Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 135

T.C.

ANADOLU ÜN İ VERS İ TESİ YAYINLARI NO: 489

Aç ıköğ retim Fakültesi Yay ınlar ı No: 218

BİYOKİMYA

Yazar ve Editör
Prof.Dr. Mine ERDEN İ NAL
ANADOLU ÜNİVERSİTESİ
Açıköğretim Fakültesi

Bu kitabın basım, yayım ve satış hakları


Anadolu Üniversitesi'ne aittir.

"Uzaktan Öğretim" tekniğine uygun olarak hazırlanan bu kitabın


bütün hakları saklıdır.

İlgili kuruluştan izin almadan kitabın tümü ya da


bölümleri mekanik, elektronik, fotokopi, manyetik kayıt
veya başka şekillerde çoğaltılamaz,
basılamaz ve dağıtılamaz.

Copyright 1996 by Anadolu University

All rights reserved

No part of this book may be reproduced


or stored in a retrieval system, or transmitted
in any form or by any means mechanical, electronic,
photocopy, magnetic, tape or otherwise, without
permission in writing from the University.

Kapak Düzeni: Yrd.Doç. Atila ÖZER

ISBN 975 - 492 - 226 - 8


ÖNSÖZ

Biyokimya konusunda hemşerilik mesleğinin gerektirdiği bilgileri içeren yayınların olmayışı


büyük bir eksiklik olarak ortadadır. Bu eksikliği ve ihtiyacı bir ölçüde karşılayabilmek ve
hemşire arkadaşlarımıza az da olsa yardımcı olabilmek için bu kitabı hazırlamaya karar ver-
dim. eksikliğine rağmen bu eseri değerli hemşirelerimizin hizmetine sunabildiğim için çok
mutluyum.

Bu kitapta biyokimya alanında tektire değer eserler vermiş değerli bilim adamlarının eserleri
ve Türkiye'de yetişen değerli biyokimya hocalarının eserlerinden geniş ölçüde istifade edil-
miştir.

Bu kitap yazılırken biyokimya alanında değerli bulunduğu incelediğim, ilham aldığım, bana
yol gösteren eserlerden Lehninger, A.L. Biochemistry 1972, Gözükara, E.M. Biyokimya,
Aras, K., Klinik Biyokimya, 1970, Bingöl G. 1981, Genel Biyokimya, 1981, Tekman Ş, Öner
N. olmuştur. Bu değerli bilim adamlarına burada teşekkür etmek isterim.

Bu mütavazi biyokimya kitabı, bu alanda temel bilgiler edinmek isteyen değerli hemşireler
için yararlı olmasını, kitabın redaksiyon ve düzeltilmesinde yardımcı olan değerli çalışma
arkadaşlarım Sayın Dr. Fahrettin Akyüz ve Dr. Emine Sunal'a teşekkür ederim.

Prof. Dr. Mine ERDEN İNAL

Eylül 1996 - Eskişehir


İçindekiler

Ünite 1
Biyokimyanın Tanımı 1
Biyokimyanın Tanımı 2, Biyokimyanın Çalışma Alanı 2, Biyokimyanın Tarihçesi 2

Ünite 2
Atomdan Moleküle 5
Giriş 6, Canlı Organizmaların Kimyasal Yapısı 6, Atomun Yapısı8, Kimyasal Bağlar 11,Biyo-
moleküller 16, Organik Moleküllerin Fonksiyonel Grupları 17

Ünite 3
Karbonhidratlar 23
Giriş24, Karbonhidratların Sınıflandırılması 24, Karbonhidratların İsimlendirilmesi 25, Asimet-
rik Karbon Atomu 26, Karbonhidratların Metabolizması 27, Glikozun Organizmada Kullanılma-
sı 28, Glikoneogenezis 30, Kan Şekeri 30, Karbonhidrat Metabolizması Bozuklukları 31, Şeker
Hastalığı (Diabetes Mellutus) 31,

Ünite 4
Lipitler 37
Giriş 38, Lipitlerin Sınıflandırılması 38, Lipit Metabolizması 41, Lipitlerin Biosentezi 45, Hor-
monların Lipit Metabolizması Üzerine Etkileri 46, Lipit Metabolizması Bozuklukları47

Ünite 5
Proteinler 51
Giriş 52, Amino Asitler 52, Proteinlerin Sınıflandırılması ve Özellikleri 57,

Ünite 6
Nükleoproteinler ve Nükleik Asitler 67
Giriş 68, Nükleoid ve Nükleozidler 68, Nükleik Asit 69, Nükleuk Asitlerin Metabolizması 69,
Purin ve Piridinlerin Biosentezleri 70
Ünite 7
Porfirinler 73
Giriş 74, Porfirinlerin Özellikleri 74, Hem ve Hemoglobin Biosentesi 75, Hemoglobinin Yapısı,
Özellikleri ve Bileşikleri 76, Hemoglobinin Yıkılışı 76

Ünite 8
Vitaminler 79
Giriş 80,Vitaminlerin Sınıfları 80

Ünite 9
Enzimler 91
Giriş 92,Enzimlerin Yapısı, Tanımlar 92, Enzimlerin Adlandırılması 93, Enzimlerin Özgüllüğü
ve Lokalizasyonu 93, Enzimlerin Sınıflandırılması 94, Enzim Aktivitesinin Ölçülmesi 95, Enzim
Aktivasyonunun İnhibisyonu 97, Ezimlerden Hastalık Tanısında ve Tedavisinde Yararlanılma-
sı 98, Önemli Bazı Koenzimler 99

Ünite 10
Hormonlar 105
Giriş 106, Hormonların Yapılması, Kana Salınımı ve Etki Şekli 106, Hipofiz Hormonları 108,
Troid Hormonları 110, Paratroid Hormonu (Parathormon) 111, Pankreas Hormonları 111, Ste-
roid Hormonlar 112, Adrenal Hormonlar 112, Seks Hormonları 113, Bazı Doku Hormonları 115

Ünite 11
Su ve Mineral Metabolizması 119
Giriş 120, Su Gereksinimi 120, Vücut Sıvılarının İçeriği 121, Mineral Metabolizması 122
ÜNİTE
Biyokimyanın Tanımı
1
Amaçlar
Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
■ Biyokimyanın konusunu öğrenecek,
■ Biyokimyacının çalışma alanını bilecek,
■ Metabolizma nedir açıklayabilecek,
■ Biyokimya bilimine emeği geçenleri,
■ Biyokimya biliminin hangi kademelerden geçtiğini,
■ Biyokimyanın bugün ulaştığı durumu öğrenmiş olacaksınız.

İçindekiler
■ Biyokimyanın Tanımı
■ Biyokimyanın Çalışma Alanı
■ Biyokimyanın Tarihçesi
■ Biyokimyanın Tarihçesi
■ Özet
■ Değerlendirme Soruları
■ Yararlanacağınız Kaynaklar
1. BİYOKİMYANIN TANIMI

Klasik bir tarife göre biyokimya, canlı organizmaların kimyasal yapısını ve hayatın devamı bo-
yunca canlının içinde meydana gelen kimyasal olayları konu olarak ele alan ve inceleyen bir bi-
lim dalıdır. Tıp ve sağlık bilimlerini de kapsamına alan biyoloji bilimi çok karmaşık ve komplike
problemler içermektedir. Biyokimya bilim dalı ise deneysel metodlar ve aletler kullanarak bu
sorulara ve problemlere çözüm aramaktadır.

2. BİYOKİMYANIN ÇALIŞMA ALANI

Bir biyokimyacının çalışma alanı nedir diye sorulacak olursa; "biyokimyacı, kimyasal, fiziksel
ve biyolojik araç ve yöntemleri kullanarak canlı organizmanın yapısını ve hayatın devamı bo-
yunca vücutta meydana gelen kimyasal değişimleri ortaya çıkarmak ve açıklamak için çalışan
araştırıcıdır." demek mümkündür.

Sonuç olarak biyokimya bilimi, yaşamın en küçük birimi olan hücrenin kimyasal yapısını, canlı-
nın meydana gelişindeki, hayatının devamındaki ve nihayet yok oluşundaki kimyasal mekaniz-
maları konu olarak ele alan ve inceleyen bir bilimdir. Canlı meydana geldikten sonra hayatın
devamı boyunca onun vücudunda meydana gelen olayların hepsine birden metabolizma adı
verilmektedir. Bu nedenle biyokimya büyük oranda metabolizma ile ilgilenmektedir. Bununla
beraber bazı anormal patolojik koşullar altında metabolizmada görülen ayrıcalıklar, yalnız has-
talıkların teşhisinde görülen ayrıcalıklar, yalnız hastalıkların teşhisinde rol oynamakla kalma-
yıp, aynı zamanda normal olayların daha derinliğine aydınlatılmasına da ışık tutacaktır.

3. BİYOKİMYANIN TARİHÇESİ

Biyokimya oldukça genç bir bilim dalı olup başlangıcından bugüne kadar yaklaşık 150 yıl gibi
kısa bir zaman geçmiştir. 1903 yılına kadar hiç kullanılmamış olan biyokimya deyimi, ilk defa bu
yıllarda Alman kimyageri Carl NEUBERG tarafından kullanılmıştır. Bununla beraber biyokim-
ya alanında yapılan çalışmaların başlangıcı bu tarihten önceki yıllara rastlamaktadır. Biyokim-
ya daha eski bilim dalları olan organik kimya, fizyoloji, biyoloji ve tıbbın gelişmesi ile günden gü-
ne daha fazla değer kazanmıştır. İsveç Kimyageri olan Karl SCHEELE'nin 1700'lerin ortalarına
rastlayan yıllardaki bitki ve hayvan dokularının kimyasal bileşimi konusundaki çalışmaları, bi-
yokimyanın ayrı bir disiplin halinde kurulmasına neden olmuş ve biyokimyaya çok önemli katkı-
larda bulunmuştur.

WOHLER'in 1820 yıllarında üreyi kimya laboratuvarında sentez etmesi biyokimya tarihinde bir

-2-
dönüm noktası olmuştur. Çünkü bu buluş organik moleküllerin yalnız canlılarda bulunduğuna
inanılan ve adına vital güçler denen bir kuvvet tarafından sentezleneceği inancının yıkılmasına
neden olmuştur. Başlangıçta parça parça ve basit olarak elde edilen bilgilerin toplanması ile bi-
yokimya bağımsız bir bilim dalı olarak gelişmiştir. Biyokimyaya 1800 yılları sonuna kadar ba-
zen fizyolojik kimya, bazen de patolojik kimya adları da verilmiştir. Bu tarihten başlayarak 1900
yılları başlangıcına kadar yapılan öncül çalışmalarla biyokimya alanında ilerlemeler kaydedil-
miştir.

Biyokimya alanında en büyük atılımlar 1820 lerden sonra olmuştur. HARDEN ve YOUNG ile
EMBDEN MAYERHOF'un karbonhidratların ara metabolizması konusundaki çalışmaları bu
dönemin biyokimya konusunda en başarılı örnekleri olmuştur. KREBS ve diğerlerinin trikar-
boksilik asit döngüsü konusundaki buluşları ve W.CROSE'un amino asitler konusundaki klasik
çalışmaları bu devrin dikkate değer araştırmalarıdır. İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki yıllarda
biyokimya alanında inanılmaz ilerlemeler kaydedilmiştir. Bu dönemlerden sonra biyokimya
alanındaki bilgilerin her sekiz yılda bir yüzde yüz arttığı kabul edilmektedir. Bilim dünyasının
moleküler düzeydeki çalışmalara büyük ilgi göstermesi biyokimyayı en dinamik ve en fazla bu-
luşların yer aldığı bir alan haline getirmiştir. Çok hassas ve özgül kromotografik metodların
1950 yıllarında geliştirilmesi ile çok küçük miktarlardaki biyolojik moleküllerin saflaştırılmasına
ve yapılarının aydınlatılmasına olanak sağlanmıştır. Radyoaktif izotoplarla işaretlenmiş bile-
şiklerin canlılara verilmesi ile bu bileşiklerin uğradığı değişiklikleri ve takip ettiği metabolik yolla-
rı izlemek mümkün hale gelmiştir. Son yirmi yıldaki baş döndürücü ve inanılmaz gelişmeleri an-
latabilmek için bu dönemde yapılan çalışmalardan bazı örnek vermek gerekmektedir.

Glikoz, amino asit ve yağ asiti metabolizmasındaki biyosentez ve yıkım yollarının aydınlatılma-
sı konusunda yapılan çalışmalarla modern görüşlerin ortaya çıkması, steroid hormonlar ve ko-
lesterol biyosentez yolunda yapılan yenilikler, biyolojik bakımdan önemli olan bazı proteinlerin
yapılarının aydınlatılması bu devrin en başarılı çalışmalarından bazılarıdır.

1953 yılında I.D.WATSON ve F.CRİCK, DNA'nın yapısını aydınlatarak protein sentezinde çok
önemli ilerlemelerin olmasını sağlamışlardar. Daha sonraki yıllarda çok parlak keşifler olmuş-
tur. MAXAM ve GILBERT'in geliştirdiği kimyasal yöntemle DNA'nın yapısı bütün ayrıntıları ile
belirlenmiştir. Bu sayede hem çeşitli DNA moleküllerinin daha detaylı incelenmesi mümkün ha-
le gelmiş hem de gen mühendisliği dediğimiz yeni bir alan doğmuştur. Gen mühendisliği yönte-
mi ile, bir canlıdaki geni, bir başka canlıya transfer etmek ve çeşitli amaçlar için kullanmak
mümkün hale gelmiştir. İnsan büyüme hormonu ve insan insülin hormonu geni, insan hücresin-
den bakterilere nakledilmiş olup, bu iki hormon bakteriler tarafından sentezlenmekte ve her iki
hormon da bol miktarda elde edilmektedir. Gelecek yıllarda da bu tür keşiflerin dinamik bir alan
olan biyokimya dalında yapılacağını söylemek mümkündür.

-3-
Özet
Biyokimya, canlı organizmaların kimyasal yapısını ve hayatın devamı boyunca canlının içinde
meydana gelen kimyasal olayları konu olarak ele alın bilimdalıdır.

Biyokimyacı, kimyasal, fiziksel ve biyolojik araç ve yöntemleri kullanarak canlı organizmanın


yapısını ve hayatın devamı boyunca vücutta meydana gelen kimyasal değişimleri açıklamak
için çalışan araştırıcıdır. Canlının hayatı boyunca vücudunda meydana gelen kimyasal olayla-
rın tümüne metabolizma adı verilmektedir.

Biyokimya oldukça yeni bir bilim dalıdır. Biyokimya bilim dalının gelişmesine sayısız çok değerli
bilim adamlarının emeği geçmiştir. Bunlardan sadece bazılarının adlarını şöyle sıralayabiliriz.
Carl NEUBERG, Karl SCHEELE, WOHLER, HARDEN, YOUNG, EMBDEN-MAYERHOF ve
KREBS.

Değerlendirme Soruları
1. Biyokimya bilimi, yaşamın en küçük birimi olan ............. kimyasal yapısını, canlının
meydana gelişindeki, hayatın devamındaki ve nihayet yok oluşundaki kimyasal mekaniz-
maları konu olarak ele alan ve inceleyen bir bilimdir.
A) Atom'un B) Molekül'ün C) Hücre'nin
D) Element'in E) Organ'ın

2. Biyokimya deyimini ilk ortaya atan bilim adamı aşağıda verilenlerden hangisidir?
A) Carl NEUBERG B) Karl SCHEELE C) WOHLER
D) W.CROSE E) EMBDEN - MAYERHOF

3. DNA'nın biyokimyasal olarak yapısını aydınlatan değerli bilim adamı aşağıda verilen-
lerden hangisidir?
A) W.CROSE B) J.D.WATSON C) EMBDEN - MAYERHOF
D) HARDEN - YOUNG E) WOHLER

Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar


GÖZÜKARA, Engin M. Biyokimya, Ankara, Ofset Pepianet LTD.Şt. 1990.
FEHMÜGER, Albert L. Biochemistry, New York, Nort Publishers, Inc 1988.

-4-
ÜNİTE 2
Atomdan Moleküle

Amaçlar
Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
■ Canlı organizmanın kimyasal yapısını öğrenecek,
■ Organizmanın hangi elementleri içerdiğini bilecek,
■ Atomun yapısını tanıyacak,
■ Kimyasal bağları sınıflayabilecek,
■ İyonik bağları,
■ Kovalent bağları,
■ Hidrojen bağlarını,
■ Van der Waals bağlarını tanıyacak,
■ Biyomoleküllerin yapısını öğrenecek,
■ Organik moleküllerin fonksiyonel gruplarını tanıyacaksınız.

İçindekiler
■ Giriş
■ Canlı Organizmaların Kimyasal Yapısı
■ Atomun Yapısı
■ Kimyasal Bağlar
■ İyonik Bağlar
■ Kovalent Bağlar
■ Hidrojen Bağları
■ Molekül veya Van der Waals Bağları
■ Biyomoleküller
■ Organik Moleküllerin Fonksiyonel Grupları
■ Özet
■ Değerlendirme Soruları
■ Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar
1. GİRİŞ

Bu kitapta yer alan bazı konuların iyi anlaşılabilmesi için atomun ve kimyasal bağların yapısını
çok kısa da olsa gözden geçirmek gerekir.

Farklı hayvan ve bitki türleri kimyasal yapı bakımından birbirlerine büyük benzerlik göster-
mektedir. Örneğin, bütün türlerde proteinler ortak olan 20 çeşit aminoasitten yapılmıştır. Yi-
ne bütün türlerdeki nükleik asitler beş çeşit birimden meydana gelmiştir. Canlı organizmanın
kimyasal yapısı yer kabuğu yapısından oldukça farklıdır. Bu nedenle biyolojik moleküllerin
ve bu moleküllerin birbiri ile olan ilişkisini öğrenmeden önce şu soruların cevaplarını aramak
gerekir. Yaşayan canlılarda hangi tip moleküller bulunmaktadır. Bunların birbirine karşı oranı
nedir. Bunlar canlı yapısına nereden ve nasıl girmiştir. Canlı yapısında bulunan bu molekül-
lerin rolleri nedir?

Bu kitapta bu soruların cevabını öğrenmeye çalışacağımıza göre, biyomolekülleri inceleme-


miz gerekmektedir.

2. CANLI ORGANİZMALARIN KİMYASAL YAPISI

Doğal olarak meydana gelen 92 elementten ancak 27 tanesi farklı şekillerde ortaya çıkmış ve
canlıların yapısında yeralmıştır. Bu maddeleri bir liste halinde verecek olursak. Tablo 2.1

Tablo 2.1. Canlı Organizmalarda Bulunan Elementler

Organik Maddeler İçinde En İyon Halinde Eser


Fazla Rastlanan Elementler Bulunan Elementler Elementler

KARBON C SODYUM Na+ DEMİR Fe


HİDROJEN H POTASYUM K+ BAKIR Cu
OKSİJEN O MAGNEZYUM Mg2+ ÇİNKO Zn
AZOT N KALSİYUM Ca2+ MANGANEZ Mn
FOSFOR P KLORÜR Cl- KOBALT Co
KÜKÜRT S İYOT I
MOLİBDEN Mo
NİKEL Ni
VANADYUM V
KROM Cr
FLORÜR F
SELENYUM Se
SİLİKON Si
KALAY Sn
BOR B
ARSENİK As

-6-
Canlı organizmalarda bulunan elementler genellikle düşük atom numarasına sahiptir. Bunda
başka canlı organizmadaki ve yer kabuğundaki elementlerin dağılımı birbiri ile orantılı değildir.
Tablo 2.1'de de görüldüğü gibi canlı organizmada en bol olarak rastlanan elementler, karbon,
hidrojen, oksijen, azot, fosfor ve kükürttür. İyon halinde bulunan elementler ise sodyum, potas-
yum, magnezyum, kalsiyum ve klordur. Canlılarda eser miktarda bulunan elementler ise de-
mir, bakır, çinko, manganez, kobalt, iyot, molibden, vanadyum, nikel, krom, klor, selenyum, sili-
kon, kalay, bor ve arseniktir. Eser elementlerin hepsi bütün canlılarda bulunmayabilir. Canlı or-
ganizmada en bol olarak bulunan ve hücrenin %99'unu oluşturan elementler ise, hidrojen, ok-
sijen, karbon ve azottur. Bu elementlerden hidrojen, azot ve karbon canlı organizmalarda Tab-
lo 2.2'de verildiği gibi yer kabuğundan daha yüksek oranda yer almaktadır. Eğer canlı organiz-
maların bünyesinde bulunan %75 oranındaki suyu hariç tutacak olursak, canlı organizmada ve
yer kabuğunda bulunan element oranlarının birbirinden çok daha farklı olduğu görülecektir. Ör-
neğin oksijen yer kabuğunda %47 oranında bulunurken canlı organizmada ancak %25.5 ora-
nında bulunmaktadır.

Hücrelerin ağırlığının %50-60'ı karbon, %8-10'u azot, %25-30'u oksijen ve hemen hemen %3-
4'ü hidrojenden meydana gelmiştir. Buna karşılık, yer kabuğunun ancak %1'den daha azı kar-
bon, hidrojen ve azottan meydana gelmiştir.

Bütün bu verilerden ortaya iki önemli sonuç çıkmaktadır. Birincisi, canlı organizmada karbon,
hidrojen, oksijen ve azot elementlerinin bol miktarda bulunması onun uzun evrimsel yıllar bo-
yunca hayatsal olaylara adaptasyon için seçtiği bir yoldur. İkincisi ise, deniz suyu sıvı bir ortam-
dır ve yeryüzü tarihinin erken devirlerinde ilk canlı organizmalar bu kaynaktan meydana gel-
miştir.

Canlı organizmada en bol olarak bulunan ve hücrenin %99'unu oluşturan


? elementler hangileridir?

-7-
Tablo 2.2. Yer Kabuğu ve İnsan Vücudunda En Fazla Bulunan Sekiz Element ve Yüzdeleri

YER KABUĞU İNSAN VÜCUDU


(Element %) (Element %)

O 47.0 H 63.0
Si 28.0 O 25.5
Al 7.9 C 9.5
Fe 4.5 N 1.4
Ca 3.5 Ca 0.31
Na 2.5 P 0.22
K 2.5 Cl 0.08
Mg 2.2 K 0.06

? İnsan vücudunda en çok bulunan sekiz elementin adları ve oranları nedir?

3. ATOMUN YAPISI

Evrende bulunan bütün maddeler elementlerin bir araya gelmesi ile meydana gelmiştir. Ele-
mentler basit kimyasal reaksiyonlarla daha küçük parçalara bölünemezler. Bugünkü anlamda
elementin ilk tanımını Robert BOYLE yapmıştır. Buna göre eğer bir madde daha basit madde-
lere parçalanamıyorsa ve daha basit maddelerden meydana gelmezse o maddeye element
denilmektedir. Maddeyi daha iyi anlayabilmek için onu meydana getiren yapı taşlarının neler
olduğunu bilmek gerekir. Evrendeki her madde bugün sayıları 105 olan elementlerin bir veya
bir kaçının bir araya gelmesi ile meydana gelmiştir. Bu elementlerden 92 tanesi doğal olarak
meydana gelmiştir. Diğerleri sentez yoluyla elde edilmiştir.

Maddenin en küçük temel kimyasal yapı taşına atom adı verilmektedir. Atomların incelenmesi
her ne kadar fizik ve fizikokimyanın konusu ise de bundan sonra incelenecek konuların anlaşı-
labilmesi için biyokimya açısından da kısaca gözden geçirmekte yarar vardır. Atomda başlıca
iki kısım bulunmaktadır. Atom, pozitif yüklü bir çekirdek ve bunun etrafında yoğunluğu yer yer
azalıp çoğalan negatif yüklü bir elektron bulutundan meydana gelmiştir. Atomların çapları
angströn (A°) cinsinden verilmektedir. Atomun büyüklüğünün ancak onbinde birini çekirdek
oluşturur. Geriye kalan muazzam hacim ise elektron bulutları tarafından doldurulmaktadır.
Atomu meydana getiren ve bizim için önemli olan dört partikülün sembolleri ve elektrik yükleri
Tablo 2.3'de görülmektedir.

-8-
Tablo 2.3. Atomu Meydana Getiren Başlıca Partiküllerin Ağırlıkları, Sembolleri ve Yükleri

ADI AĞIRLIĞI SEMBOLÜ ELEKTRİK YÜKÜ

PROTON 1.06728 H+ +1
NÖTRON 1.00867 n 0
ELEKTRON 0.00055 e- -1
POZİTRON 0.00055 e+ +1

Çekirdek başlıca proton ve nötronlardan meydana gelmiştir. Herbir element için proton sayısı
değişebilir. Örneğin klor atomunda 17 proton olmasına karşılık 18 veya 20 nötron bulunabilir.
Böylece atom ağırlıkları farklı 2 veya 3 çeşit klor atomu meydana gelmiş olur. Bu iki atoma izo-
toplar adı verilir. İzotopların kimyasal özellikleri farklıdır. Bir element atomu içindeki protonla-
rın sayısına o elementin atom numarası denmektedir. Örneğin hidrojen atomunda bir proton
bulunduğundan atom numarası 1, oksijen atomunda 8 proton bulunduğundan atom numarası
8'dir. Bir elementte proton sayısı kadar da elektron bulunmaktadır. Elektronlar çekirdeğin etra-
fında bulunduğu için atom dışarıya karşı nötral bir durum gösterir. Hidrojen atomunu Şekil
2.1'deki gibi gösterebiliriz.

● Elektron


Çekirdek

Şekil 2.1. Hidrojen Atomunun Gösterilişi

Elektron bulutları çekirdeğin etrafında olağanüstü bir düzene göre saniyede 2.18x108 cm
hızla hareket etmektedir. Bu düzenleniş güneş sistemine benzetilmektedir. Benzeyiş sadece
şekildedir. Çünkü güneş sistemi kütle çekimi üzerine kurulduğu halde, atomlar sistemi elekt-
rostatik kuvvetler üzerine kurulmuştur.

Atomda enerjisi en büyük olan elektronlar atomun en dış kısmında bulunurlar. Bunların uzak-
laşması veya bir başka elektronun daha eklenmesi ile iyonlar meydana gelmektedir. Elektron
kaybeden atomdan pozitif yüklü bir iyon, elektron olan bir atomdan da negatif yüklü bir iyon
meydana gelir.

-9-
Atom çekirdeği etrafında bulunan elektronlar farklı enerji düzeyinde bulunmaktadır. Atom çe-
kirdeği etrafında elektron enerji düzeyleri K, L, M, N, O, P ve Q vesaire harfleri ile ifade edilmek-
tedir. Atom çekirdeğine en yakın olan K düzeyidir. K düzeyinde bulunan elektronların enerjileri
en düşük olanlarıdır. Şekil 2.2'de hidrojen, helyum, oksijen, klor, brom ve iyot atomlarının yapı-
ları görülmektedir.

● ●
● K
● ● 17p L
8p ● 17n M
1p 2p 8n
1n 2n ● 2

● 8
● 7
Hidrojen Helyum Oksijen Klor

Şekil 2.2. Hidrojen, Helyum, Oksijen ve Klor Elementlerinin Atomik Yapısı

Atom çekirdeği etrafında bulunan farklı enerji düzeylerinde bulunan elektronların sayısı da sa-
bittir. Örneğin K düzeyinde en fazla 2 elektron, 1 düzeyinde en fazla 18 ve N düzeyinde en fazla
32 elektron bulunabilmektedir. Örneğimizde K düzeyinde bulunan elektronların enerji düzeyi
en düşük, iyotta Q düzeyinde atom çekirdeğinden en uzakta bulunan elektronların enerji düze-
yi ise en yüksektir.

Buraya kadar elementin ve atomun genel yapısı incelenmiştir. Buradaki gaye sizlere kimya
dersi vermek değil bilgileri kısaca gözden geçirmek ve moleküllerin birbiri ile olan ilişkilerini da-
ha iyi anlamaktır. Bu bölümde şimdiye kadarki incelemelerimizde canlının kimyasal yapısını
gördük. Atomun genel yapısını inceledik. Bundan sonra bu iki aynı atomun veya iki farklı ato-
mun birbirine bağlanması ile moleküllerin nasıl geldiğini inceleyeceğiz. Önce atomları birbirine
bağlıyan kimyasal bağların yapı ve özelliklerini inceleyelim.

İzotop nedir?
? Atom numarası neyi gösterir?

- 10 -
4. KİMYASAL BAĞLAR

İki veya daha fazla atomu birarada tutan çekim kuvvetine kimyasal bağ adı verilmektedir. Pek
çok elementin atomları diğer atomlara bağlanarak daha kompleks ve yeni molekülleri meyda-
na getirme özelliğine sahiptirler. Kimyasal bağları genel olarak dörde ayırabiliriz.

■ İyonik bağlar

■ Kovalent bağlar

■ Hidrojen bağları

■ Molekül veya Van der Waals bağları

4.1. İyonik Bağlar

İyonik bağlar bir veya bir kaç elektronun bir atomun bünyesinden tamamen ayrılıp diğer bir ato-
mun bünyesine geçmesi sonucu pozitif veya negatif yüklü iyonlar arasında meydana gelir. Bu-
rada etkin olan kuvvet gerçekte bir bağ değil, fakat farklı elektrikle yüklü taneciklerin birbirini
çekmesidir.

Metal iyonları arasında büyük yük taşıyanlara pek az rastlanır. Bunlar en fazla (+3) veya (-2) dir.
Bir atomdan daha fazla elektronun alınması veya bir tabakaya daha fazla elektronun ilavesi bü-
yük ölçüde enerji gerektiren bir olaydır. Bir atomdan daha fazla elektronun alınması veya bir ta-
bakaya daha fazla elektronun ilavesi büyük ölçüde enerji gerektiren bir olaydır.

İyonik bağı bir örnekle açıklayalım. Sodyum, atom numarası 11 olan bir atomdur. Bu atom K ta-
bakasında iki elektron, L tabakasında sekiz elektron, M tabakasında ise sadece bir elektron
içermektedir. Sodyumun kararlı bir halde kalabilmesi için diğer atomlardan yedi elektron daha
alması ve M tabakasındaki elektron sayısını sekize çıkarmasıdır. Bu durumda sodyum -7 elekt-
rik yüküne sahip olacak ve elektronların birbirini itmesinden dolayı bütün elektronlar sodyum-
dan kaçmaya çalışacaktır. İkinci bir yol da söz konusu olabilir. O da sodyumun M tabakasındaki
tek elektronu vermesidir.

Klor atomunun atom numarası 17'dir. Bu atomun K tabakasında iki elektron, L tabakasında se-
kiz elektron ve M tabakasında ise Şekil 2.4'de görüldüğü gibi yedi elektron bulunmaktadır. Di-
ğer bir deyimle M tabakası hemen hemen dolmuştur ve yalnız bir elektron açığı vardır.Klorun
yedi elektronu kaybetmesi oldukça zor bir olaydır. Fakat başka atomdan bir elektron alması da-
ha kolay bir olaydır.

- 11 -
Yine iyonik bağ için bir örnek sodyumla klor arasındaki bağdır. Sodyum atomu gibi elektronunu
vermeye istekli bir donör (verici) ile klor atomu gibi elektron almaya istekli bir akseptör (alıcı)
yanyana gelecek olursa bu elektron belki sodyumdan klora transfer edilir. Şimdi bu durumda
sodyum atomu bir elektron kaybetmiş ve +1 değerlikli bir iyon haline gelmiştir. Klor atomu ise bir
elektron kazanmış ve -1 yüklü iyon haline gelmiştir. İşte böyle artı (+) ve eksi (-) yüklü atomlara
iyon adı verilmektedir. Böyle iki iyon arasında oluşan bağa iyonik bağ adı verilmektedir. Bu
durumda sodyum ve klor iyonları Na+ ve Cl- şeklinde yazılmaktadır. Zıt yükler birbirini çekti-
ğinden poztif yüklü sodyum ile negatif yüklü klor birbirini çekecek ve sodyum klorür molekülü
oluşacaktır. Sodyum klorür hepimizin iyi bildiği mutfak tuzudur. İşte zıt yüklü iki iyon arasında
oluşan elektrostatik çekim kuvvetine iyonik bağ adı verilmektedir. İki iyon arasındaki bu iyonik
bağ Şekil 2.4'de atom yapıları üzerinde görülmektedir.


● ●


● Na ● ● ●


● ● ● Na ●

● ●
● ●
+
⇒ ●

● -
● ●
● ●
● ● ● ●

● ● ● ● ●
● ● ●
● Cl ● Cl
● ● ● ●
● ●
● ● ● ● ● ●

● ● ●
Sodyum klorür

Şekil 2.4. Sodyum ve Klor İyonları Arasındaki İyonik Bağ.


Sodyum atomu M tabakasında bulunan bir elektronu klor atomunun M tabakasına vermiş ve artı
(+) bir değerlikli iyon haline gelmiştir. Klor ise sodyumdan bir elektron aldığı için eksi (-) bir değer-
likli iyon haline gelmiştir. Artı (+) ve eksi (-) yüklü iyonlar arasında meydana gelen bağa iyonik bağ
adı verilmektedir. Meydana gelen molekül ise sodyumklorürdür.

? İyon nedir?

- 12 -
4.2. Kovalent Bağlar

İyonik bağlarda elektronun bir atomdan diğerine tamamen trasfer edildiğini gördük. Fakat çoğu
zaman elektron bir atomdan diğerine transfer edilmeyip iki atom arasında ortaklaşa kullanıl-
maktadır. İşte elektronların iki atom tarafından ortaklaşa kullanılması ile oluşan kimyasal bağ-
lara kovalent bağ adı verilmektedir. iyonlaşma enerjileri veya elektrona olan ilgileri birbirine
eşit veya çok yakın atomların veya aynı tür atomların meydana getirdikleri moleküller arasında
kovalent bağlar oluşmaktadır. Bu durumda atomlar soy gaz yapısına elektronları paylaşarak
ulaşmaktadırlar. Kovalent bağın daha aiyi anlaşılmasını sağlamak için bir örnek verelim.

Hidrojen elementi bilindiği gibi çekirdek etrafındaki ilk eletron tabakasında (K tabakası) bir
elektron içermektedir. Halbuki bu tabakada normal olarak iki elektron içermesi uygundur. Eğer
hidrojen atomu K tabakasına bir elektron daha alacak olursa bu tabaka elektron bakımından
dolacaktır. Ayrıca hidrojen daha stabil yapı kazanacaktır. En uygun olanı iki hidrojen atomu
arasında Şekil 2.5 de görüldüğü gibi bir kovalent bağ oluşur ve bir hidrojen molekülü meydana
gelir.

● ●

Şekil : 2.5 İki hidrojen atomu arasındaki kovalent bağ.


İki elektron iki hidrojen atomu tarafından ortak kullanılmaktadır.

Hidrojen molekülündeki her atom iki elektronu ortaklaşa kullanmaktadır. Her iki atom da K
elektron tabakasını iki elektron ile doldurduğu için daha kararlı bir yapıya ulaşmıştır. Sanki her
hidrojen atomunun iki elektronu var gibidir. Eğer hidrojen örneğinde olduğu gibi aynı elementin
iki atomu birbirine bağlanacak olursa, elektronlar için iki atomdan biri daha fazla çekim kuvveti-
ne sahip değildir. Yani iki elektronda iki hidrojen atomu tarafından aynı oranda çekilmektedir.
Bir bağda negatif yüklü elektron bir atomdan diğerine daha yakın bulunacak olursa bu bağa po-
lar kovalent bağ adı verilmektedir. Örneğin H2O molekülünde elektronlar oksijene, hidro-
jenden daha yakın bulunmaktadır. Bu nedenle su molekülündeki oksijen ve hidrojen arasında-
ki bağlar polar kovalent bağlardır. Oksijenin L tabakasında altı elektron bulunmaktadır. İki hid-
rojenden gelen iki elektron bu sayıyı sekize çıkarmakta vesoy gaza benzetmektedir. Buna ilave
olarak halen hidrojen de oksijenin bir elektronunu ortaklaşa kullanıp o da K tabakasını iki elekt-
rona çıkarmakta ve daha kararlı bir yapı kazanmaktadır.

- 13 -
Eğer bir bağda negatif yüklü elektron, iki atom tarafından da eşit kuvvette çekiliyorsa bu bağa
polar olmayan kovalent bağ adı verilmektedir.

Kovalent bağla iyonik bağlar arasındaki asıl fark enerji içerikleriyönündendir. Kovalent bağlı bir
bileşikte elektron çiftleşmesi ile meydana gelecek enerji bir elektronu atomdan ayıracak kadar
büyük değildir. Organik kimya hemen hemen bu tip bağlar yerine kurulmuştur.

Bazı elementlerin atomları bir ve ikiden daha fazla kovalent bağ içermektedir. Bazen iki atom
arasında 2 veya 3 elektron ortaklaşa kullanılır ve bu atomlar arasında oksijen molekülünde ol-
duğu gibi 2, azot molekülünde olduğu gibi 3 bağ meydana gelir.

:O : O : :N N:

İki atom arasındaki kovalent bağlar iki noktadan ziyade düz bir çizgi ile ifade edilir. Yukarıdaki
oksijen ve azot molekülü düz çizgi ile aşağıdaki gibi ifade edilmektedir.

O=O N≡N

Biyokimyada rastlayacağımız atomlardan hidrojen yalnız bir bağ, oksijen iki bağ, azot üç bağ,
karbon ise dört bağ yapabilmektedir.

Kovalent bağlar kuvvetli bağlardır. Bu bağların kırılması için yaklaşık 50-110 k cal/mol'lük bir
enerji gerekmektedir. Bu nedenle sağlamdırlar ve genellikle kendiliğinden kopmazlar. Buna
karşılık çözeltiler içindeki iyonik bağlar zayıftır ve genellikle 5 k cal/mol'lük bir enerji ile kopmak-
tadır.

? Polar kovalent bağ ve polar olmayan kovalent bağı tarif ediniz.

4.3. Hidrojen Bağları

Eğer tek bir hidrojen atomu, oksijen ve azot gibii iki elektronegatif atom arasında ortaklaşa kul-
lanılırsa hidrojen bağı oluşur. Hidrojen bir oksijen vebir azot atomuna kovalent olarak bağlana-
bilir. Fakat polariteden dolayı elektronlar, oksijen ve azot atomuna hidrojenden daha yakın bu-
lunurlar. Bu nedenle elektropozitif hale gelen hidrojen, başka bir elektronegatif atom tarafından
çekilir ve hidrojen bağı meydana gelir. Hidrojen bağının enerjisi 4-5 kcal/mol dür.

Polar su molekülleri arasında meydana gelen hidrojen bağları bu tip bağlara en güzel örneği
oluşturur. Bu bağın yapısı Şekil 2-6 daki gibidir. Su molekülünde her bir hidrojen kendi oksijen
molekülüne kovalent bağlanmıştır.

- 14 -
H H

O
H
H H
H
O
O
O
H
H H

Şekil : 2.6 Su Molekülleri Arasındaki Hidrojen Bağları.


Ortadaki bir su molekülü çevdeki 4 su molekülü ile hidrojen bağı yapmıştır. Hidrojen bağları enine
çizgilerle gösterilmiştir.

Fakat hidrojene ait elektronun oksijene daha yakın bulunmasından oksijen hafifçe negatif de-
ğer kazanmıştır. Keza bir elektron hidrojenden uzaklaştığı için de hidrojen atomu hafifçe pozitif
değer kazanmıştır. Bu durumda herbir su molekülünün oksijeni, diğer su molekülünün hidroje-
nini, diğer su molekülünün hidrojenini hafifçe çekmektedir. Yine aynı şekilde herbir su molekülü
hidrojeni de diğer su molekülünün oksijenini hafifçe çekecektir.

Böylece su molekülünün hidrojeni ile diğer su molekülünün oksijeni arasında bir hidrojen bağı
oluşacaktır.

4.4. Molekül veya Van der Waals Bağları

Bir molekülün nonpolar grupları arasında meydana gelen bağlara hidrofobik bağlar veya Van
der Waals bağları adı verilmektedir.

Elektrik yükü bakımından nötr olan yani eksi(-) veya artı(+) yük taşımıyan gruplara nonpolar
gruplar denir. Amino asitler konusunda da görüleceği gibi amino asitlerin yan grupları vardır.
Bu yan gruplar elektrik yüklü olabileceği gibi nonpolar yapıda da olabilirler. Eğer bu gruplar yük
taşıyorsa bunlara hidrofilik gruplar denir. Hidrofilik kelimesinin anlamı suyu seven demek-
tir. Eğer bu gruplar nötr yapıda ise bunlara hidrofobik gruplar denir. Hidrofobik kelimesinin an-
lamı ise suyu sevmeyen (sudan kaçan) demektir. Globüler bir proteinde en azından amino asit-

- 15 -
lerinin yarısı hidrofobik yan zincire sahip olup bu kısımlar molekülün iç kısmında yer alırken,
hidrofilik kısımlar dışa dönük vaziyette yer almıştır. Polar olmayan bu iç kısma su molekülü pek
giremez. Çünkü buradaki nonpolar gruplar arasında Van Der Waals bağları vardır. Bu bağların
enerjileri yaklaşık 1-3 kcal/mol arasındadır.

Organizmada bulunan büyük moleküllerin üç boyutlu yapısının sağlanmasında zayıf bağların


büyük katkıları vardır. Zayıf bağlar sayesinde bu tip büyük moleküller daha düzenli bir şekilde
bulunmaktadır.

Çeşitli zayıf bağlar, iyonik bağlar, hidrojen bağları, kovalent bağlar ve burada tartışılmayan di-
ğer bağların hepsi biyolojik molekülleri fonksiyon yapabileceği üç boyutlu yapıda tutmak için
gereklidir. Fakat organizmanın yaşamını sürdürmesi için yeni düzenlemeler gerekiyorsa fizyo-
lojik koşulları altında bütün bu bağlar kırılmakta ve molekülde gerekli yeni düzenlemeler yapıl-
maktadır. Fakat her bağın kırılması daha önce bahsettiğimiz gibi farklı miktarlardaki enerjiyi ge-
rektirmektedir.

? Hidrofilik ve hidrofobik gruplar ne demektir? Açıklayınız.

5. BİYOMOLEKÜLLER

Canlı organizmaların kimyasal yapılarında karbon elementi içok önemli bir yer tutmaktadır. Ku-
ru ağırlıklarının yaklaşık yarısından fazlasını karbon elementi oluşturmaktadır. Karbon atomu
hidrojen, oksijen ve azot gibi kovalent bağ yapma kapasitesine sahiptir. Hidrojen atomu dış
elektron tabakasını doldurmak için 1, oksijen 2, azot 3, karbon ise 4 elektrona gereksinme duy-
maktadır. Böylece karbon 4 hidrojen atomunun elektronlarını ortaklaşa kullanarak metan

(CH4) bileşiğini meydana getirir. Ortaklaşa kullanılan her elektron için bir kovalent bağ oluş-
turduğundan karbon hidrojen ile 4 kovalent bağ yapabilir. Karbon aynı zamanda oksijen ve azot
ile de tek ve çift bağ yapabilmektedir. Biyolojideki en önemli olaylardan birisi de karbon atomla-
rının elektronlarını kendi aralarında ortaklaşa kullanmaları ve son derece dayanıklı olan kar-
bon-karbon tek bağını yapmasıdır. Herbir karbon atomunun en önemli özelliklerinden birisi de
diğer 1, 2, 3 ve hatta 4 karbonla ayrı ayrı tek bağ yapmasıdır. Bundan başka iki karbon atomu
arasında çift bağ yapmaktadır. Karbon atomunun bu bağlarına özeliklerinden dolayı çok çeşitli
yapıda biyolojik molekül elde edilmektedir. Bunlarla düz zincirli, dallı zincirli, dairesel yapıyı, ka-
fese benzer yapıyı ve bunlardan bir veya bir kaçının kombinasyonu olan organik molekül yapı-
larını elde edebiliriz. Karbon atomu hidrojen, oksijen, azot ve kükürt atomu ile kovalent bağ
yapmaktadır. Karbonun bağ yaptığı atomlar, örnek olarak aşağıda gösterilmiştir.

- 16 -
H. + H. → H: H = H -H .C.. . + . H → .C.. : H C H
Hidrojen
molekülü
.C. . + .O. :→ : C ...O. : C =O
. .
2 H . + . O. : → H :O:= H - O - H

.C. . + .N. : → .C. : N. :


Su
. . . . C N

. H H H
:N.. + 3 H . → N:H = .C.. . + N.. : → :C .... N.
N

:
H C =N
H
Amonyak

H H .C. + .C. . → .C. : C. . C C


.C... + 4 H . → . . . .
H :C:H = H C H

.C. .+ .C. . → :C ... C :


H H
. . C =C
Metan

Kovalent bağlarla bağlanmış karbon zinciri içeren moleküllere organik moleküller adı verilmek-
tedir. Biyomoleküllerin pek çoğu karbonun organik bileşikleridir. Karbon atomunun diğer atom-
lara çeşitli şekilde bağlanışı sınırsız sayıda organik molekülün meydana gelmesine olanak
sağlamıştır.

6. ORGANİK MOLEKÜLLERİN FONKSİYONEL GRUPLARI

Biyomoleküller hemen hemen tümü karbon ve hidrojenden meydana gelmiş hidrokarbonların


türevi olarak kabul edilmektedir. Hidro-karbonlarda ana omurga karbon iskeletinden meydana
gelmiş ve karbonlar birbirine kovalent bağlanmıştır. Karbonunu diğer bağlarına ise hidrojenler
bağlanmıştır. Bu tip hidrokarbonlarda karbon iskeleti oldukça dayanıklıdır. Çünkü karbon-kar-
bon arasındaki tek ve çift bağlar oldukça dayanıklıdır. Bu bağlardaki elektronlar her iki karbon
tarafından da eşit şekilde çekilmektedir. Hidrokarbonlardaki bir veya daha fazla hidrojen ato-
munun yerine farklı türdeki fonksiyonel grupların girmesi ile çeşitli organik bileşikler meydana
gelmektedir. Tipik organik bileşikler ve onların özgül fonksiyonel grupları olan alkoller, bir veya
daha fazla hidroksil grubu, amino grupları, ketonlar, karbonil grupları, asitler ve karboksil grup-
larıdır.

- 17 -
Tablo 2.4 Biyomoleküllerdeki Önemli Fonksiyonel Gruplar R1 ve R2 Sembolleri Hidrokarbon
Grupları İfade Etmektedir.

FONSİYONEL GRUPLAR YAPISI AİT OLDUĞU BİLEŞİKLER

HİDROKSİL R1 O H ALKOLLER

ALDEHİD R1 C ALDEHİDLER

KARBONİL R1 C R2 KETONLAR

KARBOKSİL R1 C OH ASİTLER

O
H
AMİNO R1 N AMİNLER
H

H
AMİDO R1 C N AMİDLER
H

THİOL R1 S H THİOLLER

ESTER R1 C O R2 ESTERLER
O

ETER R1 O R2 ETERLER

Tablo 2.4 de biyomoleküller açısından önemli olan fonksiyonel gruplar bir liste halinde verilmiş-
tir. Bu fonksiyonel gruplar kitabın daha sonraki bölümlerinde sık sık karşımıza çıkacaklar. Bu
nedenle fonksiyonel grupların kimyasal yapısını dikkatle incelemeniz bundan sonraki konuları
anlamamıza büyük ölçüde yardımcı olacaktır.

Pek çok kimyasal ayıraç kolay kolay hidrokarbonlara etki etmez. Fonksiyonel gruplar komşu
atomların elektron dağılımını ve geometrisini etkilemekte ve böylece organik molekülün tama-
mının kimyasal aktivitesi etkilenmiş olmaktadır. Bir organik molekülün üzerinde bulunan fonk-
siyonel gruplardan o organik molekülün kimyasal bakımdan nasıl davranacağını ve ne tip bir
reaksiyona gireceğini tahmin etmek mümkündür. Hücrelerde katalizör rolü oynayan enzimler
biyolojik moleküllerdeki spesifik fonksiyonel grupları tanımakta ve katalizledikleri reaksiyonlar-
la bu moleküllerin yapısında özgül değişikliklere neden olmaktadırlar.

- 18 -
Biyolojik moleküllerin çoğu birden fazla fonksiyonlu olup iki veya daha fazla fonksiyonel grup
içermektedirler. Böyle bir molekülde herbir fonksiyonel grup belli bir kimyasal özellik gösterip
bellitip reaksiyonlara katılmaktadır. Amino asitler ve proteinler bölümünde daha ayrıntılı olarak
görüleceği gibi amino asitler, organizmada bulunan proteinlerin yapı taşıdır. Bütün amino asit-
ler en azından iki tip fonksiyonel grup içermektedir. Bunlardan birisi amino grubu diğeri ise ala-
nin amino asitinde görüldüğü gibi karboksil grubudur. Bu amino asitin kimyasal özelliği öncelik-
le amino ve karboksil grubuna bağlıdır. Birden fazla fonksiyonel gruplara sahip olan biyolojik
moleküllerden birisi de basit glukoz şekeridir. Glukoz molekülü iki çeşit fonksiyonel grup içer-
mektedir. Bunlardan birisi hidroksil grupları diğeri ise aldehid grubudur.

Alanin ve glukozun yapısı aşağıda görülmektedir. Her iki molekülde de fonksiyonel gruplar çer-
çeve içerisine alınmıştır.

H C O
H H C OH

H2N C COOH HO C H

CH3 H C OH

Alanin H C OH

CH2OH
Glukoz

Tablo 2.5. Biyolojik Moleküllerde Bulunan Diğer Fonksiyonel Gruplar

H H H OH

R C H R C C H R1 S S R2 R O P OH

H H H O

METİL ETİL DİSÜLFİD FOSFAT

H
H H H
R1 N C N R C C H
H C C
N N N R C C H
H H C C C
H H H

GUANİDO İMİDAZOL FENİL

- 19 -
Bu bölümde atomun yapısını gördük. İki veya daha fazla atomun birbirine çeşitli kimyasal bağ-
larla bağlanarak molekülleri meydana getirdiklerini de gördük. Bazı moleküllerin meydana geli-
şi bir bir zorlamaya gerek kalmadan kendiliğinden olmaktadır. Yani atomun kendi yapısal özel-
liğinden meydana gelmektedir. Örneğin bir sodyum klorün molekülünde, Sodyumun M elekt-
ron tabakasında bir elektron bulunmakta ve klorun M elektron tabakasında ise 7 elektron bu-
lunmaktadır. Sodyum M tabakasındaki bu tek elektronunu klora vermekte ve klorun M tabaka-
sındaki elektron sayısı 8 elektrona çıkarmakta yani okted meydana gelmekte ve daha kararlı
bir yapı kazanmaktadır. Bu durumda + yüklü sodyum atomu ile - yüklü klor atomu arasında bir
iyonik bağ oluşarak sodyum klorür molekülü meydana gelmektedir.

? Alkoller, Ketonlar, Aminler ve Esterlerdeki fonksiyonel grupları yazarak


gösteriniz.

Özet
Maddenin en küçük temel kimyasal yapı taşına atom denir. Atom da proton, nötron, elektron ve
pozitrondan meydana gelmiştir. Canlı organizmada bulunan elementler; karbon, hidrojen, ok-
sijen, azot, fosfor ve kükürttür. İyon halinde bulunan elementler ise sodyum, potasyum, mag-
nezyum, kalsiyum ve klorürdür. Eser elementlere gelince; demir, bakır, çinko, manganez, ko-
balt, iyot, molibden, vanadyum, nikel, krom, florür, selenyum, silikon, kalay, bor ve arseniktir.

İki veya daha fazla atomu bir arada tutan çekim kuvvetine kimyasal bağ denir. Kimyasal bağlar
dörde ayrılır. a) İyonik bağlar, b) Kovalent bağlar, c) Hidrojen bağları d) Molekül veya Van der
Waals bağları. İyonik bağlar bir veya birkaç elektronun bir atomun bünyesinden tamamen ayrı-
lıp diğer bir atomun bünyesine geçmesi sonucu pozitif ve negatif yüklü iyonlar arasında meyda-
na gelir. Kovalent bağlar ise, elektronların iki atom tarafından ortaklaşa kullanılması ile oluşan
kimyasal bağlardır. Tek bir hidrojen atomu, oksijen ve azot gibi iki elektronegatif atom arasında
ortaklaşa kullanılırsa hidrojen bağı oluşur. Molekül veya Van der Waals bağlarına gelince, bir
molekülün nonpolar grupları arasında meydana gelen bağlara hidrofobik bağlar veya Van der
Waals bağları denir.

Organik moleküller fonksiyonel grupları ile reaksiyonlara girerler. En önemli fonksiyonel grup-
lar; hidroksil, aldehid, karbonil, karboksil, amino, amido, thiol ester ve eter gruplarıdır.

- 20 -
Değerlendirme Soruları
Aşağıdaki soruların yanıtlarını seçenekler arasından bulunuz.

1. Aşağıdaki sayılan elementlerden hangisi organizmada mevcut değildir?

A) Karbon (C)
B) Potasyum (K+)
C) Fosfor (P)
D) Çinko (Zn)
E) Cıva (Hg)

2. Hücrelerin ağırlığını yüzde olarak meydana getiren elementler aşağıda verilmiştir.


Doğru ifade edilmeyen yüzde hangisidir?

A) %50-60'ı karbon
B) %8-10'u azot
C) %25-30'u oksijen
D) %3-4'ü hidrojen
E) %5 den azı karbon

3. Aşağıda elektrik yükü ve sembolü verilen atomun yapısında bulunan partiküllerden


hangisi PROTON'u ifade eder?

A) 0, n B) -1, e-
C) +1, e+ D) +1, H+
E) -1, H+

4. Atomun çekirdeği etrafında bulunan farklı enerji düzeylerinde bulunan elektronların


sayısı da sabittir. Örneğin L düzeyinde en fazla ......... elektron bulunabilmektedir.

A) 2 B) 18
C) 32 D) 20
E) 10

- 21 -
5. Bir veya birkaç elektronun bir atomun bünyesinden tamamen ayrılıp diğer bir atomun
bünyesine geçmesi sonucu pozitif ve negatif yüklü iyonlar arasında meydana gelen bağa
ne denir?

A) İyonik bağ
B) Kovalent bağ
C) Hidrojen bağları
D) Van der Waals bağları
E) Oksijen bağları

6. Oksijen atomunun dış elektron tabakasını doldurmak için kaç elektrona gereksinim
vardır?

A) 1 B) 2
C) 3 D) 4
E) 5

7. Hidroksil (-OH) grubu hangi tip bileşiklerde bulunur?

A) Aldehidler B) Ketonlar
C) Asitler D) Alkoller
E) Esterler

Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar


BİNGÖL, Gazanfer. Biyokimya, Ankara: Mis Matbaası, 1981.

GÖZÜKARA, Engin M. Biyokimya, Ankara: Ofset Pepianat Ltd. Şti., 1990.

LENİNGER, Albert L. Biochemistry, New York: Wortd Publishars Inc, 1988.

- 22 -
ÜNİTE 3
Karbonhidratlar

Amaçlar
Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
■ Karbonhidratların kimyasal yapılarını açıklayabilecek,

■ Karbonhidratları üç farklı ölçüte göre sınıflayabilecek,

■ Karbonhidratların, genel isimlendirmesini öğrenecek,

■ Asimetrik karbon atomunu bilecek,

■ Karbonhidratların absorbsiyonunu öğrenecek,

■ Glukozun organizmada diğer maddelere nasıl dönüştüğünü açıklayabilecek,

■ Organizmanın glukozu vücut dışına nasıl attığını bilecek,

■ Kan glukozunun düzenlenmesini öğrenecek,

■ Şeker hastalığını tanıyacak,

■ Glukoz tolerans testini uygulayabileceksiniz.

İçindekiler
■ Giriş
■ Karbonhidratların Sınıflandırılması
■ Karbonhidratların İsimlendirilmesi
■ Asimetrik Karbon Atomu
■ Karbonhidratların Metabolizması
■ Karbonhidratların Absorbsiyonu
■ Glukojenezis
■ Glukojenolizis
■ Glukozun Organizmada Kullanılması
■ Glukolizis
■ Aerobik Glukolizis
■ Pentoz Fosfat Yolu ile Glikolizis
■ Glukoneogenezis
■ Kar Şekeri
■ Kar Glukozunun Düzenlenmesi
■ Karbonhidrat Metabolizması Bozuklukları
■ Şeker Hastalığı
■ Glukoz Tolerans Testi
■ Özet
■ Değerlendirme Soruları
■ Yaralanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar
1. GİRİŞ

Karbonhidratlar doğada, bitkisel ve hayvansal kaynaklı olarak yaygın halde bulunurlar. Bir kar-
bonhidrat olan nişasta tohumlarda, meyvalarda bol miktarda bulunur. Bitkilerin destek madde-
sini oluşturan selüloz, hayvansıl canlıların vücudunda depo edilen glikojen karbonhidrat bile-
şikleridir. İnsan ve hayvanların besin maddelerinin büyük kısmı karbonhidratlardan ibarettir.
__
Karbonhidratları, kimyasal olarak hidroksil ( OH) grupları yanında serbest aldehitveya keton

O O

grubu içeren maddeler olarak tanımlayabiliriz. (Aldehit R__C__H, keton R__C__R olarak

formüle edilir. R: Açil veya aril kökü diye adlandırılır. __C__ ise keton grubunu gösterir.)

Karbonhidratlar genellikle CnH2nOn genel formülüne uyarlar. (n harfi, karbonhidrat molekü-


lündeki atom sayısını gösterir).

2. KARBONHİDRATLARIN SINIFLANDIRILMASI
Karbonhidratlar üç ölçüte göre sınıflandırılır:

1. Molekülde bulunan basit şeker ünitelerin sayısına göre


2. Reaktif gruplarına göre
3. Karbon zincirinin uzunluğuna göre.

Moleküldeki basit şeker ünitelerinin sayısına göre karbonhidratlar üçe ayrılır.


■ Monosakkaritler
■ Disakkaritler ve Oligosakkaritler
■ Polisakkaritler

Reaktif gruplarına göre:


■ Aldozlar
■ Ketozlar

Karbon zincirinin uzunluğuna göre:

■ Diozlar ■ Pentozlar
■ Triozlar ■ Hegsozlar
■ Tetrozlar ■ Heptozlar

- 24 -
şeklinde isimlendirilirler: Bunlar sırasıyla bir karbonlu, iki karbonlu, üç karbonlu, dört karbonlu,
karbonhidrat molekülü anlamına gelmektedir.

Monosakkaritler: Daha basit hidroliz edilemeyen -en küçük- karbonhidrat ünitesidir. Örneğin;
glukoz, fruktoz, riboz vb.

Disakkaritler: İki monosakkarit ünitesinin birleşmesinden meydana gelen karbonhidrat bileşiği-


dir. Örneğin çay şekeri olan Sakkaroz, glukoz ve fruktozun birleşmesinden meydana gelmiştir.
Maltoz, iki glukoz ünitesinin birleşmesinden meydana gelir. Süt şekeri olan laktoz ise, glukoz ve
galaktoz ünitelerinin birleşmesi ile meydana gelmiştir.

Oligosakkaritler: İkiden fazla karbonhidrat molekülü içeren bileşiklerdir. Dekstrin gibi.

Polisakkaritler: Pek çok sayıda basit üniteden oluşan karbonhidrat bileşikleridir. Örneğin nişas-
ta ve hayvan dokularının karbonhidrat depo maddesi olan glikojen, birçok glukoz ünitesinden
oluşan birer polisakkarittirler.

Önemli monosakkaritlerin karbon sayılarını, aldehit veya keton grupları içermelerine göre, şöy-
le gösterebiliriz.

Aldozlar Ketozlar

1. Diozlar Glikolaldehit
2. Triozlar Gliseraldehit Dihidroksiaseton
3. Tetrozlar Eritroz Eritrüloz
4. Pentozlar Ksiloz Ksilüloz
Riboz Ribüloz
5. Hegsozlar Glukoz Fruktoz
Mannoz
Galaktoz
6. Heptozlar Sedoheptüloz

3. KARBONHİDRATLARIN İSİMLENDİRİLMESİ

Bildiğimiz bütün karbonhitratlar gliseraldehit molekülünden türediği kabul edilerek isimlendiri-


lir. Buna göre primer alkol grubu (CH2OH) nun bulunduğu karbon (C)'a en yakın (komşu)
__
olan karbona bağlı hidroksil ( OH) grubu sağda ise D -gliseraldehit, solda ise L- gliseral-
dehit denir.

- 25 -
H C=O H C=O

HO C H H C OH

CH2OH CH2OH

L - gliseraldehit D - gliseraldehit

Bir aldehit olan glukozu numaralandırıp, isimlendirelim.

1
H C=O
2
H C OH
3
HO C H
4
H C OH
5
H C OH
6
CH2OH

Primer alkol grubuna en yakın 5 numaralı C' a bağlı (OH) grubu sağda olduğuna göre, kimyasal
olarak glukoz, D - aldehitroglukoz olarak okunur.

? Bir glukoz formülü yazarak, isimlendirin ve Primer alkol grubunu


gösteriniz.

4. ASİMETRİK KARBON ATOMU

Bir karbonhidrat molekülündeki karbon atomlarından herhangi birisinin dört bağına da değişik
atom veya atom grupları bağlanırsa, böyle karbon atomlarına asimetrik karbon atomu denir.
Yapısında asimetrik karbon atomu bulunan maddelerin çözeltileri optik aktivite gösterirler, yani
bunlar polarize ışığın yönünü sağa veya sola çevirebilirler. Bir molekül içinde birden fazla asi-
metrik karbon atomu bulunabilir.

1
H C=O
2
H C OH
3
HO C H
4
H C OH
5
H C OH
6
CH2OH

Glukoz formülündeki 2,3,4,5 nolu karbon atomları asimetriktir.

- 26 -
5. KARBONHİDRATLARIN METABOLİZMASI

Karbonhidratlar, memelilerin başlıca enerji kaynağını teşkil ederler. Alınan besin maddelerinin
%60 kadarı karbonhidratlardan oluşur. Bunlardan nişasta önemli bir karbonhidrattır. Çay şeke-
ri olarak bilinen sakkaroz ve çocuk besini yönünden önemli olan laktoz karbonhidratlı besin
maddelerindendir. Glukoz, fruktoz, mannoz, galaktoz gibi doğada bulunan monosakkaritler,
canlılar için önemli birer enerji kaynağıdır.

Karbonhidrat metabolizması başlıca, anaerobik ve aerobik reaksiyonlar olmak üzere iki kısım-
da incelenir. Anaerobik (oksijensiz) yol ile glukoz molekülü iki mol laktik aside kadar parçalanır.
Anaerobik reaksiyonlar dizisine glikolizis denir. Aerobik reaksiyonlara, Sitrik asit siklusu veya
Krebs siklusu denilmektedir.

5.1. Karbonhidratlardan Absorbsiyonu

Karbonhidratlar sindirim kanalında, bazı enzimlerin etkisiyle, hidrolitik olarak yıkılır ve bağır-
saklardan emilir hale gelirler. Besinlerle alınan karbonhidratların bağırsak duvarından emile-
bilmeleri için monosakkarit haline geçmeleri gerekir, aksi halde emilemezler ve dışarı atılırlar.
Bu monosakkaritlerin küçük bir kısmı, bağırsak bakterileri tarafından fermentasyona uğratılır.
İnce bağırsak mukozasından emilen monosakkaritlerin büyük kısmı vena portaya, küçük bir
kısmı ile lenf damar sistemine geçer. Yararlanılabilen hegsozlardan karaciğerde glikojen mey-
dana gelir. Bunların bir kısmı dolaşım sistemine karışır. Bir kısım hegsozlar kaslara özel gliko-
jeni meydana getirirler. Vücutta toplam 225 g. kadar glikojen vardır.

Karbonhidratların absorbsiyonunda sırasıyla hangi süreçler yer


? almaktadır.

5.2. Glikojenezis

Karaciğerde glukozdan glikojen sentezine glikojenesiz denir. Glikojen hayvansal dolaların da


özellikle karaciğer ve kaslarda yaygın halde bulunan polisakkarittir. Hidroliz edilirse glukoz üni-
telerine ayrılır.

Kaslarda glikojen oluşumunun, karaciğerde glikojen oluşumundan bir farkı vardır. Kaslarda
glukozdan başka şekerler kullanılamaz. Kas kontraksiyonu, glukojenin kullanılmı eden olur.
Azalan glikojenin yerini kan şekeri alır, karaciğer glikojeni de kan şekerini tamamlar.

- 27 -
5.3. Glikojenolizis

Kandaki glukoz düzeyi azaldığı zaman karaciğerdeki glikojen moleküllerinden glukoz birimleri
ayrılarak kana verilir. Glikojen molekülünün, glukoz ünitelerine parçalanmasına glikojenolizis
denir. Kanda glukoz düzeyinin artışı, glikojenezisin başlamasına neden olur. Tersi durumlar-
da, glikojenolizde hızlanma görülür.

Glikojenoliz (is), epinefrin hormonu tarafından kontrol edilir. Karaciğerde glikojenolize etki ya-
pan diğer bir hormon glukagondur. İnsülin ise glukagona ters etki yapar.

Kaslardaki glikojenolizis de karaciğerdekine benzer. Ancak, kaslarda glukoz serbest hale geç-
mez ve kan şekerine bir katkıda bulunmaz. Glikojenden meydana gelen glukoz 6 -forsfat, bir
seri reaksiyondan geçerek laktik aside yıkılır.

6. GLUKOZUN ORGANİZMADA KULLANILMASI

Organizmada glukozun kullanılmasına, yani glukozun karbondioksit ve suya parçalanmasına


glikolizis denmektedir.

Tüm reaksiyonlar dizisini kısaca:

C6H12O6 6CO2 + 6H2O formülü ile gösterebiliriz.

Glukoz Karbondioksit Su

Glukozun karbondioksit vesuya parçalanması iki aşamada olur: 1. Embden-Meyerhoff-Parnas


glikolitik yolu 2.T.C.A. (Krebs) siklusu.

Glukozun bir diğer yolla yıkılmasına pentoz fosfat yolu denir.

6.1. Glikolizis (Embden-Meyerhoff-Parnas Glikolitik yolu)

Glikolizis (Anaerobik glikolizis) iki aşamada tamamlanmaktadır. Birinci aşamada glukoz, ATP
den alınan fosforik asitle fosfatlaşmakta ve gliseraldehit 3- fosfat ve dihidroksi ile birlikte yeni
ATP molekülleri oluşmakta, laktik asite kadar yıkılmaktadır.

Glikoliz basit bir olay değildir. Diğer birçok biokimyasal reaksiyonlar gibi basamak basamak yü-
rüyerek çeşitli ara maddeler üzerinden geçer. Glukozun laktik asite dönüşmesinde bütün reak-
siyonlar

- 28 -
Glukoz + 2 ADP + 2 Pi 2 laktik asit + 2 ATP

şeklinde özetlenebilir.

Laktik asitin fazlası hücrenin plazma zarından artık madde olarak dışarı atılır.

6.2. Aerobik Glikolizis (Trikarboksilik asit - Siklusu)


(TCA, Krebs, Sitrik Asit Siklusu)

Glikoliz sonucu meydana gelen piruvik asitin Asetil Koenzim - A ya dönüşmesi ve sonra bu sik-
lusa giren asetil Koenzim - A ların CO2 ve H2 O ya yıkılmasıdır. Trikarboksilik asit siklusu ender-
gonik metabolizma reaksiyonları için gerekli enerjinin en büyük kısmını sağlar. Burada yakıt
maddesi olan Asetil-koenzim A karbondioksit ve yağlardan sağlanır. Yani metabolik reaksiyon-
ların son olarak yıkıma uğrayacakları reaksiyonlar dizisi TCA siklusudur.

Trikarboksilik asit siklusu kısmen karaciğerde ve daha büyük ölçüde kas hücrelererinin mito-
kondrileri içinde cereyan eder.

Glukozun yıkılması ile kazanılan enerji:

Glukozun kas dokusunda anaerobik oksidasyonla 2 adet laktik asit molekülüne yıkılmasıyla, 2
ATP sentezlenerek depo edilir. Buna karşın glukozun aerobik oksidasyon ile, CO2 vesu mole-
küllerine kadar yıkılması ile 36 ATP sentezlenerek hücrede depo edilir.

Glukozun dokularda CO2 ve su meydana gelecek şekilde yıkılmasıyla bir miktar ısı enerjisinin
elde edilmesinin yanında, bir kısım enerjide yüksek enerjili fosfat bağı (ATP olarak) depo edilir.

6.3. Pentoz - Fosfat (Hegsoz - Monofosfat) Yolu İle Glikolizis

Glikozin, glukoz -6- fosfatta başlayıp, fruktoz -6- fosfatta biten bir yan yolu olup, daha çok kara-
ciğer, aktif süt bezleri, adrenal korteks, yağ dokusu gibi özel dokularda meydana gelmektedir.
Bu yol ile 6 molekül Glukoz - 6 fosfattan, 6 molekül CO2 ve 6 adet 5 karbonlu şeker meydana ge-
lir. Buyolda cereyan eden reaksiyonların tamamını

6 Glukoz - 6 fosfat + 12 NADP+ 6 CO2 + 12 NADPH + H+ 12 Pi

denklemi ile gösterebiliriz.

Bu arada, hegsoz monofosfat yolu cereyan ederken, 5 karbonlu şekerler (riboz - 5 - fosfat, ksi-
lüloz 5 - fosfat) meydana gelir.

- 29 -
Hegsoz monofosfat yolunun iki önemli görevi vardır.

1. Bu reaksiyon dizisi cereyan ederken meydana gelen 5 karbonlu şekerler nükleik


asitlerin sentezine girer.

2. Hegsoz monofosfat yolunda meydana gelen NADPH+ molekülleri, organizma için


gerekli bazı önemli bileşiklerin (kolesterol gibi) sentezinde kullanılırlar.

7. GLUKONEOGENEZİS

Karbonhidrat olmayan maddelerden glukoz yapılması demektir. Diyetle yeteri kadar karbon-
hidrat alınamadığı zaman, vücudun glukoz ihtiyacını sağlar. Eritrositler ve sinir sistemi için glu-
kozun, devamlı enerji kaynağı olarak sağlanması şarttır.

Glukoneogenezis, diğer dokuların metabolizma ürünlerini örneğin kas ve eritrositler tarafından


kanda oluşturulan laktik asidi ve yağ dokusu tarafından meydana getirilen gliserolü kandan te-
mizlemek için gereklidir. Glukoneogenez glikojenik amino asitten, gliserolden, laktik asitten
glukoz veya glikojen oluşturan reaksiyonlar dizisidir.

Aeoribik ve Anaerobik glikolizis ve pentoz fosfat yolu arasındaki


? farkları söyleyiniz.

8. KAN ŞEKERİ

Açlık halinde ölçülen kan glukoz düzeyine açlık kan şekeri denir ve 70-100 % mg. olarak deği-
şir. Yemeklerden sonra bu miktar ortalama 130 mg'ı bulabilir. Sonra iki saat içinde eski düzeyi-
ne iner. Kapiller kan şekeri, venvöz kan şekerine kıyasla %10 kadar daha fazladır.

Kan şekeri düzeyinin yükselmesine hiperglisemi, düşmesine ise hipoglisemi denir. Çok mik-
tarda karbonhidrat alınmasıyla oluşan hiperglisemiye Alimanter Hiperglisemi denir.

8.1. Kan Glukozunun Düzenlenmesi

Kan glukozu, karaciğerin, ekstrahepatik dokuların, ve bazı hormonların rol oynadığı, çok du-
yarlı homeostatik bir mekanizma ile kontrol edilir.

- 30 -
Yapılan incelemeler çeşitli hormonların karbonhidrat metabolizması üzerine etkili olduklarını
ortaya koymuştur. Karbonhidrat metabolizması hormonların bulunuşundan değişik metabolik
safhada ve değişik şekilde etkilenmektedir.

İnsülin hormonu, kan glukoz konsantrasyonunun düzenlenmesinden önemli rol oynar. İnsülin
hiperglisemiye yanıt olarak, pankreastan direk kan içine salgılanır. İnsülin salgılanmasına, glu-
kozun dışında amino asitler, serbest yağ asitleri, keton cisimleri ve glukagon hormonu da ne-
den olur. Epinefrin ve norepinefrin hormonları insülin salgılanmasını engeller.

Ön hipofiz bezinden salgılanan büyüme hormonu ve ACTH insüline zıt etki göstererek kan glu-
kozunu yükseltme eğilimindedirler. Büyüme hormonu, yağ dokusundan serbest yağ asitlerini
serbest hale geçirerek glukozun bu doku tarafından kullanılmasını baskılar (inhibe eder).

ACTH böbreküstü bezi kabuğu hormonlarının salgılanmasını arttırarak glukoz düzeyi üzerine
etkili olur. Böbrek sütü bezi kabuğu hormonlarından glukokortikoidler glukoneojeneze yol
açarlar. Ayrıca glukozun ekstrahepatik dokular içinde kullanılışını inhibe ederler. Böbreküstü
bezi medulla kısmından salgılanan epinefrin, hem karaciğerde hem de kasta glikojenin parça-
lanmasını stimüle eder.

Pankreastan sentezlenen glukagon hormonunun salğılanışını hipoglisemi stimüle eder, kara-


ciğerde glikojen yıkımını artırarak kan glukoz düzeyini yükseltir.

9. KARBONHİDRAT METABOLİZMASI BOZUKLUKLARI

Çoğunlukla karbonhidrat metabolizmasinda görülen bozukluklar genetik bir defekt dolayısıyla


enzim yetersizliğinden, hormonal bozukluklardan veya beslenme bozukluğundan ileri gelir.
Normal şahıslarda, normal beslenme şartları altında, kanda gösterilebilecek miktarda bulunan
tek şeker glukozdur. İdrarda aşeker bulunmasına genel olarak "melitüri" adı verilir. İdrarda glu-
koz, laktoz, fruktoz, galaktoz ve pentoz bulunmasına göre sırasıyla, glukozüri, laktozüri, frukto-
züri, galaktozüri ve pentozüri terimleri kullanılır.

10. ŞEKER HASTALIĞI (DİABETES MELLİTUS)

Şeker hastalığı, organizmanın karbonhidrat kullanma yeteneğinin azalması ile ortaya çıkar ve
genellikle kalıtsal olarak meydana gelen bir metabolizma hastalığıdar. Genellikle yetersiz insü-
lin salınımı ve bunun sonucu olarak kan şekeri yükselmesi ile kendini belli eder. Diabette görü-
len metabolik bozuklukları şöyle özetleyebiliriz.

- 31 -
1. İnsülin yetersizliğine bağlı olarak, karbonhitratların yeterince kullanılamaması, aşı-
rı glikojen yıkımı ve glukoneogenezise bağlı kan şekeri düzeyinin yükselmesi ve idra-
ra glukoz geçmesi (Hiperglisemi ve Glukozüri)

2. Glukozun yeterince depo edilememesi ve dışarı atılması sebebiyle organizmanın


glukoz yerine yağlardan yararlanmaya başlaması ve yağların hidrolizi ile açığa çıkan
yağ asitlerinin kan dolaşımına karışmaları ve dokular tarafından kulanılmaları.

3. Yağ asitleri yıkımının artmasına bağlı olarak, keton cisimleri dediğimiz kimyasal
bileşikler ve kolesterol sentezi artar. Keton cisimlerinin kanda birikmesi olayına meto-
zis denir.

Şeker hastalığının, klinik olarak başlıca üç büyük belirtisi vardır. Çok su içme, çok yemek yeme,
çok idrara çıkma, bunların ağız kuruması halsizlik ve yorgunluk gibi belirtileri vardır.

Diabet koması: Kanda biriken meton cisimlerinin toksik tesirinden ileri geldiği zannedilmekte-
dir. Çok yüksek kan şekeri düzeyleri de komaya sebep olabilir.

? Aşağıdaki kavramların ne anlama geldiğini açıklayın.

Maltoz Glikoliz
Laktoz Glikojenez
Monasakkarit Venöz kan şekeri
Primer alkol grubu Alimanter hiperglisemi
Asimetrik karbon atomu Renal Diabet
Optik Aktivite Glikojenoliz
Sitrik asit siklusu

10. 1. Glukoz Tolerans Testi

Kan şekerinin hastaların durumuna göre gösterdiği değişikleri incelemek amacı ile uygula-
nan bir testtir. Bir şahsın glukozf metabolize etme yeteneği birçok faktörlere bağlıdır. İnsülin
biosentezindeki önemli bozukluklarda açlık kan şekeri yüksektir ve devamlı bir glukozüri gö-
rülür. Hafif insülin yetmezliğinin tanısı ile belirli miktarda glukoz vermek ve bunun glikojene
dönüşme hızını ölçmek suretiyle yapılabilir. Bu deneye glukoz tolerans testi veya glukoz yük-
leme deneyi denir.

- 32 -
Birçok glukoz yükleme deneyleri vardır. Bu deneyler genel olarak, bir insana vücut ağırlığının
kilosu başına 1,5 - 1,75 gr. kadar glukoz vermek suretiyle yapılır. Glukoz verilmeden önce bir
kere ve verildikten sonra belirli zaman aralıklarında kan alınır ve glukoz miktarı tayin edilerek bir
kan şekeri eğrisi çizilir.

glukoz
% mg

250

200
B
150

150

100
A
50

0 1 2 3 4 5 6 Saat

A: Normal B: Diabetli bir kişinin Glukoz tolerans eğrisi

Normal insanlarda glukoz yükleme deneyinde kan şekeri birinci saatin sonunda maksimuma
erişir; nadiren %160 mg'ın üstüne çıkar, ikinci saatin sonlarına doğru veya 3. saatte tekrar nor-
mal düzeye iner. Her kan numunesi alındığında idrar da alınır. Normalde kanın glukoz düzeyi
böbrek eşiğini aşmadığı için idrarda hiç şeker bulunmaz. Diabetli bir hastada aisedaha yüksek
ve daha uzun süreli kan şekeri eğrileri elde edilir. Bu hallerde kan şekeri ancak daha uzun za-
man sonra normal düzeye iner ve uzun zaman devam eden bir glukozüri görülür. Glukoz düzeyi
fazla yükselmediği haldeidrarda glukoz görülürse, bu hal Renal Diabet'i gösterir.

Bunun aksine glukoz düzeyi yüksek olduğu halde idrarda glukoz bulunmaz ise, bu şeker hasta-
lığı ile birlikte veya şeker hastalığı almadığı halde böbrekte mevcut bir bozukluğa işarettir.

- 33 -
Özet
Doğada, bitkisel ve hayvansal kaynaklı olarak yaygın olarak bulunan karbonhidratlar organiz-
mada çeşitli amaçlar için kullanılmaktadır. Hayvanlarda glukoz ve glikojen halinde en önemli
enerji kaynaklarından birini oluşturur. Karbonhidratların metabolize olması ile açığa çıkan
enerji hücrede çeşitli amaçlar için kullanılır. Metabolize olmaları sırasında ortaya çıkan enerji
hücrede çeşitli amaçlar için kullanılır. Metabolize olmaları sırasında ortaya çıkan ara maddeler
birçok biyolojik molekülün sentezinde öncül madde olarak kullanılmaktadır. Glukozun yıkılma-
sı ile ortaya çıkan bileşiklerden sentezlenen maddeler arasında, purin ve pirimidinleri, amino
asitleri, porfirinleri, kolesterolü ve kolesterol türevlerini, mukopolisakkaritleri, gliserol ve yağ
asitlerini, laktozu, askorbik asiti ve sitrik asit siklusu ara bileşiklerini saymak mümkündür.

Karbonhidratlar metabolizması, birçok enzim ve hormonların kontrolü altında olan ileri derece-
de hassas ve karmaşık bir konudur.

Değerlendirme Soruları
1. Monosakkarit olan "glukoz" molekülü aşağıda sayılan gruplardan hangisine girer?

A) Triozlar
B) Tetrozlar
C) Pentozlar
D) Hegsozlar
E) Heptozlar

2. Açlık kan şekeri normal düzeye hangisidir?(%)

A) 150-160 mg
B) 70-100 mg
C) 100-130 mg
D) 130-150 mg
E) 55-70 mg

- 34 -
3. Glukoz - 6 Fosfat'tan başlayıp Fruktoz 6 P. ta biten metabolik yol hangisidir?

A) Glikolizis
B) Glikojenezis
C) TCA Siklusu
D) Heksoz monofosfat yolu
E) Glikojenolizis

4. Normal bir kişiye glukoz tolerans testi uygulandığında kan glukozu hangi saatte maksi-
mum değere ulaşır?

A) 1 saat
B) 2 saat
C) 3 saat
D) 4 saat
E) 1/2 saat

5. Glukozun CO2 ve H2 O ya tam oksidasyonu aşağıdakilerden hangi yolla olur?

A) Glikojenezis
B) TCA Siklusu
C) Glikojenolizis
D) Glikoneogenezis
E) Hiçbiri

6. Kan glukozunun yükselmesini önleyen hormon aşağıdakilerden hangisidir?

A) İnsülin
B) Glukagon
C) Büyüme hormonu
D) Prolaktin
E) Hiçbiri

- 35 -
7. Böbrek eşik değeri, yani kan glukozunun belli birdeğerinden sonra idrarda görüldüğü
sınır hangisidir?(%)

A) 180-240 mg
B) 80-120 mg
C) 70-100 mg
D) 200-250 mg
E) 140-180 mg

8. İdrarda glukoz görülmesine ne denir?

A) Galaktozemi
B) Galaktozüri
C) Glikozemi
D) Glikozüri
E) Fruktozüri

Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar


GÖZÜKARA, Engin. Biyokimya, Ankara, Ofset Pepianet Ltd. Şt. 1990.

LEHNİNGER, Albert L. Biochemistry, New York, Wort Publishers, Inc 1988.

TEKMAN, Ş ve Öner, N. Genel Biokimya, Fatih Yayınevi İstanbul, 1981.

ARAS, Kazım ve Gülseren Erşen. Klinik Biokimya, Ankara Hacettepe Taş Kitapçılık Ltd.
1988.

- 36 -
ÜNİTE
Lipitler
4
Amaçlar
Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
■ Lipitleri sınıflayabilecek,

■ Yağ asitlerinin biokimyasal özelliklerini bilecek,

■ Kolesterol ve safra asitlerini tanıyacak,

■ Lipitlerin sindirim sürecini öğrenecek,

■ Plazma lipitlerinin organizmada hangi amaçlar için kullanıldığını bilecek,

■ Lipit metabolizmasında karaciğerin işlevini bilecek,

■ Yağ asitlerinin yıkılışını ve keton cisimlerini bilecek,

■ Lipit metabolizmasında hormonların rolünü öğrenecek,

■ Lipit metabolizmasındaki bozukluklara bağlı bazı hastalıkları öğreneceksiniz.

İçindekiler
■ Giriş
■ Lipitlerin Sınıflanması
■ Yağ asitleri, kimyasal özellikleri
■ Lipitlerin metabolizması
■ Lipitlerin sindirim ve emilimi
■ Lipitlerin taşınması, kan lipitleri
■ Lipitlerin biosentezi
■ Hormonların lipit metabolizması üzerine etkileri
■ Lipit metabolizması bozuklukları
■ Özet
■ Değerlendirme Soruları
■ Yararlanılan Kaynaklar

Öneriler
Bu üniteyi daha iyi anlayabilmeniz için,
Lise yıllarında gördüğünüz ders notlarını gözden geçirmeniz size yararlı olacaktır.
1. GİRİŞ

Lipitler, özellikle C, H, O atomlarından yapılmış olup organizmanın yapı maddelerinin önemli


bir kısmını teşkil ederler. Bazı lipitlerde P, N ve S atomu da bulunur. Organizmanın başlıca be-
sin kaynağını oluştururlar, enerji verme ve depolama yönünden karbonhidratlardan daha üs-
tün özelliklere sahiptirler.

Lipitler genel olarak suda erimezler, buna karşılık eter, benzen, kloroform gibi organik çözücü-
lerde çözünürler. En önemli görevleri metabolizma için gerekli yakıtın deposunu oluşturmak,
membranlarda yapıtaşı olarak görev yapmak, bakterilerin hücre duvarları, bazı bitkilerin yap-
rakları ve cilt için koruyucu madde olmak gibi fonksiyonları vardır. Lipitlerin önemli kısmı orga-
nizmaya dışarıdan alınır, bir kısmı ise doğrudan doğruya organizmada yapılırlar.

2. LİPİTLERİN SINIFLANMASI

Günümüzde lipitler öğrenilmesini kolaylaştırmak amacı ile aşağıdaki şekilde sınıflandırılmaya


tabi tutulabilir.
■ Yağ asitleri
■ Nötral yağlar (yağ asitlerinin gliserolle yaptıkları mono, di ve triaçilgliseroller)
■ Mumlar (yağ asitlerinin gliserolden başka alkollerle yaptıkları esterler)
■ Fosfolipitler (yağ asitlerinin fosforik asit bileşikleri)
■ Sfingolipitler ve glikolipitler (yağ asitlerinin sfingozin ile yaptığı bileşikler)
■ Steroidler, kolesterol, safra asitleri ve diğer maddeler
■ Terpenler, β- karoten, skualen ve benzeri maddeler

Burada lipitlerin temel maddesini oluşturan yağ asitleri anlatılacaktır.

2.1. Yağ Asitleri

Yağ asitleri bitki ve hayvan organizmasında gerek serbest gerekse bileşikler halinde bulunur.
Doymuş ve doymamış yağ asitleri diye iki sınıfa ayrılırlar. Doymuş yağ asitleri kimyasal olarak,
yapısında çift bağ bulundurmayan yağ asitleridir. Doğada bulunan doymuş yağ asitlerinin ço-
ğunun karbon sayısı çifttir. Moleküllerindeki karbon sayıları 2'den 26'ya kadar olan doymuş yağ
asitleri hem hayvansal hem bitkisel yağlarda, karbon sayıları 43'e kadar olan uzun zincirli yağ
asitleri ise mumlarda bulunur. 8 karbon atomluya kadar olan doymuş yağ asitleri sıvı halde bu-
lunurlar.

Yağ asitlerinin genel formülü CH3(CH2)n COOH olarak gösterilebilir.

- 38 -
Bazı önemli doymuş yağ asitleri şunlardır:

Bütirik asit CH3 CH2 CH2 COOH

Palmitik asit CH3 (CH2)14COOH

Stearik asit CH3 (CH2)16COOH

Doymamış yağ asitleri: Moleküllerinde bir veya birden çok sayıda çift bağ içeren yağ asitlerine
denir.

Önemli bazı doymamış yağ asitleri: Olik asit, linoleik asit, linolenik asit, araşidonik asit.

Doymamış yağ asitleri, organizma tarafından bazı önemli biyolojik maddelerin yapımı için kul-
lanılır. Araşidonik asitten sentezlenen prostaglandinler, düz kaslar üzerine diladatör etkileri,
yağ dokuları metabolizması, adrenalin ve glikojen üzerine olan antagonist etkileri nedeni ile
önemli maddelerdir.

2.1.1. Esansiyel Yağ Asitleri

Organizma tarafından sentezlenemeyip, diyetle alınması gereken yağ asitlerine esansiyel yağ
asitleri denir. Bunlar: Linoleik, linolenik ve araşidonik asitlerdir. Eksiklikleri halinde cilt ve büyü-
me üzerinde önemli lezyonlar görülür.

Doymuş ve doymamış yağ asitleri arasındaki farkı


? söyleyiniz.

2.2. Yağ Asitlerinin Önemli Kimyasal Özellikleri

Yağ asitlerinin numaralandırılması: Yağ asitleri uzun veya kısa zincirlerden oluşur. Yağ asit-
lerinin adlandırılması bu zincirlerin numaralandırılması ile yapılır. Zincir içindeki karbon atom-
larının numaralandırılması cebirsel sayılarla veya Yunan alfabesine göre yapılır. Sayılarla be-
lirlemede karboksil (-COOH) grubundaki karbon atomundan başlayarak 1, 2, 3 diye numarala-
nır.

-CH2-CH2-COOH

1 2 3

- 39 -
Yunan harflerine göre numaralamada ise karboksil grubundaki karbon atomundan sonra baş-
lanarak α, β, y ... şeklinde belirtilir.

-CH2-CH2-CH2-COOH

y β α

Doymamış yağ asitlerinin adlandırılmasında çift bağların bulunduğu numaralar gözönüne alı-
nır.

2.2.1. Yağ Asitlerinin Esterleşmeleri

Yağ asitleri karboksil gruplarının en önemli reaksiyonlarından birisi alkollerle esterler yapmala-
rıdır.

2.2.2. Yağ Asitlerinin Sabunlaşması

Yağlar asitlerle veya alkalilerle hidroliz edilirse yağ asitleri ve gliserole parçalanırlar.

2.2.3. Yağların Bozulması

Işık, sıcaklık, oksijen ve gerekli katalizörler eşliğinde uygun şartları bulunan doymamış yağ
asitlerini içeren yağlar kendi kendine oksitlenirler. Bu oksitlenme sonucunda yağlar bozulur.
Bozulan yağların lezzeti değiştiği gibi aynı zamanda peroksit türü gruplar oluşur. Bozulma böy-
le oksidatif bir şekilde olduğu gibi doymamış yağ asitlerinin çifte bağlarının oksidasyonu ile asit
teşkil edebilir.

2.3. Nötral Yağlar (Triaçilgliseroler)

Nötral yağlar, hayvansal ve bitkisel yağların en büyük kısmını teşkil ederler. Besin maddelerin-
de ve organizmada bol miktarda bulunurlar. Nötral yağların önemli bir kısmını trigliseritler oluş-
turur. Aşağıdaki formülde görüldüğü gibi trigliseridler, bir gliserol molekülündeki üç -OH (hid-
roksil) grubuna birer yağ asidi bağlanması ile oluşur.

- 40 -
H2 — C — OH H 2 C — OOCR

H — C — OH + 3 R — COOH H C — OOCR + 3 H2O

H2 — C — OH Yağ asidi H 2C — OOCR

Glisorol Trigliserid

2.3.1. Kolesterol

Sadece hayvansal organizmada yer alan steroid yapıda bir lipittir. Kolesterolün çekirdeğini sik-
lopentanoperhidrofenantren halkası içerir. Aşağıdaki açık formülünden görüldüğü gibi bu hal-
kanın 3. karbon atomuna bir -OH (hidroksil) grubu 5. ve 6. karbon atomları arasında çift bağı,
17. karbon atomuna bağlı 8 karbon içeren bir yan zincir vardır.

kolesterol bütün hayvansal yağlar içinde, kanda ve safrada ve yaygın halde bulunur. Bir insa-
nın vücudunda ortalama 150 g. kadar kolesterol vardır. Serumda %150-240 mg kolesterol bu-
lunur.

CH3 CH3

CH—CH2—H2—CH2—CH
17

CH3

5
3
6
HO

2.3.2. Safra Asitleri

Safra asitleri yapı olarak kolesterole benzerler. Steroid çekirdek içerirler. İnsan organizmasın-
da karaciğerde kolesterolden sentezlenirler. Vücuda alınan kolesterolün %85'den fazlası kara-
ciğer tarafından safra asitlerine dönüştürülür. İnsan safrasındaki safra asitlerinin %80'i glisine,
%20'si taurine bağlıdır. En çok bulunan safra asitleri, kolik asit, dezoksikolik asit, kenodezoksi
kolik asittir.

3. LİPİT METABOLİZMASI

Besinlerde bulunan lipitlerin en büyük kısmını triaçilgliseroller oluşturur, daha az olarak koles-
terol ve diğer bazı lipitler de bulunur. Triaçilgliseroller (nötral yağlar) organizmada hem depo

- 41 -
hem yapı maddesi olarak bulundukları halde fosfatidler, kolesterol ve glikolipitler yağ dokusun-
da depo edilmezler, fakat birçok organlarda yapı maddesi olarak bulunurlar.

3.1. Lipitlerin Sindirimi ve Emilmesi

Besinlerle alınan lipitler, ağız ve midede hiçbir değişikliğe uğramadan ince bağırsağa geçerler.
İnce bağırsaklarda, safra tuzlarının yardımı ile emülsiyon haline geçen triaçilgliseroller pankre-
astan gelen lipaz enziminin yardımı ile kolaylıkla hidroliz edilirler ve ince bağırsakların lümenin-
den emilirler.

İnce bağırsakların mukoza hücresi tarafından emilen mono, di ve triaçilgliseroller ile yağ asitleri
değişik işleme tabi tutulurlar. 10 karbondan daha kısa zincirli yağ asitleri portal ven yolu ile kara-
ciğere nakledilirler. 14 C atomundan daha uzun zincirli yağ asitleri serbest yağ asidi veya tria-
çilgliseroller olarak şilomikronların yapısında yer alır ve tamamen triaçilgliserollere dönüşerek
duktus torasikus yolu ile dolanıma dahil edilirler.

Absorbe olan safra asitleri lenf dolaşımına girmeyerek portal dolanım yolu ile karaciğere gelir.
Burada rejenerasyona uğrayarak tekrar safra ile duedonuma aktarılırlar.

Safra yollarının tıkanması veya herhangi bir karaciğer hastalığı nedeni ile safranın yeterli bir
şekilde ince bağırsak kanalına akmaması, lipit absorbsiyonunu önemli derecede azaltır. Safra-
nın azalması veya hiç bulunmaması gaitanın renksiz bir hal almasına yol açar. İçindeki yağ
miktarının artması dolayısıyla yağda eriyen vitaminlerin emilimi de güçleşir.

3.2. Lipitlerin Taşınması, Kan Lipitleri

Kan plazmasında en çok bulunan lipidler serbest ve total kolesterol, fosfolipitler ve trigliseritler-
dir. Serbest yağ asitleri glikolipitler az miktarda, lipid sınıfından bazı önemli hormonlar ve vita-
minler ise eser miktarlarda bulunurlar. Normal kan plazmasında total lipit miktarı açlıkta 400-
700% mg arasında değişir. Plazmanın herhangi bir andaki lipit düzeyi, besinlerle alınan lipidler,
depo yağları ve sarfedilen lipidler arasındaki dengenin sonucudur.

Normal kan plazmasında açlıkta bir hayli lipit bulunduğu halde, bu lipitler proteinler tarafından
ince bir emülsiyon halinde tutuldukları için serum berrak görünür. Plazmanın proteinleri ile bir-
leşmiş olan lipitlere "lipoproteinler" adıverilir. Lipoproteinin protein kısmına "apolipoprotein"
denir. Lipoproteinlerdeki plazma proteinleri özellikle α ve β -globulinler'dir. Lipoproteinler
dansite (yoğunluk)lerine göre aşağıdaki gibi sınıflandırılırlar. Klinik biyokimyada önemli olan li-
poproteinlerin dansite ve elekteroferezdeki fraksiyonları aşağıda verilmiştir.

- 42 -
Fraksiyon Yoğunluğu Elektroforezdeki Yeri

Şilomikronlar < 1.006 α2 - fraksiyonunda


Çok düşük dansiteli
lipoproteinler (VLDL) 1.006 - 1.019 β1 - fraksiyonunda
Düşük dansiteli
lipoproteinler (LDL) 1.019 - 1.063 β1 - fraksiyonunda
Yüksek dansiteli
lipoproteinler (HDL) 1.063 - 1.210 α2 - fraksiyonunda
Çok yüksek dansiteli
lipoproteinler > 1.210 α2 - fraksiyonunda

Yemeklerden sonra lipitlerin absorbsiyonu sonucu artan şilomikronlar nedeni ile bulanık bir hal
olan kan plazması, aradan bir süre geçtikten sonra tekrar berraklaşır. Bu berraklaşma serumda
bulunan "lipoprotein lipaz" enziminin etkisi ile olur. Başka dokularda da bulunan lipoprotein li-
paz trigliseritlerin hidrolizini sağlar. Hidroliz sonunda açığa çıkan yağ asitleri albüminlere bağ-
lanarak taşınırlar.

3.3. Plazma Lipitlerinin Kullanılması

Plazma lipitleri organizma tarafından şu amaçlar için kullanılırlar.

■ Enerji elde etmek için oksidasyona uğrarlar.

■ Organizma için lüzumlu olan başka maddelerin yapımında kullanılırlar.

■ Depo edilerek ileride kullanılmak üzere saklanırlar.

■ Süt ile salınır ve gaita ile dışarı atılırlar.

Organizmanın karbonhidratlarla karşılanamayan enerji ihtiyacının bir kısmını lipitler karşılar.


Organizmanın en zengin enerji kaynağını oluştururlar. Lipitlerden organizma için gerekli (me-
sela hücre zarı için) başka lipitler (kolesterol, fosfolipitler vs) yapılır. Veya gerektiğinde kullanıl-
mak üzere depolanır. Depo lipitleri organları koruyucu bir görev de yaparlar.

Gaita lipitlerinin önemli bir kısmını yağ asitleri oluşturur. Sağlıklı bir kişinin gaitasında %10-20
oranında lipit bulunur.

- 43 -
3.4. Lipit Metabolizmasında Karaciğerin Rolü

Karaciğer metabolizmanın merkezi kontrol organıdır. Sindirim sistemi yolu ile vücuda dahil
olan besin maddeleri karaciğerden geçerek metabolize edilir. Karaciğerde karbonhidrat ve
proteinlerden asetil koenzim-A, asetil koenzim A'lardan yağ asitleri ve kolesterol, kolesterol-
den ise safra asitleri yapılır. Bundan başka karaciğer, triaçilgliserolleri yağ dokusuna gönder-
mek üzere lipoproteinleri de sentez eder. Karaciğer fosfolipit, kolesterol ve bazı tür lipoprotein-
leri plazmadan alan, organizmanın enerji ihtiyacı olduğu hallerde besinsel veya depo kaynaklı
yağ asitlerini parçalayan başlıca organdır. Fizyolojik koşullarla keton cisimlerinin teşekkül ettiği
tek yer de karaciğerdir.

Karaciğerdeki total lipit miktarı, bir taraftan vena porta yolu ile ve büyük dolaşımla karaciğere
gelen ve emilme lipitleriyle karaciğerin bizzat kendisinin korbonhidrat ve proteinlerden yaptığı
lipitlerle ve yağ asitlerinin yağ depolarından karaciğere gönderilmesiyle artar. Diğer taraftan tri-
açil gliserollerin karaciğerden kana, yağ dokularına lipoprotein şeklinde gönderilmesi ve yağ
asitlerinin karaciğerde yıkılmasıyla azalır. Karaciğerin %4 g. kadar olan normal lipit düzeyi bu
faktörler arasında bir dengenin devamı ile muhafaza edilir. Karaciğerdeki lipitlerin 3/4'ü fosfoli-
pit, 1/4'ü triaçil gliserollerden ibarettir. Triaçilgliseroller normal halde karaciğerde birikmez an-
cak bu fartörlerden birinde veya diğerinde bir artma veya azalma karaciğerde fazla miktarda tri-
açilgliserol birikmesine sebebiyet verir. Bu duruma karaciğer yağlanması denir. Fazla miktarda
yağ yenmesi, karbonhidrattan aşırı miktarda yağ yapılması, karaciğerden depolara az yağ git-
mesi ve karaciğerde yağ sarfiyatının azalması karaciğer yağlanmasının sebepleridir.

? Lipidlerin sindirim ve absorbsiyonunu sırasıyla açıklayınız.

3.5. Yağ Asitlerinin Yıkılışı

Yağlar, daha önce de açıkladığımız gibi lipaz enziminin etkisi ile gliserol ve yağ asitlerine hidro-
liz edilir. Yağ asitleri ise insan organizmasında başlıca β (beta) oksidasyon denilen bir yol
ile yıkıma (oksidasyona) uğrarlar.

Yağ asitlerinin β - oksidasyonu karaciğer hücrelerinde, mitokondrilerin iç kısmında meyda-


na gelir. Bu oksidasyonda yağ asitleri 2 C (karbon) kaybederek parçalanırlar. Bu 2 karbon asetil
- koenzim - A'yı oluşturur. Asetil koenzim A'lar ise TCA (Sitrik Asit) siklusuna girerek yıkılırlar.
Yağ asitlerinin oksidasyonu sonunda ATP sentezlenerek enerji elde edilir. 18 karbon içeren
palmitik asitin oksidasyonundan elde edilen enerjiyi hesaplayalım: Palmitik asidin oksidasyo-

- 44 -
nu ile 8 adet asetil - KoA meydana gelir. Bir asetil Ko-A'nın trikarboksilik asit siklusunda oksi-
dasyonu sonucu 12 ATP sentezlenir. Palmitik asitin β - oksidasyonu sonunda 12 x 8 = 96
ATP sentezlenir. Palmitin asitin 2 C'lu ünitelere parçalanması esnasında bir adet 2 C'lu ünite
(Asetil Ko-A) meydana gelirken 5 ATP sentezlenir. Palmitik asitten 7 tane asetil Ko-A meydana
geleceğine göre, palmitik asidin Asetil - Ko-A ünitelerine parçalanıncaya kadar 7 x 5 = 35 ATP
sentezlenmiş olur. Asetil Ko-A'ların trikarboksilik asit siklusunda yıkılmaları ile oluşan ATP'leri
de toplayacak olursak, 96 + 35 = 131 ATP sentezlenmiş olur.

3.6. Keton Cisimleri

Karaciğerde veya karaciğer dışındaki dokularda yağ asitlerinin yükseltgenmesinden meydana


gelen asetil Ko-A'ların en büyük kısmı TCA siklusuna sevkedilir. Karaciğer asetil Ko-A'ların az
bir kısmını da asetoasetik asit, 3-Hidroksi Bütirik asit ve aseton'a dönüştürür. Bu üç maddeye
"keton cisimleri" denir. Keton cisimleri periferik dokular tarafından kandan alınarak TCA siklusu
yolu ile CO2 ve suya parçalanırlar. Dokuların keton cisimleri sentezlemesine "ketogenezis"
denir. Metabolizmada normal şartlarda ketolizis ve ketogenezis denge halindedir. Karaciğer,
gereğinden daha fazla keton cisimleri yaparsa kanda keton cisimleri artar. Bu duruma "ketone-
mia" denir. Uzun süreli açlık halinde ve şeker hastalığında özellikle aseton olmak üzere keton
cisimleri idrara geçer. Bu duruma "ketonuria" denir. Oluşan genel tablo "ketozis" olarak adlan-
dırılır. Keton cisimlerinin artışı kanın yedek alkalisini azaltır. Buna olarak kan pH'sı düşer. Bu
duruma "asidozis" veya "ketoasidozis" denir.

? Keton cisimlerinin oluşumunu söyleyip isimlerini sayınız.

4. LİPİTLERİN BİOSENTEZİ

4.1. Yağ Asitlerinin Biosentezi

Yağ asitleri besinlerle alındığı gibi, organizmada sentez de edilir. Yağ asitlerinin sentezi özellik-
le karaciğer ve yağ dokusu hücrelerinde iki şekilde gerçekleşir. Bu sentez şekillerinden biri yağ
asitlerinin hücrenin sitozol kısmında yeniden yapılmasıdır. Buna "De Nova" sentez denir ve ol-
dukça karmaşık reaksiyonlar zincirinden oluşur. İkinci biosentez yolu ise hücre içinde mevcut
olan yağ asitlerinin, mitokondri ve mikrozomlarda 2C atomlu birimlerin ilavesiyle daha uzun zin-
cirli yağ asitlerine dönüştürülmesidir.

- 45 -
4.2. Nötrol Yağların Sentezi

Yağ asitlerinin depo şekli olan nötral yağlar organizmada sentez edilir. Nötral yağ (triaçilglise-
rol) biosentezinde yağ asidi açil Ko-A'ları ile gliserol - 3 - fosfat birleşerek fosfotidik asid sentez-
lenir. Fosfaditidik asitten de nötral yağlar ara basamaklardan geçerek sentezlenir.

Açil Ko-A + Gliserol - 3 - Fosfat Fosfatidik Asit

Fosfatidik Asit Nötral Yağ

4.3. Kolesterol Biosentezi

Normal kan plazmasında ortalama %200 mg. total kolesterol bulunur. Bunun 2/3'ü ester koles-
terol 1/3'ü serbest kolesterol halindedir. Kan plazmasında kolesterol lipoprotein halinde taşınır.

Kolesterol en çok karaciğerde olmak üzere hemen her dokuda enzimatik reaksiyonlarla sentez
edilir. Organizmenin kolesterol ihtiyacının en büyük kısmı kolesterol biosentezi ile sağlanır.

Karaciğer serbest ve ester kolesterolün başlıca kaynağıdır. Kolesterol karaciğerden özellikle


safra ile salgılanır, bağırsaklara geçere ve emilir. Emilen kolesterol lenf ve kan yolu üzerinden
karaciğere gelir ve tekrar safra ile salgılanır. Yani kolesterolün bağırsak karaciğer arası bir do-
lanımı vardır.

Bazı patolojik hallerde kandaki kolesterol miktarı artar. Bu duruma "hiperkolesterolemi", azal-
masına ise "hipokolesterolemi" denir.

Kolesterolün organizmada yıkılışında en önemli yol safra asitlerine dönüşmesidir. Safra asitleri
karaciğerde sentezlendikten sonra safra kesesinde depo edilir. Safra ile bağırsağa gelen ko-
lesterolün en büyük kısmı bağırsak hücreleri tarafından emilir, emilmeyen kısmı ise bağırsak
bakterileri tarafından indirgenir.

Kolesterol safra asitlerinin, steroid yapılı cinsiyet hormonlarının, böbrek üstü bezi steroid hor-
monlarının ve D3 vitamininin ön maddesidir.

5. HORMONLARIN LİPİT METABOLİZMASI ÜZERİNE ETKİLERİ

Bazı hormonların lipit metabolizması üzerine oldukça önemli etkileri vardır.

İnsülin yağ dokusunda yağ asitlerinin serbest hale geçmesini şiddetle inhibe eder ve buna bağlı

- 46 -
olarak nötral yağların ve lipitlerin sentezini artırır. Diabette yani insülin yetersizliğinde yağ de-
poları boşalarak yağ asidi oksidasyonu artar. Kanda keton cisimleri artar.

Adrenal korteks tarafından salınan "Glukukortikoidler" direkt bir etki ile yağ hücrelerinden ya-
ğın mobilizasyonunu hızlandırırlar. Bu hormonlar azalırsa yağın kullanımı da önemli düzeyde
azalır.

Hipofiz hormonlarından olan, adrenokortikotropin, büyüme hormonu ve vazopressin de lipolizi


artırıcı etki gösterirler.

Adrenal medulla hormonları olan epinefrin ve norepinefreninde (özellikle stres halinde) yağ do-
kularından yağları mobilize edici etkileri vardır.

Tiroid bezinden salınan "tiroksin" de yağların mobilizasyonunu sağlayarak kanda yağ asitleri
düzeyinin artmasına neden olur.

İnsülin ve adrenal hormonlarının lipit metabolizması


? üzerindeki etkileri ne şekilde olmaktadır?

6. LİPİT METABOLİZMASI BOZUKLUKLARI

Normal bir lipit metabolizması, lipitlerin sentez, depolanma, mobilizasyon ve yıkılmalarının


dengeli olarak meydana geldiği bir metabolizma düzenidir. Bu düzenin herhangi bir safhasın-
daki dengesizlik lipit metabolizması bozukluğuna neden olur.

Şişmanlık ihtiyaçtan daha fazla besin maddesi alınmasi ile enerji veren maddelerin çoğunlukla
nötral yağ şeklinde vücutta depo edilmeleri sonucu oluşur. Ancak gerçek şişmanlıkla, bazı hor-
mon hastalıklarından ileri gelen patolojik şişmanlıkları, su metabolizması sonucu ortaya çıkan
şişmanlığa benzer hali birbirine karıştırmamak gerekir.

Yaşlanma ile biolojik fonksiyonların yavaşlaması ve aynı zamanda daha az aktif bir yaşamda
şişmanlığın meydana gelmesine sebep olabilir.

Şişmanlığın tedavisi alınan besin maddelerinin sınırlandırılmasına bağlıdır. Alınması gerekli


kalori miktarına dikkat etmek gerekir.

Yağların emilmesindeki bozukluklarda vardır. (Steatore gibi).

Hiperlipidemi ve hiperlipoproteinemiler kanda lipit miktarının artışı ile karakterizedirler.

- 47 -
Lipit depolama bozuklukları: Çeşitli türdeki lipitlerin bazı organlarda veya kanda anormal şekil-
de birikmesi ile "lipit birikimi hastalıkları" denilen bozukluklar oluşur. Genellikle kalıtsal hasta-
lıklardır. Yaşamın ilk yılından itibaren belirtileri ortaya çıkan çoğu kez ölümle sonuçlanan ağır
bir tablo gösterirler.

? Şişmanlığın nedenini ve nasıl önlenebileceğini açıklayınız.

Özet
Lipitler canlı organizmaların en önemli enerji kaynaklarından birisidir. Yetişkin ve 70 kg.
ağırlığında bir insan yaklaşık 10 kg lipit depo edebilir. Vücutta depo edilen lipitler ya besinlerle
alınmakta veya ihtiyaçtan fazla karbonhidratların yağ asitlerine dönüştürülmesi ile temin edil-
mektedir. Yağ asidi sentezi asetil-Co-A ünitelerinden olmaktadır. Yağ asitleri daha sonra tria-
çilgliserollere dönüşmektedir. Yağ asidinin yıkımı, yağ asidi sentezinin tersi değildir. Yağ asidi
sentezi hücre sitoplazmasında gerçekleşir. Buna karşılık yağ asitlerinin oksidasyonu mito-
kondri matriksinde meydana gelmektedir. Bu olay başlıca β-oksidasyon denilen bir yolla
gerçekleşir.

Lipitlerin başlıca emilim yeri ince bağırsaklardır. İnce bağırsak mukoza hücresi tarafından
emilen mono, di ve triaçilgliseroller ile yağ asitleri ve gliseroller değişik metabolik yollara dahil
olurlar.

Kan plazmasında en çok bulunan lipitler serbest ve total kolesterol, fosfolipitler ve trigliseritler-
dir. Plazmanın herhangi bir andaki lipit düzeyi, besinlerle alınan lipitler, depo yağları ve sarfedi-
len lipitler arasındaki dengenin sonucudur.

Karaciğer bütün besin maddelerinde olduğu gibi lipitlerinde metabolize edildiği en önemli or-
gandır.

- 48 -
Değerlendirme Soruları

1. Yağ asitlerinin gliserol ile yaptıkları esterlere ne denir?


A) Triaçilgliseroller B) Fosfolipitler C) Şilomikronlar
D) Glikolipitler E) Sfingolipitler

2. Aşağıdakilerden doymamış yağ asidini işaretleyiniz.


A) Bütirik asit B) Stearik asit C) Oliek asit
D) Palmitik asit E) Kolesterol

3. Aşağıdaki seçeneklerden esansiyel yağ asidini işaretleyiniz.


A) Bütirik asit B) Oleik asit C) Palmitik asit
D) Linoleik asit E) Stearik asit

4. Dokuların keton cisimlerini harcamalarına .......... denir.


A) Ketolizis B) Ketogenezis C) Ketozis
D) Ketonüri E) Ketonemia

5. Safra asitlerin sentezinde ön madde hangisidir?


A) Serebrozid B) Kolesterol C) Sfingomiyelin
D) Triaçilgliserol E) Glukolipit

6. Kolesterolün hayvansal organizmada yıkılışının en önemli yolunu ..............'ne dönü-


şümü teşkil eder.
A) Keton cisimleri B) Yağ asitleri C) D vitamini
D) Steroid hormonlar E) Safra asitleri

7. Yağ asitlerinin b - oksidasyonu .............................................'de gerçekleşir.


A) Sitozol B) Mitokondri C) Çekirdek
D) Hücre zarı E) Safra Kesesi

8. Plazma lipitleri aşağıdakilerden hangi amaç için kullanılmaz?


A) Enerji elde etmek için oksidasyona uğrarlar
B) Organizma için lüzumlu başka maddelerin yapımında kullanılır
C) Protein sentezi için kullanılırlar
D) Depo edilerek ilerde kullanılmak üzere saklanırlar
E) Süt ile salınır gaita ile dışarı atılır

- 49 -
Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar
BİNGOL, Gazanfer. Biyokimya, Ankara: Mis Matbaası, 1981.
LEHNİNGER, Albert L. Biochemistry, New York: Wort Publishers Inc., 1988.
YENSON, Mutahhar. İnsan Biyokimyası, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Yayın No:128,
1989.
GÖZÜKARA, Engin M. Biyokimya. Ankara: Ofset Pepianat Ltd. Şti., 1990.

- 50 -
ÜNİTE
Proteinler
5
Amaçlar
Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
■ Amino Asitlerin yapısını ve sınıflandırılmasını,

■ Proteinlerin sınıflandırılması ve özelliklerini

■ Proteinlerin sindirim ve absorbsiyonunu,

■ Amino asitlerin ve proteinlerin organizmadaki fonksiyonlarını öğrenmiş olacaksınız.

İçindekiler
■ Giriş
■ Amino Asitlerin Yapısı
■ Amino Asitlerin Sınıflandırılması
■ Amino Asitlerin Fiziksel Özellikleri
■ Amino Asitlerin Kimyasal Özellikleri
■ Proteinlerin Sınıflandırılması
■ Proteinlerin BazıFiziksel ve Kimyasal Özellikleri
■ Bazı Önemli Proteinler
■ Proteinlerin Sindirim ve Emilimi
■ Ürü ve Kreatinin Sentezi
■ Özet
■ Değerlendirme Soruları

Öneriler
Bu üniteyi daha iyi kavrayabilmek için,
■ Lise yıllarında gördüğünüz ders notlarını gözden geçirmeniz ve ünite sonundaki soruları

cevaplamaya çalışmanız size yardımcı olacaktır.


GİRİŞ

Proteinlerin bütün canlı organizmaların en önemli maddeleridir. Canylıların büyümeleri, üre-


meleri, kalıtım özelliklerinin bir nesilden diğer bir nesile taşınması hep protein ihtiva eden mad-
delerin aracılığı olmaktadır. Bundan başka canlı organizmadaki metabolizma olaylarını kataliz
eden enzimler, fizyolojik etki gösteren hormonların bir kısmı ve canlı varlıkları bazı hastalıklara
karşı koruyan antikorlar gibi önemli maddelerde protein yapısındadırlar. Alyuvarlara rengini
veren hemoglobin bir protein bileşiğidir. Kasların büyük kısmı miyozin ve aktin denen protein
türlürinden meydana gelir. Proteinler bir taraftan zçözünmüş halde hücrenin sitozollerinde bu-
lunurlar, diğer yandan çözünmemiş halde hücrenin iskeletini teşkil ederler.

Proteinler büyük moleküllü maddeler olup, molekül ağırlıkları yaklaşık 10.000 den milyonlara
değişik büyüklükte olabilir. Protein molekülleri yüzlerce amino asitin peptid bağları ile birbirine
bağlanmasından meydana gelir.

Amino asitlerin önemi sadece proteinlerin yapı birimleri olmalarından ileri gelmez. Metaboliz-
mada amino asitler diğer birçok reaksiyonlara da iştirak ederler. Genel olarak amorf maddeler-
dir. Fakat bazen kristal halde olabilir. Doğal olarak meydana gelen proteinlerin yapısında yirmi
amoni, iki imino asit mevcuttur.

2. AMİNO ASİTLER

Proteinler hidroliz edilirse kendilerini oluştura asit ünitelerine parçalanırlar. Adlarından da anla-
şılacağı gibi, amino asitler karakteristik iki fonksiyonel grup içerirler.: Amino grubu (-NH2) ve
karbonil grubu (-COOH). Ayrıca bu iki grup arasında bir akil (R) kökü bulunur. Buna göre, bir
amino asit genel olarak aşağıdaki formül ile gösterilir.

H2 N - C - COOH

R ile gösterilen açil veya aril deddiğimiz grup değişerek çeşitli amino asitler meydana gelir.

Doğal olarak proteinler içinde bulunan amino asitler, α amino asitlerden ibarettir. Bu amino
asitlerde -NH2 grubu amino asitin α karbon atomuna, yani -COOH grubundan sonra gelen
ilk karbon atomuna bağlanmıştır.

- 52 -
2.1. Amino Asitlerin Sınıflandırılması

Amino asitler yapısal özelliklerine göre değişik şekilde sınıflandırılırlar. Reaksiyonlara göre
amino asitler, nötral, asidik ve bazik amino asit olarak 3 sınıfa ayrılırlar.

Kolay öğrenmek bakımından amino asitler aşağıdaki şekilde sınıflandırılabilir.

1. Alifatik Amino Asitler


2. Aromatik Amino Asitler
3. Kükürtlü Amino Asitler
4. Asidik Amino Asitler
5. Bazik Amino Asitler
6. İmino asitler

2.1.1. Alifatik Amino Asitler

Glisin: En basit ve asimetrik karbon atomu ihtiva etmeyen tek amino asiddir. Bu sebeple opikçe
aktif değildir. Organizmada sentezlenebilir. Serin amino asidi ile glisin birbirine dönüşebilir. Gli-
sin, benzeoik asit ve diğer bazı asitlerle birleşerek detoksifiksiyon mekanizmasında rol alır.
Bundan başka kreatinin yapımında kullanılır. Nükleik asit sentezine katılır.

Doğuştan glisin metabolizması bozukluğundan, bu amino asitin böbreklerden geri emilmesinin


sonucunda, idrarda fazla miktarda glisin çıkar, diğer bir deyişle glisinüri görülür.

■ Alanin: Organizmada hemen her proteinde esansiyel olmayan yani endojen bir amino
asitidir.Özel bir görevi yoktur.

■ Valin: Eksojen yani esansiyel bir amino asittir. Çeşitli proteinlerin yapısında bulunur.

■ Lösin ve İzolösin: Proteinlerde bulunan esansiyel amino asitlerdir. Vücuttaki metabo-


lizmeleri aynı yolla izlediklerinden beraber incelenir.

■ Serin: Glisin amino asiti ile birbirine dönüşebilirler.

■ Treonin: Birçok proteinlerde bulunur. Vücutta yapılamaz. Metabolize olması için piri-
doksal fosfat'a ihtiyaç vardır.

- 53 -
2.1.2. Aromatik Amino Asitler

■ Fenilalanin ve tirozin: Bazı maddelerin sentezinde benzer bir şekilde bir role sahip ol-
duklarından beraber incelenirler. Fenilalanin tirozine dönüşebilir fakat tirozin fenilalanine dö-
nüşemez. Bundan dolayı fenilalanin esansiyel bir amino asitdir. Yani dışarıdan besinlerle alın-
ması gerekir. Fenilalanin'in tirozine dönüşümü genetik bir bozukluk dolayısıyla fenilalanin hid-
roksilaz enziminin bulunmamasına bağlı olarak durduğu taktirde, kanda fenilalanin ve bazı me-
tabolitlerinin birikimi ve idrarda bu maddelerin atıldığı görülür. Küçük çocuklarda görülen bu ka-
lıtsal hastalık "fenilketonüri" olarak adlandırılır. Zeka geriliği ve gelişme noksanlığı görülür.

Tirozin adrenal medulladan sentezlenen epirefrin ve norepinefrin ile tiroid bezinden salınan tri-
oksin'in ön maddesini oluşturur.

Tirozin metabolizması bozukluığundan cildin rengini veren melanin denen pigmetin oluşumun-
daki yetersizlikten kaynaklanan "Albinizm" hastalığı görülür. Bu hastalarda cilt ve kıllar beyaz
olur.

■ Triptofan: Hem besin değeri yönünden, hem de hücre için önemli birçok bileşiklerin
kaynağını oluşturduğundan önemli bir amino asitdir. Triptofan oksijean bir amino asit olup, bir-
çok proteinden oluşur. Niyasin isimli vitaminin ve birçok fizyolojik görevi bulunan seretonunu'in
sentezinde kullanılır.

Şizofreni hastalırnda krizler esnasında bu amino asitin parçalanma ürünleri idrara çıkar.

2.1.3. Kükürtlü Amino Asitler

■ Sistein: Birçok proteinlerde ve özellikle kreatininde desistinde (sistin) şeklinde fazla


miktarda bulunur. Sistein, glutatyonuun bileşimine girer. Organizmada metiyonin bulunduğu
taktirde vücutta yapılabilir. Metiyonin varlığında serin'den teşekkül eder.

■ Metiyonun: Birçok proteinde bulunur. Esansiyel bir amino asittir. Metiyonin organizma-
da hem metil (-CH3), hem sulfhidril (-SH) grubu vericisidir.

■ Sistin: Saç, tırnak ve boynuz gibi yapılarda bulunur.

2.1.4. Asidik Amino Asitler

■ Aspartik asit ve Glutamik asit: Endojen amino asitlerdendir. Bu iki amino asit transa-
minasyon reaksiyonlarında rol alırlar.

- 54 -
Ayrıca glutamik asit, folik asit denilen vitaminin yapısında rol alır.

2.1.5. Bazik Amino Asitler

■ Lizin: Özellikle hayvansal kaynaklı proteinlerde bulunur. Bazik bir amino asit olup, or-
ganizmada teşekkül edemez, yani esansiyeldir.

■ Hidroksilizin: Lizin amino asidinin bir (OH-) grubu taşıyan şeklidir.

■ Histidin: Birçok proteinlerde % 1-2 oranında ve hemoglobinde % 10 oranında bulunur.


Endojen bir amino asittir.

■ Arginin: Birçok proteinde özellikle proitaminde çok bulunur. Organizmada glutamik


asitten teşekkül eder. Üre biosentezinde rol alır.

2.1.6. İmino Asitler

■ Prolin ve Hidroksiprolin: Ençok prolamin grubundan proteinlerde bulunur. Amino gru-


bu yerine imino grubu bulunur.

Prolin ve hidroksiprolin endojen maddelerdir. Prolin, bağ dokusunun yapıtaşı olan kollajen'in
yapısında bulunur.

2.1.7. Esansiyel Amino Asitler

Organizmada sentezlenemeyen, besinlerle dışarıdan alınması gerekli amino asitlere esansi-


yel amino asitler denir. Bunlar: Valin, lösin, izolösin, treonin, ketiyonin, fenil alanin, triptofan ve
lizin alino asitleridir.

? Amino asitlerin tanımını ve sınıflandırılmasını yapınız?

2.2. Amino Asitlerin Fiziksel Özellikleri

■ Amino Asitlerin Çözünürlükleri: Amino asitler genellikle suda, seyreltik asit ve bazlar-
da çözünürler, buna karşılık etil alkol ve diğer organik çözücülerde çözünemezler.

- 55 -
■ Amino Asitlerin Optik Aktiviteleri: Glisin amino asiti dışında bütün amino asitlerin ka-
ron atomları asimektirktir. Bu nedenle optik aktivite gösterirler.

■ Amino Asitlerin İyonlaşmaları: Amino asitler amfoter özellik gösteren maddelerdir.


Yani asidik ortamda baz, bazık ortamda asit gibi davranırlar.

■ İzoelektrik Nokta: İzoelektrik noktada iyonlaşmış bulunan pozitif ve negatif gruplar


denge halindedir. Bir elektrik akımı uygulandıgğında amino asit molekülleri ne pozitif ne de ne-
gatif kutba göç ederler. Proteinler bu özelliklerinden dolayı elektroforez denilen aletle kolayca
birbirinden ayrılırlar ve miktarları da belirlenebilir.

2.3. Amino Asitlerin Kimyasal Özellikleri

■ Amino Asitlerin Peptid Bağı Yapmaları: Bir amino asidin -COOH grubu ile bir başka
amino asitin -NH2 grubu birleşerek aralarında peptid bağı oluştururlar.

R R R O R

H2 N - C - COOH + NH2 - C - COOH NH2 - C - C - N - C - R

H H H COOH
peptid bağı

+ H2 O

Böylece amino asitler birbirleriyle peptid bağları yaparak peptid qzincirleri yaparlar. Peptid zin-
cirmeri proteinlerin primer yapısını meydana getirir.

■ Amino asitler susuz HCI karşısında etil ve metil alkolle esterler yaparlar.

■ Amino asit esterleri alkolik veya anhidröz amonyakla muamele edilirse amino
asitlerin amidleri meydana getirirler.

■ Amino asitlerin amin grupları bir sölüsyon içerisinde metil iyodür veya dimetil sulfat
ile muamele edilirse, kolaylıkla metilleşebilirler.

■ Prolin ve hidroksiprolin dışındaki amino asitler nitröz asitlerle reaksiyona girerek


azot açığa çıkmasını sağlarlar. Amino asitlearin bu özelliklerin yararlanarak protein
miktar tayını yapılır.

■ Amino asitlerin formaldehit ile muamelesiyle amino asit miktarı tayini yapılabilir.

- 56 -
■ Amino asitlerden glisin, sistein ve flutamin organizmada yabancı maddelerle birle-
şerek organizma için zararsız hale getirilirler. Böyle maddelere konjugasyon ajanı
denir. Örneğin glisin, benzoik asitle birleşerek hippürik asiti meydana getirir. Hipürik
asit idrarla atılır.

? Amino asitlerin peptid bağı yapma özelliğini açıklayınız?

2.4. Amino Asitlerin Renk Reaksiyonları

Amino asitler ve yapılarında amino asit bulunan proteinler kimyasal maddelerle renkli reaksi-
yonlar verirler. Bu reaksiyonlardan yararlanarak amino asitlerin ve proteinlerin kantitatif tayin-
leri yapılır. Bunlardan Ksantoprotein Millon, Hopkins Cole ve Sagakucgi reaksiyonlarına gire-
rek amino asitler rekli bileşikler oluştururlar. Ayrıca Biaüret ve Ninhidrinreaksiyonları proteinleri
tayininde önemli yer tutar.

■ Ninhidrin reaksiyonu: Amino asitlerin ninhidrin ile kaynatılırsa dreaminasyona uğrar-


lar ve mavi-menekşe bir renk meydana gelir.

■ Biüret reaksiyonu: Isının etkisi ile iki mol üre birleşerek CuSO4 solüsyonu ile menek-
şe-mavi bir renk verir. Reaksiyonun meydana gelmesi için en az iki peptid bağına ihtiyaç vardır.

? Biüret reaksiyonun prensibini söyleyiniz.

3. PROTEİNLERİN SINIFLANDIRILMASI VE ÖZELLİKLERİ

Bileşim ve çözünürlüklerine göre proteinler: basit proteinler, bileşik proteinler ve türev protein-
ler olarak üç ana gruba ayrılır.

3.1.1. Basit Proteinler

■ Albuminler: Hayvansal ve bitkisel organizmalarda yaygın halde bulunan albuminler,


saf suda ve seyreltik tuz solüzyonlarında erirler. İnsan serumunda bulunan albumine serum al-
bumin, yumurtada bulunana avolbumin, kasta bulunan miyojen, sütte bulunanana laktalbumin
denir.

- 57 -
■ Suda çözünemezler, seyreltik, nötral tuz çözeltilerinde çözünürler. Yumurtada ovoglo-
bulin, insan serumunda serum globulin halinde bulunur.

■ Gluteinler: Bitkisel proteinlerdir. Buğdayda bulunana gliadin denir.

■ Provitaminler: Hayvansal proteinlerdir. Özellikle balık spermasında bulunur.

■ Histonlar: Bazik özelliktedirler. Nükleik asitlerle nükleoproteinleri oluştururlar.

■ Sklero proteinler: İnsan ve hayvan organizmasının proteinleridir. Kollajen, elastin ve


keratin başlıca skleroproteinlerdir.

3.1.2. Bileşik Proteinler

■ Glikoproteinler ve mukoproteinler: Glikoproteinler % 4 ten daha az karbonhidrat içe-


rirler. Örneğin: fibrinojen gibi mukoproteinler % 4 den daha fazla karbonhidrat içeren proteinler-
dir. PHeparin, hiyalüronik asit, kan grubu maddeleri, kodroidin sulfatlar örnek olarak gösterile-
bilirler.

■ Lipoproteinler: Proteinlerin lipitlerle yaptıkları bileşiklerdir. Serumun lipit içerdiği halde


berrak kalması, bu lipitlerden hepsinin değilse çoğunun proteinlerle, lipoprotein halinde bileş-
miş olmalarından ileri gelir. Kan serumundeki liproteinler dansitelerinde göre şilomikronlar, dü-
şük dansiteli, çok düşük ve yüksek dansiteli lipoproteinler olarak sınıflandırılırlar. Lipoprotein-
ler elektroferozde ayrılmalarına göre ise α ve β. lipoproteinler diye iki sınıfa ayrılır.

■ Fosfoproteinler: Fosforik asit ihtiva eden proteinlerdir. Sütte (Kazein), yumurta sarı-
sında (Vitellin) bulunurlar.

■ Metalloproteinler: Bunlar demir, magnezyum, mangan, kobalt, çinko, bakır vs. gibi
metal iyonlarını içeren proteinlerdir. Hemoglobin, miyoglobin, ferittin örnek verilebilir.

■ Kromoproteinler: Kan proteinlerinin ceşitli pigmentlerinde oluşturdukları bileşiklerdir.


Billurin, safra, pigmentleri örneği gibi.

■ Nüleoproteinler: En çok hücrenin nukleus, mikrozom ve mitokondri kısımlarında bulu-


nurlar. Prostetik grup olarak nükleik asit içerirler.

- 58 -
3.1.3. Türev Proteinler

Basit veya bileşik proteinlerin kimyasal veya fiziksel değişikliklere uğramalarıyla meydana ge-
lirler.

? Proteinleri sınıflandırınız.

3.2. Proteinlerin Fiziksel ve Kimyasal Özellikleri

Proteinler genellikle tatsız ve kokusuz maddelerdir. Ancak proteinlerin parçalanma ürünleri ve


bazı aminoastilrin tadları acıdır.

Proteinler belirli asitler, ağır metaller ve özgül antikorlarla çökerler. Proteinlerin çöktürülmesin-
de kullanılan asitler, triklorasetik asit, pikrik asit, sulfosalisilik asit, fosfotungstuk asit, fosfomo-
liptik asittir. Protein solüsyonlarının çöktürülmesinde kullanılan başlıca metal tuzları, civa, çin-
ko, demir, kurşun, kedmiyum gibi ağır metallerin tuzlarıdır.

Proteinler çok spesifik olduğundan antijen etkisine sahiptirler. Yani bunlar yabancı bir organiz-
maya sindirim yolundan başka bir yolla verildiklerinde organizmada antikorların teşekkülüne
sebep olur. Her protein kendi türüne karşı teşekkül etmiş bulunan spesifik ankoru ile çökelir.

Genel olarak proteinlerin sulu solüsyonları izoelektrik noktaları civarında ısıtılırsa, solüsyon
içindeki proteinler koagüle olmuş bir protein eski biyolojik özelliklerini kaybeder.

Isıtma dışında bazı fiziksel veya kimyasal etkenler proteinlerin doğal yapısının bozulmasına
(denatürasyona) neden olur.

? Denatürasyon neye denir?

3.3. Bazı Önemli Proteinler

3.3.1. Kan Plazması ve Serum Proteinleri

Kan ve en büyük kısmı su olan ve bu suyun içinde çözünmüş organik ve inorganik maddeleri
suspansiyon halinde dağılmış kan hücreleri (eritrosit, lokosit, trombosit gibi)ni ihtiva eden bib
sistemdir. Kan damardan alındıktan sonra bir süre bekletilirse pıhtılaşır ve kan serumu adı veri-

- 59 -
len sarımtrak bir sıvı ayrılır. Kan pıhtısı suda çözünemeyen renksiz, ağ şeklindeki bir protein
olan fibrin ile bu ağı tarafından tutulan kan hücrelerinden ibarettir. Fibrin, kan proteinlerinden bi-
ri olan fibrinojenin ağ teşkili ile bu fibrin ağı tarafından tutulan kan hücrelerinden ibarettir. Fibrin,
kan proteinlerinden biri olan fibrinojenin ağ teşkili ile pıtılaşyarak değişmesi sonunda meydana
gelir.

Damardan taze alınmış kanın pıhtılaşmasına bazı antikoagülanlar (pıhtılaşmayı önleyici mad-
deler) ilave edilirse engel olunabilir. Böyle bir kan santrifüj edilirse kan hücreleri çöker, üstteki
sıvı kan plazmasıdır. Plazma ile serum arasındaki fark, plazmanın fibrinojen içermesidir.

Kan plazmasının proteinleri fibrinojen, serum albumin ve serum globulinler, kan serumunun
proteinleri serum albumin ve serum globülinlerdir.

■ Serum albumin: Normal halde plazmada veya serumda % 3-4 g. albumin bulunur. Al-
buminler elektroforezde göç hızlarına göre pre-albumin ve albumin olarak iki fraksiyona ayrılır-
lar. Kanda çok az çöjzünen madllerle bileşerek bu maddeleri serumda çözünmüş halde tutar.
Osmotik basıncın düzenlenmesinde rolü vardır.

■ Serum globulin: Plazma veya serumda % 2-3 g. kadardır. α ve β, γ globulin olarak üç


fraksiyon halinde bulunurlar.

γ globulinler immüno globulinlerdir. Globulinler de bazı maddeleri serumda çözünmüş halde tu-
tarlar.

■ Fibrinojen: Bileşik bir protein olan fibrinojen sınıfından olup % 4 kadar karbonhidrat ih-
tiva eder. Kanın pıhtılaşmasında önemli rolü vardır.

■ Hemoglobin: Oksijen taşınmasında rol oynar. Hemoglobin yapısındaki protein kısmı,


herbiri 17.000 molekül ağırlığında dört peptid zincirinden meydana gelmiştir.

? Kan serumu proteinleri nelerdir?

3.3.2. Kanın Pıhtılaşması

Normal şartlarda damarlar içinde dolaşan kan pıhtılaşamaz. Kanın pıhtılaşması esnasında bir
korunma mekanismasıdır. Herhangi bir kesik ya da yaralanma halinde damar dışına sızmama-
sı için kan pıhtılaşır.

- 60 -
Kah pıhtılaşması başlıca iki safhada meydana gelmektedir. Bu iki safhanın herbiri çeşitli faktör-
leri alan birtakım karışık reaksiyonlar üzerinden yürür. Birinci safha protrombin'in Ca++ ve
tromboblastin etkisi ile trombine düşürmesini içeren reaksiyonlar zinciridir. İkinci safhada ise
meydana gelen trombinin etkisi ile plazmada çözünmüş halde bulunan fibrinojenin çözünme-
yen fibrin haline geçmesidir. Damar dışında, bir tüpe alınan kan 5-8 dakikada pıhtılaşır. Kan
plazmasını şu şekilde gösterebiliriz.

CA++
, tromboblastin
Protrombin Trombin

Trombin
Protrombin Fibrin

Kan pıhtılaşmasında rol oynayan 12 faktör bilinmektedir. Bu faktörlerin eksik veya yetersiz olu-
şu pıhtılaşmayı önler veya geciktirir. Florür, sitrat, oksalat ve heparin kan pıhtılaşmasını önle-
yen maddelerdir.

? Plazma ve serum nasıl elde edilir? Aralarındaki farkı söyleyiniz.

3.3.3. Proteinlerin Sindirim ve Emilimi

Protein metabolizması aslıda amino asitlerin metabolizmasıdır. Besinlerle alınan proteinler


organizma için yabancı maddelerdir. Organizmanın yararlanabilmesi için bu proteinlerin sin-
dirim kanalından kendilerini teşkil eden yapı birimlerine yani amino asitlere kadar yıkılmaları
gerekir.

Proteinlerin sindirimi midede başlar ve bağırsaklarda devam eder. Mide hücreleri tarafından
salgılanan ve mide özsuyunda bulunan pepsin denilen bir enzim yine mide özsuyundaki HCI
proteinlerin yardımıyla peptid bağlarını yıkar. Çeşitli büyüklükte peptidler ve amino asitler mey-
dana getirir.

İnce bağırsağa geçen bu karışım burada tripsin, kimotripsin ve karboksipeptitoz enzimlerinin


etkisi ile proteinlerin çoğunluğu amino asitlere yıkılarak emilirler.

? Proteinlerin sindirim ve emilimi nasıl olmaktadır?

- 61 -
■ Amino asitlerin kullanış yerleri: Amino asitler organizmada, doku ve kan proteinleri-
nin yapımında, azot içeren maddelerin yaımında, amonyak ve ürenin sentezinde, diğer amino
asitlerin yapımında, karbonhidratların yapılmasında ve enerji elde edilmesinde kullanırlar.

■ Azot dengesi: Normal halde yetişkinlerde organizmaya giren azot ile organizmadan
çeşitli yollarla atılan azot arasında bir denge vardır. Büyümekte olan çocuklarda, gebelikte ve
hastalıktan sonraki iyileşme devresinde alınan azot, dışarıdan atılan azottan fazladır. Bu duru-
ma "pozitif azot dengesi" denir. Ateşli hastalıklarda yeterli protein alınmaması halinde, albumi-
nüri veya diğer katabolik hastalıklarda vücuda girenden daha fazla dışarı atılır. Bua "negatif
azot dengesi" denir.

■ Transaminasyon: Transiminaz veya aminotransferazlar denen enzimlerin aracılığı ile


amin grubunun bir amino asitten bir alfa-keto asite nakledilmesi sonucu yeni bir amino asit ve
yeni bir alfa keto asitin teşekkül etmesi olayına transaminasyon denilmektedir. Transaminas-
yon reaksiyonu katalize eden enzimlere "transaminazlar" denir. Glutamik asitten, oksal asetik
asite aming grubunu transfer eden enzime "glutamik oksal asetik trensaminaz (GOT) enzimi
denir. Glutamik pivurik transiminaz (GPT)" enzimi denir. Bu iki enzim klinik biyokimyada kara-
ciğer fonksiyonları yönünden çok önemlidir.

? Transaminasyon reaksiyonlarını söyleyiniz.

3.3.4. Amonyak Teşekkülü

Amonyak, bağırsaklarda bakterilerin proteinlere etki etmesi sonucunda oluşur. Ayrıa amino
asitlerin amin (NH2) gruplarını kaybetmeleri (deaminasyonu) sonucunda, amonyak teşekkül
eder.

3.3.5. Üre ve Kreatinin Sentezi

Memelilerde proteinlerin metabolizmasının son ürünü olarak üre teşekkül eder. Metabolik re-
aksiyonlar sonucu teşekkül eden NH3 (amonyak) ve karbondioksit (CO2) birleşerek üreşi
oluştururlar. Oyluşan üre idrarla dışarı atılır. Yetişkin normal bir insanda idrarla 24 saatte 30 gr
kadar üre atılır.

- 62 -
NH2

2 NH3 + CO2 C = 0 + H2 O

NH2

Üre

Tek reaksiyon olarak basite indirgediğimiz üre oluşumu aslında "ornitin" veya "üre" siklusu diye
adlandırılan bir dizi reaksiyonlar sonunda oluşur.

Organizmada amino asitlerden faydalanarak aslında protein niteliği taşımayan, azot içeren bi-
yolojik açıdan önemli "kreatin" gibi maddelerde yapılır. Kreatin'in fosforlu bir bileşiği olan krea-
tin fosfat kaslarda yüksek enerji bir bileşik olarak görev yapar. Fosfor kreatin enerjiye ihtiyaç ol-
duğu zaman fosforik asidini vererek "kreatin"e dönüşür. Kreatinin serbest kreatin den de oluşa-
bilir. Kreatinin de üre gibi idrarla dışarı atılır. Böbrek fonksiyonlarını belirlemede atılan üre ve
kreatinin miktarlarını belirlenmesi çok önemlidir.

? Üre ve kreatinin miktar belirlemesinin önemini belirtiniz.

Özet
Proteinler tüm canlı organizmaların en önemli yapı maddeleridir. Canlıların büyümeleri, üre-
meleri, kalıtım özelliklerinin ber nesilden diğer bir nesle taşınması hep protein ihtiva eden mad-
delerin aracığıyla olmaktadır. Yaşayan hücrelerdeki metabolizma olaylarını kataliz eden en-
zimler, fizyolojik etki gösteren hormonların bir kısmı ve canlı varlıkları bazı hastalıklara karşı
koruyan ankorlar gibi önemli maddelerle protein yapısındadır.

Proteinler büyük moleküllü maddeler olup, protein molekülleri yüzlerce amino asidin peptid
bağları ile birbirine bağlanmasından ileri gelir.

Amino asitler genellikle surda, seyreltik asit ve bazlarda kolay çözünürler. Amino asitler yapıla-
rında içerdikleri gruplara ve bulundukları ortama göre çeşitli kimyasal reaksiyonlara girerler.
Amino asitlerin girdiği bu kimyasal reaksiyonlardan faydalanarak, amino asitlerin kendilerini

- 63 -
veya bunların oluşturduğu protein miktarını, kantitatif veya kantitatif olarak saptamak mümkün-
dür.

Amino asitlerin önemi sadece proteinlerin yapı birimleri olmalarından ileri gelmez. Amino asit-
ler metabolizmada diğer birçok reaksiyonlara da iştirak ederler.

Değerlendirme Soruları

1. Aşağıdakilerden hangisi aromatik amino asitlerdendir?

A) Valin
B) Lösin
C) İzolösin
D) Trizon
E) Metiyonin

2. Aşağıdakilerden hangisi esansiyel amino asit değildir?

A) Valin
B) Lösin
C) Treonin
D) Triptofan
E) Aspartik asit

3. Bir amino karboksil (-COOH) grubu ile, başka bir amino asitin (-NH2) grubu arasında
oluşan yapıya ne denir?

A) Ester bağı
B) Peptid bağı
C) Hidrojen bağı
D) Karbon bağı
E) Eter bağı

- 64 -
4. Bir metabolik hastalık olan "fenilketonüri" hangi amino asitin metabolize edilmemesi
ile meydana gelir?

A) Tirozin
B) Fenil alanin
C) Triptofan
D) Treonin
E) Metiyonin

5. Aşağıda sayılan kan proteinlerinden hangisinin uzaklaştırılmasından sonra geriye ka-


lan sıvıya serum denir?

A) Albumin
B) Globumin
C) Fibrinojen
D) Pre-albumin
E) Hemoglobin

6. Proteinlerin sindirimi ............................. de başlar.

A) Ağız
B) Mide
C) İnce bağırsak
D) Kalın bağırsak
E) Safra kesesi

7. Memelilerde protein metabolizmasının son ürünü ............... dır.

A) Glukoz
B) Ürik asit
C) Üre
D) Amonyak
E) Hiçbiri

- 65 -
8. Kan pıhtılaşmasını önleyen aşağıda sıralanan kimyasal maddelerden hangisi kan
bankasında kanın pıhtılaşmadan muhafaza edilmesinde kullanılır?

A) Hepharin
B) Florür tuzları
C) Oksalat tuzları
D) Nitrat tuzları
E) Sitrat tuzları

Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar


Gözükara, Engin M. Biyokimya Ankara Ofset Pepianat Ltd. Şti. 1990.

Lehninger, Albert L. Biochemistry, New York Wort Puplishers, Inc 1988.

Yenson, Mutahhar. İnsan Biokimyası, İstanbul Üniversitesi Tıp. Fak. Yay. No: 128, 1989.

Bingöl, Gazenfer, Biyokimya, Ankara: Mis Matbaası, 1981.

- 66 -
ÜNİTE
Nükleoproteinler ve
6
Nükleik Asitler

Amaçlar
Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
■ Nükleoprotein ve nükleik asitlerin yapısını,
■ Nükleozid, nükleotid tanımlarını,
■ Azotlu bazları,
■ Nükleik asitlerin metabolizmasını öğrenmiş olacaksınız.

İçindekiler
■ Giriş
■ Nükleotid ve Nükleozidler
■ Nükleik Asit
■ Nükleik asitlerin Metabolizması
■ Purin veya Pirimidinlerin Biosentezleri
■ Özet
■ Değerlendirme Soruları
■ Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar

Öneriler
Bu üniteyi daha iyi kavrayabilmeniz için,
■ Bu konuyu çalışmadan önce proteinler konusunu gözden geçirmeniz konuyu anlamanı-
za yardımcı olacaktır.
1. GİRİŞ

Nükleoproteinler, bileşik proteinlerin çok önemli bir grubunu teşkil ederler. Nükleoproteinler,
nükleik asit ve proteinden meydana gelirler. Nükleoproteinler içerisinde yer alan proteinler da-
ha çok bazik karakter gösteren proteinlerdir. Bunlar genel olarak proteinler ve histonlardan iba-
rettir. Nükleoproteinler gerek hayvansal gerekse bitkisel çeşitli organizmalarda yer alırlar. Bu
bölümde nükleik asitlerin yapısı açıklanacaktır.

Nükleik asitler kromozomları meydana getirirler. Nükleik asitlerin iki türü mevcuttur. Bunlardan
birincisi DNA simgesi ile gösterilen "deoksiribonükleik asit", diğeri ise RNA harfleriyle gösteri-
len "ribonükleik asit"dir. Nükleik asitler birçok nükleotid ünitelerinin meydana getirdikleri poli-
merlerden ibarettir. Nükleotidler hidroliz edildiklerinde heterosiklik aminler olan purin ve pirimi-
dinlerle, bir şeker olan pentozlara ve fosforik asit ünitelerine parçalanırlar. Nükleotidin yapısın-
da yer alan ribozun doğrudan doğruya riboz şeklinde bulunması halinde, böyle bir nükleotid
ünitesine ribonükleotid ve bu çeşit nükleotid ünitelerinin meydana getirdikleri uzun zincirli asit-
lere Ribonükleik asit (RNA), nükleotid ünitelerinde riboz yerine bir O atomu eksik deoksiribo-
zun bulunması halinde bu çeşit nükleotidlerden meydana gelen nükleik aside Deosiribonükleik
asit (DNA) adı verilir.

Nükleik asitlerin yapısında yer alan başlıca purinler, adedin ve guanin, pirimidinler ise sitozin,
urasil ve timinden ibarettir.

2. NÜKLEOTİD VE NÜKLEOZİDLER

Nükleotidin yapısında yer alan pürin veya pirimidin bazı ile riboz veya deoksi ribozdan meyda-
na gelen alt üniteye "nükleozid" denir. Nükleozidin şeker ünitesinin fosforik asitle birleşmesi
sonucu meydana gelen üçlü yapı "nükleotid" adını alır.

Nükleozidler ve nükleotidler isimlerini yapılarında bulunan pürin veya pirimidin azotlu bazların-
dan alırlar. Yapısında adedin bulunan nükleozide adenozin, guanin bulunana guanozin, sito-
din bulunan nükleozide sitidin, urasil bulunana uridin, timin bulunana timidin denir. Bunun gibi
yapısında adedin bulunan nükleotide, adedin nükleotid veya adenilik asit, guanin bulunana gu-
anin nükleotid veya guanilik asit, sitozin bulunana sitidilik asit, urasil bulunana uridilik asit, timi-
din bulunana timidilik asit denir.

Adenilik asit veya adenozin monofosfat da denilen nokleotidin iki mol daha fosforik asitle birleş-
mesi sonucu kimyasal reaksiyonların başlıca enerji kaynağını teşkil eden adenozin tri fosfat
(ATP) meydana gelir. ATP serbest halde bulunan nüklotidlerdendir. Flavinli nükleotidlerle ni-
kotinamidli nükleotidler de bu sınıfa girerler.

- 68 -
Hayvansal organizmada hem DNA, hem de RNA yaygın şekilde bulunurlar. Fakat DNA daha
çok nükleusta bulunur. Bununla beraber nükleusta çok miktarda RNA da vardır.

Sitoplazmanın başlıca nükleik asit fraksiyonunu RNA teşkil eder. Sitoplazmada RNA genellik-
le mitokondriler ve ribozomlarda yer alır.

? Nükleotid ve nükleozit arasındaki farkı belirtiniz.

3. NÜKLEİK ASİT

Nükleik Asitler birçok nükleotidin birleşmeleri ile meydana gelen büyük moleküllü nükleotid po-
limerleridir. Kromozomları meydana getiren genlerin kalıtımla ilgili başlıca yapısını teşkil eden
nükleik asit segmentlerinin yüzbinin üstünde değişik şekilleri mevcuttur. İki nükleotidin birleş-
mesi bir nükleotidin fosforik asit grubunun diğer nükleotidin pentoz grubu ile birleşerek su çık-
ması yolu ile olur. İki nükleotid arasında bir fosfat ester bağı meydana gelir. Böylece yüzlece
nükleotid ünitesi bir araya gelerek nükleik asit denen polimeri meydana getirirler.

Azotlu baz (Purin, pirimidin) + Pentoz (Riboz, Deoksiribaz) Nükleozid

Nükleozid + Fosforik Asit Nükleotid

n.Nükleotid Nükleik asit

? Nükleik asit nedir? Önemini açıklayınız?

4. NÜKLEİK ASİTLERİN METABOLİZMASI

Nükleoproteinin protein kısmı daha önce açıklandığı ilgili enzimler tarafından peptitlere ve
amino asitlere yıkılarak absorbe olurlar. Nükleik asitler ise yine pankreastan salınan "nüklei-
naz" enzimlerinin etkisi ile kendilerini meydana getiren nükleotidlere parçalanırlar.

DNA ve RNA'yı parçalayan özel enzimler mevcuttur. Meydana gelen nükleotidler, mononükle-
otidaz enziminin etkisi ile nükleozid ve fosforik asitlere yıkılırlar. Mononükleotidaz aslında fos-
fotaz enzimidir. Bu fosfotazlar, nükleozidleri pentoz ve ilgili azotlu bazlara parçalarlar. Medana
gelen purin ve pirimidinler ayrı ayrı yollarla katabolize olurlar. Fosforik asit ve pentozların meta-

- 69 -
bolizması karbonhidratlar kısmını ilgilendirdiğinden nükleik asitlerin metabolizması deyince
purin ve pirimidinlerin metabolizması anlaşılmaktadır.

5. PURİN VE PİRİMİDİNLERİN BİOSENTEZLERİ

Radoaktif azot ile (N15) işaretlenmiş maddeler verilerek yapılan deneyler purin ve pirimidin-
lerin hayvansal organizma tarafından sentez edildiklerini kesinlikle ortaya koymuştur. Purin ve
pirimidin iskeletini oluşturan N ve C atomlarının tayini ile bunların sentez yolları açıklanmıştır.

Nükleik asitlerin ve proteinlerin sentezi birbirleri ile sıkı bir ilişki içindedir. Bu bahiste bu konuya
yer verilmeyecektir.

Özet
Nükleoproteinler, bileşik proteinlerin çok önemli bir grubunu teşkil ederler. Nükleoproteinlerin
biyolojik önemi, nükleopretinlerle genetik (kalıtım) arasında bulunan ilişkiden ileri gelir. Kromo-
zomlar nükleoprotein ihtiva ederler veya tamamen nükleproteinlerden yapılmışlardır. Kromo-
zomlarla birleşmiş kalıtım birimleri olan genler dezoksiribomükleik asitten ibarettirler.

Nükleik asitler, nükleotidlerin polimerleridir. Nükleotidler üç yapı taşı ihtiva ederler; bunlar
azotlu baz, ki özellikle purin veya pirimidin bazı, pentoz ve fosforik asittir. Bir nükleotid molekü-
lünün yalnız purin veya pirimidin bazı ve pentozdan (riboz veya dezoksiriboz) ibaret kısmına
nükleozid denir.

Nükleoproteinler metabolize olurken, protein kısmı peptidlere ve amino asitlere yıkılır. Nükleik
asitler ise ilgili enzimlerle kendini oluşturan kısımlara parçalanır.

- 70 -
Değerlendirme Soruları
1. DNA ve RNA birer ................................ dir.

A) Nükleotid
B) Nükleozid
C) Nükleik asit
D) Pentoz
E) Azotlu Baz

2. Aşağıdakilerden hangisi Nükleik asitlerin yapısında yer alan purinlerdendir?

A) Adenin
B) Sitozin
C) Urasil
D) Timin
E) Hiçbiri

3. Aşağıdakilerden hangisi bir pirimidindir?

A) Adenin
B) Guanin
C) Urasil
D) Purin
E) Hiçbiri

4. Purin veya pirimidin bazı ile pentozdan meydana gelen üniteye ........................ denir.

A) Nükleotid
B) Nükleozid
C) Nükleik asit
D) Nükleoprotein
E) Azotlu Baz

- 71 -
5. DNA, daha çok hücrenin ............................ kısmında bulunur.

A) Sitoplazma
B) Mitokondri
C) Hücre zarı
D) Çekirdek
E) Mikrozom

Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar


TEKMAN, Ş. Öner, N., Genel Biokimya, Fatih Yayınevi, İstanbul, 1981.

YENSOY, Mutahhar, İnsan Biokimyası, İstanbul Üniversitesi Tıp Fak. Yayın No: 128, İstanbul
1989.

- 72 -
ÜNİTE 7
Porfirinler

Amaçlar
Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
■ Porfirin, porfin ve pirol halkası tanımlamalarını,
■ Porfirinlerin özelliklerini,
■ Hemoglobinin yapısını ve özelliklerini,
■ Hemoglobinin yıkılışını ve bilirubin metabolizmasını bileceksiniz.

İçindekiler
■ Giriş
■ Porfirinlerin Özellikleri
■ Hem ve Hemoglobin biosentezi
■ Hemoglobin Yapısı, Özellikleri ve Bileşikleri
■ Hemoglobinin Yıkılışı
■ Özet
■ Değerlendirme Soruları
■ Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar

Öneriler
■ Ünitede size yabancı kavramlar olursa çevrenizdeki ilgili kişilere sorup öğrenin.
1. GİRİŞ

Porfirinler, dört metidilin (-HC=) köprüsü ile birbirine bağlanmış dört pirol biriminden ibaret olan
"porfin" halka sistemini ihtiva eden maddelerdir. Porfin halka sistemi doğada bulunmaz ve hiç
bir substituent ihtiva etmez.

1 2
HC CH
4 3 I
8 3

HC 5 2 CH IV II

1 7 4

N III
H
Pirol 6 5

Yukarıda şematize ettiğimiz porfin halka sistemindeki I, II, III ve IV pirol halkalarını göstermek-
tedir.

Substitue porfinler ve doğada bulunan porfirinler bazen serbest halde ve çok defa merkezlerin-
de bir metal iyonu ihtiva eden kelat kompleksleri halinde bulunurlar.

Doğada bulunan başlıca porfirinler; uroporfirin I ve III, koproporfirin I ve III, protoporfirin IX, me-
zoporfirin IX ve hemoporfirin IX'dur.

Protoporfirin IX'un Fe+2 iyonu ile meydana getirdiği kelat kompleksi (hem) hemoglobinin, mi-
yoglobinin ve sitokromlardan birçoğunun prostetik grubunu teşkil eder.

Hemoglobin H2SO4 gibi kuvvetli asitlerde muamele edilerek parçalanır ve porfirin serbest
hale geçer.

2. PORFİRİNLERİN ÖZELLİKLERİ

Pirol halkalarında bulunan tersier atomları dolayısıyla bütün porfirinler zayıf bazdır. Genellikle
yan zincirlerdeki karboksil gruplarından dolayı asit olduklarından zayıf amfoter özellik gösterir-
ler.

Porfirinler ihtiva ettikleri konwuge bağların rezonans özelliği dolayısıyla karakteristik absorbsi-
yan spektrumları verirler. Organik çözücülerdeki veya inorganik asitlerdeki çözeltileri çok kuv-

- 74 -
vetli kırmızı floresans gösterirler. Bu floresanstan profirinlerin aranması ve miktar tayininde ya-
rarlanılır.

Porfirin halka sistemindeki pirollerin azot atomları, demir magnezyum, bakır, çinko gibi bazı
metal atom iyonları ile kelat kompleksleri teşkil ederler. Örneğin kanın kırmızı rengini veren he-
moglobin, kasların kırmızı rengini veren miyoglobin, sitokrom oksidaz, katalaz ve peroksidaz
demir-porfirin bileşikleridir.

Bitkilerin yeşil rengini veren klorofil ise magnezyum-porfirin bileşiğidir.

? Doğada bulunan porfirinleri sayınız.

3. HEM VE HEMOGLOBİN BİOSENTEZİ

Bileşik bir protein olan hemoglobinin prostetik grubu hem, proteini ise globindir. Yetişkin insan-
da hemoglobin prostetik grubu hem, proteini ise globindir. Yetişkin insanda hemoglobin sente-
zi normal olarak kemik iliğindeki olgunlaşmamış eritrositlerde meydana gelir. Hemoglobinin bi-
osentezi için üç bileşene ihtiyaç vardır. (1) Protoporfirin IX, (2) globin, (3) Fe+ iyonu. Bu sentez
pantotenik asit, piridoksal fosfat, B12 vitamini, intrinsik faktör ve bakır iyonu gibi kofaktörlerin
yardımıyla gerçekleşir. Hem, daha önce bahsettiğimiz gibi, protoporfirin IX'un Fe+2 iyonu ile
teşkil ettiği bir kelat kompleksidir.

Hemoglobinin teşekkülü için gerekli protoforfirin IX endojen olarak meydana gelir. Organizma-
ya şırınga edilen protoporfirin hemoglobin sentezinde kullanılmaz, hiçbir değişikliğe uğramak-
sızın idrarla, besinlerle giren ise dışkı ile dışarıya atılır. Protoporfirin biosentezinde ön madde-
ler, her ikisi de endojen olan suksinil Co-A ve glisindir. bir sıra reaksiyonla porfobilinojen oluşur.
Porfobilinojen hayvan organizmasındaki bütün porfirinlerin ön maddesidir.

Bundan sonra karmaşık bir dizi reaksiyonla protoporfirin IX meydana gelir. Fe+2 iyonu katıl-
masıyla "Hem" oluşur. Hem'in organizmada sentez edilen globin adlı proteine bağlanmasıyla
hemoglobin oluşur.

Normal halde idrarla günde dışarı atılan porfirin miktarı eser miktardan 40 mg'a kadar değişir.
İdrara normalden fazla porfirin çıkmasına "porfirinüri" denir.

? Hem'in oluşumunu açıklayın.

- 75 -
4. HEMOGLOBİNİN YAPISI, ÖZELLİKLERİ VE BİLEŞİKLERİ

Hemoglobinin en büyük kısmı protein olup bir hemoglobin molekülü 4 demir iyonu (%0.33 ka-
dar demir) ihtiva etmektedir. Molekül ağırlığı 64500 dür. Hemoglobindeki globin histonlar alt sı-
nıfına ait bir proteindir ve fazla miktarda bazik aminoasitler ihtiva eder. Yetişkin insan hemoglo-
bini dört polipeptit zincirinden ibarettir. Bunlara α, β, γ , δ zincirleri adı verilir.

Globinin bu dört polipeptit zinciri birer hem grubu ile birleşmiştir. Yani bir hemoglobin molekü-
lünde dört tane hem bulunur. Normal insan kanında bulunan hemoglobin A'nın %97,5'u he-
moglobin A2 ve %2,5 hemoglobin A 2 tipindedir.

Hemoglobinin organizmada en önemli fonksiyonu oksijeni akciğerlerden dokulara götürmesi-


dir, diğer bir deyişle hemoglobin organizmanın oksijen taşıyıcısıdır. Hemoglobinin diğer önemli
bir fonksiyonu kanın en önemli tamponlarından biri olmasıdır.

Hemoglobindeki Fe+2 nin bazı maddelerin etkisiyle Fe+2 ye yükseltgenmesiyle "methemog-


lobin" oluşur. Esmer kırmızı renkli olan bu maddenin oluşumu tehlikelidir. Hemoglobinin altıncı
koordinasyon yerine CO (Karbonmonoksit) gelirse "karboksihemoglobin" oluşur.

? Hemoglobinin yapısını açıklayınız.

5. HEMOGLOBİNİN YIKILIŞI

İzotoplarla yapılan deneyler hemoglobinin eritrositlerin kemik iliğinden dolaşıma geçişinden


120-130 gün sonra, retiküloendotelyal sistem hücrelerini ihtiva eden dalak, karaciğer ve özel-
likle kimek iliğinde yıkıldığını göstermiştir. Retiküloendotelyal sistemde eritrositlerin dışına çı-
kan hemoglobinin yıkılışına önce hem'in protoporfirin halka sisteminden ayrılmasıyla demir-bi-
liverdin ve globinden oluşan yeşil renkli "koleglobin" veya "verdoglobin" denen madde meyda-
na gelir. verdoglobinden ise önce demir iyonu sonra globin ayrılarak, iki oksijen atomu molekü-
le katılarak biliverdin meydana gelir. Fe+2 iyonu demir depolarına veya kemik iliğine taşınır.
Globin ise kendini oluşturan aminoasitlere parçalanır. Biliverdin ise mavi-yeşil renkli olup, "bili-
verdin redüktaz" enziminin katalizi ile "bilirübin" meydana gelir. Karaciğer dışındaki retiküloen-
dotelyal sistem hücrelerinde hasıl olan bilirubin kan dolaşımı ile karaciğer hücrelerine getirilir.
Safranın renkli maddesi olan ve suda çözünmeyen bilirubinin büyük kısmı albüminle, az bir kıs-
mı ise α1, ve α2 globulinle kompleks şeklinde birleşir. Proteinle kompleks teşkil eden biliru-
bin suda çözünmediğinden idrara çıkmaz. Bilirubin karaciğer hücrelerinde proteinden ayrılır ve

- 76 -
glokoronitlerle birleşerek konjuge bilirubini oluşturur ve suda çözünebilir. Proteinle kompleks
teşkil eden bilirubine serbest bilirubin, diğerlerine ise bağlı bilirubin veya konjuge bilirubin de-
nir.

Bilirubinin kandaki miktarı hepatosellüler veya tıkanma sarılıklarında %2 mg'ı aşarak idrara çı-
kar. Buna bilirubinüri denir.

Hemoglobin yıkılışının ara ürünleri ürobilinojen ve sterkobilinojendir. Kalın bağırsakta bunlar


ürobilin ve sterkobilin'e yükseltgenir.

? Hemoglobinin nasıl yıkıldığını açıklayınız.

Özet
Birleşik bir protein olan hemoglobin hem ve globinden meydana gelir. Hem ise protoporfirin IX
ile Fe+2 iyonunun teşkil ettiği bir kelat kompleksidir. Hemoglobinin organizmada en önemli
fonksiyonu oksijeni akciğerlerden dokulara götürmesidir. Yani organizmanın oksijen taşıyıcısı-
dır. Ayrıca kanın önemli bir tamponudur.

Hemoglobin eritrositlerin kemik iliğinden dolaşıma geçişinden 120-130 gün sonra, retiküloen-
dotelyel sistem hücresini ihtiva eden, dalak, karaciğer ve özellikle kemik iliğinde yıkılır. Sonun-
da safranın renkli maddesi olan bilirubin meydana gelir. Bilirubinin kandaki miktarı hepatosellü-
ler ve tıkanma sarılıklarında %2 mg'ı aşarak idrara çıkar. Buna bilirubinüri denir.

Değerlendirme Soruları
1. Hemoglobinin yapısında bulunan porfirin aşağıdakilerden hangisidir?

A) Uroporfirin I ve III B) Koproporfirin I ve III


C) Protoporfirin IX D) Mezoporfirin IX
E) Hematoporfirin IX

- 77 -
2. Protoporfirin IX ile Fe+2 iyonunun teşkil ettiği kelat kompleksine ne denir?

A) Hem B) Hemoglobin
C) Globin D) Albümin
E) Bilirubin

3. Protoporfirin biosentezinde ön maddeler hangisidir?

A) Asetil Co-A B) Asetil Co-A ve glisin


C) Valin D) Süksinil Co-A
E) Süksinil Co-A ve Valin

4. Hemoglobinin en önemli görevi dokulara ..................... taşımasıdır.

A) Karbondioksit B) Oksijen
C) Karbonmonoksit D) Azot
E) Demir

5. Proteinlerle kompleks halde bulunan bilirubine ne denir?

A) Konjuge bilirubin B) Total bilirubin


C) Bağlı bilirubin D) Serbest bilirubin
E) Hiçbiri

Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar


ARAS, Kazım ve Gülseren Erşen. Klinik Biokimya, Ankara, Hacettepe Taş Kitapçılık Ltd.Şti.,
1990.

GÖZÜKARA, Engin M. Biyokimya, Ankara, Ofset Pepianat Ltd. Şti., 1990.

YENSON, Mutahhar. İnsan Biyokimyası, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Yayınları


No.128, 1989.

- 78 -
ÜNİTE
Vitaminler
8
Amaçlar
Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
■ Vitaminlerin genel özelliklerini ve sınıflandırılmasını,
■ Vitaminlerin hangi besin maddelerinde bulunduklarını,
■ Organizmadaki görevlerini,
■ Yetersizliklerinde hangi rahatsızlıklara neden olduklarını bileceksiniz.

İçindekiler
■ Giriş
■ Vitaminlerin Sınıflandırılması
■ Suda Çözünen Vitaminler
■ Yağda Çözünen Vitaminler
■ Özet
■ Değerlendirme Soruları
■ Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar

Öneriler
Bu üniteyi daha iyi kavrayabilmeniz için,
■ Lise bilgilerinizi hatırlamaya çalışın size yabancı gelen kavramları çevrenizdeki ilgililere
sorup öğrenin.
1. GİRİŞ

Canlı organizmanın sağlıklı bir yaşamı devam ettirebilmesi için karbonhidrat, lipid, protein ve
inorganik maddelerden başka, çok az miktarda, diğer bazı organik besin maddelerine de ihti-
yaç vardır. Bu maddeler vitaminlerdir. Vitaminin kelime anlamı yaşam amini'dir. Vitaminin diğer
organik besin maddelerinden farkı, doku yapısına girmemeleri ve organizmaya enerji sağla-
mamalarıdır. Genel olarak eksojen, yani dış kaynaklıdır.

Organizmaya bir vitamin yeteri kadar girmezse, hafif bazı bozukluklar husule gelir, bu duruma
"hipovitaminoz" denir. Bazı vitaminlerin kendilerinden başka ön maddeleri de organizmaya gi-
rerler ve burada vitaminlere çevrilirler. Bu ön maddelere "provitamin" denir.

? Vitamin neye denir? Özelliklerini açıklayınız.

2. VİTAMİNLERİN SINIFLARI

Vitaminler iki ana gruba ayrılır:

■ Suda çözünen vitaminler

■ Yağda çözünen vitaminler

2.1. Suda Çözünen Vitaminler

B- Kompleksi vitaminler, P vitaminleri ve C vitaminleridir.

■ Tiamin (B1 vitamini, Anöyrin)

■ Riboflavin (B2 vitamini, Laktoflavin)

■ Niyasin (Nikotinamid, PP vitamini)

■ Piridoksin (B6 vitamini)

■ Biotin

■ Pantotenik asit

■ Paraaminobenzoik asit

- 80 -
■ Folik asit

■ Vitamin B12

■ Lipoik asit

■ C vitamini

2.2. Yağda Çözünen Vitaminler

■ A vitamini

■ D vitamini

■ E vitamini

■ K vitamini

Yukarıda sıraladığımız vitaminlerin genel niteliklerini kısaca inceleyelim.

2.1.1. Tiamin (B1 Vitamini, Anöyrin)

Doğada tiamin hidroklorür halinde bulunur. Tiamin en çok bira mayasında ve buğday, pirinç, ar-
pa gibi tahılların kabuklarında bulunur. Gerek serbest gerekse bileşik halde kalp, karaciğer,
böbreklerde ve daha az miktarda olmak üzere iskelet kaslarında ve beyinde bulunur. Beyaz
kristal bir maddedir, suda kolay çözünür, ısıya dayanıklıdır. Günlük ihtiyacı 1-2 mg kadardır.

Tiamin vitamini, tiamin pirofosfot denilen koenzimin yapısında yer alır. Bu koenzin ise, biokim-
yasal açıdan çok önemli birçok enzimin kofaktörü olarak görev yapar.

Tiamin eksikliğinde nöritler (periferik sinir iltihapları) ve bunun sonucunda kaslarda felçler gö-
rülür. B1 vitamini ile beraber diğer bazı B vitaminlerin eksikliğinde, bütün tiamin metaboliz-
ması bozukluklarını ihtiva eden "beriberi hastalığı" tablosu, yani nöritler, felçler, kalp fonksiyo-
nunda bozukluklar ve ödem oluşur.

2.1.2. Riboflavin (B2 Vitamini, Laktoflavin)

Riboflavin, sarı-portakal renkli, suda kolay çözünen ışığa dayanıksız bir maddedir. Nötral ve
asidik çözeltilerde ısıya dayanıklı, alkali çözeltide ısıya dayanıksızdır.

- 81 -
Riboflavin en çok sütte, bira mayasında, ekmek mayasında, karaciğerde, ıspanakta, kurufa-
sulye, balık ve yumurtada bulunur.

Riboflavin eksikliğinde insanda ağız köşesi çatlakları, gözlerde katarakt'a kadar gidebilen da-
marlanma, dil iltihabı ve deri iltihabı görülür. Günlük riboflavin ihtiyacı 5 mg kadardır. Organiz-
madar parçalanmayan riboflavin serbest halde veya nükleotid halinde idrarla dışarı atılır. En
önemli biokimyasal işlevi: FAD (flavin adenin dinükleotid) in yapısına girer.

2.1.3. Niasin (Nikotinik Asit)

Niasin'in diğer adı PP vitaminidir. Bu ad "pellgra" adı verilen bir hastalığı önlemesi sebebiyle
pellegra preventive'den baş harfler alınarak verilmiştir. Beyaz iğne şeklinde kristaller halinde-
dir. Isıya, asit ve alkalilere karşı dayanıklıdır. En çok ette ve özellikle karaciğerde bulunur. Bun-
dan başka bira mayası, yeşil sebzeler, çay, kahve, ceviz, fındır, buğday, çavdar, baklagillerde
bu vitamin için birer kaynaktır.

Nikotinamid dokularda nikotinamid adedin dinükleotid (NAD) ve nikotinamid adenin dinükleo-


tid fosfat (NADP) şeklinde bulunur.

Niasin vitamini yetersizliğinde görülen "pellegra" hastalığında dermatit, diare ve demans görü-
lür. Günlük ihtiyaç 7-12 mg. kadardır.

2.1.4. B6 Vitamini (Piridoksin)

B6 vitamini en fazla maya, pirinç kabukları, yumurta sarısı, tahıl ve sebzelerde ve daha az
miktarda karaciğer, böbrek, balık ve sütte bulunur. Su ve alkolde kolayca çözünebilir. Işığa kar-
şı duyarlıdır.

Piridoksinin aldehit şekli olan piridoksal ve aminli bileşiği olan piridoksamin aynı etkiye sahiptir-
ler. Fakat etkili şekli piridoksal ve özellikle piridoksal fosfattır. Piridoksal fosfat amino asitlerin
ara metabolizma reaksiyonlarında rolü olan enzim sistemlerinin kafaktörlerini teşkil eder.

B6 vitamini eksikliğinde, sinirsel fonksiyonlar bozulur. Pellegraya benzer cilt iltihabı, polinev-
ritler, iştahsızlık ve diğer sindirim sistemi bozuklukları görülür.

- 82 -
Aşağıda sol sütunda yazılı besin maddelerinde, sağ sütundaki hangi vi-
? tamin ya da vitaminler bulunur?

■ Karaciğer ■ Riboflavin

■ Et ■ Piridoksin

■ Yumurta ■ Niasin

■ Yapraklı sebzeler ■ Tiamin

■ Hububat

■ Maya

Aşağıda sol sütundaki hastalık ya da hastalık belirtileri, sağ sütundaki


? hangi vitaminlerin yetersizliğine bağlanabilir?

■ Ciltte kuruma ■ Tiamin

■ Dilde iltihap ■ Niasin

■ Pellegra ■ Riboflavin

■ Beriberi ■ Piridoksin

■ Vaskülarizasyon

■ Ağız kenarlarında çatlama

■ Sinirsel fonksiyonlarda bozukluk

2.1.5. Biotin

Biotin'e H vitamini veya koenzim R de denir. Biotinin doğada α ve β olmak üzere biolojik
aktiviteleri birbirinin aynı iki izomer şekli vardır. Biotinin en çok yumurta sarısında, karaciğerde,
sütte böbrekte ve mayada bulunur.

Biotin doğada, bileşik olan kofaktörler halinde bulunmaktadır. Biotin organizmada karboksilas-
yon yapan, yani bir moleküle CO2 bağlanmasını kataliz eden enzim sistemlerinin prostetik
grubunda bulunur.

- 83 -
Biotin eksikliğinde insanda dermatitler, kas ağrıları, iştahsızlık, anemi, halsizlik görülür. Günlük
ihtiyaç 150-300 mg. kadardır.

2.1.6. Pantotenik Asit

B5 vitamini adı da verilen pantotenik asit doğada serbest halde bulunur. Birçok bitkisel ve
hayvansal besin maddelerinde bulunan pantotenik asit, karaciğer, böbrek, yumurta, bira ma-
yası, bezelye, kurufasulye, bal, karnıbahar ve lahana çok miktarda mevcuttur. Organizmada
pantotenik asidin önemi, koenzim A-nın bileşiminde bulunmasında ileri gelir.

Hayvanlarda bazı eksiklik belirtileri görülebilir. Günlük pantotenik asit ihtiyacı 5-10 mg. kadar-
dır.

2.1.7. P-Aminobenzoik Asit

En çok karaciğer, biramayası ve tahılda bulunur. P-amino benzoik asitin vitamin etkisi folik asi-
di sentez edebilen mikroorganizmalar için önemlidir. İnsanlarda eksikliği bilinmemektedir.

2.1.8. Folik Asit

Doğada en çok yeşil yapraklarda ve karaciğerde bulunur. Sarı, renkli, kristal halde ve suda az
çözünen bir madde olup alkali ortamda kolay çözünür.

Folik asit eksikliğinde DNA sentezi bozulur ve çeşitli amino asitlerin metabolizmasındaki bo-
zukluğa bağlı olarak, kan tablosunda bozukluk görülür, megaloblastik anemi meydana gelir.

2.1.9. Vitamin B12 (Siyankobalamin)

Hayvanlar ve bitkiler siyankabolamini sentez edemezler. Birçok bakteri tarafından sentez edi-
lebilen siyanokobalamin önemli bir besin faktörüdür. Yapısında kobalt ihtiva eder. Kırmızı, kris-
tal halde bir maddedir.

B12 vitamini eksikliğinde "pernisiyöz anemi" meydana gelir. Bu anemi durumunda kan yapı-
mında bozukluklar görülür. Bu nedenle "antipernisiyöz faktör" de denir. B12 vitamini özellikle
alyuvarların gelişimi ve olgunlaşması için gereklidir.

B12 vitamini yaşam için çok gerekli bir madde olmasına rağmen günlük ihtiyaç 1-2 mg. kadardır.

- 84 -
2.1.10. α - Lipoik Asit

Bitkilerin çoğunda ve tiroid hariç bütün hayvansal dokularda bulunur. Lipoik asit α - ket asit-
lerin oksidatif dekarboksilasyonu için gerekli bir kofaktördür. Yüksek yapılı hayvanlar için zo-
runlu bir diyet faktörü olup eksikliği bilinmemektedir.

2.1.11. C Vitamini (Askorbik Asit)

Oldukça basit yapıda bir vitamin olup, beyaz kristal halde bir tozdur. Askorbik asit özellikle mey-
ve ve sebzelerde bulunur. Limon, portakal, çilek, domates, yeşil biber vs. fazla miktarda askor-
bik asit ihtiva ederler.

Askorbik asit kollajen yapısında yer alan prolin ve hidroksi prolinin hidroksilasyonunda ve öteki
hidroksilasyon reaksiyonlarında rol oynadığı bilinmektedir.

Günlük C vitamini ihtiyacı 50-100 mg. kadardır. C vitamini kapiller duvarların geçirgenliğini
azaltır, organizmada depo edilmez, kanda yeteri kadar bulununca (%0.6-2,5 mg) fazlası idrarla
çıkarılır. Bu nedenle besinlerde C vitamini bulunmazsa, eksiklik belirtileri derhal görülür. C vita-
mini eksikliğinde kapiller duvarların geçirgenliği arttığı için deride kanamalar husule gelir. C vi-
tamini eksikliği devam ederse "SKorbüt" adı verilen bir eksiklik hastalığı meydana gelir ki bu
hastalıkta diş etlerinde şiddetli kanamalar olur. Dişlerde ve damakta yapı bozuklukları görülür.

Aşağıda sol sütundaki bozuklukların nedeni, sağ sütundaki hangi vita-


? minlerin yetersizliğine bağlanabilir?

■ Gastrit ■ C vitamini

■ Depresyonlar ■ Biotin

■ Pernisiyöz anemi ■ Pantotenik asit

■ Skorbüt ■ B12 vitamini

2.2.1. A Vitaminleri

A vitamini en çok hayvansal besinlerde ve özellikle balıkların karaciğer yağlarında bulunur.


Süt, tereyağı, havuç, domates, kayısı gibi besinlerde de vardır. A1 ve A2 vitamini olarak iki
çeşidi vardır. A2, A1'in %40'ı kadar vitamin etkisine sahiptir.

- 85 -
A vitaminleri α, β, γ olmak üzere üç tür karotenden meydana gelir. A vitamini yağlarla bera-
ber ve safra tuzlarının yardımıyla emilir. A vitamini kanda mg ile ölçülebilecek miktarda bulunur.

A vitamini eksikliğinde muhtelif mukozalarda ve cilt epitelinde bozukluklar meydana gelir. epitel
hücreleri çekirdeklerini kaybederek kerantinize olurlar. Aynı zamanda epitelin enfeksiyonları-
na karşı direnci azalır. Örneğin A vitamini eksikliğinde gözde kornea kuruması görülür. Sonraki
aşamada kornea yumuşar. A vitamini yetersizse niktalopia (gece körlüğü) ortaya çıkar. Bunlar-
dan başka A vitamini eksikliğinde mukoza yapısında bozukluklar, solunum, cilt ve üregenital
yollarda sertleşme, diş oluşumunda bozukluklar ve sinirsel dejenerasyon görülür.

2.2.2. D Vitaminleri

D vitamini etkisi gösteren on kadar farklı bileşik bilinmektedir. D vitaminlerine "kalsiferoller" de


denir. En önemli olanları D2 ve D3 vitaminleridir. D2 vitamini en çok mantar ve mayalarda
bulunur. D3 vitamini ise balıkların karaciğer yağlarında ve az olarak yumurta sarısı, süt ve
tereyağında bulunur.

D vitaminleri kalsiyum ve fosfat iyonlarının bağırsaklardan emilmesini hızlandırır ve bu suretle


kemiklerin kalsifikasyonuna yardım ederler.

İnsanlar D3 vitamininin ön maddesi olan 7-dehiro kolesterolü organizmalarında sentezleye-


bilirler. Daha sonra bu madde cilt yüzeyinde ultraviyole ışınlarının etkisi ile D3 vitaminine
(kolekalsiferol) dönüşür.

D vitamini eksikliğinde kalsiyum ve fosfat emilmesi azaldığından kemikler yumuşar ve bunun


sonucu olarak çocuklarda "raşitizm" denilen bir hastalık görülür. Bu patalojik duruma yetişkin-
lerde "osteomalasi" denir. D vitamini raşitizm'i önlediği ve tedavi ettiği için "antiraşitik vitamin"
adı ile anılır.

2.2.3. E Vitaminleri

E vitamini etkisi gösteren bileşikler, kimyasal olarak totoferoller olarak adlandırılırlar. Bunlar
arasında biyolojik aktivitesi en fazla olan α-tokoferoldür. Tokoferoller besinlerde, özellikle
buğday, mısır, soya ve pamuk yağında bulunur.

E vitaminlerinin etki şekli henüz açıklıkla bilinmemektedir. Tokoferollerin kuvvetli bir antioksi-
den etkiye sahip oldukları bilinmektedir. Yağların içinde bulunan tokoferoller yüksek yapılı doy-

- 86 -
mamış yağ asitlerinin oksidasyonunu önlerler. E vitamini yetersizliği oluşturulan deney hay-
vanlarında E vitamini ilavesi antioksidan etkisi ile peroksidasyona mani olmaktadır.

E vitamini eksikliğinde hayvanlarda kas distrofilleri, üreme fonksiyonu bozuklukları meydana


gelir. E vitamini yetersizliğinin insanlar üzerinde görülen açık bir belirtisi yoktur. Erkek farelerde
kısırlık görülür, dişi farelerde ise döllenme olur, fakat gebelik esnasında fetus ölür. Erkek fare-
lerde kısırlığı önleyici etkisi dolayısıyla "antisterilite vitamini" de denir.

2.2.4. K Vitaminleri

K1 ve K2 olmak üzere iki doğal K vitamini saptanmıştır. K1 vitamini özellikle ıspanak, kaba
yonca vs. yeşil yapraklarda mevcuttur. Bundan başka karnıbahar, lahana, domates, soya fa-
sulyesi, pirinç kepeği ve yulaf filizlerinde de vardır. K2 vitamini aynı zamanda bağırsak bak-
terilerinin bir metabolizma ürünüdür.

Normal bir besin bol miktarda K vitamini ihtiva eder. K vitaminleri ısıya dayanıklıdır, fakat ışık,
alkali ve alkolde harap olurlar. Organizma normalde K vitamini ihtiyacını besinlerden ve bağır-
saklarda sentez ettiği vitaminlerden sağlar. K vitaminleri yağda çözündükleri için yağ emilimi-
nin yetersizliğinde K vitamini noksanlığı söz konusu olabilir.

K vitamininin en önemli görevi, karaciğerde protrombin sentezini katalize etmesidir. K vitamini-


nin yetersizliği halinde, kan pıhtılaşmasında gecikme görülür. Yani kanın protrombin düzeyi
düşmektedir. K vitamini hayvan dokularındaki oksidatif fosforilasyonda, bitkilerde fotosentez-
deki fosforilasyon olaylarında önemli bir tamamlayıcıdır.

Birer cümle ile yağda çözünen vitaminlerin biokimyasal işlevlerini söy-


? leyiniz.

- 87 -
Özet
Canlıların sağlıklı bir yaşamı devam ettirebilmesi için gerekli olan vitaminlerin önemi son za-
manlarda ancak anlaşılabilmiştir. Sadece karbonhidrat, lipit, protein ve minarallerle beslenme-
nin canlılar için yetersiz olduğu anlaşılmıştır.

Vitaminlerin diğer besin maddelerinden farkı dış kaynaklı olmaları ve organizmaya enerji sağ-
lamamalarıdır.

Vitaminlerin biokimyasal açıdan en önemli görevi, birçok vitaminin enzimatik reaksiyonlarda


ko-faktör olarak çok önemli rol oynamalarından ileri gelir.

Vitaminleri kimyasal özellikleri açısından suda çözünen ve yağda çözünen vitaminler olarak iki
grupta topluyoruz. Suda çözünen vitaminler B kompleksi vitaminleri ile C vitamini, yağda çözü-
nen vitaminler ise, A, D, E, K vitaminledir.

Bugün herhangi bir vitaminin eksikliğine bağlı anormal durumlar değerlendirilerek, fonksiyon-
larının ne olduğunu ve biokimyasal olarak hangi mekanizmaları etkilediklerini biliyoruz.

Değerlendirme Soruları
1. Aşağıdakilerden yağda çözünen vitamini işaretleyiniz.

A) C vitamini
B) D vitamini
C) Biotin
D) Niasin
E) Piridoksin

2. Eksikliğinde "beriberi" hastalığı görülen vitamin hangisidir?

A) Tiamin
B) Riboflavin
C) Niasin
D) Folik asit
E) C vitamini

- 88 -
3. "Pellegra" hastalığı hangi vitamin eksikliğinde görülür?

A) Riboflavin
B) Tiamin
C) Piridoksin
D) Niasin
E) K vitamini

4. Aşağıdaki vitaminlerden hangisi, bağırsaklardan Ca ve P absorbsiyonunda etkilidir?

A) E vitamini
B) D vitamini
C) C vitamini
D) B vitamini
E) A vitamini

5. Eksikliğinde, "Skorbüt" hastalığına neden olan vitamin hangisidir?

A) Tiamin
B) Riboflavin
C) Niasin
D) K vitamini
E) C vitamini

6. Aşağıdakilerden hangisi vitaminlerin işlevi değildir?

A) Büyümeyi sağlama
B) Çoğalmayı sağlama
C) Katalizör olma
D) Enerji kaynağı olma
E) Biokimyasal mekanizmaları başlatma

- 89 -
7. Flavin Adenin Dinükleotid'in (FAD) yapısına giren vitamin hangisidir?

A) Niasin
B) Tiamin
C) Riboflavin
D) Piridoksin
E) Hiçbiri

8. Biolojik olarak antidoksan etkiye sahip vitamin hangisidir?

A) B1 vitamini
B) Niasin
C) B6 vitamini
D) E vitamini
E) K vitamini

Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar


BİNGÖL, Gazanfer., Biokimya, Ankara Mis Matbaası, 1981.

GÖZÜKARA, Engin M., Biyokimya Ankara, Ofset Pepianat Ltd. Şti. 1990.

LEHNİNGER, Albert L., Biochemistry, New York Worth Puplishers Inc. 1988.

TEKMAN, Ş. Öner, N., Genel Biokimya, Fatih Yayınevi, İstanbul, 1981.

- 90 -
ÜNİTE 9
Enzimler

Amaçlar
Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
■ Enzimlerin yapısını ve enzimlerle ilgili terimleri öğrenecek,
■ Enzimlerin isimlendirilmesini ve özgüllüğünü bilecek,
■ Enzim aktivitesini açıklayabilecek,
■ Enzimatik aktiviteye etki eden faktörleri açıklayabilecek,
■ Enzim inhibisyonunu öğrenecek,
■ Enzimlerin yararlarını bileceksiniz.

İçindekiler
■ Giriş
■ Enzimlerin Yapısı
■ Enzimlerin Adlandırılması
■ Enzimlerin Özgüllüğü ve Lokalizasyonu
■ Enzimlerin Sınıflandırılması
■ Enzim Aktivitesinin Ölçülmesi
■ Enzim Aktivasyonunun İnhibisyonu
■ Enzimlerin Hastalık Tanısında ve Tedavisinde Yararlanılması
■ Önemli Koenzimler
■ Özet
■ Değerlendirme Soruları
■ Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar

Öneriler
■ Lise bilgilerinizi tazeleyerek kimyasal katalizörleri öğreniniz.
1. GİRİŞ

Kimyasal reaksiyonları hızlandıran bileşiklere katalizör denir. Enzimler metabolizma reaksi-


yonlarının pek çoğunu hızlandıran protein yapısında biolojik katalizörlerdir. Hücrelerde orga-
nik maddelerin yapılması ve yıkılması, sindirim, kas kasılması, hücre solunumu gibi önemli faa-
liyetler çeşitli metabolizma reaksiyonlarının sonucudur ve bu reaksiyonlar enzimlerin katalitik
etkisiyle mümkün olmaktadır. Enzimlerin kimyasal katalizörlerden en önemli farkı özgül (spesi-
fik) olmalarıdır. Genel olarak enzimler belirli maddeler arasındaki belirli reaksiyonları katalize
ederler.

2. ENZİMLERİN YAPISI, TANIMLAR

Enzimlerin protein kısmına apoenzim denir. Apoenzim ısı ile kolayca denatüre olur Enzimlerin
bazıları basit proteinlerdir. Bunların katalitik etki gösteren kısmı doğrudan doğruya proteinin
polipeptit zinciridir. Birçok enzimin katalitik etki gösterebilmesi için proteinden başka metal iyo-
nuna, bazılarının protein olmayan organik bir bileşiğe, bazılarının ise her ikisine de ihtiyacı var-
dır. Bu iyon veya bileşiğe genel olarak kofaktör adı verilir. Organik bileşik, enzimin protein kıs-
mı ile oldukça sıkı birleşmiş ve ayrılmıyorsa prostetik grup çok sıkı birleşmemiş ve ayrılabili-
yorsa koenzim adını alır.

Yapılan sadece proteinden ibaret olup, koenzim veya prostetik grup gibi bir kısım ihtiva etme-
yen enzimlere örnek olarak, pepsin, tripsin, üreaz gösterilebilir. Katalitik etki gösterebilmek için
metal iyonuna ihtiyacı olan karbonik anhidraz çinko protein, tirozinaz, askorbat oksidaz bakır
kompleksleridir. Organik, fakat protein olmayan bir prostetik grup ihtiva eden enzimlere flavin
nikloetidli enzimler, sitokromlar, katalaz ve peroksidaz, koenzim ihtiva eden enzimlere nikoti-
namid nükleotidli enzimler örnek olarak gösterilebilir.

Koenzimi ile birleşik halde bulunan Apoenzim-Koenzim bütününe Haloenzim adı verilir. Yani
Haloenzim, koenzim veya kofaktörü ile birlikte katalitik olarak aktif durumdadır.

Koenzimlerin yapısında çoğunlukla vitaminler bulunmaktadır. Bu bakımdan vitaminler, koen-


zimlerin yapısına girdiği için metabolik olayların enzimler tarafından kolaylıkla başarılması için
organizma bakımından son derece gerekli bileşiklerdir.

Protein yapıları farklı, fakat katalizledikleri kimyasal reaksiyon aynı olan enzimlere izoen-
zim veya izozim adı verilmektedir. Örneğin pirüvik asidin laktik aside dönüşümünü katalizle-
yen laktik dehidrogenaz (LDH) enziminin 5 tane izoenzimi vardır.

- 92 -
Enzimin özgül olarak etki ettiği maddeye veya madde karışımına bu enzimin substratı de-
nir. Reaksiyon sonunda meydana gelen maddeye ise ürün adı verilir. Genel olarak reaksiyonu
şu şöyle şematize edebiliriz.

E+S ES E+P
Enzim + Substrat Enzim Substrat Enzim + Ürün
Kompleksi

Bir hücre içinde yapıldıktan sonra görev yapacağı hücre dışı ortama salınan enzimlere Ek-
zoenzimler, sentezlendikleri hücre içinde kalarak etkisini gösteren enzimlere Endoenzim-
ler denir.

? Apoenzim, haloenzim, koenzim, substrat, prostetik grup tanımlarını


yapınız.

3. ENZİMLERİN ADLANDIRILMASI

Enzimlerin adlandırılması genel olarak katalize ettikleri reaksiyonun niteliğine göre yapılır. Ço-
ğu zaman enzimin etki ettiği substrata "az" eki getirilerek isimlendirilir. Örneğin sükrozu parça-
layan enzime "sükraz", fosfor ekleyen enzime "fosforilaz" veya laktozun iki üniteye parça-
lanma reaksiyonunu katalize eden enzime "laktaz" denilir. Dekarboksilasyon reaksiyonu kata-
lize eden enzime "dekarboksilaz" denir.

Enzimler etkili olduğu substratın sonuna "litik" eki getirilmek yoluyla da isimlendirilirler. Ör-
neğin proteinleri parçalayan enzimlere "proteazlar" denildiği gibi "proteolitik enzimler" de
denilir. Lipitleri veya lipoidleri parçalayan enzimler "lipolitik enzimler" diye adlandırılırlar. Bu
çeşit adlandırma daha çok geniş enzim sınıfları için kullanılır.

4. ENZİMLERİN ÖZGÜLLÜĞÜ VE LOKALİZASYONU

Metabolizma reaksiyonları her ne kadar farklı enzimler tarafından kataliz edilirse de, bunlardan
ancak pek azı belirli bir substrat için spesifiktir. Bu sebeple enzim spesifisitesi yani özgüllüğü
çok dar anlamda değil genel olarak düşünülmelidir.

Bazı enzimler sadece bir tek substrata etki edebilirler. Örneğin, üreaz sadece üreye, karbonik
anhidraz karbonik aside ve fumaraz yalnız fumarik aside etki eder. Bazı enzimler ise stereo öz-

- 93 -
güllük gösterirler. Bunlar substratlarının stereo izomerlerine etki etmezler. Örneğin arginaz sa-
dece L-arginini hidroliz eder, D izomerine etki etmez. Enzimlerden bazıları belirli bir bağ ihtiva
eden birçok maddelere etki ederler. Esterazlar birçok ester bağlarını parçaladıkları halde pep-
tid bağlarını ihtiva eden proteinleri hidroliz edemez.

Bazen enzimler bir grubu oluşturan substratlara etki ederler. Örneğin "hegzokinazlar" grup öz-
güllüğü gösteren enzimler olup hegsozların fosforilasyonunu sağlarlar.

Proteolitik enzimlerin etki özgüllüğünü tayin eden husus, substrat molekülündeki aminoasitle-
rin özel konfigürasyonları ve diziliş tarzlarıdır. Örneğin pepsin ve tripsin proteinlerin bütün pep-
tid bağlarına etki etmekle beraber, pepsin tercihli olarak bazı aminoasitlerin amino gruplarının
teşkil ettiği peptid bağlarına, tripsin ise bazı aminoasitlerin karboksil gruplarının meydana getir-
diği peptid bağlarına etki eder.

Enzimler hücre içerisinde yapılırlar ve büyük çoğunluğu hücre içi amaçlar için kullanılır. Ancak
sindirim sisteminde yer alan, pepsin, kimotripsin, tripsin gibi enzimler sindirime yardımcı olmak
amacı ile yapıldıkları hücre dışına salınırlar. Bazı enzimler de kan serumu içinde yer alarak
hücre dışı faaliyetlerde bulunurlar. Hücrede yapıldıktan sonra dışarı salınan sindirim enzimleri,
yapıldıkları hücreye zarar vermemeleri için proenzim (zimojen) denilen şekilde bulunurlar.
Sonra aktif enzim haline dönüşürler.

? Enzimlerin özgüllüğü ne demektir?

5. ENZİMLERİN SINIFLANDIRILMASI

Enzimler başlıca altı büyük sınıfa ayrılır. Bunlar kısaca şunlardır:

1. Oksidoredüktazlar: Oksidasyon-redüksiyon yani yükseltgenme-indirgenme reak-


siyonlarını katalize eden enzimler bu sınıftandır.

2. Transferazlar: Fonksiyonel bir grubun transfer reaksiyonunu katalize eden


enzimlerdir.

3. Hidrolazlar: Çeşitli bağların hidrolizini yani hidrolitik reaksiyonları katalize eden


enzimlerdir.

4. Liyazlar: Bu enzimler C-C, C-O ve C-N arasındaki bağların hidrolizden ve oksi-


dasyondan farklı bir yolla kırarlar veya bu atomlar arasına bir çift bağ ilave ederler.

- 94 -
5. İzomerazlar: Bir molekül içindeki geometrik ve yapısal değişiklikleri yani izomeri-
rasyon reaksiyonlarını katalize ederler.

6. Ligazlar (Sentetazlar): C-O, C-S, C-N ve C-C arasında bir bağ oluşmasını sağla-
yan enzimlerdir. Bu enzimler genellikle ATP'deki yahut diğer trifosfatlardaki pirofosfa-
tı hidrolize ederek iki molekülün birbirine bağlanmasını katalize ederler.

6. ENZİM AKTİVİTESİNİN ÖLÇÜLMESİ

Enzimlerin doku ve hücrelerdeki konsantrasyonu son derece az olduğundan miktarlarını ölç-


mek çok güçtür. En iyi ölçme usulü enzimin katalitik aktivitesini ölçmektir. Dolayısıyla enzim
miktarı, enzim konsantrasyonu ile doğru orantılı olarak meydana gelen ürün miktarı ölçülerek
saptanır. Biyolojik maddelerde görev alan birçok enzim "Enzim Ünitesi" birimi ile ifade edilir.
Buna göre 1 mikromal substratın, belirli ve özel şartlar altında (25°C) değişikliğe uğramasını
katalize eden enzim miktarı "1 ünite enzim aktivitesi" olarak tanımlanır.

Enzim Aktivatörleri: Bir enzimin etkisini artıran maddelere bu enzimin aktivatörleri denir. Bun-
lar çok defa inorganik iyonlar bazen de organik gruplardır. Örneğin tükrükteki amilaz enzimini
klorür aktive eder.

Enzimle katalize edilen reaksiyonların hızı üzerine, enzim ve substrat konsantrasyonlarının,


temperatürün, ortamın pH'sının, zamanın, reaksiyon ürünlerinin, hormonların ve ışık vs. gibi fi-
ziksel etkenlerin rolü vardır.

6.1. Enzim Konsantrasyonunun Etkisi

Enzim reaksiyonunun hızı, genel olarak enzimin konsantrasyonu ile orantılıdır. Enzime miktarı
arttıkça reaksiyon hızı paralel olarak artar.
Reaksiyon Hızı

Enzim konsantrasyonu

- 95 -
6.2. Substrat Konsantrasyonunun Etkisi

Sabit enzim konsantrasyonunda, enzim reaksiyonunun hızı belirli bir noktaya kadar substrat
konsantrasyonu ile artar, bundan sonra substrat konsantrasyonunun artması ile reaksiyon hızı
değişmez.

Reaksiyon Hızı

Substrat konsantrasyonu

6.3. Enzimatik Aktiviteye Isının Etkisi

Enzim reaksiyonlarının hızı ısı ile artar, fakat belirli bir ısıya ulaşıldıktan sonra enzimler denatü-
re olduklarından etkilerini kaybederler.
Reaksiyon Hızı

Temperatür

6.4. pH'nın Enzim Aktivasyonunda Rolü

Enzimler genellikle belirli bir pH derecesinde en yüksek aktiviteyi gösterirler. Bu pH'ya enzimin
"Optimum pH'sı denir.
Hızı
Reaksiyon Hızı
Reaksiyon

PH

- 96 -
6.5. Zamanın Rolü

Enzim aktivitasyonunda reaksiyon süresi ve oluşan ürünlerin de rolü vardır.

? Enzimlerin aktivitesini etkileyen faktörler nelerdir?

7. ENZİM AKTİVASYONUNUN İNHİBİSYONU

Enzim-substrat kompleksini sağlayan bölge enzimin kısıtlı bir bölgesini içermektedir. Çünkü
enzimler büyük, buna karşılık substratlar küçük moleküllerdir. O halde enzimlerde substratın
bağlandığı enzim tarafından değişikliğe uğratıldığı ve başka bir bileşiğe dönüştürüldüğü bölge-
ye "aktif merkez" adı verilir. Aktif merkezde en az bir aminoasit özel bir rol oynar.

Enzim-substrat kompleksinin oluşmasını değişik şekillerde etkileyen enzim faaliyetinin azal-


masına yol açan bileşiklere "Enzim İnhibitörleri", bu olaya ise "Enzim inhibisyonu" denir.

Enzimler genel olarak 3 şekilde inhibisyona uğrar.

■ Kompetitif inhibisyon

■ Nonkompetitif inhibisyon

■ Unkompetitif inhibisyon

Kimyasal olarak enzimin substratına çok benzeyen bir madde enzimin aktif merkezine bağla-
narak enzimin kendi substratına bağlanmasını önlerse bu çeşit inhibisyona "kompetitif inhi-
bisyon" denir. Örneğin süksinat dehidrogenaz enzimine sübstrat yerine malonik asidin
bağlanması böyle bir inhibisyona neden olur. Enzimin inhibitör madde ile birleşmesi geriye dö-
nüşümü olabilen bir reaksiyondur. İnhibitör maddenin etkisini bu inhibisyonda substrat kon-
santrasyonunu artırarak önlenebilir.

Nonkompetitif inhibisyonda, inhibitör madde aktif merkezin dışında bir noktadan enzime
bağlanarak enzimin, substratı ile reaksiyona girme hızını azaltır. Bunların bir kısmı geriye dö-
nüşlü, bir kısmı ise geriye dönüşsüzdür.

Eğer bir inhibitör serbest enzime değil de, enzim substrat kompleksine bağlanarak bir inhibis-
yona neden oluyorsa bu tip inhibisyona "Unkompetitif inhibisyon" denir.

- 97 -
? Enzimlerin kaç şekilde inhibe olduklarını açıklayınız.

8. ENZİMLERDEN HASTALIK TANISINDA VE TEDAVİSİNDE


YARARLANILMASI

Enzimler bugün tedavide ve endüstride pekçok alanda kullanılmaktadır. Enzimlerden bazı


hastalıkların tedavisinde yararlanıldığı gibi, enzimlerin kalitatif ve kantitatif tayinlerinden hasta-
lıkların tanısında da yararlanılır. Böylece hastalığın prognozu yani geleceği hakkında fikir edi-
nilebilir.

Enzimler hücre içinde sentez edilirler ve amaçları doğrultusunda kullanılırlar. Fakat bazı pato-
lojik hallerde, hücrelerarası sıvısındaki veya kan plazmasındaki enzim düzeyi artar. Bunun se-
bebi enzim sentezinin artmasının olabileceği gibi, hücre zarının geçirgenliğinin artması veya
hücrenin parçalanması yani hücre nekrozu sonucu da olabilir. Her iki halde de ayrıca enzim
molekülünün büyüklüğü de rol oynar. Kalp plazmasında enzimlerin düzeyi ölçülerek hastalık
tanınabilir.

Hücre içi enzim miktarı ile plazma enzim miktarları arasında belirli enzimler yönünden çok bü-
yük farklar vardır. Örneğin karaciğer hücresindeki laktik dehidrogenaz enzimi 10000 kat daha
yoğun haldedir.

Nekroz ve doku harabiyeti halinde enzimler ekstra sıvıya geçer. Örneğin, kalp kası nekrozuna
sebep olan kalp infarktüsünde kalp kası hücresi enzimlerinin düzeylerinin kanda çok artmaları
gösterilebilir. Bu enzimlere örnek olarak "serum glutamik oksalasetik transaminaz" (SGOT),
kreatin kinaz (CK) gösterilebilir. SGOT enziminin normal aktivitesi kanda 25-30 ünite iken en-
farktüs halinde nekroza olan dokunun büyüklüğüne göre artış gösterir. Hastalığın iyileşmesi
enzim düzeylerinin belirli aralıklarla tesbiti ile gözlenebilir.

Benzer şekilde serum alanin-amino transferaz (SGPT), karaciğer harabiyeti, laktik-dehidroge-


naz (LDH), kalp ve karaciğer bozuklukları belirlemede kullanılan önemli enzimlerdir. SGPT en-
zimi Enfeksiyoz Hepatitis'te, hücre harabiyeti sonucu normalin 10-50 katı artar.

Pankreas iltihabında "Pankreas amilaz" enzimi yükselir.

Kemik teşekkülünün arttığı kemik hastalıklarında serumda "Alkalen fosfataz" enzim düzeyi ar-
tar. Paget hastalığında bu artış normalin 20 katına yükselebilir.

Asit fosfataz enzimi ise en çok erkeklerin prostat bezinde bulunur. Prostat tümörlerinde bu en-
zim düzeyinde yükselme olur, böylece teşhis için belirleyici özellik gösterir.

- 98 -
Enzimlerin izoenzimleri de teşhis yönünden önemlidir. Örneğin laktik dehidrogenaz enziminin
izoenzimleri farklı dokularda yoğunlaştığından, bu enzimin belirli bir izoenzimindeki artış bu
enzimin daha çok bulunduğu doku üzerine dikkati çeker.

Amino asitlerin başta olmak üzere karbonhidrat ve lipid metabolizmalarında yer alan bazı en-
zimlerin kalıtsal olarak eksikliği bazı hastalıklara yol açar. Örneğin amino asitlerin metaboliz-
malarındaki enzim defektleri zeka ve gelişim geriliği ile kendini gösterir.

Enzimler bugün tedavide ve endüstride pek çok alanda kullanılmaktadır. Özellikle midede sin-
dirim bozukluklarında proenzim olarak pepsinojeni kapsayan preparatlardan veya ince bağır-
sakların üst kısmında yine sindirime yardımcı olmak amacıyla pankreas enzimlerini içeren pre-
paratlardan yararlanılmaktadır.

Enzimlerden endüstriyel alanda da yararlanılmaktadır. Örneğin iyi kalite hamur elde etmek için
amilaz, proteaz ve fermentasyon enzimleri kullanılmaktadır. Böylece ekmeğin daha lezzetli ve
kabarık bir hal alması sağlanmaktadır.

Görüldüğü gibi enzimler hücrede metabolizmanın düzenli yürümesini sağlamakta, tıpta teşhis-
te ve tedavide kullanılmakta, endüstride ve günlük hayatta çeşitli yerlerde kullanılmaktadır.

? Enzimlerin teşhisteki önemini açıklayınız.

9. ÖNEMLİ BAZI KOENZİMLER

Birçok vitaminler özellikle B grubu vitaminleri veya bunların yapılarında yer aldıkları organik bi-
leşikler esasta protein yapısında olan enzimlerin koenzimi, yani aktivatörü olarak görev yapar-
lar. Koenzim olarak vitaminlerden yararlanan önemli enzimler arasında nikotinamid (niyasin),
adenin dinükleotid (NAD), nikotinamid adenin dinükleotid fosfat (NADP), flavin adenin dinükle-
otid (FAD), flavin mono nükleotid (FMN), tiamin pirsfosfat (TPP) ve yapısında pantotetik asidin
yer aldığı koenzim-A'yı sayabiliriz. Bunların dışında piridoksin, lipoik asit, biotin, folik asit ve B12
vitaminlerini kapsayan koenzimler de vardır. Koenzim Q ise α-tokoferol aktivitesine benzer
aktivite gösteren organik bir bileşiktir.

- 99 -
9.1. Nikotinamid Adenin Dinükleotid (NAD)

Bu koenzim adından da anlaşılacağı gibi nikotinamid ve adenini kapsayan iki mol nükleoti-
din birleşmesi ile meydana gelmiştir. NAD, birçok dehidrojenazların koenzimini oluşturur.
Nikotinamidli enzimler sitrik asit siklusu dışında daha bir çok oksidoredüksiyon reaksiyonla-
rını katalize ederler. İndirgenme ve yükseltgenme olayları koenzimin nikotinamid kısmı ile ilgili-
dir.

NH2

N
N

O N
N
HO—P—O—CH2
O

H H H
H

OH OH + H3PO4 NADP 'DE 3. fosforik asit molekülünün


O bağlandığı 2.C atomu
O

C—NH2

H
N O O
H H
HO—P—O—CH2
O H C—NH2 H C—NH2
O

H H H +
H H N H H N H

R R
OH OH
+
Oksitlenmiş NAD İndirgenmiş NADH

9.2. Nikotinamid Adenin Dinükleotid Fosfat (NADP)

Bu koenzim de dehidrojenazlar sınıfına dahil olup, tıpkı NAD gibi görev yapar. Yapı olarak tek
farkı bir fosforik asit molekülünün fazla olmasıdır. Birçok substratın katalizi için NAD yanında
NADP'a da gereksinim vardır. Özellikle indirgenmiş NADP (NADPH), pentoz fosfat yolu üzerin-
de meydana gelmekte ve yağ asitlerinin oluşumu sırasında gereksinim duyulan indirgenme re-
aksiyonları için kullanılmaktadır.

- 100 -
9.3. Flavin Adenin Dinükleotid (FAD)

Flavin adenin dinükleotid, yapı yönünden nikotinamid adenin dinükleotide benzer, aradaki fark
nikotinamid yerine flavin vardır. Ayrıca flavine bağlı şeker bir riboz değil, ribozun alkolü olan ri-
bitoldür. Dehidrojenazlı enzimlerin kofaktörü olarak sitrik asit siklusunda ve solunum zincirinde
görev yapar.
O
H H H
CH2 — C—C — C— CH2— O — P—O
NH2
H H H
N N OH
N
H3C C=O N
O=P—OH CH
H3C NH
O N
N C N

O CH2
O

H H H
H

OH OH

9.4. Koenzim-A (Co-A)

Yapısında, adenin, riboz-3-fosfat, ayrıca iki mol fosforik asit, pantotenik asit ve b-merkaptoeti-
lamin molekülleri yer alır. Isıya dayanıklıdır. Koenzim-A sitrik asit siklusunda, kolesterolün ya-
pımında, yağ asitlerinin sentezinde ve daha birçok biokimyasal reaksiyon sırasında "açil" grup-
ları taşıyıcısı olarak görev yapar.

NH2
Adenin

N
N
CH

O O CH3 O O N
N

HS—CH2—CH2NH C CH2CH2NH C HOH C CH2—O—P—O—P—O— CH2


O
CH3 OH OH

H H H
Pantotenik asit H

O OH

HO—P—OH
Koenzim A (Co A)
Riboz 3 - fosfat
O

- 101 -
Özet
Enzimler metabolizma reaksiyonlarını hızlandıran protein yapısında biyolojik katalizörlerdir.
Enzimlerin kimyasal katalizörlerden en önemli farkı ölgül olmalarıdır.

Enzimlerin bazıları basit proteinlerdir. Bunların katalitik etki gösterebilmesi için proteinden baş-
ka metal iyonuna, bazılarının protein olmayan organik bir bileşiğe bazılarının ise her ikisine de
ihtiyacı vardır.

Enzimler, oksidoredüktozlar, transferazlar, hidrolazlar, liyazlar, izomerazlar ve ligazlar olmak


üzere 6 büyük sınıfta toplanır.

Enzim faaliyetinin azalmasına yol açan bileşiklere inhibitörler denir. Eğer inhibitör madde
substratın enzime bağlandığı bölgeye bağlanarak inhibisyon yapıyorsa buna kompetetif (ya-
rışmalı) inhibisyon denir. İnhibitör, aktif merkezin dışında bir noktadan enzime bağlanarak inhi-
bisyon yapıyorsa, nonkompetetif inhibisyon, eğer inhibitör enzim substrat kopmpleksine bağ-
lanarak inhibisyona neden oluyorsa buna unkompetetif inhibisyon denir.

Enzimle kataliz edilen reaksiyonların hızı üzerine enzim ve substrat konsantrasyonlarının,


temperatürün, ortamın pH'sının, zamanın, reaksiyon ürünlerinin, hormonların ve ışık vs. gibi fi-
ziksel etkenlerin rolü vardır.

Serumda enzimlerin düzeyinin belirlenmesi klinik teşhiste çok önemlidir. SGOT, SGPT, Ami-
laz, Alkalen fosfataz, GGT, LDH, CPK, 5' Nükleotidaç önemli serum enzimleridir. Bu enzimler
nekroz ve doku harabiyeti olduğunda extrasellüler sıvıya geçerler.

Değerlendirme Soruları
1. Metabolizma reaksiyonlarını hızlandıran biyolojik katalizörlere ............... denir.

A) Hormon
B) Vitamin
C) Enzim
D) Koenzim
E) Hiçbiri

- 102 -
2. Enzimlerin protein kısmına ne denir?

A) Apoenzim B) Haloenzim
C) Koenzim D) Kofaktör
E) Aminoasit

3. Protein yapıları farklı, fakat katalizledikleri kimyasal reaksiyon aynı olan enzimlere
............... denir.

A) Apoenzim B) İzoenzim
C) Koenzim D) Kofaktör
E) Haloenzim

4. Yükseltgenme, indirgenme reaksiyonlarını katalizleyen enzimlere ne denir?

A) Transferazlar
B) Hidrolazlar
C) İzomerazlar
D) Oksido-redüktazlar
E) Liyazlar

5. Enzim aktivitesi aşağıdaki birimlerden hangisi ile ölçülür?

A) µg. B) mg.
C) µ.mol D) m.mol
E) Ünite

6. Aşağıdakilerden hangisi enzim reaksiyon hızını etkilemez?

A) Enzim konsantrasyonu
B) Substrat konsantrasyonu
C) Isı
D) pH
E) Hiçbiri

- 103 -
7. Kimyasal olarak enzimin substratına çok benzeyen bir madde aktif merkeze bağlana-
rak, enzimin kendi substratına bağlanmasını önlerse bu çeşit inhibisyona ne denir?

A) Allosterik
B) Feed-back
C) Kompetetif
D) Nonkompetetif
E) Unkompetetif

8. Aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?

A) Serum amilaz düzeyi pankreas bozukluklarında artar.


B) SGOT enzimi glutamik asitten bir amino grubunu oksal asetik asite transfer eder.
C) LDH enziminin 5 izoenzimi vardır.
D) Prostat kanserinin en önemli serum enzimi alkalen fosfatazdır.
E) SGPT enzimi, karaciğer doku harabiyetlerinde serumda düzeyi artar.

Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar


LEHNİNGER, Albert L. Biochemistry, New York, Worth Publishers, Inc., 1988.

GÖZÜKARA, Engin M. Biyokimya, Ankara, Ofset Pepianat Ltd. Şti., 1990.

PAMELA C. Champe. "Lippincott's IIIustrated Reviews. Biochemistry".

J.B. Lippincott Company, Philadelphia, 1987.

ARAS, Kazım ve Gülseren Erşen. Klinik Biokimya, Ankara, Hacettepe Taş Kitapçılık Ltd.,
1988.

- 104 -
ÜNİTE 10
Hormonlar

Amaçlar
Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
■ Hormonların nasıl yapıldığını ve hangi yollarla etkili olduklarını bilecek,
■ Hipotalamusun hormon salınımlarını kontrol edici faktörleri öğrenecek,
■ Hipofiz ve troid bezi tarafından salınan hormonları ve etkilerini açıklayabilecek,
■ İnsülin ve glukagonun vücuttaki fonksiyonlarını ve glukoz üzerine etkilerini bilecek,
■ Adrenal korteks hormonları ile seks hormonlarının etkilerini açıklayabileceksiniz.

İçindekiler
■ Giriş
■ Hormonların Yapılması, Kana Salınımı ve Etki Şekli
■ Hipofiz Hormonları
■ Tiroid Hormonları
■ Para tiroid Hormonu
■ Pankreas Hormonları
■ Steroid Hormonlar
■ Adrenal Korteks Hormonları
■ Seks Hormonları
■ Bazı Doku Hormonları
■ Özet
■ Değerlendirme Soruları
■ Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar

Öneriler
■ Konuyu daha iyi anlayabilmeniz için enzimler konusu ile karşılaştırın. Düşüncelerinizi
analiz ediniz.
1. GİRİŞ

Özel bezler tarafından kana salgılanan ve kan yolu ile ulaştıkları organ ve dokuları fonksiyon
düzenleyici bir etki meydana getiren ve çok düşük miktarları ile görev yapan organik bileşikler
"hormon" olarak tanımlanır. Hormon kelime olarak "uyarma" anlamına gelmektedir.

Hormonları konu edinen tıp dalına "endokrinoloji" denilir. Endokrinoloji hormonlarla ilgili olarak
hormonları yapan endokrtin bezlerinin yapılarını, hormonların niteliklerini, dokulardaki etkileri-
ni, normal azalma ve artma hallerini, bunun sonucu olarak da dokularda ve bütün vücutta mey-
dana gelen değişiklikleri ve normal gelişmelerin düzeltilmesi için gerekli çareleri inceleyen bilim
dalıdır.

Hormonlar; aminoasid, polipeptit, protein yapısında veya steroid yapıda olabilirler.

2. HORMONLARIN YAPILMASI, KANA SALINIMI VE ETKİ ŞEKLİ

Hormonların yapım ve kana salınımı bir sıra dahilinde kontrol mekanizmasına bağımlı olarak
meydana gelir. Hormonlar özel bir bezden kana salınır ve bu yolla etki edeceği hedef dokuya
taşınırlar. Hormon sentezi kontrol sisteminin en üst basamağında beyin tabanını teşkil eden
"Hipotalamus" yer alır. Hipotalamusa varan herhangi bir sinirsel uyarım, buradan mekanizma-
yı işleten çok az miktarlardaki özel hormonların salınımına yol açar. bunlara "Releasing Factor"
denir. Salınan bu hormonlar sinir lifleri aracılığı ile beynin orta yerinde bulunan kemik boşluğu
içine yerleşmiş bulunan hipofiz bezinin ön lobuna ulaşırlar. Hipotalamustan salınan her salgıla-
ma faktörü, hipofiz bezinin ön lobundan özel bir hormonun salınımına yol açar. Sonra bu özel
hormonlar hedef dokulara giderek, hedef dokunun kendine özgü hormonların salınımını uya-
rırlar. Hipotalamus uyarıcı faktörlerin yanı sıra inhibe edici faktörleri de salgılar.

Hipotalamus'un kontrolü altında bulunan hiyerarşik hormonal etki mekanizmasını gösteren şe-
ma aşağıya çıkarılmıştır.

- 106 -
Sinirsel Uyarım Hipotalamus Sinirsel Uyarım

Hipofiz Orta lobu

Hipofiz ön lobu MSH Hipofiz arka lobu

Oksitosin Vazopressin

FSH LH

TSH PROLAKT N (PRL)

Tiroid bezi
ACTH Growth Hormon (GH)

Testisler Överler
Adrenal Kemikler Pankreas Hücreleri
korteks
Seksle ilgili dokular Glukagon

Karaciğer
Kaslar - Karaciğer
ve diğer dokular

Açıklama

ACTH : Adrenokortikotropik hormon


TSH : Tirotropik hormon
LH : Luteinize eden hormon
FSH : Folikülü stimüle eden hormon
MSH : Melanositleri stimüle eden hormon
GH : Growth hormon

Hormonların Etki Şekli: Araştırmalar hormonların iki değişik yoldan etkili olduğunu göster-
mektedir. Bunlardan birincisini "hormon reseptör sistemi", ikincisini ise "hücre içi protein sentez
sistemi" oluşturmaktadır.

Özellikle hipofiz ön lob hormonları olan, adrenokortikotropik hormon (ACTH), triodi stimüle
eden hormon (TSH), luteinleştiren hormon (LH), folikülü stimüle eden hormon (FSH), arka lob
hormonlarından vazopressin, paratiroid hormonu, glukogan, epinefrin, sekretin, hipotalamus-
tan salınan faktörler hormon reseptör sistemi yoluyla etki yapan hormonlardır.

Hücre içi protein sentez yoluyla etki yapan hormonlar, steroid yapıda olan hormonlardır.

? Hormonların oluşumu ve kana salınımı nasıl olmaktadır?

- 107 -
3. HİPOFİZ HORMONLARI

Hipofiz bezi ön, orta ve arka lob olmak üzere üç kısma ayrılır. Her lob etkisi bakımından birbirin-
den farklı hormonlar salgılar. Hipofiz hormonları polipeptid veya protein yapısındadırlar.

Hipofiz ön lob hormonları yavaş fakat devamlı etki gösteren hormonlar oldukları halde, arka lob
hormonları çabuk ve kısa süreli etkiler gösterirler.

3.1. Hipofiz Ön Lob Hormonları

Tirotropik hormon (TSH): Tiroid bezini uyararak tiroid hormonlarının biosentezini ve kana
geçmesini hızlandırır.

Tiroidi stimüle eden hormon da denilmektedir. Hipotalamusun kontrolü altındadır.

Adrenokortikotropik hormon (ACTH): Hipotalamustan salınan kortikotropin releasing fak-


tör'ün kontrolü altındadır. Böbrek üstü bezlerinin korteks kısmının hormonlarının salgılanması-
nı uyarır. Bu hormonlar kortizol, kortikosteron ve daha az olmak üzere kortizon ve deoksikorti-
kosterondur. 39 amino asitten oluşan polipeptid yapısındadır.

Folikülü Stimüle Eden Hormon (FSH): Glikoprotein yapısındadır. Kadınlarda foliküllerin ol-
gunlaşmasını sağlar ve bunu ovulasyona hazırlar. eksikliğinde menstruasyon bozukluğu ve kı-
sırlık görülür. Hipotalamusun kontrolü altındadır.

Luteinize Eden Hormon (LH): Bu hormon kadınlarda FSH ile birlikte olgunlaşan foliküllerin
östrojen hormonlar salgılamasını, ovulasyonu ve korpus luteum teşekkülünü sağlar. Progeste-
ron salınımını uyarır.

Prolaktin (PRL): Protein yapısındadır. Kadında meme bezlerinin gelişmesini ve süt salgılan-
masını sağlar. Ayrıca LH ile birlikte gebeliğin devamı için gerekli bir hormon olan progestero-
nun salgılanmasını hızlandırır.

Growth Hormon (GH): Büyüme hormonu da denir. protein yapısındadır. Gelişmeyi sağlayan
büyüme hormonu bir çok doku üzerine ve özellikle kas, yağ dokusu, kıkırdak ve bağ dokusu
üzerine etki eder. Büyüme hormonu bu etkisini

■ Vücutta mevcut tüm hücrelerin protein sentezini arttırarak.

■ Yağların mobilizasyonunu arttırarak, ki böylece yağların kullanımına olanak sağlar.

■ Vücutta karbonhidrat kullanımını azaltarak gösterir.

- 108 -
Çocukluk çağında büyüme hormonu yetersiz olursa "Dwarfism" denilen cücelik oluşur. Hipofiz
bezinin normalden çok miktarda büyüme hormonu sentez etmesi halinde gelişme çağındaki-
lerde gigantism (devlik) görülür. Yetişkinlerde ise el, kol, bacak ve yüz gövdeye oranla çok uzar.
Bu hale "akromegali" denir.

3.2. Hipofiz Orta Lob Hormonları (MSH)

α ve β şekilleri bilinmektedir. Bir çok canlıda cilt renginin çevrenin rengine uymasını sağla-
yan "melanosit" pigmentleri vardır. Bu hormon melanositler aracılığı ile "melanin" denilen pig-
mentin depo edilmelerini arttırır. İnsandaki etkisi bilinmemektedir.

3.3. Hipofiz Arka Lob Hormonları

Hipotalamusta sentez edildikten sonra hipofiz arka lobunda sentez edilen ve peptit yapısında
olan hormonlar iki tanedir: 1. Vazopressin, 2. Oksitosin.

Vazopressin: Kan basıncını yükseltir ve suyun böbrek tübüllerinde geri emilmesini arttırdı-
ğı için idrar miktarını azaltır. Bu nedenle "antidiüretik hormon" da denilir. Bu hormon eksikliğin-
de (diapedes insipidus'ta) günlük idrar miktarı çok artar.

Oksitosin: Uterusun kasılmasını sağlar. Bu sebeple hekimlikte doğumu kolaylaştırmada kul-


lanılır. Bundan başka laktasyon esnasında meme bezlerinin süt salgılamasını da arttırır.

Aşağıda sağ sütunda gösterilen hormonlar, sol sütundaki hangi vücut


? fonksiyonlarında etkili olmaktadır?

■ Dokuların büyüme ve gelişmesi ■ FSH


■ Folikülün olgunlaşması ■ Prolaktin
■ Doğum sonrasında süt bezlerinde ■ Growth hormon
süt oluşumu

- 109 -
4. TİROİD HORMONLARI

Tiroid bezi boğazın ön tarafında larinksin hemen altında, trakeanın iki yanında ufak bir ara kı-
sımla birbirine bağlanmış iki lobdan ibaret bir bezdir. Ağırlığı 25-30 gr kadardır. Tiroid bezi, tiro-
id hormonları denilen, "triiyodotironin" ve "tiroksin" yapımını ve kana salınımını sağlar. Tiroid
hormonlarının başlıca etkisi vücut dokularının metabolik çalışmalarını arttırma şeklindedir. Ya-
ni bazal metabolizmayı arttırırlar (Bazal metabolizma, vücudun m2'si başına sarfedilen oksi-
jen hacmi veya meydana gelen ısı enerjisinin kilokalori cinsinden ifadesi demektir).

Tiroid hormonları "triglobulin" şeklinde depo edilir. Hidroliz edildiğinde hormon etkisi gösteren
triiyodotironin (T3) ve tetra iyodotironin'e (T4) parçalanır. Kanda α-globulin fraksiyonlarına
bağlı olarak taşınır.

Tiroid hormonları, genel olarak protein sentezini arttırırlar. Bu nedenle dokuların büyümesini
sağlarlar. Karbonhidrat metabolizmasının birçok kademesini hızlandırarak kan glukozunu
yükseltir, yağ metabolizması da hızlanır. Tiroid hormonları sistolik tansiyonu arttırır, diastolik
kan basıncını düşürürler, kalp atışı hızlanır.

Tiroid bezinin normalden fazla çalışmasına "hipertiroidi" denir. Bazal metabolizma artar. Kan
glukoz düzeyi normale göre biraz daha yüksektir. Tipik belirtilerden birisi gözlerin dışa fırlama-
sıdır. Bu hale "exophtalmos" denilir.

"Hipotiroidizm"de bazal metabolizma düşer. Gelişme çağındaki organizmada metabolizma


yavaşlar, gelişmede boçukluklar, zekâda gerileme görülür. Buna "kretenizm" denilir. Yetişkin-
lerde ise bu belirtilerin görülmesine "miksödem" denir.

Tiroid hormonları karaciğerde transaminasyon ve deaminasyon yoluyla pirüvik asit ve analog-


larına dönüşürler.

? Tiroid hormonlarının etkilerini ve eksiklik ile fazlalık


durumlarını açıklayınız.

Kalsitonin: Tiroid bezinden ve daha az olmak üzere paratiroid bezinden salgılanan ve tirokal-
sitonin veya kalsitonin adı verilen bir hormonda, kalsiyumun kemik depolarından mobilizasyo-
nunu inhibe etmek suretiyle kanın kalsiyum düzeyini azaltır. Bunun yanı sıra kan fosfatlarının
da düşmesine neden olur. Polipeptit yapısındadır.

- 110 -
5. PARATİROİD HORMONU (PARATHORMON)

Birtek polipeptid zincirinden ibaret paratiroid bezinden salgılanan bir hormondur. Parathormon
kan plazmasının kalsiyum ve fosfat düzeylerinin normal sınırlar içinde kalmasında etkilidir.
Başlıca kemiklere ve böbrek tubulilerine etki eder. Ca+2 iyonlarının kemikler tarafından alın-
masını, bağırsaklardan emilmesini ve böbreklerden geri emilmesini arttırır, fosfat iyonlarının
böbreklerden geri emilimini azaltır, yani fosfat atılımına yol açar.

6. PANKREAS HORMONLARI

6.1 İnsülin

Pankreasın langerhans adacıklarının β-hücreleri tarafından salgılanır. A ve B zincirleri de-


nen birbirine iki adet disulfit bağı ile bağlanmış peptid zincirlerinden meydana gelmiştir. insüli-
nin karbonhidrat, lipit, protein ve nükleik asit metabolizmaları üzerine etkisi vardır.

İnsülin karbonhidrat metabolizması üzerine hem glukozun hücrelere, özellikle kas, karaciğer
ve yağ dokusu hücrelerine girişini kolaylaştırmak, hem korbonhidrat metabolizmasında rolü
olan bazı enzimleri aktive etmek suretiyle etki eder. İnsülin kan glukoz düzeyini azaltır. Bu etki
dokularda glikojenez enzimlerini aktive etmesinden, glikojenoliz enzimlerini ise inhibe etme-
sinden ileri gelir. Glikoneogenezi baskılar.

İnsülinin protein ve lipit metabolizmaları üzerine de önemli etkileri vardır. İnsülin glukozdan
başka amino asitlerin de hücre içine girişini kolaylaştırır ve ribozomlarda polipeptit sentezini
arttırır.

İnsülin yetmezliğinde kan şekeri yükselerek "Diabetes Mellitus" denen şeker hastalığı tablosu
ortaya çıkar. Bu durumda şekerin yeteri kadar kullanılmaması sonucunda, beyin dışında kalan
organlar daha çok lipit ve proteinlerden enerji elde etmeye yönelirler. Protein sentezi yavaşlar.
Dokular glukozu yeterince kullanamadığı için glukoz idrarla dışarı atılır. Yağ asitleri oksidasyo-
nunun artmasına bağlı olarak "ketozis" meydana gelir. Hastalarda glukozun idrarla atılmasın-
dan dolayı daha fazla suya, şekerin yeteri kadar kullanılmaması sonucu daha fazla yemeğe ve
glukozun atılabilmesi için daha fazla idrar çıkarmaya gerek duyulur. Bu üç belirtiye polidipsi,
polifaji ve poliüri denilir.

- 111 -
6.2. Glukagon

Pankreasın Langerhans adacıklarının α-hücrelerinde meydana gelir. Yapısı 29 amino asit-


ten ibaret tek bir polipeptit zincirinden oluşur.

Glukagon, insülinin aksine, kan şekeri düzeyini yükseltir. Bu etkisini glikojenolizi uyararak ve
glikoneogenezisi hızlandırarak gerçekleştirir.

Glukagonun kalp gücünü arttırıcı, safra akımını çoğaltıcı, mide salınımını inhibe edici bir rolü
de vardır.

? İnsülin ve glukogan arasındaki farkı biyokimyasal olarak açıklayınız.

7. STEROİD HORMONLAR

Genel özellik olarak yapılarında siklopentanoperhidrofenantren halkası bulunduran hormon-


lardır.

8. ADRENAL HORMONLAR

8.1. Adrenal Korteks Hormonları

Böbrek üstü kabuğu hormonları denilen bu hormonlardan iki grup önemlidir. Glukokortikoidler
ve mineral kortikoidler.

Glukokortikoidler: Bu grup hormonların en önemlisi "kortizol" veya "hidrokortizon"dur.


"Kortizon" da diğer bir glukokortikoiddir.

Glukokortikoidler karaciğerde karbonhidrat olmayan maddelerden ve özellikle proteinlerden


glikojen teşekkülünü (glikoneogenez) arttırırlar. Protein biosentezini ve yağların yanmasını
hızlandırırlar.

Ekstrahepatik dokudaki proteinlerin parçalanması sonucu serbest hale geçen amino asitlerin
karaciğer tarafından alındığı, glukoneogenez için kullanılmayanların yeni protein sentezi için
kullanıldıkları görülür. Lenfatik dokularda antikor yapımında azalma olur. Kortikosteroidlerin
bu etkisine "immünosupressif" etki denilir.

Glukokortikoidlerin salınımı ACTH (Adrenokortikotropik hormon) kontrolü altındadır.

- 112 -
Glukokortikoidler kemiklerden kalsiyum mobilizasyonuna neden olurlar.

Mineral kortikoidler: Mineral kortikoidler Na+, K+ ve Cl- iyonlarının hücre içi ve hücre dışı
sıvılarındaki dağılışını ve böbreklerden idrarla atılmalarını düzenlerler.

En önemlisi "aldosteron" olan mineral kortikoidler sodyumun retansiyonunu, potasyumun


sekresyonunu sağlar. Ekstrasellüler sıvıdaki potasyum miktarı düşer. Az aldosteron salınımı
halinde bunun tersi olur ve potasyum artar.

Aldosteron'un yanısıra çok az olarak Mineral kortikoid etkisi gösteren kortikosteron ve deoksi-
kortikosteron gibi maddeler vardır. Mineral kortikoidler de ACTH'nın kontrolü altındadır.

? Adrenal korteksten salınan hormonların görevleri nelerdir?

8.2. Adrenal Medulla Hormonları

Böbrek üstü bezinin medulla kısmının hormonları sekonder bir amin olan epinefrin (adrenalin)
ve primer bir amin olan neropinefrin (noadrenalin)'dir. Norepinefrine metil (-CH3) eklenme-
siyle epinefrin teşekkül eder.

Epinefrin ve neopinefrin organizmaya şırınga edildiği zaman karaciğerde glikojenoliz ve kas-


larda glikoliz hızlanır, dolayısıyla kandaki glukoz ve laktik asit miktarları artar. Kan glukozunun
artması sonucunda glukozüri görülür. Norepinefrinin glikojenik etkisi epinefrininkinden 20 defa
daha azdır. Neopinefrinin kan basıncını artırma etkisi vardır.

E pinefrin ve neopinefrin hormonlarının benzerlik ve farklarını


? söyleyiniz.

9. SEKS HORMONLARI

Seks hormonları kadın ve erkekte, sekonder seks karakterlerinin oluşumuna yol açan, üreme
siklusunu, bununla ilgili üretim organlarının büyüme ve gelişimini sağlayan steroid yapıda hor-
monlardır. Erkek seks hormonları (androjenler) ve dişi seks hormonları (estrojenler) olarak iki-
ye ayrılır.

- 113 -
9.1. Androjenler

Erkek cinsiyet hormonları olan androjenler 19 C. atomu içerirler ve en önemlileri "testosteron"


dur. Androjen hormonlar hem asetil Co-A'dan hem kolesterolden teşekkül edebilirler. Androjen
hormonlar erkek cinsiyet organlarının ve sekonder erkeklik cinsiyet karakterlerinin gelişimini
sağlarlar.

Normal idrarda testosteron bulunmaz, fakat testosteron'un metabolizma ürünleri olan ve and-
rojenik aktivite gösteren bazı diğer bileşikler bulunur. Bu bileşiklerin en önemlisi androsteron-
dur. Bunlar daha sonra sulfatlarla veya glukoronidlerle konjugasyona uğrayarak idrarla dışarı
atılır.

9.2. Estrojenler

18 karbon atomu içeren dişi cinsiyet hormonlarıdır. Bu hormonlar özellikle overlerde sentezle-
nir.

Başlıca estrojenler; estron, β-Estradiol ve Estriol'dur.

Hipofizin gonadotrapik hormonlarının etkisiyle salgılanan estrojen hormonlar, dişi cinsiyet or-
ganlarını ve sekonder cinsiyet kararkterlerini geliştirir, menstruasyonu sağlarlar.

Estrojenlerin sentezinde asetil-Co-A ön maddedir. Bu sentez kolesterol ve androjenler üzerin-


den geçerek yürür. Estrojenler karaciğerde glukoronatla glukoronozid ve sulfatla birleşerek su-
da çözünün bileşikler halinde idrarla dışarı atılırlar.

Estrojenlerden başka dişi seks hormonları olarak "korpus luteum hormonu, relaksin ve plesen-
ta laktojen" gibi hormonlar da bulunmaktadır.

Progesteron: Pregnan türevi olan progesteron 21 karbon atomu içerir. Korpus Luteum adı ve-
rilen menstrual siklusun ikinci devresi sırasında meydana gelen hücreler topluluğu geniş ölçü-
de "progesteron" ve "estrojen" salınımına yol açar. Salınan progesteron daha önce estrojen ta-
rafından hazırlanmış bulunan "endometrium" da yumurtanın yerleşmesi için gerekli mukus sa-
lınımını sağlar.

Progesteron gebeliği sağladığı gibi ovariumda yeni bir folikülün olgunlaşmasına engel olur ve
süt bezlerini geliştirir.

Androjen ve östrojenleri sıralayıp, Testosteron ve estrojeninlerin


? etkilerini anlatınız.

- 114 -
10. BAZI DOKU HORMONLARI

Bazı maddeler etki yönünden hormon gibi hareket ettikleri halde tam anlamı ile hormonlar sını-
fına girmezler. Bazıları şunlardır:

■ Gastrin: Mide pilor mukozası tarafından salgılanan polipeptit yapısında bir hor-
mondur. HCl salgılanmasını uyarır.

■ Sekretin: Duedonum mukozasında teşekkül eden 27 amino asitten oluşur. Pank-


reas salınımını uyarır.

■ Kolesistokinin-pankreozimin: Kolesistokinin safra kesesinin salgılanarak boşal-


masını sağlayan ve duedonumda sentez edilen bir hormondur. Pankreozimin ise
pankreasın sindirim enzimlerinin balgılanmasını arttırır.

■ Angiotensin I (Hipertensin): Böbrekten kana salgılanan "renin" adlı enzimin etki-


siyle α2-globulin'den teşekkül eder. Angiotensin I'den lösin ve histidin amino asit-
lerinin ayrılmasıyla angiotensin II meydana gelir. Bu madde kan basıncını yükseltir,
aldosteron salgısının düzenlenmesinde önemli rolü vardır.

■ Bradikinin: Damar genişletici etkisi dolayısıyla kan basıncını düşürür. Düz kasla-
rın kasılmalarını da etkiler.

Bunlardan başka amin yapısında olan doku hormonları da vardır.

Bunlar: Histamin, seretonin, tiramin, asetil kolin, 4 amino bütirik asittir.

Özet
Özel bezler tarafından kana salgılanan ve kan yolu ile ulaştıkları organ ve dokularda fonksiyon
düzenleyici olarak çok düşük miktarları ile görev yapan organik bileşiklere "uyarma" anlamına
gelen "hormon" denilir. Hormonlar, çok az miktarları ile etki etmeleri ve biyolojik katalizör gibi
davranmaları nedeniyle enzimlere çok benzemekle beraber bazı yönlerden farklıdırlar. Bunları
kısaca şöyle özetleyebiliriz: 1. Hormonlar etki gösterdikleri organdan başka bir organda sen-
tezlenirler. 12. Hormonlar kullanılmadan önce dolaşıma salgılanırlar. 3. Yapısal olarak hormo-
nun mutlaka protein olması gerekmez. Küçük popipeptit, tek aminoasit veya steroid yapıda bir
kimyasal madde olabilir.

- 115 -
Hormonlar protein yapıda ve steroid yapıda olmak üzere iki büyük sınıfa ayrılırlar. Hormonların
etkisini gösterdikleri hedef dokudaki aktivitesi başlıca dört faktör tarafından düzenlenir. 1. Sen-
tezlendiği bezdeki sentez oranı veya ondan salgılanış oranı, 2. Bazı hallerde gerekli olan plaz-
ma içindeki özel transport sistemleri, 3. Hücre zarındaki reseptör sayısı, 4. Karaciğer ve böb-
rekler tarafından parçalanma hızı.

vücutta bulunan bezler arasında da bir denge sözkonusudur. Örneğin ön hipofizin tiropik hor-
monlarının hedef bezlerle olan ilişkisi gibi. Hormonlar etkileşimi genellikle iki şekilde gösterir-
ler: Hormon-reseptör sistemi ve hücre içi protein sentez sistemi.

Değerlendirme Soruları
1. Aşağıdaki hormonlardan hangisi hipofiz bezinin arka lobundan salınır?

A) FSH B) LH
C) Vazopressin D) ACTH
E) TSH

2. Süt salgılanmasını sağlayan hormon hangisidir?

A) FSH
B) LH
C) Büyüme hormonu
D) Prolaktin
E) Progesteron

3. Bazal metabolizmayı hızlandıran hormonlar hangileridir?

A) Tiroid hormonları
B) Hipofiz hormonları
C) Adrenal korteks hormonları
D) Adrenal medulla hormonları
E) Seks hormonları

- 116 -
4. Böbreklerde Na+'un retansiyonunu ve K+'un sekresyonunu sağlayan hormon hangisidir?

A) Epinefrin
B) Aldosteron
C) Kortikosteron
D) Norepinefrin
E) Kortizol

5. Kan şekeri düzeyini düşüren hormon hangisidir?

A) Kalsitonin
B) Parathormon
C) Aldosteron
D) Glukagon
E) İnsülin

6. Karaciğer dokusunda glukoneogenezisi arttırarak kan şekerini arttıran hormonlar aşa-


ğıdakilerden hangisidir?

A) Epinefrin
B) Norepinefrin
C) İnsülin
D) Glukokortikoidler
E) Mineral kortikoidler

7. Plazma kalsiyum ve fosfat düzeylerinin normal sınırlar içinde kalmasını sağlayan hor-
mon hangisidir?

A) TSH
B) Parathormon
C) ACTH
D) Oksitosin
E) MSH

- 117 -
8. Dwarfizm denilen cücelik hali aşağıda sayılan hormonlardan hangisinin eksikliğinde
görülür?

A) Tiroid hormonu
B) Prolaktin
C) Growth hormon
D) Parathormon
E) Kalsitonin

Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar


BİNGÖL, Gazanfer. Biyokimya, Ankara: Mis Matbaası, 1981.

YENSON, Mutahhar. İnsan Biyokimyası, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Yayın-
ları No.128, 1989.

TEKMAN, Ş. Öner N. Genel Biokimya, Fatih Yayınevi, İstanbul, 1981.

- 118 -
ÜNİTE
Su ve Minaral Metabolizması
11
Amaçlar
Bu üniteyi çalıştıktan sonra,
■ Vücudumuzdaki su gereksinimini bilecek,
■ Vücut sıvılarının içeriğini bilecek,
■ Organizma fonksiyonları yerine getirmede önemli olan mineralleri sayabilecek
■ Bu minerallerin fonksiyonlarını açıklayabileceksiniz.

İçindekiler
■ Giriş

■ Su Gereksinimi
■ Vücut Suyunun Dağılımı
■ Vücut Sıvılarının İçeriği
■ Minaral Metabolizması
■ Özet
■ Değerlendirme Soruları
■ Yararlanılacak Kaynaklar

Öneriler
■ Bu konuyu çalışmadan önce hormonlar ve vitaminler ünitesini gözden geçiriniz.
1. GİRİŞ

Doğada çok yaygın bulunan ve bir hidrojen-oksijen bileşiği olan su (H2O), bitkisel ve hay-
vansal doku ve organların en büyük kısmını teşkil eder. Susuz yaşam mümkün değildir. Su or-
ganizmada inorganik ve organik maddeleri çözen ve bu maddeleri hücreden hücreye taşıyan
bir ortam olarak ödev gördüğü gibi, bütün metabolizma reaksiyonları sulu ortamlarda meydana
gelir ve bu reaksiyonların sonunda teşekkül eden artık ürünler de yine su yardımıyla dışarı atı-
lırlar. Kan plazması, serebrospinal sıvı, safra, mide, bağırsak salgıları, idrar, süt, ter, gözyaşı,
tükrük gibi vücut sıvılarının oluşması için suya gereksinim vardır.

Yetişkin bir insanın vücut ağırlığının %60 kadarı sudan oluşmaktadır. Yeni doğan çocuklarda
bu oran %75'e kadar çıkabilir. Vücut suyunun %55-60 kadarı hücreler içerisinde, %40-45 ka-
darı da hücreler dışında yer alır. Bu iki sıvı şekline "intersellüer sıvı" ve "ekstrasellüler sıvı" de-
nilmektedir.

Organizma için gerekli suyun başlıca kaynağını, içme suyu, içecekler, bazı besinlerle alınan su
ve metabolizmadaki reaksiyonlar sonucu oluşan su meydana getirir.

2. SU GEREKSİNİMİ

Yetişkin bir insanın günlük su gereksinimi ortalama olarak 1500 ml kadardır. Çevre koşullarına
göre bu miktar 900-2500 ml. arasında değişir. Yukarıda açıklandığı gibi bu suyun büyük bir kıs-
mı içme suyu ve besin maddeleri ile dışarıdan alınır. 300 ml. kadar su da yağ, protein ve karbon-
hidratları kapsayan besinlerin metabolizmaları sonucu vücut içerisinde yapılan ve endojen su
da denilen metabolik sudur.

2.1. Su Kaybı

Su dengesini sağlayabilmek, metabolizma artıklarını vücuttan atabilmek ve gerektiğinde vücut


ısısını sabit tutabilmek amacıyla vücuttan dışarı su atılır.

Normal ısıda insan vücudundan atılan suyun büyük bir kısmı idrar şeklinde olup yetişkin bir
kimse günde 1000-1200 ml kadar idrar çıkarır. Gaita içinden atılan su miktarı da 100-200 ml.
kadardır. Ortalama 100-200 ml. kadar su da ter yolu ile kaybedilir. Solunum yoluyla kaybedilen
su 350 ml. yi bulur. Bu değerler çevre koşullarına ve alınan besinlere göre değişiklikler göstere-
bilir.

- 120 -
2.2. Vücut Suyunun Dağılımı

Ağırlığı 70 kg olan bir erişkinin vücudunda 40 litre kadar su vardır. Bu suyun %62'si intrasellüler
sıvı %38'i ekstrasellüler sıvıyı meydana getirir. Yani intrasellüler sıvıda 25 litre,e kstrasellüler
sıvıda 15 lt. kadardır. Ekstrasellüler sıvı başlıca, interstisiyel sıvı (hücreler arası sıvısı), plazma,
serebrospinal sıvı, göz içi sıvısı, sindirim kanalından salınan sıvı, periton içi, plevra zarları ara-
sı, perikard zarları arası, sinovyol boşluklar gibi özel boşlukları dolduran sıvılardan oluşur.

Kartilaj ve kemiklerde bünyelerinde su içerirler. Kan plazması ve interstisyel sıvı dışında kalan,
sindirim kanalı, safra, pankreas salgesi, tükrük ve göz boşluğunu dolduran, içlerinden salgıla-
nan sıvılar ve benzeri sıvılara"Transsellüler sıvı" adı verilir.

Kan plazması 3 litre kadar sıvıyı içerir,alyuvarlar ve diğer kan hücreleri de 2 litrelik bir hacim
oluştururlar. İnterstisiyel sıvı miktarı 12 litre kadardır.

Hem hücre dışı sıvının kompartmanları arasında hel de hücre içi sıvısı ile hücre dışı sıvısı ara-
sında bir dengelenme sözkonusudur. Organizma, suyun dengelenmesinde başlıca iki meka-
nizmadan yararlanır. Susama ve idrar çıkarma. Bunun yanında çevre koşullarına bağlı olarak
terleme yolu ile de su dengesi düzenlenebilir.

? Vücut suyunun dağılımını anlatınız?

3. VÜCUT SIVILARININ İÇERİĞİ

Vücut sıvılarında organik ve inorganik diye ayırabileceğimiz iki grup maddeleri içerir. Elektrolit-
ler dışında kalan büyük bir bölümü kan proteinleri olmak üzere, fosfolipitler, kolesterol, nötral
yağlar, glukoz, üre, asit, laktik asit, kreatinin, bilirubin, sofra tuzları, vitaminler gibi organik yapı-
da bileşikler vardır. İnorganik maddelere gelince bunlar başlıca Na+, K+, Mg++, Ca++, gibi
katyonlar ile Cl-, SO4-, HPO4--, HCO3- gibi anyonları kapsar.

Organik ve inorganik maddelerin dağılımı birbirinden farklıdır. Hücre dışı sıvılar ister kan plaz-
ması, ister interstisiyel sıvı olsun, elektrolit olarak başlıca Na+, Cl- katyon ve anyonların ile
önemli miktarlarda HCO3- , daha az olarak da Ca++, K+, M++ iyonlarını kapsarlar. Oysa hüc-
re içi sıvısında başlıca elektrolit olarak, K+ ve HPO4--, oldukça fazla miktarda Mg++ buna kar-
şın çok az sodyum, klor ve bikarbonat vardır. Hücre içi sıvısında bulunan protein miktarı, kan
plazmasından daha fazladır.

Vücut sıvılarında bulunan Na+, K+, Cl-, HCO3- , HPO4--gibi iyonların miktarı milliekivalan
cinsinden ifade edilir.

- 121 -
? Vücut sıvıları hangi maddeleri içerirler?

4. MİNERAL METABOLİZMASI

Organizmanın fonksiyonlarını sağlıklı bir şekilre yerine getirebilmesi daha doğrusu yaşamını
sürdürebilmesi için, su ve diğer besin maddeleri yanında minerallere de gereksinim vardır. Ge-
nel olarak mineraller besin maddeleri içerisinde kolaylıkla sağlandığından yokluk halleri ile pek
karşılaşılmamaktadır. Bu minarallerin başlıcaları sodyum, potasyum, klor, kalsiyum, magnez-
yum, fosfor, kükürt, demir, mangan, bakır, iyot, kobalt, çinko, flor, kadmiyum, krom gibi anyon
veya katyonlardır.

4.1. Katyonlar

4.1.1. Sodyum (Na+)

Besinlerle organizmaya büyük miktarda giren bu iyon vücut sıvılarında yüksek oranda bulunur.
Sodyum tuzları suda çok çözündüklerinden akan sularla denize dökülürler, bundan dolayı top-
raklarda az, deniz suyunda ise fazla miktarda bulunurlar. Sodyum tuzlarının toprakta az bulun-
ması nedeniyle bitkilere geçen sodyum tuzları da azdır. Bunun sonucu olarak besinlerle vücu-
da giren sodyum ihtiyacı karşılamadığından yemeklere NaCl ilave edilir. Günlük NaCl ihtiyacı 3
g. kadardır. Gerçekte metabolizma için gerekli olan sodyum miktarı birkaç yüz miligram kadar-
dır. Plazmada %320 mg. veya 140 mEq, eritrositlerde %20 mg kadar sodyum iyonu vardır.

Sodyumun görevleri: Vücut sıvılarında bulanan sodyumun en önemli görevi osmotik basın-
cın sağlanmasıdır. Kanın ve interstisiyel sıvının normal osmotik basıncının korunmasında Na
konsantrasyonunun önemi büyüktür.

Kanda Na düzeyinin normalin üstüne çıkmasına "Hipernatremi" altına düşmesine ise "Hipo-
natremi" denilir. Sodyum metabolizmasını böbreküstü bezinin korteks hormonları (mineral kor-
tikoidler) düzenler.

Fazla sodyum klorür alınmasıveya böbreklerde fitrasyon ve reabsorbsiyona etki eden çeşitli
nedenlerden dolayı kanda sodyum düzeyinin yükselmesi hipertansiyona neden olabilir.

- 122 -
4.1.2. Potasyum (K+)

Bitkilerde yeteri kadar potasyum bulunduğu için ayrıca yemeklere eklenmesi gerekmez. Besin-
lerle alınan potasyum miktarı 2-4 g. arasında değişir. Potasyum özellikle, dana eti, sığır eti, ta-
vuk eti, karaciğer, sebzelerden patates, kabak, lahana, meyvelerden mandalina, portakal, ka-
yısı, muzda bulunur.

70 kg. ağırlığında bir kimsenin vücudunda total olarak 4000 mEq. Potasyum bulunur. Bunun
%2 kadarı ekstra sellüler sıvıda yer alır. Hücre içinde bulunan potasyum miktarı 115 meq. kan
plazmasında bulunan miktarı ise 4,5- 5 meq.'dir.

Potasyumun görevleri: Kanda potasyum düzeyinin yükselmesine "Hiperkalemi" düşmesine


ise "Hipokalemi" denilir.

Potasyum iyonları kas-sinir sistemini uyarır. bundan dolayı potasyum tuzları kana şırınga edi-
lirse aşırı kasılmalar görülür (tetani). Diğer taraftan fazla miktarda verilen potasyum tuzlarının
idrar arttırıcı etkisi de vardır. Kanda potasyum iyonu miktarı azalırsa çizgili kaslarda felçler ve
kalp kaslarında bozukluklar meydana gelir. Potasyum metabolizmasını böbrek üstü bezi kor-
teks hormonları (mineral kortikoidler) düzenler.

Na+ve K+'un görevlerini açıklayıp, plazmadaki normal değerlerini söyle-


? yiniz?

4.1.3. Kalsiyum (Ca++)

Kalsiyum, insan organizmasında yoğun bir şekilde bulunan katyondur. Vücutta bulunan kalsi-
yumun büyük bir kısmı kemik dokusunda fosfatla birlikte bulunur. Kalsiyumun plazmadaki dü-
zeyi % 9-11 mg. kadardır. Sütte ve bitkisel besinlerde bol miktarda bulunur. Normal bir diyetle
beslenen bir kişi 800 mg. kadar kalsiyum alır. bunun 700 mg. kadarı galita ile vücut dışına atılır.
Kalsuyum ince bağırsaklardan emilerek kana karışır sonra kemiklerde depolanır. İdrarla atılan
kalsiyum çok azdır.

Kalsiyumun görevleri: Plazmadaki kalsiyum düzeyinin normalin altına düşmesine hipokalse-


mi, üzerine çıkmasına ise hiperkalsemi denir. Kalsiyum iyonu, hücre duvarının geçirgenliğini
azaltır, kas kasılması ve kan pıhtılaşması için gereklidir. Bazı enzimlerin aktivatörü ödevini gö-
rür. Kas-sinir sisteminin uyarılma yeteneğini de azaltır. Yani potasyumun antagonistidir. Kanda
kalsiyum düziyinin %6 mg'a kadar düşmesi halinde "tetani" (aşırı kasılma)dediğimiz durum or-
taya çıkar.

- 123 -
Hiperkalsemi halinde ise sinir sistemindeki uyarımlar yavaşlar, bunun sonucu olarak kaslar
tembelleşir. Kalsiyumun kemiklerde birikimi "hiperparatirodizm"de görülür. Plazma kalsiyum
düzeyinin yükselmesi, daima fosfat düzeyinin düşmesi ile birlikte görülür. Kalsiyum metaboliz-
masını parathormon ve kalsitonin düzenler. Kalsiyumun barsaklardan emilimi için D vitaminine
ihtiyaç vardır. Kalsiyum absorbsiyonundaki yetersizlik halinde çocuklarda "Raşitizm" denen
hastalık ortaya çıkar.

? Tetani ve hiperkalsemi nedir? Kalsiyumla ilişkisini açıklayınız?

4.1.4. Magnezyum (Mg++)

Magnezyum insan organizmasında başlıca kemiklerde, kaslarda ve sinir dokusunda bulunur.


Eritrositlerde %6 mg. magnezyum vardır. Plazmadaki miktarı %2,5 mg. kadardır. Hücrelerdeki
magnezyum miktarı daha fazladır. Kas hücrelerinde %20 mg. kadar Mg. vardır. Hücrelerdeki
magnezyum tahıl ve yeşil sebzelerde bol miktarda bulunduğundan normal diyetle yeterli mik-
tarda magnezyum alınır.

Genel olarak magnezyum birçok enzimin aktivasyonu için gerekli bir mineraldır. Magnezyum
düzeyindeki düşme sinirsel sisteminde irritasyonlara, çevresel damarlarda vazodilasyona ve
kalp atışlarında aritmiye sebep olur. Damar içine yüksek dozda magnezyum uygulanırsa, iske-
telt kaslarında gelçlere ve kuvvetli bir anesteziye neden olur.

4.1.5. Demir (Fe++)

Topraklarda bol miktarda demir bileşikleri bulunur. Bitkiler demiri topraktan, hayvan ve insan
organizması ise bitkilerden alır. Suda az miktarda demir vardır. Ette de demir bulunur.

Demir alyuvarlarda bulunan oksijen taşıyan hemoglobin molekülünün fonksiyonel bir kısmını
oluşturur. Yine aynı şekilde kaslarda bulunan miyoglobinin fonksiyonel grubunda yer alır. Bazı
önemli enzimlerin (katalaz gibi) yapısında yer alır. Ferritin, demirin organizmadaki depo şekli-
dir. İnsan organizmasının total demiri 4-5 g. kadar olup, bunun 700'mg'ı karaciğerdedir. Demi-
rin biyokimyasal reaksiyonlar yönünden özellikle solunum sisteminde büyük görevleri vardır.
Çocuklarda günlük demir gereksinimi 10-15 mg. kadardır. Büyüklerde bu miktar daha azdır.

İnce bağırsaklardan absorbe edilen demir, plazmada süratle oksitlenerek transferinle birleşir.

- 124 -
Transferrin, demirin serumda nakledilen bileşiğidir. Transferrinle birleşen demir dokulara taşı-
nır. Demirin fazlası karaciğerde "hemosiderin" şeklindedir.

Demirin fazlası vücuttan dışarı atılamaz. Bu nedenle lüzumundan fazla demirli preparat alan
veya uzun süre kan transfüzyonu yapılan kişilerde demir birikimi görülür.

Demir özellikle dışkı ile ve az miktarda idrarla da atılır. Demir eksikliğinde anemi (kansızlık) gö-
rülür.

? Organizmada demirin görevlerini ve depolamasını anlatınız?

4.1.6. Çinko (Zn)

Çinko çeşitli enzimlerin yapısında yer alan önemli bir mineraldır. İnsülin, pankreasta çinko bile-
şiği halinde depo edilir.

İyi mayalanmamış ekmek ve besin olarak çok hububat yenen yerlerde çinko noksanlığı olabile-
ceği iddia edilmektedir. Çünkü hububatlı besinlerde bulunan fitik asit çinko tuzları ile kompleks-
ler yaparak ince barsaklardan çinkonun emilimine mani olurlar.

4.1.7. Bakır (Cu)

Bakır kan proteinlerinden seruloplazmin'in yapısında yer alır. Bazı önemli enzimlerin aktivite
gösterebilmeleri için bakıra gereksinim vardır. Bakır noksanlığı sadece sütle beslenen çocuk-
larda gözlenebilmiştir.

4.1.8. Kobalt (Co)

Kobalt, B12 vitaminin bileşiminde bulunduğu için hemoglobin biosentezinde rolü vardır.

İnsanlarda kobalt noksanlığı görülmemiştir. Fazla kobalt "polisitemia" denen fazla alyuvar te-
şekkülü ile kendini belli eden hastalığa neden olmaktadır.

4.1.9. Mangan (Mn)

İnsanlarda eser miktarda mangan iyonu vardır. Bazen enzimlerin etkisi için gereklidir.

- 125 -
4.2. Anyonlar

4.2.1. Klorür (Cl-)

İntersitisiyel sıvı ve kan plazmasının başlıca anyonudur. Plazmada 100 mEq, İnterstisiyel sıvı-
da 110 mEq. civarında klor vardır. Klor, yemek tuzu yani NaCl şeklinde organizmaya alınır. Bu
nedenle Na ve Cl metabolizmaları birbirine sıkı şekilde bağlıdır. Diyet günde 100-200 meq. klor
alınır. Alınan klorun gaita ve tuzla atılan çok az bir kısmı dışında büyük kısmı idrarla atılır.

Klor, özellikle plazmada ve hücrelerarası sıvıda osmatik basıncın sağlanmasında görev alan
bir elektrolittir.

Klor iyonları ve karbonik asit (H2CO3) in parçalanması ile meydana gelen H+ iyonları mide-
de HCl'i oluuştururlar. Klorür metobalizmasını böbreküstü bezi korteks hormonları (mineral
kortikoidler) düzenler.

4.2.2. Bromür (Br-)

Özellikle deniz sularında bulunan bu iyonun organizmada en çok bulunduğu yer hipofizdir. İn-
san kanındaki bromür miktarı %0.2-0.4 mg. kadardır. Merkezi sinir sistemi üzerine yatıştırıcı et-
ki gösterir, idrarla atılır.

4.2.3. Florür (F-)

Florür, kemik ve dişlerde bulunur. Günlük florür ihtiyacı 1 mg. dan azdır. Vücuttan idrarla atılır.

4.2.4. İyodür ve İyot ( I-)

Suda kolay çözünürler, yiyecek ve sularla alınan iyodür emilerek kana karışır, hızla tiroid bezi-
ne geçer ve orada tiroid hormonlarının biosentezinde kullanılmak üzere elementel iyod halinde
depolanır.

4.2.4. Fosfat (PO4 ≡ )

Tahıllar, et, süt, kuruyemişler ve yumurta fosforca zengin maddelerdir. Organizmada kalsi-
yumla beraber başlıca kemiklerde bulunur. Bütün vücutta ve hücrlerde de yaygındır. Fosfat
kanda fosfat iyonları şeklinde bulunduğu gibi, protein ve lipitlere bağlı olarak da bulunur.

- 126 -
Plazmadaki inorganik fosfat iyonlarının konsantrasyonu yaklaşık 2.3 mEq. dir. Fosfat iyonları-
nın en önemli görevi vücutta asit-baz dengesinin sağlanmasında önemli rolleri vardır. Plazma-
daki fosfor düzeyi kalsiyum düzeyi ile yakından ilişkilidir. Fosfat vücuttan idrarla inorganik fosfat
iyonları halinde atılır. Fosfat metabolizmasını "parathorman" düzenler.

4.2.5. Bikarbonat (HCO3)

Bikarbonat iyonu, organizmada CO2 'den yapılır. CO2 ise organik maddelerin tam yükseltgen-
mesi veya karboksilasyonu sonucunda meydana gelir. HCO3-/ CO2 tampon sistemi kanın en
önemli tamponudur.

Özet
Vücut ağırlığının %60 kadarı sudan oluşmaktadır. Yeni doğan çocuklarda bu oran %75 'e ka-
dar çıkabilir. Vücut suyunun %55-60 kadarı hücreler içinde %40-45 kadarı hücreler dışında yer
alır. Bu iki sıvıya "intersellüler sıvı" ce "ekstrasellüler sıvı" denilmektedir. Su insan vücudundan
en çok idrar yolu ile atılır.

Vücut sıvıları, organik ve inorganik maddeler içerir. Organik ve inorganik maddelerin dağılımı
birbirinden farklıdır. Vücut sıvılarında bulunan iyonların miktarı genellikle meq/L (Litrede milie-
kivelan) ile ifade edilir. Biyokimyasal açıdan mineraller büyük önem taşırlar. Organizmada gö-
reevs alan en önemli mineraller, sodyum, potasyum, klor, kalsiyum, magnezyum, fosfor, kükürt
olmak üzere demir, bakır, mangan, iyot, kobalt, çinko, flordur.

Değerlendirme Soruları
1. Yetişkin bir insanda günlük su gereksinimi ne kadardır?

A) 250-1500 ml. B) 500-1500 ml. C) 1500-300 ml.


D) 2500-400 ml. E) 9 00-2500 ml.

2. Yetişkin bir kişide idrar yolu ile atılan su miktarı nedir?

A)1000-1200 ml. B) 1200-1600 ml. C) 1500-2000 ml.


D)2000-2500 ml. E) 2500-3000 ml.

- 127 -
3. Vücut sıvılarındaki iyonlardan hangisi katyon değildir?

A) Na+ B) K+ C) Cl-
D) Ca++ E) Mg++

4. Plazma sıvısının litresinde kaç mEq Na vardır?

A) 320 B) 115 C) 5
D)140 E) 50

5. Plazma sıvısındaki potasyumun ortalam değeri kaçtır?

A) 115 mEq/l. B) 55 mEq/L. C) 25 mEq/L.


D) 4,5 mEq/L. E) 35 mEq/L.

6. Osmatik basıncın sağlanmasında en önemli iyon hangisidir?

A) Na+ B) K+ C) Ca+
D) PO4≡ E) H+

7. Plazmadaki kalsiyumun normal değerleri kaçtır?

A) 7.0-9 mg B) 7.0-12 mg C) 9-11 mg


D) 9.5-13 mg. E) 12-15 mg

8. Anemi (kansızlık) Hangi mineral eksikliğinde görülür?

A) Na+ B) Fe++ C) K+
D) Ca+ E) Mg++

Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar


Bingöl Gazanfer. Biokimya, Mis Matbaası, Ankara ,1981.

Tekman Ş. Öner., N. Genel Biokimya, Fatih Yayınevi, İstanbul, 1981.

- 128 -
Cevap Anahtarı
Ünite 1
1 C, 2 A, 3 B

Ünite 2
1 E, 2 D, 3 D, 4 B, 5 A, 6 B, 7 D

Ünite 3
1 D, 2 B, 3 D, 4 A, 5 B, 6 A, 7 E, 8 D

Ünite 4
1 A, 2 C, 3 D, 4 A, 5 B, 6 E, 7 B, 8 C

Ünite 5
1 D, 2 E, 3 B, 4 A, 5 C, 6 B, 7 C, 8 E

Ünite 6
1 C, 2 A, 3 C, 4 B, 5 D

Ünite 7
1 C, 2 A, 3 D, 4 B, 5 D

Ünite 8
1 B, 2 A, 3 D, 4 B, 5 E, 6 D, 7 C, 8 D

Ünite 9
1 C, 2 A, 3 B, 4 D, 5 E, 6 E, 7 C, 8 D

Ünite 10
1 C, 2 D, 3 A, 4 B, 5 E, 6 D, 7 B, 8 C

Ünite 11
1 E, 2 A, 3 C, 4 D, 5 D, 6 A, 7 C, 8 B

- 129 -

You might also like