Yüzleşemediğimiz Tarihimizin Baş Tacı

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 21

Yüzleşemediğimiz Tarihimizin

Baş Tacı: 21 Maddede Dersim


Katliamı

Veysel Dinçer

Tarih 19 Aralık 2015

Olanı biteni o dönemin şartlarına göre değerlendirelim diyebilmeyi çok isterdik. Ama
yapamıyoruz, zira askerlerden kaçarken ses çıkarmasın, askerin eline geçmesin diye
annesi tarafından derede boğularak öldürülen 5 yaşındaki çocuğun ahını almak
istemeyiz. Üst üste yığılan cesetlerin tepesine diklemesine konulan 10 yaşlarındaki sarı
saçlı çocuğun, nerede olduğu büyük ihtimalle bilinmeyen kemiklerini sızlatmayalım
şimdi. Nazım’ın, Şeyh Bedreddin Destanı’nı hatırlatalım mı:
Tarihsel, sosyal, ekonomik şartların
zarurî neticesi bu!
deme, bilirim!
O dediğin nesnenin önünde kafamla eğilirim.
Ama bu yürek
o, bu dilden anlamaz pek.
O, «hey gidi kambur felek,
hey gidi kahbe devran hey,»
der.
Biz de “hey gidi kahbe devran hey” diyoruz, çünkü öldürülen binlerce insan “geçiyor
çıplak ayaklarıyla yüreğimize basarak”. İşin en acı tarafı “tarihsel, sosyal, ekonomik
şartların zaruri neticesi” de değildi bu.
Olayların üzerinden 77 yıl geçti. O günden bu güne pek bir şey değişmedi (canlı canlı
izliyoruz). Biz şu an bu satırları karalarken, Diyarbakır’da, Cizre’de ve ülkenin
zaptedilemeyen başka mahallerinde, devlet, adını 77 yıl önceki gibi kanla perçinliyor.
Miting yapıp “Oluk oluk kan akacak” diyen adamlarla bir halka göz dağı veriyor, “Kurdun
dişine kan değdi, korkun” yazan adamları o halkın yaşadığı sokaklara salıyor ellerinde
silahlarla. Devlet, tedip (yani edebini, terbiyesini vermek) ve tenkil (yani yok etmek)
politikasını 77 yıl sonra bir kez daha uygulamaya sokuyor.
Ne? Bu da mı “dönemin şartları” gereği? Ulus devletin kurulmasından bu yana 92 yıl
geçmiş olsa bile mi? Nazım’ın dizelerini Türkiye Cumhuriyeti’ne yontarak düşünelim.
Şimdiki abluka, müdahale, katliam (ya da kötülük namına ne varsa), tam da bizim güzide
devletimiz açısından “tarihsel, sosyal, ekonomik şartların zaruri neticesi” aslında (bu
sefer tutturduk). Çünkü içinde yaşadığımız lanet coğrafya, hükmetmeyi, haddini
bildirmeyi, iktidara Allah’ı da alet etmeyi fazlasıyla meşrulaştırıyor. Çünkü savaş ortamı,
hükmetmeyi kolaylaştırır, muktedirin hareket alanını dilediği gibi genişletmesini ve
kendi lehine her türlü kararı, hesapsız kitapsız alabilmesini sağlar.
Not: Seyit Rıza’nın tam olarak kim olduğu, kişiliği, yaşamı başka bir listenin konusu, o
yüzden burada derinlemesine bir Rıza analizi yok.

İsyana/katliama 5 kala
İsyanın ya da katliamın ya da olayların (artık siz ne derseniz o) hemen öncesi: 1925
yılında gerçekleşen Şeyh Sait İsyanı’ndan sonra Dersim’i de kapsayan bölgede sıkı
yönetim ilan edilir ve bu sıkı yönetim 1927 yılında kaldırılır. Bunun yerine Elazığ,
Diyarbakır, Van, Urfa, Hakkari, Bitlis, Siirt ve Van’ı kapsayan “Umumi Müfettişlikler” (bir
çeşit olağanüstü hal valiliği) kurulmaya başlanır.

Ne ola ki bu “Umumi Müfettişlikler” derseniz


Tarihçilerin yorumuyla, Osmanlı’dan devralınan bu “bölgesel valilikler”, sivil, asker ve
yargı üzerinde kesin otoriteye sahip yönetimlerdir. Vali olan zat-ı muhterem, aynı
zamanda suçlama makamıdır (yani savcı), ek olarak hakimleri de denetleme yetkisi
vardır. Ulus devletin oluşturulma sürecinde böyle bir yönetimin tercih edilmesinin
sebebi, merkezi otoriteyi güçlendirmek, ortaya çıkabilecek yerel yönetim girişimlerini
(adem-i merkeziyetçilik) engellemektir. İşte bu umumi müfettişliklerden birisi de
Dersim’e kurulur.

Yasal sürgün: İskan Kanunu


Bu sürecin en önemli adımlarından birisi de sürgünü yasal hale getiren İskan Kanunu.
Bir maddesi şu şekilde mesela:
Madde 13/3: Türk ırkından olmayanların, serpiştirme suretiyle köylere ve ayrı mahalle
veya küme teşkil edilmeyecek şekilde kasaba ve şehirlere iskanları mecburidir.
Amaç, homojen bir topluluğu belli bölgelere dağıtarak zaman içinde asimile etmek,
baskın kültüre, devlet kültürüne uyumlu hale getirmektir. İskan Kanunu ve Tunceli
Kanunu, ileride binlerce kişinin ölmesine sebep olacak kanlı sürecin iki hukuki boyutu
oldu.

Hukukun hukuki olarak katledilmesi: Tunceli


Kanunu
Tunceli Kanunu 25 Aralık 1935’te çıkarılır ve Dersim adı Tunceli olarak
değiştirilir.Konuya devam etmeden burada bir parantez açalım ve Tunceli Kanunu nedir,
ne değildir, birkaç şey yazalım. En önemli yanlarından birisi, savcılık makamının
sanıklara neyle suçlandıklarını söyleme zorunlulukları yok. Normal şartlarda
iddianamelerin sanıklara tebliğ edilmesi gerekirken Tunceli Kanunu’na göre sanıklara
iddianame verilmez. Sonuç olarak, idam cezasına çarptırılan mahkumlar bile neyle
suçlandığını bilmez. Sanıklar avukat tutamazlar, tercüman bulunduramazlar. Davalar
çok kısa süre içinde başlar ve biter, en önemlisi de verilen hüküm kesindir. En can alıcı
taraflarından birisi de, bu kanunun geriye doğru da işletilebilmesiydi.

“Kürt”ü “Dağ Türk”ü yapan kişi: Abdullah Alpdoğan


Tunceli Kanunu’nu takiben 6 Ocak 1936’da da Dersim merkezli 4. Umumi Müfettişlik
kurulur ve başına da süper yetkilerle donatılmış Korgeneral Abdullah Alpdoğan atanır.
Böylece tüm yetkiler Alpdoğan Paşa’da toplanır. Hemen ardından da alınan karar gereği
Dersim’in çevre il ve ilçelerle tüm bağlantısı kesilir, buralara giden yollar kapatılır.
Stratejik yerlerde kışla ve karakol inşaatlarına başlanır. Ama asker burada sadece
karakol ve kışla yapmaz, devletin onlara verdiği yetkiye dayanarak çeşitli taciz-tecavüz
vakalarına da bulaşır. Bu noktaya kadar herhangi bir taşkınlık göstermeyen, isyan
etmeyen (ama askerin içlerinde olmasını da sindiremeyen) aşiretler, bu noktadan sonra
öfkeyle isyan ederler. Bu öfkeden de ilk olarak, ulus devletin o dönemki en önemli
sembolleri olan karakollar, kışlalar ve köprüler nasibini alır.

21 Mart 1937: Tüm olayların kıvılcımı


Mevsim şartlarından dolayı ara verilen kışla ve karakol inşaatlarına Mart 1937’de kaldığı
yerden devam edilir. Bunu takiben karakol baskınları da tekrar başlar. Binlerce kişinin
ölmesine sebep olan olayların başlangıcı ise, 1937 yılının 21 Mart gecesinde (bazı
kaynaklarda 20 Mart ya da 22 Mart gecesi) Harçik Suyu üzerindeki tahta köprünün
(halkın işçi olarak çalışarak yaptığı köprünün) Demenanlılar ve Haydaranlılar tarafından
yakılmasıdır.

Devletin satın aldığı aşiretler


Seyit Rıza’nın oğlu Bıra İbrahim, babası adına askeri harekatın durdurulmasını talep
etmek için Hozat Köyü’ne gider. Dönüş yolunda Kırğan aşiretine bağlı Deşt Köyü’nde
misafir olduğu bir evde uykusunda öldürülür. Yazılanlara bakılırsa cinayeti
örgütleyenler, Alpdoğan Paşa’nın adamı Binbaşı Şevket ve adamlarıdır. Hükümet karşıtı
aşiretler de misilleme yaparak Kırğan aşiretinin merkezi olan Sin bucağına ve buradaki
karakola baskın düzenlerler. Anlaşılan o ki, bazı aşiretler de devlet tarafında
savaşmakta, Paşa’nın emriyle cinayet işlemektedirler o dönem.

“Cumhuriyetin kahredici orduları…”


4 Mayıs 1937 tarihinde bildiriler atılır uçaklardan. Şunlar yazar bildirilerde: “Sizi
ayaklandırmaya çalışan zavallıları Cumhuriyet hükümetine teslim ediniz veyahut onlar
kendileri teslim olmalılar. Bu takdirde cümleniz masum kalacaksınız. Teslim edilenler
veya kendiliğinden teslim olanlar dahi Cumhuriyetin adil muamelesinden başka hiçbir
şey görmeyeceklerdir. Aksi takdirde, yani dediklerimizi yapmazsanız, her tarafınızı
sarmış bulunuyoruz. Cumhuriyetin kahredici orduları tarafından
mahvedileceksiniz.” Aynı tarihte Bakanlar Kurulu da gizli bir karar alır. Kararda “Sadece
taarruz hareketiyle ilerlemekle iktifa ettikçe isyan ocakları daimi olarak yerinde
bırakılmış olur. Bunun içindir ki, silah kullanmış olanları ve kullananları yerinde ve
sonuna kadar zarar veremeyecek hale getirmek, köyleri kamilen tahrip etmek ve aileleri
uzaklaştırmak lüzumlu görülmüştür.” denmektedir.

Sabiha Gökçen’in sahneye çıkışı


Nisan ayı boyunca hem askeri birliklere baskınlar sürer, hem de direniş. Direnişçilerin
Mayıs ayı başında Mazgirt Köprüsü civarındaki birliklere saldırmasından sonra,
aralarında Sabiha Gökçen’in de bulunduğu 15 uçaklık bir filo Zel, Kırmızı Dağ ve Yukarı
Bor çevrelerini bombalar. 8 Mayıs’ta Genelkurmay’ın emriyle saldırı başlatılır. 19
Mayıs’ta 25. Alay, Nazımiye-Kırmızı Dağ-Sin-Karaoğlan hattına ulaşır. Ay sonuna doğru
ordu, Bahtiyar aşiretine bağlı köylere baskın düzenler ve önceden boşaltıldığı görülen
köyleri yakar. Haziran başında da Haydaran, Dermenan ve Yusufanlılar’ın bir kısmı
teslim olur.

Ordu “tenkil” kavramının hakkını veriyor


Ordu, daha da ilerleyerek Zel, Bokir, Sıncık ve Aziz Abdal Dağları’nı işgal eder. Direnen
köyler yakılır, sürülere el konulur. Yine Haziran (veya Temmuz) ayında Tujik Dağı’nı da
işgal eder ordu ve İksor Vadisi’ndeki sığınaklarda bulunan sivilleri kadın, çocuk
demeden katleder. Mağaraların girişi betonla kapatılarak ya da mağara girişinde ateş
yakılıp dumanın mağaraya dolması sağlanarak binlerce kişi yok edilir. Bir umut canımı
kurtarırım diye dışarı çıkanlar ise vurulur.

Alişer ve eşinin kesik başları Alpdoğan’ın


masasında
Dersim direnişinin Seyit Rıza’dan sonraki en önemli lideri Alişer ve eşi, Seyit Rıza’nın
satılmış yeğeni Rayber (Rehber) tarafından öldürüldüğünde tarih 9 Temmuz 1937’dir.
Alişer ve eşinin kesik başları Alpdoğan Paşa’ya gönderilir. 17-18 Ağustos’ta da
çarpışmalar gerçekleşir. Bu çarpışmalarda bin kişi öldürülür. Öldürülenler arasında
Seyit Rıza’nın ikinci eşi, büyük oğlu ve üç torunu da vardır. 28 Ağustos’ta direniş
önderlerinden biri olan Sahan, Rayber’in çete elemanı Hıdır tarafından öldürülür. Onun
kesik başı da Alpdoğan’a gönderilir. Ardından Sahan’ın lideri olduğu Bahtiyar aşireti
kırıma uğrar, sağ kalan aşiret mensupları da Seyit Rıza’nın aşiretine katılırlar. Sahan’ın
ölmesiyle Rıza yalnız kalır. Direnişe çağırdığı tarafsız aşiretler Rıza’nın çağrısına kayıtsız
kalırlar. Bu cinayet, bir anlamda Dersim direnişinin de sonunu getirir.

“Alpdoğan’ın tarihi başarısı”


Seyit Rıza’nın yakalanması konusunda rivayetler muhtelif. Erzincan’a giderken
yakalandığı, kaçma girişimi olmadığı, Erzincan’da jandarmaya kendi isteğiyle teslim
olduğu, Erzincan valisiyle görüşmeye giderken tutuklandığı iddialar arasındadır. O
dönemi bizzat yaşayanların anlattıklarına bakılırsa Seyit Rıza, Erzincan yolunda
yakalanır. Herhangi bir kaçma girişiminde bulunmaz. Bu olayı dönemin politikacıları
“Alpdoğan’ın tarihi başarısı” olarak tanımlarlar.

Tatil matil dinlemeyip idam kararı verecek


mahkeme açtırmak
Rıza’yla birlikte 72 kişi Elazığ’da “yargılanır”, 7 kişi idama mahkum edilir. Seyit Rıza’nın
yargılanma süreciyle ilgili olarak dönemin emniyet müdürü İhsan Sabri Çağlayangil
yıllar sonra şunları söyler: “Şükrü Sökmen Süer, Atatürk döneminin ünlü emniyet
müdürlerindendi. Bir gün beni çağırdı. ‘Atatürk, Diyarbakır’da Singeç Köprüsü’nü
açmaya gidecek. Dersim harekatı bitti. Beyaz donlu 6 bin doğulu Elazığ’a dolmuş.
Atatürk’ten Seyit Rıza’nın hayatını bağışlamasını isteyecekler. Beyaz donluların
Atatürk’ün karşısına çıkmasına meydan vermeyelim.’dedi. Şükrü Sökmen Süer’in
yanından ayrılır ayrılmaz hemen hazırlığımı yaptım. Cumartesi günü Elazığ’a yetiştim,
emniyet müdürü İbrahim Bey’e gittim. Savcı için ‘Kural dışı bir şey yapmaz, mümkün
değil.’ dedi. Savcıya gittim, durumu kendisine anlattım. Bu konuda Adalet Bakanlığı’ndan
şifre aldığını, ama mahkemenin cumartesi tatil olduğunu, tatilde çalışıp karar almanın
mümkün olmadığını bana bildirdi ve ekledi: ‘Ben mahkemeyi etkileyemem.’ Halbuki biz
mahkemenin, kararını Atatürk gelmeden vermesini istiyorduk.” Savcı böyle söyleyince
onun istifa etmesini sağlarlar ve yerine tatil matil dinlemeyen bir savcı atarlar.

“Beni oğlumdan önce idam edin”

İdama mahkum edilen 7 kişi, 15 Kasım’da Elazığ Buğday Meydanı’nda apar topar idam
edilirler. Seyit Rıza’ya idam edilmeden önce son isteği olup olmadığı sorulur. Azıcık
parasının ve saatinin oğlu Reşik Hüseyin’e verilmesini ister. Onun da idama mahkum
edildiğini öğrenince bir ricada daha bulunur ve der ki “Beni ondan önce idam edin.”. Bu
ricası da yerine getirilmez ve oğlu Hüseyin, Rıza’dan önce idam edilir. Seyit Rıza cezanın
infaz edileceği meydana çıkarıldığında oratlıkta kimseler yoktur ama o, bomboş
meydana sanki doluymuş gibi şu sözlerle seslenir:
Evladı Kerbelayıh
Bihatayıh
Ayıptır, zulümdür, cinayettir…
İdam sehpasına doğru yürür, ipi boynuna geçirir ve sandalyeyi tekmeler. İdam
edilenlerin bedenleri, Elazığ sokaklarında teşhir edildikten sonra gömülür.

Kılavuz kitap öncülüğünde yeni katliamlar


İdamlarla birlikte 1937 yılı direnişi sona erer. Olaylar, 1938’in henüz ikinci gününde,
yani 2 Ocak’ta, valiliğin Munzur-Merho-Mercan dereleri arasındaki bölgeyi ve Kalan
Deresi havzasını boşaltma kararı üzerine yeniden başlar. Bu sefer ordu hem daha
tedbirli, hem de daha deneyimlidir. Bir “kılavuz kitabı” bile vardır: “Tunceli bölgesinde
yapılan eşkıya takibi hareketleri, köy arama ve silah toplama işleri hakkında kılavuz.” Bu
kılavuz tenkil hareketi için tecrübeyle sabit bilgiler içeriyordu. Örneğin, “Köyde eşkıya
araması” bölümünün 6. maddesinde “Silah atan köy yakılmalıdır” ifadesi geçer. Madde
7’de de bunun nasıl yapılması gerektiği yazılıdır: “Damlar taş ve topraktan ibaret olup
yalnız tavan ve direkleri ve ağaç dalları vardır. Bunları yakmak güçtür. Ancak dam
üstünden bir kısım toprak atılarak ağaçlar meydana çıkarılır. Toplanacak odun ve çalılar
burada yakılmak suretiyle bina ateşe verilir. Oda kapısından içeriye odun yığarak
ateşleme sureti ile genişletilir.”

Boşaltılıp yakılan onlarca köy


10’a yakın asker, Mansul Uşağı Köyü’nde, aşiretlere bağlı kişiler tarafından öldürülürler.
Bu olay ordu tarafından ikinci harekatın nedeni olarak görülür. Çevre illerden alınan
asker desteğiyle harekat 11-12 Haziran’da başlar. 22 Haziran’a kadar ordu, Koçan aşireti
direnişçilerini Ali Boğazı’na sığınmak zorunda bırakır. Bunu takiben uçaklar Ali
Boğazı’na bomba yağdırır. İlerleyen süreçte Şeyhan ve Yukarı Abbas aşiretleri de
Koçanlılar’ı desteklemek için direnişe geçerler. Direniş tüm Dersim’e yayılır, sivil halk da
baltayla, kürekle direnişe destek verir. Ordu bu direnişi de sert bir şekilde
bastırır.Haziran sonuna kadar tam 60 köy başaltılır ve yakılır.

Ağıtlara konu olan ölümler


Temmuz ayı içinde de ordunun saldırısı sürer, direnişçilerin imhası için mağaralar
abluka altına alınır. 19-25 Temmuz arasında, İç Dersim denilen yerde ağıtlara bile konu
olacak kadar ağır bir çarpışma gerçekleşir, 216 kişi ölür. Ordu Laç Deresini de ele geçirir,
direnişi kırar. Mağaralar ve kayalıklar kuşatılır, mağaraların içindekiler öldürülür. 30
Temmuz’a kadar tüm bölge askerler tarafından abluka altına alınır. Kuşatılan bölgelerde
100’den fazla direnişçi öldürülür.

Binlerce kişinin yerinden yurdundan edilmesi


10 Ağustos’tan itibaren Dersim’in her tarafında aynı anda bir harekat başlatılır. Amaç,
girilmedik hiçbir yer bırakmamaktır. Böylece binlerce kişinin başka illere nakil
(sürgün?) süreci de başlar, Dersim içindeki bazı bölgeler yerleşime yasaklanır. 12
Ağustos’ta bir uçak filosu Ali Boğazı’nı tekrar bombalar. Ertesi gün meydana gelen
çatışmalarda Kırmızı Dağ civarında 300 kişi öldürülür. Yine bu harekatta hayvan
sürüleri de alıkonulur. 14 ve 15 Ağustos’ta da ölümler devam eder. Batı illere
nakledilmek üzere toplanan 149 kişi öldürülür. Ordu, Deşt yöresindeki köylerde yine
direnişle karşılaşır. Hem direndikleri, hem de direnişçilere yataklık ettikleri gerekçesiyle
bu bölgedeki köylerde 395 kişi öldürülür. Yine aynı gün Hiç ve Zımek köylerine baskın
yapılır, Çukur ve Pah civarına yapılan baskınlarda çok sayıda Haydaranlı öldürülür.
Harekat, binlerce kişinin batıda belirlenen illere sürgün edilmesiyle 31 Ağustos’ta
tamamlanır.

On üç bin yüz altmış


Bu konuda birkaç yıl önce devletin açıkladığı sayı 6 bin 868. Ama Kalan Müzik’in sahibi
Hasan Saltık öyle demiyor. Saltık, 9 yıl boyunca araştırma yaptı. Harekata katılan
askerlere, ölenlerin akrabalarına ulaşmış, müzayedelerden, koleksiyonerlerden ve
İngiliz Ulusal Arşivleri’nden yararlanmış. Son olarak da harekata komutanlık eden bir
subayın Dördüncü Umum Müfettişlik raporuna ulaşmış. Tüm bunların sonucunda bir
sayıya ulaşmış Hasan Saltık. Ölü sivil sayısı 13 bin 160, sürgün edilenlerin sayısı ise 11
bin 818.

Bonus 1: Yerinden yurdundan edilen çocukların


öyküsü
Nezahat Gündoğan’ın hazırladığı belgesel İki Tutam Saç: Dersim’in Kayıp Kızları, 37-
38 döneminde Dersim’de ailelerinden koparılıp başka illere, başka ailelerin yanına
gönderilen çocukları anlatıyor.

Bonus 2: Çayan Demirel’den Dersim 38 Belgeseli


Tarihçilerin, sosyologların, hukukçuların ve dönemin tanıklarının görüşlerine,
konuşmalarına yer veren, her şeyi detaylı bir şekilde anlatan belgesel.

Kaynak: https://listelist.com/dersim-katliami/

You might also like