belki yorgunluktan veya düşkünlükten zamana belki de öyle değil… kaygıdan olsa gerek
gölgeleri kovalar dururdu kalsaydı her şey yerli yerinde
takati yok ne buna ne günü aşmaya bir gökyüzüne baktı bir ciğerine, bir teline ve baktı düşlerine, son defa çaldı ölüm soğukluğuyla titrek titrek
gözünün önünden geçti hayat yaşanmış yaşanmamış
sanki film şeridi koca bir çağ, ekranlara gömüyorlardı bir karesinde genç kızı diri diri diğer karelerde aynı ıstırap, cephede değişen bir şey olmamış. köle ve cariyeler emre itaat ediyor fabrikalarda döne döne hiçbir yerde itiraz olmaz efendiye, bataklıkta dilenirken şairler en kızgın kumarın başındadır alimler.
şehirlerde ve sularda hakim kan rengi,
kral tahtına kurulmuş lanetlenen malum zulüm elinde fosfor bombaları yüzünde aynı kinle. her yerde kalem ve kılıç bitap, herkes aynı çağın esiri her şey hoyrat… dimağlarda yer bulamıyor sanırsın artık kitap…
ve aslında tanımadık bir sızı sarmış olanları,
karşı dağların yamaçlarını özlüyor saat can çekişen tüm dişleri geldikçe gözünün önüne. her devir daimin ardından sırra kadem basıyor sanat, güneş saklanmış ya bulutların ardına belli ki şimdi utanmak zamanı derken bir garip merak ile platin ve titan soydaşlar da yer alır teşhir karelerinde.
film şeridi geçer tekrar önünden
bu kez kendi kendine, mecali yok kendiyle savaşmaya bütün bir ömür harap!