Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 14

Kemoterapinin Zararları Üzerine...

http://www.yaklasansaat.com/haberdosya/2013_haberleri/mayis_2013/kanser_ke
moterapi.asp

Mine Şenocaklı'nın köşe yazısından alıntıdır: yaklasansaat.com


(haber.gazetevatan), 07/05/2013

Masum bir şeyden değil, kemoterapiden söz ediyoruz. Kemoterapi bir zehir tedavisidir.
Kanserli hastalara tedavi için verilen kemoterapi ilaçlarının bazıları geçmişte kimyasal
silah olarak savaşta bile kullanıldı.

Bitkilerle tedavi uzmanı Dr. Ümit Aktaş:

"Kanser çağımızın vebası. Ama bana göre kanserden daha büyük bir problem var;
kanser hastalarına uygulanan kemoterapi tedavileri. Kanser değil, gereksiz
kemoterapi öldürüyor... Çünkü kemoterapi, 'sitotoksik' yani hücre öldürücü bir
tedavidir.Sadece kanserli hücreleri değil, sağlıklı hücreleri de öldürüyor. Bu yüzden
bağışıklık sisteminizi çökertiyor, kilo kaybına sebep oluyor, yani sizi hasta ediyor.
Kemoterapi alan hastada bağışıklık sistemi diye bir şey kalmıyor, hasta her türlü
hastalığa açık hale geliyor, hatta sık sık zatürre gibi enfeksiyonlara yakalanıyor ve bu
enfeksiyonlar kimi zaman hastanın ölmesine sebep oluyor" diye özetliyordu kemoterapi
sürecini...

Ve ona göre artık kemoterapinin bilimsel anlamda sorgulanmasının vakti geldi de


geçiyordu. Söyleşi boyunca sürdürüyordu iddialarını ve hak vermemek pek elde değildi:

"Diyelim ki size kanser teşhisi konuldu, bu kanser hastası olduğunuz anlamına gelmez.
Hangi hastalığa yakalanırsanız yakalanın birtakım ortak hastalık belirtileri var. Ağrınız
olabilir, ateşiniz olabilir, kilo kaybedebilirsiniz, mideniz bulanabilir, ishal ya da kabız
olabilirsiniz... Düşünün ki sizde hiçbir belirti yok. Ama pankreasınızda bir kitle var. Bu
sizin hasta olduğunuzu mu gösterir? Hayır, siz kanser hastası değilsiniz! Sadece sizin
pankreasınızda bir kitle olduğu teşhisi konulmuş. Henüz bu kitle sizde bir hastalık
yapmamış. İleride tabii ki hastalık yapabilir, ama şu anda bir hastalık gelişmemiş.
Dolayısıyla öncelikle bir şey yapmadan bu kitlenin izlenmesi gerekiyor."

Doğru geliyor kulağa da peki ya bugüne kadar öğrendiklerimiz ve hastalara uygulanan


tedaviler?.. Ben de sormuştum geçen hafta; "Mesela 'Kanserden değil, geç kalmaktan
korkun' deniyor. Bu yüzden de 40 yaş üstü kadınlara her yıl mamografi çektirmeleri
öneriliyor. Bu da mı hata?" Hiç düşünmeden yanıt vermişti Aktaş:

"İşte benim de üzerinde durduğum konu bu. Diyelim ki memenizde bir kitle bulundu.
Peki bu henüz gelişmemiş hastalık için size ne öneriliyor? Bağışıklık sisteminizi
1
mahfedecek kemoterapi!.. Eğer kemoterapi alırsanız, sizde şu yan etkiler gelişecek; kilo
kaybedeceksiniz, saçlarınız dökülecek, ki bu en basit etkisi kemoterapinin, sürekli
mideniz bulanacak, kusacaksınız, bağışıklık sisteminiz baskılanacak ve tüm hastalıklara
açık hale geleceksiniz. Yani sizi hasta eden bir tedaviye başlamış olacaksınız."

Geçen sene iki söyleşi yapmıştım İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Öğretim
Üyesi Dr. Yavuz Dizdar'la... Dizdar çok disiplinli bir eğitim aldığından her konuya
birkaç açıdan yaklaşabiliyor ve farklı sonuçlara varabiliyor. Farmakoloji konusunda
eğitim almış, kanser biyolojisi ve immünolojisi doktorası var ve radyasyon onkolojisi
uzmanı... Ne demek derseniz şöyle diyeyim. Hastalığa tanı koyarken bile tedavisini
öngörüyor, hem de tedavinin yan etkileriyle birlikte ve bunu her hastanın özelinde
yapabiliyor. İşte bu sebeple içim rahattı ona giderken, kemoterapiyi sorgulayan bir
söyleşi yapmıştım, bir de onun görüşünü almak istedim. Taraf olmayacak, ama benim
yaptığım söyleşiyi de sorgulayacaktı! Biraz daha içim rahat ayrıldım yanından...

Ama tekrar etmemde yarar var. Bu söyleşiden de "kemoterapi yaptırmamalı" gibi bir
sonuç çıkmamalı. Dizdar da tıpkı Aktaş gibi kemoterapinin sorgulanmasını vurguluyor,
yoksa bu tedaviye asla tümden karşı çıkmıyor. Başlık aslında yine aynı; "Kanser değil,
gereksiz kemoterapi öldürüyor!" Ve Dizdar da aynı uyarıyı yapıyor, "Kemoterapi insanı
öldürübilir. Her hasta için ayrı bir tedavi vardır. Bu iş, hazırgiyim işi değil, terzilik işi..."

"KEMOTERAPİ ÖLDÜRÜYOR!"

Soru: Amerika'da yapılmış bir araştırmada onkologlara sormuşlar, "Siz kanser


olsanız kemoterapi yaptırır mısınız?" diye... Büyük çoğunluk "Hayır yaptırmam"
diye yanıtlamış. Peki siz yaptırır mısınız? Diyelim ki chek-up yaptırdınız ve
küçük bir kitle bulundu...
Cevap: Hayır, eğer rastlantıyla bir tümör bulunduysa kemoterapi yaptırmam. Çünkü
önce nasıl seyrettiği konusunda bilgi sahibi olmak isterim. İki ay sonra tekrar baktırırım.
Bir ay erken olur derim, genelde kendi hekimlik pratiğimden de yola çıkarak...

Soru: İki ay fikir verir mi tümörün büyüp büyümeyeceği konusunda?


Cevap: Evet...

Soru: 2 santim, 3 santim de olsa kitle onu izlemekten yana mısınız?


Cevap: Hayır. Cerrahi olarak erişilebilir bir yerdeyse, saptadığınız anda çıkarılmasına
karşı değilim. Bizim nosyonumuz da budur. Orada bir şey saptarsanız bunu bir şekilde
çıkartırsınız. Zaten tartışmalı kısım sonrasındaki kısım. Cerrahın hakkını her zaman
teslim ediyorum. Yoksa varsayalım ki karaciğerde bir santimlik bir şey saptandı ve net
olarak bir şey de söylenemiyor. "Bu iyi natürlü bir şey midir kötü natürlü bir şey midir?"
diye... Bunun iki ay sonra ultrasonla büyüyüp büyümediği ya da içinde bir değişiklik
olup olmadığını saptamak hasta açısından bir kayba neden olmuyor.

Soru: Büyüme konusunda bir sinyal veriyor 2 ay izleme, öyle mi?


Cevap: Evet. Ama şunu da söyleyeyim; insanoğlu dış dünyaya çok fazla bağlı. Yani sizin
saçınızın uzama hızı bile mevsimden etkileniyor. Bir şeyin nasıl seyredeceği kısmını o
yüzden olabildiğince kısa sürelerle izlemek daha doğru... Şimdi bir yığın arkadaşımıza
bakıyorsunuz işte memesinde küçücük bir şey bulunuyor. O bir şey çıkartılıyor. Tamam,
koltukaltına bakıyorsunuz bir şey çıkmıyor. Buna rağmen "Sana 4 kür, 6 kür
kemoterapi yapmamız lazım ama memeyi de koruduğumuz için üzerine de radyoterapi
yapmamız lazım" deniyor. Ondan sonra da diyorlar ki sana bir 3 yıl, 5 yıl da hormon
tedavisi vereceğiz. Şimdi bu tedavilerin yan etkilerine baktığımızda tıbbi anlamda hep

2
akut yan etkiler. Yani bulantı, kusma, kilo kaybı, saçların dökülmesi... Bir süre sonra
bunların hepsi yerine geliyor. Ama hastanın bunları yerine koyacak rezervleri iyi değilse,
iyi olsun diye başlanan bir tedavinin sonucu hiç de iyi olmayabiliyor.

"KEMOTERAPİ NE KADAR AZ O KADAR İYİ!"

Soru: Peki, hangi durumlarda kemoterapi şart? Ya da şöyle sorayım, kemoterapi


hangi durumlarda hayat kurtarıyor?
Cevap: Kemoterapi ile çok başarılı olduğumuz hastalıklar var, bunları biliyoruz.
Lenfomalarda çok başarılıyız. Testis tümörlerinde çok başarılıyız mesela. Hakikaten
üstüne çok fazla şey koyuyor. Bir anda olayı sıfıra indirgeyebiliyoruz. Ve hastanın
hastalığını tamamen ortadan kaldırabiliyoruz. Burada sorgulanması gereken kısım hep
koruma mantığıyla olan kemoterapiler. Kalın bağırsağınızda tümör olduğunu
varsayalım, tümörü almışsınız, bakmışsınız lenf düğümlerinde de 20 tane düğümden bir
tanesinde kanser var. Koruma maksadıyla kemoterapi yapalım, tamam... Ama ne kadar?
1 kür tamam, 2 kür tamam. Eğer 6 ay yapalım derseniz, o zaman durum değişiyor. 6
ayın içinde çünkü 8, 12 kür kemoterapiden bahsediyorsunuz. O zaman kemoterapinin
etkileri de bir şekilde kendini göstermeye başlıyor. Çünkü artık hastalık yok ortada,
olmayan bir hastalığın hastalık yapma olasılığını tedavi etmeye çalışıyorsunuz.

Soru: Ve belki de o olasılık değil ama kemoterapi hastalık yapabiliyor üstelik...


Cevap: Evet. Belki de bununla birlikte bir hastalığı da tetikliyorsunuz. Çünkü hastaların
seyrine baktığınızda siz bu tedavileri ısrarla sürdürdüğünüzde bir süre sonra
damarlarında pıhtılaşma sorunu ortaya çıkmaya başlıyor. Bu kural kadar net... Bu sefer
emboli oluşmaya başlıyor. Bu sefer kan sulandırıcı vermek zorunda kalıyorsunuz
hastaya. Hep aslında mantık aynı... Bu yüzden kemoterapinin sorgulanması gerekiyor.

"KEMOTERAPİ SÜRECİNİN SORGULANMASI LAZIM"

Soru: Dr. Ümit Aktaş, "Kanser değil, gereksiz kemoterapi öldürüyor" dedi. Siz ne
diyorsunuz hocam?
Cevap: Doğru. Ben önüme gelen hastaları biliyorum. Gördükleri tedavinin hastalarda ne
gibi değişiklikler yaptığını izliyorum. Hastaların bir kısmının tedaviden fayda gördüğünü,
önemli bir kısmının ise tedavinin uzatılması durumunda en azından ciddi sorunlarla
karşılaşmaya başladığını biliyorum. Çünkü gerçekten de gereksiz yere kemoterapi
yapılabiliyor. Daha geçen hafta bir telefon geldi, hasta 80 yaşında. "Acilen kemoterapiye
başlayalım" diye bir talepte bulunmuşlar.

Soru: Kim bulunmuş?


Cevap: Bir özel hastane. "Nasıl acilen kemoterapi?" diye sordukları zaman, "Yapmak
lazım, eğer yapılmazsa hasta ancak şu kadar yaşar" demişler. 80 yaşındaki bir hastanın
kemoterapiyi kaldırıp kaldıramayacağı meselesi bir soru işaretidir. Bu işin bir yüzü.
İkinci yüzünde şu var; siz kemoterapi yaptığınız zaman, bu kemoterapinin fayda verip
vermediğini neye göre söylüyorsunuz, bu da çok önemli. Çünkü doktorların çoğu,
hastaya baktıkları zaman onun hastalık durumuyla değil, tümör çapının küçülüp
küçülmediği üzerinden bir yoruma gidiyorlar. Fakat esas olan hastanın genel
durumudur. Evet, çoğu hastanın vücudunda tümör bulunmaktadır, ama bu tümörün
geleceğinin ne olup ne olmayacağı konusu herhangi bir şekilde tartışılmamaktadır. Oysa
önemli olan, o insanda hastalık olup olmadığıdır.

Soru: Yani o tümörün varlığının o insanda hastalık yapıp yapmadığıdır... Doğru


mu?

3
Cevap: Kesinlikle. Tamam hastada bir sorun var, bu bir şekilde saptanmış... Mesela
hasta doktora "Benim ayağım ağrıyor" diye başvuruyor. Doktor ondan birtakım tetkikleri
istiyor. Bunların içerisinde performans kriteri de vardır. Çünkü doktor performansla
para kazanıyor. Hastaneden bu performansının karşılığında bir ücret alıyor. O zaman ne
oluyor? "Sen git bir gastroskopi yaptır", "Sen git bir de kolonoskopi yaptır" derken, en
sonunda adamın ayak ağrısıyla hiç ilgisi olmayan bir yerinde bir tümör bulunuyor.
Şimdi bu tümöral oluşumu siz hastalık olarak mı kabul edeceksiniz, yoksa rastlantıyla
yakaladığınız bir şey olarak mı kabul edeceksiniz? Birinci tartışılması gereken konu bu.

Soru: Peki burada ne yapmak, nasıl bir yol izlemek gerekiyor?


Cevap: Birincisi o tümör o insanda bir hastalık yarattı mı, ona bakmak gerekiyor.
İkincisi; biz bu tümöre ne kadar müdahale edebiliriz? Üçüncüsü; madem bu adamın hiç
şikayeti yok, mevcut olan kitle bu zaman süreci içersinde nasıl bir değişiklik gösterecek,
en azından onu iki ay izlemek de gerekebilir. Çünkü her zaman bir şeyin bir şeye
dönüşmeyeceğini de biliyoruz.

Soru: Yani bir kitle bulunduğu gibi zarar vermeden de kalabilir yıllarca, öyle mi?
Cevap: Tabii... O kadar çok hasta var ki bu şekilde karşılaştığım. Çünkü diğer
meslektaşlarımız, medikal onkologlar ya da cerrahlar hastanın yaşı ve başka hastalıkları
olması nedeniyle bir şey yapılamaz dedikleri için ya da hasta ben vücuduma bıçak
değdirmem deyip cerrahi müdahaleyi ve sonrasında yapılacak olan kemoterapiyi
reddetmesi nedeniyle bir girişimde bulunulmuyor ve hasta yaşıyor.

"KEMOTERAPİ BİR ZEHİR TEDAVİSİDİR"

Soru: Peki diyelim ki bu hasta kemoterapiyi reddetmedi...


Cevap: Bir kere şunu baştan söyleyelim; kemoterapi bir zehir tedavisidir. Birtakım
bitkiler içinden elde edilmiş, daha yakın geçmişte kimyasal silah olarak da kullanılmış
olan bir ilaçtan bahsediyoruz... Siz böyle tehlikeli bir ilacı, dozunu ayarlayıp kanserle
tedavi stratejisinin bir parçası olarak kullanıyorsunuz. Dolayısıyla zaten en başından
masum bir şeyden bahsetmiyoruz! Siz zehiri doz edilmiş halde veriyorsunuz. Yani bu
olmayanı yerine koyma tedavisi gibi bir şey değil. Mesela sizde D vitamini eksikliği
vardır, D vitamini verirsiniz, vücudun eksiğini yerine koyarsınız. Bu öyle bir tedavi değil.
Dozu iyi ayarlamak gerekiyor. Çünkü aksi halde adam geliyor, bir hastalık tanımlanmış,
ama hasta değil, bir sıkıntısı yok. Bakıyorsunuz yaşı da genç. 50 küsur yaşında. Genel
fiziksel durum olarak da gayet iyi. Daha birinci kemoterapiyi aldığında darmadağın
oluyor, yoğun bakıma düşecek kadar. Bu durumda iki şeyi sorgulayabilirsiniz. Bir, ya
verdiğiniz ilacın siz etkisini bilmiyorsunuz, yani bunun olmaması lazım ya da getirilmiş
olan ilaç bir muadil, ucuz bir yerden bulunmuş ve saf değil. Bununla birkaç kez
karşılaştım.

Soru: Kemoterapi ilacı nasıl saf olmaz?


Cevap: Kadın gelmiş, meme kanseri için tedavi görüyor. İlk üç kemoterapi hiçbir
sıkıntısı yok kadının. Dördüncü kemoterapide dağılıyor. Ne oldu diyoruz, ne değişti?
Bakıyorsunuz, o kemoterapi şemasının içindeki ilaçlardan birinin orijinali bulunamamış,
uzak diyarlardan getirilmiş bir muadil ilaç kullanılmış. O zaman işin adını başka yere
çekmeniz gerekiyor. Demek ki diyorsunuz bu ilacın içinde saf olmayan, birtakım karışık
kuruşuk başka şeyler de var. Çünkü ilacı pahalılaştıran şey, saflaştırma işlemidir. Bu
işin bir tarafı... İkinci tarafı da şu; siz bu ilaçları uyguladığınız zaman vücudun rezerv
savunma mekanizmasının bir kısmını tüketmeye başlıyorsunuz. Ama bir şey daha var;
bu gereksiz kemoterapi öldürür lafının arkasındaki aslında vurgu şuraya gitmektedir.
Doktorların sınırsız kemoterapi yapmaya çalışmaları... 5 yıl boyunca sürekli kemoterapi

4
görmüş, en sonunda dişleri dökülmüş insanlar görüyorum.

Bir şekilde bize geliyorlar, bilgi almaya çalışıyorlar, biz de yardımcı olmaya çalışıyoruz.
Ama siz bir insanda varsayalım ki tesadüfen 2 santimlik bir tümör buluyorsunuz, biz bu
2 santimlik tümörü yok edeceğiz. Hasta bakıyorsunuz, normalde herhangi bir şikayeti
yok, ama bir tarafında doğrulattığınız bir tümör var. Kemoterapiyi yapıyorsunuz bir şey
olmuyor. İkincisini, üçüncüsünü de yapıyorsunuz... Yine tümör öylece duruyor. Ama
kemoterapiye devam ediyorsunuz. Çünkü siz bu tümörün büyüyeceğini
varsayıyorsunuz. Bu bilimle hiçbir şekilde örtüşmeyen bir şey... Nasıl varsayabiliyorsun?
Varsayım üzerinden tıp olmaz ki!

Soru: Orada bırakılırsa belki de vücut onunla mücadele edecek ve tümör hastalık
yapmayacak denilebilir mi o zaman?
Cevap: Tabii ki... Hastanın bir şikayeti yok. Belki vücuda bu şansı tanırsanız hasta
bundan kendi şartları içinde de bir şekilde mücadele edebilir. Siz bir şekilde bunu
yakalamışsınız, bulmuşsunuz. Bir hastalık formuna dönüşeceğini düşünerek hastaya o
2 santimi ortadan kaldırabilmek amacıyla sürekli toksik birtakım maddeler
veriyorsunuz. Bu toksik maddeler her seferinde hastanın vücudundan birtakım şeyler
alıyor. Bugün modern tıp diye baktığımız alanın, hastalara beslenmeleri konusunda
hiçbir şey söyleyemediklerini görüyoruz. Hep sürekli söyledikleri dengeli beslenin,
vitamin, mineral, Omega 3 alın. Bu kadar. Başka hiçbir şey söyleyemiyor. Onu da kutu
mama satarak karşılamaya çalışıyorlar.

Soru: Kutu mama?


Cevap: Beslenmesi için kemoterapi gören hastaya mama satıyor. Çünkü ihtiyacı var,
normal gıdayı yutamıyor, çiğneyemiyor. Tamam, mamayı verelim ama bu hastanın bir
kere normal beslenmesi lazım. Hadi bu da olabilir, bunu da anlayabiliyorum ben. Ama
en azından şunu bilmemiz gerekiyor: Verilen her bir tedaviyle hastanın vücudundan
eksilen kısım her neyse bunun sağlıklı biçimde yerine konması gerekiyor. Siz bunu
yerine koymadığınız takdirde mevcut olanı da zaten zaman içinde yavaş yavaş yemeye
başlıyorsunuz...

Soru: Bir örnek verebilir misiniz?


Cevap: 4 kür kemoterapi yapmışsınız. Tümörün çapında hiçbir değişiklik olmamış, siz
bunu ısrarla 8'e, 12'ye çıkartmaya çalışıyorsunuz. 80 yaşında bir adamcağız geldi
karşıma. Boynunda kocaman bir tümör, lenfoma var. 12 kür kemoterapi yapılmış, hiçbir
değişiklik olmamış. Lenfome dediğiniz şeyin 2 kür kemoterapiyle silinmesi gerekirdi.
Eğer bu iki küre yanıt vermediyse 8 küre, 12 küre de yanıt vermez. Ama hala ısrarla
kemoterapi deniliyor. Sonra ne oluyor? Siz sınırsız kemoterapiyle hastanın savunma
sistemini, onun hayatta kalmasını sağlayan rezervlerini ortadan kaldırıyorsunuz.
Sordum "Niye 12 kür yapıldı?" diye... " Kemoterapiyi koruyucu anlamda yapıyoruz"
demişler. Tamam, da nereye kadar koruyoruz bir, neyle koruyoruz iki? Toksik bir şey
vererek, zehirleyerek korumaya çalışıyoruz. Peki, bugün için kemoterapi protokolünün
hastaların yaşam süresini anlamlı arttırdığına dair, hele metastatik hastalarda çok ciddi
bir veri var mı elimizde, hayır yok. Öyleyse niye ısrarla, sınırsız kemoterapi?

Soru: Dünkü konuşmamızda "Sınırsız kemoterapiyle hastanın hayatta kalmasını


sağlayan rezervlerini ortadan kaldırıyorsunuz" demiştiniz. Yani bağışıklık
sistemi mi çöküyor hastanın?
Cevap: Sadece bağışıklık değil tabii... Sizin hastaya verdiğiniz herhangi bir ilacın, toksik,
yani zehirli etkisinin karaciğerde yok edilmesi için birtakım mekanizmalar çalışıyor. Bu
mekanizmalar neyle çalışıyor? Hammadde girdisiyle... İşte sorun burada çıkıyor. Bu

5
mekanizmalar ancak gerçek gıdayla beslenildiğinde doğru çalışıyor. Sahte gıdayla
beslenmeye çalışırsanız çöküyor. Dolayısıyla sizin elinizdeki insanlar artık bundan 20 yıl
kadar önceki dayanıklı insanlar değil.

Soru: 20 yıl önce insanlar kemoterapiye daha mı dirençliydiler?


Cevap: Öyle bir varsayımı söylemeniz mümkün. ABD her açıdan bizden 50 yıl önden
gitmiştir. Hastalıklar açısından da... Biz bu önde gidişte ne görüyoruz? Öncelikle
gıdaların endüstrileşmesini ve buna bağlı olarak da hastalıkların artışını görüyoruz.
Türkiye'de de son 15 yıl içinde bir gıda değişikliği oldu. "Bu, toplumda kanser
vakalarının ve pek çok hastalığın artışına sebep olsa da, ne mutlu ki Amerika'yı
yakalayamadı" diyor meslektaşlarımız. Evet, biz hâlâ Amerika'ya göre daha iyi bir
durumdayız ama eğer aynı yolu izlemeye devam edersek Türkiye'deki insanların
bünyesinin de bu şekilde değişeceğini biliyoruz. Mesela bizim margarinle tanışmamız
1950'lerdir, Amerika 1910'da tanışıyor... Biz kutu sütle 20 yıl önce tanışmışız, Amerika
1950'de... Bugün New York'a gidin, "Süt nasıl bozuluyor?" diye sorun, bunu kimse
hatırlamayacaktır. Onlar, "Süt bir ay dayanmaz" lafına da herhangi bir yanıt
veremeyeceklerdir. Çünkü zaten bunun normalinin artık ne olduğunu bilmemekteler. O
yüzden kutunun üzerine tarih yazarsınız, endüstri döngüsünü sürdürmek için tabii ki...
Çünkü aslında bu sütün o tarihte de bozulmayacağını, dört ay, altı ay daha
dayanacağını biliyoruz...

Soru: 14 yıl bozulmayan bir hamburgerden bahsediyoruz bugün...


Cevap: Evet. Çünkü bazı işlemleri yaparsanız o hamburger bozulmaz. İlginç geliyor
insanlara ama biraz kurur sadece. Evde iki yıldır kek saklıyorum, hiçbir şey olmadığını
biliyorum. Bir miktar kuruyor, herhangi bir küflenme söz konusu değil.

KANSER HASTALARI NASIL BESLENMELİ?

Soru: Kanser hastaları nasıl beslenmeli?


Cevap: Hastanın yediklerinin gerçek, oynanmamış gıdalar olması gerekiyor. Mama bir
yere kadar katkıda bulunabilir. Ama ana beslenme unsuru oluşturamıyor. Çünkü
baktığınız zaman mamanın içinde de süt proteini var. Bunun yerine gerçek süt
bulacaksınız, bundan yoğurt yapacak, onu tüketeceksiniz. Ama burada benim özellikle
vurgulamak istediğim şey şu; hastaların kollajen tüketmeleri gerekiyor. Yani jöle... Bu,
kemik suyunda var, paçada ve gerçek tavuğun suyunda var. Ama kollajenin açığa
çıkması için tavuğun, paçanın uzun süreli pişirilmesi gerekiyor.

Soru: Neden kollajen tüketmeli peki?


Cevap: Çünkü kemoterapide verilen ilaçların vücudun kollajen sentezini bozma gibi
bir etkisi var. O zaman vücut bir şekilde çözülmeye başlıyor. Bu uzun vadede olan bir
şey... Eğer vücut bu kollajeni yerine koyabilirse, o zaman hastanın hem tedaviyi
kaldırması hem de ileride sağlığına kavuşması daha kolay oluyor. Çocukların da paça
yemesinde büyük fayda var. Çünkü büyüme aşamasındalar...

Soru: Paçadan başka ne öneriyorsunuz?


Cevap: Vücudun savunma mekanizmasını oluşturan "glutatyon" dediğimiz molekül
özellikle gerçek süt ve yoğurtta var. Kemoterapinin zararlı etkilerinin ortadan
kaldırılması bu molekülle oluyor. Bu yüzden bol bol gerçek yoğurt tüketmekte fayda var.
Ama gerçek gıdalarla değil de sahtelerle beslenirsek aynı etki olmuyor.

Soru: Bağışıklık sistemimizi güçlendirmek için öncelikle ne yemeliyiz peki?


Cevap: Gerçek süt ve gerçek yoğurt. Bunlar tam gıdalar ve faydaları artık bilimsel olarak

6
da ortaya kondu. Biliyorsunuz anne sütüyle beslenen çocuklar hastalıklara çok daha az
yakalanıyor. Çünkü anne sütü tam ve canlı bir süt...

Soru: Canlı sütten kasıt nedir?


Cevap: Günlük, oynanmamış, doğal... Sütün bu canlı halinin çok önemli bir özelliği var;
vücuda giren yabancı, kanser yapıcı maddeleri tutup, bağlama ve vücutta emilmesini
engelleme özelliği... Zehirlenmelerde yoğurt yedirtilmesinin mantığı da bu. Çünkü mesela
gördük ki anne sütüne de tarım ilacı bulaşıyor, bu anne sütünü emen bebekte bir sıkıntı
çıkmıyor. Demek ki sütün bu tutma özelliğine bağlı olarak çıkmıyor. Ama bunun için
sütün özellikle homojenizasyon ve UHT işleminden geçirilmemesi gerekiyor. Aynı şey
yoğurt için de geçerli.

7
8
9
10
11
12
13
14

You might also like