Bir Tuhaf... Deniz Bilgin'in Resimleri Üzerine

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 3

Necmi Zekâ

Bir tuhaf...
Deniz Bilgin’in Resimleri Üzerine

Deniz Bilgin Ressam/Painter, Ed. İhsan Bilgin, Karşı Sanat Çalışmaları, İstanbul 2004

1.
Deniz Bilgin’in, yerleşik sanat çevreleriyle yıllar boyunca bir türlü kurulamayan, kurulduğunda
da pek gelişemeyen bir ilişkisi oldu. Kuşkusuz bunda, bir takım özel nedenlerin, tercihlerin yanı sıra,
onun ürettiği işlerin tuhaflığının da önemli bir payı vardı. Bu tuhaflığı, rahatsız edici bir aykırılık ya
da muhaliflikten çok, sanat dünyamızın tanıtım-eleştiri alışkanlıklarını zorlayan bir özgünlük olarak
yorumlamak gerekiyor.
Deniz Bilgin'in işleri, bir resim geleneği ile açık ya da örtük herhangi bir hesaplaşmaya
girmediğinden, sanat üretimiyle ilgili belirgin bir tutum, hatta niyet ortaya koymadığından, neredeyse
hiçbir kavramsal bilgi yükü taşımadığından, kısacası 'anlamlandırılmayı umursamaz' tavrından dolayı,
özellikle profesyonel izleyiciye zor gelen işlerdi hep. Bugün Deniz Bilgin'in resimlerine toplu olarak
baktığımızda, aşinası olduğumuz türden entellektüel zorlukları içermemelerine karşın, büyük
olasılıkla çok 'öznel' oldukları için bizi zor durumda bırakan, tuhaf, yabansı bir özgünlük ile karşı
karşıya olduğumuzu bir kez daha görüyoruz.
2.
'Sanat-dışı' ya da 'naif' gibi kategorilere sığdıramayacağımız bu özgünlük öncelikle, hemen
hemen her resmin tam odağına yerleştirilen figürlerde gösteriyor kendini. Oldukça zengin bir figür
çeşitliliği sunan Deniz Bilgin'in, bunları mevcut bir figür repertuarını yeniden yorumlayarak ya da
çeşitli repertuarları belli bir alıntılama mantığıyla birbirine karıştırarak yaratmadığı açık. İnsan,
hayvan ve bitki morfolojilerinden devşirilmiş bu fantastik yaratıklar, ironiden de pastişten de uzak
duruyor, doğrudan herhangi bir toplumsal ya da kültürel gönderme içermiyor. Eklektik değiller;
ayrıca oyun, masal, mit, din fantazilerinin hiçbirine tam olarak oturtulamayacak bir alan belirsizliğine
sahipler. Sanat tarihi perspektifinden yapılacak değerlendirmeler de, bir örtüşmezliği işaret etmeden
öte, bize pek bir ipucu sağlamıyor. Örneğin, Dürer’in düşyapıt (Traumwerk) olarak adlandırdığı,
bilmecemsi figürlerle dolu dua kitabı süslemeleriyle karşılaştırdığımızda, Deniz Bilgin’in tuhaf
yaratıklarında, gülünç ve ürkütücü öğelerin bileşimi sonucu yaratılan grotesk bir etki bulamıyoruz.

1
Goya gravürleriyle yanyana getirdiğimizde gene, bu figürlerin, akıldışının ürkütücülüğü, ruhun
ızdırabı, toplumsal eleştiri ya da hiciv gibi anlamlandırmalarla uyuşmadıklarını görüyoruz.
3.
Deniz Bilgin'in figürleri, sadece sanat tarihine değil, en geniş anlamda toplumsal bilgi birikime
kayıtsız, kapalı bir dünya oluşturuyor; ancak o oranda da, adeta mükemmel bir öznellik, öznel bir
açıklık sergiliyorlar. Zizek’in “Dünyanın Gecesi” kitabında, bilinçdışının kültürel arkaplan ya da
yaşamdünyası (Lebenswelt) ile özdeşleştirilemeyeceği, buna direnen bir şey olduğu uyarısından yola
çıkarak, Deniz Bilgin’in en saf biçimiyle bir bilinçdışı sanatı geliştirdiğini söyleyebiliriz. Bu
bakımdan gerçeküstücülere yakın dursa da, sanatsal üretimi bir projeye dönüştürmemesi, özellikle de
serbest çağrışım gibi psikanaliz kuramının kavram ya da araçlarına doğrudan başvurmamasıyla,
onlardan ayrıldığını da belirtmeliyiz.
4.
Deniz Bilgin’in figürlerinin ilginç bir özelliği, ne kadar insanlaşırlarsa insanlaşsınlar, hep bir
'ağızları var dilleri yok' duygusu uyandırmaları. Adeta gözleri ve jestleriyle yaşayan bu yaratıkların
dilsizliği, ilk bakışta psikanalizin söze dökme pratiğine ters düşse de, aslında bilinçdışına giden yol
olarak düşlerin dünyasına çok uygun bir durum. Irigaray'ın "Et Renkleri" konferansında vurguladığı
gibi, düşlerde söz istisna olsa da, psikanalizde sesten çok daha hızlı olan ışık geri plana itilerek, her
şey ses yoluyla aktarılmakta, algının ayrıntıları yitirilmektedir. Ses ve ışık arasındaki aktarım ve algı
hızının, bilinçdışında ve bilinçöncesinde çok iyi yapabildiğimiz bir şey olan, resim yoluyla ortadan
kaldırılabileceğini savunan Irigaray'ın "doğduğumuzda ışığa ve sessizliğe doğarız" saptaması, Deniz
Bilgin'in figürlerindeki dilsizlik duygusuna özel bir önem kazandırıyor.
5.
Bu figürlerin izleyende uyandırdığı tuhaflık duygusunu açmaya çalıştığımızda, ilk akla gelen
kavramlardan biri de Freud'un "unheimlich" kavramı. Öteden beri tanıdık, aşina olunana bizi geri
götüren, endişe uyandırıcı şeylerin toplamı olarak tanımlanan bu kavrama, özellikle Kristeva'nın
"yabancı"yı dahil ederek getirdiği yorum, Deniz Bilgin'in yaratıklarına farklı bir açıdan bakmamızı
sağlıyor. Kristeva'nın kabaca, "yabancı içimde, o yüzden hepimiz yabancıyız. Eğer herkes yabancıysa,
kimse yabancı değildir." biçiminde özetlenebilecek yorumu, psikanalizi siyasal bir tutum olarak
geliştirmeye, yabancı düşmanlığını olanaksız kılmaya yönelik bir yaklaşım. Kristeva'nın yabancının
içkinliğinden yola çıkarak vardığı kozmopolitizmi Deniz Bilgin'in figürler dünyasına taşıdığımızda,
onun adeta tüm yaratıkları ve formlarıyla doğayı da içeren, hem çok öznel, hem de çok geniş bir
evrenselliği sergilemeye çalıştığını görüyoruz.
Deniz Bilgin’in inceden inceye işlenmiş arkaplanlarında, Gombrich'in "bakılmayan sanat" adını
verdiği, bize doğrudan konuşmadığı için özel dikkat gerektirmeyen, son dönemde özellikle eşitlikçi,

2
evrensel bir stil platformu olarak 'suç' olmaktan çıkıp yeniden önemsenmeye başlanan süslemecilik
öğelerini kullanması da, bu açıdan değerlendirilebilir.
...
Deniz Bilgin, belki de kimsenin gerçekliği olmayan, ama kimseyi dışlamayan bir dünya
yarattığı için bize hâlâ tuhaf geliyor.

You might also like