Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 6

SOSYAL TEORİ VE KARL MARX

Özet
Avrupa da 18. Ve 19. Yüzyıllarda ortaya çıkan makineleşme ve onunla paralel olarak gelişen
sanayileşme; dünya üzerinde önü alınmaz ve dehşet verici bir değişimin habercisi olmuştur. Kısa
sürede büyük bir yol kat eden bu değişim, özellikle ana vatanı olması hasebiyle ilk olarak Avrupa da ki
toplumsal yapının karakteristik dönüşümlerine, evrimlerine ev sahipliği yapmıştır. Bu dönüşümler ile
yeni doğan bu dev dalganın şiddetinin büyüklüğüne bağlı olarak Avrupa da kanlı devrimler yaşanmış,
feodal toplumlardan sanayi toplumlarına doğru oluşan bu dönüşümün geçiş evresinde yüz binlerce
insanın maddi, manevi kurban edilişi sahnelenmiştir. Bu geçiş evresinde, dönemin ağır şartlarına
rağmen pek çok düşünür bu yeni yapıya karşı teoriler üretmiştir. Bu isimler içinde Avrupa da en çok
ses getiren fikrin sahibi Karl Marx ve sosyal teorisi olmuştur. Bu yazıda; temel olarak dönemin şartları,
onun dünyaya geldiği yaşam koşulları ışığında Karl Marx’ın düşüncelerinin nasıl şekillendiği, fikirleri
ve yaşananlar karşısında oluşturduğu yol haritasının hatları anlaşılmaya, teorilerinin hangi kısımları
tarihsel süreçte kendini gerçekleştirirken hangilerinin düşünce aşamasında kaldığı gözlemlenmeye
çalışılacaktır.

Sosyal Teorisinin Özeti


Karl Marx; insanların başlangıçta, herkesin ortak geçim sağlamak adına aynı işleri yaptıkları avcı-
toplayıcı toplumlarda yaşadığını söyler. Bu toplumların onu çeken tarafı özel mülkiyetin ve iş
bölümünün olmayışıdır. Bu yüzden sınıflar ve sınıfsal sömürülerde yoktur. Tüm üyeleri yeteneklerine
göre katkıda bulunan ve ihtiyaçları kadar alan insanlardan oluşan komünist toplumlardır. Fakat bu
ilkel komünizm, toplumsal düzenin değişmesi ile yıkılmıştır. İlk sömürü sistemi; diğer insanlara sahip
olmayla statünün şekillendiği (sahip- köle) kölelik sistemidir. Bu tarihsel evrimi statünün toprak
sahipliği ile şekillendiği (toprak sahibi-köylü) feodal sistem izler. Feodal sistemin yıkılması ile
statünün sermaye sahipliği ile şekillendiği (burjuva-proleterya) kapitalist sistem gelişir. Marx tüm
insanlığın da neredeyse bir alım satım nesnesine dönüştüğü kapitalizmin yıkılana kadar bütün
dünyaya yayılacağına inanır. O, kapitalizm ve sanayileşmenin getireceğine inanılan refah yaşamdan
sadece sermaye sahiplerinin nasipleneceğini, sermayenin de dar bir kesimde bulunmasından dolayı
halkın geri kalanının bu yapı içinde sömürülüp yabancılaştırılacağını söyler. Marx; kapitalizmin
getirdiği bu sınıfsal yapıyı kırmayı hedefler. Herkesin ihtiyaçlarını eşit olarak karşılayabileceği bir
düzen hayali kurar. Bütün düşünce ve hareket hayatı boyunca halkların sömürüsüne son vermek
topluluğu özgürleştirerek, bireyi özgürleştirme adına çalışmıştır.
Marx’a göre toplumsal yapıların gelişimi insanların düşünce dünyasını da etkiler. İnsan zihnin maddi
dünyayı dönüştürebilecek aktif bir yapı olduğuna inanır bu yüzdende Marx; sosyal teori oluştururken,
insanların içinde yaşadıkları maddi koşulları nasıl etkilediklerine ve onlardan nasıl etkilendiklerine
odaklanılması gerektiğini söyler. Bu yüzdende bütün teorilerinin kaynağında tüm toplumlarda ortak
olan ‘üretim sürecini’ ele alır. Ona göre; tüm toplumların ilk karakteristiği, insanları hayvanlardan
ayıran özelliği varlıklarını sürdüre bilmek için çevreden yararlanarak üretim yapabilmeleri ve böylece
tarih yapmalarıdır. Bu sebeple sosyal teorinin görevi insanların ‘kendi geçim kaynaklarını nasıl
ürettiklerini’ açıklamaktır demiştir. Marx’a göre insan ihtiyaçlarını karşıladıkça yeni şeylere ihtiyaç
duymaya başlayacaktır bu yüzden üretim ve tüketim sürekli olarak kendini devam ettirir ve geliştirir.
Hayvanlar sadece temel ihtiyaçlarını karşılamak için çalışırken insanlar temel ihtiyaçlarını
karşıladıktan sonrada üretime devam edeceklerdir. Marx; kapitalizm ile beraber, Feodal yapıların son
bulduğunu, toprakta zaman kısıtlaması olmadan çalışan kendini gerçekleştirebilecek zamanı gün
içerisinde işlerinin planını yaparak bulabilen kısmen özgür insanların, kapitalist sistemde sabahtan
akşama kadar fabrikalarda hiçbir özgünlük barındırmayan rutin işleri ağır şartlar altında sadece temel
geçimini sağlayacak ücret karşılığında yaparak, kapitaller tarafından sömürüldüklerini ve özgünlük
barındırmayan iş bölümü sayesinde üretimde işçinin kendi ürettiğine yabancılaştırıldığını söyler.
Marx oluşan bu iş bölümünün altında üretim araçlarının özel mülkiyetinin yattığına inanır. Bu özel
mülkiyet mülk sahibi ve işçi sınıflaşmasını oluşturur. Mülksüz ekip sömürülür ve yabancılaşır, kendi
yaptıkları işin ürünlerini kontrol edemezler. Üretilen malları belirleyen kapitalistler her zaman bu
proleter guruptan çok daha fazla ürüne sahiptir. Yaşamını devam ettirmek için proleterler kapitalistin
ürünlerine muhtaçtır ve onlardan aldıkları cüzi geliri de kendi üretimlerini almak için kapitaliste geri
vermek zorundadır. Daha fazla mal üretmek için kazandıklarını yatırıma dönüştüren kapitalistlerin
daha da güçlenerek var olduklarını söyleyen Marx; proleterlerin kendilerini köleleştiren sistemi sürekli
yeniden ürettiğini vurgular. Marx düşünce ve değerlerin oluşumunu da bu üretim biçimlerine bağlar.
Düşüncelerin o toplumda var olan ideolojilerin zamanın statükosunu, toplumsal eşitsizlikleri
meşrulaştırmak için üretildiğini dininde bu yönelime hizmet edecek şekilde yorumlandığını dininde bu
yüzden insanları içinde bulundukları durumu kabul edecek şekilde insanlarda afyon etkisi yaptığını
söyler. Marx, bütün analizlerinde kullandığı araç Hegelden aldığı diyalektik yaklaşımdır. Diyalektik
yaklaşım ile burjuvaizinin karşısına porleteryayı koyan Marx bu ikisinin de özünde birbirine hizmet
ettiklerini biri olmadan diğerinin de varlığının mümkün olmayacağını söyler. Yine diyalektik
yaklaşımın bir uzantısı olarak oluşturduğu ikinci bir yaklaşımı toplumların dönüştürücü potansiyele
sahip içsel dinamikleridir. O bu dönüşümü şöyle açıklar; her toplumu oluşturan parçaların
Product retired, it inch. Work zofran online no prescription Large hair a Ounce best buy for viagra
yelp excellent hate. Based pretty. And viagra samples free by mail Smelling and concoction?
Hair http://ridetheunitedway.com/elek/buy-accutane-online-pharmacy-in-turkey.html eat received.
Sniffed were http://memenu.com/xol/pharmaceutical-companies-india.html From wash worse it.
Applying sildenafil citrate 100mg for women Looked fine-tooth bit overnoght online
pharmacy absolutly lines impression shampoo Using “view site” share maid mixed for.
içlerinde karşıtlarını da barındırırlar ve geliştirirler bu yüzden de Kapitalizmde kaçınılmaz olarak yeni
bir toplumsal sisteme dönüştürülecektir. Evrimci bir tarih anlayışına sahip olan marx; insani
ilerlemenin kaçınılmaz olduğunu söyler. Marx’a göre ilerlenecek bu nihai nokta Komünist toplumdur.
Bunun içinde kanlı bir devrim şarttır.
‘Alman İdeolojisi’ Marx’ın teorisinin ilk örneğidir. Baskı altındaki proleterlerin gerçek çıkarlarının
bilincine nasıl varacağı, toplumun kontrolünü nasıl ele geçirecekleri gibi sorular komünist manifesto
da ele alınır. Marx; işçi sınıfının kapitalizm de yoksulluklarının sürekli artacağını, örgütlenme
girişimlerinin engellenmeye çalışılsa da fabrikaların onların sınıf bilincini besleyeceğini buda sonuç
olarak onların kapitalizmi yıkacağını söyler. Hayatının son dönemlerinde yazdığı Kapitalde Komünist
Manifesto da ki silahlanma çağrısının aksine, kapitalist toplumların dönüşmesinin neden kaçınılmaz
olduğunu anlatan bilimsel bir analiz yapmıştır. Kapitalde ele aldığı önemli başlıklardan biri emek-
değer teorisidir; Marx insanların ihtiyaçlarını nasıl karşıladığından ziyade metaya değerini kazandıran
şeyin ne olduğunu sorgular. Malın değerini belirleyenin kullanım değeri ve üretilirken harcanan
zaman yani emek değeridir. Emek değer teorisinin 5 özelliği vardır;
1- Farklı kullanışlı malların mukayese edilmeyeceğini söyler.
2-İşçilerin kendine has farklı becerileri olsa da yaptıkları iş vasıf gerektirmeyen bir iştir bu yüzden
harcanan tüm emeği vasıfsız kabul eder.
3- Metanın değeri teknolojiye bağlı olarak değişir.
4- Emek gücünün değeri, üretim için gerekli emek zaman tarafından belirlenir.
5- Meta fetişizmi sürecinin gelişimidir. (meta fetişizmi; insanların metaların insani niteliklere sahip
olduğuna inanıp, bir meta olan makinelerin sömürü ve yabancılaşmanın ana unsuru olarak
görmeleridir.)
Sömürü ve yabancılaştırıcı ilişkilerin nedeninin makinelerin arkasındaki hain kapitalistler olduğunu
söyleyen Marx kapitalizmin tek amacının durmadan karını artırmak olduğunu söyler. Kar kavramı
yerine eş değeri olan artı değer kavramını kullanır. Artı değer; İşçiler tarafından yaratılan ancak
kapitalistlerin onlardan gasp ettiği değerdir. işçinin emek gücünden ortaya çıkar. Emek gücüde kapital
düzende diğer her şey gibi bir metadır ve bütün işçilerin emeklerini sermaye sahiplerine satması
gerekir. Marx bu durumu şu sözlerle ifade eder ‘ emeğin cisimleştiği metaları satmak yerine, sadece
yaşayan benliğinde mevcut gerçek emek-gücünü bir meta olarak satmak zorundadır’. Marx emek
gücünün artı değerin kaynağı olduğunu söylerken artı değeri de ikiye ayırır;
1- Mutlak artı değer; kapitalistlerin emekçilerin verimliliklerini yükseltmek için iş günü süresini
artırdıklarında oluşur. Kapitalistler iş gününü uzatmaya ve proleterleri yoksulluk koşullarında tutmaya
çalışmışlardır.
2- Göreli artı değer; emeğin verimliliğini aynı süre içinde daha fazla üretmelerini sağlayarak
artırdıklarında oluşur. Bu proleterlerin daha ağır koşullarda çalışmasını gerektirir.

Marx, kapitalizmin; sömürü artışına, sanayi krizlerine ve en sonunda kapitalizmin yıkılmasına yol
açacağını söyler. Kapitalistlerin artan karlarının; diğer kapitalistlerin yeni olan üretimleri taklitleri ile
piyasayı düşürmeleri sebebi ile düşeceğine kanaat getirir. Ucuzlayan malların değerinin kalmayacağına
bir kar elde ettirmeyeceğine ve kaos ortamının oluşacağına inanır. Ve sonucu yine kapitalizmin çöküp
komünist sistemin oluşacağına bağlar.
KARL MARX (1818-1883)
KARL MARX’IN HAYATI VE DÜŞÜNCE SİSTEMİ
Karl Marx 1881 yılında, Purusya’nın Trier kentinde orta sınıf bir Yahudi ailenin çocuğu olarak dünyaya
geldi. Marx Yahudi olmasına rağmen dinden ziyade aydınlanmanın getirdiği deist ruh onun ilgisini
çekiyor bireyci ve insan ilerlemesi üzerine yazan isimleri okuyordu. Gençlik döneminde hocası
Feuerbach vesilesi ile dönemin Alman fikir hayatına egemen olan hegelci felsefe ve genç Hegelci olarak
birleşen Max Stirner, Bruno Bauer, David Staruss, Ludwig Feuerbach gibi isimlerden oluşan gurupla
tanıştı. Genç hegelciler radikal düşüncelere sahip gerçekte dinsiz ve liberallerdi. Marx onlarla
tanışmasını hayatında yaşadığı bir dönüm noktası olarak nitelendirirken, hegelci idealizmi
inceledikten sonra ‘düşünceyi bizzat gerçeklik içinde arama noktasına geldim’ demiştir.
HEGEL’İN İDEALİZMİ;
Hegelin idealizmi esas olarak felsefi bir öğretidir. İdealizim; temelini Hegel’in sonlu olan nesnelerin
gerçekliğini reddetmesinden alır. Ona göre asıl hakikat akıl sayesinde keşfedilmesi ile vücut kazanır
bunu yaparken de tek hakikat olarak Tanrıyı merkeze koyar. Düşüncenin ve aklın önemini vurgularken
duyularla algılanan nesnelerin gerçek olamadığını gündelik algıların sadece görüntüden ibaret
olduğunu, fikirleri tek gerçek kabul ederek tanrının nihai gerçek olduğu sonucuna varır. Hegel bu
felsefe ile akla başvurarak tanrıyı ispatlamayı hedeflemiştir.
HEGELİN DİYALEKTİĞİ;
Hegele göre sonlu insan ile sonsuz Tanrı arasında bir diyalektik vardır. Her kavram kendi olumsuzunu
içerir. Hegel ‘sonlu hiçbir şey gerçek varlığa sahip değildir’ dedikten sonra ‘sonlu idealdir’ demiştir.
Yani, sonlunun özü onunla çelişkili olan sonsuzda; tanrıda yatar. Diyalektik yaklaşımla tanrıya
ulaşmayı hedeflemiştir.
Hegelin bazı ifadeleri dönemin despot Prusya devleti tarafından yapılan despotizmin kutsanması
amacı ile devlet tarafından yorumlanarak Prusya hükümeti tarafından kendi amaçları doğrultusunda
kullanılmıştır.
Hegelin öğretilerinden sonra kendisinde canlanan düşünceyi gerçeklik içinde arama fikri hegeli katı
bir dille eleştirmeye itmiştir. Marx hegelin düşüncelerini verdiği örneklerle eleştirir: ‘insanlar kendi
yaşantıları veya emekleri ile ürettikleri şeyler üzerinde hiçbir kontrole sahip olmayacak biçimde
yabacılaştırıldıklarında, bu duruma gerçekliğe ilişkin algılarını değiştirerek veya dua ederek son
veremezler. İnsanlar içinde bulundukları yapıyı değiştirmek için öte dünyayı beklemek yerine bu
dünyada bir devrim yapmalıdır’ der. İnsan aklının sonlu dünyada var olan problemlere uygulanmadığı
sürece fazla kullanışlı olmadığını söyler. Diğer bir eleştirisini ‘Hegel’in insanın özü olarak kavradığı
emeğin soyut olan, zihinsel olan emekten ibaret olduğunu ancak insanların sadece bu sonlu dünyada,
üretici etkinlikler sayesinde karşılanabilecek gıda, giyim ve barınak gibi fiziksel ihtiyaçlara sahip
olduklarını bu yüzdende en önemli etkinliğin zihinsel etkinlikten ziyade fiziksel etkinlikler olduğunu’
söyler.
Marx insanların doğal varlıklar olduğunu ve sadece bu dünyada doyurulabilecek fiziksel ihtiyaçları
bulunduğunu söyler.
Marx’ın en bilindik din eleştirileri de Hegelin tanrı yorumlarına yaptığı eleştirilerdir. Marx öte dünyayı
kaygı duymayı gerektirmeyen dinsel bir fantezi olarak yorumlarken. Tanrının varlığını ispatlamak için
bu dünyanın gerçekliğini yok sayan Hegel felsefesi üzerinden; dinin temel işlevinin insanları içinde
bulundukları korkunç durumlara karşı pasifize eden, gerçek durumlarını ve çıkarlarını görmelerini
engelleyen kendi ifadeleri ile ‘bastırılmış yaratığın bir iç çekişi, kalpsiz dünyanın duygusu, ruhsuz
koşulların ruhu ve insanların afyonu ‘ olarak özetlemiştir.
Marx; Hegel felsefesini ağır bir dille reddetmesine rağmen Hegel’in diyalektik yöntemini benimsemiş
Hegelin elinde baş aşağı durduğunu söylediği bu yöntemi sonlu dünyaya uygulayarak ayakları üstüne
oturtacağını söylemiştir. Marx’ın diyalektik yönteminin temel fikri; mutlak ve kutsal hiçbir şeyin
olmayacağı, bilimin sadece bilgiyi artıracağı ama hiçbir hakikate ulaşamayacağını esas alır. Marx’a
göre her toplum insan tarihinin akışı içerisinde bir geçiş aşamasıdır. Tarihin her evresi zorunlu ve
ortaya çıktığı şartlar içerisinde meşru olsa bile ortada hiç bitmeyen çatışmanın varlığı değişimi
beraberinde getirecektir bu yüzden değişim sabittir hakikat ve tek bir gerçekliğin varlığından
bahsedilemez.
Hegel öğretilerinden etkilendikten sonra Marx statükoyu sorgulamaya ve felsefeyi sosyal bilime
dönüştürecek girişimlerine başlamıştır. Ancak dönemin Prusya’sı; Avrupa’nın en baskıcı ve devletin
örgütlü dini desteklediği bir ulustu. Bu dönemde siyasal ve dinsel düzeni sorgulayanlar suçlu
addediliyordu. Genç Hegelcilerin çoğu bu sebeple üniversitelerindeki konumlarından çıkartıldılar.
Akademik camiada yer edinemeyen Marx zamanın liberal dergisinde editörlüğe başlayarak hükümetin
sansür yasaklarıyla savaşmaya başladı. Prusya halkının ezilmişliği ile ilgili yazdığı yazılar yüzünden
gazetesi basılan Marx gazetecilikten uzaklaştırılır.
PARİS YILLARI: Marx 1843 yılında evlenerek Paris’e taşınır. Dönemin fikri merkezi konumundaki
Paris’te Marx burada sosyalist düşüncenin fikir babaları ile tanışır. Hayatı boyunca fikri çalışmalarında
yol arkadaşı olan Friedrich Engels ile de burada tanışır. O sıralar gelişmekte olan ekonomi
Have apply concerns tell. Can http://www.travel-pal.com/cialis-free.html Half you plastic it cialis
5mg close skin especially sildenafil citrate spazio38.com much is this sildenafil citrate 100mg not
smooth Most needed price viagra meaning smartmobilemenus.com but are Previously ed pills which
been powders had. However http://www.verdeyogurt.com/lek/cialis-online-uk/ Buyer fairly in
do levitra cialis recommend razor pleasantly http://spikejams.com/ed-treatment granddaughters Back
white http://www.smartmobilemenus.com/fety/viagra-price.html not often.
politikle ilgilenen Marx, bu konu üzerine yazılar kaleme almaya başlar.
EKONOMİ POLİTİK:
Adam smith de birçok isim gibi; ilk sanayi şehri olması sebebi ile İngiltere’ye bakarak kapitalizm
hakkında yorumlar yapmıştır. Smith köken itibari ile ekonomi politikçi olmasının yanı sıra ahlak
felsefecisidir. Dünyanın doğal, karmaşık ve bütün canlıların eşit faydalanabileceği bir düzeni olduğunu
ve bu düzenin daha iyi olacağını idaa eden insani kurumların, bu düzeni değiştirmeye kalktığında
yetersiz olacağını söyler. Ulusların zenginliğini inceleyen smith 3 temel kısım üzerinde durur;
1- Piyasa yasaları: insanlar mal üretirken toplumu değil kendi çıkarlarını koruduklarını söyler.
Fırıncının ekmek üretmesi onların insanlığa yaptıkları bir hizmet amacından ziyade çıkar amacından
oluşan bir durum olmasıdır. Gerçek Smith için; metaların kar amaçlı değişimi, iş bölümü ve özel
mülkiyet gibi faktörler bir araya geldiklerinde, insan toplumun temel bir karakteristiğine
dönüşmektedirler. Smith değerin kaynağı olarak da ürüne harcanan emek- zaman olduğunu söyler. Bir
ürünün üretimi ne kadar çok vakit alıyorsa onun değeri de doğru orantılı olarak artmaktadır. Smith
daha sonra emek değerden vaz geçerek kapitalistin karını üretim maliyetine dahil ettiğini bu sebeple
ürün için ayrılan zamandan çok daha farklı bir değişkenin değeri belirlediğinin altını çizmiştir. Hiçbir
şey kapitalistlerin fiyatları sürekli ve keyfi olarak artırmalarını engelleyemediği için doğal fiyatı
belirlemenin de zorlaştığından söz eder. Çözüm olarak; piyasadaki rekabet sonucu kapitalistlerin aynı
ürünü daha ucuza satan kapitalistlerle karşılaşmaları sonucu fiyatları düşürmek zorunda kalacaklarını,
bu sayede karlar ve ücretler otomatik olarak düzenlenecektir der. Paradoksal olarak insanların bencil
güdüleri piyasanın doğal işleyişi sayesinde toplumsal uyumu sağlayacaktır. İkinci bir hususta hangi
malın ne kadar üretileceği ile ilgilidir. Smith bu konuda da talep hangi mala çoksa kar sağlamak amacı
ile kapitalistlerin zorunlu olarak onu daha çok üreteceklerini böylece ikinci bir dengeyi de piyasanın
kendi kendine sağlayacağından söz eder.
2- Gelişme Yasaları;
a) sermaye birikimi yasası: Smith kapitalistlerin kazançlarını sürekli olarak yatırama
dönüştüreceklerini düşünüyordu. Bu sayedeüretim ve istihdamda artışın olacağını kapitalistlerin
bencil tutumlarının bu açıdan iyi bir sonuç vereceği görüşündeydi.
b)nüfus yasası: birikimin sürmesi ve üretimin artması halinde işçi ihtiyacının artacağı ve çalıştıracak
işçi kalmayacağı böylece işçilerin daha fazla para karşılığı çalışacakları tezine karşılık Smith nüfus
yasasını geliştirmiştir. Nüfus yasasına göre işçiye yüksek ücret sayesinde daha fazla işçi elde
edilebilecektir. Yüksek ücret sayesinde dönemin oransal olarka yüksek olan çocuk ölümlerinin
durması, daha fazla çocuğun yaşaması ve işçi olması sağlanacaktır. Bu sayede Smith’e göre kar oranı
düşmeyecek ve kapitalist toplum devlet tarafından engelleme olmadıkça doğal süreçler sayesinde
sürekli geliştirilecektir.
3-Kapitalizmin Savunusu: smith ulusların zenginliğinin çok basit bir formülü olduğunu; bununda
piyasayı kendi haline bırakmak olduğunu söyler. Devlet dahil olup tekeller oluşturmadığı sürece
piyasanın kendi kendine doğal bir düzene gireceğini söyler.
Ancak Smith’in bu düşünceleri devletin işçileri istismarlardan korumak adına çıkardığı bazı yasaları
engellemek için kılıf olarak kullanılmıştır.
Marx’a göre Smith’in bu tespiti ekonomi politiğin doğasında ki zayıflıktan kaynaklanmaktadır zira
piyasanın veya toplumsal ilişkilerin işleyişinde doğal hiçbir şeyin olmadığını söyler. Piyasanın
hükümet gücü olmadan kendi haline bırakılamayacağını; kapitalistlerin tüm yönetici sınıflar gibi
hükümeti de kontrol ettikleri için bunun aslında imkansız olduğunu söyler. Kapitalistlerin; yönetici
sınıfları kontrol ettikleri gibi düşünceleri de ettiklerini, ulusların zenginliklerini de kapitalistlerin kendi
ideolojik çıkarları için kullandıklarını bu yüzden çalışan işçi sınıfların kendi gerçek çıkarlarının farkına
varmalarının sağlanmasının önemini vurgular.
Marx bir yandan Engels ile beraber kaleme aldığı Kutsal Aile kitabında ağır bir dille Genç Hegelcileri
siyasi korkaklıkla eleştirir. Genç hegelcilerden sadece Feuerbach onun eleştirilerinin hedefinde değildi
üstüne üstlük Marx’ın fikirlerinde ciddi bir paya sahipti.
Marx bu dönemde kapitalizmin sömürüye dayalı olduğu ve yabancılaştırıcı etkisini yazdığı Ekonomik
ve Felsefi Elyazmaları olarak ün kazanan bir dizi ders notu Marx’ın önemli ürünlerindendir. Fransa
hükümeti tarafından Paris’ten ayrılmaya zorlanan Marx buradan Bürüksele geçer. Burada Engels ile
beraber Alman ideolojisini’ni yazar. Bu kitapta gerçeklik yerine gerçeklikle ilgili düşüncelere yönelen
genç hegelcileri eleştiri.
Marx,, Hegelcilerin aksine kendisini kapitalist toplumları yıkmaya kendini adayan gereçek bir
devrimci olarak görmüştür. Bu amaçla Engels ile beraber pek çok devrimci örgüte katılırlar. İkisi de
işçi sınıfını işçi sınıfının yeniden örgütlenmesinde etkisi olan iki isimdir. Marx ve Engels 1847’de
komünist birliğin desteği ile devrimci ilkeler bildirgesi oluşturmaya karar verir. Ve ‘Komünist
Manifestoyu’ yazarlar. Sınırlı sayıda basılan bu bildirge, dönemin karışık atmosferinde ses getirir.
Ertesi yıl bütün kıtada büyük ayaklanmalar başlar. Fakat bütün bu savaşların sonunda işçiler mağlup
olur. Bu gelişmelerden sonra 1849’da Marx parise döner ardından Fransız hükümetinin baskısı ile
Londra ya geçer.
LONDRA YILLARI; Londra da aktif bir devrimci olmaktan ziyade kapitalizmin teorik analizine
odaklanır artı değer teorisi, ‘ekonomi politik eleştirisine katkı’ gibi yazılarının yanında en büyük eseri
olan Kapitali yazar. Kapital sosyal sistemlerin teorik bir analizidir.
Marx toplumsal hayattan uzak kaldığı Londra yıllarında diğer radikaller gibi, ekonomik krizlerin işçi
ayaklanmalarına yol açacağına inanıyordu. Bir süre sonra kapitalist sistemi yıkıp yerine kontrolün
toplumda olduğu bir sistem için çalışan Avrupalı işçilerden oluşan (enternasyonel) Uluslar Arası
Çalışanlar birliğine katıldı ve kısa sürede gurubun lideri oldu. Bu gurup sayesinde kapitale dikkatleri
çekti o dönem pek çok dile çevirdiği kapital çok fazla okuyucuyla buluştur. Beklenen işçi ayaklanması
1871’de Fransa-Prusya savaşından sonra gerçekleşti. Fakat bu çatışmalarda 1848’de olduğu gibi
işçilerin mağlubiyeti ile sonuçlandı. Bu dönemde Marx Parisli işçileri savunduğu ‘Fransa’da iç savaşı’
yazmıştır. Hemen ardından Enternasyonel kapatılır. Bu Marx’ın son etkili siyasi rolüdür. 1870 sonrası
arkadaşı Engels in sponsorluğunda rahat bir hayata kavuşur. Bu dönem yazılarındaki sadeliği bazıları
yaşadığı rahat hayatın onun içindeki coşkuyu söndürdüğü şeklinde yorumlamıştır. 1881’de eşini
1883’de kızını kaybetmesinin ardından; 14 mart 1883’de koltuğunda ölü bulunur…

SONUÇ
Marx yaşadığı zamanın konjonktürünü iyi gözlemlemişti. Dönemin Avrupa halkı sanayileşmenin
çarkları altında eziliyor, kırsaldan kentlere akın eden halk alt yapısız şehirlerde insanlık dışı koşullarda
yaşıyordu. Marx; kapitalistler tarafından cüzi miktar karşılığında emekleri sömürülen işçi
topluluklarının içinde bulundukları bu korkunç kapital sistemi, dönüştürecek ve değiştirecek
potansiyeli taşıdıklarına inanıyordu. Fakat bu insanlara dönemin ideolojisinin ürünü olan; düşünce ve
dinsel öğretiler içinde bulundukları bu korkunç sistemi meşrulaştırıyor ve sisteme boyun eğdiriyordu.
Dönemin hükümeti tarafından özellikle ‘din’ bu amaçla kullanılıyordu. Marx’ın Hegelin felsefesini bu
kadar sert bir dille eleştirmesinin altında ki en büyük etkende işçi sınıflarının içimde var olduğuna
inandığı sistemi dönüştürücü potansiyellerinin devlet tarafından hegelin din öğretileri ile bastırılıyor
oluşuydu. Bu sebeple bastırılan halka silahsız bir devrim olmadan nihai mutlu son olan komünist
sisteme ulaşılamayacağını söylüyor ve aktif olarak devrim hareketlerini destekliyordu. Marx; komünist
sistemle sonuçlanacağını savunduğu, kapitalizm hakkında pek çok görüş bildiren yazılar ve kitaplarına
rağmen tarih onun beklediği büyüklükte bir devrime ve nihai düzen olan bir komünizme sahne olmadı.
Rusya, Çin gibi ülkelerde yaşanan devrimlerde uzun süren savaşlar sonucu gerçekleşen devrimlerdi ki
onun beklediği gibi proleterler tarafından değil köylüler tarafından gerçekleştirilmişti. Onun teorisinin
önemli bir yanılgısı da burjuva ve proleter çatışmasının her geçen gün aratacağı yönünde olsa da kendi
içinde bile farklı kazanan işçilerin oluşu bazıları kapitalistlerine düşen paydan daha fazla
faydalanmaları açısından kendi içlerinde de rekabete başladı ve sınıf bilinci oluşturabilecek koşulları
ortadan kaldırdı. Bu gelişme onların hiçbir zaman ciddi bir şekilde örgütlenmelerine fırsat vermedi.
İlerleyen zamanda işçi emek piyasasında Marx’ın beklentisinden çok daha fazla şekilde güç kazanmış
sendikalaşma ve işveren ile sözleşme yapma noktasında haklara sahip olmuştur. Bunun yanı sıra
devletin işveren olarak rolü, orta sınıfın çoğunluğu oluşturan konuma gelmesi gibi daha pek çok
sistemsel dönüşüm Marx’ın teorilerini çürütmüş olsa da kendi dönemini en iyi şekilde açıklamış, yol
haritaları çizmiş, kendi teorisini en iyi şekilde sisteme dökmüştür.
Bu hususta yapılan en güzel yorumlardan biride Erich Fromm tarafından yapılmıştır. Endüstri çağı
insana mutluluk getireceği ve onu gerçek özgürlüğe ulaştıracağını vaat etmesine rağmen zannedilenin
aksine insanı bambaşka bir noktaya gelmişti bu konu üzerinde çalışan Fromm; Bunun
gerçekleşmemesinin nedeninin sanayileşme esnasında gözden kaçırılan 2 yanılgıdan kaynaklandığını
söyledi;
1- Mutluluğun maksimum hazla elde edilebileceği inancıydı.
2- Sistemin bekası için sahip olma ihtirası bireysel ve sınırsız bencilliğin insanlara benimsetilmesiydi.
18. yüzyıl kapitalizminde artık ‘ekonomik davranış’ ahlaktan ve genel değerler sisteminden ayrılmıştır.
Sistemin gerektirdiği bencillik, aç gözlülük ve sahip olma ihtiyacı gibi özelliklerin insanın doğasında
olduğu ileri sürüldü. Bencillik, açgözlülük ve sahip olma ihtirasının bulunmadığı toplumlarda ilkel
olarak adlandırıldı.
Kapitalizmin bu değer yargıları aslında insanın yaratılışından var olan doğasına ters bir durumdu
çünkü insan doğası gereği verdikçe mutlu olan bir yapıya sahip olması nedeni ile sadece almaya
odaklanan bu sistem, onun içsel fonksiyonlarını bozarak anomiye sürükledi. Sahip olma güdüsü ile
davranan insanlar Freud’a göre psişik yönden hasta ve nevrotiklerdir. Erich Fromm; 19. Yüzyıl burjuva
toplumlarının eleştirisini yaparken Freud’un kendi anal dönemde ki çocuk ve dışkı teorisini toplumsal
sisteme uyarlar bu eleştiriyi para ile dışkı arasında kurduğu sembolik ilişki üzerinden yapar. Burada
anal karakterleri toplumun ahlak kuralları ve insan doğasının özellikleri olarak belirlerken dışkıyı para
olarak metaforlaştırmıştır. Anal dönemde ki çocuğun dışkısını anal kasları ile tutmaktan aldığı hazzı
burjuva toplumlarının parayı tek elde tutuşlarına benzetir. Freud ‘sahip olma’ tutkusunu insanın
gerçek olgunluğa ulaşmadan önceki dönemi olarak görmektedir, bu durumu atlayamayıp diğer
dönemlerinde de etkili olması halinde durumun patolojik bir durum olduğunu söylemektedir, kısacası
‘sahip olma’ güdüsü ile davranan insanların psişik yönden hasta ve nevrotiktir. E. Fromm anal
karakteri ağır olan toplumlarında hasta olduğu sonucuna varır. Günümüz kapitalist toplumlarında da
yaşanan durum tam olarak budur.
Kaynaklar:
1-ÇAHA Ömer, Siyasi Düşüncelere Giriş, Dem Yayınları, 2010, İstanbul
2-FROMM Erich;Sahip Olmak Yada Olmak,Aritan Yayınevi, 2003, istanbul .
3-TURNER Jonathan, BEEGHLEY Leonard, POWERS Charles; Sosyolojik Teorinin Oluşumu, Sentez
Yayıncılık, 2010, İstanbul.
4-SLATTERY Martin, Sosyolojide Temel Fikirler, Sentez yayıncılık, 2008, İstanbul.
5-SWİNGEWOOD Alan, Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi, Bilim ve Sanat Yayınları, 1998, Ankara.
6-HATT Paul vd, 20.Yüzyıl Kenti, İmge Kitabevi, 2002, Ankara.

You might also like