Professional Documents
Culture Documents
Tekin Alp - Türkleştirme PDF
Tekin Alp - Türkleştirme PDF
Tekin Alp - Türkleştirme PDF
TEKİN ALP
TÜRKLEŞTİRME
Alp, Tekin
Türkleştirme / Tekin Alp ; günümüz yazı ve
diline aktaran: özer Ozankaya. - Ankara :
Kültür Bakanlığı, 2001.
www.kultur.gov.tr
E-mail: yayimlar@kutuphanelergm,gov.tr
V
Cumhuriyetle birlikte her alanda, bilim, sanat, felsefe ve
tekniğe dayalı olarak uygarlık ufkundan yeniden güçlü bir
biçimde doğacağı güvenine bir göstergeydi.
M. istemihan TALAY
Kültür Bakarım
VI
İÇİNDEKİLER
Türkleştirme Görevi.................................................... 1
Ulusallaştırmanın Yöntemi.......................................... 5
Soy ve Grup Özellikleri................................................ 7
Türkleştirmenin Amacı ve Yararı ........... ................... 13
Soy ve Kökene Öncelik Veren Düşünce....................... 21
Ulus Dışsal Bir Gerçekliktir...................................... 23
Türk Kimdir? .......................... .................. ............... 25
“Azınlıklar Sorunu” ve Söz Konusu Etkin
Gruplar Politikası...................................................... 31
Ulus Nedir?............. ..................................................37
Coğrafya Etkeni.............................................. ........... 41
Ulusluk Demek, Düşünce Yapısı Demektir!................ 53
Uyum Nasıl Olur? ...................................................... 57
Adlanın Türkleştirilmesi.............................................65
Ortak Bilinç ........................... ..................................69
On Buyruk ............ ......... ..........................................75
Normal Durumun Yerleşmesi.................................... 79
Hükümetin Yardımı............ ........................................81
Basının Görevi .......................................................... 85
Türklüğün Çekiciliği.............. ....................................89
Düşünürlerimizin Görüşleri/Necmettin SADAK...........91
Ağaoğlu Ahmet Bey’in Görüşleri........................... .....95
Türkleştirme/Mehmet FU AT......................................99
Ulusal Birlik/Yunus N A D İ........................................ 103
Celal SAHİR ................................. ............... .......... 108
On Buyruk ..............................................................111
VII
ı
I
SUNUŞ
IX
Türk halkına içerden ve dışardan yapılan türlü haksız
saldırılara, bin yılı âşkın bir yazgı ortaklığının yukarda
açıklanan toplumbilimsel gereklere dayalı birikimiyle
duyduğu tepki üzerine gerçek adı olan Moiz Kohen'i
bırakıp Türk adı alan bir Musevi Türktür. Bir toplum
bilimci olan ve Ziya Gökalp'ten derin biçimde etkilendiği
görülen Tekin Alp, bu kitabında, tıpkı Atatürk'ün Yurttaş
İçin Medeni Bilgiler adlı kitabında belirttiği bir
demokratik, laik, bilim-, sanat- ve teknik-sever nitelikteki
Türk ulusluğu kavramını dile getirip savunmaktadır.
Aslmda Tekin Alp, tarihsel kültür harcı zaten bulunan bir
yapının Cumhuriyetin özgürlük ortamında bilime dayalı
olarak bilinçli kuruluşunun coşkusunu dile getirmekte ve
ona destek vermektedir. Okuyucu, Telcin Alp'in tüm kitap
boyunca, Atatürk'ün şu "Türk Ulusluğu" tanımım toplum
bilimsel gerekçeleriyle açıklamakta olduğunu ayırdede-
cektir:
X
her şeyin dili yadımıyla korunduğunu görüyor. Türk dili,
Türk ulusunun yüreğidir, düşüncesidir."
XI
“Bundan sonra, ortak ulusal düşüncenin, ahlakın,
duygunun, coşkunun, anı ve geleneklerin ulus birey
lerinde ortaya çıkmasını ve kökleşmesini sağlayan ortak
geçmişin, birlikte yapılmış tarihin, bilinçleri ve kafaları
doğrudan doğruya birleştiren ortak dilin, ulusların oluşu
munda en önemli etkenler olduğunu bir kez daha belirt
tikten sonra ulus üzerine, ikinci sıradan öğelere değin
meyerek elden geldiğince her ulusa uyabilecek bir tanımı
biz de alalım :
a) Zengin bir anılar kalıtına sahip olan,
b) Birlikte yaşamak konusunda ortak istek ve olurun
da içtenlikli olan,
c) Ve sahip olunan kalıtın korunmasını birlikte
sürdürme konusunda istençleri ortak olan
insanların birleşmesinden ortaya çıkan topluma ulus
adı verilir.
“Bu tanım incelenirse bir ulusu oluşturan insanların
aralarındaki bağların değeri, gücü ve inanç özgürlüğü ile
insancıl duyguya gösterilen uygunluk kendiliğinden
anlaşılır."
İşte Tekin Alp (Moiz Kohenj'in Türkleştirme başlığını
koyduğu bu kitap, gerçekte "çoğunluğun dilini ve adım
gönülden gelerek ortak dil ve adımız olarak benimseye
lim" çağrısını toplumbilimsel, kültürel ve ahlaki boyut
larıyla birlikte dile getirdiği bir yapıttır.
XII
da kurmaya giriştiği çağdaş toplumsal kurumlan ve bun
lara temel yaptığı üstün değerleriyle her Türkiye
Cumhuriyeti yurttaşına yaşamı gerçekten yaşanmaya
değer kılma güvenini verdiği içindir ki bir Tekin Alp, gürül
gürül bir coşku ve dupduru bir bilimsel mantık ile şunları
yazabiliyor:
XIII
dukları uluslar İçin birer verimlilik kaynağı olmaya başla
malıdır."
XIV
ÖNSÖZ
XV
hastalığından kurtararak normal bir biçimde düşünüp
duymaya yöneltmiştir."
Mart 1928
Tekin Alp
XVI
Biz doğrudan doğruya ulusseveriz ve Türk
ulusçusuyuz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk
topluluğudur. Bu topluluğun bireyleri Türk
kültürüyle ne kadar dolu olursa, o topluluğa dayan
makta olan Cumhuriyet de o ölçüde güçlü olur.
XVII
Sayın Türk Ocağı Başkanlığına
Sayın Bay,
XVIII
"Görevimiz, bu yurt içinde bulunanları ne yapıp
edip Türk yapmaktır."
İsmet Paşa
XIX
TÜRKLEŞTİRM E GÖREVİ
İsmet Paşa
1
"Görevimiz, bu yurtta bulunanları ne yapıp edip Türk
yapmaktır."
2
Türklük görüşü verip benimseterek Türk yapmaya da
kuşkusuz gücü yeter.
3
ULUSALLAŞTIRMANIN YÖNTEMİ
Ağaoğlu Ahmet
5
v;ı ila Arnavut kökenli olan pek çok kişiyi bizzat kendim
bilirim ki, ulusallaştırma yoluyla tümden Rumlaşmış-
lardır. Kendileri Rumcayı anadili olmak üzere konu
şurlar, ama evlerinde yaşlı anneleri ya da babaları bu gün
de Ulahça ya da Bulgarcadaıı başka bir dil konuşmazlar.
Bu gibi adamlara mali ve ekonomik kurumlarm başın
dakiler ve hatta devlet adamları arasında pek çok rast
lanır. Çevrelerinde bunların soykütiiklerini bilenler çok
tur. Ama hiçbir kimse onlara yan gözle bakmaz. Kendileri
de soylarım saklayıp gizlemeye hiç gerek görmezler.
6
SOY VE GRUP ÖZELLİKLERİ
7
"Bir ulus, atalardan gelen ruhunu değiştiremez. Ancak
atalardan gelen ruh, yeni yeni yönler alabilir. Bu yolladır
ki Alman düşünüş biçimi, üç etkenin etkisi altında yön
değiştirmiştir. Bu üç etken şunlardır: 1- Militarizm, 2-
Siyasal birlik, 3- Teknik eğitim.”
9
lerde yer alan bireyler arasındaki farklar ulusal birliği
bozmadığı gibi, İsviçre'de Fransızlık, Almanlık ve İtalyan-
lık birliği bozmuyor ve bu özellikler, İsviçre ulusuyla ilgili
olmayan bir aile ve soy konusu sayılıyor.
10
Sözün özü, ulusallaşma çabası sonucunda, ulusallaş
mak isteyen ve ulusallaşmağa yetenekli olan öğeler, er geç
bu amaca ulaşacaklardır. Bir süre soy ve grup özellikleri
göze çarpacak, ama bulundukları ortam, bu özelliklere ne
kadar ilgisiz kalırsa, etkileri o kadar çabuk yok olup
silinecektir.
11
TÜRKLEŞTİRMENİN AMACI VE
YARARI
Durkheim
13
Şurasını da herkes bilmektedir ki, bir ülkede en
önemli zenginlik etkeni nüfustur. Doğal zenginlikler en
çok nüfus ile değerlendirilir. Toprağı, doğal zenginlikleri
bol, ama nüfusu sınırlı olan ülke, silahsız olarak ava
çıkan avcılara , dnıt/dckl balıkları tutmak için ağdan yok
sun balıkçılara bnı/.rr.
14
nenlerin yaşamı her zaman katlanılmaz olur. Bütün vaı
lıklar uyum yasasına bağımlıdır. Uyma yoluyla evrimden
geçmek, bütün dünya için geçerli bir kesin zorunluluktur.
Bu zorunluluğa uymayanlar, yıkılıp yok olmaktan kurtu
lamazlar."
35
IHIllim illllIllIllIlM ItM U!
15
Fransız dergisinde "Türkler Bir Ulusal Ruh Arıyorlar"
başlığıyla yayınladığım uzun bir inceleme dolayısıyla şu
yolda betimlemiştim:
16
lene ölmüş, ana-babalarından kalma toprak ise, açgözlü
ve acımasız mültezimlerce satılmış bulunurdu.
17
“Hristiyanlar yükseldikçe, her türlü yardımdan yok
sun, baskıcılığın pençesine umutsuzca terkedilmiş
Türkler alçalıyor, ayakdan düşüyorlardı. Korkunç fatih,
kendi yurdundan bile kovuluyordu. Karşıt cephelerden
ilerleyen iki topluluk, fatihleri Anadolu'nun ortalarına
yığılmaya zorluyordu. Adalardan gelen Rumlar Türk elin
den sahili alıp Türk’ü Anadolu'nun tozlu yaylalarına,
çorak çöllerine atarken, İngiltere şehirleri ile ticaret iliş
kileri dolayısıyla zenginleşip sarraflık yapan Ermeniler de
Doğu yönünden ona yolu keserler ve onu geriye iterler."
18
olmaya yetenekli yurttaşları asalak durumund;uı
çıkararak toplumsal yapımızın bütünleyici birer parçası
durumuna getirmekten başka bir şey değildir. Ancak
şurasını yadsımaya olanak yoktur: Osmanlılık done
minden geriye kalan kimi düşünüş biçimleri var ki, oııhıı ı
henüz ruhlarımızdan tümden söküp atamadık. Köklü
düzeltimler sonucunda ortadan büsbütün kalkmış gibi
görünen bu düşünüş biçimleri, kılık değiştirerek, kimile
rimizin ruhlarının derinliklerinde varlığını sürdürmeyi
başarmıştır. Ne yazık ki ötedenberi yerleşmiş, ruhu
muzun derinliklerine girmiş olan düşünüş ve anlayış
biçimlerini, alışkanlıkları bir çırpıda söküp atmaya
olanak yoktur. İnsan, zararlı olduğuna usuyla ve man
tığıyla inandığı halde, bu gibi eksiklerden kendisini kur
taramıyor. En güçlü kalem sahiplerimizden biri, bu
şaşırtıcı durumu şöyle betimliyor- :
19
gördüğümüz bu iki yaşam, biri ne denli Batılı ve öbürü ne
denli yerli görüntüsü verse de, ikisi de Türkçülük
ilkelerinin taban tabana karşıtıdır. ... Yaşamı yapmak,
kuramı bulmaktan ve benimsetmekten daha güçtür. ..
Susan alışkanlık, komı^up tartışan kararlı düşünce kadar
hızla ve kolaylıkla yenilemez."
20
SOY VE KÖKENE ÖNCELİK VEREN
DÜŞÜNCE
Ziya Gökalp
21
mazdı. Şimdi ulusçuluğun soy ve köken alanına taşması
na fırsat verirsek, toplumsal yapımıza çok zararlı yeni
zayıflık ve hastalık tohumları atmış oluruz.
22
ULUS DIŞSAL BİR GERÇEKLİKTİR
Ziya Gökalp
23
sonradan araştırıp incelemek yoluyla öğrenebilir. Ama bir
partiye girer gibi yalnızca istenciyle şu ya da bu ulusa üye
olamaz. Bir ulusun üyesi olmak, ancak eğitimi, kültürü,
yani duyguları paylaşmakla olanaklıdır. Bir ulusun üyeleri
arasındaki bağlar, ancak bunlar olabilir."-
24
TÜ RK KİMDİR?
25
İnancın olağanüstü önemini gösterip kanıtlamak
üzere, Professeur Leger'nin "Slav Dünyası" (Monde Slave)
adlı yapıtında yayınlanan bir Türk subayı ile eri arasında
geçen temsil edici bir konuşmayı aktarmaktan kendimi
alamayacağım:
- Nerelisin?
- Bosnalıyım.
-Hangi ulustansın?
- Türk’üm.
-Hayır!
- Bilmem.
26
ıılılıijt'ıı lıalde, adamcağız içtenlikli blı biçimde, sarsılmaz
bir kesinlikle kendine Türk diyordu. Çünkü Müslümanlık
bağından dolayı, inancı Türk idi.
27
Türk’üm.' der. Ve böylece kendisinde Türk olduğu inancı
oluşur.
28
lan sözkonusu olduğunda duyguları susturmak, yalnız
akla ve düşünceye, mantık ve istenç gücüne söz vermek,
devrimimizin ruhuna uygun bir davranıştır.
29
"AZINLIKLAR SORUNU" VE SÖZ KONUSU
ETNİK GRUPLAR POLİTİKASI
Ziya Gökalp
Gustave Le Bon
31
böyle düşünenler seyrek değildir. Hatta görüyoruz ki,
Genel Savaştan sonra Versailles, Trianon, SaintGermain,
Lausanne adlarıyla yapılan barış andlaşmalarımn hemen
tümünde, diplomatlarca bu görüş benimsenmiş ve bütün
ülkelerde etnik gruplar politikası için açık kapı
bırakılmıştır. Zaten Genel Savaş'a yol açan en önemli
etkenlerden biri de başka devletlerin yönetimi altında
olan kimi etnik grupların bağımsızlık isteği değil midir?
Genel Savaşa yol açmış olan etnik gruplar siyaseti, savaş
tan sonra "Wilson İlkeleri" kılığına bürünerek yine barış
andlaşmalarımn ruhuna egemen olmuş ve böylece barış
andlaşmalarımn hemen hepsine azınlıkların korunması
adıyla bir özel bölüm konularak her ülkede ulusal
olmayan öğelerin varlıklarını korumalarına olanak
sağlanmak istenmiştir.
32
yüzünü göstermeye başlamış, uygulama alanına ayak
basılır basılmaz, ulusal birliğe aykırı olan etnik gruplar
siyasetinin her ülkede iç barış ve dinginliği bozmaktan
başka bir sonuç vermeyeceği pek çabuk anlaşılmıştır.
33
olay, baskıcılıktan ibarettir. Kendisine göre çoğunluğun
azınlığa egemenliği, her zaman doğal bir olaydır. Bu ege
menliğin yürürlükte olması için, çoğunluğun da azınlığın
da ayrı ayrı ulusal bilince sahip olmaları gerekir.
Osmanlılık döneminde Türklerde ulusal anlayış ve ruh
bilinçli olmadığından, toplumsal alanda da çoğunluğun
egemenliği duyulmuyordu. Ortada azınlıklar arasındaki
kanlı kavgalardan başka bir şey gözükmüyordu. Egemen
ulus, zamanını yaramaz çocukları yola getirmeye çalış
mak, jandarmalık görevini yerine getirmekle geçiriyordu.
Barış andlaşmalarım çoğunluğun azınlığa egemen
olmasını engellemek için düzenleyen diplomatlar, azınlık
ların korunmasına ilişkin hükümleri ortaya atmışlardır.
Ama Genel Savaşın başlarında, andlaşmaların zorun
luluk karşısında geçersizliğini kanıtlamak üzere
Almanya'nın ortaya attığı "Chiffon de papier" (Paçavra!
Kâğıt parçası!) görüşü, bu konuya da bütünüyle uygula
nabilir. Andlaşma hükümleri bir süre için günü geçirmeye
yarayabilir. Ama sorunu temelinden çözemez. Andlaşma
hükümleri, doğa yasasının hükümlerini değiştiremez.
Çoğunluğun baskısına engel olmak için, azınlıklar için
uyumdan başka yol yoktur. Yeni Türkiye bütün anlamıyla
ulusal birliğe sahip bir devlet olduğu için, eski Osmanlı
İmparatorluğu’nda bütün kötülükleriyle egemen olan
"azınlıklar politikasına hiç yer veremez. Ulusal yaşama,
yani Türklüğe ilgisiz kalmak istemeyen öğeler için uymak
tan, ulusallaşmaktan başka çıkar yol yoktur.
Dr. Gustave Le Bon'un dediği gibi, "Uymaya karşı dire-
34
eğitimini paylaşmadığı bir toplum içinde yaşarsa, mutsuz
olur."- Merhum üstadımız bu son cümle ile pek derin,
rl,
r 't
bütün toplum ve ortamlarda pek önemli yeri olan bir
psikoloji yasasını dile getirmiştir. Dünyada az-çok kültür
sahibi bir birey yoktur ki, ruhsal besinden bağımsız ve
ilgisiz olarak yaşayabilsin. Ruhun ekmeği durumunda
olan ulusal ülkünün dışında kalan bireyler, farkında
olmadan türlü türlü zararlı toplumsal akımlara kapılmak
tehlikesiyle karşı karşıyadırlar.
36
ULUS NEDİR?
Ziya Gökalp
37
tarih, hukuk, coğrafya, siyaset, toplumbilim, ruhbilim gibi
pek çok bakış açısı vardır. Tanım da bakış açısına göre
değişir. Nitekim bu sorunla uğraşmış olan uzmanların her
biri başka başka yollar izlemişler, ciltlerle yazılar yayın
lamışlar, en sonunda herkes için karşı-koymasız kabul
edilebilecek bir tanım bulamamışlardır. Bu sorunu uzun
uzadıya inceleyip açıklamak konumuzun dışında
olduğundan, biz kestirme bir yol izleyerek asıl konumuz
olan uyum sorununa girmeye çalışacağız. Türkçülüğün
babası öneminde olan merhum Ziya Gökalp sorunu şu
satırlarla çözmeye çalışıyor:
38
lerin hiçbirinin yalnız olarak ulusu ortaya çıkarmaya
yeterli olmadığını ve ortak eğitim bulunmadıkça ulusal
birliğin olamayacağını anlatmayı amaçlamıştır. Çünkü
Ziya Bey'in 'üzerine kurulu değildir' dediği coğrafya,
siyaset ve istenç gibi etkenler, düşünce yapısının ve Ziya
Bey'in terimiyle eğitimin ortaya çıkması için olmazsa
olmaz etkenlerdir.
3<)
I
41
li olan Flamanlar vardır. Büyük Britanya adalarında ise
Anglo-Sakson, İskoçyalı, Galli, İrlandalı adlarında dört
ulus vardır. Bu değişik toplumlarm dilleri ve kültürleri
birbirinden ayrı olduğundan, herbirinin bütününe ulus
adını vermeye olanak yoktur."
42
Merhumun coğrafya diye tanımladığı ülke ve çevre bir
liği öylesine güçlüdür ki, ünlü Herder ulusluğu oluşturan
başka bütün etkenleri büsbütün bir yana bırakarak, "ülke
demek, ulus demektir." savında bulunmuştur. Herder'in
abarttığı düşünülebilir. Ülke ya da çevre, ulusluğun oluşu
munda başlıca etken olabilir. Ama tek başına ulusluğu
ortaya çıkaramaz.
Merhum üstadımız:
44
Boşnaklık söyleşisinden de anlaşıldığı üzere, kimi durum
larda dil birliği bulunmadığı halde, yalnız din birliği
sayesinde düşünce ve Ahmet Bey'in terimiyle dilek oluşur.
Yurdumuzda yüzbinlerce nüfus vardır ki, en çok din bir
liğinin yardımı ve yere, zamana uygun bir yönetim siyaseti
ile Türklüğe pek çaıbuk kaynaşıp uyum gösterebilirler. Bu
bakımdan özellikle doğu illerinin bir bölüm halkını örnek
olarak anmaya gerek var mıdır? Ama şurası da yadsına
maz ki, dinin düşünce üzerine etkisi bir ölçüye kadar
olup görelidir. Çağdaş ulusal bilinçten yoksun olanlar için
din demek her şey demektir. Ama laiklik çağında dinin
genel yaşamdan çekilip bireylerin vicdanına sığındığı bir
zamanda, din ve mezhebin her durumda ulusal
düşüncenin ayrılmaz parçası olduğu savı, Türkçülüğün
iki ustasına nıal edilemez. Bu düşünceyi kabul edersek,
bugün Bosna-Hersek'te yaşayan milyonlaca müslümanm
yurttaş niteliğinden yoksun kalması, Arnavutluk'ta
Müslüman ve Hristiyan Arnavutların, Suriye'de Hristiyan
Araplarla Müslüman Arapların, Hindistan'da Müslüman
Hintlilerle Budist Hintlilerin ayrı ayrı uluslar olduğunu,
mezhepçe Musevi oldukları halde İtalya'da Başbakanlığa
dek çıkmış olan Lotsatiller'in (?), Savunma Bakanlığı yap
mış olan General Otolangiller'in (?) İtalyan olmadıklarını,
Alman ulusunu savaştan sonra uğradığı derin aşağılan
madan kurtaran devlet adamlarının ön sıralarında yer
alan ve gericilerin hain kurşunlarına kurban giden
Ratenav'larm Alman olmadıklarını, İngiliz kabinelerinde
her zaman seçkin yerler alan Lord Reading'lerin, Sir
Rofus'larm İngiliz olmadıklarını kabul emek gerekir.
45
Böyle bir sanının ne merhum üstadımızın, ne de Ahmet
Bey'in us ve düşünden hiç mi hiç geçmediği açıktır.
46
döneminde Türk ulusal bilincinin bilinmeden kalmasına,
Türklerin uzun süre ulusal anlayıştan yoksun bulunması
na, Türkiye'de ulusseverliğin uyanmamasına neden, dinin
genel yaşama egemen olması değil midir? Dinin bu ege
menliği döneminde Türk’ün kendine özgü bir edebiyatı,
bir kültürü bulunmadığı gibi, ulusal bilinci de büsbütün
duyulmaz durumdaydı.
47
ro, Ö.O.) gibi sözcükler için bile Çekçe sözcükler kullan
mağa yelteniyorlar.
48
değiştiriyor. Biliyoruz ki dünya işlerinde dil birliği bağının
etkisi, din bağlılığından daha güçlüdür. Bunun içindir ki
Hristiyan bir Yunanlı, puta-tapıcı olan Eflatun, Aristo,
Sokrat bağlılığından dolayı öğünür. Oysa Hindli bir
Hristiyanm, dinsel birlikten dolayı Hristiyan Newton ve
Galile ile öğünç duyması hiç de beklenen birşey değildir.
Niteliği dil birliğinden ibaret olan soy birliği, git gide
yabancıları bile kendi alanı içine alarak, işbu birlikle nite
lenen boydan başka toplulukları güçlendiriyor ve başka
soyların yanında onların değerlerim belirliyor, ün ve
büyüklüklerini yabancı oymaklara da kabul ettiriyor.
Değişik boylar bu birlikle bu düzeye vardıktan sonra, bir
araya gelen güçleri yardımıyla, dünyada dinsel mutluluk
sayılan her konuda başarılı olurlar."
49
Fransız, İtalyan, Alman ve Romenceden oluşan dört dil
bulunduğu gibi, İsviçre'nin her bir bağımsız kontonunda
T»
50
Düşünce ve inanç olarak arı-duru Türk oldukları
halde bu yurttaşları Rumca konuştuklarından dolayı
Türklük topluluğunun dışında saymak hiç kimsenin
usuna gelir mi? İzmir sokaklarında açıktan açığa Rumca
konuşan birçok Girit Türkü’ne rastlanır. Bu Rumca
konuşmayı işitenler ellerinde olmadan içlerinde bir
kızgınlığa kapılsalar bile, hoşgörü göstermek zorunda
bulunuyorlar. Çünkü geçici ve zorunlu bir dönemden
başka bir şey olmadığını ve birkaç yıl sonra bu dönemden
iz kalmayacağım herkes bilir ve anlar.
51
■'•i
ULUSLUK DEMEK, DÜŞÜNCE
YAPISI DEMEKTİR!
(Gustave Lebon)
53
Bundan dolayı, "dil, din, dilek' ilkesini bağlayıcı ve
sınırlayıcı bir anlamda almayıp, çözümleyici ve deneysel
nitelikte bir özdeyiş saymak zorunludur. Gerçi her üç
etken de düşünce biçiminin ürünüdür. Her bir etkenin
etki ve önemi ise yere ve zamana, konu ve ortama göre
değişir. Kimi çevrelere göre din, düşünce biçiminin temeli
ni oluşturduğu halde, başkalarına göre düşünce biçimi,
en çok dil ve eğitim ürünüdür.
54
zamanımızda ırk savı, karışıklık çıkarma niyetinden
başka bir şey değildir. O'na göre ırk, yalnız zamanımızda
değil, daha tarih-öncesi zamanda bile anka kuşu gibi adı
var kendi yok bir şeydi. Tarih sonrası dönemde Cermen
yayılmaları, Orta Çağ savaşları, göçler, vb., zaten var
olmayan ırk kavramını siyasal değerden büsbütün yoksun
kılmıştır. Bunun içindir ki bugün ulusluk konusunda ne
bilimsel incelemelerde, ne de gerçek yaşamda ırk
kavramının hiç üzerinde durulmaz.
55
olağanüstü ülkücü gösterdiği gibi, gerektiğinde çıkarcılığı
ileri sürmekten çekinmez. Kimi kez uzlaşmacılığı tutar,
sırasında barışçılığı da elden bırakmaz."
56
UYUM NASIL OLUR?
Victor BĞrarcl
57
önemli etkenler bulunduğunu şaşırarak görürüz. Önce
bunları açıklayalım:
58
Aslında bir ulusun en birinci ayırdedici özelliği kültür
değil midir? Kültürü incelersek görürüz ki ülkemizde
yaşayan Türk - Türk olmayan, Müslüman - Müslüman
olmayan halkın kültürü bir ölçüde ortaktır. Rahmetli
üstadımızın (Ziya Gökalp, Ö.O.) tanımına göre "Kültür, bir
ulusun dinsel, ahlaksal, hukuksal, düşünsel, sanatsal,
dilsel, ekonomik, teknik yaşamlarının uyumlu bir
toplamıdır.”
59
Cumhuriyet Hükümeti tarafından gerçekleştirilen hukuk
devriminden sonra, değişik öğeler arasında zerre kadar
hukuksal fark olduğu düşünülemez. Bundan dolayı, bu
yurtta bütün halk aynı hukuk sistemine, aynı yasaların
etkilerine bağlı bulunuyor.
60
terinden yararlanır ya da zarar görür. Ulusal ekonomi tam
anlamıyla ulusaldır, hiçbir zaman etnik nitelikte olamaz.
61
ruha sahip olmak demektir’ demiştir. Ama bir adamın iki
ruhu olamaz. Yalnız anadili ruhun dilidir.
62
İsteyenler, bilime, akıl ve mantığa aykırı olan duygulara
ycııik düşmeyenler, bu ülkenin ekmeği ve besinleriyle
yetişen öğeler arasında hiçbir kimsenin Türklük toplu
luğu dışında asalak durumunda kalmamasına çaba
göstermek zorundadırlar.
63
ADLARIN TÜRKLEŞTİRİLM ESİ
65
tırırlardı. Birçokları bu adları ancak Hristiyanlığı zorla
kabul ettiklerinde vaftiz edilirlerken almışlardı. Ama bir
süre sonra Hollanda ve Hamburg'a göçettiklerinde zorla
ma Hristiyanlığı bıraktı İseler de vaftiz adlarını bırak
mamışlardı. Bugün bile Amsterdam'da bu Musevi göç
menlerce yaptırılmış olan eski konaklar görülüyor ki,
başlarında soyluluk arması vardır.
66
Museviler daha sonra, bu adlardan çoğunun Alman
adı olmasına karşın, soy ve kökenlerinin anlaşılıp
ayırdedilmesine yol açtığını görerek değiştirmeye koyul
muş ve onların yerine Almanlardan ayırdedilmelerine yol
açmayacak adlar almışlardır. Musevi aileleri bunu yap
masalardı, uygarlık dünyasına hizmet etmiş birçok ünlü
kişinin bilimsel görevi güçlüklere uğrayacaktı. Buna bir
örnek olarak, sosyalizmin babası olan Kari Marx,
"Mordehay" adını korumuş olsaydı, etkisi o ölçüde hız ve
kolaylıkla yayılamayacaktı. Kolay kolay sosyalizmin
peygamberi sanma ulaşamayacaktı.
67
sürdürüyordu. Bu izi ortadan kaldırmak için ilk fırsatta
adlarını Fransızlaştırıyorlar. Böylece Almanca arslan
anlamına gelen "Löwe" "Lion"a, geyik demek olan "Hirsch"
"Serf'e dönüşüyor.
68
ORTAK BİLİNÇ
(Hoze)
69
çevresi için karşı konulması olanaksız bir manyetik
çekim gücü durumuna gelmiştir. Bu ülkede yaşayan ve
Türk olmayan öğeleri bu manyetik güçten ayırdeden güçlü
engeller bulunmazsa, mıknatıslı çekim gücünün etkilerini
göstermemesine olanak yoktur.
70
asalaklan asıl öğeye dönüştürmek yoluyla güçlendirmek,
"Ben Türk’üm." diyenlere "Sen Arnavut’sun, ya da
Laz’sın." demek değil, "Ben Laz’ım ya da Arnavut’um."
diyenlere "Sen Türk’sün." demektir.
71
ma göz yumulabilirdi. Ama bugün ortada güçlü bir
Türklük varken, Museviler için Türkçeyi anadili olarak
benimsememek, akıl ve mantıkla, maddî ve manevî çıkar
gerekleriyle bağdaşır bir durum değildir. Geçmişte
Musevileri Türklerden ve Türkleri de Musevilerden uzak
laştıracak hiçbir durum, hiçbir olay yoktur. Lozan
Konferansı sırasında İsmet Paşa Hazretlerinin yaptığı bir
konuşmada belirttiği gibi, "Türklerle Musevileri birbirine
bağlayan bağlar bugün eskiden daha güçlüdür. Her yerde
olduğu gibi Türkiye'de de Museviler her vakit çaba ve
çalışmanın, düzenin, ilerleme ve barışın temsilcisi oldu
lar. Türkiye'de Museviler tam bir huzur ve gönenç ile
çalışıyorlar. Ve ülkemizde Türkler gibi onlar da kışkırt
malara ve karalamalara hiç kulak asmadılar. Bu yurdu
her vakit kendi yurtları görüp saymışlardır. Herkes
Musevileri kendine örnek almalıdır."
72
Savaşlarına yol açmış olan dinsel bağnazlığın bir tek
hedefi vardı: Müslümanlığı ve Museviliği yıkıp yoketmek.
Kutsal topraklara doğru akın akın saldıran Hristiyan bir
likleri, silahlı Müslümanlara kılıç sallamaya fırsat bul
madan yollan üzerinde rastladıkları silahsız Musevi
topluluklarım, aynı bağnazlık duygusuyla yoketmekten
geri durmazlardı. Yüz binlerce Müslüman ve Museviyi diri
diri yakan "turkamada'ların (?) Müslümanlığa ve Musevi
liğe karşı bağnazca düşmanlığı Orta Çağlarla birlikte son
bulmamış, tâ günümüze dek süregelmiştir. Daha düne
değin Türkiye'nin bölüşülmesi için en çok öne sürülen
nedenler arasında, Hristiyan öğelerin tutsaklıktan kur
tarılması, Müslüman egemenliğinin Avrupa'dan sökülüp
atılması gibi ilkeler yer almıyor muydu? Eski Türkiye'ye
karşı çevrilen siyasal entrikaların en büyük etkeni,
Hristiyan bağnazlığıydı. Avrupa'nın türlü ülkelerinde sık
sık olaylara yol açan anti-semitizm (= Yahudi düşmanlığı)
da, ister toplumsal, ister ekonomik kılığa bürünsün,
bütün bu hareketlerin arkasında Hristiyan ruhunda saklı
olup Hazreti İsa'nın çarmıha vurulmasıyla başlayan dinsel
düşmanlığın bilinçli, bilinçsiz belirişlerinden başka bir
şey değildir.
73
olmayan çevrelerden hiçbir zaman "Müslüman olmayan”
kavramına katılmamışlardı.
74
ON BUYRUK
1. Adlarını Türkleştir.
2. Türkçe konuş.
3. Havralarda duaların hiç olmazsa bir kısmım
Türkçe oku.
4. Okullarını Türkleştir.
5. Çocuklarını devlet okullarına gönder.
6. Ülke işlerine karış.
7. Türklerle düşüp kalk.
8. Cemaat ruhunu kökünden sök.
9. Ulusal ekonomi alanında sana düşen görevi yap.
10. Hakkını bil.
75
2. Türkçe konuş: Genel yerlerde Türkçe bilenlerle
Türkçe konuş. Bu Türkçe konuşma, yalnız yabancılara
karşı bir göşteriş değildir. Doğrudan doğruya kendi
üzerinde pek derin bir ruhsal etki yapar ve yavaş yavaş
gösteriş bir alışkanlığa, bir ikinci huy durumuna gelir.
76
mayarak Türklük yolunda ilerlemeyi sürdür. Ülke
işlerinde kılavuzluğu üstlenmiş olan yöneticilerin
ilkeleriyle sana çizdikleri davranış yolundan hiç şaşma.
77
lendirmeye katkısı olabilecek birçok girişimler ortaya çı
kabilir. Ciddî çalışma ile bugünkü Türklük, her açıdan dış
dünyada gerçek renk ve niteliği ile tanıttırılabilir. Ancak
sen, kendini en eski dönemlerden sonsuzluğa değin bu
ülkenin çocuğu say ve işlerini, yaşamını ona göre düzenle.
78
NORMAL DURUMUN YERLEŞMESİ
Yunus Nadi
79
çabalarla hizmet eden ve yazılarında "Cumhuriyet demek,
erdem demektir!" ilkesini kılavuz edinmiş olan Sayın
Yunus Nadi Bey tarafından Ticaret Odalarının etkinlikleri
dolayısıyla yayınlanan bir başyazıda, Türk kökenli
olmayan öğelerin Oda'ntn etkinliklerine katılması
konusunda pek güzel açıklanmış olduğu üzere, 'günden
güne doğal duruma dönmekteyiz’ ve bugünkü eksiklik
lerin giderilmesi yollarım ve araçlarını öngörmek duru
munda bulunuyoruz. Yazar, adı geçen yazısını şu cümle
lerle bitiriyor:
80
HÜKÜMETİN YARDIMI
81
kütüğünde din ve mezhep bilgileri bulunabilir. Onlar için
sakıncası yoktur. Çünkü onlar hiçbir zaman bizim gibi
"cemaat" (topluluk) düşüncesinden etkilenip zarar
görmediler. Din ve mezhep onlar için ayrılık-gayrılık
anlamını taşımaz. Oralarda başka dinlerden olan yurt
taşlara karşı hoşgörü duygusu ruhlara yıllardanberi yer
leşmiştir. Biz ise daha düne dek yurttaşları Müslüman -
Müslüman olmayan diye ayırmayı sürdüregeldik. Bu
Müslüman - Müslüman olmayan sesleri hâlâ kulak
larımızda çınlıyor. Daha Tanzimattanberi kaldırılan o
uğursuz "gâvur" deyimi bile kimi belleklerde yaşamakta
süregidi-yor. Mutlu devrim sayesinde bu gibi düşünüşler
kuşkusuz tarihe karışmıştır. Ama devrimcilerin her yerde
ve her konudaki ilkesi, devrime ilişkin ilkelerde kesin
tutumlu olmaktır. Bu konuda da kesin bir tutum göster
ilmesi kanımca yerinde olur.
82
Kimileri şunun bunun tutkularına araç kılınıyor. Bunları
cemaat lekesinden bütünüyle arındırarak Dernekler
Yasasına uygun olarak bir düzen altına almak olanaklıdır.
83
»i
BASININ GÖREVİ
85
Ermeninin Ermeniliği, yerli yersiz yüzüne çarpılmamalı,
genel yaşamda Musevilik, Acemlik ya da Arnavutluğun söz
konusu olmadığı, kafalara gereğince yerleştirilmelidir.
87
TÜRKLÜĞÜN ÇEKİCİLİĞİ
89
lar için değil, doğrudan doğruya Türk seçkinleri için de
çok gereklidir. Batı uygarlığına uyarlanan Türk seçkin
lerinin kültür düzeyi ile Türk halkının uygarlık düzeyi
arasındaki fark çok büyük olursa, birbiri için vazgeçilmez
ölçüde gerekli olan bu İki kesim arasında "kaynaşma"
durumu olanaksızlaşır. İki kesim birbirine yabancı kalır.
Ne iyi kİ büyük kurtarıcımız Ulu Gazi’nin esinlendirmesi
ve yol göstermesi İle ortaya atılan Batılılaşma akımı gün
de» güne ilerlemekledir. Artık hiçbir güç ileri gitmesine
engel olamaz.
90
DÜŞÜNÜRLERİMİZİN GÖRÜŞLERİ
91
uydurduğu yapay çevre içinde kalacaklarsa, toplumsal ve
siyasal yalnızlıktan ölmeye mahkûm olurlar. Bundan
dolayı ya içinde yaşadıkları çevre ile kaynaşarak uymak,
ya da yurttan ayrılmak zorunda kalırlar. Bu iki şıktan biri
olmazsa, "yaşamı sürdürme" içgüdüsü onları haymlığa,
çok tehlikeli karışıklıklara yöneltir. Birçok korkunç
siyasal olayların, savaşların nedeni bu değil midir?
92
Türkleşmesini yalnız okulda olanaklı görüyoruz. Birliğin,
Türkleşmenin en büyük düşmanı, grupsal, geleneksel
çevreyi sürdüren azınlık okulllarıdır.
Necmeddin Sadak
•t
AĞAOĞLU AHMET BEY'İN GÖRÜŞLERİ
95
olduğu ölçüde ulusal sanatın ve felsefenin de bir etkenidir.
Ben Fransa'da öğrenim görürken "College de France"daki
dokuz öğretim üyesinden yedisi Yahudi idi. Ama bunlar
artık Fransızlığın ta özü olmuşlardı. Bugün de Fransa'nın
övündüğü iki büyük düşünür, Bergson ve Durkheim soy
olarak Yahudi değil midirler? Anıa bunların ortaya koy
dukları zekâ, yaydıkları kültür, kullandıkları dil,
Fransa'nın öz bilinil, öz dili ve öz zekâsıdır. Bunların
yanıbaşmdaki Rotschild'in gerçekleştirmiş olduğu ser
maye gücü de Fransa'nın değil midir? Bütün öteki Avrupa
ulusları da aynı durumdadırlar. Spinoza, Schopenhauer,
Nitsche, Kari Marx, Einstein, Heine, Freud, Rotstein,
Baconsbuilt (?), Lord Harding!... İşte gelişi güzel hatırıma
gelen ve Avrupa yaşamında derin izler bırakan
Yahudilerki, benimsedikleri çevrelerin kültürel gelişi
minde en önemli etken olmuşlardır.
96
ilan ettikten sonra, Yahudiler için Türk kültürünü ben
imsemek ve bu kültürün bir etkeni olmak, artık bir görev
niteliğini kazanmıştır. Bundan sonra egemen, bağımlı
ulus kalmamıştır. Ortak bir yurttaşlık vardır. Toplum
yaşamının gelişimi, ilerlemesi ve yükselmesi bu yaşama
katılan yurttaşların gönenç ve mutlulukları, artık bunlar
arasında kurulacak dayanışmaya ve ortak etkinliklere
bağlıdır.
97
TÜRKLEŞTİRM E
99
Cumhuriyeti'nde azınlıklar, gerek ayrı ayrı, gerek
bütünüyle Türklerle karşılaştırılamayacak ölçüde az
oldukları gibi, kültürel kurumlar bakımından da
Türklerden çok geri bulunuyorlar. Ama bunu söylemekle
bu konunun Türkiye Içlıı "önemsiz" olduğunu ileri süre
cek değiliz. Cuınlıın lyel toprakları üzerinde yaşayan
insanim in, olanak bulunarak en büyük ölçüde "dil"de ve
"dllek' le Iılı l«-^ıııl.şı, dayanışma İçinde, uyumlu bir kitle
olma,sıııı görmek, cıı büyük amaçlarımızdan birini oluştu
rur, Hu bakımdan "Türkleştirme" konusunu geniş bir
biçimde İnceleyip tartışmamız gerekir.
100
derin bir bağnazlık içinde bıılmumakludırlar. Bu nedenle
bunlar arasında "din duygusıı"nuıı ve otlunla birlikte
giden "ulusal bağnazlığın” yavaş yjıv;itf silinerek
Türkleşmeye eğilim göstereceklerini sanman ıı/sı bence
olanak yoktur. Sınırlarımızda, yediği bütün darbeleri*
karşın hâlâ "Büyük Ülkü : Megalo-Idea" ardında koşan
düşsever bir Yunanistan bulundukça, kimi öğelerin "dil"
ve "dilek" bakımından Türklük dayanışması içine girecek
lerini ummak bence boş bir düştür. Küçük bir azınlık olan
ve Türkiye toprakları üzerinde hiçbir emelleri olmayan
"Ermeni"lerin, zamanla eski anıları unutarak Türk
kültürüne daha kolay uyarlanabileceklerini ve daha iyi
birer yurttaş olacaklarını kestirebiliriz. Türkleşmelerine
olanak bulunan öğenin "Museviler" olduğu konusunda
Tekin Alp'in görüşüne ben de katılırım. Böyle bir
"Türkleşme"nin Türkler ve özellikle Museviler İçin
olağanüstü yararlı olacağı kanısındayım. Aslında arada
birçok ortaklaşa noktalar olduğu gibi, bu "Türkleşme"yi
güçleştirecek hiçbir tarihsel anı yoktur. Tersine, bütün bi
limler bunu kolaylaştırıcı bir niteliktedir. Yalnız bunun
için Museviler arasında "Tekin Alp" gibi içtenlikli Türk
ulusseverlerinin daha çok yetişmesi ve O'nun gibi güçlü
bir biçimde çalışması gereklidir.
101
olursa olsun bu küçük kitapçık, Türkiye Cumhuriyeti için
çok büyük değeri olan bir konuyu ortaya atıyor.
Düşünürlerimizi bu yaşamsal konu üzerinde düşünmeye
çağıran böyle değerli bir yapıl yayınlamadaki başarısın
dan dolayı eski arkadaşımı kutlarım.
102
ULUSAL BİRLİK
103
leşmeleri, "yurt" ve "ulus" kavramlarının ilk koşulu ve bi-
15 rinci ilkesidir. Cumhuriyet Türkiyesi’nin bu yurtta gerçek
leştirdiği devrimlerden biri de, yıkılan imparatorluğun
yerine koyduğu işte bu çağdaş ve bilimsel temeldir.
Anayasa, Türkiye Cumhuriyeti halkına genel ve eşit olarak
"Türk" samııı vermiştir. Artık soy ve din farkı kalkmıştır.
104
savunulacak hiçbir yeri kalmadığı zaman, yine Türklüğün
yapısındaki güç ve sağlamlığa dayanarak, yeni bir devlet
biçimine dönüşüp varlığını sürdürme olanağını bulmuş
tur. Bu yeni biçim Cumhuriyet Türkiyesi’dir ki, çağdaş l>ü
devletin bütün biçim ve ilkelerini kendine mal etmiş
olmakla tanınmış bulunmaktadır. Türklüğün canlılığın
dan doğan bu yeni yönetim, "yurt" ve "ulus" kavramların
da, varlığını sürdürebilmenin koşullarından saydığı yeni
biçim ve ilkeleri güçlü bir biçimde ve yakın bir ilgiyle
savunmak durumundadır. Onun içindir ki, ülkenin seçkin
gençlerini Türk dilinin egemenlik kaygısına özel bir Önem
vermiş görüyoruz.
105
*» inceliyor. Orada da görülür ki, iş sanıldığı kadar yalınkat
ve kolay değildir. Ama üstesinden gelinemeyecek kadar
güç, yani olanaksız da değildir. Elverir ki ilgililer bütün
bir inanç ve içtenlikle bu sorunu çözmeye kararlı olsunlar.
106
ması isteğini dile getirmekten başka bir şey değildir.
Konunun bilimsel olarak incelenip çözümlenmesinde bu
isteğin gerçekleşmesi için, kuşkusuz herkese göre ödevler
belirliyor. Tekin Alp Bey "Hatırlatma"sında bunları göster
miş. Bizce de hükümetin -doğal olarak olanak ölçüsünde-
okullara vereceği önem, bu ödevlerin başında gelir.
İnancımız odur ki, ulusal birlik en temelli olarak özellik
le okullardan doğacaktır. Tekin Alp'm dediği gibi, azınlık
topluluklarının okulları gerçekten doğal bir şey değildir.
Hatta şimdiki biçimleri ile doğal olmamanın da ötesinde,
zararlıdırlar. Devletin eğitim programlarının egemen ola
cağı okullar önünde, doğal olmayan bugünkü kurumlarm
yavaş yavaş ortadan silinip gitmeleri beklenebilir.
Yunus Nadi
107
Azizim,
108
duyguları çok güçlü kitlelerin, yasal konular dışında
hukuk va ahlak anlayışları bir ayrılık göstermez mi?
Öyleyse bu etkeni tanımın gözardı edilebilir öğeleri arası
na sokabilmemiz için, önce, sizin de yazdığınız gibi, bu
dinin genel yaşamdan çekilip bireylerin vicdanına sığın
ması genel bir uygulama olmalıdır. Soya ilişkin eskimiş
savların geçersiz olduğuna inanıyor un; dil etkeninin
önemi konusunda yazdıklarınıza ise tümüyle katılıyorum.
Ben de sizin gibi "gerçek Türk olmak isteyen öğeler,
Türkçeyi resmi dil olarak değil, anadili olarak kendilerine
mal etmelidirler" kanısındayım. Bunun zamanla ve belli
yöntemler izlenerek gerçekleşebileceğine de güvenim
vardır. Bugün yurt sınırlarının dışında kalan yerlerden
gelen Müslüman Türk göçmenler içinde Türkçeyi hiç
bilmeyenlerin bulunması ve bugün bile Anadolulu Rum ve
Ermeni ailelerinin yaşlı bireyleri arasında Rumca ve
Ermenice hiç bilmeyenlere rastlanması, bu olanağa en
sağlam kanıtlardır. Ve zamanla oluşacak bu dil birliği, en
büyük ulusal bağ olacaktır. Çünkü birbirini sevmek için
birbirine benzemek, bunun için de anlaşmak gereklidir.
Anlaşmanın tek aracı ise dildir.
109
den olan kuruluşların özendirmesi ve kışkırtmasına ek
olarak, ölmeye aday bu vücudun bir parçası olmanın
kuşkulu geleceğinden duyulan korkunun da güçlendirip
yükselttiği bir heyecanla genel çözülmeyi bekliyordu.
Bugün, yaşama gücü en sıkı deneylerle kanıtlanmış bir
Türk ulusu ve onun genç, yarına güvenle bakan güçlü
dcvlell var. Yürüdüğümüz yol ise uygarlığın anayoludur.
Bu durum, kendi başına bir mıknatıstır. Bu çekim
gücüniiıı ve doğal gereklerin etkisiyle ve yavaş yavaş
geçmişin duygu birikintilerinin yitmesiyle gerçekleşecek
uyumlar, ilk zamanlar için kuşkusuz bir zekâ ve çıkar
düşüncesinin ürünü olacak, ama kuşaklar birbirini
izledikçe giderek duygu biçimini alacaktır.
3 Mart 1928
Celal Salılr
110
ON BUYRUK
111
neler yapmış olduğunu unutanlar, Osmanlı İmparator
luğunun son dönemlerinde hiç kimsenin aklına,
Avrupaya özgü bu önlemin gelmemiş olduğunu onaylaya
caklardır. Dahası, bizde ulusal akım uyandıktan sonra
bile, yöneticilerimizden hiçbiri azınlıklar için, daha geçen
lerde İtalyan Başbakanının Tirol azınlığına ilişkin cüm
lelerinden (mi hafifini kullanmamıştır. İmparatorlukta
Rum'un adı Rum, Ermeni'nin adı Ermeni, Arnavut'un adı
Arnavut, Aıap'm adı Arap idi. Yalnız Türk'ün adı
"Osmanlı" idi. İmparatorluk, "azınlıklar" politikasının
içyüzünü düşünmeyerek, sözde İnsanî akımları kırma
mak için, çoğunluğun ulusal adına varıncaya değin her
şeyini feda etti.
112
kalmış olanların bu uzun serüvenden ne yarar gördükleri
sorulabilir. Şimdi anayurda kavuşmuş olanlardan
birçoğunun dün ayaklarıyla çiğnemek istedikleri bayrağın
egemenliği altında mutluluklarını nasıl özlemle andık
larım biliyoruz. Her neyse, bu öyküler hep tarihe karıştı.
113
Azınlık kesimlerinde durumu anlayan öğeler gittikçe
etki kazanıyor. Gerçi Türk Devriminin eski kurumlara
karşı tutum ve davranışım gözönüne almak istemeyen ve
bugünkü durum ve koşulların süreceğine inanarak gerek
lerini yapmaktansa gelecek düşleriyle avunan kimselerin
küçümsenmeyecek ölçüde olduklarını da bilmiyor değiliz.
Bu düşler, bilimini doğrudan doğruya kendi yaşadığı ta
rihin at ıklı şayialarından alan Türk ulusunun gözünde
olup hepimiz lam uyanıklık durumundayız. Azınlık kes
imlerinin kendi yeni talihleri için alacağı önlemler ne ola
bilir? Dün gelen bir telgraf, Türk ve Musevilerden oluşan
bir derneğin On Buyruk adını vermiş olduğu kimi ilkeleri
bildirdi. Bu ilkelerin pek yerinde saptanmış olduğuna
kuşku yoktur.
114
Yapıtımıza ilişkin olarak daha birçok saygıdeğer
kişinin görüşleri sorulmuş ve kendilerinden yanıt beklen
miştir. Yapıtın makineye verildiği dakikaya dek gelenler
alınmış, birinci basımın bitiminden sonra gelecek olan
görüşler de yakında yayınlanacak olan ikinci basımında
teşekkür edilerek ve övünç duyularak kitaba alınacaktır.
(T.A.)
115