Professional Documents
Culture Documents
örneğin koskoca ulusumuzda, acaba kaç ki şi iki kere iki nasıl dört eder
ya da güneş yarın doğacak mı diye kafa yormuşt u r, şöyle durup
düşünmüştür yani, bunu bir istatistikle saptayabilsek ilginç olurdu.
Buradan da ortaya çıkan sonuç fikirlerimizin pek büyük çoğunluğunun,
fikir olmalarına ve bizi kanı gibi etkilemelerine karşın, hiç de akıl ürünü
olmadıkları, göreneklerden ibaret olduklarıdır; mekanik ve
anlaşılmazdırlar ve bize baskı yoluyla benimsetilmişlerdir.
... Eğer bir halkın bu korkunç çağı sağ salim atlatabilmesi isteniyorsa,
alınacak önlemlerden biri, karınca kararınca, ama vazgeçilmez bir tanesi
şu: O halkın içinde yeterli sayıda kişinin, tüm o fikirlerin -adlarına öyle
diyelim bari- üstünde konu şulan, tartışılan, uğrunda savaşılan ve insan
boğazlanan tüm o fikirlerin ipe sapa gelmez ve son derece havada kalan
şeyler olduğunu anlamasına sağlamaktır.
-ORTEGA Y GASSET
ISBN 975-342-095-1
İNSAN VE "HERKES"
İNSAN VE "HERKES"
Baskı Öncesi Hazırlık: Metis Yayıncılık Ltd. Baskı: Yaylacık Matbaacılık Ltd.
ISBN 975-342-095-1
José Ortega y Gasset
İNSAN
VE
HERKES
METİS YAYINLARI
İçindekiler
Sunuş
Giriş
II - Kişisel Yaşam
(Ortega y Gasset)
KAYNAKÇA:
Mesele şu: İnsan, bir kez daha kendini yitirdi. Bir kez daha,
çünkü ne yeni, ne de rastlantısal bir şey bu. Tarih boyunca kendini
nice kez yitirmiştir insan - dahası, öbür tüm canlılardan farklı
olarak, kendini yitirme, varoluşun ormanında, kendi iç dünyasında
yitme yetisi onun oluşumsal özelliğidir ve bu korkunç yitme
duygusu sayesinde, insan var gücüyle harekete geçerek kendi
benliğini yeniden bulmaya çabalar. Kendini yitmiş duyma yeteneği
ve tedirginliği, insanoğlunun trajik yazgısı, aynı zamanda da yüce
ayrıcalığıdır.
Bunun için, bir âşığı en çok mutlu eden şey ilk bakıştır. Ama
dikkat gerekir. Eğer erkekler kadının bakışlarının hangi derinlikten
gel diğini ölçebilselerdi, yığınla yanlıştan ve acıdan kendilerini
koruyabilirlerdi. Çünkü bir ilk bakış vardır, sığdır, dilenciye sadaka
verir gibi, yalnızca bakmış olmak için sunulur. Ama dibi görünmez
derinliklerden kopan, kadın varlığının uçurumunun köklerini
birlikte sürükleyen bir bakış, yosunlarla, incilerle ve batık
görünümlerle yüklü bir bakış da vardır; kadın gerçekten, yani
uçurumsu derinliklerde kadın olduğunda varlığının özü batıktır, ta
diplerde gizlidir. İşte o bakış doygun bakıştır, bakılmak isteğiyle
dolar, taşar; birincisiyse çekimserdir, baktığı söylenemez bile, salt
görmektir. Eğer erkek kendini beğenmişin biri olmasa, kadının
herhangi bir yetersiz hareketini kendisine âşık olduğunun kanıtı
saymasaydı, o kanısını kadından doygun hareketler gelinceye değin
ertelemeyi bilseydi, pek sık görülen kimi acıklı şaşkınlıklara
düşmezdi sonunda.
Bir kez daha yineliyorum, yaşamımızın özü olan kökten
yalnızlığın dibinden, zaman zaman öteki insan varlığına yaklaşarak
onunla kaynaşmayı, yalnızlığımızdan sıyrılmayı deneriz, isteğimiz ona
kendi yaşamımızı vermek, onunkini özümsemektir.
V - Bireylerarası Yaşam. Biz-Sen-Ben
Oysa bakın, bir kişi ne denli sahici bir kişiyse, o denli hızlı
davranır. Bir anda bir şeye inanır ya da inandığından vazgeçer, evet
karan da alır, hayır karan da; ama toplum göreneklerden meydana
gelir -onlar da geç doğar, geç ölürler- toplum paçasını toplayamaz,
tembeldir, yavaş yavaş ayak sürür, kimi zaman uyuşukluğuyla bizi
çileden çıkaran ağır sığır adımlarıyla ilerler tarihin yollarında.
Tarih, herşeyden önce, toplulukların tarihi, toplumların tarihi -bu
nedenle göreneklerin tarihi- olduğundan, o acayip gecikmeli
yavaşlık huyu, evrensel tarihin gerçekten göze gelir bir ilerleme
kaydetmek için yüzler ve yüzlerce yıl isteyen "ağır tempo"lu
yürüyüşü buradan gelir. Homeros şu deyişi daha o zamanlar pek
eski diye anıyordu: "Tanrıların değirmenleri yavaş öğütür".
Tanrıların değirmenleri dediği tarihsel yazgıdır.
Kendi başına görenek de, çok kişisel olan insanın hep köhne,
aşılmış, artık anlamsız kalmış bir eklenti olarak duyduğu bir yaşam
biçimidir. Görenek insanın kokuşmuş yanıdır, fosilleşmiş davranış
ya da Fikirdir. İşte burada neden toplumsalın her zaman az çok
geçmişe karışmış, kemikleşmiş tarihçe, mumya olduğunu, ya da
daha önce çok ciddi ve resmi olarak söylemiş bulunduğum gibi,
toplumsallığın özü gereği çağdışılık olduğunu görüyoruz.
***burda
Normal dili pek seyrek etkileyebilen orta öbeği bir yana
bırakalım. Geriye halk ile kültürlü soylular kalır. Bunların dildeki
tutumları yaşam karşısındaki tavırlarının özel bir dışavurumundan
başka bir şey değildir. Çünkü hayatta olmanın iki yolu vardır. Biri
varsın eylemlerimiz keyfince gelişsin diye içinden geldiği gibi
davranmaktır. Öbürü ilk eldeki hareketleri dizginleyip,
davranışımızın bazı kurallara uymasına özen göstermektir. Lerch
bize genelde üst sınıflan olan "kültürlü" kişinin nasıl bir "dilsel
kural"dan, kendi dil idealin’den ve genel dil idealinden yola çıkarak
konuştuğunu gösteriyor. Buna karşılık, alt tabakadan insan aklına
estiği gibi konuşur. Bu yüzden, Romantikler'in savma karşı, Lerch
seçkinlerin, soylu sınıfların, o kurala bağlı kalmakla dili
koruduklarını savunuyor: böylelikle dilin, halk konuşmasında
kayıtsız şartsız egemen olan ses yasalarına teslim olarak, en ileri
yozlaşma düzeylerine düşmesini engelliyorlarmış. Üst sınıflar
bekçiliğine soyunduklarında, Fransızca’nın varmış olduğu ünsüz
kaybı pek büyüktü: pediculum'dan geriye bir "pou" kalmıştı;
parabolare'den "parler"; cathedra'dan "chaire" ya da "chaise";
oculus'dan "oeil"; augurium'dan "heur". Buradan kaynaklanan çok
sayıda benzeşim Fransızca'yı birden fazla anlamı olan seslerle
doldurdu: "san" Latince centum, sangaem, sine, s e inde ("s'en") gibi
birbirinden çok ayrı sözcüklerden gelmektedir; buna ecce hoc inde
("c'en") eklenir; kökeni araştırılan "c'en dessus dessous" ifadesi,
bugün "sens dessus dessous" olarak yazılmaktadır, eskiden de -
Vaugelas’ta, Mme. de Sévigné'de- "sans dessus dessous" olarak
yazılıyordu. Vurgusu sondan iki önceki hecede bulunan sözcükleri
kısaltınca -tepidus, "tiède"- geriye yalnızca agudo ['] ve grave [']
vurgular kalır: portum'dan "port"; portadan "porte". Ancak bu e
sessizdir; kültürlü kişiler işe el koymasaydı, sondaki e "port” ile
karışarak yokolup gidecekti, sonra da her iki sözcük birden port'a
indirgenecekti{37}. Kültürlü kesim sayesinde soyut sözcükler ve pek
yararlı birçok yardımcı öğeler, örneğin bazı bağlaçlar korunmuştur.
{5} Ortega'nın yaşam öyküsü ve çağının tarihsel olayları üstüne daha ayrıntılı
bilgi için Ortega y Gasset Seçkimize gönderiyoruz. Aynı zamanda bkz. Gül
Işık, İspanya, Bir Başka Avrupa, Metis Yayınları, İstanbul, 1991.
{6} Buradaki alıntıların çoğu düşünürün Tüm Yap ıtları'nın 1932 baskısına kendi
{8}
B u Sunuş’un hazırlanmasında yararlanılan yapıtı: Rockwell G r a y, An
Imperative of Modernity. An Intellectual Biography of J o s é Or teg a y Gasset.
Kaliforniya Ün., 1989.
{9} Ortega'nın öngördüğü konu başlıktan şunlardı: XIII. Devlet, XIV. Devlet ve
Yasa, XV. Hukuk, XVI. Toplum Biçimleri: Boy, Kabile, Halk. XVII. Ulus,
XVIII. Uluslararası, XIX. "Hayvan Toplumu" ve İnsan Toplu mu. XX.
İnsanlık.
{10} El hombre y la gente'yi Espasa-Calpe yayınevinin "Austral" dizişindeki
{13} [Bu dersin metni, büyük bölümüyle, I939'da Buenos Aires'le yapılan
{14} Bunun kesin olduğunu söylemiyorum (böylesi bir kesinlik olsa olsa bir
ilerici de bulunur, ben de, giderek görüleceği gibi, ilerici değilim), ama olası
olduğunu söylüyorum, evet.
{18} sí mismo: (kendi) kendisi; İspanyolca'da -o soneki adın (adılın) eril, -a soneki
{22}
[Yebes Kontu'nun Veinte años de caza mayor kitabına önsöz.]
{23} Benim bir teyzem vardı, "şeytan" sözünü her ağzına aldığında, gözlerinde
öfkeli bir bakış belirir, çenesinin güçlü bir kımıldanışıyla yeryüzünün merkezini
işaret ederdi. Sanki gözleriyle görüyormuşçasına apaydınlık bir kesinlikle
cehennemi oraya yerleştirdiği , şeytanı da yakınına koydu ğu göze çarpıyordu.
Aynı şekilde, o laboratuvar araştırması bana uygulanacak olsa, örneğin "Paris
Konferansı" sözcüğünü duyup da onu yaşamımın "uluslararası politika"
yanına yönelttiğimde, kaslarımın sözcüğü eğri bir çizgi boyunca göndereceği,
ufku enine kesip aşağıya ve yana doğru iteceği neredeyse kesindir. Bu da
benim zihnimde geçen bir olayın çizgisel pantomimasıdır - zaten özellikle
bedenimizle durmadan pantomima yaparız: Ben her türlü politikadan nefret
eder, politikayı hep çaresiz kötü, ama aynı zamanda kaçınılmaz, her toplumun
oluşturucu bileşeni olarak görürüm. Ben burada, zihnimdeki bu olayı daha
fazla neden vermeden ve temellendirmeden belirtmek lüksünü kendime
tanıyorum, çünkü politika nedir, dünyada böylesine garip, böylesine
inandırıcılıktan uzak, böylesine vazgeçilmez bir şey neden vardır, bunu başka
bir yerde, dört dörtlük bir berraklık ve kesinlikle göstereceğimi umuyorum.
İşte o zaman her politikanın, hatta en iyisinin bile, çaresiz kötü olduğunu
göreceğiz; hiç değilse, ne denli iyi olurlarsa olsunlar, bir ortopedik ayg ıtın ya da
bir cerrahi ameliyatın kötü oldukları gibi.
{29}
[Meditations Cartesiennes, Paris, 1931, s. 78.)
{30} Husserl'in paragrafını, benim öğretime ait terimleri ekleyerek ya da
Benim bedenim burada duyduğum ve benim için beden A olandır. Öte kinin
bedeni gördüğü m , orada, illic bulunandır : ille, el [o] oradan gelir. Be den B
dediğim, O'nun bedenidir. Husserl’e göre, madem ki ben yerimi de ğiştirebilir,
orasını burası haline getirebilirim, "hayalimde kendimi 'öteki beden'in yerine
koyabilirim" -bu ifade aynen Husserl'in-, o zaman beden B beden A ya
dönüşür. Görüldüğü gibi, buna göre, beden A ya da benim bedenimle beden B
ya da onunki eşit oluyor, yalnız yer farkı var.
sürenler, (ç.n.)
{36} Doğrusu: correo de Bilbao (Bilbao treni); Ortega. Madrid halkı seslemede
{37} E.
Lerch: Über das sprachliche Verhaltnis von Ober-und Unters chiclıten,
Jahrbuch für Philologie. I, 1925, s. 91.
{40} [Bu konu hakkında ayrıca bkz. La rebelión de las masas'd a (Kitlelerin
başkaldırısı) "Fransızlar İçin Önsöz" ve La misión del bibliotecario.]
{41} Aslına bakarsanız bu sesçil değişim, Bay Lepasa'nın bana bildirdiğine göre,