Professional Documents
Culture Documents
Muammer Dizer - Uluğ Bey
Muammer Dizer - Uluğ Bey
ULUG BEY
MUAMMER DİZER
v
lsldm bilimine katkıda bulunan, Türk lakabını kullanma
yan, fakat Türk oldukları kesin olarak bilinen Ebul Vefa,
Biruni, lbn-i Sina, Uluğ Bey gibi Türk kökenli bilim adamlan
da vardır. Bununla beraber, Türk oldukları kesin olarak bilin
mesine rağmen bazı yazarlar bilerek veya bilmeyerek bu bilim
adamlarını başka ülkelere ınaletmektedirler. Bu ülke in·
sanları da uygarlıklarının nişanesi olarak, Türk kökenli
bilim adamlarını benimsemektedirler. Bunlara en giizel
örnek Biruni'dir. lran kökenli kabul edilen Biruni aslında
Harezmli ve Türk'tür. Biruni, tanınmış eseri «Kitab·us·Say
dene» adlı hekimlikle ilgili kitabının önsözünde şöyle der:
«Ben ne Arabım ne de Acem. Eğer eserlerimi kendi dilimde ya
zacak olsaydım bunlar, saf Arap cinsi atlar sürüsü arasında
zürafalar gibi garip şey olurdu».
Muammer DİZER
VI
_ / f ��
.....k--------=-=- - .
_lı �-
:'
-- :=�
�-= ::
----..
�, ır
' J
r- ::ı:::: �,.
- "'
r � - '/
µ ,
'
1 1
"
. : . 1 j
'ıı,.
: • : : • •
i
VII
İ ÇİND EKİLER
ÖNSÖZ v
1. GİRİŞ 1
1 1 . SEMERKAND RASATHANESİ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 75
AÇIKLAMALAR · · ·· · · - · · · · · · · · · · · · · · · · · · - · · · · · - · · · · · · · · · · - · · · · · 83
Y.NRARLANILAN ESERLER . . . .. .. . . .. ... . .. .. . . .. . 97
IX
1. GİRİŞ
Bir bilim adamı ve yaptıkları değerlendirilirken, yaşadı
ğı ortamı ve çağın etkisi yanında bölgenin eriştiği kültür düze
yinin de göz önüne alınması gereklidir. Bu nedenle Uluğ Bey'
in bilimsel kişiliğini daha iyi anlayabilmek için İslam astrono
misi ve buna etki eden astronomi çalışmalan üzerinde kısaca
durulacaktır.
Uluğ Bey'in bilimsel kişiliği ve onun Semerkand Rasatha
nesi'ndeki çalışmaları hakkındaki bilgimiz eksik olmakla bera
ber onun yöneticiliği ve saltanatı ile ilgili bilgi de çok azdır.
Uluğ Bey'den söz eden astronomlar, onun Ziyc-1 Uluğ Bey i yaz
'
1
san zekasının gelişimi ve çevresini bilinçli olarak gözlemesi
gökyüzünün incelenmesinin başlangıcı olmuştur. Şüphesiz baş
langıçta insanların açıklayamadığı doğa olaylan, insanlara dai
ma korku vermiş ve huzursuzluk yaratmıştır. Bunun sonucu
olarak da gökyüzü olaylan yüce tannlar ve kutsal güçlere mal
edilmiştir. Zira o dönemde mAbetleri ve insanları yöneten din
adamlarının en büyük dayanağı gökyüzü olaylan ve gökcisim
leri olmuştur.
2
çeşitli dönemlerde Mezopotamya' dan etkilendiği de bilinen bir
gerçektir.
Astronominin temelini oluşturan Mısır, Mezopotamya ve
Yuna . n astronomisinden kısa da olsa söz etmenin astronomi ge
lişiminin sürekli olarak göz önünden geçmesini sağlayacaktır.
3
İlkel bir matematik düzeyinin, astronominin gelişimini
desteklemediği bilinen bir gerçektir. Bu nedenle ilkel bir mate
matik düzeyinin mevcut olduğu Mısır'da, astronominin ileri bir
düzeyde bulunmaması doğaldır. Diğer taraftan Mısırlılara ait
hiç bir tutulma kayıtlarının olmaması hayretle karşılanacak
bir olaydır. Bu da bize, Mısır astronomisi hakkında sağlam bil
giye sahip olabilmek için arkeologların çalışmalarını bekle
mek gerektiğini göstermektedir. Şüphesiz Mısır astronomisi
nin üzerinde durdu� en önemli konu zaman ölçümü ile ilgili
dir. Kısaca Mısırlılar yılı otuzar günlük on iki aya bölüp tatil
ve bayram günleri olarak da beş günü kullanıyorlardı. Böyle
ce yıl uzunluğu 365 gün olan, takriben güneş yılına eşit bir
takvim kullanılıyordu. Gündüzün yere düşey çakılan bir çubu
ğun (gnomon) gölgesinden yararlanarak gün sürelerini tespit
ediyorlardı. Hatta taşınabilir güneş saatleri de yapmışlardı.
Gece zamanını tayin için yıldız saati adı verilen bir yöntem kul
lanılmıştır.
4
Başlangışta Mezopotamya astronomisi gök olaylan dev
releri ile ilgili bazı bilgileri içeriyorsa da, daha çok dini un
surlarla kanşık kozmogonik astronomi görüşü hakim idi. Me
zopotamya'da matematiğin gelişimi astronominin dini etkiden
kurtulup layik bir nitelik kazanmasını sağladı. Bu nedenle Me
zopotamya'da astronomi Selökid'ler çağında en yüksek düze
yine erişti ve Grek astronomisi üzerine büyük etki yaptı. Böy
lece Mezopotamya astronomisi genellikle bilimin ve özellikle
astronominin matematikleşmesinde başı çekmiş, ve Yunan ast
ronomisi aracılığı ile bilim tarihinde fevkalade etkili olmuş ve
çok önemli bir bilimsel düşünce akımını uzun süre etkilemiş
tir.
Başlangıçta Mezopotamya astronomisinde din ve mitoloji
yanında astroloji de ön planda yer almıştı. Astrolojinin Mezo
potamya'da bilim içindeki önemi, astrolojinin kısmen de olsa
astronominin temelinde yer almasından kaynaklanır. Bilinen
en eski şekli ile astrolojinin Akadlar dönemine kadar geri git
tiği tahmin edilmektedir. Mezopotamya yaşamında astroloji
nin önemli bir yeri vardır, fakat astroloji yardımı ile yapılan
tahminler kişilerle değil toplumla ilgili idi. Halbuki diğer top
lumlarda kehanet fertlere ait olduğundan, Akad astrolojisi bu
özelliği ile diğerlerinden aynlmaktadır. Astrolojide olaylann
yorumlanmasında gök olaylan ve gökcisimlerinin büyük öne
mi vardır. Dolayısiyle astrolojinin gelişimi öte yandan astro
nominin gelişimine de yararlı olmuştur.
Mezopotamyalılar astronominin uzun yıllar boyunca ne
denlerinden ziyade gök olayları ve bunlarla ilgili periyodlan in
celemişlerdir. Mezopotamyada toplumu ilgilendiren en önemli
astronomi konularından biri de takvim idi. Mezopotamya'da
takvim, Ay'ın kavuşum ayı ile tanımlanan periyod, esas alına
rak düzenleniyordu. Bu takvimde aylar, yeni hilalin ve yıl da
ilkbahar gün dönüm noktasını takilben ilk hilalin görülmesiyle
5
başlatılıyordu. Buna bir yerde Mezopotamya'da kuJJanılan gü
neş takvimi ile ay takviminin bağdaştınlması olarak da bakı
labilir. Mezopotamya da layik takvim olarak güneşin hareke
tine bağlı her biri 30 günlük 12 aydan ibaret takvim de kulla
nılıyordu. Yıl sonuna eklenen 5 gün ile yıl uzunluğu 365 güne
çıkarılıyordu. Mezopotamya'da, Güneş ve Ay takvimi arasında
ıbir ilişki kurmak için bazı yıllar, ay takvimine bir ay eklenerek
13 aya çıkarılıyordu. Genellikle bir 13. ayın eklenmesi ekim za
manını sabit tutmak ve duyulan bazı gereksinmeler nedeniyle
idi. Bugün Metan periyodu olarak bilinen, Ay ve Güneş yıllan
arasında mutabakatı sağlamakta kullanılan 19 yıllık periyod
Mezopotamyalılar tarafından bulunmuştur.
Mezopotamyalıların tutulma düzlemini koordinat sistemi
olarak kullanması ve bu düzlemi 30 derecelik 12 kısma ayır
ması geleneğini, Grek bilim adamlarının zamanımıza intikal
ettirmiş olduğu bilinen bir gerçektir. Daha M.Ö. 650 civarında,
yeni hilalden başlayarak dolunaya kadarki süre içinde ay yü
zeyinin aydınlığının tedrici artışı sayısal olarak ifade edilmişti.
Diğer taraftan yeni hilalin görülebilme koşullarını Mezopotam
yalılar biliyorlar ve hesap yapmadan ay ile ilgili takvimlerin
ay başlarını tespit ediyorlardı.
Grek bilimine büyük etki yapan Mezopotamya bilimi hak
kında bir değerlendirme yapabilmek için şu sorulan cevaplan
dırmaya çalışalım. Mezopotamyalılar astronomi problemlerini
incelerken ne dereceye kadar bilimsel merak ile hareket edi
yorlardı? Bu araştırmalarının amacı evreni anlamak mı idi?
Grek bilim felsefesinde var olan, saf bilimsel merak duygusu
Mezopotamya bilim adamlarında var mı idL?
Şüphesiz bu sorulan kesinlikle cevaplandırmak kolay de
ğildir. Maamafih evreni tümüyle, nedenleriyle anlamak ve kav
ramak istek ve duygusu ile hareket etmedikleri de bir gerçek
tir. Fakat bununla beraber, Mezopotamya biliminin faydacılık
sınırlan dışına çıkmamış olduğunu da kabul etmek yanlış olur.
6
Özet olarak Mezopotamyalıların Ay ve Güneş'in hareketleri üze
rindeki çalışmalarının yalnızca takvimle ilgili olduğunu ve ge
zegenleri incelerken yalnızca astrolojik gereksinmeleri için ele
aldıklarını da düşünmek yanlış olur. Mezopotamya tariıhi ile
ilgili elde edilecek veriler bugün mevcut bazı şüphelerimizi ay
dınlığa çıkamoaktır.
7
değildir. Böylece Tales materyalist felsefeyi başlatmış oluyor·
du. Tales'e göre her şeyin başlangıcında su vardı. Toprak, hava
ve canlı varlıklar sudan geldiği yani evrenin sudan oluştuğu
şeklindeki teoriyi ilk ortaya atan filozofun Tales olduğu kabul
edilir. Bu teori, açıkça görüleceği üzere Tekvin kitabındaki ya
radılışla ilgili teoriyle benzerlik taşımaktadır. Bu ise ekime
elverişli toprakların ancak bataklık araziden kazanılan bir del
ta ülkesi için anlamlı olan bir Sümer yaradılış hikayesidir. Ta
les'in bu teorisinin yeni yam, yaratıcıyı bir yana bırakmış ol
masıdır. Gerçi Tales'in dünyayı bir tahta parçası gibi suda yü
zen bir tepsiye benzeten çocukça düşüncesine rağmen, önem
li olan bu tür konular üzerinde durmasıdır.
8
yüksek düzeyde idi. Aynca Yunanlılar ancak Hellenistik çağ
da, Mezopotamya astronomisinden faydalanabilecek düzeye
varmıştı.
M.Ö. V. yüzyılda yaşamış olan Sokrat'ın ölümünü takiben
öğrencisi Plato (Eflatun), kurduğu akademisinin kapısına «Bu
raya matematik bilmeyenler giremez» ibaresini asmıştır. Pla
to, kendinden evvel gelen pek çok kimse gibi, evrenin başlan
gıçta kendiliğinden var olan bir kaos olduğuna inanıyordu.
Kaos'un evrene dönüşümü, İyonyalı filozofların ileri sürdüğü
gibi mekanik bir süreç sonucu değil, olağanüstü bir gücün so
nucudur. Evren, bu tanrısal gücün tasarladığı rasyonel bir
plana uygun kurulmuştur. O dönemde mevcut olan görüş, gök
yüzü cisimlerinin özellikle Güneş, Ay ve gezegenlerin ilahi bir
yaratılış oldukları şeklinde idi. Bu nedenle o dönemin geri ka
falıları, İyonyalıların bu gökcisimlerinin ateş küreleri oldukla
n iddialarını dinsizlikle suçluyorlardı. Plato, astronomlara
gökyüzüne değil de kendi içlerine, yani akıllarına müracaat et
melerini önerdi. Akıl onlara yıldızlı gökyüzünün dünya etrafın
da çembersel döndüğünü gösterecektir. Zira dairesel hareket,
hareketlerin en iyisidir ve esasen gökyüzüne yakışan da budur.
Nitekim Plato, gezegen hareketlerinde görülen düzensizliği
kabul etmiyor ve böyle bir hareketin olamayacağını ileri sürü
yordu. Ona göre, aslında dairesel olması zorunlu olan birtakım
hareketlerin sonucu olarak gezegen hareketlerindeki düzensiz
lik ortaya çıkmaktadır.
Plato'nun evrenle ilgili iki temel ilkesi : Yer'in evrenin or
tasında sabit olduğu ve gökcisimlerinin onun etrafında dairesel
hareketleridir. Filhakika, Plato'nun bu düşüncesi ile dönemin
geri kafalıları tatmin edilmişti, fakat bu düşünce bilim dünyası
için çok pahalıya mal oldu. Kepler'e gelinceye kadar, 2000 yıl,
Plato'nun bu görüşünün doğru olmadığını ispat çabasiyle, geç
ti. Plato'nun bu önerisine rağmen öğrencileri pek onun yolunda
gitmediler ve gökyüzünü incelemekte gö:r.leme gereksinme duy-
9
dular. Bunlar arasında Eudoxes (M.Ö. 403-356), gözleme da
yanan astronomi ile spekulatif kozmolojiyi birleştirdi ve böy
lece evrenin düzenini belirlemede gözleme gerekli yeri tanı
yan ilk teorisyen oldu.
Eudoxes, her basit periyodik hareketi çember veya bir kü
re ile tanımladı. Bir küre, gökyüzünün görünen günlük hareke
tini, bir başkası aylık veya yıllık dönüşlerini gösteriyordu. Bü
tün bu çember ve küreler ortak merkezli olup, Yer bu sistemin
merkezinde yer alıyordu. Kürelerin merkezleri ortak olmakla
beraber çaplan ve dönme eksenleri değişik idi. Bu değişiklik
her kürenin farklı dönüşünün nedeni idi. Bu küreler fiziksel
değil matematiksel nesnelerdi ve bu nedenle de görülmezlerdi.
Eudoxes, gökcisimlerinin hareketini açıklamak amacı ile 27
kürenin varlığını kaıbul ediyordu. Bunların biri sabit yıldızla
rın, üçü Ay'ın, üçü Güneş'in ve o dönemde bilinen beş gezege
nin her birinin hareketleri için de dörder küre tanımlanıyor
du. Yeni gözlemlerin ortaya koyduğu her periyodik hareket de
diğer bir küre ve çember ile açıklanıyordu. Zamanla bu küre
lerin sayısı 80 çıktı. Şüphesiz yeni gözlemlerle elde edilen so
nuçlan, teori açıklamakta yetersiz kalıyordu. Esasen teori, her
gökcisminin Yer'den aynı uzaklıkta olduğu varsayımına dayan
dığı için, daha başlangıçta bilinenlere ters düşüyordu. Mesela
Venüs ve Mars gibi gezegenlerin parlaklık değişiminin, Yer'e
bazen yaklaşması ve bazen de uzaklaşması sonucu olduğu bili
niyordu. Diğer taraftan bilinen diğer bir olay da tutulmaların
bazen halkalı ve bazen de tam tutulma olmasının nedeni idi.
Diğer taraftan Aristoteles (M.Ö. 384-322) gökcisimle
rini taşıyan kürelerin geometrik değil de fiziksel niteliğe sahip
olduğunu açıklıyordu. Bunlar saf, bozulmayan bir maddeden
yapılmış nesnelerdir. Fakat bu kürelerin yapıldığı madde, yer
yüzünde mevcut maddeden apayrı nitelikte bir nesnedir. Dün
yamız bu evrenin merkezinde olup toprak, su, ateş ve havadan
yapılmıştır. Nesnelerin mükemmeliyeti evrenin merkezinden
10
uzaklığına bağlıdır. Gökcisimleri arasında en az mükemmel
olanı, merkeze en yakın olan Ay' d1r. En mükemmel olanı ise,
en uzaktaki küre ile onu harekete sevkeden, ilk hareket ettirici
yani Tanrı idi. Gökcisimlerinin parlamaları, onların ateşten ya
pılmış olduğu intibamı veriyorsa da gerçekte bu yanlış bir dü
şüncedir. Zira onlar esir denen bir beşinci öz maddeden mey
dana gelmiştir.
Çağının önde gelen astronomlarından biri olan Samos'lu
Aristarchos, ilk defa Güneş merkezli sistemi ileri sürdü. Aris
tarchos, Yer büyüklüğünün ve hatta Yer yörüngesini ihtiva
eden kürenin, sabit yıldızlar küresine oranla ihmal edilebile
cek kadar küçük olduğunu açıkladı. Ne varki Aristarchos'un
ileri sürdüğü Güneş merkezli teori zamanına nazaran çok ileri
bir görüştü ve o dönemde bu teorinin kabulü beklenemezdi.
Filozoflarla birlikte herkes Yer'in evrenin merkezinde olduğu
nu ve hareketsiz durduğunu kabul ediyorlardı. Diğer taraftan
Eudoxes, Aristoteles ve daha sonra gelenlerin geliştirdikleri
Yer merkezli teori, hem o döneme kadar elde edilen gözlem
sonuçlarına ve hem de sağduyuya uygun düşmekte idi.
Astronominin matematiksel temeli Eudoxes'ın küreleriy
di, fakat araştırmalarda kolaylık sağlamak bakımından geze
gen hareketlerini bir düzlem içinde düşünmek gerekiyordu. Gö
rünüşü kurtarmak için «tekerlek tekerlek içinde» kavramı or
•taya atıldı. Bu kavramın sahibi, Kadim dünyanın en büyük
gözlemcisi, sonraki 2000 yıl içinde astronomi gözlemlerinde
kullanılan aletlerin çoğunun mucidi ve ilk yıldız kataloğunu
düzenleyen Hipparchos idi.
Hipparchos, gezegenlerin ve esas it�bariyle Güneş ve Ay'ın
hareketlerini açıklamak için eksantrik ve episikl dairelerini Yer
merkezli sisteme uyguladı. Eksantrik daire, merkezinde Yer'in
bulunmadığı fakat Yer'i çevreleyen dairedir. Episikl ise, mer
kezi Yer etrafında bulunan daire üzerinde hareket eden küçük
bir dairedir.
11
Güneş ve Yer merkezli görüşler yanında Heraclides, daha
sonra Tycho Brahe tarafından da geliştirilen Yer-Güneş mer
kezli sistemi açıkladı. Bu görüşe göre Güneş, Ay ve dış geze
genler yer etrafında, Venüs ve Merkür gezegenleri ise güneş
etrafında dönerler.
Helenistik çağ astronomisinin en önemli özelliği, gözlem
ile matematiksel yöntemlerin birleştirmesidir. Bu dönemin
sonlarında parlayan en önemli bilim adamı, Claudius Ptole
maeos (Batlamyus)'tur. M.Ö. r.5 yıllarında İskenderiye'de do·
ğan Batlamyus'un özgün bir sistem kurduğu söylenemez. Bat
lamyus'a kadar gökyüzündeki periyodik hareketlerin sayısı 80'e
ulaşmıştı. Bütün bu küreleri içeren yeni bir sisteme gereksin
me meydana gelmişti. Batlamyus, Eudoxes ve Arsitoteles'in
fikirlerine yaptığı bazı yeniliklerle, Hipparohos'un eksantrik
ve episikl dairelerini birleştirerek, sistemini kurdu. Şüphesiz
Batlamyus'un sistemi fiziksel olmaktan çok geometrik bir açık
lama idi. Bununla beraber gökcisimlerinin hareketlerinde göz
lenen sapma ve aynlıkları matematiksel bir şekle sokma, bi
lim tarihinde erişilen en önemli bir gelişmedir. Batlamyus'un
birçok eseri arasında yer alan Almagest bütün Ortaçağ İslam
astronomisinde ve hatta Batı astronomisinde Newton'a kadar
etkili olduğu bir gerçektir.
M.Ö. II. yüzyılın ortalannda anarşik bir ortama giren Hel
lenistik İmparatorlukları, Roma'nın daha dinamik gücünün
ağırlığı altında çökmeye başlamışlardır. Roma İmparatorluğu'
nun yayılmasının kültür üzerindeki etkisi ise, İskender'in fe
tihlerine oranla çok farklı oldu, Romalılar, sahneye çıktıklan
vakit, Antik Yunan uygarlığının soluğu çoktan tükenmiş, bi
limde ve sanatta çöküş tam idi, bir başka deyişle, Romalılar
Antik Yunan uygarlığına yetişemediler.
Tüm Akdeniz bölgesini kendi, kültür alanına katan Ro
malılar, Astronomi bilimine büyük bir katkıda bulunmadılar.
Avrupa'daki egemenlikleri de Germenlerin akınlan ile sona
12
erince yüzyıllardır toplanmış gökbilim verileri unutulmaya
bırakıldı. Aynı durum Bizans için de geçerli idi, o dönemdeki
astronomi gereğinden çok fazla din baskısı altında idi. Fakat
Roma İmparatorluğu'nun sınırlan dışında, İskender'in akınlan
ile Helenistik etkilere hedef olan İran, Hindistan ve Orta Asya
da dahil olmak üzere, bütün bu bölgede uygarlık, klasik kül
türün son zamanlarının bilimsel sınırlamalarından kurtularak
gelişmeye devam etti. İran'da Sasani (M.S. 226-637), Hindis
tan'da Guptalar (M.S. 320-480) ve Çalukyalar (M.S. 550-750)
ve Orta Asya'da Çorasmianların adı az duyulmuş krallıkları
(M.S. 400 -600), hep karanlık çağ olarak tanımladığımız V. ile
IX. yüzyıl kesimine rastlar. Bu ülkelerin daha doğusunda Çin'
de, Wei (M.S. 386- 529) ve Tang (M.S. 618-906) sülaleleri, eşi
görülmemiş kültürel ve ekonomik başarılar sürdürdüler. Bu
dönemde bilim tarihi bakımından en önemli olay özellikle ma
tematik ve astronomide gerçekleştirilen büyük aşamadır. Bu
konuda en önde gelenler V. yüzyılda iki Aryaphata'lar ile Vi
rahamira ve VII. yüzyılda Brahmagup'tadır. Kuşkusuz bu aşa
manın temelinde, Babil'den ve olasılıkla Çin'den doğrudan doğ
ruya alınan bazı eklemelerle beraber Hellen bilimi yatıyordu.
Başlangıçtan M.Ö. 600 yılına kadar Mezopotamya ve Mı
sır,bilimde ön safta yer alırlar. Bu uygarlıkların bilimde ulaş
tık]an aşamadan hız alan ve onlardan faydalanan Antik Yu
nanlılar bilim tarihinin bunu takip eden devresinin en önemli
temsilcisini teşkil ederler.
Ortaçağda İslam dininin dünya sahnesine girişini takiben
İslamiyet, kısa bir sürede geniş bir alana hızla yayıldı. Bu ara
da Müslümanlar temasa geçtiği eski uygarlık kalıntılarından
yararlanmaya büyük önem verdiler. Zira o döneme kadar ast
ronomi alanında erişilen bilgi, İslam dünyasını çok yakından
ilgilendiriyordu. Esasen mevcut bilginin kabul edilmesinde de
büyük gereksinme vardı. Bilindiği gibi İslam dininin iman,
ibadet ve ahkam esaslarını içeren Kuran-ı Kerim ve Hadiste
13
iıbadet zamanlan ve dini günler, Güneş ve Ay'ın gökyüzündeki
hareket ve durumuna bağlanmıştı. Bu zorunluluk ister istemez
İslam devlet adamlarının astronomiye ilgisini arttırdı ve sonuç
olarak da yüzyıllarca İslam aleminin astronomi ve hatta bilim
konusunda önderlik etmesini sağladı.
Emevi Halifeleri (M.S. 661 770) saltanatını takiben kısa
-
14
rin Arapçaya çevrilmesi için izin aldı, bu çevirilerin başında
ilk temel eser Ptoleme'nin Almagest'i gelir. Böylece antik dö
nemi:n tüm astronomi ile ilgili bilgileri ve verileri, İslam astro
nomisinin tabanım meydana getirdi. İslam gökbilim çalışma
larının belki de en önemli aşaması, rasathanelerin ilk kez İs
lamda kurulmuş olmasıdır. Bu kuruluş çok sonra Avrupa'ya
intikal etmiştir.
İskenderiye'de gökcisimleri ile ilgili gözlemler yapılmış
olduğu genellikle kabul edilmektedir. Fakat bu gözlemler, muh
temelen kolaylıkla taşınabilir aletlerle yapılmıştır. Halbuki
İslamda kurulan Rasathaneler, içinde birbirine yardım eden
kişilerin, sabit gözlem araçlarının bulunduğu bir kuruluş olup
bugünkü genel rasathane tanımını taşımaktadır. Mu'aviye
(661-680)'nin saltanatı yıllarında Şam'da, bir rasathanenin
bulunduğunu bazı eserler işaret etmekte iseler de, bu iddialar
sağlam kaynaklara dayanmadığı için varlığına kuşku ile bakıi
maktadır. Diğer taraftan İslam ülkelerinin dışında Çin'de gü
neş saatine benzer meridyen doğrultusunu işaret eden bir
aletin kullanıldığı bazı yerlerde yer 1.lırsa da bu alet rasathane
varlığı için güvenilir bir kanıt değildir. İbni YCı.nus'a göre
Abbasi Veziri Yahya İbn Halid İbn Bamak'ın yaşamı boyunca
Nihavendi, Jundisapur'da «el Ziyc-i MustaMil»in derlenmesi
amacı ile gözlemler yapmıştır. Fakat İslam yazarları, Niha
vendi'nin bu gözlemleri bir rasathanede yapıp-yapmadığı ko
nusuna hiç değinmemişlerdir. Her ne kadar gökbilimde gözlem
ve çalışmalar, aletleri ve birkaç kişinin işbirliğini gerektiri
yorsa da Nihavendi'nin ne aletleri ve ne de bu konudaki çaba
lan hakkında tam bir bilgiye sahip değiliz. Genellikle birçok
kaynakta özellikle Biruni, «Tahdid»inde El-Memun'un rasat
haneler kurduğundan söz eder. Bu ilk rasathaneler Bağdat'da
Şemmasiye, Şam'da Kassiyi'm adı ile kurulmuştur. Şemmasiye
ve KassiyCı.n rasathanelerinden sonra hemen hemen X. yüz
yılın sonlarına kadar, büyük rasathanelerin yerlerini bir iki
15
bilim adamının çalıştığı gözlem istasyonları almıştır. Bunların
er:. tanınmışı, IX. yüzyılın başlarında Bağdat'ta yaşayan Musa
bin Şakir'in üç oğlu Muhammed., Ahmf.d ve Hasan'ın gözlem
lerini yaptığı özel Rasathanedir. Üç kardeşin en yaşlısı Mu
hammed (Ebu Cafer bin MO.sa Şakir) uzun yıllar yaptılı. göz
lemlerden gökcisimlerinin hareketleri hakkında bilgi veren
Alsendnend adı verilen .ta'hlolan hazırladı. Bu eser uzun süre
bilim adamları tarafından kullanıldı. Newton'un öncüsü ola.
rak düşünülen bu yazar, oıçeklm gücü» hakkında bir kitap da
yazmıştır. Üç kardeş ekinoksun hareket olayını tespit
amacı ile çalıştıkları rasathanede yedi yıl süre ile yıldız göz
lemleri yapmışlardır.
Fırat nehri yakınında Rakka'da özel bir rasathanesi olan
Ebu Abdullah ibn Sinan el-Battfuıi, 887 -918 yıllan arasında
gözlemler yaptı. Battani gözlemlerini Ziyc el-Sabi adlı eserinde
topladı. Bunlardan başka el-Dinavari, ibn Al-a'lam ve Ebü'l
Vefa gibi bilim adamlarının gözlemlerini yaptığı yerleri de
birer rasathane olarak düşünebiliriz.
X. yüzyılın sonunda gözlem istasyonlarının yerini büyük
rasathanelerin aldığını görüyoruz. Bu yüzyılda kurulan rasat
haneler gelişim bakımından yeni bir dönemi temsil eder. Zira
rasa'thaneler belli yerlere yerleşmiş ve uzmanlaşmış kuruluşlar
haline getirildikten başka, büyük ve dolayısiyle duyarlı alet
lerle donatılmıştır. Zamanın en önemli rasathanesi Şeref-ül
Devle'nin, Bağdat'taki sarayının bahçesinde yaptırdığı rasat-
hanedir.
Mısır'da gökcisimlerinin gözlemine X. yüzyılın sonlarında
Fatimi halifelerinden Aziz döneminde başlandı. Kahire'de inşa
edilen rasathaneye Halife el-Hakim (996- 1021)'de yardım et·
miştir. İslamın en büyük gözlemcilerinden ve Ziyc el-Hakim
adlı eserin sahilbi Ebu'l Hassan Ali ilbn Abdurrahman ilbn Yu
nus, gözlemcilerini söz konusu rasathanede yapmıştır.
16
XI. yüzyılın en önemli rasathanesi Sultan Melikşah
( 1072 - 1092) tarafından Isfahan'da kurulmuş olan Melikşah
Rasathanesi'dir. Bu kuruluş o zamana kadar İslam aleminde
en uzun yaşamış rasathanedir. Bu rasathanede dönemin en
değerli bilim adamları bir araya gelmiştir. Bunlar arasında
Ömer Hayyam, Ebu Muzaffer İsfizaıi, Meymun bin Necile gibi
bilim adamları bulunuyordu. Bu rasathanede takvim reformu
yapılmış ve bu takvim, •Takvim-i Hakaniıt veya •Celalb adı
ile tanınmaktadır. Bugün kullandığımız takvime nazaran daha
doğru bir takvim olup çok uzun yıllar sonra düzeltilmesi gerek
mektedir.
XIII. yüzyıl, İslam gözlemciliği bakımından çok önemli
bir dönemdir. Bu döneme bir yerde İslam astronomisinin rö
nesansı olarak bakılabilir. Bu yüzyılda Nasır el-TO.si yöneti
minde Meraga Rasathanesi kuruldu. Bu rasathane gerek alet-
lerinin zenginliği, gerekse içinde çalışan bilim adamlarının
sayısı ve seçkinliği bakımınadn önem taşır. Meraga Rasatha
nesi'nde biri Çinli olmak üzere tanınmış 1 5 1:-ilim adamının ça
lıştığı bilinmektedir. Meraga Rasathanesi'nden sonra XIV. yüz
yılda tlhanlı Hükümdarı Gazan Han'ın kurduğu rasathaneden.
de söz edilir. Bu yüzyıl İslam rasathaneciliği bakımından pek
parlak bir dönem değil ise de, Gazan Han'ın bir buluşu olan
bir yan küre, çeşitli gözlem araçları ve bir saatin varlığı önemli
bir olay olarak kabul edilmektedir. XII. ve XIV. yüzyıllar ara
sında yukarıda açıklanan rasathaneler dışında, astronomi eği
timinin medreselerde yapıldığını biliyoruz. Bu medreseler ara
sında başta Kırşehir ve Kütahya medreseleri gelmektedir. 1272
yılında Kırşehir'de kurulan Cacabey Medresesi'nde ve 1308'de
yapılan Kütahya'mn Vacidiye Medresesi'nde, özellikle XIV.
yüzyılın ilk yansından itibaren astronomi dersleri okutul
muştur.
xv. yüzyılda da İslam aleminde rasathane kurma gele
ıneği devam etmiştir. XV. yüzyıl, özellikle Türkistan bölge
sinde, kültür ve güzel sanatların ele alındığı dönemdir. Ti-.
17'
µıur'un torunu Uluğ Bey zamanında ise bilimsel çalışmalar
püyük hız ve önem kazanmıştır. Bu nedenle bilim tarihinde
önemli bir yeri olan Uluğ Bey ve dönemi bu kitap içinde ay·
nntılı olarak açıklanacak ve böylece İslam biliminin evrensel
bilime katkısı gözler önüne serilecektir.
18
Özellikle, Bizans'la sınır olan yörelerde yaşayanlar, Bizans
savunmasının zayıflığından yararlanarak, akınlar düzenliyorlar
we sınırlarını genişletiyorlardı. 1300 yıllannda Batı Küçük Asya,
hemen hemen tümü ile Bizans'ın elinden çıkmış idi. Kendi top
ll"ak istekleri için, kendi aralarında da savaşan beyler, yaklaşı\:
on ayrı beylik kurarak Küçük Asya'ya yerleştiler. İşte bu bey
Jiklerden biri Asya'dan Anadolu'ya geçen Kayı aşireti olup
bunlar sonradan, Batı ve Doğuya genişleyecek olan Osmanlı
İmparatorluğu'nun temellerini attılar.
Osrnanlılar'ın ilk döneminde, İranlılar'ın Timur-leng,
Türklerin Aksak Timur diye adlandırdıklan Asyalı fatih büyük
emir Timur, 9 Nisan 1336 (Hicri, 25 Şaban 736) tarihinde,
ve Türk takvimine göre Sıçan yılında, Keş (Şehr-i Sebz ) şehri
yakınlannda Hoca Ilgar köyünde dünyaya geldi. Timur'un an
nesi Tekine Hatun, babası ise Çağatay ulusunun en tanınmış
ailelerinden Barulas aşiretiniın başbuğlarından Emir Turagay'
dır. Cengiz Han, oğlu Çağatay Han ( 1 227 - 1242) 'a Türkistan
ülkesini verdiği zaman, Barulas başbuğlanndan Karaçar No
yan'ı da kabilesi ile birlikte onun hizmetinde görevlendirmişti.
Mezar kitabesinden ve Timurlular dönemine ait kaynaklardan
öğrendiğimize göre Karaçar Noyan, Timur'un beşinci derece
den atasıdır. Semerkand'da bulunan mezar kitabesinden anla
şıldığı üzre, Cengiz Han'ın ve Timur'un kökenleri birleşmek
tedir.
, Timur'un mensubu olduğu Barulas kabilesi, Keş, Gülab
(Huttalan) ve Taşkent çevresine hakim idi ve Tiburda bu
kabilenin emirleri sülalesinden gelmektedir. Timur'un ortaya
çıktığı dönemde Çağatay Hanlığı sarsıntı geçirmekte idi. Çağa
tay ülkesinde hakimiyet, Çağatay sülalesinden çok, devletin
�etimi güçlü emirlerin elinde idi. Bölgedeki emirler, Çağatay
sülalesinden birini han yapıyorlar ve onun adına hakimiyeti
kendi ellerinde tutuyorlardı. Emirlerin yaptrklan bu işe •han·
bazı• yani «han oyunucluğu• deniliyordu. Bu dönemde takip
19
etmiş olduğu hareket tarzından, Timur'un ileri görüşlü ve kud
retli bir siyaset adamı olarak yetiştiği anlaşılmaktadır. Dost
larım iyi seçmiş ve rakipleri ile gücü yetmeden çatışmamıştır.
Türkistan'da saltanat sürme'kte olan Tuğluk-Timur Han
{ 1308 - 1 362 ) Maveraünnehr'e girmesi üzerine Emir Hacı Ba·
rulas ve diğer bazı Emirler ülkeyi terk ettiler. Timur, memle
ketinin harap olmasına engel olmak ' çin, Hacı Barulas'tan izin
alarak ülkesinde kaldı ve Tuğluk-Timur'a bağlılığını bildirdi.
ıBunun üzerine atalarının yurdu Keş ve civarının yönetimi han
tarafından kendisine bırakıldı.
20
�atayca (Doğu Türkçesi) yazılmış eserler yer alır. Bunun ilk
örneği bir Maveraünneıhr şairi olan, XV. yüzyılın ilk yansında
ölmüş bulunan Sekk§.ki'dir. Bu şair eserini belki Timur'un
sağlığında yazmış ise de adı, Sultan Halil ve Uluğ Bey'in saray
şairi olarak geçmektedir. Sekkaki'nin Halil-Sultan, Muhammed
Parsa ile birlikte Uluğ Bey için yazdığı şiirleri vardır. Şiirle
rinden birinde, şair gayet mütevazı mısralarla hükümdardan
yardım rica eder. Diğer bir yerde de Uluğ Bey ' in ilmine, klasik
ve İslam dünyasının büyük alimlerinin ilminden daha yüksek
mevki verir. Diğer bir şiirinde ise gururla : «Dünya benim gibi
bir Türk şairi, senin gibi bir alim hükümdar vücuda getirmez.
den evvel felek daha birçok yıllar devrini icra edecektir• diyor.
Bu dönemin diğer şairi Lütfi, bir divanı ve «Gül ve Nevbahar»
adlı manzum eseri ile dikkati çeker. Uluğ Bey'le çağdaş, Acem
şairlerinden İsmetullah Buharf Maveraünnehr'de yaşamıştır.
Bu şair, Halil Sultan'ın ölümünden sonra sarayı terk ederek,
Uluğ Bey için hiç bir şiir yazmamıştır. Hayatının geri kalan
kısmını resmi ortamdan uzak geçirmiştir. Uluğ Bey'in sarayın
da « Şairlerin Padişahı» olarak, Devletşah zamanında da Mave
raünnehr'de şiirleri az çok şöhret kazanmış, Kemal Beharşi ya
şamıştır. XIX. yüzyıl tarihini yazan Ebu Tahir Hoca, Uluğ
Bey'in Farisi şiirler yaııdığını bir iki örnek vererek değinmiş ise
de Devletşah, Uluğ Bey'in şiirlerinden hiç söz etmemiştir. Zira
o dönemde bir hükümdarın şiir yazması, kendisini küçültmesi
demek olduğu fikri hakimdi.
Timur'un oğullarından Oihangir 1375'te, Ömer Şeyh ise,
1391 'de öldü. Üçüncü oğlu Miran Şah ise, geçirdiği bir kaza
sonucu etrafını rahatsız edici dengesiz hareketler yapmaya baş
lamıştır. Timur'un dördüncü oğlu, 1 377 doğumlu, Şahruh ise
hükümdarlıkla bağdaşmayan bir yapıya sahip olup pek mü
tevazii, sulh sever ve sofu olarak tanınıyordu, Timur, 1376'da
doğan ve 1392'den beri Gazneli Mahmud'un tahtında oturan
torunu Pir Muhammed b. Cihangir'i kendisine halef tayin et-
21
ınişti. Pir Muhammed, Timur'un vefatı sıralarında Kandehar'da
bulunuyordu Yakınlan tarafından yeterin ce desteklenme diğin
.
22
ticiliği konusunda yapılan çelişkili değerlendirmeler gerçeğin
böyle olmadığını göstermektedir. Gerçek olan birşey varsa,
o da, daha çok Herat sarayında hükümeti yöneten başka kişi
lerin, Şahruh'tan daha güçlü nüfuza sahip olmaları idi. Özel
likle bunlar arasında, Şahruh'un ilk eşi Gevher-Şah, oğullan
ve birkaç yüksek rütbeli yönetici bulunuyordu.
ragat eder ise de 1446 baharında Baş vezir Halil paşanın çal·
23
nısı üzerine tekrar Edirne'ye gelen Murad., Kosova savaşı ile
Sırp bağımsızlığına son verirken, Macaristan'm askeri gücü
uzun süre toparlanamayacak ölçüde sarsılır. Bu arada Bosna
Osmanlılara bağlı beyli k haline gelir.
Şahruh'un öl ümünden sonra ahvadının iktidara geçme
mücadelesi, bölge de büyük karmaşaya ne den olur. Uluğ Bey'in
harp ve siyaset konusunda beceri ks izliği, son iki yılını başa
rı sız ve hatalarla geçirmesine ve ölümüne neden olur. Bütün
bunlar Uluğ Bey'in tarihi kiş iliğini hiçbir zaman zedelemez.
Maveraünnehr bölgesinin hükümdarı olarak 40 yıl süren hü
kümdar l ığı sırasında meydana gelen, kendi adını taşıyan ve
hatta şahsına izafe edilen kültür faaliyetleri örnek hareketler
dir. Bu gibi fa aliyetler, Uluğ Bey'e «tahtta oturan alim » deyimi
ni k aza ndı rmı ştı r. Bütün bunlar söz konusu şhretini ne kadar
desteklerse des tekl esin, Uluğ Bey'in şöhretini evrenselleştiren
daha ziyade, bugün müsbet bi l imler diyeceğimiz ulum-i riyazi
ve hükmi'ye karşı duymuş olduğu ilgidir. Uluğ Bey, Ön Asya' da,
özellikle İran'da, Moğol haki m iyeti döneminde önem kazanan
ilahiyat ve edebiyatın aksine doğa ilimlerinin incelenmesinin
insanın devamlı üstünlüğünü sağlayan uğraş olduğunu kabul
etmesi, bilim adamlı ğı kişil iğine çok iyi bir örnektir. Ulut
Bey'in emrinde bulunan bilginler ( alimler) arasında hey'et ve
riyaz i 'yeçi ler , özellikle Kadı-zade-i Rumi, Gıyasüddin Cemşid b.
Mesud el-Kaşi, Alaeddin b. Muhammed Kuşçu, ve Muhiddin
Kaşanı zi kred ilmektedi r. Şeirattan ziyade yasa hükümlerine
b ağlı ol an Uluğ Bey, cevval fikirli uygar kimse olmasına rağ
men siyasi ve askeri yeteneği yoktu. Bu kitapçık içinde devlet
adamı ni teliğinden çok uygar bir bilim adamı olan Uluğ Bey
hakkında ayrıntılı bilgi verilecektir.
24
2. ULUG BEY'İN ÇOCUKLUGU
Timur'un torunu ve Şahruh .ile 1Gevher Şad'ın büyük oğlu
Uluğ Bey, Timur'un 'İran ve Asya ülkelerine yaptığı büyük se
ferinin ikincisinde, 22 Mart 1394 ( 19 Cem aziyülevvel 796 ) 'te
Sultarıiye'de doğmuştur. Timur sefere çıktığı sırada ekseriye
«uğnıkı>ını (nakliye katırını ) Sultaniye'de bırakıyordu. Bu sı
rada uğruk.la beraber eşler ve diğerleri de Sultaniye'de kalırdı.
Aynı hal 1 393 94 yıllannda da olmuştu. Bu ikamet sırasında,
-
25
Kabil'e kadar götürdü. Fakat kötü hava koşulları küçük Uluğ
Bey'i rahatsız etmesin diye 1398 yılında tekrar Semerkand'a
gönderdi. İyaseddin Ali bu olaydan söz e derken, Timur'un çok
sevdiği torunundan ayrılmak istemediğini, fa:kat Hindistan i1di
minin çocuk üzerindeki etkisinden korktuğu için geri gönder
diğini yazar.
Uluğ Bey'in şaşılacak derecede bir hafızaya sah.ip olduğu,
kitaplarda yer almıştır. Bunu teyid eden şu hikaye anlatılmak·
tadır. Bu hikaye, Uluğ Bey'in Karabağ'da kışı geçirdiği çocuk
luk dönemine aittir. Timur'un « Sarayında Kıssa Han• olan ki
şinin kız kardeşinin oğlu, Uluğ Bey'in oyun arilradaşı idi. 1448
yılında Horasan'da Uluğ B ey, derviş giysileri içinde bu arka·
daşını tanımış ve ona :
- Sen bizim Kıssa Han'ın kız kardeşinin oğlu değil misin
diye sual yöneltmiştir ve o arada U luğ Bey çocukluk dönem.in
deki olayları bütün ayrıntıları ile hatırlamıştır.
Uluğ Bey, 10 yaşına geldikten sonra Semerkand civarında
ki sarayda düzenlenen muhteşem toplantılara iştirak etmeye
başlamış, hatta Timur 7 yıllık seferinden sonra 1404 yılının son
baharında Semerkand civarındaki saraylarda tertip edilen zi
yafete iştirak etmiş, Çin ve İspanyol sefirleri ile tanışmıştır.
Timur, sefirlerin kabulü sırasında küçük prensler, elçiler hü
kümdarlarının mektuplarını Timur'a arzederken tahta kadar
elçilere refakat e derlerdi. Uluğ Bey de bu gibi kabul merasim
lerine iş tirak etmi şt ir.
Uluğ Bey, 10 yaşında iken amcazadesi Muhammed Sul
tan'ın kızı Öge Begüm ( Öge Biki) ile evlendi. Timur'un evlenen
17 ile 9 yaşlan arasındaki torunları arasında Uluğ Bey de bulu
nuyordu. 1402 yılında Osmanlılar'la yaptığı savaş sırasında
Timur tarafından esir alman, Bursa'da Osmanlı Sultanı Ba
yazıd'ın ülkesinde yaşayan Suriyeli ilim Şeyh Şemse ddin Mu
hammed ibn Cezeri'nin hutbesinde söz konusu evlenme zikre
dilmiştir. Semerkand'ın Baş kadısı Selahattin, ftdet olan sual
leri (rızalık suali) somıuş ve cevaplar alındıktan sonra dlııl
26
merasim sona ermiş ve daha sonra adet olduğu üzere ziya
fetler verilmiş ve misafirlere kımız ve diğer içecekler ikram
edilmiştir. Uluğ Bey ve kardeşi İbrahim çok küçük yaşta ev·
lendirildikleri için, düğünden sonra da Timur ölünceye kadar
mürebbiyelerinin nezareti altında kalmışlardır.
1404 yılında Timur, Semerkand'dan hareketinden evvel,
hudutta oluşturulacak ülkeleri oğlu Şahruh'un küşük yaştaki
çocuklarına vermeyi kararlaştırdı. Taşkent, Sayram (Evliya
Ata), Aşpara ve Çin'e kadar uzanan bütün Moğolistan Ulu�
Bey'e verilmişti. Timur'un ölümünden sonra başlayan savaş
1409 yılında sona erince, Şahruh, Maveraünnehr genel valili
ğine Timur'un yararlık gösteren kumandanlarından Amir Şah
Melik'in vesayeti altında olmak üzere, büyük oğlu Uluğ Bey'i
tayin etti. Semerkand'ın idaresi «en büyük emir ,en adil en
merhametli olan» Şah Melik'e tevdi edilmişti. Otrar'daki Şeyh
Nureddin ile Hisar'daki yaşça küçük olan Muhammed Cihan
gir'in vasisi, Şah Melik'in yükselmesini çekemediler. 1410 yı
lında Uluğ Bey ile Şah Melik'e karşı hareket ederek Semer
kand'ın batısında Kızıl - Rahat mevkiinde zafer kazandılar.
Şahruh'un geri döndüğünü haber alan Şeyh Nureddin Semer
kand'ı terk etti. Bunun üzerine Şah Melik, Şeyh Nureddin kuv
vetlerine hücum etti ise de, tekrar hezimete uğradı. Bu defa
Şah Melik Semerkand'ı terk etti. Şeyh Nureddin ve Mehmed
Cihangir'e karşı savaş, Şahruh'un galebesiyle nihayet buldu.
Şahruh, şehri tekrar Şah Melik'e teslim etti. Şeyh Nureddinin
öldürülmesi üzerine, Şahruh ve Uluğ Bey'in Maveraünnehr'
deki hukukunu tanımayan son Başbuğ da ortadan kalkmış oldu.
Uluğ Bey, 141 1 - 1447'ye kadar Maveraünnehr'i idare etmiş
olmasına rağmen, sikkelerde ve hutbelerde babası Şahruh'un
adı zikrediliyordu. Bununla beraber Uluğ Bey'in çağdaşları ona
yalnız Genel Vali veya Melik olarak bakmıyorlardı. Nitekim,
Cilanutu vadisindeki bir kaya üzerine 1425 yılına ait bir kita
bede Uluğ Bey, «Sultan-ı azam, fatih, mülükül akvam ve yer
üzerinde Allah'ın gölgesi» diye tanımlanmıştır ve Şahruh'un
adından hiç söz edilmemiştir.
27
Giyasüddin Çemşid Kaşi, Uluğ Bey'e ithaf ettiği riyazi
eserinde onu, «Sultanlann en büyüğü, en adili, merhametlisi,
en !limi, milletinin sahibi, Arap ve Acem sultanlannın efen
disi, doğunun ve batının sultanı vesaire .... » sözleri ile tanım
lamıştır.
Timur'un ölümünü takiben iç harpler sonucunda memle
kette büyük bir karmaşa meydana geldi ise de, Şahruh'un aldı
ğı tedbirler sayesinde ülkede düzen sağlanabildi. Gerçekten,
Şahruh yalnızca ismen bir hükümdardı; memleketi Uluğ Bey'in
annesi ana kıraliçe Gevher Şad, onun oğullan ve büyük me
murlar idare ediyordu. Şahruh, şeriatın hareretli taraftan ol
duğu için merasime fazla önem vermezdi. Bu nedenle de Baş
Emir, büyük bir yetki ile saray ve askeri işleri istediği gibi
idare ederdi. Diğer taraftan, Semerkand' da askeri işlerle il
gili her türlü emirler doğrudan doğruya Uluğ Bey tarafından
verilirdi. Uluğ Bey, babasından farklı olarak da saray ve as
keri idare hususunda Moğol ananelerine çok önem verirdi.
Uluğ Bey, tıpkı dedesi Timur gibi, Cengizlerle olan ak
rabalığı nedeniyle ccgürganl» lakabını almıştır. Bu ünvanı ne
Şahruh ve ne de Şahruh'un diğer oğullan kullanmamışlardır.
Uluğ Bey'in ilk eşi, anne tarafından Özbek Han'a mensup, Mu
hammed Sultan'ın kızıydı. Muhtemelen Uluğ Bey, bu ünvanı ta
şımakta kendini haklı görüyordu. Nitekim, Uluğ Bey'in bu
eşinden dünyaya gelen kızı da annesi gibi hanzade Unvanını
taşıyordu. Uluğ Bey'in Sultan - Mahmut Han'ın kızı Ak - Sultan
Hanike ile evlenmesi, gürgan Unvanını pekiştirmiştir. Uluğ
Bey, babasının hükümdarlığı zamanında Herat'a seyahatten
başka, Timur İmparatorluğu'nun başka hiç bir yerine seyahat
etmemiştir. Diğer taraftan Şahruh'un seferlerine de bizzat
kendisi değil de gönderdiği askerleri iştirak etmiştir. Hatta,
Uluğ Bey kendi ülkesi yakınındaki savaşlara bile iştirak et
mekten daima kaçınmıştır. Bu nedenle de Uluğ Bey, harp ve
siyaset konulannda oldukça başansızdı.
28
3. ULU� B EY'İN MAVERAÖNNEHR'DEKt İCRAATI
29ı
rında Taşkent zenginlerinden birinin düzenlediği bir ziyafete,
Semerkand musikişinasları ve şarkıcıları davet edilmiştir. Bu
duruma, Semerkand Şeyhülislamı Abdül Melik'in oğlu ve Ab
dili Evvel'in halefi İsameddin'in Uluğ Bey'e arka çıkması, o
dönem için oldukça ilginçtir. Şeriata karşı hareketlerde bulun
duğu için Uluğ Bey'e hücum eden dervişlerin şeyhleri, aynı za
manda İslamiyet'in resmi ruhani reisi olan Şeyhülislama da it
hamlarda bulunuyorlardı. Şeyhülislam, inşa ettirdiği yeni ha
mamının açılışı nedeniyle düzenlediği merasime şarkıcıları da
davet etmişti. Uluğ Bey'in atadığı memurlar, şeyhülislamı kı
nayarak :
- Ya! Müslümanlıktan yoksun bir şeyhülislam, hangi
mezhebe göre erkek ve kadınların beraber bulunmaları ve şarkı
söylemeleri caizdir, diye feveran etmiştir. Aslında Semer
kand Şeyhülislamları için bu çeşit hareketler yenilik değil
di. Daha XII. yüzyılda bile Buhara Sadr-ı cihanları (Ekber
Şahin Vezirleri) zamanında din adamlarının debdebeli hayat
ları müminleri çileden çıkaracak derecede idi. Gerek Buhara
Sadr-ı cihanları ve gerek Semerkand şeyhülislamları o dönem
yönetimin başında bulunan aristokrasi sınıfına dahil idiler.
Bütün bunlara rağmen Uluğ Bey, Buhara ruhanilerine değer ve
rerek onların teveccühünü kazanmak istiyordu. Bu nedenle
Uluğ Bey'in inşa ettirdiği yapıların ilki Buhara Medresesi'ydi.
1 4 1 9 yılında Buhara'ya geldiğinde bu binada kalmış ve öğ
rencilere ve diğer halktan kişilere hediyeler dağıtmıştır.
Uluğ Bey'in Semerkand'da yaptırdığı binalar arasında dini
kuruluşlar ön sırada yer alır. Buhara ve Semerkand'da XV.
yüzyılda ve daha evvel yapılmış binalar bugün iz bırakmadan
kaybolmuş olmalarına rağmen Uluğ Bey'in medreseleri ayakta
kalmış ve dini niteliğini korumuştur. Semerkand'da medrese
inşa ettirenler arasında Uluğ Bey'in vasisi Şah - Melik de bu
lunmakta idi. Uluğ Bey, şeriata pek ilgi göstermemesine rağ
men Kur'an-ı Kerim'i yedi türlü kıraate göre ezbere okuyabile
cek kadar deneyim kazanmış bir din alimi idi.
30
Şekli 2. Ulug Bey medresesL
31
Vasıf'ın bir sözüne göre, Semerkand'da bir medresenin
inşaatının sonuna yaklaşıldığı günlerde, Uluğ Bey'e bu medre
senin müderrisinin kim olacağı sorusu tevcih edilmiş ve Uluğ
Bey de :
- Her çeşit ilme sahip birisini tayin edeceğim, o sırada
pejmürde elbiseleri ile tuğla yığınları üzerinde oturan, Şem
seddin Muhammed Havefi, Uluğ Bey'in sözleri üzerine, kendi-
sinin bu göreve uygun olduğunu beyan etmiş, Uluğ Bey, Havefi
He yaptığı sohbet sonunda, Havefi'nin gerçek bir alim oldu
ğuna kanaat getirdikten sonra, Şemseddin'in hamama götürül
mesini ve kendine temiz elbiseler verilmesini emretmiştir.
Şemseddin, medresenin açılış gününde verdiği derste, hazır
bulunan doksan alimden yalnızca Uluğ Bey ve Kadı-zade-i Rumi
konuyu takip edebilmişlerdir. Bu medresede öğrenim gören öğ
rrncilerin sayısı yüz civarında idi. Birçok odası olan Uluğ
Bey Medresesi'nin cephesinde şu yazı yer almaktadır « Bilgili
olanların olmayanlara fadıl ve rüchan (üstün) olması, on be
şinci gecesinde kamerin (Ay'ın) diğer yıldızlara karşı par
laklık farkı kadardır» (Şekil : 2) . xvı. yüzyılda medreselerde
öğrenci sayısı arttığı için müderrislerin sayısı onu bulu
ycrdu. Baş müderris, bütün Semerkand alimlerinin başı sayılı
yordu. XVII. yüzyıldaki kargaşalıklar nedeniyle medresedeki
öğrenim yavaş yavaş zayıflamaya başladı ve XVI II . yüzyılın
başında medrese tamamen boşaldı. O dönemde kaleyi işgal eden
asiler tarafından medrese kaleden yüksek olduğu için, üst
kc. tı yıkılmıştır. 1752 yılında emir ve sonra han olan Muham
med Rahim'de boş olan Semerkand medresesi binalarını hubu
bat ambarı olarak kullanmıştır. Ancak XIX. yüzyılda medrese
lerin ihyası cihetine gidildi ve Emir Haydan döneminde (1799 -
1 825) Uluğ Bey Medresesi öğrenime açıldı. Uluğ Bey'in Semer-
32
33
kand'da yaptırdığı medresesi ve hankah'ına (tekkesine) yakın
bir yerde, o dönemde, «Mirzalar hamamı» adı ile tanınan bir
hamam inşa edildi. Zemini düzgün taşlarla döşenmiş olup ne
Semerkand ve ne de Horasan'da böyle hamam yok idi. Bugün
bu hamamdan, yaptırdığı diğer binalardan, çeşmelerden hiç
bahsedilmemektedir. Hatta zamanında Timurluların merkadı
(kabri) olan ve XX. yüzyılda tamir edilen Gur - Emir binasından
bile bahsedilmemiştir (Şekil : 3). Uluğ Bey'in şehir dışındaki
inşaatına dair bilgi ise tamamiyle Babur'un eserinden intikal
etmektedir. İleride açıklayacağımız rasathane binasının he
men batısında «Bagi - Meydan» bulunmakta idi. Bu bahçe Ti
rnur zamanında da mevcut idi. Bu bahçelerin yanındaki bah
çeye «Mirza Uluğ Bey'in bağı» adı veriliyordu. Bir sanatkar
olan Uluğ Bey, Semerkand'ı muhteşem yapılarla zenginleştirdi :
Bunlardan tekke, dünyanın en yüksek kubbesine sahipdir. Mu
katta adı verilen, oyulmuş cami (veya Uluğ Bey Camii) , bu
adını, Çin tarzındaki süslemelerinden_. parça halinde ve
renkli tahtalardan almış olup, 823 (1420) 'te bitirilmiştir. Şah
Zinda'mn yapımı ise, 838 (1 434)'de ikmal edilmiştir (Şekil : 4) .
828 (1424) 'de, harikulade mozaiklerle süslenmiş hamamı da
bulunan, bir medrese yapılmıştır; saray, 40 yekpare mermer
sütun ve kanatlarında yer alan dört yüksek kule ile süslen
miştir. Taht odası zemininin uzunluğu 15 m . , genişliği 9.60 m .
olup, duvarları, Semerkand beyinin eserlerini beğendiği Çinli
san'atkarlardan biri tarafından yapılan fresklerle süslenmiştir.
Gerek Timur ve gerekse Uluğ Bey döneminde Semerkand dı
şındaki saraylar hükümdarların eğlence mahalleri idi. Uluğ
Bey, küçük oğlu Abdülaziz'in sünnet düğününü bu saraylardan
birinde yapmıştır. Saraylarda ziyafet devam ederken eşraf ve
avam tabakası da Kan-ı gil meydanında şarap içerlerdi. Bu du
rumu gören muhtesib Belediye Başkanı Seyit-aşık, Uluğ Bey'e
şu sözleri söyledi. Sen Muhammedin dinini mahv ile kafirlerin
adetini ithaf ettin . Bu duruma çok sinirlenen Uluğ Bey kendi
sine « Seyitlerin halefi ve ilim sahibi olmakla şöhrete sahipsin,
34
35
artık ihtiyarladın, sen galiba işkence içinde ölerek şehit olmak
istiyorsun ve bunun için de kaba kelimeler kullanıyorsun, fa
kat ben senin arzu ettiğini yerine getirmeyeceğim» sözleri ile
hitap etmiştir.
36
Uluğ Bey, küçük oğlu Abdülaziz'in sünnet düğünü onuruna
Semerkandlılan vergiden muaf tutmuştur. Uluğ Bey, tamga,
yani sanat ve ticaret vergilerine de önem veriyordu. Uluğ
Bey'in tamgaya önem vermesi ruhanilerin görüşüne göre,
kefereliğinin belirgin alametlerinden birisi idi. Zira bütün
İslfun dünyasında Maveraünnehr dahil bu çeşit bir vergi şe
riata aykırı bir hareket sayılıyordu Her ne kadar İslami ina
.
çekleştirmiştir.
37
4. ULUG BEY1N SALTANATI
38
Şahruh, Semerkand'ı terk ederken Uluğ Bey'i, Şah Me
lik'in ihimayesinde Semerkand Melik'i tayin etti. Şahruh'un
diğer oğlu İbrahim Belhin, Muhammed - Cihangir, Hisar ve
Sali - Sarayın (Amu - Derya üzerinde), Ömer - Şeyh'in oğlu Ah
med' de Fergana hakimi tayin edilmişlerdi. Ahmed dışındaki
bütün prenslerin yaşı küçük olduğu için o memleketin gerçek
yönetimi emirlerin eline bırakılmıştı. Bu nedenle, Semerkand'
ın yönetimi «en · büyük emir, en adil en merhametli olan»
Şah - Melik'e verilmişti. Bundan başka Uluğ Bey, Semerkand'
ın !babadan oğula geçen şeyh'ülislamlanna da tam bir saygı
gösterecekti.
Otrar'daki Şeyh Nureddin ile Hisar'daki yaşça küçük olan
Muhammed - Cihangir'in vasisi, Şah - Melik'in yükselmesini çe
kemediler. 1410 yılında müştereken Uluğ Bey ile vasisi Şah -
Melik'e karşı harekete geçtiler ve Semerkand batısındaki Kızıl -
Rabat mevkiinde galibiyet kazandılar. Şeyh - Nureddin Semer
kand'a girmek isteyince, ·şeyh'ül-islam başta olmak üzre
şehir halkı Şahruh'un emri olmaksızın şehir kapılarını açma
yacaklarını bildirdiler. Şeyh Nureddin, Semerkand etrafını iş
gal etti ve Timur'un yaptırmış olduğu Dilküşa Sarayı'nda bir
kaç gün geçirdi. Fakat buna rağmen, şehir teslim olmadı. Se
merkand dışında, Amu - Derya'ya kadar bütün ülke asilerin eli
ne geçti. Bunun üzerine Uluğ Bey, Kelf şehrine çekilmek mec
buriyetinde kaldı. Şeyh Nureddin, Timiz ve Kelf'e asker gön
derdi ise de Şahruh'un ordusu gelinceye kadar bu şehirleri
işgal edememiştir. Şehruh'un ordusu ile yaklaştığı !haberini
alan Şeyh Nureddin, Semerkand'ı terk etti. Bunun üzerine
Şah - Melik, Şeyh Nureddin'e hücum etti ise de tekrar hezimete
uğradı. Şah · Melik'in Semerkand'ı terk etmesi üzerine şehir
büyükleri tarafından büyük tenkide uğradı. Şahruh, Uluğ
Beyi'n mağlup olduğu Kızıl - Raıbat'ta iki gün süren bir savaş
sonunda, Şeyh Nurettin'in ordusunu mağlup etti ve Semerkand
yeniden Herat kuvvetleri eline geçti. Şahruh, Semerkand'ı terk
39
ederken Şeyh Nureddin'e karşı mücadeleyi de Şah- Melik 'e bı
raktı. Fakat, Şah - Melik, Şeyh Nureddin'e karşı sefere 141 1
yılının başlarında ba şlayabildi. UluğBey, ne bu sefere ve ne
de Sir - Derya bölgesinde cereyan eden sava şlara işt irak etmedi.
40
sikkelerde ve hutbelerde babası Şahruh'un adı zikrediliyordu.
Bununla beraber çağdaşları, ona genel bir vali veyahut bir me
lik olarak bakmıyorlardı. Nitekim Cilanatu vadisindeki kaya
üzerinde, 1425 yılına ait bir kitabede Uluğ Bey, « Sultan-ı-azam,
fatih mülükülakvaın ve yer yüzündeki Allah'ın gölgesi» diye ta
nımlanmış ve Şahruh'un adı hiç zikredilmemiştir.
41
geldi ise de Endican'ı zaptemedi. Moğollar, Fergana'yı yağma
layarak memleketlerine geri döndüler ve Ahmed'de Kaşgar'da
kaldı.
Uluğ Bey'in Fergana'yı zaptı kendi girişimi ile mi, yoksa
o zaman öber - Şeyh'in diğer oğullarına karşı mücadelede :bu
lunan Şahruh'un isteği ile mi yapılmış olduğu belli değildir.
Fakat Şahruh, o�lunu, bu hareketi nedeniyle cezalandırmadığı
gibi , bu girişimden ortaya çıkan hiç bir sorumluluğu da üs
lenmemiştir. 1414 yılında Uluğ Bey, Herat'ı ziyareti sırasında
babasının tahtı yanında kardeşi Baysungur ile yan yana dur
ması, Şahruh için bir övünme konusu olmuştur. Şahruh, böyle
iki oğula sahip olmaktan gurur duyduğunu beyan etmiştir.
Şahruh Şehzade Ahmed'e bir mektup göndererek, 1414
yılındaki savaşın kendi yokluğundan ortaya çıkan bir anlaşmaz
lık olduğunu ve kendisini Herat'a davı:rt ettiğini ve affedile
c�ğini bildirdi. Herat'a gelen şehzade Ahmed, diğer şehzade
lerle beraber bir isyan hareketi hazırlamakla itham edilerek,
Herat'ta alıkonulmuştur. Fakat, Şehzade Mekke'ye gitmeyi
başardı ise de bir daha geri dönmedi.
Ahmed'in Kaşgar'da bırakmış olduğu oğlu, Melik Şeyh
Ali Tugay, yaptığı anlaşma ile, Uluğ Bey'in vali olarak atadığı
Sıddık ve Ali'ye şehri teslim etmiştir.
Altın - Ordu'da meydana gelen olaylar, Toktamış oğulla
rmdan Cabbar - Berdi'nin tahta çıkması ve evvelce Timur'un
hizmetinde bulunan Çingiz oğlanın hezimeti gibi olaylar, Sir
Derya'da ordusu başında bulunan Uluğ Bey'in Semerkand'a
dönmesine neden oldu. Bundan seferin Özbek'lere karşı tevcih
edilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Aym kavime karşı 1419 yılında
da sefer yapılması düşünülmüştü; bu yılın mayıs ayında, Ti
mur ile savaş yapan Urus - han'ın torunu Şehzade Burak Ö�bek,
Uluğ Bey'e müracaat ederek kendisine yardımda bulunulma
sını istedi. Bunun üzerine Uluğ Bey, şehzadenin düşmanlarıyla
mücadeleye karar verdi ve Semerkand'da bir doruğa tayin
42
ederek sefere çıktı. Taşkent civarında, Uluğ Bey. Özbek asker
lerinin dağılmış olduğunu öğrendi. Bundan sonra Uluğ Bey
sefere devamdan Va2geçerek Semerkand'a geri döndü.
43
1425 'te başlanıldı. Savaş Moğolların hezimeti ile sonuçlandı,
esirler huzura getirildi ve hepsi kılıçtan geçirildi. Uluğ Bey'in
Scmarkand'a varışı büyük şenliklerle kutlandı. Elde edilen
haşan haberi Herat'a yetişti ve bunun üzerine Şahruh ve hükü
met, bu seferin başarısızlık.la sonuçlanacağı endişesinden kur
tulmuş oldu. Her ne kadar bu sefer Şahruh'un isteğine karşı
gerçekleşti ise de, haşan nedeniyle konu gündeme getirilmedi.
Vluğ Bey, Herat'a geldiğinde Şahruh tarafından merasimle
karşılandı ve onuruna eğlenceler düzenlendi.
Uluğ P.ey'in askeri şöhreti pek uzun sürmedi. Başlangıç·
ta Burak, Uluğ Bey'e minnettarlığını gös terdiği halde, daha son
ra Cuci haleiflerine ait olan ve yanlııı Timur döneminde Çağa·
tay devletine ilhak edilmiş olan, Sir - Derya boyundaki yerlere
hakimiyetini iddia etti. Burak, gerek şeriat ve gerek adetler ge
reği, şehrin büyük babasından kendisine miras kaklığını iddia
edereık, Özbeklere karşı harekete hazır olduğunu Şahru:h'a bil·
dirdi. Şahsuh büyük !bir kararsızlık içinde idi. Her ne kadar 'oğ
luna harbi yasakladı ise de, yardımcı olmak üzere 1 5 Ş ulbat
1427'de oğlu Çuki kumandasında Herat'tan hareket eden bir
kuvvet gönderdi. Çuki, Uluğ Bey'e Semerkand'ıdan Sağnak'a
giden yolda iltihak etti . İki ordunun birleşmesi sonucu, şehza·
deler kendilerini o kadar güçlü hissettiler ki, hic 'bir ihtiyati
tedbire dahi gerek görmediler ve Burak.'ın af ve sulh dilemek
için gönderdiği elçiler bile geri çevrildi. Sağnak'a yakın bir te·
peınsi yeııde Çağataylardan daha az olan Öııbek askeri Şehzade
İbrahim üzerine hücum ettiler. Çağataylılar bu ani hücum kar
şısın.da firara koyuldular ve böylece iki ş ehzade savaş meyda
nını terk edip geri çekildiler.
Uluğ Bey'in bu hezimeti Maveraünnclır halkı üzerine bü
yük etki yaptı ve hatta hezimete uğramış bir orduya şehrin ka
pılarının açılmamasını talep eden bir grup oluştu. Şehrin ileri
gelenleri duruma hakim oldular ve Uluğ Bey ile Cuki Semer·
kand' a avdet edtıbildi. Her ne kadar galip ordu başşehre kadar
44
gelm e di ise de meml eketi tahrip ettiler· Haber Herat'a ul aştığı
sıralarda, Şahruh bir suikastçiden aldığı yarası tamamen iyi ol
mamasına rağmen para ve asker göndererek yardımda bulun
du. Bunun üzerine Uluğ Bey, kendi kuvvetlerine Cuki ve He
rat'tan gelen kuvvetleri de ekleyerek, Sir Derya'yı geçti ve Taş
-
45
5. ULUG BEY'İN BİLİMSEL UGRAŞISI
46
vet edilen Giyasüddin Cemşid ibn Mesud'dur. Tanınmış yazar
Aıbd ür Rezzak, diğer Keşanlı al imlerden Muhiddin'in de Se·
merkand'da bulunduğunu yazarsa da, Uluğ Bey bu bilim ada
mından söz etmez. Bunwıla beraber bu alim!in bırakmış oldu
ğu mektuptan dönemle ilgili bilgi edinmek mümkün olmuştur.
Bu mektupta astronomlar arasında oğlu Mansô.r Kaşi'nin ve
öğrencisi Abdül Ali ibn Muhammed Bircandi'den söz edilmek
tedir. Abd ür Rezzak, 1420 yılı olaylarını açıklarken o yıl yapı
lan medrese ve tekkeler nedeniyle rasathane inşaatından da
söz etmektedir. Bununla 'bera'ber bu rasadıanenin diğer bina
larla aynı yılda yapılmış olması gerekmektedir.
47
Şekil 5. Uluğ Bey'in Semerkand'daki heykeli.
48
Uluğ Bey zamanında, Batlamyus olarak tanınan, daha
sonra Fatih Sultan Mehmed'in hizmetine giren Alaedıdin i'bn
Muhammed Kuşçu da ( ölümü, İstanbul 1474) Semerkand ast
ronomları arasında yer alır. Uluğ Bey'in Ali Kuşçu'ya oğlum
diye hitap etmesi, bir yerde hakanın etkisiyle astronomiye me
rak sarmış olduğu intibamı uyandırmakta ise de, Ali Kuşçu'nun
bu merakı hakana yaranmak için olmamış, ölümüne kadar
devam etmiştir. Ali Kuşcu, Kadı - zade i Rumi'den ve Uluğ
-
49
- Getir göreyim, nerelerde hata etmişsin anlayalım em
rini verir. Ali Kuşçu biraz heyecan biraz da kızmış olarak ayak
ta, «Risalat hall el - eşkal el - kamer;) adlı telif eserini başından
sonuna kadar okur. Uluğ Bey, Ali Kuşçu'nun bilgisine hayret
eder ve ayağa kalkarnk onu kutlar.
Uluğ Bey'in takdirine mazhar olan Ali Kuşçu, K'a dı - zade'
nin ölümü üzerine Semerkand Rasathanesi'ne müdür olur. Böy
lece Ali Kuşçu 'nun titiz çalışmasiyle «Ziyc - i Gürgani»de ta
mamlanır. Esasen tertiıbine çok önceden başlanan «Ziyc-i Gür
gani » n in giriş bölümünde Ali Kuşçu'nun eserin tamamlanma
sında yardım ettiği ile ilgili satırlar yer alır. Uluğ Bey, eserinin
mukaddimesinde, öğrencisinden bahsederken, «ferzand - ı ercü
ment ve mahrem - i mast» sözünü kullanmaıktadır. Görülüyor
ki, Uluğ Bey, Ali Kuşçu'ya bir öğrencisinden çok evlat ve ger
çek bir dost muamelesi yapmış ve onu kendine çok yakın say
mıştır ( Ziyc-i Uluğ Bey, Beyazıt Genel Kütüp. Nr. 46121 , 1 ) .
1908 yılında Rus arkeoloğu V. L. Viatkin tarafından orta
ya çıkarılan rasathane He ilgili, Albd ür Rezzak ve Balbür'ün
eserindeki Uluğ Bey kısmında çok az bilgi bulunmaktadır. Ra
sathanenin bulunduğu meydan üzerinde yapılan kazılarda hiç
ıbir sonuç elde edilememiş, fakat toprak altında daire yayı şek
lindeki devasa gözlem aletinin bir kısmı gün ışığına çıkmıştır.
Bu dairenin yüksekliği Ayasofya Camii yüksekliği kadardır. Ba
bür'ün sözlerine göre, bütün bina üç katlıdır ( Şekil 6 ) . Alb d ür
Rezzak, bu rasathane içindeki aletlerden söz ederken, dokuz
gök katının derece, dakika, saniye ve saniyelerin ondaibirlerini
gösteren ve 7 gezegen, yıldızları içeren gök küresinden, iklim ve
dağlar, denizler, şehirler v.s. gösteren yer küresinıden de söz
eder. Büyük b ir kitapsever olan Uluğ Bey'in kütüphanesinin
rasathanede mi yoksa saraylardan herhangi birinde mi olduğu
hakkında kesin bir bilgiye sahip değiliz. Diğer tarafdan, Tebriz'
da Gazan Han Rasathancsi'nde olduğu gibi, dünyevi bilimleri
(doğa bilimlerini) öğreten ibir okulun olup olmadığı da kesin
değildir.
50
•
51
Uluğ Bey'in ziycinin tamamlanması 1437 yılı olarak kabul
edilmektedir. Bununla beraıber. Uluğ Bey eseri üzerinde çalış
maya son vermeyip eksikliklerini 1449 yılında tamamlamıştır.
Bazı eserlerde ziyc'in düzenlenmeye başladığı tarih olarak 1439
gösterilmektedir. Fakat ziycin kronoloji bölümünde, İslam tak
vimi ( Hicri Kameri takvimi). Çin takvimi ile karşılaştırırken,
Şan - Ven siklinin başlangıcı olarak 8 Şeyval 448 (28 Ocak
1444) göst ermesi ziycin 1439'dan sonra da, hala' ,üzerinde çalı·
şılrnakta olduğunu göstermektedir. Her ne kadar Uluğ Bey,
1259'da inşa edilen ve 1300'de Gazan Han tarafından gezil diği
zaman faaliyet halinde olan Meraga Rasathanesi'ni örnek almış
ise de, Semerkand Rasathanesi, Meraga Rasathanesi k adar
uzun ömürlü olmamasından başka pek etkili de olamamı ştır .
52
6. ULU(; BEY'İN DİÔER MERAKLARI
53
7. ULUG BEY'İN AİLE HAYATI
54
Bey'de Han - Kızını boşamıştır. Şüphesiz, bu kehanet ile bo
şanma işinin bir ilgisi yoktur. Herhalde nedeni bilinmeyen
ailevi geçimsi zlikten dolayı Uluğ Bey eşini /boşamış olması çok
mümkündür.
55
şi .Afbdülaziz'in do�m tarihi hakkında kesin bir bilgi yoktur;
1435 - 36 yılında han ünvanını taşıyordu. Abdülaziz, ağabeyinin
aksine Semerkarıd'da yetişmiş adına binalar yapılmıştır. Şah
ruh döneminde şehzadelerin eğitimine Timur dönemindeki gi
bi, itina gösterilmiyordu. Timur döneminde şehzadelerin eğiti
mi, hakanın sarayında belli kişiler nezaretinde yapılıyordu.
Halbuki Şahruh döneminde şehzadelerin eğitimine gereği ka
dar önem verilmemiştir.
mi, nazını ve tarih ile ilgileniııdi. Hatta bir rivayete göre astro
nomiye düşkün olan balba oğul astrolojiyle de ilgileniyorlardı.
-
56
8. ULUÔ BEY'İN ÖLÜMÜ
57
ğı savaşta, Batı İran'da hiç bir direnmeyle karşılaşmadı. Sul
tan MUhammed dağlara 'kaçtı ve i syancılar şiddetle cezalandı
nldılar. Timurlular İmparatorluğu bir karmaşa içine girmişti.
Uluğ Bey'de ordusunun başına geçerek Ala ad Devle ile sava
şa girdi ve başarılı savaş sonunda Ala ad Devle Meşhed'e ve
oradan da Kuçan'a kaçarak biraderi Baibür'ün yanına iltica etti.
58
yapmaya başladı. Albdül Latif, Uluğ Bey'in daha önce öldürdü
ğü bir adamın oğlu ile ilişki kurarak gizli bir muıhaikeme kurul
masını sağladı. Ölen adamın oğlu �bbas, Han'a başvurarak şe
riata müsteniden !baıbasının intikamının alınmasının kendisine
verilmesini talep etti. Bu istek üzerine Abdül Latif, şeriata gö
re ne lazımsa, onun yapılmasını emretti. Bu emir üzerine ruha
ni ülema tarafından gerekli fetva hazırlandı; fakat bu fetvayı
Semerkand 'ın bütün :kadı.lan. mühürlemesine rağmen Kadı
Miskin mühürlemedi. Bu muhakemeden habersiz Uluğ Bey,
kendine yoldaşlık eden hacı ve berafberindekiler Semerkand'ı
terkettiler. Fakat kısa bir süre sonra kendisine yetişen bir ha
berci Uluğ Bey'in lhazırlıklarının gereği gibi yapılmadığı, kü
çüle ve büyklerin, Tacik ve Türklerin hoşuna gidecek şekilde
bir uğurlamanın yapılması amacı ile cıvar bir köyde konaklan
ması istendi. Köye gelen Uluğ Bey, daha önce hazırlanan dü
zen üzerine yakalanarak elleri arkasında iple bağlandı. Elleri
bağlı Uluğ Bey diz çöktürülerek, .Albbas tarafından bir kılıç
darbesi ile başı gövdesinden ayrıldı. Bu olay Hicri 8 Ramazan
853'te vuku bulmasına rağmen, kabri üzerindeki kitaıbede 10
Ramazan olarak tariıh bulunmaktadır.
59
9. ULU� BEY'İN ASTRONOMİ ÇALIŞMALARI
60
med b. Kadı - zade er - Rumi el Müş.tehir bi - Mirim) 'nin yazdı
ğı «Düsturu1 �l fi tashllıi'l cedvel• adlı eserdir. Bu eserin
·
61
trigonometrik fonksiyonlar, ekliptikel ve ekvatoryal koordi
natlar, meridyen doğrultusu, enlem ve boylam tayini, iki yıl
dızın veya gezegenin uzaklıkları tayini gibi astronomi ile ilgili
tanımlar yer alır. Üçüncü bölümde, güneş ve gezegenlerin ha
reket teorisi, Ay ve Güneş tutulmaları ve bazı as tronomi ile il
gili konubr açıklanmıştır. Dördüncü Bölüm ise astroloj iye
ayrılmı ştır. Kuşkusuz Uluğ Bey'in hazırladığı bu eser, yer
merkezli yani Güneş de dahil bütün gökcisimlerinin yer etra
fında dön düğünü kabul eden B atlamyus evren görüşüne daya
nır.
Uluğ Bcy'in kişiliği ile i lgili bilgi çok az ise de, G iyasüd
din-i Kaşi'nin yazdığı mektup bize Uluğ Bey ve o dönem Se
merkand'ındaki bilimsel faaliyetler hakkında yeterince bilgi
vermektedir. Gıyasüddin-i Kaşi, Uluğ Bey'i bir devlet adamı
V·e yönetici olmaktan çok etrafına topladığı ibilim adamları
arasında bir bilgin ve b ilmi destekleyici olarz.k tanıtır. Bu mek
tup yazıldığı sıralarda Uluğ Bey 26 27 yaşlarında
- ol duğuna
göre verilen bilgi, daha o yaşlarda Uluğ Bey'in, gerek akli ve
gerekse nakli bilimlerde oldukça derin bilgiye sahip olduğu
nu, özell i kle matem ati k ve astronomi konusunda bilgisini art
tırmak için büyük çaba sarfettiğini göstermektedir. Mektubun
62
Şekil 7. Semerkand'daki arke ol o j i k kazılarda ortaya çıkarılan Fahri
°'
w
Sekstantın kalıntılan.
yazılışı sıralarında Semerkand'daki sistemli ve düzenli ilmi ça·
lışmanın on ilci yıllık bir geçmişi olduğunu da öğreniyoruz. De
mek ki bu ilmi faaliyet 1408 - 14 1 0 yıllarında başlamıştı. Bu yıl
larıda ise Uluğ Bey çocuk denecek yaşta idi. Şüphesiz, böyle bir
faaliyetin Uluğ Bey tarafından başlatılması mümkün göriil
memektedir. Kadı-zade-i Rumi, bilgisini artırmak için uzun bir
yolculuğa katlanarak Bursa'dan Semerkand'da geldiğine göre,
Uluğ Bey 'den önce Sernerkand önemli bir ilim merkezi idi. Bu
nunla beraber daha sonra, Uluğ Bey'in teşvik ve himayesi ile
Semerkand'ın bir kültür ve bilim merkezi olarak önem kazandı
ğı da bir gerçektir.
64
geçerek inzivaya çekildi. Kadı-zade'nin hastalandığını zanne
den Uluğ Bey, olayın gerçek yönünü öğrenince hocasını ziyaret
ederek ondan özür diledi, ve hakan da olsa, bir bilim yuvasın
da bir daha keyfi davranışlarda bulunmayacağı hususunda
vaadde bulundu.
65
cı. v. IoH A N N ı s B• ı N a ı u c ı ı ,
- -- - --
Afironomıa:,
ln crlrberrım.'i A(ııdcmı.l Oxo1ıınıfi,
Jjoru S., vılıant,
Proj(
C A � 1 C V L A R 1 A.
1
.Auflore I O H A N N E G R. & V ı o •
.fı!ıbu,
ı f11[ıJ,Pııorımı a.l ıq11ot Stt!/,ırum Lrm.
•Cet/ftr•nı.,
gu ud1ncJ , & LıJt11Miınıs,
l Hu » .e R.o o ı fl s u N . 1 648.
66
10. ULUC BEY ZİYCİ AVRUPA'DA
67
virilerin ikinci baskısı yapıldı. 17 yıl sonra Oxford'da Bodleian
Kitabevi'nin başkanı, şarkiyatçı ve çevirmen, Thomas Hyde
« 1 639-1 707 ) , Semerkand kataloğunun Taj i k ve Latince yeni bir
basımını «Tabulae Long , ac Lat. Stellarum Hxarum, ex obser
vatione Ulug Beighi» ( Oxonii, 1 665 ) , « Uluğ Bey gözlemlerine
dayanan sabit yıldızların boylamları ve enlemleri tablo1arııı adı
ile yaptı ( Şekil : 9 ) . Uluğ Bey tablolarının yayımlandığı sıra
larda Avrupa'da böyle özgün yıldız katalogları nadir ve hayli
kıymetli idi. Yer yüzündeki herhangi bir yerin konumunu tayin
için, yıldız gözlemlerine ihtiyaç vardır. Bu nedenle, bu
tabloların önemli uygulama değeri bulunuyordu. Zira, bu gibi
tayinler büyük coğrafya keşiflerine neden olan denizciler bü
yük ihtiyaç gösteriyordu.
68
---- -�����-
11
(6)
a ı�ıai
.- 1
il _,.,;;,ı.� '-" �,. --
. ..
v.r ' - ı".1"V-ı'Y ....fs '��..1" --'J"""
Ttbulı de lom Sıclhrnm � . ı tum fC"CUndlım Longiıudı·
ıwm & t11ıc�d·n<m C\"lll Ob(trr ıtıoet ııol\ci ıın<W"""
"; "'
..,,, ... . :· J'-J)
''"''°'.... "''J" o11 ,,,,,.,ıfım, •'*'ur.,; .,.,....
lı�.
c:- ı
Sııll.ı fıg ıraıum Borcılium.
1
�-,
l:?!°I i!?ı
1--r-----
l•�A ·
� .r-:--)J"lı .J)�� vQ"
•· sı1ıı.111Ş .,.,.;,, ... ...,.. 1 �1 �
1Ç: r· ---j
p
l"'"/ıu m't.I /••; l••.
..) .. r·�·:I ,
,...,,.,w
-- r .. ,.; •1'1"" �� ;:. 'i: <.:'- � � f
5Ttlla<1Uıt cl\ t.t1'rft'llİUft� -,j,/,, - - ;-",o 7sı � � J e v:;> .. .. " e, <,S-. ......
_,...;1
....ı , .., �.,..
._._..) ; �
'
.).. . .;-- ....... • .. .,.
·r....
�
....
ol
'
<llı r pot\ ..,. ın .. aec:ı • u •1 ;� 4 ''· " r '-"''"' ı .,.. �� • t.- • • I
. - •
1 Qıa pot\ bıac el\ nıl'."C•
1
1
,.... ' "' • o'•y' ..... .- '
J
1 ,
I �� t..�
tltıda o H 1J ,ı � ·," .. V'
c
•
el
.. .4 • -·
Aııtulıı lıı pıTcıtöC9ıı
1
!s
4 ; Stcl1a !At•
..,..ı... �•} c,,ofj<ı- �fo ı o
rt Qptıagall /" J' � .
•ı;
1 17 •J
·"·�� ;.ı :•.f" t�.a.:.ı,..ı
I ..,.�J"v'.1'..r.f'!' ""t+ I J
J
r
SıeU• Borı.Je io � lacrt 1 •4 , 7S o
o;
,l
. .. .. it � � u� ;,1 ..,.11....:. �,'- i •
J ,
Stclla Aut\nlicıt dun111
7 j Sıclla ......w.,.
•""'- ı• ''17J
41
1
·· (
. ..
,. ,,ı,
....
qur rııııc ıe � bı.. 1
·
ooclrm ,.,.,.�
• .. ,,/f..., 4 IJ i l 11 I .
�· "t.fc.ıl;•ll.,,.l@. I el.o V,_.. ) ._,.JW �fo ı ;
1
·•
_:-•·��·:.::::�:.,..
1ı1 il
ı ı SıcUa Adı&lıı qw el\ u�• Cupcr
:1 1 1
Alııbf� • o u \7• ·O IB 14 V•\ · �.J'
�.V:-1..,. "
. .;, � O
-·'-��-'-������.!-..�--�- -....�
.. �-
E V E Lll T YC.HONI
I Lf��;�u;oo
HASS.� 1'. ICCIOLl LUO PTOLOMıE l
Plll1'C.
,
i BEIOH H E \' E L l l
LY R A. Long•rudo Long.rudo LongıNdo Looılf•do M<rnfıo-.•fü
r,. J.� 10=���0 1.attNdo 1-JııttUdo L1t,rucfo
Nomina Srcllarum. . .Dır
Jı..•• :Tfll
Gr. Mr• llt. J)l fi•. J.f•• Sn-- -��
Urnudo Dtclıruıuo
S'4, I� � ....!
!!..-2!1:� 2"
. - • • ıo--Jll1 - -; j;;-14- 0 .,..
]16 >1'.811 1ı
• �··
1
--!:L �· � ��
,,
61 47 17 B ôl 47 JO u �� 1; !! tı�� !� � .. � ': : � � •! � ,. ı:: �� �,)
·-�------ 1 7 -ı � 14 7l6-; """7- io--,, ı.- ır -.ıi1 1 .-0- 1 _ iTJı_o
1_ _ _ iJJ; -. , ,-
-- J 7P J O --
J6 4 ıo li td 1 o li 8 f6 )1 O
6-p ' l1_ 1_ - 0- -.,;
t6 4 JO )O 16 10 O il > 14
PIJ ! , 1 7il --
j
•
41 ' ,. ıı-.;- -
.-- J l l 1147-
i)l9)1-�ı_-> ,
17 _• 9 17 o o
� lf 7 JO b l< 6 o B 11 4 )O i l. I )O 1I O f i !O O il il 2f
ıM:idam (equrns Borealis. -ı ,- 1 ,-�"):ı �-Oi ı.. - 1 - �. • • ı 41 -:;. ;;--s O-;';Jlj- o-; i1111 -.. -
. ", . "" �
61 1f ı ı b 51 ı? " R �! 24 " �· •6 ıo b �· ıo o ıo o 19 ı ı ı r B
Prıma ') - S l ı I S -4.-; f.lö-ô -; T;Jj-
ı
6 1:aii-n-P:I
11 u P ıl ı? · -·o -.,, o rnll __ ı ı_
6o 14 l1 b Go )6 o B � !4 •f (ıO 1f )f til60 41 o o o )1 17 '
ucidam fequenı Aullr.ııba: Xcund"i 4 - J 16 �P ·, 7 - ı iO -� t6 S_, f7
.
- 17 O 11 -
'> ..---io -"- ---- -- J IO )�
19 J J u 8 19 :6 8
�
� o
4J - O -
-- -- - " ,o •
• • .. • ,.
o
•1 •o d O ı >O O b 76 )O J
71
cı:Ulug Beg's Catalogue of Stars» ( Ulug Bey Kataloğunun Yıl
dızları ) adını taşır. « Uluğ Bey Ziyc»nin on nüshası Avrupa ve
Asya kütüphanelerinde mevcuttur. Bu eserin Tajik dilinde ya
zılmış, XV. yüzyıla ait nüshası, Özbek Bil imler Akademisi'nde
bulunmaktadır. Türk kütüphane ve müzelerinde Uluğ Bey
Ziyc'inin birçok kopya ve açıklaması bulunmaktadır.
72
73
"'I
""'
75
gauJ.»yi hazırlamıştır. O döneme kadar, Nasirüddin Tusİ tara
fından kurulan Meraga Rasathanesinde yapılan gözlemlerle
hazırlanan «Ziyc - i ilhani kullanılıyordu. Khondmir' de Uluğ
Bey'in kurduğu medrese, manastır ile Semerkand Rasathane
si'nden söz eder. Aynı eserde, uzman ustaların Uluğ Bey için
Semerkand şehri yakınında bir rasathane inşa etmiş olduğunu
yazarsa da bu ustaların adlarından hiç söz etmez. Fakat bu
rasathane planlarının Gıyasüddin Cemşid ve Muhiddin Kaşi ta
rafından hazırlanmış olduğunu da ilave eder.
76
ğırıı kanıtlayan bulgular ve toprak altında, zeminde kaya üze
rinde i'ki paralel mermer yay bulundu. Kazıdan sonra arkeo
loglar, meridyen ıdoğrultusuna yerleştirilmiş bir aletin iyi ko
runmuş bir bölümünü ortaya çıkardılar ( Şekil : 6, 7 ) . Wyatkin,
bunun 40,2 metre çapında dev bir kuadrantın bir bölümü ol
duğuna inanmıştı. Bütün bunlar Delambre'nin «Ortaçağ Ast
ronomi Tarihi» kitabındaki açıkiananlara uymakta idi. 1914
yılında Wyatkin başkanlığında aynı yerde yapılan arkeolojik
çalışmalar yeni bilgileri gün ışığına çıkardı ise de bütün ra
sathane kazılamadı ve arkasında çözüm bekleyen birçok prob
lemi yeni araştırıcılara bıraktı. 1. Dünya har1bi nedeniyle kazı
lara son veril di.
77
Şekil 13. Uluğ Bey Rasathanesinde çalışma.
78
12. ULUG BEY RASATHANESİ'NDE KULLANILAN
GÖZLEM ALETLERİ
79
bulunuyordu, fakat kazılarda böyle bir alidad'a rastlanmamış
tır. Ortaya çıkanları alet, gereği gibi açık olmadığı da bir ger
çektir. Böyle bir aletin için de bulunduğu binanın güney civa
rında bir deliğin bulunması gerekmektedir. Fakat, bina tama
men ortadan kalkmış olduğu için, bu del iğin varlığını ortaya
koymak tamamen i mkansızdır. Bununla beraber bina ile ilgili
diğer birçok ayrıntı da bilinmemektedir. Bugün bildiklerimize
göre böyle bir aletin tam meridyen doğrultusuna yerleştiril
miş olması g�rekmektedir. 1 941 yılında V.P. Sheglov, aletin
ekseninin azimutunu tayin etti, ve 10'.4 lik bir değer kadar
aletin meridyenden farklı olduğunu buldu. Her ne kadar böyle
bir sapma, yıldızların meridyen yüksekliğini duyarlıkla tayin
de önemli etkisi olmaz ise de, muhtemelen alet yapımı sıra
sında tam meridyen doğrultusunda yerleştirilmişti. Fakat azi
muttaki bu fark, 5. yüzyıl içinde farklı nedenlerden kaynakla
nan deformasyonlardan ileri gelmiş olabilir. Şekil : 6'da sol da
ki bina eski rasathaneden arta kalan yapıyı ve sağdaki ise ra
sathanenin tasviri resmini göstermektedir. Diğer tarafdan ra
sathanenin enlemi için, Uluğ Bey tabloların dan elde edilenden
değer 39° 40'.6 dır. Sheglov'un tayinlerinden bir diğeri
de rasathanenin enlemi ile ilgilidir. Yapılan tayinlerde bu en
lem için 67° doğu bulunmuştur. Bu değer Uluğ Bey tarafın
dan tayin edilenden 32" derece fark etmektedir. Diğer taraf-
tan Uluğ Bey'in coğrafya tablolarında verilen şehirlerin boy
lamları arasındaki fark da takriben aynıdır. Şüphesiz, bu sis
tematik fark, Uluğ, Bey'in boylamları tayin etmekte kullan
dığı başlangıç meridyenin farklı olmasından kaynaklanmak
tadır.
80
Şekil 14. Uluğ Bey arkadaşı ile çalışıyor.
81
AÇIKLAMALAR
83
an
Astroloji, yeryüzündeki bütün olayların gökyüzün,deki
gök cisimlerinin etkisi sonucu olduğu kuralına dayan bır
l
uğraştır. Bu yüzyılda bilim adı ile nelerin tanımlandığı ortada
olduğu için eskiden kullanılmasına rağmen bilim deyim yeri
ne burada uğraş kelimesi kullanılmıştır. Astroloji uğraşının
astronomi kadar uzun bir tarihi vardır. Astrolojinin başlangıcı
prehistorik zamana dek uzatılmaktadır. Astroloj i M.Ö. 2500
yıJlannda Sümerlilerde gelişmiştir. Mezopotamya ile kültürel
ilişkide bulunm adıkları dönemde Mısır, Hindistan ve Çin gibi
astronomi ile uğraşan ülkelerde astroloj inin söz konusu olma
dığı yani beşeri işlerde tahmin konusu ile uğraşılmadığı bilin
mektedir. Gökyüzü ile istikbale ait olayların açıklandığı en es
ki tablet Asurbanibal'in kütüphanesinde bulunmuştur. Astrcr
lojide gökyüzü olaylan ile kişisel ilişkiler M.Ö. 250 yı1lanna
dek mevcut değildi. Genelleşme Babil ile Yunan arasında kül
türel ilişkilerin başlaması sonucu Yunan'da yayıldı.
:84
muz' üzerinde olmasına rağmen görülemez. Bunu takip eden
giin, ı,Ay Güneş'e oranla doğuya doğru hareket ettiğinden, gü
neşe dönük aydınlık yüzeyinin çok küçük bir kısmı yerden in
ce parlak bir hilal olarak görülür. Ay'ın bu görünüşüne yeni ay
Güneş battıktan hemen sonra
safhası denir. Bu safhada Ay,
batar. Takriben bir hafta sonra Ay, Güneş'den 90° lik açısal
uzaklıkta bulunur. Bu konumda Yer'den Ay'ın yalnızca yansı
aydınlık görülür. İlk dördün s afhası denen bu görünüşte,
Güneş battığı sıralarda, Ay gözlem yerinin hemen hemen merid
yen düzlemi civarında bulunur. Bunun sonucu olarak Ay, ge
ce yansına kadar ufkumuz üzerinde kalır. Günler geçtikçe
Ay'ın Güneş'e olan açısal uzaklığı artar ve dolayısiyle Ay'ın ay
dınlık yüzeyi de büyür. Yeniay'dan takriben iki hafta sonra,
Ay'ın bütün yüzeyi aydınlanmış olarak görülür. Bu görünüşe
dolunay denir ve bu durumda Ay ile Güneş arasındaki açısal
uzaklık 180° 'dir. Bunun sonucu olarak Güneş batarken Ay do
ğar ve Ay bütün gece ufkumuz üzerinde kalır. Dolunay'ı takip
eden günlerde Ay'ın aydınlık yüzeyi küçülmeye başlar. Dolu
nay' dan takriben bir hafta sonra, Ay'ın görülen yüzeyinin batı
yansı tamamen karanlıktır. Bu görünüşe son dördün safhası
denir. Gece yansı doğan Ay, Güneş doğduğu sıralarda gözlem
yerinin meridyen düzlemi civannda bulunur. Bu halde bir süre
gündüz de Ay'ı görmek mümkün olur. Ay'ın aydınlık yüzeyi
küçülürken sabaha karşı doğmaya başlar, yani Güneş'e açısal
uzaklık olarak yaklaşır. Dolunay'dan takriben iki hafta sonra
Ay, Güneş'e çok yaklaştığı için artık görülemez. Ay'ın görü
nümdeki bu değişim periyodik olarak devam eder. Ay'ın aynı
iki görünümü ara.sında!ki zaman farkı 29.53 gündür .
85
lan içine alan dokuzuncu küreye « Felek-ül-Ala » veya «Felek-ül
Bflak» denir. Oniki burcun üzerinde bulunduğu S ekizinçi kat
veya küreye «Felek-i samin» dir. Yedinci, Satürn'e, Altınl!lı
Jüpiter'e, Beşinci Mars'a, Dördüncü Güneş'e tl'çüncü Venüs'e,
İkinci Merkür'e ve Birinci de Ay'a ait kattır. Buna •Feleki
Esfel» denir.
86
ce denklemlerin çözümünü başka bir eserinde vereceğini ya:u
masına rağmen sözü edilen eser mevcut değil dir Bu ki tabın
. ,
mı ştır
.
87
benzemekle beraber tarihi bilinmemektedir. 19 cm çapındaki
bu küre üzerine 49 takımyıldız işlenmiştir. Louvre Müzesi'nde
bulunan bir gökküresi ise 1285 yılında Muhammed b. Mehned
el-Taban tarafından yapılmış olup üzerindeki yıldızlar
el-Sufi'nin kataloğundan alınmıştır. Müzeleri süsleyen diğer
eski kürelerden biri , 1322/63'de Cater ibn Ömer ibn Devletsah
el-Kirmani tarafından yapılmış olup, halen Oxford Bilim Ta
rilJ:ıi Müzesi'nde muhafaza edilmektedir. Şüphesiz 'bu gökküre
leri dışında, daha sonraki tarihlerde yapılmış birçok gökküre
si bulunmaktadır. Bunlardan biri de Kandili Rasathanesi'nde
muhafaza edilen Oxford'daki küre ile yaşıt olandır. Bu küre,.
1 383/84 yılında Cafer ibn Ömer ibn Devletşah el-Kirmani tara
fından inşa edilmiş ve üzerinde 48 takımyıldız bulunmaktadır.
88
antropolojist Mikhail Gerasimov kafataslarına dayanarak bu
iki kişinin resimlerini çizdi.
89
lem ve araş tırma yapmak için birçok tesise sahip olduğunu or
taya koyd u .
90
nehr'in mamurluğu, topra.ğımn bereketi, ekin, meyve vb., mah
sülleri i1e ehli hayvanlarının bolluğu, nüfusunun çokluğu, cö
mertliiti, misafirperverliği, yol ve geçitlerinin mükemmelliği
v.b., hayır kunıluşlannın çokluğu, halkın cesareti, ilim ve eği
time karşı meyli ve istidadı uzun uzadıya anlatılmıştır.
-
91
kişiler medrese kurabildikleri için, bu kuruluşların sayısı art
mıştır.
92
mesi gerekiyordu. Arap çasını bilim dili d üz eyin e eriştirince
kelam ve felsefeyle ilgilendi. Feriduddin-i Nişaburi'den İbni
Sina'nın « İşarat» adlı kitabını okudu. Mantıkta ilerlemek için
ma tematik gerekiyordu, bunu Kemal el-Di-n İbn Yunus'tan öğ
ren d i . Din bilimleri için Burhaneddin-i Hamedani'den had i s
dersleri aldı. Artık ünü her tarafa yayılmaya başlamıştl. İma
rrıiye mez hebini n kurucusu Kuhistan valisi tarafından kaçırıl
dı ve Alarnut'a, büyük İ sm ailiye kalesine gönderildi. Kaldığı
bu yerde bir hapis hayatı değil de bir misafir gibi yaşadı.
Tusi'nin bu misafirliği, 1 258 yılında bölgeyi Moğolların işgali
ne dek devam etti.
93
19. Ptoleme (Batlamyus ) : M. S. il. yüzyılın başlarındae
Mı sır'da doğan Ptoleme İskenderiye'de tanınmaya başlandı ve
1 6 1 yılında öldü. İsl�.m dünyasında Batlamyus olarak bilinen
Ptoleme'yi yüzyıllardır meşhur eden eseri Yer ( Arz, Dünya)
merkezli evren hakkındaki teorisidir. Almagest adlı eserde söz
konusu evren sistemi açıklanmış ve bu sistem ortaçağ dan Rö
nesan sa dek astronomlar ve özellikle din adamları tarafından
savunulmuştur.
94
ve matemati'k.çilerden biri olan Kla.dı zade-i Rf:uni'ye ait olduğu
sanılmaktdır.
22. Tlmocharis : Tim ocha ris , M.Ö. III. yüzyılda yaşamış ,
lskenderiye okulunun en tanınmı ş astronomudur. Çağdaşı Ari s
tyllus ile birlikte, gökyüzündeki sabit nok talara oranla bir
çok yıldızın konumlarını tayin etti. Bu astronomlar ilk yıldız
k a talogçusu olarak kabul edilirler. Yaptı kları tay inl er , 150 yıl
sonra Hipparkos tarafından kullanıldı ve presessiuo'nun keş
fine neden oldu.
23. Tycho Brahe : Tycho B rahe, 1 546 - 160 1 yıllan arasın
clı- yaşamış olan tanınmış Danimarkalı astronomdur. Tycho
Brahe Kopenhag civarında Hveen adasında bir rasathane inşa
etti ve zamanın en duyarlı aletleri ile rasathanesini teçhiz etti.
Osmanlı bilim tarihi bakımından bu rasathanenin önemli bir
değeri vardır. Zira hemen hemen aynı tarihlerde 1 577 yıl ında
hem.er özelliklere sahip İstanbul'da da bir rasathane Takiyüd
din t ara fından kuruldu. Tycho Brahe, Rasathanesi'nde o döne
me dek erişilemeyen duya rlılıkla yıldız gözlemleri yapmı ş ve
birçok keşiflerde bulunmuştu r. Tycho B r ahe , 1 000 yı l dızın
koordinatlarını içeren bir y ıldı z k ataloğu düzen ledi .
24. Uranla :Urania, Mitoloj ide dokuz Musa' dan biri olup
astronomiyi yönetirdi. Apollon 'un aşık olduğu Urania, genel
likle elinde bir küreyle tasvir elilir. Eski efsanelerde adı geçen
Afrodit Urania ise ideal bir gök tanrıçasıdır. ve cinsi arzular
uyandırmaz.
25. Zlyc-1 Gürgani : Ziyc kelimesi, gök cisimlerinin gök
yüzündeki konumlarını ve hareketlerini bulmaya yarayan cet
velleri tammlamakta kullanılır. Bu kelime Fars çadan Arapça
ya ·intikal etmiştir. Uluğ Bey Rasathanesi'nin en ön emli eseri,
bu rasathanede yapılan ve dönemin en doğru gözlem s onuçla
nın içeren Zi yc'dir. Bu Ziyc , genellikle Ziyc-1 Uluğ Bey veya
Ziyc-1 Gürgan! adı ile tanılır. Zlyc-1 Gürganl, 1018 yıldızın ko
numundan başka astronomi ve astroloji ile ilgili k on ul an içe-
rir.
95
YARARLANILAN ESERLER
5. Ba.rthold, W. : Ulug Beg und Seine Zeit, Abh an dlungen für die
Kunde des Morgenlandes, V. 21, No. l, 1935.
10. Publ. Inst. History and Archeology Ac. Sci. Uz. SS. R. V5, Taşhkent
1953.
14. Seclillot, L.A., Tables Astronomique d'Oloug Beg, vol. l, Paris, 1839.
97
16. Sedillot, M.L.P.E.A. Prolegomenes des Tables Astronomiques d'O
loug-Beg, translation Paris 1853 .
,
17. Smolik, J. : Die Timuridischen Baudenkmaler in Sam.arkand aus
98