Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 326

SURİÇİ

İSTANBUL
Fetihten Önce ve Fetihten Sonra
Kıymetli Okuyucu

“Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar Hakkında sayısız şiirler, romanlar, seyahatna-


O’nu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar” di- meler, tarihi olaylar yazılan bu şehir, yaşanılan
yen Üstad Necip Fazıl’ın derin ifadesinde seç- kesintisiz hayatıyla her zaman yeniden yazılmaya
kin varlığının tanımını bulan İstanbul, Allah’ın layıktır. Okundukça yeni ufuklar açan esrarlı
özenle yarattığı bir coğrafyanın merkezini teşkil bir kitap gibi her yeni yazışıyla cazibesi bir kat
eder. O imar edilmiş haliyle Yahya Kemal’in daha artan efsunu, dünya durdukça kendini
dizesinde “bütün efsunlu güzellikleri “kendinde yeniden yazdırmaya devam edecektir.
toplayan şehirdir. Tarih boyunca yaşattığı hoşgörüsü ile her
Kıtalarla denizlerin kucaklaştığı, kadim kültürden, her ırktan insanın kendinden bir
dünyadan beri, ırkların, dinlerin ve kültürle- şey bulduğu, taşı toprağı kültüre dönüştüğü,
rin buluştuğu Fatih, medeniyetlerin ve impa- mekânla insanın en üst düzeyde yakınlaştığı
ratorlukların da başkenti olmuştur. 8500 yıllık bir yeryüzü cennetidir.
tarihinin Roma, Bizans ve Osmanlı İmparator- Medeniyet tarihinin bütün aşamalarını gör-
lukları döneminde kadim dünya yaklaşık 1600 müş geçirmiş, sayısız olayları yaşamış, her dilde
yıl buradan yönetilmiş, dünya tarihi burada bir adı, her gönülde bir muhabbeti olmuştur.
yazılmıştır. Megaralı komutan Byzas ile Bizantion, Roma
Rüyaların ve hayallerin şehri olmuş, âşıkların İmparatoru Konstantin ile Konstantinopol ve
aşkını, şairlerini ilhamını artırmış; Onu alan Sultan Fatih ile adı Fatih olmuştur.
cihana sahip olur inancıyla nice cihangirlerin Bizans’ın son dönemlerinde metruk bir şehre
satvet kalesi olmuştur. dönüşen Konstantinopol, Sultan Fatih’in fethiy-
Çağların geçiş kapısı, Hz. Peygamber'in müj- le yeni bir baharın “gülzar” dönemine girmiştir.
desi, Sultan Fatih’in rüyası, sahabileri, evliyala- Fetihle birlikte taşını, mermerini, ahşabını sarraf
rı, âlimleri, minareleri, kubbeleri ve ezanlarıyla gibi işleyen ecdadımız Fatih’i, karış karış imar
İslam’ın dördüncü kutlu şehridir O. ederek Ona yeni bir mana, yeni bir ruh vermiş-
tir. Onu halı dokur gibi ilmik ilmik işleyerek muhtemel bir depremde bu nüfus yoğunlu-
medeniyetimizin başkenti haline getirmiştir. ğunun ve tarihi eserlerin zarar görmemesi için
çoğu güçlendirilerek restorasyonları yapılmış ve
Ancak Fatih’in tarihinde hep mutlu günler
tamamının da röleve ve restorasyon projeleri
olmamış, Nika isyanı, Latin istilası, Patrona
hazırlanmıştır.
Halil, Kabakçı Mustafa İsyanları, deprem ve
yangın gibi afetlerle büyük zararlar görmüştür. Bugün Fatih, tarihi kültürel varlıklarını bina
Bu gibi olaylar sonucunda İmparatorluk başken- cephelerini, meydanlarını büyük ölçüde yenile-
ti olduğu için her zaman ilgi ile karşılanmış ve miş, tarihle anı birlikte yaşayan, geleceğe umutla
kısa sürede toparlanabilmiştir. Osmanlı Devleti bakan bir dünya şehri haline gelmiştir. Bu vesile
yıkılıp yeni Türk Devleti’nin başkenti Ankara’ya ile tarihi mekânları günlük hayata kazandıran
taşınınca, Fatih bir dönem ilgisiz kalsa da son- çalışmalarla birlikte onların anlamını ve ruhunu
da yeni nesillere aktarmak istedik. Bu gayeye
radan kendi cazibesinden aldığı güçle yeniden
katkı amacıyla çok değerli akademisyenlerimiz
ayağa kalkmasını başarmıştır.
tarafından kıymetli bir eser meydana getirildi.
Demokrat Parti dönemine denk gelen şehri
Sayın Prof. Dr. İlber Ortaylı ile birlikte on
modernleştirme hareketi kimliğini oluşturan
değerli akademisyen hocamızın Fatih’in başlan-
çok sayıda eserin yok olmasıyla sonuçlanmıştır.
gıcından günümüze kadar olan dönemi kap-
Kırsaldan şehre göçün zorlamasıyla oluştu- sayan bu ilmi çalışmaları benzerleri arasında
rulan yüksek katlı binalar, Fatih’in nüfus yo- nadide bir yer edinmiştir. Hayırlı olmasını diler,
ğunluğunu arttırırken kendine has kültürüne eserin hazırlanmasında emeği geçen herkese te-
zarar vermiştir. Ak Parti yönetimleri döneminde şekkür ederim.
İÇİNDEKİLER

GİRİŞ......................................................................................... 7
Prof. Dr. İlber Ortaylı

I. BÖLÜM (Fetihten Önce)...................................................... 15


Bizantion’dan Fatih’e...........................................................................................17
Doç. Dr. Koray Durak

Bir İmparatorluk Merkezi Olarak Konstantinopolis.............................................41


Prof. Dr. Albrecht Berger

Surlar ve Kapılar..................................................................................................69
Prof. Dr. Neslihan Asutay - Effenberger

Ticaret Hayatı...................................................................................................103
Doç. Dr. Koray Durak

Dini ve Gündelik Hayat....................................................................................119


Dr. Brigitte Pitarakis

II. BÖLÜM (Fetihten Sonra).................................................. 167


Fetih Sonrasında Tarihi Yarımadada Tarihi Olaylara Genel Bir Bakış.................169
Prof. Dr. Feridun M. Emecen

Fatih Mahalleleri...............................................................................................203
Prof. Dr. Mehmet Canatar

Suriçi İstanbul’da İlim Hayatı, Eğitim Faaliyetleri ve Kültür Muhitleri..............253


Prof. Dr. Mehmet İpşirli

İstanbul’da ve Osmanlı Sarayı’nda Tören ve Kutlamalar.....................................273


Prof. Dr. Zeynep Tarım

Fatih’te Ulaşım..................................................................................................295
Prof. Dr. Ali Akyıldız
GİRİŞ

Prof. Dr. İlber ORTAYLI

S
on seçim döneminde uygun bir tasar-
ruf sonucu suriçi (intra muros) İstanbul
bölgesi bütünüyle bir belediyeye verildi.
Bu belediyenin adı klasik Osmanlı döneminde
Dersaadet idi. Son asrın belediyeler kanunu
da “Dersaadet ve bilad-ı selase” başlığını taşır
(yani suriçi İstanbul; Eyüp, Galata ve Üsküdar)
isim ve ünvan İstanbul kadısının eskiden beri
yönettiği İstanbul yönetimini kastetmektedir.
1853 Kırım savaşından beri modern bir bi-
çimde tertiplenmesine çalışılan İstanbul bele-
diyeleri bu ayrımı devam ettirmiş; Dersaadet
belediyesi hem protokolde hem de mali ko-
nularda ve personel sayısında öne geçmekle
beraber bilhassa imparatorlukta ecnebi nüfusun
yaşadığı Beyoğlu-Galata yani “Altıncı daire-i
belediye” ve bunun gibi Yeniköy ve Tarabya
için de “Ondördüncü daire-i belediye” ayrıca
örgütlenmiştir. Suriçinin son seçim dönemine
kadar iki belediye halinde bulunması isabetli
değildi; tarihî İstanbul’un bir belediyeye bırakıl-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

gelişme Bizans dönemi


İstanbulu üzerinde çalı-
şan uzmanların arasında
artık Türk tarihçilerin
de yer etmesidir. Sayın
Koray Durak, Neslihan
Asutay-Effenberger ve Bri-
gitte Pitarakis’in bu ciltte
yer almasını editör olarak
şükranla karşılıyorum.
Daha ilk makaleden
itibaren Byzantium’dan
Fatih’e bütün İstanbul’un
tarihi topografyası ve ne-
olitikten başlayarak tarih
öncesi ve tarih çağlardaki
iktisadi ve toplumsal ge-
lişimine bakılmaktadır.
Bildiğimiz klasik İstan-
bul’un klasik çağ Roma
Fildişi diptik, figürler Roma ve Konstantinopolis’i temsil eder, Kunsthistorisches Museum,
imparatorları tarafından
Viyana, Avusturya.
bu bölgede kurulmasının
ması uygun oldu. Bu belediye sınırları itibariyle nedeni bu ilk makalede ele
Bizans’ın Konstantinopolis (bir eparhın veya alınıyor. Gerçekten Konstantinopolis resmen ve
praefectus’un yönetimindeydi) ve Dersaadet ana yapısının eksikleri tamamlanarak imparator
ise yüksek mevki sahibi ve ilmiye sınıfında Konstantin (Constantinus) tarafından milâdın
kazaskerlerden sonra gelen İstanbul kadısının dördüncü asrında kurulmuştur ama en azından
yönetimine tekabül eder. bugünkü Aksaray eksenine kadar bütün yarı-
Suriçi İstanbul tarihi üzerine Fatih belediyesi madada Nova Roma denilen parlak bir şehir
halkımıza ve Türkiye’yi tanımak isteyenlere bir ikinci asırdan beri ortaya çıkmıştı. Hipodrom
ortak metin hazırlamak istemiştir. Bendeniz ve şehrin ana arteri olan Mese ve bunun üzerindeki
yayın asistanımız Dr. Selin İpek'in tertibiyle bu (Forum Constantinum, Forum Tauri, Arcadii
metin ilk defa olarak, Bizans tarihi uzmanları gibi) forumlarıyla sarnıçlar ve Valens su keme-
ve Osmanlı tarihinin tanınmış uzmanlarının riyle şehrin su dağıtım sistemi açıkça ortadaydı.
müşterek mesaisiyle meydana getirilmiştir. İki İmparator Konstantin’in şehri resmen kuruluş
bölümün arasında konuların ele alınışı bakı- tarihini seçişi bile 330 yılı Mayıs ortası yani tanrı
mından paralellik göze çarpar. Sevindirici bir Mercurius’un kutsal günleri olan “idus maiae”dir.

- 8-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Şehir teşkilatlanışı, ana hatlarının ortaya çıkışı ve rumları hakkında bir fikir edinebiliyoruz.
her şeyden evvel muhteşem mimarisi ile klasik İstanbul surları hakkındaki en önemli bilgi
Roma’nın son parlayışıdır. değişimi Marmaray kazıları dolayısıyla Yeni-
Bizans araştırmalarında Bizans Kons- kapı’da Theodosius limanının bulunması ve
tantinopolis patrolojisi alanında (“patria kazılar sırasında Konstantin surlarının başlan-
Konstaniopolu” denen ünlü eseriyle “Kons- gıcının ortaya çıkmasıdır. Bu keşfin destek
tantinopel: Geschichte, Topographie, Religi- kazılarla devam etmesi ve Haliç ve Marmara
on”; Standorte in Antike und Christentum, arasında Konstantin surlarının bütününün tes-
Stuttgart, 2011) tanınan Albrecht Berger’in piti gerekmektedir. İstanbul’un sakinlerinden
başkent olarak Konstantinopolis’in belge- ve Bizans medeniyet tarihinin günümüzdeki
sel topografisi üzerinde temel fakat sağlam tanınmış hizmetkârlarından Brigitte Pitara-
bilgiler vermektedir. Gene aynı şekilde bu kis uzun bir makale ile Bizans başkentindeki
bölümdeki Neslihan Asutay-Effenberger’in dini ve gündelik hayatı ele almakta; özellikle
Konstantinopolis’in surları ve kapıları üze- Latin işgali ve Paleologos devrindeki mucize
rindeki açıklayıcı etüdü bilgilerimizi hayli beklentileri ve ortada dolaşan menkıbelere
değiştirmektedir. Önümüzdeki kitabın basit değinmekte. Bunların Osmanlı İstanbulu'na
bir popüler şehir rehberi olmanın ötesinde dahi miras kaldığı anlaşılır. Öte yandan şe-
İstanbul’u daha derinden tanımak isteyenler hirde daha Bizans devrinde bile yaşayan ve iş
için bir rehber olduğunu belirtmek gerekir. gören Müslümanlar vardı. Bunlar hakkında
Yeryüzünde “metropolis mundi” vasfını İstan- araştırmayı teşvik edici bilgiler verildiği açıktır.
bul kadar uzun bir süre muhafaza eden başka Hiç şüphe yok ki bu rehber Osmanlı
bir şehir pek de yoktur; işte bu İstanbul’un Dersaadeti'nin tarihini, yerleşim kültürünü,
surları Asutay-Effenberger’in kaleminden geç mahalleler arasındaki ulaşımı, ilmi ve kültü-
antikiteden onbeşinci asra kadar bütün gelişi- rel hayatı ve gerek devlet törenleri, gerekse
miyle ele alınıyor. Çünkü bu surlar müdafaa halk ananelerini incelemeyi amaçlamaktadır.
surlarını sevmeyen “pax Romana” döneminin Bu alanda değerli meslektaşlarımızın kendi
üstüne çağın zarureti olarak gelmiştir ve hiç bölümlerinde yaptıkları katkı; hemşehirleri-
şüphesiz Akdeniz tarihinin en önemli eserle- mize ve İstanbul ile ilgilenen yerli ve yabancı
rinden biridir. 6.5 kilometrelik kara surları gençlere, tarih meraklıları için, önemli bir
ve nihayet devamında Blakhernai surları ve müracaat kitabı ortaya koymuştur. İstanbul’un
deniz surlarıyla inceleme tamamlanıyor. Bu- Osmanlı geçmişi beş buçuk asrı kapsar. Ne
günkü İstanbul’u o dönemin Konstantino- var ki onbeşinci asrın başından beri Üskü-
polis’i ile eşleştiren ve ayrımlayan en önemli dar’da önemli bir Türk yerleşimi vardır ve tıpkı
eser ve özellik surlardır. Nihayet şehrin eko- Pera’daki İtalyanlara (Ceneviz Venedikliler)
nomik hayatını uzun bir dönem içerisinde benzer bir statüde kendi kadılarıyla bugünkü
değerlendiren Koray Durak’ın sunumuyla Cibali Unkapanı’na tekabül eden mekânda
Roma Bizans dönemi Konstantinopolis ku- Müslüman ve Türkler de oturuyordu. Bizans

- 9-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

imparatorluğu Justinianos dönemindeki gücü ettiği bir yöntem olmuştur. Yirminci yüzyılda
yanında, topraklarını kaybettiği nerdeyse dahi buhranlı savaş yıllarını izleyen eğlenceli,
Mora ve Trakya’da küçük bir devlet derecesine protokolü ve geleneksel kalıpları değiştiren
indiği zamanda dahi beynelmilel ilişkilerini curcunalı hayat buna örnek gösterilebilir.
sürdürmekteydi. İstanbul’un beslenme sorun- Profesör Doktor Mehmet Canatar Fatih
ları, mübrem maddelerin nakli, depolanması Mahalleleri başlığı altında suriçi İstanbul’un
sistemi, şehirlerdeki esnaf loncaları Bizans sa- idari taksimatını ele aldı. Buradaki Müslüman
rayının diplomatik ilişkileri için başvurduğu mahalleler ve camileri yanında gayrimüslim-
kendi lüks emtia üretimi çok benzer kalıp- lerinkine de değiniyor. Bu konu İstanbul’un
larla bütün Orta Doğu imparatorluklarında halen az incelenen ve az bilinen alanların-
görüldüğü üzere Osmanlı imparatorluğunda dan biridir. İstanbul mahalleleri sorununun
da var olmuştur. Bu şehri incelemek bütün Canatar tarafından ele alınışı okurun ilgisini
Akdeniz ve Orta Doğu tarihini iyi bilmek ve çekecek ve metodik tartışmaları ve yaklaşımları
İslam imparatorluklarının da şehir yönetimini münazaraya açacaktır. Mehmet İpşirli hoca
ve toplumsal örgütlenmesini iyi tanımakla Osmanlı ilmiye sınıfı tarihinin üstadı olarak
mümkün olabilmektedir. İstanbul’daki ilim hayatını, eğitim faaliyetle-
rine ve kültürel çevrelere değinmektedir. Bir
Kitabın ikinci bölümü artık altı asra yak-
şeyi unutmamak gerekir; İstanbul’un kültür
laşan uzun ömürlü Osmanlı başkentinin
hayatı ihvan meclislerine dayanır. Bu onal-
mahalleleri, ulaşımı, siyasi tarihi, eğitimi ve
tıncı asırda da böyleydi, yirminci asırda da.
devlet ve toplum hayatı için çok önemli olan Bugünün İstanbul’u İsmail Saîb Efendi’nin
teşrifat düzenini incelemeye ayrılmıştır. Bu- Bayezid kütüphanesindeki seminerlerine ün-
rada birinci bölümle bir paralellik kurulmaya lülerden Mahmut Kemal’in (İnal) aynı semt-
dikkat edildi. Profesör Feridun Emecen’in Os- te bulunan konağında bulunan meclislerini
manlı İstanbul’unun siyasi tarihini inceleme hayranlıkla incelemektedir. Ne yazık ki za-
biçimi ise bence yeni bir yaklaşım getiriyor. manını şekillendiren bu faaliyetlerin kayıtları
Sadece bir yaklaşım kanalına dikkat etmek da o nispette cılızdır. Hiç şüphesiz bir başka
yeter. Onaltıncı yüzyılın son çeyreğindeki kitapta İstanbul’un gayrimüslim cemaatleri,
aşağı yukarı tüm dünyada rastlanır cinsten Müslümanlarla olan ilişkileri ele alınınca bu
kıyamet beklentisi ve bunun yarattığı zihni konuya geri dönülecektir. İstanbul’un hayatın-
çevre bir yandan bütün dünyada görülen ve da bilhassa onsekizinci ve ondokuzuncu asırda
bize de sıçrayan ekonomik değişme ve enf- sayısı 300’ü geçen dergâhların bu şehrin orta
lasyon baskıların, Anadolu’da başlayan isyan sınıfların hattı harekâtına, adabına, düşünce-
dalgalarına bir tepki olarak, İstanbul şehrine sine ve yarattıklarına olan etkisi çok mühim
eğlenceler ve dini seremonilerle yeni bir at- bir konudur. Ondokuzuncu yüzyılda İstanbul
mosfer yaratmaya çalışılması yazarın beğen- fikrimizce gerilemiş değildir. Kendisini gölge-
diği bir gerçektir. İstanbul ruhunu yenilemek leyen büyük metropollerin ortaya çıkmasına
istiyordu; bu onun bütün hayat boyu takip rağmen halen Balkanların, Ortadoğunun ve

- 10-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Marmaray Kazılarında Neolitik Dönem izlerine rastlanıldı.

Kafkasların önemli iktisadi ve kültürel mer- merkezlerinde standart eğitimden geçen bir
kezidir. Değişen ulaşım onun idari hayatının zümre yaratmıştır. Bu eğitimin içine geçmiş
ve belediyeciliğini de etkilemektedir. Pek az devirlerden farklı olarak gayrimüslim cemaat-
şehir ondokuzuncu yüzyılda İstanbul’unkine lerin gençleri de girmekteydi ve bir Osmanlı
benzer bir reformcu atılım gösterir. Bunun tipi ortaya çıkmıştı. Profesör Ali Akyıldız’ın
getireceği değişim belki gereken düzeyde ol- kara ulaşımındaki geleneksel kalıplar ve bu-
mamıştır ama İstanbul kendini eleştiren ve nun ondokuzuncu yüzyıldaki raylı ulaşımla
değişen bir şehirdir; Dr. Zeynep Tarım mes- modernleşmesi, gemiciliğin buhar gücünü be-
lektaşımızın İstanbul ve Osmanlı sarayındaki nimsemesi ve bunun İstanbul’un ulaşımında
tören ve kutlamaları mühim bir tarih yazımı etki ve yarattıkları görünüyor.
açılımını temsil ediyor. İlginçtir ki Osmanlı İmparatorluklar hiç şüphesiz kendisini
sarayı kadar normal vatandaşın yaşadığı ma- yaratan ana unsurun diliyle ve toplumsal
hallede de kendini gösteren bir hükümdar özellikleriyle var olur. İmparatorluk nüvesi-
sarayı az bulunur. Sarayda yetişen kızların nin hayata devamı ve yükselmesini dahi o
zamanla orta ve yüksek sınıftan İstanbullulara unsurlara borçludur. Hatta imparatorluğun
tecviz edilmesi hemen her mahallede saraylı tarihi ömrünü tamamlaması, yapısal çökün-
hanımların vasıtasıyla bir etkileşim yaratmıştır. tüler dahi aynı şekilde izah edilir. Doğuş ve
Nihayet ondokuzuncu yüzyılın Maarif-i Umu- büyümedeki özgünlükler (causa sui generis)
miye Nezareti tarafından örgütlenen eğitimi o kavmin ve o dilin esasına bağlıdır. Ne var
sadece İstanbul’da değil bütün imparatorluk ki kuruluş ve yükseliş döneminde bir impara-

- 11-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

İmparator Honorius’ın madalyonu, Staatliche Museen zu Berlin, Antikensammlung, Berlin, Almanya.

torluğun ana unsurunu tespit etmek güçtür; kurulan bağ bize bu bölge insanının hayatı
çok kere menkıbe (legenda) tarihi gerçekle- hakkında hiç de şaşırtıcı olmayacak gerçekler
ri gölgeler. Diğer taraftan imparatorluklar ve benzerlikleri öğretebiliyor. Şehrin güvenli-
bünyesinde şaşılacak benzerlikler vardır; bu ğinin sağlanması, uzak mesafelerden getirilen
kurumsal benzerliklerin varlığı adeta univer- zaruri maddeler (et, tahıl ve süt ürünleri) için
sal bir kural gibidir. İstanbul gibi bir dünya yapılan örgütlenme, loncaların çalışması, üre-
metropolü ve civarındaki şehirler Orta Doğu timin düzenlenmesi, ham madde fiyatlarının
bölgesinin büyük metropolleri bize bu tip ta- temini ve korunması için alınan tedbirler,
rihi gerçek ve gelişmeleri verebilir. İstanbul’un inşaatlar için sağlanan imar düzeni mutlaka
iki bin yılını araştırmak metot sağlamlığı ve birlikte çalışılması ve öğrenilmesi gereken tarih
işbirliği gerektirir. Bu yapılabildiği takdirde yazıcılık alanlarıdır.
çok sorunsalı cevaplayabiliriz. Örneğin İstan-
İstanbul onsekizinci asır ortalarına kadar
bul’un sağlık hayatı için önemli bir vaka; son
Marmaray kazılarında sekseni aşkın iskelet metropolis mundidir. Beşeri uygarlığın en
çıktı. Bunların üzerindeki tıbbi araştırmalar özgün ve temsili yapılanmasını temsil eder.
bize göre neredeyse onyedi ve onsekizinci asır İtalya buradadır, İslam dünyası ve İran bu-
İstanbulu’ndaki benzeri araştırmalar mesela radadır, Hind buradadır. İki bin yıllık İstan-
Hayfa Üniversitesi'nden Prof. Minna Rozen'in bul olmadan uygarlık tarihini düşünmek bile
(Türkçe'deki bir eseri, İstanbul Yahudi Ce- mümkün değildir. O bakımdan ümit ediyoruz
maatinin Tarihi, İş Bankası Yayını, 2010) ki İstanbul araştırmaları ister çok ayrıntılı ilmi
şehrin Yahudi mezarlıklarından ele geçirdiği konular, isterse daha popüler tarih yazıcılık
bilgilerin tasviri ve tasnifiyle ilginç bağlar alanı olsun geniş gruplarla birlikte yapılma-
ortaya çıkarıyor. Osmanlı tıb tarihi araştır- lıdır. Önünüzdeki İstanbul rehberini Bizans
malarının Sasaniler İran’ından ve Bizanstan ve Osmanlı araştırmaları yapan iki grubun
beri bilinenler ve İslam tıb araştırmaları ile mesaisiyle ortaya koymaktan bahtiyarız.

- 12-
Roma egemenliği altında Bizantion bronz sikke,
ön yüzde tanrı Byzas ve ters bir gemi, 125 M.Ö. 127 M.S.
I. BÖLÜM
Fetihten Önce

Bizantion’dan Fatih’e
Doç. Dr. Koray Durak

Bir İmparatorluk Merkezi Olarak Konstantinopolis


Prof. Dr. Albrecht Berger

Surlar ve Kapılar
Prof. Dr. Neslihan Asutay-Effenberger

Ticaret Hayatı
Doç. Dr. Koray Durak

Dini ve Gündelik Hayat


Dr. Brigitte Pitarakis
Bizantion’dan
Fatih’e

Doç. Dr. Koray Durak1

Bizantion, Nova Roma, Constantinopolis,


Kostantiniyye, Stanbulin;

Tarihöncesi dönemlerden Bizans İmpa-


ratorluğu’na İstanbul’un uzun tarihi

B
inlerce yıl boyunca kültürel ve iktisadi
zenginliğiyle çevre kültürlerin beğe-
ni ve gıpta ile baktığı bir kent olan
İstanbul, son 1700 yıl boyunca iki büyük
imparatorluğa (Bizans ve Osmanlı İmpara-
torluklarına) ve ömrü kısa da olsa bir Latin
devletine payitahtlık yapmıştır. On binlerce
yıl önce insanlığın yeryüzüne yayılmasında
stratejik konumu ile kilit bir rol oynarken,
Klasik Yunan, Helenistik ve Roma dönem-
lerinde, yani M.Ö. 500’lü yıllardan M.S. 4.
yüzyılın başına kadar, Karadeniz’i Akdeniz’e
bağlayan deniz ticareti yolunu kontrol eder.
Yaklaşık 1700 yıl önce ise, Hristiyanlaşan
ve doğuya taşınan Roma İmparatorluğu-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Tarihöncesi dönemde İstanbul

İstanbul’un Klasik Yunan ve Roma dö-


nemlerinden- yani M.Ö. 7. yüzyıldan- ön-
ceki gelişimini anlamak için Asya ve Avrupa
yakalarındaki daha geniş bir alana, İstanbul
büyükşehir alanına, bakmak gerekir. İlk insanın
M.Ö. 5. binyıldan kalma kase, Fikirtepe, İstanbul Arkeoloji Afrika’dan çıkıp Avrupa’ya geçtiği yolun üstünde
Müzeleri, Türkiye.
olması sebebiyle şehrin tarihi bir milyon yıl
öncesine kadar uzanır. M.Ö. 10.000’li yıllara
nun (Bizans İmparatorluğunun) başkenti
kadar süren yaklaşık bir milyon yıllık Paleolitik
ilan edilince ortaçağ boyunca Avrupa’nın
Çağ’da (Eskitaş Devri), insanlar genel olarak
en büyük yerleşimi olmuştur. Bizanslıların küçük gruplar halinde konar-göçer tarzda ve
“Constantinus’un kenti” yani Constantinopo- avcılık ve toplayıcılık yaparak hayatlarını ida-
lis/Konstantinupolis/Konstantinopolis2 ya da me ettirmiş; taşları ve kemikleri yontarak alet
Yunancada kent/kente/kentte anlamına gelen kullanımını geliştirmiş; mağaralarda, bunların
is-tin-polin (İstanbul) dedikleri bu şehirle sa- bulunmadığı durumlarda da açık havada kur-
dece Bağdat ve Kahire boy ölçüşebilmiştir. 3
dukları sığınaklarda yaşamışlardır. İki milyon
Ortaçağın sonlarına doğru Bizans İmpara- yıl önce anavatanları Afrika’dan ayrılan insanın
torluğu’nun gücünü kaybetmesine paralel atası Homo erectus (Latincede ‘Dik Duran İn-
olarak eski ihtişamını yitiren Konstantino- san’), 200.000 yıl önce Homo neanderthalensis
polis, Fatih Sultan Mehmed’in 1453 yılındaki (Neandertal Adam) ve ardından da bugünkü
fethinden sonra Arapça bilinen telâffuzuyla insanın atası olan Homo sapiens (Akıllı/Bilen
Kostantiniyye olarak imparatorluk başkenti Adam) Asya’dan Avrupa’ya yürüyerek geçmişler-
olma hüviyetini devam ettirir. İmparatorluk- dir, çünkü İstanbul’un bulunduğu bölge uzun
lara başkentlik yapmış İstanbul’un karmaşık süre bir boğaz ile ikiye ayrılmamıştır. İstanbul
ve şaşırtıcı tarihini kronolojik bir çerçevede, bölgesi, güneyinde bir tatlı su gölü olan Mar-
çevresinde gerçekleşen ve kendisini etkileyen mara Denizi kuzeyinde de kapalı bir deniz olan
siyasi gelişmeler bağlamında sunmak bu ken- Karadeniz’in bulunduğu bir kara köprüsü olarak
tin Avrupa, Asya ve hatta Afrika’nın tarihinde kalmıştır. Bölgede rastlanan ilk insan izleri Pa-
ne kadar büyük bir öneme sahip olduğunu leolitik Çağ’a tarihlenir. Bu geçişlere ait en eski
kanıtlayacaktır. Ayrıca, Bizans döneminde kalıntılar ise Avrupa yakasında şehrin batısında
kentin yabancı ziyaretçiler tarafından nasıl Yarımburgaz mağarasında ve Büyük Çekmece
görüldüğünü anlatmak, İstanbul’un ortaçağ Gölü kıyısında ve Kilyos’ta ortaya çıkarılmıştır.
halklarının gözünde nasıl efsanelere konu Tüm bu yerleşimlerde yaklaşık 800.000 yıllarına
olmuş, saygı duyulan ve arzulanan bir kent tarihlenen çaytaşından yapılma kesici aletler
olduğunu gösterecektir.4 vardır. Neandertal adam’ın kullandığı (kesilen

- 18-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

ya da yontulan taş parçalarından çıkan) yonga


aletlere ise daha çok Avrupa yakasının Karadeniz
kıyısında (Ağaçlı, Gümüşdere, Domuzdere) ve
Dudullu’da rastlanırken Homo Sapiens’in kul-
landığı çakmaktaşından yapılma delgi aletlerine
yine Ağaçlı’da rastlanır.5

Avcı-toplayıcı yaşam tarzının yerini devrim-


sel bir şekilde çiftçiliğe bıraktığı Neolitik Çağ
(Yenitaş Devri) Yakındoğu ve Anadolu’da M.Ö.
10.000 civarında başlar ama İstanbul bölgesine
ulaşması İç Anadolu’dan gelen grupların aracılı-
ğıyla M. Ö. 6.600 yıllarını bulur. Neolitik dev- Yenikapı kazılarından bir iskelet.

rim sayesinde ilerleyen binyıllarda uygarlıkların


ortaya çıkmasını sağlayacak altyapı hazırlanmaya karşımıza çıkarlar. Söz konusu alanlarda elde
başlamıştır. Tarımın keşfi ve hayvanların evcil- edilen buluntular Neolitik yaşam biçimimin
leştirilmesi sonucu artan üretimle ortaya çıkan gerekliliklerine göre şekillenmişti. Daha erken
artı değer ve bunun kontrolü için geliştirilen döneme tarihlenen geometrik bezemeli, koyu
mekanizmalar karmaşık ve sınıflı toplumların, renkli çanak ve çömlekler, ilerleyen yüzyıllara
kurumsal dinin ve devletin oluşmasına neden tarihlenen kırmızı astarlı ve asmaya elverişli tu-
olmuştur. Artık kent denebilecek büyük yerle- tamakları olan kaplar, yabanı sığır kemiğinden
şimlerde yeni mülkiyet ilişkileri, kurumsallaşmış yapılma kaşık ve spatulalar ile kült kabı olduğu
ticaret yöntemleri ve din adamı sınıfı ortaya düşünülen köşeli ve ayaklı kaplar buluntular
çıkar. Yedinci binin ortalarında Anadolu’dan arasında öne çıkar. Akdeniz’den taşan sularının
gelen çiftçi topluluklar, o zamanlar daha küçük Marmara’nın kıyı şeridini yükselttiği ve Bo-
bir içdeniz olan Marmara kıyılarında yaşayan ğaz’ın oluştuğu Kalkolitik Çağ’da (M.Ö. 5800-
avcı-toplayıcı topluluklarla birleşip günümüz- 3200) İstanbul bölgesinde Sultanahmet Bizans
de “Fikirtepe Kültürü” diye adlandırılan yerel Hipodromu’nun altında çok derinde yapılan
kültürün ürünlerini vermişlerdir. İstanbul ve kazılarda ve Yenikapı kazılarında çok az kalıntı
bulunmuştur.6
çevresinde, özellikle Asya yakasında Pendik ve
Fikirtepe’de bulunan kalıntılar, bu dönemde Doğu Akdeniz’de ve Yakın Doğu’da şehir ve
yoğun bir yerleşmenin bulunduğunu gösterir. imparatorlukların ortaya çıktığı ve temel ola-
Yenikapı kazılarından çıkan kalıntılar ise tarihi rak bakır ile kalay’ın karışımdan oluşan tun-
yarımadada da bu dönemde yerleşim merkez- cun (bronz) kullanıldığı Tunç Çağında (M.Ö.
leri olduğunu kanıtlamıştır. Özellikle örnekleri 3200-1100) Anadolu’da Hitit imparatorluğu,
başka yerlerde kalmayan ahşap malzemeler Ye- Çanakkale yöresine ise Truva hâkimdir. Maa-
nikapı’daki kazılarda yay, mızrak ve kürek olarak lesef İstanbul’un Tunç Çağı hakkında bilgimiz

- 19-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

çok kısıtlıdır. M.Ö. üçüncü binyılda Marmara


kıyılarında kurulmuş küçük kentlerden biri İs-
tanbul’un batısında yer alan Selimpaşa Höyü-
ğü’dür. M.Ö. birinci binin dönümünde bütün
doğu Akdeniz dünyasının yaşadığı bir dizi kriz
sonucu çöken Tunç Çağı devletlerinin yerini
merkezi devletler değil kabile temelli yapılar
alır ve kuzeyden gelen yeni topluluklar Güney
Balkanlara ve Trakya’ya beraberlerinde gelişmiş
bir maden teknolojisi getirirler. Demir Çağı M.Ö. 6. binyıl başlarından kap, Fikirtepe, İstanbul Arkeoloji
olarak adlandırılan bu devirde Sarayburnu’nda, Müzeleri, Türkiye.

Ataköy Ayamama deresinde ve Yenikapı kazı-


başlar. Balkanlar ve Anadolu’da devletlerin
larında Demir Çağı’na tarihlenen çiftliklerde/
ortadan kalkmasıyla, devlet ihtiyaçları ile
ufak köylerde oturan toplulukların izlerine rast-
yakın alakalı yazı, büyük ordular ve büyük
lansa da, bu dönem ile ilgili ciddi bir araştırma
kentler de ortadan kalkar. Klasik Yunan me-
veya kazı yoktur. Özetlemek gerekirse, Klasik
deniyeti, vergi toplayan merkezi devletlerin
Yunan uygarlığının doğuşuna ve Bizantion adlı
olmadığı, kabile örgütlenmelerinin temel
kentin Sarayburnu’nda kuruluşuna kadar ki
siyasi yapılar olduğu bu dönemde ortaya
dönemle ilgili elimizdeki kısıtlı bilgiler şunu
çıkmıştır. Kendilerinden önceki Minos ve
gösterir: Asya’yı Avrupa’ya bağlayan önemli
Miken kültürleri ile Yakındoğu’daki komşula-
bir kara yolunun üstünde olan İstanbul yöre-
rı Mısırlılar ve Fenikelilerden öğrendiklerini
si binlerce yıl boyunca köprü görevi görmüş;
kaynaştıran Yunanlılar M.Ö. 7. yüzyıl itiba-
hem Anadolu’dan hem de Balkanlar’dan gelen
rıyla polis adı verilen kent devletleri kurarlar
etkilere açık olmuştur. Özellikle Karadeniz kı-
ve ekonomik gelişme ile gelen nüfus artışı
yısı ve Marmara gölüne/denizine bakan vadiler
ve hammadde arayışı sonucu Anadolu’ya ve
binlerce yıl boyunca çeşitli gruplar tarafından
İtalya’ya yayılırlar.
iskân edilir; Bayrampaşa Deresi’nin Marmara
Denizi’ne kavuştuğu yer olan Yenikapıda yapı- İstanbul’un bir Klasik Yunan kenti olarak
lan kazılarının gösterdiği gibi bugünkü suriçi doğuşu böyle bir bağlamda, yani Yunan kent
bölgesinde de Neolitik yerleşime rastlanır.7 devletlerinin Marmara ve Karadeniz bölgele-
rini kolonize etme girişiminde aranmalıdır.
Bir Akdeniz kentinin kuruluşu: Yunan ve
Tarihsel kaynaklara göre, Yunanistan’da dö-
Roma dönemlerinde Bizantion (M.Ö. 660-
nemin önemli kentlerinden biri olan Mega-
M.S. 330)
ra, 7. yüzyılın başında Silivri (Selimbria) ve
M.Ö. bin yılı civarında nedenleri hala tar- Kadıköy’ü (Khlakedon) kurar. Bizantion ise
tışılan bir krize giren doğu Akdeniz dünyasın- Kadıköy’ün kuruluşundan kısa bir süre sonra
da bulunan devletler birbiri ardına çökmeye M.Ö. 660 yılında Megaralı lider Byzas tara-

- 20-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

fından kurulur.8 Bu açıklamaya göre, kentin Ayrıcalıklı bir coğrafi konuma sahip olan
ismi Byzas’ın yeri anlamına gelen Bizantion Bizantion, M.Ö. 6. yüzyılda Anadolu’ya
olur. Başka bir açıklamaya göre, kentin isimi doğru yayılan İran merkezli Pers İmpara-
Trakya Kralı Bizas’tan gelmektedir. Efsaneye torluğunun hâkimiyeti altına girer. Hatta
göre ise, Zeus, Argos kralının kızı İo’ya âşık Ahameniş hanedanından Pers Şahı Büyük
olunca Zeus’un kıskanç karısı Hera İo’yu ce- Darius (eski Farsça Dārayavahuş) M.Ö. 513
zalandırmak ister. Zeus Hera’nın gazabından yılında Balkanlara düzenlediği bir seferde or-
korumak için İo’yu ineğe çevirir ama Zeus’un dularını Avrupa yakasına geçirmek için yan
karısı prensesin kulağına bir at sineği musallat yana dizilen gemilerden bir köprü oluşturur,
eder. Sineğin ısırıkların kaçan inek Boğaz’ın yani bir anlamda İstanbul’un ilk Boğaz köp-
Avrupa yakasından girer, Asya yakasından çı- rüsünü inşa ettirir. M.Ö. 5. yüzyılın başına
kar. Bu yüzden İstanbul Boğazı’na Yunanca gelindiğinde Atina ve Sparta kentlerinin
Bosphoros, yani İnek Geçidi denmiştir. Sonra- önderliğinde Pers yayılmasına karşı birleşen
dan, İo adını Keroessa adını verdiği bir kız ço- Yunanlılara Bizantion ve çevresindeki kentler
cuk dünyaya getirir. Keroessa’nın deniz tanrısı de katılır ve Ahameniş egemenliği en azından
Poseidon’dan Byzas adını verdiği bir çocuğu Ege kıyılarında sona erer. Tekrar özgürlükle-
olur. Efsane olsa da hikâye, İstanbul’un haya- rine kavuşan Yunan kent devletleri arasında
tında Boğaz’ın ve denizin rolünü iyi yansıtır. özellikle ikisi, Atina ve Sparta, Perslere karşı
Bu efsanevi açıklamaların ötesinde, kentin adı yapılan savaşlarda edindikleri liderlik rolünü
büyük olasılıkla Balkan halklarından Trak ya artan askeri kuvvetleri ile birleştirerek, Ege
da İllyria kültürüne dayanmaktadır. Bugün- dünyasının liderliği için yarışırlar. Bu dö-
kü Topkapı Sarayı ile Ayasofya’nın üzerinde nemde Bizantion Atina ve Sparta kent dev-
bulunduğu bölge Bizantion’un ilk nüvesini letlerinin arasında sık sık el değiştirir ama
oluşturur. Komşu yerleşimler ise şöyledir: Ha- M.Ö. 4. yüzyılın ortalarında bağımsızlığını
liç’in karşısındaki bugünkü Galata bölgesinde tekrar elde eden kent kendi sikkesini bas-
İncirlik manasına gelen Sykai; daha sonra adı maya başlar. Orta halli bir kent devlet olan
Üsküdar olan Skutarion ve Altın Boynuz’un Bizantion, Atina, Sparta, Miletos, Teb ya
sonundaki Kağıthane ve Alibeyköy dereleri da Korint kadar büyük bir merkez olmasa
arasına kurulmuş bir yerleşim. Topkapı Sa- da stratejik konumunun getirdiği avantajlar
rayı’nın ikinci avlusundaki kazılarda bulunan dolayısıyla söz konusu dönemde adı duyul-
M.Ö. 7. yüzyıla ait bazı keramik buluntular muş bir yerleşimdir. Yönetim biçimi olarak
dışında bu dönemle ilgili ciddi arkeolojik ka- oligarşi ve monarşi yanında demokrasiyi de
lıntılar yoktur. Yine de yazılı kaynaklardan deneyen, bireyin özgür iradesine ve rasyonel
öğrendiğimiz kadarıyla kentin en korunaklı düşünceye mitolojik açıklamalar yanında yer
ve değerli yapılarının bulunduğu akropol Sa- veren Yunan kent devlet dünyası, M.Ö. 4.
rayburnu’nda ve ana limanları da bugünkü yüzyılda en azından siyasi anlamda Make-
Sirkeci-Eminönü sahili hattındadır. 9 donya’da hüküm süren bir krallığın etkisine

- 21-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

gibi krallıkların hükümranlığını tanısa da,


en azından iç işlerinde bağımsızlığını koru-
yabilmiştir.10

Nüfusu yirmi bine yaklaşan Bizantion,


“ton balığı metropolisi” olarak anılırdı, çün-
kü Boğaz ve Haliç’te tutulan balıklar kentin
iktisadında önemli bir yere sahipti. Ayrıca
kentin çevresindeki verimli topraklarda gelen
tarım ürünleri de kentin yiyecek ihtiyacını
karşılardı.11 Balıkçılık ve tarımın yanında,
bölgesel ve uluslar arası ticaret Bizantion’un
en büyük gelir kaynaklarından biridir. Ak-
deniz ile Karadeniz arasındaki stratejik ko-
numu ile Bizantion bu iki bölge arasında
Bayezid Meydanı'nda bulunan ve M.Ö. 3. veya 2. yüzyıla
tarihlenen bir mezar taşı, İstanbul Arkeoloji Müzeleri, mal taşıyan gemilerin uğrak yeri olmuştu.
Türkiye.
Karadeniz ticaretinin kent için ne zaman
girmeye başlar. Bu krallığın ünlü hükümdarı önemli olmaya başladığı konusunda muhtelif
Aleksandros (İskender) Makedonya’dan baş- fikirler vardır ama M.Ö. 7. yüzyıl itibarıyla
layıp Hindistan’a uzanan askeri seferleri ile kentin kimi zaman gemilerden geçiş ücreti
Pers İmparatorluğu’nu yıkar ve antik Yunan alarak, kimi zaman da aynı gemileri limanına
(Helen) dünyasını Yakın Doğu ve Mısır uy- çekmek için geçiş ücreti almayarak ticaret
garlıkları ile birleştirir. İskender’in ardılları- üzerinden zenginleştiği bir gerçektir. Klasik
nın yönettiği bu Yunanımsı (yani Helenistik) ve Helenistik dönemlerde orta büyüklükte
dünyada Bizantion kenti doğusundaki An- bir kent olan Bizantion’un sınırları kuzeyde
tigonid Krallığı ve Galatya Konfederasyonu Sarayburnu-Eminönü, batıda Çemberlitaş ve

Çiftehavuzlar’da bulunan ve M.Ö. 1-M.S. 1. yüzyıl arasına tarihlenen lahit. İstanbul Arkeoloji Müzeleri, Türkiye.

- 22-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Bir yüzünde Artemis’in diğerinde hilal ve yıldızın olduğu Byzantion kenti sikkesi.

güneyde de Ahırkapı’ydı. Tarihi yarımadanın mediği tartışmalıdır), Bugünkü Sultanahmet


doğu ucunda kurulu kentin Haliç kıyısında Meydanı’ndan Çemberlitaş’a doru uzanan ana
Sirkeci’ye karşılık gelen bölgede iki limanı, bir yol (Mese) ve Sultanahmet’te Zeuksippos
bu limanların arkasında da Strategion diye Hamamı yapılır; bugünkü Atmeydanı’ndaki
bilinen bir ticari meydanı vardı. En önemli hipodromun ilk temelleri atılır.12
tapınaklar bugünkü Topkapı sarayının bu-
Bir başkentinin kuruluşu (3. – 6. yüz-
lunduğu tepe olan akropoldeydi.
yıllar)13
Milattan önceki son iki yüz yılda İtalya’dan
M.S. 3. yüzyılda askeri ve mali bir dizi kriz ile
batı ve doğu Akdeniz’e yayılan Roma devleti,
boğuşan Roma İmparatorluğu, bu zor süreçten
önce Bizantion’un koruyucusu olmuş, M.S. 73
yılına gelindiğinde kenti Bitinya-Pontus vila- değişerek çıkar. Özellikle Diocletianus (244 –

yetine bağlamıştır. Roma hâkimiyetinde kent 311) ve Constantinus (272 – 337) İmparator-
büyümeye devam eder, özellikle batıya doğru luğun birliğini korumak için köklü reformlara
yayılır. İmparator Hadrianus M.S. 2. yüzyılın girişirler ve 6. yüzyıla gelindiğinde karşımızda
başında kentin su ihtiyacını karşılamak için artık ağırlık merkezi doğu Akdeniz’e kaymış,
Trakya’dan kente uzanan bir su kemeri inşa başkenti Bizantion’a- daha doğrusu Latincesi
ettirir. Akropol’ün eteğinde spor müsabakala- ile Byzantium’a- taşınmış ve resmi dini Hris-
rının yapıldığı stadion, yanındaki tiyatro, Ak- tiyanlık olan bir devlet vardır.14 İmparator I.
hilleos Hamamı ve yanındaki beden eğitimi Constantinus’un ön ayak olduğu ve başlangıcı
egzersizleri için kurulmuş gymnasion kentin 4. yüzyıl başına tarihlenen bir süreç sonunda,
diğer önemli binaları arasındadır. İmparator inananları sürekli kovuşturulan ve zaman za-
Septimius Severus’un kenti yeniden inşası sı- man şehit edilen Hristiyanlık önce hoş görülen
rasında (kent surlarının genişletilip genişletil- din konumuna gelmiş, sonra da devletin resmi

- 23-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

kopyası olarak inşa edilen Kons-


tantinopolis, Yeni Roma (Latin-
ce Nova Roma ve Yunanca Nea
Romi) olarak da adlandırılmış ve
kısa zamanda eski başkentin sahip
olduğu yapıların çoğuna kavuş-
muştur. Kent meclisi ve Roma
devleti cumhuriyet iken yöne-
tim organı olan Roma senatosu-
nun aynısı Konstantinopolis’te
kurulmuş, bizzat Constantinus
Romalı senatörlerin yeni başkente
taşınmasını teşvik etmişti. Bizans
İmparatorluk sarayının temelle-
Circus Maximus hipodromu, Roma, İtalya.
ri yine aynı imparator tarafından
bugünkü Sultanahmet Meyda-
dini olmuştur. 313 yılında Milano Fermanı ile
nı’nın doğu tarafında atılırken,
Hristiyanlar mal edinme ve kilise kurma konu-
yeni oluşmakta olan elit kesim için özellikle
larındaki kısıtlamalardan kurtulurlar. 4. yüzyıl
kentin Marmara denizine bakan tarafında köşk
boyunca ise Constantinus ve ardılları teolojik
ve saraylar inşa ediliyordu. Bir yandan da im-
anlaşmazlıkların çözümü için toplanan kilise
paratorluğun dört bir yanından getirilen tarihi
konsüllerine liderlik etmiş, Hristiyan bireyleri
eserler kente yeni bir tarih veriyordu. Halk ile
devlet ve ordu kademelerinde tercih etmiş ve
iktidarın buluştuğu ana mekânlardan olan Hi-
Kilise kurumuna maddi yardımlarda bulun-
podrom, Roma kentindeki Circus Maximus
muşlardır. 380’lerde İmparator Theodosius’un
hipodromunu örnek alınarak yeniden inşa
pagan tanrılara adanmış tapınakları kapattır-
ediliyor, kenti korumak için surlar dikiliyor,
ması Akdeniz’in Hristiyanlaşmasında yeni bir
kentin hızla artan nüfusunu beslemek için be-
aşamaya işaret eder.15
dava yiyecek sistemi kuruluyordu.16
Bizans imparatorluğu 1453’te ortadan kal-
Çok tanrılı dini geleneklere sahip ve Roma
kana kadar yaklaşık 60 yıllık Latin hâkimiyeti
kentini ebedi başkent olarak gören Roma İm-
dışında değişmez başkenti olarak kalan Kons-
paratorluğu geç antik adını verdiğimiz yaklaşık
tantinopolis’in hikâyesi de bu yüzyılda başlar.
üç yüzyıllık bir dönemde halkının büyük kısmı
İkincil öneme sahip bir Roma şehri iken başkent
Hristiyan olan ve artık başkenti Konstantino-
statüsüne geçen Bizantion’un adı 330 yılında
polis olan bir imparatorluğa dönüşmüştü. Geç
kurucusu İmparator Constantinus onuru-
antik çağın en önemli siyasi gelişmelerinden biri
na Konstantinopolis olarak değiştirildi. Eski
İmparatorluğun batı eyaletlerinin gibi kuzey ve
başkent Roma’nın yerini alması için onun bir

- 24-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

doğu Avrupa’da yaşayan Vizigotlar, Ostrogotlar rupa’nın kuzeyinden gelen “Barbarlar”ın yöne-
ve Vandallar gibi halkların istilasına uğramasıdır. timindeki İtalya, Kuzey Afrika ve İspanya’nın
Batı Akdeniz çevresindeki eyaletlerde yönetimi güneyini tekrar Bizans yönetimine sokarken,
ele geçiren, Hristiyanlaşan ve yerli nüfus ile Bizanslı bürokratlar devletin etkin bir şekil-
kaynaşan bu gruplar kısa sürede Roma İmpa- de vergi toplamasını sağlamak için yöntemler
ratorluğu’nun mirasçısı krallıklar kurmuşlar geliştiriyorlar, hukukçular ise karmaşık bir hal
ve ortaçağ Avrupa kültürünün ilk temellerini almış hukuk sistemini yeniden düzenliyorlar-
atmışlardır.17 Öte yandan, yoğun nüfusu, geliş- dı. Konstantinopolis’i gerçek bir imparatorluk
miş kent hayatı ve zengin ekonomisi ile doğu şehri haline getirme projesinin parçası olarak
Akdeniz (özellikle Mısır, Suriye ve Anadolu) inşa edilen Ayasofya Kilisesi Bizans siyasi-dini
eyaletleri 4. ve 5. yüzyıllarda düşman işgalle- dünya görüşünün merkezindeydi. Bizanslılara
rinden nispeten uzak bir şekilde yeni bir refah göre, aralarında Tanrı ile özel bir ilişki vardı.
dönemine girmiş ve İmparatorluğun ayakta İmparator, Tanrı’nın temsilcisi ve İmparator-
kalmasına katkıda bulunmuşlardır. Doğu ile luk da yeryüzündeki ilahi krallık olarak kabul
batı eyaletlerinin ayrışan kaderi, 395 yılında edilirdi. Tek tanrının olduğu bu inanca göre
İmparator I. Theodosius’un, imparatorluğu de tek bir imparator, tek bir imparatorluk ve
oğulları arasında idari açıdan ikiye bölmesinde tek bir kilise bulunabilirdi.18
kendini gösterir. Batı Roma İmparatorluğu 5.
Bir ayakta kalma mücadelesi (7. -8. Yüz-
yüzyılda tamamen çöktü, Doğu Roma İmpara-
yıllar)
torluğu ise bin yıldan fazla yaşadı. Söz konusu
yüzyıllarda, Konstantinopolis, Efes, Antakya, Batıdaki toprakları yeniden ele geçirmeyi
İskenderiye gibi kalabalık ve zengin kentlerle hedefleyerek hırslı olduğu kadar masraflı da
yarışırcasına büyür ve zenginleşir. İmparator II. olan bir politika güden İustinianus 565 yılın-
Theodosius’un (408 - 450) kentin sınırlarını da öldüğünde geriye yeni istilacılara karşı sa-
daha batıya inşa ettirdiği surlarla genişletirken vunmasız kalmış bir imparatorluk kalır. Veba
Arcadius ve Marcianus şehri güzel meydan- salgınları imparatorluğu daha da güçsüz du-
larla donatırlar. 6. yüzyılın başına
gelindiğinde doğunun kaynakları
Roma İmparatorluğu’nu eski ihti-
şamını yeniden yaratmak için sefer-
ber edilebilirdi. Özgüveni fazlasıyla
yerinde olan ve tüm Akdeniz’in
hâkimi olma fikrini hiçbir zaman
unutmamış Doğu Roma İmpara-
torluğu 527 yılında tahta oturan
İustinianus’un kişiliğinde aradığı
lideri buldu. Bizans orduları Av- İmparator İraklios’u akrabaları Konstantinos ve İraklonas ile tasvir eden altın sikke, 637 yılı.

- 25-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

rumda bırakırken kurulduktan yaklaşık 300 bu tehdidi daha da ciddi bir hale getiriyordu.
yıl sonra kent ilk defa muhasara edilir. 626 İsaurya Hanedanı’nın III. Leo (685-741) gibi
yılında Konstantinopolis İran’dan Sasani ve imparatorları ve 9. yüzyılın başından Amorion
Balkanların kuzeyinden inen Avarların birleşik hanedanı mensupları Anadolu ve Yunanistan
ordularının saldırısına güçlü surları sayesinde sahillerinden ibaret kalmış İmparatorluğun
karşı koyar. Düşmanların yeterince güçlü bir sınırlarını korumayı ve bazen de kaybedilmiş
donanmasının olmaması ve kendilerini besle- toprakları geri almayı başardılar. Fakat kuzey
yecek bir levazım sistemi kuramamış olmaları ve güney sınırlarından gelen askeri tehditler
da bu kuşatmanın başarısız olmasının nedenleri yanında, Bizans batı Avrupa’dan yükselen ide-
arasındadır. İraklios (576-641) İran’dan gelen olojik bir tehdit ile de uğraşmak zorundaydı.
Sasanilerin ilerleyişini durdurabilse de, Slavlar Batı Roma İmparatorluğu’nun çöküşünün
ve Bulgarlar Yunanistan’da ve Balkanlar’da ge- ardından Galya’ya (bugünkü Fransa bölgesi)
nişlemelerini sürdürürler ve İtalya’daki Bizans yerleşen Frankların kurduğu krallık önce Me-
hegemonyası kuzeyden gelen başka bir halk rovenj hanedanı mensupları tarafından idare
olan Lombardlar tarafından zayıflatılır. Sasani edilmiş, 8. yüzyılın ortalarında Kısa Pepin’in
tehdidi 7. yüzyılın başında hızla bertaraf edilse geçekleştirdiği bir darbe ile Karolenj adını alacak
de, bir kaç on yıl içerisinde İmparatorluğun yeni bir ailenin eline geçmişti. Kısa Pepin’in
zengin doğu toprakları olan Suriye ve Mısır oğlu Şarlman (742-814), batı Avrupa’nın bü-
ilerlemekte olan Müslüman Arapların eline yük kısmını egemenliği altına almış, var olan
geçer. Dört halife döneminde Arap yarımada- idari ve toplumsal yapının izin verdiği ölçüde
sından Yakın Doğu’ya doğru başlayan yayılma, devletin hükümranlığını kuvvetlendirmiş ve
Emeviler döneminde Bizans devletine temsil Roma kentindeki Papalığa hamilik yaparak,
ettiği tehdit açısında, doruk noktasına ulaşır. Karolenj devleti ile Papalık arasında simbiyotik
Emevi orduları ve akıncıları 7. ve 8. yüzyıllarda bir ilişkinin kurulmasına ön ayak olmuştu. Bu
Anadolu’nun içlerine kadar nüfuz edip, doğu ilişkinin sembolik ama bir o kadar da somut
Akdeniz’deki adalara seferler düzenleyerek hem sonucu Papa III. Leo’un Şarlman’a Roma’da
Bizans’ın askeri savunma sistemini felce uğra- 800 yılında taç giydirmesi ve ona İmperator
tıyor, hem de aldıkları ganimetlerle Suriye’ye unvanını vermesidir. Bu hareketin dönemin
zengin olarak dönüyorlardı. İmparatorluğun siyası koşulları göz önüne alındığında iki anlamı
vergi gelirleri, Şam’da Emeviler ve sonrasında vardı. İlk olarak, geç antik çağdan beri kendini
Bağdat’ta Abbasiler gibi Müslüman devletlerle Roma İmparatorluğu’nun tek mirasçısı sayan
boy ölçüşmek için yetersiz kalıyordu. Kuzey Bizans yöneticilerinin karşısına Avrupa’dan aynı
sınırında ise, bir halk göçü olarak başlayan Bal- mirasa talip bir rakip yükseliyordu. İkinci olarak
kanlar’daki Slav ve Bulgar yayılması, 7. yüzyılın da, Papalık Şarlman’da kendisini Lombard’lara
sonundan itibaren Bulgar krallığının kurulması karşı koruyacak yeni bir hami ve Avrupa’nın
ise siyasi bir tehdit haline dönüşmüştü. Bul- kuzeyine Hristiyanlığı yaymada eşlik edecek
gar kuvvetlerinin Konstantinopolis’e yakınlığı yeni bir yardımcı bulmuştu. Katolik Avrupa ile

- 28-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Ortodoks Bizans dünyası arasındaki


ilerleyen yüzyıllarda iyice artacak olan
karşılıklı güvensizliğin temelleri, dil-
sel, kültürel ve teolojik farkların yanı
sıra, yukarıdaki örnekte görüldüğü
gibi, siyasi seçimlerde de aranmalıdır.
Roma kenti artık Konstantinopolis’e
kültürel ve dini düzlemde rakiptir.19

Siyasi arenadaki gelişmeler bir


yana, 7. ve 8. yüzyıllarda Bizans
toplumu ciddi sosyal ve kültürel de-
ğişimlerden geçmiş ve aslında kök-
leri geç antik çağın son yüzyıllarına
dayanan bu değişim süreci sonunda,
bugün ortaçağ Bizans kültürü dedi-
ğimiz kültür ortaya çıkmıştır. Klasik
Yunan, Helenistik ve Roma Akdeniz
uygarlığı, yerel yöntemde özerkliğe
sahip şehirlerden oluşan bir şehir Bulgar orduları Bizans orduları tarafından yenilir; Bulgar imparatoru Samuel,
uygarlığı iken, ortaçağ Bizans dün- yenilmiş ve kör edilmiş askerlerinin önünde ölür. Manasses Tarihi.

yasında şehirlerin, yerel yönetimde,


ken, ikinci kuşatmada Maslama liderliğindeki
vergi toplamada ve kültürel hayatta
Emevi güçleri bu sefer de veba, Bulgar kuvvetleri
oynadıkları rol azalmış, nüfusları ciddi şekilde
ve yine Rum ateşi karşısında çaresiz kalmış-
düşmüş ve çoğu birer kaleye dönüşmüşlerdir.
lardır.21 İustinianus döneminde kentin nüfusu
Geç antik çağın çok dinli yapısı yerini Hristi-
yanlığın (daha doğrusu Hristiyanlığın yorum- yarım milyona yaklaşırken 750 yılına doğru bu

larından birisi olan İznik inancının) toplumun rakam 40.000’e kadar düşmüştü. Geç antik
her katmanına hâkim olduğu ya da olmaya çağda kentte bedava ya da indirimli yiyecek
çalıştığı bir düzene bırakmıştır. Nüfus azalmak- dağıtımına son verildi. İnşa çalışmaları sadece
ta, ekonomik yapılanma basitleşmekte, okuma restorasyon ve savunma yapıları ile sınırlı bir
yazma oranı gerilemekte ve entelektüel faaliyet- halde sürdürülebilmekteydi. Fakat yine de Kons-
ler önemini yitirmekteydi.20 Konstantinopolis tantinopolis İmparatorluğun en büyük şehri ve
674-678 ve 717-718 yıllarında iki defa Araplar Akdeniz havzasının başlıca metropollerinden
tarafından kuşatıldı. Birinci kuşatmada Emevi biri olmayı sürdürmekte, bakımlı surları içinde
güçleri geçilmez surlar ve yaklaşan kış ve suda kiliseleri ve büyük sarayı ile gezginlerin hayranlık
yanan Rum ateşi (grejuva) karşısında pes eder- ve ilgisini çekmeye devam etmekteydi.22

- 29-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Tüm bunların üstüne, Bizans toplumu, 9. yüzyıl ile Bizans uyarlığının her katma-
8. yüzyılda ve 9. yüzyılın başında, sanat ala- nında bir toparlanma görülür. Veba salgının
nında da önemli sonuçlar doğuran ve temel artık kendini tekrarlamaması ve görece gü-
olarak dinde kutsalın yeri ve temsili ile ilgili venlik nüfus artışına yol açar; bu da üretimde
olan dini bir tartışma yaşar. İsa, Meryem ve ve dolayısıyla vergi gelirlerinde bir artışa ne-
azizler gibi dini kişiliklerin resimlerini yap- den olur. Bu olgunluk döneminde, hem atıl
durumdaki topraklar tarıma ve hayvancılığa
ma ve bunlara “tapınmayı” yasaklayan iko-
açılır, hem de var olan araziler daha etkin bir
noklazm (ikona kırıcılık), bir devlet siyaseti
şekilde üretim için kullanılır. Tarımsal üretim
olmuş ve İmparatorluğun her yerinde oldu-
ya bağımsız köylüler ya da giderek artan şe-
ğu gibi Konstantinopolis’te de kiliselerdeki
kilde toprakları satın alarak köylüleri bağımlı
figürlü bezemelerin ortadan kaldırılmasına
hale getiren zengin çiftlik sahipleri tarafından
neden olmuştur. 9. yüzyılın ortalarına ge- yapılır. Nüfus artışı ile ivme kazanan kentleş-
lindiğinde toplumu ikiye bölen bu harekete me sonucu Selanik, Atina, Antalya gibi pek
yine yöneticiler tarafından son verilmiştir.23 çok kent hem önemli birer tüketim ve üretim
Çok sayıdaki krize rağmen, Bizans toplumu merkezine dönüşürler. 843 yılında ikonoklast
ortak bir kültürel ve dini ideal çevresinde politikalara son verilmesi toplum ve devlet için-
birleşik kalabilmiş, hacmi düşse de üretim ve deki bir önemli bölünmenin sonu demektir.
yoğunluğu azalsa da ticaret ekonomiyi ayak- Bu yeni enerji ile Bizanslı din adamları Slav ve
ta tutmuş; vergi toplama mekanizmasını ve Bulgar krallıkların siyasi elitinin daveti üzerine
ordusunu ayakta tutabilen devlet iç ve dış ve Bizans yöneticilerinin onayı ile, Hristiyan-
tehlikeleri savabilmiştir.24 lığı doğu Avrupa’da yaymaya başlarlar. Gelişen
ekonomik hayata paralel olarak, söz konusu
İkinci bir altın çağ: Olgunluk dönemi dönemde Makedonya hanedanlığı imparator-
(843-1204 yılları) ları (867-1056) ortaçağ-
da Akdeniz dünyasının
en güçlü siyasi varlığını
kurarlar. Ne Bulgar kralı
Krum’un 813’teki ku-
şatması ne de Rusların
840 ve 941’deki saldı-
rıları Konstantinopolis
için ciddi bir tehlike
teşkil etmişlerdir. Arap
akıncılar artık istedik-
leri gibi Anadolu’nun
Komninos Hanedanı’ndan İoannis Komninos ve eşi İrini’nin mozaiği, Ayasofya Müzesi. içlerine girememekte,

- 30-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

sınır bölgelerini yağmalamakla ye-


tinmek zorundaydılar. Abbasi-Bi-
zans sınırında kurulan bu denge 10.
yüzyılın ikinci yarısından itibaren
Bizans’ın lehine doğru bozulmuş
ve Bizans orduları Suriye ve kuzey
Irak’ta ciddi kazanımlar elde eder
hale gelmişlerdi. Girit ve Kıbrıs
adalarının Bizans yönetimine geç-
mesiyle de İmparatorluğun doğu
Akdeniz sularındaki hükümranlığı
başlamıştı. Batı sınırında da ben- 13. yüzyılda Trabzon Rum Devleti döneminde yapılan Ayasofya kilisesi.

zer başarılar söz konusuydu. Bulgar


devleti 11. yüzyılın başında tama- ciddi bir darbe vurmuş, İmparatorluğun sa-
men ortadan kaldırılmış, Balkanların tamamı nıldığı kadar kuvvetli olmadığını gözler önü-
Bizans yönetimi altına girmişti. 25
ne sermiştir. İmparatorluk Kırım üzerinden

Antik çağ sonundaki nüfusuna yeniden Balkanlara inen Peçenek ve Kuman kuvvetleri
ulaşan Konstantinopolis Hıristiyan Avrupa ile Sicilya’dan güneybatı Balkanlara saldırılan
şehirlerinin en kalabalığı ve Yakın Doğu’nun Normanlarla, ve de Sultan Alparslan’ın yö-
en büyük şehirlerinden birisi olmuştur. Rus, netimindeki Büyük Selçulu Devleti orduları
Arap ve Avrupalı tüccarların akın ettiği ulus- ile aynı anda uğraşmak zorunda kalmış; Nor-
lararası bir pazar olan kent, hem kendi ahalisi man, Peçenek ve Kuman tehlikelerini bertaraf
hem de yabancılar nezdinde, Hıristiyan Roma edebilseler de, Türklerin Anadolu’da yayılma-
İmparatorluğu’nun büyüklüğünü gösteren kar- larına ve Anadolu Selçuklu ve Danişmend
maşık dinî ve saltanat törenlerine sahne olur. beylikleri gibi devletlerin kurulmasına engel
Özellikle Konstantinopolis kökenli lüks Bizans olamamışlardır. 11. yüzyılın sonunda ve 12.
ürünleri, İmparatorluk sınırlarının dışında da yüzyılda Bizans İmparatorluğunu yöneten
büyük rağbet görmektedir. Makedon hanedanı Aleksios Komninos’un kurduğu Komninos
döneminde (9.-11. yüzyıllar arası), sanatçılar hanedanı mensubu imparatorlar biraz da
Yunan-Roma medeniyetinden miras kalan te- Birinci Haçlı ordularının yardımı ile Ana-
maları geliştirmişlerdir. Yontma fildişi kutular dolu’nun kıyı bölgelerini tekrar ele geçirmiş
ve kitap bezemeleri, klasik motiflerle Hıristi- ve kıyı bölgelerin ardındaki platoya hâkim
yan temaların bir sentezinin oluşturulduğunu Konya Selçukluları ile dengeli bir ilişki sür-
göstermektedir.26
dürmüşlerdir. Geçen yüzyıllarda ortaya çıkan
11. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan zengin çiftlik sahibi ve aynı zamanda askeri
askerî ve malî krizler Bizans İmparatorluğu’na sınıf üyesi büyük ailelerin oluşturduğu ve

- 31-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

liderliğini Komninosların yaptığı bir siyasi ri, ekonomik ve kültürel alanlarda güçlendi.
koalisyonla yönetilen Bizans ekonomik açıdan Güney Balkanları ele geçiren Bizans yönetici-
gelişmeye devam etmiş, tekstil, seramik ve leri, Konstantinopolis’e yeni eserler kattılar ve
tarım ve hayvancılık gibi sektörlerde ciddi entelektüellere patronluk yaparak Paleologos
ilerlemeler kaydedilmiştir.27 Bu dönemde Rönesansı diye adlandırılan, sanatta ve özellikle
Konstantinopolis’e pek çok uluslararası ta- bilimde yaratıcı ürünlerin verildiği bir döne-
cir akın ediyor ve şehre yerleşen Venedikli ve me ön ayak oldular. Fakat daha Komninoslar
Cenevizli tüccarların sayısı gitgide artıyordu. döneminde başlamış olan merkezden siyasi ve
Bu arada, Bizans dünyasının kademeli olarak ekonomik olarak ayrılma eğilimi Paleologos-
İtalyan ticaret ağına entegrasyonu, berabe- lar döneminde doruğa ulaşmıştı. Komninoslar
rinde bir ekonomik bağımlılık getiriyordu. döneminde özellikle ileri gelen büyük ailelere
Öte yandan, Komninoslar surların dibinde, ve manastırlara dağıtılmaya başlayan vergi mu-
Haliç kıyısında Ayvansaray mevkiinde bir afiyetleri Paleologoslar döneminde iyice artmış,
sarayı genişletip oraya taşınmışlar ve kenti benzer şekilde önceleri asker yollama karşılığı
pek çok manastırla süslemeye başlamışlar- büyük ailelere verilen geniş toprakları kullanma
dı.28 Dördüncü Haçlı Seferi orduları ise 1204 hakkı yine Paleologoslar döneminde babadan
yılında Konstantinopolis üzerine yürüdüler. oğula geçer hale gelmiş, hatta asker yollama
Şehir yağmalanıp yıkıldıktan sonra, 1204 ile yükümlüğü de pek çok durumda kalkmıştı.
1261 yılları arasında Latin İmparatorluğu’nun Bu merkezden bağımsızlaşan siyasi güçler ve
merkezi oldu. Bu yaklaşık altmış yıllık sü- Bizans ticareti ve ekonomisi üzerinde güçlenen
rede Bizanslılar Konstantinopolis’ten uzakta ve Bizans devletine çok az vergi veren İtalyan
Trabzon Rum Devleti, Epiros Despotluğu ve tüccarların varlığı, gelirlerin büyük ölçüde düş-
İznik İmparatorluğu gibi devletler kurmuşlar mesine neden oluyordu. Batı Anadolu’daki Türk
ve özellikle son iki devlet Konstantinopolis’i Beylikleri ve Sırplar gitgide ilerliyordu. Özellikle
ele geçirmek için birbirleri ile yarışmışlardır.29 Aydınoğulları ve Bitinya’da güçlenmeye başlayan
Osmanlı beyliği Ege denizi ve güney Marmara
Bizans İmparatorluğu’nun sonu (1261-
bölgesinde kazanımlar elde etmeye başlamış,
1453)
özellikle Osmanlıların 1350’lerde Rumeli’ye yer-
Latin egemenliğinden sonra, 1261 yılında, leşmeleri Bizans’ın Balkanlar’daki topraklarını
kent yapısında önemli bir değişikliğe uğrama- kaybetmesi sürecinin başlangıcı olmuştur. 14.
mış olan Konstantinopolis, yeniden Bizans İm- yüzyılın ortasında vuku bulan içsavaş sadece
paratorluğu’nun başkenti olur. VIII. Mikhail Bizans’ın ekonomisine darbe vurmuyor, çatışan
Paleologos (1223-1282) şehri Latin işgalinden tarafların yabancı güçlerden yardım istemesi
kurtarmış ve hem kente hem de İmparatorluğa sonucu Sırp, Venedik ve Osmanlı güçlerinin
yeniden hayat vermiştir. Bizans İmparatorluğu bu süreçte büyük kazanımlar elde etmelerine
erken Paleologos imparatorlarının yönetiminde, neden oluyordu. 14. yüzyılın sonunda ve 15.
yani yaklaşık 14. yüzyılın başına kadar, aske- yüzyılda İmparatorluk Konstantinopolis ve

- 32-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Trakya hinterlandı ile Mora yarımadasından


müteşekkil küçük bir devlet konumuna düştü
ve uluslararası gücünü tamamen kaybetti. Ne
Doğu ve Batı kiliselerini birleştirme teşebbüs-
leri, ne yapılan ittifak evlilikleri, ne de yabancı
paralı askerler bu çöküşe engel olmaya yeterli
olamamıştı.30

1316-1321 yılları arasında restore edilen Ka-


riye (Hora) Manastırı örneğinde görüleceği üze-
re, 14. yüzyılın başına kadar Konstantinopolis
hala zengin bir kentti. Ama sonraki 150 yılda
ardı ardına gelen felaketler sonucu kent iyice
fakirleşti ve küçüldü. Hipodrom ve bugünkü 14. yüzyıldan mermer sütun başlığı, İstanbul Arkeoloji
Müzeleri, Türkiye.
Sultanahmet bölgesindeki Büyük Saray gibi
muhteşem yapılarının birçoğu kaderine terk
sine dönüşmüştür. 1335 yılında inşa edilmeye
edilmişti. 50.000’in altına düşmüş olan kent
başlayan surları ve 1349 yılında dikilen kulesi
nüfusu tarla ve meyve bahçeleri ile kaplı şehrin
ile Galata, karşı yakadaki Konstantinopolis ile
çeşitli yerlerine dağılmıştı. Hem 1332 yılında
yarışır hale gelmiştir.31
kenti ziyaret eden Mağribli seyyah ibn Battuta,
hem de 1403’te kenti gören Papalık elçisi Cla- Artık neredeyse sadece Konstantinopolis
vijo, Konstantinopolis surlarının içindeki ekili kentinden oluşan Bizans İmparatorluğuna son
ya da boş alanların varlığına dikkat çekerler. darbe 1453 yılında kenti kuşatan Osmanlılar-
Doğan Kuban’ın iddia ettiği gibi, düşmeden dan geldi. Fatih Sultan Mehmed 1451 yılında
önceki son yıllarında kenti ayakta tutan üç ana Osmanlı tahtına çıkar çıkmaz Konstantinopolis
unsur vardır: kentin savunmasının belkemiğini kuşatmasının hazırlıklarına başlamıştı. 1452 yı-
oluşturan ve sürekli restore edilen kara ve deniz lında İstanbul Boğazı’nın kontrolünü sağlaya-
surları, insanların kurtuluş ümitlerini bağladık- cak Rumeli Hisar’ını inşa ettirdi. Fatih yaklaşık
ları sayısı fazlasıyla yüksek manastır ve kentin 80.000 kişilik bir ordu ile İstanbul’a geldi ve
iaşesini sağlamak için özellikle yenilenen Haliç 6 Nisan 1453 tarihinde İstanbul’un kuşatması
ve Marmara denizi kıyısındaki limanlar. Ha- başladı. Batı tarafından kaderlerine terk edilen
liç’in öte yakasında küçük bir yerleşim olan Bizanslıların elinde sadece beş bin kişilik kuv-
Galata, özellikle Cenevizlilerin oraya yerleşmesi vetleri ile iki bin kişilik yabancı paralı askeri
ile gelişmeye başlamış ve VIII. Mikhail Pale- ve tabii ki şehrin efsanevi surları ile Haliç’in
ologos’un kenti 1261’de Latinler’den alırken girişini kapayan zincirleri bulunuyordu. Bizans
kendisine yardım eden Cenevizlilere burayı surlarına karşı Osmanlıların Macar mühendis
vermesi üzerine, bağımsız bir Ceneviz koloni- Urban tarafından geliştirilmiş ağır topları vardı.

- 33-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Zincir engelini aşmak için ise daha önce Rusla- Miklagard, yani Büyük-kent diye adlandırırlar.
rın da denediği bir yöntemi, gemileri karadan Bu büyük kentin bir başkent olduğu Batılıların
geçirerek zincirin arkasından Haliç’e indirme dikkatinden kaçmaz.37 Birinci Haçlı Ordusu
yöntemini uygulayan II. Mehmed, Bizanslılar ile ile gezen tarihçi Keşiş Rober kenti “emperyal
ittifak kuvvetlerini ilâve bir cepheyi savunmak bir kent” olarak tanımlarken, 1204 yılında
zorunda bıraktı.32 Özellikle Blakhernai cephe- Konstantinopolis’i ele geçiren 4. Haçlı Ordu-
sinden gelen nihaî hücum 28 Mayıs’ı 29 Mayıs’a su’na eşlik eden Klarili Rober uzun uzadıya
bağlayan gece gerçekleştirildi. Geri püskürtülen surlarından, saraylarından, hipodromdan, Aya-
ilk iki teşebbüsün ardından şehir üçüncü hücum sofya’dan ve bu kamu yapılarında gerçekleşen
karşısında çaresiz kalmıştı. Kuşatma kuvvetleri devlet törenlerinden bahseder.38 Batılılar için
şehre girdiler, üç gün süren yağmalamadan sonra Konstantinopolis kiliseleri ve kutsal emanetleri
padişah asayişi sağladı ve şehri ele geçirdikten ile Kudüs veya Roma kadar olmasa da kutsal bir
sonra en önemli sembolü olan Ayasofya Kilise- kenttir. Bu görüşü yine en güzel Keşiş Rober
si’ni camiye çevirdi. Fetih hayalini gerçekleşen
33
sunar: “Aziz peygamberlerin, havarilerin ve
Fatih, artık eşsiz projesinin ikinci aşamasına sayısız aziz şehidin en kutsal emanetlerinin
geçebilirdi: şehri Osmanlı İmparatorluğu’nun şimdi orada [Konstantinopolis’te] bir evi var
başkenti yapmak üzere yeniden canlandırma …”39
çalışmalarına başladı.
Slav halkları da Bizans’ın başkentini asker,
Ortaçağ boyunca Bizans’ın batılı, kuzeyli tacir ve hacı olarak ziyaret etmişler, Tsarigrad/
ve Müslüman komşuları Bizans İmparator- Tsargrad (Sezar’ın kenti) adını verdikleri kenti
luğuna başkentlik yapan Konstantinopolis’i hem ticari zenginliğin olduğu büyük bir kent
ziyaret etmişler ve çeşitli nedenlerle bu muh- olarak, hem de bir cihan devletinin başşehri
teşem kentten çok etkilenmişlerdir. Bu ne- olarak görmüşlerdir.40 İlk Rus tarihi olan ve
denler arasında, kentin refahı ve büyüklüğü, 12. yüzyılın başında yazılmış Povesti Vremennih
bir imparatorluk merkezi olması ve kutsal Let’in Bizans’ı ilgilendiren kısmına bakıldığın-
olanla kurduğu ilişki özellikle öne çıkar.34 da, Rusların Konstantinopolis’in ticari önemini
Konstantinopolis’i asker, diplomat, tacir ve kavradıklarını anlaşılır.41 Ayrıca, Modern Rus
hacı olarak ziyaret eden batı Avrupalılar, kendi tarihçi George Majeska’nın 12. ve 15. yüzyıllar
ülkelerinde asla göremeyecekleri büyüklükte arasında yazılmış Rus kaynaklarında gösterdiği
bir kentle karşılaştıklarının farkındaydılar.35 11. gibi, Rus hacıların Konstantinopolis gezi progra-
yüzyılın sonunda Kudüs’e doğru yolan alan mında sadece kilisler yoktu. Ayasofya’nın önün-
Birinci Haçlı ordusunun tarihçilerinden Şartrlı deki Augustaion Meydanı, Büyük Saray’ın giriş
Fulcher Konstantinopolis’i gördüğünde, “Ne kapısı, hipodrom ve Çemberlitaş’taki Constan-
mükemmel ve harika bir şehir ! ne kadar çok tinus Meydanı, yani kentin emperyal yönünü
manastırı, ne kadar çok sarayı var!” diye yazar.36 gösteren kamu yapıları da, görülmeye değer
Zaten, İskandinavyalılar Bizans’ın başkentini yerler arasında sayılıyordu.42 Elbette, 9. ile 11.

- 34-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

yüzyıllar arasında Bizanslılar aracılığıyla Hristi- sırasında şehit düşen Ebu Eyyub el-Ensari’nin
yanlığı kabul eden kuzey memleketlerinin halk- mezarının kentin kara surlarının yakınında
ları için Bizans’ın başkenti en çok dini yönü ile olduğu inancı müstesna, kentin Müslüman
öne çıkması çok doğaldır.43 13. yüzyılın başında hacılar için sunduğu kutsal bir mekân ya da
yaşamış Novgorod psikoposu Antoni, Kons-
emanet de yoktu. Buna rağmen Müslüman
tantinopolis’i Yeni Kudüs olarak tanımlarken,
yazarlar bu ortaçağın efsanevi kentinde, kut-
14. yüzyılın sonunda Konstantinopolis’e hacı
olarak gelen Aleksander şöyle yazar: “[Kentte] sal olmasa da, mucizevî şeyler bulmaktan
binlerce azizin kutsal emaneti ve tanımlaması geri kalmamışlardır. Kenti mucizevî yapan
imkânsız mucize vardır.”44 tılsımlı yapılarıdır. Örneğin, ibn Rusteh, Sa-
rayın kapısındaki tunç at heykellerinin atları
Son olarak, Bizans’a en yakın ve en az on-
sakinleştirdiğini ve hipodromdaki bakır yılan
lar kadar zengin ve gelişmiş bir uygarlık olan
ortaçağ İslam dünyası 7. yüzyıldan 15. yüzyıla heykellerinin yılan zehrine iyi geldiğini yazar.48
kadar Bizans ile askeri olduğu kadar siyasi, Kısacası, Konstantinopolis yabancı komşu-
diplomatik, ticari ve kültürel münasebetlere
larının gözünde elde edilecek, ele geçirilemezse
girmiş; zaman için Arapça yazında Bizans ve
çeşitli amaçlarla mutlaka ziyaret edilecek bir
başkenti hakkında belirli bir görüş ortaya çık-
mıştır.45 10. yüzyılın başında yazan coğrafyacı dünya başkenti olmuştur. Bizanslılar için de
ibn Rusteh’in yazdıklarından Müslümanların başkentleri evrensel Hristiyan devleti diye gör-
Bizans İstanbulu’nda ilk ne gördüklerini he- dükleri imparatorluklarının tek merkezi olmuş-
men anlarız: surlar, saray, ana kilise, hipodrom, tur. Bu görüş dillerine de yansımıştır. Bizans
üstünde imparator heykelinin bulunduğu sü- Yunancasında kente verilen adlardan en yaygını
tun ve meydanlar.46 Tüm bu yapılar devletin Polis’tir.49 Yunancada kent anlamına gelen bu ke-
gücünü gösteren yapılardır. Öte yandan, 10. lime herhangi bir kenti değil Konstantinopolis’i
yüzyılda el-Makdisi ve 12. yüzyılda el-Merve-
temsil eder. Ortaçağ’da Türkler “Kentte” ya da
zi’nin vurguladığı gibi, Konstantinopolis geniş
“Konstantin’in kenti” anlamına gelen eis-tin-poli
pazarları olan, ucuz malların satıldığı bir tica-
kelimesini İstanbul diye okuyup kentin bin yıl-
ret kentidir.47 Elbette, Hristiyan dünyasının
merkezlerinden biri olan Konstantinopolis’te lık ismini devam ettirmişlerdir, tıpkı Kentlerin
Müslümanların kutsal olanı araması söz ko- Kraliçesi’nin evrensel payitaht olma iddiasını
nusu olmazdı. Kentin Araplarca kuşatılması yaklaşık 600 yıl daha devam ettirdikleri gibi.

- 35-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

DİPNOTLAR

1 Boğaziçi Üniversitesi, Tarih Bölümü. Kitapta, erken Bizans dönemine (3.-6. yüzyıllar) tarihlenen özel isimler Latince yazılış-
ları ile sunulurken, orta ve geç Bizans dönemlerine (7.-15. yüzyıllar) tarihlenen özel isimlerde Yunanca kullanılmıştır. Bizans
dönemi telaffuzu bilinmediği için, modern Yunanca telaffuz tercih edilmiştir.
2 Konstantinopolis şeklinde yazmak, Türkçeye yerleştiği için, tercih edilecektir.
3 İstanbul’un isimleri için, bkz. D. J. Georgacas, “The Names of Constantinople,” Transactions and Proceedings of the American
Philological Association 78 (1947), 347-367.
4 İstanbul’un Osmanlı devri öncesi uzun tarihi için hala en ayrıntılı Türkçe kaynak D. Kuban’ın İstanbul, Bir Kent Tarihi,
Bizantion, Konstantinopolis, İstanbul (İstanbul, 2000) adlı kitabıdır. Diğer önemli eserler metin içerisinde verilmiştir. Bu ki-
tapta kullanılmayan başka Türkçe eserler için bkz.: Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi (İstanbul, 1993-1995); O. Bayrak,
İstanbul tarihi: M.Ö. 657’den Bugüne Kadar 27 Asırlık Son Roma, Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemleri (İstanbul,
2003); I. Demirkent, Bizans İmparatorluğu Dönemi İstanbul, 330-1453 (İstanbul, 2004); Ö. Kaya, Konstantin’in Kutsanmış
Şehri (İstanbul, 2008).
5 M. Özdoğan, “Tarihöncesi dönemlerin İstanbulu,” Bizantion’dan İstanbul’a, Bir Başkentin 8000 Yılı, ed. K. Durak (İstanbul,
2010), 36-39. İstanbul’un tarihöncesi dönemlerine giriş için, bkz. E. Ufuk, “İstanbul’un en eski buluntu yerleri ve kültür-
leri,” Semavi Eyice Armağanı, ed.. Ö. Kırkpınar (İstanbul, 1992), 55-77. M. Özdoğan, “Tarihöncesi çağlarda İstanbul,”
Istanbul, World City, ed. M. Beykan (İstanbul, 1996), 88-101.
6 K. Bittel, “Bemerkungen über die prähistorische Ansiedlung auf dem Fikirtepe bei Kadıköy,” Istanbuler Mitteilungen 19-20
(1970), 1-19. M. Özdoğan, “Tarihöncesi çağlarda İstanbul,” Kültürler Başkenti İstanbul, ed. F. Başar (İstanbul, 2010), 8-9.
Türkiye’de Neolitik Dönem : Anadolu’da Uygarlığın Doğuşu ve Avrupa’ya Yayılımı: Yeni Kazılar, Yeni Bulgular, ed. M.
Özdoğan, N. Başgelen (İstanbul, 2007), 401-426.
7 Özdoğan, Bizantion’dan İstanbul’a, 43-45. S.Eyice, Tarih Boyunca İstanbul (İstanbul, 2006), 18-20.
8 Herodotos’un Bizantion’un kuruluşu ile ilgili bilgileri için, bkz. Herodotos, Tarih, çev. M. Ökmen (İstanbul, 2006), 353.
9 Eyice, Tarih Boyunca İstanbul, 20-21. S. Pullu, “Antik Batı Mitolojisinde Istanbul Boğaziçi Efsaneleri,” İmparatorluk Başken-
tinden Kültür Başkentine İstanbul, ed. F. Emecen (İstanbul, 2010), 77-96. O. Tekin, “Byzantion’un Anakenti Megara ile
köken İlişkisi,” Toplumsal Tarih, 47-48. N. Firatli, “New discoveries concerning the first settlement of ancient Istanbul-By-
zantion,” Proceedings of the 10th International Congress of Classical Archaeology 1 (1978), 265-574.
10 Kuban, İstanbul, Bir Kent Tarihi, 16-19. İ. Delemen, “Bizantion: Koloni-kent-başkent,” Bizantion’dan İstanbul’a, Bir Baş-
kentin 8000 Yılı, 54-55. M. Arslan, İstanbul’un Antikçağ Tarihi: Klasik ve Helenistik Dönemler (İstanbul, 2010).
11 O. Tekin, “Byzantion: Kuruluşu, Kuşatmaları ve Kültürü” Toplumsal Tarih, 197, (Mayıs 2010), 45. O. Tekin, Eskiçağ’da
İstanbul’da Balık ve Balıkçılık (İstanbul, 2010).
12 Kuban, İstanbul, Bir Kent Tarihi, 21-23. Wolfgang Müller-Wiener İstanbul’un Tarihsel Topografyası: 17. yüzyıl başlarına
kadar Byzantion-Konstaninopolis-İstanbul, çev. Ü. Sayın (İstanbul, 2002), 18.
13 Konstantinopolis’in kuruluşu için en iyi kaynak için bkz: G Dagron, Naissance d’une capitale. Constantinople et ses institutions
de 330 à 451 (Paris, 1974).
14 T. Gregory, A History of Byzantium (Malden, MA, 2010), 23-32, 36-45.
15 P. Brown, Geç Antik Çağda roma ve Bizans Dünyası (İstanbul, 2000), 49-56. Bizans İmparatorluğu’nda din devlet ilişkileri
üzerine genel bir giriş için bkz.: M. Çelik, Siyasal Sistem Açısından Bizans İmparatorluğu’nda Din Devlet İlişkisi (İzmir, 1999).
16 G. Dagron, Naissance d’une capitale: Constantinople et ses institutions de 330 à 451(Paris, 1974), 48-118 (Senato için bkz.
118-211); J. Herrin, Bizans: Bir Ortaçağ İmparatorluğunun Şaşırtıcı Yaşamı, çev. U. Kocabaşoğlu (İstanbul, 2010), 33-42.
Gregory, A History of Byzantium, 60-69. M. Angold, ‘the City of Constantine, Byzantium (New York, 2001), 1-9. S. G.
Bassett, “The Antiquities in the Hippodrome of Constantinople” Dumbarton Oaks Papers, 45, (1991), 87-96. Kuban, İstan-
bul, Bir Kent Tarihi, 27-46. P. Magdalino, “Bir dinin ve imparatorluğun başkenti olarak Konstantinopolis,” Bizantion’dan
İstanbul’a, 84.
17 S. Mitchell, A History of the Later Roman Empire, AD 284-641: The Transformation of the Ancient World (Maldne, MA,
2007), 191-219.
18 Kuban, İstanbul, Bir Kent Tarihi, 98-108. Eyice, Tarih Boyunca İstanbul, 31-33. B. Croke “Constantinople in the Age of
Justinian” the Cambridge companion to the Age of Justinian (Cambridge, 2005), 60-86
19 R. Browning, the Byzantine Empire, (Washington DC, 1992) 43-81.
20 C. Mango, Bizans, Yeni Roma İmparatorluğu, çev. G. Ç. Güven (İstanbul, 2008), 69-83.
21 S. Şahin, “Araplar İstsanbul’u Neden Feth Edemedi?,” İmparatorluk Başkentinden Kültür Başkentine, 113-120; H. Ça-
kıroğlu, “Mesleme b. Abdülmelik’in İstanbul Seferi,” İmparatorluk Başkentinden Kültür Başkentine, 121-133.

- 36-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

22 Kuban, İstanbul, Bir Kent Tarihi, 119-122.


23 C. Mango ve P. Karlin-Hayter, “Icons” ve “Iconoclasm” Oxford History of Byzantium, ed. C. Mango (Oxford, 2002), 151-162.
24 A. E. Laiou ve C. Morrisson, The Byzantine Economy (Cambridge, 2007), 42.
25 Browning, Byzantine Empire, 93-123. J. Haldon, the Palgrave Atlas of Byzantine History (Houndmills, c2005), 128-130.
26 M. Magdalino, Studies on the Topography of Byzantine Constantinople (Aldershot 2007), 1-55. Kuban, İstanbul, Bir Kent
Tarihi, 132-138.
27 R. Browning, Byzantine Empire, 155-191. Herrin, Bizans, 302-315. Konstantinopolis’in Komninoslar dönemindeki duru-
muna dair genel bir girizgah için, bkz. A. Ducellier, “Bir Başkentin Yükselişi ve Gerileyişi,” Konstantinopolis, 1054-1261, ed.
A. Ducellier ve M. Balard (İstanbul, 2001), 17-36.
28 Magdalino, Studies on the History and Topography, 57-107; T. Mathews, Byzantium from Antiquity to the Renaissance,(New
York, 1998), 33-39. Bu dönemdeki ticari hayat hakkında ayrıntılı bilgi için K. Durak’ın ilerleyen sayfalardaki “Konstantino-
polis’te Ticaret” başlıklı makalesine bakınız.
29 Browning, Byzantine Empire, 221-292. Reinert, “Fragmentation,” Oxford History of Byzantium, 248-260.
30 Daha fazla bilgi için, bkz. M. Balivet, Bizans ve Osmanlılar: İlişkiler, Karşılıklı Etkileşim,Kalıtım, çev. N. Demirtaş
(İstanbul, 2005).
31 Kuban, İstanbul, Bir Kent Tarihi, 163-171.
32 The Russian Primary Chronicle: The Laurentian Text, ed. S. H. Cross ve O. P. Sherbowitz-Wetzor (Cambridge, MA, 1953), 64.
33 J. Harris, Constantinople, Capital of Byzantium (Londra, 2007), 182-187. Kuban, İstanbul, Bir Kent Tarihi, 175-179. Daha
fazla bilgi için, bkz. S. Runciman, Konstantiniye Düştü, çev. D. Türkömer (İstanbul, 1972); F. Dirimtekin, İstanbul’un Fethi
(İstanbul, 2003); 1453: Konstantinapolistanbul, ed. A. Erkmen (İstanbul, 2010). M. Daş, Bizans’ın düşüşü (İstanbul, 2006).
34 K. Durak, “Constantinople, réalités et utopies médiéval,” De Byzance à Istanbul, Un port pour deux continent (catalogue for
the exhibition at Grand Palais in Paris in 2009), ed. N. Ölçer and E. Eldem (Paris, 2009), 75.
35 Genel bir giriş için, bkz. M. McCormick, “Byzantium and the Early Medieval West: Problems and Opportunities,” ed. G. Ar-
naldi and G. Cavallo, Europa medievale e mondo bizantino: contatti effettivi e possibilità di studi comparati (Roma, 1997), 1-17.
36 Chronicle of Fulcher of Chartres and Other Source Material, ed. E. Peters (Philadelphia, 1998), 62.
37 Durak, “Constantinople, réalités et utopies médiéval,” 76.
38 Robert the Monk’s History of the First Crusade, Historia Iherosolimitana, çev. C. Sweetenham (Aldershot, 2005), 102; Robert
de Clari, La conquête de Constantinople, çev. P. Charlot (Paris, 1939) 177-195
39 Robert the Monk’s History of the First Crusade, 102.
40 J.-P. Arrignan, A. Ducellier, N. Fejic, “Güney Slavları ve Ruslar: Gerçeklikten Hayale,” Konstantinopolis, 1054-1261, 148-
152. Sırplar için bkz. 140-145. Durak, “Constantinople, réalités et utopies médiéval,” 80.
41 Russian Primary Chronicle, 64-65, 74-75; D. Obolensky, The Byzantine Commonwealth (Londra, 2000), 186. Durak,
“Constantinople, réalités et utopies médiéval,” 81.
42 G. Majeska, “Russian Pilgrims in Constantinople,” Dumbarton Oaks Papers 56 (2002), 104-105.
43 G. Majeska, Russian Travelers to Constantinople in the Fourteenth and Fifteenth Centuries (Washington, D.C., 1984), 9. Du-
rak, “Constantinople, réalités et utopies médiéval,” 81-84.
44 Arrignan, Ducellier, Fejic, “Güney Slavları ve Ruslar: Gerçeklikten Hayale,” 148; Majeska, Russian Travelers, 164.
45 A. Bakır, “Ortaçağ Cografyacılarının İzlenimleri Işığında İstanbul,” İmparatorluk Başkentinden Kültür Başkentine, 149-
174. M. T. Mansouri, “Büyük Rakibin Bakışı: Müslümanların Gözünde Konstantinopolis,” Konstantinopolis, 1054-1261,
153-167. K. Durak, “Doğuya Açılan bir Pencere: Erken Ortaçağ İslam Kaynaklarında Konstantinopolis ve Konstantinopo-
lis’te Müslümanlar,” Bizantion’dan İstanbul’a, Bir Başkentin 8000 Yılı, 102-111. K. Durak, “Ortaçağ’da Bizans’ın Komşula-
rının Gözüyle Ayasofya Kilisesi,” Ayasofya Müzesi Yıllığı, 13 (2010), 231-248. Ortaçağda İslam-Bizans ilişkileri ve Arapların
Bizans’ı nasıl gördüklerine dair, bkz. C. Avcı, İslam-Bizans İlişkileri (İstanbul, 2003); N. M. El Cheikh, Byzantium Viewed
by the Arabs (Cambridge, MA, 2004).
46 Ibn Rusteh, Kitab al- a l̀ āq al-nafīsah, Bibliotheca geographorum Arabicorum, ed. M. J. De Goeje (Leiden, 1892), 119-125.
47 Muqaddasī, Muĥammad ibn Ahmad, b., Ahsan at-taqāsīm fi marifat al-aqālīm, Bibliotheca Geographorum Arabicorum.
ed. M. J. De Goeje (Leiden, 1967). 147-149; V. Minorsky, “Marvazi on the Byzantines,” Medieval Iran and its Neighbours,
(Londra, 1982), VIII, 462.
48 Durak, “Constantinople, réalités et utopies médiéval,” 85.
49 Georgacas, “The Names of Constantinople,” 367.

- 37-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

KAYNAKÇA

Angold, M: ‘the City of Constantine,’ Byzantium (New York, 2001).


Arrignan, J.-P., Ducellier, A. ve Fejic, N: “Güney Slavları ve Ruslar: Gerçeklikten Hayale,” Konstantinopolis,
1054-1261, ed. A. Ducellier ve M. Balard (İstanbul, 2001).
Arslan, M: İstanbul’un Antikçağ Tarihi: Klasik ve Helenistik Dönemler (İstanbul, 2010).
Avcı, C: İslam-Bizans İlişkileri (İstanbul, 2003).
Bakır, A: “Ortaçağ Cografyacılarının İzlenimleri Işığında İstanbul,” İmparatorluk Başkentinden Kültür
Başkentine, ed. F. Emecen (İstanbul, 2010).
Balivet, M: Bizans ve Osmanlılar: İlişkiler, Karşılıklı Etkileşim,Kalıtım, çev. N. Demirtaş (İstanbul, 2005).
Bassett, S. G: “The Antiquities in the Hippodrome of Constantinople” Dumbarton Oaks Papers, 45, (1991).
Magdalino, P: “Bir dinin ve imparatorluğun başkenti olarak Konstantinopolis,” Bizantion’dan İstanbul’a, Bir
Başkentin 8000 Yılı, ed. K. Durak (İstanbul, 2010).
Bittel, K: “Bemerkungen über die prähistorische Ansiedlung auf dem Fikirtepe bei Kadıköy,” Istanbuler Mit-
teilungen 19-20 (1970).
Brown, P: Geç Antik Çağda roma ve Bizans Dünyası (İstanbul, 2000).
Browning, R: the Byzantine Empire, (Washington DC, 1992) 43-81.
Chronicle of Fulcher of Chartres and Other Source Material, ed. E. Peters (Philadelphia, 1998).
Croke, B: “Constantinople in the Age of Justinian” the Cambridge companion to the Age of Justinian (Camb-
ridge, 2005).
Çakıroğlu, H: “Mesleme b. Abdülmelik’in İstanbul Seferi,” İmparatorluk Başkentinden Kültür Başkentine,
ed. F. Emecen (İstanbul, 2010).
Dagron, G: Naissance d’une capitale. Constantinople et ses institutions de 330 à 451 (Paris, 1974).
Delemen, İ: “Bizantion: Koloni-kent-başkent,” Bizantion’dan İstanbul’a, Bir Başkentin 8000 Yılı, ed. K. Du-
rak (İstanbul, 2010).
Ducellier, A:“Bir Başkentin Yükselişi ve Gerileyişi,” Konstantinopolis, 1054-1261, ed. A. Ducellier ve M.
Balard (İstanbul, 2001).
Durak, K: “Constantinople, réalités et utopies médiéval,” De Byzance à Istanbul, Un port pour deux conti-
nent (catalogue for the exhibition at Grand Palais in Paris in 2009), ed. N. Ölçer and E. Eldem (Paris, 2009).
--- “Doğuya Açılan bir Pencere: Erken Ortaçağ İslam Kaynaklarında Konstantinopolis ve Konstantinopo-
lis’te Müslümanlar,” Bizantion’dan İstanbul’a, Bir Başkentin 8000 Yılı, ed. K. Durak (İstanbul, 2010).
--- “Ortaçağ’da Bizans’ın Komşularının Gözüyle Ayasofya Kilisesi,” Ayasofya Müzesi Yıllığı, 13 (2010).
El Cheikh, N. M: Byzantium Viewed by the Arabs (Cambridge, MA, 2004).
Eyice, S: Tarih Boyunca İstanbul (İstanbul, 2006).
Fıratlı, N: “New discoveries concerning the first settlement of ancient Istanbul-Byzantion,” Proceedings of
the 10th International Congress of Classical Archaeology 1 (1978).
Georgacas, D. J: “The Names of Constantinople,” Transactions and Proceedings of the American Philological
Association 78 (1947).
Gregory, T: A History of Byzantium (Malden, MA, 2010).

- 38-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Haldon, J: the Palgrave Atlas of Byzantine History (Houndmills, c2005).


Harris, J: Constantinople, Capital of Byzantium (Londra, 2007).
Herodotos, Tarih, çev. M. Ökmen (İstanbul, 2006).
Herrin, J: Bizans: Bir Ortaçağ İmparatorluğunun Şaşırtıcı Yaşamı, çev. U. Kocabaşoğlu (İstanbul, 2010).
Kuban, D: İstanbul, Bir Kent Tarihi, Bizantion, Konstantinopolis, İstanbul (İstanbul, 2000) adlı kitabıdır.
Laiou, A. E. ve Morrisson, C: The Byzantine Economy (Cambridge, 2007).
Magdalino, M: Studies on the Topography of Byzantine Constantinople (Aldershot 2007).
Majeska, G: “Russian Pilgrims in Constantinople,” Dumbarton Oaks Papers 56 (2002).
--- Russian Travelers to Constantinople in the Fourteenth and Fifteenth Centuries (Washington, D.C., 1984).
Mango, C. ve Karlin-Hayter, P: “Icons” ve “Iconoclasm” Oxford History of Byzantium, ed. C. Mango (Ox-
ford, 2002).
--- Bizans, Yeni Roma İmparatorluğu, çev. G. Ç. Güven (İstanbul, 2008).
Mansouri, M. T: “Büyük Rakibin Bakışı: Müslümanların Gözünde Konstantinopolis,” Konstantinopolis,
1054-1261, ed. A. Ducellier ve M. Balard (İstanbul, 2001).
Mathews, T: Byzantium from Antiquity to the Renaissance,(New York, 1998).
McCormick, M: “Byzantium and the Early Medieval West: Problems and Opportunities,” ed. G. Arnaldi
and G. Cavallo, Europa medievale e mondo bizantino: contatti effettivi e possibilità di studi comparati (Roma,
1997).
Mitchell, S: A History of the Later Roman Empire, AD 284-641: The Transformation of the Ancient World
(Maldne, MA, 2007).
Müller-Wiener, W: İstanbul’un Tarihsel Topografyası: 17. yüzyıl başlarına kadar Byzantion-Konstaninopo-
lis-İstanbul, çev. Ü. Sayın (İStanbul, 2002).
Obolensky, D: The Byzantine Commonwealth (Londra, 2000).
Özdoğan, M. “Tarihöncesi dönemlerin İstanbulu,” Bizantion’dan İstanbul’a, Bir Başkentin 8000 Yılı, ed. K.
Durak (İstanbul, 2010).
Pullu, S: “Antik Batı Mitolojisinde Istanbul Boğaziçi Efsaneleri,” İmparatorluk Başkentinden Kültür Baş-
kentine İstanbul, ed. F. Emecen (İstanbul, 2010).
Robert de Clari, La conquête de Constantinople, çev. P. Charlot (Paris, 1939).
Robert the Monk’s History of the First Crusade, Historia Iherosolimitana, çev. C. Sweetenham (Aldershot,
2005).
Şahin, S: “Araplar İstsanbul’u Neden Feth Edemedi?,” İmparatorluk Başkentinden Kültür Başkentine, ed. F.
Emecen (İstanbul, 2010).
Tekin, O: “Byzantion: Kuruluşu, Kuşatmaları ve Kültürü” Toplumsal Tarih, 197, (Mayıs 2010)
--- Eskiçağ’da İstanbul’da Balık ve Balıkçılık (İstanbul, 2010).
The Russian Primary Chronicle: The Laurentian Text, ed. S. H. Cross ve O. P. Sherbowitz-Wetzor (Cambri-
dge, MA, 1953).
Türkiye’de Neolitik Dönem : Anadolu’da Uygarlığın Doğuşu ve Avrupa’ya Yayılımı: Yeni Kazılar, Yeni Bul-
gular, ed. M. Özdoğan, N. Başgelen (İstanbul, 2007).

- 39-
Galata podestası Cenevizli Boruele Grimaldi’nin yaptırdığı levha, İstanbul Arkeoloji Müzeleri, Türkiye.
Bir İmparatorluk
Merkezi Olarak
Konstantinopolis
Prof. Dr. Albrecht Berger1

Bizantion’dan Konstantinopolis’e

A
ntik kent Bizantion’un bu yerde
inşa edilmesinin temel nedeni Ha-
liç’teki elverişli doğal limanın giri-
şindeki stratejik konumuydu. Antik Bizan-
tion’un ortaya çıkışı hakkında az şey bilinir,
ancak yerleşilen alanın ağırlıklı olarak Akro-
polis’in (bugünkü Topkapı Sarayı’nın yerin-
de) batısı ve aşağısına kadar Haliç boyunca
uzandığını varsayabiliriz. Thrakion adı veri-
len ve Ksenofon tarafından bu bölgede2 sözü
edilen kent meydanı, daha sonra Strategion
(günümüzde Sirkeci) diye adlandırılan yerin
öncülü olabilir.

Surların Bizantion’un ilk zamanların-


da nereden geçtiğini ve Trakya yönündeki
ana kapısının nerede olduğunu bilmiyoruz.
Bizantion’un antik surları İmparator Septi-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

mius Severus zamanında 196’da bir iç savaş


sonrasında yıkılmış ve sadece birkaç on yıl
sonra, muhtemelen 258/9’da yeniden inşa
edilmiştir.3

Constantinus’un şehri yeniden inşasından


önceki dönemden kalan ve içinde Bizantion’un
bazı ayrıntılarla tasvir edildiği tek kaynak Bi-
zantionlu Dionysios’un Anaplous Bosporou
(Boğaziçi’nden yukarı çıkmak)4 adlı eseridir.
Bu eserde, şehrin Haliç’in girişindeki üç lima-
nından söz edilir. Bu limanlardan ortada olanı
dalgakıranlar tarafından korunuyordu. Liman-
ların batısında surların kuzey sınırını oluşturan
ve günümüz Yeni Camii’nin yakınında bulu-
nan büyük yuvarlak bir kule vardı.

Dionysios’un Anaplous’unun yazım ta-


rihini surların yıkılışından ve yeniden inşa-
sından önce mi yoksa sonra mı olduğunu
bilmemize imkân verecek bir kaynak bu-
lunmamaktadır. Ancak Haliç’in girişindeki
limanların her zaman surların içinde oldu-
ğunu varsaymamızı sağlayacak türlü neden- tantinopolis’in Patria’sı denen eserin hayal
ler vardır: az önce sözü edilen kulenin ko- ürünüdür.7 Konstantin öncesi surların kalın-
numunun Constantinus öncesi surlarının tıları ancak deniz surlarında, kentin doğu-
her zaman aynı hattı takip ettiğini, kentin sundaki Akropolis’in aşağısında bulunabilir.8
alanının M.S. 3. yüzyıldaki yeniden inşasın- Constantinus öncesi devrin yol ağı hak-
da genişletilmediğini, ancak başlangıçtan
5
kında söyleyebileceğimiz tek şey ana tepe-
itibaren yaklaşık 1,2 ila 1,5 km² alanı kapla- lere doğru konumlandırılmış bir şebekenin
dığını akla getirir. olduğudur ki böylece güneybatı veya kuzey-
Daha küçük bir alanın etrafında muhte- doğu eksenindeki caddeler uzun bir mesafe
mel eski bir surun izi yoktur ve şehrin ku- boyunca neredeyse dümdüz uzanabiliyordu.
rucusu Byzas’ın sık sık bahsedilen ve anca Bu, hâlâ bazı antik yapıların hizası sayesin-
gelecekteki Sultan Sarayı’nı ve Ayasofya’nın de görünür.9 Kentin hâlihazırda İmparator
arazisini kaplayacak sur,6 990 yılı civarında Hadrianus (117-38) zamanından kalma bir
derlenen efsanevi bir yerel tarih olan Kons- de su kemeri vardır.10

- 42-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Bizantion’da Dionysios’un Anaplous’u Yeni şehrin kuruluşu ve ilk yılları


hariç sadece sonraki Hıristiyan kaynaklarda
Her ne kadar Konstantinopolis’in Bi-
-ki onların ifadeleri de birbirini tutmaz- bir- zans dönemi bin yıldan fazla sürmüş olsa da
kaç antik tapınaktan ismen bahsedilir. Zeus, şehrin kentsel dokusu, yol sistemi ve konut
Apollo, Poseidon, Artemis, Afrodit tapınak- mimarisi hakkında şaşırtıcı derecede az bil-
ları ile Athena sunağı ve kentin dışında Ha- giye sahibiz. Şehrin sürekli meskûn oluşu ve
liç’teki Demeter’in korusu (temenos). Özel Osmanlı döneminin sonuna kadar başkent
konutların bazı mozaik parçaları dışında olarak işlev görmesi, şehrin yüzünün dur-
Constantinus öncesi devre ait hiçbir somut madan yeni yapılarla değişmesinin apaçık
kalıntı günümüze ulaşmamıştır.11 Daha son- nedenleridir. Aslında, özel binalar ve kamu
ra yeniden destek malzemesi olarak kullanı- binaları hakkında neredeyse hiçbir şey bilin-
lan antik inşaat malzemeleri, antik Bizan- mezken Bizans döneminden sadece surlar,
tion’dan da civardaki başka kentlerden de birkaç kilise ve sarnıç kalmıştır ve gelecekte
kalma olabilir. arkeolojik yöntemler sayesinde zihnimizdeki

- 43-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

İmparator I. Constantinus’un heykelinin parçaları, Musei Capitolini, Roma, İtalya.

görüntünün daha netleşmesi için neredeyse Yalnızca çeşitli binaların konumu ve deniz
hiç ihtimal yoktur. surları orijinal yol sistemi hakkında sonuca

Constantinus’un yeni şehri resmen Ka- varmamıza izin verir ve bazı caddelerin hiza-

sım 324’te kurulmuştur ve resmen açılışı beş sının bugün İstanbul’un eski kent merkezi-
buçuk yıllık bir inşanın ardından 11 Mayıs nin yol ağında hâlâ korunmuş olduğu ortaya
330’da yapılmıştır.12 O zamanda görünüyor çıkmıştır.
ki genişletme alanı hâlâ boşken sadece yeni 4. yüzyılda yazılmış birkaç raporun be-
kara surları, sütunuyla birlikte Constantinus lirttiği gibi şehrin yeni alanı geliştiğinde
Forumu, Capitol ve eski Bizantion’un için-
13
yarımadanın fiziki şekli de hızlıca değişmiş
de Hipodrom ile sarayın ilk merkezi zaten olmalıdır, çünkü tepeler düzleştirilmiş ve
tamamlanmıştı. Daha yüksek performanslı buradan çıkan toprak sahile boşaltılmıştır.14
yeni bir su tedarik sistemi için planlar yapıl- Dionysios’un Anaplous’u, Bizantion yarıma-
mış, muhtemelen yeni mahallelerin ve cad- dasını Trakya anakarasına bağlayan boğazın
delerin genel düzeni de ayarlanmıştı. en dar noktasında yalnızca beş stadia yani
1700 yıllık kentsel bir tarihten sonra yeni yaklaşık 900 m genişliğinde olduğunu iddia
şehirdeki yerleşimin gelişiminin ilk aşama- etmektedir.15 Bu boğaz şimdi Valens Kemeri
ları hakkında fikir sahibi olmak çok zordur. denen yapının iki tepe arasındaki boynu geç-

- 44-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

tiği yerde olabilirdi. Eğer Dionysios burada Sokaklar, kent meydanları ve sütunlar
haklıysa, bu boğazın her iki yakasında 4.
16
Daha önce söz edildiği gibi antik Bizanti-
yüzyılda Marmara Denizi kıyısındaki diğer
on’un içindeki ana yollar güneybatıdan ku-
geniş alanlarla birlikte doldurulmuş olan de-
zeydoğuya tepelerin yer profilini izlemektey-
rin körfezler bulunmalıydı. Güneydeki kör-
di. Diğer yandan Trakya Kapısı’ndan güney-
fez doldurulduğunda, körfezin içine akan
batıya uzanan eski Roma caddesi – günümüz
küçük bir akarsu olan Lykos’un son uzantısı
Divanyolu Caddesi’nin öncülü- yarımadayı
yönlendirilmiş olmalıydı; aslında bazı kay-
takriben doğu-batı yönünde geçmekteydi.
naklar bunun gerçekten meydana geldiğini
Constantinus’un şehri yeniden inşasından
ve akarsuyun bariz bir şekilde son yüzyılda
sonra yeni bölgeye doğru genişlemenin ilk
kuruyana kadar bu kanala aktığını söyler.
aşaması muhtemelen Haliç tarafındaki eski
Yarımadanın bu varsayılan önceki şekli- Bizantion surlarına paralel bir cadde serisi
ni oldukça mantıksız kılan şey ise ona şu tarafından temsil edilmekteydi.17 Bu cadde-
anki şeklini vermek için gereken toprak yı- lerden ikisi günümüz yol ağında hâlâ mev-
ğını miktarıdır: şehir genelinde -bazı yerler- cuttur: Uzunçarşı Caddesi ve Fuatpaşa Cad-
de önemli ölçüde fazla olmak üzere- zemin desi. Uzunçarşı kelimesinin sokağın önceki
seviyesi Constantinus’un zamanından beri Bizans adını (caddeye makros embolos yani
2,50 m yükselmiştir. Ancak eğer kemerin uzun sütunlar dizisi denirdi) koruması ise
iki yanındaki körfezler gerçekte Dionysi- çarpıcıdır.
os’un eserinden yola çıkıldığı kadar derin
Şehrin Marmara Denizi’ne bakan güney
olsaydı, oradaki zemin seviyesinin yükselişi
kısmında durum o kadar da net değildir.
15 ila 20 metreye kadar çıkardı ki bu ina-
Ancak orada, yani surun dışındaki ana cad-
nılması hayli güç görünmektedir. Dionysios
denin güney kısmında, 380’den önce “yeni
ayrıca tüm yarımadanın çapının 35 stadia
şehirde” adı verilen ve bu adı birkaç yüzyıl
yahut yaklaşık 6300 m –sadece varsayılan
koruyan bir kilise bulunmaktaydı. Bu “yeni
körfezlerin en içteki noktalarından değil de
şehrin” (yun. Kainoupolis) Konstantinopo-
dış kenarlarından ölçüldüğünde- olduğunu
lis’in kuruluşundan hemen sonra yaratılan
ifade etmektedir. Bu nedenle boğaz için beş
yeni bir mahalle olması muhtemeldir.18
stadia genişliğindedir demenin yanlış oldu-
ğu ve iki körfezin –gerçekten var oldular Güneybatı yönündeki eski ana yolun sü-
ise- çok daha sığ oldukları ve boğazın buna tunlu, kent meydanlarıyla ve belli aralıklarla
bağlı olarak daha geniş olduğu açıktır. Bu zafer sütunlarıyla bezenmiş bir caddeye dö-
yapay arazi kazanımının boyutuna dair son nüştürülmesi edebi kaynaklardan ve arkeo-
kanıt ancak arkeoloji yoluyla edinilebilir ve lojik kalıntılardan bilinen binaların tarihle-
bu günümüz İstanbul’unda pek mümkün rinden anlayabildiğimiz gibi epey sürmüş-
görünmemektedir. tür.19 İmparator I. Theodosius’un Tauros da

- 45-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

I. İustinianus’un yaptırdığı “Yerebatan sarnıcı”


olarak bilinen sarnıç, İstanbul, Türkiye.

denen forumunun yapımı 383’te başlanmış dı.23 Trakya hinterlandından şehre uzun bir
ve 393’te tamamlanmışken oğlu Arcadius’un mesafeden su getiren bu büyük sistemin
kuru tepe yahut Ksirolofos (Cerrahpaşa) de- planları elbette şehrin yeniden inşasından
nen forumu 408’de öldüğünde hala tamam- hemen sonraki zamana kadar gider ki zaten
lanmamıştı.20 Diğer sütunlu kent meydan- kemer aslında 364’te tesadüfen tahta geçen
ları 454’te İmparator Marcianus tarafından Valens’in adını taşımaktadır. Hadrianus’un
Havariler Kilisesi’ne giden yolda (Kıztaşı), I. zamanından kalan ve 6. yüzyılda hâlâ bah-
Leo tarafından da Akropolis üzerine yapıl- sedilen Bizantion’un eski kemerinin çok
mıştı.21 Son olarak, 543’te tepesinde ata bin- daha düşük bir kapasitesi vardı; deniz sevi-
miş imparator heykeli bulunan İustinianus yesinden sadece 40 m kadar yüksekteydi ve
sütunu Ayasofya’nın karşısına dikilmişti.22 yeni bir kentsel alanın yüksek kısımlarına
hizmet edememekteydi. Neredeyse 70 m
Su tedarik hatları ve sarnıçlar
yüksekliğinde olan yeni bir kemerin hizmete
Şehrin yeni kısmına doğru genişleme sokulmasından önce Havariler Kilisesi’nin
süreci sırasındaki önemli bir adım Valens etrafındaki alanda daha yoğun bir yerleşim
Kemeri’nin 373 yılında tamamlanmasıy- mümkün değildi.

- 46-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Konstantinopolis’e 240 kilometreden den onarıldıktan sonra Bizans İmparatorlu-


fazla bir mesafeden Bizye (Vize) bölgesinden ğu’nun sonuna kadar işlevini sürdürmüştür.
su getiren ikinci bir büyük kemer sistemi
Limanlar
I. Theodosius (hük. 379-395) zamanında
yapılmıştır.24 Ondan sonra, yeni su tedarik Antik Bizantion’un iki limanından do-
hatları inşa edilmemiştir ama şehrin içine ğuya doğru olanı Bosporion ya da Prosforion
yayılmış bir su depolama sistemi yapılmıştır, (tedarik limanı) adını, batıya doğru olanıysa
çünkü bu kemerlerin verimi yazın veya uzun oraya konumlanan bir tersanenin adı üzeri-
kuraklık dönemlerinden sonra çok düşük se- ne Neorion adını taşımaktaydı.27 Konstanti-
viyelere inebilmekteydi. nopolis’in kuruluşundan sonra bu limanlar
kısa süre içinde şehrin yeni ihtiyaçları yü-
Bu depolama sisteminin en önemli parça-
zünden yetersiz gelmeye başladılar ve çok
sı Constantinus ve Theodosius surları arasın-
daha büyük iki liman güney kıyısının geniş
daki devasa açık sarnıçlardı.25 Aetius ve As-
körfezlerinde inşa edildi: biri İmparator İu-
par sarnıçları –sırasıyla 421 ve 459 yıllarında
lianus (hük. 361-363) zamanında doğuda,
inşa edilmişlerdir- 70 m yükseklikte en yük-
diğeriyse I. Theodosius (hük. 379-395) za-
sek tedarik hattından doldurulabiliyorlardı
manında batıda. Konstantinopolis’in deniz
ve gerektiğinde daha alçaktaki hatta 40 met-
surları 438/9’da şehri denizden gelebilecek
rede boşaltılabiliyorlardı. Üçüncü bir açık
saldırılara karşı korumak için inşa edildi-
sarnıç güneybatı Konstantinopolis’te Aziz
ğinde kıyıyı olabildiğince yakından takip et-
Mokios Kilisesi’nin yakınında 513 civarında
inşa edilmişti. Şehir merkezine daha yakın
biri Havariler Kilisesi yakınında diğeriyse
Lausos’un sarayının yakınında olan iki açık
sarnıç daha bulunmaktaydı, ancak bunlar
tümüyle yok olmuştur. Depolama sistemi-
nin diğer bir parçası birkaç kapalı sarnıç idi.
Bunların arasında şehir merkezindeki bazi-
likanın altında ve ana caddenin güneyinde
olan en büyük iki tanesi ancak İustinianus
zamanında inşa edilmiştir.26 Şehrin sonra-
ki sakinleri üzerinde bıraktıkları muhteşem
izlenim Türkçe adlarından anlaşılmaktadır:
Yerebatan Sarayı ve Binbirdirek. Avarlar
626’da Konstantinopolis’i kuşattıklarında,
tedarik hattının dış kısımları yok olmuş ve
şehre akan su kesilmişti. 766’da hat yeni- II. Theodosius’un büstü, Louvre Müzesi, Paris, Fransa.

- 47-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

mekteydiler, ancak limanlar ve dalgakıranlar ise deniz üssü 1513’te Haliç’in kuzey kısmı-
dışarıda kalmaktaydı. na kaydırılmış ve Kontoskalion en nihayetin-
de 1570’te doldurulmuştur.
Haliç’te 8. yüzyılın başlarında, sayesinde
Haliç’in kapatılabileceği bir liman zinciri Günümüzde Yenikapı’daki Kaisarios diye
takılmıştı. Zincir Konstantinopolis’in deniz de bilinen Theodosius Limanı, 4. yüzyılın
surlarına ve Galata tarafında yeni yapılmış sonundan sevkiyatın Perslerin Mısır’ı fethi
bir kaleye sabitlenmiş ve ahşap dubalarla yüzünden kesildiği ve bir daha hiç başlama-
suyun üzerinde tutulmuştu. Bunun nedeni dığı 618’e kadar tahıl ticaretinin ana lima-
Araplardan gelebilecek bir deniz saldırısıydı nıydı. Limanın adı en son 674’te Bizans do-
ki bu saldırı 717/8’de meydana gelmiştir.28 nanmasının şehri Araplara karşı savunmak
için orada toplandığında geçmektedir, ancak
Haliç’teki limanların çamurla dolması
heyecan verici son kazıların gösterdiği gibi
ve limanlara moloz ve çöp boşaltılması bi-
en azından 12. yüzyılın sonuna kadar büyük
linmeyen bir zamanda ama muhtemelen
ölçüde kullanılmaya devam etmiştir.31
İmparator Theofilos (hük. 829-842) zama-
nında doldurulduklarında sona ermiştir. Bu 5. yüzyılda Konstantinopolis:

yeni arazi surların içine dâhil edilmiş ve o Notitia urbis Constantinopolitanae


zamandan beridir gemiler dışarıda doğrudan
Erken dönemin kentsel tarihi için gü-
Haliç’teki rıhtımlara demirlemiştir.29 Şehrin nümüze ulaşan en önemli kaynak kuşkusuz
güney kıyısında iki liman körfezi hariç sur- Notitia urbis Constantinopolitanae (Konstan-
ların dışında neredeyse hiç yeni arazi oluş- tinopolis şehrinin tasviri) denen eserdir.32 Bu
mamıştır. eser 425 yılı civarında Latince yazılmış ve
6. yüzyılın sonlarındaki bir restorasyon- İmparator II. Theodosius’a (hük. 408-450)
dan sonra İulianus limanı II. İustinis’un ithaf edilmiştir.33
(hük. 565-578) karısı İmparatoriçe Sofia’nın Notitia’da Konstantinopolis tıpkı Ro-
adını almıştır ve daha sonra Kontoskalion ma’da olduğu gibi on dört bölgeye ayrılmış,
(kısa rıhtımlı liman) olarak bilinmiştir. Bu
30
ancak yedinci ve 8. yüzyılın vahiy (çev. apo-
liman Bizans dönemi boyunca hatta sonra- calyptic) edebiyatından önce “yedi tepeli şe-
sında da -Osmanlıca adı Kadırga Limanı’nın hir” olarak adlandırılmamıştır. Her bölgede
gösterdiği gibi- bir askeri donanma üssü ola- belli başlı kiliseler, kamu binaları ve anıtlar
rak hizmet vermiştir. Limanın doğu kısmı- listelenmiş, sokaklar (vici), evler (domus),
nın tümü adı bu surun onarılmasına adanan galeriler, hamamlar, fırınlar, ekmek dağıtım
bir yazıtta geçen VI. Leo’nun (hük. 886- noktaları (gradus), lonca üyeleri (collegiati)
912) hükümdarlığından bir süre önce surla ve itfaiye görevlilerinin sayısı verilmiştir. Her
kaplanmıştır ve eski doğu kısmın yerine bir bölümün başında bölgelerin konumu ve bir-
cephanelik yapılmıştır. Osmanlı zamanında birileriyle olan sınırlarını kabaca belirlemeye

- 48-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Arcadius formunun geç Osmanlı döneminden fotoğrafı.

olanak tanıyan topografik bir tanım da bu- katması, ama bu alanı tasvir edilen bölgelere
lunmaktadır.34 dâhil etmemesidir. Ayrıca şehrin 14,075 ve
6,150 fitlik -4,080 ve 1,780 metreye tekabül
Sondaki özet 322 sokak, 4388 ev, 52
eder- özet uzunluk ve genişliği açıkça ikinci
sütunlu cadde, 153 hamam, 20 umumi ve
sur inşa edilmeden önceki Constantinus’un
120 özel fırın, 117 ekmek dağıtım noktası,
şehrine işaret eder.
birkaç idari memur ve loncalar tarafından
yetkilendirilmiş 560 itfaiye memuru lis- Büyük ölçüde “ev” (domus) teriminin açık
telenmektedir. Bölgelerin önceki tasvirle- olmayan anlamı yüzünden Notitia’dan yer-
rinden bazı farklı noktalar –burada olduğu leşim yapısına ya da nüfusun büyüklüğüne
gibi- muhtemelen yazımsal gelenekteki ha- dair çıkarım yapmak zordur: bir yandan ke-
taların sonucudur. Oldukça garip olan ise lime açıkça ya geniş binalara ya da onların
Notitia’nın şehrin Theodosius kısmını yeni daire olarak kiralanan ayrı katlarına, ancak
surlardan ve Haliç’ten bahsederek hesaba diğer yandan çok farklı standartlara göre

- 49-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Konstantinopolis’in mahalleleri ve önemli yapıları. Roma rakamları kentin yedi tepesini, Arapça raklamlar Notitia urbis Constan-
tinopolitanae’daki mahalleleri gösterir.

döşenebilen tek tek binalara da gönderme yap- ge içinde Hipodrom’u ve Bizantion’un eski sur-
maktadır.35 larına kadar olan batısındaki alanı içermekteydi.
Notitia’daki bölgelerin topografik dağılımı Dördüncü bölge Augustaion Meydanı’ndan
aşağıdaki gibidir:36 ve Bazilika’dan (Yerebatan Sarnıcı) aşağı doğru
İlk bölge şehrin güneydoğusundaki Hipod- Haliç sahiline kadar Akropolis’in batısındaki
rom ve deniz kıyısı arasındaki bölgeydi. Burada vadiyi kapsamaktaydı. Onu batıda Strategion
Büyük Saray, hanedan üyelerinin bazı sarayları Meydanı (Sirkeci) ve birçok deposu olan bir
ve Arcadius hamamları bulunmaktaydı. İkinci limanla beşinci bölge takip etmekteydi, sonra
bölge Ayasofya’dan kuzeydoğuya uzanmakta ve en yüksek noktasında Constantinus sütunu
eski tiyatroyla birlikte antik Akropolis’in çoğu- (Çemberlitaş) olan altıncı bölge ve son olarak
nu içermekteydi. Güney ucunda imparatorluk Tauros forumuyla (Bayezid'da) ve daha önce
sarayının önünde mahkeme meydanı ve Zeuk- sözü edilen ana caddeden denize inen birbirine
sippos’un büyük hamamları vardı. Üçüncü böl- paralel galerili sokaklarıyla yedinci bölge.

- 50-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Şehrin diğer tarafındaki sekizinci ve doku- nopolis’in nüfusunun 150,000 ila 200,000
zuncu bölgeler bambaşka bir şekilde kesilmek- kişiye erişmiş olması muhtemeldir. Bu, 400
teydi: sekizinci bölge ana caddenin güneyine yılı civarında Konstantinopolis patriği İo-
doğru uzun ve dar bir şerit oluşturmakta, ama annis Khrysostomos tarafından bir vaazın-
aynı zamanda kuzeyinde Capitol’ü (Laleli) da bahsedilen 100,000 Hıristiyan 50,000
içermekteyken Marmara Denizi sahilinden pagan sayısıyla da örtüşmektedir.38 Sonraki
aşağıya doğru kalan arazi diğer şeylerin yanı sıra
yüzyılda büyümeye devam eden nüfusun
önceden sözü edilen Kainoupolis Kilisesi’ni de
İustinianus zamanında 542/3 salgınından
içeren dokuzuncu bölgeyi oluşturmaktaydı.
önce 300,000 ila 400,000 kişi olarak zirvesi-
Onuncu bölge yine şehrin kuzey kısmın- ne ulaşmış olması mümkündür.
da yer almakta, batıda yedinci bölgeyi takip
etmekte ve Constantinus’un surlarına kadar “Karanlık çağlar”daki derin kriz sırasın-
uzanmaktayken Havariler Kilisesi (Fatih) ile da –yaklaşık 600’den 750’ye kadar- nüfusun
birlikte yokuş yukarı olan on birinci bölge- 40,000’e kadar düşmüş olabileceği tahmin
nin sekizinci bölge gibi hiçbir noktada de- edilmektedir. Şehir bunu atlatmaya başla-
nize kıyısı bulunmamaktaydı. Şehrin güney- yıp inşaat yeniden başladığında39 sakinlerin
batısında ise Ksirolofos forumuyla (Cerrah- sayısı da yavaşça ama sürekli olarak artmış
paşa) ve Altın Kapı’sı (İsakapı) ile on ikinci ve 1204’te Haçlılar tarafından fethine kadar
bölge yer almaktaydı. muhtemelen 200,000’e ulaşmıştır.40
On üçüncü bölge Haliç’in kuzey kısmında Yönetim
bulunan Sykai/Galata idi. Son olarak on dör-
Varoluşunun ilk on yıllarında Konstanti-
düncü bölge Notitia’da öyle bir şekilde tasvir
nopolis bir prokonsül tarafından yönetiliyor-
edilmiştir ki tam olarak konumunu belirlemek
zordur.37 Esere göre deniz kenarında, muhte- du. 359’da şehrin Roma’dakiyle aynı haklara
melen Haliç’te yer almaktaydı; şehrin geri ka- sahip olan bir senatosu olduğunda yönetimi
lanından arada bir boşlukla ayrılmakta ve ayrı için ona lider olarak bir vali verildi.41 Vali-
bir suru bulunmaktaydı. Onu Blakhernai böl- nin görevleri kamu düzeninin sağlanması,
gesi (Ayvansarayı) ile özdeşleştiren geleneksel tüm loncaların, kurumların ve diğer kamu
tanımın yerine köprü yüzünden günümüz Zal kuruluşlarının düzeni ve gözetimiydi. “Gece
Mahmut Paşa Camii’nin orada, daha kuzeyde valisi” (nykteparchos) denen ikinci bir görevli
Haliç üzerindeki bir caminin konumu düşü- gece gözetiminden sorumluydu.
nülmelidir ki bu köprünün adı tanımda geç-
İustinianus zamanında valinin görevlerin-
miştir ve daha sonradan bu yerde sözü edilen
den bir bölümü yeni makamlara geçmiştir:
köprünün öncülü olabilir.
535’te “halkın pretoru” polis ve itfaiyenin
Nüfus
başına geçmiş ve 539’da quaesitor çevre böl-
5. yüzyılın başlarında, Notitia’da bahse- gelerden şehre kontrolsüz göçü kontrol etme
dilen birkaç evin gösterdiği gibi, Konstanti- ve önleme görevini almıştır. Bununla birlik-

- 51-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

te bu yeni makamların ne kadar sürdüğü bi- olacağını iddia etmektedir. Bunun dışında
linmemektedir. Meşhur “Valinin Kitabı”nın sonraki Bizans metinlerinde yedi tepe terimi
açıkça gösterdiği gibi Konstantinopolis va- şehrin topografyasını tasvir etmek için hiçbir
lilik makamı, önemini tüm orta Bizans dö- zaman kullanılmamaktadır.
nemi boyunca sürdürmüştür ve Dördüncü
Tepelerin az önce bahsedilen şehirdeki
Haçlı Seferi’ne kadar hizmet vermiştir.
dağılımlarını anlatan tek metin, daha önce-
Konstantinopolis’in bölgelere dayalı yö- den sözü edilmiş olan Konstantinopolis’in
netimi Notitia dışında çok nadiren söz edil- Patria’sıdır. Ama orada bile yedi tepe yalnız-
miştir, aslında yalnızca şehirdeki konumla- ca tek bir bölümde görünmektedir ve tam
rına gönderme yapan sonraki kaynaklardan olarak bize büyük evleri ve iyi bilinen kili-
birinde tek bir not vardır.42 Notitia’ya göre seleri referans noktası olarak kullanıp şehir-
her bölgenin görevleri tam olarak bilinme- de seyahat etmenin normal yolunu gösteren
yen bir üst görevlisi, yani curator’u vardı. metin budur.45
Curator’un makamı sonraki kaynaklarda ara Banliyöler: Sykai ve diğerleri
sıra belirtilen “mahallelerin başı”, “bölgele-
Konstantinopolis, dünyadaki tüm büyük şe-
rin başı” ya da “bölgelerin hakimi”ne eşdeğer
hirler gibi, kendisini çevreleyen küçük kasabalar,
olabilir.43 7. yüzyılın sonundan önce bölge-
köyler ve kırsal alanların kaynakları olmadan
lerin sayısı görünüşe göre on ikiye düşürül-
yaşayamazdı. Bu nedenle hem Trakya hem de
müştü. Ancak o zaman surların dışındaki iki
Küçük Asya’daki hinterlandına bakmak uygun
bölge adeta silinip atıldı mı, yoksa bölgeler olur.46 Konstantinopolis’in surları dışındaki en
şu an Theodosius surları içindeki tüm araziyi yakın yerleşim yeri şehrin kuzeyinde Haliç’in
kapsasın diye bir sistem reformu mu gerçek- karşısında bulunan Sykai idi. Bu küçük şehir
leşti bilmiyoruz. Notitia’nın yazıldığı zamandan önce Konstanti-
Hemen hemen aynı zamanda Bizans va- nopolis’e dâhil edilmiş ve şehrin on üçüncü böl-
gesi olmuşken 528’de tekrar bağımsız olmuştur.
hiy edebiyatında Konstantinopolis’in Roma
Sonradan “incir ağaçları” anlamına gelen eski adı
gibi bir “yedi tepeli şehir” olduğu fikri gö-
kullanımdan düşmüş ve bölge sadece Pera, yani
rülmektedir.44 Bu yedi tepeden altısı yarı-
“karşı tarafta” olarak adlandırılmıştır. Sonraki ad
madanın kuzey kısmındaki yükseltmelerde
olan Galata başlangıçta yalnızca Pera’nın bir ma-
-Akropolis’ten (Topkapı Sarayı) üzerinde
hallesine gönderme yaparken, daha sonra erken
Havariler Kilisesi (Fatih) bulunan tepeye
modern çağda tüm yerleşimin adı olmuştur. Sy-
kadar olan yerde- görülmekteyken yedincisi kai’nin muhtemelen yalnızca tepenin yamacındaki
ise “kuru tepe” de denen Arcadius sütununu kıyıda bulunan düzlüğü içine alan bir suru vardı.
barındıran tepeydi. Vahiy edebiyatı metinle- Yalnızca 1261’den 1453’e kadar süren Ceneviz
ri aslında ahir zamanda Konstantinopolis’in egemenliği altında, surlar gitgide kıyı boyunca iki
batacağını ve bu sütunun imparator tarafın- yana ve bugün meşhur Galata kulesinin bulun-
dan doğuya kaçarken görülecek son nesne duğu tepedeki noktaya kadar uzatılmıştı.

- 52-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Trakya’daki en önemli ban- İmparatorun sarayı


liyöler Hebdomon ve Kosmidion
Büyük Saray, 4. yüzyıldan
karakter olarak çok farklıydı:
itibaren Bizans devletinin si-
Hebdomon günümüz Bakır- yasi ve yönetimsel merkeziy-
köy’ünde 5. yüzyıldan en az 11. di.53 İçinde yalnızca kabul ve
yüzyıla kadar kullanılmış olan ziyaret salonları değil, kiliseler
büyük bir askeri üstü.47 Orada ve bahçeler, ofisler ve merkezi
Leo 457’de, Fokas 602’de im- yönetimin arşivleri, imparator-
parator ilan edilmiş ve II. Vasi- luk muhafızlarının kışlaları ve
lios oradaki kiliselerden birine son olarak imparatorun ailesi
gömülmüştü. Bölgede bugüne ve çevresindeki kişilerle birlikte
kadar bir de açık sarnıç kalmış- yaşadığı evler vardı.
tır. Muhtemelen Notitia’da sözü
Sarayın hizmetkârları 6. yüz-
geçen on dördüncü bölgenin
ardılı olan Kosmidion Konstan- yılda 6,000 ila 7,000 kadardı ve
tinopolis’in kuzeybatısında Ha- üç temel gruba ayrılmaktaydı:
liç kıyısında günümüzdeki Zal cubiculum (yatak odası) üyeleri
Mahmut Paşa’nın yerindeydi yani imparatorun ev halkı, no-
ve adını bir 5. yüzyıl kurumu terler gibi merkezi yönetim üye-
olan Aziz Kosmas ve Damianos leri ve eyaletlerin yönetiminin
Manastırı’ndan almaktaydı.48 üyeleri. Birçok memur, özellikle
İstanbul Boğazı’nın Avrupa cubiculum’dakiler ve ordudakiler,
yakasındaki en önemli banli- Aziz İoannis Studios Kilisesi'nden (İm- hadımdı.54 İmparatorluk muha-
rahor Camii) kaplama levha parçaları,
yöler, kilisesi ve bir 5. yüzyıl fızları en eskileri “evciller” (do-
10.-11. yüzyıl, İstanbul Arkeoloji Mü-
sarayıyla birlikte 10. yüzyıla zeleri, Türkiye. mestikoi), “koruyucular” (prote-
kadar bir imparatorluk sayfiye ctores) ve “bekçiler” (excubitores)
yeri olarak hizmet veren Aziz olan birçok birbirinden bağımsız
Mamas (Beşiktaş);49 ikisi de birer baş melek gruptan oluşmaktaydı.55
Mikhail kilisesine sahip olan Anaplous (Ar-
navutköy) ve Sosthenion (İstinye), son olarak Büyük Saray kompleksi 4. yüzyıldan 11.
da Therapia (Tarabya).50 yüzyıla kadar birkaç aşamada evrimleşmiştir.
Bununla birlikte, Hipodrom ve deniz arasın-
Asya yakasında sonradan Skoutarion (Üs-
daki büyük altyapılar dışında saraydan geriye
küdar) diye adlandırılan Chrysopolis, 451’de
neredeyse hiçbir şey kalmamıştır ve merkezinde
beşinci Ekümenik Konsil’in yapıldığı meş-
hur Chalkedon (Kadıköy);51 Marmara De- arkeolojik bir araştırma yapmak hemen hemen
nizi kıyısında daha doğuda bir başka sayfiye imkânsızdır, çünkü en eski saray yapılarının tam
yeriyle doğuya yapılan askeri seferlerin baş- üzerinde büyük Sultan Ahmet Camii komp-
langıç noktası olarak da hizmet eden Hiereia leksi durmaktadır. İlk aşamanın ana yapıları
(Fenerbahçe).52 aşağıdaki gibidir:56

- 53-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

1453 kuşatmasından önce Konstantinopolis surlarını onartan Manuil İagaris’in isminin bulunduğu yazıt, İstanbul Arkeoloji Müzeleri, Türkiye.

Ana caddede Zeuksippos hamamlarının ar- sarayın en eski taht salonu Augusteus vardı.
kasında, aslında halkın toplanması ve duyurular Bu yapıların ötesinde asıl saray kompleksinin
için porfiri basamakları olan bir tribünün de güney tarafında İç Hipodrom denen bir bahçe
olduğu ve herkesin erişebildiği Tribunal bu- uzanmaktaydı.
lunmaktaydı. Güney kısmında iki sütunlu bir 500 yılına ramak kala saray büyük altyapılar
kapı, küçük ve yarı daire şeklindeki bir bahçeye üzerinde taraçalarla kuzeye ve doğuya doğru
çıkmakta ve buraya “eşek ayağı” (Onopodion) uzanmaktaydı ve ona yeni bir ana giriş olarak
denmekteydi. Buradan tüm ana saray yapılarına Tunç Kapı yapılmıştı.57 Daha sonra 6. yüzyılda,
ulaşılabilmekteydi. güneye kendi altyapısı üzerinde doğudaki taraça
Sol tarafta bir geçit, Consistorium denen ve duvarlarına bakan bir dinleyici salonu58 ve 2.
devlet şurası toplantılarının yapıldığı ve yabancı İustinus (hük. 565-578) zamanında sonraki
elçilerin kabul edildiği büyük bir salona açıl- yüzyıllarda sarayın asıl merkezi olan sekizgen
maktaydı. Sağ tarafta ise Hipodrom’un uzun bir Altın Salon (Chrysotriklinos) dâhil yeni bi-
tarafına paralel, önemli tatillerde sarayın ziya- nalar daha eklenmiştir.
fetlerinin verildiği “On dokuz Sedir Salonu” “Karanlık Çağlar”dan sonra İmparator
vardı. Salonun her iki tarafında, içinde on ikişer Theofilos (hük. 829-842) zamanında Büyük
kişilik geniş bir sedir ve apsiste imparator ve Saray’da inşaatlar yeniden başlamıştır: sarayın
çevresindekilerin oturması için ön odada başka eski yukarı kesimi ile Haliç tarafındaki aşağı
bir sedir olan dokuz nişi bulunmaktaydı. kesimi arasına ek taraçalar eklenmiş ve on sekiz
Yarı daire şeklindeki bahçenin ortasında yeni saray binası dikilmiştir.59 Kısıtlı alan dik-
Tribunal girişinin karşısında bir kapı, sarayın kate alındığında bunların boyut olarak küçük
Daphne (defne) denen ve sekizgen bir antre ve oldukları ve anıtsal binalardan ziyade bir grup
başka bir bahçe yoluyla erişilebilir olan mer- kasır oldukları düşünülmelidir. Muhtemelen
kez kısmına açılmaktaydı. Daphne’nin içinde Theofilos’un zamanında da ana cephesi deniz

- 54-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

surlarına dayanan Boukoleon Sarayı’nın inşa run düzenli olarak halka görünmesi yönetici ve
edilmesiyle nihayet güney sahiline ulaşmıştır.60 halk arasında iletişimin sağlanması için önemli
İmparator I. Vasilios’un (hük. 867-886) hü- bir gereklilikti ve bu yüzden son derece resmi
kümdarlığı boyunca, Büyük Saray’daki ikinci hale gelmişti. İmparator kendisini türlü fırsat-
bir yoğun inşaat faaliyetleri dönemi sırasında larda halkına sunmaktaydı: Büyük Saray’daki
aralarında güneydoğuda “Yeni Kilise” de denen dinleyicilerinin karşısında, savaş arabası yarış-
bir grup yeni yapı eklenmiştir.61 larında başkanlık etmek zorundayken oturdu-
ğu Hipodrom’daki imparatorluk locasında ve
Bu şekilde sarayın merkezi yüzyıllar boyunca
sarayın içinden geçen ya da saraydan kiliselere
aşama aşama güneye kaymıştır. Üst taraçadaki
ve Konstantinopolis ile ötesindeki diğer yerlere
eski kısım yavaş yavaş çürüyüp dökülmeye baş-
giden geçit törenlerinde.64
lamış ve bu dökülme süreci İmparator Nikiforos
Fokas tarafından 965’te yaptırılan ve sayesinde Tüm bunlar için 10. yüzyıla kadar olan
anca Haliç ve Boukoleon arasındaki aşağı kısmın dönemi anlatan ana kaynağımız İmparator
korunabileceği devasa surlarla hızlanmıştır.62 VII. Konstantinos Porfirogennitos’un (hük.
Buna rağmen Büyük Saray’ın dışarıda kalan 913/944-959) inisiyatifiyle derlenen Törenler
önemli bölümü kullanımdan düşmemiştir: Kitabı’dır.65 Törenler Kitabı Konstantinos’un
Tunç Kapı saray bölgesinin ana girişlerinden önsözünü kendisinin yazdığı iki kitaptan oluş-
biri olarak kalmış ve üstüne İoannis Çimiskis’in maktadır. Ancak tam bir eserden ziyade, en son
(hük. 969-976) hükümdarlığı sırasında bir İsa eklemeleri ancak imparatorun ölümünden sonra
şapeli inşa edilmiştir.63 yapılmış tamamlanmamış bir dosyadır. Kitap
öte yandan sürekli zamanının güncel alışkanlık-
İmparatorluk törenleri ve şehir larını tasvir etmemekte, aynı zamanda 5. ve 6.
Halkın siyasete resmi katılımının olmadığı yüzyıla kadar inen belgeleriyle tarihi bölümler
Bizans İmparatorluğu gibi bir devlette imparato- de içermektedir. Bunlardan en ünlüsü imparator

- 55-
Ayasofya Müzesi, İstanbul.
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

I. Leo (hük. 457-474) ve İustinius’un (hük.


518-527) taç giyme törenlerini tasvir eden ve
muhtemelen Soylu Peter’in 6. yüzyıl koleksiyo-
nundan alınan bir dizi bölümdür: önceden bir
ordu görevlisi olan Leo şehir dışında Hebdomon
(Bakırköy) ordugâhında imparator ilan edilmiş,
daha sonra şehre girerek Ayasofya’yı ziyaret edip
ve saraya resmi girişini yapıp imparatorluk gö-
revini üstlenmişken, sivil halefleri Hipodrom’da
imparator ilan edilmiş ve hemen sonra sarayda
görevlerini devralmışlardır.66
Sonraki zamanlarda, şehre başarılı askeri
seferlerden sonra yapılan görkemli girişler, ana
caddedeki Altın Kapı’dan (Yedikule) geçerek
cadde boyunca gerçekleştirilirdi.67 Bu yolda
imparator, gösteri grupları tarafından şarkılar
ve müzik eşliğinde şu noktalarda karşılanırdı:
Sigma (Samatya), Eksakionion (Altımermer)
denen eski Constantinus sur kapısı, Ksirolofos
Forumu (Avret Taşı), Öküz Forumu (Aksaray),
ta Amastrianou’nun büyük avlusu (Bodrum Ca-
mii yakınında), Capitol (Lâleli), Tauros Forumu
(Bayezid), Ekmek Pazarı ya da Artopoleia’nın
(Kapalıçarşı’nın yukarısı) büyük dört taraflı takı,
Constantinus Forumu (Çemberlitaş), Altın Me-
safe Taşı (Firuz Ağa Camii’nin yakınında), Aya-
sofya’nın önündeki Augustaion meydanı ve son
olarak Büyük Saray’ın anıtsal girişi Tunç Kapı.
VII. Konstantinos’un kendi zamanındaki geçit
törenleri Büyük Saray’a bu kapıdan girip oradan
yine bu kapıdan terk ederken, bilinmesi gerekir ki
sarayın günlük törensel açılışı Törenler Kitabı’nda
da tasvir edildiği gibi burada değil, Hipodrom’dan
saraya açılan kapıdan olmaktaydı.68
Törenler Kitabı Paskalya, Hamsin Yortusu
ve Noel gibi önemli dini tatillerde Ayasofya’ya
yapılan ziyaretler için genel bir protokolle baş-
lar: imparator özel dairesini terk eder, yavaşça
resmi kıyafetini giyer, sonra geçit töreninde

- 57-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Konstantinopolis’te devlet törenlerinin ve dini merasimlerin izlediği ana yollar.

Büyük Saray boyunca yürür, birkaç salon ve ve bu yüzden ya çok yüzeysel şekilde Hıris-
şapeli ziyaret eder ve gösteri grupları ile görev- tiyanlaşmış ya da hiç Hıristiyanlaşmamıştı.
liler tarafından kabul edilir; daha sonra patrikle Vota, Brumalia ve Lupercalia gibi antik pagan
birlikte kiliseye güney girişinden girer ve ayine şenlikleri hâlâ imparatorun kabul törenleri, zi-
katılır, benzer şekilde de saraya dönerdi.69 yafetler, danslar ve Hipodrom’daki savaş arabası
yarışları ve saray görevlileriyle askerlere para
Birkaç dini geçit töreni sebebiyle imparator
dağıtımı sırasında –her ne kadar bu törenle-
yılın belli günlerinde şehirdeki kiliselere uğrardı.
rin eski dini içeriği uzun süredir unutulmuş
Bu törenlerden bazıları 25 Martta Meryem Ana
olsa da- kutlanmaktaydı.71 Bu gelenek yine
yortusunda Forum ve Khalkoprateia Kilisesi gibi
de tartışılmaz değildir: Törenler Kitabı bize
kısa mesafedeki kiliselere, bazıları ise Havariler
bu şenliklerin en önemlisinin VII. Konstanti-
Kilisesi, Blakhernai, hatta şehir dışındaki Pigi
nos’un kayınbabası Romanos Lekapinos (hük.
türbesine (Balıklı) ve uzaktaki diğer yerlere.70
920-944) tarafından “inanç bahanesiyle” kal-
Devlet törenlerinin büyük kısmı yine de dırılmış olan ama sonradan yeniden başlatılan
hâlâ eski Roma geleneklerini takip etmekteydi Brumalia olduğunu söylemektedir.72 En önemli

- 58-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

run oraya zamanından önce varabilmesi için


tüm şehri at üzerine geçmesi veya şehre Haliç
üzerinden bir kayıkla gelmesini mecbur kıl-
maktaydı. Altın Kapı’dan yapılan zafer giri-
şinin rotası terk edilmiş ve bu rotanın yerini
Haliç’in girişindeki bir karaya çıkma noktasın-
dan başlayarak Akropolis’ten geçip doğrudan
At Meydanı’nda bulunan Burmalı Sütun’un tepesinden düşen Ayasofya ve Hipodrom’a varan daha kısa bir
bronz yılan başı, İstanbul Arkeoloji Müzeleri, Türkiye.
rota almıştı.78 Hipodrom’da yapıldığı bilinen
devlet şöleni kuşkusuz “sebze yarışı” denen ve son kutlamalardan biri Konya’dan (İkonion)
adını halka sebze, balık ve çörek dağıtıldığı 1161’de gelen Sultan Kılıç Arslan’ın ziyare-
Hipodrom’daki yarıştan alan organizasyonla tidir79 ve Mouhroutas denen Pers usulü bir
birlikte Konstantinopolis kentinin 11 Mayıs- köşkün inşası bunun bir sonucu olabilir.80
taki doğum günüydü.73 12. yüzyıl boyunca imparatorun eski şehir
Törenler Kitabı ayrıca 9. yüzyıldaki iki im- merkezine ziyaretleri seyrelmiş ve yabancı el-
paratorluk zaferini,74 10. yüzyıldan önce Tunç çiler çoğunlukla bu esnada lüks ve yeni yapı-
Kapı’nın yakınındaki Magnaura’da gerçekleşen larla genişletilmiş olan Blakhernai sarayında
yabancı elçilerin kabulünü75 ve diğer birçok kabul edilmişlerdir.81 İmparatorluk kabulleri
şeyi de tasvir eder. Her ne kadar Törenler Ki- için prokypsis denen ve büyükçe bir güneş
tabı’ndan sonra uzun süre boyunca saray tö- sembolizmi içeren yeni bir tören icat edil-
renlerine dair benzer bir el kitabımız olmasa miştir: imparator ve ailesi karanlıkta yüksek
da, onun sonraki dönemlerdeki değişiklikleri bir podyumda perdelerin arkasında durmakta
kaynaklardan açıkça anlaşılabilir. ve perdeler çekildiğinde altın işlemeli giysiler
içinde, fener ışığında, müzik ve şarkılarla ani-
“Kutsal Banyo”suyla Konstantinopolis’in
den ortaya çıkmaktaydılar.82
kuzeybatı ucundaki Blakhernai bölgesindeki
Tanrı’nın Annesi Kilisesi, imparatorlar tara- Geç Bizans döneminde Konstantinopolis
fından geçit törenleriyle 6. yüzyıldan beridir
1203’te Venedikliler ve Dördüncü Haçlı
düzenli olarak ziyaret edilmekteydi.76 Ayin
Seferi şövalyeleri Konstantinopolis’in önün-
sonrası kabuller ve ziyafetler için birçok ka-
de belirmiş, imparatoru devirip yerine onun
bul salonu bulunan bir saray inşa edilmişti ve
yerinde hak iddia eden bir imparator koy-
burası I. Aleksios Komninos’un (hük. 1081-
muşlardır. Bir yıl sonra 1204’te bir direniş ve
1118) Büyük Saray’da yaşamak yerine evini
yoğun huzursuzluk döneminden sonra Kons-
taşıdığı yerdi.77
tantinopolis fethedilmiş ve Haçlılar tarafından
Bunun saray törenleri üzerinde çok önemli yağmalanmıştır. Şehir merkezinin önemli kısmı
sonuçları olmuştur, çünkü eski sarayın belli yangınla harap olmuş, ama iki imparatorluk
başlı binalarına, Hipodrom’a ve Ayasofya’ya sarayı, Ayasofya ve Havariler Kilisesi zarar gör-
yapılan geleneksel ziyaretler artık imparato- memişti. Haçlılar Konstantinopolis’i elli yıldan

- 59-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

fazla bir süre şehir 1261’de tekrar Bizanslıların


eline geçene kadar kontrol etmiştir.83

“Latin” işgali zamanında Konstantinopolis


çabucak çürüyüp dökülmüş ve 1261’den sonra
iyileşme süreci şehrin son gerilemesi başlama-
dan kısa süreli olmuştur.84 İnşaat hareketleri
1320’lerde neredeyse durmuş, şehir surları
içinde yerleşilmeyen alanlar oluşmuştur. Aynı
zamanda Galata’daki Ceneviz şehri gelişmiş
ve artan nüfus yüzünden surları birden fazla
kez genişletilmek zorunda kalmıştır.85 Bizans
şehri Konstantinopolis’te ise nüfusun 1453’te
Osmanlı fethinde 50,000 kişiden çok olmadığı
tahmin edilmektedir.

Bu son yüzyılların imparatorları çoğunlukla


Blakhernai’de ikamet ettikleri gibi büyük kıs-
mı yıkık durumda olan ama belli durumlarda
kullanılmaya devam eden Büyük Saray’da da
yaşamışlardır. Bu zor zamanlarda saray tören-
lerinin nasıl icra edildiği Pseudo-Kodinos’dan
görülebilir:86 birçok tören hâlâ vardı, ancak
önceki gibi bir halk kutlaması olarak değil
yalnızca imparatorun çevresindekiler ve saray
üyeleriyle gerçekleştirilmekte; dini törenler ise
genellikle büyük kiliseler yerine imparator-
luk sarayının şapellerinde yapılmaktaydı ve
yol üzerindeki kabullü törenler ise tamamen
kaybolmuştu.

6. yüzyıldan kalma Saraçhane Aziz Polyeuktos Kilisesi’nden sütun,


İstanbul Arkeoloji Müzeleri, Türkiye.

- 60-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

DİPNOTLAR

1 Ludwig-Maximilians-Universität, Münih, Almanya.


2 Xenophon, Anabasis, 7, 1.
3 C. Mango, Le développement urbain de Constantinople (4e–7e s.) (Paris 1985, 1990) 14-5. C. Barsanti, “Note
archeologiche su Bisanzio romana,” Costantinopoli e l’arte delle province orientali. Milion 2, ed. F. de Maffei – C.
Barsanti – A. Guiglia Guidobaldi (Roma 1990), 17-8.
4 Dionysios, Anaplous = Dionysii Byzantii anaplus Bospori, ed. R. Güngerich (Berlin, 1958), c. 11.
5 Mango, Développement, 14-5.
6 Patria, Scriptores originum Constantinopolitanarum, ed. Th. Preger, II (Leipzig, 1907), I c. 52.
7 Bkz. A. Berger, Untersuchungen zu den Patria Konstantinupoleos, Poikilia byzantina 8 (Bonn, 1988); G. Dagron,
Constantinople imaginaire. Études sur le recueil des Patria, Biblio¬thèque byzantine, Études 8 (Paris, 1984). Metin
Bizantion’un efsanevi bir tarihiyle başlar ve sonra ikiyüzden fazla bina ve anıtı tasvir eder.
8 Barsanti, “Note archeologiche”, 23-4.
9 A. Berger, “Regionen und Straßen im frühen Konstantinopel,” Istanbuler Mitteilungen 47 (1997), 387-411.
10 Pausanias 4, 31, 5. Cf. J. Crow, J. Bardill, R. Bayliss, The Water Supply of Byzantine Constantinople. Journal of
Roman studies, Monograph series 11 (London, 2008), 114-117.
11 Barsanti, “Note archeologiche”, 27.
12 G. Dagron, Naissance d’une capitale. Constantinople et ses institutions de 330 à 451, Bibliothèque byzantine, Étu-
des 7 (Paris 1974), 29-42.
13 Bkz. C. Mango, Studies on Constantnople (Aldershot, 1993), no. III.
14 C. Mango, “The shoreline of Constantinople in the Fourth Century”, Byzantine Constantinople. Monuments,
Topography and Everyday Life, ed. N. Necipoğlu (Leiden, 2001), 17-28
15 Dionysios, Anaplous, c. 6.
16 Mango, Développement, 16-18; “Shoreline”da varsaydığı gibi.
17 Berger, “Regionen”, 396-398.
18 a.g.e., 402.
19 F. A. Bauer, Stadt, Platz und Denkmal in der Spätantike. Untersuchungen zur Ausstattung des öffentlichen Raums in
den spätantiken Städten Rom, Konstantinopel und Ephesos (Mainz, 1996), 167-212.
20 Oradaki sütun için bkz. Ch. B. Konrad, “Beobachtungen zur Architektur und Stellung des Säulenmonu¬mentes
in Istanbul-Cerrahpasa – ‘Arkadiossäule’,” Istanbuler Mitteilungen 51 (2001), 319-401.
21 Bauer, Stadt, 213-217.
22 a.g.e., 148-166; Mango, Studies, no. X.
23 Kemer için bkz. Crow, Bardill, Bayliss, Water supply, 118-121.
24 a.g.e., 23-88.
25 a.g.e., 123-155.
26 a.g.e., 128-132.
27 R. Janin, Constantinople byzantine. Développement urbain et répertoire topographique, Archives de l’Orient chré-
tien 4a (Paris ,1964), 235-236; Berger, “Regionen”, 364-365.
28 R. Guilland, “La chaine de la Come d’Or,” Epeteris Hetaiereias Byzantinon Spoudon 25 (1955), 88-120.
29 Janin, Constantinople, 236.
30 a.g.e., 228-234.
31 U. Kocabaş (ed.), The ‘Old Ships’ of the ‘New Gate’ (İstanbul, 2008).
32 Notitia urbis Constantinopolitanae, ed. O. Seeck (Berlin, 1876, reprint 1962), 227-243. Almanca’ya çevirisi ve
yorum : Berger, “Regionen,” 350-87, aynı yazar, Konstantinopel. Geschichte, Topographie, Religion. Standorte in
Antike und Christentum 3 (Stuttgart, 2011), 119-132.

- 61-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

33 Metinde Theodosius’un karısı Eudocia 423’te aldığı Augusta ünvanını taşımaktadır, ancak Constantius Hamam-
ları’nın Theodosius olarak 427’de yeniden adlandırılışı atlanmıştır.
34 Bkz. Berger, “Regionen,” 354-6.
35 Bkz. Berger, Konstantinopel, 121.
36 Bkz. Berger, “Regionen,” 356-74.
37 C. Mango, “The 14th Region of Constantinople”, Studien zur spätantiken und byzantinischen Kunst, Festschrift für
F. W. Deichmann, ed. O. Feld – U. Peschlow (Mainz, 1986), I 1-5.
38 Bkz. Dagron, Naissance, 518-525; Mango, Développement, 37.
39 P. Magdalino, Studies on the History and Topography of Byzantine Constantinople (Aldershot, 2007), no. I, 57-67,
ve no. V.
40 Mango, Développement, 53-55.
41 Dagron, Naissance, 119-147.
42 Tüm yarımadayı Haliç’ten Marmara Denizi’ne kadar geçen 465 yangını sekiz bölgeyi etkilemiştir: Chronicon
Paschale 284-628 AD, çev. M. Whitby (Liverpool, 1989), 87.
43 N. Oikonomidès, Les listes de préséance byzantines des IXe et Xe siècles (Paris, 1972), 321 ve 326.
44 A. Berger, “Das apokalyptische Konstantinopel. Topographisches in apokalyptischen Schriften der mittelbyzanti-
nischen Zeit,” Endzeiten. Eschatologie in den monotheistischen Weltreligionen, ed W. Brandes, F. Schmieder (Berlin
2008), 139-146.
45 Patria, III c. 19, ve Berger, Untersuchungen, 468-470.
46 Ayrıca bkz. Constantinople and its Hinterland. Papers from the Twenty-seventh Spring Symposium of Byzantine Stu-
dies, Oxford, April 1993, ed C. Mango ve G. Dagron (Aldershot, 1995).
47 Janin, Constantinople, 446-449.
48 C. Mango, “On the Cult of Saints Cosmas and Damian at Constantinople,” Thymiama ste mneme tes Laskarinas
Mpoura (Athens, 1994), 189-192.
49 Janin, Constantinople, 473-474. S. Eyice, Bizans devrinde Boğaziçi (İstanbul, 2007), 36-39.
50 Janin, Constantinople, 468, 479, 481. Eyice, Boğaziçi, 42, 50-52.
51 Janin, Constantinople, 493-5. Eyice, Boğaziçi, 63-67.
52 Janin, Constantinople, 498-491.
53 Büyük Saray üzerine genel olarak, bkz. E. Mamboury ve Th. Wiegand, Die Kaiserpaläste von Konstantinopel zwisc-
hen Hippodrom und Marmara-Meer (Berlin, 1934); J. Bardill, “The Great Palace of the Byzantine Emperors and
the Walker Trust Excavations”, Journal of Roman Archaeology 12 (1999), 216-230 ve a.g.y., “Visualizing the Great
Palace of the Byzantine Emperors at Constantinople,” Visualisierungen von Herrschaft. Frühmittelalterliche Resi-
denzen – Gestalt und Zeremoniell, ed. F. A. Bauer (Istanbul, 2006), 5-45; J. Kostenec, “The Heart of the Empire:
the Great Palace of the Byzantine Emperors Reconsidered,” Secular Buildings and the Archaeology of Everyday Life
in the Byzantine Empire, ed. K. R. Dark (Oxford,2004), 4-36; M. König ve E. Bolognesi Recchi-Franceschini,
Palatia. Kaiserpaläste in Konstantinopel, Ravenna und Trier, (Trier, 2003)
54 Bkz. Eunuchs in Antiquity and Beyond, ed. S. Tougher ve R. S. Boustan (London, 2002).
55 Bkz. J. F. Haldon, Byzantine Praetorians: an Administrative, İnstitutional and Social Survey of the Opsikion and
Tagmata, c. 580-900 (Bonn, 1984).
56 Bkz. Bardill, “Great Palace”, 218-23; Kostenec, “Heart”, 4-14.
57 C. Mango, The Brazen House. A Study of the Vestibule of the Imperial Palace of Constantinople (Kopenhag, 1959).
58 Bu salonun avlusu kemerleri içinde parçaları günümüzde o noktada kurulan bir Mozaik Müzesi’nde sergilenen
mozaik bir zeminle bezeliydi.
59 Rekonstrüksiyonu için bkz. Bardill, “Visualizing”, 25.
60 Bkz. C. Mango, ““The Palace of the Boukoleon”, Cahiers archéologiques 45 (1997), 41-50; ve Bardill, “Visuali-
zing”, 23-28, 35-40.

- 62-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

61 a.g.e., 29-35.
62 Mango, “Palace of the Boukoleon”. Nikiforos yeni tahkimatın içinde yalnızca dört yıl sonra bir suikaste kurban
gitmiştir, bu yüzden tahkimatın asıl amacına hizmet edemediği açıktır.
63 Mango, Brazen house, 154-69. Osmanlı zamanında bu kapı ve şapel 1804’teki yıkımlarına kadar Büyük Saray’dan
kalan tek yapılardı.
64 Hipodrom ve tarihi üzerine bkz. Hippodrom – Atmeydanı. İstanbul’un Tarih Sahnesi, ed. Brigitte Pitarakis (İstan-
bul, 2010); G. Dagron, “La organisation et le déroulement des courses d’apres le Livre des cérémonies”, Travaux
et Mémoires 13 (2000), 1-200.
65 Eksiksiz tek el yazması bazı parçaları yeniden yazılmış parşömenlerle aktarılmış olan Leipzig, University Library I
17 (gr. 28)’dir.
66 Konstantinos Porphyrogennetos, De cerimoniis = Constantini Porphyrogeniti De Cerimoniis aulae byzantinae, ed. J. J.
Reiske (Bonn, 1829), 410-433.
67 Bkz. C. Mango, “The Triumphal Way of Constantinople and the Golden Gate”, Dumbarton Oaks Papers 54
(2000), 173-188.
68 De cerimoniis, 518-522.
69 a.g.e., 5-41.
70 a.g.e., 49-191.
71 a.g.e., 284-369; sonraki için, bkz. Dagron, “Organisation”.
72 De cerimoniis, 606.
73 a.g.e., 340-349.
74 a.g.e., 498-508.
75 a.g.e., 566-598.
76 De cerimoniis, 551-556.
77 Janin, Constantinople, 123-8; P. Magdalino, The Empire of Manuel I Komnenos (Cambridge, 1993), 116–119.
78 a.g.e., 237-242.
79 a.g.e., 76-78.
80 N. Asutay-Effenberger, “Muchrutas” – der seldschukische Schaupavillion im Großen Palast von Konstantinopel,”
Byzantion 74 (2004), 313-329.
81 Magdalino, Empire, 116-119.
82 M. Jeffreys, “The Comnenian Prokypsis,” Parergon NS 5 (1987), 38-53. Magdalino, Empire, 240-246.
83 Bu olaylar için bkz. M. Angold, The Fourth Crusade. Event and Context (Harlow, 2003); The Fourth Crusade.
Event, Aftermath, and Perceptions. Papers from the Sixth Conference of the Society for the Study of the Crusades and
the Latin East, Istanbul, Turkey, 25-29 August 2004, ed. F. Madden (Aldershot, 2008); D. E. Queller ve T. F.
Madden, The Fourth Crusade. The Conquest of Constantinople (Philadelphia, 1997).
84 V. Kidonopoulos, Bauten in Konstantinopel 1204-1328. Verfall und Zerstörung, Restaurierung, Umbau und Neu-
bau von Profan- und Sakralbauten (Mainz, 1994).
85 S. Eyice, Galata ve Kulesi (İstanbul, 1969).
86 Bkz. Pseudo-Kodinos, The Constantinopolitan Court Offices and Ceremonies, ed. R. Macrides, J. Munitiz, D. An-
gelov (Farnham, 2011).

- 63-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

KAYNAKÇA

M. Angold, The fourth crusade. Event and context (Harlow 2003)


N. Asutay-Effenberger, “Muchrutas” – der seldschukische Schaupavillion im Großen Palast
von Konstantinopel”, Byzantion 74 (2004), 313-29
J. Bardill, “The Great Palace of the Byzantine Emperors and the Walker Trust Excavations”,
Journal of Roman Archaeology 12 (1999), 216-230
— “Visualizing the Great Palace of the Byzantine emperors at Constantinople”, in F. A. Bauer
(ed.), Visualisierungen von Herrschaft. Frühmittelalterliche Residenzen – Gestalt und Zeremoniell.
Byzas 5 (Istanbul 2006), 5-45
C. Barsanti, “Note archeologiche su Bisanzio romana”, in F. de Maffei – C. Barsanti – A. Guiglia
Guidobaldi (eds.), Costantinopoli e l’arte delle province orientali. Milion 2 (Roma 1990), 11-50
F. A. Bauer, Stadt, Platz und Denkmal in der Spätantike. Untersuchungen zur Ausstattung des
öffentlichen Raums in den spätantiken Städten Rom, Konstantinopel und Ephesos (Mainz 1996)

A. Berger, “Das apokalyptische Konstantinopel. Topographisches in apokalyptischen Schriften


der mittelbyzantinischen Zeit”, in W. Brandes – F. Schmieder (eds.), Endzeiten. Eschatologie in
den monotheistischen Weltreligionen. Millennium Studies 16 (Berlin 2008), 137-155
—, Konstantinopel. Geschichte, Topographie, Religion. Standorte in Antike und Christentum 3
(Stuttgart 2011)
— “Regionen und Straßen im frühen Konstantinopel”, Istanbuler Mitteilungen 47 (1997),
349-414
— Untersuchungen zu den Patria Konstantinupoleos. Poikilia byzantina 8 (Bonn 1988)
Chronicon Paschale 284-628 AD, transl. M. Whitby. Translated texts for historians, Latin series
7. (Liverpool 1989)
J. Crow – J. Bardill – R. Bayliss, The water supply of Byzantine Constantinople. Journal of Roman
studies, Monograph series 11 (London 2008)
G. Dagron, Constantinople imaginaire. Études sur le recueil des Patria. Bibliothèque byzantine,
Études 8 (Paris 1984)
— Naissance d’une capitale. Constantinople et ses institutions de 330 à 451. Bibliothèque by-
zantine, Études 7 (Paris 1974)
— “La organisation et le déroulement des courses d’apres le Livre des cérémonies”, Travaux
et Mémoires 13 (2000), 1-200
Dionysios, Anaplous = Dionysii Byzantii anaplus Bospori, ed. R. Güngerich (2Berlin 1958)
S. Eyice, Bizans devrinde Boğaziçi. Yeditepe yayınevi, İstanbul 2007)
— Galata ve kulesi (İstanbul 1969)
R. Guilland, “La chaine de la Come d’Or,” Epeteris Hetaiereias Byzantinon Spoudon 25 (1955),
88-120

- 64-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

J. F. Haldon, Byzantine praetorians: an administrative, institutional and social survey of the Op-
sikion and Tagmata, c. 580-900. Poikila Byzantina 3 (Bonn 1984)
R. Janin, Constantinople byzantine. Développement urbain et répertoire topographique. Archives
de l’Orient chrétien 4a (2Paris 1964)
— La géographie ecclésiastique de l’Empire byzantin 1. Le siège de Constantinople et le patriarchat
œcuménique 3. Les églises et les monastères (2Paris 1969)
M. Jeffreys, “The Comnenian prokypsis”, Parergon NS 5 (1987), 38-53
V. Kidonopoulos, Bauten in Konstantinopel 1204-1328. Verfall und Zerstörung, Restaurierung,
Umbau und Neubau von Profan- und Sakralbauten. Mainzer Veröffentlichungen zur Byzantinistik
1 (Mainz 1994)
Ch. B. Konrad, “Beobachtungen zur Architektur und Stellung des Säulenmonumentes in
Istanbul-Cerrahpasa – ‘Arkadiossäule’ ”, Istanbuler Mitteilungen 51 (2001), 319-401
Konstantinos Porphyrogennetos, De cerimoniis = Constantini Porphyrogeniti De Cerimoniis
aulae byzantinae, ed. J. J. Reiske (Bonn 1829)
U. Kocabaş (ed.), The ‘old ships’ of the ‘New Gate’ (İstanbul 2008)
M. König – E. Bolognesi Recchi-Franceschini, Palatia. Kaiserpaläste in Konstantinopel, Ravenna
und Trier. Schriftenreihe des Rheinischen Landesmuseums Trier 27 (Trier 2003)
J. Kostenec, “The heart of the empire: the Great Palace of the Byzantine emperors reconsi-
dered”, in K. R. Dark (ed.), Secular buildings and the archaeology of everyday life in the Byzantine
Empire (Oxford 2004), 4-36
R. Macrides – J. Munitiz – D. Angelov (eds.), Pseudo-Kodinos, The Constantinopolitan court
offices and ceremonies (Farnham 2011)
T. F. Madden (ed.), The Fourth crusade. Event, aftermath, and perceptions. Papers from the Sixth
Conference of the Society for the Study of the Crusades and the Latin East, Istanbul, Turkey, 25-29
August 2004. Crusades subsidia 2 (Aldershot 2008)
P. Magdalino, The Empire of Manuel I Komnenos (Cambridge 1993)

— Studies on the history and topography of Byzantine Constantinople (Aldershot 2007)

E. Mamboury – Th. Wiegand, Die Kaiserpaläste von Konstantinopel zwischen Hippodrom und
Marmara-Meer (Berlin 1934)

C. Mango, The Brazen House. A study of the vestibule of the imperial palace of Constantinople.
Arkaeologisk-kunsthistoriske Meddelelser udg. af Det Kongl. Danske Videnskabernes Selskab.
4,4. (Kobenhavn 1959)

— “On the cult of Saints Cosmas and Damian at Constantinople”, in: Thymiama ste mneme
tes Laskarinas Mpoura (Athens 1994), 189-192

— Le développement urbain de Constantinople (4e–7e s.) (Paris 1985, 21990)

— “The Palace of the Boukoleon”, Cahiers archéologiques 45 (1997), 41-50

- 65-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

— “The 14th region of Constantinople”, in O. Feld – U. Peschlow (eds.), Studien zur spätan-
tiken und byzantinischen Kunst, Festschrift für F. W. Deichmann (Mainz 1986), I 1-5

— “The shoreline of Constantinople in the fourth century”, in N. Necipoğlu (ed.), Byzantine


Constantinople. Monuments, topography and everyday life (Leiden 2001), 17-28

— Studies on Constantinople (Aldershot 1993)

— “The triumphal way of Constantinople and the Golden Gate”, Dumbarton Oaks Papers
54 (2000), 173-188

C. Mango – G. Dagron (eds.), Constantinople and its hinterland. Papers from the twenty-seventh
Spring Symposium of Byzantine Studies, Oxford, April 1993. Society for the Promotion of Byzantine
Studies, Publications 3 (Aldershot 1995)

Notitia urbis Constantinopolitanae, in: Notitia dignitatum, ed. O. Seeck (Berlin 1876, reprint
1962), 227-243

N. Oikonomidès, Les listes de préséance byzantines des IXe et Xe siècles (Paris 1972)

Brigitte Pitarakis (ed.), Hippodrom – Atmeydanı. İstanbul’un tarih sahnesi. Pera Müzesi yayını
39-40 (İstanbul 2010)

D. E. Queller – T. F. Madden, The Fourth Crusade. The conquest of Constantinople (2Philadelp-


hia 1997)

Patria, in: Scriptores originum Constantinopolitanarum, ed. Th. Preger, II (Leipzig 1907)

S. Tougher – R. S. Boustan (eds.), Eunuchs in antiquity and beyond (London 2002

- 66-
Surlardan bir görünüş.
Surlar ve
Kapılar
Prof. Dr. Neslihan Asutay-Effenberger*
Giriş

T
arihi yarımadayı çepeçevre çeviren ve
bugün kara tarafinda nispeten daha iyi
durumda deniz tarafinda ise yer yer gö-
rülebilen savunma duvarları bu kısa makalenin
konusunu oluşturmaktadır. Günümüze ulaşan
savunma sistemi dışında, şehrin değişik devirlerde
başka bir takım duvarlarla korunduğu kaynaklar
vasıtasıyla bilinir ancak, bu konudaki düşünceler
hala tartışmaya açıktır. İstanbul´un, I. Constan-
tinus (hük. 306-337) tarafından kuruluşundan
önce, Sarayburnu civarındaki ilk yerleşmeyi ko-
ruyan savunma hattının bugünkü Sûr-u Sultânî
civarından geçiyor olduğu varsayımı (Resim
1) ve Roma İmparatoru Septimius Severus´un
(hük. 193-211) bu eski surları yıktırarak daha
doğuda (Çemberlitaş´in doğusunda) yeni surlar
inşa ettirdiği düşüncesi son araştırmalarda red-
dedilmektedir. Çemberlitaş yakınındaki hattın,
ne zaman yapıldığı bilinmeyen bir Roma suru
olduğu, Severus´un bu duvarları yıktırdığı ve
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Mango 4. yüzyılda şehrin coğrafi durumunun


günümüzdekinden bir hayli farklı olduğuna, o
devirde, bugünkü Yenikapı ve Unkapanı nokta-
larında, daha sonra dolan iki derin körfez oldu-
ğuna dikkati çeker. Bu körfezler şehrin anıtları
ve surları ile ilgili varsayımlarda genelde göz
önüne alınmamıştır.6 İstanbul´da bugün hala
görülebilen ve iki imparatorluğun da başşehri-
ninin sınırlarını belirleyen savunma duvarları
Kara, Blakhernai ve Sahil Surları´dır (Resim 1)7.
Şehrin tüm tarihi topografyası için söz konusu
olan problemler surlar için de geçerlidir: Birçok
eski yapı artık mevcut değildir, bunun yanı sıra
Resim 1: İstanbul Haritası (Janin, R: Constantinople Byzantine, araştırmacılar arasındaki rekabet, kaynakların
Plan No IV´ten değiştirilerek). aslının okunmadan biribirinden kopya, hatta
zaman zaman manupüle edilmesi, şehrin coğrafi
kendi adına da bir sur yaptırmadığı fikri günü- durumunun göz önüne alınmaması, problemleri
müzde daha fazla kabul görmektedir.1 Şehirde çoğu zaman içinden çıkılamaz hale getirmiştir.
Roma devrinden önceye ait bir surun varoldu- Aşağıda sırasıyla Kara, Blakhernai ve Deniz
ğu düşüncesi de artık geçerliligini kaybetmiştir. Surları üzerinde durulacaktır.
Constantinus öncesinden kalma tek Roma suru
Kara Surları
kalıntısı ise Marmara Denizi sahilindeki Man-
gana civarındadır.2 I. Constantinus tarafindan Geç antik ve Bizans ortaçağının en gelişmiş
inşa edilen Kara Surları ise Marmara sahilinde savunma sistemi olarak kabul edilen ve uzunluğu
Rhabdos´ dan (Cerrahpaşa hizası) başlayıp Ha-
liç´te Antonios Kilisesi yakınında (Cibali civa-
rı) son bulan duvarlardır (Resim 1).3 Hiç bir
iz bırakmadan tarihi topografyadan silinmiş bu
yapının mimari özellikleriyle ilgili fikir yürütmek
artık imkansızdır. Bugünkü Cerrahpaşa semtin-
de bulunan eski bir Bizans kilisesi (İsa Kapısı
Mescidi) yakınındaki “Altınkapı,” 1509 yılında
vuku bulan ve kaynaklarda “Küçük Kıyamet”
adı verilen depreme kadar ayakta kalmış ve bazı
görsel kaynaklarda tasvir edilmiştir.4

Cyril Mango´ya göre, Constantinus devrinde


sahilin surlarla korunduğu kesin değildir, kay-
naklarda bu surlarla ilgili hiç bir bilgi yoktur.5 Resim 2: Kara Surları, genel (Asutay-Effenberger).

- 70-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

6, 5 kilometreyi bulan Kara


Surları, Marmara Denizi
sahilinden başlar, (bugün)
Tekfur Sarayı mıntıkasında
son bulur (Resim 1 ve 2).8
Modern literatürde “Kara
Surları” teriminden sadece
bu hat üzerindeki duvarlar
anlaşılır ancak, özellikle geç
Bizans devri yazarları için
Marmara sahilinden başla-
yıp Haliç´e uzanan tüm hat
“Kara Surları´dır”.9 İmpara-
tor II. Theodosius devrinde Resim 3: Kara Surları, çizim (Krischen, Landmauer, Resim. 4).
(hük. 408-450) praefectus
praetoria per Orientem Ant- artar veya azalır. 50-70 metre aralıkla poligonal
hemius gözetiminde bitirilen surlar şehrin sı- veya dört köşe kuleler duvarları tahkim eder
nırlarını 1,5 km batıya çekmiştir. 413 yılında (kule sayısına aşağıda değinilecek) (Resim 2,
çıkarılan ve inşaatın bitiriliş tarihini de dolaylı 3, 4 ve 8). Kuleler arasındaki uzaklık bir ok
olarak veren bir kanunla, surların yükseldiği atışı mesafesidir. Poligonal olanlar surların açı
arsanın eski sahiplerinin hakları garanti altına yapan noktalarında bulunur. 20 metre yük-
alınmış ve göre barış zamanında kulelerin alt sekliğindeki kuleler, Pilon´un teorisine uygun
katları ve yakındaki mezarlıklar bu kişilerin olarak, perde duvarlara (iki kule arasındaki
kullanımına bırakılmıştır. 1990´lı yıllarda
10
beden duvarı) esnek olarak bağlanmış böylece
Belgratkapı civarında bulunan bir yazıta göre bir doğal afet neticesinde biribirini tetikleye-
inşaat dokuz sene sürmüştür.11 O halde temel rek birlikte yıkılmaları önlenmiştir.13 Kulelere
atma tarihi 404 yılı olmalıdır, ki bu da savunma şehir tarafındaki kemerli yüksek açıklıklardan
hattının II. Theodosius değil babası Arcadius girilir, bazı burçların yan cephelerinden birinde
(395-408) tarafından planlandığını gösterir. Za- öndeki nöbetçi yoluna açılan küçük bir kapı
ten 408 yılında henüz sekiz yaşındayken tahta bulunur (Resim 3). Orta kata mazgallı seğir-
geçen II. Theodosius, inşaatın başlangıcında dim yolundan (nöbetçi yolu) çıkılır, seğirdim
dört, bitiriliş tarihinde ise onüç yaşındadır. yoluna çıkış surların bazı kısımlarına, özellikle
Deniz surlarının tek bir duvardan oluşuyor kapıların arkasına inşa edilmiş çift veya tek ka-
olmasına karşın, Kara Surları üç paralel hattan natlı merdivenler ile sağlanır (Resim 3). En üst
oluşan bir sistemdir (Resim 2, 3, 4 ve 8):12 platforma ise seğirdim yolu üzerindeki (hemen
Arka duvar, ön duvar ve hendek. Arka duvar- kulelerin arkasına) merdivenler vasıtasıyla ulaşı-
lar 12 metre yüksekliğinde ve ortalama 4. 80 lır. Atış delikleri sadece üst katta ve genelde ön
metre kalınlığındadır, kalınlık bazı bölümlerde cephede iki, yan cephelerde üç olmak üzeredir

- 71-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

duvarlar kasematlarla (üstü kapalı nöbetçi yolu)


güçlendirilmiştir, kasematların üzerinde de yine
mazgallı seğirdim yolu bulunur (Resim 6). Arka
surlarla aynı hizada olmak üzere ön surlarda da
birer ön kapı vardır. Ön kapıların kapatılma-
sına yarayan demir ızgaraların kanalları bazı
kapılarda, özellikle Mevlevihanekapı´da, hala
görülmektedir.
Mevlevihanekapı´da ön kapının lentosunda
(üst pervaz) bulunan bir kitabeden dolayı ön
surların arka surlarla aynı zamanda değil, 447
yılında yapıldığı görüşü savunulmuştur (Re-
sim 7). Kitabede Praefectus Constantinus’un
Resim 4: Kara Surları, çizim, Krischen, Landmauer, Taf. 1. “duvarların duvarı´nı” (“duvarlara duvar” şek-
linde de okunmuştur) atmış günde inşa ettiği
(Resim 2, 3, 4 ve 8). İki kapı kulesi tarafından yazar.14 Bruno Meyer-Plath ve Alfons Maria
korunan ve şehrin ana caddelerine açılan büyük Schneider´in açıkça belirttikleri ve yukarıda
kapılar belli aralıklarla duvarları keser (Resim da değinildiği gibi, arka duvarların ön surlar
1). Kapıların orjinalde büyük kemerli olan gi- olmaksızın savunma fonksiyonlarını mükemmel
rişleri orta Bizans devrinde küçültülmüş ve bu olarak yerine getiremeyecekleri açıktır.15 Ayrıca
işlem sırasında malzeme yeniden kullanılmıştır birçok yazılı kaynak ve arkeolojik veri ön ve arka
(Resim 5). Bazı perde duvarlarda da küçük yan duvarların birlikte tasarlandığını gösterir. Prae-
girişler mevcuttur. fectus Constantinus sadece, büyük bir deprem
Arka duvarın 15 metre önünde daha alçak neticesinde zarara uğrayan surları altmış gün
ön surlar yükselir (Resim 2, 3, 4 ve 9). 8 met- içinde tamir ettirmiştir.16
re yüksekliğindeki perde duvarlar 3.80 metre Ön surun 15 metre önünde 18 metre geniş-
kalınlığındadır. Ön duvarlardaki kule sayısı liğindeki hendek uzanır (Resim 2, 3, 4 ve 8).
arkadakilerle aynıdır. At nalı veya dörtköşe Derinliği bölgenin topografik şartlarına göre
planlı ön kuleler, arka (ana) burçlar ile aynı değişen hendeğin duvarları hem doğudan hem
hizada olmayıp, iki ana kule arasına gelecek batıdan payandalarla desteklenmiştir. Şehir ta-
şekilde yerleştirilmişlerdir (Resim 3). Böylece, rafındaki kenar mazgallarla korunmuş, böylece
alt katlarında atış deliği bulunmayan arka kuleler bu birim üçüncü bir savunma hattı görüntüsü
ön duvarlarla birlikte savunma fonksiyonlarını kazanmıştır. Ondokuz noktada dikine bir duvar
mükemmel olarak yerine getirebilmektedir. Ön hendeği keser. İlk yapım devrinde sadece kapı-
kulelere giriş hemen arkadaki nöbetçi yolundan ların civarında bulunduğu farz edilen hattın son
gerçekleşir (Resim 3 ve 4). Birçok kule yan şeklini 1000 yılı civarında aldığı düşünülür.17
cepheye açılmış küçük bir kapı ile öndeki nö- Hendeğin su ile doldurulup doldurulmadığı
betçi yoluna da bağlanır (Resim 3 ve 4). Perde konusu uzun zaman tartışılmış olmakla beraber,

- 72-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

son Bizans dönemine ait bazı yazılı ve görsel verir.21 Onarımlar neticesinde surların birçok
kaynaklar bunu su dolu olarak tasvir ederler. yerinde Theodosius devri duvar dokusu görül-
Meyer-Plath ve Schneider de Topkapı civarında, mez olmuştur, bazı geç devir eklemelerinin de
63 numaralı kule önünde bir su kanalı tespit Theodosius konseptine ait olduğu şüphelidir.
etmişlerdir.18 Bizans devrinde kapıların önün- Bu durum özellikle birkaç kule ve “Sigma” için
de (hendeğin üzerinde) kuşatma durumların- geçerlidir. Aşağıda ilk olarak kısaca bu konuya
da derhal kaldırılmak üzere planlanmış tahta değinilecektir.
köprüler bulunmaktadır. Bugün görülen taş Theodosius Surları´nın orjinalde kaç kulesi
köprüler Osmanlı dönemine aittir (Resim 8). olduğu ile ilgili otantik bir yazılı kaynak mevcut
75 numaralı kulenin altından (Sulukule) Lykos değildir. Sadece Christophoro Buondelmonti 96
Deresi şehre girer, bugünkü Adnan Menderes kule bulunduğunu yazar.22 Buondelmonti´nin
Bulvarı´nda (eski Vatan Caddesi) seyrederek surları gördüğü tarih (1420/22) ile savunma
Theodosius Limanı´ndan (Yenikapı) (Resim 1) sisteminin inşaası arasında bin yılı aşan bir
Marmara Denizi´ne dökülür. Silivrikapı´nın zaman dilimi vardır, dolayısıyla verdiği kule
hemen kuzeyinde, 40 ve 42 numaralı kuleler sayısı geç Bizans devrine aittir. Meyer-Plath ve
arasında şehre doğru 30 metre kadar girinti Schneider de kule sayısını 96 olarak verirler.23
yapan ve “Sigma” adı verilen bir bölüm bulu- Ancak, Edirnekapı civarında 82 ile 89 numaralı
nur (Resim 1 ve 10). Bir “yamuk” şeklindeki burçlar arasındaki hem şehir hem tarla tarafın-
birimin uzun kenarı (ön kısım) 1.30 metre, kısa dan değişik devirlerde takviye edilmiş perde
kenarı (arka kısım) 90 metre kadardır. duvarların genişliği 19-21 metreye kadar inerek
Theodosius Surları iki kabuklu almaşık duvar Theodosius konseptinden oldukça uzaklaşır (Re-
tekniğinde inşa edilmiştir (Resim 2, 3 ve 4).19 sim 9). 83 numaralı kulenin ne şehir tarafından
Kesme taş sırasını takip eden tuğla hatıl dizisi bir girişi ne de atış veya ışık deliği vardır, diğer
duvarlara polikrom (çok kulelere göre daha küçüktür. Alt kısımlarında
renli) bir görüntü verir,
ayrıca iki kabuk arasına
doldurulan malzemenin
bağlanmasını sağlar. Sur-
lar inşa tarihinden itiba-
ren hem doğal afetler hem
de kuşatmalar neticesinde
sürekli tahrip olmuş ve
tamir edilmiştir. Tamir
tarihleri birçok noktada
kitabelerle belirtilmiştir.20
Bazı durumlarda da du-
var tekniği tadilatlar ko-
nusunda dolaylı bilgi Resim 5: Kara Surları, Sulukulekapı (Asutay-Effenberger) .

- 73-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

orta Bizans devri duvar


dokusu görülmekle bir-
likte, hemen hemen ta-
mamen geç Bizans duvar
tekniği gösterir.24 Arada
olmadığı farzedildiğinde
kuzey ve güneyden kom-
şu iki kule arasındaki
perde duvar arasındaki
genişlik Theodosius rit-
mine uyumlu hale gelir.
Aynı durum 85 ve 88
numaralı kuleler için
de geçerlidir. Ayrıca, 9. Resim 6: Kara Surları, kasemat (Asutay-Effenberger).
yüzyıl duvar dokusu gös-
teren 88 numaralı kule- 685 yılında tamir edilmiş 40 numaralı burç
nin tam önünde, orta Bizans devrinde tadilat da yıkılan bir Theodosius kulesi yerine inşa
geçirmiş ve bugün yok olmaya yüz tutmuş bir
edilmiştir.25 Ancak Theodosius surlarının kırıl-
ön kule bulunur. Yukarıda da belirtildiği gibi,
ma yapan noktalarında poligonal kuleler tercih
bir ön kulenin arkadaki burcun tam önüne
edilir, “Sigma´nın” kırılma yapan köşelerindeki
gelecek şekilde inşa edilmesi söz konusu ola-
kuleler ise dört köşedir. Ayrıca 40a numaralı ve
maz. Lykos Deresi´nin kuzeyindeki 83, 85 ve
“Sigma´nın” ön kısmında tam ortada bulunan
88 numaralı kulelerin Theodosius konseptinin
ön kule, devasa ölçülere sahiptir (Resim 11).
parçaları veya daha doğru bir deyişle, yıkılmış
Normal ölçülerdeki bir ön kulenin temelleri
Theodosius kulelerinin yerlerine inşa edilmiş ku-
üzerine yapılmış olamaz. Eğer burada eski bir
leler olabileceklerini düşünmek zordur. Benzer
temel söz konusuysa, bu ancak bir ana burcun
uyumsuzluklar “Sigma” bölgesinde de görülür
(Resim 1). “Sigma´nın” kuzey köşedesindeki 42 temeli olabilir. Tüm bu düşünceler doğruysa,
numaralı burcun hemen önünde, geç Bizans ki bu ancak bölgede yapılacak kapsamlı bir ça-
devrinde yenilenmiş, normal ön kulelerden hayli lışmadan sonra aydınlanabilir, “Sigma” surların
büyük bir ön kule mevcuttur. Aynı devre ait ilk yapım devrine ait değildir. Surlar orjinalde
çok tahrip olmuş bir diğer büyük ön kule de hiç bir girinti yapmadan kuzeye doğru devam
“Sigma´nın” tam ortasında yer alır (No 40a) ediyor olmalı ve 40 ile 42 numaralı kulelerin
(Resim 11). 42 numaralı ana burcun duvar do- arasında, öndeki 40a´nın yerinde 41 numa-
kusu orta Bizans devri gösterir ancak, kuzeyden ralı bir ana kule bulunmalıdır. Özetle, Kara
komşu kuleyle arasındaki perde duvar 60 metre Surları´nda bugün görülen 83, 85 ve 88 nu-
ile Theodosius konseptine uygundur. Tahrip maralı kuleler orjinal plana ait değillerdir ve
olmuş bir Theodosius kulesinin yerine inşa eğer 40a’nın yerinde bir ana kule mevcutsa,
edildiği açıktır. “Sigma´nın” güney ucundaki, burç sayısı 95 olmalıdır. 39 numaralı kulenin

- 74-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

durumuna da aşağıda değinilecektir. Theodosius


devrinde Marmara Denizi sahilinden Tekfur
Sarayı mıntıkasına kadar en az 94 en fazla 95
burç olmalıdır.26
Yukarıda da belirtildiği gibi, duvarlar belli
aralıklarla ana ve yan kapılarla kesilir. Dış teh-
likelere karşı girişler zaman zaman örülmüş,
bazıları Osmanlı devrinde de uzun yıllar kapalı
kalmıştır. Yazılı kaynaklarda verilen Grekçe isim-
ler zaman içerisinde Türkçeleriyle yer değiştirmiş
ve unutulmuştur. Kapıların Bizans devrindeki
isimlerinin bilinmesi, hem önemli tarihi olay-
ların geçtiği yerlerin doğru tespit edilebilmesi
Resim 7: Kara Surları, Mevlevihanekapı, ön kapı, kitabe (Asu-
hem de İstanbul´un tarihi topoğrafyasının daha tay-Effenberger).
iyi anlaşılabilmesi için çok önemlidir. Bugüne
kadar yapılan araştırmalar ve elde edilen farklı Marmara denizi sahiline yakın bir yerde, 1 ve
sonuçlar, problemleri bu konuda da çoğu zaman 2 numaralı kuleler arasında, genişliği 2.30 metre
çözülemez duruma getirmiştir. olan ilk yan kapı karşımıza çıkar. 1 numaralı
kulenin hemen kuzeyindedir. Kapı kemerinin
Bizans yazılı kaynaklarında dokuz ana ka-
tarla tarafındaki kilit taşı bir Christogram (Grek
pıdan bahsedilir: 1.Charisius Kapısı 2. Pemp-
alfabesine ait X ve P harflerini barındıran ve İsa´-
ton Kapısı 3. Romanos Kapısı 4. Polyandrion
yı sembolize eden haç) ile süslenmiştir. Ön surlar
veya Myriandrion Kapısı 5. Rhessiou Kapısı 6.
Kalagrou Kapısı 7. Pigi Kapısı 8. Xylocircus/ ve ön kapı bugün yoktur. Yedikule semtinde,
Ksylokerkos Kapısı 9. Porta Aurea. Kronikler- 9 ve 10 numaralı mermer pilonlar arasındaki
de sadece bir kule ve bir kilise ile ilgili olarak (mesafe 29.34 m.) ilk ana giriş, son Bizans dev-
geçen “Kyriaki” adı da bazen bir kapı olarak rinin başına kadar imparatorların zafer alayları
algılanarak kapı sayısı ona çıkarılmış, bazı yazılı için kullandıkları anıtsal Altınkapı´dır (Porta
ve görsel kaynaklarda adı geçen İoannis Kapı- Aurea) (Resim 1 ve 12). Adını altın kaplamalı
sı ise gözönüne alınmamıştır. Bugün surlarda kapı kanatlarından alan yapıyı orjinalde antik
Türkçe adlar taşıyan yedi kapı mevcuttur: 1.) heykeller süslemektedir. Fetihten sonra Yedikule
Altınkapı, 2.) Belgratkapı, 3.) Silivrikapı 4.) Hisarı´na entegre edilen kapı Bizans devrinde de
Mevlevihanekapı 5.) Topkapı, 6.) Sulukulekapı, değişiklikler geçirmiştir: Yan girişler geç Bizans
7.) Edirnekapı. Bunların dışında Silivrikapı ile devrinde örülmüş, kuzeydeki açıklığa ait söve-
Mevlevihanekapı arasında ve Mevlevihanekapı ler, ana girişin küçültülmesi esnasında burada
ile Topkapı arasında Tükçe isimleri olmayan iki kullanılmış, yine kuzeydeki girişte duvar örgü-
kapı daha bulunur (Resim 1). Yan kapı sayısı ise süne bir atış deliği açılmıştır. Ana girişin kemeri
Lykos Deresi´nin güneyinde dörttür, kuzeyde üzerinde bulunan ve bugün sadece harflerin
kapı izine rastlanmaz. monte edildiği delikleri görünebilen Latince

- 75-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

dır.29 Zamanla unutulmuş, Philipp


Schweinfurt´a ait üçüncü bir görüş
daha vardır, o da kapının tamamının
425 yılında yapılmış olduğu yönün-
dedir, çünkü 425 yılında yazılmış
Notitia Urbis Constantinopolitane bu
kapıdan bahsetmez, sadece Cons-
tantinus Surları’ndaki Altınkapı’ya
değinir.30 Diğer görüşleri savunan-
lar, Schweinfurth´un düşüncelerini
destekleyecek bir çok arkeolojik ve-
riyi gözardı etmişlerdir, ki Schwein-
furth´un kendisi de zaten arkeolojik
Resim 8: Kara Surları, Belgradkapı ve köprü (Asutay-Effenberger). verilerden yola çıkmamıştır. Aşağıda
ilkönce bunlar kısaca tanıtılacaktır:
kitabede imparator Theodosius´un bir tiranı 1927 yılındaki sondajda pilonların
yendikten sonra “burayı” “dekore ettirdiği” temellerinin altında bulunan bazı kalıntılar,
(tarla tarafındaki kitabede ise “inşa ettirdiği”) tam bu noktada Altınkapı´dan önce var olan
belirtilir (Resim 12).27 Theodosius´un burada başka bir konstruksiyona işaret ederler.31 Daha
tam olarak ne yaptığı ve adı geçen Theodosi- sonraki yıllarda ön duvarlar hizasında bulunan
us´un hangi Theodosius olduğu konusu uzun bir temel parçası ve güney perde duvardaki bir
zaman tartışılmıştır. Bir görüşe göre, kitabede dikiş de bunu ispatlar. Burada Altınkapı´nın
adı geçen imparator “surların banisi” II. Theo- yapımından önce, kuzeyden komşu Belgratkapı
dosius değil, 388 yılında Magnus Maximus adlı ölçülerinde başka bir kapı bulunmalı ve bu ilk
tirana karşı zafer kazanmış olan büyükbabası I. kapı, 425 yılında, artık 25 yaşına gelmiş olan II.
Theodosius’tur (379-395): I. Theodosius bu Theodosius’un bir tirana karşı kazandığı zafer
birimi bir zafer takı olarak yaptırmış ve tak II. sonrasında yıkılarak yerine bugünkü Altınkapı
Theodosius devrinde surlara entegre edilmiş inşa edilmiş olmalıdır.32
olmalıdır. Kapıdaki mimari pilastiğin derme Altınkapı´nın hemen önünde daha sonra-
çatma olması bu düşünceyi destekleyen delil- ki bir devre ait, U şeklinde bir duvar görülür.
ler olarak öne sürülür.28 Diğer bir görüşe göre Merkezi girişin (Küçük Altınkapı) iki yanı,
kitabede II. Theodosius'dan bahsedilmektedir günümüze çok bozuk şekilde ulaşmış çerçeveler
ve kapı surlarla birlikte yapılmış olmalıdır. Bu ile süslenmiştir (Resim 13 ve 14). Son Bizans
görüşü savunan araştırmacılar, II. Theodosi- devri kaynakları, vaktiyle üst üste iki sıra oluş-
us´un da, 425 yılında bir başka tirana, İoannes turan çerçevelerin içlerini süsleyen Herakles ve
Primicerius´a karşı kazandığı zaferi öne sürer- Prometheus konulu rölyeflerden söz ederler.
ler. Zaferden sonra imparator surlarla birlikte İstanbul´un fethinden sonra da bir çok kez gö-
yapılmış olan kapıyı dekore ettirmiş olmalı- rülmüş olan bu kabartmalardan bazıları, 1927

- 76-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

yılındaki sondajda yeniden ele geç-


miş ve İstanbul Arkeoloji Müzeleri´-
ne kaldırılmıştır.33 Bu konstruksiyon
uzun zaman İmparator V. İoannis
Paleologos´un (hük. 1341-1391)
yaptırdığı Poliknion (Şehircik) adlı
kaleyle özdeşleştirilmişir.34 Yazılı kay-
naklardan yola çıkan Mango duvarın
İmparator II. Nikiforos Fokas (hük.
963-969) ile de ilişkili olabileceği-
ni öne sürer.35 Günümüzde mevcut
izler, yapım tarihi ile ilgili ipuçları
vermektedir:36 Giriş kapısının güney
kısmında, konstruksiyon nispeten Resim 9: Kara Surları, Edirnekapı civarı, çizim Meyer-Plath/Schneider, Landmauer, Tafel 3´ten detay.
daha iyi durumdadır (Resim 13).
Banket şeklindeki bir duvar çıkın- edilmiştir. Duvarın şehre bakan yüzü uzun yıllar
tısının üstünede duvar dokusunun içine monte molozla kapalı olduğundan bu kısım yeterin-
edilmiş ve konsollu frizler taşıyan dört paye ce araştırılamamıştır ancak şu andaki şartlarda
hala görülmektedir. Payeler arasındaki açıklık dikkatli incelendiğinde, sözü edilen parçanın in
1. 40 metredir. En güneyedeki payenin 1.30 situ (orjinal yerinde) olduğu ve bir kapıya veya
metre kadar daha güneyinde duvar dikişi gibi yüksek bir pencereye ait olduğu anlaşılır. Ana
görünen vertikal bir hat göze çarpar. Bunun kapının güneyi, şehir tarafından hala molozla
daha güneyinde devam eden duvar yoğun tamir kaplıdır, ancak tarla tarafından görülen eşik
görmüştür ancak, friz parçası bu kısma doğru parçasının da devşirme olmayıp, aynı şekilde bir
devam eder. Üst seviyede iki yanı kırık daha açıklığa ait olduğu açıktır. Duvarın, çerçeveler
süslü ve konsollu bir friz görülür, altındaki pa- ve rölyeflerle süslenmesinden önce üç açıklık-
yeler yoktur. Bunlar ya duvarın içine sıkı olarak lı olduğu kesindir. Duvar dokusu surların 9.
monte edilmemişler ya da izleri tamirler netice- yüzyılda tamir edilmiş birimleriyle, açıklıkların
sinde silinmiştir. Güneyden beşinci çerçevenin arasındaki dolgular ise surların 10. yüzyıla ait
en alt kısmında, devşirme malzeme izlenimi kısımlarıyla benzerlik gösterir. Özetle, 9. yüz-
uyandıran bir eşik parçası kullanılmıştır. yıla ait duvardaki iki yan açıklık 10. yüzyılda
Bugünkü kapının girişinin kuzeyine düşen kapatılarak çerçeveler ve rölyeflerle süslenmiştir.
tarafta da aynı düzen söz konusudur ancak, bu İşlemin II. Nikiforos Fokas devrinde yapılmış
kısım çok tahrip olmuştur (Resim 14). Burada olması gerçekten olasıdır: Kaynaklar bu im-
da payeler banket üzerindedir ve alt kısımlar- paratorun 963 yılında büyük bir alay eşliğinde
da yoğun devşirme malzeme göze çarpar. En Altınkapı´dan geçerek şehre girdiğini bildirirler,
kuzeydeki çerçevenin yanında kapı lentosuna ki bu sırada kendisi cesaretinden ötürü “He-
benzeyen bir parça, biraz daha yükseğe monte rakles” olarak anılmaktadır.37 Bu benzetme ile

- 77-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Altınkapı önündeki Herakles rölyeflerine bir Bizans kapısı olmadığı, bu girişin fetihten sonra
atıf mı yapılmaktadır, yoksa tamamen retorik açılmış olabileceği görüşü de savunulmuştur.
midir anlaşılmaz ancak, Herakles konusunun Eski bazı fotoğraflarda ön kapı da görülür.40
10. yüzyılda Bizans sanatındaki popülerliği Bugün artık olmayan ön kapı, 11a numaralı
bilinmektedir. ön kulenin hemen güneyindedir. Arka kapı ise
biraz kuzeye kaymış durumdadır. Bu durum-
Altınkapı´nın kuzeyinde, 11 ve 12 numaralı
da 11a numaralı ön kule arka kapıyı bloke
kuleler arasında bugün Yedikulekapısı olarak
etmektedir. Ancak Francesca Scarella´nın 1686
anılan ikinci yan kapı bulunur (Resim 1 ve yılına ait bir çiziminde her iki kapı ve köprü
15).38 Tarla tarafında, sivri kemerin alınlığına aynı hizadadır, ayrıca kapılar profilli çerçeveler
Sultan III. Ahmed´e (hük. 1703-1730) ait bir ile gösterilmiştir.41 Ya Scarella´nın çizimi hayal
tamir kitabesi monte edilmiştir. Kapının gü- mahsulüdür, ya da onun çiziminden sonra kapı
neyine düşen 11 numaralı kule de aynı sultan bazı değişiklikler geçirmiştir. Bu soruya cevap
ve Sultan III. Osman (hük. 1754-1757) dev- bulabilmek için güneydeki perde duvara göz
rinde onarılmıştır. Şehir tarafındaki kemerin atmak gerekmektedir: Geçtiğimiz yıllara kadar,
üst kısmında, kartal kabartması ile süslü bir bazı yeni yapılar tarafından bloke edilmiş olan
Bizans levhası devşirme olarak kullanılmıştır perde duvar bugün açıktır, Bizans ve Osmanlı
(Resim 16). Levha büyük ihtimalle yukarıda dokularının birleştiği hat da net olarak görülür.
tartışılan duvara ait rölyeflerden biridir ve bir Bizans duvarı daha kalındır, alt kısım Osmanlı
onarım sırasında buraya getirilmiştir. 1578 yı- duvarına L harfi şeklinde ve 30 cm kadar girinti
lında İstanbul´u ziyaret eden Stephan Gerlach yapar (tarla tarafı/güney). Benzer girintiler tüm
böyle bir panoyu Altınkapı´nın önündeki du- diğer kapılarda da mevcuttur (Resim 5) ve muh-
varda gördüğünü yazar.39 Tamemen Osmanlı temelen sövelerin monte edilmesine yararlar.
devri özellikleri gösteren kapının yerinde bir Buradaki orjınal kapının kapatılmış olduğu ve
tamirler neticesinde artık farkedile-
meyecek duruma geldiği sezilir. An-
cak duvar dokusu Theodosius devri
değil, son Bizans devri karekteri gös-
terir. Scarella´nın çiziminde verdiği
söveler ise muhtemelen Theodosius
devrine aittir. Bu noktada ilk inşa
devrinde profilli söveleri olan bir yan
kapı, geç Bizans devrinde onarılmış
ve eski malzeme yeniden kullanılmış
olmalıdır. Özetle, kapı 18. yüzyılda-
ki tadilat esnasında tamamen iptal
edilmiş ve biraz kuzeye bugün gö-
rülen giriş açılmıştır. Kartal rölyefli
Resim 10: Kara Surları, “Sigma” mıntıkası. pano da büyük ihtimalle o tarihte

- 78-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

buraya getirilmiştir. Ön kapı, arka kapı


ve köprünün aynı hizada olmayışı da
zaten ancak bu şekilde açıklanabilir.
Daha kuzeyde, 20 ve 22 numaralı
kuleler arasında yoğun tamirler geçir-
miş Belgratkapı bulunur (Resim 1 ve
8). İki kapı kulesi arasındaki mesafe
12 metredir.42 Büyük ihtimalle Bizans
kaynaklarında adı geçen Ksylokerkos
Kapısı´dır (Tahta Sirk).43 Yazılı kaynak-
ların Ksylokerkos Kapısı ile ilgili ver-
dikleri bilgiler bu kapıya işaret eder.44
Belgratkapı, Constantinus Surları’na
ait Altınkapı ve Arcadius´un yapımı- Resim 11: Kara Surları, kule 40a (Asutay-Effenberger).

na başlattığı forum ile aynı hizadadır.


Kapıyı özel kılan nedenlerden biri de rüntüsünü büyük ölçüde yitirmiştir ancak, giriş
şehrin üçüncü mil taşının burada bulunmasıdır. kemerinin alt kısımlarında L şeklindeki orjinal
Altınkapı yapılana kadar Belgratkapı, surların girinti hala görülür. Şehir tarafinda seğirdim
en önemli kapısı olmalıdır. Uzun yıllar kapının yoluna çıkan merdivenler de hala mevcuttur.
fetihten hemen sonra örüldüğü ve 19. yüzyıla Ön kapı, hemen hemen tamamen Osmanlı
kadar kapalı kaldığı varsayılmıştır. Oysa önün- dönemi tamiridir. Kapının Bizans kaynaklarında
deki Osmanlı köprüsü kapının fetihten sonra adı geçen “Pigi-Kapısı” (Kaynak) olduğu konu-
da kullanıldığını gösterir (Resim 8). 45
sunda araştırmacılar hemfikirdir. Güney kapı
Belgratkapı´dan kuzeyde, 30 ve 31 numaralı kulesinin arkasına kapının adını veren Grekçe
kuleler arasındaki perde duvarda surların üçün- bir tamir kitabesi monte edilmiştir.47 Surların
cü yan kapısı yer alır (Resim 1). Arka girişin dışında Meryem´e atfedilmiş Theotokos tis
eni 3.70, ön girişin eni 2.85 metredir. İki giriş Pigis kilisesinin yeri de bellidir. Meryem´in
de basamaklarla yükseltilmiştir ve tam olarak
aynı hizada değillerdir. Şehir tarafında, biraz
kuzeyinde sadece tek kanattan oluşan merdiven
bulunur. Bu noktadan sonra gelen ilk ana kapı
35 ve 36 numaralı iki poligonal kule arasındaki
Silivrikapı´dır (Resim 1).46 Kulelerin arasındaki
mesafe 16.50 metredir. Hem kapı hem kuleleri
orta ve geç Bizans devrinde yoğun tamir geçir-
miştir, bu tamirlere ait kitabeler hala mevcuttur.
Kapı Osmanlı döneminde ve kısa bir süre önce
de onarılmış, tadilatlar neticesinde orjinal gö- Resim 12: Kara Surları, Altınkapı (Krischen, Landmauer, Taf. 20).

- 79-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

“Euprosyne Kilisesi´ne” açılan bir


Kalagros Kapısı´ndan bahseder.49 Bu
kaynağa istinaden Meyer-Plath ve
Schneider adı geçen kapı için Ka-
lagros Kapısı adını önerirler. Pigi
kilisesinin karşısındaki Silivrikapı
“Pigi” kapısı olduğuna göre onun
biraz kuzeyindeki bu kapı gerçek-
ten de Kalagros Kapısı olmalıdır,
en azından bu tezi çürütebilecek bir
veri şimdilik yoktur (Resim 1).

Daha kuzeyde, 42 ve 43 numa-


ralı kuleler arasında, eni 3.30 metre
Resim 13: Kara Surları, Küçük Altınkapı, Güney kısım (Asutay-Effenberger).
olan, örülü bir yan kapı daha mev-
cuttur.50 Sadece kuzey kısmında
şehrin koruyucu azizi olması ve, “koruyucu du-
kapıya ait lento ve konsol fragman
var” olan sıfatından ötürü, savunma sisteminin
olarak günümüze ulaşmıştır. Ön duvarlar bugün
hemen dışına ona atfedilmiş kiliseler yapılması
araştırma yapılamayacak durumdadır. Bundan
bir gelenektir.
sonra, kuzeydeki ilk kapı, 50 ve 51 numaralı
Silivrikapı´dan kuzeyde, “Sigma” adlı duvar kapı kuleleri arasındaki Mevlevihanekapı´dır
girintisinin güney ucundaki 39 ve 40 numaralı Resim (1 ve 7).51 Geçtiğimiz yıllarda büyük
kuleler arasında, Türkçe adı olmayan ve geç bir onarım geçiren kapının kuleleri arasındaki
Bizans devri duvar dokusu gösteren bir kapı mesafe 16.22 metredir. Orta Bizans devrinde
mevcuttur (Resim 1).48 Farklı boyuttaki kapı kapı kemeri küçültülmüştür. İki yanda alt kı-
kuleleri arasındaki mesafe 12 metredir. Şehir sımlarda L harfi şeklindeki girinti burada da
tarafında seğirdim yoluna çıkan merdivenin belirgindir. Şehir tarafındaki merdivenler sağ-
kalıntılarında da geç Bizans devri duvar tek- lam olarak günümüze ulaşmıştır. Orjinal şek-
niği görülür. 1930´ larda tespit edilen ön kapı lini büyük ölçüde koruyan ön kapının demir
bugün yoktur, hendek civarı da artık araştır- ızgaralarının olukları da duvar kalınlığı içindeki
ma yapılamayacak durumdadır. Burada bulu- döner merdivenleri de günümüze ulaşmıştır.
nan profilli bir kapı çerçevesi ve 39 numaralı Lentodaki (yukarıda kısaca değinilen) Grekçe
kulenin mimari durumu aslında bir yan kapı kitabe Anthologia Palatina adlı eserde kopya
olarak tasarlanmış girişin geç Bizans devrin- edilmiş ve üzerine “Rhessiou-Kapısı´na ait kita-
de iki kapı kulesi tarafindan korunan bir ana be” diye bir not düşülmüştür. Mevlevihanekapı
kapıya dönüştürüldüğünü gösterir. 13. yüzyıl çok büyük bir ihtimalle Bizans´in Rhessiou Ka-
sonu 14. yüzyıl başında yaşayan Bizanslı kilise pısı´dır. Lentoyu taşıyan konsollar üzerindeki
tarihçisi Nikiforos Kalistos Ksantapoulos “Pigi” Latince kitabe de hemen hemen aynı bilgileri
kilisesinin hemen karşısında, şehrin içindeki verir. Bizans kaynaklarında geçen Polyandrion/

- 80-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Myriandrion (Çok Adam/Bin Adam)


adı çevredeki mezarlıklara atıf yapar
ve Bizans halkı tarafından bu kapı için
de kullanılmıştır.

Mevlevihanekapı´nın kuzeyinde,
bugünkü Turgut Özal Bulvarı´nın
(eski Millet Caddesi) hemen güne-
yindeki örülü ana kapı 59 ve 60 nu-
maralı kuleler arasındadır (Resim 1).52
İstanbul´un fethinden sonra kullanılma-
dığı anlaşılan kapının kuleleri arasındaki
mesafe 26.50 metredir ve Altınkapı´dan
sonra (29.36 metre) kapı kuleleri
Resim 14: Kara Surları, Küçük Altınkapı, Kuzey kısım (Asutay-Effenberger).
arasındaki en büyük genişliktir. Şe-
hir tarafında seğirdim yoluna çıkan
bizzat Sultan II. Mehmed (hük. 1451-1481)
merdivenlerin kalıntıları mevcuttur. Şu anda
emrindeki kuvvetlerin hücüm ettiği Romanos
görülebilen mermer lento ve söveler Mevleviha-
Kapısıdır. Urban´ın büyük topu da bu kapının
nekapı örneğinde olduğu gibi, bu girişin de orta
önüne yerleştirilmiştir. Arka kapının önünde
Bizans devrinde küçültüldüğünü göstermekte-
bu topa ait gülleler hala görülmektedir.54 Top-
dir ancak, alt kısımlar hala toprak altındadır
kapı ile mimari olarak da konum olarak da
(Res.17) Örülü ön kapısındaki bazı mimari
karşılaştırıldığında (her ikisi de günümüzde iyi
parçalar in situ vaziyettedir. Yanlarda demir ız-
durumda olmamakla birlikte) aslında bunun
garanın olukları da farkedilir. Tüm özellikleriyle
şehrin en önemli kapılarından biri olduğu açıkça
Mevlevihanekapı kompleksinin ön surlardaki
gözükmektedir.
girişini hatırlatır ancak, Mevlevihanekapı´da
olduğu gibi dışarıya doğru çıkıntı yapmaz. Bu- Lykos Deresi´nin güneyindeki en son kapı,
gün hala var olmasını, komşu bulvarın bir kaç 65 ve 66 numaralı kuleler arasında bulunan ve
metre güneyden geçirilmemiş olmasına borç- uzun yıllar Romanos Kapısı olduğu sanılan Top-
lu olan kapı, orjinal kitabesinin 2003 yılında kapı´dır (Resim 1). Yoğun tamirlerden ötürü
bulunup okunmasına kadar önemsiz bir yan hemen hemen tamamen bir Osmanlı yapısı gö-
kapı olarak görülmüştür. Mermer kapı lento- rünümünü almış olan kapıda kuleler arasındaki
su üzerindeki, Theodosius devrine ait kitabede mesafe 9.5 metredir. Bütünüyle ayakta olmayan
Grekçe olarak “Aziz Romanos´a Götüren Orta güney kulenin kuzey cephesi kesme taş ile inşa
Kapı” yazar (Resim 18).53 Şehrin ana caddesi edilmiştir, tuğla hatıllı diğer cepheler geçtiğimiz
Mese´nin uzantısına açılan kapı, 1453 yılında yıllara aittir. Bu kulenin arkasında ne seğirdim
İmparator XI. Konstantinos Dragazis Paleolo- yoluna çıkan bir merdiven ne de kuleye girişi
gos (hük. 1449-1453) ve Cenevizli kumandan sağlayan bir kapı mevcuttur. Şehir tarafında
Giovanni Guistiniani tarafından savunulan, surlara yaslanan bazı yeni yapılar uzun yıllar

- 81-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

626 yılında vuku bulan Avar istilası esnasında


Avar Hanı Kurum´un hücum mevzilerinden
biri olan, ve Romanos-Kapısı´na komşu olması
gereken Pempton Kapısı´dır.56
Topkapı´dan yokuş aşağı inilen Lykos Vadisi
ve yakınındaki surlar Adnan Menderes Bulvarı
(eski Vatan Caddesi) tarafından kesilir. Cad-
denin kuzeyinde kalan bir kaç burçtan sonra,
77 ve 78 numaralı kapı kuleleri arasındaki
Sulukulekapı gelir (Resim 1 ve 5 ).57 Osman-
lı devrinde uzun zaman örülü olan kapı, 19.
yüzyıl sonlarına kadar açılmamıştır. İki kapı
kulesi arasındaki mesafe 21.50, duvar kalınlı-
Resim 15: Kara Surları, Yedikulekapısı (Asutay-Effenberger). ğı 1.05 metredir. Girişi orta Bizans devrinde
küçültülmüş, üzerinde Latince kitabe bulunan
burada bir araştırma yapılmasını engellemiştir. orjinal lento yeniden kullanılmıştır. İki yanda
Son yıllarda açılan ve tamir edilen bu kısımda L şeklindeki girinti burada da görülür. Şehir
üç kemer izi görülür:55 Bunlardan en kuzeydeki, tarafindaki çift kanatlı merdiven iyi durum-
güney kulenin girişine aittir. Daha güneydeki dadır. Ön surlar ve ön kapı tamamen yok ol-
ve diğer kemere göre daha alçaktaki iki kemer muştur. Sulukulekapı´ya kuzeyden komşu ve
kalıntısı ise seğirdim yoluna çıkan merdivenlere Kara Surları´nın en son kapısı olan Edirnekapı,
ait olup merdivenler altında kale bedenine doğru vadiden doğru çıkılan yamaç üzerinde, 86 ve 87
girinti yapan nişlerin son kalıntılarıdır. Kuzey numaralı kapı kuleleri arasındadır (Resim 1 ve
kapı kulesinin arkasındaki giriş orjinal değildir 9).58 Kuleler arasındaki mesafe 23.88 metredir.
ve bu tarafta bir merdiven izi bulunmaz. Ro- Hem kuleler hem kapı yoğun tamir geçirmiştir.
En alt kısımlarda orjinal kesme taşlar hala gö-
manos Kapısı´nın Topkapı olmadığı gerçeği bu
rülmektedir. Şehir tarafındaki merdivenlerden
kapının Bizans devrindeki ismi konusunu gün-
sadece güneydeki günümüze ulaşmıştır. Ön kapı
deme getirmektedir. Kapı büyük bir ihtimalle,
da bugün yoktur. Poligonal kapı kulelerinden
kuzeydeki daha geniş olanı beşgen, güneyde-
ki altıgendir. Bu bölgede perde duvarlar ve
kuleler 9. yüzyılda yoğun tamir geçirmiş, 5.
yüzyıl başındaki görüntülerini kaybetmişlertir.
Güney kuleye giriş 2.10 metre genişliğinde
bir kapı ile sağlanmaktadır, kuzeydeki kapı
kulesine ise giriş yoktur.
Sulukulekapı, genelde Pempton Kapısı
Resim 16: Kara Surları, Yedikulekapısı, şehir tarafı, kabartma. ile özdeşleştirildiğinden, Edirnekapı uzun

- 82-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

müddet Polyandrion/My- göz ardı etmişler ve Lykos


riandrion-Kapısı olarak Deresi´nin kuzeyinde sa-
kabul edilmiş daha sonra dece Edirnekapı´ya açılan
Charisius Kapısında karar tek bir caddenin (bugünkü
kılınmıştır.59 Ancak tüm bu Fevzi Paşa Caddesi yerinde)
isimlendirmeler Romanos olduğunu varsaymışlardır.
Kapısı´nın Topkapı oldu- İstanbul´un Bizans devri
ğundan yola çıkılarak ya- anıtlarını gösteren hipote-
pılmış, kaynaklarda adı ge- tik haritaların çoğunda da
çen ve aynı civarda olması birçok kapının arkasında
gereken bir İoannis Kapısı bir cadde gösterilmez. Oysa
ise değerlendirmeye alın- Sulukulekapısı, bir impara-
mamıştır. Oysa Romanos torluk anıtı olan Marcianus
Kapısı´nın yeri artık bel- (hük. 450-457) sütununa
Resim 17: Kara Surları, Romanos Kapısı (Asutay-Effenberger).
lidir ve Topkapı yukarıda götüren önemli bir caddeye
da belirtildiği gibi Pempton Kapısı olmalıdır. açılmaktadır (Resim 1). Gerçi sütunun diagonal
Edirnekapı´yı Charisius Kapısı´na bağlamak olarak yerleştirilmiş kaidesi, Fevzi Paşa Cad-
isteyen araştırmacıların ana argümanları şun- desi´ne çıkan bir yan sokağa bakar ama,60 bir
lardır: Kaynaklarda Charisius Kapısı´nın arka- imparatorluk anıtının sadece bir yan sokaktan
sında aziz Georgios mevkii (ve kilisesi) olduğu ulaşılıyor olması düşünülemez.61 Sulukulekapı-
yolunda bilgiler bulunur, bugün bu kapının sı´nın açıldığı caddeden doğru da Deuteron´a
arkasında bu azize adanmış bir kilise vardır; İm- ve Havariyyun Kilisesi´ne (Fatih Camii yerin-
de) ulaşmak mümkündür (Resim 1). Ayrıca,
parator I. İustinianus (hük. 527-564) Deuteron
bu kapı arkasında da, Osmanlı devrinde hala
üzerinden bugünkü Fatih Camii yerinde olan
mevcut olan bir Georgios Kilisesi vardır.62 Bu-
Havariyyun Kilisesi´ne Charisius Kapısı´ndan
nun dışında 1.05 metre kalınlığındaki kapı bir
geçerek gitmiştir ve kiliseye götüren tek ana
top atışına mukavemet gösteremeyecek kadar
cadde Edirnekapı´nın arkasındadır (Resim 1);
zayıftır. Elbette Edirnekapı da bombardımanlara
Yine kaynakların verdiği bilgilere göre Charisi-
hedef olmuştur ancak, bulunduğu noktanın
us Kapısı, surların en dayanıksız kapılarından
yüksekliği, topun elverişli kullanılmasını bü-
biridir, 1453 yılı kuşatması esnasında yoğun
yük ölçüde engeller, bu bölgedeki en zayıf kapı
bombardımana uğramıştır. Kapıda görülen
Edirnekapı değil Sulukulekapıdır.63 Yukarıda
Osmanlı onarımları bu doğrultuda yorumlanır.
da değinildiği gibi tartışmalarda, adını yakı-
Ancak bu argümanların hiç biri Edirne- nında bulunan, vaftizci Yahya/İoannis adına
kapı´yı Charisius Kapısı olarak adlandırmak inşa edilmiş bir dini tesisten alan ve Charisius
için yeterli değildir: İstanbul´un tarihi topog- Kapısı ile aynı kapı olmayan İoannis Kapısı göz
rafyası üzerine çalışan araştırmacıların hemen önüne alınmamıştır. Hemen arkasında ve çok
hemen hepsi, başka kapıların da arkalarında yakınında İoannis´e adanmış iki ayrı dini tesis
ana caddeler olması gerektiği gerçeğini sürekli olan tek kapı Edirnekapı´dır.64 Sulukulekapısı

- 83-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Blakhernai Sarayını korumak amacıyla inşa


ettirdiğini yazar.68 Tek bir savunma hattından
oluşan ve 12 kule ile tahkim edilen surlar hala
nispeten iyi durumdadır. Komninos Surları´n-
da perde duvarların eni 18-35 metre arasında
değişir, kalınlıkları üç metre kadardır. Kule-
lerde (tarla tarafında) alt kısımlarda ışık/atış
deliği ve kapı bulunmaz, girişler sadece şehir
tarafındandır. Katlar arasında taştan konsollara
oturan, günümüze ulaşmamış, tahta döşemeler
bulunur. Üst kattaki atış delikleri tarla tarafın-
dan neredeyse algılanamayacak kadar dardır.
Resim 18: Kara Surları, Romanos Kapısı, kitabe (Asutay-Effenberger).
Surların duvar dokusu ve mimarisi homojen
ise Bizans kaynaklarında adı geçen Charisius değildir: İlk sekiz kule çok güçlü, yuvarlak
Kapısı olabilecek tek giriştir.65 veya poligonaldir. Bundan sonra gelen kuleler
Osmanlı yazarlarının fetihle ilgili kronik- dört köşedir ve 9 numaralı kule dışındakiler
lerinde Sulukulekapı´da geçen olayları Edir- daha zayıftır (metinde 9. numaralı kuleye ka-
nekapı´ya ithafen anlatmaları ilginçtir ancak, dar olan kısım – kule dahil- güney, buradan
bunun bir açıklaması vardır: Romanos Kapısı sonraki kısım ise kuzey bölüm olarak adlandı-
civarında cereyan ettiğini bildiğimiz olayları rılmaktadır). Perde duvarlar şehir tarafından
anlatırken de asıl Romanos Kapısı´nı atlayıp nişlerle hareketlendirilmiştir. Kuzey kısımdaki
Topkapı´dan söz etmişler, Urban´ın büyük to- nişlerin genişliği 1.90 metre, güneydekilerin
punun da Topkapı´nın karşısına yerleştirildiğini 2.30 metredir. Kuzey ve güney kısım arasındaki
söylemişlerdir. Anlaşılacağı üzere, kapalı olan fark, bu iki bölümün aynı konseptin parçaları
kapılarda cereyan eden olaylar kroniklerin ya- olmamasından kaynaklanır: İlk dokuz kule
zıldığı tarihte açık olan komşu kapılara ithafen 1162 yılında vuku bulan bir depremden sonra
anlatılmıştır. yeniden yapılmıştır.69 Surlarda yer yer geç Bi-
zans devrina ait tamirler görülür. Bunlardan
Blakhernai Surları
daha erken tarihli, özellikle 13. yüzyıl sonu
Theodosius Surları´nın Tekfur Sarayı mıntı- 14. yy. başına ait olanlar, çok ince ve yeniden
kasında son bularak, Mumhane surlarıyla bir- kullanılmış tuğlalarla gerçekleşmiştirilmiştir, ki
leştiği düşünülür (aşağıda daha detaylı olarak bu durum sekizinci kulenin arkasındaki mer-
değinilecektir).66 Bu noktada bugün görülen divende çok bariz görülür. Geç Bizans devrinin
ve aşağı Blakhernai bölgesine yay şeklinde inen daha geç tarihli olan tamiratlarında hemen
surlar, İmparator I. Manuil Komninos´un hemen hiç tuğla kullanılmaz. Geç Bizans devri
(hük. 1143-1180) ilk yıllarında, 1147´te inşa özelliği olan polikrom kemerler özellikle 11
edilmiştir (Resim 1, 19 ve 20).67 Bizanslı tarih- ve 12 numaralı kulelerin üst katlarındaki atış
çi Nikitas Khoniatis imparator´un bu surları deliklerinde (iç tarafta) göze çarpar.

- 84-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

burdan sonra çerçeveli duvar tekniği gösteren


bir parça ile birleşir. Komninoslar devri duvar
dokusu gösteren bu parça Manuil Komninos
surlarından daha önceye aittir ve büyük ihti-
malle I. Aleksios Komninos (hük.1081-118)
devrinde inşa edilmiş bir saray altyapısıdır.72 Bu
altyapının hemen önüne geç Bizans devrinde,
bugün pek iyi durumda olmayan bir kule ek-
lenmiştir (No.13) (Resim. 20). Bundan sonra
Resim 19: Manuil Komninos Surları, Kule 1, 2 ve 3 (Asutay-Effenberger). gelen payandavari bir çıkıntı da (İvaz Efendi
Camii´nin altına düşen noktada) cephesi pa-
Komninos Surları´nda, 2 ve 3 numaralı
yandalarla desteklenmiş, atış delikleri bulunan
kuleler arasında, eni 2.40 metre olan ilk kapı
ve “Anemas Zindanları” olarak anılan saray
bulunur. Örülü vaziyette olan kapının alt kı-
altyapısı da Manuil Komninos devrine aittir
sımları toprak altındadır. İkinci kapı 6 ve 7
(Resim 20). Bu yapıların, Meyer-Plath ve Sch-
numaralı kulelerin arasındaki Eğrikapıdır (Re-
neider´in çalışmalarında ortaya koydukları gibi
sim 1).70 Giriş kemeri 3 metre genişliğindedir
“Anemas Zindanları” ile ilgisi yoktur.73 Bir kule
ve yoğun tamirat geçirmiştir. Eğrikapı, 1453
veya kuleler grubu içerisinde olması gereken bu
yılı kuşatması esnasında Karaca Paşa emrindeki
zindanlar altyapılardan daha önce de vardır.
orduların hücüm mevziinde bulunan Kaligaria
Altyapının hemen önüne İmparator II. Isaakios
Kapısıdır (Kunduracılar). Ancak Kaligaria Ka-
Angelos (hük. 1185-1195 ve 1203-1204) tara-
pısı ismi, sadece Avrupalı kronikçiler tarafından
fından bir kule-belvedere yaptırılmıştır (Resim
kullanılır, Bizans kaynakları sadece bir Kaliga- 20).74 Kule´nin mimari durumundan, özellikle
ria mevkiinden söz ederler. Manuil Komninos konsol olarak kullanılmış devşirme sütunlara
Surları´nın üçüncü kapısı 11 ve 12 numaralı oturan balkonlarından (balkonlar bugün yok-
kuleler arasında yer alır, bugün örülüdür. Giriş tur) sadece bir savunma kulesi olmadığı hemen
kemeri 3.70 metre eninde olan bu kapının da alt farkedilir. Buna ait kitabe 13 numaralı kulede
kısımları yükselmiş toprak seviyesinin altındadır.
Kemerin üzerinde bugün çok bozulmuş olan
üç imparator büstü yer alır. Burası şehir dışın-
daki Philopathion adlı av bahçesine gidişlerde
kullanılan imparatorlara mahsus Gyrolimni
Kapısıdır (Gümüş Göl).71

Haliç´e en yakın konumda olan 12 nolu


kulenin kuzeyindeki perde duvar tamamen
geç Bizans devri duvar dokusu gösterir ancak,
Resim 20: Aşağı Blakhernai Surları. Soldan sağa: Theofilos kuleleri, Leo
yerinde evvelce mutlaka Manuil Komninos sur-
duvarı, Isaakios Angelos kulesi, 13. kule, Manuil Komninos Surları 11. ve
larına ait başka bir perde duvar olmalıdır. Surlar 12. kuleler) (Asutay-Effenberger).

- 85-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

devşirme olarak kullanılmıştır. Kuzey cephe- kasında başlayıp, Mumhane üzerinden Haliç´e
sine geç Bizans devrinde bir kule daha ilave doğru indiği daha sonra inşa edilen Blakhernai
edilmiştir. kilisesi dışarıda kalacak şekilde güneydoğuya
yöneldiği, Demetrios Kilisesi arkasındaki daha
Saray altyapılarının hemen kuzeyinde ka-
da eski bir sur ile birleşerek tekrar Tekfur Sarayı
lın bir duvar göze çarpar, yer yer Mumhane
mıntıkasına döndüğü varsayılmıştır: Bir başka
duvarlarıyla aynı tekniği gösterir. Duvar 10.
deyişle bu duvarlar bir üçgen şeklindedir ve
yüzyılda bir altyapı şekline getirilmiştir. Blak-
üçgenin tabanı sahilden biraz içerdedir, üçgenin
hernai Saray kompleksi içindeki tarihlenebi-
batı ucu sahile kadar inmediğinden Theodosios
len en erken alt yapıdır.75 Bunun kuzeyinde,
devrinde “Pteron” ilave edilmiştir. Ancak du-
tarla tarafında bir girişi bulunan U şeklindeki
rum bu varsayımdan farklıdır: Mango´nun iki
konstruksiyon (Resim 20) 813 yılında gerçek-
ayrı makalesinde belirttiği gibi Blakhernai 14.
leşen Bulgar kuşatması esnasında İmparator V.
Bölge değildir.76 Makalenin yazarının çalışması
Leo’nun (hük. 813-820) surlara eklettiği bi-
da bu duvarların Roma devrine değil, en erken
rimdir, İmparator II. Mikhail (hük. 820-829)
7. yüzyıla ait olabileceğini göstermiştir.77 Ayrıca
ve oğlu Theofilos (hük. 829-842) zamanında
iddiaların aksine “Pteron” olduğu düşünülen
duvar güneye doğru genişletilmiş, arkaya da
duvarın hiç bir yerinde Theodosios devri doku-
bugün görülebilen devasa kuleler eklenmiştir
su yoktur. Özetle, “Pteron” olarak adlandırılan
(No. 15-16-18) (Resim 20). Bu burçların ar-
duvarlar dahil, burada 7. yüzyıldan önceye ait
kasında (16 numaralıdan itiberen) hem şehir
hiç bir parça mevcut değildir. Bir kaç adım
hem tarla tarafına atış yapmayı sağlayan çift
sonra Haliç sahili başlar.
mazgallı bir perde duvar vardır. Genel düşün-
ceye göre çift mazgallı duvar, kaynaklarda adı Deniz Surları
geçen “Pteron´dur” (Kanat). Bu görüşe göre Ayvansaray mıntıkasından bugünkü Saray-
Tekfur Sarayı mıntıkasında Kara Surları eski burnu´na uzanan Haliç Surları´nın uzunluğu
Mumhane duvarlarıyla birleşir, ancak eski du- 5.5 kilometre kadardır (Resim 1 ve 21). Surlar
varlar tam sahile kadar uzanmadığından, im- günümüze çok bozulmuş şekilde ulaştığından
parator II. Theodosius sahille duvarların son kule sayısı hala problem teşkil eder. Feridun Di-
bulduğu alan arasını ek bir duvarla (Pteron) rimtekin Sarayburnu´na kadar 123 kule saymış-
tahkim ettirmiştir. Ancak bu görüş Blakher-
nai’nin Constantinus şehrinin kuruluşundan
önce var olan ve Bizans devrinde 14. Bölge
olarak anılan mahalle olduğunun a priori kabul
edilmesine dayanmaktadır. Kaynaklara göre bu
bölge kendine ait (Roma dönemi) surlarıyla
çevrilidir ve bir çok araştırmacıya göre bunlar
Mumhane civarındaki ve Komninos altyapıla-
rı arkasından (içinden) geçen kalıntılardır. Bu
“eski” savunma hattının Tekfur Sarayı mıntı- Resim 21: Haliç Surları, Ayvansaray bölgesi (Asutay-Effenberger).

- 86-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Resim 22: Haliç Surları, Cibalikapı. Resim 23: Galata Kulesi´nden Eminönü (Asutay-Effenberger).

tır.78 Aşağıda Dirimtekin´in numaralandırması Korunaklı durumundan ötürü bir doğal bir
baz alınacaktır. Uzun zamandır Ayvansaray sa- liman olan Haliç´in surlarının bazı kapılarına
hilindeki ilk 12 kule İmparator İraklios´a (hük. yakın ve bir kısmı sadece imparatorlara mahsus
610-641) mal edilmiş ve 626 yılında vuku bulan olan iskeleler bulunmaktadır.81
Avar istilasının hemen sonrasında Blakhernai Duvarların büyük bir kısmının mevcut olma-
Kilisesi´ni korumak amacıyla yaptırıldığı düşü- yışı, kaynaklarda kapı ismi ile birlikte anılan bazı
nülmüştür (Resim 1 ve 21). İraklios´un Avar isti- yapıların tarihi topografyadan silinmiş olması,
lasından hemen sonra bir inşa faliyetine giriştiği girişlerin bir çoğunun orjinal ismi ve konumu
kesindir ancak, ona ait olması gereken savunma konusunda problem oluşturur. Savunma hattı-
sistemi yukarıda kısaca değinilen, 7. yüzyıla ait nın Ayvansaray´daki ucunda, 3 numaralı kuleye
“Mumhane duvarlarıdır”.79 Sözü edilen 12 kule yakın, üzerinde vaktiyle İmparator Theofilos´a
ve aradaki 2-3 metre kalınlıktaki perde duvarlar ait bir kitabe olan, denize dikey uzanan bir duvar
daha geç bir devre ait olmalıdır, kesin tarihlen- parçası ve kapı 1868 yılında yıktırılmıştır. Bizans
meleri kapsamlı bir çalışmayı gerektirecektir. Bu devrindeki adı Ksyline Kapısı´dır (Tahta/Odun),
hat Demetrios Kanabis Kilisesi´nin hemen arka- 15-16. yüzyıllarda bu isim Ksylo Kapısı (Tahta/
sında daha eski ve Haliç´e dikey olarak uzanan Odun) olarak değişikliğe uğramıştır.82 Bu
bir duvara kadar devam eder. Kaynaklarda adı noktadan sonra gelen ilk kapı Ayvansaray
geçen “Pteron” bu civarda aranmalıdır. Theodo- Kapısı´dır. Blakhernai Sarayı ve Blakhernai
sius Kara Surları da Tekfur Sarayı mıntıkasında
boş bir tarlanın ortasında kesilmeyip belli bir
güzergahla buraya kadar iniyor olmalıdır. Bu
noktadan sonra sahil, 439 yılında yine İmparator
II. Theodosius´un yaptırdığı surlarla koruma al-
tına alınmıştır. Kaynaklar ve kitabeler surlardaki
onarım çalışmalarıyla ilgili bilgiler verirler, en
kapsamlı tadilat İmparator Theofilos zamanında
gerçekleşmiştir.80 Kara Surları´na nazaran daha
alçak olan bu duvarların, zeminin zayıf olma- Resim 24: Marmara Denizi Surları, Samatya civarı (Asutay-Ef-
sından ötürü birçok noktada kaydığı görülür. fenberger).

- 87-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Kilisesi´ne açılan kapının Osmanlı döneminde 45 ve


önünde imparatorların 46 numaralı kuleler arasına
kullandığı bir iskele bulun- açılan ve Yeni Ayakapı ola-
maktadır. Kapı genelde Bi- rak adlandırılan giriş bugün
zans devrindeki Kiliomeni yoktur. Bunun çok yakı-
Kapısı (Alçak/Alçaltılmış/ nındaki 49 ve 50 numaralı
Aşağı) olarak kabul edilir. kuleler arasındaki Ayakapı
Bizans´ın Kynegion bölge- ise nispeten iyi durumdadır
sine düşen Balat´ta bugün (Resim 1). Kapı, çok yakı-
artık var olmayan iki kapı nında bulunan bir Theodo-
mevcuttur; batıdan ilkinin sia Kilisesi´nden ötürü, 16.
üç kemerli bir liman girişi yüzyılda şehri ziyaret eden
olduğu düşünülür ve za- seyyahlar tarafından bu
man zaman kaynaklarda şekilde adlandırılmıştır.87
adı geçen Kynegion Kapısı Resim 25: Marmara Denizi Surları, Narlıkapı civarı, Genelde Theodosia Kilise-
93. kule (Asutay-Effenberger).
ile ilişkilendirilir. Yaklaşık si´nin bugünkü Gül Camii
250 metre mesafede 20 ve 21 numaralı kule- olduğu düşünülür ancak, kapının hemen arka-
ler arasındaki Balat Kapısı da bir görüşe göre sındaki bazı kalıntıların Theodosia Kilisesi´ne ait
İoannis Kapısı ve Basiliki Kapısı´dır ancak, bu olmaları daha muhtemeldir.88 Bölgenin Bizans
kapı için de Kynegion Kapısı olabileceği yolunda devrindeki adının Deksiokratiani olmasından
görüşler mevcuttur. Gerçekte Balat Kapısı´nın ötürü kapı Deksiokratiani Kapısı olarak kabul
Bizans devrindeki isimlerinden biri Kygenion edilir.89 Günümüze sağlam olarak ulaşmış bir
Kapısı´dır ve Kynegion Limanı´da hemen bu sonraki giriş, 54 ve 56 numaralı kuleler ara-
kapının önündedir.83 sındaki Cibalikapı´dır (Resim 1 ve 22). Bizans
döneminde Haliç´in karşı kıyısında yer alan bir
Bugünkü Fener semti, Bizans döneminin Pet- semte istinaden İspigas Kapısı adıyla anılmıştır.
rion bölgesidir (Resim 1). 42 ve 39 numaralı ku- Cibalikapı´dan sonra büyük ölçüde tahrip olmuş
leler arasında bulunan Kastel (Hisar) Petrion´un surlar, yapılar arasından yer yer gözükür.90 Os-
içinde Rum Orthodoks Patrikhanesi bulunur. manlı döneminde açılmış Tüfekhanekapısı, evvel-
Bizans devrine ait kalenin 1453 yılındaki kuşatma ce 66 ve 67 numaralı kuleler arasında bulunan,
esnasında bir gece içinde yapıldığına dair söylenti Bizans´ın Platea veya Zeugma mıntıkasına açılan
gerçeğe dayanmaz. Bizans devrinde Kastel Pet-
84
Basiliki/Platea Kapısı (Ova) da (Unkapanıkapısı)
rion´un kuzeybatı ucunda adını civarda bulunan (Resim 1) ve 72 numaralı kuleden sonra gelen
fenerden alan Porta Phani (Fener), güneydoğu Osmanlı devrine ait Ayazmakapısı da yıkılmıştır.
köşesinde Petri Kapısı bulunmaktadır. Yazılı85
Buradan Eminönü istikametine doğru, 76 ve 77.
kaynakların bu civardaki bir manastırın Sidera kuleler arasında bulunan Odunkapı da bugün
Kapı (Demir) yakınında bulunduğunu bildir- mevcut değildir, Bizans devrindeki ismi de hala
mesi nedeniyle Petri Kapısının Bizans devrindeki tartışmalıdır. Genelde Drungarios Kapısı veya
(diğer) adının Sidera Porta olduğu düşünülür. 86
Vigla Kapı ismi önerilir. Bundan sonra gelen, 80

- 88-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

ve 81 numaralı kuleler arasında yer alan Bizans Yahuddiyan veya Cuhud İskelesi Kapısı olarak
kapısı, Osmanlı döneminde Yemiş İskelesi Kapısı anılan giriş için Bahçekapı ismi de kullanılmıştır.
veya Zindankapı adıyla anılmıştır (Resim 1). Ahi Orta Bizans devrinde Ceneviz imtiyaz bölgesi
Çelebi Camii ile komşudur ve camii´nin hemen olan bu civardan hemen hemen hiç bir sur parçası
yanında kapıya äit bazı parçalar hala görülmek- günümüze ulaşmamıştır. Ancak 12. yüzyıla ait
tedir. Kapıya yakın bir kule Osmanlı devrinde bir belgede civarda bulunan Porta veteris rectoris
hapishane olarak kullanılmıştır.91 Makros Em- adlı bir kapıdan söz edilir. Araştırmalarda değişik
bolos adı verilen portikuslu alış veriş caddesine yerlerde, bazen Topkapı Sarayı´nı koruyan Sûr-u
açılan kapının (bugünkü Uzun Çarşı civarı) Sultânî (sahil tarafı Bizans duvarıdır) (Resim 1)
eski adı problemlidir, önerilen isimler genelde mıntıkasında aranan kapı sadece bir kez, Mat-
Anastasis Kapısı, Vigla Kapı, Drungarios Kapısı, rakçı Nasuh´un 1537 yılına ait Beyân-î Menâzil
Porta Perama´dır. 15. yüzyıla ait bazı Osmanlı adlı eserinde gösterilmiştir.94 Bu tarihten kısa
kaynaklarında kapının yakınında bulunan bir bir süre sonra kapatılmış olması muhtemel kapı
mahalle Vasiliko (Basiliki) Kapısı Mahallesi olarak bugünkü Sirkeci civarında olmalıdır.
geçer.92 Bu civarlarda (veya biraz daha batıda) Sûr-u Sultânî´nin başladığı noktadan Saray-
bulunan ve kaynaklara göre Venedik imtiyaz burnu´na kadar fetihten sonra açılmış Yalıköş-
bölgesinin sınırını belirleyen kanalın tam yeri kükapısı dışında, bugün mevcut olmayan ve
de hala tartışma konusudur (Resim 23).93 87 ve diğer ismi Basiliki Kapı olan mermerden inşa
86 numaralı kuleler arasında Osmanlı devrinde edilmiş Evgenios Kapısı vardır.95 Kapının önün-
ismi Balıkpazarıkapısı olan giriş vardır. Özellik- de, saraydan deniz yoluyla gelerek Aya Sofya´-
le 16. yüzyılda İstanbul´da bulunan seyyahlar ya gitmek isteyen imparatorların kullandığı bir
kapının önünde ve arkasındaki balıkpazarların- iskele bulunmaktadır. Haliç´i koruyan ve diğer
dan etraflıca söz ederler. Bizans devrindeki ismi ucu Galata´ daki bir hisara (Bugün Yeraltı Ca-
bilinmemekle beraber, bu kapı için Hikanitissa mii) monte edilen zincir de bu kapıya komşu
veya Porta Perama adı önerilir. Yeni Cami´nin Evgenios Kulesine bağlanmaktadır.96 Bu bölge-
yapımından sonra Yeni Cami Kapısı adıyla da de yiyecek maddesi taşıyan gemiler tarafından
anıldığı da söylenir (Resim 1 ve 23). Orjinal kullanılan Prosphorianos Limanı vardır.97 Haliç
adının yine Hikanatissa Kapısı olduğu sanılan Surları´nın en son kapısı tam burundadır ve fe-
başka küçük kapı daha Yeni Cami civarındadır. tihten sonra Topkapı olarak isimlendirilmiştir.
Gürüldüğü gibi bu civardaki kapıların orjinal Bizans devrinde arkasında bulunan iki kiliseye
isimleri hala tartışmalıdır, bazen aynı kapı ismi istinaden Demetrios Kapısı veya Barbara Kapısı
değişik araştırmacılarca başka başka kapılar için olarak anılan ve eski görsel kaynaklarda iki poli-
önerilmiştir ve yukarıda sunulan tablo ele geçen gonal kapı kulesi ile resmedilen giriş de bugün
her yeni veriden sonra muhtemelen değişecektir. yoktur.98 Bu noktadan itibaren Mermerkule´ye
kadar güzergahı 8.5 kilometrenin üzerinde olan
Bundan sonra Bizans´in Neorion Limanı´na
Marmara sahil surları başlar (Resim 1).
açılan ve fetihten sonra Oryakapı adıyla anılan
Neorion Kapısı gelir. Arkasındaki yoğun Yahudi Haliç Surlarındaki problemler burada da
yerleşiminden ötürü Osmanlı metinlerinde Bâb-ı mevcuttur: Duvarların ve kapıların büyük bir

- 89-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

kısmı ile çevredeki birçok Değirmenkapı ve biraz


Bizans yapısı tarihi topog- daha güneydeki Demirkapı
rafyadan silinmiştir. Kule Osmanlı devrine aittir.
sayısı tam olarak bilin-
Sarayburnu çevresinden
mez. Feridun Dirimtekin Küçük Ayasofya Camii
planında Mermerkule´ye (Sergios ve Bakhos Kilise-
kadar 103 kule işaretlemiş- si) civarına kadar nispeten
tir. Surların Sarayburnu
99
daha iyi durumda olan
civarındaki bölümü ve kısımlarda (Resim 15),
hemen arkasındaki yapılar örülü küçük Bizans kapı-
1871 yılındaki demiryolu larının (Poterne) çoğu hala
inşaatı esnasında Alman mevcuttur. Sahil surlarının
mühendislerce yıktırıl- üzerindeki en önemli kapı-
mıştır. Bizans ve Osmanlı lardan biri 5 ve 6 numaralı
kuleler arasındaki Mangana
döneminde yoğun tadilat Resim 26: Memerkule, detay (Asutay-Effenberger).
Kapısıdır (önünde bugün
geçirmiş duvarlarda, tamir
Turgut Reis Heykeli vardır). Mangana bölgesi
kitabelerinin çoğu İmparator Theofilos ve oğlu
ve kapısı ismini buradaki askeri teçhizat ve silah
III. Mikhail´in (hük. 842-867) adını verir. Kay-
deposundan alır. Kapı´nın önünde Bizans dev-
naklara göre, şehrin 1261 yılında Latinlerden rinde küçük bir de tersane bulunmaktadır. Bu
alınmasından sonra sahil surları yeniden gözden civarda ayrıca I. Manuil Komninos tarafından
geçirilmiş, özellikle mazgallar takviye edilmiştir. inşa edilmiş bir kule mevcuttur. Kaynaklarda
Bugün nispeten iyi durumda olan bölgelerde, bu kule ile bugünkü Kızkulesi arasına Mangana
özellikle Theofilos ve Mikhail adını taşıyan ki- bölgesini deniz tarafından koruyan bir zincirin
tabelerin olduğu Sarayburnu civarında, perde çekildiğinden bahsedilir.100
duvarlar 12-15 metre, dört köşe kuleler 20 metre
Duvarlar yer yer yoğun yeni devir tamirleri ile
yüksekliğindedir. Yedikule´ye doğru poligonal Ahırkapı´ya doğru devam ederler. 20 numaralı
kuleler de görülür (Resim 25). Surların birçok Bizans kulesinin üzerinde günümüzde Ahırkapı-
yerinde, alt kısımların dalgalara mukavemet feneri bulunur. Bu mıntıkada surlar 22 numaralı
edebilmesi için büyük sütün başları ve sütun kuleye kadar bir girinti yaparlar, kulenin hemen
kaideleri ters çevrilerek duvara monte edilmiştir. yanında kapı Balıkhanekapısıdır. Hodegetria Ma-
nastırı’na açılan bir kapının 22 numaralı kulenin,
Bizans yazılı kaynakları surların üzerindeki
Aziz Lazaros Kilisesi´ne açılan başka bir girişin de
birçok kapıdan bahsederler, bunların çoğu ya
24 numaralı kulenin kuzeyinde olduğu düşünülür.
önemli bir kiliseye ya da sarayın bazı birimlerine 24 ve 25 numaralı kuleler arasındaki Ahırkapı´nın
açılmaktadır. Birçok kapı örülmüş, Osmanlı Bizans devrindeki adı bilinmemekle beraber İmpa-
devrinde de, özellikle Sarayburnu civarında, rator III. Mikhail´in kurdurduğu ve imparatorluk
Topkapı Sarayı´na açılan yeni kapılar eklenmiş- ahırlarına açılan kapı olduğu kesindir.101 Buraya
tir. 4 ve 5 numaralı kuleler arasındaki Odun- Osmanlı döneminde de saray ahırları inşa ettiril-
kapı, 7 numaralı kulenin hemen güneyindeki miş ve Türkçe adını da buna istinaden almıştır.

- 90-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

32 numaralı eski fener kulesinden sonra leli Camii´nin molozu ile doldurulmuş ve Yeni
Bukoleon Sarayı, imparatorluk iskelesi ve buna Mahalle meydana getirilmiştir. 71 ve 74 numaralı
bağlı kapı ve gelir, ki impatorların deniz yolu- kulelerin hizasında Bizans devrinde bir mendirek
nu kullandıklarında Bukoleon Sarayı´na giriş uzanmaktadır. 62 numaralı kule ise denizin içine
çıkışları için inşa ettirilmişlerdir. Hemen yanında bir kaya üzerine inşa edilmiştir.104 İstanbul´un
sarayın küçük kapısı yer alır. Kapıdaki devşirme fethinden biraz önce şehri ziyaret eden seyyahlar
malzemeler, özelikle üzerinde İmparator İusti- limanda artık sadece bir kaç gemiyi barındaracak
nianus´un monogramı bulunan bazı işli mimari yer olduğunu yazarlar. Liman Lykos Deresi´nin
elemanlar son yıllarda tahrip olmuştur. Devşirme taşıdığı alüvyondan zaman içinde etkilenmiştir.105
olarak kullanılmış ve Konstantinos adını veren
Marmaray çalışması sırasında açılan limandan
kitabeli lento da bugün yoktur. Buradan 33. nu-
elde edilen küçük buluntular ve gemiler İstanbul
maralı burca kadar Bukoleon Sarayı’nın cephesi
Arkeoloji Müzeleri´ndedir.
devam eder. 33 ve 34 numaralı kuleler arasındaki
Çatladıkapı´nın bir Bizans kapısı yerine açılıp Limanın bitiminde, hemen batıda Osman-
açılmadığı ve bunun fetihten öncesine ait Sidera lı döneminde de açık olan Davut Paşa Kapısı,
(Demir) veya Leone-Kapısı (Aslan) olduğu ko- bugünkü Sulu Manastır yerinde bulunan Perib-
nusu tartışmalıdır.102 Küçük Ayasofya Camii leptos Kilisesi´ne açılan Samatyakapısı ve Studios
önündeki hizaya düşen ve bugün büyük ölçüde Kilisesi´ne açılan Narlıkapı´nın Bizans devrindeki
toprağa gömülü olan küçük bir Poterne´nin sö- isimleri bilinmez. Narlıkapı deniz yoluyla gelen
veleri devşirme malzemedir, üzerindeki kitabede imparatorların Studios Kilisesi´ne gittikleri iske-
Eski Ahit´ten alıntılar bulunur. Bizans devrinin lenin hemen arkasındadır. Bu civarda I. Manuel
en önemli limanlarından biri olan Kontoskolion Komninos 1162 yılında vuku bulan depremden
Limanı´na ait duvarlar 44-49 numaralı kuleler
hemen sonra büyük bir tadilat yaptırmıştır (Re-
arasındadır.103 Daha eski dönemlerde İulianus
sim 25). 93 numaralı poligonal kulenin üzerinde
veya Sophia adıyla anılan, ticari ve zaman zaman
bu imparatorun adını veren bir kitabe vardır.
askeri amaçla kullanılan liman, İmparator VIII.
Etyemez civarındaki köşenin fonksiyonu da
Mikhail Paleologos´un 1261 (hük. 1258-1282)
tam olarak bilinmemektedir. Deniz surlarının
yılında şehri yeniden ele geçirmesiyle genişletilmiş
son kulesi alt kısımları devşirme malzeme ile
ve buraya Bizans savaş gemileri konuşlandırılmış-
yapılmış Mermerkule´dir. Kule ve buna bağlı
tır. Osmanlı devrinde de kullanılmış olan liman
fetihten sonra Kadırga Limanı adıyla anılmıştır. duvarlar son Bizans devri duvar dokusu gösterir.
Bu mıntıkada surlar sadece fragman olarak kal- Bir müddet Paleologos´lar devrine ait bir saray
mıştır. 59 ve 60 numaralı kuleler arasında daha olduğu düşünülen kalıntı, İmparator V. İoannis
küçük bir liman veya bir tersane olan Heptaska- Paleologos´un değişik yapılardan getirttiği dev-
lion Limanı, 69 ve 79 numaralı kuleler arasında şirme malzeme ile inşa ettirttiği Poliknion adlı
da Theodosius Limanı yer alır. Bizans devrinde kalenin parçasıdır.106 Önünde bir liman bulunan
portus Thedosiacus adıyla anılan liman İmparator kalenin bir kısmı Yıldırım Bayezıt´ın emri ile
I. Theodosius zamanında yaptırılmıştır (Resim yıktırılmıştır. Mermerkule´den sonra surlar ana
1). Limanın bir bölümü Osmanlı devrinde La- cadde ile kesilir ve Kara-Surları başlar (Resim 26).

- 91-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

DİPNOTLAR

* Ruhr Universität Bochum, Sanat Tarihi Bölümü/Johannes Gutenberg Universität Mainz, Hristiyan Arkeolojisi ve Bizans
Sanatı Bölümü.
1 Bkz. W. Müller-Wiener, “Zur Frage der Stadtbefestigung von Byzantion”, Bonner Jahrbücher, 161 (1961), 165-175. A.
Berger, Untersuchungen zu den Patria Konstantinipoleos (Bonn, 1988), 203-206. C. Mango, Le Développement Urbain
de Constantinople (IVe – VIIe siècles), Réimpression conforme à l´édition de 1990 augmentée d´un nouvel addenda de
l´auteur (Paris, 2004), 13-21. P. Schreiner, Konstantinopel. Geschichte und Archäologie (Münih, 2007), 19.
2 R. Demangel ve E. Mamboury, Le quartier des Manganes et la première région de Constantinople, (Recherches françaises
en Turquie, 2), (Paris, 1939), 49-56, Res. IX.Marmaray kazılarında ortaya çıkan duvar parçalarının bilimsel olarak
değerlendirilmesi bazı problemlere ışık tutabilir.
3 Constantinus Surları ile ilgili en son çalışmalar için bkz. N. Asutay-Effenberger ve A. Effenberger, “Eski İmaret Camii,
Bonoszisterne und Konstantinsmauer,” Jahrbuch der Österreichischen Byzantinistik 58 (2008), 13-44. N. Asutay-Effen-
berger ve A. Effenberger, “Zum Verlauf der Konstantinsmauer zwischen Marmarameer und Bonoszisterne und zu den
Toren und Straßen,” Jahrbuch der Österreichischen Byzantinistik 59 (2009), 1–29. Marmaray kazılarından sonra zaman
zaman iddia edilen, Constantinus Kara Surları´nın Theodosius Limanı´na komşu olduğu yani güzergahın Aksaray´dan
geçiyor olduğu düşüncesinin, ne yazılı kaynaklarla ne de bugün hala ayakta olan veya en azından yerini bildiğimiz eser-
lerle bağdaşmayacağından, bilimsel çalışmalarda ciddiye alınmaması gerekir.
4 Bkz. A. Effenberger, “Die Illustrationen – Topographische Untersuchungen Konstantinopel/ İstanbul und ägaische Ört-
lichkeiten,” Christophoro Buondelmonti. Liber Insularum Archipelagi. Universität- und Landesbibliothek Düsseldorf Ms.
G 13. Faksimile. Ed. I. Siebert und Max Plassmann. Mit Beiträgen von A. Effenberger, M. Plassmann und F. Rijkers
(Wiesbaden, 2005), 13-89, özellikle 35-36. Bu çalışmada ayrıca Osmanlı döneminde İstanbul´da bulunan Avrupalı
seyyahların kullandıkları Latince yer isimleri liste olarak verilmiştir.
5 C. Mango, “The Shoreline of Constantinople in the Fourth Century,” Byzantine Constantinople: Monuments and Every-
day Life, ed. N. Necipoğlu, (Leiden, Boston, Köln, 2001), 17-28.
6 Mango, Shoreline, 24. Bu bölgedeki 3. yüzyıla ait bir duvar ile ilgili bkz. A. Effenberger, “Zur Wiederverwendung der
venezianischen Tetrarchengruppen in Konstantinopel,” Millennium 10 (2013), 215-274.
7 Osmanlı döneminde artık savunma fonksiyonunu olmayan surlar, daha doğrusu bazı kapılar bu devirde gümrük işlem-
leri için önemlidir.
8 Kara Surları ile ilgili en son çalışma için bkz. N. Asutay-Effenberger, Die Landmauer von Konstantinopel-İstanbul (Berlin,
New York, 2007). Ayrıca N.Asutay-Effenberger, Reclams Städteführer. Architektur und Kunst. Istanbul (Stuttgart, 2014).
9 Bu konudaki tartışma ve surlarda Mesoteichion adı verilen bölgenin sınırları için bkz. Asutay-Effenberger, Landmauer,
106-110.
10 Theodosiani libri XVI cum constitutibus Sirmondiori leges novella ad Theodosianum pertinentes. ed. Th. Mommsen ve P. M.
Meyer, 2 Cilt (Berlin, 1905), XV, 1, 51 (4. Nisan 413).
11 H. Kalkan ve S. Şahin, “Ein neues Bauepigramm der Theodosianischen Landmauer von Konstantinupolis aus dem Jahr
447,” Epigraphica Anatolica 22 (1993), 137-147.
12 Marmara Denizi Surları için bkz. F. Dirimtekin, Fetihten önce Marmara Surları (İstanbul, 1953). Haliç Surları için bkz.
F. Dirimtekin, Fetihten Önce Haliç Surları (İstanbul, 1956). Ayrıca A. Van Millingen, Byzantine Constantinople: The Walls
of the City and Adjoining Historical Sites (London, 1899) ve R. Janin, Constantinople Byzantine. Développement urbain et
répertoire topographique. İkinci baskı (Paris, 1962).
13 R. Schoene, Philonis Mechanicae Syntaxis. Libri Quartus et Quintus, (Berlin, 1893), 5, 20- 1, 80. H. Diels ve A. E. Sch-
ramm, Herons Belopoiika (Schrift vom Geschützbau), Philos Belopoiika (Mechanic Buch IV und V (Grekçe ve Almanca)
(Leipzig, 1970), 17-84.
14 Detaylar için bkz. Asutay-Effenberger, Landmauer, 35-38.

- 92-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

15 B. Meyer-Plath ve A. M. Schneider, Die Landmauer von Konstantinopel. Bearbeitet im Auftrag der Deutschen Forschungsge-
meinschaft, zweiter Teil (Berlin, 1943), 17. Çizimler için bkz F. Krischen, Die Landmauer von Konstantinoplel. Bearbeitet
im Aufrage der deutschen Forschungsgemeinschaft, erster Teil (Berlin 1938).
16 Ön surların yapım tarihi, kaynaklar, arkeolojik veriler ve diğer bilimsel araştırmalar için bkz. Asutay-Effenberger, Land-
mauer, 35-53.
17 Meyer-Plath ve Schneider, Landmauer, S. 36. Krş. W. Müller-Wiener, Bildlexikon zur Topographie Istanbuls. Byzantion
– Konstantinupolis – Istanbul bis zum Beginn des 17. Jahrhunderts (Tübingen, 1977), 286 (burada tarih soru işareti ile
verilmiştir).
18 Meyer-Plath ve Schneider, Landmauer, 36-37.
19 Duvar tekniği için bkz. Asutay-Effenberger, Landmauer, 173-181.
20 Kitabeler için bkz. Meyer-Plath ve Schneider, Landmauer, 123-139. Ayrıca C. Mango, “The Byzantine Inscriptions of
Constantinople: A Bibliographical Survey,”,American Journal of Archaeology 55/1 (1951), 51-66.
21 Asutay-Effenberger, Landmauer, 173-181.
22 G. Gerola, “Le Vedute di Costantinopoli di Christoforo Buondelmonti,” Studi Bizantini e Neohellenici 3 (1931), 249-
279, özellikle 271. Birçok seyyahın bu konuda “bin” gibi fantastik bir sayı verdiğine de şahit oluruz.
23 İki ayrı kuleyi kitaplarında 80 olarak numaralandırmışlar, “Sigma´nın” arka duvarına da 41 numaralı bir kule ilave etmiş-
lerdir. Bkz. Meyer-Plath ve Schneider, Landmauer, katlanan plan.
24 Asutay-Effenberger, Landmauer, 160. Devşirme bir friz parçalara ayrılarak ve bazı parçaları başaşağı takılarak monte
edilmiştir, bkz. a.g. e., 191 (No. GFA-5); 193 (Nr. GFA-6).
25 Meyer-Plath ve Schneider, Landmauer, 130, Nr. 26.
26 Detaylı tartışma için bkz. Asutay-Effenberger, Landmauer, 27-35.
27 Şehir tarafı: “Haec Loca Theodosius decorat post fata Tyranni”. Tarla tarafı: “Aurea saecla gerit qui portam construit
auro”.
28 Tartışmalar ve kaynaklar için bkz. Asutay-Effenberger, Landmauer, 54-61.
29 Bkz. Asutay-Effenberger, Landmauer, 54-61.
30 Ph. Schweinfurth, “Le mur terrestre de l’ancienne Constantinople et sa Porte doreé,” Belleten 16 (1952), 268-271. O.
Seeck, Notitia dignitatum accedunt notitia urbis Constantinopolitanae et laterculi provinciarum (Berlin, 1876), 239/8 ve
243/56.
31 T. Macridy ve S. Casson, “Excavations at the Golden Gate, Constantinople,” Archaeologia 81 (1931), 63-84.
32 Daha detaylı tartışma ve argümanlar için bkz. Asutay-Effenberger, Landmauer, 54-61.
33 Kaynaklar ve sondajla ilgili bilgiler için bkz. Asutay-Effenberger, Landmauer, 63-65.
34 Krş., Asutay-Effenberger, Landmauer, 61-71.
35 C. Mango, “The Triumphal Way of Constantinople and the Golden Gate,” Dumbarton Oaks Papers 54 (2000), 173-186.
36 Detaylı tartışma için bkz. Asutay-Effenberger, Landmauer, 61-71.
37 Leonis Diaconi Historiae, ed. C. B. Hase, (Bonn, 1828) , III, 8, 48/15-18. İngilizce çeviri için bkz. The History of Leo the
Deacon, Byzantine Military Expansion in the Tenth Century, Introduction, translation, and annotations by A.M. Talbot
and D. F. Sullivan (Washington D.C., 2005), 98-99.
38 Tartışma için bkz. Asutay-Effenberger, Landmauer, 78-81.
39 Alıntı ve tartışma için bkz. Asutay-Effenberger, Landmauer, 70. Levha bir kaç yıldan beri artık yerinde yoktur.
40 Van Millingen, Walls, 72´nin karşısı.
41 F. Babinger, “Francesco Scarella e i suoi disegni Costantinopoli,” Rivista d´arte. Studi documentari per la storia delle arti in
Toscana 35 (1960), 159, Abb. 7.
42 Meyer-Plath/Schneider, Landmauer, 63.
43 Özel isim olmayanların Türkçe tercümeleri ileride de parantez içinde verilecektir.

- 93-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

44 Kaynaklar için bkz. Asutay-Effenberger, Landmauer, 86, dipnot. 349. Mikhail Dukas´ın kroniğindeki bir bilgiden yola
çıkan bazı araştırmacılar surlarda bir de Kerkoporta (Sirk Kapısı) olduğunu düşünürler. Başka hiç bir kaynakta Kerko-
porta adına rastlanmaz, son araştırmalarda da dikkat çekildiği gibi Kerkoporta, Ksylokerkos´un değiştirilmiş şeklidir, bkz.
W. Brandes, “Die Belagerung Konstantinopels 717/718 als apokaliptisches Eriegnis,” Byzantina Mediterranea. Festschrift
für Johannes Koder zum 65. Geburtstag, ed. K. Belke, E. Kislinger, v.s., (Wien, Köln, Weimar, 2007), 65-91. W. Brandes,
“Konstantinopels Fall im Jahre 1204 und „apokalyptische Prophetien,” Syriac Polemics. Studies in Honor of Geritt Jan Re-
inink, ed. W. Van Bekkum, J. W. Drijwers, A.C. Klugkist (Orientalia Lovanensia Analecta, 170), (Leuven, Paris, 2007),
239-259. İstanbul´un fethi ile ilgili yeni Türkçe bir yayın için bkz. F. M. Emecen, Fetih ve Kıyamet 1453 (İstanbul, 2012).
45 Tartışma için bkz. N. Asutay-Effenberger, “Kitâb-ı Bahriye Berlin ve Londra Yazmalarındaki İstanbul Haritalarının Kay-
nağı ve Bazı Bizans Anıtları Üzerine,” İmparatorluklar Başkentinden Kültür Başkentine İstanbul, ed. F. M. Emecen (İstan-
bul, 2010), 213–226.
46 Meyer-Plath ve Schneider, Landmauer, 63.
47 Kitabe için bkz. Meyer-Plath ve Schneider, Landmauer, 128, Nr. 20.
48 Tartışma için bkz. Asutay-Effenberger, Landmauer, 81-83.
49 Kaynak için bkz. Meyer-Plath ve Schneider, Landmauer, 65.
50 Meyer-Plath ve Schneider bu kapıyı görmüş ancak, 30 ve 31 numaralı kuleler arasına yerleştirmişlerdir, bkz. Meyer-Plath
ve Schneider, Landmauer, 63-64.
51 Meyer-Plath ve Schneider, Landmauer, 66-67.
52 Asutay-Effenberger, Landmauer, 87-94.
53 N. Asutay-Effenberger, “Die Entdeckung des Romanos-Tores an den Landmauern von Konstantinopel,” Byzantinische
Zeitschrift 96 (2003) 1–4. N. Asutay-Effenberger, “Romanos-Kapısı ve Mesoteikhon: Sultan II. Mehmet, İmparator XI.
Konstantin Palaiologos ve Urban´ın Dev Topunun Kuşatma Esnasındaki Mevziileri,” Türk Eskiçağ Bilimleri Enstitüsü
Haberler (Mayıs, 2004), Sayı 18, 18–20. M. Philippides ve W. Hanak, The Siege and Fall of Constantinople in 1453.
Historiography, Topography, and Military Studies, Farnram 2011, adlı eserlerinde (özellikle S. 335 de), kitabenin kapı üze-
rinde olmadığı, kapının iki yanında iki kule bulunmadığı, kapının arkasında bir yol olmadığı, “porta” kelimesinin ancak
1204´ten sonra kullanıldığı, kitabeyi Millet Caddesi´nin açılması esnasında işçilerin buraya taşıyarak monte ettiği gibi
bazı fantastik görüşler öne sürmüşlerdir. Arkeolog veya sanat tarihçisi olmayan bu iki yazarın arkeolojik verileri değerlen-
dirememeleri anlaşılabilir ancak, yazılı kaynakları yorumlayış şekilleri de tartışmaya açıktır, “vakit darlığından ötürü“
tam olarak okuyamadıklarını ittiraf ettikleri kitabıma yönelttikleri eleştirileri de ilginçtir. Philippides ve Hanak´ ın kitabı-
nın kritiği çin bkz. Michael Angold, Rewiev of the Siege and Fall of Constantinople in 1453 (review no 101)http://www.
history.ac.uk/reviews/review/1101). Romanos Kilisesi ile ilgili bir çalışma Arne Effenberger tarafindan hazırlanmaktadır.
54 Top ve yazılı kaynaklar yardımıyla yapılmış bir rekonstruksiyonu için bkz. N. Asutay-Effenberger, “Mehmets Kanonen-
meister Urban und die größte Kanone des 15. Jahrhunderts”, Sultan Mehmet II. Eroberer Konstantinopels – Patron der
Künste. Ed. N. Asutay-Effenberger ve U. Rehm, (Köln, Weimar, Wien, 2009), 211–225.
55 Tartışma için bkz. Asutay-Effenberger, Landmauer, 83-84 ve S. 94-96.
56 Tartışma için bkz. Asutay-Effenberger, Landmauer, 93-96.
57 Meyer-Plath ve Schneider, Landmauer, 70. Asutay-Effenberger, Landmauer, 84-85.
58 Meyer-Plath ve Schneider, Landmauer, 70-71. Asutay-Effenberger, Landmauer, 84-85.
59 Meyer-Plath ve Schneider, Landmauer, 70.
60 Kaide için bkz. F.A.Bauer, Stadt, Platz und Denkmal in der Spätantike. Untersuchungen zur Ausgestaltung des öffentlichen
Raumes in den spätantiken Städten Rom, Konstantinopel und Ephesos (Mainz, 1996), 214
61 Bu ve diğer caddelerle ilgili daha detaylı tartışma ve litertür için bkz. Asutay, Landmauer, 207-223.
62 Edirnekapı´nın hemen arkasındaki Aziz Georgios´a ithaf edilmiş kilisenin Bizans kaynaklarında geçen Georgios Kilisesi
olamayacağı ile ilgili tartışma ve argümanlar için bkz. Asutay-Effenberger, Landmauer, 97-99.
63 Buradaki en erken Osmanlı kitabesi II. Bayezıt (hük. 1481-1512) devrine aittir, muhtemelen “Kıyâmet-i Suğra” (Küçük

- 94-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Kıyamet) adı verilen büyük depremden sonraki tamirlere aittir. Kitabe için bkz. Meyer-Plath ve Schneider, Landmauer,
159, Nr. 52 ve M. İ. Tunay,“İstanbul´un Bizans Devri Kara Surlarında Osmanlı Onarımları,” Akten des VI. Internati-
onalen Kongress für Türkische Kunst. München vom 3. Bis 7. September 1979, ed. K. Kreiser, H.-G. Majer, M. Restle, J.
Zick-Nissen. Bd. 1: Text (Münih, 1987), 338-339.
64 Edirnekapı´ya çok yakın mesafedeki bir İoannis Manastırı için bkz. N. Asutay-Effenberger, “Das Kloster des Ioannes
Prodromos τῆς Πέτρας in Konstantinopel und sein Bezug zur Odalar und Kasım Ağa Camii,” Millennium 6 (2008),
299–327. Kapının hemen arkasındaki bir İoannis Kilisesi için bkz. Dositheos, Historia peri tōn en Yerusolumois patriarc-
keusantōn (Bükreş, 1715), 1174/43-45.
65 Kısa bir süre önce Cyril Mango Charisios Kapısı´nın Chora-Kilisesi ile ilşkisi olduğunu gösteren bir kaynağa dikkatimi
çekmiştir. Bu kaynakta adı geçen kilise şehrin dışında ve bir kapının karşısına gelen tepe üzerindedir. Sulukulekapı ile
Edirnekapı arasındaki bu tepe ve bu kaynağın varlığı konuya olumlu veya olumsuz bir katkıda bulunmamaktadır. Tartış-
ma için bkz. N. Asutay-Effenberger, “Nochmals zum Charisiostor an der Theodosianischen Landmauer,” Jahrbuch der
Österreichischen Byzantinistik 59 (2009), 29–31.
66 Mumhane duvarları ile ilgili tartışma için bkz. Asutay-Effenberger, Landmauer, 13-27.
67 Meyer-Plath ve Schneider, Landmauer, 109-114. Asutay-Effenberger, Landmauer, 118-134.
68 Nicetae Choniatae Historia, rec. Ioannes A. van Dieten (CFHB, Ser. Berolin., 11) (Berlin, New York, 1972), 348/35-38.
69 Tartışma için bkz. Asutay-Effenberger, Landmauer, 126-127.
70 Kapı ile ilgili tartışma, kaynaklar ve literatür için bkz. Asutay-Effenberger, Landmauer, 142-145.
71 Eski literatür, kaynaklar ve tartışma için bkz. Asutay-Effenberger, Landmauer, 143-145.
72 Bu çerçeveli duvar şehre doğru döner, üzerındeki evlerin altlarında hala Bizans alt yapıları mevcuttur, daha detaylı tartış-
ma ve arkeolojik veriler için bkz. N. Asutay-Effenberger, “The Blachernai Palace and ist Defence,” Cities and Citadels in
Turkey from the Iron Age to the Seljuks, ed. Scott Redford, Nina Ergin (Leuven-Paris-Walpole, MA 2013), 253‒276.
73 Meyer-Plath ve Schneider, Landmauer, 103.
74 Bu kule için bkz. N. Asutay-Effenberger, “Spuren seldschukischen Lebensstils in der imperialen Architektur Konstanti-
nopels im 12. Jahrhundert,” Grenzgänge im östlichen Mittelmeerraum,” ed. U. Koenen, M. Müller-Wiener (Wiesbaden,
2008), 169–188.
75 Argümanlar için bkz. Asutay-Effenberger, Blacherna-Palast and its Defence.
76 C. Mango, “Le Mystère de la XIVe Région de Constantinople,” Mélanges Gilbert Dagron (Travaux et Mémoires, 14) (Paris,
2002), 449-455. C. Mango, “The Fourteenth Region of Costantinople,” Studien zur spätantiken und byzantinischen
Kunst Friedrich Wilhelm Deichmann gewidmet, ed. O. Feld, U. Peschlow (Bonn, 1986), 1-5.
77 Tartışma için bkz. Asutay-Effenberger, Landmauer, 22-27.
78 Dirimtekin, Haliç Surları, 9.
79 Tartışma için bkz. Asutay-Effenberger, Landmauer, 13-27.
80 Kitabeler için bkz. Dirimtekin, Haliç Surları, 68-76.
81 Limanlar ve tersaneler için bkz. W. Müller-Wiener, Die Häfen von Byzantion – Konstantinoupolis – Istanbul (Tübingen,
1994).
82 Tartışma, kaynaklar ve literatür için bkz. Effenberger, Buondelmonti, 39-40.
83 Bizans ve Osmanlı kaynaklarının arkeolojik verilerle birlikte değerlendirildiği en son çalışma için bkz. N. Asutay-Effen-
berger, “Zum Stadtteil Kynegion und seinem Hafen in spätbyzantinischer und osmanischer Zeit,” Die Byzantinischen
Häfen von Konstantinopel, Mainz (baskıda).
84 Tartışma ve kaynaklar için bkz. Effenberger, Buondelmonti, 39.
85 Bölgedeki örülü bazı girişler başka bir makale çerçevesinde incelenecektir.
86 A.M. Schneider, “Mauern und Tore am Goldenen Horn zu Konstantinopel,” Nachrichten der Akademie der Wissenschaf-
ten in Göttingen, (Phil.-Hist.Klasse, 1950), 73.
87 Seyyahların listesi için bkz. Effenberger, Buondelmonti, Tabelle III.

- 95-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

88 N. Asutay, “Überlegungen zum Christos-Evergetis-Kloster und zur Theodosia-Kirche am Goldenen Horn,” Istanbuler
Mitteilungen 51 (2001), 435–443
89 Schneider, Mauer und Tore, 74.
90 Sağlam olarak kalan bölümlerde ayrıca örülü bazı poterneler göze çarpar.
91 S. Eyice, “Zindan Kapısı”, Istanbul, 3 (Ekim 1992) , 129-138.
92 E.H. Ayverdi, Fatih Devri Sonlarında İstanbul Mahalleleri, Şehrin İskânı ve Nüfusu (Ankara, 1958), 51, Nr. 176.
93 Bu mıntıka ile ilgili bir çalışma, kaynaklar ve literatür için bkz. A. Berger,” Zur Topographie der Ufergegend am Golde-
nen Horn,” Istanbuler Mitteilungen 45 (1995), 149-165. Nispeten yeni bir çalışma için bkz. A. Ağır, İstanbul´un Eski
Venedik Yerleşimi ve Dönüşümü (İstanbul, 1999).
94 Tartışma için bkz. N. Asutay-Effenberger, “Die Porta Veteris Rectoris und weitere Tore der Mauer am Goldenen Horn –
Zu einer osmanischen Stadtansicht von İstanbul aus dem 16. Jahrhundert,” Fund – Stücke-Spuren-Suche (Festschrift für
Georges Descouedres), ed. A. Boschetti-Maradi, B. Dieterich v.s. (Berlin, 2011), 129-141.
95 Schneider, Mauern und Tore, 91-93.
96 Sepetçiler köşkü içindeki bir kule kalıntısının bu yöndeki bir yorumu için bkz. Berger, Ufergegend, 164-164.
97 Müller-Wiener, Häfen, 6.
98 En son tartışma, literatür ve kaynaklar için bkz. Effenberger, Buondelmonti, 24-25.
99 Dirimtekin, Marmara Surları, plan. Bkz. Dipnot. 11.
100 Kaynak ve literatür için bkz. Effenberger, Buondelmonti, 26. Ayrıca bkz. Dipnot. 2.
101 Kaynak ve litertür için bkz. Effenberger, Buondelmonti, 28.
102 Tartışma için bkz. Effenberger, Buondelmonti, 28.
103 Müller-Wiener, Häfen, 8-9. Effenberger, Buondelmonti, 29-30.
104 Bkz. Effenberger, Buondelmonti, 31-33. Krş. A. Berger, “Der Langa Bostanı in Istanbul,” Istanbuler Mitteilungen 43
(1993), 467-477. Ayrıca bkz. A. Effenberger, “Konstantinopel/Istanbul – die früheren bildlichen Zeugnisse,” Die By-
zantinischen Häfen von Konstantinopel, Mainz (baskıda).
105 Kazıyla ilgili bir çok detay için bkz. “Gün Işığında. İstanbul´un 8000 yılı. Marmaray ve Sultanahmet kazıları”, (İstanbul,
2007). Limanla ilgili etraflı bir makele için bkz. A. Külzer, “Der Theodosius-Hafen in Yenikapı“ , Die Byzantinischen
Häfen von Konstantinopel, Mainz (baskıda).
106 Urs Peschlow iki ayrı makalesinde, İoannis Khortasmenos´un bir şiirinden yola çıkarak Mermer-Kule´nin Theodoros
Paleologos Kantakuzenos´a ait bir saray olduğunu söyler. Bkz. U. Peschlow, “Ein spätbyzantinischer Palast in Konstanti-
nopel,” Studien zur byzantinischen Kunstgeschichte. Festschrift für Horst Hallensleben zum 65. Geburtstag, ed. B. Borkopp,
B. Schellewald, L. Theis (Amsterdam, 1995), 93-97 ve U. Peschlow, “Die befestigte Rezidenz von Mermerkule,” Jahr-
buch für Österreichische Byzantinistik 51 (2001), 385-401. Khortesmonos´un şiirinde adı geçen sarayın bir tepe üzerinde
olduğu açıkça belirtilmiştir ve burası olması mümkün değildir. Bu konudaki tartışma için bkz. N. Asutay, “Wer Erbaute
Mermer-Kule,” Byzantion 72 (2002), 270–274 ve Asutay-Effenberger, Landmauer, 110-117.

- 96-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

KAYNAKÇA

Ağır, A: İstanbul´un Eski Venedik Yerleşimi ve Dönüşümü, (İstanbul, 2009).


Asutay, N: “Überlegungen zum Christos-Evergetis-Kloster und zur Theodosia-Kirche am Gol-
denen Horn”, Istanbuler Mitteilungen 51 (2001), 435–443
Asutay, N: “Wer Erbaute Mermer-Kule”, Byzantion 72 (2002), 270–274.
Asutay, N: “Die Entdeckung des Romanos-Tores an den Landmauern von Konstantinopel”,
Byzantinische Zeitschrift 96 (2003), 1–4
Asutay-Effenberger, N: “Romanos-Kapısı ve Mesoteikhon: Sultan II. Mehmet, İmparator XI.
Konstantin Palaiologos ve Urban´ın Dev Topunun Kuşatma Esnasındaki Mevziileri”, Türk Eskiçağ
Bilimleri Enstitüsü Haberler, (Mayıs 2004), Sayı 18, 18–20.
Asutay-Effenberger, N: Die Landmauer von Konstantinopel-İstanbul. Historisch-topographische
und baugeschichtliche Untersuchungen, (Berlin, New York, 2007).
Asutay-Effenberger, N: “Das Kloster des Ioannes Prodromos τῆς Πέτρας in Konstantinopel
und sein Bezug zur Odalar und Kasım Ağa Camii”, Millennium 6 (2008), 299–327
Asutay-Effenberger, N: “Nochmals zum Charisiostor an der Theodosianischen Landmauer”,
Jahrbuch der Österreichischen Byzantinistik 59 (2009), 29–31.
Asutay-Effenberger, N: “Mehmets Kanonenmeister Urban und die größte Kanone des 15.
Jahrhunderts”, Sultan Mehmet II. Eroberer Konstantinopels – Patron der Künste. Yay. haz. N. Asu-
tay-Effenberger, U. Rehm, (Köln,Weimar,Wien 2009), 211–225.
Asutay-Effenberger, N: “Kitâb-ı Bahriye Berlin ve Londra Yazmalarındaki İstanbul Haritala-
rının Kaynağı ve Bazı Bizans Anıtları Üzerine”, İmparatorluklar Başkentinden Kültür Başkentine
İstanbul. Yay. haz. F. M. Emecen, (İstanbul, 2010), 213–226.
Asutay-Effenberger, N: “Die Porta Veteris Rectoris und weitere Tore der Mauer am Goldenen
Horn – Zu einer osmanischen Stadtansicht von İstanbul aus dem 16. Jahrhundert”, Fund-Stücke
– Spuren-Suche (Festschrift für Georges Descouedres). Yay. haz. Adriano Boschetti-Maradi/Barbara
Dieterich…., (Berlin, 2011), 129-141.
Asutay-Effenberger, N: “Blacherna-Palast and its Defence”, Cities and Citadels, Koç University
in Istanbul. Research Center for Anatolian Civilizations, 5. – 6. Dezember 2009, (London, 2012),
baskıda.
Asutay-Effenberger N. ve Effenberger, A: “Eski İmaret Camii, Bonoszisterne und Konstan-
tinsmauer”, Jahrbuch der Österreichischen Byzantinistik 58 (2008), 13–44
Asutay-Effenberger N. ve Effenberger A: “Zum Verlauf der Konstantinsmauer zwischen
Marmarameer und Bonoszisterne und zu den Toren und Straßen”, Jahrbuch der Österreichischen
Byzantinistik 59 (2009), 1–29.

- 97-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Ayverdi, E.H: Fatih Devri Sonlarında İstanbul Mahalleleri, Şehrin İskânı ve Nüfusu, (Ankara,
1958).
Babinger, B: “Francesco Scarella e i suoi disegni Costantinopoli”, Rivista d´arte. Studi do-
cumentari per la storia delle arti in Toscana 35 (1960), 1-15.
Bauer, F.A: Stadt, Platz und Denkmal in der Spätantike. Untersuchungen zur Ausgestaltung
des öffentlichen Raumes in den spätantiken Städten Rom, Konstantinopel und Ephesos, (Mainz,
1996), 214
Berger, A: Untersuchungen zu den Patria Konstantinipoleos, (Bonn, 1988).
Berger, A: “Der Langa Bostanı in Istanbul”, Istanbuler Mitteilungen 43 (1993), 467-477.
Berger, A: “Zur Topographie der Ufergegend am Goldenen Horn”, Istanbuler Mitteilungen
45 (1995), 149-165.
Brandes, W: “Die Belagerung Konstantinopels 717/718 als apokaliptisches Eriegnis”, By-
zantina Mediterranea. Festschrift für Johannes Koder zum 65. Geburtstag. Yay. haz. K. Belke, E.
Kislinger… , (Wien, Köln, Weimar, 2007), 65-91.
Brandes, W: “Konstantinopels Fall im Jahre 1204 und „apokalyptische Prophetien”, Syriac
Polemics. Studies in Honor of Geritt Jan Reinink. Yay. haz. W. Van Bekkum, J. W. Drijwers,A.C.
Klugkist, (Orientalia Lovanensia Analecta, 170), (Leuven, Paris, 2007), 239-259.
Demangel, R. ve Mamboury, E: Le quartier des Manganes et la première région de Constan-
tinople, (Recherches françaises en Turquie, 2), (Paris, 1939).
Diels, H. ve Schramm, A.E: Herons Belopoiika (Schrift vom Geschützbau), Philos Belopo-
iika (Mechanic Buch IV und V, (Yunanca ve Almanca), (Leipzig, 1970).
Dirimtekin, F: Fetihten önce Marmara Surları, (İstanbul, 1953).
Dirimtekin, F: Fetihten Önce Haliç Surları, (İstanbul, 1956).
Dositheos, Historia peri tōn en Yerusolumois patriarckeusantōn, (Bükreş 1715).
Effenberger, A: “Die Illustrationen – Topographische Untersuchungen Konstantinopel /
Istanbul und ägaische Örtlichkeiten”, Christophoro Buondelmonti. Liber Insularum Archipelagi.
Universität- und Landesbibliothek Düsseldorf Ms. G 13. Faksimile. Yay. haz. I. Siebert und Max
Plassmann. Mit Beiträgen von A. Effenberger, M. Plassmann und F. Rijkers (Wiesbaden, 2005).
Effenberger, A: “Zur Wiederverwendung und zum Standort der venezianischen Tetrarchengruppen”,
Millenıum 10 (2013), baskıda.

Emecen, F.M: Fetih ve Kıyamet 1453, (İstanbul, 2012).

Eyice, S.: “Zindan Kapısı”, Istanbul, 3, (Ekim 1992), 129-138.

- 98-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Gerola, G: “Le Vedute di Costantinopoli di Christoforo Buondelmonti”, Studi Bizantini e


Neohellenici 3 (1931), 249-279.
“Gün Işığında. İstanbul´un 8000 yılı. Marmaray ve Sultanahmet kazıları”, (İstanbul, 2007).
Janin, R: Constantinople Byzantine. Développement urbain et répertoire topographique. İkinci baskı,
(Paris, 1962).
Kalkan, H. ve Şahin, S. “Ein neues Bauepigramm der Theodosianischen Landmauer von Konstan-
tinupolis aus dem Jahr 447”, Epigraphica Anatolica 22 (1993), 137-147.
Krischen, F. Die Landmauer von Konstantinoplel. Bearbeitet im Aufrage der deutschen Forschungsgemeinschaft,
erster Teil, (Berlin 1938).

Leonis Diaconi Historiae. Yay. haz. C. B. Hase, Bonn 1828, III, 8, 48/15-18, [İngilizce çeviri için
bkz. The History of Leo the Deacon. Byzantine Military Expansion in the Tenth Century, Intrioduction,
translation, and annotations by A.M. Talbot and D. F. Sullivan, (Washington D.C., 2005)].
Macridy, T. ve Casson, S: “Excavations at the Golden Gate, Constantinople”, Archaeologia 81
(1931), 63-84.
Mango, C: “The Byzantine Inscriptions of Constantinople: A Bibliographical Survey”, Ame-
rican Journal of Archaeology 55/1 (1951), 51-66.
Mango, C: “The Fourteenth Region of Costantinople”, Studien zur spätantiken und byzan-
tinischen Kunst Friedrich Wilhelm Deichmann gewidmet. Yay. haz. O. Feld, U. Peschlow, (Bonn,
1986), 1-5.
Mango, C: „“The Triumphal Way of Constantinople and the Golden Gate”, Dumbarton Oaks
Papers 54 (2000), 173-186.
Mango, C: “The Shoreline of Constantinople in the Fourth Century”, Byzantine Constantinop-
le: Monuments and Everyday Life. Yay. haz. N. Necipoğlu (Leiden, Boston, Köln, 2001), 17-28.
Mango, C: “Le Mystère de la XIVe Région de Constantinople”, Mélanges Gilbert Dagron
(Travaux et Mémoires, 14), (Paris, 2002), 449-455.
Mango, C: Le Développement Urbain de Constantinople (IVe – VIIe siècles), Réimpression con-
forme à l´édition de 1990 augmentée d´un nouvel addenda de l´auteur, (Paris, 2004)
Meyer-Plath, B. ve Schneider, A.M: Die Landmauer von Konstantinopel. Bearbeitet im Auftrag
der Deutschen Forschungsgemeinschaft, zweiter Teil. (Denkmäler antiker Architektur, 8), (Berlin,
1943).
Müller-Wiener, W: “Zur Frage der Stadtbefestigung von Byzantion”, Bonner Jahrbücher 161
(1961), 165-175.
Müller-Wiener, W: Bildlexikon zur Topographie Istanbuls. Byzantion – Konstantinupolis – Istanbul
bis zum Beginn des 17. Jahrhunderts, (Tübingen, 1977).

- 99-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Müller-Wiener, W: Die Häfen von Byzantion – Konstantinoupolis – Istanbul, (Tübingen, 1994).


Nicetae Choniatae Historia, rec. Ioannes A. van Dieten (CFHB, Ser. Berolin., 11), (Berlin,
New York, 1972).
Peschlow, U: “Ein spätbyzantinischer Palast in Konstantinopel”, Studien zur byzantinischen
Kunstgeschichte. Festschrift für Horst Hallensleben zum 65. Geburtstag. Yay. haz. B. Borkopp, B.
Schellewald, L. Theis, (Amsterdam, 1995), 93-97
Peschlow. U: “Die befestigte Rezidenz von Mermerkule”, Jahrbuch für Österreichische Byzan-
tinistik 51 (2001), 385-401
Restle. M: Istanbul-Edirne-Iznik. Baudenkmaeler und Museen, (Stuttgart, 1976).
Schoene, P: Philonis Mechanicae Syntaxis. Libri Quartus et Quintus, (Berlin, 1893).
Schneider, A.M: “Mauern und Tore am Goldenen Horn zu Konstantinopel”, Nachrichten der
Akademie der Wissenschaften in Göttingen, (Phil.-Hist.Klasse, 1950), 65-107.
Schreiner, P: Konstantinopel. Geschichte und Archäologie, (Münih, 2007), 19.
Schweinfurth, Ph: “Le mur terrestre de l’ancienne Constantinople et sa Porte doreé”, Belleten
16 (1952), 268-271.
Seeck, O: Notitia dignitatum accedunt notitia urbis Constantinopolitanae et laterculi provinci-
arum, (Berlin, 1876)
Theodosiani libri XVI cum constitutibus Sirmondiori leges novella ad Theodosianum pertinentes.
Yay. haz. Th. Mommsen, P. M. Meyer, 2 Cilt, (Berlin, 1905), XV, 1, 51
Tunay, M.İ: “İstanbul´un Bizans Devri Kara Surlarında Osmanlı Onarımları”, Akten des VI.
Internationalen Kongress für Türkische Kunst. München vom 3. Bis 7. September 1979. Yay. haz. K.
Kreiser, H.-G. Majer, M. Restle, J. Zick-Nissen. Bd. 1: Text, (München, 1987), 337-342.
Van Millingen, A: Byzantine Constantinople: The Walls of the City and Adjoining Historical Sites,
(London, 1899).

- 100-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

- 101-
5. yüzyıla tarihlenen Silivrikapı hipojesinden detay, İstanbul Arkeoloji Müzeleri, Türkiye.
Ticaret Hayatı
Doç. Dr. Koray Durak1

Konstantinopolis’te Ekonomik Hayat

B
izanslıların Kentlerin Kraliçesi ismini
verdikleri Konstantinopolis’in ekono-
mik hayatını anlatmak pek çok açıdan
zorlu bir girişimdir. 1500 yıl boyunca başkent
olan bir şehrin ekonomik tarihi doğal olarak
ciddi değişimler geçirmiştir. Bir safhada var olan
aktörler, ihtiyaçlar ve ürünler başka bir safhada
ortadan kalkmış ya da kabuk değiştirmiştir. Çok
uzun bir zaman dilimine yayılan değişimler
kadar aynı zaman diliminde kentin çevresi ile
girdiği iktisadi ilişkiler de karmaşık bir yapı
sunar. Kent sınırları içindeki yerel ekonomi,
çevresindeki bölgesel ve uluslararası bağlarla
sıkı bir ilişki içinde değerlendirilmelidir. Ayrı-
ca, saray, bürokrasi ve ordunun merkezi olan
Konstantinopolis’te Bizans devletinin ekono-
miye olan etkisi unutulmamalıdır. Kent eko-
nomisinde devletin ihtiyaç ve önceliklerinin
etkisi üretim, dağıtım ve tüketim süreçlerinde
kolaylıkla gözlemlenebilir. Konstantinopolis’in
uzun tarihini bu noktaları göz önünde bulun-
durarak dört döneme bölmek ve okuyucuya her
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

değişmez kentin kendine has topog-


rafyasıdır. Balkanlardan Anadolu’ya
doğru uzanan büyük bir yarımadanın
ucunda, Marmara denizi ve Haliç
ile çevrelenen küçük bir yarımadaya
kurulmuş Konstantinopolis, Bizans
tarihi boyunca sınırları her zaman
belli bir kent olarak kalmıştır. Üç
13. ve 14. yüzyıldan kalma seramik kase, İstanbul Arkeoloji Müzeleri, Türkiye.
tarafı denizlerle çevrili kentin batı
sınırını 4. yüzyılda inşa edilen surlar
dönem için bir kent iktisadı tasviri yapmak,
belirler. Haliç binlerce yıl boyunca doğal liman
bu karmaşık yapıyı basitleştirmeden ama an-
işlevi görür. yeterli su kaynaklarının olmaması,
laşılabilir bir biçimde sunmanın güzel bir yolu
kent sakinlerini Trakya’dan gelen suyu taşımak
olacaktır. Roma İmparatorluğu yönetimi altın-
için sukemerleri ve sanrılar kurmaya itmiştir.
da Bizantion adlı orta büyüklükteki bu Yunan
Kente uzanan yollar da değişmezler arasındadır.
kentinin bir dünya başkentine dönüşümü M.S.
Ermenistan ve kuzey Anadolu’dan gelen yollar
3. yüzyıl ile 6. yüzyıl arasında gerçekleşirken
Sevastia (Sivas), ya da Amasia (Amasya)-Efhe-
(1. Dönem), 7. ve 8. yüzyıllar kentin nüfus ve
ta (Afkat) yolu üstünden Ankira’ya (Ankara)
ekonomisinin küçüldüğü bir zaman dilimidir
ulaşır, oradan da Nikea (İznik)-Nikomedia
(2. Dönem). Bizans İmparatorluğunun askeri (İzmit)-Skutarion (Üsküdar) yolu ile Kons-
ve ekonomik olarak toparlanmaya başladığı ve tantinopolis’e uzanırdı. Ege ve Akdeniz’den
doğu Akdeniz’de tekrar bir güç hale geldiği 9. ile gelen yollar da İznik’te birleşirdi. Balkanlardan
12. yüzyıllar arasında başkenti de tekrar dünya- Konstantinopolis’e uzanan üç ana karayolu var-
nın göz bebeği konumuna gelir (3. Dönem) ama dı. Birincisi Karadeniz kıyısını izleyerek Varna
bundan sonra 1453’e kadar geçen süre içinde üzerinden Tuna’ya uzanan, ikincisi ise Adria-
Konstantinopolis küçülen bir imparatorluğun nopolis (Edirne) üzerinden Filippopolis (Fili-
fakirleşen bir başkenti olarak ayakta kalmaya be), Serdika (Sofya) hattını izleyen Balkanları
çalışır (4. Dönem). diyagonal kesen yoldu. Üçüncü yol Adriyatik
Bütün bu değişimler karşısında, Konstanti- kıyısından başlayan ve Thessaloniki (Selanik)-
nopolis’in tarihindeki bazı değişmezlerden söz Enez-İraklia (Ereğli) hattını izleyip başkente
etmek gerekir. Öncelikle Asya ve Avrupa’yı bir- ulaşan yoldu.2 Kente uzanan bütün yolların
birine bağlayan kara yollarının ve Karadeniz başlangıç ve bitiş noktası olan Milyon Taşı aynı
ile Akdeniz’i birleştiren suyolunun ortasında zamanda imparatorluktaki bütün mesafelerin
olması kente Osmanlı döneminde olduğu hesaplanmasında sıfır noktası olarak alınan bir
gibi büyük bir avantaj sağlamıştır. Yüzlerce mimari yapıydı. Bugün Sultanahmet meyda-
yıl boyunca şehre Karadeniz’in kuzeyi ya da nında Yerebatan Sarnıcı’nın yanında kalıntıları
Trabzon’dan ürünler deniz yoluyla ulaşmış; Mı- bulunan bu yapı büyük ihtimalle 4. yüzyılın
sır’ın geç antik çağdaki buğdayı ve ortaçağdaki başında inşa edilmişti. Konstantinopolis’in
kumaşları Suriye ve Anadolu kıyıları boyunca hikâyesini bu tarih ve mekândan başlatmak
hareket eden gemilerce getirilmiştir. Bir diğer hiç de yanlış olmaz.

- 104-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

1. Roma’nın ve dünyanın başkenti (3.- yaptırdığı ve Bizans ordularının İspanya kıyı-


6. yüzyıllar) larına kadar ulaştığı 530’lu ve 540’lı yıllarda
Konstantinopolis’in anameydanındaki Milion
Hıristiyanlığı Roma İmparatorluğunun resmi
taşının olduğu yerden-yani bugünkü Yerebatan
dini haline gelmesi sürecini başlatan İmparator
sarnıcının olduğu alandan- kente baktığımızda,
Constantinus Bizantion’un bir imparatorluk
çevremizde sadece ortaçağın en büyük kilisesi
başkenti haline gelmesi için gerekli olan ilk
Ayasofya’yı, At Meydanı’ndaki hipodromu ve
adımları atar. Kilise tarihçisi Sozomenus’un
bugünkü Sultanahmet Camisi ve Ahırkapı ci-
5. yüzyılın ortasında yazdıkları bu adımlar
varına kurulmuş olan Büyük Saray’ı görmeyiz.
hakkında bize bilgi verir:
Söz konusu yıllarda Ayasofya Kilisesi’nin önünde
Tanrının sözlerine uyarak Constantinus ön- duran bir Konstantinopolisli ister batıya yani
ceden Bizantion adı verilen kenti büyüttü ve Divan yolu üzerinde Laleli-Aksaray bölgesine
çevresine yüksek duvarlar dikti. Kentin güneyi- yönelsin isterse Eminönü yönüne doğru inen
ne doğru muhteşem konaklar yaptırdı. Kentin yollardan aşağı yürüsün ticari bir yapı ya da
nüfusunun böyle büyük bir kent için yetersiz yapılar topluluğu ile karşılaşırdı. 5. yüzyılın ilk
olduğunu bildiğinden, Roma ve başka mem- yarısında İmparator II. Theodosius zamanında
leketlerin ileri gelenlerini ve onların ailelerini yazılan Notitia urbis Constantinopolitanae Kons-
başkente getirtti. Yeni binalar ve kenti süsleyecek tantinopolis’teki yerel yönetim yapısı ve önemli
anıtlar için vergiler saldı, yiyecek akışını sağladı binaları hakkında bilgi veren bir eserdir ve hayali
ve kentin diğer ihtiyaçlarını karşıladı. Kenti gezginimizin not defterindeki bilgilerin önemli
bir hipodromla, çeşmeler, portikolar ve diğer bir kısmı bu Latince yazılmış dokümandan gelir.
yapılarla süsledi. Adını Yeni Roma ve Konstan- Ayasofya’nın önündeki Augustaion meyda-
tinopolis koydu; doğuda, kuzeyde, güneyde, nından Eminönü yönüne yani Prosforion lima-
Akdeniz kıyılarında yaşayan herkesin
başkenti yaptı.3

Constantinus’un attığı yukarıda


adı geçen adımlar bir anlamda bü-
yük bir kent ekonomisinin kurulması
yönünde atılmış adımlardır. Kalabalık
bir nüfusun tüketim ihtiyaçları surlar-
la korunan güvenli bir ortamda dev-
letin yaptığı düzenlemelerle karşılan-
maya başlamış ve 4. yüzyılın başında
büyümeye başlayan kent, 6. yüzyıla
gelindiğinde genişleyen ve zengin bir
imparatorluğun göz kamaştırıcı zen-
ginliklerine sahip yaklaşık 400.000
nüfusa sahip başkentine dönüşmüştür.
İmparator İustinianus’un Ayasofya’yı Osmanlı İmparatorluğu döneminde At Meydanı olarak bilinen Hipodrom.

- 105-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

nına doğru inen biri soluna baktığında bugünkü


Cağaloğlu semtinin Ayasofya’ya bakan tarafında
bakırcılar çarşısını görürdü. Geç antik çağda bu
bölgenin meskûnları çoğunlukla Yahudiler olsa
da 5. yüzyılın başında II. Theodosius bölgedeki
sinagogu yıktırmış ve yerine Meryem Ana’ya
adanmış Theotokos kilisesini yaptırmıştır.4 Ha-
yali gezginimiz Eminönü yönüne biraz daha
ilerlediğinde karşısına önce et ve balık satışının
yapıldığı iki ayrı pazar çıkardı. Antik çağda ge-
nellikle forumların yanında kurulan ve macellum
adı verilen bu kare bir alanın çevresine dizilen
dükkânlardan oluşurdu. Genellikle her macel-
lumda bir ürün tipi satılırdı. Sirkeci’ye inen
yoldaki bu et ve balık macellumları da antik
Bizantion döneminden kalan Strategion adı
verilen geniş forumun güneyine kurulmuşlardı.
Bu iki pazar yeri, kente deniz yolu ile getirilen
et ve balığın satıldığı önemli merkezlerdi, çünkü
6. yüzyılda başkentin ticari hayatının kalbinin
attığı yerlerden biri Haliç’in girişindeki Prosfo-
rion ve Neorion limanlarıdır. Daha doğuda olan
Prosforion Sirkeci sahilindeyken, Neorion Emi-
nönü bölgesinde kurulu bir limandı. Haliç’teki
bu limanlara yanaşan gemilerin getirdiği çeşitli
ürünler arasında buğday ve zeytinyağı özellikle
önemli bir yer tutuyor olmalıdır. Zira limanların İmparator kıyafetleri giyen bir figür, İstanbul Arkeoloji
hemen arkasında bu iki ürünün depolanması Müzeleri, Türkiye.

için horrea denilen ambarlar kurulmuştu. Dev-


Gezginimiz başladığı noktaya tekrar dönüp
let kullanımına mahsus altı büyük ambardan
Sultanahmet’ten batıya doğru yürümek iste-
(horrea) dördü Sirkeci-Eminönü kıyısındaydı.
Kentin büyük nüfusunun beslenme ihtiyacının diğinde arşınlayacağı ana yol Konstantinopo-
karşılanması için bedava ya da indirimli ekmek, lis’in en ünlü caddesi Mese olacaktır. 25 metre
yağ ve şarap gibi temel tüketim malzemeleri genişliğindeki bu uzun cadde çeşitli meydan-
bu ambarlarda toplanıyor; bu merkezlerden de lara açılarak Aksaray-Laleli yönünde ilerlerdi.
kentin çeşitli mahallelerine dağılmış sayıları on Yunancası orta yol diye çevrilebilecek bu yol
dokuzu bulan kamu fırınları ve gradus denen Osmanlı İstanbulu zamanında da kentin ana
dağıtım yerlerinde ekmek halka ulaştırılıyordu. caddelerinden biri olmuştur. Günümüzde Sul-
Tabi, yine kentin her köşesinde bulunan özel tanahmet’te Divan Yolu Caddesi olarak başlayıp
fırınları da unutmamak gerekir. Aksaray’da Ordu Caddesi olarak biten ana arter

- 106-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Mese’nin kendisidir. Bu caddede yürüdüğünde Sophia/İulianus Limanı, 4. yüzyıl ortalarında


gezginimizin dikkatini çeken ilk şey yolun iki İmparator İulianus tarafından yaptırılmış, 6.
tarafındaki revakların ihtişamı olmalıdır. Yol yüzyılda İustinianus Neorion Limanı’nda olan
boyunca uzanan kimi iki katlı kimi tek katlı ticareti buraya kaydırmıştır. 575 yılı civarında II.
yapıların yola bakan tarafında mimari devam- İustinus tarafından yeniden inşa edilen limana
lılık sağlamak ve gelip geçenleri güneş ve yağ- imparatorun eşi Sophia’nın adı verilir. Bu alanın
murdan korumak için yapılan bu revaklar yan batısında, bugünkü Yenikapı semtinde ise daha
yana dizilmiş sütunların üzerinin bir çatı ile büyük bir liman olan Theodosius Limanı temel
kapatılmasından müteşekkildi. Arkalarındaki olarak Mısır’dan getirtilen buğdayın gemilerden
yapılar genellikle ya dükkân ya da zanaatkârların indirildiği limandı.8 Bu yüzden, bu iki limanın
mallarını ürettikleri atölyeler olarak hizmet veri- yanına kurulmuş iki ambarın olduğunu öğ-
yorlardı. 22 Ekim 406 yılında II. Theodosius’un renmek gezginimizi şaşırtmazdı.9 Kent halkına
çıkardığı bir yasaya göre, revaklı binaların üst bedava ya da indirimli ekmeğin sunmak için
katlarına yapılan tahta ekler ve üst katlara çıkan çok karmaşık ve devlet eliyle işleyen bir sistem
tahta merdivenler yangın tehlikesi yüzünden kurulmuştu. Mısır eyaletinin vergisi buğday
yasaklanmıştı. Revaklı yapıların sadece Mese’de olarak alınır; devlete ait gemiler ya da devletin
olduğunu iddia edemeyiz. Biraz yukarıda söz destek olduğu bağımsız tüccar gemileri tara-
ettiğimiz Sultanahmet’i Eminönü’ne bağlayan fından başkente getirilirdi. Örneğin Mısır’dan
yol ve başka birkaç cadde daha revaklarla çevrili vergi olarak getirilip Konstantinopolis’in ekmek
idi, ama hiç kuşkusuz Mese’yi kuşatan revaklı ihtiyacını karşılamak için kullanılan buğday
yapılar, özellikle Augustaion meydanına yakın yıllık 80.000 kişiyi doyuracak miktardaydı.
olanlar, en etkileyici olanlardı.5 Kentin en ünlü Tabi, deniz ulaşımının Ekim-Nisan arası mev-
alışveriş caddesi olan Mese’nin Augustaion’a sim şartları yüzünden her yıl sekteye uğradığını
yani Sultanahmet Meydanı’na en yakın olan hatırlatmakta fayda vardır.10
kısmında gümüşçülerin, mumcuların ve kitap-
Geç antik çağda Bizans İmparatorluğu ve
çıların dükkân ve/veya atölyeleri vardı.6 Hatta
hatta bütün dünya sanki Konstantinopolis’in
caddenin ticari kimliği bir heykelde vücut bu-
ihtiyaçlarını karşılamak için seferber olmuş
luyordu. Yuvarlak bir plana sahip Constantinus
gibiydi. Buğday sadece Mısır’dan değil, Trak-
meydanında (Çemberlitaş) pek çok heykelin
ya ve Sicilya’dan da geliyordu. Zeytinyağı ve
yanında elinde ağırlık tartmak için kullanılan
Şarap Suriye, Filistin, Anadolu ve Yunanistan
bir ölçü birimi olan Modios tutan Kader (Tyc-
kıyılarından başkente akardı. Başka bir rota da
he) heykeli belki de devletin tacirler üzerindeki
Konstantinopolis’i güney Ege Denizi üzerin-
kontrolünü temsil ediyordu.7
den İtalya, Sicilya ve Kuzey Afrika’ya bağlardı.
Gezginimiz Mese üstünde Theodosius Kuzey Afrika menşeli çanak çömleklerin Doğu
Meydanı civarında (Laleli) Marmara denizine Akdeniz ve Konstantinopolis’te bulunması iki
doğru inen sokaklarda yürüyüp deniz kıyısı- bölge arasındaki sıkı ticari ilişkilere işaret eder.
na vardığında karşısına iki liman çıkar. Bizans Ancak 6. yüzyılın başında Kuzey Afrika men-
döneminde Kumkapı ile Ahırkapı arasında şeli çanak çömlekler yerlerini Ege bölgesinde
Kadırga mahallesinde bulunan Kontaskalion/ üretilen versiyonlara bırakmaya başlar. Benzer

- 107-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

şekilde zeytinyağı ve şarap taşıyan Filistin ve rın tamiri örneğinde olduğu üzere savunmasına
Kuzey Suriye amforaları 6. yüzyılın başından yönelik restorasyon faaliyetleridir. Örneğin, 9.
başlayarak Konstantinopolis pazarlarına hâkim yüzyılda yazan tarihçi Theofanis’e göre, 775
olur. Bu son iki eğilim gösterdiği üzere, 6. yüzyıl yılında ölen İmparator V. Konstantinos kentin
itibarıyla doğu Akdeniz yüzünü Konstantino- su kemerlerini tamir etmeleri için 6,900 tane
polis’e dönmüştür.11 Konstantinopolis ithal ustayı eyaletlerden getirtir.13 Kentin dükkân
malların kolaylıkla bulunacağı bir merkezdi. ve atölyelerinin olduğu ana caddeler değişmese
Bu yüzyıllarda Bizans topraklarına üretilmeyen de, limanların kullanımı ile ilgili bazı temel
ipek Çin’den İran’a ulaştırılır. Nisibis (Nusaybin) değişlikler olur. Prosforion limanı terk edilip,
ve Dara sınır kentlerinden Bizans topraklarına Neorion savaş gemileri için bir kullanılmaya
giriş yapar ve ya Antakya’dan deniz yolu ile ya başlayınca, ticaret açısından Marmara kıyı-
da Anadolu kara yolları ile Konstantinopolis’e sındaki limanlar öne çıkar. Bizans dünyasında
varırdı. Güney Asya’dan -özellikle Sri Lanka’dan kentler ortadan kalkar, taşınır, ya da küçülürken,
gelen baharat ve değerli taşlar- deniz yolu ile ya Konstantinopolis de bu gelişmelerden payını
Basra körfezine ya da Kızıl Deniz’e ulaştırılırdı.12 alır. İthalat ve ihracattaki azalma ve bakır sikke
gibi küçük para birimlerinin ortadan kalkma-
2. Küçülen devlet, küçülen ekonomi (7.
sı ekonomik hayatın fakirleşip basitleştiğinin
- 8. yüzyıllar)
bariz örnekleridir. John Haldon’ın iddia ettiği
6. yüzyılda Avrasya ve Akdeniz’deki en büyük gibi, bölgeler arası ticaret geriler, çanak çömlek
imparatorluğun merkez olan ve nüfusu yarım üretimi yerelleşir ve dağılımı kısıtlı hale gelir.14
milyona yaklaşan Konstantinopolis 700 yılı iti-
Bu dönemde şehrin ekonomik hayatında
barıyla topraklarının büyük kısmı kaybetmiş
bazı önemli değişiklikler meydana gelir. Mı-
bir imparatorluğun nüfusu 100.000’in altına
sır’dan gelen buğdayın durması ile bedava ekmek
düşmüş başkenti haline gelir. 7. yüzyılda Arap
dağıtımı sona erer ve büyük olasılıkla bununla
orduları imparatorluğun en zengin eyaletlerini
ilintili olarak dört ambardan sadece birinin kul-
ele geçirmekle kalmayıp Anadolu’ya yaptıkları
lanımına devam edilir. Buna rağmen, yetkili-
akınlarla Konstantinopolis’in doğusuna düşen
ler kentin iaşesi için gerekli önlemleri alırlar.
bölgelerde kaos yaratıyor; Avar ve ardından Bul-
İşin ilginç yanı, aynı yetkililer büyük tacirler
gar orduları Trakya’yı yağmalıyor, Mora yarıma-
olarak kendilerine kazanç sağlamaktan da geri
dasına kadar iniyorlardı. Bu sürekli güvensizlik
durmazlar. Benzer şekilde, sınır bölgelerinde
ortamı 6. yüzyılın ortalarında başlayan ve 7.
ticari etkinlikleri kontrol eden ve gelen ve gi-
yüzyıl boyunca tekrarlanan veba ile birleşince
den ürünlerden vergi toplayan kommerkiarioslar
hem imparatorlukta hem de başkentte meskûn
da kendilerine kazanç sağlamak için yöntemler
insan sayısını ciddi miktarda azaltmıştı. Bu du-
geliştirirler. 7. ve 8. yüzyıllardan kalma mühürle-
rumun ekonomiye etkisi hem talebin azalması
rin gösterdiği üzere, kommerkiarioslar Asya’dan
hem de işgücünün azalması olmuştur.
gelen ipekli ticareti üzerinde tekel kurarlar ve
700’lü yıllarda kentte bulunan hayali gezgin ithal edilen ipeği satın alma hakkında sahip tek
yeni inşaat faaliyetlerine tanık olmaz. Görebile- tacirler olarak bu ürünün ticaretini yaparlar.
ceği tek yenilik kentin ayakta tutulması ve surla- İpek üretiminin Bizans topraklarında yayılmaya

- 108-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

başladığı 7. ve 8. yüzyıllarda, söz konusu kişiler kının mahkemelerde, cenaze işlerinde ve ithal
aynı zamanda hâkim oldukları bölgelerde ipek ürünler için ödediği vergiler de vardı.17 Devletin
üretimi ve satışı üzerinde de hak sahibiydiler. üretim üzerinde ciddi bir kontrolü olmasa da
Nicolas Oikonomides’e göre, kommerkiaroslar bazı sektörlerde kuvvetli bir rolü vardı. Örne-
bölgelerindeki kozalardan ipek üreten tek tek ğin, silah üretimi devlet tarafından atanan bir
köylülerden ipekleri alır ve aphoteke adı verilen yöneticinin gözetiminde, atölyelerde bir araya
depo-dükkânlarda bazı diğer ürünlerin yanında gelmiş zanaatkârlar tarafından gerçekleştirilirdi.
satılırdı. Konstantinopolis’te de başkent ve çev- Benzer şekilde devlet atölyeleri ipek boyama,
resine hâkim olan ve söz konusu pozisyonu açık mücevher ve dokuma sektörlerinde en azın-
arttırma ile elde eden kommerkiarioslar karşımı- dan Konstantinopolis’te atölyeler işletiyordu.
za çıkar. Ayrıca, çok değerli olan ve pazarlarda
Tarihçi Theofanes ipekli kumaş fabrikasında
değil de devletin kullanımı için üretilen mor
renkli ipeklilerin (blatta) üretimini kontrol eden
archon tou blattiou’lar da kommerkiariosların
yanında anmak gerekir.15 Ticarette yerelleşme
ve fakirleşmenin çok sayıda işareti vardır. Bu
döneme tarihlenen gemi batıklarının sayısı azalır
ve bulunan gemiler geçen yüzyıllardaki gemile-
re nazaran daha küçüktürler. Kuzey Afrika’dan
gelen çanak çömleklerin miktarı ciddi derecede
azalır. Yayılım alanı belli bölgelerle kısıtlı çanak
çömlekler tipleri çoğalır ve sikke kullanımında
ciddi düşüş görülür.16

Bizans devletinin ekonomi üzerindeki etki-


sinin en çok hissedildiği yer kuşkusuz Kons-
tantinopolis’tir. Devletin kontrolü hakkındaki
gözlemlerimiz, 7. ve 8. yüzyılları ilgilendiren
bölümde bahsetmemize rağmen, bütün Bizans
tarihi için geçerlidir. Devletin düzenleyici me-
kanizması, ticaret üzerinde olduğu kadar üretim
ve tüketim süreçlerinde de kendini gösterir. En
büyük toprak sahibi olarak, üretime katkıda
bulunarak, vergi sistemini düzenleyerek, top-
ladığı vergileri maaş ve hediye şeklinde halka
dağıtarak ve faiz oranlarını belirleyerek Bizans
devleti ekonominin gidişatında belirleyici bir
rol oynamıştır. Devletin en büyük vergi geliri
olan toprak vergisini ödemeyen kentli nüfus 10. yüzyıldan Azize Eudokia İkonası, İstanbul Arkeoloji
bir çeşit kent vergisi öderdi. Ayrıca, kent hal- Müzeleri, Türkiye.

- 109-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Avrupa ve Yakındoğu’nun en kuvvetli


gücü konumuna ulaşır; 11. yüzyılın
sonunda Türk ve İtalyan’dan gelen
Norman akınları karşısında bocala-
sa da, 12. yüzyılın ortaları itibarıyla
Norman tehlikesini bertaraf eder ve
Anadolu’nun iç bölgelerinde kuru-
lan Anadolu Selçuklu ve Danişment
devletleri ile bir denge siyaseti izler. 9.
ile 12. yüzyıllar arasında imparator-
luktaki zenginleşmeye paralel olarak
4. yüzyıl sonu veya 5. yüzyıl başına tarihlenen Fenari İsa Camii yakınlarında bulunmuş bir lahit, Konstantinopolis tekrar bir metropolis
İstanbul Arkeoloji Müzeleri, Türkiye.
haline gelir. Hayali gezginimiz 1000
yılında Konstantinopolis’i geziyor
bir yangından söz ederken başka bir tarihçi Leo
olsa, nüfusu tekrar yarım milyona yaklaşmış,
yine devlete ait bir dokumacılar grubundan
Akdeniz ve Karadeniz’in her tarafından gelen
bahseder.18 Bu atölyelerin nasıl işletildiğine dair
tacirlerin sokakları arşınladığı bir kent görüp
elimizde fazla bir bilgi yoktur. Bazı bağımsız
hayranlığını gizleyemezdi. Başkentte pagan
zanaatkârların ya da ceza almış veya köleleşti-
düşüncenin hiçbir izi kalmamış, Latince çok-
rilmiş zanaatkârların bu atölyelerde çalışmaya
tan unutulmuş ve Hristiyanlık kültürel hayat
zorlandıklarını söylemek yanlış olmaz.19 Dev- üstünde egemenlik kurmuş olsa da, en azından
letin ekonomide zaman zaman hissedilen ağır kentin geç antik çağda kurulan altyapısı çok da
eline rağmen, Konstantinopolis ekonomisinin değişmeden 12. yüzyıla kadar devam etmiştir.
devlet tarafından kontrol edilen kapalı bir eko- Yaşam tarzı, düşünüş biçimi ve sanatı ile bir
nomi olduğunu söylemek büyük bir yanlış olur. ortaçağ kentine dönüşen Konstantinopolis’te
Mallarını özgürce üreten veya satan zanaatkâr ve tacirler geç antik çağda kurulan sokaklarda gez-
tacirlerin sayısı, ticaretin en az seviyeye indiği 7. miş, mallarını aynı meydanlarda satmışlardır.
ve 8. yüzyıllarda bile, azımsanmayacak kadar bü- Örneğin, Klasik Yunan döneminden beri tica-
yüktür. Bu gözlem, deniz ticareti hakkında bazı ri hayatın merkezlerinden biri olan Strategion
genel düzenlemeleri içeren ve 8. yüzyılda yazıl- bölgesi (Sirkeci civarı) ortaçağda da bu işlevini
dığı tahmin edilen Rodos Deniz Yasası’nda doğ- korumuştur. Geç antik çağın en büyük limanı
rulanır. Kaptan, gemiciler, yolcular ve gemideki olan Yenikapı’daki Theodosius Limanı Latin
tacirler arasındaki ilişkileri düzenleyen bu yasada işgali sırasındaki yıkımlara kadar işlevini sür-
devletin mevcudiyetini bulmak imkânsızdır. düren önemli bir merkezdir.20 Mese ve Mese’yi
dik kesen başka bir cadde olan ve günümüzde
3. Ortaçağın göz kamaştıran başkenti
Tahtakale’den Bayezid'a çıkan Makros Embolos’u
(9.-12. yüzyıllar)
(Uzun Çarşı caddesini) çevreleyen revaklı yapı-
9. yüzyıldan itibaren Bizans İmparatorluğu ların 12. yüzyılın sonuna kadar ticari işlevlerini
askeri, ekonomik ve demografik anlamda ye- sürdürdüklerini bazı yazılı kaynaklardan anla-
niden yükselişe geçer, 11. yüzyıla gelindiğinde rız. 1203 yılındaki Latin kuşatmasında Haçlı

- 110-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

yazarlardan Villehardouin ve Bizanslı tarihçi kadar geniş bir sahil şeridinden gelen amforalar
Nikitas Khoniatis büyük bir yangının Haliç ve Suriye-Filistin kökenli kandiller sayılabilir.
kıyısında başlayıp Ayasofya ve Marmara yö- Orta Bizans dönemine gelindiğinde limana
nüne yayıldığını, Domninos Revaklı Yolu’nu yanaşan gemilerin ulaşım ağlarının geç antik
ve alışveriş caddelerini mahvettiğini yazarlar.21 çağdakilere göre daha kısa menzilli olduğunu
ve daha çok İmparatorluğun kuzey komşula-
Orta Bizans dönemi İstanbulu ile ilgili ar-
rına dönük olduğunu görürüz. Örneğin, 10.
keolojik veriler arasında özellikle son yıllarda
yüzyıla tarihlenen Yenikapı 1 isimli batıktan,
Yenikapı semtinde yapılan kazılar sonucu or-
Ganos (Tekirdağ Gaziköy/Hoşköy) bölgesinde
taya çıkan buluntular öne çıkar. 2004 yılından
üretilen amforalarda başkente Trakya’nın leziz
itibaren, Marmaray Projesi, metro çalışmaları
şaraplarının taşındığını öğrenirken, 9. yüzyıl
bağlamında kurtarma kazıları sonucunda I. The-
tarihli Yenikapı 12’nın Kırım amforaları ile dolu
odosius tarafından 4. yüzyılın sonunda yaptırı-
olduğuna şahit oluruz.22
lan liman ve 36 tane gemi batığı bulunmuştur.
7. yüzyıla kadar Konstantinopolis’in ana limanı Orta Bizans döneminde ticari hayatın işleyişi
işlevini gören ve Bayrampaşa Deresi’nin getir- hakkındaki kaynaklar maalesef kısıtlıdır. Kons-
diği siltlerle dolmaya başlamasına rağmen 12. tantinopolis’in anıtları hakkında bilgi veren 10.
yüzyıla kadar işlevini sürdüren limana getirilen Yüzyılda derlenen Patria ve 8.-9. yüzyıllarda bir
mallar bize başkentin bölgesel ve bölgelerarası dönemde yazılan Parastaseis syntomoi chronikai
ticaret ağları hakkında ayrıntılı bilgiler sunar. 7. ve kentin ticari hayatı hakkında ayrıntılı bilgiler
yüzyıla kadar söz konusu mallar arasında Mı- sunan 10. yüzyıl eseri Eparkhos’un/Valinin Kitabı
sır’dan vergi olarak gönderilen ve kentin ekmek elimizdeki temel kaynaklardır. Bizans kaynak-
ihtiyacını sağlayacak tahıl, ticari ürünleri taşı- larından genel olarak çıkardığımız, başkentteki
mada kullanılan ve Kuzey Afrika’dan Levand’a temel tüketim malzemeleri, özellikle buğday

10. yüzyıl sonundan simurgların resmedildiği levha, İstanbul Arkeoloji Müzeleri, Türkiye.

- 111-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

ve et, kentin denize ve surlara daha yakın kı- Khoniatis’in ifadesine göre, ticaret için uzun
sımlarında satılırken kumaş, metal ürünler ve ve tehlikeli yolculuklara çıkan ve para kesesi
parfüm gibi lüks tüketim ürünleri kentin dini ile uyuyan biri olan Kalomodios imparatorlara
ve siyasi merkezindeki bölgede pazarlanıyordu. ne kadar parası olduğunu göstermekten de geri
Kent merkezinden nispeten uzak Theodosius durmazdı. İmparator Aleksios III Angelos’un
Meydanı’nın yakınlarında Artopoleia yani fı- mali bürokratları Kalomodios’un zenginliğine
rıncılar mahallesi diye bir yerin varlığı, ken- el koymak isteyince, kent ahalisi ayaklanır ve
tin her yerinde fırın olduğunu kabul etsek de, Patriğin araya girmesiyle Kalomodios mallarına
ekmek yapımının ciddi bir kısmının burada geri kavuşur.24
yoğunlaştığının bir işaretidir. Domuz dışındaki
Ortaçağ Konstantinopolisi’nin uluslararası
küçükbaş hayvan tüccarları, Sirkeci’deki Prosfo- ticaretin önemli duraklarından biri olduğu söy-
rion Limanı’na getirip Strategion’da satılırken, lemek okuyucuyu şaşırtmayacaktır. Güney’de
domuz tüccarları hayvanları Kumkapı’daki İuli- Abbasi İmparatorluğunun ve 950’li yıllardaki
anos Limanı’na getirip Theodosius Forumu’nda çöküşünden sonra Mısır’da Fatimilerin ve Irak’ta
satarlardı.23 Büveyhoğullarının tacirleri kumaşlar, sırlı kap
Eparkhos’un Kitabı bize Konstantinopolis’te- kacaklar ve Güney Asya menşeli baharatları
ki tüm meslek gruplarının olmasa da, devletin Bizans pazarlarına taşırken, geri götürmek üzere
gözünde düzenlemesi ve kontrolü önemli olan başkentte ipek ve keten kumaşlar, ahşap ürünler
belli başlı meslek gruplarının bir listesini verir. ve yine adı tam tanımlanmayan “alet” ve “kap”
Tefeciler ve bankerler, ipekli ürünlerin üretim ve satın alıyorlardı. Kuzeyden Rus ve batıdan da
satışı ile ilgilenen zanaatkâr ve tüccarlar, manav, İtalyan tacirlerin getirdiği ürünler daha çok ham
kasap ve balıkçılar, balıkçılar, fırıncılar, parfüm- madde veya işlenmemiş ürün mahiyetindeydi.
cüler, mum ve kandilciler, sabuncular, saraçlar, Söz konusu tacirler köle, bal ve tahta gibi mad-
hancılar, marangozlar ve mermer tüccarları ça- deler satıp, Bizans’ın meşhur mamul ürünlerini
lışma koşulları kentin valisi tarafından düzenle- ülkelerine taşıyorlardı.25
nen gruplardı. 11. yüzyıla gelindiğinde, hayali Yabancı tacirlerin kalış süreleri ve yerleri
gezginimiz kentin zenginleri arasında sadece en azından başkentte kurallarla belirlenmişti.
yüksek maaşlı bürokratları ve geniş toprakları Eparkhos’un Kitabı’na göre, Abbasi Halife-
olan asil aileleri değil, büyük tüccarları da görür- liği’nden gelen tacirlerin Konstantinopolis’te
lerdi. Bu kişiler, ticaretten elde ettikleri gelir ve kendilerine ayrılan handa (Mitaton) üç ay-
nüfuz ile normalde sadece toprak sahibi devlet dan fazla kalmaları yasaktı, ama bir yandan
erkânına açık olan senatoya girmeyi başarırlar. da kentte en az on yıldan beri ikamet eden
Bu siyasi başarı kısa sürer, çünkü muhafaza- “Suriyeli” tüccarlar vardı.26 Bizanslı tarihçi Ni-
kar Komnenos sülalesi 11. yüzyılın sonunda ketas Khoniates Yakındoğu’dan gelen tacirlerin
tüccarları senatodan atarlar. Buna rağmen, bir camisi olduğunu yazar. Söz konusu cami
12. yüzyılda kentte imparatorun mallarına el büyük olasılıkla Yakındoğulu tacirlerin Kons-
koymak isteyeceği kadar zengin olan tüccarlar tantinopolis’teki mahallesinin merkezini oluştu-
vardı. Tarihçi Nikitas Khoniatis’in eserinde adi ruyordu. Tarihçi, caminin Aya İrini Kilisesi ile
geçen tüccar Kalomodios bunlardan biridir. Haliç arasında olduğunu yazar. 4. Haçlı Seferi

- 112-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Hayali gezginimiz bu dönemde geçen yüz- yarısından sonra görülmeye başlanır. Bizans
yıllara oranla Konstantinopolis ve Galata’da çok İmparatorluğunun son yüzyıllarında devlet
daha İtalyan tüccar görecektir, çünkü Bizans’ın aygıtının gittikçe azalan gücü ile ekonomide-
son yüzyıllarında Venedik ve Ceneviz aldıkları ki gelişmeler arasında doğrudan bir bağlantı
ayrıcalıkları sayesinde Bizans İmparatorluğunun kurmak çok doğru olmaz. Özellikle 12. yüz-
hem dış ticaretine hem de iç ticaretine hâkim yıldan başlayarak 14. yüzyılın basına kadar
olurlar. Bizans imparatorluğu artık Bati Avrupa geçen dönemde, devletin ekonomi ve ticaret
pazarlarına buğday, zeytinyağı ve şarap gibi temel üzerindeki kontrolünün azalması genel olarak
tüketim maddelerinin sağlayan ve İtalya ve Fran- Bizans toplumunun refahının artmasına kat-
sa’dan tekstil gibi islenmiş ürünler alan ikincil bir kıda bulunmuştur. İşgücü piyasası ve ana mal
ekonomi konumuna düşmüştür. Aynı zamanda, biriktirme önündeki engellerin kalkması, üzer-
imparatorluğun toprakları İtalyan kent devletleri- lerindeki vergi yükümlülükleri azalan zengin
nin kurduğu, Doğu Akdeniz ve Karadeniz’i Av- aileler ve manastırlar gibi aktörlerin arazilerini
rupa’ya bağlayan sistemin bir parçası haline gelir. genişleterek artan üretimi pazarlara yönlendir-
Bizans İmparatorluğundan zorla koparılan ya da meleri ve İtalyan kent devletlerinin Akdeniz
imparatorluk sınırları içindeki bazı kentler hem çevresindeki pazarları birbirlerine bağlamaları,
malların transit geçtiği hem de yeniden dağıtıldığı Bizans genelinde arz ve talebin artışına neden
bir nokta olur. Örneğin, Karadeniz’in kuzeyinde olmuştur. İmparatorluğun son yüzyılında bazı
Avrasya hinterlandından toplanan mallar İtalyan
Bizanslı soyluların toprak sahipliği üzerine ku-
tüccarlar tarafından Konstantinopolis’e, daha doğ-
rulu varlıklarını anaparaya dönüştürüp ticaret
rusu Galata’ya getirilir, oradan da Akdeniz’de kur-
hayatına girdiklerini görürüz. Bu durum, erken
dukları ticaret sistemine bağlanırdı.29
ve orta Bizans dönemine hâkim olan ticaret
Bununla beraber, yukarıda sözü edilen ge- karşıtı havanın artık kırılmaya başladığının
lişmelerin olumsuz etkileri 14. yüzyılın ikinci göstergesidir.

- 113-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

askerleri 1023 yılında bugün Sirkeci bölgesine Paleologoslar döneminde iktisadi ve ticari ha-
karşılık gelen bir yerde bulunan “gündelik dilde yatı yönlendiren temel etmenler haline gelirler.
Mitaton denen Haceroğullarının sinagoguna” Tarımsal üretimde bağımsız köylülerin islettiği
içinde çok para olduğuna emin olarak saldırırlar. küçük tarlalar yanında yarı bağımlı köylülerin
Hem Arapların hem de yerli Bizans halkının sürdüğü ve zengin ailelere ait geniş araziler öne
mukavemeti sonucu Latinler püskürtülür. Bu çıkar. Mali politikalar söz konusun olduğunda,
noktada doğudan gelen bu tacirlerin kimliği eskiye oranla çok daha fazla sayıda, geniş toprak
hakkında bir parantez açmak gerekir. Khoniatis sahibi zengin ailenin, manastırların ve kilisenin
tüccarlar için Haceroğlu ve Saraken terimlerini vergi muafiyeti aldıklarını görürüz.
bir arada kullanır. Bizans Yunancasında Hace-
Önceki dönemde olduğu gibi Konstantino-
roğulları Müslümanları temsil ederken Saraken
etnik kimliğe yani gelenlerin Araplıklarına bir polis’in son yüzyıllarında da ticaret hayatının
atıftır. Hem Khoniatis’in hem de diğer Bizans Mese ile Haliç arasındaki bölgede- yani köşe-
kaynaklarını Haceroğlu yanında hatta ondan lerini sahilde Eminönü-Unkapanı, içerde ise
daha çok Saraken terimini kullanması süz konu- Cağaloğlu-Bayezid/Laleli semtlerinin oluştur-
su tüccarların tamamının Müslüman olmadığını duğu bir dikdörtgende atıyordu. Örneğin Tah-
Hristiyan Arap tacirlerin de Konstantinopolis’e takale ile Balkapanı Caddesi arasında bulunan
geldiğini gösterir.27 tek avlulu ve iki katlı Balkapanı Hanı’nın tuğla
tonozlu mahzenleri yapının Bizans dönemine
4. Dağılan siyasi otorite, yeni iktisadi ait olduğu iddiasını destekler. Çemberlitaş’ta
eğilimler (13.-15. yüzyıllar) 1883 yangınında yanan Elçi Hanı Sadrazam
4. Haçlı Ordularının 1204’te Konstanti- Hadım Ali Paşa tarafından 1510 yılında yaptı-
nopolis’i almaları ile Bizans’ın dağılan siyasi rılmıştır. Wolfgang Müller-Wiener’in iddiasına
bütünlüğü, 1264 yılında Bizanslıların kenti geri göre, hanın temellerinde Constantinus Mey-
almaları ile yeniden sağlanır. Paleologos hane- danı’ndaki dükkânlara ait olma olasılığı olan
danı altında Bizans yöneticileri bati Anadolu kubbeli odalar vardır. Son olarak, Kapalı Çar-
ve güney Balkanlar’da en azından 13. yüzyılın şı’nın Bizans döneminden beri ticari amaçlarla
sonu ve 14. yüzyılın başında bölgesel bir güç kullanılan Artopoleion bölgesinde kurulduğunu
olacak bir devleti yeniden tesis ederler. 12. yüz- unutmamak gerekir. Çarşının yakınlarında ku-
yılda imparatorluğu yöneten Komnenos ailesi rulan esir pazarı da Bizans dönemi esir pazarının
döneminde ortaya çıkan bazı iktisadi gelişmeler, kurulduğu yere yakındır.28

- 114-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

DİPNOTLAR

1 Boğaziçi Üniversitesi, Tarih Bölümü.


2 10. Yüzyılda yaşamış Arap coğrafyacı EL-Makdisi’nin Konstantinopolis’e uzana yollar hakkında verdiği bilgiler için,
bkz. Muqaddasī, Ahsan at-taqāsīm fi marifat al-aqālīm, Bibliotheca Geographorum Arabicorum. ed. M. J. De Goeje
(Leiden, 1967), 148-150.
3 Sozomenus, Historia Ecclesiastica, 1. kitap, 3. Kısım.
4 W. Kleiss, “Neue Befunde zur Chalkopratenkirche in Istanbul,” Istanbuler Mitteilungen 15 (1965), 149–67.
5 M. M. Mango, “the Proticoed Street at Constantinople,” Byzantine Constantinople, Monuments, Topography and Everyday
Life, ed. N. Necipoğlu (Leiden, 2001), 45.
6 C. Mango, “The Triumphal Way of Constantinople and the Golden Gate,” Dumbarton Oaks Papers 2000 (54).
7 G. Dagron, Constantinople imaginaire: Études sur le recueil des Patria (Paris 1984), 185, n. 115.
8 W. Müller-Wiener, İstanbul’un Tarihsel Topografyası (İstanbul, 1998), 60, 62.
9 Berger, “Regionen und Strassen,” s. 362, 368.
10 J. Haldon, Bizans Tarihi Atlası, çev. A. Özdamar (İstanbul, 2006), 71.
11 C. Morrisson, “the Sixth-century Economy,” Economic History of Byzantium, ed. A. E. Laiou (2002, Washington,
D.C.), I, 208. Haldon, 81.
12 S. Runciman, Byzantine Civilization (Cleveland, 1956), 132-133.
13 Theophanes, Chronographia, ed. C. de Boor, 2 vols. (Leipzig 1883–85), 440.19–23.
14 Haldon, 74, 137.
15 N. Oikonomides, “the Kommerkiarios of Constantinople,” Byzantine Constantinople, Monuments, Topography and
Everyday Life, ed. N. Necipoğlu (Leiden, 2001), 236-243.
16 F. van Doorninck, “Byzantine Shipwrecks,” Economic History of Byzantium (Washington, D.C., 2002), II, 899-905.
Daha fazla bilgi için, bkz. A. J. Parker,Ancient Shipwrecks of the Mediterranean and the Roman Provinces (Oxford, 1992).
A. E. Laiou ve C. Morrisson, The Byzantine Economy (Cambridge 2007) 40-41.
17 D. J. Geanakoplos, Byzantium; Church, Society, and Civilization Seen through Contemporary Eyes (Chicago, 1984), 57.
18 Theophanes, 469.3–4. Leonis Diaconi Caloënsis Historiae, ed. C.B. Hase (Bonn. 1828) 146.24–147.2.
19 “Factories, Imperial” Oxford Dictionary of Byzantium, ed. A. Kazhdan ve diğerleri (Oxford, 1991), II, 776-775. Daha
fazla bilgi için bkz. A.W. Persson, Staat und Manufaktur im Römischen Reiche (Lund, 1923).
20 Müller-Wiener, 61.
21 Villehardouin, La conquête de Constantinople, ed. E. Faral (Paris, 1938), I, 1199-1203. Nicetae Choniatae Historia, ed.
J. L. van Dieten (Berlin, 1976), 554-557.
22 R. Asal, “Yenikapı Kazıları ve İstanbul’un Antikçağ Ticareti,” Saklı Limandan Hikayeler, Yenikapı’nın Batıkları (İstan-
bul, 2013), 8-10. U. Kocabaş, I. Özsait-Kocabaş, “Gemi Arkeolojisinde bir Milat: Yenikapı Batıkları Projesi,” Saklı
Limandan Hikayeler, 41.
23 Magdalino, “Medieval Constantinople,” 11-13, 22-27. Mango, “Commercial Map,” 197-201.
24 Nicetae Choniatae Historia, 522-523.
25 Laiou ve Morrisson, 84, 138.
26 Das Eparchenbuch Leons des Weisen, ed. J. Koder (Viyana 1991), 108.
27 Nicetae Choniatae Historia, 554-555. Bizans yazınında Yakındoğulular hakkındaki tanımlar için, bkz. K. Durak “Defi-
ning the ‘Turk’: Mechanisms of Establishing Contemporary Meaning in the Archaizing Language of the Byzantines,”
Jahrbuch der Österreichischen Byzantinistik 59 (2009), 65-69.
28 Müller-Wiener, 343-346.
29 Laiou ve Morrisson, 200-208.

- 115-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

KAYNAKÇA

“Factories, Imperial” Oxford Dictionary of Byzantium, ed. A. Kazhdan ve diğerleri (Ox-


ford, 1991)

Asal, R: “Yenikapı Kazıları ve İstanbul’un Antikçağ Ticareti,” Saklı Limandan Hikayeler,


Yenikapı’nın Batıkları (İstanbul, 2013).

Berger, “Regionen und Strassen im frühen Konstantinopel,” Istanbuler Mitteilungen


vol. 47 (1997).

Dagron, G: Constantinople imaginaire: Études sur le recueil des Patria (Paris 1984).

Das Eparchenbuch Leons des Weisen, ed. J. Koder (Viyana 1991).

Durak, K: “Defining the ‘Turk’: Mechanisms of Establishing Contemporary Meaning in


the Archaizing Language of the Byzantines,” Jahrbuch der Österreichischen Byzantinistik 59
(2009)

Geanakoplos, D. J: Byzantium; Church, Society, and Civilization Seen through Contem-


porary Eyes (Chicago, 1984).

Gregory, T: A History of Byzantium (2005, Malden).

Haldon, J: Bizans Tarihi Atlası, çev. A. Özdamar (İstanbul, 2006).

Kleiss, W: “Neue Befunde zur Chalkopratenkirche in Istanbul,” Istanbuler Mitteilungen


15 (1965).

Kocabaş, U, ve Özsait-Kocabaş, I: “Gemi Arkeolojisinde bir Milat: Yenikapı Batıkları


Projesi,” Saklı Limandan Hikayeler, Yenikapı’nın Batıkları (İstanbul, 2013).

Laiou, A. E. ve Morrisson, C: The Byzantine Economy (Cambridge 2007).

Le livre de l’avertissement et de la revision, çev. C. De Vaux (Frankfurt, 1986).

Leonis Diaconi Caloënsis Historiae, ed. C.B. Hase (Bonn. 1828).

Mango, C: “Commercial Map of Constantinople,” DOP, 54 (2000).

--- “The Triumphal Way of Constantinople and the Golden Gate,” Dumbarton Oaks
Papers 2000 (54).

Mango, M. M: “the Proticoed Street at Constantinople,” Byzantine Constantinople, Mo-


numents, Topography and Everyday Life, ed. N. Necipoğlu (Leiden, 2001).

Morrisson, C: “the Sixth-century Economy,” Economic History of Byzantium, ed. A. E.


Laiou (2002, Washington, D.C.).

Müller-Wiener, W: İstanbul’un Tarihsel Topografyası (İstanbul, 1998).

- 116-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Oikonomides, N: “the Kommerkiarios of Constantinople,” Byzantine Constantinople,


Monuments, Topography and Everyday Life, ed. N. Necipoğlu (Leiden, 2001).

Parker, A. J: Ancient Shipwrecks of the Mediterranean and the Roman Provinces (Oxford,
1992).

Persson, A. W: Staat und Manufaktur im Römischen Reiche (Lund, 1923).

Runciman, S. Byzantine Civilization (Cleveland, 1956).

Theophanes, Chronographia, ed. C. de Boor, 2 vols. (Leipzig 1883–85).

van Doorninck, F: “Byzantine Shipwrecks,” Economic History of Byzantium (Washing-


ton, D.C., 2002).

Villehardouin, La conquête de Constantinople, ed. E. Faral (Paris, 1938), I, 1199-1203.


Nicetae Choniatae Historia, ed. J. L. van Dieten (Berlin, 1976).

- 117-
Eyüp'ün çocuklarının yemek ziyafeti. Yorumlu Eyüp Kitabı, tarih 1362. Fransa Ulusal
Kütüphanesi, BnF, Grec 135, yaprak 18v.
Dini ve Gündelik
Hayat

Dr. Brigitte Pitarakis1

I.
Constantinus (hük. 306-337), yeni baş-
kentini Antik Roma modeline uygun
olarak kurarken imparatorluğun pagan
yapıları ile rekabet edebilecek özelliklere sahip
dinî yapıların inşasını da başlatmıştır. Kentsel
görünüm içinde kilise ve manastırlara ayrılan
yer, manastır kuruluşlarının giderek çoğal-
ması, mimarî biçimlerin gelişimi, Bizans’daki
imparatorluk ideolojisinin çeşitli yönlerine ve
imparatorların Bizans toplumunun ibadet ge-
leneklerine de model oluşturan dindarlığına
ışık tutan temel unsurlardır. Binaların, dekor-
ların, tanrıyı anmaya ve inananların duyuları-
nı harekete geçirmeye yönelik zengin ayinlere
çerçeve oluşturan litürjik eşyaların görkemi,
aralarında Hıristiyanlığa ait en değerli kutsal
emanetlerin yer aldığı hazineler, mucizeler ger-
çekleştiren ikonalar, şifa mabetleri, bir yandan
Batılı hükümdarlarda arzu, yabancı ziyaretçiler
ve hacılarda da hayranlık uyandırırken, diğer
yandan Bizans halkının gündelik yaşantısını
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

besliyordu. İmparatorluk bu kiliseler için tüm


doğal zenginliklerini ve zanaatkârlarının bilgi ve
becerisini seferber etti. Bu ustalar imparatorun
kendisinden ve maiyetinden gelen talebin teşvi-
kiyle sanatlarını giderek mükemmelleştirdiler.
Çalışmamızın ilk bölümünde işte bu ortamı
betimlemeye çalışacağız. Ardından, başkentin
4. yüzyıldan 8. yüzyılın başlarına kadar süren
ilk döneminde genel hatlarıyla Roma yaşam
tarzını devam ettiren gündelik yaşamın farklı
yönlerine değineceğiz. 8. yüzyılda ikona kı-
rıcılık krizi Bizans toplumuna kendine özgü
niteliklerini kazandıran yeni bir dönüşüm çağı
başlatmıştır. Bu nitelikleri Bizanslıları evlerin-
de, aile içinde, kilisede, okulda, hastanelerde,
hamamlarda, gösteri alanlarında sürdürdükleri
gündelik yaşam içinde izleyerek inceleyeceğiz.

I. DİNİ YAŞAM VE MİMARİ ÇERÇEVESİ

1. Başkentteki kiliseler ve manastırlar

Başkentin kuruşulundan İustinianus dö-


nemine

I. Constantinus’un 312’de Milvius Köprü-


sü’nde kazandığı şanlı zafer, Roma İmparator-
luğu için yeni bir çağın başladığını bildiriyordu.
Diocletianus saltanatıyla bağlarını koparan I.
Constantinus Hıristiyanlığı benimseyen ilk Hipodrom ve Büyük Saray çevresinin rekonstüksiyonu (telif : Tayfun A. Öner).
Roma imparatoru oldu. Ancak, M.S. 324’de
kurduğu ve 330’de ithaf ettiği yeni başkentin- kiliseleri vardır. Bugün yaklaşık olarak Fatih
de giriştiği kentsel gelişim programı özellikle Camii’nin yükseldiği alanda ise Havariyun Ki-
bu kenti Yeni Roma yapmaya yönelik altya- lisesi imparatorluk mozolesi yer almaktaydı.
pı çalışmalarına odaklandı. Constantinus’un
Bu binaya ilişkin elimizdeki tek tasvir 4. yüzyıl
kent planının merkezinde Hipodrom ve biti-
kilise tarihçisi Eusebius’un kaleme almış olduğu
şiğinde yer alan Büyük Saray bulunur. İnşası
I. Constantinus’un Yaşam öyküsünde yer alır.
Constantinus’a atfedilen ibadet yerleri arasında
ise katedral vazifesi gören Aya İrini Kilisesi ve Muhtemelen merkezi konumda duran lahdi on
iki yerel din şehiti için yaptırılan Aziz Akaki- iki havariye ait kutsal kalıntılar çevreliyordu.
os (Haliç yakınlarında) ve Aziz Mokios (kara Bu düzen kozmik simgeciliği açısından güneşin
surlarının dışında kalan mezarlık bölgesinde) etrafında dönen oniki burça atıfta bulunmuş

- 120-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

olabilir.2 İlk Ayasofya Katedrali de Constanti- ğu Theotokos Khalkoprateia (yapının doğu


nus’un selefi II. Constantius tarafından yaptı- bölümü sonradan Acem Ağa Mescidi’ne da-
rıldı ve 360 yılında açıldı. Başkentin Hıristiyan hil edilmiştir) ve kutsal elbisesini (maphorion)
karakteri, Hıristiyanlığı imparatorluğun resmî barındıran Blakhernai Kilisesi. Efsanelere göre
dini olarak ilan eden ve pagan tapınakların ka- Khalkoprateia Kilisesi’nin inşası II. Theodosi-
patılmasını emreden I. Theodosius döneminde us’un ablası imparatoriçe Pulcheria’ya atfedilse
şekillenmeye başladı. 5. yüzyıla Bakire Meryem’e de, Blakhernai mabedi gibi bu kilise de muh-
adanan ve başkentin tarihinde önemli bir rol temelen I. Leo’nun eşi Verina tarafından yaptı-
oynayacak olan iki mabedin inşası damgasını rılmıştır. Filistin’den getirilen kutsal emanetler
vurdu: Meryem’in kutsal kuşağının bulundu- nedeniyle, 5. yüzyıldan itibaren Konstantino-

- 121-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

polis için Yeni Kudüs adı kullanılmaya başladı. du. Orijinal yapıda, yan neflerin ve narteksin
Stilit (Sütun üstünde yaşayan) Daniel Kudüs’e üzerinde bir galeri bulunuyordu. İçeriden bakıl-
hacca gitmek istediğinde, yolda karşılaştığı yaş- dığında yarım daire biçiminde olan, dışarıdan
lı bir adam ona şöyle demişti : “Bizans’a git, ise üç cepheye ayrılan apsis üç geniş pencere
ikinci Kudüs’ü, Konstantinopolis’i görürsün, ile aydınlatılıyordu.
ve şehitlerin mezarlarını ve büyük mabetleri
Annesi Galla Placidia tarafından III. Valenti-
ziyaret edersin.”3 Yeni Roma dinî anlamda I.
nianus’un torunu, savurganlığıyla ünlü prenses
İustinianus’un etkisi altında ve Ayasofya’nın
Anicia İouliana’nın yaptırdığı Aziz Polyeuktos
inşasından sonra eskisini geçecek, Bizans’ın
Kilisesi (Saraçhane) merkezî planlara iyi bir ör-
başkenti gösterişli ibadethanelerin inşası ko-
nektir. Tuğla damgaları ışığında kilisenin inşası
nusunda büyük bir atılım yapacaktı. İmpara-
520-521 yıllarında, İouliana’nın 527’de ölü-
torluk ideolojisiyle bağdaşlaşan görkemli inşa
münden önce, tamamlanmıştır. Dolayısıyla İus-
programlarının gerçekleştirilmesi Prokonnesos,
tinianus’un Ayasofyası’ndan önce gelmektedir.
yani günümüzdeki Marmara Adası’nda bulu-
Ne yazık ki üst yapıdan ayakta kalan herhangi
nan mermer ocakları sayesinde mümkün oldu;
bir kalıntı bulunmamaktadır. Bununla birlikte,
buradan gelen mermerin bolluğu güçlü bir mi-
1964–1969 yıllarında yürütülen kazılar güç-
marînin gelişmesinde belirleyici bir rol oynadı.
lü temelleri ve Anthologia Palatina’da yer alan
4. yüzyıldan İustinianus’un Ayasofya’sına (M. Yunanca bir şiirden alınmış mısralarla bezeli
S. 537) kadar uzanan ilk dönemde ortaya çıkan mermer blokları gün ışığına çıkarmıştır. Bu bul-
mimarî biçimler, çift meyilli ahşap çatı ile örtülü gular yapının ilk halini yeniden canlandırmak
uzun bazilikalar ve Roma mimarîsinden miras için cazip ipuçları sunmaktadır. Buradaki en
kalan merkezî planlardır. Bazilikalarda sütûn önemli soru Aziz Polyeuktos’un kubbeli yapı
dizileriyle çevrili ve doğuda bir apsis ile sonlanan olup olmadığıdır. Sit alanındaki kazıları İstanbul
bir ana ibadet mekanı (naos) ile batıda geniş bir Arkeoloji Müzelerinden Nezih Fıratlı ile bir-
avluyu (atrium) izleyen enlemesine bir dehliz likte gerçekleştiren Profesör Martin Harrison’a
(narteks) bulunur. Studios Manastırı Vaftizci göre, bu kilisenin İustinianus dönemine ait olan
Yahya Kilisesi (yak. M.S. 450) klasik Konstan- Aya İrini Kilisesi’ninkine benzer bir planı vardı.
tinopolis bazilikası tarzını temsil eder.4 Bugün Buna göre, Aziz Polyeuktos’un naosu iki bö-
söz konusu yapı çatısı çökmüş harabe halinde lümden oluşmaktaydı. Bir kubbeyle taçlanmış
olsa da, orijinal planını pek güçlük çekmeden olan kare biçimindeki doğu bölüm, kuzeyde
yeniden canlandırabiliriz. Kilise, muhtemelen ve güneyde iki sütunlu eksedra (yarım daire
sütûnlu bir atrium ve narteksi izliyordu. İç kısmı şeklinde bir alan) ile kuşatılmıştı. Dikdörtgen
kareye yakın bir biçimde yapılmıştı. Ana nef biçimli batı bölümü ise geniş bir beşik tonoz ya
(törenler ve ayinler sırasında cemaatin durduğu da çapraz tonoz ile örtülmüştü. Jonathan Bardill
yer veya sahın) yan neflerden yeşil breş (antico ise yakın tarihli bir çalışmasında eksedraların
verde) yedili iki sütun dizisiyle ayrılıyordu (ku- Aziz Sergios ve Bakhos Kilisesi’nde olduğu gibi
zeydeki sütun dizisi hâlâ ayaktadır). Akantus daire biçiminde değil, doğrusal olarak yerleşti-
(kenger) yapraklarıyla bezenmiş oyma sütun rildiğini ve altın yaldızlı kesonları olan ahşap
başlıkları doğrusal bir kaide (arşitrav) taşıyor- bir tavanla örtülü olduğunu, yan neflerin ve

- 122-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

narteksin ise muhtemelen tonozlu olduğunu yükselir. İustinianus ve Theodora çiftinin mo-
öne sürerek farklı bir canlandırma önerir.5 Ar- nogramları da sepet biçimli sütun başlıklarına
keolojik kazılar olağanüstü bir şatafata tanıklık işlenmiştir. Sütunlar, üzerinde imparator çiftin
eden oymalı mermer bezeme kalıntılarını da onuruna yazılmış uzun bir epigram bulunan
açığa çıkarmıştır: kuyruğu açılmış olarak tasvir zengin biçimde bezenmiş yatay bir hatıl (arşit-
edilen tavuskuşları, ametist ve renkli camlarla rav) taşır. Benzer bir düzenleme galeri kısmında
bezenmiş sütunlar, asma üzümler ya da Pers da yapılmıştır, ancak burada ion-impost sütun
Sasani İmparatorluğu’ndan esinlenen başka başlıklarının taşıdığı kemerler bulunmaktadır.
bitkisel komposizyonlarla donatılmış arşitrav-
Trallesli Anthemius ve Miletli Isidorus tara-
lar (sütünların üzerine konulan yatay hatıl)
fından tasarlanan Ayasofya, nefin üzerinde 55
ve sütun başlıkları. Tüm bunlar kuyumculuk
metre yükselen 31 metre çapındaki kubbesi ile
tekniklerini mermer üzerine aktarma arzusunu
o dönemin mühendislik mucizesidir.7 Ayasofya,
yansıtır.6 Bu şekilde bölmeli mine tekniğinden
(cloisonné) esinlenen alacalı motifleri merme- Hadrianus Panteonu ile başlayan ve kubbenin
re işleme merakına 6. tanrısal gücün kozmik
yüzyıla ait başka iki boyutunu simgelediği
kilisenin, Hipodrom Roma geleneği çizgi-
Azize Euphemia Ki- sinde yer alır. 532’den
lisesi ile Hebdomon 537’ye kadar yaklaşık
(Bakırköy) Vaftizci altı yıl boyunca devam
Yahya Kilisesi’nin eden inşaatın sonun-
oymalı dekorlarında da, ortaya dönemin
da rastlanır. dinî yapılarıyla kıyas
kabul etmeyecek bo-
Aziz Sergios ve Ayairini. Dış görünüm, kuzeyden bakış. Guillaume Berggren, geç 19.
yutlarda bir kilise çık-
yüzyıl (telif : Suna ve İnan Kıraç Vakfı Fotoğraf Koleksiyonu).
Bakhos Kilisesi (Kü- mıştır. Tümüyle yeni
çük Ayasofya) 527 olan bu tarz, Bizans
ve 536 yılları arasında, İustinianus ve Theo-
mimarisinde de daha sonra tekrarlanmamıştır.
dora’nın 527’de tahta çıkmadan önce ikamet
ettikleri Hormisdas sarayının içinde yer alan Ayasofya’nın planı bazilika ve merkezî plan
Aziz Petros ve Pavlos Kilisesi’nin yanına inşa tiplerini birleştirir. Heybetli kubbenin dayattığı
edilmiştir. Merkezi planlı, çevre dehlizli, galerili basıncı, pandantifler ve ikincil payelerle destek-
yapı, Konstantinopolis mimarisinin gelişimin- lenmiş dört ana paye üzerinde yükselen dört
de önemli bir yere sahiptir. İç yapısı, iki farklı kemer kaldırır. Kubbenin kasnağı doğuda ve
seviyede yükselen yarım daire biçiminde dört batıda yarım kubbelerle sağlamlaştırılmıştır. Bu
eksedrası bulunan bir kubbe (çap 17 m) ile muazzam kubbenin altında yer alan son derece
örtülü sekizgen biçimindedir. Sekizgen sahayı geniş sahın (nef), kuzeyde ve güneyde daha dar
sekiz kuvvetli paye oluşturur. Mabet (bema) bö- iki sahınla çevrelenmiştir. Kilisenin iki narteksi
lümüne bakan doğu tarafı hariç, her iki payenin ve galerileri vardır. Batı tarafından kiliseye açı-
arasında başlıkları incelikle işlenmiş iki sütun lan atrium, yani kemerli avlu, günümüzde yok

- 123-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

olmuştur. Depremler nedeniyle zayıflamış olan Yeni örtü sistemi eski kilisenin yapısal sorun-
ana kubbenin bir kısmı ile doğu tarafındaki larını çözmeyi hedefliyordu. Nefin batı kenarı,
yarım kubbe ve destekleri 558 yılında çök- kuzeyde ve güneyde hemen hemen elips biçi-
müştü. İustinianus’un kilisesi bunun üzerine minde olan kemerlerle desteklenen yine az çok
ilk restorasyonunu geçirdi; kubbe tamamıyla eliptik kubbe biçiminde bir tonozla kaplandı ve
yeniden yapıldı ve eskisine oranla 7 metre kadar ana kubbe öncekine kıyasla biraz daha yükseğe
yükseltildi. Bu restorasyon sürecinin ardından alındı. Galerilerin üzerine yerleştirilen çapraz
562 yılında ikinci açılış kutlamaları kapsamın- beşik tonozlar kubbe basıncının desteklenmesini
da kaleme aldığı şiirde, Mabeyinci Paulus mi- sağladı. Apsis’deki haç da yine bu dönemde
mar Anthemius’a şöyle atıfta bulunur: “Hem yerleştirildi.
pergel kullanmakta hem de cepheler çizmekte 768/69 yıllarında, ikonoklazm Ayasofya’ya
usta bu adam, düşman şeytanın dayanılmaz da saldırdı. Binanın iç kısmında bu dönem-
sarsıntısına göğüs gerebilecek gücü aşılamıştı den görünür izler kalmıştır. Kilisenin güney
duvarlara”.8 Bizans döneminde daha pek çok galerisinden ulaşılabilen patriklik sarayının özel
kez çeşitli onarım çalışmaları gerçekleştirildi. odalarından birinde, ikonoklastlar İsa ve azizleri
Ayasofya’nın kubbesine, renkli mermerlerin da- tasvir eden 6. yüzyıldan kalma bir dizi moza-
marlarını, mozaiklerin altın küplerini (tessera), ik madalyonu kazıdılar. Her portrenin yerine
sütun başlıklarının kenger yaprağı oymalarını bir haç yerleştirdiler ve tasvir edilen azizlerin
zarif gölge-ışık oyunlarıyla aydınlatan pencere- isimlerini belirten yazıtların üzerini kapattılar.
ler yerleştirilmişti. Sütunlar, sütun başlıkları ve
kutsal mekanı naos’tan ayıran mermer korkuluk Makedon hanedanı dönemi
levhaları gümüşle kaplı iken, sunak masası saf İkonoklazmı izleyen dönemde merkezî pla-
altından yapılmıştı. Bizans başkentinin kalbinde nın kullanıldığı yeni bir kilise mimarîsi gelişti ve
yer alan Ayasofya’nın önemi yalnızca cesaret ve Makedon hanedanı devrinin ayırt edici özelliği
güzellik timsali etkileyici mimarisinde değil, haline geldi : tuğla ve taştan inşa edilen kapalı
burada yapılan ve düzeni imparatorluğun ve Yunan haçı biçimli kilise. Konstantinopolis’de
dünyanın düzeninin bir yansıması olarak kabul bu plan tipinin ilk örneği olarak genelde kay-
edilen ayinler ve törenlerde de ortaya çıkıyordu. nakça’da 880’de açılışı yapılan ve beş kubbeli
bir yapı olan I. Vasilios’un Nea Ekklesia Kili-
Bir dönüm noktası : ikonoklazm
sesi’nden söz edilir. Nea 15. yüzyılın sonunda
726’da III. Leo imparatorluk sarayı girişinin yıldırım düşmesi sonucu yıkılmıştır. Bu kiliseyi
(Khalki Kapısı) üzerinde bulunan İsa tasvirini Onuphrius Panvinius’un 15. yüzyıl sonu ya da
kaldırttı ve 730’da tüm dinî resimlerin yok edil- 16. yüzyıl başına tarihlendirilebilen Hipodrom
mesini emretti. V. Konstantinos (741-775) daha görünümünüde teşhis etmek mümkün olabilir.9
da ileri giderek yalnızca ikonaların değil, kutsal Ancak planın genel hatlarını kesin bir şekilde
emanetlerin de bulundurulmasını ve bunlara canlandırmak mümkün değildir. Kapalı Yu-
tapılmasını yasakladı, ibadetin yalnızca Tanrı’ya nan hacı tipi 9. yüzyılın başlarında Trilye’deki
adanmasını istedi. Üstyapısı 740 depreminde Hagios Stefanos kilisesinde karşımıza çıkar. Bu
yıkılan Aya İrini’yi 753’de yeniden yaptırdı. tipin İstanbul’da ayakta kalmış en erken örneği

- 124-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

duvarları hafifçe kavislidir; cephe duvarlarını


destekleyen yarım yuvarlak payandalar ise iç
kısımdaki başlıca eklemleri yansıtır. Myrelaion
o dönemin, daha sonra eklentilerle degiştiril-
memiş tek önemli kent içi kilisedidir. Bugün
Eski İmaret Camii ve Vefa Kilise Camii olarak
bilinen ve her ikisi de muhtemelen 11. yüzyıla
ait olan kiliseler de benzer bir plana sahiptir.

Makedon hanedanı döneminde, kiliselerin


Ayasofya. Dış görünüm, Güneybatıdan bakış. Guillaume Berggren, geç
19. yüzyıl (telif: Suna ve İnan Kıraç Vakfı Fotoğraf Koleksiyonu). mimarî türlerine uyarlanmış ve dönemin siya-
si-mistik anlayışlarını yansıtan bir ikonografi
ise 907 yılında ithaf edilen Konstantinos Lips programı ortaya konmuştur. Evrenin yüce ha-
Manastırı’nın kuzey kilisesi’dir (Fenari İsa Ca- kimi olarak kubbeye yerleştirilen Pantokrator
mii).10 Dört sütun üzerinde yükselen kubbesiyle İsa, yaratanın kurduğu düzeni yansıtan ahenkli
kapalı Yunan haçı planlı kilise türüne uygundur. bir dağılım içinde semavî hiyerarşinin çeşitli
Apsis, nefi aydınlatan büyük pencerelerin açıl- figürleriyle (melekler, peygamberler, dört İncil
mış olduğu iki yan şapelle (pastophoria) kuşatıl- yazarı, havariler ve din şehitleri) çevrelenmiştir.
mıştır. Kuzey şapeli (prothesis) kudas ayininde Apsisin girintisi ise elleri havada dua ederken
kullanılacak ekmek ve şarabı hazırlamak için ya da Ayasofya’da olduğu gibi Çocuk İsa’yı ku-
kullanılıyor, güneydeki diakonikon ise ayinler cağında oturturken tasvir edilen Bakire Mer-
için ayrılmış kutsal kapları barındırıyordu. Üst yem’e ayrılmıştır. Naos ve narteksde, özellikle
katta, her biri orijinal planda olasılıkla kubbeli 11. yüzyıldan itibaren büyük litürjik yortula-
tonozla örtülmüş dört şapel, dörtgen planın ra göndermede bulunan İsa’nın yaşamından
köşelerine (ikisi narteksin, diğer ikisi ise pas- sahneler, Kurtuluş öyküsünün iki uç noktası,
tophoria’nın üzerine) yerleştirilmişti. Bu şapeller yani Oğul’un Meryem’in rahmine düşmesi ve
özel törenler ve manastır ibadetleri için hususi İsa’nın çarmıha gerilmesi ve dirilişiyle mümkün
alanlar sağlıyordu. olan Kurtuluş üzerine vurgu yapan bir düzen
içinde görülür. Bu şekilde, kiliselerin dekorları
Yaklaşık olarak 920 yıllarına ait olan Myre- imparatorun hükmettiği dünyevî monarşinin ilk
laion (Bodrum Cami) kapalı Yunan haçı planlı örneği ve modeli olan ideal kozmik monarşiyi
kiliselere başka bir örnektir. İmparator Romanos resmeder.
Lekapinos’un sonradan bir rahibe manastırına
Komninoslar dönemi
dönüştürdüğü özel sarayının kilisesi olarak inşa
edilen kilise, saray yapısıyla aynı hizaya geti- Komninoslar döneminin özelliği, imparator-
rilmek için iki katlı olarak tasarlanmıştır. Üst luk ailesinin cenaze törenlerinde şapel vazifesi
katın planını tekrarlayan alt kat imparator ve gören manastırların yapımına hız verilmiş ol-
ailesinin yakın üyelerinin mezarı olarak kulla- masıdır. Artık o kadar da heybetli olmayan bu
nılmıştır. Tamamıyle tuğladan yapılan dış cephe yapılar, katı kurallara göre düzenlenen törenlerle
bu yapının en çarpıcı özelliğidir. Narteksin yan anılan imparator ve atalarının selameti için dua

- 125-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

eden manastır cemaatini barındırıyordu. Manas- 12. yüzyıldaki ekonomik büyüme, eski
tırlar ayrıca imparatorların dindarlığında hayır mimarî planlara geri dönen geniş kiliselerin
işlerinin oynadığı önemli rolü de yansıtıyordu. yapılmasına olanak sağladı. Bugün Gül Camii
Kiliselerin ve manastır cemaatinin yaşamını sür- olarak bilinen kilise kubbeli bazilika biçiminin
dürdüğü binaların oluşturduğu komplekslere geç örneklerindendir. Panagia Kyriotissa (Kalen-
yaşlılar için yurtlar ve hastaneler eklenmişti. derhane Camii) ise kubbeli kapalı Yunan haçı
Komninoslar döneminin en önemli manastır- planına göre yapılmıştır. Khora Kilisesi’nin (Ka-
larından biri, 1118-1136 yıllarına doğru II. riye Camii) naosu büyük kubbeyi taşıyan beşik
İoannis ve İrini Komninos tarafından yaptırılan tonozların kullanıldığı köreltilmiş haç biçimli
İsa Pantokrator Manastırı’dır (Zeyrek Camii). bir plana sahiptir. Theotokos Pammakaristos
Bu büyük manastır kompleksi ardarda hızlı bir Kilisesi’nde de (Fethiye Camii) defin törenleri
biçimde inşa ettirilen birbirine bitişik üç kiliseyi sırasında kullanılan yan sahınları (nef) bulunan
barındırır. Keşişlerin barınması için ayrılan bö- ambulatuarlı plan kullanılmıştır.
lümlerin dışında, manastırda bir hastane ve bir Latin istilası
yaşlılar yurdu bulunuyordu. İsa Pantokrator’a
Kentin yağmalanmasıyla başlayan Latin
adanmış olan ve Yunan haçı planına göre inşa
istilası döneminde (1204-1261) anıtlar da ih-
edilen güneydeki kilise, manastırın ana kilise-
male uğradı. Bu döneme ait mimarî faaliyetin
si (katholikon) olarak kullanılıyordu. Binanın
görülebilir izleri, 1230’lu yıllarda Ayasofya’nın
merkezi yan kanatları bulunan iki katlı geniş
batı cephesine bazı destekler ve bir çan kulesinin
bir narteks ile çevrelenmişti. Bu dönemde gide-
eklenmesi ve 1250’ye doğru Theotokos Kyrio-
rek daha büyük tasarlanan narteksler özellikle
tissa Kilisesi’nde Assisili Aziz Francesco’ya ada-
cenazeler sırasında düzenlenen ayin alaylarına
nan bir şapelin inşası ve bezenmesi ile sınırlıdır.
ve vaftiz gibi başka dinî geleneklere ev sahipliği
Galata’daki San Domenico Kilisesi (bugünkü
yapıyordu. Yine Yunan haçı biçiminde tasarla-
Arap Camii) kentin yeniden Bizanslıların eline
nan kuzeydeki kilise Bakire Eleousa (şevkatli,
geçmesinden sonraki Latin varlığına ilginç bir
merhamet gösteren) Meryem’e adanmıştı ve tanıklık sunar. Yanlamasına üç kanattan oluşan
laik cemaatin kullanımına ayrılmıştı. Başmelek gotik tarzdaki bu yapı, 14. yüzyıl başlarına ait-
Mikhail’e adanmış tek nefli ve iki kubbeli orta tir. Ancak diğer gotik kiliselerden farklı olarak,
kilise ise imparatorluk mozolesi olarak kullanıl- yapımında muhtemelen yerli duvar ustalarının
dı. İmparator II. İoannis Komninos, eşi İrini çalıştırılmış olması nedeniyle taş ve tuğladan
ve oğlu Aleksios buraya gömüldü. I. Manuil yapılmıştır. Kilisenin yakın bir geçmişte ortaya
Komninos ölümünden sonra babasını onurlan- çıkarılan fresk bezemesi ise, görünüşe göre Bi-
dırmak ve hanedanın bu en ünlü manastırının zanslı ressamlar tarafından Paleologos tarzında
şanına katkıda bulunmak için buraya değerli gerçekleştirilmiş bir İtalyan resim programını
kutsal emanetler naklettirdi. 1169’da İsa’nın gözler önüne serer.12
Çarmıhtan indirilen naaşının üzerinde yıkanıp
Paleologoslar dönemi
yağla meshedildiği ve kefene sarmalandığı taşı
Efes’den getirterek Pantokrator’a yerleştirtti. 1261’de kentin VIII. Mikhail Paleologos ta-
Ölümünden sonra kendisi de buraya gömüldü.11 rafından geri alınmasını kilise mimarisinde yeni

- 126-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

bir canlanma izledi. Bu kez mimarî tarzlarda


karmaşıklık büyüklüğün önüne geçmişti. Bu dö-
nemde farklı işlevler yerine getiren yapı küme-
lerinin yanyana sıralandığını görürüz. Mevcut
kiliselere cenaze amaçlı şapeller eklenmiş, farklı
alanlar arasında geçişi sağlayan ambulatorium
işlevi de gören narteksler ilave edilerek cenaze-
lere ayrılan bölümler genişletilmiştir.13 Restore
edilen ya da büyütülen eski yapıların dışında,
başkentin VIII. Mikhail Paleologos tarafından
geri alınışından oğlu II. Andronikos Paleolo-
gos’un saltanatının (1282–1328) sonuna kadar
dokuz yeni manastır ve yirmi sekiz yeni kilise-
nin yapıldığı bilinmektedir. II. Andronikos’un
kentsel gelişim programının imparatorluğun Aziz Polyeuktos Kilisesi (Saraçhane) niş kemeri. İstanbul Arkeolo-
ji Müzeleri (telif : Jonathan Bardill).
başkentine eski ihtişamını yeniden kazandırmayı
hedeflediğini söyleyebiliriz.14
manastırın 12. yüzyıl’dan kalma naosu kuzeyde
Günümüze kadar korunmuş birkaç yapıya
iki katlı bir ek bina, batıda iki büyük narteks,
göz atalım. Konstantinos Lips Manastırı Kilisesi
güneyde ise cenaze törenleri için kullanılan
(Fenari İsa Camii) 1282-1303 yıllarına doğru
ve güneybatı köşesinde çan kulesi bulunan
VIII. Mikhail’in dul eşi Theodora Paleologina
bir şapel ya da parekklesion ile çevrelenmiştir.
tarafından, ilk Paleologosların defnedildiği ar-
Mimarî çerçeve en ufak ayrıntısına kadar kar-
kosoliumları bulunan ambulatuarlı bir kilise ek-
maşıklığı ile Metokhitis’in kendi yazılarındaki
lenerek genişletilmiştir. Pammakaristos Kilisesi
de şapeller, bir çan kulesi ve bir dış ambulatuar edebî üslubunu yansıtan bir dekoratif progra-
ile genişletilmiş, en önemlisi de güney cephesine ma zemin oluşturacak biçimde tasarlanmıştır.
1310’a doğru Mikhail Glabas Tarchaniotis’un Kubbeli kısımlarda ve duvarlarda resmedilen
mezarını barındırmak üzere küçük ve Yunan çeşitli sahneler arasındaki görsel ikonografik ve
haçı biçiminde bir yan şapel (parekklesion) inşa sembolik göndermeler mimarînin desteği ile ön
edilmiştir. Bugün Vefa Kilise Camii adıyla bi- plana çıkarılmıştır. Bu dekor, fresklerin gitgide
linen yapı da iki katlı bir ek bina, bir çan ku- daha fazla kullanıldığı Paleologos dönemi bo-
lesi ve döşemesinin altında tonozlu mezarları yunca mozaik sanatının da prestijini korumaya
barındıran kubbeli bir eksonarteks ile aşama devam ettiğini gösterir. Naosun giriş kapısının
aşama genişletilmiştir. Paleologos döneminden üzerindeki lünete yerleştirilmiş olan ithaf pa-
günümüze kalan en önemli anıt Khora Manas- nosu ile iç narteksin doğu duvarında yer alan
tırı’dır (Kariye Camii). Devlet adamı (hazine ve kilisenin ilk kurucuları İsaakios Komninos
bakanı ve ardından başbakan), aydın, şair ve (Pantokrator manastırı kurucusu imparator II.
sanat hamisi olan Theodoros Metokhitis ta- İoannis Komninos’un kardeşi) ve rahibe Mela-
rafından yaklaşık 1316-21 yıllarında onarılan nia’yı (dünyevi hayatta imparator Mikhail VII

- 127-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Ayasofya. Güney galeri, eksedra. Ali Enis Oza, 20. yüzyıl başı (telif : Suna ve İnan Kıraç Vakfı Fotoğraf Koleksiyonu).

- 128-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Paleologos’un kızı Maria Paleologina; Mongol


hükümdar Abaka Han’ın eşi) Meryem ve İsa’nın
her iki yanında bir araya getiren Deesis ara-
sındaki görsel diyalog, Metokhitis’in geçmişe
olan ilgisini ve kilisenin tarihindeki yerine değer
kazandırma çabasını yansıtırken, mevki hırsını
ve snobluğunu da gözler önüne serer.15

2. Dinî tören gelenekleri

Kentte düzenlenen dinî tören alayları

4. yüzyıldan 7. yüzyıla, hatta ikonakırıcı-


lık krizine (726-843) kadar uzanan dönemde,
Konstantinopolis litürji geleneğine revaklı ana
caddeler boyunca duraklayarak ilerleyen tören
alayları damgasını vurdu.16 Kentin tamamı ol-
duğu gibi bir “litürji alanı”ydı. Deprem ya da
kuraklık gibi doğal afetlerin yanında, Avarların
ya da 860’da Rusların kenti kuşatması gibi istila
tehditleri de dış mekânlarda düzenlenen törenler
için neden oluşturuyordu. Çoğunlukla olduğu
gibi sonunda selamete erildiğinde, bunun Bakire
Meryem’in müdahalesi ile gerçekleştiğine ina-
nılıyordu. Bu olayın yıldönümü litürjik tören
alayları düzenlenerek kutlanıyordu. Teolojik
tartışmalar, kutsal emanetlerin taşınması, kilise-
lerin adanması, cenazeler (özellikle imparatorluk
ailesine ait olanlar) de bu tür törenler için fırsat
yaratıyordu. Kentin sokaklarında düzenlenen
tören alayları genellikle bir kilisede son bulu-
yordu. Dört tarafında çok sayıda girişi bulunan
Konstantinopolis’deki kiliselerin ilk biçimleri
üzerinde bu geleneğin etkisi olmuştur. Esas gi-
rişler batı cephesinde bulunur, girişin önünde
kare bir kemerden geçilerek ulaşılan bir atrium
ya da avlu yer alırdı.

Bizans ayini : “Yeryüzünde gökyüzü”

Dinî yapı olarak kilise, Konstantinopolis ayin


geleneğinde ancak İustinianus Ayasofya’sının

- 129-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

27 Aralık 537’de ithaf edilmesinin ardından ek bölümden alarak nefe ve kutsal mekanın
gerçek bir yer edindi. Bu tarihten sonra kilisenin kapılarından geçerek sunak masasına taşır.
fiziksel yapısı, imparatorluğun tören geleneğiyle Ekmek, şarap ve diğer litürji aksesuarlarından
birleşerek Bizans litürjik ayinlerinin özelliğini başka, ayinler sırasında buhurdanlar, rhipidia
oluşturan simgesel bir anlam kazandı.17 Kiev ya da litürji yelpazeleri, kapların üzerini ka-
Prensi Vladimir’in 987’de “Yunan dinî inançla- patmak için kullanılan örtüler de taşınırdı.
rını incelemek üzere” Konstantinopolis’e gön- Erken Bizans dönemi kiliselerinde litürjik ek
derdiği heyetle ilgili efsaneye göre, elçiler ayine oda ana kilise binasının dışında bulunan ayrı
katılmak üzere Ayasofya’ya götürülmüşlerdi. bir yapıydı (skeuophylakion). Şükran ayininin
Geri döndüklerinde, ayin sırasında hissettik- hazırlık ritüellerinin gelişmesiyle birlikte, orta
lerini şu sözlerle anlatmışlardı : “Gökyüzünde Bizans döneminde kutsal nesnelerin taşınması
miydik, yeryüzünde miydik, bilmiyoruz. Zira kutsal mekanın kuzeyinde bulunan prothesis
yeryüzünde böyle bir ihtişam ve güzellik yoktur, odasından yapılmaya başladı. Başlangıçta işlevsel
bunu tarif etmemiz mümkün değil. Yalnızca olan Küçük ve Büyük Giriş törenleri zamanla
Tanrı’nın bu insanlar arasında olduğunu bili- sembolik nitelikli ritüellere indirgendi. Kilise-
yoruz, ayinleri de tüm diğer milletlerin tören- lerin boyutları giderek küçüldü ve templonun
lerinden daha güzel. Bu güzelliği aklımızdan bir ikona duvarına (ikonostasis) dönüşmesiyle
çıkaramıyoruz”.18 birlikte ayin de kutsal mekanın sınırları için-
Bizans litürjisi ruhban sınıfının ihtişamlı de gerçekleşen daha özel bir tören niteliğine
girişiyle birbirinden ayrılan iki kısımdan olu- büründü.
şur.19 Söz litürjisi olarak adlandırılan ilk kısım, Işığın dinî törenlerdeki rolü
diyakozun papazlar eşliğinde İncil’i altardan nefe
taşıdığı ve mabedi nefden ayıran korkuluğu, İbadethaneler gerçekleştirilen törenle tama-
yani templonu geçerek yeniden altara getirdiği men bütünleşen ve törenin ihtişamına katkı-
“Küçük Giriş” ile başlar. “Küçük Giriş” İsa’nın da bulunan çok sayıda yapay ışık kaynağı ile
Kelam (Logos) olarak dünyaya gelişini simgeler. aydınlatılıyordu. Mabeyinci Paulus (Paulus
Önceleri sessizlik içinde yapılan bu tören, 6. Silentiarius), Ayasofya’yı öven tasvirinde kili-
yüzyılda bir dua ve ilahilerle zenginleştirilmiştir. senin aydınlatmasını gece güneşine benzetmiş-
Litürjinin ikinci kısmı olan kudas ve şükran ti.21 Bronz destekler üzerine yerleştirilmiş olan
ayini (efkharistiya), sembolik olarak İsa’nın vü- aydınlatma gereçleri korniş boyunca bir ışık
cudu ve kanıyla kutsanmaya gelişini haber veren halkası oluşturuyordu. Çok sayıda cam kandi-
“Büyük Giriş” ya da “Kutsal Sırların Girişi” ile lin yerleştirildiği yuvarlak veya haç biçiminde
açılır. Konstantinopolis Patriği I. Germanos’a gümüş polykandelon’ları taşıyan zincirler de yine
(715-730) atfedilen yoruma göre, kilise sade- kornişten aşağıya sarkıtılmıştı. Bu düzenek orta
ce “yeryüzünde gökyüzü” değil, aynı zamanda nefin üzerinde eşmerkezli üç daire oluşturuyor-
İsa’nın Çarmıha Gerilişi, Mezara Konuluşu ve du. Mabeyinci Paulus’un tasvir ettiği aydınlatma
Dirilişi’nin yeniden meydana geldiği yerdir.20 düzeneğinde, sembolik anlamlarla yüklü gemi
Diyakoz içinde kutsal ekmek bulunan tepsiyi, biçimli lambalar da yer alıyordu. Yağ kandilleri-
papaz da kutsal şarap kadehini hazırlandıkları nin ışığı kornişlerin üzerine yerleştirilmiş uzun

- 130-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

meşalelerden yükselen alevle vurgulanıyor ve eder. Kilise kandillerinde yanan yağı içtikten
yere yansıyan dramatik bir etki yaratıyordu. sonra bedenlerini ele geçirmiş olan cinlerden
Kilisenin en kutsal kısmı olan templon, selvi kurtulan kişilerle ilgili vakalar da aktarılır.24 Kü-
ağaçlarını andıran konik biçimli şamdanların çük pişmis toprak veya kurşun şişelere (ampulla
çevrelediği üzerinde kandiller bulunan dev bir veya unguentarium) doldurulan kutsal yağ, ko-
haç ile taçlandırılmıştı. Dekorun zenginliği, ruyucu ibadet nesnesi olarak da dağıtılıyordu.
mumların parıltısı, ışığın yansıması, cemaatin
3. Dindarlık ve mucizeler
inancını pekiştirmeye katkıda bulunan duyusal
etkiler yaratıyordu.22 Bizans ibadet geleneklerinin modeli olarak
imparatorların dindarlığı
Aydınlatma düzeneğinin yerleşimi kilise tö-
renlerinde de önemli bir rol oynuyordu. Ma- “Kutlu çabanla beklentileri aşan bu yapıtı
nastırların kurucuları, II. İoannis Komninos’un bitirdiğinde göğe ulaşmak için dağlara tırman-
Pantokrator manastırının vakfiyesinde (typikon) mana gerek kalmadı artık; sofuluğun kanatları
yaptığı gibi, kiliselerinin aydınlatmasını titizlikle üstünde, dosdoğru tanrısal göğe yöneliyorsun
kurallara bağlamışlardı. Pantokrator vakfiyesi, çünkü artık”.25 Paulus Silentiarius, 562 yılında
gece gündüz aralıksız yanan lambaları da ön- Ayasofya’nın ikinci açılışı için yazdığı şiirde im-
gören olağan günlerin aydınlatması ile tören parator İustinianus’a bu sözlerle sesleniyordu.
günlerininkini birbirinden ayırıyordu. Bu şe- İmparator, Tanrı’nın, esinlediği ve koruduğu,
kilde, aralarında kandilleri yağla doldurulmuş yeryüzündeki görüntüsü olarak kabul ediliyor-
avizelerin, büyük şamdanların ve farklı boylarda du. İktidarının kaynağını inancında buluyor ve
mumların yer aldığı farklı aydınlatma gereçleri Tanrı’nın iradesine boyun eğerek kendi gücünü
ve bunların yerleşimleri ile ilgili zengin sözcük elde ediyordu. Yeryüzünde tek hükümdar olan
dağarcığının envanterini çıkarabiliyoruz. Bu imparator, ilahi hükümdarın evrensel gücüne
düzenlemeler ayrıca gül ya da sarısabır yağı gibi boyun eğmeliydi.
çeşitli kokulu yağların kullanımı konusunda da Ayasofya Bazilikası, 10. yüzyıldan 12. yüzyıla
bizi bilgilendiriyor.23 Işık bolluğu yalnızca gece kadar uzanan dönemde eklenen figürlü mozaik
düzenlenen törenlere özgü değildi. Aydınlat- panolarda imparatorların dindarlığının en etki-
ma düzeneklerinin yerleşimi törenin ihtişamını leyici kanıtlarını sunar. Narteksde, 10. yüzyılda
güçlendirmeyi ve inananların dikkatlerini ve imparator VII. Konstantinos Porfirogennitos
dualarını kilisenin en kutsal bölümlerine yö- tarafından derlenen Törenler Kitabı’nın İmpa-
neltmeyi amaçlıyordu. İşlevsel rolünün dışında, ratorluk Kapısı olarak tanımladığı ana girişin
ışık güçlü bir sembolizmle de yüklüydü; tanrı- üzerinde, tevazu ile proskynesis pozisyonunda
sallığın kutlanması ve simgesi olarak algılanı- tahtında oturan İsa’nın ayaklarına kapanmış bir
yordu. Ayrıca, kilisenin en kutsal bölümlerine imparator – genelde VI. Leo (hük. 886-912)
ya da ikonaların ve kutsal kalıntıların önüne olduğu tahmin edilmektedir ancak kimliği kesin
asılmış olan kandillerde yanan yağın iyileştirici değildir –, adına hükmettiği İsa’dan yetki alır
gücü olduğuna da inanılıyordu. Çok sayıda şifa gibi görünmektedir. İmparator, başının üzerinde
mucizesi aktaran anlatılar, kandillerdeki yağın bir madalyon biçiminde gösterilen Bakire Mer-
hastaları meshetmek için kullanıldığına tanıklık yem’in ve İsa’nın sağ tarafında yine bir madal-

- 131-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

elleri havaya kalkmış dua eden


Bakire Meryem betimini seçmesi
de bu bağlamda şükran göster-
gesi olarak algılanabilir.

Güneybatı holünün kapısı


üzerinde bulunan mozaik pano,
iki örnek Hıristiyan imparator
İustinianus (solda) ve Constan-
tinus’u (sağda) anakronik bir
komposizyon içinde, dizlerinde
taşıdığı çocuk İsa’nın temsil ettiği
İlahi Bilgeliği barındıran tahtta
Bakire Meryem’in önünde saygı
ile eğilerek ayrı ayrı kurdukları
ve koruması için ona emanet
ettikleri kilisenin ve kentin
maketini sunarken gösterir. İki
maket arasındaki paralellik Bi-
zans toplumunun iki kutbu olan
kilise ve imparatorluk başkenti
üzerine vurgu yapar. Bu betim,
Küçük Ayasofya. İç görünüm, doğuya bakış. Ali Enis Oza, 20. yüzyıl başı (telif: Suna ve imparatorluk tören alayları sıra-
İnan Kıraç Vakfı Fotoğraf Koleksiyonu). sında patriğin imparatoru bek-
lediği ve iç nartekse geçmeden
yon biçiminde yer alan Başmeleğin aracılığına
önce tacını çıkaran imparatoru
sığınmaktadır. Bakire Meryem ve Başmelek de
selamladığı Güzel Kapı adıyla bilinen kapının
belki tüm doğumların koruyucusu olarak kabul
üzerinde bulunmaktadır.27 10. yüzyılın sonlarına
edilen Meryem’e Müjde sahnesine gönderme
doğru, muhtemelen patrikhanede yürütülen
yapmaktadır. Bazı yorumcular bu panoyu VI.
restorasyon çalışmalarıyla bağlantılı olarak yer-
Leo’nun “Meryem’e Müjde” konulu vaazı ışığın-
leştirilmiştir.28
da okumayı önermiştir.26 Ancak eklemek gerekir
ki VI. Leo saltanatının sonlarına doğru oğlu VII. Güney galerisinin doğu ucunda bir çift
Konstantinos Porfirogennitos’un doğumunu oluşturan iki imparator panosu, imparatorların
(M.S. 905) Bakire Meryem’in müdahalesine Yüce Kilise karşısında sergiledikleri cömertliğin
borçluydu, zira bu amaçla ileride değineceğimiz anısına konmuştur. Birinci panoda IX. Kons-
Zoodokhou Pigi (Yaşam Bağışlayan Kaynak) tantinos Monomakhos (1042), ikinci panoda
Kilisesi’nde (bugün Balıklı) bulunan bir Mer- ise II. İoannis Komninos, bir kordonla bağ-
yem ikonasından yardım ve şefaat dilemişti. lanmış dolu bir keseyi (apokombion) gösterişli
Aynı dönemde altın sikkelerinin arka yüzüne bir şekilde sunarken, eşleri Zoi ve İrini bağış

- 132-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

fermanını (chrysoboullon) ellerinde tutarlar. tantinopolis’in önemli manastır yazıhanalerine


Konstantinos Monomakhos ve Zoe tahtında (scriptorium) şatafatlı Kutsal Kitap elyazmaları
oturan İsa’ya hitap ederken, yanlarında oğul- ısmarlayan yüksek aristokrasi üyeleri, elyazma-
ları Aleksis (yak. 1122) de bulunan II. İoannis ların girişinde kendilerini İsa veya Meryem’in
Komninos ve İrini diğer duvara yapışık dörtgen huzurunda ayakta kitabı takdim ederken veya
sütunun yanından Meryem ve Çocuk İsa’ya secde pozisyonunda göstermeyi âdet edinmişti.
doğru yönelirler.29 Konstantinos Monomakhos Kariye’de Theodoros Metokhitis’in ithaf mozaiği
ve II. İoannis, kendilerinin de gömüldüğü baş- de bu kapsama dahildir. Bir yoruma göre, Me-
kentin önemli iki manastırının kurucularıydı. tokhitis Ayasofya narteksindeki VI. Leo tasviriy-
Bu imparatorlardan birincisi Mangana Sarayı le çağrışım yaratmak istemiş olabilir. Daha farklı
Aziz Georgios Manastırı’nı, ikincisi ise Pantok- yeni bir görüş, Metokhites’in İsa’nın huzurunda
rator Manastırı’nı kurmuştu. Törenler Kitabı’nda secde getirmek yerine, sırtı tamamıyle dik ve
tasvir edilen imparatorların Ayasofya ziyareti diz çöker vaziyette kilise’sinin maketini takdim
ritüeli, altarın önünde alınan molayı da içerir- ettiğine dikkat çeker. Gerçekten de Metokhitis
di. Bu mola sırasında imparator altar masasını burada, tevazudan ziyade, yüksek mevkisini ve
öper ve içi altın dolu bir kese (apokombion) ile zenginliğini yüceltme arzusu sergilemektedir.
birlikte iki altar örtüsü bırakırdı.30 Bazı önem- Bu duruş, Palaiologoslar dönemine ait manastır
li yortular sırasında, özellikle de Pentekost’da vakfiyelerinin giriş bölümlerinden de anlaşıl-
(Hıristiyan inancına göre Paskalya’dan elli gün dığı gibi, Tanrı’ya hayatı boyunca kendisine
sonra İsa Mesih’in göğe yükselişinden sonra bağışlamış olduğu nimetlere karşı bir şükran
Kutsal Ruh’un Havarilerin üzerine çöktüğü ifadesi olarak algılanabilir. 1261’de şehrin Latin
gün), imparator apokombion ile birlikte altar istilasından geri alınmasından sonra, Havariler
masasına kiliseye armağan ettiği iki kadeh ve kilisesinin önünde yer alan bir sütunun tepesine
iki tepsi de bırakırdı.31 Venedik’deki San Mar- yerleştirilen bronz heykel grubunda, imparator
co Bazilikası Hazinesi’nde korunan ve impa- Mikhail VIII Paleologos muhtemelen benzer
rator Romanos’un (muhtemelen II. Romanos, bir duruşla başmelek Mikhail’e şehrin maketini
959–963) ithafını taşıyan mineli bir montür sunmaktaydı.34
içine yerleştirilmiş antik alaca akikten iki kadeh,
Ayasofya’nın kutsal kaplarının zenginliği ko- Doğaüstü güçlerin koruduğu kent Kons-
nusunda bir fikir verir.32 Ayasofya hazinesinin tantinopolis: Başkentin kutsal emanetleri
1396’da çıkarılan envanterinde, sırasıyla yeşim Henüz 4. yüzyılda, Gerçek Haç’ı keşfettiğine
taşı, altın, altın yaldızlı gümüş ve gümüşten
inanılan I. Constantinus’un annesi Helena, bu
yapılmış dört tane krater biçimli ve iki kulplu,
haçın bir parçası ile İsa’nın vücuduna saplan-
ve biri kristal, diğerleri gümüş ve altın yaldızlı
mış olan çivileri oğluna göndermişti. Oldukça
gümüşten sekiz tane kulpsuz olmak üzere, top-
şüpheli bazı görüşlere göre, Gerçek Haç Cons-
lam on iki kutsal kadehten söz edilir.33
tantinus’un kendi heykelini yerleştirmek üzere
Ayasofya’da imparator’u bağışçı olarak göste- foruma diktirdiği dev sütuna dahil edilmiştir.35
ren tasvirler toplum’un dindarlık ifadelerine mo- İmparator İraklios [Herakleios], 614’de Persler
del teşkil ediyordu. Örneğin Studios gibi Kons- tarafından ele geçirilen ve Ktesifon’a götürülen

- 133-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Gerçek Haç’ın Kudüs’e geri getirilmesinin baş lios’un Nea Ekklesia Kilisesi’nde ise Musa’nın
kahramanıdır. Aynı vesileyle, İsa’nın Çilesi’ne ait asası, Eriha borazanı, İsmail’in boynuzu gibi
kutsal emanetlerden Kutsal Mızrak ve Sünger Eski Ahit kutsal emanetleri vardı.37 Theotokos
de Perslerden satın alınarak Konstantinopo- tou Pharou’da saklanan İsa’nın Çilesi’ne ait
lis’e gönderildi. Bununla birlikte, İraklios 635 kutsal emanetler arasında Gerçek Haç, Di-
yılında Arap tehdidi karşısında Gerçek Haç’ı kenli Taç, Kutsal Sünger, Çarmıhta İsa’nın
geri istedi ve Konstantinopolis’e getirtti. 638’de, Kırbaçlandığı Kamış ve Çarmıhın Çivileri bu-
Kudüs Halife Ömer’in ordusuna teslim oldu. lunuyordu. İmparatorluk sarayında ve kentin
Konstantinopolis ve Kudüs arasındaki eski bağ diğer kiliselerine dağılmış durumda bulunan
artık kopmuştu. Bundan sonra, imparatorluğun çok sayıdaki kutsal emanet, 11. ve 12. yüzyıl-
başkenti kesin olarak eskisinin yerine geçecek larda kente akın eden ziyaretçiler tarafından da
olan yeni bir Kudüs görünümüne büründü. büyük oranda görülebiliyordu. 1204’de kentin
680’li yıllarda Merovenj Hanedanı’ndan hacı haçlılar tarafından alınışı sırasında Theotokos
Arculf, Ayasofya’ya yerleştirilmiş olan Gerçek tou Pharou’daki önemli kutsal emanetlerden
Haç’ı ziyaret edebildi. 9. yüzyılın sonunda, Haç çoğu Latin imparatorların elinde kaldı. Daha
Büyük Saray’ın kiliselerinden birinde tutuluyor, sonra, iflas halindeki Latin imparatoru II.
yalnızca bazı törenler için çıkarılıyordu. Gerçek Baudouin bunları Fransa Kralı IX. Louis’ye
Haç Konstantinopolis litürji takviminde önemli devretti ve böylece kutsal emanetler Paris’deki
bir rol oynuyordu. 14 Eylül’de kutlanan Kutsal Sainte-Chapelle’e yerleştirildi. İsa’nın Çilesi
Haç Yortusu dışında, Gerçek Haç sık sık tören ile ilgili emanetler ise Konstantinopolis’de
alayı eşliğinde Ayasofya’ya götürülüyordu. 1 kaldı ve 14. yüzyılda görüldükleri anlatılan
Ağustos’da Kutsal Haç parçalarının suya daldırıl- Mangana Sarayı Aziz Georgios Manastırı’na
ması, suların kutsanması ve inananların üzerine aktarıldı. 15. yüzyıl başlarında ise Petra’daki
su serpilmesi töreni yapılıyordu. Daha sonra Vaftizci Yahya Kilisesi’nde bulunuyorlardı.38
Gerçek Haç Saray’a götürülmeden önce tö-
Bizanslılar ve yabancı hacılar için, kimlik-
ren alayı eşliğinde kentten geçiriliyordu. Alayın
leri tanımlanmış olsun olmasın, tanrısal gücü
kentten geçirilmesi havayı, evleri ve sokakları
taşıdıklarına inanılan tüm kutsal emanetlerin
kutsamayı, ve Haç’ı karşılamaya gelen hastalara
önemi vardı. Örneğin, Ayasofya’da dört eksed-
şifa vermeyi amaçlıyordu.36
ranın porfir sütunlarının ayaklarına, iç narteksin
Ancak, kutsal emanetlerin nakline ilişkin kuzey yanındaki yeşil mermer kaplamalara ve
en önemli girişimler 10. yüzyılda, bu sayede batı galerisinin doğu duvarındaki Prokonnesos
meşruluklarını vurgulamayı ve prestijlerini mermerinden kaplamalara Orta Bizans döne-
arttırmayı hedefleyen Makedon Hanedanı minde yerleştirilen bronz röliker haçlar, yapının
imparatorlar zamanında gerçekleştirildi. III. içini gezen ziyaretçiler için bir ibadet nesnesi
Mikhail tarafından onarılan ve 864’de patrik haline geliyordu. Söz konusu kutsal emanetlere
Fotios tarafından açılan saray kilisesi Theoto- dokunma, 14. yüzyılda Rus hacılar tarafından
kos tou Pharou giderek İsa’nın Çilesi kutsal aktarılan çok sayıda mucizevi iyileşme olayının
emanetlerinin muhafazası haline geldi. I. Vasi- konusu olmuştur.39

- 134-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Bakire Meryem kültü ve mucizeleri

Konstantinopolis’de 5. yüzyıldan itibaren Ba-


kire Meryem ile bağlantılı kutsal emanetlerin
ve ayazmaların etrafına inşa edilmiş mabetlerde
saklanan mucize yaratan ikonaların varlığı, çok
erken bir tarihten itibaren Meryem’in pek çok kez
düşman saldırılarından kurtardığı kentin koru-
yucusu olarak kabul edilmesine neden olmuştu.
7. yüzyılda, Avarları Blakhernai Meryemi’nin
müdahalesi sayesinde püskürttükten sonra, im-
parator İraklios kentin duvarlarını Blakhernai
Kilisesini de içine alacak şekilde genişletti. Bu
tarihten itibaren kilise sefere çıkan imparatorların
kentteki son durağı ve kente yaklaşan barbarların
farkettikleri ilk kale haline geldi.40 Meryem’in
elbisesi (maphorion) dışında, Blakhernai Kilisesi
çeşitli Meryem ikonalarını da barındırıyordu.
Küçük Ayasofya. Galeri ve kubbeye bakış (telif : Robert G. Ous-
Bunlardan bir tanesi, her hafta Cuma akşamı terhout).
meydana gelen bir mucize gerçekleştirmekle ün-
lenmişti. Bu mucize, Meryem ikonasını kaplayan Özellikle saygı gören başka bir ikona da,
örtünün herhangi bir doğal destek olmaksızın efsaneye göre İncil yazarı Luka’nın Meryem’e
havalanması ve uzunca bir süre havada kalması bakarak yapmış olduğu Hodegetria (Yol Göste-
biçiminde gerçekleşiyordu.41 İmparator I. Aleksi- rici) Meryemi idi.45 Meryem’i Çocuk İsa’yı sol
os Komninos’un, kentten ayrılışını izleyen Cuma kolunda taşırken gösteren Hodegetria Meryemi
günü ‘alışılageldik mucize’ gerçekleşmediği için ikonası, denizle imparatorluk sarayı arasında
Boemondo’ya karşı 1107’de çıktığı seferden ace- eskiden bir kilisenin bulunduğu yere 9. yüzyılda
leyle geri döndüğü anlatılır.42 Törenler Kitabı’nda imparator III. Mikhail tarafından yaptırılmış
anlatılan imparatorluk ritüeline Cuma günle- olan Hodegon Manastırı ile bağlantılandırılı-
ri Blakhernai ayazmasına düzenlenen bir gezi yordu. Manastır kompleksi bir ana kilise ve yan
de dahildi. Bu gezi sırasında imparator gümüş şapelleri, bir ayazma ve bir hamam ile keşişler
kaplanmış ikonalara dua ettikten sonra ellerin- ve papazlar için ayrılmış bir bina içeriyordu.
den kutsal su akıtan kabartma mermerden bir Çok sayıda körün bu kilisenin kaynağından
Meryem ikonasını barındıran tonozlu ek kısma şifa bulduğu anlatılırdı. Hodegetria ikonasına
geçerdi.43 1070’de bir yangında tahrip olan Blak- gösterilen ilgi I. Manuil Komninos’un impara-
hernai Bazilikası yeniden yapıldı, ama 1434’deki torluğu döneminde kilisenin onarım görmesin-
başka bir yangında tümüyle yok oldu. Ayazma den sonra arttı. Aralarında burada gerçekleşen
1860’da Rum kürkçüler loncası tarafından alındı mucizelerle ilgili bir derleme ile Batılı hacıların
ve bugün hâlâ mevcut olan kilise yaptırıldı.44 anlatılarının da bulunduğu 11. ve 12. yüzyıllara

- 135-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

geceyi burada geçiriyordu. 15


Ağustos 1261’de Meryem’in
Uyuması veya Ebediyete Geç-
mesi yortusunda (Koimesis),
Latin hakimiyetinden sonra
yeniden ele geçirilen başken-
te girdiğinde, imparator VIII.
Mikhail Paleologos, Hodeget-
ria Meryemi’ni zafer alayının
başına geçirdi. Paleologoslar
döneminde imparatorlar Pas-
kalya süresince Hodegetria’yı
saraya getirtiyorlardı. 14. yüzyıl
başlarında Konstantinopolis’i
ziyaret eden Kastilyalı gezgin
Ruy Gonzáles de Clavijo’ya
göre, ikona gümüş, safir, züm-
rüt, turkuaz, inci ve başka de-
ğerli taşlarla kaplıydı.47

İmparatorluk törenlerine
dahil edilmiş olan diğer bir
Meryem mabedi ise Zoo-
dokhou Pigi (Yaşam Bağışlayan
Kaynak) Kilisesi’dir (bugün Ba-
lıklı Ayazması). Konstantino-
Ayairini. İç görünüm, doğuya (apsis) bakış polis’in en ünlü kiliselerinden
(telif: Jonathan Bardill). olan Zoodokhou Pigi 5. yüzyı-
lın sonunda ya da 6. yüzyılın
ait yazılı kaynaklardan Hodegetria’nın halka başında imparator İustinianus
açık haftalık ayin alayının Salı günleri düzen- tarafından yaptırılmıştı. Kilisenin yakınında bir
lediğini öğreniyoruz. Yine aynı gün, kilisenin de saray vardı. İmparatorlar İsa’nın Göğe Yük-
kuzeyindeki açık alana bir panayır kuruluyor selişi yortusunda dua etmek için geldiklerinde
ve hacılara kutsal yağ ile kutsanmış su dağıtı- dinlenmek üzere buraya çekilebiliyorlardı. Kili-
lıyordu. II. İoannis Komninos döneminde,
46
sedeki büyük ayinden sonra, imparator patriği
Hodegetria imparatorluk ailesinin ölmüşlerinin sofrasına davet ediyor ve ardından kendi daire-
anma törenlerinde de yer alıyordu. II. İoan- sine çekiliyordu.48 Bu kilisenin kazandığı ünü,
nis ve ailesinin ölüm yıldönümlerinde törenle biri 10. yüzyıl sonlarına ait anonim, diğeri ise
Komninosların Pantokrator manastırındaki anıt 14. yüzyılda Nikiforos Kallistos Ksanthopulos
mezarına getiriliyor ve mezarları beklemek üzere tarafından yazılmış iki mucize derlemesinden

- 136-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

okuyoruz.49 Mucize anlatıları, imparator VI. yanmış ahşap ikonalar, fildişi ve sabun taşından
Leo’nun eşi Zoi Karbonopsina’nın kısırlık soru- oyulmuş ya da değerli metallerden yapılmış çok
nundan kurtulmasını Pigi Kilisesi’nde bulunan sayıda levhanın, kuyumcuların elinden çıkmış
bir Meryem ikonasının olağanüstü güçlerine çeşitli haçların, değerli taşların, oymaların, dinî
bağlar. Kutsal suyun içilmesi ya da vücuda sü- resimlerle bezenmiş her türden pendantifin ya-
rülmesi, kaynağın çevresinden alınan çamurla nında ibadet geleneklerine katılıyordu.
vücudun ovulması, hatta Meryem ikonasının
4. Dinî ve etnik azınlıklar
yakınında yanan bir lambada yanan yağ sayesin-
de de mucizeler gerçekleşebiliyordu. Şifa bulma Konstansinopolis’in ekonomik büyümesi
mucizeleri körlük, kanser, meme kanseri, dizüri, çeşitli halklardan insanları, özellikle de impa-
kanama, ateş, mide iltihabı, şeytan çarpması, ratorluğun çeşitli kısımlarından ve dışından
göğüste apse, jenital bölgelerde ya da mesanede gelen tüccar ve zanaatkârları kente çekmiştir.
taş, ishal, kısırlık, karın ağrıları, veba gibi çok Ermeniler
çeşitli vakaları içeriyordu. Pgie mabedinin popü-
lerliği, Konstantinopolis’de genel olarak hac ve Ermeniler Bizans toplumunun Grek olma-
şifa kültünün yoğunlaşmasıyla niteleyebileceği- yan en önemli topluluğunu oluşturuyorlardı.
miz Paleologoslar döneminde giderek arttı. Bu Konstantinopolis’de varlıkları bilinmekle birlikte,
olguyu imparator II. Andronikos Paleologos’un bu konudaki belgeler sınırlıdır.50 626 ve 967
(1282–1328) aşırı dindarlığına da bağlayabiliriz. kuşatmaları sırasında Ermeni askerlerin başkentte
Bizans’ın 1453’de düşmesi sırasında meydana bulundukları doğrulanmıştır. 1044’de, Ermeniler
gelen ve bu mabedle ilişkilendirilen ünlü bir başkente dışarıdan gelmiş olan, IX. Konstantinos
efsane, Türklerin kenti almaya hazırlandıklarını Monomakhos’a karşı ayaklanan ve sürgüne gön-
duyduğu sırada balık kızartmakta olan bir ke- derilen çok sayıdaki yabancı arasında yer alıyor-
şişle ilgilidir. Söylentiye göre keşiş “Buna ancak lardı. 11. yüzyıl sonlarında kentte önemli sayıda
bu balıklar yeniden canlandıklarında inanırım” Ermeninin bulunduğu tarihçi Anna Komnina
(1083-1153) tarafından belirtilir, ama bunların
diye cevap vermiş ve balıklar tavadan sıçrayarak
kentin daimi sakinleri arasında yer aldıkları kesin
kaynağın sularına atlamıştır.
değildir. İlginç bir şekilde, diğer bütün milletlerin
İmparatorları, Konstantinopolislileri ve ya- kentte ayrı bir mahallesi bulunurken, o dönemde
bancı ziyaretçileri çeken bu mabedler, litürji, bilinen bir Ermeni mahallesi yoktur. Ceneviz
çeşitli ritueller ve özel dua gelenekleri, ve bu belgeleri 1440’da Pera’da Ermenilerin varlığın-
dua gelenekleriyle ilişkilendirilen mucizeler, dan söz eder. Gerçekten de, seçkin Ermeniler
kiliselere ve özel ibadetlere yönelik zanaatkâr- kenti ziyaret ediyor, hatta burada kalıyorlardı,
lığın olağanüstü bir biçimde gelişmesine katkıda ama bu hep kısa süreli oluyordu. Ermeni kökenli
bulundu. İmparatorluğun dört bir yanından bazı asil ailelerin Konstantinopolis’de sarayları
ve daha uzak coğrafyalardan gelen en çeşitli vardı. Aristokrasinin “konstantinopolislileştiril-
ve en değerli malzemeler, başkente itibar ve mesi” çerçevesinde kente doğu sınırından başka
şöhret sağlayan eşi benzeri görülmemiş zerafet- aristokrat ailelerin gelmiş olması da olasıdır. Bu
te eserlere dönüştürüldü. Günümüzde Bizans topluluk çok sayıda general, hatta imparatorlar
dindarlığının simgeleri olarak kabul edilen bo- da vermiştir (örneğin V. Leo, Theofilos’un karısı

- 137-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Theodora, I. Vasilios, I. Romanos Lekapinos, I. 10. yüzyıldan yaklaşık 1060–1070 yıllarına ka-
İoannis Çimiskis). Ancak, hangi derecede Erme- dar süren dönemde Haliç’in güney kıyısında bir
ni olarak kabul edildikleri tartışma konusudur. Yahudi mahallesi bulunduğuna işaret eder. Bu
Çoğunluğu Ortodoksluğu kabul etmiş ve Grek tarihten sonra Pera-Galata tarafına nakledilmiş-
toplumu tarafından tümüyle asimile edilmişti. ler ve eski mahalleleri Venediklilere verilmiştir.54
Son olarak, kaynaklar Aleksios Komninos dö- 13. yüzyılda Yahudiler Vlanga mahallesinde ya-
neminde yanıncaya kadar Konstantinopolis’de şıyorlardı ve burada bir sinagogları da vardı.
bir Ermeni kilisesinin bulunduğundan söz eder. 14. yüzyıl başlarında, Venedikli Yahudilerin
Bu tarihten iki yüzyıl sonra, patrik I. Athanasi- yaşadığı, kaynaklarda Cafacalea adıyla geçen
os (1303-1309) da Ermenilerin ve kiliselerinin ve yine bir sinagogun bulunduğu, tahminen
varlığına değinir, ama kilisenin yerini belirtmez. bugünkü Tahtakale’ye karşılık gelen bir ma-
Kırım’ın Kefe kentinden 1475’de Konstantino- hallenin ortaya çıktığını görüyoruz. Cenevizli
polis’e gelen Ermenilere ibadetleri için Kariye Yahudiler ise Pera’ya yerleştirilmişlerdi. Daha
Camii’nin güneydoğusunda yer alan ve hem Ka- sonraları İspanya’dan gelen Yahudilerin göç
tolik, hem Gregoryen Ermenilere hizmet veren hareketine tanık oluyoruz. Osmanlı hüküm-
Aziz Nikola Kilisesi (Kefeli Mescidi) verilmiştir.51 darı II. Mehmed, yeni başkentinde kalmaya
ya da yerleşmeye karar veren Yahudiler lehine
Yahudiler
düzenlemeler getirmiştir.
Konstantinopolis’deki Yahudilerin varlığı
Yahudiler özellikle ticaretle uğraşıyorlardı,
kentin kuruluş dönemine uzanır. Bizans oto-
ama ipekli kumaşların işlenmesi (dokumacılık,
ritelerinin Yahudilere karşı tavrı farklı dönem-
boyamacılık) konusunda da uzmanlaşmışlar-
lerin kendine özgü siyasal ve ekonomik orta-
dı. Bazıları da sepicilik alanında çalışıyorlardı.
mına göre değişiklik gösteriyordu. Kudüs’ün
Konstantinopolis’i 1165 dolaylarında ziyaret
İraklios tarafından Perslerden geri alınmasının
eden Tudela’lı Benjamin’e göre, o dönemde
ardından, imparatorluğun Yahudilerini vaftiz
kentte 2500 kadar Yahudi yaşıyordu. Bun-
olmaya zorlayan bir ferman çıkarıldı. Birbirini
lardan yalnızca bir tanesi, imparator Manuil
izleyen üç imparator I. Vasilios, VI. Leo ve I.
Komninos’un doktoru olan Mısırlı Salomon,
Romanos Lekapinos tarafından yürütülen kit-
atla dolaşma hakkına sahipti.55
lesel din değiştirtme kampanyalarından sonra,
VII. Konstantinos bu politikaya son verdi. An- Ruslar
cak siyasal iktidarın Yahudilere karşı tavrı 12.
Rusların Konstantinopolis’deki barışçıl varlığı
yüzyılda yine bozuldu. 14. yüzyıl ise Yahudiler
10. yüzyıldan itibaren gelişmeye başladı. Bu
açısından daha rahat bir dönem oldu.52
tarihten önce Ruslar kente yalnızca savaşmak
Ayasofya’nın batısına Khalkoprateia Kili- ve yağmalamak için geliyorlardı. Törenler Kitabı
sesi’nin inşa edilmesiyle ilgili yazılı kaynaklar, Konstantinopolis’e ailesi ve Rus tüccarlar eşli-
çelişkili olmakla birlikte kilisenin inşasından ğinde gelen Prenses Olga’nın ziyareti vesilesiyle
önce burada bulunan bir sinagogdan söz eder.53 düzenlenen resepsiyonların ayrıntılı bir tasvirini
Yahudiler başlangıçta bakırcılar mahallesine yer- yapar.56 Çelişkili bazı kaynaklara göre, Olga
leştirilmiş gibi görünmektedir. Yazılı kaynaklar 946 ya da 957 yılında gerçekleşen bu ziyaret

- 138-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Küçük Ayasofya. İmparator çifti İustinianus ve Theodora’nın monogramlarını taşıyan sütun başlığı (telif : Robert G. Ousterhout).

sırasında Konstantinopolis’de ya da döndükten görüyoruz. Raymond Janin’e göre söz konusu


sonra Kiev’de vaftiz olmuştur. Ziyareti sırasında kilise Mese üzerinde bulunan Kırklar Kilise-
Bizans ile ticarî ve siyasî ilişkileri geliştirmeyi si’dir.58 Ruslarla kültürel temaslar Hıristiyanlı-
amaçlıyordu, ama sonuç olarak güçlü bir itti- ğın yayılmasıyla birlikte yoğunlaştı. Olga vaftiz
fak kurmayı başaramadı. Törenler Kitabı Tar- edilmişti, ama Hıristiyanlık Konstantinopolis
sus’dan gelen bir Arap heyeti şerefine 946’da imparatorluk ailesiyle ittifak kuran Vladimir’in
imparatorluk sarayında verilen bir resepsiyonu 988’de Hıristiyan olmasından sonra resmi din
tasvir ederken, VII. Konstantinos vaftiz edilmiş olarak kabul edildi. Bu tarihten itibaren Kiev
Rusların varlığından söz eder. Bunlar büyük Dükalığı Kiev metropolitinin sorumluluğunda
olasılıkla paralı asker olarak görev yapan Varang- Konstantinopolis patrikliğine bağlı bir eyalet
lardı.57 10. yüzyılda Kiev Dükalığı’nın Bizans haline geldi. Hıristiyanlığı benimseyen Ruslar
topraklarına düzenlediği her akının ardından için Konstantinopolis bir medeniyet modeli ve
ticarî anlaşmalar imzalanıyordu. Bu anlaşma- hac merkeziydi. Rus hacıların anlatılarından
larla, Ruslara Konstantinopolis’e yerleşmeleri başka, Ayasofya’da bulunan çok sayıda duvar
ve malzeme depolarını bulundurmaları için yazısı bu varlığın somut kanıtlarını sunar.59
önce Aziz Mamas (bugünkü Beşiktaş) tahsis Müslümanlar
edilmişti. Daha sonra 13. yüzyılda, Novgorod’lu
Anthony’nin Kırk Şehitler Kilisesi’nde biten 10. yüzyılda Konstantinopolis’de bulunan
bir Rus embolos’unun, yani dükkanların bulun- çok sayıda Müslüman tüccar ve savaş esirinin
duğu revaklı bir yolun varlığından söz ettiğini ibadetlerini gerçekleştirdikleri bir mescitleri

- 139-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

vardı. Tekfurluk kompleksinin içinde yer alan


bu cami, 1201 yılında tekfur İoannis Lagos’a
karşı girişilen bir halk ayaklanması sırasında
yıkıldı. 12. yüzyılda, I. İsaakios ve Selahaddin
Eyyubi arasında I. Friedrich Barbarossa’ya karşı
bir ittifak kurmak amacıyla yürütülen pazar-
lıkların bir devamı olarak, Konstantinopolis’e
yerleşmiş olan Arap tüccarlar için ikinci bir cami
inşa edildi. Tarihçi Nikitas Khoniates’in verdiği
tasvire göre, bu cami Perama mahallesindeki Aya
İrini yakınlarında bulunuyordu.60 Selahaddin
Eyyubi cami için gerekli personeli, bir minber
ve bazı döşeme eşyalarını sağlamıştı. Bu cami
bir tüccar mahallesinin çekirdeğini oluşturu-
yordu. Bizanslılar buradan yabancı tüccarların
konakladıkları, mallarını yerleştirdikleri ve ti-
carî işlemlerini gerçekleştirdikleri hanlar için
kullanılan mitaton terimi ile bahsederlerdi.61
Dolayısıyla, burayı konaklama, depolama ya
da ticarî faaliyetler için kullanılan ek binalarla
çevrili bir camiden oluşan bir kompleks olarak
hayal edebiliriz. Latinlerin kenti ele geçirmele-
rinden hemen önce, Müslümanların ticarî faa-
liyetlerinin merkezi burasıydı. Ağustos 1203’de,
Dördüncü Haçlı Seferi ortamında, Flaman, Pi-
salı ve Venediklilerden oluşan bir grup Perama
Mescidi’ne saldırarak burayı ateşe verdi. VIII.
Mikhail Paleologos 1261’de tahta geri döner
dönmez Müslümanların tüccar ve seyyah ola-
rak kentteki varlıklarını yeniden güvence altına
aldı. Memluk sultanı I. Baybars (1260-77) ile
eiologos döneminde, I. Bayezid “Romalılar”
ilişkilerini güçlendirmek amacıyla kentin batı
ve “Türkler” arasındaki anlaşmazlıkları İslam
kesiminde yeri bilinmeyen bir bölgede başka
bir cami yapılmasına izin verdi. Mikhail’in sal- hukukuna göre çözmek üzere bir kadı atanması
tanatının sonunda, başkentte oldukça önemli için talepte bulundu. Manuil bu talebi reddetti.
boyutlarda bir Müslüman mahallesi yeniden Osmanlıların 1402’de Ankara Savaşı’nda aldığı
ortaya çıkmıştı. 1390’lı yıllarda, II. Manuil Pa- yenilgiden sonra, II. Manuil emperyal özerkli-

- 140-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Kariye Camii. İç narteks güney kanadı. Dilimli kubbenin altında Deesis sahnesi (telif : Robert G. Ousterhout).

ğinin bir göstergesi olarak Türk mahallesinin 1430’lu yıllarda, Türk tüccarlar Konstantinopo-
tüm sakinlerinin gönderilmesine karar verdi lis’de oldukça faaldiler. Bir caminin de bulun-
ve camilerini yıktırttı. Ancak bu kararından duğu kendi mahallelerine sahiptiler. 1432’den
çabuk vazgeçmiş olmalı, çünkü bir Türk tüccar itibaren ticarî anlaşmazlıkları çözmek için kentte
topluluğunun yine aynı imparatorun özel izniyle bir kadının bulunduğuna dair yazılı tanıklıklar
yeniden kente döndüğü tahmin edilmektedir. da mevcuttur.62

- 141-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

II. GÜNDELİK YAŞAM

1. Aile ve ev yaşamı

Aile yaşamı

Aile Bizans toplumunun temel unsuruydu.


Evlilik en kutsal sayılan kurum, başlıca ama-
cı ise çocuk sahibi olmaktı. Günümüze kadar
ulaşmış olan savatlı altından gösterişli evlilik
yüzükleri, kaşlarında evlenen çifti cepheden ve
birlikteliklerini kutsayan İsa’nın iki yanından
uzattıkları sağ ellerini birleştirirken (dextrarum
junctio) gösterir. Yüzüğün sekizgen halkasında
betimlenen İsa’nın yaşamından kesitler, uyumlu
bir birliktelik ve mutlu bir soy bahşederek bu
birlikteliği koruması için Tanrı’dan lütuf dilek-
leri ile birleşir. Anneliğin de Bizans’da büyük
değeri vardı. Mikhail Psellos (yak. 1018-1080)
gibi büyük Bizanslı yazarlar, kusursuz olarak
niteledikleri annelerini aralarındaki sevgi bağ-
larını vurgulayacak şekilde övgü ile kaleme al-
mışlardır.63 Bizanslı anneler bebeklerini kendileri
emzirir ya da bir sütannenin hizmetlerinden
yararlanırlardı. Çocuklar biraz büyüdükten son-
ra, anneleri onlara İncil’den öyküler anlatır ve
temel dilbilgisi kurallarını öğretirlerdi. Daha
ileriki yaşlarda kızlar anneleriyle evde kalır ve
kumaş dokumak için kullanılan dokuma tezgâ-
evi idare etmeyi öğrenirken, erkekler okula gi-
hı evlerin temel mobilyaları arasında yer alırdı.
debilirlerdi. 11. ve 12. yüzyıllarda, kız çocuklar
da sınırlı resmi bir eğitim alabiliyorlardı. Aile bütçesini de evin hanımı idare ederdi.
Değerli eşyalarla yiyeceklerin saklandığı çeşitli
Evin hanımı aile yaşantısının merkezinde
sandıkların ve dolapların anahtarları da ken-
yer alırdı. Çocukların eğitiminden başka, gün-
disinde bulunurdu.64 Evli kadınlar evlerinden
lük ev işlerini, yiyecek tedariğini ve mutfağı
ancak pazara, hamama ya da kiliseye gitmek
denetlerdi. Zengin evlerde köleler ve hizmet-
gibi özel sebeplerle çıkarlardı. Orta Bizans dö-
kârlar çalışırdı. Kadınlar iplik eğirme ve do-
kuma işleriyle de uğraşırlardı. Bunlar yalnızca neminde, kadınların dışarı çıkarken başlarını
pratik nedenlerle girişilen faaliyetler değil, aynı örtmeleri daha uygun karşılanırdı. Bu adet
zamanda imparatorluk ailesinden olanlar da üst ve orta sınıflardan aileler için geçerliydi.65
dahil tüm kadınların en gözde zaman geçirme Örneğin, 11. yüzyılda Konstantinopolis’de ya-
uğraşıydı. Ev döşemeleri, perdeler ve elbiselik şamış yazar Mikhail Psellos annesi Theodote’un

- 142-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Kariye Camii. İç nartekse giriş kapısı üzerindeki lünet. İsa


Mesih “Yaşayanların Yeri”. Üstündeki tonozda Kana’da düğün
sahnesi (telif : Robert G. Ousterhout).

başındaki örtüyü ancak kızkardeşinin mezarı olan odalar da son derece rahat boyutlardaydı.
başında baygınlık geçiren oğlunu gördüğünde Halk tabakasına ait evlerin aksine, saraylarda
çıkardığını anlatır.66 şehir suyu ve hamamlar başta olmak üzere her
türlü konfor bulunurdu. Küçük ve loş olan
Konut ve ev yaşamı
halk konutları ise genellikle zemin katında bir
Konstantinopolis aristokrasisinin gösterişli zanaat atölyesi (ergasterion) bulunan binaların
sarayları vardı. Yalıtılmış konumda ve dışa kapalı ikinci katında yer alırdı.67
olan bu saraylar, iç bahçelere ya da revaklarla Arkeolojik buluntuların, yazılı kaynaklar-
çevrili avlulara açılırdı. Katlar teraslar halinde dan ve dinî ikonografiden elde edilen gündelik
ve cadde üzerine uzanır, pencereler genellikle yaşamla ilgili bulguların ve günümüze ulaşan
cumbalı olurdu. Sarayların içinde bulunan geniş objelerin birlikte incelenmesi, Bizans başken-
salonlar şatafatlı davetlerde çok sayıda insanı tindeki farklı toplumsal sınıflardan insanların
ağırlamaya olanak tanırdı. Ev halkına ayrılmış gündelik ev yaşamları hakkında fikir sahibi

- 143-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

olmamızı sağlar.68 Aristokrasi gümüş takımlar sodyum hidroksit (korozif alkali bir madde) ile
ve değerli taşlarla süslenmiş sert taştan kaplarda kaynatılarak başka tür sabunlar da üretilirdi.
yemek yerken, orta sınıflar bakır, seramik ya Çamaşırlar da nitron ve deterjan vazifesi gören
da ahşap yemek takımları kullanırlardı. Bolca başka maddeler suya karıştırılarak yıkanırdı.
tüketilen şarap amforalarda saklanırken, diğer Seçkin sınıflar çamaşırcıların ve çuhacıların
yiyecek maddeleri çeşitli boylarda küplere ko- hizmetlerinden yararlanırlardı.
nurdu. Su ve şarap seramik ve metalden çeşitli
İşlevsel nitelikli nesnelerin yanında, Bizanslı-
boylarda sürahilerde servis edilir, el yıkamak için
lar gündelik yaşamlarında kendilerini her türlü
gümüş ya da bakırdan ibrik ve leğen takımları
kötülükten korumaya yönelik çeşitli ibadet ge-
kullanılırdı. Aydınlatma tavana asılan avizeler
reçleri ve muskalar da kullanırlardı. Aslında, ba-
(polykandelon’lar) ve yere ya da masaların üzeri-
tıl inançları son derece güçlü olan bu toplumda,
ne yerleştirilen yağ kandilleri veya şamdanlar-
hastalıklar başta olmak üzere gündelik yaşamı
la sağlanırdı. Yazılı kaynaklardan anlaşıldığına
etkileyen her türlü sıkıntı şeytan işi olarak ka-
göre mumların evde kullanımı daha ziyade 7.
bul edilirdi. Boyalı ahşap (geleneksel enkaustik
yüzyıl’dan sonraki dönemde yaygınlaşır. Gös-
tekniğinde eriyik halde balmumu bağlayıcı ile
terişli kalın perdeler ev içindeki farklı bölüm-
pigmentler karıştırılır) ve kabartma bezemeli
leri ayırmaya ve her odanın ısısını muhafaza
fildişi, sabun taşı ya da madeni ikonalardan
etmeye yarardı. Evde bulunan değerli eşya ve
başka, Konstantinopolis halkı evlerinde geniş
evrakları kilit altında tutmak için kullanılan ve
bir yelpaze oluşturan çeşitli malzemelerden üre-
10. yüzyıl lüks eşya üretiminin örneklerinden
tilen farklı boy ve biçimlerde haçlar, İsa’nın,
olan zengin oymalarla süslü fildişi kutulardan da
Meryem’in ve azizlerin tasvirlerini içeren ka-
söz etmeden geçmeyelim. Hareketli bir halkası
bartmalar, kötülüklerden koruduğuna inanılan
olan anahtarlar parmakta yüzük gibi taşına-
motiflerle bezenmiş yüzük ve madalyonlar da
biliyordu. Silindir biçiminden farklı boylarda
bulundururlardı. Özel yaşamda dindarlık ve
fildişi kemik kutular da kozmetik malzemeleri
kötülükleri kovmaya yönelik büyü adetleri sıkı
ya da mücevherleri saklamak için kullanılıyordu.
sıkıya ilintiliydi. İkonoklazmdan sonra, değerli
Ahşap mobilyalar üzerinde kabartma gümüş
taşların yerleştirildiği mineli mücevherlerle us-
ve bakır kaplamalara da sıkça rastlanıyordu.
talıklarını doruğuna çıkarmış olan kuyumcu-
Çeperleri bitki ya da hayvan motifleri, av ların el sanatları dünyasına hakim olduğu bir
manzaraları ve sağlık dilekleri ile bezenmiş ortamda, polikromi zevkini bronz gibi daha az
genelde silindir biçiminde gümüş veya bronz değerli yüzeylere de aktarmaya olanak tanıyan
kovalar hamam için kullanılırdı. Farklı türde teknikler sayesinde bu sanatın demokratikleş-
sabunlar evde üretilir ya da pazardan alınırdı. mesine tanık oluruz. Evlerde değer verilen diğer
En sık kullanılan temizlik malzemesi, amon- nesneler arasında, içine kutsanmış yağ ve su ya
yak ya da sirke ile karıştırıldığında köpüren da balmumu yağı gibi şifalı maddeler konan
bir tür soda (sodyum karbonat) olan nitrondu. cam, metal ya da pişmiş topraktan şişeler de
Bal, zeytinyağı ya da şarapla karıştırılıp cilt için yer alırdı. Erken Bizans’ta, Blakhernai yakın-
nemlendirici olarak kullanılır, hatta diş macunu larındaki “hekim azizler” olarak tanımlanan
olarak önerilirdi. Hayvansal ya da bitkisel yağlar Kosmas ve Damianos Kilisesi (Kosmidion) ve

- 144-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Aziz Artemios Kilisesi’nden şifalı balmumu alı- sulandırılır ve karabiber gibi çeşitli baharatlarla
nırdı. Rus hacıların anlatılarından bu tür kutsal çeşnilendirilirdi. Masanın yakınına yerleştirilen
maddelerin daha geç dönemlerde de başkentin metalden yapılmış bir tür semaverin (authepsae)
çesitli mabetlerinde dağıtıldığını öğreniyoruz. içinde sıcak su bulundurulur ve düzenli ola-
rak şarap kadehlerine konurdu.71 Bu gelenek
2. Sofra ve mutfak adetleri
Ortaçağ’a kadar devam etti. Çatal kullanımı-
4. yüzyıldan ikonoklazmın (726-843) sonu- nın ancak 10. yüzyıldan itibaren ve toplum-
na kadar uzanan dönemde, Konstantinopolis sal hiyerarşinin en üst kademelerinde geliştiği
toplumu sofra adetleri ve eğlence alışkanlıkları tahmin edilmektedir.72 Çatalın ortaya çıkışı,
bakımından ana hatlarıyla Roma yaşam tarzını dikey konumda oturarak yeme alışkanlığının
devam ettirdi.69 Günümüze kadar ulaşan gümüş yerleşmesiyle sonuçlanan yemek kültürünün
yemek takımları ikonografik bulgularla karşı- dönüşümüyle sıkı sıkıya bağlantılıdır. Bu dö-
laştırıldığında, yemeklerin daire ya da yarım nemde, ısıtıcılar üzerinde servis edilen, oturarak
daire biçiminde bir masanın etrafında, yarım yemeyi ve çatal ile kaşığın birlikte kullanılma-
daire biçiminde bir sedirin üzerine uzanılarak sını gerektiren soslu yemeklerin yaygınlaşmaya
yenildiği anlaşılır ancak masanın etrafında otu- başladığını görürüz. Ortaçağ’da ve özellikle 13.
rarak yenen yemek sahneleri de mevcuttur. Se- yüzyıldan itibaren, sofrada kullanılan kap kacak,
dir, masanın üzerine ya da yere konulan ayaklı testi ve çatal kaşık gibi gereçlerin sayısının ve çe-
şamdanlar ya da zincirlerle tavana asılan lam- şitlerinin arttığına, yemeklerin ayrı ayrı kaplara
balarla aydınlatılırdı. Masanın ortasına büyük konulduğuna tanık oluruz. Şarap tüketimi de
bir ortak tabak yerleştirilirdi. Yemekler önceden bu dönemde artmış gibi görünmektedir. Sar-
pay edilir ve elle yenirdi. Sofra takımının en hoşluğa karşı panzehir olarak kullanılan turplar,
önemli parçası kaşıktı. Sapında baş parmağı o döneme ait Son Akşam Yemeği tasvirlerinde
dayamak için öngörülmüş yuvarlak bir destek sık rastlanan unsurlardan biri haline gelmiş-
olan armut biçimli kaşık erken Bizans’ın tipik tir. Kana düğünü, Herod ziyafeti, Eyüp Kita-
sofra eşyasıdır. Yemek sırasında ve yemekten bı’nda anlatılan Eyüp’ün çocuklarının ziyafeti
sonra davetliler ellerini içine bir testiden su gibi yemek sahnelerinde masanın ortasında
boşaltılan uzun yassı saplı bir tas’da (patera) çoğunlukla bir kuzu, kızarmış tavuk ya da süt
yıkarlardı. Törenler Kitabı’nda tasvir edilen im-
domuzu yer alır. Bazen ateş üzerinde ızgara şiş
paratorluk ziyafetlerinde ise, davetliler ellerini
hazırlandığına da rastlanır. Bizanslılar deniz ya
bir ibrik ve leğen kullanarak yıkarlar, değerli
da tatlı su balıklarına olduğu kadar av etine de
kumaşlardan yapılmış havlularla kurularlar ve
düşkündüler. Balıkla hazırlanan yemekler en
bol miktarda parfüm ve kremlerle ovarlardı.
az şaraplar kadar çeşitliydi. Balık yumurtası ve
Ziyafet salonları kalın tenteler ve altın işlemeli
havyar, istridye ve midye de tüketirlerdi. Hatta
perdelerle süslenir, yerlere ise mersin, biberiye
bazı havyar çeşitlerinin fiyatlarının gayet makul
ve gül yaprakları serpilirdi.70
olduğunu ve lüks besin maddesi olarak kabul
Yemekler sırasında kötü kokuları kovmak, edilmediklerini de biliyoruz.73 Balık sosu (ga-
ortama güzel koku vermek ve havayı temizle- rum) farklı et ve sebze yemeklerinde kullanılırdı.
mek için buhurdanlar da kullanılırdı. Şarap Baharat ve kokulu bitkiler, belki dönemin tıp

- 145-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Ayasofya. Güney giriş holü, nartekse girilen kapı üzerindeki mozaik pano, 10. yüzyıl. Tahtta oturan Meryem ve Çocuk İsa’nın
huzurunda iki imparator : Ayasofya’nın kurucusu İustinianus kilisenin maketini, I. Constantinus ise başkentin maketini su-
narken gösterilir (telif : Robert G. Ousterhout).

bilimi bunlara düzenleyici erdemler atfettiğin- etme geleneği ile ilgili şaşırtıcı tanıklıklarla do-
den, ama özellikle gastronomik nedenlerle son ludur.74 Av hayvanları, tavşanlar, yumurtaları
derece önemli bir yer tutardı. Yumurta gurmele- da yenen kephalos (kefal) ya da çok beğenilen
rin sofrasında bulunurdu. Çırpılmış yumurtalar labrax (levrek) gibi balıklar, çeşitli tatlı türleri,
soğan ve başka çeşnilerle birlikte kızartılarak bal ve meyvelere de bu mektuplarda sık rastla-
hazırlanan sphoungaton popüler bir yemekti. nır. Pişirilmiş yemeklerle ilgili kaynaklar daha
Tatlılar arasında ise ballı lokma (lalaggia), ballı azdır. Örneğin, imparatorluk mutfağında ha-
pirinç, cevizli kurabiyeler, bal ve dövülmüş hint zırlanan bademli tavuk dolmasından söz edilir.
sümbülü ile karıştırılmış krema, grouta yani Epilepsi atakları nedeniyle sıkı bir diyete tabi
buğday unu, bal, keçiboynuzu ya da kuru üzüm tutulan imparator Theodoros Laskaris, Georgios
içeren bir tür bulamaç, yine buğday unundan Akropolitis’e yazdığı bir mektupta, özlemini
yapılmış küçük halkalar sayılabilir. çektiği ve aralarında meleklerin gıdası olarak
tanımladığı istridye, lahana turşusu, kakule,
Bizans mektup örnekleri, meyve (elma, ar-
çeşitli haşlamalar, mersin balığı havyarı, balık
mut, nar, şeftali, incir, üzüm, kavun, kestane)
yumurtası ve baharatlı içeceklerin de bulunduğu
ve sebze (marul, hıyar, mantar, trüf), et (taze,
yemeklerin listesini yapar.75
kurutulmuş, füme) ve süt ürünleri (tereyağı,
peynir), farklı baharatlı şarap türleri gibi çeşitli İmparatorların sofrasında servis edilen ye-
gıda ürünlerini dostluk işareti olarak hediye mekleri, I. Otto’nun sarayında elçi olan ve

- 146-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Konstantinopolis’e iki kez, VII. Konstanti- kuru baklagil, yağsız salamura, ceviz ve kuru
nos Porfirogennitos (949–50) ve Nikiforos incir yerlerdi. Büyük Perhiz düzenlemeleri ayrıca
Fokas’ın (968) saraylarını ziyaret etmek üzere kabuksuları ve balla hazırlanmış kuru sebzeleri
giden Cremona’lı Liudprand anlatır.76 Liudp- de içerirdi. Kimyonla tatlandırılmış şarap en
rand yemekleri çok yağlı, şarapları ise zift ve dayanıklı gençlerin içeceğiydi. Şarap oranlarıyla
reçine karışımı nedeniyle içilmez bulmuştu. ilgili reçeteler, o dönemde de şarabın sıcak su
Kendisini çok etkileyen yemeklerden biri, so- ile karıştırılarak tüketildiğini gösterir.78
ğan, sarımsak ve ıspanakla doldurulmuş ve
3. Eğitim
balık sosuyla (garum) kaplanmış keçi olmuştu.
Ziyafetlere davetlileri etkilemeye yönelik gös- İlköğretim
teriler eşlik ediyordu. Liudprand, iki gencin
Bizans toplumu çocukların eğitimi ile yakın-
üzerinde çeşitli numaralar yaptığı uzun bir
dan ilgileniyordu. Bir özel okul sistemi bugünkü
direği başında taşıyarak salınan bir akrobatı
ilköğretim düzeyine denk bir eğitim sağlıyordu.
anlatır. 12. yüzyıl Bizans toplumundaki çeşitli
6 ya da 7 yaşından itibaren çocuklar bu okul-
sınıfların yemek alışkanlıklarını öğrenmek için
larda okumayı, yazmayı ve saymayı öğreniyor-
Ptochoprodromos’un şiirleri de önemli bir kay-
lardı.79 Eğitim sadece erkek çocuklara yönelik
naktır. Bu şiirlerden birinde Ptochoprodromos
değildi, ama kızlar genellikle aile çevresinde
içinde hint sümbülü, Kelt sümbülü, karanfil,
verilen temel bilgilerden ileri gidemiyorlardı.
tarçın, mantar, sirke ve bal bulunan tatlı ekşi
Dersler belirli bir ücret karşılığında evde, kilise-
kırmızı etli bir balık yemeğinden söz eder.
de ya da kiliselere ait diğer binalarda yapılırdı.
Ama tasvirlerinden en etkileyici olanı, için-
Eğitim din kitaplarına olduğu kadar antik ya-
de taze, füme ve tuzlu balıklar, mersin balığı
zarların eserlerine de dayanırdı. Başlıca eğitim
yumurtası, dört körpe lahana göbeği, füme
yöntemi ezber ve tekrarlama idi. Öğrenciler
et, on dört yumurta, Girit ve Vlah peynirleri,
balmumu ile sıvanmış tahta tabletler üzerine
on iki baş sarımsak, on beş soğan bulunan,
stylus kalem ile yazı yazarlardı. Kalemlerin bir
tatlı şarapla tatlandırılmış devasa bir tencere
ucu tabletlerin balmumu yüzeyine harfleri çi-
(monokythron) yemeği ile ilgilidir.77
zebilecek şekilde sivriltilir, yassı olan diğer ucu
Manastırların kuruluş vakfiyelerinde yer alan ise balmumu yüzeyi düzleterek yazıları silmek
keşişlerin beslenme rejimleriyle ilgili tarifler, için kullanılırdı.
mütevazı sofralarda bulunan ve oruç sırasında
Ortaöğretim
tüketilen yiyeceklerle ilgili bir fikir verir. Örne-
ğin, Pantokrator vakfiyesinde (typikon), yalnızca Ortaöğretime (ἐγκύκλιος παιδεία) ço-
taze sebze ve kurubaklagiller değil, mevsimine cuklar on ya da on iki yaşından itibaren kabul
göre kabuklu deniz ürünleri ve midyelerden de edilir, eğitim iki ilâ altı yıl sürerdi. Temel eğitim
oluşabilen çeşnilendirilmiş zeytinyağlı yemek- tüm imparatorluk topraklarında veriliyorsa da,
lerden söz edilir. Keşişler gününe göre peynir ve birkaç istisna hariç Konstantinopolis dışında
yumurta ya da tuzlanmış ve taze balık da tüke- orta dereceli okul bulunmuyordu. 11. yüzyıl-
tirlerdi. Büyük Perhiz boyunca her zamankinden dan itibaren, imparatorluğun taşra kentlerinin
daha küçük bir parça ekmek, suda ıslatılmış bir ekonomik ve kültürel bakımdan gelişmesi Selâ-

- 147-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

nik gibi önemli merkezlerde de ortaokulların Kilisesi’nin okuluydu. Burada Nikitas Gram-
açılmasını sağladı. matistis, ileride Konstantinopolis patriği olacak
olan İoannis Ksifilinos ve Mikhail Psellos gibi
Ortaöğretimin ana gövdesini trivium ve
dönemin büyük aydınları aynı tarihlerde ders
quadrivium oluştururdu. Trivium dindışı ede-
vermişlerdi. Bu özel okullarda, on yaşından
biyat geleneği, dilbilgisi ve retoriği kapsardı.
on sekiz yaşına kadar öğrenciler, genellikle bir
Quadrivium ise aritmetik, müzik, geometri ve
yardımcısı bulunan bir öğretmenin (maistor)
astronomiyi içerirdi. Bu eğitim klasik Yunan
gözetiminde çalışıyorlardı.
kültürüne, diline ve edebî biçimlerine hakim
bir seçkin sınıfı yetiştirmeye yönelikti.80 Öğren- Üniversite
ciler önce temel dilbilgisi kurallarını ezberlerler,
Eğitimin ἐγκύκλιος παιδεία düzeyini
ardından mısralar yapmaya ve özellikle edebî izleyen aşaması geleneksel olarak Üniversite
modelleri körlemesine ve kişiliksiz bir biçimde diye adlandırılıyordu. İmparator II. Theodosius
taklit ederek konuşmalar yazmaya çalışırlardı. 425’de çıkardığı bir kanunla 31 hocadan olu-
Homeros öğretilen temel metinler arasında yer şan bir kurul örgütledi. Bu kurulu, Roma’daki
alırdı. Onu klasik Yunan tragedya ve komedya- Jupiter Capitolinus Tapınağı modeline göre 4.
ları, Davud’un Mezmurları, Kilise Babaları’nın yüzyılda inşa edilmiş, ama Hıristiyanlaştırılmış
metinleri izlerdi. Bizans gibi bürokratik ve mer- olan ve kentin ana caddesi Mese’den (Divan-
kezîleşmiş bir devlet için, eğitimin öğrencileri iyi yolu Caddesi) ayrılan Philadelphion üzerinde
yetişmiş ve etkin memurlar olmaya hazırlaması bulunan Kapetolion’a yerleştirdi. Kapetolion
son derece önemliydi. “Oditoryumu” 6. yüzyıl ortalarında, İustinianus
11. yüzyılda, imparator Konstantinos Mono- döneminde hâlâ faaldi. İustinianus’un kendisi de
makhos filozofların prensliği ya da konsüllüğü hukuk eğitiminin gelişimine önem verdi ve bu
görevini oluşturdu. Bu görevi yerine getiren kişi okulu sarayının yanındaki emperyal Bazilika’ya
Konstantinopolis’deki kiliselere bağlı okulla- yerleştirdi. 7. yüzyılda, muhtemelen yalnızca
rın gözetiminden sorumluydu. 11. yüzyıla ait hukuk değil, tüm dersler emperyal Bazilika’da
kaynaklarda orta düzeyde eğitim veren okul- veriliyordu. 8. yüzyıl, hatta daha da öncesinden
lardan beş tanesinin adı geçer : Aziz Petros, itibaren, kiliselerde halka açık dersler verildiği
Kırk Şehitler, Aziz Theodoros tou Sphoraki- de tahmin edilmektedir: Tarasios’un patrikliği
döneminde (784-806), Ayasofya Katedrali’nde
ou, ta Diakonisses ve Khalkoprateia. 13. yüz-
ve Khalkoprateia’daki kiliselerden birinde böyle
yıl kaynaklarında üç okuldan daha söz edilir :
dersler verildiğini biliyoruz.
Yetimhane’deki (orphanotropheion) Aziz Pavlos,
Khalki, ve Havariyun; büyük olasılıkla bunla- 9. yüzyılda, üniversite Magnaura Sarayı’n-
ra Blakhernai Kilisesi’nin okulunu da eklemek da bulunuyordu. Burada felsefe (Matematikçi
gerekir. Bu okullardan çoğu merkezde, kentin Leo’nun yönetiminde), astronomi, geometri ve
ana caddesi olan Mese (bugünkü Divanyolu dilbilgisi dersleri veriliyordu. Üniversitede eği-
Caddesi) civarında, Constantinus forumunun tim kamusaldı, devlet tarafından örgütleniyor ve
(Çemberlitaş) yakınlarında bulunuyordu. 11. finanse ediliyordu, ama kürsülerin sayısı (dört),
yüzyılda en çok tercih edilen okul Aziz Petros dolayısıyla öğrencilerin sayısı oldukça sınırlıy-

- 148-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

dı. 10. yüzyıl sonunda bu üniversite kapandı. Hastanelerde ayrıca hekim olmak isteyenlere
11. yüzyılda, Konstantinos Monomakhos’un teorik ve pratik tıp eğitimi de veriliyordu.82
kurduğu ve Mangana Sarayı Aziz Georgios Ma- Baş hekim (archiatroi), profesyonel hemşire-
nastırı’na yerleştirilen Hukuk Okulu sayesinde ler (hypourgoi) ve hastabakıcılardan (hyperetai)
yüksek öğretim yeniden düzenlendi. Bu okulda oluşan bir hiyerarşiye göre örgütleniyorlardı.
üst düzey memurlar, avukatlar ve noterler yetiş- Ortaçağ’da Konstantinopolis’de imparatorlar ta-
tiriliyordu. 12. yüzyılda ise, Ayasofya’da bulunan rafından kurulmuş olan büyük manastır-hastane
ve esas olarak ilahiyat eğitimi veren Patrikhane kompleksleri bulunuyordu. Bunlar tedavilerin
okulu ya da akademisinin açıldığına tanık olu- ücretsiz olarak yapıldığı hayır kurumlarıydı.
yoruz. Yükseköğretim 1204’de kenti Latinlerin Bunlar arasında I. Romanos tarafından 10.
ele geçirmesiyle birlikte ortadan kalktı. II. And- yüzyılda kurulan Myrelaion, IX. Konstantinos
ronikos Palaeologos döneminde Mouseion da tarafından 11. yüzyılda kurulan Mangana, II.
denen bir “imparatorluk okulu” açıldı. Khora İoannis’in 12. yüzyılda kurduğu Pantokrator ve
Manastırı’nın (Kariye Camii) kurucusu Büyük Sırp kralı II. Stefan Uroš Milutin tarafından 14.
Logothitis Theodoros Metochitis’e bağlıydı. Batı yüzyılda kurulan Petra hastanesini sayabiliriz.
Avrupa’da seyahat eden ve Paris’te konaklayan Bu hastaneler öylesine ün salmışlardı ki, 11.
“filozof imparator” II. Manuil, 15. yüzyılda yüzyılda imparator I. Aleksios kendi tedavisi
Katholikon Mouseion adında bir okul kurdu. Bu için Mangana’yı seçmiş, I. Manuil’in eltisi ise
okul Sırp kralı II. Stefan Uroš Milutin tarafın- 12. yüzyılda Pantokrator’a gitmişti.
dan Petra Vaftizci Yahya Manastırı’nın yanında II. İoannis Komninos kurduğu Pantokra-
kurulmuş olan bir hastaneye ait benzersiz bir tor Manastırı’nda farklı hastalık türlerine göre
binada (Kralın Hastanesi) hizmet veriyordu. beş koğuşa ayrılmış altmışbir yatak kapasiteli
4. Tıp ve hastaneler bir hastane ve yirmidört erkeğin kalabildiği bir
yaşlılar bakım evi öngörmüştü. Hastane koğuşları
Bizans döneminde Konstantinopolis, Or- şu şekilde uzmanlaşmıştı: yara ve kırıklar, göz
taçağ’da Batı’da mevcut olandan çok daha hastalıkları, mide ve diğer akut ve ağrılı sorun-
üstün, karmaşık bir hastane sistemine sahip- lar, kadın hastalıkları, genel rahatsızlıklar. Her
ti.81 Hastaların bakımına ve iyileştirilmesine koğuşta on yatak, ayrıca acil durumlar için bir
yönelik kurumlar olarak hastaneler (xenones) ek yatak, ve hareket edemiyenler için ortası de-
4. yüzyıldan itibaren var olmuşlardı. Zotikos lik (bedensel atıkların geçmesi için altı yatak).
cüzzam hastanesi ve Sampson Xenonu (kuru- Merkezde yerleştirilmis bir soba (veya mangal)
cularının adıyla anılırlar) bu döneme aittir. tüm koğuşları ısıtıyordu. Kadınlar koğuşu’nun
Bu hayır kurumları imparator İustinianus’un kendisine mahsus daha küçük bir sobası vardı.
saltanatı boyunca (527–65) tıp hizmetlerini ge- Bunların dışında bir ameliyathane, hamam,
liştirmeye devam ettiler ve 11.-12. yüzyıllarda tuvaletler ve ayakta tedavi gören hastalar için
tıp mesleğinin icra edildiği merkezler haline bir dispanser bulunuyordu. Hastalar diploma-
geldiler. Bu kurumlar sayesinde hastaneler- lı hekimler, kadrolu asistanlar ve ek asistanlar
de yatan hastalara özel tedaviler uygulanıyor tarafından tedavi ediliyordu; bu asistanlardan
ve halka gezici klinik hizmetleri veriliyordu. bazıları gece nöbeti tutuyordu. Hastane personeli

- 149-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Bizanslı hekimler çalışmalarını Galen ve


Hipokrat gibi büyük Antik Çağ hekimlerinin
çizgisinde yürütmekle birlikte, gerektiğinde
“tıbbın babalarının” eserlerinde düzeltmeler
yapmaktan ya da kendi özgün katkılarını sun-
maktan kaçınmadılar. Çeşitli cerrahi aletlerinin
listeleri ve 10. yüzyılda denenen, ama başarısız
olan siyam ikizlerini ayırma operasyonu84 gibi
müdahalelerin anlatıları Bizans’da cerrahi uy-
gulamalarının yapıldığını gösterir. Bizanslılar
tıp alanına büyük teorisyenler olmasa da, en
azından başarılı pratisyenler kazandırdılar.85
İmparator VI. Leo Ayasofya’nın kıymetli litürjik kaplarını Tarsus
ve Malatya’dan gelen Arap elçilere gösterirken. Madrid Skylitzis
Bizans’ın belki de en önemli tıbbî ve far-
elyazması, 12. yüzyıl. Biblioteca Nacional de España, Madrid,
Ms Graecus Vitr. 26-2, fol. 114v (alıntı : elyazmanın renkli tıp- makolojik bilgi derleyicisi olan Oribasius (ca.
kıbasımı, Militos Editions).
325 - ca. 395), yanlış oldukları ortaya çıktığında
arasında bitki uzmanlarının desteğiyle çalışan düzeltmeler yaparak eski yöntemleri pek çok
bir eczacı ve eğitimden sorumlu bir profesör de kez gözden geçirmişti. Galen gibi Bergama’da
doğan Oribasius, dostu olan imparator İulianus
vardı. Tıp eğitimi Üniversite’de değil hastanelerde
Apostata’nın (361-363) sarayında çalışmak üzere
veriliyordu. Pantokrator Manastırı hastanesinde
Konstantinopolis’e çağrılmıştı. Başlıca eserle-
ahçılar, fırıncılar, çamaşırcılar ve mezarcılar da
ri 5. yüzyıldan itibaren Latince ve Arapça’ya
görev yapıyordu. Tesis dışında bulunan ayrı bir
çevrildi (çeviriler günümüze ulaşmamıştır), 17.
ek bina ise cüzzam hastanesini barındırıyordu.
yüzyıla kadar Paris Tıp Fakültesi’nde okutul-
Pantokrator’un diğer hastanelerle de paylaş- du. 6. yüzyılda ünlü bir hekim olan Ayasof-
tığını tahmin ettiğimiz bir özelliği, hekimlerin ya’nın mimarı Trallesli Anthemius’un kardeşi
çalışma saatlerinin dağılımıydı. Hekimler her Aleksandros gibi Oribasius da incelemelerinde
iki ayda bir ay küçük bir ücret karşılığı has- hamamların tedavi edici özelliklerine geniş yer
tanede çalışmak zorundaydılar; ama görevde veriyordu. Yazdığı tıp denemesinde, hastalıkla-
olmadıkları ay boyunca özel hastalarını görme rın tedavisinde hamamların önemini vurguladı.
özgürlüğüne sahiptiler. Genellikle zengin Kons- Bundan hareketle, hastane kurucuları hastalar
tantinopolislilerden oluşan bu hastalar, evde için banyo donanımlarını da tesislerine dahil
tedavi görme ayrıcalığının karşılığını cömertçe etmeye başladılar. Trallesli Aleksandros ayrıca
ödüyorlardı. Yine bu zengin hastalar, durum- hastanelerde oftalmoloji birimlerinin ortaya
ları ağır olduğunda en iyi tedaviyi almak için çıkmasını etkileyen göz hastalıkları ile ilgili
bir inceleme de yazdı.
hastaneye yatırılmayı da reddetmiyorlardı. Bu
özel hekimlik faaliyetine getirilen tek kısıtlama, Ortaçağ Bizans tıbbı bilinen başarısını, özel-
hekimlerin Konstantinopolis dışına çıkmalarına likle başkentte son derece iyi tanımlanmış ve
izin verilmemesiydi.83 bir tarihçinin lonca örgütlenmelerine benzettiği

- 150-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

bir örgütlenmeye borçludur. İmparatorun ak- Hipodrom’un kuzeybatısında Mese üzerinde


touarios ünvanını taşıyan özel hekimi Konstan- bulunan Zeuksippus idi. I. Constantinus, in-
tinopolis’deki tüm diğer hekimleri denetlerdi. şaatına Septimius Severus’un başladığı yapıyı
Orta Bizans döneminin ünlü hekimlerine örnek tamamlatmış ve gösterişli bir heykel koleksiyonu
oluşturması amacıyla, patrik Fotios’un ansiklo- ile birlikte değerli mermerlerle donatmıştı. I.
pedisinin tıpla ilgili bölümlerini, Konstantinos Anastasius döneminde (491-518), Şair Kop-
Porfirogennitos’un talebi üzerine yazılan Theo- toslu Christodorus gerçek bir müze ve halkın
fanis Nonnos’un derlemesini, Mikhail Psellos’un sosyalleşme merkezi olan Zeuksippus’u süsle-
tıp içerikli şiirlerini, 11. yüzyılda imparator yen antik heykellerin tasvirini nazımla yazmıştı.
Mikhail Doukas’ın hekimi olan Symeon Seth’in 532’de Nika isyanı sırasında çıkan bir yangının
“Yiyeceğin Özellikleri Üzerine” denemesini, II. ardından İustinianus tarafından yeniden yaptı-
İoannis’in hekimi Mikhail Pantekhnis’i, 13. yüz- rılan Zeuksippus, 711’de hâlâ faaliyetteydi. 8.
yılda İoannis Aktouarios’u, ilaçlar ve merhemler yüzyılın ortalarına doğru terk edildi.88
üzerine bir derleme yazan Mangana’nın başheki- İkonoklazmı izleyen dönemde büyük ha-
mi (archiatros) Nikolaos Myrepsos’u sayabiliriz. mamların kapandığını görüyoruz. Ancak, Cyril
Nikolaos Myrepsos’un antidotariumu Batı’da Mango’nun da işaret ettiği gibi, elbette Konstan-
büyük bir başarı kazanacaktı. Bunlardan başka, tinopolis sakinleri banyo alma alışkanlıklarından
Mangana’nın aktouariosu ve archiatrosu olan vazgeçmediler.89 Büyük Saray ve diğer büyük
Arap hekim Abram’dan da söz edilir. Bizanslı konutlarda şatafatlı banyolar inşa edilmeye ve
hekimleri denetleyen Arap bir hekim olması, donatılmaya devam etti. Örneğin Paleologos
tıp alanında yalnızca yetkinliğin dikkate alın- döneminde Theodoros Metokhitis’in Khora
dığının kanıtıdır. 1437’de, Kiliseler Birliği’nin Manastırı (Kariye Cami) yanındaki sarayında
hazırlıkları için Konstantinopolis’e gelen bir hamamlar bulunuyordu.90 6. yüzyılın sonundan
Kardinal Cusa’lı Nikola, kentin hastanelerinden itibaren, dinî vakıflara bağlı ve girişi ücretli olan
sorumlu bir Türk hekimle karşılaştığını anla- daha küçük boyutlu hamamların da ortaya çık-
tır. Bu hekim kısa süre sonra vebalıları tedavi tığını görüyoruz. İçinde palestra ve frigidarium
etmeye çalışırken ölmüştür.86 bulunmayan bu yapılar geleneksel banyolara
(loumata ya da lousmata) daha yakındı. Yok-
5. Hamamlar
sulları yıkamak ve beslemek için haftada bir iki
Kuruluşundan 6.-7. yüzyıllara kadar Roma kez toplanan mütedeyyin tarikatlar tarafından
yaşam tarzını devam ettiren Bizans başkentinde, işletiliyorlardı. En ünlü hamamlar Blakher-
yalnız vücut sağlığı için değil, kamusal sosyal- nai ve ton Hodegon Manastırı hamamlarıydı.
leşme yerleri olarak da hamamlara çok önemli Günümüze kadar korunmuş olan eski yapılar
bir yer verildi. 5. yüzyılın ikinci çeyreğine ait arasında, Kalenderhane Cami ve Valens su ke-
bir Latin metni olan Notitia urbis constantino- meri arasında bulunan bir hamamı ve İstanbul
politanae, kentin resmî bir tasvirini yaparken Arkeoloji Müzeleri ek binasının inşası sırasında
on dört bölgeye dağılmış dokuz halk hamamı ortaya çıkarılan bir diğerini sayabiliriz. Hem
(thermae) ve 153 özel hamamdan (balneae pri- ruhban sınıfına, hem de hacılara ve hastenesi
vatae) söz eder.87 En önemli hamamlardan biri olan manastırlarda hastalara hizmet vermek üze-

- 151-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

re, manastırların içine de hamamlar yapılıyordu.


Örneğin, Pantokrator Manastırı hastanesinde
hastaların haftada iki kez ya da görevli hekim
gerekli gördüğü takdirde daha sık götürüldüğü
bir hamam bulunuyordu.91

6. Eğlence, dinlence ve gösteriler

Roma’yı taklit ederken, Yeni Roma Romalı-


ların ludi diye adlandırdıkları oyun geleneğini
de devam ettirdi. Konsüller göreve başladık-
larında oyunlar düzenlemek zorundaydılar.
Bunlar arasında araba yarışları ve hayvan dö-
vüşleri (venationes) olduğu gibi, sahne oyunları
(tiyatro, mim, akrobasi ve müzik gösterileri) da
yer alırdı. Bu oyunların tasvirleri konsüllerin
göreve geldiklerinde kendilerini desteklemiş
olanlara dağıttıkları fildişi diptiklerin beze-
melerinde bulunabilir. Bu diptiklerin çukur
olan arka yüzleri balmumu ile doldurularak
Tribünlerinin kapasitesi 30.000 seyirciye ka-
yazma tableti gibi kullanılırdı. Örneğin, konsül
dar çıkabiliyordu. Konstantinopolisliler her
Anastasius’un (517) diptiklerinin üzerinde, bir
toplumsal sınıftan seyirciyi çeken at yarışları
tarafta pantomimciler ve bir tragedya sahnesi
tutkusunu da Roma’dan miras almışlardı. Bir
canlandıran maskeli oyuncular ya da akrobat
halk tutkusu olmanın yanında, Konstantino-
ve jonglörler, diğer tarafta ise büyük olasılıkla
polis Hipodromu imparatorluk kurumunun
kentin amfitiyatrosunda (Kynegion) gerçekle-
kendini ifade ettiği bir tiyatro, yarışlar ise hü-
şen, kement ya da filelerle silahlanmış bir atlı
kümdarın iktidarını meşrulaştırma ritüeliydi.
ve gladyatörlerin vahşi hayvanlarla (ayı, aslan,
İmparator oyunları armağan eder, halk da onu
panter) dövüştüğü bir venatioyu izleyen seyirci
alkışlardı. 4. yüzyıldan 7. yüzyıla kadar, her
sıraları görülür.92 Bu oyunların en beğenilen
bir oyun gününde şaşırtıcı miktarda personel
kısmı olan at yarışları Konstantinopolis’de 12.
kullanılarak ve harcama yapılarak yaklaşık elli
yüzyıla kadar devam ettiyse de, diğer gösteriler
kadar yarış düzenlenirdi. Bir senede pek çok
7. yüzyılda ortadan kalkmıştır.
yarış günü olurdu. Pagan dönemde, yarış tak-
Hipodrom, Yeni Roma’nın yapıları ve ge- vimi “yıllık döngülerin yenilenmesine” katkıda
lenekleri arasında en Romalı olanıydı. Cons- bulunarak genel refahı destekleme arzusuyla
tantinus tarafından 11 Mayıs 330’da başken- belirlenirdi. Törenler Kitabı’nda yarışlara ayrılan
tin ithafıyla aynı zamanda açılan Hipodrom, bölümler, 10. yüzyılda da daha az sayıda (bir
başlangıçtan itibaren başkentin yaşamında son günde en fazla sekiz yarış) ve daha az masraflı
derece önemli bir rol oynadı.93 Roma’daki Circus yarışlar aracılığıyla imparatorluğun görkemi için
Maximus örneğinden hareketle inşa edilmişti. vazgeçilmez olan Antik Roma cömertliğinin

- 152-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Yüksek öğretim sahnesi. Madrid Skylitzis elyazması, 12. yüzyıl.


Biblioteca Nacional de España, Madrid, Ms Graecus Vitr. 26-2,
fol. 134r (alıntı : elyazmanın renkli tıpkıbasımı, Militos Editions).

canlı tutulduğunu gösterir. Yarışların takvimi dı. Prokopios Gizli Tarih’inde Theodora için
sıkıştırılmış ve Hıristiyan takvimine uydurul- “tiyatroda pantomimcilere ortak olur, burlesk
muştu. Pazar günleri ve diğer Hıristiyan bay- soytarılıklarında onlara yardım ederek her türlü
ramları, profan ve dine aykırı olarak görülen faaliyetlerine katılırdı”94 diye yazar. Tiyatrolarda
yarışların dışında bırakılmıştı. Giderek önemini sergilenen mimler ve pantomimler erken Bizans
yitirmesine rağmen, Hipodrom Konstantino- döneminin en popüler halk eğlenceleriydi.95
polis’in Latinler tarafından alınışıyla birlikte Başkentin topografyası içinde tiyatroların yerleri
yok olana kadar popülerliğini korudu. Latin ile ilgili ipuçlarını tarihsel metinlerde, özellikle
işgali sırasında (1204-1261), cirit oyunları araba de Notitia Urbis Constantinopolitanae’de96 bulu-
yarışlarının yerini aldı. Haçlılar arenanın spi- ruz. Kentsel bölgelerle ilgili Notitia’da belirtilen
nasını (orta bariyer) süsleyen bronz heykelleri kesin sınırlar bilinmediğinden, arkeolojik bu-
eriterek para basmak için kullandılar. Bugün luntularda yer almayan bu tiyatroların yerleri
Bizans Hipodromu’nun orta bariyerinden ge- ile ilgili sorulara ne yazık ki cevap veremiyoruz.
Notitia’ya göre, 5. yüzyılda Konstantinopolis’de
riye yalnızca Mısır Dikilitaşı, Örme Dikilitaş
en az dört tiyatro vardı. Theatrum maius diye
ve Yılanlı Sütun kalmıştır.
adlandırılan büyük tiyatro 1. bölgenin sınırını
Oyunların arasında pantomimciler, akro- belirliyordu. Aslında bitişik 2. bölgede yer almış
batlar, müzisyenler çeşitli gösteriler yaparlardı. olması da olasıdır.97 2. bölge ile ilgili bölüm-
523’de İustinianus’la evlenen imparatoriçe The- de bir amfitiyatrodan söz edilir. 13. bölgede
odora’nın babası, Hipodrom’da Ayıların Efendisi (Sykae) üçüncü, 14. bölgede ise dördüncü bir
diye adlandırılan bir vahşi hayvan bakıcısıy- tiyatronun adı geçer. Développement urbain de

- 153-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Constantinople [Konstantinopolis’in Kentsel Ge- yük Saray’ın On Dokuz Yatak bölümündeki


lişimi] başlıklı kitabının 2004 tarihli gözden triklinos’da oynanan ve gotik olarak nitelenen
geçirilmiş baskısında, profesör Cyril Mango bir oyun tasvir edilir. Bu oyun, lavta sanatçıları
amfitiyatro ya da Kynegion’u Akropol’ün yakı- eşliğinde Gotlar gibi giyinmiş, yani içi kürklü
nında konumlamayı önerir ve tiyatronun daha mantolu, ve türlü çeşitli maskeler taşıyan, ve
kuzeyde, Gotlar Sütunu civarında aranması sol ellerinde bir kalkan, sağ ellerinde ise değ-
gerektiğini ekler.98 Topkapı Sarayı’nın ikinci nekler tutan iki hizipten (Maviler ve Yeşiller)
avlusunda, bugün arşivlerin bulunduğu yerde ikişer oyuncuyu karşı karşıya getiriyordu.101 Av
1959’da yürütülen inşaat çalışmaları sırasında ise imparatorların ve aristokrasinin en gözde
gösterilerin sergilendiği bir yapıdan gelen mer- eğlencesiydi. Bunlar Konstantinopolis’de av
mer oturma yerleri açığa çıkarılmıştır.99 Bununla alanlarına sahiptiler.102 Nikiforos Fokas, Cre-
birlikte, bu oturma yerlerinin bir tiyatronun mona’lı Liudprand’a şehir dışında avlandığı
cavea (basamakların bulunduğu kısım) bölü- yabaneşeği parkını gezdirmeyi önermişti. Yine
münden mi, komşu Hipodrom’dan mı geldiği Liudprand’dan bu parkta keçilerin de bulun-
de kesin olarak bilinmemektedir. Gerçekten, duğunu öğreniyoruz.103 Bilinen başka bir av
bu oturma yerlerinin buraya günümüzde İs- parkı da Blakhernai surlarının hemen dışında
tanbul Arkeoloji Müzeleri’nde korunan ünlü yer alan Philopation’du. 1147’de Philopation’u
araba yarışçısı Porphyrius’un heykel kaideleriyle Fransa Kralı VII. Louis eşliğinde gezen Latin
birlikte taşınmış olması olasıdır.100 Tiyatro tem- papaz Odo de Deuil, bu parkın fazla ağaçlık
sillerine ayrılan yapılara 6. yüzyıldan sonraki olmadığını ve av hayvanlarının hendeklere ya da
kaynaklarda rastlanmaz. Konstantinopolis’deki çukurlara saklandığını aktarır. Burayı kanallar
bir tiyatroya ilişkin son referans 528’de Sykae biçiminde su yollarının, göllerin ve VII. Lou-
(Galata) tiyatrosunun İustinianus tarafından is’nin birinde konaklamak üzere davet edildiği
yaptırılan restorasyonudur. “Theatron” terimi, av köşklerinin bulunduğu çok hoş bir yer olarak
6. yüzyıldan sonra halka açık gösterilerin dü- tasvir eder.104 Av dışında aristokrasinin değer
zenlendiği tek yer olan Hipodrom’da sergilenen verdiği diğer bir eğlence de bir atın bakımını
gösteriler için kullanılmaya devam etti. Mim sağlayacak kadar zengin olan kişilere özel bir
ve pantomim, pagan anlamları ve bunlarda bir tür polo oyunu olan tzykanisterion’du. Geniş
ahlaksızlık kaynağı gören Kilise’nin düşmanlı- alanlar gerektiren bu oyun için, imparatorlar
ğı nedeniyle, Trullo Konsili’nin (680–81) 51. Büyük Saray’ın güneyinde yer alan bir araziyi
kuralı ile yasaklandı. Yırtıcı hayvan dövüşleri tahsis etmişlerdi.
ise Bizans’da hiçbir zaman fazla tutulmadı ve
Tavernalar ise daha mütevazı sınıflardan in-
7. yüzyılda oradan kalktı. Bu dönemde amfi-
sanların sosyalleşme yeriydi. 7. yüzyılın sonla-
tiyatro ya da Kynegion, halka açık infazlar için
rında (ya da başka bir görüşe göre 10. yüzyılın
kullanılıyordu.
ikinci yarısında) Konstantinopolis’de geçen
7. yüzyıldan sonra, tiyatro temsilleri özelleşti, Andreas ho Salos’un Yaşamı anlatısında, mırra
sarayda ve aristokratların konutlarında verilme- ile tatlandırılmış şarap, ekmek ve balık servis
ye başladı. Konstantinos Porphyrogennetos’un edilen çeşitli tavernalardan (καθαροπότιον,
Törenler Kitabı’nda bir yemeğin ardından Bü- φούσκαριον) söz edilir.105 İnsanlar buralara

- 154-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

hem içmek, hem de söyleşmek, dans etmek, Bu burlesk ve alay geleneği antik tiyatronun
şarkı söylemek, bufonları dinlemek, zar oyunu yozlaşmasına eşlik etmiştir.
ya da başka oyunlar oynamak için gelirlerdi.
Bizans İmparatorluğu’nun başkentinde-
Kentin değişik yerlerinde, örneğin Yenikapı sit
ki dinî ve dünyevî yaşamın on iki yüzyıllık
alanı içinde yer alan Theodosius Limanı’nda
tarihini kapsayan bu hızlı gezinti, dinî ve
yürütülen arkeolojik kazılar, çeşitli masa oyunla-
sivil mimarî, entelektüel ve sanatsal yaşam,
rının fildişi ya da kemikten yapılmış piyonlarını
ticaret ve zanaatkârlık gibi çeşitli alanlardaki
ve pişmiş topraktan bir oyun sehpasını ortaya
olağanüstü dinamizmi gözler önüne seriyor.
çıkarmıştır.106 Kentteki farklı tüccar ve zanaat-
Uzun bir süre devamlılık gösteren Roma ya-
kâr loncalarının faaliyetlerini düzenleyen 10.
şam tarzına paralel olarak, din, dil ve siya-
yüzyıla ait Eparkhos veya Valinin Kitabı’nda yer
si-coğrafi konum yavaş yavaş Bizans kimli-
alan meyhanecilerle (κάπηλος) ilgili bölümden,
ğininin oluşmasına etken oldu. İmparator
bunların meyhanelerini sabah saat sekizden önce
ve maiyeti toplumsal ve dinî davranışların,
açmalarının ve şarap ya da yiyecek satmalarının
sanatsal eğilimlerin yayılmasında temel bir
yasak olduğunu öğreniyoruz. Akşamları da yine
rol oynuyordu. Kiliseler hızla inşa ediliyor ve
saat sekizde kapatmak ve yanan tüm ateşleri
belirli bir süre sonra, doğal âfetler, yangınlar
döndürmek zorundaydılar. Metinde bu tür yer-
ve başka sebeplerden dolayı tahribata uğra-
lerin müdavimlerinin gündüzlerini buralarda
dıklarında zengin bâniler tarafından restore
geçirdikten sonra gece de gitme hakkına sahip
ediliyordu. Diğer yandan restorasyon veya
olurlarsa, sarhoşluğun etkisiyle şiddet eylem-
yeni bir bezeme bir mucize’nin ardından bir
lerine ve kavgalara karışacakları belirtiliyor.107
şükran ifadesi olarak yapılabiliyordu. Gerek
Paganizmle özdeşleştirilen Hıristiyanlık ön- etnik, gerekse toplumsal bakımdan çok farklı
cesine ait bayramlar Kilise tarafından kınansa kökenleri olan bir halkın Konstantinopolis’de
da, Orta Bizans döneminde kutlanmaya devam toplanması olağanüstü taleplerin gelişmesini
etti.108 Ocak ayının ilk dört gününe denk gelen tetiklemiş, bu talepler de üst düzey, zengin
Kalandai Yeni Yıl kutlamalarına benzetilebilir, ve çeşitli bir zanaatkârlığın ortaya çıkmasına
ama çok daha kolektif bir yönü vardı. İnsanlar katkıda bulunmuştu. Doğu ve Batı arasında
kılık değiştirir, hayvan kostümleri giyer, bir- zengin bir ticaret merkezi olan Konstantino-
birlerine hediyeler verir, sokaklarda gürültü polis’in pazarlarında, değerli madenler, değerli
yaparak gezinirlerdi. Kasım-Aralık aylarında ve sert taşlar, egzotik bitkiler, baharatlar ve
kutlanan kış bayramı Brumalia yirmi günden parfümler, fildişi nesneler edinmek mümkün-
fazla sürerdi. Sonraları bazı mesleklerle ilintili dü. Diğer yandan, Ortaçağ’da Konstantino-
karnavallar gibi yeni kolektif bayramlar da polis Bağdat ve Paris gibi kentlerle rekabet
ortaya çıktı. Noel’de ve 6 Ocak’ta kutlanan eden büyük bir eğitim merkeziydi. Etkin
Teofani yorusu sırasında, Konstantinopolisli bir hastane sistemine sahipti. Bu manzaraya
papaz adayları özellikle Ayasofya’da bir paro- Hıristiyanlığın önemli kutsal emanetlerinin
di canlandırır, asker, keşiş, hatta dört ayaklı Konstantinopolis’e getirilmesini de eklersek,
hayvan kılığına girerek ya da kadınların iş- “Kentlerin Kraliçesi”nin olağanüstü çekici-
lerini taklit ederek kilisede geçit yaparlardı. liğini ve yarattığı arzuları daha iyi anlarız.

- 155-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

DİPNOTLAR

1 Araştırmacı, Fransa Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi (CNRS) - Paris


2 Bkz. J. Bardill, Constantine. Divine Emperor of the Christian Golden Age (New York, 2012), 376.
3 Vie de Daniel le Stylite, ed. H. Delehaye, Saints Stylites, Subsidia Hagiographica 14 (Brüksel, 1923), 1–9. B. Flusin,
“Construire une Nouvelle Jérusalem: Constantinople et les reliques,” L’Orient dans l’histoire religieuse de l’Europe: L’inven-
tion des origines, ed. M. A. Amir-Moezzi ve J. Scheid (Turnhout, 2000), 51–70.
4 T. F. Mathews, The Early Churches of Constantinople. Architecture and Liturgy (University Park, PA, 1971), 16–17 ve
158–160.
5 J. Bardill, “Eglise Saint-Polyeucte à Constantinople: Nouvelle solution pour l’énigme de sa reconstruction,” Architecture
paléochrétienne, ed. J.-M. Spieser (Fribourg, 2011), 77–103.
6 Brigitte Pitarakis, “L’orfèvre et l’architecte : autour d’un groupe d’édifices constantinopolitains du VIe siècle,” The Mate-
rial and the Ideal: Essays in Medieval Art and Archaeology in Honour of Jean-Michel Spieser, ed. A. Cutler ve A. Papacons-
tantinou (Leiden ve Boston, 2007), 63–74.
7 R. J. Mainstone, Hagia Sophia. Architecture, Structure and Liturgy of Justinian’s Great Church (New York, 1988); A. Ş.
Çakmak, R. Mark, Hagia Sophia from the Age of Justinian to the Present (Cambridge, 1992).
8 Mabeyinci Pavlos, Ayasofya’nın Betimi, Türkçe çev. S. Rıfat, önsöz P. Chuvin, İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Yayınları
8, Klasik Yapıtlar Dizisi 1 (İstanbul, 2010), sayfa 40, mısra 270–275.
9 Hippodrom/Atmeydanı. Istanbul’un Tarih Sahnesi, 1. Cilt, ed. Brigitte Pitarakis (İstanbul, 2010), 280, no. 19.
10 V. Marinis, The Monastery Tou Libos: Architecture, Sculpture, and Liturgical Planning in Middle and Late Byzantine Cons-
tantinople, Dotora Tezi (Ann Arbor, MI, 2004); agy., “The Original Form of the Theotokos tou Libos Reconsidered,”
Δασκάλα. Απόδοση τιμής στην ομότιμη καθηγήτρια Μαίρη Παναγιωτίδη-Κεσίσογλου, ed. P. Petridis ve V. Foskolou
(Atina, 2014), 267–303.
11 P. Magdalino, The Empire of Manuel I Komnenos (1143-1180) (Cambridge, 1993), 178 ve dipnot 280
12 H. Çetinkaya, “Arap Camii in Istanbul: Its Architecture and Frescoes,” Anatolia Antiqua 18 (2010): 169–88; E. Akyürek,
“Palaiologoslar Dönemi Konstantinopolisi’nde Dominiken Duvar Resimleri: Galata Arap Camisi (San Domenico Kili-
sesi) Freskoları,” Kariye Camii, Yeniden, ed. H. A. Klein, R. G. Ousterhout, Brigitte Pitarakis (İstanbul, 2011), 301–26.
13 Bkz. R. Ousterhout, Master Builders of Byzantium (Princeton, NJ, 1999), 102–110.
14 V. Kidonopoulos, “The Urban Physiognomy of Constantinople from the Latin Conquest to the Palaiologan Era,” Byzan-
tium: Faith and Power (1261–1557). Perspectives on Late Byzantine Art and Culture, ed. S. T. Brooks (New York, 2006),
98–117.
15 Bkz. R. G. Ousterhout, “Zor Yapıları Okumak: Kariye Camii’nden Dersler,” Kariye Camii, Yeniden, 71–93. Ayrıca bkz.
N. Teteriatnikov, “The Place of the Nun Melanie (the Lady of the Mongols) in the Deesis Program of the Inner Narthex
of Chora, Constantinople,” Cahiers archéologiques 43 (1995): 163–80.
16 J. Baldovin, The Urban Character of Christian Worship: The Origins, Development and Meaning of Stational Liturgy, Orien-
talia Christiana Analecta 228 (Roma, 1987).
17 J. Mateos, Le Typicon de la Grande Église. Ms. Sainte-Croix no. 40, Xe siècle, 2 Cilt. 1: Le cycle des douze mois. 2: Le
cycle des fêtes mobiles, Orientalia Christiana Analecta 165–166 (Roma, 1962–63); R. F. Taft, “The Liturgy of the Great
Church : an Initial Synthesis of Structure and Interpretation on the Eve of Iconoclasm,” Dumbarton Oaks Papers 34-35
(1980-81): 45–77; R. Taft, “Liturgy,” in The Oxford Handbook of Byzantine Studies, ed. E. Jeffreys, J. Haldon ve R. Cor-
mack (Oxford, 2008), 599–610.
18 S. H. Cross et O. P. Sherbowitz-Wetzor, The Russian Primary Chronicle. Laurentian Text (Cambridge, Mass., 1953),
110–11.
19 Bkz. Mathews, The Early Churches, 138–76; R. F. Taft, The Great Entrance. A History of the Transfer of Gifts and Other
Pre-anaphoral Rites of the Liturgy of John Chrysostom, Orientalia Christiana Analecta 200 (Roma, 1975).
20 St Germanos of Constantinople. On the Divine Liturgy, ed. ve İngilizce çev. P. Meyendorff (Crestwood, 1984), Bölüm 1.
Ayrıca bkz. H.-J. Schulz, The Byzantine Liturgy: Symbolic Structure and Faith Expression (New York, 1986), 184–92 ;
V. Marinis, “The Historia Ekklesiastike kai Mystike Theoria: A Symbolic Understanding of the Byzantine Church Bu-
ilding,” Byzantinische Zeitschrift 108 (2015): 753–770; agy., Architecture and Ritual in the Churches of Constantinople
(Ninth to Fifteenth Centuries) (Cambridge, 2014).

- 156-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

21 Mabeyinci Pavlos, sayfa 57, mısra 809–920.


22 Bkz. N. Schibille, Hagia Sophia and the Byzantine Aesthetic Experience (Farnham, Burlington, 2014).
23 Pantokrator typikonu ile ilgili olarak İngilizce çeviri için, bkz. Byzantine Monastic Foundation Documents, ed. J. Thomas ve
A. Constantinides Hero (Washington DC, 2000), Vol. 2, 741–42, 753–54, 756; Fransızca çeviri: P. Gautier, “Le typikon
du Christ Pantocrator,” Revue des Études Byzantines 32 (1974): 36–40, 72–74. Ayrıca, bkz. E. Congdon, “Imperial Com-
memoration and Ritual in the Typikon of the Monastery of Christ Pantokrator,” Revue des Études Byzantines 54 (1996),
161–99.
24 M. Xanthopoulou, Les lampes en bronze à l’époque paléochrétienne, Bibliothèque de l’Antiquité tardive 16 (Turnhout,
2010), 70.
25 Mabeyinci Pavlos, sayfa 41, mısra 305–310.
26 Bkz. R. Cormack, “The Mother of God in the Mosaics of Hagia Sophia,” Mother of God. Representations of the Virgin in
Byzantine Art, Sergi kataloğu, ed. M. Vassilaki (Atina, 2000), 114; N. Oikonomides, “Leo VI and the Narthex Mosaic of
Hagia Sophia,” Dumbarton Oaks Papers 30 (1976): 151–72.
27 Constantini Porphyrogeniti imperatoris De Cerimoniis aulae byzantinae libri duo, ed. J. J. Reiske (Bonn, 1829) (bundan
sonra DeCer), I.9, 64. İngilizce çevirisi: A. Moffatt ve M. Tall, Constantine Porphyrogennetos. The Book of Ceremonies
(Canberra, 2012).
28 T. Whittemore, The Mosaics of St. Sophia at Istanbul. Second Preliminary Report. The Mosaics of the Southern Vestibule
(Paris, 1936).
29 N. Oikonomides, “The Mosaic Panel of Constantine IX and Zoe in Saint Sophia,” Revue des Études Byzantines 36 (1978):
219–32; N. Teteriatnikov, “Hagia Sophia: The Two Portraits of the Emperors with Moneybags as a Functional Setting,”
Arte Medievale 10 (1996): 47–66.
30 DeCer, I.10, 76, satır 22–23 (İngilizce çevirisi Moffatt ve Tall, s. 76).
31 DeCer, I.9, 64–65 (İngilizce çevirisi Moffatt ve Tall, s. 65). Bununla ilgili tartışma için, bkz. G. P. Majeska, “The Emperor
in His Church: Imperial Ritual in the Church of St. Sophia,” Byzantine Court Culture from 829 to 1204, ed. H. Maguire
(Washington DC, 1997), 6.
32 Le trésor de Saint-Marc de Venise, Sergi kataloğu (Milano, 1984), 129–140, no. 10–11.
33 Acta et diplomata graeca medii aevi sacra et profana, II, ed. F. Miklosich ve J. Müller (Viyana, 1862), 566–67.
34 Bkz. R. Nelson, “The Chora and the Great Church: Intervisuality in Fourteenth-Century Constantinople,” Later Byzan-
tine Painting: Art, Agency and Appreciation, Variorum Collected Studies Series (Aldershot, Burlington, Vt, 2007), Bölüm
II; N. P. Ševčenko, “The Portrait of Theodore Metochites at Chora,” Donation et donateurs dans le monde byzantin, ed.
J.-M. Spieser ve E. Yota, Réalités byzantines 14, (Paris, 2012), 189–201.
35 Bkz. H. Klein, “Constantine, Helena, and the Cult of the True Cross in Constantinople,” Byzance et les reliques du Christ,
ed. J. Durand ve B. Flusin (Paris, 2004), 31–59.
36 Synaxarium Ecclesiae Constantinopolitanae, ed. H. Delehaye, Propylaeum ad Acta Sanctorum novembris (Brüksel, 1902),
856, 860; Mateos, Le Typicon de la Grande Église: 1, 356. Bununla ilgili tartışma için, bkz. J. Wortley, “The Wood of the
Cross,” Studies on the Cult of Relics in Byzantium up to 1204, Variorum Collected Studies Series, Aldershot, 2009, Bölüm
VI.
37 P. Magdalino, “Observations on the Nea Ekklesia of Basil I”, Jahrbuch der Österreichischen Byzantinistik 37 (1987):
51–64.
38 Bkz. J. Ebersolt, Sanctuaires de Byzance (Paris, 1921), 27–29. G. P. Majeska, Russian Travellers to Constantinople in the
Fourteenth and Fifteenth Centuries (Washington DC, 1984), 368.
39 N. Teteriatnikov, “Devotional Crosses in the Columns and Walls of Hagia Sophia,” Byzantion 68 (1998): 419–45.
40 Bkz. C. Mango, “Constantinople as Theotokoupolis,” Mother of God : Representations of the Virgin in Byzantine Art, ed.
M. Vassilaki, Sergi kataloğu (Atina, 2000), 17–25; B. V. Pentcheva, Icons and Power: The Mother of God in Byzantium
(University Park, PA, 2006), 37–56.
41 Michaelis Pselli Orationes Hagiographicae, ed. E. Fisher, Bibliotheca Scriptorum Graecorum et Romanorum Teubneriana
(Stuttgart ve Leipzig, 1994), no. 4. Bununla ilgili tartışma için, bkz. E. N. Papaioannou, “The ‘Usual Miracle’ and an
Unusual Image,” Jahrbuch der Österreichischen Byzantinistik 51 (2001): 177–88; Pentcheva, Icons and Power, 154–61;
agy., The Sensual Icon: Space, Ritual and the Senses in Byzantium (University Park, PA, 2010), 188.
42 Anne Comnène, Alexiade, ed. B. Leib (Paris, 1967), 3. Cilt, 87.15–23.

- 157-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

43 DeCer, II.12, 554–55 (İngilizce çevirisi Moffatt ve Tall, s. 555).


44 Mango, The Origins of the Blachernai Shrine, 64.
45 Bu ikonanın ve mabedinin tarihi için, bkz. Pentcheva, Icons and Power, 109–43; C. Angelidi, “Un texte patriographique
et édifiant : le ‘Discours narratif” sur les Hodègoi,” Revue des Études Byzantines 52 (1994): 113–49.
46 E. von Dobschütz, “Maria Romaia. Zwei unbekannte Texte, ” Byzantinische Zeitschrift 12 (1903): 211; K. N. Ciggaar,
“Une description de Constantinople dans le Tarragonensis 55,” Revue des Études Byzantines 53 (1995): 249; Majeska,
Russian Travelers, 362–66.
47 G. Le Strange, Clavijo. Embassy to Tamerlane 1403-1406 (Londra, 1928), 84.
48 DeCer, I.18, 108–114.
49 S. Efthymiadis, “Le monastère de la Source à Constantinople et ses deux recueils de miracles: entre hagiographie et patriog-
raphie,” Revue des Études Byzantines 64–65 (2007): 283–309; A.-M. Talbot, “Two Accounts of Miracles at the Pege Shrine
in Constantinople,” Travaux et Mémoires 14 (2002): 605–15; agy. “Healing Shrines in Late Byzantine Constantinople,”
Women and Religious Life in Byzantium, Variorum Collected Studies Series (Aldershot, Burlington, Vt, 2001), bölüm XIV;
Miracle Tales from Byzantium, İng. çev. A.-M. Talbot ve S. Fitzgerald Johnson (Cambridge Mass. Ve Londra, 2012).
50 N. G. Garsoïan, “The Problem of Armenian Integration into the Byzantine Empire,” Studies on the Internal Diaspora of
the Byzantine Empire, ed. H. Ahrweiler ve A. Laiou, (Washington DC, 1998), p. 53–124.
51 J. Freely ve A. S. Çakmak, Byzantine Monuments of Istanbul (Cambridge ve New York, 2004), 286. Türkçe çeviri F. G.
Tanman, İstanbul’un Bizans Anıtları (İstanbul, 2005).
52 S. A. Ivanov, “L’attitude à l’égard des juifs à Byzance était-elle moins intolérante qu’en Occident ?,” Les chrétiens et les juifs
dans les sociétés de rites grec et latin, ed. M. Dmitriev, D. Tollet, E. Teiro (Paris, 2003), 29–42. Ayrıca, bkz. G. Dagron
ve V. Déroche, Juifs et chrétiens en Orient byzantin, Bilans de Recherche 5 (Paris, 2010); Jews in Byzantium: Dialectics of
Minority and Majority Cultures, ed. R. Bonfil, O. Irshai, G. G. Stroumsa, R. Talgam, Jerusalem Studies in Religion and
Culture 14 (Leiden ve Boston, 2012).
53 A. Panayotov, “The Synagogue in the Copper Market of Constantinople: A Note on the Christian Attitudes toward the
Jews in the Fifth Century,” Orientalia Christiana Periodica 68 (2000): 319–34.
54 D. Jacoby, “Les quartiers juifs de Constantinople,” Byzantion 37 (1967): 167–227, Société et démographie à Byzance et en
Romanie latine (Londra, 1975), Bölüm II’de yeniden basılmıştır. Agy., “The Jews of Constantinople and their Demograp-
hic Hinterland,” Constantinople and its Hinterland: Papers from the Twenty-Seventh Spring Symposium of Byzantine Studies,
Oxford, April 1993, ed. C. Mango ve G. Dagron (Aldershot, 1995), 221–32.
55 The Itinerary of Benjamin of Tudela, ed. M. N. Adler (Londra, 1907), 14.
56 J.-M. Featherstone, “Olga’s Visit to Constantinople,” Harvard Ukrainian Studies 14 (1990): 293–312; agy., “Olga’s Visit
to Constantinople in De Cerimoniis,” Revue des Études Byzantines 61 (2003): 241–51; agy., “Δι’ἔνδειξιν:Display in Court
Ceremonial (De Cerimoniis II, 15), The Material and the Ideal: Essays in Medieval Art and Archaeology in Honour of Je-
an-Michel Spieser, ed. A. Cutler ve A. Papaconstantinou (Leiden ve Boston, 2007), 106–112; C. Zuckerman, “Le voyage
d’Olga et la première ambassade byzantine à Constantinople en 946,” Travaux et Mémoires 13 (2000): 647–72.
57 DeCer II.15, 579, satır 21–22.
58 R. Janin, Constantinople byzantine. Développement urbain et répertoire topographique (Paris, 19642), 257. Ayrıca bkz. B. de
Khitrowo, Itinéraires russes en Orient (Cenevre, 1889), 105;
59 Bkz. C. Mango, “A Russian Graffito in St. Sophia, Constantinople,” in Studies on Constantinople, Variorum Collected
Studies (Aldershot, Hampshire et Brookfield, Vermont, 1993), Bölüm XIX; I. Kalavrezou ve D. Obolensky, “A Church
Slavonic Graffito in Hagia Sophia, Constantinople,” Harvard Ukrainian Studies Vol. 5, No. 1 (March 1981): 5–10.
60 Janin, Constantinople byzantine, 258.
61 Bkz. A. Ağır, “Bizans Başkentinde Müslüman Tacirler Için Mimarlık: Mitaton,” Trade in Byzantium. Papers from the Third
International Sevgi Gönül Byzantine Studies Symposium (Istanbul, 2016), 233–253.
62 S. Reinert, “The Muslim Presence in Constantinople, 9th-15th Centuries: Some Preliminary Observations,” Studies on
the Internal Diaspora of the Byzantine Empire, 125–150; N. Necipoğlu, Byzantium between the Ottomans and the Latins:
Politics and Society in the Late Empire (Cambridge, 2009), 138–39, 201–2, 207; G. D. Anderson, “Islamic Spaces and
Diplomacy in Constantinople (Tenth to Thirteenth Centuries C. E.),” Medieval Encounters 15 (2009): 86–113.
63 Mothers and Sons, Fathers and Daughter: the Byzantine Family of Michel Psellos, ed. ve İngilizce çev. A. Kaldellis (Notre
Dame, 2006).

- 158-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

64 M. Fulghum Heintz, “Work,” in Byzantine Women and their World, ed. I. Kalavrezou (New Haven ve Londra, 2003),
139–43.
65 L. Garland, “The Life and Ideology of Byzantine Women: A further Note on Conventions of Behaviour and Social
Reality as Reflected in Eleventh and Twelfth Century Historical Sources,” Byzantion 58 (1988): 361–93.
66 Annesine övgü (enkomion), Mothers and Sons, ed. Kaldellis, 77.
67 Housing in Late Antiquity: From Palaces to Shops, ed. L. Lavan, L. Özgenel ve A. Sarantis, Late Antique Archaeology 3.2
(Leiden ve Boston 2007). Ayrıca, bkz. M. Rautman, Daily Life in the Byzantine Empire (Westport, 2006), 90–94.
68 M. Parani, Reconstructing the Reality of Images. Byzantine Material Culture and Religious Iconography (11th-15th Centuries)
(Leiden ve Boston, 2003), 159–217.
69 J. Vroom, “The Changing Dining Habits at Christ’s Table,” Eat, Drink, and be Merry (Luke 12:19): Food and Wine in
Byzantium. Papers of the 37th Annual Spring Symposium of Byzantine Studies, in honour of Professor A. A. M. Bryer, ed. L.
Brubaker ve K. Linardou (Aldershot ; Burlington (Vt.), 2007), 191–212; agy., “The Archaeology of Late Antique Dining
Habits in the Eastern Mediterranean: A Preliminary Study of the Evidence,” Objects in Context Objects in Use. Material
Spatiality in Late Antiquity, ed. L. Lavan, E. Swift, T. Putzeys (Leiden ve Boston, 2007), 313–6; M. Parani, “Byzantine
Cutlery: An Overview,” Deltion tes Christianikes Archaiologikes Hetaireias 31 (2010): 139–64.
70 Bkz. Featherstone, “Δι’ἔνδειξιν,” 97 et 99.
71 Brigitte Pitarakis, “Survivance d’un type de vaisselle antique à Byzance: les authepsae en cuivre des Ve-VIIe siècles,” Mé-
langes en l’Honneur de J.-P. Sodini, Travaux et Mémoires 15 (2005): 673–86.
72 M. Parani, “Byzantine Cutlery,” 155–62.
73 Ptochoprodromos, ed. ve Almanca çev. H. Eideneier, Neograeca medii aevi 5 (Köln, 1991), şiir 4, mısra 93, 104, 325.
Bkz. Jacoby, “Caviar Trading in Byzantium,” Mare et litora: Essays Presented to Sergei Karpov for his 60th Birthday, ed. R.
Shukurov (Moskova, 2009), 349–63. Bizanslıların mutfağı için, bkz. A. Dalby, Flavours of Byzantium (Devon, 2003);
agy., Tastes of Byzantium. The Cuisine of a Legendary Empire (New York, 2010).
74 A. Karpozelos, “Realia in Byzantine Epistolography X-XIIc,” Byzantinische Zeitschrift 77 (1984): 20–37; agy., “Realia in
Byzantine Epistolography XIII-XIVc,” Byzantinische Zeitschrift 88 (1995): 68–84. Ayrıca bkz. A. Dalby, Bizans’ın Damak
Tadı (İstanbul, 2014).
75 Theodori Ducae Lascaris Epistulae CCXVII, ed. N. Festa (Florence, 1898), 80–81, mektup 54.
76 İlk ziyaret: F. A. Wright, The Embassy to Constantinople and Other Writings of Liudprand of Cremona (Londra, 1993),
151–56. İkinci ziyaret: Liudprand of Cremona, Relatio de Legatione Constantinopolitana, ed. ve çev. B. Scott (Bristol,
1993).
77 Ptochoprodromos, şiir IV, mısra 205–16.
78 P. Gautier, “Le typikon,” 48, 54–58; Thomas ve Hero, Byzantine Monastic Foundation Documents, 746–47.
79 Brigitte Pitarakis, “Bizans’ta Öğrenciler,” Bir Allame-i Cihan, Stefan Yerasimos (1942-2005), ed. Ç. Anadol, E. Eldem, E.
Pekin, A. Tibet (İstanbul, 2012), 2. Cilt, 581–616.
80 S. Efthymiadis, “L’enseignement secondaire à Constantinople pendant les XIe et XIIe siècles: modèle éducatif pour la
terre d’Otrante au XIIIe siècle,” Nea Rome (2005) : Vol. II, 259–75; A. Markopoulos, “De la structure de l’école byzanti-
ne: le maître, les livres et le processus éducatif, ” Lire et écrire à Byzance, ed. B. Mondrain, Centre de recherche d’Histoire
et Civilisation de Byzance, Monographies 19 (Paris, 2006), 85–96.
81 Bkz. M.-H. Congourdeau, “Bizans Payitahtında Tıp Sanatı, Âlimlik ve Uygulama,” Hayat Kısa, Sanat Uzun. Bizans’ta
Şifa Sanatı, sergi katalogu, ed. Brigitte Pitarakis (İstanbul, 2015), 90–103.
82 T. Miller, The Birth of the Hospital in the Byzantine Empire (Baltimore, 1985; yeniden basım 1997).
83 Pantokrator hastanesi için bkz. Hayat Kısa, Sanat Uzun, 322, Kat. 85.
84 Siyam ikizlerinin Konstantinopolis’e gelişleri ve ikizlerden birinin ölmesi üzerine girişilen ayırma denemesi ile ilgili bir
illüstrasyon için, bkz. V. Tsamakda, The Illustrated Chronicle of Ioannes Skylitzes in Madrid (Leiden, 2002), 168–70, fol.
131r, res. 314.
85 Bkz. Symposium on Byzantine Medicine, ed. J. Scarborough, Dumbarton Oaks Papers 38 (1984).
86 Nicolas de Cues, Cribratio Alkorani, Prologue, 1.3, ed. L. Hagemann (Hambourg, 1986), 6. Bkz. M.-H. Congourdeau, “La
médecine byzantine à la croisée de l’Orient et de l’Occident,” Knotenpunkt Byzanz: Wissenformen und kulturelle Wechselbezie-
hungen, ed. A. Speer ve P. Steinkrüger, Miscellanea Mediaevalia 36 (Berlin ve Boston, 2012), 223-231; Medical Books in the
Byzantine World, ed. B. Zipser, Eikasmos, Quaderni Bolognesi di Filologia Classica, Studi Online 2 (Bologna, 2013).

- 159-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

87 Notitia Dignitatum: Accedunt Notitia urbis Constantinopolitanae et laterculi provinciarum, ed. O. Seeck (Frankfurt am
Main, 1876), 229–243.
88 A. Berger, Das Bad in byzantinischen Zeit (Münih, 1982); S. Bassett, The Urban Image of Late Antique Constantinople
(New York, 2004), 160–85; A. Kaldellis, “Christodoros on the Statues o Zeuxippos Baths: A New Reading of the Ekph-
rasis,” Greek, Roman and Byzantine Studies 47 (2007): 361–83.
89 C. Mango, “Daily Life in Byzantium,” Jahrbuch der Österreichischen Byzantinistik 31/1 (1981): 339–41. Ortaçağ ha-
mamları için, bkz. P. Magdalino, “Church, Bath, and Diakonia in Medieval Constantinople,” Church and People in
Byzantium, ed. R. Morris (Birmingham, 1990), 184; agy., Constantinople médiévale : Études sur l’évolution des structures
urbaines (Paris, 1996), 31–34. Arkeolojik bir yaklaşım için, ayrıca bkz. F. Yegül, “Baths of Constantinople: an Urban
Symbol in a Changing World,” Archaeology and History in Roman, Medieval and Post-medieval Greece: Studies on Method
and Meaning in Honor of Timothy E. Gregory, ed. W. R. Caraher, L. Jones Hall ve R. Scott Moore (Aldershot-Burlington,
Vt. 2008), 169–95.
90 Berger, Das Bad, 159.
91 Thomas ve Hero, Byzantine Monastic Foundation Documents, 730, 760.
92 C. Olovsdotter, The Consular Image. An Iconological Study of the Consular Diptychs, BAR International Series 1376 (Ox-
ford, 2005), 47–55, 123–27.
93 Bkz. Hippodrom / Atmeydanı, ve daha yakın tarihli bir kaynak olarak, G. Dagron, L’hippodrome de Constantinople : jeux,
peuple et politique (Paris, 2011).
94 Prokopios, Bizans’ın Gizli Tarihi, 9.2-13.
95 C. Rouéché, “Entertainments, Theatre, and Hippodrome,” The Oxford Handbook of Byzantine Studies, 677–84; Mango,
“Daily Life,” 341-345.
96 Notitia Dignitatum, 229–243.
97 Gerçekten de bu tiyatronun bitişik 2. bölgede bulunmuş olması olanaksız değildir. Bkz. A. Berger, “Regionen und
Straßen im frühen Konstantinopel,” Istanbuler Mitteilungen 47 (1997): 357–60.
98 C. Mango, Le développement urbain de Constantinople (IVe-VIIe siècles), Travaux et Mémoires du Centre de Recherches
d’Histoire et Civilisation de Byzance, Monographies 2 (Paris, 20043), 75.
99 H. Tezcan, Topkapı Sarayı ve Çevresinin Bizans Devri Arkeolojisi (İstanbul, 1989), s. 27, 120-125.
100 Bkz. J. Bardill, “Konstantinopolis Hippodromu’nun Anıtları ve Süslemeleri / The Monuments and Decoration of the
Hippodrome in Constantinople,” Hippodrom / Atmeydanı, 171–76.
101DeCer I.83, 381-386 (İngilizce çevirisi Moffatt ve Tall, s. 383-386).
102 Bkz. N. P. Ševčenko, “Wild Animals in the Byzantine Park,” Byzantine Garden Culture, ed. A. Littlewood, H. Maguire,
J. Wolschke-Bulmahn (Washington, DC, 2002), 69–75.
103 Relatio de Legatione Constantinopolitana, ed. ve çev. Scott, 37–38.
104 Odo de Deuil, De profectione Ludovici VII in orientem, 3. Cilt, ed. ve çev. V. G. Berry (New York, 1965), 48.
105 The Life of St Andrew the Fool, II, ed. L. Rydén, Acta Universitatis Upsaliensis 4:2 (Uppsala, 1995), 36–39 ; C. Mango,
“The Life of St. Andrew Reconsidered,” Rivista di Studi Bizantini e Slavi 2 (1982) : 297–313; agy., Byzantium and Its
Image: History and Culture of the Byzantine Empire and Its Heritage, Variorum Collected Studies Series (Londra, 1984),
Bölüm VIII ’de yeniden basılmıştır.
106 Gün Işığında: Istanbul’un 8000 Yılı, Marmaray, Metro, Sultanahmet Kazıları, sergi kataloğu (İstanbul, 2007), no. Y 21,
Y 46-47, Y 49.
107 J. Koder, Das Eparchenbuch Leons des Weisen, Corpus Fontium Historiae Byzantinae 33 (Viyana, 1991), bölüm 19.
108 E. Bolognesi Recchi Francescini, “Winter in the Great Palace: the Persistence of Pagan Festivals in Christian Byzantium,”
Byzantinische Forschungen 21 (1995): 117–32.

- 160-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

KAYNAKÇA

Acta et diplomata graeca medii aevi sacra et profana, II, ed. F. Miklosich ve J. Müller (Viyana, 1862).
Ağır, A: “Bizans Başkentinde Müslüman Tacirler Için Mimarlık: Mitaton,” Trade in Byzantium.
Papers from the Third International Sevgi Gönül Byzantine Studies Symposium (Istanbul, 2016).
Akyürek, E: “Palaiologoslar Dönemi Konstantinopolisi’nde Dominiken Duvar Resimleri: Galata Arap Ca-
misi (San Domenico Kilisesi) Freskoları,” Kariye Camii, Yeniden, ed. H. A. Klein, R. G. Ousterhout, B. Pitarakis
(İstanbul, 2011).
Anderson, G. D: “Islamic Spaces and Diplomacy in Constantinople (Tenth to Thirteenth Centuries C. E.),”
Medieval Encounters 15 (2009).
Angelidi, C: “Un texte patriographique et édifiant : le ‘Discours narratif” sur les Hodègoi,” Revue des Études
Byzantines 52 (1994).
Anne Comnène, Alexiade, ed. B. Leib (Paris, 1967)
Baldovin, J: The Urban Character of Christian Worship: The Origins, Development and Meaning of Stational
Liturgy, Orientalia Christiana Analecta 228 (Roma, 1987).
---- “Eglise Saint-Polyeucte à Constantinople: Nouvelle solution pour l’énigme de sa reconstruction,” Archite-
cture paléochrétienne, ed. J.-M. Spieser (Fribourg, 2011) .
---- “Konstantinopolis Hippodromu’nun Anıtları ve Süslemeleri / The Monuments and Decoration of the
Hippodrome in Constantinople,” Hippodrom/Atmeydanı. Istanbul’un Tarih Sahnesi, 1. Cilt, (İstanbul, 2010).
--- Constantine. Divine Emperor of the Christian Golden Age (New York, 2012).
Bassett, S: The Urban Image of Late Antique Constantinople (New York, 2004), 160–85.
Berger, A: “Regionen und Straßen im frühen Konstantinopel,” Istanbuler Mitteilungen 47 (1997).
--- Das Bad in byzantinischen Zeit (Münih, 1982).
Bolognesi Recchi Francescini, E: “Winter in the Great Palace: the Persistence of Pagan Festivals in Christian
Byzantium,” Byzantinische Forschungen 21 (1995).
Byzantine Monastic Foundation Documents, ed. J. Thomas ve A. Constantinides Hero (Washington DC,
2000).
Çakmak, A. Ş. ve Mark, R : Hagia Sophia from the Age of Justinian to the Present (Cambridge, 1992).
Çetinkaya, H: “Arap Camii in Istanbul: Its Architecture and Frescoes,” Anatolia Antiqua 18 (2010)
Ciggaar, K. N: “Une description de Constantinople dans le Tarragonensis 55,” Revue des Études Byzantines 53
(1995).
Clavijo. Embassy to Tamerlane 1403-1406., ed. G. Le Strange (Londra, 1928).
Congourdeau, M.-H : “Bizans Payitahtında Tıp Sanatı, Âlimlik ve Uygulama,” Hayat Kısa, Sanat Uzun. Bi-
zans’ta Şifa Sanatı, sergi katalogu, ed. B. Pitarakis (İstanbul, 2015).
--- “La médecine byzantine à la croisée de l’Orient et de l’Occident,” Knotenpunkt Byzanz: Wissenformen und
kulturelle Wechselbeziehungen, ed. A. Speer ve P. Steinkrüger, Miscellanea Mediaevalia 36 (Berlin ve Boston, 2012).
Constantini Porphyrogeniti imperatoris De Cerimoniis aulae byzantinae libri duo, ed. J. J. Reiske (Bonn, 1829).
Cormack, R: “The Mother of God in the Mosaics of Hagia Sophia,” Mother of God. Representations of the
Virgin in Byzantine Art, Sergi kataloğu, ed. M. Vassilaki (Atina, 2000)

- 161-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Cross S. H. ve Sherbowitz-Wetzor, O. P: The Russian Primary Chronicle. Laurentian Text (Cambridge, Mass.,
1953).
Dobschütz, E. von: “Maria Romaia. Zwei unbekannte Texte, ” Byzantinische Zeitschrift 12 (1903).
Ebersolt, J: Sanctuaires de Byzance (Paris, 1921).
Efthymiadis, S: “L’enseignement secondaire à Constantinople pendant les XIe et XIIe siècles: modèle éducatif
pour la terre d’Otrante au XIIIe siècle,” Nea Rome (2005).
--- “Le monastère de la Source à Constantinople et ses deux recueils de miracles: entre hagiographie et patri-
ographie,” Revue des Études Byzantines 64–65 (2007).
Featherstone, J.-M: “Olga’s Visit to Constantinople in De Cerimoniis,” Revue des Études Byzantines 61 (2003).
--- “Olga’s Visit to Constantinople,” Harvard Ukrainian Studies 14 (1990).
--- “Δι’ἔνδειξιν:Display in Court Ceremonial (De Cerimoniis II, 15), The Material and the Ideal: Essays in
Medieval Art and Archaeology in Honour of Jean-Michel Spieser, ed. A. Cutler ve A. Papaconstantinou (Leiden ve
Boston, 2007).
Flusin, B: “Construire une Nouvelle Jérusalem: Constantinople et les reliques,” L’Orient dans l’histoire religieuse
de l’Europe: L’invention des origines, ed. M. A. Amir-Moezzi ve J. Scheid (Turnhout, 2000).
Freely, J. ve Çakmak, A. S: Byzantine Monuments of Istanbul (Cambridge ve New York, 2004).
Fulghum Heintz, M: “Work,” in Byzantine Women and their World, ed. I. Kalavrezou (New Haven ve Londra,
2003).
Garland, L: “The Life and Ideology of Byzantine Women: A further Note on Conventions of Behaviour and
Social Reality as Reflected in Eleventh and Twelfth Century Historical Sources,” Byzantion 58 (1988).
Garsoïan, N. G: “The Problem of Armenian Integration into the Byzantine Empire,” Studies on the Internal
Diaspora of the Byzantine Empire, ed. H. Ahrweiler ve A. Laiou, (Washington DC, 1998).
Gün Işığında: Istanbul’un 8000 Yılı, Marmaray, Metro, Sultanahmet Kazıları, sergi kataloğu (İstanbul, 2007).
Housing in Late Antiquity: From Palaces to Shops, ed. L. Lavan, L. Özgenel ve A. Sarantis, Late Antique Archa-
eology 3.2 (Leiden ve Boston 2007).
Ivanov, S. A: “L’attitude à l’égard des juifs à Byzance était-elle moins intolérante qu’en Occident ?,” Les chrétiens
et les juifs dans les sociétés de rites grec et latin, ed. M. Dmitriev, D. Tollet, E. Teiro (Paris, 2003).
Jacoby, D: “The Jews of Constantinople and their Demographic Hinterland,” Constantinople and its
Hinterland: Papers from the Twenty-Seventh Spring Symposium of Byzantine Studies, Oxford, April 1993, ed. C.
Mango ve G. Dagron (Aldershot, 1995).
--- “Les quartiers juifs de Constantinople,” Byzantion 37 (1967).
Janin, R: Constantinople byzantine. Développement urbain et répertoire topographique (Paris, 19642).
Kaldellis, A: “Christodoros on the Statues o Zeuxippos Baths: A New Reading of the Ekphrasis,” Greek, Ro-
man and Byzantine Studies 47 (2007).
Karpozelos, A: “Realia in Byzantine Epistolography XIII-XIVc,” Byzantinische Zeitschrift 88 (1995).
--- “Realia in Byzantine Epistolography X-XIIc,” Byzantinische Zeitschrift 77 (1984).
Kidonopoulos, V : “The Urban Physiognomy of Constantinople from the Latin Conquest to the Palaiologan
Era,” Byzantium: Faith and Power (1261–1557). Perspectives on Late Byzantine Art and Culture, ed. S. T. Brooks
(New York, 2006).

- 162-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Klein, H. “Constantine, Helena, and the Cult of the True Cross in Constantinople,” Byzance et les reliques du
Christ, ed. J. Durand ve B. Flusin (Paris, 2004).
Koder, J: Das Eparchenbuch Leons des Weisen, Corpus Fontium Historiae Byzantinae 33 (Viyana, 1991).
Le trésor de Saint-Marc de Venise, Sergi kataloğu (Milano, 1984).
Liudprand of Cremona, Relatio de Legatione Constantinopolitana, ed. ve çev. B. Scott (Bristol, 1993).
Mabeyinci Pavlos, Ayasofya’nın Betimi, Türkçe çev. S. Rıfat, önsöz P. Chuvin, İstanbul Araştırmaları Enstitüsü
Yayınları 8, Klasik Yapıtlar Dizisi 1 (İstanbul, 2010).
Magdalino, P : The Empire of Manuel I Komnenos (1143-1180) (Cambridge, 1993),
--- “Observations on the Nea Ekklesia of Basil I”, Jahrbuch der Österreichischen Byzantinistik 37 (1987).
Mainstone, R. J: Hagia Sophia. Architecture, Structure and Liturgy of Justinian’s Great Church (New York, 1988)
Majeska, G. P: Russian Travellers to Constantinople in the Fourteenth and Fifteenth Centuries (Washington DC, 1984).
Mango, C: “A Russian Graffito in St. Sophia, Constantinople,” in Studies on Constantinople, Variorum Colle-
cted Studies (Aldershot, Hampshire et Brookfield, Vermont, 1993).
--- “Constantinople as Theotokoupolis,” Mother of God : Representations of the Virgin in Byzantine Art, ed. M.
Vassilaki, Sergi kataloğu (Atina, 2000).
--- “Daily Life in Byzantium,” Jahrbuch der Österreichischen Byzantinistik 31/1 (1981).
--- “The Life of St. Andrew Reconsidered,” Rivista di Studi Bizantini e Slavi 2 (1982).
--- Byzantium and Its Image: History and Culture of the Byzantine Empire and Its Heritage, Variorum Collected
Studies Series (Londra, 1984).
--- Le développement urbain de Constantinople (IVe-VIIe siècles), Travaux et Mémoires du Centre de Recherches
d’Histoire et Civilisation de Byzance, Monographies 2 (Paris, 20043).
Marinis, V: “The Original Form of the Theotokos tou Libos Reconsidered,” Δασκάλα. Απόδοση τιμής στην
ομότιμη καθηγήτρια Μαίρη Παναγιωτίδη-Κεσίσογλου, ed. P. Petridis ve V. Foskolou (Atina, 2014).
--- The Monastery Tou Libos: Architecture, Sculpture, and Liturgical Planning in Middle and Late Byzantine
Constantinople, Doktora Tezi (Ann Arbor, MI, 2004).
Markopoulos, A: “De la structure de l’école byzantine: le maître, les livres et le processus éducatif, ” Lire et
écrire à Byzance, ed. B. Mondrain, Centre de recherche d’Histoire et Civilisation de Byzance, Monographies 19
(Paris, 2006).
Mateos, J: Le Typicon de la Grande Église. Ms. Sainte-Croix no. 40, Xe siècle, 2 Cilt. 1: Le cycle des douze
mois. 2: Le cycle des fêtes mobiles, Orientalia Christiana Analecta 165–166 (Roma, 1962–63).
Mathews, T. F: The Early Churches of Constantinople. Architecture and Liturgy (University Park, PA, 1971).
Medical Books in the Byzantine World, ed. B. Zipser, Eikasmos, Quaderni Bolognesi di Filologia Classica, Studi
Online 2 (Bologna, 2013).
Michaelis Pselli Orationes Hagiographicae, ed. E. Fisher, Bibliotheca Scriptorum Graecorum et Romanorum
Teubneriana (Stuttgart ve Leipzig, 1994).
Miller, T: The Birth of the Hospital in the Byzantine Empire (Baltimore, 1985; yeniden basım 1997).
Miracle Tales from Byzantium, İng. çev. A.-M. Talbot ve S. Fitzgerald Johnson (Cambridge Mass. Ve Londra, 2012).
Mothers and Sons, Fathers and Daughter: the Byzantine Family of Michel Psellos, ed. ve İngilizce çev. A. Kaldellis
(Notre Dame, 2006).

- 163-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

Necipoğlu, N: Byzantium between the Ottomans and the Latins: Politics and Society in the Late Empire
(Cambridge, 2009).
Nelson, R: “The Chora and the Great Church: Intervisuality in Fourteenth-Century Constantinople,” Later
Byzantine Painting: Art, Agency and Appreciation, Variorum Collected Studies Series (Aldershot, Burlington, Vt,
2007).
Nicolas de Cues, Cribratio Alkorani, Prologue, 1.3, ed. L. Hagemann (Hambourg, 1986).
Notitia Dignitatum: Accedunt Notitia urbis Constantinopolitanae et laterculi provinciarum, ed. O. Seeck (Frank-
furt am Main, 1876).
Odo de Deuil, De profectione Ludovici VII in orientem, 3. Cilt, ed. ve çev. V. G. Berry (New York, 1965).
Oikonomides, N: “Leo VI and the Narthex Mosaic of Hagia Sophia,” Dumbarton Oaks Papers 30 (1976).
--- “The Mosaic Panel of Constantine IX and Zoe in Saint Sophia,” Revue des Études Byzantines 36 (1978).
Olovsdotter, C: The Consular Image. An Iconological Study of the Consular Diptychs, BAR International Series
1376 (Oxford, 2005).
Ousterhout, R: “Zor Yapıları Okumak: Kariye Camii’nden Dersler,” Kariye Camii, Yeniden, ed. H. A. Klein,
R. G. Ousterhout, B. Pitarakis (İstanbul, 2011).
--- Master Builders of Byzantium (Princeton, NJ, 1999).
Panayotov, A: “The Synagogue in the Copper Market of Constantinople: A Note on the Christian Attitudes
toward the Jews in the Fifth Century,” Orientalia Christiana Periodica 68 (2000).
Parani, M: “Byzantine Cutlery: An Overview,” Deltion tes Christianikes Archaiologikes Hetaireias 31 (2010).
--- Reconstructing the Reality of Images. Byzantine Material Culture and Religious Iconography (11th-15th Centu-
ries) (Leiden ve Boston, 2003).
Pentcheva, B. V: Icons and Power: The Mother of God in Byzantium (University Park, PA, 2006).
Pitarakis, B. (ed.): Hippodrom/Atmeydanı. Istanbul’un Tarih Sahnesi, 1. Cilt, (İstanbul, 2010)
--- “Bizans’ta Öğrenciler,” Bir Allame-i Cihan, Stefan Yerasimos (1942-2005), ed. Ç. Anadol, E. Eldem, E.
Pekin, A. Tibet (İstanbul, 2012).
--- “L’orfèvre et l’architecte : autour d’un groupe d’édifices constantinopolitains du VIe siècle,” The Material
and the Ideal: Essays in Medieval Art and Archaeology in Honour of Jean-Michel Spieser, ed. A. Cutler ve A. Papa-
constantinou (Leiden ve Boston, 2007).
--- “Survivance d’un type de vaisselle antique à Byzance: les authepsae en cuivre des Ve-VIIe siècles,” Mélanges
en l’Honneur de J.-P. Sodini, Travaux et Mémoires 15 (2005)
Ptochoprodromos, ed. ve Almanca çev. H. Eideneier, Neograeca medii aevi 5 (Köln, 1991).
Rautman, M: Daily Life in the Byzantine Empire (Westport, 2006), 90–94.
Reinert, S: “The Muslim Presence in Constantinople, 9th-15th Centuries: Some Preliminary Observations,”
Studies on the Internal Diaspora of the Byzantine Empire, ed. H. Ahrweiler ve A. Laiou, (Washington DC, 1998).
Rouéché, C: “Entertainments, Theatre, and Hippodrome,” The Oxford Handbook of Byzantine Studies, ed. E.
Jeffreys, J. Haldon ve R. Cormack (Oxford, 2008).
Ševčenko, N. P: “The Portrait of Theodore Metochites at Chora,” Donation et donateurs dans le monde byzan-
tin, ed. J.-M. Spieser ve E. Yota, Réalités byzantines 14, (Paris, 2012).
--- “Wild Animals in the Byzantine Park,” Byzantine Garden Culture, ed. A. Littlewood, H. Maguire, J. Wol-
schke-Bulmahn (Washington, DC, 2002).

- 164-
Suriçi İstanbul / Fetih Öncesi

St Germanos of Constantinople. On the Divine Liturgy, ed. ve İngilizce çev. P. Meyendorff (Crestwood, 1984)
Symposium on Byzantine Medicine, ed. J. Scarborough, Dumbarton Oaks Papers 38 (1984).
Synaxarium Ecclesiae Constantinopolitanae, ed. H. Delehaye, Propylaeum ad Acta Sanctorum novembris
(Brüksel, 1902).
Taft, R. F: “The Liturgy of the Great Church : an Initial Synthesis of Structure and Interpretation on the Eve
of Iconoclasm,” Dumbarton Oaks Papers 34-35 (1980-81).
--- The Great Entrance. A History of the Transfer of Gifts and Other Pre-anaphoral Rites of the Liturgy of John
Chrysostom, Orientalia Christiana Analecta 200 (Roma, 1975).
--- “Liturgy,” in The Oxford Handbook of Byzantine Studies, ed. E. Jeffreys, J. Haldon ve R. Cormack (Oxford,
2008).
Talbot, A.-M: “Healing Shrines in Late Byzantine Constantinople,” Women and Religious Life in Byzantium,
Variorum Collected Studies Series (Aldershot, Burlington, Vt, 2001).
--- “Two Accounts of Miracles at the Pege Shrine in Constantinople,” Travaux et Mémoires 14 (2002).
Teteriatnikov, N: “Devotional Crosses in the Columns and Walls of Hagia Sophia,” Byzantion 68 (1998).
Teteriatnikov, N: “Hagia Sophia: The Two Portraits of the Emperors with Moneybags as a Functional Set-
ting,” Arte Medievale 10 (1996)
Tezcan, H: Topkapı Sarayı ve Çevresinin Bizans Devri Arkeolojisi (İstanbul, 1989).
The Itinerary of Benjamin of Tudela, ed. M. N. Adler (Londra, 1907).
The Life of St Andrew the Fool, II, ed. L. Rydén, Acta Universitatis Upsaliensis 4:2 (Uppsala, 1995).
Theodori Ducae Lascaris Epistulae CCXVII, ed. N. Festa (Florence, 1898).
Vie de Daniel le Stylite, ed. H. Delehaye, Saints Stylites, Subsidia Hagiographica 14 (Brüksel, 1923).
Vroom, J: “The Archaeology of Late Antique Dining Habits in the Eastern Mediterranean: A Preliminary
Study of the Evidence,” Objects in Context Objects in Use. Material Spatiality in Late Antiquity, ed. L. Lavan, E.
Swift, T. Putzeys (Leiden ve Boston, 2007).
--- “The Changing Dining Habits at Christ’s Table,” Eat, Drink, and be Merry (Luke 12:19): Food and Wine in
Byzantium. Papers of the 37th Annual Spring Symposium of Byzantine Studies, in honour of Professor A. A. M. Bryer,
ed. L. Brubaker ve K. Linardou (Aldershot ; Burlington (Vt.), 2007).
Whittemore, T: The Mosaics of St. Sophia at Istanbul. Second Preliminary Report. The Mosaics of the Southern
Vestibule (Paris, 1936).
Wortley, J: “The Wood of the Cross,” Studies on the Cult of Relics in Byzantium up to 1204, Variorum Collected
Studies Series (Aldershot, 2009).
Wright, F. A: The Embassy to Constantinople and Other Writings of Liudprand of Cremona (Londra, 1993).
Xanthopoulou, M: Les lampes en bronze à l’époque paléochrétienne, Bibliothèque de l’Antiquité tardive 16
(Turnhout, 2010).
Zuckerman, C: “Le voyage d’Olga et la première ambassade byzantine à Constantinople en 946,” Travaux et
Mémoires 13 (2000).

- 165-
Fatih Sultan Mehmed Han adına bastırılmış Sikke.
II. BÖLÜM
Fetihten Sonra

Fetih Sonrasında Tarihi Yarımada Tarihi Olaylara Genel Bir Bakış


Prof. Dr. Feridun M. Emecen

Fatih Mahalleleri
Prof. Dr. Mehmet Canatar

Suriçi İstanbul’da İlim Hayatı, Eğitim Faaliyetleri ve Kültür Muhitleri


Prof. Dr. Mehmet İpşirli

İstanbul’da ve Osmanlı Sarayı’nda Tören ve Kutlamalar


Prof. Dr. Zeynep Tarım

Fatih’te Ulaşım
Prof. Dr. Ali Akyıldız
At Meydanı’nda şehzade Mehmed’in sünnet düğünü şenliklerinde
müzisyenlerin geçişi. Surname-i Hümayun, TSMK H 1344, y. 18b.
Fetih Sonrasında
Tarihi Yarımadada
Tarihi Olaylara Genel
Bir Bakış
Prof. Dr. Feridun M. Emecen*

Giriş

B
ulunduğu coğrafi mevki itibarıyla Doğu
ve Batı dünyasının tam da ortasında
yer alan İstanbul, kadim asırlar boyun-
ca iki büyük imparatorluğa başkenti olarak
öne çıkmış ve zengin bir tarihî geçmişe sahip
olmuştur. Bu büyük şehrin söz konusu tarihi
geçmişi içinde ise bilhassa Osmanlı Türkleri-
nin fethiyle başlayan yeni dönemi, bugünkü
metropolün sadece fiziki özelliklerini değil aynı
zamanda sosyal ve etnik yapısını da belirlemiş-
tir. Zira burası aynı zamanda bir büyük dinin
önemli bir merkezi olmak ve oradan diğer bir
büyük dinin unsurlarıyla bezeli hale gelmekle
çok farklı bir tarihi gelişim yaşamış; bu du-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

rum da onun bütün temel yapısını kökten dünyası, bu kente iki Hıristiyan mezhebinin
değiştirmiştir. Bu kısa yazıda ise anahatlarıyla anlaşmazlıkları doğrultusunda bakıyordu. Onlar
tarihi yarımada da denilen Suriçi İstanbul’una için de Doğu’nun zenginliklerine ulaşma, mu-
bugünkü hüviyetini kazandıran Osmanlı dö- kaddes şehir Kudüs’ü Müslümanların elinden
neminde yaşanan olaylara temas edilerek, bu alma gibi yüksek ideallerin başlangıç noktası
gelişme çizgisinin pek de üzerinde durulmayan haline gelmişti. Papalığın güç kazanmasıyla
cihetlerine dikkat çekilecektir. Batı Hıristiyanlığı yükselirken bunların tem-
silcileri Doğu Roma’yı ve genel olarak onun da
Suriçi İstanbul’u aslında bizatihi İstanbul’un
doğusundaki dünyayı zengin, uygar toplumlar
kendisidir. İstanbul denince anlaşılan şey de
olarak görüyordu. Böylece batı zihniyetinde naif
zaten bu tarihi yarımadadır. Sur dışına taşan
bugünkü İstanbul metropolü ile bu tarihi böl- bir şekilde İstanbul’u da içine alan bir Doğu
genin organik bağları, daha önce Eyüp, Gala- imajı belirdi. Bunun sonucu ortaya çıkan Haçlı
ta ve Üsküdar ile sınırlıydı. İstanbul Osmanlı seferleri, sadece İslam dünyası dâhilinde kalan
teşkilatında “nefs-i İstanbul” (bugünkü Fatih Kudüs’e ulaşmak değil Doğu Roma’yı dolayı-
ilçesi) , yani şehrin kendisini nitelerken “bilâd-ı sıyla bunun başkentini de hedef seçmişti. Aleni
selâse”, yani üç belde, Eyüp, Galata ve Üsküdar olarak ortaya çıkan karşıtlık daha sonraki çatış-
idi. Burada haliyle nefs-i İstanbul yahut “şehir” maların ana kaynağını teşkil etti; İslamın karşı
ana merkez olarak öne çıkacaktır. Bu bölüm koyuşu ayni paralelde dini bir veçhe kazandı;
zaten ilk kurulan kadim kenti işaret eder. İlginç vaktiyle Doğu Roma’yı ve onun merkezi İs-
olan husus, kentin surlar yoluyla sınırlarının tanbul’u hedef alan hızlı İslam fetihlerinin itici
tam anlamıyla belli olmasıdır. manevi motoru olan “cihad” kavramı, daha katı
çerçevelerde yorumlandı. Arada kalan Doğu
Doğu Roma imparatorluğunun bu mu- Roma’nın merkezi, Doğudakiler için Batının
kaddes başkenti Konsantinopolis veya Doğu eşiğiydi, şimdi ise Batılılar için Doğunun eşiği
dünyasındaki söylenişiyle Konstantiniyye’nin
olmuştu.1
Türkler tarafından 1453’te ele geçirilmesi, hiç
şüphe yok ki bugüne kadar hâlâ unutulmayan İstanbul bu iki karşıt dünyanın ana ke-
çok derin izler bırakmıştır. Bu izler hususuyla sişme noktasını oluşturuyordu, Müslüman
Hıristiyan dünyasında çok sarsıcı olmuş, ilk Arapların İstanbul’a yönelik seferleri ciddi bir
Hıristiyan Roma’nın merkezi konumundaki bu doğu tehlikesini bu yeni Roma’ya derinden
şehrin düşüşü büyük bir ümitsizlik ve korkuyla yaşatmıştı. Aynı şekilde Arap coğrafyacılar da
karşılanmıştı. Aslında bu şehir sadece Hıristiyan- Konstantiniyye’nin özelliklerini anlata anlata
lar açısından değil onun karşıt cephesini temsil bitiremiyorlar, böylece entelektüel kesimin do-
eden Müslümanlarca da peygamberlerinin hedef layısıyla da idareci zümrenin zihninde farklı
gösterdiği, hakkında birçok efsanenin oluştu- bir şehir imajı inşa ediyorlardı.2 Doğudan
rulduğu mukaddes bir kent konumundaydı. gelen tehdit başarılı bir sonuç vermedi, buna
Fakat dikkat edilmesi gereken en önemli nokta karşılık Batıdan gelen gizli tehlike ise pek de
bu şehrin Doğu Hıristiyanlığı için ifade ettiği iyi hesaplanmamıştı. Nitekim Hıristiyanlığın
anlam idi. Eski Roma’nın temsil ettiği Katolik bu ilk başkenti, 1204’te uğradığı Latin istilası

- 170-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

sonrasında iyice yıpratıldı. Dönemin tarihçisi sistemine geçişi sağlayan, benzerlerinden gittikçe
Niketas Khoniates bu sırada şehrin başına ge- farklılaşan bir siyasi ve sosyal yapıyı haiz olan,
len büyük felaketi duyduğu derin teessürün bünyesinde türlü dini ve etnik grupları bir arada
etkisi altında dramatik bir dille anlatır.3 Fakat yaşatma tecrübesi edinen bu yeni oluşumun
aynı dönemlerde İslam dünyasında da önemli mimarları, yani Osmanlı Türkleri, bu kadim
sarsıntılar meydana gelmiş durumdaydı. Güçlü şehre sahiplenmeyi hem doğuya hem de batıya
bir siyasi çatı altında toplanma mümkün olma- hakim olma yolunda önemli bir merhale olarak
dığı gibi dağınık devletler ve beylikler birbiriyle görmeye başladı.5
mücadele ortamı içinde boğuşuyor; eski parlak
İstanbul’un Fethi (1453)
hedeflerden giderek uzaklaşılıyordu. Bu sıralarda
iyice kuşatılmış ve küçülmüş olan Doğu Roma/ Küçük Bizantion şehrinin yerinde I. Kons-
Bizans, neredeyse merkezi İstanbul’un etrafında tantinos tarafından “ilk Hıristiyan imparatorlu-
bir şehir devleti konumuna getirilmişti. ğun başkenti” olarak kurulan Konstantinopo-
lis veyahut halkın deyimiyle Polis (İstin-polis/
Selçuklu Türklerinin Konstantiniyye’nin
İstanbul), özellikle İslam dünyasında tarih
yakınlarında görülmesinden birkaç asır sonra
boyunca manevi açıdan son derece önemli
XIV. yüzyıla doğru Batı Anadolu’da meydana
kutsal bir hedef olmuştur. İslam kaynakla-
gelen siyasi gelişmeler, yeni bir kaderin adeta
rında “Konstantiniyye” olarak geçen bu şeh-
habercisi oldu. Kimsenin yüz vermediği aşağı-
rin fethi, mukaddes bir amaç olarak mutlaka
ladığı Doğu Roma, Anadolu’nun yaylalarında
gerçekleştirilmesi gereken bir dini vazife gibi
ortaya çıkan ve İslami motifleri keskin şekilde
algılanmıştır. Üstelik İslâmın peygamberi tara-
kullanan, yeni bir dini ve siyasi terkip oluş-
fından bu şehre yönelik fetih müjdesi, birçok
turacak derecelerde bu keskinliği uyuma dö-
Müslüman hükümdarın rüyalarını süsleyen bir
nüştürme tecrübesini de kazanmış olan Türk
ideal olarak zihinlerde yerleşmiştir. İslamın ilk
beyliklerinin ortaya çıkışı sonucu yeni bir siyasi
büyük imparatorluğu olan Emeviler, bir taraftan
çekişmenin ortasında kaldı. Arapların İstanbul
Avrupa’nın en batısından İspanya’ya çıkmayı
hedefini şimdi Türkler devralıyordu. Anadolu
başarırken diğer taraftan doğuda Hıristiyan
Selçuklu coğrafyasının sınır boylarında ve İs-
dünyasının bu mukaddes beldesi Konstanti-
tanbul’a komşu bölgelerde beliren küçük bir
niyye’yi de ele geçirmek gibi dikkat çekici bir
beylik, kısa sürede kadim Roma’nın bu son
strateji izlemişlerdir. Bununla beraber ne onlar
mirasçısının kaderini ellerinde tutacak siyasi
ne de halefleri olan Abbasiler kuvvetli Ortaçağ
gelişmeyi sağlayarak yeni bir misyonun sahibi
surlarıyla güçlendirilmiş olan şehri fethetmeyi
konumuna gelmişti.4
başarabilmişlerdir.6 Fethi mümkün olmayan bir
Osmanlı Türklerinin XV. yüzyıla gelindiğin- şehir imajıyla kuvvetlenen bir algı dahilinde,
de ilahi bir görev olarak kendisine biçtiği yeni onların esaslı ölçüde şekillendirdiği “fetih idea-
misyon, Batı’ya doğru sürekli ilerlemek oldu. li”, köken olarak Arap olmayan ancak “İslamın
Şüphesiz bu noktada da İstanbul tarihi temelli kılıcı” vasfını haiz olarak Ortadoğu ve İran’da
zıtlığın yeniden, fakat çok kuvvetli vurgularla yeni büyük devletler kuran Orta Asya bozkırla-
ana hedefi özelliği kazandı. Beylikten devlet rından gelen Türkler tarafından az zaman sonra

- 171-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

kuvvetle benimsenecektir. Sadece Müslüman ğında bütün planlarını İstanbul’un ele geçiril-
Türkler değil, Kuzey steplerinden Kuzey Avru- mesi üzerine inşa etmiş; ilk hükümdarlığındaki
pa’ya akan çeşitli Türk kavimlerinin de hedefinin siyasi ortamdan da çok şey öğrenmişti. Bu defa
(Avar, Peçenek vs.) Konstantinopolis oluşu da tahta çıktığı zaman kurmayı tasarladığı kuv-
kökeni İslami kaynaktan beslenmeyen farklı vetli bir merkezi güce sahip “imparatorluğu”
bir durumu ortaya çıkarmıştır.7 Fakat 1204’de için ilk işi Bizans’ın başkenti İstanbul’un fethi
Latinler dışında diğer hiçbir devlet veya toplu- maksadıyla sür’atle hazırlıklara girişmek oldu.
luk bu kuvvetli şehri ele geçirme ve tam olarak Onun bütün askeri ve teknik hazırlıkları Edir-
kontrol altına alma başarısını gösteremeyecektir. ne’de gerçekleştirdiği bilinmektedir. Daha önce
Bu büyük ve mukaddes işi, çok sonraları İslami Rumeli hisarını inşa ettirerek Boğaz’ı kontrol
fetih geleneğinden beslenen Osmanlı Türkleri altına almıştı. Bu durum onun önemli bir stra-
gerçekleştireceklerdir. tejist olduğunun ilk ciddi belirtisi idi. Ayrıca
Doğu Roma’nın yahut bugün yaygın adıyla en büyük silahı, o dönemlerde henüz yeni yeni
Bizans’ın hemen yanı başında küçük bir Türk- yaygınlaşan ve kale kuşatmalarında kullanılan
men beyliği olarak ortaya çıkan Osmanlılar, toplar olacaktı. Çağının en modern silahlarını
kısa sürede Balkanlar’a geçerek yeni bir devletin temin edip büyük toplar döktürdü. Bu topların
temellerini atmayı başardıktan sonra, 1300’lü bazılarının planlarını bizzat kendisi çizdi, ya-
yıllardan başlayarak 1450’lere kadar geçen pımlarında ise hem yabancı hem de yerli ustalar
süre boyunca iyice yıpranmış ve küçülmüş, görevlendirildi. Bilhassa Macar veya Eflak asıllı
adeta merkezi/başkenti dışında herhangi bir olduğu üzerinde durulan Urban’ın yapımına
etkin emperyal gücü kalmamış Bizans’ı kendi katıldığı büyük top, devasa boyutlardaydı ve
“denizi içinde” hapsettiği “bir ada” gibi bırak- çağının yegâne büyük silahıydı, 600 kg. lık taş
mıştı. Zaman zaman abluka altına alınan, ilki gülle atacak ölçüdeydi, uzunluğu sekiz metre-
1395’de ikincisi 1422’de neredeyse düşmekten yi buluyordu.9 Fakat asıl önemlisi çeşitli çapta
son anda kurtulan Bizans’ın başkenti için son fazla sayıda topun hazırlanmış olmasıydı. Bu
sahne, II. Murad’ın oğlu olup bir ara babasının toplar dünya savaş tarihinde ateşli silahların
iç siyasetinin bir piyonu haline gelen ama bunun karma biçimde özel bir atış tekniğiyle ilk defa
farkına vararak devleti güçlü bir imparatorluğa kullanılacaktı.10
dönüştürmeyi planlayan, böyle bir ulvi gaye
Teknik beceri gerektiren bir diğer önemli
için Doğu ve Batı dünyasında çok iyi bilinen,
hazırlık deniz gücünde kendisini gösterdi. İs-
manevi değeri yüksek olan “Konstantiniyye”yi
tanbul’un sadece karadan kuşatılarak alınama-
almayı büyük bir hırsla arzulayan II. Mehmed’in
yacağı zaten öteden beri biliniyordu ve onun
1451’de ikinci defa tahta çıkışıyla açılacaktır.8
can damarı olan deniz yollarını da kesmek
Osmanlı Devleti’nin yeni hükümdarı II. gerekiyordu. II. Mehmed, Gelibolu’da irili
Mehmed, ikinci defa tahta cülus ettiğinde he- ufaklı yeni gemiler inşa ettirdi, gemi sayısı yüzü
nüz 21 yaşında bir gençti. Fakat 1444-1446 geçmişti. Bunların bazıları 1452 Ağustosunda
yılları arasındaki ilk başarısız hükümdarlığının tamamlanan Boğaz’daki Rumeli hisarının ya-
ardından tahttan indirilip Manisa’ya yollandı- pımı sırasında, Boğaz’ın gözlerden uzak gizli

- 172-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

koylarında da yapılmıştı. Çağdaş bir gözlemci yeceğini de anlamıştı. Gerçekten II. Mehmed’e
bu duruma açık şekilde atıf yapar.11 Onun casusları, 1439’daki Katolik Ortodoks birleş-
anlattıklarından anlaşıldığına göre, karadan mesinin ölü doğmuş bir anlaşma olduğunu,
yürütülecek ve Haliç’e aktarılacak bir kısım zor durumdaki imparatorun son bir gayretle
gemilerin hazırlıkları daha bu sırada başlatıl- Papaya başvurarak Ortodoks kilisesinin Vatikan
mıştı. Bugünkü Beşiktaş koyu veya Kabataş ile birleşmeye hazır olduğunu bildirdiğini söy-
tarafı (Çifte Sütunlar) gemilerin çekileceği lemişlerdi. Nitekim bu birleşme uyarınca gelen
yerin başlangıç noktası olacaktı. Buna karşı- yardım, Kardinal İsidor başkanlığında küçük
lık gemi yapımındaki zorluklar gerekçe gös- bir Napoli okçu birliğinin içinde bulunduğu bir
terilerek yeni gemilerin inşasının zor olduğu, gemiydi. Ocak 1453’te ise 400’ü Cenovalı 700
Osmanlı kaynaklarındaki gemilerin çekildiği adamıyla Cenovalı savaşçı Guistiniani şehrin
güzergâhı tanımlamak üzere kullanılan “Galata savunmasına katılmak için yola çıkacaktı.14
ensesinden” tabirinin dar manada yorumlana-
II. Mehmed için önemli olan devrin şart-
rak bunların Tophane’den bir gecede çekilip
larına göre çok iyi tahkim edilmiş uzun şehir
Haliç’e indirildiği yolundaki eski bilgiler, ga-
rip şekilde bugün hâlâ bazı çalışmalarda revaç surlarının durumuydu; bunların aşılması için
bulmaktadır.12 özel bir plan hazırlamak gerekiyordu. Kara bir-
liklerini 5,5 km. uzunluğunda olan ve Marmara
Kuşatmanın tanığı bir Osmanlı tarihçisi, denizi kıyısında Yedikule/Altınkapı’dan Haliç’e
Osmanlılar ile Bizanslıların arasındaki sulhün uzanan kesimde yerleştirecekti. Fakat Haliç’in
bozulmasını, Rumeli hisarının yapımı sırasın- karşı tepelerini göz ardı etmiyordu. Haliç kıyı-
da yiyecek teminiyle ilgili bir küçük çatışmaya sındaki daha zayıf surlara karşı Galata tepelerin-
bağlar: Bu çatışma iki taraf arasındaki barışı de özellikle havan toplarıyla güçlendirilmiş bir
bozmuştur ve II. Mehmed gelen elçilere, bu askeri birlik koyacaktı. Kara surları boyunun
çatışma için özür dileyen İmparatorun bu öz- belirli bir yere kadar olan kesiminde içi su dolu
rünü kabul etmediğini ifade etmiştir. Ona “ya hendekleri vardı. Bunları toprakla doldurmak
kaleyi vermesini ya da sonunun kötü olacağını” gerekecekti, hendek olmayan ve daha engebeli
söylemiştir.13 Bu ifadeler bir savaş bahanesinin bir arazi boyunca Haliç kıyılarına uzanan kara
ötesinde II. Mehmed’in kararlığının açık bir suru önünde esas yığınağı yapmayı planlamıştı.
göstergesi olmuştur. İçinde yine de bir ümit
Burayı yıprattıktan sonra ağırlığı Topkapısı ile
taşıyan Bizans İmparatoru XI. Konstantinos ise
Edirnekapısı arasında ortadan bir de derenin
bu hadiseden sonra artık kaçınılmaz bir yola
(Bayrampaşa/Lycus deresi) geçtiği kesime ve-
girildiğinin farkına varmıştır. Nitekim az sonra
recekti. Haliç’e Marmara tarafından girilen ke-
II. Mehmed 30.000 kişiyle İstanbul surlarında
simde kalın bir zincir çekildiğini biliyordu. Bu
bir keşif harekatı yapmış, Karadeniz’den Mar-
bakımdan içerideki limanda bulunan Bizans ve
mara’ya geçmeye çalışan gemilerin bazılarını
Latin gemilerinin daha da hareketsiz kalmalarını
top ateşiyle batırmıştır.
temin etmeye çalışacaktı. Marmara denizine
Öte yandan Osmanlı kurmay heyeti, Bizans’a bakan surlar boyu ise donanmaya bırakılacaktı.
yardım için Batı’dan çok güçlü bir destek gelme- Beşiktaş’da Çifte Sütunlar mevkiinde üslenmiş

- 173-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

Topkapı Sarayı.

olan donanmanın asıl görevi denizden gelebile- sağlayacaktı. Bu durum şehrin fethine karşı
cek yardımları önlemekti. II. Mehmed ayrıca, çıkan muhaliflerin susturulması için de önem
Haliç’e girebilmek için çılgın sayılabilecek bir taşıyordu.
planın hazırlıklarını çok önceden yapmıştı. Bazı
Bizzat veziriazamı olan Çandarlı Halil Pa-
gemileri Beşiktaş veya Dolmabahçe koyundan
şa’nın başını çektiği muhalifler, bu hareketin
dereyi izleyerek15 Haliç’e indirme niyetindeydi Batı’da büyük bir tepkiye yol açacağını ve yeni
ve bunun için kuşatma sırasında her şey çok bir Haçlı seferi tehlikesinin belirdiğini ona söy-
önceden zaten hazırlanmış durumdaydı. Bu son lüyorlar ve bu işten vazgeçirmeye çalışıyorlardı.
derece dikkatli düşünülmüş planların kendi as- Öyle ki bazı ulema, apokaliptik temaları öne
kerinin maneviyat ve moralini artıracağını, buna sürerek şehir fethedilirse “kıyametin kapılarının
karşılık surların arkasında bekleyen müdafilerin aralanacağını” dahi dillendirmekteydi. Rumeli
savunma gücünü ve tahammülünü kıracağını uç beylerinin bir bölümü de Edirne’nin gaza
dahi düşünmüştü. Bütün hedefi ise şehrin bir merkezi olmaktan çıkacağını, güçlerinin, ba-
barış yoluyla ele geçirilmesi değil daha büyük ğımsız hareket etme kabiliyetlerinin, akınlarının
bir şan şeref kazandıracak olan kılıç gücüyle artık sona ereceğini ve İstanbul merkezli bir
alınmasıydı. İslami kaidelere göre imparatora imparatorluğun eli kolu bağlı askerleri olma
teslim olma teklifini elbette yapacaktı, fakat durumuna düşeceklerini anlayıp muhaliflere
imparatorun inatçı ve mücadeleye azimli tav- destek veriyordu.16 II. Mehmed bir taraftan yo-
rı, söz konusu niyeti için ona büyük kolaylık ğun askeri hazırlıkları gerçekleştirirken diğer

- 174-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

taraftan bu muhaliflerini ikna etmeye çalışıyor, yakınından ayrılmazlardı. Bu özel yetiştiril-


yanına getirttiği ulema, derviş, tarikat şeyhleriyle miş daimi askeri güç, muharebelerde en son
manevi açıdan aldığı desteği âdeta sergiliyordu. nihai darbeyi vurmak üzere eğitilmişti. En
Her kesim tarafından tanınan ve saygı duyulan önde çarpışan ve hayatlarını hiçe sayan yaya
büyük bir sufi Akşemseddin zor anlarda onun birlikler kılıç kalkan ve mızraklarla donatılmış
en büyük destekçisi olacaktı. olan azaplardı. Bunların sayılarının da 15.000
Kararlılığını açık şekilde Edirne’de yaptığı dolayına ulaştığı sanılmaktadır. Diğer birlikleri
bir toplantıda bütün kesimlere gösteren ve eyaletlerden gelen atlı askerler oluşturuyordu
muhaliflerinin de gönlünü almayı başaran ve bunlar da 20.000 civarındaydı. Batılı kay-
II. Mehmed, Edirne’den İstanbul’a hereket naklarda Osmanlı ordusunun sayısının çok
ettiğinde 100.000 dolayında insan gücü top- kalabalık gösterilmesinin (en iyimser tahminle
lamıştı. Fakat bunların hepsi muharip güçler 300.000 rakamı verilir) hiçbir tarihi değeri
değildi. Seçkin askerleri olan kapıkulları ve yoktur. Osmanlı resmi defterleri savaşa çıka-
yeniçerilerinin sayısı zaten 10.000’i bulmu- rılacak asker sayısının XV ve XVI. asırlarda
yordu. Ordunun en profesyonel askerleri bu azamî 50.000/60.000 dolayında olduğunu
gruptu. Yeniçeriler yaya askeri olarak bir bölü- açık şekilde gösterir. Muharip olmayan geri
mü daha o zaman elde taşınan ateşli silahlarla hizmet bölükleri içinde özellikle 1500 kadar
da teçhizatlıydı. Bunlar ilk “tüfekli birliklerdi”. Sırp, Alman, Bohemya ve Macar asıllı tünel
Kapıkulu kuvvetleri ise atlıydı ve padişahın kazan bir grubun var olduğu da tesbit edil-

- 175-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

mektedir.17 Surların tahribinde bu tünel kazı- tantinos’a ait silahsız 5 kadırga ve irili ufaklı
cılarının çok önemli rolü olacaktı. Bütün bu yük gemileri bulunuyordu. Aynı gün Osmanlı
kuvvetler, eli silah tutan 30.000 kadar Bizans- öncü birlikleri surların önünde görüldü.
lı müdafi ile savaşacaklarının farkındaydılar.
5 Nisan’da II. Mehmed otağını Bayrampa-
Bunlar arasında 8000-9000 kişi son derece
şa vadisinin ol tarafındaki tepede (Maltepe)
profesyonel savaşçılardan oluşuyordu. Ayrıca
kurdurdu. Osmanlı askerleri surları çepeçevre
hiç şüphesiz müdafaada bulunanların sağlam
kuşatma altına aldı. Biri 8 metrelik uzunlukta
surlar dikkate alınırsa saldıranlara karşı en az
devasa üç büyük top ve diğerleri muhtelif boyda
bire beş üstünlüğü de söz konusuydu. Ancak
toplardan oluşan 9 veya 14 batarya, yürüyen
uzun surlar her yere yeteri kadar asker sevki-
kuleler ve diğer kuşatma aletleriyle birlikte sur-
ni geciktiriyordu, bununla birlikte Osmanlı
ların önüne yerleştirildi.
hücumları da dağınık değil belirli noktalarda
toplanmıştı. II. Mehmed’in planlamalarında Osmanlı askerleri Haliç’ten Yedikule’ye ka-
en önemli sıkıntıyı muhtemelen sur boyuna dar uzanan çoğu yerde üç duvarla korunan ve
göre asker sayısının yetersizliği teşkil etmiş Yedikule-Topkapı arasında derin bir hendek
olmalıdır. kazılmış olan sur boyuna yerleşti. Kuşatma
planlarını bizzat kendisinin yaptığı anlaşılan
Şehrin Düşüşü: Kronolojik Bir Anlatım
II. Mehmed askerlerinin yerleşeceği yerleri tespit
II. Mehmed, Edirne’den Konstantinopo- etti. Anadolu Beylerbeyi İshak Paşa ile Mahmud
lis’e hareket etmeden önce önden gönderdiği Paşa’nın kumandasındaki birlikler, Topkapı-Ye-
birliklere, geçilecek yolların bakımını yaptırdı. dikule arasındaydı. Rumeli Beylerbeyi Karaca
Özellikle Edirne’den yola çıkarılan devasa top 30 Paşa Haliç’ten itibaren Tekfur Sarayı ve Eğri
araba, 60 manda ile çekiliyordu. Diğer toplarla kapı arasına mevzilenmişti. Merkezde Edirne-
birlikte çağının en gelişmiş ateşli silahları iki kapı ile Topkapı arasında padişahın kendisi ve
ayda İstanbul surları önüne getirildi. Kendisi Veziriazam Çandarlı Halil Paşa ile diğer vezir-
ise 23 Mart 1453’te Edirne’den hareket etti. ler merkez birlikleri, yani yeniçeri ve kapıkulu
Nisan ayı başında İstanbul önlerine ulaştı. süvarileriyle yer aldı. Zağanos Paşa emrindeki
Başkentlerinin yeni bir tehdit ile karşı karşıya kuvvetler ise Beyoğlu ve Kasımpaşa sırtlarına
olduğunu çok önceden beri bilen Bizanslılar yerleşmişti. Bunların hedefi Haliç surlarıydı
şehri muhafaza için büyük bir hazırlık içine Baltaoğlu Süleyman Bey idaresindeki Osmanlı
girdiler. Bu arada kendilerine Venedik’ten Ce- donanması Marmara surları boyunda hareket
nova’dan ve diğer bazı Hıristiyan devletlerden halindeydi ve donanma Haliç’e saldırmak üzere
yetersiz de olsa asker, teçhizat ve silah yardımı faaliyet icra edecekti.
da ulaşmıştı.18
II. Mehmed buna karşı Bizans İmparato-
2 Nisan’da Venedikli Bartolomeo Soligo runun savunma güçlerinin merkezini Topka-
Haliç’in ağzına zincir gererek iç limana girişi pı-Edirnekapı arasında olacağını hesaplamıştı.
kapattı. Liman içinde 17 gemi, 3 Tuna kadırgası, Gelen haberlere göre imparatorun yanında
2 küçük Venedik kadırgası, İmparator Kons- bulunduğu yerin sağ tarafında 700 adamıyla

- 176-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

Cenovalı savaşçı Giustiniani bulunuyordu. Ve- çağrısına uyarak bir Haçlı ordusu oluşturmaları
nedik temsilcisi Minotto ve yardımcıları Tekfur ve harekete geçmeleri pek mümkün görünmü-
Sarayı (Blachernae) savunmasını üstlenmişti. yordu. Bütün bunları bildiği açık olan Bizans’ın
Şehrin belli başlı kapılarından dördünün mu- son imparatoru yine de şehrini sonuna kadar
hafazası dört Venedikli kumandana verilmişti. savunmayı şiar edindi, hatta teslim olma tek-
Marmara sahillerindeki surlarda daha az asker liflerini reddetti.21
vardı. Langa limanı Bizans’ta yaşayan Osmanlı
Böylece başlayan kuşatma bazı önemli saf-
hanedanına mensup Şehzade Orhan ve ya-
halar geçirdi. Kuşatmanın bu anlamda seyri
nındaki küçük bir Türk birliğince muhafaza
kronolojik olarak şöyle gerçekleşti:
edilmekteydi.19 II. Mehmed özellikle bu taht
iddiacısı olabilecek akrabasının Bizans’ın ya- 6 Nisan’da büyük topun ateşlenmesiyle
nında yer almasından dolayı çok öfkelenmişti. kuşatma fiilen başlamıştı. 9 Nisan’da Osmanlı
Aldığı duyumlar, kuşatma arifesinde Bizans’ta gemileri Haliç limanına girebilmek için gerili
önemli hazırlıklar yapıldığı, hatta Hıristiyan zinciri zorladı ve buraya saldırdı.11 Nisan’da
dünyasından yardım alınabilme ümidiyle daha top bataryaları daha zayıf olduğu düşünülen
önce kararlaştırılmış olan Katolik-Ortodoks Topkapı-Edirnekapı arasına getirildi, bu ara-
birliği resmen gerçekleştirildiği, ancak bu duru- da atışlar sırasında büyük top parçalandı. Bu
mun Ortodoks İstanbul halkı arasında büyük top daha sonra tamir edilecekti. Fakat topun
bir tepkiyle karşılandığı yolundaydı.20 Hatta çıkardığı korkunç ses Bizans halkı üzerinde
böyle bir birleşme yerine Türklerin idaresine büyük bir korku ve şaşkınlık yaratmaya yet-
taraftar olanlar bile vardı ve bunlarla da muh- mişti. Tam bu sırada 12 Nisan’da 145 parça-
temelen bir irtibat kurmuştu. lık Osmanlı donanması da Beşiktaş-Kabataş
arasında toplandı, Haliç’teki zincire yöneldi ve
Bununla birlikte şehir içindeki gruplar ve
buraya ikinci bir saldırı düzenledi. Öte yandan
hizipler, ortak tehlike karşısında birleşmekten
surlara yönelik top atışları sürüyordu. 18 Ni-
başka bir çare göremiyorlardı. Kapıya kadar
san'da Bayrampaşa deresi yönündeki surlara
gelen savaşın heyecanı ve kuşatma ahvali, Türk
yürüyen kuleler yanaştırılıp ilk genel hücum
idaresine taraftar olanların fikirlerini tam an-
gerçekleştirildi. Bu kuleler aslında hendekleri
lamıyla unutturdu. Osmanlı ordusu şehir sur-
dolduran ve sur boyuna toprak yığan askerleri
ları etrafında görününce durumun vahameti
gizliyordu. Ancak bunların üzerinden surlara
anlaşıldı, kurtuluşun ancak dışarıdan gelecek
geçme çabaları başarısız oldu, kuleler müdafiler
yardıma bağlı olduğu Bizans imparatoru XI.
tarafından yakılarak tahrib edildi.
Konstantinos tarafından yakından biliniyordu.
Bununla beraber Cenova’dan ve bazı adalardan Savaşın en kızıştığı bir anda Osmanlı tara-
gelenler dışında önemli bir yardım ulaşacağa fında büyük bir manevi çöküntüye yol açan
pek benzemiyordu. Bu sırada Avrupalı krallar olay meydana geldi. Bu hadise kuşatma tarihi
tamamen kendi iç işleriyle meşgul idiler, açıkçası bakımından bir dönüm noktası oldu. Osman-
kimse Bizans’ı kurtarmak için para ve asker lı tarihçileri özellikle 20 Nisan'da yardım için
sarf etmek istemiyordu. Bu şartlarda Papanın gelen üç Ceneviz (Cenova), bir Bizans gemisi

- 177-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

Yedikule açıklarında önlerini kapatmaya çalışan 23 Nisan'da Bizans imparatorunun tertip


Osmanlı donanmasını, rüzgârın da desteğiyle ettiği mecliste öncelikli olarak bu gemilerin
yarıp Haliç’e girmeyi başardı. Bu durum büyük yakılması kararı almıştı, fakat 28 Nisan'da Ha-
bir ümitsizlik havası estirdiği gibi çeşitli gerek- liç’teki Türk gemilerini yakmakla vazifelendiril-
çelerle fethe karşı çıkan başını Çandarlı Halil miş olan kaptan Giocomo Coco bu harekatta
Paşa’nın çektiği muhalif kesim için başlıca daya- başarısız olmuştu ve batan gemisiyle birlikte
nak oldu. Gençliğinin verdiği atak halinden eser hayatını kaybetmişti. Bununla birlikte Haliç’e
kalmayan II. Mehmed bile neredeyse kuşatmayı indirilmiş olan gemiler de kuşatmanın kaderini
kaldırmayı ciddi şekilde düşünmeye başladı. değiştirecek bir rol oynamadı. II. Mehmed için
Bu zor durumdan bir çıkış kapısı bulmak ge- bu tipik bir gözdağı verme ve ordunun manevi-
rekiyordu. İşte tam da bu sırada planlamasına yatını artırma vesilesi olmuştu. Bu gemilerden
ve hazırlıklarına daha Rumeli hisarının inşası ikinci bir köprü yapıldı, bu seyyar köprü üzerine
sırasında başlanan gemilerin karadan çekile- toplar yerleştirildi ve Haliç kıyısındaki surlar
rek Haliç’e indirilmesi işi gündeme getirildi. baskı altında tutuldu.
Akşemseddin’in etkili
4 Mayıs'ta İmpara-
manevi ağırlığının da
tor şehirden ayrılması
tesiriyle genç padişah
yönündeki Bizans ile-
kuşatmaya devam
ri gelenleri tarafından
kararı alınca, hazır-
yapılan tekliflere dair
lıkları tamamlanmış
Osmanlı tarafına bazı
olan gemilerin nakli
haberler ulaştı. Fakat
işine başlandı. 21-
imparator bu teklifle-
22 Nisan gecesi 60
ri reddetmiş ve şehri
kadar küçük tipteki
sonuna kadar savuna-
gemi çekilerek Haliç’e
cağını ve savaşacağını
nakledildi. Gemiler İstanbul Haritası, Liber insularium Archipelagi, Christoforo Bu-
ondelmonti, 1420-1430 civarı, Biblioteca Nazionale Marciana söylemişti. Hemen er-
daha önceden kısım
Venedik, İtalya. tesi günü Galata sırt-
kısım Çifte Sütunlar
larındaki Osmanlı birlikleri havan toplarıyla
mevkiinde yani Kabataş-Beşiktaş arasındaki
şehri yoğun bir bombardımana tuttu, bu sırada
koyda hazırlanmış, dere boyunu takip ederek
bir Ceneviz gemisi isabet alıp battı.
Okmeydanı istikametinde Kasımpaşa’dan veya
Hz. Eyyüb türbesi karşısından Haliç’e indi- II. Mehmed, 6 Mayıs'ta Edirnekapı-Topkapı
rilmişti. Osmanlı kaynakları gemilerin yağlı arasındaki surlara 30.000 kişinin katıldığı büyük
kızaklarla veya tekerleklerle çekildiğini, bu sı- bir hücum düzenlendi. Bu harekât artık savaş
rada yelkenlerin dahi açıldığını ve rüzgardan alanının bu kesim, bölge olacağını açık şekilde
şiştiğini yazarlar. Surların üzerinden bu olayı
22
gösterdi. Nitekim Osmanlılar bütün güçlerin
izleyen Bizanslılar derin bir şaşkınlık ve korkuya artık buraya yığmışlardı ve yoğun top atışlarıyla
kapılmıştı, yardım için gelen gemilerin gelişine giderek surları zayıflatıyorlardı (7-12 Mayıs).
duyulan sevinci tamamen yok etmişti. Bizanslılar büyük bir gayretle gedikleri kapa-

- 178-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

maya ve açılan yerlere kazıklar çakarak engeller 26 Mayıs'ta Macar kralının elçisi Osmanlı
oluşturmaya çalıştılar. İkinci büyük hücum yine karargâhına gelerek kuşatmayı kaldırmasını,
30.000 civarındaki kuvvetlerle Tekfursarayı ile aksi halde Haçlı ordusunun hareket edeceği
Edirnekapı arasındaki surlara geceleyin yapıldı, tehdidinde bulunmuştu, ama II. Mehmed için
amaç surların tamirini önlemekti. 16-17-21 artık bu işin sonu göründüğünden Haçlı seferi
Mayıs'ta bir şaşırtma harekâtı gerçekleştirildi, ihtimaline hiç önem vermedi. O gece Osmanlı
Haliç ağzındaki zinciri kaldırmak için gemilerle ordugâhında büyük şenlikler yapıldı, Bizanslılar
saldırı yapıldı, fakat başarı kazanılamadı. moral bozukluğu içinde surlardan bunu şaşkın-
lıkla izledi. Ertesi günü Haçlı ordusunun hare-
16 Mayıs'ta kuşatma açısından önemli olan
kete geçtiği şayiaları çıktı, muhalifler ve Çandarlı
bir başka olay cereyan etti. Osmanlı ordusun-
Halil Paşa bu fırsatı değerlendirerek kuşatmanın
daki Sırp madenciler,
kaldırılması yolunda
Edirnekapı’da surlar
faaliyete geçtiler epeyi
altından tüneller kaz-
de taraftar topladılar.
dı. Fakat Bizanslılar
Yapılan divanda sert
bunlardan bazılarını
tartışmalar yaşandı, II.
fark ettiler ve tüneli
Mehmed bu defa daha
çökerttiler.18 Mayıs'ta
kendisinden emin bir
yürüyen kuleler surlara
tavır sergiledi ve son
yaklaştırıldı, hendekle-
bir genel hücum ya-
re toprak yığıldı ve sur
pılması kararı aldırdı.
boyuna kadar yüksel-
Aynı gün bütün ku-
tildi, ancak yürür kule
mandanlarla görüştü,
Rum ateşiyle yakıldı.
siperleri gezdi, askere
Bununla birlikte kule-
moral verdi, manevi
nin enkazı ve toprak
bakımdan onlara tel-
yığılması surlara daha Sultan II. Mehmed (Fatih), Şemailname'den, TSM, H. 1563.
kinde bulundu.
rahat ulaşmayı sağla-
yan bir yol da açmış 28 Mayıs'ta son
oldu. Artık giderek savunma çöküyordu, II. saldırı için herkese görev taksimi yapıldı. II.
Mehmed Bizanslıların durumunu daha ya- Mehmed son derece etkili bir konuşma yaparak
kından anlamak için bir diplomatik manevra kumandanlara ve askerin ileri gelenlerine son
yaptı, 23 Mayıs'ta İsfendiyaroğlu İsmail Bey’i talimatlarını verdi. Gereken malzemeler surlar
elçilikle imparatora yollayıp teslim olmasını is- karşısına yığıldı. Bu arada askeri şevke getirmek
tedi. Teklifin kabul edilmeyeceğini biliyordu, için İslamî geleneğe uygun olarak üç gün yağ-
ama şehirdeki durum hakkında doyurucu bir maya izin verildi. Bizanslılar ise bu hazırlıklar
gözleme de sahip olmuştu. Nitekim bu durumu karşısında hemen siperleri takviye ettiler, bu
değerlendirdi ve artık son hücumlar için büyük arada büyük ayinler düzenleyip surlardaki asker-
hazırlıkları başlatma zamanı gelmişti. leri kutsadılar. İmparator maneviyatı yükseltici

- 179-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

bir konuşma yaptı. Kaçışların önlenmesi için Batılı kaynaklarda II. Mehmed’in şehirde büyük
sert tedbirler alındı. bir katliam yaptırttığı her tarafı tahrip ettirdiği
ifade edilir.25 Ancak fetihten hemen sonra şehrin
29 Mayıs'ta umumi son taarruz şafak sökme-
yapılan kadastrosuna ait kayıtlarda, çok büyük
den biraz önce başladı. Üst üste yapılan dalgalar
bir tahribatın olmadığını, özellikle burayı yeni
halindeki üç saldırı sonunda Bizanslıların dire-
imparatorluğunun merkezi yapmak isteyen II.
nişi kırıldı. Direnişin sembolü olan Cenovalı
Mehmed’in şehrin Hıristiyan halkını yerinde
kumandan Giustiniani yaralanıp Haliç’te bekle-
tutmaya özel bir çaba gösterdiğini ispatlar.26
yen gemisine gidince, savunma çöktü. Müdafaa
Hatta alınan esirlerin kurtarma paraları dahi
hattını bırakanlar kendilerini kurtarmak için
padişah tarafından ödenmiş ve bunlar şehirde
gemilerin beklediği Haliç’e doğru kaçmaya baş-
kendilerine tahsis edilen mahallelerde oturmayı
ladı. Son saldırıda azap askerleri ve yeniçeriler
sürdürmüşlerdi. Üstelik geleneğe uygun olarak
önemli rol oynadı. Güneş henüz yükselmeye
Ayasofya da camie çevrildi, tahribat görmedi,
başlamadan askerler surları aşmışlardı. İlk giriş-
yeni sahiplerinin dininin mabedi haline getirildi.
ler top ateşiyle surları çökertilen ve altına açılan
Freskleri dahi tahrip edilmedi, yalnızca ince bir
içi barut fıçılarıyla dolu tünelin patlatılmasıyla
sıvayla kapandı.
büyük burcu yıkılan Topkapı civarından oldu.
Bu arada bir grup yeniçeri surlara bayrak çekerek 1 Haziran'da Fatih Sultan Mehmed büyük
şehre girildiğinin işaretini verdi.23 İmparator bir alayla yeniden şehre girer, ilk Cuma namazını
Konstantinos Yedikule istikametine doğru çeki- camiye çevrilen Ayasofya’da kılar, burada hâki-
lirken rastladığı bir grup azap askeriyle çarpıştı miyet sembolü olarak adına hutbe okuturken
ve burada hayatını kaybetti. Askerler süratle bu şehri yeni imparatorluk merkezi yapmak
şehir içine yayıldı ve esir alıp yağmaya başladı. yolunda neler yapacağını zihninden geçiriyordu.
Bazı mahalle halkı askerlere para verip onlarla Onun için bu şehir kozmopolit yapısını muha-
anlaşarak tahribattan korundu. Pek çok kiliseye faza edecek bir nitelik taşıyacaktı, 1204’ten beri
hiç dokunulmadı. Bizans halkının bir bölümü çok şey kaybetmiş bu kadim başkenti yeniden
Ayasofya’ya sığınmıştı. Artık “Fâtih” unvanını eski şaşalı günlerine döndürmek azmindeydi ve
alan Sultan Mehmed o gün öğle sıraları şehre bunun için kimlikleri ve dinleri ne olursa olsun
girip Ayasofya’ya gitti, kubbesine çıkıp etrafı insan gücüne ihtiyaç duyuyordu. Hatta o bir
seyretti, buraya sığınmış halka ve din adamlarına bakıma kendisini eski Doğu Roma’nın da varisi
güvenliklerini sağlanacağı teminatında bulun- gibi görüyordu. Şimdi Bizans yeni sahiplerinin
du. Oradan İmparatorluk sarayına gitti. 30-31 elinde yeniden kalkınabilirdi. Osmanlı tarihçile-
Mayıs'ta şehirdeki askerler derhal kontrol altına ri bile onu “Roma Kayseri” unvanıyla anmakta
alındı. Yağmaya son verildi, her tarafa çavuşlar bir sakınca görmemişti. Üçüncü Roma bu defa
yollanarak şehir halkının emniyeti sağlandı. Bi- çok farklı bir dinin temsilcilerince başlatılıyor-
naların tahribi önlendi.24 Halkın yerlerinde kal- du. Bu yolda II. Mehmed, patriklik makamını
ması için tedbirler alındı. Şehirde sivil ve asker bile ihya etti. Bir ölçüde Ortodoksluğun yeni
olarak hayatını kaybedenlerin 4000 kişi olduğu hamisi oldu. O bunu Katolik dünyaya karşı
tespit edildi. Bazı çağdaş Bizans kaynakları ve önemli bir manevra olarak da düşünmüş olma-

- 180-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

lıdır. Birleşme karşıtı olarak tanınan Georgios dünyasında kendi otoritesini ciddi bir şekilde
Skolaris’i buldurup İstanbul’a getirtmesi ve sarsacak bu yeni durumu önemsizleştirme çabası
ona Gennadius unvanıyla boş kalan Patriklik içine girmişti.
makamını vermesi bu bakımdan kayda değer
Bununla beraber, fetih olayının akisleri asıl
bir gelişmedir. Artık İstanbul yeni sahiplerinin
hıristiyan dünyasında etkisini hemen hemen
dilinde “Konstantiniyye” olarak anılıyordu, az
hiç kaybetmeyecek ölçüde canlı tutuldu. Daha
sonra da yerli halkın kullandığı “İstanbul” adı
ilk haberler ulaştığında bir kardinalin Venedik
giderek benimsendi. İstanbul böylece üç kıt’a-
docuna yazdığı mektuptaki artık bütün Hıris-
ya yayılan büyük bir İmparatorluğun kozmo-
tiyanların ve Roma’nın tehdid altında olduğu,
polit yapısını aksettiren başkenti haline geldi.
bu “vahşi barbarların” durdurulması gerektiği
İstanbul’un düşüşü, Batı âleminde büyük bir
yolundaki ifadeleri, batı dünyasının zihinlerinde
teessür yaratırken doğuda Osmanlıların rakibi
asla unutulmayacak korkuların erken tarihli
olan Müslüman devletlerin idarecilerince pek de
bir yansımasıydı.29 Artık İstanbul, fetihten bir
büyük bir coşkuyla karşılanmamıştı. Bununla
asır sonra üç kıt’aya yayılacak, batıda Viyana
birlikte İslam aleminde halk arasında derin bir
kapılarına ulaşacak bu büyük ve muhteşem
sevince yol açtı, Osmanlıların yeri ve önemi
siyasi teşekkülün kalabalık, kozmopolit, her-
bu dünyada ön plana çıktı. Artık II. Mehmed
kesçe bilinen başkentiydi. Üstelik eski Doğu
için büyük imparatorluğun İstanbul merkezli
Roma’nın başkenti olduğu dönemlerden daha
olarak yeniden inşası vakti gelmişti.
da ihtişamlı, farklı bir medeniyetin devasa mi-
Fetih Sonrası Gelişmeler: Klasik Çağın mari eserleriyle donatılmış, fiziki yapısı önem-
İmparatorluk Payitahtı li oranda farklılaşmış, sosyal yapısı da eskiyi
aratmayacak derecede karmaşık durumunu
İstanbul’un mukadder olan ve sonra gerçek-
korumuş bir metropol haline gelmişti.
leşen düşüşü, Batı için çok sarsıcı oldu; genel
olarak bütün hıristiyan dünyasında büyük bir Fatih Sultan Mehmed tarafından zabt
korku yarattı. Buna mukabil İslam dünyasında edildikten sonra İslami geleneğe uygun olarak
şaşırtıcı bir serinkanlılıkla karşılandı.27 Şehri alıp “Konstantiniyye”, Müslim ve gayrimüslim tebaa
burayı âdeta yeniden teşkilatlandırarak büyük arasında “şehre doğru” anlamına gelen “İstan-
bir imparatorluğun merkezi haline getiren Fatih bul” şeklinde anılan, fetihten az sonra oluşan
Sultan Mehmed’in, o sıralarda İslam dünyası- İslami hüviyetine atfen İstanbul kelimesinden
nın önemli devletlerinden olan Kahire merkezli mahreç “İslambol”30 olarak da isimlendirilen
Memlük sultanlığı ile İran coğrafyasına hakim imparatorluk başşehri şimdi yeni sahiplerinin
olan Karakoyunlulara yolladığı fetih müjdesi, anlayışı doğrultusunda eskisine nispetle çok
özellikle İslamın mukaddes yerlerinin kontro- farklı bir sosyal ve fiziki doku kazanmaya baş-
lünü ve hilafet makamını ellerinde bulunduran ladı. Yeni sahiplerinin elinde, tarihi yarıma-
Memlükler tarafından önemsiz sıradan bir olay danın dışına taşmaya başlayarak zamanla bir
gibi gösterildi.28 Şüphesiz Memlük sultanlığı büyük imparatorluk merkezinin renkli haya-
bunun çok büyük bir iş olduğunun farkındaydı, tının hâkim olduğu, Avrupa ile Asya arasında
ama siyasi çekişme ortamı içinde şimdi İslam Karadeniz’in kuzeyi ile Akdeniz’e açılan deniz

- 181-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

ve karayollarının birleştiği, böylesine bir koru- noktasından bakış öne çıkarıldı. Siyasi ve sosyal
mun ve geniş hinterlandının öngördüğü şekilde olaylar genellikle İstanbul merkezli olarak tak-
farklı kültürlerin bir arada kaynaştığı bir büyük dim edildi, tarihçiler hanedan tarihini İstanbul
merkez özelliği kazandı. Hatta öyle ki neredey- ile birleştirerek kaleme almayı tercih etti.32
se bütün bir imparatorluk, zaman içerisinde
Bütün bunlar fetih sonrası İstanbul’un du-
İstanbul merkezli bir kültür ve sosyal yapının
rumu ve sosyal değişimi, vuku bulan olaylar
etkisi altına girdi. Bilhassa XV. asırdan itiba-
ile ilgili olarak kaynaklarda bol bilgi akışıyla
ren taşradaki şehir hayatında başkentin manevi
da kendini gösterir. Bu kaynaklardaki bilgilere
ve kültürel baskısı sürekli olarak hissedildi. Bu
bakıldığında genellikle olayların devlet ida-
ise İstanbul’u bir cazibe noktası haline getirdi,
recileri, kapıkulu ve ulema üçgeni dahilinde
üstelik bunun da rolüyle ekonomik bakımdan
anlatıldığı görülür. Sivil halkın katkı ve rolü
bütün dikkatler buraya toplandı.31
ise yine bu çerçeve içinde değerlendirilir. Pa-
XVI. asırdan itibaren imparatorluğun ya- dişahların cülusları, vefatları, haftanın belirli
yılmış olduğu üç kıt’anın neredeyse bütün günlerinde çeşitli maksatlarla şehre inmeleri,
renklerini ve hususiyetlerini taşımaya başlayan yapılan teftişler, ileri gelen devlet adamlarının
başkent, kalabalık ve kozmopolit sivil nüfusu faaliyetleri, imar hareketleri, iaşe meseleleri,
yanında sarayın ve görevlilerinin de bu sivil piyasa hareketliliği, yabancı elçilerin karşılanışı,
hayatı etkilediği, şekillendirdiği bir yer durumu- ordunun sefere çıkış törenleri, saray kaynaklı
na geldi. Hatta bütünüyle imparatorluk ailesi, düğün, sünnet gibi olaylar vesilesiyle yapılan
saray ve çevresiyle özdeşleşen bir özellik dahi büyük şenlikleri, deprem, sel vb tabii afetler,
kazandı. Adı bile çok defa bu özelliği aksetti- siyasi karmaşa ve kapıkulunun çıkardığı şehir
recek derecede (Âsitâne, Dersa’adet, Deraliyye isyanları, bu eserlerin ana konularını oluşturur.
vb) yaygınlaştı. Özellikle entelektüel kesimde,
Bu da İstanbul tarihinin olaylar ve insanlar te-
tarihçi ve edebiyatçıların eserlerinde impara-
melli geçmişini, hususuyla temel dönüm nok-
torluk ile payitaht birbiriyle bütünleştirilmiş
talarını anlamak bakımından önemli ipuçları
bir şekilde tanımlandı. Hatta bazılarının eser-
sağlar. Fetihten sonra imparatorluk çağının
lerinde bütün imparatorluğa, İstanbul ve saray
edebi örnekleri olarak karşımıza çıkan özel
veya resmi nitelikli, bir bölümü günlük şekilde,
bazıları ise genel bir çerçevede kaleme alınmış
tarih külliyatı giderek çoğalmış ve İstanbul
tarihinin Osmanlı dönemini, daha öncesiyle
kıyas kabul etmeyecek derecelerde, faydalanıla-
bilir bilgilerle ortaya koymuştur.33 Bunlara ek
olarak Batılı seyyahların gözlemleri de İstan-
bul tarihi bakımından vazgeçilmez kaynaklar
olarak yerini almıştır.34 Üstelik zengin resmi
belge koleksiyonları, kitabi kaynakların boş
Galata Kulesi. James Robertson, 1854. bıraktığı birçok sosyal ve ekonomik meseleyi

- 182-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

anlamaya, şehrin fiziki yapısını, bu dünyanın tebaa için de bazı yeni uygulamaları devreye
en hareketli ve doğunun kapısı sayılan liman sokmuş, Ortodoks patrikliğini devam ettirerek,
şehrinin ticari kapasitesini kavramaya yardımcı şehre yerleşimi desteklemiş, inşa ettirdiği cami
olabilecek doneler sunar.35 Böyle bakıldığında ve medrese ile aynı zamanda İslami bir merkez
hakkında pek çok kitap kaleme alınmış olması olmasını sağlamaya çalışmıştı. Şehrin Osmanlı
icap eden İstanbul için hâlâ önemli boşluklar idaresi altındaki ilk önemli dönüşümü böylece
bulunduğu da açıktır. Keza sosyal yapıyı top- gerçekleşmiş oldu.37
lum ilişkilerini ortaya koyacak önemde olan
Şehir ilk önemli kargaşayı ise, Fatih’in vefa-
ve “şer’iyye sicilleri” denen mahkeme kayıt- tıyla birlikte baş gösteren siyasi çekişme sırasın-
larını havi yüzlerce defterin varlığı, İstanbul da yaşadı.38 II. Bayezid’in tahta çıkışı sırasında
araştırmalarına farklı bir yön kazandırabilecek payitahtta büyük karışıklıklar meydana geldi
önemdedir.36 Bütün (1481). Şehir ayrıca
bu tip kaynaklardan Osmanlı hakimiyeti
yeteri derecede yarar- dönemindeki en bü-
lanılmadığı göz önü- yük tabii afetle de bu
ne alınırsa, “Osmanlı sıralarda karşı karşıya
İstanbulu’nu bütün kaldı. 1488’deki seri
yönleriyle anlamak ve depremleri 1509’da
ortaya çıkarmak gibi “küçük kıyamet” de-
büyük bir araştırma nen ve büyük yıkıma
alanının karşımızda yol açan daha büyüğü
bulunduğu anlaşılır. takip etti. Daha ilk
Fetihten sonra İs- depremde Fatih Ca-
tanbul, özel bir idari mii'nin kubbesi yarıl-
statüye sahip olan, mıştı.39 1509 depremi
Galata, Üsküdar ve Sultan II. Bayezid, Şemailname'den, TSM, H. 1563. ise daha korkunçtu ve
Eyüp ile organik bir bu büyük tahribatın
bütünleşme sürecine izleri uzun süre gide-
giren bir kadılık haline getirildi. Böylece “ka- rilemedi. İstanbul’u etkileyen bir başka kriz
40

zaî statüsü” belirlenen Suriçindeki, yani tarihi ise, II. Bayezid’in oğulları arasındaki saltanat
yarımadadaki İstanbul, resmi belgelerin deyişiyle mücadelesi yıllarında yaşandı. Yağma olayları ve
“nefs-i İstanbul”, sadece fiziki sınırlarıyla değil, karışıklıklar uzun süre dinmedi. Yavuz Sultan
idari ve hukuki açıdan da bir vahdet oldu. Sara- Selim’in babasından iktidarı devralışıyla ortalık
yın ve yönetim birimlerinin bulunduğu bu alan yatıştı. İstanbul Yavuz’un kısa süren ve çoğu
aynı zamanda siyasi olayların da cereyan ettiği da iki uzun seferde geçen saltanat yıllarında
merkez konumu kazandı. Fatih Sultan Mehmed bir deniz şehri olması gerçeğini hatırlatan yeni
payitahtını nüfus nakilleriyle ve büyük imar bir imar hareketine sahne oldu. Haliç’te eski
hareketleriyle yeniden ihya ederken gayrimüslim tersane yenilenerek çok sayıda geminin inşa

- 183-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

edilebileceği bir yer haline getirildi. Yavuz Sultanrar tanıttı. Bunun zamanımıza kadar uzanan
Selim ayrıca İran ve Mısır seferleri sonrasında İstanbul imajı üzerinde son derece etkili olduğu
bu yörelerden pek çok âlim ve sanatkârı da açıktır. Batıdan ve doğudan gelen elçiler, özel
İstanbul’a getirmişti. Hatta Abbasi halifesini de ticari temsilciler burada buluştu ve kendileri-
beraberinde İstanbul’a götürmüştü. Bu durum ne has bir yaşantının da temellerini attı. Öte
İstanbul’a tıpkı Kahire’nin İslam dünyasında yandan imparatorluğun kendi siyasi düşünce
oynadığı role benzer bir ayrıcalık kazandırmaya ve misyonunu kesin bir çerçevede tanımladığı
yönelik teşebbüstü.41 Fakat Yavuz Sultan Selim bu devirde İstanbul bununla ilgili ilk uygula-
bu gücü kendi eline almadı, halife bir süre daha maların yapıldığı yer oldu. Devletin doğuda
payitahtta kaldıktan sonra Kanuni’ni saltana- beliren ve Anadolu’yu da kasıp kavuran yeni
tının ilk yıllarında Kahire’ye yollandı, orada dini tehdit karşısında takındığı bu tavır, kendi
unutulmuşluk içinde mezhebi inanç man-
yaşadı. Kanuni ise bü- zumesine olan has-
yük bir cihangir olarak sasiyeti arttırdı, buna
bu gücü kendi eline aykırı uygulamalarla
almayı düşünüyordu. mücadele edildi. Bu
İstanbul’u da bütün durum İstanbul için
İslam dünyasında tek de ikinci önemli te-
ana merkez yapma si- mel değişimi sağlamış
yasetini izlemeye ka- oldu. Padişahın yaşlılık
rarlıydı. döneminde yaptırdığı
Şehir Kanuni Sul- devasa cami ve külliye,
tan Süleyman’ın tahta dini hassasiyetin getir-
çıkışıyla artık kendi- diği takibat ve cezalan-
sini iyice hissettiren dırmalar, yeni teşrifat
emperyal çağın göz Sultan I. Süleyman (Kanuni), Şemailname'den, TSM, H. 1563. usulleri ve bürokratik
kamaştırıcı bir mer- tatbikat, vergilerin şer’i
kezi olarak sivrilmeye zeminde açıklanma ça-
başladı.42 Onun 46 yıllık saltanatı boyunca İs- lışmaları, bunun en çarpıcı göstergeleridir.
tanbul ilk fethedildiğinden bu yana en büyük Kanuni’nin saltanatı sırasında iyice oturmuş
gelişmesini yaşadı. Bu sadece yapılan devasa bir hale gelen emperyal devir, daha sonraki dö-
imar faaliyetleriyle değil aynı zamanda siyasi ve nemlerde İstanbul merkezli olarak kendisini
sosyal açıdan da kendisini gösterdi. Kanuni’nin tam anlamıyla sabitleştirdi. Fakat aynı zamanda
doğuda ve batıda çıktığı büyük çaplı seferleri, onun ölümünden sonraki halefleri devrinde uç
İstanbul’un sosyal ve kültürel yapısında derin sınırlara doğru kontrolü güç şekilde büyüyen
izler bıraktı. Yabancı seyyah ve diplomatik imparatorluğun merkezi olarak birçok karı-
misyonları burayı muhteşem bir şehir olarak şıklıklar ve çalkantılarla da sarsılmaya başladı.
benzersiz bir üslupla bütün batı dünyasına tek- Toplum dengelerinde bu yeniçağın öngördüğü

- 184-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

değişim, daha ziyade askeri ve siyasi gelişmelere ciddi bir yük getirmişti.46 Kapıkulu gurupla-
paralel olarak ciddi bozulmaları beraberinde ge- rının (maaşlı sipahi ve yeniçeriler) şikâyetleri
tirdi. Bunda hiç şüphesiz o dönemin dünyasını giderek artıyordu. Bütün bu olumsuzlukların
etkileyen ekonomik ve ticari gelişmelerin rolü etkisiyle 1589’da büyük çaplı bir isyan hareketi
vardı. Zira İstanbul milletlerarası ölçekli olmaya vuku buldu (Beylerbeyi vak’ası). Para ayarının
başlayan bir ticari kolonileşmenin başta gelen düşürülmesi sebebiyle baş gösteren isyan sa-
mekânı durumundaydı. Batıda gelişen deniz rayı zor durumda bırakırken sivil halkı da et-
kileyecek derecelere ulaşmıştı. İsyan sırasında
aşırı yeni ticari faaliyetlerin burayı da etkisi altına
almamış olması beklenemezdi. Giderek daha başlayan yangın büyük tahribata yol açmış, bu
da global hale gelen faaliyet alanı, payitahtın arada pek çok yağmalama olayı meydana gel-
organik olarak bağlı bulunduğu Akdeniz mer- mişti.47 Bunu takip eden veba salgını, halkın
kezli dünyanın temel umutsuzluğunu daha
belirleyici ekonomik da artırmış olmalıdır.
saha olmaktan artık 1591 ve 1593’te çıkan
çıkmasıyla sonuçla- yeni isyanlar, birbirini
nacaktı.43 takip eden yangınlar
İstanbul’u âdeta altüst
XVI. yüzyılın bu etti. Tam da bu sıra-
son çeyreğinde İstan- larda başlayan Batı’da
bul bir taraftan da hicri Habsburglara karşı
1000 yılının getirdiği yeni savaş dönemi,
kıyamet beklentileri- 1000 (1591-92) yılı-
nin çok da açığı çık- nın atlatılmasının da
mayan derinden gelen verdiği rahatlık ortamı
ve zihin dünyalarını, içinde, İstanbul’u tek-
davranış biçimlerini rar askeri faaliyetlerin
etkilediği anlaşılan Sultan III. Murad, Şemailname'den, TSM, H. 1563. bir merkezi durumu-
umutsuzluğu içinde na getirdi. Bizzat III.
önemli olaylara tanık- Mehmed atalarının
lık etti. Cülus (III. Murad ve III. Mehmed) ve
44
izinde olduğunu gösterircesine ordunun başında
düğünler (Şehzade Mehmed’in sünnet düğü- Macaristan’a gitti. Bu vesileyle İstanbul’da büyük
nü: 1582) vesilesiyle daha önce rastlanmadık
45
törenler ve dini seramoniler gerçekleşti.48 Eğri
ölçüde son derece şaşalı gösteriler yapılması, kalesinin ele geçirilişi ve Haçova zaferi (1596),
sadece ihtişam amaçlı değil biraz da bu umutsuz şehirde muhteşem gösterilerle karşılanırken iki
havanın etkisini izale gayesi taşıyordu. İstan- sene sonra bütün bu olumsuz beklentilerin sona
bul halkı bu eğlence ve gösterilerle oyalanırken erdiğini gösterircesine belki de bir şükran nişa-
ekonomik sıkıntıların baş göstermesi, umutsuz nesi olarak yeni ve büyük bir külliyenin inşasına
havayı şiddete dönüştürecek bir şekle büründü. başlandı (Yeni Cami 1598. Cami inşaatı çok
1578’de başlayan ve uzun süren İran seferleri uzun sürdü, 66 yıl sonra tamamlanabildi).

- 185-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

İstanbul için bu rahatlama pek uzun sür- ğı, nüfusun baskısının iyice hissedildiği yeni
medi. Özellikle doğuda 1590 anlaşmasıyla ele bir devreye adımını atıyordu. R. Mantran’ın
geçirilen yerlere yönelik Safevi tehditleri, uzun deyimiyle “dünya dengelerinin altüst olduğu
savaşların getirdiği sıkıntılar, Anadolu’da patlak bir sırada, bu dünyanın en büyük ve gurur-
veren büyük Celali ayaklanmaları kötümserliğin lu kendi İstanbul, modern dünyanın doğum
tekrar hâkim olmasına yol açtı. Batı cephesin- sancılarına karşı ciddi bir tepkinin” merkezi
deki kötü haberlere, şimdi doğuda ele geçirilen özelliği taşıyordu.50
yerlerin kaybı eklenmiş, İstanbul’da asker ara-
Bu bütün dengelerin değiştiği çağın başların-
sında ciddi karışıklıklar husule gelmiş, paşaların
da, küçük yaşta tahta çıkan I. Ahmed dönemin-
iktidar çekişmeleri de bunun tuzu-biberi olmuş-
de İstanbul imparatorluğun içinde bulunduğu
tu. Yemişçi Hasan Paşa ve Saatçi Hasan Paşa
üç cepheli savaş ortamını çok yakından hissetti.
olayları bunun tipik
İlginç şekilde yeni pa-
örnekleridir (1603).
dişah tahta çıktığında
Bütün bu hadiseler
(1603) daha sünnet
dolayısıyla halkın be-
merasimi gerçekleşme-
lirli kesimlerinde Os-
mişti. Tahta çıkışının
manlı hanedanından
on dördüncü günü
umudun kesildiği,
padişah sünnet edildi
yeni alternatiflerin
ve İstanbul halkı bu
konuşulduğu yolunda
vesileyle yapılan büyük
ciddi bilgiler vardır.49
tören ve eğlencelere ilk
Özellikle Celalilerin
defa tanık oldu.51 Ayrı-
doğrudan İstanbul’u
ca beklenenin hilafına
tehdit eder bir pozis-
yeni padişah hayattaki
yon kazanmalarının da
kardeşi Mustafa’ya da
bunda etkisi yüksektir.
Sultan I. Ahmed, Kostantin Kapıdağlı serisi, TSM.
dokunmadı, dedesinin
Değişim ve Dö- ve babasının çok tepki
nüşüm Çağının Baş- çeken kardeş katille-
şehri rinin benimsenmediğini göstermiş oldu. Bu
XVII. yüzyıl sadece Osmanlı tarihinin genel dönemde belki de dış cephelerdeki savaşlar ve
seyri için değil muhtemelen İstanbul içinde bir içerideki büyük karışıklıklar sebebiyle hakim
dönüşüm ve değişim dönemi olmuştur. Bütün olan büyük karamsarlık havasını dağıtmak
dünyayı etkilemeye başlayan Batı’nın yayılma için İstanbul’da padişah büyük bir cami inşa-
siyasetinin getirdiği dalgalanmalar, her şey- sını başlattı (1609).52 Bazı azılı Celali reislerine
den önce onunla sınırdaş, efsanevi Doğu’nun karşı Anadolu’ya geçerek İstanbul halkına yeni
başlangıç noktası Osmanlı imparatorluğunun umutlar verdi.53 Her zaman olduğu gibi olum-
başkentine ulaşmakta gecikmedi. Artık burası suz hava, dini gösterilerle geri plana atılmaya
tam anlamıyla kozmopolit bir yapı kazandı- çalışıldı. İlk defa Kabe örtüsü İstanbul’da ha-

- 186-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

zırlandı ve büyük törenle Mekke’ye gönderildi. Bu dönemde bütün dünyayı etkileyen “küçük
Eski örtü ve bazı mukaddes parçalar İstanbul’a buz çağı”, İstanbul’da da görüldü, 1621’de Şu-
getirtildi; içki yasağı ilan edildi.54 bat ayında Boğaz dondu, Üsküdar ile İstanbul
arasında halk karşıdan karşıya geçti.57 Soğuklar
I. Ahmed’in vefatından sonra İstanbul Os-
beraberinde kıtlık ve pahalılığı da getirmişti. II.
manlı idaresi altına girdiğinden beri belki de ilk
Osman’ın katli ile başlayan çalkantılar İstan-
defa büyük olaylarla karşı karşıya kaldı. Bozulan
bul’da asayişi tamamen sarstı.58 IV. Murad’ın
asayiş, saraydaki iktidar çekişmeleri, hanedanın
demir pençesiyle duruma hakim oluşuna kadar
güçlü ve her şeye hâkim padişah tipinin yerine
kendisini bütün unsurlarıyla koyması, bunun İstanbul bu korkunç çalkantılardan kurtula-
yol açtığı yeni meseleler, ayrıca tatminkâr olma- madı. Fakat bu defa devlet eliyle yapılan bir
yan askeri harekâtlar, taşra paşalarının güçlerinin terör havası şehirde esmeye başladı. Kahveha-
yükselişi, İstanbul’u neler kapatıldı, tütün
da derinden etkileyen ve içki yasağı getirildi,
bir dizi olayın patlak fener olmaksızın gece
vermesine yol açacak sokağa çıkmak dahi
gelişmeleri hazırla- yasaklandı.59 Bu şid-
dı. İstanbul halkı bu detle sağlanan süku-
dönemde ilk defa bir net ortamı, onun ve-
padişahın oğlunun de- fatından sonra (1640)
ğil de veziriazamın ve yeniden bozuldu. Sul-
şeyhülislamın oluştur- tan İbrahim’in denge-
duğu bir heyet vasıta- siz hareketleri, asayi-
sıyla kardeşinin tahta şin sarsılmasına yol
çıkarılmasına ve aynı açmakta gecikmedi.
şekilde de akli zafiyeti Fakat payitahtta asıl
yüzünden tahttan in- Sultan IV. Mehmed, Kostantin Kapıdağlı serisi, TSM. büyük çalkantılar, Os-
dirilmesine şahit oldu manlı-Venedik müca-
(I. Mustafa: 1617- delesinin yoğunlaştığı
18).55 Keza onun yerine geçirilen yeğeni II. bir devrede patlak verdi, İstanbul’u tekrar kaos
Osman’ın da feci şekilde katli olayı yeni ve ortamına sürükledi.60
büyük karışıklıkların zuhuruna yol açtı.56 Bu Küçük yaştaki IV. Mehmed’in tahta çıkışı,
dönemlerde İstanbul tam bir kaos yaşadı, sipahi otoritesizliğin hakim oluşuna ve iktidar çekiş-
ve yeniçerilerin ayaklanmaları, akli zaaf içindeki melerinin hızlanmasına yol açtı. Büyük sosyal
I. Mustafa’yı tekrar tahta çıkarmaları, ardından çalkantılar şehri çok sarstı ve ilk defa İstanbul bu
meydana gelen isyanlar, yağma hareketleri ile dönemde ciddi bir dış tehditle de karşı karşıya
tam bir kıyamet havası şehre çöreklendi. Üs- kaldı. Girit savaşları dolayısıyla askeri bakımdan
telik günde 1000 kişinin ölümüne yol açtığı hareketlenen İstanbul’un can damarı olan Ça-
belirtilen büyük veba salgını da baş göstermişti. nakkale boğazı Venedik donanması tarafından

- 187-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

abluka altına alındı.61 Bu durum İstanbul’da çok ve takipçileri, selefi akım) resmi çevrelerde de
büyük sıkıntıları beraberinde getirdi. Ticaret hayli etkili olmaya başladı. Kadızadeliler olarak
durma noktasına geldi, hayat pahalılığı yük- anılan ve sarayda da güçlü taraftarları bulunan
seldi. Savaş masrafları da buna eklenince sosyal bu hareketin temsilcileriyle bunlara karşı olan
karışıklıkların baş göstermesi kaçınılmaz hale tarikat ehli arasında halkın da dikkatle takip
geldi. 1648’deki Sultanahmet vak’ası sipahilerce ettiği birçok tartışma yaşandı. Köprülü Meh-
başlatıldı ve bunların isyanı yeniçeriler tarafın- med Paşa buna karşı tedbir alıp bazı elebaşları
dan bastırıldı.62 Böylece yeniçerilerin İstanbul’da uzaklaştırdıysa da bu hareket etkisini daha uzun
nüfuzu giderek arttı. Olayın yankıları taşradan süre devam ettirecekti.68
ses buldu, sipahi gurupları Gürcü Abdünnebi
Bundan bir süre sonra batıda başlayan ge-
idaresinde İstanbul’a yürüdü, bu münasebetle
niş cepheli savaşlar dönemi, İstanbul’un sosyal
şehirde hayli heyecanlı ve korkulu günler ya-
ve ekonomik hayatında yeni karışıklara zemin
şandı. Bulgurlu’ya gelen asilerle çatışma vuku
hazırladı. Hatta bu vesileyle IV. Mehmed’in
buldu (Üsküdar cengi), yenilen asiler dağıldı
payitahttan ayrılıp Edirne’deki uzun ikameti,
(1649).63 Bunu asker dışında bir başka grubun
İstanbul’un merkezi vasfını sarstı. Edirne bu
ayaklanması izledi. 1651’de para ayarı mesele-
dönemlerde biraz daha öne çıkmaya başladı.
si, ağır vergiler dolayısıyla esnaf sınıfları saraya
II. Viyana bozgunu sonrasında uğranılan ye-
yürüdü.64 Ardından Kösem Sultan'ın öldürül-
nilgiler ve Macaristan’ın terki, İstanbul halkı
mesiyle baş gösteren büyük karışıklar çıktı.65
üzerinde büyük bir karamsarlığa sebep oldu.
1656’daki Çınar vak’ası sırasında şehirde büyük
Bizzat padişaha karşı aleni tepkiler meydana
ve kanlı olaylar cereyan etti. Ulufe meselesin-
geldi. Bozguna uğrayan ordudan gelen haberler,
den patlak veren bu hadise, giderek büyüdü,
komutanların cepheden bir an önce çekilerek
her taraf yağmalandı.66 Bütün bu karamsarlık
kapağı İstanbul’a atma çabaları umumi mem-
ortamında duruma hakim olamadığı kanaatiyle
nuniyetsizliği daha da körüklüyordu. Padişahın
IV. Mehmed’in tahttan indirilip yerine karde-
şahsına karşı oluşan bütün bu tepkiler sebebiyle
şi Süleyman’ın getirilmesi dahi planlanmıştı.
IV. Mehmed tahttan indirildi (1687), yerine
Fakat farkına varılan bu plan önlendi, olayın
kardeşi büyük şehzade Süleyman geçirildi.69 Fa-
tertipçileri ise yakalanıp idam edildi.67
kat genel gidişte önemli bir değişme olmadı,
O zamana kadar payitahtta görülmemiş öl- payitahtta karışıklıkların önü alınmadı. Cülus
çüde etkili olan ve halkı da içine çeken olaylar, bahşişi sebebiyle çıkan ayaklanma giderek bü-
Köprülüler’in işbaşına gelmesiyle durulma eğili- yüdü ve İstanbul’un yeniden tahrip ve yağmaya
mi gösterdi. Köprülü Mehmed Paşa veziriazam uğramasına yol açtı. Bu arada vuku bulan şid-
olduktan sonra duruma hakim olarak asayişi detli deprem önemli ölçüde yıkıma yol açmış,
yeniden sağladı. Bu arada yıllarca süren karışık birbiri peşi sıra çıkan, çoğu da kundakçıların
ortamdan beslenen ve bütün bu kötü gidişin işi olan yangınlar yine birçok evi kül etmişti.70
dine tam olarak riayet etmemekten kaynak- Özellikle 1693 yangınında 1000’e yakın bina
landığını öne süren kökleri Kanuni dönemine tahrip olmuştu. Bunun gibi 1695 yangını da
kadar inen tutucu dini anlayış (İmam Birgivi yine büyük çaplı hasara yol açmıştı.71 Bu tahri-

- 188-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

bat dolayısıyla çıkan ferman uyarınca evlerin ve bir ortamdan neredeyse bütün imparatorluğun
dükkanların ahşap değil kârgir olarak yapılması küçük bir numunesi olan İstanbul’un etkilen-
kararlaştırılmıştı.72 memesi şüphesiz düşünülemezdi, fakat bu koz-
mopolit kent, hâlâ gerek demografik gerekse
II. Ahmed’in (ö. 1695) kısa süren saltana-
ekonomik bakımdan büyümesini sürdürüyordu.
tından sonra yerine geçen II. Mustafa’nın daha
İlginç şekilde fiziki açıdan da ciddi bir değişim
çok Edirne’de oturması ve uzun bir aradan sonra
içine girmiş bulunuyordu. Nitekim Pasarofça
bir padişah olarak çıktığı seferlerde de başarı
anlaşmasından sonraki barış ortamı İstanbul’un
kazanılamaması, İstanbul’daki olumsuz hava-
XVIII. yüzyılın sanat anlayışına uygun tarzda
yı tekrar alevlendirdi. 1703’teki Edirne vak’a-
yeniden şekillendiği önemli bir başka dönüm
sı ile padişahın tahttan indirilmesi İstanbul’u
noktasını teşkil eder. Bir taraftan yeni tamir
derinden etkiledi, yine
ve inşaatlar sürerken
birçok hadise meyda- diğer taraftan handan
na geldi.73 Tahta çıkan mensuplarınca Haliç
III. Ahmed İstanbul’da sahillerine yeni saraylar
duruma ancak asi ele- ve köşkler yaptırılmaya
başlarını bertaraf ede- başlandı. Bir bakıma
bildikten sonra hakim İstanbul’un çehresini
olabildi. Bu dönem değiştiren imar hare-
İstanbul için yeni bir ketleri yanında barış
devrin de başlangıcı ortamının getirdiği
anlamına geliyordu. rahatlık içinde, başka
1718’de çıkan İstan- faaliyetlere de girişildi.
bul’u büyük ölçüde İlk matbaa kuruldu,
tahrip eden ve 72 saat yeni askeri mektepler
süren korkunç yangı- açıldı, bahçe süsleme-
nın ardından yeni an- Sultan III. Ahmed, Kostantin Kapıdağlı serisi, TSM. lerine önem verildi ve
layışla imar hareketleri çiçek yetiştirme bedii
başladı. 74
bir zevk olarak benim-
sendi. Bu arada da bazı ilmi kurumlar teşekkül
Siyasi Gerileme Çağında İstanbul
etti. Bunlarda Batı tesiri etkili şekilde kendisini
Osmanlı tarihi için XVIII. yüzyıl, Aydınla- gösterdi. Tertip edilen eğlenceler, muhteşem
ma çağının sancılarını yaşayan ve kolonileşme düğünler giderek daha çok dikkat çekmeye
dönemine kuvvetli bir adım atmış bulunan başladı.75 1722-1724 arasında İstanbul surla-
Avrupa karşısında toprak kayıplarıyla siyasi rının deniz tarafındakiler neredeyse tamamen
açıdan gerilemenin başladığı bir zaman dili- elden geçirildi, tamir edildi.76 Özellikle Vezi-
mini teşkil eder. Aslında bu toprak kayıplarının riazam Nevşehirli İbrahim Paşa bütün tepkile-
derin tesirlerinin hissedilmesi için söz konusu rin odaklandığı isim oldu. Gidişten memnun
asrın son çeyreğini beklemek gerekecektir. Böyle olmayan kesim, İran cephesini bahane ederek,

- 189-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

bunu siyasi çıkar için kullanmak isteyenlerin mid döneminde İstanbul yine büyük yangınlara
el altından desteğiyle, büyük bir isyan çıkardı. sahne oldu,80 savaşın kötü gidişinin ümitleri iyice
Patrona Halil isyanı, (1730) yeni bir çehreye kırdığı bu dönemde Kırım’ın elden çıkışı, sadece
kavuşan, bilhassa Haliç kıyısı boyunca yeni köşk resmi çevrelerde değil İstanbul halkı üzerinde
ve bahçelerle donatılan şehir için tam bir yıkım de büyük bir hayal kırıklığına sebep olmuştu.
Artık bu dönemlerde büyük çaplı isyanlar sona
oldu. Yaşanan büyük karışıklık sırasında halk
ermiş, askerin kendi içindeki kavgaları başlıca
evlerine kapandı, bir bölümü de şehri terk etti.77
asayişsizlik mevzunu teşkil etmeye başlamıştı.
Bu büyük ihtilal havası tahta çıkarılan I. Bilhassa kalyoncuların yol açtığı kavgalar, şehrin
Mahmud’un etkili faaliyetleriyle söndürüldü ve huzurunu sık sık bozuyordu.81 Fakat III. Selim’in
asayişin yeniden hakim olması sağlandı. Sağ- süre giden savaşlardaki kötü gidişe son vermek
lanan huzur ortamı, için askeri reformlara
tabii afetler ve yangın- girişmesi, eski tipte
büyük isyan dönemi-
lar dışında bu dönem
ni yeniden başlatacaktı.
boyunca sürdü. Gerek
I. Mahmud ve gerek- III. Selim Avrupa
se III. Osman ve III. tarzında yeni askeri
Mustafa dönemlerin- binaları inşa ettirir,
de İstanbul’da önemli yeni ordu kurulması-
imar hareketlerine na çalışırken ciddi bir
direnişle karşı karşıya
devam edildi. 1768’e
kaldı. Üstelik yapılan-
kadar geçen barış
lar da cephelerde kötü
ortamının sükuneti
gidişi engellememişti.
İstanbul üzerinde de
Bu sıralarda 20 Şu-
etkili olmuştu. Fakat
bat 1807’de İstanbul
bu sükuneti sarsan
önlerine gelen İngiliz
olay, insan kaynaklı Sultan III. Mustafa, Kostantin Kapıdağlı serisi, TSM.
donanması şehirde
olmayıp tabii bir âfet
büyük bir heyecana yol
sonucu vuku buldu.
açtıysa da gerekli savunma tedbirleri alınması
1766’da meydana gelen deprem birçok binanın
sonucu bu donanma geri çekildi. Şehir Osman-
yıkılmasına ve 4000 kişinin ölümüne yol açtı.78
lı idaresi altında ilk defa doğrudan bir yabancı
Uzun bir aradan sonra 1768’de başlayan sa- donanmanın toplarının hedefi haline gelmişti.82
vaşın olumsuz tesirleri, kısa sürede İstanbul’u Gerçi daha önceleri XVII. yüzyılın ilk yarısında
da içine aldı. 1770’de Rus donanmasının Ege Karadeniz’den şayka denilen kayıklarıyla gelen
sularında görülmesi ve yeni bir abluka siyaseti, Kazak çeteleri, Boğaz’a kadar girip yağmalama
donanması yakılmış olan Osmanlı devletinin hareketinde bulunmuşlardı,83 fakat bu çok ciddi
payitahtını ilk defa doğrudan savunmasız bir bir tehdit olarak algılanmamıştı. Şimdi böylesine
hedef haline getiriyordu.79 Yeniden başlayan geniş bir durumla karşı karşıya kalmak İstanbul’un
cepheli savaşlar sırasında tahta çıkan I. Abdülha- artık masun ve güvenilir bir merkez olmaktan

- 190-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

çıktığı anlamına geliyordu. Bu bakımdan İstanbul sonra İstanbul yeniden salgın hastalıklarla sarsıldı.
halkının duyduğu dehşet, hiç şüphesiz yetkili 1812’deki veba salgınında kaynakların rivayetine
mercilerin serinkanlılığıyla bağdaşmayacak ölçü- göre günde 1000-2000 ceset İstanbul kapıların-
de zihinlere yerleşerek unutulmayacaktı. Nitekim dan çıkarılıyordu.88 1817’de Ağustos ayına kadar
duyulan şaşkınlık ve saraya karşı oluşan güven- bir çok yangın çıktı ve halkın huzurunun kaçma-
sizlik, öteden beri askeri reformlardan rahatsız sına yol açtı, Haziran ayındaki yangın barutçu
olan yeniçerilerin çıkardığı isyan için önemli bir dükkanlarına sirayet ettiği için ciddi kayıplara
zemin oluşturdu (1807). Kabakçı Mustafa isyanı sebep oldu. Tam da bu sıralarda Yeniçeriler arasın-
sonucu Selim hal’ edildi yerine yine akli zaaf da çıkan ve üç gün süren kavgayı, Katolik Erme-
içindeki IV. Mustafa getirildi. Yeniçeriler güçlerini niler meselesi takip etti. Ermeniler patrikhaneyi
yeni padişaha tam anlamıyla kabul ettirdiler.84 bastılar, çıkan karışıklıklar zorlukla bastırıldı.89

Bununla birlikte 1821’de Mora isya-


Alemdar Mustafa Pa- nı üzerine İstanbul’da
şa’nın “mahlu’ padişa- doğrudan doğruya
hı” yeniden tahta çıkar- gayrimüslim tebaayı
mak için Rumeli ordu- hedef alan bir çok is-
suyla İstanbul’a gelişi, tenmeyen hadise ce-
yeni karışıklıklara yol reyan etti. Rum patri-
açtı.85 Alemdar sarayı ğinin ve kethüdasının
bastıysa da III. Selim’in idamı yanında isyan
asiler tarafından öldü- sırasında Mora’da pek
rülmüş olduğunu gör- çok Müslümanın katle-
dü. IV. Mustafa tahttan dildiği haberini duyan
indirilip yerine bu olay bir kısım halk hıristi-
sırasında hayati tehli- yan mahallelerini bas-
tı, Beyoğlu taraflarında
ke atlatan II. Mahmud
dükkanlar yağma edil-
geçirildi. Ancak yeniçe- Sultan III. Selim, Kostantin Kapıdağlı, TSM, 17/30.
di. Kolluk kuvvetleri
riler boşluktan istifade
bunları durdurmakta
ederek yeni bir isyan aciz kalınca yeniçeri ağası devreye girip yağmala-
çıkarıp Alemdar Mustafa Paşa’nın ölümüne se- nan malları sahiplerine geri verdi; olaylar güçlükle
bep oldular. Saraya gidip IV. Mustafa’yı tahta kontrol altına alınabildi.90 Kırım’ın kaybından
çıkarmak istedilerse de sekbanların karşı koy- sonra Mora’nın da elden çıkışı İstanbul halkı
ması sonucu dağıtıldılar. Yeniçeri odaları ateşe üzerinde büyük bir teessürle karşılanmıştı. Hele
verildi ve çıkan yangın Ayasofya, Sultanahmet Müslüman halkın büyük bir katliama uğramış
taraflarına kül etti. Yeniçerilerle sekbanlar ara-
86 olduğu haberleri İstanbul kamuoyunu derinden
sındaki çarpışmalar bir süre daha sürdü, sonunda sarsmıştı.
yeniçeriler duruma hakim olup güçlerini yeni II. Mahmud’un yeniçeri ocağını kaldırması
padişaha da kabul ettirmiş oldular.87 İstanbul’da (1826) ise İstanbul için yeni ve büyük bir olay
yeniçeri tahakkümü uzun süre devam etti. Daha oldu. Şehir bir savaş alanı haline dönüştü, büyük

- 191-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

bir yeniçeri takip ve kıyımı başlatıldı; dönemin Rus gemisi Büyükdere açıklarına demirledi. As-
tarihçileri de başa gelen bütün felaketlerin, savaş- kerler ise Hünkar iskelesi civarında karaya çıkıp
larda uğranılan başarısızlıkların faturasını bu ocağa karargâh kurdu. Meselenin halli üzerine Ruslar
çıkartıyorlardı.91 Muhtemelen İstanbul halkının İstanbul’dan ayrıldı (1833).
da kanaati bu yöndeydi. II. Mahmud’un şekli
II. Mahmud dönemi İstanbul için büyük
reformları İstanbul’un mistik havasına, buna uy-
imar hareketlerinin, yeni tipte askeri binaların
durulmaya çalışılmış bir Batı tarzının eklenmesine yapıldığı, batıdaki telgraf, posta teşkilatı, yeni
vesile oldu. Bu şüphesiz daha önce III. Ahmed nakil araçlarının hizmete girişi vb gelişmelerin
dönemindeki yeniliklerle de bağdaşır bir çerçeve takip edilerek aynısının yapılmasına çalışıldığı bir
arz ediyordu. Fakat bu defa çok cür’etkâr ve radikal devreye işaret eder. Hatta 1831’de İstanbul’da ilk
sosyal değişim gündeme geldi: İstanbul sokakları resmi Türkçe gazete de intişar etmiştir. Hulasa
yeni kıyafetli memur ve II. Mahmud zamanın-
askerlerle tanıştı. Klasik da şehirde birçok beledi
sivil Müslüman profi- yeni uygulamalar ger-
linde de bu tarihten iti- çekleştirilmiştir.92
baren değişim görüldü.
İmparatorluğun
İstanbul daha önce Son Yüzyılında İs-
denizden karşı karşıya tanbul
kaldığı tehdidi bu dö-
nemde karadan yaşadı. Osmanlı devletini
Ruslar 1828’de Edir- klasik görüntüsünden
ne’yi geçip Kırklare- farklı bir mecraya ta-
li’ne ulaştı. Bu durum şıyan Tanzimat’ın ila-
İstanbul’u karadan açık nının ardından genel
bir hedef haline getir- yapıda husule gelen
miş ve halk arasında yeni değişim öncelik-
büyük bir paniğe yol le payitahtı etkiledi
Sultan II. Mahmud, TSM, 17/136.
açmıştı. İstanbul’un ve yeni dönemin ilk
muhafazası için bazı uygulama alanını yine
tedbirler alındıysa da nihayet yapılan anlaş- İstanbul oluşturdu. Tanzimat dönemi sonrası
ma sonucu bu tehdit ortadan kalktı. Bu arada İstanbul için bir bakıma modern şehrin temel-
1829’da Akdeniz ve Karadeniz’de süren abluka lerinin atıldığı zaman dilimini; dolayısıyla da
sebebiyle payitahtın yiyeceksiz kalması üzerine şehrin ana değişim/dönüşüm noktası olarak da
ekmek dağıtımı için nüfus tesbiti dahi yapılmış- son dönemeci teşkil eder. Bu şekilde başlayan
tı. Mısır’da Kavalalı Mehmed Ali Paşa isyanı süreç Cumhuriyet dönemi İstanbul’u için de aynı
ve ordularının Anadolu’ya yürüyüp neredeyse temelde belirleyici unsurlarla kendisini göstermiş-
İstanbul kapılarına dayanması ise büyük endi- tir. Şehrin ana parçaları ve ona damgasını vuran
şeyle karşılandı. Bu sebeple yine ilk defa şehre fiziki yapı daha çok söz konusu devrede şekillen-
bir yabancı devletin askerleri yardım maksadıyla miş ve Cumhuriyet dönemine miras kalmıştır.
geldi. Osmanlı devletine yardım için gelen sekiz Nitekim şehir, XIX. yüzyılın ikinci yarısından

- 192-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

itibaren Batıdakilere benzer bir fiziki yapılanmaya da vesile oldu. Ayrıca telgraf hatları buraya
sahne olduğu gibi halkın yaşayış ve âdetlerine kadar uzatılmıştı (1855: İstanbul-Edirne-Varna
yeni unsurlar girmiştir. Avrupa’ya daha da açık hattı).
bir doğu şehri olarak kozmopolit yapısı hayli
Sultan Abdülaziz’in tahta geçişiyle İstanbul’da
renklenmiş, klasik sivil yaşantısı yeni asrî “hayat
batı tesiri daha da hızlandı. 1873’te Haydarpa-
tarzları” eklenmiştir. Asrileşmeyle başlayan bu iki
şa-İzmit ve İstanbul-Edirne-Filibe demiryolları,
hayat tarzı arasındaki farklılaşma, derin sosyal
İstanbul’a batı ile doğu arasındaki ulaşım hattında
travmalara yol açacak derecede eskisinden daha
merkezi bir konum kazandıracak temelleri atmış
açık bir şekle bürünmüştür. Bir taraftan muazzam
oldu. Bir süre sonra yaşanan siyasi çekişmeler,
saraylar inşa edilirken bir taraftan bürokrasinin
ulemanın, talebenin ve halkın katılımıyla büyük
yerleşeceği yeni binaların yapımına ve yeni eğitim
bir karışıklığa dönüştü. Serasker ve şeyhülislam
kurumlarının inşasına da hız verilmiştir.
kapılarında nümayişler
Bu gelişmelerin düzenlendi. Sadrazam
yaşandığı dönemin ve şeyhülislam azledil-
başında, yani Sultan di, arkasından da Ab-
Abdülmecid zamanın- dülaziz’in hal’i vuku
da İstanbul’da Eminö- buldu (1876). Bunun
nü ile Karaköy kapısı hemen ardından baş-
arasında dubalar üze- layan Osmanlı-Rus
rinde yeni köprünün savaşının (1876-1877)
inşası münakaleyi ko- olumsuz etkileri şehri
laylaştıran önemli bir derinden sarstı. Rus
faaliyet oldu. Bundan ordularının Yeşilköy’e
az sonra da vaktiyle kadar gelmeleri, Ocak
1878’de başkuman-
devletin başına hayli
danlık karargâhının
işler çıkarmış olan Mı-
Yeşilköy’de kurulması,
sır valisi Mehmed Ali Sultan I. Abdülmecid, TSM, 17/120.
halk arasında büyük te-
Paşa İstanbul’u ziyaret
laşa yol açtı.94 Böylece
etti (1846). Onun ar- İstanbul tarihinde ilk ciddi denilebilecek işgal
dından bir Darülfünun kurulma teşebbüsüne tehlikesiyle karşı karşıya kalmış oldu. Ancak
girişilerek binası tamamlandı. İlk özel Türkçe onlarla ağır şartlarda yapılan anlaşma bu panik
gazete (Ceride-i Havadis) de bu yıllarda (1840) havasını yatıştırdı.
İstanbul halkının hizmetine sunuldu. Kırım
II. Abdülhamid’in tahta yeni çıktığı bu yıl-
savaşı sırasında İstanbul müttefik askerlerin
larda, V. Murad lehine bir hareket halkı yeni-
geldikleri ana istasyonlardan biri oldu. İngiliz
den heyecanlandırdı. Onu tekrar tahta çıkarma
ve Fransız donanmaları Çanakkale’yi geçip İs- amacıyla Ali Suavi, topladığı şahıslarla Çırağan
tanbul önlerine geldi, bir süre burada kaldıktan sarayını bastı ise de başarı olamadı, kendisi öldü-
sonra Karadeniz’e açıldı. Savaş İstanbul’un
93
rüldü, ortaya çıkarılan gizli cemiyetin mensupları
renkli yaşantısına yeni unsurların katılmasına da tutuklandı.95 Bundan sonra II. Abdülhamid

- 193-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

İstanbul’da sıkı bir rejim kurdu, aleyhte hare- gücü giderek arttı. Fakat başlayan Balkan savaşları
ketleri dikkatle takip ettirdi, bu arada da pek payitahtı yeniden yabancı bir tehditle baş başa
çok yeni mektep açıldı. Fakat 1878 savaşından bırakmakta gecikmedi. Çatalca’ya kadar ilerleyen
sonra Balkan göçmenleri âdeta İstanbul’a aktı. Bu Bulgarlar İstanbul tarihinde Ruslardan sonra ikin-
durum İstanbul halkı için birçok olumsuzluğu ci büyük tehdidi oluşturdu (1912). Top seslerinin
da beraberinde getirdi. Yeni göçmenlerin sefil duyulduğu İstanbul’da büyük bir heyecan baş
vaziyeti, alınan tedbirlerle giderilmeye çalışıldı.96 gösterdi, Tarafsız devletler elçiliklerini koruma
1894’te vuku bulan şiddetli zelzele ise İstanbul’da bahanesiyle İstanbul’a savaş gemileri gönder-
yeni bir yıkıma sebep oldu. Birçok dini bina, dikleri gibi bunlar şehrin işgal ihtimaline karşı
mektep yıkıldı, bu depremin izleri uzun süre karaya asker de çıkardı. Bu zor durum yapılan
silinmedi.97 Ertesi yıl şehir, ilk defa geniş katı- mütarekeyle atlatıldı.100
lımlı bir gayrimüslim topluluğun isyanına sahne
1913’te Babıali bas-
oldu. Ermeni grupları
kını sonucu İttihad ve
Babıali’ye yürüdüler;
Terakki fırkası kontro-
ayrıca Ermeniler ile
lü tamamen ele geçirdi.
Müslüman halk arasın-
İstanbul’da artık yeni
da da yer yer çatışmalar
bir sayfa açılıyordu.
meydana geldi. Erme-
I. Dünya Savaşı'nın
niler ertesi yıl ikinci
başlaması ve Osmanlı
defa hadise çıkardılar,
devletinin de bu savaşa
Osmanlı bankasını
Almanya’nın yanında
basıp içindekileri rehin
girişi, Osmanlı impa-
aldılar, halk arasında
ratorluğunun kaderi-
kıtal başladı ve olaylar
ni değiştirecek ölçüde
güçlükle yatıştırılabildi
önemli sonuçlara yol
(1895-1896).98 İstan-
açtı. İstanbul belki de
bul’da artık cemaatler
tarihinin en sıkıntılı
arasındaki eski uyum Sultan Abdülaziz, TSM, 17/ 943. yıllarını Balkan savaşla-
günleri geride kalmış, rı ve ardından I. Dünya
her an patlamaya hazır Savaşı sırasında yaşadı. Bu yıllarda Balkanlar’dan
bir gerginlik ortamı belirgin hale gelmişti. akmaya devam eden perişan haldeki kalabalık
II. Abdülhamid’in son yıllarında II. Meşru- Müslüman göçmenler âdeta şehre yığıldı. İs-
tiyet'in ilanı (1908) ve meclisin açılışı, İstanbul tanbul’un zaten bozuk olan sıhhi şartları daha
halkınca yeni bir umut ve heyecanla karşılandı. da kötüleşti. Sivil halk bu dönemlerde yiyecek
Genel kamuoyunda istibdat günlerinin bitip bulamamanın zorluklarını derinden yaşadı, son
derece bozuk ekonomik yapı da sosyal bünye
hürriyet havasının hakim olacağı kanaati doğ-
üzerinde tahripkâr oldu.
muştu. Hemen ardından Otuzbir Mart Vak’ası
vuku buldu. Meydana gelen karışıklıklar üzeri- Sadece dağılmaya başlayan imparatorluğun
ne Harekat ordusu İstanbul’a girdi ve padişahın geride bırakılan topraklarından kopup gelen
hal’i kararı alındı.99 İttihad ve Terakki partisinin Müslüman göçmenlerin değil ülkelerindeki si-

- 194-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

yasi değişim ve çalkantılardan etkilenen yaban- bir düşman tayyaresinin düşürülüşüne tanıklık
cı uyruklu kalabalık göçmen grupları da şehre etmişti.101
geliyordu, bu durum sosyal hayatı daha da kö-
Bu bombardımanın ardından müttefikler 13
tüleştirmişti. Farklı âdet ve kültür unsurları bu
Kasım 1918’de Mondros mütarekesi şartlarına
göçmenler vasıtasıyla şehrin genel yaşantısında
göre elli beş parça savaş gemisiyle İstanbul önle-
yeni alışkanlıkların yerleşmesine yol açacaktı.
rine gelip karaya asker çıkardılar. Böylece İstan-
Çanakkale müdafaası, müttefiklere Bo- bul’un işgal devri başlamıştı. Muhteşem impara-
ğaz’dan geçiş imkânı vermemişti. İstanbul halkı torluğun 1453’ten beri payitahtlığını yapan şehir,
bu kanlı mücadeleyi dikkatle izledi, birçok ilk defa yabancı kuvvetlerin işgaline uğruyordu.
yardım cemiyeti kuruldu. Harbin olumsuz Halk bu duruma çok üzüldü, büyük bir hayal
tesirleri sadece cephelerde değil şehirde de kırıklığı yaşandı. Çanakkale müdafaasında dö-
varlığını gösterdi. Ça- külen kanların bir işe
nakkale’nin tutulma- yaramadığı düşünülü-
sı, İstanbul’u o devre yor, direniş için örgüt-
kadarki en büyük ve lenmeye çalışılıyordu.
diğerleriyle kıyas ka- 1919 Martı'nda İtilaf
bul etmeyecek ölçüde- devletleri kumanda
ki işgal tehlikesinden heyeti, 150 İttihatçıyı
bir süre için olsun tevkif etti. Ardından
kurtarmıştı. Savaşın da İstanbul’u tamamen
sonlarına doğru hava- askeri işgalleri altına
dan şehre yönelik ta- aldı.102
arruzlar halkı korkuya
İşgal döneminde
düşürdü. Altı tayya-
İstanbul halkının çoğu
reden ibaret bir filo
heyecanla Anadolu’da
İstanbul semalarında
başlayan milli müca-
dolaşarak keşif yaptı
deleyi izledi ve aydın-
ve 21 Ağustos 1918’de Sultan II. Abdülhamid, S. 195 TSM, 17/ 126.
ların bir bölümü mü-
Harbiye nezaretini he- cadeleye katılmak için
def alarak bombardımanda bulundular. Çarşı Anadolu’ya geçti, para ve silah desteği sağlamaya
civarına düşen bombalar birkaç dükkanın ha- çalıştı. Ankara hükümetinin Milli Mücadele'den
sara uğramasına sekiz kişinin yaralanmasına başarılı çıkması üzerine işgal kuvvetleri İstanbul’u
yol açmıştı. Daha sonra da bombalamalar ve boşaltmaya başladı. 1922’de Büyük Millet Mec-
halka yönelik beyannamelerin atılması sürdü. lisi'nin saltanatı ilga etmesi İstanbul’da Osmanlı
Bunu izleyen sonraki hava taarruzları ise bu hanedanın sonu anlamına geliyordu. Ankara
ilk saldırılara göre daha kanlı oldu. Beş tay- hükümeti resmen İstanbul’da idareyi devraldı.
yarelik bir filonun attığı bombalardan dolayı Son Osmanlı kabinesi de istifa etti. Ardından
50 kişi öldü 200 kişi yaralandı. Onlara karşı son Osmanlı padişahı VI. Mehmed, 16 Kasım
havalanan Türk tayyarelerinin mücadelesini 1922’de İstanbul’u terk etti. Böylece Osmanlı
İstanbul halkı merakla ve heyecanla izlemiş, idaresi fiilen sona ermiş oluyordu.

- 195-
Topkapı Sarayı Harem, Taht odası.
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

İşgal kuvvetleri 2 Ekim 1923’te gemilerini bi-


nip şehri terk etti. Böylece şehrin işgal devri sona
erdi. Halk bunu büyük bir heyecanla karşıladı. 6
Ekim'de de Türk Milli Ordusu İstanbul’a girdi.
3 Mart 1924’te halifeliğin ilgası üzerine İstanbul
önce bir payitaht, sonra da bir hilafet merkezi
olma özelliğini yitirdi. Bununla birlikte Doğu ve
Batı medeniyetlerinin kesişme noksanda iktisa-
di bakımdan ve kültür müesseseleri yönünden
kalabalık nüfusuyla büyük bir metropol olma
niteliğinden hiçbir şey kaybetmedi; zamanla Tür-
kiye Cumhuriyeti'nin sınırları içindeki bütün
özellikleri taşıyan renkleriyle onun adeta küçük
bir modeli haline geldi.

- 197-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

DİPNOTLAR

* İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü


1 F.M.Emecen, “Batı’nın Doğusu-Doğunun Batısı: İstanbul”, Tarihte Doğu Batı Çatışması, İstanbul
2005, s. 272-277.
2 Bunlar için bk. C.Avcı, “Arap-İslam Kaynaklarında İstanbul”, Uluslararası Bizans ve Osmanlı Sem-
pozyumu (XV. Yüzyıl), ed. S. Atasoy, İstanbul 2004, s. 99-111: Keza A. Bakır, “Ortaçağ Coğrafya-
cılarının İzlenimleri Işığında İstanbul”, İmparatorluk Başkentinden Kültür Başkentine İstanbul, ed.
F.M. Emecen, İstanbul 2010, s. 140-174.
3 Niketas Khoniates’in Historia’sı (1195-1206), trc. I.Demirkent, İstanbul 2004, s. 152-157.
4 Osmanlı beyliğinin ortaya çıkışı ve XIV. Yüzyıl Batı Anadolusunun durumu hakkında bk. F.M.
Emecen, İlk Osmanlılar ve Batı Anadolu Beylikler Dünyası, İstanbul 2008.
5 Osmanlıların İstanbul’a yönelik faaliyetleri ve kuşatmaları için bk. F.Başar, “Osmanlıların Fetihten
önce Gerçekleştirmiş Oldukları İstanbul Kuşatmaları”, Uluslararası Bizans ve Osmanlı Sempozyu-
mu, s. 113-126.
6 Marius Canard, “Tarih ve Efsaneye Göre Arapların İstanbul Seferleri”, trc.İ.H. Danişmend, İstan-
bul Enstitüsü Dergisi, II (İstanbul 1956), s. 213-259
7 İbrahim Kafesoğlu, “XII. Asra Kadar İstanbul’un Türkler Tarafından Muhasaraları”, İstanbul Ens-
titüsü Dergisi, III (İstanbul 1957), s. 1-16.
8 Feridun M. Emecen, Fetih ve Kıyamet: 1453, İstanbul 2012, s. 79-140.
9 Feridun M. Emecen, Fetih ve Kıyamet, s.195-198.
10 K. DeVires, “Gunpowder Weapons at the Siege of Costantinople 1453”, War and Society in the
Eastern Mediterranean, Leiden 1997, s. 343-363
11 Bir Yeniçerinin Hatıratı, trc. Kemal Beydilli, İstanbul 2003, s. 57.
12 Feridun Dirimtekin, İstanbul’un Fethi, İstanbul 1976, s. 169-170; Selahattin Tansel, Fatih Sul-
tan Mehmed’in Siyasi ve Askeri Faaliyeti, Ankara 1953, s. 77-78; Mahmut Ak-Fehamettin Başar,
İstanbul’unFetih Günlüğü, İstanbul 2003, s. 54; İdris Bostan, “Fatih Sultan Mehmed ve Osmanlı
Denizciliği”, Türk Denizcilik Tarihi, ed. İ.Bostan-S. Özbaran, İstanbul 2009, I, 86.
13 Tursun Bey, Tarih-i Ebu’l-Feth, nşr, Mertol Tulum, İstanbul 1977, s. 46-47.
14 Feridun M. Emecen, Fetih ve Kıyamet, s. 204-213.
15 Derenin adı kaynaklarda Kozluca Pınar veya Kozluca Dere diye geçer (Neşri, Kitab-ı Channüma,
nşr. F. Unat-M.A.Köymen, Ankara 1957, II, 691). Bugün Şişli/Bomonti kesiminde Cevizdere
denilen bir cadde adı dikkati çeker. Bu iki adın birbirinin aynı olduğu söylenebilir. Bunun Kasım-
paşa deresinin bir kolu olma ihtimali mevcuttur.
16 Feridun M. Emecen, Fetih ve Kıyamet, s. 76-78.
17 Bir Yeniçerinin Hatıratı, s. 57. Asker sayılarıyla ilgili bk. Feridun M. Emecen, Fetih ve Kıyamet, s.
228-232.
18 Kuşatma ve hazırlıklarla ilgili bk. K. Hanak-M. Philippides, The Siege and Fall of Constantinople in
1453: Histroriography, Topography and Military Studies, Surrey 2011.
19 Kritovulos Tarihi, 1451-1467, trc. Ari Çokona, İstanbul 2012, s. 239-240.
20 Doukas, Tarih: Anadolu ve Rumeli 1362-1462, trc. B. Umar, İstanbul 2008, s. 233.
21 Feridun M. Emecen, Fetih ve Kıyamet, s. 208-214.
22 Bunlar için bk. Feridun M. Emecen, İstanbul’un Fethi Olayı ve Meseleleri, İstanbul 2003, s. 38-43,
a.mlf, Fetih ve Kıyamet, s. 254-276.
23 Feridun M. Emecen, “Menkıbe-Tarih İlişkisinin Çarpıcı Bir Örneği: İstanbul’un Fethinde Surlara İlk
Çıkanın Kimliği Meselesi”, Yüksek Mimar Dr.İ. Aydın Yüksel’e Armağan, İstanbul 2012, s. 251-260.
24 Kritovulos Tarihi, s. 247; Doukas, Tarih, s. 264.

- 198-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

25 Dönemin çağdaş Latin, Rum vb. kaynakları için bk. İstanbul’un Fethi I: Çağdaşların Tanıklığı, haz.
A. Pertusi, trc. M. Şakiroğlu, İstanbul 2004; II: Dünyadaki Yankıları, İstanbul 2006; III: İstan-
bul’un Fethine Dair Neşredilmemiş ve Az Bilinen Metinler, İstanbul 2008.
26 İstanbul’un yapılan ilk tahriri bugüne ulaşmıştır: Halil İnalcık, The Survey of Istanbul 1455, İstan-
bul 2012.
27 Fetih için bk. F.M.Emecen, İstanbul’un Fethi Olayı ve Meseleleri, İstanbul 2003. Ayrıca Doğu ve
Batıda yankıları için: F.M.Emecen, “Dünya’de Fethin Yankıları: Doğu ve Batı”, 1453 İstanbul
Kültür ve Sanat Dergisi, Nisan-Haziran 2010, 2010/8, s. 13-19.
28 Mektuplar için bk. A.Ateş, “Fatih Sultan Mehmed Tarafından Gönderilen Mektuplar ve Bunlara
Gelen Cevaplar”, Tarih Dergisi, VI/7 (İstanbul 1953), s. 21-23, 33-36, 44-50.
29 F.M. Emecen, İstanbul’un Fethi Olayı, giriş kısmı; Bu gibi metinler Pertusi tarafından toplanmıştır:
İstanbul’un Fethi, II. Dünyadaki Yankısı, trc. M.Şakiroğlu, İstanbul 2006, s. 9-11;
30 İslambol şeklindeki tanıma II. Bayezid dönemine ait resmi belgelerde sıklıkla rastlanması son dere-
ce manidardır. Kentin İslamî hususiyeti bu şekilde yerleştirilmek istenmiştir: Başbakanlık Osmanlı
Arşivi, Bâb-ı Defteri,Müteferrik, D.M.d.36806.
31 Örnek olarak hanedana mensup şehzadelerin bulundukları sancak merkezi şehirler bu bakımdan
dikkat çekicidir Manisa ve Amasya payitaht merkezli bir kültürel etki altında kalmıştır: F.M.Eme-
cen, Tarihin İçinde Manisa, Manisa 2007, tür.yer. Keza F.M. Emecen, “Orta Karadeniz Bölgesinde
Antik Kaleden Şehre Bir Gelişim Süreci Örneği: Amasya Tarihine Genel Bakış”, Omeljan Pritsak
Armağanı, ed. M.Alpargu-Y.Öztürk, Sakarya 2007, s. 681-696.
32 Özellikle XV. asırdan itibaren yazılan Tevarih-i Âl-i Osman adlı tarihler, esas olarak İstanbul temelli
hadiselerle meşbu bir nitelik taşır.
33 Osmanlı tarih külliyatı hakkında genel eserler: Fr. Babinger, Osmanlı Tarih Yazarları ve Eserleri,
trc. C.Üçok, Mersin 1992; keza E. Afyoncu, Tanzimat Öncesi Osmanlı Araştırma Rehberi, İstanbul
2009, s. 15-159.
34 İstanbul ile ilgili seyahatnamelerin topluca bir listesi için bk. S.Eyice, “İstanbul’un Tarihi Eserleri”,
İslam Ansiklopedisi, V/2, s. 1214/137-144.
35 İstanbul ile ilgili mühimme kayıtlarının önemli bir kısmı seçmelerle A. Refik tarafından yayımlan-
mıştır: Onuncu Asr-ı Hicride İstanbul Hayatı (1495-1591); (1592-1688); (1688-1785); (1786-
1882), tıpkı basım İstanbul 1988 (Dört kitap halinde). Ayrıca İstanbul’a ait ahkam kayıtları da
seri şekilde neşredilmiştir: İstanbul Külliyatı: İstanbul Ahkam Defterleri, I-VI, haz. A. Tabakoğlu
vd., İstanbul 1997-1998.
36 İstanbul Şer’iyye sicilleri ile ilgili yeni bir neşir projesi kapsamında İSAM tarafından 40 defterin ya-
yımı gerçekleştirilmiştir. ilk yayın: İstanbul Kadı sicilleri; ÜsküdarMahkemesi, I, İstanbul 2008.
37 H.İnalcık, “İstanbul: Türk Devri”, DİA, XXXIII, s. 220-239;
38 Ş. Tekindağ, “Fatih’in Ölümü Meselesi”, Tarih Dergisi, sy 21 (1stanbul 1966), s. 95-108; a.mlf,
“II Bayezid’in Tahta Çıkışı Sırasında İstanbul’da Vukua Gelen Hadiseler”, Tarih Dergisi, sy. 14
(İstanbul 1959), s. 85-96.
39 Oruç Beğ Tarihi, haz. N. Öztürk, İstanbul 2008, s. 143.
40 N.N. Ambraseys-C.F. Finkel, Türkiye’de ve Komşu Bölgelerde Sismik Etkinlikler: Bir Tarihsel İncele-
me, 1500-1800, trc. M.U. Koçak, Ankara 2006, s. 30-36.
41 F.M. Emecen, Zamanın İskenderi, Şarkın Fatihi: Yavuz Sultan Selim, İstanbul 2010.
42 F.M.Emecen, Osmanlı Klasik Çağında Siyaset, İstanbul 2009, s. 145-194.
43 Akdeniz tarihi için İstanbul’un önemine F.Braudel de işaret eder: Akdeniz ve Akdeniz Dünyası, trc.
M.A.Kılıçbay, İstanbul 1989, I, 59-61 ve tür.yer. Ayrıca bk. R. Mantran, XVI. ve XVII. Yüzyılda
İstanbul’da Gündelik Hayat, trc. M.A.Kılıçbay, İstanbul 1991, s. 8-12.
44 C. H. Fleischer, Tarihçi Mustafa Âlî. Bir Osmanlı Aydını ve Bürokratı, trc.A. Ortaç, İstanbul 1996,
s.138-147.

- 199-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

45 N.Atasoy, 1582. Surnâme-i Hümayun, Düğün Kitabı, İstanbul 1997.


46 B. Kütükoğlu, Osmanlı İran Siyasi Münasebetleri (1578-1612), İstanbul 1993.
47 Selaniki, Tarih-i Selaniki, nşr. M.İpşirli, Ankara 1999, I, 209-212.
48 Selaniki, II, 609-613.
49 F.M.Emecen, “Mehmed III”, DİA, XXVIII, 411; ayrıca genel olarak bk. A.mlf, “Osmanlı Hane-
danına Alternatif Arayışlar Üzerine Bazı Örnekler ve Mülahazalar”, İslam Araştırmaları Dergisi,
sy.6 (2001), s. 63-76
50 Genel olarak Sosyal ve Ekonomik yapısı için bk. R. Mantran, 17. Yüzyılın İkinci Yarısında İstanbul,
trc. M.A.Kılıçbay-E.Özcan, I-II, Ankara 1986.
51 I. Ahmed döneminin standart tarihini imamı Safi kaleme almıştır: Mustafa Sâfî’nin Zübdetü’t-Tevâ-
rih’i, haz. İ.H.Çuhadar, Ankara 2003, I-II.
52 Sâfî, Zübde, I, 46-54.
53 Sâfî, Zübde, I, 173 vd.
54 Sâfî, Zübde, II, 207-230.
55 Bk. F.Emecen, “Mustafa I”, DİA, XXXI, 272-275.
56 F.Emecen, “Osman I”, DİA, XXXIII, 453-456.
57 Naima, Tarih-i Naima, nşr. M.İpşirli, Ankara 2007, II, 459. Ayrıca genel olarak Anadolu’daki
etkileri için bk. T.Griswold, “Climatic Change a Possible Factor in the Social Unrest of Sevente-
enth Century Anatolia”, Humanist and Scholar Essays in Honor of Anderas Tietze, ed. H.Lowry-D.
Quatret,İstanbul 1993, s. 36-57.
58 B. Tezcan, “The 1622 Military Rebellion in İstanbul: A Historiographical Journey”, International
Journal of Turkish Studies, VIII/1-2 (2002), s. 131-142.
59 Bu dönem için bk. C.Baysun, “Murad IV”, İA, VIII, s. 625-647.
60 F.Emecen, “İbrahim”, DİA, XXI, 274-281.
61 Naima, III, 1077-1079; IV, 1691, 1709. Girit seferi için bk. E.Gülsoy, Girit’in Fethi ve Adada
Osmanlı İdaresinin Kurulması (1645-1670), İstanbul 2004.
62 Naima, III, 1189-1195.
63 Abdurrahman Abdi Paşa Vekayinâmesi, Haz. F.Ç.Derin, İstanbul 2008, s. 20-22; Naima, III, 1209,
1221-1232.
64 Kâtip Çelebi, Fezleke, II (İstanbul 1284), 373-375.
65 Olaylarla ilgili olarak bk. Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi, Ravzatü’l-ebrâr Zeyli, haz. N.Kaya,
Ankara 2003, s. 70-98; Kâtib Çelebi, II, 379.
66 H.Andreasyan-F.Ç.Derin, “Çınar Vak’ası: Eremya Çelebi Kömürcüyan’a Göre”, İstanbul Enstitüsü
Dergisi, III (1957), s. 57-83; Tarih-i Gılmani, İstanbul 1340, s. 36-39; Abdurrahman Abdi Paşa
Vekayinâmesi, s. 87-88.
67 Naima, IV, 1684.
68 S.Çavuşoğlu, “Kadızadeliler”, DİA, XXIV, 100-102; M.C.Zilfi, Dindarlık Siyaseti: Osmanlı Ule-
ması. Klasik Dönem Sonrası 1600-1800, trc. M.F.Özçınar, Ankara 2008, s. 129-189.
69 Silahdar Fındıklılı Mehmed Ağa, Tarih, II (İstanbul 1928), s. 274-298; C.Baysun, “Mehmed
IV”, İA, VII, 554-555.
70 Silahdar, II, 549.
71 Silahdar, II, 701
72 M.Sertoğlu, “İstanbul”, İA, V/2, s. 1214/17.
73 Olay ve Saikleri için bk. R.Ali Abou-el-Haj, The 1703 Rebellion and the Structure of Ottoman Poli-
tics, İstanbul 1984; keza A.Özcan, “Edirne Vak’ası”, DİA, X, 445-446.
74 Raşid, Tarih, V (İstanbul 1282),s. 18-20
75 Bu döneme A. Rafik “Lale Devri” adını vermiş ve bu isimlendirme daha sonra yaygın olarak be-
nimsenmiştir: Lale Devri, İstanbul 1932.

- 200-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

76 Küçük Çelebizâde Asım, Tarih, İstanbul 1282, s. 269-272.


77 M.Aktepe, Patrona İsyanı, İstanbul 1958.
78 Ambraseys-Finkel, Sismik Etkinlikler, s. 132-140.
79 Bu savaş dönemiyle ilgili genel olarak : Ruznâme: Osmanlı-Rus Harbi Esnasında Bir Şahidin Ka-
leminden İstanbul, 1769-1774, haz. S. Göksu, İstanbul 2007; keza bk. V.Aksan, Kuşatılmış Bir
İmparatorluk: Osmanlı Harpleri, 1700-1870, trc.G.Ç.Güven, İstanbul 2010, s. 133-184.
80 Özellikle 1782 yangını çok etkili olmuştu: Derviş Efendizâde Mustafa Efendi, 1782 Yılı Yangınla-
rı: Harik Risalesi 1191, nşr. H.Aksu, İstanbul 1994.
81 Taylesanizâde Hafız Abdullah Efendi Tarihi: İstanbul’un Uzun Dört Yılı (1785-1789), haz. F.M.E-
mecen, İstanbul 2003,tür.yer.
82 K.Beydilli, “Selim III”, DİA, XXXVI, 420-424.
83 V. Ostapchuk, “The Human Landscape of the Ottoman Black Sea in the Face of the Cossack Na-
val Raids”, Oriento Moderno, XX ( 2001), s. 64.
84 Saray Günlüğü, 25 Aralık 1802-24 Ocak 1809, haz. M.A. Beyhan, İstanbul 2007, s. 205 vd.; K.
Beydilli, “Mustafa IV”, DİA, XXXI, 283-285.
85 Saray Günlüğü, s. 231-253; İ.H.Uzunçarşılı, Meşhur Rumeli Ayanlarından Tirsinikli İsmail, Yılı-
koğlu Süleyman Ağalar ve Alemdar Mustafa Paşa, İstanbul 1942;
86 Âsım, Tarih, II, 252-260.
87 Şânizâde Mehmed Ataullah Efendi, Şânî-zâde Tarihi, haz. Z. Yılmazer, I (İstanbul 2008), s. 234-
237
88 Şânî-zâde Tarihi, I, 540-543.
89 Bunlar için bk. M. Sertoğlu, İA, V/2, 1214/26.
90 Şânî-zâde Tarihi, II, 1139-1140. Bunun men’i için çıkan ferman kaydı: II, 1143’te kayıtlıdır.
91 Yeniçeri karşıtı literatürün başında devrin vak’anüvisi Esad Efendi’nin eseri gelir: Üss-i Zafer: Ye-
niçeriliğin Kaldırılmasına Dair, haz. M.Arslan, İstanbul 2005. M.A.Beyhan, “Yeniçeri Ocağının
Kaldırılışına Dair Bir Risale: Güzâr-ı Fütûhat”, Ata Dergisi, sy. 7 (Konya 1997), s. 237-251; Ş.
Mutlu, Yeniçeri Ocağının Kaldırılışı ve II. Mahmud’un Edirne Seyahati. Mehmed Daniş Bey ve Eser-
leri, İstanbul 1994.K. Beydilli, “Mahmud II”, DİA, XXVII, 354-355.
92 Bu dönemdeki gelişmeler ve ilgili literatür için bk. K. Beydilli, “Mahmud II”, DİA, 352-357. Ayrıca,
A.Özcan, “II. Mahmud ve Reformları Hakkında Bazı Gözlemler, TİD, X (1995), s. 13-39.
93 Savaştan Barışa: 150. Yıldönümünde Kırım Savaşı ve Paris Antlaşması (1853-1856), Tarih Araştır-
ma Merkezi, İstanbul 2007.
94 Genel olarak olaylar hakkında bk. M. Sertoğlu, “İstanbul”, İA, V/2, 1214/36-38.
95 İ.H. Uzunçarşılı, “Ali Suavi ve Çırağan Sarayı Vak’ası”, Belleten, VIII/29 (1944), s.71-118
96 Göçler hakkında genel olarak bk. N.İpek, Rumeli’den Anadolu’ya Türk Göçleri (1877-1890), An-
kara 1994.
97 İstanbul depremleri : Fotoğraf ve Belgelerde 1894 Depremi, haz. M. Genç- M. Mazak, İstanbul
2000; F.Ürekli, İstanbul 1894 Depremi, İstanbul 1999.
98 İ.H.Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, IV (İstanbul 1972), s. 331-336.
99 İ.H.Danişmend, 31 Mart Vak’ası, İstanbul 1961; A. Özcan, “Otuzbir Mart Vak’ası”, DİA, XXXIV,
9-11.
100 Danişmend, Kronoloji, IV, 388-396.
101 M. Selçuk, “Birinci Dünya Savaşı yıllarında İstanrbul’un Maruz Kaldığı Tehditler”, İmparatorluk
Başkentinden Kültür Başkentine İstanbul, s. 302-316.
102 M.Aydın, “İşgal İstanbul’unda Anarşi”, İmparatorluk Başkentinden Kültür Başkentine İstanbul, s.
317-334.

- 201-
Fatih Mahalleleri

Prof. Dr. Mehmet CANATAR*

GİRİŞ

G
ünümüzde Fatih ilçesi olarak idari
yapılanmadaki yerini sürdüren coğ-
rafi bölge, 1923 yılına kadar Osman-
lı Devleti’nin Dersaadet veya Nefs-i İstanbul
olarak anılan başşehrini teşkil etmektedir.
Fethedildikten sonra da başkent olma özelli-
ğini sürdürdüğü için Osmanlı idari taksima-
tı dışında tutulmuş ve fetihten Cumhuriyet
dönemine kadar hususi bir idari yapıya sahip
olmuştur. Surların içindeki İstanbul olan Fatih,
coğrafi sınırlar olarak Haliç, Marmara denizi
ve surların çevrelediği tarihi yarımadadan oluş-
maktadır. Kur’an’da geçen “beldetün tayyibetün”
veya “belde-i tayyibe” teriminin bu bölge için
kullanılmış olduğu kabul edilir. Buna muka-
bil İstanbul’u oluşturan tamamlayıcı unsurlar
olarak Galata, Eyüp ve Üsküdar bu terime
nisbetle “bilâd-ı selâse” olarak nitelendirilerek
teşkilatlandırılmıştır.

Fetih öncesinde Fatih’te yerleşim durumu:


II. Theodosios’un batıdaki kara surlarını ileri
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

almasıyla genişleyen şehirde iskân edilmemiş Fetih neticesinde II. Mehmed şehrin arazi ve
boş alanlar fethe kadar öyle kalmıştı. Öte binalarının devlet hazinesine ait bulunduğunu
yandan IV. Haçlı ordusu İstanbul’u alırken bildirdi ve taşınabilir olmayan şeyler ganimet
(1203-1204) çıkan yangınlarda şehrin yarısına olarak ilan edildi. Yerleşim noktasında fetih
yakını tahrip olmuş, tekrar imarı ve bilhassa sonrası ilk işlerden biri, Bayezid Meydanı’na
iskânı mümkün olmamıştı. Fetihten önceki daha sonra adı Saray-ı Atik-i Âmire olacak olan
yüzyıllarda şehrin iç kısımlarında boşalan bir sarayın yapılması, bir anlamda “Saray ma-
mahallelerin çoğunun yerini etrafları bağ ve hallesi”nin inşasıdır.
bahçelerle çevrili büyük manastırlar almıştı. Sultan Fatih, iskan ve inşa politikası çerçeve-
Fetih sırasında ise şehir tamamen boşalmış, sindeki bütün uygulamalarıyla Fatih’teki mahalle-
yaklaşık elli bin kişi de esir alınmıştı. Fethe lerin oluşumuna zemin oluşturmuştur. Öncelikle
yakın dönemde yalnız kıyılarla şehrin orta ve şehri yeniden nüfuslandırmak için kendine ait
doğu kesimleri, aralarında irtibat olmayan yer- esirlerin beşte birini, aileleriyle birlikte, Haliç’te
lerde meskundu.1 Fetih arefesinde Bizans’ta ev verip bir süre vergiden muaf tutarak yerleştirdi.
yangın ve bakımsızlıktan dolayı ancak elli Bu, şehrin eski sakinleri için mahalle oluşturulma-
kadar manastır ve kilise ayakta bulunuyordu. sı konusunda önemli bir uygulamaydı. Fidyesini
ödeyen veya bunu taahhüt eden esirlere de ev
Fetih sonrasında Fatih’te ilk yerleşimler:
verilmek ve vergi muafiyeti sağlanmak suretiy-
Fatih Sultan Mehmed tarafından belirtilen
le serbestlik ve yerleşim imkanı sağlandı. Fetih
halde fethedilen şehrin yeniden imar ve iskâ-
sırasında saklanmış veya Galata’ya kaçmış halk,
nına derhal başlandı. Fetihten iki yıl sonraki
fidyesini veren esirlerle birlikte şehrin ilk Rum
bir tahrirde; Bizans döneminden 22 mahalle-
mahallesinin sakinleri oldu.
de 291’i boş veya enkaz halinde tek katlı, iki
katlı ve geniş olarak nitelendirilen 918 hane Fetihten sonra Ayasofya vakfına devredilen
görülmektedir.2 Surların tamiri ve bazı sur ve bir çoğu Ayasofya, Sırt Hammamı, Hacı
kapılarının yenilenmesi gibi düzenlemelerle, Abdi, Hekim Yakub, Şahin Üskübi, Edirneka-
Fatih’te “mamur bir şehir” algısı oluşturulmaya pı, Üstad Ayas, Arslanlı Mahzen ve Top Yıkığı
çalışılmış ve bu durum Fatih’te mahallelerin (Topkapı) mahallelerinde yer alan evlerin mu-
oluşumunda mühim rol oynamıştır. hiti, Osmanlı öncesi yerleşim birimlerini işaret
eder. Müslümanların Ayasofya dışında cami
Fetihle birlikte en yoğun iskan sahalarının olarak kullandığı diğer Bizans dini yapıları olan
liman ticaretine yakın Haliç sahillerinde baş- İmrahor İlyas Bey, Küçük Ayasofya, Fenârîîsâ,
lamış olduğu, mahalle gelişimi istikametinin Bodrum (Mesih Paşa), Koca Mustafa Paşa, Atik
ise hep yamaçlara sonra da Marmara sahiline Mustafa Paşa (Câbir), Kalenderhâne, Eski İma-
doğru ilerlemiş olduğu görülür.3 Bu gelişim ret, Zeyrek Kilise, Kariye, Fethiye, Gül, Kilise
Küçükpazar sırtlarında (Zeyrek, Saraçhaneba- (Molla Gürani) camileri ile II. Mehmed’in On
şı, Fatih ve Aksaray), Çarşamba yamaçlarında İki Havari kilisesinin yerine yaptırdığı ve Fatih
(Atikali, Çapa, Koca Mustafapaşa) civarı gibi Camii ve külliyesi, iskân edildikçe mescid haline
yüksek yerlerde gerçekleşmişti. getirilen eski kilise ve manastır kalıntıları ve

- 204-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

Bizans dini yapıları olan Ahmed Paşa, Manas- bölgeyi tanımlardı. XIX. yüzyıla kadar nahiye,
tır, İbrahim Paşa (Esekapısı), Sancaktar, Şeyh kadı tarafından tayin edilen naibler vasıtasıyla
Süleyman, Sekbanbaşı İbrahim Ağa, Balaban yönetilen kalabalık bir köy demekti. Nahiye
Ağa, Şeyh Murad, Sinan Paşa, Odalar, Kefeli, kavramı İstanbul’da olduğu kadar yaygın görül-
Toklu İbrahim Dede, Acem Ağa mescidleri aynı memektedir. İstanbul’da Mahmud Paşa, Davud
zamanda çevresinde bir müslüman mahallesi-
Paşa ve Topkapı nahiyelerindeki mahkemelerde
nin oluşmasında temel yapı taşı durumundaki
İstanbul kadısı adına naibler görev yapmaktaydı.
merkezlerdir.
İstanbul şehrinin gelişimi Ayasofya, Büyük
Sürgün uygulaması, şehrin nüfusunun ar-
tırılması ve mahalle inşasında çok önemli bir Çarşı, Fatih Külliyesi, Sultanpazarı, Saraçha-
yöntemdi. Anadolu ve Rumeli’den bir kısım var- ne ile padişah ve devlet adamlarının yaptırdığı
lıklı müslüman, hıristiyan ve yahudi aileler bu külliyelerin nahiye merkezi kabul edilip na-
yöntemle İstanbul’a getirilmiş, ancak gelenlerin hiyelerin oluşmasıyla gerçekleşmiştir. Kanuni
bir kısmı geri dönüp gitmişti.4 Getirilen nüfusu döneminden itibaren görülen 13 nahiyeden
kalıcı kılmak için şehri cazip kılıcı uygulama- üçü (Fatih-Bayezid-Selim) padişah, ikisi aynı
lara ihtiyaç vardı. Bu ise şehrin canlı bir ticaret kişi olmak üzere yedisi (Mahmud, Ali, İbrahim,
merkezi olmasını sağlayıcı inşa faaliyetlerine Murad ve Davud) devlet adamı paşa, biri tarikat
girişilmesiydi. şeyhi (Şeyh Ebu’l-Vefa) adını taşımaktadır. Su-
Fatih devri sonlarında mahalle-
lerin Fatih ve Saraçhane civarı ile
Haliç çevresinde oldukça yoğun ve
sıkışık bir şekilde bulunduğu, Mar-
mara sahillerinin seyrek, Yedikule ve
kuzeyinin ise oldukça tenha olduğu
görülmektedir.5

I. Fatih’te Nahiye ve Mahallelerin


Yapılanması ve Durumu

Fetihten sonra bir kadılık bölgesi


haline getirilen İstanbul’da her nahi-
yenin birkaç mahalleden oluşturul-
duğunu görüyoruz. Nahiyeleri oluş-
turan daha küçük yerleşim birimleri
olan mahalleler ise mescidlerin etra-
fında gelişti. Sözlükte “taraf, cihet, İstanbul surlarını gösteren eski bir gravür.
yöre, kenar, bölge” gibi anlamlara
gelen nahiye, bazan çok küçük bir yönetim riçi Bizans da toplam 13 region yani nahiyeden
ünitesini bazan da vilayet hatta daha geniş bir oluşmaktaydı.6

- 205-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

Ayasofya Nahiyesi, şehrin ilk idarî


birimini oluşturur. Fatih Sultan Meh-
med tarafından fethin hemen akabin-
de oluşturulan ve şehrin kuruluşuna
esas teşkil eden merkez nahiyedir.

Mahmud Paşa Nahiyesi, Mahmud


Paşa’nın külliyesi için seçtiği, oldukça
işlek bir bölgedir. Bu bölge bedesteni
Tahtakale’ye ve Bahçekapı rıhtımına
bağlamaktaydı. XIX. yüzyıla kadar en
önemli ticaret bölgesi olarak kalmıştır.

Murad Paşa Nahiyesi, Has Murad


Paşa’nın yaptırdığı külliye çevresindeki
yirmi üç mahalleden oluşmakta idi.
Bugünkü Aksaray, Lâleli, Cerrahpaşa,
Langa ve Yenikapı bölgelerini kap-
Fatih Camii ve Külliyesi. sayan nahiye II. Bayezid döneminde
büyük gelişme göstermiştir.
Fatih’te nahiyelerin oluşmasına esas olduğu Ebu’l-Vefâ Nahiyesi, Eski Saray ile
anlaşılan uygulama; Sultan II. Mehmed’in dev- Unkapanı caddesi arasında yer almakta olup
let erkânını yanına çağırarak şehrin herhangi Halic’e doğru uzanmaktaydı ve baştan beri
bir yerinde kendilerinin ismiyle anılacak bir
kalabalık bir nüfusa sahipti. Sultan Fatih, bu-
bölge seçmelerini ve orada bir cami, bir han, bir
rada Şeyh Ebu’l-Vefâ için bir cami ve bir zaviye
hamam ve bir pazaryeri inşa etmelerini isteme-
yaptırmıştı. Molla Hüsrev, Hızır Bey, Molla
siyle başlamış görünmektedir. II. Mehmed’in
Gürânî vb. ulemâ ve zengin esnafın yaptırdığı
seçtiği nahiye yeri Fatih camii ve külliyesinin
mescidlerle seçkin bir yerleşim bölgesiydi.
olduğu bölgeydi. Bu külliye ve çevresindeki
nahiye şehrin Halic’e doğru genişlemesini sağ- II. Bayezid döneminde; Atik Ali Paşa, İbra-
lamıştır. Fatih’in emrine uygun olarak paşaların, him Paşa, Sultan Bayezid, Davud Paşa, Koca
kendi külliyelerini inşa etmeleri sonucu fetih- Mustafa Paşa ve Atik Ali Paşa (Çukurbostan’da)
ten sonraki yetmiş yıl içerisinde on üç nahiye adlarıyla altı yeni nahiyenin daha kurulduğu
meydana gelmiş ve Osmanlı İstanbul’unu teşkil görülür. Bu nahiyelerle, yerleşim alanları Fatih
eden Fatih artık şekillenmişti. ve Aksaray’dan surlara doğru genişledi ve bunun
sonucunda birkaç Bizans kilise ve manastırı
İstanbul’un ilk kurulan nahiyelerinin, Aya-
camiye çevrildi.
sofya, Mahmud Paşa, Ebu’l-Vefa, Sultan Meh-
med, Murad Paşa ve Topkapı nahiyeleri olduğu Sultan Bayezid Nahiyesi, 1501-1505 yılla-
anlaşılmaktadır. rı arasında Eski Saray’ın güneyinde yaptırılan

- 206-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

külliye merkezli bir bölgeydi. Bu


külliye yirmi üç mahalleden oluşan
nahiyenin merkezinde olup, Bayezid
Meydanı’ndan Kumkapı’ya ve Di-
vanyolu üzerinde Büyük Çarşı’dan
Saraçhane’ye doğru uzanan bölgede
yer almaktaydı. Nişancı Mehmed Paşa
Külliyesi bölgede bir ikinci merkezi
oluşturmaktaydı.

Atik (Hadım) Ali Paşa Nahiyesi,


Ali Paşa’nın, Divanyolu’nun bir bölü-
münde yaptırdığı külliye çevresindeki
beş mahalleden oluşmaktaydı. Atik
Ali Paşa adına Çukurbostan civarında
bir nahiye daha bulunmaktadır. Bu
yüzden İstanbul’un 3. ve 13. nahiye- Nişancı Mehmet Paşa Camii.
leri aynı ismi taşır.
Nahiyeye esas olan külliye civarında on yediden
İbrahim Paşa Nahiyesi, Çandarlı İbrahim fazla mahalle kurulmuştu.
Paşa’nın Uzunçarşı’da yaptırdığı cami, medrese
Koca Mustafa Paşa, Davud Paşa, Atik Ali Paşa
ve okul çevresinde oluşmuştu. Büyük Çarşı ile
ve Topkapı nahiyeleri geniş olmalarına rağmen
Haliç liman bölgesi arasında kalan kalabalık
seyrek nüfuslu, vakıfları nisbeten azdı. Kanunî
ticarî bölgeyi içine almış ve bazı mahalleleri Fatih
zamanında kurulan mahallelerden dördü Top-
Sultan Mehmed devrinin zengin iş adamları
kapı ve üçü de Ali Paşa’da nahiyelerinde yer
tarafından kurulmuştu.
almıştı.
Dâvud Paşa Nahiyesi, Veziriazam Koca Dâ-
Mahalle kelimesi Arapça sözlüklerde “men-
vud Paşa tarafından meydana getirilen külliye
zilü’l-kavm” yani bir kavmin yerleşkesi, konak
merkez olmak üzere teşekkül etmiştir. Dâvud
yeri, yer, kamp karşılığı olarak kullanılmaktadır.
Paşa, ayrıca kendi adıyla anılan Marmara kı-
Çoğulu “mahâll” olup Osmanlı Türkçesinde
yısındaki bölgeyi de inşa etmek suretiyle yerle-
“mahallât” şeklinde de kullanılır. Kelimenin
şim alanı haline getirmişti. II. Bayezid devrinde
sözlük anlamından hareket edildiğinde söz
burada sekiz yeni mahalle daha kurulmuştu.
konusu olan yerleşmenin hem kalıcı-sürekli
Koca Mustafa Paşa Nahiyesi, II. Bayezid’in hem de geçici-süreli olabileceği görülmektedir.
hükümdarlığının sonuna doğru müslüman Mahalle kelimesinin, konulan yer, konak yeri
yerleşiminin Silivrikapı yönünde genişlediği ve kamp anlamında da kullanılması, yapılan
görülünce, Veziriazam Mustafa Paşa, Saint yerleşmenin sürekli olma amacı taşımadığını
Andrew Kilisesi’ni camiye çevirtmiş ve böylece açıkça göstermektedir. Mahalle kelimesi “bir
Koca Mustafa Paşa nahiyesi ortaya çıkmıştır. yere inmek, konmak, yerleşmek” anlamına gelen

- 207-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

hall kökünden türetilmiş bir mekân ismi ola-


rak, ikamet etmek için kurulan küçük yerleşim
birimidir.7

Şehirler ve mahalleler, binaların ve insan-


ların rastgele yoğunlaştığı alanlar değil, neden
ve sonuç ilişkilerine dayalı, sosyal ve coğrafi
çevre itibarıyla belli bir düzen içerisinde oluşup
gelişen alanlardır. Mahalle, dayanışma içinde
aidiyeti, yönetime katılımı, hizmet etkinliği ve
sınırlı bir özerklik alanı olarak da tanımlanır.8

Mahalle, şehirlerin yalnız fiziksel yapısını


belirleyen en önemli etkenlerden biri değil, aynı
zamanda mahalli meselelerin cami ve mescid
merkezinde çözüldüğü, hem merkezi hem de
yerel hizmet amaçları çerçevesinde şekillenen,
idari ve sosyal bir ünitesidir.

İslam öncesinden itibaren Arap ve yahudi


kabilelerinin birbirinden oldukça uzak mahal-
lelerde oturduğu Medine’de bu uygulamanın
Hicret’ten sonra da sürdüğü görülür. Bu du-
rum, farklı dini unsur ve etnik yapıların farklı
mahallelerde yerleşmesinin Osmanlı da dahil
olmak üzere sonraki dönemlerde esas alınmasını
sağlamıştır.

İslam devletlerinde şehir ve mahallelerin bir


kuruluş felsefesi çerçevesinde şekillendiğini söy-
lemek mümkündür. Bu felsefe; şehrin askeri,
mahalleye yerleştirildiğini görmek de mümkün-
siyasi, ticari, dini, kültürel bir veya çok amaçlı
dür. Bunlar Fatih mahalleleri için de geçerlidir.
bir gayeyle kurulup bu hedef etrafında gelişip
büyümesi ile vücut bulmuştur. İlk İslâm şehir- 1. Fatih’te mahallelerin oluşumu
lerinde farklı yapıların şehrin farklı yerlerine
Şehirdeki her türlü imar faaliyetleri ve vakıf-
yerleştirilmesi, mahallelere fiziksel ve toplumsal
bir birim niteliği kazandırmış; mahalle burada lar bünyesinde işleyen külliye-imaret uygula-
yaşayan insanlara bir yere bağlı olma hissini maları, mahallelerin kuruluş ve gelişmesinde en
verdiği gibi o mahalleye nisbet edilmelerini de önemli çekirdek unsuru oluşturur. İstanbul’un
sağlamıştır. Sosyal ve ekonomik şartların uygun fethinde önemli rol oynayan Molla Gürani,
düşmesi durumunda her meslek sahibinin ayrı Molla Hüsrev, Akşemseddin gibi kimselerin

- 208-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

adları bünyesinde teşkil olunan mahalleler ise bağlıdır. Mâbed toplu buluşma yeri ve “ma-
Fatih’te bir vefa örneği olarak kurulmuştur. Ma- hallenin sembolü” olduğu için her türlü masrafı
hallenin, onu oluşturan toplumun sahip olduğu da mahalle cemaatinin ortak sorumluluğunda
değerler bütününü de yansıtan bir toplumsal bulunmaktadır. Mahalleler bir zorunluluk ne-
olgu olduğu dikkatten uzak tutulmamalıdır. ticesinde değil kendiliğinden oluşmuş açık bir
Mahalle bir cami, kilise veya havranın et- yerleşim alanları olup, bir mahallenin genel-
rafında oluşmuş ve kendisine has kimliği olan de yirmi ile kırk, bazan altında veya üstünde
sosyal bir birimdir. Mahalle sakinleri sadece haneden oluştuğu kabul edilir. Bir mahallede
ortak menşe, din ve kültürle değil sosyal da- komşu olarak yaşayan ailelerin bir çoğunun
yanışmayı sağlayan dış faktörlerle de birbirine aynı zamanda akraba olduğu da görülür.9

- 209-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

leri kullanmaya, harap yerleri


iskana başlamakla mahalleler
oluşturmuşlardı. Keza, 1593-
1594 yılında Çarşamba’da Fet-
hiye Camii civarı cemaatinin
çoğalması için arsa dağıtımı
yapılmış, 400 arşından ziya-
de arsa işgal etmiş olanların
fazla aldıkları yerler diğer
isteyenlere verilmişti.10 Bir
kilise camiye çevrildiğinde
etrafındaki boş arazi her biri
bir ev yapılacak kadar par-
sellere ayrılıp bir müslüman
mahallesi kurulması amacıyla
müslümanlara satılmaktaydı.
Nüfusun yoğun olmadığı böl-
gelerde bir cami veya mescidin
yapılması da yerleşimi teşvik
etmiş ve böylece mahalleler
ortaya çıkmıştır. İskan poli-
tikası neticesinde sürgünler
suretiyle yapılan yerleştirmeler
ise yeni müslüman ve gayri
Şeyh Ebü’l-Vefâ Camii ve eski İstanbul evleri. müslim mahallelerinin oluş-
masında büyük rol oynamıştır.
Mahallelerin sosyal ve idari yapısının oluşu-
munda rol oynayan pek çok unsurdan söz ede- Mahallelerin oluşumunda nahiyeler dikkate
biliriz: Dini kimlik-köken ve tercihler; alt dini alındığında bir hiyerarşi söz konusudur. Nahi-
kimlik-köken ve tercihler; etnik kimlik-köken yeler, külliye çevresinde şekillenen, padişah veya
ve tercihler; alt etnik kimlik-köken ve tercihler; üst düzey devlet adamları tarafından inşa edilen
mesleki grup kimliği; siyasi, askeri, sosyal ve eko- büyük kompleksler iken, mahalleler diğer devlet
nomik tercihler; aile hayatı ve evlilik; tarihi ve görevlileri veya varlıklı sivil kesim tarafından
meskûn yerlere yerleşim veya meskûn olmayan inşa edilen ve merkezinde mescid ve mektebin
hâli alanlara yerleşim; planlı yerleşim veya plansız olduğu daha küçük komplekslerdir.
yerleşim, nüfus yoğunluğu veya azlığı gibi.
Mahallelerin oluşmasında dinin çok önemli
Fetih sonrası iskanı artırmak için arazi ve bir etken olduğu görülmektedir. Bu bağlamda
binaların mülk olarak verileceğinin ilanı üze- mahalle, “aynı mescidde ibadet eden cemaatin
rine ahali, çeşitli yerlerden gelerek metruk ev- aileleriyle birlikte yerleştiği şehir kesimi” şek-

- 210-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

linde tanımlanır. Halkın çeşitli dinî ve etnik etnik kök gibi ayırımları aşmıştı. Osmanlı dev-
gruplara göre şehrin bölge ve mahalleye ay- rinde farklı dinlere mensup insanlar, çoğunluğu
rılması, İslâm şehrinin en önemli özelliğidir. müslüman olan mahallelerde “komşu” olarak
“Müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz” kendilerine yer bulabilmişlerdi. Bazı meslek
sözü ile, Suriçi İstanbul’un “müminler şehri”11 grupları da mesleklerinin adını taşıyan mahal-
olarak nitelendirilmesi de dinin mahalledeki lerde (Vezneciler, Çıkrıkçılar) oturarak mahalle
yansımasıdır. oluşumuna tesir eden unsurlar olmuşlardır.
İstanbul’un gelişiminde izlenen esas prensip, Genellikle mahalle mescidleri ileri gelen bir
toplumun dininin gereklerini rahatça yerine mahalle sakini tarafından yaptırılmış, zamanla
getirebilmesini ve bir müslüman şehrinde ya- bazısı camiye de dönüştürülmüştür. Mescid veya
şamanın kolaylıklarından faydalanabilmesini camii yaptırarak mahallelere ismini vermiş olan
sağlamaktı. Ayasofya, hükümdar ve halkın bir şahsiyetlerin dini ve alt dini kimlik ve kökeni,
araya geldiği, halkın dilekçe ve şikâyetlerinin tasavvufi yönü de o mahallenin gelişmesi nok-
kabul edildiği bir yerdi. Bu temel İslâmî karakter
tasında büyük tesirler icra etmektedir. Nitekim,
şehrin topografik gelişiminde de görülür. Baştan
kurduğu mescid ve vakıfla Fatih nahiyesinde-
beri İstanbul’a “mübarek bir İslâm şehri” niteli-
ki bir mahalleye ismini veren ve İstanbul’daki
ği verilmeye çalışılmıştır. Osmanlılar’ın sûfî ve
ilk Nakşibendi şeyhi olarak da bilinen Seyyid
derviş şeyhlerine derin bağlılığı, birçok mahalle-
(Emir) Ahmed Buhari (v. 922/1516) adına bu
nin bir velînin zaviye veya türbesinin etrafında
mahallede müridleri ve muhibbleri tarafından
ve onun ismiyle kurulmasına yol açmıştır. Bu
kurulmuş onlarca vakıf olduğunu görüyoruz.
çeşit mahalleler arasında Şeyh Ebu’l-Vefâ, Şeyh
Dolayısıyla mahallenin kurucu unsurunun
Akşemseddin, Şeyh Sevindik Halvetî (Kovacı
şahsiyeti o mahallenin gelişmesi açısından da
Dede), Şeyh Mahmud Resmî sayılabilir. İslam
büyük bir ehemmiyet taşımaktadır.
şehri kimliğini öne çıkarma çabaları içerisinde,
sikkelerden “Kostantiniyye” lafzının kaldırılarak 1543’te çok sayıda geniş ve üzerinde yerleşil-
1760 itibarıyla emir ve beratlarda da “İslambol” memiş arazi parçaları mevcuttu. XVI. yüzyılda
yazılması emredilmişti.12 surların içindeki mahallelerin yaklaşık %30’u
Halkın başta din unsuru olmak üzere kısım Fatih Sultan Mehmed, %50’si II. Bayezid
veya mahallelere ayrılması ve örgütlenmesi, in- devrine, %15’i ise 1512-1546 yılları arasına
sanların sosyal, ekonomik ve siyasî tercihleri- tekabül eder. XVI. yüzyılda nüfus artışının
ni kendilerinin yaparak ayrı bir yaşama alanı sürmesine rağmen yeni mahalle oluşumundaki
belirlemelerine imkân sağlamıştır. Bu açıdan sayılar daha düşüktür. Bu durum, artan nüfu-
mahalleler bir pazar çevresinde de gelişebilmiştir. sun önceden kurulmuş mahallelere yerleşimle
Birlikte yaşama kültürünün gelişmişliği sonucu izale edildiğini gösterir. XVI. ve XVII. yüzyıl
şehrin müslüman ve gayri müslim ahalisi pazar planlarında Yedikule, Bayrampaşa deresi, Ye-
bölgesinde yanyana çalışmakta ve hatta başlan- nibahçe surları civarı ve Langa bostan bölgesi
gıçta iskân bölgelerindeki mahallelerde karışık hariç, Suriçi'nin tamamıyla meskun mahaller
olarak yaşamaktaydı. Hemşehrilik olgusu din ve olduğu görülmektedir.

- 211-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

XVI. yüzyılda surların içindeki İstanbul nü-


fusu hızla artınca eski mahallelerde yerleşim sık-
laşınca, bazı mescid, kilise ve sinagoglar camiye
çevrilip yeni mescid ve külliyeler inşa edilmiştir.
Özellikle Bayrampaşa deresi boyunca surlara
doğru daha önce iskân edilmemiş bölgelerde
yeni mahalleler kurulmuştur. XVII. yüzyıla
kadar İstanbul’un gelişimi genellikle surların
içinde süregelmiştir.
Bayrampaşa deresinin doldurduğu limanda bulunan yağ kan-
Fatih’te Suriçi'ne ait vakıf sayılarındaki artış- dilleri.

lar mahallelerin gelişmesini de göstermektedir.


Mahalle sakinlerinin, cami yaptırmak için
Suriçi'nde, 1453-1521 tarihleri arasında 1163
dernek kurdukları da görülür. Bu da yeni bir
vakıf kurulmuşken, bu sayı 1546 yılında 2515’e
mahalleler oluşumuna adım demektir. Fetih-
yükselmiş, 1600 yılında ise 3265 rakamına ulaş-
ten sonra birden fazla mescid yaptırıp adını iki
mıştı. XVI. yüzyılda sur kapıları civarında ve
mahalleye vermiş kimseler de olmuştur.
Bayrampaşa vadisinde meydana getirilen vakıf
sayısındaki fazlalık bölgedeki nüfus artışına ve Mekteb, çeşme ve kütüphanelerin de yer-
yeni mahalle oluşumuna işaret etmekteydi. Bu leşimi celbederek mahalle oluşumunda önem
tarihlerde Suriçi gelişiminin zirve noktasına taşıyan birer unsur olduğunu belirtmeliyiz.
ulaştığı görülür. Nitekim hemen her mahallede varlıklı kişile-
rin yardımıyla ayakta duran bir okul ve çeşme
mevcuttu.

İstanbul’da Fatih, Vefa ve Süleymaniye çevre-


sindeki bazı mahalleler ulema semti, Yenibahçe
ise yöneticiler tarafından tercih edilen yer idi.
İstanbul’da yer alan her bir bina ve hizmet türü
şehir yerleşimine, çevresinde mahalle oluşumu-
na doğrudan veya dolaylı tesir eden yapılardır.

2. Fatih’te mahalle yapısı ve nüfus

İstanbul’u şenlendirmek nüfuslandırmak de-


mekti. Fatih döneminde bu amaçla memleketin
her yerinden sürgünler yapıldı, fethedilen yer-
lerden şehrin gelişmesine katkıda bulunabilecek
soylu, zanaatkar ve tüccar getirildi. Her dinden,
her kökten göçmenin İstanbul’a gelip yerleşmesi
teşvik edildi. Ancak İstanbul’a yoğun gönüllü
Lycus Deresi (Bayrampaşa Deresi). yerleşimi, alt yapı geliştikten ve şehir ticarî yön-

- 212-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

den gelişmeye başladıktan sonra gerçekleşti. Bu Kanunî Belgrad’ın fethinden sonra hıristiyan
durum mahalle oluşumunda alt yapı ve ticari ve yahudilerin bir kısmını Samatya Kapısı sonra
imkanların özenle takip edildiğini de gösterir. Belgrad Kapısı kesimine yerleştirerek Belgrad
mahallesini oluşturmuştu.
Fatih’in sarayında daimî ikamete başlayıp,
bina yapımını, ekonomik canlılığı ve yeni yer- XVI. yüzyılın ilk yarısında büyük oranda
leşimleri teşviki, 1459 yılında fetihten önce ve ekonomik sebepler sonucu iş bulmak amacıyla
sonra kaçan bütün Rumlar’ın geri dönmesini İstanbul’a ev göçü suretiyle şehrin ve mahal-
emretmesi, Rum Ortodoks ve Ermeni patriği lelerin nüfusu önemli ölçüde arttı. Bu gelişler
tayin, özellikle zanaatkar ve tüccarın yerleşi- mahallenin genişlemesine de yol açmıştır. Bu
mini teşvik etmesi ve sürgünlerle birlikte İs- yüzyılda İstanbul’da nüfus artışı %100 oranında
tanbul’un nüfus bakımından desteklenmesi gerçekleşmiştir. Bu durum mahallelerin hayli
amacını taşıyordu. büyümesine, mahallelerin bölünmesine veya
yeni mahallelerin teşkil edilmesine etki etmiştir.
Foça ve Amasra’dan Ermeni ve Rumlar;
Mora, Taşoz, Limni, İmroz ve Semendirek, Mahallelerde nüfusla doğrudan ilgili ve ma-
Trabzon, Midilli, Argos ve Eğriboz’dan Rumlar; halle hayatında hayati önem taşıyan bir konu
Konya, Lârende, Aksaray ve Ereğli’den müs- da su ihtiyacı idi. II. Mehmed ve II. Bayezid
lüman, Rum ve Ermeniler; Kefeli’den Rum, dönemlerinde eski su yollarının tamirden ge-
Ermeni ve Latinler şehre getirilip yerleştiril- çirilerek su ihtiyacının karşılanması gibi çalış-
di. XVI. yüzyılın ortalarına gelindiğinde bu malara ilaveten, Kanuni döneminde şehrin su
cemaatler (Rum-Ermeni-Latin) İstanbul ve ihtiyacının karşılanması için yapılan faaliyetler
Galata’daki çeşitli mahallelere dağılmışlardı. neticesinde mahallelerin hem nüfus itibarıyla
Ermeniler’in yirmi dört cemaate yani mahal- hem de yeni mahalle teşkili dolayısıyla büyüme
leye dağıldığı ve 1490 yahudi hanesinin var
olduğu tespit edilmektedir.

Bir mahalleden sayılabilmek için, orada


kesintisiz beş sene ikamet etmiş olmak gerek-
tiğinden müslim veya gayri müslim olsun “ce-
maat” olarak adlandırılan sürgün-göçmenler,
nüfus sayımlarında mahalle sakinlerine dahil
edilmezler, dindaşlarının mahalleleri içinde ya
da zamanla yeni bir mahalle oluştururlar veya
bütünleşirlerdi. Bu bütünleşme müslüman-
larda kısa sürede gerçekleşirken yahudilerde
oldukça yavaş olurdu. Bahçekapı-Eminönü
bölgesinde tamamen, liman sahili boyunca
genellikle, kısmen de Fildamı mahallesinde Süleymanname'de yer alan ve Mimar Sinan'ı Kanuni'nin türbe-
sinin inşaatının başında, elinde mimarların kullandığı ölçü aleti
yerleşmiş bulunduğu görülmektedir. zira ile gösteren minyatürden detay.

- 213-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

gösterdiği görülür.13 Kanuni’nin de mahalleler olarak limana inen birkaç ana cadde haricinde
için su hassasiyetini Mimar Sinan’a; “Benim sokakların eğri büğrü geçit ve çıkmaz sokaklar
maksûdum bu su her mahalleye revâne ola”14 halinde olması gösterilir.
şeklinde ifade ettiği belirtilir. Suyun mahallele-
İkamet esasına dayanan mahallelerde ise her
re, devlet ricali ve zengin konaklarına dağıtımı
türlü inşaat devletin kontrolü altındaydı. 1559
İstanbul kadısının görevleri arasında önemli yer
tarihli bir talimata göre mahallelerde evler iki
tutmaktaydı.15 Su hizmetleri vakıflar aracılığıyla
kattan daha yüksek olmayacak, sokak üzerine
yürütülmekteydi. Eski dönem mahallelerinde
saçak ve çıkıntı yapılmayacaktı. 1725 yılında
fizikî yapıların tamamlayıcı unsuru olan ku-
müslimler için 12, zimmi ve yahudiler için 9
yuların yerini Osmanlılar’la birlikte mahalle
zirâ olan evlerin yükseklik ölçüsü 1817 tarihli
çeşmeleri almıştır.
bir talimatla müslimler için 14, gayri müslim-
3. İkamet mahalleleri ve ticaret mahal- ler için 12 zirâa çıkarılmıştı.17 İki kattan fazla
leleri ev inşa yasağı, binalarda yukarıya doğru ekle-
Klasik İslâm şehirlerinde ticaret ve ikamet melerin yapılmasına yol açmıştı. Tanzimat’tan
alanları birbirinden ayrılmıştır. Devletin kont- sonra getirilen bina yüksekliği sınırı tamamen
rol mekanizması çoğunlukla ticari alanlarda kaldırılmıştır.
ve merkezde kendini gösterirken, mahalleler Yangınlardan sonra özellikle resmi bina ve
kendi işlerini kendileri yerine getirmekte, bu hanlara bitişik olan evlerin, taş veya tuğla ile
ise mahalle halkı arasındaki dayanışmayı artır- yapılması emredilmekteydi. Ucuz maliyeti do-
maktaydı. Fatih’te de ticaret alanlarının bulun- layısıyla Fatih’teki evlerin çoğu ahşaptı. XVI.
duğu mahalleler ya hiç ikametgah bulunmayan yüzyılda görülen hızlı nüfus artışı ev ihtiyacını
(Mahmud Paşa) veya ticaret öncelik taşımakla da beraberinde getirmiş, şehirde büyük bahçeli
birlikte ikametgah alanlarının en düşük seviyeye saraylar yıkılıp yerlerine birbirine bitişik ahşap
indiği bölgelerdi.16 evler yapılmıştı.
İstanbul’da bazı yapıların toplumun bütü- İkamet mahallelerinde müslümanların ev
nünden ayrı bir mahalleye kapanması, diğer veya arsalarını zimmîlere satmaları yasaktı. Bazı
İslâm şehirlerinde görüldüğü gibi katı değildi. mahalleler zamanla hüviyet değiştirip, hıristiyan
Yani dinî ve etnik yapılar şehirde birbirine ka-
mahallesi iken müslümanlar veya müslüman
palı cemaatler halinde yaşamıyordu. Öte yan-
mahallesi iken hıristiyanlar tarafından iskân edi-
dan şehrin ticaret ve sanat kesiminde kendini
liyordu. Mesela 1636-1637’de Langa’da Kâtib
gösteren mesleki gruplaşmalar mahallelere pek
Kasım mahallesinde müslüman evlerinin sayı-
yansımadan, bir mahallede boyacı, ekmekçi,
sının, gayri müslimler tarafından satın alınmak
berber, kalaycı gibi çeşitli mesleklerden insanlar
suretiyle 300’den 33’e indiği bildirilmekteydi.18
birarada yaşamaktaydı.
Bu ve benzeri durumlarda çıkarılan fermanlarda
İstanbul’un ticaret bölgesi olan Haliç liman müslüman evlerinin hıristiyanlara satılmasının,
bölgesindeki çarşı, han ve kervansarayların tasar- hıristiyanların da sur dışında ev yapmalarının
lanmış bir plan sonucu yapılmadığına gerekçe yasaklandığı belirtilmekteydi. İstanbul surları

- 214-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

dahilinde kalan tek Katolik zümre, Ermeni-


lerle birlikte 270 haneyi bulan ve kendilerine
Edirnekapı’da iki kilise verilen Kefeli ailelerdi.
Bunlar zamanla Galata’ya geçince kiliseleri Ke-
feli Camii ve Odalar Camii adı verilerek camiye
çevrilmişti.

Mahallenin temel unsurları içerisinde esnafı;


bakkalı, fırıncısı, kasabı, terzisi, berberi, manavı
günlük hayat içerisindeki yerleri ve oluşturduk-
ları kültür ile birlikte mütalaa etmek gerekir.
XVI. yüzyıl sonlarından itibaren esnaflığı ve
ekonomik faaliyetleri seçen yeniçerilerin sefer-
lerde padişahla birlikte hazır olmak zorunlulu-
ğu olduğundan, sefer zamanları Fatih’te pazar
Suriçinden bir kare.
alanları tamamen düzensiz hale gelir; fiyatlar
artar, karaborsa oluşur ve kıtlıklar görülürdü. beş asır boyunca genişletme dışında mühim
II. Selim zamanına kadar hemen her yıl bu bir değişim göstermemesidir.20
duruma rastlanırdı.
Osmanlı döneminde Fatih sokakları, mahalle-
İstanbul’da inşa edilen ev tipleri beş başlık
nin oluşumuna, kullanımına ve gelişimine çoğu
altında incelenmekte ise de mahalle evleri, yak-
defa olumsuz etkisi olan temel unsurlardan biri
laşık 400 arşın bir alan kaplayan, esnaf ve orta
olarak gösterilir. Zira İstanbul’da sık sık çıkan
halli halkın yaşadığı genellikle bir veya iki katlı
yangınlar dar sokaklar nedeniyle şehrin sosyal,
ahşap veya kerpiç evlerdi.19 Bahçeli evler ise,
ekonomik ve fizikî yapısını etkilemiştir. Bu dar
duvarla çevrili, avluları iç ve dış olmak üzere
sokaklar, ramazan ayında dışarıdan gelen binlerce
ikiye ayrılan, bir veya daha fazla ev veya odadan
dilenci tarafından da doldurulurdu. Sokaklarda,
oluşan, içerisinde birer taraça, abdesthane, ahır,
fırın, hamam, sundurma, çardak, kiler, serdâb, gayri müslim iken müslümanlığı seçenlere at üze-
değirmen, kümes, bahçe, kuyu ve çeşme bulu- rinde dolaştırılarak bir çeşit tören de yapılırdı.
nan ikametgahlardı. Haliç bölgesinde limana inen birkaç ana cadde
4. Mahalle sokakları, caddeler ve günlük haricinde sokaklar eğri büğrü geçitler ve çıkmaz
hayat sokaklar halinde, XIX. yüzyılda bile şehrin en
önemli caddesi olan Divanyolu ancak 3-3,5 m.
Mahallelerinin çoğu küçük sakin bir iki so-
genişliğindeydi. Dar sokaklar sebebiyle taşıma-
kak veya çıkmazdan oluşmakta, bu sokakların
cılık daha çok Haliç’ten deniz yoluyla yapılırdı.
biraz genişçe ve hareketli yerinde ise bir küçük
cami veya mescid bulunmaktaydı. İstanbul so- Şehir, umumiyetle eğri büğrü çıkmaz sokak-
kakları açısından önemli bir husus; şehrin tabii larla doluydu. 1876 yılında dahi sokaklar II.
topoğrafyasına çok uygun olduğu için sokakların Mehmed devri özelliklerini korumaktaydı. Zira

- 215-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

yangınlardan sonraki yeniden yapılanma süreçle- Bir açıdan plansız şehirleşme örneği olarak
rinde eski sokak düzeni hep muhafaza edilmeye gösterilen çıkmaz sokaklar öte yandan, ma-
çalışılmıştı. Üst katlarda sundurma uygulaması halleye yabancı girişini engelleyip, sakinlerin
evlerin sokaklara taşmasına, dar sokakların loş mahremiyet ve güvenliğinin sağlanmasını da
ve havasız dehlizlere dönüşmesine yol açmıştı. kolaylaştırmaktaydı. Toplumsal hayatın bütün
ihtiyaçlarının karşılandığı her mahalle çıkmaz
XVI. yüzyıl belgelerinden anlaşıldığı üzere
sokaklara açılan bir ana caddeyle bölünüyordu.
sokaklarda kaldırım
vardı. Evliya Çelebi Şehirlerin savunmasını
İstanbul sokaklarının kolaylaştırmak maksadıyla
tamamının kaldırımla- yapılan surların yanında
rı olduğunu kaydeder. mahalle ile semtleri birbi-
Kaldırımların yapım rinden ayıran kapılar da var-
ve onarımı, mahalle dı ve mahalleler bu kapılara
göre adlandırılıyordu. Bir
yönetiminin kaldırım-
ayaklanma esnasında şehrin
cılar loncası kethüdası
diğer mahalleleriyle bağlan-
ile yaptığı anlaşma ile
tısını kesmeyi amaçlayan ve
sağlanır, yapılan işler
mahalleleri şehir kapılarına
merkezi idare tarafın-
göre gruplandırmaya daya-
dan kontrol edilirdi.
nan uygulama İstanbul için
Ana caddelere kaldı-
geçerli değildi.
rım döşeme giderleri
hükümet tarafından, Mahalle sokak ve cad-
yan sokaklarınki sâkin- deleriyle doğrudan ilgili ya-
ler, dükkân sahipleri ve pılar içerisinde hazîre-me-
vakıf mütevellileri tara- Suriçinde eski İstanbul evleri. zarlıklar da bulunmaktadır.
fından karşılanırdı. Fatih’te şehrin dışında geniş
arazide büyük mezarlıklar teşekkül etmesine
Ramazan hariç yatsı namazından sonra rağmen yoğun yerleşim yerlerinde, mahalle
herkesin evinde olması zorunluydu ve sokak aralarında veya bazı hayratın etrafında küçük
aydınlatması olmadığından gece sokağa çıkması mezarlıklar olan hazirelerin meydana gelmesi
gerekenler fenerleriyle çıkmak durumunday- önlenememiştir. Mahalle sakinleri evlerinin he-
dı. Aralıklarla yayımlanan fermanlara rağmen men yakınındaki bir hazîreye gömülmeyi tercih
sokakların bakımsız ve pis olduğu da hakim etmişlerdir. Bu yüzden mahallelerin arasında
kanaattir. İlk defa 1839’da çıkmaz sokakların ortaya çıkan küçük mezarlıklar şehrin tarihî
açılması, geniş ve ilgi çekici cadde ve meydan- görünümünün başlıca özelliklerinden birini
ların oluşturulması gibi planlar yapılmış, ancak oluşturmuştur. İstanbul’da, şehrin ilk kadısı
1865 Hocapaşa yangınından sonra uygulamaya Hızır Bey’in medfun olduğu Voynuk Şücâed-
konulabilmişti. din Camii hazîresi ile Vefa’da Molla Gürânî

- 216-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

Camii karşısındaki hazîre gibi birkaç önemli Kürsüsü'nün bir bölümünde, “Seyfi Baba”da
mezarlık daha vardır. Dolayısıyla İstanbul’da İstanbul’un sokakları ve insanları bir kara mi-
hayat ve ölüm birçok mahallede iç içedir ve zahla anlatılır. Şiirlerinde İstanbul’a en çok yer
bütünlük taşır. veren şair Yahya Kemal’dir. Ahmed Râsim’in
eserlerinde de İstanbul’un hemen her semti,
Mahalle mektep ve kahveleri ile mahallelerde
canlı ve ayrıntılı bir şekilde anlatılır.
tesis edilen kütüphaneler de, Fatih’in mahalle
ve sokaklarına canlılık 5. Yangın, deprem ve
katan müesseseler içe- salgın hastalıklar
risinde önemli bir yer
Şehir ve mahalle haya-
tutmaktadır. Özellikle
tını etkileyici en önemli
kütüphaneler yalnızca
unsur yangınlardır. Zira
nahiye merkezlerinde
yanan evler, bir veya
bulunan büyük medrese-
daha fazla mahallenin
lerde olmayıp mahallelere
asli unsurunu meydana
kadar yayılmıştı. Buna,
getiriyordu. Üstelik ma-
Mevlânâ Bâlî’nin Şeyh
hallelerde çıkan yangının
Süleyman mahallesinde
söndürülmesi işi de ilgili
inşa ettirdiği mescidde
mahallenin doğrudan
kurduğu kütüphane,21
sorumluluğu altındaydı.
Yemen fatihi Koca Si-
Sık nüfuslu ve çoğunluğu
nan Paşa’nın İshak Paşa
ahşap, dar sokak evleriy-
mahallesindeki medre-
le İstanbul’da sık çıkan
sesindeki kütüphanesi,
yangınlar şehrin sosyal
Amcazade Hüseyin Pa-
ve ekonomik yapısı kadar
şa’nın Saraçhane Mimar
fizikî görünüşünü de et-
Ayaş mahallesindeki kül- Fatih Sultan Mehmed.
kilemiştir. Tespitlere göre,
liyesinde müstakil bir
büyük yangınların bir çoğu Cibali semtinde
mekânda kurduğu kütüphane gibi pek çok
başlamış, şehrin merkezinin tamamı yandıktan
örnek gösterilebilir.
sonra Kumkapı, Yenikapı veya Langa’da Marma-
Hüseyin Rahmi, Suriçi İstanbulu'nu ve özel- ra kıyılarına ulaşmıştır. Tahtakale, Büyük Çarşı
likle kenar mahalleleri eserlerinde en çok işleyen civarı ve Fener-Balat bölgeleri sık sık yangın çı-
yazardır. Halide Edib’in özellikle Âkile Hanım kan semtlerdi. 1633 yangınında 20.000 ev, 1660
Sokağı ve Sevda Sokağı Komedyası doğrudan yılında şehrin üçte ikisi, 1693’te on sekiz cami,
sokak ismi çevresinde oluşmuştur. Bu eserlerde, on dokuz mescid, 2547 ev ve 1146 dükkân,
Aksaray ve Fatih civarında insanlarla beraber 1729’da şehrin sekizde biri, 1756’da şehrin üçte
çevrenin, sokakların, eşyanın değişimi tasvirlerle ikisi, 1782’de 20.000 ev, 1833’te şehrin yarısı,
anlatılır. Mehmed Akif ise şehir düzenin tenki- 1854-1885 arasında ise 27.000 ev yanmıştı.22
dini yapar. “Mahalle Kahvesi”nde, Süleymaniye İstanbul’un büyük kısmını tahrip eden 1908

- 217-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

Çırçır, 1910 Aksaray-Mercan ve Balat, 1912 İs- kişinin hayatını kaybetmesine neden olmuştur.
hak Paşa, 1918 Cibali-Cerrahpaşa-Şehremini ve Sonraki 400 yıl içerisinde 20 veba salgını daha
Vefa, 1919 Karagümrük yangınlarından sonra yaşanmıştır. Veba salgınları İstanbul’da yalnız nü-
40 yıl içinde yanan ve zarar gören 7000 binadan fus ve mahalleleri değil ticarî hayatı da olumsuz
iz dahi kalmamıştı.23 Yanan binalar baştan başa yönde etkilemiştir. Tarih itibarıyla karşılaşılan
mahalleler demekti. siyasi, askeri ve sosyal nitelikli kalkışmalar da
şehir ve mahalle hayatını önemli ölçüde etki-
Yangınlar toplum hayatında çeşitli siyasî, sos-
lemiştir. Bu tür hadiselerde sivil halk evlerine
yal ve ekonomik bunalımlara da yol açmıştır.
kapandığı ya da bir bölümünün şehri terkettiği
Yangınlarda, çarşı pazar ve mahallelerde yağmalar
dahi olmuştur.
görülür, evsiz kalanlar kurtarabildikleri eşyalarla
cami avluları, medreseler ve boş yerlere sığınır, Mahallelerin karşılaştığı meseleler karşısında
yiyecek ve inşaat malzemesi sıkıntısı çekilir, fi- bir dayanışma yoluna gitmesi neticesinde, pek
yatlarda artar ve yakın şehirlere göç olurdu. çok meselenin halli için mahalleye ait bir işletme
hüviyetindeki avarız vakıfları oluşturulmuştu. Bu
Yangın tehlikesini azaltmak ve şehir kapıla-
yapı, mahalle cami-mescidini vakfeden kişinin ve
rıyla iskelelere ulaşımı kolaylaştırmak için 1558
diğer hayır sahiplerinin katkısıyla ayakta duran,
tarihinde surlara bitişik ev ve dükkânların 4 zira
mahallelinin de iştirakinin söz konusu olduğu
boşluk bırakacak şekilde yıkılmasının emredil-
yardımlaşma sandığıdır. Avarız vakıfları birçok
diğini biliyoruz. Yangınlar yüzünden alınan
mahallede bulunurdu. İmamın sorumluluğu al-
tedbirler arasında, saçakların durumu, evlerin
tında muhafaza edilen toplanan para düşük bir
yüksekliği, evlerin surlara mesafesi konuları
nema karşılığında kredi olarak verilerek işletilir,
gösterilebilir. Buna rağmen İstanbul mahalle-
getirisinden hasta ve fakirlere, yardıma muhtaç
leri nizama aykırı evlerle dolmuş ve her yangın
evleneceklere, fakir cenazelerinin kaldırılması-
bunları yok etmekle beraber arkasından kısa süre
na, su yolu onarımına, cami veya mescid tamiri
içinde yenileri yapılmıştır. İstanbul’da belediye
yanında imam ve diğer mahalle hizmetlilerinin
teşkilâtının kurulmasından sonra da şehir ahşap
ücretlerinin ödenmesine ayrıca memleketine gi-
evlerle dolmaya devam etmişti.
decek parası olmayanlara sarf edilirdi.24 Devletin
Depremler de şehrin genel görünüşünde ve tarh ettiği ve mahalleye isabet eden ödemeler
toplum hayatında etkili olmuştur. İmar ve iska- yine avarız vakıflarından ödenirdi.
nından çok geçmeden şehirde yaşanan “Küçük
Mahalle içi yapılanma “zincirleme kefalet”,
kıyamet” diye nitelendirilen 1509 sarsıntıları ile
“ortak sorumuluk” esasına dayanan “komşuluk
109 cami ile 1070 ev harap olmuş, tahminlere
hakkı” çerçevesinde oluşmuştu. Dolayısıyla te-
göre 5000 ile 13.000 arasında insan ölmüştür.
mel konularda yardımlaşma ve dayanışma esas
Şehir 1711-1894 yılları arasında altmış altı sar-
unsurdu. Mahalle halkı birbirine müteselsilen
sıntı daha geçirmiştir.
kefil, yani mahallelerinde meydana gelen bir ola-
İstanbul mahallelerini etkileyen bir diğer fe- yın aydınlığa kavuşturulmasında ve doğan bir
laket bulaşıcı hastalıklardır. Veba, kolera, çiçek zararın karşılanmasında ortaklaşa sorumluydu.
hastalığı gibi salgın hastalıklar zaman zaman nü- 1509 depremi sonrası şehri yeniden inşa için âcil
fusun kırılmasına ve göçe yol açmıştır. Fetihten önlemler yanında işin çabuk tamamlanabilmesi
on üç yıl sonra yaşanan 1466 veba salgını birçok için İstanbul’da her haneden bir kişi ile 22 akçelik

- 218-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

avarız vergisi alınmıştı. Bu ve benzeri hadiselerde idi. İstanbul’da Ermeniler’in yerleşim kesimleri
mahallelerde oluşturulan avarız vakıfları birer Samatya, Yenikapı’dan Kumkapı’ya kadar olan
mahalli hazine hükmündeydi. Avarız için top- alan, Balat ve Topkapı’dır.26
lanan paranın harcama sorumlusu olarak avarız
Rumların büyük çoğunluğu fetih sonrası İs-
mütevellisi adı verilen kişi bulunmaktaydı.
tanbul’a sürgün edilenler olup başta farklı yerlere
6. Gayri müslim mahalleri iskan edilmişken 1601’den itibaren çoğunlukla
patrikhanenin bulunduğu Fener’de yaşamaktaydı.
Fethin hemen sonrasında 1456’da Samatya’da
1833 nüfus sayımında İstanbul’daki Rum milleti
kırk iki yahudi, on dört Rum ve on üç müslüman
50.343 erkek nüfustan ibaretti.
aile olduğunu biliyoruz. Gayri müslim mahallele-
ri kent dışından getirilen ve fetih öncesinden beri Karaman’dan sürülmüş, Rumca bilmeyen,
yaşayan ailelerin belirli mekanlara yerleştirilme- Türkçe konuşan bir
siyle oluşturulmuştu. grup Ortodoks hıris-
tiyan Rum patrikha-
Ermeni mahalleleri
nesine bağlanmışsa da
açısından baktığımız-
bunlar ayrı bir cemaat
da, II. Mehmed, ço-
cukluk arkadaşı olan karakteri taşımaktaydı.
Patrik Hovakim’in XVI. yüzyılın ortaların-
başkanlığında Bursa da Yedikule yakınlarına
Ermenilerine, Samatya yerleştirilen bu grubun
ve Kumkapı tarafların- daha sonra Narlıkapı ci-
da mahalleler vermiş- varında surun içinde ve
ti.25 Anadolu’dan İs- dışında yaşadığı görülür.
tanbul’a yerleştirilen Yahudiler çoğunluk-
Ermeniler 6 cemaat la İspanya’dan gelmiş
halinde çeşitli bölge- olup Haliç kıyılarında
lere yerleştirilmişti. Sirkeci Cıfıt (Şuhûd)
Ermeni ruhanî meclisi Pertevniyal Valide Sultan Camii.
Kapısı (Yahudi kapısı)
ilk patriğini padişahın çevresinde yerleşmişlerdi.27 Fatih yerli yahudi-
emriyle 1461’de seçti. Patriğin makamı o zama- lere de eman vermiş ve 110 yahudi ailesi olarak
nın Ermeni nüfusunun yoğun olduğu Samatya onları hanelerinde bırakmıştı. İstanbul yahudileri,
semtindeki Surp Kevork (Sulu Manastır) idi. sinagogları etrafında ayrı ayrı cemaatler halinde
Burada Rumlarla birlikte 1000 kadar Ermeni ruhanî ve idarî birimler olarak örgütlenmişti.
ailesi yaşıyordu. XVII. yüzyılda Ermeniler’in 1597’de Valide Camii’nin yapımına başlandı-
en kalabalık bulunduğu semt Kumkapı idi ve ğında Eminönü yahudileri yaklaşık 100 hane
1641’de Ermeni patrikhânesi buradaki Surp As- Hasköy’e taşındı. Bundan böyle Hasköy yahu-
duadzadzin Kilisesi’ne nakledildi. Ermeni nüfus dilerin yoğun olduğu tek bölge haline geldi.
Yenikapı, Kumkapı, Balat ve Topkapı semtlerinde XVII. yüzyıl ortalarında 17 yahudi mahallesi
yoğunlaşmıştı. 1833 sayımında İstanbul’da bü- olduğu, bunların Ayazma kapısı ve Balat’ta ka-
tün Ermeni milletinin erkek nüfus sayısı 48.099 labalık halde ve bir kısmı da sur dışında olmak

- 219-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

müslüman mabedinin yakınında ev inşa edemez,


buradaki bir evde de oturamazlardı. Evlerini 9
zirâdan daha yüksek inşa edemeyecekleri gibi
hamam yapmalarına da izin verilmezdi. Gayri
müslim mahallelerindeki evler farklı renklere
boyanır ve kolaylıkla ayırt edilmeleri sağlanırdı.30

Gayri müslimler arasında tek tek müslüman-


lığı seçenlere sıkça rastlanmaktaydı. Divan, yeni
müslüman olanlara “nevmüslim” akçesi adı al-
tında para yardımında bulunuyordu. Öte yan-
dan, topluca müslüman oldukları belirtilen ve
müslüman olduktan sonra 1747’den itibaren
bulundukları Edirne kapısı dahilindeki yerlerden
Fatih nahiyesindeki Büyük Karaman ve Dülger-
zade mahallelerine yerleşen kıptilerin yeniden
Balat ve Ahrida Sinagogunu anlatan bir gravür.
eski mahallelerine dönmeleri için 1762’de işlem
üzere Balıkpazarı, Bahçekapı (Eminönü’nde), yapıldığını görüyoruz.31
Acemoğlu, Karaşemsi ve Timurtaş (Tahtakale XIX. yüzyılda bazı Frenkler’in, İstanbul Bahçe-
civarında), Edirnekapı’da mahalle oluşturdukları kapı yahut Divanyolu’nda doktor muayenehanesi
kaydedilir.28 Bunlar fetih öncesinden kalan ve veya kumaşçı dükkânı açması üzerine bunların
kendilerinde bırakılan ibadethaneleri çevresinde kapatılması emredilmişti. Zira müslümanların
cemaatler halinde oturuyorlar ve Ohri, Karaferye, yaşadığı mahallelerde bu faaliyetlere izin yoktu.
Yanbolu, Cakacı cemaati gibi isimlerle anılıyor-
lardı.29 Bu cemaatlerin Çukurbostan civarındaki II. Fatih Mahallelerinin Yönetimi
Ali Paşa nahiyesinde Hacı İsa ve Tahta Minare Mahalli yönetimde asıl amaç yaşanılabilir bir
mahallelerinde de ikamet ettikleri görülmekte- yer oluşturmak, güvenlik, temizlik ve düzeni
dir.1727’de cami yakınında Balıkpazarı Kapı- sağlamak ve korumaktır. Osmanlı şehirlerinde
sı’nın dışında yaşayan yahudilere, mülklerini mahallenin en önemli özelliği “temel yönetim
müslümanlara satarak diğer yahudi mahallelerine birimi” olmasıdır.
taşınmaları emredilmişti.
Osmanlı döneminde mahalle ve köy iktisa-
Gayri müslimler genellikle kendi mahallelerini dî, malî ve idarî yönden kendi içine kapalı en
oluşturmuşlar ve kendi kilise veya sinagoglarını
alt yönetim birimini oluşturmuştur. Geleneksel
kurmuşlardı. Şehirde çıkan yangınlar ve gayri
Osmanlı mahallesi sınıf ve statü farkına göre
müslim mahalleleri yakınlarına cami inşa edilme-
değil etnik ve dini farklılığa göre biçimlenmiş,
si, gayri müslimlerin müslüman mahallelerinden
fizikî bir mekân niteliği taşımaktaydı. Mahalleleri
uzaklaşarak Marmara kıyısına, Haliç’e, Galata’ya
birbirinden ayıran keskin bir sınırın varlığı göz-
ve surların yakınlarına kaymalarını teşvik etmiştir.
lenmezdi. Mahalle “üyelerinin ortak bir mâbedde
Gayri müslimler bina yapımında müslüman- ibadet ettikleri ve nüfusu yaklaşık 1000 kişiden
lara nazaran daha ağır talimata tâbi idi. Onlar bir oluşan yerleşim birimi” olarak belirtilir. 1871

- 220-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

tarihli Osmanlı vilâyet kanununda mahalle, ev


sayısı dikkate alınarak “en az elli haneden oluşan
bir yerleşim birimi” şeklinde tarif edilmiştir.

1. Klasik dönem mahalle yöneticileri

Osmanlılar’da XIX. yüzyılın ilk yarısına kadar


mahallenin idarî yapı ile bağlantısını sağlayan
mahalle görevlilerinin en önemli kişisi, mahal-
le mescidlerinde imam ve müezzinler, mahalle
camilerinde ise imam, müezzin ve hatiplerdi.
Gayri müslim mahallelerinde ise mukabili gö-
revliler papaz ve hahamdı.32 Ancak uygulamada
bu görevi hıristiyan mahallelerinde kocabaşıların
yerine getirdiği veya papazın bu sıfatla anıldığı
görülür. Gayri müslim yahudi taifesinin yetkilisi
hahamın durumu da aynı papaz gibi olmalıdır. Gayri müslim yaşam alanlarını anlatan bir gravür.

Zira burada aynı mevkide “cemaatbaşı” ve ona


yardımcı olan “cemaat kahyası” bulunmaktaydı.33 önlemek için 1579 yılından itibaren görüldüğü
Mahalle imamı resmi otoritelerle bütün ilişkiler- üzere mahalle sakinlerinin birbirine kefil olma-
de mahallenin temsilcisiydi. Mahalle imamları larının istenmesi yanında, imamlar yabancıların
padişah beratıyla hizmete alındığından devlet mahallede barınmalarını önlemekle de görevliy-
sisteminde “askeri” zümreden sayılmakta görevi di. İmam, beldenin mülkî ve beledî âmiri olan
boyunca raiyyet ve avarız vergilerinden muaf tu- kadının temsilciliğini üstlenen bir memurdu.
tulmaktaydı. 1826’ya kadar mahalle imamlarının Mahallede meydana gelen doğum, ölüm, ev-
askerlik hizmetinden de muaf olduğu bilinir. lenme gibi olayları kaydetmek, mahalleye ge-
Kocabaşılar da vergiden muaf idi. lenlerin kayıt altına alınması, ikamet ve kimlik
belgelerinin tanzimi, bazan gayri müslimlerin
Padişahın emirleri kadı tarafından imamlara
de olmak üzere nikah, talak ve anlaşmazlıklarla
aktarılır veya münâdîlerce pazar yeri ve caddeler-
ilgili işlemleri yapmak imamın göreviydi.
de ilân edilirdi. İmam; cami-mescid cemaatine
yönelik dini ibadet ve eğitim-öğretim hizmetleri İmam ve mevkidaşlarının görev ve hizmet
yanında, mahalledeki sosyal düzenin sağlanma- alanlarıyla ilgili olarak tesis ettikleri işlemler dola-
sından, fahişe kadınlar ile bunlarla nikahlananla- yısıyla belirtilen türde bilgi ve belgeler ürettikleri
rın mahalleden ve İstanbul’dan çıkartılması dahil anlaşılmaktadır. Ancak bu görevleri ne imam ne
ahlaki asayişin sağlanmasından ve mahallenin de aynı yükümlülükteki papaz ve hahamların
hükümete karşı yükümlülüklerinin yerine geti- hakkıyla yerine getirdiği söylenemez. İmamlar
rilmesinden sorumlu idi. İmam, üzerine düşen ve gayri müslim mevkidaşları tarafından ma-
ödevleri yapmayan fertleri de resmî makamlara, halle yönetimi ve hizmetleri dolayısıyla belge
özellikle de kadıya bildirmek mecburiyetindeydi. üretilmiş olduğu muhakkak ise de bunlardan
Mahalleye dışarıdan izinsiz göçün önlenmesi ve günümüze intikal eden bir arşiv malzemesine
güvenliğin sağlanması ve suçluların kaçmasını birkaç istisna dışında sahip değiliz. İmam ve

- 221-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

mevkidaşlarının muhakkak tutmuş olduğunu şisinin yıkılması, II. Mahmud döneminden iti-
söylediğimiz bilgi kaynakları bir devamlılık ar- baren yani kadının idari fonksiyonunun azalıp
zetmediği için sonraki imam veya muhtara da güvenlik ve beledi hizmet alanı daralınca kadı
intikal etmiyordu. Nitekim Cem Behar Davut kadar olmasa da mahalle imamları da yönetici
Paşa İskelesi çevresinde bulunan Kasap İlyas olma vasfını kaybetmeye başladı.
Mahallesine ait kayıtları tesadüfen bulup satın
Mahalle yönetiminde imam-hatip dışında,
almak suretiyle 1770’ten itibaren bu mahalleye
kadıya bağlı olarak onun keşif-avarız gibi çeşitli
yerleşen Arapkirli insanların nasıl bir yapı ve
konulardaki naipleri, ihtisab ağası-muhtesib,
yaşayış sergilediği konusunda mühim bir tablo
subaşı, mimarbaşı, ehl-i vukuf, kassam-ı beledi,
ortaya koymuştur.34
şehir subaşısı, çöplük (tahir) subaşısı, asesbaşı,
Mahallede her şey imamın iznine bağlıydı. gibi maiyyeti35 de mahalle yönetimi ile ilgili
Bir kimsenin mahalleye yerleşebilmesi için ma- birimleri teşkil etmekteydi. Klasik yapıda esnaf
halle sakinlerinden birinin ve imamın kefaleti loncalarını oluşturan şeyh, kethüda, yiğitbaşı
şarttı. İmamın en önemli görevi mahalle halkına ve ehl-i hibre dışında, kocabaşı cemaat başı,
vergilerin paylaştırılması ve toplanması işini cemaat kahyası, mütevelli, bekçi ve saka, çöpçü
yürütmekti. Bu görevleri imamların nüfuzunu ve tulumbacı gibi görevliler ön planda idi.
arttınyordu.
Haham hahambaşının, papaz da patrikhane-
İmamların dini hizmetler yanında yönetim nin temsilcisiydi. Gayri müslim mahallelerinde
ağırlıklı konumu Tanzimat devrine kadar de- vergilerin toplanmasının da din adamlarına
ğişmemiştir. Mahallelerde imam-kadı hiyerar- verilmesiyle Patrikhane’nin üstlendiği sorum-

- 222-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

luluk XVIII. yüzyılda daha da artmıştır. Bu Mahalle muhtarlıklarının kurulmasına ilk


sebeple zamanla patriklik bürokrasisi giderek olarak İstanbul’da başlanmış, muhtarlıklar yay-
daha geniş yetkiler almıştır. gınlaşınca vergilerin salınması ve toplanması,
mahallelerin güvenlik işleri ve belediye hiz-
2. Mahalle muhtarları
metleri muhtarlara bırakılmıştır. Yeni yapıda
Muhtarlıklar; imamların vazifelerini hak- muhtar bütün mahallenin, imam da muhtarın
kıyla yürütememesi, usulsüzlüklerin önüne kefiliydi.
geçmek, mahallelere ve dolayısıyla şehre göçü
1864 tarihli Vilâyet Nizamnâmesi’nde en
kontrol etmek, mahalle giriş çıkış hareketlerini
az elli hâne bir mahalle olarak kabul edilmiş,
takip etmek ve güvenliğini sağlamak, dediko-
ihtiyar meclisleri kurulmuş, mahalle muhtar-
duları önlemek gibi birçok amaçlarla oluşturul-
lıkları denetlenmeye başlanmıştır. Osmanlı vi-
muştur.36 Genel güvenliği mahallelerde yeniçeri
layetleri için yapılan bütün bu düzenlemelerin
kollukları sağlıyordu. II. Mahmud devrinde
İstanbul’daki yansımaları konusunda elimizde
yeniçeriliğin kaldırılmasından sonra şehrin
yeterli bilgi bulunmadığını belirtmeliyiz.
güvenlik, vergi ve mahalle düzeni açısından
müslümanların yaşadığı mahallelere muhtar, Gayri müslim mahallelerinde bu dönemde
müslüman olmayanların mahallelerine ise kâh- kocabaşılar yer yer görevlerine devam etmek-
yalar atanmaya başladı.37 Bu yüzden İstanbul’da le birlikte muhtar mukabili olarak kahyaları
muhtarlık teşkilatının kurulması “mahallelere görüyoruz.
köy kâhyaları dikildi” şeklinde algılandı. 3. Mahalle bekçi, çöpçü ve tulumba-
1827’de Dersaâdet ve Bilâd-ı Selâse ahalisi- cıları
nin erkek nüfusunun sayımı yapılmış, nüfusun Bekçiler. Genel kolluk hizmeti merkezi ida-
artmasının, işsizlik ve serseriliğin önlenmesi için reye ait olmakla birlikte, her mahallenin bir
şehre giriş çıkışlar kontrol altına alındığında bekçisi vardı. XVI. yüzyılda mahalle sakinleri
imamların denetimindeki mürur tezkirelerinde bu ödevi sırayla yerine getirirlerdi. Ancak daha
yolsuzluk yapıldığı anlaşılınca muhtarlık teşki- sonraları mahalleli ücretli bir bekçi (pâsbân)
latı 1829’da uygulamaya geçirilip her mahal- tutmaya başladı. Mahalle sakinlerinin başvu-
leye iki muhtar tayin edilmiştir. Gayrimüslim rusu ve kadının resmî yazısı ile mahalleye tayin
mahallelerinde muhtarlık yapısına tam olarak edilen bekçiler imamların daha sonraki yıllar-
geçilmesinin müslüman mahallelerine göre da muhtarların emrinde mahallenin güvenlik
bir müddet sonra başladığı anlaşılmaktadır. işleriyle meşgul olurlar, muayyen bir kıyafetle
XIX. yüzyıl ıslahatlarıyla mahalle ve köyler- görev yaparlardı. Mahalle bekçileri o mahal-
de muhtarlık teşkilâtı kurulmaya başlanınca lenin vekilharcı olarak da nitelendirilir, saka
imama göre muhtar daha yetkili bir yönetici ise bekçiye yardımcı olur, bazan bekçi ve saka
konumuna gelmiştir. aynı şahısta toplanırdı.38

- 223-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

1695 tarihli bir kanuna göre her mahalle, gruba yaptırır, ev çöplerini toplama hakkını
ellerinde fenerle mahalleyi gözleyip, yatsı na- onlara vermesi mukabilinde belli bir meblağ
mazından sonra burada dolaşan yabancıları tu- da alırdı. Arayıcılar çöpleri sepetlerle toplar,
tuklama yetkisine sahipti ve sadâkati kefillerle işe yarayacak şeyleri ayıklayıp satmak üzere
garanti edilen iki bekçi tutmak zorundaydı. alıkor, kalanı denize dökerdi. Çöp ve moloz-
lar genellikle Langa kıyısı veya Odunkapısı
Mahalle hayatında son derece önemli olan
yakınında “bokluk” diye bilinen yerlerden
bekçi İstanbul folklorunun da vazgeçilmez
dökülürdü. Süpürücü denilen kimseler ise
karakteridir. Mahalle bekçilerinin Ramazan
mahallenin ortak mekanlarının temizliğini
ayında hazırlanan iftar tepsilerini fakir ve yapar ve ücretleri mahalleli tarafından kar-
düşkünlere götürdükleri, kendi yemeklerini şılanırdı.40 Mahalle aralarının temizliğinden
ise sırası gelen evden aldıkları, sahurda davul ise imamlar sorumlu idi.
çalıp mani söyleyerek halkı uyandırdıkları, hiz-
metleri karşılığı Ramazan'ın on beşinde para, Tulumbacılar. Yangınlar dolayısıyla XIX.
yüzyılda İstanbul daha önce görülmemiş bir
bayramın ilk gününde ise yazma mendil, min-
şekilde bakımsız ve viran bir şehir haline gel-
tan gibi hediyeler aldıkları ve bekçilerin aldığı
mişti. Yangın hadisesi ile daha sık karşı karşıya
bahşişleri davulunun kasnağına yerleştirerek
kalan bazı mahalleler yangına karşı kullanıla-
mahalle çocuklarıyla alay oluşturup dolaştığı
cak ekipman tedarik etmek zorundaydı. Bu
bilinmektedir. Ramazan'ın yirmi dokuzuncu
yüzden 1868 senesinde her mahallede birkaç
akşamı şevval hilâli görüldüğü takdirde ma-
genç erkekten oluşan bir tulumbacı takımı ve
halle bekçilerinin davul çalmalarıyla, eğer hilâl
1873’te ise düzenli itfaiye kuruldu. Tulumbacı
görülemezse otuzuncu gün ikindi vakti top
da bekçi gibi mahalle hayatının en renkli tip-
atışlarıyla ertesi günün bayram olduğu halka
lerinden biriydi. Tulumbacılara ait kahvehane
duyurulurdu. Sabaha karşı mahalle bekçileri
bile vardı.
davullarıyla halkı uyandırır, bayram namazı
vakti atılan toplarla ilân edilirdi. Kısaca bek- III. FATİH MAHALLELERİ
çiler mahallelinin eli ayağı gibiydi. 1. Fâtih devri sonlarında Fatih mahal-
Çöpçüler (Süprüntücü). Geleneksel şehir- leleri41
de temizlik işleri, resmi görevlilerin denetimi Fatih devri sonlarında İstanbul Suriçi'n-
altında, her mahallenin halkı ve bazı esnaf de 181, Eyüb’de 8, Kasımpaşa civarında 2,
tarafından yürütülürdü.39 Bekçiler gibi, sonra- Galata’da 61, Boğaziçi ve Üsküdar’da ise 10
ları mahallelerde çöpçüler de istihdam edildi. olmak üzere toplam 262 mahalle tespit olun-
Her mahalle iki veya üç çöpçünün maaşını maktadır.42 Bu dönemde mahallelerin Fatih ve
ödemekle yükümlüydü. Çöplerin ortadan kal- Saraçhane civarı ile Haliç çevresinde oldukça
dırılması Yeniçeri ocağı zabitlerinden çöplük yoğun ve sıkışık halde bulunduğu, Marmara
subaşı (tâhir subaşı) denilen görevlinin ödevi sahillerinin seyrek, Yedikule ve kuzeyinin ise
olup bu işi sözleşme ile “arayıcı” esnafı denilen oldukça tenha olduğu belirlenmiştir.43

- 224-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

FATİH DEVRİ SONLARINDA


FATİH İSTANBUL MAHALLELERİ

Acemoğlu Mescidi Balaban Ağa Mescidi

Ahi Çelebi Camii Balat

Ahmed Paşa Balık Pazarı

Akbıyık Camii Başcı Mahmud Mescidi

Akseki Mescidi Bayezid Ağa Mescidi

Ak Şemseddin Mescidi Beyceğiz Mescidi

Alemî Bey Mescidi Bezzaz-ı Cedid Mescidi

Ali Fakih Mescidi Bodrum Mescidi

Altı Mermer Mescidi Bozahaneler

Altı Poğaça Mescidi Cami-i Kebir-i Cedid

Arslanlu Can Alıcı Kenisası

Ayasofya Camii Çakır Ağa Mescidi-Aksaray

Avcı Bey Mescidi Çakır Ağa Mescidi-Laleli

Aya Kenisası Çakır Ağa Mescidi-Çarşı

Baba Hasan Alemî Mescidi Çıkrıkcı Kemaleddin Mescid

Baklalı Kemaleddin Mescid Daye Hatun Mescidi

Bala Mescidi Daye Hatun Camii

- 225-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

Debbağ Yunus Mescidi Hacı Küçük Ahmed Çelebi Mescidi

Demirciler Mescidi Hacı Muhyiddin Mescidi

Divane Ali Bey Mescidi Hacı Timur Mescidi

Dülgerzade Camii Hacı Timurtaş Mescidi

Edirne Kapısı Halil Paşa Bergosu

Edirneli Yahudiler Haraccı Kara Muhyiddin Mescidi

Efdalzade Mescidi Hızır Bey Mescidi

Emin Bey Mescidi Hoca Alaaddin Mescidi-Çelebioğlu

Emin Sinan Mescidi Hoca Ferhad Mescidi

Elvanzade Mescidi-Unkapanı Hoca Hamza Mescidi

Elvanzade Mescidi-Demirkapı Hoca Hayreddin Mescidi-Atlama Taşı

Eski İmaret Camii Hoca Hayreddin Mescidi-Fatih

Ereğli Mescidi Hoca Piri Mescidi

Fatih Sultan Mehmed Hoca Rüstem Mescidi

Fenai Mescidi Hoca Teberrük Mescidi

Fener Kapısı Hoca Üveys Mescidi

Fil Damı Hoşkadem Mescidi

Güngörmez Mescidi Hubyar Mescidi-Âşir Efendi

Günkoz Kapısı Hubyar Mescidi-Cerrahpaşa

Gureba Hüseyin Ağa Mescidi İbn Meddas Camii

Hacı Bayram Haftani Mescidi İsa Kapısı

Hacı Halil Mescidi-Tahtakale İshak Paşa Camii

Hacı Halil Mescidi-Unkapanı İskele Kapısı

Hacı İlyas Mescidi İyulahirna

Hacı İsa Mescidi Kalenderhane Camii

- 226-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

Kanlı Mescidi Mehmed Paşa Mescidi

Karakedi Mescidi Mercan Ağa Camii

Kara Şems Mescidi Mesih Paşa Camii

Kasab Demirhan Mescidi Mimar Ayas Camii

Kasab İlyas Mescidi Mimar Kemaloğlu Mehmed Mescidi

Katib Muslihuddin Camii Mimar Sinan Kumrulu Mescid

Katib Sinan Mescidi Mimar Sinan Mescidi

Kazani Sa’di Mescidi-Aksaray Mirza Baba Mescidi

Kazani Sa’di Mescidi-Kumkapısı Molla Aşkî Mescidi

Kemal Paşa Mescidi Molla Fenari Mescidi-Bali

Keyci Hatun Mescidi Molla Fenari Mescidi-Ahmed Paşa

Kirmasti Mescidi Molla Gürani Camii

Kırk Çeşme Molla Gürani Mescidi

Kız Ahmed Efendi Tekyesi Mescidi Molla Gürani Mescidi

Kızıl Minare Mescidi Molla Hüsrev Camii-Vefa

Kız Taşı Mescidi Molla Hüsrev Mescidi

Koğacı Dede Mescidi-Çarşanba Molla Kestel Camii

Koğacı Dede Mescidi-Aksaray Molla Şeref Mescidi

Kum Kapısı Molla Zeyrek Camii

Lala Hayreddin Mescidi Muhyiddin Kocevi Mescidi

Langa Muhtesib İskender Mescidi

Libs Manastırı Murad Paşa Camii

Mahmud Paşa Camii Mustafa Bey Mescidi

Manastır Mescidi Nahilbend Mescidi

Manisalı Mehmed Paşa Camii Nallı Mescidi

- 227-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

Nevbahar Mescidi Sinan Ağa Mescidi

Nevbethane Sofular Mescidi

Nişancı Camii Suhte Sinan Mescidi

Nuri Dede Mescidi Sultan Pazarı

Odun Kapısı Şeref Ağa Mescidi

Oruc Gazi Camii Şeyh Mahmud Resmi Mescidi


Orya Kapısı Şeyh Vefa Camii
Perakende Kasım Mescidi Şeyh Mehmed Geylani Camii (Tahta Minare
Pirincci Sinan Mescidi Mescidi)

Saman Veren Mescidi-Uzun Çarşı Taht-ı Kal’a

Saman Veren Mescidi-Mercan Tarsus Mescidi

Samatya Kapısı Toklu Dede Mescidi

Sancakdar Hayreddin Mescidi Top Yıkuğı

Sarı Bayezid Mescidi Unkapanı

Sarı Musa Mescidi Uzun Şüca Mescidi

Sarı Nasuh Mescidi Uzun Yusuf Mescidi

Sarı Timurci Mescidi Üsküblü Camii

Seyyid Hasan Mescidi Üskübiye Mescidi

Sekbanbaşı İbrahim Ağa Mescidi Vasiliko Kapısı

Sekbanbaşı Yakub Ağa Mescidi Voynuk Şücaeddin Mescidi

Selçuk Sultan Mescidi Yarhisar Camii

Servi Mescidi Yavaşca Şahin Camii

Seydi Ali Yavuz-Er Sinan Camii

Silivri Kapısı Yüz Eri Oğlu Mescidi

- 228-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

2. 1600 yılı itibarıyla Fatih mahalleleri İhtiyaç durumunda bir mahallenin iki-
ye ayrılabildiği veya birden fazla mahallenin
İstanbul’un mahalle ve semt isimleri konu-
bir mahalle halinde birleştirildiği de görülür.
sunda yapılan bir çalışmada, bu isimlerden ço-
Mahallelerin birleştirilmesine örnek olarak,
ğunun menşeinin bilinmekte olduğu belirtilerek
1546’da tek olan mahallelerden Camcı Kara
nerelerden kaynaklandığı ortaya konmuştu.44
Ali mahallesinin 1600 yılında Kalenderhane ile
1600 yılı itibarıyla Suriçi İstanbul’da 13 na- Hâce Teberrük mahallesinin de Voynuk Şücâ
hiye ve 226 mahalle bulunmaktaydı. Nahiye ile bir mahalle haline getirilmesini gösterebi-
isimlerinden Ayasofya ve Topkapı isimleri bu- liriz. Bu durum, mahallelerin tespit ve tavsifi
lundukları bölgeden kaynaklanmakta, diğerleri konusunda idari tasarrufun bir göstergesi olarak
Mahmud Paşa, Ali Paşa, İbrahim Paşa, Sultan da değerlendirilebilir. Bu isimlendirmeler ger-
Bayezid Han, Şeyh Ebulvefa, Sultan Mehmed, çekten iki ayrı mahallenin tek mahalle kabul
Sultan Selim, Murad Paşa, Davud Paşa, Mus- edilmesi şeklinde olduğu gibi, farklı zamanlarda
tafa Paşa ve Ali Paşa şeklinde bir kişinin ismi veya eş zamanlı olarak aynı mahallenin farklı
ile anılmaktaydı. isimlendirilmesinden de kaynaklanabiliyordu.

İsimler dikkate alındığında görülen iki umu- 226 mahalleden 24 tanesi cami esaslı mahal-
mi yapı şöyledir: (Nahiye ismi, aynı ismi taşıyan le idi. Bu durum her nahiyede Cuma kılınan
bir cami, yine aynı ismi taşıyan bir mahalle) en az bir cami olduğunu gösterir. Öte yandan
ve (Mahalle ismi, aynı ismi taşıyan bir mescid başlangıçta mescid esaslı mahalle iken mesci-
veya cami). Nahiye düzeyinde bunun istisnaları din yerine daha büyük bir ibadethane inşasıyla
Sultan Selim ve Topkapı’dır. Sultan Selim nahi- camiye dönüşen, bu şekilde mahalle isminin
yesinde aynı ismi taşıyan bir cami bulunmakla de dönüştüğü yerler olmuştur. Mesela Hâce
birlikte aynı isimli bir mahalle oluşmamıştır. Üveys mescidi ile Cezeri Kasım Paşa mescidleri
Topkapı’da ise aynı isimli ne cami ne de mahalle 1546-1600 yılları arasında camiye dönüşmüştü.
olduğu görülür. Mahalle düzeyinde istisnalar Mahalle isimleri, çok büyük ölçüde dini
daha fazladır. ibadet merkezleri olan mescidlere bazen da
Mahalle isimleri büyük ölçüde bir isimden camilere istinad etmekte ve yaptıran kişinin
ibaretti. Bu isimler Üstad Mimar Sinan, Üs- adını taşımaktadır. İstanbul’da mahalle isim-
tad Mimar Hayreddin, Üstad Kemal el-Harrât, lerinin yaklaşık % 90’ı, o mahallenin mescid
veya camiini yaptıran kişinin ismidir. Bunun
Bıçakçı Üstad Acem Ali, Kürkcübaşı, Ahi Dur-
yanında Kemal Paşa türbesi etrafında şekillenmiş
muş, Camcı Kara Ali, Nahlbend Hasan gibi bir
bir mahallenin olduğu da görülebilmektedir.
meslek veya ticaret grubu mensubu, Dizdârzade
Mehmed Çelebi, Yazıcı Murad, Abdi Subaşı, Mahalle isimlerinin cami, mescid veya türbe
Cebecibaşı, Müneccim Sa’di, Suhte Sinan, Ce- gibi bir yapıya isnad edilmeksizin kullanılan bi-
becibaşı gibi bir devlet görevlisi olabilmekteydi. çimleri de mevcuttur. Buna örnek olarak Abdî
Bir isimden ibaret olmayan iki, hatta üç isimden Çelebi, Arab Taceddin, Suhte Sinan, Alemî Bey,
oluşan mahalle isimleri de bulunmaktaydı. Güngörmez gibi yirmi kadar mahalle gösterilebilir.

- 229-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

Mahalle isimlerinde göz önünde bulundu- İstanbul’da 226 mahalle içerisinde Dâye Ha-
rulması gereken hususlardan biri de bazı mahal- tun, Dâye Hatun (Hûndî Hatun), Kici Hatun,
lelerin resmi isminin yanında ikinci bir isimle Hacı Hatun ve Melek Hatun şeklinde 5 adet ka-
daha tanınıyor olmasıdır. Mesela Hüseyin Ağa dın ismi taşıyan mahalle olduğu gibi, sur dışında
Camii Mahallesi (Küçük Ayasofya), Hüseyin da kadın ismi taşıyan mahalleler bulunmaktaydı.
Çelebi Mescidi Mahallesi (Kara Kedi), Üstad Ali Mahalle isimlerinde aynı ismi taşıyan fark-
Mahallesi (Acem Alisi), Mehmed Çelebi Mes- lı kimseler olabildiği veya ayrı yerlerde mescid
cidi Mahallesi (Dizdarzade), Kemal-i Nahhas yaptırmış olan Sinan Ağa gibi, aynı kişinin is-
Mahallesi (Halayıkçı Kemal), Mehmed Paşa minin farklı mahallelere verildiği de olurdu. Bu
Camii Mahallesi (Nişancı Paşa), Çakırcıbaşı değerlendirmelerden sonra 1600 yılı itibarıyla
Mescidi Mahallesi (Avcıbaşı) olarak şöhret Fatih mahallelerini nahiyeleriyle birlikte şu şekilde
bulmuştu. gösterebilmekteyiz:

- 230-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

I- AYASOFYA CAMİİ NÂHİYESİ (17 Mahalle)


Ayasofya Camii Mahallesi
İshak Paşa Mescidi Mahallesi
Sinan Ağa Mescidi Mahallesi
Akbıyık Mescidi Mahallesi
Güngörmez Mahallesi
Nahlbend Hasan Mescidi Mahallesi
Hüseyin Ağa Camii Mahallesi
Uzun Şücâ Mescidi Mahallesi
Sinan Ağa Mescidi Mahallesi
Hâce Rüstem Mescidi Mahallesi
Firûz Ağa Mescidi Mahallesi
Üsküblü Mescidi Mahallesi
Hayreddin Bey Mescidi Mahallesi
Hüseyin Çelebi Mescidi Mahallesi – Kara Kedi
Dâye Hatun Mescidi Mahallesi
Hâce Sinan Mescidi Mahallesi
Hâce Üveys Mescidi Mahallesi
II- MAHMUD PAŞA CAMİİ NÂHİYESİ (9 Mahalle)
Mahmud Paşa Camii Mahallesi
Şeref Ağa Mescidi Mahallesi
Dâye Hatun Mescidi Mahallesi
Kâsım Paşa el-Cezerî Mescidi Mahallesi
Serv Mescidi Mahallesi
Hâce Sinan Mescidi Mahallesi
Sahhaf Süleymân Mescidi Mahallesi
Hubyâr Mescidi Mahallesi
Küçük Hacı Ahmed Mescidi Mahallesi

- 231-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

III- ALİ PAŞA CAMİİ NAHİYESİ (5 Mahalle)


Ali Paşa Camii Mahallesi
Ahmed Paşa el-Fenârî Mescidi Mahallesi
Emîn Sinan Mescidi Mahallesi
Mehmed Çelebi ed-Defterî Mescidi Mahallesi (Dizdârzade)
Üstad Mimar Hayreddin Mahallesi Camii
IV-İBRÂHÎM PAŞA CAMİİ NAHİYESİ (10 Mahalle)
İbrahim Paşa Camii Mahallesi
Ağâ-i Mercân Mescidi Mahallesi
Yeni Bezzâz Mescidi Mahallesi
Yavaşca Şahin Mescidi Mahallesi
Samanviran Mescidi Mahallesi
Hâce Hamza Mescidi Mahallesi
Saru Demürci Mescidi Mahallesi
Hacı Timurtaş Mescidi Mahallesi
Hacı Halil Mescidi Mahallesi
Çelebioğlu Mescidi Mahallesi
V-SULTAN BAYEZİD HAN CAMİİ NAHİYESİ (24 Mahalle)
Sultan Bayezid Camii Mahallesi
Ahî Turmış Mahallesi
Çakır Ağa Mahallesi
Hâce Pirî Mescidi Mahallesi
Halıcı Hasan Mescidi Mahallesi (Kalıcı Hasan)
Dîvâne Ali Bey Mescidi Mahallesi
Kemâl-i Nahhâs Mescidi Mahallesi (Halâyıkcı Kemâl)
Çadırcı Ahmed Mescidi Mahallesi
Hacı İshâk es-Sarrâc Mescidi Mahallesi

- 232-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

Süleymân Ağa Mescidi Mahallesi


Emîn Bey Mescidi Mahallesi
Soğan Ağa Mescidi Mahallesi
Sinan Bey Kâtib-i Matbah Mescidi Mahallesi
Yakûb Bey Re’îs-i Sekbânân Mescidi Mahallesi
Mehmed Paşa Camii Mahallesi (Nişâncı Paşa)
İshâk Bey Re’îsü’l-cerrâhîn Mescidi Mahallesi
Kâsım Bey Mescidi Mahallesi (Sûfîler Mescidi)
Mimar Kemâloğlu Mescidi Mahallesi
Kâtib Bâlî Mescidi Mahallesi (Kızıltaş)
Mevlana Kestelli Camii Mahallesi
Kemâl Paşa Türbesi Mahallesi
Balaban Ağa Mescidi Mahallesi
Camcı Kara Ali Mescidi Mahallesi ve Kalenderhane Mahallesi
Kuyumcı Bahşâyiş Mescidi Mahallesi
VI- EBU’L-VEFÂ CAMİİ NÂHİYESİ (13 Mahalle)
Ebu’l-Vefâ Camii Mahallesi
Mevlana Hüsrev Mescidi Mahallesi
Saru Bayezid Mescidi Mahallesi
Kâtib Şemseddin Mescidi Mahallesi
Hızır Bey Çelebi Mescidi Mahallesi
Hâce Hayreddin Camii Mahallesi
Sinan Bey Mescidi Mahallesi (Yavuzeroğlu)
Kara Mehmed el-Harâccı Mescidi Mahallesi
Hacı Halîl Mescidi Mahallesi
İbn Papas Mahallesi
Hâce Sinan Mescidi Mahallesi

- 233-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

Hâce Teberrük Mescidi Mahallesi ve Voynuk Şücâ Mahallesi


Sekbânbaşı İbrâhîm Bey Mescidi Mahallesi
VII-SULTAN MEHMED HAN CAMİİ NAHİYESİ (42 Mahalle)
Sultan Mehmed Han Camii Mahallesi
Seyyid Ahmed el-Buhârî Mescidi Mahallesi
Hâce Hayreddin Mescidi Mahallesi
Pirincî Sinan Mescidi Mahallesi
Hâce Üveys Mescidi Mahallesi
Hacı İvaz el-Kassâb Mescidi Mahallesi
Üstad Kemâl el-Harrât Mescidi Mahallesi
Saru Nasûh Mescidi Mahallesi
Nukreci Bâlî Mescidi Mahallesi (Karaköy Mahallesi)
İskender Paşa Mescidi Mahallesi
Mustafa Bey Mescidi Mahallesi
Dülgeroğlu Mescidi Mahallesi
Mimar Üstad Ayâs Mescidi Mahallesi
Fîrûz Ağa Mescidi Mahallesi
Haydarhane Mescidi Mahallesi
Muhtesib Karagöz Mescidi Mahallesi
Hacı Hoşkadem Mescidi Mahallesi
Baba Hasan Mescidi Mahallesi
Mevlana Emîn Nûreddin Mescidi Mahallesi
Ferhâd Ağa Mescidi Mahallesi
Mevlana Mağnisavî Çelebi Mescidi Mahallesi
Şeyh Süleymân Halîfe Mahallesi
Mevlana Hacı Hasanzade Mescidi Mahallesi

- 234-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

Hacı Ali Mescidi Mahallesi


Bıçakcı Üstad Acem Ali Mahallesi
Papuçcıoğlu Mescidi Mahallesi
Şeyh Muhyiddin el-Kocevî Mescidi Mahallesi
Üsküblü Mescidi Mahallesi
Hacı Muhyiddin Mescidi Mahallesi (Sivrikoz)
Mevlana Hüsrev Mescidi Mahallesi
Gül Camii Mahallesi
Mevlana Ali Çelebi el-Müftî Mescidi Mahallesi
Âşık Paşa Mescidi Mahallesi
Hacı Ferhâd Mescidi Mahallesi
Altıpoğaça Mescidi Mahallesi
Yarhisârzade Mescidi Mahallesi
Harâccı Muhyiddin Mescidi Mahallesi
Mevlana Şeyh Âbid Çelebi Mescidi Mahallesi
Şeyh Resmî Mescidi Mahallesi
Mevlana Ahî Çelebi Mescidi Mahallesi
Mevlana Üstad Mimar Sinan Mescidi Mahallesi
Hasan Paşa Mescidi Mahallesi
VIII- SULTAN SELÎM HAN CAMİİ NAHİYESİ (8 Mahalle)
Şeyh Koğacı Dede Mescidi Mahallesi
Tâc Beyzade Mescidi Mahallesi
Cebecibaşı Mahallesi
Hacı Yûnus ed-Debbâğ Mescidi Mahallesi
Abdî Subaşı Mahallesi
Çerâkcı Hamza Mescidi Mahallesi

- 235-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

Hacı Şücâ el-Mismârî Mescidi Mahallesi


Beycügezoğlu Mescidi Mahallesi
IX- MURAD PAŞA CAMİİ NAHİYESİ (24 Mahalle)
Murad Paşa Camii Mahallesi
Mevlana Hüsrev Mescidi Mahallesi
Kızıl Minâre Mahallesi
Oruc Gâzi Mescidi Mahallesi
Garîb Yiğitler Ağası Mescidi Mahallesi
Alemî Bey Mahallesi
Çakır Ağa Mescidi Mahallesi (Sûfîler)
Çakır Ağa Mescidi Mahallesi
Koğacı Dede Mescidi Mahallesi
Abdullâh Ağa Re’îsü’l-bostâniyyîn Mescidi Mahallesi
Tahta Minâre Mescidi Mahallesi (Kemâl Bey Mescidi)
Kâtib Muslihüddin Mescidi Mahallesi
Hacı Ahmed Mescidi Mahallesi
Kemâl Bey Mescidi Mahallesi (Tahta Minâre)
Hacı Bayram Mescidi Mahallesi
Kazgâncı Satı Mescidi Mahallesi
Sûhte Sinan Mahallesi
Tahta Minâre Mescidi Mahallesi
Şîrmerd Çavuş Bey Mescidi Mahallesi
Mevlana Gürânî Camii Mahallesi
Başcı Hacı Mahmud Mescidi Mahallesi
Etmekcioğlu Mescidi Mahallesi
Saru Mûsâ Mescidi Mahallesi
Kici Hatun Mescidi Mahallesi

- 236-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

X- DÂVÛD PAŞA CAMİİ NAHİYESİ (14 Mahalle)


Davud Paşa Camii Mahallesi
Hûbyâr Mescidi Mahallesi
Abâyıcızade Mescidi Mahallesi
Kassâb Hacı İlyâs Camii Mahallesi
Hacı Pîrî Mahallesi
Kürkcübaşı Mahallesi
Mustafa Bey Mescidi Mahallesi (Cânbâz Mustafa)
Toptaşı Mescidi Mahallesi
Nûrlu Dede Mescidi Mahallesi
Seydî Halîfe Mescidi Mahallesi
Saru Nasûh Mescidi Mahallesi
Sarrâc Toğan Mescidi Mahallesi
Mimar Şücâ Mescidi Mahallesi
Macûnî Mescidi Mahallesi
XI-MUSTAFA PAŞA CAMİİ NAHİYESİ (28 Mahalle)
Mustafa Paşa Camii Mahallesi
Hacı Hatun Mescidi Mahallesi
Cânbâz Mustafa Bey Mescidi Mahallesi
Kavak Mescidi Mahallesi
Gülciyân Mescidi Mahallesi (Çerâkcı) (Hasan Paşa)
İlyâs Bey Camii Mahallesi (Koca Emîr-i âhûr)
Ahmed Dede Mescidi Mahallesi (Hacı Hüseyin Mahallesi)
Arab Tâceddin Mahallesi
Mîrzâ Baba Mescidi Mahallesi
Muslihüddin-i Kâtib-i Bevvâbîn Mescidi Mahallesi
Sancakdâr Hayreddin Mescidi Mahallesi

- 237-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

Arabacı Bayezid Mescidi Mahallesi


Zincci Kemâl Mahallesi
Aydın Kethüdâ Mescidi Mahallesi
Hâce Muhyiddin Mescidi Mahallesi
Üstad Ali Mescidi Mahallesi (Acem Alisi)
Tersîsli Mescidi Mahallesi
Hacı Evliyâ Mescidi Mahallesi
Yazıcı Murad Mahallesi
Melek Hatun Mahallesi
Sîmkeş Hacı Mescidi Mahallesi
Yûsuf Fakîh Mescidi Mahallesi
Çavuş Hacı İbrâhîm Mescidi Mahallesi
Koruk Mahmud Mescidi Mahallesi
Seyyid Ömer Camii Mahallesi
Abdî Çelebi Mahallesi
Bâb-ı İstemâd Mahallesi
Yedikule Mahallesi
XII- BÂB-I TOP NAHİYESİ (8 Mahalle)
Kürkcübaşı Camii Mahallesi
İskender Bey Mescidi Mahallesi
Çavuş Muslihüddin Mescidi Mahallesi
Sûfîler Mescidi Mahallesi
Bayezid Bey Camii Mahallesi
Ereglü Mescidi Mahallesi
Mustafa Çelebi ed-Defterî Mescidi Mahallesi
Müneccim Sadî Mahallesi

- 238-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

XIII- ALİ PAŞA CAMİİ NAHİYESİ (24 Mahalle)

Ali Paşa Camii Mahallesi

Hadîce Sultan Mescidi Mahallesi

Hacı Mehmed Mescidi Mahallesi

Kâsım Bey Mescidi Mahallesi

Akşemseddin Mescidi Mahallesi

Hacı Hasan Mescidi Mahallesi (Debbâğoğlu)

Efdalzade Mescidi Mahallesi

Mehmed bin Kâsım Mescidi Mahallesi (Mevlana Ahaveyn)

Akseki Mescidi Mahallesi

Mimar Dervîş Ali Mahallesi

Kâtib Muslihüddin Camii Mahallesi (Altımermer)

Tahta Minâre Mescidi Mahallesi

Muhyiddin el-Hammâmî Mescidi Mahallesi

Hacı Kâsım Mescidi Mahallesi

Hacı İsâ Mescidi Mahallesi

Sûk-ı Balat Mescidi Mahallesi

Mevlana Aşkî Mescidi Mahallesi

Çakırcıbaşı Mescidi Mahallesi (Avcıbaşı)

Hâce Ali Mescidi Mahallesi

Hacı İlyâs el-Haşşâb Mescidi Mahallesi

Hacı Pirî Mescidi Mahallesi

Kiçeci Pirî ve Karabaş Mahallesi

Mimar Sinan Ağa Mahallesi ve Latîf Çelebi Mahallesi

İstemâd Mescidi Mahallesi

- 239-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

1600 yılı itibarıyla İstanbul Suriçi'ndeki XVII. yüzyıl ortalarında Suriçi'nde Evliya
mahallelerinin gelişimi konusunda ayrıca şun- Çelebi’nin 9990 müslüman, 304 Rum, 657
ları da belirtmemiz gerekir. Fatih’in saltanatı yahudi, 17 Frenk ve 27 Ermeni mahallesi45 ol-
sonunda İstanbul’da 182 olarak tespit edilen duğunu belirtmesi makul ve mümkün değildir.

mahalle sayısı, gayrimüslim mahalleleri hariç b) 1871 yılında mahalleler


1546’da 219’a, 1600’de 226’ya yükselmişti.
1868 Dersaadet Belediye Kanunu ile Paris
1546-1600 arasındaki 54 yıl içerisinde İstanbul örnek alınarak oluşturulan 20 belediye dairesi
mahallelerinden bazıları fevkalade bir değişim içerisinde ilk dört daire İstanbul Suriçi'ni teşkil
ve gelişim göstermiştir. Bu gelişme mahallede eden eski 13 nahiyeye karşılık gelmekteydi. Bu
tesis edilen vakıf sayısı ile orantılıdır. Mesela düzenlemeye göre 1. belediye dairesi Bayezid’de
Kürkçübaşı mahallesindeki vakıf sayısı 11’den 76 mahalle ve 3846 hane, 2. belediye dairesi
51’e yaklaşık beş kat, Sancakdar Hayreddin Sultanahmed’de 40 mahalle ve 3728 hane bulun-
maktaydı. 3. belediye dairesi Fatih’de 46 mahalle
mahallesinde ise 3’ten 23’e yaklaşık sekiz kat
ve 3227 hane, 4. belediye dairesi Samatya’da ise
artmıştı. Vakıfların sahip olduğu nakit ve
29 mahalle olmasına karşılık 4630 hane yer al-
akarın artışı da doğrudan ve dolaylı olarak maktaydı.46 Buna göre Suriçi İstanbul’da toplam
mahallenin gelişimine katkı demekti. 191 mahalle ile 15431 hane bulunmaktaydı.
Öte yandan 1546-1600 arasında Ayasofya, On üçten dört idari bölgeye indirilmiş
Mahmud Paşa, Ali Paşa ve İbrahim Paşa nahi- bulunan Suriçi'nin 1885 yılına gelindiğinde,
yelerinde hiç yeni mahalle oluşmadığı, Sultan Bayezid, Fatih ve Cerrahpaşa olmak üzere üç
Bayezid Han nahiyesinin kuruluş esnasında olarak düzenlendiği görülür.
mevcut olmayan mahallesinin bu dönemde 1871’de ise Suriçi'nde 284 müslüman, 24
oluştuğu ve Suriçi İstanbul’da sadece 7 yeni Rum, 14 Ermeni ve 9 yahudi olmak üzere top-
mahalle kurulduğu vurgulanmalıdır. lam 331 mahalle ile surların dışında 256 mahalle
bulunuyordu.47 Bu tarihte bütün İstanbul’da
3. 1600-1923 yılları arası Fatih ma- toplam mahalle sayısı 587 idi.
halleleri
c) 1886 yılında mahalleler
a) 1600-1855 yıllarında mahalleler
Hacı İsmail Beyzade Osman Bey’in Mec-
1600 yılından Cumhuriyet’e kadar olan mû‘a-i Cevâmi adlı eserinde belirtildiğine
dönemde mahalle sayılarının inişli çıkışlı bir göre, 1886-1887 yılında İstanbul Suriçi'nde
seyir izlediği görülür. Bunda en çok yangın ve 194 mahalle, bulunmaktaydı.48 Buna mukabil
Eyüb, Galata, Üsküdar ile Boğaziçi’nin Rumeli
siyasi hadiseler rol oynamış olmalıdır. 1600’den
ve Anadolu cihetlerinde toplam 138 mahalle
sonra mahalle sayılarında artışın bir süre daha
mevcuttu. Bir mukayese yaptığımızda mahalle
devam edip 1634’te toplam 292 mahalleye sayısı itibarıyla Suriçi İstanbul’daki mahalle sa-
çıktığı, 1672’de ise 253’e düştüğü anlaşılan yısının sur dışı İstanbul’un tamamından fazla
müslüman mahallesine mukabil, 24 gayrimüs- olduğu, toplamda ise bütün İstanbul’da 332
lim mahallesi mevcuttu. mahalle bulunduğu görülmektedir.

- 240-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

d) 1908 yılında mahalleler f ) 1922 yılında mahalleler51

1908 yılında yeniden 20 belediyeli yapıya 1922’de dahi İstanbul surları dâhilinde bulu-
nan mahallelerin üçte ikisini geçen yüzyıllarda
geri dönülmüş ancak bu düzenleme de dört yıl
yaşanan yangın, deprem, salgın hastalık, siyasi
sürmüştü.49 Buna göre Suriçi İstanbul’da 298, ve sosyal sıkıntılara rağmen Fatih devrinde ku-
bütün İstanbul’da ise 524 mahalle mevcuttu. rulmuş mahallelerin oluşturuyor olması52 şehrin
otantikliğini gösteriyordu.
e) 1913 yılında mahalleler50
1922 yılına ait bir rehberde şehrin, İstanbul,
1913’de İstanbul’un tamamı bir daire (Şeh- Üsküdar ve Beyoğlu olmak üzere üç livadan
remaneti) kabul edilerek, 9 şubeye ayrılmıştı. oluştuğu görülmektedir. İstanbul merkez 19
Daha önce belediye dairesi denilen yerler şube şube ve 353 mahalleden, Üsküdar 8 şube ve
70 mahalleden, Beyoğlu ise 15 şube ve 145
olarak isimlendirilmişti. Suriçi İstanbul yani
mahalleden oluşmaktaydı. Buna göre İstanbul
Fatih, bu şubelerden ilk ikisini teşkil etmek- 1922 yılında toplam 42 şube ve 568 mahal-
teydi. Şubeler bazında, Bayezid 131, Fatih 215 leden ibaretti.
mahalleden ibaretti. Buna göre Suriçi 346, sur Cumhuriyet’in ilanından bir yıl önce İstan-
dışı ise 232 mahalleden oluşmakta, toplamda bul livası kapsamında Suriçinde alfabetik sırayla
bütün İstanbul’da 578 mahalle bulunmaktaydı. 15 şube halinde şu mahalleler yer almaktaydı:

- 241-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

EDİRNEKAPUSU Şeyh Mehmed Geylani


Ak Şemseddin AKSARAY
Atik Ali Paşa Ahmed Kethüda
Atik Mustafa Paşa Alemî Bey
Avcıbey Baba Hasan Alemi
Çakır Ağa Baklalı Kemaleddin
Debbağzade Bostancıbaşı
Derviş Ali Çakır Ağa-Langa
Efdalzade Çakır Ağa-Samatya
Hace Ali Gureba Hüseyin Ağa
Hace Hayreddin Haydarhane
Hace Kasım Günani İnebey
Hacı İlyas Katib Kasım
Hacı Muhyiddin Katib Muslihuddin
Hadice Sultan Kemal Paşa
Hürrem Çavuş Kızıl Minare
Kariye-i Atik Ali Paşa Kızıltaş
Karabaş Koğacı Dede
Katib Muslihuddin Kuyumcı Bahşayiş
Keçeci Piri Mesih Paşa
Kefevi Monla Kestel
Kemankeş Kara Mustafa Paşa Murad Paşa
Monla Aşkî Oruc Gazi İsmail Ağa
Muhtesib İskender Sufiler
Neslişah Sultan Yakub Ağa
Perakende Kasım ÇARŞU-YI KEBİR
Tuti Abdullatif Çarşukebir
EMİNÖNÜ HACEPAŞA
Ahi Çelebi Daye Hatun Demirkapı
Hacı Mustafa Daye Hatun Serveri

- 242-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

Elvanzade Mimar Hayreddin


Emir Monla Fenari-Çatalçeşme
Hace Kasım Günani Monla Fenari-Çenberlitaş
Hacepaşa Nahlbend
Hubyar Seyyid Hasan
Karaki Hüseyin Çelebi Tahta Minare
Nallı Mescid Uzun Şücaeddin
Sahhaf Süleyman Ağa Üçler
Servi Üskübi
DİVANYOLU Yerabatan
Akbıyık ŞEHZADEBAŞI
Atik Ali Paşa Balaban Ağa
Ayasofya-i Kebir Bayezid-i Veli
Bab-ı Hümayun-Sur dahili Camcı Ali
Cezeri Kasım Paşa Darülhadis
Derun-ı İmaret Emin Bey
Dizdariye Emin Nureddin
Firuz Ağa Ferhad Ağa
Güngörmez Fevziyye
Hace Ferhad Firuz Ağa
Hace Rüstem Hace Teberrük
Halvacıbaşı İskender Ağa Hoşkadem
Hüseyin Ağa Hüsam Bey
İshak Paşa Kalenderhane
Kabasakal Mimar Ayas
Kaliçeci Hasan Ağa Mimar Kemaleddin
Kapu Ağası Mahmud Ağa Monla Hüsrev
Kapu Ağası Sinan Ağa Muhtesib Karagöz
Katib Sinan-Kadırğa Revani Çelebi
Lala Hayreddin Sekbanbaşı İbrahim Ağa

- 243-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

Soğan Ağa-Midhat Paşa Monla Gürani


Süleymaniye Monla Şeref
Yakub Ağa Mustafa Çavuş
ŞEHREMİNİ Müneccim Sadi
Arpa Emini Nuri Dede
Aydın Kethüda Öksüzce Hatib
Bayezid Ağa Ördek Kassab
Cafer Ağa Sarı Musa
Defterdar Ahmed Çelebi Sarı Nasuh
Deniz Abdal Sarı Nasuh-Macuncu
Ereğli Sarrac Doğan
Fatıma Sultan Selçuk Sultan
Hacı Evliya Seydi Bey
İbrahim Çavuş Simkeş
İlyaszade Suhte Sinan
İskender Ağa Şirmend Çavuş
Kadıasker Mehmed Efendi Takyeci
Kapudan Sinan Tarsus
Karabalı Mehmed Efendi Toptaş
Kassab İvaz Uzun Yusuf
Katib Murad FENER
Katib Muslihuddin-Yenibağçe Abdi Subaşı
Kazgancı Sadi Cafer Subaşı
Koruk Mahmud Cebecibaşı-Sultan Selim
Kürkcübaşı Ahmed Şemseddin Cibali Karabaş
Macuncı Kasım Çerağî Hamza
Melek Hatun Debbağ Yunus
Merkez Efendi Elvanzade
Mimar Acem Gül Camii
Mimar Sinan Hammami Muhyiddin
Monla Ali el-Fenari Haraccı Kara Mehmed

- 244-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

Hızır Çavuş Kassab Timurhan


Karabaş-Balat Kirmasti
Katib Hüsrev Koğacı Dede
Mismar Şücaeddin Mağnisalı Mehmed Paşa
Monla Hüsrev Mimar Sinan-Kumrılı Mescid
Müfti Ali Mir-i Miran Hasan Paşa
Papaszade Monla Ahaveyn
Seferikoz Monla Zeyrek
Tahta Minare Muhyiddin Kocevi
Tercüman Yunus Mustafa Bey
Tevkii Cafer Pirincci Sinan
Üskübi Sinan Ağa
FATİH Şah-ı Huban
Akseki Şeyh Mahmud Resmi
Altı Poğaça Yarhisar
Âşık Paşa KUMKAPU
Beyceğiz Behram Çavuş
Bıçakcı Alaeddin Bostanıâlî
Çıkrıkcı Kemaleddin Çadırcı Ahmed Çelebi
Dülgerzade Çoban Çavuş
Hace Hayreddin Divanıâlî
Hace Üveys Dülbendci Hüsameddin
Hacı Ferhad Emin Sinan
Hacı Hasan Esir Kemal
Haraccı Muhyiddin Katib Sinan-Tavşantaşı
Hasan Halife Kazgani Sadi
Hatib Muslihuddin Küçük Ayasofya
Haydar Kürkcübaşı Süleyman Ağa
İbn Meddas Lala Hüseyin Paşa
İmarat-ı Atik Muhsine Hatun
İskender Paşa Nişancı Mehmed Paşa

- 245-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

Sarrac İshak KÜÇÜKPAZAR


Şehsüvar Bey Hace Gıyaseddin
Şeyh Ferhad Hace Halil-i Attar
Tavaşi Süleyman Ağa Hace Hamza
KOCA MUSTAFAPAŞA Hace Hayreddin
Abdi Çelebi Hızır Bey
Arabacı Bayezid Katib Şemseddin
Başcı Mahmud Kepenekci Sinan
Bayezid-i Cedid
Rüstem Paşa
Bazergan Hacı Hüsrev
Sarı Bayezid
Canbaziye-Cerrahpaşa
Sarı Timur
Canbaziye-Koca Mustafa Paşa
Suhte Hatib
Davud Paşa
Şemseddin Monla Gürani
Duhaniyye
Timurtaş
Hacı Bayram-ı Haftani
Voynuk Şücaeddin
Hacı Hüseyin Ağa
Yavuz-Er Sinan
Hacı Kadın
MERCAN
Hacı Timur
Atik İbrahim Paşa
Hubyar
Bezzaz-ı Cedid
Kassab İlyas
Daye Hatun-Tarakcılar
Katib Muslihuddin-Altımermer
Kiçi Hatun Mercan Ağa

Koca Mustafa Paşa Samanviran-ı Evvel

Kürkcübaşı Ahmed Şemseddin Samanviran-ı Sani

Nevbahar Yavaşca Şahin

Sancakdar Hayreddin YENİ CAMİ


Seyid Halife Hace Alaeddin
Seyid Ömer Hacı Küçük Ahmed Çelebi
Veled-i Karabaş Mahmud Paşa

- 246-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

DİPNOTLAR

*
İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü
1 Ekrem Hakkı Ayverdi, Fatih Devri Sonlarında İstanbul Mahalleleri, Şehrin İskânı ve Nüfusu, Vakıflar Umum Mü-
dürlüğü Neşriyatı, Doğuş matbaası, Ankara 1958, s. 70-71.
2 Halil İnalcık, “İstanbul (Türk Devri)”, DİA, XXIII, 221
3 Ayverdi, Fatih Devri, s. 4, 83.
4 Halil İnalcık, agm., s. 221
5 Ayverdi, Fatih Devri, s. 56.
6 Bkz. Ayşe Yetişkin Kubilay, “Haritalardaki İstanbul ya da İstanbul Haritaları”, Akademik Araştırmalar Dergisi, sy.
47-48, İstanbul 2010, c. II, s. 329.
7 Ali Murat Yel-Mustafa Sabri Küçükaşçı, “Mahalle”, DİA, XXVII, 323.
8 Adalet Bayramoğlu Alada, Osmanlı Şehrinde Mahalle, Sümer kitabevi, İstanbul 2008, s. 208.
9 İlhan Şahin, “Şehir (Osmanlılar’da)” DİA, XXXVIII, 449.
10 Ahmet Refik, Hicri On Birinci Asırda İstanbul Hayatı (1000-1100), Devlet Matbaası, İstanbul 1931, s. 14.
11 İsmail Taşpınar, “Avrupalı Seyyahlar Gözüyle Osmanlı Döneminde İstanbul’daki Gayrimüslimler ve Dini Hayatla-
rına Dair Tespitler: XVI-XIX. Yüzyıllar Arası”, Akademik Araştırmalar Dergisi, sy. 47-48, İstanbul 2010, c. I, s. 360.
12 Ahmet Refik, Hicri On İkinci Asırda İstanbul Hayatı (1100-1200), Devlet Matbaası, İstanbul 1930, s. 185.
13 Mehmet İpşirli, “Pâyitaht İstanbul’un İdaresi ve İdarecileri”, Akademik Araştırmalar Dergisi, sy. 47-48, İstanbul
2010, c. II, s. 29.
14 Semavi Eyice, “İstanbul’da Su Medeniyeti ve Başlıca Su Yapılarına Genel BirBakış”, Akademik Araştırmalar Dergisi,
sy. 47-48, İstanbul 2010, c. II, s. 50.
15 Mehmet İpşirli, “İstanbul Kadılığı”, DİA, XXIII, 306.
16 Robert Mantran, 17. Yüzyılın İkinci Yarısında İstanbul: Kurumsal, İktisadi, Toplumsal Tarih Denemesi (çev. M.Ali
Kılıçbay-Enver Özcan), V yay., Ankara 1986, s. 43.
17 Ahmet Refik, Hicri On İkinci, s. 83.
18 Ahmet Refik, Hicri On Birinci, s. 53-54.
19 Halil İnalcık, agm., s. 231.
20 Ayverdi, Fatih Devri, s. 56.
21 İsmail E. Erünsal, “İstanbul Kütüphaneleri”, DİA, XXIII, 277.
22 Halil İnalcık, agm., s. 231-232.
23 Ekrem Hakkı Ayverdi, 19. Asırda İstanbul Haritası, İstanbul Enstitüsü yay., Şehir matbaası, İstanbul 1958, s. 5.
24 İrfan Yücel, “İmam (Osmanlı Devleti’nde İmamlık)”, DİA, XXII, 182.
25 Haldun Hürel, Semtleri, Mahalleleri, Caddeleri ve Sokaklarıyla A’dan Z’ye İstanbul’un Ansiklopedik Öyküsü, Kapı
yay., İstanbul 2010, s. XXXVI.
26 Mantran, age., s. 53-54.
27 Hürel, age., s. XXXIX.
28 Mantran, age., s. 61.
29 Ahmet Refik, Hicri On İkinci, s. 10.
30 Hürel, age., s. XXXIX.

- 247-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

31 Ahmet Refik, Hicri On İkinci, s. 198


32 İlber Ortaylı, Tanzimattan Cumhuriyete Yerel Yönetim Geleneği, Hil yayın, İstanbul 1985, s. 100.
33 Mehmet Canatar, “Kâhya ve Kethüdâ Terimleri Üzerine”, Osmanlı Öncesi İle Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemlerinde
Esnaf ve Ekonomi Semineri, Bildiriler, Globus Dünya Basımevi, İstanbul 2003, c. I, s. 198.
34 Cem Behar, İstanbul’un Bir Mahallesinin Portresi: 16.-19. Yüzyıllar, TÜBA Forumu, Ankara 2006. Bu çalışma A
Neighborhood in Ottoman Istanbul: Fruit Vendors and Civil Servants in the Kasap İlyas Mahalle başlığıyla New
York Devlet Üniversitesi tarafından basılmıştır.
35 İpşirli, “Pâyitaht İstanbul’un İdaresi ve İdarecileri”, agm., s. 38.
36 Ali Akyıldız, “Muhtar”, DİA, XXXI, İstanbul 2006, 52.
37 Mehmet Canatar, “Kethüda”, DİA, XXV, 332.
38 Alada, age., s. 189-190.
39 İlber Ortaylı, Tanzimat Devrinde Osmanlı Mahallî İdareleri (1840-1880), TTK yay., Ankara 2000, s. 219.
40 Tarkan Oktay, Osmanlı’da Büyükşehir Yönetimi: İstanbul Şehremaneti, Yeditepe yay., İstanbul 2011, s. 10.
41 Ayverdi, age., s. 10-52, 57-66.
42 Ayverdi, age., s. 10-69.
43 Ayverdi, age., s. 56.
44 Semavi Eyice, “İstanbul’un Mahalle ve Semt Adları Hakkında Bir Deneme”, Türkiyat Mecmuası, c. 14 (1965), s.
211-216.
45 Mantran, age., s. 44.
46 Atatürk Kitaplığı’nda henüz tasnif edilmemiş matbu bir listeden elde edilmiştir. Eski harfli bu broşürün kapak
sayfası yoktur.
47 Halil İnalcık, “İstanbul (Türk Devri)”, DİA, XXIII, İstanbul 2001, s. 229.
48 Osmanlı Kaynaklarına Göre İstanbul Câmi, Tekke, Medrese, Mekteb, Türbe, Hamam, Kütübhâne, Matbaa, Mahalle
ve Selâtin İmâretleri (haz. Ahmed Nezih Galitekin), İşaret yay.,İstanbul 2003, s. 28-109.
49 Atatürk Kitaplığı’nda henüz tasnif edilmemiş matbu bir listeden elde edilmiştir.
50 Şehremâneti Hudûdı Dâhilinde Bulunan Mahallât Esâmîsi, Arşak Garoyân Matbaası, 1329.
51 İstanbul ve Bilâd-ı Selâse’de Kâin Mahallât ve Kurânın Hurûf-ı Hecâ Tertîbiyle Esâmî ve Mensûb Oldukları Mâliye
Şu’abât ve Mülhak Bulundukları Livâ ve Kazâ Esâmîsini Mübeyyin Rehberdir, Matbaa-i Âmire, İstanbul 1338.
52 Ayverdi, age., s. 84.

- 248-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

KAYNAKÇA

19. Asırda İstanbul Haritası (haz. Ekrem Hakkı Ayverdi), İstanbul Fethi Derneği İstanbul
Enstitüsü yay., Şehir Matbaası, İstanbul 1958.
Adalet Bayramoğlu Alada, Osmanlı Şehrinde Mahalle, Sümer kitabevi, İstanbul 2008.
Ahmet Refik, Hicri On Birinci Asırda İstanbul Hayatı (1000-1100), Devlet Matbaası, İstanbul
1931
Ahmet Refik, Hicri On İkinci Asırda İstanbul Hayatı (1100-1200), Devlet Matbaası, İstanbul
1930
Ahmet Refik, On Altıncı Asırda İstanbul Hayatı (1553-1591), Devlet Basımevi, İstanbul 1935
Ali Akyıldız, “Muhtar”, DİA, XXXI, İstanbul 2006, 51-53.
Ali Murat Yel-Mustafa Sabri Küçükaşçı, “Mahalle”, DİA, XXVII, İstanbul 2003, s. 323-326.
Bertraad Bareilles, İstanbul’un Frenk ve Levanten Mahalleleri Pera-Galata-Banliyöler, (çev. Ali
Berktay), Güncel yay., İstanbul 2003.
Celal Esad Arseven, “Mahalle”, Sanat Ansiklopedisi, III, Milli Eğitim Basımevi, 3. bs., İstanbul
1983.
Cem Behar, İstanbul’un Bir Mahallesinin Portresi: 16.-19. Yüzyıllar, TÜBA Forumu, Ankara
2006.
DİA, “İstanbul (Sanat)”, DİA, XXIII, İstanbul 2001, s. 243-267.
Ekrem Hakkı Ayverdi, 19. Asırda İstanbul Haritası, İstanbul Enstitüsü yay., Şehir matbaası,
İstanbul 1958.
Ekrem Hakkı Ayverdi, Fatih Devri Sonlarında İstanbul Mahalleleri, Şehrin İskânı ve Nüfusu,
Vakıflar Umum Müdürlüğü Neşriyatı, Doğuş matbaası, Ankara 1958.
Erdoğan Öner, İstanbul Şehremâneti (Belediyesi)’nin Kuruluşu ve 1917 Yılı Bütçesi, Maliye
Bakanlığı yay., Ankara 2008.
Feridun Emecen, “Fetih Sonrası İstanbul: Cumhuriyet Dönemine Kadar Kısa bir Tarihçe”,
Akademik Araştırmalar Dergisi, sy. 47-48, İstanbul 2010, c. I, s. 49-71.
Feridun Emecen, “İstanbul (İstanbul’un Fethi)”, DİA, XXIII, İstanbul 2001, s. 212-220.
Haldun Hürel, Semtleri, Mahalleleri, Caddeleri ve Sokaklarıyla A’dan Z’ye İstanbul’un Ansiklo-
pedik Öyküsü, Kapı yay., İstanbul 2010.
Halil İnalcık, “İstanbul (Türk Devri)”, DİA, XXIII, İstanbul 2001, s. 220-239.
İlber Ortaylı, Tanzimat Devrinde Osmanlı Mahallî İdareleri (1840-1880), TTK yay., TTK
Basımevi, Ankara 2000.

- 249-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

İlhan Şahin, “Nahiye”, DİA, XXXII, İstanbul 2006, s. 306-308.


İlhan Şahin, “Şehir (Osmanlılar’da)” DİA, XXXVIII, İstanbul 2010, 446-449.
İrfan Yücel, “İmam (Osmanlı Devleti’nde İmamlık)”, DİA, XXII, İstanbul 2000, 181-188.
İsmail E. Erünsal, “İstanbul (İstanbul Kütüphaneleri)”, DİA, XXIII, İstanbul 2001, s. 275-284.
İsmail Taşpınar, “Avrupalı Seyyahlar Gözüyle Osmanlı Döneminde İstanbul’daki Gayrimüslimler
ve Dini Hayatlarına Dair Tespitler: XVI-XIX. Yüzyıllar Arası”, Akademik Araştırmalar Dergisi, sy.
47-48, İstanbul 2010, c. I, s. 353-365.
İstanbul Şehri Rehberi, Osman Nuri (haz.), Matbaacılık ve Neşriyat Türk Anonim Şti, İstanbul
1934.
İstanbul Vakıfları Tahrîr Defteri 1009 (1600) Târîhli (haz. Mehmet Canatar), İstanbul Fetih
Cemiyeti yay., Özal Matbaası, İstanbul 2004.
İstanbul ve Bilâd-ı Selâse’de Kâin Mahallât ve Kurânın Hurûf-ı Hecâ Tertîbiyle Esâmî ve Mensûb
Oldukları Mâliye Şu’abât ve Mülhak Bulundukları Livâ ve Kazâ Esâmîsini Mübeyyin Rehberdir,
Matbaa-i Âmire, İstanbul 1338.
Mehmet Canatar, “Kâhya ve Kethüdâ Terimleri Üzerine”, Osmanlı Öncesi İle Osmanlı ve
Cumhuriyet Dönemlerinde Esnaf ve Ekonomi Semineri, 9-10 Mayıs 2002, Bildiriler Birinci Cilt,
Globus Dünya Basımevi, İstanbul 2003, s. 181-199.
Mehmet Canatar, “Kethüda”, DİA, XXV, Ankara 2002, s. 332-334.
Mehmet İpşirli, “İstanbul Kadılığı”, DİA, XXIII, İstanbul 2001, s. 305-307.
Mehmet İpşirli, “Pâyitaht İstanbul’un İdaresi ve İdarecileri”, Akademik Araştırmalar Dergisi,
sy. 47-48, İstanbul 2010, c. II, s. 27-41.
Osmanlı Kaynaklarına Göre İstanbul Câmi, Tekke, Medrese, Mekteb, Türbe, Hamam, Kütübhâne,
Matbaa, Mahalle ve Selâtin İmâretleri (haz. Ahmed Nezih Galitekin), İşaret yay., İstanbul 2003.
Robert Mantran, 17. Yüzyılın İkinci Yarısında İstanbul: Kurumsal, İktisadi, Toplumsal Tarih
Denemesi (çev. M.Ali Kılıçbay-Enver Özcan), V yay., Ankara 1986.
Semavi Eyice, “İstanbul’da Su Medeniyeti ve Başlıca Su Yapılarına Genel Bir Bakış”, Akademik
Araştırmalar Dergisi, sy. 47-48, İstanbul 2010, c. II, s. 43-83.
Semavi Eyice, “İstanbul’un Mahalle ve Semt Adları Hakkında Bir Deneme”, Türkiyat Mec-
muası, c. 14 (1965), s. 199-216.
Şehremâneti Hudûdı Dâhilinde Bulunan Mahallât Esâmîsi, Dersaadet, Arşak Garoyân Matbaası,
1329.
Tarkan Oktay, Osmanlı’da Büyükşehir Yönetimi: İstanbul Şehremaneti, Yeditepe yay., İstanbul
2011.

- 250-
Fatih Sultan Mehmed Han.
Mahalle mektebi.
Suriçi İstanbul’da
İlim Hayatı, Eğitim
Faaliyetleri ve
Kültür Muhitleri
Prof. Dr. Mehmet İPŞİRLİ*

T
arihî yarımada Bizans ve Osmanlı
döneminde pek çok bakımdan kök-
lü ve zengin geleneğe sahip olmuştur.
Şüphesiz bunların başında ilim ve kültür hayatı
ve kurumları gelir.
Fatih Sultan Mehmed, Fetih'ten hemen son-
ra İstanbul’da çok kapsamlı bir imar, iskan, ve
kültür faaliyetine girişmiş, bu hamleyi de cihad-ı
ekber olarak adlandırmıştı.

Tarihi yarımadanın yüzyıllarca ilim ve kül-


tür hayatını şekillendiren ve canlandıran te-
mel kurumu başta Fatih ve Süleymaniye olmak
üzere şüphesiz medreseleridir. Ancak bunun
yanında yine tarihi yarımada içinde yer alan ve
birbirinden farklı eğitim veren, kültür hayatı-
na önemli katkılar sağlayan Enderun, dergah
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

eğitimi, Huzur dersleri, ve ilmî muhitlerin de


zikredilmesi gerekir.

Fethi müteakip İstanbul‘da bilim faaliyet-


lerinin derhal başlaması için bazı kiliseleri
medreseye çevrilmiş, bu arada asıl külliyesinin
inşası için de çalışmalara başlanmıştır. Bugün
kendi adıyle anılan semtte harabe halindeki
Havariyyun kilisesinin temelleri üzerinde 1463
yılında külliyenin inşasına başlanmış, sekiz
sene sonra 1471'de tamamlanmıştır. Külli-
yenin, özellikle medresenin plan, program ve
teşkilatının hazırlanmasınada devrin tanınmış
ilim ve devlet adamları Mahmud Paşa, Ali
Kuşcu ve Molla Hüsrev’in büyük emekleri
olduğu bilinmektedir. Fatih külliyesi, başlıca
Cami, Sekiz Sahn Medresesi, sekiz Tetimme
Medresesi, Kütüphane, Tabhane ve İmaret,
Darüşşifa, Darütta‘lim, Kervansaray ahırları,
Fatih ve zevcesi Gülbahar Sultan Türbeleri vs.
olmak üzere bir çok birimden oluşmaktadır.1
Dördü Akdeniz, dördü de Karadeniz tarafında
yeralan sekiz medresenin programının esasını
İslam dini, hukuku ve felsefesiyle ilgili dersler
oluşturmaktadır. Sahn-ı Seman Medreselerine
talebe yetiştirmek üzere kolej seviyesindeki
Tetimme Medreseleri ise Sahn Medreselerinin
arkasında yer almakta idi. Tetimme talebesine
suhte, Sahn talebesine ise danişmend denilir-
de mevcuttu. Tetimme'de okuyan talebe sayısı
di. Sahn Medreselerinin herbirinde ondokuz
daha fazla idi.2 Külliyeye ait Arapça ve Türk-
oda ve bir dersane mevcuttu. Her medresede
çe'ye çevrilmiş çeşitli devirlere ait farklı vakfi-
müderrise ve yardımcısı olan muide, birer
oda tahsis edilmiş, ayrıca medreseyi gözeten yeler bulunmaktadır.3 Vakfiyede müderrislerin
kayyıma ve temizliği ile ilgilenen farraşa da maaşları, aranacak şartlar, takip edilecek usul
birer oda ayrılmıştı. Geriye kalan onbeş oda vs. hakkında genel bilgiler verilmiştir. Ayrıca
danişmendlere tahsis edilmişti. Böylece Sahn Külliyenin yayınlanmış olan 1489-1490 ta-
Medreselerinde toplam 120 danişmend odası rihine ait yıllık muhasebe plançosu da gelir
(hücre) bulunmakta idi. Bunların dışında ha- ve giderleri ve işleyişi hakkında sıhhatli bilgi
ricten medreseye devam eden neharî talebeler vermektedir.4

- 254-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

Süleymaniye Camii, İstanbul.

Oğlu II. Bayezid, bu eğitim hamlesini de- (ö.1526) ile başlamıştır. Ancak şeyhülislamların
vam ettirmiş, biri Amasya (1481-86), diğeri ağır ve yoğun sorumlulukları sebebiyle fiilen
Edirne (1484-88), üçüncüsü ve en mükem- ders vermeleri mümkün olmayınca bir vekil
meli de İstanbul’da (1501-1505) kendi adıyla vasıtasiyle yürütülmesi yoluna gidilerek Ders
anılan semtte inşa ettirdiği üç önemli külliye Vekaleti5 ihdas edilmiştir.
içerisinde mükemmel medreseler teşkil etmekle Fatih Medreselerinden yaklaşık bir asır sonra
eğitim ve kültüre ne kadar çok önem verdiğini kurulan Süleymaniye Medreseleri özellikle med-
göstermiştir. Bayezid Medresesinde müderrislik rese teşkilatı açısından en yüksek seviyeyi temsil
görevini şeyhülislamlara şart koşmuş, bu gö- ediyordu. Burada dinî, hukukî ve edebî derslere
rev dönemin Şeyhülislamı Zenbilli Ali Efendi ilaveten hendese, riyaziye derslerine de yer ve-

- 255-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

rilmiştir. Ancak bu derslerin nerede ve hangi mektedir. XX. yüzyıl başlarında bir toparlanma
seviyede okutulduğu tahkika muhtac bir konu- ve yenilenme hamlesi olmuş ise de kısa bir süre
dur. 1550-1557 tarihleri arasında tatamlanan sonra diğerleriyle birlikte Fatih ve Süleymani
külliyede Cami, dört medrese, Darülhadis, Tıb medreseleri de kapanmıştır.
medresesi, Darüşşifa (bimarhane), Darüzziyafe,
İstanbul medreselerinde çok değerli müder-
tabhane, sıbyan mektebi, hamamlar, türbeler
risler tarafından verilen zengin bir program
bulunmaktadır.6
vardı. Bu programın özelliği ise ilimlerin İslamî
Külliyenin teşkilatı ve temel birimleri ve bir telakkî içinde okutulması ve Müslüman ta-
işleyişi hakkında vakfiyesinde 7 ve yıllık hazır- lebeye hizmet vermesi idi. Medrese eğitimini
lanan muhasebe defterlerinde8 önemli bilgiler tamamlayarak mezun olanlar Osmanlı ülkesin-
bulunmaktadır. Bu kaynaklardan külliyenin de ilmiye sınıfı denilen bir zümreyi oluşturup,
birimleri, personeli ve aldıkları ücretler hak- bunlar Anadolu, Rumeli ve Arabistan’dan oluşan
kında sıhhatli bilgi edinmek mümkün olmak- Osmanlı coğrafyasında eğitim ve özellikle yargı
tadır. Süleymaniye medreselerinin kurulması hizmetlerini ifa ederlerdi. Ayrıca defterdarlık,
ile medreselerin derecelerinde artış olmuştur. nişancılık gibi bürokratik, özellikle Müslü-
Süleymaniye külliyesinin 1585-86 yıllarına ait man ülkelere elçilik gibi diplomatik görevleri
9039602 akçe tutan toplam gelirleri arasında de üstlendikleri olurdu. Medrese eğitimi bir
medrese görevlilerinin yıllık toplam ödenekleri kaç seviyeden oluşan bir program olup genel
259200 akçe tutmaktadır.9 Küçük ve müteva- olarak medresede verilmekle birlikte ihtiyaca,
zi ölçekteki medreselerde bu miktar çok daha zaruretlere ve tercihlere göre, camide, dergahta,
düşük olduğu görülmektedir.10 müderrisin evinde de verilebilirdi.
Fatih ve Süleymaniye Medreseleri Türk ilim Medrese inşası ve dağılımı konusunda İstan-
ve kültür tarihinin günümüze kadar gelen iki bul’un müstesna bir konumu vardı. Fetihten
mümtüz abidesidir. Osmanlı Devletinde yöne- XX. yüzyıl başlarına kadar İstanbul’da yüzlerce
ticilere, askerlere ve halk kesimine yön veren
medrese tesis edildiği, XVII. yüzyıl ortalarında
aydınlar (ilmiye ricali) hemen bütüniyle bu
sadece Suriçi İstanbul’da 122 medrese bulun-
iki ilim yuvasından doğrudan veya dolaylı bir
duğu bir sayımdan anlaşılmaktadır.11 Hezarfen
şekilde feyz alarak yetişmişler, akademik hayat-
Hüseyin Çelebi 1675’de İstanbul’da 126 med-
larınının en verimli dönemlerinde ulema bu iki
rese bulunduğunu belirtir.12
müessesede dersler vermişlerdir. Tamamen farklı
bir gelenek ve mentaliteye dayanıyor olmakla İstanbul Medreselerinde yer alan konular ve
birlikte Batı‘daki emsalleri olan Sorbon, Oxford okutulan dersleri, aklî ve naklî, dinî ve din dışı
ve Cambridge Üniversitelerinden teşkilat, ders ilimler, yüksek ilimler ve alet dersleri, doğrudan
ve kaynak zenginliği açısından hiç bir guna ve dolaylı olarak programda okutulan dersler
aşağı olmayan bu kurumların özellikle XVIII. olmak üzere çeşitli bakımlardan sınıflandırmak
asırdan itibaren gereken değişim ve dönüşümü mümkündür. Bütün bu ilimlerin okutulması
sağlayamadıkları kendilerini yenileyemedikleri İslamî bir anlayış ve zihniyet içerisinde olurdu.
belirli bir durgunluğun içine düştükleri gözlen- Medrese okutulan ilimler, esas itibariyle cüziyyat

- 256-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

denilen, hesap, hendese, hey’et ve hikmet ders- bir konudur. Taşköprülüzade daha 1540’larda
leri; alet ilimleri kabul edilen belagat mantık, medresede tartışmalı kelam ve matematik bahis-
Kelam, Arap dili ve edebiyatı dersleri; ulum-ı lerinin ulema arasında önemini yitirmesinden
’âliye denilen tefsir, hadis ve fıkıh derslerinden ilim seviyesinin düşmesinden şikayet etmekte-
oluşmakta idi. dir.16 Ancak kelam ve felsefe bahislerinin Katib
Çelebi’nin Mizanü’l-hak adlı eserinde belirttiği
XVII-XVIII. yüzyıllarda İstanbul medre-
şekilde terk edildiği ifadesinin gerçekle bağdaş-
selerinde okutulan konular ve derslerle ilgili
madığı görülmektedir. İstanbul’da Kadızadeliler
manzum ve mensur müfredat programları-
ve Sivasîzadeliler arasındaki yersiz ve talihsiz
nın yazıldığı bilinmektedir. 1728-1741 yılları
tartışmaları bizzat yaşamış olan Katib Çelebi
arasında İstanbul’da Fransız büyükelçisi olan
muhtemelen bunun da tesiri ile seviyeli, faydalı
Marquis de Villeneuve, Babıali’ye resmen mü-
kelam ve felsefe tartışmalarının yerini şimdi
racaat ederek hükümeti adına Medrese eğitimi
lüzumsuz zıtlaşma ve inatlaşmaların aldığını
ve mahiyeti hakkında bilgi istemiş, Reisülküt-
belirtmek istemektedir
tab Mustafa Efendi’nin başkanlığında bir heyet
medrese müfredat programı ve eğitim metodları Hırzü’l-müluk’e göre, danişmend olmak is-
hakkında iki bölümden oluşan Kevâkib-i seb’a teyen önce bir miktar sarf ve nahiv ve başlangıç
adiyle bir eser hazırlayıp büyükelçiye vermişler- derslerini (muhtasarât), ayrıca mantık kelam ve
dir.13Kevakib-i Seb’a’da Osmanlı medreselerinde, ma’ânî okuyup, danişmend olarak İstanbul’a
sınıf değil dersin geçildiği; her dersin başlangıç, gelince Hâşiye-i Tecrid medreselerinin her bi-
orta, ileri seviyelerinde ele alınıp, böylece her rinde üçer dörder ay kalıp, her müderristen beş
ders için en az üç kitabın takip edildiği; tale- altı ders okuyup, dört beş yıl zarfında Semaniye
benin derse hazırlanması, dersin işleniş tarzı, Medreseleri’ne varıp orada bir yıl kadar durup,
hoca-talebe münasebetleri hakkında önemli daha sonra padişah medreselerine varıp, bir çok
bilgiler verilmektedir.14 alimden istifade ederek 25-30 yaşlarında mülâ-
zim olup medrese veya kadılığa tâlip olurdu.
XVI. yüzyıl başlarında Taşköprülüzade, Halen yeterince sarf nahiv ve muhtasarat gör-
XVII. yüzyılda Katib Çelebi (ö.1658), daha son- memiş cahiller uğradıkları medreselerde ders
raları Şeyhülislam Feyzullah Efendi (ö.1703), görmeyip mal kuvvetiyle (rüşvetle) veya şefaatle
Bursalı İsmail Hakkı Efendi (ö.1725); Abdullah geçip, herkes cahil olduğunu anlayıp üzerinden
el-Ahıskavî (ö.1803) ve nihayet XIX. yüzyılda atıp, zamanla hareket edip mülâzim dahi olup
Cevdet Paşa (ö.1895) medrese dersleri ve ki- kadılık alırlardı.17
tapları hakkında önemli bilgiler vermektedir.15
Ahmed Cevdet Paşa, XIX. yüzyılın ikinci
XV-XVI. yüzyıllarda felsefi konular, matema- yarısında medrese eğitiminin şekli, uygulanışı,
tik, mühendislik ve tıp gibi teknik konular med- hakkında kendi tecrübesine de dayanarak bil-
rese programında etkili bir şekilde yer almakta gi vermektedir. Buradan öğrendiğimize göre,
ve okutulmakta iken, felsefî ve teknik ders ve birçok talebenin medrese odalarında kalmayıp
konuların medreselerde tedricen azalması hu- neharî olarak medrese derslerine devam ediyor,
susu üzerinde durulması ve tartışılması gereken ayrıca hafta sonu tatillerinde geceleri ilmi top-

- 257-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

lantıların sıkça yapıldığı sık sık tatiller olduğu cesine düşürülmüştür. İstanbul’da Sinan Paşa
ancak Cevdet Paşa’nın bayram tatili hariç bazı Darülhadisi 1622’de, Eyüp’te Zal Paşa Sultanı
hocalardan derse devam ettiğini; talebenin ka- Medresesi 1619’da Altmışlı’ya yükseltilmiştir.
naatkar ve perhizkar bir hayat yaşadığını, çok
Medresenin, genellikle bir avlu etrafında sa-
mahdut bir gelire sahip olduğu anlatılmaktadır.18
hip olduğu çeşitli birimler eğitim sistemi açısın-
Dereceler: İstanbul medreselerinde dereceleri dan önem taşımaktadır. Bunlardan Dershane,
göstermek üzere birbirinden ayrı gibi görünen müderris odası ve danişmend hücreleri hemen
aslında birbiriyle bağlantılı olan üç ayrı usulün her medresede bulunmaktadır. Medreselerde
kullanıldığı bilinmektedir. Bunlar Haşiye-i Tec- ayrıca bir mescit bulunmaz, genellikle ders-
rid, Miftah, Telvih medreseleri şeklinde kitap ad- hanesinde bir mihrab vardır, vakitler girdikçe
larına göre; yirmili, otuzlu, kırklı, ellili, altmışlı cemaatle namazlar kılınırdı. Vefa’daki Şeyh
şeklinde müderrisine ödenen günlük ücretlere Vefa Camiinin ana mekanı, mescit, dershane
göre ve nihayet Hariç, Dahil, Sahn, Altmışlı, ve semahane şeklinde çok amaçlı kullanıldığı
Süleymaniye, Darülhadis şeklinde dereceler biliniyor. Genellikle medreselerde müstakil
belirlenmiştir. XVII. asır sonlarından itibaren kütüphane odası bulunmayıp vakıf kitaplar
giderek, iki Haric, iki Dahil, iki Sahn, iki Alt- dershanenin dolaplarına konulurdu.
mışlı, üç Süleymaniye ve bir Darülhadis med- Büyükçe bir oda ebadında ve genellikle kub-
reseleri olmak üzere İbtida-i Hâric, Hareket-i be ile örtülü olan dershane zeminin hasır veya
Hâric; İbtida-i Dâhil, Hareket-i Dâhil; Mûsıla-i kilim ile kaplandığı ve öğrencilerin minderler
Sahn, Sahn-ı Seman; İbtidâ-i Altmışlı, Hareket-i üzerine, müderris ise büyükçe rahle ile ders tak-
Altmışlı; Mûsıla-i Süleymaniye, Süleymaniye, rir ederdi. Süleymaniye ve Fatih Medreselerinin
Hâmise-i Süleymaniye, Dârülhadis-i Süleyma- her birinde merkezî konumda birer dershane
niye dereceleri oluştu.19 Bu sistem İmparator- bulunmaktadır. Ancak genelde her medresede
luğun sonuna kadar devam etmiştir. Osmanlı bir dershane mevcut idi. Talebe genelde ders-
Medrese sisteminde özellikle XVI. asır ortala- lerinin dışında yemek ve temizlik ihtiyaçlarını
rından itibaren kendi içinde çeşitli hareketlili- kendisi karşılar ancak iktisadî şartları iyi olan
ğin yaşandığı izlenmektedir. Bunlar a) Medrese talebeye çömez21 denilen genç talebeler hiz-
ve kadılık ve müftülük derecelerinin birbirine met ederdi. Ailevi durumu iyi olan talebelere
uyumu sağlanarak çok sıklıkla müderrislikten ailesinden erzak , kuru yemiş vs. gelirdi. Bu
kadılığa, bazen da kadılıktan müderrisliğe ge- durum 18-19. yüzyıllarda medreselerin gelir-
çişin olduğu görülmektedir. Burada yerleşmiş lerinin kaybolduğu, akarlarını yangın ve zelze-
bir teamül vardı.20 b) Medrese derecelerinin çok lelerle kaybettiği dönemlere aittir, yoksa erken
sık olmasa da değiştiği görülmektedir. Meselâ, dönemlerde külliyelerin sahip olduğu imaretler
1548’de İstanbul Şehzade Medresesi elli akçelik bu tür ihtiyaçları tamamıyla karşılamakta idi.
iken altmış akçeliye yükselmiş; 1623’te Hâriç Bu imkandan mahrum olan talebeler ise üç aylar
seviyesinde olan Mehmed Paşa Medresesi Dahil özellikle ramazanlarda medresenin tatil olmasını
derecesine yükseltilmiş; Dâhil derecesinde olan fırsat bilerek çeşitli kaza ve köylere dağılırlardı.
Soğuk kuyu (Pîrî Paşa) Medresesi Hâriç dere- Gittikleri yerlerde imam-hatiplik ve özelikle

- 258-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

vaizlik yaparak elde ettikleri ücretler müteakip İstanbul medreselerinde avluda çoğunluk-
yıla kadar kendileri için harçlık olurdu. Cer- la bir kuyu, müstakil suyu olan medreselerde
re22 çıkma tâbir edilen bu uygulama özellikle ortada bir şadırvan veya bir kenarda çeşme bu-
İstanbul medreselerinde okuyan talebenin halkı lunur, Fatih, Süleymaniye gibi kurşunla kaplı
tanımasına, onlarla bütünleşmesine yardımcı medreselerde çatıdaki yağmurun toplandığı
olurdu. İleride tahsilini tamamlayıp icazetini sarnıç bulunurdu. Ayakyolu, helâ denilen ve
aldığı zaman halkı ve onların ihtiyaçlarını, talebenin müştereken kullanacağı birimler
hassasiyetlerini tanıyan, onlarla rahat irtibat uygun bir mahalde ayrıca yer alırdı. Bunun
kurabilmelerine zemin hazırlardı. dışında çamaşırhane, gusülhane, abdesthane
için ayrılmış mekanlar olurdu.
İstanbul’da medrese odalarında zaman za-
man eğitimle ilgisi olmayan uygunsuz kişilerin Koca Sinan Paşa’nın İstanbul Divanyolu’n-
yerleştikleri ve çeşitli yolsuzluklara isimlerinin daki medresesi, 16 hücresi, dershanesi, ortada
karıştığı olurdu. Devlet bu sebeple ihtiyaç duy- şadırvan ve kuyusu, tuvaleti, yol tarafındaki
hazîresi ve Koca Sinan Paşa’nın şaheser türbesi
dukça odaları teftiş ederek aramalar yaparak bu
ile XVI. asır müstakil medrese tipinin bugün
kimseleri bulup çıkarırdı. 1206-1792 yılında
bütün birimleriyle görü-
lebileceği mükemmel bir
örneğini teşkil etmektedir.

Medrese ve ilim ha-


yatının tabiatından ge-
len çok renkli olmayan,
mutat, sade hatta sıkıcı
bir havası vardı. Medrese
vakfiyelerine göre mutat
olarak haftanın beş günü
ders verilir, Salı ve Cuma
olmak üzere iki gün tatil
olurdu. Talebenin ders
kitaplarını istinsah ede-
bilmesi için pazartesiyi
de ekleyerek tatil günle-
Şeyh Ebu’l Vefa Camii. rini üçe çıkaran medrese-
ler vardı. Hoca Sa’deddin
bu amaçla medreselerde umumi bir teftişin ve Efendi kendi zamanında İstanbul’da bu usulün
sayımın yapıldığı bilinmektedir. Bu gibi hallerde devam ettiğini belirtmektedir.24 Genelde Salı
dışarıdan İstanbul’a gelmiş olan kimselerin kefile günleri bütün dersler ve kütüphaneler tatil edi-
bağlanması, kefili olmayanların geldikleri yere lirdi. Medresede dersler sabah ve ikindi namazı
geri gönderilmesi esastı.23 sonrası olmak üzere iki kere olur, ancak icazete

- 259-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

esas olan dersler sabah dersleri idi. Talebenin edilmekte ve bunların müderrisler, kadılar,
bir günlük medrese hayatı mutat olarak nasıl subaşılar tarafından sıkıca kontrol edilmesi ve
geçerdi? Maalesef değişik dönemlerde bu soru- cezalandırılmaları istenmektedir. Nitekim Fatih
ya ışık tutacak hatırat, günlük gibi kaynaklar Tetimme Medreseleri’nde bazı kapıların gecele-
yok, ancak münferit olaylardan ve gözlemler- yin kapanmayıp talebenin dışarı çıkıp fesat ve
den hareketle genel bilgiler verilebilir. Hücre şenaat ettikleri belirtilmekte, kefilsiz talebenin
denilen medrese odaları aslında bir danişmend25 medresede barındırılmaması İstanbul kadısı
yani gelecek vaad eden medrese talebesine aitti. aracılığı ile ilgili müderrise buyurulmaktadır.28
Medreselerde okuyan talebe mevcudunu bu-
1792 senesinde Fatih Medreseleri’nin, Sahn
günün okullarında okuyan talebe sayısı gibi
ve Tetimme kısımlarında toplam 447 kişi bu-
çok olduğunu düşünmemek gerekir. Normal
lunmakta, bunun 10’u müderris, 45’i mülâzim,
olarak her medresede 10-15 oda bulunmakta
idi. Birçok medresede yer darlığı sebebiyle oda 3’ü muid, 198’i molla, 181’i refik, 8’i çömez,
sahibi olan mollanın da rızası ile bir refik adıyla 21’ taşrada bulunmakta idi.29 Aynı tarihte Sü-
ikinci bir talebe kalır, ayrıca kıdemli öğrenciye, leymaniye Medreselerinin durumuna gelince
yemeğini pişirmek, mangalını yakmak, odasını toplam 131 hücrede 223 kişi yaşamakta olup,
temizlemek, çamaşırını yıkamak, suyunu ge- bunun 11’i müderris, 116’sı hücre sahibi talebe,
tirmek, alış-verişini yapmak üzere çömez adı 69’u refik ve çömez idi.30 1792’de İstanbul’da-
verilen genç bir talebe hizmet eder, bu hiz- ki medrese odalarında kalan 2947 talebeden
metlerine karışlık danişmend ona derslerinde 1193’nün tek başına, 1097’sinin ikişer kişi ola-
yardımcı olur, çalışmalarını kontrol ederdi.26 rak, 403 talebenin üçer kişi olarak 69 kişinin
Aslında medresede hoca-talebe ve diğer perso- ise 4-5 kişi olarak bir odayı paylaştığı tespit
nele medresenin bağlı olduğu imaretten yemek edilmiştir. Medrese hücreleri aslında bir talebe
ve yiyecek dağıtılır idi. Ancak 18-19. asırlarda için olmakla bir zaruretler sebebiyle bazı hücre-
vakıf gelirlerinin yok olması sebebiyle bir çok lerde muhtemelen geçici olarak 3-4 talebenin
medresede yemek verilemeyip sadece fodula27 kaldığını sayımlar göstermektedir.
verilir olmuştu. Bazılarında bu imkan bile kal- Osmanlı Devleti’nde medrese, kuruluştan
mamıştır. Ancak medresede hayatın çok müte-
XIX. yüzyıla kadar ilmî ve fikrî hayatta etkili,
vazî olduğunu ve talebenin çok cüzî bir gelir ile
devlet ve toplumu belirli seviyelerde yönlendiren
geçinip, kendisini derslerine verdiğini değişik
bir kurum idi. Şer’î ve hukukî mevzuatın tedvi-
dönemlerde kaynaklar ifade etmektedir. Talebe
ni, idari, askeri, ve vakıf sistemi gibi toplumsal
ile İstanbul toplumu arasında yüzyıllar boyunca
müesseselerin teşkili ve benimsenmesinde, dev-
gelenekselleşmiş çok iyi bir ortak anlayış var-
letin zorlandığı yerlerde çözümler üretilmesin-
dı. Ancak medrese talebesi arasında kendisini
de, sistemin temel bir unsuru olarak faaliyet
kontrol edemeyip, zaman zaman gece hayatına
göstermişti.
kendisini kaptıran, zorbalık ve ahlak dışı işler
yapanlar da olurdu. Daha XVI. asırdan itibaren XIX. yüzyılda II. Mahmud ve II. Abdülha-
Mühimme ve Şikayet defterlerinde danişmend mid dönemlerinde, özellikle eğitim konusunda
ve suhtelerin bu nevi taşkınlıklarından şikayet ıslahat ve yenilikler yapılırken en çok ıslaha

- 260-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

muhtaç olan medrese ihmal edilmiştir. Bu tu- devlete idarî ve askerî kadro yetiştirmek için
tum muhtemelen medresenin ve temsil ettiği teşkil edilen saray eğitim kurumudur. Ende-
zihniyetin ıslahının çok zor, hatta mümkün run II. Murad zamanında Edirne Sarayı’nda
olmadığı kanaatine dayanmaktaydı. II. Abdül- teşkil edildiği, ancak gerçek teşki­lâtına Fâtih
hamid’den sonra İttihatçılar döneminde Şeyhü- döneminde kavuştuğu söy­lenebilir. Böyle bir
lislâm Musa Kazım ve Mustafa Hayri Efendiler kurumun teşkilinde esas hedef, askerî temele
zamanında ciddi olarak medrese ıslahı yapılmak dayanan Os­manlı Devleti’ne yetenekli kuman-
istendi. Islâh-ı Medâris Komisyonu kurulup, dan ye­tiştirmek ve devamlı büyüyen ülkenin
çeşitli nizamnameler hazırlandı, geleneksel farklı din, dil ve kültürlere mensup kit-
yapısından tamamen farklı, mektep tar- lelerini idare edecek sağlam yönetici
zında yeni program, Darü’l-hilafe med- kad­roları temin etmekti. Devlet gayri
reselerinde uygulanmaya başlandı. Bu müte­canis bir sosyal yapıya sahip ol-
arada ayrıca Medresetü’l-kuzât, Med- duğundan böyle bir eğitim kurumu
resetü’l-eimme ve’l-hutaba (1913), için ırk veya kan bağı yerine kültür
Medresetü’l-vâizîn (1913), Medre- ve disiplin temel pren­sipler olarak
setü’l-mütehassisîn (1914), Medre- benimsenmiş, kadrolar bu anlayış
setü’l-hattatîn (1914), Med- içerisinde yetiştirilmiştir.
resetü’l-irşâd (1919)
Enderun’daki eği-
kurulmuştur. Ancak
tim Büyük ve Küçük
Birinci Cihan Harbi ve
Odalar, Doğancı Koğuşu,
arkasından yaşanan İmpa-
Seferli Koğuşu, Kiler Odası,
ratorluğun tasfiyesi sebebiyle
Hazine Odası ve Has Oda ol­
bu okullar uzun süreli olmadı.
mak üzere yedi kademe üzerine kurul­
XX. yüzyılın başlarından itibaren baş-
muştu. Buradaki eğitimi sonuna kadar
ta Beyânü’l-hak, Sırât-ı müstakim ve
götüremeyen iç oğlanlar ara sınıflardan
Sebilü’r-reşâd olmak üzere devrin muhafazakar
aynı şekilde çıkma adıyla ayrılarak çe­şitli askerî
mecmualarında medreseyi değerlendiren, çö-
birliklere katılırlardı.
züm önerileri ileri süren makaleler yazılmıştır.
Enderun’un ilk iki kademesinden Kü­çük
Medreseler 430 sayılı ve 3 Mart 1340 (1924)
Oda Bâbüssaâde’den içeri girince solda, Büyük
tarihli Tevhid-i Tedrisat kanunu ile Milli Eğitim
Oda ise sağda yer almak­taydı. Bu odalara acemi
Bakanlığı’na (Maarif Vekaleti) devredilmiştir.
oğlanları mek­tebinden üstün basan ile mezun
İstanbul ve diğer şehirlerdeki birçok Osmanlı
olan gençler alınırdı. Bunlar İslâm dini ve kül­
Medresesi halen Kütüphane, hastane ve sağlık
türü, Türkçe, Arapça ve Farsça dersleri görür,
kurumu, kültür kuruluşları, okul, Müze vs. bi-
güreş, atlama, koşu, ok çekme gibi spor tâlimleri
nası olarak kullanılmaktadır.
yaparlardı. Bu odalar­da okuyanlar “dolama”
Suriçi İstanbul’da Medreselerden tamamen denilen bir çeşit cübbe giydikleri için bunlara
farklı olarak eğitim veren diger bir kurum ise “dolamalı” denilirdi. Gençler yaklaşık on beş
Enderundur.31 İstanbul’da Topkapı Sarayı içinde yaş civarındaydı. Buralarda disiplini sağla­yan,

- 261-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

gençlere çeşitli konularda yardımcı olan lalalar hazinesi ve saraya ait mücev­herat ve kıymetli
bulunurdu. Büyük Oda’nın kadrosu 100, Kü- eşyanın korunmasın­dan da sorumluydu. Ba-
çük Oda’nın altmış iken XVII. yüzyılda toplam rış ve savaş za­manlarında padişahın yanından
kadro 258’e ulaş­mıştı. Bu odaların 1675'te kal- ayrıl­mazdı. Bu koğuşun mevcudu zaman za­
dırıldığı belirtilmektedir. Enderun’un üçüncü man 150’ye kadar çıkmıştır. Buradan çıkma
de­recesi Doğancı Koğuşu idi; kırk kadar gencin olduğunda gençler kapıkulu süva­ri bölüklerine,
tâlim gördüğü bu koğuş IV. Mehmed zama- müteferrikalığa ve çaşnigîrliğe girerlerdi.
nında kaldırılmıştır.
Has Oda Enderun kademelerinin so­nuncusu
Seferli Koğuşu 1635 yılında IV. Murad ta- olup yine Fâtih tarafından ku­rulmuştur. Has
rafından teşkil edilmiştir. Öncele­ri Enderun Oda’nın dört meşhur zabiti has odabaşı, silâh-
halkının çamaşırlarının yıka­nıp düzenlenmesi dar, çuhadar, rikâbdar idi; bunlardan sadece has
hizmetini görürken daha sonra çalışmalar sanata odabaşının padişah huzuruna çıkma yetki­si ol-
kaydırıl­mış ve buradaki gençler musikişinas, ha­ duğu Fâtih Kanunnâmesi’nde belir­tilmiştir. Has
nende, kemankeş, pehlivan, berber vb. meslek Oda’nın toplam mevcudu kırk civarındaydı.
dallarında yetiştirilmişlerdi. Ni­tekim bu koğuş- Has odalıların görev­leri arasında Hırka-i Saa-
tan birçok musikişinas ve şair çıkmıştır. Saray det Dairesi’ni te­mizlemek, eşyasının bakımını
dilsiz ve cüceleri de aynı koğuşta eğitilmiştir. yapmak, kandil gecelerinde öd ağacı yakmak,
Seferli Ko­ğuşu’nda 100 kadar genç eğitim gö- gül­suyu dökmek ve mukaddes emanetle­ri ko-
rür, bu koğuşun iç oğlanları çıkmalarda si­pahi rumak gibi işler sayılabilir. Hünkâr müezzini,
bölüklerine verilirdi. sır kâtibi, sarıkçıbaşı, kahvecibaşı, başçavuş gibi
padişah hizmetin­de bulunanlar da Has Oda
Kilerci Koğuşu Fâtih Sultan Mehmed zama- mensupları arasından seçilirdi. Hareme bitişik
nında kurulmuştur. Buranın âmiri serkilârî-i Mâbeyn denilen odada bulunan Has odalı­lardan
hâssa idi. Padişaha yemek ser­visi yapmak bu çıkma olduğunda bunlar kıdem durumlarına
koğuşun göreviydi. Bu­rada bulunan iç oğlanları göre önemli görevlere ta­yin edilirlerdi.
hükümdarın ve Harem-i Hümâyun’un ekmek,
Çalışma sistemi, programı ve işleyişi göz
et, yemiş, tatlı, şerbet gibi her türlü yiyecek ve
önünde tutulursa Enderun’un bir mektepten
içe­cek ihtiyacını hazırlar ve muhafaza eder­di.
ziyade çeşitli hünerlerin, sa­natların, idarî ve
Saray odaları ve mescidlerinin mum­ları da bu
siyasî bilgilerin uygula­malı olarak öğretildiği,
koğuş tarafından temin edilir­di. Bunların sayıla-
kabiliyetlerin tespit edildiği bir kurs ve staj yeri
rı otuz kadardı. Kilerci Koğuşu iç oğlanları çık-
olduğu söylenebilir. Enderun’u teşkil eden yedi
malarda kapıkulu süvari bölüklerine girerlerdi.
oda ve koğuşta çıkmalar, terfiler ve bo­şalan
Hazine Koğuşu da Fâtih tarafından teşkil yerlerin doldurulmasında kesinlik­le uyulan be-
edilmiştir. Buranın âmiri hazinedarbaşı ve hazi- lirlenmiş kurallar vardı. An­cak padişahların sık
ne kethüdası idi. Hazinedarbaşı sarayın en nü- olmamakla birlikte terfi ve çıkmalarda usul dışı
fuzlu görevlilerindendi. Sarayda hizmet gören, uygulama­ları da olmuştur. Kanunî Sultan Süley­
sayıla­rı 2000 civarındaki “ehl-i hiref” denilen man’ın Has Odabaşı İbrahim’i vezîriâzamlık
saray sanatkârlarının başı olduğu gibi Enderun makamına getirmesi bunun il­ginç bir örneğidir.

- 262-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

Enderun sisteminde önemle üzerinde duru- yardımcı oluyordu. Topkapı Sarayı asırlarca
lan bir diğer ilke de kültürün etkili bir şekilde yoğun idarî, siyasî ve diplomatik faaliyetlere
verilmesiydi. Çok değişik ırk ve dinî kökenler- sahne olmuş bir merkezdi. Ülke dahilinden
den gelen gençler İslâm-Türk kültürü içerisinde beylerbeyiler, sancak beyleri, kadılar; müslüman
yetiştiriliyordu. Yabancı gözlemciler hazırlık ve ve gayri müslim devletlerden gelen diplo­matik
Enderun eğitimi için seçilmiş gençlerden bahse­ heyetler, elçiler, Dîvân-ı Hümâyun üyeleri olan
derken Türkler’in kabiliyetli gördükleri kimse- sadrazamlar, vezirler, kazas­kerler hep bu sarayda
leri eğitmekten büyük bir zevk al­dıklarını ve bu yoğun faaliyet içe­risinde bulunuyordu. Bu husus
uğurda her türlü fedakâr­lığa katlandıklarını be- Enderunlu gençlere engin bir görüş ve tecrübe
lirttikleri gibi, ay­rıca seçim sırasında güzel yüzlü sağlıyordu. Gerek merkezde gerekse eya­letlerde
ve fizi­kî kusuru olmayanların tercih edilmesini çeşitli seviyelerde hizmet gö­ren vezirler, beyler-
de Türkler’deki “güzel bir yüzde kötü bir ruhun beyiler, sancak bey­leri ve diğer idarî görevliler
saklanamayacağı” inancına bağlamaktadırlar. genellikle bu kurumdan yetişmiş kimselerdir.
Habsburg elçisi ola­rak XVI. yüzyıl ortalarında Tayyarzâde Atâ Bey32 ve Hızır İlyâs’ın33 eserle­
Osmanlı ül­kesine gelen Busbecq mektupların- rinde özellikle son dönem saray ve Enderun
da Batılılar’ın iyi yetiştirilmiş attan ve kö­pekten hayatı ve bura­da oluşan kültür muhiti hakkın-
zevk aldığını, Türkler’in ise iyi eğitilmiş insandan da ayrın­tılı bilgiler vardır. Atâ Bey’in eserinde,
büyük haz duyduk­larını yazmaktadır. Enderun’da yetişen ve değişik alanlarda görev
Enderun eğitiminin temel prensiple­rinden yapan âlim, şair, devlet adamı, asker ve idare-
biri de disiplindi. Hazırlık ve En­derun eğitimine cilerin adları ve yer yer biyografileri verilmiştir.
devam eden gencin her hareketinin ölçülü ol- Enderun tamamen farklı metotlara ve he-
ması gerekiyordu. Özellikle Enderun’da akağalar deflere dayanan medrese ile kar­şılaştırıldığında
kurallara uyma konusunda son derece sertti. birinci kurumun hedefi­ne ulaşma açısından
En küçük kusur bile cezalandırılırdı. Veri­len daha şanslı ve başarılı olduğu görülür. Medrese
belli başlı cezalar falaka, uykusuz bırakma, ye- eğitimi, ilmiyeye mensup ailelerin çocuklarına
meği kesme idi. Bu disiplin gençlerin sabırlı, tanınan imtiyazlar ve himayelerle içeri­den zayıf-
her türlü meşakkate dayanıklı, saygılı, alçak larken Enderun’un sıkı bir di­sipline dayanan,
gönüllü olmala­rını sağlardı. Yatakhaneleri ko- başarı ve mahareti yük­selmenin yegâne vasıtası
ğuş şek­lindeydi ve her sekiz on gencin arasın­da
yapan prensi­bi, kimseye bir ayrıcalığın tanınma-
bir akağa yatağı bulunurdu. Pirinç ve et temel
dığı klasik dönemde bu kurumu imparator­luğun
yiyeceklerdendi. Gençlerin faz­la yemesine izin
en başarılı eğitim müessesesi ha­line getirmiştir.
verilmediği gibi gıdasız kalmamasına da özen
Nitekim Batılı birçok göz­lemci ve uzun yıllar
gösterilirdi. Gençlerin kabiliyetlerine göre her
İstanbul’da kalmış elçiler medreseden ziyade
türlü ma­kama ulaşabileceklerini bilmeleri onla­
Enderun eği­timiyle ilgilenmişler, en garazkâr
rın prensiplere uymalarını sağlar ve ça­lışma
olan­ları dahi takdirkâr ifadeler kullanmışlar­dır.
azimlerini arttırırdı.
Ancak XVII. yüzyılda, mevcut usulle­re aykırı
Enderun gençlerinin içinde bulundu­ğu çev- olarak birtakım himaye ve kayırmalarla En-
re de onların bilgi ve görgülerinin artmasına derun’a şartlara uymayan kimselerin alınmaya

- 263-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

başlanması, eğitim sisteminin gelişen yeni ih- ilim ve kültür seviyesi çok yüksek, mükemmel
tiyaçlara ayak uyduramaması, özellikle bu dö- hitabete sahip şeyhler vardı. Bunların dergah-
nemlerde kapıkulu askerînin iktidarı belirleyici ları birer konferans salonu gibi dolar, konuşlar,
bü­yük nüfuz ve gücü, Enderun’daki disipli­nin sohbetler, yapılır, dersler verilirdi. Gençliğinde,
ve eğitim kalitesinin sarsılmasına yol açtı. Genel bu mekanlardan birisi olan Kuşadalı35 derga-
olarak imparatorluktaki di­ğer kurumlar gibi bu hına devam eden XIX. yüzyılın büyük alimi
müessese de öne­mini yitirmeye başladı. Buna Ahmed Cevdet Paşa, bizzat görgü şahidi olarak
rağmen En­derun XIX. yüzyıl başlarına kadar Tezâkir’de önemli bilgiler vermektedir:
etkisi­ni devam ettirmiş, daha sonra ise Batı tar-
Huzur dersleri: Topkapı Sarayı’nda fasılasız
zında açılan mekteplerden yetişenler idarede
bir asır devam eden diğer bir dinî-ilmî bir
söz sahibi olmuşlardır. faaliyet ise Huzur Dersleri idi.36 Erken dönem-
Dergah: Osmanlı asırları boyunca özellikle lerden itibaren çeşitli örneklerine rastlanmakla
tarihi yarımadada ilim ve kültür muhiti ve at- birlikte ilk sistemli uygulamanın III. Ahmed
mosferinin en yoğun olarak yaşandığı mekan- zama­nında Nevşehirli Damad İbrahim Paşa
ların birisi de şüphesiz dergahlardır. Başlıbaşına ta­
rafından 1136’da (1724) yapıldığı bilin­
bir dini, tasavvufi, ve kültürel eğitim mües- mektedir. İbra­him Paşa, devrinin tanınmış
sesesi olan dergahlar ait oldukları tarikatların âlimlerini bazı ramazanlarda kendi sarayında
ilkeleri ve uygulamalarına göre adeta bugü- top­layarak onlara Kur’an’dan bazı âyetlerin tar-
nün kulüplerine benzetilebilirdi. Cami bütün tışmalı tefsirini yaptırmış, 1140 Ramazanında
müslüman toplumun ayrım olmaksızın ortak (Nisan 1728) bu derslerden birine III. Ahmed
mekanı olmasına mukabil dergahlar insanların de katılarak başından sonuna kadar takip et-
meşrep ve mizaçlarına göre seçtikleri, havasını miştir. III. Musta­fa’nın, babası III. Ahmed’in
teneffüs ederek günün stresini attıkları, ruhen yanında genç bir şehzade olarak bu derslere
tatmin oldukları mekanlardı. Başta padişahlar katılması ve bundan etkilenerek huzur derslerini
ve hanedanın erkek ve kadın mensupları olmak ihdas etmiş olması kuvvetle muhtemel­dir. Daha
üzere, devlet ricali ilim erbabı ve bürokratları sonraki padişahlar da bu gele­neği sürdürmüş-
ve askerî erkanın hemen hepsinin fiilen bağlı lerdir. Nitekim 1168 Ra­mazanında (Haziran
bulundukları veya sempati duydukları bir der- 1755) III. Osman’ın, Şerefâbâd’da kütüphane
hocası Hamîdî Efendi’yi huzuruna davet ederek
gah, bir şeyh vardı. Bu elit ve entellektüel tabaka
tefsir dersi yaptırdığı ve dersin sonunda ona
dergaha gitmekten, şeyh efendinin sohbetinde
ihsanlarda bulunduğu görülmektedir.
bulunmaktan, karar veremedikleri veya içinden
çıkamadıkları müşkillerini kendisine sormaktan Başlangıç ve esas teşkil etmesi bakı­mından
büyük bir rahatlık duyarlardı. XIX. yüzyıldaki önemli olan ilk huzur derslerinin zamanı, mekâ-
değişim , ıslahat her alan gibi tasavvufî hayata da nı, iştirakçileri ve bunlara yapılan ihsanlar hak-
tesir etmekle birlikte, dergah hayatında değişim kında Sultan III. Mustafa Rûznâmesînde önem­
diğer sahalara nispetle çok daha sınırlı idi.34 Bu li bilgiler bulunmaktadır. İlk derste Fetva Emini
dönemde Suriçi İstanbul’da başlıca sekiz tarikata Ebûbekir Efendi mukarrir, Nebih Mehmed,
ait yüzlerce dergah vardı. Bunların bir kısmında Konevî İsmail. Müzellef ve İdris efendiler de

- 264-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

talip (muhatap) olmuşlardır. Kâdî Beyzâvî’nin tezkirelerde önemle be­lirtilmiştir. 1200 (1786)
tefsirinden, “Ey iman edenler! Kendiniz, anne yılından itibaren ramazanda sekiz ders ile yeti-
babanız ve yakın­larınız aleyhine de olsa Allah nildiği ve dokuzuncusunda mukarririer meclisi
için şahitler olarak adaleti gözetin” mealindeki top­lanmasının bazı istisnalarla âdet haline gel-
âyet 37 takrir edilmiştir. Bu ders, başlangıcından diği görülmektedir.
itibaren tartışmalı geçmiş ve Sultan Mustafa
Tam bir ilmî serbestiyet içinde yapılan ders-
tarafından ders sonun­da her âlime yüz altın
lerde bir âyet okunarak mukarrir ta­rafından
ihsanda bulunul­muştur. 18-29 Ramazan 1172
onun tefsiri yapılır, muhatapların sorularına ve
(15-26 Ma­yıs 1759) tarihleri arasında cuma
itirazlarına mukarrir cevap verir, böylece ilmî
dışında her gün padişahın huzurunda yapılan
bir tartışma cereyan ederdi. Dersler genellikle
bu dersler Sepetçiler Kasrı, Sarık Odası, Ağa
Kadî Beyzâvî tef­sirinden yapılırdı. Ancak âyet-
Bahçesi. Sofa ve Divanhane gibi Topkapı Sa-
lerin tefsiri­nin son derece ağır ilerlediği, birkaç
rayı’nın çeşitli mekânlarında gerçekleş­tirilmiş,
yılda sadece birkaç âyetin ele alınabildiği, bu­
toplantılara müzakereci olarak beş altı kadar
nun ise âyetlerin tefsir ve tahlillerinde gra­mer
âlim katılmıştır. Dersler Öğ­le ile ikindi arasında
meselelerine, etimolojik ve ilgisiz yo­rumlara
icra edilir, ikindi na­mazından sonra padişah
ağırlık verilmesinden kaynaklan­dığı anlaşıl-
Harem’e çekilir­di.
maktadır. Nitekim İsrâ sûresi­nin tefsiri 1189
Huzur derslerinde dersi takrir eden âli­ Ramazanında (Kasım 1775) başlamış, 1192
me “mukarrir”, müzakereci durumunda olan Ramazanına (Ekim 1778) kadar sürmüş, Fetih
âlimlere önceleri “talip”, daha sonra “muhatap” sûresinin tefsiri ise 1193-1198 (1779-1784)
denilmiştir. Bir mukarrir ve beş muhatapla baş- yıllan arasında tamamlanabilmiştir. 1201 Ra-
layan bu derslerde muhatapların sayısı zaman mazanında (Temmuz 1787) Bakara sûresinin
içinde artmış, eksilmiş, ders adediyle günleri, tefsirine başlanmış, 1205 Ramazanına (Mayıs
saatleri ve dersin süresi değişikliğe uğramıştır. 1791) kadar beş yıl boyunca ancak ilk otuz
Nitekim 1180 Ramazanında (Şubat 1767) hu- âye­tinin tefsiri müzakere edilebilmiştir.
zur dersleri için belirlenen âlim sayısı 126 olup
Derslerde İlminin derecesini göstermek is-
bunlar on dokuz meclise taksim edilmiş ve her
teyen bazı muhatapların münazaralar­da terbiye
biri bir güne ayrılmıştır.
ve edep dışına çıktıkları da gö­rülmüştür. Me-
İçlerinden en kıdemli ve liyakatli bulunan­lar selâ 1176 Ramazanında (Mart-Nisan 1763)
mukarrir olmuştur. I. Abdülhamid döneminde muhataplardan Tatar Hoca diye anılan Tatar
1189 Ramazanında (Kasım 1775) huzur dersleri Ali Efendi, mukar­rir Abdülmü’min Efendi ile
için şeyhülis­lâmın görüşü alınarak mukarrir ve ilmî tartışma sınırlarını aşarak mukarrire terbiye
muha­tap olarak yetmiş âlim belirlenmiş, böyle­ dışı ağır sözler sarfedince Bozcaada’ya sürgün
ce sayı azaltılmıştır. Bu uygulamadan, huzur edilmiştir. 1215 Ramazanındaki (Ocak-Şubat
dersleri hocalarının şeyhülislâm tarafından 1801) bir huzur dersi, mukarrir ve muhataplar
seçil­diği anlaşılmaktadır. Gerek mukarrir ge­ arasındaki münazarada ken­dilerini ispatlamak
rekse muhatapların seçiminde liyakate ve ilmî isteyen muhatapların mukarrire lüzumsuz iti-
mertebeye dikkat edilmesi, gön­derilen emir ve razları ile ilmî ze­minden çıkarak terbiye dışı

- 265-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

tarzda yapılma­sı yerine gaza


ve cihadı teşvik edici, padi­
şahın yorulmadan dinleye-
bileceği tarzda sade olması,
avam üslûbu gibi görülse de
padişahın bu tarzdan hoşlan-
dığı ifade edilmiştir.

XIX. yüzyıl boyunca ya-


pılan huzur ders­lerinde yeni
bazı prensipler belirlenmiş ve
bir teamül teşekkül etmiştir.
Bu dö­ nemde mukarrir ve
muhatapların İstan­bul ruû-
sunu almış, herhangi bir
sözlerin sarfedilmesine sahne olmuş, bu du- resmî va­zifesi olmayan, İstan-
rumdan müteessir olan III. Selim dersi yanda bul’da ikamet eden âlimler arasından seçilmesi,
kes­tirmiştir. Bu münazara, Kudsî Efendi’nin bir tayinlerin şeyhülislâmın teklifi üzerine padişah
âyeti tefsirinden sonra muhataplar­dan Kasta- tara­fından yapılması, mukarrirlikte bir mün­hal
monulu Ömer Efendi’nin itirazı ile başlamış, olduğunda daha sonraki meclislerin mukarrir-
ardından Dağıstanlı Abdurrahman ve Ahıskalı lerinin hiyerarşik sırayla yüksel­mesi, böylece
Ali efendilerin itiraz­larıyla büyümüştür.38 Mu- son mukarrirliğe ilk mecli­sin baş muhatabının
karrir Kudsî Efendi, itirazlara sükû­netle cevap seçilmesi âdet ol­muştur. Mukarrir, herhangi bir
verip muhataplarını ikna et­mek istemişse de sebeple ramazanda dersini takrir edemeyecek
muvaffak olamamıştır. Münazarayı dinlemekte durumda olursa o dersin baş muhatabı yerini
olan Sultan Selim, cereyan eden tartışmadan alamaz, şeyhülislâmın teklifi ve pa­dişahın irade-
üç muhatabın haksız olduklarını anlayarak siyle yeni tayin yapılırdı. Hac­ca gitme, yakınlarını
her üçünün de muhataplıktan çıkarılmasını ziyaret etme gibi se­beplerle İstanbul’dan ayrılan
şeyhülis­lâma bildirmiştir. ders üyeleri ramazan olmasa bile şeyhülislâmdan
III. Selim döneminde muhatap sayısı yedi se- izin alırlardı. Derslerde tefsir edilecek sûre ve
kiz kadardı. 1215 Ramazanı (Ocak-Şubat 1801) âyetler çok Önceden meşihata bildirilir, şaban
dersi sonunda padişahın verdiği 100’er kuruş ayının on beşinde muhataplara ha­zırlanmaları
tembih edilirdi. Mukarrir ve muhataplar için
İhsana bir o kadar da Valide Mihrişah Sultan
gizlilik esastı. Bunlar ra­mazanda resmî ders gün-
ilâve etmiş­tir. IV. Mustafa’nın kısa hükümdar-
leri gelmeden özel olarak kendi aralarında ders
lık dönemindeki derse Vak’anüvis Mütercim
müzake­resinde bulunamazlar, ancak günleri ge­
Asım da katılmış­tır. II. Mahmud devrinde 1250
lince alenî olarak ders yapabilirlerdi.
(1834-35) yılında mâbeyn başkâ­tipliğinden şey-
hülislâma gönderilen bir iradede derslerin çok Meclislerin toplantı yerini padişah be­lirlerdi.
derin, mücerred ve padişahın zihnini yoracak Burada mukarrir padişahın sağın­da, muhataplar

- 266-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

ise mukarririn yanında yarım daire şeklinde ön- Dolmabahçe Sarayı’nın Zülvecheyn sofasında
lerinde rahlelerle minderlere otururlardı. Erkek Ramazan ayının ilk on gününde sekiz oturum
ve kadın­lardan huzurda ders dinlemek üzere halinde yapılırdı. Derslere şehzadeler ve devlet
ka­lacakların isimlerinin padişahın tasvibin­den vükelâsı da davet edilirdi.
geçmesi gerekirdi. Kethüdâzâde Ârif Efendi.
Hünkâr deniz tarafında ka­nepenin üzerine
II. Mahmud zamanında Ramazan ayının ba-
şından itibaren bir hafta devam eden huzur yerleştirilmiş mindere otururdu; sağ tarafında
dersinde muhatap olarak bulunmuş ve Menâ- hanedan men­supları, sol tarafında da mâbeyn
kıbnâme’sinde dersle ilgili bilgiler vermiştir. Arif erkân ve memurlarıyla bendegân bulunurdu.
Efendi dersle ilgili âyetler okunarak tartışmaya Harem kadınları ise dersleri bir paravana arka-
başlan­dığını; âyete uygun olarak askerin nizamı, sından takip ederdi. Mâbeyn başkâ­tibi Halit
sabır ve sebatı, Allah’a bağlılığı gibi konu­lar Ziya’nın da katıldığı bu derslerde mukarrir si-
işlenmesi gerekirken hoca efendilerin, âyetteki yah, muhataplar mavi cübbe giyerlerdi. Hak-
“vav” atıfe mi hâliye mi gibi mec­lise uygun düş- kıyla yapılma­yan derslerde bazan dünyanın düz
meyen gereksiz tartışma­lara girdiklerini. Sultan oluşu vb. hurafelerle de meşgul olunurdu.39
Mahmud’un canı­nın sıkıldığını, böylece dersin Aynı padişah dö­nemi mâbeyn başkâtiplerinden
tatsız sona erdiğini belirtmektedir. Lütfi Simavi ise hâtıralarında huzur mukar-
Sultan Abdülaziz döneminde Dolmabahçe rirliğinin âdeta inhisar halini aldığını; bunla­
Sarayı’nın Muayede Salonu’nda ya­pılan huzur rın da çoğunun taşralı olduğunu ve Türk­çe’yi
dersleri II. Abdülhamid zama­nında Yıldız Sa- bile düzgün konuşamadıklarını, pa­dişahın bu
rayı’nın Çit Kasrı’nda icra edilmiştir. Padişah durumu şeyhülislâma hatırlat­masına rağmen
burada yüksekçe bir mindere oturur, karşısında olumlu sonuç alınamadığını belirtmektedir.40
önlerinde rahlelerle mukarrir Bu derslere mukarrir olarak katılan Vildan Faik
ve muhataplar yerlerini alır-
lardı. Ramazan ayı boyunca
haftada iki gün devam eden
ve iki saat süren bu derslerde
mâbeyn dairesinin büyükle-
riyle davet üzerine bazı vü-
kelâ ve devlet adam­ları da
bulunabilirdi. Her dersin
mukarrir ve muhatapları
farklı olurdu. Ders sonun­da
kendilerine eskiden olduğu
gibi atıyyeler, cübbe ve şal
verilirdi.

Huzur dersleri. Sultan


Mehmed Reşad zamanında Fatma Sultan Camii (1957 yılında yıkılan Gümüşhanevi Tekkesi) içinden görünüş.

- 267-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

Efendi, dört dersin takrir ve müzakere­lerini el- rihî yarımadada böylesine yoğun medreseler,
Mevâizü’1-hisân adıyla kitap haline getirmiştir.41 derğahlar, mektepler, XIX-XX. yüzyılda teşkil
edilmiş olan cemiyet ve encümenlerin merkez-
İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde, muh-
leri bulunmakta idi.44 Bu yoğun ilim ve kültür
temelen Yıldız Sarayı Kütüphanesi'nden intikal
kurumlarının görevlileri, müntesipleri ve mü-
eden yirmiden fazla mükem­mel nesih ve ta’lik
davimleri olan, müderris, talebe, şair, hattat,
hatla yazılmış, tezhipli “Huzûr-ı Hümâyûn Ders
bestekar vesaireden oluşan geniş zümrenin gün-
Takriri Defter­leri” bulunmaktadır.
delik hayatları, birleriyle olan beşerî ve ilmî
Tanzimat dönemi Suriçi İstanbulu’ndaki eği- münasebetleri, muhitleri ve bütün bunların
tim ve kültür faaliyetlerine gelince bunların ba- meydana getirdiği bilgi ve eğitim ortamının
şında bu dönemde açılan mektepler gelmektedir. nasıl değerlendirilmelidir. Bu husus elbette bir
tebliğin değil birkaç tezin, müstakil kitabın de-
XIX ve XX. yüzyılların ilim ve kültür haya-
ğerlendirebileceği derinlikte ve genişlikte bir
tına büyük canlılık getiren ve tarihi yarımadada
faaliyet alanıdır. Burada sadece bir iki çarpıcı
ilk örnekleri görülen kurumları şüphesiz mek-
özelliğine dikkat çekilebilir.
teplerdir.42 II. Mahmud’un eğitimdeki ıslahat
hamlesi içerisinde tedricen açılmaya başlayan Yukarıda belirtilen Sultanahmet, Bayezid,
mektepler topluma yepyeni bir anlayış, eğitim Süleymaniye ve Fatih ekseni ve çevresi büyük
sistemi ve sosyal hayat getirmiştir. Burada asıl çoğunluğu ile ilim adamı, talebelerin ikamet
üzerinde durulması gereken nokta İslam dün- ettiği, veya uğradığı, gündelik hayatlarını ge-
yasının geleneksel köklü kurumu Medrese’nin çirdikleri bir bölge idi.
temsil ettiği dünya görüşü ile, Batı‘daki emsalle-
“Ol vakit Fatih civarında pek çok ulemâ ve
rinden alınarak Osmanlı toplumuna ve günün
fudalâ olduğu gibi Fatih’den sultan Selim’e ve
ihtiyaçlarına göre teşkil edilmiş olan mekteple-
bir tarafdan da Karagümrük’e kadar bu arada
rin temsil ettiği dünya görüşü arasında önemli
pek çok erbab-ı şi’r ü inşâ varidi. Va Çarşamba
fark sadece düşünce seviyesinde kalmayıp fikri
Pazarında Papasoğlu Medresesi’nin karşısında
mücadeleye dönüşmesidir. Eğitim tarihimizde
vaki konağında sâkin olan Kuşadalı İbrahim
mektep-medrese kavgası olarak bilinen bu mü-
Efendi ol asrın en büyük ademlerinden zâhir
cadele çok önemli görüş ve değerlendirmelerin
ü bâtını ma’mur bir zât idi. Büyük küçük pek
yapıldığı bir alan olmuştur. Devlet imkanlarıyla
çok kimseler kendisinden ahz-ı ders-i inabetle
açılan bu mekteplerde yetişenler çok önem-
ana mürid olmuşlar idi. Vüzeradan ve ricalden
li görevlere tayin edilmekte devlet idaresinde
pek çok zevat konağına gelip huzuruna girmek
sözsahibi olmakta iken aynı dönemde mali im-
için sofada nevbet beklerler idi. Sufiyye mes-
kanları ve istihdam alanları ellerinden alınan
leğine sâlik olmadığımız halde biz de komşu-
medreselerin her bakımdan ihmal edilmesi iki
luk hasebiyle gidip görüşürdük ve en büyük
kurumun mensupları arasında önemli ihtila-
hocaefendilerden hall edemediğimiz şübühâtı
fa,çatışmaya ve suçlamalara sebeb olmuştur.43
andan istikşaf ile hall ederdik. ..Murad molla
Muhit: Şimdi üzerinde asıl durulması ge- şeyhinin sığar u kibardan pek çok müridi olup
reken husus ortamın değerlendirilmesidir. Ta- ancak kendisi münsif bir zat olduğuna mebni

- 268-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

müridleri içinden ciddi bir sâlik zuhur ettikte talebenin gayret ve zaaflarını canlı bir üslupla
‘Bu bizim işimiz değildir’ deyu anı Hafız Tevfik isimler zikrederek anlatmaktadır. Diğer taraftan
Efendi vâsıtasıyla Kuşadalı’ya gönderirdi”.45 ayrı bir eğitim mekanı olarak Murad Molla
Dergahı’nda ve Küçük Mustafa Paşa’da okunan
Ayrıca Devlet ricalinin de Babıali sebebiyle
Mesnevi derslerini de anlatmaktadır.48
burada kışlık evleri, konakları vardı. Burada ay-
rıca sahaf dükkanları ve çarşısı, bellibaşlı bütün Çarşamba kurbunda Murad Molla Tekyesi
kütüphaneler bulunmakta ve bunların müda- Post-nişîni Mehmed Murad Efendi olup eyyam-ı
vimleri zamanlarının önemli bir kısmını burada mu’ayyenede mesnevî okutur ve eyyam-ı sairede
geçirmekte idiler. Maalesef elimizde hatırat ve sabahtan akşama kadar mütenevvi dersler verirdi.
günlük türünde eser çok az olduğundan bunları Tekyesi bayağı bir darülfünun idi. Burada her
bütün ayrıntılarıyla, şahıs ve yerleriyle ortaya nevi ulum u maârif tahsil olunurdu. Kendisinin
koymak zor olmaktadır. Ancak buradaki bu akdem-i şâkirdanı olan Hâfız Tevfik Efendi dahi
neve faaliyetler ve buluşma ortamları öylesine burada hücre-nişîn olup muracaat edenlere fârisî
tedris eylerdi. Bu dergâha rical ü kibardan nice
çok ve yoğun idiki onlardan günümüze intekal
zevat gelir gider ve karîb ba’îd mahallerden pek
eden tipik örnekler bile bazı değerlendirmeler
çok şâkird gelip ahz u istifade ederdi. Bendahi
yapmaya imkan vermektedir.
boş vakitlerimi burada tahsil-i maârife sarf ey-
Burada Ahmed Cevdet Paşa’yı ve İbnülemin’i lerdim. Ve bazan dahi Şevket ve Urfî divanlarını
bilhassa rahmetle yadetmek gerekir. Cevdet Paşa okumak üzere şair-i meşhur Fehim Efendi’nin
(ö. 1895) alanında öncü olan eseri Tezakir46 ve Karagümrük’deki konağına giderdim”
Maruzat’ı47 ile; İbnülemin (ö.1957), Son Asır
“Ol vakit İstanbul’da iki meşhur Mesnevî-hân
Türk Şairleri, Son Hattatlar, Son Sadrazamlar
vardı. Biri hoca Hüsâmeddin Efendi olup Kü-
isimli abidevî eserleriyle bu döneme ışık değil
çük Mustafa Paşa’da Mesnevî-i şerif okudurdu.
projektör tutmuş olması, kültür tarihimizin ya-
Hüsnizan-ı enâma mazhar bir pîr-i rûşen-zamir
zılmasına ışık tutacak olay, hatıra ve menkıbeler
olup, rical ü kibardan pek çok zevat ana mu’te-
son derece önemlidir. Bunun dışında XIX ve XX. kid idi. Her tarafdan ve her sınıfdan nice zevat
yüzyıla ait bazı hatıratın katkısı da önemlidir. onun dersine müdavemet ile nutkunu ni’met
Burada konumuz açısından önemli olan ve ve nasihatini ganimet bilirlerdi. Bazan biz dahi
yarımadanın özellikle belirtilen Fatih Çarşamba gidip tekrir-i dil-pezîrini istima ederdik”.
ekseninde yaşanan olayları anlatan Cevdet Pa- Kısacası Tarihi yarımada, Bizans döneminde,
şa’nın Tezakir’inden kısa iki bendi nakletmek Osmanlı döneminde ve Cumhuriyet dönemin-
yerinde olacaktır. Kırk tezkireden oluşan Teza- de sahip olduğu kurumlarıyla ve o kurumlara
kir’in kırkıncı tezkiresi otobiyografi gibi olup hayatiyet kazandıran bilim ve kültür adamlarıy-
Paşa kendi tahsilini, muhitini, münasebetlerini, la ilmin, sanatın, kültürün merkezi olmuştur.
aldığı ve verdiği dersleri anlatmaktadır. Paşa Günümüzde çeşitli sebeblerle bu alanda biraz
kırkıncı Tezkire’de Derslerin verildiği cami ve gerilemiş olsa da şuurlu ve etkili projeler, ya-
medreseleri, buralarda okunan dersleri, mü- tırımlar ve teşviklerle yeniden canlanacağına
derris ve hocaların mizaçları, takrir usulleri, hiç şüphe yoktur.

- 269-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

DİPNOTLAR

* İstanbul Medipol Üniversitesi, Tarih Bölümü


1 Külliye planı için bk. VD, I, s. 101, plan nr. 16.
2 Muhtemelen XVII. asra a ait bir vakfiyede suhte sayısının 600 olduğu görülmektedir. Süheyl Ünver, “Fatih külliyesine
aid diğer mühim bir vakfiye”, Vakıflar Dergisi, I, s. 42.
3 Bilinen on ayrı vakfiyenin yerleri ve tavsifi için bk. Cahid Baltacı, XV.-XVI. asırlarda Osmanlı Medreseleri, Teşkilat-
Tarih, İstanbul 1976, s.352
4 Ö.L.Barkan, “Fatih Camii ve İmareti Tesislerinin 1489-1490 Yıllarına Aait Muhhasebe Bilançoları” İktisat Fakültesi
Mecmuası, C.23, nr. 1-2, (İstanbul 1963), s. 297-341.
5 Daha geniş bilgi için bk, M. İpşirli, “Ders vekaleti”, DİA , 9, s. 183-84
6 Külliyenin planı için bk. Ö.L Barkan, Süleymaniye Camii ve imareti İnşaatı, Ankara 1972, I, Giriş kısmı
7 Kemal Edib Kürkçüoğlu, Süleymaniye Vakfiyesi, Ankara 1962.
8 Ö.L.Barkan, Süleymaniye Camii ve İmareti Tesislerine Ait Yıllık bir Muhasebe Bilançosu 993/994 (1585/1586),
Vakıflar Dergisi, IX, (Ankara 1971) s.109-161
9 Ö. L. Barkan, “Süleymaniye Camii ve İmareti Tesislerine Ait Yıllık Bir Muhasebe Bilançosu, Vakıflar Dergisi, sayı IX,
s. 109-161, bilhassa s. 125 ve 133.
10 bk İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri, haz. Barkan- Ayverdi, İstanbul 195, Tür yer.
11 Muammer Özergin, İstanbul medreseleri, Tarih Enstitüsü Dergisi, sy. 4-5, (1973-74), s.268.
12 Hezarfen Hüseyin Efendi, Telhisü’l-Beyan fî Kavanin-i Âl-i Osman, haz. Sevim İlgürel, Ankara 1998.
13 Özyılmaz, age, 21-46
14 C. İzgi, Osmanlı Medreselerinde İlim, İstanbul 1997, I, 69-77; Özyılmaz, s.39.
15 C. İzgi, Medreseler, I, 97-106
16 Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu: Klâsik Çağ (trc. Ruşen Sezer), İstanbul 2003, s.187
17 Hırzülmülük, Osmanlı Devlet Teşkilatına Dair Kaynaklar, haz. Y. Yücel, Ankara 1988, s. 195.
18 Cevdet Paşa, Tezakir, haz. C. Baysun, IV, s. 2-8
19 Cevdet,Tarih, İstanbul 1309, I, 108-117
20 İnalcık, Klasik Çağ, s.174
21 M. İpşirli, “Çömez”, DİA, 8, s. 380
22 Bilgi için bk. M. İpşirli, “Cerr”, DİA, 7, s. 388-89
23 Kütükoğlu, age, 26; Bib. HH.10805, kefile bağlanma hk. sadrazam telhisi
24 Tacü’t-tevarih, II, 414
25 M. İpşirli, “Danişmend”, DİA, 8, s. 464-65
26 Abdülaziz Bey, Osmanlı Âdet, Merasim ve Tabirleri (haz. K .Arısan–D. A. Günay), İstanbul 1995, I, 76-81;
27 Fodula için bk. F. Emecen, “Fodula”, DİA, 13, s. 167-170.
28 A. Refik, X. Asr-ı Hicrîde İstanbul Hayatı, s.51.
29 M. Kütükoğlu, XX. Asra Erişen İstanbul Medreseleri, TTK Ankara 2000, s.178
30 M. Kütükoğlu, age,s.125

- 270-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

31 D’Ohsson. Tableau general, VII, 34-56; Atâ Bey. Târih-i Ata (Târihi Enderun), İstanbul 1293; B. Miller. The Palace
School of Muhammed the Conqueror, Cambridge 1941; Uzunçarşill, Saray Teşkilatı, s. 297-357; İsmail H. Baykal,
Enderun Mektebi Tarihi, İstanbul 1953; Rycaut London 1968, s. 25-33; İlber Ortaylı, Mekanlar ve olaylarıyla Topkapı
Sarayı, İstanbul 2007, Enderun kısmı. Ülker Akkutay. Enderun Mektebi, Ankara 1984; V. J. Parry. “Enderun”, El2
(Ing), II, 697-698;
32 Tayyarzade Ata Bey, Osmanlı Saray tarihi : -Tarih-i Enderun, Haz. Mehmet Arslan. – Kitabevi İstanbul 2010, Cilt,
I-V.
33 Hafız Hızır İlyas Ağa, Letâif-i Vekayi’-i Enderuniyye, Haz. Ali Şükrü Çoruh, Kitabevi İstanbul 2011, 573 sayfa.
34 Bu yüzyıldaki tasavvufî hayat için bk. Hür Mahmut Yücer, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, ( 19 Yüzyıl), İnsan yayınları,
İstanbul 2003, Bin sayfa.
35 Yaşar Nuri Öztürk, Kuşadalı İbrahim Halvetî, Hayatı, Düşünceleri Mektupları, İstanbul 1982; Nihat Azamat, “
Kuşadalı İbrahim Efendi”, DİA, C. 26, s. 468-70.
36 Ebül’ulâ Mar­din, Huzur Dersleri, I İstanbul 1951; Cilt II-III. Neşreden: İsmet Sungurbey, İstanbul 1966; Uzunçarşılı.
Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilâtı, s. 215-222.
37 Kur'an-ı Kerim, Nisa Suresi, 4/135
38 Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, İstanbul 1309, C.VII, s. 101-102
39 H. Ziya Uşaklıgil, Saray ve Ötesi: Son Hatıralar, İstanbul 1941, II, 135 vd.
40 Lütfi Simavi, Sultan Mehmed Reşad Han’ın ve Halefinin Sarayında Gördüklerim, İstanbul 1340, s. 72-73
41 Vildan Faik, el-Mevâizü’l-hisân, İstanbul 1330
42 Kadınların eğitimi ve sosyal faaliyetleri , kendileri için açılan mektepler Suriçi İstanbul’da bu dönemde belirgin hale
gelmiştir. Genç kızların eğitimi ve eğitime katılmaları, 19. yüzyılın değişen anlayışı ve havası içinde onlara yeni bir
ufuk açan kurumların başında önce Sultanahmet’te kiralık bir ahşap konakta başlayan daha sonra Çarşamba ve
Çapa’da eğitim hayatını sürdüren Dârülmuallimat-ı Âliye çok önemli bir kurumdur. Ancak kadınların muhitleri
toplantı yerleri ve ne tür konuların gündeme geldiği konusunda bilgiler sınırlıdır. Şüphesiz bu dönemde hanedana
mensup hanımların özellikle padişah kızlarının devrine göre oldukça serbest sayılabilecek bir faaliyet alanları vardı
43 Muallim Cevdet İnançalp, Mektep ve Medrese, İstanbul 1978.
44 Encümen-i Şuarâ bunlardan bir tanesi idi. 1861-62 yıllarında toplantılar yapan gayri resmi edebi bir topluluk olan
Encümen-i Şuarâ Hersekli Arif Hikmet Bey’in Laleli’deki evinde şiir ve edebiyat toplantıları yapan edebi bir topluluk
idi. Buraya katılanlar eskiden beri birbirini tanıyan, bazıları ayni devlet dairelerinde çalışmış kimselerdi eski kültüre
vakıf edebiyatcılar olup her hafta düzenli toplanmışlardır. Ancak mensuplarının bir süre sonra farklı şehirlere görevlere
tayini üzerine toplantılar aksamıştır. Kısa süre devam etmiş te olsa, şiir ve edebiyat konusunda değerli bu kültür
insanlarının tamamen gönüllü bir topluluk oluşturmaları dikkate değer bir davranışıtır
45 Cevdet Paşa, Tezâkir-40, Ankara 1986, s. 15.
46 Ahmed Cevdet Paşa ,Tezakir : 1-40, yay. Cavid Baysun . TTK, Ankara 1986.
47 Ahmed Cevdet Paşa, Ma’ruzat. / Ahmed Cevdet Paşa, 1312/1895 ; haz. Yusuf Halaçoğlu. -- İstanbul : Çağrı Yayınları, 1980
48 Cevdet Paşa, Tezâkir-40, Ankara 1967, s. 13.

- 271-
Sultan III. Selim cülus veya bayram töreninde, Kostantin Kapıdağlı, 1789 civarı.
İstanbul’da ve
Osmanlı Sarayı’nda
Tören ve Kutlamalar
Prof. Dr. Zeynep Tarım*

O
smanlı Sarayı’nda yapılan mera-
simlerin pek çoğu saraydan dışa-
rıya İstanbul sokaklarına taşar ve
İstanbullu'yu törenin seyircisi olarak içine
çekerdi. Sultanahmed meydanı şenliklere,
Bayezid meydanı nahıl alayına, divan yolu
bütün alay-ı hümâyûnlara, Eyüp kılıç ku-
şanma merasimine zemin olurdu. Osmanlı
Devlet merasimleri hem sarayın hem şehir
halkının zevk ve dünya görüşlerini yansıtırdı.
Teşrifat Osmanlı Devleti’nde ve toplumunda
törenlere ait bütün ayrıntı ve inceliği ifade
ederdi. Mertebeleşmiş-kademeleşmiş ya da
hiyerarşik yapının kurallarının gerekmedikçe
değişmezliği şehirleşmiş bir toplum yapısını
ifade etmektedir. Doğal olarak bütün mera-
sim ve kutlamalar Osmanlı devlet teşrifatına
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

uygun olarak gerçekleştirilirdi. Bu yapıya göre Bayramdan beş gün önce ikinci vezirin
ikramda önce büyükler, yürüyüşte önce kü- sadrazamı, sonra bir alttaki üçüncü vezirin
çükler gelirdi. Tebrikleşmeler eğilerek selam bir üstündekini ziyareti, ziyaret edilenin iade-i
vermek, el öpmek, etek öpmek ve yen öpmek ziyareti ile üç gün boyunca devlet adamları
gibi bir kaç biçimsel gösteri ile tamamlanırdı. kıymetli renkli kumaşlardan yapılmış içi kürklü
Yer öpmek ise yalnızca şairlerin ve nakkaşların kaftanları, özellikle selimi ve mücevveze bi-
mübağalı iltifat ifadeleriydi. çimli başlıkları üzerine takılmış sorguçlarıyla
görkemli bir alay oluştururlardı. Tebrikleşme
Bayram Kutlamaları ziyaretlerinin başladığını bilen İstanbul halkı
Osmanlı sarayının ve toplumunun günlük padişah alayına göre küçük fakat renkli alayları
politikadan etkilenmeyen en önemli merasimi seyre çıkarlardı. Böylece sokaklar erken bir
bayram için yapılanlardı. Ramazan ve kurban bayram havasıyla şenlenmiş olurdu.
bayramları devletin en üst kademesinden Müs- Arife günü devlet adamları evlerinden çık-
lüman İstanbul’un en küçük birimine kadar maz, bayram sabahı yapılacak merasim öncesi
bütün toplumda birlikte idrak edilen duygusal dinlenmiş olurlardı. Arife günü Sarayda divan
bir süreçti. Osmanlı döneminde bayramlar meydanı olan ikinci avluda ikindi namazından
dinsel ve töresel iki yapının dinamikleriyle sonra bir merasim yapılırdı. Taht babüssade-
beslenmiş bir tarzı ortaya koymuşlardı. Bayram nin iç tarafına kurulur, padişah namaz sonrası
vesilesiyle insanların birbirlerine iyi dileklerini avluda yapılan dua ve temennilere dinleyerek
iletmeleri olan bayramlaşmalar Osmanlı devlet iştirak ederdi.
yapılanması içinde bayram sabahından beş gün
Bayram gecesi birinci ve en dış kapı olan
önce başlamaktaydı. On altıncı yüzyılda şeyhü-
Babıhümâyûn gece yarısından sonra açılır ve
lislamın sadrazamı ziyaret etmesi ile başlayan
davetliler gelmeye başlarlardı. Geliş sırasında da
tebrikleşme ziyareti on yedinci yüzyıldan sonra
teşrifata uyulur, önce küçükler sonra büyükler
sadrazamın şeyhülislamı ziyareti ile başlama-
gelirdi. Sadrazam sabaha karşı son katılımcı
ya dönüşmüştü. Devlet yapısının değişimini olarak saraya dâhil olur, diğer divan üyelerinin
ziyaretteki bu öncelik en güzel şekilde ifade kendisinden önce gelip beklediği divanhâneye
etmekteydi. Bu ilk ziyaretden sonra sadrazamın giderek bayram merasimini beklerdi. Padişah
da devlet adına şeyhulislama iade-i ziyarette sabah namazını hırka-i saadet dairesinde kılar
bulunmasıyla diğer devlet adamalarının bir- ve merasim için hazır olurdu. Zülüflü baltacı-
birlerini ziyaretleri başlamış olurdu. Sadrazam lar tarafından taht Babüssaade önüne kurulur
ziyaretini kısa tutar, hatta Ramazan ise iftara divan çavuşları, kapıcılar, müteferrikalar ve
kalmaz ve resmi ikamethgahı olan evine dö- askerler tahta karşı yarım daire oluşturacak
nerdi. Sadrazam ve şeyhülislam ziyaretlerine şekilde dizilirlerdi. Bayramlarda mehter takımı
maiyetlerindeki görevlilerle giderler, onlar da bayram havaları icra etmek için törene dâhil
tören kıyafetlerini giyinmiş olurlardı. Osmanlı olur, kubbealtının alt tarafına yerleşirdi. Divan
devlet adamlarında tören kıyafeti başlık ve üst üyeleri, şeyhülislam ve meşayih divanhanede
kaftanlardaki ihtimam ile kendini gösterirdi. merasimi beklerken padişah bir tarafında da-

- 274-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

rüssaade bir tarafında babüssaade ağası olmak daha çok Göksu gibi mesire yerlerine gezintiye
üzere dışarıya çıkınca herkes yerini alırdı. Se- gitmeyi tercih etmişlerdi.
nede iki kere yapılan bayram sabahı bayram-
İstanbullular bayramın ilk gününden iti-
laşma merasimindeki tebrikleşme cülûs mera-
baren biribirlerine tebrik ziyaretlerine gider,
simindeki gibi yapıldığından ‘tecdid-i biat’ de
şehrin meydanlarına kurulan atlıkarınca, dön-
denilmekteydi. Bayramın cülûs merasiminden
me dolap, salıncak gibi eğlenciliklerle vakit
farkı saraydaki Kırım hanzadeleri gibi misafir
geçirirlerdi.
şehzadelerin de merasime katılılmasıydı. On
dokuzuncu yüzyılda Dolmabahçe’de yapılan
bayramlaşma törenine yabancılar da seyirci
olarak kabul edilmişlerdi. Osmanlı şehzadeleri
sancağa çıktıkları tarihlerde yani I. Ahmed’den
önce İstanbul’da iseler bayramlaşma törenine
katılırlardı. On sekizinci yüzyılda şehzadeler
tekrar merasimlere katılmaya başlamışlardı.
Divan meydanındaki bayramlaşmadan sonra
katılımcılar dışarı çıkıp orta kapının dışında
padişahı beklerlerdi. Padişahın saraylı ağalarla
birlikte gelmesiyle başta sadrazam, şeyhülislam, III. Selim’in Babüssaade önünde bir bayram merasimi, TSM,
17/163.
vezirler, kazaskerler, kaptan-ı derya, beylerbe-
yiler ve bütün devlet erkânı bayram alayına
katılırlar padişah ile beraber bayram namazı
için seçilen camiye giderlerdi. Tahta Çıkış Törenleri: Cülûs-ı Hümâyûn

Bayram namazından çıkan alay padişah ile Her padişah değiştiğinde biat merasimi
birlikte orta kapıya kadar gelir, divan üyeleri yapılırdı. Osmanlılarda on altıncı yüzyılın
içeriye girerler, divanhanede kurulan sofralarda sonuna kadar tahta aday olan her bir şehzade
ikram edilen yemeği yerler, sonra giderlerdi. yanlarında hocaları, lalaları ve padişah maiye-
Padişah ise saray içinde Enderunlu ağalarla ve tinin küçük bir örneği olarak bütün memur
harem halkı ile bayramlaşırdı. Öğleden sonra ve askerleriyle bir vilayete sancak beyi olarak
bahçe köşklerinden birisine geçen padişah bu- tayin edilir, daha sonra içlerinden birisi san-
rada hazırlanan güreş gibi çeşitli müsabakaları caktan gelip tahta çıkardı. Yeni padişahın kim
seyreder, müzik dinlerdi. Bayramın ilk iki günü olacağı tahta kimin çıkacağı genellikle devlet
bahçe köşklerinde, bahçede ve harem kısmında adamları, ulemanın ve askerin tercihiyle belir-
kutlamalar yapılırdı. Bayramın üçüncü günü lenmiş olurdu. Bir padişahın tahta geçmesi için
padişah Eski Saray’daki kadınlarla bayramlaş- bir önceki hükümdarın tahtından indirilmiş,
maya giderdi. On dokuzuncu yüzyılda sul- yani yetkisiz kılınmış olması veya ölmüş ol-
tanlar ve kadınların artık şehir içinde kendi ması gerekirdi. Tahtından inen padişah harem
evlerinde yaşamalarından dolayı padişahlar kısmında kendisine ayrılan dairesinde şehir

- 275-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

hayatına karışmadan yaşardı. Sabık padişah yapıldığı için bu yazıda esas olarak Topkapı
öldüyse o zaman bir cenaze merasimi yapılması Sarayı Babüssaadesi önünde yapılan tören-
gerekirdi. Osmanlı padişahlarının Anadolu ve lerden bahsedilecektir. Sancakdan gelen veya
Rumeli’de devamlı seferlere çıktıkları tarihlerde harem kısmındaki dairesinden çıkarılan şeh-
sefer esnasındaki ölümü askere ve vezirlerin zade için cülus töreni sarayın üçüncü kapısı
altındaki memurlara ilan edilmez, ölüm devlet olan Babüssaade önünde yapılırdı. En hızlı
adamları tarafından gizli tutulurdu. Bunun şekilde katılması gereken davetlilere tezkireler
nedeni başkentten uzak bir coğrafyada savaş gönderilir, onların saraya gelmesiyle merasim
veya sefer halindeki ordunun şevkini kırma- başlardı. Cülûs törenine askeri sınıfın, ilim
mak ve karışıklık çıkmasına fırsat vermemek dünyasının ve bürokrasinin üst düzey temsil-
içindi. Bunun için tahtın, yani iktidarın boş cileri katılırlardı. Babüssaade önüne çıkarılan
görünmemesi önemsenir, cenaze merasimin- tahta padişah olacak şehzade oturtulur, meşa-
den önce tahta çıkış töreni yapılırdı. yihden birisinin duasıyla ve teşrifatçı başının
defterden takip ettiği hiyerarşik yapılanmaya
İstanbul’un başkent olmasından sonra göre katılımcılar birer birer padişah önüne
cülûs törenleri büyük ölçüde Topkapı Sara- gelip tebrik ederlerdi. Cülûs töreninde bayram
yı’nda yapılmıştı. Edirne Sarayı’nda yapılan tebrikleşmesindeki gibi bir sıra takip edilirdi.
merasimler de Topkapı Sarayı’ndakiler gibi Padişah, sadrazam, şeyhülislam, vezirler, ka-
zaskerler, defterdarlar ve nişancı gibi divan
üyeleri, eyalet yöneticileri olan beylerbeyileri,
deniz kuvvetleri komutanı olan kaptan-ı derya
tebrik ve biat için kendisine yaklaştığı zaman
ayağa kalkıp yeniden otururdu. Davetli kişi
padişah önünde eğilir, etek öpme hareketi
yapar veya el öperdi. Padişahın kimler geldiği
zaman ayağa kalkması gerektiği divan çavuşları
tarafından yüksek sesle ‘hareket-i hümâyûn
padişahım’ sözleriyle hatırlatılır, teşrifatta
bir yanlışlık olmasın diye oturması gerektiği
zaman da ‘istirahat-ı hümâyûn padişahım’
diyerek yardımcı olurlardı. Tören esnasında
divan çavuşları zaten yüksek sesle iyi dilek
ve temennilerini söyledikleri için yani alkış
tuttukları için bu hatırlatmalar iyi dilek ve
dua sözcüklerinin arasında tuhaf görünmezdi.
Daha sonra daha küçük rütbeli olanlar padişah
önüne gelip etek öperler, teşrifatçıbaşının biat
Sultan Süleyman’ın Cülûsu, Arifi, Süleymanname, TSK H. 1517,
etmesiyle merasim biterdi. Biat etmenin anla-
y. 17b. mı bir kimsenin padişahlığının onaylanması

- 276-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

olarak önemsenir ve biat merasimi yapılmadan bir merasime dönüşerek Kılıç kuşanma veya
hiçbir şehzade kendini padişah ilan edemezdi. Taklid-i seyf merasimi ismini almıştır.
Cülûs merasimlerine yabancılar seyirci olarak
On yedinci yüzyılda büyük bir alay kurula-
katılamazlardı. Merasim bitiminde babüssaade
rak merasimin yeri, gidiş ve dönüş güzergâhı
ve darüssaade ağalarının her biri bir taraftan
oturmuştu. Cülûs töreninden sonraki bir hafta
padişahın kollarına girerek içeriye girmesine
içinde kuşanılacak kılıç belirlenir padişah deniz
refakat ederlerdi.
yoluyla bostancı başının kullandığı bir kayıkla
Şehrin çeşitli yerlerinden toplar atılır ve so- Eyüp’e giderdi. Sarayın üst düzey müdürleri
kaklarda dolaşan münadiler/duyurucular yeni olan Babüssaade ve darüssaade ağaları ayrı
bir hükümdarın tahta çıktığını halka duyurur- bir kayıkla padişaha eşlik ederlerdi. Devlet
lardı. İlan etmenin ve saltanatın gereklerinden adamları, meşayih, ulema ve askerin çoğu
birisi de hutbe okunmasıdır. Cülûsdan sonraki kara yoluyla Eyüp’e gidip padişahı beklerlerdi.
ilk Cuma namazında başkent İstanbul’da ve Türbeler ziyareti veya kılıç alayının olduğu
Osmanlı ülkesinin her yerinde camilerde hutbe gün divan çavuşları ve bazı görevli yeniçeri
yeni padişahın adına okunurdu. Ülke dışına taburları alayın geçeceği yol boyunca iki yana
durumu bildirmek için Osmanlı Devleti’nin sıralanırlar, şehir halkı da seyre çıkardı. De-
ilişkide olduğu devlet başkanlarına yazılan nâ- niz yoluyla geldiği zaman Eyüp iskelesinde
melerde tahta yeni bir padişahın geçtiği ya- karşılanan padişah alay ile türbeye gidip ilk
zılırdı. Ülke dışından tebrik mektupları veya ziyaretini yapardı. Merasim öğle namazından
daha yaygın olarak tebrik için elçiler gelirdi. sonra yapılırdı. Dört halife veya sahabeden
Yeni padişah cülûs merasiminden hemen sonra birisinin kılıcı şeyhülislam veya nakibüleşraf
askere cülûs bahşişi verir ve cülûs tebriklerini veya meşayihden birisi tarafından silahdar ağa-
kabul ederdi. Bu törensel süreç ilk Cuma na- nın yardımıyla padişahın beline kuşatılırdı.
mazı ve selamlığı ile Eyüp’deki kılıç kuşanma Bu işlemden sonra dua edilir, sadakalar dağı-
tılır ve kurbanlar kesilirdi. Padişah şayet vakit
merasiminden sonra yavaşlamış olurdu.
müsaitse Eyüp’de oturan sultanlardan birisini
Türbeler Ziyareti: Kılıç Alayı ve Taklid-i bazan merasimden önce, bazan merasimden
Seyf merasimi sonra ziyaret edip dinlenirdi.
Osmanlı Padişahları on beş ve on altıncı Hükümdar deniz yoluyla gittiyse karadan,
yüzyıllarda cülûs ve biat merasimi yapıldıktan kara yoluyla gittiyse deniz yoluyla saraya döner-
bir kaç gün sonra atalarının türbelerini ziyaret di. Genellikle gidişte deniz yolu tercih edildiği
ederek tahta çıkışlarının devlete ve millete ha- için dönüşte padişah bir alay düzeninin içinde
yırlı olması için dualar ederlerdi. İstanbul‘un Edirnekapısı’ndan İstanbul’a girerdi. Sultan
fethinden sonra bu ziyaretlerin ana hedefi Eyüp Selim’in, Fatih Sultan Mehmed’in, Şehzade
Sultan türbesi olmuş, daha sonra da İslam Mehmed’in, Sultan Süleyman’ın ve Sultan
tarihinin saygın büyüklerinden birinin kılıcını Bayezid’ın türbeleri ziyaret edilir, halk seyre-
uğur getirsin diye kuşanmak âdet olmuştu. derdi. Şehzade başı civarında yeniçeri askerinin
Zaman içinde bu ziyaret kuralları belirlenmiş kışlası olan Eski odalar önüne gelindiğinde

- 277-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

durumunu gözlemlemiş olurdu. Yeniçeri ağası


belirlenen camiye daha önceden gidip camiyi
kontrol eder, hünkar mahfilini padişah için
hazırlatır ve padişahı karşılardı. Namazdan
sonra ordu ile ilgili bilgi veren yeniçeri ağası
aynı gün sadrazamı ziyaret ederek durumu
rapor ederdi.

Sultan Reşad’ın Eyüp ziyareti. Selamlık alayının en dikkati çeken diğer


önemli tarafı halkın şikayetlerinin yazılı olarak
alay durur, askerin ikramı olan şerbet içilirdi.
alınmasıdır. Müslümanlar, müslüman olma-
Bu sembolik ikramın temeli askerin ziyaret
yanlar, kadınlar, yabancılar kısacası dileyen
edilip, muhatap alınmasıdır. Alay Bayezid
herkes padişaha bir şikayet veya dileğini yazdığı
Meydanı‘ndan divan yoluna çıkar, Ayasofya
kağıdını verebilirdi. Bu dilekçeler padişahın
önünden saraya dönerdi. Alaya katılan devlet
etrafındaki çavuşlar veya rikâb solakları ta-
adamları, ilim adamları ve subayların büyük
rafından toplanır, bir torbaya doldurulurdu.
bir kısmı babüsselam yani ikinci kapı önünde Maruzat-ı rikâbiye adı verilen bu dilekçeler
durur, padişah saraylı ağalarla içeriye girer, saraya döndükten sonra padişahın yakınındaki
böylece merasim biterdi. sır katibi tarafından uygunsa gereğinin yapıl-
Cuma Selamlık Alayları ması için ilgili birime gönderilir ve mümkün
olduğunca bir sorun varsa çözülürdü. Bazı
İslam ve Türk İslam devletlerinde hüküm- hükümdarların ise bu âdeti ihmal ettikleri,
darların Cuma namazı için saraydan çıkıp şe- senede birkaç kez sadece en yakındaki Aya-
hirdeki camilerden birisinde namaz kılmaları sofya Camisi'ne gittikleri bilinmektedir. Bazı
dolayısıyla halkla beraber olmaları önemsenen padişahlar ise Cuma selamlıklarını dolayısıyla
bir âdet idi. Sarayın içindeki mescid, cami, hat- halkın görüşlerini önemsemiş ve her Cuma bu
ta hırka-i saadet dairesi gibi kısımlar olmasına alayı gerçekleştirmek için gayret etmişlerdir.
rağmen bu eski gelenek uyarınca padişahlar Mesela Sultan Süleyman'ın İstanbul’da oldu-
alay ile Cuma namazı kılmaya şehrin içindeki ğu zamanlarda şehir içinde alay ile dolaştığı-
camilerden birisine giderlerdi. Alaya katılacak nı, Cuma veya türbeler ziyaretlerine gittiği
olanlar Babüsselam önünde beklerler, padişah devrin yabancı gözlemcileri tarafından ifade
ve saraylı ağalar, rikâb ağaları, bazı meşayih ve edilmektedir. III. Mustafa ve III. Selim için
askerin katılımıyla Cuma sabahı belirlenmiş tutulan ruznamelerden de bu padişahların
olan büyük camilerden birisine gitmek için sıklıkla Cuma selamlıklarına çıktıkları görül-
yola çıkılırdı. Genel olarak Ayasofya, Sultanah- mektedir. II. Abdülhamid de Cuma selam-
med, Süleymaniye, Bayezid, Sultan Mehmed lıklarını önemseyen padişahlardan birisiydi.
Camileri Cuma selamlıklarında tercih edilen On dokuzuncu yüzyılda alayın daha büyük
ibadethaneler olmuştu. Cuma selamlıkların- ölçekte düzenlendiğini hatta harem halkının
da padişah ordu ile ilgili bilgi alır ve halkın da arabalarıyla seyre çıktıkları bilinmektedir.

- 278-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

Padişahların Edirne’de oldukları zamanlarda adı verilen başlıkları, ok ve yayları ile alayın
merasim aynısıyla Edirne camilerinden birisine en güzel görüntülerinden bir kısmını oluştu-
gidilerek gerçekleştirilirdi. rurlardı. Solakların önünde altın ya da gümüş
kaplamalı ilginç sikkeye benzer başlıkları ve
Resmi Geçitler: Alay-ı hümâyûn
şahane kıyafetleri ile peykler onların önünde
Osmanlı padişahları sefere ve göç adı verilen şayet alayda varsa şehzadeler veya hırka-i sa-
şehir dışı gezilerine giderken ve gelirken, şehir adeti taşıyan araba olurdu. Alay-ı hümâyûn
içindeki kısa süreli ziyaretleri olan binişlerde, Topkapı Sarayı’ndan çıkıp, Ayasofya’yı geçip
bayramlarda bayram namazı için camiye gi- Divan yoluna çıkar sonra Bayezid meydanı ci-
dip gelirken, Cuma selamlıkları için camiye varından Fatih Camisi tarafına döner, şehirden
gidip gelirken daima bir alay düzeneği için- çıkacaksa genellikle Edirnekapısını kullanırdı.
de yol alırdı. Mevkib-i hümâyûn adı verilen
Doğum Kutlamaları: Beşik Alayı
alaylarda padişah yürüyen büyük ve düzenli
Sarayda padişah çocuğu olan bir şehzade
veya bir sultan dünyaya geldiği zaman çeşitli
kutlamalar yapılırdı. Saray içinde padişah,
valide sultan ve yeni anne tebrik edilir ayrıca
hemen sadrazama bir hatt-ı hümâyûn gönderi-
lerek doğum haber verilirdi. Halka duyurmak

IV. Mehmed’in alayı. Ralamb Albümünden. Yayın The Sultan’s


Procession, Editor Karin Ådahl, Swedish Research Institute in
Istanbul 2006. s. 157.

kalabalığın orta-arkasına doğru bir noktada yer


alırdı. Osmanlı teşrifatına göre yürüyüşlerde
küçükler önden yürüdüğü için küçük rütbe-
III. Mehmed’in Eğri Seferi’nden dönüşünde alay ile İstanbul'a
liler önde yer alır, onların arkasında mertebe girmesi, Talikizade, Eğri Fetihnamesi, TSK H. 1609, 68b-69a.
sırasına göre gittikçe daha kıdemli ve yüksek
rütbeliler yürürdü. Alay ile yapılan bu yürü-
yüşlerde önce yeniçeri, ağalar, devlet erkânı için toplar atılırdı. Genellikle şehzadeler için
ve ulemadan sonra padişah kendi etrafındaki beş, sultanlar için üç kere top atılarak ilan
tören bölüğü ile yürürdü. Padişahın tam arka- edilirdi. Fakat uzun bir aradan sonra sarayda
sında atlı olarak silahdar, çuhadar ve rikabdarı ilk defa bir padişah çocuğu dünyaya gelmişse
yer alırlardı. Muhafız bölüğü olan solaklar ise kız veya erkek olsun beş pare top atılıp, şehirde
kısa renkli kaftanları, kaftan altından diz altına şenlikler yapılması için donanma ilan edilirdi.
kadar gelen beyaz gömlekleri, süpürge sorguç Beşik alayı bu vesile ile düzenlenen bir alaydı.

- 279-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

Doğumdan birkaç gün sonra Valide sultan


tarafından yaptırılan üstü mücevher bezeme-
li, nakışlı, bazan altın kaplamalı kıymetli bir
beşik Eski Saray'da hazırlatılır sonra alay ile
Yeni Saray’ın harem kısmındaki bebeğe hedi-
ye edilirdi. Beşik alayının düzenleneceği gün
devlet adamları ve yüksek rütbeli memurların
eşleri hareme davet edilirlerdi. Sarayın harem Hazinedeki beşiklerden birisi.
kısmında görevli ağaları ise Eski Saray’a gi- kes düğünlerine katılan insanların çokluğunu
dip beşiği ve inci ve kıymetli nakışla işlenmiş önemsediği için düğünler evlerden dışarıya
yorganı alırlardı. Genellikle valide sultanın taşardı. İstanbulluların düğünleri evlenme ve
kethüdası ve kahvecibaşısı ile çuhadar ağalar sünnet münasebetiyle yapılır düğün sahibinin
beşik ve yorganı başları üzerinde taşıyarak yü- maddi gücüne göre günlerce sürebilir, dualı,
rürlerdi. Beşiğin çok değerli olmasından dolayı çalgılı ve mutlaka yemekli olurdu. Osmanlı
alaya hazinedar ağa ve kethüdası da katılırlar- dönemi İstanbul'unda padişahların yaptırdık-
dı. Harem kısmının çok sayıdaki ağaları ise ları düğünler bütün şehir halkının katıldığı
alayın önünden yürürler her zaman olduğu büyük düğünler olarak daha çok dikkat çeker-
gibi Divan yolundan saraya ulaşırlar, alayın di. Padişah kızlarından bir sultanın evlenme
içindeki askerler orta kapıda kalırlar, harem düğünü Saray’da başlar gelin olarak gideceği
görevlileri buradan içeriye girip divanhane damad paşanın veya kendisine verilen sara-
tarafındaki kapıdan içeriye girerek beşiği ve yında devam eder, düğün mutlaka sokaklara
yorganı darüssaade ağasına teslim ederlerdi. taşmış olurdu. Damad olarak seçilen paşa
Sadrazamlar da yeni doğan bebek için darp- saraya gelir haremde yapılan nikahdan sonra
hanede yeni ve çok kıymetli bir beşik hazırlatır gelin alayı hazırlanırdı. Sultan veya şehzade
ve kendi adamlarıyla yine harem ağalarının veya zengin insanların çocukları için yapılan
katıldığı bir alayla beşiği kendi konağından bütün düğünlerde nahıl adı verilen süs ağaçları
Topkapı Sarayı harem dairesine gönderirdi. hazırlanırdı. Nahıllar mum, çiçek, meyve gibi
Her iki alayda da beşik, bebeğin olduğu odaya nesnelerle süslenir, bazan maketten yapılmış
girince davetli hanımlar ayağa kalkar, etrafa küçük bahçe ve şekerden yapılma hayvan fi-
altınlar saçılarak beşiğin üzerine kıymetli ku- gürleri de eklenirdi. Sultanların düğünlerinde
maşlar konulup, bebek birkaç dakika usûlen alay önce Eski Saray’a gider burada hazırla-
beşiğe konulup sallanır ve tekrar kaldırılırdı. nan nahıllar alınır, gelin tutuk adı verilen dört
Doğumdan sonraki birkaç gün içinde de devlet köşeli bir cibinlik içinde at üstünde olurdu.
erkânı tebrik ziyaretine gelirlerdi. Devlet adamları ve darüssaade ağası ve sarayın
diğer ağaları düğün alayında gelinin önünden
Düğün Şenlikleri
giderler halk seyre çıkardı. Saçılan paralar ço-
İstanbul halkının en sevdiği eğlenceler her- cuklar tarafından keyifle toplanır, alaya eşlik
kesin katıldığı düğünlerdi. Zengin, fakir her- eden mehterin veya sazların icra ettiği müzik,

- 282-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

bütün sokaklara bir şenlik olurdu. Gelin ev- Camcılar, kumaş dokuyucuları, çizmeciler,
lendikten sonra yaşayacağı saray veya konağına takkeciler ve benzeri pek çok esnaf ürünlerini
gelince atından iner burada devlet adamları altları tekerlekli üretim tezgâhlarıyla, mimarlar
ve şehrin ileri gelenlerinin eşleri tarafından Süleymaniye camisinin çok güzel hazırlanmış
karşılanır yemek ikram edilirdi. maketiyle, müzisyenler çalgılarıyla, dervişler
özel kıyafetleriyle meydandan geçerek ken-
Şehzadelerin sünnet düğünleri şehirdeki en
dilerini padişaha, seçkin davetlilere ve halka
parlak eğlencelerdi. Aslında düğünler yalnız-
göstermişlerdi. İlim adamları İbrahim Paşa Sa-
ca eğlence olmayıp ayrıca birer fuar, panayır
rayı’nda bazı konuları konuşup tartışmışlardı.
hatta kongre gibi düşünülebilir. Düğün hazır-
Daha pek çok gösteri ve etkinliğin yapıldığı
lıkları aylarca önceden başlar bazı devletlere
düğünde şehzade ile birlikte pek çok çocuk
ve sancaklara davetiye gönderilir, düğün için
sünnet edilmişti.
seçilen meydan hazırlanır, davetliler için ça-
dırlar kurulur, gösterilerin yapılacağı alanlar Çok bilinen bir diğer örnek III. Ahmed’in
düzenlenirdi. İstanbul’da yapılan iki büyük yaptırdığı düğündü. İstanbul halkının katıldı-
meşhur düğünden birisi 1582 yılında III. ğı ve şehrin sokaklarına taşan düğün için bu
Murad’ın oğlu şehzade Mehmed için Sulta- defa on sekizinci yüzyılın sevilen bir alanı olan
nahmed meydanında, diğeri ise 1720 yılında Okmeydanı hazırlanmıştı. 1582 düğününde
III. Ahmed’in şehzadeleri için Okmeydanında olduğu gibi çeşitli esnaf grubu geçit yapıp, pek
yapılan düğünlerdi. 1582 yılındaki düğün elli çok sahne sanatçısı gösteri yapmış özellikle gece
iki gün başka bir rivayete göre ise elli altı gün
sürmüştü. Atmeydanı’nındaki İbrahim Paşa
Sarayı padişah ve seçkinler için seyir mekanı
olarak düzenlenmişti. Padişah düğünü sara-
yın meydana bakan cephesindeki şahnişinde,
devlet adamları ve elçiler ise meydana bakan
cepheye yerleştirilen localarda seyretmişlerdi.
Binlerce kişiye yetecek kadar yemek pişirebil-
mek için mutfaklar kurulmuş, esnaf arasından
görevliler ile kap kacak kiralanmıştı. Topkapı
Sarayı bu alana çok yakın iki çok geniş avlu-
su olan bir yapı olmasına rağmen düğünün
Atmeydanı'nda yapılmasının temel amacı şe-
hir halkının katılımı içindi. Düğün boyunca
her bir esnaf grubu ürettikleri en güzel eşya
veya yiyecekler ile meydandan geçmişti. Hok-
kabazlar, çok sayıda ip canbazı ve soytarılar
tuhaf, etkileyici ve insanları hem eğlendiren 1720 düğününden bir gün, Surname-i Vehbi, TSK A. 3593,
hem hayrette bırakan gösteriler yapmışlardı. 55b. Yayın Esin Atıl, Levni and the Surname 197.

- 283-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

eğlenceleri için Haliç kıyılarındaki ışık gösterileri nuna asılır, aile büyüklerinin eli öpülür sonra
herkesi hayrette bırakmıştı. Düğün tören ve aile büyüklerinden birisi mahallenin mekte-
kutlamalarının kendi içinde pek çok ayrıntısı be giden çocuklarıyla birlikte yeni öğrenciyi
olup, İstanbul halkı daha çok eğlence kısmına okula götürüp hocasına teslim ederler o da
katılırdı. Düğünler boyunca saçılan saçılar ve besmeleyle ilk dersini okuturdu.
ikram edilen yiyecekler halkı memnun ederdi.
Sarayda şehzadeler için hatta daha geç ta-
Gelin alayı ile şehzadelerin nahıl alayları sah-
rihlerde sultanlar için yapılan bed’i besmele
nelenen en güzel seyirliklerden olurdu. merasimi İncili köşk veya Edirne’de iseler
Okula başlama: Bed’i besmele Alay köşkü bahçesinde yapılırdı. Bu merasim
şehrin sokaklarına taşmaz, yalnızca saraydaki
Osmanlı ülkesinde ve başkent İstanbul’da
görevliler ile bazı devlet adamları katılırlardı.
çocukların eğitime başladığı gün küçük veya Merasim darüssaade ağası tarafından tertib
büyük bir tören yapılırdı. İstanbullu ailelerin edilir, şehzadenin haremden merasim alanı-
çocukları beş, altı yaşlarında sıbyan mekte- na getirilip götürülmesi de darüssaade ağası
bine başlar veya varlıklı bir aile ise hocalar refakatinde olurdu. Merasim gününden önce
tutulurdu. Mektebin ilk günü çocuk giydirip devrin değerli âlimlerinden birisi şehzadeye
süslenir, yeni ve işlemeli bir cüz kesesi boy- hoca tayin edilmiş olurdu.

Bed’i besmele bir devlet merasimi olmadığı


için daha çok ulema sınıfı davet edilirdi. Hazır-
lanan davetli listesine göre bir gün öncesinden
sadrazam, şeyhülislam, nakibüleşraf, kazasker-
ler, Ayasofya şeyhi, diğer meşayih ve ulemaya
tezkire gönderilerek davet edilirlerdi. Bahçe
köşkü hazırlanır önündeki meydana çadırlar
kurulurdu. Padişah için de otağ kurulurdu.
Ayrıca sadrazama bir çadır, nakibüleşraf ve
kazasker efendiler için bir çadır, yeniçeri ağası,
defterdar efendi, reisülküttab ve çavuşbaşı ile
diğer davetliler için ayrı çadırlar kurulurdu.
Başta padişah olmak üzere herkes kendi çadırı-
na yerleştikten sonra padişah köşk önüne veya
kurulan otağ önündeki tahta oturur sadrazam,
şeyhülislam ve diğer katılımcılar padişah karşı-
na gelecek şekilde otururlardı. Derse başlayacak
şehzade darüssaade ağası ve lalası refakatinde
haremden ve Babüssaade kapısından çıkıp
merasim alanına getirilirdi. Sadrazamın şeh-
1720 düğününden bir gün. Surname-i Vehbi, TSK A. 3593,
zadeye babasının elini öptürmesinden sonra,
64b. Yayın: Esin Atıl, Levni and the Surname, 188. şehzade otağ önüne serilmiş olan halıya padi-

- 284-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

Şehrin Ziyaretçileri: Elçiler

Osmanlı ülkesine gelen elçiler kalabalık bir


topluluk olarak İstanbul’a ulaşırlardı. Elçinin
takımı içinde tercümanlar, din adamları, hiz-
metkarlardan başka İstanbul’u görmek isteyen
meraklı ressamlar ve anılarını yazan macera-
perestler de olurdu. Elçi ve takımı sınırdan
Cüz keseleri.
içeri girdikten sonra Osmanlı himayesinde
şah karşısında fakat şeyhülislamın veya dersi kabul edilip, bir bölük yeniçeri askeri muha-
verecek olan hocanın da tam karşısına gelecek fız için daima yanlarında bulunurdu. Temel
şekilde otururdu. Haremde hazırlanmış olan gıda maddeleri olan tayinatları da Osmanlı
müzeyyen rahle ve Mushaf getirilip şehzade devleti tarafından verilirdi. Gelen elçiler ül-
önüne yerleştirilir. Besmele ve ‘Rabbi yessir’ keye girdikleri sınıra en yakın idari amir olan
duasından sonra ilk dersini alırdı. İlk dersin beylerbeyi veya sancakbeyi tarafından kabul
arkasından padişahın elini öperdi daha sonra
edilir, böylece ilk resmi görüşme yapılmış olur,
hocasının elini öpmek ister ancak hocası el
güven içinde başkente gitmeleri sağlanırdı.
öptürmezdi. Diğer ulema da şehzadeyi tebrik
eder fakat ellerini öptürmezlerdi. Şehzadenin Avrupa'dan gelen elçiler Davutpaşa’yı geç-
ilk cüz ve kesesi de merasim esanasında sadra- tikten sonra sur dışında, Asya ile Afrika’dan
zam veya şeyhülislam tarafından hediye edi- gelenler Üsküdar’dan karşılanırlar, kayıkla İs-
lir, katılımcılara hilatlar giydirildikten sonra tanbul’a gelirlerdi. Kalabalık elçi alayı getir-
şehzade harem kapısına getirilip içeriye teslim dikleri hediyelerle beraber yürürken, İstanbul
edilirdi. Bu ilk ders sembolik olup daha sonraki
halkı için farklı bir ülkenin insanlarını görmek
günler tayin edilen hocası ile devam ederdi.
bir çeşit seyir olurdu. On altı ve on yedinci
On dokuzuncu yüzyıla kadar eldeki bilgiler
yüzyıllarda özellikle İran elçileri getirdikleri
daha çok şehzadelerin eğitime başlamasından
bahsederken, bu tarihten sonra sultanlar için fil, at veya cariyeler ile çok ilgi çekerdi. Gelen
de harem kısmında bed’i besmele merasimi elçiye bir konak tahsis edilir günlük mutfak
yapıldığı tesbit edilmektedir. masrafları devlet tarafından karşılanırdı. Av-
rupa'dan gelen elçiler çoğunlukla Çemberlitaş
Sabah saatlerinde gelen misafirlere önce tatlı
yakınındaki Elçi Hanı’nda kalırlardı. Osmanlı
ve kahve daha sonra yemek ikramı yapılırdı.
Devleti’ni temsilen reisülküttap elçiye hoş gel-
Sadrazam, şeyhülislam, darüssaade ağası bazen
din ziyareti yapar, amaç ve ihtiyaçlarını öğre-
bir sofraya otururken, nakibüleşraf, kazaskerler,
nirdi. Daha sonra sadrazamlık tarafından elçiye
Ayasofya şeyhi, yeniçeri ağası, defterdarlar, rei-
saraya gelmesi için ulûfe divanına rastlayan
sülküttap, çavuşbaşı, tezkireci efendiler, müte-
bir günde kabul günü bildirilirdi.
ferrika, züema gibi diğer davetliler yemeklerini
kendileri için ayrılan çadırlarda yerlerdi. Ayrıca Elçiler saraya birlikte geldikleri kalabalığın
orada bulunan askere ve dışardaki bazı fukara içindeki muteber adamları ile gelirlerdi. Sa-
takımına da yemek çıkarılırdı. bah sadrazamın gelmesinden sonra orta kapıda

- 285-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

bekleyen elçi takımının bir kısmı içeriye di- saraya getirilmiş ve defterlere kaydedilmiş olan
van meydanına alınır, bunlardan elçi ve seçtiği hediyeler elçinin padişah ile görüşmesi sırasında
yakın adamları divanhaneye davet edilirlerdi. gösterilmek üzere hazırlanırdı.
Topkapı Sarayı divanhanesinde yapılan bu ka-
Elçi ve en fazla yanındaki bir veya iki kişi
bul gününde sadece çok itibarlı Müslüman kapıcıbaşının kollarında arz odasına girerdi.
devletlerin elçilerine ayağa kalkıldığına dair Sadrazam ve vezirler elçinin kabul edildiği sı-
kayıt varsa da çoğunlukla divan üyeleri elçiler rada içeride ve padişahın sağında ayakta duru-
için ayağa kalkmazlardı. Avrupalı elçiler sedirde yor olurlardı. Elçinin kendi devlet reisinden
oturmaktan rahat etmezler diye iskemleye bu- getirdiği nâme miralem ağa veya tercüman
yur edilirlerdi. Elçi ve yakınındaki bir kaç kişi vasıtasıyla en alt sıradaki vezire verilir, o da
divan toplantısı ile askere maaş dağıtılmasını sırayla bir üsttekine vererek sadrazam eliyle
izler ve geliş amacının ne olduğunu sadrazama hükümdara sunulurdu. Devlet meseleleri di-
hitaben anlatırdı. Öğle yemeği divanhanede vanhanede sadrazamla konuşulduğu için elçi
hazırlanır ayrı ayrı kurulan sofralarda elçi sad- yalnızca saygı ve nezaket ziyareti yapmış olur-
razam ile aynı sofraya oturur, padişah tara- du. Padişah her durumda elçiye hitaben Türk-
fından kabul edilmeyecek ise yemekten sonra çe konuşur, bildiği bir lisan bile olsa elçinin
giderdi. Elçinin padişah ile görüşmesine karar konuşması tercüme edilirdi. Bu esnada getiri-
verilmiş ise devlet adamlarının haftada iki gün len hediyeler arz odasının penceresi önünden
arz odasında padişah ile muayyen görüşme geçirilirdi. Kabul merasiminden sonra elçiler
sıralarını beklemek mecburiyetindeydi. İçeri- çıkarlar, orta kapı dışında kendilerini bekleyen
deki görüşmeler esnasında elçi ve yanındaki en adamlarıyla beraber konaklarına dönerlerdi.
fazla iki kişi babüssaadede yani üçüncü kapının Elçilerin İstanbul’a girişi, saraya gidiş ve
arasındaki odalarda bekler bu arada kendileri- dönüşleri şehrin sokaklarını hareketlendirip
ne kahve ikram edilirdi. Bir gün öncesinden şenlendiren bir etkinlik olup,
İstanbulluların ilgisini çekerdi.
Ayrıca elçi gelip konağına yer-
leştikten bir süre sonra, bazan
padişah ava gider ve büyük bir
alay ile şehre girerdi, böylece elçi
ve takımı daha saraya gitme-
den bu muhteşem gösteriden
etkilenmiş olurlardı. Elçilerin
hem kendileri hem getirdikleri
hediyeler iletişim ağının farklı
olduğu bir zamanda Türklerin
farklı dünyaların yaşam biçim
ve anlayışlarına dair fikir sahibi
II. Selim’in Safavi elçisi kabülü, Lokman, Şehname-i Selim Han TSK A. 3595, y. 53b-54a olmalarını sağlamış olurdu.

- 286-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

KAYNAKLAR

Abdurrahman Şeref, “Topkapı Saray-ı Hümayunu”, Tarih-i Osmânî Encümeni Mecmuası, cüz
1-12, İstanbul 1328-1329 (1910-1912).

Ağca, Sevgi, “Surre-i Hümâyûn Geleneği”, Surre-i Hümâyûn, İstanbul 2008. s. 29- 39.

Akım, Pınar, II. Selim Dönemi Elçi Kabul Törenleri, Yüksek Lisans Tezi, Danışman Zeynep
Tarım, İstanbul Üniversitesi SBE, Osmanlı Müesseseleri ve Medeniyeti Tarihi Anabilim Dalı,
İstanbul 2013.

Akif Mehmet Efendi, Tarih-i Cülûs-ı Sultan Mustafa-yı Salis, Süleymaniye Kütüphanesi
Esad Efendi no 2108.

Ali Seydi Bey, Teşrifat ve Teşkilatımız, Hazırlayan, Niyazi Ahmed Banoğlu, 1973.

Alikılıç, Dündar, Osmanlı Devlet Protokolü ve Törenler İmparatorluk Seremonisi, İstanbul


2004.

Altındağ, Ülkü, Has Oda Teşkilatı, Türk Etnografya Dergisi, sayı 14, 1974, 97-113.

And, Metin, 40 Gün 40 Gece: Osmanlı Düğünleri Şenlikleri Geçit Alayları, İstanbul 2000.

Anhegger-Eyüpoğlu, Mualla, Topkapı Sarayı’nda Padişah Evi, İstanbul 1986.

Antoine Galland, İstanbul’a Ait Günlük Hâtıralar (1672- 1673), c. I-II, yayınlayan Charles
Schefer, Çeviren Nahid Sırrı Örik, Ankara 1987.

Arslan, Mehmet, Osmanlı Saray Düğünleri ve Şenlikleri, c. I, II, III, İstanbul 2008 ve 2009.

Atalar, Münir, Osmanlı Devletinde Surre-i Hümayun ve Surre Alayları, Ankara 1991.

Atasoy, Nurhan, “Processions and Protocol in Ottoman Istanbul”, The Sultan’s Procession The
Swedish Embassy to Sultan Mehmed IV in 1657-1658 and the Rålamb Paintings, Editor Karin
Ådahl, s. 169- 195.

Atasoy, Nurhan, 1582 Surname-i Hümayun Düğün Kitabı, İstanbul 1997.

Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Bâb-ı Âli Evrak Odası Sadaret Defterleri.

Başbakanlık Osmanlı Arşivi, D.TŞF, 1-17 dosyalar

Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Kamil Kepeci Teşrifat defterleri nr. 664, 664 mük., 665, 682,
676 mük.

Baykal, İ. Hakkı, Enderun Mektebi Tarihi, İstanbul 1953.

Bostan Çelebi, Cülūs-nāme-i Sultan Süleyman, TSK, R. 1283.

- 288-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

Çağman, Filiz, “Altın Hazine Matarası”, Topkapı Sarayı Müzesi Yıllık 2, 1987, 85-123.

Defter-i Teşrifat, İstanbul Arkeoloji Müzesi Kütüphanesi, nr. 1323.

Defter-i Teşrifat, İÜK TY 8892.

Defter-i Teşrifat, Süleymaniye Kütüphanesi (SK), Esad Efendi, nr. 2150.

Demirel, Fatmagül, Dolmabahçe ve Yıldız Saraylarında Son Ziyaretler Son Ziyafetler, İstanbul
2007.

Döğüş, Necati, Arşiv Belgeleri Işığında XIX. yy.da Dini Bayramlar, Yüksek Lisans Tezi, Danış-
man Ziya Yılmazer, Marmara Üniversitesi, SBE, İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı, 2001.

Emecen, Feridun “Şehzade Divanı Defterleri”, Osmanlı Klasik Çağında Hanedan Devlet ve
Toplum, İstanbul 2011, s. 86.

Es’ad Efendi, Teşrifât-ı Kadîme, tıpkıbasım ve indeks, yayınlayan Cahid Baltacı, İstanbul
1979.

Faroqhi, Suraiya, Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam Ortaçağdan Yirminci Yüzyıla, İstanbul
1998, s. 182-199.

Fatih Sultan Mehmed, Kanunnâme-i Âl-i Osman (Tahlil ve Karşılaştırmalı Metin), Hazırlayan
Abdülkadir Özcan, İstanbul 2007.

Genç, Hacı Ali, XVI. Ve XVII. Yüzyıllarda Osmanlı Ordusunun Sefere Gidiş Merasimleri, Yük-
sek Lisans Tezi, Danışman Sebahattin Samur, Erciyes Üniversitesi SBE İslam Sanatları ve Tarihi
Anabilim Dalı, Kayseri 2006.

Gökyay, Orhan Şaik, “Bir Saltanat Düğünü”, Topkapı Sarayı Müzesi Yıllık-I, İstanbul 1986,
21-55.

Hâfız Hızır İlyas Ağa, Osmanlı Sarayında Gündelik Hayat Letâif-i Vekâyi’-i Enderûniyye, Ha-
zırlayan Ali Şükrü Çoruk, İstanbul 2011.

Hafız Mehmed Efendi, 1720 Şehzadelerin Sünnet Düğünü Sur-ı Hümayun, Hazırlayan Seyit
Ali Kahraman, İstanbul 2008.

Helmuth Von Moltke, Moltke’nin Türkiye Mektupları, Çeviren Hayrullah Örs, İstanbul 1995.

Hezârfen Hüseyin Efendi, Telhîsü’l-Beyân fî Kavânîn-i Âli Osmân, Hazırlayan Sevim İlgürel,
Ankara 1998.

İpşirli, Mehmet, Osmanlılarda Cuma Selamlığı (Halk-Hükümdar Münâsebetleri Açısından


Önemi), İÜEF Prof. Dr. Bekir Kütükoğlu’na Armağan, İstanbul 1991, 459- 471.

Kafadar, Cemal, “Eyüp’te Kılıç Kuşanma Törenleri”, Eyüp: Dün/ Bugün, hazırlayan Tülay
Artan, İstanbul 1994.

- 289-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

Kahraman, Seyit Ali, “Surre-i Hümâyûn”, Surre-i Hümâyûn, İstanbul 2008. s. 15- 27.
Karaca, Filiz, Tanzimat Dönemi ve Sonrasında Osmanlı Teşrifat Müessesesi, Doktora Tezi, Da-
nışman Mehmet İpşirli, İÜ SBE, Osmanlı Müesseseleri ve Medeniyeti Tarihi Anabilim Dalı,
İstanbul 1997.
Karaöz, Nalan, III. Selim Döneminde Donanmada Yapılan Merasimler, Yüksek Lisans tezi,
Danışman Zeynep Tarım, İstanbul Üniversitesi SBE Akdeniz Dünyası Araştırmaları, İstanbul
2015.
Karateke, Hakan T. Padişahım Çok Yaşa! Osmanlı Devleti’nin Son Yüzyılında Merasimler, İs-
tanbul 2004.
Karateke, Hakan, An Otoman Protocol Register Containing Ceremonies From 1736- to 1808,
İstanbul 2007.
Koçi Bey Risalesi, Ali Kemali Aksüt neşri, İstanbul 1939.
Kütükoğlu, Mübahat S. “Son Devir Osmanlı Resmî Ziyâfetleri”, Hakkı Dursun Yıldız Arma-
ğanı, Ankara 1995, s. 369- 391.
Kütükoğlu, Mübahat S. “XVIII. Yüzyılda Osmanlı Devletinde Fevkalâde Elçilerin Ağırlan-
ması”, Türk Kültürü Araştırmaları, Prof. Dr. İsmail Ercüment Kuran’a Armağan, XXVII/1- 2,
Ankara 1989, s.199- 231.
Lütfi Paşa, Asafnâme, yay. Mübahat S. Kütükoğlu, Lütfi Paşa Asâfnamesi (Yeni Bir Metin
Tesisi Denemesi)”, Prof. Dr. Bekir Kütükoğlu’na Armağan, İÜEF Tarih Araştırma Merkezi,
İstanbul 1991, s. 58-99.
Mahir, Banu, “Türk Minyatürlerinde Hil’at Merasimleri, Belleten, Cilt LXIII, Aralık, 1999,
Sayı: 238, Ankara 2000, s. 745-754.
Mehmed Zeki, “Serpuş”, Tarih-i Osmânî Encümeni Mecmuası, cüz 49- 62, İstanbul 1335-
1337, s. 103-121.
Mehmed Zeki, “Evâilde Biat Merasimi”, Edebiyât-ı Umûmiye Mecmuası, c. IV, sayı 85, İstan-
bul 1336 (1918).
Mehmed Zeki, “Evâilde Teşrîfat Merasimi” Edebiyât-ı Umûmiye Mecmuası, c. I, sayı 12, İs-
tanbul 1335 (1916-17), s. 219- 222.
Mukaddime-i Kavânin-i Teşrifat, Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi, nr. 20.
Necipoğlu, Gülru, Architecture, Ceremonial, and Power the Topkapı Palace in the Fifteenth and
Sixteenth Centuries, New York 1990.
Orgun, Zarif, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Tuğ ve Sancak”, Tarih Vesikaları, 1941.
Orgun, Zarif, “Osmanlı İmparatorluğunda Kaptan Paşalara ve Donanmaya Yapılan Mera-
sim”, Tarih Vesikaları, c. 1, s. 2, 1941, s. 135-144.

- 290-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

Orgun, Zarif, “Osmanlı İmparatorluğunda Nâme ve Hediye Getiren Elçilere Yapılan Mera-
sim”, Tarih Vesikaları, c. I, sayı 6, 1942, s. 407- 413.

Ortaylı, İlber, Mekanlar ve Olaylarıyla Topkapı Sarayı, İstanbul 2007.

Osmanlı Devlet Teşkilatına Dair Kaynaklar Kitâb-i Müstetâb Kitabu Mesâlihi’l Müslimîn ve
Menâfiʿi’l-Mü’minîn Hırzü’l-Mülûk, Hazırlayan Yaşar Yücel, Ankara 1988.

Peksevgen, Şefik, Ottoman Court Ceremonies and the Multiple Ceremonal Center [Osmanlı
saray törenleri ve törenlerde çok merkezlilik], Yüksek Lisans Tezi, Danışman Selim Deringil,
Boğaziçi Üniversitesi SBE, İstanbul 1996.

Petra Kappert, Geschichte Sultan Süleyman Kanunîs von 1520 bis 1557, oder Tabakâtü’l-Memâ-
lik ve Derecâtü’l-Mesâlik, Weisbaden 1981. (Fihristli tıpkıbasım).

Rifat Osman, Edirne Sarayı, yay. Süheyl Ünver, Ankara 1989.

Selânikî Mustafa Efendi, Târih-i Selâniki (971-1003/1563-1595), c. I, II, Hazırlayan Meh-


met İpşirli, İstanbul 1989.

Sözen, Metin, Devletin Evi Saray, İstanbul 1990.

Şahin, Hümeyra, Bâbıâli’de Uygulanan Teşrifat (1703-1839), Yüksek Lisans Tezi, Danışman
Ali Akyıldız, Marmara Üniversitesi SBE Yeniçağ Tarihi, İstanbul 2001.

Tanyeri, Aydın, Osmanlı Devletinin Kuruluş Döneminde Hükümdarlık Kurumunun Gelişmesi


ve Saray Hayatı Teşkilatı, Ankara 1978.

Tarım Ertuğ, Zeynep, “15. Yüzyılda Osmanlılar’da Gündelik Yaşama Dair Bazı Ayrıntılar/
Scenes from Ottoman Daily Life”, İstanbul Üniversitesi 550. Yıl Uluslararası Bizans ve Osmanlı
Sempozyumu (XV. Yüzyıl) 30-31 Mayıs 2003/ 550th Anniversary of the Istanbul University
International Byzantine and Ottoman Symposium (XVth Century) 30-31 May 2003, Editör
Sümer Atasoy, İstanbul 2004, s. 253-264.

Tarım Ertuğ, Zeynep, “Culus”, Encyclopedia of the Ottoman Empire (EOE), Co-edited by
Gabor Agoston-Bruce Masters, 2009 New York.

Tarım Ertuğ, Zeynep, “Dolmabahce Palace”, Encyclopedia of the Ottoman Empire (EOE),
Co-edited by Gabor Agoston-Bruce Masters, 2009 New York.

Tarım Ertuğ, Zeynep, “Edirne Sarayında Yapılan Son Cülûs Töreni”, Edirne: Serhattaki Payitaht,
İstanbul 1998, s. 161-167

Tarım Ertuğ, Zeynep, “İstanbul’un Osmanlı Dönemi Sarayları ve Kullanımı”, Kültürler


Başkenti İstanbul, Editör Fehamettin Başar, İstanbul 2010, s. 330-335.

Tarım Ertuğ, Zeynep, “Onsekizinci Yüzyıl Osmanlı Sarayında Bayram Törenleri”, Prof. Dr.
Mübahat Kütükoğlu’na Armağan, Editor: Zeynep Tarım Ertuğ, İstanbul 2006.

- 291-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

Tarım Ertuğ, Zeynep, “Osmanlı Devlet Teşrifâtında Hırka-i Şerîf Ziyareti”, Tarih Enstitüsü
Dergisi, sayı 16, İstanbul 1998, s. 37- 45.

Tarım Ertuğ, Zeynep, “Osmanlı Devletinde Resmi Törenler ve Birkaç Örnek”, Osmanlı 9,
Kültür ve Sanat, Editör Güler Eren, Ankara 1999, s. 139- 142.

Tarım Ertuğ, Zeynep, “Osmanlı İstanbul’unda Merasim ve Teşrifata Dair Kaynaklar”,


Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, İstanbul Tarihi sayısı, c. 8, sayı 16, İstanbul 2010. s.
131- 148.

Tarım Ertuğ, Zeynep, “Osmanlı Sarayı’nda Yapılan Merasimler”, Kültürler Başkenti


İstanbul, Editör Fehamettin Başar, İstanbul 2010, s. 336- 339.

Tarım Ertuğ, Zeynep, “Osmanlı Sarayında Eğlence Anlayışı ve Meclis”, Uluslararası İnsan
Bilimleri Dergisi, c. 4, sayı 1, 2007.

Tarım Ertuğ, Zeynep, “Osmanlılar’da Teşrifat/ Ceremony and Protocol at the Ottoman
Court” Türk Dünyası Kültür Atlası/ A Cultural Atlas of the Turkish World, Osmanlı Dönemi I/
Ottoman Period I, İstanbul 1999, s. 428-477.

Tarım Ertuğ, Zeynep, “Ottoman Palace”, Encyclopedia of the Ottoman Empire (EOE), Co-
edited by Gabor Agoston-Bruce Masters, 2009 New York.

Tarım Ertuğ, Zeynep, “Peyk” maddesi TDV İslam Ansiklopedisi, c. 34, Ankara 2007.

Tarım Ertuğ, Zeynep, “Saray Teşkilatı ve Teşrifatı”, s. 212-220/ “Palace Organization and
Protocol”, pp. 564-566”, Fatih ve Dönemi/ Mehmed II and His Period, Editör Necat Birinci,
İstanbul 2004.

Tarım Ertuğ, Zeynep, “Solak” maddesi TDV İslam Ansiklopedisi, c. 37, Ankara 2009.

Tarım Ertuğ, Zeynep, “Sorguç” maddesi TDV İslam Ansiklopedisi, c. 37, Ankara 2009.

Tarım Ertuğ, Zeynep, “Şatır” maddesi TDV İslam Ansiklopedisi, c. 37, Ankara 2009.

Tarım Ertuğ, Zeynep, “Tablhane” maddesi TDV İslam Ansiklopedisi, c. 41, Ankara 2012.

Tarım Ertuğ, Zeynep, “The Depiction of Ceremonies in Otoman Miniatures: Historical Re-
cord or A Matter of Protocol?” Muqarnas An Annual on the Visual Cultures of theIslamic World v.
27, Editor Gülru Necipoğlu, Managing editor Karen A. Leal, Leiden- Boston 2010, s. 251-275.

Tarım Ertuğ, Zeynep, “Topkapı Sarayı” maddesi TDV İslam Ansiklopedisi, c. 41, Ankara
2012.

Tarım Ertuğ, Zeynep, XVI. Yüzyıl Osmanlı Devleti’nde Culûs ve Cenaze Törenleri, Ankara
1999.

Tarım, Zeynep “Alây-ı Hümâyûnların Güç ve Güzellik Sembolleri: Solaklar” İstanbul Araştır-
maları Yıllığı Annual of İstanbul Studies, c. 2/ 2013

- 292-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

Tarım, Zeynep, “Osmanlı Devlet Teşrifatında Kahve İkramı”, Bir Taşım Kahve, Editör, Ersu
Pekin, İstanbul 2015.

Tayyarzâde Ahmed Atâ Bey, Tarih-i Ata, İstanbul 1292-1293/ 1875-1876, Tayyâr-zâde Atâ,
Osmanlı Saray Tarihi, Târîh-i Enderûn, c. I-V, Hazırlayan Mehmet Arslan, İstanbul 2010.

Tekindağ, M. C. Şehabettin, “Fâtih’in Ölümü Meselesi”, TD, XVI/ 21, İstanbul (1966) s.
95-108.

Terzioğlu, Derin, “The Imperial, Circumcision Festival of 1582”, Muqarnas, v. 12, Editor
Gülru Neciopoğlu, 1995, s. 84-100.

Tevkiî Abdurrahman Paşa (Tevkî’î), Kanunnâme-i Âl-i Osman, Milli Tetebbular Mecmuası,
I/3, İstanbul 1331, s. 496-544.

Tursun Bey, Tarih-i Ebü’l-feth, Hazır Mertol Tulum, İstanbul 1977.

Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, “Fatih Sultan Mehmed’in Ölümü” Belleten, XXXIV/134, (1970),
s. 231-234.

Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Devleti Teşkilatına Medhal, Ankara 1984.

Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Devletinin Saray Teşkilatı, Ankara 1945.

Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi, c. II, Ankara 1983.

Yıldırım, İbrahim, Osmanlı devleti’nde Elçi Kabulleri, İstanbul 2014.

- 293-
Fatih'te Ulaşım
Prof. Dr. Ali Akyıldız*

F
atih ilçesi, günümüzde neredeyse
İstanbul’u, yani, tarihî yarımadayı
ve suriçini kapsadığı için Fatih’te
ulaşımı incelemek, bir yerde İstanbul’un ulaşı-
mının tamamını ele almak anlamını taşır; zira,
bilindiği üzere, İstanbul, esas olarak şehrin
sadece suriçi kesimini tanımlar. Dolayısıyla, bu
yazıda, aksi belirtilmedikçe Fatih ve İstanbul
isimleri aynı anlamda kullanılacak; antikçağ,
Bizans ve Osmanlı dönemlerinde şehirdeki
yollar, arabalar ve diğer kara taşıtlarının, 19.
yüzyılın ikinci yarısında devreye giren tren,
omnibüs, tramvay gibi modern ulaşım araç-
larının, kayık, mavna, pazar kayığı ve vapur
gibi deniz taşıtlarının gelişimiyle yolcu ve
eşya indirilip bindirilen iskelelerin konumu
ele alınacaktır. Daha açık bir ifade ile, konu,
kara ve deniz ulaşımı olarak iki genel başlık
altında incelenecektir.
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

Verilerin sağlamlığı ve zenginliği, incelenen kakları ise daha ziyade yayalar kullanırdı. Şeh-
konunun mahiyetine ve niteliğine doğrudan etki rin kara surları üzerinde beşi askeri ve dördü
eder. Bilindiği üzere, İstanbul’un antikçağıyla de sivil amaçlı olarak kullanılan dokuz kapı
ilgili veri ve bilgiler son derece sınırlıdır. Ancak, vardı. Bunların en önemlisi, savaştan dönen
son yapılan arkeolojik kazıların İstanbul’un Ro- imparatorların şehre girdiği ve zafer takının
malılardan önceki tarihine ışık tutar ve bugüne yer aldığı Yedikule Kapısı veya diğer adıyla
kadar yapılan değerlendirmelerin yeniden göz- Altınkapı (Porta Aurea)ydı.1
den geçirilmesini gerektirir nitelikte olduğunu
Şehrin bu yol yapısının Osmanlı dönemin-
da ifade etmek lâzımdır. Bu yeni arkeolojik
de de ana hatlarını koruduğu ve fazla değiş-
verilerin tarihçiler tarafından değerlendirilmesi
mediği ifade edilebilir. Ana yollar dışındakiler
sonucunda İstanbul’un en eski ulaşım sistem
araba trafiği için pek uygun değildi; yük, eşya
ve araçlarının biraz daha açıklığa kavuşacağı
ve askeri mühimmat nakli ana yollarla ve ara-
düşünülebilir. Ancak, şimdilik, şehir içindeki
balarla yapılırdı. Arabalar bu dönemde yolcu
yollarla limanlar hakkındaki verilere Roma ve
naklinde pek kullanılmaz; arabaya binmeyi
Bizans dönemlerinden itibaren rastlandığı için,
İstanbul’da ulaşım konusu zorunlu olarak bu bir tür zayıflık sayan rical ve yüksek rütbeli
dönemlerin üzerinde temellendirilecektir. görevliler atla seyahati tercih ederlerdi. 16.
yüzyılın sonlarından itibaren valide sultanlar
Kara Ulaşımı ve 17. yüzyılın sonlarına doğru da diğer sa-
Roma ve Bizans dönemlerinde şehrin mer- ray kadınları şehirdeki seyahatlerinde araba
kezini Ayasofya önündeki Augusteion Meydanı kullanmaya başlar; ancak, Sultan İbrahim’in
oluştururdu. Burada bir noktadan başlayan ve şehiriçinde araba kullanmayı yasakladığını
Mese olarak adlandırılan Zaferyolu, Osmanlı da ifade etmek gerekir. 18. yüzyılda harem
döneminde mevcut olan Divanyolu ile ne- için saltanat arabaları yapılmasına rağmen,
redeyse aynı güzergâhı takip ederek Bayezid bu yüzyılın sonlarının tanığı olan Mourad-
Meydanı’ndan (Forum Theodosianum) ve Fatih gea d’Ohsson’un bu dönemde bile Türklerin
tepesinden (Havariyun Kilisesi) geçip Edirne- araba kullanmayı küçümsediklerini belirt-
kapı’ya ulaşır; bu ana yolun bir kolu da Baye- mesi anlamlıdır. Sadrazam, şeyhülislâm ve
zid ve Aksaray üzerinden Marmara Denizi’ne kadıaskerlerin sahip olduğu araba kullanma
paralel bir biçimde Yedikule’ye uzanırdı. Bu imtiyazının II. Mahmud döneminden itibaren
yollarla bağlantılı olan ve her iki yana yayılan genişletilmesiyle birlikte arabalar yaygınla-
sokaklar sayesinde insanlar şehir merkezine şır ve arabacılar, uymakla yükümlü olduğu
ulaşır; şehrin coğrafi konumuna uyum sağla- kurallar ve giyecekleri kıyafetler 1826 tarihli
yarak ilerleyen bu yollar üzerinde dükkânlar, İhtisap Ağalığı Nizamnamesi’yle belirlenen bir
iş yerleri, resmi daireler ve askeri binalar yer esnaf grubu haline gelir.2 Yolcu nakil vasıtası
alırdı. Yan sokaklar arazinin durumuna göre olarak kullanılan arabalar ise dönemlere ve
çoğu kere dar ve dik olduğu için yük ve eşya şekillerine göre Koçu, Kâtip Odası, Talika,
nakli ana yollarda ve araba, eşek, katır veya Fayton, Landau, Kupa, Paraşol gibi değişik
hammallar vasıtasıyla gerçekleştirilir; yan so- isimlerle anılırdı.3

- 296-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

İstanbul’un sokakları 19. yüzyılda dahi Edirnekapı’ya; Çarşambapazarı’ndan Eğrika-


Bizans döneminde olduğu gibi, dar, kıvrımlı, pı’ya; Kadırga Limanı’ndan Yedikule’ye ve Bah-
meyilli ve yer yer merdivenli yapısını korur; çekapı’dan Eyüp’e 15 metre genişliğinde yolların
hatta, şehrin ana caddesi olan Divanyolu bile yapılması, bu yolların 9 metresinin araba ve
o dönemde genişliği 5-6 metre civarında olan beygirlerin geçişi ve geri kalanının da yayalar
sıradan bir cadde görünümündeydi. Bir yer- için ayrılması, çıkmaz sokak yapılmaması ve
den bir yere seyahat büyük ölçüde yaya olarak suriçinin uygun yerlerinde meydanlar için alan
yapılır; mal ve eşya nakli için ise eşek, katır ve bırakılması kararlaştırılır. Ancak, şehrin ulaşımı
hammallar kullanılırdı. Bu yüzyılda meydana açısından son derece önemli olan bu kararların
gelen büyük yangınlar, şehrin yollarının bir de- uzun süre uygulanamadığını görüyoruz.4
receye kadar düzenlenmesine zemin hazırlar; 20 Ekim 1863 tarihli Turuk ve Ebniye Ni-
ancak, yangınlardan önce, II. Mahmud döne- zamnamesi’yle, sokak cephelerine çıkma yapıl-
minde şehrin yollarının düzenlenmesi amacıy- ması yasaklandığı gibi, cadde ve sokaklar genişlik
la önemli kararların alındığını da ifade etmek itibariyle 11, 9, 7, 6 ve 4 metre olarak beş kate-
gerekir. Nitekim, Tanzimat’ın ilânının hemen goriye ayrılır;5 ancak, aşağıda açıklanacağı üzere,
öncesinde yapılan 8 Haziran 1839 tarihli bu suriçi İstanbul’unun büyük bir kısmını etkileyen
düzenlemeyle, İstanbul’un sokaklarının geniş- ve nizamnamenin neşrinden sonra çıkan 1865
letilmesi için öncelikle inşa edilecek yolların Hocapaşa Yangını sonrasında yapılan yolların
bir haritasının çıkarılması, Bâb-ı Hümayun’dan genişlikleri, bu tüzükle belirlenen kurallarla
başlayıp Divanyolu ve Aksaray üzerinden Siliv- uyum içinde değildir. İstanbul’un yol düzen-
rikapı ile Mevlevihane Kapısı’na; Bayezid'dan lemesi açısından çok önemli bir dönüm noktası

- 297-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

olan bu yangının ardından kurulan Islahat-ı şehir içinde otomobil kullanma yasağı ise, II.
Turuk Komisyonu’nun faaliyetleri neticesinde Abdülhamid döneminin sonuna kadar genel
Ayasofya Camii’nin etrafındaki evler ve binalar olarak devam eder. II. Meşrutiyet’in ilânından
yıktırılıp çevresi açılır ve bir meydan haline sonra yasak kaldırılır ve başta padişah, askeriye
getirilir; ayrıca, Divanyolu 19 metre genişliğe ile emniyet olmak üzere resmi daireler ve top-
kavuşturularak bugünkü boyutlarına ulaştırılır. lum tarafından kullanılmaya başlanan otomobil
Komisyon, Hocapaşa, Demirkapı ve Kumka- giderek yaygınlaşır.7
pı gibi yangın yerlerinde yaklaşık 3.400 metre
Tramvay: Atlı tramvay, İstanbul’da 19.
uzunluğunda geniş yollar yaptırır. Bu yollar,
genişliklerine göre 19, 15, 11, 7 ve 6 metre yüzyılda devreye giren yeni bir toplu ulaşım
olarak beş kısma ayrılır. İstimlâkler yapılıp pek aracıydı. 1869’da şehrin değişik yerlerinde
çok eser ortadan kaldırılmasına rağmen, bölgede tramvay hatları kurup işletme imtiyazını elde
tarihî eserlerin yoğunluğundan dolayı yolların eden Konstantin Karapano, 1881’den sonra
istikameti her zaman düz olmaz. Yangında evle- Dersaadet Tramvay Şirketi adını alacak olan
rini kaybedenlerin inşaat malzemelerini rahatça 400.000 lira sermayeli İstanbul Tramvay Şirke-
nakledebilmeleri için Sirkeci’de bulunan Vezir ti’ni kurar. Şirketin yapacağı ana hatlardan birisi
İskelesi civarındaki evler istimlâk edilerek sa- Eminönü’nden başlayıp Sultanahmet ve Bayezid
hilden Bâbıâli’ye doğru büyük bir cadde açılır; üzerinden Aksaray’a ulaşmakta; burada, birisi
ayrıca, Bâbıâli’nin altından Alayköşkü’ne kadar Yusufpaşa ve Şehremini üzerinden Topkapı’ya
açılan yeni cadde de Orhaniye Caddesi olarak ve diğeri de Samatya Caddesi üzerinden Yediku-
isimlendirilir.6 le’ye giden iki şubeye ayrılmaktaydı. Öncelikle
hükümet tarafından bazı istimlâkler yapılarak
19. yüzyılda bir yandan bu şekilde şehrin yol-
yolların tramvay trafiğine uygun hale getirilme-
ları açılıp düzenlenirken bir yandan da yüzyılın
sonlarına doğru İstanbul’da o dönemin adlan-
dırmasıyla “zâtü’l-hareke”, yani, kendiliğinden
hareket eden anlamına gelen otomobil devreye
girer; ancak, yaygınlaşma fırsatı bulamaz; zira,
8 Eylül 1894’te Marsilya’dan İstanbul’a getirti-
len otomobilin kullanımı, cadde ve sokakların
diğer vasıtalara göre daha hızlı olan otomo-
bil trafiğine uygun olmadığı gerekçesiyle II.
Abdülhamid tarafından yasaklanır. Sefaretler,
hatırlı kişiler ve bazı yabancı devlet adamları
bu yasağa rağmen otomobil kullanabilmek için
zaman zaman hükümete başvurmayı sürdürür;
neticede, 18 Şubat 1907’de Rumeli’de ve 12
Ağustos 1907’de de diğer yerlerde, şehir dışın-
da kullanılmak kaydıyla otomobile izin verilir; 1900'lü yıllarda İstanbul Eminönü'nde atlı tramvay ve faytonlar.

- 298-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

siyle işe başlanır; ayrıca, Viyana’ya ısmarlanan toprakla dolan rayların araları temizlenmediği
tramvay vagonlarını çekmek için de Katana zaman vagonların yoldan çıkıp kazalara neden
isimli güçlü Macar atları getirtilir. 14 Kasım olma riski vardı.
1871’de tamamlanarak işletmeye açılan ana hat
Bir müddetten beri hükümetle şirket arasın-
üzerinde Eminönü, Sirkeci, Bâbıâli (Gülhane),
da süren görüşmelerin ardından şekillenen 22
Sultanahmet, Sultanmahmut Türbesi (Çem-
Mayıs 1912 tarihli sözleşmeyle İstanbul’da elekt-
berlitaş), Bayezid, Lâleli ve Aksaray durakları
rikli tramvay çalıştırma imtiyazı şirkete verilir.
vardı. Her on dakikada bir tramvayların bu
İmtiyaz, Aksaray-Silivrikapı, Eminönü-Eyüp ve
duraklar arasında sefer yapması kararlaştırılır.
başka bazı hatları inşa etme ve elektrikle çalış-
Aksaray-Yedikule şubesi 14 Ağustos 1872’de
tırma hakkını içermekteydi. Elektrikli tramvay
ve Aksaray-Topkapı şubesi de 14 Ocak 1873’te
çalışmaları sürdürülürken Balkan Savaşlarının
tamamlanarak işletmeye açılır. 1881’de şirke-
çıkması üzerine hükümetin her türlü nakliye
te Karaköy Köprüsü’nün İstanbul ayağından
aracına ve doğal olarak da 25 Ekim 1912’de
başlayıp Balıkpazarı, Odunkapısı, Unkapanı,
Cibali, Fener, Balat, Defterdar üzerinden Eyüp’e tramvayları çeken atlara el koyması, yaklaşık 41
bağlayan bir hattı inşa imtiyazı verilirse de, şirket
bu projeyi gerçekleştiremez.

18 kişi kapasiteli olan tramvaylarda ücretler


birinci ve ikinci mevkie göre değişir; kadınlar,
ön tarafta perdeyle ayrılmış özel bir bölüm-
de seyahat ederdi. Şirket, atların çıkmakta ve
tramvayı çekmekte zorlandığı eğimli yollarda
bulundurduğu yedek atlarla tramvayı yokuşun
başına kadar çektirirdi. Tramvayın İstanbul tra-
fiğine girmesiyle birlikte doğal olarak büyük bir
müşteri kaybına uğrayan arabacı esnafı, rekabet
amacıyla taşıma ücretlerinde indirime gitmek
zorunda kalır. Şirket, neticede atla çekildikle-
rinden dolayı ani fren ve durma mesafesi uzun
olan tramvayların neden olduğu kazaları önle- Eminönü'nde elektrikli tramvay.
yebilmek amacıyla tramvayın önünden yürü-
yüp yolu açmaları konusunda insanları uyaran
“vardacı” adı verilen görevlileri istihdam eder. yıldan beri İstanbul’da hizmet veren atlı tram-
Bunlar boru öttürerek veya “varda” diye bağı- vayların sonu olur ve seferler zorunlu olarak dur-
rarak yolu açarlardı. Yolcuların zaman zaman durulur. Elektriklendirme çalışmaları sırasında
tramvaylara yeterince at bağlamadığı veya yolla- tramvay hattı Galata Köprüsü’nden geçirilerek
rın bakımını yaptırmadığı gerekçesiyle şirketten karşı kıyıdaki hatlarla ilk defa irtibat sağlanır.
şikâyetçi olmaları önemliydi; zira, kumla veya Silahtarağa Elektrik Fabrikası’nın kurulmasıyla

- 299-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

birlikte elektrik sorunu çözülür ve 25 Ocak


1914’te Galata Köprüsü üzerinde yapılan bir
törenle elektrikli tramvaylar hizmete sokulur.
Eminönü, bu şekilde Karaköy tarafındaki hat-
larla da irtibat kurulmasıyla birlikte İstanbul’un
ulaşım sisteminde anahtar bir rol üstlenir. Ni-
tekim, Eminönü’nden hareket eden elektrikli
tramvaylar, Taksim’e (15 numara), Bebek’e (22
numara), Fatih’e (31 numara), Topkapı’ya (32
numara) ve Yedikule’ye (33 numara) seferler
yapar. Ayrıca, Fatih-Harbiye (12 numara), Ak-
19. yüzyılın ikinci yarısında İstanbul halkının günlük hayatına
saray-Ortaköy (23 numara) ve Fatih Beşiktaş katılan omnibus, 2 veya 4 atla çekilen bir karayolu taşıtıydı.
(34 numara) hatlarının da Eminönü bağlantılı
omnibüs çalıştırma izni şirkete verilmişti. Bu
hatlar olduğunu belirtmemiz gerekir.
ruhsata dayanarak öncelikle 1872’de Perşembe-
Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele yıl- pazarı ile Pangaltı arasında omnibüs çalıştırmaya
larında imkânsızlıklar içerisinde de olsa tramvay başlayan şirket, ardından Eminönü-Eyüp ve
seferleri sürdürülür. 1926’da şirketle yapılan bir Bayezid-Edirnekapı arasında omnibüs işletmek
sözleşme ile döşenmesi kararlaştırılan Fatih-E- amacıyla Şehremaneti’ne başvurur. Sözleşme-
dirnekapı hattı 20 Haziran 1929’da işletmeye ye göre omnibüs çalıştırılacak yolları onarma
açılır. Cumhuriyet döneminde kamu yararına ve düzenleme yükümlülüğü Şehremaneti’ne
faaliyet gösterdiği hâlde yabancıların ve özel aitti; ancak, bu gibi konulara ayıracak yeterli
sektörün elinde bulunan şirketlerin ve özellikle sermayesi olmayan belediye, şirketin gelecekte
de ulaşım şirketlerinin devlet tarafından satın kendisine ödeyeceği vergilerden karşılanması
alınması siyaseti kapsamında Tramvay Şirketi kaydıyla yolların onarımı için gerekli olan pa-
de millileştirilir. Nafıa Vekili Ali Çetinkaya’nın ranın Tramvay Şirketi’nden alınmasını uygun
devlet adına görüşmeleri yürüttüğü bir sürecin bulur. Söz konusu hatlar gerekli çalışmaların
sonucunda, 1 Ocak 1939 tarihinde Tramvay tamamlanmasının ardından Aralık 1872’den
Şirketi satın alınarak belediyeye devredilir.8 itibaren trafiğe açılır.

Omnibüs: 19. yüzyılın ikinci yarısında İstan- Bayezid-Edirnekapı yolu engebeli ve taşlı ol-
bul trafiğine giren toplu taşıma araçlarından biri duğu için zaman zaman yolcuların şikâyetlerine
olan omnibüsler, atların çektiği ve içinde birçok konu olurdu. Omnibüslerle ilgili gündeme gelen
yolcunun seyahat edebildiği büyük arabalardı; şikâyetlerden birisi de, tramvaylarda olduğu gibi,
atlı tramvaylardan farkları tramvayların raylar, meyilli yollarda araçları çeken atların gücünün
omnibüslerin ise normal karayolu üzerinde git- yetersiz kalması olup şirket bu sorunu da aynı
meleriydi. İstanbul Tramvay Şirketi’yle yapılan yöntemle, yani yokuşlarda yedek at kullanarak
30 Ağustos 1869 tarihli sözleşme ile, tramvay çözme yoluna gider. Diğer bir sorun ise, kadınla-
hatlarıyla bağlantı kurmak ve imtiyaz şeklinde rın seyahat şekli ve omnibüste oturacakları yerle
olmamak üzere şehrin gerekli göreceği yerlerinde ilgiliydi. Şirket, kadınların sürücülerin yanında

- 300-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

oturtulmasına tepki gösterilmesi üzerine kadın-


lara mahsus seferleri yürürlüğe koyar; ancak, bu
kere de, şirketin belli bir yolcu sayısına ulaşma-
dan arabayı kaldırmaması eleştiri konusu olur.
Arabacılar, taşıma ücreti daha ucuz olduğu için
halkın tercih ettiği omnibüslerin kaldırılması
amacıyla Şehremaneti’ne başvururlarsa da bir
netice alamazlar; ancak, bir süre sonra omnibüs-
ler yüzünden giderek bozulan yolların tamir ve
bakımı konusunda şirketle Şehremaneti arasında Yeşilköy Tren İstasyonu 1912.
ortaya çıkan sorun arabacıların ekmeğine yağ
sürer. Şirket, sözleşmeye dayanarak yolların bakı- olan ve katkı sağlayan aktörlerden birisi de
mının Şehremaneti’ne ait olduğunu belirtirken, demiryoludur. Rumeli Demiryolları adı veri-
kısıtlı bir bütçeye sahip olan Şehremaneti ise, len büyük demiryolu ağının tarihî yarımada
yolların omnibüs ve arabalar yüzünden bozul- içerisinde kalan bölümü şehiriçi banliyö treni
duğunu ifade ile şirketi suçlar. Netice olarak bir olarak kullanılır. Esasında Rumeli’de demiryo-
orta yol bulunamayınca şirket Haziran 1874’ten lu yapma projeleri 1857 tarihine kadar iner;
itibaren omnibüsleri çalıştırmaktan vazgeçer ve 1857’de Labro isimli bir İngiliz parlamentere,
böylece tarihî yarımadadaki omnibüs macerası 1860’ta yine bir İngiliz gruba, 1867’de Belçikalı
da son bulmuş olur.9 Van der Elst kardeşlere imtiyazlar verilmesine
Her ne kadar omnibüslerin faaliyetleri bu rağmen, çeşitli nedenlerle bu projeler gerçek-
şekilde sonlandıysa da, İstanbul’da omnibüs leşme imkânı bulamaz. Neticede, 1869 yılında
çalıştırma çabaları sonraki dönemlerde de sü- 2.000 km uzunluğunda büyük bir demiryolu
rer. Nitekim, II. Meşrutiyet’in ilânından sonra ağının yapımını içeren imtiyaz, bürokratik tea-
çıkarılan 6 Aralık 1909 tarihli bir iradeyle İs- müllere aykırı olarak Macar ve Yahudi kökenli
tanbul’un uygun yerlerinde otobüs ve omnibüs bir Avusturyalı banker olan Baron Maurice de
işletmek üzere yerli yatırımcılar tarafından Der- Hirsch’e verilir. Osmanlı Devleti’ni uzun yıllar
saadet Omnibüs ve Otobüs Osmanlı Anonim uğraştıran demiryolu inşa süreci, şirket sermaye-
Şirket-i Osmaniyyesi adıyla bir şirket kurulur. sinin teşekkül şekli ve Baron Hirsch’in giriştiği
Şirket, tarihî yarımada içerisinde Ayasofya, Ba- kirli oyunlar, burada ayrıntısına girilecek ko-
yezid, Fatih ve Edirnekapı; Odunkapısı ve Eyüp; nular değildir; ancak, Hirsch’in, bazı Osmanlı
Aksaray, Cerrahpaşa ve Silivrikapı hatlarında bürokratlarına verdiği rüşvetlerle çevirdiği bu
omnibüs çalıştırmayı planlar. Ancak, iradesi hileler sayesinde Avrupa’nın en büyük zenginleri
çıkmasına ve kurulmasına rağmen,10 bu şirket arasına girdiğinin de belirtilmesi gerekir.
ve faaliyetleri hakkında daha fazla bir bilgiye
Neticede yasal prosedürün aşılmasından
sahip değiliz.
sonra 4 Haziran 1870’te inşası başlatılan de-
Banliyö Treni: 19. yüzyılın ikinci yarısın- miryolunun Yedikule-Küçükçekmece kısmı,
da İstanbul’un kara ulaşım sistemine entegre Fransız-Alman savaşı yüzünden yabancı per-

- 301-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

Fatih'in havadan görünüşü.

sonelin geri dönmesine ve Fransa’ya ısmarlanan nun sarayın bahçesinden geçmesinin sakıncalı
malzemelerin gecikmesine rağmen kısa sürede olacağı ve Eminönü-Topkapı hattında yolcu
tamamlanarak 4 Ocak 1871’de sadrazam, ile- taşıyan Tramvay Şirketi de gelirlerinin düşeceği
ri gelen devlet memurları ve halkın katıldığı endişesiyle bu tasarıya karşı çıkar. Ancak, Sultan
büyük bir törenle işletmeye açılır ve ertesi gün- Abdülaziz’in böyle önemli bir kamu hizmeti-
den itibaren de trenler yolcu taşımaya başlar. nin aksamaması için hattın Topkapı Sarayı’nın
İstanbul halkı, Yedikule, Bakırköy, Yeşilköy ve bahçesinden geçmesine izin vermesi üzerine
Küçükçekmece istasyonları arasında günde kar- problem çözülür ve tartışmalar son bulur.
şılıklı beş sefer yapan bu trenlere büyük bir Sultan Abdülaziz’in bu kararının ardından
ilgi gösterir; ancak, ortada, ilk istasyon olan inşasına başlanan Sirkeci-Yedikule kısmı 21
Yedikule’nin şehir merkezine olan uzaklığı gibi Temmuz 1872 tarihinde hizmete açılır. Hattın
önemli bir sorun vardı. Bu sorunu çözebilmek geçtiği güzergâh üzerinde bulunan binden fazla
için yolcuların başvurusu üzerine hattın Sirke- bina istimlâk edilerek yıktırılır. Sirkeci’de demir-
ci’ye kadar uzatılması fikri gündeme gelir; ancak, yolunun başlangıç noktasında bulunan birkaç
bu sefer de demiryolunun Topkapı Sarayı’nın evi geçici istasyon binası olarak kullanan11 şirket,
bahçesinden geçme mecburiyeti sorun ve ka- Sirkeci’de büyük bir gar binasının yapılması için
muoyunda yeni bir tartışma yaratır. Nitekim, gerekli mimari projeleri hazırlatır; ancak, inşaatı
hükümet içerisinde eski serasker Rıza Paşa’nın 11 Şubat 1888 tarihinde başlayan ve tasarımı
da aralarında bulunduğu bir grup, yabancı bir Alman Mimar A. Jasmund tarafından yapılan
şirketin imtiyaz sahibi olduğu bir demiryolu- Sirkeci Garı, 3 Mayıs 1890 tarihinde hizmete

- 302-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

girer.12 Demiryolu, 1871 tarihindeki açılışından leriyle Seraskerliğin yapılması için olumlu gö-
günümüze değin tarihî yarımadanın sahil ke- rüş bildirmesine rağmen, eğer dillendirilmeyen
siminde banliyö treni olarak hizmet vermekte başka bir haklı sebep yoksa, hükümetin ileri
ve yolcu taşımayı sürdürmektedir. sürdüğü sudan bir gerekçeyle kabul görmedi.
Hükümetin red gerekçesi, projenin gerçekleş-
Tarihî Yarımadayla İlgili Metro Projeleri
mesi durumunda bölgedeki emlâkin değerinin
İstanbul’un kara ulaşımının önemli ölçüde düşeceği yönündeki tuhaf öngörüydü. Yaklaşık
geliştiği bir dönem olan 19. yüzyılın ikinci ya- 11 yıl sonra, 1898’de hemen hemen aynı projeyi
rısında, tramvay, demiryolu, omnibüs gibi yeni gündeme getiren Namıkpaşazade Tahir Bey’e
ulaşım araçlarının devreye girmesinin yanında, sunulan red gerekçesi de aynıydı. Üçüncü metro
tarihî yarımada içinde bir takım metro projele- projesi 1902 tarihli olup Frederik E. Strom,
rinin de gündeme geldiği görülüyor. Bunların Frank T. Lindman ve John A. Hilliker isimli
bir kısmı tamamen tasarı aşamasında kalmış, bir üç Amerikalı mühendis tarafından hazırlanan
kısmı ise prosedürü hayli ilerlemesine rağmen Sarayburnu ile Salacak arasını denizin altından
uygulanamamış projelerdi. Projelerin birisi, birleştirecek olan bir projeydi. Denizin dibine
Galata Tüneli’nin de imtiyaz sahibi olan Fran- yerleştirilecek tüplerin içerisinden raylı bir geçi-
sa uyruklu Henri Gavand’a aittir. Gavand’ın şe imkân tanıyan ve ayrıntılandırılmamış olan
1876’da Osmanlı hükümetine sunduğu metro bu proje de gerçekleşmemiştir.14 Dördüncü bir
projesi, Yedikule ile Sarayburnu arasında de- metro projesi ise Mösyö Murray’a aitti. Murray,
nizin doldurularak büyük bir liman yapılması Haziran 1909 tarihinde Taksim, Galata, Sirkeci
ve aradaki alanın yerleşime açılması yönündeki ve Bayezid arasında bir metro yapma ve işletme
projenin bir parçasıydı. Kumkapı’dan başlayıp imtiyazı için hükümete başvurursa da, böylesine
Soğanağa civarında Rumeli Demiryolu’yla bağ- büyük bir projeyi gerçekleştirebilecek mali güce
lantı kurduktan sonra Süleymaniye’den Haliç’e sahip olmadığı gerekçesiyle müracaatına olumlu
ve oradan da deniz üzerinde cevap verilmez.15
kurulacak bir demir köprü ile
Metro konusundaki en
Galata, Tophane, Fındıklı ve
ciddi proje, Deutsche Bank
Dolmabahçe üzerinden Beşik-
adına hareket eden Ana-
taş’a ulaşacak olan bu büyük
dolu Demiryolları Genel
metro projesi13 gerçekleşme
Müdürü Edouard Hugue-
imkânı bulamamıştır.
nin’in 1912’de önerdiği Ba-
İkinci proje, Reji memur- yezid-Şişli metro projesidir.
larından Bogos Efendi’nin Elektrikle çalışacak olan bu
Bahçekapı-Bayezid arasında metronun çift hatlı olması
yapmayı tasarladığı 1887 ta- ve Bayezid'dan Yenikapı’ya
rihli metro projesidir. Bu proje ve Eyüb’e ve Dolmabahçe’ye
esasında hükümete sunulması- şube hatlarının yapılması ön-
na ve Nafıa ve Maarif Nezaret- Vilayet Ser-Mühendisi Bogos Efendi. görülür. Almanların bu öne-

- 303-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

risini, yani aynı hattı daha ucuza yapabileceğini


ileri süren Umur-i Nafıa Anonim Şirketi adına
hareket eden Oktav Besanson da imtiyaza talip
olur. Ancak, imtiyaz, böyle büyük bir projeyi
gerçekleştirebilecek altyapı ve mali güce sahip
olduğu hususları göz önünde bulundurularak
15 Ekim 1912’de Huguenin’e verilir ve sözleşme
imzalanır. Bu dönemde yaşanan savaşlarla siyasi
ve iktisadi krizler, böyle bir projenin kuvveden
fiile geçmesine engel olur.16 Netice itibariyle
bütün bu metro projeleri uygulama alanına
giremeden tarihe intikal eder.

Galata Köprüleri: İstanbul’un Galata ve


Karaköy tarafıyla irtibatını sağlayan ve 19. yüz-
yılın ikinci çeyreğinden itibaren Haliç üzerinde
kurulan köprüler, incelediğimiz konu bağlamın-
da önemlidir; zira, köprülerden önce kayıklarla
sağlanan iki yaka arasındaki trafik 19. yüzyılda
önceki dönemlerle kıyas kabul etmez derecede
arttığı için bu geleneksel yöntem yeterli gelme-
meye başlar. Çünkü bu dönemde Eminönü,
ticaretin; Galata, finansın ve Beyoğlu da eğlence
ve Avrupai tüketimin merkezi olması dolayısıyla
bu iki yaka arasındaki insan trafiği ziyadesiyle
artar. Bizans döneminde Haliç üzerinde bir köp-
rünün bulunduğu yönünde iddialar olmasına
rağmen, bu husustaki bilgiler kesin değildir. II.
Mahmud’un 1836’da Unkapanı ile Azapkapı liğinde bir geçit yeri olup köprüden geçişler
arasında ahşaptan yaptırdığı Hayratiye Köp- ücretliydi.
rüsü’nde, altından kayıkların geçebilmesi için
Haliç’in üzerinde özel sektörün de bir köprü
iki tane kemerli geçit yeri ile büyük gemilerin
inşa ettirdiği bilinmektedir. Sarraf Cezayirlioğlu
girebileceği iki kanatlı bir kapı vardı ve köprü-
den geçişler ücretsizdi. Haliç üzerindeki ikinci Mıgırdıç’ın 1863’te Ayvansaray-Piripaşa ara-
köprü, Sultan Abdülmecid tarafından 1845'te sında yaptırdığı ve geçişlerden ücret aldığı bu
Karaköy'le Eminönü arasında yaptırılan ahşap köprünün âkıbeti de ilginçtir; zira, köprü, iki
köprüdür (Cisr-i Cedid). 1863’te bu köprünün yaka arasında yolcu taşıyan kayıkçılar tarafın-
yerine inşa edilen yeni ahşap köprünün altından dan işlerine sekte vurduğu gerekçesiyle trafiğe
gemilerin geçebilmesi için beş metre yüksek- açılmasından on gün sonra yakılır. 1869’da

- 304-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

2. Galata Köprüsü Felix Bonfils fotoğrafı, 1870.

Forges et Chantiers de la Méditerannée isimli bir köprü Eminönü-Karaköy arasında kurulur. 24


Fransız şirketiyle Karaköy Köprüsü’nün demir- duba üzerine oturtulan ve ortadaki dört duba
den inşası konusunda anlaşılır; ancak, kısa bir yana doğru açılarak gemilerin geçişine imkân
süre sonra Fransız-Alman Savaşı’nın çıkması sağlanan bu köprü, 1912’de yeni bir demir köp-
dolayısıyla inşası geciken bu köprü daha sonra rünün inşa edilmesi üzerine Unkapanı-Azap-
Unkapanı-Azapkapı arasında kurulur. Bu arada kapı arasına nakledilir. 1909’da Alman M.A.N
1872’de Azapkapı-Unkapanı arasında bir demir Şirketi’ne ihale edilen ve demirden yapılan yeni
köprü inşası için kendisiyle anlaşılma yapılmış Karaköy (Galata) Köprüsü, 27 Nisan 1912’de
olan İngiltere uyruklu George Wells’in (Wells trafiğe açılır. Üzerinden tramvayların geçebile-
and Taylor) inşasını üstlendiği köprünün yeri ceği şekilde inşa edilen bu köprü 1990’a kadar
daha sonra değiştirilir ve biraz daha uzatılan bu uzun yıllar kullanılır. Günümüzde kullanılan

- 305-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

Galata Köprüsü ise, 12 Haziran 1992 tarihinde


hizmete açılmıştır.17

II. Deniz Ulaşımı

İstanbul’un esas limanı, antik çağlardan beri bu


görevi üstlenen ve son derece korunaklı ve doğal
bir liman olan Haliç’ti. Ancak, bunun dışında hem
Haliçle Sarayburnu arasında ve hem de tarihî yarı-
madanın Marmara Denizi tarafında başka liman ve
iskeleler de vardı. Bu limanların Haliç’ten Marmara

Sarayburnu, Haliç girişi ve İstanbul Boğazı'nın 1880-1893 yılları arasında bugünkü Beyoğlu
ilçesine ait bir bölgeden görünümü. Arka planda Üsküdar ve Kadıköy görülmektedir.

Denizi’ne doğru dizilişine göre ele alınması, konu-


yu daha anlaşılır hale getirebilir. Antikçağ'dan beri
kullanılan Neorion Limanı’nın bugün Bahçekapı
olarak adlandırılan yerde olduğu tahmin ediliyor.
Limanın yakınında malların istif edildiği depolar
vardı. Prosforion Limanı, yine antik dönemden beri
kullanılan ve dalgakıranlarla korunan bir ticari li-
man olup Sirkeci Garı’nın Sarayburnu cihetinde
Sepetçiler Kasrı civarındaydı; zamanla bu bölgenin
bataklığa dönüşmesi üzerine 1000 yılından sonra
kullanılamaz duruma gelirse de zaman zaman iskele

- 306-
İstanbul tasviri, Matrakçı Nasuh, 1537 civarı.
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

olarak kullanılırdı. Söz konusu iki liman dışın- pazar kayığı gibi değişik isimlerle anılan kayık-
da bölgede Haliç’e doğru sıralanan iskelelerin larla yolcu taşıyan kayıkçılar vasıtasıyla gerçek-
olduğunun da ifade edilmesi gerekir. leştirilirdi. 16. ve 17. yüzyıllarda daha ziyade
peremeler kullanırken, 17. yüzyıldan itibaren
Marmara kıyısında yer alan limanlar ise
kayıklar ön plana çıkar. Peremelerle kayıklar
daha ziyade Bizans dönemine ait olup yapay
arasındaki farkın ne olduğu hususu açık değildir.
limanlardı. Bunlar, sırasıyla Bukoleon, İulianus
Hızı arttırıp kayığın devrilme riskini çoğalttığı
(Kontoskalion veya sonraki adıyla Sophia Li-
için Boğaziçi’yle İstanbul arasında yolcu taşıyan
manı) ve Theodosius Limanlarıydı. Bukoleon,
büyük kayıklar olan pazar kayıklarında yelken
aynı isimli saraya hizmet veren ve dalgakıranlarla
açılması yasaktı. Mudanya gibi uzak limanlar-
korunan imparatorların kullandığı küçük bir
dan peremelerle İstanbul’a zahire ve eşya taşı-
nır; şehiriçinde yük ve eşya nakli mavnalarla
yapılırdı. Bağlı oldukları iskelenin yolcu ve
eşyasını nakleden kayıkçılar, eğer başka bir
iskeleye ait yolcu veya yükü almak isterlerse
gümrük emininden izin almak zorundaydı.
Eşya ve yolcu nakliyatı kamu hizmeti olduğu
ve belli bir güveni gerektirdiği için isteyenler
kayıkçılık yapamazdı; iskeleye bağlı kayıkçılar
birbirlerine ve iskele kethüdası da kayıkçılara
kefil olurdu; dolayısıyla kayıkçılar güvenme-
dikleri ve iyi tanımadıkları birisini aralarına
almamaya dikkat ederlerdi. Kayıkçı esnafı içe-
Theodosius Limanı-Yenikapı Kazıları.
risinde diğer pek çok esnaf grubunda olduğu
limandı. Değişik dönemlerde farklı adlarla anı- gibi gedik sistemi uygulanarak iskelelerde görev
lan İulianus Limanı ise, İstanbul’un fethinden yapan kayıkçı sayısı denetim altında tutulur-
sonra Kadırga Limanı adını alıp daha ziyade du. Esnaf, aralarına giren her yeni kayıkçının
askeri amaçlarla kullanılır ve Haliç’te tersanenin mevcut pastayı daha da böldüğünün farkında
kurulmasıyla birlikte 16. yüzyılın başlarından olduğu için sayının çoğalmasına sıcak bakmazdı.
itibaren önemini kaybeder. Bu limanın biraz Her iskelenin bir kethüdası vardı. İskele kethü-
daha batısında Lykos Deresi ağzında yer alan dalarının üzerinde yer alan ve esnafın hükümetle
Theodosius Limanı hakkındaki bilgiler ise daha ilişkilerini sağlayan Kayıkçılar Kethüdası (Pe-
çelişkili ve tartışmalıdır. Burasının Mısır’dan remeciler Kethüdası veya Başkethüda), bütün
getirtilen tahılın boşaltıldığı bir liman olduğu iskele kethüdalarının âmiriydi.
tahmin ediliyor.18
İstanbul’da Haliç ve Eminönü’nden Mar-
Osmanlı döneminde İstanbul’un deniz ula- mara kıyılarına kadar birçok iskele vardı. İs-
şımı şehrin uygun yerlerinde mevcut iskelelere tanbul’un en önemli ve kalabalık iskelelerinden
bağlı olarak çalışan ve pereme, kayık, piyade, biri olan Bahçekapı iskelesine bağlı pek çok

- 308-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

kayıkhane mevcut olup bunların dördü saraya giliz gemisini satın alan ve ismini Sagir olarak
aitti. 1728 yılında İstanbul’da mevcut iskeleler değiştiren II. Mahmud, bazı yurtiçi gezilerini,
ve buraya bağlı olan kayık sayıları bölgedeki çıkardığı buhardan dolayı halkın Buğu adını
ulaşımın boyutları hakkında bir fikir verebilir. verdiği20 bu gemiyle yapar. II. Mahmud döne-
Samatya iskelesinde 38, Davutpaşa’da 11, Yeni- minin sonlarına doğru makineleri İngiltere’den
kapı’da 22, Kumkapı’da 47, Çatladıkapı’da 15, getirtilen vapurlar Tersane’de inşa edilmeye baş-
Ahırkapı’da 24, Kadıköy’de 27, Bahçekapı’da lanır.21 Esas konumuzu ilgilendiren İstanbul’da
109, Unkapanı’nda 46, Cibalikapısı’nda 47, vapurla yolcu taşımacılığı ise, kapitülasyonları
Fenerkapısı’nda 53, Ayakapısı ve Yenikapı’da 30 bahane eden yabancı girişimcilerce başlatılır.22
ve Balatkapısı ve Ayvansaray iskelesinde de 136 Bu oldu-bittiyi engelleyemeyen hükümet, Ocak
olmak üzere toplam 605 kayık taşıma işlerinde 1844’ten itibaren Tersane’ye ait Eser-i Hayr isim-
kullanılmaktaydı. Bunların dışında kayık sayısı li vapuru Eminönü ile Boğaz’ın Rumeli yakası
zikredilmeyen İstanbul Ağası, Balıkpazarı, Hasır, arasında yolcu nakli için tahsis eder. Eser-i Hayr,
Çardakönü, Yemiş ve Odunkapısı iskelelerin- her akşam Bahçekapı’dan hareketle Arnavut-
deki kayıklar da ilâve edil- köy, Rumelihisarı, Yeni-
diğinde bu sayının daha köy, Tarabya ve Sarıyer’e
da artacağı düşünülebilir. gidip ertesi sabah aynı
Ulaşım halkın zorunlu güzergâhı izleyerek Bah-
ihtiyaçlarından sayıldığı çekapı’ya geri dönerdi.23
için taşıma ücretleri dev- Eminönü ile Anadolu
letçe belirlenir; ücretler, yakası arasında, eskiden
kayığın büyüklüğüne, olduğu gibi, pazar, piyade
kürekçi sayısına, gidile- ve ateş kayıklarıyla yolcu
cek yere ve Boğaz’daki ve eşya nakli sürdürülür.
akıntının durumuna göre 1847’de Üsküdar’a bir
değişebilirdi. Kayıkçıların vapur tahsis edilirse de,
belirlenen ücret dışında taşıma ücretinin kayıkla-
müşterilerden yüksek rın altı katı pahalı olması
ücret talep ettiği durum- Kâğıthane (foto: Mihran İranian). yüzünden halkın kayık-
larla da sıkça karşılaşılır; ları tercih etmesi üzerine
bu hususta zaman zaman kayıkçı esnafının vapur seferleri 1850 yılına kadar durdurulur.24
dikkatleri çekilirdi.19
Bu arada belirtilmesi gereken bir husus
Sanayi Devrimi’nin de etkisiyle 19. yüzyıldan da, Şirket-i Hayriyye’nin kurulmasına kadar
itibaren bu geleneksel taşıma sistem ve araçları müslüman kadınların şehiriçinde yolcu taşıyan
hızla değişir ve yerlerini buhar gücüyle çalı- yerli ve yabancı vapurlara binmesini hüküme-
şan gemilere, yani vapurlara bırakır. Vapurlar, tin yasaklamış olmasıdır.25 30 Eylül 1850’ye
1828’den itibaren İstanbul’da seyrüsefere başlar. kadar süren bu yasağın, o dönemde yanaşacağı
Bu tarihte İstanbul’a uğrayan Swift adlı bir İn- iskeleler olmadığı için açıkta demirleyen vapur-

- 309-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

lara yolcuların kayıklarla taşınması esnasında ya, Mersin, İskenderun, Beyrut, Yafa, Hayfa,
kadınlarla yanlarındaki çocukların kazaya uğ- Port Said, Cidde, Kunfuda, Hudeyde, Kıbrıs,
rama endişesinden kaynaklandığı anlaşılıyor.26 Silifke, Limasol, İnoz, Ereğli, Bartın, Amasra,
Vapurların artması, İstanbul’da deniz trafiğini İnebolu, Ünye, Ordu, Giresun, Rize, Batum,
önemli bir sorun haline getirdiği için hazırlanan Burgos, Varna, Balçık, Köstence, Mudanya, Da-
3 Şubat 1851 tarihli Kayıkçı Esnafı Nizamna- rıca, Yalova, Silivri, Ereğli, Bandırma, Tekirdağ,
mesi ile kayıkçılarla yolcuların uymaları gereken Bigados, Marmara Adası, Karabiga, Mürefte,
kurallar belirlenir. Padişah saraylarının önünden Paşalimanı ve Erdek’in de eklendiği görülür.
geçerken yolcuların kayıkta şemsiye açmaları ve İdare, ayrıca, İstanbul’da da Kadıköy, Adalar,
tütün içmeleri yasak olup bu durumlar edebe Yeşilköy ve Haydarpaşa’ya vapur seferleri dü-
aykırı olarak değerlendirilirdi.27 Muhtemelen zenlerdi.30
bu tüzüğün yeterli gelmemesi
İdare vapurlarının eskiliği
üzerine iki yıl sonra yapılan
ve yavaşlığı sürekli şikâyet-
yeni bir düzenlemeyle, trafi-
lere konu olurdu. 1890’da
ğin kalabalık olduğu köprü ve
İstanbul-İzmit arasının on
iskelelere yanaşırken vapurla-
iki saatte alınması ve gemi-
rın yavaşlamaları, kayıkların
lerin yolculuk esnasında sık
kıyıya yakın ve vapurların ise
sık bozulması, serzenişlerin
açıkta seyretmeleri, kayıkçı-
haklılığını gösterir. Kadıköy
ların seyir hâlindeyken etrafı
ve Haydarpaşa’ya işleyen ge-
gözetmeleri, sisli havalarda
miler de farklı değildi. Nite-
vapurların iskelelerde bekle-
kim, Kadıköy, vapurla nor-
tilmeleri kararlaştırılır.28
malde 45 dakika; fırtınalı ve
İstanbul’un Çevresiyle kötü havalarda ise, 1 ilâ 3 saat
Denizyolu Bağlantısı: 19. sürerdi. Seferlerin düzensiz-
yüzyılın ortalarında İstan- liği, gemilerin küçüklüğü ve
bul’un Marmara havzası, görevlilerin yolculara davranış biçimi de diğer
Karadeniz ve Akdeniz kıyılarıyla irtibatını şikâyet nedenleriydi. Vapurların bazen hareket
Hazine-i Hassa Vapurları İdaresi sağlardı. Za- saatinde değil, hareket gününde bile kalkmadığı
manla Fevaid-i Osmaniyye, İdare-i Aziziyye, olurdu.31 1908’de II. Meşrutiyet’in ilânının ve
İdare-i Mahsusa-i Aziziyye, İdare-i Mahsusa ve halkın üzerindeki baskının kalkmasının ardın-
Osmanlı Seyr-i Sefain İdaresi isimleri altında dan vapurlardan şikâyetler yüksek sesle dillen-
faaliyetlerini sürdüren bu idare, 1852’de Ça- dirilmeye başlanır; zira, bu dönemde İdare’nin
nakkale, Limni, Galos, Selânik, Sinop, Samsun, mevcut 82 vapurundan 65’i sefere çıkamayacak
Trabzon, Gemlik, Karamürsel ve İzmit limanla- derecede eski ve bakımsızdı.
rına seferler düzenlemekteydi.29 1870’li yıllarda İdare dışında bazı yerli ve yabancı firmalar
bu limanlara, Gelibolu, Midilli, İzmir, Sakız, da İstanbulla diğer Osmanlı limanları ve hatta,
Kalimnoz, İstanköy, Sömbeki, Rodos, Antal- yabancı ülkeler arasında yolcu, eşya ve posta

- 310-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

seferleri yapardı. Yabancılar arasında Lloyd ilk Osmanlı anonim şirketi olan Şirket-i Hay-
(Avusturya), Messagerie (Fransa), Florio ve riyye’nin kurulmasıdır. Bu şirketi kurma fikri,
Rubattino (İtalya), Papayanni (Yunan), Frais- beraberce Bursa kaplıcalarına giden Keçecizade
sinet (Fransa), Regular (Alman) ile İngiliz ve Fuad Paşa ile Ahmed Cevdet Paşa’dan gelir.
Rus şirketleri sayılabilir.32 Sultan Abdülmecid Amaç, anonim şirketler hakkında kamuoyuna
döneminde Mecidiye ismiyle Mısır vilâyetin- bir örnek sunmak ve Boğaziçi’nde oturanların
de kurulup daha sonra Sultan Abdülaziz za- İstanbul’a geliş ve gidişlerini kolaylaştırmak-
manında Aziziye Kumpanyası ve daha sonra tı.35 İkilinin İstanbul’a dönmeleriyle birlikte
da Hidiviyet-i Mısır Kumpanyası adını alan konu hükümetin gündemine girer ve Sultan
işletme de İstanbul’a sefer yapardı. Nitekim, Abdülmecid’in 30 Eylül 1850 (23 Zilkade
merkezi İstanbul’da olan bu şirketin vapurları 1266) tarihli iradesiyle Şirket-i Hayriyye ku-
haftada bir İstanbul’dan ha- rulur. Böylece İstanbul ile
reketle Gelibolu, Çanakkale, Boğaz’ın Anadolu ve Rumeli
Midilli, İzmir, Sakız, Pire, kıyılarında yapılacak iskeleler
Şire, Rodos ve İskenderiye arasında vapur işletme imti-
limanlarına uğrayarak Cid- yazı, yirmi beş sene süreyle
de’ye giderlerdi.33 Şirket-i Hayriyye’ye verilir.
II. Meşrutiyet’in ilânının Ayrıca, vapur ve iskelelerin
ardından özellikle İttihatçı- inşasına gerekli paranın te-
ların başlattığı şirketleşmeyi mini için de şirketin her biri
destekleyici iktisadi politika- 3.000 kuruş değerinde olan
lar, bazı yeni deniz şirketlerin 1.500 hisse senedi çıkarması
kurulmasına zemin hazırlar. kararlaştırılır.36
Mehmed Tevfik Efendi ve ar- Başlangıçta 45.000 lira
kadaşlarının 26 Mart 1911 olarak belirlenen sermayenin
tarihinde merkezi İstanbul Şirket-i Hayriye bileti. şirketin öngörülen faaliyetle-
olmak üzere kurdukları Hilâl Osmanlı Anonim rine yetmeyeceği anlaşılınca sermaye 60.000
Vapur Şirketi; deniz taşımacılığıyla uğraşmak liraya çıkartılır.37 Şirketin Emmanuel Baltazzi
amacıyla 22 Mayıs 1911 tarihli iradeye uygun
aracılığıyla Londra’ya sipariş ettiği vapurlar38
olarak Selânikli Kerimefendizâde Tevfik Bey ile
gelinceye kadar, Tersane’den tahsis edilen gemi-
arkadaşlarının kurduğu İttihad Seyr-i Sefain
lerle yolcu naklinin sürdürülmesi kararlaştırılır
Anonim Şirket-i Osmaniyyesi ve Bursa Ticaret
ve vapurlardan birinin sabah ve akşam kalkış
Odası’nın girişimiyle bir grup işadamının Bur-
saatleri memur mesaisine göre ayarlanır.39 Bu
sa merkezli olarak 7 Nisan 1911’de kurduğu
arada hissedarların oyuyla belirlenecek bir idare
Hüdavendigâr Osmanlı Seyr-i Sefain Anonim
meclisi oluşturuluncaya kadar Mösyö Lafonten
Şirketi bu bağlamda zikredilebilir.34
isimli bir tüccar şirketin işlerini yürütmesi için
Şirket-i Hayriyye: İstanbul’un şehiriçi deniz geçici olarak görevlendirilir;40 ancak, 3 Ocak
ulaşımıyla ilgili en önemli girişim, şüphesiz ki 1852 tarihinde iltizamla idaresi kararlaştırılan

- 311-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

vapurlar,41 10.500 lira senelik bir bedel karşılı- 1866’dan sonra uzun süre müdürlük yapan
ğında altı yıl süreyle Antuvan Kalcıyan ile Agop Hüseyin Hâki Efendi zamanı, şirketin en parlak
Bilezikçiyan’a kiralanır.42 dönemlerinden biridir; bu dönemde vapur sayısı
on altıdan kırk altıya çıkarıldığı gibi, Hüseyin
Emmanuel Baltazzi aracılığıyla İngiltere’den
Hâki’nin adamlarını İngiltere’ye gönderip İngiliz
getirtilen yandan çarklı dört vapur, 1852 ilkba-
harından itibaren Boğaziçi’nde çalışmaya başlar.43 mühendislere tarifle yaptırttığı Suhulet isimli ilk
Böylece Üsküdar ve Boğaziçi’ne işlemekte olan araba vapuru 1870’te hizmete girer. O dönemde
dört Tersane vapurundan birisinin Ayastefanos’a, iki sahil arasına çekilmiş halatlar arasında işleyen
birisinin Kadıköy’e ve ikisinin de Adalar’a yolcu araba vapurlarının çalıştığı Avrupa’da henüz açık
ve eşya taşıması kararlaştırılır; ayrıca, bu hatlarda denizde seyredebilen araba vapuru yoktu. Gün
yabancı şirketlerin vapur çalıştırması yasaklanır.44 geçtikçe sayıları artan araba vapurlarının yana-
Ancak, Boğaziçi’nde önceleri gemi çekmekle baş- şabilmesi için özel iskeleler inşa edilir50 ve daha
layıp daha sonra işi yolcu taşımacılığına kadar sonra sefer güzergâhına dahil edilen Sirkeci’de
vardıran yabancı vapur işletmeleri hâlâ ciddi bir de bir araba vapuru iskelesi yapılır.51
sorun olarak orta-
Boğaziçi’nde
da durmaktaydı.
oturan üst düzey
Bu vapurları işle-
tenlerin yapılan memurlara tahsis
uyarıları dikkate edilmiş olan şirket
almamaları üzeri- vapurunda vükelâ
ne konuyu İngil- ve diğer üst düzey
tere ve Fransa se- memurlar için özel
faretleriyle görüşen bölümler vardı ve
Osmanlı hüküme- bu özel yolcuların
İlk araba vapuru Suhulet Kabataş iskelesinde.
tinin istekleri haklı taşıma ücreti de
bulunarak yabancı gemilerin Boğaziçi’nde yolcu doğal olarak biraz daha pahalıydı.52 Yazları say-
taşımaları yasaklanır.45 fiye için Boğaziçi’ne taşınan vükelâ, sabahları
kayıklarıyla gelip Kanlıca’dan hareket eden “vü-
Bu yasağın mültezimlere getirdiği ek avan-
kelâ vapuru”na biner; Sirkeci’de bugünkü araba
tajları da bahane ederek sözleşmeyi fesheden
vapuru iskelesinin yerinde olan Vezir İskelesi’ne
hükümet,46 vapurları bina işleriyle uğraşan
yanaşan vapurdan iner ve burada hazır bekleyen
Haci Mıgırdıç Kalfa’ya 20.000 lira senelik bir
arabalarına binerek görev yerlerine geçerlerdi.
ücret karşılığında kiralar;47 ancak, şirkete karşı
Vapur, akşam da aynı güzergâhı takip ederek
sorumluluklarını yerine getiremeyip 27 Haziran
Kanlıca iskelesine demirlerdi. II. Abdülhamid
1854 tarihi itibariyle Mıgırdıç Kalfa’nın iade ettiği
döneminde Vükelâ Vapuru uygulamasına son
vapurlar, yeni ihale yapılıncaya kadar Şirket-i
verildi.53
Hayriyye Komisyonu tarafından yönetilir.48 Bir
süre sonra Ticaret Nezareti’nin denetimi altında 31 Aralık 1872 tarihinde imtiyaz süresinin on
ve tüccar Ali Hilmi Efendi’nin başkanlığında yıl uzatılması karşılığında şirketin yıllık net kârı-
şirketin ilk idare meclisi oluşturulur.49 nın %5’i Şehremaneti’ne tahsis edilir.54 29 Ekim

- 312-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

1888 tarihinde ise imtiyaz süresi otuz sene daha 1891 9.499.174 1913 18.613.453
uzatılır ve şirketin sermayesi de 200.000 liraya 1892 9.860.742 1914 15.896.730
çıkarılır; ayrıca, Tersane-i Âmire’nin oluşturacağı 1893 9.542.916 1915 9.670.259
bir komisyonun her yıl vapurları denetlemesi 1894 9.849.845 1916 10.457.935

kararlaştırılır.55 19 Temmuz 1903 tarihinden 1895 9.872.177 1917 11.058.388


1896 9.307.985 1918 13.212.042
itibaren imtiyaz süresi elli sene daha uzatılır.56
1897 8.989.044 1919 13.007.742
İstanbul’da seyrüsefer eden ve sayıları gün- 1898 9.773.909 1920 12.647.299
den güne artan yolcu ve ticaret vapurlarının 1899 9.953.074 1921 12.297.119
yakıt olarak kullandıkları kömürün çıkardığı 1900 9.646.257 1922 12.028.521

isin neden olduğu kirlilik zamanla önemli bir Kaynak: Boğaziçi, Şirket-i Hayriyye, Tarihçe, Sâlname, İstanbul
1330, s. 39-56; M. Koraltürk, Şirket-i Hayriye, s. 120.
çevre sorunu haline gelir; gemilerin çıkardığı
dumanın yarattığı kirliliğin azaltılabilmesi için
Avrupa’dan aletler getirtilmeye çalışıldığı gibi,57 Bu tablodan da anlaşılacağı üzere, şirketin
zamanla kaliteli İngiliz kömürünün kullanımı taşıdığı yolcu sayısı Birinci Dünya Savaşı’nın
da zorunlu tutulur.58 Deniz yolunu kullanmak başladığı 1914 yılına kadar çoğalma eğilimini
zorunda olan öğrenci ve güvenlik güçleri için sürdürür ve 1913 yılında taşıdığı 18.613.453
vapurlarda indirimli seyahat etme imkânı, yani kişi ile o güne kadarki en yüksek rakamı gö-
paso uygulaması mevcuttu.59 Vapurların yaz rür. Savaşın esas etkisi, en yoğun günlerinin
ve kış tarifesi memurların çıkış saatlerine göre yaşandığı 1915 yılında görülür ve bu tarihte
ayarlanır;60 Ramazan ayı münasebetiyle özel savaş öncesine göre neredeyse %50’ye yakın bir
bir tarife uygulanırdı.61 1912’de faaliyet alanı- azalma ile 9.670.259 yolcu taşınır. Bu düşüşte,
nı Yeşilköy’e (Ayastefanos) kadar genişleten62 savaş şartlarının yanında, hükümetin askeri ta-
Şirket-i Hayriyye’nin yıllara göre taşıdığı yolcu şımacılık için şirketin vapurlarına el koymasının
miktarı aşağıdaki tabloda gösterilmiştir. da ciddi bir rolü olur. Hükümet, bilebildiğimiz
kadarıyla ilk defa 1877-78 Osmanlı-Rus Sa-
Taşınan Yolcu Taşınan Yolcu
Sene Sene vaşı’nda yaralı ve askeri mühimmat naklinde
Sayısı Sayısı
1901 10.065.911
şirket vapurlarını kullanır.63 Trablusgarp Savaşı
1880 8.634.535 1902 10.345.583
ve Balkan Savaşları sırasında da askeri amaçlara
1881 8.797.410 1903 10.433.927 tahsis edilen vapurlar, bilhassa Balkan Savaşı’nda
1882 8.852.576 1904 10.381.041 Anadolu’dan gelen asker ve mühimmatın Avru-
1883 8.610.120 1905 10.578.244 pa yakasına geçirilmesinde ve yaralı askerlerle
1884 8.328.865 1906 10.999.628 mühimmat naklinde önemli rol oynar ve şirke-
1885 8.393.649 1907 11.605.118 tin on beşten ziyade vapuru bu hizmetler için
1886 8.611.764 1908 12.020.980 kiralanır.64 Bu gibi vapur tahsisleri, doğal olarak
1887 8.804.672 1909 13.116.809 şirketin taşıma kapasitesini daralttığı için ulaşım
1888 8.496.522 1910 14.135.968 hizmeti vermekte bazı sorunlar yaşanır. Meselâ,
1889 8.694.545 1911 14.908.540 Balkan Savaşları esnasında ortaya çıkan böyle
1890 9.049.533 1912 16.395.566 bir sıkışıklıkta, Ticaret Nezareti, Şehremaneti,

- 313-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

Liman Dairesi, Şirket-i Hayriyye ve Seyr-i Sefain yaklaşık %20’lik payını genel olarak muhafaza
İdaresi temsilcileri İstanbul valisinin başkanlı- eder. Nitekim, 1897’de şehrin toplam ulaşımı-
ğında bir araya gelerek şehir genelinde ulaşım nın yaklaşık %21’i, 1912’de %23’ü, 1913 ve
işlerini düzenlemek adına bazı tedbirler alır ve 1914’te de %18’i şirket vasıtasıyla gerçekleşti-
vapur seferlerini yeniden düzenler.65 rilir.68 Şirket-i Hayriyye’nin ve diğer şirketlerin
kurulmasına rağmen, boyutu küçülmüş olsa
Hükümet, Birinci Dünya Savaşı’nda yük
da yakın iskeleler arasında kayıklarla yolcu
hayvanları da dahil, bütün nakil vasıtalarına
ve mavnalarla da eşya taşımacılığının sürdü-
el koyduğu gibi, bu bağlamda şirketin de 17
rüldüğünün ifade edilmesi gerekir. Vapurlara
vapurunu kiralar. Asker, mühimmat, iaşe ve
karşı her hangi bir rekabet şansları bulunma-
kömür taşıyan vapurların bazıları Hilâl-i Ah- masına ve iş hacimlerinde büyük bir azalma
mer Cemiyeti tarafından yaralıları tedavi etmek olmasına karşın, kayıkçılar varlıklarını gene
amacıyla hastahaneye dönüştürülür. On tanesi de devam ettirir. Şirketin yönetim merkezi
düşman saldırısı ve mayın çarpması sonucu ba- önceleri Bahçekapı’daki Nafıa Hanı’ndaydı.
tar. Hükümet, savaştan sonra, batan, hasar gören Daha sonra sırasıyla Galata’daki Mehmed Ali
veya satın alınan vapurların bedelini belirlemek Paşa Hanı ile Tuzlayıcı Han’ı, eski Balıkhane
üzere Seyr-i Sefain İdaresi’nde şirket temsilcile- binasını ve Sirkeci’deki Hazine-i Hassa’ya ait
rinin de hazır bulunduğu bir komisyon kurar Kosova Hanı’nı idare merkezi olarak kullanır
ve neticede vapurların bedeli olarak 245.960 ve nihayet, 1911’de Galata’da Fermeneciler
liranın Şirket-i Hayriyye’ye ödenmesine karar Sokağı’ndaki kendi mülkü olan arsanın üze-
verilir.66 rinde inşa edilen binasına taşınır.69
İkinci Dünya Savaşı’nın getirdiği sıkıntıların Haliç’te Taşımacılık: Batılılar tarafından Al-
da bunalttığı şirket yöneticileri 1943 yılında tın Boynuz diye isimlendirilen ve Sarayburnu
şirketi satın alması için hükümete müracaat ile Galata arasından başlayıp bir yay şeklinde iç
eder ve hükümet, 20 Ekim 1944’te 2.550.000 kesimlere doğru ilerleyen Haliç’te, derelerin taşı-
lira karşılığında şirketi satın almaya karar verir. dığı alüvyonlar havzayı bataklığa dönüştürdüğü
Şirket-i Hayriyye, 24 Ocak 1945 tarihli ve 4697 için kayık ve vapurların kıyıya yanaşmasında
sayılı kanun ile hükümetin bu kararının onay- sıkıntı çekilirdi. Haliç’in Şirket-i Hayriyye’nin
lanmasıyla birlikte yaklaşık 95 yıllık
bir faaliyet döneminin ardından bütün
mal varlığıyla birlikte Devlet Deniz-
yolları ve Limanları Umum Müdürlü-
ğü’ne devredilerek tarih sahnesinden
çekilir.67

Şirket-i Hayriyye’nin İstanbul’un


ulaşımında hatırı sayılır bir yeri vardı.
Zamanla demiryolu, Haliç Vapurları,
omnibüs, tramvay gibi farklı ulaşım
araçlarının devreye girmesine rağmen,
şirket, şehrin toplam ulaşımındaki Boğaziçi'nde İlk Uskurlu Vapurlardan 47 Numaralı Tarzınevin.

- 314-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

kararlaştırılır. Şirket-i Hayriyye’de oldu-


ğu gibi, Haliç vapurlarında da öğrenci
ve askerlere indirim uygulanırdı.70

Haliç vapurları çalışmaya başla-


dıklarından beri kamuoyunda yoğun
şikâyet alırdı. Mizah dergisi Çıngıraklı
Tatar, kadınlarla erkeklerin oturduğu
kısımların bez perdelerle birbirinden
ayrılmasıyla, idarenin yelken bezinden
vapur yaptığını söyleyerek dalga geçer;
ayrıca, mavnalarla yarışıp onları geride
Fener İskelesi (Haliç Dergisi, nr. 2, s. 25).
bırakabileceği kinayesiyle de vapurların
hızını mizah konusu yapar.71 Esasen va-
imtiyaz sahası dışında bırakılması ve Yusuf Ağa
purların, görevlilerin ve hatta yolcuların duru-
isimli birisinin burada küçük vapurlarla yolcu
mu bütün bu hicivleri fazlasıyla hak ediyordu;
taşıma imtiyazına talip olması üzerine 6 Eylül
1856 tarihli bir iradeyle imtiyaz yirmi yıllığına zira, vapurlara binerken ve inerken görevlilerle
kendisine verilir. II. Mahmud’un kızı Atiyye yolcular kurallara uymadıkları gibi, vapur ya-
Sultan’ın eşi olan Tophane Müşiri Rodoslu naşırken önlem almadan kapıların açılması,
Ahmed Fethi Paşa, muhtemelen bu imtiyaz kapılar kapanmadan vapurların kalkması ve
üzerine Haliç’te vapur çalıştırmaya başlar. Ge- fazla yolcu alınması gibi uygulamalar kazalara
çim derdine düşen kayıkçıların vapurlara diren- davetiye çıkarır; vapur ve iskelelerin yeterince
dikleri, taşladıkları, iskelelere yanaştırmamak aydınlatılmaması da, yolcuları sıkıntıya sokar-
için kayıklarla önlerine çıktıkları ve halatlarını dı. Yolcuların çevreyi kirletmesi ve iskelelerin
kestiklerine, kısaca, bu girişimi başarısız kılmak düzenli olarak temizlenmemesi de başka bir
için ellerinden geleni yaptıklarına dair bazı id- sorundu.72
dialar vardır. Mahmud Celâleddin Paşa, 13 Şubat 1880’de
Fethi Paşa’nın 1858’de ölmesi üzerine imti- işletmeyi altı seneliğine ve 5.000 lira karşılığında
yaz, oğlu ve Sultan Abdülmecid’in kızı Cemile Osmanlı uyruklu Midillili Panayotaki Korci’ye
Sultan’ın eşi olan Mahmud Celâleddin Paşa’ya (M. Courdji & Co.) devreder. Bedeli, Paşa’nın
geçer. Haliç vapurları, Şirket-i Hayriyye ve Fe- vapurlardan alacağı kiradan taksitle ödenmesi
vaid-i Osmaniyye’nin yaptığı gibi şehiriçi pos- şartıyla Londra’dan dört yeni vapur satın alan
talarını taşır; Ayakapı, Fener, Balat, Ayvansaray, Korci’nin kurduğu şirketin adı Derun-i Köprü
Eyüp, Halıcıoğlu ve Hasköy’e günde üç kere Vapurları İdaresi’ydi.73 Ancak, Damad Mahmud
posta götürürdü. Haliç’te gemilerin gelişigüzel Celâleddin Paşa’nın Sultan Abdülaziz’in tahttan
demirlemeleri deniz trafiğini etkiler ve vapurlar, indirilip şüpheli bir şekilde ölümü olayına adı
gemilerin aralarından geçerek iskelelere yanaş- karıştığı gerekçesiyle Taif’e sürülmesi üzerine, im-
mak zorunda kalırdı. 31 Aralık 1872’de imtiyaz tiyaz, Temmuz 1891’e kadar uzatılıp karısı Cemile
süresi on yıl daha uzatılırken, her bir vapurun Sultan’a devredilir74 ve muhtemelen bu değişiklikle
yıllık net kârının %5’inin Şehremaneti’ne tahsisi birlikte Korci’nin sözleşmesi de son bulur.75

- 315-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

Haliç vapurları, 1886’dan itibaren Cemile Cibali, Unkapanı ve Azapkapı iskelelerinin sahil
Sultan adına Bahriye Nezareti aracılığıyla işle- kesimiyle Şirket-i Hayriyye ve İdare-i Mahsusa
tilir76 ve John Efendi’nin idaresinde Ağustos vapurlarının Galata Köprüsü’nde yanaştığı du-
1893’e kadar süren bu dönem başarılı ve kârlı baların araları buz tutar. Birkaç saat içerisinde
bir dönem olur. Bahriye Nazırı Mehmed Celâl Haliç’in donması üzerine, sandal, kayık, mavna
Paşa’nın 1907’de kurdurduğu komisyonun ha- gibi deniz taşıtları saatlerce oldukları yerlerde
zırladığı rapor, birisi ahşap, sekizi sacdan yapılı hareketsiz kalırlar. Buzlanma ertesi gün de de-
toplam dokuz vapurdan en yenisinin 28, en es- niz trafiğini aksatır ve buzlar baltalarla kırılarak
kisinin de 45 yaşında olduğu acı gerçeğini ortaya Haliç’te demirlemiş olan donanma gemilerine
çıkarır. Ahşap vapur çürümüş, sacdan olanlar erzak ulaştırılabilir. Bahriye Nezareti’nin görev-
paslanmış, yamanmış, kazanları da güçlerini lendirdiği Mecidiye vapuru dairesel hareketler
kaybetmişti.77 Galata Köprüsü’yle Eyüp arasının yaparak Haliç’teki buzlanmayı önlemeye çalışır.
vapurla iki saat sürdüğünü belirten Ermenice 8 Şubat’ta insanların buzlar üzerinden yürüyerek
Tercümanı Feyzullah Efendi’nin ifadeleri de karşı kıyıya geçtiği rivayet edilir.79
bu çarpıcı tabloyu destekler.78
II. Meşrutiyet’in yarattığı kaotik havada
1893 kışı, İstanbul, Balkanlar, Avrupa, Ame- şikâyetlerini dile getirme imkânı bulan Haliç
rika, kısaca Kuzey Yarımküre’de çok sert geçer. halkı 22 Kasım 1908 tarihli ortak bir dilekçe ile
Ocak ayında başlayan ve birkaç gün devam eden vapurlarla işletmeden olan şikâyetlerini hükü-
kuvvetli fırtınada Eyüp’te altı kayıkla bir mavna mete iletir.80 Bahriye Nezareti de, II. Meşruti-
batar; bir vapur Defterdar yakınlarında karaya yet’in ardından vapur idaresini Cemile Sultan’a
oturur; Eyüp’te bağlı olan bir diğeri halatlarını iade eder ve yeni bir ihale açılması için Ticaret
koparıp sürüklenir ve seferler ciddi anlamda ve Nafıa Nezareti’ni yetkilendiren hükümet,
aksar. Ocağın son yirmi günü İstanbul’da ya- ayrıca, yolcu ve eşya naklinin aksamaması için
ğan kar, 4 Şubat’tan itibaren şiddetini arttırır; de bazı tedbirler alır. Neticede ikinci ihalede
Şirket-i Hayriyye, İdare-i Mahsusa ve Haliç en uygun teklifi veren Cemile Sultan, kırk yıl
vapurları bazı seferlerine ara vermek zorunda süreyle işletmeye sahip olur ve kurulacak şirketin
kalır; 6 Şubat’ta Haliç’te yer yer buzlanmalar net kârının %86’sının Şehremaneti’ne ait ve
görülür; Cibali Tütün Fabrikası ile Kasımpaşa idare meclisi üyelerinin tamamının Osmanlı
arasının kıyı kesimleriyle Kâğıthane deresi buz uyruklu olmasına81 imkân tanıyan imtiyaz 29
tutar ve kayıklar birkaç gün çalışamaz. Kasım 1909’da padişah tarafından onaylanır.82

7 Şubat 1893’te şiddetli soğuğun da etkisiy- Cemile Sultan, bütün haklarını bir anonim
le Haliç’in donup vapur seferlerinin aksaması şirket olarak teşekkül eden Haliç Vapurları
üzerine bahriye askerleri sandallara bindirile- Şirketi’ne devreder. İlk idare meclisi Cemile
rek buzlar kırdırılır. Şehremini Rıdvan Paşa’nın Sultan’ın oğlu Prens Celâleddin Bey’in başkan-
Eyüp’ten Sütlüce’ye buzlar üzerinden yürüyerek lığında oluşturulan şirketin kuruluş sermayesi
gidildiğini belirtmesi, soğuğun ve buzlanmanın 100.000 liraydı. Hisse senetleri isme yazılı olup
şiddetine işaret eder ve denizin üzerindeki buz sadece Osmanlı uyruklularca satın alınabilir-
kalınlığı yer yer 10 cm’ye ulaşır. Kâğıthane ve di.83 1913’te yapılan bir düzenlemeyle bu şart
Silâhtarağa’dan Hasköy ve Ayvansaray hızasına kaldırılarak84 yabancı sermayeye açılan şirketin
kadar olan bölge gece donar. Fener, Ayakapı, hisse senetlerine bundan sonra ağırlıklı olarak

- 316-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

İtalyanlar sahip olur. Şirket, 1910’da merkezi de bir türlü belini doğrultamayan ve kendisine
Breslau’da bulunan Caesar Wollheim Şirketi’ne olan borçlarını ödeyemeyen şirketin vapurları-
on iki adet çift pervaneli gemi ısmarlar. Köp- na el koyarak işletmeye başlar ve hissedarların
rü altından geçebilen, direksiz, bacası uzayıp açtığı davadan da bir sonuç çıkmaz. Neticede,
kısalabilen, altı düz olan bu küçük vapurlar, 2 Temmuz 1941 tarihli bir kanunla şirketin
Galata köprüsü, Balıkpazarı, Yemiş, Kasım-
imtiyazına son verilerek Haliç’te yolcu taşıma
paşa, Cibali, Ayakapı, Fener, Balat, Hasköy,
ve gemi işletme inhisarı Devlet Denizyolları
Ayvansaray, Halıcıoğlu, Defterdar, Sütlüce,
İşletme Umum Müdürlüğü’ne devredilir; ayrıca,
Eyüp ve Kâğıthane gibi on beş iskele arasında
seyrüsefer yapardı. Hükümetin, Birinci Dünya şirketin her türlü mal varlığı, bedelsiz ve borç
Savaşı’nda asker ve mühimmat nakliyatı için ve taahhütten arınmış olarak bu müdürlüğe
şirketten kiraladığı sekiz vapurdan altısı batı- intikal eder.87
rılırsa da, bunlardan ikisi kurtarılıp yeniden
Birinci Dünya Savaşı öncesinde yolcu sayısı
hizmete sokulur. Vapur sayısı ve yolcu taşıma
ve gelirler yönünden olumlu bir tabloya sahip
kapasitesi hükümetin aldığı bu tedbirle bir-
olan şirket, savaşla birlikte enflasyon, piyasaların
likte iyice daralan şirket, ulaşım faaliyetlerini
sürdürmede büyük sıkıntılar çeker; sabah ve istikrarsızlığı ve girdilerin yüksekliği yüzünden
akşam saatlerinde yaşanan izdiham yüzünden çok zor günler geçirir. Yolcuların işletmeden
vapurlar kapasitelerinin üzerinde yolcu almak şikâyeti, vapur ve iskelelerin eskiliği ve pisliği,
zorunda kalır.85 personelin yolculara kötü davrandığı, vapurla-
rın düzensizliği, kırık döküklüğü ile yavaşlığı
Şirketin taşıdığı yolcu sayısı Birinci Dünya
konularında yoğunlaşır. Halk arasında hızlı
Savaşı’na kadar her yıl artar ve 1913’te taşıdığı
10.324.138 yolcu ile tarihindeki en üst seviye- telâffuzdan dolayı Eyüp kelimesinden bozma
ye ulaşır. Savaşın başlaması ve hükümetin bazı “îp vapurları” olarak da anılan bu vapurların88
vapurları kiralaması yüzünden taşınan yolcu yavaşlığı, İstanbul’un günlük konuşma diline
sayısında keskin bir düşüş görülür ve 1915 yı- bile girer. Burada ana hatları çizilen bu serüven,
lında taşıdığı 2.758.176 yolcu ile o döneme kamuya yönelik hizmet veren taşımacılık sek-
kadarki en alt seviyeyi görür. Birinci Dünya törünün, devletin aldığı kararlardan ve içinde
Savaşı ve ardından yaşananlar sadece Haliç bulunduğu siyasi ve iktisadi koşullardan etkilen-
Vapurları Şirketi’ni değil, İstanbul’da faaliyet diği gerçeğini açıkça ortaya koymaktadır. İster
gösteren ve taşımacılıkla uğraşan diğer şirketleri İdare-i Mahsusa gibi doğrudan devlet kurumları
de olumsuz etkiler. Harbin getirdiği iktisadi
tarafından yönetilen, ister Şirket-i Hayriyye gibi
kayıplarla sefaletin yanında İstanbul’un nüfu-
hissedarları arasında başta Sultan Abdülmecid ve
su da büyük ölçüde azalır. Savaşla beraber en
Mustafa Reşid Paşa olmak üzere ağırlıklı olarak
önemli gider kalemi olan kömür fiyatlarında
yaşanan olağanüstü artışlar ve kömür tedari- devlet adamları bulunup devletin korumasına
kindeki sıkıntılar şirketi zorlar. 1917 senesi de mazhar olan ve isterse Haliç Vapurları Şirketi
şirket açısından zor geçer ve yolcu taşıyan va- ile diğer denizcilik şirketleri gibi özel sektör
pur sayısı bir ara ikiye kadar düşer.86 İstanbul tarafından kurulan işletmeler olsun, bu durum
Belediyesi, 1935’te, Cumhuriyet döneminde değişmemekteydi.

- 317-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

DİPNOTLAR

* İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü.


1 Károly Kós, İstanbul, Şehir Tarihi ve Mimarisi, Ankara 1995, s. 13-14, 22, 27, 30, 68; Wolfgang Müller-Wiener, İs-
tanbul’un Tarihsel Topografyası, İstanbul 2001, s. 57-63; Doğan Kuban, İstanbul Bir Kent Tarihi, İstanbul 2010, 77-79,
268-270.
2 Mehmet İpşirli, “Araba”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1991, III, 243-244.
3 Osmanlı döneminde kullanılan arabaların şekli ve görselleri için bkz. Çelik Gülersoy, Eski İstanbul Arabaları, İstan-
bul tarih yok.
4 Osman Nuri Ergin, Mecelle-i Umûr-i Belediyye, İstanbul 1995, III, 1240-1253.
5 O.N. Ergin, Mecelle, IV, 1673-1685.
6 O.N. Ergin, Mecelle, II, 937-957.
7 Mustafa Yeni, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Motorlu Kara Taşıtları (1890-1922)”, Marmara Üniversitesi Türkiyat
Araştırmaları Enstitüsü Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2011, s. 3-12, 19-24.
8 Vahdettin Engin, İstanbul’un Atlı ve Elektrikli Tramvayları, İstanbul 2011. Ayrıca bkz. İlhan Tekeli, “İstanbul’un Kent
İçi Ulaşımının Gelişimi (1927-1985)”, İstanbul ve Ankara İçin Kent İçi Ulaşım Tarihi Yazıları, İstanbul 2009, s. 26-29.
9 V. Engin, İstanbul’un Atlı..., s. 65-71.
10 Ali Akyıldız, Osmanlı Dönemi Tahvil ve Hisse Senetleri, İstanbul 2001, s. 194-195; O.N. Ergin, Mecelle, V, 2580 vd.
11 Rumeli Demiryolları konusunda geniş bilgi için bkz. Vahdettin Engin, Rumeli Demiryolları, İstanbul 1993.
12 Yıldız Salman, “Sirkeci Garı”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul 1994, VII, 13.
13 Vahdettin Engin, “Ülkemizin İlk Metrosu Tünel’in Yapılması ve Diğer Metro Projeleri”, Osmanlı’da Ulaşım, İstan-
bul 2012, s. 384-385; Orhan Erinç, “92 Yıl Önce İstanbul Metrosu Çalışmaları ve Yeni Liman Projesi”, Belgelerle
Türk Tarihi Dergisi, Sayı 7, Nisan 1968, s. 48-52; Zeynep Çelik, 19. Yüzyılda Osmanlı Başkenti: Değişen İstanbul,
İstanbul 1996, s. 81-82.
14 Z. Çelik, Değişen İstanbul, s. 82.
15 V. Engin, “Ülkemizin İlk Metrosu Tünel...”, s. 386-388.
16 Vahdettin Engin, “Ülkemizin İlk Metrosu Tünel...”, s. 388-392. Huguenin’e verilen metro imtiyazının irade, sözleş-
me ve şartname metinleri için bkz. O.N. Ergin, Mecelle, V, 2528-2553.
17 Semavi Eyice, “Haliç”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1997, XV, 277-279; Gülsün Tanyeli, Ye-
gân Kâhya, “Galata Köprüleri”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul 1994, III, 357-359; Burçak Evren,
Galata Köprüleri Tarihi, İstanbul 1994. Wolfgang Müller-Wiener, İstanbul’un Tarihsel Topografyası, s. 58-60; ayn.
mlf., Bizans’tan Osmanlı’ya İstanbul Limanı, İstanbul 1998; D. Kuban, İstanbul, s. 58-66.
18 Kayıkçı esnafı ve kayıklar konusunda geniş bilgi için bkz. Nejdet Ertuğ, Osmanlı Döneminde İstanbul Deniz Ulaşımı ve
Kayıkçılar, Ankara 2001; Cengiz Orhonlu, “İstanbul’da Kayıkçılık ve Kayık İşletmeciliği”, Osmanlı İmparatorluğunda
Şehircilik ve Ulaşım Üzerine Araştırmalar, İzmir 1984, s. 83-103.
19 Bu geminin satın alınması ve özellikleriyle ilgili geniş bilgi için bkz. Levent Düzcü, “Yelkenliden Buharlıya Geçişte
Osmanlı Denizciliği (1825-1855)”, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi, Ankara
2012, s. 200-203.
20 Eser-i Hayr adlı vapurun inşası ve denize indirilişiyle ilgili yazı için bkz. 18 Ocak 1838 (21 Şevval 1253), Takvim-i
Vekayi, nr. 159, s. 1-2.
21 Boğaziçi, Şirket-i Hayriyye, Tarihçe, Salname, İstanbul 1330, s. 2.

- 318-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

22 27 Ocak 1844 (6 Muharrem 1260), BOA, İrade Dahiliye (İ.DH), nr. 4162; 29 Muharrem 1260, Takvim-i Vekayi,
nr. 266, s. 1-2; Ahmed Lütfi Efendi, Tarih, İstanbul 1306, VII, 84.
23 24 Kasım 1850 (19 Muharrem 1267), BOA, İ.DH, nr. 13315.
24 9 Temmuz 1850 (28 Şaban 1266), BOA, İrade Meclis-i Vâlâ (İ.MVL), nr. 5212.
25 30 Eylül 1850 (23 Zilkade 1266), BOA, İ.DH, nr. 13077.
26 BOA, İ.MVL, nr. 11672; Adolphus Slade, Kaptan Paşa, çev. Osman Öndeş, İstanbul 1973, s. 80; Théophile Gau-
tier, İstanbul, İstanbul Kitaplığı, Basım yeri ve tarihi yok, s. 201.
27 15 Kasım 1853 (13 Safer 1270), İ.MVL, nr. 11672.
28 Sema Küçükalioğlu, “İdare-i Mahsusa, Kuruluşu, Faaliyetleri ve Sosyo-Ekonomik Etkileri”, Marmara Üniversitesi
Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1999, s. 24 vd.
29 S. Küçükalioğlu, a.g.t., s. 34-41.
30 S. Küçükalioğlu, a.g.t., s. 79-81.
31 Ercüment Kuran, “XIX. Yüzyılda Osmanlı Devleti’nde Deniz Ulaşımı: ‘İdare-i Mahsusa’nın Kuruluşu ve Faaliyetle-
ri”, Çağını Yakalayan Osmanlı!, İstanbul 1995, s. 162.
32 A. Lütfi Efendi, Tarih, haz. Münir Aktepe, Ankara 1989, XII, 91; S. Küçükalioğlu, a.g.t., s. 43.
33 Ali Akyıldız, Osmanlı Dönemi Tahvil ve Hisse Senetleri, İstanbul 2001, s. 204-205, 208-209, 212-213.
34 Cevdet Paşa, Tezâkir 40 Tetimme, Ankara 1967, s. 44-45.
35 BOA, İ.DH, nr. 13077; 15 Kasım 1850 (10 Muharrem 1267), Takvim-i Vekayi, nr. 436, s. 1-2.
36 16 Ocak 1851, BOA, İ.DH, nr. 13579; 29 Ocak 1851 (26 Rebiülevvel 1267), Takvim-i Vekayi, nr. 441, s. 2-3.
37 7 Şubat 1851 (5 Rebiülahir 1267), BOA, İ.DH, 13629. Sipariş edilen gemilerin fiyatları ve güçleriyle ilgili olarak
bkz. 16 Ocak 1851, BOA, İ.DH, nr. 13579.
38 14 Mart 1851 (11 Cemaziyelevvel 1267), BOA, İ.DH, nr. 13810; BOA, A.AMD, 30/26; 1 Nisan 1851 (29 Cema-
ziyelevvel 1267), Takvim-i Vekayi, nr. 445, s. 3.
39 25 Ağustos 1851 (27 Şevval 1267), BOA, İ.MVL, nr. 7310.
40 11 Kasım 1851 (16 Muharrem 1268), BOA, İ.DH, 14744.
41 BOA, İ.MVL, nr. 7875.
42 14 Mart 1852 (22 Cemaziyelevvel 1268), Takvim-i Vekayi, nr. 465, s. 2.
43 1 Nisan 1852 (10 Cemaziyelâhir 1268), BOA, İ.MVL, nr. 8142.
44 2 Ekim 1852 (17 Zilhicce 1268), BOA, A.AMD, 40/91.
45 20 Eylül 1853 (16 Zilhicce 1269), BOA, İ.DH, nr. 17499. Bu belgeden, şirketin ilk vapurlarından birinin yaklaşık 5.000
liraya Fransızlardan satın alındığı anlaşılıyor. Ayrıca bkz. 10 Ağustos 1854 (16 Zilkade 1270), BOA, İ.MVL, 13038.
46 29 Kasım 1853 (27 Safer 1270), BOA, İrade Meclis-i Mahsus (İ.MMS), nr. 2.
47 1 Temmuz 1854 (5 Şevval 1270), BOA, İ.MVL, nr. 12968.
48 2 Aralık 1856 (4 Rebiülâhir 1273), BOA, İ.DH, nr. 23935.
49 Boğaziçi, Şirket-i Hayriyye, s. 19.
50 31 Ocak 1900 (19 Kânunisâni 1315), BOA, Yıldız Perakende Evrakı Askeri Maruzat (Y.PRK.ASK), 158/15.
51 27 Nisan 1855 (9 Şaban 1271), BOA, İ.DH, nr. 20628.
52 Necdet Sakaoğlu, “Vükelâ Vapuru”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul 1994, VII, 391.
53 Düstur, I. Tertip, Matbaa-i Amire, İstanbul 1295, IV, 470-477; Boğaziçi, Şirket-i Hayriyye, s. 144-149; Osman Nuri
Ergin, Mecelle-i Umûr-i Belediyye, İstanbul 1995, V, 2295-2302.

- 319-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

54 29 Ekim 1888 (23 Safer 1306), BOA, İ.MMS, nr. 4297.


55 19 Temmuz 1903 (23 Rebiülahir 1321), BOA, İ.TNF, 12/39; Boğaziçi, Şirket-i Hayriyye, s. 13.
56 19 Nisan 1871 (28 Muharrem 1288), BOA, Şura-yı Devlet Evrakı (ŞD), 2/5.
57 6 Haziran 1907 (24 Rebiülahir 1325), BOA, Yıldız Mütenevvi Maruzat Evrakı (Y.MTV), 298/118.
58 14 Mart 1910 (1 Mart 1326), BOA, Dahiliye Nezareti Emniyet-i Umumiyye Tahrirat Kalemi Evrakı (DH.EUM.
THR), 31/20.
59 6 Haziran 1910 (27 Cemaziyelevvel 1328), BOA, MV, 140/103; 24 Temmuz 1329, BOA, Dahiliye Nezareti İdare
Evrakı (DH.İD), 130/8.
60 18 Ağustos 1910 (11 Şaban 1328), BOA, MV, 143/23.
61 Murat Koraltürk, Şirket-i Hayriye 1851-1945, İstanbul 2007, s. 117.
62 5 Haziran 1883 (24 Mayıs 1299), BOA, İ.DH, 70576.
63 Boğaziçi, Şirket-i Hayriyye, s. 31-32.
64 20 Ekim 1912 (9 Zilkade 1330), BOA, DH.İD, 75-1/75.
65 M. Koraltürk, Şirket-i Hayriye, s. 73 vd.
66 M. Koraltürk, Şirket-i Hayriye, s. 92, 100.
67 M. Koraltürk, Şirket-i Hayriye, s. 123.
68 Boğaziçi, Şirket-i Hayriyye, s. 18.
69 Ali Akyıldız, Haliç’te Seyrüsefer Haliç Vapurları Şirketi, İstanbul 2007, s. 21-24.
70 3 Mayıs 1873 (21 Nisan 1289), Çıngıraklı Tatar, nr. 8, s. 1; 15 Temmuz 1873 (3 Temmuz 1289), nr. 28, s. 3-4.
71 Basiretçi Ali Efendi, İstanbul Mektupları, haz. Nuri Sağlam, İstanbul 2001, s. 338, 459-460, 483, 618, 697-698;
Gustav Rasch, 19. yy. Sonlarında Avrupa’da Türkler, İstanbul 2004, s. 83.
72 A. Akyıldız, Haliç’te Seyrüsefer, s. 27.
73 15 Kasım 1881 (23 Zilhicce 1298), BOA, İmtiyaz Defteri, nr. 1, s. 136-137; BOA, Yıldız Sadaret Hususi Maruzat
Evrakı (Y.A.HUS), 168/124.
74 28 Aralık 1881, The Levant Herald, nr. 83, s. 1291.
75 Dersaadet Ticaret Odası Gazetesi, Sene 2, nr. 9, 1 Mart 1886 (17 Şubat 1301), s. 2.
76 3 Mart 1907 (18 Muharrem 1325), BOA, Y.MTV, 295/74.
77 BOA, Yıldız Perakende Evrakı Tahrirat-ı Ecnebiyye ve Mabeyn Mütercimliği (Y.PRK.TKM), 28/57.
78 A. Akyıldız, Haliç’te Seyrüsefer, s. 36-41.
79 BOA, ŞD, 1215/18.
80 A. Akyıldız, Haliç’te Seyrüsefer, s. 45, 47.
81 BOA, İrade İmtiyazat ve Mukavelât (İ.İMT), 8/6; BOA, Mukavelât Def., nr. 18, s. 196-200; 20 Mart 1911 (6 Mart
1327), Takvim-i Vekayi, nr. 775, s. 2-3; 7 Mart 1327, nr. 776, s. 3.
82 A. Akyıldız, Haliç Vapurları Şirketi, s. 52.
83 BOA, İ.MMS, 165/3; Düstur, II. Tertib, İstanbul 1332, V, 236-238. Ayrıca, Ticaret ve Ziraat Nezareti’nin yayımla-
dığı şu esere bakılabilir: Memâlik-i Osmaniyye’de Osmanlı Anonim Şirketleri, İstanbul 1334, s. 147-149.
84 A. Akyıldız, Haliç Vapurları Şirketi, s. 74-76.
85 A. Akyıldız, Haliç Vapurları Şirketi, s. 83-88.
86 “Haliç Vapurları İşletme İnhisarına Dair Kanun”, Düstur, Üçüncü Tertip, Ankara 1961, İkinci Basım, XXII, 512-513.
87 R. Ekrem Koçu, “Eyyubsultan Vapurları”, İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul 1971, X, 5468.

- 320-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

KAYNAKÇA

Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), İstanbul.

BOA, Dahiliye Nezareti Emniyet-i Umumiyye Tahrirat Kalemi Evrakı (DH.EUM.THR).

BOA, Dahiliye Nezareti İdare Evrakı (DH.İD).

BOA, İmtiyaz Defteri, nr. 1.

BOA, İrade Dahiliye (İ.DH).

BOA, İrade İmtiyazat ve Mukavelât (İ.İMT).

BOA, İrade Meclis-i Mahsus (İ.MMS).

BOA, İrade Meclis-i Vâlâ (İ.MVL).

BOA, İrade Ticaret ve Nafıa (İ.TNF).

BOA, Meclis-i Vükelâ Mazbataları (MV).

BOA, Mukavelât Defteri, nr. 18.

BOA, Sadaret Âmedi Kalemi Evrakı (A.AMD).

BOA, Sadaret Mektubi Mühimme Kalemi Evrakı (A.MKT.MHM).

BOA, Şura-yı Devlet Evrakı (ŞD).

BOA, Yıldız Mütenevvi Maruzat Evrakı (Y.MTV).

BOA, Yıldız Perakende Evrakı Askeri Maruzat (Y.PRK.ASK).

BOA, Yıldız Perakende Evrakı Tahrirat-ı Ecnebiyye ve Mabeyn Mütercimliği (Y.PRK.TKM).

BOA, Yıldız Sadaret Hususi Maruzat Evrakı (Y.A.HUS).

Kaynak Eserler ve İncelemeler

Ahmed Lütfi Efendi, Tarih, c. VII, İstanbul 1306; c. XII, haz. Münir Aktepe, Ankara 1989.

Akyıldız, Ali, Haliç’te Seyrüsefer Haliç Vapurları Şirketi, İstanbul 2007.


__________, Osmanlı Dönemi Tahvil ve Hisse Senetleri, İstanbul 2001.

Basiretçi Ali Efendi, İstanbul Mektupları, haz. Nuri Sağlam, İstanbul 2001.

Boğaziçi, Şirket-i Hayriyye, Tarihçe, Salname, İstanbul 1330.

- 321-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

Cevdet Paşa, Tezâkir 40 Tetimme, Ankara 1967.

Çelik, Zeynep, 19. Yüzyılda Osmanlı Başkenti: Değişen İstanbul, İstanbul 1996.

Düstur, I. Tertip, Matbaa-i Amire, c. IV, İstanbul 1295; II. Tertip, V, İstanbul 1332.

Düzcü, Levent, “Yelkenliden Buharlıya Geçişte Osmanlı Denizciliği (1825-1855)”, Gazi Üni-
versitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi, Ankara 2012.

Engin, Vahdettin, “Ülkemizin İlk Metrosu Tünel’in Yapılması ve Diğer Metro Projeleri”,
Osmanlı’da Ulaşım, İstanbul 2012, s. 367-392.
__________, İstanbul’un Atlı ve Elektrikli Tramvayları, İstanbul 2011.

__________, Rumeli Demiryolları, İstanbul 1993.

Ergin, Osman Nuri, Mecelle-i Umûr-i Belediyye, c. II, III, IV, V, İstanbul 1995.

Erinç, Orhan, “92 Yıl Önce İstanbul Metrosu Çalışmaları ve Yeni Liman Projesi”, Belgelerle
Türk Tarihi Dergisi, Sayı 7, Nisan 1968, s. 48-52.

Ertuğ, Nejdet, Osmanlı Döneminde İstanbul Deniz Ulaşımı ve Kayıkçılar, Ankara 2001.

Evren, Burçak, Galata Köprüleri Tarihi, İstanbul 1994.

Eyice, Semavi, “Haliç”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1997, XV, 264-280.

Gautier, Théophile, İstanbul, Basım yeri ve tarihi yok.

Gülersoy, Çelik, Eski İstanbul Arabaları, İstanbul tarih yok.

İpşirli, Mehmet, “Araba”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1991, III, 242-245.

Koçu, R. Ekrem, “Eyyubsultan Vapurları”, İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul 1971, X, 5468.

Koraltürk, Murat, Şirket-i Hayriye 1851-1945, İstanbul 2007.

Kós, Károly, İstanbul, Şehir Tarihi ve Mimarisi, Ankara 1995.

Kuban, Doğan, İstanbul Bir Kent Tarihi, İstanbul 2010.

Kuran, Ercüment, “XIX. Yüzyılda Osmanlı Devleti’nde Deniz Ulaşımı: ‘İdare-i Mahsusa’nın
Kuruluşu ve Faaliyetleri”, Çağını Yakalayan Osmanlı!, İstanbul 1995, s. 159-163.

Küçükalioğlu, Sema, “İdare-i Mahsusa, Kuruluşu, Faaliyetleri ve Sosyo-Ekonomik Etkileri”,


Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul
1999.

Memâlik-i Osmaniyye’de Osmanlı Anonim Şirketleri, İstanbul 1334.

- 322-
Suriçi İstanbul / Fetih Sonrası

Müller-Wiener, Wolfgang, Bizans’tan Osmanlı’ya İstanbul Limanı, İstanbul 1998.


__________, Wolfgang, İstanbul’un Tarihsel Topografyası, İstanbul 2001.

Orhonlu, Cengiz, “İstanbul’da Kayıkçılık ve Kayık İşletmeciliği”, Osmanlı İmparatorluğunda


Şehircilik ve Ulaşım Üzerine Araştırmalar, İzmir 1984, s. 83-103.

Rasch, Gustav, 19. yy. Sonlarında Avrupa’da Türkler, İstanbul 2004, s. 83.

Sakaoğlu, Necdet, “Vükelâ Vapuru”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul 1994,
VII, 391.

Salman, Yıldız, “Sirkeci Garı”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul 1994, VII, 13.

Slade, Adolphus, Kaptan Paşa, çev. Osman Öndeş, İstanbul 1973.

Tanyeli, Gülsün, Yegân Kâhya, “Galata Köprüleri”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi,
İstanbul 1994, III, 357-359.

Tekeli, İlhan, “İstanbul’un Kent İçi Ulaşımının Gelişimi (1927-1985)”, İstanbul ve Ankara
İçin Kent İçi Ulaşım Tarihi Yazıları, İstanbul 2009, s. 21-37.

Yeni, Mustafa, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Motorlu Kara Taşıtları (1890-1922)”, Marmara


Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2011.

Gazete ve Dergiler

The Levant Herald.

Takvim-i Vekayi.

Çıngıraklı Tatar.

Dersaadet Ticaret Odası Gazetesi.

- 323-
1582 Şenliği'nde Atmeydanı'nda dev bir lâlenin geçişi, Sûrname-i Hümayûn [TSM, H1344].

You might also like