olabilir” dedi Brody. “Dava özeti savcılığa gitmeden önce birkaç haftamız var. Onunla
biraz daha konuşacağım ve oğlunu da işin içine sokacağım. Anya, üzerinde konuştuğumuz liflere
odaklanmanı istiyorum. Belki bir yardımı dokunabilir. Vaughan, senden aile içi şiddet kurbanlarının
kişiliksel özellikleri üzerine bir rapor yazmanı istiyorum. Toplumdışı davranışlar, intihar, uyuşturucu
bağımlılığı görünme sıklığı. Bunun gibi şeyler.
Ağır yaralama suçlamasına gelince. Muhammed’in genç
Galea’nın, kızıyla cinsel ilişkiye girmiş olduğundan şüphelendiğini biliyoruz. Grant, kızın
arkadaşlanyla konuşmanı istiyorum. Adamın şüphesini haklı çıkarabilecek bir şey bulabilecek misin
bakalım.”
Anya bir an duraksadı. “Galea’nın hastane kayıtları için mahkeme iznine de gerek olacak.”
Brody şaşırmış olarak baktı. “Bunun üzerinden daha önce gittim. Çocuk daha önceden beyin
zedelenmesi geçilmemiş
ve anatomik olarak da bir farklılığı yok.”
“Ilerpese ne dersin?”
“Beyin hasan yaratan frengi değil miydi?” dedi Grant
Bourne
sıntarak.
“Yerel doktor kayıtlannda geçmiyorsa cinsel sağlık klinikleri kontrol edilmeli” diye fikrini
söyledi Anya. “Eğer çocukta yoksa ve Fatma’yla cinsel ilişkiye girdiyse, savcı şu soruya
atlayacaktır:
ölmeden ötlCfl ona heıpesi kini bulaşlırdı? Eğer yanlış adamı döv düyse hu müvekkilin açısından
iyi göriinıııeyeceklir.”
Toplantı odasının dışında, diğerleri ileride yürüyorken Vaughan, Anya’nın yanına yaklaştı. Anya
da bu durumu ona tarikatlar hakkında bir bilgisi olup olmadığını sormak için bir fırsat olarak gördü.
Vaughan daha da yaklaştı ve fısıldayarak sordu: “Bir tarikata mı katılmayı düşünüyorsun?”
Anya yüzünün kızardığını hissetti. “Bir tarikatla ilgili olabilecek bir dizi ölüm üzerinde
çalışıyorum ve senin iyi bir kaynak bilip bilmediğini ya da konuşacak birini tanıyıp tanımadığını
merak ettim.”
“ilginç ama büromda bununla ilgili bazı makaleler var.
Tarikat liderlerinin uyguladığı teknikler aile içi şiddet ve cinsel taciz suçlularının
davranışlarından farklı değildir. Tam olarak ne bilmek istiyorsun?”
“iki şeyi: Üyelerini, tarikatın yerleşkesi dışında intihar etmeleri için yönlendiren bir tarikat var mı
ve Sydney’de ya da kumsal taraflarında faaliyet gösteren tarikat var mı?”
“ilgi çekici gözüküyor. Senin için bir şeyler bulmaya çalışının. Bulduğumda sana haber veririm.
Bilgiyi ne zamana istiyorsun?”
“Ne zaman bulabilirsen bana uyar.”
Anya ceketinin cebinden bir kart çıkardı ve Vaughan’a uzattı.
Can sıkıcı bir sessizlik oldu. Anya konuşmaya devam
etmek istedi ancak söyleyecek bir şey bulamadı. Vaughan da onun konuşmasını bekler gibiydi ki
bu durumu daha da kötü hale getirdi.
“Seni arayacağım” diye kestirip attı Vaughan. Böylelikle An ya’nın daha fazla sıkılmasının
önüne geçmiş oldu ve sonra da bi nayı terk etti.
30
Anya kapıyı açtığında üzerinde; çizgili tişörtü ve kapri pantolonu vardı.
Kapıda bekleyen Kate Farrer’ı görünce, onun karamela rengindeîki döpiyesini kastederek,
“Tarım fuarı için biraz fazla resmi değil mi?” diye sordu.
“Ne yazık ki planlar değişti, işe; gitmem gerekiyor.”
“Ben çok üzülecek. Kötü kişi sen ol ve bu haberi ona sen ver istersen. Yukarıda odasını
topluyor.” “Yukarıdaysa iyi. Bu bize konuşmak için bir dakika
kazandırır.” Küçük kulaklardan sakınmak için evin önündeki avluya doğru gitti. “Finch olayında
haklıydın. Yaşlı adamın reçel fetişiyle olay sanki ye;terince tiksindirici değilmiş gibi, poli-ışık
lambası testinde Debbie’nin boğazının arka tarafında sperm saptandı, ilk testte bu belirlenememişti.”
“Vurularak ölen bir kurbamn boğazında sperm araştırması
yapmak en son akla gelen şeydir. Reçel ağzın birçok yerine bulaştıysa, spermin gözden kaçması
doğal.”
Kate, iki elini de kalçalarının üzerine yerleştirdi. “Yaşlı
adamın eskiden böyle şeyler yaptığını biiiyeırdum, ancak adamın akıl durumunu, yani aklının
pek de yerinde olmadığını düşündüğümde emin olamadım. DNA incelemesi istedim, inceleme
sonucunda spermin yaşlı adama ait olmadığı anlaşıldı.”
Anya’nın tüyleri diken diken olmuştu. “Orada başka biri vardı.”
“Evet, klozet kapağıyla ilgili sezgilerinde haklı çıktın.” Anya bu durumun soruları yanıtlamak
yerine başka yeni
sorulara yol açtığını düşündü. “Biri kapılarda parmak izi bırakmamak için bu kadar dikkatli
davranırken, neden evde oral seks yapmaktan ve işemekten çekinmez?”
“Hcııiın takıldığını nokta da bu. Orada temizlenmiş de olmalı. Kanıt, bırakmamaya dikkat,
ediyorsa gidip dışarıda işemeliydi diye düşünüyor insan. Özellikle de arka bahçe gözlerden epeyce
uzak bir yerken.” Anya onayladı. “Komşular bir şey duymuş mu?”
“Bir iki ev aşağıda oturan yaşlı kadın, iki kez patlama sesine benzer ses duymuş, ancak ne zaman
duyduğunu hatırlamıyor. Gürültüyü yapanın kestanefişeği patlatan çocuklar olduğunu düşünmüş, iki
patlama arasında ne kadar zaman geçtiğini bilemiyoruz. Ölüm zamanları da otopside kesin olarak
belirlenemiyor ki yardımı olsun.”
“Belki de bu adam kendinden fazla emin biriydi. Eğer bu
arada kendim; reçel sürüp de Debbie’ye bunu yalatacak kadar tehlikeye meydan okuyan bir
adamsa, belki de kimsenin tuvaleti kontrol etmeyeceğini düşünerek orada temizlenmiş olabilir.”
“Adam belü ki, yaşlı adamın küçük sırrmı biliyordu” dedi Kate ve Ben’in dinleme uzaklığında
olup olmadığını kontrol etmek için Anya’nın arkasındaki merdivenlerden yukarı doğru baktı. “Bu
durumda bir sonraki soru: ikisini de öldüren bu adam mıydı? Yoksa Debbie’ye yardım etmek için mi
gelmişti? Belki de geldiğinde tabanca ve Debbie’nin planları hakkında hiçbir şey bilmiyordu. îki
durumda da bu adamı bulmak istiyorum. DNA bankasını araştırmakla başlayacağım ve daha önce
sabıkası olup olmadığına bakacağım.” tik başlarda Anya’nın Yeni Güney Galler DNA bankasıyla
ilgili
kişisel gizlilik açısından endişeleri vardı. Yazılı ve görsel basının etkisiyle, polis ve suç
kurbanları örgütleri, ilk başlarda DNA ban
kası fikrini Tanrı‘nın bir armağanı olarak karşılamıştı.
Hatta An
ya’nın babası bu konuda bir kampanya bile düzenlemişti.
Kurulu
şunun ilk yılında, DNA eşleştirmeleri sayesinde altmıştan fazla, üzerinden zaman geçmiş ve
kapatılmış olay yeniden ele alınarak çözülebilmişti. Bir süre sonra Anya böyle bir olanak sayesinde
daha da çok suçlunun içeri takılabildiğini kabul etmişti. Suçlula rın cezasız kalmaması şüphesiz
iyi bir şeydi. Ve Kate de haklıydı.
Bu gizemli adam akciğer liflerinin kaynağını bulmak açısından bir anahtar olabilirdi. Ve eğer
bulunamazsa adamın kendisi de hastalık tehlikesi yaşayabilirdi.
“Bu arada, Deab’i itiraf ettirdiğin için bürodaki arkadaşlar sa
na kadeh kaldırıyorlar” diye takıldı Kate. “Bu küçük çaban için eminim Brody sana altın madalya
takmıştır.” Kate dolu dolu, iş tahlı bir kahkaha attı.
/ ti
Anya’nın yanakları kızardı. “Dan, Deab’in bu ilindi duruşma run orta yerinde yapmasmdansa
şimdi yapmasının daha iyi oldu ğunu düşünüyor. Haberin olsun, itirafı duyduğu anda, Brody ahlaki
bir yaklaşım sergilemeye başladı. Bir kere adamın kızını öldürdüğünü itiraf ettiğini ağzmdan
duyduktan sonra, Deab’in suçsuz olduğunu iddia ederek ve beraatını istemesinin bir yolu yok.”
“Bir avukat ve ahlaki yaklaşım? Onun ahlaki
yaklaşımından çok senin duygusal yaklaşımın baskın gibi. Ona âşık olmadın ya?” diye sataştı
Kate. “Kadınların ona olan ügilerine kıl oluyorum.”
“Yok, tabii ki hayır.” Anya, Martin’den beri kimseyle birlikte olmamıştı. Eski eşini takım
elbiseler içinde gördüğünde, Martin’in bir zamanlar ona ne kadar çekici geldiğini yeniden
anımsamış!,]. Yeni haberleri vermek için sesini alçalttı:
“Martin, Ryde’daki bir ilaç firmasına ikinci görüşme için çağrılmış. şu an işe alındığıyla ilgili
resmi onay bekliyor ve iş kesin olacakmış gibi gözüküyor.”
“O zaman Ben’i daha fazla görebileceksin. Öyle mi? Bu gerçekten harika.” “Kate Teyze!” Ben
merdivenleri ikişer ikişer atlayarak indi, açık kapıya koştu ve Kate’in alabildiğine açılmış kollanna
atladı.
“Hey ufaklık, nasıl gidiyor? Ne kadar da büyümüşsün.” Ben kendini kurtardı. Kıpır kıpır
kıpırdıyor, yerinde
duramıyordu. “Doğu Fuarı‘na sen de bizimle geliyor musun?”
“Üzgünüm tatlım, işe gitmem gerekiyor.” Ben’in hayal kırıklığı yüzünden okunuyordu. “Ama
bak sana ne diyeceğim.
Bir dahaki sefere, birlikte top oy
narız ve hatta parkta uçurtma uçururuz, söz. Tamam mı? Ne dersin?” “Tamaam!” Ben kollarını
tanıdığı en iyi futbolcuya doladı ve ona kocaman bir öpücük verdi.
Kate bu sevgi dolu harekete sevecenlikle karşılık verdi. Onu bacaklarından havada baş aşağı asılı
tuttu ve ortaya çıkan göbeğini gıdıkladı.
Kapının oradan duyulan, Ben’in önce “Yapma!”, sonra da “Yine, yine!” bağırışları arasında
Anya, arabanın yanına giderek Ben için
yedek bir giysi, ceket ve atıştıracak bir şeyler koydu. “Bugün yine kötü adamları yakalayıp
cezaevine koyacak mısı
nız?” diye sordu Kate’e Ben, yarı dikey bir durumda.
“Tabii. Umarım hepsini içeri tıkabiliriz. Siz iyi eğlenin.
Anneni
de üzme, olur mu?”
Hiliç üzmüyorum ki!”
Anya arabanın kapısını kapadığında, Vaughan Hunter’ın yolun karşısından ona doğru geldiğini
gördü. Vaughan açık mavi tişört, haki pamuklu pantolon giymişti ve süveterini omuzlarına atmıştı.
Elinde sarı büyük bir zarf vardı. Anya çabucak fıstık ezmesi bulaşmış parmaklarının lekelemiş
olabileceği kendi kapri pantolonunu gözden geçirdi.
“Günaydın” dedi Vaughan, neşeli bir şekilde. “Hafta sonu büronda olmayacağım düşündüm ve ne
yazrk ki postacıyı da kaçrrdım.”
“Benim evim de buralarda. Öyle olunca, böyle haberleşmek
daha kolay hale geliyor.” Anya avuçlarını pantolonuna sürttü. “Bunu kapma bırakacaktım ama
mademki buradasm.” Vaughan zarfı uzattı. “içinde senin istediğin bilgiler var.” Kate kollarıyla
Ben’in omuzlarım sıkıca kavramış öylece duruyordu. “Teşekkürler. Vaughan, seni bir arkadaşımla
tanıştırayım. Kate Farrer. Ve bu ufaklık da oğlum Benjamin.”
Kate tokalaşmak için elini uzatmadı. “Daha önce tanışmıştık. Bay Hunter, bir kadını sürekli takip
eden biri hakkında cezai ehliyeti olmadığı yönünde uzman tanık olarak görüş bildirmişti. Adam
birkaç ay rahat rahat akıl hastanesinde günlerini geçirdi. Bırakıldığı gün, takip ettiği kadını buldu
ve.” Bir an Ben’ e doğru baktı. “Diyelim ki hâlâ kadının yüzünü düzeltmek için uğraşıyorlar. Ne
yazık ki aynı şeyi kadının kardeşi için söyleyemeyeceğim. Evet, daha önce karşılaşmıştık.”
Vaughan üzüldüğü anlaşılan bir şekilde, “Ben de olanlarla ilgili dehşete düştüm. Ancak
koyduğum teşhisin hâlâ arkasmdayım” dedi. “Ne yazık ki sistem mükemmel değil.”
“Bu kurbanın ailesinin içini rahatlatacaktır. Önümüzdeki ay gördüğümde onlara iletirim.”
“Olanlarla ilgili kızgın olmanı anlıyorum. Eğer isterlerse aileyle konuşabilirim de.” Vaughan
çömeldi ve küçük çocukla ilgilendi.
“Hey, seninle tanıştığıma memnun oldum Benjamin. Ne kadar
uzun boylusun sen böyle. Kaç yaşındasın bakalım, dört mü?” El sıkıştılar.
“Üş yaşındayım.” Ben parmaklarıyla üç yaparak da gösterdi.
“Ben gideyim” dedi Kate, etkilenmemiş gözükerek. “iyi eğlen celer. Görüşürüz Benny, aşkım.”
Anya’yı başıyla selamladı. “Bulduklarımızdan seni haberdar ederim” dedi ve arabasına doğru
yürüdü. Vaughan doğruldu. “Arkadaşım gücendirdiysem özür dilerim.
IHH
Gitmek için acele etti sanki.”
Anya, Kate’in her şeyi kişisel olarak aldığını biliyordu. Belliydi ki Vaughan’ı, adamın önceden
tahmin edemediği ve önleyemeyeceği bir şey için suçlamıştı. iş dışında Kate’in dünyası hızla
damlıyordu ve Anya, Kate’in kendi dünyasını da daraltmasına izin veremezdi. “Uzun uzun hoşça kal
demek onun tarzı değildir.” Ben annesinin tişörtünü kolundan çekti. “Affedersin anne, bu amca
bizimle gelecek mi?”
“Ama oğlum, Bay Hunter’ın Doğu Fuarı‘na gelmek isteyeceğini sanmam.”
“Hey, orası çok eğlenceli bir yer” diyerek yeniden çömeldi
Vaughan. “Orada gezecek yerlerin ve bir sürü eğlenceli oyunun olduğunu biliyor musun? Hatta
evcil hayvanların bulunduğu bir hayvanat bahçesi bile var. inekler, koyunlar, atlar ve benim en
sevdiğim hayvan olan alpakalar da var.”
“Alpakaları ben de seviyorum. Çok güzel gözleri var. Onları seviyorum ve bir de zürafalan.”
“Gerçekten çok güzel gözleri var. Hastalarımdan birinin sığır çiftliği var ve fuarda ödül kazanmış
boğalarım sergileyecek.”
Ben ağzı kulaklarında, “Vay canına! Kocaman olmalılar. Ama dünyadaki en büyük kaydırak
kadar kocaman olamazlar. Annem kaydırağı sevmiyor. O yüzden binmeme izin vermiyor.” Herhalde
annesini utandırmamak için olsa gerek, fısıltıyla, “O korkuyor ama ben korkmuyorum” dedi.
Bert yabancılara takındığı utangaç tavrı unutmuştu. Annesi gibi, çocuk da bu adamla rahattı.
“Kaydırakları severim. En sevdiğim oyundur.”
“Benim de!”
Vaughan’ın çocukla sağladığı uyum bir psikiyatr için bile oldukça iyiydi. Anya gözlerini kapasa
ikisinin de aynı yaşta olduğuna yemin edebilirdi. “Anne, lütfen bu amca da bizimle gelebilir mi?
Bize o kocaman boğaları gösterebilir.”
Anya kulaklarına kadar kızardığını hissetti. “Lütfeen. Evet de anne!”
“Eğer annen çağırırsa gelmek hoşuma giderdi.”
Anya neredeyse kekeleyerek, “Bugünü ikimiz baş basa geçire cektik, Ben” diyebildi.
“Biliyorum, ama yarın da dinozorları görmeye müzeye gidece ğiz nasılsa. N’oluuur?”
Anya ufak bir çocuk tarafından alt edildiğini hissetti. Bilimsel olarak böyle bir olasılık yokl,u,
ancak her anne baba bunun boy le olduğunu bilirdi. Anya bir an birden fazla çocuğu olan ailelerin
bununla nasıl başa çıktıklarını düşündü.
“Peki ama bizim arabamızla gitmeliyiz. Çocuk için araba koltuğu var.” “Arabamı kilitlememe
izin verirseniz, hemen yola çıkabiliriz” dedi Vaughan.
Anya arabadaki, içinde yedek giysi, ceket ve atıştıracak bir şeyler olan paketin yerini değiştirdi. A
Ben oynayacak iki kişi olması nedeniyle duyduğu heyecanını gizleyemiyordu. Anya, çocuğun dev
kaydırağa binmek için Vaughan’a yalvaracağını biliyordu. Her çocuk annesinin karnından insanları
yönetme becerisiyle çıkar. Ben’inse sanki bu konuda yüksek lisans diploması var gibiydi.
Homebush’a vardıklarında, Anya, tüm itirazlarına rağmen Ben’in fuar alanına girene kadar çocuk
arabasında oturması konusunda ısrar etti.
“Gerçekten çok uslu bir çocuk” dedi Vaughan. “inanılmaz zeki ve belli ki sana da çok bağlı.”
Anya ne diyeceğini bilemedi ve susmayı tercih etti. Ben’in onu ne kadar sevdiği konusunda
konuşmaktan sanki bu çocuğun sevgisini ya da sevgisinin değerini azaltacakmışçasına rahatsızlık
duyuyordu.
Kapıdan geçtikten sonra, fuar alanında gezindiler ve ilk olarak “fuar paketi” pavyonuna
yöneldiler. Anya gelmeden önce internetten paketlerin fiyatlarına bakmıştı ve çocuk kitaplarıyla dolu
kütüphane paketini almayı planlamıştı. Ancak, bunun yerine Ben, süper kahramanlar paketini alması
için yalvar yakar oldu. Paketin fiyatı Anya’nın harcamayı düşündüğünün iki katı kadardı. Küçük
çocuk birden okuma tutkusunu unutmuş ve Batman
olmayı aklına koyan bambaşka bir çocuk olmuştu. Anya onun bu isteğine nasıl karşı koyabilirdi
ki? Ben içinde kovboy tabancası olan kovboy temalı başka bir pa
ket daha gördü ve bunun için de yalvarmaya başladı. “Tabancalar hakkında kuralımız neydi?”
“Onları eve sokmuyoruz. Ama ben onu babamın evine
götüre
bilirim.”
“Olmaz. Sana hiçbir zaman bir tabanca almayacağım ve baba nın da almasını islemiyorum.
Silahlar hakkında ne düşündüğümü biliyorsun.”
“Ama anne.”
I <>(>
“Ya süper kahramanlar paketi alırsın ya da hiçbirini almam.” “Peki.”
Nasrl oluyordu da siz iyi bir şey yapıyorken bile çocuklar, kendinizi onlara sert
davranıyormuşsunuz gibi hissetmenizi sağlayabiliyorlardı? Bu sırada aynı konuşma bir diğer anne ile
Örümcek Adam giysileri içindeki oğlu arasında da geçmekteydi.
“Teşekkürler anne!” dedi Ben, süper kahramanlarını arabasına yüklerken.
Vaughan bir an ortadan kayboldu ve yeniden ortaya çıktığında elinde bir fuar paketi daha vardı.
“Bu da benden. Eğitici ve aynı zamanda eğlendirici bir
şey.”
Paket Yıldız Savaşları kitapları, çıkartmaları ve karton yüz maskeleriyle doluydu.
“Heyoo! Teşekkür ederim Bay Hunter.” Anya karşr çıkmak istedi ama izin vermek zorunda kaldı.
Vaug han’a bunun bedelini ödeyeceğini kabul ettirmeye çalıştı.
Hayvanların bulunduğu yere geldiler. Vaughan, boyunlarına gururla mavi kurdele bağlanmış iki
kocaman boğanın yanında anne oğulun fotoğrafını çekti. Anya ile Ben üç kez atlıkarıncaya bindiler.
Onlar dönerken bir yandan da Abba grubunun eski liste başı sarkılan duyuluyordu. Bundan sonra ise
Ben, çocuk arabasına yeniden binmeyi reddetmişti. Çocuklar üç yaşına geldiklerinde her yere
yürüyerek kendileri gitmeyi istediklerinden bu doğal bir durumdu.
Bir yerden geçerlerken, Ben heyecan içinde neredeyse omzunu yeninden çıkaracak şekilde
annesinin kolunu çekeledi. Gördükleri iki kat kadar yüksekten aşağı eğimle inilen dev bir kaydıraktı.
Anya soluksuz kaldı.
“Anne, bak aşağıya bu sihirli halıların üzerinde kayıyorsun.”
Vaughan kendine engel olamadı. “En eğlencelisi bu. Benimle kaymaya ne dersin? Anneni biraz
rahat bırakalım mı?” “Yaşasmnn!” Oğlunun yüzündeki ifade reddetmeyi olanaksız kılıyordu. Anya
kaydırağı görebileceği bir yerde durdu ve fotoğraf albü
mü için onlar kayarken fotoğraflarını çekeceğine söz verdi.
Vaug
han çocuğun elinden tutarken, Anya sakin ve rahat olmaya çalı şıyordu. Adam ve çocuk bir anda
kuyruğa girmek için gözden
kayboldular. Ta ki Anya onlan merdivenleri tırmanırken
yeniden
görene kadar.
Çocuk sahibi olmak kendinizi sürekli biçimde kalbiniz göğsü nüzden fırlamış da dışanda
atıyormuş gibi hissetmek anlamına
geliyor, diye duşundu Anya. Anne babasının eskiden yaşadıklarının bir kısmını .şimdi anlıyordu.
Yine de arada sırada Ben’i kendi haline bırakmalı ve onu bunaltmamayı öğrenmeliydi. Ona en zor
gelen şey de buydu.
Birkaç dakika sonra ikili, kaydırağın arkasına, tahminen halı düzeneğinin olduğu tarafa
gitmişlerdi. Merdivenleri tırmanan kuyruktaki insanlar yavaşladılar. Anya kameranın objektif
kapağım çıkardı ve ikilinin yemden görünmesini bekledi.
Yirmi dolara “kaliteli hakiki mücevher” satan seyyar satıcılar, ,soyulmuş meyve satanlar yaka
mikrofonlanndan mallarının çığırtkanlığını yapıyor; balon ve geceleri bile parıldayan gerdanlıklar
satan palyaçolarla rekabet ediyorlardı. Tek eksik Anya’nın Launceston Fuarı‘ndan almak için gözüne
kestirdiği bambu üzerine yerleştirilmiş bebek biblolarından satan bir satıcının olmamasıydı.
Güneş bulutların arkasından yüzünü gösterirken, Anya
ceketini çıkardı. Bu sırada da yerdeki bir çiklete basmış bulundu. “Lanet olasıca” dedi.
Kamerasını tam kaldırdığı anda Ben’in sesini duydu:
“Annee!”
Yukarı doğru baleti ve onlar kaydıraktan aşağı hızla inerken iki fotoğraf çekti. Vaughan çocuğu
açtığı bacaklarının arasına yerleştirmişti. Kameranın önünden geçerken oluşturdukları görüntüde bile
bularak görünüyorlardı ve bu yüzden Anya, çektiği bu karelerin iyi çıkacağından pek umutlu değüdi.
Ben kaydırağın yan çıkışından kırmızı yanaklar ve hava
tünelinden çıkmış gibi gözüken saçlarıyla geldi. Polar ceketini çıkardı, arabasına yerleştirdi ve
Anya’nın elini tuttu.
“Çok eğlenceliydi anne. Hiç korkmadım.”
“Evet, hiç korkmuş bir halin yoktu.” Oğlunun elini sıktı.
“Gerçekten çok iyiydin.” Vaughan, Ben’in diğer tarafına doğru gelerek durdu. Soluk soluğaydı
ve hırıltılar çıkarıyordu.
“iyi misin?” diye sordu Anya, endişeli bir şekilde. “Kanındaki oksijen tükenmiş gibi bir halin
var.” “Yalnızca astımım tuttu.” Vaughan cebinden bir ventolin nefes açıcı çıkardı, tüpü salladı ve iki
nefes çekti. “Birazdan daha iyi
olurum. Çevreye yayılmış hayvan kıllarından olmalı.” Adamın rengi biraz düzelir gibi oldu.
“istersen bir yerde oturalım ve öğle yemeği yiyelim” diye öne ride bulundu Anya.
Yemek için kuyruğa girdiler, Vaughan’ın nefes alışı hızla düzel mişti.
“Senin oğlun tanı bir akıl kumkuması. Hana parasaurolııfusln rın ne yediklerini bilip bilmediğimi
bile sordu.”
Anya güldü. Oğlu onu da hemen hemen her konuda sorguya çekiyordu. Kebap, ızgara balık,
tavuk ve Vaughan için de kızartıl mış sosis siparişi verdikten sonra, soğuk içecek sehpasının önün
deki bir piknik masasına oturdular ve yemeklerini yediler.
Anya’ya göre yağda kızartılmış gıdalar, yatıştırıcı ilaç olarak pazarlanabilirdi. Ben yemeğini tıka
basa yedi ve arabasına oturdu. Artık etrafta gezinen bir sürü insanın bacaklarından kaçınarak
yürüyemeyecek kadar yorgun ve uykuluydu.
Çöpleri kutuya atarken, biri Anya’nın sırtına çantasıyla
çarptı. Döndüğünde çarpanın kızıl ince saçlı, beyaz tenli, çilli bir kadın olduğunu gördü. Kadın
tepsisindeki çöplerle uğraşıyordu. Miri am’la aynı yaşlarda olan kadın, yetişkinliğe yenilmiş tombul
yüzü dışında ona da benziyordu aslında.
“Affedersiniz” dedi kadın.
Anya dikkatli bir şekilde bakmaktan kendini alamadı ve kızıl kıvırcık saçlı diğer bir kadın ortaya
çıkmasa neredeyse onunla konuşacaktı, iki kadının beden dilleri, birlikte yaşananın getirdiği
yakınlığı belli ediyordu. Kardeşler arasında görülen tarzda bir yakınlık.
Evet, o Miriam değildi.
Vaughan masadan kalktı. “Bir hayalet görmüş gibisin.” “Bir an için sandım ki.” Anya, Ben’in
arabasını iteledi ve hep
birlikte tarımla ilgili sergilerin olduğu tarafa yöneldiler.
“Babanın Bob Reynolds olduğunu söylediğin zaman, katıldığım ve babanın, cinayet
kurbanlarının yakınlarının psikolojik sorunları hakkında konuşma yaptığı bir toplantı aklıma geldi.
iki kızının olduğunu ve birinin bir iki yaşlarındayken kaçırıldığını söylemişti. Böyle bir anıyla
yaşamak çok zor olmalı.”
“Kendini böyle hissetmemin doğal olduğunu söylüyorlar.
Doğal her ne demekse. Ancak mantığım onu bir daha göremeyeceğimi söylese de bazen
kalabalıkta benzer birine rastlıyorum ve duygusal tarafım ağır basıyor.”
“Ailen buna nasıl dayandı?”
Normalde kendini bu konuda dışarıya kapayan Anya, yine de
soruyu kendi özel yaşamına girilmesi olarak almamıştı. “Anneni kabullenemedi. Erkek
kardeşimin ya da benim bir ye
re tek başımıza, yanımızda kendisi veya babam olmadan gitme
mize izin vermezdi.” Anya kendini ailesi hakkında çekinmeden konuşur buldu. Bu, Damien
ingiltere’ye taşındığından beri hiç yapmadığı bir şeydi.
Hatla kendi muayane saatlerini bile bizi okula bırakıp alabilece k şekilde düzenlemişti. Muayene
olmak istiyorlarsa okul saatlerine dikkat etmeleri gerektiğini bütün hastalan bilirdi. Bu çok kısıtlayıcı
değildi, ancak genç kızken arkadaşlarıma bile annemle birlikte gitmek sıkıntı verici bir durumdu. Ya
onun da partilere gelmesini ve bütün gece dışanda beklemesini acımasızca kabullenecektik ya da
vazgeçip evde oturacaktık. Çoğunlukla evden çıkmamayı yeğledik.”
“Okul bittiğinde ne yaptın?”
“Olabildiğince uzaklaşmaya çalıştım. Newcastle Üniversitesi’ne tıp okumak için başvuruda
bulundum ve başvurum kabul edildi. Birkaç hafta soma Martin’le karşılaşmıştım. ilk yılın sonunda o
tıptan aynldı, Uk önce mühendishk düşündü, sonra da sağlık memurluğu yapmaya karar verdi.
Kendini sürekli olarak kanıtlamaya çalıştığı düşünülürse aslında tıbbı bitirmesi gerekirdi. Her neyse,
ikinci yılın sonunda evlendik.” Pavyona girdiklerinde, tazecik helvacıkabaği, çeşitli
kuruyemişler, yeni üretilmiş bal, meyve sulan ve ev yapımı reçellerin bulunduğu bölümlerin
arasında dolanan kalabalığa katüdılar. Anya’nın aklına birden zavallı Debbie Finch gelmişti.
“ilk erkek arkadaşınla mı evlendin?”
“Sanırım birçok yönden bu bir kaçıştı. Newcastle’da kimse beni tanımıyordu. Evlendiğim anda
soyadımı büyük annemin kızlık soyadı olan Crichton olarak değiştirdim ve yeni bir yaşama
başladım. Küçük bir yerde hiç yaşamadıysan büyük olasılıkla kasaba dedikodulannın ne demek
olduğunu da bilemezsin.
Bizim orada herkesin Miriam’a ne olduğu ve onu kimin kaçırdığıyla ilgili uydurduğu bir hikâyesi
vardır.” “Nevvcastle’dan sonra nerede çalıştın?”
“Burada, Sydney’de patoloji öğrenimi gördüm. Sonra da ingilte
re’ye taşındık. Martin yoğun balomda çalışıyordu ve sonra işinde bazı sorunlar yaşadı. Biraz
karmaşık, ancak Avustralya’ya geri
döndüğümüzde, aylardır ayn yaşıyorduk ve evliliğimiz bitmişti.”
“Aileleriniz bu durumu nasıl karşıladı?”
“Pek iyi değil. Ne evlüiğimi ne de aynlmamı hoş karşılamadı lar. Ama sanınm artık babam bu
durumu kabullendi.”
Ben bir an uyandı ve sonra yeniden gözlerini kapatarak uyku ya devam etti.
“Kusura bakma. Gevezelik edip duruyorum, işinde iyi olduğun belli. Seninle rahatça
konuşabiliyor insan.”
“Rahat olan seni dinlemek. Hey, hadi hazır Ben uyuyorken, biraz büyük eğlencelerine lakılalıın.
Oyun .sokağına var mısın?”
“şaka yapıyor olmalısın. Ne oynamak isliyorsun?” “Birkaç video oyunuyla başlayalım. Sonrasına
bakarız.” Birbirini etkilemeye çalışarak, bu sırada da yüklüce para
kay beden gençlerle dolu alanda zorla yollarına devam ettiler. Vaug han dokuz kuka oyununda
kukaları indirmeyi becerdi, ancak gü len palyaçonun ağzından içeri pingpong topu atmayı pek
başaramadı. Anya’yı hedef vurma oyununda rakibi olmaya davet etti.
“Yok, sağ ol. Bunu geçelim.”
“Neden?”
“Silahlan sevmiyorum.”
“Hadi ama, bu yalnızca bir oyun” diye ikna etmeye çalıştı Vaughan, dirseğiyle kolunu ittirerek.
“Gerçek silah değiller.”
“Fark etmez. Silahlan sevmiyorum.” Bir an durdu. Alışkanlıkla bir bacağını çocuğun arabasına
yaslamıştı. Böylelikle araba hareket etse hemen haberi olacaktı.
“Silahlann duygulan yoktur. Yalnızca işlevlerini yerine getirirler. Sorunu olan insanlar.”
“Bir psikiyatrdan gelecek teşvik de böyle olur işte” dedi Anya. Yanlarından, ellerinde kocaman
bir paket patlamış mısır olan bir çift geçti. Mısırın kokusu onlara kadar gelmişti. “Bu konuda beni
kolaylıkla kandırabilirsin. Bu şeylerin üzerindeki dürbünleri bir şekilde ayarlamak gerekiyor mu?”
“Yalnızca gözünü yerleştirmen yeterli. Ancak bu işin yarısı.”
Vaughan starıdı işleten iri yapılı, Tonga’lı adama iki kişilik para ödedi ve tezgâha bağlı
tüfeklerden birine Anya’nın geçmesini sağladı. “Yapman gereken yalnızca nişan almak ve tetiği
çekmek. Ayrıca söylemeliyim ki bütün insanlar benzer şeyler yapmak için yeterlidir. Yeterli
olmamız bunları yapmamızı gerektirmiyor.”
Anya dikkatini hedefe yoğunlaştırdı, tetiği çekti ancak kurşun hedefin bir metre sağından geçti.
Oradan geçenlerden bir iki kişinin güldüğü duyuldu.
“iyi gidiyorsun. Yeniden dene” diyerek onu yüreklendirdi Vaug han.
” ‘Yeterliyiz’ demekle ne kastediyorsun?”
“Uygun koşullarda hepimiz birilerini öldürebilir. Kuşkusuz sen
buna kendi iş deneyimlerinde de tanık olmuşsundur.” Anya nişan aldı ve bu sefer de hedefi ıska
geçti.
“Kendine kötülük eden kişiyi, örneğin kendini çocukken taciz
etmiş sübyancı papazı öldüren çok kişiye de rastlanmaz.” Vaughan nişan aldı ve hedefi üç kez
tam ortasından vurdu. “On ikiden vurdum. İşle hu çocukluğumu boşa harcadığımı gösteriyor” dedi.
“Belli durumlarda en barışsever kişinin bile adam öldürebileceğine inanmaz rnrsm?
Örneğin annelerin, bu birini öldürme anlamına gelse bile çocuklarını koruyacakları bilinir. Belli ko-
şullarda seni değer yargılarının dışında davranmaya itecek bir şey yok mudur?”
“Birini öldürmek hiçbir şeyi çözmez. Ve ölenin dışında daha birçok kişinin acı çekmesine yol
açar.” “Etkilendim. Kardeşini kaçıran kişi de olsa ölüm cezasına karşı mısın?”
“Ölüm cezasının bence bir anlamı yok. Onları kahraman yapmak yerine, bu insanlara dünyada
cehennemi yaşatrnanuz gerekmez mi? Örneğin teröristler. Eğer bir intihar saldırısında ölmek için
hazırlık yapıyorlarsa ölüm cezasının bir caydırıcılığı kalmaz.”
Vaughan adama birkaç bozuk para daha verdi ve silahını doldurdu. “Bu yüzden mi birini
öldürmenin olanaksız olduğu bir meslek seçtin?” diye, dolambaçlı bir soru sordu. “Zaten ölü olduk!
an için bir hata da yapsan, kimseye bir şey olmuyor.”
Anya tüfeği yeniden eline aldı. Sonraki üç atışında da hedefi vunnayı başaramadı.
“Neden psikiyatrlar modası geçmiş kişilik, benlik ve üstbenlik teorileriyle insanlan sınıflandırmak
zorundadırlar? Bu konuda kariyer yapmayı, ilginç bulduğum ve insanların yaşamlarında başlarına
gelen bir olayı daha rahat kabullenmelerine yardım edebileceğimi düşündüğüm için seçtim.
Sevdikleri kişiye ne olduğunu, nasıl öldüğünü öğrenmelerine yardım etmek için. Aynı zamanda
cinsel tecavüz ve saldırı kurbanlarr da benim konuma dahil ki yalnızca ölülere baktığım yönündeki
kuramını geçersiz kılıyor. Senin una ettiğin gibi yetersizlik ya da hata yapma korkusu değil beni bu
işi yapmaya iten.”
Son bir kez daha atış yaptı. Bunda da hedefi vuramadı. “Ve
inanıyorum ki silahlar öldürür. Kazayla ya da kasıtlı olsun, sonuç her dunımda yıkıcıdır. Bu
anlamda otuz kırk kişinin öldüğü bir kitle katliamında bu işi yapan caninin bunu bir ayakkabı bağı
veya bir ayakkabıyla ya da hatta büyük bir bıçakla yaptığı bir durum hatırlamıyorum. Bu kadar çok
kişiyi katletmenin tek yolu bunu ateşli silahlarla yapmaktır.”
Vaughan yüzünde küçümseyici hiçbir işaret olmadan genişçe
gülümsedi. “Yanıldığımı kabul ediyorum. Belki de senin içinde in san doğasına karşı benden
daha çok güven var.”
“Belki de daha az.”
Tongalı adam tüfeği teslim aldı. “Kötü şans
harurnefendl. Ba yım, siz hangi ödülü istiyorsunuz?” “Teşekkür ederim. Küçük arkadaşım için
büyük
mavi
dinozoru alayım.”
“Eğer Ben’e elime tüfek aldığım konusunda bir şey söylemezsen bunu kabul edebilirim” dedi
Anya. “Anlaştık. Yalnız bunun nasıl bir dinozor olduğu, ne yediği, kiminle takıldığı, arkadaşlarının
kimler olduğu ve en çok hangi rengi sevdiği konusunda hikâyemizin aynı olmasım sağlamak
zorundayız, yoksa yarın başın derde girebilir.”
Anya tartışmalarını çoktan unutmuştu. Vaughan ona neşe
veriyor, o da kendini onun yanında iyi ve mutlu hissediyordu. Çıkışa yöneldiler ve ancak
Annandale’e geri döndüklerinde, Ben uyanır gibi olmuştu.
Anya oğlunu içeri taşıdı ve onu oturma odasına yan uyanık
durumda oturttuktan sonra kapıda bekleyen Vaughan’a döndü. “Kahve içmek ister misin? Akşam
yemeği de olabilirdi ama çok kötü bir aşçıyım.”
“Sağ ol, ancak başka zaman. Gerçekten gitmem gerekiyor.”
“Nasıl istersen.” Anya heyecanını gizlemeye çalıştı.
Onu incittiğini düşünüp özür dilemek istedi. “Bazen fazla tepki veriyorum ve insanlara
düşüncelerimle saldınyonım. Özellikle de ateşli silahlar konusunda. Birden heyecanlanıyorum ve
patavatsızlık ediyorum... ” Vaughan bir adım atarak yaklaştığında Anya adamın belli belirsiz tıraş
losyonunun kokusunu duydu. Bir an sustu ve yavaşça soluk aldı.
Vaughan öne doğru eğildi ve yüzünü yaklaştırdıkça Anya belli belirsiz titrediğini hissetti.
Vaughan hafifçe yüzündeki saçı eliyle kenara çekip dudaklarıyla yanağına dokunduğunda okul
çağındaki bir kız gibi gözlerini kapamıştı.
“Bununla bir ilgisi yok. inan bana Güçlü fikirleri olan zeki
bir kadın bence en çekici kadındır.” Vaughan onun iki elini tutarak
sözünü sürdürdü: “içeri gelmek çok hoşuma giderdi.
Ancak bu
uygun bir zaman değil. Özellikle de senin için.”
Anya, Oliver TVist gibi daha fazlasını bekler durumda öylece kalakalmıştı.
Vaughan evin önündeki patikaya geri döndü. “Ben’e onu yeni den görmek istediğimi söyle.”
Anya kapıyı kapatıyordu ki bir an durdu.
“Hey, onlar bitki yer.”
“Kim?”
“Parasaurolu (uslar.”
Vaughan gülerek yoluna devam etti.
31
Anya yatağında rahat edememişti. Ne sıcak ne de soğuk, tuhaf bir hal içinde sağa sola dönerek
yuvarlanıp durdu. Çarşafı bir bacağına dolanmıştı.
Sonunda bir bardak su içmek ve Ben’e bir göz atmak için
kalkmaya karar verdi. Oğlunun üzerini ince bir battaniyeyle örttü ve aşağı kata indi. Holdeki
masada Vaughan’ın bıraktığı sarı zarf duruyordu. Açmadan önce zarfı bir iki dakika elinde tuttu.
Zarfta tarikatlar ve bir tarikat üyesi olmanın psikolojisiyle ilgili bir sürü makale bulunmaktaydı.
Ne zaman tarikat konusu olsa Anya’nın aklına kendi topluluklarım kurarak toplumun
hastalıklarından kaçan hayal kırıklığına uğramış ergenlik yaşındaki gençler gelirdi. Er ya da geç bu
kişiler büyür ve gerçek yaşama geri dönerlerdi. Bu düşünce neden hiç yaşlanmış Hare Krişna ya da
bunamış Turunç insanlar üyesine rastlanmadığını da açıklıyordu.
Bölgede faaliyet gösteren tarikatların bir listesini bulmayı
ummuştu, ancak yazılar tıbbi literatürden yapılmış alıntılardan oluşuyordu. Psikiyatri Yıllığı,
Tarikat incelemeleri, Anormal Psikoloji dergilerinden yazılar ona pek de tamdık gelmeyen bir dizi
başlık altında bir araya getirilmişti.
Zarfta ayrıca konuyla ilgili kırkın üzerinde makalenin özeti de bulunmaktaydı. Ya Vaughan’ın
elinin altında kapsamlı, iyi düzenlenmiş bir kitaplığı vardı ya da ilgili makaleleri araştırmak ve
bulmak için emek sarf etmiş olmalıydı. En azından yapabileceği, eğer sorarsa diye bazılarını okumak
olabilirdi. Psikiyatrik ıvır zıvır o kadar da ilgisini çekmiyordu
aslında, ancak her şey gibi konu uygulama aşamasında ilginçleşiyordu.
Kâğıt yığınını oturma odasına götürdü. Işığı biraz azalttı.
Ona arkadaşlık etmesi için televizyonu açarak sesini sonuna kadar kıstı ve kanepeye kıvrıldı.
BİT iki sayla sonra, tarikatlarla ilgili varsayımlarının yanlış olduğunu anlamıştı.
Makaleler birbirine benzer çok sayıda tarikatın, yumuşak huylu ve hatif kaçık akımlar olmadığı,
aksine kendi düzenlerini korumak için şiddet kullanabilen psikopatlar tarafından yönetildiğini ortaya
koyuyordu. Charles Manşon ve David Koresh gibi adlar ön plana çıkıyordu. Televizyonda izlediği
Waco’daki kuşatma aklına geldi. Amerikan hükümetinin durumla ilgili attığı adımlar tartışmalara yol
açmıştı. insanın kendi yaşadığı dehşet dolu birçok olay gibi, insan belleği, beynin bir tarafına
depoladığı yalnızca diğer insanları etkiyen olayları da anımsıyordu.
Okumaya devam etti. Örnek olay incelemelerinden birinde,
tarikat üyelerinin davranışları, Korelilerin, Nazilerin ve Japonların ellerindeki savaş esirlerinin
davranışlarıyla karşüaştırılmaktaydı. Bu esirlerden bazıları, yaşadıklarını günlük şeklinde kaleme
almışlar ve bir süre sonra da onları esir eden kişilerle aynı şekilde düşünmeye başlamışlardı.
Yazdıklarında, çoğunlukla “beyin yıkama” olarak adlandırılan davranış aşamalarının ayrıntıları
vardı.
Silahlı bir soygunda onu kaçıranlarla işbirliği yapan zengin Amerikalı bir ailenin kızı olan Patty
Ilearst’ün hikâyesi de ilgi çekiciydi. Dava görüldüğü zaman jüri, kızın işbirliği yapmasının işkence
ve kapatılma nedeniyle olduğunu kabul etmemişti. Jüriye bu durumu, kızm içinde bulunduğu
koşullar altında geçirdiği zihinsel değişime bağlamak daha anlamlı gelmişti.
Anya’nın aklına kadın lidere sahip bir tarikat gelmiyordu.
Bununla birlikte tarikatlarda, en çok kendini adamış takipçiler genelde kadınlardan çıkıyordu.
Kadınlar erkeklerden daha mı az eğitimli ve onlardan daha mı zayıftılar? Böylelikle tarikatın inanç
sistemini analiz etmeleri ve reddetmeleri olanaksız bir hale mi geliyordu? Kâğıt yığını içindeki bir
sonraki çalışmadan yola çıkarak bu durumun gerçekte böyle olmadığı söylenebilirdi.
Televizyondan gelen ışık titreşti. Ekranda iki ince yapılı kişi en son jimnastik aletinin tanıtımını
yapıyordu. Ses olmayınca görün tü gülünç bir hal alıyordu.
Tarikatların hedefi iyi eğitimli ve zengin üyelerdi. Olası mürit leri belirlemek amacıyla üniversite
yerleşkelerine, dini okullara
ve birçok meslek kuruluşuna sızılmış durumdaydı. Anya güçlü, hırslı ve kafası çalışan kadınların
tarikatlarda ne bulduğunu öğ
renmek istedi. Bu ona anlamlı gelmiyordu. Ancak yaşamda gör düklerinin birçoğu da ona
anlamlı gelmiyordu sonuçta.
Televiz
yonda, kabaklan mükemmel şekilde soyan bir alet belirdi.
Kah
rolası kabakları mükemmel şekilde soymak için hayat çok kısay di! Bacaklarını uzatarak gerindi,
mutfağa gitti ve sıcak çikolata içmek için suyu kaynattı. Ben altı saat sonra kalkmış olacaktı. Yine de
oğlu evdeyken uyumak ona zamanı boşa harcamak gibi geliyordu. Bu saçmaydı, ancak oğlunun rahat
ve güvende olduğunu bilerek ayakta olmak hoşuna gidiyordu. Avuçlarım ısıtan kocaman bir
fincanla, oturma odasına ve makalelere geri döndü.
Makale yazarlarından biri, özellikle sosyal yanlan zayıfsa
insanlann kabul edilmeye, bir gruba dahil olmaya gereksinim duyduğu varsayımını ortaya
atmıştı. “Bu günümüzdeki birçok kadının gereksinimlerine ve isteklerine uygun düşüyor” diye
düşündü. Tıpkı yeni çiftlerin ilişkilerinin ilk zamanlarında yaptıklan gibi tarikatlar, müritlerini
kandırma yönelimindeydiler. Kafası çalışan biri olmak doğaldır ki kişiyi ona zarar veren bir ilişkiden
uzak tutamıyordu. iki durumda da başta hoş bir durum, şefkat ve birlikte mükemmel bir yaşam
düşüncesi hâkimdi. Hangi kadın âşık olmak istemezdi ki? Bilge kişi tarikatın lideridir. Yaşamın en
zor sorulannın yanıtlarını bildiğine yeni müritleri inandınr. Kafası çalışan biri sorulan
yanıtlandığında, katılmak isteyecek ve bu yola kendini adayacaktır.
Bir sonraki makale tarikatlardaki davranış şekillerinin incelenmesini içeriyordu. Yönlendirici ve
aldatmaya yönelik hareketler çoğunlukla gruba katılmaya “gönüllü gelen” yeni müritlere
yönlendiriliyordu. Toplumdan yalıtılma bu noktada başlıyordu. Tipik bir yaklaşım inanç sisteminin
öğretilmesi, kendini adama noktasında eksiklik ya da hatalı davranma durumda eezalandınna, müridi
tarikata tamamen bağlı halt; getiriyordu.
“Aynı askeri eğitime benziyor” diye düşündü ve sıcak çikolata sını yudumladı. Sıvı dilini
yakmıştı.
“Kahrolası!” Fincanı elinden bıraktı ve okumaya devam etti.
Anlatılan her bir olayda, uyku, yemek ve temizlik benzeri te mel gereksinimlerden yoksun
bırakma gibi “teknik”lerle kişinin karakteri, sistemli olarak yok ediliyordu. Bazı tarikatlar insanla rı
bir odaya kapatıp aynı görüntüleri tekrar tekrar izlettiriyordu.
Anya neredeyse okuduklarına inanamadı. Olaylar, XXI. yüzyılda olabilecek bir şeyden daha çok
Orwell tarzı bir romandan alınmı şa benziyordu.
Bu süreçteki bir sonraki aşama anlaşılması en güç olandı.
Ner
deyse bütün gazetelerin sözünü ettikleri müritlerin tacizi gerçek leştiğinde bile insanlann
tarikattan aynlmamalan korkunç bir
şeydi. Kadınlar çoğunlukla fiziksel ve cinsel açıdan üder ile diğer müritler tarafindan tacize
uğruyordu. Birçok durumda tarikat hayatının içine doğmuş çocuklar bile benzer tacizlere uğruyordu.
Anya kafası çalışan bir annenin böyle bir şeye izin
vermesini ya da bunu engellememesini anlayamıyordu. Bir annenin içgüdüsel olarak her şey bir
yana çocuklarını koruması gerekmez miydi?
Ekranda bir kadın yüzünde bir gülümsemeyle eğilip
bükülerek bir yoga pozisyonuna girerken, Anya tarihteki tarikatların ve toplu ölüm olaylarının
ayrıntılarını okuyordu.
1978’de muhterem Jim Jones efendi intihar emri verdiğinde dokuz yüzden fazla insan ölüme
sürüklenmişti. ilk olarak çocuklar öldürülmüş, bebeklere şırıngayla zehir verilmişti. 1993’te David
Koresh’le birlikte, seksenden fazla müridi intihar etmişti. Güneş Tapınağı tarikatı, toplu intihardan
önce çocuk üyelerini öldürebilmişti. Tarikat üyelerinin intiharı dehşet verici ve sürekü tekrarlanan bir
temaydı.
Anya sırtını düzleştirerek gerindi ve omurlarının birinden ses geldi. Esnedi ve çikolatasından bir
yudum alırken, akciğerinde liflerle ölen dört kadını düşündü. Dört kadın her zamankinden daha çok
aklını kurcalıyordu. Lifler, en az iki olayda jenital bölgelerde kıl olmaması, olaydan önce kadınların
bir süre
ortadan kaybolmaları ve intihar görüntüsü veren ölümler. Çok fazla bir şey etmiyor ama başka bir
ortak noktalan olmalı. Clare Matthevvs’in jenital bölgesinde kıl olup olmadığını Peter’a sormak için
kendine bir hatırlatma notu yazdı. Çalışma odasına geçerek, Zara’nın fotokopisini
çektirdiği yüksek dozdan ölen kadın doktor hakkındaki gazete yazılarını buldu.
Güzel, gülümseyen esmer bir kadımn, yüzü arkaya dönük iki çocuğuna sarılırken çekilmiş
fotoğrafı. En azından çocuklar yaşı
yordu. Tüm bu kadınlar aynı tarikata üye iseler lifleri yaşadıklan ortak yerde solumuş
olabilirlerdi. Eğer durum böyleyse,
Muham
med Deab’in Fatma’nın ölümüyle hiçbir ilişkisi olmadığı
da söy
lenebilirdi.
Zara, otopsiyi yapanın Alf Carney olduğunu not etmişti. Çok iyi. Jeff Sales’in Montreal’de
olduğunu ve iki hafta daha gelmeye
ceğini biliyordu. Gerçekçi bir şekilde bu, o zamana kadar bilgi al masının çok az bir olasılık
olduğu anlamına geliyordu.
Alfin ona
bilgi verilmesine tepkisini düşünerek, salı sabahı doktorun eşiyle
konuşup kendisiyle görüşme yapmayı kabul edip etmeyeceğini sormaya karar verdi. Araştırdığı
şeyi kimsenin bilmesine gerek yoktu.
Anya içeceğini bitirdi ve yatağma dönmeye karar verdi.
Ancak,
Ben evdeyken kâğıtları yerde öylece yayılmış bırakamazdı. Kâğıtlan bir öbek halinde toplarken,
dikkatinden kaçan bir makale fark etti. Aile içi şiddeti araştıran makalede suçlu kişilerin kur banlannı
yönlendirmek için kullandığı on üç davranış kalıbının anlatıldığını gördü.
Birçok davranış kalıbı tarikat liderlerinin müritlerini kontrol etmek için kullandığı kalıplarla bire
bir aynıydı. Kurbanları arkadaşlarından, ailelerinden yalıtıyorlar; kaçmalannı ve dışan gitmelerini
önlemek için paralanm alarak kandınyorlardı. Kurbanlarına karşı zor kullanıyorlar, tehdit ediyorlar
ve ev halkına hükmetmek için “evin kralı” olarak erkekliklerini kullanıyorlardı. Liste uzayıp
gitmekteydi. Uykusuz bırakmaya, baskıcı hareketlere ve şiddet kullanmaya, sonradan gösterilen
sevgi ve şefkat gö- rüntüleri eşlik ediyordu.
Özellikle bir bölüm onu dehşete düşürdü. Dövülen kadınlar, inançları ve değer yargılarının
dışında davranışlara zorlanıyorlardı. Kadınlar tacizi yapanın komutlanyla hırsızlığa, uyuşturucu
satmaya ve hatta hayat kadınlığı yapmaya zorlanabiliyordu.
Aklına hemen Fatma Deab gelmişti. Olay yeri inceleme
ekibi sutyeninde para bulduğunda onun da böyle şeyler yaptığını düşünmüştü. Kız sosyal
ilişkilerden uzaklaştırılmış ve aylığı elinden alınmıştı. Bu durumda babası kızının ne kadar parası
olduğunu tanı olarak biliyor olmalıydı. Kız evden ayrıldığında neyle yaşayacaktı ki?
Muhammed, kızını ve Galea’yı öldürmekle tehdit etmişti.
Ada mın ne zaman şiddet uygulayacağı belli olmuyordu.
Örneğin yan
lış herhangi bir şey yapmadığı halde Fatma’yı dövebiliyordu. Ku rallara uymasının bile onu
dayaktan kurtarmadığını düşünürsek,
Fatma neyin babasını harekete geçirdiğini hiçbir zaman bileme yerek bu durumla nasıl baş
etmişti? Tacizde bulunanlar hatalı olduklarını inkâr ederken aynı za
manda kurbanlannı da suçluyorlardı. Deab kızını bir sürtük ol makla suçlamış ve Fatma’nın
ölmeyi hak ettiğini söylemişti.
Tanrım! Deab, dövülmüş kadın sendromu üzerine bir ders ki
tabı yazabilirdi. Resmi bir eğitim almamış biri için insanları yön lendirmek adına adamın içten
gelen kahrolası bir yeteneği vardı.
Öyle ki adam kendi tarikatını kurabilirdi. Bir anlamda kendi evin de kunnuştu da.
Akciğerinde lif bulunan bu kadınlar için tarikat olasılığı akla yakın bir bağlantı olarak Anya’ya
daha da anlamlı gelmeye başla mıştı. Her biri kafası çalışan insanlardı, savunmasızdılar ve
en azından üçü -Fatma, Debbie ve Clare-hayatta hiçbir şefkat görmemişti, Bir tarikata girmeleri
ani kayboluşlarını vo bu sürede kimsenin onlardan haber almamış olmasını açıklayabilirdi.
Anya kendi kuramının polise ne kadar saçma geleceğinin farkına vardı. Deab’in itirafı kadınlar
arasındaki bağlantıyı daha da belirsiz hale getirmişti. Adam ile kadınlardan en az Fatma dışında biri
arasmda bir ilişki bulunamadığı durumda, kimse başka bir olayı incelemezdi.
Yatağa giderken Anya’nın aklında bir soru vardı: Acaba
Deab, ahlaksız olarak adlandırdığı birini öldürecek ve buna intihar süsü verecek karakterde biri
miydi? Eğer adam bunu bir kere yaptıysa, daha önce de yapmış olabilir miydi? Bugüne kadar
Muhammed Deab’i ciddi şekilde azımsamamış olduklarını umuyordu.
32
Anya, Eski Kuzey Yolu’ndan giderek, karşı tarafında at ve sığırların otladığı yeşil tarlalar olan,
sol taraftaki cephesi bindirme tahtalarla kaplı okulu geçti. Çevre tarihsel bir görüntü içindeydi.
Arabasını yolun kenarına çekti. Glenhaven bölgesinin bitip Dural’in başladığı bir yerlerde bahçesi
korkuluklarla çevrili bir evin önünde durmuştu. Adresi kontrol ettikten sonra, arabasını yolun
kenarında bıraktı ve takır tukur sesler çıkararak uzun ve çakıllı patikada yürümeye başladı.
Havada oldukça yoğun bir gübre kokusu vardı. Anya bunun tuhaf bir şeküde insanı kendine
getirici bir şey olduğunu düşündü. Bu koku ona hafta sonlan Damien ve annesiyle gittikleri
Tasmanya’daki Evandale pazarlarım anımsatauştı. Yerel çiftçiler, ıvır zıvırlannı, el yapımı
eşyalarım, yani ürettikleri her şeyi çiftliklerle çevrili bu alana satmak için getirirlerdi. Birçok yönden
Tepeler Bölgesi’nin bu bölümleri, şehir olanaklarına yakın bir şekilde kırsal yaşam sürdürülebilen
Tasmanya’ya benziyordu. Bu dunımda, insanlar hem bir iki bin dönüm içinde yaşayıp, hem de güney
yanküredeki büyük alışveriş merkezlerinden birine birkaç dakika uzakta bulunabiliyorlardı. Ne yazık
M Anya ve Ben için Sydney’in bu bölgesindeki emlak fiyattan şimdilik çok yüksek kalıyordu.
Kumtaşı tuğlalardan yapüma kır evinin zilini çaldığında,
onun gelişi, evin içinde havlayan köpek tarafından çoktan duyurulmuştu. Kırklı yaşlannm
başlannda bir adam iki eliyle heyecanlanmış irlanda seterini sakinleştirerek, kapıyı açtı.
“Y-ü-r-ü-y-ü-ş’üne henüz çıkmadı ve o yüzden biraz sabırsız.” Bu gizliliğe aslmda gerek yoktu.
Köpek yürüyüşün ne olduğunu nasıl hecelenirse hecelensin biliyordu. “içeri gelin. Ben, Paul
Blakehurst.” krmz
“Görüşmeyi kaimi elliğiniz için teşekkür ederim.” Anya ayak lanın pa.spa.sa.sddi ve içeri girdi.
“Bu benim için önemliydi.”
Adam seteri yönlendirerek garaja açılan kapıdan içeri soktu. “Buradan arkadaki bahçeye
çıkabilir. Böylelikle bizi rahatsız etmez.”
Holdeki masanın üzerinde Alison Blakehurst’un tıp mezuniyet töreninde çektirdiği göz alıcı
siyah beyaz fotoğrafı vardı. Onun yanında ise stüdyoda çekilmiş bir aile fotoğrafı.
“Mutfakta konuşabiliriz. Akşam yemeğini hazırlıyordum da.”
Açık plan bir oturma odasından ahşap döşemeli mutfağa doğru yolu gösterdi. Gazete
haberindekinden ve holdeki resimlerinden daha büyük gösteren iki genç, üzerlerinde hâlâ okul
giysileri yemek masasında oturmuş ödevlerini yapıyorlardı. Neredeyse evde bir ziyaretçi olduğunu
fark etmemiş gibiycüler.
“Siz ikiniz lütfen masayı boşaltıp, üzerinizi de değiştirebilir misiniz? Bu akşam masayı ben
hazırlayacağım.”
“Çok iyi” dedi erkek olanı.
Kız çocuk, “Telefonda olacağım” dedi.
Bir anda, kitaplar, dizüstü bilgisayarlar ve onların sahipleri olan çocuklar odayı terk edivermişti.
Çocukların ziyaretçiyle tanıştırılmak ilgisini çekmemişti. “Yemek bir saat içinde hazır” diye bağırdı
babaları boş koridora doğru. Anya mutfak tezgâhının orada bir sandalyeye otururken, adam bir bıçak
aldı ve havuçlarını doğramaya devam etti.
“Her akşam birlikte yemek yeriz.” Derin bir nefes aldı.
“Her
hangi bir şeyi dert etmelerini istemem. Bu, günün birlikte geçir diğimiz saatleri.”
“Anlıyorum. Bunun ne kadar özel bir konu olduğunu biliyo rum.”
Bir kâsenin içindeki bezelyeleri ayıklamak için kâseyi tezgâhın üzerinden sürükleyerek önüne
çekti. “Bezelyelerle uğraşmama
aldırmazsın değil mi? Alison’un ölümünün üzerinden neredeyse altı ay geçmesine rağmen neden
şimdi geldiğinizi merak ettim.”
Anya her bir ayın onun için ne kadar acı verici bir şekilde geç tiğini görebiliyordu. Büyük
olasılıkla adam eşinin ölümünün üze rinden kaç gün, kaç saat geçtiğini bile biliyordu.
“Zamanlama için özür dilerim, ancak eşinizin olayındaki bazı belirgin bulguları inceliyorum. Bu
bulgular olaydan bağımsız de
ğiller ve ona ne olduğu hakkında daha fazla bilgi sağlayabilirler.”
Adam tahtadaki havuçları kulplu tencereye boşalttı.
Tencereye su doldurdu ve seramik ocağın üzerine yerleştirdi.
“Ne olduğu çok açık değil mi? Bir kez bağımlı oldunuz mu, her zaman bağımlı kalırsınız. Böyle
olmadığına inanacak kadar aptalca davrandım. Bağımlıların istediklerini elde etmek için insanları
nasıl yönlendirdiklerini herkes bana söyleyip durmuştu. işimde de bu durumla o kadar çok
karşılaşmıştım ki.” “Eşiniz ne kadar zamandır uyuşturucu kullanıyordu?” Adam kilerden birkaç
patates çıkararak üst çekmeceden bir
soyma aleti aldı. “Kim bilir? Üniversitede karşılaştık. ikimiz de yaşı ileri öğrenciler olarak tıp
okuduk. Ben daha önce fen bölümünü bitirmiştim o da ekonomiyi bitirmişti. Onun genç kızken eroin
kullandığını ve o zamanki erkek arkadaşının, aldığı doza striknin karıştığı için böbrek sorunu
nedeniyle öldüğünü biliyordum. O günden sonra uyuşturucu kullanmayacağına yemin etmiş ve bir
daha da kullanmamıştı. Ya da hepimiz öyle olduğunu sanıyorduk. Mezuniyetinde dereceye bile
girmişti.” Patatesleri soymaya devam etti. “Bu benim beceremediğim bir şeydi.”
Anya, adamın elleriyle bir şeyler yapıp kendini oyalamaya
gereksinim duyduğunu düşündü. Kemdi açısından insanın uğraşacak bir işinin olmasının değerini
anladı.
“Anestezi uzman yardımcısı olarak Güney Genel Hastane’nin doğum sancıları kliniğinde stajyer
doktorluk yapıyordu” dedi adanı.
“Sizce o zamanlar uyuşturucu kullanıyor muydu?”
“Biri onu tıp komitesine şikâyet etti ve koşullu uzmanlık uygulamasına manız kaldı. O zaman
kodein bağımlısı olduğunu kabul etmişti.”
Anya da bir bezelye alıp kabuğunu soydu. “Bu duruma nasıl tepki verdi?”
“Kariyer açısından kötü karşılamadı. Burs için çok çalışmıştı ve pratisyen doktor olmayı
seviyordu. Bunun kendisi için bir uyarı olduğunu söyledi ve evliliğimizi korumak açısından düzenli
idrar testi
yaptırmayı kabul etti. Biliyor musunuz, hamile kaldığında baş ağrısı için bile ilaç almadı. Çocuğunu
tehlikeye atacak hiçbir şey yapmayacağını söylerdi. Ve ben de ona inanırdım. Her zamanki gibi...”
Patatesleri kama şeklinde doğradı ve fırın kabına yerleştirdi. “Eşiniz öldüğünde otopside,
akciğerlerinde bazı liflere rastlan
mış. Asbest içeren herhangi bir şeye maruz kalıp kalmadığı hak kında bir fikriniz var mı?”
“Bildiğim kadarıyla yok. Ancak eski dönemlerle ilgili her şeyi bilmiyordum.”
“Geçmişte yafladlğ] bir solunum yolu hastallğ] var mıydı?” “I [afif derecede astım. Kendini
tedavi etti ve çocuklardan nezle kapmadlkça daha fazla bir tedaviye de gereksinim duymadı.” “Ya
yaşadığı yer?” “Evlenene kadar ailesinin evinde yaşadı. Pennant Tepesi’ndeki ev hâlâ ailesine ait. iki
yüz dönüm alanda hoş eski devlet tipi evlerden.”
“Evin yenilenen bölümü var mı?”
“Eğer kastettiğiniz buysa 1950’lerin tarzındaki mutfak hâlâ aynı şekilde duruyor.” Adam
kabuklan tezgâhtaki küçük bir çöp kabına süpürdü.
Anya bir bezelyenin daha kabuğunu soydu. “Bir şekilde
rastlanmayan tipte bü life maruz kalmış gözüküyor. Bu lifi
eve babası getirmiş olabilir nü?” “Nasıl olmuş demek istiyorsunuz?”
“Yeni bir tür asbest hastalığıyla karşı karşıyayız. Çocuklar akşam işten eve giysileri liflerle dolu
olarak gelen babalarını kucaklarlar ve.”
“Bakın, nereye varmaya çalışıyorsunuz? Al’ın babasının
bir erkek giyim dükkânı var ve markasına ilişkin diğer dükkânlara isim hakkı vererek para
kazanıyor.” “Liflerin kaynağını bulmaya çalışıyorum.” Anya bezelye soymaya devam etti.
“Bundan söz ediyorken onun başka biriyle olduğunu nasıl öğrendiniz?” Adamın elindeki bıçak
kaymış ve parmağının ucunu hafifçe kesmişti. “Hay lanet olası!” Adam kesilen yeri emdi ve
parmağını musluğun altına tuttu.
Anya mutfak tezgâhının etrafında dolanarak yaraya tampon yapabileceği bir şey aradı.
Paul Blakehurst suya ve lavaboya akan kana bakıyordu. “Her zaman eşim başka biriyle olursa
bunu fark edeceğimi dü
şünmüşümdür. Böyle bir dununda geç saatlere kadar süren top
lantılar, değişen alışkanlıklar gözlenebilir. Alison yalan söyle mekte becerikli değildi. Sürpriz bir
doğum günü partisi hakkında bile yalan söyleyecek olsa sesi bir oktav ince çıkardı.
Bunu hiç hissetmediğime inanamıyorum. Bana ve çocuklara hiçbir şey farklı
görünmedi.”
Anya buzdolabının üzerinde bir kutu kâğıt mendil buldu ve ya
ranın üzerine bastmnak için içinden birkaç tanesini çıkardı. Paul mendilleri aldı ve musluğu
kapattı. “Bir gün işten eve geldim ve yoktu. Çocukların en sevdiği fo
toğraflannı bile yanma almadığına inanabiliyor musunuz?” “Biriyle yasamak için gittiğine bu
kadar emin olmanızı sağla yan nedir?”
“Bu çok açık. Evlilik dışı ilişki ve kaçıp gitmek, ilk başlarda bir çeşit tarikata girdiğini düşündüm.
Ancak klinikte bir doğum uzmanıyla görüldüğüne ilişkin dedikodular duydum.”
Bu adam karısını iki kez elinden kaptırmıştı. Bir kez
tanımadığı bir adama sonra da uyuşturuculara. Anya, Martin’in davranışlarındaki değişiklikleri
fark etmeyecek kadar yoğun olduğu zamanları anımsadı. Geriye baktığında işaretlerin gözünün
önünde olduğunu anlıyordu. Aksi davranışlar, dışarı çıkabilmek için yok yere çıkarılan kavgalar.
Evlilik danışmanı bunları “aktarma” ya da “izdüşüm” gibi bir klinik terimle tanımlamıştı. Anya ise
bunu sadakatsizliği saklamak için sergilenen suçluluk duygusu olarak algılamıştı.
“Sizi bir tarikata girmeyip de biriyle birlikte olduğuna bu kadar inandıran şey nedir?” “içine
düştüğü yalnızca uyuşturucu bağımlılığı değildi. Çocuklar annelerinin bir otel odasında, iç
çamaşırlarının göründüğü şeffaf bir giysinin içinde kendi kusmuğuna bulanmış bir durumda yatarken
bulunduğunu biliyorlar.”
“Bunun anlamı kadının bir ilişki yaşadığı... Olmayabilir de.”
Evet, ancak, nereden anladım biliyor musunuz? Anladım, çünkü otopside herpesi olduğu
belirlendi ve benim ona bulaştıramayacağım tek şey de buydu.”
33
Elaine mektubu açtı ve Hukuki Yardım Bürosu’nda görev yapan Sabina Pryor’dan gelen bir dizi
makbuz ile bir istek yazısını Anya’ya verdi. Ek olarak bir de on yaşındaki bir kızm sırt bölgesinden
çekilmiş bir fotoğrafı vardı. Çocuğun sırtı yukarıdan aşağıya tüm omur boyunca dışa doğru yelpaze
gibi uzanan çizgisel çürüklerle kaplıydı.
“Zavallı çocuk!” dedi Elaine, ağzını eliyle kaparken. “Hemen sonuçlar çıkarma istersen” dedi
Anya, bir yargıda bulunmayı sonraya bırakarak. Sabina’nın yolladığı yazıyı okudu. Yazıda,
fotoğraftaki kızın ailesiyle birlikte Vietnam’dan iki yıl önce geldiği anlatılıyordu. Aile içi şiddet
suçlamasıyla karşı karşıyalardı ve Avustralya yasalarını da çok az biliyorlardı. Bir çevirmen
aracılığıyla yapılan görüşmede, çocuğa bir zarar verdiklerini inkâr etmişlerdi.
Çocuk okulda kaburga kemiklerinde bir acı duyduğunu
söylemiş ve böyleükle olay Aüe Hizmetleri’nin dikkatini çekmiş. Okuldaki öğretmeni çocuğun
ateşinin olduğunu belirlemiş ve çocuğun sırtındaki çürükleri görmüş. Zorunlu bildirim yasası
uyarınca hemen ilgili bölümle ilişkiye geçmiş ve onlar da anında müdahale etmişler.
Çocuk sağ taraflı zatürree teşhisiyle hastaneye kaldırılmış ve şu an, çocuk bakım biriminde
bulunuyormuş. Sabina çocuğun sırtındaki yaralara neyin yol açmış olabilece
ğine ve ailenin iddia ettiği gibi Asya’ya özgü doğal tedavi yöntem leriyle oluşabilecek yaralarla
benzerlik gösterip göstermediğine
ilişkin ikinci bir uzman görüşü istiyordu.
“Bunu daha önce de gördüm” dedi Anya. “Çürükler simetrikti ve kaburga kemiklerinin dış hatları
üzerinden devam ediyordu.
Sanki biri omurga ve kaburgaların üzerini kırmızı bir kalemle işa retlemiş gibiydi.”
Elaine fotoğraflara baktı.
“Bu yaralar vurma ya da çarpma sonucunda oluşmamış. Bak, kızın cildinde çatlaklar yok.
Yumuşak bir yaralanma şeklinde oluşmuş. Bu durumda sırta bir şeyler sürtmüş olmalılar. Bu As
ya’da yaygın şekilde uygulanan bir yöntemdir. Özellikle de Vlet nam’da. Acıyı azaltmak için
kaburga kemikleri boyunca metal pa ra sürterler. Zatürree göğüs zarında yanmaya yol açabilir.
Bu göğüs kafesinde acı olarak hissedilir. Öğretmen doğal olarak soru nun sırttaki bu izlerden
kaynaklandığını varsaymış.”
“Lanet olsun! Aile, hastalığı tedavi ettiklerini ve doğru bir şey yaptıklarını zannetmiş. Ancak ben
de öğretmenin yerinde olsam aynı şeyi düşünürdüm.”
“Acil servisteki birçok doktor da böyle düşünürdü. Damardan antibiyotik verilmesi ve fizik tedavi
bu kız için belli ki daha yararlı olurdu, böylece Aile Hizmetleri de bu işe karışmazdı. Bu güzel ve
dosdoğru bir olay. Bu öğleden sonra bir mektup yazarız. Peki, başka neyin var?” “Tamam, yazarım
ama mektubu göndermeden önce Hukuki Yardım’a bunun faturasını yollayacağım. Böylelikle yine
zamanını karşılıksız bağışlamak yerine yaptığın işin bedelini almış olursun.” Bloknotundaki bir
listeye baktı. “Sen diğer haftayken Dr. Latham aradı. şu an bakman için bazı dosyalarla birlikte
yolda, buraya doğru geliyor. Gideyim ve ocağa çay suyu koyayım. Neyse ki kutuda biraz bisküvimiz
var.”
Elaine lüzumundan fazla konuşuyor gibiydi.
“Anoub Deab canını sıkıyor mu senin?” diye sordu Anya. “Yeni bir haber olup olmadığını
öğrenmek için örtüler içindeki
kız arkadaşıyla buraya geldi, ancak ‘canımı sıkmadı’.
Yalnızca bu
kadar kaba olmasa daha iyi olurdu.”
Peter tam zamanında gelmişti ve Elaine ona bir bardak çay ik ram etti.
“Ah, çok iyi demlenmiş. Tam istediğim gibi olmuş. Eline sağlık.
Zaten benim sevdiğim marka.”
Anya, Peter’ın normalde dağınık olan saçlarının taranmış oldu ğunu fark etmişti.
Bir an Anya’ya sanki Elaine adama kur yapıyormuş gibi geldi.
Aralarında bir ilişki olduğundan şüphelenmişti.
Peter, görüşmeyi Elaine’in yazılı hale getirmesinin iyi bir fikir olabileceğini söyledi. Elaine
bloknotunda boş bir sayfa açtı ve boştaki sandalyeye, Peter’ın yanma oturdu.
“Alison Blakehurst’un otopsi raporunu getirdim.” Peter ken dinden hoşnut gözüküyordu.
“Carney onu getirmeme razı değildi, ancak olaylar arasında bir bağlantı olabileceğini söylediğimde
reddedemedi. Hatta doku örneklerini bile yanıma almamı söyledi.”
“Bize de gereken bu.” Anya kollan iskemlesinin kolçaklannda oturuyordu. “Burada görüşmek
istedim, çünkü Zara ya da bir başkasının yanında konuşmak istemedim. Mesleki bir sağlık sorunuyla
karşılaşmak ayn bir şey, olası bir seri katille uğraşmak ayn bir şey. Daha fazla bilgi edinene kadar
sessiz kalmayı tercih ederim. Bunun yanında Bölge Adli Tabipliği’ndeki herhangi birinin benim,
isim yapmak adına onların hatalarını bulmaya, onlara bir şeyler göstermeye çalıştığımı düşünmesini
istemiyorum.”
“Eğer bir şeyleri atladıysak, bunu bilmek zorundayız ki bir daha böyle; bir şey olmasın.” Peter
kaşlannı çattı. “Benim kalite güvencesine inandığım bilinir. Ancak sana katılıyorum. Burada
buluşmak daha akıllıca. Basının cesetlerin alıkonmasma ilişkin bütün patırtısından sonra, şu an
herkes daha bir paranoyak davranıyor. Liflere yeniden baktım ve örnekleri genç Matthews’ten ve
Alison Blakehurst’tan alman dokularla birlikte yolladım. Elektron mikroskop incelemesi yalancı
asbest yapılann olduğunu doğruladı.” “Affedersiniz, ne tip asbest yapılar?” diye sordu Elaine,
kafasını kaldırmadan.
Peter açıkladı: “Yalancı asbest. Bunun anlamı, görüntü olarak asbeste benziyorlar, ancak
kimyasal yapı olarak asbestten farklılar. Size çıktılarının bir kopyasını verebilirim.”
“Organik bir madde mi, yoksa insan yapımı mı?” diye sordu Anya. “insan yapımı gibi
gözüküyor.
Lifin ne olduğu ayrı konu, ancak tüm olaylardakinin aynı lif olduğu anlaşıldı.”
Anya geriye yaslandı. “Bu durumda bire bir aynılar. Clare Matthews’in örneklerinde
rastladığımız lif Alison Blakehurst’taki örneklerle aynı.”
“Yani senin vardığın sonuç doğruydu. iyi bir patoloji çalışması örneği sergiledin.”
“En iyiler tarafından eğitildiği içindir” diye ekledi Elaine. Peter bir an kekeledi ki bu Anya’nın
daha önce hiç tanık olma dığı bir durumdu.
Sekreterinin yanında kendi akıl hocasının savunmasız kalışını görmek ona olağan gelmedi.
“Kimyasal bileşimi elimizde var” dedi Peter. “Ancak denetle nen maddelerin hiçbirine benzemiyor.
Toz Hastalıklan Komitesi’nin kayıtlarıyla karşılaştırdım. 1967’den önceki kayıtlar ellerin de yok. Bu
tarihten önce kullanılan bir madde olmalı.”
Elaine dinledikten sonra, “Ya inşaat yapanlar? Eğer neden yapıldığını biliyorsak, nerede
yapüdığmı da bulabilir miyiz?” diye sordu.
“Ne yazık ki o kadar basit değil” dedi Peter. “Asbest ve benzer malzemeler binlerce ürünün
içinde bulunur. Ömeğin, bazı çatı malzemelerinde, barakaların dış yüzeylerinde, muşambada, fren
balatasında Bu liste neredeyse sonsuza kadar uzatılabilir.”
“Anlamadığım nokta” dedi Anya, “eğer bu lif eski bir malzeme ise, şimdi nasıl oluyorda genç
kadınlarda ortaya çıkıyor?”
“Bu berüm de kafamı kurcalıyor. Bu tip malzemelerden
hastalık gelişmesi için yirmi ile kırk yıl arasında zaman geçmesi gerekir. Tabii ki sigara
kullanımı bunu hızlandırabiliyor. Söyleyebileceğim kadarıyla, bu kadınlardan hiçbiri sigara içmiyor
ve belirgin bir şekilde sigara dumanına maruz kalmış değiller.”
“Clare Matthews öksüzdü, yetimhanede yetişmişti ve Alison
Blakelıurst bir giysi dükkânı işi çevresinde büyümüştü.” “Hastalığa lifin kendisinin mi neden
olduğunu bilmiyoruz. An
cak beden lifi proteinle sardığına göre lif genç insanlarda bile bir çeşit iltihaplanmaya yol açıyor
demektir. Bu önemli bir endişe nedeni.”
“Belki de biri içinde ne olduğunu bile bilmeden bu maddeyi pa zarlıyordur” dedi Elaine.
“Hâlâ kadınların bunu nerede aldıklarını bulmak için bu lifi ta
nımlama gerekliliği var. X ışını kırınım testi yapıldı mı?” Peter onaylayarak başını salladı.
“Elektron mikroskobuna ek
olarak.” Dosyadan bir sayfa çıkardı. Kâğıtta sürekli bir siyah çiz gi grafik üzerinde, bir dizi tepe
ve çukur gözüküyordu.
“Amozit
asbesttekine benzer birkaç tane önemli tepe gözüküyor, ancak
ortadaki tepeler, kayıtlardaki hiçbir malzemeyle uyuşmuyor” de di Peter, kalemle göstererek.
“Maddenin suyla karışık magnez
yum silikattan oluşan krisotil yapıda bir çekirdeği olduğunu bili yoruz. Ancak elementlerin
yüzdesi başka hiçbir bileşiktekine uy muyor.”
Elaine yazmaya ara vererek, “Bunun ne olduğunu bulmanın başka yollan da olmalı” dedi.
Anya masasına hafifçe vurdu. “Bunun için maddeyi Batı Avust ralya’ya yollaman gerekir.”
Analiz alanı o kadar çok alt uzmanlık alanına bölünmüştü ki, ayrıntılı moleküler analiz yapabilen
yalnızca bir laboratuvar var di ve o da ı Vriiı‘if bulunuyordu.
“Maddeye başka testler yapabilecek tek laboratuvar oradaki” dedi Peter, yeniden Elaine’e
dönerek. “Bu laboratuvarda maddenin moleküler yapısını belirleyebiliyorlar. Bu bir bakıma daha
geniş bir veritabanıyla karşılaştırabileceğin bir çeşit parmak izi elde etmek gibi bir şey. Ancak ne
yazık ki bu işlem çok pahalı.” “Neden bu işi halk sağlığı birimine havale etmiyorsunuz?
Onlar insanları uyarabilmek için doğaldır ki bu lif hakkında bilgi sahibi olmak isteyeceklerdir.”
“Bu o kadar kolay değil Elaine. Yumurta tavuk hikâyesine benzer bir durumdayız. Halk sağlığı
birimindekiler, bildirilmesi zorunlu bir hastalık oluşmadıkça bu konuyu duymak bile istemeyecektir.
Ve biz bu maddenin ne olduğunu, hangi hastalığa yol açtığını belirleyinceye kadar bu konuyla
ilgilenmeyeceklerdir.”
“Siz ne olduğunu buluncaya kadar da bu madde şimdiki durumda bir halk sağlığı sorunu
oluşturuyor. Bu bürokratların ne derdi var?”
Anya aldığı bazı notları çıkardı. “Bu lifleri soluduktan sonra ölmüş kadınlar hakkında ne
bildiğimiz üzerine konuşabilir miyiz? Yaşadıkları ortama bakarak, Merryland’deki aşırı doz ve
kumsaldaki cinayet-intihar olayı da dahil olmak üzere kadınların hiçbir ortak noktası yok.
Yetiştikleri yer bile aynı değil. Bildiğimiz tek şey tümünün de ölüm nedeninin intihar ya da Fatma
Deab’in olayında olduğu gibi yanlışlıkla aşın dozda uyuşturucu almak olarak belirlenmiş olması.
Hepsinin akciğerinde de liflere rastlandı ve hepsi de olayın öncesinde ortadan kaybolmuştu. Ve
bildiğimiz kadanyla kadınların ikisinin de jenital bölgesinde kıl yoktu.”
“Bunu dört yapalım” dedi Peter. “Araştırdım. Ne Clare Matt hews’te ne de Alison Blakehurst’ta
jenital bölgede kıla rastlanma mış.”
Anya sırtını dikleştirdi. “Emin misin?”
“Alf Oarney’nin uzman yardımcısı otopsiyi yapmış ve her şeyin kitapta yazılana uygun, doğru
şekilde olmasına dikkat etmiş.
Beden kıllanna ilişkin tüm eksiklikleri kayıt altına almış. Sararım, çocuk daha önce jenital
bölgesinde kıl olmayan birini hiç görme miş. Ve özür dilerim. Çok zaman aldı, ancak Clare
Matthews’in otopsisini yapan yeni uzman yardımcısına ulaşmak çok zor oldu.
Queensland’de tatil yapıyormuş, neyse ki olayı hatırladı. O zaman
kayıt altına alınmamasına rağmen kadının jenital bölgesinde kıl olmadığından oldukça emin
gözüküyordu. Ne yazık ki, ben yal
nızca boyun bölgesindeki yaralan incelemiştim.”
Anya polisin bu kadar önemli olabilecek bir bilgiyi hâlâ önem sememeye devam edip
etmeyeceğini düşündü. Bire bir ayın lifler, tıraş edilmiş jenital bölgeler, ortadan kaybolma ve intihar.
Dedektif Filano ve dedektif Faulkner’in savcının intihara hükmetmesi konusundaki konuşmaları
aklına geldi. Hâlâ lifleri ve kılları bir rastlantı olarak kabul edecekler, kadınların kendi seçimleri
sonucunda öldüğüne inanacaklardı. Clare Matthews’inki dışında diğerlerinin gizemli bir şekilde
orladan kaybolmadığını söyleyeceklerdi. Filano’nun söylediği gibi o da hamileydi, yaşamını
mahvettiği ve bunu kaldıramadığı düşünüldüğünde intihar doğal bir sonuçtu. şu ana kadar
Muhammed Deab’i diğer kadınlarla ilişkilendirebilecek herhangi bir şey de yoktu. Anya’ya daha
fazlası gerekiyordu.
Peter devam etti: “Telefonda herpesten söz etmiştin. Bildiğin üzere normalde bunun için örnek
almayız, ancak Alison Blakehurst’un otopsisini yapan uzman yardımcısı ilk olarak streptokoksik
enfeksiyondan şüphelenmiş ve pemfigus ya da pemfigoit tedavilerinin kan zehirlenmesine neden
olup olmadığım sorgulamış.”
Peter, Elaine’e dönerek, “Bunların herhangi birini yazmak
için kendini yorma” dedi. “Kadın otel odasında bulunmuş. Bir sürü haptan oluşan bir kokteyl
yutmuş ve sonra da kusa kusa boğulmuş. Kıdemli uzman yardımcım, ölüme neden olan kusma ve
nefes alamama olaylarının hızlandıncı bir etken olabileceğini düşünerek ileri derecede enfeksiyonu
da araştırmak istemiş. Tabii ki bu aşamada elinde, yararlanabileceği bir toksikoloji raporu yoktu.
Özenle ve yılmadan yapması gerektiği şekilde otopsiyi yürütmüş.” “Dikkatini çekerim” diye ekledi
Peter, Elaine’e bakarak, “bu arkadaş bir keresinde rapora ölen bir kişi için Yıldız Savaşları‘ndaki
Yoda’ya benziyor diye yazmıştı. Zavallı adamın insanı aynı Yo-da’ya benzeyecek şekilde değiştiren
nadir görülen bir hastalığa yakalandığı sonradan anlaşıldı. Tabii ki resmi rapora bu ifadeyi
koyamazdık, ancak bu ifade sayesinde onun adamı nasıl gördüğüne ilişkin net bir fikrimiz oldu.”
Elaine kıkırdadı.
Peter yeniden ciddileşti. “Herpes kültürünün ilaca dirençli tür
de olduğu belirlendi. Böylece şimdi elinde ilaca direnç gösteren türde bir virüs kapmış, ancak
belirgin bir şekilde bağışıklık siste
minde sorunu olmayan iki kadın var.”
Anya kafasını salladı. “Bu A ve B’nin eşit olduğu, A ve C’nin de eşit olduğu, bu durumda B’nin
de C’ye eşit olduğu bir oyunun içinde olmak gibi.”
“Mantık Çlkai imi. Saninm öyle diyorlar” dedi Peter, sakalını sıvazlayarak.
Elaine bir dörtgenle çevrelenmiş üç daire çizdi. “Bu daha
çok öğrenciyken allkümeler dersinde çizdiğimiz daire ve kümelere benziyor.”
Anya kendi notlarının üzerine üç tane kesişen daire çizdi. Birinin içine “akciğerde lif, ikincisine
“herpes” ve üçüncüsüne de “kıl” yazdı. “Tüm dört kadında da lif vardı ve jenital bölgeleri tıraş
edilmişti.
Ancak herpese yakalandığını bildiğimiz yalnızca Fatma ve Alison.” Elaine, “Diğer ikisini de kontrol
edip virüs var mı diye bakmak için çok mu geç?” diye sordu.
“iyi fikir, ancak ne yazık ki virüs herhangi bir kan örneğinde yalnızca bir iki gün yaşayabilir ve
eğer belirgin bir kabarcıklanma yoksa otopsi sırasında kültür alınmış olma olasılığı neredeyse
sıfırdır. Debbie Finch’in raporunda ise kabarcıklarla ilgili bir bilgi yoktu.”
Peter Latham derin bir şekilde düşünüyor gibi görünüyordu. “Bu bağlamda, bütün bu bulgular
çok bir anlam ifade etmiyor.
Ancak kadınların yaşlarına, kaybolmalarına ve ölümlerine bakıl dığında, birbirleriyle çok yakın
bağlantılı olduklarından şüphe
lenmeden edemiyor insan. Matthews olayıyla ilgili daha en baş tan beni rahatsız eden bir şeyler
vardı zaten.”
“Biliyorum bu zorlama gelecek” demeye cesaret etti Anya, “an
cak bu kadınların aynı tarikat, sistem ya da her ne adla tanımlar sanız o tarzda bir yapılanmaya
girdiklerini düşünmekten kendimi alamıyorum.”
Elaine şaşırmış şekilde baktı. “Burada, Sydney’de bir tarikat?”
Peter sakalını yeniden sıvazladı. “Olanaksız değil. Bir defa intihar Clare Matthews’in
düşüncelerine aykırı bir durum gibi görünü yor. Bir şey ya da biri onun üzerinde büyük etki yapmış
olabilir.”
Anya yapüacakları belirlemeye başladı. “Elaine benim için biraz araştırma yapabilir misin?
Ülkenin bu bölgesinde herhangi bir ta
rikat var mı bilmek istiyorum. internetten araştırabilirsin; gazete haberleri, hatta belki tüketici
şikâyetlerine bakabilirsin; polisten
de sorabilirsin. Peter, Finch’teki ve Fatma Deab’deki lifleri de test ettirebilir misin?
Diğerlerindeki liflerin bunlarla aynı olduğunu ke
sinleştirmeden elimizdeldlerin pek bir anlamı olmuyor.” “Nasıl istersen.”
“Böyle başka olaylar olduğundan emin olmadan önce ikiniz den de bu konuda kimseyle
konuşmamanızı isteyebilir miyim?
Bu arada, mikrobiyoloji uzmanıyla konuşup bu iki herpes vakası arasında bir bağlantı var nu
öğreneceğim. Ayrıca dokubilim loru muna bir ileti yazıp herhangi birinin bu lifleri tanıyıp
tanımadığı na bakacağım. Neyle uğraştığımızı ne kadar erken öğrenirsek o kadar iyi.”
Peter gittikten sonra Anya, yeni bilgilerle ilgili Kate’le
konuşmak istedi ve cep telefonunu aradı. Çağrısı sesli mesAj servisine yönlendirilmişti.
“Merhaba Kate. Ben Anya. Geçen gün karakolda işlerin iyi
gitmediğini bihyorum, ancak olaylarla ilgili başka yeni bilgiler geldi. Bu önemli. Lütfen beni
ara.”
34
Anya Batı Bölge Hastanesi polikliniklerindeki danışmaya öğlen saat birde varmıştı. Bir iki
yaşlarında bir grup çocuk, hamileliklerinin farklı döneminde bulunan kadınların oturduğu sıra sıra
dizilmiş plastik sandalyelerin arasından koşturup duruyordu. Halı zemin üzerindeki, ezilmiş patates
cipsi ve bisküvi izlerinden anlaşıldığı kadarıyla anne adayları uzun zamandır beklemekteydi. Koltuk
değnekli, alçılı ve askıya alınmış kollarıyla erkekli kadınlı bir kalabalık koridor boyunca sandalyeleri
kaplamıştı. Görüntü Anya’nın uzmanlık eğitimi sırasında stajyer olarak görev yaptığı kliniklerdeki
görüntünün bir benzeriydi. Burada da tıp görevlisi sayısı, hastalara göre yetersizdi.
“Dr. Crichton.” Profesör Hammond yan odalardan birinden çıkmış ve elindeki dosyayı kapının
yanındaki sepete bırakmıştı. “Benden istemene gerek yok, ne istersen alabilirsin! Yolun aşağısında
bulunan anaokulundaki menenjit salgınına müdahale ettiğimiz zaman sen patoloji uzman
yardımcısıydın.” iki elini dizine kadar inen beyaz önlüğünün ceplerine soktu ve ökçelerinin üzerinde
ileri geri sallandı.
“Evet, evet.” Anya net olarak anımsıyordu. “On kadar
çocuğu burada tutmuştuk ve on iki saat içinde onlarla temas etmiş iki yüz çocuğu görmemiz,
tetkik etmemiz gerekiyordu. Diğerlerinden daha da stresli günlerimizden biriydi.” “Koruyucu
antibiyotiğin yan etkilerini anlatmamıza rağmen,
iki yaş civarındaki bütün o çocukların, turuncu renkte gözyaşları okul idaresinde panik
yaratmışta. Endişeye gerek olmadığını söy
lesek de okulu haftalarca kapalı tutmuşlardı.” Profesör hoşuna
giden bir olayı hatırlamış gibi yeniden ileri geri sallandı. “Samnm eski günleri konuşmak dışında
bir nedenle geldin, ben de zührevi hastalıklar bölümünde yatan hastalanma bakma ya çıkacağım.”
Omzunu silkti. “Yoksa daha açıklayıcı olması için ‘cinsel sağlık bölümü’ mü demeliydim?”
Profesör Jules Hammond ülkenin en büyük patoloji merkezle rinden birinin mikrobiyoloji
bölümünün başındaydı. Hemşirele rin üniversitede değil hastanede eğitildiği, ilgili bölümün “zühre
vi hastalıklar” olarak adlandırıldığı ve doktorların tümünün be yaz önlük giydiği başka bir dönemin
insanıydı aslında. Birçok değişime ayak uydurmasına rağmen boğazına kadar iliklediği beyaz önlüğü
doktorun eski dönemlerden günümüze taşıdığı değişmez simgesi gibiydi.
“Çok zamanın olmadığını görüyorum. Bu yüzden hemen konu ya gireceğim.” Anya danışma
bölümünden hemşirelerin duyamayacakları uzaklığa doğnı yüriidü. “Birkaç ay önce sizin
laboratuvarda aşırı dozdan ölen genç bir kadının jenital bölgesinde belirlenen basit herpes virüsü için
bazı duyarlılık testleri yaptınız. Virüs birçok ilaca direnç gösteren türdeydi.”
“Bu tip durumlara bağışıklık sistemi çöken kişilerde rastlanır.
Uyuşturucu bağımlılarının bağışıklık sistemi, olası çok sayıda bu laşıcı hastalığı saymasak bile
yoğun bir şekilde kötü etkilenmeye
açık hale gelir. Örneğin bu kişilerde bakteriyel kalp zan iltihap lanması ve stafilokoksik kan
zehirlenmesi vakalan yoğun olarak
görülür. Tabii ki, beslenme bağışıklık sisteminin düzgün işlemesi için yaşamsal önemde bir olgu.
Bir bağımlı beslenmesine dikkat
etmiyorsa bağışıklık sisteminin çökmesi olasılığı çok yüksektir.”
Tıp dallarındaki uzmanlann bir özelliği de hiçbir zaman kısa ve öz yanıtlar vermemeleriydi.
Anya lafı kesip karşısındakini gücen dirmemek için sabırlı bir şekilde dinledi. Yalnızca profesörden
fırsat kaldığında konuşuyordu.
“Kız bir bağımlı değildi. Kan düzeyleri ve başka şınnga deliği bulunmaması kızın ilk kez
uyuşturucu kullanıyor olmasını daha
akla yakın kılıyor. Kırk beş kilo ağırlığıyla az beslenmiş olabilir,
ancak diğer yandan uyuşturucu bağımlısı da değil.” “ilaca dirençli tipteki herpes, sağlıklı
insanlarda kısmen nadir
görülür.” Topuktan üzerinde yeniden ileri geri sallandı. “ikinci bir vaka olarak başka bir sağlıklı
kadında da ilaca di
rençli tipte virüs belirledik.”
Profesör Hammond’un sol üst cebindeki çağn cihazı öttü ve o da üzerinde yazan numarayı
kontrol etti. “Zührevi hastalıklar bölümü diğer tarafta. Benimle birlikte yü rüyebilir miydin?”
“Tabii ki.”
Kötü şekilde yıpranmış mavi bir halı üzerinde hızlı hızlı yürümeye başladılar. insanların
gidecekleri yeri bulmaları için hastanedeki her bölüm ayrı bir renkle kodlanmıştı. Anya kendini
“mavi tuğla yolu” izleyen Dorothy gibi hissetti.
“Evet, nerede kalmıştık?” diye sordu Profesör Hammond, tekerlekli sandalyedeki genç kadın
hastayı geçerek. “Burada böyle vakalardan çok az rastladık, ancak çok sayıda son aşamasına gelmiş
IIIV vakasını tedavi ettikleri şehir merkezinde ilaca direnç gösteren çeşitli virüs tipleri görebilirsin.
Tabii ki habis ur ve
kemoterapi, bağışıklık sisteminin çökmesine yol açabiliyor. Kadınların kendinden bağışık
hastalıklardan tedavi görmediklerine emin misin? Örneğin, mafsal iltihabı gibi?”
“Yok, hayır. iki kadının da aynı kişiyle temas edip etmediğini bulmaya çalışıyorum.”
“Biz örnek alıyoruz ve plak indirgeme testi yapıyoruz. Bu yolla virüsü alıyor ve değişen
yoğunluktaki antiviral ilaçlarla birlikte hücreleri çoğaltmaya çalışıyoruz. Herpes Uaca direnç
gösteriyorsa çoğalmaya devam ediyor. Başka kişilerde ilaca dirençli aynı virüsten buluyorsanız bu
sıra dışı bir durum. Eğer bir şekilde birbirleriyle bir ilişkisi olan ve bedeninde akilovire direnç
gösteren virüs bulunan bir dizi insan varsa, bu hepsinin aynı virüsü kapmış olduğunu gösteren
oldukça iyi ikincil dereceden bir kanıt olurdu.” “Aslında, bu kişilerin tümünün temas ettiği ortak bir
kişi olup olmadığını bulmaya çalışıyorum. ikisi de öldüler ve bu nedenle bu soru yanıtsız kalıyor.
Sondan başa doğru gidip bu virüslerin aynı tipte olup olmadığını belirlemenin bir yolu var mı?”
Dönerek halisiz bir koridora girdiler. Anya’nın ökçeleri sert ze min üzerinde dikkat çekici şekilde
sesler çıkarıyordu.
Jules Hammond daha yavaş yürümeye başladı. “Mantıksal açı
dan bu virüslerin birbiriyle ilişkili olduğunu kanıtlamak için mo leküler düzeye inmen gerekir.”
“Bu olanaklı mı?”
“Kuramsal olarak konuşursak, virüsün genetik evrimini ortaya koyacak şekilde fılogenetik analiz
yapabilirsin.”
Bir temizlikçi az ileride yeri paspaslarken Anya, sarı “ıslak ze min” uyarı levhasının az önünde
durdu. “Bu nasıl yapılır?”
“Üç aşamada. ilk olarak, herpes virüsünü oluşturan yapının ve
kuşku duyduğun ilişkili kişilerdeki virüsün genetik haritasını çıkarirsm. Kuşku duyduğun kişiler
bu durumda sözünü ettiğin iki kadın oluyor. Sonra da bunları diğer iki kadınla hiçbir ilişkisi ol
madiğim varsaydığımız aynı sorunu yasayan rasgele belirlediğin başka bir kadında bulunan herpes
virüsüyle karşılaştırırsın.
Bütün bu virüslerin moleküler düzeyde birbirlerine benzeyip benzemediğine bakarsın. Başka
deyişle, bunlar aynı tipte mi diye işte bu işleme fılogenetik analiz denir. Aslma bakarsan, bu virüs
lerin aynı kaynaktan gelip gelmediğini anlamanın tek yolu filoge netik analiz yapmaktır.”
“Bu yapılması zor bir şey midir?”
“Pek değil. Yeni ve sıra dışı tipleri belirleyebilmek için ve ge netlikle de HIV için yapılır.
Genelde herpes için bunu yapmıyo ruz, ancak yapmamamız için de bir neden yok.” Durdu ve çenesi
ni sıvazladı. “Yalnız pahalı bir işlem. Bunu yapmak için iyi bir neden olması gerekir.” “Kadınların
enfeksiyonu aynı adamdan kapmış olup
olmadığı nı belirlemeye çalışıyorum. Bu kadınların ilk aşamada intihar olarak görülmüş
ölümlerinin yeniden soruşturulabilmesi anlamına geliyor. Bunun dışında, eğer yapmamız gerektiği
üzere enfeksiyon kaynaklarını belirliyorsak, ilaca dirençli bir herpes türüne sahip birinin,
korunmadan cinsel ilişkiye girerek insanları hasta etmediğinden emin olmak zorundayız. Eğer adam
birçok kişiyle cinsel ilişki yaşıyorsa, salgın şeklinde epeyce fazla sayıda tedavi edilemez vakayla
karşılaşabiliriz.”
“Görünen o ki oldukça ilgi çekici bir neden ortaya koyuyor sun.” Profesör onaylar şekilde
gülümsedi. “Hastaların adlarını
yaz ve sekreterime ilet. Ben de ne yapabileceğime bakayım.”
Çağrı cihazı yeniden çaldı.
“Ve lütfen kendi numaralarını da bırakmayı unutma ki sonuç
hakkında sana bilgi verebileyim. Sonucun çıkması birkaç haftayı bulabilir. şimdi neredeydik
bakalım? Ah, evet. Zührevi hastalık lar bölümüne geldik.”
Profesör Hammond koridora aceleyle daldı. Açık bir şekilde hoşça kal faslını atlamıştı. Yalnızca
bir bulaşıcı hastalıklar uzma
nının, cinsel sağlık bölümüne böylesine büyük bir iştahla girdiği ni görebüirdiniz.
“Sen dışarıdayken, bir tıp öğrencisi uğradı” dedi Elaine, burnundan soluyarak.
“Dört yıl önceki başka bir olayla ilgili bir şeyler bulmuş.
Dersine yetişmek için acele ediyordu.”
“Öğleden sonra nerede olacağını söyledi mi?”
“Yalnızca, sınavları olduğunu ve ders çalışıyor olacağım söyledi. Senin için bu notu yazacak
kadar burada kaldı.” Anya çantasını yere koydu, ayakkabılarını çıkarıp attı ve Za-ra’mn notunu
okumak için oturdu.
Lucinda Tait kırk beş yaşında ölmüştü. Batı Adli Tabipliği’nin morgunda yapılan otopside ikincil
kronik nefes darlığının yanında asıl ölüm nedeninin zatürree olduğu beürlenmişti. Akciğer
bölgesinde çok sayıda lif olduğu görülmüştü. Dokubilim raporunun bir eklentisinde liflerin ne
olduğunun belirlenemediğinden söz ediliyordu. Toz Hastalıkları Komitesi’nin ve Toplum Sağlığı
Birimi’nin elindeki kayıtlarda böylesi bir life rastlanmadığı da eklenmişti. Savcı ölümü doğal
nedenlere bağlamıştı ve ceset, yakma töreni yapılabilmesi için aileye teslim edilmişti.
Kadının öldüğü yer Anya’nın ilgisini çekmişti. Lucinda Tait, Pennant Tepesi’ndeki Meadowbank
Bakımevi’nde ölmüştü.
Zara kadının bir akrabasının adını öğrenmek için bakımevini aramış, ancak gerekli bürokratik
süreçten geçilmeden bilgi verilemeyeceği yanıtını almıştı. Tahminen görevli Zara’ya tam olarak bu
sürecin ne olduğunu da söyleyememişti.
“Komik bir kız.” Elaine burnunu sildi ve hırkasının cebindeki mendili değiştirdi. “Onu doktor
olarak düşünemiyorum.
Belki bir diş doktoru...”
“Zara’mn öğreneceği çok şey var. Ancak kararlı biri. Staj yaparken bunun ona göre olup olmadığı
anlaşılır. Ara vermeden, su rekli hastalarla uğraşmak bütün sınavların on iyisidir.”
“Cinsel saldın kurbanları birimindeki danışman, Mary Singer, telefon etti. Bir önceki gece tetkik
ettiğin kadın, polise ifade ver memeye karar vermiş. O da senin de bilmen gerektiğini düşün nıüş.”
Anya sessizce iç çekti. Bir kurbanın polis soruşturmasını
istememesini kabullenmeyi öğrenmişti, ancak toplanan kanıtların atılmasından her zaman
rahatsızlık duyuyordu. Diğer kadınlar dan alınan örneklerle ve hatta bölge veritabanındaki DNA
örnekleriyle karşılaştırmak için kanıtlann eski ya da gelecekteki olaylarda yararı olabilirdi. Mary
haklıydı. Kurbanlar kendilerine yapılan ya da herhangi birine yapılacak saldırıdan sorumlu
tutulamazdı ve yaşamlarını sağlıklı şekilde devam ettirmek için ne yapmak istiyorlarsa bunu
yapabilmeliydi.
Yine de Anya, orta yaşlı bir kadına bir parkta tecavüz eden iki adamın bunu başkasına mutlaka
yeniden yapacağını düşündü.
Sonra düşünceleri Lucinda Tait’in öldüğü bakımevine döndü. Elaine, ona üzerinde
Meadowbank’ın adresinin ve telefon numarasının yazılı olduğu bir kâğıt ve internetten bulduğu
bakımevinin yerini gösteren haritanın bir çıktısını verdi.
“Dört buçuğa kadar zamanın vardı ve senin için saat ikide
bakımevi yöneticisiyle bir randevu ayarladım. Daha çok zamana gereksinim duyarsan, bana haber
verirsin, Hukuki Yardım Bürosundaki görüşmenin zamanını değiştiririm.”
Arkadaştan Anya’ya her zaman yaşamını düzenlemesi için
birine ihtiyacı olduğunu söylerdi. Elaine Morton, onun üçü bir araya gelmiş şekilde yol arkadaşı,
özel antrenörü ve koçu gibiydi.
“Sağ ol. Sen olmasan ne yapardım?”
“Umalım ki yeterince iş al da böyle bir şeyi görmek zoranda
kalmayalım.”
Meadowbank Bakımevi binası, şehrin en yoğun yerleşim böl gelerinden biri olan Pennant Tepesi
Yolu’nda sarmaşık sanlı ko
caman bir duvann arkasında yalıtılmış bir şekilde duruyordu.
Özenle düzenlenmiş bahçe, bakımevine burada kalanların duru
munu da gizleyen bir çeşit görkem katıyordu. Bakımevi yönetici si ya da kadının söylenmesini
istediği kısaltılmış şekliyle BAK,
Anya’yı yüzünde zoraki bir gülüşle karşılamış ve onu oturma oda sına götürmüştü.
“Burası buradaki en rahat odamız” dedi kadın, abartarak.
Buııada canı panelin ve ur duvarın dibine yan yana dizilmiş plas lil< sandalyeler yerleştirilmiş
ortası açıklık olan bir odaya girmiş lerdi.
Epeyce yaşlı bir kadın sandalyelerin birinde oyuncak bebeğini sallayarak anlaşılmaz bir ninni
söylüyordu.
“Maisie, şu an etkinlik zamanı değil mi? Git sen de katıl.”
Maisie ninnisine devam etti, bebeğe daha sıkı şekilde sarıldı ve ayaklarını sürüyerek koridora
yöneldi. “Oyalama terapisi burada
kalanların üzerinde harikalar yaratıyor.” Maisie’nin durumu öncesinde daha ne kadar kötü
olabilirdi ki terapinin işe yaradığı düşünülebilsin, diye içinden geçirdi Anya. “Eskiden burada
kalanlardan Lucinda Tait’in geçirdiği akciğer hastalığını araştırıyorum.”
“Alı, zavallı Lucy. Onunla anılarımız hâlâ canlı duruyor. Ne yazık ki o burada yaşamayı aslında
pek kabullenememişti. Gerçekte o burada kalan birçok kişiden çok daha gençti.”
Maisie ve arkadaşlarıyla çevrili kırk yaşının oltalarında bir kadın hiçbir dununda kendini iyi
hissedemezdi, diye düşündü Anya.
“Ailesinden ya da arkadaşlarından ziyaret eden var mıydı?”
“Hayrr. Yaşlı insanlarla çalışmak bana bir şey öğretti. Cana yakın olanların her zaman bir
ziyaretçisi olur, ancak böyle olmayanlar gün geçtikçe yalnız kalırlar.” Anya buna şaşırdığını
gizlemedi. “Ziyaretine hiç kimse gelmedi mi?” “Bu nedenle onlarr suçlayanıam. Lucy nasıl desem,
bir bakıma idare edilmesi zor biriydi.”
“Ne gibi?”
“Akciğer hastalığı çok ileri düzeydeydi ve sigara içmesi durumu daha da zorlaştırıyordu. Bize
geldiğinde Lucy nefes darlığı nedeniyle birkaç adımdan fazla yürüyemiyordu. Yirmi dört saat
maskeyle oksijen veriyorduk ve iki saatte bir de nefes açıcı sprey. Bakmak için de kolay biri değildi.
Lucy, görevlilerle sigara içmek konusunda sürekli kavga ederdi. Bir keresinde bir sigara içmek için
gizlice dışarı çıkarken acil çıkış alarmlarının çalmasına neden olmuştu. Görevliler onu yakaladığında
oksijen tüpü arabasmı çekeliyormuş. Dediğine göre sigara içerken oksijene her zamankinden daha
fazla gereksinim duyuyormuş.” BAK iki elini kucağında kenetledi. “Kendisini ve bizi havaya
uçuracağından endişe ettik. Son zamanlarda, diğer kalanları teh
likeye atmamak için onunla başka yere aktarümasıyla ilgili ko nuşmuştuk. Tam da o sıralar
zatürreeye yakalandı.”
Anya solunum yollan hastalığı yaşamalarına rağmen, bağımlı içicilerin sigarayı bırakamadıkları
ya da bırakmak istemedikleri birçok olayla karşılaşmıştı. Bu hastaların birçoğu ölümcül hasta hklara
yakalanmıştı ve belki de süreci hızlandırmak için sigara içmeye devam ediyorlardı.
“Lucy evli miydi?”
“Bildiğim kadanyla hiç evlenmemişti ve çocuğu da yoktu. Annesi ölene kadar baba evinde
yaşamış. Ölünce de buraya geldi. Artık günlük yaşam etkinhklerini tek basma yapamayacak
durumdaydı.”
Anya, annesinin, yaşlı hastalarının kendi başlarına duş, tuvalet yapabilme, yemek pişirebilme ve
bağımsız olarak işlerini görebilme oranlannı belirleyerek değerlendirirken “günlük yaşam
etkinlikleri” lafının geçtiğini anımsıyordu. Bu kadar genç biri için, tamamen bakıcılara bağımlı
yaşamak çok zor olmalıydı. Yaşama küsmek için çok geçerli bir nedeni vardı.
“Hastalığın mesleki olup olmadığına ilişkin bir bilginiz var mı?”
“Hayır. 0 sigara içme istatistiklerine eklenmiş bir başka kişiydi. Bronkoskopi yapması için
pratisyen doktoru çağırdığımı hatırlıyorum, ancak Lucy kesin bir şekilde birinin akciğerlerinin
içerisine bir şey sokarak incelemesine izin vermemişti. Buradaki doktor bunun nedeninin bir çeşit
toksin olabileceğini ve bunun için tazminat alabileceğini söylemişti, ancak Lucy için paranın da
hiçbir önemi yoktu. Herhangi bir şey bırakabileceği kimsesi yoktu.”
Biri “Dertlerini Doldur Eski Çantana” adlı şarkıyı
piyanoda çalıyordu ve piyanonun sesi koridonın dibinde bir yerlerden bulundukları yere kadar
geliyordu. şarkı sona doğru yaklaştıkça eşlik eden erkek ve kadın sesleri daha da yükseldi. BAK
başka bir zoraki gülümsemeyle karşılık verdi:
“Buradaki
misafirlerimizden bazılan adlanın anımsayamazlar, ancak tümü savaş zamanından kalan şarkıların
sözlerini bilir.”
“Bana onu tedavi eden doktorun adını verebilir misiniz?”
“YVilfred Campbell, bizim en iyi pratisyen doktorlarımızdan bi
ridir. Lucy muayene edilmeyi ve doktorun birçok tedavi önerisi ni reddettiği zamanlar oldu. Yine
de doktor, Lucy’nin ona en çok gereksinim duyduğu zaman onun yanındaydı.”
Bir kişinin uygun bir muayeneyle çok daha önce tedavi edile
bilecek bir hastalıktan acı çekiyor olması doktorlar ve görevliler için can sıkıcı bir durumdu.
Tıbbın başlıca ilkelerinden biri çoğu
zaman en zor olanıydı. Hastalan tedavi etmek için orada olurdun, kendin için değil. Tn m
yapabileceğin onlara seçenekleriyle ilgili Öneriler getirmekti. Gedil hastaya kalmıştı. Kesin teşhis
koymanın en son yolu ise otopsiydi.
“bucy’nin eski adresini öğrenebilir miyim?”
“Ev burada kalmasını sağlayabilmek için satılmıştı. Bunun size şu an ne yaran olur
anlayamadım.” Anya ayağa kalktı. “Bu, aslında devam eden halk sağhğı sonışturması açısından
yaşamsal önem taşıyan bir bilgi” dedi Anya normalden daha oylumlu bir gülümsemeyle. “Her zaman
bu bügi için savcılık izni alabilirim. Bunun yanında bahsettiğimiz bilgi zaten halka açık bir bilgi.
Tek yapmam gereken tapu idaresinden bunu araştırmak olur, ancak bu çok zamanımı alır.” Anya’dan
daha yaşlı olan kadın, denizci mavisi ceketine bağladığı eşarbını düzeltti. “Sanının yardım
edebildiğimiz durumda bunu yapmak bize bir şey kaybettirmez. Biraz bekleyebilirseniz sizin için
adresi bulabilirim.”
Anya büro kısmının dışında bekledi. Az sonra koridorun orta yerinde, çizgili pijama giyen yaşlı
bir beyefendinin sıkıntısını hafiflettiği görüldü.
Bakıcı kadınlardan biri iniltili bir sesle, “Arthur, klozet banyoda, burada değil” diyerek adamı
odalardan birine soktu.
Adam, bir kaza yaşamış yeni tuvalet eğitimi alan bir çocuk
gibi utanmıştı ve Anya adama duyduğu saygı nedeniyle gözlerini kaçırmıştı.
BAK elinde bir adresle göründü. “Lennox Crescent, anayolun hemen dışında. Bir sonraki trafik
ışıklanndan sola dönün, orada. Yetmiş iki numara yolun ne kadar aşağısında kalıyor, onu
bilemiyorum.” Az üeride, zemindeki gölcük kadının da dikkatini çekti. “Eğer izin verirseniz,
birilerinin basıp kaymasını önlemek zorundayım.”
Anya, Lennox Crescent’e gitmek için açıklamalan izledi.
Aklın
da Lucy Tait’in ölümü öncesinde gizemli bir şekilde ortadan yok
olmadığı vardı. intihar da söz konusu değildi. Bu ölüm diğerleri ne benzemiyordu. Bu durum
incelemeyi saptırabilirdi, ancak yi
ne de araştırması gerekirdi. Belli sayıda san ve kahverengi tuğla lı ev, caddedeki yüksek binalann
arka tarafında bulunuyordu. ile
rideki yol boyunca, eski evler yıkılıp yerine bir dizi orta büyük lükte iki katlı bina yapılmıştı.
Belediye meclisinin şehir dışındaki bu mahallelerin yapısını bozarak müteahhitlerin ceplerini dol
durmasını sağlaması insana akıl almaz geüyordu.
Tepeden aşağıya, yolun yansında, sol tarafta, yetmiş ile yetmiş beş numaraların yakınında hor bir
blokuTI aşağısına doğru inen bir dizi kasaba tipi ev gördü. Kaldırıma yanaşarak arabasını du r durdu.
Yetmiş iki numaralı ev yıkılmış ve tamamen yok olmuştu Evle birlikte liflerin kaynağına ilişkin en
iyi kanıt da.
36
Anya asansörden indiğinde, hasta kayıtlarına gömülmüş şekilde Profesör Jules Hammond’un
hemşire bankosunda oturduğunu gördü. Anya ona adıyla seslendiğinde profesör bir an irkildi.
“Sen gelene kadar bütün kontrollerimin biteceğini hesaplamıştım.” Dosyayı kapadı. “Muayeneler
başlayacak, ancak durumun hassasiyetini düşünerek bunu seninle bizzat konuşmak isterim.”
“Teşekkür ederim.”
Anya daha gözlerden uzak bir yerde konuşmayı umuyordu, ancak hastaneler özel konuşmak için
tasarlanmış yerler değildi. Tıbbi konuşmalar merkez birimin tıbba uyarlanmış şekli olan hemşire
bankosunda ya da etrafında gerçekleşirdi.
“Filogenetik analizin sonucu henüz çıkmadı, ancak direnç geliştirmesi için belirli bir neden
olmayan başka bir genç kadında ilaç direnci gösteren viral bir enfeksiyon belirledim. Senin intihar
eden kadınla ilgili söylediklerin aklıma geldi. Bu bağlamda senin de bilmen gerekir diye düşündüm.
Bu kadın dağda bir yerde sarp kayalıklardan düşmüş.”
Anya göğsünün sıkıştığım hissetti. Başka bir intihar. Polis
bunu ciddiye almak zorundaydı. “Bu ne kadar önce olmuş?” “Birkaç hafta önce. şu ana kadar
kadının kim olduğu belirlenebilmiş değil.” “Bu yüzden kiminle birlikte olduğunu ya da enfeksiyonu
nasıl kaptığını bilmemizin bir yolu yok.”
Genç bir kadın doktor masanın arkasındaki metal bir çekmeceden birkaç dosya aldı. Bu arada
daha yaşlı iki erkek doktor bir listeyi kontrol ediyordu. Uzman, uzman yardımcısı ve stajyer
doktorun servislerdeki devriyesi başlamak üzereydi.
Jules Hammond alçak bir sesle, “şu ana kadar konuşmayı red detti” dedi.
Anya masanın etrafını dolaştı ve profesörün
sandalyesinin ya nına diz çöktü. “Yaşıyor mu? Kayalıklardan düştüğünü söylemiştiniz.”
“Görünen o ki düşüşünü yavaşlatan ağaçlar, yaralanmalara yol açmış. Böylelikle de bir şekilde
ölmekten kurtulmuş.” “şimdi nerede?”
“Bunu sana söylemeye yetkili değilim.” Burun kemerini iki parmağıyla sıkıştırdı. “Lanet olası
nezle.” Burnunu çekti. “Onun güvende olduğunu ve tedavisine devam ettiğimizi söyleyebilirim.”
Yakınlarındaki genç kadın doktor bazı dosyalan düşürdü ve tüm çekmeceyi dışan çıkarmayı
yeğledi. Daha kıdemli olan ikili görmezlikten geldiler ve yardım teklif etmediler.
“Bu gizliliğin nedeni ne?” diye sordu Anya. “Bir olanağı varsa, gerçekten onunla görüşmek
isterdim.” “Bazı sorularına yanıt almak için duyduğun isteği anlıyorum, ancak benim hastaya karşı
olan sonımluluğum onun tedavisiyle ilgili. Eğer ona ilişkin bilgileri açıklarsam, gizlilik ilkesini
çiğnemiş olurum. Benim durumumu düşün. Eğer cinsel yolla hastalık kapmış insanların gizliliği
konınmasaydı şimdi ne
noktada olurduk? Kimse tedavi olmak istemezdi ve bunun bireylere etkisini saymıyorum, topluma
etkisi yıkıcı olurdu. Evet, kesinlikle onun gizliliğine saygı duymak zorundayım.”
“Katılıyorum, ancak burada yalıtılmış tek bir olaydan
konuşmuyoruz. Eğer kayalıklardan aşağı itilmiş olsaydı fark etmez miydi?” Masadaki bir telefon
çalmaya başladı, ancak Anya bunu duymazdan geldi. “Kafası çalışan dört kadının dördünün de
jenital bölgesinde kıl olmaması, önce ortadan yok olmalan ve sonra da kendilerini öldürmeleri ya da
neredeyse öldürecek durumda olmalan fazla rastlantısal. Ve otopside de her birinin akciğerinde ne
olduğu belirlenemeyen lifler bulunuyor.”
Profesör aldığı bilgiyi sindirmeye çalışır şekilde arkasına yas
landı. “Hepsinde de herpes enfeksiyonuna rastlandı mı?” “Hayır. ikisinde olduğunu biliyorduk ve
şimdi de üç oldu. Di
ğerlerinin öldükleri zaman belirgin durumda olmayan gelişme miş hastalıkları olabilir.”
Bir hemşire masaya doğru eğilerek servisteki memurla
ilgili
kaba bir şeyler homurdandı ve telefona yanıt verdi.
“Ne yazık ki bu bir varsayım. Nedenin takdir edilir bile olsa, gizlilik ilkesini çiğneyemem.”
Hemşire almacı masaya koyduktan sonra koridorda seslenme ye başladı: “On bir numaralı yatağa
kim bakıyor?
Telefonda bir akrabası var.”
Anya bafka bir yaklaşım denemey e çalıştı. “(Hunilerin nedeni ne bakılmaksızın, ilişkili kişiler
belirlenemez mi? Sonuçla ben birle ktorum ve cinsel saldırı olaylarında çoğunlukla cinsel yoldan
bulaşan enfeksiyonlarla ilgileniyorum. En azından hastalığın kaynağını belirlemek için hastanızla
eğer isterseniz siz de yanımızdayken cinsel birliktelik yaşadığı kişileri belirlemek amacıyla
konuşmam mümkün olamaz mı? Tıbbi farklı bir bakış açısı sağlaya-bilirini ve ilaca dirençli
virüslerle ilgili sorunları anlatabilirim. Bu gizliliğin çiğnenmesi anlamına gelmez. Tıbbi etik
açısından da uygun olur.”
Genç bir kadın peygamberçiçeği ve krem rengi güllerden oluşan bir buketi bankonun üzerine
yerleştirdi. “Çiçekler yirmi üç numaralı yatakta yatan hasta için.” Bankonun önünde bir yemek
arabası durduğunda kadın gitmişti.
Hammond açıklama yaptı: “Kadın admı vermek istemiyor. Polise haber verildi, ancak onun kim
olduğunu belirlemekten çok uzaktalar. Düşme, itilme ya da ne dersen de ondan dolayı korkunç
yaraları var. şu an akıl sağlığı açısından bakarsak kırılgan durumda olduğu söylenebilir.” “Cinsel
saldın kurbanlarıyla ilgilenmeye alışkınım” diye diretti Anya. “Eğer bir travma geçiriyorsa bir çeşit
tacize uğramış olma olasılığı da var. Fiziksel ve duygusal acısını dindirmek için en iyi tedaviyi
uygulamak ona borçlu olduğumuz bir şey değil mi?”
Profesör Hammond yemek arabası gidene kadar bekledi.
Arka paneldeki alarm ışıkları yanmaya başlamıştı. Hastalar hemşire istiyordu ama görünürde
hiçbir hemşire yoktu. “şanslıyım ki aynı zamanda ziyaret saati de değil” diye düşündü Anya, dikkat
dağıtan şeyleri göz ardı etmeye çalışarak.
“Tıbbi etiğin incelik gerektiren bir konu olduğunu düşünüyo rum, ancak söylediğin mantıklı.
Muayene sırasında onun dajeni
tal bölgesinde kıl olmadığı görüldü. Bu dunımda, buradaki her pes enfeksiyonunu da senin
sözünü ettiğin diğer ikisiyle birlikte inceleyeceğim.” Verdiği kararla mücadele ediyor gibiydi.
“Ancak
bu zavallı kadın belli ki oldukça özel bir durumda ve herhangi bir görüşmede buna saygı
duymanı istiyorum.”
“Tabii ki.” Anya, profesörü kucaklayabilirdi. En sonunda bu kadınla görüşebilecekti.
“Geçmişiyle ilgili bir bilginiz var mı?”
“En azından bir kez hamile kalmış. Ameliyat ekibi bir sezaryen kesiği belirlemiş. Başka tek
işaret üzerinde J.E. harileri yazan bir
dövme. şu ana kadar polisten kimliğiyle ilgili hiçbir şey dönme di. Yalnızca bir gazeteye
resminin bulunduğu bir ilan verip onu
arayan biri var mı bulmaya çalışıyorlar.” Telefonu yanıtlamak için başka bir hemşire masaya
geldi ve arayan kapayınca bir an ne yapacağını şaşırdı. Anya yeniden yalnız kalıncaya kadar bekledi.
“Onu şimdi göre bilir miyim?” Hammond beyaz önlüğünün cebindeki kalemin tepesine birkaç kez
basarak bir an düşündü. “Koridorun sonundaki tek kişilik odada. Yirmi üç numaralı oda.”
37
Anya büyük ağaç kapıyı tıklattıktan sonra iterek içeri girdi. Sırtüstü yatan kadın, mat kahverengi
saçlı, iri yapılı biriydi. “Merhaba, benim adım Dr. Anya Crichton. Profesör Hammond seminle
konuşmamı istedi.” Kadın gözlerini dikmiş tavana bakıyordu.
“Endişelenme, bir psikiyatr değilim. Ben aslında seninle fiziksel durumun hakkında konuşmak
istedim.”
Bir damla temiz sıvı ölçü tüpünden kadının sağ kolundaki kanüle gitti. Kadın sessiz yatıyordu.
Gözünün ara sıra kırpılıyor olması bilincinin yerinde olduğunu gösteriyordu.
“Her şey yolunda. Burada güvendesin. Kimse senin canını
yakmayacak.” Anya bir an kadının yüz kaslarının gerildiğini gördüğünü düşündü.
Zıplayan atkuyruğuyla genç bir hemşire içeri süzüldü. Ellerinde çiçek buketi ile içinde bir şırınga
ve cam bir şişe olan böbrek biçiminde çukur bir kap vardı. “Sanırım seni seven biri var” dedi
hemşire. “Bunlar gerçekten harika.” Çiçekleri pencerenin önüne yerleştirdi ve sonra şınngadaki
sıvıyı ölçü tüpüne enjekte etti.
“Antibiyotik zamanı. Kolunda yanma hissedebilirsin, ama çok uzun sürmez” diye ekledi,
hastanın yüzüne bakmadan. Plastik tüpe parlak turuncu bir etiket yapıştırırken gözü yata- ğın
yanındaki masada bulunan yemek tepsisine ilişti. “Yemeğine dokunmamışsın” dedi. “Yardım ister
misin?”
Kadın yanıt vermedi. Beyaz benekli tavanda belirli bir noktaya bakmaya devam ediyordu. “Hadi
ama şimdi,
bedeninin iyileşmesi için gerekli. Biraz daha yemek yememekte ısrar edersen, seni damardan
beslemek
zo
ı unda kalacağız. islediğin bu ınu?” Yanıt gelmedi.
Anya hüzünlü sahneyi izliyordu. Gizemli hasta düştüğü
durum da çaresizdi. Haşlanmış balıklardan ve tanınmaz haldeki sebze lerden yemek şu an en son
düşüneceği şeydi. Hemşire memnuniyetsiz bir sesle gırtlağını temizleyinceye ve tepsiyi götürünceye
kadar öylece bekledi.
“Böyle bir öğle yemeğini geri çevirdin diye seni suçlayamam. Eğer istersen, sana aşağıdaki
kafeden bir tost söyleyebilirim.”
Kadın, Anya’nın olduğu yöne doğru bakarak gözlerini kırpmış ve kaşlarını çatmıştı.
“Oğlumla hastanede olduğum zamanı hatırlıyorum” diye devam etti Anya. “Hamilelikten önceki
kilomdan daha da zayıf bir halde çıkmıştım hastaneden. Eminim ki hastanedeki yemekleri insanları
zayıflamaya zorlamak üzere hazırlıyorlar.”
Kadın bir iki saniye gözlerini kapadı. Anya kadının bir
çocukla hastanede olmakla ilgili bir şey söylemek istediği için mi yoksa konuşmasının onu
hemşirenin sıktığından daha da fazla sıktığı için mi böyle yaptığını anlayamadı.
Dört çiçek buketi odanın bir yanındaki rafta yan yana
duruyordu. Başka iki buket de camın önüne konmuştu. Anya çiçeklere hayranlık duyarak dolaştı
ve üzerlerindeki kartlar dikkatini çekti. Hastane çiçekçisinin kartlarında hiç yazı yoktu. Kadının
kimliği hakkında bilgi vermemesine rağmen birilerinin nasıl olup da ona çiçek yollayabildiğini
merak etti.
Anya yatağın kenarına bir sandalye çekti ve oturdu. “Hastaneye geldiğinde, görevliler mesanene
sonda
takarken bedeninde kabarcıklı döküntüler olduğunu fark ettikler. Bu döküntüler genellikle çok
acı verir. Hatta idrarını yapmak bile acı verici olmalı.”
Kadın gözlerini yeniden kapattı ve nefesini tuttu.
“Laboratuvar incelemesinde bunun az rastlanan bir enfeksiyon olduğu anlaşıldı. işimin bir
parçası da bunu nereden kaptığını be lirlemek. Böylelikle enfeksiyonu yayan kişi ya da kişileri de
belir leyebilirim ki düzgün bir şekilde tedavi olabilsinler.
Bunun senin
gibi acı çeken diğer insanlara da yardımı dokunabilir.” “Genellikle” -Anya eliyle yataktaki
battaniyenin kırışıklıklarını
düzeltti- “son altı ayda cinsel ilişki yaşadığınız kişileri
belirleme
ye çalışıyoruz.”
O anda, tek bir damla yaş kadının sağ gözünden aşağı, yastığın üzerine düştü.
Anya kadının yaşamış olduğu duygusal, fiziksel ve belki de Pihsal acıyı düşünmeden
edemiyordu. Ona yaklaştı ve yavaşça omzunu sıvazladı.
“Birinin sana zarar vermeye çalıştığı konusunda endişeliyim. Ve bu kişinin zarar verdiği tek
insan sen değilsin. Başkaları da var.”
Kadının bakışları donuklaştı ve nefes alışı yavaşladı. “Kendime zarar veren benim” diye
fısıldadı. “Bunu yaptığın zaman büyük bir olasılıkla çok acı çekiyordun.
Bir şey seni bunu yapma noktasına getirdi.” Anya daha fazlasını Öğrenmek istiyordu ve kadının
güvenini kazanmaya çalıştı. “Güvendiğin biri ya da belki bir grup insan sana bunu yaptı.”
“Anlamıyorsun” dedi kadın, yumuşak bir şekilde. “Bunu
kendimi; ben yaptım. Suçlanması gereken başka kimse yok.” Anya intihara teşebbüs eden
kişilerle ilgilenmeye alışık
değildi. Tecavüze uğramış kişüerin tıbbi tedaviye gereksinimleri olurdu. Danışmanlar da uzun
sureli psikolojik sorunlarla ilgilenirdi. Duygusal olarak incinmiş durumda olan kadını daha da
endişelendirmek değil ondan bügi almak istiyordu. Yine çiçeklerle ilgilendi. “Bu çiçekler çok güzel.
Onları kimin yolladığını biliyor musun?”
“Zamanını boşa harcıyorsun. Gitmeni istiyorum.”
“Peki. En azından sana kafeden bir sandviç alayım.” Anya yatağın yanındaki masada bulunan bir
bardak suya bir kamış yerleştirdi ve kadına uzattı.
“Rahatsız olmazsan eğer, yarın yine gelip seninle
konuşmak is
tiyorum.”
Kadın sudan bir yudum aldı ve çatlak dudaklarını yaladı. “Zamanını boşa harcıyorsun” dedi. “O
benim ölmemi istemedi.
O beni kurtarmaya çalışıyordu.”
38
“O adam, kim?” diyerek ısrarla sordu Anya. “Tek basma mı yoksa bir topluluğun içinde mi
hareket ediyor?”
Kadın diğer tarafa döndü ve çağrı düğmesine iki kez bastı.
Atkuyruklu hemşire bazı ilaçlarla birlikte içeri girdi.
“Hâlâ ağrın mı var? şüphesiz. Son dozun üzerinden dört saatten fazla geçti.” Hemşire yatağın
ayakucundaki çizelgeye bir şeyler çiziktirirken ortamda bir gerginlik olduğunu hissetti. “Her şey
yolunda mı?”
“Hastaya birkaç soru daha sormak istiyorum.” Anya
kadının olay olmadan önce nerede bulunduğunu ve adamın kim olduğunu (iğrenmek zorundaydı.
Polis de bu bilgiyle yola çıkabilirdi.
“Söyleyecek bir şeyim yok. Ne olur gönder onu” diye yalvardı kadın.
“Özür dilerim, ancak başka bir zaman gelmelisiniz.” Hemşire ilaç tabletlerini yatağın başucunda
bulunan masanın üzerindeki küçük kâğıt kutuya koydu. “Bunları alır almaz, sünger banyosu zamanı
gelmiş olacak.”
Anya gitmek istemiyordu. şu ana kadar ölümden kurtulmuş tek kadm oydu ve ancak büyük bir
şans eseri kurtulmayı başarmıştı. Kadın ağrıkesiciyi alınca, büyük olasılıkla daha uykulu olacaktı ve
sözlerini anlamak da zorlaşacaktı.
“Lütfen ilacını vermeden yalnızca bir dakikacık daha kalabilir miyim?”
Atkuyruklu kız tiz bir sesle keskin şekilde yanıtladı:
“Sanırım
hastamız çok açık bir şekilde sizin gitmenizi istediğini söyledi.”
Olayı büyütmenin gereği yoktu. Anya başka bir hemşire nöbe ti devraldığında ve banyo zamanı
olmadığında geri gelmeye karar verdi. Ümitleri suya düşmüş şekilde odadan çıktı. Lanet olası o
US
İdam kimdi:’ Bulmaya ne kadar da yaklaşmıştı, Neden kadım kınlatmak istemişti acaba? Hiçbir
şey anlamlı gelmiyordu. Eğer kadını kayalıklardan aşağı iten adamsa, kadın neden onun kendimi
kurtarmaya çalıştığını söylemişti? Adam diğer kadınlara da ı nı .şeyi mi yapmıştı? Acaba kadının
söylediği kurtarma, ruhunun kurtarılması anlamında mıydı?
(»darım dışına çıktığında Anya, şarap kırmızısı giysileri ve yanında küçük bir kız çocuğu olan bir
kadınla neredeyse çarpışıyordu. Kadın, yirmi üç numaralı odanın kapı aralığından içeriye dikkatle
bakarken, Anya’nın dönüp onu izlediğini fark etmedi. Daha sonra kadın ziyaretçi, alrum kapıya
yasladı. içeri girmemişti.
Anya kadının yanma geldi. “Yardımcı olabilir iniyim?”
“Bu o. Bu kesinlikle o.” Kadın kafasını kaldırmadan konuştu. “Hu Briony.”
Küçük çocuk yüzünü giysisine sakladı.
“Hastayı tanıyor musunuz?” Anya zamanlamadaki şansına inanamıyordu. “Anne? Annem
nerede?” diye bağırmaya başladı küçük kız. Kadın döndü ve asansörlere doğru hızla yürümeye
başladı. “Bekleyin” dedi Anya, kadını takip ederek. “Lütfen bir dakika bekleyin.”
Kadın hemşire bankosunun orada durdu. Kafasını öne doğru eğmiş, yere bakıyordu. “Resmini
gazetede gördüm ve onun kim olduğunu teşhis etmek için geldim. Adı Briony Lovitt. Tamam. işte bu
kadar. Georgia, şimdi gitmemiz gerekiyor.”
“Georgia çok güzel bir ad” dedi Anya, ileri doğru bir adım yaklaşarak. “Ve sen de kesinlikle çok
güzelsin. Orada kimi saklıyorsun?”
Georgia, parlak sarı benekleri olan, beyaz eldivenli, beyaz
şapkalı yumuşak yeşil bir dinozora sarılırken, ona soru soran kişiye çaktırmadan şöyle bir
baktıktan sonra yüzünü sakladı.
“Onun kim olduğunu biliyorum. ‘Wiggles’ dörtlüsündeki Dorothy değil mi?” Anya keyifle
gülümsedi. “Ben de en çok onu seviyorum.”
Küçük kız yüzünü döndü. Yaşam dolu mavi gözleri ortaya çık
mıştı. “Benim diğer annemi tanıyor musunuz?” “Emin değilim. Annenin ismi Brionymi?”
“Eskiden öyleydi. şimdi ise yalnızca Julie var” dedi küçük kız,
kadının saçma vurarak. Arka paneldeki alarm ışıkları yanıp sönü yor, hemşireler ellerinde ıslak
havlular ve sürgüler telaşla koşuş turup duruyordu.
Beyaz yazı tahtasının üzerindeki tüm hasla adlan, yirmi Uç nu maranın karşısındaki büyük
harflerle yazılı “KiMLiĞi BiLiNME YEN KADIN HASTA” yazısının yanında belirsiz
gözüküyordu.
“Adım Julie Everingham” diye konuşmaya devam etti
kadın. “Briony’yi teşhis ettiğim için gitmeden önce bir yeri imzalamanı falan gerekiyor mu?”
Gözleriyle beyaz yazı tahtasını işaret ederek ekledi: “Artık bunu değiştirebilirsiniz.”
Ses tonunda kendini sakınan, ancak ciddi bir hava vardı. Balo tipi abiye ayakkabıları ve büyük
olasılıkla Carla Zampatti tasarı mı pahalı döpiyesine bakarak çalışan bir kadın olduğu söylenebi lirdi.
Tırnakları bakımlıydı, ancak ojeli değildi. Saçı ve makyajıy sa az bakım gerektirecek biçimdeydi.
Hasta bakmadığı için tüm vardiyalarda üniforması ve saçları bozulmadan kalan başhemşire
çıkageldi. “Affedersiniz, kimliği belirsiz hastamız için aşağı kattan arayan siz miydiniz?” diye sordu
Julie’ye.
“Evet, ama sakıncası yoksa bana biraz izin verebilir misiniz?”
Başhemşire şaşırmıştı, ancak başka bir seçeneği de yoktu. “Sizin için çok zor olmalı” dedi Anya,
konuşmaya cesaret ede
rek. “Sanırım bu Briony için de zor bir durum.” “Suçlayabileceği tek kişi var, o da kendisi” dedi
Julie,
gözyaşlarını tutmakta zorlanarak. Georgia’yı bankonun üzerine yerleştirdi ve büyük siyah deri
çantasından üzerinde nakışlar olan bir mendil çıkardı. Georgia bacaklarını sallayarak gülümsedi.
Anya içgüdüsel olarak çocuk düşmesin diye onun yakınına gelmişti. “En sevdiğin şarkı hangisi?
Benimki ‘Mini Mim Bir Kuş’.” “La la la la laaa la.” Georgia, üzerinde çiçekler bulunan önlüğüyle
ritim tutarak şarkıyı söylemeye başlamıştı.
Anne olduğundan beri Anya, çocukların sevdiği bütün
şarkıla rı, oyunları ve televizyon programlarını öğrenmişti. Bu kendi oğ luyla ilişkisini daha da
yakın hale getiriyor ve diğer çocuklarla
ilişkilerinde de ona büyük bir kolaylık sağlıyordu.
Wiggles dörtlüsünün şarkıları ve dansları bütün dünyada bir numaraydı. Anya’ya göre J.K.
Rowling’in çocuk yazınında gerçekleştirdiği şeyi
Wiggles, çocuk müziği alanında gerçekleştirmişti. Georgia’yı mutlu ettikten sonra, yeniden
kadına döndü. “Eğer
zamanınız varsa çok önemli bir konuda sizinle konuşmam gere kiyor.”
Julie konuşma isteğini kabul etti ve çocuğu bankodan indirdi.
Anya, başhemşireye kısa süre içinde geri geleceklerim söyledi ve Julie’yle birlikte aynı katta
olan refakatçi odasına yöneldi.
Odaya »irdiklerinde Julle, çantasından küçük bir kutu kuru üzüm ve bir Hitap çıkararak
Georgia’ya verdi. Üçlü boş bir kanepe buldular ve ııl urdular.
“(reorğia’nın, neden Briony için ‘eskiden annemdi’ dediğini öğrenebilir miyim?”
Julie’nin yüzü duyduğu acıyı gizleyemiyordu. “Bizi terk etmeden önce öyleydi. Georgia, ikimize de
anne derdi.”
Anya bundan iki kadının eskiden birlikte yaşadıklarını anladı. Briony sevgilisinin adının baş
harfleri olan “J.E.“yi dövme olarak yaptırmıştı. “Ne kadar önce sizi terk etti?”
“Birkaç hafta önce. Yerel alışveriş merkezindeki spor
salonunt laydık. Briony arabadan bir şey alacağını söyledi. Yarım saat kadar sonra, bazı şeyleri
düşünmek istediğini ve birkaç günlüğüne uzakta olacağını bildiren bir kısa mesaj yolladı. Sanırım
arabayı bize bıraktığı için teşekkür etmeliyiz.”
“Ayrılmak isteyebileceğini size hissettirecek başka şeyler olmuş muydu?” “Hiçbir şey olmadı.”
Georgia’mn saçını eliyle taradı. “Birini iyi tanıdığınızı sanıyorsunuz.”
Anya da terk edilmişti ve bu duyguyu bilirdi. “Çocuğun
biyolojik babası hakkında soru sorabilir miyim? Onunla ilişkiniz sürüyor muydu?”
“Hayır. Bir erkek arkadaş spermini bağışladı, ancak babalık yapmak gibi bir şey istemiyordu. Bir
yıl sonra da Singapur’a gitti.”
Anya diğer olaylarla ilgüi çok bir şey söylemeden tüm konuyu öğrenmek istiyordu. “Briony’nin
yaşadığı olay tekil bir olay değil. Kendi kişisel iradesiyle ayrılmamış olabileceğini düşünüyorum.”
“Peki, ancak sonradan bana yolladığı mektupta her şeyi söyle miş. Kendine gelmiş ve başka bir
kadınla birlikte olarak günah iş lediğini fark etmiş. Yeni bir düzen kurmak ve işlediği tüm günah
lardan arınmak istiyormuş. Bu Georgia’dan ve benden ayrılmak anlamına geliyor.” Bu arada,
Georgia kitabı incelemekle meşgul
ken kadın kızm saçlarını arkadan örmüştü. “Bu çocuk nasıl olur da şeytan işi olur? Evlilik töreni
ve gebe kalmak Briony’nin fik
riydi. Çocuğu ikimiz büyüttük ve aramızdaki ilişkinin çok iyi ol duğunu sanıyordum.”
“Ya sizi kendi isteğiyle terk etmediyse? Ya kaçırıldıysa?” “Böyle olduğunu mu iddia ediyor?”
Julie kafasını iki yana
salladı. “Her zaman süslü püslü bir hikâye uydurabilirdi. Tiyatrolar kraliçesi. Bakın. Yolladığı
mektup kendi el yazısıyla yazılmış. Sonuç hep aynı. Sorduğunda kızımıza ne demem gerekir?
Kızımıza tek başıma bakmayı planlamamışım ve ekonomik olarak da her şey altüst oldu. Ayrılırken,
yalnızca kendini düşünmemesini isterdim.”
Anya kadının duygularını anlıyordu. Kadın tüm yaşam boyu birlikte olacağım düşündüğü kişi
tarafından terk edilmiş olmak tan çok incinmişti.
“Georgia’run iyiliği için onunla konuşur muydun?” dedi ve ekledi Anya? “O çok hasta ve bazı
sorularına yanıt bulmana yardım edebilir.”
“Hayır. Onunla herhangi bir şey konuşmak istemiyorum. Eri ony kendi seçimini yaptı. Avukatım
kalanını halleder.”
Julie Everingham kendine gelmişti. Takdire değer bir şekilde güçlü ve onurlu duruyordu. Yere
düşen birkaç kuru üzümü topla dı ve Georgia’nm ellerini, ağzını çantasından çıkardığı bir ıslak
mendille sildi.
“En iyisi şu hemşireyi görelim ve işin bürokratik kısmını halledelim. Sonra da seni banyo
yapmak için eve götüreyim” dedi kızına. Kitabı, oyuncağı aldı ve Georgia’nm elini tutarak odayı terk
etti.
Çıkmadan önce küçük kız eliyle Anya’ya bir öpücük yollamıştı. Küçük çocuk bir gün
ebeveynlerinden birisinin neden onu reddettiğini bilmek isteyecekti. Georgia’nm iyiliği için, Anya
yanıtları bulabilmeyi diledi.
39
Bürosuna döndüğünde Anya bir kadının dinsel nedenlerle çocuğunu ve eşini nasıl terk
edebildiğini uzun uzun düşünmeden edemedi. Briony belli ki “adamı” bir çeşit kurtarıcı olarak
görmüştü. Herhangi biri nasıl olur da bu kadar masum ve sevgi dolu bir çocuk olan Georgia’yı
reddedebilir, onu şeytanın işi olarak nitelendirebilirdi. Bu derin annelik içgüdüsüne aykırı bir
durumdu. Tarikat liderinin kim olduğunu ve kadınları, sevdikleri herkesi arkalarında bırakmaya nasıl
ikna edebildiğim merak ediyordu. Bu kişi her kimse inanılmaz bir çekiciliğe sahip olmalıydı. Briony
onun himayesindeyken ölmekten güçbela kurtulmuş olmasına rağmen, adama olan bağlılığını
yitirmemişti.
Briony dağlarda ne yapıyordu acaba? Tüm tarikatın yaşadığı yer burası olabilir miydi? Yeni
müritleri burada mı tarikata kabul ediyorlardı? Sydney’in batısmda bir tarikat belirlenmemişti, ancak
yine de Blue Mountains’ın tepeleri birçok farklı hayat yaşayan insana ev sahipliği ediyordu.
Kaçmaya çalıştıysa kazayla düşmüş olabilirdi. O zaman kadın neden adamın onun yaşamını
kurtardığını söylüyordu.
Briony Lovitt’le ilgili hiçbir şey anlamlı gelmiyordu.
Gönderdiği kısa mesaj ve mektup ayrılmak istediğini Julie’ye bildirmek içindi. Ancak eğer
kaçınldıysa herhangi biri kızm cep telefonunu kullanarak mesaj yollamış olabilirdi. Kate Farrer
mektubun neredem geldiğini bulmaya yardım edebilirdi. Bundan da Briony’nin ortadan
kaybolduktan soma nerede kaldığı hakkmda bir bilgi edinilin bilirdi.
Biri ya da birileri bir yerlerde kadınları topluyor ve onları ölüme gönderiyordu. Eğer Debbie
Finch kaçınldıysa, belki de babasını kendi iradesiyle vurmamıştı ve evde adamla oral seks yapma ya
ZOrlannUştL Anya muayene ettiği cinsel saldırıya uğrayan ve saldırı sırasında aynı şeye zorlanan
kadınları düşündü.
Anya bürosuna gelip de çantasını yere koyduğunda, Elaine’in iki yerel tarikatla ilgili aldığı
çıktıları ve erken çıkması gerektiğini bildiren notunu görmüştü. Kate’ten henüz bir ileti gelmemişti.
Buna sıkıldı ve oturup çıktıları okumaya başladı. Merkez Kurnsah’ndaki bir grup, yakm zamanda
kendi yerleşkesindeki genç kızlara cinsel taciz suçuyla polis baskınına uğramıştı. Diğer tarikatın
kendini Mesih ilan eden lideri ise, onu takip edenlerle birlikte kıyamet günü geldiğinde cennete
uçmayı istiyordu. Bilgisayarından yeni bir e-posta geldiğini büdirir bir ses
duyuldu. Fuarda geçirdikleri harika gün için teşekkür eden Vaughan’ın iletisi, onu şaşırttı. ileti
adamın yüz yüze olduklarında davrandığından daha coşkulu bir yaklaşımla yazılmıştı. Yanıtla tuşuna
bastı ve ona ilettiği makaleleri konu alan bir yanıt yazdı. iletiyi de bir soruyla bitirdi:
“Bir kadının bir tarikat tarafından kaçırılması, ardından
kadılun tarikatın öğretilerini benimsemesi ve somadan izin verildiği halde ailesini görmeyi
reddetmesi şeklinde bir davramş kalıbı hiç duymuş muydun? Özellikle tarikat üyelerinin ilk önce
kaçırıldığı durumlarla ilgileniyorum.” Yolla tuşuna tıkladı.
Ansızın, gelen kutusunda bir e-posta belirdi. Vaughan bu kadar hızlı yanıt vermiş olamazdr.
Başlığı “akciğer lifleri” olan iletiye tıkladı. Bu başlığı Anya, lifler hakkındaki sorulanm adli
doktorlar grubuna yollarken kullanmıştı. Biri lifleri tanımış olmalıydı!
E-posta Sydney’den iki saat uzakta Bowral’da yaşayan emekli
bir solunum yolları uzmanından geliyordu. iletiyi yazan kişi ken dini Dr. Felhc Rosenbaum olarak
tanıtmıştı. Geçen ay Çin’de ol
duğunu ve e-postalanna yeni baktığını söylüyordu.
Anya okuduklarına inanamadı. Doktor onun yolladığına ben
zer bir lifi yaklaşık kırk yıl önce tedavi ettiği bir hastada görmüş tü. Yanlış hatırlamıyorsa hastası
bir
ses mühendisiydi ve adam
akciğer kanserine yakalanmrştı.
Çin’e seyahat edebildiğine göre doktorun fiziksel ve zihinsel ola
rak etkin dummda olduğu açıktı. Dediğine bakılırsa hastanın dos yası hâlâ onda bulunuyordu.
Eğer görmek isterse, bir görüşme
ayarlayabilirlerdi. Mümkünse şahsen görüşmeyi yeğliyordu, çünkü az duyan kulağı nedeniyle
telefon görüşmesi yapamıyordu.
Anya, günlüğüne baktı ve görüşmenin bir sonraki gün Bow
ral’da olmasını öneren bir yanıt yolladı. Ne kadar erken görüşür se o kadar iyi olur diye
düşünmüştü.
< releri kutusunun yeniden İkaz etmesiyle ve Vaughan Hunter’ın iletisini fark etli. delen ileti onu
şaşırtmıştı, iletide yalnızca “Stockhol m serıdroınu” yazıyordu. Anya terimi belli belirsiz olarak,
yıllar öncesinde aldığı bir psikoloji dersinden anımsıyordu. Terim kuşatmalarda onu tutsak eden
kişiye âşık olan
kişileri tanımlıyordu. Bunun dışında konu hakkında aklında başka bir şey kalmamıştı. Terimi arama
motoruna yazıp arattığında yüzlerce web sitesinin olduğu bir listeyle karşılaştı.
“Lanet olsun!” Anya hayal kırıklığı içinde masanın üzerine parmaklarıyla vurdu. Oturup bu
psikiyatrik ıvır zıvın hazmetme havasında değildi. Kafasını biraz dağıtmaya ve hayal kırıklığını
üzerinden atmaya gereksinimi vardı. Yukarı katta davullara geçti; tabureyi ayarladı ve tempoyu
saydı. Birkaç dakika içinde, “Unchain My Heart” şarkısını seslendirirken, omuzlarının rahatladığını,
bacak ve kollarının ritimle bir hareket ettiğini hissetti. ilk başta şarkıyı kusursuz çalmak konusunda
endişe etmedi. Hata yaptığı yerlerde durmadı ve devam etti. Doğaçlama yaparken, her zamankinden
daha yüksek sesle ve daha uzun çaldı. “Bu da sayın yan komşu Bayan Meraklı hazretleri için.” Bunu
düşünürken gülümsedi. Yarım saat içinde seslendirdiği on şarkıdan sonra alnı ve
göğsü ter içinde kalmıştı. Bu spor yapmaktan daha rahatlatıcıydı. Bagetleri yerine koyduktan
sonra internetteki bilgilerle uğraşmak için gerekli kararlılığa sahipti artık. Üzerindeki sarsak Joe
resimli nemli tişörtüyle aşağı kattaki çalışma odası bilgisayarına doğru yöneldi.
Bu sefer arama motoruna “Stockholm sendromuyla beyin yı kama” yazdı.
Beyni yıkanan boyun eğmiş kurbanlarla ilgili bir yazıya tıkladı. Yazı savaş tutsaklarını arılatıyordu
ve fidye için kaçırılan genç bir
ingiliz kadın hakkındaydı. Kadın bulunduğunda onu rehine olarak tutan terörist örgüte katıldığı
anlaşılmıştı. Kuzey irlanda’da bir polis aracım bombalamak suçundan tutuklanmış ve avukatı rehi ne
alındrğr süreçte kadının beynmin yrkandığım öne sürerek sa vunma yapmıştı. Kadın cezaevindeyken,
kendi kaçırılma olayım yöneten adama gizüce aşk mektupları yollamaya bile çalrşrnrştr. Anya
hemen kadının hikâyesine odaklandı. “Wendy Privet”
adıyla bilgi arattığında psikiyatri dergilerinde olayla ilgili birkaç yazı buldu.
Bir yazıda kaçın! an insanların onlan kaçıranlara karşı onu öl dürmedikleri için minnet duyduğu bir
çeşit sendrom anlatılıyor
du. Tutsaklıkları sırasında kurbanlar onları lıılsak eden kimseye bağımlı oluyorlar ve bazıları bu
kişiye bir çeşit ilgi duymaya bas lıyordu. Bu durum olayla ilgili yalancı tanıklığa ya da serbest kal
diktan sonra kaçıran kişiyi savunmak için para biriktirmeye ka dar varabiliyordu.
1973’te isveç‘in Stockholm kentinde bir bankanın işgal
edilme si yaşanan bir olaydan sonra, sendroma bu ad verilmişti. Dörl banka görevlisi bankada altı
gün rehin tutulmuştu. Bu kişiler duygusal olarak kendilerini, onları tutsak eden makineli tüfekli
kişinin yerine koymuşlardı. Gerçek anlamda tehlikeli gördükleri polisten korkmuşlardı. Müdahale
olmazsa yaşamda kalacakları nı, ancak polis onları tutsak eden kişiyi tahrik ederse, şiddetin
kaçınılmaz olduğunu düşünmüşlerdi.
Görevliler, onu tutsak eden kişinin tarafını tutmuşlardı.
Bunu hiç korku duymadan ve belirli ölçüde kendi durumlarını yadsıyarak yapmışlardı. Anya
makalenin yazıcıdan çıktısını aldı ve Kate Farrer’a bizzat göstermeye karar verdi.
40
Bir sonraki akşam Kate’in dairesinde Anya yeri kaplayan kâğıtlara ve CD kaplarına basnıamaya
çalışarak yürüyordu. Kate, içinde yarısı yenmiş tako bulunan tabağı kaldırdı ve arkadaşı için
kanepede bir yer açtı.
“Başak burcundan olanların takıntı derecesinde düzenli olmaları gerekmiyor muydu?” diye sordu
Anya
“Diş perisine de inanır mısın? Uzun zamandır evde pek zaman geçirmedim” dedi Kate, mutfağa
doğru giderken. “içecek bir şey ister misin? Alkolsüz bira?”
“iyi olurdu, sağ ol.” Kate iki küçük şişe bira getirdi. şişelerin
kapağını açtı ve kapakları odanın diğer yanındaki çöp kutusuna doğru fırlattı. “Geçen hafta sonu
fuar nasıldı?” diye sordu, şişelerden birini uzatarak. Bu arada bağdaş kurup yere oturmuştu. “Çok
eğlendik. Vaughan Hunter’ın arkadaşlığı iyiydi ve Ben’le de çok iyi anlaştı.” “Elleri terleyen birine
asla güvenme. Bana sorarsan, adanı biraz fazla düzgün.” Anya birasından bir yudum aldı ve
çenesindeki damlayı yakalamak için de şişeyi kullandı.
“Senin hiç güvendiğin bir var mı?”
Kate konuyu değiştirdi. “Affedersin, mesajını aldım, sana geri dönemedim. Patron kapanmış
olaylarla zaman harcadığımı söy
leyerek bana söylendi durdu. Matthews ya da Deab olayları için daha fazla bir şey yapabileceğimi
sanmıyorum.”
“Akciğerinde aynr tipte lifler olan ve ölmüş başka bü kadın be lirledik. Kadın bir doktonnuş,
aniden ortadan kaybolmuş ve da ha sonra bir otel odasında yüksek dozda uyuşturucu almış olarak
olii bulunmuş. Kadının akciğerlerindi” dikerlerini içkilerle aynı li tin olması ve jenital bölgesinde
kıl bulunmaması yanında aynı Fatma Deab gibi, ilaca direnç gösteren herpes enfeksiyonu kap tığı da
anlaşılmış.”
Kate içkisini içerken kaşlarını kaldırdı. “Dinliyorum.”
“Dahası var. Govetts Leap’in yakınlarında, kayalıklardan düşen ve bir şekilde hayatta kalabilen
bir kadın. Bu da ilaca dirençli türde üçüncü herpes olayı oluyor ki yine çok seyrek görülebilecek bir
durum. Çocuğunu ve aynı evi paylaştığı hanım arkadaşını terk ettiği sonradan anlaşılıyor. Bir gün
ortadan kayboluyor ve yeni bir yaşam kurmak istediğini bildiren bir kısa mesaj ile bir mektup
yolluyor. Birkaç hafta sonra aslında hayatta kalması olanaksız bir düşüş sonrası bedeni paramparça
olmuş durumda bulunuyor.” “Kesin benzerlikler olduğu konusunda aynı fikirdeyim” dedi Kate, bir
an düşünerek. “Ancak daha fazlası gerek. Hayatta kalan kadın konuşabilecek durumda mı?”
Anya bunun sorun olacağını biliyordu. “Bugüne kadar konuşmayı reddetti. Hastanede kimliğini
bile söylememiş. Bana tek söylediği şey, bir adamın -bu adam kimse-onu kurtarmaya çalıştığı oldu.”
“O düşerken tutmaya mı çalışmış?”
“Öyle olduğunu sanmıyorum. Ellerinde biri onu tutmaya çalışırken olacak türden bir çizik ya da
çürük yoktu.”
“Bu durumda ilk akla gelen soru: kayalıkta ne işi varmış?”
“Bilmiyorum.” Anya içkisinden büyük bir yudum aldı ve ağzım sildi. “Fatma’da ve doktorda
bulunan virüsle aynı tipte olup olmadığını belirleyebilmek için kadında bulunan herpes virüsü
laboratuvarda test ediliyor.”
“Dur biraz. Diğer iki kadının Fatma Deab’le cinsel ilişkiye girdiğini mi söylüyorsun? Bu olay
gittikçe daha hastalıklı bir hal alıyor.”
“Hayır. Bu kadınların aynı adamla cinsel ilişkiye girmiş olabile
ceğini söylüyorum. Bir dizi insana aynı virüs tipinin bulaşması olasılık dahilinde bir durum.”
“Bu bazı alarm zillerinin çalmasına yol açacaktır. Aynı adam, iki ölü ve neredeyse ölmüş bir
kadın. Bunu (“iare Matthews’le ya |da Debbie Finch’le ilişkilendirebilirsen,
ölümlerin yeniden soruşturulmasını sağlamak için elimizde daha çok şey olur.”
Anya şişenin üzerindeki buğuda parmağını gezdirdi.
“Tarikat
larla ilgili yazılar okuyorum.”
Kate gözlerini bayıltarak, “işte şimdi uçmuş gibi konuşmaya başladın” dedi.
“Dinle beni. Kadınlar eğer kendi iradeleriyle; ya da zorla bir tarikata katlldllarsa, bu en azından,
kurtulan kadının kendisini kurtarmak islediğini öne sürdüğü herifi neden koruduğunu açıklayabilir.
Tarikatın başındaki kişi genellikle kadın takipçileriyle birlikte; olur. Bunun amacı onları kendi
genleriyle döllemek ve
müritlerin grup içindeki yerlerini belirlemektir. Belki de kayboldukları el önemde; tarikat
yerleşkesinde yaşamışlardı ve bu liflere burada maruz kalmışlarelı. Bu işin içinde bir tarikat olması
önemli bir olasılık.” “Tarikatlarla ilgili lanet bir varsayımı başkomisere anlatamam. Bize daha somut
bir şey gerek. Kadım diğer kadınlarla üişkilendirebilecek fiziksel bir kanıt. Kayalıklardan düşen şu
kadınla başlasam ne dersin?” Kate odanın karşı tarafına geçip telefonun yanıneian bir defter ve bir
kalem aldı. “Kadının adı ne ve şimdi nereele?”
Anya duraksadı. “Bunu sana söyleyemem.”
“şaka yapıyor olmalısın. Kadının adı ne?”
“Ciddiyim Kate. Gizlilik ilkesini çiğneyemem. Kadının gizliliğini korumak zorundayım.”
Dedektif ayağa kalktı. “Siz doktorların işinize geldiğinde
sığındığınız lanet olası bir sürü ilkeniz var. Çocuklara (tinsel tacizde bulunanların adını verirken
ya da Yol ve Trafik Komitesi’ne birinin araba kullanmak için uygım olmadığım bildirirken bir sorun
yok. Peki bu gizlilik saçmalığının nedeni ne şimdi?”
“Bu farklı bir durum ve sen de bunu büiyorsun.” Anya,
bunun arkadaşının söylediği kadar düz bir mantığı olmadığını düşünüyordu. “Yasal olarak çocuk
tacizini ve kendilerinin yanında başkaları için de tehlikeli olabilecek kişileri bildirme
zorunluluğumuz var.” “Lanet olası bir kayalıktan düşen kişiler hangi gruba giriyor?
Neden onu dışarı bırakıp aynı şeyi bir daha yapıp yapmayacağını düşünmüyorsun? Gördün mü,
kendi için ne; kadar tehlikeli biri.”
Anya şişesini eski bir Polis Dergisi’nin üzerine koydu. şu an
Kate’e karşı bu tartışmayı duygularıyla kazanmasının bir yolu yoktu. O da mantığını kullanmayı
denedi.
“Belki de Clare ile Debbie’nin aynı adamla bir ilişkisi olduğunu kanıtlamanın bir yolu var.”
Kate şüpheli bir şekilde, elleri kalçalarının üzerinde durdu.
“Dinle beni. Clare Matthews’in ölümü başlangıçta kulaklarm daki çizikler nedeniyle şüpheli bir
ölüm olarak ele alınmıştı.”
“Evet, ben de çağrümıştım, ancak sonradan yanlış yol olduğu düşünüldü.”
“BiT ölümün şüpheli olduğu düşünüldüğünde, örneklere I urun cu birer flüorışıl etiket yapıştırılır
ve bütün örnekler saklanır. Sıradan olaylarda olduğu gibi bu örnekler atılmaz.”
Kate kollarını birbirine kavuşturdu. “Ee?..”
“Kadın hamileydi ve eğer Peter Latham’ı tanıyorsam, mutlaka dölütten bir örnek alınmasını
istemiştir. Bu örneğe de turuncu etiket yapıştırılmıştır ve kimse turuncu renkli etiketi olan bir örneği
atmaya cesaret edemez. Bu dölütteki DNA ile Debbie; Finch’in boğazmda bulunan spermin
DNA’sını karşılaştırabileceğinüz anlamına geliyor. ikisi birbirini tutarsa ilginç bir fiziksel kanıtın
olur.”
“Peki, bunu ayarlayabilirim. Daha sonra da sıra tanığa gelir. Debbie ile Clare, ikisi de aynı
adamla ilişkiye girdilerse ve biz de bunu kanıtlayabilirsek, tarikat hikâyesini unut. Bu bir seri katilin
peşinde olduğumuz anlamına gelir. En sonunda hata yapmış bir seri katil.”
Bir sonraki sabah Anya, Dr. Rosenbaum’un evinin kapısını çalmıştı. Ev, Hume otobanmdaki
Bowral çıkışından beş kilometre uzaktaydı. Kayıtlardaki en uzun kuraklık döneminden sonra yağan
son yağmurlar, otlak alanının yeşile dönmesine yol açmış, bu yerin sıcak, insanı hoş karşılayan bir
yer olmasmı sağlamıştı. Anya şehirdeki bir dükkâna uğramış ve sabah çayı için biraz marmelat, erik
reçeli ve köy ekmeği almıştı. Saçı dökülmüş, hafif kambur bir adam iki kanadı yeşil ve
kırmızı cam panellerle çevrili meşe ön kapıyı açtı. Camlar büyük olasılıkla aynı evin kendisi gibi
XIX. yüzyıldan kalmış olmalıydı. Felbc Rosenbaum bir elini gri hırkasının cebine sokmuştu. Diğer
eliyle Anya’yı girişe yönlendirdi. Evin özenle yapılmış girişine, satranç tahtası deseninde siyah
beyaz karolar
döşenmişti. Gün ışığı evdeki birkaç modern aksesuardan biri olan çatıdaki pencereden içeriyi
aydınlatıyordu. “Çok güzel bir eviniz var” dedi Anya, adama ekmeği ve
kahvaltılıkları uzatarak. Bu davranış karşısında adam gerçekten de ezilmiş gözüktü. “Gelmeniz
yeterliydi. Gerçekten.”
Anya uzun ceketini çıkardı ve kanepenin üzerine koydu.
“Bu
kadar yüksek tavanlarla, kışın burayı ısıtmayı nasıl başarıyorsu nuz?” diye sordu.
“Eşimin ölümünden beri, daha çok mutfakta zaman geçiriyo
rum. Orası öğleden sonra güneş alır. Oradaki odun sobası iyi iş görüyor.”
Eşinden söz ederken sanki adamın omuzlan biraz düşmüş gi biydi.
Adam cumbalı oturma odasına geçmek için kayan cam kapıyı
açtığında Anya, sıcaklığın an as on derece düftttğûnü hissetti. Cumbanın önünde gerçek
boyutlarında bir arp vardı.
Anya müzik aletinin heybetine korkuyla karışık bir saygıyla baktı. Birçok insan için olduğu gibi
Anya için de arpın neredeyse efsanevi bir havası vardı. Dokunma isteğine karşı durabilmek için
ellerini arkadan bağladı.
“Siz de çalıyor musunuz?” diye sordu Felix. “Hayır” dedi Anya, “ben yalnızca çalanları zevkle
dinliyorum. Ana kolondaki altın süslemeler harika”
“Eşim de öyle düşünüyordu. Bilirsiniz işte, eskiden o çalıyordu. O arp çalışırken burada saatlerce
oturabilirdim. şunu da belirteyim, ara sıra da uykuya dalmaya eğilimli olurdum. Özellikle de acil
çağrılarla yoğun geçen günlerde. Doğal olarak bunu kendisine her zaman bir hakaret olarak görürdü,
ancak ben de onu, müziği çok rahatlatıcı olduğu için uykuya dalmamın aslında müziğine bir övgü
olduğunu söyleyerek yatıştınrdım.”
Anya gülümsedi. Bu adam ona çok şey öğrendiği kıdemli
doktorları hatırlatıyordu. Konuyla ilgili öyküler anlatmakta usta ve yaşanılan emekli olamadan
dul bıraktıklan eşlerine adanmış yaşlı doktorlan.
Doktor müzik aletinin önüne oturdu ve sanki bir nesneye
değil de eşinin kendisine dokunurmuş gibi büyük bir şefkatle elini üzerine koydu.
“Bu arp Bayan Joan Sutherland’m çıktığı bir turnede kullanıldı. Yirmi yıl kadar önce Arp
Derneği’nden almıştım. Doğal olarak tamir ettirdim. Ancak ne yazık ki sıcaklık değişimleri telleri
harap ediyor. Sevgili Eva harpın çalınması gerektiğini yoksa ruhunun ve sesinin çürüyeceğini
söylerdi.” Arpı bıraktı ve hırkasının koluyla aletin gövdesindeki tozların bir kısmını sildi. “Belki de
duygusal bir aptalım, ancak bunu satmak ya da vermek fikrine dayanamıyorum. şimdi” dedi, biraz
toparlanarak, “sizin ilgilendiğiniz vakaya gelirsek.”
Dr. Rosenbaum diğer bir kayan cam kapıyı açtı. Bu seferki kapı antikalarla dolu bir yemek
odasına açılmıştı. Kitap ve kâğıtlardan oluşan bir yığının altında kaybolmuş bir masanın altına girmiş
sandalyeyi Anya için çıkardı. Kendisi de Anya’nın yanma oturdu ve rengi solmuş bir zarf çıkararak
açtı. Zarfın içinde üzerinde takıntılı bir şekilde düzgün bir el yazısıyla bir şeyler yazılmış bir dizi
kart ve bazı yazışmalann kopyalan vardı.
“Bu adam bana kilo kaybı ve nefes darlığı şikayetiyle 1957’degeldi. Phil Abbott. Hoş biriydi.
Onu anımsıyorum, çünkü kendisi
orçek bir müzik tutkunuydu. Röntgende, kireçlenme ve göğüs Hu mda kalınlaşma gözüküyordu.
E-postaylayolladığım görüntülen aldığınızı umuyorum.” “Evet. Oldukça netliler.” Sararmış bantla
onarılmış bir paketten dikkatle bir röntgen filim çıkardı, ziyaretçisine uzattı ve ışıkları yakmak için
kapıya doğru yöneldi.
Anya röntgeni ışık kaynağına doğru tuttu. Akciğer çeperinde görünen beyaz noktalar, kanserde
karşılaşılan kalsiyum kalıntılarıyla uyuşuyordu. Anya hastanın akciğerlerinin büyük olduğunu w
diyaframının da yassı gözüktüğünü gördü. Bu durum aşın şişkinlik durumunu akla getiriyordu.
Adamda aynı zamanda organlar arasında hava birikmesi anlamına gelen amfizem belirtileri de
görülüyordu. Bu tip vakalarda sigara içenlerde görülen asbest kaynaklı hastalıklar sigara içmeyen
hastalara göre daha tehlikeli oluyordu. “Sigara içiyor muydu?”
“içmiyordu. Ailesinden kimse de içmezmiş. Bu o zaman
da sıra dışı bir durumdu. Bu vakanın aklımda bu kadar uzun süre kalmasının bir nedeni de bu.”
Dr. Rosenbaum ışığı kapattı.
“Doğaldır ki o zamanlar daha bilgisayarlı tomografi bulunmamıştı. Bedenin beyin dışındaki bir
yerinde oluşan yumuşak doku Urlarım belirleyebilmek için yapabileceğimiz çok bir şey yoktu.
Beyindeki urları da ancak bel ponksiyonu yaparak hava enjekte ettikten soma bir engelleme ya da
hava sıkışması olup olmadığını görmek üzere beynin röntgenini çekerek teşhis edebiliyorduk.”
Masanın arka tarafındaki bir sandalyeye oturdu ve geçen yüzyıla ait radyolojiyle ilgili yöntemleri
gösteren bir kitap açtı. Sözünü etliği yönteme ilişkin bir resim buldu ve kitabı Anya’ya uzattı. “Bizim
döne-mimizin ünlü bestecisi George Gershwin’in ölümü de işte bu şekilde oldu. Başının ağndığinı ve
piyano çaldığında yanmış lastik kokusu duyduğunu biliyor muydun? 37’lerde insanlar onun
depresyonda ya da deli olduğunu düşünüyordu. Bugünse bunun ön loplardaki hastalığın klasik
belirtileri olduğunu biliyoruz. Ama tabii ki bu bilgisayarlı tomografi ve MR sayesinde. 0 zamanlar
ona bel ponksiyonu yapmışlar, ancak bu da zavallı adamcağızın baş ağrılarının zaman içinde
daha da artmasına yol açmış.”
Anya konuyla ilgili öyküler dinlemeyi severdi, ancak bu bü tün sorularına yanıt alabilmek için
epey bir zaman harcayacağı anlamına geliyordu: Doktor hemen hemen kimsenin durup din lemek
istemediği bir dünyada hoşa gitmeyen bir bilgi ve öykü .!’.(>
anlatım yeteneği bileşimine sahipti. “Lütfen bana hastanızın işiyle ilgili anımsadıklarınızı
anlatabi . ; misiniz?”
“Ah, adam kuzeniyle birlikte AYK’de ses mühendisiydi.
AYK, Avustralya Yayıncılık Kurulu anlamına geliyordu. Tabii ki şimdi bu işi bir şirket
yürütüyor.
Phil, Sydney Senfoni Orkestrası‘nın ses dengesini ayarlardı. Görüyorsunuz anımsıyorum, çünkü
ağabeyim AYK’de konser yönetiyordu ve bize de büet getirirdi.”
“Ses dengesini ayarlamak ne demek?”
“Ses mühendisinin görevi her bir müzik aletinin sesini tüm orkestrayı bastırmayacak şekilde
ayarlamaktı. Bu bir VU metre kullanmayı gerektirir ki üzerinde bir ibre olan küçük bir kutudur. Bir
pil ölçüm aygıtına benzediği söylenebilir aslında. Yalnızca bu alet gerilimi değil ses yoğunluğunu
ölçer. Bu aygıt yardımıyla çeşitli tipteki mikrofonu orkestra müzisyenlerinin bulunduğu yere göre
kusursuz bir şeküde yerleştirebiliyordu. Bugünlerde oda büyüklüğünde elektronik mikserler
kullanıyorlar ama sanırım yine de sesler o zamankinden daha iyi gelmiyor.” Sarkaçlı duvar saati, on
kez ahenkli bir sesle çaldı. Felbc pantolonundan bir üaç kutusu çıkardı ve kutudan çıkardığı tableti
çiğnemeye başladı. “Adamın soluduğu liflerin nereden geldiğiyle ilgili bir fikriniz var mı?”
“Bir ara uğraştığı hoparlörlerden gelmiş olabileceğini düşün müştüm. Bir elektrogitar
amplifikatörü üzerinde çalışıyordu ve
bunu mükemmelleştirmek onda bir tutku haline gelmişti. Bu tut kusu ona eşinden ayrılmasına
mal olmuştu, belki yaşamına da mal olmuş olabilir.”
“Liflerin olası bir kaynağı olarak amplifikatörleri tetkik ettiniz mi?”
“Hayır. Cenazeden sonra eski eşi her şeyi yaktı. Sanırım küçük
bir kızları vardı. Yanlış anımsamıyorsam kızın adı Meggie’ydi. Ak
ciğer filmlerini saklıyorum ve eğer isterseniz geri getirmek şartıy la onları alabilirsiniz.”
“Teşekkür ederim. Belirli sayıda kadının otopsisinde bu liflere rastladık ve kaynağını belirlemeye
çalışıyoruz.”
“Dilerim belirlersiniz. Bizim ümitsizce engellemeye çalıştığı mız kötü sondan adamcağız da
kaçamamıştı.”
Anya, Dr. Rosenbaum’un kayıtlarından bazı aynntüarı not etti.
Felix ayağa kalktı ve iki elini sıvazlayarak, “şimdi, sabah çayı için, bana katılma zevkini
bağışlarsan...”
dedi.
“Yalnızca I>ir bardak. Sonra gitmeni gerekiyor” diyerek gülümsedi Anya. ()ğle yemeğinden önce
gitmeyi başarırsa şanslı sayılacağını düşündü. Tabii ki adam bugünün bazı sırlarını açıklayabilecek
eski dönemler ve çoktan ölmüş kişilerle ilgili başka öykülerle onu eğlendirmeden değil.
“Çaydanlığı ocağa koymadan, kızın tam adım az ihtimal de olsa anımsıyor musunuz?”
“Nasıl olduklarını adlarıyla sorabilmek için aile bireylerinin adlarını not alırdım. Bu onlarla da
görüştüğümde daha özel bir ilişki sağlardı.” Adam hasta kartlarını karıştırdı ve bir kartın köşesine
çiziktirilmiş daire içerisine aldığı bir yazının ne olduğunu çözdü.
“işte bu. Kızma Meggie diyordu ama evet, kızın ismi adı Lucinda Margaret’ti.”
“Peki, adresi var mı?”
“Yetmiş iki Lennox Crescent, Pennant Tepesi.”
42
Anya hastane çiçekçisinin önünde durdu. Gerberalar, karanfiller, güller ve Anya’nın en sevdiği
çiçek olan süsenlerden oluşan karışık demetler bir dizi beyaz kovanın içine konmuştu. Bir sehpanın
üzerinde kırmızı ve sarının ana renkler olduğu tüm durumlara uygun çiçek düzenlemeleri duruyordu.
Küçük dükkânda, genç bir kız kocaman beyaz bir buketin etrafına eflatun rengi bir kurdele
doluyordu.
“Merhaba, merak ettiğim bir iki konuda bana yardım edebilirseniz sevineceğim. Ben Dr.
Crichton, üçüncü kattaki yirmi üç numaralı odada sizin yolladığınız harika çiçeklerden gördüm.
Onlar sizin tasarımınız mıydı yoksa nasıl olmaları gerektiğini söyleyen onları sipariş eden kişi mi?”
Genç kız bir süre düşündü. “Yirmi üç numaralı oda. O
hasta için her gün yeni bir buket hazırlıyoruz. Birisi onu etkilemek için ne mümkünse yapıyor
sanırım. Nasü olacağını bana bırakıyor, ancak özel ve değişik bir şey olmasını istiyor.” “iyi bir adam
olmalı.”
“Onunla yalnızca telefonda görüştüm. Ancak çok romantik birine benziyor ve çok da zeki biri”
derken kız neredeyse kı kırdayacaktı, ancak içinden gelen isteği son anda bastırdı.
Ne var ki, Anya’nın romantizmden anladığı şeyler, adam kaçırma, beyin yıkama ve cinayet
değildi. “Demek istediğin, adam ne sipariş ettiğini bile görmüyor mu?”
“Hayır, dediğine göre çiçekleri görmüş ve çok beğenmiş.
Sizin
için yapabileceğim başka ne vardı?” diye sordu kız, elindeki bu keti tezgâhın üzerine, kenara
doğru koyarken.
“Çiçekleri yollayan adamın yerini belirlemeye çalışıyorum.”
Anya iyi bir yalancı olmadığını biliyordu, ancak yine de denedi.
“Yani, adamın ciddi bit tıbbi »orunu olduğunun Farkında olmadan ı lıal’la dolaşıyor olmasından
endişe ediyorum.”
“Aman Tanrım! Bu çok kötü.”
Anya kızın duygularıyla oynadığı için kendini suçlu hissetti,
ancak ona daha fazla bilgi gerekiyordu. “Adamın kurtulabilmesi için son şans sen olabilirsin.”
Kız üzerine “Taylah” yazan Idnuik kartının iğnelendiği çiçekli önlüğünü çekeledi. “Müşterilerimizle
ilgili bilgi veremeyiz.”
“Bunu anlıyorum ve gizliliğe verdiğiniz öneme saygı duyuyorum, insanlar sevgililer gününde her
çiçeğin kimden geldiğini bilseler nasıl bir karmaşa olurdu kim bilir?”
“Bu doğru” dedi Taylah ve gülümsedi. “Siz bunu çok iyi anlıyorsunuz.” “Ancak bu durumda, bu
kişiyi bulmam gerçekten önemli. şu an kendisi hasta olabilir.”
“Ah, keşke yardım edebilsem” dedi fısıldayarak, dükkânın
önünden bir adam geçerken. “Ancak tüm siparişleri telefonla veriyor ve tek gördüğüm, iç
postayla gelen içine para konmuş bir zaıf. Son yolladığı para iki haftahk çiçek için yeterli
miktardaydı.”
“Zarf hâlâ sende olabilir nü?” Anya çok az bir olasılıkla da olsa bir şeyler bulabileceğini
düşünmüştü. Taylah kafasını iki yana salladı.
“Seni hastanenin içinden mi arıyordu?”
“Bilmiyorum.”
Anya bilginin kırıntısını bile kaçırmak istemeyerek sordu: “Telefon dışarıdan arandığında iki kez
çalar. Eğer hastane içinden aranıyorsa yalnızca bir kez çalar.”
Anya yanıt beklediğini belli eder şekilde başını eğdi.
“Düşününce, evet, siz haklısınız. Farklı çalıyor. Annem ne zaman işten arasa hep iki kez çalıyor.
Adam belli ki hastaneden aramıyordu.”
Bu “adam” kimse dışarıdan arıyordu, ancak parayı göndermek
için iç postayı kullanıyordu. şu ana kadar bunun anlamı adamın belki de orada çalışan biri
olduğuydu. Bir olasılık adam orada
vardiyalı olarak çalışıyor ve dükkânın açık olduğu saatlerde de dışarıdan telefonla arıyordu.
Ancak yine de hastanede çalışmıyor olma olasılığı vardı.
“iç postanın nereden geldiğiyle ilgili bir fikrin var mı?” Taylah dükkânın önüne gelen adamdan
gözünü ayırmayarak,
“Herhangi bir yerden olabilir” dedi. “Girişte ve tüm bölümlerde büyük posta kutuları vardır.
Postalar toplanır, ayrılır ve dağıtılır.
Her gün yığınla posta.”
Çok güzel, diye düşündü Aııyu. Yine dene. “Telefon aramaları size doğrudan mı geliyor yoksa
sanlı ala mı bağlısınız?” “Geçmişte hattımızla ilgili sorunlar yaşadık, bu yüzden bir sü redir
santraldan bağlanıyoruz.”
Anya telefon kayıtlarını kontrol etmenin bir yolu olmadığını bi liyordu. Hastanelerdeki santrallar
Batı Bölgesi’nin tümü kadar yoğun olurdu ve günde binlerce konuşma bağlanırdı.
“Bir ad vermiş miydi?”
“Hayır, ancak sanırım bana adımla hitap ediyordu, çünkü tele fona yanıt verdiğimde adum
söylüyorum.”
Adam kapıdan bir kutu kırmrzr karanfil alarak dükkâna girdi.
“Affedersiniz, yardımcı olabüir miyim efendim? Çok güzeller. Öyle değil mi?”
Adam cüzdanını açtığında, karşılıklı jestler sürerken Anya izin istedi. Tezgâhın üzerine kartını
bıraktı ve Taylah’tan adam yine aradığında kendisine haber vermesini istedi.
“Umanın iyileşir” dedi çiçekçi kız, kartı önlüğünün cebine koyarken.
Ne nedenle olursa olsun, durum oldukça açıktı. Gizemli adanı bulunmak istemiyordu ve bir sır
olarak kalmayı da iyi biliyordu. ı3u durum adamr daha da sinir bozucu yapıyordu.
Anya kafeteryaya uğrayarak bir vejetaryen Türk pidesi aldı
ve asansörle üçüncü kata çıktı. Yirmi üç numaralı odanın yan aralrk kapısından içeri girdi.
Briony Lovitt gözlerim tavana kilitlemiş gibiydi. “Ben Dr. Crichton. Biraz konuşabilir miyiz?”
Hiçbir yanıt gelmedi.
“Açsındır diye sana doğru dürüst yiyecek bir şeyler aldrm.”
Briony yiyeceğe şöyle bir baktr ve soma yine bakışlarım kaçırdı.
“Yemek istersen, bunu yanına koyuyorum” dedi Anya.
“Benden ne istiyorsun?”
Anya biraz daha yaklaştı. “Çok kötü günler geçirdin ve ben de yardım etmek istiyorum.” “Senin
yardımına ihtiyacım
yok.” “En azından bir şeyler ye. Bazı acılara engel olunamaz.
Ama biri sana rahatlaman için hastane yemeğinden başka bir şey sunu
yorsa” öne doğru eğildi, “Tanrı aşkına lütfen reddetme.” Briony gözlerini yavaşça barış teklifinin
konusu olan yiyece
ğe doğnı çevirdi. Bir eliyle pidenin yarısını aldı ve diğer eliyle de küçük bir parçasını kopardı.
Pidenin görüntüsünün ve koku .’.imim indi m çıkarıyor gibiydi.
“Kendini rıa.sıl hissediyorsun?” diye sordu Arıya.
“Nasıl hissetmeliyim? Sırtüstü yapışıp kalmış, kötüriim bir şekilde ve saçma sapan sorulara yanıt
vermek zorundayken. Herkes kendi havasında bir şeyler söylerken sen kendini nasıl hissederdin?
Hemşireler, ezberledikleri sözleri söyleyip duruyorlar. Benim, ne olursa olsun neşeli olmamı
istiyorlar.
Tıpkı lanet Pollyanna gibi. Bu anca Disneyland’da olur. Ancak orada kötüriim biri yeniden
yürüyebilir.” Kadın gözlerini kaçırdı. “Bundan başka bir de ses etmeyen hemşireler var. Bana
acıyarak bakıyorlar.
‘Zavallı kadın, aman söylediklerimizi duyup da üzülmesin.’ Hangisi daha kötü bilmiyorum. Ben
burada kısılıp kalmışken, onların hepsi tıpış tıpış evlerine gidiyorlar.”
Anya yatağın etrafındaki perdeyi çekti ve Briony’yi
gözlerinin içine bakmaya zorladı. Danışman olarak konuşmakta hiç de iyi sayılmazdı, çoğunlukla
ya tıbbi bilgi vermeyi tercih eder ya da sessiz kalırdı. Bu kadının neler yaşadığını, ne hissettiğini
hayal bile edemiyordu ve o da sanki anhyormuş gibi davranmadı.
“Acildeki doktor senin yeniden yürüyemeyeceğini düşünmüş olabilir, ancak seninle ilgili
raporlara baktım. Testler omuriliğinin yüzde doksan olasılıkla iyileşeceğini, bacaklarını zaman
içinde hissedeceğini ve hareket ettirebileceğini gösteriyor. Düşme nedeniyle omuriliğin bir darbe
almış ve iyileşme süresini söyleyebilmek için şişliğin inmesini beklemek gerekiyor.”
“Keskin ani ağrılarım oluyor ama bunu çok da dert etmiyorum.” Briony pideden bir ısırık aldı.
“Geçen gün Georgia’yı gördüm.”
Briony buz kesildi ve lokması ağzında yarım kaldı.
“Gördüğüm en güzel çocuk.” Anya kadının tepki verip verme diğine bakıyordu. Herhangi bir
tepki. “Benim uzakta olmam onun için daha iyi.” Kızın annesi yüzünü kaçırmıştı.
“Buna gerçekten inanıyor olamazsın. Haksız mıyım?”
Kapı açıldı ve cila makinesinin homurtusu daha yakından du
yuldu. Temizlik görevlisi hastanın mahremiyet sınırını aşarak ma kineyi perdenin altına doğru
dolandırmıştı. Stajyer doktorluk
yaptığı yıllarda Anya birçok kereler perdeler çekili olduğunda temiz
lik görevlilerinin daha sonra gelmeleri gerektiğiyle ilgili olarak gö revlilerle tartışmıştı.
Çoğunlukla, “Hepimizin yapacak işleri var.
Sizinki herhangi başka birinin işinden daha önemli değil” gibi kar şılıklar alırdı. Hastanelerin
görevinin hastalara bakmak olduğu gerçeğini görevlilerin unutması sık rastlanan bir durumdu.
“Benim hakkımda hiçbir şey bilmiyorsun.”
Anya bir sandalyeyi yatağın yakınma çekerek oturdu. “Haklı sın. Sen benim için bir yabancısın
ama bir annenin neler hissetti ğini bilirim. Benim de aynı yaşlarda bir oğlum var ve çocuğundan ayrı
kalmak insana acı verir. Onlar için insan ölebilir bile.”
“işte bu yüzden ondan uzak olmam onun için daha iyi.”
Kadım daha fazla sıkmamak için Anya, sürahiden plastik bir bardağa su doldurdu ve ona uzattı.
Briony’nin güvenini kazan mak zaman alacaktı. Fazla bir şey söylememişti, ancak en azın dan
konuşmaya başlamıştı. Tıp ilmi insanların neyi söyledikleri ni değil neyi söylemediklerini anlamakla
yükümlüydü.
“Taburcu olduktan sonra nereye gideceğini düşündün mü?” Briony sudan bir yudum aldı ve-
onunla konuşan kişiyi duymaz dan geldi.
“Hastaneye geldiğinde belirlenen herpes enfeksiyonu bir hayli ileri derecede. Daha önce de bu
enfeksiyonu yaşamış olma ihtimalin var mı?”
“Bütün bunlar onunla mı ilgili?” Briony neredeyse suyu döküyordu. “Julie’nin endişelenmesine
gerek yok. Bunun onunla bir ilgisi bulunmuyor.”
“Benim görevim cinsel temasla virüs kapma olasılığı bulunan herkesi uyarmak. Bunun çok özel
bir şey olduğunu biliyorum, ancak salgını önlemeye çalışmak bu tip durumlarda uygulanan genel bir
yaklaşım. Sende rastlanan herpes Haçlara karşı direnç gösteren türde ve tedavi edilmesi de epeyce
zor.”
Briony yanıt vermedi.
Anya risk almaya karar verdi. “Sana benzer durumda olan diğer kadınlar da seninle aynı tipteki
bu enfeksiyonu taşıyorlardı. Ancak onlann hepsini polis ölü olarak buldu. Sana bunu sormalıyım:
cinsel tacize maruz kaldın mı?”
Briony gözlerini kapadı. “Hayır. Yani karşı koymadım, eğer de
mek istediğin buysa. şimdi mutlu musun?” “Seni yargılamıyorum. Lütfen bunu anla.”
Elinde kâğıtlar olan güler yüzlü bir kadın kapıyı tıklattı ve ka fasını perdeden içeri uzattı.
“TV kiralama. TV’nizi bağlamamı ister misiniz?” Briony kadına buz gibi bir bakış fırlattı. “Beni
yalnız bırakın!”
“Peki, eğer fikrini değiştirirsen yarın da gelebilirim.” Kadın gözlerini bayılttı ve oradan ayrıldı.
Mahremiyet aç IMIK lan bu «la aykırı bir hareketti.
“I »ıışüşünüıı bir kaza olmadığını düşünüyorum” dedi Anya.
Briony yalak örtüsünü ellerinin içinde sıkarak, “Hâlâ anlamıyorsun, değil ini?” dedi.
“O zaman anlat bana” diye yalvardı Anya “Anlamama yardım et.”
Uzun bir sessizlikten soma Briony konuşmaya başladı: “Dışa rıda bir gezinti için beni dağa
götürdü. Dağın kimsenin
bizi göremeyeceği gözlerden uzak bir yer olduğunu söyledi. Soma birdenbire değişti, en başta
olduğu gibi. Onu böyle deliye döndürecek ne yaptım bilmiyorum. Sanki bütün yüzü farklüaşmış
gibiydi, ti özleri kararmıştı ve gözlerinden müthiş bir nefret okunuyordu. Ne yapacağımı bilemedim.
Her şeyi eski haüne döndürmeye
çalıştım, ancak böyle davranmam onu daha da delirtti. Dehşet içinde kaçmaya çalıştım ki bunu
asla yapmayacağıma ona söz vermiştim.”
“Soma ne oldu?” diye sordu Anya, neredeyse fısıltıyla. “Bir kayanın üzerinden aşağı kaydım ve
küçük
bir
çıkıntının üzerine düştüm. Tek yapabildiğim başımın
üzerindeki bir dala tutunmak olmuştu. Bana yardım etmesi için yalvardım ama o ben sanki zavallı
bir hayvanmışım gibi baktı durdu. Elimin kaydığını hissediyordum. Dondurucu bir soğuk vardı. Ona
yalvarmaya devam ettim ama o yalnızca orada durup bana bakıyordu.
Sonra bana seçim yapma zamanının geldiğini söyledi.
Bunu kendime ben yaptım, sevgilimi aldattım, inandığımı sandığım her şeyi yok ettim.
Bir çocuğum olmasını hak etmemiştim. Onun yaşantısında benim gibi açması zavallı birine ihtiyacı
yok.” Briony konudan uzaklaşmış görünüyordu.Gitgide manavdan alacağı şeylerden söz eder gibi bir
hale girdi.
“O haklıydı. Dediği her şey doğruydu. Öldüğümde kızımın be nim yokluğumda daha mutlu
olacağım söylemişti. Onu terk eden
annesiyle yüzleşmek zorunda kalmayacağını ve reddedilmenin
üzüntüsünü çekmeyeceğim söylemişti. Onunla değil, başkasıyla da gidebilirdim. şimdi ölsem,
Georgia beni anımsamaz. Böylelik le daha az acı çeker.”
Çarşafı sıkıca parmağının etrafına dolamıştı. Parmak ucu önce koyu kırmızı oldu sonra morardı.
“Sonra beni yukarı çekmek için
elini uzattı. Bütün bunları söyledikten sonra.” “Dediklerinin hiçbiri doğru değildi” dedi Anya
kelimelerin üze
rine basarak. “Yalan söylüyordu. Bu acımasız,
hastalıklı bir
oyun.”
Briony derin bir nefes aldı ve yüzünü buruşturdu. “O haklıydı.
Georgia benim hakkımda hiçbir şey bilmese daha iyi. Onu hayal kırıklığına uğrattım. Ya
Julie’yi? Geldiğinde dışarıda sesini duy dıırn. Julie affetmez beni. Asla. Pel i geriye neyim kaldı ki?
işime devam edemem. Sağlık, sağlığım da kötü. Hiçbir şey.”
Kadın ağlamaya başladı. Gözyaşları artarak devam etti. Hün gür hüngür ağlıyordu. Anya
hemşireyi çağırmayı düşündü, emin olamadı ve en sonunda elini Briony’nin alnına koydu. Zavallı ka
dınm alnını hafifçe sıvazlayarak sessizce oturdu. Kadın yoğun bir travma yaşıyordu. Ancak cinsel
yönüyle bu olayın içinde kendi isteğiyle yer aldığını söylemişti. Bir süre soma gözyaşları azaldı.
“Bunu sana sormak zorundayım. O, kim?”
“Bilmiyorum. Adım bile bilmiyorum.”
Anya kadının elini de tuttu. “Peki, nerede yaşıyor?” “Bümiyorum. Bunun bir sürpriz olduğunu
söyledi ve gözlerimi bağladı.”
Anya, Briony’nin yüzünü yatağın yanındaki bir el havlusuyla sildi. “Seninle akü oyunları
oynamış. Bunu yaptığı tek kişi sen değilsin.” Sözlerinin ne kadar duygusuz geldiğini fark etti ancak
konuşmaya devam etti: “Onunla birlikteyken başka biriyle karşüaştın mı?”
“Hayır, bir gün beni diğerleriyle tanıştıracağını söyledi.”
Diğerleri? Anya adamın bir topluluğun içinde mi bulunduğunu merak etti. Yoksa bu kadınları
yönlendirmek için uydurduğu başka bir yalan mıydı?
Briony gözlerini kapadı. “Başka bir şey konuşmak
istemiyorum. Lütfen hemşireye ağnkesici Uaç alıp alamayacağımı sorar mısın?”
“Tabii ki. Yalnız iki şey daha sorabilir miyim? Onunla gitmene ne neden oldu?”
Briony kafasını diğer tarafa çevirdi. “Arabada bir bebeğinin ol duğunu ve yanlışlıkla kendisinin
de arabanın içinde kilitli kaldığı nı söyledi. Yardımına gittim. Gerçekte arabada bir bebek yoktu.”
Demek kadınları arabasına böyle çekiyordu. Ondan sonra da bir alışveriş merkezinin park
alanında bile kimse bilmeden ve görmeden onları ele geçirebilir, ilaç verebilir ve istediğini yapabi
lirdi. “Peki en sonunda nasıl kaçtın ondan?”
Briony zorla yutkundu. “Ondan kaçmadım. Ellerimi bıraktım gitti.”
43
Arıya hastaneden ayrıldıktan sonra Lucy Tait’in doğum belgesini sormak için bakımevini aradı.
Yönetici, Lucinda Abbott’un annesinin Phü‘in akciğer hastalığından ölümünden sonra yeniden
evlendiğini doğruladı. Ken Tait üvey kızını evlat edinmişti ki bu da kızın şimdi Lucy Tait olarak
tanınmasını açıklıyordu.
Anya, Briony’yi ziyaretinden sonra içinin boşaldığını hissetti. Annandale’e doğru araba
kullanıyor olmak ona herhangi bir şey araya girmeden olayları geriye sarıp yeniden düşünmek için
zaman vermiş oldu. Lucy’nin annesi otopsisinde de belirlendiği gibi sert bir darbe aldığı için
ölmüştü. Akciğerlerinde bir
hastalığa ya da life rastlanmamıştı. Kadın ya son derece şanslıydı ya da liflere hiçbir zaman maruz
kalmamıştı. Bunun anlamı liflerin ailenin kaldığı ey dışında bir yerde olmasıydı.
. Phil Abbott bunları iş giysileriyle eve getirmiş ve sarılırken
de küçük kızına geçirmiş olabilirdi. Anya bu fikirden de kuşku duyuyordu. Bu durumda anne de
giysileri yıkarken buna maruz kalmış olmalıydı, ancak anne kayıtlara göre temiz akciğerlerle
ölmüştü. Farklı bir fikir olarak Lucy adam buna maruz kalırken babasıyla vakit geçirmiş olabilirdi.
Adamın belki de bir yerlerde çalıştığı bir işlik vardı. Dr. Rosenbaum’a yeni bir ayrıntı anımsayıp
anımsamadığını soran bir e-posta yazmayı aklındaki yapılacak işler listesine koydu.
Eski Windsor Yolu’ndaki kavşağın yakınlarında, cep telefonu çaldı. Yanıtlamak için yan sokağa
çekerken arabasına cep telefo
nu kitini takmadığını fark ederek kendine sövüp saydı. Konuşma da, Kuzey Merkez Hastanesi
acil bölümüne bir grup adam tarafın
dan tecavüze uğradığını söyleyen bir kadının getirildiğini, nor malde Dr. Beattie’nin hastane
saatleri içinde buna bakacağını, an >,(>()
cak acil bir hastaya çağrılmış olduğundan ondan kendi yerine bakmasını rica etmiş bulunduğunu
öğrendi.
Anya saatine baktı. Yoğun trafikte M2 paralı otobanını bile
kullansa oraya gitmesi bir saatten fazla sürerdi. Yine de çağrıyı ka bul etti ve en kısa zamanda
orada olacağım bildirdi.
Sonra Elaine’i aradı. Elaine onun için bir dizi iletisi
olduğunu söyledi. Dan Brody onunla görüşmek istiyordu, ancak kendisi bütün gün mahkemede
olacaktı. Ondan kendisini boş bir zamanda yakalamasını istemişti.
Hukuki Yardım Bürosu’ndan Sabina Prior iddia edilen aile içi şiddet davasıyla ilgili raporu için
teşekkür etmek üzere aramıştı ve Mick Hayes de arayarak öğleden sonra davul dersi için uygun
olduğunu bildirmişti. O bölgede ders veriyor olacaktı ve saat 4’te ya da pazartesi günü evde ders
verebilirdi.
Her zaman olduğu gibi davul çalışmamış ve verilen ev ödevini de yapmamıştı. En azından her
seferinde farklı hatalar yapma kibarlığını gösterebilirsin, diyordu davul öğretmeni, her derste nazik
bir şekilde. Elaine’i aradı ve dersi pazartesi öğleden sonraya kaydırmasını istedi. Bu ona çalışmak
için zaman kazandıracaktı. Ancak Ben’le birlikte olduğu hafta sonu boyunca ciddi bir şekilde müzik
çalışmanın imkânsız olduğunu da biliyordu.
Son olarak Martin, cuma günü Ben’i erken getirip
getiremeyeceğini soruyordu. Nita’yla şehir dışına gidecekti. Anya Martin’in cep telefonunu aradı
ve ona sesli bir ileti bıraktı. Cuma gününü bürosunda çalışarak geçirmeyi umuyordu ve Ben’i her
zaman getirebilirdi.
Telefonu yeniden çaldı. Elaine, Profesör Hammond’dan gelen faksı söylemeyi unutmuştu. Faksta
Anya’nın istediği test sonuçlarının çıktığı yazıyordu. Profesör ölen hastalar ile hastanedeki hastada
bulunan virüsün yüzde doksan aynı virüs olduğundan emindi. Elaine adamın adları vermediğinden
yakındı ve Anya’nın iletinin anlamım böyle de anlayabileceğini umduğunu söyledi.
Hammond faks yanlışlıkla başka bir numaraya gider düşünce
siyle kadınların adlarını yazmamıştı. Gizliliğe bu kadar bağlı ol ması Anya’yı etkilemişti ve buna
saygı duydu.
“Profesörün neden söz ettiğini tam olarak biliyorum. Sağ ol Elaine.”
Fatma Deab, Alison Blakehurst ve Briony Lovitt’ten alınan her
pes kültürlerinin aynı moleküler yapıya sahip olduğu belirlenmiş ti. Bu da kadınların aynı kaynak
kişiyle cinsel ilişkiye girdiklerini
doğruluyordu. Özellikle Briony’nin kayıp olduğu zaman ona ne olduğu hakkında konuşmayı
reddetmesi nedeniyle, hâlâ bir polis Honışlurması için elinde yeterli veri yoklu. Onu konuşturmayı
başaramazsa tüm kadınların ölümlerinin yeniden soruşturulması imkansızlaşacaktı.
Briony’nin aynı adamla cinsel ilişki yaşadığı konusunda çok az şüphe kalmıştı. Bir konuşsa da
neler olduğunu anlatsa.
Anya arabasını döndürdü ve Kuzey Merkez Hastanesi’ne doğru yola koyuldu. Herpes testinin
sonuçlarını bu gece Kate’e bildirecekti. Sabahsa hastaneye gidip Briony’nin başka neler bildiğini
öğrenecekti.
44
Anya, Batı Bölge Hastanesi’ne sabah 8.30’da vardı. Hemşire vardiyası değişmiş, duş ve banyo
işlerinin çoğu bitmişti. Poliklinik hastalarının listelenmesinin öncesinde ve sonrasında doktorların
ameliyatlı hastaların odalarında yaptıkları kontroller sona ermişti. Bu Anya’nın Briony’yle kimse
araya girmeden konuşabileceği en iyi zamanda geldiği anlamını taşıyordu. Bankoda, bir gün önceki
vardiyadan kalan hemşire kan şişelerini etiketlemekle meşguldü. “Günaydın, doktor. Briony
Lovitt’in kanını az önce aldık.
Bu sabahki hali nedeniyle iki kerede ancak başarabildik.” “Sağlık olarak iyi durumda mı?” Anya
patoloji testi istek kâğıdını okumaya çalışıyordu.
“Kahvaltıyı reddetti ki bu her zaman yaptığı bir şey, ancak yüzünü biraz sararmış gördüm.
Stajyer doktoru çağırdım ve o da karaciğer fonksiyonlarının kontrolü için test istedi. Bütün gün
poliklinik hastalarıyla ilgileneceğini, arada bir çıkıp onun nasıl olduğuna bakacağını söyledi. Bunun
dışında Briony her zamanki kaba Briony. Ben çıkarken beni yollamasını görseydiniz onu kraliçe
falan zannedebilirdiniz.” Hemşirelerin acil olmayan notları doktorlara iletmelerini sağlayan beyaz
tahtaya bakarak ekledi: “Bunu da tahtaya yazayım ki stajyer unutmasın.”
“Gözlem değerleri nasıl?” diye sordu Arıya Hemşire bankoda bulunan hastaya ait çizelgeyi
kontrol ederek, “Ateşi yok, nabzı normal durumda. Kan basıncı 70 ve 110. Dünden beri nefes darlığı
yok. Stajyer doktor antibiyotiklerin karaciğerini etkilemiş olabileceğini düşündü”
dedi. Kan örneklerini patoloji testi istek kağıdıyla birlikte plastik bir çantaya koydu ve çantanın
ağzını kapattı. “O daha da çok akciğerde kan pıhtısın
dan endişe ediyor. Akciğer inin çalışması olduğu şekliyle bir hayli zayıf. BtttUn 0 dehşetli
yaralardan kurtulup bir kan pıhtısı nedeniyle öldüğünüzü düşünün.” Plastik çantayı mavi bir kutuya
koydu ve hastanın çizelgesini yerine yerleştirdi. “Bunun için insan lanetlenmiş falan olmalı.”
Bir dakika içinde, bankoya geri dönmüştü. “şimdi yanma girebilirsiniz, ancak ters tarafından
kalkmış bilesirüz. Kraliçe Cadaloz Hazretleri kimseyi görmek istemiyorlar.”
“Teşekkür ederim.” Anya lifleri uzman yardımcısıyla daha
sonra konuşabilirdi. Briony’nin akciğerinde eğer pıhtüaşma ya da enfeksiyon yoksa bronkoskopi
yapılabilirdi. Anya, işini, ev arkadaşını ve kendi çocuğuyla görüşme hakkım kaybetme gerçeğiyle
yüz yüze olan bu kadının depresyona girmiş olabileceğini de düşünüyordu. Kapıya vurdu ve içeri
girdi. Kestirilebileceği üzere Briony onun geldiğini duymamıştı.
“Günaydın.” Anya çantasından küçük bir karton kutu çıkardı. “Bu küçük çöreklerden hoşlanırsın
diye düşündüm. Peynirli ve pastırmalı olanı da var.”
Briony yukarı asılı televizyondan gözünü ayırmadı.
Aydınlıkta biraz solgun gözüküyordu. “Nasılsın?”
Briony uzaktan kumandanın kapama tuşuna bastı. “Buraya gelecek kadar yüzün var demek ki.
Seni dava edebilirim.” Anya şaşırmıştı. “Anlamıyorum. Geçen gün konuşmuştuk...” “Evet ve sen de
çeneni tutamadın. Gidip arkadaşına benim hakkımda her şeyi anlatmak zorundaydın değil mi? Sen
yalancı bir sülüksün. Çık dışarı!”
“Neden söz ediyorsun? Senin gizliliğini korudum.”
“Beni kendi değerli davanı çözmek ve arkadaşlarından aferin almak için kullandın.”
Anya’nın onu bu kadar sinirlendiren şeyin ne olduğuyla
ilgili
hiçbir fikri yoktu. “Ne olduğunu anlamıyorum. Biri seni görmeye mi geldi?”
“Sanki bilmiyorsun. iki cinayet masası dedektifi zorla içeri gir
di ve konuşmam için beni tehdit etti. Onu nerede bulacaklarını söylemezsem beni polis
soruşturmasını engellemekle suçlaya
caklarını söylediler. Seninle konuştuğumu biliyorlardı.” Anya kalp atışlarının hızlandığını
hissetti. “Dedektiflerden biri
kadın mıydı? Kısa, koyu saçlı?” Briony altdudağım ısırdı.
“Gerçekte beni sinirlendiren senin polis arkadasın değil. Benim ne halde olduğumu biliyordun ve
sanki bunu önemsiyormuş gibi davrandm.” Bir elini karnının yanma yasladı. “Sana inanmıştım.”
Anya, Kate’in Briony’yi nasıl bulduğunu bilmiyordu ama bun dan dolayı kendini sorumlu
hissetmişti. “Ne diyeceğimi bilemiyorum. Polis senin adım istedi ama onlara vermedim.”
“Burada benimle konuştuğunu nereden biliyorlardı?”
Anya söyleyeceği hiçbir şeyin Briony’ye bir yaran
dokunmayacağım anladı. “Ne desem ki. Bu olmamalıydı.” Briony’nin sesi yükseldi ve gittikçe
dunun daha histerik bir
hal aldı. “Özür dilemek hiçbir şeyi düzeltmiyor. şimdi dışarı çık, yoksa güvenliği çağıracağım.
Çık dışan!”
Anya gitmek için kapıyı açıyorken bankodaki hemşire içeri koştu.
“Neler oluyor?”
“Ben, ayrılıyordum.”
Briony sesini alçalttı. “Senin o adamdan hiçbir farkın yok. iki
niz de istediğinizi almak için insanlan kullanıyorsunuz. ikiniz tam birbirinize yakışırsınız.”
Anya arabasını Cinayet Masası‘mn dışına çekti ve Kate’i aşağı dan telefonla aradı. Birkaç dakika
sonra, dedektif basamaklarda
belirdiği anda Anya ona doğru hızla yaklaştı.
“Onu hastanede görmeye giderek ne yaptığını sanıyorsun?”
“Dur bir dakika. Biliyorum kızgınsın.” Kate teslim oluyormuş gibi ellerini havaya kaldırdı.
“Lanet olsun! Evet, kızgınım. Briony Lovitt, onun gizliliğini ko
rumadığım için beni dava etmekle tehdit etti. Ya, bu kadında ya rattığınız duygusal hasara ne
demeli?” “Melodramı kesebilir miyiz? O kadın olası bir cinayet sonıştur masmda kilit noktada
bulunuyor. Ben yalnızca işimi yaptım. Ba
na adım söylemediğine göre bir şeyler yapmak zorundaydım.
Böylelikle sen de doğrudan bu işin içinde olmamış ve değerli etik kurallannı çiğnememiş oldun.
Günah çıkanp da hatanın kefareti
ni ödemek, Hz. Meryem’e sığmmak ya da Katolikler buna ne di yorsa öyle yapmak zorunda
değilsin.” “Bir hastaya ulaşabilmek için beni bilerek kullandın. Peki bu nu nasıl yaptın?” Anya ileri
doğru uzun bir adım atarak yaklaştı.
“Beni takip mi ettirdin?”
Kate etrafa bakmıyordu. iki kadının konuşmalan, binaya girip çıkan memurların ve dedektiflerin
dikkatini çekmeye başlamıştı. “Bu konuyu daha gözlerden uzak bir yerde konuşabilir miyiz?”
“Tanrım! Yaptın. Değil mi? Beni takip ettirdin.” Anya ihanetin insana neye patladığını çok iyi
biliyordu. “Beni tehlikeye attın. Bu uzmanlığıma, diplomama mal olabilir.”
Kate kafasını havaya kaldırdı. “Gülünç olma. Tanığı nasıl
bulduğumu söylerim. Kimse seni bundan sorumlu tutamaz.” Arkadaşının onu böyle
aldatabileceğine inanamıyordu.
şimdi Briony’den bir şey öğrenme olasılığı kalmamıştı. Kadının herhangi başka birine açılması da
pek olası görünmüyordu.
“Umanın buna değmiştir.” Anya arkasını döndü ve arabasına yöneldi.
Kate onu takip etti. “Lütfen durup biraz düşünür müsün? Bu kadınlara bir şeyler olduğunu
biliyoruz. Dölütten alınan DNA sonuçlan geldi. Debbie Finch’in gırtlağına sperm bırakan herifin,
çocuğun babası olduğu belirlendi. Bunu yapan Muhammed Deab olamazdı. Virüsün aynı kaynaktan
geldiğini söylemiştin. iki kadını birbirine herpes üzerinden bağlayabiliyorum ve diğer ikisini de
DNA üzerinden. Başka ne yapmam gerekirdi?”
Anya arabanın önünde durdu ve yana doğru döndü. “Konu bu değil. Briony’nin kiminle olduğunu
bulma olasılığı böylelikle kalmamış oldu. Kadın içine kapandı ve kimseyle konuşmuyor.
Başladığımız yere döndük. Adamın teki onlar ölmeden önce bu kadınlarla birlikte oldu. şüpheli,
tamam ama bir kanıt olmadan bu adamı değil suçlamak, bulmak bile olanaksız. Adam akıllı biri. Bu
kadınları kaçırdı mı, yoksa onlar gönüllü mü gitti, kimse görmemiş.
Elimizde hiçbir şey yok. Anahtar Briony’ydi. O da artık bir daha konuşmaz.”
“Bu kişisel bir şey değildi” dedi Kate, iki avucunu açarak.
“Belirli bir duruma göre bir karar verdim. işimi yaptım.” “Bal gibi de kişisel bir şey.”
Bu sırada Kate’in cep telefonu çaldı. Dedektif ileri doğru yürü
dü ve telefona yanıt verirken Anya’nın kolunu tuttu. Anya kolunu kaçırdı ve anahtarlanm
aramaya başladı.
“Öyle mi?.. Sağ ol. Hemen orada olurum.” Kate telefonu kapa
dı. “Hastaneye gelmek isteyebilirsin. Briony Lovitt yoğun bakıma alınmış. Bir çeşit koma
durumundaymış.”
45
Yoğun bakamın yöneticisi olan Dr. Jim Ho, servisten çıktı ve dedektif yardımcısı Farrer’la
görüşmek istediğim söyledi. Jim Ho, Anya’yı üniversiteden tanıyordu ve konuşmaya onun da dahil
olması hoşuna gitmişti. Doktor, polise değil de daha çok meslektaşına bakarak konuşuyordu:
“Hasta çok kritik bir durumda Parasetamol zehirlenmesine benziyor.” Kate araya girdi. “Bir
dakika, kadının buradaki ağrıkesicilerle mi yüksek doz aldığını söylüyorsunuz?”
“Ne yazık ki kan testleri bunu gösteriyor.”
Kate çenesini ovaladı. “Omuriliği incinmiş, sırtının üzerinde öylece yatan birisi burada nasıl olur
da kendini öldürmeye yetecek ilaca ulaşabilir ki? Onu başka biri zehirlemiş olmasın?” Dr. Jim Ho
sakin ve mütevazı bir şeküde konuşuyordu. “Tahminen bu olabilir, ancak ben öyle olmadığını
sanıyorum. Psikiyatr, depresyonda olduğunu ancak intihar olasılığı bulunmadığını düşünüyordu.
Ağnkesicilerini kullanmak yerine bir yerde sakladığı ve tümünü birden içtiği varsayımında
bulunabiliriz. Kanındaki düzeye ve organlarının iflasına bakarak, tahminimce bir iki gün içinde
öldürücü dozda ilacı toplamış olabilir.”
Kate ellerini kalçalarının üzerinde yeniden bastırdı. “insan kendini hastanede nasıl öldürebilir?
Sizin bir şeyler fark etmeniz
gerekmiyor mu?” Sesi normalde olduğundan yarım oktav ince çıkmıştı. Anya, arkadaşının sinirli
durumunu fark etmişti ve gö
rünen o ki yoğun bakım uzmanı da bunun farkındaydı. “Parasetamol zehirlenmesinde, hasta için
çok geç olana kadar
bir belirti görülmeyebilir ve zehirlenmek için on-on iki tablet ye terlidir” dedi doktor, kendini
savunur bir tonlama kullanmamaya
pzen göstererek, “Notlara göre Briony, tenindeki hafif bir sarılık (lı.şında l)iı sabah iyiymiş.”
“(munla konuştuğumda bilinci açık durumdaydı.
Tenindeki sarılık açıkça belli oluyordu” diye onayladı Anya. “Hafif düzeyde böbrek, karaciğer
sorunu bulunduğu ve IT’sinin 18()‘in üzerinde olduğu kan testlerinde gözüküyor.”
Dr. Ho yine eski sınıf arkadaşına bakarak konuşmuştu.
“Anlayamadım?” dedi Kate.
“iT, kanama süresi testi anlamına geliyor” dedi adam. “Karaciğer pıhtılaşmadan sonımlu organdır
ve karaciğerde bir sorun olursa kanama süresi artar. Bu şiddetli kanama riskini artırır.” “şu an bilinci
yerinde mi? Onunla konuşmak istiyorum.”
“Ne yazık ki değil. Bu hasarın beyindeki etkisiyle ensefalopati gelişti ve şu an komada.
Hemodiyaliz yapmayı deniyoruz, ancak bu savaşı kimin kazanacağını ancak bu akşam göreceğiz.”
Anya’nın aklına Julie ve küçük Georgia geldi. “Ailesine haber verildi mi?”
“Evet, ancak şu ana kadar gelen olmadı.”
Bir hemşire servisten aceleyle çıktı ve Dr. Ho’yu çağırdı. Bu sırada doktorun çağrı aygıtı çalmaya
başlamıştı ve hoparlörden yoğun bakım sevisinde kod bir alarmı verildiği duyuldu. “Affedersiniz,
gitmem gerekiyor” dedi doktor, aceleyle.
Bir iki dakika içinde koridorda hızla koşarak dört doktor
geldi ve servisin kapısmdan içeri girdi. “Neler oluyor?” diye sordu Kate, Anya’nın yanıt
vermesini bekleyerek.
Doktorlar büyük olasılıkla acil ekibindeydiler ve alarm çağrısı nedeniyle gelmişlerdi. Anya,
Briony için içinden bir dua okudu.
Dakikalar geçti. Kimse ortalarda gözükmüyordu.
“Lanet olası. Bu kadar tehlikeliyse ne diye hemşireler kadının ilacı içip içmediğini kontrol
etmezler?” diye mınldandı Kate.
Hemşireler alışıldığı üzere ilaç tabletlerini yatağın yanındaki küçük bir kâğıt bardağa koyarlardı.
Güvenlik nedeniyle ve kural lar gereği, iki hemşire ilaç dağıtımını kontrol ederdi.
Ancak hem
şireler ilaçlann yutulduğunu görmek için orada bekleyemeyecek kadar yoğun çalışıyordu.
Hastalar, ilaç dağıtıldığında banyoda ya da doktorlanyla olabiliyordu. Aynca bazen ilaçlan yemekle
bir likte içmeleri gerekiyor, bu durumda da ilaç içmek için yemek dağıtımını bekliyorlardı.
Yoğun bakım servisinin dışındaki bir koltukta otururlarken,
Kate büroyu aradı. Anya, Briony’nin adama dönmek yerine ölüınü yeğlediğini biliyordu. Zavallı
kadın çocuğunu, ev arkadaşım, evini ve işini kaybetmişti. Dahası bacaklarını kullanamaz durum
daydı. Tabii ki intihar riski taşıyordu. Briony’nin intihar etmeyi düşünebileceği Anya’nın aklına
gelmemişti. Gelmeliydi aslında.
Koyu takım elbiseler içinde birkaç orta yaşlı adam servisin k.ı pısma doğru geldi ve biri konuşma
aygıtının düğmesine bastı. İç lerinden biri yüksek sesle hatalı ölümle ilgili bir dava açılmasın m
hastane için ne kadar zararlı olacağını
söylüyordu. Diğerleri de bunun bedelinin milyonları
bulabileceği konusunda hemfikirdi Klasik yöneticiler. Acıma duygusu ve sevecenlikle dolular,
diye düşündü Anya. Buradakiler ölenin akrabaları olsa da bu konuş malan duysalar ne olurdu?
Bir kez daha düğmeye basıldı ve içeri girdiler. Bir iki
dakika sonra Dr. Ho dışan çıktı. Onlara doğru gelirken göz temasından kaçınmasına bakılacak
olursa haberler kötüydü.
“Size bunu söylemekten üzgünüm” dedi, Anya ve Kate’e. “Me tabolik sistemin çökmesi sonucu,
Briony Lovitt kalp krizi geçildi. Onu yaşatmak için tüm çabamıza rağmen, ne yazık ki az önce
yaşamını yitirdi.”
46
Cumartesi sabah saat yedide, Ben, çıtır çıtır mısır gevrekleri, Anya’nın mikrodalgada pişirdiği
tek özel yemeği olan yağda yumurta ve kalın gevrek tosttan oluşan kahvaltısını yemek için masaya
oturmuştu. Sabah çayın yanında yemek amacıyla yapılmış üzerinde çikolata taneleri olan pide için
bile iştahı vardı. Neyse ki annesinin ne kadar az yediğini fark etmişe benzemiyordu.
Anya, Briony Lovitt’i düşündü ve onun için daha iyi bir şeyler yapmış olabilmeyi diledi. Geçen
haftaki olayları nasıl düşünürse düşünsün, Briony’nin ölümünden bir parça da kendini sorumlu
görüyordu.
Son dönemde en çok değer verdiği oyuncağı, mavi dinozorun yanında oturan Ben, dünya
hakkında sorularla annesini yaylım ateşine tutmaktaydı:
“Eğer bedenleri gömüldükten sonra insanların cennete gidiyorsa ruhlar hangi maddeden
yapılıyor? Süpennen neden savaşları durdurmuyor?
Adına deniz şortu denmesine rağmen neden denize girdiğimde ‘deniz şortu’ ıslanıyor?
Neden dünya dediğimde a harfi uzuyor da elma dediğimde kı sa söyleniyor?”
Ne kadar kendini hazırlamış olsa da Ben’in sorulan çoğunluk la Anya’yı şaşkına çeviriyordu.
Martin oğullannın sürekli yanıt
lanması imkânsız sorular sormasından onun ne kadar zeki oldu ğunu görüyor olmalıydı.
Ben dinozonıyla oynuyorken aklına başka bir soru takıldı. Ço cuk bardaktaki sütün son kısmını
da içtikten sonra, “Anne,
Vaug
han senin erkek arkadaşın mı?” diye soruverdi. Neyse ki, tam o anda telefon çalmaya başlamıştı.
“Merhaba Elaine” dedi Anya, almacı eline aldığında. “Yok, hü nüz değil.”
Ben annesini izliyordu. Yaşıtlarının aksine çocuk bazı zaman larm bazı şeyler için uygun
olmadığını anlayabiliyordu.
“Uyardığın için sağ ol. Birazdan seni ararım.”
Telefonu kapattıktan sonra Anya, Ben’in gönlünü almaya çalış tı. Bu seferinde çocuğun
alnındaki perçem dümdüz kestirilmişti
“Sen ve ben çok meşgul olduğumuz için okumayı
unutmaya yım diye Elaine, gazetedeki bir yazıyı haber verdi.” Ben sandalyesinden aşağı indi,
tabağını ve fincanını
lavabonun yanma koyduktan sonra oyuncağım aldı.
“Neden yukarı çıkıp giymek için bir şeyler seçmiyorsun, kura biyem. Önümüzde çok önemli bir
gün
var.”
Anya cumartesi gazetesini almak için ön kapıyı açamadan,
Ben odadan çıkmış, merdiven basamaklarını hızla tırmanmaya başlamıştı bile. Gazetelerin
etrafındaki plastik ipi çıkarırken, sayfaları düzleştirdi ve Haber Özetleri bölümünü açtı. Görünen o ki
iki sayfaya yayılmış haberle ilgili Elaine ne yaparsa yapsın onu hazırlayamazdı.
“EN NEFRET UYANDIRICI CiNAYET, UYGULAMADA DA TEORiDE DE UZMAN”
şeklinde gazete başlığı kocaman harflerle yazılmıştı.
Tanınmış adli patolog ve adli doktor Anya Crichton özel yaşamında da çalışma yaşamında da
cinayetlere engel olamıyor. Belki de kendisinde bu durum alışkanlık haline gelmiştir. Trent
Wilkinson’m meydana çıkardığı şekilde uzman doktoran yaşamı beş yaşından beri bir karmaşa
içinde...
Sayfanın ortasında bir kutunun içine Miriam’ın üçüncü yaş gününde çekilmiş bir fotoğrafını
koymuşlardı. Yıllarca önce polisin kullandığı fotoğraftı bu. Fotoğrafın altında ise, “Miriam
Reynolds:
kayboldu, öldürüldüğü varsayılıyor. Aile bireylerinin ihmali olduğu düşünüldü, ancak bir ceza
verilmedi” yazıyordu.
Yazıda Risdon Cezaevi’ndeki, Billy Vidor’dan hiç söz edilmiyordu. Bu onu karalamak için
taraflı olarak yazılmış bir yazıydı. Peki ama neden?
Anya’nın gözleri kanını donduran bir fotoğrafa doğru kaydı.
Crichton’m eşi, Martin Hegarty Londra’daki Royal Huntley Hastanesi’nde bir hastaya öldürücü
dozda morfin enjekte ettiği için görevıli’iı alınmıştı. Kemli ı ancak olcu kadının lülesinin adalet, için
yürüt tuğil kampanya ‘.cinasında istila, etti. Hegazty’nin diploması Avustralya’da iptal edildi.
Kurbanın ailesi, hastane tarafından olayın örtbas edildiğine ve
kasıtsız adam öldürme cezası verilmesi gerektiğine ina-nıyorlar. Kadının ötenazi istemediğini
söylüyorlar. Kurbana otopsi yapan doktorun Crichton’ın yakın bir iş arkadaşı olduğu kurbanın
ailesinin avukatları tarafından bildirildi.
Bir iki paragraf altta Scott Barker’la çekümiş bir fotoğraf vardı.
Yakın zamanda Scott Barker davasındaki uzman tanıklığı, kodaman imparatorluğunun vârisinin
cinayetten suçsuz bulunmasında etkili olmuştu. Görünen o ki Crichton’ın yüksek yerlerde tanıdıkları
bulunuyor.
Arıya gözlerine inanamıyordu. iftiralar uzayıp gidiyordu. Crichton’ın babası Bob Reynolds, son
dönemde, şiddet
suçu işlemiş tutukluların, vergi ödeyenlerin parasıyla,
rehabilitasyon çalışmalarının artırılması için hükümet içinde lobi çalışmaları yürütüyor. Annesi,
Dr. Jocelyn Reynolds’un komşuları, Crichtonin Tasmanyalı ailesinden uzaklaştığına inanryor ve
ingiltere’den geldiklerinden beri utanç duyulan eşi Martin Hegarty’yle Launceston’da görünmediğini
söylüyor.
Komşuları, Crichton’ın kendi annesini tek torunundan mahrum etmesini ona yapabileceği en büyük
zalimlik olarak görüyor.
Anya gazeteyi elinden bıraktı ve sandalyeye oturdu. Düzgün nefes almaya çalışrrken göğsünde
bir ağrr hissediyordu. Insanlarm onun yaşamıyla ilgili saplantılı düşünceleri yeniden ortaya
dökülmeye başlamıştı. Ne kadar uzağa kaçarsa kaçsın hep yakalanıyordu. Ve şimdi Ben de bu işin
içine katılmıştı.
Anya oğluna seslendi ancak bir yanıt alamadı. Dehşet
içinde yukarı kat a yönelmişti ki biri hızla kapıya vurmaya başladı. Dışarıdaki yükselen sesleri
duyabiliyordu.
Camdan dışarı baktığında eski eşini yolun kenarındaki bir
fotoğrafçıya bağımken gördü. Kapıyı açar açmaz, Martin mutfağa daldr ve elindeki gazeteyi
masanın üzerine fırlattı.
“Sana sözünü ettiğim iş görüşmesi vardı ya. Geçen akşam gayri resmi olarak işe alındığrmr
söylemişlerdi. Bu sabah
-hem de cumartesi sabahı- beni aradılar ve iş için başkasını aldıklarını, yeniden başvurmama
gerek olmadığım söylediler. Doğal olarak bu bana ilk önce anlamlı gelmedi. Ta ki bugünkü
gazetenin ilk sayfasın da eski eşimi haber
yaptıklarım ve beni de bir katil olarak göster diklerini okuyuncaya kadar. Herhangi bir gazetede
değil, dikkatini çekerim. Ülkedeki en çok satan gazetede.” Başını iki elinin araşma alarak oturdu ve
saçlarım çekiştirmeye başladı. Sanki ağhyormuş gibiydi. “Biliyorsun ki kadın doksan alta yaşındaydı
ve korkunç ağrıları vardı. Bağırsak ameliyatı olmak istemiyordu ve acısının dinmesi için
yalvarıyordu.” Kafasını kaldırdı. “Ne olursun. Ben’in gözetim hakkı için mi? Bu yüzden mi onlara
benden söz ettin?”
“Martin benim bununla bir ilgim yok.” Anya onun kendisinin bu kadar hesapçı olduğunu
düşünmesine şaşırmıştı. “Bilirsin ki asla basmla konuşmam. Birkaç hafta önce bir cuma akşamı bir
gazeteci burayı aradı ve benim Tasmanya’dan Anya Reynolds olup olmadığımı sordu. Yanıt vermeyi
reddettim, ancak bu sefer
kız kardeşimi öldürüp öldürmediğimi sormaya başladı.” “Lanet olası işin bunlara yol açtı. Bu her
zaman sorun oldu.”
Ben merdivenlerden aşağı üzerinde gurur duyduğu Yıldız Savaşları tişörtü ve şortuyla çalımlı bir
şeküde zıplayarak indi.
“Baba! Merhaba! Sen de bizimle mi geliyorsun?”
“Hayır, Ben. Çantanı al. Gidiyoruz.”
Anya bir an kulaklarına inanamadı. “Onu götüremezsin. Onu görmek benim yasal hakkım.” “Onu
alıp kimsenin onu tanımadığı bir kumsala götüreceğim.” “Ama baba, ben kalmak istiyorum. Annem
ve ben Elektrik
Santralı Müzesi’ne gideceğiz.”
Martin yukarı kata basamakları ikişer ikişer atlayarak çıkar ken Anya da onu izliyordu.
Martin Ben’in pijamalarını, diş fırçasını ve yedek giysilerini
kamp çantasına tıkarak aşağı kata yöneldi. Anya eski eşini hiçbir zaman böyle sinirli görmemişti.
Onu durdurmak için kolundan tuttu, ancak Martin kolunu çek ti ve son basamaklarda duran Ben’i
kucağına aldı.
“Bununla ilgili konuşmamız gerek” diyerek karşı çıkmaya ça lıştı Anya, ancak Martin onu iterek
yoluna devam etti.
Ben ağlamaya başladı ve babasının kollarından kaçmaya çalış tı. “Beni yere bırak baba. Anneme
gitmek istiyorum ben!”
Martin
onu evin dışına arabaya doğru götürürken çocuk,
“ANNEEE!” di
yerek çığlık çığhğa ağlıyordu. “Annemi istiyoruuuum!”
Anya’nm gözleri yaşla dolmuştu. Oğlunun her bir hıçkırığında içindeki acının arttığını
hissediyordu. Çocuğu rahatlatmak için yanlarına koştu.
“iler şey yolunda kurabiyem, seni seviyorum. Baban şu an yal-nızca çok üzgün ” Anya, Martin
çocuğu araba koltuğuna bağlayıp kapıyı çarparak kapamadan önce oğlunun elini ancak kısa bir süre
tutabilmişti. Ben ellerini arabanın camına dayadı. “Anne. Gitmek istemiyorum.” “Martin, sinirli
olmanı anlıyorum” dedi Anya, “ama bunun
için Ben’i cezalandırma. Bunun onunla bir ilgisi yok. Ona bir bak. Böyle yapmakla ona zarar
veriyorsun.”
Martin arabanın üzerine eğildi ve bir an yüzünü koluna dayadı.
“Bu bizimle ilgili değil. Bizim çocuğumuzla ilgili!” dedi Anya.
“Her şey tam da yerine oturmaya başlamıştı. iş görüşmem, senin söz ettiğin okul. Birlikte
yaşamıyor olmamıza rağmen gerçekken Ben’in annesinin de babasının da bulunduğunu hissetmesini
sağlamak istemiştim.”
Anya her yerin bir flaşla parladığını fark etti ve arkasını döndüğünde bir kamera ekibinin ona
doğru geldiğini gördü. Martin de gelenleri görmüştü.
“Bize ne yaptığına bir bak.”
Martin arabaya bindi, arabanın kapısını kapadı ve Anya onu durduramadarı çekip gitti. Araba
köşeyi dönerken Ben’in çığlıkları annesinin içinde yankılanıyordu.
47
Anya eve girdi. Kapıyı kapatırken elleri titriyordu. Başı dizlerin de yere kapandı. Oysa yirmi dört
saat önce her şey yolunda gidi yordu. Hatta yaşam gözüne yıllardır olduğundan daha iyi görün
mekteydi. Martin, Ben’le biriikte Sydney’e geri taşmıyor, elindeki davalar artıyordu. Ek olarak
Briony’nin güvenini kazanmıştı.
Bir gün içinde, Kate onu izlettirmiş olmakla
arkadaşlıklarına ihanet etmiş, Briony ise intihar etmişti. şimdi, Anya’nın özel yaşamı herkesin
eğlenmesi için ortaya dökülmüş ve basın akbabaları kız kardeşinin kaybolması haberinin üzerine
yeni bir leş bulmuş gibi atlamışlardı. Yaptığı işe dil uzatılmıştı ve gazete haberinin yüzünden Martin,
Sydney’e ayak basmaya lanet edecekti. Ben’i sonsuza kadar göremeyebilirdi bile. Kızgın bir bıçak
tüm varlığını kesip atmış, yaşamındaki iyi olan her şeyi parça parça etmiş gibiydi. Tanrı aşkına,
neden?
Ben’in üzüntülü hali ve çığlıkları beyninde yankılandı durdu. Oğlunu geri almak, sarılmak, her
şeyden ve herkesten korumak için tüm varlığını verebilirdi.
Belki de Briony çocuğunu terk etmekte haklıydı.
Böylelikle küçük kız hiçbir zaman sevgili annesinin yaşamını nasıl mahvettiğini gördüğü için acı
çekmeyecekti. Annesinin biricik altın topu duygusal bir çocuktu ve çocuğun bugün yaşadığı travma
aklından çıkmıyordu.
Kendi hıçkuıklanm duyduğunda, ağlamamaya çalıştı. Tek yapabildiği dışardan bakan biri gibi
gözyaşları duruncaya kadar beklemek oldu. Karanlık çöktüğünde hâlâ yerde
yatıyordu. şişmiş gözler ve dehşetli bir baş ağrısıyla ayağa kalktı. Bacak kasları hissiz ve
tutulmuş şekilde, ön taraftaki bürosuna sendeleye sendeleye giderek, sokağa bakan perdeleri kapattı.
Işığı yaktıktan sonra, Ela
Ino’irı bir aile fotoğrafının yaruna yerleştirdiği hatıra kartuu eline
aldı: Ara sıra külü şeyler olabilir” dedi bir melek. şeytansa yarul, verdi: “Evet ama her zaman
bunu yaptıracak bir melun bulunur.”
Her zammı mutlu bir aileye sahip olmak istemişti. Ancak buna hiçbir zaman ulaşamamıştı. iş
değiştirip tek başına çalışmak sözüm ona Ben’i geri almasına yarayacaktı.
şimdi ise işi yüzünden oğlundan yeniden uzaklaşmıştı. Belki de onu bir daha asla göremeyecekti.
Nasıl olmuştu da her şeyi berbat etmişti?
Belki de gazete haklıydı. Cinayetleri bir mıknatıs gibi
kendine çekiyordu. (îörünen oydu ki onunla görüşen insanlar bundan zarar görüyordu. Miriam,
Martin, Ben. şimdi Briony de ölmüştü ve bunun sorumlusu da bir parça kendisiydi. Kim ne derse
desin bu değişmeyecek bir gerçekti.
Bir an bu karalama kampanyasından sonra iş almasının artık olanaksız olacağım fark etti. Kimse
jürinin gazetedeki acımasız eleştirilerden tanıdığı, skandallara karışmış bir uzman tanık istemezdi.
Kardeşinin ortadan yok olmasına yol açtığı ve eşinin işlediği cinayetin üzerini örttüğü varsayılan
birinin mahkeme salonunda bir güvenilirliği olmazdı.
Kapı sert bir şekilde vuruldu. Sesten korkmuştu. Bir an
duraksadı. Koridorda kalakaldı. Kimseyi görmek istemiyordu. Ses çıkarmadan öylece bekledi.
Kapıdaki her kimse gitmesini umuyordu.
Dışarıdaki ısrarlı bir şekilde kapıyı vurmaya devam etti.
“Kim o?” diye sordu, çatlak bir sesle.
“Dan Brody. Gelebilir miyim? Soğukta kaldım.”
“Uygun durumda değilim. Yarın konuşamaz mıyız?”
“Evde yanan tek ışık büronun ışığı. Eğer büroda çalışmak açı sından uygun olmayan
dunımdaysan, şeni öyle görsem de buna aldırmam!”
Anya elinin tersiyle burnunu sildi ve kapıyı açtı.
Brody kendisini görmek herkesin bayıldığı bir şeymiş gibi bir ha vada elindeki kırmızı şarap
şişesini sallayarak kapıda duruyordu.
“şimdi bunu için uygun bir zaman değil.”
“Bunu görebiliyorum. Bu yüzden geldim. Telesekreterin dol
muş.”
Anya kapıyı iyice açtı ve kollarını birbirine kavuşturdu. Brody doğrudan mutfağa gitti, iki şarap
bardağı bulana kadar
üstteki dolapları teker teker açtı ve en üst çekmeceyi karıştırma ya başladı.
“şarap açacağı aşağıdan üçüncü çekmecede” dedi Anya, bir v,yaretçisi olmasını zorunlu olarak
kabullenmiş bir halde, Brody’nin neden burada olduğuyla ilgili en ufak bir tahminde bu lunamadı.
Brody şişeyi açtı, bardaklara şarap doldurarak bardağın birini Anya’ya uzattı.
Oturma odasına geçtiler ve kanepeye oturdular. Anya bacağını altına topladı ve yünlü hırkasını
iyice sarındı. Boğazından aşağı kayan şarapla birlikte ılık bir rahatlama hissetti.
Brody parmağıyla gözlüğünü geri itti ve sırtını dikleştirdi. “Gazeteyi gördüm. Düşündüm ki bu
senin için çok ani
olmuştur. Benim haberim yoktu... Demek istediğim, Brenda bundan hiç söz etmemişti.”
“Bilmiyordu” dedi Anya. “Newcastle’da hiç kimse bilmiyordu.”
“Tanrım, bu tek başına taşımak için çok ağır bir yük. insanların bazı şeyleri sır olarak
sakladıklarını çok gördüm ama bunu çoğunlukla kendilerini korumak için yaparlar.”
Anya şaraptan bir yudum daha alarak yüzüne ve ellerine kan gelmesini bekledi. “Neden geldin?”
Brody bir süre Anya’yı süzdü ve soma arkasına yaslandı.
Avukatın sessiz kalması Anya’nın ondan beklemediği bir yaklaşımdı. “Benden uzağa, ülkenin
dışına kaçıp kaçmadığını kontrol etmek için geldim. Deab davasında hâlâ gereklisin.” “Adam ne
durumda?” diye sordu Anya. Çok da umurunda de ğildi aslında.
“Başka bir saldın olmadı, ancak kızının ölümü de onun üzeri ne kalmış durumda. Tanıklann
önünde itirafta bulunmanın çok
da anlamı olmadığını sanıyor. Zaten bir davadan yargılanması beklendiği için polis onu bu suçtan
dava etmeyi erteledi.”
Brody kot pantolonunun arka cebinden bir gazete yazısı çıka rak Anya’ya uzattı.
Anya bardağını yere koydu ve katlanmış kâğıdı düzeltti. “Endişe etme, bu haberde senin adın
geçmiyor” diye takıldı Brody.
On iki ay öncesine ait yazı çok kültürlülüğü ve Avustralyalı
ların farklı kültürdeki insanların düşüncelerini hoş görmeleri nin gerekli olup olmadığını
tartışıyordu. Kendi yatağına zincir
lenmiş ve dövülmüş, Suriyeli bir kızın ölümünden söz ediliyor du.
“ikinci sayfa, üçüncü sütunun ortalannda” diye ekledi Brody.
Groystanesten Suriyeli kızın babasının arkadaşı Muhammed Deab, “Bir baba kazınırı evlenmeden
önce başka biriyle birlikte olduğu ıııı öğrenirse, kızını öldürmek zorundadır, ben de ailemin
namusunu temizledikten sonra yaptığım nedeniyle gururla hapse girerdim” diye konuştu.
“Özür dilerim Dan. Artık sana nasıl yardımcı olurum bilemiyorum. işi kapayıp, yeniden
Newcastle’a taşınmayı düşünüyorum.”
“Saçmalık. Hormonlarının etkisi altında bir gün yaşıyorsun. Ya da sen buna ne diyorsan.”
Anya’nın tartışacak ya da karşı söz söyleyecek gücü yoktu. “Hadi ama, patron tavırlı, her şeyi bilen,
başımı boka sokup duran zeki adamım nerede şimdi?” “Skandallar onun tabutu oldu, sanırım.”
“Meyvesi olan ağacı taşlarlar. Kahrolası gazeteciler, sen onlar için soylularla ve saygıdeğer politik
liderlerimizle aynı konumdasın. Deab cinayetle suçlanabilir ve polis kaynaklarımın bana söylediğine
göre onu senin de araştırdığın bir dizi cinayetle suçlayabilirlermiş.”
Anya, birden Kate’le olan konuşmasını anımsadı. “Artık değil. Ölen iki kadından alınan DNA
Muhammed’den almanla tutmuyor. Diğer ölümlerle bir ilişkisinin olması olasılığı çok düşük.
Özellikle de adamın herpesi olmadığı durumda.”
“Peki, işte bu önemli.” Brody arkasına yaslandı. “Sence Fatma başka biri tarafından mı
öldürüldü?” Anya kafasını dağıtan bu konuşmadan memnun olarak, aklından geçtiği şekilde
doğrudan yanıtladı: “Bence bu işi Deab’den başka biri yaptı. Bir baba olarak, kız öldükten sonra
bakmak için gidip sigara izmaritini bırakmış olabilir, ancak kızın ölümü kesin olarak diğer kadınlarla
ilgili gibi gözüküyor.”
“Tabii ki eğer adamın gagasını kapalı tutmasını ve orada bura da ötüp durmasını engellersek.”
Brody içkisini bir dikişte yuvar ladı ve yeniden doldurmak üzere ayağa kalktı.
Mutfaktan seslenerek, “Liflerden ne haber?” diye sordu. “Ne olduklarını belirlemeye çalışıyorum.
Sanırım müzik ve ho
parlörlerle ilgili bir şeyler bilmezsin, değil mi?”
“Hayır, pirinç nefesliler ya da gaydalarla ilgili bir şey değilse pek ilgimi çekmez.”
Brody’nin evindeki romantik bir akşam yemeğinde müzik ola rak “Son Garnizon” adlı şarkıyı
çaldığını duysa şaşırmazdı.
“Dan, hastanede bu hafta içinde gerçekleşen bir ölümle ilgili olarak yürütülebilecek bir şüpheli
ölüm soruAturmasuıda adım
geçerse, basın beni yiyecektir, değil mi?” “Peki, sen böyle bir şeye karıştın, öyle mi?” “Aslında,
neredeyse soruşturmaya uğramak üzereyim.”
Anya bardağım eline aldı ve içindeki şarap dairesel bir hareket yapacak şekilde incelikle
çevirmeye başladı. “Hastanede görüşme yaptığım biri intihar etti. Ölmeden önce, sinirli bir şekilde
bana bağırmıştı ve bu sırada yanımızda bir de hemşire vardı. Resmi soruşturmada bu kesinlikle açığa
çıkacaktır. Bu kadının lif cinayetlerinden sorumlu olan adamın saldınsmdan sağ kurtulduğuna
emindim.”
“Buradan görüşme tekniği üzerinde çalışmaya ihtiyacın
olduğu anlaşılıyor. Bunu biliyordum zaten.” “Dan, ben ciddiyim. Üstüne üstüne giderek onun
ölümüne neden oldum.”
“Bak, başkalarının yaptıklarından sen sorumlu olamazsın. Kadın kararını kendi vermiş ve eğer
sen onu kızdırdıysan, bu daha en baştan kadının sinirlerinin bir hayli bozuk olduğu anlamına geliyor.
Eğer karşısına sen çıkmasaydın, senin yerine bir başkası aynı şeyleri yaşayacaktı.” ikinci bardağı da
bitirdi ve ayağa kalkarak araba anahtarlarını bulmak için arka ceplerine hafifçe vurdu.
“Her neyse, şu diğer davalarla uğraşmaya devam et. Buldukların Deab’in kıçını da kurtarabilir.
Ve herhangi birinin de bugünkü gazetedeki bu salaklıkları umursayacağım düşünme. Aklı başında
olan herhangi biri bu salaklıkların orta yerine sıçar geçer.”
Anya ayağa kalktı ve adamı yolcu etti. “şarap için sağ ol.
Hey, hastanelere ve doktorlara karşı açılan davalara bakmıyorsun değil mi?”
“Doktorlar ve sigorta şirketleri mi? Hayatta olmaz. Bu tarz sıradan işlerle uğraşarak itibarımı
zedeleyemem. Ancak ağır ceza davaları diyorsan, onlar benden sorulur” dedi Dan ve göz kırparak
oradan ayrıldı.
Anya zaman geçirmek için bilgisayarını açtı. Ona verdiği işlerin miktarım düşünerek, Dan bu işin
bitirilmesini hak ediyordu. Kendi işini kapatırsa Elaine’in kıdem tazminatına ihtiyacı olacaktı.
Pazartesi sabahı ona başka bir iş bakması için zaman kazandırmak amacıyla kafasındakUeri
söyleyecekti.
Anya internetten hoparlörleri ve hoparlör imal eden firmaları araştırdı. Bu kahrolası liflerin
nereden geldiğini bilen birileri ol malıydı.
48
Kate Farrer evinin oturma odasında yere oturmuş yazıcıdan çıktısı alınmış telefon numarası
listeleri arasında çırpınıp duruyordu. Kısa zaman içinde bir şey bulamazsa başkomiseriyle sorun
yaşayacağı kesindi.
Mali yılın bitimine üç aydan az zaman kalmışken, bütçeye uyabilmek için harcamaların kısılması
gerekiyordu. Bu, elemanlarını kâğıt üzerinde göstermeden bedavaya çalıştırmak ve dava için çok
önemli olmayan harcamaları kısmak anlamına geliyordu. Kate’in en sinir olduğu şey para takıntılı
yöneticilerle çalışmaktı. Yılın bu döneminde eldeki para azalmasına karşın cinayetleri çözme
harcamaları aynı kalıyordu. Bu haziranın sonu geldiğinde hesap düzgün gözükecek şekilde,
kaynakları kısmak anlamına geliyordu. Heriflerin tek dikkat ettiği şey de buydu.
Bu ay işlenen cinayetlerin sayısı mart ayındakilerin iki katı
kadardı. Daha az adamla bunun anlamı, ödenmeyen fazla mesai ücretleri ve çözülemeyen davalar
demekti. Başkomiserin görevlendirmesiyle altı davada danışmanlık görevi yapmasma ve bir davayı
da tamamen yönetmesine karşın bir de ondan sonuç alması bekleniyordu. Neyse ki, ölü kadınların
olduğu davada sonuç alabilmişti. DNA’lar ellerindeydi. Pahalı bir teknolojiyi denemek için suçluya
gerek olduğu düşünülürse, böyle bir teknolojinin neresi iyiydi ki? Son umudu, kadınlar arasında,
ortadan yok olmalarından önceki süreçte bir bağ kurabilmekti.
Bütün hafta sonunu telefon numaralarını karşılaştırmak için
harcamıştı. Fatma Deab’in çalıştığı vardiya saatlerine ilişkin Merrylands’teki
muayenehaneninkiler ile Blakehurst’larm ve
Finch’lerin evlerine ait telefon kayıtlarını inceleyerek birbirinin aynı iki telefon numarası
belirlemeye çalışıyordu.
Kamburunu çıkararak ensesini ovdu. Rakamlar aklında yüzü yor gibiydi. Gözlerini kapadığında
bile rakamları görebiliyordu.
ikinci kez ısıttığı, tereyağında kızarmış tavuğun son lokmasını ağzma atarken, sayfalardan birinin
üzerine yağ damlattı.
“Hay, bin kere lanet olsun!”
Cebinden çıkardığı bir mendille sayfayı sildi ve tüm rakamların hâlâ okunup okunamadığım
kontrol etti. Fatma’ya ait listedeki ikinci kâğıdın arkasını çevirdi. Alttan üçüncü rakam yağın
neredeyse sildiği rakama benziyordu.
Ellerini pantolonuna südikten sonra, iki sayfayı eline aldı
ve rakamları karşılaştırdı: 9,9,8,8... Evet tüm haneleri aynıydı. Kâğıtları aldı, mutfağa gitti ve
daha güçlü ışığın altında yeniden kontrol etti. Hiç kuşku yoktu. Muayenehaneden biri, manastırdaki
bir başkasıyla aynı numarayı aramıştı. Görüşmelerde aldığı kendi notları ile zamanı karşılaştırdı.
Muayenehaneden yapılan arama doktorun dışarı çıkıp evdeki hastalarına baktığı saatlerde, yani
çarşamba günü öğleden sonra saat l’de yapılmıştı.
Fatma bu saatte yalnızdı.
Manastırdan yapılan arama pazartesi günü sabah saat
7.30’da yapılmıştı. Clare sabah 8’deki trene daha binmemişti ve arayabilecek zamanı vardı. Bu
saatte birçok dükkân daha açılmamıştı ve bu da bağlantının bir rastlantı olmaması olasılığını
artırıyordu.
Bir numara bulmanın verdiği güçle, Kate diğer iki olaya
ilişkin şayiaları da önüne çekti ve iki buçuk saat sonra, yeniden aynı numaraya rastladı.
Bu seferki uyuşan kayıt Alison Blakehurt’un cep telefonuna aitti.
Kendi cep telefonunu aldı ve Polis Telsiz Hattı‘na bakan resmi
işlemlerden sorumlu memurun numarasını çevirdi. “Dedektif yardımcısı Kate Farrer. Bir
numaranın ait olduğu ki
şiyi bulmak istiyorum. Evet, acü bir durum bu.”
Memurun telefona gelmesini bekledi. Mesai saatleri dışında yaşamı tehdit eden bir durum yoksa
numarayı ona vermezlerdi.
Kıdemli memura yalan söyleyecek ve bunun sonuçlarını sonra dan katlanacaktı.
“Bir kadın bu numarayı aradıktan sonra aradığı kişiye gitti ve
şu an ölümcül bir tehlikenin içinde olduğunu sanıyorum.” Kendi cep telefon numarasını verdi ve
telefonu kapattı. Bir saat içinde bu kadınların tanıdığı ortak kişiyi biliyor olacaktı.
Kendini zindeleşmiş hisseden Kate soyundu ve uzun, sıcak bir duşa kendini bıraktı. Ağrıyan
ensesine suyla masaj yaptı.
Daha sonra en sevdiği eşofmanlarım giydi ve saçlarım taradı. Bir an alıştığı üzere Anya’ya
telefon etmek için almacı eline aklı, ancak daha sonra vazgeçip yerine koydu. Anya’yı takip ettirerek
doğru bir şey yaptığı kanısındaydı, ancak Anya böyle düşünmüyordu. Doktorlar ve onların etik
değerleri kendisini zor durumda bırakıyordu. Bayan Lovitt’le konuşmak soruşturma için gereldiydi.
Anya bunu neden anlayamıyordu ki?
Yerde duran hiç açılmamış hafta sonu gazetelerini, ön sayfalarını yırtacak şekilde kendine
çekiyordu ki telefonu Muhteşem Yedili filminin müziğiyle çaldı.
Sert zemini kuyrukkemiğinde hissederek oturduğu yerden telefonu kavradı. Memur aboneyi
belirlemişti. Telefon şehirdeki bir Kriz Merkezi’ne aitti.
Bu Kate’e mantıklı gelmişti. Kadınlar yaşamlarında sorun yaşıyorlardı ve belli ki danışacak
birilerine gereksinim duymuşlardı. Sabah yapacağı ilk iş kadınlar aradığında telefona kimin çıktığını
öğrenmek olacaktı. Bu danışmanlardan herhangi birinin DNA’sı olay yerinde bulduklarıyla aynı
çıkarsa, kadınlarla ilişkiye giren ve büyük olasılıkla onlan öldüren kişiyi belirlemiş olacaklardı.
Peki ama, Debbie Finch ve Briony Lovitt’in ilişkileri neydi? Kate onları Kriz Merkezi’yle
ilişkilendirememekten rahatsızlık duydu. San sayfaları açarak dikkatlice inceledi ve “K” bölümünü
çevirdi. Kriz Merkez’inin ilanında iki numara görülüyordu. ikinci numarayı bir kâğıda yazdı ve
kadınların telefon numaralarını yeniden
incelemeye başladı. Evet, Debbie Finch diğer numarayı iki kez aramıştı, (ieceyansma doğnı, Kate
aradığı yanıtı bulmuştu. Briony Lovitt, Kriz Merkezi’ni ortadan kaybolmadan bir halta önce aramıştı.
Uyuyamadı ve Anya’ya bir e-posta yollayıp bulduğu benzer te lefon kayıtlarından söz etmeye
karar verdi. Kriz Merkezi’ni sa bahleyin araştıracak ve bir şeyler bulmaya çalışacaktı.
E-postası
nın sonuna böylelikle Briony’nin boşuna ölmüş sayılamayacağını
yazdı ve iletiyi yolladı. Saat sabah ikide, battaniyesinin altına gir
di ve tamamen giyinmiş bir halde, ışığı kapamayı unutarak uyku ya daldı.
Kate yatak odasının hemen dışındaki bir arabadan gelen şiddetli motor sesiyle uyandı. Motordan
tamir gerektirirmişçesine kötü sesler geliyordu. Işığı açtı ve pencereden dışan göz attı. Aynı
Arıya’runkine benzeyen mavi bir Corolla gördü. Belki de Anya e-postayı okumuş, konuşmak için
gelmişti. Yine de emin olamamıştı.
“Bu çok aptalca” dedi Kate kendi kendine konuşarak. “Bu konu yu halletmeliyiz.” Sandaletlerini
giydi ve sabah soğuğundan büzül müş olarak dışarı çıktı. Sürücünün olduğu tarafa yaklaşmıştı.
Ancak pencereye ulaştığında farkına vardı ki arabayı kullanan Anya değildi.
49
Anya, Elaine’in geldiğini fark etmemişti.
“Hayır, Sado Mazo kulüplerine üye değilim! Yeniden ararsanız polise haber vereceğim.” Almacı
sert bir şekilde yerine koydu.
“Kötü bir sabah mı?”
“Saat sekizi beş geçiyor, ancak sanki geceyarısı olmuş gibi yoruldum.” Anya, Elaine’in
sandalyesine kendini bıraktı ve şakaklarını ovaladı. “şu ana kadar radyo, gazete ve TV ajanslarından,
sohbet programlarından, meslektaşlarından ve tabii ki hafta sonu gazetesinde söz edilen adınla, yani
‘ölümcül cazibe’yle görüşmek isteyen çatlak tiplerden telefonlar geldi.”
“Gündemlerinin dışına çıkar çıkmaz seni unuturlar. Bu senin ışıklar altındaki on beş dakikan.”
Elaine yorumundan pişman olmuş gibi çalan kapıyla ilgilenmek için hızla Anya’nın yanından ayrıldı.
“Hayır, imza vermiyor. îyi günler.” Bir dakika geçmeden kapı yeniden çalındı. “Alı. Günaydın.
Eğer yaparsanız minnettar kalırım. Teşekkür ederim. Ancak size test laboratuvarlarından daha önce
söz etmiştim değil mi?”
Anya ellerinin arasına aldığı kafasını kaldırdı.
“Sperm Adam bir süredir dışarıda nöbet tutuyor. Senin dikkatinin eşinin iç çamaşırları dışında bir
nedenle dağılmasını istemiyormuş.”
Anya homurtulu bir ses çıkardı ve dizüstü bilgisayarını alarak üst kata çekilmeye karar verdi.
“Kimseyle konuşmak istemiyorum. Birkaç raporu yazıp bitireceğim, işte o kadar.”
Yatağında dikkatini toplamaya çalışıyordu. Aile içi şiddet olay larında görülen yaralanmalarla
ilgili yazmaya çalıştığı raporun bir satırında takıldı kaldı. Sabina Pryor nasılsa her zaman yeni bir
uzman bulabilirdi. Aralıksız çalan telefon nedeniyle birkaç dal I ka sonra telefonu prizinden
çıkarmak zorunda kalmıştı.
Bacaklarını uzatarak gerindikten ve iki aspirin aldıktan sonra, yatağında bağdaş kurarak oturdu
ve Sabina’nın çalışmaya devam edebilmesi için başka adli doktorların ad, adres ve telefonlarını
içeren bir mektubu genel hatlarıyla yollamak üzere hazırladı. ()J) lene kadar tek yapabildiği de bu
olmuştu.
Öğlen olduğunda, Elaine elinde bir kahve ve sandviçle yukai I kata çıkmaya cesaret etmişti,
ancak Anya kendini, midesindekj asit mide duvarlarını aşındırmış gibi hissediyordu.
“Aç değilim. Ancak yine de sağ ol.” Elaine yorgun görünüyor du. Hafta sonunda patlayan
haberin sonraki etkileriyle uğraşmak kolay değildi. “Nasıl, başa çıkabiliyor musun?”
“Ee, sen ya da biz mi demeliyim bilmem, her neyse, iki evlen me teklifi aldık ve sabahkini
tamamlamak üzere açık saçık sözler söyleyen bir arayanımız daha var. Üç kişi arayıp cinayetleri üze
rine çekebilen mıknatıs gibi kişiyi görmek istediklerini söyledi ler.” Tepsiyi tuvalet masasının
üzerine koydu. “Başa çıkamayaca ğım bir şey değil. Telesekreter şu an açrk. Yani böylece ara da
verebilirim. Ya senden ve Martin’den ne haber?”
Anya ayağa kalktr ve küçük pencereden dışarı baktı.
“Cumartesi sabahı gelip Ben’i aldı götürdü. O kadar sinirliydi ki, Elaine;, beni korkuttu. Ben,
ayrılmamak için çığlıklar attı. Tanrım, kalbim öyle buruldu ki.” Zorla yutkundu.
Elaine sessizce kafasrm salladı. “Onun yaşadığı sarsıntıyı da anlayabiliyorum. Sakinleşecektir.
Her zaman bir süre sonra sakinleşir.”
“Endişe duyduğum şey bunun Ben’i etkileyecek olması.” “Ufaklık inanılmaz bir çocuk. Başa
çıkabileceğine eminim.
Yine de bu seni rahatlatacaksa neden ona telefon etmiyorsun?” Elaine ayrılırken, Anya telefonu
yeniden prize taktı. Telefona Nita çıktı ve fısıldayarak Martin’in kimseyle görüş mek istemediğini
söyledi. Kadının dediğine göre Ben arabada ağ laya ağlaya uyuyakalmıştı ve bugün de dün sabahla
ügili bir tek
kelime bile etmiyordu. Mavi dinozoruyla halrmn üzerine yatmış çizgi film izliyordu. Anya
bugüne kadar Nita’ya soğuk davranmış tı. şimdi ise oğluyla ilgili verdiği bilgi nedeniyle kendini ona
kar şı minnettar hissetti. Kadının söylediklerinden içten bir şekilde Ben’i önemsediği anlaşrhyordu.
Ve Martin’i de. Ayrrca Anya’nın endişelerini de anlıyor gözüküyordu. Nita, Anya’ya Martin öğle
den sonra sörfe gittiğinde yeniden aramasını önerdi.
Böylelikle yeni bir tartışma önlenmiş olur ve Anya da Ben’le istediği kadar ki ınuşabilirdi.
Saat dörde doğru telefonlar susmuştu ve Elaine ön kapıyı kilitlemek üzere olduğunu bildirdi.
Anyayukarr katta çekildiği inzivayı sona erdirip aşağı katta dolanmaya başlamıştı ki davul öğretmeni
geldi.
“Merhaba. Bu hafta yeni bir parça çalmaya hazır mısırı?” Mick I layes bir yığın notayla gelmişti.
Anya dersi hepten unutmuştu. Halta sonu yaşadığı dram bilincini tamamen boşaltmış gibiydi.
“Sanırını iyi bir zamanda gelmedim Özür dilerim Mick. Doğal olarak bugünkü dersin parasını
ödeyeceğim.”
“iyi misin? Çok kötü.”
“Gördüğün gibi çok berbatım. Cumartesi günü gazetede benimle ilgili haberi gördün mü?”
“Hayır. Cuma gecesi bir konserimiz vardı, ondan sonra da dağıldım.”
Gözlerinin altındaki koyu halkalara ve üç günlük sakalına
bakılırsa, büyük olasılıkla tüm hafta sonu cuma gününün heyecanıyla geçmiş olmalı, diye
düşündü Anya. Mick şehirdeki çeşitli gösteri yerlerinde konserler veren ve CD’leri satılan bir grupta
davul çalıyordu. Mick konuştukça Anya’nın aklına, onun ses mühendisleri ve hoparlörler hakkında
bilgi sahibi birini tanıyabileceği gelmişti.
“Aslında belki bana bir konuda yardımcı olabilirsin.
Hoparlörler hakkında bilgiye ihtiyacım var. şu ana kadar hoparlörlerin mıknatıs ile kartondan
yapıldıklarını ve yapımında başka bir malzemenin de pek kullanılmadığım öğrendim. Bir hoparlörün
kalitesinin iyi mi kötü mü olduğunu nereden anlarsın?”
“Bu kolay. Eğer büyük şirketlerden birinin imal ettiği bir hoparlörse büyük olasılıkla iyidir.
Tanınmış markalardan alırsan, sorun olmayacaktır. Eğer ne aradığını biliyorsan, ikinci elden kelepir
fiyata da alabilirsin.”
“Bunu unutmamaya çalışacağım” dedi Anya. O gün ilk kez gü lümsemişti. “Bu arada iyi bir
hoparlörü iyi yapan nedir?
Demek
isi ediğim eğer sen imal ediyor olsan ortaya çıkanın iyi bir hopar lör olması için ne yapardın?”
“Bu konuda çok düşünmedim.” Genç adam gözünün önüne ge len uzun perçemini eliyle çekti.
“Ancak akustik ve duyma konu
sunda araştırmalar yapılan özel bir odada bazı hoparlörleri test etmiş birini tanıyorum.
Neredeydi? Lindfield’di sanırım.”
Anya’nın aklında bir kıvılcım çaktı. “No tip bir oda olduğumı biliyor musun?” “Sanırım bir çeşit
kayıt stüdyosu gibi bir yer olmalı. Duvarla! sesi yutması için özel maddelerle döşenmiştir.”
Anya o ana kadar liflerin hoparlörlerde bulunduğunu varsay mıştı. Ancak eğer ses mühendisi
mükemmel hoparlörü yaratma nm peşindeyse, hoparlörleri belki de kendi özel kayıt stüdyosun da
test etmiş olabilirdi. Mick’in anlattıklarından aklında, kayıtlar da duyulmaması için gereksiz sesleri
yutan, duvarları köpük kap lı olan bir odanın görüntüsü canlanıyordu. Farkında olmadan Mick Hayes
ne oldukları belirlenemeyen liflerle ilgili olası bir kaynağı ortaya çıkarmıştı. Ya lifler hoparlörlerde
değil de test odasındaysa?
“Sağ ol Mick. izin ver, cüzdanımı alayım da bugünün ücretini ödeyeyim.”
Mick, Anya’nın kesmekten ya da adamın gözünün önünden çekerek tepesine tokayla tutturmaktan
büyük bir memnuıüuk duyacağı uzun perçemini eliyle araladı. “Bir ders istemediğine emin inisin?”
“Az önce bana farkında olduğundan fazlasını öğretmiş oldun.”
Kate Farrer rüyasında kendim yeniden çocuk olmuş olarak görüyordu. Yalnız ve korkmuş bir
çocuk. Kıvrılmış durumda kendini dünyadan korumak amacıyla üzerine çekip, sarılıp yatmak için el
yordamıyla yatak örtüsünü aradı. Soğuk hava bedeninin üzerinde geziniyordu ve bütün tüyleri diken
diken olmuştu. Titrerken, simsiyah bir karanlığa gözünü açtı. Gözlerini açıp kapadı ve yatağının
yanındaki çalar saatin kırmızı ışığını arandı. Işık falan yoktu. Kolunu hareket ettirdiğinde, elinin
altında soğuk sert bir zeminden başka bir şey hissetmedi.
“Ne. Neredeyim?” demeye çalıştı, ancak kurumuş ağzından kelimeler çıkamamıştı.
Dikelmiş otururken, eliyle yokladığında altında metal bir ızga ra olduğunu fark etti. Çelik
çubukların arasından parmaklarının
girebileceği kadar büyüklükte delikleri olan bir ızgara. Kate’in duyabildiği tek ses olan kendi kalp
atışları iki kulağında birden yankılanıyordu. Buz gibi elleriyle bedenini yoklarken, sürekli olarak
kollarını ve bacaklarını hareket ettiriyordu.
Bedeninde kırık ya da acıyan bir yer yoktu. Bir anda fark etti.
Elleriyle dokunduğu çıplak teniydi. Tamamen çıplak bedeni. “Tanrım!”
Kanımı tuttuğunda biran neredeyse kusacak gibi oldu.
Kaşıklan tiras edilmişi i.
Kate sesi çatlak bir hal alıncaya kadar ümitsizlik ve dehşet içinde çığlık attı. Adamın başka neler
yapmış olabileceği korkusu içinde, tam olarak nerede olduğuna odaklanmaya çalıştı.
Düşün Kate. Düşün. Odaklanmak tüm gücünü tüketmişti. Telefon kayıtlarına baktığını ve
uyuyakaldığını hatırlıyordu. Sonra ne oldu? Lanet olsun, neden hatırlayamıyorum? ilaç. ilaç vermiş
olmalı. Yoksa buraya getiremezdi.
“imdaaat! Yardım eden yok mu!” diye çığlık attı.
Ne kadar yüksek sesle çığlık atarsa atsın yanıtlayan kimse yoktu. Simsiyah karanlık onu sararken
o da titriyordu. Titremesini durdurmak elinde değildi.
Lanet olası herif ne yaptı bana? Parmaklarım gözlerinin üzerine koydu ve gözlerini ovaladı. Hâlâ
bir görüntü yoktu. Işık, duvar, hiçbir şey.
Kafası zonkluyordu. Gözlerinden akan yaşlar çıplak göğsüne damlıyordu.
Kahrolası herif ne yaptı? Kör mü oldum? Tanrım, hayır. Kör olmama izin verme.
Bir artıp, bir azalan mide bulantısıyla yeniden gözlerini ovaladı. Bir şey görmek istiyordu. Bir
şey, herhangi bir şey. Bir anda ağzından kusmuklar fışkırdı. Sıcak sıvı bacaklarının arasından
damlıyordu. Dayanılmaz pis bir koku.
Yükselen histeri her bir damarını zorluyordu. Düzgün
nefes almaya çalıştığı her seferinde sarsıldı ve çığlıklar attı. Dışarıya çıkmak için bir yol bulmaya
çalışarak iniltiler içinde emeklemeye başladı. Önündeki ızgarayı hissetmek için ellerini uzatarak,
yavaş yavaş ilerledi. Bir delik, bir delik daha. Elini metali hissetmek için ileri uzatırken eli bir anda
tamamen boşluğa geldiğinde Kate’in aklı karıştı. Dizlerinin altında bir metre kadar ileride sona
erdiğini anladığı ızgaranın baskısını hissediyordu. Bacaklarını kıpırdatmadan ve dengesini
koruyarak, kenara benzeyen bir yere elini dokundurdu. Ardından kenardan yukarı doğru giden gergin
ve kalın bir zinciri yoklayarak buldu. Zinciri çekerek kendini doğrulttuğunda zincirin yukarı doğru
devam ettiğini ve bir yerlerde büyük olasılıkla tavana bağlı olma sı gerektiğini fark etti. Zincire
bir tırmanabilseydi. Bacakları titrer durumda, derin bir nefes aldı ve hayatının tır manışı için ayak
parmaklannın üzerinde yükseldi. Zinciri kavra mak yerine, parmaklan ıslak, yağlı halkalardan
kayıvermişti. Dik ’.HH kaile ellerini kokladı. Yağ. Lanet olsun. Adanı kahrolası incin yağlamıştı.
Emekleme durumuna geri döndü ve yavaş bir şekilde elleriyle yoklayarak zihninde zeminin bir
haritasını çıkardı. Izgara üzerin de yatılacak kadar büyüktü, ancak bir yatak kadar geniş de değil di.
Izgaranın dört köşesi zincirlerle tutturulmuştu ve her bir zin cire de aynı düzeyden başlayarak yağ
sürülmüştü.
Tanrım! Adam zincirlere tırmanmayı olanaksız hale getirmişti.
Izgara platformun diğer ucunda, Kate, soğuk, kokusuz bir sıvı dolu plastik bir şişe ile içinde bir
parça kumaş olan küçük plastik bir kabı parmaklarıyla yoklayarak buldu.
Yeni bulduğu “gereçleriyle ızgaranın ortasına geldi ve çömeldi. Ağırlığını iki bacağına eşit
biçimde dağıtarak, kendini dengeledi ve ayağa kalktı. ilk keresinde sendeledi. Neredeyse ızgara dan
aşağıya düşüyordu. Zemin ayaklarının altından kayar gibi olmuştu. Bunun işe yarayacağını umarak
gözlerini kapadı
ve yeniden denedi. Bu seferinde tam olarak ayağa kalkabüdi ve yukarıyı yokladı. Tavan, duvar,
tutunabileceği ya da dokunabildiği bir şey yoktu. Izgara tavana asümış olmalıydı. Yerden ne kadar
yüksekteydi acaba? Burası nasıl bir yerdi? Belki de aşağıya inebilirdi. Dolu şişeyi aşağıya attı ve
yere çarptığında çıkacak sesi dinledi, ancak şişeden bir ses gelmemişti.
Tanrım. Burası aşağı atlamak için çok yüksek bir kayalık gibiy di. Ve o da büyük olasılıkla kör
olmuştu. Bir dehşet dalgası daha yaşadı ve titreyerek, kıvrılarak bedenini dölüt konumuna getirdi.
Bırakılması için yalvarıyordu.
50
Anya, Ulusal Araştırma Merkezi’nin işitme ve Akustik Bölümü‘nün girişindeki avluya geldi.
Bina, bahçesindeki ağaç ve fundalıklar nedeniyle yoldan bakınca zor fark edilen büyük beton bir
yapıydı. Bilgi istediğini güvenliğe söylediğinde, adam akustik bölümünün başındaki kişiyi aradı ve
Anya’dan bekleme salonunda biraz oturmasını istedi.
Halıyla kaplı geniş alanlar ve yüksek tavanlar Anya’ya benzer bir mantıkla doğal ışık alacak
şekilde tasarlanan hastane binalarını anımsattı. Gereğinden fazla renk cümbüşü sunan tablolarla dolu
olmasına rağmen, mekânın steril bir görüntüsü vardı. Burada kaç büro olduğunu, bilinmedik kaç
yüzün buradaki işlerde karıncalar gibi çalışarak dünyanın geri kalanından saklı bir şekilde yaşadığını
düşündü bir an.
Ekose kravat, yün ceket ve açık kahverengi pantolonlu, sakallı bir adam ana merdivenlerden ağır
ağır indi. Güvenlik görevlisi onu Anya’nın olduğu yere yönlendirdi.
“Adım Godfrey Taggert” dedi adam. “Size nasıl yardımcı olabilirim?”
“Benimle görüşmeyi bu kadar çabuk kabul ettiğiniz için teşek kür ederim. Bir dizi ölümle ilgili
patolojik bulguları inceliyorum.
Ölen kişilerden biri yaşamını hoparlör imal ederek geçirmiş ve kullandığı malzemelerin sorun
yaratmayacağını düşündüğüm için şimdi buna neden olabilecek başka malzemeleri, başka de yişle
olası çevresel alerjenleri araştırıyorum.”
“Bu araştırma merkezi meslek sağlığı ve güvenliği konusunda
iyi bir geçmişe sahiptir” dedi adam, kollarını karnının üzerinde kavuşturarak.
Anya öyle olmadığım ima etmemişti aslında. Belli ki, insanlar
“Ki olası bir meslek sağlığı ve güvenliği konusunun aıa.şl.11 ılnıası <lu rumunda hassasiyet
gösteriyordu.
“Size söylemeliyim ki merkezinize böyle bir şeyi incelemek için gelmedim. Beni yalnızca
hoparlörlerin test edilme süreci ilgi lendiriyor.”
“Oh, size bu konuda yardım edebilirim. Bu taraftan gelirseniz, merkezin nasıl çalıştığım size
anlatabilirim.”
Merdivenlerden yukarı çıktılar, bir koridor geçtiler ve bir dizi merdiven daha çıktılar. Binanın bir
tarafında tuğla duvarlar diğer tarafında ise Anya’nın bürolara açıldığını talimin ettiği kapılar
bulunuyordu.
Bir tarafa doğru büyük açık kapılan olan labirente benzer bir yerin girişinde durdular. “Sesy
işitme olayının işleyişi ve beynin sesleri nasıl algıladığıyla ilgili araştırmalar yapıyoruz. Bu konunun
doğaldır ki birçok işlevsel uygulaması bulunuyor. Bu uygulamalar işitme sorunu yaşayanları
saymazsak, müzik aletleri, şarkıcılar ve hoparlörlerle ilgili.”
Açılı olarak yerleştirilmiş diğer panolara ve tavana, sıralar halinde; asılı ağaç panoların
bulunduğu sağdaki odanın, beton bir zemini vardı. ilk bakışta yer düzensizmiş gibi görünüyordu,
ancak Dr. Taggert açıklama yaptı: “Burası bizim yankı odamız. Burada ses olabildiğince fazla
yüzeyden yansır. Bu işlem sonucu ortaya çıkan ses, özellikle de şarkı söylüyorsanız oldukça
etkileyicidü.”
“Yani burası bir yankı odası mı?”
“Kendi gözünüzle görün. şarkı söylemeye çalışın.”
Anya, adamın bu konuda tamamen ciddi olduğunu gördü ve
“Mary Had a Little l,amb”in ilk dizelerini söyledi. Ancak ezgiyi tutturamadı, çünkü ilk söylediği
notanın yankısı karışarak diğer notayı doğru çıkarmasını engelliyordu.
Bir sonraki odada masanın üzerinde kulaklıklar ve mikrofonlar vardı.
“Bu oda gecikme işlemi uygulanmış konuşma için. Kulaklıkla ıı takın ve ona kadar saymayı
deneyin.” Anya zaman kaybetmek istemiyordu, ancak eğer adamın hevesle anlattıklanna ügi
gösterirse daha çok bilgi alabileceğini düşünü yordu. Kulaklıklan takarak mikrofona doğru sayı
saymaya başladı.
“Bir, iki, iki, iki, iki.”
Dr. Taggert elini Anya’nın omzuna koydu ve kulaklıklara hatif çe vurdu. “Nasıldı?”
“Söylediğim şeyi söyledikten hemen sonra yeniden duydum.”
“Hu işlem söylediğin .şeyi kaydeder ve bunu saniyenin sekizde biri kadar bir zaman sonra
yeniden çalar. Sayı sayarken, beynin duyduğu şeyi değerlendirir ve söylemek istediğin şeye
müdahale eder. Bu yüzden kekeler gibi, bir başka deyişle kınk plak gibi aynı numarayı tekrar edip
durdun.”
Bilimsel bir açıklaması olduğu bilindiğine göre kendini beceriksiz saymanın bir anlamı yoktu.
“insanlar işitsel geri beslemeyi kullanırlar. Yani amaçladığımız şeyi ya da bir şarkıyı doğru şekilde
söyleyip söylemediğimizden emin olmak için aynı zamanda dinleriz de. Geri besleme
çarpıtıldığında, iletişim kurmakla zorlanırız. Bu da bizi bir sonraki odaya götürüyor.” Anya saatine
baktı. şu ana kadar ilginç bir geziydi, ancak liflerle ilgili olaylara ışık tutacak herhangi bir şey
öğrenememişti.
Kate düşünmeye çalıştı. Kadınlara ne olmuştu? Öyle ya da böyle hepsi dış dünyaya bir şekilde
çıkmayı başarmışlardı. işte o an kaçmak için bir şansı olacaktı. Tabii eğer burada yalnız başına
hayatta kalabilirse.
Bir anda parlak beyaz bir ışık yanıp söndü. Acıyan gözlerini koruyacak şekilde hareket etti. Işık
gözlerinde benekler bırakarak sönmeden önce yalnızca bir saniye yanık kalmıştı. Bu, ne kadar
korkutucu olursa olsun, kör olmadığmı adamasına yaramıştı.
Saniyeler sonra, yaşamında duyduğu en korkunç gürültü odayı doldurdu. Binlerce vantilatör ya
da motor aynı anda çalıştırılmış gibiydi. Sesin susması için çığlıklar attı, ancak gürültü ve uğultudan
kendi sesini bile duyanuyordu. Karanlıkta, üzerinde olduğu platformun titreşimi bedenini hareket
ettiriyordu. Kulaklarını elleriyle kapadı ve tüm gücüyle bastırdı. Ses susmuyor, susmuyordu.
Ne olur susturun şunu.
Ur. Taggert, odaların ters tarafına doğru Anya’ya eşlik etti ve cm etkileyici tavrıyla konuştu:
“Burada yankı odasının tam tersi var. Burası tüm sesleri yutuyor ve yankı ya da geri beslemedeki
herhangi bir gecikmeyi engelliyor. Burası bizim sağır odamız.”
Adam oflaya puflaya iki büyük kapıyı açarak ışığı yaktı ve onu içeriye yönlendirdi. içerisi
havasızdı ve küf kokuyordu. Anya tel kümes kafesine benzer delikleri olan bir maddeden yapılmış
bir platformun üzerine çıkmıştı. “şu an hem yere hem de tavana iki kat uzaklıktasın.” Odanın
büyüklüğüne rağmen yukarı baktığında
Anya, içinde kapalı yer korkusuna benzer bir his duydu. Büyük, açık parmaklara benzeyen köpükler,
tümü ona bakacak şekilde tavana, yere ve duvarlara yerleştirilmişti.
Dr. Taggert kapüarı kapatırken, Anya kulaklarında ağrı hissetti. Basıncı eşitlemek için dolu dolu
yutkunmak pek bir şeyi değiştirmemişti.
“Kulaklarım neden ağrıyor?” Sesi, aynı soğuk aldığı zamanlarda kulakları tikanınca çıkan sese
benzer şeküde boğuk çıkıyordu.
“En alçak sesleri bile duyabilmek için ortakulağın ve kulak zarların en gergin duruma geliyor.
Buradaki tüm sesler yutulduğu için gerçek bir sessizliğe en yalan olabüeceğiniz yer burası.”
Haklıydı. Sessizlik rahatlama sağlamak bir yana acı vericiydi. Hiçbir yankı olmaması
konuşmaları zor anlaşılır hale getirmişti.
Anya şimdi sesten yoksun birinin iç dünyasının, yani sağır olmanın nasıl bir şey olduğunu ve
bunun getirdiği yalıtılmıştık duygusunu anlayabiliyordu.
“Hoparlörleri burada mı test ediyorsunuz?”
“Evet. En orta kısım bunun için en iyi yerdir. Ne yazık ki oda aslında senin üzerinde durduğun
platform nedeniyle tam olarak mükemmel değil. Ancak yüıe de platform da dahil tüm oda yansımayı
en aza indirecek şekilde tasarlanmıştır.”
Adam sustuğunda sessizlik neredeyse dayanılmaz oluyordu.
“Bu odaya ne diyordunuz?”
“Sağır oda. Hiç yankı olmaması nedeniyle.”
Anya kapıya yaklaştı. “Bu odalar hoparlörleri test etmek dışın da bir amaçla kullanılıyor mu?”
“Bölge Üniversitesi’ndeki psikoloji bölümünde de sanırım çok eskiden kalma böyle bir oda var. Ses
algısmdaki değişikliklerin
psikolojik etkileriyle ilgileniyorlar.”
Dr. Taggert kapıyı açtığında Anya hızla doğal ışığa çıkarak ra hatlamak üzere kapıya doğru
hareketlendi. “Odanın neyle kap landığını sorabilir miyim?”
“Bir çeşit fiberglas döşeme maddesi, kayıt stüdyolarında, yalı tım amaçlı kullanılan
malzemelerden çok farklı bir malzeme değil. Bizdeki en Ueri teknoloji, altı ay önce döşettik.
Bundan da oldukça gurur duyuyoruz. Malzeme ve tasarım anlamında en yeni teknoloji.”
Anya kapıya doğrU yıınırken topuğu bir kabloya akılınca tö kezlodi.
“iyi inisin? Dikkat etmeni söylemeliydim.”
Bir duvara tutunarak dengesini sağladı. “iyiyim, yalnızca biraz sakarlık ettim. Burası insanın
aklını karıştırıyor.” Tur rehberi koluna girmesi için kolunu uzatırken, Arıya tırnağını köpük
döşemeye çoktan sokuvermişti.
“Çok etkileyici” dedi, odanın dışına çıkarlarken. “Son bir sorum var Dr. Taggert. Yeni Güney
Galler’de başka nerede bu sağır odalardan var?”
“Sahnelerde elektro gitarların yeni yeni yaygınlaşmaya başladığı 50’li yıllarda çok modaydılar,
ancak benim bildiklerim 60’larda ya yıkıldı ya da kapandı. Bu odalar çok yer kaplıyordu ve
dolayısıyla çok masraflı oluyordu.”
“Nerede olduklarını, yani tam yerlerini söyleyebilir misiniz?”
“şu anda bir şey diyemem, ancak büroma gelirseniz, sizin için bu bilgiyi bulup bulamayacağıma
bir bakarım.”
Anya elini çantasına daldırarak adamı izledi. Bir parmağıyla tırnağmdaki köpük örneğini küçük
boş bir şişeye yerleştirdi ve şişenin kapağını kapattı.
51
Anya günün sonunda yorgun düşmüştü. Telesekretere baktı. Polis dedektifi Brian Hogan, Kate’le
bugün konuşup konuşmadığını soran bir ileti bırakmıştı. Konuşmam pek mümkün değil, diye
düşündü Anya. Kızgınlığı hâlâ geçmemişti.
Bu gece ona ev soğuk geldi ve ilk kez kendini gerçekten yalnız hissetti. Tek başına yemek
yemenin hiç de hoş bir tarafı yoktu. Bir yandan, erken vakitte uykuya teslim olmak da istemiyordu.
Spor salonuna gidebilirdi, ancak Kate’le karşılaşma tatsızlığı vardı. Bunun yerine Batı Sydney Bölge
Hastanesi’nin kitaplığına gitmeye karar verdi. Psikologların sağır odalarda nasıl denemeler
yaptıklarını öğrenmek istiyordu.
Bir saat sonra, modern psikoloji tarihiyle ilgili koca koca kitapların ortasında oturuyordu.
Dizinlerden birinde sağır odaların davranış değişikliği yaratmak amacıyla kullanıldığından söz
ediliyordu. Bu konuyla ilgili, yoğun olarak B.F. Skinner ismiyle fare ve kuşlarla yapılan deneyler ön
plana çıkıyordu.
Kitap yığınının en altındaki bir ders kitabında, içinde tavana dört zincirle tutturulmuş bir platform
ve bu platforma ulaşılabilmesini sağlayan indirilip kaldırılabilen bir köprü bulunan bir odanın
resimleri vardı.
Altındaki başlıkta bu odanın “kişilerde ses yoksunluğu etkisinin test; edilmesi için mükemmel bir
araç” olduğu yazıyordu. Paragrafın devamında yazanlarsa Anya’nın tüylerinin diken diken olmasına
yol açtı:
Işık yoksunluğu da eklendiğinde deneklerin özellikle akıllarının karıştığı görülmüştür. Kısa
zamanlarla ışık ve sesle ödüllendirildiklerinde incelemeyi yapan kişinin isteklerine uyum sağlamaya
daha yatkm hale geldikleri belirlenmiştir, Bu durum odada geçecek iki ya ia m; gün gibi kısa
sürelerde kendini göstermektedir.
Briony’nin ailesinden vazgeçmesine şaşırmamak gerek. Bir psikopatın elinde böyle bir oda
işkence ve yönlendirme için bir araca dönüşebilirdi. Ulusal Araştırma Merkezi’ndeki sağır odanın
içinden dışarıdaki hiçbir gürültü duyulamadığına göre dışarıdaki herhangi biri de içerideki bir kişinin
bağırdığını duyamazdı. Dr. Taggert sağır odası olan şirketlerin adlarını vermişti.
Üniversite dışında olası iki yer bulunuyordu. Dural’de bulunan sağır odalardan ilki sonradan
genişletilmişti. Diğer yer ise Annangrove’daydı ve adı telefon rehberinde bulunmayan bir gitar
imalatçısına aitti. şirket son birkaç yıl içinde adını değiştirmiş, satılmış ya da kapanmış olabilirdi.
Sabahleyin, şirketin bulunduğu yere gidecek ve binayı kontrol edecekti. Belki de ses mühendisinin
kendi yaptığı ya da bir şekilde yaptırdığı özel bir odası vardı. Anya kitaplık çıkışındaki metal
dedektöründen geçtikten sonra dışarı çıktı ve Felix Rosenbaum’a telefon etti. Telefonda ancak
bağırarak adama ne bulduğunu anlatmayı başarabilmişti.
“Hoparlörleri köpükle döşenmiş bir odada test ediyorlar.” “Oo” dedi Dr. Rosenbaum.
“Phil Abbott’ın kuzeninin onun evinden çok da uzak olmayan bir yerde evi olduğunu anımsıyorum.
O günlerde birini yalnızca öğle yemeği için ziyaret edemezdiniz. şehrin kuzeybatısındaki böyle bir
eve gittiğinizde bütün hafta sonunu burada geçirmeniz gerekirdi. O zamanlar orakır hep çalılıktı.”
Anya karşısındakinin konuşmasına ara vermesini sabırla bekledi.
“Kuzeni de ses mühendisiydi” diye ekledi yaşlı doktor.
“Bu ev Annangrove’da olabilir mi?” diye sordu Anya, nefesini tutarak.
Dr. Rosenbaum emin olamadı, ancak ona olabilirmiş gibi geldi ğini söyledi.
Anya eve döndüğünde evinin kapısında Vaughan Hunter’ı bek lerken buldu.
Adam, Arıya’yı gördüğünde sıcak bir şekilde gülümsedi.
“Seni telefonda arayıp durdum ve ulaşamayınca merak ettim.
Telefonunu açmadın ve hafta sonu gazetedeki berbat haberden sonra, eh, ben de endişelendim.”
“iyiyim, sağ ol” dedi Anya. Demek istediğinden farklı olarak la fı kestirip atmıştı bunu söylerken.
“iyi. Buna sevindim.” Bu sefer beceriksizce konuşan Vaughan olmuştu. “Sanırım gitsem iyi olacak.”
Anya adam yürüyüp onu geçene kadar bekledi. Ancak sonra bir anda yalnız kalmak istememğinin
farkına vardı. “Kahve?”
Adam durdu, gülümsedi ve onaylar şekilde başını salladı.
Eve girdikten soma Anya, kendini sürekli konuşur durumda buldu. Duygusal bakımdan posası
çıkmış halde bulunması ve illa ki kendi istediği konuda konuşmak için bastırmayacak, tarafsız bir
dinleyici bulmuş olması Anya’da konuşma isteği yaratmıştı. O kahve yaparken bir süre mutfakta
ayakta durdular.
Bütün bu olaylar en çok Ben’i etkiledi. Eski eşim kalıcı olarak bir yere yerleşecek gibi gözükmüyor
ve ülkenin bir yerinden diğer bir yerine taşınıp durmak oğlum için zor bir yaşam demek.”
“Basm tarafından katil olarak adlandırılmak kolay olmamalı” dedi Vaughan. “Ona mı bana mı
katil denmesi?” diye atüdı Anya, Vaughan’ın Martin’den söz ettiğini somadan fark etmişti. “Evet,
kolay değil.” “Böyle bir tanımlamayla başa çıkabiliyor musun?”
“Güçbela. Bunu araştıran insanları anlamıyorum. Bu yıkıcı bir şey ve ortada bir şey yokken bile
bir sorun yaratmak isteyen parazitler tarafından olaylar körükleniyor. Bu sırada kimin yaşamının
altüst olduğu umurlarında büe değü.”
Vaughan dikkatle dinledi. Adamın mesleki bir dikkatle mi yoksa arkadaşça bir dikkatle mi
dinlediği artık Anya’nın umurunda değildi. Konuşmak içindeki baskıyı azaltıyordu.
Gece saat 1 l’de, iki kahve içtikten sonra Anya evde yemek için son kullanma tarihi geçmeyen
yalnızca peynir ve ekmek olduğunun farkına vardı. Geriye onları tost yapmak kalıyordu.
Ziyaretçisi için bir sorun yoktu.
Mutfak masasında tostlarını yerlerken, Anya sağır odalarda ya
pılan deneylerle ilgili bir şey bilip bilmediğini sordu. “Bir şeyler okumuştum” dedi Vaughan,
kısa bir süre düşündük ten sonra. “Bu deneyler günümüzde, etik komitesinden izin alamazdı ve o
zamanlarda da çoğunlukla zaman kaybıydı. Davranış değişikliğiyle ilgili çoğu bilgi ve anlayış zaten
davranış psikologlarından gelmedi. Bu bilgiler savaş esirlerinin ve özellikle de Ko re’deki esirlerin
deneyimleri üzerinden edinildi, ilginç bir şekilde, bu esirleri elinde bulunduran kişüer, aile içi şiddet
uygulayan kişilerle aynı teknikleri uygulamışlardı.”
Anya onun verdiği makaleleri yararlı bulmuştu. .şimdi ise konuştukça onu izliyor-, engin
bilgisini ve rahat yaklaşımım takdir ediyordu. Adamın yüzünde yalnızca bilgi veren birinin ifadesi
değil, aynı zamanda kendini karşrsmdakinin yerine koyan birinin ifadesi de vardı. Herkesin ona
danışmakla kendini iyi hissedeceği kolaylıkla söylenebilirdi. “incelediğim olaylardaki kurbanların
ölmeden önce böyle bir yerde tutulduğundan şüpheleniyorum.”
“Elinde böyle bir bilgi varsa neden polise gitmiyorsun?” diye sordu Vaughan, tostunu bitirirken.
“işin ikircikli tarafı da bu. Ortada bir suç olduğu kanıtlanmadan bu işe bakmak istemiyorlar.”
“Ah. O zaman o yere gidip, ‘Affedersiniz, odanızda kadınlara işkence yapıyor musunuz?’ demen
mi gerekiyor? Yani sözünü ettiğimiz oda hâlâ yerinde duruyorsa tabii!”
Anya kendini gülmek zorunda hissetti. Ancak zoraki bir gülüş oldu bu. “Söz konusu oda hâlâ
sahipleri için olası bir sağlık tehlikesi taşıdığından, bu odalarla ilgili akciğer hastalığı tehlikesinden
söz edebilirim ve bir doktora görünmelerini önerebilirim. Eğer buraya kadar iyi giderse, içeriden de
biraz örnek isteyebilirim. Kolay.”
“Ancak sen gittiğinde hiçbir şey öyle kolay olmayacaktır” diye takıldı Vaughan. “Yarın sabah
Glenhaven’daki muayenehanedeyim. Buraya çok yakın. Beni oradan almaya ne dersin? iki kişi
olursak daha resmi görünürüz ve oda hâlâ yerinde duruyorsa içeri bakmak da sorun olmaz.” Adresini
kartının üzerine yazdı.
Anya’nın ikna edilmeye ihtiyacı yoktu. Son birkaç günkü olaylar zaten çok da yüksek olmayan
kendine olan güveninin iyice; azalmasına yol açmıştı. “Peki. Sabah sekizde görüşürüz.”
Vaughan gitmek için ayağa kalktı ve Anya’ya iyi geceler diledi.
Kabul etmeliydi ki, bu adamla birlikte olmanın çekici bir tarafı vardı. şu an için, onun vermeye
hazır olduğu arkadaşlık ve manevi desteği kabul edecekti.
Eşikte, hafifçe çiseleyen yağmur uzun uzun vedalaşmalarını engelledi. Kahve nedeniyle
canlanmış olan Arıya odadan aldığı lifleri daha yakından incelemek istedi. Büro olarak kullandığı
odanın arka tarafında babasmm gençken ona verdiği bir mikroskop vardı. ilkel bir şeydi, ancak hâlâ
düzgün bir şekilde çalışıyor du. Küçük şişeden az bir miktar örneği temiz mikroskop camına döktü
ve bir kalemin ucuyla lifleri ayırmaya çalıştı. Odağı ayarla dıktan sonra mikroskop okülerinden
dikkatle liflere göz gezdirdi.
Mikroskop camını çıkardı, emin olmak için tüm liflere haklı. Bu lifler diğerlerinden daha uzun ve
kalındı, ancak belirgin olarak kum saati görüntüsüne sahiptiler. Diğerleriyle aralarında büyük bir
benzerlik vardı.
Anya kalp atışlarının hızlandığını hissetti. Kadınların kendi
girdiği o odada tutulmadıklarını biliyordu, ancak Dr. Taggert o oda nın bir yıldan az bir süre önce
yapüdığını söylemişti. Farklı malzemeler kullanılarak yapılmış daha eski odalarda benzer şekle sahip
irilerin bulunma olasılığı vardı. Bu büyük liflerin solunma yoluyla küçük nefes yollarından içeri
girme olasılığı daha azdı. Dolayısıyla bu lifler daha güvenliydi.
Işığı kapatmadan önce, aklına e-postalarmı kontrol etmek
geldi. Dr. Rosenbaum yeni bir şeyler anımsamış olabilirdi. Peter Latham’dan gelen e-postada
yazana göre zaten bildikleri şey doğrulanmıştı: Briony Lovitt’in otopsisinde de kadının
akciğerlerinde aynı liften bulunduğu belirlenmişti. Kate’in Kriz Merkezi’nden söz eden e-postası,
kendisi odalarla ilgili bilgiyi iletmediği için bir miktar suçluluk duymasına yol açtı. Kate’in
numarasını çevirdi ve meşgul sesini duyunca telefonu kapattı. Kate her zaman birileriyle konuştuğu
için bu yadırganacak bir durum değildi. Cep telefonunu aradığında da yanıt alamadı. Telefonu sesli
mesaj servisine yönlendirilmemişti.
Birkaç kez daha denedikten sonra, Anya bilinmeyen numara lar servisini aradı ve Kate’in
numarasını kontrol etmelerini istedi.
Memur, gerçekte abonenin kimseyle konuşmadığını, telefonunun açık bırakılmış olduğunu
söyledi. Kate, neredeyse bir gece kuşu gibi yaşardı. Geceyarısmdan ön ce uyumaz, genellikle de
futbol izlemek için geç saatlere kadar
otururdu. Eğer telefonu kapatırken almacı yerine yerleştireme diyse, iştekiler onu aradığında
onun bundan haberi olmamış olabilirdi. ihanet nedeniyle hissettiklerine rağmen, Kate’in arabayla
beş dakika uzaklıkta olan evine gitmeye karar verdi. Anya arabasını Kate’in arabasının arkasına
çektiğinde evin önündeki otomatik ışık yanmadı. Kapıya vurduğunda ise kapı açılıvermişti.
Anya göğsünde bir çarpıntı hissetti. Kate evinin kapısını asla
açık bırakmazdı. Acaba birileri eve zorla mı girmişti? “Kate, iyi misin?” diye yüksek sesle
bağırdı. Davetsiz bir misafir varsa onu korkutmaya çalışıyordu. “Polis gelmek üzere.”
Dik katle dinledi, iliç ses yoktu.
Kapıyı dirseğiyle yavaşça açarak, dikkatli bir şekilde içeri girlı Dağınık bir ev beklerken,
içerisinin toplanmış olduğunu laik elli. Kitap ve kâğıtlar duvarların yanına yığılmıştı. “Zorla eve
giren biri evi toplamaz ki” diye düşündü Anya ve biraz rahatladı.
“Kale, orada mısın?”
Küçük evin her tarafım dolaştı. Kimsenin olmadığından emin olmuştu.
Ceketinden cep telefonunu çıkardı ve Brian Hogan’ı aradı. “Ne var?” dedi sersemlemiş bir ses,
azarlar bir tavırla.
“Ben, Anya Crichton. Dinle, Kate’in evinden arıyorum. Kendisi burada değil ve kapısı da açık
bırakılmış. Biraz meraklandım.”
“Her şeyde esrarengiz bir şey arama” diye homurdandı Brian. Ya adamı çok derin bir uykudan
uyandırmıştı ya da cinsel ilişki üzerindeyken yakalamış olmalıydı. “Telefon ederek kişisel nedenlerle
izin istedi. Ailesinden biri mi hastaymış ne.”
Anya, Kate’in Batı Avustralya’da yaşayan babası dışında
bir akrabası olduğunu bilmiyordu. “Kimin hasta olduğunu söyledi mi?”
“Senin neyin var? Uyku nedir bilmez misin?” diye saldırıya geçti adan. “Onunla bizzat ben
konuştum. iyi geceler.” Geri zekâlı herif, Anya konuşamadan telefonu yüzüne kapatmıştı. Anya hızla
yeniden aradı. “Bu sefer umanın anlaşılır bir nedenle arıyorsundur” diye homurdandı adam.
“Beni iyi dinle. Kate’in arabası ön tarafta, ön kapısı açık ve kendisi de evinde değil. Burada ters
olan bir şeyler var.” Adamın ka fasına bir şeyleri sokmaya çalışıyordu. “Tam olarak sana ne dedi?”
“0 bir şey demedi, beni arayan abisiydi.”
“Dinle beni Brian. Kate’in bir abisi yok. O ailesinin sahip oldu ğu tek çocuk!”
52
Sesin ansızın kesilmesi Kate’in kulaklarının ağrımasına yol açtı. Boşluğu şarkı söyleyerek
doldurmak istedi, ancak çocuk tekerlemeleri ve reklam şarkıları da dahil olmak üzere hiçbir şarkının
sözünü tam olarak anımsamıyordu. şarkıların ilk dizelerinden sonrası aklına gelmiyordu. Kahrolası
bir tekerlemeyi bile anımsamıyorsa, kaçmayı başarmak için ne kadar şansı olabilirdi ki?
Daha da kötüsü, sürekli titriyordu. Daha önce böyle bir korku krizi yaşamamıştı. Hiçbir şey
üzerinde denetimi yoktu. Ne olacağını bilmiyordu. Bir dakika önce soğuktan donuyordu, ondan az
öncesi ise o kadar sıcaktı ki neredeyse bayılacak gibi olmuştu.
Tanrı‘dan, neyi planlıyorsa planlasın adamın bir şeküde ona gözükmesini ve adamla dövüşmek
için bir olanağının yaratümasını süledi.
Gürültü yine başladı ve aniden sanki bir şey çarpmış gibi platform hareketlendi. Kate dizlerinin
üzerine çöktü ve sonra da metal ızgaraya boylu boyunca uzanarak tüm gücüyle yapıştı. Sanki tüm
düzenek aşağı düşmek üzere gibiydi. Zemin sallanırken nefesini tuttu. Bir süre sonra platform son
kez sallandı ve durdu. Yavaşça nefes aldığında burnuna yulaf lapası kokusu geldiğine yemin
edebilirdi. Işık yandı, söndü sonra yanındaki bir tabak yemeği görmesine yetecek kadar bir süre
yeniden yandı.
Yavaş yavaş tabağa yaklaştığında gürültü sustu. Piç herif oyun oynamak istiyordu.
“Senin aptal akıl oyunlarına gelmeyeceğim!” diye bağırdı Kate.
Bacağını uzatarak, tabağa dokundu ve bir tekmede platform dan aşağı yolladı.
Dayanılmaz gürültü yeniden başlamıştı.
53
Kate’in evinde olay yeri inceleme ekibiyle birlikte iki saat geçirdikten sonra Anya, Brian
Hogan’dan bir şey öğrendiği anda onu arayacağına dair söz alarak evine döndü. Saat sekiz
sıralarında hiçbir şey yapmadan öylece oturmaktan sıkıldı ve duş almaya karar verdi. Kate ortadan
kaybolmamıştı. Bir şeyler ohnuştu. Bu onun üzerinde çalıştığı herhangi bir cinayet dosyasıyla ilgili
olabilirdi, çünkü Kate’in karşılaştığı herkesi sinirlendiren bir yapısı vardı. Köşedeki büfenin sahibi
bile bu kadın polisi itici buluyordu. Anya, Briony’nin ölümünden sonra Kate’in kendine aptalca bir
şey yapmadığını ümit ediyordu. Kararlı bir şekilde iyi şeyler düşünmeye çalışan Anya,
Annangrove’daki odayı araştırmaya devam etmeye karar verdi.
Yola çıkınca haberleri dinlemek için radyoyu açtı.
Karşılıklı tarafların liderlik çekişmesiyle ilgili radyodaki bir konuşma nedeniyle aklına Kate’le
son kez yaptıkları tartışma gelmişti. Kavga etmek zorunda mıydılar sanki?
Tüm içgüdüleri ona Kate’in başmm belada olduğunu söylüyordu ve onun için yapabileceği hiçbir
şey yoktu. Aynı Miriam’ın ortadan yok olduğu zamanld gibi.
Eski Kuzey Yolu’na gelinceye kadar yoğun saatlere göre rahat denilebilecek akıcı bir trafik
vardı. Ne var ki hafif yağmur altın da, yollar bir yağ tabakasıyla kaplanmış gibi oluyordu.
Trafik ışıklarının olduğu bir diğer kavşakta, önündeki araba yeşil ışıkta hız landı, ancak ışıklar
aniden sarıya dönünce lastiklerinden sesler çıkararak durdu. Anya fren pedalının üzerindeki ayağmı
tüm gü cüyle bastırmıştı. Arkasındaki minibüs de aynısını yapmıştı, an cak bir saniye geç kalarak.
Anya bir an kasılıp kaldı. Ani darbenin etkisiyle kafası lastikten II//.
yapılmış gibi ileri geri hareket etmişti. Daha kemerini çıkaranın dan, minibüs sürücüsü aracından
fırlamış ve bağırıp çağırmaya başlamıştı. Adam ağza alınmayacak kelimeler kullanarak Anya’yı
kalaylayıp duruyordu. Anya adamın gömleğindeki şirket amblemi ni dikkatle; aklına yazdı, kemerini
çözdü, dışarı çıktı ve Corolla’sı run arkasına gitti. Hasarın büyüklüğünden dehşete düşmüştü. Bagaj
kapağının içi dışına çıkmış, arka kelebekcamı paramparça ol-muş, arka tamponlar yukarı doğru
eğilerek sağ arka tekerleği sıkıştırmıştı. Trafik sigortasında son kalan beş yüz doları düşündüğünde
şu an olmasını en istemediği şey bu kazaydı.
Verdiği hasarı hiç de hesaba katmayan diğer sürücü, onu acemilikle suçlamaya devam ediyordu.
Arkada kalan arabalar iç içe geçmiş sıkışık trafikte korna çalıp duruyorlardı.
“Dinle, benim arabama çarpan sensin” dedi Anya, aslında bağırmak istiyorken sakin kalmaya
çalışan bir ses tonuyla. “Hatalı olan sensin. Bir yere gitmeden önce adını, ehliyet numaram ve sigorta
bilgilerini istiyorum.” Oradan geçen sürücülerden birkaçı Anya’dan arabasını yolun dışına çekmesini
istedi. Işıklarda sıkışıp kalmış bir sürü arabaya bakarak, Anya bu isteği yerine getirdi.
Üç dakika içinde üç çekici araç gelmiş ve çekicilerin sürücüleri aralarında arabayı kimin
çekeceği konusunda tartışmaya başlamıştı. Anya telefonla polisi ve sigorta şirketini aradı.
Sürücülerin tartışmasında taraf olmaktan da uzak durdu. Sürücülerden biri sövüp sayarak arabayı
kendi çekicisine bağlayıp çekmeye kalktı. Anya araya girerek adamı engelledi. Birkaç dakika sonra
polis gelmiş ve trafiği düzene sokmuştu. Ağzı bozuk minibüs sürücüsü sonunda yola gelerek
bilgilerini iletti. Bu arada ince ince yağan yağmur hızını artırmış, iri damlalar halinde yağmaya sonra
da sürekli bir sağanağa dönüşmüştü. Polisle iki satır konuştuktan sonra saldırgan çekici sürücüsü de
arabasındaki kancayı çıkardı ve; gitti. Giderken bile hâlâ Anya’ya sövüp durmuştu.
Anya sırılsıklam olmuş halde ve bu kadar çaresiz kaklığı için kendi ktmdine lanet okuyarak
Vaughan’a telefon etti, gelerek onu
almaşım istedi. Oorolla’sımn çe;kileliğini görmeden gitmek istiyordu.
Vaughan kısa bir süre içinde geldi. Bir U dönüşü yaptı ve Anya arabanın yolcu koltuğuna
yerleşirken geçici olarak trafik yeni den durdu.
“iyi misin?” diye sordu Vaughan. Bir yandan arabayı sürerken bir yandım da ona bir havlu
uzatmıştı. Anya iyi olduğunu bildiren şekilde kalasını salladı. Kuşesi ağ riyordu ve kalası bir
mengenede sıkılıyor gibiydi.
“Çok uzakla değiliz, benim yerimde kurulanabilirsin. Bir sonraki sokakları dönünce hemen
orada.” Vaughan klimayı çalıştırdı. “Donuyor olmalısın.”
Araba yavaşlayıp, anayoldaki bir evin önünden sola dönüş işareti verdiğinde Anya neredeyse
bilinçsiz bir şekilde öylece oturuyordu. Yapının ön tarafındaki tabelada “Aile Danışma Merkezi”
yazıyordu. Arabayı park alanına çekmek yerine, Vaughan aşağıya, evin hemen yanındaki sokağa
doğru döndü. “Benim evim de burada, daha rahat kurulanıp ısınabilirsin.”. Çamurlu yolda çok sayıda
ağaç olduğu Anya’nın dikkatini çekmişti. “Burası çok güzel.”
“Bence de öyle. Muayenehaneye çok yakındayım ve aynı zamanda hastaların burada yaşadığımı
bilmelerini imkânsız kılacak şekilde gözlerden uzaktayım. Bunun ne kadar önemli olduğunu sana
anlatmama gerek yok sanırım.”
Kıvrılan toprak yolun sonunda, ayrı yerde ahırları ve iki adım ötesinde eski tarz bir ambarı
bulunan evin önünde durdular.
Öndeki verandada her biri bir uçta olmak üzere iki kamera vardı. Anya arabanın kapısını
açarken, Vaughan alarmları kapamak için eve doğru hızla koşturmuştu. Rüzgâr ön koltuğa doğru
dondurucu yağmur damlaları savurarak esti. Anya, yüzünü havluyla kapattı ve su birikintilerini sağa
sola sıçratarak koştu. Çamurlu sular baldırlarına kadar gelmişti.
“Alarm sistemini evin eski sahipleri taktırmış” dedi
Vaughan, Anya için kapıyı tutarak. “Bu yol üzerinde bir yerde yaşasan, ne kadar çok hırsızın
soygun için buraları tercih ettiğini gördüğünde şaşar kalırdın.”
Bilinci yerine; gelmiş şekilde, Anya çamurlu ayakkabılarını dışarıda bıraktı ve yağmura doymuş
ceketini de çıkarıp astı. Kapı yı kapatırken ani bir rüzgâr evin içine doğru sertçe esmişti.
“Çay yapacağım” dedi Vaughan ve evin arka tarafına doğru git ti. “Banyo, soldan üçüncü oda.”
Anya, cilalı yer kaplamalarına ıslak ve çamurlu külotlu çorap larıyla basarak yürüdü. Koridora bir
dizi tablo asılmıştı.
Tablolar
dan birinde büyük bir iştahla tıka basa yemek yiyen bir masa do lusu Romalı askere hizmet eden
iki şişman kadın betimlenmişti.
Diğerinde ise bir haremdeki çıplak kadınlar burayı koruyan hare— mağasıyla birlikte
resmedilmişti. Tablolar Vaughan’dan tam ola rak beklediği tarzda değildi, ancak Anya eskiden beri
sanat zev kinin bir insanın kişiliğini çok da yansıtmadığını düşünürdü.
Banyoda külotlu çorabım çıkardı ve yağmurda, rakunun kuy ruğuna benzer şekilde halkalar
halinde küçük lüleler oluşturmuş saçlarını havluyla kuruladı. Aynaya baktığında kendini bir kez daha
rakuna benzetti. Yalnız bu sefer gözleri rakuna benziyordu. Gözlerinin altında çürükler varmış gibi
mosmor görünüyordu. Torbaların üzerine yeni torbalar oluşmuştu. Bu son hafta yalnızca duygusal
olarak birçok şeyi alıp götürmemişti. Yüzü de yularca yaşlanmış gibi görünüyordu. Mesaj geldi mi
diye cep telefonunu kontrol etti. Martin’den ya da Brian Hogan’dan gelen bir şey yoktu.
Çaydanlık ses yapınca banyo kapısını açtı. Vaughan’m yıllardır görmediği eski tip bir çaydanlığı
vardı. Adamın başka nelerinin eski moda olduğunu merak etti. Koridorun bir köşesinden diğer
köşesine doğru bakınca, Anya, odalardan birinin kitapla dolu olduğunu görebiliyordu.
Vaughan yamna geldi. Temiz bir havlu ve Anya’nın hemen üzerine geçirdiği çizgili yün bir ceket
verdi. Kendi de süveterini çıkarmış, onun yerine gizli düğmeli açık mavi bir gömlek giymişti.
Gömleğini yakasına kadar iliklemişti. Anya düşünmeden en üst düğmeleri açmak üzere uzandığında
bir anda nefes nefese kaldı. Vaughan onun bileğini sert bir şekilde tutmuş ve Anya’yı itmişti.
Sersemlemiş şekilde ona baktı, bu korkuyla aniden sinirleri bozulmuştu. Zor nefes alıyordu.
“Canımı yakıyorsun.” Vaughan bileğini bıraktığında, açabüdiği düğmeden adamın göğsünün sol
tarafında çok kötü şeküde şişmiş bir dizi damar gördü.
Kolunu ovalarken, konuşmaya çalıştı: “Özür dilerim, bunu yap mak isteme...”
“Bir daha bana sakın dokunma” dedi Vaughan, derin derin so luyarak.
Anya bir adım geri gitti ve bir an anlamsız bir sessizlik oldu.
“Kimsenin bunu görmesinden hoşlanmıyorum” dedi Vaughan ve mutfağa yöneldi.
Anya şiş damarları düşündü. Bu göğüste, büyük kan dolaşı mındaki kan akışını zorlaştıran bir
kitlenin bulunduğunun tipik bir göstergesiydi. Turnike etkisiyle göğüs çeperindeki damarlar şişer ve
ortaya çıkardı. Böyle olmadığını ümit ederek, “Bu sende doğuştan olan bir şey mi?” diye sordu.
Vaughan sırtı dönük halde durarak. “Göğsümde, büyük kan do ia.şınuııı engelleyen medlyastlnal
bir ur var. Lenfom teşhisi kon lu. Kemoterapi ve radyoterapi gördüm.” Kıpırdamadan duruyordu.
“Ancak hastalık yeniden ortaya çıktı.”
Anya adamın önüne geçti ve sırtına dokundu. Bu sefer Vaughan kaçmamıştı. Lenfom. Tanrım.
Doğu Fuan’nda soluğunun kesilmesine şaşmamak gerekir, diye düşündü Anya. Ur akciğerlerini bu
kadar etkilediğine göre çok büyük olmalıydı. Yaka düğmesini açıp böyle olmasına izin vermemiş
olmayı umdu.
“Mahremiyet benim de önem verdiğim bir şey” dedi Vaughan, dokunma mesafesinden
uzaklaşarak. “Hadi bunu unutalım ve çayımızı içelim. Çayı çalışma odasına getiririm.” Koridorun
sonunda gözden kayboldu. Anya bileğini ovalarken, damarları görmüş olmasına Vaughan’ın neden
bu kadar sinirlendiğini düşündü. Utanılacak ya da çekinecek bir durum yoktu. şimdi ise hiçbir şey
olmamış gibi davranması gerekecekti.
Havluları koridordaki bir sandalyenin üzerine bırakarak, çalışma odasına girdi. Güneş ışığının
aydınlattığı odada, duvarlara sabitlenmiş rafların düzen ve srrasmdan etkilenmiş olarak öylece kaldı.
Rafları dolduran psikiyatriyle ilgili yazılar, yazara ve konularına göre alfabetik olarak gruplanmıştı.
Eski eşinin aksine bu adam takıntı derecesinde düzenliydi. Ona ait şeylerin kendi kontrolünde
olmasından hoşlanıyordu.
Lacivert ciltli bir tez göze çarpıyordu: “Aile içi şiddet Suçlularının Kullandığı Teknikler, yazan
Vaughan M. Hunter”. Tezi raftan alarak, ön kapağını açtı ve içindekilere bir göz attı. Bu çalışma
Vaughan’la ilgili çok şey içeriyor olmalıydı. Anya onun hakkında daha fazlasını bilmek istiyordu.
“Çayını nasıl istersin?” diye sordu Vaughan, koridorun diğer yanından.
“şekersiz alayım, teşekkür ederim.”
‘Tost yapıyorum, sen de ister misin?” “Kulağa iyi geliyor” diye seslendi Anya.
Tezi aldığı yere koyarak rafı incelemeye başladı.
Vaughan hiç bir şey olmamış gibi davranıyordu. Tann’ya şükür.
Thoreau’nun yazdığı Walden ve B.F. Skinner’in yazdığı WaMen iki dikkatini çekmişti.
ikincisinin arkasındaki tanıtıcı yazıda kitabın ütopik bir toplumda geçen kurgusal bir öykü olduğu
yazıyordu.
George Orwell’in Hayvan Çiftliği ve 1984’ü ise rafın ilerisinde Sineklerin Tanrısı gibi birkaç
klasik lise kitabının arasında duruyordu. An ya bu kitabı adadaki çocukların insanlık dışı
hareketlerinden nef ret ederek okuduğunu hatırlıyordu. Okul müfredatı baskıcı ve insanlık dışı
yönetimlere ilişkin bazı kitaplar da İçeriyordu. Korun Kaçana gibi gerçek cinayet romanları, eski
Koma ve Yunan yazı runa ait eserlerin yanma konmuştu. Vaughan’m çok yerden besle nen bir yazın
zevki var gibi gözüküyordu.
Ceviz çalışma masasının üzerinde siyah bakalit bir telefon, bir mikro kayıt cihazı ve gelen
iletilerin konduğu bir evrak sepeti vardı. Anya’ya odada hiç fotoğraf olmaması tuhaf geldi.
Çerçevelenerek asılmış bir diploma ya da herhangi bir özel eşya yoktu. Birden adamın geçmişi, ailesi
ya da arkadaşları hakkında hiçbir şey bilmediğini fark etti. Vaughan hep dinleyen kişi olmuştu.
Az sonra Vaughan kapının eşiğinde iki Çin yapımı fincan, süt ve şekerin olduğu bir tepsiyle
göründü. Tereyağında kızarmış tostun kokusu Anya’nın midesinde gurultulara neden olmuştu.
Gelen iletilerin olduğu evrak sepeti, basımı bekleyen bilimsel yazıların düzeltme çıktılarını
içeriyordu. Anya kâğıtları toparladı:
“DUYUSAL YOKSUNLUĞUN ALGIUUVIADAKi ETKiLERi”, “KAVRAMSAL
UYUMSUZLUK - BATMAK YA DA ÇIKMAK ZAMANI”, henüz başlık konmamış bir başka
makale ve “DÜşÜNCE SiSTEMLERi YIKILIP DA DÜNYA SONA ERMEDiĞiNDE”.
“Görüyorum ki en son çalışmalarımı bulmuşsun.”
“Umarım bakmamın bir sakıncası yoktur” dedi Anya. “Bu oda insanı hayret içinde bırakan bir
yer. üüzenü olmaya gelince, bu konuda takıntılı olmadığından emin misin?”
“insanlar bu kelimeyi bir hastalıktan söz eder gibi kullanıyorlar. Bense bunu daha çok özenli bir
düzenlilik olarak düşünmeyi yeğliyorum.”
Ya da belki kendi takıntılı davranışınla ilgili nesnel bir içgörü ye sahip değilsin” diye espri yaptı
Anya.
“Pes ettim.” Vaughan tepsiyi pencerenin yanındaki büfenin üzerine koydu.
Anya kâğıtları karıştırarak, “Kavramsal uyumsuzluk tam ola rak ne demek?” diye sordu.
Vaughan yeniden ciddileşti. “Örneğin insanlar bir tarikatın öğ retilerine inanmış ve dünyanın
belirli bir gün, diyelim ki geceyarısında yok olacağı konusunda ikna olmuşlarsa, o gün gelip de
geçtiğinde iki şey olur. ilk olarak bu düşüncenin saçma bir şey ol duğunu fark eder ve inançlarında
bir değişim gerçekleşir.
Bu kaçınılmaz şekilde depresyona ve meslekten insanların ‘çöküntü’ dedikleri duruma yol açar.
ikinci bir yol olarak da olan şeye bir gerekçe bulup inançlarını daha da güçlendirirler. Akıllı tarikat li
derleri müritlerine onların sadakati sayesinde dünyanın kurtulduğunu Söyler. Artlk bütün yaşanılan
boyunca liderleri onlarla birlikledir.” “No tuhaf. Sana sözünü ettiğim olaylardan birindeki bir kadına
da böyle olduğunu düşünüyorum. Kadın hastanede intihar etti.” Vaughan süzgeç kullanarak çayı
fincanlara doldurdu.
Anya fincanı almak için yaklaşırken çalışma masasının altındaki bir şeyin üzerine bastı. “Özür
dilerim” dedi ve aşağıya eğilerek üzerine bastığı kâğıdı aldı. Parlak kâğıdı düzeltti. Poster tanıdık
gelmişti.
“Dert etme, bu eski bir poster. Yenisi yakında bunların yerini alacak. insanları tacize
uğradıklannda yardım almaya ikna etmeye çalışıyoruz. Gönüllülük programlan içinde benim
görevimin bir parçası da bu.” Anya çok sıcak olan içeceği sıcaklığından yararlanmak
için iki eliyle sararak azar azar içiyordu. En alt rafta iki kitabın arasına sıkıştınlmış bir öbek
kâğıdı gözleriyle işaret ederek. “Senin de insan olduğunu görmek güzel.”
“Seni bu kadar erken beklemiyordum” dedi Vaughan. Fincanını tepsiye geri koydu, sıkıştırılmış
kâğltlan aldı ve bir rulo haline getirdi. Kâğıtlarda numaralanıl olduğu bir liste vanruş gibiydi.
Anya’nın aklına kadmlann ölmeden önce aradığı Kriz Merkezi’rıderı söz eden Kate’in yolladığı
e-posta geldi. Vaughan’ın kadınlanrı kiminle konuştuğunu belirleme konusunda yardımı olabilirdi.
“Telefonla aranan danışma merkezleri konusunda bir bilgin var mı?”
Vaughan elinde kâğıtlan hafifçe sıkıştırdı. “Akıl Sağlığı
Birimi’rıin kontrolü altında çalışıyorlar.” “Arayaıılann gizliliği nasıl konmuyor?”
“Ne demek istiyorsun?” diye sordu, savunmaya geçmiş bir ton da. “Arayan kişinin güvenliği
tehlikede olmadıkça, görevliler, ad lan dışarıdan hiç kimseye veremezler.”
Arıya dumanı tüten çayı üfledi. “Acil bir dununda arayan kişi nin nereden aradığını belirlemek
için bir sistem var mıdır? Örne ğin, bir danışman kendi çocuğunu öldürmek üzere olan biriyle
konuşuyorsa ne olur?”
“Bizim merkezlerimizde arayanın kim olduğu belirlenir ve danış manlarımız arayan kişilerin
telefon numaralarım belge olarak tutmak zorundadır. Böylelikle herhangi bir kişi intihar etmeye ya
da birlerini öldümıeye kalkarsa, anında poüse ve sinir krizi yardım ekiplerine haber verebiliriz. Bu
aynı zamanda toplumun istatistiki olarak profilini çıkarmak ve olay değerlendirme çalışınalan
yapinak için de işe yarar. Buna sentezlenmiş sözde veri de diyebilirsin.”
Arayanların gizliliğiyle ilgili bu kadar bilgi yeterliydi. Danışmanlar hassas durumdaki kadınlarla
ilgili bilgiye sahipti ve bu kadınlara erişebiliyorlardı. Sorunlu durumlarda da kadınların en gizli
sırlarım açıklama yetkileri vardı. En azından şu sıralar polis, Kriz Merkezi’ne gitmiş ve ölen
kadınlarla kimin konuştuğunu bulmaya çalışıyor olmalıydı.
“Damşmanlar nasıl seçilir?”
Vaughan kaşlarını çattı. “Yalnızca Merkez Sağlık Servisi’ndeki uygulamayla ilgili konuşabilirim.
Gönüllüler titiz bir test sürecinden geçerler ve düzenli olarak ellerindeki olaylardan bazıları
seçilerek, bu olaylarla ilgili sorguya çekilirler. Bu sorgulamayı çoğunlukla kendim yaparım.”
Rulo yaptığı kâğıtları masaya koydu ve konuğuna, Çin yapımı çiçekli tabaktaki tostları uzattı.
Anya elemanlarından birinin katil olduğu anlaşılırsa Vaughan’m ne hissedeceğini düşündü.
Tabaktan bir tost aldı ve bundan şu an söz etmemeye karar verdi. Tarçın kokusu Anya’nın kendini
sıcak bir aile evindeymiş gibi hissetmesini sağlamıştı. Çalışma masasında duran rulo yapılmış
kâğıtlar, üzerlerindeki numaralarını gösterir şekilde açıldı. Numaraların uzunluklarına bakıldığında
bunların telefon numarası olduğu anlaşüıyordu. En üstteki sayfanın üzerinde yağlı bir leke vardı.
Kendini tedirgin hissetmeye başladı. Merkez Sağlık Servisi, Kate’in kadınların bağlantısı olarak
bulduğu Kriz Merkezi’ni de içine alan bir kuruluş değil miydi? Vaughan’ın posterinde adı geçen de
aynı merkezdi. Anya aniden o posteri nerede gördüğünü anımsadı. Merrylands’teki doktorun
muayenehanesindeki duvarda gördüğü posterdi bu. Fatma Deab çalışırken bu postere bakıp durmuş
olmalıydı. Belli ki Kriz Merkezi’ni aramış ve oradaki biri de kızın telefon numarasını belirlemişti.
Numaranın ait olduğu adresi öğrenmek için bir dedektife ya da telefon şirketinde çalışan birine para
vermek yeterliydi.
“Her şey yolunda mı?” diye sordu Vaughan. “Yine bir an bir ha yalet görmüş gibi oldun.”
“Yalnızca kaza nedeniyle başımın ağrıması yüzünden” dedi An ya, boş tabaklardan birine tostu
koyarak.
Kadınları kaçnan kimse kesinükle, yönlendirme teknikleri, taciz
şekiUeri ve sağır odalarla ilgili bilgi sahibi biri olmalıydı. Bir çalış ma masasının üzerindeki
makale taslaklarına, bir numaralarm olduğu listeye baktı. Kafası zonkluyordu. Bir yapbozun
parçalarının birleşmesi gibi, resim ortaya çıkmaya başlamıştı. Vaughan davra m.ş değişikliği
konularından anlıyor ve ölen kadınlann her birinin numarasına ulaşabiliyor, sorununu biliyordu.
Adamın rahat hissedilin konumdan uzaklaşmayla ilgili konuşmalarım anımsadı. Bu adamın ona
verdiği bir çeşit gizli ipucu muydu yoksa?
Ensesi ağrıyor, şakakları zonkluyordu. Babasını da tanıdığını söylemişti. Ailesinin ne sorunlar
yaşadığını da biliyordu. Bütün parçalar uyuyordu. Koridordaki bütün tablolarda da kadınlar hep köle
olarak betimleniyordu.
Ense kökünde kazı yapıyorlarmış gibi canı yanıyordu. Ona güvenmişti. Fatma’nın ölümüyle ilgili
soruşturmada bile Vaughan’ı işin içine sokmuştu.
Anya kapıya doğru yürüdükçe, yüzünün ve boynunun kızardığını hissetti. Vaughan nedenini
anlamadan oradan çıkmalıydı.
“Kendimi pek iyi hissetmiyorum” dedi. “Kaza nedeniyle olabilir, müthiş bir şekilde başım
ağrıyor.” Fincanı yerine koydu. “Sanının sigorta açısından gidip kontrol ettirmek doğru olacak.”
“Gitmen için bir neden yok.” Vaughan ona doğru yürüdü. “Sana yardım edeyim.” Anya göğsünün
sıkıştığını hissetti. “Büyük olasılıkla röntgen çekilmesi gerekecek. Acile gitmeliyim.” Adamın yüzü
sertleşmiş gibiydi. “Hiçbir yere gitmiyorsun” dedi.
Kalasım tutarak kapıya doğru yürüdü, ancak adam ondan çok daha hızlıydı. Anya’yı arkadan
kitaplığa itti ve açılan kapıyı çarparak kapattı. Anya’nın kafası dikey tahtalardan birine çarpmış ve
ensesine doğru ani bir acı yayılmıştı. Adam kollannı öyle bir sıktı ki elleri uyuştu ve dokunma
duyusunu kaybetmeye başladı.
“Kendine zarar vermeden otur şuraya.” Adam kollarım gevşet ti ve Anya hareket etmemeye
çalıştı. Vaughan kaşıklaman masaya değmemesine dikkat ederek yana doğru bir adım attı. “Doğnı
dur” dedi kulağına fısıldayarak.
“Hâlâ arkadaşının nerede olduğunu bilmiyorsun bile.” Anya’nın kolunu hızla kıvıra rak, onu çalışma
masasının önündeki sandalyeye doğru itti.
Katil oydu. Anya kendini uyuşmuş gibi hissetti.
“Bunu neden yapıyorsun?” diye kekeleyebildi. Adanın, ellerini arkasında, omuzlarının az
üzerinde tutarak beklediğini hissedi yordu.
“Dünyada iM türlü insan vardır: sabit fikirli olanlar ve hiçbir şeye bağlanamadan bir şeyden
ötekine atlayıp duran diğerleri. istersen böyle insanlara omurgasız, şekli olmayan varlıklar diye lim.
Ben davranış anlamında kişinin temiz olmasına inanan biri yün. Ahlaki olarak omurgasız hayvanlara,
yavaş yavaş omurga yerleştiren davranışçı bir psikologum.”
Anya, evdeki sesleri dinledi. Arabayla eve gelirken neler gör düğünü anımsamaya çalışıyordu.
“Yalnızca toplumu yapıları dırırıaya mı çalıştığını söylüyorsun?”
“Bu kulağa çok kuramsal geliyor. Benim yaptığımın daha fazla uygulama alanı var. Uyguladığım
kişüer için olduğu kadar diğer insanlar için de.”
“insanları sağır odalara koyuyor, onları duyusal uyarımlardan yoksun bırakıyorsun, algılarını
çarpıtıyorsun ve sonra da senin hastalıklı isteklerine uydukları için onları suçluyorsun. Bu bilimsel
açrdan çok da matah bir şey değil. Hayatta kalmak için insanim-her şeyi yaparlar.”
Adamın yumruğu kafasının yan tarafında patladı. Dişleri ve çenesi bir an sarsıldı. Bedeni yana,
sandalyeye doğru gitti. Kaburgaları sert bir şekilde sandalyenin koluna çarptı.
“insanlara seçimler sunuyorum. Nasü tepki vereceklerini kendileri seçiyor.”
Anya zayıflık göstermemek konusunda kararlı davranarak, nefesini tuttu. Adamın beslendiği
konu zayıflıktı. Yüzü acıyordu ve sağ kulağında yırtrcr bir ses duyuyordu, ancak buna ondan söz
etmeyecekti.
Onu konuşturmalrydr. Yavaşça sırtını doğrulttu.
“Onları bir kayalıktan aşağı atarken seçenekler sunmak. Senin sunduğun seçenek bu.”
“Eh, davranışçı psikolojinin güzelliği de burada. Güçlüler hayatta kalır ve zayıflar. Eh onlar da
kolay yolu seçerler. Bunun Darvvin’in evrim kuramının bir uzantısı olduğu, yalnızca bir doğal
ayıklanma süreci olduğu söylenebilir” dedi, alaycı bir şekilde. “Sanki bir cinayet işlemişim gibi
konuşuyorsun.”
“Onları ölüme itmek için ellerini kullanmamış olabilirsin, an cak onların duygularıyla korkunç
oyunlar oynayarak bunu yap tın. Ahlaki olarak bir fark yok.”
Anya adam orra vurmak için yeniden davranırsa bu sefer kaç maya çalrşacaktr. Adamın uru
olması nedeniyle Anya ondan daha hızlı koşabileceğini hesaplıyordu. Ancak aniden saldırmak yerine
adam döndü, odanın kapışım kapattı ve anahtarı pantolon cebine koydu.
Lanet olsun. Adam onu hâlâ srkrca tutabilecek kadar güçlüydü.
Anya bu kötü durumdan konuşarak kurtulmalıydı. “Sanıyorum yasalar olaylara farklı bakıyor.
Cinayet için insan yasanıma kayıtsız kalarak, aldırmaz şekilde hareket etmek, bundan başka öldürme
nıyeli ya da kişiyi, karar verici şekilde beden sel olarak yaralama (illi gereklidir. Bu kadınları
hastalarım olarak gördüm ve tedavi etmeye çalıştım. Bunun sonucunda daha önce akıllarına bile
gelmeyecek seçimler sundum.”
Bu adam psikopatın tekiydi. Tuhaf bir psikopat, Anya kaçmak için tek şansının adamın egosunu
pohpohlamak olduğunun farkına vardı. şüphelilerden bilgi almak için polisin kullandığı bu yöntemi
Anya polisle çalışırken öğrenmişti. Adamı Kate’i tuttuğu yerle ilgili övebilirdi. “incelediğin şey
kavramsal uyumsuzluk mu neydi?”
diye sordu. Bu arada odaya göz gezdirerek silah olarak kullanabileceği bir şey arıyordu. “Oo,
dinliyonnuşuz demek ki” dedi Vaughan, alaycı bir şekilde. “Bu tatsız yaratıklardan toplumu
kurtardığım için beni ödüllendirmeleri gerekir. Rastladığın kadınlara bir baksana.” Çalışma
masasının diğer tarafına geçti. “Biliyorsun ki Fatma’nın yaşadığı zulüm, ayarlanmrş evliliğinden
sonra bile hiçbir zaman bitmeyecekti. O dayakların olmadığı bir hayal dünyasında yaşamak
istiyordu. Ona iyilik ettiğimi söyleyebiliriz. Ve ironideki güzellik şu ki onu hayal dünyasına uçuran
uyuşturucuyu enjekte eden ben bile değildim. Ah, ve hele babasının cinayeti sana itiraf etmesi. Anya,
söylemeliyim ki bu başardığın harika bir işti. Beklentilerimi aşan bir şey yaptın. Adamın karıştığı bir
sürü iğrenç olaydan sonra işlemediği bir cinayetten cezaevinde yatacak olması. Bu her yönüyle
sosyal adalete olaı inancımı tazeledi, iyi bir sonuç denebilir.” Pencereye vuran yağmur damlalarına
baktı. “Hele de katilin kişilik profilini çıkarmam için benim de davaya dahil olmamı istemen.” Kendi
kendine güldü. “Harikaydı!”
Bu adam insanlıktan çıkmıştı. Anya adamın karşısındakinin duygularını anlar haline aklanmış ve
hatta ona güvenmişti. Tiksi nerek titredi. Eğer Anya amacına ulaşabilirse adam bir daha kimseyi
öldürerneyecekti. Vaugharı’ı kendini suçlar bir duruma getir mek istiyordu. Adam şu ana kadar
kendinden memnun övünüp duruyordu ve herhangi bir adli suçu kabul etmemeye dikkat edi yordu.
Sandalyenin kollarını yakaladı. “Sen ya da Muhammed onu öl dürmediyse o zaman kim
öldürdü?”
“Ah, bunu çoktan anladığım sanmıştım.” şüphesiz ki haklısın, geberesi piç. “Özünde herpes
bulaştırarak onu sen öldürdün. ilaca direnç gösteren ve tedavisi mümkün olmayan herpes.” Anya
ayaklandı, ancak Vaughan hızla davrandı ve omuzlanndan bastırarak onu oturttu. Ellerini Anya’nın
boynu nun yalanında tutuyordu. “Herpes Fatma için felaket bir durumdu, ancak aynı zamanda ilginç
bir sonucu vardı. Kızın hamile olma olasılığı yoktu. Dayak olayları arttığı, kilo kaybı yaşadığı zaman
âdet görmesi durmuş tu. Jenital herpes, bildiğim kadarıyla ölümcül olmayan bir hasta lık. Onu bunun
öldürdüğünü söylemek mantık dışı bir şey.” Boynunu sıvazlamaya başladı. Adam hareketleriyle onu
boğ makla tehdit ediyordu. “Filogenetik analiz Aüson Blakehurst’taki, Fatma’daki ve Briony’deki
enfeksiyonun aynı kaynaktan gelmiş, az görülen ve aynı tipte enfeksiyonlar olduğunu belirledi. ilaç
bağışıklığı gösteren tipte enfeksiyonlara sağlıklı insanlarda rastlanmaz.” Anya, adanı ellerini
gevşettiği anda gözlerini oymak üzere saldırmaya hazırlamyordu. “Bu da kimsenin fark
etmeyeceğini sandığın bir diğer hataydı. Yaşadığın lenfom ve bunun tedavisi nedeniyle bağışıklık
sistemin çökmüştü; böyleükle sende ilaca direnç gösteren türde bir enfeksiyon geüşti.”
Vaughan onu boğazlamak yerine serbest bıraktı. Adamın
analiz sonuçlan hakkında bilgi sahibi olmasına olanak yoktu. Anya konuşmaya devam etti:
“Bütün bu kadınlarla cinsel ilişkiye girdiğini kanıtlayabiliriz ve kadınlann akciğerlerindeki lifler
senin işkence odanda bulunacak olan liflerle uyuşacaktır.”
Adam şaşırmış görünüyordu. “Zekice, kabul etmeliyim ki zekice. Ama bu hâlâ ölümlerin bir
cinayet olduğunu kanıtlamaz.” “Özelhkie bu kadınlan seçmene yol açan neydi?”
Ne yapmaya çalıştığını biliyorum, ancak bunun senin için bi le çok açık olduğunu sanıyordum. şu an
elimde olan da dahil” di ye sırıttı, “hepsi zayıf, kendi başına karar veremeyen, kendine za rar verme
eğilimleri bulunan mazoşist kişilerdi. Aslında zor olan bu kadar küçük bir örnek grup seçmekti Anya
zorla yutkundu. “Oda ne işe yanyor? Onlara odada ne oluyordu?”
“Beni hayal kınklığına uğratıyorsun. Sana her bilgiyi verdikten sonra hele. Duyusal yoksunluk,
uyku yoksunluğu, beyaz gürültü, zaman duygusunun yitimi. Teknikler düzgün bir şeküde bilimsel
kayıtlara geçmiş durumda. Birkaç gün ya da -Clare’de olduğu gi bi-hafta içinde, kadınlar insan
temasına o kadar muhtaç hale ge liyorlar ki her şeyi yapacak durumda oluyorlar. insan türü fiziksel
temas olmasa sona erer. Bunu biliyor muydun?” Boynunu yeniden ovalamaya başladı. “Fiziksel
temas tedaviyi lıızlandınr ve ödül ya (la ceza olarak kullanmak için çok uygundur. Odadaki I KT bir
de nck cinsel (cinası başlatan taraf Oİdu ve buna bağımlı hale geldikleri de söylenebilir. Duygularını
bana iletiyorlar ve beni onları hayatta tutan bir kurtarıcı olarak görüyorlar. Bundan sonra onlara ara
sıra bensiz daha iyi olacakları önerisi getiriliyor, ancak bana âşık olduklarına inanmklarını
söylüyorlar. Cinsel ilişkiye girmek ya da kadınların arzularının bir nesnesi olmak suç değil.”
Anya pencerelerin özel kilitleri olduğunu fark etti. Dışarı çıkmak için camı kırması gerekecekti.
Havlular yaralanmasını önleyebilirdi, içinden lanet yağdırdı. Onları dışarıda koridorda bırakmıştı.
Kurtulmak için tek şansı sakin kalmak ve onu konuşturmaktan geçiyordu.
“Neden Clare?”
“Mutsuzdu, Tann’nm varlığından şüphe ediyordu, işinde taciz kurbanlarıyla uğraşmaya
dayanamıyordu. Doğum sonrası depresyona girme olasılığı da bir hayli yüksekti.” Vaughan onu
bıraktı ve çalışma masasının arkasındaki sandalyesine doğru yürüdü. “Ya küçük çocuğun günahı
neydi? Kim bilir nasıl bir hayatı olacaktı?” Adam oturdu. Ellerini kafasının üzerinde kenetledi. Anya
gözünde uçurumun kenarında kendi kulaklarını yırtarak koparmaya çalışan bir kadın canlandırdı.
“Clare’in öldüğü gece neler oldu?”
“Sanırım benimle yaptıklarıyla yüzleştiğinde gerçekler hoşuna gitmedi.”
“Senin gerçeklerin.” Anya Brody’nin ne dediğini hatırladı:
Gerçek, mahkemede kanıtlayabiliyorsan gerçektir. Masadaki mikro kayıt cihazı. Onu açabilse ve
adanın dediklerini bir kaydedebilse.
Vaughan eski olayları anlatıyordu. “Clare olgun biri değildi.
Ona göre cinsellik her zaman aşkın doğal sonucu olarak gelişen bir şeydi ve gerçeğe göğüs
geremedi. Ona göre meyvesi dalından koparılmıştı. Bununla kızlığının yittiğini anlatmaya
çalışıyordu ki bu artık pek de kullanılan bir deyim değil. Yalnızca bilimsel bir çalışmadaki bir denek
olduğunu anlattığımda, teatral davranma ya başlamıştı.”
Anya öne doğru eğilerek iki elini de çalışma masasının üzerine koydu. Kayıt cihazı ellerinin
yalnızca bir iki santimetre ileris in deydi.
“Onu hapsettiğinde neden Clare’in faturalarını ödedin?”
“iyiliksever biriyim diyelim.”
Anya yeniden denedi. “Ya Debbie Finch? ilk olarak babasını öl dürmesini nasıl sağladın?”
Vaughan sandalyesini pencereye doğru çevirdi ve güldü. Anya kayıt düğmesine bastı ve ayağa
kalktı. Aynı zamanda “En zoru da bu olmalı” demeyi başardı.
“Anlamıyorsun değil mi?” dedi Vaughan, ona doğru yeniden dönerek. “Kasık bölgelerini tıraş
ettiğimde, onları en ilkel halleri ne, neredeyse cinsiyetsiz bir duruma sokmuş oluyorum. Hiçbir
yapmacıklık kalmıyor. Öylece çırılçıplak kalıyorlar. Debbie’ye dönersek, bu durumun dikkat
çekecek derecede ilginç bir etkisi oldu. Kılsız jenital bölgesi ona babasıyla anılarım, o tiksinmeyi, o
nefreti hatırlattı. Ancak ondan sonra benimle fiziksel temasa girmeyi isteme noktasına geldi.
Dokunmak, sevişmek ve oral seks yapmak istedi. Neredeyse tatmin olmaz bir haldeydi ve bu konuda
diğerlerinden daha da deneyimliydi.” Alaycı bir şekilde güldü. “Eve gittiğimiz anda babasını
öldürmek için sabırsızlanmıştı. Hatta cinayet işlediğinde bundan övünç duydu.”
Vaughan o anı yeniden yaşıyor gibiydi. “Sonra oral seks yapmayı ben önerdim. Kendimi reçele
buladığımda geçmişiyle yüz yüze gelmiş oldu. Sanırım babasının ona yaptığı hoşuna gitmişti, ancak
yıllar sonra farkına vardığında bunu kaldıramadı.”
Anya olaydaki çarpık mantığa inanamamıştı. “Sen onun babası mı oldun?”
“Hayır, ben onun şehvetinin nesnesi olmaya devam ettim. Gördüğü harekete karşı beslediğini
iddia ettiği tiksinti ile gösterdiği şehvet kendi iç dünyasında çatışıyordu. Kavramsal uyumsuzluk,
anımsadın mı? Bununla başa çıkamadı ve kendini vurdu.”
“Sen de işte tam o anda hata yaptın.”
“Hata?” Hunter’m ağzının bü kenarı hafifçe seğirdi. “Ben hata yapmam.”
Anya kontrolü ele alarak, “Klozet kapağını açık bıraktın” dedi.
Vaughan aniden patlar şekilde kahkahalarla güldü. “şimdi, suç dediğin bu mu?!” diyebilmişti en
sonunda. “Bu konuşma can sıkı cı bir hal almaya başladı. Diğerleri de üç aşağı beş yukarı aynı hi
kâye. Sanının ne demek istediğimi anladın. Sakat zihniyetli in sanlar, sakat ortamlarda
bulunduklarında olay önlenemez bir hal alıyor. Onlara seçenek sunduğunda, her şeyi mahvediyorlar.
şüp heye yer bırakmayacak şekilde bunu kanıtlamış bulunuyorum.”
“Briony senden uzaklaşmayı başarmıştı. Bu senin sonuçlarını altüst etmiş olmalı.”
“O kendini öldürmeye çalıştı, ancak bunu bile tam olarak ba
şaramadı. Acınası yaratık. ilaçlarla kendini öldürme becerikliliği ni göstermesine şaşırdım.”
“Yolladığın çiçekle] ı>ir tehdit miydi yoksa bu hastalıklı bir Şa ka mıydı?” Anya hıımı öğrenmek
istiyordu. Adam omuz silkü. “Bunu sen söyle. Benim çalışmalarımı inceleyen sensin.” Anya onun
konuşmaya devam etmesini ve pencereden uzaklaşmasını sağlamak zorundaydı. “Yöntem kusurlu ise
sonuçların da bir anlamı olmaz. Nesnel davranıp kadınlara seçenekler sunacağına, bir sonraki adımda
ne yapacaklarına karar verip, olayların o şekilde gelişmesi için uğraştın. Bu araştırma yapmanın en
temel ilkesini çiğnediğin anlamına geliyor. Yalnızca sonuç çıkarmakla kalmadın bunu doğrulamak
için ayarlamalar da yaptın. Tüm deneklerin belirli bir yöne eğilimliydi ve bir kontrol grubu da
oluşturmamıştın. Sonuçlarının hiçbir anlamı yok.”
Adam küçümseyen bir tavırla yavaşça alkışladı. “Yine yanılıyorsun. Benim araştırmalarımla
ilgilenen kişiler kullandığım yöntemle ilgilenmiyorlar. Onlar için yalnızca sonuçlar önemli. Bizim
ülkemiz de dahil birçok ülkedeki hükümetlerin benim makalelerimle ilgilendiklerini biliyor muydun?
Benim çalışmalarımın evrensel bir anlamı var. Teröristlerin sorguya çekilmelerinde, sorguya
çekilmeye karşı kullanılacak yöntemlerin belirlenmesi ve öğretilmesinde bu sonuçlar paha biçilmez
bir değere sahip. Bunu da iyice kaydet. Deneme bir, iki. Bütün hepsini aldın mı?”
Piç herif Anya’nın her bir hareketini önceden görüyor ve ona göre davranıyordu. Soruşturma
sırasında da böyle olmuştu, şimdi de böyle oluyordu. Diğer kadınlar için olduğuna benzer şekilde
tüm hikâyeyi sanki adamın kendi yazıyor gibiydi. Adamın kendine güveni, Anya’yı korkutmuştu.
Anya dehşete düşmemesi, direnç göstermesi gerektiğini biliyordu. Artık bir sonraki adımda ne
olacağı konusunda hiçbir fikri yoktu. “Beni de odaya koymayı mı düşünüyorsun?” “Hayır” diye
güldü adam. “Sen farklı bir vakasın, oldukça fark lı.” Vaughan iki elini başının arkasında kenetledi
ve gülümsedi.
“Diğerleri dikkatli bir şekilde seçilip deney için kendi ortamların dan başka bir ortama konuldu.
Kate’i saymazsak. Kriz Merkezi’ni keşfettiği zaman onu da bu deneye dahil etmek zorunda kaldım.
iyi ki onun ve senin telefonlarına dinleme cihazı koymuşum.” O kadar gevşemiş şekilde
oturuyordu ki, Anya pencereye ulaşabil mek için adamr sandalyesiyle birlikte devirmeyi düşündü.
Vaughan, onun ne düşündüğünü belki de hissederek sırtını dikleştirdi.
“Seni odaya koymak gerekmiyor. Seninle ilgili deney, senin sa bit fikirli düşünce şeklini
değiştirmene yol açacak şekilde mevcut ortamının değiştirilmesi üzerineydi.”
Adam sırıtarak, çalışma masasının üst çekmecesini açtı. “lnsaı ı lar gerçekten de adsız ihbarları
seviyorlar. şu ana kadar ardaya madrysan, kız kardeşinin kaybolmasıyla ilgili yeni bir soruşturma
falan yok. Ben yalnızca babanı telefonla aradım ve o da söyledi ğim her şeye inandı. insanların
herkese ne kadar kolayca güvene bildiklerini bilsen şaşırırdın.
Bu güven sonucunda arayanın kimli ğini bile kontrol etme gereği duymuyorlar. Yaşlı komşunuz
ise tanı bir geveze. Sana da bayıldığı söylenemez doğrusu. Cumartesi günü evinin oradaki
bağrışmaları ve senin eski eşinin hiddet nöbetini bana anlatmaktan ne kadar keyif aldığını bir bilsen.”
Anya gazeteciye telefon edenin de o olduğunu anladı.
Başka türlü nasıl haberleri olacaktı ki? Ben’in onun için ne demek olduğunu biliyordu ve bunun
için Martin’in işini engellemişti. Gazete haberini tezgâhlayarak. Onun dünyasını yönlendirmek için
adanun fazla uğraşmasına gerek yoktu. Ayrıca ona güvenerek tüm bunları yaşarken adama yardımcı
bile olmuştu.
Tanrım, adamın Ben’le yalnız kalmasına bile izin vermişti.
Anya telefona yaklaştı. Telefonu yeterince sert bir şeküde frrlatırsa ağrrhğr camr paramparça
edebilirdi. “Benden ne istiyorsun?”
“Kolay bir şey.” Vaughan çekmeceden kumaşa sanlı bir nesne çrkardr ve masanın üzerine koydu.
“Senin sabit fikirlerinle ilgili bir şey merak ediyorum. Özellikle, öldürmenin yanlış olduğu
konusundaki inancınla ilgili. Bir nedenle, soğukkanlı bir şekilde birini öldürebileceğini
düşünüyorum. Bu varsayımı test etmek niyetindeyim.”
Anya’nın adamın ne planladığıyla ilgili hiçbir tahmini yoktu.
Ancak cinayetle ilgili konuşurkenki aldırmaz ve duyarsrz yaklaşı mr Anya’yı o ana kadar yaptrğr
ya da söylediği diğer şeylerden daha çok korkutmuştu. Kontrolünü kaybetmemeli ve sakin kalma
lıydı. Adam onu dehşete düşürmek istiyordu. Eğer kendini kay bederse bu hastalıklı oyunu adam
kazanmış olacaktı. “Nasıl?” diye sordu Anya.
54
Anya, Vaughan sarı kumaşı açtığuıda geriye doğru bir adım attı. Tabancanın görüntüsü kanını
dondurmuştu. Bu senin tek şansın. Hadi kap onu.
Vaughan Anya’nın düşüncelerini okuyormuş gibi doğnıldu ve masanın üzerine, yeni
“oyuncağın” yanma bir bacağını havada sallar şekilde oturdu. Piç herif o anın keyfini çıkarıyordu.
“şimdi, ölüm cezasına karşı olduğunu iddia ediyorsun. Silah karşıtısın ve tüm yaşamın boyunca
da böyle oldun. Büyük olasılıkla silahı almayı ve onunla beni tehdit etmeyi düşünüyorsun. Ancak
böyle yapacağını sanmam, çünkü beni öldürmek, arkadaşını bir daha asla göremeyeceğin anlamına
gelir. Bu arada Annangrove’daki şu oda. C) yer artık sera olarak kullanılıyor. Orada oda yok. O
odanın malzemelerini ben satın aldım ve odayı başka yerde yeniden inşa ettim.”
Anya’nın kalbi duracak gibi oldu, ancak kendini derin ve düzgün nefes almaya zorluyordu.
Zaman kazanarak, tabancanın emniyet kilidini nasıl açacağını anımsamaya çalıştı. Balistikte nasıl
yaptıklarını birçok kez görmüştü. “Kate’i senin kaçırdığını nereden bileceğim?”
Öne doğru eğilip cebinden bir ses kayıt cihazı çıkarırken Vaug
han’ın gözleri simsiyah bir renk aldı. Adam cihazın düğmesine bastı. Bir kadının çığlıkları odayı
doldurdu. Kaseti ileri sardı ve bu sefer de yardım isteyen başka bir ses duyuldu.
“Clare, Fatma. Huzur içinde yatsınlar. Sanrım ne demek iste
diğimi anladın. şimdi de tanıman gereken bir diğeri.” Gözlerini Anya’ya dikmişti. Kaset tiz bir
ses çıkardığında ay gıtı durdurdu. Yeniden başlattığında duyulan Kate’in çığlığında, uğradığı zulüm
hissediliyordu. Çığlık sesi bir süre devam ettik ten sonra anlaşılmaz oldu. “Burada daha eve dönmek
için yalvarması duyuluyor. Biri ger çekten bu şirret kadını o acınası halinden kurtarmalıydı.”
Anya adamın elindeki kayıt aygıtını vurarak düşürdü ve bu ara da arkasındaki sandalyeye takıldı,
ancak silahı yakalamıştı. Sila hı sıkıca tutarken elleri titriyordu. Hunter onu durdurmak için hiçbir
şey yapmadı. Silah boş olmalıydı.
“Silah dolu, devam et. Beni öldürürsen arkadaşım kurtarmak için belki yetecek zamanın olur.”
Saatini kontrol etti. “Odanın hava geçirmez olduğunu söylemiş miydim? Kate’in yalnızca belirli bir
süre yetecek kadar oksijeni var. Özellikle de hava emme pompasını çalıştırdığım için.” Anya’ya bu
anlamsız geldi. Adam eğer ölmeyi kendisi istemiyorsa ona silah verip de kendisini öldürmesini
neden istesin ki? Ne biçim bir oyundu bu?
Anya silahı daha da sıkı tutarak, “Seni öldürmeyeceğim” dedi.
“Bence öldünnelisin. Bunu neden senin için daha kolay hale getirmiyorum ki? Yalnızca
kameraları izlemen yeterli olacaktır.” Bir an durdu. “Korkun nedir? Sen zaten ölü bir adamı vurmuş
olacaksın. Hastahğım tekrarladı ve ameliyat edilemez durumda.”
“Bunların hepsi kasette kayıtlı Anya. Beni vurman için sana yalvardığımı ve sen ne yapacağına
karar vermekle zaman harcarken Kate’in ölmek üzere olduğunu söylediğimi kaydettin.”
“Bir anda ölmeyi hak etmiyorsun. Seni öldürmeyeceğim ama başka yollar da var.”
Silahı aşağı doğru sıkıca tuttu ve tetiği çekti.
Silahın geri tepmesi dengesini bozmuştu ve silah elinden düştü. Masanın arka tarafında Hunter
yere yuvarlanırken, yaralı valisi bir hayvanın sesine benzer bir ses duyulmuştu. Anya adam bakarken
silahı eliyle yoklayarak buldu, sıkıca tuttu ve bir adım daha yaklaştı. Kurşun adamın kalçasına
gelmişti.
Vaughan hafifçe inliyordu. Bir süre sonra kendini yan dik bir dununa getirmeyi başardı. “Bu çok
çocukça. Sen gerçekten de bir köylü kızısın.” Vaughan yerdeki kayıt aygıtını aldı, içindeki ka seti
cebinden çıkardığı bir diğeriyle değiştirerek çalıştırdı. “Annemi istiyonım. ANNE!.. Korkuyonım.
Annemi istiyorum!”
Ben’in sesi odayı doldurdu. Anya titreyen elleriyle tuttuğu sila
hı neredeyse düşürecek gibi oldu. Ben adamın elinde. Bir an ba şının döndüğünü hissetti ve silahı
elinden düşürmemek için çaba
harcadı. Ben onu istiyor, çığlıklar atıyordu.
Vaughan alaycı bir şekilde, “Burada durup biricik oğlunun ne rede olduğunu bulmaya
çalışabilirsin, ancak bu arkadaşını öldür nıck anlamına gelir. Zaman geçiyor, anladın mı?” dedi. öfke
Anya’nın damarlarında kaynadı. Eğer adanı Ben’i öldürdüyse, o da adamı öldürecekti. Hasla
pezevenk de zaten bunu istiyordu. Orada oturmuş ondan bir yanıt bekliyordu. Kendini beğenmiş
pislik, Başka bir şeyin peşinde olabilir miydi? Kafası karıştı ve hızla düşünmeye başladı. Bu bir
yanıltmaca olmalıydı. Tanrım. “Seni öldürmeyeceğimden nasıl bu kadar eminsin?” diye sordu Anya.
“Aksine bu kumarda paramı senin beni öldüreceğin üzerine yatırıyorum” dedi Vaughan,
kalçasından kanlar akarken derin derin soluyarak.
Adam gerçekten ölmek istiyordu. Lanet olsun. “Bütün bun lan lenfom olduğun ve benim de sana
ötenazi yapmamı istediğin için yaptın. Öyle mi?” Anya bir anda ne olduğunu anlamıştı. Ne yapması
gerektiğini biliyordu. Kontrolü ele alarak konuştu: “işte bu senin en büyük batandı.” Yeniden ateş
(itmek için adamın karşısına dikildi. “Söyle oğlum nerede?”
“Beni vunırsan oğlunu bir daha asla göremezsin. Bunun yanında, ancak beni vurursan anahtarları
alıp Kate’i kurtarabilirsin. Eğer bunu yapmazsan Kate’i ölüme terk etmiş olacaksın. Ancak
arkadaşını kurtarmak
için beni vurursan, oğlunun yerini söylemem için döndüğünde burada olacağımdan ya da hayatla
kalacağımdan emin olabilecek misin? Böyle olursa Ben’e ne olduğunu bir daha asla öğrenemezsin.
Aynı geçmişte yaşadığın gibi. Yalnızca bu sefer bunu önleme şansın var. Böylece ne yaparsan yap
yine de senin soğukkanlı bir katil olduğunu kautlamış oldum.”
“Bunu ödeyeceksin. Ancak seni öldürmeyeceğim. Senin kazan mana izin vermeyeceğim. Senin
batışını görmek için gereken her türlü kanıt elimizde var. şimdi anahtarları bana ver seni piç herif.
Ve son kez soruyorum, Ben nerede?”
Adamın ahu terden boncuk boncuk olmuştu. “Beni öldürecek sin” dedi Vaughan, yavaş bir
şekilde. “Çocuk, senin gelip yardım etmen için yalvardı. Senin gelmeyeceğini anlayıncaya kadar çığ
lıklar atarak seni sayıkladı.” Anya’nın yüzünü görmek için döndü.
Kendini beğenmiş bir şekilde ruhsuz karadık gözleriyle ona ba kıyordu.
“Ne yazık ki, boynuna yapıştığımda, parmaklarımla bastırdık ça damarları şişti durdu ve o masum
çocuk gözleri kocaman oldu. Son nefesim verirken ona senin onu hiç sevmediğini söyledi ğimi
biliyor musun?”
Ben. ölmüş. Katledilmiş, Oğlunun cansız görüntüleri Anya’nın gözünün önünden geçti. Kalbi ve
ciğerleri koparılmış gibi zorluk la nefes aldı. Ben olmadan yaşam olamazdı. Bir adım geri gitti ve
tetiğe bastı.
Vaughan Hunter’ın yaşamı, akan kanıyla birlikte gidiyordu. Nefes alışı hızlanmış ve ter içindeki
yüzü solmuştu.
Adamın cebinden iki ayrı halkaya bağlı anahtarları alıp çalışma odasının kapısını açarken,
Anya’nın üzerine, yaşadığı olaya karşı bir soğukluk gelmişti. Elinde tabanca, koridordaki telefondan
acil OOO’ı aradı, bir cankurtaran ve polis çağırdı. Piç herifin yaptıkları yanına kalmamalıydı. Evin
numarasını bilmiyordu. Telefonu açık bırakıp ön kapıya koşmadan önce muayenehanenin yerini
anlatmayı başarmıştı. Yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyordu.
Düşün. Düşün. Bu arazinin kendine ait olduğunu söylemişti. Kameraları izle. Evin köşesindeki
güvenlik kamerası gözüne çarptı. Verandanın sonuna doğru yürüdüğünde ambar binasının önünde
bir kamera daha olduğunu gördü.
Yağmurda hızla koşarak ahırları geçti ve çamurlu yolda güçbela ayakta durarak, kaya kaya
koşmaya devam etti. Ambarın zincirlenmiş kapısına asma kilit takılmıştı. Kilidi açan anahtarı
bulmak için çılgınca anahtarları denedi.
Uzaktan bir siren sesi duyuldu ve ses anbean artarak devam et ti. Küçük anahtarların olduğu
gruptan bir anahtar denerken oda da hâlâ oksijen olması için dua ediyordu. Lanet olsun, bu da uy
madı. Denemek için yalnızca dört anahtar kalmıştı. Soğuktan parmakları uyuşmuş halde, bir
diğerini denedi. Üçüncüsü kilide uymuştu.
Ambarda başka bir kilitli kapıya giden metal bir merdiven var dı. Bu kapı elektronik bir komuta
paneli ve bir bilgisayar bulunan komuta odasına açılıyordu. Ekrandaki figür hareketsizdi.
Kate.
Sağır odaya bir giriş ararken, kontrol odasında tüm duvarı kap
layan kasasız bir kapı olduğunu fark etti. Bu kapının bir tutamağı yoktu. Anya iki eliyle birlikte
bütün gücüyle kapıyı itti. Yerin den kıpırdatmamıştı, kapıyı tekmeledi, yumrukladı ve Kate’in
duymasını umarak bağırdı.
Panele geri dönerek, paneldeki düğmeleri inceledi. Birine bastığında, ekranda görülen figürün
bacaklarını kamına daha sıkı bir şekilde çekerek kendini sakınmak için büzüldüğünü gördü. Bir
mikrofona bağlı olan bir diğer düğmeye bastığında, yayınlanan elektriksel gürültü nedeniyle
neredeyse sağır olmuştu, iki lanet olası düğmeyi de kapalı konuma getirdi. Ancak en azından Kate’in
yaşadığını öğrenmişti.
Bir an gözüne, siyaha boyalı ahşap duvarın üzerinde, yukarı kısımda küçük kırmızı küre şeklinde
yanan bir lamba ilişti. Bu dışı hâ düğme yerleştirilmiş bir sigorta kutusuna benziyordu. Bu düğme
kapıyı açıyor ya da hava akışını sağlıyor olabilir miydi?
Ona ulaşabilmek için bir şey aradı. Uzun herhangi bir şey.
Zorlanarak sandalyeyi oraya taşıdı ve üzerine çıktı. Bütün gücüyle uzandığında dahi beş on
santim kısa kalıyordu. Klavyeyi bilgisayardan çıkardı ve sandalyeye yeniden çıktı. Klavyeyi iki
eliyle kafasının üzerine kaldırdı ve sert bir şekilde düğmeye vurdu. Düğmeye basmayı başarmıştı,
ancak bu sırada klavye de paramparça olmuştu.
Kapının açılmasını beklerken, hava büyük bir hızla yer değiştirerek sağır odadan kontrol odasına
dolmaya başlamıştı. Tanrım! Bu da neydi? Ne yaptım ben? Islak bedenine vuran soğuk havayla
titreyerek, Anya paneldeki tüm denemediği düğmelere bastı. Ta ki hidrolik kapı ses çıkararak
açılıncaya kadar. Kısa çelikten yapılma bir girişin ilerisinde, karanlıkta bir adım attı. Neredeyse öne
doğru düşüyordu ki iki eliyle tavana bağlı zinciri yakalamayı başarmıştı. Ayaklarını girişteki çelik
bölüme yeniden koyamadan önce bir süre asılı kaldı.
“Kate. iyi misin” dedi heyecanla. “Polis geliyor.”
Açık kapıdan gelen ışık içeriye süzülüyordu. Gözleri ışığın yar dımıyla karanlığa alıştı. Oda ders
kitabında gördüğü indirip kaldırılabilen köprü yapısmdaydı. Girişteki bir metal platform, maka ra
sistemiyle aşağıdaki platforma indiriliyordu. Anya platforma atladı ve Kate’in yanma indi. Çıplak
olduğunu gördüğünde üze rindeki kendine büyük gelen ceketi çıkardı ve arkadaşının üzeri ni örttü.
Kate tepkisizdi.
“Hepsi bitti, şimdi güvendesin” dedi, dedektifi kucaklayarak. şimdi tek düşüncesi Ben’di.
Ncy ki hareketli platform ikisinin yükünü aynı
anda taşıyabillyordu ve Anya, Kale’i yııkan güvenli bir yere taşıyabildi. Uyuşmuş durumdaki
arkadaşını odadan çıkarırken, bir polis memuru göründü. Polis hemen yardım istedi ve bir
cankurtaran ambarın kapısına yanaştı. Kontrol odasında, polis memuru Kate’i bir battaniyeye sardı
ve ona oksijen verdi. Bu arada sağlık görevlilerinin evde vurulan adamla ilgilendiklerini söyledi.
Kate güvendeydi artık. Anya bacaklarının var gücüyle eve doğru koşmaya başladı. Vaughan hâlâ
hayattaysa, ona Ben’in nerede olduğunu söyletmesi gerekiyordu. Ön kapıya vardığında, Vaughan
cankurtarana aktarrlmıştı ve bir polis memuru onunla konuşmasını engelledi.
“Anlamıyorsun! Bu adamın oğluma ne yaptığını öğrenmem gerekiyor.” Anya’nın tek istediği
oğluna bir an önce sarılmak ve onun küçük bedenini tüm tehlikelerden korumaktı.
“Adamın bilinci yerinde, ancak şu an doktorlar dışında biriyle konuşabilecek durumda değil.”
Polis memuru onu yeniden engellediğinde Anya artık kendini memurun kollarına bırakmış,
ağlamaya başlamıştı. Cankurtaran hareket etti. Anayola dönerken sirenleri çalmaya başladı.
Brian Hogan elinde Anya’mn çantası evden çıktı ve ona doğru eğilerek, “Biri cep telefonundan
sürekli seni arıyor” dedi. “Oğlun hakkında. Küçük bir kaza geçirmiş sanırım.” Sersemlemiş şekilde
Anya cep telefonun aldı ve
Martin’in sesini duydu: “Neredesin? Bütün gece seni aradım. Ne diyeceğimi bilemiyorum, o
kadar ani oldu ki onu koruyamadım.” Telefon bir an çatırdadı ve devamında Anya arka plandaki sesi
tanımıştı:
“Merak etme anne, yalnızca kolum kırıldı, hepsi o.”
Yaşıyor!” Anya sevinç gözyaşları dökmeye başladı. “Alçıya aldılar ve doktor da bana çok iyi
davrandı.” “şükürler olsun.” Anya neredeyse kahkaha atacaktı.
Brian Hogan ona içeri gelmesi için bir işaret yaptı. “Aşkım, amenin şimdi gitmesi gerekiyor,
ancak seni kısa sürede yeniden arayacağım. Söz.”
“Neler oldu burada?” Brian ona temiz bir mendil uzattı.
Gözlerini kurularken neler olduğunu kafasında toparlamaya çalıştı. “Kayıt aygıtı. Her şeyi kayda
aldım.”
Anya çalışma odasının dışında durdu ve Brian Ilogan’m eldivenli eliyle üzeri kanlı kayıt aygıtını
yerden alıp getirmesini ve ka seti çalmasını izledi.
Bern’in sesi duyuldu: “Korkuyorum, geri dönmek istiyorum. An nemi istiyorum.” Arka taraftan
kahkaha sesleri geliyordu ki sıra mn ilerlemesini isteyen bir konuşma duyuldu. Doğu Fuan’ndaki
gün. Kaydırak. Yukarıya çıktıklarında bir şeyler olmuştu ve Vaug han da bunu kaydetmişti.
Anya neler olduğunu açıklamaya çalıştı, ancak Brian Hogan tam bir sağır gibi davranıyordu.
“Herhangi bir şey söylemeden avukat çağırmanı öneririm” dedi, kimse duymasın diye fısıltıyla.
“Bir kayıt aygıtı daha var. Çalışma masasının üzerinde. Daha büyük olan.” Çalışma odasının
hemen yanındaki odadan bir polis memuru çıkarak, “Dedektif dedi, “sanırım bunu görmeniz
gerekir.”
Anya onları izledi, ancak kapının eşiğinde durdu. Koridorun daha ilerisindeki bir odada, açık
durumda bir görüntü oynatıcı ve televizyon vardı. Çalışma odasında olanlar, en sonunda Vaughan’ı
vurması ve oradan hızla uzaklaşması dahil olmak üzere ekranda görüntüleniyordu.
Odanın kapısı çevresi kameranın görüş alanına girmemişti. Geniş açılı bir mercek
kullanılmadığından, adamın onu kitaplığa ittiği ve kapıyı küitlediği gözükmüyordu.
“Ses yok mu?” diye sordu Brian. Ses yoktu.
Anya gördüklerine inanamaz bir halde, elindeki silahı ona doğ rulturken bile Vaughan’ın rahat bir
şekilde sandalyesinde oturdu ğu görüntüleri izledi.
Görüntülerin gösterdiği olay onun yaşadıklarıyla hiçbir ben zerlik taşımıyordu.
“Ben her şeyi kaydettim” dedi Anya, mendilini elinde sıkıca tu tarak. “Çalışma masasında bir
kayıt aygıtı vardı.”
Brian not defterine bir şeyler yazdı. Alnını sildi ve kafasını öne doğru eğdi. “Tanrım. Bu işten
nefret ediyorum.”
“Brian, her şey kasette kayıtlı!” dedi Anya, karşı çıkan bir tonda.
“Anya Crichton, Vaughan Hunter’ı öldürmeye teşebbüs etmek suçundan seni tutukluyorum.”
56
Castle Tepesi polis karakolunda, Brian Hogan ve diğer bir dedektif Anya’yı aşağıdaki hücrelere
götürdüler ve onu görevli memura teslim ettiler. Brian suçlamaları okurken Anya’ya sanki o orada
yokmuş gibi davranıyordu.
“Suçlamaları anladın mı?”
Anya mırıldandı: “Evet.”
Brian suçlamaları Anya’ya okurken ve anlayıp anlamadığını sorarken çok titizdi. Anya da
anladığını söylemişti, ancak bütün olanlar gözüne gerçekdışı bir rüya gibi görünüyordu. Anya’nın
aslında neler olduğuyla ilgili hiçbir fikri yoktu. Gözaltı memuru masasından kalkarak şeffaf
plastikten yapılma hücreyi ya da onun söylediği şekliyle yuvayı açtı ve Anya’dan içeri girmesini
istedi.
“Avukatımla görüşmek istiyorum” dedi Anya, kendinin bile zor tanıdığı bir sesle.
“Brody yolda, geliyor” dedi Brian.
Gözaltı memuru kalın plastik kapıyı akasından kapatırken, Arıya plastik sandalyeye oturmuştu.
içeride ter ve beden kokusu vardı. Burnunu, adli inceleme için giysilerini aldıkları zaman verdikleri
siyah takım elbisenin koluna gömdü.
Son birkaç saati gözünde yeniden canlandırmaya çalıştı, ancak
her şey bulanık gözüküyordu. Görevli memura küfürler yağdıran serseri kılıklı bir adamı izledi.
Anya kollarını birbirine kavuşturdu. Soğuk soğuk terler dökü yordu. Ama her şeye rağmen, Ben
babasının yanındaydı, hayat taydı ve iyiydi. Kırık kolu kısa zamanda iyileşirdi. Brody geldiğin de bu
korkunç
karışıklığı yoluna koyardı. Polis hata yaptığını he men fark edecekti. şu ana kadar Vaughan’ın Kate’i
kaçırdığını söylediği kaseti dinlemiş olmalıydılar.
Yanın saat kadar sonra Dan Brody’nin sesi koridorda yankılandı:
“Müvekkilinde görüşmek istiyorum.”
Anya, Brody’nin başka kimi görmeye geldiğini merak etti. Ancak hemen kendisinin artık
müvekkil olduğunun farkına varmıştı.
Memur onları bir görüşme odasına götürdü ve yalnız bıraktı. Anya ayakta durmayı yeğledi. Brody
yüzünde ciddi bir ifadeyle masaya oturdu.
“Suçlamalar çok ciddi ve şu an her şey bir hayli kötü gözüküyor. Neler olduğunu anlatmalısın.
Hiçbir şeyi atlamadan.” Çantasını masanın üzerine koydu, san bir not defteri çıkardı ve
tükenmezkaleminin arkasına bastırdı. “Ellerinde bir görüntü kaydı var. Vaughan sandalyede
oturuyor. Ona ateş ettiğin açıkça görülüyor. Sanırım bir şeyler söylüyorsun ve sonra da onu
bacağından vuruyorsun. Yerde bir şeyleri kurcalıyor, bir dakika sonra adamın önüne dikilip onu
omzundan vuruyorsun. Bu kesin bir kanıt.”
“Onu vurmak zorunda kaldım.” Brody’nin yanında diz çöktü. “Kate’in oksijeninin bittiğini
söyledi ve onu kurtarmak için kendisini öldürmem gerektiğini. Kate’e zamanında yetişebilmek için
yapabileceğim tek şey buydu.” Anya söylediğmin yalnızca yarı yarıya doğru olduğunu fark etti,
ancak bunu Brody’ye nasıl anlatacağını bilemedi, içinden bir ses ona Ben’den söz etmeden önce
beklemesinin daha iyi olacağını söylüyordu. ikinci kez ateş ederken aslında aklında Kate yoktu. Bu
yaptığı Kate’in hayatını kurtaracağı yerde, onun ölmesiyle de sonuçlanabilirdi. ilk kez olarak Brody
kendinden emin gözükmüyordu.
“Sendim
onu öldürmeni neden istesin ki?”
“Kanser olmuştu ve öleceğini biliyordu.”
“Fark etmez. On dakika içinde ölecek de olabilirdi, ancak sen onun hayatına son verirsen bu yine
de cinayet olur. Sonra ne ol du?”
Anya’nın olayların kesin sırasını anımsayabilmesi için çaba sarf etmesi gerekiyordu. “Evine
gittim. Yok, oraya kendim gitmek istemedim. Demek istediğim...”
“Sakin ol. Konuştuğun benim. Farkmdasm değil mi?
Neler olduğunu kendi sözlerinle bana anlatmana ihtiyacım var.
Bir barda bir hikâye anlatıyormuşsun gibi.”
Brody güven uyandıran bir tonda konuşuyordu ve Anya bir anda rahatladığını hissetti. Brody
hukuki konularda parlak bir zekâ ya sahipti. Çok geçmeden onu özgürlüğüne kavuşturacaktı.
Parmaklıkların arkasındaki kişi Vaughan Hunter olacaktı. “intihar eden kadınları kaçıran kişi
Vaughan. Akciğerlerindeki lifler onları tuttuğu odadan geliyor olmalı. Unları ışık ve seslen yalıtarak
kendi islediği gibi davranmalarını sağlıyor.”
Brody her şeyi yazıyordu.
Adamın oynadığı oyunlan ve onu öldürmesi için kendisine nasıl tuzak kurduğunu anlatarak
devam etti.
Brody bir an durdu. “O bana kemoterapi görmek için yalnızca bir iki hafta işten izin aldığını
söyledi. Yeni davalar üstlenmişti. Bana adamın ölmek istediğini mi söylüyorsun?” Tanrım. Hastalıklı
yalanlarına Brody’yi bile inandırmayı başarmıştı.
Brody’nin gerçeği anlamasını sağlamalıydı. “Evet! Bu adam diğer insanların hayatları üzerinde
deneyler yapıyordu. Fatma Deab, Clare Matthews. Adam tümünü itiraf etti.”
Brody’nin yüzünden ne düşündüğünü anlamaya çalıştı,
ancak yapamadı. Brody’nin gözleri kâğıda odaklanmıştı. “Bu kadınlardan herhangi birini
Öldürdüğünü itiraf etti mi?”
Arıya kafasını iki yana salladı. “Yalnızca Muhammed Deab’in Fatma’yı öldürmediğini söyledi.”
Brody kalemle bastırarak neredeyse delecek şekilde, kâğıdın tepesine yaptığı bir dizi kutunun içini
boyuyordu. “Peki oğlunun bütün bunlarla ilişkisi ne?”
“Bana Ben’i kaçırdığım ve Kate’i kurtarırsam oğlumun nerede olduğunu ya da ona ne olduğunu
bir daha asla öğrenemeyeceğimi söyledi.” Anya konuştukça, kulağa pek de utandırıcı gelmeyen bir
hikâye anlattığını fark ediyordu. Tanrı‘ya şükür ki bunların hepsini kasete kaydetmişti.
Brody notlar almaya devam etti.
“Onu öldürmeyi reddettim. Ona Ben’in nerede olduğunu söy letmem gerekiyordu. O her
durumda zaten Kate’in ölmek üzere olduğunu söyledi. Çünkü hava emme pompasını çalıştırdığını ve
odanın havasının bitmek üzere olduğunu söyleyip buna inanmamı sağlanıştı. Kate’in yaşamak için
yalnızca dakikaları kaldığını sandım.” Anya bir an durdu ve derin bir nefes aldı.
“Sonra bana Ben’i öldürdüğünü söyledi.” Yüzünü ellerinin ara sına, almış ve hüngür hüngür
ağlamaya başlanıştı. “Piç herif bu
konuda da yalan söylemiş. Beni fena halde kandırdı.” “Topla kendini Anya. Kendini
toparlanalısın. Sonra ne yaptın?”
“Ona yeniden ateş (ittim, odanın anahtarlarını cebinden aldım,
telefonla cankurtaran çağırdım ve Kate’i bulmak için bütün gü cümle koştum. Onu tam dışarı
çıkardığımda cankurtaran ve polis eve varmıştı.”
“Bu durumda onu oğlunu öldürdüğünü düşündüğün için ml vurdun?” “Evet.”
Ancak sana dinlettiği kaset oğluna ait değildi, öyle mi?” “Duyduğum Ben’in sesiydi, ancak bunu
Doğu Fuarı‘nda kaydıraktan kaymak için Ben’le birlikte merdivenleri tırmanırlarken kaydetmiş O
gün ona oğlunla yalnız kalması için izin veren sendin, öyle mi?” Anya’yı yargılar gibi konuşuyordu.
“Evet.” Anya söylediklerinin kendisim ne kadar suçluymuş gibi gösterdiğini anlamaya
başlamıştı. “Ancak Ben’in sesini kaydettiğini bilmiyordum. Dan, Vaughan Hunter onu öldürmem
için bana tuzak kurdu. istediği buydu.”
“Ne yazık ki bunu kanıtlamak çok zor.”
“Polisle intihar olaylarım hiç duymadın nu?” diye yalvarır gibi sordu Anya “Bu olaylarda intihar
edecek kişUer polise saldırarak polisi kendüerini vurmaya zorlarlar. Adamın bana yaptığı da buydu.
Beni sinirlendirerek kendisuü vurmam için Kate’i ve Ben’i kullandı.”
Vurulan kapı nedeniyle bir an konuşmaları kesildi. Brody izin istedi ve dışarı çıktı. Bir iki dakika
sonra yeniden içeri girdi. “Anya” dedi Brody, yeniden oturarak. “Bazı kötü haberlerim var. Çalışma
odasındaki kayıt aygıtında kaset yokmuş.” Tanrım. Piç herif, Anya cankurtaranı ararken kaseti
çıkarıp alacak kadar gücü kendinde bulmuş olmalıydı.
Ya cebindeki kaset, içinde kadınların çığlıkları olan Brody kafasını iki yana salladı. “Senin hikâyeni
destekleyim hiçbir şey yok. Ne yazık ki ses olmadan, görüntü kaydı seni son derece suçlu olarak
gösteriyor. Vaughan karşı koymaya bile çalışmıyor. Gerçekçi olursak, bunun bir kendini savunma
olduğunu söyleyemeyiz.”
“Bu olamaz.” Vaughan’ı odada iki kurşun yarasıyla kanlar içinde bırakmıştı. Masanın üzerine
uzanıp kayıt aygıtındaki kaset ile Kate ve diğerlerinin olduğu kaseti de almış olmalıydı. Kasetler ev
Ue has tane arasında herhangi bir yerde olabüirdi. Açık bir şekilde Vaughan kasetlerin bulunmasını
önlemişti. Brody bunu neden anlamıyordu?
“Onu vurmak zorundaydım. Vurmasaydım Kate ölmüş olacaktı.” Bu dediğine ükönce Anya’nın
kendisinin inanması gerekiyordu.
“şanslıyız ki kontrol odasındaki bir düğme senin Kate’in boğu larak öleceği konusundaki tezini
destekliyor. Bu düğmeyle odadaki havayı emen bir pompa harekete geçiriliyor. şu an düğme
üzerinden parmak izi alıyorlar.” Duvarın tepesindeki düğme, diye düşündü Anya. Bir an Vaughan’ın
aslında hava
emme sistemini çalıştırmamış olduğunun farkına vardı. Onu çalıştıran, klavyeyle vurduğunda kendisi
olmuştu. Bu Hunter’ın Kate’in havasız kalmasıyla ilgili olarak da yalan söylediği anlamına
geliyordu. Nasıl bu kadar saf olabilmişti?
“Düğme üzerinde benim parmak izim yok” dedi Anya, tepkisiz bir şekilde.
“Doğruyu söylemek gerekirse, Vaughan’ın oğlunu tehdit ettiğini doğrulayan bir şey olmaması
nedeniyle aslında şanslısın. Eğer onu özellikle öfkelenip vurduğun kanıtlanırsa kasten adam
öldürmekten yargılanabilirsin. Dileyelim ki adam ölmesin.”
Anya kulaklarına inanamıyordu. Vaughan zayıf insanların olabilecek her durumda hayatlarını
mahvettiklerini kanıtlamak için kendisine tuzak kurmuştu.
Kasten adam öldürmekten hüküm giymek dışında hayatını daha iyi başka neyle mahvedebilirdi ki?
Göğsünde kurşun gibi bir ağırlık hissetti. Kan basıncı düşmüştü ve kalp atışı hızlandı.
Yere doğru eğildi. Vaughan onu kaçırmayı hiç düşünmemişti. O ise kendisini hapse tıktırmayı
başarmış ve adamın kazandığı en büyük insan yönlendirme zaferinin caılı kanıtı olmuştu.
Ben’i düşündü. O hapishanedeyken oğluna ne olacaktı?
Martin, oğlunu kendisiyle bir daha hiç görüştürmezdi.
“Bu öğleden sonra için bir kefalet duruşması ayarlayacağım. Onu vurur vurmaz cankurtaran ve
polis çağırmış olman, ifademde onu öldürmek istemediğini söylemenle uyuşuyor.”
Yakındaki odalardan birinden bir haykınş duyuldu. Anya cezaevine girme düşüncesiyle titredi.
Brody onun omzuna dokundu.
“Kate Farrer’m hayatını kurtarmak için mecbur kalıp Vaug han’a zarar verdiğini söyleyerek
savunma yapacağım ki gerçekte yaptığın da bu. Bunu mükemmel bir şekilde yaptığını da söyleye
bilirim. Adamın omzundaki yara usta işiydi.”
Anya iç geçirdi. Arkadaşı kurtulduğu için rahatlamıştı.
“Bantta aygıtın çalamadığı bir ses var mı diye görüntü kaydını inceleme si için bir ses mühendisi
bulabilir iniyiz?”
“Doğrusu, bir ses olmanası bizim için daha iyi. Bu şekilde öf kelenip de o tetiği çektiğin
kanıtlanırsa inanılır bir savunma yapma olasılığı kalmayabilir.”
Brody kefaleti kabul ettirmişti ve Anya’yı eve götürüyordu. Duruşmada yaşadığı sıkıntının yerini
karşı koyamadığı bir uyuşukluk hali almıştı. Anya şu an için özgürdü, ancak bunun no kadar
süreceğiyle ilgili hiçbir fikri yoktu. Vaughan kritik dönemi atlatmıştı, ancak durumu ciddiyetini
koruyordu. Hastanede polis gözetimi altındaydı. Piç herifin yaşaması gerekiyordu. Yaşayıp
yaptıklarını ödemeliydi. En azından adam kaçırmadan, yani özgürlüğün kısıtlanması suçundan
yargılanacaktı. Brody kefaletle serbest kalmayacağından emindi, ancak silah yaraları almış ve
göğsünde büyük bir ur olan birinin mahkemede yargılanmak için sağlık durumunun uygun görülüp
görülmeyeceğinden emin değildi.
Lenfomu iyileşme yoluna girerse bir polis memurunu kaçırdığı için hayatı kaymış olacaktı. şu an için
Anya, mutfağında kendini güvende hissetti.
Elaine onu annelerin çocuklarına sarıldıkları gibi sımsıkı kucaklayarak karşıladı. Anya ne
söyleyeceğini bilemedi. Neyse ki Elaine de bir şey sormadı.
Brody başsavcıyla konuşmaya ve Anya’nın hareketlerinin bir polis memurunun hayatını
kurtardığı göz önüne alınarak, suçlamaların düşürülmesini istemeye karar verdi.
“Biraz dinlenmeye çalrş” dedi Brody ve gitmeden önce de onun yanağına bir öpücük kondurdu.
Elaine bir fincan çay koyarken, ön kapıdan birinin içeri girdiği duyuldu. Daha da içeri girmeden
geleni durdurmak için Elaine ön tarafa gitti.
“Özür dilerim, Dr. Crichton şu an sizinle görüşemez” dedi, çok seıt bir şekilde. “Ancak onu
görmeliyim. Polisin ne bulduğunu bilmem gerekiyor. şu ana kadar sen bana bir şey söylemeyi
reddettin.”
Anya koridora geldiğinde Anoub Deab’le karşrlaştr. “Tamam, Elaine. Onunla konuşmam
gerekiyor.”
Üçü birden loş bir yerdeydiler. “Kız kardeşimi tuvalette uyuş turucularla kimin öldürdüğünü
bümek istiyorum. O katil Fat ma’ya ne yaptı?”
“Onu kaçırdı. Karanlık ve sessiz bir odaya hapsetti.
Kardeşinin seçeneği yoktu.”
“Sen adamrn kim olduğunu biliyordun ve onunla konuştun mu?” Anoub endişeli gözüküyordu.
Ellerini ceplerine sokup çıkarıp duruyordu. “Sana başka ne dedi?” “Babanın Fatma’yı öldürmediğini
biliyordu.” Genç adam yumruklarmı sıktı. “Benim babam suçsuz.
Onu cezaevinde tutmaya haklan yok.”
Anya, Vaughan’m söylediklerini anımsadı. Fatma’yı öldüren
gerçekten Nluhanunod Deab olsaydı, oğlunun egosu bu isi baba sının yapmadığını söylemesini
engellerdi. “Hangi nedenle babanın Fatma’ya eroin enjekte etmediğinden bu kadar eminsin?”
“Babam uyuşturucuyu fıltrelemekten ve enjekte etmekten anlamaz.”
Anya, Elaine’e endişeli bir şekilde baktı. Sekreter
yavaşça büro tarafına yöneldi. Gözünün ucuyla Anya, onun telefonun almacını kaldırdığını ve her
an aramak için hazır beklediğini görüyordu.
Bir tek olay yeri inceleme memurunun tampondan yapılmış filtreden haberi vardı. Ailenin
gördüğü otopsi raporunda bundan söz edilmiyordu.
Anya genç adama bir adım yaklaştı. “Ama sen bu işlerden anlıyor dun.” ‘
“Neden söz ettiğinizi anlamadım.”
Bugün yaşadıklarından sonra Anya’nın Deab’lerden korkacak hali yoktu.
“Fatma tampon kullanmıyordu. Buna ihtiyacı yoktu. O âdet göremeyecek kadar zayıf bünyeliydi,
Tuvaletteki sendin. Sanırım uyuşturucuyu da yanında götürdüm Belki de Fatma kullarısın diye zaten
birileri uyuşturucuyu oraya getirmişti. Kız arkadaşından bir tampon almış olmalısın. Öyle değil mi?”
Anoub, Anya’ya bir adım yaklaştı ve bir elini havaya kaldırdı. Aynı babasının cezaevinde yaptığı
gibi. Anya kılım kıpırdatmadan öylece durdu, şirretliğe pabuç bırakacak değildi. Bu arada Elaine
polisi aramıştı. Anoub elini indirdi.
“Anlamıyorsun” diye bağırdı. “Fatma bizim ailemizin namusunu kirletti. O adam evimizi aradı ve
bana onun nerede olduğunu söyledi.
Fatma’nın hastalığından söz etti.” Anya gözünü budaktan sakınmamıştı. Anoub da aynı babası gibi
etrafında serseri arkadaşları olmadan zayıf biriydi. “Fatma’yı kaçıran adam onunla zorla cinsel
ilişkiye girmişti.
Fatma onursuz hiçbir şey yapmadı.” Anya bir parmağıyla Anoub’un göğsünü ittirerek, “Senin kız
kardeşinin bir suçu yoktu ve sen onu öldürdün.”
“Sen bizim törelerimiz hakkında hiçbir şey bilmiyorsun.
O artık temiz değildi. Ölmesi gerekiyordu.” Deab ön kapıya doğru yavaşça geri geri gitti. “Artık
kuzenimizle asla evlenemezdi. Herkes onun bakire olmadığını biliyor olacaktı.”
Geçen haftadan kalaı öfke yine açığa çıktı. Anya kendini onu itelememek için zor tutuyordu.
“Çok iyi anlıyorum.
Oraya gittin
ve uyuşturucuyu enjekte etmesi için kızı zorladm.”
Anoub sağa sola hareketler yaparak yumruklarını bir sıktı bir gevşetti. “Ailemi korumak, babama
neyin doğru ve onurlu oldu ğurru bildiğimi göstermek istedim.”
Anya’nm bilmek istediği bir şey daha vardr. “Bunu yaptrğmda yanmda baban var mıydı?” Anoub
gözlerini koluyla sildi. “Hayır. Fatma’nın nerede öldüğünü görmek için daha sonra geldi. Gurur
duymak yerine” bir arı duraksadı, “babam bana onu utandırdığımı söyledi. Polisin bizi izlemeye
almasından soma da cenazede evi terk etmemi istedi.”
“Sen bir suç işlemiştin ve baban da gerektiği dunımda suçu üzerine almayı planlıyordu. Böylece
sen de Fatma’nm öldürüldüğüne dair polisin elinde bir kamt olup olmadrğını öğrenmek için beni
kullandın. Gerçekten doğruyu söyle, bunun yanına kalacağını mı sanıyordun?”
Anoub yanıt vermedi. Arkasını döndü, kapıdan koşarak çıktı gitti ve Anya da onu durdurmak için
hiçbir şey yapmadı.
57
iki gün sonra Dan Brody, Anya’nın kapısının önünde elleri arkada dikiliyordu,
Anya olası en kötü haberden korkarak kapıyı açtı. “Yoksa Brody neden bizzat gelsin ki?” diye
düşündü.
“Haberler harika” dedi Darı. “Aklandın. Bütün suçlamalar düştü.” Arkasından bir şişe Bollinger
çıkardı ve kendini içeri davet ettirdi.
“Nasıl?” Anya adamın dediğini kafasında oturtmaya çalışıyordu. “Ne zaman?” Brody
gülümseyerek açıkladı: “Olay yeri inceleme sağır odadaki hava emmi; pompasını çalıştıran
düğmenin üzerinde yalnızca bir kişinin parmak izine rastlamış, Vaughan Hunterin. Vaughan’ı
öldürme anaçh vurmamış ve cankurtaran çağırmış olmanı göz önünde tutarak başsavcı, Kate’in
hayatını kurtarmak gerekliliğinin yaralama eylemini haklı kıldığını kabul etti.” Bir an sustu, bir tepki
bekledi ve sonra Anya’ya doğru eğildi: “Tebrikler. Hepsi sona erdi. Artrk özgür bir kadınsın!”
“Teşekkür ederim. Buna inanamıyorum.” Anya Brody’ye
sarıldı ve kucakladı. “Çok teşekkür ederim.” Brody de hiç duraksamadan ona karşılık verdi. Arıya
şişenin soğukluğunu bir an sırtında hissetti.
“Kafaları çekmek için çok mu erken?”
Zaman Anya’nın umurunda değildi. Bu adan canavar gibi bir avukattı. “Bugün hiçbir şey için
erken değil” dedi Arıya. Bu arada mutfaktaki raftan Brody’nin son ziyaretinden beri orda duran iki
bardağı aldı. “Vaughan polise ne demiş?”
Brody maıtarı tavana fırlattırarak şampanyayı patlattı. içki ilk bardağın kenarından akmaya
başladığında Anya diğer bardakla akadan yakalamaya çalıştı.
“Olay hakkında konuşmayı reddetmiş. Yalnızca senin için üzgün olduğunu, çünkü seni kendi
kendine yapacağın kötülükten koruyamadığı gibi bir şeyler söylemiş.”
Kendini beğenmiş piç herif demek ki hâlâ kendinin kazandığı m samyormuş.
Anya kendim rahatlamış hissetti. Ancak serbest kalmasının tamamen şans ve daha çok da kendi
saflığı sayesinde olduğunu biliyordu. Yanlışlıkla hava emme pompasını çalıştırmış olmasaydı,
ifadesinin inanılır bir yanı kalmayacaktı ve mahkemede kasten adam öldürmeye teşebbüsten
yargüanıyor olacaktı. Vaughan’m büyük hatası, Anya’nın yeteneklerim önemsememesiydi ve bu
onun özgür kalmasını sağlamıştı. Anya o an birden fakına vardı ki, ancak onu vurduğu sırada yaptığı
ses kayıtlan bulunamazsa özgür kalabilirdi. Kendim yeniden kötü hissetti. Ya Vaughan kayıtlan
polise verirse? Kayıtlar adamı, Ben’i öldürdüğünü düşündüğü için vurduğunu kanıtlardı. Bu kaset
elinde olmadığı sürece tamamen özgür olamazdı. Bu durumda telefonun ya da kapının her çalışı
özgürlüğünün sonu demek olabilirdi. Belki de adamın planı en başlan, onun hayatını sürekli bir
korku içinde yaşatmak üzerine kuruluydu.
Adam o ana kadar her şeyi planlamıştı. Lenfomdan öldüğünde bile piç herifin hayaleti mezardan
onu bulabilirdi.
Bunu bile planlamış olabilirdi.
Brody’nin suçlamaların düştüğüyle ilgili ansızın gelen mutlu haberi az da olsa rahatlatmıştı onu.
“şerefine!” Brody müvekkiliyle bardağını tokuşturdu ve bardağından büyük bir yudum aldı. “Bu
gece kutlama yapmaya ne dersin? Seni yemeğe götüreyim.”
Anya tam, “Kulağa hoş geliyor” demişti ki telefon çaldı.
Alma cı kaldırdı.
“Konuşmamız gerek” dedi Martin, ters bir şekilde.
“Ben’in seni görmeye gerçekten ihtiyacı var.”
“Ben de onu gönnek istiyorum.” içkisinde bir yudum aldığında yüzünün kızardığını hissetti Anya.
“Bak, hakkımdaki suçlamalar
düştü. Bir yargılama olmayacak. Başsavcı kendimi korumak için ateş ettiğimi düşünüyor.”
Acı veren bir sessizlikten sonra, “Senin için sevindim.
Dinle, bu akşama ne dersin? Saat altıda Sevgililer Limanı‘nda IMAX si nemasının dışında
buluşalım

Anya yerdeki dökülmüş şampanyalan bir bezle silen Brody’ye
şöyle bir baktı. “Ah, olur. Tabii. Bu gece hep birlikte yemek yiye biliriz. Bu beni mutlu eder.”
“İşlemi senin ırııı iyi gittiğine sevindim.” Martin’in sesi yıııını şamıştı. “Gerçekten. Bu hepimiz için
önemli.”
Anya telefonu kapadı. Martin’in onu aramış olması iyi bir başlangtçtl. Bunu olal)ilecek en iyi
şekilde değerlendirmeliydi.
Brody elinde şişeyle yaklaştı. “Üzerine ekleyeyim mi?”
Bardağını bir eliyle kapattı. “Dan, bu akşam için.” “Dur tahmin edeyim. Daha iyi bir teklif
aldın?” “Martin, Ben’i görmeme izin verecek.”
Brody kabullenmiş şekilde kafasını salladı. “Bunu başka zamanı da yapanz. Neyse gitmem
gerekiyor. Müvekkillerim bekliyor.” Bardağını sehpaya koyarak gülümsedi ve evden çıkmadan önce
“Yeniden tebrikler” diye ekledi.
Anya bardağını göğsüne yasladı ve sabah haberlerini kaçırmamak için televizyonu açtı.
Kate Farrer’ın hastaneden taburcu oluşu ve başkomiserden bir takdirname alışı günün haberi
olmuştu. Ona hoş geldin diyen grubun içinde bulunan dedektif Ernie Faulkner ile Ray Filano,
Kate’in elini sıkmış ve elinde takdirname olan dedektifin sırtını sıvazlamalardı. Kahrolası ikiyüzlü
herifler, diye düşündü Anya, televizyondaki zırvalığı izlerken. Kendi adının geçmediğine de
memnun olmuştu. Kuşkusuz Kate yarınki öğle yemeğinde aynntıları ona aüatacaktı. Duş almak için
banyoya yöneldi.
Duşta, sırtındaı aşağı sula aka aka yere oturdu. Bacaklarım göğsüne kadar çekti. Suçlamalar
düşmüştü. Özgürdü. Sıcak su tüm bedeninden aşağı kayıyorken, yoğun bir duygu boşalması yaşadı.
Sırrını kimseye açıklamayacağına yemin etti. Polis ve Brody, Vaughan Hunter’ı yalnızca yaralamak
için ateş ettiğini düşünmüştü. O ise böyle olmadığını biliyordu. Adamı öldürmek istemişti ve Tann
biliyordu ki öldürmeyi de denemişti. Adamın omzuna isabet eden kurşunu
aslında tam kalbine nişan alarak ateşlemişti. Vaughan haklıydı. Eğer silahlar konusunda daha
deneyimli olsa soğukkanlı bir şekilde cinayet işlemiş olacaktı.
Vaughan algılarını, inandığı şeyleri ve davranış şeklini onu sa ğır odaya bile koymadan
değiştirmişti. Adamın bir zamaı kendi sine ne kadar çekici geldiğini ve Doğu Fuan’ndaı döndükleri
gün adamın onu kollanna almasını, dokunmasını ne kadar istemiş ol duğunu anımsayarak
korkuyordu da. Bacaklarına yapışmış avuç larını daha da sıkarak, adamın Ben’le görüntüsünü
aklından uzaklaştırmaya çalıştı. Oğlunu Sydney’den, Vaughan’ın erişemeyeceği bir yere götürdüğü
için Martin’e içinden teşekkür etti.
Eğdiği kalasındım aşağı inen sularla parmak uçları buruşurken, adamın diğer kurbanlarını
düşündü ve kadınların odadaki yalıtılmışlıklarını ve umutsuzluklarını hayal etmeye çalıştı. Hayatta
kalmak için tamamen onları tutsak eden kişiye gereksinimleri vardı. Büyük olasılıkla herif onlara o
hava emme pompasını da kullanarak işkence etmişti. Boğulacaklarını sanacakları şekilde havasız
bırakmış ve sonra da tam zamanında yeniden hava vermiş olmalıydı. Adam toplumda saygı duyulan
bir yer edinmiş sadistin, cinsi sapığın tekiydi. Yine de bu kadar çok hayatı mahvettiğine inanmak zor
geliyordu.
Vaughan Hunter’ın deneylerinden zarar gören yalnızca kaçırılan bu kadınlar değildi. Galea adlı
genç yanlış bir şey yapmamıştı ama büyük olasılıkla ömrü boyunca beyin hasan sorunu yaşayacaktı.
Alison Blakehurst’un eşi ve çocukları, Briony Lovitt’in kızı ve sevgilisi bu sapık yüzünden acı
çekiyordu. Clare
Matthews’in bebeği ve Debbie Finch’in babası da onun yönlendirmeleri sonucunda öldürülmüşlerdi.
Hatta Muhammed ve Anoub Deab bile bu adamın kurbanı olmuştu. Bu listede onun bilmediği daha
kaç kişirün bulunduğunu merak etti.
Herpes kültürleri ve dölüt ile spermden çıkanları DNA üzerinden polis adamın bütün bu
kadınlarla cinsel üişki yaşadığını karalayabilecekti. Odarurı varlığı, Kate’in tamklığı ve bütün
kadınlann akciğerlerinde bulunan lifler mahkemeye çıkacak kadar sağlıklı olduğu durumda uzun süre
cezaevinde yatmasına yeterli olacakta. Bu bağlamda kadmlan onun öldürdüğünü kanıtlamak gerekli
bile olmayabilirdi. Belki de jüri, birini doğrudan öldürme Ue o kişiyi, kendini öldünnesi için
yönlendirme arasında ahlaki bir fark görmeyebilirdi. Adamın şeytanca niyetleri olduğu açrkça
belliydi.
Bu kadar saf olduğu için kendini bağışlayamıyordu. Ben’in çığlığını duymak ona bir kâbus gibi
gelmişti. Anya birçok kereler rü yasında Miriam’ın yardım istediğini görmüştü ve Ben’in çığhğr da
kendini rüyalanndaki gibi hissetmesine yol açmıştı. Vaughan onu yönlendirebilmek için tuzak
kurmuş, onun için en önemli şeyleri yavaşça ondan öğrenmişti. Gazetedeki haber Martin’in iş teklifi
almasını engellemişti ve kendi işiyle ilgili de sonuçlan olacaktı. Tabii eğer hâlâ iş alabilirse. Haber
çıkalı beri gerçekten işle ilgili yalnızca cinsel saldın kurbanları hizmetleri biriminden aranıyordu. şu
andan itibaren de odaklanması gere ken bu iş olacaktı.
Kahrolası Vaughan. Anya adaman varsayımım kanıtlamıştı ve bu arada da nerdeyse Ben’i
tamamen kaybediyordu. Ve bu hayatının sonuna kadar ımutamayacağı bir şeydi. Derinlerden gelen
bir hisle ağladı. Bedenine yayılan deprem gibi şiddetli bir duygu dalgası, sıcak suyun kesilmesinden
uzun süre sonra ancak dinginleşti.
Duştan çıktıktan sonra, hızlı bir şekilde giyindi ve aşağı kata yöneldi. Ben’i görmek için
dayanılmaz bir istek duyuyordu ve oğlunun karşısına yüksek bir moralle çıkmalıydı. Bütün
olanlardan sonra sonuçta özgürdü. Oğluyla olan hayatını en yoğun ve en güzel şekilde, gözlerden
uzak, kendince yaşamak onun elinde olan bir şeydi. şişmiş kırmızı gözlerini yaptığı makyajın
kapadığını umarak, anahtarlarım aldı ve dışarı çıkmadan uzun topuklu siyah ayakkabılarını giydi.
Dışarı çıktığında patlayan flaşlardan bir an gözleri hiçbir şeyi göremez oldu. Gazete ve televizyon
muhabirlerinden oluşan bir kalabalık bağıra bağıra, başsavcıyı suçlamaları düşürdüğü için yanlı
olmakla suçluyordu. Bir televizyon kamerası yaklaştı ve bir kadın sesi parlamentoda sorulacak
türden sorular sorarak yanıt istedi. Bir diğeri bu olayın oğlunu nasıl etkilediğini sordu. Adamın biri
yüzüne doğru mikrofonunu iterek, Vaughan Ilunter’ı vurmadan önce onunla cinsel ilişkiye girip
girmediğini öğrenmek istedi.
Birbiri üzerine flaşlar patlıyordu. Anya bir an neredeyse uzaklardan Vaughan Hunter’m
kahkahalarını duyar gibi oldu.
Adli tıp biriminde kendini ispadamaya çalışan başarılı kadın detektif Patolog Dr. Anya Crichton,
bir yandan ev kirasını zamanında ödemeye çalışırken diğer yandan da Uç yaşındaki oğlunun velayeti
için eski kocasıyla mücadele etmektedir.
Lübnanlı bir genç kızın aşırı uyuşturucudan öldüğü bir soruşturmayı yürütürken bulduğu kanıtlar
birtakım rahatsız edici sonuçlar doğurur. Bu üzücü ve trajik ölüm ile birbirinden bağımsız gibi
görünen bazı intihar vakaları arasında ürkütücü benzerlikler vardır.
Anya Crichton, her bisturi darbesinde yeni kanıtlara ulaşırken, uğursuz bir entrikanın içine
çekildiğini fark eder. Ortaya çıkan rahatsız edici gerçekler onu, belki de bir daha gün ışığını
göremeyeceği derin bir karanlığın içine çekmektedir...

Bandrol Uygulamasına İlişkin Usul Ve Esaslar Hakkında Yönetmeliğin


5.Maddesinin İkinci Fıkrası Çerçevesinde Bandrol Taşıması Zorunlu Değildir.
………SON……
Buraya Yüklediğim EBookları Download Ettikten 24 Saat Sonra Silmek Zorundasınız.
Aksi Taktirde Kitabin Telif Hakkı Olan Firmanın Yada Şahısların Uğrayacağı Zarardan Hiç Bir Şekilde
Sitemiz Sorumlu Tutulamaz ve Olmayacağım.
Bu Kitapların Hiçbirisi Orijinal Kitapların Yerini Tutmayacağı İçin Eğer Kitabi Beğenirseniz
Kitapçılardan Almanızı Ya Da EBuy Yolu İle Edinmenizi Öneririm.
Tekrarlıyorum Sitemizin Amacı Sadece Kitap Hakkında Bilgi Edinip Belli Bir Fikir Sahibi Olmanız Ve
Hoşunuza Giderse Kitabi Almanız İçindir.
Benim Bu Kitaplar Da Herhangi Bir Çıkarım Ya Da Herhangi Bir Kuruluşa Zarar Verme Amacım
Yoktur.
Bu Yüzden EBookları Fikir Alma Amaçlı Olarak 24 Saat Sureli Kullanabilirsiniz. Daha Sonrası
Sizin Sorumluluğunuza Kalmıştır.
1)Ucuz Kitap Almak İçin İlkönce Sahaflara Uğramanızı
2)Eğer Aradığınız Kitabı Bulamazsanız %30 Ucuz Satan Seyyarları Gezmenizi
3) Ayrıca Kütüphaneleri De Unutmamanızı Söyleriz Ki En Kolay Yoldur
4)Benim Param Yok Ama Kitap Okuma Aşkı Şevki İle Yanmaktayım Diyorsanız
Bizi Takip Etmenizi Tavsiye Ederiz
5)İnternet Sitemizde Değişik İstedğiniz Kitaplara Ulaşamazsanız İstek Bölümüne Yazmanızı
Tavsiye Ederiz
Bu Kitap Bizzat Benim Tarafımdan By-Igleoo Tarafından
www.CepSitesi.Net - www.MobilMp3.Net - www.ChatCep.Com - www.İzleCep.Com
Siteleri İçin Hazırlanmıştır. EBook Ta Kimseyi Kendime Rakip Olarak Görmem
Bizzat Kendim Orjinalinden Tarayıp Ebook Haline Getirdim Lütfen Emeğe Saygı Gösterin.
Gösterinki Ben Ve Benim Gibi İnsanlar Sizlerden Aldığı Enerji İle Daha İyi İşler
Yapabilsin. Herkese Saygılarımı Sunarım .
Sizlerde Çalışmalarımın Devamını İstiyorsanız Emeğe Saygı Duyunuz Ve Paylaşımı
Gerçek Adreslerinden Takip Ediniz.
Not Okurken Gözünüze Çarpan Yanlışlar Olursa Bize Öneriniz Varsa Yada Elinizdeki
Kitapları Paylaşmak İçin Bizimle İletişime Geçin.
Teşekkürler. Memnuniyetinizi Dostlarınıza Şikayetlerinizi YönetimeBildirin
Ne Mutlu Bilgi İçin Bilgece Yaşayanlara.
By-Igleoo www.CepSitesi.Net

You might also like