Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 98

SUUT KEMALETTİ N

Rennes Darülfünunu Edebiyat fakültesinden


felsefe mezunu

•• ••

BUYUK

MUZTARIPLER

SCHOPENHAUER
NİETZSCHE
TOLSTOY

MUALLiM AHMET HALİ T KÜTÜPHANESİ


1 S T A N B U L - 1 9 3 2
MÜELLİFİN Dİ G ER ESERLERİ

Metafizik Devlet matbaası


Estetik Devlet matbaası
Arthur Schopenhauer
ARTHUR SCHOPENHAUER

1788 - 1860

K E N D İ S İ

"ffayatta ne yapacağwızı bilmek, ve hayatı,.


'"hakiki mahiyetinde görmek için daima.,
"eliniz altıııda �aşmaz bir pusula bulun-,,
"durmak ister misiniz? Öyleyse bu alemi , .

"bir çi e diyarı, bir kefaret müstemlekesi,,


'"olarak görmiye alışınız,, .

A. Schopenhaaer meş'um telakki edilen bir cuma


günü 22 Şubat 1788 s enesi Danzig de, Şimal Deni­
zinin yeis taşıyan sularına bakan loş bir odada
gözlerini hayata açtı. Şehrin zengin ve münevver
bir taciri olan babası faal, enerjik bir insandı.
Seyahati sever ve her şeyde İngiliz adetini mu­
hafaza ederdi.
Annesi zamanının ve muhitinin takdir ettiği
edibelerdendi. Daha ilk yaşlarından itibaren ebe­
veynile beraber küçük Arthar Almanyayı, Belçika­
yı, İsviçreyi, Fransayı, İngiltereyi dolaştı. Dokuz
yaşında bulunduğu sıralarda Havre da iki sene
6 BÜYÜK MUZT ARİPLER

kaldı; ana dilini unutacak kadar fransızcayı og­


rendi. Sonra Londrada altı ay bir pansiyonda
bulundu. Yabancı memleketlerde uzun zama n
ikameti, mütenevvi sosyetelerle teması ona bir fi­
lozofa zaruri olan pratik tecrübeyi kazandırdı.
Babası 1804 te öldü. Bu ölüm, o z amana kadar
sevmediği ticarete çevrilmiş olan tetebbülerinin
cereyanını derhal değiştirdi. Ticaret için doğmadı­
ğını anlamıştı. Babasından kendisine kalan servet
iradesine tam bir hürriyet temin etti.
Senelerdenberi aradığı muntazam bir tetebbüe
nihayet kavuşuyordu. Evvela Ootlza jimnazına
gönderildi, sonra 1 809 da Ooettingue ve Berfin Da­
rülfünunu kurlarını takibe başladı. Bilhassa tarihe,
tıbbi ve tabii ilimlere kendisini hasretti. Kant'ın
tilmizlerinden Enesideme müellifi Sclzulze onda fel­
sefe zevkıni uyandırdı.
İlmi ve felsefi tetebbülerile beraber flüt ve
kitara, silah temrinleri en zevkli meşgalesini teşkil
ediyordu. Sclzopenlzauer mükemmel surette bütün
bilgileri temessül etti, fakat kitarayı bir türlü öğ­
renemedi, kısır cehit senelerinden sonra isyankar
enstrümanı odasının bir çivisine asmıya mecbur
oldu.
Bununla beraber sakın Sdwpenhaurr'ı uzun, sü­
zük çehreli, dirsekleri delinmiş ve kainatı kütüp­
hanelerin içersinden tanıyan birisi tasavvur et­
meyiniz! Hele onu o zamanki Alman Darülfünun­
ları modasına göre bira bardakları boşaltıcı ve
düellolar arayıcı biri de zannetmeyiniz! Biradan
ve düvellodan nefret ederdi.
Schope11haurr giyinişine çok itina gösteren güzel
tavırlı ve doğruyu küstahça söyliyen bir centil-
SCHOPENHAUER 7

mendi. Bazan onu tiyatro veya operada, hazan


aristokratik mahallerde, Weimar'ın Dresde'in edebi
mahfillerinde görürlerdi.
Oothe ile münasebatı vardı. Kitaplar kadar in­
sanları okurdu. Oothe'den ziyade zamanının nas­
yonalist sıtmasına karşı muafıyeti haizdi. Bununla
beraber 1813 te Fichte' nin Napolt!on'a karşı Alman­
yayı bir istiklal harbine davet eden ateşin nutku
tesirile filozof az kalsın gönüllü olarak asker ola­
caktı. Bir asker elbisesi bile satın almıştı. Fakat
ihtiyat ve basiret onu bu kararından tam zama­
nında vazgeçirdi.
Ve harbe gideceği yerde bir sayfiyeye çekile­
rek asude ve endişesiz bir halde doktora tezini
bitirdi ve yorulan dimağını Venediğin ve Floran­
sanın ışık ve çiçek dolu havasında dinlendirdi.
İnsanlar arasında olduğu kadar kitaplar ara­
sında seyahat yapmış olan Schopenhauer 29 yaşında,
şaheserini [Tasavvur ve irade olarak kainatın
telakkisi] ni neşretti. Bir nevi taşkın ilham neticesi
olan bu eser birbirine zıt birçok tetebbülerden"sabah
sislerinden güzel bir peyizajın sıyrıldığı gibi,, sıy­
rıldı. Derin bir tecrübe, bilgi, müşahede ve oku­
ma mahsulü olan bu muazzam eser hiçbir aksi­
seda uyandırmaksızın umumi bir lakaydi ile ör­
tüldü. Schopenhauer bir aralık Bertin Darülfünunun­
da felsefe tedrisinde dahi bulundu. O zamanlar
Hegel bu Darülfünunun allahı idi. Gençlik üzerin­
deki nüfuzu nihayetsizdi.
Schopenhauer hemen boş sıralar önünde konuştu.
(1831) de Bertin de koleranın zuhuru üzerine filo­
zof, korkusundan kaçıyor ve Francfort ta, yerleşi­
yor. Hayatının son 29 senesini bu sakin beldede
8 BÜYÜK MUZT ARİPLER

geçirmiştir. Yüksek sesle ve insanı hayran bırakan


bir üslupla kainatın bir komedi olduğunu, insanın
da orada kötü rolünü kekeliyen yırtık, sefil elbi­
seli miskin bir aktör bulunduğunu ilan eden
Francfort münzevisi bu muthikeden, bu paçavra­
lardan bir türlü vazgeçemiyor. Benim ve sizin
gibi, belki benden ve sizden ziyade ölümden kor­
kuyor, feci akıbetin önünde titriyordu.
1839 senesinde Norveç fen cemiyeti (Hürriyet)
meselesini müsabakaya koyduğundan, Schopenhauer
ın bu cemiyete gönderdiği (iradenin hürriyeti) hak­
kındaki tezi tetviç olundu ve müellif bu akade­
minin azalığına tayin edildi.
Filozof (1851) de Parf'rga and Paraliponıena un­
vanlı son kitabını neşrediyor. Bu kitabın intişa­
rında Schopen!zauer (63) yaşında idi. Parerga asıl
doktrine bir şey ilave etmeyip tekrarlayıcı ma­
hiyettedir. Fakat ahlakçı Filozofu hakkile tanımak
için bu kitabı okumak icap eder.
Uzun seneler lakaydinin unutturduğu Schopen­
hauer artık kendisinden haber veriyor, ismi gittik­
çe duyuluyor, eserleri okunuyor, medih ve zem­
molunuyordu.
Bu sert münzevi, 60 yaşında, ateşli şakirtlerinin
ve perestişkarlarının arasında beşerileşmeğe başla­
dı. Artık her senei devriyesinde ona çiçekler, so­
neler yağıyordu. Meçhul gençler ona ateş dolu
mektuplar gönderiyorlardı. Madam Elisabetk Ney
isminde bir san'atkar filozofun büstünü yapmak
için Berlinden koşuyordu.
Resamlar portresi.; i yapmak için zamanı pay­
laşamıyorlardı. Kitapları yeniden tekrar tekrar
basılıyor ve muhtelif dildeki mecmualar,gazeteler
SCHOPENHAUER

filozof hakkında etütler neşrediyor ve Rusya­


dan Amerikaya kadar sesi hergün yeni akisler
uyandırıyordu.
Schopenhauer son senelerinde bu geç gelen şöh­
retten büyük bir zevkalıyor, dudakları tebessüme
alışıyordu. Kendisinden bahseden yazıları, en
ehemmiyetsizlerini bile gözden kaçırmıyordu.
( 1854) te Richard Wagner ona Der Ring der Niebe­
lungen den bir nüsha gönderiyor ve bir iltifat
kelimesi ile filozofun musiki felsefesine temas edi­
yordu. Bu kadar alaka kar ş ısında senelerce bir
ses bekliyen ruh nasıl neşelenmesin? O kadar ki,
büyük bedbin son günlerinde hemen bir nikbin
oldu.

Schopenhauer'ın iki yaşındaki portresini görenler


a nlatıyor:
Bu, kıvırcık saçların gölgelediği geniş yüksek
alınlı, iri mavi güzlü, zarif burunlu, muntazam
çizgili, güzel çehreli bir çocuktu. Fakat o narin
çehrede daha o zaman ahengi bozan, köşeleri is ­
tihza ve istihfaf ile yukarı kıvrılmış bir ağız vardı.
Zamanla bu güzel çehre değişti. Kıvırcık saçlar
ön taraftan döküldü; alın daha genişledi; ve bü­
yük baş üzerinde isyankar ve dik saçlar kaldı.
Soğuk, işleyici gözler kalın kaşların gerisine git­
tikçe gömüldüler. Istırap bir sapan gibi o çehrede
çukurlar kazdı. Baş bütün i:eferruatile değişti.
Fakat değişmiyen bir şey vardı, o da daha iki ya­
şından itibaren kainata tiksinircesine bükülen du­
daklar. Hayat böyle dudakları bir de Charles Bau­
delaire' de gördü!
10 BÜYUK MUZTARİPLER

Son zamandaki portresine bakanlar Schopenhauer


ın dişsiz ağzı karşısında bir haşyet duyarlar: Ka­
inata tükürmemek için gayzından, istikrahından
dişlerini yemişe benziyen bir ağız! Schopenhauer
hayatının son senelerinde kendisine yaklaşanlar
üzerinde korku ve ıstırapla karışık bir intıba bı­
rakmıştır. Onu gören, büyüklüğünü, yüksekliğini
seziyordu. Filozofun hayatını yazan Owinner şu hi­
kayeyi naklediyor: Bir gün Venedikte bir İtalyan
onu sokakta durdurarak demiş: "Efendi, her halde
büyük bir şey yapmış olacaksınız. Bilmiyorum ne,
fakat onu bakışlarınızdan anlıyorum . "
Fakat b u faikıyet gayrisıhhi bir şeyi ihtiva edi­
yormuş gibi etrafındakiler üzerinde endişe uyan­
dırıyordu. Endişenin uyanması ve tacize inkılap
etmesi için onunla biraz konuşmak kafidi. Vak­
tile annesi geceleri oğlunun kendisini uyulmadı­
ğından şikayet ediyordu.
Schopenhauer'ı ölümünden bir sene evvel gören
Mösyö Challemel - Lacour dahi onu gördüğü gece
uyamamış ve üstünden yokluk nefesinin geçti­
ğini duyar gibi olmuşta.
Son 29 senesini Francfort'ta İngiltere Otelinde
geçirdi. Yemek masası başın da bu ihtiyarı pipo
dumanları ve bardak gürültüleri arasında istihza
dolu gözlerile gören meraklılar, Miphisto'nun bı­
raktığı bir intıbadan bahsediyorlardı. Hiç kimse
bu ihtiyar Cynique kadar saf bir genci şaşırtamaz
ve soğuk bir nefesle ruhunun ve hülyalarının
çiçeklerini solduramazdı.
*
* *
SCHORENHAUER il

Schopenhauer'ın bilhassa Francfort'taki hayatı ni­


hayetsiz bir yeknesaklık ile doludur. O hayatın bir
gününü tanıyan bütün günlerini tanır. Sabahı .'Q

sekizinde kalkmak, yıkanmak, kahvaltı yapmak,


çalışmak, gezinmek, biraz uyumak, Times'i oku­
mak, biraz flüt, sonra tiyatroya gitmek ilah . . . .

Schopenhauer zamanını kullanmasını bildiği gibi


parasını kullanmasını ve arttırmasını da biliyordu.
Fakat bütün b u pratik hasse ve muntazam iti­
yatlara rağmen onda birçok marazi alametler
göze çarpmaktadır. Şiddetli mizacı, sebepsiz
korkuları, hesapsız manileri, emniyetsizlik ve ih­
tirazları verasete taalluk eder. Bu marazların iz­
lerini ana ve baba taraflarında görürüz. Sc!topen­
hauer' ın babası şiddetli bir melankoli buhranında
intihar etmişti. Keza baba tarafından büyükannesi
tecennün. ederek ölmüştü. Kendisi de daha ilk
yaşlardan itibaren garip korkuların z ebunu idi.
Bir mektup alınca derhal korkar ve bir felaket
sezerdi. Geceleyin en küçük bir gürültü ile ansı­
zın uyanır ve tabancalarına sarılırdı. Hastalıklara
ve her nevi tehlikelere karşı bin itina alan filozof
bir yangın vukuu ihtimaline binaen canını çabuk
kurtarmak için otelin birinci katında otururdu.
Kendisinin olmıyan bir usturanın cildine dokun­
ması onu titretir, pipolarını kapalı dolaplarda sak­
lardı. Başkalarının kullanmamaları için gittiği ye­
re bardağını beraber götürürdü. Altınlarını meç­
hul yerlerde gizler, banknotlarını eski mektupla­
rın içinde saklardı. Tecessüsü şaşırtmak için hesap­
larını yunanca ve latince tutardı. Hiç kimsesi
yoktu ; son senelerini köpeği Atma ile beraber
yalnız geçirdi. Kendisini bir müşterek kararın kur-
12 BÜYÜK MUZTARİPLER

hanı adediyor ve eseri etrafında felsefe profesör­


leri tarafından ge niş bir sükun kararı verildiğine
inanıyordu. Garip bir tezat neticesi, kitapları aley­
hindeki sessizlikten sinirlenen Schopenhauer eserle­
rini felsefe profesörlerinin tenkit etmesinden kor­
kuyordu. "Az bir zaman içinde kurtlar vücudumu
kemirecek, bu fikre tahammül edebiliyorum. Fa­
kat felsefe profesörlerinin felsefemi kemireceği
fikrine daha şimdiden titriyorum,, .
*
.\' *

Maziye eğilerek ileriye bakan Schopenhauer dı­


şarıdan çok şey almıştı. Lanıark, Biclzat, ve Cabanis
nin, Brahmanik ve Budist Hindistanın mukaddes
kitaplarının, Eflatunun, Kant'ın mahremiyetinde
yıllar geçirmiş, ve onlarla beraber b üyük muam­
manın sırrını araştırmıştı. İlmin ve spiculative fel­
sefenin haricinde Schopenhauer ın en çok �evdiği
kitap lar Sineque in epftres leri, bilhassa (105) incisi,
Hobbes in De Cive i Machiavel in Prince i ,
B. Oradan ın maksimleri ve La Roehefoucauld,
La Bruyere, Wauvenargues, bilhassa Chamfort dan mü­
rekkep Fransız ahlakçıları idi. Onun için dört
büyük roman mevcuttu, bunlar da :
Don Quic/ıotte, Tristranı Shandy, Hiloi'se ve Wilhelnı
Meister, di. Schopenhauer, spiculatif olmaktan ziyade
bir intuitif tir. Felsefesi bir fikir sisteminden ziya­
de eşyanın artistik bir görüşüdür. Doktrininin
başlıca temleri uzun uzadıya istidlal ile elde edil­
miş neticeier olmayıp, Reel i Noumene i şahsi bir
surette idrak etmenin bilavasıta bir ifadesidir. Bu
temlerin en mühimmi almeşumul illusionnisnıe dir .

Schopenhauer ın, bu illusion u daimi ve muannit bir


SCHOPENHAUER 13

surette duyduğu iddia olunabilir. Yaşamak neş'esi­


nin nekadar yalan, hazzın nekadar hiç, ve aşkın
nekadar boş olduğunu Schopenhauer derecesinde
hiçbir filozof deruni bir lisanla ve klasik bir
san' atle anlatamamıştır. Hindistanın kitaplarında
hayat bir rüya olarak tasavvur olunur ; Schopen­
hauer içinse hayat bir kabustu.
Bu bedbinliğin sebebi ne? O, mes'ut olmak için
her şeye malikti: Servet, sıhhat, hürriyet, seyahat
onun içindi. Bununla beraber bedbindi ve bedbin­
liği felsefesine kara bir bulut atmıştı. Bu bedbin­
liği ne Schopenhauer ın hayatı, ne içtimai vak'alar,
ne de usanç getirmiş bir adamın hayata gösterdiği
istikrah izah edebilir.
O ne bir Werther di, ne de irade felsefesi müşevveş
bir devirde yaratılmıştı. Bilakis Almanya milli bir
inkişaf ve intibah devri yaşıyor ve alemşumul bir
ümit kalpleri dolduruyordu. Hayır bu bedbinliğin
sebebini harici hallerde, vakalarda değil, fakat hu­
susi bir bünyeye malik olan filozofun karakte- ·

rinde aramak icap eder.


"Saadet ve felaketin harici vak' alarla alakası
yoktur, onları biz kendimizde taşırız,, diyen filo­
z ofta babasından müntakil, melankoliye karşı bü­
yük bir istidat vardı.
Dediğimiz gibi gençliğinin ilk günlerinden iti­
baren kendisini, tevekkülü bilmiyen bir yeise kap ­
tırmıştı. Kalabalıktan kaçar ve şuuruna iltica e de­
rek yaşile mütenasip olmıyan bir vahşetle inzivayı
yaşardı . Gayet keskin bir hassasiyete malikti.
Bunun içindir ki felsefesi ayni hyperesthesie ile ıstı-
rap çekenlerin bir Credo su oldu.
14 BÜYÜK MUZTARİPLER

Böyle ruhi bir bünyeye sahip olan birisi tesa­


düf eseri filozof olursa bizzarure bedbin olur. İşte
Schopenhauer bu suretle kendi hususi haline uygun
gelen bir ıstırap felsefesi tahayyül etti ve ender
bulunur bir kudretle onu bize anlattı.
*
* *

Sc!topenhauer'ın felsefesini teşrihe başlamadan


bu felsefenin niçin yıllarca lakaydi ile karşılandı­
ğını anlatmak isterim. Kainatın irade ve tasavvur
olarak trl/'ikkisi 1 819 da intişar ettiği zaman te­
fekkür aleminde hiçbir akis uyandırmadı. Çünkü
bütün fikirler akla itimat ediyor ve beşerin akı­
betine ümitle çevriliyordu. Umumi temayüller,
aşağı yukarı, müphem olmalda beraber samimi
bir surette dindardı. Fikrin kudretine inanılıyordu.
Ümaniter Panteism, Ortodoksi gibi nikbindi. Bu
umumi hal ve vaziyette dinsiz, bedbin, merdüm­
giriz ve nev'i beşer için merhamet ve istihfaf
dolu bir felsefenin, ve iradenin mahvına mün­
cer olan ve saadeti uzamayı Nirvanada bulan bir
doktrininin efkarı celbedecek hiçbir şansı yoktu.
Halbuki 1848 den sonra bilakis, beşer aklına olan
nihayetsiz itimat artık sarsılmış ve naşadinin ka­
pıları artık açılmıştı.
Acı reybiliğin, kiyetist istihfafın, beşeri şeylere
karşı gösterilen büyük alakasızlığın saati çalmıştı.
Bedbinlik en mes'ut saatlerini yaşıyordu. Ayni
zamanda büyük idealist hareket te son sözünü
söylemişti:
Fikri beşer, almış olduğu istikametten son du­
rağa gelmeksizin hemen ayrılamaz. Cartesianisme
ihtiva ettiği bütün idealist neticelerin, Malebranche
SCHOPENHAUER 15

ve şakirtleri tarafından istihracından sonra ancak


kıymetini kaybetti. Keza, Condillacisme bütün müm­
kün neticeleri verdikten sonra zeval buldu.
Alman felsefesi için de ayni şey vakidir. Kant
tanberi her şeyi yalnız fikirle, zekala izaha ça­
lışan Alman felsefesi artık son usaresini tüketmiş­
ti. Halbuki Schopenhauer'ın felsefesi kısmen Kantın
idealizmini tekrarlamakla beraber bilhassa realist
bir aksülameldi. İrade namı altında bizatihi şey e
dönüştü. Realist tefekkür için bir avdet zamanı
beklemek lazımdı. Bu avdetse ancak 1 848 sene­
lerine doğru vaki pldu. Nihayet Schopenhauer fel­
sefesinin biraz geç yapmış olduğu muvaffakıyet,
darülfünun felsefesine karşı monden felsefenin
yaptığı bir aksülamel neticesi olarak ta telakki
olunabilir.
16 B ÜYÜK MUZT ARİPLER

FELSEFESİ

Schopenhauer a göre "Dünya tasavvurumuz,, dur.


Bundan nasıl şüphe edebiliriz? Güneşi gören bir
gözün, çiçeği koklıyan bir burnun, ateşe dokunan
bir eHn haricinde ışık, koku, hararet bir hiçten
başka ne olabilir?
Dünyayı teşkil eden bütün hadiseler zaman ve
mekan i ;inde cereyan ediyor ; onları idare eden
prensip muayyeniyet prensipidir.
V arlıklarile dünyanın hadiselerini idrak e ttiği­
nıiz bu üç unsur insanda fıtridir, dimağının teşek­
külü icabıdır. Hadiselerin zaman, mekan ve illiyet
gözlüklerinden görüldüklerine ve bunların da in­
sanda kabli a priori olduklarına göre, kainat tasav­
vurumuzdan başka bir şey olamaz.
Gözümüzdeki gözlüğün camı sarı olmuş ol­
saydı dünyayı sarı görürdük; dimağımızın teşekkül
bünyesi başka türlü olmuş olsaydı her halde kainat
bize şimdi göründüğünden daha başka görünürdü.
Sehopnehauer bu idealist tezi muhtelif şekil­
ler altında çok büyük bir muvaffakıyetle izah et­
miş ve hazan büyük bir orijinalite göstermiştir :
"Önümde iki şey vardı, ağır, muntazam şekilli
"bakılması hoş olan iki cisim, biri süslü ve altın
"kulplu jaspe bir vazo, diğeri müteazzi bir cisim,
"bir insan.
SCHOPENHAUER 17

"Onları dışardan uzun müddet temaşa ettikten


"sonra, bana refakat eden dehadan onların içeri­
"sine girmeme müsaade etmesini rica ettim. Ricam
"kabul edildi ; vazoda sıkletin tazyikinden ve va­
"zonun aksamı arasında fiziki alaka ve iltisak
"namile irae edildiğini işittiğim mütekabil muzlim
"bir temayülden başka bir şey bulmadım.
"Fakat diğer şeyin içine girdiğim zaman, ne
"hayret! Gördüğümü nasıl anlatayım? Peri hikaye­
"leri ve efsaneler bu kadar harikavi değildi. Bu
"şeyin içerisinde daha doğrusu baş denilen ve dı­
"şardan görüldüğü zaman d iğer şeylere müşabih,
"bir sıkleti havi, ve mekanla muhat olan yukarı
"kısımda ne buldum? içinde "Kül,, lün bulunduğu
"mekanın ve "Kül,,lün hareket ettiği zamanın ni­
"hayetsizliği, ve zamanla mekanı dolduran eşya­
"nın harikulade tenevvüü ile bizzat alemi. ve söy­
"lenmesi her nekadar mecnunane ise de orada
"bizzat kendimi gidip gelirken müşahede ettim ..
"Evet, hemen bir iri meyva kadar iri olan ve
"bir darbe ile celladın düşürebileceği ve böylelikle
"içinde saklı bulunan alemi de geceye gömeceği
"bu eşyada işte bunları keşfettim. ,,
Binaenaleyh alem tasavvurumuzdur; birer man­
tar gibi mütemadiyen biten şuurları ortadan kal­
dırınız, bütün şaşaasile, yıldızlarile, güneş ve meh­
tabile bu kainat zulmete, hiçiye inkılap eder.
Bizim gördüğümüz, idrak ettiğimiz alem, Mata
y ani hayal alemidir. Zaman ve mekanın ve illiyet
prensipinin kalın duvarları arasında ebediyen
esiriz.
Schopenhauer, böyle söylüyor ve böyle söyler­
ken aşağı yukarı sade bir surette Kant ı tekrarla-
2
18 BÜYÜK MUZT ARİPLER

maktan başka bir şey yapmıyor. Fakat Kant hadi­


selerin gerisinde bilinemiyen bir Noamene kabul
ediyordu. Schopenhaaer ise hayali idrak örtüsünün
gerisinde Kant ın yaptığı gibi bir Noamene kabul
ediyor; fakat üstadından ayrılarak bu Noamene in
bizce kabili idrak olduğunu iddia ediyordu.
Sclzopenhaaer ın bu büyük buluşu, "yüz kapılı
Thebes"i "irade,, dir. Metafiziğinde her şey irade­
ye irca olunmaktadır.
Görülüyor ki "Alem tasavvurumdur" hakikati
tamam değildir, bunu "alem irademdir,, hakikatile
tamamlamak lazımdır. Schopenhaaer kendisine fel­
sefenin Lavoisier si namını veriyordu. Kimya için
s uyun müvellidülhumuza ile müvellidülmaya ay­
rılması ne ehemmiyeti haizse, felsefe için de ru­
hun zeka ve iradeye ayrılması ayni ehemmiyeti
haizdir. Schopenhaaer tezini ispat için mücerredat
yerine tecrübe sahasına müracaat ediyor.
Çünkü ona göre "hakiki felsefe, dünyanın cev­
herini bize tanıtmağa çalışan ve böylece bizi ha­
diselerin fevkıne yükselten felsefe, dünyanın ne­
reden geld iğini, nereye gittiğini, niçin mevcut ol­
duğunu araştırmaz, fakat sadece ne olduğunu
araştırır,,.
Hayatı en küçük teferruatına kadar kavramak
doğruluğunu herkesin de tahkik edebileceği müşa­
hedelerle izah etmek.. . İşte felsefenin yapa­
cağı budur. Binaenaleyh felsefenin mevzuu hadi­
s elerile birlikte bu alemdir.
Böylece felsefe bir teoloji olmaktan uzaklaşı­
yor ve bir kozmoloji oluyor. Müşahhasın dostu ve
bir tüccar oğlu olan Schopenhaaer müphem, muzlim
tabir ve ifadelerin amansız bir düşmanı idi. Bu
SCHOPENHAUER

gibi ifadelerde şarlatanlığın şeklini buluyordu.


O hiç olmazsa hatada vuzuh istiyordu. Halbu­
ki Schopenhuer ın asli cevher olarak kabul ettiği
irade ne muzlim, ne de müphemdir. Bunun varlı­
ğını anlamak gayet kolaydır. İdrakin ve mücerret
alemin alelade şartlarına tabi olmıyan bir istihba­
rat membaımız vardır. Bu da bilavasıta bize ruhi
baletlerimizi bildiren hatmi tecrübe (experience
interieure) dir. Bu tecrübe bizi kendimizin esası olan
şeyle karşı karşıya koyuyor. Bu esas ise (irade)
dir.
Schopenhauer alelade irade mefhumuna daha
büyük bir şümul veriyor. Acaba bu geniş manada
anlaşılan irade fizikçilerin anladığı "kuvvet,, mi­
dir?
Filezof asla diyor ve bu iki tabirin farkını
şöylece izah ediyor: "Şimdiye kadar irade mef­
"'humu kuvvet mefhumuna irca olunmuştur; ben
"aksini yapıyorum ve bütün tabii kuvvetleri bir
�'irade telakki ediyorum; bu, boş bir kelime mü­
"'nakaşası, mücadelesi zannolunmasın. Bilakis bu, ·

"'yüksek ehemmiyeti haiz bir noktadır; çünkü kuv­


"vet mefhumunun da, diğer mefhumlarda olduğu
"gibi, esasını şeyi alemin hatsi bilgisi yani hadise
"ve tasavvur teşkil etmektedir.
"Ve İşte kuvvet mefhumu da oradan geliyor,
illet ve malulün hüküm sürdüğü sahadan çıkmıştır;
"illette en esaslı olan şeyi temsil etmektedir; bu
"'noktada etiologique izah artık bir şeyi tenvir ede­
'"mediği için tevakkuf etmektedir. Bilakis irade
"'mefhumu bilumum mefhumlar arasında, membaı
"'ne hadisede, ne de mahzı hatsi tasavvurda ol­
"'mıyan, bilakis içten gelen, her birimizin şuurun-
20 BÜYÜK MUZT ARİPLER

" dan çıkan yegane mefhumdur; iradede herkes


"bizzat kendi şahsını, bilavasıta, bila suret,nefis ve
"şey suretlerini bile nazarı itibara almaksızın tanır;
"çünkü tanıyan ve tanılan birleşir. Eğer kuvvet
"mefhumunu irade mefhumuna irca edersek,
"meçhulü daha çok bilinen bir şeye, bilavasıta ta­
"nılan yegane şeye irca etmiş oluruz. Bu ise bil­
"gimizi çok genişletir.
"Bilakis şimdiye kadar yapıldığı gibi irade
"mefhumunu kuvvet mefhumuna irca edelim;
"dünyaya dair malik olduğumuz yegane, bilava­
"sıta bilgiyi terketmiş oluruz; hadiselerden istih­
raç edilmiş mücerret bir mefhumda onu kaybede­
riz; kuvvet mefhumu ile de asla hadfaelerin ötesine
geçemeyiz,,.
Filhakika muzlim olan lwvııd fikrinin ışığında
irade fikri aydınlanmış olmaz. İrade tamamile
ruhani s11irilnd dir. Bu, kendimizde duyduğumuz
hatmi gerilmedir.
Bizzat beden iradenin mahsulüdür. Kan, müp­
hem bir surette hayat dediğimiz bu iradenin
ilcası altında nüvede izler açarak kendi kanalla­
rını yapar; bu izler oyulur ve kapanarak da­
marlara tahavvül e der. Yakalamak iradesinin eli,
yemek iradesinin hazim cihazlarını vücuda getir­
diği gibi, tanımak iradesi de dimağı vücuda ge­
tirir. Bu irade ve beden şekilleri hakikatte yegane
bir prosedenin ve tek bir şeniyetin iki cephesin­
den başka bir şey değildir. Beden ve irade ayni va­
kıanın müşterek tezahürüdür. Yalnız şu var ki
bu vakıa bize iki muhtelif surette görünmektedir:
Bir taraftan bilavasıta, diğer taraftan mahsus
tasavvur olarak.. Bedenin faaliyeti afakileşmiş
SCHOPENHAUER 2l

iradenin filinden başka bir şey olamaz. İradenin


bütün hareketleri için bu doğrudur.
Vücut parçalarının başlıca arzulara tekabül et­
mesi icap eder. Onlarla irade kendini gösterir.
Dişler, boğaz, mide ve barsak, afakileşen açlıktır.
Ayni veçhile tenasül uzvu afakile şen cinsiyet
sevki tabiisidir. Bütün cümlei a sabiye, iradenin,
bedenin içersine ve dışarsına gerilmiş antenleri­
dir. Vücudu beşerin umumiyetle nazarı itibara
alınan iradei beşere tekabül ettiği gibi, ferdin
maddi bünyesi de - tahavvülleri ferdin karak­
terini vücuda getiren - ferdin iradesine tekabül
· e der.
Görülüyor ki irade insanların cevheridir. Aca­
ba bütün şekillerile hayatın ve hatta camit mad­
denin cevheri değil midir?
Schopenhauer iradede üç vasıf buluyor ve böy­
lece zihni tırmalıy an suale cevap veriyor:
1- İrade birdir, alemşümuldür.
T abiatte düşen taştan, avlanan hayvandan, ağa­
cın gövdesinden dallarına yükselen usareye kadar
bütün hadiselerin gerisinde obje olmıya çalışan
ayni Vouloir'ın muhteriz hareketleri görülmektedir.
2- İrade gayrikabili tahriptir. Suretler kay­
bolur, halbuki esas kaybolmaz.
Bu esas ise yaşamak iradesidir ki, burada ken­
·disini göstermezse başka bir yerde gösterir .
Tabiri diğerle şahsi irade fan!, fakat alemşümıd
irade bakidir.
3
-- İrade mutlak surette hürdür. Çünkü hür­
riyeti selbeden muayyeniyet perensibi hadise ale­
minde hükümrandır. Halbuki irade, hadiseleri
içinde toplıyan zaman, mekan ve illiyet zarfları-
22 BÜYÜK MUZTARİPLER

nın haricinde bir Chose en soi bir (bizatihi şey)dir.


Hulasa irade, ne başlangıcı, ne sonu olan, var
olduğu için var olan , istediği için istiyen , mahi­
yet itibarile böyle olan bir ruhani canavardır . Bu
irade afakileşmek hassasını haizdir . Kendi kendisi
üzerinde düşünen kabarcıklar hasıl ederek inkişaf
eder. Bunlar insanların sayısız şuurlarıdır.Onlardan
herbiri kendine göre , kendi noktai nazarına
göre üzerinde bittiği , neşvünema bulduğu aynı
yegane iradeyi ifade eder.
Efsanevi ejderha tahattur edilsin ! Yukarı doğ­
ru dikilmiş sayısız başlarla nihayet bulan muaz­
z am bir yılan.
Schopenhauer ın kainatını bu yılan müH:emmel
surette temsil etmektedir . İrade , alemşümul cev­
herdir, varlıktır , ve ejderhanın vücudu onu sen­
bolize ediyor . Bu varlıkta şuurlar zahir oluyor;
ejderhanın sayısız başları da o şuurları irae etmek­
tedir . Bu şuurlardan herbiri (varlık - irade) ye
bakıyor ve ke11.di bünyesinin kendisine emrettiği
suretler arasından onu görüyor . Herbir şuur ira­
deye tabidir ve kısır emellerinde onun hizmet­
karıdır.
Schopenhauer her şeyin irade olduğunu söyle­
dikten sonra ayni iradenin, bütün ıstırapların tü­
kenmez bir membaı olduğunu şu suretle izah
ediyor:
Mahlukat ve mevcudatın sayısınca parçalara
ayrılmış olan irade, bir yaşamak isteyiş , büyümek
için mütemadi bir cehittir . İradeyi, bu hayat
hamlesini istikametinde durduran her şey elem,
hedefine götüren her şey haz verir . Bütün cehdi
bir ihtiyaç doğurduğundan , ihtiyaç tatmin edil-
SCHOPENHAUER 23

medikçe ıstırap vardır. Hatta tatmin edilse bile


bu hal devam edemediğinden yeni bir cehit ve
bu cehdi de seri halinde yeni ıstıraplar takip ede­
cektir.
Demek ki istemek esaslı surette ıstırapt�r; ya­
şamak ta istemek olduğundan "hayat mahiyet iti­
barile ıstıraptır,, . Çünkü ihtiyaç ve ıstırap insana
biraz fasıla bırakır bırakmaz derhal sıkıntı onu
kaplar . Sıkıntı ise ıstırapların en feciidir . Böyle­
ce hayat bir saatin rakkası gibi sıkıntı ile ıstırap
arasında sallanıyor . Arzularımızı tatmine muvaf­
fak oldukça okadar fazla sıkılıyoruz .
"Nasıl ki ihtiyaç halkın dinmiyen afeti ise, çıkın­
"tı da öylece kibar muhitin yarasıdır. Orta sınıflar­
"da sıkıntıyı pazar, ihtiyacı da haftanın diğer gün­
"leri temsil etmektedir,, . Mahlukat serisi boyunca
elem, ıstırap mütemadiyen büyüyor. Nebatta hiç­
bir hassasiyet olmadığından ıstırap ta yoktur . Bir
dereceye kadar süfli hayvanlar ve haşereler ıs­
tırabı duyarlar . Cümlei asabiye tekemmül ettikçe,
zeka büyüdükçe, mahlukun ıstıraba olan h assa­
siyeti artıyor , derinleşiyor .
"İrade bir enstrümanın teli gibidir , ona çar­
"pan mania ihtizaz uyandırır ; bilgi sadayı hasıl
"edecek zemin, ıstırap sadadır ,, .
Enstrüman nekadar mükemmel olursa, çıkan
ses te okadar derin, okadar işleyicidir . Nihayet
ıstırap en yüksek zirvesini dahide buluyor.
"İnsanın bütün cevheri olan arzu ve cehit, sön­
"mek bilmiyen bir susayışa benzer ; bütün varlı­
" ğının esası ihtiyaç, yokluk, ıztıraptır . İnsan tam
"afakileşmiş bir irade olduğundan bütün mahluk­
"ların en ihtiyaçlısıdır ; heyeti mecmu asile bir
24 BÜYÜK MUZTAR İPLER

"arzu, müşahassas bir ihtiyaç, bin ihtiyaç manzu­


"mesidir . Mağlup olacağını bile bile hayatı, yaşa­
"mak için yapılan bir mücadele içinde geçer,, .
Sehopenhauer'ın iddiasına nazaran ıstırap müs­
pet, haz menfidir ; yani ıstırabın biran uyuşması
hazzı tevlit e diyor .
Mahiyet itibarile hazzın menfi olduğuna dair
deliller istiyenlere filozof san'ati, bilhassa dünya­
nın ve hayatın sadık bir aynası olan haile şiirle­
rini gösteriyor . Haile şiirleri ve epopeler yalnız
yeis ve ıstıraptan, cehitten, saadet için yapılan
mücadele den bahsetmekte ve devamlı tam bir sa­
adeti tasvir etmemektedir .
Saadet mevcut ve mümkün olmadığından,
san'atin mevzuu olamaz . Hakikatte ldyle'in gaye­
si saadeti tasvir ise de bunda muvaffak olmadığı
aşikardır .
Ayni acı hakikat musikide dahi gösterilebilir .
Melodi, insan kalbinin gizli hayatını met ve ce­
zirlerile, neş'e ve elemlerile bilavasıta ifade
eder . Melodi tonique'ten hareket eder, dolaştıktan
sonra tekrar oraya avdet eder ; fakat iradenin
sükunet ve mahzuziyetini ifade eden tonique yalnız
kalınca, sıkıntı veren, ifadesiz bir nottan başka
bir şey değildir .
Vakıalar gibi mantık ta Sehopenhauer'ı Voltaire le
'

beraber :
"Saadet bir rüyadan ibarettir, ıstırap hakiki­
"dir . Bunu seksen senedenberi duyuyorum . Buna
"tevekkül etmekten, ve sinekler, örümcekler tara­
"fından, insanlar da yeis tarafından yutulmak için
"do ğmuştu r demekten başka bir şey bilmiyorum,,
sözlerini söylemeğe sevkediyor .
SCHOPENHAUER 25

Bütün bunlara rağmen nikbinlikte israr etmek


gaflet ve hamakat değil de nedir ?
Hastaneleri, zındanları, batakhaneleri, zulüm
ve işkence yerlerini, muharebe meydanlarını do­
laşın ve söyleyin bana bu dünya dünyaların en
mükemmeli midir ?
Bana terakkiden bahsedenlere, bir değirmen
gibi milyonlarca insanı günde on dört saat öğüten,
icabında kaldırımlara savuran fabrikaları, o terak­
ki abidelerini gösteririm .
Milyonlarca insanın başı üstünde Damoklesin
kılıcı gibi bu akıbet, bu felaket mütemadiyen
sallanıyor . İrade, cehit, ihtiyaç, elem, hep ayni
felaket dünyasının kör, sağır ve merhametsiz
zebanileridir .
Dünyadan s aadet beklemeyin, sakın medet
ummayın . Bu c;l;ü nya kahır yatağıdır ; şüphe mi
ediyorsunuz? Üyleyse söyleyin bana niçin Dante­
nin (Cehennem)i bir şaheser, (Cennet) i vasat bir
eserdir? Çünkü Dante benim ve sizin gibi cehen­
nemi yaşıyor fakat, cenneti biçare bir surette ta­
hayyül ediyordu.
Hulasa :
"Hayat mütemadi bir saytgahtır ; orada mah­
"liikat kah avcı, kah av, iğrenç bir köpek payının
"parçaları için boğuşuyorlar ; hayat, ıstırabın. şöy­
"le hulasa edilebilen bir nevi tarihi tabiisidir :
"Küremizin kabuğu küçücük parçalar halinde
"dökülünceye kadar sebepsiz istemek, daima ıstı­
"rap çekmek, daima mücadele etmek, sonra
ölmek..."

*
* *
26 BÜYÜK MUZTARİPLER

Bu cehennemin ısıran alevlerile yanmış bağ­


rımızı biran saracak rüzgarı, bu yanan çölde ku­
ruyan ruhumuzu ebedi sükiinetile ıslatacak cen­
neti nerede bulmalı? Sehopenhauer bize o rüzgarıt
o cenneti gösteriyor : O rüzgar san' at, o cennet
riyazettir.
*
* :ç.

San'at ve ilim vasıtasile Vouloir'ın esiri, zebu­


nu olan bizler, ancak birkaç dakika kendi kendi­
mizi unutur ve sulh ve sükun beldesine yükseliriz.
Müstakbel azadın ilk lezzetini, ilk vadini tadarız •

San'at eserlerinin verdiği bedii heyecanla ha­


yat yorgunluğunu vücuda getiren şey, hodbinlik
ortadan kalkıyor ve bunların yerinde fikrin mahı
temaşasından ibaret tam hasbi bir halet teessüs
ediyor .
Nasıl ki eşya fikri san'atkarın nazarında eşya­
nın arzettiği noksanlardan sıyrılır ve tefekkürü­
müz önünde fikrileşirse, bu halette ruh bütün
şahsi alaka 'e menfaatlerden, sefaletlerden öylece
sıyrılır, tecerrüt eder.
Bu bir taraftan temaşa edenin, diğer taraftan
z aman,mekan, illiyet şartlarından kurtularak mah­
hzı fikir, Eflatuni fikir haletine yükselen mevzuu
temaşanın kurtuiuşudur.
"Arzuların tahakkümü, iradenin tazyikı altında
"bulundukça üşüşen ümitlere, ta'lip eden korkula­
ra kendimizi terkettikçe bizim için devamlı ne
"huzur, ne saadet vardır. İntizar ve işkence ile
"müteheyyiç, bir takibe atılmış veya bir tehdit
"önünde kaçmış olalım, bu hakikat te ayni şeydir :
"Bütün suretler altında iradenin musır istekle-
SCHOPENHAUER 27

"rinin bizde vücuda getirdiği sıkıntılar mevcudiye­


"timizi bulandırmaktan ve zehirlemekten geri
"kalmazlar.
"Böylece iradenin esiri olan knsan lxion' ın çar­
"kına müebbeden bağlıdır. Danaides'lerin fıçısını
"daima doldurmakla meşguldür, sönmez susuz­
"lukla mahvolan Tantale'd ir.
"Fakat harici bir vesile veya dahili bir ilca biran:
"içinbizi arzunun namütenahi seylabından uzaklaş­
"tırsın, ruhi iradenin tazyikından kurtarsın, onu cel­
"beden bütün şeylerden dikkatimizi çevirsin ve eş­
"ya bize hırs mevzuu halinde değil, fakat temaşanın
"mevzuları halinde, ümidin bütün nüfm::undan,
"bütün şahsi alakadan tecerrüt etmiş bir halde
"görünsün işte o zaman arzunun açık yollarında
"boş yere aranmış fakat mütemadiyen bizden
"kaçmış o!an huzur kendiliğinden görünür ve bü­
"tün genişliğile bize sulh ve sükun hissi verir.
"İşte Epicure'ün hayrıala dediği ve i lahlara layik
"saadet addererek methettiği, ıstıraptan müstakil hal
"bu haldir. Çünkü bu hal devam ettiği müddetçe
"iradenin ağır tazyikından biran için kurtuluyor
"ve arzunun hidematı şakkesi nden sonra Sabbat' yı
"taziz ediyoruz ; lxion'ın çarkı artık duruyor,, .
Bu vaziyette ruh tam bir cezbe halindedir,
kendisini olduğu gibi hatse kaptırmıştır. Tabiat
veya san' at eserinin karşısında yüksek bir vecit
ve cuşişle doludur ; kendi kendisini unutmuş,
"arzu,, nun bağlarından kurtulmuştur. Artık o, ta­
biat veya san'at eserini aksettiren berrak bir ay­
nadır, serapa hatse inkılap eden bir perestişkar­
dır. Artık temaşa eden ve edilen diye iki şey
yok, fakat büyük bir vahdet vardır, Bu istiğrak
28 BÜYÜK MUZT ARİPLER

halinde objet siliniyor ve fikir hükümran olmağa


başlıyor.
Bu suretle bedii bir teheyyüçle vecde gelen
ki mse kendisini bu süfli ıstırap aleminden kur­
tulmuş , yükselmiş buluyor , zamandan , iradeden ,
cehUten, arzudan , ıstıraptan uzak , temamile hür
"mutlak,,a ferdi ve firari şeylerin gerisindeki ebe­
di ve alemşümul şeylerin sermediyetine kavuşu­
yor ; kendi kendisi için ölerek fikir aleminde ya­
şamağa başlıyor .
Spinoza nın dediği gibi " fikir , eşyayı serme­
di manzaraları altında gördüğü nisbette sermedi­
yete iştirak eder ,, .
Bu vaziyette gün batısı bir sarayın muhteşem
pencerelerinden veya zındanın kalın demir çu­
bukları arkasından temaşa edilsin, ne ehemmiyeti
var ! Artık ferdiyet silinmiştir , ne mahpus , ne
hükümdar vardır .
Böylece san'atlar ve bilhassa musiki vasıtasile
geçici hayatın yesi , hayatta oynanılan rol , her
şey , her şey unutuluyor .
Bütün san'atlerden ziyade musiki bizi irade
mücadelelerinin fevkıne yükseltmek iktidarını ha­
izdir . " Musiki diğer san'atler gibi hiç te fikirledn
kopyası değil , fakat bizzat iradenin kopyasıdır ,, •

Musiki daimi bir surette cehit ve mücadelele­


rinde hareket halinde bulunan iradeyi bize göste ­
rir . " Bunun içindir ki musikinin tesiri diğer san­
atlerin tesirinden daha büyük , daha işleyicidir ;
çünkü san'atler bize hayal (image) lerden bahseder,
musiki ise bizzat eşyayı canlandırır ,, . Diğer san'­
atler hislerimize fikir vasıtasile hitap ettikleri hal­
,de musiki doğrudan doğruya bilavasıta tesir eder.
SCHOPENHAUER

San'at vasıtasile bu kurtuluş devam edebil­


seydi, belki selamete varmak kabil olurdu . Faliat
bu gaşyedici huzur ve sükunun ömrü yazık ki
pek kısa !
Çünkü bu vecdin icap ettirdiği ruh gerginliği
mutat hayat şartlarının haricindedir. Bizzat " ar­
zu ,, nun mahiyeti bu gerginliğin devam etmesine
manidir .
Kanunların tahe.rrisinde bir an için kendisini
unutan alim . güzelliğin temaşasına dalan san'at­
kar ve mutlakın istiğrakile kendisinden geçen
filozof için hayatın ıstırap dolu akışı tekrar
başlar .
" Biraz sonra hayatın büyük kukla oyununda ,
" her ferdin kendi hemcinslerile hareket edeceği
" an gelir , ve orada rolüne ani olarak çağrılan
" temaşacı , ucunda asılı bulunduğu ve onunla ha­
" reket ettiği ipi bütün fecaatile hissetmeğe başlar.,,
Görülüyor ki bu çamur top üzerinde yuvarla­
nan insanlara ilim ve san' atin bahşettiği kurtuluş
muvakkattir. Zaten bu gibi devaların elde edil­
mesi , kullanılması , hayatla daimi bir mücadelede
bulunan ve akşamki ekmeğini nasıl tedarik ede­
ceğini düşünen ekser insanlar için mümkün de­
ğildir . Mümtaz bir sınıfın tasarrufunda bulunan
bu muvakkat ve izafi vasıtalar , zavallı beşer
kafilesini teselli için bir şey yapamaz , sefaletinin
yükünü hafiflet�ınez . Biraz sonra ıstırap bütün
maiyeti erkanile idealin en nimetlendirdiği var­
lıkların bile derhal belini büker .
Dünyayı dolduran ve beşeri aç kurt gibi yiyen
felaket ve yeis bahasına elde edilmiş birkaç sa­
niyecik firari huzur ve sükun nedir ? Bu mutlak
30 BÜYUK MUZTARİPLER

ve alemşümul ıstıraba , bu kansere karşı başka


bir şey, gömüldüğü derinlikten onu söküp atacak
ve herkesin kudretinde buluna bilecek başka bir
silah lazım !
*
:(. :(.

Bu silah, bu vasıta acaba intihar mıdır ?


Böyle bir mülahaza zihnimize takılabilir . Fa­
kat Schopenhauer bu mülahazayı şiddetle reddedi­
yor. İntihar haddi zatinde hiçbir fayda temin
etmiyen boş bir iştir . Evvela intihar ferde taalluk
eder ; nev' e taalluk etmez . Böyle maddi bir ölüm
iradenin cevherine dokunmaz ; ve irade bir ümit­
sizlik anında ifna olunan o geçici suretten kurtu­
larak yine yaşamağa devam eder . Halbuki mak­
sat muvakkat , arızi mevcudiyeti söndürmek de­
ğil, fakat mevcudiyetin prensibi olan ( irade ) yi ,
( yaşamak arzusu ) nu öldürmektir . Bu noktalarda
Çakya Mouni nin sadık bir müfessiri olan Sehopenha-
.uer intiharı " yaşamak arzusu " nun bir inkarı de­
ğil , taşkın bir tasdikı telakki ediyor . İntiharı vu­
kua getiren hareket hayata olan büyük aşktır. Ken­
disini öldüren kimse , hakikatte mes'ut yaşıyama·
dığı için , zevksiz hayatı tahammülfersa bulduğu
için kendisini öldürüyor . Eğer hayattan !stırabı
kaldırsalardı kendisini yeniden onun hazlarına
atar ve sarhoş gibi yaşardı . İntiharın nezettiği
hayat , bizzat hayat olmayıp hayatın arızi bir
şeklidir . Halbuki ahlaki bir vasfa malik olan ye­
gane hareket , hayatı yalnız ıstıraplarile değil ,
yalancı zevklerile , sahte saadetile inkar eden ha­
rekettir . Ancak bu şartla mevcudiyetin derinliği­
ne nüfuz edilebilk , gömüldüğü yerden o sökülüp
atılabilir .
SCHOPENHAUER 31

Bu " yaşamak arzu Vouloir vivre,, su ebediyyen


-

felce uğramadıkça , zaman zaman uyuyan , dinle­


nen ıstır ap , bir yılan gibi başını kaldırıp hayatı
ısırmaktan geri durmıyacaktır .
Hint felsefesinin de esası böyledir, fark büyük
değildir.
Sehopenhauer için, Bouddha için, Kapüa için, bü­
tün Hint filozofları İçin, ifnası mümkün olmıyan
bir va.rlık prensibi vardır. Bütün mevcudatın
bu esrarlı esasına, bu alemşümul kuvvete Schopen­
hauer "irade,, , Hint filozofları da Brahman adını
veriyor. Bu prensip mucibince bir defa mevcut
olmuş olan bir şey artık olamamazlık edemez.
Demek ki hayatı terkeden ferdin nihayetsiz yeni
doğuşları tekerrür edecektir. Fakat zeka ve hatıra
fani olduğundan temamile sönecek ve irade
diğer bir vücutta afakileştiği zaman mukaddem
hayata dair hiçbir şey hatırlamıyan diğer bir
zeka ile karşdaşacaktır.
Bu nazariyeye ister tenasüh ister palingenesie de­
nilsin netice birdir : İntihar bir deva teşkil etmez,
kendisini öldüren bir delidir. Maksat maddeten
ölmek değil, nefiste hayat alevini tedricen söndü­
rerek sarsılmaz bir sükunetle iradeye yüz çevir­
mek, yani manen ölmektir.
"Hakiki hikmet, bütün şeylerin hiçliğini anla­
"makta, sönmeği, nefsi söndürmeği arzu etmekte,
Nirvana'ya girmektedir,, .
Nirvana'ya yani yokluğa hazırlık riyazet asci­
tisme le elde edilir. Bizi halasa götüren ahlakın
'

temeli şP.npatidir, merhamettir, şefkattir. Bütün


mahlukların ayniyetini bir defa anlıyan kimse
artık kendisi ile diğerleri arasında bir fark
32 BÜYÜK MU ZTARİPLER

gözetmez; onların neş'elerile neş'e duyar, ıstırap­


lariyle ıstırap çeker . Kendisi ve diğerleri arasın­
da bir çukur kazarak ve kendi ferdiyetini yalnız
hakiki addederek ameli bir surette diğerlerinin
şe'niyetini inkar eden hodbinin aksine olarak
kalbi merhamet dolu insanın benliği bütün ben­
liklerde erir, şuurları ayıran boşluklar silinir,
kaybolur. Hakiki ahlak, bütün hayvani meyillerin,
bütün arzuların sönüşü, varlığın esası olan irade­
nin, yaşamak isteyişin muannidane feda edilişidir.
Ahlak, feragate bir initiation'dır.
Bizi iradenin selbine götüren en faal prosede
riyazettir. Ancak en güç disiplinlerle, mahrumi­
yetlerle eti tahakküme alarak içte yanan kötü
alevi, doymaz iştihayı söndürmekle mümkündür.
Vücut afakileşmiş irade olduğundan vücuda
tatbik olunan, vücudu riyazetle öldürmeğe çalışan,
vücudu inkar eden her fiil bizzat iradenin ölü-
münü hazırlar.
Tenasül, hayatı ve ıstırabı temadi ettirdiğinden
hayatı tecerrütle ortadan kaldırmak, nev'i orta-
dan kaldırmak demektir.
Hulasa Schpenhauer'ın beşeriyete teklif ettiği
ideal, kütle halinde bir intihardır .
*
* *
SCHOPENHAUER 33

NETİCE

Aşkın metafiziğinden bahsederken fiziğini de


ihmal etmiyen, riyazeti va'zederken dünyevi
gıdaların her çeşidini tadan Schopenhauer sıhhatine
ve servetine çok itina gösteriyor ve tel'in ettiği
hayata her faniden ziyade sarılıyordu.
Takip ettiği rejimin kendisini (100) yaşına ka­
dar götüreceğine kanidi. Fakat (1860) 23 eylul sa­
bahı odasında müsterihane giyinmekte iken Oothe' -

nin portresi önünde ölüm onu ansızın yakaladı, bir


ses çıkaramadan, ölümün ne olduğunu anlıyama­
dan, istihfaf ettiği ve çıldırdığı hayata dolu
gözlerle son bir defa bakamadan, veda edemeden
gitti.
72 yaşındaydı.

3
FRİEDERİCH NİETZSCHE
1844 - 1900
Friedrich Nietzsche
FRİEDRİCH NİETZSCHE

1844 - 1900

K E N D İS İ
"iıısaııııı ııi�'iıı J!:iileıı yegane hayvan
« oldıığıııııı lH'lki lıerkesteıı iyi bili­
«riııı: okadar zalimce ıstırap
.. çekmekte yalııız oldıığııııdan giilme­
«yi icada mecbur oldu»

Nietzsclıe O , seneler var ki öldü . Fakat yine


...

seneler var ki Röecken de, 15 birinciteşrinde, bulutlu


ve fırtınalı bir gün muztarip gözlerini hayata aç­
mıştı .
Daha o zaman gözlerinde bir uçurumun baş
·döndüren derinliği vardı . Her çocuğun konuştuğu
bir çağda o , gördüklerinden korkmuş gibi aylarca
konuşamadı . Garip , vahşi sesler çıkardı . Daha
minimini iken kasırganın ve şimşeklerin uğultusu
onu uzun uzun düşündürürdü . İ syandan , isyanın
musikisinden sanki zevkalıyordu. Musikiye olan
aşkı böyle doğdu, böyle büyüdü.
38 BÜYÜK MUZTARİPLER

Dokuz yaşında iken piyanosunun önünde, sıt­


malı v e titrek parmaklarını tuşlar üzerinde gez­
direrek çılgın hayalini çılgınca koşturduğu gece­
ler olurdu . Bestelediği havalar karanlığın süku­
nuna ılık ılık damlardı . O kadar sevdiği Mo­
zart, Bach, Beethoven gibi niçin bir bestekar olmasın ?
Bu arzu uzun zaman içinde yandı . Fakat kendisini
iyice tanıdıktan sonra anladı ki orta bir musiki­
ş inas olmaktansa hiç olmamak daha iyidir . Daha
0 zama n Nietzsche şahikalara namzet olduğunu
seziyordu. Musikişinas olmaktan vazgeçti . Fakat
büyük Shakespeare'ın f_a Parfia sı gibi ruhunun mu­
sikisini dinledi . Ateş dolu kitaplarla o fırtına
ahengin i bizlere duyurdu .
Çocuklu ğu beş yaşına kadar rahip bir babanın
neş'eden mahrum telkininde , dokuz yaşına kadar
dindar kadınların taassubu altında , 16 yaşına ka­
dar da Pforta kolejinin karanlık duvarları arasında
geçti .
Marazi hasassiyeti gölgelikte , neş' esizlikte , ni­
lüferler gibi neşvünema buldu . H er gencin kır­
larda , ufuklarda hayati ciğerlerine doldurdukları
bir çağda o Zenan a layik bir sabır ve tevekkülle
eski kitapların küflerini kokluyordu . Bağrında
sönmez bir çöl susayışı vardı . Mektep arkadaşları
ona (küçük rahip) diyorlardı . En büyük zevkı
kendi kendisine veya arkadaşlarına Kitabı Mukad­
des okumaktı . İman dolu sesini duyanların gözleri
doluyordu .
Pforta Kolejini (6) senede bitirdikten sonra
Bale ve Leipzig Darülfünunlarında, (3) sene kadar da
filoloji ve edebiyat okudu.
Çocukluğunda bile Nielzsche mağrur ve stoik
NİETZSCHE 39

tabiatini herkese tanıtmıştı. Bir gün arkadaşları


Mucius Scaevola 'nın menkıbesinden şüphe ettikleri
için küçük Nietzsche avucu içinde bir kutu kibriti
yakmış ve öylece sonuna kadar bir ses çıkarma­
dan, kımıldanmadan kalmıştı. Bu misal tipik l:.ir
misaldi.
Bütün ömrünce, sertleşmek ve erkeklik mefku­
resini tahakkuk ettirmek için maddi ve manevi
her türlü vasıtaları aradı.
18 yaşında kalbindeki iman duygusunu kaybet­
ti. Mütebaki hayatını yeni uluhiyeti aramakla
geçirdi. Bu yeni dini fevkalbeşerde bulduğunu
z annetti.
1865 seneleri... Bir gün eli �e Schopenhauer'ın
[irade ve tasavvur olarak dünyanın telakkisi] un­
vanlı kitabı geçiyor.
Nietzsc!ze diyor ki: "bu aynada dünyayı, hayatı
ve kendi mahiyetimi korkunç bir azametle tasvir
edilmiş gördüm,, .
Kitabı alıp odasına kapanıyor ve uyumadan
sabaha kadar okuyor.
"Bana öyle geliyordu ki Sdıo/H'lıa uer kendi şah­
"sıma hitap ediyor. Heyecanına iştirak ediyor ve
"onu şurada görür gibi oluyorum. Her satırı fera­
gate ve tevekküle amirane bir davetti,, .
Francfort münzevisinin felsefesinden yükselen
muzlim renkler Nidzsc/l{:'nin fikirleri üzerinde asla
silinmiyen bir tesir bırakmıştır.
Yalnız Sc/ıopl'!l!ıauer mürebbi' nin bir tilmizi ol­
duğu zaman değil, fakat dekadansın bir nümunesi
olarak onun bedbinliğini ortaya attığı zamanlarda
bile,omuzları bedbahtlık yükü altında bükülmüştü.
40 BÜYÜK MUZTARİPLER

Sinirli sistemi de ıstırabını, yeisini unutmak


içindi.
23 yaşında, miyopluğuna rağmen askeri vazi­
fesini yapmağa çağırıldı.
Fakat attan düşüp sakatlanması üzerine atker­
likten ihraç olundu. Askeri hayattan akademik
hayata geçti. Muharip olacağı yerde filoloji dok­
tor.u oldu. 1869 senesinde, (25) yaşında iken Bale
Darülfünununda filoloji kürsüsüne tayin olundu.
Bale civarında Triebschen'de Richard Wagner ka­
rısı Cosima ile beraber yaşıyordu. Nietzsche istikbal
musikisiııin ateşli bir taraftarı idi R. Wagner ise
.

san' atini tanıtacak bir istinadı istihfaf edenlerden


değildi. Büyük bestekarın nüfuzu, tesiri altında,
Nictzsdu: ilk eserini yazmağa başladı. Bu eser
Yunan trajedisinden başlıyacak ve Anneaıı de Nie.
belwıgen ile nihayet bulacaktı. Bu eserde Wagner'i
kainata yeni devrin Eschyle'i olarak takdim etmek
istiyordu.
Bu ilk eseri sükun içinde yazmak için Alplere
çekildi. Kütlenin gürültüsünden, şehirin dediko­
dusundan uzak masası başına oturdu. Bu sıralar­
da, ( 1870) te Almanya ile Fransa arasında vukua
gelen harp sükununu bulandırdı.
Tereddüt etti : Yunanı kadimin san'at ve felse­
fesinden, şiir ve musikinin cazibesinden nasıl
uzaklaşacaktı? Fakat mücadele eden vatanın da­
vetkar sesine kulaklarını tıkayamadı. Orada da
şiir vardı.
Cepheye gitmek üzere Francfort'tan geçerken,
şehri müdepdep bir geçit resminin gürültüleri
arasında kat'eden bir süvari müfrezesile karşılaş­
tı. İşte orada, o zaman hakiki hayat felsefesi
NİETZSCHE 41

Nietzsche'nin gözlerinde bütün azametile canla­


nıyordu :
"İlk defa olarak, en kuvvetli, en yüksek yaşa­
"mak iradesini, beliğ ifadesini hayat için sefil bir
"cidalde değil, fakat bir kudret iradesinde, bir
"tahakküm iradesinde, bir harp iradesinde buldu­
"ğumu hissettim,,.
Gittikçe fenalaşan gözleri faal hizmetten onu
uzaklaştırdı Nietzsche de hastabakıcılıkla iktifa
.

etti. Bu vazifede bir hayli fecaat gördise de , bo­


ğazlaşma meydanının vahşetini görmedi. O vah­
şeti , o şiddeti ki ürkek ruhu sonraları saf muhay­
yilesinin taşkınlığı ile idealleştiriyordu . Fakat
nihayetsiz surette hassas olan tabiati bu vazifede
bile onun kalmasına mani oldu . Kan görünce fe­
nalaşıyordu . Hasta düştü . Onu bir enkaz halinde
göndermeğe mecbur oldular .
Bu zamandan itibaren sinirleri Sechlley in sinir­
lerine , midesi Carlyle'in midesine döndü .
Yıllarca zalim iDziva saatleri yaşadı . Havada­
ki en küçük tahavvüllerle her an mücadeleye
mecburdu. Müfrit hassasiyeti vücudunu barometre
borusundaki cıvaya çevirmişti . Y•llarca uzviyeti­
nin iklimini aramakla vakit geçirdi . Onu sıcak
aylarda Sils Maria da , Engadine de, kışın da Ve­
nedik te görüyorlardı .
Saint Marc'ın aslanları etrafına üşüşen güver­
-

cinlerle çevrili olarak yazmağı çok seviyordu. Fa­


kat gözlerine ıstırap veren ışık , onu perdeleri
.sımsıkı kapalı , karanlık , soğuk odalara kapan­
mağa mecbur ediyordu . İ şte bu ıslak havalı oda­
larda mütemadiyen yazıyordu. Kitap değil , fakat
birer şimşeği hatırlatan aforismler . Gözleri çok ,
42 BÜYÜK MUZTARİPLER

çok hastaydı . Onlar hastalaştıkça aforismleri de


o kadar elektrikleniyordu .
Ölümüne kadar hastalıktan kurtulamadı . Bu­
nunla beraber bu büyük muztarip hayatı tel'in
etmedi .
" Bedbin olamam çünkü çok ıstırap çektim ,,
diyordu .
En yaralıyan kahırlar arasında, hayat için ateş
dolu "Zerdüşt,, ü o layemunt senbolik senfoniyi
yazdı.
Istıraplarının ve ümitsizliklerinin üstünde her
an Dionysos un hayatla sarhoş olan bakışları par­
lıyordu. Zamanında tebessüm etmesini biliyordu;
fakat yıllar geçtikçe onu unuttu , ve buhare dö­
nen tebessümün yerinde siyah bir tortu , acı bir
istihza kaldı .
Nidzsclıe nin istihzası , Swift in kuru , acı , mer­
hametsiz istihzasını hatırlatır . Ne Heine ne de
Sc!topenhauer bu kırbaçlıyan istihzayı Nietzsche ka­
dar hakimane , Nietzsche kadar san'at ve inatla
kullanamadılar . Yukardan inen bir istihfaf ve
istihza ile avamın ahmak muhakemelerine , hü­
kümlerine tükürdü ; ve yüksek sesle , eğer tabiat
kendisine ayak vermişse , " yeri hoşuna gitmiyen­
lere terketmek için değil fakat onları ezmek için
verdiğini,, ilan etti.
Nietzsche bütün ömürlerince varlığı bir facia
telakki ettikleri içindir ki Eschyle i , Schopenhauer ı
R. Wagner i sevmişti.
Bilgiyi arayana bir kahraman olmasını ve her
an tehlikeyi istemesini temenni etti. H. İbsen in
Brand'ı gibi Nietzsche yi de çizdiği yolda durduran
hiçbir şey yoktur . O da Brand gibi kendine ve
NiETZSCHE 43

diğerlerine karşı merhametsizdir. Cünuna kadar


sarsılmaksızın ıstırabın ve kahrın bütün basamak­
larını çıkıyor. O da ( hep veya hiç ) in adamıdır.
Onun gibi biran durmadan iradesinin sürüklediği
yollarda gidiyor .
Fakat Nietzsche bir hareket adamı olmayıp bir
tefekkür adamı olduğundan kahramanlığı okadar
göze çarpmaz.
Nietzsche'nin kahramanlığı, bütün tatlı hulyala­
rını, emellerini, en aziz hayranlıklarını söz dinle­
miyen aklının isteklerine feda eden ve sonuna
kadar fikrini oymağa, derinleştirmeğe kendisini
icbar eden bir kahramanlıktır. Ekseriya fikrin ıs ­
tırabına inanmayız. Halbuki bazı müstesna ve
gayritabii yaradılışlar vardır ki fikrin gizli ıstırap­
larile, tehlikelerile münzevi cidalleri, hayat
cidalleri kadar ıstırap dolu bir varlığa maliktir.
Nietzsche'nin hayatı kuvvetini fikrinden alıyor­
du; fikri hayatını peşinden sürükledi. Turenne' nin :
"İskelet titriyor musun? Seni nereye sürükledi­
''ğimi bilseydin daha ziyade titrerdin,, sözlerini
filozof için de söyliyebiliriz.
İnsanlar içinde tek yaşayan bu fikir kahrama­
nı, fikrile yorulmadan, durmadan mertçe savaştı.
Delirdiğinde hala zaferi terennüm ediyordu.
Nietzsche mizacı gibi asabi, kırbaçlıyan bir üslup­
la birçok rakipsiz kitaplar yazdı. Onlardan birisi
" çekiç darbelerile nasıl tefelsüf olunur?,, ismini
taşır. Eserleri birer istikbal mukaddimesi, birer
ispat olmaktan ziyade birer ifşadır. Asabi ve müs­
tehzi tab'ına uygun olan bu yazı tarzında Pensees' -

lerin layemut şaiiri büyük Pascal müstesna hiçbir


mütefekkir onun kadar muvaffak olamamıştır.
44 BÜYÜK MUZT ARİPLER

Nietzche bütün gençliğini kadim Yunan dehasile


besledi. Platon ve Epicure çok sevdiği müellifler­
dendi. Fakat onu asıl üç mürebbi, Schopenhauer,
Wagner ve hastalık yetiştirdi.
Nietzsche kendisini bağlıyacak insanlardan
değildi.
Senelerdenberi aradığı benliğini bulduğunda
sırasile Wagner'i, ve Schopenhauer'ı inkar etti.
Fakat sonuncusu ondan ayrılmadı, ve ölümüne
kadar herdem yanında kaldı.
Onun çocukluğu da, gençliği de ihtiyarlığına
benzer. Sanki gözlerini hayata ihtiyarlıkla açmış­
tı. Küçücükken çocukları lakayt bırakan veya
güldüren şeyler onu derin derin düşündürü­
yordu.
24 yaşında, arkadaşları çılgın eğlencelerde
koştukları zamanda o, Bale Darülfünununda tam
bir profesör bulunuyordu . Ozaman hakiki dostları
gençler değil fakat elli, altmış yaşlarındaki adam­
lar, Yacob Burklzardt, Ritsl. Wagner gibi kır saçlı
alimler, san'atkarlardı. Neş'e ve ateşini profesör­
lük ve karı ile örterek yenilmez bir ciddilik, derin
bir afakilik onu bir san'atkar değil bir alim yap­
mıştı .
Bütün kitaplarında tecrübe sahibi bir adamın
pedagojik edası vardı.
Ruhunun şairane kudretini musiki hamlesini
şiddetle boğarak tozlu el yazmalar� üzerinde mü­
temadiyen çalışıyordu. İptidaları Nietzsche'nin göz­
leri tamamile maziye, tarihe, ölen şeye çevril­
miştir.
27 yaşında yazdığı (facianın menşei) "hal,, e
ıbir dönüştür. Hala filolojinin sert gölgesine bürün-
NİETZSCHE 45

müş olan bu eser müstakbel şeylerin ilk alevini,


hal aşkının ve san' at cezbesinin ilk ışığını taşı­
maktadır.
Normal insanlar için huzur dolu sakin bir mes ­
leğin başladığı bir çağda, takriben otuz yaşında,
Ooethe'nin büyük bir devlet adamı, Kant'ın, Schiller'in
profesör oldukları bir yaşta Nietzsche resmi memu­
riyetleri geride bırakıyor, filoloji kürsüsünü ter­
kediyor ve İtalyaya koşuyordu .
İşte hakiki benliğine attığı ilk adım , kendi ka­
inatına nüfuz için yaptığı ilk hareket , ilk deruni
tahavvül bu andan başlar .
Hakiki Nietzsehe hal ,, e döndüğü zaman ken­
· "

disini bütün varlığile , kudretile gösteriyor . Bu


Nietzsche nin , bugünün olmıyan «Inactuel» bu trajik
Nietzsche nin gözleri atiye ve atinin bir gün gele­
cek olan yeni adamına çevrilmiştir.
Nietzsche 36 yaşında bir:cemiyet harici, bir amo­
ralist , bir septik , bir şair , bir musikişinastır. Ve
gençlik zamanındakinden ziyade gençtir ; ve git­
tikçe gençleşiyor . Bu gençleşmenin ritmi emsal­
sizdir , korkunçtur . (40) yaşındaki Nitzsche nin li­
sanı , fikirleri , varlığı daha çok küreyvatı hamra­
ya , tazeliğe , renge , şiddete , ihtirasa ve musiki­
ye maliktir .
Sils - Maria eserleri arasında , (24) yaşındaki
profesörden ziyade çalak , raksan bir adımla iler­
liyor , mütemadiyen değişiyor Niezsche nin kitap­
.

larında görülen peygamber edası , fikirlerin müte­


madi değişmesi ve biribirlerini nakzetmesi , onun
ruhundaki çılgın , volkanik tahavvülleri bilmiyen­
leri , anlamıyanları sinirlendirebilir . Fakat file­
zofla beraber ayni kesif hayatı , ayni trajik tekfı-
46 BÜYÜK MUZT ARİPLER

mülü , indifaatı yaşıyanlar , görünüşte " evet " le


" hayır " ı bir tutan sözlerin hakiki manasını an­
lar , onu sever , kitaplarını başı ucundan ayırmaz .
Hele Nietzsche nin ıstırap ve iman dolu hayatını
yakından tanıyan onu ve fikirlerini nasıl sevemez?
Felsefenin bu Cisar Borgia sı kalbinde dünya­
nın en şefkatli , en derin hislerini taşıyordu . Fa­
kat iradesinin kuvvetile zalim olmak istedi , kal­
bini boğdu .
Lou Salome nin onda uyandırı r gibi olduğu
aşk müstesna , hayatında aşk tanımadı ve asla tat­
madı .
Bir kadını görmiye giderken kırbacı da beraber
götürmesini tavsiye eden filozof , kadın karşı­
sında on beş yaşındaki bir genç kadar ürkekleşi­
yor , şaşırıyordu . Nietzsclle nin hayatı , fikirleri ara­
sında geçti Bu fikirler bin bir türlü kisve altında ,
.

tenakuzlar altında büyük bir vahdet göster­


mektedir .
( Facianın menşei 1871 Oeburt der Tragödie) den
( kudretin iradesi 1888 Wilble zu Macht ) e kadar fi­
lozof üç dört fikrin içinde yaşadı , ve onları muh­
telif şekiller altında tekrarlayıp durdu , ispat etti,
tefsir etti , tevsi etti , aydınlattı . Fakat onları
değiştirmeğe muvaffak olamadı . Bazı kitaplarında
bariz bir ürkeklikle , bazı kitaplarında da büyük
bir cür'etle o fikirleri teşrihe ve müdafaaya çalış­
tı . O fikirleri bazı anlarında ince bir mantıkçı
kafasile ispata çalıştı , bazı anlarda da hicviye
ile , kırbaç darbelerile onları zorla kabul ettirmek
istedi . On sekizinci asrın Cynique lerinin dondu­
rucu istihzası ile onları fırlattı .
Ve Eflatunun bahsettiği altın taçlı mugannilerin
NİETZSCHE 47

bütün ilhamkar heyecanı ile onları terennüm etti.


Şekil bertaraf edilirse , kitaplarında görülen
nazari tahavvüller pek azdır . Nihayst ilk zaman­
larda işaret edilmiş fikirlerin tevessüüne , acele
ile fırlatılmış hükümlerin hafifletilmesine inhisar
eder .
Bı• sebeplerden dolayıdır ki birçok kimselerin
zannettiği gibi, Nietzsche felsefesinin toplu bir
görüşünü sistematik bir tarzda göstermek imkansız
değildir .
Kitapları şairane tuvaletlerinden tecrit edilirse
görülür ki bu felsefe büyük bir vuzuh , büyük bir
vahdet arzeder .
48 BÜYÜK MUZTARİPLER

F E L SE F E S İ

Felsefi doktrinler filozofların mizaçlarının


gölgesidir. Sıhhat nikbinliği, hastalık bedbinliği
ifade eder. Bir felsefi doktrin yalnız ferdi bir k ıy­
mete maliktir ; ve bir hassasiyetin ifadesidir.
Şüphesiz bu telakki, felsefeden "hakikat,, i
bekleyenlerin cesaretini ümidini kıracaktır. Fakat
şu muhakkaktır ki filozoflar yalnız bir hakikat
getiriyorlar : Kendi hakikatlerini.
"Hakikat,, mevcut olan ve keşfedilmesi icap
eden bir şey değildir. Fakat o, yorulmak bilmeksi­
zin yaratılması lazım gelen bir şeydir. Bu itibarla
filozof bir san'atkardır.
Hasta olan Nietzsche, hayatı kendisine teb'an
muhakeme edemiyeceğini düşündü. Ve denilebi­
lir ki, kendi kendini yenmek için, o ıstırap ve
kahra kendisini tabi tutarak, varlığını yere seren
hayata tahakküm etmek için "bitmiyen dönüş,,
dinini icat etti. Ve bize de, hiçbir şeye inanama­
maktan ölen bize de deva ola rak ayni ıstırap ve
nefse zulmü kabul ettirmek istedi. Böylece bizi
gençleştirmek ve ihtiyar ağacın çürümüş dallarına
yeni bir filiz aşılamak istiyordu. Bu hayat veren
yeni aşı, mümkün olan büyük ıstırap, en büyük
kahırdır. "Bitmiyen dönüş - Retour eternel,, fikri
Nietzsche'nin ruhuna akıttığı en acı ıstırap damla-
NİETZSCHE 49

sı oldu. Kudretli bir hayat iksiri gibi bu damla


damarlarına kadar nüfoz etti. Bu fikre inandı,
ıman etti.
Nietzsche'nin felsefesinin merkezini "bitmeyen
dönüş,, fikri teşkil eder. Bu fikir nedir? Evvela
bunu anlamağa çalışalım.
1881 senesi ağustosunda Sils Maria'da filozofun
dimağında bu fikir bir alev gibi fışkırdı :
"Eğer birkaç şeytan en münzevi inzivana so­
"kulup ta sana deseydi : Şu yaşadığın ve yaşamış
"olduğun hayatı bir defa daha ve sayısız birçok
"defalar daha yaşayacaksın ve bu hayatta hiçbir
"yenilik olmıyacak, fakat her ıstırap ve neş'e,
"her fikir ve her hasret ve hayatının en küçük
"ve en büyük her şeyi tekrar gelecek, ayni ni­
"zamda, ayni şekilde ; şu örümcek ağı ve ağaçlar
"arasındaki şu ay ışığı gibi şu an, nefs tekrar
gelecek.
"Varlığın kum saati daima dönüyor. Sen de
beraber ey kum zerresi,,. [*]
Bu nazariyenin şuure inişi ve çizdiği heyecan
halkalar1 okadar şiddetli oldu ki Nietzsche ağladı
ve göz yaşlarile örtüldü; gruba kadar bir kaya
üstünde kendisini unuttu.
Muasır felsefenin Kitabı Mukaddesi addedilen
Also sprach Zarathustra da Nitzsche bu nazariyeyi
daha şairane bir şekilde ifade ediyor:
" Bu kapıya bak cüce ! İ ki cephesi var . Bura­
" da iki yol birleşiyor . Daha hiç kimse onları so­
" nuna kadar takip etmedi.
" Bu inen uzun yol , bu yol ebediyet kadar
" uzundur ; ve bu çıkan uzun yol , bu da başka bir
ı*ı (Şen bilgi)
4
50 BÜYÜK MUZT ARİPLER

" ebediyettir . Bu yollar aksi istikamette gidiyor­


" lar ve burada bu kapıda biribirlerile birleşiyor­
" lar . Bu kapının adı cephesinde yazılıdır , " an "
" tesmiye olunuyor .
"Fakat biri bu yollardan birisini takip etse
"daima, daima uzağa, bu yolların daima biribirle­
"rine muakis olacağını zannedermisin cüce?
"Cüce istihfaf ile mırıldandı :
" - Müstekim olan her şey yalan söyler; bütün
"hakikat mukavvestir. Bizzat zaman bir daire­
dir,, . [*]
Nietzsche felsefesinin esası olan "bitmiyen dö­
nüş,, fikrini biraz izah edelim :
Kainatı teşkil eden kuvvetlerin miktarı sabit
ve muayyendir. Filhakika makul bir surette bu
kuvvetlerin azaldığını farzedemeyiz; zira böyle
olmuş olsaydı şimdiye kadar onların -bitmiş olma­
sı icap ederdi; mademki "hal,,den evvel nihayet­
siz zamanlar geçmiştir. Keza o miktarın ilaniha­
ye artacağını da tasavvur edemeyiz; Mesela bir
uzviyet gibi büyümesi için fazla bir kuvvet hasıl
edecek surette tagaddi etmesi icap eder. Bu gıda,
bu büyüme prensibi ise nereden gelebilir? Kaina­
tı teşkil eden kuvvetlerin durmadan, mütemadi­
yen artacağını farzetmek daimi bir mucizeye
inanmak demektir.
Makul faraziye, kainattaki kuvvet miktarının
muayyen ve sabit olduğunu kabul etmektir.
Şimdi bu kuvvetlerin tamamile tesadüfe tabi
olarak birbirlerine müessir olduklarını ve bir ter­
kibin müteakıp terkibi doğuracağını farzedelim.
[*] Zerdüşt böyle söylüyordu. S 2 1 9-220
NİETZSCHE 51

Zamanın sermediyetinde ne neticeler hasıl ola­


caktır? Evvela bu kuvvetlerin muvazenet haline
varamıyacaklarını kabul etmeğe mecburuz. Çün­
kü bunun bir gün vukua gelmesi mukadderse,
şu "hal" anından evvel nihayetsiz bir zaman geç­
tiğine göre şimdiye kadar vukua gelmiş olur ve
dünya ilelebet hareketsiz kalırdı.
Çünkü mükemmel bir muvazenet teessüs et­
tikten sonra bunun bozulacağını tasavvur etmek
imkansızdır. Binaenaleyh zamanın namütenahili­
ğinde dinmiyen bir terkip silsilesinin, miktarı
sabit ve muayyen bir kuvvet mecmuu tarafından
hasıl olduğunu kabule mecburuz. Mademki za­
man gayrimahdut ve kuvvetlerin mecmuu mah­
duttur, zaruri olarak öyle bir zaman gelecektir
ki - bu kuvvetlerin meydana getirecekleri terkip­
ler nekadar· mütenevvi olursa olsun - kör ve ta­
bii bir oyun vaktile tahakkuk etmiş olan bir ter­
kibi tekrar meydana getirecektir.
Alemşümul tekamül nihayetsiz bir surette ayni
safhaları getirecek ve sermedi olarak ayni daire­
yi kat'edecektir. Demek ki şimdi mevcut olan
şey vaktile de mevcuttu. Varlığın çerçivesinde
daima ayni şekkiller görünüyor. Öyle ise neye
yarar mücadele etmek? Galip gelmek? Cehit ne­
ye yarar?
Mademki her şey ebediyen evvelce tespit edil­
miştir, mademki hareketlerimin her biri alemşü­
mul mekanizmanın bir parçasıdır, mademki bu
hareketler vaktile tekrar etmiş olduğum ayni ha­
reketlerdir, ve mademki tekrar görüneceğim za­
man onları yine tekrarlıyacağım; cehit neye ya­
rar? Bütün terakki ümidi, intibah ümidi boş ve
52 BÜYÜK MUZTARİPLER

· çocukcadır. "Bitmeyen dönüş,, ün hakikat oldu­


·ğuna iman eden birisi elbette ki kendisini bed­
binliğe kaptıracaktır.
Nietzsche (Zerdüşt) ün parlak bir sahifesindeJ
·

"bitmeyen dönüş,, fikrinin bedbinliği nasıl doğur­


duğunu ve bedbinlikten nikbinliğin nasıl çıktığını
şöyle anlatıyor :
"Lakin orada bir adam yerde yatıyordu; ve
"hakikaten orada gördüğüme benziyen birşey
"daha ben görmemiştim.
"Kıvranan bir genç adam gördüm; takaliiis
"içinde hırıldayordu ve çehresi tamamile değiş­
"mişti ve ağır siyah bir yılan ağzından dışarı sar­
"kıyordu.
" .
.
"Elim yılanı çekmeğe koyuldu; fakat boş yere
"çekiyordum ! Elim yılanı boğazından koparmağa
"muvaffak olamıyord•.ı.
"Ozaman bende bir şey haykırniağa başladı :
"Isır ! Isır daima !,, Başını kopar ! Isır daima !
"Böylece bir şey haykırmağa başladı bende.
"Korkum, nefretim, istikrahım, merhametim, bü­
"tün hayır ve şerim tek bir sesle bende haykırma­
" ğa başladı .
"
"Ozaman gördüğüm muammayı biliniz bakayım!
"Ve münzeviler münzevisinin gördüğü bu hayali
"bana izah ediniz. Çünkü bu bir hayal ve gelece­
"ği görüştü. O:taman gördüğüm senbol ne idi?
"Ve gelecek olan hangisidir? Boğazına yılan giren
"çoban kimdir? Boğazı en kara, en korkunç ola­
"nın tesirini böylece taşıyacak olan adam kim­
" dir?
N İETZS CHE 53

"Ozaman çoban ısırmağa başladı; sayhamın


"ona tavsiye ettiği gibi kuvvetli bir diş darbesile
"ısırdı ! Ve kendisinden uzağa yılanın başını tü­
�'kürdü; ve bacakları üstünde sıçradı.
"Gülüyordu. Onun gibi gülen birisini bir daha
"hiç görmedim.,, [*]
Bu senbol neyi ifade ediyor ? Bu suretle bo­
ğazına yılan giren çoban kimdir ? Yılan neyi an­
latıyo r ?
Bu , en korkunç fikir , insanın ruhuna giren ,
onu kemiren " bitmiyen dönüş ,, fikridir . Bu kor­
kunç fikir onu mağlup edecek mi ? Zerdüşt ona
bağırıyor : Isır ! Isır daima !
Ve çoban dehşetli bir diş darbesile ısırıyor ve
kendisinden uzağa yılanın başını yani bedbinliği
tükürüyor ; ıstırap verici fikre nihayet galebe ça­
lıyor ; kendisini fevkalbeşere bağlı addediyor .
Şimdiye kadar hiç kimsenin gülmediği gibi
gülüyor . Zerdüşt , küçük insana " ısır daima ! Ba­
şını kopar ! ,, Diye haykırmağa gelendir .
Bu kudret dolu hayata nasıl varmalı ? Bunun
için vasıta nedir ? Bu suale cevap vermek için
Netzsche nin ahlak telakkisini anlamak icap eder .
Nitzsche bütün ahlak telakkilerini tetkikten ge­
çiriyor , biribirinden mühim farklarla ayrılan, ma­
kus iki ahlak nümunesi görüyor : Efendi ahlaki
Herren moral uşak ahlakı Heerden moral . Bu iki
nümuneye Avrupa medeniyetinin başlangıcında
rastlanır. Muharip bir kavim sulhperver bir kav­
me saldırır ve onu tahakkümü altına alarak ken­
disine tabi kılar . İşte Yunan , Roma ve Cermen
[*] (Zerdüşt böyle söylüyordu) . S 222-223
54 BÜYÜK MUZT ARİPLER

medeniyetleri bu suretle teessüs etmiştir .


Galip insan insanların ve eşyanın kıymetlerini
takdire lüzum görmez. Kendisine yarayan iyi , za­
rar veren her şey fenadır . İşte bu suretle teessüs
eden ahlak galiplerin , asillerin kuvvetlerinin mes­
rur bir ifadesidir .
Galip , kendisinin muadili olanı iyi , dununda
olanı da kötü tesmiye eder . Kendisinin muadili
olanı iyi bulur çünki onda da kendisinde bulunan
kuvvet var.
Kendisinin aşağısında olan zaifleri , tabileri ,
korkakları istihfaf eder . Asiller ahlaki , galipler
ahlakı serttir , zalimdir . Esirlerin , uşakların tabi
oldukları ahlak telakkisi ise başkadır . Galiplerin
varlıklarını dolduran gurur , meserret ve hayat
taşkınlığına mukabil esirlerde , mağluplarda bed­
binlik ve kendilerini tazyik eden galiplere karşı
bir nefret vardır .
Biribirlerine iyi muamele yapan galipler , mağ­
lupların önünde hiçbir kanun tanımazlar şiddet·

katil , işkence , her şey , her şey mubahtır , tabi­


idir . Galip ahlakının en güzel şekli Romalılarda
görülür . Alelade bir Romalı için bile fazilet (Vertu)
erkeklik , cesaret , cür'et , kahramanlık (virtus) dı•

Galip ahlak mağluplar üzerinde yaptığı şiddetin


tesiriledir ki söylediğimiz makus ahlakın doğması ­
na sebep olmuştur .
Birincideki kudret , zulüm , ve şiddete muka­
bil bu sonuncuda merhamet , hilim , hayırhah­
lık ve miskinlik hükümrandır .
İşte bu sebepler dahilinde vücut bulan hıristi­
yanlık ahlakı , vaz' ettiği kaideler itibarile mağlup­
lar , esirler , tabiler uşaklar ahlakının veciz bir
NiETZSCHE 55

nümunesi olup hali hazır ahlak telakkisinin esası­


dır . Uşak ahlakının sürü ahlakın membaı , siyasi
günleri yaşamış olan yahudilerdir.
Bugün A vrupada esaret ahlakı galebe etmiş­
tir . Her tarafta kıymet ölçüsü olara�< esirlerin
hislerine tercüman olan cismani ve ruhani te­
fessüh , ahlaka esas ittihaz ediliyor.
Nietzsche ye göre küçük insanın fevkalbeşer ol­
ması , ancak bu esirler ahlakının devrilmesi ve
yerine galipler ağlakının ikame edilmesile müm­
kündür .
Fevkalbeşer olmak isteyen hayata ( Evet ! ) di­
yecek , fena ve tehlikeli ihtirasları bile reddetmi­
yecektir . Asli temayüllerini boğmıyacak , ruhun
ve fikir hayatının tekemmülü ile uğraşacak yerde
hakiki hakimi olan vücudunu sayacaktır . Vücut
mukaddestir . IEski ahlak , sürü ahlakı , uşak ah-
lakı , onun istekleri karşısında inkar edilecektir .
Dolu , taşkın , tam , yükselen bir hayat aramak ,
onu tahakkuk ettirmek lazımdır. Hayatı hapseden
çemberliyen, fakirleştiren her şeyi ortadan kaldır-
malıdır . Fevkalbeşer olmak istiyen her şeye , har­
be , yağmaya, tararuza , fena addedilen her şeye
( Evet ! ) diyecektir . Yalnız entegral hayatı kabul
etmekle iktifa etmiyecek , fakat dünyayı da bütün
eşya ve tabiati de oldukları gibi firari , fani , mü­
tehavvil , uçucu hallerin de sevecektir .
Dünyayı fakirletmeğe çalışan her şeyden , mü­
cerret mefhumlarile onun kanını emen felsefeden
tabiatin bir nevi ahlak ilmi olan mantıkın yaptığı
gibi dünyayı zincirlemek istiyen her şeyden ,
56 BÜYÜK MUZT ARİPLER

şimdiki hayatı istihfaf edip onun gerisinde tasav­


vur ettiği görünmiyen hakikat aleminin vücudunu
tastik eden her şeyden nefret edecektir .
Yaşayanı kabul , ve yaşayanın serbestçe teves­
süüne , inkişafına mani olan her şeyi ortadan kal­
dıracaktır . Merhamet fevkalbeşerin düşmanıdır .
Galibler ahlakında merhamete yer yoktur .
Nitzsche bunu dört yana haykırıyor :
" Ey kardaşlerim işte sizin için ıstar ettiğim
" yeni kanun : Zalim olunuz ! ,,
Eğer yaratıcı, yeni kıymetler tesis etmek bütün
nesilleri damgasile damgalamak ve gelecek beşeri­
yetin iradesini kendi iradesile yuğurmak ve ora­
ya tunç levhalara yazar gibi kendine has olan kudre­
tini haketmek istiyorsa elmas gibi sert olmalıdır.
Onun için merhamet bir fazilet değil fakat
tehlikelerin en tehlikelisidir.
Istıfa Silection kanununun en büyük düşmanı­
dır, vücutça çirkin, maneviyetçe bozuk kimseleu
rin beşer kütlesi içinde artmasını mucip olur. Hal­
buki merhamet edilmiyerek tabii hale terkedilse
bu kabil kimseleri ıstıfa kanunu hayat müca­
delesinde ortadan kaldırır. Beşeriyet kuvvetli ve
güzel olarak yetişir.
Merhamet dini ıstıfa kanununa muhalefet
ederek beşerin ıstırabını, sefaletini artırır ve ha­
yatı yaşanılmaz bir şekle sokar.
Demek ki fevkalbeşer diğerlerinin ıstırabı
önünde metin olacak, kendisini merhamete kap­
tırmaksızın ona ıstırap çektirecektir. Ruhun bü­
yüklüğünü gösteren budur.
Nietzsche'nin ahlak felsefesini şu surette hulasa
edebiliriz :
NİETZSCHE 57

Rezilet inkırazı, fazilet kudreti doğurmaz; bila­


kis inkıraz rezileti, kudret te fazileti yaratır.
Nihayet fevkalbeşer hayatın bütün sergüzeştle­
rinde iyi bir oyuncunun sükunetini, soğuk kanlılı­
ğını, oynıyan çocuğun masumluğunu gösterecektir.
Kayitsiz ve hafif olması, bedbinliğe, melanko­
liye veda etmesi lazımdır. Eski kanun "gülenlere
felaket !,, diyordu.
Halbuki (Zerdüşt) e göre bu, küfürlerin en
iğrencidir. Hakim olan kimse ilahi gülüşü öğren­
melidir. Gülmeği öğrenerek, gülerek muvaffakı­
yetsizliklerinden teselli bulacaktır.
"Bu gülüş çelengi, bu gül çelengi, bizzat ben
"onu başıma koydum; neş'eli gülüşümü bizzat ben
" takdis ettim.
"Bu gülü Ş çelengi, bu gül çelengi, size ey
"kardeşlerim onu size atıyorum. Gülüşü takdis
"ettim, yüksek insanlar gülmeği öğreniniz !,, .
Evet zavallı Nietzsclıe hep gülmek istedi . Fakat
gülüşü bir diş ğıcırtısına benziyordu .
- N E T İ C E -
Her filozofta olduğu gibi Nietzsclıe de dahi bir
çok felsefi sistemlerin tesirleri görülür . Onda te­
kamül felsefesinin izlerini bulmak güç bir iş de­
ğildir . Tekamül nazariyesi Nietzsclıe ye yeni bir
neslin zuhuru imkanını ilham ettiği gibi , pozitvi­
sim de hayatı olduğu gibi kabulü yani determinis­
mi telkin etmiştir .
Harpcu hislere olan senpatisi Darwin biyoloji­
sinden gelmektedir. Tabiatı beşerdeki asli sevkı
tabiileri kabulü, Spencer deki ( kavanini eşyaya ita­
at ) e tekabül eder .
Spencer ve Nietzsche ikisi de istikbalden tahav-
58 BÜYÜK MUZTARİPLER

vüller beklemekte , ikisi de zaruri olarak mevcut


olanın önünde serfru etmektedirler .
Nietzsche nin muasır pozitvisimle olan alakasını
tamamlamak için felsefesinde monizmin bulunma­
dığı zannolunursa da bu mülahaza varit olamaz .
Filhakika Nietzsc!ıe bir çok Alman filozoflarından
farklı olarak tenevvüün ve hmıusinin dostu idi ;
ve ananevi monist Moniste metafizik nazariyele­
rine olan istihfafını saklamıyordu . Fakat dikkat
edilirse , aranırsa , monizmin Nietzsche de mevcut
bulun duğu anlaşıiır . Şair filozofun tefekküründe
monizmin hatta iki tezahürü vardır : Bunlar da
hayat ve bitmeyen dönüştür .
Nietzsche de hayat [ yahut muadilleri : Sevkı ta­
bii ve irade ] kısaca Schopenhauer deki irade rolü­
nü oynamaktadır . Hayat , o her şeydir , her şeyi
izah etmektedir . Onu yükseltmek dünyanın gaye­
sidir . Sanatı , ilmi ; felsefeyi doğuran odur . Bü­
tün mevcut olan şeyler hayatın münferit tezahür­
lerinden başka bir şey değildir . Hayat en yük­
sek ölçüdür . Ona yarıyan iyi , zarar veren fenadır .
Diğer taraftan dünya muhtelif , mütehavvil
şeylerden mürekeptir . Fakat bu muhtelif , müte­
havvil şeyler aynı şekilde nihayetsiz defalar te­
kerrür etmekte , bu firari şeyler nihayetsiz surette
firar etmektedir . Dünyanın vahdeti mekanda de­
ğil fakat zamandadır . Dünya , bir değild!r . Fakat
aynı dünya daima kendinin aynı olarak nihayet­
siz surette tekerrür etmektedir .
Nietzsche'nin ampirist ve fenomenist sevkı tabi­
ileri neticesi , bir kapıdan koğulan monizim diğer
kapıdan "bitmeyen dönüş ,, şekli altında tekrar
giriyor .
NİETZSCHE 59

Görülüyorki mükemmel bir tekamüliyeci , bir


dozitivist , ve monist olmak için Nietzsche de nok­
san bir şey yok . Fakat bütün bu mülahazalar fi­
lozofun kıymetinden , büyüklüğünden hiç bir şey
tenzil etmez . Nietzsche şuradan buradan aldığı ba­
zı fikirleri kanına kattı , eritti , ve. yazdıklarını
kanile yazdı .
Onun içindir ki yazıları ruhumu:l:a olduğu gibi
etimize ve kanımıza hitap eder . Yarattığı sistem
emsalsizdir , birdir .
Her şeyden evel o , büyük , çok büyük bir şa­
ir , ve merhametsiz bir ahlakcıdır . Büyük harbi
daha o zamanlar bildirmişti . O , zamanla beraber
bizden uzaklaştıkca arza attığı gölge gittikçe bü­
yüyor . Yeni ruhlar arasında aşinaları günden gü­
ne artıyor .
Gelecek günlerin derinliğine iri gözlükler al'­
kasından bakan muzlim gözleri , bize karanlıkta
görmeği öğretiyor .
" Yalvarırım kardaşlarım , arza sadık kalınız ve
"size fevkal'arz ümitlereen bahsedenlere inanma­
" yınız ! Bilsinler veya bilmesinler bunlar zehirle­
" yicilerdir .
,,

Bizi arza bağladı , arzı bize sevdirdi . Onu na­


sıl sevmiyelim !
*
* "'

Nietzsche 9 ikici kanun 1889 senesinde, Turin'de


bulunduğu sıralarda tecennün etti .
Bu felaket haberini alan arkadaşı Overbeck onun
imdadına koştu. Filozofu, dirseklerile piyanosunun
tuşlarını ezerken, diyonizyen sarhoşluğunu, istig­
rakını bağırırken , terennüm ederken buldu .
60 BÜYÜK MUZTARİPLER

Şüphesiz ki cinnetinin tohumlarını verasetle ,


( 187 1 ) muharebesinde aldığı mahiyeti meçhul
hastalıkda , müfrit çalışmada, kullandığı ilaçlarda
aramak kabildir . Fakat onun şüurunu asıl boğan
cemiyetin gösterdiği lakaydı ve inziva olmuştur .
Son devirdeki Nietzscke nin etrafında korkunç
bir boşluk , dehşetli bir sessizlik vardır . Hiç bir
münzevi , hiç bir çol sakini bu derece metruk
kalmamıştır . O , benliğine yaklaştıkça kainattan
uzaklaştı . Her yeni kitabı ondan bir dost ayırdı .
Evvela filologları , sonra Wagner i , daha sonra
gençlik dostlarını sırasile bu yüzden kaybetti .
Kitapları için ne tabi ne kari bula biliyordu .
Kendi parasile baslırmağa mecbur olduğu Zer­
düştü ( 70 ) milyonluk Almanyada kendilerine
gön derecek yedi kişi bulamamıştı .
Eserinin zirvesinde yaşıyan Nietzsche devrine
işte böyle müthiş bir surette yabancı kalmıştır .
Onu içinden yiyen yara , izzeti nefsini , guru­
runu gemiren budur , bu sükuttur . İnzivasını ze­
hirliyen ve sıtmalıyan budur . Nietzsche nin son
senelerde yazdığı mektuplarda ve eserlerde hava­
sızlıktan , tazyiktan boğulan bir kalbin çılğın çır­
pınışları duyulur . Çok defa alpnistlerin ve tay­
yarecilerin kalbi bu keskin , çekiç darbelerini
duymuştur . Asabi bir sabırsızlık buhranı Nietzsche
nin sabırlı ve sakin vaziyetinde beliriyor. Son ya­
zılarında cinnet sesine bürünmüş kahkahalar ,
hiddetli sayhalar gezinir . O ki her şeye lakayttı
bir cevap alsın diye sabrı tükenen gururu yüzün­
den zamanını tahkir ediyor ; zamanına tükürüyor
ve ona daha iyi meydan okumak için Ecce Homo
da nihayetsiz bir sinizim ile hayatını nakle baş­
lıyor .
NİETZSCHE 61

Bütün mabetleri yıkıyor , bütün ilahları deviri­


yor , bütün kıymetleri yerlere seriyor . Sses yok.
Bagırıyor ses yok . Gülüyor ses yok . İnziva , la­
kaydi ruhunu gittikçe , gittikce sarıyor , sarıyor .
Ve köpüklenen dudaklarından keskin , deli bir
kahkaha yükseliyor . Ve kendisinden geçmiş bir
halde kendi mahvinin uçurumu üstünde baş dön­
düren bir raks başlıyor .
Nagme , ışık , renk , ahenk arasında yavaş ya­
vaş , yavaş yavaş sükunet buluyor .

Artık gözlerini dünyaya kapayan ve ruhuna


açan , ruhunun unutulmaz sesini yalnız kendisi
dinlemeğe başlıyan filozof ( 10 ) sene daha yaşadı.
Birinci seneler zalim , son seneler daha rahim
oldu .
Ümit bile ettiler . Eserlerini hatırlıyordu :
- Güzel kitaplar yazdım değilmi ? Diyordu .
Ona Wagner in portresini gösterdikleri zaman:
- O onu çok sevdim ! Cevabını veriyordu .
,

Bir gün bu insan enkazı karşısında hemşiresi


göz yaşlarını tutamadı .
- Lisbeth , dedi , niçin a'ğlıyorsun ? Mes'ut de
ğilmiyiz ?
.Friedrich Nietzsche Ooethe nin tavattun ettiği
Weima da ( 25 ) ağustos 1900 senesinde öldü .
..
LEON TOLSTOY
1828 - 1910
Leon Tolsfoy
LEON TOLSTOY

1828- 1 9 1 0

«Rabbim bana iman ver v e dlğerle­


«rinin de onu bulmaları için onlara
«yardım etmekliğime müsaade '. et ! »

K E N D İ S İ

Kont Leon Nicolaievitch Tolstoy 28 ağustos ( 1 828)


de Toala civarında bulunan Iasnai'a - Poliana kö­
yünde doğdu . Harici hayatı şerefli hemşerisi
Dostotevski'nin hayatı gibi heyecanlı vak'alarla do­
lu değildir.
Çocukluğu köyde geçti; sonra Kazan Darülfü­
nununda ecneb! profesörlerden kozmopolit bir
kültür aldı. Tahsilini yaptıktan sonra topçu zabiti
sıfatile Kafkasyada Türk - Rus harbine iştirak
etti. Kırım harbi üzerine arzusile Sivastopola
nakledildi. Meşhur muhasarada bulundu.
Sulhun aktinden sonra istifasını verip uzun za­
man muhtelif memleketlerde seyahatler yaptı.
Petersbarg ve Moskova'nın modern hayatını yaşadı;
sonra bu hayattan bıkmış ve usanmış bir halde
TOLSTOY 65

1862 senelerine doğru kendisinden 1 6 yaş küçük


olan bir kızla, Saphie Andriiwna Behrs ile evlendi.
lasnai'a - Poliana da tam yirmi sene karısile
mes'ut seneler yaşadı. Bu seneler T olstoyun en
güzel, en velut seneleri olmuştur. Mütemadiyen
yaratmakla, (Harp ve Sulh), (Anna Karenine) gibi
iki epik eser ve yedi çocuk yaratmakla meşgul oldu.
Karısı onu ihtimam, şefkat ve yardımile boğu­
yordu.
Anna Karenine'i yedi defa baştan nihayete kadar
ellerile temize geçirmişti. Fakat bütün bunlar evin
diğer işlerine bakmaktan onu uzaklaştırmıyordu.
Tolstoy mes'uttu. Birgün dostlarından Kont
Sollohub, Tolstoy'a diyordu :
- Aziz dostum ne kadar bahtiyarsınız ! Bir
adamın tahayyül edebileceği her şeyi tali size
vermiş. Hoş bir aile, sizi seven sevimli bir kadın,
şöhret, sıhhat, herşey !
Filhakika zamanımızda ve zamanında bu ka­
dar saadete - hiç olmazsa harici saadete - maz­
har olmuş bir adam belki daha yoktur.
Bunu bizzat Tolstoy' da itiraf e diyor :
- Eğer bir peri benden ne dilediğimi sorsa
ondan ne isteyeceğimi bilmiyorum.
Fakat servet, saadet ve refahın zirvesinde bu- ·

lunduğu bir anda Tolstoy herşeyin boş ve fikir


azabından başka birşey olmadığını anlıyor.
Ve saadeti kara bir bulutla örtülüyor ..
Hayatını birdenbire böyle karartan ölüm kor­
kusu, ölüm endişesi olmuştur. Tolstoy daha küçük
yaşından itibaren bu korkuyu duymuştu. Annesi­
nin bir demir karyola üstünde upuzun uzanmış
cenazesi karşısında ilk çılgın sayhayi atmıştı.
5
66 BÜYÜK MUZTARİPLER

Bu sayha senelerce hayatında ve eserlerinde


yükseldi. Bu iptidai ve nim meş'ur korku yaşla,
tefekkürle gittikçe, gittikçe genişledi.
Tolstoy'un hayatında ve eserinde ölüm baş rolü
oynar.
Hiçbir artist ölümü bu büyük san' atkar kadar
canlı bir şekilde gösterememiştir. Lucrece'in tabi­
rile Tolstoy ölümü layemut yaptı .
(Çocukluk) ta annenin ölümü, Sivastopol mu­
harebelerinde genç ve kuvvetli askerlerin ölümü,
(üç ölü) de veremli kadınla mujikin, ve mujik!n me­
zarına haç yapılmak üzere kesilen ağacın ölümü.
Romanlarında, hikayelerinde bu ölüm tasvirle­
rini yapan san'atkar, sinirlerimizle eğleniyor sanıl­
masın. Kitaplarının kahramanlarına bir parçasını
yaşattığı o muazzam korkuyu Tolstoy varlığının
atomlarında taşıyordu; bu korku iliklerine kadar
nüfuz etmişti. Her gece büyük bir sıkıntı ve
korku yastığı başında oturuyor ve neş'esini, ya­
şamak zevkini kemiriyor; kitaplarının yaprakları
arasına kayıyor ve tefessüh halinde bulunan siyah
düşüncelerini yemeğe başlıyordu.
Bu ölüm korkusunun sebebi ne?
Bu atlet vücutlu büyük Rusun belini büken
korku ruhuna nereden sızıyor? Hayatı çok sev­
diğinden mi?
Ooethe' de arza ve neş'esine Tolstoy kadar mer­
buttu; fakat hiçbir zaman ölüm korkusu hayatın
zevkini yaşarken onu ürkütmedi. Bilakis siyah bir
kadife, elmasın parıltısını nasıl arttırırsa uçurum
ve karanlık ta ona hayatın güzelliğini arttırıyordu.
Hayır bu korku hayatı çok sevdiğinden değil­
di . Tolstoy cesur, güçlü ve kuvvetli idi. Sivastopol
TOLSTOY 67

muharebesinde kulaklarında öten kurşunlar ona


bir nevi neş' e veriyordu. Ölüm korkusunu haya­
tın taşkınlığı ile yenmekten zevk alıyordu. Harp
meydanından ava koşuyor ve zevk ve huzuzdan
burun delikleri kabarmış, kurtlarla savaşıyor ve
aldığı yaraya lakayit, karlar üstünde genişleyen
kanını şehvetle seyrediyordu. Hayır, Tolstoy'da
gittikçe büyüyen korku hiç bunlardan dolayı de­
ğildi. Bu korkunun sebebini anlamak istiyorsak
dini itirafını biraz karıştırmalıyız :
"Şu dünyada çocukluğa ait on dört, on beş
"sene müstesna, otuz dört sene ni hilist olarak,
"teamülün manasını tahrif ederek nihilist diye
"telakki ettiği ihtilalci ve sosyalist olarak değil,
·

"fakat kelimenin tam m anasile nihilist yani


"imansız olarak yaşadım,, .
Bu sözler vuzuhla anlatıyor ki Tolstoy'un varlı­
ğını kemiren korku maddi değil fakat metafizik
bir karaktere malik olan mücerret bir korkudur .
Nihilismi membaındaj göstermek için ( 1 6) yaşın­
da yazdığı şu parçayı okuyalım :
"Felsefi doktrinler den beni en ziyade cez­
"beden septisism idi; bir hayli zaman beni delili­
" ğe yakın bir hale götürdü. Benden hariçte hiçbir
"şeyin, hiçbir şahsın mevcut olmadığını ve eşyanın
"eşya değil fakat onlara dikkatimi çevirdiğim zaman
"görünen ve onları düşünmediğim zaman kaybolan
"birer zavahir olduğunu tasavvur ediyordum.
"Bazı dakikalar oluyor bu iz'aç edici fikrin
"tesiri altında öyle bir şaşkınlık derecesine varı­
"yordum ki birdenbire dönüyor ve artık bulunma­
" dığım yerde ademi görürüm ümidile arkama
"bakıyordum,,.
68 BÜYÜK MUZTARİPLER

Keza 17 birinci teşrin (1860) de kuvvet ve genç­


liğin en taşkın zamanında Feth'e yazdığı bir mek-
tubun sonunda Nihiliste Tolstoy, ölen kardeşi
Nicolas'ın can verişini şöyle anlatıyor :
"20 eylülde kollarım arasında öldü. Bütün ha­
"yatımda o anda duyduğumu bir daha duymadım.
" Çok hakkı vardı : Hiçbir şey ölümden beter de­
" ğildi; ve her yaşayan şeyin zaruri akibeti bu ol­
" d�ğu düşünülürse hayatın da feci olduğunu tes­
"lim etmek lazım gelir.
"Bu kadar ceht neye yarar?
"Madem ki en nihayet Nicolas Nicolaiiviteh To­
"lstoy'dan hiçbir şev kalmıyacaktır?
"Ölümün yaklaştığını hissettiğini asla söyleme­
"di; fakat onu adım adım ta.kip ettiğini kat'iyyen
"biliyordum, ve yaşayacak nekadar zamanı kaldı­
" ğını biliyordu. Ölümünden bir kaç dakika evvel
"daldı, sonra birdenbire titredi ve korku ile mı­
"rıldandı : Bu nedir?
"Ademe geçişini görmüştü. Fakat eğer o sarı­
"lacak bir şey bulamadisa ben ne bulacağım?
"Gayet tabii ki hiçbir şey ..
"

Allahın ve basibadelmevtin hakikatına, varlı­


ğına inanamamaktan mütevellit tasavvufi bir korku.
Hayatın maverasında genişliyen adem, seneler­
ce geniş, boş bir mağara gibi soğukluğu ile Tolstoy'u
titretti. Sorulacak bir sual yok, tereddüt yok, ne
esrar ne ümit var !
Ölüm ademe bir gidiş işte o kadar.
(Kazaklar) ın kahramanı, kan, barut, şarap v e
tabiat kokan Yerochka'nın "öleceğim, mezarımda
otlar bitecek !,,
Sözleri ruhunun dinmeyen deruni Leitmotiv'i­
ni teşkil eder.
TOLSTOY 69

Adem ve onun korkunç surlarından sızan kor­


ku ! Bu mağaradan esen dondurucu rüzgara ken­
dini kaptıran artık bir daha kurtaramaz. Hisleri
karanlıkla boğulur, hayatın ışığı ve rengi onun
için söner. Ve Nihil ve non - etre gözleri önüne
gelmeksizin hiçbir şeyi temaşa edemez. Şan ve
şeref dumana, para sarı tortulara, san' at deli oyu­
nuna ve sıcak nefesli hayat yeis ve korku yata­
ğına döner.
Yapacağı her iş, her hareket manasını kaybe­
der.
" Samara' daki emlakimle, çocuklarımın terbiye­
" sile, edebi yazılarla meşgul olmadan evvel bü­
"tün bunları niçin yapacağımı bilmek ihtiyacında­
"yım? Niçin olduğunu bilmedikçe hiçbir şey
'"y apmıy acağım ...
"Pek ala, farzedelim ki 6000 dönüm arazi ve
"300 ata malikim, sonra?
"Oogol' dan, Pouchkine' den , Schakespeare' den , Mo­
"liere' den ve dünyanın bütün muharrirlerinden
"daha meşhurum; sonra? Bir cevap bulamadım""
Tolstoy'un korku ve buhranı ( 1880) senesinde
doğru son haddini bulmuştu .
Niçin ? ve Sonra ? Sualleri gittikce biribirini ta­
kibediyor , sıklaşıyor , bir kağıdın ayni noktasına
düşen mürekep damlalarının siyah bir leke teşkil
ettiği gibi , bu sualler Tolstoy un hayatında siyah
bir çukur açıyordu . Bu çukuru gören onun baş
döndüren çekmesinden artık kurtulamaz . Onu ne
İncilin , ne Tevratın , ne de her hangi bir Mukad­
des kitabın sahifeleri kapata bilir .
İntiharı düşündü .
( 1879) da yazılmış bir itirafnamede Tolstoy geçir-
70 BÜYÜK MUZT ARİPLER

miş olduğu kat'i ve esaslı buhranı şöyle anlatıyor :


" Beş snene var , garip şeyler duymağa
" başladım . Ne yapacağımı , nasıl yaşayacağımı
" bilmediğim tereddüt anlarım , hayatımın durdu­
" ğu anlar vardı . Bu hayat tavakkufları daima iki
" sualle haricileşiyordu : Niçin ? sonra ?
" Uzun müddet günü gününe yaşam!ş ve nihayet
" bir uçurum kenarına dosdoğru yürümüş ve
" manzara olarak hiçlik ve husrandan başka bir
" şey bulmamış gibi idim .
" Bütün kuvvetimle hayattan uzaklaşmağa
" çalıştım . Bu dünyanın bir bahtiyarı telakki olu­
" nan ben , odamın iki dolabını ayıran direğe bağ­
" lıyarak kendimi asa bileceğim bir ipi gözlerim­
" den uzaklaştırdığımı görmekle hayret ettim . Ve
" tüfeğim hayatla alakayı kesmek için çok kolay
" bir vasıta teşkil ettiğinden ava gitmekten de vaz
" geçtim ,, .
Tolstoy böylece inanamamaktan , bir şeye
sarılamamaktan doğan korku , tereddüt , endişe
buhranları içerisinde yaşıyordu .
Ümitsiz, karanlık bir mağaradan farkı olmıyan
bu kainatın cidarlarını , bir yerinde bir geçit ,
kendisini ku:rtarmağa yarayan bir vasıta , bir ışık
kıvılcımı, bir ümit nuru bulmak için mütemadiyen
yokluyordu .
Görünüşte bir manadan , bir hedeften mah­
rum görülen bu kainatın hiçbir manası olamıya­
cağına bir türlü inanamıyordu . Filhakika bu ma­
na elle yakalanamıyan , gözle gürülemiyen , ilim­
le hesap edilemiyen, bütün hakikatlerin fevkında
bulunan bir manadır . Akıl yalnız başına ancak
hayatı anlaya bilir , anlata bilir , ölümü değil .
TOLSTOY 71

Bunun içindir ki o zamana kadar bir nihiliste


olan Tolstoy ruhani yeni bir melekenin lüzumunu
anlayor. Ve hasselerin adamı olan, ruhu korku ve
tereddütle kemiri!en bu büyük muztarip fırtınaya
tutulmuş bir yolcu gibi kendisini Tanrının kapısı­
na atıyor , diz çöküyor , ve yalvarıyor :
" Ey Rabbim , bana bir iman ver ve diğerleri­
"nin de onu bulmaları için onlara yardım etmekli­
ğime müsaade et ! ,,
Tolstoy 1880 de ihtida etti .
*
* *

Tolstoy un geçirdiği buhranlar ve endişeler ru­


hundaki nihilisme'in mahsulüdür . Ve göreceğiz ki
ihtida etmesine rağmen bu nihilisme den kurtula­
mamıştır . Fakat bu buhranda vücu dün oynadığı
rolü de unutmamak icabeder .
Bu buhranı fikir hayatının ihtiyarlığa intibakı
suretile de izah mümkündür .
Soğukların gelmesinden çok evel nasıl ki hay­
vanların vücudünü sıcak bir kürk örterse beşeri ruh,
ihtiyarlığın yaklaştığı zaman kendisini himaye ede­
cek olan ruhani yeni bir libasla örtünür. Bu cli­
matirique devre buhran şeklinde kendisinigösterir .
Bütün sanatkarlarda bu zaruri buhran anına
tesadüf edib:ıektedir ; fakat hiçbirisinde Tolstoy
da olduğu gibi yıkıcı ve şiddetli bir surette ken­
disini göstermemiştir . Hiç kimse böyle afaki bir
surette bu hayat ve kuvvet dolu sanatkar gibi
hayatın inhitatı karşısında insanın duyduğu ye'si ,
sıkıntıyı , ve yaratıcı kuvvetinin azaldığını gördü­
gu zaman duyduğu korkuyu ifade edememiştir .
Pozitif ve objektif b akımdan tetkik olunursa
72 BÜYÜK MUZTARİPLER

elli yaşındaki Tolstoy un ruhuna çöken bu katı


buhran , hakikatte ihtiyarladığını hissettiğindendir.
" İtirafname ,, nin şu satırları okunsun ! Bakınız
inhitat hissini o nasıl izah ediyor :
" Öyle bir an geldi ki neşvünemamın tevekkuf
" ettiğini hissettim ; inkişaf durdu ve zafiyet baş­
ladı . Adalelerim gevşiyordu , dişlerim düşüyor­
" du ,, . Ayni Tolstoy 1894 de şunları yazıyor :
" Hayat akıyor : Bu kelimeier ne ifade ediyor ?
" Hayat akıyor, bu demektir ki : Saçlar düşü­
" yor , dişler bozuluyor , buruşuklar kazılıyor , ne­
" fes kokuyor .
" Daha ölmeden evel vücut iğrenç bir manzara
" alır , deri kırmızı ve beyaz izler le lekelenir ve
" müteaffin bir ter çıkarır .
" Bütün kaybettiklerimi nerede bulmalı ? Ne­
" rede güzellik ? Güzellikse her şeydir . Vaktaki
" o artık yoktur, hiçbir şeyde yoktur . Artık ha­
" yat yoktur . ,,
Kontes Sophie andreievna kardaşına kocasında vu­
kca gelen tahavvülü , hıristiyanlığı izah ettiği bir
mektupta Tolstoy un saçlarının ağardığını , sıhha­
tinin bozulduğunu ve mizacının karardığını öğ­
reniyoruz . Bütün hayatı boyunca manevi haleti
ile maddi kuvvetlerinin met ve cezri arasındaki
mütemadi müvazati müşahede ediyoruz .
Kırlaşan , ağaran saçlar , buruşan deriler , çürü­
yen dişler , gevşeyen adaleler, bütün bunlar tema­
mile bize tasvir ettiği buhranlara tekabül ediyor.
*
* *

Tolstoy ihtida ettikten sonra halkın arasına ka­


rıımak istedi . Hakikati orada bulacağını sanıyor -
TOLSTOY 73

du . Bir hasta gibi endişelerin , ıstırapların pençe­


sinde kıvranan Rusyanın en mütefekkir ve san­
atkar adamı (50) yaşında gözlerini ilimden ve san­
attan çevirerek halka , köylülere yürüdü , onlar­
dan o saf ümmilerden hakiki imanı sormak
istedi .
Büyük muammanın sırrını öğrenmek için on­
lara karıştı; İasnaia - Poliana senyörü , milyonlarca
insanın ruhani hükiimdarı , elli yaşlarında asalet
elbisesini tericetti , mujik libasını giydi . Geniş
omuzunda su dolu fıçıyı taşıdı , tarlada sapanın
arkasından yürüdü ; ve köylülerin ortasında buğ­
day biçti . (Anna karenine) i , ( Harp ve Sulh ) u
yazan eller ayakkabı pençelerine kirli tığı göm­
meğe başladı . Kendi elbiselerini kendi dikti , oda­
sını kendisi süpürdü .
Tolstoy için hakikat n ihayet anlaşılmıştı ; Alla­
hın hüküm sürdüğü beldeye yükselmek için " ne
para ; ne toprak arzu etmemek ,, kafiydi .
Mülkiyet, dünyayı mahva götüren bu fenalık
prensipi Tolstoy'e göre : Allahın iradesi olan cebri
bir kanun veya tarihi bir zaruret değildi.
"Bu, hiç te kudretli olmıyan, korkunç olmıyan
"fakat aksine, zayıf ve kararsız basit, batıl bir
.,itikattı ...
"Tahrip edilmesi sefil bir örümcek ağının tah­
"ribi kadar kolay, basit bir itikat,, .
Ozaman mesihin emrini yerine getirmeğe, her
:şeyi, evini, arazisini, ailesini terke, 600.000 ruble­
sini dağıtmağa ve hayır işlemek hakkını kazan­
mak için kendisini fakir ve zarurete, hilim ve
şefkate vakfetmeğe karar verdi. Fakat bu i dealinin
tahakkukuna karısı daimi bir set teşkil ediyordu.
74 BÜYÜK MUZT ARİPLER

Bu devirden itibaren Tolstoy'un ailesile olan


rabıtası gerginleşmiş ve saadeti kaybolmuştur.
Emvalinin dağılmasına mümaneat ettiği için Tols­
toy karısından mütemadiyen şikayet ediyor, karı­
sı da çocuklarının hakkını müdafaa ve muhafaza
için hükumete müracaat etmeği bile düşünüyor­
du. Bu aile faciasının tafsilatın& girişecek değiliz.
Tolstoy bu trajediden nasıl çıktı? Çıkabildi? ,
Nihayet kendisine sefil bir örümcek ağı görü­
nen bu mülkiyet projesinin bilakis hayatın en
kudretli bağlarından biri olduğunu ve kökünün
etimizde, kanımızda, kalbimizde bulunduğunu ve
kanımızı akıtmaksızın, derimizi yırtmaksızın onu
çıkarıp atmanın mümkün olmadığını nihayet
anladı mı?
Ayni ahvalde mazinin hıristiyan kahramanla­
rının &ıasıl hareket ettikleri tarihen malumdur.
Piskopos önünde, babası Pietro Bernardone tarafın­
dan malını fakirlere dağıtmak cürmile ittiham
olunan Saint François d'Assise, bütün libaslarını çı­
karmış ve parasile beraber babasının ayaklarına
koyarak şöyle demişti :
"Şimdiye kadar Pietro Bernardone'u babam tes­
"miye ediyordum. Bundan böyle Allaha hizmeti
"arzu ettiğimden bu adama kendisinden almış
"olduğum bütün şeyi iade ediyorum ve diyorum �
"Babam Pieüo Bernardone değildir, fakat göklerde
"olan Allahtır" .
Lejant ilave ediyor :
"Ve anasının rahminden çıktığı gibi çırçıplak
İsanın kollarına atıldı" .
İsanın :
"Benim namıma evini, tarlasını, çocuklarını
TOLSTOY 75

terk etmiyen kimse bana layık değildir,, sözlerine


iman eden hıristiyanlar hep böyle yapmıştır.
Ve Rusyanın büyük edibinin de böyle yapma­
sı bekleniyordu; yazılarile bu kanaati hazırlamıstı.
Fakat dediğini yapmadı, daha doğrusu yapamadı.
Çizdiği yoldan ayrıldı, çıkmazlara saptı.
Servetini dağıtmağa muvaffak olamıyan Tols­
toy ondan sadece istifade etmemeğe karar verdi.
Gene Iasnai'a - Poliana' da oturuyor, huzur içinde
yaşıyor, fakat elini paraya sürmüyor, üstünde
asla para taşımıyordu . Nihayet Allahın iradesini
karısının iradesile telife muvaffak olmuştu.
Tolstoy İsanın emrini yerine getirdi mi getirme­
di mi? Servetini dağıttı mı, dağıtmadı mı? Ceva­
bın bir hayır olduğunu Lizzat Tolstoy' un kendi
jurnalından anlıyoruz :
" Söyle Leon Tolstoy doktirininin prensiplerine
göre yaşıyor musun?,,
Ümitsiz bir hiddet içinde cevap veriyor :
"Hayır, hicabımdan ölüyorum, mücrimim ve
nefrete müstahakım,, .
Onun için mantıki ve ahlaki bir surette
yaşamak mümkündü; evini terk etmek, bütün ma­
lından vazgeçmek , sanatını terketmek ve bir
"seyyah gibi Rusyanın yollarında yürümek,, .
Fakat dediğimiz gibi Tolstoy bu ulvi kararını
asla yerine getiremedi. Parasız pulsuz, rüzgarlar
peşinden giderek serazat bir seyyah gibi Rusyanın
yollarında yürümedi. İki defa bu kararını yerine
getirmek için, evinden kaçmak istemişti, fakat
karısının kederinden öleceği düşüncesi onu bu
kararından vazgeçirmişti.
Tolstoy hayatının son demine kadar endişeden,
ıstıraptan kurtulamamıştır. Karısı ona :
76 BÜYÜK MUZTARİPLER

"Vaktile imana sahip olmadığın ıçın endişeli


"olduğunu söylüyordun. Şimdi mademki ona sa­
"hip olduğunu söylüyorsun, neden bahtiyar değil­
.sin?,, dediği zaman o sükuttan başka cevap bu­
lamıyordu,
Filhakika halk Allahına teveccühünden sonra
Tolstoy'un bu yeni imanda huzur ve Allahta sükun
bulduğunu hiçbir şey göstermiyor. Bilakis dokti­
rininden bahse başladı mı ruhunun kararsızlığını
şiddetli hücumlarla maskelediği hissini bize veri­
yor. Bir dev iradesile inanmak istiyor. Fakat ima­
na vardığını hakiki olarak hiçbir şey ispat etmez.
Eğer iman, Allaha varmakla elde edilen sükun,
huzur ise, eğer dindarlık sabır ve sükunet içinde
yaşamak ise bu harıkulade sabırsız adam asla bir
mutekit olamamıştır; asla bir hıristiyan olmamıştır.
Yalnız bir inanmak isteyişle, bu emeli besle­
mekle insan mutekit ve dindar sayılmaz. Tolstoy
bir casus gibi halkın arasına sokularak onlar­
dan, Allaha doğru nasıl yükselinir, onun sırrını
öğrenmek istiyordu. Fakat bir şey öğrenemiyor­
du, Çünkü ruh safiyeti a�la öğrenilmez.
" Hotbinliği terketmek cigara itiyadını terket­
mek gibi kabildir ,, sözlerini sarfeden Leon Tolstoy
bir cigara terkeder gibi ruhundaki ebedi nihilismi
iradesile yaptığı ihtidaya rağmen terkedemedi.
Ne nazariyatta imana , ne tatbikatta mülkiye­
tin ilgasına varabildi . Ne " uyanış ,, dan evvel
ve ne sonra ayni endişe , ayni azap susayışı muz­
tarip ruhunu terkedebildi .
Tolstoy tatmin edilmek için doğmamıştı . Bu sa­
b ırsızlıktan dolayıdır ki Allah kendisine hakiki
bir iman vermedi . Yorulmaksızın daha otuz sene ,
TOLSTOY 77

hayatının nihayetine kadar mücadele etti . Haya­


tının sonuna kadar hiçbir cevapla kendisini tat­
min edemedi , hiçbir imanla ruhu sükunet bula­
madı . Ve her an sorduğu sualler cevapsız kaldı .
Ne dini endişesi imanda huzura , ne Allaha doğ­
ru hamlesi arzuda muvaffaıkyete nail olabildi .
Fakat kendi kendisini değiştiremiyen bu bü­
yük arayıcı , beşeriyeti değiştirmek istedi . Kendi
ruhunu hemiren buhranın hodbin korku sayhasını
" ne olacağım ? " sayhasını " ne olacağız ? ,, say­
hasile birleştirdi . Kendisini ikna edemediği için
diğerlerini iknaa çalıştı . Kainatın bütün terakkisi
nefisten kaçıştan doğmuştur ,
Tolstoy da ruhuna çöken suali uzaklaştırmak
için onu herkesin ortasına attı , böylece kendi en­
dişesini herkesin endişesi yaptı.
Asla mutekit bir hıristiyan olmayan, olamayan
şüphelerle sarsılan Tolstoy , ruhundaki iman yok­
luğundan dolayı asrın en güç teşebbüsünü , insan­
ları nihilisme den kurtarmak istiyerek yaptı . Ken­
disi inanmadığı halde onları inandırmağa çalıştı .
Ve teselli bulmıyan ruhunu tesliyetkar bir ses
gibi etrafa dağıttı .
ESERİ ve SAN' ATI
Tolstoy un hiçbir eseri yoktur ki kendisinden
bir köşeyi ihtiva etmiş olmasın ! Daima kendi
benliğiyle meşgul olan bu sanatkar muhtelif de­
virlerde , muhtelif kisveler altında daima kendi­
sini romanlarında yaşatmıştır . Harici hayatının
mühim bir safhası , manevi hayatının bir buhranı
yoktur ki kitaplarına senbolik bir tarzda girmiş
olmasın .
78 BÜYÜK MUZTARİPLER

Moskovanın işsizliğinden ve melankolisinden


kurtulmak için kendisini bulmak maksadile tabi­
atta bir ilticagah arayan ( Kazaklar ) ın genç mü­
lazımı Olenine elbisesinin , çehresinin en küçük te­
ferrüatına kadar tamamile topçu milazımı Tolstoyu
göttermektedir .
Keza (Kazaklar) ın Yerochka sı Tolstoy un şuu­
runda ve gayri şuurunda çarpışan iki varlıktan
birinin emsalsiz bir timsalidir . Çocuk gözlü , y aş
ve işle oyulmuş toprak çehreli , genç ada leli , ba­
rut, kan ve şarap kokan Yerochka, Tolstoy un tam
kendisidir .
Onun gibi Yirodzka da seadeti tabiatte buluyor.
Keza ( harp ve sulh ) un Pierre Besuchof u ve ( An­
na karenine) in Levinei buhrandan evvelki Tolstoyun
kendisidir .
( Baba Serge ) in hırkası altında Tolstoy un din
ve iman için yaptığı mücadeleyi bulmak güç bir
şey değildir .
( Şeytan ) da ihtiyarlıyan Tolstoy un şehvani bir
sergüzeşte yaptığı mukavemeti ve bütün eserleri­
ni kateden prens Nechludof da mefkureci Tolsıoyu
bütün ahlak telakkilerile bulmak ve tanımak ka­
bildir.
Hatta ( zulmetlerde ışık ) ın Saryzine i okadar
şeffaf bir maske taşımakta ve 1 olstoy un aile fa­
ciasını okadar beliğ bir surette ifşa etmektedir­
ki bugün hala bu piyeste bu rolü oynıyan ak­
törler büyük edibin kıyafetile sahneye cıkmakta­
dırlar .
Tolstoy un tabiatı kadar nihayetsiz olan bir ta­
biat elbette ki birçok şahıslar halinde kendisini
gösterecekti , O şahısları ve o şahısların hayat
TOLSTOY 79

ve fikirlerini anlamak, tasnif etmek büyük müte­


fekkir ve sanatkarı bütün çıplaklığıyle anlamak
demektir. Bunun içindir ki onun eserlerini dikkatle
okuyan bir kimse için vesikaya müstenit bir bi­
yoğrafya tamamile lüzumsuzdur . Çünkü hiçbir
harici müşahedeci ifade sanatında benliğinin bu
kartal gözlü tahlilcisini geçemez .
Gölgenin vücudu takip ettiği gibi Tolstoy ro­
manlarımın şahıslarında mütemadiyen kendi ken­
disinin arkasından koşmuştur.
Hakikatte bu usul, plastik bir surette nefsi
izhar etmek ihtiyacı bütün sanatkarlarda mev­
cuttur.
Daima şair ve romancı ibdalarınd.ıt. kendilerini
sarhoş eden istiğrak anlarını, kemiren buhran
demlerini etrafa teşhir ederler. Eakat ekseriya
sanatkarlar, kendilerini i nsanlara daimi ve yega­
ne bir maske ile gösterirler.
Tolstoy ise mütemadi tahavvüllerinden dolayı
her on senede bir kendi portresine yeni bir şekil
vermiştir. Biz onu değişmeyen tek bir şahıs gö­
receğimiz ve tanıyacağımız yerde, çocuk, müra­
hik, kaygusuz bir milazım, bahtiyar bir koca,
mücadeleci, müceddit ve yarı Peygamber ve son­
ra sükunet bulan bir ihtiyar olarak görüyor ve ta­
nıyoruz.
Daima başka, bununla beraber daima ayni
adam ölü bir resim gibi değil fakat bir sinema
şeridi gibi gözlerimiz önünde mütemadiyen inki­
şaf ediyor, devam ediyor, canlanıyor.
80 BÜYÜK MUZT ARİPLER

Tolstoy'un edebi hayatını üç devreye ayırmak


kabildir :
(Askeri hikayeler) , (çocukluk, mürahiklik, genç­
lik) , (kazaklar) birinci devrenin mahsulü olup
tamamile şahsi intibaları, hatıraları ihtiva etmek­
tedir. Bu devrenin Tolstoy'um� ve sanatını, fikrini
en iyi ifade eden şüphesiz ki (kazaklar) dır.
Bu roman Tolstoy'un münhasıran kuvvete mef­
tun olduğu ve ona hakikat dediği ideali ifade edi­
yor . Benliğine iman eden bu Tolstoy dünya hak­
kında tamamile darvinist bir telakkiye maliktir.
Bu Tolstoy'un mefkuresi ferdin terakkisi idi. Ha­
yatın gayesini, diğer fertlerin fevkinde yükselmek­
te ve onları tahakküme almakta buluyordu.
Bu telakki Tolstoy'u amelde mücadeleye, şidde­
te ve nefrete sevketti.
İkinci devre olgunluk devresidir. Bu devreyi
iki muazzam eser, (Harp ve Sulh) , ve (Anna Ka­
renin) işgal eder.
Sanatkarın tarzı oldukça değişiyor, roman
çerçivesi oldukça genişliyor, ve ahlakçı mütefek­
kir Tolstoy kendisini göstermeğe başlıyor.
Mesela mücrim bir rabıtanın hikayesi olan
( Anna Karenin 1873- 1877) de sanatkar bize sadece
Rusyada Aristokratik örf ve adetin sadık bir tas ­
virini, aşkla yaralanan ve ilk günahın yarasile,
buhranların pençesinde gittikçe mahva yürüyen
bir ruhun ince, derin tahlilini göstermekle iktifa
etmiyor, fakat ayni zamanda bilhassa kendine
göre içtimai bir mes' eleyi halletmek istiyordu.
Ayni suretle modern bir İlyada olan (Harp ve
sulh - 1864- 1869) de dahi Tolstoy yalnız on dokuzun­
cu asrın başlangıcındaki Rusyanın karargahta,
TOLSTOY 81

:salonlarda ve malikanelerde geçen Aristokratik


hayatını anlatmakla kalmıyor, fakat bu münasip
çerçive içinde askeri san' at, harp ve sulh hakkın­
daki mütalealarını, dini fatalizm, beşeri . mukad­
derat hakkındaki felsefi telakkilerini izah ediyordu.
Birinci devredeki şiddet, kuvvet ve hodbinlik
bu devrede artık siliniyor ve yerini nefsin mut­
lak fedasına terkediyor.
(Anna Karenin) in Lıfvine'i, köylü Fedor'u ve
(Harp ve Sulh) un Platon Karatai'ef'i Tolstoy'un ikin­
d idealini, halka, feragati nefse, hilim ve şefkate
yürümeği tavsiye eden idealini göstermektedir.
Fakat bu ikinci devrede Tolstoy'un felsefi ve
ahlaki telakkılerini teşrihi romanlarındaki san' at
telakkisini bozacak kadar şümullü ve inhisarcı
değildi. (Harp ve Sulh) de görünen mistisism izleri
üçüncü devrenin Tolstoy'unda büsbütün kendisini
gösteriyor. Ve (Anna Karenin) i yazan eller (İti­
rafım) ı, (Dinim) i (Ne yapmalıyız?) ı endişeli ruhla­
ra dağıtıyor. Bu Tolstoy san'atı istihfaf ediyor ve
bir Peygamber oluyor. En zayıf eserleri bu üçün­
cü devrede yazdığı eserlerdir. Maamafih bunlar
arasında istisna olarak (İvan İli�in ölümü
1884- 1886) nü ve (Basübadelmevt 1889) u hayraniyet­
le zikretmek icap eder.
Bu iki roman tefekkür tufanı içinde kaybolan
Tolstoy'un yarattığı iki mucizedir.
*
* *

Tolstoy'un hikayeleri o kadar tabii ve tabiata


o kadar yakındır ki onların tahayyül edilmiş ol­
duğuna kimse inanmak cesaretinde bulunamaz.
Kitaplarını okuyan açık bir pencereden şeni ale­
me baktığını zanneder. Eğer bütün san'atkarlar
6
82 BÜYÜK MUZT ARİPLER

bu büyük san'atkar gibi yazmış olsalardı, san'atın


son derece basit, kolay olduğuna, e debi bir eseri
vücude getirmenin şeniyeti zahmetsizce kopya
etmekle bir olduğuna inanmak lazım gelirdi.
Bizzat Tolstoy' un itirafı veçhile bir eser yarat­
mak için "menfi bir meziyet, yalan söylememek,,
kafidir. Çünkü onun eserleri muazzam bir beda­
hetle, bir peyzajın saf tabiiliği ile gözlerimiz
önünde yeni bir tabiat gibi, diğeri kadar hakiki,
zengin ve gürültülü yükseliyor. Fakat bütün bun­
lara bakarak Tolstoy'un eserini kolaylıkla vücude
getirdiğine zahip olmamalı. Hakikatten güç. vu­
zuhtan zahmetli ne olabilir? Tolstoy'un elyazıları
bu san' atkarın kolayca yazmadığını. bilakis hari­
kulade bir çalışıcı, sabırlı ve inatcı bir yazıcı ol­
duğunu ispat ediyor. Kainatı gösteren geniş
fresque'leri bin zahmet ve san'atla sayısız küçücük
taşların yanyaneı getirilmesile vücut bulmuş birer
mozayiktir. Görünüşte zahmetsizce elde edilmiş
gibi görünen satırların düzgünlüğü, kolaylığı ar-
kasında en muannit bir say ve en şuurlu bir san­
at telakkısi gizlidir.
(Harp ve Sulh) , 2 000 sahifeyi ihtiva eden bu
modern epope yedi defa baştan yazılmıştır. Bu
romana tealliik eden notlar ve müsveddeler bü­
yük sandıklar dolduracak kadar çoktu.
Küçük tarihi bir hadise, teferrüata tealliik
eden en küçük bir vak'a itina : ne tevsik olun­
muştur. Borodino muharebesi tasvirine afaki bir
mükemmeliyet ve vuzuh vermek için Tolstoy elin-
de Erkanı Harbiyenin haritası at üzerinde iki
gün harp meydanını tarayıp durmuş; hala hayat­
ta olan bir muharibin ağzından küçük bir vak'a
öğrenmek için şimendiferle kilometreler katetmiştir.
TOLSTOY 83

İşte senelerce damla damla toplanan bu bil­


giler karışıyor ve mükemmel, tam bir terkip vü­
cude getiriyor. Sonra, hakikat ve sıhhat için ya­
pılan bu cidal nihayet bulunca vuzuh için müca­
dele başlıyor . Baudelaire gibi Tolstoyda yanılmaz
bir işçinin taassubu ile nesrini eğeleyor, düzleyor,
temizleyor.
İki bin sahife içinde görülen düşük bir cümle ,
istediğini iyi çerçivelemiyen bir sıfat Tolstoy u ni..
hayetsiz endişelere boğmağa sebep oluyor .
O kadar ki (Harp ve Sulh ) ü metbaaya gönder­
mişken bir cümleyi , bir kelimeyi tashih için Mos�
kovaya telgraf çekiyor ve kitabın tab'ını tehir et­
tiriyor . Böylece fikrinin ve zevkinin inbiğinden
geçen kitap artık daha mükemmel , daha sanat­
karane bir mahiyet alıyor . Zahmetsizce elde edil­
miş bir sanat varsa o da şüphe yok ki Tolstoyunki
değildir . Tam yedi sene , Tolstoy günde sekiz sa­
at , on saat çalışmıştır . Sinirleri çok sağlam olan
bu adamın her eserden sonra ruhca bitap kaldı­
ğını görmekle hayret etmemeli . Her kitabını bi­
tirdikten sonra Tolstoy un midesi intizamını bozu-
yor , hassaları şaşırıyor , bir rahatsızlık , bir sıkıntı
bir melankoli varlığını kaplıyor . Bunun için mut­
lak bir inzivaya , medeniyetten çok uzak bir
stepe iltica etmeğe , bir kulübede oturmağa kımız
içmeğe mecbur kalıyor .
Hamere in kardeşi bu epik deha, saf bir memba
suyu kadar berrak bir hikayeci olan bu sanatkar
sanatından . hiçbir zaman memnun olmıyan bir
adamdır . içinde hiçbir sanat gölgesi bulunmaz
gibi görünen bu nesir zamammızın ortasında ve
bütün zamanlarda bir nevi ebediyet arzediyor ,
tabiat gibi yaşsız ve menşesiz görünüyor . Hiç
St BÜYÜ!( MUZT ARiPLER

bir yerinde muayyen bir devrin tanılan izini ta­


şımıyor .
Eğer Tolstoy un romanlarından biri müellifin
ismini taşımaksızın ilk defa olarak bir kariin eli­
ne geçse , hiç şüphe yok ki hangi devirde , hangi
asırda onların yazılmış olduğunu tayin edemez .
Kitapları o kadar zamanın haricinde kalan bir
anlatış tarzına maliktirler . Çünkü kitaplarında
ifade ettiği asrının ruhu , devrinin düşünüş
tarzı değil , fakat hiçbir tekamüle tabi olmıyan
iptidai ruh , esaslı yeis ve sıkıntı , beşerin niha­
yetsizlik önündeki ebedi yalnızlığı , ve aczidir !
Tolstoy un yüksek ve muntazam sanatı zamanı
yıkıyor , tahakküme alıyor . Bu emsalsiz sanatkar
tahkiye sanatını öğrenmeğe lüzum görmedi . Ve
onu asla da unutmadı . Tabii dehası ne büyüme ,
ne sükut , · ne terakki , ne inhitat bilir .
( Kazaklar ) ın yirmi dört yaşındaki genç ada­
mı tarafından yapılan peyzajların tasviri , altmış
yaşındaki ihtiyar tarafından yazılan ( Basübadel­
mevt ) teki unutulmaz paskalya sabahı kadar ta­
zeliğe , hassasiyete , inceliğe maliktir .
Tolstoy un sanatında ne çıraklık , ne kemal ,
ne tedenni devirleri vardır . Ayni afaki mükem­
meliyet yarım asır müddet ayni kuvvetle devam
etmiştir .
Tolstoy bu arzın uzaklarında değil bu arzın
içindedir . Hiçbir z aman ihsasların çevresine dü­
şen mıntakadan ayrılmaz ; asla normalın hududu­
nu geçmez , asla mistik ve fevkal'arz alemlere
yükselmez .
Homme animal ı yalnız endişe , elem , ıstırap
pençesinde kıvranan tefekkürden uzak basit insa­
ni tasvirde bu sanatkarın yetiştiği şahikalara hiç
TOLSTOY 85

bir kimse daha yetişememiştir Tolstoy , şeni yeti ,


.

mahsus ve iptidai insanı tasvir ettiği z aman lisanı


hiçbir Rus edibinin yaratamadığı bir selaset ve
ahenk alır . Fakat , haz ve elemlerinin esiri olan
basit ve iptidai insanı bırakıp ta mücerret psiko­
loji sahasına girdimi tefekkürata , flaubert in ta­
birince philosophailleries y e ve kendi tabirince "fik­
rin ıstıraplarını" tasvire başladımı Bsukhof in
, ,

Nckludoff un , Posdnicheff in , Uvine in manevi te­


kamüllerine vardımı , dehşetli surette yuvarlan­
mağa başlar ; lisanı kans·zlaşır ve lüzumsuz tek­
rarlar içinde boğulur .
Tolstoy , hayvan mahluka , mahsus unsura yak­
laştıkça psikolojisi daha doğrusu psikofiziyolojisi
emsalsiz bir derinlik ve doğruluk kazanır . Fakat
bu mümbit sahayı bırakıp taharrilerini şuur ve fi·
kir sahasına götürdümü psikolojisi manasızlaşır .
Romanlarında , bu saydığım kahramanların di­
ni ve manevi tekamüllerine taalluk eden kısım­
lar umumi plandan okadar garip bir surette ay­
rılır ki adeta mevzua eklenmiş gibidir. Bu sahife­
ler tayyedilınekle eserin arşitektüral ahengine hiç
bir halel getirilmemiş olur .
Bütün asırların ve bütün kavimlerin edebiya­
tında Tolstoy un sanatına tamam ile zıt bir sanat
zikretmek lazım gelse şüphe yok ki akla evvela
Dostoievski nin sanatı gelir . Artistik merkezi sıklet
Tolstoy da tahkiye (narration) ye taalluk eden kı-
sımlarda , Dostöievski de ise muhavereler dedir . Bu
sonuncuda , acele ve çetrefil bir lisanla yazılmış
olan vak'a tafsilat ile yüklüdür . Ve bu vak'a ,
romanlarının ikinci planını işgal eder . Ve asıl
dram şahıslar görünüp konuştuğu zaman başlar .
Bütün artistik kuvvet muhaverelerde toplanmıştır.
86 BÜYÜK MUZTARİPLER

Tolstoy da ise ikinci planı bilakis muhavereler


işgal eder . Romanlarında kullandığı lisan hep ay­
ni lisandır . levine in lisanı , Besukhoff ın Posdni­
,

chef in lisanından hiç te farklı değildir .


Eğer kimin konuştuğunu bilmiyorsak ' gözleri­
miz kapalı , lisanının ve sesinin ahengi ile bir şah­
sı diğerinden ayırmamıza imkan yoktur. Keza ,
(Anna Karenine) , kocasının cümlelerini aynen tek­
rarlayan Natacha , Kitty , Dolly gibi ifadei meram
eder . Tolstoy da bütün şahıslar hemen hemen ay­
ni tarzda konuşur .
Bu ses , bu lisan , gah efendi , gah köylü kıya­
fetine bürünen Tolstoy un kendi sesi ve kendi li­
sanıdır .
Fakat lisanın bu ittıradı göze çarpmıyor, çünkü
eserlerinde ehemmiyetli olan, hakim olan , bizi
sürükliyen , şunun veya bunun söyledikleri değil
fakat onların sükutları , sayhaları , ıstırap ve ih­
tirasın pençesinde inleyiş ve haykırış tarzlarıdır .
Tolstoy da psikolojik bir kıymete malik olan
beşeri kelimeler değil , gayri lafzi sadalar , ono­
matopee lerdir . Şahısların sözleri ise boş ve ale­
ladedir .
Wronski nin, atı Frou - Frou hakkında :
" Bu hayvan sırf ağızlarının teşekkülü onlara
" müsaade etmediğinden dolayı sözden mahrum
" olmuşa benzeyen hayvanlardandı ,, diyen
Tolstoy un romanlarındaki şahıslar için de :
"Eğer onlar konuşuyorlarsa bu da tekellüm li­
sanı için ağızları olduğundan dolayıdır ,, denile­
bilir . Çünkü romanlarında şahıslar hakikatte ko­
nuşmaz . Hafızamız Anna nın unutulmaz şahsi ve
hususi birçok ihsasları ile doludur ; fakat gene
ayni hafızayı yoklayalım , nafile orGda Anna ya
TOLSTOY 87

ait hiçbir kelime , bir fikir bulamayız . İşte böy­


lece Tolstoy un romanlarında , animal , . passionnel
unsur daima spirituel unsuru eritmektedir . Halbu­
ki Dostoievski de lisan şahıstan şahsa değiştikten
maada , şahıstan şahsa seslerin ahengi de değişir .
Yalnız sesin ahengi ile konuşan kimdir derhal
anlarız .
Dostoi"evski bize şahıslarının duygularını, dü­
şüncelerini anlatarak dışlarını gösterir. Onların
konuşma tarzı, seslerinin ahengi yalnız h islerini,
ihsaslarını bize duyurmıyor ayni z amanda da
vücutlarını ve çehrelerini gösteriyor.
Dostoi'evski'nin san'atından biraz uzunca bahs
e dişim, Tolstoy'un san'atım daha iyi göstermek
içindir; herbirisi bir kutup olduğundan birini
anlamak diğerini anlamaklığımıza medar olur.
Tolstoy'da ruhi halleri bize bildiren hareketler
ve harici ifadelerdir. Tolstoy bedenden ruha, dış­
tan içe; Dostoi'evski ise bilakis içten dışa, ruhtan
bedene, meş'urdan gayri meş'ura, iptidaiye, hay­
vaniye gider.
Tolstoy' da gördüğümüz için işidiyoruz, halbuki
Dostoievski' de işittiğimiz için görüyoruz.
Tolstoy, "cinayet ve ceza,, yaratıcısı gibi bizi
şimşek hızıyle yükseklere götürmez, girdapların
baş döndüren derinliğine sürüklemez; anka ka­
natlarile kaldırır gibi bizi fantastik rüyaların ikli­
mine yükseltmez.
Tolstoy'un eserlerini okurken ne dizler bükü­
lür, ne kalbi şüphe kemirir. Dağlara çıkar gibi,
tunç eli ellerimizde adım adım çıkılır, ufuk gittik­
çe genişler, hadiseler yavaşça cereyan eder; uzak­
lar azar, azar ay dınlanır. Ve bütün bunlar bir sa­
at çarhı kadar emniyetle vukua gelir.
88 BÜYÜK MUZT ARİPLE R

Tolstoy gayet tabii bir sadelikle ilk zamanların


epik şairleri gibi insanı hayvandan, hayvanı ne­
battan, nebatı taştan ayırmaz.
Hepsinde ayni ilahi kudreti görür, hepsine
ayni iştiyak ve hürmeti gösterir.
Filhakika Tolstoy eşyayi alemşumullük cephe­
lerinden görmektedir; ve tamamile antlzropomor­
plzique bir rüyete maliktir. Onun için can çekişen
bir köpeğin hırıltıları, göğsü nişan dolu bir Cene­
ralin ölümü veya kasırga ile bir ağaçın kökünden
sökülmesi arasında hiçbir fark yoktur.
Arza taalluk eden hiçbir şey yoktur ki bu san­
atkara kapalı olsun. Hassasiyeti, yeni doğmuş bir
çocuğun pembe vücqdundan işle yıpranmış bir
beygirin pörsümüş derisine veya bir köylü kadı­
nın kaba libasından en muhteşem bir zabitin
murassa üniformasına sühuletle kayar; her vücu­
dün, her ruhun o kadar aşinasıdır ki beşer ruhu­
nu en gizli kıvrımlarına kadar tasviri insanları
hayrette bırakır.
Çok defa kadınlar hayret ve korku ile kendi
keneilerine sordular : Bu adam nasıl oluyor da bu
kadar büyük bir kudretle derilerini kaldırır gibi
en gizli hislerini, ihsaslarını tasvire muvaffak oluyor?
Hayvanların da dili olsaydı şüphesiz bu ada­
mın kendilerini nasıl böyle bir kudretle ifade ve
tasvir ettiğini biribirlerine sorarlardı.
Hulasa Tolstoy, buutleri nihayetsiz olan kendi
kainatını inşa için arzi ve maddi enstrumanlar ­
dan, beş .has&eden başka bir şey kullanmaz�
Tolstoy'da san'attan mahrum gibi görünen bir
parça hakikatte sayısız müşahedelerin birleşme­
sinden hasıl olmuştur. Edebi hayatın ilk devrele­
rinde tamamile objektif bir san' atkar olan Tolstoy
TOLSTOY 89

ihtiyarlığına doğru san'atını ve san'at telakkısini


tamamile değiştirdi.
Artik hayatı olduğu gibi bütün fecaati ile tas­
vir edemiyeceğini anlayınca hayatı değiştirmek
ve insanları daha iyi yapmak, onlara bir ahlak
mefküresi vasıtasile teselli vermek arzusuna kapıldı.
İkinci devrenin Tolstoy'u artık hayatı bize sa­
dece göstermekle iktifa etmiyor, fakat şuurlu bir
surette sanatı için bir veçhe, . bir ahlaki vazife arı­
yor. Ve bu ahlaki sanatle ruhu yükseltmek ve
ahlakileştirmek istiyor. Romanları , hikayeleri
bundan böyle hayatın afaki bir tablosu değil fakat
yeni bir alemin rüiyetidir .
Bu devirde Tolstoy ibdai ve bedii olmakla ikti­
fa eden eserlerden, "sari,, olmak isteyen eserlere
geçiyor.
Bu doktirinci ve intifaiyeci temayül Anna Ka­
renine' de kendisini hissettirmektedir. Daha bu
eserde, fakat gayri şuuri ve müphem bir surette,
ahlaki ve gayri ahlaki şahıslar mukadderat tar&­
fından ikiye ayrılmıştır . .
Vronski ve Anna, ihtiraslarından başka bir şey
düşünmeyen bu şehvani ve gayri mutekit ma h­
lüklar cezalarını görüyorlar. Fakat bilakis Kitty ve
Livine sükünet ve huzur beldesine yükseliyorlar.
Bir terbiyeci gibi kendi itikatlarına, kanaatle­
rine göre yarattığı şahısları af veya mahküm ediş,
sanatının inhirafından başka bir şey olmıyan bu
dokteriner arzu ve temayül gittikçe tecviz olun­
maz bir şekilde kendisini gösteriyor.
Nihayet Sonate iı Kreuzer' de, (Basübadelmevt) te
yalnız ince edebi bir tül, ahlaki teolojinin çıplak­
lığını örtebiliyor ve halk hikayeleri vaız Tolstoy'un
90 BÜYÜK MUZT ARİPLER

ellerinde bir vasıtaya inkılap ediyor. Artık sırf


bir gaye olmaktan yavaş yavaş uzaklaşan sanat
buhrandan sonra ruhuna ayan olan dini ve ruhani
hakikati izhar için Tolstoy'a bir vasıta olmuştur.
Bu ikinci Tolstoy için güzel bir yalan olan sanat
artık şeniyetin ifadesi olmıyacak, fakat yalnız di­
ni hakikatin ifadesi olacaktır.
Bu deyirrlen itibaren artık o, "iyi,, sıfatını
sanat itibarile güzel olan kitaplara değil fakat
artistik kıymetleri ne olursa olsun ahlaki bir gaye
takip eden kitaplara tahsis ediyor.
O kadarki Auerbach T olstoya göre Shakespeare den
daha mühimdir . Bu görüşle asırların en büyük
sanatkarlarını tenkit etmiş , batırmıştır .
Kıymet ölçüler! gittikçe sanatkarın elinden
ahlakçının eline geçiyor . Beşeriyetin emsalsiz
bir ressamı, ayni beşeriyetin reformateur Ü önünde
şuurla , hürmetkarane siliniyor ; sanat , gayesi
kendisinde olan bir mefkure olmaktan çıkarak
yeni bir din inşasına yarayan bir alete inkılap
ediyor .
Fakat bütün ilahi olan şeyler gibi kıskanç ve
zalim olan sanat , kendisini inkar edenden kolay­
ca intikamını alır. İşte bunun içindir ki bitaraflık­
tan uzaklaşan doktriner Tolstoy un yarattığı şa­
hıslarda ne renk , ne kuvvet , ne kan vardır .
Çok sonraları ahlaki taassup yüzünden , en hari­
kulade hikayelerini , "Çocukluk hatıraları ,, nı ,
"Harp ve Sulh ,, ü her nekadar istihfaf etmiş ve
onları " ehemmiyetsiz ve fena " kelimelerile tav­
sif etmiş ise de şaheserleri bu kitaplardır. Ve en
fena kitapları da ahlaki bir temayüle boğulu olan­
lardır . Tolstoy ahlaki tagallübüne kendisini. terk
TOLSTOY 91

ettikçe , dehasmıu esaslı unsurundan , mahsus


hakikatten ayrılıyor , dolambaçlı muzlim yollarda
kendisini kaybediyor , sanatı intizamsızlaşıyor .
Elmas keskinliğine malik olan gözlerile mah­
sus alemi nazarı itibare aldığı zaman en ihtiyar
çağında bile Tolsloy harikuladedir , emsalsizdir ,
rakipsiz dir . Halbuki görmiyerek el yordamile
bulutlarda , metafizikte yürüdüğü zaman azameti
korkunç bir surette ufalıyor , ufalıyor . Ve kade­
rin arzımızda ağır bir adımla yürümek için yarat­
tığı bu adamın ruhani olan iklime yükselmek is­
terken sükut edi�ini gördükçe ruhu bir heyecan
kaplıyor .
Hakiki sanat hodbindir , kendisinden hariç ,
kendi tekemmülünden başka bir şey tanımaz .

Tolstoy sanatkar sıfatile lakayit ve merhametsiz ,


şaşmaz ve afaki bir gözle ihsasların alemini - hiç
bir merhamete kendisini kaptırmaksızın - tasvir
ettiği zaman daha büyük , daha emsalsizdir .
Merhametli , acıyan biri olunca , eserlerile ruh­
ları aydınlatmak , kaybolanlara yardıım etmek
istey\nce sanatı bütün hayatını , kuvvetini kaybe­
diyor , sönüyor .
92 BÜYÜK MUZTARiPLER

N E T İ C E

Tolstoy ölüm korkusunu samimi bir imanla ye­


nemiyeceğini anlayinca kendisini ona alışbrmağa
başladı . Ölümden korkmamak için tabutlar içinde
uyuyan Trappe Manastırı rahipleri gibi , Tolstoy da
itiyat temrinlerile kendisini bu korkuya alıştırı­
yor ve düşmanı dost yapmağa çalışıyordu . Jur­
nalının her tarafı E. H. K. [ Eğer hayatta kalır­
sam ] işaretlerini taşır . Senelerce ruhunu titreten
' korku , ölüm , &rtık ona tabii gijrünüyordu .Böy­
lece mütemadi . bir itiyat neticesiölüm korkusunu
yenen bu büyük adam , bu büyük muztarip ta­
hakkuk ettiremediği idealinin tahakkukuna doğru
yürüdü . Mesihin emrettiği gibi , evini barkını ,
malını terketmek istedi . Ve Saint - François gibi
Allahın huzuruna çırçıplak çıkmayı emel e dindi .
1 908 senesinde ailesi kendisinin 80 inci senesini
tes'it ederken , kitaplarının yeni tabılarını h azır­
larken o, topladığı kuvvetlerile yeni bir mücade­
leye hazırlanıyordu .
Karısı ve çocuklarile yaptığı mücadele çok
çetin oldu. Mefküresin,e , bir türlü varamıyordu.
"Ah, bu iğrenç ve mücrim mülkiyetten kurtulmak,
ne güç şey ! ,, telehhüfü göğsünü dolduruyordu. Çün­
kü ailesinin yarısı pençelere benziyen keskin
tırnaklarla bu mülkiyet için mücadele ediyorlar­
dı.
Artık Iasnala Poliana'daki eski sükunet ve hu­
zur yuvasında en berbat tefrika romanlarına
mevzu teşkil edecek vak'alar geçiyordu :
Zorlanan dolaplar, altüst edilen çekmeceler,
TOLSTOY 93

gizlice dinlenen sözler, esrarengiz fısıltılar; karı­


sının intihar tehditleri; kendisinin "lasnal'a cehen­
neminden firar,, teşebbüsü.
Bu, cehennemi bir hayattı. Tecessüs, ihtiras,
aç gözlülük, nefret kin ve tehditler le örtünen bu
evde Tolstoy son eserini, en mükemmel eserini,
ölümünün mükemmeliyetini hazırlayamıyacağını
anlayınca incilin emrettiği gibi karısını, çocukla­
rını, evini terketmeğe, malından mülkünden vaz
geçmeğe karar verdi. Böylece bütün beşeriyete bir
iman ve samimiyet nümunesi vermek istiyordu.
Bundan evvel iki defa daha firar etmişti. Biri
(1884) de. Fakat yarı yolda cesareti tükenmiş ve
doğurma ıstıraplarile kıvranen karısının yanına
dönmüştü. On üç sene sonra (1897) de dahi ikinci
defa karısına bu zalim mektubu bırakarak ondan
uzaklaşmak istemişti :
"Firara karar verdim, evvela şunun için ki
"senelerim arttıkça bu hayat bana tahammülsuz
"geliyor ve daima kuvvetle inzivayi arzu ediyo­
"rum. Sonra, çünkü çocuklar şimdi büyüdü ve
"evde benim mevcudiyetime artık zaruret yok . ..
"Esaslı olan şey altmışa girince ormanlara kaçan
"Hintliler gibi yapmaktır.
" Her dindar adam, ihtiyarlığa varınca, son se­
"nelerini eğlenceye, oyuna dedikoduya ve tenise
"değil Allaha vakfetmek arzusunu duyar.
"Ayni veçhile, şimdi ki yetmişe girdim, şuu­
"rumla ahenktar bir halde yaşamak için, ve eğer
"bu muhakkak surette mümkün değilse, hiç ol­
"mazsa hayatımla imanım arasındaki bariz ahenk­
sizlikten kurtulmak için ruhum bütün kuvvetlerile
"huzuru, inzivayi arzu ediyor,, •
94 BÜYÜK MUZT ARİPLER

Fakat bu defa dahi mağlup olmuş, kararını


tahakkuk ettirememişti. Bu çağırış, nihayetsizliğin
çağırışı okadar kudretli değildi.
Fakat bu ikinci firar kararından (13) sene
sonra( l 9 I O)da uzakların korkunç cazibesi herzaman­
kinden çok ziyade ıstırap veren bir hal alıyor;
ve bu demirden şuur yenilemiyen bir kuvvetin
kendisini götürdüğünü, sürüklediğini hissediyor.
1 9 1 0 senesi temmuzunda jurnalında şu satırlar
görülüyor :
"Kaçmaktan başka bir şey yapamam, ve şimdi
"bunu ciddiyetle düşünüyorum; şimdi hıristiyanlı­
" ğını göster ! Şimdi zamanıdır yoksa hiçbir z a­
" man. Burada kimsenin bana ihtiyacı yok. Alla­
"hım hane_ yardım et; bana ilminden ver. Yalnız
"bir şey isterdim, iradeni yerine getirmek, yoksa
"benimkini değil.
"Bunu yazıyor ve kendi kendime soruyorum :
"Bu, hakikaten doğru mu? Yoksa huzurunda boş
"bir iş mi yapıyorum?
"Bana yardım et, bana yardım et, bana yar­
dım et !,,
Fakat daima tereddüt ediyor; efradı ailesi üze·
rinde hareketinin yapacağı tesir onu ürkütüyordu.
Fakat ruhunda dinmiyen bir susayış ve endişe
dolu bir bekleyiş vardı . Ve her zerresinde bir
ses , efsanenin kadim sesi terennüm ediyordu :
" Kalk , ve doğrul , abanı ve asanı al ! ,,
Son bir kudretle kalktı ; gözleri mefkuresine
çevrilmiş , ruhu dolu , dimdik tekemmülünün yo­
lunda seyahate çıktı .
*
,,. *
TOLSTOY 95

Son çağırış kat'i idi .


Leon Nicolaievitclı Tolstoy bir hırsız gibi sabahın
saat altısında hayatının mahpesinden firar etti .
Gardan arabacı ile karısına şu tezkereyi gönderdi.
" Benim yaşta olan ihtiyarların alelade yaptık­
" ları şeyi yaptım . Hayatımın son günlerini sükun
" ve inzivada geçirmek üzere bu monden hayatı
" terkediyorum ,, .

Ve refakatinde yalnız doktoru olduğu halde


trene bindi ve vaktile Clıarles - Öaint in bu zikud­
ret hükümdarın kendi arzusile kudret ve Şevket
tacını terkederek Manastıra kapandığı gibi L. N.
Tolstoy da arkasında servetini , evini , şöhretini
bırakarak Allahla yalnız kalmak için Allaha doğ­
ru firar etti .
Şüphesiz bu firarın ulvi bir cephesi var . Kıral
Lear in firarı kadar muazzam. Fakat kıral Lear in
firarında olduğu gibi bu firarda da bir ihtiyarlık
cinneti vardır . Yirmi senedenberi T olstoy evinden
kaçmak , uzaklaşmak , kurtulmak isteyordu .
Bu arzuya mukavemet artık fiziyoloji nokta.
sından imkansızlaşmıştı . Kaçtı ; trende soğuk al­
dı , Astapovo Garında zatürrieden yattı . Sefalet
ve küf kokan biı: odada demir bir karyolada ,
bir petrol lambasının sönük , hasis ışığında , lüks­
den ve konfordan uzak bu büyük adam yavaş
yavaş sönüyordu .
Dışarıda kapının önünde endişe ve heyecan­
dan titreyen dudaklar ve kalpler vardı . Başucun­
da felaketini haber alarak koşup gelen karısı ,
kendisine 48 sene bağlanmış olan Top!ıie Andreievna
gözleri yaş dolu, nedamet dolu onun gözlerini ,
ruhunu görmeğe çalışıyordu . Fakat T olstoy artık
96 BÜYÜK MUZT ARİPLER

hiçbir şey tanımıyor ; hayata ait olan şeyler göz­


lerine gittikçe yabancılaşıyordu . Damarlarında
akan kan gitgide ağırlaşıyor, kararıyor . Dört ikin­
ci teşrin gecesinde artık tamamile kendisinden geç­
ti ; bu nihayetsiz hayat , nihayetsiz ölüme karşı
(3) gün daha mücadele etti .
Ancak (7) ikinci teşrinde ölüm bu ebedi insanı ,
yorulmadan aradığı hakikat ve aşk alemine gö­
türdü .
Son demlerinde ne Esculape ü bir horoz borc­
luyuz dedi, nede ölüm habercisine "girsin!,, diye
bağırdı :
Son nefesini verirken Tolstoy'un söylediği söz
daha basit, daha beşeri idi.
Onun yastığına eğilmiş olanlar şu kelimeleri
mırıldandığını işittiler :
Voti lwnietzi 11itcllevo . .

" İşte akıbet, bu ise bir şey değil,,


Akıbet demiş, ölüm dememişti. Son deminde,
dinden uzak, metafizikten uzak. büyük annesi
olan tabiat namına bu sözleri söylemişti.
O, bir aziz gibi, bir filozof gibi, bir peygam­
ber gibi ölmedi.
Bir insan gibi öldü.

LÜTFEN DÜZELTİNİZ :
Sayfa 5 satır 2 (Şimal) kelimesi (Baltık) olacaktır.

Orhaniye Matbaası

You might also like