Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 12

AHMET HAŞİM’İN İMGE VE ÜTOPYA DÜNYASI

Nurettin ÖZTÜRK*

Image and Utopia World of Ahmet Haşim

Özet
Çağdaş Türk şiirinin kurucuları Yahya Kemal ve Ahmet Haşim’dir. Yahya Kemal
üzerinde pek çok kitap ve makale yazılmış, tezler yapılmış ve enstitü kurulmuştur. Yahya
Kemal hem sanatçı hem de düşün adamıdır. Salt bir şair olan Ahmet Haşim ise, akademik ve
poetik çevreler dışında fazla ilgi çekmemektedir. Oysa Haşim, şiirsel imgelemi daha güçlü bir
şairdir. Onun poetikası kendinden sonraki şairler ve şiir hareketleri üzerinde daha geniş bir
geniş bir etki bırakmıştır. Bu çalışmada Ahmet Haşim’in sanat dönemleri ve bu dönemlerinin
özellikleri; etkilendiği edebiyat akımları, ütopyası, yitirilen cennet ve çocukluğa dönüş
özlemi, anne imgesinin şiirindeki yeri, kadın görüşü, ulusal ve toplumsal sorunlar karşısındaki
tutumu ve şiirinin yaşamsallığı açısından incelenmektedir.
Anahtar Sözcükler: şiir, yazın, çocukluk, İstanbul, ütopya, anne, özlem

Abstract
Yahya Kemal and Ahmet Haşim are the founders of the modern Turkish Poem.
It’s been written lots of books and articles and made thesis’ and opened institutes
about Yahya Kemal. Yahya Kemal is an artist and also an intellectual. Ahmet Haşim
that only a poet, is not so much interested at non academic and non poetic circle. But
Haşim is a poet that has stronger poemic imagination. His poetica has been more
effective for he poets after him and poem motions. In this study, Ahmet Haşim’s art
periods and charasteristics of these periods was studied from the perpective of
literature currents that he influenced, his utopia, lost paradise and his wish about
turning back to childhood, position of mother image in his poem, women image, his
attitude about national and social problems and vitality of his poem.
Key Words: poem, literature, childhood, İstanbul, utopia, mother, wish

GİRİŞ
Ahmet Haşim yeni Türk edebiyatının özgün şairlerinden biridir.
Etkilediği şairler ve şiir eğilimleri, etkilendiklerinden daha çoktur.
Hatta Haşim çağdaş Türk şiirinin dışa dönük ve içe dönük biçimindeki iki ana
damarından ikincisinin öncüsüdür. Özellikle Cumhuriyet dönemi şairleri, bu iki damardan
beslenirken Haşim’i daha poetik bulmuşlardır.
Necip Fazıl, Tanpınar ve Cemal Süreya, Haşim damarı güçlü şairlerdir. Bunlardan
Tanpınar’ın soyadı üzerinde yapılacak bir çağrışım denemesi öğretici olabilir. Türkçe tan,
Arapça şafak, İngilizce sunrising, güneşin doğuş anını ve eylemini birlikte anlatan
gündoğumu teriminin karşılıklarıdır.
Kavim döneminin uyakları dize başında olan manzum dua ve ilahilerinde tan, tanrı
sözcüğünün önadı olarak kullanılmıştır. Buradan yola çıkılarak “tan” ın eski Türk din
düzeneği içinde özel ve kutsal bir yeri olduğu düşünülebilir. Tan güneşin (kün), güneşin
doğduğu ulu yönün, göğün (kök), yukarının ve Tanrı’nın oluşturduğu dizgenin bir ögesi
olarak görünmektedir. Aynı zamanda tan, renk bakımından alevi ve ateşi anımsatan kızıllıkla
ağarma arası bir durumun adıdır. Güneşin doğuşu ile bilgi ışığının ve aydınlığın yükselip

*
Doç.Dr. PAÜ Eğit. Fak. Türkçe Eğit. Böl. (Yeni Türk Ed.) nozturk@pau.edu.tr
göğü kaplayışını aydınlanma (aufklarung, illumination, inlightment, tenevvür) olarak
adlandıran XVIII. Yüzyıl filozofları, gücün bilgide olduğunu ve bilginin güneş gibi
yükselerek karanlığı, yanlış bilgileri yok edeceğini bir Latin özdeyişi ile anlatmışlardır: “Ex
oriente lux” … Güneşin genelde bayan adı olarak konulmasına karşılık, tan sözcüğünün
Türkçede eril olarak algılandığı ve erkek adı ve soyadı biçiminde kullanıldığı görülür.
Erkekliğin işlevlerinden biri baba olmaktır. Acaba Tanpınar’ın Tan’ı, yani entelektüel babası
kimdir? Biyografik veriler, bu soruyu hiç kuşkusuz Yahya Kemal Beyatlı diye yanıtlar.
Tanpınar’ın pınarı veya başka bir deyişle annesi kimdir? Bu soruya Haşim diye yanıt
vermemek için hiçbir neden yoktur. Pınarın çağrışımları, ilgilenenleri doğrudan doğruya
Ahmet Haşim’e götürmektedir.
Tanpınar’ın çocukluğu Haşim ile hemen hemen aynı yörelerde, Musul’da, Kerkük’te
Siirt’te geçer. Akşamı ve hüznü buralarda tanır. İlk şiirlerinde regressus ad uterum (sıla-i
rahim) eğilimi ve otobiyografik veriler açıktır. Haşim bu duygu ve yaşantıları ondan önce
yaşamış ve estetize etmiştir. Esin ve su perilerinin toplandığı yer olan pınar, aynı zamanda su
ögesinin, saydamlığın, şifanın ve hayatın kaynağıdır. Pınar annedir. Anneyi Tanpınar’a
öğretense Haşim’dir. Tanpınar’ın poetik kardeşlerinden Nazım Hikmet de aynı ikilemi
yaşamında ve sanatında yansıtır. Ateşin peşinde Promete olduğu zaman manevi babası Yahya
Kemal’in Tarih Musahabeleri’ni ve Aziz İstanbul’unu dönüştürme erki ön plandadır.
Ancak Masalların Masalı’nda su başında dururken, suyun şavkı yüzüne vururken, suda sureti
çıkarken, baştan başa doğayla bütünleşir. Bu durum onun için doğaya karışma, doğada yok
olma ve böylece sonsuzlaşma, anne denizine yeniden dalma anlamına gelir. Başka bir yerde
dediği gibi: “Elveda dünya ve merhaba kainat!”
Tanpınar’ın Yahya Kemal biyografisinde hocasını Gaston Bachelard’ın Ateş
Psikanalizi yöntemine göre yorumlayıp onu baba gibi gördüğü, şiirlerini onun sağlığında
bastırmadığı ve üzerinde hep Yahya Kemal’in bavulunun ağırlığını hissettiği bilinir. Bununla
birlikte yine Tanpınar’ın Haşim’i ölmeden önce İstanbul’un şifalı sayılan semt pınarlarını ve
sularını sayıp sayıklarken gözlemlemesi de ilginç bir bağlantı olarak anılmalıdır. Bachelard’ın
başka bir önemli yapıtı da Su ve Düşler adını taşır.1 Tanpınar dört unsurdan ateş ve suyun
sentezidir.2

1
Gaston Bachelard (Champagne 27 Haziran 1884-Paris 16 Ekim 1962). Doğduğu Bar-sur Aube Kolejinde fizik ve kimya
öğretmenliği ve Dijon Edebiyat Fakültesinde Felsefe Profesörlüğü yaptı. Sorbonne’da bilim felsefesi ve tarihi profesörü
olarak çalıştı. Adına çeşitli dergiler özel sayı ve dosyalar çıkardı. Lavoisier’nin fizikten sürüp çıkardığı antik anasır-
erbaa kuramını bir yazın ve eleştiri yöntemi olarak kullandı. Louis Althusser, Michel Foucault, Pierre Bourdieu, Henri
Lefebvre, Jean Baudrillard ve Roland Barthes gibi eleştirmen ve kuramcılar onun çözümlemelerinden etkilenmişleridir.
Bkz. Lane, 2006, 17(1), pp. 019–03; Su ögesi üzerinde Bachelard’ın görüşlerinin çözümlemesi için: O’Shea-Meddour,
2003, 14/1, pp.081–099; Türkçedeki yapıtları şunlardır:
Ateşin Tinçözümlemesi, (çev. Nail Bezel) İstanbul: Öteki Yayınevi, 1bs. 1995a ve 2.bs 1999
Ateşin Psikanalizi, (çev. Aytaç Yiğit), İstanbul: Bağlam Yayınları, 1995b
Su ve Düşler: Maddenin İmgelemi Üzerine Deneme, (çev. Olcay Kunal), İstanbul: YKY, 2006
Mekanın Poetikası, (çev.Aykut Derman), İstanbul: Kesit Yayıncılık, 1996
Mumun Alevi, (çev. Ali ve Işık Ergüden), İstanbul: İthaki Yayınları, 2008
Seçmeler, (çev. Afşar Timuçin) İstanbul: Remzi Kitabevi, 1988
Uzamın Poetikası, (çev. Alp Tümertekin), İstanbul: İthaki Yayınları, 2008
Yok Felsefesi, (çev.Alp Tümertekin) İstanbul: YKY, 1.bs. 1995, 2.bs. 2006
Ayrıca;
L'air et les songes : essai sur l'imagination du mouvement, José Corti, Paris, 1943;
La terre et les rêveries de la volonté : essai sur l'imagination des forces, José Corti, Paris, 1948;
La terre et les rêveries du repos : essai sur les images de l'intimité, José Corti, Paris, 1948;
La Poétique de la Rêverie, P.U.F., Paris, 1961 gibi yapıtları da Türkçeye çevrilmesi gereken çalışmalarıdır.
2
“ 26 Aralık 1956 tarihli ders notlarında Tanpınar, Bachelard’ın “Ophelia (su) kompleksinden” ve ‘Narsis mitinden
(mitoloji)’ söz açar. Ophelia kompleksi için ‘ekseriya çocukluğunda genç ve güzel annesini kaybedenlere olur. Haşim’de
çoktur’ diyen Tanpınar, Narkissos miti için ‘Su aynadır. Çok insanlar aynalarda boğulmuştur. Su akşam sabah akar, tabiatla
zenginleşir: Karun kompleksi’ açıklamasında bulunur ve ‘Fuzulî’ye hangi metodu tatbik edebiliriz?’ diye sorar. Osmanlı
şiirinin psikolojik metodların uygulanabilmesi için gerekli serbestliğe sahip olmadığını belirten Tanpınar, ‘Eski şiiri tetkik
için içtimaî metod en iyi gibidir. Fakat o zaman insan ortada kalır’ der. Bir de kelime sayma yolunun olduğunu belirten
Çağdaş Türk poetikası Tanzimat’tan sonra biçimlenmeye başlamıştır. Şinasi’nin
biçimde geleneksel, özde ise klasik İslam kelamı ile pozitivizmi birleştiren poetikası Namık
Kemal tarafından içine güncellenmiş mistik görüşler katılarak genişletilmiştir. Hamid’in
kişisel ve felsefi katkılarıyla dünyevileşen Türk poetikası, Ekrem’in duygu, düşlem ve
düşünce üçgeni etrafındaki kuramıyla daha da insanileşmiş; şiir, ahlak bilgisinin konusu
olmaktan çıkarak ussallaşmıştır. Servet-i Fünun şiiri bu temel üzerinde oluşmuştur. Cenap ve
Fikret’in şiirinde dilbilimsel yetkinleşmenin yanında resimsi ve müzikal ögelerin, şiirle güçlü
bir senteze girdiği görülür. Servet-i Fünun,temsili de olsa, ürünlerinde güncel, toplumsal ve
politik olaylara gönderme yapmakta geri durmamıştır.
Ahmet Haşim poetikası yukarıda belirtilen yerleşik duruma tepki olarak ortaya
çıkmıştır. Kurgu yerine esine önem veren ve şiiri kapalılık ekseninde müziğin verdiği estetik
hazza benzer bir haz aracı olarak gören Haşim, çağdaş Türk şiirinde saf şiir görüşünün ilk
büyük temsilcisidir. Toplumsal, dinsel ve sınıfsal bağlamlardan koparmaya çalıştığı şiiriyle
Türk şiirinde gerçek öznelleşmenin öncüsü olmuştur. Renk, ses, şekil ve koku öğelerinin
izlenimci bir seçme ile öznel yaşantılarının ve duygulanımlarının potasında eriten Haşim’de
derin bir Deizm ve doğayla bütünleşme eğilimi vardır. Onun başlattığı şiirde arınma süreci
Garip akımı tarafından Cumhuriyet coşkusu içinde sokağa indirilmiş ve beysoylu yüklerinden
sıyrılarak Sait Faik’in deyişiyle “birtakım insanlar”a, yani Süleyman Efendilere mal olmuştur.
Garip, Haşim’in sözdizimi disiplinini sürdürürken müzikal orkestrasyonu reddeder. Haşim’in
folklorik ögelerden büyük ölçüde arınık şiirinden yola çıkan ikinci yeni, sözdizimi disiplinini
aşmaya girişir. Şiir gelir kelimeye dayanır. İşte bu süreçte Haşim’in şiiri bir kolektör
olmuştur.

A. SANAT DÖNEMLERİ
Haşim’in sanatında üç dönem vardır3:
I-1908’e Dek Süren Gençlik Şiirleri Dönemi: Daha bu ilk döneminde Haşim üç etkiye
açılmıştı:
1.Şeyh Galip ve divan edebiyatı etkisi4
2.Servet-i Fünun öncesi şairlerden Hamit ve Naci, Servet-i Fünunculardan Fikret ve Cenap
etkisi. Söyleyiş bakımından Fikret’in Haşim üzerinde geniş etkisi olmuştur. Haşim onunla ilgili olarak
“benim için kudurmuş bir deniz karşısında kayalar üzerinde yükselen altından bir ışık ve altından bir
kuledir” der. Cenap da hayranlıkla, severek okuduğu bir şairdir. Bize Göre adlı düzyazı kitabındaki
Şairleri Okurken başlıklı yazıda “Cenap Şehabettin çocukluğumdan beri sevdiğim bir şairdir” der.
Ona göre Cenap “Bizanslı bir mozaik ustasıdır ki, bütün hüneri parmaklarının ucunda bulunur.”
Gözler, Türk edebiyatında simgecilik denince ilk akla gelenin Cenap olduğunu söyler ve ekler: “Türk
şiirinde gerçek sembolist şair Haşim’dir”.5 Gözler daha sonra Dizdaroğlu’nun sözlerini aktarır:
“Haşim sembolizmi bir disiplin olarak almıştır. Cenap’sa sembolizmi (...) bir benzetme bir istiare
sistemi diye kabul eder. (...) mamafih Haşim’in yol göstericisi olduğu inkar edilemez.”6
3.Fransız Simgeciliği Etkisi. Zaten Cenap aracılığıyla simgeciliğe yaklaşan Haşim, kendisine
arkadaşı Ahmet Bedii’nin verdiği Van Bever ve Paul Léautaud’nun simgecilerden seçmeler içeren
Anthologie des Poétes d’Aujourdhui adlı kitabını şiir yolunun başında okumuştur. Ayrıca yine kendi
sözleriyle;
“O tarihte Babikyan adında bir kitapçı vardı (...) oradan geçerken vitrinde gözüme
ilişti. Bu, sembolist fransız şairlerinin seçmelerinden oluşan bir kitaptı, adı da Les Poetes
d’Aujourdhui (...) bu kitapla hemen ilgilendim ve derhal (...) bir tane aldım. Bu yepyeni şiir
alemi benim üzerimde müthiş bir etki yaptı.”

Tanpınar, ‘Bâkî’de su yoktur, topraktır. Nedim’de su azdır’ gibi örnekler verir.” Bkz. Pelvanoğlu, 2006, s.17. Tanpınar
derslerinde Ateşin Tinçözümlemesi’ni başlık başlık izlemektedir. (N.Ö)
3
Bu dönemler için: a) Bezirci, 1979, s.87-89; b) Bengü, 1977, s.25; c) Kurdakul, 1976, C.I, s.158 vd.; d) Ekiz –Ergül, 1980,
s.471; e) Kabaklı, 1985, C.II, s.154
4
Bkz. Bezirci, 1979, s.75-76; Kurdakul, 1976, s.158; Banarlı, 1971, C.II, s.1162; Kabaklı, (1985) C.III, s.155
5
M. Fuat da “Haşim’in sanatı denince ilk akla gelen sözcük sembolizmdir” der, Bengü, 1977, s.22
6
Gözler, 1976, C.II, s.261-263
Bu üç etkinin altında şiire başlayan Haşim, ilk döneminde özenti ve öykünme biçimindeki
dizelerinde daha çok anne ve çocukluk anılarını dizeleştirir.
II-Göl Saatleri Kitabında Topladığı Şiirleri Yazdığı (1909-1921) Dönem: Bu evrede kimi
Fransız simgecilerini tanıyıp sevmesine karşın simgecilikten çok izlenimcilik egemendir. Kişiliğini
bulmaya başlar. Anne ve çocukluk anılarını bırakır, akşam duygularına yönelir.
III-Piyale ve Sonrası: Olgunluk dönemi. Bu aşamada kendi şiir yapısıyla Fransız şairlerinden
örneklerini bulduğu şiir ilkelerini uygulamaya çalışır . Sanatının I. Döneminde belirgin biçimde
görülen Divan ve Servet-i Fünun edebiyatı etkisi azalır, simgeci etki artar. Yaşar Nabi, Haşim’in
kişiliğini bulduğu zaman, sanat yolunun başlarında etkisinde kaldığı Fikret’in söyleyişinden nefret
etmeye başladığını söylüyor.7 Aslında Servet-i Fünun’dan kopuş oldukça eskiye, 1910’lara değin
gider. 11 Mart 1326 tarihli Servet-i Fünun’da, Rübâb-ı Şikeste’de aradığını artık bulamadığını söyler
ve “Edebiyat-ı Cedide artık devrini doldurmuştur. Yeni duyguları dile getirmeye yeterli değildir.” der.8
Bu sözler, bir bakıma da öykünmeden özgünlüğe doğru bir gidiş, aracıdan gelen simgecilikten ana
kaynaktaki simgeciliğe yöneliş belirtisidir.

B. HAŞİM’DE ÜTOPİZM
Haşim bir türlü yerleşik durumla barışamamıştır.9 Bunu nedenleri, sınanca düzeyinde şunlar
olabilir:
I-Yitirilen Cennet:
İster gerçeğin kendisi, isterse insan zihninin gönüllü yakıştırması olsun; insanlığın toplumsal
geçmişi ile insan tekinin bireysel geçmişi arasında büyük bir benzerlik vardır. O yüzden ilk çağdan
bugüne pek çok düşünür, toplumların tarih içindeki dönemlerini insanın örgenlik ve dirimlik
gelişimine bakarak belirlemeye çalışmışlardır.
Hesiodos ve Horatius gibi ilk çağ Greko-Latin yazar ve şairleri, toplumun başlangıçtaki,
erden, yalın ve mutlu dönemini altın çağ olarak nitelemişler ve günden güne altından gümüşe,
gümüşten demire ve bakıra doğru değer yitirerek kötüye giden insanlığın, kışı baharın izlemesi gibi
döngüsel bir biçimde yeniden doğup tazeleneceğini, baştaki çocukluk durumuna kavuşacağını ileri
sürmüşlerdir. Yani toplum için altın çağ neyse, insan için de çocukluk dönemi odur. İnsanlar gerek
bireysel, gerekse toplumsal geçmişlerinde, belli şartlara bağlı olarak sürekli mutlu bir geçmiş, bir asr-ı
saadet, bir mazi cenneti aramışlardır. Bu arayış duygusunu Batı edebiyatında en iyi anlatan yazar,
aslında bir şair olan Hölderlin’dir. Hölderlin, Hyperion adlı mektup-romanında çocukluk dönemine
duyduğu özlemi ve çocukluk döneminin önemini şöyle anlatır:
Çocuk kaygısızlığı! Güzel kaygısızlık! Çocuk tanrısal bir varlıktır. O ne ise hep odur
ve onun için bu denli güzeldir. Özgürlük ancak ondadır. Çocuk barış durumundadır. (Kısas
Tanrıçası) Nemesis’in ilişmediği ancak tanrılar ve çocuklardır.
Yazgıdan habersizdir, göktekiler
Uyuyan minik yavrular gibi;
Tertemiz ruhları
Gösterişsiz bir bahar yaşar.
Mutlu gözlerinin
Bakışında
Sonsuz ve rahat
Bir duruluk vardır.
Çocuklar gibi olabilse insan. Günahsızlığın altın dönemi, dinginlik ve özgürlük
dönemi geri gelse de, yeryüzünde tek bir dinlenme yeri, gerçek bir sevinç yeri bulunsa!
Yıpranmış ve solmuş değil midir insan? Ama yine de baharına kavuşur o! Biz hepimiz
merkezden uzaklaşan bir yol tutmuş gidiyoruz, çocukluktan yetkinliğe götüren başka bir yol da
yoktur. Biz o mutlu birliği, kelimenin tek anlamıyla varoluşu kaybetmişiz. Ona erişmemiz, onu
elde etmemiz için de önce kaybetmemiz gerekiyordu. Dünyanın o barışçı evrensel birliğinden
zorla ayrılıp uzaklaşıyoruz.

7
Nayır, 1974, s.9 ve ayrıca bkz. Bezirci, 1979, s.89 M. Fuat, 1977, s.28
8
Bezirci, 1979, s.65 ve 75
9
“Haşim’in yaşadığı çevrede özlediği şeyleri elde edememesi...” M. Fuat, 1977, s.19 ve “Haşim’deki bu küsme, kaçma ve
kopma duygusu..” Bezirci, 1979, s.14, 64 vb. “Haşim’in hayatındaki en kalın çizgiyi içinde bulunduğu çevreye uyamamak
teşkil eder.” Akyüz, 1986, s.597
En güzel şeyimiz soldu diye ağlamayın! O yeniden dirilecektir! Kalbimizin şarkısı dindi diye
yas tutmayın, çok geçmeden o sazı yeniden çalacak bir el bulunur.10

Psikanaliz açısından bakıldığında çocukluk; henüz kişiliğin id, ego ve süper ego diye
sınancalık katmanlara ayrılmadığı, birlik ve kendi kendisiyle barışıklık dönemi anlamına gelir. Bu
dönem yaşamın sorumsuz, koruma altında, güvencede bulunduğu başlangıç aşamasıdır. Güzel bir
benzetme ile dikenleri unutulan ve yalnızca gülleri anımsanan mutluluk evresidir. Abdülhak Şinasi
Hisar bu dönemi şöyle betimler:
Mâzi, hepimiz için, Âdem’in kovulduğunu hatırladığı Cennet’tir. Annelerimizin yüzleri
ve muhabbetleri ile yoğrulmuş çocukluğumuzun sevinçleri ve emelleri ile örülmüş bu mazi,
ömrümüze ikide bir çiçeklerini veren bu bahçe, ikide bir ahenklerini salan musiki, ruhumuza
eski kuvvetlerinin yeni bir hamlesi ile esince, duyduğumuz bahtiyarlık içinde anlarız ki,
mazinin sükûtu ve sesleri de, hüznü ve zevkleri de gönlümüzde ‘hâl’in gürültülerine ve
hislerine her zaman galip gelecektir.
Zira biz ancak gönlümüze göre tasfiye edilmiş bir hâtıra buluruz. Zira uzaktan
gördüğümüz şeyler bize daima daha güzel görünür ve daha çok hoşumuza gider. (Ve o zaman)
hâlin bütün dikenleri gözlerimize batar.11

Yaşayışı, yaşama anlayışı ve sanat görüşü bakımından Abdülhak Şinasi Hisar’ın neredeyse
ikiz kardeşi sayılabilecek olan Ahmet Haşim de çocukluk dönemini şiir estetiğinin temeline
yerleştirmiştir.12
Kendisinden ilgi gördüğü ve ortak bir dünya kurabildiği tek kişi olan annesi Haşim daha altı
yaşındayken ölünce Haşim’in iç dünyasıyla ilgilenen kalmaz. Annesinin ölümü, mutlu akşam
gezintilerinin bitmesi ve Bağdat’tan ayrılma zorunluluğu, sekiz yaşından on iki yaşına yürüyen
Haşim’i oldukça etkiler. İstanbul’a uyamaması da eklenince Haşim gözlerini mutlu geçmişine çevirme
gereği duyar. Artık geçmiş onun için bir altın çağdır. Birçok şiirleri annesiyle birlikte yaşadığı o mutlu
çocukluk günlerinin, o “mazi-i mesud”un özlem ve anısıyla örülmüştür. Göl Saatleri döneminde bu
anıları bırakır.13
Haşim’in Piyale kitabında yer alan “O” şiiri otobiyografik özellikler taşır:
“Bir hasta kadın, Dicle’nin üstünde, her akşam
Bir hasta çocuk gezdirerek, çöllere gül-fam
Sisler uzanırken o senin doğmanı bekler
Yorgun gibi mühmel duran asude ufuklar
Titrer, silinir… Damen-i şeb her şeyi saklar…
İklim-i hayalata bakan bir nazar-ı dur
Hüznüyle doğar necm-i sema sakit ü mahmur.”

Aynı kadın motifi ve otobiyografik veriler, değinmeler, imgeler, O Belde şiirinde de vardır:
“Kadınlar orda güzel, ince, saf, leylidir,
Hepsinin gözlerinde hüznün var
Hepsi hemşiredir veyahut yar;
Dilde tenvim-i ızdırabı bilir
Dudaklarındaki giryende buseler, yahut,
O gözlerindeki nili sükut-u istifham
Onların ruhu sam-ı muğberden
Mütekasif menekşelerdir ki
Mütemadi sükun u samtı arar;
Şu’le-i bi-ziya-yı hüzn-i kamer

10
Hölderlin, 1987, s.19, 73, 188, 193, 217
11
Aktaran: Karaosmanoğlu, 1969, s.318
12
Haşim, Piyale adlı şiir kitabını “yakın arkadaşı ve ömür boyu dostu olarak kalmağı başaran Abdülhak Şinasi Hisar”a
“dostum şair münekkit Abdülhak Şinasi’ye” sözleriyle ithaf eder. Hisar da, Haşim’le aralarında hiçbir zaman bir anlaşmazlık
çıkmadığını belirtir. Bkz. A.Haşim, 1987, s.6, 68; “Ahmet Haşim’in dostluğunu kazanmak değme babayiğidin kârı değildi.”
Karaosmanoğlu, 1969, s.98
13
Bezirci, 1979, s.18 ve 88
Mülteci sanki sade ellerine.
O kadar natuvan ki, ah, onlar.
Onların hüzn-i lal ü müştereki,
Sonra dalgın mesa, o hasta deniz
Hepsi benzer o yerde birbirine…”
Haşim’in O Belde ve Yollar şiirini ütopik çerçevede çözümleyen Mehmet Kaplan, Haşim’in
şiirlerini yönlendiren çocukluğa dönük ütopya arayışı konusunda şunları yazmaktadır:
Dicle kıyılarında annesiyle beraber dolaştığı yıldızlı ve aylı mesut hâtıraları Şi’r-i
Kamer’lerde yarı sembolik bir ifadeye bürünür, daha sonraki yapıtlarında, tamamıyla
sembolik, istikbâle veya kâinatın ötesine ait ulaşılmaz bir hâyal beldesi şekline döner.
Çocukluğunda kaybettiği annesine ait hasta, nârin, müşfik ve güzel vasıflarını hâiz kadın ve
kadınlar Hâşim’in ufuklarını doldururlar. O Belde ve Yollar’da, kendilerine karşı büyük bir
özlem duyuların kadınların, Hâşim’in gayrı şuurunda yaşayan annesinin hayâliyle ilgili
olduğu söylenebilir.14 Haşim’in ideal ülkesi, çocukluğunda yaşadığı anıların idealize edilmiş
bir şeklidir.15
Haşim, Yollar şiirinde açık bir ütopya ortamı betimlemez. Ancak, boş, kimsesiz ve sonsuzluğa
doğru uzayıp giden yollara bakarak düş gücünü, imgelemini işletmeye çalışır. Vakit akşamdır ve
ortalık durgundur. Gerçekte bu durgunluk şairin duygu dünyasındaki dinginlik arayışının dışa
yansımasıdır.
Haşim ütopyasını asıl O Belde şiirinde anlatır. Şiirin anlaşılmak için değil de okunup estetik
zevk alınmak için yazılması gerektiğini düşünen bir şairin şiirini anlaşılır kılmanın zorluğu ortadadır.
Sözcükler açık ve anlamlı olsa bile imgenin belirsiz oluşu, anlaşılmayı güçleşdirmektedir. Haşim de O
Belde’de Fikret’in Süha ve Pervin’de yaptığı gibi hüznün ütopyasını dile getirir. Derin bir zamandan
yakınma duygulanımı içindeki şair, üzüntüyü anlamayan nesli ve bugünkü beşeri benimseyemez:
“Melâli anlamayan nesle âşinâ değiliz.
...... bugünkü beşer
Bu sefîl iştihâ, bu kirli nazar
Bulamaz sende bende bir ma’nâ” 16
O Belde bir topluluğun değil şairle sevgilisinin sığınacağı bir “sükûn-ı menâm” yani uyku
dinginliği köşesidir.
Haşim’in bu “melâz-ı hülya”sı, yani hayal sığınağı, hep mavi gölgeli bir akşamı yaşar.
Uzaktaki bir nehir ile kuşatılmış, çevreden yalıtılmış olan O Belde hem yalan, hem de mevcuttur. Bu
önadlar ütopya sözcüğünün de anlamını verir: Gerçekte olmayan, hayal dünyasında kurulan iyi yer...
Şairin O Belde’de kadınların olduğundan söz etmesi ve onları, güzel, ince, saf, leylî, gözleri hüzünlü
sevgili veya kız kardeş biçiminde nitelemesi aslında birden çok kadının varlığını göstermez. Haşim’in
özlem duyduğu kadının değişik yönlerine bir göndermedir. Çünkü şair bir leit-motiv, ana örnek gibi,
“sen, ben ve mâi deniz” sözlerini yineler.
Haşim’i Hölderlin’den ayıran çok önemli bir nokta vardır. O da, Hölderlin’in gelecekten
umutlu olması ve geleceğe iyimser bakmasıdır. Haşim ona göre karamsardır ve O Belde’ye
erişemeyeceğine inanır. Haşim’in ütopyası hiç gidilemeyen bir yerdir. O yüzden şair, Ali Mümtaz
Arolat’ın Bir Gemi Yelken Açtı adlı ütopik eğilimli şiirindeki “Bugün de erişilmez o diyâra, yarın da”
dizesini hazırlayan şu dizelerle O Belde’yi bitirir:
“Uzak
Ve mâi gölgeli bir beldeden cüdâ kalarak
Bu nefy ü hicre müebbed, bu yerde mahkûmuz.”
Aradığı mutluluğu çocukluk döneminde bulan ve bu dönemi şiirlerinde özlemle anan bir başka
şair de Cahit Sıtkı Tarancı’dır. Otuz Beş Yaş adlı şiir kitabında bulunan bazı şiirler, Tarancı’nın
çocukluğa dönük ütopik eğilimlerini yansıtır. Şair, Çocuk Bahçesinde Gezerken adlı şiirinde kırıldığını
bildiği halde çemberini arar. Çocukluğa, aşka, sanata ve yaşama yeniden başlamayı arzular. Bugün
Cuma’da büyükannesini ve dolayısıyla da çocukluğunu anar ve o günlerin uzun olmasını istediğini
belirtir. Ne var ki o günler sona ermiş, büyükanne ölmüş, şair günahkâr olmuştur. Bu durumda şair,

14
Kaplan, 1986, s.143
15
Kaplan, 1987, s.415
16
A. Haşim, 1987, s.157
büyükannesinin öbür dünyada kendini duasında unutmamasını diler. Çocukluk başlıklı şiirinde ise
Affan Dede’den çocukluğunu satın alır; yaşını, adını ve kim olduğunu unutur. Olan bitenden haberi
yoktur. Ancak bahar havasını, bahçeyi ve havuzdaki şırıl şırıl suyu fark eder. Uçurtması bulutlardan
yükseğe çıkar; zıpzıpları pırıl pırıldır. Böylece çocukluğuna geri dönen şair, çocukluğu ile
özdeşleştirdiği horoz şekerinin hiç bitmemesini ister. Sıla şiirinde de Tarancı çocukluk, anne ve
doğduğu köye özlemini dizeleştirir.
Sıla-i rahmin rahmet olduğunu kabul eden bir kültürün insanı olarak şairin bu özlemi, aslında
Türk kültürünün bir özelliğinin de güzel bir ifadesidir. O bakımdan özetlemek veya açıklamak yerine
şiirin kendisini okumak daha yararlı olacaktır:
“Gün bitti;
Akşam serinliğiyle başlıyor
memleketim.
Doğduğum köy göründü;
Sakin yıldızlarıyla gittikçe
yakınlaşan sema,
Dört nala kalktı atım sevincinden;
Uçaraktan gidiyorum sılaya.
Çocukluğumda uçurttuğum
uçurtmalar olacak
Bacalara takılan şu beyaz bulutlar;
Belki de rüzgârda namaz bezidir.
Yüzüne hasret kaldığım
anacığımın!
Herhalde beni bekleyenler var.”17
Ziya Osman Saba da, çeşitli şiirlerinde çocukluk dönemini özlemle anan ve bu nedenle ütopik
eğilimler taşıyan dizelere yer verir. Örneğin Yağmurlu Bir Günde şiirinde çocuk olmayı ister; Bahçeye
sicim gibi yağmur yağmasını ve dadısını kendisine camdan yağmuru seyrettirmesini özler. Çocukluğa
özlem duymasının nedenini de açıklar:
Artık dönebilseydim geriye adım adım,
Benim işte kalmamış önümde bir sevincim.”18
Ziya Osman Saba, zamanın tersine işlemesini, günlerin ve yılların onu doğduğu evin taşlığına
kadar götürmesini ister. Şair sevinci bu taşlıkta bulacak ve sevinçten ağlayacaktır. Saba, tersine işleyen
zamanın son ucunu doğum sürecinin kaynağı olan annesine bağlar ve sıla-i rahim gerçekleşir:
“Son günümde olsaydım ufak, o kadar ufak
ki yavaşça en tatlı bir masala dalarak.
ve bir anne dizinde büsbütün uyusaydım.”
Çocukluğunu, Çocukluğum şiirinde gözünde tüten memleket, sonsuz özlem ve keder olarak
niteleyen Ziya Osman Saba, benzeri bütün şairler gibi adeta çocuklukta ya da anneye geri dönerek yok
olma biçiminde bir mutluluk arayışı içindedir.
Yaşamın geri dönülmez akışı ve şimdiki anın sıkıntılarının yarattığı zamandan yakınma
duygulanımı, böylece bazı şairlerde doğaya, denize, düşe, düşleme, ideolojiye veya geleceğe kaçış
eğilimleri çıkardığı gibi Haşim, Cahit Sıtkı ve Ziya Osman Saba gibi şairlerde de bunlarla birlikte
anneye ve çocukluğa kaçış eğilimlerini ortaya çıkarmıştır.

II-Toplumsal Aşağı Düşme Ya da Negatif Sosyal Mobilite ve Sonuçları:


1.Düşkün Aristokrat Haşim: 1887’de Bağdat’ta doğmuş19 olan Haşim’in soyu Bağdat’ın ileri
gelen ailelerindendir. Kendi anlattığına göre soykütüğü baba tarafından Irak’ın tanınmış ailelerinden

17
Tarancı, 1982, s.53
18
Miyasoğlu, 1987, s.42
19
a) Banarlı, 1971, C.II, s.1162’de:1883
b) Bezirci, 1979, s.7’de:1887
c) Nabi, 1974, s.5’te:1885
d) Kurdakul, 1976, C.I, s.155’te:1883
e) Bengü, 1977, s.5’te: 1883, 1884 veya 1885
Alûsizadelere, ana tarafından Kahyazadelere bağlıdır. Her iki aileden de bilgin ve devlet adamları
çıkmıştır. Yani Haşim aristokrat bir soyun çocuğudur. Annesinin ölümü, çocukluktan çıkış ve
Bağdat’tan uzaklaşma, aristokratik düzeyden aşağı düşmeyle yan yana yürür. Türkçe bilmeyen Haşim
bir yakınının yanında kaldığı İstanbul’da okula uyum sağlayamaz. Okulu bitirip hayata atılınca
toplumda kendine uygun bir yer bulamaz. “Kişiliğine yakışır” bir iş tutamaz. Ayrıca çalıştığı yerleri de
beğenmez. Kendisiyle aynı durumda olan arkadaşları ise yüksek görevlere geçerler. Örneğin İzzet
Melih Reji’de Haşim’in müdürüdür. Haşim buraya sınavla ve ancak memur olarak girebilmiştir.
Bundan dolayı yolunu bulup yükselen arkadaşlarını kıskanır. Bu sonuç hem onurunun kırılmasına,
hem de sıkıntı çekmesine yol açar. Mektuplarında bundan acı acı yakınır: “Ben bir amele gibi hergün
yevmiyemi kazanmaya muhtacım” der ve sık sık şu dizeyi söyler:
“Komadı gitti bu devlet bizi âdem yerine!”
Arkadaşlarını hep yazın ve düşün çevrelerinin dışından seçerdi. Bunun sebebini aristokrat bir
kökenden gelmesinde aramak belki yersiz olmaz.20
Orta Çağda hem Osmanlılarda, hem de batıda finans hareketlerine ve ticarete küçümseyici ve
itici bir gözle bakılıyordu. Örneğin Osmanlı tarihçisi Ahmet Vasıf Efendi “Akçe ve dinar tutkusu
davası büyüklerin tutacağı yel değildir” derken Orta Çağ uzmanı batılı tarihçi Henri Pirenne de,
“ticaretle uğraşmanın küçültücü olduğu önyargısı Fransız devrimine değin feodal kastın yüreğinde
kök salmış olarak kaldı” der.21 Para ve ticarete karşı alınan bu biçimdeki tutum ilkesiz ve duygusal
özellikteyse, bu tepki her şeyi para ölçüsüne bağlayan kapitalizme karşı aristokratça ve eskici bir tepki
olur. İşte Haşim’de de böyle bir tepki bulunmaktadır:
“Haşim karışık para ve hesap işlerine pek akıl erdiremez. Bu işlerin şeytanca, kirli bir
yanı bulunduğuna ve onların üstesinden gelemeyeceğine inanır. Çıkar uğruna çevrilen ince
dolaplara şaşkınlık ve tiksinti ile bakar. Paralı kişilere aşırı itibar edilip kendisine onur
verilmemesi onurunu yaralar. Düşünce ve sanata karşılık, işadamlarının çıkarlarına
gösterilen büyük saygı içine dert olur.”22
Sonunda kendisi gibi düşkün bir aristokrat çocuğu olan arkadaşı Yakup Kadri ile, kocaman
bahçelerinin asırlık ağaçları arasına gizlenecek hizmetçili uşaklı masal evleri kurma hayaline kapılır.
Bu masal bahçesi tıpkı bir arcadia’ya, cennet bahçesine benzeyecektir.23

2.Aşağılanan Arap Haşim: İstanbul’a geldiğinde Türkçe bilmeyen Haşim, bildiği Arapça
yüzünden aşağılanır. Öğrenciler onu “Arap Haşim” diye çağırırlar. Konuşmasıyla alay ederler.
Böylece okulda çevresiz kalır. Öğretmeni Müftüoğlu Ahmet Hikmet onu şair diye çağırmaya
başlayınca,24 Haşim şiire yönelir. Araplığı ikide bir yüzüne vurulan Haşim için bu çok önemli bir
tutamak olur. Gitgide şiir tek kaygısı durumuna gelir. Araplığı sonradan yine kendisine engel olur.
Çanakkale savaşına katıldığı halde, savaş üzerine şiir yazmaları için şairler savaş alanına çağrılırken
Haşim çağrılmaz. Mondros Mütarekesi’nden sonra terhis edilir. İstanbul’a gelir. Bir süre işsiz kalır.
Para sıkıntısı çeker. Bu dönemiyle ilgili şu taşlaması anlamlı ve güzeldir: “Savaş oldu mu Türk’sün
buyur cepheye derler. Barış olup da bir yerden iş, memurluk istedin mi hadi ordan Arap diye
savarlar.”25 Görülüyor ki düşkün aristokrat ile aşağılan Arap kimliği hep bir yerde çakışıyor.
Araplığından dolayı aşağılanıyordu, çünkü düşkün bir aristokrattı. Yükselemeyince ne olacaktı? İşte
karşılık:

3.Kendini aşağılayan (mazohist) Haşim: Haşim dışına öfkesini boşaltamayınca enerjisi kendi
üzerine döner. Kendini çirkin bulur. Nevrotik davranışlar gösterir. Haşim’in kendini çirkin bulmasının
nedeni budur. Yakup Kadri, Gençlik ve Edebiyat Hatıraları’nda Haşim’in bu konudaki sözlerini

f) Karaalioğlu, 1980, C.III, s.229’da:1884 ve diğer kitaplar bu tarihlere benzer yılları Haşim’in doğum tarihi olarak verirler.
Peki ama Haşim hangi yılda doğdu? Bu tartışma Prof. Dr. M. Kaya Bilgegil tarafından bitirilmiştir. Onun yaptığı arşiv
araştırmalarına göre Haşim 1303 Rumi, 1304 Hicri, 1887 Miladi yılında doğmuştur. Bkz. Bilgegil, 1980, C.II, s.483 ve ayrıca
oradan aktarılarak: Ahmet Haşim, 1987, s.5
20
Nayır, 1974, s.8
21
Sayar, 1986, s.123-124
22
Bezirci, 1979, s.15
23
Kurdakul, 1976, S.I, s.352
24
Hatta Ahmet Hikmet Müftüoğlu’nun şiir yazmayı, Haşim’in şiirdeki başarısını gördükten sonra bıraktığı söylenir.
25
Bezirci, 1979, s.10; “Bununla birlikte Haşim’in milli duygularının temizliği ve halisliği üzerinde en ufak bir şüphenin bile
isabetsizliği muhakkaktır”. Akyüz, (1986), s.599 Ayrıca bkz. Karaosmanoğlu, 1969, s.124
aktarır. Haşim’in bu mazoşizminde Henri de Régnier’nin bir şiirinin etkisi olduğunu da yine Yakup
Kadri söz konusu şiiri aktararak gösterir.

III-Ütopik Edebiyat Etkisi:


Yukarıda, Haşim üzerindeki Edebiyat-ı Cedide etkisi belirtilmişti. Edebiyat-ı Cedidecilerin de
yaşadıkları dönemde nasıl bir kaçış düşü içinde oldukları bilinmektedir.
Simgeci etkiye gelince, XIX. yy. sonunda Fransız simgecileri uzaklara özlem duyan şiirleri ile
yaşadıkları dönemin yıkımlarından kaçmaya çalışıyorlardı. Özellikle Baudelaire ve ondan etkilenen
Verlaine ile Mallarme şiire duygu çöküntüsünü, çocukluk ve gençlik günlerine dönüş özlemini
getirmek peşindeydiler.26 Haşim başından beri bunlardan etkilenmişti. Baudelaire’nin Parfume
Exotique ve Rimbaud’un Sarhoş Gemi adlı şiirleri, tıpkı Atlantis’i anlatan Platon ve diğer ütopyacılar
More, Campanella ve Bacon’ınki gibi düş ufuklarını denize ve uzak adalara açıyor, uzak denizlere ve
uzak adalara açılma duygunu işliyordu. Parfume Exotique’te Baudelaire bu duyguyu şöyle anlatır:
“Sonra birden görünür baygın tembel bir ada
Garip ağaçlar, hoş meyveler verir tabiat
Erkeklerin biçimli bedenlerinde sıhhat
Ve bir safiyet kadınların bakışlarında
O güzel iklimlere sürükler beni kokun...”
Sir Philip Sidney’in Arcadia’sının27 ana düşüncesi bu şiirin de özünü oluşturuyor: Güzel,
sonsuz ülke. Verlaine’nin Şiir Sanatı’ndaki:
“Deli bir gönülden kalkıp gitmeli
Başka göklere, başka sevdalara”28
dizeleri de aynı yoldadır. Rimbaud’nun Sarhoş Gemi’sindeki:
“Ülkeler gördüm, görülmedik çiçeklerine
Gözler karışmış, insan yüzlü panter gözleri
Büyük ebemkuşakları gerilmiş engine...”
dizeleri de kapalı uzaksamacı şiirin ütopik düşünceye açıldığı bir bölümdür.
“Baudelaire’nin muhayyel ülkeler çizerek eriştiği kudrete hayran”29olan Haşim de Zulmet, O
Belde ve Yollar şiirinde ütopizmini sergilemişti. Yakup Kadri’nin anlattığına göre, kafasını dibinden
kesip atmaktan başka çözüm kalmadığından söz eden ve Başım şiirinde olmadık tiksinmelerle
başından yakınan, çevresiyle ve başıyla uyuşamayan Haşim, özlediği dünyayı şiirde dile getirmiştir. O
Belde’den:
“O belde?
Durur el değmemiş düşlem bölgelerinde
Mavi bir akşam
Hep dinlenir üstünde
Eteklerinde deniz
Döker ruhlara bir uyku sessziliği
Kadınlar orda saf30 leylidir
Uzak
Ve mavi gölgeli bir ülkeden uzak kalarak
Bu sürgün ve ayrılığa bu yerde sonsuza dek mahkûmuz...”

C. ANTİ-STATÜKOCU HAŞİM
Haşim kişisel nedenlerle anti-statükocu olmuştur. Ancak, yaşadığı çevrede özlediği şeyleri
elde edememesi onu mistik düşüncelere, öbür dünya kaygılarına sürüklememiştir. Gurebahane-i
Lâklâkan’ın daki Yeni Bina başlıklı yazıda; “geçmişe ait biçimlere fazla düşkünlüğün şu ahlaki

26
Gözler, 1976, C.II, s.221
27
Urgan, 1986, C.I, s.131-132
28
Nef’i, Fuzuli, Fikret vb.’nin şiirlerindeki başka-gayrı sözcükleriyle, Hüseyin Cahit’in Edebiyat Anıları’ndaki “Başka
Dünyalar Düşü” başlığındaki benzerlik, yerleşik durum ile başkalık-özgelik-gayrılık arasında bir karşıtlık olduğunu
göstermektedir.
29
Nayır, 1974, s.9; Ayrıca: “O şairler ki, biri Verlaine öbürü Rimbaud üçüncüsü de Henri de Régnier’dir. A. Haşim’le ben
kendilerine hayranlıkta adeta yarış halinde idik.” Karaosmanoğlu, 1969, s.106
30
Baudelaire de kadının saflığını arzuyla vurgular.
kötülüğü vardır ki yaşayanları hayatlarından tad almaz bir duruma getirdikten başka, gelecekten de
ümidini keser. Arkaya baka baka yere yuvarlanmaksızın istenilen yönde kaç adım gidebilir?” der.
Namık Kemal’in İstikbal adlı yazısını okuduğunu sezdiren bu görüşüyle Ahmet Haşim’in geriye
yönsemeci akımların etkisine kapılmadığı, usçu çizgide durduğu görülür.
Bu düşüncelerden dolayı Haşim’in politik ve estetik görüşleri arasında bir iletişim olmadığını
söylemek doğru olur. Haşim, izlediği saf şiiri oluşturma amacına uygun olarak şiirde yalnızca öznel
duygularını simgeci ve izlenimci biçimde dile getirir. Düzyazılarındaysa daha çok günlük toplumsal
ve politik görüşlerini anlatır. Y. Kemal de öyle yapmıştı. Yahya Kemal şiirinde de Kurtuluş Savaşına
ilişkin bir yansıma bulunmamasına karşılık düzyazıları “devrin ruhu” nu çok güzel yansıtır. Ancak,
Yahya Kemal’in aksine, din ve ulusa bağlılık gibi duygular -en azından yapıtlarından anlaşıldığına
bakarak -bulunmamakla birlikte, Haşim, düzyazılarında yine de çağını sorgulamış (yani toplumla
ilgilenmiş), ona karşı mantıklı, uygarlıkçı ve ilerlemeci bir tavır takınmıştır. Onu bu noktada batıcı
akımın öncüleri Abdullah Cevdet ve Kılıçzade Hakkı’nın silik bir yansıması olarak niteleyebiliriz.
Haşim’in toplumsal olmadığı söylenir. Bir bakıma doğrudur, çünkü güncelle ilgilenmemiştir. Güncelin
üzerindeki ana toplum ve tarih sorunlarıyla ilgilendiğini ise, Türklerin doğudan batıya doğru giden
tarihsel yolculuğuna en derin kavramlarla tanıklık eden denemelerini okuyanlar göreceklerdir. Yine
de, Türk Kurtuluş Savaşı ve Kemalist Devrimler konusuna hiç değinmediğini söyleyenler olacaktır.
Bu konu aşağıda ayrıca ele alınacaktır. Bununla birlikte Haşim’in çağının değişimlerine ve Kemalist
Harekete karşı geldiğini, kimi Servet-i Fünun fosilleri gibi Ulusal Kurtuluş Savaşına sırt çevirdiğini,
çevirenlerin kampında olduğunu hiç kimse söyleyemez. Atatürk’ün bulunduğu bir toplantıya
çağırılmadan önceki ve Atatürk’ü gördükten sonraki izlenimlerini anlattığı Gazi başlıklı enfes yazısı
bunun çok özel bir kanıtıdır. Haşim, dengi birçok kişiden ayrı olarak doğuyu, batıyı, çağı anlamaya
çalışmıştır. Bu da düşkün bir aristokrat için az şey değildir. Öte yandan onun gerçeklikle alışverişe
girmek istediğini ve uyuşmak amacına yöneldiğini Tanpınar’ın bir yazısından anlıyoruz. Buna göre;
Haşim konuklarına yeni bir dergi çıkarma tasarısından söz eder. İçlerinden biri “Haşhaş çıkaralım”
diyerek dergiye ad önerir. Haşim biraz düşünür ve:
“Haşhaş... hayır, artık o devir geçti, ben rüyadan bıktım. O bir zamanlardı.”
der.31
Ne var ki artık ölüm yakındır...

D. HAŞİM’İ YAŞATMAK
Haşim’in ilginç kişiliği, edebiyat, düşünce ve psikolojide bir “Haşim-toplum” problematiği
ortaya çıkarmış gibidir. Mehmet Kaplan söz konusu problematiği şöyle dile getirir:
“Topluma sırtını çevirmiştir. Kendi fildişi kulesine kapanmıştır, diye Haşim’e çatanlar
da olmuştur. Özellikle (...) Haşim’i yıkmak için çalışmışlardır. Fakat Haşim yaşamıştır.”32
Gerçekten de Haşim, “Fildişi kuleye çekilmek” konusunda çok eleştirilmiştir.
Örnekse; Ahmet Kabaklı’ya göre Ahmet Haşim;
“Yakın tarihin en buhranlı günlerinde yetişip ihtilaller, savaşlar, yenilgiler ve zaferler
gördüğü halde tek bir mısrayla olsun milletin acı ve sevinçlerini anmadı.”33
Aynı yönde, M. Fuat da Haşim’i toplum olaylarına ilgisiz kaldı diye sorgular:
“A. Haşim’in yaşadığı dönemde Türk halkı çeşitli tehlikelerle karşı karşıya kalmış,
bağımsızlığını bütünüyle yitirecek durumlara düşmüş, bir kurtuluş kavgası vermiş, bu kurtuluş
kavgasında başarıya eriştikten sonra da büyük bir dönüşüm geçirmiştir. Ne var ki Haşim bir
şair olarak bu olaylarla hiç ilgilenmedi”34
Yeni Türk Edebiyatı Antolojisi’nin hazırlayıcıları da Haşim’i “toplumcu çizgi” açısından
yermektedirler:
“Onun sanatı hiçbir zaman toplumcu bir çizgi gösterememiştir”35
Aynı noktada birleşen bu yargılara, Mehmet Kaplan’ın da Ahmet Kabaklı’ya benzer bir
biçemle katılması çok ilginçtir:

31
Tanpınar, 1977, s.293. Haşim bir ara Haşhaş adlı bir dergi çıkarmıştı.
32
Karaalioğlu, 1980, C.III, s.239’da aktarır.
33
Kabaklı, 1985, C.III, s.151
34
Bengü, 1977, s.15
35
Ekiz-Ergül, 1980, s.746
“Haşim’in eser verdiği 1908-1928 yılları arasında Türk cemiyeti derinlerden gelen
zelzelerle sarsıldı, çatladı ve parçalandı. Haşim adeta bu cemiyetin içinde değilmiş gibi ondan
bir tek şiiri ile dahi bahsetmedi.”36
Ne var ki, Yaşar Nabi Nayır’ın sözleri ile;
“Sanatçıyı mutlaka toplum davalarının hizmetinde görmek isteyen kanının sanat
hürriyetini daralttığını gözönünde tutarak bu ithamlara katılamayacağız.”37

SONUÇ:
Haşim Osmanlı İmparatorluğunun dağılışı ile yeni Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu yıllarında
büyük bir tarihsel dönüşümün ortasında yaşamıştır. Bu tarihsel makasta Haşim’i doğru
konumlandırabilmek için benzerlerini bulmak ve karşılaştırmak gerekir.
Bu karşılaştırmada özel alan kimliği ile kamusal alan kimliği arasında yaşanan gerilim ve bu
gerilimi yaşayan önemli Türk yazın ve düşün adamlarının durumu aydınlatıcı birer örnektir.
Yahya Kemal Üsküp’te doğmuş ve annesinin kabrinin bulunduğu bu kente özlemle İstanbullu
kimliği arasında trajiğini yakalamıştır. Onun Ezan-ı Muhammedi şiiri bu bağlamda okunmalıdır.
Benzer bir durum Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nda gözlemlenmektedir. Beyatlı gibi zadegandan olan
Karaosmanoğlu da dağılış ve kuruluş, dağılış ve kuruluş, kesinti ve süreklilik trajedileri ortasında
kişiliği ve yazarlığı oluşan bir kalemdir. Karaosmanoğlu’nun Anamın Kitabı da aynı bağlamda
okunmalıdır. Merkez-İstanbul ile Çevre-Taşra arasında salınan yazın adamları XX. Yüzyıl Türk yazın
ve düşününe damgalarını vurmuşlardır: Ziya Gökalp, Süleyman Nazif, Cahit Sıtkı Tarancı, Sezai
Karakoç, Ahmet Arif (Diyarbakır/İstanbul); Yahya Kemal Beyatlı, Mehmet Akif Ersoy, Yaşar Nabi
Nayır (Balkanlar/İstanbul); Yakup Kadri Karaosmanoğlu (Manisa-Mısır/İstanbul); Ahmet Hamdi
Tanpınar (Musul-Kerkük-Siirt/ İstanbul); Mükrimin Halil Yınanç (Elbistan/İstanbul); Cemil Meriç
(Hatay/İstanbul), Kaya Bilgegil (Sivas/İstanbul); Mehmet Kaplan (Eskişehir/İstanbul)… Bu liste bir
başka açıdan İsmail Gaspıralı, Mirza Fethali Ahundzade, Hüseyinzade Ali Turan, Yusuf Akçura,
Ahmet Zeki Velidi Togan, Ahmet Ağaoğlu, Hilmi Ziya Ülken, Halil İnalcık, İlber Ortaylı, Saadet-
Tahir Çağatay, Sadri Maksudi Arsal, Reşit Rahmeti Arat gibi Türkiye’nin bilim ve düşünce yaşamının
yükselmesine çok büyük katkıları olan adlar da İstanbul ile doğum yerleri arasındaki gerilimin
ürünüdürler. Bütün bu adlar, İstanbul’un merkez-çek gücü altında yaşamış ve yazmışlardır. Bir bakıma
İstanbul merkezli Türk kültürü onları biçimlendirirken onlar da Türk kültürünü zenginleştirmişlerdir.
Sayılmayanlar da içinde olmak üzere herhangi birinin son yüzyıl Türk tarihinde yok sayılması Türk
kültürünü, bilimini ve yazınını eksiltir. Bugünkü Türkçe onların yarattığı düşün ve imge evreniyle
yaşamını sürdürmektedir.
Haşim işte bu merkez-çevre kuramı doğrultusunda yeni yazın ve düşün adamları için önemli
bir örnektir. Yaşam anne dilinden anadile doğru bir yolculuktur. İnsanlar anne dillerinin içine doğar
ama sevgililerinin dili içinde yaşarlar.
Haşim, sevgili dili Türkçenin hem söyleyiş imkanlarını hem imge evrenini geliştirmiştir.
Göl Saatleri şairi, sürekli olarak şiirin kapalı olmasından söz etmişti. En kapalı denen şiirler
bile uygun eleştiri kurumları ile açılabilir ve anlaşılabilir. Agnostisizm (bilinemezcilik) yalnızca
çözümsüzlük ürküntüsünün anlatımıdır. Haşim’de de bu ürküntü vardır. Bu bakımdan şiirleri kendisi
ve kendisi gibilerin bireysel gerçeklikleri için belgeleyici bir özelliktedir. Böyle kişiler yaşadığı ve
bunlarla ilgilenenler olduğu sürece, Haşim’in şiirleri ölmez. Onun yaşamsallığını tıpkı Şeyh Galip
şiirinde olduğu gibi, şiirinin özünde ve seçkin düzeyinde aramalıdır.
Haşim’in şiirleri ölmez, çünkü Ahmet Haşim son çağ Türk şiirinde bağlı (engagée) olmayan
şiirin en seçkin ustasıdır.

36
Kaplan, 1985, C.I, s.148
37
Nayır, 1974, s.15. N. Ataç bu suçlamalara yürekten katılır: bkz. Alangu, 1974, C.II, s.1297
KAYNAKLAR
AHMET HAŞİM, (1987) Bütün Şiirleri, (Haz. İnci Enginün) İstanbul: Dergah Yayınları
AKYÜZ Kenan, (1986) Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi, İstanbul: İnkılap Kitapevi
ALANGU Tahir, (1974) 100 Ünlü Türk Eseri, İstanbul: Milliyet Yayınları, C.II
BANARLI Nihat Sami, (1971) Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul: Milli Eğitim Basımevi, C.II
BENGÜ Memet Fuat, (1977) Ahmet Haşim, İstanbul: De Yayınevi
BEZİRCİ Asım, (1979) Ahmet Haşim, İstanbul: Gözlem Yayınları
BİLGEGİL Kaya, (1980) Yakın Çağ Türk Kültür ve Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar. Erzurum: AÜEF Yayınları, C.II
EKİZ O.Nuri -Müslim Ergül, (1980) Yeni Türk Edebiyatı Antolojisi, İstanbul: Toker Yayınları
GÖZLER, Fethi, (1976) Edebiyat Akımları Yardımcısı, İstanbul: Damla Yayınevi, C.II
KABAKLI, Ahmet, (1985) Türk Edebiyatı, İstanbul: Türk Edebiyatı Yayınları, C.II-III
KAPLAN Mehmet, (1985) Şiir Tahlilleri, İstanbul: Dergah Yayınları, C.I
KAPLAN, Mehmet, (1986) Tevfik Fikret, Ank. KTB Yayınları
KAPLAN, Mehmet, (1987) Tevfik Fikret, İst. Dergâh Yayınları
KARAALİOĞLU Seyit Kemal, (1980) Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul: İnkılap ve Aka Kitabevleri, C.III
KARAOSMANOĞLU Yakup Kadri, (1969) Gençlik ve Edebiyat Hatıraları, Ankara: Bilgi Yayınevi
KURDAKUL Şükran, (1976) Çağdaş Türk Edebiyatı, İstanbul: May Yayınları, C.I
LANE Jeremy F., (2006) “Towards a Poetics of Consumerism Gaston Bachelard’s ‘Material Imagination’ and Narratives of
Post-War Modernisation”, French Cultural Studies, , Volume: 17(1), pp. 019–034
MİYASOĞLU, Mustafa. (1987) Ziya Osman Saba. Ank. KTB Yayınları
NAYIR Yaşar Nabi, (1974) Ahmet Haşim, İstanbul: Varlık Yayınları
O’SHEA-Meddour Wendy, (2003) “Gaston Bachelard’s L’Eau et les rêves: conquering the feminine element”, French
Cultural Studies, Volume: 14/1, pp.081–099
PELVANOĞLU Emrah, (2006) Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Şiir Eleştirisinde Avrupa-Merkezlilik, Ankara, Bilkent Üniv
Türk Ed. Böl. Basılmamış Yüksek Lisans Tezi
SAYAR Ahmet Güner, (1986) Osmanlı İktisat Düşüncesinin Çağdaşlaşması, İstanbul: Der Yayınları
TANPINAR Ahmet Hamdi, (1977) Makaleler. İstanbul: Dergah Yayınevi
TURAL Sadık Kemal, (1987)“Ahmet Haşim'in Hayatının Ana Çizgileri”, Doğumunun 100. Yılında Ahmet Haşim,
Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, s.1-12
TARANCI, Cahit Sıtkı, (1982) Otuz Beş Yaş. İstanbul, Varlık Yayınları
URGAN, Mina, (1986) İngiliz Edebiyatı Tarihi, İstanbul: Altın Kitaplar Yayınevi, C.I

You might also like