Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 107

� KtlLTllR llAKANLI�I YAYINLARI : 1106

ULUG BEY

MUAMMER DİZER

TÜRK BÜYÜKLERİ DİZİSİ : 125


Kapak Düzeni: Ümit YÜKSEL

@ KfiltQr Bakanlığı, 1989


ISBN - 975- 17-0496-0

Onay, 19/10/1989 tarih ve 928-1-3-4538 sayı


Birinci baskı
Baskı Sayısı : 15.000

Başbakanlık Basımevi - ANKARA


ÖNSÖZ

Milattan yüzyıllar önce varlığından söz edilen Türkler'in


Orta Asya'da bir uygarlık kurdukları, bugün yapılan arkeolo­
jik kazılardan ortaya çıkmaktadır. Türkler lslamiyeti kabul
ettikten sonra da lslam uygarlığına bilim, kültür, sanat ve
hatta askeri alanda büyük katkıları olmuştur. Birçok doğulu
ve batılı yazar, Ortaçağ lslam bilimini Arap bilimi ve hatta bu
bilime katkı'da bulunanları Arap ve lran'lı olarak tanımlar.
Şüphesiz, Ortaçağ lslam biliminin önem kazanmasında bölge­
deki Türklerin çok önemli katkıları olmuştur. lslam bilim ttz,.
rihi dikkatle incelenecek olursa, bu bilime katkıda bulunan
bilim adamlarının çoğunun Horasan ve Maveraünnehr bölge­
sinde yaşamış oldukları görülür. Bilindiği gibi, bu bölg� halkı­
nın önemli bölümü Türk kökenlidir. Doğal olarak, bu bölgede
doğan bilim adamlarının çoğunun Türk veya Türk kökenli ol­
dukları kabul edilebilirse de, milliyeti hakkında kesin bir so­
nuca varmak bazen imkansızd�r. Bilindiği gibi, özellikle lslam
bilim adamlarının hayat hikayesini bulmak ; b6).zen ·tamamen
imkansızdır. Nadir olarak, bazı bilim adamları ·ıranı, veya
Farsi gibi lakaplar kullandığı gibi diğer bazıları da «Türk»,
«Türk'i» veya cdbn-i Türk» gibi lakaplar kullanmışlardır. Şüp­
hesiz, bu lakaplara sahip insanların lranlılığından veya Türk­
lüğünden şüpde etmek tamamen imkansızdır. Mesela, lsldm
bilim tarihinde önemli bir yeri olan, Amacur ailesi, ünlü Filo­
zof Farabi (öl. 950/951) ve meşhur lugatçı Ebu Nasr lsmail el
Cevheri el-Farab'i (öl. 1002) ecel-Türki» lakabını tkullanan Türk
bilim adamları idi. Cebirci, Abdülhamid ibn-i Türk de sözü
edilen bilim adamları arasında, en eskilerinden biridir.

v
lsldm bilimine katkıda bulunan, Türk lakabını kullanma­
yan, fakat Türk oldukları kesin olarak bilinen Ebul Vefa,
Biruni, lbn-i Sina, Uluğ Bey gibi Türk kökenli bilim adamlan
da vardır. Bununla beraber, Türk oldukları kesin olarak bilin­
mesine rağmen bazı yazarlar bilerek veya bilmeyerek bu bilim
adamlarını başka ülkelere ınaletmektedirler. Bu ülke in·
sanları da uygarlıklarının nişanesi olarak, Türk kökenli
bilim adamlarını benimsemektedirler. Bunlara en giizel
örnek Biruni'dir. lran kökenli kabul edilen Biruni aslında
Harezmli ve Türk'tür. Biruni, tanınmış eseri «Kitab·us·Say­
dene» adlı hekimlikle ilgili kitabının önsözünde şöyle der:
«Ben ne Arabım ne de Acem. Eğer eserlerimi kendi dilimde ya­
zacak olsaydım bunlar, saf Arap cinsi atlar sürüsü arasında
zürafalar gibi garip şey olurdu».

Kitapların satırları arasında milliyeti gizlenmiş Türk bi­


lim adamlarını gençlerimize tanıtmak, kültür zenginliklerimizi
ortaya koyma yanında gençlerimize gurur kaynağı olacağı
inancındayım. Bu nedenle, Uluğ Bey'in tanıtılması ile ilgili öne­
riyi düşünmeden kabul ettim. Bu kitap içinde Uluğ Bey'in bir
hakan olarak yaptıkları ve dönemi özet olarak fakat bilimsel
kişiliği ile ilgili özellikleri ve çabaları daha etraflı açıklanacak­
tır. Gençlerimize, bilim tarihine imzasını koyan bilim adamla­
rının örnek olmasını, en iyi dileklerimle temenni ederim.

Muammer DİZER

VI
_ / f ��
.....k--------=-=- - .

_lı �-
:'
-- :=�
�-= ::
----..

�, ır
' J
r- ::ı:::: �,.
- "'
r � - '/
µ ,

'

1 1
"
. : . 1 j
'ıı,.
: • : : • •
i

Şekil ı. Uluğ Bey'in temsili gravürü.

VII
İ ÇİND EKİLER

ÖNSÖZ v

1. GİRİŞ 1

2. ULUG BEY'İN QOCUKLUGU ....................... . 25

3. ULUG BEY'İN MAVERAÜNNEHR'DEKİ İC-


RAATI . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 29

4 . ULUG BEY'İN SALTANA:TI ......................... .. 38


5 . ULUG BEY'İN BİLİMSEL UGRAŞISI ........... . 46

6. ULU(; BEY'İN DİGER MERAKLARI · · - ·· · - - · · - · 53

7 . ULU(; BEY'İN AİLE HAYATI ................... . . 54

8 ULUC BEY'İN ÖLÜMÜ . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 57

9. ULUG BEY'İN ASTRONOMİ ÇALIŞMALARI 60

10. ULUG BEY'İN ZİYCİ AVRUPA'DA . . . . . .. . . . . . . . ... . 67

1 1 . SEMERKAND RASATHANESİ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 75

12. ULUG BEY RASATHANESİ'NDE KULLANILAN


GÖZLEM ALETLERİ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. ..
. . . . . . . . . . . . . 79

AÇIKLAMALAR · · ·· · · - · · · · · · · · · · · · · · · · · · - · · · · · - · · · · · · · · · · - · · · · · 83
Y.NRARLANILAN ESERLER . . . .. .. . . .. ... . .. .. . . .. . 97

IX
1. GİRİŞ
Bir bilim adamı ve yaptıkları değerlendirilirken, yaşadı­
ğı ortamı ve çağın etkisi yanında bölgenin eriştiği kültür düze­
yinin de göz önüne alınması gereklidir. Bu nedenle Uluğ Bey'
in bilimsel kişiliğini daha iyi anlayabilmek için İslam astrono­
misi ve buna etki eden astronomi çalışmalan üzerinde kısaca
durulacaktır.
Uluğ Bey'in bilimsel kişiliği ve onun Semerkand Rasatha­
nesi'ndeki çalışmaları hakkındaki bilgimiz eksik olmakla bera­
ber onun yöneticiliği ve saltanatı ile ilgili bilgi de çok azdır.
Uluğ Bey'den söz eden astronomlar, onun Ziyc-1 Uluğ Bey i yaz­
'

mış olması nedeniyle hükümdarlığı ve tarihi kişiliğini daima


gölgelemişlerdir. Şan ve şerefi seven ve Acem yazarlarının ta­
biriyle şahsında «Eflatun'un bilgisi ve Feridun'un haşmetini»
toplamış olan Uluğ 1Bey, bilim tarihçilerinin yazıları ile, küçük
yaşından itibaren siyasete arkasını dönmüş ve bütün ömrünü
matematik ve astronomiye ayıran gerçek bir bilgin olarak ta­
nıtılmıştır. Rus bilim adamlarından biri : «Uluğ Bey, hayatını
yalnız ilme ayıran ve dünyevi işlerden uzak olan idealist bir
alimdir» der.
Gerçekten, Uluğ Bey hakındaki bilgimiz, onun babası ve
büyük babasına oranla daha azdır. Böyle olmakla beraber Uluğ
Bey'in kişiliği ve saltanatını açıklamak amacı ile elde mevcut
bilgiler biraraya getirilerek bu kitap içinde toplanmaya çab.şıl­
mıştır.
a) Başlangıçtan Uluğ Bey Dönemine Kadar Astronomi­
ye Kısa Bir Bakış :
Gökyüzü olaylarının insan merakını ne zaman çektiğini ta­
rih kitaplarından öğrenmek mümkün değildir. Muhtemelen in-

1
san zekasının gelişimi ve çevresini bilinçli olarak gözlemesi
gökyüzünün incelenmesinin başlangıcı olmuştur. Şüphesiz baş­
langıçta insanların açıklayamadığı doğa olaylan, insanlara dai­
ma korku vermiş ve huzursuzluk yaratmıştır. Bunun sonucu
olarak da gökyüzü olaylan yüce tannlar ve kutsal güçlere mal
edilmiştir. Zira o dönemde mAbetleri ve insanları yöneten din
adamlarının en büyük dayanağı gökyüzü olaylan ve gökcisim­
leri olmuştur.

İnsanların dikkatini gökyüzüne çevirmesi, astronominin


başlangıcı olarak düşünülürse de, bu bir yerde insanların di­
ni esaslan gökyüzünde aramasından kaynaklanmaktadır. Bu
nedenle, başlangıçta astronominin amacı, astroloji ve dine hiz­
metten başka bir şey olmaması, bu iki konuyu birbirinden
ayırt edemez duruma getirmiştir. Mamafih bu durumun bir
yerde astronominin gelişimine katkıda bulunduğu da bilinen
bir gerçektir. İster gaipten haber almak ve isterse gelecek hak­
kında b'ilgi edinmek olsun, bu ça:ba astronomi ve hatta hesap
ve geometrinin gelişimine hizmet etmiştir.

Bugün insanların astronomi ile ilgilendiği tarihi ancak


yazının başladığı tarihe kadar indirebiliyoruz. Yazının kulla­
nılmaya başladığı tarihten önceki astronomi bizim için tama­
men karanlıktır. Şu halde astronomi insan uygarlığı kadar eski
bir bilimdir, sözü bir gerçeği vurgular. Böylece genel olarak
astronominin gelişme süreci 4 - 5 bin yılık bir süreyi içine al­
maktadır.

İslam ve Hıristiyan kültürüne etki eden en önemli kültür,


Akdeniz çevresinde yaşamış olan uygarlıklar olup bunlann en
önemlileri Nil nehri civarında Mıs ır ve Dicle-Fırat nehirleri
arasında yer alan Mezopotamya uygarlıklandır. Şüphesiz Uzak
Doğu ülkelerinden Hindistan ve Çin'de de Eskiçağlarda dikka­
te değer uygarlıklar olduğunu biliyoruz. Bununla beraber ger­
çekte Çin ve özellikle Hindistan matematik ve astronomisinin

2
çeşitli dönemlerde Mezopotamya' dan etkilendiği de bilinen bir
gerçektir.
Astronominin temelini oluşturan Mısır, Mezopotamya ve
Yuna . n astronomisinden kısa da olsa söz etmenin astronomi ge­
lişiminin sürekli olarak göz önünden geçmesini sağlayacaktır.

Mısırlılar yazı yazmak için ibugün kullanılan kağıdın ben­


zerini değil de papüriis adı verilen bir bitkiden yararlanarak
yazı yazılacalk bir çeşit kağıt yapmışlardır. Böylece, Mısır'da
yazı yazılabilecek malzemenin kullanılması, bizim o uygarlık­
la temasa geçeıbilmemizi sağlamıştır. Mısır bilimi hakkın­
da elde mevcut M.Ö. 1700-1600 yıllan arasında Hiksuslar döne­
mine ait Rhind papürüsü, M.Ö. 1900- 1800 yıllarına ait Khun
ve Berlin papürüsleri ve diğer bazı papürüs ve tahta tabletler
kısmen de olsa Mısır matematik ve astronomisini gün ışığına
çıkarabilmiştir.
Bu malzemeden elde edilen bilgiye göre, Mısır'da mate­
matik işlemler on bazına göre düzenlenmiş olup sayılar sem­
bollerle gösterilmiştir. Mısır'da geometri, bazı problemlerin
çözümü ile yüzey ve hacim hesaplan şeklinde ve bu geometri
bir yerde geometrik şekillere uygulanan aritmetik yöntemler­
den �baret idi. Elde mevcut belgelerde, bazı geometrik prob­
lemlerin ispatsız ve formülsüz kullanıldığı görülmüş ve buna
mukabil ispat ve teoremle karşılaşılmamıştır. Bu bize, Mısırlı­
ların daha çok pratik amaçlı problemler üzerinde durmuş ol­
duklannı gösterir.

M.Ö. 5. yüzyılda Heredot, geometrinin Mısır'da doğmuş


olduğunu ve Yunanlıların geometriyi Mısır'dan öğrendiklerini
mealen bildirmektedir. Aristo ise matematiğin Mısır'da baş­
ladığını ve Mısır raıhiplerinin böyle bir uğraşa saııfedilmesi gere­
ken boş zamanları olduğunu açıklamıştır.

3
İlkel bir matematik düzeyinin, astronominin gelişimini
desteklemediği bilinen bir gerçektir. Bu nedenle ilkel bir mate­
matik düzeyinin mevcut olduğu Mısır'da, astronominin ileri bir
düzeyde bulunmaması doğaldır. Diğer taraftan Mısırlılara ait
hiç bir tutulma kayıtlarının olmaması hayretle karşılanacak
bir olaydır. Bu da bize, Mısır astronomisi hakkında sağlam bil­
giye sahip olabilmek için arkeologların çalışmalarını bekle­
mek gerektiğini göstermektedir. Şüphesiz Mısır astronomisi­
nin üzerinde durdu� en önemli konu zaman ölçümü ile ilgili­
dir. Kısaca Mısırlılar yılı otuzar günlük on iki aya bölüp tatil
ve bayram günleri olarak da beş günü kullanıyorlardı. Böyle­
ce yıl uzunluğu 365 gün olan, takriben güneş yılına eşit bir
takvim kullanılıyordu. Gündüzün yere düşey çakılan bir çubu­
ğun (gnomon) gölgesinden yararlanarak gün sürelerini tespit
ediyorlardı. Hatta taşınabilir güneş saatleri de yapmışlardı.
Gece zamanını tayin için yıldız saati adı verilen bir yöntem kul­
lanılmıştır.

Özet olarak Mısırlılarda astronomi zaman ölçümü ile il­


gili olup, özellikle pratik gereksinmeleri karşılamak amacı ile
astronomi ile ilgilenmişlerdir. Diğer taraftan eski Mısırlılarda
astroloji olmamasına rağmen, Mısır astronomisi dini unsur­
larla iç içe idi. Başka bir deyişle, Mısırlılar gökcisimlerini tan­
rı olarak ve olaylan da tanrıların faaliyeti olarak görüyorlardı.

Diğer önemli uygarlığın geliştiği Mezopotamya da sayı­


lar, 60 tabanına göre düzenlenmiştir. Bu düzenleme daha son­
raki İslam uygarlığında da kullanılacaktır. Fazla ayrıntıya gir­
meden sayıların köklerinin alınması ve hatta küp kök alma bi­
liniyordu. Pisagor teoreminin, Pisagor'dan 1700 yıl kadar ön­
celeri bilinmesi, aritmetik ve geometrik dizilerin toplamının
yapılabilmesi, birinci ve ikinci derece denklemlerin çözülebil­
mesi, Yunanlılard an önce Tales teoriminin kullanılması çok
yüksek matematik düzeyinin varlığını gösterir.

4
Başlangışta Mezopotamya astronomisi gök olaylan dev­
releri ile ilgili bazı bilgileri içeriyorsa da, daha çok dini un­
surlarla kanşık kozmogonik astronomi görüşü hakim idi. Me­
zopotamya'da matematiğin gelişimi astronominin dini etkiden
kurtulup layik bir nitelik kazanmasını sağladı. Bu nedenle Me­
zopotamya'da astronomi Selökid'ler çağında en yüksek düze­
yine erişti ve Grek astronomisi üzerine büyük etki yaptı. Böy­
lece Mezopotamya astronomisi genellikle bilimin ve özellikle
astronominin matematikleşmesinde başı çekmiş, ve Yunan ast­
ronomisi aracılığı ile bilim tarihinde fevkalade etkili olmuş ve
çok önemli bir bilimsel düşünce akımını uzun süre etkilemiş­
tir.
Başlangıçta Mezopotamya astronomisinde din ve mitoloji
yanında astroloji de ön planda yer almıştı. Astrolojinin Mezo­
potamya'da bilim içindeki önemi, astrolojinin kısmen de olsa
astronominin temelinde yer almasından kaynaklanır. Bilinen
en eski şekli ile astrolojinin Akadlar dönemine kadar geri git­
tiği tahmin edilmektedir. Mezopotamya yaşamında astroloji­
nin önemli bir yeri vardır, fakat astroloji yardımı ile yapılan
tahminler kişilerle değil toplumla ilgili idi. Halbuki diğer top­
lumlarda kehanet fertlere ait olduğundan, Akad astrolojisi bu
özelliği ile diğerlerinden aynlmaktadır. Astrolojide olaylann
yorumlanmasında gök olaylan ve gökcisimlerinin büyük öne­
mi vardır. Dolayısiyle astrolojinin gelişimi öte yandan astro­
nominin gelişimine de yararlı olmuştur.
Mezopotamyalılar astronominin uzun yıllar boyunca ne­
denlerinden ziyade gök olayları ve bunlarla ilgili periyodlan in­
celemişlerdir. Mezopotamyada toplumu ilgilendiren en önemli
astronomi konularından biri de takvim idi. Mezopotamya'da
takvim, Ay'ın kavuşum ayı ile tanımlanan periyod, esas alına­
rak düzenleniyordu. Bu takvimde aylar, yeni hilalin ve yıl da
ilkbahar gün dönüm noktasını takilben ilk hilalin görülmesiyle

5
başlatılıyordu. Buna bir yerde Mezopotamya'da kuJJanılan gü­
neş takvimi ile ay takviminin bağdaştınlması olarak da bakı­
labilir. Mezopotamya da layik takvim olarak güneşin hareke­
tine bağlı her biri 30 günlük 12 aydan ibaret takvim de kulla­
nılıyordu. Yıl sonuna eklenen 5 gün ile yıl uzunluğu 365 güne
çıkarılıyordu. Mezopotamya'da, Güneş ve Ay takvimi arasında
ıbir ilişki kurmak için bazı yıllar, ay takvimine bir ay eklenerek
13 aya çıkarılıyordu. Genellikle bir 13. ayın eklenmesi ekim za­
manını sabit tutmak ve duyulan bazı gereksinmeler nedeniyle
idi. Bugün Metan periyodu olarak bilinen, Ay ve Güneş yıllan
arasında mutabakatı sağlamakta kullanılan 19 yıllık periyod
Mezopotamyalılar tarafından bulunmuştur.
Mezopotamyalıların tutulma düzlemini koordinat sistemi
olarak kullanması ve bu düzlemi 30 derecelik 12 kısma ayır­
ması geleneğini, Grek bilim adamlarının zamanımıza intikal
ettirmiş olduğu bilinen bir gerçektir. Daha M.Ö. 650 civarında,
yeni hilalden başlayarak dolunaya kadarki süre içinde ay yü­
zeyinin aydınlığının tedrici artışı sayısal olarak ifade edilmişti.
Diğer taraftan yeni hilalin görülebilme koşullarını Mezopotam­
yalılar biliyorlar ve hesap yapmadan ay ile ilgili takvimlerin
ay başlarını tespit ediyorlardı.
Grek bilimine büyük etki yapan Mezopotamya bilimi hak­
kında bir değerlendirme yapabilmek için şu sorulan cevaplan­
dırmaya çalışalım. Mezopotamyalılar astronomi problemlerini
incelerken ne dereceye kadar bilimsel merak ile hareket edi­
yorlardı? Bu araştırmalarının amacı evreni anlamak mı idi?
Grek bilim felsefesinde var olan, saf bilimsel merak duygusu
Mezopotamya bilim adamlarında var mı idL?
Şüphesiz bu sorulan kesinlikle cevaplandırmak kolay de­
ğildir. Maamafih evreni tümüyle, nedenleriyle anlamak ve kav­
ramak istek ve duygusu ile hareket etmedikleri de bir gerçek­
tir. Fakat bununla beraber, Mezopotamya biliminin faydacılık
sınırlan dışına çıkmamış olduğunu da kabul etmek yanlış olur.

6
Özet olarak Mezopotamyalıların Ay ve Güneş'in hareketleri üze­
rindeki çalışmalarının yalnızca takvimle ilgili olduğunu ve ge­
zegenleri incelerken yalnızca astrolojik gereksinmeleri için ele
aldıklarını da düşünmek yanlış olur. Mezopotamya tariıhi ile
ilgili elde edilecek veriler bugün mevcut bazı şüphelerimizi ay­
dınlığa çıkamoaktır.

M.Ö. 1000 yıllarında Ege Denizi kıyılarına gelip yerleşen


Grekler, başlangıçta ilkel bir kültüre sahip savaşçı kabileler­
den oluşmuş bir toplum niteliğinde idi. Grekler dünyayı irili
ufaklı birçok doğa üstü kuvvetlerin yönettiğine inanıyorlardı.
İlk ortaya koydukları efsaneler son derece güzel masallardan
ibaret idi. Bununla beraber Grek uygarlığı birdenbire ortaya
çıkmamış ve farklı bir gelişim göstermemiştir ..

M.Ö. VI. yüzyılı kapsayan İyonya dönemi, eski cıvar uy­


garlıklardan en fazla etkilenen dönem olup, bir yerde Grek
(Antik Ywıan) biliminin doğuş aşaması olarak da tanımlana­
bilir. Bununla beraber Hellen'den önceki döneme ait, elimizde
astronomi ile ilgili orijinal bilgi kaynaklan çok azdır. Öklid'
den evvelki eserlerin hemen hepsi yok olmuş ve bu nedenle
de Öklid'din •Elements»lerinin etkisi uzun süre devam etmiş­
tir. Grek eserlerinin kaybolmuş olması ve eski eserlerden ba­
zılarının da yüzyıllar sonra yazılmış olması, Grek bilimi hak­
kmda bugün tam bir bilgiye sahip olmayışımızın en önemli ne­
denidir. Maamafiih ilk Grek astronomisi hem kapsam ve hem
de ilkelliği bakımından, Mısır ve Mezopotamya astronomisinin
ilk dönemine benzemektedir.

Grek filozoflarının ilki Tales'tir. Milet'te yaşayan Tales,


düşüncelerini yazı ile değil de öğrencileri aracılığı ile yaydı ve
bu nedenle yazılı hiçbir metin bırakmadı. Tales sahip olduğu
bilginin çoğunu Mısır ve diğer ülkelere yaptığı geziler sırasın­
da elde etmiştir. Tales'e göre; evreni anlamak için onun yapı­
sal niteliğini anlamak gerekir. Bu ise maddeden başka bir şey

7
değildir. Böylece Tales materyalist felsefeyi başlatmış oluyor·
du. Tales'e göre her şeyin başlangıcında su vardı. Toprak, hava
ve canlı varlıklar sudan geldiği yani evrenin sudan oluştuğu
şeklindeki teoriyi ilk ortaya atan filozofun Tales olduğu kabul
edilir. Bu teori, açıkça görüleceği üzere Tekvin kitabındaki ya­
radılışla ilgili teoriyle benzerlik taşımaktadır. Bu ise ekime
elverişli toprakların ancak bataklık araziden kazanılan bir del­
ta ülkesi için anlamlı olan bir Sümer yaradılış hikayesidir. Ta­
les'in bu teorisinin yeni yam, yaratıcıyı bir yana bırakmış ol­
masıdır. Gerçi Tales'in dünyayı bir tahta parçası gibi suda yü­
zen bir tepsiye benzeten çocukça düşüncesine rağmen, önem­
li olan bu tür konular üzerinde durmasıdır.

Tales okulu temsilcisi Anaximander, Yer'in havada hiçbir


desteği olmadan durduğunu ve Ay'ın ışığını Güneş'ten aldığını
biLdirdi. Gerçekten, Yer gibi katı bir cismin hiçbir desteği ol­
maksızın durduğunu düşünme·k, bugün bile birçdk kimse için
kolay kabul edilebilir bir düşünce olmadığı da bir gerçektir.

Tales, Anaximander ve diğerleri tarafından başlatılan gö­


rüş, materyalist bir görüşe dayanmıyordu. Pitagor ise su, hava
gibi maddi nesneler yerine sayıyı koyuyordu. Evren yuvarlak­
tır derken, Pitagor evren ile ilgili gözlemleri değil de düpedüz
matematiksel bir ilkeyi dile getiriyordu. Pitagor'a göre evrenin
kavranılması anahtarı sayılarda gizli idi. Pitagor okulu, Grek
biliminin gelişmesinde hem teori ve hemde uygulamada önem­
li bir dönüm noktasını işaret eder.

Antik Yunanlılar başlangıçta Mısırlılar ve Mezopotamya­


lılardan alabilecekleri hemen bütün bilgileri elde edip, ondan
sonra kendi bilimlerini dış etkiler olmaksızın geliştirmiş de­
ğillerdir. Özellikle astronomide Antik Yunanlılar Mezopotam­
yalılardan Helenistik 'çağda da önemli ölçüde faydalanmışlar­
dır. Bir defa, Helenistik çağda Mezopotamya astronomisi en

8
yüksek düzeyde idi. Aynca Yunanlılar ancak Hellenistik çağ­
da, Mezopotamya astronomisinden faydalanabilecek düzeye
varmıştı.
M.Ö. V. yüzyılda yaşamış olan Sokrat'ın ölümünü takiben
öğrencisi Plato (Eflatun), kurduğu akademisinin kapısına «Bu­
raya matematik bilmeyenler giremez» ibaresini asmıştır. Pla­
to, kendinden evvel gelen pek çok kimse gibi, evrenin başlan­
gıçta kendiliğinden var olan bir kaos olduğuna inanıyordu.
Kaos'un evrene dönüşümü, İyonyalı filozofların ileri sürdüğü
gibi mekanik bir süreç sonucu değil, olağanüstü bir gücün so­
nucudur. Evren, bu tanrısal gücün tasarladığı rasyonel bir
plana uygun kurulmuştur. O dönemde mevcut olan görüş, gök­
yüzü cisimlerinin özellikle Güneş, Ay ve gezegenlerin ilahi bir
yaratılış oldukları şeklinde idi. Bu nedenle o dönemin geri ka­
falıları, İyonyalıların bu gökcisimlerinin ateş küreleri oldukla­
n iddialarını dinsizlikle suçluyorlardı. Plato, astronomlara
gökyüzüne değil de kendi içlerine, yani akıllarına müracaat et­
melerini önerdi. Akıl onlara yıldızlı gökyüzünün dünya etrafın­
da çembersel döndüğünü gösterecektir. Zira dairesel hareket,
hareketlerin en iyisidir ve esasen gökyüzüne yakışan da budur.
Nitekim Plato, gezegen hareketlerinde görülen düzensizliği
kabul etmiyor ve böyle bir hareketin olamayacağını ileri sürü­
yordu. Ona göre, aslında dairesel olması zorunlu olan birtakım
hareketlerin sonucu olarak gezegen hareketlerindeki düzensiz­
lik ortaya çıkmaktadır.
Plato'nun evrenle ilgili iki temel ilkesi : Yer'in evrenin or­
tasında sabit olduğu ve gökcisimlerinin onun etrafında dairesel
hareketleridir. Filhakika, Plato'nun bu düşüncesi ile dönemin
geri kafalıları tatmin edilmişti, fakat bu düşünce bilim dünyası
için çok pahalıya mal oldu. Kepler'e gelinceye kadar, 2000 yıl,
Plato'nun bu görüşünün doğru olmadığını ispat çabasiyle, geç­
ti. Plato'nun bu önerisine rağmen öğrencileri pek onun yolunda
gitmediler ve gökyüzünü incelemekte gö:r.leme gereksinme duy-

9
dular. Bunlar arasında Eudoxes (M.Ö. 403-356), gözleme da­
yanan astronomi ile spekulatif kozmolojiyi birleştirdi ve böy­
lece evrenin düzenini belirlemede gözleme gerekli yeri tanı­
yan ilk teorisyen oldu.
Eudoxes, her basit periyodik hareketi çember veya bir kü­
re ile tanımladı. Bir küre, gökyüzünün görünen günlük hareke­
tini, bir başkası aylık veya yıllık dönüşlerini gösteriyordu. Bü­
tün bu çember ve küreler ortak merkezli olup, Yer bu sistemin
merkezinde yer alıyordu. Kürelerin merkezleri ortak olmakla
beraber çaplan ve dönme eksenleri değişik idi. Bu değişiklik
her kürenin farklı dönüşünün nedeni idi. Bu küreler fiziksel
değil matematiksel nesnelerdi ve bu nedenle de görülmezlerdi.
Eudoxes, gökcisimlerinin hareketini açıklamak amacı ile 27
kürenin varlığını kaıbul ediyordu. Bunların biri sabit yıldızla­
rın, üçü Ay'ın, üçü Güneş'in ve o dönemde bilinen beş gezege­
nin her birinin hareketleri için de dörder küre tanımlanıyor­
du. Yeni gözlemlerin ortaya koyduğu her periyodik hareket de
diğer bir küre ve çember ile açıklanıyordu. Zamanla bu küre­
lerin sayısı 80 çıktı. Şüphesiz yeni gözlemlerle elde edilen so­
nuçlan, teori açıklamakta yetersiz kalıyordu. Esasen teori, her
gökcisminin Yer'den aynı uzaklıkta olduğu varsayımına dayan­
dığı için, daha başlangıçta bilinenlere ters düşüyordu. Mesela
Venüs ve Mars gibi gezegenlerin parlaklık değişiminin, Yer'e
bazen yaklaşması ve bazen de uzaklaşması sonucu olduğu bili­
niyordu. Diğer taraftan bilinen diğer bir olay da tutulmaların
bazen halkalı ve bazen de tam tutulma olmasının nedeni idi.
Diğer taraftan Aristoteles (M.Ö. 384-322) gökcisimle­
rini taşıyan kürelerin geometrik değil de fiziksel niteliğe sahip
olduğunu açıklıyordu. Bunlar saf, bozulmayan bir maddeden
yapılmış nesnelerdir. Fakat bu kürelerin yapıldığı madde, yer­
yüzünde mevcut maddeden apayrı nitelikte bir nesnedir. Dün­
yamız bu evrenin merkezinde olup toprak, su, ateş ve havadan
yapılmıştır. Nesnelerin mükemmeliyeti evrenin merkezinden

10
uzaklığına bağlıdır. Gökcisimleri arasında en az mükemmel
olanı, merkeze en yakın olan Ay' d1r. En mükemmel olanı ise,
en uzaktaki küre ile onu harekete sevkeden, ilk hareket ettirici
yani Tanrı idi. Gökcisimlerinin parlamaları, onların ateşten ya­
pılmış olduğu intibamı veriyorsa da gerçekte bu yanlış bir dü­
şüncedir. Zira onlar esir denen bir beşinci öz maddeden mey­
dana gelmiştir.
Çağının önde gelen astronomlarından biri olan Samos'lu
Aristarchos, ilk defa Güneş merkezli sistemi ileri sürdü. Aris­
tarchos, Yer büyüklüğünün ve hatta Yer yörüngesini ihtiva
eden kürenin, sabit yıldızlar küresine oranla ihmal edilebile­
cek kadar küçük olduğunu açıkladı. Ne varki Aristarchos'un
ileri sürdüğü Güneş merkezli teori zamanına nazaran çok ileri
bir görüştü ve o dönemde bu teorinin kabulü beklenemezdi.
Filozoflarla birlikte herkes Yer'in evrenin merkezinde olduğu­
nu ve hareketsiz durduğunu kabul ediyorlardı. Diğer taraftan
Eudoxes, Aristoteles ve daha sonra gelenlerin geliştirdikleri
Yer merkezli teori, hem o döneme kadar elde edilen gözlem
sonuçlarına ve hem de sağduyuya uygun düşmekte idi.
Astronominin matematiksel temeli Eudoxes'ın küreleriy­
di, fakat araştırmalarda kolaylık sağlamak bakımından geze­
gen hareketlerini bir düzlem içinde düşünmek gerekiyordu. Gö­
rünüşü kurtarmak için «tekerlek tekerlek içinde» kavramı or­
•taya atıldı. Bu kavramın sahibi, Kadim dünyanın en büyük
gözlemcisi, sonraki 2000 yıl içinde astronomi gözlemlerinde
kullanılan aletlerin çoğunun mucidi ve ilk yıldız kataloğunu
düzenleyen Hipparchos idi.
Hipparchos, gezegenlerin ve esas it�bariyle Güneş ve Ay'ın
hareketlerini açıklamak için eksantrik ve episikl dairelerini Yer
merkezli sisteme uyguladı. Eksantrik daire, merkezinde Yer'in
bulunmadığı fakat Yer'i çevreleyen dairedir. Episikl ise, mer­
kezi Yer etrafında bulunan daire üzerinde hareket eden küçük
bir dairedir.

11
Güneş ve Yer merkezli görüşler yanında Heraclides, daha
sonra Tycho Brahe tarafından da geliştirilen Yer-Güneş mer­
kezli sistemi açıkladı. Bu görüşe göre Güneş, Ay ve dış geze­
genler yer etrafında, Venüs ve Merkür gezegenleri ise güneş
etrafında dönerler.
Helenistik çağ astronomisinin en önemli özelliği, gözlem
ile matematiksel yöntemlerin birleştirmesidir. Bu dönemin
sonlarında parlayan en önemli bilim adamı, Claudius Ptole­
maeos (Batlamyus)'tur. M.Ö. r.5 yıllarında İskenderiye'de do·
ğan Batlamyus'un özgün bir sistem kurduğu söylenemez. Bat­
lamyus'a kadar gökyüzündeki periyodik hareketlerin sayısı 80'e
ulaşmıştı. Bütün bu küreleri içeren yeni bir sisteme gereksin­
me meydana gelmişti. Batlamyus, Eudoxes ve Arsitoteles'in
fikirlerine yaptığı bazı yeniliklerle, Hipparohos'un eksantrik
ve episikl dairelerini birleştirerek, sistemini kurdu. Şüphesiz
Batlamyus'un sistemi fiziksel olmaktan çok geometrik bir açık­
lama idi. Bununla beraber gökcisimlerinin hareketlerinde göz­
lenen sapma ve aynlıkları matematiksel bir şekle sokma, bi­
lim tarihinde erişilen en önemli bir gelişmedir. Batlamyus'un
birçok eseri arasında yer alan Almagest bütün Ortaçağ İslam
astronomisinde ve hatta Batı astronomisinde Newton'a kadar
etkili olduğu bir gerçektir.
M.Ö. II. yüzyılın ortalannda anarşik bir ortama giren Hel­
lenistik İmparatorlukları, Roma'nın daha dinamik gücünün
ağırlığı altında çökmeye başlamışlardır. Roma İmparatorluğu'
nun yayılmasının kültür üzerindeki etkisi ise, İskender'in fe­
tihlerine oranla çok farklı oldu, Romalılar, sahneye çıktıklan
vakit, Antik Yunan uygarlığının soluğu çoktan tükenmiş, bi­
limde ve sanatta çöküş tam idi, bir başka deyişle, Romalılar
Antik Yunan uygarlığına yetişemediler.
Tüm Akdeniz bölgesini kendi, kültür alanına katan Ro­
malılar, Astronomi bilimine büyük bir katkıda bulunmadılar.
Avrupa'daki egemenlikleri de Germenlerin akınlan ile sona

12
erince yüzyıllardır toplanmış gökbilim verileri unutulmaya
bırakıldı. Aynı durum Bizans için de geçerli idi, o dönemdeki
astronomi gereğinden çok fazla din baskısı altında idi. Fakat
Roma İmparatorluğu'nun sınırlan dışında, İskender'in akınlan
ile Helenistik etkilere hedef olan İran, Hindistan ve Orta Asya
da dahil olmak üzere, bütün bu bölgede uygarlık, klasik kül­
türün son zamanlarının bilimsel sınırlamalarından kurtularak
gelişmeye devam etti. İran'da Sasani (M.S. 226-637), Hindis­
tan'da Guptalar (M.S. 320-480) ve Çalukyalar (M.S. 550-750)
ve Orta Asya'da Çorasmianların adı az duyulmuş krallıkları
(M.S. 400 -600), hep karanlık çağ olarak tanımladığımız V. ile
IX. yüzyıl kesimine rastlar. Bu ülkelerin daha doğusunda Çin'
de, Wei (M.S. 386- 529) ve Tang (M.S. 618-906) sülaleleri, eşi
görülmemiş kültürel ve ekonomik başarılar sürdürdüler. Bu
dönemde bilim tarihi bakımından en önemli olay özellikle ma­
tematik ve astronomide gerçekleştirilen büyük aşamadır. Bu
konuda en önde gelenler V. yüzyılda iki Aryaphata'lar ile Vi­
rahamira ve VII. yüzyılda Brahmagup'tadır. Kuşkusuz bu aşa­
manın temelinde, Babil'den ve olasılıkla Çin'den doğrudan doğ­
ruya alınan bazı eklemelerle beraber Hellen bilimi yatıyordu.
Başlangıçtan M.Ö. 600 yılına kadar Mezopotamya ve Mı­
sır,bilimde ön safta yer alırlar. Bu uygarlıkların bilimde ulaş­
tık]an aşamadan hız alan ve onlardan faydalanan Antik Yu­
nanlılar bilim tarihinin bunu takip eden devresinin en önemli
temsilcisini teşkil ederler.
Ortaçağda İslam dininin dünya sahnesine girişini takiben
İslamiyet, kısa bir sürede geniş bir alana hızla yayıldı. Bu ara­
da Müslümanlar temasa geçtiği eski uygarlık kalıntılarından
yararlanmaya büyük önem verdiler. Zira o döneme kadar ast­
ronomi alanında erişilen bilgi, İslam dünyasını çok yakından
ilgilendiriyordu. Esasen mevcut bilginin kabul edilmesinde de
büyük gereksinme vardı. Bilindiği gibi İslam dininin iman,
ibadet ve ahkam esaslarını içeren Kuran-ı Kerim ve Hadiste

13
iıbadet zamanlan ve dini günler, Güneş ve Ay'ın gökyüzündeki
hareket ve durumuna bağlanmıştı. Bu zorunluluk ister istemez
İslam devlet adamlarının astronomiye ilgisini arttırdı ve sonuç
olarak da yüzyıllarca İslam aleminin astronomi ve hatta bilim
konusunda önderlik etmesini sağladı.
Emevi Halifeleri (M.S. 661 770) saltanatını takiben kısa
-

bir süre sonra hüküınet merkezlerini Şam'a naklettiler. Yu­


nan ve Suriye bilimlerinin merkezi olan Şam'da Emeviler, bi·
limi destekledilerse de bilim Müslüman olamayan kişilerin
elinde kaldı. Buna rağmen Emeviler döneminde, Basra ve Klı­
fo yeni bilim merkezleri olarak gelişmeye ve Müslüman, Hıris­
tiyan ve Yahudiler bu şehirlere gitmeye başladılar. İslam dün­
yasının astronomi eserleri ile ilk teması, M.S. VIII. yüzyılda
Hindistan'dan getirilen iki astronomi kitabının Arapçaya çe·
virisi ile oldu. M.S. 628 yılında Brahmagupta tarafından yazıl­
mış olan Brahmasphutasiddhanta adlı kitap, Halife Mansur
zamanında, Muhammed ibn İbrahim el-Fenari ve Yakup b. Ta­
nk tarafından Arapçaya çevrildi. Diğer Hind eseri ise M.S. 500
yılında yazılmış olan Aryabihata'dır. İslamda bilimin bilinçli
olarak teşvik görmesi, Abbasiler dönemine rastlar. Abbasiler,
başkentlerini Şam'dan yeni kurulan Bağdat şehrine taşıdıktan
kısa bir süre sonra Bağdat tam bir kültür merkezi oldu.
Müslümanlar, Hind kitaplarından geometri ile ilgili ceyb
(sinüs) fikrini aldılar. Gerçekte Hindliler ceyıbi, ne trigono­
metrinin bir unsuru olarak düşünmüşler ve ne de bir sinüs
bağıntısı kurmuşlardı. Trigonometrinin gelişimi İslam bilim
adamları tarafından gerçekleştirilmiştir. Abbasiler, İslam bi­
limine temel olarak, Antik Yunan elyazmalarının çevirilerini
esas olarak aldılar. Bu aile içinde el-Mansur (M.S. 754-775),
Avrupa'da efsaneleşmiş Harun el-Reşit (M.S. 786-809) ve Ha­
life el-Memun (M.S. 813-833)'nun bu konudaki çabalan, çok
önemli bilimsel gelişmeyi sağladı. Özellikle Halife el-Memun,
Bizans İmparatoru Michael III. den eski Yunanca tüın eserle-

14
rin Arapçaya çevrilmesi için izin aldı, bu çevirilerin başında
ilk temel eser Ptoleme'nin Almagest'i gelir. Böylece antik dö­
nemi:n tüm astronomi ile ilgili bilgileri ve verileri, İslam astro­
nomisinin tabanım meydana getirdi. İslam gökbilim çalışma­
larının belki de en önemli aşaması, rasathanelerin ilk kez İs­
lamda kurulmuş olmasıdır. Bu kuruluş çok sonra Avrupa'ya
intikal etmiştir.
İskenderiye'de gökcisimleri ile ilgili gözlemler yapılmış
olduğu genellikle kabul edilmektedir. Fakat bu gözlemler, muh­
temelen kolaylıkla taşınabilir aletlerle yapılmıştır. Halbuki
İslamda kurulan Rasathaneler, içinde birbirine yardım eden
kişilerin, sabit gözlem araçlarının bulunduğu bir kuruluş olup
bugünkü genel rasathane tanımını taşımaktadır. Mu'aviye
(661-680)'nin saltanatı yıllarında Şam'da, bir rasathanenin
bulunduğunu bazı eserler işaret etmekte iseler de, bu iddialar
sağlam kaynaklara dayanmadığı için varlığına kuşku ile bakıi­
maktadır. Diğer taraftan İslam ülkelerinin dışında Çin'de gü­
neş saatine benzer meridyen doğrultusunu işaret eden bir
aletin kullanıldığı bazı yerlerde yer 1.lırsa da bu alet rasathane
varlığı için güvenilir bir kanıt değildir. İbni YCı.nus'a göre
Abbasi Veziri Yahya İbn Halid İbn Bamak'ın yaşamı boyunca
Nihavendi, Jundisapur'da «el Ziyc-i MustaMil»in derlenmesi
amacı ile gözlemler yapmıştır. Fakat İslam yazarları, Niha­
vendi'nin bu gözlemleri bir rasathanede yapıp-yapmadığı ko­
nusuna hiç değinmemişlerdir. Her ne kadar gökbilimde gözlem
ve çalışmalar, aletleri ve birkaç kişinin işbirliğini gerektiri­
yorsa da Nihavendi'nin ne aletleri ve ne de bu konudaki çaba­
lan hakkında tam bir bilgiye sahip değiliz. Genellikle birçok
kaynakta özellikle Biruni, «Tahdid»inde El-Memun'un rasat­
haneler kurduğundan söz eder. Bu ilk rasathaneler Bağdat'da
Şemmasiye, Şam'da Kassiyi'm adı ile kurulmuştur. Şemmasiye
ve KassiyCı.n rasathanelerinden sonra hemen hemen X. yüz­
yılın sonlarına kadar, büyük rasathanelerin yerlerini bir iki

15
bilim adamının çalıştığı gözlem istasyonları almıştır. Bunların
er:. tanınmışı, IX. yüzyılın başlarında Bağdat'ta yaşayan Musa
bin Şakir'in üç oğlu Muhammed., Ahmf.d ve Hasan'ın gözlem­
lerini yaptığı özel Rasathanedir. Üç kardeşin en yaşlısı Mu­
hammed (Ebu Cafer bin MO.sa Şakir) uzun yıllar yaptılı. göz­
lemlerden gökcisimlerinin hareketleri hakkında bilgi veren
Alsendnend adı verilen .ta'hlolan hazırladı. Bu eser uzun süre
bilim adamları tarafından kullanıldı. Newton'un öncüsü ola.
rak düşünülen bu yazar, oıçeklm gücü» hakkında bir kitap da
yazmıştır. Üç kardeş ekinoksun hareket olayını tespit
amacı ile çalıştıkları rasathanede yedi yıl süre ile yıldız göz­
lemleri yapmışlardır.
Fırat nehri yakınında Rakka'da özel bir rasathanesi olan
Ebu Abdullah ibn Sinan el-Battfuıi, 887 -918 yıllan arasında
gözlemler yaptı. Battani gözlemlerini Ziyc el-Sabi adlı eserinde
topladı. Bunlardan başka el-Dinavari, ibn Al-a'lam ve Ebü'l
Vefa gibi bilim adamlarının gözlemlerini yaptığı yerleri de
birer rasathane olarak düşünebiliriz.
X. yüzyılın sonunda gözlem istasyonlarının yerini büyük
rasathanelerin aldığını görüyoruz. Bu yüzyılda kurulan rasat­
haneler gelişim bakımından yeni bir dönemi temsil eder. Zira
rasa'thaneler belli yerlere yerleşmiş ve uzmanlaşmış kuruluşlar
haline getirildikten başka, büyük ve dolayısiyle duyarlı alet­
lerle donatılmıştır. Zamanın en önemli rasathanesi Şeref-ül
Devle'nin, Bağdat'taki sarayının bahçesinde yaptırdığı rasat-­
hanedir.
Mısır'da gökcisimlerinin gözlemine X. yüzyılın sonlarında
Fatimi halifelerinden Aziz döneminde başlandı. Kahire'de inşa
edilen rasathaneye Halife el-Hakim (996- 1021)'de yardım et·­
miştir. İslamın en büyük gözlemcilerinden ve Ziyc el-Hakim
adlı eserin sahilbi Ebu'l Hassan Ali ilbn Abdurrahman ilbn Yu­
nus, gözlemcilerini söz konusu rasathanede yapmıştır.

16
XI. yüzyılın en önemli rasathanesi Sultan Melikşah
( 1072 - 1092) tarafından Isfahan'da kurulmuş olan Melikşah
Rasathanesi'dir. Bu kuruluş o zamana kadar İslam aleminde
en uzun yaşamış rasathanedir. Bu rasathanede dönemin en
değerli bilim adamları bir araya gelmiştir. Bunlar arasında
Ömer Hayyam, Ebu Muzaffer İsfizaıi, Meymun bin Necile gibi
bilim adamları bulunuyordu. Bu rasathanede takvim reformu
yapılmış ve bu takvim, •Takvim-i Hakaniıt veya •Celalb adı
ile tanınmaktadır. Bugün kullandığımız takvime nazaran daha
doğru bir takvim olup çok uzun yıllar sonra düzeltilmesi gerek­
mektedir.
XIII. yüzyıl, İslam gözlemciliği bakımından çok önemli
bir dönemdir. Bu döneme bir yerde İslam astronomisinin rö­
nesansı olarak bakılabilir. Bu yüzyılda Nasır el-TO.si yöneti­
minde Meraga Rasathanesi kuruldu. Bu rasathane gerek alet-­
lerinin zenginliği, gerekse içinde çalışan bilim adamlarının
sayısı ve seçkinliği bakımınadn önem taşır. Meraga Rasatha­
nesi'nde biri Çinli olmak üzere tanınmış 1 5 1:-ilim adamının ça­
lıştığı bilinmektedir. Meraga Rasathanesi'nden sonra XIV. yüz­
yılda tlhanlı Hükümdarı Gazan Han'ın kurduğu rasathaneden.
de söz edilir. Bu yüzyıl İslam rasathaneciliği bakımından pek
parlak bir dönem değil ise de, Gazan Han'ın bir buluşu olan
bir yan küre, çeşitli gözlem araçları ve bir saatin varlığı önemli
bir olay olarak kabul edilmektedir. XII. ve XIV. yüzyıllar ara­
sında yukarıda açıklanan rasathaneler dışında, astronomi eği­
timinin medreselerde yapıldığını biliyoruz. Bu medreseler ara­
sında başta Kırşehir ve Kütahya medreseleri gelmektedir. 1272
yılında Kırşehir'de kurulan Cacabey Medresesi'nde ve 1308'de
yapılan Kütahya'mn Vacidiye Medresesi'nde, özellikle XIV.
yüzyılın ilk yansından itibaren astronomi dersleri okutul­
muştur.
xv. yüzyılda da İslam aleminde rasathane kurma gele­
ıneği devam etmiştir. XV. yüzyıl, özellikle Türkistan bölge­
sinde, kültür ve güzel sanatların ele alındığı dönemdir. Ti-.

17'
µıur'un torunu Uluğ Bey zamanında ise bilimsel çalışmalar
püyük hız ve önem kazanmıştır. Bu nedenle bilim tarihinde
önemli bir yeri olan Uluğ Bey ve dönemi bu kitap içinde ay·
nntılı olarak açıklanacak ve böylece İslam biliminin evrensel
bilime katkısı gözler önüne serilecektir.

b) Timur Dönemine Kısa Bir Bakış :


1071 yılı nda Bizans İmparatoru IV. Diyoj en'in Sel çuklu
Sultam Alpaslan'a esir düşmesi üzerine Küçük Asya'nın kapı·
lan kesin ol arak Türklere açıldı. Türkmenler yeni topraklar
elde etmek amacı ile rahatlıkla Doğu Anadolu'dan bütün Ana­
dolu 'ya yayıldılar. Bu arada Selçuklular XII. yüzyıl ın o rtala ­

ırına d oğru, es ki İ slam dünyasına sırt çevirerek, yine İ s lclmiyet


)IIlo deli çerçevesinde, merkez şehri Konya olan bir devlet kur­
du lar. Selçuklular Roma İmparatorluğu'nun varisi olarak gö·
ırüldüğünden, İslam ülkeleri , bu yeni devleti Roma İmp ara·
torluğu anlamına gelen Rum (Arap ilinden başıka ilden olan
kimseye) Sultanlığı olarak adlandırmışlardı. Büyük Selçukl u
İmparatorluğu'nun bir devamı olan Anadolu Selçuklu Devleti,
her bakımdan kudretinin doruğuna XIII. yüzyılın ilk yansında
eriş ti . Bu durum, uzun süre devam edemedi . Yüzyılın başında
Cengiz Han'ın yönettiği istila , şi mdi onun yerine geçenler tara­
fından devam ettiriliyordu. 1 243 yı lında Moğol orduları , Köse­
dağ savaşından sonra, Anadolu'daki Selçuklu ordusunu silip
süpürdüler ve önlerine çıkan bütün şehir ve kasabaları yerle
bir ettiler, yağmaladılar ve öl dürdü ler. Bir gün içinde, Küçük
Asya'da tarihin akışı değişiverdi. Büyük Selçu klu İmparator­
luğu'nda olduğu giibi Anaıc!olu Sclçuıklu egemenliği de ort ad an
kalktı. Selçuklu Sultanı, artık Hülagu tarafından yönetilen
Moğol İmparatorluğu'nun himayesindeydi. Bunun sonucu ola­
rak Küçük Asya 'da, yeniden eskiden olduğu gibi kendi başına
buyruk, m erk ezi otoriteden yoksun, küçük devletler ortaya
�ı'ktı.

18
Özellikle, Bizans'la sınır olan yörelerde yaşayanlar, Bizans
savunmasının zayıflığından yararlanarak, akınlar düzenliyorlar
we sınırlarını genişletiyorlardı. 1300 yıllannda Batı Küçük Asya,
hemen hemen tümü ile Bizans'ın elinden çıkmış idi. Kendi top­
ll"ak istekleri için, kendi aralarında da savaşan beyler, yaklaşı\:
on ayrı beylik kurarak Küçük Asya'ya yerleştiler. İşte bu bey­
Jiklerden biri Asya'dan Anadolu'ya geçen Kayı aşireti olup
bunlar sonradan, Batı ve Doğuya genişleyecek olan Osmanlı
İmparatorluğu'nun temellerini attılar.
Osrnanlılar'ın ilk döneminde, İranlılar'ın Timur-leng,
Türklerin Aksak Timur diye adlandırdıklan Asyalı fatih büyük
emir Timur, 9 Nisan 1336 (Hicri, 25 Şaban 736) tarihinde,
ve Türk takvimine göre Sıçan yılında, Keş (Şehr-i Sebz ) şehri
yakınlannda Hoca Ilgar köyünde dünyaya geldi. Timur'un an­
nesi Tekine Hatun, babası ise Çağatay ulusunun en tanınmış
ailelerinden Barulas aşiretiniın başbuğlarından Emir Turagay'
dır. Cengiz Han, oğlu Çağatay Han ( 1 227 - 1242) 'a Türkistan
ülkesini verdiği zaman, Barulas başbuğlanndan Karaçar No­
yan'ı da kabilesi ile birlikte onun hizmetinde görevlendirmişti.
Mezar kitabesinden ve Timurlular dönemine ait kaynaklardan
öğrendiğimize göre Karaçar Noyan, Timur'un beşinci derece­
den atasıdır. Semerkand'da bulunan mezar kitabesinden anla­
şıldığı üzre, Cengiz Han'ın ve Timur'un kökenleri birleşmek­
tedir.
, Timur'un mensubu olduğu Barulas kabilesi, Keş, Gülab
(Huttalan) ve Taşkent çevresine hakim idi ve Tiburda bu
kabilenin emirleri sülalesinden gelmektedir. Timur'un ortaya
çıktığı dönemde Çağatay Hanlığı sarsıntı geçirmekte idi. Çağa­
tay ülkesinde hakimiyet, Çağatay sülalesinden çok, devletin
�etimi güçlü emirlerin elinde idi. Bölgedeki emirler, Çağatay
sülalesinden birini han yapıyorlar ve onun adına hakimiyeti
kendi ellerinde tutuyorlardı. Emirlerin yaptrklan bu işe •han·
bazı• yani «han oyunucluğu• deniliyordu. Bu dönemde takip

19
etmiş olduğu hareket tarzından, Timur'un ileri görüşlü ve kud­
retli bir siyaset adamı olarak yetiştiği anlaşılmaktadır. Dost­
larım iyi seçmiş ve rakipleri ile gücü yetmeden çatışmamıştır.
Türkistan'da saltanat sürme'kte olan Tuğluk-Timur Han
{ 1308 - 1 362 ) Maveraünnehr'e girmesi üzerine Emir Hacı Ba·
rulas ve diğer bazı Emirler ülkeyi terk ettiler. Timur, memle­
ketinin harap olmasına engel olmak ' çin, Hacı Barulas'tan izin
alarak ülkesinde kaldı ve Tuğluk-Timur'a bağlılığını bildirdi.
ıBunun üzerine atalarının yurdu Keş ve civarının yönetimi han
tarafından kendisine bırakıldı.

Tarihin büyük cihangirlerinden biri olan Timur, birçok


farklı yönleri olmasına rağmen, hayat mücadelesi bakımından,
Ctngiz Han'ı andırmakta ise de, kurduğu imparatorluk kısa
bir süre de sarsılmış ve dağılmaya yüz tutmuştur. 35 yıl de­
vam eden bir hükümdarlıktan sonra, 69 yaşında ölen Timur'un
36 oğlu, 1 8 kızı olmuştur

Batı Anadolu'da genişlemekte olan Osmanlı İmparator·


luğu padişahı Yıldırım Bayazıd ve Timur arasında en önemli
mücadele, 28 Temmuz 1402 günü iki ordunun Çubuk ovasında
yaptıkları savaştır. Bu savaşta Yıldırım Bayazıd mağlup olmuş
ve esir edilmişdir.

1 405 ile 1 506 yılına kadar Timur tarafından işgal edilen


yerlerin tamamı gerek hükümdar, gerekse bey veya genel vali
olarak yöneten kişiler, Timur'un ahfadı olduğundan bunlara
Timurlular adı verilmiştir .

Bu dönemde başarılı faaliyetler ne askeri alanda ve ne


.de devlet idaresinde görülmemesine rağmen san'at sever Ti·
murlular himayesinde, gerek İran ve gerekse Türk bilim adam·
larımn katılması ile oluşan kültür ve fikir hayatı en yüksek
..düzeye erişmişti. Timurlular döneminde de astronomi ve ma­
tematik gibi eserler de Farsça yazılmıştır. Edebiyatta ise, Ti·
rour'dan önceki zamanlarda hiçbir örneğine rastlanmayan Ça-

20
�atayca (Doğu Türkçesi) yazılmış eserler yer alır. Bunun ilk
örneği bir Maveraünneıhr şairi olan, XV. yüzyılın ilk yansında
ölmüş bulunan Sekk§.ki'dir. Bu şair eserini belki Timur'un
sağlığında yazmış ise de adı, Sultan Halil ve Uluğ Bey'in saray
şairi olarak geçmektedir. Sekkaki'nin Halil-Sultan, Muhammed
Parsa ile birlikte Uluğ Bey için yazdığı şiirleri vardır. Şiirle­
rinden birinde, şair gayet mütevazı mısralarla hükümdardan
yardım rica eder. Diğer bir yerde de Uluğ Bey ' in ilmine, klasik
ve İslam dünyasının büyük alimlerinin ilminden daha yüksek
mevki verir. Diğer bir şiirinde ise gururla : «Dünya benim gibi
bir Türk şairi, senin gibi bir alim hükümdar vücuda getirmez.
den evvel felek daha birçok yıllar devrini icra edecektir• diyor.
Bu dönemin diğer şairi Lütfi, bir divanı ve «Gül ve Nevbahar»
adlı manzum eseri ile dikkati çeker. Uluğ Bey'le çağdaş, Acem
şairlerinden İsmetullah Buharf Maveraünnehr'de yaşamıştır.
Bu şair, Halil Sultan'ın ölümünden sonra sarayı terk ederek,
Uluğ Bey için hiç bir şiir yazmamıştır. Hayatının geri kalan
kısmını resmi ortamdan uzak geçirmiştir. Uluğ Bey'in sarayın­
da « Şairlerin Padişahı» olarak, Devletşah zamanında da Mave­
raünnehr'de şiirleri az çok şöhret kazanmış, Kemal Beharşi ya­
şamıştır. XIX. yüzyıl tarihini yazan Ebu Tahir Hoca, Uluğ
Bey'in Farisi şiirler yaııdığını bir iki örnek vererek değinmiş ise
de Devletşah, Uluğ Bey'in şiirlerinden hiç söz etmemiştir. Zira
o dönemde bir hükümdarın şiir yazması, kendisini küçültmesi
demek olduğu fikri hakimdi.
Timur'un oğullarından Oihangir 1375'te, Ömer Şeyh ise,
1391 'de öldü. Üçüncü oğlu Miran Şah ise, geçirdiği bir kaza
sonucu etrafını rahatsız edici dengesiz hareketler yapmaya baş­
lamıştır. Timur'un dördüncü oğlu, 1 377 doğumlu, Şahruh ise
hükümdarlıkla bağdaşmayan bir yapıya sahip olup pek mü­
tevazii, sulh sever ve sofu olarak tanınıyordu, Timur, 1376'da
doğan ve 1392'den beri Gazneli Mahmud'un tahtında oturan
torunu Pir Muhammed b. Cihangir'i kendisine halef tayin et-

21
ınişti. Pir Muhammed, Timur'un vefatı sıralarında Kandehar'da
bulunuyordu Yakınlan tarafından yeterin ce desteklenme diğin­
.

den, ve2liri tarafından 1407'de öldürüldü. 3'0 yıllık fütuhaıt so­


nucu oluşan Timur devleti, yerine devam eden Timurlular,
daha çok münferit bölgelere vali olarak atanan oğullar ve to­
runlar tarafından, yan muhtar yönetilmiştir. Timur'un sağlı­
ğında, büyük kumandana gerçekten herkes saygılı idi, fakat
kendinde güç görenler kendi hakimiyeti altındaki bölgede
hutbe okutup, sikke bastırıyorlar ve böylece müstakil bir dev­
let olma ümitlerini taşıyorla rdı Gerçekten bu durum, Timur'un
.

kurduğu devlet düzeninin bir zaafı idi. Şüphesiz bu düzen kud­


retli hükümdar Timur'un sağlığı zamanın da devletin birli�ni
bozmuyordu. Fakat, Timur'un vefatı ile ülke birçok hakimiyet
bölgelerine aynlıp parçalandı Ortaya çıkan taht davası ve bü­
.

yük karmaşa birkaç yıl devam etti. Timur'un başşehri olan


Semerkand, Hind seferinde büyük yararlılık gösteren ve 1402'de
Fergana valisi olan ve Dedesi Timur'un sevgisini kazanan Şeh-
2Jade Halil Sultan b. Miran-Şah'ın eline geçti . 13 Mayıs 1409'da
Semerkand'ı işgal eden Şahruh, Maveraünnehr gene l valili­
ğine evvela Timur'un yararlık gösteren kumandanlanndan
Amir Şah Malik'in vesayeti altında olmak üzere, büyük oğlu
Uluğ Bey'i tayin etti.

Sultan Hüseyin'in katli ve Pir Muhammed'in öldürülme­


siyle ve nihayet Halil Sultan'ın vefatı ile ortada rakip kişiler
kalmayınca Şahruh, babası Timur'un halefi oldu. Her ne kadar
Timur, Şahruh'u tahtta varis görmemekle beraber, devletin en
merkezi b ölgesi olan Horasan'a vali atamıştı. Şahruh ise,
bölgeyi Herat'tan yönetmekte idi. Timur'un vefatı ile çökme
tehlikesiyle karşı karşıya kalan devlet, Şahruh'un 40 yıl süren
iktidarı döneminde, eski kudretli haline gelmemekle beraber
bazı bölgeler yanlız iktisadi değil, aynı zamanda kültür ala­
nında da büyük bir yükseliş kaydetti. Bu iyiye doğru gidişi, ilk
bakışta Şahruh'a ma l etmek mümkün ise de, kendisinin yöne--

22
ticiliği konusunda yapılan çelişkili değerlendirmeler gerçeğin
böyle olmadığını göstermektedir. Gerçek olan birşey varsa,
o da, daha çok Herat sarayında hükümeti yöneten başka kişi­
lerin, Şahruh'tan daha güçlü nüfuza sahip olmaları idi. Özel­
likle bunlar arasında, Şahruh'un ilk eşi Gevher-Şah, oğullan
ve birkaç yüksek rütbeli yönetici bulunuyordu.

Şahruh'un, Uluğ Bey'in de rol oynadığı, Çin ile ilişkileri


ımeşhurdur. Bu ilişkiler yalnızca elçi teatisinden ibaret olmayıp
daha çok ticari ilişkileri de kapsamıştır. Özellikle, Mısır ve Hin­
distan'la da olmak üzere başka ticari ilişkiler kurulmuştur. Bu
arada zirai gelişmeler yanında Herat ve Merv bölgesindeki ne­
hirlerin ıslahı ve sulama tesislerinin yapımı da bulunmaktadır,
Şahruh'un hükümdarlığı döneminde kültür ve herşeyden
evvel sanat ve fikir hayatında göze çarpan önemli atılımlar
görülür. Bunlar resim, özellikle minyatür ve hattatlık, mimari,
musiki, tarih yazarlığı, İslam hukuk ve ilfthiyat gibi, sanat ve
fikir alanındaki faaliyetler, yalnız hükümdar tarafından değil,
aynı zamanda onun oğulları ile akrabaları ve sarayın ileri ge­
lenleri tarafından da büyük teşvik ve himaye görmüştür. Emir
Baysungur'un hattatlığı ve Şiraz'da Emir İskender b. Ömer
Şeyh'in ilmi himaye etmesi bilinmektedir. Şeyh'in himayesine
mazhar olan kişiler arasında riyaziyeci ve hey'et-şinas ve son­
radan Uluğ Bey'in hizmetine giren Gıyasüddin Şernşid b. Me­
sud Kaşi de bulunmakta idi. Aynı zamanda edebiyat alanında
sufi şair Kasım el-Envar ve şah Nimet Allah Veli gibi önemli
şahsiyetler de vardı. Bu dönemde İran edebiyatı yanında ilk
Doğu Türkçesi edebi eserlerine de rastlanır.
Şahruh'un ölümü ile Orta Asya'nın belli başlı siyasi gücil
olan Timurlular devleti çökmeye yüz tutar. Buna mukabiJ Os­
manlı İmparatorluğu başında bulunan Sultan Murad, Tuna'ya
kadar olan topraklar üzerindeki denetimi ele geçirir. 1444 yılı·
nın sonlarında oğlu Sultan Mehmed lehine padişahlıktan fe ..

ragat eder ise de 1446 baharında Baş vezir Halil paşanın çal·

23
nısı üzerine tekrar Edirne'ye gelen Murad., Kosova savaşı ile
Sırp bağımsızlığına son verirken, Macaristan'm askeri gücü
uzun süre toparlanamayacak ölçüde sarsılır. Bu arada Bosna
Osmanlılara bağlı beyli k haline gelir.
Şahruh'un öl ümünden sonra ahvadının iktidara geçme
mücadelesi, bölge de büyük karmaşaya ne den olur. Uluğ Bey'in
harp ve siyaset konusunda beceri ks izliği, son iki yılını başa­
rı sız ve hatalarla geçirmesine ve ölümüne neden olur. Bütün
bunlar Uluğ Bey'in tarihi kiş iliğini hiçbir zaman zedelemez.
Maveraünnehr bölgesinin hükümdarı olarak 40 yıl süren hü­
kümdar l ığı sırasında meydana gelen, kendi adını taşıyan ve
hatta şahsına izafe edilen kültür faaliyetleri örnek hareketler­
dir. Bu gibi fa aliyetler, Uluğ Bey'e «tahtta oturan alim » deyimi­
ni k aza ndı rmı ştı r. Bütün bunlar söz konusu şhretini ne kadar
desteklerse des tekl esin, Uluğ Bey'in şöhretini evrenselleştiren
daha ziyade, bugün müsbet bi l imler diyeceğimiz ulum-i riyazi
ve hükmi'ye karşı duymuş olduğu ilgidir. Uluğ Bey, Ön Asya' da,
özellikle İran'da, Moğol haki m iyeti döneminde önem kazanan
ilahiyat ve edebiyatın aksine doğa ilimlerinin incelenmesinin
insanın devamlı üstünlüğünü sağlayan uğraş olduğunu kabul
etmesi, bilim adamlı ğı kişil iğine çok iyi bir örnektir. Ulut
Bey'in emrinde bulunan bilginler ( alimler) arasında hey'et ve
riyaz i 'yeçi ler , özellikle Kadı-zade-i Rumi, Gıyasüddin Cemşid b.
Mesud el-Kaşi, Alaeddin b. Muhammed Kuşçu, ve Muhiddin
Kaşanı zi kred ilmektedi r. Şeirattan ziyade yasa hükümlerine
b ağlı ol an Uluğ Bey, cevval fikirli uygar kimse olmasına rağ­
men siyasi ve askeri yeteneği yoktu. Bu kitapçık içinde devlet
adamı ni teliğinden çok uygar bir bilim adamı olan Uluğ Bey
hakkında ayrıntılı bilgi verilecektir.

24
2. ULUG BEY'İN ÇOCUKLUGU
Timur'un torunu ve Şahruh .ile 1Gevher Şad'ın büyük oğlu
Uluğ Bey, Timur'un 'İran ve Asya ülkelerine yaptığı büyük se­
ferinin ikincisinde, 22 Mart 1394 ( 19 Cem aziyülevvel 796 ) 'te
Sultarıiye'de doğmuştur. Timur sefere çıktığı sırada ekseriye
«uğnıkı>ını (nakliye katırını ) Sultaniye'de bırakıyordu. Bu sı­
rada uğruk.la beraber eşler ve diğerleri de Sultaniye'de kalırdı.
Aynı hal 1 393 94 yıllannda da olmuştu. Bu ikamet sırasında,
-

Çağatay asilzadelerinden İ yaseddin'in kızı, 17 yaşındaki Şahruh'


un eşi Gevher-Şad-Ağa bir erkek çocuk doğurdu. Bu sırada Ti­
mur Mezopotamya'da savaşmakta idi . Timur'un eşi Saray Mülk
Hanım tarafından Sultaniye'den gönderilen elçi, Mardin'in tes­
lim olduğu günün ertesi, Timur'a mutlu haberi ulaştırdı. Bu ha­
ber üzerine Timur, ,Mardin Meliki İsa Bey'i affetti ve şehri talan
etmekten ve alınması gereken harp tazminatını almaktan vaz
geçerek şehri ahalisine bağışladı. Doğan çocuğun adı Mehmet
Taragay konuldu. Fakat, Timur zamanında bile bu çocuğa
Uluğ Bey denilirdi. Timur devleti dahilinde Türkler tarafından
« beg» ( bey) ve bazen de « bek» den ilirdi. Acem yazarlanna
göre, Eflatun'un biJ.gisi ve Feridun'un haşmetini » toplamış olaıı
U luğ Bey, küçük yaştan itibal'en siyasete arkasını dönmüş, bü­
tün gücünü astronomiye vermiş bilgin bir hükümdardır. Ger­
çekten o zamana kadar, bilim tarihinde, bilimle uğraşan hiçbir
hükümdara rastlanmamıştır. Uluğ Bey hakkındaki bilgimiz
onun babası ve büyük babasına oranla çok daha azdır. Zira,
ne Uluğ Bey'in sarayında yazılan tarihi bir eser ve ne de Uluft
Bey'in şahsiyeti ve sarayı hakkında ayrıntılı bilgiye sahip de­
ğiliz.
Timur ,torunu Uluğ Bey'i çok severdi, hatta Hi ndistan
seferi sırasında Saray Mülk Hanım ile küçük torunu Uluğ Bey'i

25
Kabil'e kadar götürdü. Fakat kötü hava koşulları küçük Uluğ
Bey'i rahatsız etmesin diye 1398 yılında tekrar Semerkand'a
gönderdi. İyaseddin Ali bu olaydan söz e derken, Timur'un çok
sevdiği torunundan ayrılmak istemediğini, fa:kat Hindistan i1di­
minin çocuk üzerindeki etkisinden korktuğu için geri gönder­
diğini yazar.
Uluğ Bey'in şaşılacak derecede bir hafızaya sah.ip olduğu,
kitaplarda yer almıştır. Bunu teyid eden şu hikaye anlatılmak·
tadır. Bu hikaye, Uluğ Bey'in Karabağ'da kışı geçirdiği çocuk­
luk dönemine aittir. Timur'un « Sarayında Kıssa Han• olan ki­
şinin kız kardeşinin oğlu, Uluğ Bey'in oyun arilradaşı idi. 1448
yılında Horasan'da Uluğ B ey, derviş giysileri içinde bu arka·
daşını tanımış ve ona :
- Sen bizim Kıssa Han'ın kız kardeşinin oğlu değil misin
diye sual yöneltmiştir ve o arada U luğ Bey çocukluk dönem.in­
deki olayları bütün ayrıntıları ile hatırlamıştır.
Uluğ Bey, 10 yaşına geldikten sonra Semerkand civarında­
ki sarayda düzenlenen muhteşem toplantılara iştirak etmeye
başlamış, hatta Timur 7 yıllık seferinden sonra 1404 yılının son­
baharında Semerkand civarındaki saraylarda tertip edilen zi­
yafete iştirak etmiş, Çin ve İspanyol sefirleri ile tanışmıştır.
Timur, sefirlerin kabulü sırasında küçük prensler, elçiler hü­
kümdarlarının mektuplarını Timur'a arzederken tahta kadar
elçilere refakat e derlerdi. Uluğ Bey de bu gibi kabul merasim­
lerine iş tirak etmi şt ir.
Uluğ Bey, 10 yaşında iken amcazadesi Muhammed Sul­
tan'ın kızı Öge Begüm ( Öge Biki) ile evlendi. Timur'un evlenen
17 ile 9 yaşlan arasındaki torunları arasında Uluğ Bey de bulu­
nuyordu. 1402 yılında Osmanlılar'la yaptığı savaş sırasında
Timur tarafından esir alman, Bursa'da Osmanlı Sultanı Ba­
yazıd'ın ülkesinde yaşayan Suriyeli ilim Şeyh Şemse ddin Mu­
hammed ibn Cezeri'nin hutbesinde söz konusu evlenme zikre­
dilmiştir. Semerkand'ın Baş kadısı Selahattin, ftdet olan sual­
leri (rızalık suali) somıuş ve cevaplar alındıktan sonra dlııl

26
merasim sona ermiş ve daha sonra adet olduğu üzere ziya­
fetler verilmiş ve misafirlere kımız ve diğer içecekler ikram
edilmiştir. Uluğ Bey ve kardeşi İbrahim çok küçük yaşta ev·
lendirildikleri için, düğünden sonra da Timur ölünceye kadar
mürebbiyelerinin nezareti altında kalmışlardır.
1404 yılında Timur, Semerkand'dan hareketinden evvel,
hudutta oluşturulacak ülkeleri oğlu Şahruh'un küşük yaştaki
çocuklarına vermeyi kararlaştırdı. Taşkent, Sayram (Evliya
Ata), Aşpara ve Çin'e kadar uzanan bütün Moğolistan Ulu�
Bey'e verilmişti. Timur'un ölümünden sonra başlayan savaş
1409 yılında sona erince, Şahruh, Maveraünnehr genel valili­
ğine Timur'un yararlık gösteren kumandanlarından Amir Şah
Melik'in vesayeti altında olmak üzere, büyük oğlu Uluğ Bey'i
tayin etti. Semerkand'ın idaresi «en büyük emir ,en adil en
merhametli olan» Şah Melik'e tevdi edilmişti. Otrar'daki Şeyh
Nureddin ile Hisar'daki yaşça küçük olan Muhammed Cihan­
gir'in vasisi, Şah Melik'in yükselmesini çekemediler. 1410 yı­
lında Uluğ Bey ile Şah Melik'e karşı hareket ederek Semer­
kand'ın batısında Kızıl - Rahat mevkiinde zafer kazandılar.
Şahruh'un geri döndüğünü haber alan Şeyh Nureddin Semer­
kand'ı terk etti. Bunun üzerine Şah Melik, Şeyh Nureddin kuv­
vetlerine hücum etti ise de, tekrar hezimete uğradı. Bu defa
Şah Melik Semerkand'ı terk etti. Şeyh Nureddin ve Mehmed
Cihangir'e karşı savaş, Şahruh'un galebesiyle nihayet buldu.
Şahruh, şehri tekrar Şah Melik'e teslim etti. Şeyh Nureddinin
öldürülmesi üzerine, Şahruh ve Uluğ Bey'in Maveraünnehr'
deki hukukunu tanımayan son Başbuğ da ortadan kalkmış oldu.
Uluğ Bey, 141 1 - 1447'ye kadar Maveraünnehr'i idare etmiş
olmasına rağmen, sikkelerde ve hutbelerde babası Şahruh'un
adı zikrediliyordu. Bununla beraber Uluğ Bey'in çağdaşları ona
yalnız Genel Vali veya Melik olarak bakmıyorlardı. Nitekim,
Cilanutu vadisindeki bir kaya üzerine 1425 yılına ait bir kita­
bede Uluğ Bey, «Sultan-ı azam, fatih, mülükül akvam ve yer
üzerinde Allah'ın gölgesi» diye tanımlanmıştır ve Şahruh'un
adından hiç söz edilmemiştir.
27
Giyasüddin Çemşid Kaşi, Uluğ Bey'e ithaf ettiği riyazi
eserinde onu, «Sultanlann en büyüğü, en adili, merhametlisi,
en !limi, milletinin sahibi, Arap ve Acem sultanlannın efen­
disi, doğunun ve batının sultanı vesaire .... » sözleri ile tanım­
lamıştır.
Timur'un ölümünü takiben iç harpler sonucunda memle­
kette büyük bir karmaşa meydana geldi ise de, Şahruh'un aldı­
ğı tedbirler sayesinde ülkede düzen sağlanabildi. Gerçekten,
Şahruh yalnızca ismen bir hükümdardı; memleketi Uluğ Bey'in
annesi ana kıraliçe Gevher Şad, onun oğullan ve büyük me­
murlar idare ediyordu. Şahruh, şeriatın hareretli taraftan ol­
duğu için merasime fazla önem vermezdi. Bu nedenle de Baş
Emir, büyük bir yetki ile saray ve askeri işleri istediği gibi
idare ederdi. Diğer taraftan, Semerkand' da askeri işlerle il­
gili her türlü emirler doğrudan doğruya Uluğ Bey tarafından
verilirdi. Uluğ Bey, babasından farklı olarak da saray ve as­
keri idare hususunda Moğol ananelerine çok önem verirdi.
Uluğ Bey, tıpkı dedesi Timur gibi, Cengizlerle olan ak­
rabalığı nedeniyle ccgürganl» lakabını almıştır. Bu ünvanı ne
Şahruh ve ne de Şahruh'un diğer oğullan kullanmamışlardır.
Uluğ Bey'in ilk eşi, anne tarafından Özbek Han'a mensup, Mu­
hammed Sultan'ın kızıydı. Muhtemelen Uluğ Bey, bu ünvanı ta­
şımakta kendini haklı görüyordu. Nitekim, Uluğ Bey'in bu
eşinden dünyaya gelen kızı da annesi gibi hanzade Unvanını
taşıyordu. Uluğ Bey'in Sultan - Mahmut Han'ın kızı Ak - Sultan
Hanike ile evlenmesi, gürgan Unvanını pekiştirmiştir. Uluğ
Bey, babasının hükümdarlığı zamanında Herat'a seyahatten
başka, Timur İmparatorluğu'nun başka hiç bir yerine seyahat
etmemiştir. Diğer taraftan Şahruh'un seferlerine de bizzat
kendisi değil de gönderdiği askerleri iştirak etmiştir. Hatta,
Uluğ Bey kendi ülkesi yakınındaki savaşlara bile iştirak et­
mekten daima kaçınmıştır. Bu nedenle de Uluğ Bey, harp ve
siyaset konulannda oldukça başansızdı.

28
3. ULU� B EY'İN MAVERAÖNNEHR'DEKt İCRAATI

Uluğ Bey, büyük babası Tinıur'un askeri icraatından çok.


hakim olduğu bölgenin refahı ve başşehrin sanat, kültür ha­
yatında gösterdiği faaliyetleri taklid ediyordu. Semerkand,
Timur döneminde yaşadığı hayattan çok daha üstün sosyal ve
kültürel hayat kazanmıştı. Bu nedenle Uluğ Bey'in sarayı,
Herat'taki babasının sarayına hiç benzemiyordu. Herat'taki
hükümdarın yaşamı herhangi bir Müslüman gibi olup, yanında
muhafızları olmadığı halde cuma günleri camiye giderdi. Hat­
ta bu ihtiyatsızlığı Şahruh'un 1427 yılında bir suikaste uğ­
ramasına neden oldu. Şahruh, haftanın çoğu günü sarayına ha­
fızlan davet eder ve Kur'an-ı Kerim okuturdu. Şahruh'un di­
ni bütün olması, bir yerde hadisteki bir rivayetten kaynak
landığı üzerinde durulmaktadır. Hadisteki rivayet şudur : Heı­
yüzyılın başlarında bir din koruyucusunun ortaya çıkışı ile
ilgilidir. Şahruh, bu rivayete göre kendisini din koıuyucusu
olarak kabul ediyordu. Dolayısıyle dindar bir hükümdar ola­
rak şer'an yasak olan içki ve eğlence gibi dünyevi zevkleri şid­
detle yasaklamıştı. Hatta, şehirde konan yasakları takip eden
iki memuru vardı. Bu memurların evler içinde olup bitenlere
karışma yetkisi olmadığı halde, eşrafın evine girmek ve şarap
buldukları taktirde dökmek hakkına haizdiler. 1440 yılında Şah­
ruh'un oğlu Cuki ve hafızı Ala'üd-Devle'nin evinde şarap mah­
zeni olduğu ihbarı üzerine Şahruh memurları ile beraber eve
giderek şarapları döktürmüştür. Herat'taki bu duruma karşı
Sernerkand'da musiki ve şarkıcılarla ziyafetler düzenlenmekte
idi. Hatta, Semerkand'daki musikişinaslar ve şarkıcılar diğer
civar şehirlerin zenginleri tarafından da davet ediliyordu. Hoca
Ahrar'ın öz geçmişinde görüldüğü üzere, XV. yüzyılın başla-

29ı
rında Taşkent zenginlerinden birinin düzenlediği bir ziyafete,
Semerkand musikişinasları ve şarkıcıları davet edilmiştir. Bu
duruma, Semerkand Şeyhülislamı Abdül Melik'in oğlu ve Ab­
dili Evvel'in halefi İsameddin'in Uluğ Bey'e arka çıkması, o
dönem için oldukça ilginçtir. Şeriata karşı hareketlerde bulun­
duğu için Uluğ Bey'e hücum eden dervişlerin şeyhleri, aynı za­
manda İslamiyet'in resmi ruhani reisi olan Şeyhülislama da it­
hamlarda bulunuyorlardı. Şeyhülislam, inşa ettirdiği yeni ha­
mamının açılışı nedeniyle düzenlediği merasime şarkıcıları da
davet etmişti. Uluğ Bey'in atadığı memurlar, şeyhülislamı kı­
nayarak :
- Ya! Müslümanlıktan yoksun bir şeyhülislam, hangi
mezhebe göre erkek ve kadınların beraber bulunmaları ve şarkı
söylemeleri caizdir, diye feveran etmiştir. Aslında Semer­
kand Şeyhülislamları için bu çeşit hareketler yenilik değil­
di. Daha XII. yüzyılda bile Buhara Sadr-ı cihanları (Ekber
Şahin Vezirleri) zamanında din adamlarının debdebeli hayat­
ları müminleri çileden çıkaracak derecede idi. Gerek Buhara
Sadr-ı cihanları ve gerek Semerkand şeyhülislamları o dönem
yönetimin başında bulunan aristokrasi sınıfına dahil idiler.
Bütün bunlara rağmen Uluğ Bey, Buhara ruhanilerine değer ve­
rerek onların teveccühünü kazanmak istiyordu. Bu nedenle
Uluğ Bey'in inşa ettirdiği yapıların ilki Buhara Medresesi'ydi.
1 4 1 9 yılında Buhara'ya geldiğinde bu binada kalmış ve öğ­
rencilere ve diğer halktan kişilere hediyeler dağıtmıştır.
Uluğ Bey'in Semerkand'da yaptırdığı binalar arasında dini
kuruluşlar ön sırada yer alır. Buhara ve Semerkand'da XV.
yüzyılda ve daha evvel yapılmış binalar bugün iz bırakmadan
kaybolmuş olmalarına rağmen Uluğ Bey'in medreseleri ayakta
kalmış ve dini niteliğini korumuştur. Semerkand'da medrese
inşa ettirenler arasında Uluğ Bey'in vasisi Şah - Melik de bu­
lunmakta idi. Uluğ Bey, şeriata pek ilgi göstermemesine rağ­
men Kur'an-ı Kerim'i yedi türlü kıraate göre ezbere okuyabile­
cek kadar deneyim kazanmış bir din alimi idi.

30
Şekli 2. Ulug Bey medresesL

31
Vasıf'ın bir sözüne göre, Semerkand'da bir medresenin
inşaatının sonuna yaklaşıldığı günlerde, Uluğ Bey'e bu medre­
senin müderrisinin kim olacağı sorusu tevcih edilmiş ve Uluğ
Bey de :
- Her çeşit ilme sahip birisini tayin edeceğim, o sırada
pejmürde elbiseleri ile tuğla yığınları üzerinde oturan, Şem­
seddin Muhammed Havefi, Uluğ Bey'in sözleri üzerine, kendi-
sinin bu göreve uygun olduğunu beyan etmiş, Uluğ Bey, Havefi
He yaptığı sohbet sonunda, Havefi'nin gerçek bir alim oldu­
ğuna kanaat getirdikten sonra, Şemseddin'in hamama götürül­
mesini ve kendine temiz elbiseler verilmesini emretmiştir.
Şemseddin, medresenin açılış gününde verdiği derste, hazır
bulunan doksan alimden yalnızca Uluğ Bey ve Kadı-zade-i Rumi
konuyu takip edebilmişlerdir. Bu medresede öğrenim gören öğ­
rrncilerin sayısı yüz civarında idi. Birçok odası olan Uluğ
Bey Medresesi'nin cephesinde şu yazı yer almaktadır « Bilgili
olanların olmayanlara fadıl ve rüchan (üstün) olması, on be­
şinci gecesinde kamerin (Ay'ın) diğer yıldızlara karşı par­
laklık farkı kadardır» (Şekil : 2) . xvı. yüzyılda medreselerde
öğrenci sayısı arttığı için müderrislerin sayısı onu bulu­
ycrdu. Baş müderris, bütün Semerkand alimlerinin başı sayılı­
yordu. XVII. yüzyıldaki kargaşalıklar nedeniyle medresedeki
öğrenim yavaş yavaş zayıflamaya başladı ve XVI II . yüzyılın
başında medrese tamamen boşaldı. O dönemde kaleyi işgal eden
asiler tarafından medrese kaleden yüksek olduğu için, üst
kc. tı yıkılmıştır. 1752 yılında emir ve sonra han olan Muham­
med Rahim'de boş olan Semerkand medresesi binalarını hubu­
bat ambarı olarak kullanmıştır. Ancak XIX. yüzyılda medrese­
lerin ihyası cihetine gidildi ve Emir Haydan döneminde (1799 -
1 825) Uluğ Bey Medresesi öğrenime açıldı. Uluğ Bey'in Semer-

32
33
kand'da yaptırdığı medresesi ve hankah'ına (tekkesine) yakın
bir yerde, o dönemde, «Mirzalar hamamı» adı ile tanınan bir
hamam inşa edildi. Zemini düzgün taşlarla döşenmiş olup ne
Semerkand ve ne de Horasan'da böyle hamam yok idi. Bugün
bu hamamdan, yaptırdığı diğer binalardan, çeşmelerden hiç
bahsedilmemektedir. Hatta zamanında Timurluların merkadı
(kabri) olan ve XX. yüzyılda tamir edilen Gur - Emir binasından
bile bahsedilmemiştir (Şekil : 3). Uluğ Bey'in şehir dışındaki
inşaatına dair bilgi ise tamamiyle Babur'un eserinden intikal
etmektedir. İleride açıklayacağımız rasathane binasının he­
men batısında «Bagi - Meydan» bulunmakta idi. Bu bahçe Ti­
rnur zamanında da mevcut idi. Bu bahçelerin yanındaki bah­
çeye «Mirza Uluğ Bey'in bağı» adı veriliyordu. Bir sanatkar
olan Uluğ Bey, Semerkand'ı muhteşem yapılarla zenginleştirdi :
Bunlardan tekke, dünyanın en yüksek kubbesine sahipdir. Mu­
katta adı verilen, oyulmuş cami (veya Uluğ Bey Camii) , bu
adını, Çin tarzındaki süslemelerinden_. parça halinde ve
renkli tahtalardan almış olup, 823 (1420) 'te bitirilmiştir. Şah
Zinda'mn yapımı ise, 838 (1 434)'de ikmal edilmiştir (Şekil : 4) .
828 (1424) 'de, harikulade mozaiklerle süslenmiş hamamı da
bulunan, bir medrese yapılmıştır; saray, 40 yekpare mermer
sütun ve kanatlarında yer alan dört yüksek kule ile süslen­
miştir. Taht odası zemininin uzunluğu 15 m . , genişliği 9.60 m .
olup, duvarları, Semerkand beyinin eserlerini beğendiği Çinli
san'atkarlardan biri tarafından yapılan fresklerle süslenmiştir.
Gerek Timur ve gerekse Uluğ Bey döneminde Semerkand dı­
şındaki saraylar hükümdarların eğlence mahalleri idi. Uluğ
Bey, küçük oğlu Abdülaziz'in sünnet düğününü bu saraylardan
birinde yapmıştır. Saraylarda ziyafet devam ederken eşraf ve
avam tabakası da Kan-ı gil meydanında şarap içerlerdi. Bu du­
rumu gören muhtesib Belediye Başkanı Seyit-aşık, Uluğ Bey'e
şu sözleri söyledi. Sen Muhammedin dinini mahv ile kafirlerin
adetini ithaf ettin . Bu duruma çok sinirlenen Uluğ Bey kendi­
sine « Seyitlerin halefi ve ilim sahibi olmakla şöhrete sahipsin,

34
35
artık ihtiyarladın, sen galiba işkence içinde ölerek şehit olmak
istiyorsun ve bunun için de kaba kelimeler kullanıyorsun, fa­
kat ben senin arzu ettiğini yerine getirmeyeceğim» sözleri ile
hitap etmiştir.

Ruhanilere göre Uluğ Bey gayri adil bir hükümdardı.


Onun zamanında şeriat mümessili, kendi şerefine halel getir­
meden kadılık makamını işgal edemezdi. Uluğ Bey, yanlış bir
karar veren kadının sakalını kestirerek şehrin caddelerinde
gezdirmek istemesi üzerine, yakınlanndan Abdül Mü'minin ri­
casiyle kadı affedilmişti. Fakat buna karşılık Uluğ Bey'e 20
at vermek mecburiyetinde bırakılmıştı. Abd ül-Mümin atları
kendine almış ve Uluğ Bey bir süre sonra atların ne olduğunu
sorunca Abd ül-Mümin, kadının bu kadar at almaya durumu­
nun elvermediğini ve sakalını kestirmeye razı olduğunu söyle­
yince, Uluğ Bey gülmüş ve mesele bu konuşma ile kapanmıştır.
Semerkand'da kadılık makamını Şemseddin Muhammed mis­
kinin işgal ettiği dönemde, kadının adaleti ve cesareti hakkında
şu hikaye anlatılmaktadır : Herat şeyhülislamı Seyfeddin Ah­
med Teftazani'den rivayet edilmektedir. Uluğ Bey diğer İslam
hükümdarları gibi tüccarlara kazançlarından bir kısmını ver­
mek üzere hazineden para verirdi .. Uluğ Bey'den sermaye ola­
rak kıymetli bir taş alan tüccar, kazanç ve taşı vermeden
ölür. Uluğ Bey şahitler getirerek ölünün mirasına el koymak
ister. Bu olayı öğrenen kadı, Uluğ Bey'e haber göndererek,
«Bu işi gündeme getirmek ve şahitler getirmek size hiçbir
fayda sağlamaz, zira bu olayın iç yüzü bence malumdur. Eğer
lehine karar vermemi istiyorsan, soğuk bir havada el ve
ayaklarımı bağlayarak beni soğuk suya sokunuz ki, kendimden
geçerek lehinize karar verebileyim » bu sözlerin etkisinde
kalan Uluğ Bey mahkemeden vaz geçmiştir. Daha sonra bu kadı
Uluğ Bey'in öldürülmesiyle ilgili karan imzalamayacaktır.

Uluğ Bey döneminde arazi vergisi en aşağı düzeye indi­


rilmiş ve böylece çiftçi sınıfının da refahı sağlanmıştır. Hatta

36
Uluğ Bey, küçük oğlu Abdülaziz'in sünnet düğünü onuruna
Semerkandlılan vergiden muaf tutmuştur. Uluğ Bey, tamga,
yani sanat ve ticaret vergilerine de önem veriyordu. Uluğ
Bey'in tamgaya önem vermesi ruhanilerin görüşüne göre,
kefereliğinin belirgin alametlerinden birisi idi. Zira bütün
İslfun dünyasında Maveraünnehr dahil bu çeşit bir vergi şe­
riata aykırı bir hareket sayılıyordu Her ne kadar İslami ina­
.

nışlara göre, Uluğ Bey, bütün hükümlerinde şeriatı uygulayan


ideal bir hükümdar değilse de kendi arzulan için şeriattan ya­
rarlanan bir kişiliğe de sahip değildi. Bir edip, san'atkar ve
bilgin (alim) olan Uluğ Bey, Semerkand'ı İslam uygarlığının
merkezi yaparak, Timur'un rüyasında görmüş olduğunu ger ­

çekleştirmiştir.

37
4. ULUG BEY1N SALTANATI

1384 yılında doğan, Miranşah'ın oğlu Halil - Sultan, Uluğ


Bey gibi kıraliçe Saray - Mülk hanımın gözetimi altında büyü­
müştür. Hindistan seferinde büyük yararlıklar gösteren Halil ­
Sultan, daha o zaman Timur'un büyük sevgisini kazanmıştı.
Fakat 1404 yılında Timur'un onayını almadan, sevdiği bir ka­
dınla evlenmesi büyük babasının kızmasına neden oldu; fakat
Timur, yeteneğini bildiği için ordunun önemli bir kısmını
onun komutasına verdi.
Timur'un vefatında, başkent olan Semerkand, 1402 yılın­
da Fergana valisi olan Halil - Sultan'ın eline geçti. Esasen o,
evvelce Taşkent'te iken, emirlerini kendisine tabi kılarak, keıı­
disini dedesinin halefi ilan etmişti. Bu durum karşısında Şah­
ruh, ordusuyla birlikte Herat'tan Amu - Der'ya ya sefer hazır­
ladı ise de, Miran - Şah'tan korktuğu için Halil - Sultan'a karşı
herhangi bir harekette bulunmadı. Şahrud ile Halil - Sultan
arasında sonuçsuz kalan birçok savaş oldu. Çoğu defa başarılı
olan Halil - Sultan idi. Halil - Sultan, Semerkand' da genel bir
hoşnutsuzluk uyandırmıştı. Emirleri onun, eşi Şad Mülk'e sağ­
ladığı büyük nüfuzdan dolayı kırgındılar. Zira bu yüzden aşağı
tabakadan kimseler, Timur'un eski savaş arkadaşları aleyhine
olarak, daha yüksek memuriyetlere getirilmişlerdi. Bu arada
ül kede başgösteren genel bir kıtlık, hoşnutsuzluğu daha da
arttırdı. Halil - Sultan ile varılan anlaşma gereği 1 3 Mayıs
1409'da savaşa son verildi, ve Şahruh da Semerkand'ı hiç bi r
direnişe uğramadan işgal etti. Halil - Sultan kendisi için tayin
edilen Rey'e sevgili eşi Şad-Mülk hanımla gitti. Bu şehirde ölü­
müne kadar yaşadı ve Şad-Mülk hanım da zevcinden sonra ya­
şamak istemediği için hayatına son :Verdi.

38
Şahruh, Semerkand'ı terk ederken Uluğ Bey'i, Şah Me­
lik'in ihimayesinde Semerkand Melik'i tayin etti. Şahruh'un
diğer oğlu İbrahim Belhin, Muhammed - Cihangir, Hisar ve
Sali - Sarayın (Amu - Derya üzerinde), Ömer - Şeyh'in oğlu Ah­
med' de Fergana hakimi tayin edilmişlerdi. Ahmed dışındaki
bütün prenslerin yaşı küçük olduğu için o memleketin gerçek
yönetimi emirlerin eline bırakılmıştı. Bu nedenle, Semerkand'
ın yönetimi «en · büyük emir, en adil en merhametli olan»
Şah - Melik'e verilmişti. Bundan başka Uluğ Bey, Semerkand'
ın !babadan oğula geçen şeyh'ülislamlanna da tam bir saygı
gösterecekti.
Otrar'daki Şeyh Nureddin ile Hisar'daki yaşça küçük olan
Muhammed - Cihangir'in vasisi, Şah - Melik'in yükselmesini çe­
kemediler. 1410 yılında müştereken Uluğ Bey ile vasisi Şah -
Melik'e karşı harekete geçtiler ve Semerkand batısındaki Kızıl -
Rabat mevkiinde galibiyet kazandılar. Şeyh - Nureddin Semer­
kand'a girmek isteyince, ·şeyh'ül-islam başta olmak üzre
şehir halkı Şahruh'un emri olmaksızın şehir kapılarını açma­
yacaklarını bildirdiler. Şeyh Nureddin, Semerkand etrafını iş­
gal etti ve Timur'un yaptırmış olduğu Dilküşa Sarayı'nda bir­
kaç gün geçirdi. Fakat buna rağmen, şehir teslim olmadı. Se­
merkand dışında, Amu - Derya'ya kadar bütün ülke asilerin eli­
ne geçti. Bunun üzerine Uluğ Bey, Kelf şehrine çekilmek mec­
buriyetinde kaldı. Şeyh Nureddin, Timiz ve Kelf'e asker gön­
derdi ise de Şahruh'un ordusu gelinceye kadar bu şehirleri
işgal edememiştir. Şehruh'un ordusu ile yaklaştığı !haberini
alan Şeyh Nureddin, Semerkand'ı terk etti. Bunun üzerine
Şah - Melik, Şeyh Nureddin'e hücum etti ise de tekrar hezimete
uğradı. Şah · Melik'in Semerkand'ı terk etmesi üzerine şehir
büyükleri tarafından büyük tenkide uğradı. Şahruh, Uluğ
Beyi'n mağlup olduğu Kızıl - Raıbat'ta iki gün süren bir savaş
sonunda, Şeyh Nurettin'in ordusunu mağlup etti ve Semerkand
yeniden Herat kuvvetleri eline geçti. Şahruh, Semerkand'ı terk

39
ederken Şeyh Nureddin'e karşı mücadeleyi de Şah- Melik 'e bı­
raktı. Fakat, Şah - Melik, Şeyh Nureddin'e karşı sefere 141 1
yılının başlarında ba şlayabildi. UluğBey, ne bu sefere ve ne
de Sir - Derya bölgesinde cereyan eden sava şlara işt irak etmedi.

Uluğ B ey ile vasisi arasında başl ay an geçimsizlik üzerine,


Uluğ Bey, Şah - Melik'i b abasına şikayet etti. Bunun üzerine
Şahruh, emirlerinden Seyit Ali Tarhan'ı durumu incelemek
üzere Semerkand'a gönderdi . Seyit Ali Tarhan, Şahruh'a : « Şah
Melik'in ülkeyi iyi yönettiğini ve Uluğ B ey'e yararlı n asihatla rda
bulunduğunu, fakat bu nasihatların şehzadenin izzeti nefsini
incittiğini ve bundan da kötü niyetli kişilem faydalandığını•
an:etmişti .
Şah - Melik, Moğollarla yaptığı savaş sırasında Uluğ Bey'e
görünüşte ısaygı göstermeye devam ediyor ve ele geçen esir·
Ieri bağlanmış olarak Semerkand'a gönderiyordu . Daha sonra
bu esirler, yazı Badgist'te geçirmekte olan Şahruh'a gönderi·
liyordu. Maveraünnehr'den aldığı haberlerden çok memnun
olan Şahruh, Çabanata tepeleri civarındaki Kani-gil denilen
dilzlük yerde ordug!hını kurmuştu. Şahruh'un bu bölgeye ge­
lişinden altı gün sonra, Şeyh Nureddin'in başı kesilmiş olarak
getirildi. Bu olaya çok üzülen Şahruh, Şah - Melik'i derhal Se­
merkand'a davet ederek çok şiddetli bir şekilde tenkid etmiş­
tir. Ş eyh Nurettin'in katili de dayak atılarak cezalandırıldı.
Şahruh, her ikisini de affedinceye kadar yüzlerine bakmadı.
Gerçekten, Şahruh ve Uluğ B ey'in Maveraünnehr' de hukukunu
tanımak istemeyen son başbuğ ortadan kalkmıştı. Şahruh,
Semerkand 'ı terk ederken, Şah - Melik'i de y anına almıştı. Böy
lece Uluğ Bey, ilk defa Semerkand 'ın sahibi sıfatiyle, babasına
ziyafet vermiş ve kıymetli hediyeler takdim etmiştir. 17 yaşın­
daki pr ens , vasisinden kurtulmuş, kuzeybatı Amu - Derya 'dan
Sağanak'a ve kuzeydoğuda Aspara'ya kadar uzanan µlkenin
gerçek hakimi olmuştu. Böylece Uluğ Bey, 141 1 'den 1447 yı­
lma kadar , 36 yıl Maveraünnehr'i idare etmiş olmasına rağmen,

40
sikkelerde ve hutbelerde babası Şahruh'un adı zikrediliyordu.
Bununla beraber çağdaşları, ona genel bir vali veyahut bir me­
lik olarak bakmıyorlardı. Nitekim Cilanatu vadisindeki kaya
üzerinde, 1425 yılına ait bir kitabede Uluğ Bey, « Sultan-ı-azam,
fatih mülükülakvaın ve yer yüzündeki Allah'ın gölgesi» diye ta­
nımlanmış ve Şahruh'un adı hiç zikredilmemiştir.

Uluğ Bey, babasının hükümdarlığı döneminde Herat'ı zi­


yaretten başka Timurlular İmparatorluğu'nun diğer hiç bir
ülkesini ziyaret etmemiştir. Şahruh'un seferlerine bile, gönder­
diği askeri birlikler iştirak ediyor ve hatta Uluğ Bey, ülkesi
civarındaki savaşlara dahi iştirak etmiyordu. Maveraünnehr'de
sükftnet sağlandıktan sonra en önemli olay, Timur'un ölümün­
den sonra Özbeklerin işgal ettiği Harezm'i tekrar ülkeye dahil
etmekti. 1413 yılı başlarında bu olay, Şah - Melik tarafından
Maveraünnehr'e gönderilen askerin iştirakiyle halledildi. Bu
zaferden sonra Şah - Melik, Harezm genel valisi tayin edildi ve
bu görevde ölümüne kadar kalmıştır. Şah Melik, Uluğ Bey'den
farklı olarak birçok defalar ülkesini terk ederek Şahruh'un ba­
tıya düzenlediği seferlere iştirak etmiştir. Uluğ Bey, sabık va­
sisi ile daima iyi komşuluk münasebetlerini sürdürmeye azami
dikkat göstermiştir. 1419 yılında Uluğ Bey, Buhara'ya geldiğin­
de Şah - Melik, onu selamlamak ve hediye olarak atmacalar
takdim etmek için nökerlerini göndermişti.

Uluğ Bey, Fergana sahiıbi Şehzade Ahmed'i savaş hakkın­


da konuşmak bahanesiyle Semerkand'a davet etti. Fakat Ah­
med, Uluğ Bey'in karakterini bildiği için bu davete icabet etme­
ye cesaret edemedi. Bunun üzerine Uluğ Bey, müzakere için
Endican'a emirini gönderdi. Ahmed'in bir kaç gün sonra oğlu­
nu göndermesi kararlaştırıldı ise de bu karar gerçekleşmedi.
Bunun üzerine Uluğ Bey, Fergana'ya hücum etti ve Ahmed'de
kalelerde asker bırakarak dağlara çekildi. Uluğ Bey, Ahsi ile
Endican'ı işgal etti ve bu yerlere kendi adamlannı atadı. Daha
sonra Ahmed, Moğollardan aldığı askeri güçle ülkesine geri

41
geldi ise de Endican'ı zaptemedi. Moğollar, Fergana'yı yağma­
layarak memleketlerine geri döndüler ve Ahmed'de Kaşgar'da
kaldı.
Uluğ Bey'in Fergana'yı zaptı kendi girişimi ile mi, yoksa
o zaman öber - Şeyh'in diğer oğullarına karşı mücadelede :bu­
lunan Şahruh'un isteği ile mi yapılmış olduğu belli değildir.
Fakat Şahruh, o�lunu, bu hareketi nedeniyle cezalandırmadığı
gibi , bu girişimden ortaya çıkan hiç bir sorumluluğu da üs­
lenmemiştir. 1414 yılında Uluğ Bey, Herat'ı ziyareti sırasında
babasının tahtı yanında kardeşi Baysungur ile yan yana dur­
ması, Şahruh için bir övünme konusu olmuştur. Şahruh, böyle
iki oğula sahip olmaktan gurur duyduğunu beyan etmiştir.
Şahruh Şehzade Ahmed'e bir mektup göndererek, 1414
yılındaki savaşın kendi yokluğundan ortaya çıkan bir anlaşmaz­
lık olduğunu ve kendisini Herat'a davı:rt ettiğini ve affedile­
c�ğini bildirdi. Herat'a gelen şehzade Ahmed, diğer şehzade­
lerle beraber bir isyan hareketi hazırlamakla itham edilerek,
Herat'ta alıkonulmuştur. Fakat, Şehzade Mekke'ye gitmeyi
başardı ise de bir daha geri dönmedi.
Ahmed'in Kaşgar'da bırakmış olduğu oğlu, Melik Şeyh ­
Ali Tugay, yaptığı anlaşma ile, Uluğ Bey'in vali olarak atadığı
Sıddık ve Ali'ye şehri teslim etmiştir.
Altın - Ordu'da meydana gelen olaylar, Toktamış oğulla­
rmdan Cabbar - Berdi'nin tahta çıkması ve evvelce Timur'un
hizmetinde bulunan Çingiz oğlanın hezimeti gibi olaylar, Sir­
Derya'da ordusu başında bulunan Uluğ Bey'in Semerkand'a
dönmesine neden oldu. Bundan seferin Özbek'lere karşı tevcih
edilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Aym kavime karşı 1419 yılında
da sefer yapılması düşünülmüştü; bu yılın mayıs ayında, Ti­
mur ile savaş yapan Urus - han'ın torunu Şehzade Burak Ö�bek,
Uluğ Bey'e müracaat ederek kendisine yardımda bulunulma­
sını istedi. Bunun üzerine Uluğ Bey, şehzadenin düşmanlarıyla
mücadeleye karar verdi ve Semerkand'da bir doruğa tayin

42
ederek sefere çıktı. Taşkent civarında, Uluğ Bey. Özbek asker­
lerinin dağılmış olduğunu öğrendi. Bundan sonra Uluğ Bey
sefere devamdan Va2geçerek Semerkand'a geri döndü.

1423 yılında Burak'ın başansı ve Özbek han Muhammed'in


ordusunu ele geçirerek ülkesinin büyük bir kısmı üzerinde
hakimiyetini yeniden elde etti. Burak'ın tam bir zafer kazana­
rak. «babalan ve cetleri tahtını» ele geçirdiği haberi Uluğ Bey'e
1425 yılının başlarında gelmiştir. Uluğ Bey, Burak'ın tahta
çıkmasına yardımcı olduğu için Burak tarafından Maveraün­
nehr'e hiç bir tehlike gelmeyeceğini düşünerek, dikkatini Mo­
ğollara çevirmişti. Bu yıllarda Moğolistan'da, Özbek ulusunda
olduğu gibi kanşıklıklar devam ediyordu. Moğolistan ile ilgili
bilgi, Uluğ Bey'e Kaşgar Valisi Sıddık tarafından iletiliyordu.

Uluğ Bey, Maveraünnehr'e hudut olan göçebe devletin ba­


şına kendi adamlarını, Burak ve Şir - Muhammedi getirmişti.
Toktamış nasıl vaktiyle Timur'un ümitleri hilafına hareket
ettiyse, bu hanlar da Uluğ Bey'e karşı benzer siyaseti takip
ediyordu. Her ne kadar Şir - Muhammed, Maveraünnehr'e karşı
askeri harekatta ibulunmadıysada Şir - Muhammed, kendisine
bağlı olmak istemiyordu. Uluğ Bey'in 1416'da Kaşgar'a gönder­
diği başbuğlardan birisi bekrit soyundan Ali idi. 1423 yılında
bu adamın oğlunun Moğollara sığınması üzerine Uluğ Bey, onun
iadesini istemişti. Müzakereler Şir - Muhammed Han ile değil­
de, Sadr - İslam Unvanına sahip Moğol büyüklerinden biriyle
yapılmıştı. Sadr - İslam, 1424 yılında firarinin affını istemek
üzere adamlar göndereceğini ve af sağlanamaz ise firarinin
Uluğ Bey'e teslim edileceğini vaadetmiş olmasına rağmen bu
v::ıad gerçekleşmedi. Bunun üzerine Uluğ Bey, Moğolistan se­
feri hazırlıklarına başladı ve düşünülen seferden Şahruh ha­
berdar edildi ve onayı alındı. Uluğ Bey, Sir - Derya boyunda
askeri yığınak yaptıktan sonra, Şahruh bu defa onayını geri
aldı. Fakat Uluğ Bey, geri çekilmenin korkaklık işareti ola­
cağı şeklinde kabul edileceğini düşünerek, sefere 17 Şubat

43
1425 'te başlanıldı. Savaş Moğolların hezimeti ile sonuçlandı,
esirler huzura getirildi ve hepsi kılıçtan geçirildi. Uluğ Bey'in
Scmarkand'a varışı büyük şenliklerle kutlandı. Elde edilen
haşan haberi Herat'a yetişti ve bunun üzerine Şahruh ve hükü­
met, bu seferin başarısızlık.la sonuçlanacağı endişesinden kur­
tulmuş oldu. Her ne kadar bu sefer Şahruh'un isteğine karşı
gerçekleşti ise de, haşan nedeniyle konu gündeme getirilmedi.
Vluğ Bey, Herat'a geldiğinde Şahruh tarafından merasimle
karşılandı ve onuruna eğlenceler düzenlendi.
Uluğ P.ey'in askeri şöhreti pek uzun sürmedi. Başlangıç·
ta Burak, Uluğ Bey'e minnettarlığını gös terdiği halde, daha son­
ra Cuci haleiflerine ait olan ve yanlııı Timur döneminde Çağa·
tay devletine ilhak edilmiş olan, Sir - Derya boyundaki yerlere
hakimiyetini iddia etti. Burak, gerek şeriat ve gerek adetler ge­
reği, şehrin büyük babasından kendisine miras kaklığını iddia
edereık, Özbeklere karşı harekete hazır olduğunu Şahru:h'a bil·
dirdi. Şahsuh büyük !bir kararsızlık içinde idi. Her ne kadar 'oğ­
luna harbi yasakladı ise de, yardımcı olmak üzere 1 5 Ş ulbat
1427'de oğlu Çuki kumandasında Herat'tan hareket eden bir
kuvvet gönderdi. Çuki, Uluğ Bey'e Semerkand'ıdan Sağnak'a
giden yolda iltihak etti . İki ordunun birleşmesi sonucu, şehza·
deler kendilerini o kadar güçlü hissettiler ki, hic 'bir ihtiyati
tedbire dahi gerek görmediler ve Burak.'ın af ve sulh dilemek
için gönderdiği elçiler bile geri çevrildi. Sağnak'a yakın bir te·
peınsi yeııde Çağataylardan daha az olan Öııbek askeri Şehzade
İbrahim üzerine hücum ettiler. Çağataylılar bu ani hücum kar­
şısın.da firara koyuldular ve böylece iki ş ehzade savaş meyda­
nını terk edip geri çekildiler.
Uluğ Bey'in bu hezimeti Maveraünnclır halkı üzerine bü­
yük etki yaptı ve hatta hezimete uğramış bir orduya şehrin ka­
pılarının açılmamasını talep eden bir grup oluştu. Şehrin ileri
gelenleri duruma hakim oldular ve Uluğ Bey ile Cuki Semer·
kand' a avdet edtıbildi. Her ne kadar galip ordu başşehre kadar

44
gelm e di ise de meml eketi tahrip ettiler· Haber Herat'a ul aştığı
sıralarda, Şahruh bir suikastçiden aldığı yarası tamamen iyi ol­
mamasına rağmen para ve asker göndererek yardımda bulun­
du. Bunun üzerine Uluğ Bey, kendi kuvvetlerine Cuki ve He­
rat'tan gelen kuvvetleri de ekleyerek, Sir Derya'yı geçti ve Taş
- ­

kent'e kadar geldi ve Öibeklerin geri çekildiklerini öğrendi.


Böylece tehlike bertaraf edilmişti, buna rağmen Şahruh, ya­
nma oğlu Baysungur'u da alarak Herat' t an hareket etti. Ordu­
da bir prensin bulunuşu, Uluğ Bey'i şüphelendirdi ve Şahruh'­
un Maveraünnehr'i kendisinden alıp Baysungur'a vereceğinden
korkmuştu. Uluğ Bey'in isran üzerine Şahruh, oğlu Baysun
gur'u geri gönderdi. Bu arada Şahruh, Amu Derya'ya yaklaştı
-

ve askerlerini nehiııden 200 kayıkla k arşı sahile geçirdi ise de


bu hareket bir ay kadar devam etti. Uluğ Bey, askerlerini terk
ederek baıbasının yanına geldi Şahruh, Uluğ Bey'den askerinin
.

durumunu sorduğunda atlannın büyük bir kısmının telef ol­


duğunu öğrenince ordusunu dağıtmasını emretti. Şaıh.ruh, Se­
rnerkand' a gelerek savaşda felakete neden olanları sorumlu tu­
tarak, dayak atm ak suretiyle cezalandırdı. Bu arada Uluğ Bey'­
de şiddetli bir şekilde tekdir edildi. Hatta belli bir süre için Se­
rnerkand' ın id aresi elinden alın dı ise de daha sonra kendisine
hakimlik geri veril di.

1427 yılındaki bu ol ayl ar Uluğ Bey'in daha sonraki salta­


natı üzerinde de etkili olmuştur. Sonraki 20 yıllıık i daresi sıra­
sında hiç bir sefere iştirak etmedi ve dolayısiyle ordu daima
baş arısız oldu. Nitekim Uluğ Bey'in saltanatının son yıllarında
gerek Moğollar ve gerek Ö�ekler Maveraünnehr'e akınlar yap­
tıkları halde hiç bir karşı harekette bulunulmamıştır.

45
5. ULUG BEY'İN BİLİMSEL UGRAŞISI

Uluğ Bey'e gelinceye kadar, bilimi destekleyen birçok hü­


kümdar gelmiş geçmiş ise de, alim olan bir hükümdara rast­
lanmamıştır. Ortaçağ İslam a"Stronomisinin en son eserini ve­
ren Uluğ Bey'in ilme ilgisinin ne zaman ve kimin telkini ile
başladığı bugün kesin olarak bilinmemektedir. İlk terbiye ve
eğitimini aldığı Saray - Mülk hanıma veyaıhut büyük balbası Ti­
mur'a medyun olduğu da bir hayli şüphelidir. Diğer taraftan
Emir Şah Melik'in nezaretinde bulunduğu yıllarda, bu merakı­
nın haşlamış olması da şüplıelidir. Di ğer taraftan Ulu�
Bey'in diğer Timurlular'dan farklı bir eğitimi ve öğrenim gör­
mediği de bir gerçektir. Her ne kadar Uluğ Bey'in ilimle ilgilen­
mesi Maveraünnehr'.e hakim olduktan sonra başladığı yazı­
lırsa da Uluğ Bey'in çocukluk döneminde Meraga Rasathanesi'
ni ziyaret etmiş olması, daha bu hevesinin çocukluk dönemin­
de başlamış olmasına kanıt olarak kalbul edilebilir. Bununla
beraber Timur döneminde Semerkand'a getirilen bilim adam­
larının bir kısmı, U luğ Bey zamanında da mevcut idi. Dolayısiy·
le Moğol istilası döneminde İran'da, Meraga'da Ab.durrahman
el - Tı1si ( Tus 120 1 Bağdat 1 274 ) tarafından kurulan, dünya­
-

nın en büyük Meraga Rasathanesi ve fbu kuruluşta yapılan ça­


lışma ve gözlemleri İran'lı bilim adamlarının açıklamaları ve
dolayısiyle Uluğ Bey'in ilgisini astronomiye çekmiş olmalarıda
çok m ümk ündür Uluğ Bey, geometrinin en gLiç problemlerini
.

çözeıbikn bir riyaziyeci, fakat hepsinin de üstünde bir astrono­


mi alimidir. Semeı:ıkand'da Uluğ Bey' in ilk öğretmenlerinden,
zamanın Eflatun'u olarak tanımlanan, Bursalı Selahattin Mu­
sa ibn Muhammed Kadı - zade Rılmi'dir. Diğer bilim adamı, Ka­
dı - zade'nin önerisi üzerine Uluğ Bey tarafından Keşan' dan da-

46
vet edilen Giyasüddin Cemşid ibn Mesud'dur. Tanınmış yazar
Aıbd ür Rezzak, diğer Keşanlı al imlerden Muhiddin'in de Se·
merkand'da bulunduğunu yazarsa da, Uluğ Bey bu bilim ada­
mından söz etmez. Bunwıla beraber bu alim!in bırakmış oldu­
ğu mektuptan dönemle ilgili bilgi edinmek mümkün olmuştur.
Bu mektupta astronomlar arasında oğlu Mansô.r Kaşi'nin ve
öğrencisi Abdül Ali ibn Muhammed Bircandi'den söz edilmek­
tedir. Abd ür Rezzak, 1420 yılı olaylarını açıklarken o yıl yapı­
lan medrese ve tekkeler nedeniyle rasathane inşaatından da
söz etmektedir. Bununla 'bera'ber bu rasadıanenin diğer bina­
larla aynı yılda yapılmış olması gerekmektedir.

Giyasüddin Cemşid, Uluğ Bey in hizmetine girmeden ev­


'

vel 1416 yılında Kara Koyunlu Sultanı İsıkender için, astronomi


aletleri ile ilgili küçük bir eser yazmıştır. Cemşid, 2 Mart 1427
tarihinde Uluğ Bey'in kütüphanesi için düzenlediği matematik
ile ilgili eserini tamamlamış olduğuna göre, Cemşid 1416 ile
1427 tarihleri arasında Semerkand'da Uluğ Bey'in hizmetine
girmişfk. Bu eserin giriş kısmında cZlyc-1 Hakanı fi Tekmll-i
Zlyc-1 İlhanl ft'n Nücftm» adını taşıyan eserinden söz edilmiştir
.

Bu eserde, Meraga Rasathanesi kurucusu Tusi'nin zic'inin açık­


laması da yer alır. Bu eserini ithaf ettiği Hakan muhtemelen
Uluğ Bey'in b.aıbası Şahruh'tur. Bu da Cemşid'in Semerkanda'
gelmeden evvel bir süre Herat'ta kaldığını gösterir.

Giyasüddin Cemşid'in zic'i zamanımıza kadar ulaşamadı­


ğından, Uluğ Bey'in ziyci ile aralarında ne gibi fark olduğunu
bilmiyoruz. Giyasüddin Cemşid'in haşin ve nazik olınaıdığı hak­
kında bazı rivayetler varsa da, Uluğ Bey ilmine verdiği değer
nedeniyle söz konusu hareketlerine tahammül etmiştir. Bunun­
la beraıber Cemşid yazdığı matematik ile ilgili eserinde Uluğ
Bey'e ithaf, oldukça tumturaklı bir dil ile yazılmıştır. Hatta o
yıllarda Şahruh hayatta olmasına rağmen «Alemin insanlarla
meskun krsmında Uluğ Bey'in hilafet ve saltanatının ebedi ol·
ması . » gibi satırlar yer alır ( şekil 5 . )
. .

47
Şekil 5. Uluğ Bey'in Semerkand'daki heykeli.

48
Uluğ Bey zamanında, Batlamyus olarak tanınan, daha
sonra Fatih Sultan Mehmed'in hizmetine giren Alaedıdin i'bn
Muhammed Kuşçu da ( ölümü, İstanbul 1474) Semerkand ast­
ronomları arasında yer alır. Uluğ Bey'in Ali Kuşçu'ya oğlum
diye hitap etmesi, bir yerde hakanın etkisiyle astronomiye me­
rak sarmış olduğu intibamı uyandırmakta ise de, Ali Kuşçu'nun
bu merakı hakana yaranmak için olmamış, ölümüne kadar
devam etmiştir. Ali Kuşcu, Kadı - zade i Rumi'den ve Uluğ
-

Bey'in kendisinden matematik ve astronomi okudu. Öğrenme


hırsı bir türlü sona ermeyen Ali Kuşçu gerek Uluğ Bey'den ge­
rekse Kadı - zade' den izin almadan habersizce Kirman'a gider.
Orada, önce okuyarak öğrenimini tamamlar ve Nasır el - Din
TO.si'nin «Tecrld el - Kelamı» na «Şerh - i Cedid - i Tecrid »i ha­
zırlar. Hazırladığı eserini Ebu Sa'id Han'a itıhaf ile armağan et­
miştir. ( Üniv. Kütüp., Nr. 82016) . Evvelki şerhlerin içeriğinin
özeti de dahil, Ali Kuşçu'nun açıklama ve fikirlerini de içeren
bu şerh, öğrenciler arasında (yeni açıklama) olarak şöhret bul­
muştur. Celaleddin - i Dervani, bu esere güzel bir haşiye de yaz­
mış, fakat Mir Sadır el - Din ve Şirazi'nin tenkidlerine uğramış­
tır. Bu eserin kazandığı önem nedeni ile Ali Kuşçu, Maveraün­
nehr'de ve diğer İslam ülkelerinde büyük üne kavuşur ve özel­
likle de Ali Kuşçu, İran da Şarih - tecrid diye anılır. Ali Kuşçu,
Kirman'da iken bir süre kendisinden haber alınamaması ve ani
kayboluşu kendisini tanıyanlarda biraz endişe uyandırmıştır.
Ali Kuşçu, Kirman' da nakli ilimleri öğrenirken akli ilimlerle <le
uğraşmayı iıhmal etmez. Tıpkı gidişinde olduğu gibi, bir gün ani
olarak çıkagelir ve doğru hocası Uluğ Bey'in huzuruna gider
ve uzun bir süre kendisinden uzak kalışı nedeniyle özür diler.
Uluğ Bey özürünü kabul eder, lakin :
- Bana Kirman'dan ne hediye getirdin? diye sorar,
- Bir risale getirdim ve bu çahşmada Ay'ın safhalarını
hallettim, bundan başka armağan sunmaya gücüm yok dedi­
ğin.de, Uluğ Bey,

49
- Getir göreyim, nerelerde hata etmişsin anlayalım em­
rini verir. Ali Kuşçu biraz heyecan biraz da kızmış olarak ayak­
ta, «Risalat hall el - eşkal el - kamer;) adlı telif eserini başından
sonuna kadar okur. Uluğ Bey, Ali Kuşçu'nun bilgisine hayret
eder ve ayağa kalkarnk onu kutlar.
Uluğ Bey'in takdirine mazhar olan Ali Kuşçu, K'a dı - zade'
nin ölümü üzerine Semerkand Rasathanesi'ne müdür olur. Böy­
lece Ali Kuşçu 'nun titiz çalışmasiyle «Ziyc - i Gürgani»de ta­
mamlanır. Esasen tertiıbine çok önceden başlanan «Ziyc-i Gür­
gani » n in giriş bölümünde Ali Kuşçu'nun eserin tamamlanma­
sında yardım ettiği ile ilgili satırlar yer alır. Uluğ Bey, eserinin
mukaddimesinde, öğrencisinden bahsederken, «ferzand - ı ercü­
ment ve mahrem - i mast» sözünü kullanmaıktadır. Görülüyor
ki, Uluğ Bey, Ali Kuşçu'ya bir öğrencisinden çok evlat ve ger­
çek bir dost muamelesi yapmış ve onu kendine çok yakın say­
mıştır ( Ziyc-i Uluğ Bey, Beyazıt Genel Kütüp. Nr. 46121 , 1 ) .
1908 yılında Rus arkeoloğu V. L. Viatkin tarafından orta­
ya çıkarılan rasathane He ilgili, Albd ür Rezzak ve Balbür'ün
eserindeki Uluğ Bey kısmında çok az bilgi bulunmaktadır. Ra­
sathanenin bulunduğu meydan üzerinde yapılan kazılarda hiç
ıbir sonuç elde edilememiş, fakat toprak altında daire yayı şek­
lindeki devasa gözlem aletinin bir kısmı gün ışığına çıkmıştır.
Bu dairenin yüksekliği Ayasofya Camii yüksekliği kadardır. Ba­
bür'ün sözlerine göre, bütün bina üç katlıdır ( Şekil 6 ) . Alb d ür
Rezzak, bu rasathane içindeki aletlerden söz ederken, dokuz
gök katının derece, dakika, saniye ve saniyelerin ondaibirlerini
gösteren ve 7 gezegen, yıldızları içeren gök küresinden, iklim ve
dağlar, denizler, şehirler v.s. gösteren yer küresinıden de söz
eder. Büyük b ir kitapsever olan Uluğ Bey'in kütüphanesinin
rasathanede mi yoksa saraylardan herhangi birinde mi olduğu
hakkında kesin bir bilgiye sahip değiliz. Diğer tarafdan, Tebriz'
da Gazan Han Rasathancsi'nde olduğu gibi, dünyevi bilimleri
(doğa bilimlerini) öğreten ibir okulun olup olmadığı da kesin
değildir.

50

51
Uluğ Bey'in ziycinin tamamlanması 1437 yılı olarak kabul
edilmektedir. Bununla beraıber. Uluğ Bey eseri üzerinde çalış­
maya son vermeyip eksikliklerini 1449 yılında tamamlamıştır.
Bazı eserlerde ziyc'in düzenlenmeye başladığı tarih olarak 1439
gösterilmektedir. Fakat ziycin kronoloji bölümünde, İslam tak­
vimi ( Hicri Kameri takvimi). Çin takvimi ile karşılaştırırken,
Şan - Ven siklinin başlangıcı olarak 8 Şeyval 448 (28 Ocak
1444) göst ermesi ziycin 1439'dan sonra da, hala' ,üzerinde çalı·
şılrnakta olduğunu göstermektedir. Her ne kadar Uluğ Bey,
1259'da inşa edilen ve 1300'de Gazan Han tarafından gezil diği
zaman faaliyet halinde olan Meraga Rasathanesi'ni örnek almış
ise de, Semerkand Rasathanesi, Meraga Rasathanesi k adar
uzun ömürlü olmamasından başka pek etkili de olamamı ştır .

Üstelik Uluğ Bey'in katlinden hemen sonra rasathane yıkılmış


ve hatta çalışma arkadaşları ülkeyi terk etmişlerdir.

52
6. ULU(; BEY'İN DİÔER MERAKLARI

Uluğ Bey'in devlet idaresi görevi, matematik ve asrono­


miye ilgisi dışında bazı meraklan da vardı. Bu meraıklan ara·
sında avcılıık ön sıraları işgal etmekte idi. Nitekim XI. yüzyıl­
da yaşamış Selçuk Sultanı Melikşaıh giıbi, avda öldürdüğü kuş­
ların listesini tutardı. Devletşaıh, Uluğ Bey'in fev.kalade bir ha­
fızaya sahip olduğunu vurgulamak için şu hiıkayeyi anlatır :
Uluğ B ey, bir gün avla ilgili düzenlediği defterini kay-beder ve
bütün aramalara rağmen bulunamaz. Bunun üzerine Uluğ Bey,
kaYbettiği defterinde yer alan listeyi yeniden düzenler. Bir SÜ·
re sonra kaybolan defter bulunur. Kaybolan defterdeki liste ye­
niden hazırlanan defter ile karşılaş tınldığı zaman, ancak dört
beş yerde fark olduğu görülür. Bu bir yerde Uluğ Bey'in hafıza
kuvvetini ve ava merakını kanıtlama.kıtadır.
Uluğ l3ey'in edebiyat ile de ilgisi olmasına rağmen, İran
edebiyatı hakkında az çok bilgi s aıhilbi idi. Zaman zaman kar­
deşi Baysungur ve İbraihim ile aralarında edebiyatla ilgili soh­
betlerde bulwıurlaııdı. Uluğ Bey, İran 'ın büyük şairlerinden
Nizami'yi Baysungur ise, Hind şairi Hüsrev Dehlevi'yi takdir
ederdi. Uluğ Bey'in şiirden zevk alması, şair İsmeti Buil1ari ile
Barandak, Rüstem · i Huryani ve Taıhir - i J\biverdi gibi şairle­
rin hamisi olma:sına neden olmuştur. Uluğ Bey sadece araştır­
ma yapmayı teşvik etmekle kalmamış, aynı zamanda kendisi de
bizzat Cengiz Han hanedanındaki 4 ulusun tarihi hakkında bir
eser yazmıştır. «Ulus - i arba'a - 1 Cinglzi» adını taşıyan bu eser,
maalesef kayıptır. Bu eser ihtimalle İran'daki Tuluy ve Çağa­
tay ulusunun tarihleri bakımından değerlidir. XIX. yüzyıl ta·
rihini yazan müverrih :Bbu Taıhir Hoca, Uluğ Bey'in Farisi şiir­
ler yazıdığından söz ederse de Devletşah, Uluğ Bey'in bu özel­
liğinden hiç söz etmez.

53
7. ULUG BEY'İN AİLE HAYATI

Uluğ Bey hayatı boyunca beş evlilik yapmıştır. Şüphesiz,


saray geleneklerine uygun olarak çok sayıda cariyesi bulun­
makta idi. Beş evliliğinden yalnız üç eşinin adı bilinmektedir.

1 . Muhammed Sultan'ın kızı Öge - Begüm Uluğ Bey'in


ilkeşidir; onunla 1404 yılında 10 yaşında iken evlenmiştir.
1419 yılında ölen Öge - Begüm, Gür - Emi r'd e ibabasımn kabri
yanına defnedilmiştir (Şekil 3). Uluğ B ey'i n 'bu e şinden ilk ço­
cuğu 1412 yılında doğmuş ve Haıb]be Sultan adı verilmesine
rağmen bu kız çocuğu Muhammed Sultan'ın torunu olması ne­
deniyle Hanzade - Begüm adı ile anılrmştır. Fakat bu prenses
ancaık iki yıl yaşamıştır.
2. Yalnız ismen Han olan ve Timur zamanında adına sik­
keler basılan Sultan Mahmud Han'ın kızı Ak - Sultan - Hanike,
Uluğ Bey'in ikinci eşidir. Ali Kuşçu'dan rivayet ediLdiğine gö­
re, Uluğ Bey, falcılık yapan Muhammed Ardistani'den cereyan
edecek olaylar hakkında bilgi edinmek ister. Ardistani, en
önemli olayların harem ile ilgili olduğunu söyler, fakat Ali Kuş­
çu'nun Uluğ Bey'in yanı nda bulunması nedeniyle fazla bir şey
söylemek istemez. Uluğ Bey, Ali Kuşçu'nun çok yakın bir dostu
olduğunu ve ondan gizlenecek bi r şeyi olmadığını ve her şeyi
serbestçe söylemesini ister. Bu sözler üzerine falcı, Uluğ B ey'in
eşlerinden birini !birkaç gün için de ö l düreceği ni ve zevcesi
Han - kızını boşayacağı kehanetinıde bulunur. Bu falın i kinci
kı:smına Uluğ Bey inanmamıştır. Zira Uluğ Bey Han - Kızı'ru
çok sevdiği için o güne kadar yanından bi le ayırmamıştır. Fa­
kat falcının ilk kehaneti gerçekleşince Han - Kızı, memnuniyeti­
ni o kadar açık bir şekilde belirtmiş ki, bu duruma kızan Uluğ

54
Bey'de Han - Kızını boşamıştır. Şüphesiz, bu kehanet ile bo­
şanma işinin bir ilgisi yoktur. Herhalde nedeni bilinmeyen
ailevi geçimsi zlikten dolayı Uluğ Bey eşini /boşamış olması çok
mümkündür.

3 . Bilinen üçüncü eşi ise Halil Sultanın Kızı, Hüsnü Ni­


gar Hanike'dir.

Uluğ Bey'in eşlerinden ve cariyelerinden yedi kızı olmuş­


tur. Ak - Baş ve SultaR Baıht'ın annesi Rukiye Sultan Hatun'
dur. Kutluğ Türkan Ağa'nın annesi Buyan Kükeltaş olup, Dev­
let Baht - ı Saadet'in kızıdır .

Ralbia Sultan Begüm, Semerkand'ın Mirza EJbu Sa'id ta­


rafından işgalinden sonra ( 1451 ) özbek Hanı Ebiillıayr'ın eşi
olmuş ve daha sonra ıhan o lan Küçküncü ve Süyüncü adlı
erkek çocukları doğurmuştur. Kabri Türkistan'da IOlup halen
mevcuttur.

Hondemir, Uluğ Bey'in kızlarının bazılarından söz eder­


ken annelerinin adlarını da belirtir. Fakat, oğullarının anneleri
hakıkmda hiç bilgi' vermez. Genç yaşında ölen .A!bdullah, 1420
Temmuz'unda doğmuştur. 1421 yılında doğan Abdurrahman,
1432 yılın.da Semerkand' da ölmüştür.

Uluğ Bey'in öldürühnesine neden olan halefi Aıbdül - La­


tif'in doğum tarilhi gösterilmemektedir. Gevlher - Şad'ın göze­
timinde yetişen A!bdül Latif, 1437 yılında Herat'ta sünnet etti­
-

rilmişti. 1439 yı lında Mısır sefaret heyetinin kalbul merasimin­


de şehzadeler arasında bulunuyordu. Herat sarayında Baysun­
gur'wı oğlu Ala ad - Devle'nin daha çok iltifat görmesine kızan
Abdili - Latif Semerkand'da balbasının yanına dönmüş ise de,
daha sonra Herat'a dönmeye ikna edilmiştir· Uluğ Bey'in yan­
lız bu oğlundan torunları olmuş, fakat 1457 ve 1464 yıll arında
bü�abalan ve 'balbalannın uğradıkları felakete uğram1şlar,
yani katledilmişlerdir. Abdül - Latif'ten daıha genç olan karde-

55
şi .Afbdülaziz'in do�m tarihi hakkında kesin bir bilgi yoktur;
1435 - 36 yılında han ünvanını taşıyordu. Abdülaziz, ağabeyinin
aksine Semerkarıd'da yetişmiş adına binalar yapılmıştır. Şah­
ruh döneminde şehzadelerin eğitimine Timur dönemindeki gi­
bi, itina gösterilmiyordu. Timur döneminde şehzadelerin eğiti­
mi, hakanın sarayında belli kişiler nezaretinde yapılıyordu.
Halbuki Şahruh döneminde şehzadelerin eğitimine gereği ka­
dar önem verilmemiştir.

Uluğ Bey ve oğlu arasındaki şiddetli geçimsizliğe rağ­


men Aıbdül Latif, baıbası gilbi ilim ve alimleri sever, astrono­
-

mi, nazını ve tarih ile ilgileniııdi. Hatta bir rivayete göre astro­
nomiye düşkün olan balba oğul astrolojiyle de ilgileniyorlardı.
-

Bu nedenle güya her ikisi de zayiceleri yardımı ile birinin di­


ğerine fenalığı dokunacağına kanaat ıhasıl etmişlerdi.

56
8. ULUÔ BEY'İN ÖLÜMÜ

Uluğ Bey, babası Şalının hayatta olduğu zaman, impara·


torluk sarayında bir misafir olarak bulunuyoı:ıclu. Her ne kadar
Uluğ Bey, Şahru!h'un en büyük oğlu olmasına rağmen devleti il­
gilendiren sorunlara doğrudan doğruya iştirak edemiyordu. Zi­
ra, Şahrun döneminde, ilan edilmiş bir veliaht yok idi. Bütün
hakimiyet Kıraliçe Gevıher Şad'da idi ve o da B aysungur un 17
'

Haziran 1417'de dünyaya gelen oğlu Ala � Devle'yi seviyordu;


fakat, Uluğ Bey ve Herat'ta babasının çıkarl arını gözetmeye
memur edilmiş Abdili Latif'ten korktuğu için, onu veliaht ilan
etmeye çekiniyordu. Bundan başka Herat tahtına ad.ay olarak,
fimur'un ölümü sırasında üç yaşında olan Befilı hakimi Şah­
ru'.h'un oğlu Muhamme d Cuki düşünülüyordu. Şahruıh, aleni
değilse bile ibu oğlunu halef tayin etmek istiyordu. Devlet ida­
resini elinde tutan Gevher Şad ise, Muıhammed Cuki'yi, Ala ad
Devle ve Abdül Latifin iştirak ettikleri «divan» işlerine bile
karıştırmıyordu. 1444'te Şahrun'un il:ıastalarunası ve ölümünün
yakın olduğu düşüncesiyle, Gevher Şa.d'ın israrı üzerine askeri
kumandan Celaleddin Firuz Şah, Ala ad Devle'yi velillat sıfatıy­
le biat etti. Şahruıh'un iyileşmesi üzerine her şey kanştı ve üs­
tel-i'k aynı yıl Muhammed Cuki öldü. Celaledıdin Firuz Şaıh'ın
ölümü üzerine de, taht veraset meselesi de açıkta kaldı. Uluğ
Bey'in hakkının kay:bolmaması veya düzenin tamamen karış­
maması için de, Ala ad Devle, devlet başkanı olarak ilan edil­
mekten kaçınıldı. 1446 yılında Baysungur'un genç oğlu Mu­
hammed çok yaşlanan büyük babası Şahruh'a isyan ederek
Hemendan ve İsfahan'ı zapt etti ve Şiraz'ı kuşattı. Bu sıralarda
Ala ad Devle Herat'ta, fakat Cevıher Şad, Albdül Latif ve Şahruh
ise savaşan ordunun başında idi. Şahruh torununa karşı yaptı-

57
ğı savaşta, Batı İran'da hiç bir direnmeyle karşılaşmadı. Sul­
tan MUhammed dağlara 'kaçtı ve i syancılar şiddetle cezalandı­
nldılar. Timurlular İmparatorluğu bir karmaşa içine girmişti.
Uluğ Bey'de ordusunun başına geçerek Ala ad Devle ile sava­
şa girdi ve başarılı savaş sonunda Ala ad Devle Meşhed'e ve
oradan da Kuçan'a kaçarak biraderi Baibür'ün yanına iltica etti.

Uluğ Bey'in Horasan seferi oğlu ile aralarındaki husume­


tin su yüzüne çıkmasına neden oldu. Bu anlaşamamanın sonun­
da, Uluğ Bey ve Abdili Latifin orduları Aınu - Derya nehrinin
iki sahilinde karşı karşıya geMiler. Bu durumda takriben üç
ay kaıdar kaldılar. Arada sırada nehri geçme girişimleri yapıldı
ise de, genellikle başarısızlıkla sonuçlandı. Buna rağmen Abdili
Latif, babasına oranla daıha başarılı idi. Bu sıralarda Uluğ Bey'
in Semerkand'da bıraktığı Albdülaziz'in, orduda bulunan Emir
ailelerine yaptığı baskı haıberi, harp alanında gayri memnun
bir grubun oluşmasına neden oldu. Hatta bir ara bu gayri mem­
nunlar, Uluğ Bey'i yakalayıp oğluna teslim etmeyi bile planla­
dılar. Bu durum karşısında Semerkand'a dönen ve işleri düze­
ne sokan Uluğ Bey, şehrin yönetimini Miranşah Kuin'e teslim
etti. Semerkanıd'da asayişin sağlanması üzerine ordusunun ba­
şına dönen Uluğ Bey, tekrar oğlu üzerine yürüdü. Baba - o6rul
arasındaki savaş Semerkand cıvannda Dimşik'te 1449 yılının
eylül veya ekim ayında meydana geldi. Uluğ Bey'in ordusu sa­
vaşı kaybetti. Bunun üzerine Uluğ Bey Semerkand kalesine sı­
ğınmak istedi ise de, Miranşah ona kapıları açmaıdı. Bunun üze­
rine Uluğ Bey ve oğlu Abdülaziz ve birkaç yoldaşı ile beralber
Şahruhiye kalesine sığınmak istedi. Fakat kale komutanı Pu­
latoğlu Memluk İbrahim, onları yakalayarak Abdül Latif'e tes­
liın etmek istemesi üzerine Uluğ Bey, kendi arzusu ile oğluna
teslim olmaya karar verdi ve Sernerkand'a geri döndü. Tes­
liın olan Uluğ Bey öldürülmedi; fakat bütün yetkisini kayı'betti.
Uluğ Bey'in hacca gitme isteğini kabul eden oğlu, diğer taraf­
dan Uluğ Bey'in ortadan kaldırılması için de gizli gizli planlar

58
yapmaya başladı. Albdül Latif, Uluğ Bey'in daha önce öldürdü­
ğü bir adamın oğlu ile ilişki kurarak gizli bir muıhaikeme kurul­
masını sağladı. Ölen adamın oğlu �bbas, Han'a başvurarak şe­
riata müsteniden !baıbasının intikamının alınmasının kendisine
verilmesini talep etti. Bu istek üzerine Abdül Latif, şeriata gö­
re ne lazımsa, onun yapılmasını emretti. Bu emir üzerine ruha­
ni ülema tarafından gerekli fetva hazırlandı; fakat bu fetvayı
Semerkand 'ın bütün :kadı.lan. mühürlemesine rağmen Kadı
Miskin mühürlemedi. Bu muhakemeden habersiz Uluğ Bey,
kendine yoldaşlık eden hacı ve berafberindekiler Semerkand'ı
terkettiler. Fakat kısa bir süre sonra kendisine yetişen bir ha­
berci Uluğ Bey'in lhazırlıklarının gereği gibi yapılmadığı, kü­
çüle ve büyklerin, Tacik ve Türklerin hoşuna gidecek şekilde
bir uğurlamanın yapılması amacı ile cıvar bir köyde konaklan­
ması istendi. Köye gelen Uluğ Bey, daha önce hazırlanan dü­
zen üzerine yakalanarak elleri arkasında iple bağlandı. Elleri
bağlı Uluğ Bey diz çöktürülerek, .Albbas tarafından bir kılıç
darbesi ile başı gövdesinden ayrıldı. Bu olay Hicri 8 Ramazan
853'te vuku bulmasına rağmen, kabri üzerindeki kitaıbede 10
Ramazan olarak tariıh bulunmaktadır.

59
9. ULU� BEY'İN ASTRONOMİ ÇALIŞMALARI

M·S. il. yüzyılda !skenıderiye okulunun çok tanınmış ast­


ronomu Batlamyus, bilim tarilhinde Almagest Arapça adı ile bi­
linen, antik Yunan astronomisi ile ilgili ansiklopedisinde, Hip­
parlros'un gözlemlerine dayanan 1 022 yıldızın ka:taloğunu ver­
miştir. Almagest'te yayınlanan kataloktaki hataları farkeden
Uluğ Bey, Semerkand'daki diğer bilim adamları ile beraber
1018 yıldızın konumlannı içeren kendi adı ile anılan a:Ziyc - 1
Uluğ Bey»i düzenlediler. Bu eser «Ziyc - 1 Gürgani», a:Ziyc - i
Cedid - i Sultani», a:Ziyc - i Uluğ Bey» adlan ile ün kazanmıştır.
Uluğ Bey'e evrensel bir ün kazandıran bu katalog, Sernerkand
civarında inşa etirdiği Rasathanede yapılan gözlemlerle dü­
zenlenmiştir. cZiyc - l Uluğ Bey»in birçok müze ve kütüphane­
lerde kopyaları, çevirileri ve açıklamaları bulunmaktaıdır. Uluğ
Bey'in bu ünlü ki taıbı hakkındaki en önemli açıklamayı, ziyc - in
hazırlanmasında hizmeti geçen, Ali �şçu yapmıştır. Kandilli
Rasathanesi El yazmaları Kütüphanesi'nde No. 262/ l 'de kayıtlı
«Şemü Ziyc-i'l Cedid» adındaıki kitabıdır. Kandilli Rasathane
sindeki bu kitaJbın kopya kaydı şöyledir : «Terrımet fi evaihiri
Zilıhicce sene 879 bi - medineti'I Kostantiniye». Bu satırlar, özet
olarak kitabın İstanlbul'da Hicri 879 yılının zilhicce ıayının son­
larında yazımının bittiğini açıklamaktadır. Uluğ Bey Ziyci'ni
açıklayanlar arasında özellikle Uluğ Bey ziyci'ni açı:klayıcı ola­
rak tanınan Derviş el-Hace Abbas Vesim et Tabib bulunmakta­
dır. Abbas Vesim'in Uluğ Bey Ziyci'nin aç:ıklaması a:En Nehcü'J..
Buluğ Şerhi Ziyc-i Uluğ» adını taşır. Bu kitabın Hicri 1 1 80'de
kopya edilen bir nüshası Kandilli Rasathanesi Kütüphanesi'nde
No. 208 ile kayıtlıdır. Diğer önemli açıklamalardan biri de Ka­
dı - zade-i Rurni'nin torunu Mirim Çelebi (Mahmud b. Muham-

60
med b. Kadı - zade er - Rumi el Müş.tehir bi - Mirim) 'nin yazdı­
ğı «Düsturu1 �l fi tashllıi'l cedvel• adlı eserdir. Bu eserin
·

özgün olanı ır. Beyazıd'a sunulmuş olup, bir kopyası Kandilli


Rasathanesi El Yazmaları Kütüphanesi'nde No. 199'da kayıtlı­
dır.

Uluğ Bey, bu ziyci dört bölüm olmak üzere düzen1enmiş·


tir. Eserin giriş kısmında, Uluğ Bey'i bu eseri yazmaya sevke­
den nedenler açıklanır ve bu esere yardım eden bilim adam­
ları adlan ile tanıtılır. Böylece, dünyaca meşhur Semerkand
Rasathanesi'nde çalışmış olan bilim adamlarının en önemlileri­
nin adlanm öğrenmiş bulunuyoruz. Giyasüddin Cemşid, Ka­
dı-zade-i Rfuni ve Ali Kuşçu bu eserin düzenlenmesine yardım
eden astronomlardır. Uluğ Bey kendisine yardım eden Gıya­
süddin Cemşid'e « İftiharül Hükema» ve hatta Ziyc-i'nin ön \sö­
zünde Gıyasüddin için «Evail ilimlerinin mükemmelleştiricisi
ve meselelerin çetrefil noktalarının çözücüsü diye de söz eder.
Ali Kuşçu'yu da «Ferzendi, Ercümend » (ibüyük alim, şerefli
oğul) olarak tanımlanmıştır. IQmdilli Rasathanesi El Yazması
Kütüphanesi'nde No. 261 'de kayıtlı, hicri XII. yüzyılda kopya
edilmi'Ş nüshasında, cZiyc»in yazılmasında katıkıda !bulunanlar
şu satırlarla açıklanmaktadır : « Kitalb-ı ziyc te'lif'ül-M.elik el­
al'im er ra1'bam Uluğ Bi'k b. Şalhrun b. Timür-i küreden. Kar'a
ala'lmevla el-müştehir bi Kadi-zade er-Rumi. Ve bena rasadan
bi - Semerkand. Ve sarrafa fihi malen azirnen ve tevellahu ev­
velen Gıyasüdıdin Cemşid sü:mme tewellahu'l-mevla Kad.ı-za:de
er-Rumi. Fe-teveffahu'llahu kreble itmaıhimi ve i'krnalihi. Ve
kemlehü'l-rnevla Alauddin el-meşhur bi Ali el-Kuşçu».

Bu eserin birinci bölümü, cıvar bölge ülkelerinde kulla­


nılan takvimler hakkında ayrıntılı açıklamalar içerir. Ele alı­
nan takvimler, Yunan, Arap (Hicri ) , İran, Meliki veya Celali,
Hitay veya Uygur takvimleridir. Bu takvimlerin birbirine
çevrilmesi hesaplan yanında her ülkenin takviminde yer alan
önemli günlere de yer verilmiştir. Bu eserin ikinci bölümü de

61
trigonometrik fonksiyonlar, ekliptikel ve ekvatoryal koordi­
natlar, meridyen doğrultusu, enlem ve boylam tayini, iki yıl­
dızın veya gezegenin uzaklıkları tayini gibi astronomi ile ilgili
tanımlar yer alır. Üçüncü bölümde, güneş ve gezegenlerin ha­
reket teorisi, Ay ve Güneş tutulmaları ve bazı as tronomi ile il­
gili konubr açıklanmıştır. Dördüncü Bölüm ise astroloj iye
ayrılmı ştır. Kuşkusuz Uluğ Bey'in hazırladığı bu eser, yer
merkezli yani Güneş de dahil bütün gökcisimlerinin yer etra­
fında dön düğünü kabul eden B atlamyus evren görüşüne daya­
nır.

Uluğ Bey'in Semerkand civarında inşa ettiği dönemin en


modern rasathanesi, en duyarlı gözlem araçları ile donatılmış­
tı. « Fahri Sekstant» adı verilen bu aletlerden biri, meridyen
doğrultusunda yerleş t i rilmiş, takriben 60 derecelik tuğladan
yapılmış bir yaydır. Bu yayın çapı ise takriben 40 metre, yani
Ayasofya Camii yüksekliğinde idi. Astronomi tarihinde, o dö­
neme kadar böyle devasa diğer bir alet yapılmamıştır. ( Şekil : 7)
B u alet i l e Semerkand astronomları yanızca gök cisimlerinin
konumlarını değil, aynı zamanda büyük duyarlıkla astronomi
sabitlerini de tayin etmişlerdir. Bu sabitler arasında tutulma
düzleminin eğimi, yıllık presesyonu, dönencel yıl uzunluğu da
bulunmaktadır.

Uluğ Bcy'in kişiliği ile i lgili bilgi çok az ise de, G iyasüd­
din-i Kaşi'nin yazdığı mektup bize Uluğ Bey ve o dönem Se­
merkand'ındaki bilimsel faaliyetler hakkında yeterince bilgi
vermektedir. Gıyasüddin-i Kaşi, Uluğ Bey'i bir devlet adamı
V·e yönetici olmaktan çok etrafına topladığı ibilim adamları
arasında bir bilgin ve b ilmi destekleyici olarz.k tanıtır. Bu mek­
tup yazıldığı sıralarda Uluğ Bey 26 27 yaşlarında
- ol duğuna
göre verilen bilgi, daha o yaşlarda Uluğ Bey'in, gerek akli ve
gerekse nakli bilimlerde oldukça derin bilgiye sahip olduğu­
nu, özell i kle matem ati k ve astronomi konusunda bilgisini art­
tırmak için büyük çaba sarfettiğini göstermektedir. Mektubun

62
Şekil 7. Semerkand'daki arke ol o j i k kazılarda ortaya çıkarılan Fahri­
°'
w
Sekstantın kalıntılan.
yazılışı sıralarında Semerkand'daki sistemli ve düzenli ilmi ça·
lışmanın on ilci yıllık bir geçmişi olduğunu da öğreniyoruz. De­
mek ki bu ilmi faaliyet 1408 - 14 1 0 yıllarında başlamıştı. Bu yıl­
larıda ise Uluğ Bey çocuk denecek yaşta idi. Şüphesiz, böyle bir
faaliyetin Uluğ Bey tarafından başlatılması mümkün göriil­
memektedir. Kadı-zade-i Rumi, bilgisini artırmak için uzun bir
yolculuğa katlanarak Bursa'dan Semerkand'da geldiğine göre,
Uluğ Bey 'den önce Sernerkand önemli bir ilim merkezi idi. Bu­
nunla beraber daha sonra, Uluğ Bey'in teşvik ve himayesi ile
Semerkand'ın bir kültür ve bilim merkezi olarak önem kazandı­
ğı da bir gerçektir.

Bailey, Uluğ Bey'in etrafında yüze yakın bilim adamı ol­


duğunu eserinde yazar. Her ne kadar Bailey, hiç bir kaynak
göstermiyorsa da, bu sayının doğru olm·ası mantıklı göriilüyor.
Zira, Gıyasüddin mektubunda Uluğ Bey'in yanında 60-70 . ma­
tematikçinln bulunduğunu ve aynca, hesap uzmanları ile ast­
rologların varlığını işaret eder. Giyasüddin'e göre matematikçi
olarak gösterdiği kişiler, bilgilerini arttırmaya gayret eden ki­
şilerdi. Değişik bilim dallanın temsil eden bu bilim adamların­
dan bir kısmı medreseye dahil, diğer bir kısmı da medreseye
dahil değillerdi. Bunlar medreselerde verilen konferans ve
dersleri takip ederek tartışmalara da iştirak edebiliyorlardı.
Medrese dışında, genellikle Uluğ Bey'in sarayı da bir kültür
merkezi halinde idi, burada bilimsel toplantılar ve tartışma­
lar yapılıyordu. Semerkand' da büyük ün kazanan Kadı-zade,
bir medresenin başında bulunuyor ve verdiği dersler diğer mü­
derris ve öğrenciler tarafından takip ediliyordu. Uluğ Bey'de
zaman zaman Kadı-zade'nin derslerine devam ederdi. Uluğ
Bey'in hocası Kadı-zade'ye büyük saygısı vardı. Hatta, şu gerçek
hikaye, Uluğ Bey'in hocası hakkındaki duygularına iyi bir örnek­
tir. Günün birinde Uluğ ,Bey medresenin dört müderrisinden
birinin işine son verdi ve ders vermekten menetti. Bunu duyan
Kadı-zade, olayı protesto etmek 'çin derslerini vermekten vaz-

64
geçerek inzivaya çekildi. Kadı-zade'nin hastalandığını zanne­
den Uluğ Bey, olayın gerçek yönünü öğrenince hocasını ziyaret
ederek ondan özür diledi, ve hakan da olsa, bir bilim yuvasın­
da bir daha keyfi davranışlarda bulunmayacağı hususunda
vaadde bulundu.

65
cı. v. IoH A N N ı s B• ı N a ı u c ı ı ,
- -- - --

Afironomıa:,
ln crlrberrım.'i A(ııdcmı.l Oxo1ıınıfi,
Jjoru S., vılıant,
Proj(
C A � 1 C V L A R 1 A.
1

O rcus Sırtı hcli.tcı.


Una cum dcmonftr.ıtıonc

Pto p.ıraUcle> anfcraow. �gypu•

.Auflore I O H A N N E G R. & V ı o •

.fı!ıbu,
ı f11[ıJ,Pııorımı a.l ıq11ot Stt!/,ırum Lrm.
•Cet/ftr•nı.,
gu ud1ncJ , & LıJt11Miınıs,

Ex A f h ono a1 1cı � O bfcrvauonibus


P/111, J)eı�ı.,
Tamcrlanı Af.1gni � epons.

txcud�bat H 1: N " ı <.. u s UA L L ,lmpcnfis


o X o N ı tA.,

l Hu » .e R.o o ı fl s u N . 1 648.

Şekil B. John Greavas'ın 1648 yJlında yayınladığı ziyc-i tnuğ Bey'm


Latince kitabın kapağı .

66
10. ULUC BEY ZİYCİ AVRUPA'DA

Avrupa'da XV. yüzyılda büyük önem kazanan denizcilik,


aynı zamanda astronominin de bir meslek olmasını sağladı.
Denizcilikte yön, zaman ve gemi yerinin tayini gibi önemli ko­
nular, yıldızların doğru olarak konumlannın bilinmesini ge­
rek tirmektedi r . XV. yüzyıl ve sonraki dönemlerde Avrupa'da
yıldız katalogları düzenleme çabalan devam etmiş ise de, bu
çabalar daha çok Ortaçağ İslam astronomlarının düzenledik­
leri yıldız kataloglarını kendi boylamlanna göre düzenleme
şeklinde idi. Uluğ Bey'in kataloğunun mevcudiyetini farkeden
Avrupalı bilim adamları bu kataloğun birçok çevirisini yap­
tılar. İngil tere 'nin en eski bilim merkezlerinden biri olan
Oxford'da profesör olan John Greavas, Uluğ Bey'in düzenledi­
ği «Zlyc-1 Uluğ Bey• deki yıldız konumlarını içeren cedveller
dikkatini çekti ve «Zlyc-l Uluğ Bey•in bir bölümü 1648'de :

•Qulbus acceserunt, lnsignlorum Allquot Stellarum Longltu­


d.lnes, et Latltudines, Ex Astronomicls Observationibus Ulug
Belgi, Tamerlani Magnl nepotls• ( Oxomiae, 1648 ) , adı ile ya­
yımladı ( Şekil : 8 ) . E serin yayımlandığı yıl, «Ziyc-i Uluğ Bey•
den alınan Coğrafya ile ilgili tablolar da, «Binae Tabulae Geog­
raphlcae, una Nasslr Eddlni Persae, Altera Ulug Belgi Tatarı :
Opera et Studio J. Gravll» (Lugdum Batavoram, 1648 ) , başlı­
ğı ile yayımlandı. İki yıl sonra Londra'da •Ziyc-1 Uluğ Bey »in
birinci bölümü olan kronoloji, «Epockae celebriores, Astrono­
mis, Historicls, Chronologis, Chataionun, Syro-Graecorum,
Arabam, Persarum, Chorasmionum usitatae : Ex traditione
Ulug Belgi» ( London 1650) başlığı altında yayımlandı. Söz ko­
nusu çevirilere duyulan ihtiyaç nedeniyle iki yıl sonra çe-

67
virilerin ikinci baskısı yapıldı. 17 yıl sonra Oxford'da Bodleian
Kitabevi'nin başkanı, şarkiyatçı ve çevirmen, Thomas Hyde
« 1 639-1 707 ) , Semerkand kataloğunun Taj i k ve Latince yeni bir
basımını «Tabulae Long , ac Lat. Stellarum Hxarum, ex obser­
vatione Ulug Beighi» ( Oxonii, 1 665 ) , « Uluğ Bey gözlemlerine
dayanan sabit yıldızların boylamları ve enlemleri tablo1arııı adı
ile yaptı ( Şekil : 9 ) . Uluğ Bey tablolarının yayımlandığı sıra­
larda Avrupa'da böyle özgün yıldız katalogları nadir ve hayli
kıymetli idi. Yer yüzündeki herhangi bir yerin konumunu tayin
için, yıldız gözlemlerine ihtiyaç vardır. Bu nedenle, bu
tabloların önemli uygulama değeri bulunuyordu. Zira, bu gibi
tayinler büyük coğrafya keşiflerine neden olan denizciler bü­
yük ihtiyaç gösteriyordu.

Uluğ Bey'in yıldız tablolarının incelenmesi bu gözlemle­


rin, 39° 37,23" enleminde ve 99° 1 6' boylamında, Semerkand'da­
ki bir yerde ( yani rasathanede) yapılmış olduğunu kanıtla­
maktadır. Yıldız yerlerinin epoku ise Hicri 84 1 , Miladi 1 437 yı­
lına tekabül eder. Şu halde «Ziyc-i Uluğ B ey ıı i n düzenlenme­
sinden takriben ikiyüz yıl sonra, Avrupa'da değer kazanması
çok önemli bir olaydır. Bu ise o zamana kadar hala Avrupa'
da Semerkand Rasathanesinde yapılan yıldız gözlemleri düze­
yinde, gözlemlerin yapılmadığını da kanıtlar. O dönemde yeni
tanınan Uluğ Bey'in «Ziyc»ine b ilim ooamlarını gösterdiği şaş­
kınlık, ziycin düzenlendiği zaman, içerdiği yıldız sayısı ve kulla­
nılan yöntemlerin özgünlüğü ile M.S. il. yüzyılda Almagest'te
yayınlanan Hipparchus-Ptolemaeus kataloğundan sonra astro­
nomi tarihinde ikinci katalog olmasından ileri gelmektedir.

Hyde'nin Oxford yayımından yirmibeş yıl sonra Polon­


yalı astronom Jan Hevelius ( 1 61 1-1 687 ) , çok tanınmış kitabı
« Prodromus Astronomiae» (Astronomi Habercisi) içinde Uluğ
Bey'in tablolarına yer verdi. Bu kitap içinde, o tarihte bilinen
Ptolemy, Tycho Brahe, Riccioli, Prens Hesse ve Hevelius'un
katalogları ile Uluğ Bey kataloğu karşılaştırıldı, ( Şekil : 1 0 ) .

68
---- -�����-

11
(6)

a ı�ıai
.- 1
il _,.,;;,ı.� '-" �,. --
. ..
v.r ' - ı".1"V-ı'Y ....fs '��..1" --'J"""
Ttbulı de lom Sıclhrnm � . ı tum fC"CUndlım Longiıudı·
ıwm & t11ıc�d·n<m C\"lll Ob(trr ıtıoet ııol\ci ıın<W"""
"; "'
..,,, ... . :· J'-J)
''"''°'.... "''J" o11 ,,,,,.,ıfım, •'*'ur.,; .,.,....

lı�.
c:- ı
Sııll.ı fıg ıraıum Borcılium.
1

�-,
l:?!°I i!?ı

1--r-----
l•�A ·
� .r-:--)J"lı .J)�� vQ"
•· sı1ıı.111Ş .,.,.;,, ... ...,.. 1 �1 �

1Ç: r· ---j
p
l"'"/ıu m't.I /••; l••.

..) .. r·�·:I ,
,...,,.,w
-- r .. ,.; •1'1"" �� ;:. 'i: <.:'- � � f

ı- t.' ... . .... ·:- ....>.- � .J'"' v.�;-


-- s,,ı,, .... � .. ... · -· -·

5Ttlla<1Uıt cl\ t.t1'rft'llİUft� -,j,/,, - - ;-",o 7sı � � J e v:;> .. .. " e, <,S-. ......
_,...;1
....ı , .., �.,..
._._..) ; �

'
.).. . .;-- ....... • .. .,.

·r....

....
ol
'
<llı r pot\ ..,. ın .. aec:ı • u •1 ;� 4 ''· " r '-"''"' ı .,.. �� • t.- • • I
. - •
1 Qıa pot\ bıac el\ nıl'."C•
1
1
,.... ' "' • o'•y' ..... .- '
J
1 ,

I �� t..�
tltıda o H 1J ,ı � ·," .. V'
c

el
.. .4 • -·
Aııtulıı lıı pıTcıtöC9ıı
1
!s
4 ; Stcl1a !At•
..,..ı... �•} c,,ofj<ı- �fo ı o
rt Qptıagall /" J' � .

•ı;
1 17 •J
·"·�� ;.ı :•.f" t�.a.:.ı,..ı

I ..,.�J"v'.1'..r.f'!' ""t+ I J
J
r
SıeU• Borı.Je io � lacrt 1 •4 , 7S o

o;
,l
. .. .. it � � u� ;,1 ..,.11....:. �,'- i •

J ,
Stclla Aut\nlicıt dun111

7 j Sıclla ......w.,.
•""'- ı• ''17J
41
1
·· (
. ..
,. ,,ı,
....
qur rııııc ıe � bı.. 1
·

o �iil ,1j>I ..>1 ..,-_, �


.,1 ..
(?'

ooclrm ,.,.,.�
• .. ,,/f..., 4 IJ i l 11 I .
�· "t.fc.ıl;•ll.,,.l@. I el.o V,_.. ) ._,.JW �fo ı ;
1
·•

... ,,. luot ''S"'- �

_:-•·��·:.::::�:.,..
1ı1 il
ı ı SıcUa Adı&lıı qw el\ u�• Cupcr
:1 1 1
Alııbf� • o u \7• ·O IB 14 V•\ · �.J'
�.V:-1..,. "
. .;, � O
-·'-��-'-������.!-..�--�- -....�
.. �-

Şekil 9. Thomas H yde'ıtin yayınladığı kitap içindeki Latince ve Tajik­


°'
\t:) ;e Zij'in s ayfası.
CJ

E V E Lll T YC.HONI
I Lf��;�u;oo
HASS.� 1'. ICCIOLl LUO PTOLOMıE l
Plll1'C.

,
i BEIOH H E \' E L l l
LY R A. Long•rudo Long.rudo LongıNdo Looılf•do M<rnfıo-.•fü
r,. J.� 10=���0 1.attNdo 1-JııttUdo L1t,rucfo
Nomina Srcllarum. . .Dır
Jı..•• :Tfll
Gr. Mr• llt. J)l fi•. J.f•• Sn-- -��
Urnudo Dtclıruıuo
S'4, I� � ....!
!!..-2!1:� 2"
. - • • ıo--Jll1 - -; j;;-14- 0 .,..

]16 >1'.811 1ı
• �··

1
--!:L �· � ��

,,
61 47 17 B ôl 47 JO u �� 1; !! tı�� !� � .. � ': : � � •! � ,. ı:: �� �,)
·-�------ 1 7 -ı � 14 7l6-; """7- io--,, ı.- ır -.ıi1 1 .-0- 1 _ iTJı_o
1_ _ _ iJJ; -. , ,-
-- J 7P J O --
J6 4 ıo li td 1 o li 8 f6 )1 O
6-p ' l1_ 1_ - 0- -.,;
t6 4 JO )O 16 10 O il > 14
PIJ ! , 1 7il --

j

41 ' ,. ıı-.;- -
.-- J l l 1147-

i)l9)1-�ı_-> ,
17 _• 9 17 o o
� lf 7 JO b l< 6 o B 11 4 )O i l. I )O 1I O f i !O O il il 2f
ıM:idam (equrns Borealis. -ı ,- 1 ,-�"):ı �-Oi ı.. - 1 - �. • • ı 41 -:;. ;;--s O-;';Jlj- o-; i1111 -.. -

. ", . "" �
61 1f ı ı b 51 ı? " R �! 24 " �· •6 ıo b �· ıo o ıo o 19 ı ı ı r B
Prıma ') - S l ı I S -4.-; f.lö-ô -; T;Jj-
ı

6 1:aii-n-P:I
11 u P ıl ı? · -·o -.,, o rnll __ ı ı_
6o 14 l1 b Go )6 o B � !4 •f (ıO 1f )f til60 41 o o o )1 17 '
ucidam fequenı Aullr.ııba: Xcund"i 4 - J 16 �P ·, 7 - ı iO -� t6 S_, f7
.
- 17 O 11 -
'> ..---io -"- ---- -- J IO )�
19 J J u 8 19 :6 8


� o
4J - O -
-- -- - " ,o •
• • .. • ,.
o

fcqueııs Aurh'di Tmf.,. """'i'I J JI ---- -- ll);l -,-


­
cidaı:n
-- n�ı. __ B,��--o- -----
11 ı ıo
ı j ,-, ,-.-;--; ,,
ıı 17 11
- - -- -- - --- · _
Ala feq. Vuk, Bomlis.
I� �� � �·� � ı;: ıo o ,.. ı;--;; -c;--;1m-.aP'ii' -
J f: l .
a

•1 •o d O ı >O O b 76 )O J

Şekil 10. Jan Hevelius'un ·Prodromus Astronomla»da yayınlanan muh­


telif astronomlara ait tabloların karşılaştırılması.
Uluğ Bey Ziyci'ni öğrenen batılı bilim adanılan, eseri ha­
zırlayan astronomlara ve gözlemlerin yapıldığı Semerkand ra­
sathanesine büyük ilgi duydular. Nitekim Hevelius , kitabında,
dünya grafik sanatında bir örneği olmayan, Uluğ Bey'in maha­
retle çizilmiş iki resmine yer vermiştir. Uluğ Bey, Hevelius'un
kitabında kataloglarından söz edilen beş astronom arasında
yer alır, ( Şekil : 1 1 ) . Bu resimde, yazarın büyük hürmet nişa­
nesi olarak, Uluğ Bey, Urania'nın sağındaki ilk sıraya yerleşti­
rilmiştir. İkinci resimde ise, Uluğ Bey, Timocharis (M.Ö. il)'
den Hevelius'a kadar, farklı dönemlerde tanınmış onbir astro­
nom arasında bulunmaktadır, ( Şekil : 12) . Şüphesiz, Hevelius,
Uluğ Bey'e ait herhangi bir resme sahip değildi. Söz konusu
resimler, hayal mahsulü, tasviri resimlerdir. Bütün bunlara
rağmen gerek Uluğ Bey'in şahsiyeti ve gerekse Semerkand Ra­
sathanesi ile ilgili bilgiler çok azdır.

Jean Hevelius'tan sonra da Uluğ Bey kataloğunun Avru­


pa'da ve Amerika'da da yayımlanması devam etmiştir. Nite­
kim Greenwich Rasathanesi'nin ilk müdürü Flamsteed ( 1646-
1719 ) , 1725 yılında yayımladığı «Historla Coelestis» adlı ese­
rinde kendi hazırladığı kataloğu da dahil Ptolemy, Uluğ Bey,
Tycho Brahe. Prens Hess, Hevelius'un kataloglarını da yayım­
lamıştır. 1 767 yılında G. Sharpe, «Syntagına d!ssertationum
quas olim auctor doctissimus Thomas Hyde S.T.P. Separatim
edidit» ( Oxonii, 1 767 ) 'de Uluğ Bey kataloğunun ikinci baskı­
sını yayımladı. Fr. Bailly, diğer kataloglarla beraber üçüncü
baskısını «The Catalogues of Ptolemy, Ulug Begh, Tycho Brahe,
Halley Hevelus» adı ile 1 843'te yayımladı. Bailly, ılm eserinde
Greaves ve Hyde nüshalarını karşılaştırdı ve yazmaları kulla­
narak bir önsöz yazdı. Uluğ Bey tablolarının bir kısmı, « Uluğ
Bey'in astronomi tabloları » başlığı altında Fransız şarkiyatçı­
sı Sedillot ( 1 808- 1 876) tarafından da yayımlandı. Knobel tara­
fından hazırlanan Uluğ Bey kataloğunun eleştirili bir düzen­
lenmesi, bir önsöz ile Washington'da yayımlandı. Bu eser

71
cı:Ulug Beg's Catalogue of Stars» ( Ulug Bey Kataloğunun Yıl­
dızları ) adını taşır. « Uluğ Bey Ziyc»nin on nüshası Avrupa ve
Asya kütüphanelerinde mevcuttur. Bu eserin Tajik dilinde ya­
zılmış, XV. yüzyıla ait nüshası, Özbek Bil imler Akademisi'nde
bulunmaktadır. Türk kütüphane ve müzelerinde Uluğ Bey
Ziyc'inin birçok kopya ve açıklaması bulunmaktadır.

72
73
"'I
""'

Şekil 12. Jan Hevelius'un •Prodromus Astronomiae• adlı eserinde Ur�


nia etrafında tanınmış astronomların temsili resimleri.
11. SEMERKAND RASATHANESİ

XV. yüzyılda da İslam'da rasathane kurma geleneğinin


devam ettiğine en iyi kanıt Semerkand'da kurulan büyük ra­
sathanedir. Bu yüzyılda, özellikle Türkistan bölgesinde kültür
ve güzel sanatların en yüksek seviyeye eriştiği dönemdir. Ti­
mur döneminde, Semerkand doğunun en önemli kültür ve ti­
caret merkezi idi. Her ne kadar tanınmış Bilim Tarihçisi Sar­
ton, Timur'un Semerkand'da bir rasathane kurulmasını em­
rettiğini yazarsa da konu ile ilgili hiç bir dikkate değer kaynak
vermemiştir. Diğer taraftan, Cengiz Han'ın çağdaşı Çinli sey­
yah Ch'ang Ch'un, 1 222 yılında Semerkand'ı ziyaret ettiğin­
de, Li adındaki bir kişi ile karşılaştığını ve bu kişi kendisine
şehirde bir rasathane olduğundan söz ettiğini nakleder. O ta­
tihte kelimenin tam anlamı ile Semerkand'da bir rasathane
yok idi, zira hiç bir İslam yazarı böyle bir kuruluştan söz et­
memiştir. Rasathane olarak söz edilen kuruluş muhtemelen bir
muvakkithane idi. Bilindiği gibi muvakkithane adı verilen ku­
ruluş, hemen cami yanındaki binalarda çalışan muvakkitler,
astronomi yöntem ve aletlerini kullanarak takvim ve namaz
vakitlerini tayin eden din adamlarıdır. Bu muvakkitler bir yer­
de güneş gözlemleri ile zaman tayin eden astronomlar gibi dü­
şünülebilir. Bu nedenle, Çinli seyyah muvakkithaneyi b ir ra­
sathane zannetmiş olabilir. Amin Ahmed al-Razi, «Heft ikllmıı
adlı eserinde Uluğ Bey'in Semerkand'da yüksek öğrenim ve eği­
timin yapıldığı bir medrese, manastır ve yakınında da bir ra­
sathane inşa etmiş olduğunu yazar. Hindistan Türk-Moğol Ha­
kanı Şah Babür'ün ( 1 483- 1 530) eserinde şu satırlar yer alır :
Kuhuk tepesinde astronomi tabloları hazırlamak amacı ile için­
de gözlem aletleri ·b ulunan rasathanede Uluğ Bey, «Ziyc i Gür-
-

75
gauJ.»yi hazırlamıştır. O döneme kadar, Nasirüddin Tusİ tara­
fından kurulan Meraga Rasathanesinde yapılan gözlemlerle
hazırlanan «Ziyc - i ilhani kullanılıyordu. Khondmir' de Uluğ
Bey'in kurduğu medrese, manastır ile Semerkand Rasathane­
si'nden söz eder. Aynı eserde, uzman ustaların Uluğ Bey için
Semerkand şehri yakınında bir rasathane inşa etmiş olduğunu
yazarsa da bu ustaların adlarından hiç söz etmez. Fakat bu
rasathane planlarının Gıyasüddin Cemşid ve Muhiddin Kaşi ta­
rafından hazırlanmış olduğunu da ilave eder.

1 8 1 9 yılında Delambre, yazdığı «Ortaçağ Astronomi Ta­


rihi» adlı eserinde Uluğ Bey'e bir b ölüm ayrılmıştır. Bu bölüm­
de «Yıldızlar çok büyük bir kuadrant libne ile gözlenmiştir»
satın yer alır. Uluğ Bey çalışmalarını ilk yayımcısı John
Greaves, bu aletin yarıçapının İstanbul 'daki Ayasofya Ca mi i
yüksekliğine eşit olduğuna inanmaktadır. Bu veriler Semer­
kand Rasathanesi'ne ilginin daha da artmasına neden oldu. Se­
merkarı.d'dı ziyaret eden Avrupalılar, şekli bugünkü rasatha­
neye benzettiği için, Semerkand meydanında Uluğ Bey med­
resesi yanındaki Tilla Kari Mosket'in, silindir şeklindeki kub­
besini rasathane zannetmişlerdir. Orta Asya'da bir Türk der­
vişi gibi seyahat eden Macar şarkiyatçı, Wamberi ( 1 832- 1 91 3 )
ise, rasathanenin Uluğ Bey Medresesi olduğuna inanıyordu.
Uluğ Bey Rasathanesi'nin, bugün yıldızların gözlendiği rasat­
hane şekline benzemesi gerektiğine inananlar, gerçek rasatha­
nenin bulunması çabalarını uzun yıllar sürdürıdüler. Kesin so­
nuç Rus arkeoloğu, W. L. Wyatkin ( 1 869- 1932 ) tarafından elde
eıdildi. Bir dervişe hediye olarak verilen bir arazi ile ilgili bel­
gede Wyatkin, Taşkent yolunun sağ tarafında Semerkand'dan
2 km uzaklıkta rasathane yerinin tanımlanmış olduğu yeri bul ­
du. 1 908- 1 909 yılında yapılan kazılarda, bütün bilim dünyasının
dikkatini çeken önemli keşif gerçekleşti. Tanımlanan yerde
yapılan yüzeysel kazılarda rasathane ile ilgili önemli şeyler
bulunamadı, fakat kazılar derinleştirilince rasathanenin varlı-

76
ğırıı kanıtlayan bulgular ve toprak altında, zeminde kaya üze­
rinde i'ki paralel mermer yay bulundu. Kazıdan sonra arkeo­
loglar, meridyen ıdoğrultusuna yerleştirilmiş bir aletin iyi ko­
runmuş bir bölümünü ortaya çıkardılar ( Şekil : 6, 7 ) . Wyatkin,
bunun 40,2 metre çapında dev bir kuadrantın bir bölümü ol­
duğuna inanmıştı. Bütün bunlar Delambre'nin «Ortaçağ Ast­
ronomi Tarihi» kitabındaki açıkiananlara uymakta idi. 1914
yılında Wyatkin başkanlığında aynı yerde yapılan arkeolojik
çalışmalar yeni bilgileri gün ışığına çıkardı ise de bütün ra­
sathane kazılamadı ve arkasında çözüm bekleyen birçok prob­
lemi yeni araştırıcılara bıraktı. 1. Dünya har1bi nedeniyle kazı­
lara son veril di.

Yeni buluşların elde edilmesi için 1 941 yılını beklemek


gerekti. Bu tarihte Özbek edebiyatının büyük şairi Ali Şir Ne­
vai'nin doğumunun 500. yıldönümü onuruna hazırlanan kut­
lama programı içinde, dönemin eserlerinin ortaya çıkanlması
de:, planlandı. Böylece, Uluğ Bey Rasathanesi'ni ortaya çıkart­
ma kazılarına devam edildi. Fakat, harp nedeniyle kazılara
uzun süre devam edilemedi. Özbek Cumhuriyeti Bilimler Aka­
demisinin Tarih ve Arkeoloji Enstitüsü'nden W.A . Shishkin
( 1 893-1966) başkanlığında, rasathanenin temeli ve sabit kaya
üzerinde oturan binanın kısımlan ortaya çıkarıldı. Semerkan d
Rasathanesi'nin içi ile ilgili muhtemelen hayali bir resmi, İ:s­
tanbul Ünversitesi Kütüphanesi'nde l .Ü .N .F. No. 141 8'de ka­
yıtlı cRavzatül Müneccimin» adlı eserde bulunmaktadır. ( Şe­
kil : 13) .

77
Şekil 13. Uluğ Bey Rasathanesinde çalışma.

78
12. ULUG BEY RASATHANESİ'NDE KULLANILAN
GÖZLEM ALETLERİ

Yapılan arkeolojik kazılar sonunda rasathanede gözlem-


1erde kullanılan alet ortaya çıkarıldı. Bugünkü araştırmacıla­
rın bir çoğunun bildiği gibi ortaya çıkarılan alet bir kuadrant
olmayıp Fahri sekstant adı \'erilen devasa gözlem aletinin ka­
lıntılarıdır. Bu a let meridyen doğrultusuna yerleştirilmiş , X.
yüzyılda yaşamış astronom Hodjendi tarafından keşfedilmiş,
dairenin altı dabiri bir yaydan ibarettir. Bu aletin hlıntılan
zemindeki kaya içine oyulmuş kanal içinde bulunuyordu. B u
aletin güney bölgesindeki derinliği takriben 1 1 metre idi. Yay­
lar pişirilmiş kırmızı tuğladan yapılmış ve üzeri parlatılmış
levhalarla kaplanmıştır. Alet üzerinde hareket eden gösterge­
lerin hareketini kolaylaştırmak için levha boyunca 1 5 mm. de­
rinliğinde yivler oyulmuştur. Bunlara dik yay derecelerine te­
kabül eden içi boş çukurlar bulunuyordu. Sekstandın batısın­
.da ebced sayılarını gösteren Arapça harfler bulunmakta idi. Bi­
lindiği gibi bu harflerden her biri bir sayıyı tanımlamaktadır.
Bu yay üzerinde 80 dereceden 58 dereceye kadar taksimatlan­
mış iyi muhafaza edilmiş bir levha da bulunmuştur. Yayın ku­
zey bölümünde 2 1 -20 ve 19 dereceleri gösteren iki levha yer
almakta idi. Bunlar muhtemelen aletin yeniden yapımı sıra­
sında yayın öteki kısmına yerleştirilmiştir.

Bu devasa alet güneş yüksekliğini ve astronomi sabitleri­


ni hesap etmek için kullanılmıştır. Bundan başka Ay ve geze­
genler gibi koordinatları değişen diğer gök cisimlerinin merid­
yen yüksekliğini tayin etmek için de kullanılmıştır. Her hal­
<le gözlemler için aletin merkezinden geçen bir alidad ( diopter)

79
bulunuyordu, fakat kazılarda böyle bir alidad'a rastlanmamış­
tır. Ortaya çıkanları alet, gereği gibi açık olmadığı da bir ger­
çektir. Böyle bir aletin için de bulunduğu binanın güney civa­
rında bir deliğin bulunması gerekmektedir. Fakat, bina tama­
men ortadan kalkmış olduğu için, bu del iğin varlığını ortaya
koymak tamamen i mkansızdır. Bununla beraber bina ile ilgili
diğer birçok ayrıntı da bilinmemektedir. Bugün bildiklerimize
göre böyle bir aletin tam meridyen doğrultusuna yerleştiril­
miş olması g�rekmektedir. 1 941 yılında V.P. Sheglov, aletin
ekseninin azimutunu tayin etti, ve 10'.4 lik bir değer kadar
aletin meridyenden farklı olduğunu buldu. Her ne kadar böyle
bir sapma, yıldızların meridyen yüksekliğini duyarlıkla tayin­
de önemli etkisi olmaz ise de, muhtemelen alet yapımı sıra­
sında tam meridyen doğrultusunda yerleştirilmişti. Fakat azi­
muttaki bu fark, 5. yüzyıl içinde farklı nedenlerden kaynakla­
nan deformasyonlardan ileri gelmiş olabilir. Şekil : 6'da sol da­
ki bina eski rasathaneden arta kalan yapıyı ve sağdaki ise ra­
sathanenin tasviri resmini göstermektedir. Diğer tarafdan ra­
sathanenin enlemi için, Uluğ Bey tabloların dan elde edilenden
değer 39° 40'.6 dır. Sheglov'un tayinlerinden bir diğeri
de rasathanenin enlemi ile ilgilidir. Yapılan tayinlerde bu en­
lem için 67° doğu bulunmuştur. Bu değer Uluğ Bey tarafın­
dan tayin edilenden 32" derece fark etmektedir. Diğer taraf-
tan Uluğ Bey'in coğrafya tablolarında verilen şehirlerin boy­
lamları arasındaki fark da takriben aynıdır. Şüphesiz, bu sis­
tematik fark, Uluğ, Bey'in boylamları tayin etmekte kullan­
dığı başlangıç meridyenin farklı olmasından kaynaklanmak­
tadır.

80
Şekil 14. Uluğ Bey arkadaşı ile çalışıyor.
81
AÇIKLAMALAR

ı. Akli İllmler : Akli ilimler, teorik ıve uygulamalı ol­


mak üzere iki çeşittir. Teorik olan ilimler de, ilahi, matematik
ve doğa bilimleri olmak üzere kısımlara ayrılır. İlahi ilimlere
Hikemiyyat da denir. Fizik, kimya, hayvana t ilmi ve nebata t
ilmi de doğa ilimleri olarak tammlanır.

2. Almagest : Batlamyus'un yaroığı , İslamda IX. yüzıyıl­


da Arapçaya çevrilen astronomi kitabının adı. İsl!hnda bu ki­
taba, el-Mecesti adı verilmiştir. El-Mecesti en büyük anlamında
kullanılmaktadır.

3. Altroloji : İsldm yazarları bugün dilimizde astroloj i


olarak kullanılan deyimi « ilm-ahkam el-nücO.m » ( yıldızların
hükümleri ilmi) yahut kısaca «ilrn el-ahkam » olarak kullanmış­
lardır. Diğer taraftan « ilm el-nücurn », « ilm sm'at el-nücurn »
dt:yimleri de ayırt edilmeksizin gerek astronomi gerek astrolo­
ji yahutta bu ilimlerin her ikisini birden tanımlamak için kul­
lanılmıştır. Astroloji ile uğraşana ahkami veya müneccim de­
nilirdi. Bugün bunların karşılığı olan, batı kökenli astrolog
kelimesini kullanıyoruz. Genellikle çoğu defa müneccim keli­
mesi yanlış olarak astronomi ile uğraşan kişi anlamında da
kullanılmıştır. Gerçekte XIX. yüzyıla kadar münneccim
( astrolog) ile feleki ( astronom ) arasında belirgin bir fark yok­
tu. Başlangıçda arkeolog tube astronom gibi ihtiyaç gördüğü
gözlem ve hesaplan kendi yaptığı için biI1birinıdcn ayırt etmek
mümkün olmuyordu. Bu nedenle başlangıçta as trol ogların
astronomiye büyük katkısı olmuştur. Esasen ortaçağda yaşa­
mış birçok astronomun astroloji ile Hgili kitaplar yazdığını
söylersek bir gerçeği de vurgulamış oluıuz.

83
an
Astroloji, yeryüzündeki bütün olayların gökyüzün,deki
gök cisimlerinin etkisi sonucu olduğu kuralına dayan bır

l
uğraştır. Bu yüzyılda bilim adı ile nelerin tanımlandığı ortada
olduğu için eskiden kullanılmasına rağmen bilim deyim yeri­
ne burada uğraş kelimesi kullanılmıştır. Astroloji uğraşının
astronomi kadar uzun bir tarihi vardır. Astrolojinin başlangıcı
prehistorik zamana dek uzatılmaktadır. Astroloj i M.Ö. 2500
yıJlannda Sümerlilerde gelişmiştir. Mezopotamya ile kültürel
ilişkide bulunm adıkları dönemde Mısır, Hindistan ve Çin gibi
astronomi ile uğraşan ülkelerde astroloj inin söz konusu olma­
dığı yani beşeri işlerde tahmin konusu ile uğraşılmadığı bilin­
mektedir. Gökyüzü ile istikbale ait olayların açıklandığı en es­
ki tablet Asurbanibal'in kütüphanesinde bulunmuştur. Astrcr
lojide gökyüzü olaylan ile kişisel ilişkiler M.Ö. 250 yı1lanna
dek mevcut değildi. Genelleşme Babil ile Yunan arasında kül­
türel ilişkilerin başlaması sonucu Yunan'da yayıldı.

Her ne kadar astrolojinin Ortaçağ sonunda ilmi etkinliğini


kaybettiği söylenirse de İslamda ilgi gören astrolojinin batıda
.da ilgi gördüğü bir gerçektir. Kepler'in astroloji tahminleri
yaptığını ve bu arada astronominin kız kardeşi astroloji olma­
sa idi aç kalırdık sözleri, 17. yüzyılda bile astrolojinin Avru­
pa'da bir uğraş olarak astronomlar arasında sürdürüldüğü bi·
linen bir gerçektir.
Bugün astroloji bilimsel bir uğraş olmaktan çok uzak
.olmasına rağmen, batıda özellikle Amerika Birleşik Devletle­
ri'nde astroloji yaygın olarak kullanılmaktadır.

4. Ay'ın safhaları : Ayın gökyüzündeki görünüşü bir


günden diğer güne, göze batacak şekilde değişmektedir. Per­
yodik olan bu olaya Ay safhaları denmektedir. Bu olay Ay'rn
Yer ve Güneş'e göre konumundan ileri gelir. Ay, Yer etrafında­
ki yörün gesi üzerinde hareket ederken Güneş ile Yer arasında
bulunduğu zaman, Güneş ile doğar ve batar. Bu durumda
Ay'ın karanlık yüzeyi Yer'e dönük olduğu için, bütün gün ufku-

:84
muz' üzerinde olmasına rağmen görülemez. Bunu takip eden
giin, ı,Ay Güneş'e oranla doğuya doğru hareket ettiğinden, gü­
neşe dönük aydınlık yüzeyinin çok küçük bir kısmı yerden in­
ce parlak bir hilal olarak görülür. Ay'ın bu görünüşüne yeni ay
Güneş battıktan hemen sonra
safhası denir. Bu safhada Ay,
batar. Takriben bir hafta sonra Ay, Güneş'den 90° lik açısal
uzaklıkta bulunur. Bu konumda Yer'den Ay'ın yalnızca yansı
aydınlık görülür. İlk dördün s afhası denen bu görünüşte,
Güneş battığı sıralarda, Ay gözlem yerinin hemen hemen merid­
yen düzlemi civarında bulunur. Bunun sonucu olarak Ay, ge­
ce yansına kadar ufkumuz üzerinde kalır. Günler geçtikçe
Ay'ın Güneş'e olan açısal uzaklığı artar ve dolayısiyle Ay'ın ay­
dınlık yüzeyi de büyür. Yeniay'dan takriben iki hafta sonra,
Ay'ın bütün yüzeyi aydınlanmış olarak görülür. Bu görünüşe
dolunay denir ve bu durumda Ay ile Güneş arasındaki açısal
uzaklık 180° 'dir. Bunun sonucu olarak Güneş batarken Ay do­
ğar ve Ay bütün gece ufkumuz üzerinde kalır. Dolunay'ı takip
eden günlerde Ay'ın aydınlık yüzeyi küçülmeye başlar. Dolu­
nay' dan takriben bir hafta sonra, Ay'ın görülen yüzeyinin batı
yansı tamamen karanlıktır. Bu görünüşe son dördün safhası
denir. Gece yansı doğan Ay, Güneş doğduğu sıralarda gözlem
yerinin meridyen düzlemi civannda bulunur. Bu halde bir süre
gündüz de Ay'ı görmek mümkün olur. Ay'ın aydınlık yüzeyi
küçülürken sabaha karşı doğmaya başlar, yani Güneş'e açısal
uzaklık olarak yaklaşır. Dolunay'dan takriben iki hafta sonra
Ay, Güneş'e çok yaklaştığı için artık görülemez. Ay'ın görü­
nümdeki bu değişim periyodik olarak devam eder. Ay'ın aynı
iki görünümü ara.sında!ki zaman farkı 29.53 gündür .

5. Batlamyus :Astronomisi : Ortaçağ İslam astronomisi­


ni etkilemiş olan Batlamyus astronomisinde evrenin merkezin­
de Yer'in bulunduğu kabul edilir. Yıldızlar, Güneş, Ay, burçlar
ve o tarihte bilinen gezegenler Yer etrafında felek adı verilen
bir kat ( küre) üzerinde hareket ederler. Yer dahil bütün kat-

85
lan içine alan dokuzuncu küreye « Felek-ül-Ala » veya «Felek-ül­
Bflak» denir. Oniki burcun üzerinde bulunduğu S ekizinçi kat
veya küreye «Felek-i samin» dir. Yedinci, Satürn'e, Altınl!lı
Jüpiter'e, Beşinci Mars'a, Dördüncü Güneş'e tl'çüncü Venüs'e,
İkinci Merkür'e ve Birinci de Ay'a ait kattır. Buna •Feleki
Esfel» denir.

Batlamyus astronomisine göre gezegenler, merkezi Yer


etrafındaki büyük bir daire üzerinde bulunan epis ikl adı veri­
len daha küçük yarıçaplı bir daire üzerinde hareket eder. CJe.
zegen episikl üzerind e hareket ederken episikl de yer etrafında
hareket eder.
6. Gıyasüddin Cemşid el-Kaşi : Gıyasüddin Cemşid bin
Maruf bin Mahmud el Tabib el-Kaşi adı ile bilinen Türk mate­
ma tikçi ve astronomu, XIV. yüzyılın son yansında KAş'ta doğ­
muştur. Yaşamı ile ilgili çok az ş ey bilinen Cemşit, öğrenimini
Ka ş 't a yaptı k t an ve I rak ve başka diyarlara gittikten sonra
Uluğ Bey 'in daveti üzerine Semerkand'a gelmiştir. Cemşid'in
eserleri : Meraga rasathanesinde yapılan gözlemlerle hazırla­
nan Z iyc-i İlhani Tablolarını yeniden hesap ederek kendi ilave­
leri ile hazırladığı Ziyc-i Hakani»dir. «Ziyc-1 İlhanl adını verdiği
eserini Uluğ Bey'e ithaf etmiştir. « Sellemüs Sema» '(Sellümüs
Semavat ) adlı eserinde gök cisimlerin boyutları i le ilgili tar­
tışmalar ye r alır. Risaletül Muhitiye», A rapça yazılmış ol an bu
eser bilim tarihi bakımından önemli olup dairenin çevresi ile
çapı arasındaki oran yeni bir yöntemle verilir. cRfsaletill Veter
Vel Ceyp» Arapça yazılmış olup, bir dereceli'k yaya ili şkin kiriş
hesabının nasıl yapılacağım açıklar. Bu yöntem Kadı-zade ta­
rafından da benimsenmiş tir . cı:Nüzhetül Hadalk• adlı eserde, So­
merkand Rasathanesi için kendi icadı olan Takabül Menatık
adındaki gözlem aletinin yapımı ve kullanılışı hakkında bilgi
verilmiştir. Bu aletle yıldızların konumlan ile Ay ve Güneş tu­
tul maları gözlemleri yapılma kta idi. Cemşid'in keşiflerinin �r
aldığı eser cMlftahül Hesap» adını taşır. Bu eserde 3. ve 4. dere-

86
ce denklemlerin çözümünü başka bir eserinde vereceğini ya:u
masına rağmen sözü edilen eser mevcut değil dir Bu ki tabın
. ,

cTelhisül Hesap > adı altındaki özeti kendi tarafından yapıl ­

mı ştır
.

7. Gök küresi : Eskiden gökyüzündeki yıldızlar taş ve­


ya ekseriya bakır küreler üzerine işleniyordu. Gökyüzün d eki
yıldızlan g ö s termek için yap1lan en eski kürel erden birini
muhtemelen Endoxus (M.Ö. 409-356) kullanmıştır. Atlante Far­
nese küresi olarak bilinen ve M.Ö. 200 yıllarında mermerden ya­
pılmış en eski küre zamanımıza kadar gelmiş ve Napoli Ulusal
Müzesi'nde muhafaza edilmektedir. Bu çeşit küreler İslam ast­
ronomlan tarafından da yapıldı ve geliştirildi. Bu sanat orta­
.çağ ve rönesans döneminde Avrupa'ya intikal etti. İslam sa­
natkarlan tarafından yapılmış birçok küre zamanımıza dek
ulaşmıştır. 1 080-108 1 yılında İb n Sa'id el-Sehli ve oğlu tarafın­
dan yapılan ve Valencia'da bulunan küre, bilinen en eski küre­
lerden biridir. 209 mm çapında pirinçten yapılmış ve ikiyan kü -

re lehimlenerek küre haline getirilmiştir. Kadirleri ile birl ikte


1015 yıld ız bu küre ilzerine işlenmiş olup 47 ta·kımyı ldızı ta­
nımlamaktadır. Diğer tanınmı ş gök küresi, Yakın Doğu'da
1225 yılında Qaisar ibn Ebi'l Ka sım tarafından yapılmış ve
halen Na p o li Müzesi'nde muhafaza edilmektedir, 1 275-76 yılın­
da Musul'lu astronom Muhammed ibn Hilal tarafından yapı­
lan küre 240 mm çapında olup üzerine zodiak işaretleri ile bir­
likte 47 takımyıldız işlenmiştir. Bu küre halen Londra'da Royal
Asiatic Society'de muhafaza edilmektedir. Meraga Rasathanesi
kurucusu Nasıl el-Din el-Tiisi'nin çağdaşı ve hatta rasathane­
nin birçok aletlerini yapan Mu'ayyed el-Din el-Urdi el-Dimiş­
ki'nin oğlu Muhammed de 1279 veya 1289'da bir gökküresi
imal etti. Bu kü re üzerinde 48 takımyıldız gümüş ve altın ile
işlenmiş olup, halen Dresden'da Mathematischer und Physko­
lischer Salonu'nda sergilenmektedir. Paris'te Ulusal Kütüpha­
..ne'de bulunan eski gökkürelerinden biri Urdi'nin küresine

87
benzemekle beraber tarihi bilinmemektedir. 19 cm çapındaki
bu küre üzerine 49 takımyıldız işlenmiştir. Louvre Müzesi'nde
bulunan bir gökküresi ise 1285 yılında Muhammed b. Mehned
el-Taban tarafından yapılmış olup üzerindeki yıldızlar
el-Sufi'nin kataloğundan alınmıştır. Müzeleri süsleyen diğer
eski kürelerden biri , 1322/63'de Cater ibn Ömer ibn Devletsah
el-Kirmani tarafından yapılmış olup, halen Oxford Bilim Ta­
rilJ:ıi Müzesi'nde muhafaza edilmektedir. Şüphesiz 'bu gökküre­
leri dışında, daha sonraki tarihlerde yapılmış birçok gökküre­
si bulunmaktadır. Bunlardan biri de Kandili Rasathanesi'nde
muhafaza edilen Oxford'daki küre ile yaşıt olandır. Bu küre,.
1 383/84 yılında Cafer ibn Ömer ibn Devletşah el-Kirmani tara­
fından inşa edilmiş ve üzerinde 48 takımyıldız bulunmaktadır.

8. Guri Emir : Emirin (hükümdarın-komutanın-yani Ti­


mur'un) ımezan anlamına gelir. Bu türbe bazen Guri-Mir, Mirin
(hocanın) mezarı olarak da anılır. Timur'un mürşidi -hocası­
olan Medineli Şeyh Sayid Bereke'ye izafen Guri-Mir (hocanın
mezarı) adı verilmektedir.

Anadolu'ya düzenlediği askeri seferden bir yıl önce ölen,.


en sevdiği büyük oğlu Muhammet Sultan için 1404'te Timur
bir türbe yapılmasını emretti. 1405'te ölen Timur da aynı tür­
beye defnedildi. Türbedeki diğer mezarlar iki oğlu Şahruh ve
Miran Şah'a ve onun büyük oğlu, büyük bir astronom olan·
Uluğ Bey'e ve Şah Hoca'ya aittir.

Mimari yapısının ihtişamı, zera:feti, zengin ve renkli mo-·


zaikleri türbeyi, Orta Asya Mimarisinin nadide bir abidesi'
kılmaktadır. Onun mavi çinilerle kaplı muhteşem oymalı kub­
besi unutulmaz bir intiba bırakmaktadır. Kubbenin bu güzel-·
liği şairlere onu gök kubbesine eşkılma ilhamı vermektedir.

Haziran 1941 'de Özbek Bilim Akademisi'nin arkeolojik


araştırma grubu Guri-Emir üzerinde geniş bir araştırma ger­
çekleştirdi Timur'un ve Uluğ Bey'in mezarları açıldı ve Sov)ret.

88
antropolojist Mikhail Gerasimov kafataslarına dayanarak bu
iki kişinin resimlerini çizdi.

9. ffipparkos : Hipparkos, M.Ö. II. yüzyılda yaşamış


Grek astronomu. Takriben 1 000 yıldızın konumlannı içeren,
bilinen ilk yıldız kataloğunun yazandır. O, ölçtüğü yıldızların
ekliptikel boylamlarından, ilkbahar ekinoks noktası konumu­
nun değişimine neden olan presessionu keşfetti. Hipparkos,
ibüıyUk duyarlı.ıkla yıl uzunluğunu, bir Yer yarıçapı hata ile Ayın
uzaklığını ölçtü. O , coğrafi koordinatları kullandı.

ı o. Kirman : Kirman (Karman), İran'da bir eyalet ve

bu eyaletin bugünkü merkezinin adıdır.

1 1 . Kopemik : Kopernik, 1473-1 543 yılları arasında ya­


şamış Doğa bilimleri reformcusu, büyük Polonyalı astronom­
dur. Kopernik Tonm'da doğru ve Krakow ve Bologna üniver­
sitelerinde eğitimini tamamladı. O, bütün hayatı boyunca
astronomi ile ilgilendi ve reform niteliğinde ve evren sistemi­
ne yeni bir görüş getiren eseri «De revolutionibus orblum
celestum»u ölüm yılında yayımlandı. Bu kitabında Kopernik,
çok eski bir görüş olan güneş sistemini yeniden gündeme ge­
tirdi.

12. Meraga Rasathanesi : Daha Avrupa'da ilim merkez­


leri kurulmadan önce Meraga'da dünyanın en ileri ve tanınmış
ilim merkezi Nasır-el-Din el-Tusi tarafından kuruldu. Tfısi, İl­
hani sarayındaki geniş nüfuz ve kudreti sayesinde memleket
v�kıflarının gelirinin 1 / IO'nu kurduğu ilim merkezine ayırdı.
Bu sayede zamanın bilginlerinin ve bilgi elde etmek isteyen
kişilerin rahatlıkla çalışma yapmaları sağlandı. Meraga şehri­
nin batı tarafında Rasat dağı denen yerde rasathanenin yapı­
mına Hicri 657'de başlandı. Bu rasathanede yapılan gözlemle­
rin sonuçlan Ziyc-1 İlhami adındaki eserde toplandı. Bölgede
y::ıpılan arkeolojik araştırmalar Meraga Rasathanesi'nin göz-

89
lem ve araş tırma yapmak için birçok tesise sahip olduğunu or­
taya koyd u .

Tepenin yüzeyinde top lam 17 mi mari tesis arasında özel­


likle;

a. Yıldız gözlemlerinin yapıldı ğı merkez kulesi ve müş­


temilatı,

b. Araştırmacıların ders vermeleri ve öğrencilerin mabr


nıatik, fizik, astronomi v.s. öğrenebilmeleri için medrese,

c. Kitap sayısı abartılan kütüphane ( mıtlıtelif k aynaklar


400 bin cilt kitap bulunduğunu yazmaktadır.)

d. Hocaların ve araştırıcıların barınmaları içinde loj­


manlar,

e. Alet yapmak için yapılan b inalar Meraga Rasatha.ııe-­


si'nin esasını oluşturuyordu.

Kuzey-Güney doğrultusunda 1 10 m yükseklikteki 5 10 n;ı


uzunluğunda ve 217 m genişliğindeki rasat tepesi üzerinde bu­
lunuyordu . Meraga Rasathanesi'nin merkez kulesinde ana
gözlem aleti Libne bulunuyordu. Bu rasathanede kullanılan
aletler arasında Zatü'l Halak, Zatü'ş şu �eteyin, tutulma dairesi
eğimini ölçmekte, zaman tayin inde ve tutulmaları gözl emekte
özel aletl er kullanılıyordu.

Bu rasathanede Nasır-el-Din el-Tusi başkanlığında dönemin


en tanınmış bilim adamları çalışıyordu. Bu alimler arasında
Müeyyedüddin Arazi, Necmeddin Debiran, Kutbeddin Şirazi ve
Fahrettin Meragi gibi tanınmış bilim adamları bulunuyordu.

13. Maveraünnehr : Türkistan' da bir b ölgeyi tanımla­


yan Arapça bir kelime olup • nehrin öte tarafında b ulunan •
anlamına geli r. Bu bölgeye Soğd, Fergana, Sur, Eşrusene vb.,
yani eski Buhara ve Hokand Hanlıklan ile Türkistan şehirleri
dahil bulunur. Müslüman coğrafyacılar tarafından, Maveraün-

90
nehr'in mamurluğu, topra.ğımn bereketi, ekin, meyve vb., mah­
sülleri i1e ehli hayvanlarının bolluğu, nüfusunun çokluğu, cö­
mertliiti, misafirperverliği, yol ve geçitlerinin mükemmelliği
v.b., hayır kunıluşlannın çokluğu, halkın cesareti, ilim ve eği­
time karşı meyli ve istidadı uzun uzadıya anlatılmıştır.
-

14. Medrese : Medrese, « ders çalışılan, ders okunan


yer• anlamında kullanılan, sonralan genellikle camiler ile bir­
likte inşa edilen eğitim müessesesi ve sonralan da bütün dere­
celeri ile okul anlamında kull anılmıştır Özellikle bir avlu et­
.

rafında yer alan odalardan meydana gelen medrese de İslam


dini esaslarına uygun bilgiler okutuluyordu .

XI. yüzyılın ikinci yansında oluşmaya başlayan medrese­


ler, yer ve faaliyet bakımından cami, imaret ve darüşşifa gibi
külliyelere bağlı idi. Medreselerin de dahil olduğu Türk-İslam
külliyelerinin hem planı, hem muhtelif unsurları, İslamiyetten
evvelki Orta-Asya gel eneğinden doğmuştur. Genellikle bu ku­
ruluşlann esasının Türk-Budist külliyeleri olduğu i ddia edil­
mektedir. Medresenin çekirdeği niteliğindeki ilköğrenim kuru­
luşu X. yüzyılda Taberan'da sonra da Bağdad'da açıldı. Bu gibi
medreselerde fıkıh kelam hadis, tefsir, Kur'an ve öteki İs·
lam bil imleri de okutuluyordu XI. yüzyılın ilk yan sında Gaz­
.

neli Mahmut (997-1030) zamanında özell i kle Nişapur bölge­


sinde dört büyük medrese kuruldu, bunlar birer öğretim kuru­
luşu idi. Türk Sultanı Mahmud, Gazne şehrinde de yi.i:ksek eği­
tim yapan bir okul kurmuştur. Türk-İslam dünyası için son
derece önemli olan olay, Alp Arslan ile Melikşah'ın vezirliğini
yapan Nizamü-1-mülk'ün ünlü İslam hukuku alimi Ebu İsak
Şirazi için Nizamiye Medresesi'nin ( 1066 ) kurulmasıdır. B öyle ­

ce öğrencilere maddi yardımda bulunarak onları yedirip içi­


rip barındıran okul tipi ortaya çıktı.

Nizamiye Medreselerinin en çok gelişme gösterdiği yer


Anadol u olmuştur. Genellikle bu medreseler bir vakıf kurulu­
şu olarak kabul edildiği için devlet ileri gelenleri ve zengin

91
kişiler medrese kurabildikleri için, bu kuruluşların sayısı art­
mıştır.

Osmanb Devleti'nin kuruluşundan kısa b ir süre sonra,


ilk Osmanlı Medresesi İznik'te Orhan Gazi tarafından kurul­
du.
15. Mirim Çelebi : Arkadaşları arasında Mirim Çelebi
olarak çağrılan, Ali Kuşçu'nun torununun asıl adı Mevlana
Mahmut ibn Kadızade el Rumi e şşehir Mirim d ir . Zamanın
'

değerl i bilginleri n den ders almış özellikle Fatih Sultan Meh­


rned bi l gin lerin d en Hoca-zade ve Sinan Paşa tarafından yetiş­
tirilmiştir. Tariki İ lmiyed e n yani İlim Mes le ğ i nd en mezun ol
duğu için Gelibolu' da, Edirne'de Ali B ey Medresesi'nde ve Bur·
sa'da Manastır Medresesi'nde MüderrisHk yapmıştır. B eyazıt
II., Mirim Çelebi'yi kendisine hoca olarak görevlendirmiş ve
on dan matematik dersleri almıştır. Beyazıt ır. isteği üzerine
Ziyc-i Uluğ Bey i Farscaya çevirmiştir. Mirim Çelebi'nin eserleri
'

arsında Semt-i Kıble (Kıble Doğrultusu) , Dedesi Ali Kuş­


çu nun ya zd ığı Fethiye adlı eserin Arapça çevirisi, özellikle
'

nıbu tahtası ile ilgi l i birçok risaleler yer alır.

16. Nakli İlimler : Nakli ilimler; yük sek


ilimler, alet
v'� vasıta ilimleri olmak üzere iki kısma ayrılır. Tefsir, fıkıh
Usul-i fıkıh kalem v:e Aka id yüksek ilimlerdir.

Alet ilimleri de; lugat, sarf ve nahiv ( grammer) , meani,


bedi', beyan, şiir ve inşa, anız (bunlar edebiyat ve belagata
d airdir) , tarih, muhadarat kısımlanna aynlır.
17. Nasır el-Din el-Tiisi : Nasır el-Din el-Tusi, XII. yüz­
yıl da yaşamış Arapça ve Farsça eserleri bulunan, İslamın en
büyük matematik, astronomi , fizik, filozof ve bilim adamla­
nndan biridir. Tfısi, İran'ın doğusunda Horasan bölgesinin
başkenti, Tus şehrinde 18 Şubat 1 201 'de doğdu. Çağının gele­
neğine uyarak bilgin olmak amacı ile bütün bilimleri öğren-

92
mesi gerekiyordu. Arap çasını bilim dili d üz eyin e eriştirince
kelam ve felsefeyle ilgilendi. Feriduddin-i Nişaburi'den İbni
Sina'nın « İşarat» adlı kitabını okudu. Mantıkta ilerlemek için
ma tematik gerekiyordu, bunu Kemal el-Di-n İbn Yunus'tan öğ­
ren d i . Din bilimleri için Burhaneddin-i Hamedani'den had i s
dersleri aldı. Artık ünü her tarafa yayılmaya başlamıştl. İma­
rrıiye mez hebini n kurucusu Kuhistan valisi tarafından kaçırıl­
dı ve Alarnut'a, büyük İ sm ailiye kalesine gönderildi. Kaldığı
bu yerde bir hapis hayatı değil de bir misafir gibi yaşadı.
Tusi'nin bu misafirliği, 1 258 yılında bölgeyi Moğolların işgali­
ne dek devam etti.

Ü l kesini Hint denizi n den Akdeniz'e dek ge nişleten ve


İran'a yerleşen Hul a gu . TO.si'nin ününü duyunca onu yanına
getirtti ve saray bakanı yaptı. Tılsi, bu çok ağır görevin yü kü
altında bile, bilimsel çalışmal ara imkan buluyordu. Böylece
eserleri birbirini izledi. Bir bakan olarak ve astro l oj i bilgisi
ile Hulagıl üzerinde artan bir etki ile Moğol hizmetinde çalıştı.
Tusi'nin, HulagCı. üzerindeki etkisi o kadar büyüktü ki, hatta
HuJagli'nun Tılsi'nin öğütünü almadan hiçbir iş yapma d ığı rı­
vaye t olunur.

Tılsi'nin yazdığı birçok e sere rağmen yaptığı en büyük iş,


o dönemde dünyanın en büyü k rasathanesini kurup, tanınmış
bilim adamlarını aynı çatı al tında toplamasıdır. Tılsi, baş ı n da
bulunduğu vakfın gelirini kurduğu Meraga Rasathanesi ve
tesisleri için kullandı. Tı'.i si, 1259 yıl ın d an hemen hemen haya­
tının sonuna dek Meraga'da yaşadı. 1 274'te gittiği B ağda d ' d a
26 Hazi ran'da öldü.
18. Prlnce Hesse : 1532 1 592 yıllarında
· yaşamış olan
Prince Hesse, .1561 yılında Kassel'da bir rasathane inşa etti ve
yıldız gözlemleri yaptı. Avrupa'nın ilk rasathanesidir. Takriben
800 yıldızın konumlarını içeren, Avrupa'nın ilk yıldız katalog­
larından birini yayınladı. Hesse'nin ,astronomi çalışmalanm
Danimarkalı astronom Tycho Brahe fazlasıyle etkilemiştir.

93
19. Ptoleme (Batlamyus ) : M. S. il. yüzyılın başlarındae
Mı sır'da doğan Ptoleme İskenderiye'de tanınmaya başlandı ve
1 6 1 yılında öldü. İsl�.m dünyasında Batlamyus olarak bilinen
Ptoleme'yi yüzyıllardır meşhur eden eseri Yer ( Arz, Dünya)
merkezli evren hakkındaki teorisidir. Almagest adlı eserde söz
konusu evren sistemi açıklanmış ve bu sistem ortaçağ dan Rö­
nesan sa dek astronomlar ve özellikle din adamları tarafından
savunulmuştur.

20. Rum : Arap memleketlerinden başka yerlere verilen


ad.
2 1 . Şah-ı Zlnda : Şah-ı Zinda mezarlığı Semerkand'da es­
ki mimarinin önde gelen abidelerindendir. Afrasiab'ın güney
doğu eyiminde yer almaktadır. Külliye onbirinci yüzyıldan on­
dokuzuncu yüzyılda kadar y aklaşık 900 yıl boyunca geliştiril�
miştir. Çeşitli devirlere ait 20'den fazla yapıya sahiptir. Yapılar
Semerkand'da sadece türbe inşa sanatını temsil etmez gerçekte
tiim Mavaünnehr mimari okulunun gelişimi temsil eder. Şah-ı
Zinda Semerkand'da yapılan ve kültürel gelişiminin 2500 yıllık
tamamını kapsıyan tek arkeolojik ve mimari yapıdır.

Ş ah-ı Zinda'nın giriş kapısı külliyedeki en son yapılardan


biridir. Girişindeki kitabede «Bu şahane yapı Hicri 883 ( M.S.
1434 ) yılında Emir Timur Guragan oğlu Şahruh'un oğlu Ulug
Bey'in oğlu Abdülaziz han tarafından yaptınlmıştır» diye yaz­
maktadır. Tamir ve yenilenme işlemleri Şah-ı Zinda zamanımı­
za kadar ayakta kalmasını sağlamıştır.

Girişten itibaren dar ve karanlık koridorlara kadar uza­


nan merdivenlerden yürüyen ziyaretçiler zamanın derinlikleri­
ne doğru bir gezinti yaparlar. Ne kadar uzağa giderlerse o ka­
dar eski devirlere ait yapılara ulaşırlar.

Basamakların solunda bir onbeşinci yüzyıl terasının üs­


tünde çift kubbeli bir türbe bulunmaktadır. Son zamanlarda
bu türbenin Ulug Bey'in hizmetinde çalışan büyük astronom

94
ve matemati'k.çilerden biri olan Kla.dı zade-i Rf:uni'ye ait olduğu
sanılmaktdır.
22. Tlmocharis : Tim ocha ris , M.Ö. III. yüzyılda yaşamış ,
lskenderiye okulunun en tanınmı ş astronomudur. Çağdaşı Ari s­
tyllus ile birlikte, gökyüzündeki sabit nok talara oranla bir­
çok yıldızın konumlarını tayin etti. Bu astronomlar ilk yıldız
k a talogçusu olarak kabul edilirler. Yaptı kları tay inl er , 150 yıl
sonra Hipparkos tarafından kullanıldı ve presessiuo'nun keş­
fine neden oldu.
23. Tycho Brahe : Tycho B rahe, 1 546 - 160 1 yıllan arasın­
clı- yaşamış olan tanınmış Danimarkalı astronomdur. Tycho
Brahe Kopenhag civarında Hveen adasında bir rasathane inşa
etti ve zamanın en duyarlı aletleri ile rasathanesini teçhiz etti.
Osmanlı bilim tarihi bakımından bu rasathanenin önemli bir
değeri vardır. Zira hemen hemen aynı tarihlerde 1 577 yıl ında
hem.er özelliklere sahip İstanbul'da da bir rasathane Takiyüd­
din t ara fından kuruldu. Tycho Brahe, Rasathanesi'nde o döne­
me dek erişilemeyen duya rlılıkla yıldız gözlemleri yapmı ş ve
birçok keşiflerde bulunmuştu r. Tycho B r ahe , 1 000 yı l dızın
koordinatlarını içeren bir y ıldı z k ataloğu düzen ledi .
24. Uranla :Urania, Mitoloj ide dokuz Musa' dan biri olup
astronomiyi yönetirdi. Apollon 'un aşık olduğu Urania, genel­
likle elinde bir küreyle tasvir elilir. Eski efsanelerde adı geçen
Afrodit Urania ise ideal bir gök tanrıçasıdır. ve cinsi arzular
uyandırmaz.
25. Zlyc-1 Gürgani : Ziyc kelimesi, gök cisimlerinin gök
yüzündeki konumlarını ve hareketlerini bulmaya yarayan cet­
velleri tammlamakta kullanılır. Bu kelime Fars çadan Arapça­
ya ·intikal etmiştir. Uluğ Bey Rasathanesi'nin en ön emli eseri,
bu rasathanede yapılan ve dönemin en doğru gözlem s onuçla­
nın içeren Zi yc'dir. Bu Ziyc , genellikle Ziyc-1 Uluğ Bey veya
Ziyc-1 Gürgan! adı ile tanılır. Zlyc-1 Gürganl, 1018 yıldızın ko­
numundan başka astronomi ve astroloji ile ilgili k on ul an içe-
rir.
95
YARARLANILAN ESERLER

ı. Adıvar, A.A. : Osmanlı Türklerinde ilim, Remzi Kitabevi, 1943.

2. Amin Ahmed el-Razi : Haft İklim, C!Bk. Nıarshaıkhi, History ot


Bukharal Paris, 1892.

3. Babur : Baburname, E.J.W. GiLbb Memorial Series, vol. 1, 1905, tr.


Lucas King. 2 vols, London 1921.

4. Bailly, J.S. ı Histoire de l'Astronomie. Mo derne depuis la Fondation


de l'Ecole d'Alexandrie Jusqu"a l' Epoque de MDCCXXX vol. ı. Pa·
ris 1785.

5. Ba.rthold, W. : Ulug Beg und Seine Zeit, Abh an dlungen für die
Kunde des Morgenlandes, V. 21, No. l, 1935.

6. Delambre, J. : Histoire de l'Astronomie du Moyen Age, 1819.

7. Kari-Nüazov, T. H. : Astronomischeska Shkola Ulugbeka, Moskova,


1956.

B. Khondmir, Ghiyas el-Din, Habib el Siya.r, 4 vols., Thehran 1271 H.

9. K.itab-ı Ravzatü Müneccim'in I. Ü .N.F. 1418.

10. Publ. Inst. History and Archeology Ac. Sci. Uz. SS. R. V5, Taşhkent
1953.

11. Sarton, G. : Introduction to the History of Science , V. 3, Part II,


Baltimore, 1948.

12. Sayılı, A. : The Observatory in Islam, Publ. of the Turkish Hist.


Society series VII . No. 8, 1960.

13. Sayılı, A. , Ulug Bey ve Semerkanddaki İlim Faaliyeti Hıakkında


Gıya.süddin-<j Kaşi'nin mektubu. Türk Tarihi Kurumu Yayınları,
VII. Seri-No 39, 1960.

14. Seclillot, L.A., Tables Astronomique d'Oloug Beg, vol. l, Paris, 1839.

15. Sedillot, M.L.P.E.A, Prolegomenes des Tables Astronom.iques d ' Oloug


Beg, Text, Chrestomathie Persane, vol l, 1847.

97
16. Sedillot, M.L.P.E.A. Prolegomenes des Tables Astronomiques d'O­
loug-Beg, translation Paris 1853 .
,
17. Smolik, J. : Die Timuridischen Baudenkmaler in Sam.arkand aus

Zait Tamerla.ns Wien 1029.

18. Teşköprüzıule, A. : Şakaıik-i Numaniye, Türkçe çev. N. Mecdi,


1269 H.

19. Ünver, A. S. : Ali Kuşç:i, !st. Üniversitesi Fen Fakültesi, Monografi,


1948.

98

You might also like