Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 213

T.C.

GENELKURMAY BAŞKANLIĞI
ANKARA

XX. YÜZYILIN İLK YARISINDA TÜRK-BULGAR


ASKERÎ-SİYASÎ İLİŞKİLERİ

Genelkurmay ATASE ve Genelkurmay Denetleme Başkanlığı Yayınları

ANKARA
GENELKURMAY BASIM EVİ
2005
T.C.
GENELKURMAY BAŞKANLIĞI
ANKARA

XX. YÜZYILIN İLK YARISINDA TÜRK-BULGAR


ASKERÎ-SİYASÎ İLİŞKİLERİ

Genelkurmay ATASE ve Genelkurmay Denetleme Başkanlığı Yayınları

ANKARA
GENELKURMAY BASIM EVİ
2005
XX. YÜZYILIN İLK YARISINDA TÜRK-BULGAR
ASKERÎ-SİYASÎ İLİŞKİLERİ

ISBN: 975-409-334-2

YAYIN KURULU BAŞKANI

Dr. Hv. Plt. Korg. Erdoğan KARAKUŞ

YAYIN KURULU
E. Tümg. Erdal YURDAKUL
Dz. Dr. Öğ. Kd. Alb. Ömer ERENOĞLU
Dr. Öğ. Alb. Mehmet ÖZDEMİR
Dr. Öğ. Yb. Hülya ŞAHİN

Düzelti
Uzm. Meltem TAŞKIN
Uzm. Melek ALKA

Sayfa Düzeni
Uzm. Yasemin TAŞCI
SUNUŞ
Ülkeler uluslararası sistemden beklentilerini ve hedeflerini belirleyerek
dış politikalarını şekillendirmektedirler. Ülkelerin uluslararası sistemden ayrı
olarak yaşamasının mümkün olmadığı günümüzde, diğer devletlerle siyasî
ve iktisadî ilişkiler kurulması iki ülke arasındaki dostluğa bağımlı hâle
gelmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK,
Türkiye’nin dış politikasını diğer devletlerin refahını kabul eden ve karşılıklı
dostluk ile barışı temel alan bir sisteme dayandırmıştır.
ATATÜRK’ün dış politikada belirlediği “Yurtta sulh cihanda sulh” ilkesi
doğrultusunda ATATÜRK döneminde Bulgaristan ile Dostluk Anlaşması
imzalanarak iki ülke arasında önceden de var olan dostluğun temelleri
resmen atılmıştır.
İkinci Dünya Savaşı’nda ve öncesindeki dönemde çeşitli gerginliklere,
statükoyu değiştirme çalışmalarına ve özellikle 1935-1939 dönemindeki
savaş hazırlıkları ve mihver devletlerinin tehdit ve işgallerinin yarattığı
ortama rağmen Türkiye ile Bulgaristan bölge barışını bozmayacak şekilde
ilişkilerini sürdürmüşlerdir.
Soğuk savaş döneminde kesintiye uğrayan Türk-Bulgar dostluğunun
soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte yeniden güçlendirilmesi yönünde
çalışmalar yapılmaya başlanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile
Bulgaristan Hükûmeti arasında imzalanan Askerî Tarih, Askerî Arşiv, Askerî
Müzecilik ve Askerî Yayın Alanında İş Birliği Protokolü çerçevesinde; Türk ve
Bulgar tarihçileri tarafından her iki ülkenin ortak tarihini ilgilendiren konularda
hazırlanan makalelerin bir kitap hâlinde yayımlanması kararlaştırılmıştır.
XX. yüzyılın başlarında Türkiye ile Bulgaristan arasındaki askerî ve
siyasî ilişkileri inceleyen ve Türk-Bulgar dostluğunun tarihsel boyutunu
vurgulayan, birbirinden değerli makaleleri kapsayan bu kitabın
yayımlanmasından kıvanç duymaktayım.

Erdoğan KARAKUŞ
Dr. Hv. Plt.Korgeneral
Gnkur. ATASE ve Dent. Başkanı
İÇİNDEKİLER
SUNUŞ
İÇİNDEKİLER ........................................................................................ III
1915 Yılında Bulgar-Türk Sınırının Düzeltilmesi
Alb. Angel DOBRAV ..........………………………………………………… 1
Bulgar Genelkurmayının XX. Yüzyıl Başlarında Osmanlı Devleti
ile Savaş Durumunda Muharebe Sahasını Değerlendirmesi
Dr. Yb. Valeri Velkov İVANOV .............................………………………. 9
Bulgar Ordu Komutasının XX. Yüzyıl Başlarında Osmanlı
Devleti’ne Karşı Savaşma Anlayışındaki Evrim
Doç. Dr. Alb. İgnat KRİVOROV ............................................................. 27
Balkan Savaşı ve Türk-Bulgar Harekâtına Dair Stratejik, Taktik ve
Lojistik Değerlendirme
E. Tümg. Muzaffer ERENDİL ................................................................ 37
Birinci Dünya Savaşı’nda Türk-Bulgar Ortak Harekâtı (Romanya
ve Makedonya Cephesi’ndeki Türk Birlikleri)
Nurcan FİDAN ....................................................................................... 71
Balkan Savaşlarından Kurtuluş Savaşı’na Kadar Uzanan Süreçte
Türk-Bulgar İlişkileri (1912-1920) (Siyasî Değerlendirme)
Doç. Dr. Ömer TURAN .......................................................................... 95
Birinci Dünya Savaşı Esnasında (1916-1918) Suriye Cephesinin
Askerî Faaliyetleri Hakkında Bulgar Diplomatik Kaynakları
Kamen VELİÇKOV ................................................................................ 109
Millî Mücadele Döneminde Türk-Bulgar İlişkileri ve 1 nci
Kolordunun Bulgaristan’a Sığınması
Hülya TOKER ........................................................................................ 123
Mustafa Kemal ATATÜRK Döneminde Türk-Bulgar Siyasî İlişkileri
(1920-1938)
Prof. Dr. Ali SARIKOYUNCU ................................................................. 143
XX. Yüzyılın Otuzlu Yıllarında Bulgaristan ve Türkiye (Siyasî
İlişkiler)
Doç. Dr. Lüdmil PETROV ............................................................................. 161
Bulgar Genelkurmayının Türkiye ve Türk Ordusuna Karşı Tutumu
(1919-1945)
Dr. Kd. Alb. Sevo YAVAŞÇEV ............................................................... 169
İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye ile Bulgaristan Arasındaki
İlişkiler
Dr. E. Tümg. Güngör CEBECİOĞLU ..................................................... 191

III
IV
1915 YILINDA BULGAR-TÜRK SINIRININ DÜZELTİLMESİ
Alb. Angel DOBRAV
Balkan Savaşı’ndan sonra Bulgaristan’la Osmanlı Devleti arasındaki
ilişkiler düzelir. İki ülke arasındaki ilişkilerin düzelmesi savaştaki karşılıklı
çıkar ve geçmiş savaşlarda kaçırılan fırsatları telâfi etme isteğine bağlıdır.
İlişkilerin düzelmesinin başlangıcı, iki ülke arasında 6 Ağustos 1914
yılında imzalanan İttifak ve Dostluk Anlaşması’yla gerçekleşir. Anlaşmanın
gerçekleşmesi için uygun olanaklar savaştan sonraki yıllarda ortaya çıkar.
Bu olanaklardan biri, İtilâf orduları tarafından Dobruca ve Ege denizi bölge
sınırları tehdit edildiğinde gerçekleşir. Böylece iki ülke, tarihlerinde ilk defa
askerî iş birliğine gider ve düne kadar ittifak olan ordularla karşı karşıya
gelirler. Dobruca cephesinde 3 ncü Bulgar Ordusuna 6 ncı Türk Kolordusu,
Makedonya Cephesinde ise 2 nci Bulgar Ordusuna 20 nci Türk Kolordusu
katılır. Böylece Bulgaristan’la Osmanlı Devleti’nin çıkarları o günün güçlerine
karşı ortak askerî çabayla korunur. İttifak ve Dostluk Anlaşması, Balkan
Cephesi’nde dökülen ortak kanla tasdiklenmiştir. Var olan ve incelenen
Bulgar arşiv belgelerine göre ölen Türk subayının sayısı 14, astsubay ve
askerlerin ise 1754 kişi civarındadır. Ortak çıkarlar yönünde kahramanca
davranışlar sergileyen ve bu yüzden ödül alan Türk subay ve askerlerinin
sayısı çoktur. 129 kıdemli subay, 237 genç subay, 109 üstçavuş ve 664
asker, yüksek Bulgar ödülleriyle onurlandırılmıştır.*
İki ülke arasındaki buzlar, 6 Eylül 1915 yılında “Meriç Nehri Alt Kısmı
Sınır Düzeltilmesi Sözleşmesi” nin imzalanmasıyla erir ve böylece komşuluk
ilişkilerinin başlangıcı için ilk adım atılmış olur. Sınırın yeniden düzenlenmesi
tüm ülkelerin, bu arada Bulgaristan ve Osmanlı Devleti’ne verilen toprak
imtiyazı, savaşa katılmalarının karşılığı olarak pazar sahası yönündeki
isteklerinin mantıklı bir sonucudur. Bu anlamda savaşan iki grup - İtilâf ve
Dörtlü İttifak - kendi tarafına çekmek istedikleri ülkelere toprak imtiyazı
konusunda düşünmeden vaatte bulunurlar. 1915 yılının başında Bulgaristan
Osmanlı Devleti’ne göre stratejik olarak daha iyi bir durumdadır. Osmanlı
Devleti savaşın içindeyken Bulgaristan hâlâ tarafsızlığını korumaktadır. Bu
yüzden her iki askerî blok Bulgaristan’a daha iyi referans ve daha cömertçe
toprak vaatlerinde bulunur.
Sınırın düzeltilmesine ağır ve birkaç aylık diplomatik çalışmayla
ulaşılır. Bulgaristan ve Osmanlı Devleti en önemli tartışmalı konularda bile
son derece uyumlu davranırlar. Yapılan karşılıklı ödünleri ise her iki taraf
savaştan sonra düzeltilecek durumlar olarak değerlendirir. İki ülke arasındaki

*
Gnkur. ATASE ve Dent. Arşivinde bulunan belgeler esas alındığında, sadece 3 ncü Bulgar
Ordusu ile birlikte harekâta katılan 6 ncı Türk Kolordusunun harekât boyunca vermiş olduğu
zayiat miktarı 2622 şehit, 10.769 yaralı, 2020 kayıp olmak üzere toplam 15.411’dir. Makedonya
cephesindeki 2 nci Bulgar Ordusu ile birlikte harekâta katılan 20 nci Türk Kolordusunun zayiat
miktarı da 19 şehit, 90 yaralı, 4 kayıp olmak üzere toplam 113’tür. Yani iki kolordunun toplam
şehit miktarı 15.524’tür.

1
tartışmalı konularda “tarafsız” hakem olmayı tercih eden askerî müttefikler -
Almanya ve Avusturya-Macaristan - tarafından da bu durum idrak edilir.
Örneğin İstanbul’daki Almanya büyük elçisi daha 3 Şubat 1915 yılında
sınırın düzeltilmesinden önce Osmanlı Devleti’nin savaştan sonra
Bulgaristan ve Ege’yle1 ilgili toprak isteği olup olmadığı konusunda
araştırmalar yapar. Müzakereler her iki taraf için ağır ve şüphelerle geçse de
anlaşmaya varılır.
Tartışma yaratan sorunlardan biri, Osmanlı Devleti’nin tarafsızlığı
karşısında Bulgaristan’a neler bırakılması ve Bulgaristan’ın Dörtlü İttifak’a
katılması için ne yapılmasıdır. Bulgaristan bu uygun fırsattan yararlanarak
Midye-Enez hattına kadar olan toprakların kendine bırakılması yönündeki
isteğini bildirir. Bulgaristan’ın bu isteği Ayastefonos (San Stefan)
Anlaşması’ndan bu yana gerçekleştirmek istediği bir hayalidir. Bu istek
Bulgaristan Başbakanı V. Radoslavov’un Viyana’daki orta elçisi A. Toşev’e
24 Mayıs 1915 yılında gönderdiği talimatlarda da açıkça görülmektedir. Söz
konusu talimatlarda Bulgaristan diplomatından müttefikler önünde gönüllü
olarak Midye-Enez hattından geri çekildiğinin belirtilmesini ve bunu
Bulgaristan’ın Osmanlı Devleti’ne karşı olan tarafsızlığının tazminatı olarak
müdafaa etmesini ister. Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’daki birliklerini Suriye
Cephesi’ne çektiğinden dolayı Balkanlar’daki topraklarını korumak için
yeterli askere sahip olmadığı tahmin edilir.2
Çok geçmeden Osmanlı Devleti için bu şartların kabul edilemez
olduğu anlaşılır. Kabul edilemezlik, önemli şehirlerden biri olan Edirne’nin de
bu sınırlara dâhil edilmek istenmesiyle kesinleşir. Bulgaristan’ın bu konuda
hiçbir feragat yapmadığını bilen Almanya ve Avusturya-Macaristan böyle bir
savaş sorumluluğunu üstlenmezler. Romanya’nın itilâfa katılması hâlinde
Bulgaristan’ın ona baskı yapması ve Çanakkale’nin savunması için asker
göndermesi istenir. Bu durumda Osmanlı Devleti’nin, Bulgaristan ile
yapacağı anlaşmayı, daha iyi şartlar oluştuğunda yapmak için, ertelemekten
başka seçeneği kalmaz. Aynı zamanda Çanakkale’nin savunmasının
güçlenmesi için gereken tedbirler alınır ve Edirne ovasına ziyaretler yapılır.3
Karışık diplomatik durum Ağustos 1915 yılında Almanya ve Avusturya-
Macaristan’ın baskısıyla Bulgaristan’la Osmanlı İmparatorluğu arasında
Meriç nehri vadisindeki sınırın düzeltilmesi ile ilgili anlaşmanın
imzalanmasına kadar devam eder. Osmanlı Devleti için alınan kararlar
Balkanlar’da savaşma ihtimalinden daha uygun olmasına rağmen yönetici
durumundaki Jöntürk iktidarı ve Sultan Mehmet Reşat tarafından zor kabul
edilir. Sultan Mehmet Reşat zor bile olsa, “İmparatorluğumuz ve Bulgar
Çarlığı arasında var olan dostluk ilişkilerin daha da güçlenmesini istiyoruz...”4
yönünde bir açıklama yapar.

1
ЦДИА, (Devlet Merkez Tarih Arşivi) ф. 176, оп. 3, а.е. 230, л. 6.
2
ibid; л. 30-31.
3
ibid; л. 20-21.
4
ibid; а.е. 344ª, л. 7ª.

2
Böylece imzalanmış anlaşma, sınırın düzeltilmesinde ana belge olma
özelliğini taşır. Anlaşmanın yedi madde ve açıklamalarında gelecekteki
faaliyetlerin ölçütleri ve iki ülke arasındaki karşılıklı ilişkilerin devamı belirtilir.
Anlaşmanın birinci maddesinde Osmanlı Devleti’nin Tunca nehrinden Meriç
nehrinin ağzına kadar olan sınır hattını nasıl düzelteceği ve yeni sınırın
nerelerden geçeceği belirtilir. Meriç nehrinin sol kıyısından 2 km genişliğinde
bir şerit Bulgaristan’a bırakılır. Bu durum, daha sonra komisyondaki üyeler
arasında birçok tartışmanın temelini oluşturacaktır. Çünkü sınırın bu
noktasında bataklıklar mevcuttur. Kararın sonuçları genel olarak Bulgar
çıkarlarının aleyhinedir. Anlaşmanın ikinci maddesinde sınır noktalarını
belirleyecek komisyon üyeleri belirtilmiştir. Komisyona bir Alman bir
Avusturya-Macaristanlı ve bir İsveçli tayin edilir. Bunlar gerekli sayıdaki
haritacıyı belirleme yetkisine sahiptir. Üçüncü maddede Edirne ve
Kuleliburgaz demir yolu hattından Osmanlı Devleti’nin faydalanması
belirtilmektedir. Çünkü Osmanlı Devleti anlaşmadan sonra bu yerlerdeki
demir yolu hattının işletilmesini Bulgaristan’a bırakır. Dördüncü madde hattı
idare edecek olan Bulgar Hükûmetini, Orient demir hatlarına ait hak ve
sorumluluklarla görevlendirir. Beşinci madde Meriç nehrinin her iki tarafça
faydalanacağını açıklar. Anlaşmanın altıncı maddesinde Bulgaristan’a
bırakılan topraklardaki halkın mal konusunda hak ve sorumlulukları
belirtilmiştir. Yedinci maddede kabul edilen kararın geçerliliğiyle ilgili zaman
belirtilir. Anlaşmanın aydınlatıcı ekinde toprakların iadesinden sonra sınır
noktaları konusunda ayrıntılar ve olayın gerçekleşeceği tarihle, şehir
(Dimetoka-8 Eylül 1915) belirtilir. Her iki heyetin toprak teslim edildikten
sonra anlaşmayı imzalayacağı ve ayrıca maddede Osmanlı Devleti’nin karar
alınan sınır hattını (Edirne ve Kuleliburgaz ) beş yıl boyunca kullanabileceği
belirtilir. Askerî malzeme ve askerin de demir yolundan geçişiyle ilgili her iki
taraf için aynı miktarda olacak ücret konusunda da karşılıklı anlaşmaya
varılır.5
Sınır Düzeltilmesi Anlaşması imzalandıktan sonra gerçekleşmesi için
belirli önlemler alınır. Sınır değişmesinde sürecin hızlanması, müttefiklerin
bir an önce Bulgaristan’ı savaşta görmek istemelerinden kaynaklanır.
Osmanlı askerî devlet iktidarının ve bu bölgelerde güçlü vatanperverlik
duygularına sahip halkın, Meriç çevresindeki toprakların gönüllü bir şekilde
verilmesini kabullenmesi çok zor olur. Bu gerçeği de göz önünde
bulundurmak gerekir. Diplomatik olanaklar dâhilinde Jöntürkler, Harbiye
Nazırı Enver Paşa, İçişleri Bakanı Talat Bey ve Parlâmento Başkanı Halil
Bey zamanla anlaşma karşıtlarını gizlice desteklemeye başlarlar.
Makedonya’daki Türk halkının durumu ve Makedonya sınırıyla ilgili sorunun
ortaya atılması için girişimlerde bulunulur. Varılan anlaşmanın engellenmesi
için başka yöntemler de uygulanır. Örneğin protokolü imzalamak için
belirlenen delege, Edirne Valisi Hacı Adil - koyu bir vatanperver ve önde
gelen Jöntürk temsilcisi - hastalanır ve Türk toprağının verilmesiyle ilgili

5
ibid; а.е. 343, л. 135-137.

3
kararın yer aldığı belgede imzasının olmasını istemez.6 Diğer önemli bir
Jöntürk temsilcisi Dr. Bahaeddin Şakir ise verilen topraklar Bulgar iktidarı
tarafından işgal edildiğinde burada yaşayan Türk ahalinin tepki vermemesi
yönünde ikna edilmesi için bölgeye gönderilir. Bu ödünlerin geçici olduğunu
ve kısa sürede feshedileceğini söyleyerek görevini iyi şekilde yerine getirir.7
En sonunda var olan durumların ve çıkarların baskısıyla imzalanan anlaşma
resmî iktidarlar tarafından da kabul görür ve burada imzalanan maddelerin
yerine getirilmesi için adımlar atılır.
İlk önce komisyon tamamlanır. Meriç nehri boyunca sınırın
belirlenmesinde yer alacak yabancı delegeler şunlardır: Alman ordusundan
Prusya Genelkurmayında Şube Müdürü Yarbay Kamil Tieri, Avusturya-
Macaristan Genelkurmayından Binbaşı Gustav Hubka ve İsveç temsilcisi
İstanbul’daki askerî ataşe Yüzbaşı Virsen. Komisyonda Avusturya’nın 64 ncü
Piyade Alayı’ndan Yüzbaşı Aleksandır Miku ve Prusya Genelkurmay
Başkanlığından8 Maks Penak olmak üzere iki topograf da yer alır. Bulgar
tarafından ise hükûmet vekili olarak askerî bakanın emriyle, İstanbul Büyük
Elçiliğimizde askerî ataşe olan Albay Markov görevlendirilir.9 Osmanlı
Devleti’ni komisyonda temsil etme görevi, Sofya’da bulunan orta elçisi Fethi
Beye verilir.10 Komisyonun ihtiyaçları için yatak odası, yemek odası ve
çalışma odası olan özel bir tren tahsis edilir.
13 Eylül 1915 yılında komisyon Karaağaç’ta toplanır ve ertesi günü
yeni sınırın belirlenmesi için çalışmalarına başlar. Çalışmalar, Bulgar
temsilcisi Albay Markov tarafından kusursuzca yazılan günlük defterde
ayrıntılarıyla görülebilir. Notlardan, 14-27 Eylül tarihlerinde komisyonun
Tunca nehrinden Meriç nehrine kadar olan ve Edirne şehri etrafındaki
bölgeyle ilgili en ağır ve tartışmalı oturumunun gerçekleştiği görülür. Osmanlı
Devleti, anlaşmada kabul edilen nehir ve yatağının 2 km uzaklığıyla ilgili
maddeye sürekli olarak itiraz eder. Çünkü bu takdirde Edirne onların sınırları
dışında kalacaktır. Ayrıca Edirne’nin batı bölümünde şehrin müdafaasında
şehit düşenlerin anıtı bulunmaktadır ve anıtın yabancı topraklarda kalması
kabul edilemez bir durumdur. Bu durum Alman delegesi Yarbay Tieri
tarafından da destek görür. İnsancıl duygularının etkisinde kalan
komisyonun aldığı kararları Bulgaristan heyeti de kabul eder. Ayrıca heyet,
sınır belirlenmesinin Bulgaristan’ın aleyhine olduğunu ve başka yerlerde ise
tazminat almayı ümit ettiğini ifade eder.11
Meriç nehri ve Edirne çevresindeki bölgede yapılan sınır
düzeltmesinden sonra Bulgar heyeti hızlı kararlar alır. Anlaşmanın hükümleri
gereğince Meriç nehrinin sağ kıyısına kadar olan bölge tümüyle zaman

6
ibid; а.е. 344ª, л. 26.
7
ibid; а.е. 244ª, л. 37.
8
ibid; а.е. 344ª, л. 204.
9
ЦДИА (Devlet Merkez Tarih Arşivi), ф. 40, оп. II, а.е. 517, л.107.
10
ЦДИА (Devlet Merkez Tarih Arşivi), ф. 176, оп. 3, а.е. 344ª, л. 7ª.
11
ibid; л. 98-99.

4
geçmeden alınmalı, sınır düzeltilmesiyle alınan bölgeler ise safhalar hâlinde
28 Eylülden itibaren komisyonun görev bitimine kadar taahhüt edilmelidir.
İstilânın ihtiyaçları ve gerçekleşmesindeki kusursuzluk için Albay Markov
Mustafapaşa (Svilengrad) şehrinden Mandra’ya kadar olan hattı almakla
görevli 55 nci Piyade Alayına özel talimat verir. Bu talimatta görevin ne
şekilde yerine getirileceği, âmirlerle görevlilerin sorumluluklarının neler
olduğu, savaş nöbetlerinin nasıl organize edileceği belirtilirken en son olarak
Türk iktidarı ve o bölgede yaşayan halka karşı taktik ve dostane tavırlar
konusuna dikkat çekilir.12
Mekânlarını terk edip güneye yerleşecek olan yerli halkın bir
bölümünün tepkisi doğal ve bir yere kadar anlaşılır. Toprakların gönüllü
olarak Bulgaristan’a bırakılması konusunda yeterince bilgilendirilmeyen
halkın tepkisi olumsuzdur. Olumsuz tepkilerini, en çok Bulgar ailelerine karşı
gösterirler. Bu durum, hem komisyondaki Bulgar temsilcisi Albay
Markov’un13 raporlarında hem de İstanbul’daki Orta Elçi Bay Koluşev’in bu
tür olaylara tanık olmasında görülür.14 Bulgar diplomatlarının Osmanlı
Devleti İçişleri Bakanı Talat Beye bu konuda bilgi sunmalarından sonra,
belirli emirler çıkarılır ve durum normale döner.15
Bazı zorluklara rağmen komisyonun görevi 30 Ekim 1915 yılına kadar
sürer ve sınırın düzeltilmesi genel hatlarıyla belirlenir. Bulgar temsilcisi Albay
Markov, heyetteki ikinci Bulgar üyesi Karayiovov’la beraber 1 ve 2 Ekimde
Gala gölü çevresinde bir teftiş yapar. Komisyonun çalışmaları Bulgar
ordusunun kurmay başkanı için 16 sayfalık bir rapor hâlinde ayrıntılı olarak
10 Ekime kadar hazırlanır. Alman, Avusturya-Macaristan ve İsveç üyesi de
kendi görüşlerini, yeni sınırların belirlendiği bir haritayla birlikte beş sayfalık
bir raporla sunarlar.16 Bu tarihî olayın önemiyle ilgili analizler ve belgeler
Bulgar üyesi Albay Markov’un ayrıntı zengin raporunda mevcuttur.17
Rapor, yeni sınırın belirlenmesindeki usule dair bilgilerle başlar.
Bulgar ve Osmanlı Devleti temsilcileri sınırı belirleyen komisyonun
oturumlarına kabul edilmezler. Onlara ikinci dereceden görevler verilir.
Örneğin bölgenin bölümsel keşifleri, kendi kanıtlarını sunmak, iaşe, himaye
gibi arka plânda kalan konuların çalışılması görevleri verilir. Albay Markov’un
raporunda bu bölüme ait bilgilerde Markov, anlaşmanın birinci maddesinden
dolayı ortaya çıkan olumsuz sonuçları inceler. Bu maddeye göre yeni sınır
Meriç nehrinin sol kıyısının en çok 2 km uzağından geçer. Zira komisyon yaz
aylarından sonraki karakteristik kuraklıktan sonra çalışır. Yaz aylarından
sonra nehir yatağı en az su hacmine sahiptir. Fakat suyun aniden çoğalması
durumunda, yeni belirlenmiş sınır noktalarının su altında kalıp ortadan yok

12
ibid; л. 53-55.
13
ЦВА, ф. 10, оп. II, а.е. 517, л. 5.
14
ЦДИА (Devlet Merkez Tarih Arşivi), ф. 176, оп. 3, а.е. 144ª, л.119.
15
ibid; а.е. 344ª, л. 134.
16
ibid; л. 220-224.
17
ibid; л. 204-219.

5
olmaları söz konusu olabilir. Bu düşünceyle, Meriç nehri vadisinin
fotoğrafının çekilmesi yönündeki öneri de beraberinde gelir. Ayrıca sınır
işaretlerinin sağlam taşlarla belirlenmesi de önerilir. Bulgar heyetinin
itirazlarına rağmen bu konu üzerinde hiçbir değişiklik yapılmaz. Değişikliğin
yapılmaması, anlaşmadaki maddelerin tamı tamına uygulanmasında ısrarlı
olan Alman delegesi Yarbay Tieri’nin bu konuyla ilgili yapılan önerileri yerine
getirmek istememesinden kaynaklanır.
Raporun ikinci plânında bırakılan toprağın Bulgaristan tarafından işgal
edilmesine dair bilgi yer alır. Bırakılan toprağın alınması iki aşamada
gerçekleşir. Tunca nehrinden Meriç nehrine kadar belirlenmiş sınır hattı, 12
sınır bölüğü tarafından 29 Eylül tarihinden 30 Eylül tarihine kadar olan bir
günlük sürede işgal edilir. Ondan sonra Meriç nehrinden Gala gölüne kadar
olan bölge aşamalı olarak 30 Eylül tarihinden 4 Ekim tarihine kadar 11 ve 12
sınır bölüğü tarafından alınır. Gala gölünden denize kadar olan toprak ise 40
ncı Piyade Alayının bir takımı tarafından alınır. Sınırın korunmasında,
ulaştırmanın desteklenmesinde, iaşe ve nehrin taşması ihtimalinde meydana
gelecek diğer tesadüfî zorluklar da tecrübeli asker Markov’un gözünden
kaçmaz. Bu anlamda Bulgar ordusunun kurmay başkanlığına, ertelenmesi
imkânsız bazı tedbirler alması yönünde teklif götürülür. Bu tedbirler, sınır
hattında gelecekte olabilecek gelişmeleri ve hayatı kolaylaştıracak
niteliktedir. Alınacak önlemler; uzun vadeli erzak depolama, nakliyat
taşıtlarına ait faaliyetler, köprülerin onarımı, birkaç motorlu kayığın temin
edilmesidir. Bu tedbirler için işçi parası hariç çok yüklü bir miktar olmayan
4400 leva ayrılır.
Raporda üçüncü nokta olarak elde edilen toprağın askerî, siyasî ve
ekonomik değerleriyle ilgili geniş bir analiz mevcuttur. Bu rapordaki bazı
analizlere göre, arazi olarak bu alan çok büyük olmasa da (2587 km²)18
Bulgaristan’a bir dizi askerî üstünlük sağlar. İlk olarak yeni sınırın çok
yakınında bulunan Edirne şehrine hâkim tepelere gözetleme noktaları
yerleştirilip ateş altına alınarak Edirne’nin savunması zayıflatılabilir. Diğer
yandan yeni sınırla askerî malzemenin her iki tarafa nakledilmesi zor olabilir.
Bulgaristan’ın elinde güçlü mevziler olan Kuleli Burgaz-Dimetoka
kalmaktadır. Bulgaristan’ın Meriç nehrine tamamen hâkim olması ve onunla
ilgili yenilikler askerî üstünlük sağlamaktadır. Siyasî bağlamda bırakılan yeni
toprak, öncülüklerden çok tahrik unsuru olabilir. Oradaki nüfusun
çoğunluğunu Türkler ve Yunanlar oluşturdukları için onların Bulgaristan’a
karşı tutumları iyi değildir. Bu tutumlarına Balkan savaşlarında birbirine karşı
uyguladıkları zorbalık ve yoğun güvensizlikleri eklendiğimizde ise Albay
Markov’a göre bu durum Bulgaristan’ın lehine dönüşür. Ayrıca verilen
topraklara Bulgar nüfusunun yerleştirilip yeni ürün elde etmelerine kadar
geçimlerinin devlet tarafından karşılanması da Bulgaristan’ın lehinedir. Yeni
sınırın belirlenmesinden sonra bazı hukukî ve ekonomik sorunlar da ortaya
çıkabilir. Artık Bulgaristan’a ait olan topraklarda çok sayıda Türk

18
Енциклипедия- Бьлгария (Bulgaristan Ensiklopedisi), т.5, л. 740.

6
vatandaşının malı mülkü kaldığı gibi burayı isteyerek terk eden Türklerin de
mal varlıkları kalır. Türk topraklarında kalan ve Bulgarlara ait malların da
sayısı da az değildir. Tüm bu yeni sorunlar hızlı ve yetkili kararlar gerektirir.
Meriç nehri vadisi boyunca kazanılan yeni toprakların Bulgaristan için
en büyük kazancı ekonomik imtiyazlardır. Arazinin genellikle düzlük olması,
sıcak Akdeniz iklimi, suyun bol ve zengin-verimli otlakların olması, ziraatın
gelişmesi; hayvancılık, balıkçılık, yaban hayvan avcılığı ve saman üretimi
için olağanüstü şartlar yaratır. Bunların tamamı binlerce insanın geçimi ve
devlet hazinesi için şartları oluşturur.19
Sonuç olarak Bulgar-Türk sınırıyla ilgili ve verimli toprakları almamızla
ilgili söz konusu anlaşma bize bir dizi askerî ve ekonomik imtiyazlar
sağlamaktadır. Fakat hiçbir şekilde savaş yılları boyunca Bulgar halkının
taşıdığı aşırı yükü, zorlukları ve Bulgar ordusunun verdiği şehitlerin sayısını
ve acısını telâfi edemez. Yine de bu durum ihmal edilmemesi gereken ve
Bulgar Hükûmetiyle diplomasisinin silâha başvurmadan kazandığı bir
başarıdır. Osmanlı idaresinin de bu konudaki rolü ihmal edilmemelidir.
Osmanlı İmparatorluğu yüksek amaç ve idealleri uğruna, iyi komşuluk,
dostluk eylemi ile iyi niyetli bir tutum sergilemiştir.
Bulgar-Türk Sınır Anlaşması 22 Aralık 1915 yılında XVII. olağan Millet
Meclisi kararıyla onaylanır.20 Aynı nedenle 31 Aralık 1915 yılında Çar
Ferdinand Bulgar halkına yeni yıl hediyesi olarak 25 numaralı buyruğu
yayımlar. Bu buyrukla Millet Meclisinin kararı onaylanır.21 Buyruk “Devlet
Gazetesi”nde yayımlanarak devlet mührüyle tasdiklenir ve tüm Bulgarların
bilgisine sunulur.
Şükranlarını bildirmek amacıyla ve Bulgaristan’ın teşvikiyle birçok
farklı anlaşmanın imzalanmasına katkıda bulunan yabancı ve yerli
vatandaşlar devlet nişanlarıyla ödüllendirilir. Komisyonda bizzat görev alan
Binbaşı Hubka ve Yarbay Tieri liyakat “Komutanlık Haç Nişanı”yla, Yüzbaşı
Miku aynı liyakatın “Binbaşılık Haç Nişanı”yla, Yüzbaşı Virsen “Aziz
Aleksandır” “Yüzbaşılk Haç Nişanı”yla, haritacı askerler Petır Topolovets ve
Samuil Toma taçlı bakır madalya ile ödüllendirilir.22 Bu ödüllerin hepsi çarlık
nişanlarıdır. Yurtseverliklerine rağmen harika ve verimli Meriç vadisini bize
vermeye razı olan önemli Türk devlet ve ordu mensuplarının da çarlık
bildirgesiyle ödüllendirilmeleri için öneri sunulur.23
Böylece Birinci Dünya Savaşı yıllarında Bulgaristan’la Türkiye’nin
gelecekteki karşılıklı anlayış ve iş birliği yönünde ilk adım atılmış olur.

19
ЦДИА (Devlet Merkez Tarih Arşivi), ф. 176, оп. 3, а.е. 344ª, л. 204-219.
20
ibid; а.е. 144ª, л. 256.
21
ibid; л. 263.
22
ibid; а.е. 404, л. 8.
23
ibid; л. 5.

7
BULGAR GENELKURMAYININ XX. YÜZYIL BAŞLARINDA OSMANLI
DEVLETİ İLE SAVAŞ DURUMUNDA MUHAREBE SAHASINI
DEĞERLENDİRMESİ
Dr. Yb. Valeri Velkov İVANOV
1885 yılındaki Sırp-Bulgar Savaşı’ndan XIX. yüzyıl sonlarına kadar
Bulgar askerî ve politik yönetimi başlıca düşmanı olarak Sırbistan’ı
algılamaya devam etmektedir. Ülkenin bulunduğu ağır ekonomik durum
barışın ve Balkanlar’da istikrarlı askerî ve politik ortamın korunmasını
zorunlu kılmaktadır. Bundan dolayıdır ki, XX. yüzyılın başlarına kadar
Bulgaristan’ın taarruz savaşı yürütebilecek olanaklara sahip olmadığı
sonucuna varılır ve Osmanlı Devleti’ne karşı savaş hazırlığı tasarlanmaz ve
uygulanmaz.
Yüzyılın başlarında bölgedeki politik durum artık değişmiştir.
Bulgaristan Rusya ile ilişkilerini önemli ölçüde düzeltmiş, bir dizi Balkan
ülkesiyle (Sırbistan, Yunanistan ve Karadağ) Osmanlı Devleti topraklarında
kalmış halklarının kurtarılması bağlamında ortak askerî ve politik amaçlara
sahiptir. Ekonomi alanında belirli bir iyileşmenin kaydedilmesi ordunun
yapılandırılması ve silâhlandırılması için önemli kaynakların ayrılmasına
olanak sağlar.
Bu arada Makedonya ve Trakya’daki Bulgarlar, ulusal kurtuluşları için
savaş dâhil olmak üzere etkin eylemler gerçekleştirmeye başlayarak
Osmanlı Devleti’nin Avrupa topraklarına önemli miktarda askerî birliklerin
aktarmasına neden olurlar. Bütün bu gelişmeler Bulgar Hükûmetini Osmanlı
Devleti’ne karşı bir ittifak oluşturulmasının başlıca girişimcisi olmasını
zorunlu kılar.
Barış zamanındaki savaş hazırlığının ana hatlarından biri, olası
muharebe sahasının ayrıntılı olarak incelenmesi ve ordunun gelecekteki
harekâtları açısından her yönlü değerlendirilmesidir.
Bu çalışmamızda Bulgar Genelkurmayının geçtiğimiz yüzyıl
başlarında Osmanlı Devleti ile savaş durumunda, başta muharebe alanının
stratejik değerlendirilmesi ve Balkan Savaşı’nın hazırlığı ve yapılmasında
temel alınan 1912 tarihli plân olmak üzere, muharebe sahası
değerlendirilmesindeki evrim konu edilmektedir.
Yüzyılın başlarında Bulgar askerî stratejisi “muharebe sahası’’ ve
“muharebe eylemleri sahası” kavramları arasında önemli bir ayrım
yapmayarak sıkça ikisini benzer anlamda kullanmaktadır.
Muharebe sahası, savaşan iki devletin silâhlı kuvvetlerinin temasa
girebilecekleri alan olarak algılanmaktadır.1 Sözü edilen alan savaşan her iki

1
Zapiski po visşa taktika, ç.1, kurs prez uçebnata 1900/1901 god., B.M.G., rıkopis vıv
Voennoistoriçeska biblioteka (Üst Düzey Taktik Notları, 1’nci Bölüm, 1900/1901 Öğretim Yılı
Dersi, B.M.G., Askerî ve Tarih Kitaplığında El Yazısı), s.65.

9
devletin topraklarını olduğu gibi müttefiklerinin, itilâfa gönüllü veya baskı
altında katılan ikincil tarafların toprakları ve çevrelerindeki denizleri de
kapsar.
Muharebe sahasının başlıca unsurları olarak harekât sahaları, harekât
bölgesi, yerel engeller, hedefler, iletişim hatları vs. kabul edilmektedir.
Harekât sahası, muharebe sahasının üzerinde doğrudan savaşın
yapıldığı bir kısmı olarak ele alınmaktadır.2
Harekât alanları, harekât sahası üzerinde bir veya birkaç ordunun
hareket etmesi hâlinde oluşmaktadır. Bu durumda, her ordu veya takıma
harekât bölgesi diye adlandırılan belirli bir harekât alanı ayrılmaktadır.
Böylece bir muharebe sahasında birkaç harekât bölgeli birkaç harekât
sahası var olabilir.
Yerel engeller, askerî harekâtın yapılmasını etkileyen yapay veya
doğal nehirler, dağlar, boğazlar vs. olabilir.
Hedefler adıyla ordu tarafından ele geçirilen veya korunan önemli
stratejik noktalar tanımlanır.
İletişim hattı (daha sonra gitgide harekât hattı, harekât yönü
kavramları kabul görür), ordunun ilerlediği ve malzemelerin ikmal edildiği
yollar ağı olarak açıklanmaktadır.
Daha yüzyılın başlarında, Bulgar askerî stratejisi muharebe sahası
(harekât sahası) değerlendirilmesinin gayet önemli olduğunu kabul eder ve
sözü edilen değerlendirme zorunlu olarak üç yönde yapılmaktadır.
Birinci yön topografik yöndür ve başlıca amacı arazinin ve genel
olarak hedeflerin değerlendirilmesidir. İletişim araçları (yollar, demir yolları,
nehir ve deniz yolları), engeller (dağ silsileleri, arazinin rölyefi, orman alanları
ve nehirler), yerleşim yerleri, kaleler, sınırlar vs. araştırılıp incelenmektedir.
İkinci yön, muharebe sahasında ordunun yiyecek ve yerleştirilmesiyle
ilgili gerekli verilerin derlenerek istatistiksel açıdan değerlendirildiği yöndür.
Genelde sözü edilen bilgiler nüfusun illere göre ortalama yoğunluğunu,
toprak dağılımını, etnik ve dinî içeriğini, tarımın durumunu, evcil hayvanların
sayısını, yemin olup olmadığını vs. içermektedir.
Düşmanın silâhlı kuvvetlerine ve bunların yapılanmasına, harekât
ordusunun kadro içeriğine, seferberlik olanaklarına, yedeklere, gönüllülere,
garnizonlara, konuşlanmaya, sınır bölgesine yığınak yapmaya vs. dikkat
ayrılmaktadır. Ayrıca cephanelik, silâhlanma, mühendislik, topçu, nakliye vs.
gibi teknik araçlar, ordunun hazırlığı, savaşma ruhu, yönetimi, disiplini,
subaylara karşı tutumu vs. değerlendirilmektedir.

2
a.g.e.; s.66.

10
Üçüncü yön stratejik yöndür. En önemlisi olarak kabul edilir ve
topografiksel ve istatistiksel araştırmalar verilerine dayanarak yapılır, ayrıca
verilen görevlere bağlı olarak iyi ve kötü yönleri, başka bir deyişle, savaşan
her iki tarafın askerî harekâtları üzerindeki stratejik önemleri belirlenir.3
Varılan sonuçların saygın kişilerin görüşlerinden etkilenmeden veya daha
önceki savaşların değerlendirilmeleri kullanılmadan, kuramsal bazda ve
yaklaşan askerî harekât bakımından nesnel değerlendirmeler temelinde
olmaları gerektiği kabul edilir.
Muharebe sahasının değerlendirilmesi, savaşın ve silâhlı kuvvetlerin
harekâtının tasarlanabilmesi için ve kural olarak Osmanlı Devleti’yle
yapılacak savaşın harekât plânlarının hazırlanmasından önce veya eş
zamanlı yapılmalıdır.
Osmanlı Devleti’ne karşı ilk harekat plânı 1903 yılında hazırlanmıştır.
Bu tasarıya aşağıdaki başlıca noktalar dâhil edilmiştir: Güney muharebe
sahasının askerî ve coğrafî açıdan değerlendirilmesi, iki ülkenin silâhlı
kuvvetleri, harekât plânları, orduların seferberliği ve yığınak yapması,
seferberliğin yapılması, Karadeniz limanlarının savunulması.4
Türk ordusunun sayısal üstünlüğü, daha üstün savaş ve seferberlik
hazırlığı, saldırıda bulunabileceği çok sayıdaki hareket yönleri, sınırın
uzunluğuyla ilgili yapılan değerlendirme ve sonuçlar Bulgar askerî
yönetimince ‘’taarruzun olanaksızlığından dolayı’’5 stratejik savunmanın
yapılması öngörülür. Saldırı harekâtının sadece taktiksel boyutta olması
düşünülür.
Sözü edilen harekât plânı tasarısının hazırlanışı bu türdeki bir ilk
deneme olduğundan belirli eksiklikleri vardır. Ancak hazırlanmış olması,
olası bir savaşın önceden ve her yönüyle plânlanmasının ve ülkenin
savunma sorunlarına yönelik derinleşen ve gittikçe daha çok geliştirilen
yöntemlerin ne kadar çok önemsendiğini göstermektedir.
Muharebe sahası Makedonya ve Trakya olmak üzere iki harekât
sahasına ayrılır. Makedonya harekât sahasında Struma nehri boyunca
Gorna Cumaya (bugünkü Blagoevgrad) - Dupnitsa yönünde bir hareket
yönü; Trakya sahasında ise Edirne - Harmanli - Tırnovo-Seymen (bugünkü
Simeonovgrad) ve Kırcaali - Haskovo - Tırnovo-Seymen olmak üzere iki
hareket yönü incelenir. Osmanlı ordusunun Meriç nehrinin sol kıyısından
ilerlemesine pek olasılık verilmez.
Makedonya harekât sahasının değerlendirilmesinde düşman ordunun
sayısal üstünlüğü, bölgenin dağlık özelliğinin yanı sıra Bulgar ordusunun

3
a.g.e.; s.134.
4
Y. Molhov; Bılgarskoto voenno izkustvo prez Balkanskite voyni. Voennoistoriçeski sbornik
(Balkan Savaşlarında Bulgar Askeri Sanatı. Askeri ve Tarih Derlemesi), 1991, No: 5, s.83.
5
Voynata mejdu Bılgariya i Turtsiya 1912-1913 g. (Bulgaristan ile Türkiye Arasında 1912-1913
Yılları Savaşı), s.371.

11
dağlık arazide hareket etme yetersizliği göz önünde bulundurulmaktadır.
Orada hareket edecek ordunun Radomir vadisine yığınak yapmasının ve
daha sonra taarruz hâlindeki düşmana darbeler indirmesinin yerinde olacağı
düşünülmektedir. Makedonya’da partizan savaşına gidilebilmesi için kararlı
darbelerle ve etkin olarak hareket edilmesi önerilmektedir.6
Trakya harekât sahasında, arazinin düzlük özelliğe sahip olmasına
rağmen, etkin bir ögenin dâhil edildiği görülür, başka deyişle, kararlı saldırıya
bağlı manevra içeren stratejik savunma yapılması gerekmektedir. Arazinin
ve yolların değerlendirilmesi sonucunda doğru olarak Trakya ordusunun
Stara Zagora ve Tırnovo-Seymen yakınlarında konuşlandırılması kararı
alınır, çünkü böylelikle Türk ordusunun bütün olası harekât yönleri üzerinde
egemenlik sağlanmaktadır. Osmanlı ordusunun Meriç nehrinin sağ
kıyısından ilerlemesi durumunda, önceden hazırlanmış geçitlerle nehrin
aşılarak birliğin sağ kanadına ve cephe gerisine güçlü bir darbe indirilmesi
öngörülmektedir. İki kıyıdan eş zamanlı hareket hâlinde de sağ kanat
birliğine darbe indirerek onu Tunca nehrine doğru sıkıştırmak ve Edirne
yönüne geri çekiliş yolunu kesmek şeklinde etkin bir savunma
tasarlanmaktadır.
Muharebe sahasının askerî ve stratejik açıdan değerlendirilmesi,
deniz çıkarmasına çok uygun olduğu düşünülen Karadeniz kıyısını da
içermektedir. Bu amaçla çıkarmaya karşı savunma hazırlanması ve
Kuzeydoğu Bulgaristan’daki Müslüman nüfusun ayaklanmasına karşı
önlemler alınması gerekmektedir.
Değerlendirmeler sonucunda, istihkam (sudan geçiş) yerleri ve Meriç
nehrine geçitler kurulması için somut öneriler getirilmekte olup sınır birlikleri,
gönüllüler ve yerel halkın seferberliği önergeleri yapılır.
1904 yılı başlarında stratejik savunma ağırlıklı hareket edilmesi ve
koşullar izin verdiğinde Doğu Trakya ve Makedonya’daki askerlerle
mevzilerden taarruza geçilmesi düşüncesi benimsenir.7 Bu amaca uygun
yeni bir tasarı hazırlanmasına geçilir ve ordunun hazırlığı için buyruklar
verilir.
Muharebe sahası; Güney (Trakya), Rodoplar ve Batı (Makedonya)
olmak üzere üç harekât sahasına ayrılır. Muharebe sahasının günümüzde
yapılan analizi, bu sahanın 1903 tarihli sonuç ve önerilerin devamı olduğunu
göstermektedir. Ordunun yığınak yapma koşulları ve saldırıya geçme
açısından artık başlıca dikkat Güney (Trakya) harekât sahasına
ayrılmaktadır. Arazi, iletişim, nehirler ve yerleşim yerlerinin (kalelerin)
konumunun değerlendirilmesi en uygun yığınak yapma koşullarını Tırnovo-
Seymen pozisyonunun sağladığı göstermektedir, çünkü merkezî konumunun
yanı sıra cepheden ve kanatlardan bütün yönleri kapsamaktadır. Ayrıca

6
a.g.e.; s.365.
7
a.g.e.; s.366.

12
Edirne yönüne saldırıya geçmek için tehlikesiz çıkış noktası olarak
kullanılabilir. Bölgenin yol ve zenginlikleri büyük bir orduyla hareket
edilmesine olanak sağlamanın yanı sıra Tırnovo - Seymen - Stara Zagora -
Plovdiv - Sofya kara yoluyla ordunun ikmaline olanaklar vardır.
Saldırıya geçmek için en iyi koşulların Meriç nehrinin sağ kıyısı
boyunca Harmanlı - Dimetoka yönünde var olduğu kabul edilmektedir ve
bununla beraber ordunun yığınak yapma ve hareket etme koşullarını
iyileştirmek düşüncesiyle ek olarak nehir üzerine yol ve köprüler kurulması
gerekmektedir. Bunlar, Türk ordusunun daha üstün savaş hazırlığı içinde
bulunabileceği değerlendirilmesinden kaynaklanmaktadır. Sonuç olarak
seferberliğin kollanması ve sınırda seferber edilen öncü birliklerden oluşan
ek güçlerle yayılmayı sağlamak için kuvvetlerin çoğaltılması önlemleri
alınmaktadır.
Değerlendirmeler, Trakya harekât sahasında başarı sağlanması ve
Rodoplar sahasının başarılı savunulması hâlinde Makedonya sahasına
ilerlenebileceği olasılığını göstermektedir. Taarruza geçmek için uygun
koşulları Konyav dağı sağlamaktadır, taarruzun ise Struma nehri vadisi
boyunca yürütülmesi gerekmektedir.
Muharebe sahası ve Bulgar ordusunun hazırlık durumunun genel
değerlendirilmesi, manen ve madden henüz hazır olmadığı, buna karşılık
düşmanın daha üstün savaş hazırlığına sahip olduğu, savaşın diplomatik
hazırlığının yürütülmediği ve dolayısıyla ondan kaçınılması için her şeyin
yapılması gerektiği sonucuna ulaşılır.8
Osmanlı Devleti’yle savaşın tam ve bitirilmiş tasarısı 1908 yılında
hazırlanmıştır. Sözü edilen tasarı muharebe sahasının, düşmanın ve
olanaklarının bütünsellik içinde incelenmesine dayanmakta olup net bir
taarruz stratejisine sahiptir.
‘’A’’ plânı projesinde ayrıntılı olarak muharebe sahası, Türk ve Bulgar
silâhlı kuvvetlerinin organizasyonu, seferberliği ve yığınak yapması, olası
harekât biçimleri ayrıntılı olarak analiz edilmiştir.9
Muharebe sahasının değerlendirilmesi kapsamlı ve tamamlayıcıdır.
Muharebe sahasının bütünüyle Bulgaristan, Makedonya topraklarını ve
İstanbul dâhil olmak üzere Osmanlı Devleti’nin Avrupa kısmını içereceği
kabul edilmektedir. Arazi özellikleri açısından yine üç muharebe sahasına
ayrılmıştır - Güney (Edirne), Çirpan - Kırcaali - Gümülcine hattının doğusu;
Rodoplar - batıda Mesta nehri kıyısına kadar; Batı (Sofya - Makedonya) -
Sofya ve Köstendil illeri ve Makedonya’nın tamamı dâhil olmak üzere Mesta
nehrinin batısı.
Değerlendirme, her bir muharebe sahası hakkında stratejik noktaların,
sınır bölgesinin, harekât yönlerinin, uygun savunma hatlarının, yolların vs.

8
a.g.e.; s.366.
9
Molhov; s.83.

13
beraberinde olası savaş eylemleri sırasında önemlerinin değerlendirilmesini
içermektedir. Net bir şekilde güney (Edirne) sahasının birincil önem taşıdığı
ve burada alınan sonuçların savaşın sonucunu etkileyeceği göz önünde
bulundurulmuştur.
Güney muharebe sahasında düşmanın topraklarındaki politik, kültürel,
ekonomik merkezler, askerî kaleler, yol ağıları, iskele vs. niteliği taşıyan
aşağıdaki önemli stratejik noktalar bulunmaktadır: İstanbul, Edirne, Kırklareli,
Kırcaali, Ortaköy, Dimetoka, Dedeağaç, Tekirdağ, Midye vs. Bulgar
topraklarında ise benzer konumda olanlar arasında Tırnovo - Seymen,
Yambol, Stara Zagora, Nova Zagora, Haskovo, Burgas vs. bulunur.
Daha ayrıntılı incelenebilmesi amacıyla sınır bölgesi kısımlara
ayrılmıştır: Doğu (Karadeniz’den Tunca nehrine kadar, uzunluğu 110 km),
orta (Tunca nehrinden Beştepe’ye kadar, toplam uzunluğu 50 km) ve batı
(Beştepe’den Kokestepe’ye kadar, genişliği 90 km) ve arazi
değerlendirmeleri taarruz açısından en iyi koşulları orta kısmın sağladığını
göstermektedir. Bulgaristan’dan Osmanlı Devleti topraklarına girmek için en
uygun yollar buradan geçmekte, en önemli stratejik noktalar (Edirne ve
Tırnovo-Seymen) ve ordu hareketlerinin korunmasını sağlayan Sakar dağı
burada bulunmaktadır. Ayrıca Meriç ve Tunca nehri vadileri büyük gruplarla
saldırıya geçmek için en elverişlidir. Genel değerlendirme, bu muharebe
sahasının birincil öneme sahip olduğu yönündedir. En önemli stratejik
noktanın Edirne Kalesi, en önemli yerel hedefin Sakar dağı olduğu kabul
edilir ve bu muharebe sahasını ele geçirmek daha sonraki eylemler üzerinde
büyük öneme sahip olacaktır.
Batı muharebe sahasında önemli stratejik nokta konumundaki Sofya,
Köstendil, Dupnitsa, Selânik, Üsküp, Kumanovo, Ştip, Gorna Cumaya,
Koçani, Strumitsa, Drama vs. ele alınır; ancak arazinin değerlendirilmesi
askerî hareketlerin aşamalı savunmayı ve Bulgar vadilerinin (Köstendil,
Dupnitsa, Radomir, Samokov ve Sofya) yanı sıra Makedonya vadilerinin
(Razlog, Gorna Cumaya, Tsarevo selo, Nevrokop (bugünkü Gotse Delçev),
Melnik, Pehçevo, Koçani, Stratsin, Drama, Ser, Strumitsa, Üsküp,
Kumanovo ve Prilep) de ele geçirilmesini zorunlu kıldığı göstermektedir.
Harekât yönleri, Struma nehri boyunca Selânik’e doğru, Çernata skala
geçidinden Pehçevo - Strumitsa - Selânik veya Koçani - Ştip - Veles -
Selanik, Devebayır’dan Kumanovo - Üsküp olmak üzere üç tanedir.
Bulgaristan’da en uygun savunma hatlarının Koçerinovo - Boboşevo -
Çernata skala - Ruen doruğu - Skakavitsa; Konevo - Kadin most - Dupnitsa;
Golo Bırdo dağı - Verila ve Vitoşa - Lülin’in yanı sıra Sofya istihkâm bölgesi
olduğu düşünülmektedir.
Muharebe sahasının genel değerlendirilmesi, topografik özelliklerinin
savunma için daha uygun olduğu yönündedir, ancak politik, moral ve
stratejik bakımdan taarruz hareketleri son derece zorunludur.10 Bu sahadaki
10
Voynata mejdu Bılgariya i Turtsiya 1912-1913 g. (Bulgaristan ile Türkiye Arasındaki 1912-
1913 Yılları Savaşı), s.371.

14
Bulgar halkını yabancı egemenlikten kurtarmak savaşın başlıca nedeni
olduğundan sadece başkentin savunulmasıyla yetinmeyerek olabildiğince
Makedonya içlerine doğru girilmelidir.
Rodoplar harekât sahasında ise stratejik hedefler bulunmamaktadır,
ancak önemli bölgeler olarak aşağıdaki noktalar değerlendirilmektedir:
Razlog ve Nevrokop ovalarına uygun üs niteliğindeki Çepino (bugünkü
Velingrad) vadisi; Razlog - demir yolu ele geçirildiği takdirde düşmanın
Gorna Cumaya bölgesinde bulunan ordusu zor duruma düşürülecektir;
Tımrış - burası ele geçirildiğinde karşıt taraf 60 km uzaklaştırılmış olur;
Çepelare civarı - Rodoplarda partizan hareketlerinin yürütülmesi için ve
Selânik - Dedeağaç demir yolunun kesilmesine uygun bir yerdir.
İlk olarak sahadaki yol ağının durumu da değerlendirilir ve yeterince
gelişmemiş olduğunun altı çizilir - büyük bir kısmı at yolları olan beş cephe
ve iki ara güzergâhtan oluşur ve bunlar ordunun nakliye katarı ve dağ
topçusu bulundurmasını zorunlu kılar.
Sınır hattı 210 km uzunluğunda olup Bulgaristan topraklarına doğru
Tımrış civarında eğiktir. Meriç nehrinden 15-20 km, Kilise Kule - Meriç’ten 25
km mesafededir.
Muharebe sahasının nihaî değerlendirilmesi, karşıt ordunun iletişimini
kesebilmek amacıyla az sayılı takımlarla gerillâ savaşı yapmaya iyi koşullar
sağladığı biçimindedir. Rodoplar muharebe sahası, diğer sahalar arasında
bir bağlantı niteliği taşımaktadır; ancak buradaki etkin eylemler savaşın
stratejik amacının yerine getirilmesinde katkı sağlayacaktır.
Muharebe sahasının değerlendirilmesi; istatistiksel açıdan Osmanlı
Devleti ve Bulgaristan’ın silâhlı kuvvetlerinin içerik, organizasyon,
silâhlanma, olası hareket düşüncesi, görevler, yönlere göre gruplar, yığınak
bölgeleri, seferberliği ve yığınak yapmayı kollama, genel orantılar, ikmal
olanakları vs. değerlendirilmeleriyle geliştirilmiştir.
Genel yargılar, Osmanlı Devleti’nin daha çok kuvvete sahip olduğu,
ancak birçok nedenden dolayı bunları Bulgaristan’a karşı hızla
kullanamayacağı yönündedir. Osmanlı Devleti, Avrupa kısmında büyük
kuvvetler bulundurmaktadır; ancak bunlar Bulgaristan’a karşı acele ve kararlı
bir biçimde saldırıya geçmeye hazır değildirler. Bunun dışında, Osmanlının
iç ve dış politik durumu, askerî ve sivil yönetim eksiklikleri, ağır organize
olması ve yığınak yapması olabilir tek savaş biçiminin prensliğin bütün
kuvvetlerini acele ve eş zamanlı seferber ederek kuşkuya düşmeden etkince
bütün harekât sahasında ilerlemektir.11
İncelemeler, muharebe sahası değerlendirilmesinin bütünsel,
kapsamlı, gerçekçi ve bağımsız yapıldığını göstermektedir. Bu, ordunun
kurmayları tarafından önerilen etkin taarruz açısından somut koşulların

11
a.g.e.; s.381.

15
değerlendirilmesidir. Sonraki yılların yeni koşulları, askerî ve politik
durumdaki yenilikler, ayrıca ordunun yapısı, organizasyonu ve ikmali,
muharebe sahası, demir ve kara yolu ağı donanımı ve özellikle arazi
gezilerinden edinilen bilgiler ve istihbarat verilerindeki değişiklikler bu plânın
geliştirilip mükemmelleştirilmesine olanak sağlamaktadır. Bütün bunlar,
muharebe sahasının stratejik değerlendirilmesinin yeni yorumuna olanak
sağlar ve 1911 yılında hazırlanan Osmanlı Devleti’ne karşı savaşın yeni
plânında yer alırlar.
Özünde bu plân, 1908 yılındaki görüş, değerlendirme ve yargıların
geliştirilmesidir. Önemli değişiklikler gözlemlenmez. Farklılıklar, muharebe
sahası değerlendirilmesinin detaylandırılmasında ve bu ayrıntılardan dolayı
olabilecek harekât yönleri, düşman ordusunun değerlendirilmesi ve
muharebe sahalarının sayısı hakkında değişen görüşlerde gözlemlenir.
Plân, Genelkurmay Başkanı General İvan Fiçev yönetiminde
hazırlanmıştır. Genelkurmaya bağlı subayların arazi gezileri ve muharebe
sahası bölgesindeki arazi özelliklerinin incelenmesi sonucunda Tunca nehri
doğusunda arazinin çok sayıda askerle taarruz için uygun olduğu yargısına
ulaşılır. O zamana kadar bölgenin geçişe zor olduğu düşünülmektedir. Yeni
değerlendirmeler ana darbenin yönü hakkında yeni görüşlerin
benimsenmesine neden olur.
Türk ordusunun düzenlemiş olduğu manevralar hakkındaki istihbarat
verileri, ayrıca Doğu Trakya’da düzenlenen son büyük manevra plânının
incelenmesi,12 Osmanlı Devleti ordusunun sınıra önceki tasarılarda
varsayılandan daha yakın bir bölgede yığınak yapacağı sonucuna
ulaşılmasını sağlar. Bundan dolayı Bulgar ordusunun başlıca kuvvetlerinin
de sınıra daha yakın bölgelerde yığınak yapması öngörülmektedir.
Muharebe sahası güney ve batı olmak üzere yine iki harekât sahasına
ayrılmıştır. Batı bölgesine, daha önce ayrı bir saha olarak algılanan Rodoplar
bölgesi de dâhil edilmiştir. Böylece, pratikte düşmanın en güçlü birliği olan
Edirne (Trakya) Ordusuna karşı başlıca darbenin indirilmesi gereken güney
muharebe sahasının önemi vurgulanmış olur. Bundan dolayı, yaklaşık 250
km’lik sınır hattına 150 tabur, 105 batarya ve 30 süvari bölüğünü bulan
Bulgar ordusunun ana kuvvetlerinin yerleştirilmesi gerekmektedir. Batı
muharebe sahasına, önemli ölçüde daha uzun (yaklaşık 350 km) sınır
hattına sahip olmasına rağmen, 74 tabur, 65 batarya ve 6 süvari bölüğünün
hareket etmesi öngörülmektedir.
1912 yılında Balkan Birliği’nin imzalanması sonucunda, Ağustos
ayında Bulgar Genelkurmay Başkanı General İvan Fiçev Sırp ordusu
Genelkurmayıyla ortak bir harekât plânı üzerinde çalışmak için Belgrad’a

12
S. Noykov; Otsenki na germanskiya i Avstro-ungarskiya Generalen ştab za Bılgarskata
armiya v Balkanskata voyna 1912-1913 g. Voennoistoriçeski sbornik (Alman ve Avusturya-
Macaristan Genelkurmaylarının 1912-1913 Balkan Savaşı’nda Bulgar Ordusu Hakkında
Değerlendirmeleri, Askerî ve Tarih Derlemesi), 1983, No:2, s.47.

16
gider. Ancak Sırbistan Genelkurmayının Osmanlı Devleti’ne karşı pratikte
savaş hazırlığının olmadığı anlaşılmıştır. Türk ordusunun durumuyla,
organizasyonuyla, yığınak yapmasıyla ilgili bilgilerin eksikliği, gerçek
durumla ilgili nesnel bilgiye sahip olunmadığını göstermektedir. Birliğin
başlıca kuvvetlerinin Trakya’ya yerleştirilmesi düşüncesi konusunda hemfikir
olunamaz ve sonuçta Bulgar ordusunun Trakya’da, Sırp ordusunun Ovçe-
pole’de (Makedonya), iki tümenden oluşan ortak bir ordunun ise onların
arasındaki boşlukta hareket etmesi şeklindeki ara formül bulunur.13
Böylelikle batı muharebe sahasında sadece tek bir Bulgar tümeni (7 nci Rila
Tümeni) ve Rodop takımı kalır, ancak 1 nci Ordunun güney muharebe
sahasına yönlendirilmesine ve 2 nci Ordunun Tunca nehrinin sol kıyısında
yeniden gruplaşmasına olanak sağlanmaktadır. Bunun yanı sıra Yunan
ordusunun Epir’den Selânik’e, Karadağ ordusunun ise Arnavutluk’a doğru
ilerlemesi öngörülmektedir. Başlıca stratejik amaç, ortaklaşa hareketlerle
düşmanın Trakya ve Makedonya’daki silâhlı kuvvetlerinin bozguna
uğratılması ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa topraklarındaki yabancı
egemenlik altında bulunan halkı bağımsızlığına kavuşturulmasıdır.14
İmzalanan antlaşmalar sonucunda, yeni askerî stratejik durum ve
eylem düşüncesi doğrultusunda orduların yerleşme ve harekât
görevlerindeki ekler ve değişiklikler yapılarak 1911 tarihli plânı geliştirme
süreci başlamıştır.15 Muharebe sahası değerlendirilmesi yeniden önem
kazanır ve koalisyon bütün olabilir yönlerden saldırı savaşına
hazırlanmaktadır.
Yapılan incelemeler Balkan Savaşı arifesinde muharebe sahasının
tam bir analizinin yapılmasını sağlar.
Muharebe sahası artık Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ, Yunanistan,
Osmanlı Devleti’nin Avrupa topraklarını ve çevredeki denizleri – Adriyatik,
İyon, Girit, Ege, Marmara ve Karadeniz’i, Balkan yarımadasının büyük bir
kısmına yayılarak yaklaşık 384 240 km2 alan kapsamaktadır. Büyük bir kara
ve birkaç deniz üzerine yayıldığından dolayı, muharebe sahası kara ve deniz
olarak iki sahaya ayrılmıştır.
Kara sahası, Meriç nehri ağzından Morava nehri ağzı arasından
geçirilen hatla doğu ve batı muharebe sahası olarak ikiye ayrılır.
Askerî stratejik araştırmaların geliştirilmesi, iki muharebe sahasının
değerlendirilmesinin mükemmelleştirilmesine neden olur, bunlar artık arazi
özelliğinin, nehirlerin, sınır hattının,harekât yönlerinin, yol ağının, telgraf ve
telefon iletişiminin, halkın, yerleşim yerlerinin, yiyeceklerin analizini içerir.

13
Voynata mejdu Bılgariya i Turtsiya... (Bulgaristan ile Türkiye Arasındaki Savaş...), s.412.
14
Molhov; s.84.
15
Y. Molhov; Deynost na Ştaba na armiyata po razrabotvaneto na operativniya plan za vodene
na voyna sreştu Turtsiya, 1912-1913 g., Voennoistoriçeski sbornik (Genelkurmayın Türkiye’ye
Karşı Yapılacak Savaşın (1912-1913) Harekat Plânının Hazırlanmasıyla İlgili Etkinliği, Askerî ve
Tarih Derlemesi), 1986, No:5, s.131.

17
Arazi özelliğinin analizinde Bulgar ve düşman için olası askerî
eylemlerde önemleri açısından dağların, düzlüklerin, nehir, yol ağı, iskele ve
diğer yerel hedeflerin tasviri yapılmaktadır.
Doğu sahası arazi özelliğinin değerlendirilmesinde, Tuna nehri cephe
gerisinin sınırı, Mizya plâtosu yiyecek kaynağı, Koca Balkan ise güçlü bir
savunma hattı olarak nitelendirilir ve aynı zamanda askerlerin ülkenin kuzey
kısmında Osmanlı Devleti sınırına doğru yerleşmesini engelleyen set olarak
önemi üzerinde durulmaktadır. Asker kaydırılmasının gizlice yapılabilmesine
uygunluklarından ve Sofya ovasından Sliven ovasına kadar kesintisiz bir
koridor oluşturduklarından dolayı Koca Balkan ile Orta Balkan arasındaki
vadilere büyük önem verilmektedir.
Güney Bulgaristan (bugünkü Yukarı Trakya) ovasının
değerlendirilmesi olağanüstü ayrıntılıdır. O, kalabalık birliklerin yayılmasına
ve hareketine yönelik uygun olan ve büyük bir kısmında geçilebilen geniş bir
ovadır. Uygun kara ve demir yolu hatlarına sahip olmanın yanı sıra önemli
miktarda yiyecek ve yem sağlamaktadır; ancak su gelince Meriç ve Tunca
nehirleri (alt kısımlarında kısmen Sazlıdere, bugünkü Sazliyka) geçilmezler.
Güney ve güneydoğudan çevreleyen Doğu Rodoplar, Sakar ve Istranca
dağları ordunun yayılmasının gizlenmesi için uygun, sanki doğal
pozisyonlardır. İlerlemek için en uygun yer Güney Bulgaristan ovası ile
Trakya arasında doğal bir koridor niteliğindeki Tunca ve Meriç nehirlerinin
vadileridir.
Osmanlı Devleti için sınır hattı, özellikle arazinin zor aşılabilir,
ormanlarla kaplı olması ve neredeyse tamamen yolsuz olan Istranca kısmı
nedeniyle, daha uygunsuzdur.16
Osmanlı topraklarının değerlendirilmesinin içeriğinde İstanbul ve
Gelibolu yarımadasına kadar uzanan Trakya ovası bulunmaktadır. Istranca
ile Meriç nehri vadisi büyük gruplarla hareket etmeye uygun olduğu
düşünülmektedir. En önemli yol ağı Edirne, en güçlü savunma sınırı Erkene
(bugünkü Ergene) nehri ve onun kuzey ve kuzeydoğudan güney ve
güneybatı yönüne akan kollarıdır. Istranca, deniz tarafından girişi izole
ettiğinden dolayı olumlu rol oynamaktadır; ancak Marmara ve Ege’deki
limanları düşmanın Asya’daki askerlerinin kısa zamanda çoğalmasını
sağlayacaktır. Buradan Makedonya’ya doğru önemli kara ve demir yolu
geçtiğinden, bunların kesilmesi gereken en uygun yer olarak
değerlendirilmektedir. Bundan dolayıdır ki, Trakya ovasının ele geçirilmesiyle
ve batı kara muharebe sahasının İstanbul’la tek kara ulaşım bağının
kesilmesiyle, savaşın nihaî sonucunun belirleneceği düşünülmektedir.
Harekât yönlerinin değerlendirilmesinde, Bulgar topraklarından
Osmanlı Devleti yönünde yol ağının varlığı ve özelliği, arazinin tasviri, nehir
engelleri, ele geçirilecek önemli hedefler, doğal engeller, manevra olanakları
analiz edilmektedir.

16
Voynata mejdu Bılgariya i Turtsiya... (Bulgaristan ile Türkiye Arasındaki Savaş...), s.329.

18
Doğu sahasında, olabilirlik açısından aşağıdaki harekât yönleri
değerlendirilmektedir:
Provadiya - Aytos - Burgaz - Malko Tırnovo - Viza (bugünkü Vize).
Provadiya - Burgaz ve Burgaz - Malko Tırnovo şoselerinin bazı kısımları
tamamlanmadığından, sınırdan sonra düşman topraklarında sadece zor
geçişli araba yolları var olduğundan ve arazinin çok engebeli olmasından
dolayı, bu harekât yönünün kalabalık birliklerle hareket etmeye uygun
olmadığı düşünülür. Buna rağmen deniz kıyısına doğru ilerlemeyi sağlayan
karşı çıkarma harekâtının yanı sıra derinlemesine ilerleyen grubun kanadını
kollamak için uygundur.17
Şumen - Mokren - Stralca - Kaybiler - Kırklareli - Pınarhisar - Vize -
Çerkezköy - Çatalca - Büyük Çekmece - İstanbul. Bu harekât yönü Kuzey
Bulgaristan’dan başlayarak iki yerden Koca Balkan’ı geçmektedir. Güney
Bulgaristan’da Istranca etekleri yakınlarında hafif yükseltili olup, Yambol ile
Burgaz’ı Edirne ve Kırklareli ile bağlayan çok sayıdaki şoselerle
kesilmektedir ve sadece Fakya’dan Kırklareli’ne kadar sınırda 3 uygun araba
yolu vardır. Karşı tarafta arazi Istranca’nın güneyinde yüksek araziden
düzlüğe kadar iner, yerleşim yerleri arasında at arabası yolları, şoseler ve iki
demir yolu vardır. Bütün bunlar en kısa yoldan İstanbul ve Marmara denizi
limanlarına doğru saldırıya geçmeye yardımcı olmaktadır ve bu harekât
yönü doğu muharebe sahasının başlıca yönü olarak algılanır.18
Yambol - Edirne - Dimotika - Dedeağaç. Yambol’dan sonra
Kızılağaç’a (bugünkü Elhovo) kadar yol uygundur, sonra Tunca nehrinin sağ
kıyısına geçer, arazi engebelidir ve sınıra kadar kış sezonunda geçilmesi
neredeyse olanaksızdır. Sınırdan sonra yağış sırasında çamur olan çok
sayıda araba yolu vardır. Bütün sınır boyunca arazi geçişlere uygundur ve
Osmanlı topraklarında Edirne yönünde üç uygun yoldan gidilebilir. Büyük
gruplarla harekete geçmeye olanak sağlamaması, bu harekât yönünü ikinci
öncelikli kılar, ancak diğer harekât yönleriyle irtibat sağlayan yolların oluşu
ona Stralca - Kırklareli ve Tırnovo-Seymen - Edirne harekât yönlerine
bağlayıcı özelliği vermektedir.
Gorna Oryahovitsa - Veliko Tırnovo - Stara Zagora – Tırnovo -
Seymen - Edirne - Lüleburgaz - Büyük Çekmece - İstanbul. Bu harekât yönü
Kuzey Bulgaristan’dan başlar, kalabalık askerî birliklerin aktarılması için
uygun iki geçit olan Şipka ve Hainboğaz ile Koca Balkan’ı geçer ve Güney
Bulgaristan’da Nova Zagora, Kazanlık, Tırnovo - Seymen bölgelerine çıkar.
Burada arazi hafif yükseltili olup, Güney Bulgaristan ovasının bütün
yönleriyle bağlanan birçok yolla kesişir. Sınır yönünde ve Osmanlı Devleti

17
D. Zafirov; Opitıt ot Balkanskata voyna po nastıplenie na kraymorsko napravlenie i otbrana na
morski bryag (Deniz Kıyısınca Taarruz ve Deniz Kıyısı Savunması Konusunda Balkan
Savaşı’ndan Edinilen Deneyim), İzvestiya, T. 37 (Haberler, Cilt 37), Voenno İzdatelstvo (Askerî
Yayın Evi), Sofya, 1984, s.107.
18
Voynata mejdu Bılgariya i Turtsiya... (Bulgaristan ile Türkiye Arasındaki Savaş...), s.329.

19
topraklarında tek engel sık sık askerlerin ilerleme yönüne dikine akan
nehirlerdir. Bundan dolayıdır ki, sözü edilen harekât yönünün düşman
topraklarında ilerlemek için en uygun yol olduğu düşünülür. Buna karşılık
Bulgar tarafında ise Koca Balkan’ın yüksek kısımlarını kesmektedir ve
buralarda askerlerin gruplaştırılması olağanüstü güç olacaktır.
Sofya - Plovdiv - Tırnovo-Seymen - Edirne - İstanbul. Bu harekât yönü
Tırnovo - Seymen’den sonra bir öncekiyle örtüşmektedir. Bulgar
topraklarında derinlemesine kolay geçilebilir İhtiman dağlarından geçer.
Bulgaristan’ın başkenti ile Osmanlı Devleti arasındaki en kısa yol buradan
geçmektedir. Tek tehlike demir yolunun Tımrış civarlarında (15-20 kilometre)
yakınından geçmesidir. Olası bir savaş sırasında bunun Türk askerleri
tarafından kesilmesi ihtimali ortaya çıkabilecektir. Dolayısıyla başlıca harekât
yönü olarak kullanılması düşünülmemektedir.
Yolların değerlendirilmesinde, başta kara ve demir yolu ağının genel
yönleri, en önemli iletişimler, yollar dışındaki geçişler, köprülerin varlığı ve
durumu, demir yolu ağının ve demir yolu ulaşımın özellikleri, olanakları vs.
değerlendirilmektedir.
Doğu kara sahasında başlıca yolların ordunun hareket ve yerleşmesi
açısından elverişsiz yönlerde olduğu düşünülmektedir. Ekonomik ve politik
nedenlerden (genelde Karadeniz limanlarından dolayı) yollar batı–doğu
yönünde gelişmiş, kuzey-güney yönü söz konusu olunca ise son derece
yetersiz oldukları görülür. Son yıllarda başlanan inşaat Koca Balkan’ın
engebeli arazisinden dolayı çok zor ilerlemektedir. Güney Bulgaristan’da
yollar iyidir, ancak sayı olarak yetersizdir. Yerleşim bölgelerinde geçişleri
genelde havanın kuruluğuna bağlı olan sıradan köyler arası araba yolları
sağlamaktadır, Tunca nehrinin doğusunda ise hiçbir şose yoktur.19 Osmanlı
Devleti topraklarında şoseler uygun yönlerdedir, ancak bakımsız ve kullanım
dışıdırlar. Bu durum da geçişler iklim koşullarına bağlı olarak araba yollarının
kullanılmasını gerektirecektir.
Bulgar ve düşmanın topraklarındaki demir yolu ağı, genişlik, eğilim,
virajların yarı çapı ve trenlerin 33-45 vagonluk uzunluğu, yeterli lokomotif ve
eğitimli personel, yapılı askerî rampalar, kömür rezervleri açısından
yeterlidir. Demir yolları ile yüksek geçiş kabiliyeti (günde ortalama 10 tren)
sağlandığından savaş zamanında görevlerin yerine getirilmesi mümkün
olacaktır. Osmanlı Devleti topraklarında demir yollarının yabancı özel
kuruluşlara ait olmaları daha barış zamanından bir sıra zorluk
doğurmaktadır.
Telefon ve telgraf iletişiminin değerlendirilmesinde bunların genel
durumu, olanakları, sınır boyu kuşağındaki gelişimi, arazi telgrafı ve
telefonlarıyla devam ettirilme olanakları vs. analiz edilmektedir.

19
a.g.e.; s.334.

20
Doğu kara muharebe sahasında Sofya - Edirne - İstanbul harekât
yönü, bir uluslararası demir yolu hattı, bir sıradan telgraf hattı, bir
uluslararası ve bir sıradan telefon hattı, diğer yönlerde ise sadece sınıra
kadar uzanan birer telgraf hattı hizmet vermektedir. Bu, askerlerin
yönetilmelerini sağlamanın yanı sıra karşı tarafın topraklarında arazi
telgraflarıyla bağlantının devam ettirilmesine olanak sağlamaktadır. Genel
olarak iki ülkede de telefon iletişimi yetersiz gelişmiş olup genelde il ve ilçe
merkezlerini kapsamaktadır; ancak Osmanlı Devleti’nin sınır bölgesinde
gerektiğinde daha hızlı haberleşme olanağı sağlayacak ayrıca bir telefon
idaresi vardır.
Nüfusun değerlendirilmesi genelde etnik grupları, bunların itilâfa karşı
tutumunu, manevî gücünü vs. içermektedir. Doğu kara muharebe sahasının
derinliğinde (Kuzey Bulgaristan) Yahudi ve Yunanlarla karışık yaşayan
önemli sayıda Türk nüfusu yaşadığı göz önünde bulundurulmaktadır. Bunlar
ülkemize karşı dürüst bir tutum içinde olup askerî yükümlülüklerini yerine
getirmektedirler. Ordunun yerleştirileceği bölgelerde yoğun olarak Bulgar
nüfusu yaşamakta, karşı tarafın sahasında ise Türk ve Bulgar Müslümanları,
Hristiyan Bulgarlar, az sayıda Yunan, Yahudi ve Ermeni vardır. Buradaki
Müslümanlar, Bulgaristan’a karşı mesafeli bir tutum içindeyken, diğer
unsurlar Osmanlı Devleti’ne karşı dürüstçe davranmaktadırlar.
Yerleşim yerlerinin değerlendirilmesinde, her şeyden önce ordunun
yerleştirme açısından yoğunluğu, binaların özellikleri, konaklama olanakları
vs. araştırılmıştır. 1910 yılındaki sayıma göre doğu kara sahasında 13,2
km2’ye bir yerleşim yeri, konutlar ise – 1 km2’ye yedi adet düşmektedir.
Bulgar ordusunun yerleşeceği Burgaz ve Stara Zagora illerinde nüfus daha
seyrek olup büyükçe köy ve kasabalarda yoğunlaşmıştır. Orada 28 km2’ye
bir yerleşim yeri düşerken, 1 km2‘de ise ancak 6,2 adet konut
bulunmaktadır. Bunlar genelde küçük, tek katlı, payanda veya kerpiçten olup
sadece daha büyükçe köy ve şehirlerde iki katlı, payanda, tuğladan veya
taştan yapılmış binalar bulunmaktadır.Osmanlı Devleti topraklarında
yerleşim yerleri buna benzerdir, ancak daha da seyrektir ve dolayısıyla
orada asker yerleştirmeyi olanaksız hâle getirmektedir.
Yiyeceklerin değerlendirilmesi, nüfus ve ordu için yiyecek ve yemin
nicelik ve niteliğine yöneliktir. Güneybatı kısmı ve Rodoplar dışında bütün
Bulgaristan’da genelde halk ve ordu için yeterli miktarda yiyecek ve yem
olduğu kabul edilmekte, ayrıca önemli bir miktar da ihraç edilmektedir. 1912
yılında çok iyi rekolte elde edilmiştir. Bundan dolayı beslenmeyle ilgili sorun
yaşanmamaktadır.20 Büyük miktarlarda gıda bulunmaktadır. Fazla sayıda
değirmen, bunun yanında et için evcil hayvanlar vardır. Daha az düzeyde de
olsa Doğu Trakya’nın savaşın sürdüğü sürece, halkı ve orduyu
besleyebileceği durumda olduğu düşünülmektedir.

20
a.g.e.; s.336.

21
Batı muharebe sahasının değerlendirilmesinde benzer bir yöntem
kullanılır. Bundan dolayı somut koşullarda olası askerî eylemler açısından
sadece değerlendirilme, analiz ve sonuçlardaki farklılıkları işaret etmeye
çalışacağız.
İçerdiği topraklar açısından - Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ,
Makedonya (Osmanlı sınırları içinde), Yunanistan’ın bir kısmı - ve bunun
yanı sıra askerî, stratejik, etnik ve politik nedenlerden dolayı batı muharebe
sahası Bulgaristan, Sırbistan-Karadağ ve Yunanistan olmak üzere üç
harekât alanına ayrılmıştır.
Bulgaristan muharebe alanı, doğu harekât sahasının batısında,
Pçinya ve Vardar nehirlerine kadardır, ayrıca Struma nehri bu alanı batı ve
doğu kısmı olarak ayırmaktadır.
Doğu kısmının arazi özelliklerinin değerlendirilmesinde Sofya ovasına
özel önem verilmektedir. İttifakın en önemli stratejik hedefi olarak
değerlendirilmekte olan ova muharebe alanının en kuzey kısmında
bulunmaktadır. Bu önem, konumunun neredeyse tam olarak Balkan
yarımadasının coğrafî merkeziyle örtüşmesinden kaynaklanmaktadır. Ayrıca
Koca Balkan ve Vitoşa dağlarıyla çevrilidir ve savunma için iyi koşullar
sağlar. Ayrıca şose ve demir yolu iletişimiyle yarımadanın her yönüyle irtibat
hâlindedir. Genişliğinden dolayı hem batı, hem doğu muharebe sahası için
ilerleme üssü olarak tanımlanabilir. Güneydoğudan, Osmanlı Devleti
tarafında bir dizi dağ silsilesiyle korunaklıdır. Güneyde ise geçilmesi
olanaksız Vitoşa’dan sonra Sofya üssünü kollayan ayrı cepheler, önem
taşıyan bir dizi dağ silsilesi ve vadiler - İhtiman, Samokov, Pernik, Radomir,
Dupnitsa, Küstendil ve Koçerinovo - sıralanmaktadır.
Samokov ovasının güneyinde yarımadanın en yüksek, masif ve
geçilemez dağı olan Rila bulunmaktadır. Onun güney ve güneydoğusunda
ise Pirin ve Rodoplar dağları başlamaktadır. Rodoplar, Meriç ve Mesta
nehirleri ve Ege denizi ovası arasındaki coğrafyayı kapsayan en geniş dağ
olup iletişim ve ilerleyen askerler için büyük engel oluşturan derin çukur ve
yüksek dağ vadisi labirentlerinden oluşur. Pirin, kayalık ve sivri sırtlı, sarp
etekli ve sadece yayalar ve yük atlarının geçebileceği bir dağdır. Güneyde
geniş yayvan etekli daha alçak dağlara (Ali Botuş (bugünkü Slavyanka),
Bozdağ, Kuşnitsa vs.) dönüşür. Bunlarla Ege denizi arasından, batı ve doğu
muharebe sahası arasında doğal bir bağ konumundaki Ege denizi ve
Sarışaban ovası, Drama vadisi ve Serez ovası uzanmaktadır.
Batı kısmı, kuzeyde Nişava vadisine doğru uzanan, Bulgaristan ve
Sırbistan alanlarının bağlandığı Ruy dağından başlar. Ruy’un güneyindeki
çok zor geçilebilen başlıca silsilesinden, Bulgaristan ile Sırbistan arasındaki
sınırın geçtiği Kraişte dağlık bölgesi başlar. Güneyde ana doruk iki kanada
ayrılır: Sırp-Türk sınırı boyunca Üsküp Çerna gorası’na kadar ve bir de
güneydoğu yönünde Bulgar-Türk sınırı boyunca Osogovo dağına kadar.
Osogovo dağı da yine iki eteğe ayrılır: Biri güneybatıya, Osmanlı Devleti

22
toprakları içine doğru uzanır ve Ovçe pole’de biter, diğeri güneydoğuya,
Bulgar-Türk sınırı boyunca ve geçilmesi olası olmayan Maleşev dağı,
Ograjden ve Plaçkovitsa’ya geçer. Plaçkovitsa ve Ograjden’in güneyinde,
Struma ve Vardar nehirleri arasında doğal koridor niteliğindeki Strumeşnitsa
nehrinin verimli vadisi bulunur.
Ona koşut olarak, doğuda Rupel vadisiyle Pirin dağına, batıda ise batı
kısmını Vardar darlığı olan Demir Kapı’nın kestiği Blaguşa dağının
bulunduğu yüksek, sarp ve geçilemez Belasitsa dağı yükselir. Sözü edilen
dağın güney eteklerinde Serez ovasının uzantısı niteliğindeki Butkovo ve
Doyran ovaları bulunmaktadır. Güneyde Kruşa dağı yükselmektedir, aynı
dağ Orfan körfezine kadar uzanarak bu operasyon sahasının en önemli
noktası olan Selânik şehri için savunma hattı niteliği kazanır.
Nehirlerin büyük çoğunluğu Bulgar harekât alanının kuzey kısmından
kaynaklanmakta olup, doğuya (Meriç), kuzeye (İskır), batıya (Nişava) ve
güneye (Struma) akmaktadırlar. Vadileri komşu ülkelerle doğal iletişim yolları
niteliğindedir. Her yerden geçilebilirler, sadece dağlarda oluşturdukları dar
kısımlarından zor geçit verirler. Alt kısımlarında Struma ve Mesta nehirleri
yağışlı zamanlarda geçilemezler. Vardar’ın; Bregalnitsa, Pçinya ve Kriva
reka kolları geçilebilir ve Bulgaristan’dan Orta Makedonya’ya giden en kısa
yollardır.
Sınır hattı, neredeyse tamamen geçilemez arazi niteliğindeki
Rodoplar’ın su taksimi hattından geçer ve sadece Tımrış civarlarında doğal
olmayan bir şekilde derinlemesine en önemli arter özelliğindeki Sofya -
Plovdiv demir yoluna 15-20 kilometre kadar yaklaşarak Bulgar topraklarına
doğru eğilir. Batı kısmında (Samokov’un güneyinden Tsaribrod’a kadar) sınır
Osmanlı Devleti’ne doğru dışbükey bir kuşaktır ve Sofya’ya yaklaşık 80 km
yarıçapındadır. Sınır hattı dağlıktır ve her üç asker türüne de sadece üç
noktada ( Barakovo, Çernata skala ve Deve bair) geçit sağlar.
Bulgar muharebe alanında harekât yönleri dağ silsileleriyle
ayrıştırıldığından aralarında doğrudan iletişim olanakları yoktur. Rodoplar’da
en uygun olarak aşağıdaki harekât yönleri belirlenmektedir:
1. Plovdiv - Çepelare - Paşmaklı (bugünkü Smolyan) - Golyam palas -
Ksanti. Plovdiv’den sınıra kadar yol şosedir, Çepelare’den sonra ve Osmanlı
Devleti topraklarında ise yapım aşamasında olduğundan zor geçilmektedir.
Çok sarp olan arazi büyük kitlelerle hareket etmeye olanak sağlamaz, önemli
hedeflere götürmez ve sadece Dedeağaç - Selânik demir yolunun kesilmesi
için işe yarayabilir.
2. Belovo - Lıcene (bugün Velingrad’ın bir semti) - Nevrokop (bugünkü
Gotse Delçev) - Drama - Kavala. Bizim topraklarımızda yol şose ve araba
yolu niteliğindedir. Sınırdan Nevrokop’a kadar Mesta nehri boyunca at
yoludur ve Pirin eteğinde yapımı devam eden ve araba yolu olabilecek bir
yol vardır. Nevrokop’tan Drama ve Kavala’ya kadar şose olup öküz
arabaların zor hareket edebileceği taş döşeli at yoludur. Bu harekât yönü
23
birincisinden daha uygundur, ancak yine de kalabalık ve önemli grupların
hareket edebilmelerine ve önemli hedeflerin ele geçirilmesine olanak
sağlamayarak sadece Selânik’e doğru hareket etmeye yardımcı olabilir.21
Bununla beraber karşı tarafın ordusuna Bulgaristan’a saldırı sırasında daha
iyi koşullar sunmaktadır; ayrıca Predela geçidinden Struma nehri boyunca
ilerleyen ordumuza cephe gerisinde hareket etme olanağı sağlamaktadır.
Rila’nın batısındaki harekât yönleri aşağıdaki gibidir:
1. Sofya - Dupnitsa - Gorna Cumaya (bugünkü Blagoevgrad) -
Demirhisar - Serez - Selânik. Demirhisar’a kadar yol şose, Demirhisar’dan
Serez’e kadar sıradan araba yolu, Serez’den Selânik’e kadar terk edilmiş
şosedir. İlerlemeleri sırasında askerler Bulgaristan’dan Selânik’e en kestirme
harekât yönünden hareket edecek, ancak birçok engelle karşı karşıya
kalacaklardır. Bunlardan en ciddî olanlarının başında 17 km uzunluğunda,
içinden sadece bir araba yolu geçen, kolay yıkılabilecek birçok köprü ve
destek duvarlı olan Kresna vadisi gelmektedir. Sözünü ettiğimiz harekât
yönünün diğerleriyle bağlantısı neredeyse olanaksızdır. Ek engeller olarak
Pirin’in etekleri, Rupel vadisi ve Kruşa dağı yükseltileri önündeki uygun
savunma hattıyla Struma nehri değerlendirilmektedir.
2. Sofya - Dupnitsa (Küstendil) - Çernata skala - Tsarevo selo -
Pehçevo - Strumitsa - Selânik. Bulgaristan topraklarından sınıra doğru
hareketi sağlayan uygun yollar vardır, Kadin most’tan Çernata skala’ya
kadar sıradan bir araba yolu gider, sınırdan Pehçevo’ya kadar şosedir ve
oradan Plaçkovitsa ve Ograjden dağlarından üç araba yolu ayrılmaktadır.
Strumitsa’dan Doyran’a kadar şose bakımlıdır, Doyran’dan Selânik yönüne
ise üç yoldan gitme olanağı vardır. Bu harekât yönü, uygun savunma hattı
oluşturan bir dizi dağ olmasına rağmen, büyük kitlelerle hareket etmek için
en kolay geçilebilir olanıdır. Tsarevo selo’dan, bakımlı yollar ve bütün askerî
birlikler için geçilebilir bir araziden başka Orta Makedonya’ya doğru bir
harekât yönü ayrılmaktadır - Tsarevo selo - Vinitsa - Ştip - Veles - Prilep -
Üsküp istikametidir.
3. Sofya - Küstendil - Deve bair - Kriva palanka - Kumanovo - Üsküp.
Sofya’dan sınıra (Deve bair) kadar demir yolu ve iyi bir şose vardır, sınırdan
Stratsin’e kadar yol uygun savunma pozisyonları ve yan yolları olmadan
Kriva reka vadisinden geçmektedir. Kriva palanka’dan sonra Stratsin
dağından Kumanovo’ya kadar arazi çok engebeli, Üsküp’e kadar ise hafif
yükseltilidir.
Bulgar muharebe alanındaki yollar seyrektir ve yelpaze şeklinde
Bulgaristan’dan Osmanlı Devleti’ne doğru yukarıdaki harekât yönlerini takip
etmektedirler. Bulgaristan’da cephe gerisindeki bütün yönlerin en uygun
bağlantısı Plovdiv - Sofya - Köstendil demir ve kara yoludur. Sınıra yakın en
kestirmesi ise Banya - Kostenets - Samokov - Köstendil şosesidir. Osmanlı
Devleti toprakları derinliğinde de cephe gerilerini Ksanti - Drama - Serez -

21
a.g.e.; s.342.

24
Veles - Üsküp - Kumanovo hattıyla bağlayan, ancak çok uzun ve
savunmasız olan bir demir yolu ve şose vardır. Struma harekât yönü ve
batıda Makedonya’da olanlar arasındaki tek bağlantı niteliğindeki Petriç -
Strumitsa - Radoviş - Ştip - Kumanovo yolu araba yoludur. Bulgar
topraklarında yolların genel durumu iyiyken, Osmanlı Devleti’nde Gorna
Cumaya - Seres ve Tsarevo selo - Ştip şoseleri dışındaki yollar eski,
bakımsızlıktan dökülen veya düzeltilmemiş yollardır. Ancak genel olarak
Trakya’dakilerle karşılaştırıldığında geçilebilir niteliktedirler.
Demir yolları öyle kuruludurlar ki, hiçbiri ne Bulgar ne de karşı taraf
topraklarında harekât yönlerini takip etmez ve ilerleyen ordunun çıkarları için
kullanılamaz. Bulgar topraklarında demir yolu ağı doğu muharebe sahasında
olduğu gibi aynı özelliklere sahiptir. Osmanlı topraklarında derinlemesine
uzanan Dedeağaç - Selânik demir yolu hattının oldukça düşük geçiş
kabiliyeti (günde 16 trene kadar) vardır ve sarplıklardan dolayı en çok 25
vagon taşınabilir, Selânik - Üsküp hattı ise otuzar vagonlu 10-12 trene geçit
verebilir.
Telgraf ve telefon hatları Bulgaristan’da daha çok, Osmanlı
İmparatorluğu’nda ise doğu sahasına göre daha azdır. Sınırın iki tarafından
telgraf hatları harekât yönlerini takip etmektedirler.
Alanda yaşayan halk Türklerle karışık Bulgarlardır ve sadece deniz
kıyısında Yunanlar yaşar. Bulgar halkı, büyük çoğunluğunda Hristiyan Bulgar
davası uğruna savaşa hazır durumdadır, Rodoplar ve Maleşevo
civarlarındaki Müslümanlar Türkleri desteklemişlerdi.
Muharebe alanında Bulgar askerlerinin hareket için yerleşecekleri
Küstendil ilinde yerleşim yerleri seyrektir. 15 km2’ye bir yerleşim yeri, 1
km2’ye ise sekiz adet konut düşmektedir. Yerleşim yerlerinin çoğunluğu
küçük ve dağınık dağ evleri olduğundan, asker yerleştirilmesi için
kullanılamazlar. Osmanlı topraklarında evler daha da seyrek olup aynı
özellikleri taşırlar.
Ordunun yığınak yapma periyodu için yeterince yiyecek vardır.22
Sırbistan-Karadağ ile Yunanistan muharebe alanları birliklerin hareket
etmeleri için belirlenmiş olduklarından dolayı bunların değerlendirilmesi bu
çalışmamızın konusu dışındadır.
Araştırmalar, Balkan Savaşı başlarında Bulgar askerî stratejisinin
Osmanlı Devleti’ne karşı yapılacak savaşta koalisyonun görüşlerini tamamen
kabul etmeyerek bir tek kendi kuvvetlerine güvendiğini göstermektedir.
Bunun dışında, politika ile askerî strateji arasındaki uyuma rağmen23 hâlen
askerî stratejinin politikayla dinamik bir bağı yoktur ve bundan dolayı savaşın
22
a.g.e.; s.345.
23
Nikolov, Ts., Evolyutsiya na otnoşenieto politika-voyna-voenna strategiya vıv voynite za
natsionalno obedinenie na Bılgariya. Voenen jurnal (Bulgaristan’ın Ulusal Birleşmesi İçin
Yapılan Savaşların Politika-Savaş-Askerî Strateji İlişkileri Açısından Evrimi, Askerî Dergi), 2000,
No:2, s.106.

25
tek amaçlı politik, diplomatik, ekonomik, manevî ve askerî hazırlığı
yapılmamaktadır.24
Buna rağmen, ilk olarak, Bulgar askerî stratejisi olası muharebe
sahasının tamamen bağımsız, tamamlanmış, bütünsel ve her yönlü
değerlendirmesini yapar ve bunlara temel olan harekât plânı hazırlanır.
Muharebe sahasının stratejik değerlendirmesi, Bulgar askerî
komutasına genel muharebe sahasını, başlıca darbenin yönünü, ele
geçirilmesi gereken en önemli hedefleri, harekât yönlerini en doğru biçimde
değerlendirerek ordunun yığınak yapması, hareket etmesi ve ilerlemesi için
arazi koşullarını ustaca kullanma olanağı sağlamaktadır. Buna paralel olarak
silâhlı kuvvetlerin, yol ağının, nüfus ve yerleşim yerlerinin, ekonomik koşullar
ve iletişim olanaklarının değerlendirilmeleri; manevranın, yönetimin, ikmalin,
gruplaşmanın, askerî harekâtın biçim ve yöntemlerinin tasarlanmasına
olanak sağlamaktadır.
Daha sonra elde edilen askerî zaferlere Bulgar ordu komutasının
askerî stratejik anlayışı ve özellikle, olası muharebe sahasının yaklaşan
savaş açısından ayrıntılı, nesnel ve her yönlü değerlendirilmesi hakkındaki
görüşleri katkı sağlar.

24
D. Hristov; s.203-204.

26
BULGAR ORDU KOMUTASININ XX. YÜZYIL BAŞLARINDA OSMANLI
DEVLETİ’NE KARŞI SAVAŞMA ANLAYIŞINDAKİ EVRİM

Doç. Dr. Albay İgnat KRİVOROV


XIX. yüzyıl sonlarına ve XX. yüzyıl başlarına doğru Balkanlar’daki
askerî ve politik durumda önemli gelişmeler gözlemlenir. Büyük devletlerin
bölgedeki “etki alanları” konusunda uzlaşmazlıkları derinleşir. Büyük
devletlerin çoğu Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünün korunmasını
istemelerine rağmen, farklı çıkarlarından dolayı Balkanlar konusunda
politikalarını uyumlu hâle getirmeleri olası görünmemektedir. Bu durum
Balkan devletlerinin Osmanlı mirasını paylaşma yönündeki isteklerini teşvik
etmektedir.1 Onları askerî harekât hazırlığına Türk devletinin istikrarsız
durumu da itmektedir.
Bulgaristan’ın politikasında da değişimler yaşanmaktadır. 1890’ların
ortalarına doğru Bulgar devlet ve askerî yönetimi ulusal sorunun
çözümlenmesi yönünde en büyük düşman olarak Sırbistan’ı ve silâhlı
kuvvetlerini görür. Bu değerlendirme 1885 yılındaki Sırp-Bulgar Savaşı’ndan
kaynaklanmakta olup Bulgar ordusunun konuşlanmasına, savunma
sisteminin kurulmasına, olası muharebe sahasına, demir ve kara yollarının
yapımına ve farklı özellikler taşıyan başka etkinliklere de yansımaktadır.
Bulgaristan’ın Rusya ve Sırbistan’la yakınlaşmasının doğurduğu
değişimler, Osmanlı Devleti’nin durumu, ayrıca Makedonya ve Doğu Trakya
bölgelerinde ulusal kurtuluş hareketinin canlanması, olası düşmana karşı
bakış açısının yeniden değerlendirilmesine neden olur. Bulgar toprakları ve
halkının birleşmesinin önündeki başlıca engel olarak görülen Osmanlı
Devleti düşman olarak kabul edilir. Bütün bunlar, Bulgar ordu komutasının
Osmanlı Devleti’yle olası bir savaşın askerî hazırlığına başlamasını zorunlu
kılmaktadır. Bu görevin yerine getirilmesi için uygun koşullar 1891 yılında
“Bulgar Prensliği Silâhlı Kuvvetlerinin Yapısına İlişkin Yasa”nın kabulünden
sonra ortaya çıkar. Sözü edilen yasayla Savunma Bakanlığı kurulur ve ilk
defa onun bünyesinde Genelkurmay oluşturulur.2 Adı geçen kurumun
görevlerinden biri de Bulgar ordusunun olası düşmanlarına karşı askerî
harekât plânlarını hazırlamaktır. Plânlama, anlayışlardaki evrimi gösteren,
ayrıca birkaç aşamadan geçerek savaşın amaçları ve ordunun görevlerini
geliştirmeye ve mükemmelleştirmeye olanak sağlayan uzun süreli bir
süreçtir.
Birkaç yıl boyunca derlenen bilgiler 1903 yılında Osmanlı Devleti’ne
karşı yapılacak bir savaşın ilk harekât plânının hazırlanmasına olanak
sağlar. Bu plânda muharebe sahası belirlenerek iki muharebe alanının
(Makedonya ve Trakya) özellikleri verilir. Osmanlı askerî birliklerinin yok

1
Balkanskata voyna 1912-1913 (Balkan Savaşı, 1912-1913), Sofya, 1961, s.23.
2
Bk. Zakon za ustroystvoto na vıorıjenite sili na bılgarskoto knyajestvo (Bulgar Prensliği Silahlı
Kuvvetlerinin Yapısına İlişkin Yasa), Sofya, 1892, s.24, 35-40.

27
edilmesi için de insan gücü ve araç olarak onun olanakları ortaya çıkarılır,
Bulgar ordusunun durumu, kuvvet ve araçların karşılaştırması yapılır.
Osmanlı askerî birliklerinin Meriç nehri vadisi boyunca ilerlemesine dikkat
çekilerek askerî harekâtın olası plânları öngörülür. Bulgar ordusunun savaş
yöntemi belirlenir, silâhlı kuvvetlerin stratejik tertiplenmesi, seferberlik dâhil
verilir.3
Bulgar ordusu komuta heyeti, savaşın politik amaçlarını göz önünde
bulundurarak ve Makedon muharebe alanında taarruz düzenleyerek,
savaşın Osmanlı topraklarında olması zorunluluğunu göz önünde
bulundurmaktadır. Ancak bunun, rakibin var sayılan üstünlüğü, arazinin
dağlık özelliği ve güçlü savunma hatlarının varlığı, ayrı ayrı yönlerde büyük
askerî birliklerin hareket etme olanaksızlığı, Bulgar askerlerinin dağlık
arazide atağa geçememeleri vs. nedenlerden dolayı olanaksız olduğu
düşünülmektedir. Bundan dolayı Bulgar ordusunun burada etkin stratejik
savunma düzenlemesi gerekmektedir. Bulgar ordusunun Trakya muharebe
alanında da bu yönde hareket etmesi düşünülmektedir. Sonuç olarak
harekât plânının ana düşüncesi, “Makedonya da olduğu gibi Trakya
muharebe alanında da, iç hatların manevralarıyla birleştirilmiş stratejik
savunma’’ şeklindedir.4
Bulgar ordusu tarafından savunma stratejisinin benimsenmesinde
askerlerin silâh, mühimmat ve donanımdaki yetersizliği, komuta heyetinin
özellikle üst düzeyin hazırlıksızlığı, süvari ve topçu birliklerinde yeterince atın
bulunmaması da rol oynamıştır. Çeşitli nedenlerden dolayı o dönemki devlet
yönetimi askerî kredileri kısıtlamakta ve ordunun modern bir silâhlı kuvvet
olarak gelişmesine yeterince dikkat ayırmamaktadır.5
Bulgar ordusunun harekât anlayışı 1904 yılında hazırlanan yeni
harekât plânında da değişmez. Karşı tarafın öne geçmesi durumunda
Makedonya sahasındaki ana kuvvetlerin Konyav dağı gerisine, Trakya
ordusunun ise Kazanlık ve Mıglij arasında Tunca nehri boyunca yığınak
yapması öngörülmektedir. Uygun durumda askerler sırasıyla Konevo -
Tavaliçevo hattında ve Tırnovo-Seymen civarında yoğun olarak
konuşlandırılmaktadır. İhtiyat birliklerinin bulunacağı mevziler de
belirlenmektedir.6

3
İ. Fiçev; Visşeto komandvane na Balkanskata voyna 1912 g. Ot naçaloto na voynata do
Çatalca vklyuçitelno. (1912 Yılı Balkan Savaşının Üst Düzey Komutası. Savaşın Başlangıcından
Çatalca’ya Kadar.), Sofya, 1927, s.5-22.
4
a.g.e.; s.18-19.
5
Y. Molhov; Deynost na Ştaba na armiyata po razrabotvaneto na operativniya plân za vodene
na voyna sreştu Turtsiya (1903-1912 g.) (Ordu Kurmaylığının Türkiye’ye Karşı Yapılacak
Savaşın Harekât Plânının Hazırlanmasıyla İlgili Etkinliği, 1903-1912), Voennoistoriçeski sbornik
(Askerî ve Tarih Derlemesi), 1986, No:5, s.126.
6
İ. Fiçev; Visşeto komandvane prez Balkanskata voyna 1912. Ot naçaloto na voynata do
Çatalca vklyuçitelno. (1912 Yılı Balkan Savaşında Üst Düzey Komuta. Savaşın Başlangıcından
Çatalca’ya Kadar), Sofya, 1927, s.22-23.

28
İlk harekât plânları, ordunun o dönem öngörülen kolordu
yapılandırılmasına göre hesaplânmıştır. Bu plânlar, karşı taraf ordu hakkında
yeterince bilgi sahibi olmadan, onun sayısal üstünlüğü büyütülerek ve savaş
hazırlığı abartılarak hazırlanmıştır. Bu değerlendirmeden harekât plânlarının
ana düşüncesi de oluşturulur: Stratejik savunma yürüterek ardından taarruza
geçmek ve Makedonya’ya partizan savaşı ihraç etmek. Bulgar ordusunun
ana kuvvetlerinin Doğu Trakya’da yığınak yapması öngörülmektedir. Olumlu
gelişmeler karşısında ana harekâtın Makedonya’ya aktarılabileceği tahmin
edilmektedir.7
Benimsenen savaş yöntemi, savunma sisteminin kurulmasının
başlangıç noktasını oluşturur. 1903 yılındaki plânda her harekât yönünde 2-
3 mevzinin yapımı öngörülmektedir. Skobelevo - Tırnovo-Seymen - Stara
Zagora - Yambol bölgesinin tahkimine özellikle dikkat edilmektedir. Tırnovo-
Seymen, 162 adet arazi ve kale topuyla, 30.000 kişilik garnizon için geçici
tahkimatlar, Edirne’ye karşı tahkimat kampı olarak kurulur. Yambol da
tahkimat kampı olarak donatılır. Stara Zagora yakınlarında, Orta Balkanı
koruma noktası olarak bir mevzi kurulur. Makedonya muharebe sahasında
birinci hatta Konevo - Dupnitsa sınırı, derinlikte ise Sofya yakınlarındaki
bölge donatılır. 1904 yılındaki plân, tahkimat mevzileri olarak yapılmaları
öngörülen tahkim noktalarının önemini arttırmaktadır. Trakya sahasına,
sonuncusu Pleven - Veliko Tırnovo hattına kadar ulaşan 4 mevziin yapımı
öngörülmektedir.8
Sonraki yıllar savaşın plânlanmasında yeni bir aşamaya geçilir.
Genelkurmay, harekât plânlarının hazırlanmasında savaşın politik ve
stratejik amaçlarına uygunluk açısından bazı genel istekleri göz önünde
bulundurur. Bunlar bölgedeki durumun her yönlü değerlendirilmesi, kuvvet
ve araçların olası orantısı, savaş ve manevralardan edinilen deneyim vs.
olarak sıralanabilir. 1908 yılında, Osmanlı Devleti’ne karşı Bulgar ordusunun
artık kabul edilen tümen yapısı bazında hazırlanan, tamamlanmış hâliyle
yeni bir plân ortaya çıkarılır.9
Plân, metin olarak muharebe sahasının özellikleri, içerdiği bölge ve
yönler, düşman ordusunun durumu ve farklı yönlerden olabilecek harekâtının
değerlendirilmesi, Bulgar ordusunun içeriği, kuvvet ve araçların dağılımı, ayrı
ayrı birliklerin görevleri, seferberliğin ve ordunun yığınak yapması, cephe
gerisinin yapısına ilişkin plânlar şeklinde ayrı paragraflar hâlinde
hazırlanmıştır. Harekât plânları, 1903 ve 1904 yılında hazırlanan harekât
plânlarının sadece yinelenmesi değil içerik olarak genişletilmiş hâlidir.

7
Bılgarskata armiya 1877-1919 (Bulgar Ordusu, 1877-1919), Sofya, 1988, s.178.
8
Voynata mejdu Bılgariya i Turtsiya 1912-1913 g., T. 1. Podgotovka na voynata. (Bulgaristan ile
Türkiye Arasındaki 1912-1913 Yılları Savaşı, c.1, Savaşın Hazırlığı), Sofya, 1937, s.357-358.
9
Bk. İ. Fiçev; Visşeto komandvane prez Balkanskata voyna 1912. Ot naçaloto na voynata do
Çatalca vklyuçitelno. (1912 Yılı Balkan Savaşında Üst Düzey Komuta, Savaşın Başlangıcından
Çatalca’ya Kadar), Sofya, 1927, s.28-45.

29
Muharebe sahası artık üç harekât sahasına ayrıştırılmaktadır: Güney
(Edirne), Rodoplar, batı. Bunlardan en önemlisi olarak güney sahası kabul
edilmektedir ve orası savaşın kaderinin tayin edileceği yer olarak
algılanmaktadır. Buradaki stratejik nokta Edirne Kalesi’dir, ama bunun yanı
sıra çok önemli bir hedef de Sakar dağıdır. Batı muharebe sahasının önemi
de büyüktür. Burada ülkenin başkenti bulunmaktadır, ayrıca “bu sahadaki
çok sayıda Bulgar’ın kurtarılması ise savaşın başlıca amacıdır.” Rodoplar
sahası ikinci derecede öneme sahiptir.
Plân, savaşın başlıca politik nedenlerini göz önünde bulundurur.
Bunlar yabancı egemenliği altında bulunan bütün Bulgarları kurtarmak ve
birleştirmek, Bulgar Devleti’nin normal gelişmesi ve var olması için son
derece gerekli olan Ege denizinin kuzey kıyısını elde etmek olarak
özetlenebilir. Bu noktadan hareketle, savaşın stratejik amacı düşmanın
silâhlı kuvvetlerini bozguna uğratmaktır. Bu amaca sadece kararlı bir şekilde
rakip topraklarında taarruza geçerek ulaşılacağı düşünülür ve bundan dolayı
plân bu tür askerî harekâtların uygulanmasını öngörmektedir. Böylelikle
politik ve stratejik amaçların tamamen örtüştüğüne tanık oluruz. Buna paralel
olarak, Osmanlı Devleti’nin topraklarında birçok devletin çıkarlarının
kesiştiği vurgulanır ve dolayısıyla savaş sırasında politik durum o denli
ağırlaşabilir ki, büyük devletler son amaçlara ulaşılamadan savaşın
durdurulmasını kabul ettirebilirler. Bu, kuvvet ve araçlarda(intikalde)üstünlük
sağlamayı ve askerî harekâtın hızla gelişmesini gerektirmektedir.10
Plân, düşman ordusunun oldukça doğru değerlendirilmesi temelinde
hazırlanmıştır. Duruma bağlı olarak Osmanlı kuvvetlerin -1 ile +1 değer
arasında değişmeleri beklenmektedir. Ancak bütün durumlarda, aşağıdaki
tablodan da görüldüğü gibi, üstünlük karşı tarafın lehinedir:11
Osmanlı Ordusu Bulgar
Kuvvet ve Araçlar Orantı
Maksimum Minimum Ordusu

Taburlarda Görevli Sayısı 453.000 276.800 220.400 2,1:1/1,2:1


Süvari Bölüklerinde Görevli 8460 5460 4320 1,9:1/1,3:1
Toplar 900 684 822 1,1:1/0,83:1

Osmanlı Devleti daha çok kuvvet ve araçlara sahiptir, ama en uygun


koşullarda dahi başlıca muharebe sahalarına 23-30 günde yığınak
yapabilecektir. Karşı tarafın sayısal üstünlüğü belirleyici bir etken değildir,
çünkü bir dizi nedenden dolayı Bulgar ordusuna sür’atle ve bütünsellik içinde
karşı koyamayacağı düşünülmektedir. Hatta Osmanlı Devleti’nin Avrupa
topraklarına yerleştirilen önemli sayıdaki askerleri, hızlı ve kararlı taarruza

10
Balkanskata voyna 1912-1913 (1912-1913 Balkan Savaşı), Sofya, 1961, s.144-145.
11
Voynata mejdu Bılgariya i Turtsiya 1912-1913 g., T. 1. Podgotovka na voynata. (Bulgaristan
ile Türkiye Arasında 1912-1913 Yılları Savaşı, c.1, Savaşın Hazırlığı), Sofya, 1937, s.377, 382-383.

30
geçmek için hazır değillerdir. Bu durum ve Osmanlı askerî ve sivil
yönetiminin diğer bazı eksiklikleri, Bulgar ordusunun savaş yönteminin bütün
güçlerini hızlı ve eş zamanlı seferber ederek, tüm muharebe sahalarında
enerjik taarruza geçmesinin uygun olduğunu gösterir.12 Bu harekât düşmanın
daha stratejik yayılma aşamasında iken yapılması gerekmektedir. Bu anlayış
4 yıl sonra hayata geçirilir. Daha iyi organizasyonu sayesinde, Bulgar ordusu
Balkan Savaşı’nın başlangıcında düşmana karşı üstünlük sağlamayı başarır.
Bu da Doğu Trakya’daki zaferleri için belirleyici bir etkendir.13
1908 yılında kuvvet ve araçların orantısını göz önüne bulundurarak
Bulgar Genelkurmayı düşmanın da taarruz harekâtlarında bulunacağını
öngörür ve orduların görevleri aşağıdaki şekilde paylaştırılır: Edirne Ordusu
-karşısındaki Bulgar askerini bozguna uğratmak ve Güney Bulgaristan’ı ele
geçirmek; Rodop Ordusu- Meriç nehri vadisini ele geçirmek ve Bulgar
ordusunun güney ve batı grupları arasındaki iletişimi kesmek.
Rakibe karşı koyabilmesi, savaşın politik ve stratejik amaçlarına
ulaşması için Bulgar ordusunun da üç grup oluşturması öngörülmektedir.
Güney sahasına, genel amaçları Edirne’deki düşman grubunu yok etmek,
Edirne’yi ele geçirmek veya kenarından geçerek İstanbul’a doğru ilerlemek
olan 2 nci ve 3 ncü ordular ve Haskovo takımı yığınak yapar. Bu orduların
ele geçirmeleri gereken birinci hedefi Sakar dağıdır.
Batı grubu (1nci Ordu) Sofya’yı savunmaktadır. Ayrıca uygun konumu
ve konuşundan yararlanarak Makedonya yönüne ilerlemesi, rakip birliklerini
birer birer bozguna uğratması, elinde bulundurduğu toprakları fethetmesi ve
Makedonya’daki Bulgarların ayaklanmalarına neden olması ve onu teşvik
etmesi gerekmektedir. Sözü edilen ordunun ilk hedefi Gorna Cumaya
vadisini ele geçirmek ve Kresna vadisinin kuzey çıkışını kapatmaktır.
Rodoplar takımının görevi ise önce Meriç nehri vadisini rakibin
ilerlemesine karşı savunmak, daha sonra ana kuvvetleriyle Razlog’a doğru
ilerlemek, onu ele geçirerek batı grubuyla bağlantıyı sağlamaktır. Takımın ilk
hedefi Tımrış’ı ele geçirmektir.
Bulgar ordusunun stratejik tertiplenmesine özel bir önem verilmiştir.
Seferberlik ve yığınaklanma önceleri sınır bölükleri tarafından yapılırdı.
Giderek kuvvetler birinci takviye birliği askerleriyle çoğaltılır. Sınırları
korumak için tümenler, 120-180 kilometre mesafeli ayrı kuşaklara
yerleştirildi. Birliklerin somut görevleri vardır ve yerleşmeleri gereken
bölgelere intikalleri için hesaplar hazırlarlar. Uzaklık ve nakliye için ayrılan
araçlara bağlı olarak orduların ve takımların aşağıdaki süreler içinde
yerleşmeleri gerekmektedir: 1 nci Ordu 10-15 gün, Rodop ve Haskovo
takımları 12 gün, 2 nci Ordu 18-23 gün, 3 ncü Ordu 16-19 günde. Esasında

12
Bılgarskata armiya 1877-1919 (Bulgar Ordusu, 1877-1919), Sofya, 1988, s.179.
13
İstoriya na voennoto izkustvo (Savaş Sanatı Tarihi), Sofya, 1987, s.119.

31
sınırı kollamak için görevlendirilen bağımsız süvariden, belirlenen bölgede
en geç 1 nci harekât gününde yerini alması istenir.14
Taarruz yönteminin benimsenmesine rağmen, plân, önceki yıllardaki
ayrı sahaların donanımını hiçbir şekilde değiştirmemektedir. Tam tersi, bu
plâna Tırnovo-Seymen, Yambol, Haskovo, Konevo - Dupnitsa yakınlarında
ve Sofya tahkim kampının kısmen onarılan durumuna güvenilmektedir.15
Sonraki yıllarda plânın incelenmesi ve benimsenmesi sürecinde onun
geliştirilmesi gerektiği sonucuna varılır. Bu, ordu kurmaylığı, askerî
müfettişlik ve tümen kurmayları tarafından karşıt ordunun araştırılması,
muharebe sahasının incelenerek değerlendirilmesi ve kıtalarda yapılan
büyük eğitim ve manevra etkinliklerinin bir sonucudur. 1911 yılında Osmanlı
Devleti ile savaşın yeni harekât plânının hazırlanmasına başlanır. Osmanlı
ordusunun kuvvet ve yerleşimi hakkındaki düşünceler ve Bulgar ordusunun
yığınak yapmasıyla ilgili öneriler geliştirilmiştir.16 Bundan dolayı özünde bu
plân 1908 yılındaki plânın somutlaştırılması ve geliştirilmesidir.
Osmanlı ordusunun kuvvet ve imkânları, önceki plândaki maksimum
ve minimum değerlerin ortalamasıdır. Bulgaristan’ın olanaklarının geçen
yıllar içinde biraz daha artmış olması rakibin lehine devam eden orantıda
belirleyici bir değişikliğe neden olmamıştır. Onun, Edirne Ordusu ve
Makedonya Ordusu olmak üzere iki grup oluşturması beklenmektedir.
Bunların olası harekâtları üzerinde yeni düşünceler yoktur. Aynısı Bulgar
ordusu için de geçerlidir ve bu husus 1908 yılındaki plânda benimsenen
harekât düşüncesinin korunduğu sonucunu göstermektedir.
Bulgar ordusunun sınıra doğru yığınak yapmasında “A” ve “A-bis”
olmak üzere iki plân hazırlanmıştır. Birincisi, birliklerin nakli için ülke
topraklarındaki bütün demiryollarının kullanılmasını öngörmektedir. “A-bis”
plânı, Kostenets - Belovo arasında Türk sınırına çok yakından (15-20 km)
geçtiğinden dolayı Sofya - Pazarcık - Tırnovo-Seymen demir yolunu dışarıda
tutmaktadır. Bulgar ordusunun konuşlandırılmasıyla ilgili verilen önerilerden,
sınır bölgesinin, 1904 yılı plânında olduğu gibi güney ve batı olarak yine iki
muharebe sahasına ayrıldığı görülmektedir. Ayrıca birincisine, önceleri ayrı
bir saha olarak belirlenen Rodop sahası da katılmıştır.
Bulgar ordusunun niteliği ve yayılması açısından, 1911 yılı plânı
aşağıdaki hususlara indirgenebilir:
Karadeniz kıyısının ve ülkenin iç kısmının korunması, topçuyla
güçlendirilen gönüllülere teslim edilmektedir.

14
İ. Fiçev; Visşeto komandvane prez Balkanskata voyna 1912. Ot naçaloto na voynata do
Çatalca vklyuçitelno. (1912 Balkan Savaşı’nda Üst Düzey Komuta, Savaşın Başlangıcından
Çatalca’ya Kadar), Sofya, 1927, s.44-45.
15
Voynata mejdu Bılgariya i Turtsiya 1912-1913 g. T. 1. Podgotovka na voynata. (Bulgaristan ile
Türkiye Arasında 1912-1913 Yılları Savaşı, c.1, Savaşın Hazırlığı), Sofya, 1937, s.359.
16
Bk. a.g.e.; s.390-411.

32
Rodop takımı Batı (1 nci Ordu) Ordusuna bağlanmaktadır.
2 nci ve 3 ncü orduların olanakları neredeyse eşitlenmektedir.
3 ncü Orduya yayılma bölgesi olarak Tunca nehrinin batı değil doğu
kıyısında, geri çekilmesi için Yambol’un güneydoğusunda bir bölge
verilmektedir. Bu, Tunca yönünde, nehrin doğusu dâhil olmak üzere büyük
askerî birliklerin hareket edebileceği şeklindeki görüşün sonucudur.
Bağımsız süvari tümeninin bölgesi de Tunca nehri doğusuna, 3 ncü
Ordunun ana kuvvetleri önüne kaydırılır.
Birliklerin yığınak yapmasıyla ilgili bütün sorumluluk; tümen
komutanlarına yüklenmektedir. Böylece, komutanlara, tabiki genel plân
çerçevesi içinde, inisiyatif ve yaratıcılık olanağı verilerek ademî merkeziyet
ilkesi uygulanır.
1911 yılı plânında yine tahkim noktaları kurulması fikri
benimsenmektedir. Tahkim noktaları olarak batı (Makedonya) muharebe
sahasında Dupnitsa ve Sofya; doğu (Trakya) sahasında Tırnovo-Seymen ve
Yambol, deniz sahasında Burgaz ile Varna ve cephe gerisinde - Şumen ve
Vidin belirlenir.17
29 Nisanda (12 Mayıs) Bulgaristan ile Sırbistan arasında askerî
anlaşma imzalanmıştır. Bu anlaşma, iki Genelkurmayın Osmanlı Devleti’ne
karşı savaşın ortak genel harekât plânının temelini oluşturması
gerekmektedir. Görüş farklılıklarının giderilmesi için gösterilen çabalar birkaç
ay devam eder. Başlıca tartışma konusu ayrı muharebe sahalarının önemleri
üzerinedir. Bulgar Genelkurmayı, Trakya sahasının belirleyici olacağını
düşünmektedir ve dolayısıyla ana birliklerin burada hareket etmesi
gerekmektedir. Bu görüşü öne sürmek için en az üç neden vardır: Rakip
taraf ana stratejik hedef olarak Bulgar ordusunu seçecektir; bu saha büyük
birliklerin taarruzuna koşullar yaratmaktadır. Yunan askerî filosunun savaşa
katılması durumunda Ege denizi düşmana kapatılacak ve o bütün askerlerini
Asya’dan Trakya’ya Bulgar ordusuna karşı yönlendirecektir.18 Bundan
dolayıdır ki, Bulgar tarafı 3 tümenden oluşan bir Sırp ordusunun gerekli
topçu birliğiyle Trakya’da Edirne’nin ablukaya alınması amacıyla hareket
etmesi için diretmektedir. Bunun karşılığında da üç tümenden oluşan bir
Bulgar ordusu Köstendil - Dupnitsa bölgesinde Bregalnitsa nehri vadisi
boyunca düşmanın Makedon ordusunun sağ kanadı karşısında hareket
edecektir.
Sırbistan Genelkurmayı, başta politik kaygılardan dolayı savaşın
Makedonya muharebe sahasında çözümleneceği görüşünde ısrar eder ve
askerlerini başka yönlere göndermeyi kabul etmez. Üstelik, Sırp askerlerinin
bir Bulgar ordusuyla güçlendirilmesi için ısrar eder. Genelde bu
17
a.g.e. ; s.359.
18
İ. Fiçev, Balkanskata voyna 1912-1913. Prejivelitsi, belejki i dokumenti, (1912-1913 Balkan
Savaşı. Anılar, Notlar ve Belgeler), Sofya, 1940, s.83.

33
farklılıklardan dolayı ortak bir harekât plânının hazırlanmasına gidilemez.
Ancak savaşın arifesinde durumun hızla değişmesi sonucunda bir uzlaşma
antlaşmasının imzalanmasına gidilir. Bu antlaşma, Sırp ordusunun başlıca
kuvvetlerini düşman güçlerine karşı Ovçe pole bölgesine, Bulgar ordusunun
ise Trakya’ya yönlendirilmesini öngörmektedir. Aralarındaki boşluğa
(Gyueşevo - Rakovo - Dupnitsa - Köstendil bölgesinde) her müttefikin birer
piyade tümeni vermesiyle oluşturulan bir ordu yığınak yapacaktır.19
Böylelikle Bulgar ordusunun, birkaç çok önemli değişiklik yapılması
gereken 1911 yılı plânı doğrultusunda hareket etmesi beklenmektedir. 1 nci
Ordu (müttefik ordusunda kalan 7 nci Piyade Tümeni hariç) önceki
yükümlülüklerinden serbest bırakılmıştır ve ana darbe grubunu
güçlendirmektedir. O, Sofya - Tırnovo-Seymen demir yolu boyunca
yerleştirilerek Tunca nehri doğusunda 3 ncü Ordu önünde yer almaktadır. Bu
husus Bağımsız Süvari Tümeninin yayılma bölgesinin daha doğuya
kaydırılmasını gerektirmektedir. Böylece Bulgar ordusu aşağıdaki gruplardan
oluşmaktadır: Trakya’da üç ordu (1 nci, 2 nci ve 3 ncü ) ve Bağımsız Süvari
Tümeni, Rodop takımı, müttefik 2 nci Ordu içeriğinde ve Sırp komutası
altında olan 7 nci Piyade Tümeni.
Oluşturulan grup savaşı yürütme düşüncesine uygundur. Buna göre
ana darbenin 1 nci ve 3 ncü ordularla Edirne ve Kırklareli arasından İstanbul
yönüne indirilmesi öngörülmektedir. 3 ncü Ordunun derinlemesine
yayılmasıyla ana yönde aniden hareket etmek hedeflenmektedir. 2 nci
Orduyla Edirne Kalesi izole edilirken kuvvetlerin küçük bir kısmıyla
Rodoplar’dan Ege denizi kıyısına doğru20 destekleyici bir darbe
indirilmektedir. Bu gruplaşma ve düşünceyle Bulgar ordusu Birinci Balkan
Savaşı’na başlar.
Geçtiğimiz yüzyılın başlarından Birinci Balkan Savaşı’na kadar Bulgar
ordu komutası Osmanlı Devleti’ne karşı savaşın birkaç harekât plânı
üzerinde çalışır. Bunların hepsi genelde hazırlanmış oldukları zamana uygun
olup az veya çok yaklaşan savaşın stratejik amaçları doğrultusundadırlar.
Birinci seçenekler dışında, Bulgar komutasının plânları karşıt tarafın
olanaklarının doğru değerlendirilmesi üzerine dayandırılmıştır. Osmanlı
Devleti toprak büyüklüğü ve nüfus sayısı açısından önemli ölçüde üstün olup
daha büyük maddî vs. kaynaklara sahiptir. Ancak silâhlı kuvvetleri hızlı
stratejik yayılma gerçekleştirebilecek durumda değildir. Bulgar komutasının
bu konudaki değerlendirilmeleri, Osmanlı Genelkurmayının iyimser
hesaplarına karşılık çok daha gerçekçidir. Bu durumda Bulgar komutası çok
doğru ve yerinde olarak rakibin önüne geçmeyi öngörmektedir. Bunun
nedeni Bulgar ordusunun daha iyi hazırlığından ve personelinin daha yüksek
savaş becerisine sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Bundan dolayı
savaşın başarıyı sağlayacak kuvvet ve araç orantısının uygun olduğu bir
sırada başlaması öngörülmektedir.
19
Balkanskata voyna 1912-1913 (1912-1913 Balkan Savaşı), Sofya, 1961, s.210-211.
20
D. Hristov; Strategiçeski problemi na voynite (Savaşların Stratejik Sorunları), Sofya, 1991,
s.213.

34
Muharebe sahalarının öneminin doğru olarak belirlemesine rağmen,
Bulgar komutası, müttefik kuvvet ve araçların doğru paylaşımı sorununu
çözümleyemedi. Sırp müttefikleriyle yaptıkları görüşmelerde Bulgar
Genelkurmayı temsilcileri, Bulgaristan’ın gerçek politik amaçlarını göz
önünde tutarak, başarılı davranışlarda bulunamıyorlar ve görüşlerinde
diretemiyorlardı. Ellerinde yeterince askerî argüman olmasına karşın,
muharebe sahaları konusundaki tartışmayı sadece teorik olarak
kazanıyorlardı. Bulgar ordusu esas muharebe sahasında Osmanlı
ordusunun ana kuvvetleri karşısında tek başına ilerlemek ve ikincil yönlere
kuvvet ayırmak zorunda bırakılmıştır. Aynı zamanda diğer 3 devletin
(Sırbistan, Yunanistan ve Karadağ) orduları düşmanın kuvvetçe zayıf
kısmına hücum etmektedirler ve bu onlara neredeyse iki kat daha üstünlük
sağlamalarına olanak tanır. Böylelikle Bulgar ordusu çok daha ağır
harekâtlar gerçekleştirmenin yanı sıra, birinci ateşkesten sonra savaşı tek
başına ve üstelik Bulgaristan’ın arzu ettiği topraklardan çok uzak bölgelerde
savaşmıştır. Oralarda artık müttefik orduları bulunmadığı halde bu husus
müttefiklere sözü edilen toprakların paylaşımında Bulgaristan’a karşı büyük
üstünlük sağlamıştır.Müttefiklerle Osmanlı Devleti’ne karşı yapılan savaşın
koşulları konulu görüşmelerde uzak görüşlülük gösteremeyen devlet
yönetimine de belirli bir sorumluluk payı yüklenebilir. Oysa müttefik
askerlerini farklı muharebe sahalarına paylaştırmak, yeterince Bulgar
askerinin taarruz için Makedonya’ya ayrılmasını sağlayacaktı.
Bulgar komutasının, Doğu Trakya’da ilerleyip Edirne Kalesi yönünden
korunma ve ana kuvvetlerle düşmanın arazi ordusunu bozguna uğratma
düşüncesi amaca uygun olarak nitelenebilir. Gerçekte de bu düşünce
başarılı olmuştur. Çünkü rakip beklenilen şekilde hareket etmiştir. Ancak ilk
başta, ihtiyatların gelmesine kadar savunmayı başkent yakınında kabul
etseydi, Bulgar ordusu ciddî zorluklarla karşılaşabilirdi. O zaman Osmanlı
ordusu önemli bir üstünlük sağlayacaktı. Bulgar ordusunun cephe gerisinde
sevkıyat ve tahliye yollarının eksikliği, Doğu Trakya’daki harekâtların nihaî
sonucu üzerinde belirleyici etki yapabilirdi. Osmanlı ordusu komutasının
toprak kaybedilmemesi arzusundan kaynaklanan kararı, hemen Kırklareli -
Haskovo bölgesinden taarruza geçme isteği Bulgar ordusunu daha uygun
duruma getirmiştir.21
Birinci Balkan Savaşı’ndan sonra Başkomutanlığın Edirne’yi abluka
altına alma kararıyla ilgili yapılan değerlendirmeler farklıdır. Yapılanın doğru
olmadığı22 yönünde görüşler vardır. Bu savlar nesnel hesaplara değil de bir
taraftan kişisel ilişkilere, diğer taraftan bu kale savaşın hemen başında ele
geçirilseydi ordumuz için ne kadar iyi olurdu şeklindeki duygusal yargılara
dayandırılır. İtiraf edilmeli ki, o zamanki kuvvet ve araçlarla böyle bir olanak
yoktur. Edirne’nin ele geçirilmesi için daha çok askerin ayrılması, darbe
grubunu zayıflatarak savaş harekâtının tıkanmasına yol açabilirdi. Böylelikle

21
Balkanskata voyna 1912-1913 (1912-1913 Balkan Savaşı), Sofya, 1961, s.149.
22
N. Jekov; Bılgarskoto voinstvo (Bulgar Ordusu), Sofya, 1928, s.210-211.

35
Osmanlı ordusu ihtiyatlarını yerleştirme zamanı bularak kuvvet ve araç
orantısını kendi lehine çevirebilirdi. Edirne’nin bloke edilmesi kararının
amaca uygun olduğu değerlendirilmesi ağırlık kazanmaktadır. Bu amaca
ulaşmak için gereğinden daha fazla asker ayrılmış olması ise ayrı bir
konudur.
Savaşla ilgili bütün plânlarda, askerî harekâtların olası bölgelerinin
donanımı için etkinlikler gerçekleştirilmektedir. Özellikle yüzyılın ilk yıllarında
bu konuda çok hızlı çalışılır. Görüş birliği eksikliğinden ve parasal
sorunlardan dolayı askerî harekâtın mühendislik hazırlığı tamamlanmamıştır.
Bazen tahkim noktalarına, bazen tahkim mevziilerine ağırlık verilmektedir,
ama ne birileri ne diğerleri sonuna kadar kurulmuşlardır.23
Bulgar komutanlığının harekât plânları Balkanlar’daki karşıtlarının
derinlemesine değerlendirilmesi yapılmadan hazırlanmışlardır. 1912 yılına
kadar bunlar sadece Bulgaristan ile Osmanlı Devleti arasında savaşı
öngörmektedirler. Ancak böyle bir askerî anlaşmazlık olanaksızdır, çünkü
kaçınılmaz olarak buna başka ilgili devletler de katılacaktır.
On yıl boyunca Bulgar ordu komutası Osmanlı Devleti’ne karşı olası
savaş harekâtının dört adet plânını hazırlar. Bu plânlar sürekli evrim
geçirerek daha üstün seçenekleriyle geliştirilir. Sonunda Osmanlı Devleti’ne
karşı kurulan ittifakın bir sonucu olarak, değişen durumların zorunlu kılmış
olduğu plân kabul edilir ve uygulanır. Bazı eksiklik ve tutarsızlıklarına
rağmen, bu plân ordunun olanaklarıyla uyumlaştırılarak başarılı bir askerî
harekâtın gerçekleştirilmesini sağlamıştır.

23
Voynata mejdu Bılgariya i Turtsiya 1912-1913 g. T. 1. Podgotovka na voynata. (Bulgaristan ile
Türkiye Arasında 1912-1913 Yılları Savaşı, c.1, Savaşın Hazırlığı), Sofya, 1937, s.359-360.

36
BALKAN SAVAŞI VE TÜRK-BULGAR HAREKÂTINA DAİR STRATEJİK,
TAKTİK VE LOJİSTİK DEĞERLENDİRME
E. Tümg. Muzaffer ERENDİL
I. Siyasal Gelişim
Balkanlar’ın siyasal veçhesi 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan
sonra değişmeye uğramıştır. Türklerin “93 Savaşı” adını verdiği bu savaşta,
Osmanlı Devleti yenik düşmüş ve önce Ayastefanos, (Yeşilköy) Anlaşması’nı
(3 Mart 1878), daha sonra da Berlin Anlaşması’nı (13 Temmuz 1878)
imzalamıştı.
Osmanlı Devleti’nin imzaladığı Ayastefanos Anlaşması’na göre,
Üsküp, Ohri, Manastır, Görice, Kavala ve Serez dolaylarını içine alan özerk
bir Bulgaristan kurulmuştu. Bu özerk bölge bir Bulgar prensinin yönetimine
verilmişti ve Osmanlı Devleti’ne bağlıydı.
Berlin Anlaşması’nda bu büyük Bulgaristan toprakları değişikliğe
uğradı ve kuzeyde Tuna ırmağı ile güneyde Balkanlar arasında küçük bir
Bulgar prensliği kurulması kararlaştırıldı. Bu prenslik yerli halkın seçeceği ve
Babıâli (Osmanlı Hükûmeti)’nin onayından geçecek olan bir Hristiyan prens
tarafından yönetilecek ve merkezi de Sofya olacaktı. Yine son anlaşma ile
Bulgaristan Prensliği’nin güneyinde Doğu Rumeli vilâyeti adıyla bir vilâyet
kurulacak, bu vilâyet de Babıâli’nin seçeceği bir Hristiyan vali tarafından
yönetilecekti. Bu vilâyetin merkezi de Filibe idi.
Berlin Anlaşması, Tuna ırmağı güneyinde Bosna-Hersek (merkezi
Banyaluka) ve Sırbistan (merkezi Belgrad), ve doğuda (Tuna ırmağı
kuzeyinde) eski Osmanlı Eflâk Boğdan topraklarından oluşan Romanya’yı
siyaset sahnesine çıkardı. Güneyde de Teselya ve Mora’da Yunanistan
doğdu. Bosna-Hersek güneyinde de Hersek’e komşu Karadağ Prensliği
vardı. Bunlar Balkan devletlerini oluşturuyordu. Yeni duruma göre,
Bulgaristan Makedonya ile Balkan dağları güneyindeki topraklardan yoksun
kalmıştı.
29 Nisan 1879’da toplanan ilk Bulgar Meclisi Rus çarının genç yeğeni
Aleksandr Battenberg’i Bulgar prensi seçti. Bu prens kısa zamanda Meclisi
dağıttı ve ülkeyi Rusya’dan güvendiği generallerle yönetmeye başladı. Bu
durum üzerine ilgili devletler Bulgaristan’ı Rus nüfuzuna bırakmak
istemediler, ülkede büyük devletlerin nüfuz mücadeleleri başladı. Bundan
sonra Bulgar prensi anayasayı yürürlüğe koydu, hükûmeti seçimle
Karavelov’a devretti. 18 Eylül 1885 hükûmet darbesinden sonra, Doğu
Rumeli vilâyeti Bulgaristan’la birleştirildi ve Aleksandr prens seçildi. 28
Haziran 1887’de Ferdinand von Coburg-Koharej Bulgar prensi seçildi. Bu
sırada hükûmetin başına Stefan Stanbulov geçerek dış ilişkileri düzene
soktu.

37
Osmanlı Devleti’nin Berlin Anlaşması’ndan Sonraki Durumu
Osmanlı Devleti 13 Temmuz 1878 Berlin Anlaşması’yla, Balkanlar’da
birçok toprak kaybına uğramıştı. Bu anlaşmaya göre, kendisine tâbi olan
Romanya, Sırbistan ve Karadağ prensliklerine tam istiklâl tanımıştı. Karadağ
gerçekte bir Sırp Prensliği idi. Tuna ile Balkan dağları arasında (Dobruca
hariç) Türkiye’ye tâbi özerk bir Bulgar Devleti kurulmuştu. Balkan dağları
güneyinde de Doğu Rumeli eyaleti kurulmuştu. Merkezi Filibe olan bu
eyalette Bulgarlara geniş haklar tanınmıştı. Mestanlı Kırcaali, bütün Bulgar
Makedonya’sı henüz doğrudan Türk yönetimindeydi. Varna Bulgaristan’ın,
Burgaz ise Rumeli vilâyetinin limanı olmuştu. Balkan devletleri arasında
dengeyi sağlayabilmek için Yunanistan’a Tesalya sancağı bırakılmıştı.
Sırbistan’a Niş sancağı, Romanya’ya da Dobruca bırakılmıştı.
İmparatorluğun idaresinden çıkan topraklardan sonra, devletin tüm
nüfusu kırk milyon kadardı. Devletin başı padişah Sultan II. Abdülhamit idi.
Sultan II. Abdülhamit’in İslâm dünyasındaki saygınlığı yüksekti.
Sultan Abdülhamit döneminde Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’daki
vilâyetleri Selânik, Manastır, Kosova (merkez Üsküp), Edirne, İstanbul,
Yanya, İşkodra, Sofya (Bulgaristan) ve Filibe (Doğu Rumeli) idi.
Makedonya’nın bütünü Türkiye’nin elindeydi. Manastır’da Bulgar, Selânik’te
Yunanlar güçlü idiler.
Bu dönemde Bulgarlar Makedonya’yı ele geçirmek istiyorlardı. Onlar
Türklerden çok Yunan, Sırp, ve Romenleri bertaraf ederek ülkede tek
egemen olmak isteğinde idiler.
21 Eylül 1902’de Bulgar-Makedonya isyanı başladı ve bir ayda Türk
ordusu tarafından bastırıldı. Bu sırada Rusya, Balkanlar’ı Makedonya’daki
Türk idaresini yıkmak için kışkırtıyordu.
Osmanlı Devleti 1908 yılında Meşrutiyet’i ilân etti Meşrutiyet’in
ilânında bütün iç ve dış ihtiraslar, bu köklü imparatorluk üzerinde
birleşiyordu.
5 Ekim 1908’de Bulgaristan Prensliği, Osmanlı İmparatorluğu’ndan
ayrıldığını, tamamen bağımsız olduğunu, Prens Ferdinand’ın bundan böyle
“kral” unvanını taşıyacağını Babıâli’ye (hükûmet) ve bütün devletlere bildirdi.
Bu tarihte Bulgaristan 96.345 km2 lik 4.338.000 nüfuslu bir Balkan devletiydi.
Balkan Devletlerinin Aralarında Anlaşmaları ve Eylem Birliği
Balkan olaylarının çoğunda olduğu gibi, Balkan devletlerinin Osmanlı
Devleti’ne karşı anlaşıp birleşmesinde de Rus parmağı vardı. Çarlık Rusyası,
Balkanlar’ın, özellikle Ortodoks devletleriyle çok yakından ilgileniyordu. Bu
devlet, kendi himayesi altında bir Balkan birliği kurmak ve onun üzerinde söz
sahibi olmak emelindeydi. Bu nedenle Balkan devletlerini aralarında
anlaştırmaya yöneltti. Bosna-Hersek’in Avusturya-Macaristan Devleti’ne
bağlanması hem Sırpları hem de Rusya’yı telâşlandırmıştı. Bu sırada

38
Osmanlı Devleti Afrika’da (Trablus) meşgul idi. Balkan devletleri arasında da
Makedonya uyuşmazlığı vardı. Rusya, önce Makedonya davasını ele aldı.
Bu konuda Bulgaristan, Sırbistan ve Yunanistan arasında bir anlaşma
sağladı. Her devlet kendisine yakın olan bölümü alacaktı.
13 Mart 1912’de gizli Bulgaristan-Sırbistan ittifakı, 29 Mayıs 1912’de
de Bulgaristan-Yunanistan ittifakı gerçekleşti. Bundan sonra Karadağ’ında
katılmasıyla dört Balkan devleti, Osmanlı Devleti’ne karşı uygulayacakları
savaş ve toprak bölüşmesini plânladılar.
Osmanlı Devleti’nin Savaş Öncesi Dönemde Gelişmeleri
Değerlendirmesi
Balkan devletlerinin aralarında anlaştıkları bu dönemde Osmanlı
devlet yöneticileri durumu iyi değerlendirmemişlerdir. Ancak, Türk basını,
batı basınından aldığı haberlerle, devleti ikaz için bazı girişimlerde
bulunuyordu.
Osmanlı siyaset adamları, özellikle Dışişleri mensupları Balkanlar’da
bir savaşın çıkacağına ihtimal vermiyor, bu hususta Rusya’nın verdiği sahte
teminata kanıyorlardı. Bu tarihlerde, Dışişlerinde Sofya elçiliği görevinden
gelmiş olan Asım Bey ile ondan görevi devralan Ermeni kökenli
Noradunkyan Efendinin kanaatleri de bir savaş çıkmayacağı
doğrultusundaydı. Doğal olarak iktidarda bulunan İttihat Terakki Hükûmeti
onların etkisi altında kalıyordu.
Balkan devletlerinin aralarında bir savaş için yaptıkları hazırlıklardan
habersiz görünen Osmanlı (Babıâli) Hükûmeti, Balkanlar’a göz dağı vermek
amacıyla Rumeli’de düzenlenen bir askerî manevradan sonra, ordunun
yetişmiş, deneyimli personelini terhis etmek gafletinde bulundu. Bu arada
yenileşme sevdasıyla, bir kısım değerli ve deneyimli subaylar da kadro dışı
bırakıldı. Bu da küskünlüklere neden oldu. Harbiye Nazırı Nazım Paşanın
emriyle Rumeli’de terhis edilen asker sayısının 120 tabur veya 75.000 kişi
olduğu bilinmektedir ki, bu miktar on tümenden fazladır.
Osmanlı Devleti, bu sırada bir askerî hata daha yaptı. Sırbistan’ın
Avrupa’dan satın aldığı top silâhlarının Sırbistan’a nakline Avusturya-
Macaristan Devleti izin vermediği hâlde, Osmanlı Devleti bu silâhların
Selânik üzerinden Sırbistan’a götürülmesine izin vermek suretiyle, Sırbistan
ordusu topçusunun güçlenmesine yardım etmiş oldu ve bu silâhların bir
muhasamat hâlinde, Türk ordusuna karşı kullanılabileceği değerlendirmesini
de yapamadı.
II.Osmanlı Devleti’nin Askerî Gücü
Bir devletin askerî gücü, teşkilât, müsademe gücü, personel gücü,
ateş gücü, sevk-idare gücü, lojistik (ikmal) gücü, ve manevî güç gibi önemli
unsurlardan oluşur. Buna deniz gücünü de ilâve edebiliriz.

39
Türk ordusu, yeniçerilerin kaldırılmasından sonra bir meslek ordusu
olarak teşkilâtlanmıştı. Askerlik paralı hizmet olmaktan çıkarak zorunlu bir
hizmet durumuna getirilmişti. Anadolu ve Rumeli’de Türk ve Müslüman
gençler silâh altına alınarak askerlik mükellefiyeti (yükümlülük)ni yerine
getirmekteydi. Ordunun çekirdeğini “Nizamiye Kuvvetleri” oluşturuyordu.
Bunlara “Muvazzaf” veya “Hazar Kuvveti” de deniyordu.
Türk ordusunun “Nizamiye Kuvvetleri” ülkenin savunma ihtiyacı göz
önünde tutularak belirli merkezlerde yedi orduya bölünmüştü. Her ordu
bulunduğu bölgenin adını taşımakta idi. (Yalnız İstanbul’daki Birinci Orduya
“Hassa Ordusu” denilmekteydi.) Her ordu bölgesinde ayrıca “Redif” teşkilâtı
vardı.
Balkan Savaşı’ndan önce Osmanlı Devleti’nin tüm nüfusu 38 milyon
kadardı. Mevcut kurallara göre bu nüfusun onda biri seferber edilebilirdi.
Böylece Osmanlı Devleti 3,5 - 4 milyon askeri seferber edebilirdi. Bu sefer
mevcudu imparatorluğun bütün sathına dağılmış yedi ordunun toplam
mevcudu olabilirdi.
Osmanlı Devleti’nin Askerî Durumu ve Hazırlıkları
İstanbul’da, 1 Ekim 1912’de yayımlanan gazeteler, büyük manşetlerde
Bulgar ve Sırp hükûmetlerinin genel seferberlik ilân ettiklerini yazıyordu. Bir
gün sonra Yunanların da aynı işe giriştiği öğrenildi. Balkanlar’da bu
hazırlıkların Osmanlı Devleti’ni hedef aldığı kimsenin meçhulü değildi.
Başta Genelkurmay başkanı olmak üzere komutanlar toplanarak bir
Balkan haritası üzerinde uzun tartışmalar yaparak, Harbiye Nezareti ve
hükûmeti uyarmak üzere karar aldılar. Balkan devletlerinin bir ülkü uğrunda
anlaşıp, birleşmeleri muhtemel bir tehlikenin işareti idi. Bu, hariciyecilerin
“Balkanlarda bir savaş çıkmaz.” düşüncesiyle ters düşüyordu.
Bulgaristan ve Sırbistan’ın başkentlerinde yapılan hazırlıklar
karşısında, Osmanlı Devleti’nin silâhlı kuvvetlerinin Ege bölgesindeki
kuvvetlerinin Çanakkale-Gelibolu yoluyla Rumeli’ye geçirilmesi, Batı
Anadolu’daki bazı kuvvetlerin de İstanbul Boğazı’ndan Trakya’ya aktarılması
önem kazanıyordu. Ancak bunun pek üzerinde durulmadı.
Osmanlı ordusu 1909 yılında Rumeli, Anadolu ve Boğazlar bölgesinde
dört ordu müfettişliği hâlinde teşkilâtlanmıştı. Bunlardan 1 nci ve 2 nci
ordular Rumeli’deydi. Bunlardan 1 nci Ordu, Edirne’den İstanbul’a kadar olan
bölgedeydi ve Bulgaristan’a karşı görevlendirilmişti. Bu ordunun dört
kolordusu vardı, bunlar İstanbul, Tekirdağ, Kırklareli ve Edirne’deydi. Bu
ordunun 220.000 tüfeği 60.000 kılıcı ve 454 topu vardı.
Makedonya’da bulunan 2 nci Ordu (Batı Rumeli Ordusu) ise daha
güçlü sayılıyordu. Bu ordunun 340.000 eri 500 topu vardı.
1908 yılında Meşrutiyet’in ilânından beri kurulan Osmanlı
hükûmetlerinin hiçbiri, Balkanlar’da Osmanlı Devleti’nin kuyusunun
kazıldığını farkına varmamış; bu sebeple de gerekli hazırlıklara
girişememişti.
40
Hâlbuki Meşrutiyet’in ilânından bir yıl sonra Bulgar, Sırp, Yunan ve
Karadağlılar arasında Osmanlı Devleti’ni hedef alan müzakerelerin
yapılmakta olduğu Avrupa basınında aralıksız yazılmaktaydı.
Sefer Hazırlıkları
Balkan Savaşı öncesinde, Balkan ülkeleri Osmanlı Devleti’ne
saldırmak için elverişli bir ortama sahiptiler. Bulgaristan ile Sırbistan
arasındaki Makedonya davasını Ruslar çözümlediler. 02 Temmuz 1912’de
Bulgar-Sırp, 25 Eylülde Bulgar-Yunan askerî anlaşmaları gizlice yapıldı.
Balkan devletleri, anlaşmalara paralel olarak ordularını savaşa
hazırlamaya başladılar. Orduların hazırlanmasında gerekli görülen silâh ve
malzeme geniş şekilde Çarlık Rusyası’ndan ikmal edilmekteydi.
Bu hazırlıklar sırasında Sofya, Belgrad ve Atina’daki Türk elçilerinin ve
ataşelerinin görevlerini iyi yapmadıkları anlaşılıyor. Çünkü Osmanlı
Meclisinde yapılan tartışmalarda, Balkan devletlerinin anlaşma ve savaş
hazırlıkları kabul edilmiyor veya bilinmiyordu.
Osmanlı idarecileri, bu sırada belki de büyük devletlerin savaşı
önleyecekleri kanısında idiler. Çünkü, büyük devletler savaş olursa, “Hangi
taraf yenilirse yenilsin Balkanlar’ın statüsü değişmeyecektir.” diyorlardı.
Onların, böylece silâhla bir şey kazanmayacak olduktan sonra, kimsenin
maceraya atılmayacağı hesabında oldukları anlaşılıyordu.
Balkan Savaşı öncesinde İttihat ve Terakkinin tutumu da devletin
yararına değildi. Bu askerî nitelikli komite iş başındaki hükûmete muhalif bir
hareket tarzı sergiliyor ve iktidardaki hükûmetin düşmesi için savaş
propagandası yapıyordu.
Balkan devletlerinin anlaşıp, sefer hazırlıklarını büyük ölçüde
tamamladıkları sırada Osmanlı Hükûmeti müzakereler ve nümayiş
sorunlarıyla vakit öldürüyordu.
III. Harekât (Kroki:1, 2, 3, 4, 5)
Amaçlar
Savaş, bir devletin çıkarlarını elde etmek için başka bir devlete karşı
bütün maddî ve manevî kuvvetleriyle giriştiği mücadeledir. Bu şöyle de
tanımlanabilir: “Savaş siyasetin başka vasıtalarla devamıdır.”
Bu tanımlamalardan hareketle, savaşların çoğu zaman bir siyasî
hedefinin bulunduğunu kabul edebiliriz. Devlet idaresi demek olan siyaset,
amacına ulaşmada kendi gücünün yetersiz kaldığı durumlarda, askerî gücü
devreye sokarak amacına ulaşmaya çalışır. Bu nedenle Balkan devletlerinin,
bu savaştaki amaçlarına değinmekte yarar vardır.
Çarlık Rusyası, Balkan devletlerini yönlendirmek ve kışkırtmakla
beraber, yeni sahneye çıkan bu devletlerin de Osmanlı egemenliğinde
bulunan Rumeli topraklarında tarihî, sosyal ve ekonomik amaçları
bulunduğuna inanılmalıdır. Nitekim, Osmanlıların daha XIV. yüzyılda Rumeli
topraklarını fethe başladıkları sırada, Bulgaristan’ın (bugünkü Bulgaristan)

41
Makedonya ve Kuzey Yunanistan’a doğru geniş topraklara sahip olduğunu
biliyoruz.
Sırbistan da tarihte günümüzdekinden daha geniş topraklara egemen
devlet kurmuştur.
Balkan Savaşı’nda, Balkan devletlerinin, tarih sahnesine yeni çıkan
devletler olarak daha geniş sınırlara hükmetmek istemeleri doğal
karşılanmalıdır. Bu devletler, esasen Makedonya üzerinde odaklanan
isteklerinden ötürü aralarında anlaşamıyorlardı.
Bunlardan başka, küçük Balkan devletlerinin din ve kilise konusunda
da anlaşmazlıkları vardı. İttihat ve Terakki Hükûmeti ünlü “Kiliseler
Kanunu”nu çıkarmak suretiyle, bir dereceye kadar kilise anlaşmazlığını
yatıştırmaya çalışmıştır.
Balkan devletlerinin savaş amacını, “Çarlık Rusyası’nın
yönlendirmesini de gözden uzak tutmayarak, Osmanlı egemenliğinde
bulunan Makedonya’nın paylaşılması başta olarak toprakları genişletmek,
mümkün olursa, Osmanlı Devleti’nin Balkanlar üzerindeki etkisini bütünüyle
kaldırmak” şeklinde özetleyebiliriz.
Balkan devletlerinin tek tek ulusal amaçlarına bağlı hedefleri de
olabilir. Bunları ayrı ayrı belirtmekten çok, bu hedeflerin Makedonya üzerinde
odaklandığını söyleyebiliriz. Buna göre Bulgaristan’ın savaş amacının
“Makedonya’yı ve mümkün olursa Edirne’yi elde etmek”, Sırbistan’ın
“Makedonya’yı ele geçirmek ve kök birliği olan Karadağ ile birleşmek”;
Yunanistan’ın amacı ise “Makedonya ve Girit’i elde etmek” olabilir.
Bu amacın gerçekleştirilmesi, Rumeli topraklarını savunan Osmanlı
silâhlı kuvvetlerinin ortadan kaldırılmasıyla mümkün olabilir. Bu kuvvetlerden
Doğu Ordusu (1 nci Ordu), Doğu Trakya’da, Batı Ordusu (2 nci Ordu)
Makedonya’da, bir kolordu, en önemli ve büyük vilâyette (Selânik’te)
konuşlandırılmış bulunuyordu.
Balkan Harekât Alanı
Avrupa’nın güneydoğu toprakları, coğrafyada “Balkan yarımadası”
olarak anılır. Osmanlılar bu bölgeye “Rumeli” adını veriyordu. Bölgenin kesin
sınırları belirtilmemişse de kuzeyde Macar ovası (hariç)-Karpatlar-Dinyester
ırmağı; doğuda Karadeniz-İstanbul Boğazı; güneyde Marmara denizi-Ege
denizi; batıda Yunan denizi ile Adriya denizi Balkan yarımadasını sınırlar.
Balkan Savaşı’ndan önce, Berlin Anlaşması (1881) gereğince, Balkan
yarımadası topraklarında Bosna-Hersek, Sırbistan, Romanya (Eflâk-
Buğdan), Bulgaristan, Karadağ, Yunanistan ve Osmanlı Avrupası toprakları
yer alıyordu.
Balkan harekâtı, güneydoğuda Trakya (Doğu Trakya-Batı Trakya),
Makedonya, Teselya (Kuzey Yunanistan) ile Arnavutluk topraklarında
cereyan etti.

42
Balkan yarımadasında belli başlı harekât istikameti Belgrad-Niş-
Sofya-Filibe-Edirne-İstanbul istikametidir. Bu istikamet Makedonya’da Niş’ten
itibaren güneye ayrılan bir istikametle Üsküp-Selânik-Teselya üzerinden
Atina’ya ulaşır.
Bu istikamet üzerinde Makedonya dağları, suları, şehirleri ve etnik
yapısıyla en karışık bölgeyi oluşturur. Bölge sarp dağlar, derin su vadileri ile
harekâtta bulunacak kuvvetleri birbirinden ayırır. Bu nedenle Makedonya’nın
kuzey kesiminde nispeten yumuşak bir karaktere sahip olan düzlük ve
ovalar, kara harekâtına daha elverişlidir. Güneye inildikçe harekât, nehirlerin
açtığı dar vadilere inhisar eder.
Balkan yarımadasının batısını oluşturan Arnavutluk da Sarp dağları
nedeniyle ancak dağ birliklerinin harekâtına elverişlidir.
Balkan yarımadasının güneydoğu köşesi tarihte Trakya adıyla
anılmıştır. Adını, Balkanlar’ın ilk sakinleri Traklardan alan bölge, kendi
arasında “Doğu Trakya ve Batı Trakya” adıyla ikiye ayrılır. Bu iki Trakya
arasında Meriç (Maritsa) ırmağı, doğal bir sınırı oluşturur.
Doğu Trakya Karadeniz’le Marmara denizi arasında Meriç nehrine
dökülen suların açlığı vadilerle daha yumuşak bir arazi karakteri gösterir. Bu
bölgede belli başlı doğal arızalar kuzeyde Istranca (Yıldız) dağları, Tekirdağ-
Gelibolu arasında Koru (Kuru) ve Işıklar dağıdır.
Doğu Trakya’nın en büyük şehri, tarihte Roma, Bizans ve Osmanlı
devletlerine başkent olmuş İstanbul’dur. Edirne, Osmanlıların Avrupa’ya
yönelik fetih hareketlerinde, Türk ordularına üs, Osmanlı Devleti’ne de
başkent olmuştur.
Harekât
Tarafların Kuvvetleri
Balkan harekâtı öncesinde tarafların kuvvet bölümü şöyleydi:
Balkanlar’daki Osmanlı kuvvetleri, Balkanlar’ın coğrafî durumunun
dikte ettirdiği şekilde, iki harekât bölgesi oluşturacak biçimde
konuşlandırılmışlardı. İki harekât bölgesinden doğuda Abdullah Paşa
(Orgeneral)nın komutasında Doğu Ordusu (1 nci Ordu), batı harekât
alanında (Üsküp, Makedonya ve Arnavutluk bölgesinde) Ali Rıza Paşa
komutasında (2 nci Ordu) Makedonya’nın savunması ile görevli olup merkezi
Üsküp idi.
Ayrıca diğer birlikler; dört kolordu ile Filibe’yi tehdit eden Mürettep
Kolordu (Kırcaali’de)dan oluşuyordu.
Doğu harekât alanında Osmanlı Devleti’nin tarihî başkentlerinden
Edirne müstahkem mevkii, Şükrü Paşa (Korgeneral) emir ve komutasında,
çevre savunması esasına göre hazırlanmıştı.
Güneyde Yunanistan’a karşı, en büyük illerden biri olarak Selânik ilini
Hasan Tahsin Paşa komutasında bir kolordu savunacaktı, bu kolordu
Selânik’te konuşlandırılmıştı.
43
Osmanlı Devleti’nin bu seyyar kuvvetleri dışında, Yanya, Edirne ve
Ohri kalelerinde savunma kuvvetleri vardı.
Osmanlı Devleti, 01 Ekim 1912’de seferberlik ilân ettikten sonra Doğu
Ordusu Kırklareli (Kırk kilise) ile Edirne (Hasköy) arasında muharebe için
tertiplendi. (Kroki 1)

Kroki 1: Balkan Savaşı taraf kuvvetlerinin konuş-yığınak durumu


Muharebeler
Balkan Savaşı 08 Ekim 1912’de Karadağ Prensliği’nin Osmanlı
Devleti’ne savaş açması ve sınırları geçmesiyle başladı. Bu olay Bulgaristan,
Sırbistan, birkaç gün sonra da Yunanistan’ın savaşa katılmasıyla genişledi.
Balkan harekâtı, biri Doğu Trakya diğeri Makedonya olmak üzere
başlıca iki harekât alanında cereyan etti.
Doğu Trakya Harekâtı (21-23 Ekim 1912)
Doğu Trakya muharebeleri, Türk Doğu Ordusu ile Bulgar kuvvetleri
arasında cereyan etti. Bulgar kuvvetlerine Bulgar Başkomutanı General
Savov komuta ediyordu. Türk Doğu Ordusu başlangıçta Başkomutan Vekili
Nazım Paşanın emriyle kendinden üç kat üstün Bulgar kuvvetlerine taarruza
geçti, ancak muharebe gücü oransızlığı nedeniyle bu taarruz başarılı olmadı.
Bundan sonra esasen muharebe gücü üstün Bulgar ordusu, karşı taarruza
geçerek, önce Filibe demir yolunu tehdit eden Türk Mürettep Kolordusu
üzerinde üstünlük sağladı ve bu kolorduyu mestanlı güneyine geri attı.
Mürettep Kolordu etkisiz hâle geldikten sonra, sıklet merkezi Süloğlu-Hasköy
istikametinde Doğu Ordusuna yöneldi. Muharebe gücündeki bire üç
44
oransızlıktan ötürü, Kırklareli-Edirne cephesinde Türk kuvvetleri çözüldü.
Edirne’nin kuzeydoğusunda Süloğlu (Sıloğlu) dolaylarındaki muharebeler
bozguna dönüştü. Böylece Edirne-Kırkkilise (Kırklareli)-Yıldız dağı cephesi
çökmüş oldu ve bu cephede Kırklareli Bulgarların eline geçti. (Kroki-2)

Kroki 2: Balkan Savaşı, Trakya ve Makedonya Muharebeleri


Edirne-Kırklareli cephesinin çökmesinden sonra Türk kuvvetleri geride
Lüleburgaz-Vize hattına çekilerek muharebe temasını sürdürmeye çalıştılar.
Batıda Kırklareli’nin elden çıkmasına rağmen Edirne müstahkem
mevkii Bulgar kuşatmasına karşı başarıyla direnişini sürdürdü. Yetenekli bir
komutan olan Şükrü Paşa, üst makamdan en az bir ay zaman kazanma
direktifi almış ve savunmasını buna göre düzenlemişti.
Türk kuvvetleri, Lüleburgaz-Karaağaç-Vize hattında (Poyralı dere)
aceleyle hazırladığı sahra tahkimatına dayalı mevzilerde tutunmaya çalıştı.
Lüleburgaz mevziine, Bulgar taarruzu 28 Ekimde başladı ve buradaki
muharebeler de Bulgar baskısı altında cereyan etti. (Kroki: 3)

45
Kroki 3: Türk ve Bulgar kuvvetlerinin durumları

46
Çatalca mevzii, İstanbul’un yakından savunması amacıyla hazardan
itibaren hazırlanmıştı. Terkos gölü ile Marmara denizi arasında savunmaya
imkân veren bu mevzide, Türk ordusu savunmayı kararlaştırdı ve Çatalca’ya
çekildi. Çatalca mevziine taarruz eden Bulgarlara karşı 15-19 Kasım 1912’de
cereyan eden muharebelerde Bulgar kuvvetlerinin taarruz gücü kırıldı. Buna
rağmen, Türk Trakyası Çatalca batısında Bulgarların eline düştü. (Kroki: 4)

Kroki 4: Türk ve Bulgar kuvvetlerinin genel durumu


Bulgar kuvvetleri, Edirne-Kırklareli Muharebelerini kazandıktan sonra,
asıl kuvvetleriyle Edirne-Lüleburgaz-İstanbul istikametinde ilerlerken tali
kuvvetleriyle de güneye, Gelibolu yarımadasına yöneldiler. Bu durum
Boğazlar’ın güvenliğini tehdit ediyordu.
Bulgar kuvvetlerinin Gelibolu yarımadasındaki ilerleyişi Bolayır
Kolordusunun işgal ettiği savunma mevzilerinde durdurulabildi.

47
Batı Ordusu Harekâtı (Makedonya Cephesi) (Kroki: 2)
Batı Ordusunun harekâtı Makedonya ve Arnavutluk toprakları
üzerinde cereyan etti. Doğu (Trakya) cephesinde Türklere karşı sadece
Bulgar kuvvetleri bulunmasına karşın, batı cephesinde bütün Balkan müttefik
kuvvetleri bulunuyordu. Bundan başka bu sıkışık durumda Arnavutluk da
isyan girişimindeydi.
Ali Rıza Paşanın emir ve komutasındaki Batı Ordusu (2 nci Ordu)
harekât plânlarını tüm Balkan müttefiklerine karşı çeşitli ihtimalleri göz
önünde tutarak hazırlamak zorundaydı.
Batı harekât alanındaki muharebeler, 08 Ekim 1912 tarihinde Karadağ
Prensliği’nin Osmanlı Devleti’ne savaş ilân etmesiyle hareketlendi. Karadağ’ın
savaş ilânından sonra, diğer Balkan müttefikleri 13 Ekimde Osmanlı Devleti’ne
verdikleri bir notayla, Rumeli’nin mevcut unsurlara göre özerk idarelere
ayrılmasını talep ettiler. Babıâli Hükûmeti bu notaya cevap vermedi. Bunun
üzerinde Sırp ve Bulgarlar 17 Ekimden itibaren sınır boylarında tecavüz
hareketlerine başvurdular. Osmanlı Devleti bu olaylar üzerine Sırp ve Bulgar
elçilerine pasaportlarını verdikten sonra, bu iki devlete savaş ilân etti. Bunu
takiben Yunanistan da benzer mealde bir nota verdikten sonra, diğer Balkan
devletleri safında yerini aldı. Böylece Batı Ordusu çevresinde bütün Balkan
devletleri kuvvetlerinden oluşan karşı cephe kuruldu.
Batı Ordusu cephesindeki muharebe harekâtı, 23-24 Ekimde Sırp
kuvvetlerinin taarruzuyla başladı. Türk kuvvetleri Kosova Muharebesi’nde yenildi
ve dağıldı. Priştine, Lab ve Kosova Sırpların eline geçti (22 Ekim 1912).
Bu harekâta paralel olarak güney bölgedeki Yunan ordusu ileri
harekâta başlayıp Serfiçe’yi ele geçirdi.
Sırp kuvvetleri muharebeleri sürdürerek Yenipazar (Novipazar)’a
girdiler. Bundan sonra da veliaht prens Aleksandr’ın komutasında,
Karadağlılarla birleşmek üzere ileri harekâta devam ettiler. 23-24 Ekim
1912’de cereyan eden Komanova Muharebesi’ni Sırplar kazandı. Bu
muharebede Batı Ordusunun asıl unsurunu oluşturan Zeki Paşanın
komutasındaki Vardar bölümü kayıplar verdikten sonra Manastır’a çekildi.
Bundan sonraki muharebeler de Sırpların lehine gelişmeye başladı ve Sırp
ordusu bir yandan Bulgarlarla bir yandan Karadağlılarla birleşti. Müşterek
kuvvetler 24 Ekimden itibaren iki kolla Makedonya’nın işgalini sürdürdüler ve
24 Ekimde Koçana müşterek kuvvetlere teslim oldu. Güneyde de Yunanlar
25 Ekimde Karaferye’yi elde ettiler.
1913 Yılı Harekâtı Alanı (Kroki 5)
1913 yılı başlangıcında, Osmanlı Devleti’nin orduları cephelerde
yenilmiş olmasına rağmen Edirne, Yanya ve İskodra kaleleri (müstahkem
mevkiler) direnişini sürdürüyordu. Balkan devletleri bu kaleler ve bazı adalar
dâhil olmak üzere Rumeli’nin kendilerine terk edilmesini talep ettiler.
Osmanlı Devleti Makedonya’nın bir Hristiyan, Arnavutluk’un da bir
Osmanlı şehzadesi idaresinde özerkliğini kabul edip diğer istekleri reddetti.

48
Osmanlı Devleti’nin, cephelerde yenilgisine rağmen, Balkan
devletlerinin toprak isteklerini reddetmesi, büyük devletlerin savaşın sonu ne
olursa olsun statükonun kesinlikle değişmeyeceği güvencelerine bağlanır.*
Bu sırada Bulgarlarla mütareke durumu sürüyordu, ancak dört günlük
mütareke süreci de sona ermek üzere idi. Bu sırada Çatalca’da muhasamat
yine başladı, bundan başka Edirne de Bulgarlar tarafından topçu
bombardımanına maruz kaldı.

Kroki 5: Mütarekenin kalktığı sırada Çatalca Ordusunun mevzideki durumu

4 Şubat 1913’te Çatalca muharebelerinin ikinci safhası başladı.


Bulgarlar ileri mevzilerde bazı başarılar elde etmelerine rağmen Türk
kuvvetleri mevzilerini elde bulundurdular ve on üç gün süren mücadele
sonunda Bulgar kuvvetlerini püskürttüler. Bu başarı İstanbul’un kurtuluşunu
güvenceye aldı. 22 Ekim 1912’den beri düşman kuşatmasına başarıyla karşı

*
Bu sırada Londra’da barış görüşmeleri sürüyordu.

49
koyan Edirne savunması sürüyordu. Bulgarlar Edirne’yi iki Sırp tümeni ve bir
kısım Sırp ağır topçusuyla takviye etti. 24 Mart 1913’te Edirne tahkimatının
doğu ve güney bölümü düştükten sonra Müstahkem Mevki Komutanı Şükrü
Paşa, artık direnme imkânı kalmadığını anladı ve Bulgarlara teslim olma
önerisinde bulunmak zorunda kaldı. Kendisinden bir ay direnmesi istenen
Şükrü Paşa 155 gün mukavemetten sonra, bütün dünyanın hayranlığını da
kazanarak teslim oldu.
1912 Yılı Batı Harekât Alanı: (Makedonya-Arnavutluk)
1912 yılı harekâtında Kosova ve Komanova muharebelerini kaybeden
Batı Ordusu, muharebeden arta kalan kuvvetleriyle (Vardar Ordusu)
Manastır’a doğru çekildi. Bu çekiliş üzerine Sırp ordusu duruma hâkim olarak
Bulgar ve Karadağ kuvvetleriyle birleşti ve ilerlemeye devam etti.
Batı Ordusunun Manastır’a çekilişi sırasında, bu arta kalan
kuvvetlerden bir bölümü Cavit Paşanın komutasında Arnavutluk’a çekildiler.
Bunlar bir tümen kadardı ve Arnavutluk topraklarında tutunmaya çalışıyordu.
Batı cephesinde Yanya ve İskodra müstahkem mevkileri Yunan ve
Karadağ kuvvetlerine karşı dayanıyordu. Muharebeler Arnavutluk
topraklarına intikal etmişti. Sırp ve Karadağ ortak kuvvetleri 1912 sonbahar
aylarında Leş (Alessio), Resne kasabalarıyla, Debre, Araç ve Ohri’yi ele
geçirdiler. 29 Kasım 1912’de Arnavutluk beklenmedik şekilde bağımsızlığını
ilân etti.
Güneyde Yunan cephesinde, Yanya Kalesi dört aylık direnişten sonra
6 Martta teslim oldu. Bundan sonra da Yunan kuvvetleri 17 Martta Ergeri
sancak merkezine girdiler. 25 Martta Arnavutluk’a daha önce sığınmış olan
Cavit Paşa, bir tümenlik kuvvetiyle Sırp ordusuna teslim oldu. Bu olaylardan
sonra Rumeli’deki Türk varlığının tek direniş noktası Hasan Rıza Paşanın
savunduğu İşkodra Kalesi kaldı. Hasan Rıza Paşa, Arnavut asıllı Esat Paşa
(Toptani) tarafından alçakça öldürüldü ve onun yerine geçen Esat Toptani
Paşa İşkodra’yı Karadağlılara teslim etti. Ancak Karadağ, daha sonra dış
etkilerle İşkodra’yı boşaltmak zorunda kaldı.
Deniz Harekâtı
Balkan Savaşı’na ait askerî harekât, Arnavutluk olaylarıyla sonuca
ulaşırken bu harekâtın deniz alanı da ona paralel olarak sadece
Karadeniz’de sürdürülebildi. Balkan harekâtı sırasında, Ege’de sadece
Yunan donanması etkinlik gösterebildi. Osmanlı donanmasının etkinlik olanı
Karadeniz’di. Donanma Bulgar şehri Varna ve çevresini bombardıman
edebildi.
Ege denizinde Yunan donanması üstünlüğünü korumaktaydı. Yunan
deniz kuvvetleri 21 Ekimde Bozcaada (Tenedos), Limni (Lemnos), 17
Kasımda Karyot (İkaria), 20 Aralıkta Midilli ile 24 Aralıkta Sakız adalarını
işgal etti. Denizdeki bu olaylar, Osmanlı Devleti’nin Cezayir-alan vilâyetinin
elden çıkması demekti.
50
Türk donanmasının Ege’deki başlıca hareketi, Çanakkale Boğazı’nı
abluka eden Yunan donanmasına karşı, varlığını kanıtlayan 17 Aralıktaki
çıkış hareketi oldu. Boğaz önündeki deniz hareketinde Yunanların ünlü
Averof zırhlısı büyük hasara uğratıldı.
Türk Ordusunun Trakya’yı Kurtarma Girişimleri: Şarköy Çıkarma
Plânı
Osmanlı Devleti, Birinci Balkan Savaşı sırasında, Bulgar kuvvetlerine
karşı verdiği muharebelerde başarılı olamamış ve İstanbul’un yakın
savunma hattı Çatalca’ya kadar çekilmişti. Bu muharebelerde Trakya Bulgar
işgali altına düşmüştü. Osmanlı Devleti’ne müzahir bazı Avrupa devletlerinin,
İstanbul’un da düşman işgaline uğramasından endişelendikleri nakledilir.
Osmanlı Devleti’nin de aynı konuda endişeli olduğu sanılmaktadır.
Osmanlı Devleti de İstanbul üzerindeki Bulgar tehdidini kaldırmak ve
mümkün olursa kaybettiği toprakları geri almak amacıyla, bazı askerî
girişimlere başvurmuştur. Bunlardan biri de Şarköy çıkarmasıdır. Şarköy,
Gelibolu ile Tekirdağ arasında ve Koru dağları güneyinde, Marmara
kıyılarında bir Trakya kasabasıdır. Bu kıyılara çıkarılacak ciddî bir kuvvet
kuzeye ilerlediği takdirde, Çatalca, Tekirdağ ve Gelibolu’daki Bulgar
kuvvetlerini geriden tehdit eder, ulaştırma ve ikmal yollarını kesebilirdi.
Bundan başka Gelibolu yarımadası üzerindeki Bulgar baskısını da
hafifletebilirdi.
Türk askerî komutanlığının, Gelibolu yarımadasındaki Türk kuvvetleri
(kolordu) ile koordineli olarak-Şarköy’e bir çıkarma hareketi (amfibi harekât)
hazırlıklarını yaptığı, bu amaçla İstanbul’da gerekli araçların hazırlandığı
bilinmektedir.
Şarköy çıkarma plânı, Gelibolu Kolordusu ile zamanca iyi koordine
edilemediğinden akim kalmış ve sonuca ulaştırılamamıştır.
İkinci Balkan Savaşı Harekâtı ve Edirne’nin Geri Alınması
Balkan harekâtının birinci safhasında, Bulgar kuvvetleri Çatalca
mevzilerinde durdurulduğunda, Osmanlı Devleti, Avrupa devletlerinin
aracılığı ile mütareke istediğinde bulunmuştu. 3 Aralık 1912’de -Yunanistan
hariç- mütareke imzalanmıştı. Bunu Londra Konferansı izledi. Bu
konferansta Balkan devletleri bütün Balkanlar’a sahip olmak istediler.
Osmanlı Devleti, sadece Midye-Enez hattından geçen bir sınıra razı
olduğundan anlaşma olmadı.
Birinci Balkan Savaşı’nın sonlarında Müttefik Balkan devletleri
arasında şiddetli anlaşmazlıklar ortaya çıktı. Anlaşmazlık Makedonya
konusundaydı. Aralarındaki ittifak anlaşması gereği, Makedonya’nın büyük
kısmı Bulgaristan’a ait olacağı hâlde, Sırbistan ve Yunanistan sonradan
buna razı olmayınca, aralarında muharebeler başladı. Bu sırada daha önce
sahnede olmayan Romanya da işe karıştı. Romanya, Bulgaristan’ın aşırı

51
büyümesinden endişe ediyordu. Romanya 10 Temmuz 1913’te Bulgaristan’a
savaş ilân etti.
Balkan devletleri arasındaki bu anlaşmazlık durumunda Türk
ordusuna fırsat doğmuştu. Bu sırada Bulgaristan dört devletle düşman
durumuna gelmiş ve zor duruma düşmüştü. 29 Haziran 1918’de Balkan
devletleri arasında İkinci Balkan Savaşı başladı. Bu sırada Bulgar ordusu
Sırp ve Yunan ordularına yenildi. Romanya bunu fırsat bilerek Bulgaristan’ın
Silistre ve Plevne bölgelerini işgal etti.
Osmanlı Devleti de büyük devletlerin karşı çıkmalarına rağmen 22
Temmuzda Kırklareli ve Edirne’yi geri aldı. Edirne ilk işgalinden kurtarılışına
kadar üç ay 26 gün Bulgar işgalinde kalmış ve çok sıkıntı çekmişti.
Osmanlı Devleti 1913 yılında yaptığı anlaşmalarla Trablus ve Balkan
Savaşı’na son noktayı koydu. Bu sırada İttihat ve Terakki Hükûmeti iktidarda
varlığını koruyordu.
12 Temmuzda Ouchy (Uşi: İsviçre Lozan’da) Anlaşması’nı İtalyanlarla
imzaladı. Bu anlaşma gereği Trablus ve Bingazi’yi İtalyanlara bıraktı.
Birinci Balkan Savaşı’na, 30 Mayıs 1913’te Londra Barış
Anlaşması’yla son verildi.
IV. Balkan Savaşı ve Türk-Bulgar Harekâtına Dair Stratejik, Taktik
ve Lojistik Değerlendirme
Osmanlı Devleti, Balkan Savaşı’nı dört devletle (Bulgaristan,
Yunanistan, Sırbistan krallıklarıyla, savaşı kazanınca krallığın ilân eden
Karadağ Prensliği) yaptı ve kaybetti.
Savaştan önce Osmanlı Devleti tâbi ülkelerle (Mısır, Sudan, Girit,
Kıbrıs, Sisam vb.) beraber 7.213.239 km2 toprağa ve 38.019.000 nüfusa
sahipti. Balkan devletleri ise şöyleydi: Bulgaristan 96.345 km2, 3.041.000
nüfus, Sırbistan 45.427 km2, 3.000.000 nüfus, Karadağ 9427 km2, 274.000
nüfus olmak üzere toplam 216.058 km2 toprak 10.854.000 nüfus.
Balkan Savaşı sonunda yukarıda belirtilen denge bozuldu ve hatta
altüst oldu. Böylece bir çok tarihçi Balkan Savaşı’nı Birinci Cihan Savaşı’nın
öncüsü olarak değerlendirmeye başladı.
Osmanlı Devleti, Balkan Savaşı’nın öncesinde 1877-1878 Türk-Rus
Savaşı’nı geçirmiş ve bu savaş yenilgiyle sonuçlandığından, Balkanlar’ın
hem siyasal yapısı hem de talihi değişmişti.
550 yıldır, birçok bölgede ezici çoğunluk hâlinde bulunan Türkler,
savaşın kaybedilmesi üzerine Balkanlar’dan Osmanlı topraklarına göç ettiler
ve Anadolu’ya dağıldılar. Bundan başka on binlerce insan hayatlarını da
kaybetti. Savaştan galip çıkan Balkan devletleri hem toprak hem de nüfus
bakımından kazançlı çıktılar. Bulgaristan 25.257 km2 toprak ve 984.000
nüfus, Yunanistan 55.919 km2 toprak ve 1.859.000 nüfus, Sırbistan 41.873

52
km2 toprak ve 1.942.000 nüfus, Karadağ 5590 km2 toprak ve 161.000 nüfus
kazanmıştır.
Balkan Savaşı’nda, Osmanlı Devleti’nde iktidarda bulunan hükûmetin
basiretsizliği dikkat çeker. Devlet Rumeli’de, yeni teşekkül eden Balkan
devletleriyle sınırdaş olmasına, bu devletlerde temsilcilikler bulundurmasına
rağmen bir savaş ihtimalinden habersizdi. Devletin dış ilişkilerini üstlenen
Dışişleri mensupları etkili bir devlet istihbaratı elde edememişler ve hatta
siyasetçileri yanıltmışlardı. Bu yanılgı, hükûmetin bir savaş durumu için
yeterli hazırlık yapmasına engel olmuş veya geciktirmişti.
Devlet istihbaratının yetersiz oluşu ve devletin tarihi düşman Çarlık
Rusyası’nın, Balkanlar’da bir savaş çıkmayacağı konusunda verdiği sahte
güvence, devlet güvenliği ile sorumlu makamların aldanmalarına neden
olmuş, bu da askerî gücün ihmal edilmesine sebep olmuştu.
Balkan Savaşı öncesinde, Avrupa kamuoyundaki düşünce,
Balkanlar’da bir savaş çıkmayacağı şeklindeydi. Bir savaş durumunda da
savaşın Osmanlı Devleti’nce kazanılacağı merkezindeydi. Bu tutum,
Osmanlı devlet adamlarını etkilemiş ve noksanlığa sevk etmiştir.
Bulgaristan kurulan yeni devlette, yeni bir ordu meydana getirmiş ve
Rusya’nın askerî ve teknik yardımı sayesinde ordusunu donatmış ve
Osmanlı Devleti’nden gelecek bir tehdidi karşılamak üzere, kuvvetlerini üç
ordu ve Rodop Grubu hâlinde konuşlandırmıştı. Bu Bulgaristan’ın mevcut
durumu ve gelecekteki hedefleri dikkate alınarak yapılmıştı.
Sırbistan, Osmanlı Devleti’nin Makedonya’daki askerî gücünü dikkate
alarak silâhlı kuvvetlerini teşkilâtlandırmış, özellikle, ordunun ateş gücünü
yükseltmek için çalışmıştır.
Yunanistan’ın ilk ihtiyaçlarını karşılayacak bir askerî güç ile Ege
adalarını ele geçirmek üzere, yeterli bir donanmaya sahip olma düşüncesi
yerindedir.
Balkan devletlerinin siyaset sahnesine yeni çıkışları, millî güçlerinin
henüz gelişmemiş olması, bu devletlerin dünkü efendileri Osmanlı Devleti’ne
karşı güç birliği yapma düşüncesi doğal kabul edilebilir. Onlar Rusya’nın da
bazı konularda uyarıcı ve hakem rolü oynamasıyla, aralarındaki ihtilâfların
çözmüşler, siyasî ve askerî iş birliğine yönelmişlerdir. Bu güç birliği
sağlamıştır.
Gerçekte, Balkanlar’da daha önceleri devletler arasında sürekli
anlaşmazlıklar vardı. Bu anlaşmazlıklar, Bulgar Eksarhlığı (Bulgar Kilisesi)nın
İstanbul’daki Ortodoks kilisesinden ayrıldığından beri Yunan, Bulgar ve
Sırplar arasında kilise ve okulları nedeniyle ortaya çıkmıştı. Ancak, bu
itilâfları ortadan kaldırmak amacıyla ; İttihat ve Terakki, 3 Temmuz 1911’de
ünlü “Rumeli’de bulunan ihtilâflı kilise ve okullar hakkında kanun”u çıkardı.
Bu kanun Balkan milletleri arasındaki zıtlaşmaları ortadan kaldırdığı için
onlar, daha kolayca anlaşmaya başladılar.
53
Savaşlar, millet veya halk desteği ile silâhlı kuvvetler tarafından
kazanılır. Osmanlı Devleti, Rumeli’de köklü geçmişine karşın, halk desteğini
tümüyle kazanamamıştı. Avrupa’da milliyet fikirlerinin fışkırıp yayılmasından
sonra, bu fikirler Balkanlar’da da genişlemiş, dış düşmanların da
kışkırtmasıyla başkaldırmalar, vergiden kaçınma gibi olaylar çoğalmıştı.
Deneyimli padişah Sultan II. Abdülhamit’in ince siyasetiyle, Balkan kavimleri
yatıştırılırken Sultan Mehmet Reşat’ın ihtiyar yaşında tahta çıkması, devlet
idaresinde tecrübesinin az oluşu nedeniyle, Balkan kavimlerinden özellikle
Arnavutlar ve bazı Makedonyalılar sorunlar yaratıyordu.
Arnavut ve Makedonyalı unsurları devlete ısındırmak ve yatıştırmak
için, padişah 5 Haziran 1911’de Rumeli seyahatine çıkarılmıştır. Yanında
şehzadeler, sadrazam ve hükûmet erkânı da bulunan padişah zırhlı gemi ile
önce Selânik’e çıkarılmış, buradan Makedonya’da Üsküp, Priştine, Kosova
merkezleri ziyaret edilmiştir. Arnavutlara demeç vermiştir. Ancak bu demeç,
Arnavutçaya tercüme edilememiş yani anlaşılamamıştır.
Balkan harekâtı sırasında Makedonya’daki Batı Ordusunun, üstün
düşman kuvveti karşısında Arnavutluk’a geri çekilişinde, Arnavutluk’un
yeterli destek vermemesi, buraya çekilen kuvvetleri zorda bırakmıştır.
Osmanlı Devleti’nde, bir savaş durumunda başkomutan padişah idi.
Padişahın yaşlı oluşundan ötürü, Başkomutan Vekâleti Harbiye Nazırı Birinci
Ferik (Orgeneral) Nazım Paşaya verilmiştir.
Balkan Savaşı, Osmanlı Devleti’nin İtalyanlarla Trablusgarp Savaşı’nı
sürdürdüğü bir döneme rastlamıştır. İtalya 28 Eylül 1911’de Trablusgarp ve
Bingazi’nin tahliyesini talep eden ültimatomu vermiş, arkasından savaş ilân
etmiştir. Bu tarih Balkan devletlerinin bir savaş için anlaşmaya çalıştıkları
zamana rastlar. Bundan sonrada 8 Ekim 1912’de Balkan Savaşı patlamıştır.
Osmanlı Devleti bu sırada Arnavutluk isyanı ile de meşguldü. Devletin birkaç
sorunu birden çözmesi gerekiyordu. Devlet, her ne kadar Trablusgarp
harekât alanına büyük kuvvetler bağlayacak durumda değildiyse de ilgisini
tamamen kesemiyordu. Bu dönemde devletin uzaktaki tehlikeden tamamen
uzaklaşarak yakın tehlikeye yönelmesi gerekirdi.
Balkan Savaşı’nın başlangıcında büyük devletler (İngiltere, Rusya,
Fransa), “Savaşın sonucu ne olursa olsun, statükonun kesinlikle
değişmeyeceğini” ilân etmişlerdi. Osmanlı Hükûmeti, bu söze inanmış ve
rehavete kapılmıştır.
Devletler, bir savaşa karar verdiklerinde, devletin bütün kurum ve
kuruluşlarıyla desteklenmelidirler. Bu güç birliği, ortak amaca yönlendirildiği
takdirde sonuç elde edilebilir.
Balkan Savaşı öncesinde Osmanlı Devleti İttihat ve Terakki Partisinin
etkisi ve yönetiminde idi. Askerî kaynağa dayanan bu parti, sürekli iktidar
olma ilkesini benimsemiş, iktidardan düştükten sonra da kendinden sonra

54
iktidar olan partinin ayağını kaydırmaya çalışmıştır. Böyle olunca cephedeki
askerî güç, yurt içinden gereken desteği alamamıştır.
Harekât
Osmanlı Devleti Balkan Savaşı öncesinde Trakya ve Boğazlar’ı
bölgesinde üç orduya sahipti. Bu ordulardan biri, Doğu Trakya’da, biri
Makedonya’da diğeri de İstanbul’da konuşlandırılmıştı.
Türk askerî otoriteleri, Balkan devletçiklerinin askerî güç potansiyelini
değerlendiremiyordu. Hâlbuki tarih sahnesine yeni çıkan bu devletler,
arkalarına Rusya’yı da alarak yeni hedeflere hazırlanıyorlardı. Osmanlı
Devleti, Balkan devletlerini küçümseyen tutumuyla Rumeli’de bir gözdağı
manevrası yapmış ve bu tatbikattan sonra da yaklaşık yüz yirmi bin, eğitimli
ve deneyimli askerini terhis etmek suretiyle mevcut kuvvetlerini zayıflatmıştı.
Bu zafiyet on tümenlik bir güç kaybına sebep olmuştur.
Osmanlı Devleti’nin askerî otoritelerinin Balkan Savaşı öncesinde,
Balkan devletlerinin askerî gücüne dair bir değerlendirme yaptıkları
şüphelidir. Askerî güç, personel gücü (müsademe gücü), manevra gücü
(süvari), ateş gücü (topçu), moral güç, lojistik gibi unsurlardan oluşur.
Bunların saptanması da askerî temsilcilerin görevleri arasındadır. Osmanlı
Devleti, Sırbistan’ın Avrupa’dan satın aldığı topların Selânik’e getirilerek
kendi topraklarından geçirilmesine izin vermekle askerî bir hata işlemiş, bu
toplar savaş başladıktan sonra kendisine karşı kullanılmıştır.
Osmanlı Rumelisi’nin jeostratejik şartları karşısında, bu bölge için iki
ordu yetersizdir. Özellikle batı harekât alanı (Makedonya), çevre devletlerin
Sırbistan, Bulgaristan, Karadağ ve Yunanistan’dan çepeçevre yönelecek
tehditlerine karşı Batı Ordusu hem zayıf hem de konsantrik bir harekâtı
karşılayacak durumda değildi.
Osmanlı Devleti bu bölgedeki zafiyetini değerlendirerek daha barış
zamanından itibaren Güney Makedonya’ya bir ordu daha kaydırmalıydı. Bu,
Marmara yöresindeki bir ordu veya İstanbul’da tutulan Hassa Ordusu
olabilirdi.
Batı Ordusu, harekât başladıktan sonra önce Sırp ordusunun, daha
sonra da Bulgar ve Yunan ordularının tehdidine girmiştir. Bu birkaç yönlü
tehdit, ordu makamlarını tehditleri karşılamada zora sokmuştur. Bu ordu,
Makedonya’yı hedef alan Balkan devletlerine karşı başarılı olması için dış
hatlar üzerinde manevra yapabilmeliydi. Bu, kendisine yönelen düşman
tehditlerinden birini tespit ederek diğerinde taarruzla sonuç alma şeklinde
anlaşılmalıdır. Ancak bu tür manevranın uygulanması, elde yeterli ve
muharebe gücü yüksek kuvvetlerin bulunmasına bağlıdır. Hâlbuki Batı
Ordusu, kuvvet üstünlüğüne sahip değildi.
Batı harekât alanındaki Batı Ordusu, zamanca kademeli düşman
taarruzlarına karşı koymak zorunda kalmıştır. Bu bölgede küçük Karadağ
prensliğinin sınırı geçmesiyle başlayan mücadele, daha sonra Sırp
55
ordusunun muharebeye girmesi, daha sonra da Bulgar ve Yunan
kuvvetlerinin muharebelere katılmasıyla, Batı Ordusunun komuta heyeti
bunalmıştır.
Batı harekât alanının en büyük vilâyeti, Osmanlı Devleti’nin idarî
teşkilâtındaki Selânik idi. Selânik’te bir kolordu konuşlandırılmıştı. Bu kolordu
başlangıçta Yunan ordusunun etkisinden uzaktı. Ancak Yunan ordusu
harekâta başladıktan sonra, Selânik Kolordusunun Yunan kuvvetlerini tespit
etmesi gerekirdi. Hâlbuki Yunanların muharebeye girmesinden sonra,
Selânik Kolordusu, kolordu komutanının yetersizliğinden düşmana teslim
edilmiş, böylece Yunan ordusunun Makedonya’ya ilerlemesine engel
olunamamıştır. Türk ordusu, Selânik kolordusunun teslim oluşuyla,
Rumeli’de bir kolorduluk kuvvet kaybetmiştir.
Doğu Trakya’daki Doğu Ordusu (1 nci ordu) Birinci Ferik (Orgeneral)
Abdullah Paşanın emri ve komutasına verilmişti. Bu ordu, düşmanın imkân
ve kabiliyetleri dikkate alınmadan bir taarruz harekâtı için Kırklareli-Edirne
arasında (Hasköy) bölgeye gönderilmiştir. Yığınak bölgesi ileride seçilmiştir.
Bu bölge, her ne kadar Bulgaristan’a yakın ve taarruzî harekât için uygun ise
de düşmanın taarruzu hâlinde savunma muharebelerine uygun değildir.
Doğu ordusunun, daha geride, örneğin Ergene nehri gerisinde muharebe
için tertiplenmesi hâlinde, başlangıçta toprak kayıpları ve Kırklareli’nin kaybı
ihtimali varsa da bunlar sonradan karşı taarruzlarla düzeltilebilirdi.
Doğu Trakya’da Bulgar ordusuna karşı görev almış olan Doğu
Ordusunun Bulgar taarruzu başladıktan sonra gereken direnişi göstermeden
geri çekilmesi üzerinde durulmalıdır. Anlaşıldığına göre, bu ordu başlangıçta
Başkomutanlıkça taarruz ana fikrine göre hazırlanmış, yani düşman
küçümsenmişti. Bulgar ordusunun karşı taarruza geçmesiyle, bu taarruz
harekâtının Türk ordusu üzerinde baskın tesiri yaptığı muhtemeldir. Doğu
Ordusu Komutanı Abdullah Paşanın, Başkomutanlıkça da koordine ederek
harekâtın çeşitli ihtimallerine karşı plânlar hazırlaması gerekirdi. Bu plânlar,
derinlikteki mevzilerde savunma veya oyalama muharebesi ve karşı taarruz
içerikli olabilirdi.
Doğu Ordusunun Bulgar taarruzu başladıktan sonraki harekâtı, sürekli
geri hareketler şeklinde olmuştur. Kırklareli-Edirne hattından Çatalca
mevzilerine kadar cereyan eden çekilme harekâtı, her ne kadar bire üç
muharebe gücüne sahip Bulgar ordusunun baskısı altında olmuşsa da
muharebeler, Edirne-Babaeski Çorlu-İstanbul ekseninde, savunmaya imkân
veren daha sık mevzilerde sürdürülebilirdi.
Bulgar ordusunun Edirne-Kırklareli muharebelerinden sonra, asıl
kuvvetleriyle İstanbul istikametinde; tali kuvvetleriyle Gelibolu yarımadasına
yönelik ileri harekâtı, önünde ciddî bir mukavemet olmamasından
kaynaklanmış olmalıdır. Bu, Bulgar komuta heyetinin, Türklerden ciddî bir
mukavemet bekledikleri, ancak bunu göremeyince muharebelerin gidişatına
uygun olarak harekâtı düzenledikleri izlenimini vermektedir.
Türk Başkomutanlığı, Boğazlar’ın güvenliği için Gelibolu
yarımadasında bir kolorduluk kuvvet (Bolayır Kolordusu) bulundurmak imkân
56
ve kabiliyetinde idi. Ancak bu kolordu Gelibolu yarımadasının savunmasını,
arazinin dağlık karakterinden de yararlanarak koru dağlarında yapabilirdi.
Türk ordusu, Edirne-Kırklareli muharebelerinden sonra önce
Lüleburgaz kesiminde mukavemete çalışmış, bunda başarılı olamayınca da
Çatalca mevzilerinde düşmanı durdurmuştur.
Türk ordusu Çatalca hattına çekildiğinde, daha önce verdiği mücadele
nedeniyle muharebe gücünü büyük ölçüde kaybetmişti ve kayıpları büyüktü.
Buna rağmen Bulgarları durdurabilmesi için birçok sebep vardı. Çatalca,
İstanbul’a doğru daralan Trakya alanından, daha dar (kısa) bir mevzi idi. Bu
durum yıpranmış daha az kuvvetle tutulmaya imkân sağlıyordu. Çatalca
mevzi tam bir daime tahkimatına malik olmasa da barıştan itibaren
hazırlanmış bir yapıya sahipti. Bu karakter, harekât sırasında sürdürülen
sahra tahkimatıyla takviye edilerek güçlendirilmiş ve savunmaya daha
elverişli duruma getirilmiştir. Bundan başka, Çatalca hattı, Osmanlı
Devleti’nin payitahtı İstanbul’un Avrupa yönündeki son savunma mevzi
olduğundan, Türk ordusunun düşmanı İstanbul’a sokmamak için dişini
tırnağına taktığına ve bir ölüm-kalım savaşı sürdürdüğüne inanılmalıdır.
Türkler, Trakya’da, tarihî jeostratejik önemi nedeniyle Edirne’nin daha
barıştan itibaren müstahkem mevki şeklinde tahkim edilerek savunmasını
düzenlemekle isabetli hareket etmişlerdir. Harekât başladıktan sonra Edirne-
Kırklareli cephesinin çökmesine rağmen Edirne müstahkem mevki
savunmasını sürdürmüştür.
Edirne savunması, Balkan harekâtının bütün olumsuz yönlerine
rağmen, Türk ordusunun başarılı bir savunma örneğidir. Edirne Doğu-Batı
Trakya arasında ve Balkanlar’a açılan istikametlerin düğüm noktasında,
önemli bir ulaştırma merkezi olduğu gibi Balkanlar’da Türk varlığının bir
simgesi idi. Bu nedenle daha savaştan önce, müstahkem mevki hâline
getirilmiştir. Burası Bulgarların hedeflerindendi.
Üstün Bulgar kuvvetleri, yokluk ve açlık Edirne Müdafi Şükrü Paşayı
teslim olmak zorunda bıraktığında, o, bütün Avrupa’nın takdir duygularına
konu olmuştu. Şükrü Paşa Edirne’de, kendi kuvvetlerinden on misli üstün
Bulgarlara başarıyla direndikten sonra esir oldu ve Sofya’ya götürüldü.
Bulgarlar bu fedakâr komutanın kılıcını geri vermek nezaket ve asaletini
gösterdi. Fransız kamuoyu Şükrü Paşaya bir şeref kılıcı ile muhteşem bir
altın kitap armağan etti. Edirne savunması şu gerçeği ortaya çıkarmıştır.
Trakya’nın savunmasında kilit noktaları olarak kabul edilmesi gereken
Kırklareli, Lüleburgaz, Çorlu ve benzeri şehirler, direniş noktaları olarak
hazırlandıkları takdirde düşman ilerleyişini durdurmada önemli rol
oynayabilirler.
Türk Başkomutanlığı, Balkan harekâtında Bulgar kuvvetlerinin Çatalca
önlerine ulaşmasından sonra, düşmanın geçişini tehdit etmek üzere
Marmara Denizi’nin kuzey kıyılarında Şarköy kesimine bir çıkarma hareketi
düzenlenmiştir. Bu çıkarma, Gelibolu mevzilerindeki kolordunun ileri harekâtı
ile koordineli olarak icra edilecekti. Plân olarak cazip görülen bu çıkarma
emri, muhabere aksaklıklarından ötürü, kolorduya zamanında ulaşmamıştır.
57
Böyle bir manevranın uygulaması için Bolayır Kolordusunun kuzeyde koru
dağlarında bir çıkış mevzi işgal etmesi gerekirdi.
Balkan Savaşı’nda Türk ordusu siyasete bulaşmıştı. Birlik
komutanlıklarında İttihat ve Terakki Partisinin etkili olduğu sanılmaktadır.
Siyasetle askerlik birbirine zıt kavramlardır. Bir muharebe, muharip
kuvvetlerin iş birliği ve güç birliği ile kazanılabilir. Balkan harekâtında görev
yapan kuvvetlerde, ayrı ayrı partileri tutan birlik komutanları birbirine yardım
ve güç birliği yapmaktan yoksun kalmışlar, bu genel başarıda olumsuz etki
yapmıştır.
Osmanlı Devleti’nin Batı Anadolu’da ve Ege denizindeki adalarda
geçmişi ve çıkarları vardı. Buna rağmen Sultan II. Abdülhamit zamanından
itibaren donanmanın ihmal edilmesi, Yunan deniz kuvvetlerinin Ege
denizinde rahatça harekâtta bulunmalarını sağlamıştır. Ancak 1877-1878
Türk-Rus Savaşı’ndan sonra çok ağır tazminat ödeyen devletin, donanmayı
yenileyecek güçte olmadığı da anlaşılmıştır.
Lojistik Değerlendirme
Çarlık Rusyası, 1877-1878 Türk-Rus Savaşı ile Osmanlı Devleti’ni
Balkanlar’da sarsmış, devlet büyük toprak kayıplarına uğramış ve ikmal
kaynaklarından yoksun bırakılmıştı.
Rusya’nın desteği ile Berlin Anlaşması’nın Balkanlar’da ortaya
çıkardığı yeni Balkan devletleri, bağımsızlıklarına kavuşmanın heyecanı
içinde Rusya’dan her türlü askerî ve lojistik destek olanakları elde etmişlerdi.
Yeni kurulan orduların muharebe deneyimleri yeteri kadar olmasa da silâh
ve donatım bakımından iyi durumda oldukları kabul edilmelidir. Yeni silâh ve
donatım Balkan ordularının muharebe gücünü daha yükseltmiştir.
Osmanlı Devleti’ne gelince devletin personel, iaşe ikmal kaynakları
uzak ve bunların Rumeli’ye ulaştırılması da imkân ve zaman açısından
sorundu. Bundan başka Osmanlı yöneticilerinin, Rumeli’de bir savaş
çıkmayacağı şeklindeki inançları ve konuda aldanmaları, kaynakların
zamanında seferber edilmelerini geciktirmiştir. Muharebelerin şiddeti arttıkça
cephedeki kıt’aların personel ikmali sorun olmaya başlamış hatta bazı ikmal
birlikleri katılacakları kuvvetleri arar duruma düşmüşlerdir.
Bulgar ordusunun, Balkanlar’da Osmanlı ordusuyla muharebe için,
Çarlık Rusyası’ndan sağladığı silâh ve donatıma ilâveten lojistik hazırlıklarda
bulunduğu anlaşılmıştır. Bu, harekât başladıktan sonra ilerleyen kuvvetlere
yakın iaşe-ikmal desteği sağlamasıyla kanıtlanmaktadır. Buna karşın
Osmanlı Devleti, İstanbul gibi büyük ve nüfusça kalabalık şehrin iaşesiyle
sorumlu olduğundan , Balkanlar’daki kuvvetler için yeterince stok
yapamadığı anlaşılmaktadır. Bundan başka, Türk kuvvetlerinin Doğu
Trakya’da birbirini takip eden savunma mevzilerinde yeterince direnmeden
sür’atli geri çekilişi de birçok ikmal merkezinin elden çıkmasına sebep
olmuştur.
Trakya’nın önemli mevzilerinden Edirne’nin bir müstahkem mevki
olarak düzenlenmesi ve buraya yeteri kadar kuvvet bağlanmasına rağmen

58
yeteri kadar ikmal maddesinin idhar edilmemesi, iaşe sisteminin zafiyetiyle
izah edilebilir. Edirne müdafilerinin, şehirdeki canlı hayvanları bitirdikten
sonra çevredeki ağaç kabuklarıyla beslenmeleri bunun delilidir.
Doğu Trakya harekât alanında Lüleburgaz muharebelerinden sonra,
Türk ordusunda iaşe ve ikmal işleri tam bir çıkmaza girmiş, cepheden geriye
sevk edilenlerin, sağlık merkezlerinden, ilâçtan önce ekmek aradıkları
öğrenilmiştir.
Trakya harekâtının birinci safhası sonunda; Bulgarlarla imzalanan
anlaşma şartlarına, cepheye, ikmal maddeleri götürecek trenlere müdahale
edilmemesi şartını koydurmaları, Bulgar ikmal ilkesinin takdir edilmesi
gereken bir konusudur.
Trakya harekâtı sırasında Türk Komutanlığı, Bulgar ordusunun
gerilerini tehdit etmek üzere, Şarköy kıyılarına bir amfibik hareket
plânlamıştır. Uygun bir plân olarak kabul edilen bu çıkarma harekâtı, elde
uygun ve yeterli sayıda çıkarma aracı olmadığından akamete uğramıştı.
Sonuç olarak denilebilir ki Balkan Savaşı öncesinde, Osmanlı Devleti
yöneticileri; Çarlık Rusyası’nın destekleyip teşkilatlandırdığı Balkan
devletlerinin askerî gücünü ve muhtemel harekât tarzlarını ortaya çıkarmak
için, stratejik istihbarat faaliyetini ihmal etmiş, bunun sonucu kendini
rehavete kaptırmıştır. Bu nedenle de Rumeli’deki kuvvetlerini yeterince
takviye etmeden hatta savaş öncesi önemli sayıda terhis faaliyetinde
bulunarak Balkan Savaşı’na girmek zorunda kalmış ve bu durum Balkan
harekâtının başarısızlıkla sonuçlanmasına sebep olmuştur.
Devlet idaresinde ve orduda siyasete bulaşan emir ve komuta
makamları da bu tutumun iş birliği ve yardımlaşma ihtiyacını zayıflattığına
tanık olmuşlardır.
KAYNAKLAR
DANİŞMEND, İsmail Hami; İzahlı Osmanlı Tarihi Kronoloji C.H.
İstanbul, Yaylalık Basım Evi, 1972.
ÖZTUNA, T.Yılmaz; Türkiye Tarihi, c.12, İstanbul, Hayat, 1967.
ÖZTUNA, T.Yılmaz; Resimlerle Türkiye Tarihi İstanbul, Hayat, 1970.
Türk Silâhlı Kuvvetleri Tarihi; Balkan Harbi, c.II, Ankara, Gnkur. Basım
Evi, 1993.
Türk Silâhlı Kuvvetleri Tarihi, Balkan Harbi 1912-1913; c.3, Garp
Ordusu, Ankara, Gnkur. Basım Evi, 1993.
Balkan Harbi; c.II, Ankara, Gnkur. Basım Evi, 1993.
Balkan Harbi; c.II, 2 Ks., Ankara, Gnkur. Basım Evi, 1993.

59
60
EKLER

Balkanlar’da Osmanlı vilâyetleri ve mevkiler

1912-1913 Balkan Savaşı Harbiye Nazırı Nazım Paşa

61
1 nci Ordu Komutanı Abdullah Paşa

Edirne müdafaasının kahraman kumandanı Mehmet Şükrü Paşa

62
Bulgar Kralı Ferdinand cephede

Balkan Savaşı: Atlı Bir Türk Keşif Kolu (Yedeksubay Ressam Hayri Çizel)

63
Balkan Savaşı: Türk-Bulgar Harekâtı
Lüleburgaz muharebelerinde sancağı ile birlikte geri çekilen bir Türk birliği

Balkan Savaşı: Türk-Bulgar Harekâtı


Trakya’nın Dondurucu Soğuğunda Türk Süvarileri
(Yedeksubay Ressam Hayri Çizel)

64
Balkan Savaşı: Bulgar Harekâtı, Çatalca mevzii

Balkan Savaşı’nın birinci safha harekâtı sonunda Türk-Bulgar komutanları


mütarekeden önce

65
Balkan Savaşı’nda Batı Ordusu Harekâtı
Sırp kuvvetlerinin Üsküp’e girişi

Balkan Savaşı’nda Türklerin insanüstü fedakârlıklar gösterdiği Edirne


kuşatmasından bir anı. İkmal aksaklığından ağaç kabuğu yemeye mahkûm
müdafiler (İngiliz ressam George Scott)

66
Şanlı bir savunma örneği veren Edirne’de, şehrin düşmesinden sonra
Selimiye Camii’ni ziyaret eden Bulgar askerleri

Balkan Savaşı’nda at üzerinde yaralı tahliyesi

67
Balkan Savaşı: Türk-Bulgar Harekâtı
Edirne’nin geri alınışında Türk komutan ve subaylar

Balkan Savaşı: Cephe gerilerinde Türk erleri

68
Hamidiye kruvazörü

69
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA TÜRK-BULGAR ORTAK HAREKÂTI
(Romanya ve Makedonya Cephesi’ndeki Türk Birlikleri)
Nurcan FİDAN*
Dünya tarihinin dönüm noktalarından biri olan ve 28 Haziran 1914’te
Sarayova’da, Avusturya-Macaristan veliahtı ve eşinin bir suikast sonucu
öldürülmesiyle başlayan Birinci Dünya Savaşı, iki yıl içinde bütün Balkanlar’a
yayılmıştır.
Savaşın ilk yılında İngiliz ve Fransızların Avrupa batı cephesinde
yaptıkları taarruzlar başarılı olamadı. Almanya, Fransa topraklarının bir
kısmını işgal ettiyse de taarruzları Marn Meydan Muharebesi ile durduruldu.
Bundan sonra Avrupa doğu cephesine yönelen Almanlar, Tanenberg’de ve
Mazurya bataklıklarında Rusları yenerek Doğu Prusya topraklarından attılar.
Bu başarıya rağmen Rus ordusu ilerlemeler kaydetti ve Avusturyalıları
Galiçya’da Karpatlar’a kadar geri çekilmek zorunda bıraktı. Alman ordusu ile
takviye edilen Avusturya kuvvetleri, yaptıkları taarruzlar sonucu Rusları geri
atarak tehlikeyi önlediler. Sırp ordusu ise Avusturyalıları Bosna, Tser ve
Rudnik’te yendi ve 1 Aralık 1914’te Avusturyalılar tarafından ele geçirilen
Belgrat’ı 13 Aralık 1914’te işgalden kurtardı.
1915 yılının ilk aylarında bir taraftan Rusların Avrupa doğu
cephesinde taarruza geçerek gerek Almanları işgal ettikleri bölgeden
çekilmek zorunda bırakması, gerekse Avusturyalıları Galiçya’da Karpatlar’a
kadar geri atması, diğer taraftan Fransız ve İngilizlerin batı cephesinde
inisiyatifi ele alarak taarruza geçmeleri, daha önce İttifak devletleriyle
anlaşma yapmış olan İtalya’nın, 1915 yılı Mayıs ayında bu bloktan ayrılarak
İtilâf devletleri bloğuna katılmasına yol açtı.
Avusturya-Macaristan’ın İtalyanlarla meskûn topraklarına sahip olmak
isteyen İtalya, Antalya ve dolaylarındaki Türk toprakları isteğini kabul eden
İtilâf devletleri ile 26 Nisan 1915’te Londra’da bir antlaşma imzalayarak, 30
Mayıs 1915’te Avustarya-Macaristan’a savaş ilân etti. Böylelikle Avrupa’da
Doğu, Batı ve Balkan (Sırbistan) cephelerinden sonra bir de İtalyan cephesi
açılmış oluyordu.
Bu sıralarda İtilâf devletleri Sırp ordusuna yardım etmek ve
cephelerdeki Alman-Avusturya baskısını hafifletmek için Makedonya
cephesini açma kararı alırken aynı zamanda İttifak devletleri de çeşitli
vaatlerle Bulgaristan’ı kendi saflarına almaya çalışıyor ve Sırbistan’ın işgal
plânını hazırlıyorlardı.
1915 yılı Temmuz ayı ortalarında Avrupa doğu cephesinde başlayan
Alman taarruzları sonucunda Ruslar geri çekildi. Önce Varşova, Ağustos
1915’te Kovno ve Eylül 1915’te de Vilna Almanların eline geçti.

*
Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt (ATASE) ve Genelkurmay Denetleme Başkanlığı, 1
nci Askerî Tarih Kurulu Tarih Uzmanı

71
Bu gelişmelerin yanı sıra Çanakkale Cephesi’nde İngiliz ve
Fransızların uğradıkları yenilgi, savaşın başında tarafsız kalmış olan
Bulgaristan’ın yılın ikinci yarısına doğru İttifak devletleri tarafına yönelmesine
sebep oldu ve savaşa katılma konusunda bazı şartlar ileri sürdü.
Bulgaristan, Osmanlı Devleti ile yaptığı görüşmeler1 sonucunda 3
Eylül 1915 tarihinde Sınır Düzeltme Sözleşmesi’ni imzaladı.2 Buna göre;
Tunca ve Meriç nehrinin batısında bulunan yerler, Edirne İstasyonu’nun
bulunduğu Karaağaç ile birlikte ve Edirne güneyinden Marmara denizine
kadar Meriç’in sol kıyısında 2 km genişliğinde bir şerit (Enos Osmanlı,
Dimetoka Bulgaristan topraklarında kalmak üzere) Bulgaristan’a verilecekti.
6 Eylül 1915’te Bulgaristan, Almanya ve Avusturya-Macaristan
devletleri arasında Dostluk ve Bağlaşma Antlaşması’ndan başka
Makedonya, Dobruca ve Doğu Trakya (Meriç koridoru) topraklarının
Bulgaristan’a verilmesi şartıyla da anlaşmalar imzaladı.3 Yapılan bu
anlaşmalarla Bulgaristan, İttifak devletleri yanında yer aldı ve 12 Ekim
1915’te Sırbistan’a savaş ilân etti.4
Doğu cephesinde Ruslara indirilen darbeden sonra Alman ve
Avusturya-Macaristan kuvvetleri, Osmanlı Devleti ile Balkanlar üzerinden
kara bağlantısı kurmak amacıyla 6/7 Ekim 1915’te Sırbistan sınırını geçti. 9
Ekim 1915’te Belgrad’ı ele geçirerek Niş genel doğrultusunda ilerlemeye
başladı. Bulgarlar da güneyden Niş-Üsküp hattına doğru ilerledi. Böylece
Alman ve Avusturya-Macaristan kuvvetleriyle Bulgar kuvvetleri birleştiler ve
kısa zamanda Sırp ordusunun yarısını yok ederek Sırbistan’ı haritadan
sildiler. Sırp ordusunun tamamen yok olmasına Fransızlar engel oldular ve
11 Ocak 1916’da Korfu adasını Yunanistan’ın direnmesine rağmen işgal
ederek Sırp ordusunun geri kalanını oraya taşıdılar. Bu sırada 10 Ocak
1916’da Karadağ’ın başkenti Çetine de ele geçirildi, Karadağ kralı silâhını
bırakarak memleketini terk etti. Sırbistan ve Karadağ’ın yok olmasını
Arnavutluk izledi. 23-27 Şubat 1916 tarihleri arasında Avusturya kuvvetleri
İşkodra ve Draç’ı alarak, Arnavutluk geçici hükûmetini İtalya’ya sığınmak
zorunda bıraktı.5
Almanların, 1916 Şubatı’nda Verdün kesiminde başlattıkları bir taarruz
Haziran sonlarına kadar devam etti. Ancak bu taarruzdan bir sonuç elde
edilemedi. Bunun üzerine İtilâf devletleri 1916 Haziran sonlarından itibaren

1
A. Hristoff; Büyük Harbe Tarihi Bir Bakış ve Bulgaristan’ın Harbe İştiraki, Çeviren: M. Murat,
İstanbul, Askerî Matbaa, 1932, s.74.
2
Yusuf Hikmet Bayur; Türk İnkılâbı Tarihi, c. III, Ks. 2, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara,
Türk Tarih Kurumu Basım Evi, 1955, s.480.
3
a.g.e.; s.483-485. Fahir Armaoğlu; 20. Yüzyıl Siyasî Tarihi 1914-1980, Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları, Ankara, Tisa Matbaası, 1984, s.119.
4
Kemal Arı; Birinci Dünya Savaşı Kronolojisi, Genelkurmay ATASE ve Genelkurmay Denetleme
Başkanlığı Yayınları, Ankara, Genelkurmay Basım Evi, 1997, s.182.
5
Enver Ziya Karal; Osmanlı Tarihi, c.IX, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, Türk Tarih
Kurumu Basım Evi, 1996, s.479.

72
Somme nehri kesiminde taarruza başladı fakat Almanların mukavemetleri
karşısında bir şey yapılamadı.
26 Mayıs 1916’da bir Alman-Bulgar birliği, Struma vadisine İngilizlerin
sızmış olduğu iddiası ile Yunanistan Makedonyası’ndaki Rugel Kalesi’ni işgal
etti. Bulgar ordusu, 17 Ağustos 1916 tarihinden itibaren İngiliz, Fransız,
İtalyan ve Rus birliklerinden oluşan doğu ordusuna taarruza geçti ve 18
Ağustos 1916’da 1 nci Bulgar Ordusu tarafından Florina ele geçirildi. İtilâf
devletleri, Doyran cephesinde Alman-Bulgar kuvvetlerine karşı saldırıya
geçtilerse de başarılı olamayıp geri püskürtüldü. Serez, Drama ve Kavala
Alman-Bulgar kuvvetlerinin eline geçti (2 Ağustos-8 Eylül 1916).
4 Haziran 1916’da Avrupa doğu cephesinde Rusların General
Brussilov komutasında yaptığı başarılı taarruzlar sonucunda Avusturya
ordusu güç duruma düştü ve geri çekilmeye başladı. Alman Genelkurmay
Başkanı Falkenhayn, bu cepheye gönderilecek takviye kuvvetler arasında
Türk kuvvetlerinin de bulunmasını istedi ve bu istek Osmanlı Devleti
tarafından kabul edildi. Bu amaçla, Galiçya’ya 19 ncu ve 20 nci tümenlerden
oluşan 15 nci Kolordu gönderildi.
Avusturya-Macaristan kuvvetleri, 1916 Nisanı’nda İtalya cephesinde
de bir taarruzda bulundu, başlangıçta başarılı oldularsa da bu taarruzun
sonunu getiremediler. Bunun üzerine Ağustos ayı başında İtalyanlar, İzonzo
kesiminde taarruza geçtiler; fakat onlar da bir başarı elde edemediler.
Birinci Dünya Savaşı çıktığında tarafsızlığını ilân eden Romanya’yı, bir
taraftan İtilâf devletleri diğer taraftan İttifak devletleri kazanmak istiyorlardı.
Romanya ise Avusturya-Macaristan Devleti’nin Rumenlerle meskûn bulunan
Transilvanya toprakları üzerinde öteden beri hak iddia ediyordu. 4 Haziran
1916’da Rusların yaptıkları Brussilov taarruzunun başarısı ve Avusturya-
Macaristan kuvvetlerinin büyük bir yenilgiye uğrayarak doğu cephesinden
geri çekilmeleri üzerine Romanya, 17 Ağustos 1916’da İtilâf devletleri ile bir
ittifak ve askerî iş birliği anlaşması imzaladı. Buna göre, Romanya,
Avusturya-Macaristan Devleti’ne savaş açacak, buna karşılık İtilâf devletleri
Transilvanya, Banat ve Bukovina’nın bir kısmını Romanya’ya verecekti.6 27
Ağustos 1916 tarihinde Romanya, Avusturya-Macaristan’a savaş ilân etti.7
Osmanlı Hükûmeti, 28 Ağustos 1916’da Romanya’ya karşı Alman ve
Bulgar hükûmetleriyle birlikte harp ilânına karar verdi ve Meclis tarafından
alınan bu karar 29 Ağustos’ta padişah tarafından onaylandı.8 1 Eylül 1916’da
da Bulgaristan Romanya’ya savaş ilân etti.9

6
Vladimir Potyemkin Yönetiminde SSCB Bilimler Akademisi Üyeleri, Uluslararası İlişkiler Tarihi,
c. II, Çeviren: Attila Tokatlı, May Yayınları, İstanbul, Tomurcuk Matbaası, 1978, s.494.
7
Arı; s.239. Fahri Belen; Birinci Cihan Harbi’nde Türk Harbi, c. III, Ankara, Genelkurmay Basım
Evi, 1965, s.XVI.
8
ATASE ve Dent. Arşivi, Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 5180, Dosya: 20, Fihrist: 5.
9
Arı; s.240.

73
Bu arada 27 Ağustos 1916’da Alman Orduları Başkomutanlığına
Hindenburg, yardımcılığına da Ludendorf getirildi ve 6 Eylül 1916’da Alman,
Avusturya-Macaristan, Osmanlı ve Bulgar kuvvetleri harekâtının, tek elden
yönetilmesi kararlaştırılarak komutası Hindenburg’a verildi.
28 Ağustos 1916’da Tuna ve Dobruca sınırında bulunan Alman,
Avusturya-Macaristan, Bulgar ve Türk birliklerinin komutasını da Alman
Mareşali Mackensen üzerine aldı.
2 Eylülde Dobruca’ya, 9 Eylülde Silistre’ye giren Mareşal Mackensen
komutasındaki ortak ordu, daha sonra İtilâf devletlerinin taarruzları
karşısında ileri hareketlerini durdurdu.
Romanya Cephesindeki Muharebeler
Romanya’nın savaşa katılması ile Balkanlar’da yeni bir cephe daha
açılmış oluyordu. Romanya, savaş ilânından hemen sonra Avusturya-
Macaristan sınırlarını geçerek Transilvanya yönünde ilerlemeye başladı.
Daha kuzeyde de Ruslar Rumenlerle birlikte taarruza başladı. 29 Ağustos
1916’da bazı geçitler Rumenlerin kontrolüne geçti ve Krunştat işgal edildi.
Almanya, bu cepheyi takviye için Türklerden asker yardımında
bulunmalarını istedi. Bu istek olumlu karşılanarak buraya 15 nci, 25 nci ve 26
ncı tümenlerden oluşan 6 ncı Türk Kolordusu gönderildi.
Romanya cephesinin güney kanadında Mareşal Mackensen’in
komutasında bulunmak ve Bulgar ordusunu desteklemek üzere
görevlendirilen 6 ncı Türk Kolordusu, Tuğgeneral Mustafa Hilmi
komutasında; 38 nci, 45 nci ve 56 ncı piyade alayları, 15 nci Topçu Alayı ile
bağlı birliklerinden oluşan 15 nci Tümen10 ve 59 ncu, 74 ncü ve 75 nci
piyade alayları, 25 nci Topçu Alayı ile bağlı birliklerinden oluşan 25 nci
Tümenden kurulu idi. 1 Kasım 1916 tarihinde Romanya cephesine
gönderilmesine karar verilen ve 73 ncü, 76 ncı ve 78 nci piyade alayları, 26
ncı Topçu Alayı ile bağlı birliklerinden oluşan 26 ncı Tümen11 de daha sonra
bu kolordu emrine girdi.12
6 ncı Türk Kolordusu, Romanya cephesine gönderileceği emrini 26
Temmuz 1916’da aldı.13 25 nci Tümenin ikmali 7 Eylül 1916’da, 15 nci
Tümenin ikmali de 26 Eylül 1916’da tamamlanabildi.14 Daha önceden
hazırlıkları tamamlanan 75 nci Alay, 1 Eylülde Edirne’den Bulgaristan’a
hareket etti. Diğer birlikler de kısım kısım Bulgaristan’a intikal etti. 6 ncı

10
ATASE ve Dent. Arşivi; Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 4871, Dosya: 4, Fihrist: 20.
11
a.g.a.; Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 4011, Dosya: 149, Fihrist: 1.
12
M. Neşet; 78 Numaralı Askerî Mecmua’nın Tarih Kısmı, “Büyük Harpte Romanya Cephesinde
6 ncı Türk Kolordusu”, Sayı 19, İstanbul, Askerî Matbaa, 1 Ekim 1930, s.138.
13
ATASE Arşivi; Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 4984, Dosya: 8, Fihrist: 49. a.g.a.;
Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 4989, Dosya: 35, Fihrist: 1.
14
Birinci Dünya Harbi c.VII, Avrupa Cepheleri 2’nci Kısım (Romanya Cephesi), Genelkurmay
Harp Tarihi Dairesi Resmî Yayınları, Ankara, Genelkurmay Basım Evi, 1967, s.34.

74
Kolordu karargâhı ve 25 nci Tümen Pravadi İstasyonu’na inerek nakli 19
Eylülde, 15 nci Tümen de Varna İstasyonu’na inerek nakli 6 Ekim 1916’da
tamamlandı.15
İttifak kuvvetlerine karşı yapılacak taarruzda Rumen ordusunun
harekât plânı şöyleydi: Kuvvetinin büyük kısmı ile Transilvanya ve Karpat
dağları üzerinden Avusturya-Macaristan’a taarruz edecek, Transilvanya’yı
ele geçirdikten sonra Budapeşte’ye doğru ilerleyecekti. Rumen
Başkomutanlığı güneyden de Bulgaristan’a karşı taarruza geçmeyi
plânlamıştı. Ancak bu taarruzu Makedonya cephesindeki İtilâf kuvvetlerinin
Bulgaristan’a karşı Dobruca üzerinden Tırnova istikametinde taarruza
geçmesi durumunda yapacak, aksi hâlde Bulgaristan cephesinde
savunmada kalacaktı.16
Romanya’nın savaşa katılması ihtimaline karşı 28 Temmuz 1916’da
Alman, Avusturya-Macaristan, Türk ve Bulgar başkomutanları Romanya’ya
karşı uygulanacak muharebe plânları hakkında bir karara vardılar. Buna
göre, Romanya savaşa katılır katılmaz İttifak kuvvetleri hemen taarruza
geçerek savaşı Romanya topraklarına atacak, Almanya ve Avusturya-
Macaristan kuvvetleri kuzeyden taarruz ederek Rumen kuvvetlerini
üzerlerine çekecekler, Bulgarlar Dobruca’ya taarruz ederek Tutrakan ve
Silistre kalelerini ele geçirecekler, aynı zamanda Mareşal Mackensen
komutasındaki Tuna Ordusu Ziştovi’den Tuna’yı geçecek ve Bükreş’e
taarruz edecekti. Bulgar birlikleri de Niğbolu civarından Tuna’yı geçerek
Bükreş’e karşı taarruza geçecekti.17 Ayrıca Türkiye’den gelecek kuvvetler
Bulgar ordusuna yardımda bulunacaktı.
1916 yılı Ağustos sonunda Mareşal Mackensen, Rumenlere ilk
vurulacak darbenin Dobruca üzerinden olması hakkında alınan karar gereği;
emrindeki birliklerin çoğunu Dobruca hududunda topladı ve Tuna
cephesinde savunmada kaldı. Dobruca’da toplanan ordu General Toşef
komutasındaki 3 ncü Bulgar Ordusu idi. 3 ncü Bulgar Ordusu birlikleri; 1 nci,
4 ncü ve 6 ncı Piyade tümenleri ile 1 nci Süvari Tümeni, Rusçuk ve
Varna’daki birlikler ve bir zayıf Alman müfrezesiyle, Şumnu ağır topçusu
birliklerinden oluşan Tuna Müfrezesinden ibaretti.18
Eflâk’ta Arşidük Şarl komutasında bir ordular grubu kurulmuştu. Bu
grup, Karpat dağları batısı ile Transilvanya dağları kuzeyinde bulunuyordu.19
Bu sırada Dobruca’da bulunan 3 ncü Rumen Ordusu ise iki gruba
ayrılmıştı. Doğu grubunda; Dobruca civarında, 19 ncu Piyade Tümeni ve bir
süvari tugayı, Mecidiye kasabası civarında bir Rus kolordusu vardı. Batı

15
Neşet; s.44.
16
Şefik Ertem; Birinci Dünya Savaşı’nda Avrupa’da Yüz Bin Türk Askeri, Kastaş Yayınları,
İstanbul, Zafer Matbaası, 1992, s.203.
17
Hristoff; s.200.
18
Neşet; s.47.
19
Birinci Dünya Harbi; c.VII, s.30.

75
grubunda; Kalafat’tan Silistre’ye kadar 16 ncı ve 18 nci piyade tümenleri ile
bir süvari tümeni, Tutrakan’da 17 nci Piyade Tümeni, Silistre’de 9 ncu
Piyade Tümeni ve bir süvari tugayı vardı. Bükreş’te ihtiyat kuvveti olan 5 nci
Rumen Kolordusu bulunuyordu.20
Eflak’ta da 1 nci, 2 nci ve 4 ncü Rumen orduları Karpat dağları batısı
ile Transilvanya dağları kuzeyi hattında bulunmaktaydı.21
Bu sıralarda Transilvanya’daki 9 ncu Alman Ordusu, 1 nci Rumen
ordusunun sağ yanına taarruz etti ve Rumenler Karpatlar’a doğru çekilmeye
başladılar. Rumenler bundan sonraki Alman-Avusturya taarruzlarını Karpat
dağlarında durdurmayı başardılar. Güneyde Dobruca’da bulunan 3 ncü
Bulgar Ordusu, Kuzey Dobruca’ya doğru ilerlemeye başlamıştı.
2 Eylül 1916’da başlayan ve 3 ncü Bulgar Ordusu birlikleri tarafından
yapılan şiddetli taarruzlar sonucunda Tutrakan Kalesi ve Silistre Bulgar
kuvvetlerinin eline geçti. Rumen ve Rus kuvvetleri Tuna-Musabey-Mangalya
hattına çekildiler. (Kroki-1)
Bulgaristan’a kısım kısım gelen Türk birlikleri Dobruca cephesine dâhil
olduktan sonra 6 ncı Türk Kolordusu karargâhı gelene kadar Bulgar tümen
komutanları emrinde hareketlere katıldılar.
Rumenlerin çekildikleri hatta taarruz için 12 Eylül 1916’da harekete
geçildi. Dobriç cephesindeki birlikler General Kantarciyef’in komutasında idi
ve iki gruba ayrılmışlardı. Sağdaki grup Albay Gabaref’in komutasında,
soldaki grup Yarbay Georgief’in komutasında idi. Cepheye ilk kısım olarak
gelen 75 nci ve 74 ncü Türk alayları yapılan taarruz hareketlerine Bulgar
birlikleri ile birlikte katıldılar. 25 nci Türk Tümeni cepheye geldikten sonra
General Kantarciyef’in komutasında muharebelere katıldı ve 16 Eylül
1916’da sağ kol grubunu oluşturdu. Fakat daha sonra aldığı bir emirle 3 ncü
Bulgar Ordusu Komutanı General Toşef’in emrine girdi. 75 nci Türk Alayı da
Yarbay Georgief’in komutasında kaldı.
Türk birlikleri, aldıkları emirlerle Bulgar birlikleri ile birlikte ileri
hareketlerine devam ediyorlar, birinci hatları ele geçiriyor, takip harekâtında
bulunuyorlardı. 3 ncü Bulgar Ordusu birlikleri Dobruca’da yaptığı yürüyüşler
sonucu yorgun düşmüş ve yapılan muharebelerde birliklerin verdikleri zayiat
ikmal edilememişti. Buna rağmen Mareşal Mackensen Rumenlerin
maneviyatının kırıldığını ve seri bir taarruzun başarıyla sonuçlanacağı
düşüncesindeydi. 3 ncü Bulgar Ordusu komutanı da birliklerinin yorgun
olmasına rağmen bu fikre katılarak 18 Eylül’de Rumenlere taarruza başladı.
Gobadin istikametinde yapılan taarruz başlangıçta başarılı olamamıştı. 21
Eylül’de Rumenler, 74 ncü Türk Alayı ve 1 nci Bulgar Süvari Tümeni üzerine
bir taarruz hareketi başlattı. Mevzilerini kahramanca savunan Türk birlikleri

20
Hristoff; s.202-204. Neşet; s.48.
21
Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi Avrupa Cepheleri (Özet), Genelkurmay ATASE ve
Genelkurmay Dent. Başkanlığı Yayınları, Ankara, Genelkurmay Basım Evi, 1996, s.89.

76
Bulgar ve Alman bataryasının topçu desteği ile Rumenleri geri atmayı
başardılar. Bu muharebede 74 ncü Türk Alayından 22 er şehit oldu, iki
subay, 130 er yaralandı. Rumenler diğer cephelere yaptığı taarruzdan bir
sonuç elde edemedi.22
21 Eylül akşamına doğru Mustafaasi köyüne gelen 25 nci Türk
Tümeni, 1 nci Bulgar Süvari Tümeni ile koordine ederek Amuzaca’yı ve 1 nci
Bulgar Süvari Tümeni de Prolya’yı ele geçirme emrini aldı. Emir gereği
harekete geçildi. 23 Eylülde yapılan Karaköy Muharebesi’nde 75 nci Türk
Alayı, dokuz şehit, 16 yaralı ve 88 kayıp zayiat vermişti. 24 Eylülde Birinci
Amuzaca Muharebesi başladı ve 75 nci Türk Alayı Amuzaca’yı, 59 ncu Türk
Alayı da 140 rakımlı tepeyi ele geçirdiler. 25 nci Türk Tümeninin sağındaki 1
nci Bulgar Süvari Tümeni de Prolya’ya yaklaştı, bir süre sonra da burayı ele
geçirdi. (Kroki-2)
Dobriç Kuvvetleri Komutanı General Topalof komutasında
muharebelere katılan 74 ncü Türk Alayı da aldığı emirle 24 Eylül’de
Kaşıkçılar-Engenez hattına taarruz ederek burayı ele geçirdi.
Bundan sonra 3 ncü Bulgar Ordusu elde ettiği hatlarda savunmada
kaldı. Buna göre,i 25 nci Türk Tümeninin 74 ncü Alayı General Topalof’un
emrinde, 25 nci Türk Tümeni komutanı emrindeki 59 ncu ve 75 nci alaylar ile
15 nci Türk Tümeninin 56 ncı Alayı birinci hatta görevlendirildi. Rumen
ordusu, 1 Ekim 1916’da taarruza geçti ve sıklet merkezi 25 nci Türk Tümeni
üzerinde idi. Aynı zamanda Rumen ordusu Tuna’yı geçerek güneye de
taarruza başladı. Muharebeler bütün şiddetiyle devam ediyordu. 3 ncü
Bulgar ordusu komutanı, 25 nci Türk Tümenini iki Bulgar taburu ile takviye
ederek taarruza geçmesini emretti. 25 nci Tümen taarruza geçti. Bu taarruza
1 nci Bulgar Süvari Tümeni de katıldı. Türk ve Bulgar birlikleri Rumen
taarruzunu durdurdular, 56 ncı Türk Alayı Rumenleri takip etti. 74 ncü Türk
Alayı da karşısındaki birlikleri durdurmuştu. Tuna’yı geçen Rumen birlikleri
de geri çekildiler. Tuna cephesi için ayrılan 217 nci Alman Tümeni
Dobruca’daki 3 ncü Bulgar Ordusu emrine verildi. Altı gün devam eden ve
genel olarak Amuzaca kasabası civarında geçen Rumen taarruzu ve
kırılamayan Türk savunması İkinci Amuzaca Muharebesi olarak adlandırıldı.
Bu muharebede Türk birliklerinin zayiatı, 56 ncı Alay komutanı23 ve 17
subay, 795 er şehit; 39 subay, 2854 er yaralı, 960 kayıp oldu.24
Bu sırada 6 ncı Türk Kolordusu Komutanı Mustafa Hilmi Paşa bölgeye
geldi ve 3 Ekim 1916’dan itibaren kolordu komutanlığını üstlendi.
Alman ve Avusturya-Macaristan orduları kuzeyde Transilvanya
Alpleri’ne doğru ilerliyorlardı. Bundan sonraki harekât şu şekilde olacaktı:
Transilvanya’daki İttifak kuvvetleri Rumen cephesini yararak güneye Eflâk’a

22
Neşet; s.72.
23
ATASE ve Dent. Arşivi; Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 5007, Dosya: H-19, Fihrist: 1-10.
24
Neşet; s.97.

77
inecekler, Tuna Ordusu da Tuna’yı geçerek Bükreş’e ilerleyecek ve diğer
müttefik ordular ile birleşecekti. Böylelikle Rumen ordusu yok edilerek
Bükreş ele geçirilecek ve Romanya cephesi tümü ile ortadan kaldırılacaktı.
Hem bu plânı uygulamak ve hem de durdurulan Rumen ordusunu geri atmak
için Mareşal Mackensen tarafından bir plân hazırlandı. Buna göre, Güvenli-
Gobadin demir yolu -Mecidiye hattı, doğu ve batı olarak ikiye ayrılmıştı.
Doğu grubu, General Kantarciyef’in komutası altında 1 nci Bulgar Süvari
Tümeni ve 217 nci Alman ve Mürettep Bulgar piyade tümenleri ile
Karadeniz’den itibaren Gobadin demir yoluna kadar olan bölgede; Batı
grubu, Gobadin demir yolundan Tuna’ya kadar olan bölgede 4 ncü Bulgar
Tümeni, 6 ncı Türk Kolordusu ve en batıda 1 nci Bulgar Tümeni olmak üzere
3 ncü Bulgar Ordusu Komutanı General Toşef’in komutasında taarruz
edecekti. Her iki grubun komutasını Mareşal Mackensen üstlendi.25
Doğu grubu esas taarruzu yaparken, batı grubu daha geniş bir
taarruzla Rumenleri tespit ederek çekilmesini engelleyecekti.
19 Ekim 1916 tarihinde başlayan taarruzda, doğu grubu Toprakhisar
güneyinde ilerledi. Batı grubu da gösteriş taarruzları ile karşısındaki Rumen
kuvvetlerini tespit etti. 6 ncı Türk Kolordusu ve 1 nci Bulgar Tümeni de
ilerlediler.26 15 nci Türk Tümeni yaptığı taarruzlarla daha da ilerledi. 20
Ekim’de 25 nci Türk Tümeni 4 ncü Bulgar Tümeninin taarruzuna yardım
etmek için Kaçamak-147 rakımlı tepe hattına taarruz emri aldı.27 21 Ekim’de
15 nci ve 25 nci Türk tümenleri gösteriş taarruzu yerine yaptıkları hakikî
taarruzlarla başarılı bir şekilde ilerlemişlerdi. Rumenler geri çekilmeye
mecbur olmuş,28 25 nci Tümen 75 nci Alayı ile Kaçamak köyünü işgal etti. 4
ncü Bulgar Tümeni de Gobadin’i ele geçirdi.
İkinci Gobadin taarruzunda 6 ncı Türk Kolordusu yaptığı taarruzlarla
Rumenleri atmayı başardı ve yaptığı hakikî taarruzlarla da doğu grubuna
büyük yardımlarda bulundu.
Gobadin’deki başarılardan sonra Mareşal Mackensen, kuzeye doğru
çekilen Rumen kuvvetlerini Köstence-Mecidiye-Çernovada istikametinde
takip etti.29 25 nci Türk Tümeni, 1 nci ve 4 ncü Bulgar tümenleri ile birlikte 24
Ekim 1916’da Çernovada’ya girdi. 26 Ekim günü 6 ncı Türk Kolordusu, 15
nci ve 25 nci tümenlerini Çernovada doğusu ve Mirçova arasında topladı.
Dobruca’da son günlerde yapılan muharebelerde 6 ncı Türk Kolordusunun
gösterdiği kahramanlık ve fedakârlık Türk Başkomutanlığı ve Alman Orduları
Başkomutanlığı tarafından takdir edildi. Kolordunun 19 Ekimde başlayan ve
yedi gün devam eden taarruz harekâtındaki zayiatı: 15 nci Türk Tümeninden
17 subay, 523 astsubay ve er şehit, 36 subay, 3352 astsubay ve er yaralı,

25
ATASE Arşivi; Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 3999, Dosya: 100, Fihrist: 2.
26
a.g.a.; Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 4000, Dosya: 102, Fihrist: 5-4.
27
a.g.a.; Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 4000, Dosya: 102, Fihrist: 1-3.
28
a.g.a.; Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 5007, Dosya: H-25, Fihrist: 1-31.
29
a.g.a.; Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 5007, Dosya: H-26, Fihrist: 1-26.

78
329 astsubay ve er kayıp; 25 nci Tümenden iki subay, 99 astsubay ve er
şehit, yedi subay, 771 astsubay ve er yaralı, 69 astsubay ve er kayıp oldu.30
Mareşal Mackensen, emrindeki Tuna Ordusunu Tuna nehrinden
Eflâk’a geçirmek için harekete geçti. Geride kalan kuvvetlerini de Tasavlu-
Banasçık hattında savunmada bıraktı. 8 Kasımdan itibaren Rumenler ileri
harekete geçtiler. 3 ncü Bulgar Ordusu komutanı, 6 ncı Türk Kolordusunu
birinci hattı savunması için görevlendirdi. Diğer birlikleri de Rumen
taarruzlarını durdurdu. Bundan sonra Mareşal Mackensen, 3 ncü Bulgar
Ordusuna ileri harekâta geçmesi emrini verdi ve 15 Kasımda harekete geçen
6 ncı Türk Kolordusu ve diğer Bulgar tümenleri birlikte yaptıkları şiddetli
muharebelerle Rumenleri bulundukları hatlardan attılar.
20 Aralık 1916’da tekrar taarruza geçen 3 ncü Bulgar Ordusu
ilerleyişini sürdürdü. İki gün devam eden Başköy-Çineli Muharebelerinde 6
ncı Türk Kolordusu 2000’den fazla zayiat verdi.31 Aynı zamanda Rumenlere
de ağır kayıplar verdirilerek, 4’ü subay olmak üzere 400’den fazla esir
alındı.32
24 Aralık’ta Nikolitel ve İsakça ele geçirildi.33 Dobruca’nın kuzeybatı
istikametine çekilen Rumenler takip edildi. 4 ncü Bulgar Tümeni emrinde
taarruza devam eden 75 nci Türk Alayı, 31 Aralık 1916’da yaptığı hücumda
Maçin’in güney doğusundaki 90 rakımlı tepeyi zapt etti. Bu Alaydan diğer bir
bölük, Rumen ve Rus birliklerinden 200, bundan başka Bulgar birlikleriyle
birlikte ayrıca 500 kadar esir aldı.34 Artık Dobruca harekâtı sona ermişti.
Bundan sonra Mareşal Mackensen 6 ncı Türk Kolordusunu ve 15 nci Türk
Tümenini Eflâk’a Tuna Ordusu kuruluşuna aldı.
3 Ocak 1917’de Dobruca’da kalan son Rumen birlikleri de, 4 ncü
Bulgar Tümeni ve 75 nci Türk Alayı ile birlikte yapılan muharebeler
sonucunda Tuna’ya doğru geri çekildiler. Böylelikle 5 Ocak 1917’de bütün
Dobruca İttifak kuvvetlerinin eline geçti.
11 Kasım 1916 tarihinden itibaren Transilvanya’daki Alman ve
Avusturya-Macaristan kuvvetleri Eflâk ovasına yaklaşırken Mareşal
Mackensen komutasındaki Tuna Ordusu birlikleri (217 nci Alman Tümeni, 6
ncı Türk Kolordusu ve 1 nci Bulgar Tümeni) de Ziştovi’ye sevk edilerek Tuna
nehrini geçmek için hazırlık yapıyorlardı. Bu sırada bu birliklerin arasına
Türkiye’den gönderilerek, 22 Kasım 1916’da Bulgaristan’a gelebilen ve 73
ncü, 76 ncı ve 78 nci piyade alayları, 26 ncı Topçu Alayı ile bağlı
birliklerinden oluşan 26 ncı Türk Tümeni de katılmıştı.

30
a.g.a.; Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 4061, Dosya: 356, Fihrist: 2.
31
a.g.a.; Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 4008, Dosya: 137, Fihrist: 16.
32
a.g.a.; Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 4008, Dosya: 137, Fihrist: 3. Neşet; s. 133.
33
a.g.a.; Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 4008, Dosya: 137, Fihrist: 31-32.
34
a.g.a.; Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 4045, Dosya: 291, Fihrist: 3.

79
Tuna Ordusu Komutanı Mareşal Mackensen, emrindeki 1 nci, 12 nci
Bulgar ve 217 nci Alman Tümenini birleştirerek 52 nci Kolordu adıyla yeni bir
kolordu kurdu. Alman Süvari Tümeni ve 26 ncı Türk Tümenini de ordu
ihtiyatına ayırdı.35
23 Kasım 1916 sabahı Rumen kuvvetleri, topçu ateşi ile baskı altında
tutulurken 217 nci Alman Tümeni Tuna nehrini geçmeye başladı. Nehirdeki
Avusturya monitörleri de ateşleri ile bu geçişi koruyordu. 26 ncı Türk Tümeni
25 Kasımda Tuna nehrinin kuzeyine geçtikten sonra geçiş harekâtı
tamamlandı.
Nehri geçen Tuna Ordusu, 26 Kasımda kuzeydoğuya doğru
yürüyüşüne devam ederken, Transilvanya geçitlerini aşan 9 ncu Alman
Ordusu da Eflâk ovasında güneye ve doğuya doğru ilerliyor, daha kuzeydeki
1 nci Avusturya Ordusu ise Doğu Karpatlar’da Rumenlere taarruz ediyordu.
(Kroki-3)
Tuna Ordusu Yerköy-Toparo-Draganesti hattında ilerlerken 26 ncı
Türk Tümeni de Aleksandrya-Vitanesti istikametinde iki kol hâlinde
ilerliyordu. Sağ koldaki 78 nci Alay Marzanesti köyü yakınlarında Rumenlerle
çatışmaya girdi ve topçu olmaksızın bu kuvvetleri atmayı başardı.
9 ncu Alman Ordusu ile irtibatı sağlayamayan Tuna Ordusu üzerine
Rumenler, 1 Aralık 1916’da taarruza geçti. Mareşal Mackensen sol cenah
gerisinde bulunan ve ordu ihtiyatı olan 26 ncı Türk Tümenini ve Alman
Süvari Tümenini bu taarruza karşı koymakla görevlendirdi. Sağ cenahtaki
diğer birliklerine de taarruz etmelerini ve ilerlemelerini emretti. Draganesti’de
yapılan şiddetli muharebelerde Rumenlere ağır zayiat verdirilerek taarruz
durduruldu ve 26 ncı Tümen 76 ncı Alay birlikleri Tırnova’yı ele geçirdiler.
(Kroki-4) 26 ncı Tümenin bugünkü zayiatı: biri subay 86 şehit, yedisi subay
525 yaralı, 357 kayıp.36 Ertesi gün Mareşal Mackensen, bütün Rumen
taarruzlarını kırmış olarak 9 ncu Alman Ordusu ile temasa geçti. İki ordu
birlikte Bükreş’e doğru yöneldi.
3 Aralık 1916’da ileri yürüyüşlerine devam eden birliklerden Alman
Süvari Tümeninin bir süvari tugayı Balarya’da Rumen taarruzuna uğradı.
Buraya gönderilen 26 ncı Türk Tümeni Komutanı Yarbay Hamdi Bey, önce
78 nci Alayını iki taburuyla yola çıkardı. Bölgeyi Türk birliklerine teslim eden
Alman Tugayı, tümenine katılmak üzere buradan ayrıldı. Çok şiddetli ateş
karşısında Balarya’yı, Alman süvari topçusu ve iki taburu ile direnme
gücünün son noktasına kadar savunan 78 nci Türk Alayı çok kritik bir
durumda iken 26 ncı Türk Tümeni komutanı 73 ncü ve 76 ncı alayları ile
geldi. 76 ncı Alay sağ cenahtan, 73 ncü Alay da sol cenahtan 78 nci Alayı
takviye ettiler. Öğleden sonra Rumen ordusunun sarsılmaya başladığı sırada
Alman birliklerinin muharebeye katılmaları sonucu 26 ncı Türk Tümeni

35
Neşet; s.143.
36
a.g.e.; s.150.

80
yaptığı bir taarruzla Rumenleri Argesu nehrinin kuzeyine atmayı başardı.
(Kroki-5) Rumen kuvvetleri bozgun hâlinde kaçarken, 26 ncı Türk Tümeni
66’sı subay 3600 esir, pek çok mühimmat, bir topçu alayı, 37 top, 20
makineli tüfek, 3 otomobil, 100 cephane arabasını ele geçirdi. Tümenin
zayiatı, 500 şehit, 1600 yaralı idi.37
26 ncı Türk Tümeninin yaptığı bu muharebe ile Rumen ordusunun
Tuna Ordusu cephesini yarması ve 9 ncu Alman Ordusu ile Tuna Ordusunun
irtibatının kesilmesi önlenmiş, durumun müttefik orduların lehine dönmesinde
çok büyük etken olmuştur. Bu yüzden tümen, Türk Başkomutanlığı
tarafından takdir edildi. 78 nci Alayın sancağına da 15 Aralıkta Harp
Madalyası takıldı.38
Tuna Ordusu, Argesu nehrini aşarak Bükreş’e doğru ileri hareketine
devam etti. 3 Aralık 1916’da Bükreş ele geçirildi.39 7 Aralıkta Bükreş’e girme
töreni düzenlendi ve 26 ncı Türk Tümeni karargâhı ve temsil müfrezesi bu
törende yerini aldı.
Bundan sonra Mareşal Mackensen, Tuna Ordusu ve emrine verilen 9
ncu Alman Ordusu ile birlikte Seret nehrine doğru çekilen Rumen ve Rus
birliklerini takip etti. (Kroki-6) Yalomiça nehrini de fazla bir mukavemet
görmeden kuzeye geçen Tuna Ordusu kuzeydoğu istikametinde, 9 ncu
Alman Ordusu da kuzeybatı istikametinde ilerliyordu. Yapılan keşifler
sonucunda Rumen ve Rus birliklerinin bazı mukavemet hazırlıkları
görüldüğü için Mareşal Mackensen, 22 Aralıkta 9 ncu Alman Ordusunu
Drogal-Giorgeri-Pirtila hattında taarruz ettirdi. Daha sonra 26 Aralık’ta Tuna
Ordusuna taarruz emri verdi. 26 ncı Türk Tümeni de kendisine verilen görevi
yerine getirdi ve 28 Aralıkta Vizirol’ü ele geçirdi. 26 ncı Türk Tümeninin
sağında Nazlimof Müfrezesi, solunda 1 nci Bulgar Tümeni vardı. 9 ncu
Alman Ordusu da Rimnikulsarat Muharebesi’ni kazanarak karşısındaki
birlikleri geri attı. Tuna Ordusu karşısındaki birlikler de geri çekiliyordu.
1 Ocak 1917’de 15 nci Türk Tümeni Tuna sol sahiline geçti.40 2 Ocak
1917’de Tuna’nın sol sahiline geçen 6 ncı Türk Kolordusu41 Komutanı
Tuğgeneral Mustafa Hilmi, 4 Ocak’ta Vizirol’e gelerek 26 ncı Türk Tümeninin
komutasını üzerine aldı ve Tuna Ordusu emrine girdi. 4 Ocakta tekrar
taarruza geçen Tuna Ordusu başarı ile ilerliyordu. Geri çekilen Rumen
kuvvetleri 1 nci Bulgar Tümeni, Alman Süvari Tümeni ve 6 ncı Türk
Kolordusu tarafından şiddetle takip ediliyordu. 5 Ocakta Dobruca’daki 3 ncü
Bulgar Ordusu da İbrail’e doğru yaklaşarak topçu ateşine başladı. Aynı gün
Alman Süvari Tümeni ve 6 ncı Türk Kolordusu tarafından İbrail ele geçirildi

37
a.g.e.; s.153.
38
a.g.e.; s.154. Ertem; s.285.
39
Belen; s.XX.
40
ATASE ve Dent. Arşivi; Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 4045, Dosya: 291, Fihrist: 2.
41
a.g.a.; Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 4045, Dosya: 291, Fihrist: 2-4.

81
ve 1400 esir ile altı makineli tüfek alındı.42 Rumenler Seret nehrine doğru
çekilmeye mecbur edildi. Diğer taraftan 9 ncu Alman Ordusu Seret ve Tuna
nehrine geldi.
Takip harekâtı sırasında 12 Ocak 1917’de 15 nci Türk Tümeni,
Mihaela köyü civarında 38 nci ve 45 nci alayları ile süngü hücumu yaparak
Mihaela köyünü ele geçirdi. 3 subay 363 er esir edildi, 10 makineli tüfek ele
geçirildi.43 15 nci Türk Tümeninin bu muharebedeki zayiatı; 63 er şehit, 2’si
subay 121 yaralı oldu.44 14 Ocak’ta 26 ncı Türk Tümeni yaptığı başarılı
taarruzlarla Vadeni’yi ele geçirdi ve Rumenleri Seret nehrinin kuzeyine attı.
Fakat Rumenler ertesi gün Vadeni’ye taarruz ederek burayı ele geçirdiler
fakat daha fazla ilerleyemediler.
9 Ocakta Tuna’yı geçerek 6 ncı Türk Kolordusu emrine giren 25 nci
Türk Tümeni, 26 ncı Türk Tümeninin cephesini devraldı. 26 ncı Türk Tümeni
bir süre dinlendikten sonra kolordunun solundaki 145 nci Avusturya
Tugayının cephesinin bir kısım mevzilerini teslim alarak yeniden
görevlendirildi.
Bundan sonra Seret nehri güneyi hattında müdafaada kalan Tuna
Ordusu, buradaki mevzilerini tahkim etti. Rusya ve Romanya ile yapılan
mütarekeye kadar taraflar bulundukları hatlarda kaldılar, aralıklarla
birbirlerine topçu ateşi, baskın ve taarruz denemeleri yaptılarsa da bunlar
etkili olmadı. 1917 Ağustos başlarında yapılan Rus ve Rumen taarruzları
geri atıldı ve mevzilerine girilerek esir ve ganimet alındı. Bu yüzden 9 ncu
Alman Ordusu komutanı gösterdikleri başarılardan dolayı komutan ve
birliklere takdirlerini bildirdi.45
6 ncı Türk Kolordusu, 17 Mart 1917’de 26 ncı Türk Tümeninin
cepheden çekilerek nakil hazırlığında bulunması için emir aldı46 ve ilk
kademesi 1 Nisanda hareket eden 26 ncı Tümen birlikleri kısım kısım
İstanbul’a ulaştı.
30 Eylül 1917’de 6 ncı Türk Kolordusu, 25 nci Tümenin de dönmesi,
ayrıca 25 nci Tümenin yerine başka bir tümenin gönderileceği emrini aldı.47
Bu tümenin 46 ncı Tümenle değiştirileceği bildirildi, hatta bir alay da
gönderildi. Fakat Rusya ile mütareke yapılınca 46 ncı Tümenin
gönderilmesinden vazgeçildi ve gönderilen alay da 25 nci Tümenle birlikte
İstanbul’a geldi. 1 Aralık 1917’de başlanılan48 ve uzun süren bir nakilden
sonra 25 nci Tümen 29 Aralık 1917’de İstanbul’a geldi.

42
a.g.a.; Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 5227, Dosya: 18, Fihrist: 31.
43
a.g.a.; Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 4017, Dosya: 178, Fihrist: 3, 3-1. a.g.a.;
Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 5227, Dosya: 18, Fihrist: 46.
44
a.g.a.; Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 4017, Dosya: 178, Fihrist: 3-6.
45
a.g.a.; Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 4036, Dosya: 256, Fihrist: 8, 24-1.
46
a.g.a.; Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 4871, Dosya: 4, Fihrist: 15. a.g.a.; Koleksiyon:
Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 4036, Dosya: 256, Fihrist: 28.
47
a.g.a.; Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 4999, Dosya: 86, Fihrist: 1-15.
48
a.g.a.; Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 4045, Dosya: 291, Fihrist: 11-18.

82
Geride kalan 15 nci Türk Tümeni kendisine verilen görevleri başarı ile
yerine getirdi. 1917 Eylül başlarında yapılan taarruzdaki başarılarından
dolayı Tuna Ordusu komutanı tarafından komutan ve erlere teşekkür edildi.49
15 Aralık 1917’de Rusya ile Müttefik devletler arasında yapılan
mütarekeye, Mart 1918’de Romanya da katıldı. Rusya bu cepheden
çekilince buradaki Rus birlikleri Bavyera Tümenine teslim oldular.
Bunun üzerine İstanbul’dan alınan emirle, 6 ncı Türk Kolordusu
karargâhı ve 15 nci Türk Tümeni birlikleri de geri dönüş hazırlıklarına
başladılar. Kolordu karargâhı 29 Nisan 1918’de, 15 nci Tümen 15 Mayıs
1918’de İbrail’den ayrıldı.50 Batum’a giden birlikler 29 Haziran 1918’de
buraya ulaştı.
Romanya cephesinden ayrılış sırasında kolordu ve tümen komutan ve
erlerine başta Mareşal Mackensen olmak üzere diğer Bulgar ve Alman
komutanlarından övgü ve uğurlama mesajları gönderildi.
Makedonya Cephesindeki Muharebeler
Rusya ile bağlantı kurmak amacıyla İtilâf devletleri tarafından açılan
Çanakkale Cephesi’ndeki muharebelerde Türk kuvvetlerinin zaferi
hissedilince, Ruslara yapılacak yardımı başka bir yolla sağlamak, Alman ve
Avusturya-Macaristan kuvvetlerinin Ege denizi kıyılarına inmelerine engel
olmak, Türklerle Almanların birleşmelerini önlemek, batı, doğu ve İtalya
cephelerinde Alman ve Avusturya-Macaristan ordularının baskısını
hafifletmek, Sırp ordusuna yardım etmek ve Balkanlar’daki tarafsız devletleri
kendi bloklarında savaşa sokmak için İtilâf devletleri Makedonya cephesini
açmaya karar verdiler.
1915 yılı sonunda Sırbistan’ın, 1916 yılı başında da Karadağ ve
Arnavutluk’un işgalinden sonra müttefik ordu (Alman, Avusturya-Macaristan
ve Bulgar orduları) Yunan sınırında durdu. İttifak devletlerinin bu harekâtına
karşılık Fransız ve İngilizler de Yunanistan ile anlaşarak Fransız generali
Sarrail komutasında Selânik’e kuvvet çıkardı. Arkasından yıl sonuna doğru
Sırp ordusunun arta kalanını ve yeni yıl başında da Çanakkale cephesinden
çektikleri bütün kuvvetleri Selânik’e getirdiler. Böylece Balkanlar’da Sırbistan
cephesi kalkıp yerine Makedonya cephesi kurulmuş, İttifak devletleri ile
Türkiye arasındaki kara irtibatı sağlanmış, buna karşılık İtilâf devletleri de
Balkanlar’da bir harekât üssü elde etmiş oluyordu.
Daha sonra taarruz inisiyatifini ellerine geçiren İtilâf kuvvetleri, 12
Eylül 1916’da Ostrovo-Manastır genel doğrultusunda taarruza geçtiler ve 30
Eylül 1916’da Karasu (Çerna) güneyine kadar vardılar. Bu kuvvetler Malik
gölü-Florina güneyi-Fuştani kuzeyi-Gevgili güneyi-Doyran gölü-Struma nehri
Vadisi-Orfano körfezi hattının güneyinde tertiplendiler. (Kroki-7)

49
a.g.a.; Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 4874, Dosya: 20 A, Fihrist: 32.
50
Ertem; s.300. Neşet; s.169.

83
1916 yılı Ekim ayı başlarında tarafların durumu şöyle idi: İttifak
kuvvetleri, doğuda Meriç nehri ağzından, batıda Malik gölüne kadar 7 nci, 10
ncu, 11 nci Piyade tümenleri, 2 nci Piyade Tümeninin 3 ncü Tugayı ve 3 ncü
Piyade Alayından kurulu olan ve emrine verilen 50 nci Türk Tümeninden
oluşan 2 nci Bulgar Ordusu; 5 nci, 9 ncu, 2 nci (3 ncü Tugayı eksik) Bulgar
tümenleri ile 101 nci Alman Tümeninden oluşan 11 nci Alman Ordusu ile 3
ncü, 8 nci piyade tümenleri, 6 ncı Piyade Tümeninin 3 ncü Tugayı, 3 ncü
Süvari Tugayı ve bazı Alman birliklerinden kurulu olan 1 nci Bulgar
Ordusundan oluşuyordu.
İtilâf kuvvetleri, doğuda Struma nehri ağzından, batıda Malik gölü
güneyinde Arnavutluk-Yunanistan sınırına kadar, İngiliz, Fransız ve üç
ordudan kurulu Sırp kuvvetleri ile tertiplenmişlerdi. Daha batıda Avlonya’da
İtalyan birlikleri bulunmaktaydı. Bu kuvvetlerin sevk ve idaresi, karargâhı
Selânik’te bulunan İtilâf Devletleri Doğu Ordusu Komutanı General Sarrail
tarafından yapılmakta idi. İngiliz kuvvetleri: 10 ncu, 22 nci, 26 ncı, 27 nci ve
28 nci piyade tümenlerinden; Fransız kuvvetleri: 17 nci Müstemleke, 57 nci,
122 nci, 156 ncı piyade tümenleri ile bir süvari tugayı ve bir zuhaf alayı
(Cezayir yerli halkından oluşan)’ndan ibaretti. Sırp kuvvetlerinden 1 nci
Ordu: Morava, Vardar; 2 nci Ordu: Şumadiya, Timok; 3 ncü Ordu: Drin ve
Tuna tümenlerinden kurulu idi. Ayrıca bölgeye bir İtalyan tümeni ile bir Rus
tugayının gelmesi bekleniyordu.51
İtilâf devletleri, Sırp ordusunun geri kalan kuvvetleri ile birlikte General
Sarrail komutasında 10 Eylül 1916’da Makedonya cephesinde büyük bir
taarruza geçince Bulgaristan, Almanya’dan ordusunun yardımına kuvvet
göndermesini istemişti.52 Almanya bu isteğe cevap olarak, kendisinin kuvvet
ayıramayacağını belirterek bu yardımı Enver Paşadan istedi. Enver Paşa, bu
isteği olumlu karşılayarak Makedonya cephesine 46 ncı ve 50 nci
tümenlerden oluşan 20 nci Türk Kolordusu ile 177 nci Türk Alayını gönderdi.
12 Eylül 1916’da Enver Paşa, 2 nci Türk Ordusuna katılmak üzere
intikal hâlinde bulunan 50 nci Türk Tümeninin İstanbul’a dönmesi emrini
verdi. 50 nci Tümen, Kurmay Yarbay Şükrü Naili (Korgeneral Gökberk)
komutasında 157 nci, 158 nci ve 169 ncu piyade alayları, 50 nci Topçu Alayı
ile bağlı birliklerinden oluşuyordu.53
Hazırlıklarını tamamladıktan sonra 50 nci Tümen, 21 Eylül 1916’da
kademeli bir şekilde demir yolu ile intikale başladı54, ilk kademesi 23 Eylül
1916’da Drama’ya ulaştı. 50 nci Türk Tümeni, Meriç ağzı ile Serez batısı
arasındaki bölgenin savunması görevini alan 10 ncu Bulgar Tümeni

51
Birinci Dünya Harbi; c.VII, Avrupa Cepheleri 3’üncü Kısım (Makedonya Cephesi), Genelkurmay
Harp Tarihi Dairesi Resmî Yayınları, Ankara, Genelkurmay Basım Evi, 1967, s.22-24.
52
M. Tevfik; “Harb-i Umumide Osmanlı Makedonya Cephesi”, Askerî Mecmua, Sayı:14,
İstanbul, Askerî Matbaa, 1 Mayıs 1920, s.573.
53
ATASE ve Dent. Arşivi; Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 5235, Dosya: H-5, Fihrist: 1-6.
54
M. Tevfik; s.575.

84
komutasına girdi.55 10 Ekim 1916’da 50 nci Tümen Komutanı Drama’ya
gelince,56 10 ncu Bulgar Tümeni komutanından ilk harekât emrini aldı. Bu
emre göre, savunma bölgesi dört kesime ayrılmıştı. Sağ kesim, Albay Popof
komutasındaki 1 nci Bulgar Tugayı sorumluluğunda Komaryan (hariç)-Serez
arasındaki bölge, orta kesim, 1 nci Bulgar Tugayının doğusunda Kurmay
Yarbay Şükrü Naili komutasındaki 50 nci Tümen (10 ncu Bulgar Tümeni
ihtiyatını oluşturan 157 nci Piyade Alayı ve süvari bölüğü hariç, emrinde
Bulgar topçu birlikleri) sorumluluğunda olan Doksamboz-Leftera körfezi
arasındaki bölge, sol kesim, 50 nci Tümenin doğusundan Mesta nehri
arasındaki bölge olup Yarbay Dimitriyef komutasındaki 2 nci Bulgar Tugayı
sorumluluğunda,57 Mesta nehri-Meriç nehri arası da Albay Bojkovayi
sorumluluğunda idi.
Ekim ayı ortalarında Drama, Kavala, Pravişte ve havalisindeki
Müslüman halktan Bulgarlarca milis taburları teşkil edildi.58 Bu taburlar,
Kasım 1916’da 157 nci, 158 nci ve 169 ncu Türk piyade alaylarının birer
taburu oldu.59
10 ncu Bulgar Tümeninin karşısında 27 nci İngiliz Tümeni
bulunuyordu. 20 Ekim 1916’da İtilâf kuvvetlerinin Orfano körfezindeki
muharebe gemilerinin sayısı çoğalmış, her iki tarafın topçu ateşi
şiddetlenmişti. Bu gelişmeler olurken mevzilerin pekiştirilmesi çalışmalarına
hız verildi. Beklenen taarruz, 31 Ekim 1916 sabahı başladı. Taarruz daha
çok 169 ncu Türk Piyade Alayı ile 1 nci Bulgar Tümeni bölgelerine
yapılıyordu. İngiliz birlikleri ilerlemeye çalıştılarsa da yapılan piyade ve topçu
ateşleri karşısında eski mevzilerine döndüler. Karabayır Muharebesi adı
verilen bu muharebede, 50 nci Türk Tümeni biri asteğmen olmak üzere 14
şehit, 80 kadar yaralı zayiat verdi.60 Bu sıralarda Fransız birlikleri ile takviye
edilen Sırp kuvvetlerinin Ostrovo-Manastır doğrultusundaki taarruzları,
Karasu güney yayı üzerinde karşılıklı ve şiddetli topçu ateşleri şeklinde
devam ediyordu. Daha sonra şiddetlenen İtilâf taarruzları da başarılı bir
şekilde karşılandı.
50 nci Türk Tümenine, gösterdiği başarılardan dolayı 2 nci Bulgar
Ordusu komutanı tarafından kasım ayı içinde “Zafer Tümeni” adı verildi.61
Bu arada 11 nci Alman Ordusu ile 1 nci Bulgar Ordusu yer değiştirmiş,
bu kesimdeki birliklerin Struma kesimi ve başka cephelerden getirilecek
birliklerle takviyesi ile Struma kesiminde boşalacak mevzilerin işgali için bazı

55
ATASE Arşivi; Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 5233, Dosya: 44, Fihrist: 12. a.g.a.;
Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 5235, Dosya: H-4, Fihrist: 1-1.
56
a.g.a.; Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 5235, Dosya: H-3, Fihrist: 1-15.
57
a.g.a.; Gnkur. ATASE Arşivi, Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 5232, Dosya: 42,
Fihrist: 1-1; Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 5227, Dosya: 15, Fihrist: 1.
58
a.g.a.; Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 5233, Dosya: 44, Fihrist: 14.
59
a.g.a.; Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 5233, Dosya: 44, Fihrist: 14-2.
60
a.g.a.; Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 5235, Dosya: H-5, Fihrist: 1-24.
61
a.g.a.; Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 5235, Dosya: H-6, Fihrist: 1-10.

85
yeni birliklerin temini gerekmişti. İttifak Devletleri Başkomutanlığı tarafından
cephenin Struma kesimindeki Türk kuvvetlerinin iki tümenli bir kolordu hâline
getirilmesine ve ayrıca 11 nci Alman Ordusu emrine takviyeli bir Türk
Alayının gönderilmesine karar verildi. Bu karar gereğince, Türk
Başkomutanlığı İstanbul’da bulunan 46 ncı Piyade Tümeniyle,
Makedonya’da bulunan 50 nci Piyade Tümeni ve 16 ncı Depo Alayından
kurulmak üzere, 9 Kasım 1916’da 20 nci Türk Kolordusunun kurulması
emrini verdi 62 ve Kolordu Komutanlığına Tuğgeneral Abdülkerim’i atadı. 20
nci Kolordu, 2 nci Bulgar Ordusu emrinde olacaktı. 46 ncı Tümen, Kurmay
Albay Mahmut Beliğ (Uzdil) komutasında 144 ncü, 145 nci ve 146 ncı piyade
alayları, 46 ncı Topçu Alayı ile bağlı birliklerinden oluşuyordu. 20 nci Kolordu
hazırlıklarını tamamlayarak 25 Kasım 1916’da hareket etti. Kademeli bir
şekilde 6-11 Ocakta intikalini tamamladı.
11 nci Alman Ordusu emrine gönderilmek üzere hazırlanan 177 nci
Türk Piyade Alayı Kurmay Binbaşı Nazım komutasında idi. Alayın adına
“Osmanlı Rumeli Müfrezesi” denildi. 21 Aralık 1916’da intikale başlayan
müfreze, 29 Aralıkta Köprülü’de toplandı, 18 Şubat 1917’de Pirlepe ve
dolaylarına intikal etti.63
Makedonya cephesinin Manastır kesiminde İtilâf devletleri 10 Kasım
1916’dan itibaren taarruza geçti ve 19 Kasım günü Manastır şehrine girdiler.
6 Aralık 1916 tarihinde 20 nci Kolordu Komutanı karargâhı ile
Drama’ya geldiğinde cephede genel bir durgunluk vardı. 2 nci Bulgar Ordusu
komutanının verdiği 10 Aralık 1916 tarihli harekât emrine göre 20 nci
Kolordu, 352 rakımlı tepeden itibaren Hristos tepesine kadar olan mıntıkayı
savunmakla görevlendirilmişti.64 20 nci Kolordunun sağında 7 nci Bulgar
Tümeni ve solunda da 10 ncu Bulgar Tümeni mevcuttu.65 Cepheye daha
önce gelen 46 ncı Tümen, Serez ve Sarmusaklı bölgelerini savunmakla
görevlendirildi. 50 nci Tümenin durumunda bir değişiklik olmadı. (Kroki-8)
20 nci Türk Kolordusu muharebe hazırlığı ve savunma mevzilerinin
pekiştirilmesi işleriyle meşgul iken, İtilâf kuvvetleri bütün cephelerde, özellikle
batı cephesinde başarılı taarruzlar yapmış ve İttifak kuvvetlerinin gücünü ve
azmini sarsmışlardı. Bu yüzden İttifak devletleri 12 Aralık 1916’da bir
ateşkes ve barış teklifinde bulundu,66 ancak İtilâf devletlerinin, Alman
ordusunun savaştan önceki sınırlarına çekilmesini istemesi üzerine bu
girişim bir sonuç vermedi.
Makedonya cephesinde başlangıçta taarruz inisiyatifini ellerinde
bulunduran İttifak kuvvetleri, 1916 yılı ikinci yarısından itibaren bu inisiyatifi

62
a.g.a.; Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 4520, Dosya: 10, Fihrist: 3. a.g.a.; Koleksiyon:
Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 5233, Dosya: 44, Fihrist: 16. Birinci Dünya Harbi; c.VII, Avrupa
Cepheleri 3’üncü Kısım (Makedonya Cephesi), s. 38.
63
a.g.e.; s. 53.
64
ATASE ve Dent. Arşivi; Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 5232, Dosya: 42, Fihrist: 11.
65
a.g.a.; Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 5232, Dosya: 42, Fihrist: 12.
66
Arı; s. 252.

86
İtilâf kuvvetlerine kaptırdılar, cephenin Manastır kesiminde yenilgiye
uğrayarak Manastır kuzeyine çekildiler.
Batı cephesi Somme kesiminde, 1 Haziran 1916’da taarruza geçen
İngilizlerin harekâtı başarıya ulaşamadı. Fransızların Verdün’de yaptıkları
karşı taarruz başarılı oldu ve Alman birlikleri taarruzdan önceki mevzilerine
çekilmek zorunda kaldılar.
Doğu cephesinin Prusya ve Galiçya kesiminde ileri geri hareketler
oldu, Romanya cephesinde ise, İttifak kuvvetleri başarılı taarruzlar yaptı ve
1916 yılı sonunda Dobruca ve Eflâk’ı ele geçirdiler.
İtalya cephesinde taarruza geçen İtalyan kuvvetleri başarılar
kazanarak Görç’ü ele geçirdi ve Trieste taraflarında toprak elde etti.
Bulgar Ordusu Başkomutanı General Jekof ile 20 nci Kolordu
Komutanı Tuğgeneral Abdülkerim arasında karşılıklı gönderilen yılbaşı
mesajları ile girilen 1917 yılında Makedonya cephesinin Türk Kolordusu
kesiminde önemli bir hareket olmadı. Birlikler genellikle savunma
mevzilerinin pekiştirilmesi ve eğitimiyle uğraştılar. Bölgedeki muharebeler
keşif kolu çarpışmaları ve karşılıklı topçu ateşinden ibaretti. İngiliz
topçularının Türk ve Bulgar topçu mevzilerine yaptıkları ateşleri etkili
olmasına rağmen Türk ve Bulgar topçu birlikleri de etkilerini artırmak için iş
topları kullanıyor ve kitle hâlinde ateş ediyorlardı.
Bu sırada diğer Türk cephelerinde durum Mart 1917 başından itibaren
önem kazanmaya başlamıştı. Türk Başkomutanlığı bu cepheleri takviye için
Avrupa cephelerinde bulunan kuvvetlerinden bir kısmını çekmek istedi ve
Makedonya cephesindeki Türk birliklerinin (50 nci Tümen ve 177 nci Alay
hariç) vatana dönmesine karar verdi.
10 Mart 1917’de 2 nci Bulgar Ordusu komutanı, 20 nci Türk Kolordusu
Komutanlığına, kolordunun (50 nci Tümen hariç) başka cephelerde görev
almak üzere Türkiye’ye döneceğini, gidecek Türk birliklerinin yerini Bulgar
birliklerinin alacağını bildirdi.67 19 Mart’ta 20 nci Kolordu komutanı, 50 nci
Tümen komutanını durumdan haberdar ederek68 46 ncı Tümen bölgesinin
38 nci ve 40 ncı Bulgar alayları ve 9 ncu Bulgar Hudut Taburu tarafından
teslim alınacağı bildirildi.69
46 ncı Tümen kısa bir süre sonra hazırlıklarına başladı. İntikal 19
Mart’ta başladı ve Nisan ayının ilk yarısında İstanbul’a ulaşım tamamlandı. 2
nci Bulgar Ordusu Komutanı General Todorof tarafından 22 Mart 1917’de bir
uğurlama mesajı yayımlandı.70 (Ek-1)
Makedonya cephesinde kalan 50 nci Türk Tümeni 2 nci Bulgar
Ordusunun emri ile 10 ncu Bulgar Tümeni emrine girdi.71 Bundan sonra 50

67
Birinci Dünya Harbi; c.VII, Avrupa Cepheleri 3’üncü Kısım (Makedonya Cephesi), s. 50.
68
ATASE ve Dent. Arşivi; Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 5231, Dosya: 35, Fihrist: 2-38.
69
a.g.a.; Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 5231, Dosya: 35 Fihrist: 2-40.
70
a.g.a.; Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 5231, Dosya: 35, Fihrist: 2-41.
71
a.g.a.; Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 5232, Dosya: 42, Fihrist: 41.

87
nci Türk Tümeni bölgesinde bir değişiklik olmadı. Nisan ayı karşılıklı topçu
ateşleri ile geçti. Mayıs ayında da durgunluk yaşandı. Diğer cephelerde
ihtiyaç ortaya çıkınca Türk Başkomutanlığı, İttifak Devletleri Başkomutanlık
karargâhı ile yaptığı temaslar sonucunda 50 nci Türk Tümeninin vatana
dönmesi kararını aldı. Haziran 1917 ortalarında dönüş emrini alan tümen, 30
Haziran’da intikale başlayarak 25 Temmuz 1917’de İstanbul’da toplandı.72
Osmanlı Rumeli Müfrezesi (177 nci Türk Alayı) nin Harekâtı
Makedonya cephesinde Türk birliği olarak yalnız Manastır kesiminde
bulunan Osmanlı Rumeli Müfrezesi kalmıştı. Müfreze, 11 nci Alman
Ordusunun ihtiyatında iken Mart 1917’de 62 nci Kolorduya bağlı Mürettep
Tümenin 22 nci Tugayına katılmak üzere Prespa ve Ohri gölleri arasındaki
bölgeye intikal emrini aldı.
Mürettep Tümenin sorumluluk sahasını, 22 nci Piyade Tugayı doğuda,
3 ncü Süvari Tugayı batıda ve iki tugay da birinci hatta olarak işgal etmişti.
Asıl muharebe hattı: Hoteşovo güneyi-Küçük ve Büyük Tomoroslar’ın
güneyi-Trepezica kuzeyinden geçiyordu. Mürettep Tümenin doğusunda 6 ncı
Bulgar Tümeni, batısında 19 ncu Avusturya Kolordusu vardı. Karşısındaki
İtilâf kuvveti ise, 76 ncı Fransız Tümeni idi. (Kroki-9)
Fransız Tümeni bir an önce Gevat boğazını kontrol altına alabilmek
için taarruzlarını devam ettirme kararında idi. 16 Mart 1917’de öğleden sonra
Fransız taarruzu şiddetlendi. Alman taburunun işgalindeki mevziler Fransız
birliklerinin eline geçti. Bu kesimde bulunan Osmanlı Rumeli Müfrezesi 1 nci
Tabur komutanı, bir taarruza karar verdi. Fransız birlikleri yapılan bu taarruz
karşısında geri çekilmek zorunda kaldılar. Bu kesimdeki Alman ve Avusturya
kıt’aları tamamen çekilmiş olduğundan savunma sorumluluğu Türk taburuna
kalmıştı. Ertesi gün Fransızlar yeniden taarruza geçti, yapılan şiddetli
muharebelerden sonra Fransızlar geri çekilmek zorunda kaldı.
16 Martta Pirlepe’den hareket eden Türk Rumeli Müfrezesi 3 ncü
Taburu, 18 Mart akşamı Caridvor’a vardı. 22 nci Tugay komutanının emri ile
birinci hattaki Bulgar taburunu değiştirmek üzere yürüyüşe geçti ve 20
Mart’ta Bulgar taburunun bölgesini teslim aldı.
12 Mart 1917’den beri devam eden Fransız birliklerinin taarruzu asıl
kuvvetlerle Alman taburunun bulunduğu orta kesimine yönelmişti. Ancak
Türk taburunun gelmesi ile bu kesimde başarı elde edilemeyince taarruz
istikameti Bulgar taburu mevzilerine kaydırıldı. 20 Martta tekrar başlayan
Fransız topçu ateşi 3 ncü Türk Taburu kesimi üzerine yapılıyordu. Karşılıklı
taarruzlar sonucunda 3 ncü Türk Taburu sorumluluk bölgesine çekilerek
birinci hatta tertiplendi.
Bu muharebeden sonra mart ayı sonuna kadar, bölgedeki harekât
karşılıklı topçu ateşi ve keşif kolu faaliyetlerinden ibaret kaldı. Bu arada, 18

72
Birinci Dünya Harbi; c.VII, Avrupa Cepheleri 3’üncü Kısım (Makedonya Cephesi), s.53.

88
Mart 1917’de Pirlepe’den hareket eden Osmanlı Rumeli Müfrezesi 2 nci
Taburu, 20 Martta bölgeye geldi ve Avusturya taburunu değiştirdi. Sonradan
işgal ettiği kesim Alman taburuna devrettirilerek 3 ncü Taburun gerisine
alındı. Mart ayı sonlarında 22 nci Tugay komutanının teklifini 62 nci Kolordu
komutanı da uygun bularak Nisan ayı başlangıcında uygulanmak üzere bir
taarruz plânı hazırlandı. Taarruzu Türk müfrezesi başlatacak, başarılı olduğu
takdirde diğer birliklerin de katılması ile Gorica kuzeyi-Trepezica güneyi
hattına kadar olan arazi ele geçirilecekti. Esasen 2 nci Tabur da bu amaçla
Alman taburu ile değiştirilmişti. Halbuki müfrezenin Mart sonuna kadar olan
zayiatı; 12 subay, 403 er oldu.73
Taarruz, 1 Nisan 1917’de topçu ateşi ile başladı. Akşam 1 nci Tabur,
arkasından 2 nci ve 3 ncü taburlar taarruz mevzilerinden ileri harekete geçti.
Harekât etkili Fransız topçu ve makineli tüfek ateşi altında çok ağır
gelişiyordu. Bir süre sonra Türk birlikleri Fransız mevzilerine girdiler. Ancak
bu yakın mesafeyi aşıncaya kadar verilen zayiat, elde edilen başarının ileri
götürülmesine elverişli olmadı. Bu bakımdan harekât varılan hatta
durduruldu ve burada savunma tertip ve tedbirleri alındı. 1/2 Nisan’da
Fransız birliklerinin yaptıkları karşı taarruzlar başarıyla püskürtüldü. 74
2 Nisan 1917 sabahından itibaren Fransızlar tekrar taarruza
başladılar. Başlangıçta Türk birlikleri mevzilerini başarı ile savundular. Ancak
zamanla Fransız taarruzları şiddetlenmiş, Türk birliklerinin zayiatı ise büyük
sayılara ulaşmıştı. Bu durumda, müfreze komutanı artık savunmaya devam
etmenin faydadan çok zarar getireceği kararı ile öğleden sonra birliklerini
eski mevzilerine çekti. Fransız birlikleri mevzilerini ele geçirmekle yetindiler.
Harekât karşılıklı topçu ateşi ve keşif kolu faaliyetinden ibaret kaldı. Osmanlı
Rumeli Müfrezesinin bu iki günlük muharebedeki zayiatı; 20 subay, 692 er
oldu. Böylelikle müfrezenin muharebeye katıldığı tarihten 3 Nisana kadar
geçen 18 günlük süredeki zayiatı; şehit ve yaralı olarak 32 subay, 1095 er
olmuş, ayrıca şiddetli soğuklar sonucunda hastalananların sayısı 107’ye
yükselmişti.75
Osmanlı Rumeli Müfrezesi Komutanı, birliğine eski gücünü
kazandırmak üzere 22 nci Tugay Komutanlığına, alayın değiştirilerek
muharebe sahasındaki dalgalanmalardan zarar görmeyecek bir yerde
dinlenmeye alınmasını teklif etti; ancak bu olumlu karşılanmadı. Bu durumu
3 Mayıs 1917’de Türk Başkomutanlığına da bildirdi. Yazışmalar sürmekte
iken 7 Mayıs 1917’de Fransızlar, asıl kuvvetleri ile 3 ncü Türk Taburu
kesimine olmak üzere bir taarruz yaptılar. Fakat bir başarı elde edemediler.
Bu muharebede çoğu 10 ncu Bölükten olmak üzere müfreze 139 kişi zayiat
verdi.

73
a.g.e.; s.58.
74
Mustafa Erem; Büyük Harpte Osmanlı Rumeli Müfrezesi, Genelkurmay X. Ş., İstanbul, Askerî
Matbaa, 1940, s.29.
75
Birinci Dünya Harbi; c.VII, Avrupa Cepheleri 3’üncü Kısım (Makedonya Cephesi), s.59.

89
Enver Paşanın müfrezenin Türkiye’ye dönmesi için yaptığı girişimler
de bir sonuç vermeyince, Haziran ayı sonuna doğru Müfreze Komutanı
Kurmay Binbaşı Nazım, kendisinin bu görevden alınmasını istedi. Uygun
görülen bu istek sonucu 10 Temmuz 1917’de müfrezeden ayrıldı. Yerine
Yarbay Ali (Albay Çetinkaya) atandı ve 28 Temmuz’da göreve başladı.
Bu arada 26 Haziran 1917 tarihinde Yunanistan, İttifak devletlerine
savaş ilân etmiş76, göller bölgesindeki Fransız birliklerinin bir kısmı Rus
birlikleri ile değiştirilmişti.
1917 Ağustos ayında İtilâf kuvvetleri göller bölgesinde özellikle Türk
kesimine birkaç taarruz daha yaptılar. Fakat bir başarı sağlayamadılar.
Bunlardan en önemlisi, barikatın korunması olarak adlandırılan muharebedir.
Bu muharebede Türk birliklerinin gösterdiği büyük kahramanlık ve direnme
gücünden ötürü Osmanlı Rumeli Müfrezesi komutanı, subay ve erlerine
törenle Bulgar askerî nişanları takıldı.77
Aylardan beri savaşmakta olan müfrezenin dinlenmesi için yeni
müfreze komutanı da birliğin dinlendirilmeye alınması isteğinde bulunmuş,
fakat bu istek yine kabul edilmemişti. Müfrezeye, İtilâf devletleri mevzilerine
bir taarruz görevi verildi. Harekâta Osmanlı Rumeli Müfrezesinden 80 er ve
Alman Taburundan verilen bir mangadan ibaret bir hücum kıt’ası katıldı. Bu
taarruz 5/6 Eylül gecesi yapıldı, verilen görev başarı ile yerine getirildi.
Zayiat, Türklerden 41 kişi, Almanlardan iki kişi oldu, buna karşılık Ruslardan
16 esir alındı.78
Rus birlikleri tekrar Fransız birlikleri ile değiştirildi, kaybettikleri
mevzileri geri almak için 7 Eylülde yeniden taarruza geçen Fransızlar
başarısızlığa uğrayarak mevzilerine çekildiler. Bu muharebede müfreze 129
kişi kayıp verdi.
Osmanlı Rumeli Müfrezesi komutanının gerek Türk ve gerekse Alman
komutanlıkları nezdinde yaptığı teşebbüsler sonucunda 23 Kasım’da Türk
birliğinin dinlendirilmesi emredildi. Müfreze, 36 ncı Bulgar Alayı ile değiştirildi
ve 3 Aralık 1917’de birlikler Buçin ve civarına yerleşti.79
Dinlenme süresi içinde Müfreze Komutanı Yarbay Ali görevinden
ayrıldı, yerine Süvari Yarbay Sadık atandı. 11 Şubat 1918’e kadar
dinlenmede kalan müfreze, tekrar göller bölgesine döndü ve birinci hatta yer
aldı. Bundan sonra savunma mevzilerinin pekiştirilmesi ve keşif faaliyetleri ile
uğraşıldı.
Mayıs ayı başında Osmanlı Rumeli Müfrezesinin göller bölgesinden
ayrılacağı ve Romanya’ya hareketle, Batum’a gidecek olan 15 nci Türk
Tümenine katılacağına dair emir geldi. İlk kademesi 2-3 Mayıs 1918’de
hareket eden müfrezenin geri kalan birlikleri, 5 Mayıs 1918’de 36 ncı Bulgar
Piyade Alayı tarafından değiştirildi. Daha sonra Resne’den diğer İttifak

76
Arı; s.284.
77
Birinci Dünya Harbi; c. VII, Avrupa Cepheleri 3’üncü Kısım (Makedonya Cephesi), s.60.
78
Erem; s.41-44.
79
a.g.e.; s.49.

90
devletlerinin saygı kıt’aları, komutan ve subayları ve yerli Türk halkının
uğurlamaları ile hareket ederek Köstence’ye intikal etti. 15 nci Türk Tümeni
emrine girerek bir süre burada kalan Osmanlı Rumeli Müfrezesi, 28 Haziran
1918’de yurda hareket etti.
Pirlepe’de de bir tören yapılarak bölgedeki komuta kademeleri
tarafından müfrezenin muharebelerdeki başarılarını öven, takdir ve
teşekkürlerini bildiren mesajlar yayımlandı.80 (Ek-2)
Avrupa cephelerindeki muharebeler bütün şiddeti ile devam ederken
Rusya’da 7 Kasım 1917’de Bolşevik ihtilâli olmuştu. Yeni hükûmet, savaşa
son verdi ve İttifak devletleri ile 15 Aralık 1917’de bir mütareke yaptı. 3 Mart
1918’de de İttifak devletleri ile Brest-Litovsk Barış Anlaşması’nı imzalayarak
savaştan çekildi.
Sovyet Rusya’nın mütareke yapması Romanya’yı güç durumda
bırakmıştı. Savaşa girdikten sonra ardı ardına yenilgiye uğrayan Romanya,
Seret nehri doğusunda savunmaya geçmiş, müttefikleri ile de bağlantısı
kesildiği için bir yardım alma imkânı kalmamıştı. Bundan dolayı 1918
Martında Romanya mütareke imzaladı. 7 Mayıs 1918 tarihinde de İttifak
devletleri ile Bükreş Barış Antlaşması’nı imzaladı.
İtilâf devletlerinin 1918 yılı ikinci yarısında bütün cephelerde taarruza
geçişlerine Bulgaristan ile birlikte diğer İttifak devletleri karşı koyamadılar.
İngiliz, Fransız ve Sırp kuvvetleri 15 Eylül 1918’de Vardar bölgesinde
Bulgarlara karşı genel bir taarruza geçince, Bulgaristan 29 Eylül 1918’de
Selânik Ateşkes Anlaşması’nı imzalayarak savaştan çekildi.81 27 Kasım
1919’da İtilâf devletleri ile Neuilly Barış Anlaşması’nı imzaladı.
Bulgaristan’ın savaştan çekilmesi ile Osmanlı Devleti’nin müttefikleri
ile bağlantısı kesilmiş oluyor, İtilâf devletleri de Doğu Trakya üzerinden
Boğazlar ve İstanbul doğrultusunda ilerleme olanağı sağlamış
bulunuyorlardı.
Olayların İttifak devletleri aleyhinde sür’atle gelişmesi, Avusturya-
Macaristan, Almanya ve Osmanlı Devleti’ni mütareke yapmaya zorladı.
Osmanlı Devleti, 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesi’ni imzaladı.
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu 3 Kasım 1918’de, Almanya da 11
Kasım 1918’de mütareke imzaladılar82 ve Birinci Dünya Savaşı sona erdi.
Bu savaşta Türkiye ve Bulgaristan müttefik olarak aynı blok içinde yer
almış ve müşterek askerî birlikler Romanya ve Makedonya cephesinde İtilâf
kuvvetlerine karşı birlikte savaşmıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasındaki Türk-
Bulgar yakınlaşması, Türk İstiklâl Savaşı döneminde de iki devlet arasındaki
ilişkilere olumlu yönde yansımıştır.

80
ATASE ve Dent. Arşivi; Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 5580, Dosya: H-1, Fihrist: 1-
4, 1-6,1-8.
81
Armaoğlu; s.141.
82
Türk İstiklâl Harbi, c. I, Mondros Mütarekesi ve Tatbikatı, Genelkurmay ATASE Başkanlığı
Yayınları, Ankara, Genelkurmay Basım Evi, 1992, s. 20-52.

91
KAYNAKLAR
ARI, Kemal; Birinci Dünya Savaşı Kronolojisi, Genelkurmay ATASE
Başkanlığı Yayınları, Ankara, Genelkurmay Basım Evi, 1997.
ARMAOĞLU, Fahir; 20. Yüzyıl Siyasî Tarihi 1914-1980, Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları, Ankara, Tisa Matbaası, 1984.
BAYUR, Yusuf Hikmet; Türk İnkılâbı Tarihi, c.III, Ks. 2, Türk Tarih
Kurumu Yayınları, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basım Evi, 1955.
BELEN, Fahri; Birinci Cihan Harbi’nde Türk Harbi, c.III, Ankara,
Genelkurmay Basım Evi, 1965.
Birinci Dünya Harbi, c.VII, Avrupa Cepheleri 2’nci Kısım (Romanya
Cephesi), Genelkurmay Harp Tarihi Dairesi Resmî Yayınları, Ankara,
Genelkurmay Basım Evi, 1967.
Birinci Dünya Harbi, c.VII, Avrupa Cepheleri 3’üncü Kısım
(Makedonya Cephesi), Genelkurmay Harp Tarihi Dairesi Resmî Yayınları,
Ankara, Genelkurmay Basım Evi, 1967.
Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi Avrupa Cepheleri (Özet),
Genelkurmay ATASE Başkanlığı Yayınları, Ankara, Genelkurmay Basım Evi,
1996.
EREM, Mustafa; Büyük Harpte Osmanlı Rumeli Müfrezesi,
Genelkurmay X. Ş., İstanbul, Askerî Matbaa, 1940.
ERTEM, Şefik; Birinci Dünya Savaşı’nda Avrupa’da Yüz Bin Türk
Askeri, Kastaş Yayınları, İstanbul, Zafer Matbaası, 1992.
Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt (ATASE) ve Genelkurmay
Denetleme (Dent.) Başkanlığı Arşivi
HRİSTOFF, A.; Büyük Harbe Tarihi Bir Bakış ve Bulgaristan’ın Harbe
İştiraki, Çeviren: M. Murat, İstanbul, Askerî Matbaa, 1932.
KARAL, Enver Ziya; Osmanlı Tarihi, c.IX, Türk Tarih Kurumu
Yayınları, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basım Evi, 1996.
M. Neşet; 78 Numaralı Askerî Mecmua’nın Tarih Kısmı, “Büyük Harpte
Romanya Cephesinde 6 ncı Türk Kolordusu”, Sayı: 19, İstanbul, Askerî
Matbaa, 1 Ekim 1930.
M. Tevfik; “Harb-i Umumide Osmanlı Makedonya Cephesi”, Askerî
Mecmua, Sayı: 14, İstanbul, Askerî Matbaa, 1 Mayıs 1920.
Türk İstiklâl Harbi, c.I, Mondros Mütarekesi ve Tatbikatı, Genelkurmay
ATASE Başkanlığı Yayınları, Ankara, Genelkurmay Basım Evi, 1992.
Vladimir Potyemkin Yönetiminde SSCB Bilimler Akademisi Üyeleri,
Uluslararası İlişkiler Tarihi, c.II, Çeviren: Attila Tokatlı, May Yayınları,
İstanbul, Tomurcuk Matbaası, 1978.
92
EK-1
22.3.1917
2 nci Bulgar Ordusu Komutanı General Todorof’un Tamimi
20 nci Osmanlı Kolordusu komutanı ve karargâhı ile 46 ncı Tümen
başka bir göreve tayin edilmiş olduklarından ordunun kuruluşundan çıktığı
için Kolordu Komutanı Tuğgeneral Abdülkerim Paşaya ve karargâhı ile 46
ncı Tümen subay ve aynı birliğin astsubay ve erlerine iyi hizmetlerinden
dolayı içten teşekkürlerimi bildiririm. Gerçi şanlı, samimî müttefikimiz
birlikleri, 2 nci Ordu birlikleri arasında kısa bir zaman kaldılarsa da bu birlikler
Osmanlı cengâverlerine has yiğitliği gösterdiler.
Kendilerini uğurlar ve gidecekleri müttefik ordular arasında
üstlenecekleri görevleri aynı fedakârlık ve kahramanlıkla yerine
getireceklerine eminim. Yeni görevlerinde kendilerine başarılar dilerim.
Tanrı’nın yardımına, davamızın meşruluğuna ve bu birliklerin umumî
davamızın zaferle taçlanmasına bütün gayretlerini sarf edeceklerine inancım
tamdır.83

EK-2
Göller Bölgesi 5.5.1918
22 nci Piyade Tugayı
2195
Osmanlı Rumeli Müfrezesi, Göller Bölgesi Komutanlığı emrinde uzun
süre kaldıktan sonra başka bir yerde istihdam edilmek amacıyla 7 Mayıs
tarihinde buradan ayrılıyor. Cesur Osmanlıların göller bölgesinden
ayrılışlarını üzüntü ile karşılarım.
Müfreze, komutanı Yarbay Sadık Beyin güvenilir idaresi altında subay,
astsubay ve erlerin görevini severek yapmada, savaş ve tahkimat işlerinde
daima takdire değer derecede çalışmalar göstermiştir. Özellikle 22 Nisan
teşebbüsündeki taze hücum arzusunu ve Prespa bölgesindeki keşif
kollarının başarıyla atılmasını hatırlatırım.
Sağlık, esenlik ve gelecek için mutluluk dileklerimle veda ederim.

Komutan
von Royter84

83
Gnkur. ATASE ve Dent. Arşivi; Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 5231, Dosya: 35, Fihrist: 2-41.
84
a.g.a.; Koleksiyon: Birinci Dünya Harbi, Klâsör: 5580, Dosya: H-1, Fihrist: 1-4.

93
BALKAN SAVAŞLARINDAN KURTULUŞ SAVAŞI’NA KADAR UZANAN
SÜREÇTE TÜRK-BULGAR İLİŞKİLERİ (1912-1920)
(Siyasî Değerlendirme)
Doç. Dr. Ömer TURAN*
Bulgaristan, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra imzalanan
Berlin Kongresi ile Osmanlı sultanına vergi veren özerk bir prenslik olarak
kurulmakla birlikte, 1908 yılında bağımsızlığını ilân edene kadar geçen otuz
yıllık dönemde de fiilen bağımsız bir devlet gibi hareket etti. Genel olarak bu
dönemdeki Türk-Bulgar ilişkilerini etkileyen unsurların başında, statüleri,
hakları, sıkıntıları, Türkiye’ye göçleri, vakıf malları, dinî yönetimleri vs… ile
Bulgaristan’daki Müslüman Türkler yer aldı.1 Buna ilâveten 1885 yılında
Bulgaristan Prensliği’nin Doğu Rumeli eyaletini ilhak etmesi, başarısızlıkla
sonuçlanan 1903 Ayaklanması’na kadar Bulgaristan’ın ihtilâlci yöntemlerle
Makedonya’yı topraklarına katma gayretleri ve takip eden yıllarda bunun için
diplomatik faaliyetleri öne çıkarması, iki ülke arasındaki diğer temel sorunları
oluşturdular.2
Osmanlı İmparatorluğu’nda II. Abdülhamit rejiminin devrilip II.
Meşrutiyet’in ilânını takip eden günlerde yaşanan kargaşadan istifade eden
Bulgaristan, 5 Ekim 1908 tarihinde Tırnova’da bağımsızlığını ilân etti.3
Rusya’nın arabuluculuğuyla sorun büyümeden çözüldü. Rusya ile Osmanlı
İmparatorluğu arasında Mart 1909’da yapılan bir anlaşma ile Rusya 1877-
1878 Osmanlı-Rus Savaşı dolayısıyla Osmanlıdan alacağı tazminattan
feragat etti. Böylece Osmanlı İmparatorluğu yeni Bulgaristan’ı tanıdı. 19
Nisan 1909 tarihinde İstanbul’da imzalanan sözleşme ile Osmanlı yönetimi
Bulgaristan’ın bağımsızlığını tanıdı.4 Bulgar Elçisi Mikail K. Sarafov 17
Temmuz 1909 tarihinde İstanbul’a, Türk Büyük Elçisi Mustafa Asım Bey de
14 Eylül 1909 tarihinde Sofya’ya güven mektuplarını sundular.5
Bilindiği gibi II. Abdülhamit yönetimi Almanya ile yakın ilişki içinde
olmuştu. Meşrutiyet yönetimleri ise İngiltere ile yakınlaşmayı arzu

*
Orta Doğu Teknik Üniversitesi Tarih Bölümü
1
Bu dönem zarfında Bulgaristan Türklerinin demografik, dinî, toplumsal, eğitim, kültürel, iktisadî
ve siyasî durumları hakkında bk. Ömer Turan; The Turkish Minority in Bulgaria 1878-1908, Türk
Tarih Kurumu, Ankara, 1998.
2
Prenslik dönemi Türk-Bulgar ilişkileri konusunda bk. A. Gül Tokay; “Osmanlı-Bulgaristan
İlişkileri: 1878-1908”, Osmanlı, Editörler: Kemal Çiçek - Cem Oğuz, c.2, Yeni Türkiye Yayınları,
Ankara, 1999, s.319-328. Bu dönemde Doğu Rumeli Vilâyeti için bk. Mahir Aydın; Şarkî Rumeli
Vilâyeti, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1992. Makedonya meselesi için bk. Fikret Adanır; Die
Makedonische Frage: Ihre Entstehung und Entwicklung, 1878-1908, Frankfurt, 1979.
3
Bulgaristan’ın bağımsızlığını kazanması konusunda bk. Hasan Ünal; “Balkan Diplomasisinden
Bir Kesit: Bulgaristan Bağımsızlık İlânı ve Osmanlı Dış Politikası, 1908-1909”, Yeni Balkanlar,
Eski Sorunlar, Der: K. Saybaşılı, G. Özcan, İstanbul, 1997, s.118-124.
4
Marin V. Pundev; “Bulgarian Nationalism”, Nationalism in Eastern Europe, Peter Sugar and Ivo
J. Lederer (eds.), University of Washington Press, Washington, 1969, s.78-111. Richard
Crampton; Bulgaria, 1878-1918, A History Boulder, 1983, s.312-314.
5
Pars Tuğlacı; Bulgaristan ve Türk-Bulgar İlişkileri, İstanbul, Cem Yayın Evi, 1984, s.116.

95
ediyorlardı. Meşrutiyet hükûmetleri anayasal bir rejimi kurmuş olmaları
itibarıyla gerek büyük devletlerin gerekse imparatorluk içerisindeki
Müslüman olan ve olmayan bütün toplulukların kendilerine tam destek
vereceklerini bekliyorlardı. Meşrutiyet’in ilânını takip eden aylarda
Bulgaristan’ın bağımsızlığını ilânı, Avusturya’nın Bosna-Hersek’i ilhakı,
İngiltere’den beklenen desteğin sağlanamaması, gerek diğer büyük
devletlerle ve gerekse bölge devletleri ile arzu edilen ittifakları kuramama
büyük bir hayal kırıklığına sebep oldu. 1909 yılından Balkan savaşlarına
kadar olan dönemde ikili anlaşmalarla sorunları aşarak, ülkede toplumsal,
iktisadî ve idarî reformlara yönelmek istediler ancak gerekli dış malî desteği
temin edemedikleri için bu alanda da başarılı olamadılar.6
İtalya, 1911-1912 Trablusgarp Savaşı ile Osmanlı İmparatorluğu’ndan
Libya’yı aldı. Balkan devletlerinin aralarında anlaşmaları sonucunda 13 Ekim
1912’de Birinci Balkan Savaşı başladı.7 Savaşın başlangıcında büyük
devletler, mevcut durumun korunması yanlısı idiler ve kim kazanırsa
kazansın sonucun değişmeyeceğini ilân ettiler. Birinci Balkan Savaşı’nın
sonunda Balkan devletlerinin başta Makedonya olmak üzere Osmanlı
İmparatorluğu’ndan aldıkları toprakları paylaşamamaları üzerine aralarında
başlayan İkinci Balkan Savaşı Bulgaristan’ın yenilgisiyle sonuçlandı.
Bulgaristan’ın Birinci Balkan Savaşı’nın sonunda elde ettiği topraklar elinden
gitti. 10 Ağustos 1913 tarihinde imzalanan Bükreş Anlaşması ile Güney
Dobruca Romanya’ya, Edirne Osmanlı İmparatorluğu’na kaldı; Makedonya
ise Sırbistan, Yunanistan ve Bulgaristan arasında paylaşıldı.
Osmanlı İmparatorluğu, Balkan savaşlarının ardından hem büyük
devletlerle hem de Balkan devletleri ile ittifak arayışlarına hız verdi.
Bulgaristan’da da Osmanlı İmparatorluğu’na yönelme gözlendi. Bu cümleden
olarak Osmanlı İmparatorluğu ile Bulgaristan arasında 29 Eylül 1913
tarihinde İstanbul’da Türk-Bulgar Barış Anlaşması imzalandı. Anlaşma iki
ülke arasında toprak, sınır ve azınlık sorunlarını çözmeye yönelikti. İkinci
Balkan Savaşı’nda Bulgaristan’ın Sırbistan, Yunanistan ve Romanya
karşısında aldığı büyük yenilgi ve bu savaşta Rusya’nın bile Romanya’nın
yanında yer alarak Bulgaristan’ın karşısına geçmesinin yarattığı hayal
kırıklığı, bu ülkenin tekrar Osmanlı İmparatorluğu ile iyi ilişkiler kurmak
istemesinin önemli nedenlerindendir.8

6
İkinci Meşrutiyet döneminde Türk dış siyaseti ve dış destek bulma teşebbüsleri konusunda bk.
Ömer Turan; “II. Meşrutiyet ve Balkan Savaşları Döneminde Osmanlı Diplomasisi”, Çağdaş
Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Yay.Haz: İsmail Soysal, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1999,
s.241-253.
7
Balkan ittifakı konusunda bk. Enver Ziya Karal; Osmanlı Tarihi, c.IX, Türk Tarih Kurumu,
Ankara, 1999, s.289-298.
8
Anlaşmanın metni için bk. Belgelerle Mustafa Kemal Atatürk ve Türk-Bulgar İlişkileri (1913-
1938), (Bundan sonra Belgelerle Mustafa Kemal Atatürk) Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel
Müdürlüğü, Ankara, 2002, s.3-35. Anlaşmanın bir değerlendirmesi için bk. Cengiz Hakov;
“1913’te İstanbul’da İmzalanan Bulgar-Türk Anlaşması ve Bulgaristan’da Türk-Müslüman
Nüfusun Hakları”, Osmanlı, c.II, Editörler: Kemal Çiçek - Cem Oğuz, Yeni Türkiye Yayınları,
Ankara, 1999, s.474-477.

96
Balkan savaşlarından sonra Kral Ferdinand, kendisi gibi Alman ve
Avusturya yanlısı Vasil Radoslavof’a yeni kabineyi kurma görevini verdi.
Radoslavof kabinesi Bulgaristan’ı Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar
yönetti. Bulgaristan’ın içine düştüğü yenilmişlik duygusu ve karamsar
havadan çıkabilmesi için yeni hükûmet dışarıdan borç arayışına girdi. Bu
çerçevede Almanya’nın desteğiyle Alman Disconto-Gesellschaft’ın
öncülüğünde Avrupa bankalarından 500 milyon borç buldu.9 Bulgaristan bu
şartlar içerisindeyken Sırbistan ile Avusturya arasında Birinci Dünya
Savaşı’nın başlaması, bazı Bulgar milliyetçileri tarafından üçüncü bir Balkan
savaşının başlaması gibi değerlendirildi; Sırbistan’a karşı Avusturya’nın
yanında savaşa girerek Sırbistan’dan İkinci Balkan Savaşı’nın intikamını
almak ve Makedonya’yı ele geçirmek düşünüldü. Bununla beraber, ülkeyi
savaşacak durumda görmeyen hükûmet -en azından başlangıçta- tarafsız
kalmayı benimsedi.10
Mustafa Kemal (ATATÜRK) Sofya’da
Balkan savaşlarından sonra başlayan yeni dönemde iki ülke bir
diğerinin başkentine elçisini ve diğer görevlilerini atamıştır. İstanbul’daki ilk
Bulgar elçisi Andrey Tonasev’dir. 2 Kasım 1913 tarihinde güven mektubunu
sunmuştur. Bu dönemde Sofya’daki Türk Elçisi Ali Fethi Bey (Okyar), Türk
askerî ataşesi ise Mustafa Kemal’dir. Mustafa Kemal, 27 Ekim 1913
tarihinde Sofya’ya tayin edilmiş; Ali Fethi Bey, 2 Aralık 1913 tarihinde
Sofya’da güven mektubunu sunmuştur. Ali Fethi Bey, Mustafa Kemal’e
Sofya’ya birlikte gitmeyi teklif etmiş, O da kabul etmiştir. İttihatçı kökenli
olmakla birlikte onların siyasetlerini tasvip etmeyen iki eski arkadaş
tamamen kopmamak için Sofya’ya gitmeyi tercih etmişlerdir.11
Mustafa Kemal’in görev alanı, Bulgaristan’ın yanı sıra Sırbistan ve
Karadağ’ı da kapsamaktadır. Mustafa Kemal, Sofya’da bulunduğu müddet
zarfında İstanbul’a yüzden fazla rapor, telgraf ve bilgi notu göndermiş;
Bulgar ordusunun ileri gelenlerinin büyük bir ciddiyet ve intikam duygusuyla
orduyu yeniden düzenlemek çabası içinde olduklarını, bu çerçevede beşer
yıllık dönemler hâlinde 20 yıllık bir plân yaptıklarını, Bulgar ordusunun
Almanya ve Avusturya’dan top, tüfek ve cephane sipariş ettiğini; askerî
konuların yanı sıra gerek Bulgaristan’ın gerekse diğer Balkan ülkelerinin
siyasî durumlarını ve ilişkilerini bildirmiştir.12
Mustafa Kemal, Bulgaristan Savunma Bakanı General Goleman
Boyaciyev’in, 25 Mart 1922 tarihinde kendisine yazdığı mektubunda yer alan

9
Marin Pundeff; “Bulgaria”, The Columbia History of Eastern Europe in the Twentieth Century,
Joseph Held (ed.), Columbia University Press, New York, 1991, s.74.
10
Pundeff; s.73-74.
11
Fethi Okyar; Üç Devir’de Bir Adam, Yayına Hazırlayan Cemal Kutay, Tercüman Yayınları,
İstanbul, 1980, s.202-205.
12
Mustafa Kemal’in Sofya’dan gönderdiği raporların on tanesi için bk. Belgelerle Mustafa Kemal
Atatürk, s.151-185. Tuğlacı; s.116-117. Mustafa Kemal’in Sofya’da bulunduğu yıllardaki
faaliyetleri için bk. Altan Deliorman; Mustafa Kemal Balkanlarda, İstanbul, 1959.

97
“1914 yılında Yunanlara karşı, Türkiye ile Bulgaristan arasında bir askerî
anlaşma yapmak üzere Sofya’ya geldiğiniz zaman ... sizinle Bulgar
Genelkurmayı arasında çıkan anlaşmazlığı gidermek için, birçok defalar
görüşmelerinize katılmak fırsatını bulmuştum.” ifadesinde belirtildiği gibi,
Bulgaristan ile Osmanlı İmparatorluğu’nun Yunanlara karşı bir anlaşma
yapmaları çalışmalarında bulunmuştur.13 Aynı şekilde, Bulgar ordusu
Başkomutanı N. Jekoş’un verdiği bilgilere göre, askerî ataşe Mustafa Kemal,
1914 sonbaharında, Bulgaristan’ın Birinci Dünya Savaşı’nda Almanların
yanında yer almak üzere iken, Türkiye ile askerî ittifak anlaşması
görüşmelerine katılmış, yüksek diplomasi kabiliyeti ve kültürü ile çevresini
etkilemiştir.14
Askerî ataşe Mustafa Kemal, bilgisi ve farklılığı ile temas kurduğu
Bulgar subaylarının ve siyasîlerinin dikkatini çekmiş; düzenlediği bir baloya
yeniçeri kıyafeti ile katılması münasebetiyle Kral Ferdinand kendisine gümüş
tabakasını armağan etmiş; Sofya’daki görevinden ayrılmasının ardından
“Mukaddes Aleksandr” nişanı ile ödüllendirilmiştir.15 Sofya’daki görevi
esnasında komiteciler iki defa Mustafa Kemal’i öldürmek istemişlerdir. Askerî
ataşe Mustafa Kemal, yoğun askerî ve diplomatik faaliyetlerinin yanı sıra
“Zabit ve Kumandan ile Hasbihal” isimli kitabını da Sofya’da yazmıştır.16
Mustafa Kemal Sofya’da Bulgaristan’ın çağdaşlaşma ve batılılaşma
tecrübesini gözlemleme imkânı bulmuştur. Sobranya isimli Bulgar
Parlâmentosu’nun oturumlarını takip etmiş, Türk milletvekilleri, gazetecileri
ve diğer ileri gelenleri ile yakın ikili ilişkiler kurmuştur.17 Balkan savaşlarının
sonunda Dobruca Rumenlere bırakılmış ve buradaki Türkler Bulgaristan’a
göç etmeye mecbur bırakılmışlardı. 10.000’i aşkın Dobruca Türk’ü, çok kötü
durumdaydılar. Mustafa Kemal, Ali Fethi Bey ile birlikte Bulgar başbakanı
Radoslavof’a müracaat ederek Dobruca Türklerine yardım edilmesini
sağlamış, Pomakların Hristiyanlaştırılmalarına mani olmuştur. Mustafa
Kemal, daha sonra olay yerlerine giderek olumlu sonuçları bizzat müşahede
etmiştir.18 Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması üzerine ısrarla cephede bir
görev isteyen Mustafa Kemal, Tekirdağ’da bulunan 19 ncu Tümen

13
Tuğlacı; s.116-117.
14
Neşet Çağatay; “Yabancı Basına Göre Atatürk”, Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi
Dergisi, Sayı 1, 1981, s.84.
15
Belgelerle Mustafa Kemal Atatürk, s.189.
16
Nuri Conker’in “Zabit ve Kumandan” isimli eserinin zarif bir tenkidi ve eserin ele aldığı
konulardaki kendi görüşlerinden ibaret olan Zabit ve Kumandan ile Hasbihal isimli kitap ilk defa
eski harflerle olarak 1918 yılında bastırılmıştır. Daha sonra yeni harflerle Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları arasında 1962 yılında, Jandarma Genel Komutanlığı ve Kültür Bakanlığı
Yayınları arasında 1981 yılında çıkmıştır.
17
Deliorman; s.12-44.
18
Okyar; s.214-215. Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması üzerine ısrarla cephede bir görev
isteyen Mustafa Kemal, Tekirdağ’da bulunan 19 ncu Tümen komutanlığına tayin edilmesi
üzerine 1915 başlarında Sofya’daki görevinden ayrılarak Türkiye’ye dönmüştür.

98
komutanlığına tayin edilmesi üzerine 1915 başlarında Sofya’daki görevinden
ayrılarak Türkiye’ye dönmüştür.19
Türk-Bulgar Yakınlaşması
Balkan savaşlarının ardından başlayan Türk-Bulgar yakınlaşmasının
ilk işareti 1913 İstanbul Anlaşması’nın görüşmeleri esnasında ortaya
çıkmıştır. Görüşmelerdeki Bulgar Heyeti Başkanı General Savof, bu
anlaşmanın bir an evvel imzalanarak daha genel bir Türk-Bulgar ittifakının
yapılması arzusunda olduğunu ifade etmiştir. Cemal Paşa hatıralarında,
Safov’un bu teklifi yaparken pek samimî olmadığını, görüşülen konularda
lehlerine sonuçlar alabilmek için bu çıkışı yaptığını düşündüklerini yazar.
Bulgarlar aslında böyle bir anlaşmayı istemektedirler. Daha sonra Cemal
(Paşa) ile General Savof arasında hazırlanan esaslara Mösyö Tuşef, Talat
ve Halil beylerin de hazır bulunduğu bir toplantıda son şekil verilir. General
Savof, hazırlanan anlaşma metnini hükûmetinin onayına sunmak için
Sofya’ya döner. Uzun bir zaman geçtiği hâlde bir haber alınamaz. Sofya
Elçisi Ali Fethi Beyin teşebbüslerinden de bir sonuç alınamaz. Üstelik
Pomakların Hristiyanlaştırılmalarına başlanmıştır. Nihayet Talat ve Halil
beylerle Bulgar Başbakanı Radoslavof arasında Bulgaristan’ın küçük bir
kasabasında bir toplantı temin edilir. Toplantıda Müslümanlara daha
yumuşak davranılacağı vadedilmekle birlikte ittifak konusu yine ertelenir.
Nihayet Aralık 1913’te Bulgar Genelkurmay İkinci Başkanı Jekof İstanbul’a
gelir. Cemal, Talat ve Halil beylerle yeniden görüşmeler başlar. Dört beş
oturum süren müzakerelerden sonra yeni bir metin hazırlanılırsa da yine
kesin bir sonuç alınamaz.20
İstanbul Anlaşması’nın imzalanmasından sonra Osmanlı
İmparatorluğu ile Bulgaristan arasında yakınlaşma havası içinde, Talat Bey
Bulgaristan ve Romanya’yı içine alacak bir doğu Balkan bloğu kurabilmek
için çalışmalara girişti, bazı Osmanlı yöneticileri iki ülkenin başkentlerini
ziyaret ettiler, ancak bir sonuç çıkmadı.21 Esasen Bulgarlar İstanbul ile
anlaşmayı isterlerken samimidirler. Ancak, Yusuf Hikmet Bayur’un da
belirttiği gibi, Bulgarlar yeterince güçlü görmedikleri ve ne kadar ömrü
kaldığından emin olmadıkları Osmanlı İmparatorluğu ile tek başına bir ittifak
anlaşması yaparak kendilerini bağlamak ve bu devletin düşmanları olan
Rusya ve Fransa’yı karşısına almak yerine, büyük devletlerin güvencesinde
bir ittifak arzusundadırlar. Türk tarafı ise Bulgarların bu tavrını işi ağırdan
alma ve güvenilmezlik olarak değerlendirmiştir. Avusturya veliahtının

19
Mustafa Kemal, tuğgeneralliğe yükseldikten sonra, 16 Nisan 1915 tarihinde Sofya’ya kısa bir
ziyaret için tekrar gelmiş, burada Ali Fethi Beyin misafiri olarak elçilikte kalırken doğu
cephesinde 16 ncı Kolordu komutanlığına tayin edildiğini öğrenmiştir.
20
Cemal Paşa; Hatıralar, Tamamlayan ve Tertipleyen Behçet Cemal, Selek Yayınları, 1959,
s.63-68.
21
A. Gül Tokay; “II. Meşrutiyet Dönemi Dış İlişkileri: 1908-1914”, Türk Dış Politikasının Analizi,
Derleyen: Faruk Sönmezoğlu, İkinci Baskı, Der Yayınları, İstanbul, 2001, s.46.

99
Saraybosna’da öldürülmesine kadar Almanya, Rumen-Bulgar-Türk ittifakına
muvafakat vermemiştir.22
Avusturya veliahtının bir Sırplı tarafından öldürülmesi üzerine, Birinci
Dünya Savaşı’nın başladığı, Osmanlı İmparatorluğu’nun tarafsızlığını
koruduğu günlerde Bulgaristan Başbakanı Radoslavof, Sofya’da Türk Elçisi
Ali Fethi Beyi gizlice davet ederek, Bulgaristan’ın hangi şartlarda Türklerle
birlikte savaşabileceğini açıkladı: Doğu Makedonya’yı, Mebiçe’de olan
Bulgar sınırının Svilengrad’a kadar uzatılmasını, bütün Bulgar göçmenlerinin
yerlerine dönerek yerleştirilmelerini, Edirne’nin Karaağaç kasabası ile
istasyonunun kendilerine bırakılmasını istiyorlardı. Ali Fethi Bey, Mustafa
Kemal ile birlikte Bulgar Harbiye Nazırı Kovaçef ve Genelkurmay Başkanı
Jekof’la görüşerek bu isteklerin İstanbul’da imzalanmış olan anlaşmaya
tamamen aykırı olması sebebiyle kabul edilemeyeceğini bildirdi. Mustafa
Kemal, İtilâf devletlerinin Yunanistan’ı Bulgaristan’a Ege’de bir çıkış vermeye
razı etmeleri hâlinde Bulgaristan’ın onların yanında, Almanların baskı
yapması hâlinde ise Türklerin yanında savaşa katılacağı kanaatindeydi.23
Daha Birinci Dünya Savaşı başlamadan evvel müttefik arayışına giren
Osmanlı yönetimi, İngiltere, Fransa ve Rusya ile istediği gibi bir ittifaka
giremeyince, Almanya ile 2 Ağustos 1914 tarihinde bir savunma ittifakı
anlaşması imzaladı. Almanya, anlaşmanın imzalanmasının hemen
arkasından Türk ordusunun Bulgaristan ve Romanya ile birlikte Rusya’ya
saldırmasını istiyordu. Bu çerçevede İstanbul, Sofya ve Bükreş ile ittifak
imkânları aramaya başladı.24 Romanya ile bir anlaşma yapılamadı. Talat
Bey, Sofya’da 19 Ağustos 1914 tarihinde Bulgar Başbakanı Radoslavof ile
gizli bir ittifak anlaşması imzaladı.25 Esasen bu anlaşmanın hükümleri, bir yıl
evvel Cemal Bey ile General Safov arasında İstanbul Anlaşması görüşmeleri
esnasında kararlaştırılmış; fakat Bulgarlar imzalamaktan çekinmişlerdi.
Sofya’da imzalanan anlaşmaya göre, her iki taraf birbirlerinin sınırlarına
saygı gösterecek, bir taraf herhangi bir Balkan ülkesinin hücumuna maruz
kalırsa diğer taraf müttefikinin talebi üzerine mütecaviz devlete karşı savaş
ilân edecek, taraflardan biri müttefikinin rızasını almadan bir başka ülke ile

22
Yusuf Hikmet Bayur; Türk İnkılâbı Tarihi, c.II, Kısım IV, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1983,
s.535-549.
23
Okyar; s.216.
24
Osmanlı yetkililerinin Sofya ve Bükreş’teki temasları ve tarafların beklentileri konusunda bk.
Yusuf Hikmet Bayur; Türk İnkılâbı Tarihi, c.III, Kısım I, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1983, s.106-
121.
25
Askerî ataşe Mustafa Kemal’in Sofya’dan 21 Ağustos 1914 tarihinde, yani anlaşmanın
imzalanmasından iki gün sonra yazmış olduğu raporda, Talat Beyin görüşmeleri kastedilerek,
“Sonucunun, bir savunma ittifakı yapılması olduğunu anladığım görüşmelerin gidişinden ve
ayrıntılarından yabancıyım.” demektedir. Buna göre Ataşe Militer Mustafa Kemal bu İttifak ve
Dostluk Anlaşması görüşmelerine katılmadığı gibi anlaşmanın imzalanmasından iki gün
geçtikten sonra bile anlaşmanın gidişinden ve ayrıntılarından bile tam haberdar değildir. Bk.
Belgelerle Mustafa Kemal Atatürk, s.174.

100
savaşa girer ve müttefiki de bu savaşa katılmak istemezse müttefikini gözetir
bir tarafsızlık içerisinde bulunacaktı.26
Sofya’da Talat Bey ile Radoslavof arasında 19 Ağustos 1914’te
imzalanan aktif tarafsızlık veya dostluk anlaşmasına rağmen Bulgaristan,
Birinci Dünya Savaşı’na katılmakta çok ağır hareket etmeyi, Osmanlıdan
toprak talebini sürdürdü. Bu cümleden olarak Çanakkale savaşları bütün
şiddetiyle devam ederken Meclisi Mebusan Reisi Halil Bey (Menteşe) ile
Bulgar heyeti arasında uzun görüşmeler yapıldı. Bulgar heyeti Türklerin
içerisinde bulundukları bu zor durum dolayısıyla Trakya’dan çok fazla toprak
kazancı elde etmek istiyordu. Yunanistan’da kralın arzusu hilâfına Venizelos
iktidara gelmiş, İtalya Osmanlı İmparatorluğu’na savaş ilân etmişti.
Çanakkale’de İtilâf kuvvetleri çok sayıda askerle takviye edilmişti. Alman
karargâhı Sırbistan’a saldırmayı karar vermiş bir an evvel Bulgar-Osmanlı
anlaşmasını beklemekteydi. Almanların da devreye girmesiyle Bulgarlar,
Meriç’in sol kıyısına ait taleplerinden vazgeçtiler, bir uzlaşmaya varıldı.
Sofya’daki Elçi Ali Fethi Beye bu şartlarda ittifakı imzalaması için talimat
verildi. Sofya’da Bulgarların tekrar Meriç’in sol kıyısında toprak talep etmeleri
üzerine kendilerine iki kilometrelik bir şerit verilmesi kabul edildi.27
Türkiye’nin Birinci Dünya Savaşı’na girdiği, Bulgaristan’ın ise hâlâ
tarafsızlığını koruduğu günlerde, Sofya, başta İaşe Nazırı Kara Kemal Bey
olmak üzere pek çok Türk heyetini ağırladı. Türkiye’de yiyecek sıkıntısı
başlamıştı. Türkiye ile ilişkisini kesmiş Romanya’dan, tarafsızlığını koruyan
Bulgaristan üzerinden gıda maddeleri ve petrol alındı.28
Bulgaristan Birinci Dünya Savaşı’nda
Birinci Dünya Savaşı başlarında hem İtilâf devletleri hem de
Müttefikler Bulgaristan’ı yanlarına çekmek için uğraştılar. Ocak 1915’te
Fransa ile İngiltere, Rusya’ya destek olmak ve Osmanlı İmparatorluğu’nu saf
dışı bırakmak maksadıyla Çanakkale Boğazı’na yüklenirlerken, Bulgaristan’ı
da aralarına katmak istediler. Böylece İtilâf donanması Boğazlar’ı zorlarken
kara ordusu da Bulgaristan’ın yardımıyla İstanbul’a yüklenerek harekâtı
kolaylaştıracaktı. Bunun için Bulgaristan’a Türk hâkimiyetindeki Trakya ve
Sırbistan’ın hâkimiyetindeki Makedonya toprakları vadedildi.29 Sırbistan’ın
zaten İtilâf devletleri safında yer alması sebebiyle bu vaat Bulgaristan’da
ihtiyatla karşılandı. Buna karşılık Müttefikler Bulgaristan’a, Sırbistan,

26
Osmanlı-Bulgar İttifak ve Dostluk Anlaşması’nın tam metni için bk. Tevfik Bıyıklıoğlu;
Trakya’da Millî Mücadele, c.I, 2. Baskı, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1987, s.101-102.
27
Halil Beyin bu görüşmeler konusunda Sadrazama vermiş olduğu rapor metni için bk. Osmanlı
Mebusan Meclisi Reisi Halil Menteşe’nin Anıları, Hürriyet Vakfı Yayınları, 1986, s.216-221.
28
Okyar; s.218-219.
29
Robert Garson; “Churchill’s Spheres of Interest: Bulgaria and Rumania”, Survey, Vol.24,
No.3, Summer 1939, s.143-158.

101
Yunanistan ve Romanya’dan isteyeceği toprakları, hatta Bulgaristan lehine
olmak üzere Osmanlı-Bulgar sınırının yeniden düzenlenmesini önerdiler.30
Bu şartlara Çanakkale’de İtilâf kuvvetlerinin püskürtülmesi de
eklenince, Almanya ve Avusturya yanlısı Kral Ferdinand ve Başbakan
Radoslavof, milliyetçilerin de baskısıyla, Ayastefanos Bulgaristanı’nı yeniden
yaratmak ve Balkan savaşlarının sonunda imzalanan Bükreş Anlaşması’nın
ağır şartlarını düzeltebilmek için Müttefiklerin yanında savaşmayı
kararlaştırdı. Başbakan Radoslavof, Ocak 1916’da Sobranya’daki bir
konuşmasında savaştan beklentilerini şu cümlelerle ortaya koydu: “Tarihî ve
etnografik sınırları içerisinde Bulgar milletini birleştirmek.” Bu tanım,
Makedonya, Dobruca, Trakya ve Morava’yı kapsıyordu. Daha sonraki
yıllarda da Ferdinand, Bulgaristan’ın beklentisini Karadeniz, Ege denizi ve
Akdeniz olmak üzere üç denize ulaşmak olarak tanımlayacaktır.31
Bulgaristan’da kimse bu hedeflere karşı değildi. Muhalefet sadece bu
hedeflere ulaşabilmek için Almanların yanında ve Ruslara karşı
savaşılmasından rahatsızdı. Gerek Stanbolisky’nin lideri olduğu Çiftçi Partisi
gerekse diğer muhalefet, Bulgarların Ruslara karşı savaşa sokulmalarına
karşı çıktılar. Stanbolisky, bu hususta Kral Ferdinand ile yaptığı görüşmede
bu karar dolayısıyla tahtını ve hayatını kaybedebileceğini söyleyerek onu
vazgeçirmeye çalıştı.32
Bulgar Kralı Ferdinand, İtilâf güçlerinin Çanakkale’de bozulmasından
sonra, Ali Fethi Beyi davet ederek savaşa Osmanlı İmparatorluğu’nun
yanında katılma kararlarını bildirdi. Bulgarlar, savaşa katılmak için
başlangıçta ileri sürdükleri şartları telâffuz etmemekle birlikte bunlardan
vazgeçtiklerini de belirtmiyorlardı. Bu karar üzerine Osmanlı Sultanı V.
Mehmet Reşat’ın göndermiş olduğu nişanı Ali Fethi Bey törenle Ferdinand’a
sundu.33 Bu şartlarda söz konusu anlaşma metni 6 Eylül 1915 tarihinde
Sofya’da Türk Elçisi Ali Fethi Bey, Bulgar Başbakanı Radoslavof ve Kral
Ferdinand arasında imzalandı.34 Aynı gün Bulgarlarla Almanya ve Avusturya
arasında bir başka ittifak anlaşması ve 35 gün içinde Bulgaristan’ın savaşa
gireceğine dair askerî sözleşme imzalandı.35 21 Eylülde seferberlik ilân eden
Bulgaristan, 11 Eylül 1915’te Avusturya-Alman ordularıyla birlikte Sırbistan’a
saldırarak resmen Birinci Dünya Savaşı’na katılmış oldu.

30
Bulgaristan’ın İtilâf devletleri ile görüşmeleri için bk. Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılâbı Tarihi,
c.III, Kısım 1, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1983, 440-457. Bulgaristan’ın Müttefiklerle yaptığı
görüşmeleri için bk. Bayur; Türk İnkılâbı Tarihi, c.III, Kısım 2, s.476-492.
31
Crampton; Bulgaria, 1878-1918, s.451.
32
a.g.e.; s.448.
33
Okyar; s.220-221.
34
Osmanlı-Bulgar Hudut Düzeltme Anlaşması metni ve bu anlaşma metninin kabulü için
Osmanlı Vekiller Heyeti’nin padişaha sunduğu mazbata sureti için bk. Bıyıklıoğlu; s.103-107.
35
Pundeff; s.74-75. Bulgar Kralı Ferdinand, Başbakan Radoslavof ve Elçi Ali Fethi Beyin
imzalarının bulunduğu Osmanlı-Bulgar Hudut Düzeltme Anlaşması’nın kabulü için Osmanlı
Hükûmetinin padişaha sunduğu mazbata ve anlaşmanın tam metni için bk. Bıyıklıoğlu; s.103-107.

102
Türkler ve Bulgarlar, Birinci Dünya Savaşı’nda Romanya ve
Makedonya cephelerinde birlikte savaştılar.36 1916 ve 1917 yıllarında
Osmanlı-Bulgaristan sınırının yeniden Osmanlının lehine düzenlenmesi, en
azından 29 Eylül 1913 İstanbul Anlaşması ile belirlenen sınırlara getirilmesi
konusunda müttefikler arasında bazı konuşmalar ve yazışmalar olmuşsa da
Bulgaristan buna yanaşmamış, somut bir netice kaydedilememiştir.
Bulgaristan, nihayet Müttefiklerin, Dobruca’nın güney kısmında
Romanya’dan aldıkları yerleri kendisine bırakmaları üzerine, 4 Eylül 1918
tarihinde Müttefikler arasında Berlin’de imzalanan bir anlaşmayla Meriç’in
doğusundaki küçük bir şeridi Osmanlıya bırakmaya razı olmuştur.37
Almanya, Avusturya, Osmanlı İmparatorluğu ve Bulgaristan’ın aynı
saflarda savaşıyor olmaları sebebiyle bu ülkelerde dostluk rüzgârları estirildi.
Bulgarların, Türklerin ve Macarların soy birliği üzerinde duruldu.38 Dostluk
cemiyetleri kuruldu. Bu cümleden olarak Bulgaristan’da bir Bulgar-Türk
Derneği kuruldu. Derneğin kuruluşu Türkiye’de büyük bir memnuniyetle
karşılandı. İstanbul’daki Bulgar Elçisi N. Koluşev, konuyla ilgili olarak 12
Eylül 1917 tarihinde Sofya’ya göndermiş olduğu raporunda, benzer bir
derneğin yakında İstanbul’da da kurulacağını, derneğin amacının, 1915
yılında iki hükûmet arasında benimsenen siyasetin hayata geçirilmesi ve “iki
komşu ve birbirine son derece yakın devletler ve halkların çıkarlarındaki
müşterekliği Türk halkı arasında yerleştirmek ve geliştirmek” olacağını
bildirdi.39
Müttefik devletlere en son katılan Bulgaristan, ittifaktan ilk ayrılan
devlet oldu. İtilâf güçlerine karşı Vardar bölgesindeki yenilgiden sonra, 29
Eylül 1918 tarihinde İngiltere ve Fransa ile Selânik Ateşkes Anlaşması’nı
imzaladı. Buna göre Bulgaristan, işgal ettiği Sırbistan ve Yunanistan
topraklarını iade edecek, Türkiye ve Dobruca’daki Alman-Avusturya
güçlerine karşı koyacak birliklerin dışında kalan bütün ordusunu terhis
edecekti. Birinci Dünya Savaşı Bulgaristan için büyük bir felâket oldu. Resmî
rakamlara göre Balkan savaşlarında Bulgaristan ordusunun kaybı 53.825 idi.
Bu kayıpların %60’ı düşman saldırısı sonucunda değil bulaşıcı
hastalıklardan hayatını kaybetmişti. Birinci Dünya Savaşı’nda da askere
alınan 400.000 Bulgar gencinin 101.224’ü ölmüş, 144.026’sı yaralı veya
sakat kalmıştı. Almanya’ya gıda maddesi göndermelerinden dolayı ülkede
açlık ve fakirlik had safhaya ulaşmıştı.40

36
Karal; s.499-523.
37
Bu konudaki tekliflere ilişkin yazışmalar ve 24 Eylül 1918 anlaşması için bk. Bıyıklıoğlu; s.110-
115.
38
Crampton; s.452.
39
Belgelerle Mustafa Kemal Atatürk, s.190-192.
40
Crampton; s.473.

103
Birinci Dünya Savaşı Sonrası Dönem
Bulgaristan Birinci Dünya Savaşı sonunda yenilen devletlerin içinde,
savaştan önceki rejimini koruyan tek ülkedir.41 Ülkesini Birinci Dünya
Savaşı’na sokması sebebiyle hayatını kaybetmekten çekinen Kral
Ferdinand, tahtını oğlu Boris’e bırakarak Almanya’ya sığındı. Genç kral bu
çalkantılı dönemde anahtar bir rol oynayabilecek kadar bilgili ve tecrübeli
değildi.42 Bu dönemde Bulgaristan iç siyasetinde üç grup öne çıktı:
Makedonyalılar, sosyalistler ve çiftçiler. Savaştan sonra Makedonyalılar
oldukça güçsüzleşmiş, sosyalistler ise bölünmüşlerdi. Çiftçi Partisi ise geniş
bir tabana dayanıyordu ve güçlü örgütü ülkenin her tarafına yayılmıştı.
Prenslik döneminde Bulgaristan’ın kaydettiği iktisadî kalkınma ve
gelişmişliği Japonya ile karşılaştıranlar ve daha aşağı olmadığını yazanlar
vardır. Bulgaristan’ın kaydettiği bu gelişmişlik Fransa’dan faizle alınan
borçlarla sağlanmıştı. 1912 yılı itibarıyla Fransa’ya olan borcun miktarı 1,3
milyar levaya yükselmişti. Bulgaristan’da tarımla uğraşan geniş kitleler
kalkınmışlıktan pek istifade edemedikleri hâlde borç ödemelerinin sıkıntısını
omuzlarında taşıyorlardı. Bu durum Aleksander Stanbolisky’nin liderliğindeki
Çiftçi Partisinin iktidar yolunda ilerlemesinin en önemli sebebidir.43
Stanbolisky, Bulgaristan’ın büyük çoğunluğunu oluşturan çiftçilerin güç
kazanmasına ve refahına yönelik bir programa sahipti. Bulgaristan’da
Ferdinand’ın yerine Boris’in kral olmasından sonra, ülkede, yeni bir hükûmet
kuruldu. Ağustos 1919’da yapılan seçimlerde Çiftçi Partisi 233 sandalyeye
sahip Bulgaristan Parlâmentosunda 85 sandalye ile birinci parti olarak çıktı.
Stanbolisky, sağ partilerle yaptığı koalisyon hükûmetinin başbakanı olarak
barış anlaşmasını imzalamak üzere Fransa’ya gitti; 27 Kasım 1919’da 296
maddelik Neuilly Anlaşması’nı itirazsız imzaladı.44
Bulgaristan, Neuilly Anlaşması’nı imzalamakla, Güney Dobruca’yı
Romanya’ya, Tsaribrod ve Strtomitsa’yı Yugoslavya’ya bırakıyor, Gümülcine
ve Dedeağaç’ı Yunanistan’a bırakmakla Ege’ye çıkışsız kalıyor, sadece
25.000 kişilik bir orduyu ve 1920 yılından başlayarak 37 yıl içinde
2.250.000.000 altın frank tamirat borcu ödemeyi kabul ediyordu. Mart
1920’de yapılan seçimlerde Çiftçi Partisi tek başına hükûmet oldu.
Stanbolisky, bu yeni dönemde 100 günlük bir Avrupa turuna çıkarak Avrupa
ülkeleriyle Bulgaristan’ın ilişkilerini geliştirmeye çalıştı. Ayrıca komşusu
Sırbistan ve Türkiye ile iyi ilişkiler kurdu. Haziran 1923’te başbakanlıktan

41
Bununla beraber anayasal rejimine rağmen iki dünya savaşı arası dönemde, en azından 1934
yılına kadar büyük çalkantılar yaşadı. Richard J.Crampton; Eastern Europe in the Twentieth
Century, Routledge, London and New York, 1995, s.119.
42
III. Boris hakkında bk. Stephane Groueff; Crown of Thorns; the Reign of King Boris III of
Bulgaria, 1918-1943, Madison Books, Lanham and London, 1987.
43
Pundeff; “Bulgaria”, s.68-69. Çiftçi Partisi ve partinin lideri Stanbolsky hakkında geniş bilgi için
bk. John D. Bell; Peasants in Power; Alexander Stanboliski and the Bulgarian Agrarian National
Union, 1899-1923, Princeton University Press, Princeton, 1977.
44
Crampton; Bulgaria, 1878-1918, s.463.

104
alınıp öldürülünceye kadar Sofya-Belgrad ve Sofya-Ankara ilişkilerini en üst
seviyeye çıkardı.45
Stanbolisky önderliğindeki Bulgaristan, Birinci Dünya Savaşı’nın
sonunda kendisine dikte ettirilen Neuilly Anlaşması’nı itirazsız imzalarken,
Osmanlı yönetimi de Sevr’i imzalamıştı. Buna göre İtilâf devletleri
Anadolu’yu aralarında paylaşıyorlar, Türklere küçük bir bölge bırakılıyordu.
Mondros Ateşkes Anlaşması’nın imzalanmasını takip eden günlerde
Anadolu’nun yer yer işgal edilmesi üzerine Türk halkı direnişe geçti. Bölgesel
direniş ve kurtuluş faaliyetleri Mustafa Kemal Paşanın önderliğinde birleşti.
Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti hâlini aldı. Ankara’da yeni bir
meclis ve hükûmet oluşturuldu. Millî Mücadele buradan yönetildi. Birinci
Dünya Savaşı’nın sonunda galiplerin mağlûplara dikte ettirdikleri Versay
sisteminin bozulmasının başlangıcı olması itibarıyla, Bulgaristan’da Türk Millî
Mücadelesi’ne sempati ile bakıldı. Bulgaristan Başbakanı Stanbolisky’nin,
“Sevr Anlaşması’nın değiştirilmesiyle birlikte diğer anlaşmalardaki tüm ağır
hükümlerin de revizyonuna başlanacaktır.” sözleri bu bakımdan çok
anlamlıdır.46
Türkiye’nin imzaladığı Mondros ve Bulgaristan’ın imzaladığı Selânik
ateşkes anlaşmaları Türkiye ile Bulgaristan arasındaki diplomatik ilişkilere
son vermişti.47 Bu meyanda Türkiye’deki Bulgar menfaatleri İstanbul’daki
İsveç Elçiliği, Bulgaristan’daki Türk menfaatleri ise Sofya’daki İspanyol
Elçiliği tarafından yürütülüyordu. Buna rağmen, Millî Mücadele’nin
başlangıcından itibaren iki ülke arasında yakın temaslar kurulmuştur. Bu
çerçevede, Ankara’da Büyük Millet Meclisinin açılmasını müteakip, 30 Nisan
1920 tarihinde Meclis Başkanı Mustafa Kemal, Bulgaristan Başbakanı
Stanbolisky’e bir mektup göndererek, içerisinde bulundukları durumu, Büyük
Millet Meclisinin açılışını ve maksatlarını anlatmış ve desteklerini istemiştir.48
Bu mektup, aynı zamanda Bulgaristan ile Türkiye arasında diplomatik ilişkiler
kurmak için yapılan bir ilk teşebbüstür.49 Esasen 1920 yılının başlarında
Stanbolisky Hükûmeti Türkiye’de diplomatik bir temsilcilik açmak için
teşebbüslerde bulunmuş, fakat Fransa’nın Müttefikler adına yaptığı ikaz ile
karşılaşınca geri adım atmak zorunda kalmıştır.50
Trakya’nın Yunanlar tarafından işgali Bulgarları ve Türkleri birbirine
yakınlaştırmış, bu meyanda Yunanlara karşı Türk-Bulgar kuvvetleri birlikte
hareket etmişlerdir. 1 Nisan 1920 tarihli Bulgar ordu karargâh bülteninde

45
Pundeff; “Bulgaria”, s.79-83.
46
Stefan Velikov; Kemalist İhtilal ve Bulgaristan, Çev. Naime Yılmaer, İstanbul, 1969, s.106.
47
Osmanlı İmparatorluğu’nun Sofya’daki elçisi Ali Fethi Bey, Birinci Dünya Savaşı’nın
kaybedildiğinin ortaya çıkması üzerine yapacak bir şey kalmadığını görerek 21 Aralık 1917’de
Sofya’dan ayrılıp Türkiye’ye döndü. Okyar; s.229.
48
Belgelerle Mustafa Kemal Atatürk; s.195.
49
Stefan Velikov; “Kemal Atatürk ve Bulgar-Türk İlişkileri”, IX. Türk Tarih Kongresi, c.III. Türk
Tarih Kurumu, Ankara, 1989, s.1955-1959.
50
Velikov; Kemalist İhtilâl ve Bulgaristan, s.97.

105
belirtildiği gibi, Bulgarlar ve Türklerden oluşan 30 çete kurulmuş, Cafer
Tayyar Paşanın 1920’de Yunan güçlerine yenilmesi üzerine 385 subay,
3239 asker ve 22.000 sivilden oluşan Türk göçmenleri Bulgaristan’a
geçmişlerdir. Büyük bir kısmı Burgaz ve Svilengrad’a yerleştirilen söz
konusu göçmenler için Bulgar Hükûmeti iki milyon levalık bir yardımda
bulunmuş, çiftçi göçmenlere toprak, ziraat âleti ve tohum verilmiş, askerlerin
Türkiye’ye dönerek Millî Mücadele’ye katılmaları sağlanmıştır. Ayrıca Türk
Kızılayının, İzmir, Bursa ve Trakya ahalisi için Bulgaristan’dan 15 vagon un,
5 vagon kuru fasulye, bir vagon tereyağı ve peynir almasına izin verilmiştir.51
Bu dönemde, Tunca nehri kıyılarından, Yanbol ve Elhovo’dan bazı silâhların
Türkiye’ye gönderildiğini, Bulgaristan’da bulunan İngiliz temsilcileri tespit
etmişlerdir.52 İlâveten Bulgaristan’ın Varna ve Burgaz limanlarına çeşitli
bahanelerle gelen gemiler, yüklerinin arasına silâh ve cephane gizleyerek
Türkiye’ye götürmüşlerdir.53
Bulgaristan ATATÜRK’ün önderliğindeki Millî Mücadele’nin başarılı
olması hâlinde Neuilly’nin de yırtılacağını ümit etmekte, ilâveten yaptığı
yardıma karşılık olarak ileride Türkiye’nin yapacağı yeni bir barış
görüşmesinde batısında Yunanistan yerine Bulgaristan’ı arzu etmesini
beklemektedir. Dolayısıyla Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal
Paşanın yukarıda belirttiğimiz mektubuna Bulgaristan’ın cevabı bununla
sınırlı kalmamıştır. Neuilly Anlaşması’na rağmen Şubat 1921’de, Trakya
meselesinin halli için Sofya’ya gelen Mustafa Kemal’in yakın arkadaşı Cevat
Abbas Beye yardım sözü verilmiş; Cevat Abbas, buradan Ankara’nın ihtiyacı
olan askerî ve iktisadî yardımın gönderilmesini organize etmiştir.54 14 Mart
1921’de Bulgaristan’ın İstanbul eski başkonsolosu M.Peyef, 14 Mart 1921’de
Mustafa Kemal Paşaya bir mektup yazarak, “bazı mesail-i mühimme için”
Ankara’ya gelip bizzat görüşmek için izin istemiş, kendisine bu izin
verilmiştir.55 Daha sonra, Mart 1921’de Çiftçi Partisi milletvekili Angel
Grozkov beraberinde bir subay ve tüccarla birlikte gizli bir misyonla
Ankara’yı ziyaret etmiştir. Görüşmeler gayet dostane bir havada geçmiş,
heyet üyelerine Anadolu’da bazı şehir ve cepheler gezdirilmiştir. Heyet
üyeleri geziyi kendi paralarıyla yapmışlardır. Grozkov, ticaret maksadıyla bu
geziyi yaptığını; Bulgaristan İçişleri bakanı, geziden hükûmetin haberinin
bulunmadığını bildirmiştir. Bununla beraber gezinin Stanbolisky ile Ankara
Hükûmeti arasındaki bir anlaşmaya istinaden yapıldığı ve hükûmetler adına

51
Cengiz Hakov; “Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı ve Aleksandır Stamboliyski Hükûmeti”, Türk-
Bulgar İlişkileri Üzerine, Sofya, 2001, s.35; Belgelerle Mustafa Kemal Atatürk, s.XX-XXII, L-LI.
52
Velikov; Kemalist İhtilâl ve Bulgaristan, s.88.
53
a.g.e.; s.118-120.
54
İlber Ortaylı; “Mustafa Kemal Atatürk’ün Bulgaristan’daki Yılları”, IX. Türk Tarih Kongresi, c.III.
Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1989, s.2045. Cengiz Hakov; “Atatürk ve Bulgaristan ile Türkiye
Arasında Yeni Siyasal-Diplomatik Münasebetler”, XI. Uluslararası İkinci Atatürk Sempozyumu,
c.II, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 1996, s.1273.
55
Ancak bu görüşmenin gerçekleşip gerçekleşmediği ve mahiyeti bilinmemektedir. Peyef’in bu
konudaki mektubunun metni ve kendisine verilen izin için bk. Bilâl N. Şimşir; Atatürk İle
Yazışmalar I (1920-1923), Kültür Bakanlığı, Ankara, 1981, s.109-110.

106
görüşüldüğü kesindir. Gerek Türkiye’nin yarı resmî bir temsilcisi olarak Cevat
Abbas’ın Sofya’da bulunması, gerekse Grozkov heyetinin Ankara’yı ziyareti
Müttefikleri son derece rahatsız etmiş, Stanbolisky Hükûmeti hem İngilizlerin
hem de Bulgaristan’daki iç muhalefetin yoğun hücum ve tenkitlerini
göğüslemek zorunda kalmıştır.56 Stanbolisky, Boris Açkov’un başında
olduğu bir heyeti, Bulgar Hükûmetinin iyi ilişkileri geliştirme arzusunu iletme
vazifesiyle Aralık 1922’de Ankara’ya göndermiş,57 yine Stanbolisky’nin
talimatıyla Bulgaristan’ın Edirne temsilcisi T. Markov, Ocak 1923’te İzmir’de
Mustafa Kemal Paşa ile görüşmeler yapmıştır.58
Bulgaristan Türkleri
Balkan savaşlarından sonra Bulgaristan - Osmanlı İmparatorluğu
ilişkilerindeki gelişmeler her zamanki gibi Bulgaristan’daki Müslüman Türk
azınlığı son derece etkilemiştir. Bulgaristan, Balkan savaşlarının sonunda
Türklerin ve Tatarların nüfusun çoğunluğunu oluşturdukları Güney
Dobruca’yı Romanya’ya bırakmış, güneyde ise yine Türklerin ve Pomakların
nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturdukları Rodop-Pirin bölgesinde, Drama,
Gümülcine, Dedeağaç ve Edirne’nin bir kısmını topraklarına katmıştı.
Dolayısıyla Balkan savaşlarının bütün yıkıcı etkisine ve göçlere rağmen
Bulgaristan’da Türk-Müslüman nüfus artmıştı. Balkan savaşlarının sonunda
Bulgaristan ile Osmanlı İmparatorluğu arasında 29 Eylül 1913’te İstanbul’da
imzalanan anlaşmanın 2 numaralı eki “Müftülere Müteallik Mukavelename”
başlığını taşıyordu. Bulgaristan’da müftülükleri yeniden düzenleyen
mukavelenamenin 7’nci maddesine göre, baş müftü ve müftüler,
Bulgaristan’daki İslâm okullarını denetleme ve gerekirse yeni okul açma için
teşebbüslerde bulunabileceklerdi. Bulgaristan Hükûmeti ihtiyaç gördüğü
yerlerde masrafları kendisine ait olmak üzere iptidaiye ve rüştiyeler açacaktı.
Okullarda eğitim dili Türkçe olacaktı. Bulgarcanın öğrenilmesi de mecburî idi.
Ayrıca din adamı yetiştirmek üzere özel bir okul (nüvvab) da kurulacaktı.
Birinci Dünya Savaşı yıllarında bu yükümlülüklerin hiçbiri yerine getirilemedi.
Hatta savaş sebebiyle bütün Bulgar halkının olduğu gibi Türklerin durumu da
ilerlemedi, geriledi. Bu dönemde parasızlık sebebiyle pek çok Türk okulu
kapatıldı.59

56
Bu konuda İngiltere’de yayımlanan Daily Telegraph gazetesinde çıkan haberler, Rumen ve
Bulgar basınında çıkan tenkit ve değerlendirmeler, Bulgaristan Parlâmentosu’nda bu konuda
açılan tartışmalar ve Grozkov’un Parlâmento’da kendisini savunması konusunda bk. Velikov;
Kemalist İhtilâl ve Bulgaristan, s.98-105. Sofya’da çıkan Zora gazetesinin İstanbul muhabiri
Spiro Vasilef, Mayıs 1921’de Mustafa Kemal Paşaya bir mektup yazarak, Bulgar gazetelerine
cepheden gerekli bilgiler gönderebilmek için Ankara’ya gelebilme izni istemiştir. Bu müracaatın
akıbeti de bilinmemektedir. Bk. Şimşir; Atatürk ile Yazışmalar I (1920-1923), s.115-116.
57
Belgelerle Mustafa Kemal Atatürk, s.XXIII-XXIV, LI.
58
Bu ziyaret hakkında Markov’un 8 Şubat 1923 tarihinde Sofya’ya gönderdiği rapor için bk.
Belgelerle Mustafa Kemal Atatürk, s.227-245. Bu ziyaret hakkında Bulgaristan arşiv belgelerine
dayalı bir araştırma için bk. Kalina Peeva; “Bulgaristan-Türkiye İlişkileri ve 1923 Yılı Mustafa
Kemal Döneminde Todor Markov’un Diplomatik Misyonu”, Atatürk ve Stamboliyski, Türk-Bulgar
İlişkileri Üzerine, s.59-66. Velikov; “Kemal Atatürk ve Türk-Bulgar İlişkileri”, s.1956-1957.
59
Hüseyin Memişoğlu; Geçmişten Günümüze Bulgaristan’da Türk Eğitim Tarihi, Kültür
Bakanlığı, Ankara, 2002, s.126-132.

107
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Bulgaristan’da Stanbolisky’nin
liderliğinde Çiftçi Partisinin hükûmet olması ve her iki ülke arasında gelişen
iyi komşuluk ve dostluk ilişkilerinden Bulgaristan Türkleri de olumlu anlamda
etkilendiler. Bulgaristan Türkleri lehine yeni düzenlemeler yapılmasında,
Neuilly Anlaşması’nın azınlıklara ilişkin hükümleri, Türklerin daha organize
bir şekilde seslerini duyurabilmeleri; Çiftçi Partisi Hükûmetinin, hemen
tamamı çiftçilerden meydana gelen Türklerin de desteğini kazanma
arzusunun büyük rolü vardır.60 Eğitim alanında Türkler lehine yeni
düzenlemeler yapıldı. Resmî Türk okulları açıldı. Mevcut özel okullara daha
geniş yetkiler verildi. Türk okullarının finans ihtiyacının karşılanması için okul
fonları oluşturuldu. Yeni okul binaları yapıldı. Öğretmenlerin sayıları arttırıldı.
Bulgaristan’da Türk azınlığa ait okulların öğretmen ihtiyacının karşılamak
üzere kurulması kararlaştırılan Şumnu Türk öğretmen okulunun yönetmeliği
ve programı 1912 yılında “Dırjaven Vestnik” isimli Bulgaristan resmî
gazetesinde yayımlanmış olmasına rağmen, Balkan savaşları ve arkasından
gelen Birinci Dünya Savaşı sebebiyle ancak 1918 yılında açılabildi. Kırcali ve
Rusçuk’ta da benzer öğretmen okullarının açılması kabul edilmişse de bu
kararlar hayata geçirilemedi. Ayrıca din adamı yetiştirmek üzere Şumnu’da
nüvvabın açılması için teşebbüslere girildi.61

60
Stanbolisky’nin liderliğindeki Çiftçi Birliğinin Bulgaristan Türklerine yönelik siyasetleri
konusunda bk. İbrahim Yalımov; “Bulgaristan Çiftçi Halk Birliği’nin Türk Ahalisine İlişkin
Politikası”, Atatürk ve Stanboliyski, Türk-Bulgar İlişkileri Üzerine, s.73-80.
61
Bilâl N. Şimşir; Bulgaristan Türkleri, Bilgi Yayın Evi, Ankara, 1986, s.60-64. 1922 yılında
açılan nüvvab hakkında daha geniş bilgi için bk. Bulgaristan’da Türk-İslâm Eğitim ve Kültür
Müesseseleri ve Medresetü’n Nüvvab, Ed.Ekmeleddin İhsanoğlu, Haz: Haşim Ertürk - Rasim
Eminoğlu, İSAR, İstanbul, 1993.

108
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ESNASINDA (1916-1918) SURİYE CEPHESİNİN
ASKERÎ FAALİYETLERİ HAKKINDA BULGAR DİPLOMATİK
KAYNAKLARI
*
Kamen VELİÇKOV
Geleneksel olarak diplomatik arşivler, Birinci Dünya Savaşı
esnasındaki olayların tarihi analizlerinde en güvenilir kaynaklar olarak kabul
edilir. Onların oldukça zengin bilfiil malzemeye, savaşa katılan tarafların
stratejik çizgilerine, savaşın gelişmesinde kaçınılmaz olan taktik
faaliyetlerdeki değişikliklere ait değerli bilgilere sahip belgeler oldukları
yönündeki düşünceler çoktur.
Beyrut’taki Diplomatik Mevki
Savaş zamanında Sofya ve diplomatik temsilcilikler arasındaki
haberleşmeyle ilgili ilginç ve orijinal belge kaynaklarına sahibiz. Kasım 1914
yılından 1918 yılının ilkbaharına kadar Beyrut’ta Bulgar Çarlık Konsolosluğu
aktif bir şekilde faaliyet gösterir. Konsolos Milan Popov’un birçok alanda
konumu fevkalâdedir. O, Beyrut’ta Türk Devleti’nin itibar ettiği az sayıdaki
yabancı temsilcilerden biridir. Nisan 1917’de Büyük Britanya ordularının
Beyrut’a doğru yaklaşma tehlikesine karşı merkezî güçlerine ait diplomatların
birçoğu tam zamanında Beyrut’tan tahliye edilmiştir. Milan Popov, Başbakan
Vasil Radoslavov’a gönderdiği raporlarda1 “Şimdi Beyrut’taki tek asaleten
konsolos ben olacağım.” diyerek sevinir. Bulgar makamları Milan Popov’u
üçüncü dereceden “Vatandaşlık Liyakatı” nişanı ile ödüllendirerek cesaret ve
güven vermeye gayret ederler. Çar Ferdinand’ın dikkatine sunulan
gerekçelerde diğerleri yanında şunlar da belirtilir:
“Asya’nın bu uzak, her tür endişe verici söylentinin merkezi, salgın
hastalıkların ocağında, hiçbir yardımcısı olmadan Sayın Milan Popov tek
başına bırakılmıştır...Şahsî çevikliği ve deneyimleri sayesinde sadece
konsolosluk etkinlikleri alanında değil, askerî mahiyete ait değerli haberler
göndermiştir. Bu haberler yetkili kişiler tarafından da kaydedilmiştir.”2
Suriye’de o dönemde çok fazla sayıda Bulgar kolonisi yoktur. Şartlar
da hummalı ticarî ilişkilerin gelişmesi için elverişli değildir. Olayların
muasırları hâlâ Beyrut’a gönderilen diplomatik temsilcinin geleneksel
görevlerle görevlendirilmiş olmadığını açıkça itiraf ediyorlar. Bu görevlerden
en önemlisi Yakın Doğu’daki ve özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun güney
cephelerindeki siyasî, askerî durumların takip edilmesidir. Esasen,
gözetlemek için uygun mevkiin oluşturulması yönündeki deneyler İkinci
Balkan Savaşı’nın bitmesinin ikinci gününde başlamıştır. 7 Ekim 1913

*
Sofya Aziz Kliment Ohridski Üniversitesi Doğu Dilleri ve Kültürü Merkezi
1
Централен дьржавен исторически архив (ЦДИА). ( Devlet Merkez Tarih Arşivi) ф.330.оп.1.
ае. 13. л-74.
2
Архив на Министерството на вьншните работи (АМВнР) (Dışişleri Bakanlığı Arşivi). Ф. 17.
оп. 18. ае. 308. л- 95.

109
yılında3 Vasil Radoslavov, özel emirle Manastır’daki Çarlık Konsolosu Milan
Popov’u Beyrut’taki konsolosluğun yöneticiliğine vazife ile gönderir.
Bulgar kararının, Türk makamlarıyla mutabakatı dair süreci o devirde
gecikir. Milan Popov bir yıl boyunca, Beyrut görevi için bekler. Bu sürede
Dedeağaç’ta kaza âmiri ve Edirne’de yeni açılan Bulgaristan Konsolosluğu
âmiri görevlerini üstlenir.4 Mutabakat sürecinin gecikmesi, Bulgaristan
Çarlığı’nın Arap vilâyetlerinde kendi diplomatik mevcudiyetini kurma isteğine
karşı Osmanlı Hükûmetinin tedbirli ve dikkatli yaklaşımından
kaynaklanmaktadır. Buna benzer dikenli yolu üç yıl önce İskenderiye’de
açılan başkonsolosluğun yeni şefi Jivko Dobrev de geçmeye zorlanır. Kısa
süre içinde İskenderiye ve Beyrut’taki iki konsolosluk aynı anda faaliyete
geçer. Beyrut’a doğru yola çıktığında Milan Popov her zamanki gibi İstanbul
istikametinden gitmez. Mısır’daki meslektaşına uğrar ve oradan Beyrut’a
devam eder. O dönemde Mısır’da askerî konular uzmanı Dr. D. Bıçvarov da
çalışmaktadır. Britanya’nın koruyuculuğunun Mısır’da resmen ilân
edilmesinden sonra ve Bulgaristan’ın 1915 yılında antanta karşı olan askerî
faaliyetlere katılmasından önce İskenderiye’deki başkonsolosluk kapatılır.
Beyrut, Washington hariç Avrupa toprakları dışında Bulgaristan’ın tek
diplomatik makamı konumundadır. İstanbul’daki büyükelçiliğe bağımlı
olmasına rağmen, Beyrut Konsolosluğu doğrudan Sofya’dan talimatlar alır
ve büyük ölçüde özerk olarak faaliyet gösterir.
Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıcı Bulgar- Türk siyasî ilişkilerine
damgasını vurur. Balkan savaşlarında iki ana düşmanın ilişkilerinin
normalleşmesi zaman içinde güçlü bir güven ve dostluğa dönüşür.
Beyrut’tan gönderilen askerî mahiyetli diplomatik belgelerdeki olumlu
değişim de bundan kaynaklanmaktadır. Türk tarafının savaş kabiliyetine ait
yaklaşım giderek daha derin ve analitik bir boyut kazanır. Milan Popov’un ilk
raporu “Suriye ve Filistin’deki Türk ordusu”5 konusuna aittir. 1916 yılının
başlangıcında Dışişleri Bakanlığına yeni bir gizli mektup gönderir, daha
doğrusu “ Dördüncü Suriye Ordusunun oluşumunu, yerleşimini, moralini ve
Almanya ile Avusturya ordularının gönderilmelerini yazar.”6 Aynı konulara ait
iki belge değer itibarıyla yazan kişinin sadece tecrübeleri ve birikmiş
bilgilerinin ürünü değildir. Ortaya çıkan sorunların birbirleriyle ilgili farklılıkları
ve onların başarılı bir şekilde aşılmasındaki ilgiyi de ortaya koyar. 1916-
1918 yıllarına ait arşivlerin de bilimsel değerlerinin daha yüksek oluşları
bundan kaynaklanır. Bu arşivlerin sayfalarında Şam, Halep, Beyrut vilâyetleri
ve Kudüs sancağıyla ilgili kusursuz bir tablo çizilmiştir.
En geniş plân alanında incelenmiş askerî, siyasî konular şunları içerir:
Savaşın dönüm noktasında Jöntürklerin stratejik doktrinleri, mevzi savaşında
taktik savunma hareketleri, seferberliğe ait taslaklar ve faaliyette bulunan

3
АМВнР,(Dışişleri Bakanlığı Arşivi) ф. 176, оп. 18, а.е. 308, л. 64.
4
АМВнР, (Dışişleri Bakanlığı Arşivi)ф. 176, оп. 18, а.е 308, л. 78.
5
ЦДИА, (Devlet Merkez Tarih Arşivi)ф. 330, оп. 1, а. е. 1, л. 74-92.
6
ЦДИА, (Devlet Merkez Tarih Arşivi)ф. 330, оп. 1, а. е. 26, л. 1-12.

110
ordunun cephe gerisi faaliyetleri. Yönetici güçlerin stratejisiyle ilgili
açıklamasını yaparken, Bulgar diplomatı askerî çevreler içindeki gelişmeler
ve özellikle “İttihat ve Terakki” Komitesinin liderleri arasındaki gelişmelerle
ilgili yorumlarını da ekler. Kalemiyle ele aldığı birçok siyasî kişilikler arasında
özellikle Savaş Bakanı Enver Paşa ile Deniz Kuvvetleri bakanı ve Dördüncü
Ordu Komutanı Cemal Paşanın kişilikleri üzerinde durur.
Merkezî Güç devletleri ve özellikle de Almanya ile Jöntürklerin stratejik
kararlarının seçiminde karşılıklı münasebetlerin önemli rolü vardır. Bu
yüzden müttefikler arası ilişkilerin karışıklığı, Beyrut’taki diplomatik
raporlarda da her zaman mevcuttur. Türk liderlerinin Bulgaristan’a karşı
tavırları konusunda endişeli olan Milan Popov, onların düşman cephesine ait
devletleri kavrayışlarındaki nüansları takip etmekten geri kalmaz. Bulgar
konsolosuna göre farklı azınlıklar arasındaki en dramatik iç siyasî olaylar ve
cezaî tedbirler, doğrudan doğruya Türk iktidarının korkularıyla bağlantılıdır.
Bu korkular da antantın potansiyel ve gerçek taraflarının yıkıcı
faaliyetlerinden kaynaklanır.
Savaş zamanına ait şartlarda askerî yönetim halk idaresinden
üstündür. Esasında askerî yönetim Arabistan eyaletlerindeki iktisadî ve
toplumsal hayatı yönetir. Bu yüzden merkez komutanının analizleri ve
emirleri; Suriye, Lübnan ve Filistin’de Birinci Dünya Savaşı yıllarında
toplumsal, siyasî ve ekonomik hayatta en önemli olayları temsil eder.
Bulgaristan temsilcisi Milan Popov’un kişisel özellikleri kışkırtıcıların
beklentilerine uygun özelliklerdir. Onun mesleki biyografisi sanki
arkalarından derin izler bırakacak ilk nesil Bulgar diplomatlarının hayat
yolunun örneğidir. 1884 yılında Varna’da doğmuş, imparatorluğun
Galatasaray Lisesi mezunudur. Fransızca, Türkçe, Yunanca ve İtalyanca
dillerini bilir. Milan Popov kariyer görevini, yazıcı ve konsolosluk
çevirmenliğinden Çarlık Başkonsolosluğuna geçerek yerine getirir. Balkan
savaşları onu İstanbul’da yakalar ve bir süreliğine Rus Elçiliğine dâhil olur.
Orada Ocak 1913 yılında Enver Paşanın iktidar darbesini kendi gözleriyle
görür. Milan Popov askerî vasıflarıyla gurur duyar. 1897-1898 yıllarında
askerî yükümlülüğünü yerine getirir. Varna sahil piyade alayında teğmen
rütbesiyle görev yapar.7 Kurmay tecrübesi olmamasına rağmen Suriye ve
Mezopotamya cephelerinden gelen haberleri değerlendirmeye yardımcı
olacak askerî alandaki bilgiye sahiptir.
Jöntürklerin Stratejisi
Kaynaklarda Türkiye’nin Birinci Dünya Savaşı esnasındaki siyasî
strateji amaçları; Osmanlı İmparatorluğu’nun batı bağımlılığından kurtulması
ve kendine ait Türk özelliğinin ortaya çıkarılması kapsamında;
imparatorluğun ayrı bölgeleri olan Mısır ve Kıbrıs’ın fethedilmesi, şartların
elverdiği takdirde Libya, Tunus ve Cezayir’in de elde edilmesi, Rusya’da

7
АМВнР, (Dışişleri Bakanlığı Arşivi)ф. 176, оп. 18, а. е. 308, л. 45.

111
(Kafkas ve Türkmenistan) Türklerin olduğu bölgelerin federasyon oluşumu ,
tüm İslâm dünyasında halife otoritesinin yeniden sağlanmasıdır. Başta Enver
ve Talat’ın bulunduğu askerî çevrelerin, Jöntürk Hükûmetinin baskısıyla
kabul ettiği program bu şekildedir.8 Bu programın tüm unsurları
benimsenmese de kayıtsız bir şekilde Enver Paşanın yandaşları tarafından
paylaşılır. Strateji fikrinin Alman İmparatorluğu’nun iş birliğiyle takip edilmesi
yönündeki destek isteği de kesin bir oy birliği sağlayamamıştır.
Bulgar diplomatik raporları gizli bilgiye sahip değildir. Onlar da Cemal
Paşanın Jöntürklerin savaş sebepleriyle ilgili resmî tezler içeren açık
beyanatları vardır. Beyrut’un ileri gelenlerinin önünde yaptığı bir konuşmada
Cemal Paşa şu açıklamalarda bulunur:
“Şimdiki Dünya Savaşı’nın başlangıç sebebi Avrupa’nın İslâm
Türkiye’sini gasp edip parçalamak isteğinden kaynaklanmaktadır. İngilizler
Mısır,Irak, Arabistan ve Filistin’i, Fransızlar Suriye’yi, İtalyanlar Anadolu
kıyısını, Ruslar ise İstanbul’u istiyorlar. “İttihat ve Terakki”nin amacı İslâm
Türk imparatorluğunu korumaktır.” 9
İmparatorluğun toprak bütünlüğünün korunması dışında Jöntürklerin
diğer ana hedefi ülkenin kaderine tamamen egemen olmaktır. Daha 5 Eylül
1914 yılı tarihi itibarıyla kapitülâsyonları reddedilir. İmparatorluk, yabancı
taraftarlar ve büyük güçlerce korunan azınlıkların bağışıklığıyla ilgili
psikolojik kompleksinden sıyrılır.
Cemal Paşanın emriyle başlatılan Beyrut’taki yabancı vatandaşların
dokunulmazlığına dair savaş zamanı tedbirlerinde ilginç bir kaos vardır. Lira
değerinin hızlı düşüşünü kuvvet tedbirleriyle durdurmak isteyen Türk
Komutanlığı, ilkbahar 1917 yılında talimatlarının boykot edilmesi durumunda
cezaî tedbir olarak kura ile belirlenen on ailenin sürgüne gönderileceğini
bildirir. Bu aileler her yerden bankacılar, tüccarlar, komisyoncular ve diğer
zengin vatandaşlardan oluşacaktır. “Emir, bugün Türkiye’de yerli
vatandaşlarla eşit haklara sahip olan yabancı vatandaşlar için de
uygulanacaktır.” Bu nedenle Milan Popov, “Bu bakış açısının birçok yerli
konsolosu huzursuz ettiğini ifade eder.”10 Yerli ve yabancı vatandaşlar
arasındaki eşitlik konusunda resmen ilân edilen emrin çok önemli bir etkisi
olmaz. Zira başkentteki diplomatik baskının mecburiyetiyle Cemal Paşanın
tedbirleri düzeltilir. “...Yabancıların isimleri kura ile belirlenmedi.” diyor Bulgar
konsolosu. “Bu tedbir Cemal Paşaya İstanbul’un baskısıyla zorla konulan bir
tedbir olarak yorumlanır.”11
1916 yılının ortasında yerli iktidarın ülkedeki Amerikan varlığını
sınırlamasıyla ilgili başka bir diplomatik olay daha gerçekleşir.

8
Bk. George Lenczowski; The Middle East in World Affairs, Cornell University Press, Ithaca and
London, 1980, p.57-58.
9
ЦДИА, (Devlet Merkez Tarih Arşivi)ф. 330, оп. 1, а. е. 13, л. 56.
10
ЦДИА, (Devlet Merkez Tarih Arşivi)ф. 330, оп. 1, а. е. 14, л. 62.
11
ЦДИА, (Devlet Merkez Tarih Arşivi)ф. 330, оп. 1, а. е. 14, л. 70.

112
“...İstanbul’dan gelen emirle Beyrut valisi hızlı bir şekilde buradaki Amerikan
koleji, üniversitesi, kız okulu ve basının kapatılmasıyla ilgili verilen emri
değiştirmek zorundaydı.” diyor Milan Popov.12 Fakat merkez ile Suriye’deki
askerî komuta arasında müttefik ve tarafsız devletler konusunda var olan
farklılıklar, yabancı temsilcilerin yerel yönetimler nezdinde azınlık grupları
lehinde girişimlerde bulunma denemelerinin bertaraf edilmesi söz konusu
olunca bu farklılıklar nerdeyse kaybolmaktadır.
1916 yılının yaz aylarında Bulgar konsolosu Beyrut’tan gönderdiği
raporda daha önce Suriye’ye yerleşen Protestan Ermeniler ortaya çıkan yeni
tehcirden dolayı Amerikan Başkonsolosluğundan koruma isterler. “Ama
Hodlis araya girmeyi denemedi. Çünkü şu anda buradaki konsolosların
ricaları dikkate alınmıyor. Almanya Konsolosluğuna da bu konuda yapılan
ricalar karşılıksız kaldı; çünkü Almanya başkonsolosu da aynı şekilde yardım
etmek istemedi.”13 Sofya’dan gelen emir doğrultusunda Bulgar konsolosu
pasif görev üstlenir. Aldığı direktifler şöyledir: “Bizim inisiyatif almamız uygun
değildir.”14
Müttefikler Arasındaki İlişkiler
Milliyetçi sıfatlarıyla dış etkilere karşı kampanyayı yöneten Jöntürk
liderleri, Osmanlı Devleti’nin yarı sömürge bağımlılığının izlerini yok etmek
için; yabancıların mevcudiyetine, müttefiklerini de ekleyerek özel hassasiyet
gösterirler. Hatta Almanya’nın en büyük taraftarı Enver Paşa 1916 yılının
başında Gelibolu’daki çatışmalar başladıktan sonra Osmanlı topraklarında
bulunan, 5500 Alman askerinin oldukça çok olduğunu ve bunların bir
bölümünün batı cephelere çekilebileceği ifadesinde bulunur.15 Türk
ordusunun savaş yeteneği yönündeki ifadesine destek olarak, Güney
Avrupa’ya diğer Merkezî Güçlerin ordularıyla savaşmak için yedi Osmanlı
tümeninin gönderilmesi yönünde çaba sarf eder. Türk Komutanlığının bu
gayretleri tam anlamıyla bir başarı elde etmez. Savaş sonunda Osmanlı
İmparatorluğu’nda Alman kıt’alarının asker sayısı 25.000’i aştığı gerçeği
sadece bir örnektir. Fakat Jöntürkler kendi kıt’alarının Balkanlar’da özel
misyon üstlendikleri konusunda hemfikir ve emindirler. Cemal Paşa
Suriye’deki askerî faaliyetlerin neticeleri için karar verici etken olarak Balkan
örneğini gösterir. Daha doğrusu “Türk Ordusunun Galiçya ve Romanya’da,
aynı şekilde düne kadar elimizde olan ve “Bizim sevilen Rumeli’miz
dediğimiz Makedonya’da da kahramanca savaşma tutumunun devam
edeceğini” örnek olarak verir.16
Savaşın ikinci yarısında Merkezî Güçlerin müttefikleri birçok değişiklik
yaşar. 1917 yılının sonuna doğru Beyrut’taki Bulgar konsolosu daha kolay

12
ЦДИА, (Devlet Merkez Tarih Arşivi)ф. 330, оп. 1, а. е. 14, л. 71.
13
ЦДИА, (Devlet Merkez Tarih Arşivi)ф. 330, оп. 1, а. е. 30, л. 135.
14
ЦДИА, (Devlet Merkez Tarih Arşivi)ф. 330, оп. 1, а. е. 14, л. 35.
15
İbid: David Fromkin, Op.cit., p.207.
16
ЦДИА, (Devlet Merkez Tarih Arşivi)ф. 330, оп. 1, а. е. 13, л.56.

113
anlaşılabilen bir şekilde olayları kavrar. “Türk ve Almanlar arasındaki ortak
memnuniyetsizlik”17 ona göre, “Her Türk neredeyse açıkça ve sanki büyük
bir etkiyle tüm Alman askerlerinin açgözlülüğünü eleştiriyor. Özellikle sadece
ticaretle uğraşan ve Alman kurmayının ihtiyaçları için düşük fiyata ve el
koyma suretiyle çok mal alan fakat bu davranışlarını sevimliliği öne sürerek
yapan Alman ihtiyat askerlerini eleştiriyorlar...” Çok yoğun bir erzak krizi
zemininde, daha önce Cemal Paşanın yerli ekonomiyi canlandırmaya
çalıştığı iktisadî ve teknik iş birliğinin iyi örnekleri unutulur. Onun teşvikiyle
Suriye ordusunda Alman malî ve ekonomik danışmanlar görevlendirilir.18
1916 yılında Alman mühendisi Vayid, Şam, Halep ve Beyrut vilâyetlerindeki
sulama tesisatlarını yeniden kurmak için davet edilir.19 Hicaz demir yolu ise
demir yolu nakliyatı uzmanı Alman Dikman’a teslim edilir.20
Kendi açılarından Alman subayları da Türk müttefiklerine karşı
duydukları güvensizliği gizlemezler. Ekim 1917 yılında Beyrut’taki Alman
Konsolosu von Mitsius Bulgar meslektaşıyla şu düşüncelerini paylaşır:
“Bizimkilerin bu kadar uzağa gitmemeleri gerekirdi ama ne yapabilirlerdi ki.
Eğer tek başına kalsalardı Türkler diğer cephelerde yaptıkları gibi bu
cephede de icraatlarına devam ederlerdi.”21 Fakat Alman Komutanlığında
biriken bu hayal kırıklığı, karşılıklı ilişkilerde bir krize veya sekteye sebep
olmaz. Almanya sadece askerî amaçlara ulaşılması için baskı uygular. Türk
Hükûmeti veya İttihat ve Terakki Cemiyeti liderlerinin pozisyonlarını
değiştirmekle meşgul olmaz. Savaşan gruptaki diğer büyük güçlerden farklı
olarak Almanya, savaş sonrası Asya ile ilgili hayallerinin ve plânlarının savaş
zamanı kararlarını etkilemesine izin vermez.
Balkanlar’daki toprak amaçlarını gerçekleştirmekte sabırsız olan
Avusturya-Macaristan’ın tavrı ise Almanya’nın tavrının tam tersidir.
Avusturya diplomatları, Almanya imparator temsilcilerinin de tıpkı Habsburg
İmparatorluğu’na hizmet edenler gibi düşündüklerini kabul ediyorlar. Cemal
Paşanın Süveyş seferi esnasında Beyrut’taki Avusturya konsolosu,
taarruzun başarılı olma ihtimalinde Almanya’nın Mısır’ı ilhak edebileceği
konusundaki endişelerini gizlemez.
Bu alanda Bulgar-Türk ilişkilerinin tahlili farklı bir ilgi uyandırır.
Özellikle Enver Paşayla Cemal Paşanın Çarlık Bulgaristan’ı ile gelecekteki
ilişkilerinin nasıl olacağı yönündeki tutumları ilgi uyandırır. Kasım 1916
yılında Ahmet Cemal Paşa Bulgar Konsolosluğuna ardı ardına
gerçekleştirdiği ziyaretlerinde, M. Popov önünde şunları söyler: “...İleride
Türkiye ile Bulgaristan’ın müttefikliği ve ilişkileri, Türklerin Bulgaristan’da
kendi evlerindeymiş gibi hissedecek kadar sıkı olmalı...”22 Muhatabını

17
ЦДИА, (Devlet Merkez Tarih Arşivi)ф. 330, оп. 1, а. е. 14, л. 102.
18
ЦДИА, (Devlet Merkez Tarih Arşivi)ф. 330, оп. 1, а. е. 14, л. 40.
19
ЦДИА, (Devlet Merkez Tarih Arşivi)ф. 330, оп. 1, а. е. 14, л. 39.
20
ЦДИА, (Devlet Merkez Tarih Arşivi)ф. 330, оп. 1,а. е. 14, л. 46.
21
ЦДИА, (Devlet Merkez Tarih Arşivi)ф. 330, оп. 1, а. е. 14, л. 102.
22
ЦДИА, (Devlet Merkez Tarih Arşivi)ф. 330, оп. 1, а. е. 14, л. 57.

114
İstanbul’daki görevi esnasından iyi tanıyan Bulgar Konsolosu, ona
Yunanistan’daki durumla ilgili sorular sorar. Karakter olarak sabırlı bir yapıya
sahip Cemal Paşanın cevabında beklenmedik açıklamalar var:
“Ben bir askerim ve diplomatik dolambaçlar yapmadan konuşacağım.
Bulgaristan’la Yunanistan arasında her zaman ‘bir şeylerin’ olmasından
yanayız... Romanya seferinden sonra General Falkenhein ve saray teşrifat
müdürü Makenzen’in orduları Güney Makedonya’da şu anda Manastır’da
önü kesilen İngiliz-Fransız-Sırp birliklerine karşı yöneleceklerdir... Her
taraftan kuşatılmış düşman Selânik’e doğru kaçacak. Selânik’te İngiliz
istihkâmlarının önüne hep beraber çıkacağız...”23
Fransız-İngiliz Orduları Makedonya’da ağır bozguna uğradıklarında
Cemal Paşanın bu öngörüleri bir nevi gerçekleşmiş olur. Üst düzey Alman
komutasının Bulgar ordusunun o dönem tarafsız olan Yunanistan sınırından
güneye doğru takibe devam etmesine izin vermemesi sayesinde sarayın
ahenkli isime sahip “şarkın ordusu” kolordusu Selânik’te kurtulmayı başarır.24
Enver Paşa Beyrut’a gerçekleştirdiği sık ziyaretlerinde özellikle Bulgar
temsilcisine zaman ayırır. Bulgarca yaptıkları konuşmalarında25 Türk ordusu
bakanı Bulgar ordusunun savaştaki zaferleriyle ilgilenir. Ayrıca ticarî şartlar
ve Bulgaristan’dan yiyecek tedariki üzerinde konuşur. Ülkedeki bazı teftişleri
esnasında Enver Paşaya müttefik askerî ataşeler refakat eder. Bunlar
arasında Yarbay Kableşkov da yer alır.
Bulgar-Türk diyaloğunun karakteristik özelliği Balkan savaşlarında
biriken düşmanlığı başlı başına aşmaktır.” İttihat ve Terakki” yöneticilerinin
büyük çoğunluğu Bolayır, Şarköy ve Edirne’deki muharebelere katılanlardır.
Onlar şahsî tecrübelerinden Bulgar askerinin hissiyatını bilirler ve yeni
müttefiklerine karşı yaklaşımları saygılıdır.
Milan Popov Arap milliyetçileriyle ilgili yorumlarında, Balkan
savaşlarının onların düşünce ve faaliyetlerini ne derece etkilediğini yazar.
“...Suriye Hristiyanlarının, bilhassa Lübnan’daki Moronlar ve Katoliklerin galip
Bulgar orduları Çatalca’ya, İstanbul’un kapıları önüne geldiklerinde
Türkiye’nin siyasî zorluklarından faydalanmaya karar verdiklerini ve ani
olarak 12 Mart 1913 yılında Suriye’nin Fransa tarafından işgal edilmesi
gerektiğine dair bildirgenin dilekçesini buradaki Fransız Konsolosluğuna
(F.Couget) ilettiklerini” yazar.26
Bulgar konsolosu, Türk subaylarının Bulgaristan’la ilgili askerî
kariyerlerini dikkatli bir şekilde izler ve onlarla irtibatını kesmez. Bunlardan

23
ibid.
24
Иван Илчев, Бьлгария и Антантата през Пьрвата световна война, “Наука и изкуство”,
София, 1990, с.217, İvan İlçev; Birinci Dünya Savaşı’nda Bulgaristan ve Antanta, “Bilim ve
Sanat”, Sofya, 1990, s.217.
25
ЦДИА, (Devlet Merkez Tarih Arşivi)ф. 330, оп. 1, а.е. 14, л. 81.
26
ЦДИА, (Devlet Merkez Tarih Arşivi)ф. 330, оп. 1, а.е. 13, л. 23.

115
biri Halep askerî mahkemesinin başkanı, Filibe doğumlu General Mehmet
Rıza Paşadır.27 Milan Popov birkaç ay 4 ncü Orduda görev yapan Prens
Osman Fuat’ın da Bulgaristan izlenimleriyle ilgilenir. Daha önce Prens
Osman Fuat “Büyük saygıyla bahsettiği General Boyaciev’in ordusunda
bulunmuştur.”28
Arşivlere ait diplomatik belgeler; Türkiye ile müttefikleri arasındaki ikili
ilişkiler zemininde, Bulgar-Türk ilişkilerini ılımlı ve iyi niyetli olarak
vasıflandırır. Onlar birbirinin tezlerini eleştirisiz bir şekilde kabul etmezler.
Fakat diğer yandan karşılıklı saygı ve başlatılan görevlerin yerine getirilmesi
konusunda çalışmalarında sonsuz örnek verilecek davranışları vardır. En
önemlisi karşılıklı ilişkileri eşit temellerde gelişir. Bu ilişkilerde şahsî millî
çıkarları ön plâna çıkararak, daha zayıf olan ortağa baskı uygulama istekleri
yoktur.
Yakın Doğuda Yürütülen Askerî Harekâtlar
Bulgar diplomatı “İttihat ve Terakki” yöneticilerinin stratejik amaçlarıyla
ilgili bilgi edinir ve bu bilgileri Sofya’daki Hükûmete bildirmesi esnasında,
Yakın Doğu cepheleriyle ilgili ve ayrıca Alman ve Türk komutanlarının taktik
faaliyetlerini de içeren bilgileri de gönderir.
Sina ve Suriye Cephesi
Savaşın başından itibaren Çanakkale’deki Britanya sevkıyatıyla
paralel olarak, Sina cephesinin askerî faaliyetleri de Avrupa başkentlerinin
dikkatini çeker. Cemal Paşanın Süveyş kanalını ön plâna çıkarıp Mısır’daki
Britanya ordularını yenilgiye uğratmak istemesi ise en çok dikkat çeken
konudur. 4 ncü Ordu askerlerinin Sina çölü harekâtı esnasında gösterdikleri
inanılmaz dayanıklılığa rağmen lojistik sorunlar aşılmaz. Alman mühendis
Albay Kres von Kresenştayin’in icadı da yardım etmez. Alman albay özel
açılmış kuyuları yüz otuz mil uzunluğa yaymasına ve kanaldan geçirmek için
sağladığı portatif donatımlı köprülere rağmen durum değişmez.
1915 yılı boyunca Türk Komutanlığı sayıca daha çok olan düşman
güçleri önünde, savunma faaliyetlerine yöneldiğinden, cephe hattı Sina
yarımadasının sahil kenarında yer değiştirir. Aralık 1915 yılında Milan Popov
kara ve hava bölüklerinden Lübnan’a sekiz bin yedek asker geldiğini bildirir.
“...Düşman ordularının Suriye sahili boyunca yapacakları çıkarma için Türk
ordusunun kısa bir sürede bu askerlerin tayinini yaptığı ve burada Hayfa’ nın
üzerinde yerleşmek istediklerini öne sürüyor...”29 Harekâtın uygun
gelişmesinin takviyesinde, M. Popov antantının askerî deniz faaliyetlerini30
ve özellikle Beyrut limanının ablukasını işaret eder. “Halk, Türk gücünün

27
ЦДИА, (Devlet Merkez Tarih Arşivi)ф. 330, оп. 1, а.е. 13, л. 7.
28
ЦДИА, (Devlet Merkez Tarih Arşivi)ф. 330, оп. 1, а.е. 14, л. 75.
29
ЦДИА, (Devlet Merkez Tarih Arşivi)ф. 330, оп. 1, а.е. 13, л. 2.
30
ЦДИА, (Devlet Merkez Tarih Arşivi)ф. 330, оп. 1, а.е. 14, л. 2.

116
başarısızlığından hayal kırıklığına uğramıştır.”31 diyerek vurgular. Körfezde
iki Alman denizaltının görünmesi belirli bir rahatlık yaratır.32
Bulgar konsolosuna göre 4 ncü Ordu kurmayının taktik
manevralarında bir dönüş gözlemlenmektedir. O ilk plânların aksine yeni
savunma plânlarının varlığından bahseder:
“Türkiye bu savaşın başlangıcında düşmanın ordusunu Beyrut’un
içinde veya çevresinde yerleştirdiği takdirde hiçbir şekilde karşı çıkılmaması,
iktidar ve halkın içeriye, Şam’a doğru çekilmesini kararlaştırmıştı. Bu kararı
bana eski Beyrut valisi de doğrulamıştı. Şimdi ise Cemal Paşa Beyrut
savunmasının Lübnan yönünden teşkilâtlandırılmasını kararlaştırmıştı.”33
1916 yılının ilkbaharında Kahire’de önce General Arçibald Mırey sonra
ise General Edmund Alleby komutanlığında çok askerli Britanya ordusu
yığınak yapar. Mısır sefer güçleri olarak bilinen bu güçlerin amacı Filistin’e
doğru saldırmak ve son olarak da Suriye’nin fethedilmesidir.
Bu esnada Osmanlı iktidarının Mısır Sultanı Hüseyin Kamil’i ölüme
mahkûm etmeleri tesadüf değildir. Milan Popov’a göre, “Sultan tüm gücünü
İmparatorluk Hükûmetine karşı kullanmak, Mısır’ı parçalamak ve gücünü
İngiliz Hükûmetinin lehine kullanmakla suçlanır...”34
Alman müttefikleriyle birlikte nazırlar Talat Paşa ve Enver Paşa
“Yıldırım” harekâtını gerçekleştirmeyi düşünürler. Başlangıçta bu harekât
Mezopotamya için tasarlanmıştır, fakat olayların baskısıyla harekât Suriye-
Filistin cephesine dönüştürülür. Harekâtın amacı güçlü bir saldırıyla, antantın
Yakın Doğu’da üç muharebe sahnesindeki seferî ordularından birini bozguna
uğratmaktır. Alman silâhlı güçlerinin eski Kurmay Başkanı General Erik von
Falkenhay’n, Şam’a altmış beş subayın bulunduğu askerî misyonun başına
gelir ve bölgede bir Alman tugayının takviye edildiği Türk ordusunun
komutanlığını devralır.
Cemal Paşa ve Mustafa Kemal, Enver Paşa ve onun Alman
danışmanlarının harekât kararlarına karşı gelirler. Onlara göre Bağdat’ın
yeniden kontrolünü ele almak ve Süveyş kanalına yeniden taarruz için Sina
ve Suriye-Filistin cephesinin dağıtılmaması gerekir. Cephedeki gerçek
durumu iyi bilen iki general Filistin’deki savunma noktalarının
sağlamlaştırılması yönünde uğraş verirler.35
Bu vesileyle Konsolos M. Popov, “Cemal Kudüs’ün Osmanlı ve
halifenin başkentini kurtaran Çanakkale (geçit vermeyen kale) olacağını ümit

31
ЦДИА, (Devlet Merkez Tarih Arşivi)ф. 330, оп. 1, а.е. 14, л. 27.
32
ЦДИА, (Devlet Merkez Tarih Arşivi)ф. 330, оп. 1, а.е. 14, л. 62.
33
ЦДИА, (Devlet Merkez Tarih Arşivi)ф. 330, оп. 1, а.е. 14, л.21.
34
ЦДИА, (Devlet Merkez Tarih Arşivi)ф. 330, оп. 1, а.е. 14, л. 32.
35
İbid: E.J. Zurcher, The Unionist Factor: The role of the Committee of Union and Progress in
the Turkish National Movement (1905-1926), E.J.Brill. Leiden, 1984, p.54.

117
eder.”36 diye yazar. Popov Yafa ve Kudüs’ün tahliye plânları ve Şam’ın
savunmasıyla ilgili alınan tedbirler hakkında da bilgi verir.37 Cemal Paşanın
gelecekteki istifasıyla ilgili söylentiler de Popov’un gözünden kaçmaz.
Mustafa Kemal Paşa, 20 Eylül 1917 yılında Savaş Bakanı Enver Paşa
tarafından neticeye ulaştırılmayan taarruz taktiğinin mantıksızlığıyla ilgili
ayrıntılı raporu İstanbul’a gönderdikten sonra von Falkenhayn’ın
komutanlığında olmayı reddeder.38
Bulgar konsolosunun gözlemlerine göre Beyrut’ta Cemal Paşanın
davranışları eski düşmanı Enver Paşayla tezat içindedir. Gösteri
yürüyüşlerinden çekindiği için Harbiye Nazırı ile hemfikir olduğunu açıkça
söylemez. “Onlar (Jöntürkler) bu gibi zıddiyetlerden dolayı şüphelerini dile
getirirler. Gerçi ikisi de son derece hırslı ve peşinde oldukları hedefe
ulaşmak söz konusu olduğunda hiçbir engelin önünde durmazlar.”39 der
Milan Popov.
Ekim 1917 yılında Milan Popov Suriye’deki Osmanlı güçlerinin
komutanlığı içindeki farklı taktik ve istikamet taraflar arasında var olan
tezatların çözümü üzere tahlil yapar. “Cemal Paşanın Jöntürk komitesinde,
orduda ve hükûmette güçlü bir konumu olmasına rağmen hükûmet, değişik
yumuşatıcı bahaneler ve Alman Hükûmetinin baskısıyla, Cemal Paşanın
komutanlığının büyük bir bölümünü elinden almayı başarır... Cemal Paşanın
mecburen Suriye’de kalıp sadece idarede rol alması öngörülüyor...”40
Çatışma içinde olan ülkelerin tercih ettikleri taktiklerin askerî amaçlarıyla ilgili
takdiri vurgulamasına rağmen Bulgar konsolosu, Suriye cephesinde önemli
deneyler elde etmiş olan yerli komutanların mevzileriyle ilgili fikirlerini daha
büyük bir anlayış içinde ifade eder.
Olaylar, antant kuvvetlerinden gelecek saldırılarla ilgili beklentilerin ne
kadar yerinde olduğunu kanıtlıyor. Sonbahar 1917’de General Allenby
Filistin’e geldiğinde Alman Komutanlığı kesin çatışmanın ülkede giriş kapısı
konumundaki Gazze’de şiddetleneceğini bekler. Fakat hızlı çevirme harekâtı
yardımıyla önemli Britanya kıt’aları Beerşeva’ya doğru giden çöle yönelir.
Daha Noel arifesinde General Allenby ihtişamlı bir şekilde Kudüs’teki eski
şehrin kapılarından içeri girer. Cephenin nerdeyse yarı yıl boyunca
istikrarının sağlanması düşünülse de sonuç, Türk Komutanlığı için ibret
vericidir.
1918 yaz sonunda Sır Edmund Allenby, yeni sefer için emir verdiğinde
haklı olarak düşmanı Alman General Liman von Sanders’in daha önce
Britanya askerlerinin Kudüs’ü fethetmek için kullandıkları savunma taktiğinin

36
ЦДИА, (Devlet Merkez Tarih Arşivi)ф. 330, оп. 1, а.е. 13, л.79.
37
ЦДИА, (Devlet Merkez Tarih Arşivi)ф. 330, оп. 1, а.е. 13, л. 68.
38
E.J. Zurcher; The Unionist Factor: The role of the Committe of Union and Progress in the
Turkish National Movement (1905-1926), E.J.Brill, Leiden, 1984, p.62.
39
ЦДИА, (Devlet Merkez Tarih Arşivi)ф. 330, оп. 1, а.е. 13, л. 78.
40
ЦДИА, (Devlet Merkez Tarih Arşivi)ф. 330, оп. 1, а.е. 14, л. 104.

118
aynısı için hazırlık yaptığını önceden kestirmesinde doğruluk payı vardır.
Yeni taarruzunda General Allenby sonbahar taarruzunun tam tersini uygular.
General, ülkenin içine doğru harekâttan kaçınır. Pratikte ise üstünlüğü
sağladıktan sonra güçlerini sahil kıyısına yığar. Başlangıçta onun güçleri
müdafaa edenlerden sayıca iki kat fazladır. Fakat Allenby 65 mil dolayında
uzanan cephenin bir bölümünü “çıplak” bırakma lüksünü kullanarak
münasebetleri lehine olacak şekilde geliştirir. Bu esnada havacılığa, savaş
düzeninde Britanya bölüklerinin zayıf bölgelerinde uygulanan kamuflâj
faaliyetlerine ve ortaya atılan yabancı bilgileri gizlemeyi başaran çok iyi bir
istihbarata da güvenme şansına sahiptir.
19 Eylül 1918 sabahı dört yüz Britanya silâhının sürekli ve şiddetli top
ateşiyle Megido için savaş başlar. Sekiz bin Türk askerinin mevzilerine
toplam dört yüz elli bin askerden oluşan Britanya, Hindistan ve Avustralya
kıt’aları saldırır. Krallık askerî hava güçlerinin bombardımanı düşmanın
irtibatlarını kesmeyi başarır. General Sanders kuşatmayı atlatmak için
ordusunu sahil kıyısından Akdeniz’e çekerken, Kuzeydoğu Filistin’deki
Avustralya ve Yeni Zelânda süvari hücumu, Ürdün’ün doğusundaki Türk
bölüklerini sıkıştırmayı başarır. Böylece antant güçlerinin Şam’a doğru yolu
açılmış olur. Sadece Mustafa Kemal’in komutanlığında olan 7 nci Ordu kendi
Türk bölgelerine doğru giden yolları kapatmaya devam eder.
Arap Yarımadası ve Mezopotamya Cepheleri
Beyrut’un Güneydoğu Arabistan ve Mezopotamya’daki askerî
harekâtlardan coğrafî olarak uzak olması Bulgar konsolosunun orada
cereyan eden olaylarla ilgili doğru bilgi toplaması için belirli zorluklar yaratır.
Ancak buna rağmen konu, onun raporlarında mevcuttur ve büyük bir ustalık
ve sorunları tanıma yeteneğiyle aktarılmıştır.
Savaşın daha ilk günlerinde bu konu İstanbul’da Müslümanlar için
kutsal bir olay olarak ilân edilmiştir. Tüm güçlerin seferberliğiyle ilgili çağrılar
Ortodokslar özellikle Müslüman-Araplar için farklı bir heyecan uyandırmaz.
Arap yarımadasında kendini kanıtlayan iki lider Necd Sultanı İbn Saud ve
Mekke Şerifi Hüseyin ülkeleri çıkarına Büyük Britanya ile müttefik olurlar. İbn
Saud Osmanlı İmparatorluğu’na karşı aktif bir savaşa katılmaz. Hüseyin ise
5 Haziran 1916 yılında Osmanlı İmparatorluğu’na karşı ayaklanma ilân eder
ve tüm Arapları Türklere karşı savaşa çağırır. Milan Popov’a göre bu
çağrılarla Suriye Müslümanlarını davet eder.“Halifeliği zorbalıkla ele geçiren,
kendi askerlerini kurtarmak amacıyla kitlesel bir şekilde Arap kabilelerinin ve
İslâm’ın onca önde gelen evlâdını sebepsizce asan ve bu yüzden nefret
edilen Türklerden son hesabı soracak Müslümanların başlatacakları
olaylardan faydalanmalarını ister.”41
Bulgar konsolosunun değerlendirmesinde Hüseyin’in davranış
nedenleri Jöntürkler tarafından “Hüseyin ve ailesinin Şerif varisleri olarak”42

41
ЦДИА, (Devlet Merkez Tarih Arşivi)ф. 330, оп. 1, а.е. 14, л. 96.
42
ЦДИА, (Devlet Merkez Tarih Arşivi)ф. 330, оп. 1, а.е. 13, л. 78.

119
tanınmamalarıyla bağlantılıdır. Mekke’nin İstanbul İktidarıyla ilişkilerinin
kopma nedeni Hüseyin’in Cemal Paşaya olan güveninin sarsılmasıdır.
Hüseyin’in, Cemal Paşa önünde Ömer Abdel Kader ve Şefil al Muayiet’in43
de bulunduğu önde gelen Arap milliyetçilerinin idamlarını feshetmek için
ricada bulunması boşunadır. Suriye’nin askerî valisi bu iltiması reddeder.
Zira vali gizli Arap organizasyon taraftarlarının “İttihat ve Terakki” üyeleri gibi
milliyetçi olmadıklarını, sömürgeci imparatorlukların önünde devlet haini
olduklarını bilir. Cemal Paşa “Suriye Sorunuyla İlgili Gerçek”44 başlığı altında
bir broşür hazırlar. Hüseyin bu broşürde hain ilân edilirken, onun makamına
Mekke’nin yeni şerifi olarak Ali Haydar Paşa tayin edilir.
1916 Eylül ayının sonuna doğru Medine hariç, Hicaz’daki şehirlerin
çoğu Arap isyancılarının kontrolündedir. Güçlerinden bir bölümü kutsal
şehrin sürekli kuşatılmasıyla görevlidir. Hüseyin’in üçüncü oğlu Faysal’ın
komutanlığında olan diğer bir bölümü ise General Allenby’nin seferî
kolordusunun faaliyetlerine yardım etmektedir. Arap müfrezeleri stratejik
olarak önemli dayanak noktalarını ele geçirerek etkili başarılar elde ederler.
Ağustos 1917 yılında Beyrut’taki Bulgar konsolosu yardımıyla Mora
Genelkurmay Başkanlığında çalışan Cemal Paşanın emir subayından elde
edilmiş aşağıdaki gizli bilgi Sofya’ya ulaşır:45
“1. Akad aşağı yukarı sekiz gün önce düşmanın eline geçti.
2. Mekke’nin Emiri Hüseyin ihtilâli hazırlamak için Suriye ve
Filistin’deki tüm önemli şehirlere elçilerini gönderdi.
3. Cemal Paşa Huran’daki Dürzilerin başkanı (Salim Paşa)yla ve
Kerakin Şeyhi ile ittifak imzaladı. Onun bu şahıslara güveni var.
4. 4 ncü Ordunun Komutanlığı, Kudüs’teki Yunanların Hama’ya ihraç
edilmeleri için hazırlık içindedir.”
1917 Şubat ayında Halep’te ordu ve kolordu komutanlarının
bulunacağı Enver ve Cemal Paşanın da katılımıyla görüşme başlar.
Savunma taktiğinin belirlenmesiyle ilgili hararetli tartışmada Mustafa Kemal,
Medine’nin kurtarılması için, Hicaz seferi müfrezesinin komutanlığını
almaktan yanadır ve ona göre plânlanmış harekâtın askerî açıdan haklı bir
yönü yoktur. Bu uzak ve tecrit edilmiş şehre, cephane ve iaşe sadece dört
yüz milden uzun olan Hicaz demir yoluyla sağlanabilir. Dinî açıdan sahip
olan değer dışında Medine, savunmanın başarısına hiçbir açıdan katkı
sağlamaz. Tam tersi Arabistan’da bulunan Türk bölüklerinin zayıflığını artırır.
Aslında bu bölükler Suriye cephesinde olsa çok daha faydalı olurdu.46

43
ЦДИА, (Devlet Merkez Tarih Arşivi)ф. 330, оп. 1, а.е. 13, л. 35.
44
David Fromkin; A Peace to End All Peace. The Fall of the Ottoman Empire and the Creation
of the Modern Middle East, Henry Holt and Company, New York, 1989, p. 209.
45
ЦДИА, (Devlet Merkez Tarih Arşivi)ф. 330, оп. 1, а.е. 14, л. 85.
46
ibid: E.J. Zurcher, The Unionist Factor: The role of the Committee of Union and Progress in
the Turkish National Movement (1905-1926), E.J.Brill, Leiden, 1984, p.54.

120
Anlaşılır nedenlerden dolayı yabancı veya müttefikin temsilcisi bile
olsa bu denli gizli bilgiye ulaşması çok zordur. Yine de Milan Popov Türk
Komutanlığının kesin gerçeklere dayanan askerî durumuyla ilgili harekât
kararları yönündeki amacını tam olarak tahmin eder. Hiçbir dinî ve manevî
sembolün etkisinde kalmadan bu tahminleri öne sürer. Aynı sebeplerle
Popov, Bağdat istikametiyle Mezopotamya’ya muhtemel Türk saldırısının
olabileceği yönünde değerlendirme yapar. 1917 yılı yaz aylarında Britanya
ordusu bu arada Kut-Al-Amara’daki ezici yenilgiden kendine gelmiştir.
General Mod 11 Mart 1917 yılında Bağdat’a girer. Fakat Arap halifeliğinin
çok eski başkentinin yeniden ele geçirilmesi Jöntürkler için başlı başına bir
amaç temsil etmez. Askerî bakış açısından itibarlı hedefler uğruna azalmış
kaynakları harcamak doğru değildir.
Bulgar diplomatının hükümleri ilgi uyandırır. Bu hükümlere göre Cemal
Paşanın baskıcı siyasetine rağmen Suriye’deki Müslüman - Arapların büyük
bir bölümü görünürde Osmanlı İmparatorluğu’na karşı sadık tavırlarını
korurlar. 4 ncü Ordu çok sayıda yedek asker için yeni bir seferberlik ilân
eder. “Çağırılan askerlerin sayısından dahi düşman titreyecektir.” der, Cemal
Paşa önceden yaptığı açık söylevinde.47 Milan Popov’a göre Hristiyan
ahalinin önündeki ikilem tamamen farklıdır:
“Buradaki bağnaz Hristiyanın perspektifi, ya kendisine ve her zaman
tam da umut bağladığı devletlere karşı İslâm’ın üstün gelmesi için kanını
akıtmak ya da barış zamanında olduğu gibi Müslüman’dan daha uyanık olup
silâhı eline almamakla onurlandırılıp ağır görev alan aydın, okumuş ve çoğu
kez daha zengin olmaya devam etmekten ibarettir...”48
Bulgar konsolosu 1917 yılında 4 ncü Ordunun aldığı bazı güvenlik
önlemlerine karşı eleştirel bir yaklaşım sergiler. Ermenilerin bu sefer Maan
ve Kerkük’ten yeniden göç ettirilmeleriyle ilgili alınan önlemlerden bahseder.
M. Popov’a göre, “ Bu göçün nedeni Filistin’i basan İngiliz askerî saflarında
Amerika’ya göç eden Ermenilerin bulunmasıdır. Ermenilerin Araplar arasına
yerleştirilmesinin şimdi kötü sonuçlar ortaya çıkardığı fark edilmiştir. Türk
iktidarı karşısında bu iki kavmin aralarında anlaşmalı davrandıkları ise
açıkça ortadadır.”49 Bir anlamda Bulgar temsilcisi Jöntürklerin azınlıklara
karşı siyasetlerini incelerken, başarısızlıklarının en önemli nedenlerinden
birinin, bu yanlış yaklaşım olduğunu ifade eder.
Kaybolan Arşiv
1918 ilkbaharında Beyrut’a yaklaşan İngiliz ve Fransız ordularının
şehre girecekleri konuşulur. Milan Popov İstanbul’daki büyük elçiliğe
Almanya, Avusturya-Macaristan ve İsveç konsoloslarının arşiv depolarını
tarafsız Hollanda Konsolosu Henri Van Bıozekom’a50 bıraktıktan sonra

47
ЦДИА, (Devlet Merkez Tarih Arşivi)ф. 330, оп. 1, а.е. 13, л. 56.
48
ibid.
49
ЦДИА, (Devlet Merkez Tarih Arşivi)ф. 330, оп. 1, а.е. 30, л. 139.
50
АМВнР, (Dışişleri Bakanlığı Arşivi)ф. 176, оп. 18, а.е. 308, л. 98.

121
konsoloslukları tahliye etmeleri yönünde emir aldıklarını bildirir. L. Koluşev’in
Vasil Radoslavov’a gönderdiği raporda, konsolos bu konuyla ilgili şu
açıklamaları yapar: “Konsolosların endişeleri Türklerin Kudüs’teki trajik
başarısızlıklarının etkisinden kaynaklanır... Bu endişeler gerçek durumdan
çok daha trajik bir formda zuhur eder. Dünyadan uzak ve her şeyle irtibatı
kesilen Beyrut’taki konsoloslar şüphesiz çok yorgun ve üzgünler...”51
Böylece 19 Nisan 1918 yılında Milan Popov Beyrut’tan ayrılmak üzere
izin alır. Onun görevini iyi ve vicdanlı bir şekilde yerine getirdiği ve emirlerin
ikinci bölümü olan arşivi, korunması için Hollandalı meslektaşına* teslim ettiği
tahmin edilir. Büyük ihtimalle bu arşivin bir bölümü tamamen kaybolmuştur.
Birinci Dünya Savaşı esnasında Yakın Doğu’daki tek Bulgar Elçiliğinin
diplomatik raporları askerî tarih bilimi için değerli kaynak oluşturmaktadır.
Bulgar konsolosunun Beyrut’ta açılması Bulgar diplomasi ilerleyişinin savaş
arifesinde ortaya çıkardığı bir sonuçtur. Bu ilerleme Çarlık Bulgaristanı’nın
gelişmiş öz hassasiyetinin bir kanıtı olarak incelenebilir. Söz konusu eylem
dış siyaset faaliyetleri enstitülerinin kurulmasında gerekli genel kanun hükmü
altında gerçekleşir. Bu tür faaliyetlerin hızlı yayılması takip edilen millî
çıkarların hedefidir.52 Konsolosluğun açılması Avrupa Türkiye’sinde
Bulgarların çıkarlarını koruyacak bir dizi diğer konsolos temsilciliklerinin
başında gelir. Fakat Beyrut’ta konsolosluğun açılması olayında müşterek
Bulgar geleneklerinin yokluğu görülür. Ağustos 1916 yılında Çar
Ferdinand’ın tahta çıkış kutlamasıyla ilgili bildirisinde M. Popov şöyle der:
“Beyrut’ta Bulgar kolonisinin olmayışından dolayı ve halk kilisemizin Greko-
Ortodoks kilisesine karşı olan tavrından dolayı çarımızın uzun ömrüne dair
şükran ayinini resmî bir davet düzenlemekle değiştirdim. Bu davete Vali Asaf
Bey ve tüm yabancı konsoloslar katıldı.”53 İlk bakışta tesadüfî bir nota
benzeyen bu açıklama Beyrut Konsolosluğunun önemli görevlerini ortaya
çıkarır. Bunların başında Birinci Dünya Savaşı’nda güney cephelerin
durumlarıyla ilgili emin bilgi kaynağını oluşturmasıdır. Bazı özelliklerinden
dolayı Suriye’deki konsolosluk genel kuralları ihmal etse de bu onun askerî,
siyasî ve askerî stratejik bakış açısına değer vermesinden kaynaklanır. Bu
yüzden arşivinin incelenmesi; bilinen tezleri veya Birinci Dünya Savaşı
esnasında Bulgar-Türk askerî ve siyasî ilişkilerine dair yeni deliller sunmak
açısından önemlidir.

51
АМВнР, (Dışişleri Bakanlığı Arşivi)ф. 176, оп. 18, а.е. 308, л. 99.
*
Ne yazık ki Hollanda Krallık Devlet Arşivi yazarı, bu kuruluşun müdürü Prof. Dr. B. Slot’la
birlikte yaptığı bir tetkikte Bulgar arşiv malzemelerini tespit edememiştir.
52
Bk. Ел. Стателова, Р. Попов, В. Танкова, История на бьлгарската дипломация, 1873-
1913, изд. Фондация ”Отворено общество” , София, 1994; М. Матеева, Консулските
отношения на Бьлгария 1879- 1986, изд. “ Д-р П. Берон” , София, 1988. El.Statelova,
R.Popov, V.Tankova; Bulgar Diplomasisinin Tarihi, 1873-1913, “Açık Toplum” Vakfı Basımı,
Sofya, 1994. M. Mateeva; 1879-1986 yıllarında Bulgaristan’ın Konsolosluk İlişkileri, Dr.P. Beron
Basım Evi, Sofya, 1994.
53
ЦДИА, (Devlet Merkez Tarih Arşivi)ф. 330, оп. 1, а.е. 30, л. 76.

122
MİLLÎ MÜCADELE DÖNEMİNDE TÜRK-BULGAR İLİŞKİLERİ VE
1 NCİ KOLORDUNUN BULGARİSTAN’A SIĞINMASI
Hülya TOKER*
Türk-Bulgar İlişkilerinin Tarihî Temelleri ve Birinci Dünya Savaşı
Sonrası Oluşumlar
Türk-Bulgar ilişkileri farklı dönemlerde farklı gelişimler göstermiştir.
Uzun yıllar Osmanlı sınırları içinde olan Bulgaristan, 1878 Ayastefanos
Anlaşması ile Osmanlı Devleti’ne bağlı özerk bir prenslik statüsünü
kazanmış,1 5 Ekim 1908’de de bağımsızlığını ilân etmiştir.
1912-1913 yıllarında yapılan Balkan savaşlarında Osmanlı Devleti ve
Bulgaristan karşı cephelerde yer almalarına rağmen 1914-1918 Birinci
Dünya Savaşı’nda aynı blok içinde yer alarak savaşa katılmış ve ortak
harekâtta bulunarak savaş sonrasında yenik düşen iki devlet olarak ortak
kaderi paylaşmışlardı.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra imzalanan anlaşmalar çerçevesinde,
Bulgaristan’ın Türkiye’deki menfaatlerini korumayı İstanbul İsveç Elçiliği,
Türkiye’nin Bulgaristan’daki menfaatlerini korumayı da Sofya İstanbul Elçiliği
üstlenmişti. 2
Birinci Dünya Savaşı sonrası gerek Osmanlı Devleti gerek
Bulgaristan’da önemli değişiklikler yaşandı. Savaş sonrası imzalanan
Mondros Mütarekesi’nin yedinci maddesi gereği Osmanlı toprakları İtilâf
devletleri tarafından işgal edilince işgaller karşısında yer yer bölgesel direniş
hareketleri başladı. İşgal olaylarının devam ettiği sırada Anadolu’ya geçen
Mustafa Kemal (ATATÜRK) bölgesel direniş hareketlerini tek bir çatı altında
birleştirerek Millî Mücadele’de başarıya giden yolu açtı.
Bu sırada Bulgaristan’ın yönetiminde de değişiklikler yaşanmakta idi.
Bulgaristan yönetimine, önce ihtilâlle sonra seçimle Bulgar Çiftçi Partisi
getirildi. Partinin başında Aleksandr Stamboliyski bulunmakta idi.3
Birinci Dünya Savaşı sonrasında, Türk topraklarındaki Millî
Mücadele’nin önderi olan Mustafa Kemal ve Bulgaristan’da hükûmet kurmuş
olan Bulgar Çiftçi Birliği Partisi Başkanı Aleksandr Stanboliyski iki ülke
arasında karşılıklı iyi ilişkiler kurma yolundaki faaliyetlere hız verdiler. Türk
Millî Mücadelesi’ni yakından izleyen Bulgar Çiftçi Birliği Hükûmeti Selânik
Mütarekesi’ne göre Türkiye ile resmî ilişki kurmaktan çekinmekle birlikte

*
Genelkurmay ATASE ve Genelkurmay Denetleme Başkanlığı, 1 nci Askerî Tarih Kurulu Tarih
Uzmanı
1
Nihat Erim; Devletlerarası Hukuku ve Siyasî Tarih Metinleri, c.I, Ankara Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Yayınları, Ankara, 1953, s.390, 391.
2
Cengiz Hakov; “Atatürk ve Bulgaristan İle Türkiye Arasında Yeni Siyasal-Diplomatik
Münasebetler”, Uluslararası İkinci Atatürk Sempozyumu, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara,
1996, s. 1271.
3
Bilal Şimşir; Bulgaristan Türkleri (1878-1985), Ankara, Bilgi Yayın Evi, 1985, s.54.

123
gayriresmî olarak Ankara Hükûmetine yardım etmekten kaçınmadı.4
Bulgaristan Çiftçi Birliği Hükûmeti Türk-Yunan savaşında da Türk tarafını
tutarak onları maddî ve manevî olarak destekledi.5 Türk halkının haksız
işgaller karşısında vermiş olduğu Millî Mücadele Bulgar Hükûmetinin yanı
sıra Bulgar halkı tarafından da büyük ilgi ve sempati ile izlenmekte idi.
Türk Millî Mücadelesi’nin büyük önderi Mustafa Kemal de
Bulgaristan’a karşı özel bir sempati beslemekte idi. Onun bu sempatisi
Sofya Ataşemiliterliği dönemine kadar uzanmaktadır. Bu dönemde Bulgar
halkını yakından tanıma fırsatı olan Mustafa Kemal Bulgarlar hakkındaki
düşüncelerini şöyle ifade etmekte idi: “Bulgaristan’da bulunduğum müddetçe
bütün toplumsal katmanların aydın temsilcileriyle temas kurma imkânına
kavuştum. Bulgaristan’a saygı beslemeyi, ona değer vermeyi öğrendim.
Bulgaristan’da bulunduğum kısa sürenin anıları hafızamdan kat’iyen
silinmemiştir. Benim için değerli anılardır bunlar. Bulgaristan’a karşı içten
sempati duygularım hiç de sönmemiştir. İki ülke arasındaki ilişkiler
konusundaki çabalarımın temelinde hep bu duygular görülebilir.” 6
Mustafa Kemal’in bu düşüncelerini pekiştiren olaylar Millî Mücadele
dönemindeki Türk-Bulgar ilişkilerinde görülmektedir. Nitekim, Ekim 1919’da
1 nci Kolordu Komutanı Cafer Tayyar’a verdiği direktifte Bulgarlarla ortak
düşmanımız olduğunu belirterek, “Düşmanlarla uğraşmak için sonuna kadar
her türlü araçlara başvurarak çalışmaya kesin kararlıyız. Bulgarlar da aynı
düşmanlardan yakınmaktadır sanırım. Bu nedenle kişisel Bulgar
dostlarımızın da aynı düşmanlar ve bu düşmanların koruduğu Rumlara karşı
başladıkları girişimde başarı sağlamaları bizce gerekli görülmüştür. Bu
bakımdan (Bulgarlarla) ilişki kurulması ve sürdürülmesi uygun olur. Siz (Arif
Bey) ve Cafer Tayyar Bey kardeşimiz aracılığı ile ilişkinin sürdürülmesi
mümkündür... Takibi muhtemel Bulgar önderleri Türkiye’ye seve seve kabul
edilebilir.” demiştir.7
Mustafa Kemal Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldıktan sonra 30 Nisan
1920 tarihinde Bulgar Başbakanı Aleksandr Stamboliyski’ye bir mektup
göndererek, Bulgar Hükûmeti ve Bulgar kamuoyuna Türk halkının Ulusal
Kurtuluş Savaşı ve hedefleri konusunda bilgi vermişti. Mustafa Kemal’in bu
mektubu bilgi verme arzusunun bir ifadesi olmanın yanı sıra, iki hükûmet
arasında diplomatik ilişkiler kurulması yolunda atılan ilk adım olma niteliğini
de taşımaktadır.8
1921 yılında diplomatik bağlantılar açısından somut bir adım atılmış
ve Mayıs ayının ikinci yarısında Bulgar Halk Çiftçi Birliği parlâmento

4
Hakov; s.1272.
5
Stefan Velikov; Kemalist İhtilâl ve Bulgaristan (1918-1922), Çev. Naime Yılmaer, İstanbul,
1969, Kitaş Yayınları, s.89.
6
Stefan Velikov; “Kemal Atatürk ve Bulgar-Türk İlişkileri”, IX. Türk Tarih Kongresi, Türk Tarih
Kurumu Yayınları, Ankara, 1989, s.1955.
7
Gnkur. ATASE Arşivi, ATA-ZB, Kutu No: 31, Gömlek No: 106, Belge No: 11.
8
Belgelerle Mustafa Kemal Atatürk ve Türk-Bulgar İlişkileri (1913-1938), Başbakanlık Devlet
Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara, 2002, s.195, 197.

124
grubundan milletvekili Angel Grozkov’un başkanlığında bir gizli diplomatik
heyet Ankara’ya gönderilmişti. Başbakan Aleksandr Stanboliyski’nin talimatı
üzerine Angel Grozkov, Mustafa Kemal’le sağlam ve kalıcı bir anlaşma
sağlamak için girişimlerde bulunmuştu.
Bulgar heyeti Ankara’da büyük saygı ile karşılanmış, heyet üyeleri
Mustafa Kemal ve Batı Cephesi Komutanı İsmet (İnönü)’in eşliğinde
Eskişehir, İnebolu, Kastamonu, Kütahya, Antalya, Sivas ve başka yerlerde
cepheleri ziyaret etmişti.
Aleksandr Stanboliyski Hükûmeti ayrıca Ankara Hükûmetine 1921 yılı
başlarından itibaren Sofya’da resmî bir temsilci bulundurma imkânı
sağlamıştı.9
Türk-Bulgar ilişkilerinde önemli bir gelişme de Batı Trakya konusunda
yaşanmış ve Türk-Yunan muharebelerinde Türk birlikleri yapılan anlaşma
gereği Bulgaristan’a geçmek zorunda kalmıştı.
Batı Trakya’nın Yunanistan’a Verilmesi Sonucu Yaşanan Olaylar
Batı Trakya İkinci Balkan Savaşı sonunda Balkan devletleri ile
Bulgaristan arasında 10 Ağustos 1913’te imzalanan Bükreş Anlaşması’yla
Bulgaristan’a terk edilmiş, 1913-1918 yılları arasında hukuken ve fiilen
Bulgar egemenliğinde kalmıştı.10 Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Batı
Trakya konusu Paris Barış Konferansı’nda görüşülmüş ve kesin karara
varılıncaya kadar bölgenin İtilâf devletleri tarafından işgal edilmesi uygun
görülmüştü.
27 Kasım 1919’da Neuilliy-sur-Seine’de yapılan anlaşma gereği, Batı
Trakya’nın dağlık kuzey kısımlarının Bulgaristan’a bırakılması, güney
kısımlarının da müttefiklerce işgal edilmesine karar verilmişti. İşgalin Fransız
kuvvetlerince yapılması da karar dâhilinde bulunmakta idi.
Barış Konferansı’nın kararına göre, Bulgarlar Batı Trakya’nın
Karaağaç, Dimetoka, Sofulu, Dedeağaç, Gümülcine ve İskeçe kazalarını 20
Ekim 1919’da boşaltarak bölgeyi Fransız askerî makamlarının idaresine
devretti. Batı Trakya’nın Bulgarlardan boşalan kısımlarında Fransız General
Charpy’nin başkanlığında “Müttefiklerarası Muvakkat Batı Trakya Hükûmeti”
kuruldu. 11
Yunanistan’ın galip devletler nezdinde yapmış olduğu diplomatik
girişimler sonucu bu yönetimin kaderi ile ilgili bir referanduma gidilmesi
kararlaştırıldı. Mayıs 1920’de yapılan referandumda Batı Trakya’nın
Yunanistan’a ilhakı sonucu çıktı. Böylece Ekim 1919’da kurulan

9
Velikov; a.g.m, s.1956. Hakov; s.1273, 1274.
10
Baskın Oran; Türk-Yunan İlişkilerinde Batı Trakya Sorunu, Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları,
Ankara, 1986, s.10.
11
a.g.e.; s.11. Türk İstiklâl Harbi Batı Cephesi, c.II, 2’nci Kısım, Ankara, Genelkurmay Basım
Evi, 1991, s.339.

125
“Müttefiklerarası Muvakkat Batı Trakya Hükûmeti” de yedi aylık yönetimden
sonra 23 Mayıs 1920’de tarih sahnesinden çekildi. Yunan ordusu yapılan
referandum gereği bölgeyi işgale başladı. İşgali 4 Haziran 1920’de
tamamladı.12
Bölgenin Yunanlara verilmesi Türkler ve Bulgarların harekete
geçmesine neden oldu. Esasen daha bölgenin Yunanlara verilme ihtimali
karşısında Türkler ve Bulgarlar harekete geçmiş ve Türk-Bulgar
komitecilerinin de katılımıyla burada “Batı Trakya Komitesi” kurulmuştu.
Fransızların Batı Trakya’yı işgalleri sırasında, merkezini İstanbul’dan
Gümülcine’ye nakleden (Ekim 1919) Batı Trakya Komitesi, Batı Trakya’nın
Yunanlar tarafından işgali günlerinde de Gümülcine’nin kuzeyinde Hemitli
nahiyesinde 27 Mayıs 1920’de “Batı Trakya Millî Hükûmetini” kurdu.13
Hükûmet Ankara’dan aldığı talimatlara göre hareketlerini yönlendirdi. Ankara
Hükûmetinin bütçesinden Batı Trakya için tahsisat ayrıldı ve yokluğa rağmen
bu tahsisat aksatılmadan gönderildi.
Bu mücadelede Türk ve Bulgarlar Yunanlara karşı beraber çarpıştı.14
Mustafa Kemal Batı Trakya meselesi ile yakından ilgilenmekte ve bu
konuda direktifler vermekte idi. Mustafa Kemal bu konuda verdiği direktifte,
“Batı Trakya’nın tümüyle Müslümanların elinde bir bütün olarak
kalması, uygun zaman ve fırsatta anayurda katılması hepimizin tek amacıdır.
Bu nedenle bu sevgili parçanın hiçbir neden ve bahane ile yabancı
sömürgesi olmaya razı olmamak ilkedir. Osmanlı Hükûmetinin siyasa
açısından buralara yardımda bulunması güçtür. Ulusal birliği temsil eden
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, ateşkes zamanındaki sınırı temel kabul etmiş
olduğundan Meriç’in batısını resmî bir dille söyleyemez. Bu nedenle amacın
elde edilmesi için en birinci çare Batı Trakya’da ezici çoğunluğu oluşturan
dindaş ve soydaşlarımızın ulusal örgütlerini güçlendirerek Wilson ilkelerine
dayanarak haklarını istemeleri ve elde etmeye çalışmalarıdır. Gerek Fransız,
gerek Yunan isteklerine kesinlikle razı olunmaması, yabancı işgaline
kesinlikle olur denilmemesi temel koşuldur.”15 demişti.
Mustafa Kemal Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldıktan sonra Edirne’de
1 nci Kolordu Komutanlığına gönderdiği bir yazı ile kendileriyle senelerce

12
İsmet Görgülü; “Batı Trakya Mücadeleleri”, Silâhlı Kuvvetler Dergisi, Yıl 107, Sayı 316,
Temmuz 1988, Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, s.38, 39.
13
Tevfik Bıyıklıoğlu; Trakya’da Millî Mücadele, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1955,
s.140.
14
Görgülü; s.40.
15
Mustafa Kemal Atatürk; Nutuk, c. III, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1989, s.1907. Batı
Trakya meselesi Türkiye Büyük Millet Meclisi açılmadan önce son Osmanlı Meclis-i
Mebusanında görüşüldü ve 28 Ocak 1920’de kabul edilen Misak-ı Millî kararları arasında yer
aldı. Bu kararda şöyle denilmekte idi: “Türkiye sulhüne bırakılan Garbî Trakya vaziyet-i
hukukiyesinin tespiti de sekenesinin, kemal-i hürriyetle beyan edecekleri ârâya tebaan vaki
olmalıdır.” Görgülü; s.40.

126
beraber çalıştığı Trakya halkının millî hukuklarının korunması için Türkiye
Büyük Millet Meclisine üye seçilmesi konusunda gösterdikleri yakın ilgi ve
alâkaya tüm kalbiyle teşekkür ettiğini belirterek Trakya halkının haklarının
korunacağını belirtmişti.16
Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi Trakya konusunda son derece
duyarlı davranırken İstanbul’da ise bu bölgeye 1 nci Kolordu gönderilerek
buradan gelecek herhangi bir saldırı önlenmek istenmişti.
1 nci Kolordunun Seferberlik İlânı
Yunanistan’ın saldırılarına karşı bütün Doğu Trakya’nın gerektiğinde
savunması Albay Cafer Tayyar komutasındaki 1 nci Kolorduya verilmişti. 1
nci Kolordu emrinde 49, 55, 60 ncı tümenler bulunmakta idi. Ancak
kolordunun asker ve cephanesi Mondros Mütarekesi’ne göre azaltılmıştı.
Her piyade taburunda iç hizmete yetecek kadar 80 er bırakılmıştı. Her
tümende 2000 tüfek ve sekiz top kalmasına izin verilmişti. Diğer tüfeklerin
mekanizmalarıyla topların kamaları ve cephaneleri, İngilizler tarafından
alınarak Edirne, Uzunköprü, Çorlu, Lüleburgaz, Keşan, Tekirdağ, Akbaş,
Şarköy ve Hadımköy’de depolara konulmuştu.17
Silâhsızlandırılmış ve bütün Trakya’ya dağılmış olan 1 nci Kolordunun
muharip kuvveti 1200 tüfeğe düşmüştü. Oysa sadece Trakya demir yolu
boyunca yerleşen bir Yunan taburunun mevcudu 1500’ü bulmuştu. 18
Cafer Tayyar İstanbul’un işgalinden sonra, seferberlik emri vererek
kolordu da mevcut bu tür eksiklikleri gidermek istemişti. Kamaları İngilizler
tarafından alınıp götürülmüş olan sahra topları için, Edirne Sanat Mektebi
atölyesinde, Cavit usta ve yedek subay Fuat tarafından yeni kamalar
yapılmış ve bu toplar Yunanlara karşı kullanılmıştı.19
Cafer Tayyar seferberlik ilânından sonra Doğu Trakya’nın İstanbul
Hükûmetiyle olan münasebetini keserek bütün Edirne vilâyetinde örfî idare
ilân etmişti.
Bu kararların gerekçeleri Trakyalılara şu şekilde anlatılmakta idi:
“İstanbul’da makam-ı hilâfet tarafından, serbest olarak seçilerek teşkil
olunacak ve millet vekillerimizin itimadına mazhar bir kabine, hükûmeti idare
etmedikçe, Edirne vilâyetindeki sivil idare ve kumandanlık müştereken,
hareket istiklâlini muhafaza edecek ve bu millî ve vatanî gayenin elde
edilmesi için çalışacaktır. Emniyet ve asayişin korunması için vilâyette örfî
idare ilân olunmuştu.”20
1 nci Kolordu Komutanlığı verdiği bu ilk seferberlik emriyle 1298
(1882)’den 1315 (1899) doğumlulara kadar olan erleri silâh altına çağırdı.

16
ATASE ve Dent. Arşivi; Kutu No: 349, Gömlek No: 31, Belge No: 31-2.
17
Bıyıklıoğlu; s.198.
18
a.g.e.; s.201.
19
a.g.e.; s.200.
20
a.g.e.; s. 211.

127
Kolordu seferberlik emriyle beraber Trakya’daki silâh ve cephane depolarına
da el koyarak silâhların kullanılmasını emretti.21 Edirne vilâyetinin İstanbul’la
telgraf irtibatını kesti ve İstanbul’dan gelen gazetelerin mektupların ve her
türlü muhaberenin sansür edilmesini emretti.22
Bu sırada Cafer Tayyar’ın ilân etmiş olduğu seferberlik emrine karşı
çıkanlar oldu. Örneğin, Tekirdağ Mutasarrıfı Füruzan (Hepoer) “Dâhiliye
Nezareti (İçişleri Bakanlığı) vasıtasıyla bir irade-i seniyye olmaksızın
seferberlik yapılmayacağını” bildirerek seferberlik emrine uymadı.23 Çatalca
Mutasarrıfı Fevzi (Toker) de çeşitli bahaneler ileri sürerek seferberlik emrini
yerine getirmek istemedi. 24
Seferberliğin ilân edildiği 16 Marttan, Nisan ayı sonuna kadar bir
buçuk ay içinde, kolordu karargâhı ve bağlı birlikleri için Edirne’ye 800,
Kırklareli’ndeki 49 ncu Tümen birliklerine 1200, Keşan bölgesindeki 60 ncı
Tümene 1000 kadar ikmal eri katıldığı hâlde 55 nci Tümene gelenlerin sayısı
ancak 500 kadardı. 25
1 nci Kolordu Komutanlığı ilk seferberlik emrinden sonra, içerde ve
dışarıda önemli bir olay olmaması nedeniyle 1310 (1894) doğumlulardan
daha yaşlı olanlarla göçmenleri, memurları, silâhsız hizmete ayrılanları,
Trakya Cemiyeti mensuplarını, öğretmenleri, yedek subayları ve Çatalca’ya
yakın bölge halkını terhis etti. Yalnız 1310 dan 1315 doğumlulara kadar olan
erleri silâh altında bırakıldı. Böylece ilk seferberlik hafifletilerek, seferberlik
genel olmaktan çok, iç inzibat ve asayişin korumasına yetecek kısmî bir celp
mahiyetini aldı.26
Bu sırada İstanbul Hükûmeti Cafer Tayyar’ı İstanbul’a çağırarak
görevden almak istedi. 21 Nisan 1920 tarihli bir emirle 1 nci Kolordu
komutanlığı görevi Cafer Tayyar’dan alınarak yerine Albay Muhiddin
atandı.27
Cafer Tayyar Edirne’ye döndükten sonra Albay Muhiddin görevi
kendisine devretmek istedi ancak Cafer Tayyar iki başlılık olmaması
amacıyla görevi kabul etmedi.
Cafer Tayyar her ne kadar 1 nci Kolordu komutanlığı görevinden
alınsa da kendisine Trakya-Paşaeli Cemiyeti merkez heyetinin kararı ve
daha sonra büyük Edirne Kongresi’nin de onayıyla “Trakya millî
kumandanlığı” görevi verildi.28 Böylece Cafer Tayyar bütün Trakya’yı
savunma görevini üzerine aldı.

21
a.g.e.; s.212.
22
ATASE ve Dent. Arşivi; Kutu No: 337, Gömlek No: 85, Belge No: 85-2.
23
Bıyıklıoğlu; s.212, 213.
24
a.g.e.; s.213.
25
a.g.e.; s.214.
26
ATASE ve Dent. Arşivi; Kutu No: 337, Gömlek No: 85, Belge No: 85-1.
27
Bıyıklıoğlu; s.237.
28
a.g.e.; s.240.

128
Bu sırada Yunanlar, San-Remo Konferansı kararlarına dayanarak,
Edirne Kongresi’nin sona erdiği 14 Mayıs 1920 gününden itibaren
İskeçe’den demir yoluyla Gümülcüne’ye girmeye başlamış, Kavala ve
Dedeağaç limanlarına da asker çıkarmıştı. Yunanlar 27 Mayıs 1920’den
itibaren bütün Meriç boyunu teslim almaya başlamış, bu yerleşme ve teslim
alma işi 4 Haziran 1920 günü sona ermiş, 9 ncu Yunan Tümeni ise Edirne
Karaağaç karşısına gelmişti. İskeçe Tümeni ise, ortada 60 ncı Türk Tümeni
cephesinde, Dimetoka, Kuleliburgaz, Sofulu bölgesinde yerleşmişti. Serez
Tümeni ise Ferecik, Dedeağaç civarında kalmıştı.29
Bulgaristan’ın Batı Trakya’nın İşgaline Karşı Tepkisi ve 1 nci
Kolordu Komutanlığının Bulgarlardan Yardım Talebi
Batı Trakya’nın Yunanlar tarafından işgalini Bulgaristan, sükûnet ve
tevekkülle karşılamamıştı. San-Remo kararları belli olduktan sonra Bulgar
Hükûmeti konferans kararlarını resmî bir şekilde protesto etmişti.
Bulgar Başvekili Aleksandr Stamboliyski bu protestodan bir ay kadar
sonra, Yunanların Batı Trakya’yı işgal ve Meriç’e kadar dayandıkları bir
sırada şöyle bir beyanatta bulunmuştu: “Trakya’nın Yunanistan’a terki, her
Bulgar’ın kalbinde derin bir elem duygusu uyandırmaktadır. Fakat, Bulgar
milleti, yakın bir gelecekte, Akdeniz’de bir kapıya sahip olacağından kat’iyen
şüphe etmemelidir. Çünkü, Yunanistan elde ettiği toprakları muhafaza
edemez. Bulgaristan, Makedonya’yı, Trakya’yı, Çatalca’yı nasıl muhafaza
edemedi ve kaybetti ise Yunanistan da kendisine verilen büyük kemiği küçük
midesine indiremeyecektir.”30
Batı Trakya’nın Yunan askeri tarafından işgali üzerine Bulgaristan’a
Gümülcine, Sofulu, Dedeağaç, Dimetoka, Ferecik ve Karaağaç bölgesinden
Mayıs 1920 sonuna kadar 17.000 Bulgar muhaciri sığınmıştı. Bulgaristan’a
geçen bu muhacirlerden gönüllü çeteler kurulmakta, çete ve komite faaliyeti,
Bulgar Hükûmetinin elinde bir çeşit tehdit unsuru oluşturmakta idi.
Bulgaristan’da bulunan çeteler Trakya Paşaeli Cemiyeti ile de bağlantı
kurmuşlardı. Örneğin Edirne Kongresi sırasında Trakya Paşaeli Cemiyetinin
ve 1 nci Kolordunun kararlarını takip etmek üzere Bulgar çetecilerinden
Abaciyef ile birkaç arkadaşı Edirne’ye cemiyetin misafiri olarak gelmişler ve
bir ay kadar burada kalmışlardı.
Bu sırada 1 nci Kolordu Komutanlığı bir Yunan istilâsına karşı
savunmaya hazırlanırken Bulgar Trakya ve Makedonya komiteleriyle ve özel
olarak Bulgar Hükûmetiyle görüşerek Yunanlara karşı yapılacak savunmada,
Bulgarlardan ne gibi yardım beklenebileceğini anlamaya çalışmıştı. Bu
amaçla Trakya Paşaeli Cemiyeti Şakir (Kesebir) Beyi 6 Haziranda Sofya’da
toplanacağı haber alınan kongrede bulunarak konuşmaları takip ve Bulgarlar
tarafından verilecek kararlar hakkında bilgi almak üzere Sofya’ya
gönderilmişti.

29
a.g.e.; s.314.
30
a.g.e.; s.318, 319.

129
Şakir Bey, Sofya’da Profesör Mihaylof’un başkanlığında toplanan
Bulgarlar Trakya Komitesi Kongresi’ne katılarak burada Doğu Trakya
hakkında Türk görüşünü anlatan bir konuşma yapmış ve Doğu Trakya’nın
elde mevcut bütün vasıtalarla savunulacağını belirtmişti. Şakir Bey Bulgar
Makedonya Komitesi Başkanı Protogerof ve arkadaşlarıyla da görüşmelerde
bulunmuştu.
Şakir Bey daha sonra Bulgar Başvekili Aleksandr Stamboliyski ile
tiyatroda ayakta görüşmüş ve kendisine başvekilin yakınlarından Kreçof’la
temasta bulunması tavsiye edilmişti. Şakir Bey, bu görüşmeler sonunda
Bulgaristan’dan herhangi bir yardım beklenemeyeceği ancak Bulgarların
Yunanlara karşı yapılacak savunmada manevî yardım ve gerektiğinde
Bulgaristan’a sığınacak olanlar hakkında iyi kabul gösterilebileceği vaadinde
bulunduklarını belirtmişti. 31
Şakir Bey daha sonra Kırklareli kuzeyinde, Dereköy civarındaki
Soğuksu hudut karakolu bölgesinde bir ormanda Bulgar Hudut Komutanı
Binbaşı Daskalof’la buluşarak birlikte yemek yemiş ve Yunanlara karşı
yapılacak savunmada Bulgarların yapabilecekleri yardım konusunu
görüşmüş ancak burada da fiilî Bulgar yardımı konusunda olumlu cevap
alamamıştı. 32
1 nci Kolordunun Trakya Bölgesinde Yaptığı Muharebeler ve
Kolordunun Bulgaristan’a Sığınması
Bulgar desteğinin arandığı bu dönemde Yunan birlikleri hazırlıklarını
tamamlayarak 20 Temmuz 1920 tarihinde Tekirdağ Sultan Çiftliği
mevkiinden harekete geçmeye başlamıştı.33
Yunanların Tekirdağ’ı bombardıman etmesi karşısında 1 nci Kolordu
durumu İstanbul Hükûmetine bildirmiş ve hükûmetten “Yunanların,
Tekirdağ’a asker çıkardıklarına ve hudutta çarpışmaların devam etmekte
olduğuna dair telgrafnameniz vasıl oldu. Doğu Trakya’nın Yunanlar
tarafından işgali, konferansın kararları icabından olmakla, faydasız, kan
dökülmesine ve Müslüman ahalinin perişanlığına yol açacak muharebelere
meydan verilmeyerek harekâtınızın, ona göre tanzimi ve muharebeden
kat’iyen kaçınılması tavsiye olunur.”34 şeklinde bir cevap almıştı.
1 nci Kolordu Komutanlığı her ne kadar İstanbul Hükûmetinden böyle
bir tavsiye almış olsa da Yunan saldırısı karşısında Trakya bölgesinde
muharebelere başlamak zorunda kalmıştı.
Bu sırada Yunan Deniz Kuvvetlerinden Kılkış muharebe gemisi ile
Jerako, Aetos, Leon muhripleri ve bir İngiliz zırhlısı ile bir uçak filosunun
desteklediği bir kuvvet de Tekirdağ’ın doğusundaki Köserlerderesi kıyısına

31
a.g.e.; s.340.
32
a.g.e.; s.341.
33
ATASE ve Dent. Arşivi; Kutu No: 557, Gömlek No: 13, Belge No: 13-3.
34
Bıyıklıoğlu; s.357.

130
çıkarıldı. Yunanlar kısa sürede birer kıyı başı elde etti. 55 nci Tümenin daha
önce yaptığı savunma hazırlıkları Yunanların bu çıkarma harekâtına engel
olamadı ve 55 nci Tümen birlikleri dağılmaya başladı.35
Yunan ordusu 55 ncü Tümenin tekrar toparlanmasına fırsat vermemek
için mevcut kuvvetlerini Lüleburgaz-Hayrabolu istikametine yöneltti. 55 nci
Tümen ise Muratlı istikametinde çekildi ve tümen komutanı birliklerini
Karıştıran bölgesinde toplayarak burada savunmaya karar verdi. Ancak
Yunan birliklerinin Çorluya yaklaştığı ve 168 nci Alay birliklerinin dağıldığı
haberinin alınması üzerine birliklerin Büyük Karıştıran bölgesinde toplanması
emredildi.36
22 Temmuz 1920 saat 18.00 sıralarında beş taburdan fazla bir Yunan
kuvveti Seyitler İstasyonu-Yayla tepe bölgesinden taarruza geçti ve kesif
topçu ateşleri karşısında Türk birlikleri tutunamadı. Bu durum karşısında
kolordu 49 ncu ve 60 ncı tümenlerden alınacak kuvvetlerle Babaeski
sırtlarında mukavemete karar verdi. Ancak bu bölgede yapılan muharebede
55 nci Tümen yenilgiye uğradı ve Babaeski Yunanların eline geçti. Bu
durum karşısında 1 nci Kolordu Komutanlığı, tümenin Havza bölgesine
çekilmesini emretti.
60 ncı Tümen Bölgesinde Yapılan Muharebeler
Kolordu tarafından 60 ncı Tümene “Uzunköprü demir yolu ve kara
yolu köprülerini tahrip ve Yunanların bu köprülerin doğusunda bulunan
köprübaşı mevzilerini taarruzla ele geçirerek buradaki düşmanı yok etme.”
emri verildi. Ancak tümen Köprübaşı mevziine karşı herhangi bir taarruz
harekâtına girişemedi ve Yunan birliklerini Meriç batısına atamadı. 22/23
Temmuz tarihlerinde Yunanlarla karşılıklı piyade ve topçu muharebeleri
devam etti. Yunan birliklerinin Lüleburgaz-Hayrabolu bölgesinden ilerleyerek
Babaeski’ye ulaşmaları üzerine 60 ncı Tümenin Ergene kuzeyinde Havza
bölgesine çekilmesi kararlaştırıldı. Kırklareli’nin Yunanların eline geçmesi
üzerine Bulgaristan’a çekilme imkânlarının kaybolmaması amacıyla kolordu,
tümenin Havza yerine Sazlıdere’nin elverişli bir kesiminde savunmaya
geçmesine karar verdi ve topçular İskenderköy’e gönderildi. 24/25 Temmuz
gecesi kolordu emriyle 60 ncı Tümenden takviyeli bir piyade taburu
Sazlıdere bölgesinde artçı olarak bırakıldı ve 49 ncu Tümen birlikleri de dâhil
olmak üzere kolordu Lalapaşa bölgesine çekildi.37
49 ncu Tümen Bölgesindeki Muharebeler
20 Temmuzda Yunanların harekâta başlamaları üzerine 49 ncu
Tümen de Edirne batısında bulunan 9 ncu Yunan birliklerini top ve makineli
tüfek ateşine tuttu ve Yunan birlikleri de aynı şekilde karşılık verdi. Karşılıklı

35
ATASE ve Dent. Arşivi; Kutu No: 782 ,Gömlek No: 184, Belge No: 184-2. Bujak; Yunan
Ordusunun Seferleri 1918-1922, Çev. İbrahim Kemal, 113 Sayılı Askerî Mecmua Lâhikası,
İstanbul, Askerî Matbaa, 1939, s.169.
36
Batı Cephesi; s.370.
37
60 ncı Tümenin harekâtı ve genel Trakya harekâtı için bk. ATASE Arşivi; Kutu No: 1014,
Gömlek No: 59, Belge No: 59 ve ekleri. Batı Cephesi, c.II, 2’ nci Kısım, s. 369-380.

131
muharebeler 22 Temmuza kadar devam etti. 22 Temmuzda Yunan birlikleri
silâhlarını bırakarak kaçmak zorunda kaldı. Aynı gün muharebe tekrar
başladı ve sonraki günlerde de muharebeler devam etti. 24 Temmuz’da
Yunan birliklerinin Babaeski ve Havza’yı işgal etmesinin haber alması
üzerine 49 ncu Tümen birlikleri bulundukları mevzileri boşaltmaya başladı.
Birliklerin dağıldığını gören tümen komutanı, birliklerinin Hanlıyenice
bölgesine çekilmesini emretti. 24/25 Temmuzda 49 ncu Tümen karargâhı
Hanlıyenice’ye çekilmesine rağmen düşmanı karşılayacak güce sahip
olmadığından dolayı 25 Temmuz’da Bulgaristan’a iltica etti.38
24 Temmuz 1920 akşama doğru Babaeski bölgesinden çekilmekte
olan 55 nci Tümen ve tümene takviye için gelen 49 ncu ve 60 ncı tümen
birliklerinin bir kısmı Taşlımüsellim güneyinde bir kısmı Lalapaşa bölgesinde,
tümen komutanı emrindeki artçı müfrezesi Sazlıdere batı sırtlarında
bulunmakta idi. 49 ncu Tümen henüz bölgesinden ayrılmış ve kuzeye
ilerlemekte idi. Bu durum karşısında yeni bir savunma muharebesine
giremeyeceğini düşünen kolordu komutanı, mevcut birliklerle Bulgaristan’a
sığınma kararı verdi.39
Bu karar doğrultusunda Edirne hudut tabur komutanı,
Mustafapaşa’daki Bulgar hudut tabur komutanıyla temasa memur edildi.
Böylece kolordu birliklerinin Bulgar hududuna nereden geçecekleri
Bulgarlara haber verildi.40
Bulgarlarla yapılan anlaşma neticesinde 24 Temmuz 1920 tarihinde 1
nci Kolordu Bulgar hududu üzerinde bulunan Lalapaşa kazasının Çalıköy
hudut kapısına çekilerek 25 Temmuz 1920’de Bulgaristan dâhiline geçti. 41
Yine yapılan anlaşma sonucu kolordu silâh ve cephanesini hudutta
Bulgarlara teslim etti. Yalnız askerî harekâta ait önemli evrak imha edildi.42
Bundan dolayı mevcut arşivlerdeki bilgiler arasında kopukluk bulunmaktadır.
Yukarıda da belirtildiği gibi 1 nci Kolordu Komutanlığı Bulgaristan’a
geçerken askerî personelin elinde bulunan silâh, cephane ve topları teslim
etti, yalnız nakliye araçları ve hayvanlar kolordu elinde kaldı.43
1 nci Kolordu Komutanlığı Bulgaristan’a geçtikten sonra farklı
bölgelere yerleştirildi. Bu yerleşim plânına göre kolordu karargâhı Eski
Zağra’da, 60 ncı Tümen Yeni Zağra’da, 55 nci Tümen İslimiye’de, 49 ncu
Tümen ile topçu alayının karargâhları Yanbolu’da bulunmakta idi.44

38
Batı Cephesi; s.380, 381.
39
a.g.e.; s.382, 383.
40
Bıyıklıoğlu; s.366.
41
Trakya bölgesinde 20-24 Temmuz’da yapılan muharebeler hakkında bk. Fahri Belen; “İstiklâl
Harbi’nde Trakya Harekâtı”, Askerî Mecmua, Sayı 101, Yıl 54, 1 Haziran 1936, s.275-282.
42
ATASE ve Dent. Arşivi; Kutu No: 1014, Gömlek No: 59, Belge No: 59-65.
43
a.g.a.; Kutu No: 557, Gömlek No: 13, Belge No: 13-3
44
a.g.a.; Kutu No: 557, Gömlek No: 13, Belge No: 13-3

132
Bulgaristan’a geçen birliklerin mevcudu ve bulundukları yerler şöyle idi:
60 ncı Tümen Birlikleri45
Üst Subay Nefer Hayvan Araba Bulundukları Birlikler
Subay yerler
2 34 715 66 11 Hangarda 60 ncı Tümen
12 13 200 Kışlada Yeni
Zağra’da

49 ncu Tümen Birlikleri46


Üst Subay Nefer Hayvan Araba Bulundukları Birlikler
Subay yerler
5 34 802 35 14 Tatarpazarcık 49 ncu Tümen
Hangarda
piyade
- 78 152 - - Kışlada piyade
5 112 954
7 210 7 2 Yanbolu Topçu 49 ncu Tümen
Hangarda
26 42 Kışlada topçu 49 ncu Tümen
55 nci Tümen Birlikleri47
Üst Subay Nefer Hayvan Araba Bulundukları Birlikler
Subay yerler
33 252
1 12 360 14 5 Yanbolu 55 nci
Hayrabolu’daki Tümen
Topçu
- 51 70 26 2 Kışlada topçu
1 63 430 40 7

45
a.g.a.; Kutu No: 782 ,Gömlek No: 55, Belge No: 55-16. Bu sayılar farklı belgelerde daha farklı
olarak verilmektedir. Örneğin 26 Temmuz 1920 tarihinde 60 ncı Tümen komutanı tarafından
verilen bilgiye göre 60 ncı Tümenden Bulgaristan’a bu tarihte 157 subay, 1101 er, 385 hayvan,
58 araba sığınmıştı. a.g.a.; Kutu No: 782 ,Gömlek No: 39, Belge No: 39-1. Bu belge Büyük
Derbend’den yazılmış olup muhtemelen burada bulunan mevcut belirtilmiştir. Diğer belgelerde
de farklı rakamlar verilmektedir. Bunun için bk. a.g.a.; Kutu No: 782 ,Gömlek No: 55, Belge No:
55-7. a.g.a.; Kutu No: 782, Gömlek No: 55, Belge No: 55-1. a.g.a.; Kutu No: 782, Gömlek No:
55, Belge No: 55-18. 1 Ağustos tarihli bir belgede ise en son tespit edilen mevcut şeklinde
ümera 14, zabitan 135, nefer 1081, hayvan 36, araba 18 olarak belirtilmiştir. a.g.a.; Kutu No:
782, Gömlek No: 55, Belge No: 55-4.
46
a.g.a.; Kutu No: 782 ,Gömlek No: 55, Belge No: 55-16. 49 ncu Tümen birlikleri ile ilgili de
farklı sayılar verilmektedir. Bu konuda bk. a.g.a.; Kutu No: 782 ,Gömlek No: 55, Belge No: 55-1.
a.g.a.; Kutu No: 782 ,Gömlek No: 55, Belge No: 55-18.
47
a.g.a.; Kutu No: 782 ,Gömlek No: 55, Belge No: 55-16. 55 nci Tümen sayıları hakkında da
çeşitli farklılıklar vardır. Bu konu için bk. a.g.a.; Kutu No: 782 ,Gömlek No: 55, Belge No: 55-1.
a.g.a.; Kutu No: 782, Gömlek No: 55, Belge No: 55-18. Bıyıklıoğlu; Bulgaristan’a 700 subay,
4000 er, 10.000 kadar göçmen geçtiğini ve 3000 kadar piyade tüfeği ve 30 makineli tüfek teslim
edildiğini belirtmektedir.

133
Bu tabloya göre 1 nci Kolordudan Bulgaristan’a 40 üst subay, 600
subay, 5102 er, 188 hayvan, 41 araba geçmiştir. Bu konuda farklı belgelerde
farklı bilgiler verilmekle birlikte yukarda belirtilen tablo, Bulgaristan’a geçen
subay ve erler konusunda genel bilgi vermektedir. Bilgilerin farklılığı
Bulgaristan’a geçiş sırasında yaşanan karışıklıktan ve birlikler arasındaki
bağlantı kopukluğundan kaynaklanmaktadır.48
1 nci Kolordu Komutanlığı Bulgaristan’a geçiş sonrası Bulgar halkı ile
iyi ilişkiler içinde bulunulması konusunda son derece hassas davranmış,
hem bu konuda hem de birliklerin Bulgaristan’a geçiş şekli, bulunacakları
yerler konusunda çeşitli emirler yayımlamıştı. Bu bağlamda kolordu 26
Temmuzda bir emir yayımlayarak Bulgaristan’a geçen birliklerin Bulgar
halkına zarar vermemesi, birliklerin kendilerine gösterilen yerlere yerleşmesi
ve emre hazır bulunması, yerleşilen ordugâhlarda gece gündüz nöbetçi
bulundurulması ve kimsenin izinsiz ordugâhlar dışına çıkmamasını
emretmişti.49
Kolordu Komutanlığı 2 Ağustosta yayımladığı başka bir kolordu
emrinde, kolordu birliklerinin beş eşit gruba ayrıldığını, bu grupların Yeni
Zağra, Kızanlık, Eski Zağra, Tatar Pazarcığı ve Yanbolu’da ikamet
edeceklerini, Bulgaristan Hükûmetinin Osmanlı subay ve erlerine henüz
maaş vesair tahsis etmediğinden şimdilik kendi subaylarına ve erlerine
uyguladığı şekilde iaşe edeceklerini, şahsî hayvan ve askerî eşyanın Bulgar
tümen levazım başkanının başkanlığı altında kurulan komisyon tarafından
senet karşılığında teslim alınacağını bildirdikten sonra, 60 ncı Tümenin
kışlada bulunan ve hangarda ikamet eden bütün piyade ve topçu kıtaatını
beraber alıp Yeni Zağra’ya hareket edeceği, Kızanlık’a gidecek olan 55 nci
Tümenin Hangar’da ve Kışla’da bulunan sahra ve ağır topçu kıtaatını
beraber alacağı, Tatar Pazarcık’a gidecek olan 49 ncu Tümenin Hangar’da
ve Kışla’daki sahra ve ağır topçu birliklerini alarak Yanbolu’dan hareket
edeceği izah edilmişti.
Her gruba kendi ihtiyacını temin için altı araba tahsis edilmişti.50
Kolordu komutanlığı 5 Ağustos tarihinde bir tamim yayımlayarak hangi
birliğin nereye gideceği ve ne kadar kişi kalacağını belirmişti.51
Kolordu komutanlığı 6 Ağustosta yayımladığı bir başka emirle de
misafiri oldukları Bulgar Hükûmetinin subay ve üstsubaylarına karşı resmî
selâmı her subayın büyük bir dikkatle yerine getirmesinin mecburî olduğunu
belirterek, Bulgar Hükûmetinin subaylarına karşı hürmetsizlik yapılmaması
üzerinde durmuştu.52

48
1 nci Kolordu da mevcut 53 toptan 22’si Trakya’da bırakılmış, kalan 31 top da Bulgaristan’a
geçirilmiştir. Bıyıklıoğlu; s.369.
49
ATASE Arşivi; Kutu No: 1005 ,Gömlek No: 19, Belge No: 19-1.
50
a.g.a.; Kutu No: 782 ,Gömlek No: 129, Belge No: 129-5.
51
a.g.a.; Kutu No: 782 ,Gömlek No: 129, Belge No: 129-5.
51
a.g.a.; Kutu No: 782 ,Gömlek No: 129, Belge No: 129-1
52
a.g.a.; Kutu No: 782, Gömlek No: 149, Belge No: 149-1. 5 Ağustos 1920 tarihli kolordu
emrinde de yine selâm ve düzen konusunda titizlikle durulmuştu. a.g.a.; Kutu No: 782, Gömlek
No: 130, Belge No: 130-1.

134
Subay ve askerlerin nerede kalacakları ve ne şekilde davranacakları
bu şekilde çeşitli kolordu emirleri ile belirtilirken, kendilerine gösterilen yerler
dışında kalmak isteyen subaylar konusu üzerinde de durulmuş ve kolordu
komutanlığı bu konuda da emir yayımlamıştı. Kolordu komutanlığının 17
Ağustos tarihli emrinde bu konuya değinilmiş ve emirde, garnizon haricinde
ikamet edecek subayların bağlı oldukları tümen komutanlığından izin
alacakları ve izin tezkeresinin o garnizondaki en büyük Bulgar askerî
memuru tarafından vize edileceği, bu kişilerin ancak sivil olarak Bulgaristan
içinde istedikleri bölgede ikamet edecekleri belirtilmişti.53
Bulgar Hükûmeti kolordu birlik personeli iaşelerini temin ve bu kişileri
kışlalarda misafir etmekte idi. Bulgar askerî memurları da kolordu
personelinin elinde bulunan hayvan ve nakliye araçlarının bedelinden daha
az bir fiyata satılması karşısında kolordu elinde bulunan mevcut nakliye
araçları ve hayvanları değerinden alıp karşılığında bedellerini vermek üzere
mazbata vererek bu duruma son vermiş, böylece Türk ordusuna ait
hayvanların alım satımı tamamen önlenmişti. 54
Görüldüğü üzere Bulgaristan Hükûmeti kolordu birliklerinin barınma ve
yiyecek ihtiyaçlarını karşılamakta ve kolordu komutanlığı da geçen subay ve
askerlerin mümkün olduğu ölçüde askerî disiplin içinde yaşamlarını
sürdürmeleri konusunda gerekli emirler yayımlayarak, düzeni sağlamaya
çalışmıştır.
Bulgaristan’a Sığınan Muhacirler
1 nci Kolordu Komutanlığı birliklerinin yanı sıra, Trakya’da bulunan
yerli Türk halkı ve askerî okullardan da bazı kişiler Yunan işgalleri ve
zulümleri sonucu Bulgaristan’a sığınmıştı. Örneğin, Kırkkilise livasının kuzey
bölgesiyle Ergene nehrinin doğusunda bulunan Babaeski, Havza ve
Lalapaşa bölgelerinde bulunan köy ve Uzunköprü kazasının Meriç nehri
kenarında ve savaş hattı üzerinde bulunan Meşeli ve Kurutepe adındaki iki
karye halkı da korku içinde çekilen askeri takip ederek Bulgaristan’a göç
etmişlerdi.
Bulgaristan’a iltica eden muhacirlerin ilk kafilesi Yanbolu’da ve diğer
kafilesi Kızılağaç merkez kazalarında toplanmış ve Bulgaristan Hükûmeti
tarafından uygun görülen bölgelere geçici olarak yerleştirilmişlerdi.
Bulgaristan Meclisi tarafından Müslüman muhacirlerden Bulgaristan’da
kalmak isteyenlerin iskânlarına ve kendilerine inşası için gerekli inşaat
malzemelerinin parasız verilmesine ve her haneye ellişer dönüm arazi
dağıtımına karar verilmiş ve bu hususun temini ve muhacirlerin tespiti için de
Varna Mebusu Şakir Beyin başkanlığında olmak üzere bir komisyon
kurulmuştu. Müslüman muhacirlerin Deliorman bölgesine ve bir kısmının da
Yeni Zağra ve Eski Zağra civarında Müslümanlarla meskûn Balkan kısmına

53
a.g.a.; Kutu No: 782, Gömlek No: 139, Belge No: 13-2.
54
a.g.a.; Kutu No: 557, Gömlek No: 13, Belge No: 13-3.

135
iskânları kararlaştırılmıştı. Komisyon, muhacirlerin toplandığı bölgelerde
Bulgaristan dâhilinde iskanlarını talep eden ve tekrar mahallerine dönmek
isteyen muhacirleri kayıt ve tespit etmişti. Bu komisyonun düzenlediği
istatistiğe göre Bulgaristan’a iltica eden muhacirler 10.000’e ulaşmıştı. Bu
muhacirlerden 3000’i ordu ileri gelenleri olup kalanlar zorunlu bir şekilde
hicret edenlerden ibaretti. Komisyon muhacirlerden desteğe ihtiyacı olanlara
günlük yemek tahsis etmekle beraber ellişer leva da iane vermişti.
Yanbolu’da toplanan muhacirlerin büyük kısmı iskân için çeşitli bölgelere
sevk edilmişlerdi. 55
Bulgaristan’a Sığınan Okullar
Edirne’nin işgali üzerin Edirne İdadi-i Askerî (Askerî Lise) ve Leyl-i
Rüştiye-i Askerî subay ve öğrencilerinin bir kısmı da Yanbolu’ya ve daha
sonra Şumnu’ya doğru giderek Bulgaristan’a sığınmıştı. 56
Bulgaristan’a geçen İdadii Askerî subaylarının adı ve aile sayısı
şöyledir:
Rütbe ve görevi Adı Ailesi
Müdür Binbaşı Cemil 4
Yüzbaşı Musa Kazım -

Edirne Leyli Rüştiyei Askeriye Subayları


Rütbe ve görevi Adı Ailesi

Müdür Binbaşı Muzaffer 5

Müdür Muavini Yüzbaşı Mustafa 8

Kâtip İsmail Hakkı Efendi 4

Yüzbaşı Sermet Efendi 5

Mülâzımı Evvel Süreyya


Efendi

Mülâzımı Sâni Namık


Efendi

Sivil Öğretmenler Hikmet, Mahir Mazhar


Efendiler

55
a.g.a.; Kutu No: 557, Gömlek No: 13, Belge No: 13-3.
56
a.g.a.; Kutu No: 557 ,Gömlek No: 12, Belge No: 12-3.

136
Harp Okulunda öğrenci olup Edirne’de izinli bulunan öğrencilerin bir
kısmı da Bulgaristan’a sığınmıştı. Bu kişiler şunlardır: 57

Okulu Adı Baba adı Memleketi Doğum


Tarihi

Harp Okulu 1 nci Bölük Ali Nizami Ahmet Edirne 315


Hamdi

Harp Okulu 1 nci Bölük Ahmet Mustafa Edirne 316


Hamdi

Harp Okulu 1 nci Bölük Mehmet İsmail Hakkı Edirne 317


Emin

Birinci seneden Şakir Mahmut Edirne 321

Birinci seneden Mehmet Mustafa Edirne 316


Cevdet

Bulgaristan’a sığınan okul öğrencilerinden bir kısmı da Edirne Leyli


Rüştiyei Askeriye öğrencileridir. Bu kişiler de şöyledir:
Adı Baba Adı Memleketi Doğum Tarihi
Hasan Tahsin Şakir Manastır 319
İsa Hüseyin Selanik 321
Ahmet Ali Edirne 321
Ahmet Hamdi Hüsnü Edirne 321
Ahmet Nazif Keşan 321
Ahmet Münir Veysel İstanbul 321
Osman Şemsi Hüseyin İstanbul 321
İbrahim Cafer Keşan 320
Nurettin Ahmet Edirne 320
Nurettin Mustafa Trablusgarp 320
Halil Hikmet Hasan Edirne 320
Halit Hüsnü Edirne 321
Şükrü İzzet Edirne 321
Nurettin Ali Keşan 322
Ahmet Bahri Muhiddin Şam 325

57
a.g.a.; Kutu No: 557 ,Gömlek No: 12, Belge No: 12-5.

137
Mahmut Şakir Nuri Keşan 321
Harun Salim İnöz 321
Ali Hasan Edirne 320
Mehmet Zeki Ziya İstanbul 321
Ali Mehmet Edirne 322
Hasan Ali Edirne 322
Zeki Ali İstanbul 322
Hasan Sait Tekirdağ 320

Bulgaristan’a sığınan okullardan biri de Mektebi Sanayi ve Mektebi


Sultanî idi. Bu okulun öğrencileri ve adları da şöyledir: 58
Adı Baba Adı Memleketi Doğum Tarihi
Ahmet Vehbi Mehmet Edirne 315
İhsan Faik Edirne 315
Görüldüğü üzere yalnızca asker ve sivil halk değil pek çok okul
öğrencisi de Bulgaristan’a sığınmıştı. Edirne İdadii Askerî Müdürü Edirne’nin
düşmesi sonucu yarım saat içinde canlarını zor kurtardıkları ve bu şartlarda
Bulgaristan’a sığındıklarını belirtmişti. Okul müdürü Bulgaristan’a gittikten
sonra zor şartlar içinde hayatlarını sürdürdüklerini belirterek yardım talebinde
bulunmuştu. Okul müdürü yazısında, Müslümanların kendilerine yardım
ettiklerini ve kendilerine yarımşar ekmek verdiklerini, mektep odasında
tahtalar üzerinde yattıklarını ve bu şartlarda günde üç dört kişinin
hastalandığını belirterek içinde bulundukları durumu izah etmiş ve bundan
dolayı kendilerine yardım edilmesini Mekâtipi Askeriye Müdiriyeti
Umumiyesinden (İstanbul Askerî Okullar Müdürlüğü) istemişti. Kendilerine
bir miktar para yardımı veya Bulgar mahallî yönetiminden kendilerine gerekli
yardımın yapılmasının sağlanmasını istemişti.59
Okul müdürü 8 Eylül 1920 tarihinde İstanbul’da bulunan Genelkurmay
Başkanlığına da bir yazı göndererek kendilerinin zor durumda bulunduklarını
ve yardıma ihtiyaçları olduklarını belirtmişti. 60
Bulgaristan’a Sığınanların Geri Dönüşü
Bulgaristan’a sığınan gerek asker gerek sivil pek çok kişi bir süre
sonra İstanbul’a dönmek için faaliyete başlamışlardı. Bu amaçla ellerinde
hayvanları olanlar bu hayvanları çok düşük bir fiyata satarak İstanbul’a
dönüş yolu bulmuş, bir kısmı kıyafet değişikliği ve muhacir sıfatıyla Bulgar
Hükûmetinden pasaport alarak buradan ayrılmışlardı. Kalan kısım ise
İstanbul Hükûmetinin resmî emrini beklemişti. 61

58
a.g.a.; Kutu No: 557, Gömlek No: 12, Belge No: 12-5.
59
a.g.a.; Kutu No: 557, Gömlek No: 12, Belge No: 12-4.
60
a.g.a.; Kutu No: 557, Gömlek No: 12, Belge No: 12-3.
61
a.g.a.; Kutu No: 557 ,Gömlek No: 12, Belge No: 12-5. a.g.a.; Kutu No: 782 ,Gömlek No: 139,
Belge No: 139-2.

138
Bulgaristan’da bulunan subay ve askerlerin geri dönüşü konusunda 1
nci Kolordu Komutanlığı Hariciye Nezaretine bir rapor göndermiş, Hariciye
Nezareti de konuyu Sofya’da İspanya Başkonsolosluğuna bildirmişti. 62
Hariciye Nezareti, Edirne İdadî ve Leyl-i Rüştiye-i Askeriye
öğrencisinden Edirne ve Uzunköprü bölgesinde kalmış olanların İstanbul’a
geri getirilmesi konusunda da İngiltere ve Fransa olağanüstü komiserliklerine
başvurmuştu.
Bulgaristan’da bulunan kişilerin geri dönüşü konusunda yapılan
girişimler bir süre sonra Yunan Hükûmeti tarafından engellenmek istenmiş,
bu konudaki gelişmeleri 1 nci Kolordu Komutanlığı Harbiye Nezaretine
bildirmişti. 1 nci Kolordu Komutanlığı 23 Ekim tarihli yazısında, Bulgaristan’a
ilticaya mecbur kalan subay, üst subay ve memurlardan önemli bir kısmının
İstanbul’a ulaşmalarına onay alındığı, ancak Yunan Hükûmetinin Fransızlar
nezdinde yaptığı protesto üzerine, bölgede bulunan Fransız komutanlığınca
daha sonra hazırlanan vize işlemlerinden dolayı 40’ı Burgaz’da, 40’ı
İslimiye’de ve kalanı Bulgaristan’ın çeşitli bölgesinde bulunmakta olan 100’ü
aşkın subayın pasaportları vize edilmeyerek birçok güçlük çıkarıldığı
belirtilmişti.63
Hariciye Nezareti, Harbiye Nezaretine yazdığı 27 Ekim 1920 tarihli
raporda Bulgaristan’da bulunan kişiler hakkında bazı girişimlerinin
olduğundan bahsetmişti. Hariciye Nezareti, Edirne vilâyetinin Yunanlar
tarafından işgali üzerine Bulgaristan’a iltica eden askerî birlik ve muhacirlerin
durumunu araştırmak ve bu kişilere para yardımında bulunmak üzere bir
komisyonun Bulgaristan’a gitmesinin kararlaştırıldığını, komisyona Albay
Hüseyin Hakkı, konaklar müfettişliğine bağlı Binbaşı Tahsin ve daha önce
muhacir işlerinde bulunmuş olan Münir beylerin seçildiği ve bu konuda
Bulgaristan Hükûmetinin onayının alınması için girişimlerde bulunulduğunu,
gerekli kolaylığın gösterilmesi için Fransa Olağanüstü Komiserliği ile
Bulgaristan’da Osmanlı menfaatini koruyan İspanya Devleti’nin İstanbul
Elçiliğine tebligat gönderildiğini belirtmişti. Ancak Hariciye Nezareti daha
sonra bu kişilerin gönderilmesinden vazgeçmişti.64
Bulgaristan’a sığınan subay ve askerler bir süre sonra gerek
hayvanlarını satarak, gerek orada çalışıp para temin ederek, gerek çeşitli
yollarla pasaport temin ederek, gerekse hükûmetin yaptığı girişimler sonucu
İstanbul’a dönmüştü. Bulgaristan’a sığınanların bir süre sonra döndükleri
bilinmekle birlikte dönenlerin kaç kişi olduğu veya orada kalan olup olmadığı
konusunda herhangi bir bilgiye rastlanmamakla birlikte ATASE ve Dent.
Başkanlığı Arşivinde mevcut belgelerde subayların ne şekilde ve ne zaman
döndükleri konusunda çeşitli tutanaklar bulunmakta ve bu tutanaklar bize bu
konuda bilgiler vermektedir.

62
a.g.a.; Kutu No: 557 ,Gömlek No: 29, Belge No: 29-2,3.
63
a.g.a.; Kutu No: 557 ,Gömlek No: 23, Belge No: 23-2.
64
a.g.a.; Kutu No: 557 ,Gömlek No: 19, Belge No: 19-2.

139
Bulgaristan’dan İstanbul’a Dönen Subayların Bulgaristan’da
Gördükleri Muamele ile İlgili İfadeleri
Bulgaristan’dan İstanbul’a geri dönen subaylar Genelkurmay
Başkanlığı 3 ncü Şubeye gelerek, savaşta hangi birlikte oldukları,
Bulgaristan’a ne zaman sığındıkları, burada gördükleri muamele hakkında
bilgi vermişlerdi. ATASE ve Dent. Başkanlığında bulunan ve bu kişilerin
ifadelerini içeren belgelerde genel olarak bu kişilerin orada iyi muamele
gördükleri sonucu çıkmaktadır. Bu konuda fikir vermesi açısından birkaç
örnek vermek yerinde olacaktır. 65
Adı Sicili Birliği Kaldığı Dönüş Düşünceler
Bölge Tarihi
P. Bnb. 1311- 155 nci Çadırlı 17 Ekim Kendilerine Bulgar
İsmail c.95 Alay Kom. Ordugâh 1920 neferi tayını verildiği,
Vek. maaş vs. verilmediği ve
Bulgaristan’dan kötü
muamele
görmediklerini beyan
etmiştir.
P. Bnb. 1311- 170 nci Kızanlık 3 Ekim Bulgar Hükûmetinin
Ahmet c.167 Alay 2 nci 1920 kendilerine yemek
Tabur Kom. verdiği, Bulgar halkının
iyi muamele
gösterdiğini beyan
etmiştir.
P. Bnb. 1310- 153 ncü Çadırlı 15 Ekim Bulgar Hükûmetinin
Saadettin 313 Alay 1 nci Ordugâh 1920 iaşelerini sağladığı,
Tabur Kom. kendilerinin kışlalarda
barındırıldığını beyan
etmiştir.
P. Bnb. 1316-83 170 nci Çanakçı 1Ekim Bulgar Hükûmetinin
Hasan Alay 31 nci 1920 iaşelerini temin ettiği,
Basri Tabur Kom. Bulgarlardan kötü
muamele görmediğini
söylemiştir.
P.Bnb.Ali 1313- 55 nci Kızanlık 23 Eylül Bulgaristan’da iyi
Rıza 278 Tümen 171 1920 muamele gördüğünü
nci Alay 1 belirtmiştir.
nci Tabur
Tabip 49 ncu Çadırlı 17 Ekim İaşelerinin sağlandığı,
Bnb. Tümen 154 Ordugâh 1920 Müslümanlar
Fehmi ncü Alay tarafından iyi muamele
Baştabibi gördüğünü beyan
etmiştir.
Bay.Bnb. 49 ncu Bulgarlardan hiç kötü
Mehmet Tümen 49 muamele görmediğini
Hamdi ncu Alay 1 beyan etmiştir.
nci Tabur

65
a.g.a.; Kutu No: 788 ,Gömlek No: 2, Belge No: 2 ve ekleri.

140
İfadelerden de anlaşıldığı gibi, Millî Mücadele döneminde 1 nci
Kolordu birlikleri Bulgaristan’a sığınmak zorunda kalmış ve burada mevcut
şartlar içinde iyi muamele görmüştü.
Sonuç olarak denilebilir ki, Türk halkının var olma savaşı olarak
nitelenen Millî Mücadele döneminde, bu mücadelenin büyük önderi Mustafa
Kemal ile Bulgar Çiftçi Birliği Hükûmeti arasında bazı siyasal anlaşmalara
aykırı dahi olsa iyi ilişkiler kurulmaya çalışılmıştı. Her iki devletin de Birinci
Dünya Savaşı’nda aynı saflarda yer almış olması ve savaş sonrası yaşanan
ortak kader bu çabalarda etkili olmuştu. Millî Mücadele döneminde her iki
ülkenin yaşadığı sosyal, siyasal, iktisadî gelişmeler iki ülke arasındaki
ilişkilerde belirleyici unsur özelliğini taşımıştır.
KAYNAKLAR
ATATÜRK, Mustafa Kemal; Nutuk, c.III, Türk Tarih Kurumu Yayınları,
Ankara, 1989.
BELEN, Fahri; “İstiklâl Harbinde Trakya Harekâtı”, Askerî Mecmua,
Sayı 101, Yıl 54, 1 Haziran 1936.
Belgelerle Mustafa Kemal ATATÜRK ve Türk-Bulgar İlişkileri (1913-
1938), Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara,
2002.
BIYIKLIOĞLU, Tevfik; Trakya’da Millî Mücadele, Türk Tarih Kurumu
Yayınları, Ankara, 1955.
Bujak; Yunan Ordusunun Seferleri 1918-1922, Çev. İbrahim Kemal,
113 Sayılı Askerî Mecmua Lâhikası, İstanbul, Askeri Matbaa, 1939.
ERİM, Nihat; Devletlerarası Hukuku ve Siyasî Tarih Metinleri, c.I,
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, Ankara, 1953,
Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Arşivi.
GÖRGÜLÜ, İsmet; “Batı Trakya Mücadeleleri”, Silâhlı Kuvvetler
Dergisi, Yıl 107, Sayı 316, Temmuz 1988, Genelkurmay Askerî Tarih ve
Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları.
HAKOV, Cengiz; “ATATÜRK ve Bulgaristan ile Türkiye Arasında Yeni
Siyasal-Diplomatik Münasebetler”, Uluslararası İkinci Atatürk Sempozyumu,
Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 1996.
ORAN, Baskın; Türk-Yunan İlişkilerinde Batı Trakya Sorunu,
Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları, Ankara, 1986.
ŞİMŞİR, Bilal; Bulgaristan Türkleri (1878-1985), Ankara, Bilgi Yayın
Evi, 1985.
Türk İstiklâl Harbi Batı Cephesi, c.II, 2’nci Kısım, Ankara,
Genelkurmay Basım Evi, 1991.
VELİKOV, Stefan; “Kemal ATATÜRK ve Bulgar-Türk İlişkileri”, IX. Türk
Tarih Kongresi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1989.
VELİKOV, Stefan; Kemalist İhtilâl ve Bulgaristan (1918-1922), Çev.
Naime Yılmaer, Kitaş Yayınları, İstanbul,1969.

141
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK DÖNEMİNDE
TÜRK-BULGAR SİYASÎ İLİŞKİLERİ (1920-1938)

Prof. Dr. Ali SARIKOYUNCU *


Giriş
Mustafa Kemal ATATÜRK (1881-1938), Türk ulusunun XX. yüzyılda
yetiştirdiği en büyük komutan, tanınmış devlet ve siyaset adamı, Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanıdır.
“Yurtta barış, dünyada barış” ilkesi üzerine gerçekleştirilen Türk iç ve
dış siyasetinin temel ilkelerinin belirlenmesinde ve çözümlenmesinde
Mustafa Kemal ATATÜRK’ün büyük katkısı olmuştur. Onun yönetiminde
Türkiye Cumhuriyeti, dünya barışının korunması ve gelişmesinde önemli rol
oynamıştır. Balkanlar ve Yakın Doğu’da barış rüzgârlarının esmesinde bu
büyük devlet adamının unutulmaz hizmetleri olmuştur. Konu olarak
seçtiğimiz Türk-Bulgar ilişkileri buna en çarpıcı bir örnektir.
Balkan savaşları (1912-1913) sona erip Bulgaristan ile Osmanlı
Devleti arasında 29 Eylül 1913’te İstanbul Barış Anlaşması1 imzalandıktan
sonra Mustafa Kemal ATATÜRK, 27 Ekim 1913 tarihinde Türkiye’nin Sofya
Elçiliği askerî ataşeliğine atanmıştır.2 O Sofya’da bulunduğu 2 Şubat 1915
tarihine kadar görevini başarıyla sürdürmüştür. İstanbul’a gönderdiği 100’ün
üzerindeki raporla3 Osmanlı yönetimini özellikle Bulgarlar ve Balkanlar
hakkında aydınlatan Mustafa Kemal ATATÜRK, Bulgaristan’daki halk ile de
yakından ilgilenmiştir. O ayrıca Bulgaristan’da askerî erkân, parlâmentodaki
Türk ve Bulgar milletvekilleri ve aydınların yanı sıra, Makedon devrim
hareketi temsilcileriyle de çok iyi dostane ilişkiler kurmuştur.4

*
Osmangazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi
1
Bk. Düstur, Tertip II, c.7, s.19-45.
2
Azmi Süslü-M. Balcıoğlu; Atatürk’ün Silâh Arkadaşları Atatürk Araştırma Merkezi Şeref
Üyeleri, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları,
Ankara, 1999, s.3.
3
Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt ve Genelkurmay Denetleme Başkanlığı Arşivinde
muhafaza edilmekte olan bu raporlardan bir kısmı yayımlanmıştır. Bk. Belgelerle Mustafa Kemal
Atatürk ve Türk-Bulgar İlişkileri (1913-1938), T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü
Yayınları, Ankara, 2002, s.151-185. Atatürk Haftası Armağanı (10 Kasım 1975), Genelkurmay
Harp Tarihi Başkanlığı Resmî Yayınları Atatürk Serisi No:4, Ankara, Genelkurmay Basım Evi,
1975, s.71-126. Esra Sarıkoyuncu; Mustafa Kemal Atatürk’ün Sofya Askerî Ataşeliğinin Türk-
Bulgar İlişkilerine Yansımaları (1913-1938), Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih
Anabilim Dalı Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2002, s.45-53.
4
Mustafa Kemal Atatürk’ün Sofya askerî ataşeliği esnasındaki hizmetleri için bk. Tahsin Ünal;
“Mustafa Kemal’in Ataşemiliterliği” Türk Kültürü, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Sayı:90
(Nisan 1970) s.361-365. Altan Deliorman; Mustafa Kemal Balkanlar’da, Türkiye Yayınları,
İstanbul, 1959, s.1 vd. Esra Sarıkoyuncu; s.8-53. Cemalettin Taşkıran; “1913’te Mustafa Kemal
Atatürk’ün Sofya’daki Faaliyetleri ve Birinci Dünya Savaşı’nda Türk-Bulgar İlişkileri” Askerî Tarih
Bülteni, Yıl:23, Sayı:45 (Ağustos 1998), s.1 vd.

143
Özellikle onun Bulgarlarla kurmuş olduğu iyi ilişkiler, Bulgaristan’ın
Birinci Dünya Savaşı’na Türkiye’nin müttefiki olarak girmesinde etkili
olmuştur.5 Çünkü o, Sofya’dan 2 Şubat 1915’te ayrıldığında kendisini seven,
saygı duyan pek çok Bulgar bulunuyordu. Mustafa Kemal ATATÜRK de
Bulgar halkından en sıcak ve samimî duygularla ayrılmıştır ki, aşağıda
değinileceği üzere ilerleyen yıllarda bu duyguların dostane Türk-Bulgar
ilişkilerinin kurulup gelişmesinde çok olumlu katkısı olacaktır.
Çalışmamızda Türk ve Bulgar arşiv belgelerinden de yararlanılarak,
Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Türkiye Büyük Millet Meclisi başkanlığı ve
cumhurbaşkanlığı dönemlerindeki Türk-Bulgar siyasal ilişkileri üzerinde
durulacaktır.
A. Millî Mücadele’de Türk-Bulgar İlişkileri
Türkiye ile Bulgaristan birlikte Üçlü İttifak yanında Birinci Dünya
Savaşı’na girmişler ve Almanya’nın müttefikleri olarak her iki devlet de
savaştan yenik çıkmışlardır. Bunun bir bedeli olarak İtilâf devletleri her iki
ülkeye önce koşulları çok ağır olan Selânik (29 Eylül 1918) ve Mondros (30
Ekim 1918) ateşkeslerini, sonra da Neuilly (27 Kasım 1919) ve Sevr (10
Ağustos 1920) antlaşmalarını imzalatmışlardır. Neuilly ile Bulgaristan’ın
Ege’ye çıkışı elinden alınırken, Sevr ile de Türkiye tarihten silinme noktasına
gelmiştir. Bununla birlikte Selânik ve Mondros ateşkes anlaşmalarıyla iki ülke
arasındaki diplomatik ilişkiler de kesilmiştir. Türkiye’deki Bulgar çıkarlarını
İsveç Elçiliği, Bulgaristan’daki Türk çıkarlarını da Sofya’daki İspanya Elçiliği
yüklenmiştir.
Söz konusu yasağa rağmen, her iki ülke arasında doğrudan
diplomatik ilişkilerin kurulması yönünde Türk Millî Mücadelesi’nin ilk
gününden itibaren sıcak ilişkilerin başladığını görüyoruz. Bu olumlu
gelişmenin oluşumunda, Mustafa Kemal ATATÜRK’ün askerî ateşe olarak
Sofya’da bulunduğu süre içerisinde kurduğu sıcak ilişkilerin etkisi büyüktür.
Nitekim 1920 yılının 30 Nisan’ında Mustafa Kemal ATATÜRK, TBMM adına
Bulgar Başbakanı Alexsandre Stanboliyski’ye bir mektup göndermiştir.
İstanbul’daki Osmanlı Meclisi Mebusanın 18 Mart 1920 tarihinde İngilizler
tarafından basılarak kapatıldığı, birçok milletvekilinin tutuklanarak sürgüne
gönderildiği, dolayısıyla Ankara’da bir meclis açmak zorunda kaldıkları ve bu
meclisin ülkenin şimdiki ve gelecekteki kaderini ele aldığı belirtildikten sonra
mektup şu cümle ile son bulmaktadır:
“Türk halkının haklı isteklerini olumlu karşılayacağınız ümidiyle,
Hazretleri’nden yüksek hürmetlerimi kabul etmenizi rica etmekteyim.”6
Fransızca olarak yazılan bu mektup, Stefan Velikov’un da belirttiği gibi
ATATÜRK’ün Bulgar Hükûmetine, Bulgar kamuoyuna yalnızca Türk halkının
Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın içeriği ve hedefleri konusunda bilgi verme

5
Bk. Esra Sarıkoyuncu; s.26-39.
6
TsDİA (Tsentralen Darjeven Archiv-Bulgaristan), fond 176, op. 4, a.e. 551, h 152-179.

144
arzusunun bir ifadesi olmayıp, iki hükûmet arasında doğrudan diplomatik
ilişkiler kurulması yolunda ilk deneme niteliğini de taşımaktadır.7
Bundan sonra iki ülke arasındaki diplomatik gelişmeler, Millî Mücadele
süresince şöyle bir seyir izlemiştir:
1921 Mayısının ikinci yarısında Bulgar Halk Çiftçi Hükûmeti, Bulgar
Halk Çiftçi Partisi grubundan halk mebusu Angel Grozkov’un başkanlığında
bir diplomatik heyeti gizlice Ankara’ya göndermiştir. Yeni Türkiye yöneticileri,
Bulgar heyetini Ankara’da büyük bir saygı ve özenle karşılamışlardır. Bulgar
heyet üyeleri, başta Eskişehir ve Kütahya olmak üzere cepheleri ziyaret
etmişlerdir.8 Bu arada aynı günlerde (24 Mayıs 1921) General Sabuncuyev,
TBMM’ce yetkili kılınacak bir zatla, seçilecek bir mahalde veya davet
olunduğu takdirde Trakya ve Makedonya hakkında görüşme isteğinde
bulunmuştur.9
Öte yandan Bulgaristan’ın uluslararası durumunun güç olmasına
rağmen Stanboliyski Hükûmeti Ankara Hükûmetine 1921’in başlarından beri
Sofya’da resmî bir temsilcisini bulundurmasına olanak sağlamıştır. Bu
temsilci, Mustafa Kemal’in en güvenilir kişilerinden Cevat Abbas (Gürer)’tı.10
O, Bulgaristan’dan Kurtuluş Savaşı için iktisadî yardımın gönderilmesini
organize etmiştir.11 Ayrıca, Fuat (Balkan) Bey, Ankara Hükûmeti tarafından
Batı Trakya ve Makedonya’da çetecilik faaliyetleri yapmak üzere
görevlendirilmiştir. Yine Şakir (Kesebir) Bey de Doğu Trakya’da Ankara
Hükûmetinin talimatları doğrultusunda faaliyet göstermiştir.12
Bulgar Hükûmetinin Türk Millî Mücadelesi’ne karşı tutumu Başbakan
Stanboliyski’nin 7 Nisan 1921 tarihinde Bulgar Millet Meclisinde yaptığı
konuşmada şöyle dile getirilmektedir:
“İdare bana her zaman ağır gelmiştir. Fakat durum bir ay önce
büsbütün ağırlaştı.Çok güç dakikalar geçirdik. Sanki diplomatik bir savaş
veriliyordu. Öyle şartlar doğdu ki, siyasî, askerî ve malî komisyonlarla şiddetli
mücadeleler yapmak gerekti. Bizim için bu güç çalışma ve çatışmalar
nereden doğdu? Bunun dünya olayları içinde derin detayları ve ortalıkta
belirli olan sebepleri vardır. Görünen sebeplerden bu ağır durumu meydana
getiren şunlardır: Kemal Paşanın Bulgaristan’da bazı temsilcileri vardır. Bu
durum büyük sorunlar yaratmıştır. Müttefiklerin büyük kuvvetlerinin
bulunduğu İstanbul’dan buraya Kemalist temsilciler gelmiştir. Bu şahıslara

7
Stefan Velikov; “Kemal Atatürk ve Türk-Bulgar İlişkileri”, IX. Türk Tarihi Kongresi Bildirileri,
Ankara, Türk Tarih Kurumu Basım Evi, 1989, s. 1956.
8
Velikov; s. 1956.
9
Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Arş., Kl: 51, Belge No: 131.
10
Velikov; s.1956-1957.
11
Cengiz Hakov; “Atatürk ve Bulgaristan ile Türkiye Arasında Yeni Siyasal-Diplomatik
Münasebetler”, Uluslararası İkinci Atatürk Sempozyumu (5-11 Eylül 1991, Ankara), c. II, Atatürk
Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara, 1996, s.1273.
12
İbrahim Kamil; Kurtuluş Savaşı İle İlgili Bulgaristan Diplomatik Belgeleri, Doktora Tezi
(Basılmamış), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 1996, s.100-108.

145
izin verilmiştir. Bunların neden geldikleri soruluyor. Size soruyorum, hangi
uluslararası antlaşma bizi onları kovmaya mecbur edebilir? Onlar
Yunanistan ile savaştılar. Bulgaristan’da az mı Rum var? Biz esir bir ülke mi
yoksa bağımsız bir ülke miyiz? Biz buraya gelmiş ve hiçbir kötülük
yapmayan insanları kovabilir miyiz?”13
Öte yandan Bulgar Hükûmetince Aralık 1922’de de Türkiye ile iyi
komşuluk ve dostluk ilişkilerinin kurulması için Dimitr Açkov başkanlığında
bir diğer Bulgar heyeti yine gizlice Ankara’ya gönderilmiştir.14
B. Türk-Bulgar Diplomatik İlişkilerinin Kurulması Çalışmaları
Başında Mustafa Kemal ATATÜRK’ün bulunduğu Türk milleti,
Bulgaristan’dan farklı olarak, ona zorla kabul ettirilen Sevr’i tanımayarak
silâha sarılmıştır. Üç yıl süren bir mücadelenin sonunda emperyalistleri
Anadolu topraklarından atmıştır. Türk milletinin bu başarısı, 24 Temmuz
1923 tarihli Lozan Barış Antlaşması’yla da tescil edilmiştir. Böylece
uluslararasında tanınan ve takdir gören yeni bir Türk Devleti doğmuştur.
Başka bir ifadeyle ATATÜRK önderliğinde Türk milleti, Sevr’i tarihin
çöplüğüne atarak 29 Ekim 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur.
Kendisine dayatılan yasağa rağmen, Millî Mücadele esnasında
Ankara Hükûmeti ile gayriresmî ilişkiler kuran Alexsandre Stanbolyski
Hükûmeti, henüz daha Lozan Barış Antlaşması imza edilmeden, yeni
Türkiye’nin Balkanlar’da artan rolünün de etkisiyle, Edirne Konsolosu Todor
Markov’u Mustafa Kemal ATATÜRK ile görüşmesi talimatını vermiştir.15 27-
31 Ocak tarihlerinde İzmir’de gerçekleşen Mustafa Kemal-Todor Markov
görüşmesinde kararlaştırıldığı gibi, 1923 yılı Mayısında Türk Hükûmeti,
Bulgar Hükûmetine iki ülke arasında normal diplomatik ilişkilerin kurulması
için öneride bulunmuştur.16 Bu konuda Bulgar Hükûmeti de arzuludur.
Ankara Hükûmetinin Mayıs 1923’te iki ülke arasında diplomatik ilişkilerin
kurulması için bulunduğu resmî müracaata, Bulgar Hükûmeti Türk
temsilcisini kabul edebileceklerini ancak Bulgaristan’daki Türk menfaatlerini
koruyan İspanyol Elçiliğine bağlı olmasının gerektiğini bildirmişlerdir. Bulgar
Hükûmetinin 1 Mart 1923’te İstanbul’a gönderdiği temsilcisi Markov, Ankara
Hükûmetinin İstanbul temsilcisi Adnan Bey ile görüşmüş, yakında kendisinin
Ankara temsilciliğine görevlendirileceğini ancak İngilizlerin bunu hoş
karşılamadığı için çekimser davranıldığını söylemiştir.17 27 Mayıs 1923
tarihinde ise Bulgar Hükûmeti, Ankara Hükûmetinin İspanyol Elçiliğine bağlı
olmayan yarı resmî nitelikte bir temsilci göndermesini kabul etmiştir.18 Bu
sırada Ankara Hükûmeti, Lozan Barış Antlaşması’nın görüşmelerini
13
Pars Tuğlacı; Bulgaristan ve Türk-Bulgar İlişkileri, İstanbul, 1984, s. 116.
14
TsDİA, fond 176, op. 4, a.e. 2577, 1. 1-g.
15
29 Ocak 1923’te Türk Hükûmeti de Bulgar Hükûmetinin Türkiye ile siyasî ilişkilerde
bulunabilmesi için görüşme talebinde bulunması gerektiğini bildirmiştir (Başbakanlık Devlet
Arşivleri Genel Müdürlüğü Cumhuriyet Arşivi(BAC), 030-10-239-615-2).
16
Bk. Belgelerle Mustafa Kemal Atatürk ve Türk-Bulgar İlişkileri(1913-1938).
17
Atatürk’ün Millî Dış Politikası (Millî Mücadele Dönemi’ne Ait 100 Belge) 1919-1923, c. I, Kültür
Bakanlığı Yayınları, No: 392, Ankara, 1994, s.510.
18
Tuğlacı; s.129.

146
yapmaktadır. İstanbul’da bulunan T. Markov, Mustafa Kemal’den Türkiye’nin
tutumunu öğrenmek için görüşme talebinde bulunmuştur. Mustafa Kemal de
Markov’un itimatnamesine “Markov’u tanırım. Son zamanda İzmir’e geldi,
görüştüm. Gelmeli!”19 şeklinde bir not düşerek, gelmesine müsaade etmiştir.
Ancak ne var ki, bu tarihlerde Bulgaristan’ın iç işleri hayli karışıktır.
Bulgar Çiftçi Partisi, 9 Haziran 1923’te darbe ile iktidardan düşürülerek,
askerler ve Makedonya Komitesi, yönetime hâkim olmuştur.20 Hükûmet
darbesi ve Aleksandr Stamboliyski’nin öldürülmesi, iki ülke arasında
yapılacak görüşmelerin gecikmesine neden olmuştur. 10 Haziran 1923’te
kurulan yeni hükûmet, Bulgaristan’ın imzaladığı uluslararası bütün
anlaşmalara ve yükümlülüklere sadık kalacaklarını ve bütün komşu
devletlerle iyi ilişkiler kurma yönünde çaba harcayacaklarını açıklamıştır. Bu
beyanata rağmen, Türk Hükûmeti, darbeyle işbaşına gelen Alexsandre
Tsankov Hükûmetine güvensizlik duyduğu gibi, hükûmet değişikliğini de
Balkanlar’da İngiliz ve İtalyan siyasetinin bir zaferi olarak algılamıştır.21
Bulgaristan’da Alexsandre Tsankov’un Hükûmeti, 1923’ten 1926 yılına
değin iktidarda kalmıştır. Dışişleri ve Mezhepler bakanı tanınmış asker ve
politikacı Hristo Kalfov olmuştur. İç siyasetinde Çiftçi Partisinden tamamen
ayrılan yeni hükûmet, bazı aşırı sağcı partilerin gayretlerine rağmen,
Stambolisyski dönemi izolâsyon siyasetinin etkisinden kurtulmak için çaba
harcamıştır.22 Bu amaçla Tsankov Hükûmetinin Dışişleri Bakanı Hristo
Kalfov, 19 Haziran 1923’te İstanbul’daki İsveç Elçisi Wallenberg’e bir mektup
göndererek, İsveç sorumluluğundaki Bulgar temsilciliğinin kapandığını ve
Bulgaristan Hükûmetinin Türk Hükûmeti ile doğrudan resmî diplomatik
ilişkilerde bulunmak istediğini bildirmiştir.23 Ayrıca Bulgar Hükûmeti Batı
Avrupa hükûmetlerince de resmen tanındığından, Türk Hükûmeti de Türk-
Bulgar ilişkilerinin normalleşmesi görüşmelerinin yeniden başlatılması
arzusunda bulunmuştur.24 Türkiye de 5 Temmuz 1923 günü Bulgar
delegasyonunun yarı resmî durumunu kabul ettiğini bildirmiştir. Bu arada 7
Temmuz 1923’te, İsveç Elçiliği de Bulgar şubesinin tasfiye edildiğini resmen
açıklamıştır.25
İki ülke arasında diplomatik ilişkilerin kurulması açısından son derece
olumlu gelişmelerin sürmekte olduğu bu günlerde, 24 Temmuz 1923’te
Lozan Barış Antlaşması imzalanmıştır. Yeni Türk Devleti’nin uluslararasında
tanınması sonrasında Bulgar Hükûmeti, Lozan Antlaşması’nı imzalayan
devletlerden biri olarak, 31 Ağustos 1923’te Todor Markov’u resmî bir
itimatname ile uluslararası kurallara uyarak resmî elçi sıfatıyla Türkiye’ye
göndermiştir.26

19
Atatürk’ün Millî Dış Politikası (Millî Mücadele Dönemi’ne Ait 100 Belge) 1919-1923, s.510.
20
Ali Sarıkoyuncu; s.XXV. Tuğlacı; s.129. Hakov; s.1276.
21
Belgelerle Mustafa Kemal Atatürk ve Türk-Bulgar İlişkileri (1913-1938), s.LIII.
22
Tatarlı; s.148.
23
Tuğlacı; s.130.
24
Hakov; s.1276-1277.
25
Tuğlacı; s.130.
26
a.g.e.; s.130.

147
İki ülke arasında iyi komşuluk ilişkilerinin bir an önce kurulması,
Türkiye’nin ve özellikle Bulgaristan’ın menfaatinedir. Bunu İstanbul’daki
Bulgar Elçiliği diplomatik temsilcisi Todor Markov, Bulgar Dışişleri
Bakanlığına, Bulgar-Türk görüşmelerinin aktifleştirilmesinden bahsederek
şöyle demektedir :
“Lozan’da imzalanmış olan barış antlaşması Türkler için büyük bir
siyasî zaferdir… Savaş sonrası ilişkilerde, diğer komşularımızın oluşturduğu
düşmanca çember içinde nefes alabileceğimiz doğuda tek bir açık kapı
kalıyor o da, şimdiye kadar bize karşı iyi niyetliliğini kanıtladığı Türkiye
kapısı…”27
Bütün bu gelişmeler sonrasında, sıra iki ülke arasında yapılacak bir
dostluk antlaşmasının imzalanmasına gelmiştir.
C. Türk-Bulgar Dostluk Anlaşması ve Sonrası Siyasî İlişkiler
1- 18 Ekim 1925 Tarihli Dostluk Anlaşması
Siyasî ilişkilerin geliştirilmesine ilişkin yürütülen Türk-Bulgar
görüşmeleri, tecrübeli diplomat Simeon Radev’in 3 Aralık 1923 tarihinde
Markov’un yerine Türkiye’ye Bulgar elçisi olarak atanmasıyla hız
kazanmıştır. Zira Galatasaray mezunu olan S. Radev, Türkiye’yi çok iyi
tanıyan ve mükemmel Türkçe konuşabilen bir diplomattır.28
Öte yandan Türkiye Cumhuriyeti Devleti de bir an önce iki ülke
arasında iyi komşuluk ve dostluk ilişkilerinin sağlanmasını istemektedir.
Nitekim Türk-Bulgar ilişkilerinin geliştirilmesi amacıyla yapılan görüşme
münasebetiyle S. Radev’i kabul eden Türkiye Başbakanı İsmet İnönü, bu
konudaki görüşlerini şöyle açıklamıştır :
“Türkiye, Bulgaristan ile yakın bir dostluk kurmak arzusundadır…
Bizim siyasetimiz açık bir siyasettir. Bulgaristan aleyhinde hiç bir art
niyetimiz yoktur.”29
S. Radev de şu karşılığı vermiştir :
“Biz, bütün komşularımızla, özellikle de geçmişin, anıların,
menfaatlerin bizi bağladığı Türkiye ile dostane ilişkilerimizin olmasını
istiyoruz…”30
Türk-Bulgar görüşmelerinin merkezinde, göçmenler ve onların emlâkı,
azınlık hakları ve onların himayesi, Türkiye’deki Bulgar okullarıyla
İstanbul’daki Bulgar Ekzarhlığı ve Bulgaristan’daki Türk okullarının geleceği
gibi iki ülke arasında “askıda kalan sorunlar” olarak adlandırılan konuların
çözümü öncelikli olarak yer almıştır.31

27
Ali Sarıkoyuncu; s.XXVII.
28
Hakov; s.1277.
29
Ali Sarıkoyuncu; s.XXVIII.
30
TsDA, fond, 176k, op.4a.e.2977,L.61.
31
Ali Sarıkoyuncu; s.XXVII.

148
10 Haziran 1924’te başlayan görüşmelerde Bulgar Hükûmetini Elçi S.
Radev, Türk tarafını ise Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Tevfik Kamil
Bey ile Başbakanlık Hukuk Müşaviri Münir Bey temsil etmiştir.32
Azınlık ve göçmenler sorunu üzerine yürütülen görüşmelerde pek
ilerleme kaydedilememiştir. Türk tarafı, göçmenlerin kendi doğum yerlerine
yerleşmelerine karşı çıkmıştır. Buna karşın, Bulgar tarafı ise, tam tersi bir
görüşü ortaya atmıştır. Azınlık meselesinde de Türkiye’deki Bulgar azınlığa
tanınan hakları göz önünde bulunduran Türkiye, Bulgaristan’daki Türk
azınlığı için de İstanbul Antlaşması hükümlerine uyulmasını istemiştir.33
29 Eylül 1913 tarihinde Türkiye ile Bulgaristan arasında imzalanan
İstanbul Anlaşması’nın dokuzuncu maddesine göre bu tarihe kadar Doğu
Trakya’yı terk eden Bulgarlar iki yıl içinde kendi ülkelerine dönebileceklerdi.
Ancak patlak veren Birinci Dünya Savaşı sebebiyle pratikte bu hüküm işlerlik
kazanamamıştır. Türkiye’nin göçmenler sorunu konusundaki tutumu
hakkında tartışılırken, Türk Dışişleri Bakanı Dr. Tevfik Rüştü Aras, Bulgar
Elçisi Simoen Radev’e şöyle demiştir :
Gerçekte nüfus mübadelesi Balkan Savaşı esnasında yapılmış
bulunuyor. Bu gerçek, bir anlaşma ile kanunlaştırılmalıdır. Türkiye, kapılarını
Bulgar tebaasından olanlara geniş olarak açıyorsa da bu, Türkiye’den
kaçanlar için geçerli değildir.34
Türk-Bulgar görüşmelerinin, göçmenler ve azınlık hakları konusunda
bir görüş birliğine varılamaması yüzünden uzayıp gitmesi karşısında Mustafa
Kemal ATATÜRK, “Türk-Bulgar görüşmelerinin verimsiz uzatılması,
geciktirilmesi iki ülke kamuoyunu artık tedirgin etmektedir. Görüşmelerin
sona ermesi ya da tamamen kesilmesi zamanı gelmiştir.” diyerek bu
durumdan memnuniyetsizliğini dile getirmiştir.35
Böylece görüşmelerin başarılı olarak sonuçlanması ya da başarısız
kesintiye uğraması seçeneği karşısında kalan Bulgar Hükûmeti, Elçi S.
Radev’e şu talimatı vermiştir :
1. Mademki, askıda kalan sorunlar çözümlenmeden dostluk
antlaşmasının imzalanması şüpheli, onlar antlaşma yürürlülüğünde ek bir
protokolle de çözümlenebilir.
2. Trakya göçmenlerinin geri dönmelerine yanaşmayan Türk Hükûmeti
hiç olmazsa, onların gayrimenkul mallarına karşılık adilâne bir tazminat
sağlamalıdır. Bunun, Bulgar topraklarını terk etmiş Türk göçmenlerine de
şümulü vardır.
3. Azınlıklar sorunu, Bulgaristan ile Türkiye’nin bu alanda halklar arası
antlaşmalarda üstlendikleri yükümlülüklere uygun olarak çözümlenmelidir.

32
Tuğlacı; s.130.
33
Hakov; s.1278.
34
Belgelerle Mustafa Kemal Atatürk ve Türk-Bulgar İlişkileri (1913-1938), s.LV.
35
Ali Sarıkoyuncu; s.XIX.

149
4. Türk Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü’nün ülkelerimiz arasında daha
olumlu bir yakınlaşma temennisine karşılık olarak Türkiye’nin barışçıl
siyasetlerine ileride de devam edeceğini beyan edebilirsiniz.36
Nihayet iki yıla yakın bir süre devam eden Türk-Bulgar görüşmeleri 18
Ekim 1925 tarihinde olumlu olarak sonuçlanmıştır. Bu tarihte Ankara’da
Bulgaristan ile Türkiye arasında beş maddeden oluşan bir Dostluk
Anlaşması ile Ek Protokol ve İkamet Sözleşmesi imzalanmıştır. Bu
antlaşmanın maddeleri şöyledir37:
1. Türkiye Cumhuriyeti ile Bulgar Krallığı arasında bozulmaz bir barış
ve içten ve sonsuz bir dostluk olacaktır.
2. Anlaşmalı yüksek taraflar, iki devlet arasındaki diplomasi ilişkilerini
devletler hukuku kurallarına uygun biçimde kurmak konusunda
anlaşmışlardır.
Taraflar, her birinin diplomatik temsilcilerinin öteki taraf ülkesinde,
karşılıklı olma koşulu ile devletler genel hukuku kurallarına dayanan bir işlem
görmesini kararlaştırmışlardır.
1. Anlaşmalı yüksek taraflar bir ticaret sözleşmesi, bir oturma
sözleşmesi ve bir hakem anlaşması yapma konusunda anlaşmışlardır.
2. Bu anlaşmalar onaylanacak ve onay belgeleri Ankara’da en kısa bir
süre içinde verişilecektir. İşbu antlaşma, onay belgelerinin verişiminden 15
gün sonra yürürlüğe girecektir.
3. İşbu anlaşmaya bağlı protokol, onun bütünleyici bir parçasını
oluşturur.
Türk-Bulgar Dostluk Anlaşması, Türkiye’nin pek çok devletle yaptığı
üzere, Türkiye ile Bulgaristan arasında iyi komşuluk, samimî bir dostluk ve
devletler hukuku ilkelerine uygun biçimde, diplomasi ilişkileri kurulmasını;
ticaret, oturma ve hakem anlaşmalarının imzalanmasını öngörmektedir. Bu
antlaşmanın diğer antlaşmalardan farklı yanı ekleridir. Ankara’da, Dostluk
Anlaşması’nın yanı sıra ek protokolle birlikte bir de oturma sözleşmesi
imzalanmıştır.
Türk-Bulgar Dostluk Anlaşması’na Ek Protokol ile Türk Hükûmeti
Lozan Antlaşması’nda Müslüman olmayan azınlıkların korunması için kabul
ettiği hükümlerden (Madde 37-45) Türkiye’deki Bulgar azınlığını da
yararlandıracaktır. Buna karşılık Bulgar Hükûmeti de Neuilly Barış
Anlaşması ile Bulgaristan’daki azınlıklar için kabul ettiği hükümlerden
Müslümanları da yararlandırmayı kabul etmiştir. Protokole göre, iki devletin
yurttaşları kanun önünde ırk, dil ve din farkı gözetilmeksizin eşittir. Ayrıca
medenî ve siyasî haklara da sahiptir. Ana dillerini serbestçe konuşabilir, dinî
36
Hakov; s.1279.
37
İsmail Soysal; Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları (1920-1945), c. I, Türk Tarih Kurumu
Yayınları, Ankara, 1989, s.255-256.

150
yükümlülüklerini serbestçe yerine getirebilirler. Yine bu protokolün B
fıkrasında da İstanbul hariç Avrupa Türkiye’sinden Bulgaristan’a göç eden
Bulgarların gayri menkulleri ve Balkan savaşları sonunda Osmanlı
Devleti’nden koparılan topraklardan Türkiye’ye göç edenlerin gayri
menkulleri, bulundukları ülkenin elinde kalacağı hükme bağlanmıştır.
Böylece Türk-Bulgar ilişkilerindeki bu hassas sorun daimî çözüme
kavuşmuştur. Protokol, bunlardan başka Balkan savaşları sonucunda 29
Eylül 1913 tarihinde İstanbul’da imzalanan Türk-Bulgar Barış Anlaşması’nın
iki ülkenin sınırına ilişkin olanları dışındaki tüm hükümlerini ortadan
kaldırmıştır.
Oturma Sözleşmesi’nde de Bulgaristan uyruklu olanların Türkiye’de,
Türkiye uyruklu olanların da Bulgaristan’da ikamet etme koşulları
belirlenmiştir. Ayrıca bu sözleşme ile iki taraf şu yükümlülükleri de
üstlenmektedir: Bulgaristan Türkleri ve Türkiye’deki Bulgarların gönüllü
göçüne hiçbir engel çıkarılmayacaktır. (Madde 2) Bir ülkenin uyruklarına
tanınan ticaret, zanaat vb. her çeşit işi yapma hakkı diğer ülkenin uyruklarına
da tanınacaktır. (Madde 3) Bir ülkenin uyrukları diğer ülkede toprak edinme
dışında her çeşit menkul ve gayri menkul edinme hakkına sahip olacaklardır.
(Madde7)
Ankara Antlaşması ve Ek Protokolü ile Oturma Sözleşmesi 17
Ağustos 1926 günü yürürlüğe girmiştir38.
Bu antlaşma sonrasında öncelikle yapılan ticarî antlaşmalarla iki
devlet ilişkilerine bir canlılık gelmiştir. İlk ticaret antlaşması 12 Şubat
1928’de, Bitaraflık, Uzlaşma, Adli Tesviye ve Hakem Anlaşması da 6 Mart
1929 yılında yapılacak ve onları zamanla öteki iş birliği antlaşmaları
izleyecektir.39
2. Türk-Bulgar Başbakanlarının Karşılıklı Ziyaretleri
a. Bulgaristan Başbakanı Nikola Muşanov’un Ankara’ya Ziyareti
Balkanlar’daki ve öteki ülkelerdeki devlet adamlarıyla kişisel dostluklar
kurma yolunda önemli adımlar atan Mustafa Kemal ATATÜRK, Bulgar Çarı
Boris III ile sıcak ve samimî ilişki kurmuştur. Bu durumu her iki devlet
adamının karşılıklı yazışmalarında ve diplomatik personeli kabullerinde
yaptıkları konuşmalarda görmek mümkündür. Özellikle Çar Boris III, Mustafa
Kemal ATATÜRK’e gönderdiği yazılarda, “Büyük ve iyi dostum”, “Çok değerli
ve büyük dostum”, “Fedakâr ve iyi dostunuz” şeklinde hitap etmektedir.40
ATATÜRK’ün Nutuk (Ankara, 1927) adlı eserinin Almancası ile buna ait
Fransızca belgeleri içeren bölümünün kendisine takdim edilmesi üzerine Çar
de Boris III, Türk Elçisi Hüsrev Gerede’ye şunları söylemiştir:

38
Düstur, Tertip: III, c.7, s.1376-1383.
39
Bk. Esra Sarıkoyuncu; s.117-123.
40
Bk. Bilal N. Şimşir; Atatürk ve Yabancı Devlet Başkanları, c.I, Türk Tarih Kurumu Yayınları,
XV. Dizi-Sayı:62, Ankara, 1993, s.493-567.

151
“Ulu Gazi’nin (Mustafa Kemal ATATÜRK) bu kıymetli tarihî hatıra ve
hediyesine şükran ve minnetlerimi kendilerine arz ediniz. Benim (Türkiye
Cumhuriyeti) Reisi Cumhur Hazretleri’ne olan muhabbet ve samimiyetim
koleklik hududundan çok fazladır. Medenî ve kültürünü şark(doğu) âlemine
nakleden büyük dahiye prestij ederim. Mesut inkılâbınızı samimî bir alâka ile
uzaktan, mümkün olduğu derecede takip etmiştim. Şimdi bu kıymetli tarihî
kitapla büsbütün aydınlanacağım. Harf inkılâbının azameti on, on beş sene
sonra anlaşılacaktır. Memleketlerimiz arasındaki yakınlaşma, dostluk ve
anlaşmada bunun çok yardımı oluyor ve olacaktır…”41
Öte yandan Türkiye, diğer Balkan ülkeleriyle de benzer anlaşmaları
yaşama geçirmiştir. Örneğin Türkiye, Arnavutluk ile 15 Aralık 1923’te
Ankara’da imzalanan Dostluk Anlaşması’nı,42 Yunanistan ile 30 Ekim
1930’da yine Ankara’da imzalanan Dostluk, Tarafsızlık, Uzlaştırma ve
Hakemlik Anlaşması’nı43 yapmıştır.
Ayrıca 6-10 Ekim 1929 tarihinde Atina’da düzenlenen Evrensel Barış
Kongresi’nde, Balkan Birliği’nin kurulmasına44 yönelik olarak bir konferansın
toplanması kararlaştırılmıştır. İlk Balkan Konferansı Arnavutluk, Bulgaristan,
Romanya, Türkiye, Yugoslavya ve Yunanistan temsilcilerinin katılmasıyla, 5
Ekim 1930’da Atina’da toplanmıştır. Bu toplantıda, Balkan devletleri arasında
her yıl Dışişleri bakanları düzeyinde bir toplantı yapılması, bir Balkan Paktı
hazırlanması (bu pakt içinde savaşın yasaklanması, uyuşmazlıkların barış
yoluyla çözülmesi ve bir saldırı hâlinde karşılıklı yardımlarda bulunulması
hakkında hükümler bulunacaktı) ve amacı Balkan ülkeleri arasında iktisadî,
toplumsal, kültürel ve siyasî alanlarda yakınlaşmayı sağlayarak Balkan
Birliği’nin kurulmasını kolaylaştıracak olan daimî bir teşkilât kurulması gibi
kararlar alınmıştır.45
İkinci Balkan Konferansı Ekim 1931’de İstanbul’da toplanmıştır.
Mustafa Kemal ATATÜRK’ün yakın ilgisiyle bu toplantıda Bulgarlar da davet
edilmiştir. Bulgar Heyeti’nin Başkanı M. Sakazaf verdiği demecinde şöyle
demiştir :
“Ankara bize teshir etti. Yeni Türkiye her hususta mükemmel bir
örnektir. Bilhassa Büyük Reisiniz (Mustafa Kemal ATATÜRK) yüksek
şahsiyetleri karşısında doyduğum hayranlığı ifade için kelime
bulamıyorum.”46
Bu konferans toplandığı sırada Türkiye ile Yunanistan arasındaki
uyuşmazlıklar hemen hemen tamamen halledilmişti. Balkanlar’da statükonun

41
Belgelerle Mustafa Kemal Atatürk ve Türk-Bulgar İlişkileri (1913-1938), s.267.
42
Bk. Düstur, Tertip: III, c. 6, s.127.
43
Bk. Düstur, Tertip: III, c. 7, s.1376.
44
Bk. Düstur, Tertip: III, c. 7, s.162.
45
Mehmet Gönlübol - C. Sar; Atatürk ve Türkiyenin Dış Politikası (1919-1938), Atatürk
Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 1990, s.97.
46
Vakit Gazetesi, 28 Teşrin-i evvel (Ekim) 1931.

152
devamını isteyen bu iki ülke Balkan Birliği’nin gerçekleşmesi için sıkı bir iş
birliğine gitmişler ve bu hareketin öncüleri olmuşlardır.47 Bu durum özellikle
Yugoslavya ve Yunanistan ile Türkiye’nin iyi ilişkiler içerisinde bulunması,
Doğu Trakya ve Edirne üzerinde emeli olan Bulgaristan’ı rahatsız etmiştir.48
Türk-Yunan yakınlaşmasından duyulan endişenin de etkisiyle, 1931
yılı sonlarında 1-6 Aralık tarihleri arasında başlarında zamanın Başbakanı ve
Dışişleri Bakanı Nikola Muşanov’un bulunduğu kalabalık bir Bulgar Hükûmeti
heyeti Türkiye’yi ziyaret etmiştir.49
Türk topraklarına girişiyle birlikte coşkuyla karşılanan Bulgar
başbakanı verdiği demecinde şöyle demiştir :
“…Ümit ederim ki memleketinize (Türkiye’ye) yaptığım bu ziyaret
aramızda esasen mevcut olan samimî bağları ve iktisadî anlaşmaları bir kere
daha teyit ve takviye edecektir. Deruhte etmiş olduğum vazife dahi iki milletin
mütekabilen saadetlerinin temine matuf bulunmaktadır.
Şimdiye kadar ne lâzımsa hepsi yapılmıştır. İmza edilmiş olan
antlaşmalar yürürlüktedir. İşte bu karşılıklı gün ve anlaşmalar iki milletin
gelecekteki münasebetleri hakkında da güzel fikir verebilir…
Bulgaristan barış ve sükun içinde ve karşılıklı iş birliği dairesinde
bütün komşuları ile rahat ve iyi geçinmek arzusundadır. Bu esasların tekmil
Balkan hükûmetlerinin saadet ve refahları için lüzumlu olduğuna şüphe
yoktur.”50
Muşanov’u kabul eden Mustafa Kemal ATATÜRK de şunları
söylemiştir :
“Türkiye ile Bulgaristan dost olmalıdır. Bulgaristan’a karşı olan
Türkiye’ye de karşıdır.”51
2 Aralık 1931’de Türkiye Başbakanı İsmet İnönü de Bulgar başbakanı
onuruna verdiği yemek esnasında yaptığı konuşmasında; iki ülke ilişkilerinin
üst düzeyde bulunduğunu, dostluk ve iyi komşuluğun Türk-Bulgar
ilişkilerinde önemli bir etken olduğunu ve bu şekilde sürdürülmesinden yana
bulunduklarını açıkça vurgulamıştır.52

47
Gönlübol-Sar; s.97.
48
Bk. BAC Arş. 030-10-239-617-6. a.g.a.; 030-10-240-618-6. a.g.a.; 030. 10. 240 618 8.
49
Bulgar heyetinde Nikola Muşanov’dan başka şu zevatlar bulunmaktadır: Demokrat Partisi
Başkanı ve sabık Harbiye nazırlarından General Sava Savov, Sobranya (Bulgar Meclisi) İkinci
Başkanı Nikola Zahariyef, Çiftçi Partisi Genel Sekreteri Vergil Dimpv, Millî Liberal Partisi
milletvekillerinden Piper Manavotov, Türk-Bulgar Dostluk Cemiyeti Başkanı ve Demokrat Partisi
milletvekillerinden Petko, Demokrat Partisi Meclis Grubu Başkanı Joan Simyonov, Radikal
Demokrat Oartisi üyelerinden Mişel Kalenderov, Bulgar Telgraf Ajansı Müdürü Trayka Parov,
Dışişleri Bakanlığı müdürlerinden İvan Dancef, Başbakanlık Özel Kalem Müdürü Neon Sumkov,
Zora gazetesi muhabirlerinden Kupenkov, Utro gazetesi muharrirlerinden Stefan Danef, Sofya
Emniyet Müdürlüğü şube müdürlerinden İvan Varbanov’dur (Cumhuriyet gazetesi, 2 Kanun-ı
evvel (Aralık) 1931).
50
Cumhuriyet gazetesi, 2 Kanunuevvel (Aralık) 1931.
51
Tuğlacı; s.130.
52
Bk. Cumhuriyet gazetesi, 3 Kanun-ı evvel (Aralık) 1931.

153
Ankara Hükûmetinin bu tavrı, Yugoslavya ve Yunanistan ile
Türkiye’nin münasebetlerinin iyileşmesinden tedirginlik duyan Bulgaristan
başbakanını rahatlamıştır. Ayrıca Nikola Muşanov, Türkiye’de bulunduğu
süre içinde Türk halkı ve yöneticileri tarafından gösterilen ilgiden çok
memnun kalmıştır53.
4 Aralık 1931 tarihli Utro gazetesinin “Türk-Bulgar Yakınlaşması
Samimî Bir Dostluk” başlıklı yazısının ilk cümlelerinde,
“Türk Hükûmetinin başbakanımıza yapmış olduğu eşsiz karşılama tüm
Bulgar halkının kalplerinde silinmez izler bırakacaktır.”
“Türkiye’nin büyük reformcusu Gazi Mustafa Kemal’in, Bulgar halkını
sevdiğini çok uzun zamandır biliyoruz. Fakat halkımızın temsilcisine yapılan
görkemli karşılama, kesin bir şekilde dostluğu pekiştirecektir.”
“M. Mouchanov ve İsmet Paşanın konuşmalarını okuyunca,
Bulgaristan ile Türkiye arasındaki samimî dostluğa inandık…” denilerek
Türkiye’ye duyulan güven dile getirilmektedir.54
Öte yandan Bulgar heyetinde bulunan Çiftçi Partisi Genel Sekreteri
Vergile Dimoff, Mustafa Kemal ATATÜRK’ten ve onun meydana getirdiği
eserinden çok etkilenmiştir. O, bu konudaki düşüncelerini şu cümleleriyle
açıklamıştır :
“Büyük devlet adamının (Mustafa Kemal ATATÜRK) vücuda getirdiği
eseri birkaç söz içinde açıklamaya kalkışmak güçtür. Onun kurduğu bina
efsane gibi yalnız Türk milletinin tarihinde değil, bütün beşeriyetinin dalgalı
tarihinde sarsılmaz bir abide olarak kalacaktır. Sözlerim yeni Türkiye
Devleti’nin banisi Gazi Mustafa Kemal Hazretleri’ne aittir… Onun büyüklüğü
yalnız devlet adamı, yalnız inkılâpçı olmasından değil, aynı zamanda büyük
bir insan olmasındandır. Bulgarların ona duydukları hayranlık o kadar
büyüktür ki, kendisi dahi bize karşı muhabbetle mütehassistir…”55
Bulgar heyeti, Türkiye’den ayrılmadan önce İstanbul’u da ziyaret
etmiştir. Bulgar Başbakanı Nikola Muşanov, maiyetleri ve erkânı Taksim’deki
Cumhuriyet Abidesi’ni ziyaret ederek gayet zarif bir çelenk koymuşlardır.
Muşanov, ATATÜRK’ün abidedeki heykelini dakikalarca seyrederek
yanındakilere şunları söylemiştir: “İnkılâp ve yeni Türkiye’nin çok canlı bir
ifadesidir.”56
Muşanov, 8 Aralık 1931 tarihinde Edirne’den Türk topraklarını terk
ederken de Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı İsmet Paşaya şu mesajı
göndermiştir :
53
Bulgar Başbakanı Nikola Muşanov duyduğu memnuniyeti Türk gazetecilerine şu cümlelerle
belirtmektedir: “Çok mütehassis ve memnunum. Hepinizi Sofya’da bekliyoruz. Korkuyoruz ki,
size kâfi derecede mukabele edemeyeceğiz. Fakat orada da burası gibi çok samimî çarpan
kalpler var.” [Cumhuriyet Gazetesi, 8 Kanunuevvel (Aralık) 1931.]
54
Belgelerle Mustafa Kemal Atatürk ve Türk-Bulgar İlişkileri (1913-1938), s.596.
55
Cumhuriyet gazetesi, 8 Kanunuevvel (Aralık) 1931.
56
a.g.g.; 8 Kanun-ı evvel (Aralık) 1931.

154
“Genç ve dinç Türkiye Cumhuriyeti’nin misafirperver toprağını terk
ederken Ankara’daki unutulmaz ikametimiz esnasında gösterilen ve silinmez
hatıraları hafızamızda yer tutmuş olan samimî ve hararetli hüsnü kabulden
gelen büyük minnet ve şükran duygularımızı, gerek Bulgar heyeti üyeleri ve
gerek şahsım namına zatı devletlerine arz ve belirtmeyi özellikle zevkli bir
görev sayarım.
Bu fırsattan yararlanarak, hakkımızda göstermek inceliğinde
bulundukları dikkat ve ilgiden dolayı derin minnettarlıklarımızın Gazi Mustafa
Kemal Hazretleri’ne arz ve belirtilmesini de rica ederim.”57
Bulgar Başbakanı Nikola Muşanov ülkesine döndükten sonra da 1932
ve 1933 yılının ilk yarısında verdiği demeçlerinde Türk-Bulgar dostluğunun
önemi üzerinde durmuştur.58 Bulgar Meclisinde yaptığı konuşmada Türkiye
ile Bulgaristan’ın münasebetlerinin samimî ilişkiler içerinde bulunduğunu
belirtmiştir.59 Bugünlerde Türk-Bulgar ilişkileri üst düzeydedir. Öyle ki, Türk
Dışişleri Bakanı Dr. Tevfik Rüştü Aras, Temmuz 1933’ün ilk günlerinde
Londra’ya giderken trenin Bulgaristan’dan geçişi esnasında bizzat Çar Boris
III ve Bulgar Başbakanı Nikola Muşanov tarafından özel ilgi görmüştür.60
Bundan çok hoşnut olan Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Mustafa
Kemal ATATÜRK, 4 Temmuz 1933 tarihli telgrafı ile bizzat Bulgar Çarı ve
Hükûmetine teşekkür etmiştir. Bu arada Bulgar Hükûmeti de Mustafa Kemal
ATATÜRK’ün teşekkür telgrafına cevabî bir telgrafla karşılık vermiştir.61
Ayrıca Dr. Tevfik Rüştü Aras da 6.7.1933 tarihinde, Bulgaristan’dan geçtiği
esnada gösterilen iltifattan dolayı Bulgar Çarı Boris III’e ve Başbakan Nikola
Muşanov’a birer teşekkür telgrafı göndermiştir. Aras’ın teşekkür telgraflarına
cevaben Çar Boris III de bir telgraf gönderme nezaketinde bulunmuştur.62
Görüldüğü gibi, Bulgaristan Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Nikola
Muşanov’un 1-6 Aralık 1931 tarihlerinde Türkiye’ye yaptığı ziyaret, iki ülke
ilişkileri açısından son derece yararlı olmuştur. Ancak Balkan Birliği’nin
kuruluşu çalışmaları nedeniyle, iki ülke ilişkilerinde gerginlik meydana
gelmiştir. Bu sebeple Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı İsmet Paşa (İnönü),
20-24 Eylül 1933 tarihlerinde Sofya’yı ziyaret etme gereğini duymuştur.
b) Türkiye Başbakanı İsmet İnönü’nün Sofya’ya Ziyareti
Üçüncü Balkan Konferansı, 23-26 Ekim 1932 tarihlerinde Bükreş
(Romanya)’te toplanmıştır. Ancak Bulgaristan, azınlıklar konusundaki
görüşlerinin kabul görmemesi üzerine toplantıyı terk etmiştir. Buna karşın,
konferansın diğer beş üyesi (Arnavutluk, Romanya, Türkiye, Yugoslavya ve
57
T.C. Dışişleri Bakanlığı Arş., K:7, Ş: 36.
58
BAC Arş., 030-10-240-623-3. Bulgaristan’ın Ankara Büyük Elçisi Antonov da yabancı
gazetecilere verdiği 24.04.1933 tarihli demecinde Türk-Bulgar ilişkilerinin çok iyi düzeyde
olduğunu belirtmiştir(BAC Arş., 030-10-241-627-17).
59
BAC Arş. 030-10-241-629-12.
60
Dr. Tevfik Rüştü Aras’ın Bulgar kralı ve başbakanı tarafından Bulgaristan’da karşılanması ile
ilgili olarak Bulgar basınında çıkan yazılar için bk. BAC Arş., 030-10-241-629-19.
61
BAC Arş., 030-10-241-630-11.
62
BAC Arş., 030-10-641-630-14.

155
Yunanistan) iktisadî ve toplumsal konulardaki çalışmalarına devam etmişler
ve Balkan ülkeleri arasında bir gümrük birliği kurulmasını görüşmüşlerdir. Bu
arada Balkan Paktı fikri üzerinde bir görüş birliği teşekkül etmeye
başlamıştır. Balkan Paktı’nın kurulması fikrini en çok Türkiye desteklemiştir.
Türkiye, Balkan devletleri arasında iki taraflı anlaşmaların ötesine giden
daha kuvvetli bir güvenlik sistemi oluşmasını istiyordu.63
Ancak daha önce de belirtildiği gibi statükonun korunmasından
memnun olmayan Bulgaristan, amacına ulaşmak için bazı Balkan devletlerini
yanına çekmek girişiminde bulunmuştur.64 Bulgaristan, Arnavutluk’tan başka
kendi tarafına kayabilecek olan Yugoslavya’nın desteğini sağlamak için bu
ülke yetkilileriyle temasa geçmiştir.65
Bulgaristan’ın Balkan Paktı’na girmesini tehlikeye sokabilecek olan bu
endişeleri önlemek için, 20-24 Eylül 1923 tarihlerinde Türkiye Cumhuriyeti
Başbakanı İsmet İnönü, Dışişleri Bakanı Dr. Tevfik Rüştü Aras ile birlikte
Sofya’yı ziyaret etmişlerdir. Başka bir ifadeyle, Bulgarları da Balkan
Paktı’nda görmek isteyen Mustafa Kemal ATATÜRK, 20-24 Eylül 1933
tarihlerinde o zamanlar başbakan olan İsmet İnönü başkanlığındaki bir Türk
heyetini Sofya’ya göndermiştir.66
Ayrıca heyeti İstanbul Sirkeci tren garından uğurlayan Türkiye
cumhurbaşkanı, başbakanı ve yakın dostu İsmet İnönü’ye “Dost Bulgarlara
selâm götürün!” demiştir.67
Başbakan İsmet İnönü, hareketlerinden evvel Anadolu Ajansına şu
demeci vermiştir :
“Komşumuz ve dostumuz Bulgaristan Hükûmetinin daveti üzerine
Sofya’ya hareket ediyorum. Takriben iki sene evvel Ankara’da kendisini
tanımakla müşerref olduğum Başvekil M. Muşanov’la ve komşu memleketi
idare eden kıymetli devlet adamlarıyla yakından ve tekrar görüşmek benim
için ve Hariciye vekilimizle fırkamızın reisleri için kıymetli ve zevkli bir fırsat
olacaktır. Seyahatimiz her şeyden evvel Türk milletinin en samimî ve
dostane hislerini yüksek evsafını takdir ettiğimiz Bulgar milletine yerinde
ifade etmek için bir vesiledir.

63
Gönlübol- Sar; s. 97.
64
BAC Arş. 030-10-240-643-21.
65
BAC Arş, 030-10-251-693-5. a.g.a.; 030-10-251-693-24. a.g.a.; 030-10-252-698-11.
66
Gönlübol-Sar; s. 98-99. Haziran sonlarında Yugoslovya’ya giden Türk Dışişleri Bakanı Tevfik
Rüştü Aras, gidiş dönüşlerinde Bulgar Başbakanı Nikola Muşanov ve Çar Boris III tarafından
kabul edilmiştir. Bk. BAC Arş., 030-10-241-630-7. a.g.a.; 030-10-241-629-19. a.g.a.; 030-10-
241-630-11. a.g.a.; 030-10-241-630-13.
67
Ali Sarıkoyuncu; s.XXXVII. Ayrıca 2 Ağustos 1930’da Falih Rıfkı Atay-Necmettin Sadak-Hakkı
Sadık Us gibi ünlü Türk gazeteci ve aydınlarından oluşan bir heyet de Sofya’ya gitmiştir.
Mustafa Kemal ATATÜRK, Türk-Bulgar ilişkileri hakkında ayrıntılı bilgi verdikten sonra bu heyet
üyelerine şunları söylemiştir: “Bulgaristan’ı ziyaret edin. Bulgarları seveceksiniz. Onlarla
içtenlikle konuşun ve kardeş Bulgar halkına karşı en dostane duygular beslediğimi hatırlatınız.“
(Tuğlacı; s.142.)

156
İki memleketi alâkadar eden meseleleri Sofya’da görüşmemiz tabiîdir.
Sulh davasının samimî hadimi olan siyasetimiz ana istikametini dikkat ve
basiretle muhafaza etmekte olduğundan ve daima açık yürekle
konuştuğumuzdan seyahatimden sulh ve beynelmilel anlaşma mefkûresinin
yalnız istifade etmesi beklenebilir. Balkanlar’da sulhun ve iyi geçinmenin
tarafları ve Bulgaristan ile Türkiye arasında emniyet ve samimiyet havasının
kuvvetlendirilmesi ciddî arzumuz olduğu açık olarak anlaşılacağından
eminiz.” 68
Bulgar generallerinden Todor Markov’un da yakın dostu olan Türkiye
Cumhuriyeti Başbakanı İsmet İnönü ve başkanlığındaki Türk heyeti Sofya’da
çok sıcak karşılanmıştır. Sofya kent merkezi Türk ve Bulgar bayraklarıyla
donatılmış, büyük bir kalabalık erkenden istasyonun etrafını ve Türk
Elçiliğine gitmek için misafirlerin geçeceği yolların iki tarafını doldurmuştur.
Bu arada istasyon da donatılmıştır. İstasyonda Bulgar Başbakanı Nikola
Muşanov ile eşi, Sobranya (Meclis) Başkanı M. Malinov ve eşi, bütün Bulgar
Hükûmet erkânı, kralın başdanışmanı Drander ile başyaveri Yarbay Panov,
Sobranya divan üyesi, birçok milletvekili, Bulgaristan’ın Ankara Elçisi M.
Atanov, İtalya’nın ve Yunanistan’ın Sofya elçileri, Dışişleri Bakanlığı Genel
Sekreteri M. Radek ile bakanlık erkânı, Türkiye elçiliği erkânı, bütün
bakanlıkların müşavirleri, Emniyet genel müdürü, Sofya askerî kumandanı,
Bulgar-Türk Dostluk Cemiyeti Başkanı M. Stoyanov, birçok cemiyet üyesi,
Bulgar ve yabancı basın temsilcileri hazır bulunmuşlardır.69
Bu sıcak ve içten karşılama, görüşmelere de yansımıştır. İki ülke
yetkililerinin görüşmelerinde hep dostluk ve iş birliği mesajları verilmiştir.70
Bununla beraber Türk devlet adamları (İsmet İnönü ve Dr. Tevfik Rüştü
Aras) Bulgarların şüphe ve endişesini gidermeye çalışmışlar ve
Bulgaristan’ın Türk-Yunan Paktı’na katılmasını teklif etmişlerdir. Fakat
Bulgar yöneticileri, Türkiye’nin Türk-Yunan Paktı’na girilmesi teklifine sıcak
bakmamışlardır.71
Türk-Yunan Anlaşması, Bulgar basınının büyük bir bölümü tarafından
Bulgar kamuoyu üzerinde kötü bir etki bırakacak şekilde aksettirilmiştir. Bu
antlaşma ile Türkiye ve Yunanistan’ın müşterek hudutlarının saldırıdan
masuniyetini taahhüt edilmesinin Bulgaristan’ın aleyhinde olacağı yazılmıştır.
Bu suretle anlaşma yüzünden Bulgarların Akdeniz’e inme emellerine engel
olunduğu kanaati hasıl olmuştur. Ancak İsmet İnönü’nün Sofya’ya gelişi ile
bütün bu neşriyatta esaslı değişiklikler olmuştur. Bunun sebebi 21 Eylül 1933
tarihli Cumhuriyet gazetesinde şöyle belirtilmektedir:
“Gazi Hazretleri’nin İsmet Paşa ile Bulgar milletine selâm
göndermeleri ve İsmet Paşanın İstanbul’dan hareketi öncesinde verdiği
beyanatıdır.”72

68
Belgelerle Mustafa Kemal Atatürk ve Türk-Bulgar İlişkileri (1913-1938), s.610-611.
69
Bk. Cumhuriyet gazetesi, 21 Eylül 1933.
70
Bk. a.g.g.; 22 Eylül 1933.
71
Tevfik Rüştü Aras ; Görüşlerim, İstanbul, 1945, s.48.
72
Cumhuriyet gazetesi, 21 Eylül 1933.

157
Ayrıca Bulgar tarafının yumuşamasında, İsmet İnönü’nün Bulgar
yetkilileriyle yapılan görüşmeler esnasında telefonla İstanbul’da bulunan
Mustafa Kemal ATATÜRK’le görüşmesi de etkili olmuştur.73
22 Eylül 1933 günü İsmet İnönü ve Dr. Tevfik Rüştü Aras, Çar Boris III
tarafından da kabul edilmiştir. Bulgar Başbakanı Nikola Muşonov’un da hazır
bulunduğu resmî kabulde Türk başbakanı ve Dışişleri bakanı çarın nezdinde
uzun süre kalmışlardır. Boris III, Türk-Bulgar dostluğuna karşı çok yakından
alâka göstermiş, bilhassa ATATÜRK’ün kendisine gönderdiği “selâmlarından
çok mütehassis olduklarını” söylemiş ve ayrıca kendi selâmlarının
bildirilmesini de rica etmiştir.74
Sürekli ve samimî bir dostluğun kanıtı olarak 1929 tarihli Türk-Bulgar
Tarafsızlık, Uzlaşma ve Hakem Antlaşması beş yıl süreyle uzatılmıştır.75
Bulgar Çarı Boris III tarafından da kabul edilen Türkiye Cumhuriyeti
başbakanı, Ankara’ya Türk-Bulgar dostluk ve iş birliğinin geleceğinden son
derece ümitvar olarak dönmüştür.76
TBMM’nin üçüncü dönem toplantısının açılışında, 1 Kasım 1933 günü
Türkiye Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ATATÜRK, iki ülke arasındaki
karşılıklı ilişkilere değinerek bu konudaki düşüncelerini şöyle açıklamıştır :
“Bulgaristan ile iktisadî ve siyasî ilişkilerin gelişimi, Türkiye
Cumhuriyeti Hükûmetinin gerçek ciddî arzusuna uygundur.”77
Çar Boris III de, 4 Mayıs 1934 günü Elçi Ali Şevki Beyi kabulünde,
“Samimî dostluk hislerimi ve kendi şahsî saadetleri ve Türk milletinin
refahı için beslediğim temenniyatı kendilerine iblâğ suretiyle namlı
Cumhurreisiniz (Mustafa Kemal ATATÜRK) nezdinde hissiyatıma tercüman
olmanızı rica ederim.” dedikten sonra iki devlet arasında, mevcut dostluk ve
iyi komşuluk ilişkilerinin her geçen gün daha da gelişmesinden mutluluk
duyacağını belirtmiştir.78
Görüldüğü gibi, Türk Başbakanı İsmet İnönü’nün Bulgaristan’a yaptığı
ziyaret, Türk-Bulgar ilişkilerinin gelişmesi açısından son derece yararlı
olmuştur. 19 Mayıs 1934 tarihinde Nikola Muşanov Hükûmetinin yönetimden
uzaklaştırılması sonrasında Türk-Bulgar ilişkilerinde bir gerginlik
görülmekte79 ise de bu dönem pek uzun sürmemiştir.

73
a.g.g.; 22 Eylül 1933.
74
a.g.g.; 22 Eylül 1933.
75
Vakit gazetesi, 23 Eylül 1933.
76
Bk. Cumhuriyet gazetesi, 22 Eylül 1933. Vakit gazetesi, 23 Eylül 1933.
77
Stefan Velikov; Mustafa Kemal ve Bulgaristan, s.1875.
78
Ali Sarıkoyuncu; s.XXXVIII.
79
1934 yılında Sofya’da, Sofya metropolitinin başkanlığı altında kurulan Trakya Komitesinin
yayımlamış olduğu beyannamede, “Dünya durdukça ve Bulgaristan yaşadıkça Trakya
üzerindeki Bulgar iddiaları devam edecektir.” şeklindeki ifade ve bazı Bulgar gazetelerinin Doğu
Trakya üzerindeki tahrikleri iki ülke arasında soğukluk yaratacaktır. Ayrıca Türklere baskı
uygulanması da iki ülke arasındaki ilişkilere olumsuz bir şekilde yansıyacaktır. (Hikmet Öksüz;
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Atatürk Dönemindeki Balkan Politikası (1923-1938), Basılmamış
Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, İstanbul, 1996, s.97.)

158
Türk-Bulgar ilişkilerinde görülen düzelmenin bir kanıtı olarak Türk
Başbakanı İsmet İnönü ile Dışişleri Bakanı Dr. Tevfik Aras, Yugoslavya’dan
dönüşlerinde 20 Nisan 1937 tarihinde Sofya’yı ziyaret etmişlerdir. Bu
ziyaretten duyduğu memnuniyetini İsmet İnönü, “Çok memnunum. Majeste
çar da çok yüksek bir alâka ve samimiyet gösterdi.” sözleriyle açıklamıştır.80
Öte yandan Türkiye, sürdürmekte olduğu Balkan siyasetinin
devamlılığı çerçevesinde Mayıs 1938’de Başbakan Celal Bayar’ı ve Dışişleri
Bakanı Dr. Tevfik Rüştü Aras’ı Yunanistan ve Yugoslavya’dan sonra
Bulgaristan’a göndermiştir. Türk Devlet adamları Çar Boris III ve Başbakan
Köseivanof ile Bulgaristan’ın silâhlanmasını sınırlayan hükümlerin
kaldırılması ve Balkan Paktı’na üye diğer ülkelerle ilişkilerin iyileştirilmesine
yönelik görüşmelerde bulunmuşlardır. Bulgaristan Türkiye’nin bu
girişiminden memnuniyet duymuştur.81
ATATÜRK dönemi Türk-Bulgar ilişkilerinin son safhası, Bulgaristan ile
Balkan Birliği devletleri arasında Selânik’te imzalanan 31 Temmuz 1938
tarihli antlaşma olmuştur. Bu antlaşma ile, bir yandan Balkan Birliği adına
hareket eden Metaxas (Yunanistan Başbakanı), öte yandan da Köse İvanov
(Bulgar Başbakanı) Bulgaristan ile Balkan devletleri arasındaki ilişkilerde
karşılıklı olarak kuvvete başvurmayacaklarını ve Bulgaristan’ın Neuilly
Antlaşması’dan doğan askerî taahhütlerine son verilmesi hakkında fikir birliği
etmişlerdir.82
Sonuç
Türk-Bulgar ilişkileri, Balkan savaşları (1912-1913) sonrasında
normale dönmüş ve Birinci Dünya Savaşı’nda da (1914-1918) iki ülke aynı
ittifak içerisinde yer almıştır. Ancak Almanya’nın müttefiki olarak Bulgaristan
ve Osmanlı Devleti de bu savaştan yenik çıkmışlardır. Bunun bir bedeli
olarak Selânik (29 Eylül 1918) ve Mondros (30 Ekim 1918) ateşkesleri, sonra
da Neuilly (27 Kasım 1919) ve Sevr (10 Ağustos 1920) antlaşmalarıyla her
iki devlete, galiplerce koşulları çok ağır birtakım yaptırımlar yüklenmiştir. Bu
arada her iki ülke arasındaki doğrudan diplomatik ilişkiler de yasaklanmıştır.
Bu koşullarda bile Türk-Bulgar ilişkilerinin sürdürüldüğünü görüyoruz.
Bulgar yöneticileri, Türk Millî Mücadelesi’ne sempatiyle yaklaşmışlar, İtilâf
güçlerine rağmen Kuvayı Milliyeye yardımda bulunmuşlardır. İki ülke
arasında diplomatik ilişkiler yönünde, Türk bağımsızlık savaşının ilk
günlerinden itibaren sıcak temaslar başlatılmıştır. Alexsandre Stanbolisky
Hükûmeti, Ankara Hükûmetine 1921’in başlarından itibaren Sofya’da resmî
bir temsilcilik bulundurma imkânı tanımıştır.

80
Kurun gazetesi, 21 Nisan 1931.
81
Öksüz; s.98.
82
Antlaşmanın onaylanmasıyla ilgili bilgi için bk. BAC Arş, 030-13-1-132-562-3. T.C. Resmî
Gazete, 12 Kânunusani (Ocak) 1939, Sayı 4109.

159
Emperyalistlerin Anadolu’dan atılması sonrasında da iki ülke
arasındaki iyi komşuluk ve dostluk arzusu devam etmiştir. Bu olumlu
gelişmede Mustafa Kemal ATATÜRK’ün askerî ataşe olarak Sofya’da
bulunduğu süre (27 Ekim 1913-2 Şubat 1915) içerisinde kurduğu şahsî
ilişkilerin katkısı büyüktür. Metinde de belirtildiği gibi, Bulgaristan ile Türkiye
arasında 18 Ekim 1925 tarihinde Ankara’da imzalanan Dostluk Antlaşması
onun eseridir. Daha sonraki yıllarda iki ülke arasında gerçekleştirilen iktisadî,
bilimsel ve kültürel ilişkilerde onun inkâr edilemeyecek ölçüde katkısı
olmuştur.
Son söz olarak diyebiliriz ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu
Mustafa Kemal ATATÜRK, “Yurtta barış, dünyada barış” özdeyişine bağlı
olarak gerçekleşen Türk-Bulgar ilişkilerinin esaslarının oluşmasında büyük
ölçüde söz sahibi olmuştur. O, askerî ataşeliğinden ölümüne dek iki ülke
yurttaşları arasında iyi komşuluk ve dostluk ilişkilerinin geliştirilmesi uğruna
çaba harcamıştır.

160
XX. YÜZYILIN OTUZLU YILLARINDA BULGARİSTAN VE TÜRKİYE
(SİYASÎ İLİŞKİLER)

Doç. Dr. Lüdmil PETROV


Çağımızda, yüzyıllarca düşman veya rakip olan ve bugün iyi niyetli
komşuluk ilişkileri sürdüren; hatta müttefik olan birçok ülke örneği vardır.
Bunlardan biri Bulgaristan ve Türkiye’dir. XX. yüzyılın ilk yarısında tamamen
farklı tarihî koşulların etkisiyle, kendi duygusal durumlarının ve birkaç
yüzyıllık ortak yaşam sonucu oluşan birikimlerin de tesiriyle, yakın zamana
kadar aralarında kanlı bir savaş yapmış (1912 - 1913) ülkeler olmalarına
rağmen, saygı ve dostluk ilişkileri çerçevesinde politik bağlantılar
kurmuşlardır.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Bulgar - Türk ilişkileri, 18 Ekim 1925
tarihinde Ankara’da imzalanan Dostluk Anlaşması’na dayanmaktadır.
Anlaşmanın birinci maddesine göre, “Türkiye Cumhuriyeti ve
Bulgaristan Çarlığı arasında zarar görmeyecek samimî barış ve daimî
dostluk olacaktır.” Anlaşmaya ilâve edilen tutanakta, iki ülkenin azınlıklara
yönelik tutumlarıyla ilgili hükümler de yer almaktadır. Aynı gün imzalanan
Yerleşim Sözleşmesi’nde ise göç, mal varlığı, askerlik durumu ve Türkiye’de
bulunan Bulgarları ve Bulgaristan’daki Türkleri ilgilendiren tüm konular yer
almaktadır. İkili temaslarda, politik ilişkilerin yanı sıra, ekonomik ilişkilere de
yer verilmiştir. 12 Şubat 1928 tarihinde, en uygun şartları taşıyan Ticaret ve
Denizcilik Anlaşması yapılmıştır. 6 Mart 1929 tarihli Tarafsızlık, Barış, Adlî
Uygulamalar ve Yüksek Mahkeme Anlaşması’yla, 23 Aralık 1929 tarihli
Suçluları Teslim Etme Sözleşmesi, iki ülke arasındaki ilişkilerin çerçevelerini
tamamlamaktadır. Türk-Bulgar ilişkilerinin uluslararası-hukukî temeli önemli
ölçüde verimli ve yoğun biçimde, Güneydoğu Avrupa’da dostluk ikliminin
oluşmasına neden olduğu sonucuna cesaretle varmamızı sağlamaktadır.
Bulgaristan’da, 1931 yılında gerçekleştirilen parlâmenter seçimlerinde,
zafer halkındır. Yeni parlâmenter çoğunluk ve Nikola Muşanov’un hükûmeti,
ana hedef olarak Tırnovo Anayasası’ndaki demokratik özgürlüklerin yeniden
oluşturulmasını kabul etmiştir. Dış politika alanında ise özellikle Balkanlar’da
1931 yılından itibaren Bulgar - Türk ilişkilerinde yeni bir etabın başlangıcının
belirlendiği rahatlıkla söylenebilmektedir.
13 Temmuz 1931’de, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Tevfik
Rüştü Bey (Soyadı Kanunu’ndan sonra Rüştü Aras), yeni Bulgar
Hükûmetinin dış politikası hakkında bilgi edinebilmek amacıyla, yetkili Bulgar
bakanıyla görüşmüştür. Daha başlangıçta, Türk tarafının tutumunu şu
şekilde belirtmektedir: “Bağımsız ve güçlü bir Bulgaristan, Türkiye
Cumhuriyeti politikasının ana hedeflerinden birini oluşturmaktadır.” Üç
Balkan ülkesi (Türkiye, Bulgaristan ve Yunanistan)nin yakınlaşması arzu
edilmektedir. Üçlü Balkan Bloğu’nun düşünceleri, ileriki aylarda Türkiye
tarafından sık sık dile getirilmiştir. Fakat, bu fikir, özellikle Yunanistan’la
161
ilişkileri iyi olmayan Bulgar Hükûmeti tarafından kabul görmemektedir.
Uluslararası ilişkilerin daha sonraki gelişmeleri dikkate alındığında, Bulgar
Hükûmetinin stratejik alanda gerekli tedbiri almadığı söylenebilir.
1931 yılının Aralık ayında, Bulgar - Türk ilişkileri pozitif yönde
gerçekleşmiştir. 1/6 Aralık tarihleri arasında, başbakan ve Dışişleri Bakanı
Nikola Muşanov’un yönetiminde, kalabalık bir Bulgar delegasyonu Ankara’yı
ziyaret etmiştir. Resmî kabul sırasında ATATÜRK tarafından söylenen,
“Türkiye ve Bulgaristan dost olmalıdır. Bulgaristan’a karşı olan, Türkiye’ye de
karşıdır.’’ sözleri sadece diplomatik bir kibarlık belirtisi değil, aynı zamanda,
dostluğun oluşmasının içtenlikle arzulandığını göstermektedir. Her iki ülke
arasında yakın ilişkilerin gerçekleştirilmesinin yanı sıra, görüşmelerde
ekonomi ile ilgili konular da dikkate alınmıştır.
Bu düşüncenin, doğrudan oluşturduğu sonuç, iki ülke arasında 21
Aralık’ta imzalanan Ticaret Anlaşması ve ertesi günkü Veteriner
Uzlaşması’dır. Politik iklimin mantığı, tartışmasız şekilde ekonomik durumun
da iyileşmesini sağlamaktır. Fakat bu defa da görüşmelerin en yoğun olduğu
zamanda Bulgar tarafı Türklerin yapılmasını arzu ettikleri, Yunanistan’ında
taraf olduğu, dostluk paktını kabul etmemiştir. Diğer uluslararası veya ikili
sorunlarda da görüş ayrılıkları bulunmaktadır. Örneğin, gerçekleştirilmesi
öngörülen silâhsızlanma konferansı, iki ülkeden göç edenlerin mal varlığı
konuları hakkında vs.
1932 yılının sonbaharında, Bulgar - Türk ilişkilerinde hâlen hafif
şekilde olsa da fark edilebilen ilk çatlaklar meydana çıkmıştır. Romanya’nın
Bükreş kentinde gerçekleştirilen Üçüncü Balkan Konferansı esnasında (22-
28 Ekim), Politik Yakınlaşma Komitesi’nde Balkan Paktı projesi incelenmeye
başlanmıştır. Bulgar temsilcisi, etnik azınlıklarla ilgili konuların peşinen
belirlenmesinde ısrar etmiş, fakat Türk meslektaşı tarafından destek
göremeyince, Bulgar delegasyonu çekilmiştir.
Aralık ayında ise, Türk Dışişleri bakanı, Balkan Savaşı’nda şehit olan
askerlerin anısına açılışı yapılan anıt hakkında, Bulgaristan’a karşı
memnuniyetsizliğini açıkça belirtmiş ve Bulgaristan’ın, Yunanistan tarafından
işgal edilen Batı Trakya hakkında tutumunu eleştirmiştir. Daha sonraki aylar,
ufak tefek olayların, ilişkilerin kötüleşmesine nasıl sebep olduğunun bir
göstergesidir. Aynı zamanda, 1933 yılının yaz aylarında Türk - Yunan
Garanti ve Dostluk Antlaşması’nı öngören, Türk dış politik fikrinin
gerçekleşmesi belirmektedir. 14 Eylül 1933 tarihinde imzalanmış olan bu
anlaşmanın özü, genel sınırların karşılıklı olarak garantilenmesini
kapsamaktadır. İşte burada, Bulgar tarafının teklif edilen üç taraflı
anlaşmaya dâhil olmakta, kuşkuyla yaklaştığının nedeni anlaşılmaktadır.
Batı Trakya Bulgar toprak taleplerinin önemli bir unsuru değil midir? Hatta
yok edici Neuilly Anlaşması bu anlamda Bulgaristan’a belirli haklar tanımış
olup, bu tür bir teminatlı paktın imzalanması, ekonomik ve askerî-stratejik
açıdan bu önemli bölgeden gönüllü olarak feragat etmek anlamına
gelmektedir. O tarihî anda, böyle bir duruma hiçbir Bulgar Hükûmeti
162
yanaşmamaktadır. Türk-Bulgar dostluğundaki çatlağın büyümesi iki yasadan
daha kaynaklanmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nde, yeni kabul edilmiş küçük
zanaatlarla ilgili yasaya göre, Bulgarların büyük bir bölümü zanaatlarını icra
etme hakkını kaybetmektedir. İkinci darbe ise, Türkiye Büyük Millet
Meclisinden gelmektedir. Bu topluluk, Bulgar tarafının her an işgalci olarak
belirlenmesine ve cezalandırılmasına yol açan “işgalci’’ deyimini kabul
etmektedir. Aslında tuhaf olan da bu deyimin biçimlendirilmesi
konusunun,Türk Dışişleri Bakanı Aras tarafından teklif edilmesidir!1
1933 Eylül ayın sonlarında Sofya’ya Türk Hükûmetini yöneten
Başbakan İsmet İnönü ile Rüştü Aras gelmiştir. İkisi de yeni imzalanan bu
garantili Türk-Yunan Paktı’nın Bulgaristan’a yönelik olmadığını ve Türk -
Bulgar dostluğunun zarar görmeyeceğine dair Bulgar tarafını ikna etmeye
çalışmaktadır. Muşanov ise, kendi açısından Bulgar Hükûmetinin,
Bulgaristan’ın Doğu Trakya’ya yönelik her hangi bir yaptırımını engelleyen,
iki ülke arasında var olan 1925 tarihli anlaşmanın var olmasından dolayı,
Türkiye’yle yeni garantili-ikili anlaşma imzalamayı reddettiğini izah
etmektedir. Ortak resmî bildiri, tekrar dostluk adına gürültülü göz alıcı boş
sözlerle doludur, fakat gerçek politik yaşam bunun tersini göstermektedir.2
Tartışmasız, Batı Avrupa’da otoriter ilişkilere sahip olan Yunanistan’la
yakınlaşmak amacıyla, Türk Hükûmeti Bulgaristan’la olan dostluğunu feda
ederek, Batı Trakya’ya yönelik toprak işgalini sözleşmeyle desteklemekte ve
bu konuda, Bulgaristan’ın adil bölgesel taleplerine de karşı koymaktadır.

1
Gnkur. ATASE Arşivinde bulunan belgeler esas alındığında, Türkiye Büyük Millet Meclisinde
Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras tarafından açıklaması yapılan ve Meclis tarafından 10 Ekim
1933 tarihinde kabul edilen kanun (1/771 numaralı )Türkiye Cumhuriyeti ile Çekoslovakya,
Romanya, Sovyet Sosyalist Şuralar Cumhuriyetleri ittihadı ve Yugoslavya Hükûmetleri arasında
tecavüzün tarifi hakkında Londra’da 3-4 Temmuz 1933 imza edilen mukavelenin tasdikidir.
Mukavelenamede sadece tecavüzün tarifi açıkça yapılmıştır. Mukavelenin dördüncü
maddesinde bu mukavelenamenin diğer bütün devletlerin imzasına açık olduğu belirtilmiştir.
Mukavelenin imzalanmasının sebebi tecavüzün tarifinin tamamıyla doğru, kat’î ve hiçbir
şüpheye sebep vermeyecek şekilde açık yapılarak sulhun korunmasıdır. Ancak bir kısım
devletler tecavüzün tarifini bu kadar kat’î ve açık olarak yazılarak imzalanmasından memnun
olmamışlardır. Bk.TBMM Celse Zabıtları, c.17 s.102-105.
2
Gnkur. ATASE Arşivinde bulunan belgeler esas alındığında, Başbakan İsmet İnönü ile Dışişleri
Bakanı Tevfik Rüştü Aras, 1933 yılında Bulgaristan’ın endişelerini gidermek için Sofya’ya
gitmişlerdir. Fakat Bulgaristan Balkan Paktı’na girmeyi reddetmiştir. Ancak bu seyahat
esnasında 1929 tarihli Türk-Bulgar Tarafsızlık, Uzlaşma ve Hakem Anlaşması 5 yıl süreyle
uzatılmıştır. Bütün komşularıyla toprak sorunları olan Bulgaristan’la yayınlanan ortak resmî
bildiriye rağmen samimî bir komşuluk ve iş birliği kurulması kolay değildir. Sofya’da 1934 yılında
bir Trakya komitesi kurulmuştur. Sofya metropolitinin başkanlığında ve Trakya İlim Enstitüsü adı
altında çalışmalarına başlayan bu komitenin hedefi, Doğu ve Batı Trakya’yı ele geçirmekti.
Komitenin yayımladığı beyannamede, “Dünya durdukça ve bir Bulgaristan yaşadıkça Trakya
üzerindeki Bulgar iddiaları mevcut olacaktır”denilmektedir. Fakat buna karşın, Bulgaristan’da
Türkiye, Bulgaristan ve Yugoslavya arasında bir anlaşma olmasını isteyenler de vardır. Bulgar
başbakanı Hakimiyet-i Milliye gazetesine verdiği demecinde, “Türkiye ile Bulgaristan arasında,
iki memleketi kötü vasıflarla ayıracak ve dostluklarını bozacak meseleler yoktur.“ demektedir.
Bk. Tevfik Rüştü Aras; Görüşlerim, İstanbul, 1968, s.174-175.

163
Türk dış politikasında ekim ayında yeni bir adım daha atılmıştır.
Titulesko’nun Ankara ziyareti esnasında, Türk-Rumen dostluk anlaşması
imzalanmıştır. Bu anlaşma Bulgaristan’ın Güney Dobruca taleplerini göz ardı
etmektedir. Bu şekilde sadece iki ay içerisinde, Türkiye, statü ve yenilik
karşıtı olan iki Balkan ülkesiyle yakınlaşmaktadır. Fakat bu durum Bulgar
millî çıkarlarına uymamaktadır. 1934 yılının başlarında, Bulgaristan’ı dışlama
süreci başlamakta ve Balkan Paktı’nın imzalanmasıyla, anti Bulgar temelli
Balkan devletlerinin politik birleşmesi süreci başlamıştır. Bulgar-Türk
ilişkilerinde iş birliği ve nezakete dayalı bir dönem artık geride kalmıştır.3
1934 ile 1939 yılları, Bulgar-Türk ilişkilerinde yeni bir dönem
oluşturmaktadır. Bulgaristan Devleti’yle olan ikili ilişkilerinde Türk tarafı
antant taraftarlarının taleplerini de dikkate almaktadır; çünkü Balkan
Antantı’nın kapsamına, politik birleşme dışında, gerçek askerî koalisyon
sınırları da yer almaktadır.
Balkan Antantı’nı bir politik birleşim ve de ilerdeki yıllarda askerî
koalisyon olarak değerlendiren yazılara, birçok yabancı kaynakta
rastlanmaktadır. Bu konu benim tarafımdan da detaylı biçimde yazılarımda
incelenmiştir. Burada asıl önemli nokta, Türkiye’nin askerî, politik alanda
gerçekleştirilen sınırların ve net anlaşmaların öncülüğünü yapmasıdır. Bu
anlaşmalara dayanarak Bulgaristan Devleti sert bir daire içine sıkıştırılmıştır.
Balkan Antantı’na katılan devletlerin askerî üstünlüğü ise Bulgaristan’ın
alınan kararlara uyma açısından bir riske girmesine sebep olmuştur.
Türkiye’nin bu bölgesel gruptaki rolü, bir kez daha eski Britanya kuralının
gerçekliliğini ispatlamaktadır; yani politikada daimî dostluklar mevcut değildir,
orada sadece daimî çıkarlar bulunmaktadır. Tartışmasız, Türkiye,
Bulgaristan’la olan dostluk ilişkilerini göz ardı etmekte, fakat Balkanlar’da
yeni müttefikler kazanmakta olup, aynı zamanda da doğal olarak Batı
Avrupa’da da yer almakta ve bu da yeni modern dünya Türkiye’si için çok
önemli olmaktadır.

3
Gnkur. ATASE ve Dent. Arşivinde bulunan belgeler esas alındığında, Türkiye, Balkan
devletleri arasında iki taraflı anlaşmaların ötesine giden daha kuvvetli bir güvenlik sistemi
oluşmasını istemiştir. Ancak Doğu Trakya ve Edirne üzerinde emeli olan ve statükonun
korunmasından memnun olmayan Bulgaristan, Balkan Antantı’na karşı çıkmıştır. Bulgaristan’ın
revizyonist politikasını önlemek için Türkiye ile Yunanistan (14 Eylül 1933) arasında bir anlaşma
imzalanmıştır. Bu anlaşmaya göre Türkiye ve Yunanistan’ın sınırlarının dokunulmazlığı
konusunda teminat vermesi Bulgaristan tarafından tepki ile karşılanmış ve Türkiye’nin
Bulgaristan’a karşı düşmanca bir hareketi olarak yorumlanmıştır. 28 Kasım 1933’te Türkiye ile
Yugoslavya arasında da bir anlaşma imzalanmıştır.Türk Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras,
Türk-Yugoslav anlaşmasının imzalanmasından sonra Bulgar Dışişleri Bakanı Muşanov ile
görüşmesinde Türkiye’nin amacının Balkanlar’da barışın korunması olduğunu vurgulayarak ”Hiç
kimse Bulgaristan’ın Neuilly Anlaşması’yla malik olduğu hakları sağlamak için çaba harcaması
hakkına itiraz edemez. Örneğin Bulgaristan Ege denizine çıkış iddiasında bulunduğu zaman
bunu bir toprak isteği değil de tamamen iktisadî bir istek olmak şartıyla ben de desteklerim ve
bu hususta Yunanistan ile Bulgaristan arasında aracılık etmekten çekinmem.” demiştir. Bk. Pars
Tuğlacı; Bulgaristan ve Türk Bulgar İlişkileri”, İstanbul, 1984, s.131.

164
Bulgar dış politikasının temeli (uluslararası askerî periyotlarda ve
özellikle İkinci Dünya Savaşı öncesinde beş yıllık bir süre içerisinde) barışın
yeniden gözden geçirilmesine ve pakt ile gruplarla birleşmeme kararına
dayanmaktadır. Bulgaristan’ın hedef ve görevlerini gerçekleştirmesi,
komşuları olan Türkiye, Yugoslavya, Romanya ve Yunanistan’ın Balkan
Antantı’nı oluşturmaları ve Bulgaristan’ın yeniden yapılanmasına karşı
aldıkları tutumlarından itibaren, çok güç olmuştur. Bu tutumları büyük askerî
üstünlükle de desteklenmektedir: 1939 yılının ortalarında, Balkan Antantı’na
katılan devletler toplam 127 tümene sahiptir, tümenlerden 38’i doğrudan
Bulgaristan sınırlarına karşı yerleştirilmiştir. Bu tarihlerde ise Bulgaristan
ordusunda sadece 10 kara tümeni bulunmaktadır. Paktın, deniz ve hava
üstünlüğü daha da ezicidir. Bu nedenle, Bulgaristan, millî güvenliğinin
garantisi olabilecek güçlü ve modern orduya sahip olmadığı gibi kendisini
destekleyen güçlü bir müttefik de bulamadığından bazı komşularıyla ikili
ilişkilerini düzelterek kendisine karşı oluşturulan politik ve askerî daireyi
kırmaya çalışmıştır. Bunların arasında ilk yeri Türkiye almıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti, Doğu Trakya’daki askerî faaliyetlerini
sürekli güçlendirmektedir. Otuzlu yılların ikinci yarısında, Bulgar güçlerine
nazaran, birkaç kat üstünlüğe sahiptir. Her iki ülkede de değişik
kutlamalarda, kamu ve politik öncülerinin ifadelerinde, yayın hayatında vs.
olaylarda sürekli ufak anlaşmazlıklar meydana gelmektedir. Fakat, tüm
bunların yanı sıra uluslararası bir çözüme bağlı olan problemler de
oluşmaktadır. Ancak olumlu sonuç alınabilmesi için her iki tarafın da el
birliğiyle çalışması gerekmektedir. Bu sorunlardan biri, Bulgaristan ve
Türkiye arasındaki sınırların iki tarafında yer alan askersizleştirilmiş bölgedir.
Bu bölge, Türkiye’nin 1923 yılında imzaladığı Lozan Anlaşması’na
dayanılarak belirlenmiştir. Silâhsızlandırılan bu bölgenin, her ne kadar savaş
potansiyeli açısından önemli bir rolü olmasa da Türkiye’nin Avrupa kıt’asında
bulunan askerî mevcudiyetinin güçlendirmesini önemli şekilde
engellemektedir. Türk yönetimi ise, millî güvenliği ve İstanbul/Çanakkale
boğazlarının kontrolü açısından Doğu Trakya’daki askerî birliklerini belirgin
şekilde güçlendirme politikasını izlemektedir.
Silâhsızlandırılan bu bölgenin ortadan kaldırılması, en iyi şekilde diğer
ilgili taraf olan Bulgaristan’ın arzusuna bağlıdır. Bulgaristan kendi açısından
1935’ten sonra ‘’gizli silâhlanma’’ uygulamasına girmiştir. Askerî gücünü yok
ederek ülke bağımsızlığını ve millî güvenliğini tehlikeye sokan Neuilly
Antlaşması’nın askerî şartlarının ileride Bulgaristan lehine yeniden
düzenleneceği umudunu taşımaktadır.
Türkiye ise “gizli silahlanmanın’’ engellenemeyeceğini veya
durdurulamayacağını dikkate alarak, Balkan Antantı’ndaki ortaklarına,
Neuilly Antlaşması’nın askerî şartlarının iptal edilmesini 31 Temmuz 1938
tarihinde yapılan Selânik Antlaşması’nda teklif etmiştir. Aynı antlaşmada bir
de silâhsızlandırılan bu bölgenin kaldırılması şartları da yer almaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Bulgaristan lehine olarak uluslararası bir anlaşmaya

165
madde ekletmesi Bulgaristan ve Türkiye’nin ortak talep ve ortak çıkarlara
dayanan diplomatik faaliyetlerinin bir sonucudur. Selânik Anlaşması, Neuilly
Barış Anlaşması’nın askerî şartlarının ilk kez revize etmesinden dolayı,
Bulgaristan için büyük bir önem arz etmektedir.
Türkiye’nin Bulgaristan’la yakınlaştığı ikinci bir dönem ise, boğazları
kapsayan rejimin değiştirilmesi konusundadır. Lozan Antlaşması’yla aynı
anda yapılan ve boğazları da kapsayan anlaşma, Türk tarafının durumunu
dikkate almaksızın her türlü şartlarda ticarî ve askerî gemilerin rahatlıkla
boğazlardan geçmesine izin vermektedir.
Fakat otuzların ortalarından itibaren Türk Hükûmeti boğazlardan
geçen gemilerin kontrolünü yapmak istemektedir. Bu şekilde, 1936 yılına
gelinir ve 20 Temmuzda yapılan Uluslararası Montreu Konferansı’nda
boğazlarla ilgili anlaşma imzalanır. Bu antlaşmaya göre, Türkiye her iki
boğaz kıyılarını silâhlandırma hakkına sahip olduğu gibi boğaz trafiğinin
düzenlenmesi üzerinde tam bir kontrol sağlayabilecektir. Antlaşmanın Türk
tarafı açısından büyük başarı olduğunu anlaşma metinlerinden ve konuyla
ilgili bilimsel yazılardan çok iyi çıkarabilmekteyiz. Önemle dikkate alınması
gereken diğer bir durum ise Türk delegelerinin konferansta Bulgar
delegelerinin desteğini sağlamak amacıyla, Bulgaristan’a karşı Türkiye’nin
ya da Balkan müttefiklerinin daha iyi bir tutum izleneceği işaretini vermiş
olmasıdır. Uluslararası durumun dikkatle incelenmesinden sonra, Bulgar
tarafı Türk tezini desteklemiştir. Böylece Bulgar ve Türk çıkarları bir kez
daha birleşmiş ve buna dayanarak, Türkiye 1938 yılında, daha önce de sözü
edilen Neuilly Barış Anlaşması’nın askerî şartlarının iptalini talep etmiştir.
1938 yılının sonlarında, modern Türkiye Devleti’nin kurucusu Mustafa
Kemal ATATÜRK vefat etmiştir. Cenazesinde büyük bir Bulgar delegasyonu
hazır bulunmuş, Bulgar basını ise kendisine yakışır şekilde bu büyük kaybı
yansıtmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin yöneticisi olan Mustafa Kemal
ATATÜRK’ün XX. yüzyılın ilk yarısının en büyük devlet adamlarından biri
olduğu tartışmasızdır. Fakat, onun Bulgaristan’ın en yakın dostu olduğuna
dair iddiayla ilgili bir düzeltme yapmak istiyorum. Gerçekten ATATÜRK’ün
çok sayıda Bulgar devlet adamıyla yakın tanışıklılığı ve ilişkileri vardır; fakat
fikirlerinde de yaptırımlarında da kendisi, sadece ve tek Türk Devleti’nin
çıkarlarına dayanarak hareket etmiştir. İşte bu yüzden, o büyük bir devlet
adamıdır.4 Bulgar-Türk ilişkileri karakterini onun ölümünden sonra da

4
Mustafa Kemal ATATÜRK, sadece kendi ülkesinin çıkarlarını düşünen bir devlet adamı
değildir. O Türkiye’nin içte güvenli olabilmesini çevresindeki ülkelerle dost olmasına
bağlamaktadır. Bu amaçla Türkiye’nin komşuları ile anlaşmalar yapması yoluna gitmiştir.
ATATÜRK, Türk Bulgar dostluğuna da büyük önem vermiştir. Bulgaristan’ın Balkan Antantı’na
katılmasını sağlamak amacıyla iki defe Başbakan İsmet İnönü ve Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü
Aras’ı özellikle Bulgaristan’a göndermiştir. Onlara, “Lütfen Bulgar halkına en içten sevgilerimi
iletin. Balkan halkları arasında tam bir anlaşmaya varılması yolunda aynı istek ve enerji ile
çalışmaya devam edeceğimi” bildirin demiştir. Bulgaristan Başbakanı N.Muşanov’un Ankara’yı
ziyaretinde ise ATATÜRK şunları söylemiştir: “Türkiye ile Bulgaristan’ın dost olmaları gerekir,
Bulgaristan’a karşıt olan Türkiye’ye de karşıdır.” Bk. Tuğlacı; s.130.

166
muhafaza etmektedir. Bunun asıl sebebi de tartışmasız olarak artık
oluşmaya başlamış olan ve İkinci Dünya Savaşı’na dönüşmüş büyük
çatışmanın dinamik uluslararası şartlarında iyi komşuluk ilişkilerinin devamı
arzusudur.
Savaştan önceki beş yıllık süre içinde iki ülke ilişkilerinde sadece
1935’in baharında kritik anlar ortaya çıkmıştır. İlerideki yıllar içinde ilişkiler
genel sınırlar çerçevesinde düzenlenmiştir. Bu açıdan iki ülkenin ilişkileri,
Bulgaristan’ın diğer Balkan ülkeleriyle olan ilişkilerinin çok üstündedir. Bunun
sebebi de Büyük Britanya’nın, Bulgaristan’ın bazı taleplerine ve tam olarak
Bulgaristan dış politikasına yönelik pozitif yöndeki değişken tutumudur.
Türkiye ise, tam olarak bu yıllarda imparatorlukla daha sıkı iş birliğine
yönelerek, Dışişleri Bakanlığının yorumlarını dikkate almaktadır. Avrupa’nın
dinamik değişken ortamında, Münih krizinden sonra, Bulgaristan çok değerli
jeopolitik bir müttefik durumuna gelmekte ve bu yüzden özellikle de Dobruca
sınırlarının düzeltilebilmesi için Türk tarafı Bulgaristan’ın toprak taleplerini
destekleme yolunu izlemektedir.
Uluslararası siyasî ve askerî ortamın gelişmesi, dikkatin başka bir
yöne çevrilmesini sağlamaktadır. Türk devlet yönetimi, diğer Balkan
ülkelerinden farklı olarak, Balkanlar’daki barış tehlikesinin, sürekli barış
politikası örneklerini sergileyen Bulgaristan’ın askerî açıdan zayıf
olmasından kaynaklanmadığını açıkça anlayabilmektedir.
Savaş öncesi on yıllık dönemde Bulgar-Türk ilişkilerine atılan genel bir
bakış ile iki ülke arasındaki gelişmeleri iki önemli döneme ayırabiliriz. İlk
dönem 1931 den 1933’ün sonuna kadarki, dostluk antlaşması esas alınarak
birçok anlaşma ve sözleşmelerin Türkiye Büyük Millet Meclisinde
onaylanması ile Bulgaristan’ın desteğini sağlamak amacıyla Bulgaristan’ın
uluslararası topluluğa girmesine yönelik çabaları kapsamaktadır. Aynı
zamanda da Bulgar Devleti’nin tutumunun, güneydoğu komşusuna yönelik
toprak taleplerinin bulunmamasına dayanmaktadır. Dostluk ilişkilerinin
önemli bir unsuru da iki ülkenin azınlıklara karşı saygılı ve net tutumudur.
1934 yılının başlangıcından itibaren, Balkan Antantı’nın oluşturulmasından
sonra, ikili ilişkiler daha farklı özellikler taşımaktadır.
Türkiye, hedeflerinin bir kısmını gerçekleştirmiştir. Artık bir Avrupa
ülkesidir ve yalnızca Bulgaristan’a yönelik dostluğuna oranla, diğer Balkan
ülkeleriyle olan müttefik ilişkileri politik ve stratejik açıdan çok daha uyum
içindedir. Fakat Balkan Antantı’nın aktif üyesi olmasına rağmen Türkiye,
üstünlük açısından daha üstün olsa bile, Bulgaristan’ın en iyi niyetli ve en
düzgün komşusudur. Hatta, 1937’de Bulgaristan ve Yugoslavya arasında
imzalanan “Daimî Dostluk Anlaşması”ndan sonra, Türkiye’yle olan ilişkiler,
Bulgaristan’ın Balkan komşularıyla inşa ettiği ilişkilerden en iyisi olarak
nitelendirilebilmektedir.
Bulgaristan ve Türkiye arasındaki savaş öncesi politik ilişkiler, İkinci
Dünya Savaşı sırasında da iyi niyetli komşuluk ilişkilerinin korunmasına

167
dayanaktır. Avrupa’nın ve dünyanın, son derece kanlı askerî harekâtlara
arena olduğu bir dönemde, merkez ve güneydoğu Balkanlar barış bölgesidir.
İki ülke arasında sorunlar baş gösterip, asker ve mühimmat yerleştirilip, iki
taraflı sınırın her iki tarafında güçlendirilmiş hatlar oluşturulmuş olsa da yine
de iki ülke arasındaki barış korunabilmiştir.
İki ülkenin yöneticileri, barışın, savaştan daha değerli olduğunu ve
korunmasının çelişkiler üzerine değil; ancak bu çelişkilerin düzeltilmesi veya
yok edilmesi durumunda mümkün olduğu bilinci içindedir.
Bulgar-Türk ilişkileri örneğinin pozitif olması ve tarihsel deneyimin
bugün de yararlı olabileceği gerçek anlamda iddia edilebilir.
Kaynaklar
Merkez Devlet Arşivi (MDA), 321/6/madde 3, 4, 6.
Mustafa Kemal ATATÜRK ve Türk-Bulgar İlişkileri 1913-1938, Ankara,
2002.
PETROV, L.; Bulgaristan ve Türkiye 1931-1941, 2001.
PETROV, L.; Balkan Antantı - Uluslararası İlişkiler, No: 2, 1994. L.
Petrov, Bulgaristan ve Türkiye 1931-1941; c.81.
PETROV, L.; Bulgaristan Askerî Politika Sorunları 1934-1939, 1990.
PETROV, L.; İki Dünya Savaşı Arasında Trakya’daki
Silâhsızlandırmaya Yönelik Bölge Sorunları 1923-1938, Askerî tarih
derlemesi, No:2, 1997.
PETROV, L.; Bulgaristan, Türkiye ve Boğazlar, Lozan’dan Montreu’ya
Kadar 1923-1936, Askerî tarih derlemesi, No:1, 1998.
Resmî Gazete No:110, 1926.

168
BULGAR GENELKURMAYININ* TÜRKİYE VE TÜRK ORDUSUNA KARŞI
TUTUMU (1919 - 1945)

Dr. Kd. Alb. Sevo YAVAŞÇEV**


XX. yüzyılın ilk yarısında Bulgaristan ile Türkiye arasındaki ilişkiler,
kendilerinin dışında, daha çok büyük devletlerin askerî ve politik satranç
tahtasındaki figürleri dizmelerine ve yeniden dizilme sırasında onların
yerlerini nasıl gördüklerine bağlı olarak birkaç defa ciddî değişime uğrar.
Balkan savaşlarından (1912-1913) sadece iki yıl sonra Türkiye, XX. yüzyılın
ilk on yılında bir numaralı karşıtı olan Bulgaristan ile Birinci Dünya
Savaşı’nda artık müttefik konumundadır. Her iki ülkenin orduları Dobruca ve
Makedonya cephelerinde beraber çarpışmaktadır. Savaşın bitiminden sonra
iki ülke ve orduları, her biri kendi yöntem, yol, spesifik biçimleriyle ulusal
çıkarlarını koruma gayretinde bulundukları ‘barışçıl beraber yaşama’
dönemine girerler.
İki devlet arasındaki ilişkilerin dinamikliği üst düzey Bulgar askerî
yönetiminin Türkiye ve ordusuna karşı tutumunu da belirlemektedir. Sözü
edilen yönetim doğrudan veya dolaylı olarak Bulgaristan’ın askerî siyasetinin
biçimlendirilmesi ve gerçekleştirilmesinde yer alarak bunun sağlanması için
gerekli tasarıları hazırlamakta, ayrıca bunların (iki devlet arasında olası bir
savaş dâhil) başarıyla uygulanması amacıyla dikkatlice Türkiye’deki durumu
ve her şeyden önce ülkenin silâhlı kuvvetlerinin gelişmesini analiz
etmektedir.
20’li yılların ilk yarısında Bulgaristan ile Türkiye kendi iç ve dış politik
sorunlarının çözümlenmesiyle meşgul olurlar. O dönemde ikili ilişkiler iki ülke
hükûmetlerinin uyguladığı tutarlı ve kalıcı bir siyasetten çok, somut
diplomatik ve askerî durumun ürünüdür. Ancak 20’li yılların ikinci yarısında,
içlerinde en önemlisi iki ülke arasındaki Dostluk Paktı1 (18.10.1925) olan bir
dizi ikili belge, antlaşma imzalanmıştır.
Bulgar subaylarının Türk-Bulgar ilişkilerine ilk defa doğrudan doğruya
müdahalede bulunması, Balkanlar ve Avrupa’daki durumun değiştiği, Türkiye
ve ordusunun rol ve öneminin büyük ölçüde arttığı 30’lu yılların başlarında
olmuştur. 1933 yılında Savunma Bakanlığı, Bulgar kurumlar arası komisyonu
listesindeki subayları belirler. Sözü edilen komisyonun Türk tarafının
Trakya’nın silâhsızlandırılması ve Bulgaristan ile Türkiye arasında yeni bir
askerî anlaşmanın imzalanması istemleri konusunda görüş bildirmesi
gerekmektedir.2

*
Gnkur.ATASE ve Dent Arşivinde bulunan belgeler esas alındığında; Bulgar Genelkurmayı
1938 yılına kadar “Ordu Kurmaylığı”, daha sonra ise “Askerî Kurmaylık” olarak
adlandırılmaktadır.
**
Bilim Uzmanı
1
Dırjaven vestnik (Resmî Gazete), No:110, 1926.
2
L. Petrov; Bılgariya i Turtsiya (1931-1941), Sofya, 2001, s. 12-13. 8 Nisanda Ordu Kurmaylığı
Başkanı General Nikola Bakırciev komisyona dâhil edilmesi gereken subayların adlarını bildirir.

169
Türkiye’nin, Trakya’nın silâhsızlandırılmış statüsünün kaldırılmasına
yönelik arzusu Bulgar diplomasisi tarafından olumlu karşılanmaz.
Diplomatlardan farklı olarak Savunma Bakanlığı olumlu bir tutum takınır.
Çünkü böylelikle Bulgaristan güneydoğu sınırının savunmasını büyük
devletlerle değil, sadece Türkiye ile çözümleyecektir.3
Boğazların yeniden silâhlandırılması konusunda diplomatların ve
askerlerin var olan durumun korunması yönündeki görüşleri örtüşmektedir.4
Ordu Kurmaylığı, Bulgaristan askerî filo sahibi olma hakkından yoksun
bırakılırken, Türkiye’nin ise kendisininkinin büyük bir kısmını korumuş olduğu
biçimindeki bilirkişi görüşü üstün gelir. Bu durumda iki devlet arasındaki bir
askerî anlaşmazlıkta Bulgaristan’ın toprak bütünlüğünü aynı anda Trakya’da
karadan ve denizden etkili önlemler alarak koruyabilmesi çok zor olacaktır.
19 Mayıs 1933 tarihinde Türkiye, Bulgaristan ile Türkiye’nin karşılıklı
olarak Türk-Bulgar sınırının dokunulmazlığını tanımaları için bir pakt
imzalanması önerisinde bulunur.5 Aslında Bulgaristan, 1925 tarihli Türkiye ile
Dostluk Paktı’nın imzalanmasıyla Bulgar-Türk sınırının dokunulmazlığını
tanımış olur. Buna rağmen Savaş Bakanlığı Ankara’da askerî ataşe
görevinde bulunan Binbaşı Niço Georgiev’den bu konudaki görüşünü ister.
Ataşe, Türkiye’nin; Türkiye, Yunanistan ve Bulgaristan arasında üçlü bir
paktın imzalanması yönündeki arzusunu bildirir.6 Georgiev’in görüşüne göre
böyle bir paktın imzalanması, Bulgaristan’ın, Türkiye ile Yunanistan ile olan
sınırlarının olası bir yenilemede bu olanağını yitirmesine neden olur. Ancak
diğer taraftan, Türk önerisinin reddi ise Türkiye ile Yunanistan arasında
Bulgaristan aleyhine ikili bir antlaşma imzalanması tehlikesini de
doğuracaktır.
Bilinmeyen nedenlerden dolayı Bulgar devlet ve askerî yönetimi bu
bilgiye bir tepki vermez. Hükûmet ise sadece üçlü paktı değil, Türkiye ile ikili
bir anlaşmanın imzalanmasını dahi reddeder. Bunun sonucu olarak Türkiye
ile Yunanistan arasındaki diplomatik ve askerî ilişkiler daha da gelişir. 14
Eylül 1933 yılında iki devlet arasında sınırın dokunulmazlığının garantilendiği
ikili bir antlaşma imzalanır.7 Bu olgular, yaklaşan yeni dünya savaşının
arifesinde Balkanlar’da gelişmesi beklenen süreçlerden Bulgaristan’ın
yalıtılması olanağını doğurur.

Bunlar, yarbaylar Hristo Gercikov, Sava Stefanov, İvan Mihaylov ve İvan Markov’dur.
Poveritelna zapoved (No:7006-18-1 Numaralı Gizli Buyruk, 11 Nisan 1933.) Poveritelni
ministerski zapovedi 1933 (1933 Gizli Bakanlık Buyrukları), Voennoistoriçeska biblioteka (Askerî
ve Tarih Kitaplığı).
3
TsVA, f. 02, op. 1, a.е. 26, y. 14.
4
TsVA, f. 22, op. 3, a.е. 348, y. 17.
5
Daneva-Mihova, Hr., Nyakoi aspekti na diplomatiçeskata podgotovka na Balkanskiya pakt,
1934 (1934 Balkan Paktının Diplomatik Hazırlığının Bazı Yönleri). V: Sbornik v çest na
akademik Dimitır Kosev (Akademik Dimitır Kosev Onuruna Yayımlanan Derleme), Sofya, 1974,
s.299.
6
Petrov; s.15. Askerî ataşenin verdiği bu bilgi 30 Mayıs 1933 tarihini taşır, yani Türkiye ile
Yunanistan arasında ortak sınırların dokunulmazlığını garantileyen paktın imzalanmasından 2
ay önce.
7
Kr. Mançev; Yugoslaviya i mejdunarodnite otnoşeniya na Balkanite, 1933-1939 (Yugoslavya
ve 1933-1939 Döneminde Balkanlar’daki Uluslararası İlişkiler), Sofya, 1989, s.44.

170
Bulgar Ordu Kurmaylığı Balkan Paktı’nın (1934) biçimlendirilme
sürecini de dikkatle izler; çünkü bu oluşumun Bulgaristan karşıtı bir özelliği
olduğu açıktır. Daha somut olarak askerî yönetim, pakta üye olan devletler
arasında imzalanan askerî anlaşmalarla ilgilenmektedir. Bunlardan birincisi
Türkiye ile Yugoslavya (5 Haziran 1934), ikincisi Türkiye ile Romanya (1
Ağustos 1934) ve üçüncüsü Türkiye ile Yunanistan (2 Kasım 1934) arasında
imzalanır. Bir yıl sonra, 28 Kasım 1935 tarihinde üçlü Türk-Yugoslav-Rumen
askerî anlaşması imzalanmıştır. Bunun amacı da Bulgaristan’a Neuilly
Antlaşması’nın (1919) askerî hükümlerini bozması olanağını vermemek ve
Bulgaristan’ın neden olduğu anlaşmazlık durumunda üç devlet arasındaki
koordinasyonu sağlamaktır.8
Balkan Paktı’nın imzalanmasından sonra Trakya’nın yeniden
silâhlandırılmasına yönelik Türk siyaseti daha girişken olur. Türkiye’nin
Avrupa topraklarındaki askerî bölgeleri giderek genişler ve buralara yeni
askerî birlikler yerleştirilmeye başlanır. Bütün bunlar Bulgaristan Savaş
Bakanlığının bu bölgeden daha fazla bilgi toplayabilmek için ek kaynaklar
ayırmasını zorunlu kılar. Edirne konsolosumuzun Trakya’daki Türk askerinin
içeriği ve konuşlanmasıyla ilgili raporları Türkiye’nin bu bölgenin yeniden
silâhlandırılması isteğini kanıtlamaktadır.9
Bu gelişmeler Ordu Kurmaylığını fazlasıyla rahatsız eder ve
uluslararası sözleşmelerin ihlâli söz konusu olduğundan dolayı daha 13
Temmuz’da Genelkurmay Başkanı Korgeneral Todor Georgiev, Dışişleri
Bakanlığından destek arar. Çünkü 1925 tarihli Bulgaristan ile Türkiye
Dostluk Paktı iki devlet arasındaki silâhlı çatışma olanağını en aza
indirmektedir. Bunun dışında Ordu Kurmaylığına göre o dönemde
Türkiye’nin kara veya deniz sınırlarını tehlikeye sokacak herhangi bir durum
bulunmamaktadır.10
Bulgarların fikirleri göz önünde bulundurulmaz ve 1934 yılında
Trakya’nın silâhlandırılmasına devam edilir. İstanbul’daki Bulgar askerî
ataşesi Anadolu garnizonlarından Avrupa topraklarına asker aktarıldığını,
Çekoslovakya’dan büyük miktarda mühimmat ithal edildiğini ve İzmit
körfezinde güçlü bir askerî deniz üssünün yapımını rapor eder.11
Türk ordusunun sözü edilen güçlendirilmiş varlığı, Bulgar askerî
ataşesinin diğer ülkelerinkilerle bir dizi görüşmelerde bulunmasına neden

8
K. Mançev; Vzaimnite zadıljeniya na dırjavite ot Balkanskoto Sıglaşenie i Bılgariya (Balkan
Konvansiyonu Ülkelerinin Karşılıklı Yükümlülükleri ve Bulgaristan), Vekove (Yüzyıllar), 1973,
No:6, s.33.
9
TsVA (Merkez Askeri Arşivi), f. 22, op. 3, a.е. 272, y. 64.
10
Petrov; s.35. Ankara’daki Bulgar temsilcisi Nikola Antonov ile yaptığı görüşmede, ülkesinin
Avrupa topraklarındaki askerî önlemleriyle ilgili soruya Türkiye Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü
Aras’ın yanıtı, bunların Türkiye’nin savunma sisteminin tamamlanması, çıkarmalara karşı
savunma düzenini sağlaması ve imzalamış olduğu paktlardan kaynaklanan yükümlülükleri
bağlamında olduğu yönündedir.
11
a.g.e.; s.103.

171
olur.12 Yabancı askerî ataşelerin görüşleri çelişkilidir ve Ordu Kurmaylığını
rahatlatamadıkları gibi Türkiye’nin askerî niyetleri hakkında yol gösterici bir
bilgi olarak kullanılamazlar. Fransa askerî ataşesi doğrudan Türkiye’nin
Bulgaristan’a karşı bir savaş hazırlığı içinde olduğu uyarısında bulunurken,
İngiltere’ninki bu soruna mesafeli yaklaşmaktadır. Japonya, Sovyet Sosyalist
Cumhuriyetler Birliği ve İtalya askerî temsilcilerinin durumu daha genel, ama
hiçbir biçimde daha rahatlatıcı değildir ve onlar her şeyden önce Trakya’nın
silâhlândırılması fikrini paylaşırlar.
Türkiye’deki askerî ataşemizin verdiği bilgi genellenerek 1934 yılı Mart
sonunda Savaş Bakanı Tümgeneral Aleksandır Kisov tarafından Başbakan
Nikola Muşanov’a sunulur.13 Söz konusu raporun sadece nicelik değil, Türk
tarafının gelecekteki olası eylemleri ve Bulgar tarafının da bunlara karşılık
alması gereken önlemler hakkında öneriler içermesinden dolayı
değerlendirme ve öngörü özelliği de vardır.
Trakya’daki güçlendirilmiş askerî etkinliği sonucunda, 1934
ilkbaharında Türkiye’nin orada artık 3 tümeni vardır. Böylelikle Türk
ordusunun askerî organizasyonunun ağırlık merkezi Anadolu’dan Ege,
Trakya ve Çanakkale Boğazı’na doğru kaydırılmaktadır.14
Bulgar tarafının Türkiye’nin Avrupa topraklarının yeniden
silâhlandırılmasını durdurma veya en azından erteletme denemesine
rağmen, 1935 yılında da bu bölgeye Türk birliklerinin yerleştirilmesine devam
edilir. Aynı yılın Mart ayı ortalarına doğru Trakya’daki Türk askerlerinin sayısı
yaklaşık 50 bin kişi civarındadır,15 başka bir deyişle Trakya’daki Türk silâhlı
kuvvetleri neredeyse o zamanki bütün Bulgar ordusu (57.262 kişi) kadardır.16
Türk yetkilileri Trakya’da gerçekleştirilen askerî girişimlerin yabancılar
tarafından fark edilmemesi için önlem alırlar. Bunlar bölgedeki Bulgar askerî
istihbaratın da verimli bir biçimde işlevini yerine getirmesini engeller. Sözü
edilen zorlukların aşılması ve derlenen bilgilerin daha büyük güvenilirliğinin
sağlanması için Dışişleri ve Savaş Bakanlığı çalışmaların koordinasyonlu
12
a.g.e.; s.105.
13
a.g.e.; s.106.
14
a.g.e.; s.107. Ordu Kurmaylığına, Türk askerî birliklerinin sayısı ve konuşlanması hakkında
çeşitli kaynaklardan bilgiler ulaşmaya devam etmektedir. Sonuç olarak Edirne, Kırklareli,
Pınarhisar, Çorlu ve diğer garnizonlardaki askerî birliklerin sayıları netleştirilmiştir. Bunun yanı
sıra Türkiye’nin ordusunu Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, Çekoslovakya, Japonya, ABD,
Fransa, Almanya ve başka devletlerden silâh ve savaş tekniği satın alma yoluyla silâhlandırdığı
anlaşılmıştır. Bu gelişmeler Dışişleri Bakanı Rüştü Aras’ın Türk Kara Kuvvetlerinin silâhlanma
programının neredeyse %100, hava kuvvetlerinin %50, deniz kuvvetlerinin %45 oranlarında
tamamlandığını açıklamasına neden olur. Petrov; s. 110.
15
a.g.e.; s.21. 1933 yılında Türkiye hâlen Lozan Antlaşması’nın silâhsızlandırılmış bölge
hükmünü yerine getirmektedir. Sözü edilen dönemde Türkiye’nin Kırklareli’nde sınır piyade
taburu, jandarma taburu ve Edirne’de jandarma okulu, süvari birlikleri, 84 adet topu, iki mitralyöz
bölüğü, jandarma taburu ve piyade alayı; Uzunköprü’de tümen kurmaylığı ve Çorlu’da ordu
kurmaylığı bulunmaktadır. Sadece iki yıl sonra Türkiye’nin Trakya’da üç piyade ve bir süvari
tümeni, kolordu ve tümen topçu birliği, istihkâm ve havacı birlikleri vardır. a.g.e.; s.71.
16
TsVA, f. 22, op. 3, a.е. 333, y. 61-63.

172
olmasını sağlayan gerekli tedbirleri alır. Bunlar Edirne Bulgar konsolosunun
İstanbul’daki askerî ataşeyle uyumluluk içinde hareket etmesini zorunlu
kılar.17
1935 yılı başlarında Türk istihbaratı Bulgaristan topraklarındaki
etkinliğini güçlendirir. Bu amaç doğrultusunda Türklerin yanı sıra yabancı
Bulgar vatandaşları da kullanılır. Bununla ilgili İstanbul Bulgar konsolosu
Bulgaristan’ı istihbarat amacıyla ziyaret eden somut isimler verir.
Bulgaristan’ın Doğu Rodop’larında yaşayan Pomaklar arasında Türkiye
yanlısı propaganda etkinliklerinde bulunan Türk vatandaşları görülmüştür.18
İstihbarat bilgileri Sofya’da da önlemlerin arttırılmasını gerekli kılar.
1935 yılı Mart ayı başlarında Türk Askerî Ataşesi Binbaşı Necip, Bulgaristan
Savaş Bakanlığına çağırılır. Görüşme sırasında Türk askerlerinin Trakya’da
yaptıkları yığınak konusunda somut bilgiler sunulur. Ataşe, bütün bunların
nedeninin o dönem Yunanistan’daki kargaşalıklardan (Venizelos
taraftarlarının ayaklanması) ve Türkiye’nin boğazlar ile İstanbul’un
batısındaki topraklarını garanti altına alma arzusundan kaynaklanmış
olduğunu açıklar.19
Askerî istihbarat çalışmalarının verimlileştirilmesi amacıyla Mart
1935’te Ordu Kurmaylığı Türkiye için askerî ataşelik kadrosu açar (o
zamana kadar Türkiye ile Yunanistan için tek bir kadro ayrılmıştır). Bunun
sonuçları hemen alınır. Bulgar bakanın Türkiye Dışişleri bakanı ile
görüşmesi sırasında (25-26 Mart) Binbaşı N. Georgiev Türk askerlerinin
Trakya’daki sayısı ve konuşu hakkında rapor sunar.20
1935 yılı Mayıs ayının ilk yarısında İstanbul Bulgar konsolosu,
Bulgaristan’ın Neuilly Anlaşması’nın askerî hükümlerini tanımadığı durumda,
Türk ve Yunan hükûmetlerinin uyumlaştırılmış bir plân çerçevesinde
Bulgaristan’a karşı ortaklaşa harekâtta bulunma hazırlıkları içinde oldukları
konusunda güvenilir bilgi olduğunu iletir.21

17
Petrov, s.114. 1934 yılında Bulgar askerî istihbaratı başarısızlıklar yaşar. Ordu
Kurmaylığından belirli misyonla görevli iki istihbaratçı Trakya’da tutuklanırlar. Biri
aydınlanamayan nedenlerden dolayı yaşamını yitirir, diğeri ise Türkiye’nin doğusunda esir
olarak bulundurulur. Bir yıl sonra serbest bırakılır.
18
TsVA, f. 23, op. 1, a.е. 71, 81-83.
19
Petrov ; s. 116.
20
Bılgarska voenna istoriya. Podbrani izvori i dokumenti. T. III (Bulgar Askerî Tarihi. Seçilmiş
Kaynak ve Belgeler. c. 3), Sofya, 1986, s. 407. Trakya’da o dönemde beş adet piyade ve bir
süvari tümeni, iki adet sınır alayı ve piyade alayı içinde bir jandarma okulu
konuşlandırılmıştır.Güneydoğu sınırına yerleştirilmiş Bulgar birliklerinin içeriğini ve sayısını göz
önünde bulundurarak Bulgar Ordu Kurmaylığı kuvvet oranının piyadede 1:9, topçuda 1:12 ve
süvaride 1:3 Türk ordusu lehine olduğunu hesaplar. Anadolu’dan üç adet piyade tümeninin
öngörülen yerleştirilmesi gerçekleşirse, Bulgar Ordu Kurmaylığının kaydırabileceği başka askeri
olmadığından, bu oran sırasıyla 1:14, 1:18 ve 1:3 yükselecektir. Trakya’nın toplam Türkiye
topraklarının 1/23’ini oluşturmasına karşılık burada Türk Silâhlı Kuvvetlerinin 1/5’i
konuşlandırıldığı sonucuna ulaşılır. Ordu Kurmaylığına göre bu durum Bulgaristan için felâket
olabilir. a.g.e.; s.409.
21
Kr. Mançev; Yugoslaviya i mejdunarodnite otnoşeniya... (Yugoslavya ve Uluslararası
İlişkiler...), s.121.

173
Türk askerî kuvvetlerinin Trakya’da çoğalmasıyla ilgili, Ordu
Kurmaylığı Başkanı Tümgeneral T. Georgiev, Bulgaristan için çok büyük
tehlikeler içeren bu durumun aşılması amacıyla Dışişleri Bakanlığının büyük
devletler ve Balkan Paktı ülkeleri nezdinde gerekli girişimlerde bulunmasında
ısrar eder.22
Bulgar Ordu Kurmaylığı, boğazların silâhsızlandırılması konusu
üzerinde de durmaktadır. Askerî istihbaratın 1934 yılı başlarındaki verilerine
göre askerî birlikler yığınak yapmakta, yeni yol ve mevziiler inşa
etmektedir.Türkiye’nin bu etkinlikleri 1935 yılında, emrinde 4 piyade tümeni
bulunan Boğazlar Komutanlığının oluşturulduğunda da devam eder.23 Sözü
edilen askerî istihbarat verileri Savaş Bakanı Hristo Lukov’un, Bulgar
Hükûmetine, Türk kuvvetlerinin bu bölgedeki ezici üstünlüğünden dolayı
savunulması zor olacağından Meriç nehri boyunca koridor oluşturulmasında
ısrar etmemesi önerisinde bulunmasına neden olur.24
Ordu Kurmaylığının boğazların silâhsızlandırılması konusuna
yaklaşımını, Montrö Konferansı’na katılacak Bulgar heyetine bir askerî
temsilcinin, birinci sınıf Deniz Yüzbaşısı İvan Varikleçkov’un dâhil edilmesi
göstermektedir. Konferanstan sonra savaş bakanına sunulan rapor
sonucunda, Ordu Kurmaylığı, Türkiye’nin Trakya ve boğazları silâhlandırarak
kuzeybatıdan ve batıdan bir düşmana, başka deyişle Bulgaristan’a karşı bir
stratejik savunma hattı oluşturmayı amaçladığı sonucuna varılır. Olası bir
savaş eylemi sırasında sözü edilen hat Bulgar ordusunun hareketlerini
büyük ölçüde zorlayacak, Türkiye’yi ayrıcalıklı bir duruma getirecektir.25
Bulgar askerî dairesini rahatsız eden durum, Türkiye’nin her dört
askerî anlaşmada da yer almasıdır. Bu durum da Türkiye’nin Bulgaristan’la
1925 yılında imzaladığı Dostluk Paktı’ndaki yükümlülüklerini yerine
getirmeyeceği kuşkusunu doğurmaktadır. Türk-Yunan ve Türk-Rumen askerî
anlaşmalarında, Türkiye’nin tamamen askerî bozguna uğratılıncaya dek
Bulgaristan’a karşı ortaklaşa hareketlere hazırlığı artık gizlenmemektedir. Bu
olgu Ordu Kurmaylığının komşu devletlerin askerî olanakları hakkında
bilgilenmesinin iyileştirilmesi için gerekli önlemlerin alınmasını zorunlu kılar.26
Derlenen ve analiz edilen bilgiler sonucunda Ordu Kurmaylığı Başkanı
General T. Georgiev Dışişleri Bakanlığında Balkanlar’daki durumun
görüşülmesini ve bu bölgede olası bir askerî anlaşmazlık durumunda
Bulgaristan’ın yalıtımının önüne geçilmesi için somut diplomatik önlemler
alınmasını önerir.27 Türkiye’nin etkin diplomatik ve askerî katılımıyla
imzalanan askerî anlaşmalar, Balkan Paktı’nı, bir askerî ve politik koalisyona
dönüştürmektedir, amaç ise Neuilly Anlaşması’nın revizyonu isteğinin askerî
yöntemlerle durdurulmasıdır.
22
Petrov; s.120.
23
a.g.e.; s.40.
24
L. Spasov; Bılgariya i konferentsiyata v Montryo prez 1936 (Bulgaristan ve 1936 Montrö
Antlaşması), İstoriçeski pregled, 1986, No:3, s.6.
25
Petrov; s.43, 47.
26
a.g.e.; s.85-86, 93.
27
a.g.e.; s.40.

174
27 Ekim 1937 yılında Ankara’da Balkan Paktı’na dâhil devletlerin
Genelkurmay başkanlarının katıldığı konferans çalışmalarına başlar. Bu
konferansta ikili anlaşmaların bazıları sağlamlaştırılır ve Türk-Yunan askerî
birliğinin gitgide güçlendiği anlaşılır. 20 Ekim 1937 yılında Ankara’da, iki
ülkenin kara, deniz ve hava kuvvetlerinin hareketlerinin uyumlaştırıldığı Türk-
Yunan askerî anlaşması imzalanır.28
Anlaşmanın ilişiğinde, bir dizi ek açıklamalar ve karşılıklı
yükümlülükler içeren özel bir protokol imzalanır. Bulgaristan’la savaş hâlinde
iki ülkenin eylemleri somutlaştırılarak taarruz yönleri, işgal edilecek şehirler,
iki ülke istihbaratlarının Bulgaristan’da hareket etme yöntemleri, iki ordu
arasındaki koordinasyon vs. belirlenir.29
Protokolün içeriğinden diplomatik sözleşme ve askerî anlaşmalara
dâhil edilen genel hususların iki ülke ordularının Bulgaristan’a karşı askerî
harekât sırasında somut harekât ve stratejik plâna dönüştükleri
anlaşılmaktadır.
1939 yılında Bulgar-Türk ilişkilerinde önemli bir mesafeleşme süreci
başlar, İtalya’nın Arnavutluk’u işgalinden sonra yeni Türk askerî birliklerinin
Trakya’ya aktarılması buna katkı sağlar. Türkiye’deki Bulgar askerî
ataşesine göre Türk tarafı bu eylemini Yunanistan’a karşı var olan
yükümlülükleriyle açıklamaktadır. Ancak bunlar Bulgar Askerî Kurmaylığında
güvensizliğe neden olur ve Bulgar devlet ve askerî yönetiminin 1939 yılı yaz
sezonunda Hitler ve generalleriyle yapılan bazı görüşmelerin başlıca
konusunu oluştururlar.30
Bulgar Askeri Kurmaylığı Türkiye ve Türk ordusundan İkinci Dünya
Savaşı yıllarında da ilgilenmeye devam etmektedir. İstanbul askerî ataşesi
Albay Jelyazkov Sofya’ya düzenli olarak halkın ve subayların durumu, Türk
devlet ve askerî yönetiminin olası adımları, Türk askerlerinin yerleşimi
hakkında bilgi aktarmaktadır. Ancak Türk askerinin sayısı ve içeriği, özellikle
olası harekât plânları hakkındaki bilgiler yeterli değildir.31
Trakya ve boğazların yeniden silâhlandırılması, Balkan Paktı
çerçevesinde Türkiye’nin Bulgaristan’a karşı tutumu ve yaklaşan yeni dünya
savaşı, Bulgar askerî yönetiminin Türk ordusunun yapısal gelişmesini,
hazırlıklarını ve yeni silâh ve mühimmat alımını dikkatle izlemesine neden
olur.
Büyük bir ilgiyle Türk hava kuvvetlerinin gelişimi izlenir. 1936 yılında
Bulgar hava kuvvetlerinin istihbarat birimi komşu ülkelerin hava kuvvetleri

28
Кr. Mançev; Yugoslaviya i mejdunarodnite otnoşeniya... (Yugoslavya ve Uluslararası
İlişkiler...), s.215.
29
Petrov; s.98-99. Sözü edilen 33 Numaralı Protokolü Türkiye adına Savunma Bakanı, Tümen
Komutanı General Kazım Özalp imzalamıştır.
30
Кr. Mançev; Yugoslaviya i mejdunarodnite otnoşeniya... (Yugoslavya ve Uluslararası
İlişkiler...), s.242.
31
TsVA, f. 22, op. 3, a.е. 426, y. 30. Nedev, St. Otkradnati ilyuzii. Spomeni, izjivyavaniya,
pretsenki (Yitirilmiş Yanılsamalar. Anılar, Yaşantılar, Değerlendirmeler), Sofya, 1997, s.299.

175
hakkında bir rapor hazırlar. Sözü edilen raporda Türk askerî havacılığına
büyük yer ayrılarak yapısı ve organizasyonu, hava limanlarının konumu
hakkında bilgi verilmiştir.32
Bulgar askerî uzmanlar için Türk ordusunda ana silâhlı kuvvet
konumundaki kara kuvvetlerinin gelişmesi de ilgi uyandırmaktadır. Bunlar
hakkındaki bilgi askerî ataşeden sağlanmasının yanı sıra Türkiye ve diğer
Avrupa ülkelerindeki özel askerî basından edinilmiştir. 30’lu yılların
başlarında Türkiye’nin kara kuvvetleri 10 kolordudan oluşmaktadır. Her
kolordu iki piyade tümeni, topçu alayı, süvari bölüğü, istihkâm taburu,
muharebe taburu ve hizmet mangalarını içermektedir. Her piyade tümeninde
üç piyade, bir-iki topçu alayı, istihkâm ve irtibat taburu bulunmaktadır.33
Bulgar Askerî Kurmaylığı, Türk deniz kuvvetlerinin Bulgaristan’ınkiyle
karşılaştırıldığında ezici üstünlüğünü bilmektedir; ama buna rağmen Sofya,
30’lu yıllarda bir adet zırhlı kruvazör, iki adet kruvazör, altı adet torpido
muhribi (destroyer), beş adet denizaltı, yedi adet gambot ve diğer yardımcı
araçlar olmak üzere yaklaşık 55 birimden oluşan Türk askerî filosunun
gelişimini dikkatle izlemektedir. Filonun askerî üssü İzmir’de
bulunmaktadır.34
Ordu Kurmaylığınca Edirne Bulgar konsolosundan da ayrıntılı bilgi
alınmaktadır. Sözü edilen diplomat 1936 yılı Mayıs ayında İstanbul
garnizonunca boğaz kıyısında iki piyade tümeniyle düzenlenen tatbikatı
rapor eder. Manevralara, aynı zamanda başkomutan olan Cumhurbaşkanı
Kemal ATATÜRK de katılmıştır. Buna benzer manevralar Haziran ayında da
İstanbul’daki Askerî Akademi ve Piyade Okulu öğrencileriyle düzenlenmiştir.
Aynı dönemde Kemal ATATÜRK Çorlu’da bulunan ve General Salih
Omurtak komutasındaki 3 ncü Kolordu karargâhını da ziyaret eder.35
1937 yılı yaz aylarında Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak
komutasında, Trakya’da 1 nci Ordunun kapsamlı manevraları düzenlenir.
Edirne Bulgar konsolosunun aktardığı bilgilere göre bu manevraların güç ve
üstünlük gösterisi olduğu anlaşılır. Ordu, 1 nci Ordu Müfettişi Orgeneral
Fahrettin Altay tarafından yönetilir. Hakemliği ise 3 ncü Kolordu Komutanı
General Salih Omurtak yapar.36

32
Petrov; s.128-129. O dönemde Türkiye 50’si avcı, 40’ı istihbarat ve 20’si bombardıman uçağı
olmak üzere yaklaşık 110 adet uçağa sahiptir. Bunun yanı sıra eğitim ve su uçakları vardır.
Hava kuvvetlerinde görevli personelin sayısı 8383 kişidir. Türk Hava Kuvvetlerinin uçakları
Junkers A20, Breguet 19A, Breguet 19B2, Curtis, Devoitine 27, Schmolling 16, Dragon, Hooker
vs. tipidir.
33
Petrov; s.133. Türk Kara Kuvvetleri toplam 22 piyade tümeni, 11 topçu alayı, 2 ağır topçu
tümeni, 10 bölük, 10 istihkam taburu ve 10 irtibat taburundan oluşur. Kolordularda tümenlerin
dışında bir bağımsız piyade tümeni, dağ piyade tugayı ve muhafız piyade alayı bulunmaktadır.
Kırklareli’ndeki piyade tümenine 28 tanklı ağır tank alayı ilâve edilmiştir. Kolordu ve tümen
süvari sınıfı dışında Türk ordusunda daha 3 süvari tümeni vardır.
34
Petrov; s.133.
35
a.g.e.; s.133. İkinci Dünya Savaşı sırasında General Omurtak Genelkurmay başkanı görevine
yükselir.
36
a.g.e.; s.141. Manevraları, Yugoslavya dışında Balkan Paktı ülkeleri Genelkurmay başkanları
ve İran, Irak ve Ankara’da görevli bütün askerî ataşeler de izler.

176
İkinci Dünya Savaşı arifesinde (15-21 Ağustos 1939) 1 nci Kolordu
yeniden Doğu Trakya’da manevralar düzenler. Bulgar Elçiliği müsteşarı
askerî makamlara manevraların seyri hakkında ayrıntılı bilgi verir.
Manevralarda piyade birlikleri dışında tanklar, hava kuvvetleri ve motorlu
birlikler de yer alır. Avrupa ve Balkanlar’daki askerî ve politik değişimler Türk
askerî yönetiminin, 1937 yılında olduğu gibi, bir kez daha ordusunun
hazırlığını denemesine neden olur. Bundan dolayı manevralar aynı bölgede
düzenlenir, ayrıca katılan askerî birliklerin ve tatbikat yönetiminin aynı olması
rastlantı değildir. Amaç ve hedefler de aynıdır: Savunma operasyonuyla
Bulgar askerlerinin saldırısını durdurmak ve daha sonra karşı saldırıya
geçmek.37
Bulgar Askerî Kurmaylığınca yapılan incelemelerde, Türklerin 1937 ve
1939 yıllarında düzenledikleri manevralarda yer alan askerî birliklerinin
içeriği ve sayısının neredeyse bütün Bulgar ordusuna eşit olduğu
görülmektedir.
Türkiye’den askerî makamlara gönderilen raporlarda, Türk
ordusundaki subayların iyi hazırlanmış oldukları, ancak bunun yedek
subaylar hakkında söylenemeyeceği belirtilir. Ordudaki disiplin ve ruh
yüksektir. Türk nizamname (tüzük, talimatname, emirler vs.) dokümanlarının
büyük kısmı Almanlarınkinin çevirisidir. Türkiye’nin savaş öğretisi hakkında
ise haklı olarak taarruza dayalı olduğu öne sürülebilir.38
Ordu Kurmaylığı, Bulgar ordusunun savaş hazırlığı tasarılarını
geliştirirken, Türk ordusunun savaş zamanındaki durumunun ne olabileceği
ile de ilgilenmektedir. 30’lu yıllarla ilgili veriler, seferberlik ilân edildiğinde
kara kuvvetlerinin 40 piyade ve üç süvari tümeni, jandarma, bağımsız süvari,
sınır alayları ve kale garnizonlarına ulaşacağını göstermektedir. Her dört
orduya savaş sırasında birer hava alayı da bağlanması öngörülmektedir.
Türk ordusunun savaş sırasında sayısının 1.200.000 kişiye, yani nüfusun
yaklaşık %10’una ulaşabileceği tahmin edilmektedir.39
Bulgar Askerî Kurmaylığı için her şeyden önce Türk Silâhlı
Kuvvetlerinin Doğu Trakya’daki içeriği ve sayısı çok önemlidir. Uzmanlara
göre sözü edilen bölgede beş piyade ve bir zırhlı (tank ve motorize araçlarla)
tümen, üç kale komutanlığı, sınır askerleri ve jandarma konuşlandırılmıştır.40
1939 yılı başlarında bütün Bulgar ordusunda, sekiz piyade ve iki süvari

37
a.g.e.; s.155.
38
TsVA, f. 743, op. 1, a.е. 77, y. 210.
39
Petrov; s.135.
40
S. İvanov; Voenna geografiya na Turtsiya (Türkiye’nin Askerî Coğrafyası), Sofya, 1939, s.30.
Rıkopis vıv Voennoistoriçeskata biblioteka (Askerî ve Tarih Kitaplığında El Yazısı). Üçüncü
Kolordu karargâhı Çorlu’da bulunmakta olup içeriğinde 61 nci Piyade Tümeni (Tekirdağ), 52 nci
Piyade Tümeni (Vize), 46 ncı Piyade Tümeni (Kırklareli), 2 nci Hızlı Tümen (Lüleburgaz), 2 nci
Kale Komutanlığı (Kırklareli) ve Sınır Komutanlığı (Edirne) bulunmaktadır. 10 ncu Kolordunun
Karargahı İstanbul’da olup 1nci Piyade Tümeni (Hadımköy), 33ncü Piyade Tümeni (Üsküdar), 1
nci Kale Komutanlığı (Çatalca) ve 7nci Kale Komutanlığını (Boğaz) içermektedir.

177
tümeni bulunmaktadır ve bu sayı Doğu Trakya’daki Türk askerlerinden biraz
daha fazladır. Bu orantı Savaş Bakanlığında ciddî bir rahatsızlığa neden olur
ve Askeri Kurmaylık gerekli önlemleri alır. Yeni piyade tümenleri oluşturulur,
tümen kurmayları seferberliği yürürlüğe koymak ve Bulgar askerlerinin
güneydoğu sınırına yığınak yapmalarını sağlamak amacıyla somut önlemler
geliştirir.41
Bulgar askerî uzmanlarına göre, ordusunun sözü edilen içeriği ve
sayısıyla Türkiye Bulgaristan’a karşı olası bir savaşta 17-19 tümenle,
seferberlikten sonra ise daha 10-12 redif tümeniyle taarruza geçebilecektir.42
Konumuz olan dönemde Ordu Kurmaylığı, özellikle Balkan Paktı devletleri
arasındaki askerî anlaşmalar doğrultusunda bütün koalisyon ordularının
Bulgaristan’a karşı savaşmaları öngörüldüğünden, Bulgar ordusunun
şansının çok düşük olduğunun bilincindedir.
1940 yılı başlarında Türkiye Doğu Trakya’daki askerlerini çoğaltmaya
devam etmektedir. Bütün ordudaki 54 tümenden 29’u Doğu Trakya’da
odaklanmıştır. Bulgar Askerî Kurmaylığında, asker yığınağının Türkiye’nin
Bulgaristan’a yönelik saldırgan niyetlerinin bir kanıtı olarak mı algılanılması
gerektiği yönünde hemfikirlik yoktur, ancak Balkanlar’da o dönem egemen
olan güvensiz askerî ve stratejik durumun ve Türkiye’nin İkinci Dünya
Savaşı’na katılıp katılmama konusundaki belirsiz pozisyonu göz önünde
bulundurulunca güneydoğudan gerçek bir tehlike gelebilecektir.43
Bulgar askerî yönetimi açısından Türk ordusunun sadece
yapılanması, konuşlanması ve niceliği değil, onun silâhlanması hakkında da
bilgi edinmek büyük önem taşımaktadır. Ordu Kurmaylığı, boğazlar ve Doğu
Trakya’da bulunan askerlerin silâhlanması ve mühimmatına büyük dikkat
ayırmaktadır; çünkü Türkiye’yle olası bir askerî anlaşmazlık sırasında Bulgar
ordusuna karşı bu birlikler harekete geçirilecektir.
Türkiye’nin daha büyük iktisadî olanakları, doğal kaynakları ve
özellikle Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra imzalanan barış anlaşmalarını
tanımaması, ordusunu çağdaş silâh tekniğiyle donatmasını zorunlu hâle
getirmektedir. Ordu Kurmaylığına bu konuda ulaşan ayrıntılı bilgiler sözü
edilen zorunluluğun bir göstergesidir.44
30’lu yılların başlarında Türk ordusunun topçu malzemeleri ağırlıklı
olarak eski tür silâhlardan oluştuğundan dolayı, Ordu Kurmaylığına ulaşan

41
Petrov; s.158.
42
a.g.e.; s.133.
43
TsVA, f. 24, op. 3, a.е. 149, y. 1-2.
44
Petrov; s.79, 134. 30’lu yıllarda Türk piyade ve süvarisi Mauser - 7,62 mm karabinalarla
silâhlandırılmıştır. Luxe-7,71 mm ve Hockis-8 mm hafif makineli ve Schwarz Lose-8 mm,
Maxim-7,9 mm, Vickers-7,7 mm ve Colt-7,62 mm ağır tüfekler İngiliz üretimidir. Sahra topçusu
Schneider, 75 mm, Krupp, 75 mm ve Putilov, 76,2 mm topları içermektedir. Dağ topçusu
genelde Bofors, 75 mm oluşmaktadır. O dönemde Türk ordusundaki top sayısı yaklaşık 2298
adettir. Hafif tanklar birer mitralyözlü, Sovyet üretimi olan ağırlar ise bir 45 mm top, ağır ve hafif
mitralyözlerdendir. 1934 yılı başlarında Türkiye sadece 90’ı modern olan 252 uçağa sahiptir.

178
bilgilere göre hava saldırısına karşı modern 75 mm Vickers, 75 mm yeni
Bofors tipi toplar ve 149,7 mm Skoda tipi obüs topların alınması
gündemdedir.45
Türkiye ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) arasında
imzalanan askerî anlaşmalar çerçevesinde Türk ordusuna büyük kalibreli
Sovyet topçu malzemesi - 150 mm 25 adet top, 220 mm dört adet top, 240
mm 10 adet top ve 305 mm 12 adet topun yanı sıra su altı mayın döşeme
uçakları sağlanmaktadır. Bulgar Ordu Kurmaylığına göre sözü edilen savaş
araçları büyük olasılıkla Çanakkale Boğazı’nın savunmasında kullanılacaktır.
Türk ordusunun zırhlı araçlarla da silâhlanmasına dikkat edilmektedir. 1934
yılında Fransa’dan Devoitine tipi 36 adet tank, Amerika Birleşik
Devletleri’nden ise Curtis Right tipi altı adet tank alınmıştır. Bunun dışında
daha 100 adet Hawk tipi Amerikan tankı ile 80 adet Sovyet tankının alımı için
görüşmeler devam etmektedir.46
Türkiye, ordusunu silâhlandırmak amacıyla İngiltere ile ilişkilerinin
düzelmesi için gayret göstermektedir. Bunun sonucunda Havilland
firmasından üç adet Dragon tipi uçak, Hawker firmasından 10 adet tek kişilik,
20 adet iki kişilik ve 52 adet genel kullanım amaçlı savaş uçağı, Avro
firmasından 20 adet S 66 tipi bombardıman uçağı olmak üzere toplam 105
adet savaş uçağı satın alınmıştır. 1935 yılı başlarında İngiltere’den ek olarak
102 adet yeni uçağın satın alınması için kontratlar imzalanmış, aynı yılın
Nisan ayında ise 30 adet daha uçağın alımı için anlaşma sağlanmıştır.
İngiltere’den uçak alımı daha sonraki yıllarda da devam eder. 1938 yılında
25 adet Bristol Blennheim tipi bombardıman uçağı temin edilmiştir. 30’lu
yılların ortalarına doğru Türkiye’nin askeri deniz filosunda ikisi Hollanda, üçü
İtalyan yapımı olmak üzere toplam beş adet denizaltı bulunmaktadır. 1938
yılında filoya İngiltere’den bir adet kruvazör, üç adet yıkıcı, sekiz adet
denizaltı, dört adet mayın temizleyicisi, dört adet mayın döşeme gemisi ve
kıyı topçusu alınması beklenmektedir.47
Bulgar Askerî Kurmaylığın değerlendirmesine göre, Türkiye amaca
yönelik olarak büyük devletler arasındaki anlaşmazlıkları, silâhlı kuvvetlerine
çağdaş silâh ve savaş tekniği sağlamak için kullanmaktadır. Polonya’dan
PZL 24 tipi avcı uçakları satın alınmıştır, 1937’de ise Amerikan savaş
uçakları alımı programının uygulanmasına başlanır. 1936 yılında
Almanya’dan 130 ton uçak bombası ve diğer askerî mühimmat, 1938’de ise
142 adet tanksavar tüfeği, 100 adet otomobil, 250 adet motosiklet, 30 adet
projektör, dört adet güçlü radyo istasyonu, 25 adet seyyar mutfak ve ordu
gereksinimlerini karşılayacak bir revir satın alınmıştır. 1939 yılının başlarında
Almanya’dan çeşitli kalibreli 100.000 adet Reimetall tipi mermi de satın
alınmıştır. Yine bu dönemde Alman tersanelerine brüt 1100 kayıtlı tonajlı 4
adet denizaltı, Messerschimdt tipi 60 adet avcı uçağı ve düşman uçağı keşfi
45
a.g.e.; s.134.
46
a.g.e.; s.40, 113, 125.
47
a.g.e.; s.124, 132, 147.

179
için çok sayıda düzenek sipariş edilmiştir. İzmit istihkâmı için de büyük
kalibreli top satın alınmıştır.48
Askerî uzmanlar, araştırmamızın konusu olan dönemde, Türk ordusu
hakkındaki bilgileri askerî ataşe ve Bulgaristan’ın Türkiye’deki diplomatik
temsilcilerinin dışında, Bulgaristan’da çıkan süreli askerî yayınlar aracılığıyla
edinmektedir.
Yazıların büyük bir kısmı Bulgaristan’ın 30’lu yıllardaki Türkiye Askerî
Ataşesi Niço Georgiev tarafından kaleme alınmıştır. Georgiev’in makaleleri
Bulgar Savaş Bakanlığının yarı resmî organı Halk Savunması (“Narodna
Otbrana”) gazetesinde, Ordu Kurmaylığının kuramsal organı Askerî Dergide
(“Voenen Jurnal”) ve piyade müfettişliğinin yayın organı Çağdaş Piyade
(“Sıvremenna Pehota”) dergisinde yayımlanmaktadır. Bunların büyük bir
kısmı Türk askerî organlarında ve özellikle Askerî Mecmua dergisinde
yayımlanan yazılar baz alınarak kaleme alınmıştır. Niço Georgiev’in
makalelerinde, yayımlanan yazıların eleştirel bir incelemesi yapılır, Türk
ordusundaki harekât ve taktik anlayışı, önde gelen Avrupa devletlerindeki
egemen anlayışla ve Bulgar ordusunun başlıca tüzük dokümanı olan 1935
tarihli Askerî Görev Tüzüğü’ndeki hususlarla karşılaştırılır.49
Bulgar askerî uzmanlar arasında N.Georgiev’in, Türk Silâhlı
Kuvvetlerinin durumu ve gelişmesi hakkında görüşlerini belirttiği makaleleri
ilgi uyandırmaktadır.50 Söz konusu makalelerinde Georgiev Türk ordusunu
nesnel bir biçimde değerlendirerek, Bulgaristan ile Türkiye’nin Trakya
muharebe sahasındaki kuvvet ve araçlarının orantısı hakkında yararlı
sonuçlara ulaşmaktadır.
Günümüz Türk piyadesi başlıklı makalesinde şunlara işaret eder:
“Cumhuriyet Türkiye’si çağdaş bir devlet olmanın bütün gereklerini yerine
getirmektedir. Yönetimin bütün alanlarında, temelinde Mustafa Kemal
ATATÜRK devriminin bulunduğu değişimler yapıldı ve yapılmaya devam
edilmektedir. Yeni Türk önderlerinin yoğun çalışmaları ürünlerini vermekte
gecikmedi. Bugün, bir zamanlar Avrupa’nın ‘hasta adamı’, gücü eşit orantıda
ülkenin iktisadî ve askerî yapısından kaynaklanan sağlam temelli bir
oluşumdur.’’

48
TsVA, f. 22, op. 3, a.е. 368, y. 1-7, 15-16, 43.
49
N. Georgiev; Edna zadaça za turskata konna diviziya (Türk Süvari Tümenine Bir Görev),
Voenen jurnal (Askerî Dergi), 1937, No:43, s.72. Edno dvustranno boyno uprajnenie v
okolnostite na Tsarigrad (İstanbul Dolaylarında Düzenlenen İki Taraflı Bir Savaş Tatbikatı),
Voenen jurnal (Askerî Dergi), 1938, No:50, s.58. Tatbikatın çıkış noktası ve yapılmasından Türk
ordusunun karşıtı gerçekte üç piyade tümeni ve bir süvari tugayından oluşan Bulgar ordusudur
(maviler). Taktiçeska zadaça za usilen turski pehoten polk (Güçlendirilmiş Türk Piyade Alayına
Bir Taktik Görev), Sıvremenna pehota (Çağdaş Piyade), 1937, No:33.
50
N. Georgiev; Dneşnata turska pehota (Günümüz Türk Piyadesi), Voenen jurnal (Askerî
Dergi), 1936, No:31; Turski vıorıjeni sili (Türk Silâhlı Kuvvetleri), Narodna otbrana (Halk
Savunması), No:1795, 18 Mart 1936; Voennovremenna sanitarna slujba v Turtsiya (Türkiye’de
Savaş Zamanı Revir Hizmeti), Narodna otbrana (Halk Savunması), No:1801, 29 Nisan 1936.

180
Sofya Askerî Akademisinden mezun olan subayların öğretimlerinin
sonunda lisans tezi hazırlamaları biçiminde bir uygulama vardır. Bunlardan
bir kısmı Türk konusunu irdelemektedir.51 Bunda da şaşılacak bir şey yoktur,
çünkü o dönemde Bulgaristan, her biri ilerdeki savaşta potansiyel düşmanı
olabilecek devletlerle çevrilidir.
Periyodik olarak Bulgar askerî basınında, Türk askerî yayınlarından
alınan, Türk tarafının Trakya muharebe sahasında uygulamakta olduğu
harekât anlayışı, silâhlı kuvvet türlerini kullanma yöntemlerinin ele alındığı
materyaller yayımlanmaktadır.52
Ordu Kurmaylığı ve ordu türlerinin basın organlarında Bulgar subayları
tarafından Türkiye’nin askerî gücü, Balkan Paktı’ndaki rolü ve konumunun
yanı sıra Balkanlar’da olası bir askerî anlaşmazlık durumunda, silâhlı
kuvvetlerinin hazırlığını konu alan yazılar yayımlanmaktadır. Bunun yanı sıra
yazarlar, Türk ordusunun organizasyon yapısı ve silâhlanması, askerî
havacılık ve askerî filonun kuvvet ve araçları, ordunun savaş hazırlığı
durumunun yükseltilmesinde ülke ekonomisinin rolü konularına değinirler.53

51
Hr. Bakırciev; Voennoinjenerna podgotovka na Trakiyskiya voenen teatır s ogled na
otbranitelnata voyna s Turtsiya (Türkiye ile Savunma Savaşı Açısından Trakya Muharebe
Sahasının Askeri ve Mühendislik Hazırlığı), Sofya, 1937. Rıkopis vıv Voennoistoriçeska
biblioteka (Askerî ve Tarih Kitaplığında El Yazısı); G. Gençev; Pri edna voyna s Turtsiya i
Gırtsiya (pri blagosklonen neutralitet na Yugoslaviya) kak da se organizira prikrivaneto na
mobilizatsiyata i sısredotoçavaneto na armiyata ni v uçastıka na 2-ra divizionna oblast
(Yugoslavya'nın Tarafsızlığı Durumunda Türkiye ile Yunanistan'a Karşı Yapılacak Bir Savaşta 2
nci Tümen Bölgesi Arazisinde Seferberliğin Gizlenmesi ve Ordunun Yığnak Yapması Nasıl
Organize Edilmelidir), Sofya, 1937. Rıkopis vıv Voennoistoriçeska biblioteka (Askerî ve Tarih
Kitaplığında El Yazısı); Sıvremenni shvaştaniya za znaçenieto i upotreblenieto na artileriyata v
Germaniya, Rumıniya i Turtsiya, spored tehnite pravilnitsi i voennata literatura v tiya strani
(Savaş Tüzükleri ve Bu Ülkelerdeki Askerî Literatür Açısından Almanya, Romanya ve Türkiye'de
Süvarinin Önemi ve Kullanımıyla İlgili Çağdaş Görüşler), Sofya, 1937. Rıkopis vıv
Voennoistoriçeskata biblioteka (Askerî ve Tarih Kitaplığında El Yazısı); S. Genov; Organizatsiya
na raznite rodove voyski v sısednite armii ot vzvod do polk vklyuçitelno (Komşu Ülkeler
Ordularında Takımdan Tümen Dâhil Olmak Üzere Çeşitli Tür Askerlerin Organizasyonu), Sofya,
1934. Rıkopis vıv Voennoistoriçeska biblioteka (Askeri ve Tarih Kitaplığında El Yazısı); B.
Harizanov; Vıorıjenite sili na Turtsiya v mirno vreme (Barış Zamanında Türk Silâhlı Kuvvetleri),
Sofya, 1936. Rıkopis vıv Voennoistoriçeska biblioteka (Askerî ve Tarih Kitaplığında El Yazısı).
52
Narodna otbrana (Halk Savunması), No:1691, 23 Mart 1934; No:1962, 30 Mart 1934.
53
D. Yankov; Svrızkite v turskata armiya (Türk Ordusundaki Muhaberat), Voenen jurnal (Askerî
Dergi); Nyakoi izmeneniya v noviya pravilnik za boynata slujba na turskata voyska otnosno
napadatelniya i otbranitelniya boy i presledvaneto (Taarruz ile Savunma Savaşı ve Takip
Etmeyle İlgili Türk Ordusunda Askerlik Hizmetinin Yeni Tüzüğünde Bazı Değişiklikler), Voenen
jurnal (Askerî Dergi), 1940, No:78, s. 87. İzmeneniyata otnosno ohranata i dvijeniyata spored
noviya pravilnik za boynata slujba na turskata armiya (Türk Ordusunda Askerlik Hizmetinin Yeni
Tüzüğünde Koruma ve Hareket Etmeyle İlgili Değişiklikler), Voenen jurnal (Askerî Dergi);
Georgiev, N. Po zadaçata na turskata konna diviziya (Türk Süvari Alayının Görevleri Hakkında),
Voenen jurnal (Askerî Dergi), 1938, No:51, s.15. V. Manov; Naşite sısedi vıv voenno otnoşenie
(Askerî Açıdan Komşularımız), Narodna otbrana (Halk Savunması), No:1736, 30 Ocak 1935.
Odrin i Dardanelite (Edirne ve Çanakkale Boğazı), Narodna otbrana (Halk Savunması),
No:1733, 09 Ocak 1935. G.P. Novo morsko vıorıjenie na Turtsiya (Türkiye'nin Yeni Deniz
Silâhlanması), Narodna otbrana (Halk Savunması), No:1876, 16 Eylül 1937. T. Georgiev; Visşi
turski ofitseri na germanskite manevri v Kyonigsberg (Almanların Köningsberg Tatbikatlarında
Üst Düzey Türk Subayları), Narodna otbrana (Halk Savunması), No:1929, 21 Eylül 1938. Naşite
sısedi (Komşularımız), Narodna otbrana (Halk Savunması), No:1897, 09 Şubat 1938. D.D.

181
Bütün bunlar Ordu Kurmaylığı için büyük önem taşımaktadır; çünkü Balkan
Paktı devletleri arasındaki askerî anlaşmalara göre Türkiye’nin Bulgaristan’a
karşı askerî eylemlerde bulunma konusunda belirli yükümlülükleri vardır.
Bulgar askerî yönetimi için, Türkiye’nin askerî siyaseti, Türk
ordusunun konuşlanması, organizasyonu, silâhlanma ve savaş yürütme
yöntemlerinin araştırılmasıyla ilgili bilgiler çeşitli kaynaklardan elde edilir.
Bunlar her askerî kurumun tekdüze etkinliği olmasının yanı sıra, söz konusu
dönemde Bulgaristan’ın siyasî ve askerî açıdan diğer Balkan devletlerinden
ayrıştırılmasıyla da açıklanabilir. Ordu Kurmaylığı için, sözü edilen somut
savaş ve strateji durumunda ülkenin ulusal güvenliğini sağlayacak uygun
önlemleri alabilmesi çok büyük önem taşımaktadır.
Balkan Paktı’nın ve özellikle ikili askerî anlaşmaların
imzalanmasından sonra Ordu Kurmaylığı gerekli önlemleri almaktadır.
Balkanlar’da silâhlı bir anlaşmazlık durumunda Bulgar ordusunun harekât
plânı hazırlanmıştır. Özellikle Trakya’daki eylemlere çok büyük dikkat
ayrılmaktadır. Türk ordusunun konuşlandırılmasıyla ilgili bilgiler, 1934 yılında
Ordu Kurmaylığı Harekât Şubesinin, 61 nci Piyade ve 2 nci Süvari Tümeni
birliklerinin yerleşimi ve yığınak yaptıkları bölgeyle ilgili şema hazırlanmasına
olanak sağlar. Sözü edilen şema 1935 yılında güncelleştirilir; çünkü bir
yıldan daha kısa bir sürede Doğu Trakya’ya yeni Türk askerî birlikleri ( 52 nci
Piyade Tümeni (Lüleburgaz) ve 33 ncü Piyade Tümeni (İstanbul) )
yerleştirilmiştir.54
Bulgar savaş uzmanlarına göre seferberlikten sonra Türk askerlerinin
yığınağını tamamlaması 25’inci harekât gününe doğru yapılabilecektir.
Bulgar birlikleri ise seferberlik başlangıcının 20’nci gününde hazırlıklarını
tamamlayabilecektir.55 İki karşıtın seferberlik ve yoğunlaşma tempoları
verilerinden Bulgar ordusunun stratejik bir sürpriz yapmasının olanaksız
olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda, Türkiye ile Yunanistan arasındaki
askerî anlaşmaya uygun olarak, sözü edilen muharebe sahasında
Bulgaristan’a karşı iki devletin orduları güçlerini birleştirerek hareket
edecektir.
Kuvvetlerin bu şekildeki dağılımı karşısında, diğer bir askerî uzman
Bulgar ordusunun hareket etmesi için iki seçenek önermektedir: Birincisi,
Yunan ordusuna karşı savunma yapmak ve İstanbul yönünde bir taarruz
düzenlemek amacıyla başlıca kuvvetleri Trakya muharebe sahasına
yoğunlaştırmak ve ikincisi, Türk ordusuna karşı savunma yapmak, başlıca

Politika i strategiya (Politika ve Strateji), Narodna otbrana (Halk Savunması), No:1942, 21 Aralık
1938.
54
Petrov, s.110, 116.
55
Cumaliev, St. Veroyatniyat operativen plan na Gırtsiya v sıyuz s Turtsiya pri voyna sreştu
Bılgariya (Bulgaristan’a Karşı Bir Savaşta Türkiye ile Birlik Halinde Yunanistan’ın Olası Harekât
Plânı), Sofya, 1937, s.3-12. Rıkopis vıv Voennoistoriçeska biblioteka (Askerî ve Tarih
Kitaplığında El Yazısı).

182
kuvvet ve araçlarla ise Ege denizine ulaşabilmek için Yunan ordusuna
indirilen darbe sonrasında Türkiye’ye karşı atağa geçmek.56
İki seçenek de kâğıt üzerinde kalır ve Askerî Kurmaylık tarafından
dikkate alınmazlar. Bulgar-Türk sınırının uzunluğu 219 kilometredir ve iki
devlet ordularının barış ve savaş zamanı içerikleri benzer bir maceraya
girmelerine olasılık vermemektedir. Bunun dışında Bulgaristan İkinci Dünya
Savaşı arifesinde tarafsızlığını ve bağımsızlığını sürekli bildirmektedir.
Türkiye için ise tek taraflı veya Balkan Paktı’ndan diğer bir ülkeyle uyum
sağlayarak Bulgaristan’a baskı uygulaması yeterlidir.
Kuvvetlerin oranı, 1936 yılında Ordu Kurmaylığını, Bulgar ordusu için
yeni organizasyon plânı geliştirmesi zorunda bırakır. Aynı dönemde güney
sınırımızda askerî bir anlaşmazlık karşısında Bulgar ordusunun eylemleriyle
ilgili harekât plânı hazırlanmıştır. Plân, sadece Yunanistan ile savaş hâli,
Yunanistan ve Türkiye ile savaş hâli, ciddî sınır olayları karşısında güney
sınırımızın kollanması biçimindeki üç seçeneği içermektedir.57
Her yıl Ordu Kurmaylığı ve tümen kurmayları subaylarıyla güneydoğu
sınırımız bölgelerinde incelemelerde bulunulmaktadır. Sürpriz bir darbeye
meydan verilmemesi ve Bulgar ordu birliklerinin yerleşmesini sağlamak
amacıyla, 1936 yılında Güneydoğu Bulgaristan’daki yollar incelenmiş ve kıyı
topçusunun bir kısmının Varna’dan Burgaz’a kaydırılması konusunda plân
hazırlanmıştır. Ancak yıl içindeki en büyük etkinlik, iki piyade tümeni, Burgaz
istihkâm birlikleri ve askerî deniz filosunun katılımıyla ortaklaşa düzenlenen
manevralardır. Bunların amacı Burgaz körfezinin çıkarmaya karşı
savunulması sırasında çeşitli askerî birlikler arasındaki iletişim sorunları
üzerinde çalışılmasıdır.58
Seferberlik plânlarına uygun olarak, 1937 yılında Bulgaristan 14’ten
16’ya kadar tümen seferber edebilecek durumdayken, Trakya muharebe
sahasında birleşik Yunan ve Türk kuvvetleri yaklaşık iki kat fazla olup daha
üstün silâhlarla donanımlıdır. Bütün bunlar, karşıt tarafın ilerlemesini
durdurmak ve düşman topraklarına saldırıya geçebilmenin uygun
koşullarının yaratılması için etkin bir oynak savunmanın yürütülmesini
zorunlu kılmaktadır.59
Binbaşı Hristo Bakırciev’in Türkiye ile Savunma Savaşı Açısından
Trakya Muharebe Sahasında Askerî ve İstihkâm Hazırlığı başlıklı kuramsal
araştırmasına göre, bölgenin coğrafî ve topografik özelliği nedeniyle, 24 adet
piyade ve 3 adet süvari tümeninden oluşan, Türk ordusunun Avrupa
topraklarında Bulgaristan’a karşı taarruza geçmesi için 4 ana harekât

56
Gençev; s.2-4, 21-25. Bir taraftan Yunanistan ve Türkiye’nin, diğer tarafta Bulgaristan’ın
kuvvet ve araçlarının gerçek orantısı sözü edilen seçenekleri oldukça riskli kılar. Dolayısıyla
bunlar kuramsal şekliyle kâğıt üzerinde kalır ve Bulgar ordusunun nesnel plânlarının
hazırlanmasında Ordu Kurmaylığı tarafından dikkate alınmazlar.
57
TsVA, f. 22, op. 3, a.е. 267, y. 81-83.
58
TsVA, f. 22, op. 3, a.е. 287, y. 40, 41.
59
TsVА, f. 50, op. 2, a.е. 183, y. 119.

183
yönünü kullanması gerekmektedir. Birincisi, Haskovo - Stara Zagora -
Kazanlık yardımcı hattıyla Edirne - Plovdiv; ikincisi, Elhovo - Yambol - Sliven
yardımcı hattıyla Babaeski - Yenice - Haskovo - Nova Zagora - Kazanlık;
üçüncüsü, Kırklareli - Burgaz ve dördüncüsü, Kırklareli - Malko Tırnovo -
Burgaz.60
Adı geçen askerî uzmanın önerileri doğrultusunda Bulgar ordusunun
bu hatları savunması için tertiplenmenin üç alandan oluşması gerekmektedir.
Önemli ve kolay ulaşılabilir hatları kapatan ve ele geçirilmemiş bölgelerde
tespit edilebileceği bazı direnek noktalarını içeren tahkimatlarla; iyi donanımlı
uzun süreli savunma tesislerini içeren tahkimli mevziler ordu kollayıcı
alanları ve üç kuşaktan oluşan ana savunma alanı.61
Sözü edilen öneriler Askerî Kurmaylık tarafından dikkate alınmış olup,
1939 yılı yaz aylarında belirtilen alanların tahkimatı başlatılır. Bunlara,
bölgenin savunulması amacıyla kurulan tahkimli cephenin oluşturulduğu
İkinci Dünya Savaşı sırasında da devam edilir. Sınırın güçlendirilmesinin
harekât hazırlığı Askeri Kurmaylıkça, teknik hazırlığı ise İstihkâm Müfettişliği
ve amele askerlerince yapılmaktadır.62
Askeri Kurmaylık harekât biriminin hesaplamalarına göre savaş
arifesinde Balkan Paktı, Bulgaristan’a karşı yaklaşık 38 adet tümeni harekete
geçirme ve belki Yakın Doğu’dan altı adet İngiliz tümenini yönlendirme
olanağına sahiptir. Bunların 18 adedi Trakya ve Gelibolu’da yerleştirilmiş
olan Türk tümenleridir (% 47). Bu dönemde Türkiye 39 adet tümen seferber
edebilecek durumdadır. Başka bir deyişle bunların % 46’sı Bulgaristan’a
karşı harekâtta bulunmaya tasarlanmıştır.63 *
1939 yılında Bulgar askerî yönetimi Balkanlar’da askerî anlaşmazlık
hâlinde hazırlıksız yakalanmamak için ciddî önlemler alır. Bulgar ordusunda
yeni birlikler oluşturulur, Bulgar-Türk sınırı bölgesini daha iyi tanımak için
geziler düzenlenir, seferberliği gizlemek ve ordunun konuşlandırılması için

60
Hr. Bakırciev; Voennoinjenerna podgotovka na Trakiyskiya voenen teatır s ogled otbranitelna
voyna s Turtsiya (Türkiye ile Savunma Savaşı Açısından Trakya Muharebe Sahasının Askeri ve
Mühendislik Hazırlığı), Sofya, 1937, s. 11-12. Rıkopis vıv Voennoistoriçeska biblioteka (Askerî
ve Tarih Kitaplığında El Yazısı).
61
a.g.e.; s.11.12.
62
TsVA, f. 50, op. 2, a.е. 183, y. 37, 133.
*
Gnkur. ATASE Arşivinde bulunan belgeler esas alındığında; İkinci Dünya Savaşı arifesinde
Balkanlar’da Alman ve İtalyan nüfuzunun hissedilen artışı Türkiye’yi Balkan devletleriyle pakt
yapmaya yönlendirmiştir.Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı öncesinde ve sonrasında Bulgaristan
veya herhangi bir ülkeye saldırma gibi bir arzusu bulunmamaktadır. Türkiye savaşın dışında
kalmak için savaşın öncesinde ve savaş sırasında tarafsızlık siyaseti izlemiştir.
Bulgaristan,Yunanistan ve Ege adalarının Almanya’nın elinde olduğu bir dönemde Türkiye
sürekli saldırıya uğrama tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Buna karşı da nüfusuna nazaran
çok miktarda orduyu beslemek zorunda kalmıştır. Bu ordunun büyük bir bölümü Balkanlar’dan
gelecek olan tehlikeyi önlemek amacıyla Trakya’ya yerleştirilmiştir. Bu nedenle ,İkinci Dünya
Savaşı öncesi askerî ve siyasî durum göz önünde tutulmadan, yazar tarafından Trakya’ya
yerleştirilen birliklerin sanki Bulgaristan’a karşı harekâtta bulunacağı şeklinde bir ifadenin
kullanılmasının uygun olmadığı değerlendirilmektedir.

184
plânlar hazırlanmakta, sınırın sağlamlaştırılmasına yönelik istihkâm
çalışmaları yapılmaktadır.64
Askerî Kurmaylığın bu etkinlikleri savaşın özelliğine bağlı yeni stratejik
algılayışlara uygundur. Buna göre savaş aniden, hava ve kara birliklerinin
yoğun darbeleriyle başlayacaktır. O dönemde Bulgaristan, daha güçlü bir
düşmanın saldırısını durdurabilecek yeterli miktarda kara ve hava
kuvvetlerine sahip değildir. Bu durumda, sadece daha önceden hazırlanmış
harekât plânlarıyla,Bulgar ordusunun başlıca kuvvet ve araçlarının seferber
edilerek Bulgar ordusunun konuşlanmasına kadar, sınır boyunda savunma
pozisyonu alacak gerekli sayıda seferber edilmiş piyade birliklerine
güvenilmektedir.
Temmuz 1939’da kısmî bir seferberlikten sonra birlikler Bulgar-Türk
sınırının bazı bölgelerine yerleştirilmeye başlanır. Bulgar Genelkurmayının
kararı doğrultusunda kollayıcı ordu olarak adlandırılan güçlü bir ordu birliği
oluşturulur. İçeriğine beş adet piyade ve bir adet süvari tümeninin yanı sıra
üç adet sınır alayı da dâhil edilir. Ağustos başlarında kollayıcı ordudaki
görevli sayısı yaklaşık 100.000 kişiyi bulur. Emredilen görevlerin yerine
getirilmesi için er ve komuta düzeyinde yoğun bir hazırlığa başlanır.65
Kollayıcı Ordu (savunma birlikleri) askerlerinin amacı ve verilen
görevleri aşağıdaki şekilde özetlenebilir:66
Harekât Görevi: Seferberlikten sonra belirli askerî birlikleri sınıra
yığarak, düşman tarafından gelebilecek bütün sürprizleri bu muharebe
sahasında ülkenin başarılı savunmasını sağlayarak savuşturmak;
seferberliği ve Bulgar ordusunun ana kuvvet ve araçlarının yığınak
yapmasını sağlamak; ana savunma hattını buna hazır hâle getirmek.
Eğitim Görevi: Uygun eğitim çalışmaları düzenlenerek ordunun savaş
hazırlığı hâlinin yükseltilmesi; hedeflerin belirli bir düzen ve sırayla farklı
birlikler tarafından alınarak askerlerin ve özellikle yedeklerin hazırlığının
yükseltilmesi.
Ahlâkî Görevi: Askerlere savaşma ruhu, disiplin ve arkadaşlık gibi
askerî erdemlerin aşılanması; ordu ve halkın özgüveninin yükseltilmesi.
Siyasî Görevi: Trakya’daki Türk ordusuna, Bulgaristan’ın kendi
topraklarını askeri kuvvetle savunmaya hazır olduğunun gösterilmesi.

64
TsVА, f. 24, op. 3, a.е. 104, y. 1-8, 23-27; f. 50, op. 2, a.е. 183, y. 5-10. İ. Popov; Deynost na
bılgarskoto Glavno komandvane prez Vtorata svetovna voyna (Bulgar Başkomutanlığının İkinci
Dünya Savaşı’ndaki Etkinliği), Sofya, 1993, s.26-30.
65
TsVA, f. 28, оp. 4, а.е. 63, y. 45; Popov; s.27. L. Petrov; Vınşnopolitiçeski priçini i usloviya za
strategiçeskoto razvrıştane na bılgarskata armiya prez Vtorata svetovna voyna, 1939 -
septemvri 1944 (İkinci Dünya Savaşı’nda (1939 - Eylül 1944) Bulgar Ordusunun Stratejik
Yayılmasının Dış Politik Neden ve Koşulları), Voennoistoriçeski sbornik (Askerî ve Tarih
Derlemesi), 1983, No:5, s.86-88.
66
TsVA, f. 22, оp. 3, а.е. 368, y. 36-37. D. Popov; Bılgarski plan za osiguryavane na deystviyata
na germantsite (Almanların Eylemlerini Sağlamaya Yönelik Bulgar Tasarısı), Rıkopis vıv
Voennoistoriçeska biblioteka (Askerî ve Tarih Kitaplığında El Yazısı), s.8.

185
Kollayıcı Ordunun oluşturulması ve Türkiye sınırı bölgesinde savunma
tesisatlarının kurulması Türk tarafının hareketlerinin bir sonucudur. Bulgar
Askerî Kurmaylığı, kuvvet ve araçların var olan orantısı ve içeriğiyle Bulgar
ordusunun kendisinden üç kez daha üstün olan Türk ordusu karşısında
sadece savunmaya yönelik eylemlerde bulunabileceğini gayet iyi
anlamaktadır.
Eylül 1939 yılında Kollayıcı Ordunun içeriğindeki yedeklerin yeniden
askerî hazırlığı için geniş kapsamlı bir etkinlik başlar. Askerî Kurmaylık,
Bulgar ordusunun savaş zamanındaki organizasyonu, yayılması ve
seferberliğiyle ilgili plânda değişiklikler yapar. Sözü edilen tasarıda tam bir
seferberliğin gerçekleştirilmesinden sonra Bulgar ordusunun sayısı 641.390
kişiye çıkması öngörülmektedir.67
Askerî Kurmaylıkta, Balkanlar’daki askerî, siyasî ve stratejik durumun
titiz bir değerlendirilmesi yapılmıştır ve buna göre kış sezonunda güneydoğu
muharebe sahasında kapsamlı bir askerî harekâtın başlama olasılığı çok
düşüktür. Harekât biriminin önerisi üzerine kış sezonunda Kollayıcı Ordudan
sınırda hedefleri korumaları ve gözlem yapmaları amacıyla piyade
tümenlerinden birer tabur bırakılmıştır.68
1940 yılı Nisan sonu Mayıs başlarında Bulgar-Türk sınırında sadece
bir tümenin birlikleri bulunmaktadır; çünkü o dönemde sözü edilen bölgedeki
Türk kuvvetleri hâlen önemli sayıda değildir. Mayıs ayında Türkiye, ülkenin
Avrupa kısmındaki askerlerini gittikçe çoğaltmaya başlar ve bu durum Bulgar
Genelkurmayını Türkiye’yle harekât plânında öngörülen sınırın koruma altına
alınmasıyla ilgili girişimlerde bulunmaya zorlar.69
Aynı yılın sonbaharında Kollayıcı Ordudaki Bulgar askerlerinin içeriği
yeniden dört piyade tümenine kadar çıkar ve cephe yönetimi bir defa daha
değiştirilir.70 Süreli olarak asker ve yönetimin değiştirilmesiyle, Genelkurmay
daha çok askerin ve kurmayın Bulgar-Türk muharebe sahasını ve görevin
özelliklerini tanımalarına olanak sağlamayı amaçlamaktadır.
Bulgar Genelkurmayının sözü edilen tekdüze hareketleri 1940-1941
yılı kışında da devam eder. Bulgar-Türk sınırında egemen olan oldukça
sakin askerî duruma o dönemdeki Bulgaristan ile Türkiye ilişkileri de katkı
sağlamaktadır. Bu anlamda, Wehrmacht Genel Komutanlığının (OKW) iki
tarafın da önemli sayıda asker yığması sonucunda Bulgaristan ile Türkiye
arasında ciddî bir gerilimin var olduğu yönündeki bilgisi doğruyu
yansıtmamaktadır.71
Karadeniz kıyısının savunması için de önlemler alınmaktadır. İki
piyade tümeni ve bir topçu alayının yerleştirilmesi öngörüldüğü yerler tespit
67
Organizatsionni problemi na razvitieto na bılgarskata armiya prez Vtorata svetovna voyna
(Bulgar Ordusunun İkinci Dünya Savaşı’nda Gelişmesinin Organizasyon Sorunları),
Voennoistoriçeski sbornik (Askerî Tarih Derlemesi), 1978, No:4, s.28.
68
TsVА, f. 24, оp. 3, а.е. 368, y. 2-7. Popov; s.44, 45.
69
TsVA, f. 24, оp. 3, а.е. 149, y. 6-8.
70
a.g.e.; s.9-11.
71
Bılgariya - svoenravniyat sıyuznik na Tretiya rayh (Bulgaristan - Üçüncü Rayh’ın Kendine
Buyruk Müttefiki), Sofya, 1922, s.19.

186
edilmiştir. Bunların, askerî deniz filosunun desteğiyle Bulgar kıyısının
savunmasını ve düşman (sadece Türk veya ortaklaşa Rumen-Türk)
çıkarmasına izin verilmemesini sağlamaları gerekmektedir. Uygulamada
Askerî Kurmaylığın sözü edilen önlemleri ordudaki aşırı seferberlik
geriliminden dolayı tam hacmiyle gerçekleştirilmez.72
1941 yılı başlarında devlet yöneticilerinin gereksinimleri için Askerî
Kurmaylık 1940’taki bütün etkinlikleri hakkında rapor hazırlar. Bu raporda
Türkiye’ye karşı (Alternatif 01) bir savunma savaşının çeşitli seçeneklerinin
gerçekleştirilmesi için Askerî Kurmaylıkça alınan önlemler çok ayrıntılı olarak
açıklanmıştır. Türkiye, Yunanistan ve Yugoslavya’ya karşı aynı anda
yapılacak savunmanın ayrı bir harekât plânı, ayrıca Türkiye’ye karşı
savunma, Yunanistan’a karşı taarruz öngören ve ‘’Ege denizi’’ olarak
adlandırılan plân da hazırlanmıştır.73 Askerî Kurmaylığın sözü edilen
raporunda yıl içinde yapılan üç adet ‘askerî harp oyunu’ (komuta kurmay
eğitimi) rapor edilmektedir. Bunlardan ikisi (Genel Komutanlıkla Ocak; 1 nci,
2 nci, 3 ncü Ordu kurmaylarıyla Şubat ayında) Bulgar-Türk muharebe
sahasında yapılmıştır.74
Bulgar-Türk sınırında bir askerî anlaşmazlık durumunda yerli halkın
güvenliğinin sağlanması için bunların sınır bölgelerinden ülkenin iç
kısımlarına doğru tahliyesini düzenleyen gerekli dokümanlar hazırlanmıştır.75
Bu raporda Askerî Kurmaylığın neredeyse bütün birimlerinin
etkinliklerine de yer verilmiştir. Harekât birimi savaş zamanı için yeni plânlar
geliştirir, eğitim-talim birimi askerliğini yapmamış olanların ve yedeklerin
hazırlanması için eğitim programları hazırlar, ikmal birimi ise harekât
plânlarına iliştirilen ikmal hesaplarını hazırlar.76
İstihbarat birimi, bilgi derleme ve incelemenin dışında “Türkiye’nin
Ekonomik Gücü” başlıklı bir kitap hazırlar. Sözü edilen birimin karşı istihbarat
organları da Türk istihbarat birimlerinin etkinliklerini etkisiz hâle getirmek için
katkı sağlarlar.77
1941 yılının başlarında Bulgaristan’ın Üçlü Pakt’a katılmasının an
meselesi olduğu ortaya çıkar. Alman askerlerinin Bulgar topraklarından
geçişinde Türkiye’nin takınacağı tutum konusunda Bulgar Askerî Kurmaylığı
ile Alman Güvenlik Güçleri arasındaki görüş farklılığından dolayı, Bulgar
tarafı Bulgaristan’ın Türkiye yönünden güvenliğinin sağlanmasını Almanların

72
Popov; s. 49.
73
TsVA, f. 22, оp. 3, а.е. 275, y. 1-2.
74
a.g.e.; s. 2-3.
75
a.g.e.; s.2-3.
76
a.g.e.; s.6, 25.
77
a.g.e.; s. 39-40. Türkiye’nin Bulgaristan’daki askerî istihbaratı etkin olarak İkinci Dünya Savaşı
yıllarında da devam etmektedir. Bu etkinliği en aza indirmek amacıyla Bulgar-Türk sınırına bizim
karşı istihbaratımıza bağlı 24 takım oluşturulmuştur. Onların hazırlanmaları için Askerî
Kurmaylığın koruma taburunda özel okul açılmıştır. Bu takımlara güçlü fiziğe sahip ve yabancı
dil bilen, muhabere ve motorlu araçlar kullanabilen subay, erbaş ve erler seçilmiştir. Onların
etkinlikleri sayesinde kısa bir sürede ikisi yarbay, üç binbaşı, beş yüzbaşı ve dört istihbaratçı
olmak üzere yaklaşık 15 kişiyi içeren 5 Türk istihbarat grubu etkisiz hâle getirilmiştir. Nedev;
s.322, 325.

187
üstlenmeleri konusunda diretir. Almanlar, Bulgar-Türk sınırının korumasını
Türk tarafından gelen saldırı karşısında Bulgar birliklerinin ilerleyen Türk
kuvvetlerini en azından 6 tümenle ilk 4 gün için durdurmaları koşuluyla
üstlenir. Bu ortaklaşa hareketlerin ayrıntılarına 2 Şubat 1941 tarihli özel bir
askerî anlaşmada yer verilmiştir.78
1941 yılının başlarında Askerî Kurmaylığın harekât biriminde
Türkiye’nin 29’u Bulgaristan’a karşı kullanılmak üzere toplam 54 adet tümeni
olduğu bilgisi vardır. Bunun yanı sıra Yakın Doğu’da bulunan toplam 30 adet
İngiliz-Fransız tümeninden 20’sinin Bulgaristan’a karşı eylemlerde bulunmak
için ayrılabileceği değerlendirilir.79
Bütün bunlar Nisan 1941’de bütün Bulgar ordusunun niçin seferber
edildiği, Bulgar-Türk sınırına ise 10 tümenin niçin konuşlandırıldığı
sorusunun yanıtını vermektedir. Bunların görevi Türkiye’ye karşı stratejik
savunmanın sağlanması ve Alman askerî hareketine katılmadan ülkenin
muharebe sahasına dönüşmesine izin vermemektir.80
Bulgar Askerî Kurmaylığının, Türkiye sınırındaki güvenliğin
sağlanması için almış olduğu önlemlerin doğruluğu konusunda İngiltere’nin
1941 yılı başlarında Balkanlar’daki askerî, siyasî ve stratejik durumla ilgili
konumundan sonuç çıkarılabilir. W.Churchill bu konuyla ilgili anılarında şöyle
yazar: “...Bizim öyle hareket etmemiz gerekiyor ki, düşmanımız (Almanya -
S.Y.) Bulgaristan’a girerse, Türkiye’nin savaşa dâhil olmasını
sağlamalıyız.’’81
Bulgar politik ve askerî düşünürlerine göre Türkiye’nin Genelkurmay
Başkanı Fevzi Çakmak, Balkanlar’daki durum hakkında gerçekçi bir
yaklaşıma sahip olup her türlü maceracı eylemden kaçınmak istemektedir.
Ancak İngiliz askerî misyonunun birkaç haftalığına Trakya’yı ziyaret etmeyi
tasarladığı bilgisi rahatsızlığa neden olur. Bu bölgedeki Türk ordusu
komutanının İngiliz yanlısı olduğu ve Bulgaristan’a karşı müdahalede
bulunulmak taraftarı olduğu bilinmektedir.82
O dönemin Bulgar komuta heyetinin, Alman Yüksek Komutanlığı
temsilcileriyle yaptığı görüşmelerden, Türkiye, İngiliz askerî hava üslerinin
topraklarına yerleştirilmesini kabul etse dahi, Almanya’nın ordusuyla
Türkiye’ye gireceği izlenimini çıkarmıştır. Bulgar Askerî Kurmaylığın;
Yugoslavya’nın Türkiye, Yugoslavya ve Bulgaristan arasında, yabancı
askerlerin Balkanlar’a girmelerine karşı anlaşma imzalanması önerisini kabul
etmemesinin başlıca nedeni de budur.83
1942 yılı başlarında Askerî Kurmaylık Başkanı Tümgeneral Konstantin
Lukaş’ın buyruğuyla Romanya sınırından Türkiye sınırına kadar Karadeniz
kıyısının savunması “Karadeniz savunması” adı altında 3 ncü Ordu

78
L. Petrov; Bılgariya i Turtsiya... (Bulgaristan ile Türkiye...), y. 194.
79
TsVA, f. 24, оp. 3, а.е. 149, y. 1-3.
80
Popov; s.81-83.
81
Winston Churchill; The Second World War, Vol. III, The Grand Alliance, p. 13, 28-29.
82
Bılgariya - svoenravniyat sıyuznik... (Bulgaristan - Kendine Buyruk Müttefik...), s.25-26.
83
F. Gal’der; Voennıy dnevnik (Askerî Günce), c.II, Мoskova, 1969, s.357, 365.

188
komutanına verilmektedir. Sözü edilen ordu doğrudan Askerî Kurmaylığa
bağımlıdır ve başlıca amaçlarından biri “her türlü düşman çıkarma
denemesine karşı koymaktır.”84
Bulgar askerî yönetiminin Türkiye’ye karşı tutumu savaşın daha
sonraki aşamalarında da değişmez. Hatta 1943 yılında Almanya’nın savaşı
kaybediyor olduğu anlaşılmışken, Bulgaristan’ın naiplerinden biri Prens Kiril
Preslavski Hitler’e yazdığı mektupta, Bulgar Askerî Kurmaylığın ‘F’ Ordu
Grupları Komutanı Mareşal Baron Maximillian von Weich ile, Türkiye’ye karşı
da dâhil olmak üzere, ileride düzenlenecek ortak harekât hazırlıklarının
müzakere edilmesi için görüşme yapmasını önerir.85
1944 yılının yaz aylarında, Türkiye ile Bulgaristan arasındaki
diplomatik ilişkilerin kopmasından sonra (2 Ağustos), Bulgar devlet ve askerî
yönetiminin amacı Balkanlar’da yeni bir cephenin açılmasının önlenmesi ve
Türkiye’yle askerî bir anlaşmazlığın giderilmesidir. Yönetim, Almanları ikna
etmek için yeni cephenin ordunun cephe gerisini ve kanatlarını zayıflatacağı,
Bulgaristan’ın da böyle bir durumda sadece 11 tümen sağlayabileceği
argümanını öne sürer.86
Askerî Kurmaylık verilerine göre, 1944 yılı Eylül başlarına doğru Doğu
Trakya’daki Türk askerleri yaklaşık 20 tümen, üç süvari tugayı, bir zırhlı
tugay ve diğer hizmet birliklerinden oluşur.87 Bulgar-Türk sınırını koruyan
Bulgar askerleri, kollayıcı cephenin içeriğinden olup üç piyade tümeninden
oluşurlar.88
Almanya’ya savaş ilân edildikten ve ülkedeki 9 Eylül 1944 tarihli siyasî
değişimden sonra, Bulgar Başkomutanlığı Bulgar-Türk sınırındaki durumu
yakından izlemeye devam eder. Sınırın kara kısmından sonra, Burgaz
körfezine özel dikkat ayrılarak Karadeniz sınırının da kollanması için
önlemler alınmıştır.89
Sovyet askerlerinin Bulgaristan’a girmesinden sonra yeni Bulgar siyasî
ve askerî yönetimi Türkiye sınırındaki durumu daha rahat bir biçimde
algılamaya başlar. 1944 yılı Eylül ayı ortalarına doğru Elhovo, Karnobat,
Kazanlık bölgelerine üçüncü Ukrayna cephesi içeriğinden 37 nci Ordu
yığınlaştırılmıştır.90
İki dünya savaşı arası dönemde Bulgar Genelkurmayının Türkiye ve
Türk ordusuna karşı tutumunu iki devlet arasındaki diplomatik ilişkiler ve
görevdeki Bulgar Hükûmetinin Türkiye’ye karşı tutumu belirlemektedir.
Balkanlar’daki somut askerî siyaset ve stratejik durum da Bulgar askerî
yönetiminin Türkiye’ye karşı görüşünün biçimlenmesinde büyük rol oynar.
84
TsVA, f. 23, оp. 1, а.е. 579, y. 301.
85
Bılgariya - svoenravniyat sıyuznik... (Bulgaristan - Kendine Buyruk Müttefik...), s.213.
86
a.g.e.; s. 270, 283.
87
İstoriya na Oteçestvenata voyna na Bılgariya 1944-1945 (Bulgaristan’ın 1944-1945 Anavatan
Savaşı Tarihi), c.II, Sofya, 1982, s.82.
88
TsVA, f. 321, оp. 5, а.е. 124, y. 26-28.
89
a.g.e.; f. 24, оp. 3, а.е. 254, y. 31-33.
90
Osvoboditel’naya missiya Sovetskih Voorujennıyh Sil (Sovyet Silâhlı Kuvvetlerinin Kurtarıcı
Misyonu), Мoskova, 1974, s.195-198.

189
Türkiye’nin Bulgaristan’a karşı askerî siyaseti ve bunun gerçekleştirilmesine
yönelik Türk Genelkurmayının eylemleri de Bulgar askerî yönetiminin tutumu
için önem taşımaktadır.
Birinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra her iki ülke de özellikle iç ve
dış siyasî sorunlarıyla karşı karşıya kalarak bunların çözümlenmesiyle
meşgul olurlar. Her iki devletin Genelkurmayları yakın zamana kadar savaş
ortaklığı içindeyken, hükûmetlerinin iç ve dış siyasetlerinin askerî
sağlanmasına dikkatlerini çevirirler. Bulgar Ordu Kurmaylığının, Neuilly
Anlaşması’nın askerî yükümlülüklerine karşı protestoları teşvik etmesi, iç
ayaklanmalara karşı önlemler alması vs. gerekmektedir. Bunlar, o dönemde
Bulgar askerî yönetiminin, Türkiye ve Türk ordusuna karşı yoğun ilgisinin
eksikliğini büyük ölçüde açıklamaktadır. Bu hususta 1925 yılında Bulgaristan
ile Türkiye arasında imzalanan antlaşmanın rolü de önemlidir.
İncelediğimiz dönemde Bulgar askerî basını, Türkiye ve Türk Silâhlı
Kuvvetlerinin durumu ve gelişmesinin çeşitli sorunlarını konu edinen çeviri ve
özgün makaleler yayımlamaktadır. Bunların içerdiği somut bilgi ve
profesyonelce yapılmış incelemeler aracılığıyla Bulgar ordusu komuta
kademesi iki ordu arasındaki olası savaş eylemleri sırasında gerekli şekilde
karşı koyma önlemleri alabilmektedir. Bunun yanı sıra Bulgar kamuoyu,
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye’nin askerî siyasetiyle oldukça
doğru ve tam olarak tanışmıştır.
İkinci Dünya Savaşı yıllarında Bulgar Başkomutanlığı, Balkanlar’daki
somut askerî stratejik duruma uygun olarak; Trakya muharebe sahasının,
seferberliği ve Bulgar ordusunun yığınaklanması şeklindeki savunma
plânının birinci aşamasını uygular. Daha sonra, yine bu plânın uygulanışı
doğrultusunda, Bulgar-Türk sınırına yığınak yapan ve Kollayıcı Ordu (cephe)
olarak adlandırılan ordunun oluşturulmasına geçilir. Durumdaki değişimler
bağlamında bunun içeriği ve kuvvetlerin yerleşimi periyodik olarak değiştirilir,
ancak görevleri savaş sonuna kadar aynı kalır.
İki ülke Genelkurmayının, aralarında olası savaş hesaplarına ve
gerçekleştirilen bütün harekât, istihbarat, karşı istihbarat, istihkâm vs.
girişimlerine rağmen, araştırma konumuz olan dönemde, Bulgaristan ile
Türkiye arasında açık bir çatışmaya gidilmez. Buna, iki devletin diplomasisi
olduğu kadar, uzman ve nesnel görüşleriyle iktidardakilerin sözü edilen
olağanüstü karmaşık dönemde doğru kararlar almalarında yardımcı olan
askerî yönetimler de katkı sağlarlar.

190
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA TÜRKİYE İLE BULGARİSTAN ARASINDAKİ
İLİŞKİLER

Dr. E. Tümg. Güngör CEBECİOĞLU


Almanya ve Osmanlı İmparatorluğu’nun safında Birinci Dünya
Savaşı’na girmiş olan Bulgaristan, müttefikleriyle birlikte bu savaştan yenik
çıkmış, Sevr ve Versailles benzeri Neuilly Barış Anlaşması’nı imzalamış ve
bu anlaşma ile Birinci Dünya Savaşı’na kendi safında katılması için
Almanların baskısıyla, o sıralarda Osmanlı toprağı olan Meriç nehri
batısındaki bölgeden kendisine verilmiş olan ve Ege denizine ulaşan iki
kilometre genişliğindeki koridoru1 Yunanistan’a vermiş, diğer komşularından
aldığı yerleri de onlara iade etmişti.
Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasından sonra, 28 Ekim 1925’te,
Türkiye ile Bulgaristan arasında bir barış ve dostluk anlaşması imzalanmış,
bunu, 1929’da imzalanan “Tarafsızlık, Uzlaşma ve Hakem Anlaşması” takip
etmişti. Bu anlaşma 1933’te beş yıl uzatılarak, hemen hemen, İkinci Dünya
Savaşı’nın başına kadar yürürlükte kalmıştı.
Birinci Dünya Savaşı sonunda, Balkan devletlerinin içte ve dışta pek
çok sorunları vardı. Sorunların önemli bir bölümü hâl yoluna girdikten sonra,
bu devletler birbirlerine yaklaşmaya başladılar. Balkan devletleri arasında ilk
toplantı 5 Ekim 1930’da Atina’da, ikincisi 1931’de İstanbul’da, üçüncüsü
1932’de Bükreş’te yapıldı. İlk üç toplantıya katılan Bulgaristan, azınlıklar
sorunu kendi istediği gibi halledilmediği için Bükreş’teki toplantıyı terk etti.
Balkan devletlerinin dördüncü toplantısı 1933’te Selânik’te yapıldı. Bu
toplantıya Bulgaristan katılmadı.
Bükreş’teki Balkan devletleri toplantısını terk eden Bulgaristan,
bundan sonra da uyguladığı değişimci siyasetler nedeniyle Balkanlılar
arasında ittifak oluşturma çabalarına katılmamıştır.
Bu tarihte, Arnavutluk İtalya’ya tâbi bir ülkeydi. Balkanlar’da bir ittifakın
oluşturulmasına soğuk bakan İtalya’nın etkisiyle bu devlet de Balkan ittifakı
oluşturma çalışmalarının dışında kalmıştır. Balkan devletleri arasında bir
antlaşmanın yapılması için Türk devlet adamlarının gayretleri, Bulgar
basınında, Türkiye karşıtı yayınlara sebep oluyordu.2
Balkan Paktı, Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya’nın
katılımıyla 9 Şubat 1934’te Atina’da imzalandı. Bulgaristan ve Arnavutluk bu
pakta girmediler.

1
Şevket Süreyya Aydemir; Makedonya’dan Orta Asya’ya Enver Paşa, c. 3, s. 336, 355.
Yusuf Hikmet Bayur; Türk İnkılap Tarihi, c. 3, Kısım 2, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basım Evi,
1983, s.480.
2
Olaylarla Türk Dış Politikası, c.1 (1918-1973), Beşinci Baskı, Ankara Üniversitesi Siyasal
Bilgiler Fakültesi Yayınları, s.107.

191
Dönemin Türkiye Başbakanı İsmet İnönü, 14 Haziran 1937’de, Balkan
gezisinden döndükten sonra, Türkiye Büyük Millet Meclisinde yaptığı bir
konuşmada, “Bulgaristan komşumuzun evvelce bir iki münasebetle
huzurunuzda arz ettiğim Balkanlar’da barışı korumak ve diğer komşularla iyi
ilişkileri arttırmak için gösterdiği iyi niyetleri biz yakından ve yetkili ağızlardan
işittik. Bulgaristan bizimle özel bir anlaşma ile bağlıdır. Bulgaristan
Yunanistan ve Romanya ile de bu hâle gelmek kararında olduğunu
söylemiştir.”3 demişti.
Balkan Paktı’nın son toplantısı 1940’ta yapılmış, bu toplantıda Türkiye
Balkanlar’a yönelik Alman ve Sovyet tehdidine karşı bir kalkan oluşturma
önerisi yapmış, bu öneri diğer üyeler tarafından şüphe ile karşılanmış, yanlış
değerlendirilmiş, hatta Türkiye’nin Balkan devletlerine yönelik bir tehdit
olabileceği dahi düşünülmüştü. Bükreş’te yapılan bu toplantı Balkan
Paktı’nın son toplantısı olmuştur.4
1935 Ekiminde İtalya Etiyopya’ya saldırmış, Milletler Cemiyeti İtalya’yı
saldırgan ilân ederek bu ülkeye yaptırım uygulanmasını istemiş, İtalya
kendisine eylem uygulayan devletleri tehdide başlamıştı. İtalya’nın tehdidi
nedeniyle Akdeniz’de kıyısı bulunan devletler arasında bir yakınlaşma
başlamış, bu yakınlaşma zamanla Akdeniz Paktı’nın veya Akdeniz İttifakı’nın
doğmasına neden olacaktır. Arnavutluk ve Bulgaristan İtalya’ya karşı oluşan
bu cephenin de dışında kalmışlardır.
Bulgarların Türkiye ile ilgili tutumları, Bulgar başbakanının 1939 yılının
Martında Türkiye’ye gelişinde netleşmiştir. Yapılan görüşmelerde Bulgar
başbakanına, Almanlar ve Macarların Romanya’ya saldırmaları hâlinde
Bulgaristan da Dobruca’ya girerse, Türkiye’nin Bulgaristan’a karşı harekete
geçeceği kesinlikle anlatılmış, Bulgaristan Dobruca konusunu savaşla değil
de barışçı yollarla halletmek isterse kendisine yardım edileceği söylenmiştir.
Savaşın Balkanlar’a girmemesi için gayret göstereceğini belirten Başbakan
Köseivanof “Türkiye ile konuşmadan, anlaşmadan hiçbir badireye
atılmayacağına” söz vermiştir.5
İkinci Dünya Savaşı boyunca, zaman zaman artan gerginliklere
rağmen, Türkiye ile Bulgaristan arasındaki temas hiç kesilmemiştir. Bulgarlar
Trakya ile ilgili emellerinin olmadığını sık sık tekrarlamışlardır. Almanların
Balkanlar’a girmesiyle durumu kritikleşen ve Dobruca’yı da Almanların
desteğiyle ilhak eden Bulgarlar Almanya’dan yana tavır takınmışlardı.
Almanya’dan yana tutumlarına rağmen, Bulgaristan İkinci Dünya Savaşı
boyunca savaşın dışında kalma çabasını sürdürmüştür.6

3
a.g.e.; s.110.
4
a.g.e.; s.152.
5
İkinci Dünya Savaşı Yılları, Dışişleri Bakanlığı Araştırma ve Siyaset Genel Müdürlüğü Yayımı,
s.50.
6
a.g.e.; s.47.

192
1938’de ve 1939 yılının başlarındaki olaylar, gelecekte ulusların
başına nelerin gelebileceğinin emareleriydi. Çekoslovakya’nın parçalanması
ve işgali, Almanya’nın, Polonya üzerinde, gün geçtikçe artan baskısı,
Almanya ve İtalya’nın Türkiye’ye ve Balkan devletlerine yönelik istek ve
eylemleri Akdeniz İttifakı ile başlayan Türkiye, İngiltere ve Fransa arasındaki
yakınlaşmayı hızlandırdı ve bu devletler arasında ittifak görüşmelerini
başlattı. 12 Mayıs 1939’da Türkiye’yi barış cephesine bağlayan Türk- İngiliz
Ortak Deklârasyonu yayımlandı.7 Hatay sorunu halledildikten sonra da Türk-
İngiliz Ortak Deklârasyonu’nu Türk-Fransız Ortak Deklârasyonu takip etti.
Yayımlanan ortak deklârasyonlar Sovyetler Birliği, Almanya ve Almanya’dan
yana tavır takınan diğer devletler tarafından tepkiyle karşılandı.
Almanların Polonya harekâtı başlamadan az önce, Türkiye’de büyük
bir şaşkınlıkla karşılanacak olan Almanya ile Sovyetler Birliği arasında 29
Ağustos 1939’da bir saldırmazlık paktı imzalandı.
Avrupa’nın sür’atle savaşa yaklaştığını gören Türkiye, egemenliğini ve
toprak bütünlüğünü korumak için, bir süreden beri yavaş yavaş yapmakta
olduğu hazırlıklarına 29 Ağustos’ta bir yenisini ekledi. Bakanlar Kurulu
Trakya ve Ege bölgesindeki dört kolordunun kuruluşunda bulunan
tümenlerin, seferberlik ilân edilmeksizin, takviyesine, Trakya’da terhis
zamanı gelen erbaş ve erlerin terhislerinin durdurulmasına karar verdi.8
1 Eylül 1939 sabahının erken saatlerinde Alman ordularının
Polonya’ya taarruzuyla, Avrupa savaşı başladı. Avrupa’da başlayan savaş,
önümüzdeki yıllarda, Amerika Birleşik Devletleri ve Japonya’nın da katılımı
ile dünya savaşına dönüşecektir.
Dönemin Dışişleri Bakanı Saraçoğlu, Sovyetler Birliği ile bozulan
ilişkileri onarmak amacıyla 25 Eylül 1939’da Moskova’ya gitti. Uzun
tartışmalar sonunda Karadeniz bölgesinde karşılıklı bir yardım paktı
düzenlenmesi ile ilgili Türk önerisi Sovyetler tarafından reddedildi. Sovyetler
Birliği Türk boğazlarının beraberce savunulmasını, boğazların Karadeniz’de
kıyısı olmayan ülkelerin savaş gemilerine her zaman ve mutlak suretle
kapatılmasını, Sovyetler’in Baserabya’yı, Bulgarların Dobruca’yı işgalleri
karşısında Türkiye’nin tarafsız kalmasını istemişlerdi.9
Sovyetler Birliği’nin önerilerinin reddedilmesinden iki gün sonra, 19
Ekim 1939’da, Ankara’da Türkiye, Fransa ve İngiltere arasında bir İttifak
Antlaşması ve buna ekli birkaç protokol ile bir de askerî anlaşma imzalandı.
Türkiye, İngiltere ve Fransa arasında imzalanan İttifak Antlaşması’nın
askerî ekinin ikinci maddesinde, özetle “Başka bir devletin Balkan
mıntıkasında savaşa varan girişimleri hâlinde, Bulgaristan’ın ittifak içindeki
üç devletten biri aleyhine yönelik bir harekete katılma olasılığı varsa,
Türkiye, bunu engellemek için gerekli önlemleri alacaktır.” deniyordu.10

7
TBMM Tutanakları, Dr. Refik Saydam’ın TBMM’de konuşması, REF.000.4, D06, C13, s.67-70.
8
Başvekalet Kararlar Dairesi, 29 Ağustos 1939 gün 6/4553 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı.
9
Olaylarla Türk Dış Politikası; c.1, s.149.
10
Gnkur. ATASE Başkanlığı Arşivi, Belge No:230.

193
20 Ekim 1939 tarihli Cumhuriyet gazetesi Türk, İngiliz, Fransız İttifak
Antlaşması’nın Bulgaristan’daki etkileri için “Ankara Muahedesi’nin imzası
üzerine Bulgar kamuoyunda ilk intiba, paktın yapılmasındaki sür’atin sebep
olduğu sürprizdir. Bulgaristan’da herkes bu olayın Fransa ve İngiltere için
diplomatik bir başarı olduğunda müttefiktir. Gazeteler henüz ayrıntılı bilgi
verememekte ve yabancı muhabirlerin haberlerini ve bilhassa Alman
hoşnutsuzluğunu gösteren Berlin haberlerini geniş ölçüde yazmaktadırlar.
Bulgar halkı, Rus tepkisinin henüz bilinmemesi sebebiyle, bütün
anlaşmazlıkların bertaraf edilip edilmediğini henüz bilmediği için, vaziyet
almakta mütereddit bulunuyor.” diyordu.
İttifak Anlaşması’nın imzalanmasından kısa bir süre sonra Molotof,
“Türkiye’nin ileride bu tutumundan dolayı büyük pişmanlık duyacağını”
söylemişti. Molotof’un bu tehditkâr sözlerine rağmen, Türkiye, İngiltere ve
Fransa ile imzalamış olduğu anlaşmaya bağlı kaldı, anlaşmaya eklediği bir
protokol maddesiyle, ileride çıkacak herhangi bir anlaşmazlık karşısında
Sovyetler Birliği ile karşı karşıya getirilmemesi hususunu garantiye almıştı.
Molotof, daha önce, Berlin Konferansı sırasında, Karadeniz ve Orta
Doğu üzerindeki amaçlarını açıkça ortaya koymuş, Türk boğazlarında
tesisini düşündüğü üslere Türkiye’nin büyük olasılıkla vereceği olumsuz
yanıta karşı bir önlem almak maksadıyla bir Alman-İtalyan-Sovyetler Birliği
protokolünün düzenlenmesini de istemişti. Molotof, Türkler ile bir sorunları
olduğu takdirde, Doğu Trakya’yı da Bulgaristan’a teklif etmekten
çekinmeyeceğini açıkça söylüyordu.11
13 Ocak 1940’ta, Türk-Bulgar dostluğu ile ilgili önemli bir bildiri
Sofya’da yayımlandı. Bulgaristan başbakanı ve Dışişleri bakanı ile Türkiye
Dışişleri Bakanlığı genel sekreteri arasında yapılan görüşmeler sonunda
yayımlanan bildiride “İki ülke samimî dostluğun gelişmesini tekrar işaret
ederler ve iki ülkenin Balkanlar’da barışın ve Bulgar Hükûmeti tarafından ilân
edilen tarafsızlığın korunması hakkındaki görüşlerinde mutabık olduklarını
onaylarlar.” deniyordu.12
Polonya’nın işgalini tamamlayan Almanya Fransa’ya saldırmadan
önce kuzey kanadının güvenliğini sağlamak amacıyla, 9 Nisan 1940’ta,
Danimarka ve Norveç’e taarruz etti ve bu ülkeleri kontrolüne aldı.
Kuzey kanadını emniyete alan Almanya 10 Mayıs 1940 gece
yarısından biraz sonra, Hollânda hava meydanlarına taarruzla batıya yönelik
harekâtı başlattı. Hollânda, Belçika ve Lüksemburg’a girdi, bu ülkeler kısa
zamanda teslim oldu ve savaş Fransa topraklarına intikal etti. İngiliz ve
Fransız orduları çok kısa zamanda mağlûp oldular, Fransa harekâtının
sonuna doğru, 10 Haziran 1940’ta İtalya Fransa ve İngiltere’ye savaş ilân etti
ve İtalyan kuvvetleri güneyden Fransa topraklarına girdi.

11
Daniel O. Newberry; İkinci Cihan Savaşında Türkiye’nin Uyguladığı Tarafsızlık Politikası,
Ortadoğu’da Amerikan Dış Politikasının Kaydettiği Gelişme ve İlgi Odakları, Çev. Ayşe
(Cebesoy) Serap, s.3.
12
14 Ocak 1941 tarihli Cumhuriyet Gazetesi. İkinci Dünya Savaşı Yılları; s.50.

194
22 Haziran 1940’ta Almanya ile Fransa arasında ateşkes imzalandı ve
Fransa’nın kuzey yarısı ile Atlantik kıyıları Almanlara bırakıldı. 13
Bulgaristan, Almanların Kuzey Avrupa ve Fransa’daki sür’atli
başarılarından büyük mutluluk duymaktaydı. Bu ülke, Mihver devletlerinin
başarısı hâlinde, komşu ülkelerle ilgili hedeflerine ulaşabileceğini
hesaplıyordu.14
1940 sonlarına doğru ve bilhassa 1941’de, Almanların Balkanlar’a
inmesi, Yunanistan’a ve boğazlara yöneleceği görünümü veren askerî
harekât hazırlıklarının artışı, Bulgaristan’ın gittikçe Mihver’e kayışı, hem
Türkiye ile müttefiklerini, hem de Sovyetler Birliği’ni kaygılandırıyordu.
18 Ocak 1941 tarihli Cumhuriyet gazetesi Bulgaristan’ın Berlin Büyük
Elçisinin “Almanya ile Bulgaristan arasında bir ittifak anlaşmasının zemininin
hazırlandığını söylediğini” yazıyordu.
Türkiye’nin İttifak Antlaşması yaptığı iki müttefikten biri, Alman orduları
tarafından çok kısa zamanda mağlûp edilmiş ve savaş sahnesinden
çekilmişti. Fransa’nın mağlup olmasına rağmen, ittifakın diğer üyesi İngiltere
Türkiye’yi savaşa sokmak için her fırsattan istifade etmeye çalışıyordu..15
İngiliz Başbakanı Churchill kendi Dışişleri bakanına 2 Kasım 1940’ta
gönderdiği bir yazıda, “Türkiye’deki büyük elçimize şu yolda tebligatın
yapılması fikrindeyim. Türkiye’nin savaşa girmesi lehinde veya aleyhinde
çeşitli mütalâalar ileri sürmüştük. Biz Türkiye’nin mümkün olduğu kadar
çabuk savaşa girmesini istiyoruz. Onu Yunanlara yardım için sıkıştırmak
niyetinde değiliz. Fakat Almanya’nın Bulgaristan’dan geçerek Yunanistan’a
taarruz ettiği veyahut Bulgaristan tarafından Yunanistan’a karşı düşmanca
bir hareket yaptığı takdirde Türkiye derhâl savaşa gireceğini Bulgaristan’a
açıkça bildirmelidir. Almanların Bulgaristan istikametinde bir hareketi görülür
görülmez gerek Bulgaristan’a gerek Almanya’ya bu yolda müşterek bir
ihtarda bulunmak için Türkiye’nin şimdiden Yugoslavya ile görüşmesini arzu
ederiz. Alman orduları Bulgaristan’dan geçerse, Bulgarlar onlara yardım
etsin veya etmesin Türkiye derhâl savaşa girmelidir. Eğer girmezse
tamamıyla yalnız başına kalacak ve Balkan ülkeleri birer birer yutulduğu
zaman bizim yardımımız mümkün olamayacaktır...” diyordu.16
28 Ekim 1940’ta İtalya Yunanistan’a saldırdı. Yunan sınırını geçen
İtalyan kuvvetleri başlangıçta başarılı oldularsa da seferberliğini
tamamladıktan sonra, Yunan ordusunun sert direnişiyle karşılaştılar ve geri
çekilmek zorunda kaldılar. Birkaç hafta sonra da Yunan birlikleri savaşı
Arnavutluk topraklarına taşıyarak, 22 Kasım’da Görice’yi işgal ettiler.17

13
Münir Müeyyet Berkman, Fazıl Tülbentçi; İkinci Dünya Harbi Kronolojisi (1940 Sonuna
Kadar), Başvekâlet Basın ve Yayın Umum Müdürlüğü Yayınları-1, 1941.
14
İkinci Dünya Savaşı Yılları; s.7.
15
Selim Deringil; Denge Oyunu, İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’nin Dış Politikası, Türkiye
Araştırmaları, No:7, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, 1994, s.133.
16
Churchill Anlatıyor; c.4, Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık T.A.Ş. İstanbul, 1949, s.254.
17
Berkman - Tülbentçi; (1940 sonuna kadar.)

195
İtalya’nın Yunanistan’a taarruzu, Balkan Paktı uyarınca, Türkiye’nin de
savaşa girmesini gerektiriyor gibi değerlendirildiyse de saldırganın Balkan
devletlerinden biri olmaması, Türkiye’nin savaşa girmesi zorunluluğunu
ortadan kaldırdı. Bununla beraber Türkiye Bulgaristan’a bir nota vererek
Yunanistan’a taarruzu hâlinde Türkiye’nin de kendisine savaş ilân edeceği
bildirildi.18
İtalya Yunanistan’a saldırırken, Almanya Romanya’ya yerleşiyordu. Bu
durum yalnız İngiltere ve Türkiye’yi değil, Sovyetler Birliği’ni de tedirgin
ediyordu. Bulgaristan’ın Almanya’ya eğilimi günden güne daha da
netleşiyordu. Hâlbuki Sovyetler Birliği Balkanlar’ı, tarihî gelenekleri ve
ilişkileri bakımından, Rusya’nın nüfuz ve siyaset alanı sayıyordu. Nitekim
Churchill hatıralarında “Sovyetler’in Balkanlar’ı kendi güvenlik sahaları
saydıklarını Hitler’e duyurduklarında bunun Alman-Rus ilişkilerinde sona
doğru bir başlangıç olduğunu” yazmıştı.19
26 Haziran 1940’ta Sovyetler Romanya’ya bir ültimatom vererek
Baserabya ve Kuzey Bukovina’yı ilhak edeceklerini bildirdiler ve 28
Haziran’dan itibaren de bu yöreleri işgale başladılar.
24 Ağustos 1940’ta Güney Dobruca’nın Bulgaristan’a terki ile ilgili
Rumen-Bulgar müzakereleri sona erdi ve Romanya’nın Güney Dobruca’yı
Bulgaristan’a terki konusunda anlaşmaya varıldı. 21 Eylül’den itibaren
Bulgarlar Güney Dobruca’yı işgale başladılar. Romanya Kralı Karol istifa etti
ve Romanya 23 Kasım 1940’ta üçler paktına girdi.20
Alman orduları Genelkurmay Başkanı Halder, 26 Ekim 1940’ta, not
defterine, “Kesin sonuç elde edilecekse, Bulgaristan ve Türkiye
sindirilmelidir. Türkiye’nin, gerekirse, güç kullanarak yola getirilmesi
gerekecektir. Ancak bu şekilde boğazlar üzerinden Suriye yolu açılacaktır.”
diye yazar.21 Generalin 24 Kasım tarihli notlarında şunlar yazılıydı: “Almanya
Yunanistan’a saldırdığında Türkiye sessiz durmazsa Avrupa’dan
atılmalıdır.”22
Hitler ve askerî danışmanları, Balkan devletlerini kontrole aldıktan
sonra Sovyetler’e yönelik bir saldırıyla Türkiye’ye yürümek arasında seçim
yapmaları gerekiyordu. Alman Genelkurmay Başkanı Halder, “Türkiye’ye
yürümeye karar verirsek, açıkça görmeliyiz ki, Rusya ile ilgili olanaklar
ortadan kalkmaktadır...” diyordu.23 Ayrıca Hitler Genelkurmay başkanına,
“Boğazların hesabını Rusya yenildikten sonra görebiliriz.” demişti. Bu
nedenlerle Balkan konusu halledildikten sonra Rusya’ya yönelik bir
harekâtta, “Türkiye ile çatışmayı önlemek için her türlü önlem alınmalıdır.”
kararına varılıyordu.24

18
Deringil; s.127. İngiliz Dışişleri Bakanlığı Arşivi, FO 371/R 8069/764/19 No.lu belgeye atfen)
19
Ş.S.Aydemir; İkinci Adam, c. 2, 6’ncı Baskı, Remzi Kitap Evi, s.157.
20
Berkman - Tülbentçi; (Kasım ayı olayları.)
21
Deringil; s.131.
22
a.g.e.; s.131.
23
a.g.e.; s.131 (Halder Kiegstagebuch, s.191’e atfen).
24
a.g.e.; s.131.

196
Moskova’daki Alman büyük elçisinin 26 Kasım 1940’ta, Alman
Dışişleri Bakanlığına gönderdiği bir raporun ikinci ve üçüncü maddelerinde,
Molotof’un kendisine söylediği, Türkiye ve Bulgaristan’ı ilgilendiren aşağıdaki
cümleler bulunuyordu: “Sovyetler Birliği’nin Türk boğazlarındaki güvenliğinin
sağlanması için coğrafî bakımdan Karadeniz sınırları içindeki güvenlik
bölgesinde bulunan Bulgaristan ile Sovyetler Birliği arasında karşılıklı yardım
paktının imzalanması, İstanbul ve Çanakkale boğazlarının bulunduğu
yerlerde Sovyetler Birliği’nin kara ve deniz kuvvetlerine uzun vadeli koşullar
dahilinde, üs kurulmasına teminat verilecektir. Eğer Türkiye dörtlü pakta
girerse toprak bütünlüğü garanti edilecek, girmezse siyasî ve askerî önlemler
alınacaktır.25”
Molotof Berlin Konferansı’ndan döndükten sonra, Almanya’ya, Alman
büyük elçisinin raporunun ikinci ve üçüncü maddelerdeki konuları kapsayan
bir nota verdi. Bu nota ile Sovyetler Birliği üçlü pakta girmenin bir koşulu
olarak, güvenlik sınırları içinde bulunan Bulgaristan ile bir karşılıklı yardım
anlaşmasının yapılmasını, Türk boğazlarında kiralama yoluyla sağlanacak
üslerde Sovyet kara ve deniz kuvvetlerinin bulundurulmasını istedi. Molotof
25 Kasımda da Bulgaristan’a bir nota vererek iki ülke arasında bir pakt
yapılmasını, böyle bir paktın batı ve doğu Trakya ile ilgili Bulgar millî
emellerinin gerçekleşmesine yardım edeceğini, Türkiye’nin saldırısı hâlinde
Bulgaristan’ın destekleneceğini bildirdi. Bulgaristan bu teklifleri reddederek
Alman dostluğuna bağlı kalmayı tercih ettiğini, Türkiye ile de iyi komşuluk
ilişkilerini devam ettireceğini bildirdi ve 4 Aralıkta Bulgar Dışişleri Bakanı
“Türk Trakya’sındaki askerî hazırlıklar için Türk Hükûmeti bunların yalnız
savunma amaçlı olduğunu bize birçok defa bildirmiştir. Son zamanlarda
yeniden bu tarzda teminat aldık ve bundan kat’iyen eminiz ki, aramızdaki iyi
komşuluk ilişkileri gelişmekte ve kuvvetlenmekte devam edecektir.” cevabını
verdi.26
Hitler Sovyetler’in 25 Kasımda, Bulgarlara yaptığı öneriyi öğrenince,
Rusya’ya savaş açmak zamanının geldiğini anlamış ve 18 Aralıkta Alman
yüksek komuta heyetine Rusya’ya savaş plânlarının (Barbarossa harekâtı)
hazırlanması emrini vermiştir.27
1941 yılı başlarında, Türkiye kendi açısından savaşın en önemli
günlerini yaşıyordu. Almanların, Temmuz 1940’ta başlayan Balkan harekâtı
henüz sonuçlanmamıştı. Alman harekâtının devam edeceği anlaşılıyordu. 28
İtalyanların Yunanistan’daki harekâtı Mihver devletlerinin saygınlığını
sarsacak kadar başarısız bir şekilde sürüyordu. Almanya’nın, 1941 yılında
başlatacağı doğuya yönelik bir harekâtın güney kanadının korunması, Doğu

25
Aydemir; İkinci Adam, 2’nci Kitap, s.177.
26
Olaylarla Türk Dış Politikası; s.157.
27
a.g.e.; s.156-158.
28
Cüneyt Arcayürek; İkinci Dünya Savaşına Ait Gizli Belgeler adlı yazı dizisinin birinci yazısı
(dizi, 1972 yılı Ekim ayında Hürriyet gazetesinde yayımlanmıştır).

197
Akdeniz’in kontrolünün sağlaması ve İtalya’nın Yunanistan’da kaybettiği
saygınlığının kurtarılması maksadıyla yapılacak harekâttan önce Balkanlar’a
el konulması gerekiyordu. Balkan ülkeler Almanya’nın yanında yer almalı,
almak istemeyen ülkeler işgal edilmeliydi. Romanya’da bunu başarmış, bu
ülkeyi Mihver devletleri safına almıştı. Sırada Yugoslavya, Bulgaristan,
Yunanistan, muhtemelen Türkiye vardı.
Alman Dışişleri Bakanı Ribbentrop 15 Ocak 1941’de von Papen’e
çektiği telgrafta “Türk Hükûmetiyle açık ve kesin görüşünüz. Balkanlar’da
Alman askerî harekâtı, sadece İngilizlere karşıdır. Aldığımız askerî
tedbirlerin amacı tamamen budur. Buna rağmen Türklerin yapacağı başka
hareketleri tepki ile karşılarız. Türk topraklarına bir saldırı düşünmüyoruz. Bu
noktayı Türk Hükûmetine kesinlikle açıklayınız. Türkiye’nin Trakya sınırları
aşılmayacaktır.” diyordu.29
Cumhuriyet gazetesi, 6 Ocak 1941’de, Bulgaristan Başbakanı, Hitler
ile görüşmek için Salzburg’a gittiğini, aynı gazete 18 Ocak 1941’de
Bulgaristan’ın Berlin büyük elçisinin “Almanya ile Bulgaristan arasında bir
ittifak anlaşmasının zemininin hazırlandığını söylediğini” yazıyordu.
İngiliz Başbakanı Churchill, 31 Ocak 1941 tarihli mesajında,
Bulgaristan’da kuvvetlenen Almanların hava bombardımanları tehdidiyle
Türkiye’ye isteklerini kabul ettirmek isteyeceklerini, İngilizlerin İzmir
limanından faydalanmalarına engel olacaklarını, Selânik’e ineceklerini ve
Ege adalarını işgal edeceklerini, boğazları kapatacaklarını söylüyor,
Türkiye’nin savunulması için hava meydanlarının öncelikle yapılmasını,
Türkiye’ye on uçak filosu ile yüz uçaksavar topunun verilmesini öneriyordu.30
Balkanlar’daki durumun gün geçtikçe aleyhine döndüğünü gören
İngiltere, Balkan Antantı’nı canlandırmak ümidiyle bazı çabalara girişti.
Dışişleri Bakanı Eden ile Kurmay Başkanı Sör John Dill 26 Şubat 1941’de
Ankara’ya geldiler. Burada Türk devlet adamlarıyla görüşüldü, Atina ve
Kıbrıs’a gidildi. Kıbrıs’ta Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu ile bir defa daha
görüşüldü. Eden’in Balkan Antantı’nı canlandırma girişimi başarılı olamadı.
Türkiye Alman tehlikesini kabul etmekle beraber, savaşa girdiği takdirde
İngiltere’nin sağlayacağı yardımın yeterli olacağına inanmıyordu. Eden, 26
Şubat’ta Churchill’e yazdığı mektupta Türkiye’nin Almanya’nın saldırısı
hâlinde onunla mücadelede kararlı olduğunu, fakat şu sırada askerî gücü
çok zayıf olduğundan kuvvetlenene kadar savaş dışı kalmasının ortak
amaca daha iyi hizmet edeceği kanısında olduğunu bildirdi. Kısaca Türkiye
Bulgaristan’ın Almanlarca işgali hâlinde bile savaşa girmeyecekti.31
13 Şubat 1941 tarihli Cumhuriyet gazetesi “Bulgaristan’a Alman
uçaklarının ve hücum kıt’alarının getirildiğini, Alman askerlerinin Bulgar
topraklarından geçirilmesi hâlinde İngilizlerin Bulgaristan’daki ulaşım
tesislerini ve yollarını bombalayacaklarını Sofya’ya bildirdiğini” yazıyordu.

29
a.g.g.;( Alman Büyük Elçiliği Arşivindeki 172565 numaralı belgeye atfen)
30
İkinci Dünya Savaşı Yılları; s.42.
31
Olaylarla Türk Dış Politikası; s.160.

198
Almanya’nın Balkanlar’da ilerlemesi karşısında Türkiye, İstanbul ve
bazı diğer illerde sıkı yönetim ilân etmiş, Bulgar sınırları boyunca bazı
güvenlik önlemleri almıştı. Bulgarlar bu önlemlerin kendilerine karşı
alınmakta olduğunu düşünmüşler ve endişelenmişlerdi. Bulgaristan’ın
kuşkularını ortadan kaldırmak için 17 Şubatta, Ankara’da Türkiye ile
Bulgaristan arasında bir deklârasyon imzalandı. Bu deklârasyon ile iki devlet,
karşılıklı olarak, birbirlerine saldırmamayı taahhüt ettiler.
Türk-Bulgar deklarâsyonunun yayımlanması Bulgaristan’ın belirsiz
siyaseti yüzünden, Türkiye’nin duyduğu endişeyi, Trakya’daki Türk
ordusunun almakta olduğu askerî önlemlerden duyulan endişeleri
hafifletmesi ve gergin havayı sakinleştirmesi bakımından Bulgaristan’ı
rahatlanmıştı.32
18 Şubat 1941 tarihli Cumhuriyet gazetesi, Türk-Bulgar Ortak
Deklârasyonu’nu Türk kamuoyuna aşağıdaki şekilde duyurdu:
“1.Türkiye ile Bulgaristan her türlü taarruzdan kaçınmayı dış
siyasetlerinin değişmez bir esası olduğunu kabul ederler
2. İki hükûmet birbirine karşı en dostane niyetlerle dolu olup iyi
komşuluk ilişkilerinde karşılıklı güveni korumak ve daha fazla geliştirmek
arzusundadırlar.
3. İki hükûmet, ülkeleri arasında ticarî değişimlerini, iktisadî
bünyelerine uygun olan azamî gelişimi sağlayacak vasıtaları araştırmaya
hazır olduklarını bildirirler.
4. İki ülke birbirlerinin basınlarında yayımlanan yazıların bu bildirinin
konularını teşkil eden dostluk ve karşılıklı güvenden esinleneceğini ümit
etmek isterler.
Ankara’da 17 Şubat 1941 tarihinde iki nüsha olarak imzalanmıştır.”
Türk-Bulgar Saldırmazlık Deklârasyonu, dışarıda ve özellikle
İngiltere’de büyük yankı uyandırdı. Çünkü Bulgaristan’ın artık Türkiye’den
korkusu kalmayacak ve Almanya’ya kapılarını kolayca açabilecekti.
Deklârasyonun sonuçları hakkında birbirine tamamen zıt iki fikir ileri
sürülüyordu. Bir taraftan bu deklârasyonun Türkiye’yi Mihver’e, diğer taraftan
ise Bulgaristan’ı İngiliz siyasetine yakınlaştırdığı tartışılıyordu.
Türk-Bulgar Deklârasyonu’nun Sovyetler Birliği’ndeki etkilerini
dönemin Moskova’daki Türkiye Büyük Elçisi Aktay şöyle anlatmaktaydı:33
“1. Sovyetler, Türk-Bulgar Anlaşması’na Almanların Balkanlar’a
inmesine engel olamayacağını düşünerek kıymet vermiyorlar.
2. Bu anlaşmanın Türkiye ile İngiltere arasına nifak soktuğu
kanaatindeler.

32
İkinci Dünya Savaşı Yılları; s.45.
33
a.g.e.; s.57.

199
3. Rusların bize, durumun vahim ve karışık olduğunu söylemeleri bizi
daha fazla dikkatli olmaya davet içindir.
4. ‘Vakti gelince Sovyetler menfaatlerini savunmasını bilecektir.’
cümlesi Vişinski’nin kişisel düşüncesi değilse pek anlamlıdır ve Rusların
Balkanlar’a ve dolayısıyla boğazlara gösterdiği ciddî alâkayı belirtmek için
olsa gerektir.”
Ulus gazetesinin bir muhabirinin, Türk- Bulgar Deklârasyonu’nun
Türkiye’nin uygulamakta olduğu siyasetin değişikliğe uğrayıp uğramayacağı
konusundaki sorusuna dönemin Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu aşağıdaki
yanıtı vermişti:
“Türkiye’nin siyasetinde değişen bir şey yoktur. Türkiye ittifaklarına
sadıktır. Türkiye bütün devletlerle, bilhassa komşularıyla iyi geçinmek
kararındadır. Türkiye kendi güvenlik sahasında yapılacak yabancı
faaliyetlere ve hareketlere asla ilgisiz kalamaz. Türkiye toprak bütünlüğüne
ve istiklâline yapılacak her saldırıya silâhla karşılık verecektir.” Türkiye bu
sözleriyle topraklarına saldırması hâlinde Almanya ile savaşacağını da
söylemiş oluyordu.34
Almanya’nın Türkiye’deki büyük elçisi von Papen Türk-Bulgar
Deklârasyonu’nun imzalandığı günün gecesinde, Berlin’e gönderdiği bir
telgrafla “Menemencioğlu’nun kendisine Türk Hükûmetinin savaşa katılması
konusundaki baskılar karşısında gevşemeyeceklerini söylediğini” iletti.35
Alman Büyük Elçisi von Papen’in, 26 Şubat 1941 günü Alman Dışişleri
Bakanlığına gönderdiği bir başka raporda, “Bir toplantıda Türkiye başbakanı,
Dışişleri bakanı ve Millî Savunma bakanı ile karşılaştığını, Saraçoğlu’nun
kendisine İngiliz Başbakanı Eden’in Ankara’da bulunduğu sırada Alman
askerî harekâtının durdurulmasının Türkiye’ye yapılan baskılar karşısında
görüşmelerde kendilerine kolaylık sağlayacağını söylediğini” bildiriyordu.36
1 Mart 1941’de, Viyana’da Belveder şatosunda imzalanan bir anlaşma
ile Romanya’dan sonra, Bulgaristan da üçlü pakta katıldı ve 2 Marttan
itibaren Alman birlikleri Bulgaristan’a girmeye başladı. Almanların
Bulgaristan’a girmesi üzerine İngiltere bu ülke ile ilişkilerini kesti.37 Batı
basını Bulgaristan’ın Mihver bloğuna katılmasından sonra Alman askerlerinin
Bulgaristan’a girişini, Bulgaristan’ın Almanlarca işgal edildiği şeklinde
yazmışlardı.
Zamanın Cumhuriyet gazetesi Bulgaristan’ın genel seferberlik ilân
ettiğini yazdı.

34
İkinci Dünya Harbi Kronolojisi, (1941-1942 sonuna kadar). Ahmet Şükrü Esmer - Oral Sander;
Olaylarla Türk Dış Politikası, s.159.
35
Arcayürek; (Birinci yazı). (Alman Dışişleri Bakanlığı Arşivi, Arş. Belge No.172617’den naklen).
36
a.g.g.; (Birinci yazı). (Alman Dışişleri Bakanlığı Arşivi, Arş. Belge No.172631’den naklen).
37
İkinci Dünya Harbi Kronolojisi; (Mart 1941 olayları).

200
Almanların tüm Balkanlar’a egemen olmaya başlaması Türkiye’nin
durumunu hassaslaştırmıştı. Bulgaristan’ı tamamen kontrolüne alan
Almanya’nın Türkiye’ye taarruz edeceği, doğudan da o dönemde
Almanya’dan yana olan Sovyetler Birliği’nin saldıracağı ve ülkenin Polonya
gibi Almanya ile Sovyetler Birliği arasında paylaşılabileceği düşünülüyordu.
Türkiye’nin bu korku ve endişenin etkisiyle İngiltere’ye daha fazla
yaklaşabileceğini hesaplayan Hitler, 28 Şubat 1941’de İnönü’ye bir mesaj
göndererek Bulgaristan’ın üçlü pakta girdiğini, Alman birliklerinin
Bulgaristan’da İngiltere’ye karşı bazı güvenlik önlemleri alacaklarını
belirterek, bu Alman harekâtının Türkiye’nin toprak bütünlüğü veya siyasî
istiklâline yönelik olmadığını bildiriyor ve Bulgaristan’daki Alman birliklerin
Türk sınırlarından belirli bir uzaklıkta bulunacaklarını mesajına ekliyordu.
Hitler’in mesajı nedeniyle 4 Martta von Papen’i kabul eden İnönü
“Mektubu Cumhuriyet Hükûmetinin lâyık olduğu önem ve dikkatle
inceleyeceğini ve gereken yanıtı hazırlayacağını” belirttikten sonra, “ Türkiye
Hükûmetinin ittifaklarına sadık kalarak savunma önlemlerini almaya devam
etmekle beraber Almanya ile tutuşmamak için elinden geleni yaptığını ve
Almanya da aynı samimiyetle, aynı istikamette çalışacak olursa bu
tutuşmanın önüne geçilebileceğini ümit ettiğini” , von Papen de “Türkiye’nin
hem taahhütlerine sadık kalması ve hem de Almanlarla dostane ilişkileri
devam ettirmesinin pek âlâ mümkün olduğu kanaatinde olduğunu”
söylemişti.38
Büyük Elçi von Papen, birkaç gün sonra Saraçoğlu ile buluştuklarında,
Alman birliklerinin, Bulgaristan topraklarında, Türk sınırından 120 kilometre
uzakta duracaklarını, her hâlde 100 kilometreden daha yakına
sokulmayacaklarını söylemişti.39
12 Mart 1941’de Cumhurbaşkanı İsmet İnönü Hitler’in mektubuna
cevap vererek “Türkiye toprak bütünlüğü ve bağımsızlığını diğer devletlerin
kendi aralarında teşkil ettikleri siyasî ve askerî anlaşmalar çerçevesi
dâhilinde düşünemez ve mukaddes egemenliğini bir başka devletin zaferi
görüş açısından görülmesine müsaade edemez. Bu sebeple millî
topraklarına karşı her türlü saldırıyı kırma azmindedir.” dedi.40 Hitler
İnönü’nün yanıtını dikkatle okuduktan sonra kendisine mektubu getiren
Büyük Elçi Hüsrev Gerede’yle yaptığı görüşme sırasında Türkiye ve
Bulgaristan ile ilişkili olarak şunları söyledi: “Sovyet Rusya’nın üçler paktına
girmek için Karadeniz Boğazı’nda üs istediğini, Molotof tarafından iletilen bu
isteği şiddetle reddettiğini, Rusya’nın Bulgaristan’a da garnizonlar
göndermek istediğini, hatta buna karşılık Yugoslavya’dan Makedonya’yı
Bulgarlara verdirmeyi ileri sürdüğünü, buna ne Bulgar kralı ve Hükûmeti, ne
de kendisinin kabul ettiğini, çünkü bu surette Bulgaristan’ı Baltık devletlerinin

38
İkinci Dünya Savaşı Yılları; s.96.
39
a.g.e.; s.97.
40
a.g.e.; s.96.

201
akıbetinden kurtardığını ve Türkiye’nin de bağımsız ve güçlü olarak
boğazların nöbetçisi kalmasını sağlamış olduğunu, Bulgaristan’da bugün
Alman askerinin bulunması bu ülkedeki Bolşevizm akımına başlıca bir engel
teşkil ettiğini” söyledi.41
1941 yılı Mart ayı, önemli olayların yoğun olduğu bir aydır. Türkiye
üzerine yürümek, yakın zamana kadar Bulgaristan üzerinden boğazlara el
atmak gibi davranışlar gösteren Sovyetler Birliği, bu defa, Türkiye ile bir
saldırmazlık anlaşması yapmak gereğini duydu ve Türkiye-Sovyetler Birliği
Saldırmazlık Deklârasyonu 24 Martta, Ankara ve Moskova’da aynı anda
yayımlandı. Deklârasyonun yayımlanma nedenlerinin en önemlisi Sovyetler
Birliğinin Hitler’den şüphelenmeye başlamasıdır. Türkiye Cumhuriyeti için
önemli bir başarı olan bu deklârasyon, Amerika ve İngiltere’de memnuniyetle
karşılandı. Türk-Sovyet Saldırmazlık Deklârasyonu Mihver’e mensup dört
müttefik arasındaki ilk çatlak olarak değerlendirilecektir.42
Türk-Sovyet Ortak Deklârasyonu’nda özetle “Türkiye savaşa girmeye
mecbur olduğu takdirde Sovyetler’in Türkiye’nin zor durumundan istifade
ederek kendisine saldıracağına dair yabancı basında çıkan haberler üzerine
Sovyet Hükûmeti aşağıdaki hususları Türk Hükûmetine bildirmiştir:
1. Bu gibi haberler Sovyetler’in durumu ile bağdaşmamaktadır.
2. Türkiye hakikaten tecavüze uğrarsa ve topraklarını savunmak için
savaşmaya mecbur kalırsa o zaman Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında
mevcut saldırmazlık anlaşmasına istinaden Sovyetler Birliği’nin tam
tarafsızlığına güvenebilir.” deniyordu.43
11 Mart 1941’de, İngiltere ile Bulgaristan arasındaki ilişkiler kesildikten
sonra Sofya’dan ayrılarak İstanbul’a gelen İngiliz Elçisi Randell’in, Perapalas
oteline getirilen bavulları arasındaki bir bombanın patlaması sonunda ölen
ve yaralananlar oldu. Elçinin, başka bir otele yanlışlıkla gönderilen eşyaları
arasındaki ikinci bomba patlamadan tesirsiz hâle getirildi.44
Yugoslavya. 25 Martta, üçlü pakta katıldıysa da Genelkurmay Başkanı
General Smoviç bir darbe ile iktidarı ele geçirdi ve Yugoslavya’yı üçlü paktan
ayırdı.45 Yugoslavya’daki hükûmet darbesinden birkaç saat sonra Hitler,
komutanlarına, “Yugoslavya’yı en kısa zamanda, şiddetli bir saldırı ile ezmek
niyetinde olduğunu, böylece Türkiye’nin de karşı tarafa geçmesinin
önleneceğini” söylemişti.46
Arcayürek, Hürriyet gazetesinde 1972 Ekiminde yayımlanan yazı
dizisinde Hitler’in Türkiye’nin işgali maksadıyla verdiği emirlerden

41
a.g.e.; s.99.
42
Aydemir; İkinci Adam, c.2, s.180.
43
İkinci Dünya Savaşı Yılları; s.73.
44
İkinci Dünya Harbi Kronolojisi; (Mart 1941 olayları).
45
İkinci Dünya Savaşı Yılları; s.100.
46
a.g.e.; s.100 altındaki dip not (British Foreign Polıcy in the Second World War, c.1, s.546’ya
atfen).

202
bahsederek bu konudaki belge fotokopilerini dizinin birinci bölümünde
yayımlar. 28 Ekim 1940 tarihini taşıyan ilk belge Bulgar ordusunun da
katkısıyla Türk Trakyası’nın işgaliyle ilgilidir. Bu belgede Hitler Alman
Genelkurmayına gönderdiği gizli emirde Türk Trakya’sının ne zaman işgal
edilebileceği konusunda iki hareket tarzından söz eder. Birincisine göre, 7
Nisan 1941’de, Yunanistan ve Türkiye’ye aynı zamanda taarruz edilecek,
ikinci hareket tarzı ise Yunanistan’ın işgalinden sonra, 10 Nisanda Türkiye’ye
yönelik harekât başlayacaktır. Türkiye bu tarihlerde kendisiyle ilgili Alman
hareket tarzlarından habersiz, Hitler’den gelecek mektubu bekliyordu. Ruslar
da Almanlarca yalanlandıysa da savaş sırasında bir Alman alayının ele
geçirilen belgeleri arasında Türkiye’ye taarruzla ilgili bir plânın
bulunduğundan söz ederler.
1 Nisan 1941’de Bakanlar Kurulu İstanbul ve Trakya’da bulunan
halkın Anadolu’ya tahliye edilerek bu bölgelerin seyrekleştirilmesine karar
verdi.47
8 Nisan 1941 tarihli Cumhuriyet gazetesi İngilizlerin Sofya ve
havalisinde bulunan Alman yığınaklarına hava taarruzları yaptığını yazdı.
Yugoslavya’da, Genelkurmay başkanının müttefiklerden yana
darbesinden sonra, bu ülkenin Almanya ile arası açıldı. Bu olaydan on gün
sonra, 6 Nisan 1941’de, Alman orduları Yugoslavya’ya, Bulgaristan’daki
kuvvetleriyle de Yunanistan’a taarruza başladı.
Yunan ordusu ve Yunanistan’da bulunan iki tümenli İngiliz kolordusu
Alman taarruzları karşısında mağl’ûp oldu ve ülke kısa zamanda işgal edildi.
Yunanistan’a zar zor sağlanan İngiliz yardımının bu ülkeyi Alman
istilâsından kurtaramaması Türk devlet adamlarının temkinli ve ölçülü
tutumunu haklı çıkarmış ve güçlendirmişti. İngiltere, kara ve hava
kuvvetleriyle, Yunanistan’daki Alman ileri harekâtını yavaşlatmaya çalıştıysa
da, Mısır’a ve Hindistan’a giden ikmal hatlarının korunmasına ağırlık vermiş,
Yunanistan’ı kaybedilmeye mahkûm bir dava olarak görmüştür.48
Almanlar Yunanistan’ı istilâ ettikten sonra, Türkiye, yalnız Bulgar
sınırında değil, Yunanistan sınırında da Almanlarla komşu olmuştu. Her ne
kadar, Bulgaristan’da olduğu gibi, Yunan topraklarındaki Alman askerlerinin
Türk sınırına yaklaşmamaları konusunda Türkiye’ye güvence verilmişse de
bu hususta önemli tereddütler vardı. Nitekim gerek Bulgar, gerek Yunan
sınırlarına Alman askerlerinin yaklaşmaması konusunda Türkiye’ye verilen
sözlere her yerde ve her zaman uyulamamıştır.
Türk Trakya’sını sınırlardan itibaren savunmak maksadıyla sınırlarımız
gerisinden geçen Çakmak hattının güneybatı kesimi, Almanların Yunanistan

47
Başbakanlık Devlet Arşivler Genel Müdürlüğü Cumhuriyet Arşivi, Bakanlar Kurulunun 1 Nisan
1941 gün ve 2/15549 sayılı kararı.
48
Deringil; s.130. (J. S. Kokopoulos, Greece and British Connection s.14’e atfen.)

203
üzerinden yapabileceği bir taarruz olasılığı karşısında önemli derecede
hassasiyet kazanmıştı. Bu kritik durumun giderilmesi maksadıyla Çakmak
hattında tertiplenmiş olan Türk birlikleri, ileride örtme kıt’aları bırakarak,
sür’atle Çatalca ve Demirkapı mevzileri istikametinde çekilmişler; ancak
hareket kabiliyeti çok kısıtlı olan birliklerin yeni görev bölgelerine intikalleri
çok büyük güçlüklerle gerçekleştirilebilmiştir.
Alman Dışişleri Bakanı Ribbentrop, 17 Nisan 1941’de, Büyük Elçi von
Papen’e bir telgraf çekerek, “Bulgar ordusu Batı Trakya’nın işgalinde serbest
bırakılmıştır. Ancak bu hareket Mustafapaşa-Dedeağaç hattına kadar
sınırlandırılmıştır. Bu hususun Türk Hükûmetine bildirilmesine gerek yoktur.
Şayet Türk Hükûmeti bir şey soracak olursa Bulgar ordusunun Yunanistan’a
karşı bir savaşa katılmadığını ve katılmayacağını bildirebilirsiniz.” demişti.49
Cumhuriyet gazetesi, 20 Nisan 1941’de, Bulgarların Üsküp’e kadar
yürüdüğünü, 21 Nisanda Yugoslavya’nın taksiminden Bulgaristan’a Ohri ve
civarının düştüğünü, Bulgarların Batı Trakya’nın işgaline de başladığını,
Yugoslavya’nın taksimi konusunda İtalya, Hırvatistan, Romanya ve
Bulgaristan arasında anlaşmazlıkların çıktığını, Bulgarların, Yugoslavya’dan
kendilerine verilen araziyi az bulduklarını, 2 Mayıs’ta da Bulgar kralının işgal
edilen yerleri gezdiğini, Dedeağaç, Kavala, Drama ve diğer bazı şehirleri
ziyaret ettiğini yazar. Bazı Bulgar gazeteleri artık büyük Bulgaristan’ın
kurulduğunu, Bulgar idealinin gerçekleştiğini yazmakla beraber, bu kadar
geniş arazide millî birliğin sağlanmasının kolay olmayacağından bahseder,
23 Nisan tarihli Cumhuriyet gazetesine göre Bulgarlar Semadirek ve Taşoz
adalarını da işgal etmişlerdir.
5 Haziran 1941 tarihli Cumhuriyet gazetesi, Debre ve civarının
Bulgaristan’a verilmemesi hâlinde Bulgaristan ile İtalya’nın ilişkilerinin
bozulacağının duyulduğunu yazıyordu.
26 Haziran 1941’de, Türkiye’de çok üzücü bir olay oldu. İngiltere’ye
eğitime ve yapımı tamamlanan gemileri almak üzere gönderilen denizci ve
havacılarımızı taşıyan Refah gemisi milliyeti anlaşılamayan bir denizaltı
tarafından torpillenerek batırıldı ve bu olayda pek çok genç askerimiz şehit
oldu.
1941 yılı baharının son günlerinde Balkanlar’ı tamamen kontrolüne
alan Alman kuvvetleri Türkiye’yi çok endişelendirmekteydi. Türk devlet
adamları ülkenin toprak bütünlüğünün ve bağımsızlığının korunması için bir
şeylerin yapılmasının gerektiğini düşünüyorlardı. Bu kritik ortamdan
yararlanan Alman Büyük Elçisi von Papen, Mayıs başında bir Türk-Alman
anlaşması için müzakerelerin başlamasını önerdi.50
1941 yılı Nisan ve Mayıs aylarında Irak’ta karışıklıklar vardı. Bu ülkede
iktidarı elinde bulunduran, Alman yanlısı Raşit El Geylani 2 Mayıs 1941’de

49
Arcayürek; (Yazı dizisinin 6’ncısı). (Alman Dışişleri Bakanlığı Arşivi, Belge No.172772’ye
atfen.)
50
Deringil; s.141.

204
İngilizlere karşı bir savaş başlatmıştı. Hitler Irak’taki petrol kaynaklarından
İngilizleri mahrum bırakabilecek olan bu harekâtı desteklemenin gerektiğini
düşünüyordu. Almanların Irak’a yapacağı askerî yardımın denizden veya
Afrika’nın güneyinden yapılması uzun zaman alacak ve oldukça da riskli
olacaktı. Alman askerini ve askerî malzemeyi Irak’a ulaştıracak en kısa ve
güvenli yol Bulgaristan ve Türkiye’den geçmekteydi.51
Raşit Ali’nin Almanya’dan yana başlattığı hareketin desteklenmesi için
çareler arayan Alman Dışişleri Bakanı Ribbentrop Irak’a asker ve askerî
malzemenin transit geçişi konusunda Türkiye ile Almanya arasında,
kendilerine geniş haklar tanıyan bir anlaşmanın yapılmasını istiyordu. Bunun
karşılığı olarak Türk-Bulgar sınırının Türkiye lehine değiştirilmesini ve Ege
denizinden bir Yunan adasının Türklere verilmesini öneriyordu. Önemli bir
rastlantıdır ki, o günlerde İngilizler de Türkiye’ye bazı Yunan adalarının,
örneğin Sakız, Midilli ve Sisam’ın Türklerce işgal edilmesini önermişlerdi.52
5 Mayıs 1941’de, Ankara’daki Alman Büyük Elçiliğinden Berlin’e
çekilen bir telgrafta, “Türkiye Hükûmeti, esas noktalarda, bizim teklifimizle,
mutabıktır. Ancak bazı istisnaları vardır. Alman harp silâh ve malzemesinin
nakli sırasında, trenlerde Alman askerleri bulunmamasını ve malzemelerin
Irak dışındaki ülkelere adreslenmesini istemektedir.” deniyordu.53
Irak harekâtı sırasında, Türkiye’nin belirttiği koşullara uyularak, bir
miktar Alman harp silâh ve vasıtası ile benzin Anadolu üzerinden Irak’a
gönderilmiş ve Akdeniz üzerinden Vichy Fransa’sının kontrolündeki
Suriye’ye intikal eden, bir kısmı da Kerkük’e inen bazı Alman uçaklarıyla
Raşit Ali hareketi desteklenmiş ise de54 Basra’ya çıkan İngilizler Irak’ta
kontrolü sağlamış ve Alman yanlısı Raşit Ali ve etrafındakiler Türkiye’ye
sığınmışlardı.
Bulgaristan Başbakanı Filof, 15 Mayıs 1941’de, Bulgar
Parlâmentosunda, “Bu harbin mesut bir sonuca ulaşması bizim için, Ege
sahillerindeki ve Makedonya’daki Bulgar topraklarıyla batı sınırımız
boyundaki Bulgar topraklarının kurtarılması demektir.” diyordu.55
14 Temmuz 1941’de, Reuter Ajansı Bulgarların Türkiye sınırlarında
yığınak yaptığını duyurdu.
Alman Büyük Elçisi von Papen’in önerisiyle başlatılan Türk-Alman
Saldırmazlık Paktı çalışmaları sonuçlandı ve pakt 18 Haziran 1941
Çarşamba günü saat 21.00’de, T.C. Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu ile
Almanya’nın Ankara’daki Büyük Elçisi von Papen tarafından Ankara’da
imzalandı. Saldırmazlık Paktı’nın birinci maddesinde “Türkiye Cumhuriyeti ve

51
Arcayürek; ( Yazı dizisinin 7’ncisi).
52
Deringil; s. 141. (Churchill; Second Word War,Vol.3, s. 641. Koliopoulos;
s. 250’ye atfen.)
53
Arcayürek; (Yedinci yazı). (Alman Dışişleri Bakanlığı Arşivi, belge No. 172827’ye atfen.)
54
İkinci Dünya Harbi Kronolojisi; (Mayıs 1941 olayları).
55
a.g.e.; (Mayıs 1941 olayları).

205
Alman Reich’ı arazilerinin masuniyetine ve toprak bütünlüğüne, karşılıklı
olarak riayet ve doğrudan doğruya veya dolayısıyla yek diğeri aleyhine
yönelik her türlü harekâttan kaçınmayı taahhüt ederler.” deniyordu. Bu
antlaşma Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 25 Haziran 1941’de
onaylandı ve tarafların onayladığı belgeler 5 temmuz 1941’de Berlin’de teati
edildi.
İngiltere’nin, Türkiye’nin Almanya ile görüşmeler yapmasını makul ve
yetkili bulmasına rağmen yine de bu anlaşmanın kendilerine karşı hükümler
taşıyabileceğini düşünen ve Türkiye’nin Almanya safına kayabileceğinden
çekinen Eden’in Türk Hükûmetine yolladığı mesaj İngiliz Büyük Elçisince 3
Haziran 1941’de Dışişleri Bakanlığına iletildi. Ayrıca, İngilizler Amerika
Birleşik Devletleri’ne başvurarak Türk-Alman anlaşmasının engellenmesini
de istediler. İngiltere’den çok Amerika Birleşik Devletleri Türk-Alman
Saldırmazlık Antlaşması’nı beğenmedi, Türkiye’ye doğrudan veya İngiltere
üzerinden yaptığı askerî yardımı durdurdu. Bir ay sonra yardım tekrar
başladıysa da miktarı bir hayli azaltılmıştı.
Almanya doğuya yönelik bir askeri harekâta başlamadan önce güney
kanadının güvenliğini sağlamak için Romanya ile Bulgaristan’ı kendi safına
almış, Yugoslavya ve Yunanistan’ı işgal etmiş ve Türkiye ile bir saldırmazlık
antlaşması imzalamıştı. Sıra Sovyetler Birliği’ne taarruza gelmişti.
Almanlar Türk-Alman Saldırmazlık Anlaşması’nın imzalanmasından
üç gün sonra, 22 Haziran 1941 gecesi, sabaha karşı Sovyetler Birliği’ne
saldırdı. Türkiye, Almanya ve Sovyetler Birliği’ne, tarafsızlığını resmen
bildirdi.
Almanya’nın Rusya’ya taarruzundan hemen sonra İtalya, Romanya ve
Finlândiya Sovyetler Birliği’ne savaş ilân ettiler.56 Sovyetler Birliği’ne saldıran
Alman kuvvetleri yanında, 18 tümenle Finliler, 12 tümenle Rumenler, iki
tümenle Slovaklar, üç tugayla Macarlar yer aldı. Bilâhare İtalya üç tümenle,
İspanya bir tümen ve bazı gönüllü birliklerle harekâta katıldı.57
1 Mart 1941’den beri Mihver bloğunda yer almasına rağmen
Bulgaristan Sovyetler Birliği’ne savaş ilân etmemiş ve silâhlı kuvvetleriyle bu
harekâta katılmamıştır. Almanların Sovyetler Birliği’ne taarruzundan yaklaşık
üç ay sonra, 5 Ekim 1941 tarihli Cumhuriyet gazetesi, Bulgaristan Meclisi
Başkanı Karkof’un bir demecinde, “Bulgar milletinin Rus milletini sevdiğini,
fakat bu sevginin Bolşeviklikle ilgisinin olmadığını söylediğini” yazmıştı.
9 Ekim 1941 tarihli Cumhuriyet gazetesinde “8 Ekim 1941’de, bir
Alman tebliğinin yayımlandığını, bu tebliğde Almanların Türkiye’den bazı
isteklerinin olduğunun, Bulgaristan’da yığınak yapıldığının ve Türkiye’ye
taarruz edileceğinin yalanlandığı” haberi vardı.
Yenice adlı Türk gemisi Burgaz’dan İstanbul’a gelirken batırıldı.
Geminin yalnız birinci ve ikinci kaptanları kurtarılabildi.

56
a.g.e.; (Haziran 1941 olayları).
57
İbrahim Artuç; İkinci Dünya Savaşı, c.1. Birinci Baskı, Temmuz 1999, Kartaş Yayın Evi, s.188.

206
20 Kasım 1941’de, Bulgar Başbakanı Filof, Sobranya’daki
konuşmasında “Türkiye ile Bulgaristan arasındaki ilişkilerin dostluk içinde
geliştiğini” söyledi.
22 Kasım 1941 tarihli Cumhuriyet gazetesi Bulgaristan Başbakanı
Filof’un “Gayemize ancak Mihver zaferiyle erişebiliriz. Vazifemiz bu zaferi
kolaylaştırmak için elden geleni yapmaktır.” dediğini yazdı.
Molotof’un Berlin görüşmelerinde sık sık Bulgaristan’a garanti
verilmesinden söz etmesi, daha sonra 25 Kasım 1940’ta, Bulgaristan ile
karşılıklı yardımlaşma paktı yapmayı ve boğazlarda üs verilmesini Almanlara
karşı bir koşul olarak ileri sürmeleri o zamanki Sovyet stratejisinde
Bulgaristan ile boğazların bir arada düşünüldüğünü göstermektedir.
Bulgaristan ile Sovyetler Birliği arasında bir karşılıklı yardımlaşma paktı
imzalanmasının Almanların güneye inmesine karşı bir engel
oluşturmasından başka Bulgaristan vasıtasıyla boğazların tecridi ile, üs
temini için Türkiye üzerinde fiilî bir baskı da sağlamış olacaktı. Sovyetler’in
Bulgarlara yaptığı teklifin bu kadar basit olmadığı daha sonra anlaşılmıştır.
Bulgarların 1942 yılında Menemencioğlu’na verdikleri bir belgede Sovyet
teklifleri şöyle gösterilmekteydi:
“1. Sovyetler Bulgarların Trakya üzerindeki emellerine yardıma
hazırdırlar.
2. Sovyet-Bulgar çıkar birliği karşısında Sovyetler, geçen yılki
tekliflerini tekrarlayarak Bulgaristan’ın yalnızca Batı Trakya değil, Doğu
Trakya üzerinde emellerine yarayacak bir yardımlaşma paktı yapmaya
hazırdırlar.
3. Türkiye’den Bulgaristan’a bir tehdit veya saldırı geldiğinde
Sovyetler Bulgarlara her türlü vasıta ile yardım edecekler ve Avrupa
Türkiye’si üzerinde emellerinin gerçekleşmesine yardım edeceklerdir.” 58
Yukarıda belirtilen Sovyet önerileri 1941 ocağında bir Bulgar yetkilisi
tarafından da doğrulanmıştı. Bulgar bakanlarından olan bu ilgili Sofya
Elçimiz Şevki Berker’e “...Almanlardan Bulgaristan’a ve Türkiye’ye bir tehlike
gelmeyeceğini, zira bunların boğazlar üzerinde bir emelleri olmadığını,
halbuki Bulgaristan ve Türkiye’nin fazla korkmaları lâzım gelen devletin
Rusya olduğunu ifade ile Rusların Bulgaristan’a Midye-Enez hattını teklif
ettikleri ve bu tekliften maksatları Bulgaristan ile Türkiye’yi birbirine düşman
ederek boğazlara inmek ve boğazların hinterlandı olan Bulgaristan’ı da
Baltık devletlerine çevirmek olduğunu” söylemiştir. 59
Almanların Ruslara taarruzundan sonra, ortak düşmanları nedeniyle,
İngiltere ile Sovyetler Birliği müttefik olmuşlardı. Bu yeni durum Türkiye için

58
İkinci Dünya Savaşı Yılları; s.53-54. (Adı geçen metin, 25 Kasım 1940’ta Bulgar elçisi
tarafından verilmiştir. Belge Fransızcadır.)
59
a.g.e.; s.54. (Sofya Elçiliğinin Ocak 1941 tarihli telgrafına atfen.)

207
bazı tehlikeleri gündeme getirebilirdi. Savaşın başında, Almanlar ile Ruslar
ittifak görüşmeleri sırasında Rusların, Türkiye ile ilgili önemli istekleri
olmuştu. Bu defa da İngilizler Ruslara Türkiye ile ilgili tavizler verebilirdi.
Nitekim 1941 Aralığında, İngiltere ile Sovyetler Birliği arasında, Moskova’da
başlayan görüşmelerde Türkiye’nin endişelerini haklı çıkarır konuşmaların
yapıldığı duyuldu.60
27 Mart 1942’de, Ankara’da, Türkiye ile Bulgaristan arasında, bir
ticaret anlaşması imzalandı.61
Tahran Konferansı sırasında, 1 Aralık 1943’te yapılan görüşmelerde,
Türkiye’nin savaşa girmesi konusu tekrar gündeme geldiğinde, Stalin’in
Türkiye’nin hangi silâhlarının eksik olduğunu sorması üzerine, Churchill
“Türk ordusunun tanksavar ve uçaksavar silâhları ile uçaklarının yeterli
olmadığını, Türk ordusunun Birinci Dünya Savaşı sonundaki standartlara
göre iyi olduğunu, fakat Almanların mağlûp Fransız ordusundan alarak
Bulgarlara verdikleri silâhları görünce ordularının çağdaş olmadığını
anladıklarını” söylemiştir.62 Türkler, 1943’lerde sonu henüz belli olmayan bir
savaşa sürüklenmemek için, bu hususu da gerekçe olarak ileri sürmüşlerdir.
13 Mart 1944 tarihli Cumhuriyet gazetesi, müttefiklerin Macaristan,
Romanya, Finlandiya ve Bulgaristan’a bir ültimatom vererek savaşı
bırakmalarını istediklerini yazıyordu.
28 Ağustos 1943’te, Bulgar Kralı Boris ölmüş, altı yaşındaki Veliaht
Siemon İkinci Siemon adıyla tahta çıkmış,63 kralın yaşının küçüklüğü
nedeniyle de bir niyabet meclisi kurulmuştu.
2 Ağustos 1944’te Türkiye Almanya ile siyasî ve iktisadî ilişkilerini
kesti.64 Bunu takip eden günlerde de 26 Ağustos 1944’te Bulgaristan Mihver
bloğundan ayrılarak tarafsızlığını ilân etti.65
22 Ağustos 1944’te, Bulgaristan Dışişleri Bakanı Draganof, Mecliste
yaptığı bir konuşmada Türk-Bulgar dostluğundan bahsetmiş, işgalleri
altındaki Makedonya ve Batı Trakya topraklarının kendilerine ait olduğunu
söylemişti.66
27 Ağustos 1944 tarihli Cumhuriyet gazetesi Bulgaristan’daki Alman
askerlerinin silâhtan tecrit edildiğini yazdı.
31 Ağustos’ta Kahire’ye giden Bulgar ateşkes heyetinin, müttefiklerin
koşulları tebliğ edilinceye kadar hariçle teması kesildi. İngilizler bu heyeti

60
a.g.e.; s.19, 78.
61
İkinci Dünya Savaşı Kronolojisi; (Mart 1942 olayları).
62
a.g.e.; s.177.
63
İkinci Dünya Savaşı Kronolojisi; (Ağustos 1943 olayları).
64
Deringil; s.241. İkinci Dünya Savaşı Kronolojisi; (Ağustos 1944 olayları). TBMM Tutanakları,
REF. 000.4, DO 7, C.13, S.3-15.
65
İkinci Dünya Savaşı Kronolojisi; (Ağustos ayı olayları).
66
a.g.e.; (Ağustos 1944 olayları).

208
muhatap kabul etmedi ve heyete Bulgaristan’a düşman devlet muamelesinin
yapılmaya devam edileceği bildirildi.67
Batı-güney istikametinde ilerleyen Sovyetler Birliği orduları Ağustos
ayının sonunda Bulgaristan sınırına ulaşmış, 1 Eylül 1944’ten itibaren de
Bulgar topraklarına girmişti. Sovyet ordularının Türkiye sınırlarına kadar
gelmesi olasılığı Türkiye’yi endişelendirmiş ve bundan sonra Türkiye
İngiltere ile arasındaki ittifaka ve Amerikan dostluğuna daha fazla önem verir
olmuştu.
Bulgaristan Başbakanı Bagrianof, 1 Eylül öğle üzeri radyodan yaptığı
bir konuşmada “Hükûmetinin Rusya ile bir savaşı önlemek için bütün
gayretini sarf ettiğini, bu gayeyi sağlayabilmek için Bulgaristan’a gelen veya
Bulgar topraklarında bulunan bütün birliklerin silâhsızlandırılmasının
kararlaştırıldığı, hükûmetin bundan başka işgal kuvvetlerini de çektiğini,
birkaç gündür buna başlamış olduğunu, hükûmetinin yeni durum karşısında
istifaya karar verdiğini”68 açıklayarak istifa etmiştir.
1 Eylülden beri askerleri Bulgar topraklarında bulunan Sovyetler Birliği
5 Eylülde Bulgaristan’a savaş ilân etti. 6 Eylülde Bulgarlar Sovyetler
Birliği’nden ateşkes anlaşması yapılmasını istemişler ve 7 Eylülde
Almanya’ya savaş açmışlarsa da Sovyetler Birliği ordularının 8 ve 9 Eylülde
Varna ve Burgaz’a, 15 Eylülde de Sofya’ya girmelerini önleyememişlerdir.
9 Eylül gecesi Bulgaristan’da bir hükûmet darbesi yapıldı.
11 Eylülde Trakya sınırımızdan Türkiye’ye sığınmak isteyen sivil ve
asker sığınmacılar ile Mihver işgalinde bulunan Ege denizi ve Akdeniz
adalarından kıyılarımıza sığınacak olan Mihver devletleri vatandaşı sivil ve
askerlerin Türkiye’ye kabul edilmemesine karar verildi. 18 Eylülde Türkiye’ye
sığınmış olan Gabrovski Bulgaristan’a iade edildi.
23 Eylül 1944’te, Bulgar Dışişleri Bakanı Petko Stanyof, Anadolu
Ajansının Sofya’daki özel muhabiri Cevdet Lagoş’a “Türkiye Hükûmetinin,
bilhassa Cumhurbaşkanı İnönü’nün basiretli siyasetini her zaman takdir
ettiğini, iki taraf arasındaki ilişkilerin şimdiye kadar görülmemiş derecede
gelişeceğini, Bulgar milletinin iktidarı ele aldığını...”69 söylemişti.
26 Eylülde Bulgaristan Macaristan ile ilişkilerini kesti.70
28 Ekim 1944’te Moskova’da, Bulgaristan ile İngiltere, Amerika ve
Sovyetler Birliği arasında ateşkes imzalandı.
Bulgar halk mahkemeleri kral naiplerinden Prens Kiril’i, Filof’u,
Mihof’u, eski bakanlardan Bajilof’u, Bagrianov’u, 17 bakanı, Kraliyet
danışmanlarından bir kısmını savaş suçlusu olarak idama mahkûm etmiş,
hükümlüler 3 Şubat 1945’te idam edilmişlerdi.71

67
a.g.e.; (Ağustos 1944 olayları).
68
a.g.e.; ( Eylül 1944 olayları).
69
a.g.e.; (Eylül 1944 olayları).
70
a.g.e.; (Eylül 1944 olayları).
71
a.g.e.; (Şubat 1945 olayları).

209
Sonuç
Türkler ve Bulgarlar Osmanlı İmparatorluğu’nun halkları olarak, 450 yıl
birlikte yaşamışlardır. Bulgaristan’ın bağımsızlığını kazanarak Osmanlı
İmparatorluğu’ndan ayrılmasından hemen sonra, Türler ile Bulgarlar, Balkan
Savaşı faciasında birbirleriyle, bu savaştan bir yıl sonra başlayan Birinci
Dünya Savaşı’nda da ortak düşmanlarına karşı birlikte omuz omuza
çarpışmışlardır.
Birinci ve İkinci Dünya Savaşları arasındaki dönemde Bulgaristan ile
Türkiye arasında iyi ve samimî ilişkiler vardı. Her iki ülke aralarındaki iyi
ilişkilerin bozulmaması için gayret sarf etmişler, zaman zaman yayımlanan
ortak bildirilerle de bunu teyit etmişlerdir.
19 Ekim 1939’da imzalanan Türk- İngiliz ve Fransız İttifak
Antlaşması’ndan sonra Sovyetler Birliği, bu antlaşmada bulunan Bulgaristan
ile ilgili hükümlerden geniş ölçüde yararlanarak bu ülkeye baskı yapmıştır.
1940-1941 yıllarında Bulgarların Almanlardan yana tutumu, Türkiye’yi
ve Balkanlar’ı kendi ilgi alanı olarak gören Sovyetler Birliği’ni
endişelendirmiştir. 1940 yılı Ekiminden 1941 yılı ortalarına kadar Sovyetler’in
öncelikli hedefi Almanların Balkanlar’a inmesini önlemek olmuştur.
1940 yılı sonlarına doğru, bilhassa 1941’de, Almanların Balkanlar’a
sarkması, Yunanistan’a ve Türk boğazlarına saldıracağı görünümünü veren
askerî harekât hazırlıklarının artışı ve Bulgaristan’ın Mihver devletlerinden
yana tutumunun açıklık kazanması hem Türkiye ve müttefiklerince hem de
Sovyetler Birliği’nce kuşku ile izlendi. 13 Ocak 1940 tarihli Türk-Bulgar ortak
bildirisinden bir yıl sonra yayımlanan 17 Şubat 1941 tarihli Türk-Bulgar Ortak
Deklârasyonu son gelişmeler karşısında iki ülkenin durumlarını, karşılıklı
olarak belirlemesi ve bilhassa Bulgaristan’ın Türkiye’ye karşı bir harekete
vasıta olmasını önleyecek bir havanın ortaya çıkması bakımından önem
taşır.
Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında Almanlarla Ruslar arasındaki
savaşlar Berlin-Moskova mihverinde cereyan etmişti. İkinci Dünya
Savaşı’nda, bu mihver üzerinde ilk iki yıl Almanlar Moskova istikametinde,
son iki yılda da Ruslar Berlin istikametinde ilerlemişlerdi.
Türkiye ve Bulgaristan, Mackinder’in kara hâkimiyet teorisine göre iç
kenar ay, Spykman’ın kenar kuşak teorisine göre de dış kuşaktadırlar. İki
ülke de Berlin-Moskova mihverinin güneyindeki coğrafyada bulunurlar.
Gerek Almanlar, gerek Ruslar birbiriyle savaştığında güney yanlarının
güvenliği için, Türkiye ve Bulgaristan’ın da bulunduğu Balkan yarımadasını
kontrol etmek mecburiyetindedirler. Gerek Almanların gerek Sovyetler’in
Balkanlar’la ilişkilerinin ana nedeni budur.
Kuzey komşumuz yüzyıllar boyu sıcak denizlere ulaşmanın en
kestirme yolu olan Türk boğazlarına el koymak istemiş; bu konu İkinci Dünya
Savaşı’nda da defalarca gündeme gelmişti. Ruslar, savaşın başında,
210
Almanlarla dost oldukları dönemde, Mihver devletleriyle oluşturacakları
ittifakın koşullarından biri olarak Türk Boğazları’nda üslere sahip olmayı ileri
sürmüşlerdi. Doğal yapısıyla, Türk Boğazları’nı kuzeydoğudan gelecek
tehdide karşı örten Bulgaristan’ı da Türk Trakya’sından kendisine toprak
verileceği sözünü vererek yanlarına almak istemişlerdi.
Almanlar Sovyetler Birliği’ne yönelik Barbarossa harekât plânını
uygulamadan önce, güney yanının güvenliğini sağlamak amacıyla, Balkan
harekâtını başlatmışlardı. Yeteri kadar güvenliğin sağlanması maksadıyla bu
harekâtın, Türkiye’yi de kapsayacak şekilde derinleştirilmesi gerekebilirdi.
Ancak, Barbarossa plânının uygulanmasında önemli bir gecikme vardı.
Harekâtın Türkiye’yi de kapsaması hâlinde gecikme daha da artacaktı.
Ayrıca Türkiye geniş bir ülkeydi ve kontrol altına alınması uzun sürebilirdi.
Bu nedenle Türkiye’ye yönelik bir harekât yerine Türkiye-Almanya
Saldırmazlık Anlaşması yapılmış ve güney kanat güvenliği böylece
tamamlanarak 22 Haziran 1941’de Barbarossa plânının uygulanmasına
başlanmıştı.
Tarihin derinliklerinde etnik ilişkileri de bulunan Türkler ve Bulgarlar,
savaşan büyük devletlerce İkinci Dünya Savaşı’na sokulmak istenmiş ise de
deneyimli liderlerinin soğukkanlı ve dikkatli davranışları Türkler ile
Bulgarların birbirleriyle savaşmasını önlemiştir.

211

You might also like