Professional Documents
Culture Documents
Mali̇ye Teori̇si̇
Mali̇ye Teori̇si̇
Mali̇ye Teori̇si̇
DERS–1: KAMU MALİYESİ VE KAMU MALİYESİ İLE İLGİLİ GELENEKSEL VE DERS–2: İKTİSADİ SİSTEMLER
MODERN YAKLAŞIMLAR İktisadi sistemler: İktisadi sistemler temelde mevcut kaynaklarla en
Kamu Maliyesi: Kamu harcamaları ve vergiler gibi temel mali araçları veya mali yüksek toplumsal refahına nasıl ulaşılacağı sorusuna cevap arar. Bu
olayları ekonomik, sosyal ve hukuki açıdan inceleyen bilim dalıdır. Kamu maliyesi sorunun cevabı kapitalist sistemde “piyasa” iken sosyalist sistemlerde
geleneksel ve modern olmak üzere iki yaklaşımla açıklanabilir. “devlet”’tir.
A. Geleneksel yaklaşımlar:
1. Kurumsal yaklaşım: Bu yaklaşımda, devlet faaliyetleri idari ve hukuki açıdan İktisadi Sistemler
Sosyalist
Kapitalist Karma
ele alınır. Kamu giderlerinin yapılması, gelirlerin toplanması ve kamu (Totaliter)
borçlanması ile ilgili idari ve hukuki tüm düzenlemeleri kapsar. Toplum bireyleri için
2. Yapısal yaklaşım: Bu yaklaşım, kamu maliyesini ekonomik açıdan inceler. Piyasa (arz-
gerekli tüm mal ve Devlet Devlet + Piyasa
Bu bakımdan, kamusal faaliyetlerin tümünde ekonomik etkinlik aranır. Kaynak talep)
hizmetleri kim üretir?
dağılımı ve kullanımında etkinlik, devlet faaliyetlerinin etkinliği ve alternatif Üretim faktörlerinin Piyasa
maliyetler çerçevesinde devlet faaliyetlerinin ekonomik analizinin yapılmasını mülkiyeti kime aittir?
Devlet
güçleri
Devlet + Piyasa
ve benzeri çalışmaları kapsar.
3. Değişim yaklaşımı: Bu yaklaşım, vergileri devletin sağladığı hizmetlerin Girişim? Devlet
Serbest
Sınırlı
bir karşılığı/bedeli olarak kabul etmektedir. Bu nedenle, piyasa ekonomisinde girişim
üretilen mal ve hizmetlerin fiyatların belirlenmesi gibi vergilerinde, kamusal mal
ve hizmetlerin marjinal maliyetine eşit olduğu yerde belirlenmesi gerekir. Rekabet? Yok Tam rekabet Sınırlı
Teorisyeni “Lindahl”’dır.
4. Refah yaklaşımı: Bu yaklaşımda, kamu maliyesi aracılığıyla toplumun
refahının en üst düzeye çıkarılması hedeflenir. (Pareto etkinlik) Kimsenin Not-1: J. Tinbergen’e göre, her ekonomide en azından ulusal güvenlik,
refahı azaltılmadan toplumun refahının en çoklaştırılması amacı öne çıkar. adalet gibi temel kamu hizmetlerini üreten bir devlet vardır. Bu durum o
(Pareto iyileştirme) Bu yaklaşımın, kamu maliyesi açısından önemi, devlet ekonominin kapitalist özelliğini yitirdiği anlamına gelmez. Bu ayrım esasen
faaliyetlerinin optimum düzeyini belirlenmesi ile vergi yükünün dağılımı mülkiyet üzerinden yapılır. Özel mülkiyet varsa toplumun kapitalist yoksa
bakımından ortaya çıkmaktadır. sosyalist temelde olduğu kabul edilir.
5. Gelir yaklaşımı: Bu yaklaşımda, fonksiyonel açıdan devlet faaliyetlerinin
Not-2: 1950’li yıllardan sonra ortaya çıkan sosyal refah devleti
milli gelir üzerindeki etkilerini incelenir. Devlet faaliyetlerinin bir kısmı milli
anlayışıyla birlikte kapitalist ekonomiler karma ekonomiye dönüşmüştür.
geliri azaltıcı etkiye sahipken, bir kısmı ise arttırıcı etkiye sahiptir. Örneğin,
Bu esnada devletin rolü de değişmiştir. Devlet artık ulusal güvenlik gibi
vergilerin ekonomide daraltıcı; kamu harcamalarının ise genişletici etkisi vardır
toplumsal hizmetlerin üretimi yanında bireysel talebe konu olan özel mal ve
ve devlet faaliyetleri yürütülmesinde bunlar göz önüne alınır.
hizmetlerinde üretimine yönelmiştir.
B. Modern(günümüzdeki) yaklaşımlar:
1. Hukuki yaklaşım: Hukuki yaklaşıma göre, mali olaylar hukuki açıdan ele alınır
ve mali olayların nitelikleri anayasal ve yasal çerçevede incelenir. Bu
yaklaşım, kamu maliyesinin ekonomik ve sosyal yanını tümüyle ihmal
etmektedir. Öncüleri Fransız ekolcüler Jeze, Trotobas ve Maurice’dir.
2. İktisadi yaklaşım: Bu yaklaşım, hukuki yaklaşımın tam aksine kamu
maliyesinin sadece ekonomik ve sosyal boyutu üzerine odaklanmaktadır.
3. Siyasi Yaklaşım: Ekonomik olaylar siyasi boyutlarıyla incelenir. Öncüsü
“Buchanan”’dır. Kamu kesimi tarafından üretilecek mal ve hizmetlerin miktarı
siyasi karar alma sürecinde belirlenir. Çünkü bireyler kamusal mallara
taleplerini açıklamak istemezler.
4. Psikolojik ve Sosyal Yaklaşım: Ekonomik uygulamalar psikolojik ve sosyal
boyutlarıyla incelenir.
DERS–3: İKTİSADİ YAKLAŞIMLARA GÖRE DEVLETİN EKONOMİDEKİ ROLÜ
1) Merkantilizm 3) Fizyokrasi
16. yüzyıl ile 18. yüzyılın arasındaki dönemde Avrupa ülkelerinin 18. yüzyılın ikinci yarısında Fransa’da ortaya çıkmış olan bu görüş, klasik liberal
izlediği ekonomik ve siyasi doktrine merkantilizm adı verilmektedir. düşünceye öncülük etmiştir. Fizyokratlar, devletin ekonomiye müdahalesine
Merkantilizmin temel düşüncesi ulusal ekonomilerin zenginliğidir. karşıdırlar. “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” ilkesi bu görüş tarafından ortaya
Zenginlik ise ülkedeki altın ve gümüş stokuna bağlıdır. Dış ticaret atılmıştır. Bu görüşün temsilcileri, ekonomik ve sosyal hayatı yöneten “doğal düzen”’in
fazlası veren ülkede altın ve gümüş stoku artacak, dolayısıyla ülke varlığına inanırlar ve onlara göre doğal düzen ancak devletin müdahalesi ile bozulur.
zenginleşmiş olacaktır. Merkantilist düşünceye göre, dünya serveti sabit Bu nedenle, devlet harcamalarının kısılmasını, tek ve dolaysız verginin tarım
olduğundan dış ticaretten yalnızca bir ülke kazançlı çıkmaktadır. Bu da sektöründen alınmasını, borçlanmaya gidilmemesini savunurlar. Bu görüşün
ihracat yapan ülkedir. Bu nedenle mamul mal ithalatı yasaklanmış, temsilcileri, tarım dışındaki tüm sektörleri kısır sektör olarak görmekte ve tek verginin
ihracat ise teşvik edilmiştir. Dış ticareti fazlası verebilmek için devlet, de bu sektörden alınmasını önermektedir.
ekonomiye müdahale etmeli ve gerekli önlemleri almalıdır.
Merkantilist dönemde dış ticaretin sağlıklı bir şekilde yürütülmesi için 4) Keynesyen yaklaşım
güçlü ordu ve donanmaya sahip devletin varlığı gerekli görülmüştür. 1929 Büyük buhrana kadar geçerli olan klasik liberal anlayışın ayırt edici özelliği
devletin ekonomiye müdahalesine karşı olmasıydı. Ancak yaşanan ekonomik krizle bu
2) Klasik Liberal Yaklaşım yaklaşım yerini müdahaleci yaklaşıma bırakmıştır. Çünkü 1929 büyük buhranı, klasik
18.Yüzyılın sonlarından 1929 büyük buhrana arası olan dönemde liberal yaklaşımın ileri sürdüğün aksine ekonomide sürekli olarak tam istihdam
hâkim görüş olan klasik liberal yaklaşıma göre, devletin ekonomiye dengesinin sağlanamadığını göstermiştir. Bu nedenle devlet, eksik istihdam
müdahalesi minimum düzeyde ve faaliyet alanı mümkün olduğu dengesinden tam istihdam dengesine taşımak ve ekonomiyi istikrara
kadar sınırlı olmalıdır. Bu bakımdan devlet, kavuşturmak için ekonomiye müdahale etmelidir.
Sadece iç ve dış güvenlik ile adalet ve yürütme hizmetleriyle
ilgilenmelidir. Keynesyen yaklaşımda, ekonomide istikrarın sağlanması görevi devlete
yüklenmektedir. Klasik liberal yaklaşımın aksine ekonominin talep yanına önem veren
Kamu harcamaları mümkün olduğu kadar az olmalı; vergiler, bu yaklaşıma göre, bir ekonomide milli gelir düzeyi ve istihdam toplam talebe
düşük oranlı yapıda ve objektif ölçütlere göre alınmalıdır.
bağlıdır. Ekonomide toplam talep yetersizliği işsizliğe; toplam talep fazlalığı ise
Devlet bütçesi küçük ve denk olmalıdır. enflasyona neden olur. Kamu harcamaları ve vergiler toplam talebin önemli bir
Olağan üstü durumlar dışında borçlanmaya başvurulmamalıdır. belirleyicisidir. Toplam talep yetersizliği sonucu işsizlik sorunu baş gösterdiğin devlet
Piyasa ekonomisinin işleyişine önem veren bu yaklaşım, tarafsız harcamaları artırmalı vergileri ise azaltmalıdır. (Bütçe açığı: genişleticidir.) Böylece
maliye görüşünü savunmaktadır. Tarafsız maliye görüşüne göre, toplam harcama talebi artar ve işsizlik azalır. Toplam talep fazlalığı sonucu enflasyon
devlet kamu harcamaları ve vergi araçları ile bireyler ve firmaların baş gösterdiğinde ise devlet vergileri artırarak harcamaları kısmalıdır. (Bütçe fazlası:
karar ve tercihlerini olumsuz yönde etkilememelidir. daraltıcıdır.) Böylece toplam harcama talebi azalır ve enflasyon dizginlenir. Klasik
liberal yaklaşımdaki denk bütçe ve sınırlı borçlanma anlayışı bu yaklaşımla terk
edilmiştir. Devlet, kamu harcamaları ve vergilerin miktar ve bileşiminde yapacağı iradi
değişliklerle ekonomiyi istikrara kavuşturabilir.
5) Monetarist Görüş 6) Yeni Klasik görüş: Rasyonel Beklentiler
M. Friedman, Keynes’in aksine özel sektörün istikrarlı olduğunu savunmuştur. Ona Bu yaklaşımı savunanlara göre, devletin vergi ve kamu harcamalarını kullanmak suretiyle
göre, ekonomiyi istikrardan uzaklaştıran piyasadan kaynaklanan içsel sorunlar değildir. yürüttüğü politikalar ekonomi üzerinde etkili olamaz. Bunun nedeni ise, devletin ekonomi
Aksine dışsal müdahalelerden yani genellikle kamu tarafından kullanılan (para arzındaki politikaları hakkında her türlü bilgi ve değerlendirme yeteneğine sahip olduğu (rasyonel
düzensiz dalgalanmalardan) parasal faktörlerden kaynaklanmaktadır. Ekonomik olduğu) varsayılan bireylerin ve firmaların, devletin yürüteceği politikalar karşısında aktif tavır
istikrarın sağlanması için para arzı ekonominin büyüme oranına sabitlenmelidir. alarak bu politikaları etkisiz hale getirebileceğidir.
Bu yaklaşıma göre, kamu harcamalarındaki artış borçlanma ile finanse edildiğinde faiz 7) Arz Yanlı İktisat
oranlarında bir artış meydana gelecektir. Bu durumda faiz oranlarının yükselmesi, özel Keynesyen görüşün ekonominin talep yanına önem vermesinin aksine ekonominin arz
yatırım harcamalarının azalmasına (dışlama etkisi) neden olacaktır. Temel önerileri yanına önem veren bu yaklaşımı savunanlara göre, vergilerin yükseltilmesi sonucu kişilerin
şunlardır: çalışma arzusu ve yatırım isteği kırılacaktır. Ayrıca kişiler ve firmaların yüksek oranlı vergiler
Serbest piyasa varsayımı altında devlet faaliyetleri sınırlandırılmalıdır. karşısında vergi kaçırma ve vergiden kaçınma eğilimleri de artacaktır. Bu nedenle üretimin
Devlet sadece vatandaşların iç ve dış güvenliğini sağlamalıdır. teşvik edilmesi ve arttırılabilmesi için öncelikle üretim üzerindeki vergi oranlarının
Ülke içinde düzeni ve adaleti gerçekleştirmelidir. düşürülmesi gereklidir.
Rekabetçi piyasaların güçlendirilmesini ve para sisteminin kontrolünü 8) Anayasal iktisat
amaçlamalıdır. Anayasal iktisat yaklaşımına göre, anayasada mali yetkileri sınırlayan hükümler yer
Özelleştirme, deregülasyon, çalışmayı ve yatırımı engelleyici vergi almadığı takdirde hükümet yetkilerini kötüye kullanabilmekte ve bu sebeple ekonominin
politikalarından vazgeçme vb. gibi yapısal politikaları gerçekleştirmelidir. işleyişi bozulabilmektedir. Bu nedenle, devletin izleyeceği para ve maliye politikaları
anayasal düzeyde belirlenmeli ve sınırlandırılmalıdır. Kaldı ki, onlara göre 1970’li yıllarda
baş gösteren ekonomik sorunların temelinde, devletin ekonomiye aşırı müdahalesi, bir başka
ifadeyle çok sık ve kolay değiştirilebilen popülist ekonomi politikaları yatmaktadır.
I. Verginin Mali Amacı Düşük maliyetle toplanmalı ve tahsil süresi kısa olmalı
Devletin yalnızca kamu giderlerinin karşılamak için almış olduğu vergi, mali amaçla alınan Sürekli elde edilmeli
vergiyi ifade etmektedir. Klasik yaklaşımca benimsenen bu amaca göre devlet vergiyi, işlevleri Hangi vergiler verimlidir:
sınırlandırılmış bir devletin, iç ve dış güvenlik, adalet ve diplomatik hizmetleri yerine getirmek
için yapacağı harcamalarını karşılamak için almalıdır. Devlet vergiyi, mali amacın dışında Dolaylı vergiler: KDV, ÖTV, Muamele Vergileri, Damga Vergisi, Gümrük Vergileri
iktisadi ve sosyal nedenlere dayandırmamalıdır. Klasik liberallere göre en iyi vergi tarafsız
vergidir. Yani tarafsız vergi, vergide adalet ilkesi gereğince rekabette eşitliği sağlamalı
Dolaysız vergiler: Stopajla elde edilen gelir vergisi, MTV, Emlak Vergisi
böylece ekonomide yatırımcılar, üreticiler ve çalışanlar üzerine olumsuz etki veya davranış #Not# Gelir vergisi, KDV, MTV, Emlak vergisi gibi sürekli elde edilen vergilerin
değişikliği yapmamalıdır. verimli; veraset, intikal, tereke, baş vergisi gibi geçici elde edilen vergilerin ise
II. Verginin Mali Olmayan Amacı (Ekonomik ve Sosyal amacı) verimsiz olduğu ileri sürülür.
1929 yılında ortaya çıkan “Büyük Bunalım” sonucu dünya genelinde yaşanan ekonomik b)Esneklik ilkesi: Vergilemede esneklik ilkesi, vergi gelirlerinin değişen ekonomik ve
kriz, klasik liberal yaklaşımın savunduğu tarafsız maliye politikası altında, serbest piyasa mali koşullara göre çoğalıp, azalmasını ifade eder. Bir vergi sisteminin esnekliği, milli
ekonomisinin ekonomiyi kendiliğinden dengeye getireceği görüşünün yıkılmasına yol gelirdeki değişiklere göre vergi hâsılatının esnekliğine bağlıdır. Genellikle artan oranlı
açmıştır. Ekonomik ve sosyal sorunların artmasıyla birlikte devletin üstlenmesi gereken düzenlenen gelir vergisi, milli gelirdeki artışa paralel olarak otomatik olarak artan
görevler artmış, dolaysıyla bunların vergilerle karşılanması söz konusu olmuştur. İşte verginin vergilerdendir. Bu tür vergiler esnek ve iyi vergiler olarak sayılmaktadır.
mali olmayan, ekstra-fiskal amaçlar dediğimiz amaçları, bu gerekçe ile ortaya çıkmıştır.
Modern maliye yaklaşımında devlet artık vergileri, fiyat istikrarını sağlama, tam istihdamı Esnek vergi: Gelir artıkça artan, azaldıkça azalan vergiler esnektir.
sağlama, dış ekonomik dengeyi sağlama gibi ekonomik amaçlara ulaşmada ile gelir dağılımı
adaletini sağlama, çevre sorunları ve nüfus politikası gibi sosyal amaçlara ulaşmada
Esnek verginin özellikleri:
kullanmaktadır. Genel olmalı, tabanı geniş olmalı
B. VERGİLEMENİN İLKELERİ Artan oranlı veya oransal tarifeye sahip olmalı
Vergileme ilkeleri, vergileme ile ulaşılmak istenen amaçların
gerçekleştirilmesinde uyulması gereken kurallar olarak tanımlanabilir. Kaçakçılık ve kaçınma yolları azaltılmalı
Günümüzde devletler vergileri, mali, iktisadi ve sosyal amaçlara ulaşmak için Muafiyet ve istisnaların kapsamı dar tutulmalı
kullanmaktadır. Vergileme ile ulaşılmak istenen amaçların değişmesi ve
gelişmesine paralel olarak vergileme ilkeleri de değişmiştir. Vergileme ilkeleri
Gerçek usulde tarh edilmelidir
“vergilemenin klasik ilkeleri” ve “vergilemenin modern ilkeleri” olmak üzere Hangi vergiler esnektir:
iki başlık altında incelemek mümkündür. Kişisel gelir vergisi, artan oranlı ve gelire bağlı bir vergi
1. A. SMİTH’İN KLASİK VERGİLEME İLKELERİ Kurumlar vergisi, düz oranlı ve gelire bağlı bir vergi
Vergileme ilkeleri konusunda bilimsel ilk eseri 18. yüzyılda da “Ulusların
Zenginliği” adlı eseriyle A. Smith ortaya koymuştur. Smith, vergi sisteminin
Veraset ve intikal vergisi, artan oranlı ve servete bağlı bir vergi
rasyonel işlemesi için aşağıdaki dört ilkeyi taşıması gerektiğini ileri sürmüştür. Bu KDV, ÖTV, düz oranlı ve fiyata bağlı bir vergi
ilkeler; MTV, Baş vergisi, sabit miktarlı, gelire ve fiyata bağlı olmayan bir
I. Kural: Adalet(eşitlik)İlkesi: Vergi, devleti veya toplumu oluşturan her vergi
bireyden ödeme güçleriyle orantılı olarak alınmalıdır. Toplumun her bir ferdi,
c) İstikrar
ödeme gücü yani iktidarı oranında devletin giderlerine katılmalıdır.
d)Açıklık
II. Kural: Belirlilik(kesinlik) İlkesi: Vergi, kesin olmalı ve yasa ile
e) Belirlilik, Uygunluk ve İktisadilik
belirlenmelidir. Verginin mükellefi, miktarı, ödeme zamanı, tarh ve tahsili
f) Kanunilik
usulleri önceden belirlenmeli ve açık olmalıdır.
III. Kural: Uygunluk İlkesi: Vergi, mükellef için en uygun zamanda ve uygun
biçimde tahsil edilmelidir.
IV. Kural: İktisadilik İlkesi: (I)Vergilemenin maliyeti mümkün olduğu kadar
düşük olmalı; (II)verginin tarh ve tahsil süresi kısa olmalı; (III)vergiler etkileri
bakımından mükelleflerin iktisadi kararlarını, davranışlarını olumsuz
etkilememelidir.
B) VERGİLEMENİN İKTİSADİ İLKELERİ 3. Faydalanma İlkesi: Bu ilke, vergilemede bireylerin kamu hizmetlerinden
Vergilemenin iktisadi ilkeleri, vergilerin, iktisadi büyüme ve gelişmenin sağladığı faydaların ile vergiler arasında ilişki kurmaktadır. Serbest piyasa
yanında, ekonomik istikrarın sağlanması gibi amaçlara ulaşmaya katkı ekonomisinin temelini oluşturan “mübadele” esasına dayanmaktadır. Nasıl ki
sağlayacak nitelikte olmasını ifade eder. Belirtilen bu amaçlara, kıt olan özel malları tüketimi sonucunda fayda elde eden bireyler karşılığında bir fiyat
kaynakların etkin kullanımı ile dağıtımı ile ulaşılabilir. öderler, kamu mal ve hizmetlerinin de bir bedeli olmalıdır, bu da vergidir
Ancak kamu hizmetlerinin önemli bir kısmının faydasının bölünemez ve
Kaynak kullanımında etkinlik, kaynak israfının önlenmesi ve en düşük pazarlanamaz nitelikte olması nedeniyle vergi sisteminin tümü faydalanma
maliyetle üretim yapılmasını sağlayacak yöntemlerin kullanılmasını ifade ilkesi üzerine inşa edilemez. Bununla birlikte, faydalanma ilkesine dayanan
eder. Kaynak dağılımında etkinlik ise, kıt kaynaklarla ekonomide, tüketicilerin vergilendirme daha çok yerel nitelikli kamusal mal ve hizmetlerin
en çok tüketmek istedikleri malların üretimine yönlendirilmesidir. finansmanında uygulanma imkânı bulmaktadır. Örneğin, yol, yaya kaldırımı,
kanalizasyon, su şebekesi gibi belediye hizmetleri karşılanmasındaki katılma
Serbest piyasa mekanizmasının optimum kaynak dağılımını kendiliğinden payı gibi. Buna ek olarak, yargı hizmetlerinden alınan harçlar, öğrenim harcı,
gerçekleştireceği varsayan, Klasik iktisatçılar, vergilerin tarafsızlığını ruhsat ücreti, resim gibi gelirlerde faydalanma ilkesi altında alınmaktadır
savunmuşlardır. Bu açıdan vergiler ne kadar az olursa o kadar tarafsız
olacaktır. Onlara göre, vergi, özel kesimden kamu kesimine kaynak aktarımı 4. Ödeme Gücü İlkesi: Ödeme gücü, bir kimsenin belli bir dönemde elde ettiği
demektir. Bunun sonucunda özel kesim üretiminde azalış meydana gelirinin, kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerin yaşamını
gelecektir. Bu azalışın toplam üretim düzeyini arttırıp arttırmayacağı ise sürdürebilmesi için yaptığı giderleri aşan kısımdır. Adil bir vergi sisteminde
kaynakların kamu kesiminde kullanılma biçimine bağlı olacaktır. Ancak, klasik vergilerin çoğu bireylerin ödeme gücüne dayandırılarak alınır. Ödeme gücünü
anlayışa göre devler iyi bir üretici sayılmadığından, vergilerin arttırılması gösteren en iyi kavram gelirdir. Günümüzde genel olarak, dikey eşitlik kavramı
toplam üretimin düşmesi anlamına gelecektir. kabul görmektedir.
Diğer yandan vergiler tüketici tercihlerini de etkiler. Tüketiciler, vergi artışı Ödeme Gücünün Göstergeleri
nedeniyle fiyatı artan malları daha az talep edecek, tüketici tercihleri fiyatı 1) Gelir
daha düşük mallara yönelecektir. Üreticiler, tüketici tercihlerine göre hareket 2) Harcama
edeceği için fiyatı düşük mallara daha fazla, yüksek olan mallara ise daha az 3) Servet
kaynak tahsis edilmiş olacaktır. Klasik iktisatçılar, vergilemenin bu etkisini
azaltmak için dolaylı vergilerin talep esnekliği düşük(sert) olan akaryakıt, Ödeme Gücü: Bir kişinin belli bir dönemde elde ettiği gelirinin, bu dönemde
şeker, yağ gibi zorunlu mallar üzerinden alınması gerektiğini savunmuşlardır. bu geliri elde etmek için kendisine ve bakmakla yükümlü olduğu kimselere
yaptığı giderleri aşan kısmıdır.
C) VERGİLEMENİN ADALET İLKELERİ
Vergileme konusunda devletten beklenen en önemli husus, adil bir vergi Ödeme Gücüne Ulaşmada Yararlanılan Teknikler
sisteminin oluşturmasıdır. Vergilemede adalet ilkesinin nasıl sağlanacağı I. En az geçim indirimi: En başarılı şekilde gelir üzerinden alınan vergilerde
konusunda temel ilkeler şunlardır. uygulanan bir tekniktir ve vergi ödeme gücünün, kişilerin hayatlarını
sürdürebilmeleri için gerekli asgari miktarda geliri elde ettikten sonra
başlaması esasına dayanır. En az geçim indirimi, vergilemede adaletin
gerçekleştirilmesi bakımından büyük önem taşımaktadır. Fizyolojik asgari
yaklaşım, kültürel asgari yaklaşım, medeni asgari yaklaşım şeklinde
sınıflandırılmaktadır. Buna rağmen, bu aracı eleştirenler, en az geçim
indiriminin genellik ilkesini zedelediği ve verimliliği düşürdüğünü ileri
sürmektedir.
1. Genellik İlkesi: Bu ilke, herkesten vergi alınmasını, vergi alırken II. Artan oranlı tarife: Vergi matrahı arttıkça, matrahın artan dilimlerine
toplumdaki bireyler arasında bir ayrım yapılmamasını ifade eder. Ancak uygulanan vergi oranının artmasıdır. Artan oranlılık, en etkin şekilde gelir
iktisadi ve sosyal nedenlerden ötürü istisna ve muafiyetlere vergi sistemi vergisi ve servet vergisi üzerine uygulanmaktadır. Düşük gelir gruplarına
içerisinde yer verilebilmektedir. T.C. anayasasının 73.maddesi göre, düşük vergi oranı, yüksek gelir gruplarına yüksek vergi oranı uygulama
“Herkes, kamu giderlerini karşılama üzere ödeme gücü göre vergi esasına dayanır. Bu araç, gelir arttıkça marjinal faydasının azalması
ödemekle yükümlüdür” ifadesiyle genellik ilkesi anayasal hükümle sabit temelinde geliştirilmiş olup, politik amaç olarak gelir dağılımında
hale gelmiştir. dengesizlikleri gidermeye yardımcı olduğu için sıklıkla başvurulmaktadır.
2. Eşitlik İlkesi: Bu ilkeye göre, ödeme gücü benzer olanların aynı III. Ayırma ilkesi: Artan oranlılık gelirin niceliksel(kantitatif)yönünü ön plana
vergilendirme statüsüne tabi tutulmalarını, buna karşılık farklı durumda çıkarırken; ayırma ilkesi ise gelirin niteliksel(kalitatif)yönünü öp plana
olanların ise ayrı vergilendirme statüsüne tabi tutulmaları gerekmektedir. çıkmaktadır. Ayırma ilkesi; temelde, sermaye geliri(faizi) elde edenlerin,
Bu durumda vergi adaleti açısından iki kavram öne çıkmaktadır. İlki “yatay emek geliri(ücret) elde edenlerden daha yüksek oranda
eşitlik”, aynı ödeme gücüne sahip olanların aynı vergi yükümlülüğüne tabi vergilendirilmesi gerektiğini ileri sürmektedir. Ancak unutmamak
olmalarını ifade eder. Diğeri ise “dikey eşitlik”, fazla ödeme gücüne sahip gerekir ki, bu ayrım diğer tüm gelir ve servet unsurlarına göre de yapılabilir.
olanların daha az ödeme gücüne sahip olanlardan daha çok vergi Bununla birlikte, harcama vergilerinde, zorunlu tüketim mallarında düşük
ödemelerini ifade eder. oranda vergi, lüks tüketim mallarında yüksek oranlı vergi almak ayırma
Ancak aynı miktarda gelir elde eden biri evli ve üç çocuklu diğeri bekâr ilkesinin bir göstergesidir.
olan iki kişiden aynı vergiyi almak eşitlik ilkesine uymaz. Bu durumda bekar IV. Muafiyet ve istisnalar: Muafiyet, vergi mükellefinin vergi yükümlülüğü
olan kişiyi, evli olana nazaran daha ağır vergilendirmek gerekebilir. Diğer dışında tutulmasıdır. İstisna ise vergilendirilmesi öngörülen bir konunun
yandan emek geliri, sermaye gelirinden daha ağır şartlarda elde vergi yükümlülüğü dışında tutulmasıdır. Özetle, muafiyet vergi
edilmektedir. Bu nedenle bu iki gelir türünde farklı bir vergilendirmeye mükellefini, istisna ise vergi konusunu vergi dışı bırakır. Temel amaç,
gidilebilir. Dolayısıyla vergilemenin şahsi ödeme gücünün dikkate alarak ödeme gücü zayıf olanlar lehine bazı kolaylıklar getirmektir. İstisna ve
ayarlanması büyük önem taşımaktadır. muafiyetler, genellikle ekonomik, kültürel ve sosyal olabileceği gibi siyasi ve
Vergi karşılıksız bir ödemedir. Yükümlüler açısından bir fedakârlığı ifade baskı grubu niteliklide olabilir. Geçici, kalıcı, koşullu veya koşulsuz şekil de
eder. Vergi adaleti açısından bu fedakârlığın eşit olması gerekir. yasada belirtilen şekliyle uygulanabilir.
En az toplam fedakârlık: Toplumun üzerindeki vergi yükünün en
az(uygun) düzeyde olmasıdır.
Eşit miktarda fedakârlık: Herkesin aynı fedakârlığa katlanması için
aynı miktarda vergi ödemesidir.
Eşit oranlı fedakârlık: Herkesten eşit oranda vergi alınmasıdır.
Böylece geliri yüksek olanlar, düşük olanlardan daha fazla vergi
ödemek durumunda kalır.