Professional Documents
Culture Documents
Unite4
Unite4
VE TOPLUMSAL SINIFLAR
4
yapabileceksiniz.
Sanayileşme, Kapitalizm ve Toplumsal Sınıflar
John Goldthorpe’un
Sınıfsal Ayrımlar Statü Grupları
Sınıf Şeması
Pierre Bourdieu’nün
Yaşam Olanakları
Sermaye Kuramı
GİRİŞ
Toplumsal tabakalaşma ve eşitsizlikler konusu, sosyolojinin başından beri en
temel konularından biridir. Sosyologlar toplumsal yaşamdaki değişimleri,
etkileşimleri, eylemleri ve yaşam biçimlerini anlamaya ve açıklamaya çalışırken
esasen bu eşitsizlikleri doğuran nedenleri ve eşitsizliklerin kaynağındaki
sosyoekonomik koşulları da betimlemeye çalışırlar. Bu çerçevede pek çok
sosyolog, sosyal yaşamdaki sorunların büyük bir bölümünün aslında, toplumsal
eşitsizlikler ile bu eşitsizliklerden kaynaklanan sınıfsal ayrım ve çatışmalardan
doğduğunu kabul etmektedir. Toplumsal yaşamda insanlar neden eşit koşullarda
yaşamazlar? Yoksul-zengin ya da sömüren-sömürülen ayrımını belirleyen ölçütler
nelerdir? Eşitsizliklerin kaynağında yalnızca ekonomik sermaye mi bulunmaktadır,
yoksa başka unsurlar da var mıdır? Daha önemlisi, toplumsal yaşamdaki pek çok
sorunun kaynağı olmasına rağmen, eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasına yönelik
neden üzerinde uzlaşılmış geçerli çözümler bulunamamaktadır? Sorular elbette
çoğaltılabilir. Ancak bu türden soruların yeni olmadığı ve tarihsel süreçte farklı
şekillerde cevaplanmaya çalışıldığı belirtilmelidir.
Eşitsizlik konusu, hızlı değişimlerin yaşandığı günümüzde, geçmişle
kıyaslandığında daha önemli bir konu olarak görülmektedir. Bunun nedeni, çağdaş
toplumda eşitsizlik biçimlerinin çeşitlenmesi ve eşitsizliklerden doğan toplumsal
sorunların daha karmaşık hâle gelmesidir. Kapitalizmin gelişimi ve sanayileşmenin
hız kazanmasıyla birlikte, geleneksel toplum biçimleri de değişmiş, tarıma dayalı
Sosyal yaşamdaki feodal toplum düzeninden, sanayileşme ve kâr odaklı fabrika üretimine dayalı
sorunların büyük bir kapitalist toplum örgütlenmesine geçiş yaşanmıştır. Geçmişte Orta Çağ
bölümü aslında,
Avrupa’sında olduğu gibi, mülk sahipleri, soylu doğmak üzerine temellenen bir
toplumsal eşitsizlikler
ile bu eşitsizliklerden aristokrasiyle var olarak yerel bir tabakalaşma düzeni oluştururken mülk sahibi
kaynaklanan sınıfsal olmayanlar soylulara toprak sahipliği üzerinden bağlı geniş bir alt sınıfı kategorize
ayrım ve çatışmalardan ediyordu. Hindistan’daki kast sisteminde görüldüğü şekliyle, kimi yerlerde ise
doğar. dinsel inançlarla temellenen bir tabakalaşma sistemi vardı. Oysa kapitalist toplum
örgütlenmesinde eşitsizlikler, eskiden olduğu gibi, soya ya da toprak sahipliğine
dayalı olmaktan çıkmış, kapitalizmin kendi unsurlarıyla ilişkili yeni nitelikler
kazanmıştır. Bu süreçte sınıf tanımı ve sınıfsal ayrımlar, kapitalizmi tanımlayıcı en
temel eşitsizlik biçimi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu ünitede kapitalizmin gelişimi ve sanayileşmenin hız kazanmasıyla birlikte
değişen eşitsizlikler, özellikle de toplumsal sınıflar konusu üzerinde durulacaktır. Bu
çerçevede kapitalist üretim biçiminin neden olduğu değişimler bağlamında
toplumsal eşitsizliklerin nasıl yeni biçimler aldığı sorusu, öncelikle Karl Marx’ın
analizleri ekseninde ele alınacak, daha sonra ise, Marx’a alternatif söylemler
üretme çabasında olan Max Weber’in sınıf kuramına yer verilecektir. Sonraki
bölümlerde ise, Karl Marx ve Max Weber tarafından geliştirilen kuramların
günümüzdeki değişimlerle ilişkili yeni açılımları olan bazı sınıf analizleri üzerinde
durulacaktır. Konuyu işlerken kavramlar arasındaki bağlantıları görmeye ve konu
bütünlüğünü yakalamaya özen gösteriniz.
daha önce olduğundan çok daha fazla mal üretiyordu. Marx’ı daha da şaşırtan, bu
yeni teknoloji sayesinde üretilen zenginliğin sadece az sayıda insanın eline
geçmesiydi. Londra şehrinin etrafında yürüdükçe, birkaç aristokrat ve sanayicinin,
uşakların çalıştığı, hem lüks hem de imtiyaz içerisindeki görkemli malikânelerde
yaşadığını fark etti. Aynı zamanda, birçok insan düşük ücretlerle uzun saatler
çalışıyor ve banliyölerde yaşıyordu. Hatta bazıları, soğuk ya da yetersiz beslenme
nedeniyle yakalandıkları hastalıklar yüzünden genç yaşta hayatlarını yitirdikleri
sokaklarda yaşıyordu [1].
Marx’a göre insanlar arasında belirgin bir biçimde gözlemlenen bu
eşitsizliklerin kaynağında kapitalizm vardı. Kapitalizm özel mülkiyeti ve sermaye
Marx, kapitalizmi, sahipliğine dayalı gücü meşrulaştırarak sınıfsal ayrımları daha da netleştirmiş ve
insanların çoğunun acımasız bir düzen inşa etmişti. Marx bu yönleriyle kapitalizmi, insanların çoğunun
yaratıcı etkinliklerinin yaratıcı etkinliklerinin fiilen bir kenara itildiği bir çağ olarak görmüştür [4].
fiilen bir kenara itildiği Kapitalizmde, insanların çoğu, arzu ettiği mallara sahip olabileceği miktarda para
bir çağ olarak görür. kazanmayı isteyecek duruma düşürülmektedir. Yani kapitalizmde insani potan-
siyellerin açığa çıkarılmasından ziyade, asıl amaç mülkiyet hâline gelmiştir.
Marx, kapitalizmi izah etmek için, iki temel unsurundan hareket etmektedir.
İlki: Para, makineler ve hatta fabrikaları içeren kapital ya da sermayedir. Sermaye
gelecekte servet elde etmek için yatırıma dönüştürülebilen ya da kullanılabilen her
türden mal varlığıdır. İkincisi ise, ücretli emektir. Ücretli emek, üretim araçlarına
sahip olmayan ve ücretli iş bulması gereken işçilerin ortak sermayesidir. Çoğunluk
işçi sınıfını ya da proletaryadan oluşurken egemen sınıfı biçimlendiren sahip
olduğu sermayesidir. Sanayileşme yaygınlaştıkça, eskiden kendilerini toprakta
çalışarak geçindiren çok sayıda köylü büyüyen kentlere göç etmiş ve kentsel temele
dayanan bir sanayi işçileri sınıfının oluşmasına neden olmuştur.
Marx'a göre kapitalizm özünde, sınıf ilişkilerinin çatışma ile nitelendiği bir
sınıf düzenidir. Dolayısıyla toplumdaki çelişkilerin ve kaosun temel nedeni, Sanayi
Devrimi sonrası büyük bir ivme kazanan kapitalizmdir. Sermaye sahipleri ve işçiler
karşılıklı olarak birbirine bağımlıdır, ancak, ilişkiler sömürü ve istismara dayandığı
için, kapitalizmde sınıf çatışması daha şiddetli hâle gelecektir. Marx, zamanla diğer
tüm sınıfların küçüleceğini, geriye yalnızca çıkarları doğrudan çatışan iki ana sınıfın
kalacağını iddia etmiştir. Bu çerçevede sınıf savaşımları Marx’ın teorisinde önemli
bir yer tutmaktadır. Sınıf betimlemesi, onun kapitalizmi ya da önceki üretim
biçimlerini açıklamakta kullandığı temel ölçüttür. Köleci ve feodal toplumda sınıf
savaşımları olanca karmaşıklığıyla kendini göstermektedir. Ancak, feodal toplumun
yıkıntıları arasından uç vermiş olan modern burjuva toplumu da, sınıf karşıtlıklarını
ortadan kaldırmamıştır. Yeni sınıflar, yeni baskı koşulları, eskilerin yerine yeni
savaşım biçimleri getirmiştir [4].
Marx’a göre yeni sınıfların yeni baskı koşullarını getirdiği kapitalizm ancak
tarihsel materyalist bir anlayışla çözümlenebilir. Zira tarihsel materyalizmin ana
iddiası, şimdiye kadar ki bütün toplumların tarihinin sınıf mücadelesi tarihi olduğu
üzerinedir.
biçimi, belirli bir yaşam tarzını temsil eder. Bireylerin yaşamlarını ortaya koyuş
biçimi, onların ne olduklarını çok kesin olarak yansıtır. Şu hâlde, onların ne
oldukları, üretimleriyle, ne ürettikleriyle olduğu kadar, nasıl ürettikleriyle de
Marx’a göre, Marx'a göre, sınıf: Üretim araçlarıyla ortak bir ilişki içinde konumlanan insan
sınıflar arasındaki gruplarıdır. Söz konusu ilişkiyi belirleyen üretim araçlarına sahip olma ya da
çatışmalar, tarihsel olamama durumudur. İnsanlar, toplum içinde yaşam tarzlarını belirleyen üretimin
gelişimi güdülemektedir maddi güçlerinin mülkiyetine sahip olup olmamaları bakımından ayrımlanırlar. Bu,
ve bu çatışmalar,
önceki üretim tarzlarında olduğu gibi, kapitalist üretim tarzının da belirli bir sınıf
“tarihin motoru”
durumundadır. sistemini biçimlendirmesine yol açar. Kapitalist sistemde toplum, üretim
araçlarının sahibi olan kapitalist (burjuvazi) ve hayatta kalmak için emeğini satmak
zorunda kalan işçi (proletarya) olarak bölünür.
Burjuvazi, yalın bir şekilde sömürücü olsa bile, modern toplumun devasa
ekonomik ve mimari başarısını yaratan dönüştürücü ve enerjik güçtür. Bunun
yanında proletarya, burjuvazi sınıfı ve devleti tarafından bir ordu gibi organize
edilmiş bir kitle sınıfı konumundadır. Burjuvazi, maddi üretim güçlerini elinde
bulunduran, dolayısıyla sosyal üretim ilişkilerini denetimi altında tutan sosyal
sınıftır. Proletarya ise, herhangi bir sermayesi ya da toprak randı olmayan, sadece
tek yanlı ve soyut bir emekle yaşayan işçidir. Politik ekonomi onu makineleşme ve
bürokratik denetim aracılığıyla bir nesneye, dışsal bir şeye dönüştürmektedir.
Proletarya burjuva sınıfının egemenliği altında yabancılaştırılmış ve
köleleştirilmiştir. Proletaryanın kurtuluşu, burjuva sınıfıyla girdiği bilinçli
mücadeleden başarılı bir biçimde çıkmasıyla mümkündür (Tablo 4.1). Burjuvazi ile
proletarya arasındaki bu çatışma, Marx’ın sınıf teorisi için bir anahtardır. Çünkü
Marx’a göre sınıflar arasındaki çatışmalar, tarihsel gelişimi güdülemektedir ve bu
Marx'a göre sınıflar arasındaki ilişki bir sömürü ilişkisidir. Çünkü iki sınıf, yani
burjuvazi ve işçiler karşıt çıkarlara sahiptir, zira burjuvazi kendi varoluş koşullarını
sadece üretim araçlarını tüketilebilecek şeyleri yaratan kişilerin ellerinden aldığı
takdirde karşılayabilir [5]. Bu nedenle Marx, sınıf savaşının kapitalizmde kaçınılmaz
olduğunu ileri sürmüştür. Kapitalizmin mantığı, kâr elde etmek için işçileri
sömürmektir, ama işçilerin sömürülmesi, sonunda onların sisteme meydan
okumalarına yol açacaktır. Böylece işçi sınıfı devrimci bir sınıf hâline gelecek, bu da
önce “sosyalist rejimin” ve sonra da toplumun herkesten yeteneğine göre, herkese
ihtiyaçları oranında ilkesiyle işlediği “komünist toplumun” habercisi olacaktır.
Marx’a göre, Marx açısından kapitalizmde işçi sınıfı sadece sömürünün kurbanı olarak
işçi sınıfı, kapitalizmin değil, aynı zamanda tarihsel değişimin bir aracı olarak da yorumlanır. İşçi sınıfının
nasıl işlediği ve onun bir misyonu vardır. Bu misyon kapitalizmden sosyalizme doğru ilerlemenin imkânı
kendilerini nasıl ile ilgili soruya cevap teşkil eder. Marx’a göre, geçiş sadece endüstriyel işçi sınıfının
etkilediği konusunda kendi sınıflarının konumu yüzünden sahip oldukları statüyü daha iyi anlamalarını
doğru bir anlayış (sınıf
ve mazlum durumlarının çaresini bulmak için sadece kolektif harekete
bilinci) geliştirmekle
yükümlüdür. başvurabileceklerini fark etmelerini sağlayan sınıf bilincini elde etmesiyle
mümkündür. Sınıf bilinci, özellikle sömürünün kurbanı olan işçi sınıfının kendi
sınıfsal konumunu kavrayarak yanlış bilinçten uzaklaşması ve doğru bir konuma
gelmesiyle ilişkilidir. İşçi sınıfı, kapitalizmin nasıl işlediği ve onun kendilerini nasıl
etkilediği konusunda doğru bir anlayış (sınıf bilinci) geliştirmekle yükümlüdür.
Bireysel Etkinlik
hizmetleri satın alma ve onlara sahip olma süreci bir grup perspektifinden ziyade
bireysel bir perspektif tarafından karakterize edildiği ölçüde sınıf yönelimlidir [9].
Weber’e göre sınıf, aynı sınıfsal statü veya durum içinde bulunan insan
grubudur. Weber açısından sınıftan söz edebilmek için [11];
• Bir grup insanın yaşam olanaklarının belli bir nedensel ögesi ortak
olmalıdır.
• Bu ögeyi, mal sahibi olmak ve gelir sağlamak gibi salt ekonomik çıkarlar
temsil etmemelidir.
yapıya ilişkin bazı temel tespitler hâlâ geçerli olsa da, günümüz toplumlarında
gözlemlenen hızlı değişimler ve yeni oluşumlar toplumsal eşitsizliklere dair yeni
kuramlar geliştirilmesinin önünü açmıştır. Sınıfla ilgili pek çok kuram olmasına
karşın biz burada öne çıkan bazı yeni kuramlara değinmekle yetineceğiz.
temel sınıf arasında, yine de konumu belirsiz olan gruplar da vardır. Wright, bu
insanları sınıfsal konumlarıyla çelişkili olarak adlandırır [3].
Wright üç çelişik konum grubu saptar. Yöneticiler ve denetçiler işçi sınıfı ile
kapitalist sınıf arasında çelişik bir konum işgal eder. Onlar da işçiler gibi
yatırımların ve kaynakların tahsisinde söz sahibi değildir; ancak kapitalistler gibi
fiziksel üretim araçları ve diğer işçilerin emeği üzerinde denetim sahibidir. Yarı
özerk çalışanlar işçi sınıf ile küçük burjuvazi arasında çelişik bir konum işgal eder.
İşçi sınıfı gibi sermaye yatırımı ve diğerlerinin emeği üzerindeki denetimden
mahrumdurlar; ancak küçük burjuvazi gibi emek süreci içinde kendi dolaysız
üretim araçları üzerinde söz sahibidirler. Küçük işverenler ise küçük burjuvazi ve
kapitalist sınıf arasında çelişik bir konum işgal eder. Bir asgari emek gücü miktarını
istihdam edip denetlerler, fakat bu büyük sermaye birikimleri için yeterli değildir.
Bu sınıfların her biri iki sınıfın karakteristiklerini taşırlar, dolayısıyla nesnel açıdan,
iki karşıt sınıf konumu arasındaki yırtık olarak görülürler.
Wright'a göre nüfusun büyük bölümü üretim araçlarını
denetleyemediğinden kendi emeğini satmaya zorlanan kişilerin kategorileri
tarafından bölümlenir. Bu, nüfus kendi içinde elleriyle çalışan geleneksel işçi
sınıfından beyaz yakalılara kadar değişen bir çeşitlilik gösterir. Bu geniş nüfus
içindeki sınıf konumlarını ayırt etmek amacıyla Wright iki etkeni göz önüne
almıştır: otoriteyle ilişki ve yetenek veya uzmanlıklara sahip olma.
Wright, sınıfın sömürü ve tahakküm ilişkilerinin karmaşık bir birliğinden
Wright, sınıfın sömürü
ziyade bir sömürü ilişkisi olarak kavramsallaştırılması gerektiğini öne sürer.
ve tahakküm
ilişkilerinin karmaşık bir Sömürü üretim araçlarındaki mülkiyet haklarının eşitsiz dağılımının bir ürünüdür.
birliğinden ziyade bir Üretim noktasındaki tahakküm ve tabilik ilişkileri bu sömürüyü geliştirebilir ya da
sömürü ilişkisi olarak güçlendirebilir. Herhangi bir toplumda çeşitli sömürü formlarını ayırt etmek
kavramsallaştırılması olanaklıdır. Kapitalist toplumdaki sömürünün baskın formu maddi üretim
gerektiğini öne sürer. araçlarının özel mülkiyetine dayanan formdur; fakat başka üretici değerlerin eşitsiz
dağılımından kaynaklanan ikincil sömürü formları da mevcuttur. Söz konusu
değerlerden biri yetenektir. İkincisi ise, örgüt değerleridir, yani, iş gücü
koordinasyonunun koşulları üzerindeki denetimdir. Bu çerçeve içerisinde, ücretli
ara konumlar bu değerlerden birine ya da diğerine (ya da ikisine birden) sahip
olmalarıyla işçi sınıfından ayrılırlar. Wright, yetenek ve örgütsel değerlerdeki bu
farklılıkların, onların –kendileri de kapitalistlerce sömürülüyor olsalar bile- diğer
işçilerin emeğini sömürmesine imkân verdiğini iddia eder [14].
Wright’ın “çelişik sınıf konumları” nosyonu, ücretli ara konumların sınıfsal
durumunu kavramsallaştırmak için genel bir strateji olarak çekicidir. Hem bu sınıf
konumlarının belirsizliğini hem de onların diğer sınıflarla olan ilişkisinin
karmaşıklığını yakalar. Bununla birlikte Wright’ın bu çelişik konumları
tanımlamada kullandığı tekil ölçütler eleştiriye açıktır. Her ne kadar Marksist
terimlerle sunulmuş olsa da Wright’ın modeli, Marksist sınıf ilişkileri kavrayışına
olduğu kadar Weberci mesleki tabakalaşma kavrayışına da uyar.
sınıf olarak tanımlar. Ayrıca, toplumsal sınıf fikrini, “sosyal dünyanın meşru
temsilini tekeline almak” için yürütülen simgesel ve toplumsal sınıflandırma
mücadelesiyle ilişkilendirir.
Toplum analizinde ekonomik alt yapıdaki üretim ilişkileri ve sınıf kavramını
kullanan Marksizmin aksine Bourdieu, alan kavramını kullanır. Alan çeşitli sermaye
türlerine sahip toplumsal konumların olduğu ve bireylerin sahip olmak için
peşlerinde koştukları bir mücadele mahali olarak tasvir edilir. Diğer bir deyişle
Bourdieu’nün tahakküm analizlerinde kullandığı yöntem, “alan” kuramıdır. Buna
göre, yapılandırılmış konumlardan oluşan bir toplumsal alan (siyaset alanı, eğitim
alanı, kültür alanı, edebiyat alanı veya daha lokal olarak konut sektörü alanı,
akademisyenler alanı gibi), farklı konumlanmalar arasındaki mücadeleye sahne
Bourdieu, benzer
olur [20]. Her birey, farklı hacim ve türde sermayeyle alanda bir konum sahibidir ve
toplumsal hayat
koşullarına ve bunlara bireylerin alan içindeki hareketleri, sahip oldukları sermaye türlerini (ekonomik,
tekabül eden yatkınlık kültürel, sosyal ve simgesel) habitus’ları, yani yatkınlıkları uyarınca yeri geldiğinde
kümelerine sahip her kullanabilmelerine bağlıdır. Her alanın kendine has bir çıkarı, işleyiş tarzı ve
türlü birey grubunu gerektirdiği habitus’u (yatkınlık sistemi) vardır. Yine, her alanın hükmedenleri ve
toplumsal sınıf olarak hükmedilenleri vardır. Bir alanın yapısı, onu oluşturan sermaye sahibi aktörlerin
tanımlar. konumları arasındaki güç ilişkilerince belirlenmektedir. Alanın içindeki aktörlerin
ne yapıp ne yapamayacağını, o alan içindeki nesnel ilişki yapısı sınırlamaktadır.
Kısaca bir alan, faillerin farklı sermaye türlerini alana özgü bir çıkar uğruna yeniden
üreterek, hâkim konuma ulaşmak için verdiği mücadelenin alanıdır.
Bourdieu için sermaye, toplumsal faillerin belirli alanlara katılımını ve
rekabetten doğan özel birikimler sağlamasını mümkün kılabilen bir toplumsal
alanda etkili bir kaynaktır. Bourdieu, alan içerisindeki aktörlerin hâkimiyet çabası
elde etmeye çalıştıkları sermaye tipleri olduğunu ifade eder. Sermaye bu noktada
dört ayrı alan üzerinden belirir. Bunlar ekonomik, sosyal, sembolik ve kültürel
sermayelerdir.
Ekonomik sermaye, salt ekonomik kaynakların elde bulundurulması
anlamına gelir. Marx’tan alınan bu sermaye türü gelir ve mülkiyet sahipliğini ifade
etmekle birlikte, aynı zamanda ekonomik olanın diğer pratiklerle ilişkisi bağlamın-
da anlaşılması üzerine kuruludur. Yani Bourdieu’de ekonomik olan, ekonomik ol-
mayandan bağımsız ve kopuk bir sermaye türü değildir. Bourdieu’nün ekonomik
sermaye kavramı, bireyin sahip olduğu gelir-mal-mülk ilişkisini tanımlarken
Marks’ın sermaye sınıfı ekonomik açıdan üretim araçlarını elinde bulunduranları
ifade etmektedir. Dolayısıyla Marx’taki sermaye sınıfının sınırları ve ölçütü
kesindir. Üst sınıfa tekabül eden bir burjuva sınıfı betimlemesidir. Bourdieu’da ise
sınıfı açıklamak için ekonomik sermaye yalnız başına yeterli değildir. Diğer üç
sermaye türü olan sosyal, kültürel, simgesel sermayelere de bakmak gerekir.
Sosyal sermaye ise bir eyleyicinin içinde bulunduğu alanda sahip olduğu
ilişkiler ağına gönderme yapar. “Eyleyicinin diğerleriyle olan bağlantıları, grup
üyelikleri, bu ilişkilerin getirdiği eyleyicinin üstündeki veya ona yönelik
yükümlülükler, ayrıcalıklar ve itimat” gibi olgular bu sermayenin içeriğini oluşturur.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Aşağıdakilerden hangisi kapitalizmi tanımlayıcı unsurlardan biri değildir?
a) Ev içi üretim
b) Sanayileşme
c) Kentleşme
d) Teknolojik gelişmeler
e) Sermaye
YARARLANILAN KAYNAKLAR
[1] Macionis, J. (2012). Sosyoloji. Çeviri Editörü: V.Akan, Ankara: Nobel Yayıncılık.
[2] Sanayi Devrimi, 13 Ağustos 2018 tarihinde
https://history.denverlibrary.org/gallery/museum-main-street-way-we-
worked-exhibit#PhotoSwipe1534253853982 adresinden erişildi.
[3] Giddens, A. (2012). Sosyoloji. Çeviri Editörü: C. Güzel, İstanbul: Kırmızı
Yayınları.
[4] Dumenil, G vd. (2011). Marksizmin 100 Kavramı. Çeviren: G. Orhan, İstanbul:
Yordam Kitap.
[5] Korsch, K. (2000). Karl Marx: Marksist Kuram ve Sınıf Hareketi. Çeviren: M.
Okyayuz, Ankara: Doruk Yayınları.
[6] Marx, K. (1998). Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı. Çeviren: O. Suda, İstanbul:
May Yayınları.
[7] Marx, K. ve Engels, F. (1992). Alman İdeolojisi. Çeviren: S. Belli, Ankara: Sol
Yayınları.
[8] Waters, M. (2008). Modern Sosyoloji Kuramları. Çeviri Editörü: Z. Cirhinlioğlu,
İstanbul: Gündoğan Yayınları.
[9] Weber, M. (1985). Sosyoloji Yazıları. Çeviren: T. Parla, İstanbul: Hürriyet Vakfı
Yayınları.
[10] Weber, M. (1995). Toplumsal ve Ekonomik Örgütlenme Kuramı. Çeviren: Ö.
Ozankaya, Ankara: İmge Kitabevi Yayınları.
[11] Berberoğlu, B. (2009). Klasik ve Çağdaş Sosyal Teoriye Giriş. İstanbul: Bilgi
Üniversitesi Yayınları.
[12] Wallace, A.R. ve Wolf, A. (2012). Çağdaş Sosyoloji Kuramları. Çeviren: M. R.
Ayaz ve L. Elburuz, Ankara: Doğu Batı Yayınları.
[13] Wright, E. O. (Ed.). (2014). Sınıf Analizine Yaklaşımlar. Çeviri Ed. V. S. Öğütle,
Ankara: Notabene Yayınları.
[14] Burris, V. (2011). Sınıf Yapısı ve Politik İdeoloji. Çeviren: A. Gelmez, Ankara:
TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Ankara Şubesi Yayını.
[15] Wright’ın Çelişik Sınıf Konumları Modeli, 13 Ağustos 2018 tarihinde
https://www.reddit.com/r/socialism/comments/3y0gp1/wrights_class_ma
p/ adresinden erişildi.
[16] Şengönül, T. (2008). Sosyal Sınıf Kökeni, Eğitimsel Kazanım ve Dikey Sosyal
Hareketlilik İlişkisi, Hacettepe Üniversitesi Sosyolojik Araştırmalar E-Dergisi.
Ankara.
[17] Bourdieu, P. (2014). Simgesel Sermaye ve Toplumsal Sınıflar, Cogito: Pierre
Bourdieu İçinde (s. 192-203.), Çeviren: N. Ökten, Sayı: 76, İstanbul: Yapı-
Kredi Yayınları,